Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 353

İ L K Y A R D I M

TEMEL
BRITANNICA
TEM EL EĞ İT İM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ
Encyclopaedia Britannica, Inc. (Chicago) Ana Yayıncılık A .Ş. (İstanbul)
R o b e rt P. G w inn N azar B üyüm
Y ö n etim K urulu B aşkam Y ön etim K uru lu B aşkanı
P e te r B. N orton S adun Sönm ez
B aşkan G enel M ü d ü r
F red H . Figge, Jr. D r. C ih an B elen
B aşkan B aşyardım cısı G enel M ü d ü r Yardım cısı

Temel Britannica Yayın Kurulu


A na Y ayıncılık A .Ş . A dın a Sahibi D r. G ü re l T ü zü n , G enel Yayın Y ön etm en i
N azar B üyüm N uri A k b a y a r, E ray C an b erk ,
B eril E y ü b o ğ lu , Işıtan G ü n d ü z,
Yazı İşleri Müdürü Prof. D r. O ya K öy m en , Y ayın K oordinatörü
Ç iğdem K arabağlı H ilda H ülya P otuoğlu

Children’s Britannica (Londra)


Jam es S om erville, Başeditör
E ditörler
D avid B lack, Je n n ife r M. C ox, W illiam G o u ld , Jam es H arriso n ,
Jessica K u p er, Ja n e R oyce, A n n e W ilkinson

Children’s Britannica
First E d ition 1960
Second E d itio n 1969
T hird E d itio n 1973
F o rth E d itio n 1988
© 1988,1989, 1990,1991, 1992 Encyclopaedia B ritan n ica, Inc.

Temel Britannica
© 1988, 1989, 1990,1991,1 9 9 2 A n a Y ayıncılık A .Ş .

Temel Britannica Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi


Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun
7 Ağustos 1991 tarihli ve 4019 sayılı ve 10 Ekim 1991
tarihli ve 5505 sayılı yazıları ile öğrencilere
tavsiye edilmiştir.

H e r h akkı saklıdır. Y azılar ve görsel m alzem eler,


izin alın m ad an , tüm üyle ya d a kısm en yayım lanam az.
S üreli yayınlarda (günlük, h aftalık , on beş gü n lü k ,
aylık g azete ve dergiler) kısa alın tılar, kaynak
g ö sterilerek kullanılabilir.

ISB N 975-7760-02-01

92.3 4 .Y .0012.3

A n a Y ayıncılık ve S anat Ü rü n le rin i P azarlam a Sanayi ve T ic are t A .Ş .


B ü y ü k d ere C addesi, Ü çyol M evkii, 57, M aslak 80725 İstan b u l

B a s k ı: H ürriy et O fset
M art 1993
TI-MKI
BRİTANNİCA
T E M E L EĞİTİM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ

CİLT 9

m
H ÜRRİYETİN OKURLARINA ARMAĞANIDIR.

A N A Y A Y I N C I L I K A. Ş. V E
E N C Y C L O P A E D İA B R İT A N N İC A , IN C
İ Ş B İ R L İ Ğ İ İ L E
Y A Y I M L A N M A K T A D I R
TEMEL BRITANNICA’NIN
1993 BASKISINA İLİŞKİN NOT

TEM EL BRİTAN N İC A Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisinin 1993 baskısı


hazırlanırken, ansiklopedide yer alan maddeler tek tek gözden geçirildi. Her ciltteki
maddelerle ilgili olarak, ilk yayımlandıkları tarihten bu yana ortaya çıkan gelişmeler
ve yeni bilgiler ile değişiklik geçirmiş haritalar, o cildin sonundaki ek bölümde
alfabetik sırayla verildi. Ansiklopediye eklenen yeni maddeler de bu eklerde yer
aldı. Ayrıca, her cildin sonundaki eklerle ilgili dizin bilgileri ve dizin cildine eklenen
yeni kısa maddeler, TEM EL B R İTA N N İC A 'nın 20. cildindeki Dizin’in ekinde
toplandı.

Ansiklopedinize eklenen yeni bilgilere kolayca ulaşabilmeniz için, her cildin


ekinde yer alan bilgilerin ilgili olduğu maddelerin listesi o cildin başında verilmek­
tedir.

Temel Britannica9nm 9. Cildinin Ekinde Yer Alan Bilgilerin İlgili Olduğu Maddeler

İngiltere İzlanda
İran İzmir
İrlanda Cumhuriyeti Jamaika
İspanya Japonya
İsrail Kahramanmaraş
İstanbul Kamboçya
İsveç Kamerun
İsviçre Kampuçya
İtalya Kanada
İLKYARDIM 7

İLKYARDIM. Kaza geçiren, yaralanan ya da


birdenbire hastalanan kişilere, yaşamsal tehli­
keyi atlatıncaya kadar uygulanan her türlü
yardım ve tedavi yöntemine ilkyardım denir.
İlkyardımın birinci ilkesi hastanın ya da yara­
lının yaşamını kurtarm ak, İkincisi durum unun
daha kötüye gitmesini önlem ek, üçüncüsü ise
tümüyle iyileşmesine yardımcı olmaktır. H as­
tanelerin acil servisleri de bu amaçla kurul­
muştur. Am a yaralıyı ya da hastayı bir hasta­
neye ulaştırıncaya kadar geçen zaman çok
önemlidir. Bu gibi durum larda çevredeki
kişilerin nasıl davranılacağını bilmesi ve ilk
önlemleri alması yaralının ya da hastanın
yaşamını kurtarabilir. Bu yüzden her evde iyi H ayat ö p ü cü ğ ü ya da ağızdan ağza ya p a y so lu n u m .
bir ilkyardım elkitabı ile çocukların ulaşama­ Önce, kaza geçiren kişinin so lu n u m yo lla rın d a b ir
yacağı bir dolapta saklanan bir ilkyardım çan­ tıkanıklık o lu p o lm ad ığ ın ı de ne tleyin . B urnunu
tıkadıktan sonra d e rin b ir soluk alın ve ağzınızı onun
tası bulunmalıdır. ağzına dayayarak s o luğ unu zu içeriye do ğ ru
kuvve tlice üfle yin . A kciğ e rle ri havayla d o ld u ğ u için
Bir kaza anında unutulmaması gereken göğsü şişecektir. Ağzınızı ayırın ve gö ğsü yavaş
yavaş inerken yen id en d e rin b ir s oluk alıp aynı
birkaç önemli nokta: işlem i yin e le yin .
1. Soğukkanlı olun ve kaza geçiren kişiyi
yatıştırmak için elinizden geleni yapın. engellemek için, yaralının başını geriye yatı­
2. Yardım isteyin; örneğin telefon ederek rıp yana doğru çevirin.
bir ambulans çağırın. 2. Solunum yolları açık olduğu halde,
3. Kaza geçiren kişiyi, hiçbir zarar verme­ beyindeki solunum m erkezi, sinirler ya da
yeceğinizden emin olmadıkça kıpırdatma­ solunum kasları zarar görmüş olabilir. Bu
yın. Örneğin sırt ya da bel omurları örselen­ durum da, soluk alıp veremeyen kişiye yapay
miş bir yaralının, uzman sağlık personeli ge­ solunum uygulamak gerekir (bak. çizim).
linceye kadar kesinlikle hareket ettirilme­ 3. Kaza geçiren kişinin kalbi durmuşsa,
mesi gerekir. kanı bütün vücutta rahatça dolaşamıyorsa ve
4. Eğer hareket etmesinde bir sakınca kan kaybına yol açacak önemli bir yara varsa
yoksa, yaralıyı rahat edeceği biçimde yatırın gene yaşamsal tehlike söz konusudur. Bu
ve sıcak tutun. nedenle, ilk yapacağınız şeylerden biri de
yaralının kalbini dinleyerek atıp atmadığını
Önemli Kazalar. Trafik kazaları gibi çok denetlem ek olmalıdır. Eğer kalp durmuşsa
önemli ve ciddi kazalarda ilkyardımı yapacak yeniden çalıştırabilmek için dıştan kalp masajı
kişinin hiç paniğe kapılmadan çok hızlı düşü­ yapmak gerekir. Am a bu çok güç bir tekniktir
nüp çok hızlı davranması gerekir. Çünkü kaza ve yalnızca doktorlar ya da uzmanlaşmış
geçiren kişinin yaşamı gerçekten tehlikede kişiler uygulayabilir. Buna karşılık, ne yapıla­
olabilir. Bu gibi durum larda ilk yapılacak şey cağını bilen herhangi birisi, yırtılmış bir atar­
yaralının solunumunun ve kan dolaşımının damarın ya da ciddi bir yaranın kanamasını
kesintiye uğramasını engellemektir: bir an önce durdurarak yaralının kan kaybın­
1. Kaza geçiren kişinin solunum yollarıdan ölmesini engelleyebilir.
(ağız, gırtlak ve soluk borusu) açık olmadığı İlk tehlikeyi atlattıktan sonra, kaza geçiren
sürece yapılacak hiçbir yardımın yararı yok­ kişiyi en uygun konumda yatırarak (bak. çizim)
tur. Bunun için öncelikle boğazından soluk yardım gelinceye kadar beklemelidir.
almasını engelleyecek yabancı bir cisim olup Solunum Durması. Solunum durması ya da
olmadığına bakın. Eğer yerde yatıyorsa, dili­ boğulma çok çeşitli nedenlerden kaynaklana­
nin arkaya doğru kayıp gırtlağını tıkamasını bilir. Yemek yerken soluk borusunu tıkayan
8 İLKYARDIM

bir lokma, yutulan yabancı bir cisim ya da ğınızın arasında sıkıştırarak tıkayın ve derin
solunan zehirli gazlar insanın havasızlıktan bir soluk alarak ağzından içeriye kuvvetlice
ölmesine yol açabilir. En sık rastlanan neden­ hava verin. Aynı yöntemi, soluk alamayan
lerden biri de suda boğulmadır. kişinin ağzını elinizle sıkıca kapayıp soluğunu­
Suda boğulma tehlikesi geçiren kişiyi ya­ zu burnundan vermekle de yapabilirsiniz;
vaşça karaya taşıdıktan sonra düz ve sert bir ama burun yolları daha dar olduğu için
yere sırtüstü yatırın. Ağzında yosun parçaları ağızdan hava vermek her zaman daha etkili­
ya da herhangi bir yabancı m adde varsa dir. H er iki durum da da, dudaklarınızı kaza
elinizle temizleyin ve başını geriye doğru geçiren kişinin ağzına ya da burnuna iyice
yatırarak çenesini yukarı kaldırın. Böylece dayayıp dışarıya hava kaçırmamaya özen gös­
dilin geriye kayıp soluk borusunu tıkamasını term eniz gerekir. Eğer boğulma tehlikesi
önlemiş olursunuz. D aha sonra, yutmuş oldu­ geçiren kişi küçük bir çocuksa, dudaklarınızı
ğu suyu boşaltmak için başını yana çevirin. aynı anda hem ağzına, hem burnuna dayaya­
Akciğerlerdeki su boşalıp yerine hava dolun­ rak soluğunuzu iki yoldan verebilirsiniz.
ca solunumun normal olarak kendiliğinden Soluk verirken, üflediğiniz hava akciğerlere
başlaması gerekir. Eğer başlamazsa, hiç za­ dolacağı için, kaza geçiren kişinin göğsü
man yitirmeden yapay solunum uygulama­ şişecektir. Göğsü indiği anda başınızı yana
lıdır. çevirerek yeniden derin bir soluk alın. Baş­
Akciğerlere hava üfleyerek solunumu yeni­ langıçta akciğerlere dört kez üst üste hava
den başlatmanın en iyi yolu, ağızdan ağza üfledikten sonra, erişkinlerde dakikada yak­
uygulandığı için “hayat öpücüğü” denen ya­ laşık 12, çocuklarda 20 kez hava vererek bu
pay solunum yöntemidir. Bunu uygulamak işlemi sürdürün. Eğer göğsü inip kalkmıyorsa
için, kaza geçiren kişinin burnunu iki parm a­ ya verdiğiniz soluğun bir bölümü dışarı kaçı­

Yan yatış. Hasta ve ya ra lıla r için en u yg u n yatış b iç im i b u d u r; bu konum dayken rahatça soluk a la b ilir, d ili
arkaya kayarak g ırtlağ ını tıkam az ve tü k ü rü ğ ü ya da kusm u ğu so lu k bo rusu na kaçmaz. 1. S o lu n u m
y o lla rın ın tıka nm a m ası için başını yana çevirin. 2. Size yakın olan kolun u kalçasının altına y e rle ş tirin ve aynı
yandaki bacağını d ü m d ü z uzattıktan sonra ö b ü r bacağını b u n u n üstü nde çaprazlayın. 3. Ö bü r yandaki
kolun u, p a rm a kla n karşı om za değecek b iç im d e g ö ğ sü n ü n üstü ne y e rle ş tirin . 4 . Hastayı yavaşça
kendinizden yana d e v irip başının ve üstteki ko lun un d u ru şu n u düzeltin. 5. Ü stteki bacağı ve alttaki kolu da
rahat edeceği ko n u m a g e tird ik te n sonra so lu n u m yo lla rın ın açık o lu p o lm a d ığ ın ı b ir kez daha de ne tleyin .
Hastayı yavaşça sarsarak g e riye d e vrilm e ye ce ğ in d e n ve 6'da ki do ğ ru yatış b iç im in in bo zulm ayaca ğınd an
iyice e m in olun .
İLKYARDIM 9

yor dem ektir ya da solunum yolları hâlâ ren belirtilerden biridir. Bazen yaradan içeri
tıkalıdır. Omuzların arasındaki bölgeye bir­ girmiş olan m ikroplar kan dolaşımına karışa­
kaç kez sertçe vurmakla soluk borusundaki rak kan zehirlenmesine (septisemiye) yol
tıkanıklık giderilebilir. Böylece normal solu­ açabilir. Bu nedenle, ne kadar küçük olursa
num başlayınca yapay solunumu kesebilirsi­ olsun hiçbir yarayı hafife almamak gerekir.
niz. Gene de, boğulma tehlikesi atlatan kişiyi En iyisi, açık yaraların üstünü temiz bir
m utlaka doktorun görmesi gerekir. Çünkü sargı beziyle kapatm aktır. Yaraların daha
solunumun bir an bile durması beynin oksi­ çabuk kapanması için çeşitli m erhem ler ya da
jensiz kalmasına ve bilinç yitimine yol aça­ yara tozları kullanma alışkanlığı oldukça yay­
bilir. gındır; ama günümüzde uzmanlar küçük ke­
Boğazına yabancı bir cisim kaçtığı için sik ve sıyrıkların kendi kendine iyileşmesini
soluk alamayan kişilerde ise bu cismin hemen yeterli görüyorlar. Önemli olan yarayı temiz
çıkarılarak tıkanan soluk borusunun açılması tutm aktır; bunun için de mikrop girmeyecek
gerekir. Bunun için, solunumu durmuş olan biçimde kapatılması yeterlidir. Hazır yara
kişiyi öne doğru eğerek başının olabildiğince bantları mikropsuz (steril) olduğu için güven­
aşağıya sarkmasını sağlayın. Bir yandan da le kullanılabilir.
kürekkem iklerinin arasına yumruğunuzla hız­ Kanamalar. Şiddetli kanamaların hiç za­
la vurun. Böylece, soluk borusunu tıkayan man yitirmeden durdurulması ve hastanın en
cisim yukarıya doğru çıkarak bazen kendili­ kısa sürede hastaneye ulaştırılması çok önem ­
ğinden dışarı atılabilir. Eğer gırtlaktaki cisim lidir. Kanın dışarı akmasını önlemek için
ağızdan bakıldığında görülebilecek bir yerdey­ kanayan yere parm akla ya da avuç içiyle
se, ilkyardımı yapan kişi işaret parmağını kuvvetlice bastırm ak gerekir. Eğer olanak
sokarak cismi çekip alabilir. varsa, yaranın üstüne önce temiz bir sargı bezi
Soluk borusunu tıkayan cismin yerinden koyup sonra elle bastırmalıdır. Böylece yara­
oynayarak ağza doğru ilerlemesi için küçük nın mikrop kapmasını önlemiş olursunuz.
çocukları başaşağı tutm ak çoğu zaman yeterli Bu basıncın etkisiyle kan sızıntısı durunca,
olur. Eğer kolayca çıkmıyorsa gene kürekke­ yaranın üzerine birkaç kat sargı beziyle kap­
miklerinin arasına hafifçe vurmak gerekir. lanmış pam uk yerleştirip sıkıca sarın. Eğer bu
Karna basınç uygulama tekniği, bu yolla bez de kanlanırsa üzerine yeniden sargı bezli
çıkmayan cisimleri soluk borusundan dışarı pam uk koyup biraz daha sıkarak sarın. Ama
atm ak için başvurulacak son çare olmalıdır; hiçbir zaman sargıyı açıp kanlanan bezi ve
çünkü iç organlara zarar verebilir. Büyükler­ pamuğu değiştirmeye kalkışmayın; çünkü bu
de bu tekniği uygulamak için, soluğu tıkanmış hareket kanın pıhtılaşmasını ve kanamanın
olan kişinin arkasına geçip bir elinizi tam durmasını geciktirecektir.
midesinin üstüne yerleştirin. Ö bür elinizi Bazı kişilerde burun kanaması dam arlarda­
bunun üstüne koyup içeriye ve yukarıya ki yüksek kan basıncına karşı doğal bir
doğru dört kez hızla bastırın. Soluk borusunu savunma yoludur. Bu nedenle, bazen kana­
tıkayan cisim yerinden oynayıncaya kadar mayı bir iki dakika kadar engellememek daha
aynı hareketi sırtına da uygulayın. Çocukların doğru olur. Am a dakikalar geçtiği halde
yalnızca midesine tek elle bastırm ak gerekir. kanam a duracağa benzemiyorsa önlem almak
Bebeklerde ise uygulanacak yöntem farklıdır. gerekir. H asta, genzine kan dolmaması için
Bebeği sırtüstü yatırın ve göbeği ile göğüs yatırılmaz, dik olarak oturtulur. Bu arada
kemiğinin arasına iki parmağınızla dört kez kanı yutmamalı, burnunu boşaltmak için ken­
sertçe bastınn. dini zorlamamalı ve yalnızca ağzından soluk
Yaralar. Derideki yaralardan, hatta küçük alıp vermelidir. İlkyardım uygulayan kişi de
bir çizikten bile kolayca mikrop girebildiği hastanın burnunu kemiğin hemen altından
için yaranın çevresinde iltihaplanm a başlar; o parm aklarıyla sıkıştırarak kanayan damara
bölge kızarır, şişer ve ağrı yapar. İrin ya da basınç yapmaya çalışmalıdır. Soğuk suya batı­
cerahat denen beyazımsı ya da sarımsı yeşil rılmış bir bezi burun kemerinin üstüne bastı­
renkli akıntı da yaranın iltihaplandığını göste­ rarak soğuk kompres yapmak da kanamanın
10 İLKYARDIM

Şok. 1. Şoka g irm iş olan kişiyi düz b ir yere sırtü stü yatırın. K ustuğu zam an so lu k b o ru su n u n tıkanm am ası
için başını yana d o ğ ru çevirin. K em iklerd e b ir kırık o lm a d ığ ın d a n em inseniz, ayaklarının altına b ir destek
koyarak bacaklarını yükseğe kaldırın. 2. Y aralıyı ya da hastayı b ir b a tta n iye yle ö rte re k sıcak tu tu n . 3. Kanın
vü cu tta rahatça do la şa b ilm e si için g iy s ile rin in sıkan y e rle rin i gevşetin. A S LA b ir şey içirm e ye çalışm ayın,
hastayı gereksiz yere kıpırda tm a yın ve daha çok ısınm ası için ö rtü n ü n altına sıcak su torba sı koym ayın.

durmasını kolaylaştırabilir. Eğer yarım saat lar derinin büyük bir bölümünü kaplıyorsa
içinde kanama hâlâ durmamışsa hemen dok­ tehlikelidir; özellikle çocuklarda ve yaşlılarda
tor çağırmalıdır. ağır sonuçlar doğurabilir. Önemli yanıklarda
Şok. Kazaların birçoğu ve birdenbire ağır­ alınacak ilk önlem, yanmış olan bölgeyi soğuk
laşan bazı hastalıklar şokla sonuçlanır. Bu, suya daldırarak ya da musluktan akan suyun
baygınlıkla karıştırılmaması gereken tehlikeli altında tutarak soğutmaktır. D aha sonra has­
bir durum dur. H asta baygın gibi gözükür; tayı, şok durum unda belirtilen ilkyardım yön­
ama çoğu kez bilinci yerindedir, yalnız büyük temleriyle rahat ettirm ek ve hiç zaman yitir­
bir huzursuzluğa ve korkuya kapılmıştır. Yü­ meden hastaneye götürm ek gerekir. Bu arada
zü solmuş, dudakları ve yanakları m orarmış­ yanığın üstü çok temiz bir örtüyle, örneğin bir
tır. Derisi soğuk ve nemli, nabzı hızlı ve çarşaf ya da bir mendille örtülmelidir.
zayıftır. Ağzı ve dudakları kuruduğu için sık Yanık çok geniş değilse, üzerini temiz ve
sık susar. Şoka giren hastayı rahatça soluk kuru bir örtüyle örtüp hafifçe sarmak yeterli­
alabileceği biçimde yatırmak, kan dolaşımının dir. Am a yanıklara hiçbir zaman merhem
aksamamasını sağlamak ve sıcak tutm ak gere­ sürmemeli ve yapışkan yara bantları kullan­
kir (bak. çizim). mamalıdır.
Elektrik Çarpması. Elektrik çarpan kişiyi Eğer yardımına koştuğunuz kişinin elbise­
tehlikeden kurtarm ak için yapılacak ilk iş leri tutuşmuşsa, kazaya uğrayan kişiyi yere
hemen akımı kesmektir. Eğer bu yapılamı­ yatırın ve üstüne bir kilim, bir battaniye ya da
yorsa, kazaya uğrayan kişiyi elektrikten uzak­ kalın bir ceket atarak önce alevleri söndürün,
laştırmak gerekir. Am a bunu yaparken çok sonra yanıkları için gerekeni yapın.
dikkatli olmalıdır, çünkü akım yardıma gelen Kırık ve Çıkıklar. Kemiklerdeki kırıklar
kişinin vücuduna geçerek onu da çarpabilir. çok değişik biçimlerde olabilir, ama en önem ­
Bu tehlikeyi önlemek için, elektrik çarpmış lileri kapalı ve açık kırıklardır. Kapalı ya da
olan kişiye asla çıplak elle değil, süpürge basit bir kırıkta, kemiğin ucu deriyi delerek
sopası ya da tahta iskemle gibi iletken olm a­ dışarı çıkmadığı için gözle görülür bir yara ya
yan bir eşyayla dokunmalıdır. İkinci bir ko­ da bere yoktur. Açık kırıklarda ise kırılan
runm a yolu da kalın bir lastik paspasın üstüne kemiğin ucu dışarı fırlayarak deriyi deldiği
basmak, lastik pabuçlar ya da kalın lastik için yalnız kırık değil ciddi bir yara da söz
eldivenler giymektir. konusudur; m ikroplar bu yaradan içeri gire­
Yanıklar. Doğrudan ateşe değmekten ya da rek kan zehirlenmesine yol açabilir.
kaynar suyla haşlanm aktan ileri gelen yanık­ Kırıkların başlıca belirtileri ağrı ve şoktur.
İLKYARDIM 11

Kemiği kırılmış olan kol ya da bacak genellik­ kaslarının aşırı zorlanmasından ileri gelir. Kas
le şişer, biçimi bozulur ve dokunulduğunda liflerinin gerilerek koptuğu bu durum da da in­
çok acı verir. Genel kural olarak, kaza cinen kastaki şişliği ve ağrıyı azaltmak için so­
geçiren kişinin vücudunu elinizle yoklarken ğuk kompres uygulanmalıdır.
dokunulmayacak kadar duyarlı bir bölge keş­ Baygınlık ve Nöbet. Baygınlık kısa süreli
federseniz, başka hiçbir belirti olmasa bile o bir bilinç kaybıdır ve çok çeşitli durum larda
bölgede bir kırıktan kuşkulanmanız gerekir. ortaya çıkabilir. Örneğin insanlar sıcaktan,
Bu durum da hem en bir doktor ya da am bu­ korkudan, heyecandan ya da yalnızca kan
lans çağırmalı ve yangın ya da zehirli gaz gibi gördükleri için bayılabilirler. Bu durum bey­
önemli bir tehlike söz konusu olmadıkça ne giden kan akımının bir an kesilmesinden
yaralıyı kesinlikle kıpırdatmamalıdır. kaynaklandığı için, bayılmak üzere olan kişiyi
Çıkık, bir eklemdeki kemiklerin yerinden bir iskemleye oturtup başını dizlerine değecek
oynayarak birbirinden ayrılması demektir. kadar öne eğerek beyne yeniden kan gitmesi
Belirtileri kırıktakiyle hemen hemen aynıdır; sağlanırsa bayılması önlenebilir. Eğer gene de
yalnız eklem kilitlenmiş gibidir, hiç hareket bayılmışsa, sırtüstü yere yatırıp bacaklarını
etmez. Eklemin üstüne soğuk kompres uygu­ yüksekte tutmalıdır.
layarak ağrıyı biraz hafiflettikten sonra teda­ Bazı hastalık nöbetlerinde de bilinç kaybı
viyi doktora bırakm ak gerekir. olabilir. Örneğin sara nöbetinde hasta yere
Burkulm a ve İncinme. Burkulma eklem düşer, bilincini yitirir, bütün vücudu kaskatı
bağlarının, incinme ise kas liflerinin aşırı zor­ kesilir ve şiddetli kasılmalarla sarsılır. Sara
lanmasından ileri gelir. Eklem ler çok sert bir nöbetleri tehlikeli değildir ve birkaç dakika
hareketle zorlanarak büküldüğünde (burkul- içinde kendiliğinden geçer. Hastaya yardımcı
duğunda), kemikleri bir arada tutan bağlar olmak için yapılacak tek şey sert bir yere ya
iyice gerilerek kopabilir. E n çok el ve ayak da mobilyaların köşelerine çarparak yaralan­
bileklerinde, diz, dirsek ve parm ak eklemle­ masına engel olmaktır.
rinde görülen burkulm anın başlıca belirtileri G öz Örselenmesi. Çoğu kez göze kaçan
de birdenbire duyulan şiddetli bir ağrı, şişme, kum tanecikleri, tozlar ya da küçük sinekler
duyarlılık ve çoğu kez kan sızıntısından ileri buradaki duyarlı dokuları örseleyerek ağrı ya­
gelen m orarm adır. Ağrıyı hafifletmek için, par. Bu yabancı cisimler hemen çıkarılmalı ve
burkulan kolu ya da bacağı altına bir destek göz kesinlikle ovuşturulmamalıdır; çünkü elle
koyarak yüksekte tutmalı ve eklemin üstüne ya da parm akla bastırarak ovmak göze çok
bol pam uk yerleştirerek sıkıca sarmalıdır. zarar verebilir.
Kas incinmesi genellikle sırt, kol ve baldır Eğer göze kaçan cisim görünür bir yerde

Yanıklar. 1. D erinin yanık y e rle rin i m usluktan akan soğuk suyu n altında tu ta ra k ağrıyı ve yanm a du yg u su n u
h a fifle tm e y e çalışın. 2. Yanık bö lg e şişm eye başlam adan önce bilezik, saat, yüzük g ib i eşyalarını çıkarın.
3. Yanığın üstü nü, tü y lü o lm a ya n , m ikro psuz (steril) b ir sargıyla kapatın. Yapışkan yara bandı, m erh em ya
da he rha ngi b ir ilaç KU LLA N M A Y IN ve su to p la m ış kabarcıkları PATLATM AYIN.
12 İLYADA

değilse önce tam yerini saptam ak gerekir. yı unutmamalıdır. Bu arada iğneyi çıkarmaya
Gözünden yakman kişiyi bir yere oturtup ba­ uğraşırken çevresindeki dokuları sıkıştırma-
şını geriye doğru eğdikten sonra önce alt göz- maya da özen göstermelidir; yoksa iğnenin
kapağını dışa döndürerek içini araştırın. Ya­ battığı yerdeki zehir yaranın içine iyice da­
bancı cisim hâlâ görülmüyorsa, karşınızdaki ğılır.
kişiye aşağıya doğru bakmasını söyleyin ve üst Böceğin soktuğu yerin çevresindeki ağrı,
gözkapağım kirpiklerinden tutarak alt gözka­ kızarıklık ve şişlik, karbonatlı su (bir bardak
pağının üstüne doğru çekin. Bu hareket de suya iki çay kaşığı karbonat), amonyak ve tu­
yabancı cismi yerinden oynatamamışsa, ılık su valet ispirtosu karışımıyla pansuman yapıldı­
doldurulmuş bir göz kadehinin ya da fincanın ğında ya da böcek sokmasına karşı hazırlan­
içinde gözkapaklarını açıp kapatmasını söyle­ mış m erhem ler sürüldüğünde kısa sürede
yin. Yabancı cisim gözün görülebilen bir bö­ geçer.
lümüne doğru kaymışsa, temiz bir mendilin Köpek ısırmasında yarayı iyice yıkadıktan
ıslatılmış ucunu hafifçe değdirerek dışarı çıka­ sonra üstünü temiz bir bezle sarmak yeterli-
rabilirsiniz. dir; ama kuduz tehlikesine karşı m utlaka bir
Eğer yabancı cisim gözün ön bölümündeki doktora başvurmak gerekir. Bazı zehirli yı­
saydam kornea katm anına yapışıp kalmışsa, o lanların ısırması da çok tehlikeli olduğundan,
zaman cismi çıkarmaya kalkışmadan gözü te­ ışınlan kişiyi hemen bir doktora götürmelidir.
miz bir sargı beziyle kapatıp hem en doktora Zehirlenmeler. Zehirli bir gazı solumak,
başvurmalıdır. yanlışlıkla tarım ilaçlarını içmek, bozulmuş yi­
Başka Kaza ve Yaralanmalar. Bazen küçük yecekleri, zehirli bitkileri ya da m antarları ye­
çocuklar fasulye, bilye gibi küçük ve sert ci­ mek, aşırı dozda uyku hapı ya da başka bir
simleri burun ya da kulak deliklerinden içeri ilaç almak en sık karşılaşılan zehirlenme ne­
iterler. Bu durum da en iyisi hiçbir girişimde denleridir. Bazı zehirler doğrudan kalbi ve so­
bulunm adan çocuğu hemen bir doktora gö­ lunum sistemini etkiler, bazıları da sinir siste­
türm ektir; çünkü cismi çıkarmaya uğraşırken mine zarar verir. Zehirlenm enin başlıca belir­
daha ileriye itebilirsiniz. tileri kusma, sancı ve ağızdan mideye kadar
Deriye batmış bir kıymığı ya da cam parça­ olan sindirim yolundaki yanma duygusudur.
cığını çıkarmak da büyük bir özen ister. Eğer Zehirlenm enin farkına varılır varılmaz he­
cımbızla sımsıkı tutup kuvvetlice çekemezse­ men bir doktor ya da ambulans çağırmalı, bu
niz ucu kopar ve parçası derinin içinde kalır. arada kesinlikle hastayı kusturm aya çalışma-
Tırnağın altına girmiş olan kıymıkları çıkar­ malıdır. Çünkü doktorun hiç zaman yitirm e­
mak çok daha güçtür ve yapılacak en iyi şey den doğru tedavi uygulayabilmesi için zehir­
hastayı doğrudan bir doktora götürm ektir. lenme nedenini bilmesi gerekir. D oktor gelin­
Sokm a ve Isırmalar. Böcek sokmasından ceye kadar yapacağınız tek şey zehirlenm e ne­
ileri gelen ağrı ve rahatsızlık duygusu genel­ denini araştırm ak (örneğin çevredeki bir ilaç
likle kısa sürede geçer, ama her zaman ilti­ şişesi ya da tanımadığınız bir bitki ipucu olabi­
haplanm a tehlikesi vardır. M ikropların bulaş­ lir) ve hastanın dudaklarında ya da ağzında
masını ve iltihaplanmayı önlemek için yarayı yanık belirtileri varsa içmesi için biraz süt ya
kesinlikle kaşımamalı ve üstünü bir sargı be­ da su verm ektir. Eğer hasta bilincini yitirmiş­
ziyle örtm elidir. Bazı böceklerin sokması vü­ se, çizimdeki gibi yan yatırarak rahatça soluk
cutta bir alerji tepkisi başlatarak hastayı şoka almasını sağlamanız gerekir. (Ayrıca bak. ZE­
sokabilir. Bu durum da hemen bir doktor ça­ HİR VE ZEHİRLENME.)
ğırmak ve hastanın şoku atlatabilmesi için
doktor gelinceye kadar ilkyardım önlemlerini ILYADA, Eski Y unan’da, şair H om eros’un
almak gerekir. (bak. HOMEROS) yazdığı varsayılan büyük bir
A rının iğnesi soktuğu yerde kaldığı için bu­ destandır. Bir başka Hom eros destanı olan
nu bir cımbızla çıkarmak gerekir. A m a cımbı­ Odysseia ile birlikte, batı edebiyatının en eski
zı kullanmadan önce antiseptik bir sıvıya batı­ örneği ve tüm zamanların en güzel şiirlerin­
rarak ya da kaynatarak m ikroptan arındırm a­ den sayılır.
İLYADA 13

İÖ 490 yılla rın d a ya p ılm ış


b irY u n a n kupasının
üzerinde y e r alan
H e kto r'u n A ş il'e y e n iliş i,
İlyad a'n ın d ü ğ ü m
noktasıdır.

Michael Holford

Hem İlyada hem de Odysseia, Truva Savaşı vermeye razı olan Agam em non, onun yerine
ve bu savaşta yer alan insanlarla ilgili söylen­Aşil’in sevdiği Briseis’i istiyordu. Agam em ­
celeri dile getiren, koşukla yazılmış destanlar­non’a boyun eğmek zorunda kalan Aşil, kızı
dır (bak. Destan). Tarihçiler Yunanistan’daki ona verdi. Ne var ki, hırsını alam ayarak
A khalar (Akalar) ile Batı A nadolu’da yaşa­ savaştan çekildi. A gam em non’u cezalandır­
mış olan Truvalılar arasındaki bu savaşın ması için, deniz tanrıçası olan annesi T hetis’i
yaklaşık İÖ 1199’da geçtiği görüşündedir. çağırdı. Thetis, tanrıların kralı Z eus’tan yar­
A khalar’ın Truva’yı kuşatmalarının ise 10 yıl dım istedi. Böylece çok geçmeden yalnızca
sürdüğü sanılmaktadır. Bu konuda o kadar Aşil ve Agam emnon değil, tanrı ve tanrıçalar
çok öykü ve söylence vardır ki, hangisinin da bu kavgaya karıştı.
gerçek hangisinin uydurma olduğunu bilme Tanrıların işe karışması Yunan askerlerini
olanağı yoktur (bak. T ruva Savaşi). telaşlandırdı. Agam em non, gördüğü bir düşe
Yunanca’da Truva’nın bir adının da İlios aldanarak, ordusuna artık Yunanistan’a dö­
olmasından dolayı H om eros’un destanı îlyada nüleceğini bildirdi. Askerlerin Truva’yı ele
adını aldı. Hom eros, yaşadığı dönemde her­ geçirmeden dönm ek istemeyeceklerini sanar-
kesin bu öyküyü bildiğini düşünerek, Truva ken, onların gitmeye can attıklarını görmek
kuşatmasını baştan sona anlatmaz; savaşın onu düş kırıklığına uğrattı. Yunanlı kom utan­
10. yılında sadece dört gün içinde geçen lar orduyu yeniden savaş düzenine sokmakta
olayları anlatır. Savaş nerdeyse bitmek üzere­ güçlük çektiler. Bütün bu olaylar Yunan
dir. Truva efsanesinin bu bölümü “Aşil’in ordusunun savaş gücünü ve birliğini zayıflat­
Öfkesi” olarak bilinir. mıştı.
İki ordu arasında savaş yeniden başlarken,
İlyada'nın Öyküsü Paris’in kardeşi H ektor, savaşın nedeni Pa­
Kral Agam emnon, Truva Savaşı sırasında ris’in Sparta Kralı Menelaos’un kansı Helen’i
A khalar’ın (ya da Yunanlılar’ın) başkom uta­ kaçırması olduğuna göre, anlaşmazlığın
nıydı. Kralın en yiğit ve başına buyruk savaş­ Paris ile M enelaos arasında dövüşle çözüm­
çısı olan Aşil, kimseye boyun eğmeden, kendi lenmesini önerdi. Bu dövüşte tam Paris yeni­
bildiğince hareket ediyordu. Aşil’in savaşta lecekken, annesi olan tanrıça A frodit onu son
kaçırdığı Briseis adında Truvalı bir kız yüzün­ anda kaçırarak kurtardı. Böylece ordular
den Aşil ile Agam emnon arasında anlaşmaz­ arasında bir kez daha savaş başladı.
lık çıktı. Tutsağı olan bir kızı babasına geri Truva alanında her iki tarafın savaşçıları
14 İNCİ

göğüs göğüse, yiğitçe çarpıştılar. Ne var ki, roklos’un cenaze töreniyle ve Truva’da yaşlı
asıl kahram anlar ortada yoktu. Aşil savaşa Kral Priam os’un, oğlu H ektor’un ölüsünü
katılmama kararında diretiyordu; Truvalı Pa­ fidye karşılığı geri alışıyla son bulur. İlyada
ris ise yenilginin acısını dindirmeye çalışıyor­ böylece sona erse de H om eros’un okuyucula­
du. Truvalılar’ın en yiğit savaşçısı H ektor, rı, Paris’in sonradan Aşil’i öldüreceğini ve
kardeşi Paris’ten hesap sormak ve karısını Truva’nın öyküsünün kentin yerlebir olmasıy­
görmek için geri çekilmişti. H ektor ve Paris la son bulacağını bildikleri için, yüreklerinde
sonunda savaş alanına döndükleri zaman, gelecekteki acıların ve sorunların ağırlığını
Truvalılar A khalar’dan biraz daha güçlü du­ duyarlar.
rumdaydı. Cesareti kırılan Agam emnon,
Aşil’in savaşa dönmesini sağlamaya karar Destanın Yazılışı
verdi. Aralarındaki anlaşmazlığı gidermek Günümüze ulaşan en eski yapıt olsa da,
amacıyla ona bir m ektup gönderdiyse de Aşil H om eros’un büyük Truva efsanesinin yalnız­
onun isteğini reddetti. ca bir bölümünü anlatmış olması ve sonrasını
Aşil olmasa da Yunanlılar savaşı sürdür­ okuyucuların bildiğini varsayması, İlyada'nın
mek zorundaydı. Durum iyice kötüye gidiyor­ Yunanca yazılmış ilk edebiyat ürünü olmadı­
du. A gam em non’la birlikte birçok savaşçı ğını gösterir. H om eros’un bu destanından
yaralanmıştı. Truvalılar’ın kıyıdaki Yunan yıllarca önce, Truva Savaşı’na ilişkin pek çok
gemilerine ulaşması an meselesiydi. Tam bu öykünün anlatıldığı sanılmaktadır. Bu konuy­
sırada Y unanlılar’ı koruyan tanrılar işe karı­ la ilgilenen bazı uzmanlar İlyada'nın yetenekli
şarak onları engelledi. Bunlardan yılmayan bir yazarın derlediği bir baladlar ya da destan­
Truvalılar sonunda bir Yunan gemisini ateşe lar bütünü olduğunu ileri sürer. Hom eros
vermeyi başardılar. Aşil’in çok sevdiği dostu diye birinin hiçbir zaman yaşamadığı, H om e­
Patroklos olağanüstü bir cesaretle Truvalılar’ ros adının, destanda yer alan baladları söyle­
m, gemilerin tüm ünü yakmasını engelledi. yen, adı belli olmayan kişiler için kullanıldığı
Bunun üzerine Aşil kendi zırhını Patroklos’a kanısında olanlar da vardır. Ne var ki, yapıtın
vererek onun bu zırhla savaşa katılmasını tamamını okuyanlar bunu yazanın yalnızca
önerdi. Geri çekileceklerini düşündüğü Tru- bir kişi olabileceğini kavram akta güçlük çek­
valılar’ı izlememesi için arkadaşını uyardı. Ne mezler.
var ki, Patroklos savaş heyecanıyla onların Yaklaşık olarak İÖ 8. yüzyılda yazılan 24
peşine düştü ve H ektor, insanların yazgısını bölümlük İlyada destanı altılı ölçüyle yazılmış
belirleyen tanrıların yardımıyla, onu öldürdü. toplam 15 bin dizeden oluşur.
Truvalılar zaferin coşkusuyla Patroklos’un
zırhını kentte dolaştırdılar. Yunanlılar, Pat­ İNCİ bak. İNCİ VE İNCİ AVCILIĞI.
roklos’un ölüsünü onların elinden almayı ba­
şardı. İNCİL bak. K u t s a l K îtap .
Patroklos’un ölümünden çok acı duyan
Aşil, bunun hesabını Truvalılar’a ödetm eye in c ir , insanın ilk yetiştirdiği meyve ağaçla­
kararlıydı. O nu avutmak için gelen annesi rından biridir. Dutgiller familyasının bir üyesi
Thetis, Aşil’e yeni bir zırh arm ağan etti ve olan bu ağacın (Ficus earica) sarı, yeşil, m or
öcünü almasına yardım edeceğine söz verdi. ya da morumsu siyah renkli meyvelerle ayırt
Aşil vakit geçirmeden savaşa katıldı. Bu edilen pek çok çeşidi vardır.
amansız savaşa bütün tanrılar karışmıştı. Aşil İncir A nadolu’dan Kuzey Hindistan’a ka­
çok sayıda düşmanını öldürdükten sonra so­ dar uzanan bölgelerde yetişir. Eskidünya’nın
nunda, Truva surlarının dibinde H ektor’la sıcak kesimlerinde binlerce yıl öncesinde baş­
karşı karşıya geldi. Bu son vuruşm ada H ektor lanan incir tarımı özellikle Ege ve Akdeniz
yenilerek öldürüldü. Aşil, H ektor’un ölüsünü çevresinde yaygınlaşmıştı. Nitekim, bitki bi­
arkasında sürükleyerek, arabasıyla Truva’nın limsel tür adını (Carica) da bugünkü Muğla ve
çevresinde üç kez dolaştı. Aydın illerini kapsayan eski Karya bölgesin­
H om eros’un öyküsü, Yunan tarafında Pat­ den almıştır. Günümüzde de başta Türkiye
İNCİRKUŞU 15

çok sayıda küçük meyvecikten oluşmuş bir


bileşik meyvedir. Nitekim, incir yerken kum
tanecikleri gibi ağzımıza gelen küçük çekir­
deklerin her biri tek tek meyveciklerin to­
humlarıdır. Meyveler şeker, A , B, C ve D
vitaminleri ile kalsiyum ve fosfor gibi bazı
mineralleri içerir. Taze haliyle ya da kurutula­
rak yenir; ayrıca, reçel, şekerleme ve pasta
yapılır. Bazen de incir rakısı ve alkol üreti­
minde kullanılır.
Dünya üretiminde ilk sıralarda yer alan
Türkiye’nin en çok incir yetiştiren illeri Aydın
ve İzm ir’dir. Toplam üretimin büyük bölümü
kurutularak değerlendirilir. Ülkemizde yetiş­
tirilen incir çeşitlerinden en önemlisi, dünya­
ca tanınan ve dış pazarlarda Smyrna (İzmir)
adıyla geçen kurutm alık sarılop çeşididir.
Bunun dışında göklop, akça, bardacık, mor-
D İA T E K
güz, gürdane, patlıcan, kavak ve sultanselim
A rm u ts u b ir b iç im i olan ballı in cirin m e yve le ri çok
sevilir.
gibi taze incir çeşitleri de vardır.

olmak üzere çeşitli Akdeniz ülkelerinde incir İNCİRKUŞU. İncirkuşları birbirlerine olduk­
yaygın olarak yetiştirilir. Ayrıca, A B D ’nin ça benzemekle kalmaz, toygarla da kolayca
güney kesimlerinde, Güney A frika’da ve karıştırılabilir. Koyu çizgilerle bezenmiş, kar­
A sya’nın bazı bölümlerinde de yetiştirilir. na doğru rengi giderek açılan kahverengi
İncir, 1 m etre ile 10-12 m etre arasında tüyleri toygarmkinden pek farklı değildir.
boylanan çalı ya da küçük ağaç görünümünde Am a biraz dikkat edilirse incirkuşlarının daha
bir bitkidir. Yüzeyi pürtüklü ve derin parçalı ince gövdeli ve daha uzun kuyruklu oldukları
kalın yaprakları vardır. İncir ağaçları en iyi, görülebilir. Ayrıca kuyruklarının yanlarında
yazların sıcak ve kurak, kışların kısa olduğu yer alan beyaz renkli telekler uçuş sırasında
bölgelerde yetişir; çeşitli toprak tiplerine ko­ belirgin bir biçimde ortaya çıkar. Uzunlukları
laylıkla uyum sağlayabilir. genellikle 15 cm dolayındadır ve başlıca be­
İncirin erkek ve dişi çiçekleri ayrı ağaçlar sinleri böceklerdir.
üzerinde açar yani ikievciklidir. Alışıldık bir İncirkuşları tüm kıtalarda ve adaların ço­
biçimde olmayan incir çiçekleri, çanak biçi­ ğunda görülebilir. Güney Georgia A dası’nda
minde etli ve kapalı bir yapının içinde yer alır. yaşayan A ntarktika incirkuşu (Anthus arıtarc-
Bu nedenle, çiçeklerin öbür bitkilerin büyük ticus) Güney K utbu’na en çok yaklaşan incir­
bir bölümünde olduğu gibi rüzgâr ya da kuşu türüdür.
büyük böcekler aracılığıyla tozlaşması ola­ A vrupa’da çok yaygın olan türlerden çayır
naksızdır. Bu görevi yaklaşık 1,5 mm uzun­ incirkuşu (Anthus pratensis) göç sırasında
lukta, oldukça minik bir böcek olan, bazen Türkiye’ye de uğrar. Bu kuşların bir bölümü
“ileksineği” olarak da adlandırılan incir ya- kışı Akdeniz ve Ege kıyılarında geçirir. O r­
banarısı (Blastophaga) üstlenmiştir. Dişi incir man incirkuşunun (Anthus trivialis) A vrupa’
yabanarıları yumurtalarını bırakm ak için uy­ nın büyük bölümüne yayılmış ürem e bölgesi,
gun bir çiçek ararken, ağaçtan ağaca dolaşa­ Türkiye’nin kuzeybatı ve kuzeydoğu kesimle­
rak erkek incirden getirdikleri çiçektozlarını rine kadar iner. Kır incirkuşunu (Anthus
dişi çiçeklere bulaştırır ve döllenmeyi sağlar. campestris) yazın Türkiye’nin birçok yerinde
Döllenmenin ardından çanaksı yapı, içinde yuva kurarken görmek olasıdır. Türkiye’nin
barındırdığı dişi çiçeklerle birlikte etlenip, kuzeydoğusu dere incirkuşunun (Anthus spi-
kalınlaşarak meyveyi oluşturur. İncir meyvesi noletta) ürem e, güneydoğusu kışlama bölgele­
16 İNCİ VE İNCİ AVCILIĞI

Soldan sağa: Çayır in cirkuşu ; o rm a n in cirkuşu ; dere incirkuşu. O rm an incirkuşu öterken kanatlarını açarak
aşağı d o ğ ru süzülür.

ri içinde kalır. Bu kuşlar tür adlarını özellikle ama en değerli inciler çoğu kez genç istiridye­
ürem e mevsimlerinde yaşamayı yeğledikleri lerin içindedir. İnci üreten tatlı su yumuşakça-
ortam lardan almıştır. A vrupa’nın en kuzeyin­ ları Unio cinsinden midye türleridir (bak.
de ve A sya’da ağaçların yetişmediği soğuk İSTİRİDYE; MİDYE; YUMUŞAKÇALAR).
yerlerde üreyen pasgerdan incirkuşu (Anthus İnciler damla ve yum urta biçiminde, yassı
cervinus) çayır incirkuşu gibi yalnız göç sıra­ ya da yuvarlak olabilir. Düzgün bir biçimde
sında ve kışın Türkiye’de görülür. Yazın gelişmemiş olanlara barok inci denir. Bazı
gerdanları ve göğüs bölümleri pas kızılı bir
renk aldığından tüm incirkuşlarından ayırt
edilmeleri kolaydır.
İncirkuşları yuvalarını genellikle yere yapar
ve çalı çırpıyla döşer. Büyük ölçüde uçarken
öter, öterken alçala yüksele uçar. Orm an
incirkuşu kısa bir şakıma uçuşu sırasında önce
yukarı yükselir, sonra aşağı süzülür. Yukarı
doğru uçarken çıkardığı ses, süzülürken çıkar­
dığı sesten çok daha yüksek ve titrektir.

İNCİ VE İNCİ AVCILIĞI. İstiridye, midye ve


salyangoz gibi yumuşakçalar, kabuklarının iç
yüzeyini sedef denen beyazımsı, parlak bir
maddeyle kaplar. İstiridye ve midyeler içleri-'
ne giren tanecikleri sedefle örterek incileri
oluşturur. Am a değerli inciler yalnız inci
istiridyeleri ya da midyelerinden elde edilir.
Bir yerdeki inci istiridyelerinin tüm ünde inci­
ye rastlanırken, başka bir yerdeki istiridyeler­
den tek bir inci bile çıkmayabilir. Ayrıca bazı
yerlerde gelişen inci istiridyelerinin kabuk iç
yüzeyini örten sedef, inciden daha değerlidir.
İstiridye ve midyelerin içine yabancı bir m ad­
de girmezse inci oluşmaz. Kum gibi örseleyici
bir taneciğin etkisinden kurtulm ak isteyen bu
hayvanlar taneciği sedefle kuşatarak inciyi
oluşturur.
İstiridyeler genellikle çamurlu, kumlu de­
Ja p on ya'da kadın ıncı avcıları, deniz d ib in d e ki
niz diplerinde ya da dipteki mercanlar üzerin­ kayalara yapışık is tirid y e le ri çıkarab ilm e k için,
de bulunur. İnci istiridyesi 16 yıl kadar yaşar; 12 m etreye kadar d a la b ilirle r.
İNCİ VE İNCİ AVCILIĞI 17

inciler kabuğa yapışık durum da geliştiğinden en değerli incilerin büyük bölümü Basra
yarım küre biçiminde olur. İncinin değeri Körfezi ve Um m an Körfezi’nden çıkarılır.
ağırlığıyla birlikte artar. Ağırlık birimi ola­ Hindistan ile Sri Lanka (Seylan) arasındaki
rak miskal (1 m iskal=4,80 gr) ya da kırat M anar Körfezi’nde de zengin yataklar bulu­
(1 kırat=0,2 gr) kullanılır. İncinin değeri nur. Buradaki inci avcıları kayıklarla denize
yalnız ağırlığına değil, parlaklığına ve rengine açılır, dibe dalmalarını kolaylaştıran ipe bağlı
de bağlıdır. ağır bir taşla denize atlarlar. Yanlarına aldık­
İnci çok eski tarihlerden bu yana değerli ları zıpkınlar köpekbalıklarına karşı kendile­
sayılmış, bazen elmastan bile üstün tutulm uş­ rini savunmaya yarar. İnci avcısı görebildiği
tur. Üstelik değerli taşlar arasındaki bu yerini tüm istiridyeleri toplayıp bir sepete doldurur
dış etkenlere karşı oldukça dirençsiz olmasına ve sepet iplerle yukarıya çekilir. İnciler yuvar­
karşın kazanmıştır. Bilinen en güzel inciler­ laksa, kolye ve benzeri süs eşyalarının yapı­
den biri, 1917’de Batı A vustralya’da Broome mında kullanılmak üzere ortalarından deline­
yakınlarında çıkarılan “Batı Yıldızı” adlı rek yeryüzünün dört bir yanına gönderilir.
damla biçimli ve serçe yumurtası iriliğindeki Beyaz incileriyle ünlü Avustralya çevresinde­
incidir. Ünlü inciler arasında daha iri olan­ ki inci yatakları, günümüzde en önemli inci
lar ve 20 miskal ağırlığına ulaşanlar da var­ merkezleri arasındadır. Burada genişliği 30
dır. santimetreyi bulan istiridyelerin oluşturduğu
İnci istiridyelerinin bol bulunduğu yerler inciler çok iri olmakla birlikte, Doğu incileri
inci yatakları olarak bilinir. En önemli inci kadar güzel değildir. Bu istiridyelerin sedefle­
yataklarından bazıları Ateşkes Kıyısı açıkla­ ri, incilerinden daha değerlidir.
rında ve Basra Körfezi’ndeki Bahreyn Adası Güney Çin Denizi ve B orneo’nun kuzeydo­
çevresinde yer alır. Doğu incisi adıyla tanınan ğusundaki Sulu Denizi’nden, Filipin Adaları,
Tahiti ve öbür Büyük Okyanus adaları çevre­
Barnaby's sinden yeşilimsi ya da pembemsi beyaz renkte
inciler çıkar. Panama Körfezi’ndeki İnci A da­
ları çevresinde ve California Körfezi’nde de
inci yatakları vardır.
Tatlı su midyelerinin oluşturduğu inciler
daha beyaz olmakla birlikte, deniz incilerinin
parlaklığından yoksundur. Bu incileri gelişti­
ren midyelere A B D , İskoçya, Almanya ve
SSCB’deki ırmak yataklarında rastlanmak-
tadır.
Yeryüzünün birçok yerinde inci veren yu­
muşakçalar yaşar. Am a inci avcılığı son dere­
ce güç, midye ve istiridyelerden elde edilen
inci sayısı çok sınırlıdır. Bu nedenlerle çok
eski yıllardan bu yana, inci midyeleri ve
istiridyeleri sığ sularda özel olarak yetiştiril­
miş, çeşitli yöntemlerle içlerinde kültür incile­
rinin gelişmesi sağlanmıştır.
Kültür incileri, istiridyenin içine bir tanecik
yerleştirilerek elde edilir. 1900’lerin başında
Japonya’da geliştirilen bir yöntem sayesinde
çok başarılı kültür incileri üretilmiştir. Bu
yöntemde istiridyenin içine bir sedef tanesi
yerleştirilirken başka bir istiridyeden alınmış
Ja p on ya'da ü re tile n k ü ltü r in cile ri renklerine ve canlı dokusu da aşılanır. Aşılanan canlı doku,
b iç im le rin e gö re ayrılır. taneciğin çevresinde gelişerek, onu bir kılıf
18 İNDUS IRMAĞI

kollarla birleşir. Pencap’tan geçerken Jhelum,


Çinap, Ravi, Satleç ve Beas kollarını alır
{bak. P enca p ). Toplam uzunluğu 2.900 ki­
lometredir. Beş koluyla geniş bir düzlüğe
yayılan İndus çevresine bolca alüvyon ta­
şır.
İndus Irmağı, Pakistan’ın yıllık yağış oranı­
nın 250 milimetreden az olduğu kurak bölge­
lerinden aktığı için, bu ülkenin en önemli
ırmağıdır. Tarım, İndus ve kollarından yarar­
lanılarak yapılan, sulamaya dayanır (bak.
Su la m a ). İndus’la sulanan topraklarda buğ­
day, pamuk, darı, mısır ve pirinç yetiştirilir.
Barnaby’s Irm ak üzerinde kurulmuş barajların suları,
İstiridye de n çıkarılan b ir inci. kanallar aracılığıyla tarlalara ulaştırılır. Sula­
mada kullanılacak suyu biriktirmek amacıyla
gibi tümüyle sarar. D aha sonra bu öz ya da İndus Irmağı üzerindeki ilk baraj 1932’de
çekirdek üstünde biriken sedeften bir kültür yapılan Sukkur B arajı’dır. Sularının büyük
incisi doğar. 13. yüzyılda Güney Çin’de başla­ bir bölümü sulamaya harcandığı ve ırmak
dığı sanılan kültür incisi üretimi 20. yüzyılda üzerinde çok sayıda baraj bulunduğu için
Japonya ve Avustralya’da önemli bir sanayi İndus, taşımacılığa elverişli değildir.
durum una gelmiştir. 1960’ta Hindistan ile Pakistan arasında
Kültür incileri, doğal incilerden renklerinin Hindistan’ın su gereksiniminin Ravi, Satleç
ve parlaklıklarının farklılığı ile ayrılır. Doğal ve Beas’tan; Pakistan’ın da İndus, Jhelum ve
inciler daha uzun süre dayanır ve çok daha Çinap’tan karşılanmasını öngören bir anlaşma
değerlidir. İncinin yapay bir çekirdek içerip imzalandı. Jhelum üzerindeki, 1967’de ta­
içermediği, X ışınları ya da özel aygıtlarla mamlanan Mangla Barajı, yaklaşık 25.000
anlaşılabilmektedir. km2’lik bir alanı sulamak ve hidroelektrik
enerji üretm ek amacıyla yapıldı. Yukarı İn-
Sedef dus’ta 1970’lerde yapılan 147 m etre yüksekli­
Yalnız inci istiridyelerinin değil öbür yumu- ğinde ve 2.743 m etre uzunluğundaki Tarbela
şakçaların kabuklarını da kaplayan ve inciyle Barajı ise dünyanın en büyük barajlarından
aynı kimyasal yapıyı paylaşan maddeye sedef biridir.
denir. Sedef, düğme ve kama kabzası gibi
çeşitli eşyaların yapımında kullanılır. İNEK bak. S iğ ir.
Sedef düğmeler için A B D ’de tatlı su midye­
lerinden elde edilen sedef kullanılmakta, A v­ İNGİLİZ EDEBİYATI. H er yıl birçok kitap,
rupa’da ise genellikle Trochidae familyasın­ yazı ve şiir yazılıp yayımlanır, ama bunların
dan deniz salyangozlarının sedefinden yarar­ pek azı insanların yıllar ya da yüzyıllar sonra
lanılmaktadır. Bu deniz salyangozları Queens- yeniden okum ak isteyecekleri niteliktedir.
land kıyıları açıklarında, M alakka Yarım­ Bir ülkenin ya da dönemin üstün ve eskim e­
adası, Endonezya, Yeni Gine, Filipinler ve yen değerdeki yazılı ürünleri edebiyat kapsa­
Pasifik Adaları çevresindeki sığ sularda yaşar. mına girer. Bu m addede adı geçen yazarların
hepsi zamanın yıpratıcılığına karşı başarıyla
İNDUS IRMAĞI, dünyanın en uzun ırmakla­ ayakta durabilmiş, bazılarının görüşlerine bu­
rından biridir. Tibet’in güneybatısından do­ gün katılmasak bile, yazdıkları hâlâ önemli
ğan İndus Irmağı 4.900 m etre yükseklikten sayılan, coşku ve beğeniyle okunan yazarlar­
hızla akarak Him alayalar’ı aşar ve Keşmir’e dır. Bazılarının iyi öykü anlatma ve canlı
kadar 805 kilometrelik yol boyunca dağlık kişiler yaratma yeteneği vardır; bazıları ise
bölgelerin kar ve buzul sularını toplayan yeni düşüncelerini, umut ve korkularını çarpıcı,
İNGİLİZ EDEBİYATI 19

güzel ve anlam lan kadar sesleri için de öyküler ve şiirlerle ilgili hiçbir kayıt olmadığı
seçilmiş incelikli sözcüklerle dile getirmişler­ için bu konuda pek az şey biliyoruz. En eski
dir. Edebiyat şiir, oyun, denem e, roman, edebiyat örneklerine büyük bir olasılıkla 10.
m ektup gibi birçok değişik yazı türünden yüzyılda yazılmış olan elyazmalarında rastlan-
oluşur. Am a bu türlerin hepsinde önemli maktadır. Bu yazmalardaki şiirler de 7. ve 8.
olan, anlamı en açık seçik, en yetkin sözcük­ yüzyıllardan kalmış örneklerdir. Bunların en
lerle dile getirme sanatıdır. Büyük bir yazarı, önemlisi uzun bir şiir olan Beow ulf destanıy­
iyi bir yazardan ayıran da düş gücü, sezgi ve dı. Ö bür şiirler arasında efendisini yitiren bir
özgünlük olduğu kadar işte bu ustalıktır. adamın yalnızlığını anlatan The Wanderer
ED E B İY A T maddesinde gerek alegori ve (“Gezgin”) ile denizciliğin zorluklarını dile
ağıt gibi terimleri açıklayan, gerek yaşamöy- getiren The Seafarer (“Gemici”) sayılabilir.
küsü, rom an, günlük, deneme ve yergi gibi Bunların dışında, Northum berland m anastır­
yazı türlerini anlatan ayrı ayrı m addelerin bir larında yazılmış bazı dinsel şiirler de vardır.
listesi yer almaktadır. Bu m adde ise başlangı­ Adı bilinen ilk İngiliz şairi Caedm on 7.
cından içinde yaşadığımız yüzyıla kadar İngi­ yüzyılda yaşamış, kuzeyli, kendi halinde bir
liz edebiyat tarihindeki en önemli yazarları sığırtmaçtı. Onun yapıtlarından kalan tek
tanıtm akta, onları etkileyen olaylara ve dü­ örnek, düşünde gördüğü bir meleğin isteği
şünce akım larına yer verm ektedir. üzerine yazdığı “Hymn of C reation” (“Y aratı­
lış İlahisi”) adlı kısa şiirdir.
İlk ve Ortaçağlar B ütün bu şiirler günümüz İngilizce’sinden
İngilizce olarak anlatılan ve söylenen ilk çok farklı ve bugün İngilizler’e yabancı bir dil

Mansell Collection
•i-
H
X ö n l ıj f i ç u m l>&>y u Ljr f c y l i m ç a k
lecA c^Mınş ioırşe- jjjıa^e- p?Ictım 5 ep|u'«*
elio|v lıpeajıp oliap, openjtie-
ojTphm ep<r onpoc henJı îıeüîp. bene-
I }e n ie n I f f b e - ş î r t ^ f cyj •
imgof pdOrt pbyep kaa.pi "■
yojtoli yocım ptojıo iti j-utfp lie o n o & ifı-ı
- j l a l $ a c ıl h y jı b e te « sL u ı <0<i

(a lp n ş ^ f \ıy x Ç k
şape- fpei. prpen pçef ,j?a>ftîrmyxıfk%\ |
ine m azot Wı div B e o w u lfa d \\
A ng lo sakson ş iirin in tek
•öre m liz m c e i J§ i elyazm ası b ü yü k b ir
...... “ MT olasılıkla 10. yüzyıldan
kalm adır. Ş iirin
. t> e J | t n j* l/mi- n.eeaâ, Ltcaft başlangıcına yakın b ir
yerd en alınan bu b ö lü m
* Kral B eo vvulf un,
S c y ld in g 'le r denilen b ir
D anim arka to p lu lu ğ u
*
üzerindeki e g e m e n liğ in i
an latm aktadır.
20 İNGİLİZ EDEBİYATI

gibi gelen Eski İngilizce ya da Anglosakson


dilinde yazılmıştı. O dönemin okum a yazma
bilen sayılı insanları olan keşişler ise Latince
kullanmayı yeğliyorlardı. İlk İngiltere tarihini
de 8. yüzyılın başlarında Aziz Bede adlı bir
keşiş Latince olarak yazmıştır. A m a m anastır­
lar Vikingler’ce yıkıldıktan sonra ve Kral
Büyük Alfred 871’de tahta çıktığı zaman,
bilginlerin sayısının çok azaldığını gördü
(bak. A l fred ). Alfred, eğitimin yaygınlaşması
konusunda kararlıydı. Ayrıca yurttaşlarının
kendi dillerinde okuyup yazmayı öğrenm ele­
rini istiyordu. Bu yüzden Latince yapıtların
İngilizce’ye çevrilmesine ve 890’dan başlaya­ dtiiisti ıvıuöturrı
rak her yılın olaylarının kaydını tutan Anglo- İn g ilte re 'd e 14. yüzyıla gelinceye kadar A ng lo sakson
Saxon C/ironide’m (“Anglosakson Vakayina­ keşişlerinden başka pek az kişi okum a yazm a b ilird i.
mesi”) yazılmasına ön ayak oldu.
1066’da Norm an istilasıyla birlikte İngilte­ rek insanları daha erdemli bir yola yöneltmek
re ’ye değişik görüşler, değişik anlatım biçim­ istemiş ve ortaçağ yaşayışının canlı bir tablo­
leri ve “R oland’ın Şarkısı” gibi şövalyelik sunu çizmiştir.
öyküleri de girmiş oldu. Soylular ve sarayda O rta İngilizce dönemi edebiyatının en bü­
yaşayanlar Norm an Fransızca’sı konuşuyor, yük yaratıcısı Geoffrey Chaucer’dı. Troilus
Latince bilim dili olarak varlığını sürdürüyor, and Criseyde (1385; “Troilos ve Khryseis”) ve
buna karşılık sıradan insanlar türkülerinde ve Canterbury Tales (1387-1400; “Canterbury
öykülerinde İngilizce’yi kullanıyordu. Ne var Öyküleri”) gibi uzun şiirlerinde Chaucer her
ki, Fransızca’nın etkisi altında dil de değişme­ türden insanın çok canlı portrelerini çizmiş,
ye başladı. 1100 ile 1500 yılları arasında en acıklısından en gülüncüne kadar değişik
kullanılan İngilizce’ye “O rta İngilizce” denir. dokuda birçok öyküyü dile getirmiştir. Böyle­
Bu dönemde genellikle koşuk diliyle yazılan ce İngiliz dilinin anlatım olanaklarını da
ve Kral A rthur ile şövalyelerinin başlarından benzersiz bir biçimde kullanmıştır.
geçen olaylarla ilgili romanslar büyük bir 14. ve 15. yüzyıllarda daha çok sayıda
yaygınlık kazandı (bak. A rt h u r ). Bunların insanın okum a yazma öğrenmesiyle İngilizce’
bazıları uyaklıydı; bazılarında da ritim için nin kullanımı da yaygınlaştı. Bu dönemde,
aynı harf ya da aynı sesin yinelenmesi anlamı­ aralarında John Wycliffe’in 1380’de yaptığı
na gelen aliterasyon kullanılıyordu. Eski İngi­ çeviri de olmak üzere Kutsal Kitap çevirileri
lizce’de bütün şiirler aliterasyondan yararla­ yapıldı, düzyazı vakayinameler, romanslar,
narak yazılırdı. O rta İngilizce döneminde bu dinsel ve siyasal yapıtlar kaleme alındı. O
eski üslubu sürdüren iki başyapıt kaleme yıllarda bütün kitaplar el yazısı ile çoğaltılı­
alındı: Kral A rth u r’un şövalyelerinden birinin yordu. Bu yüzden William Caxton’un 1476’da
serüvenlerini anlatan ve 1375-1400 yılları basım yöntemini L ondra’ya getirmesiyle
arasında yazılan S ir Gawain and the önemli bir adım atılmış oldu. Caxton, bilgin­
Greene Knight (“Sir Gawain ve Yeşil Şö­ ler için olduğu kadar sıradan okurlar için de
valye”) ve William Langland’ın yazdığı Piers kitap basmak istiyordu. Bastığı ilk kitaplar­
Plowman (“Rençper Piers”). Langland bu dan biri de Sir Thomas M alory’nin, Kral
şiiri 1367’de yazmaya başlamış, 20 yıl boyunca A rth u r’la ilgili serüvenleri konu alan A rthur’
da gözden geçirmişti. Şiir, anlatıcının uyuya­ un Ölümü (Morte d ’A rthur; 1485) adlı öykü
kalıp düş görmesiyle başlar. Şair düşünde derlemesiydi.
tarlada çalışan bir sürü insan görür. Ne var ki, 14. yüzyıldaki ilginç gelişmelerden biri de
bunlardan birçoğu sahtekârlık etm ektedir. İngiliz tiyatrosunun başlamasıydı. Bu dönem ­
Langland bu ahlakdışı davranışları sergileye­ de şeytanın cennetten kovuluşundan kıyamet
İNGİLİZ EDEBİYATI 21

gününe kadar insanın başından geçenleri can­


landıran bir dizi kısa oyun sahnelendi. Bunla­
ra mucize oyunları deniyordu. Bir başka oyun
türü de kişilerin iyi ve kötü değerleri temsil
ettikleri ibret oyunu'ydu. İbret oyunları içinde
en ünlüsü olan Everyman'de (1509-19; “H er­
hangi Biri”), “ölüm” insanı çağırdığında, yal­
nızca insanın yaptığı iyilikler onunla birlikte
gitmeyi göze alıyordu.

Elizabeth Dönem i
RÖNESANS maddesinde anlatıldığı gibi, 15.
yüzyıl sonunda İngiltere’ye birçok yeni dü­
şünce girmiş, edebiyat ve sanat kiliseden çok,
sarayla bağ kurmaya başlamıştı. Uyaksız ko­
şuk ve sone (bak. So n e ) gibi yeni şiir biçimle­
rini kullanan, Sir Thomas Wyat ve Surrey
Dükü Henry Howard saraylıydılar. Bu iki
şairin 1557’de Songs and Sonnets (“Şarkılar
ve Soneler”) ya da TotteVs Miscellany (“Tot-
tel’in Derlem esi”) başlığıyla basılan şiirleri Sir P hilip S idney b ir başkası ile evlenen Penelope
yeni ve oldukça yaygın bir okur kitlesi bul­ D evereux için yazdığı aşk ş iirle rin i "S te lla 'ya
S o n e le r" başlığıyla kalem e aldı.
muştu. Protestanlık’ın doğmasıyla Katolik
Kilisesi’nden ayrılma da bu dönemde dindışı
konularda oyunlar yazma olanağını yaratmıştı öykülerinde kullanılıyordu. Ayrıca bir dizi
(bak. R efo rm ). kitapçıkta L ondra’nın yeraltı dünyasındaki
1579-1603 arasındaki Elizabeth döneminde yasadışı insanlarla ilgili daha gerçekçi öyküler
yeni görüşlerin etkisi doruğuna ulaştı. Bu kaleme alındı. 1580’ler ve 1590’larda Richard
yıllar İngiliz edebiyatının altın çağı oldu. Bu H akluyt’un, dünyanın çeşitli bölgelerine yol­
başarının esin kaynağı Kraliçe I. Elizabeth ve culuklar yapan serüvenci İngiliz denizcileriyle
çevresindeki saraylılardı. Kraliçenin kendisi ilgili yazıları da İngiltere’deki okurlar için
de şiir yazıyor, saray çevresindeki birçok genç yepyeni ufuklar açtı.
de şiirleriyle aşk ve yaşamın tadını sınırsızca Elizabeth dönemi tiyatrosu çağın coşku ve
çıkarmanın önemini dile getiriyordu. Bunlar­ serüven dolu ruhunu yansıtan bir tiyatroydu.
dan biri Sir Philip Sidney’di. Aynı zamanda Thomas Kyd’in The Spanish Tragedy (1592;
bilgin, diplomat,, asker ve saray adamı olan “İspanyol Trajedisi”) adlı oyunu öç almayla
Sidney, 108 sone ve 11 şarkıdan oluşan ilgili oyunlar modasını başlattı. Christopher
Astrophel and Stella (1591) adlı şiir dizisinde Marlowe ise acımasız kahram anlarla ilgili
mutsuz bir aşkı anlatır. Çoğu zaman dilde oyunlar yazdı ve uyaksız koşuk dilini trajedi
büyük bir müzik duygusuna sahip olduğu ve türünün görkemli, müzik tadı veren diline
öbür şairleri etkilediği için “şairlerin şairi” dönüştürdü. Onu bu yolda izleyen ve aşan
olarak anılan Edm und Spenser de, Sidney’in çağdaşı, İngiltere’nin en ünlü, en büyük şa­
etkisinde kaldı. Spenser ülkesini ve kraliçeyi ir ve oyun yazarı William Shakespeare’di.
yüceltmek için yazdığı The Faerie Queen Shakespeare On İkinci Gece (Twelfth Night;
(1590; “Periler Kraliçesi”) adlı uzun şiirinde 1599-1600) ve Beğendiğiniz Gibi (As You Like
Kral A rthur’la ilgili söylenceleri alegorik bir I t; 1599-1600) adlı romantik kom ediler,
anlatımla bir araya getirdi. Othello (1604-05), Macbeth (1605-06) ve Kral
Düzyazı artık Sidney’in Arcadia'sı ve John Lear (King Lear; 1605-06) gibi güçlü trajedi­
Lyly’nin özentili ve süslü bir dille kaleme ler ve İngiliz dilindeki en yurtsever dizeleri
almış olduğu Euphues gibi sevgiyi konu alan içeren V. Henry (1598-09) gibi tarihsel oyun­
22 İNGİLİZ EDEBİYATI

lar yazdı. Shakespeare, insanların duygularını dönemin yazarlarınca da ele alındı. Püriten
ve düşüncelerini olağanüstü bir anlayışla yan­ olan John M ilton bir yandan siyasal yazılar,
sıttı. A rkadaşı Ben Johnson ise çok daha bir yandan da görkemli şiirler yazıyordu.
değişik yapıtlarında, yaşadığı topluma karşı Adem ile Havva’nın cennette şeytana uym a­
çıkarak Volpone (1607) ve The Alchemist larını, şeytanın sonunda Tanrı’ya yenilerek
(1610; “Simyacı”) adlı oyunlarında insanları cennetten kovuluşunu anlatan Paradise Lost
kendini beğenmiş, açgözlü ve kolayca alda­ (“Kayıp C ennet”) 1667’de yayımlandı.
nan kimseler olarak gösterdi. Buna karşılık, Püritenler, tiyatroları 18 yıl süreyle kapalı
Francis Beaum ont ve John Fletcher The tuttular, ama krallığın 1660’ta yeniden kurul­
Knight o f the Burning Pestle (1613; “Tutuş­ masıyla eğlence düşkünü Kral II. Charles ve
muş Havaneli Şövalyesi”) gibi birçok hafif saray çevresindeki soylular, tiyatroların açıla­
komedi yazdılar. rak yeniden canlanmasını sağladılar. R esto­
rasyon döneminde ortaya çıkan töre kom edi­
Dinsel Etkiler ve İç Savaş Yılları sinin özellikleri, aşk ve cinsellik konularını
Elizabeth dönemi kendine güvenen, serüven hafife alması, aşırı alaycılığı ve yeni zenginleri
seven insanlar toplumuydu. Bunu izleyen taşlamasıydı. Sir G eorge E therege’in The
dönem de ise siyasal, dinsel kaygı ve bölünm e­ M an o f M ode (1676; “Prensip Sahibi”) ve
lerle ilgili sorunlar ortaya çıktı. Kutsal Ki- William Congreve’in başyapıtı The Way o f the
tap’ın 1611’deki “Kral James Baskısı” adıy­ World (1700; “Dünyanın Gidişi”) gibi oyunla­
la anılan ilk resmi çevirisi İngiliz edebiyatını rı kıvrak bir oyun diliyle toplum u alaya
uzun süre etkileyen bir kaynak oluşturdu. alıyordu. Abartılı romanslarıyla trajedilerin­
Yalın ve canlı diliyle hem aydınların, hem de de epik şiire özgü beyitler kullanma ustası
sıradan insanların ilgi ve sevgiyle okudukları olan John Dryden da değişik türlerde oyunlar
bu çeviri günümüzde konuşulan İngilizce’ye yazdı. Tiyatro konusunda bazı önemli dene­
de katkıda bulundu. Kutsal K itap’ı okuyup m eler de yazan D ryden, aynı zam anda bu
inceleyen yazarlardan biri de B edfordshire’li dönemin önemli şairlerinden biriydi. Güncel
bir lehimci olan John Bünyan’dı. 1678’de olaylardan esinlenerek oldukça sert yergiler
yayımlanan Hac Yolunda ( The Pilgrim’s yazdı.
Progress) adlı ünlü yapıtı, Kutsal Kitap’ın onu Düzyazının kullanımı 17. yüzyılda önemli
ne ölçüde etkilediğini gösterir. ölçüde arttı. Bu dönemin yetenekli düzyazı
17. yüzyıl şairleri dinsel şiirler yazmaktan ustaları arasında din ile bilimin ilişkisine deği­
hoşlanıyorlardı. L ondra’daki St. Paul K ated­ nen Norfolk’lu hekim Sir Thomas Browne ve
ralin in başpapazı John D onne, aralarında şairler ile din adamlarının yaşamöykülerini
George H erbert ve Henry V aughan’nm da içeren bir kitabın yanı sıra balıkçılıkla ilgili
olduğu Metafizik Şairler diye bilinen bir grup eğlenceli bir kitap yazan Izaak W alton sayıla­
yazarın önderiydi. Bu dönemde Sir Francis bilir. Gene bu dönemde yazılmış, ama ancak
Bacon’un denemeleri ve bilimsel yazıları ara­ 19. yüzyılda yayımlanmış iki ünlü günlükten
cılığıyla felsefe ve bilime duyulan ilgi artmıştı. de söz etm ek gerekir. Bunlar, John Evelyn ile
Dolayısıyla D onne gerek dinsel, gerek sevgiyi Samuel Pepys’in saray çevresindeki yaşamın
konu alan şiirlerinde bu yeni ilgiyi yansıtan ve 1666’daki Büyük Londra Yangım’mn ay­
bir dil ve benzetm eler kullanmıştır. Oysa bu rıntılarını canlı bir dille anlatan günlükleridir.
olağandışı ve ince imge anlayışını R obert İç savaş sonunda I. Charles’ın 1649’da ida­
Herrick paylaşmıyordu. Am a onun 1648’de mı, halkı hüküm etin ve kilisenin görevlerini
yayımlanan Hesperides (“H esperidler”) adlı düşünmeye ve ortaçağ felsefesini sorgulama­
yapıtı İngiliz dilinin en güzel kısa, lirik şiirleri­ ya yöneltmişti. Thomas Hobbes, Leviathan
ni içerir. (1651) adlı yapıtında hüküm darların halkı yö­
Oliver Cromwell’i tutan parlam ento yanlı­ netm e konusunda tanrısal bir yetki taşımadık­
ları ve Püritenler ile Kral I. Charles’tan yana ları görüşünü savundu. H obbes’un matematik
olan Kralcılar arasındaki büyük kavga ve bilgisinin de etkisini taşıyan bu görüşlerine
bunun yol açtığı 1642-52 İngiliz İç Savaşı o özellikle kralı ve kiliseyi destekleyenler karşı
İNGİLİZ EDEBİYATI 23

çıkıyorlardı. Dönem in en önemli düşünceleri­ İlk sözü edilmeye değer İngiliz romancısı
ni dile getiren ve kendisinden sonraki yazarla­ Daniel Defoe gazeteciydi. Defoe, Robinson
rı etkileyen öbür büyük düşünür ise, en ünlü Crusoe (1719) romanında ıssız bir adadaki ya­
yapıtı Essay Concerning Human Understand- şamı adeta bir muhabir gibi canlı bir anlatımla
ing (1690; “İnsanın Anlam a Yetisi Üzerine betimledi. Yosma, M oll Flanders ( The For-
Bir D enem e”) olan John Locke’tu. tunes and Misfortunes o f Moll Flanders; 1722)
ve Roxana (1724) adlı rom anlarında ise o dö­
Akıl Çağı nemin yaşamını ayrıntılı bir biçimde sergiledi.
17. yüzyılın çalkantılarından sonra halk, so­ Rom an, o dönemdeki yeni orta sınıfın en çok
runların akıl ve düzenle çözüme kavuşabilece­ ilgi duyduğu edebiyat türü olmaya adaydı. Sa­
ğini düşünmeye başladı. İngiltere zengin ve muel Richardson’un Pamela (1740) ve Clarissa
kendine güvenen bir ülkeydi. Sayıca çoğalan (1747-48) gibi m ektup biçiminde yazılmış
varlıklı insanların edebiyat ve güncel olaylarla uzun romanları da bu dönemde ilgi gördü.
ilgilenecek zamanları vardı. Bu durum ve Richardson’un ahlak sorunlarıyla ilgilenmesi­
1694’te sansür yasalarının yumuşamasıyla ba­ ni, Henry Fielding Tom Jones (1749) adlı ro­
sın özgürlüğünün artması, süreli yayınların, m anında erdemleri kadar kusurları da olan
özellikle de The Tatler (1709-11) ile The Spec- bir kahram an yaratarak alaya aldı. Tobias
tator (1711-12) gibi gazetelerin ortaya çıkma­ Smollett, yolculuk ve serüven konularını işle­
sını sağladı. Joseph Addison ile Rıchard Steele yen, kaba ve şiddet olaylarına yer veren ro­
bu gazetelerde ahlak ve töreler konusunda m anlar yazarken, Laurence Sterne olay örgü­
kesin görüşleri olan birtakım düşsel kişilerle sünden çok, yazann görüşleri ve kişiliğinin ön
ilgili yazılar yazıyorlardı. plana çıktığı yeni bir roman türü yarattı. Bü­
Toplumu yergi yoluyla değiştirme isteği, İr­ yük romanı Tristram Shandy'de (1760) zamanı,
landa’da yaşayan İngiliz yazan Jonathan Swift’ anlatıcının zihnindeki bir dizi geriye dönüşler
in kalemiyle çok daha güçlü bir biçimde ken­ olarak kullanması 20. yüzyıla kadar denenm e­
dini duyurdu. O dönemin adaletsizliğini ve yen bir anlatım özelliğiydi.
çılgınlığını açığa çıkarmak için ince bir alay ve 18. yüzyılda Pope’un dediği gibi, “insanlı­
yergiden yararlanan Swift en ünlü kitabı Gül- ğın incelenmeye değer konusu insandır” görü­
liver’in Gezileri'nde (Gulliver’s Travels; 1726) şü genellikle benimsendiyse de, bazı şairler
insanlığı ahmaklık, aşırı gurur ve akıldışı dav­ esin kaynağı olarak doğayı seçti. Bunlar ara­
ranışlarla suçladı. Alexander Pope koşuk diliy­ sında The Seasons'm (1726-30; “M evsimler”)
le yazdığı m ektuplarında ve uzun şiiri Dun- şairi James Thomson, ünlü “Elegy W ritten in
ciad'da (1728) beyitlerini etkili bir silah gibi a Country Churchyard” (1751; “Bir Köy M e­
kullandı. Pope’un şiiri, nükteli düşünceleri in­ zarlığında Yazılan A ğıt”) şiirini yazan Tho­
ce bir anlatımla dile getirdi. mas Gray de vardı. Pope’un üslubunu beğen­
18. yüzyılın en ünlü edebiyatçısı sözcükle­ meyen ve yapay bulan bir başka şair de şiirle­
rin yalnızca anlamlarını değil, kullanışlarını rinde büyük bir doğa ve insan sevgisini dile
da veren Dictionary o f the Erıglish Language getiren William Cow per’di. Romancı, oyun
(1755; “İngilizce Sözlük”) adlı yapıtıyla tanı­ yazan ve şair olarak ün yapan Oliver Gold-
nan Dr. Samuel Johnson’du. Dr. Johnson bu smith Wakefield Papazı ( The Vicar o f Wakefi-
kullanım örneklerini çok zengin bir okuma bi­ eld; 1766) adlı sevimli bir roman ile Yanlışlık­
rikimine borçluydu. Kendisi ayrıca birçok de­ lar Gecesi (She Stoops to Conquer; 1773) adlı
neme, şiir ve bir de roman yazdı. Dr. Johnson’ eğlenceli güldürünün yazarıdır. The Rivals
un canlı ve eğlendirici konuşm alanyla ilgili (1775; “Rakipler”) ve The Schoolfor Scandal
birçok öykü vardır. Arkadaşı James Boswell (1777; “Skandal O kulu”) gibi güldürülerin ya­
onun söylediği zekice sözlerin çoğunu kaydet­ zan Richard Brinsley Sheridan ise 18. yüzyılın
miş, daha sonra bunları dünyanın en ünlü ya- en yetenekli oyun yazarıdır. Bu oyunlar İn­
şamöykülerinden biri olan Life o f Samuel giltere’de o dönemde olduğu gibi, günü­
Johnson (1791; “Samuel Johnson’un Yaşa­ müzde de çok sevilen tiyatro yapıtları arasın­
mı”) adlı kitabında yayımlamıştır. dadır.
24 İNGİLİZ EDEBİYATI

Rom antik Dönem şair de William Blake’ti. Gelecekten haber


18. yüzyılın sonu büyük bir karışıklık döne­ veren ve başkaldıran bir şair olan Blake’in
miydi. 1776’daki Am erikan Bağımsızlık Sava­ uzun şiirleri kendi iç dünyasına yönelen kişi­
şı ile 1789’daki Fransız Devrimi insanlara yön sel, bu yüzden de anlaşılması güç şiirlerdir.
veren eski düşünceleri tem elinden sarstı. Bu Blake “Jerusalem ” (1820;“Kudüs”) şiiri ve
arada yazarlar, özellikle de şairler, daha ada­ bazı duygulu lirik şiirleriyle ün yapmış, bunla­
letli bir geleceğin coşkusunu ve umutlarını pay­ rın çoğunu da resimleyerek kendisi basmıştır.
laşıyorlardı. William W ordsworth ile Samuel Güzellik, gerçek ve özgürlük daha genç bir
Taylor Coleridge, Lyrical Ballads (1800; “Li­ şairler grubunun da esin kaynağı oldu. Ö ldü­
rik Baladlar”) adlı gündelik dille yazılmış ve ğü zaman ancak 26 yaşında olan John Keats,
18. yüzyılın biçimsel şiirine benzemeyen deği­ ardında İngiliz dilinde yazılmış en güzel şiir­
şik şiirleriyle bir yenilik başlatmak istediler. lerden bazılarını bıraktı. Percy Bysshe Shel-
W ordsworth bu şiirlerin yanı sıra en uzun ve ley, şiirin insanların dünyayı düzeltmeleri için
en büyük şiiri olan “The Prelude”da (1850; bir esin kaynağı olduğuna inanıyordu. A rka­
“Başlangıç”) doğa sevgisini ve İngiltere’deki daşı Lord Byron’nm tedirgin duyarlığı ise
Göller Bölgesi’nin güzelliklerinin kendisi üze­ Childe Harold (1812-18) ve Don Juan (1819-
rindeki derin etkisini dile getirdi. Coleridge’in 24) gibi şiir kitaplarında yankılandı.
“The Ancient M ariner” (1797-98; “İhtiyar 18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın başında
Denizcinin Türküsü”) gibi şiirleri ise değişik ortaya çıkan önemli bir gelişme de rom ana
ve gizemliydi. karşı artan ilgiydi. Doğaya ve insan duyguları­
Romantizm Akım ı’na katılmamakla birlik­ na yönelen ilgi “gotik rom an” adı verilen
te bu akımın bazı özelliklerini benimseyen bir korku ve heyecan dolu öykülerde doruğa çık­
tı. Mary Shelley’nin Frankeştayn (.Frankes-
Hulton Picture Library tein; 1818) adlı romanı buna örnekti.
Gerçek anlamıyla ilk çağdaş romancı
Jane A usten’dir. Kişilerini orta sınıfın sıradan
insanları arasından seçen A usten, çağının tö ­
relerini ve değer yargılarını ince bir güldürü
anlayışıyla sergiler. Dili ve olaylar dizisi basit
gibi görünen bu rom anların, yazıldıkları dö­
nemden beri yazarlar ve okurlarda hayranlık
uyandıran bir derinliği ve karmaşıklığı vardır.

Victoria D önem inin Büyük Yazarları


İngiliz halkı 19. yüzyılın ortasında yeniden bir
güven ve bolluk dönemi yaşadı. Ne var ki,
ilerlemeyle, özellikle de Sanayi Devrim i’yle
birçok olumsuz toplumsal değişiklikle de yüz
yüze gelinmişti (bak. SANAYİ DEVRİMİ). H er
gün daha çok sayıda insan, çoğu zaman çok
kötü koşullarda yaşamayı göze alarak, fabrika­
larda çalışmak için kentlere akın ediyordu.
Evrim kuramıyla, T anrı’nın yeryüzünü ve
tüm canlıları bugünkü biçimiyle yaratmış ol­
duğu inancına karşı çıkarak, canlıların çok
uzun bir süreç içinde doğada kendiliğinden
değişime uğradığını öne süren Charles Dar-
win’in (bak. D a r w in , C h a r les ) görüşleri de gi­
Bam başka b ir dü nya ile ilg ili g ö rü şle ri çağında ilgi
gö rm e ye n VVilliam Blake, g ü n ü m ü zd e b ir dahi derek insanların kendilerini yeniden değer­
sayılm aktadır. lendirmelerinde etkili oldu.
İNGİLİZ EDEBİYATI 25

Yüzyılın sonunda ortaya çıkan üç büyük ro­


mancı George M eredith, Anthony Trollope
ve Thomas H ardy’di. H ardy’nin bütün ro­
manları doğup büyüdüğü kırsal çevrede geçer
ve ele aldığı olaylarda çoğu zaman doğa
önemli bir rol oynar. Hardy günümüzde şiir­
leri de önemsenen bir yazardır.
Victoria döneminde şiir de oldukça geniş
bir okur kitlesinin ilgisini çekiyordu. D öne­
min en sevilen şairi Lord Alfred Tennyson’
du; en ünlü şiiri In M emoriam (1850; “Anısı­
na”), bir arkadaşının ölümü üzerine yazılmış­
tır. Tennyson’nm şiir dili, gücünü ses güzelli­
ğinden alır ve şiirlerinde olağanüstü kişileri
canlandıran R obert Browning’in dram atik şiir
dilinden değişik bir nitelik gösterir. Rudyard
Kipling’in şiirleri İngiltere’nin, im paratorluk
gururunu coşkuyla yansıtırken, G erard Man-
ley H opkins’in dinsel konuları içtenlikle işle­
diği, sözcükleri ve ritmi yepyeni ve çarpıcı bir
biçimde kullandığı görülür.
İnsanların “dünyada bilinen ve düşünülen
en iyi şeyleri” öğrenip değerlendirmeleri ge­
Hulton Picture Library
rektiğine inanan M athew A rnold, şiirden
20. yüzyıl ilk d ö ne m rom a ncıla rı arasında özg ün lüğ ü eleştiriye geçmiştir. Ününü parlak bir sanat
ve yara tıcılığıyla dikkati çeken V irg in ia VVoolf aynı eleştirmeni olarak yapan John Ruskin ise yaşı
zam anda ö n e m li b ir e d e b iya t e le ştirm e n iyd i. ilerledikçe sanatın, insanların yaşama ve çalış­
ma biçimiyle doğrudan doğruya ilgili olduğu­
Victoria döneminin belki de en büyük ve nu anlamış ve çalışmanın insan çabasına değer
kuşkusuz en sevilen romancısı bu dönemin bir uğraş olması için ilginç görüşler öne sür­
adaletsizliklerini çarpıcı bir biçimde çizerken, müştü.
pek çok canlı rom an kahram anı yaratan C har­ 19. yüzyılda sahnelenen oyunlardan çoğu
les Dickens’dı. Yazarın tanınmış romanları bugün bize artık önemli ya da ilginç gelmiyor.
arasında David Copperfield (1850) ve Büyük Bu kuralın dışına çıkabilen tek yazar, oyunla­
Ümitler (1861; The Great Expectations) gibi rı bugün de ince bir güldürü anlayışıyla parıl­
yapıtları vardır. Gurur Dünyası ( Vanity Fair; dayan Oscar W ilde’dır. Başyapıtı The Impor-
1847) romanının yazarı William M akepeace tance o f Being Earnest (1895; “Ciddi Olmanın
Thackeray ise orta sınıfı iğneli bir dille eleştir­ Önem i”) hafif güldürülerin en yetkinlerinden
di. Bayan Gaskell fabrika sahipleri ile işçiler biridir.
arasındaki çekişmeyi yazarken, George Eliot
(Marian Evans’ın yazarlık adı) Middlemarch 20. Yüzyıl
(1871-72) gibi rom anlarında sıradan insanla­ 20. yüzyılın ilk yarısındaki yazarlar iki dünya
rın yaşamlarındaki acıklı olayları işledi. savaşından, İspanya İç Savaşı’ndan ve
Bronte Kardeşler yüzyılın iki büyük tutkulu 1930’ların dünya çapında büyük ekonomik
aşk romanını yazdılar. Charlotte B ronte’nin bunalımı ile toplumsal sorunlarından etkilen­
Jane Eyre'i (1847) hemen başarı kazandıysa diler. Yüzyılın ilk döneminin önde gelen ro­
da, Emily B ronte’nin Uğultulu Tepelerdi mancıları arasında Joseph Conrad, E. M.
( Wuthering Heights; 1847) ancak onun Forster, H. G. Wells, D. H. Lawrence ve Vir­
1850’de ölümünden sonra bir başyapıt olarak ginia W oolf’u sayabiliriz. Önemli öbür 20.
ün kazandı. yüzyıl yazarlarından George Orwell Hayvan
26 İNGİLİZ EDEBİYATI

T. S. Eliot ile Galler Bölgesi’nden Dylan


Thomas vardır. Eliot’un en önemli şiirleri
inanç bunalımlarıyla ilgilidir. Thomas ise unu­
tulmaz güzellikteki şiirlerini G aller’in türkü
geleneğinden yararlanarak yazmıştır. Öbür
önemli şairler ise W. H. A uden, Stephen
Spender, C. Day-Lewis, Robert Graves,
Thom Gunn, John Betjem an, Ted Hughes ve
Philip Larkin’dir.
20. yüzyılın belki de en ünlü oyun yazarı
İrlanda doğumlu George Bernard Shaw’dur.
Yüzyılın öbür önemli oyun yazarları arasında
Noel Coward, John Osborne, Arnold Wes-
ker, Harold Pinter, Edward Bond, Joe Orton
ve Tom Stoppard’ı saymak gerekir (bak. Tİ­
YATRO SANATI).

İskoç Edebiyatı
İskoç edebiyatının gücü şiir türünde görülür.
Günümüze ulaşan ilk örnekler 14. yüzyılda
yazılmıştır ve bunların arasında John Barbour’
un Bruce’u (1376) gibi şiirler vardır. İskoç-
ya’nın en büyük altı şairi de 1425 ile 1550 yıl­
ları arasında ürün vermişlerdir. Bunlar R o­
bert Henryson, William D unbar, Gavin Doug-
las ve Sir David Lyndsay ile The Kings is
Quair ve Schir William Wallace adlı yapıtların
Penguin Books
adları bilinmeyen şairleridir. Bu bilinmeyen
VVilliam B o yd 'u n m izahi rom a nla rı 20. yüzyılın son
d ö n e m le rin d e b ü yü k ilg i g ö rm ü ş ve övg ü yle
şairlerden birinin Kral I. James, öbürünün ise
karşılanm ıştır. halk ozanı Kör Harry olduğu sanılmaktadır.
İngiliz şairi Chaucer’ın yapıtlarından büyük
Çiftliği (Anim al Farm; 1945) adlı toplumsal ölçüde etkilenen bu altı şaire şiir yapıcılar an­
yergisi ve 1984 adlı karam sar romanıyla; Al- lamına gelen m akar'lar adı verilmiştir. O dö­
dous Huxley ise dünyanın geleceğine ilişkin nemdeki İngiliz şairleri gibi sıradan insanların
ürkütücü romanı Yeni D ünya’’yla (Brave New diliyle yazan m akarların şiirleri, yüzyıllar bo­
World; 1932) büyük ilgi gördüler. Ayrıca yunca yazılmış öbür İskoç şiirleri gibi, genel­
Ford Madox Ford, Somerset M augham, J. B likle yergi ve düş özellikleri taşır.
Priestly, Rebecca W est, Evelyn Waugh ve Dinsel yazılar 15. ve 16. yüzyıllarda İskoç-
Graham G reene de bu dönemin ünlü yazarla­ ya’da oldukça etkili olmuştur. John Ireland’ın
rıdır. (1435-1500) ve John Knox’un Historie o f the
20. yüzyılın daha sonraki dönem inde yazar­ Reformation o f Religion Within the Realm o f
lar kişise] duygulara ve yaşantılara ağırlık ve­ Scotland (1568; “İskoç Ülkesinde Dinsel R e­
ren bir içedönüklük eğilimi göstermiş ve ka­ formun Tarihi”), güçlü düzyazı üslubuyla et­
dın hakları hareketinden etkilenmişlerdir. kili bir yapıt olarak ün kazanmıştır.
Çağdaş İngiliz romancıları arasında William 1603’te I. Elizabeth’in ölümüyle İskoçya
Golding, John Fowles, iris M urdoch, Muriel Kralı IV. James İngiltere’de I. James olarak
Spark, J. T. Farrell, Kingsley Amis, Anthony tahta çıktıktan sonra, İskoç saray çevresi Lon­
Burgess, William Boyd, V. S. Naipul ve Fay dra’ya taşınmış, İskoç edebiyatı da büyük öl­
W eldon sayılabilir. çüde İngiliz edebiyatının etkisi altında kal­
Önde gelen şairler arasında ise ABD asıllı mıştır.
İNGİLİZ ULUSLAR TOPLULUĞU 27

18. yüzyılda, İskoçya’nın siyasal yaşamı İn­adlı trajedisi ile Henry M ackenzie’nin Man o f
giltere’ye daha sıkı bağlarla bağlandıktan son­ Feeling (1771; “Duygulu A dam ”) adlı rom a­
ra, 1707’de her iki ülke yönetiminin resmen nını saymak gerekir.
birleşmesiyle, İskoç şairleri İskoç kültürünü 19. yüzyılda Sir W alter Scott’un heyecan
canlı tutm anın her zamankinden daha önemli verici rom anları, konularını İskoç tarihinden
olduğu görüşünde birleştiler. James W atson’ alan yapıtlardır. Scott romanlarını İngilizce
un Choice Collection o f Comic and Serious olarak yazmışsa da, bazı roman kişileri İskoç
Scots Poems (1706; “Hafif ve Ciddi İskoç Şiir­ lehçesiyle konuşur. 19. yüzyılın sonunda lan
lerinden Bir Seçme”) adlı yapıtı ile Allan Ram- M aclaren, S. R. Crockett ve James Barrie gi­
say, David Herd, John Pinkerton, James John- bi yazarlar İskoç lehçesiyle, İskoç yaşamını
National Portrait Gallery, Londra
yansıtan duygusal rom anlar yazdılar.
20. yüzyılın en önemli İskoç yazarı şair
Hugh M acD iarm id’dir (1892-1978). M acDiar-
mid İskoç edebiyatına Robert B urns’ün etki­
siyle elde ettiği dil duygusunu ve tarih bilinci­
ni kazandırm ak için başarıyla çalışmıştır. 20.
yüzyılın öbür önemli İskoç yazarları arasında
James Barrie ve James Bridie gibi oyun yazar­
ları ile John Buchan ve Eric Linklater gibi
romancıları, Edwin M uir ve lan Ham ilton
Finlay gibi şairleri sayabiliriz.

İNGİLİZ ULUSLAR TOPLULUĞU, daha


önce İngiliz İm paratorluğu’na bağlı ulusların
kurduğu birliktir. İngiliz Uluslar Topluluğu
üyelerinin çoğu günümüzde özerk yönetimleri
olan, özgür ve bağımsız ülkelerdir. 49 üyesi
olan toplulukta, Büyük O kyanus’taki Nauru
ve Tuvalu adalarının sınırlı üyelikleri vardır.
İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi ülkelerin
ekonomik gelişmişlik düzeyleri farklıdır. İn­
giltere tam anlamıyla sanayileşmiş bir ülkedir.
Kanada, Avustralya ve daha sınırlı düzeyde
olmak üzere, Yeni Z elanda’da sanayi oldukça
gelişkindir; ama bu ülkelerin ekonomilerinde
tarım hâlâ önemli bir yer tutar. Bu dört ülke
Robert B urns İskoç ed eb iyatının bü tün dünyada
tan ın m asını sağladı ve ş iirle ri birçok d ile çevrildi.
topluluğun zengin üyeleridir; öbür üyeler
geçmişte İngiliz sömürgesi olmalarının da
etkisiyle yoksul ve azgelişmiştir; ekonomileri
son, George Thomson ve Robert Fergusson gi­ temel olarak tarım ve madenciliğe dayanır.
bi yazarlar yapıtlarında esin kaynağı olarak es­
ki halk türkülerine, baladlara ve gündelik İskoç Gelişimi
diline başvurdular. İngiliz Uluslar Topluluğu’nun kuruluşu 400
Bu geleneklerden yararlanan en büyük İs­ yıl kadar önce Kuzey A m erika’daki ilk İngiliz
koç şair R obert Burns’dü. Burns en yaygın yerleşimleriyle başlar. Bu olay, aynı zamanda
İskoç lehçesini kullandı ve İskoç yaşantılarını, 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında en
törelerini ve insanlarını dile getirdi. Mizah parlak dönemini yaşayan İngiliz İm paratorlu­
içeren ve aşk şiirleriyle tanındı. ğumun da başlangıcıdır.
18. yüzyılda yayımlanan öbür önemli yapıt­ 17. yüzyıl boyunca İngiltere’den A m eri­
lar arasında John H om e’un Douglas (1756) ka’ya çok sayıda insan göç etti. Buradaki yeni
28 İNGİLİZ ULUSLAR TOPLULUĞU

yerleşim yerleri ya da koloniler giderek büyü­ Hint A daları’nı, Akdeniz’deki M alta’yı, Mau-
dü ve kalabalıklaştı. 18. yüzyılın son çeyreği­ ritius ve Seyşel A daları’nı da İngilizler’e
ne gelindiğinde A m erika’da, İngiltere’nin yö­ bıraktılar. Fransa ile ittifak kurmuş olan
netiminden çıkmak isteyen İngiliz kolonileri Hollanda da Seylan’ı (bugün Sri Lanka) ve
ayaklandı ve 1783’te bağımsızlığını kazandı. A frika’da Üm it Burnu dolayındaki Kap Kolo-
17. ve 18. yüzyıllarda İngiltere, Karayib nisi’ni İngiltere’ye vermek zorunda kaldı.
Denizi’nde Barbados (1625) ve Jamaika İngilizler ayrıca Avustralya ve Yeni Z elan­
(1655) gibi birçok Batı Hint adasını da ele d a’yı da sömürgeleştirdiler. Avustralya, önce­
geçirmişti. Buralara yerleşenler şekerkamışı leri, suçluların gönderildiği bir sürgün yeri
yetiştirmeye başladı. Şekerkamışı üretimi kö­ olarak kullanıldı. Ceza süresi dolan ve yerleş­
le ticaretini körükledi. Binlerce Afrikalı yurt­ melerine izin verilen kadın ve erkek m ahkûm ­
larından koparıldı, köle olarak plantasyonlar­ lar daha sonra özgür göçmenlerle karıştılar.
da (büyük çiftlikler) çalıştırılmak üzere çok A vrupalılar’ın bölgeye gelmesi, Tasm anya’
kötü koşullarda Batı Hint Adaları ile Kuzey daki Y erliler’in yok olmasına yol açtı. Yeni
ve Güney A m erika’ya götürüldü. İngiliz İm ­ Z elanda’nın M aoriler’i ise haklarını korum ak
p aratorluğunda köleliğin kaldırılması ancak için çetin bir mücadele verdiler ve 1850’ye
1833’te gerçekleştirilebildi. kadar beyazlara karşı direndiler.
18. yüzyıl boyunca girdiği savaşlarda H ol­ İngiltere son olarak A frika’da büyük sö­
landa, İspanya ve Fransa’yı yenen İngiltere, m ürgeler ele geçirdi. AvrupalIlar, A frika’nın
bu devletlerin bazı sömürgelerini de ele geçir­ kıyı bölgelerini yüzyıllardır biliyordu; ama
di. Örneğin, 1759’da Fransızlar’dan Q uebec’i Afrika krallıklarının gücü iç kesimlere girme­
alarak K anada’yı elde etti. lerini engellemişti. 19. yüzyılın ortalarında
H indistan’la ticaret 1600’de başladı ve ilk A frika, Avrupalı işgalcilere karşı daha fazla
koloni 1662’de Bom bay’da kuruldu. 1818’e direnemedi ve Berlin’de 1844’te yapılan kon­
gelindiğinde H indistan’ın yarısı İngiltere’nin, feransta A vrupa’nın güçlü devletleri kıtayı
öbür yarısı ise gene İngiliz desteğindeki Hintli aralarında bölüştü.
prenslerin yönetimine girmişti. 19. yüzyılın sonunda dünyanın en uzak
N apolyon’un 1815 W aterloo yenilgisi İngil­ bölgelerini içine alan İngiliz İmparatorluğu
tere’nin gücünü artırdı. Fransızlar bazı Batı kuruluşunu tamamlamıştı. Avustralya, Yeni

İngiltere
Kanada

sjfr.Bahamaiar

K Jamaika Gambia Sri Lanka}


,* Grefta^aj&Barbados
T»\Trinidad ,,0 Papua:
Singapi Nauru
/ G u y a n a \< ^ T o b a g o
Tanzanya
Seyşeilar

jrp a b i'e / #Mauritius


A vustralya
ûSvaziiand

.esotho

'eni Zefanda

• Falkland Adaları
İNGİLİZ ULUSLAR TOPLULUĞU 29

Royal Commonwealth Society


G aller prensi Papua-Yeni G in e 'yi ziyareti sırasında halkın arasında gö rü lü yo r,

Zelanda ve Güney A frika’da İngiliz göçmen­ denmesi ve konferansın adının da “İm para­
lerin yerleştiği koloniler ile Hindistan ve torluk Konferansı” olarak değiştirilmesi ka­
Afrika krallıkları gibi sömürgeleri ele geçir­ rarlaştırıldı.
miş, birliklerine üsler ve gemilerine limanlar Dış ilişkiler söz konusu olduğunda dom in­
sağlayan Cebelitarık, A den, Singapur gibi yonlar imparatorluğun bir parçası sayılıyordu.
dünyanın dört bir yanında “kale” koloniler Örneğin, 1914’te İngiltere’nin Alm anya’ya
kurarak güçlü bir imparatorluk olmuştu (bak. savaş açma kararı, tüm dominyonlarını ve
İNGİLTERE; SÖMÜRGECİLİK VE EMPERYALİZM). sömürgelerini de bağladı. Savaştan sonra ise
Beyazların yerleştiği kolonilerde kendi yö­ bütün dominyonlar, bağımsız ülkeler olarak
netimlerini kurm a istemleri ilk olarak Kana- barış antlaşmalarını ayrıca imzaladı ve Millet­
da’da başladı. Burada, kararların İngiliz hü­ ler Cemiyeti’ne İngiltere ile eşit konum da üye
kümetince atanmış görevliler yerine, halkın oldular. 1931’de W estminster Tüzüğü ile İn­
seçtiği bakanlarca verilmesini öngören bir giltere’nin dominyonlar üzerindeki son dene­
özyönetim sistemi kabul edildi. Bakanlar timi de kalktı ve bunların her biri İngiliz
ülkenin içişlerinde kendi meclislerine karşı Uluslar Topluluğu’nun bağımsız üyeleri oldu.
sorumluydular. Am a dış ilişkiler ve savunma­ İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi ülkeler, iki
ya ilişkin kararlar İngiliz yönetimince alını­ dünya savaşı arasında, özellikle de ekonomik
yordu. 1847’de bu uygulama K anada’nın yanı bunalım yıllarında ekonomik işbirliğine girdi­
sıra Avustralya kolonileri ile Yeni Z elanda’da ler ve kendi sınırları içinde başka ülkelerin
da yaygınlaştı. 1910’da ise Kap, Natal, Trans- malları yerine, öteki topluluk üyelerinin
vaal ve Oranj Bağımsız Devleti’nden oluşan ürünlerinin satılmasına öncelik tanıdılar. İn­
Güney Afrika Birliği kuruldu. giltere, öteki üyelerden besin ve hammadde
İngiltere ve yarı bağımlı koloniler, ticaret satın almayı, karşılığında da sanayi malları
ve savunma konularını, ilki 1887’de toplanan satmayı sürdürdü. 1932’de Kanada’nın Ottawa
Koloni K onferanslarında tartışırlardı. 1907’ kentinde bir araya gelen topluluk üyeleri­
deki toplantıda bu kolonilere “dom inyon” nin temsilcileri, aralarında uygulayacakları
30 İNGİLİZ ULUSLAR TOPLULUĞU

yeni ticaret kurallarını oluşturdular. İmpara­ rine topluluktan çekildi. Bangladeş topluluk
torluk ayrıcalığı denen bu sisteme göre İngil­ üyesi oldu.
tere, topluluk üyesi ülkelerden aldığı mallara,
başka ülkelerin mallarına uyguladığından da­ Yapısı
ha düşük bir gümrük vergisi uygulayacaktı. İngiliz Uluslar Topluluğu gönüllü birliğe da­
Ö bür topluluk üyeleri de aynı ayrıcalığı İngil­ yalı bir örgüttür. Birleşmiş M illetler’den fark­
tere’nin sanayi ürünlerine tanıyacaktı. Ne var lı olarak, topluluğun bir anayasası yani kural­
ki, dominyonlar da kendi sanayilerini kurm a­ ları ve tanımlanmış bir amacı yoktur. Resmi
ya yöneldikleri için, bu uygulama tam anla­ bir dostluk antlaşması üzerine kurulmuş da
mıyla başarılı olamadı. değildir. Üyeler topluluktan ayrılmakta ve
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Hindistan’da kendi siyasetlerini izlemekte özgürdür. H er
yükselen bağımsızlık mücadelesi sonucu İngi- birinin kendi dış politikası vardır. Örneğin,
lizler Hindistan’ı terk etm ek zorunda kaldılar. topluluğun bazı üyeleri A BD ile askeri antlaş­
D aha sonra M üslümanlar ile Budacılar ara­ malar yapmıştır. Buna karşılık Afrika ve
sındaki anlaşmazlık nedeniyle Hindistan ikiye A sya’daki birçok üye bağlantısız olmayı seç­
ayrıldı. Böylece 1947’de Hindistan ve Pakis­ miştir.
tan olmak üzere iki bağımsız ülke kuruldu. Topluluğun tam üyeleri birbirleriyle eşit
II. Dünya Savaşı ve ardından 1945’te kuru­konumdadır. İngiltere’nin sözleşmeden do­
lan Birleşmiş M illetler, bağımsızlık düşüncesi­ ğan ayrıcalıklı bir durumu ya da gücü yoktur.
nin yaygınlaşmasını destekledi. Seylan ve Bir­ 1946’da İngiliz Uluslar Topluluğu’nun resmi
manya 1948’de bağımsızlıklarını kazandılar.
Birmanya, İngiliz Uluslar Topluluğu’na katıl­ Commonwealth Institute Library Sources—Compix

madı, ama Pakistan, Hindistan ve Seylan


topluluk içinde kalmayı seçtiler. 1949’da H in­
distan, İngiltere Kralı VI. George yerine,
kendi önderlerinden birinin devlet başkanı
olmasını istedi. Bu sorun, bir ülkenin toplu­
luk içinde kalabilmesi için, İngiltere’yi İngiliz
Uluslar Topluluğu’nun başı olarak kabul et­
mesinin yeterli sayılmasıyla çözüldü.
H indistan’dan sonra başka ülkeler de ba­
ğımsızlıklarını kazandı ve birçoğu İngiliz
Uluslar Topluluğu’na katıldı. G ana (daha
önce Altın Kıyısı) 1957’de bağımsız oldu. Bu
tarihe kadar bütün tropik A frika’da yalnızca
Liberya ve Etiyopya bağımsız ülkelerdi. Bunu
izleyen 10 yılda A frika’daki ve dünyanın
başka bölgelerindeki İngiliz sömürgeleri birer
birer özgürlüklerine kavuştu. A rtık İngiliz
İm paratorluğu’nun egemenliği son bulmuştu.
İngiltere’den kopan ülkelerden bir bölümü
(örneğin Kenya ve Kıbrıs) topluluk üyesi
olurken, İrlanda (Eire) ve Sudan gibi bazı
ülkeler de dışında kalmayı seçti.
1961’de Güney Afrika, uyguladığı ırk ayrı­
mı (apartheid) politikasına üye ülkelerin karşı
çıkması nedeniyle, İngiliz Uluslar Toplulu-
ğu’ndan ayrıldı. Pakistan da 1972’de bağım­
sızlığını ilan eden Bangladeş’in (daha önce 1------------------------- -W ........ W. — W. .W*,.—
Doğu Pakistan) üye ülkelerce tanınması üze­ O yu n la rı'n ın açılış tö re n in d e n b ir g ö rü n ü m .
İNGİLİZ ULUSLAR TOPLULUĞU 31

adı Uluslar Topluluğu olarak değiştirilmiştir.


Am a gene de İngiltere, birçok açıdan en etkili
İNGİLİZ ULUSLAR TOPLULUĞU ÜYELERİ
üyedir ve bazı topluluk üyeleri İngiltere’yi
“ana ülke” olarak kabul eder. Bütün üyeleri Ü lkeler

bağlayıcı bir politikanın bulunmamasına kar­ (Bağımsızlık Tarihleri) Yüzölçüm ü


(km 2)
Nüfus
(1987)
Başkent

şın, üye ülkelerin hüküm etleri pek çok konu­


da birbirlerine danışır. İngiltere 244.100 56.878.000 Londra
İngiltere kraliçesi topluluğu bir arada tutan A ntig u a ve B arbuda (1981)
A vustra lya (1901)
442
7.682.300
82.400
16.188.300
St. Jo h n 's
Canberra
tek resmi bağdır. Bütün üye ülkelerce bu Baham alar (1973)
B angladeş (1971)
13.939
143.998
245.000
105.307.000
Nassau
Dakka
topluluğun başkanı olarak tanınır. Aynı za­ B a rb a d o s(1966)
Batı Sam oa (1962)
430
2.831
254.000
161.300
Bridgetovvn
Apia
m anda aralarında Avustralya, Barbados, Ka­ Belize (1981) 22.965
581.987
176.000
1.167.000
Belm opan
G aborone
Botsvana (1966)
nada, Fiji, Jam aika, M auritius ve Yeni Zelan­ Brunei (1984) 5.765 241.000 B an d arS e ri
Begavvan
da’nın bulunduğu 18 üye ülkenin devlet baş­ Dom inika (1978) 750 87.700 Roseau
Fiji (1970) 18.274 726.000 Suva
kamdir. Kraliçe bu ülkelerde, ülke hüküm eti­ G am bia (1965) 10.690 787.400 Banjul
Accra
Gana (1957) 238.539 13.482.000
nin önerisiyle atanan genel valilerce temsil Grenada (1974) 345 104.000 St. G eorge's
G uyana (1966) 215.000 802.000 Georgetovvn
edilir. Genel vali ülke bakanlarının önerileri­ H indistan (1947) 3.287,800 783.044.000 Yeni Delhi
Jam aika (1962) 10.990 2.365.000 Kingston
ne uygun davranır ve İngiliz hüküm etinden Kanada (1867) 9.970.610 25.857,000 Ottavva
K e n y a (1963) 582.646 22.020.000 N airobi
bağımsızdır. Ö bür üye ülkeler İngiltere krali­ Kıbrıs (1960) 5.896 554.000 Lefkoşe
K irib a ti (1979) 849 66.000 B airiki
çesini topluluğun başı olarak kabul eder, Lesotho (1966) 30.355 1.628.000 Maseru
M alavi (1964) 118.484 7.499.000 Lilongvve
ama her ülkenin kendi devlet başkanı vardır. M a ld iv Adaları (1965) 298 195.000 Male
Malezya (1975) 330.434 16.538.000 Kuala L um pu r
Örneğin Lesotho, Svaziland, Brunei, Tonga M alta (1964) 316 345.000 Valletta
M a u ritiu s (1968) 2.041 1.040.000 Port Louis
gibi bazı ülkelerin kendi kralları vardır. Bazı­ Nauru (özel statü) (1968) 21 8.100 Yaren
Nijerya (1960) 923.768 100.595.700 Lagos
larında ise seçimle gelen cumhurbaşkanları Papua Yeni Gine (1975) 462.840 3.500.000 Port M oresby
St. C hristopher ve Nevis (1983) 267 46.500 Basseterre
bulunur. St. Lucia (1979) 617 143.000 Castries
St. V incent ve G re na d inler (1979) 389 112.000 Kingstovvn
Seyşeller (1976) 453 65.967 V ictoria
Sierra Leone (1961) 71.740 3.803.000 Freetovvn
İşleyişi S in ga pu r (1965) 618 2.616.000 S ingapur
S olom o n Adaları (1978) 27.566 291.800 Honiara
H er iki yılda bir üye devletlerin hüküm et Sri Lanka (1948) 65.610 16.353.000 K olom bo
17.364 716.000 M babane
başkanlarmm katılımıyla, Uluslar Topluluğu Svaziland (1968)
Ta n za n ya (1961) 945.037 23.217.000 Dar es-Selam
Nukualofa
Başkanlar Konferansı toplanır. Topluluğa Tonga (1970)
Trinid a d ve Tobago (1962)
697
5.128
94.800
1.221.000 Port o f Spain
tam üye olan ülkeler, bu konferansa önde Tuvalu (özel statü) (1978)
Uganda (1962)
26
241.140
8.200
15.514.000
Fongafale
Kam pala
gelen bakanlarından birini, genellikle de baş­ Vanuatu (1980)
Yeni Zelanda (1907)
12.189
267.880
145.000
3.341.000
Vila
W e llin g to n
bakanlarını gönderir. H er toplantı değişik Zam bia (19641
Zim ba bve (1980)
752.614
390.759
7.135.000
8.640.000
Lusaka
Harare
bir başkentte yapılır. Toplantılarda resmi bir
B ağım lı B ölgeler
gündem ya da görüşülecek konular listesi A n g u illa (İ) 91 The Vallfcy
6.700*
yoktur. Toplantılar kapalı yapılır. Üye ülkele­ A vu stra lya 'n ın A ntarktika 8.080.750
Toprakları (A)
rin içişleri ve aralarındaki anlaşmazlıklar, B erm uda (I) 53 57.800 H am ilton
Cayman Adaları (İ) 264 23.400* G eorge Tow n
eğer taraf ülkelerin onayı yoksa, tartışılamaz. C ebelitarık (i) 5,8 29.500* Cebelitarık
Cook Adaları (Y.Z.) 236 17.000* Rarotonga
Konferansın en önemli yanı, ulusların önder­ Falkland Adaları (İ) 12.173 1.900* Stanley
G uem sey, A lderney, Sark (İ) 78 60.000 St. Peter Port
lerinin bir araya gelmesine olanak sağlama­ Hong K ong (İ) 1.035 5.602.000 V ictoria
İngiliz A ntarktika Toprakları (i) 1.683.490
sıdır. Ingiliz H int O kyanusu Toprakları (1) 221
Ingiliz V irg in Adaları (1) 153 . 12.400* Road Tow n
Topluluk sekreteryası, bakanların ve başka Jersey (İ) 116 82.200* St. Helier
Man Adası (İ) 572 64.100* Douglas
üst düzey görevlilerin katılacağı toplantılar M o n tse rrat (i) 102 12.000* P lym outh
Niu e(Y.Z-) 258 2.400 A lo fi
düzenler, bilgi ve istatistikleri derler; ayrıca N o rfo lk, Christm as, Cocos Ad. (A) 184 5.700
P itcairn Adası (I) 4,5 51* A da m sto w n
gerektiğinde hüküm etlere yardımcı olacak Ross Adası (Y.Z.) 414.400 ...
St. Helena ve Ascension Ad. (İ) 412 7.300* Jamestovvn
teknik uzmanları da vardır. Sekreteryanın en Tokelau Adası (Y.Z.) 12,2 1.700
Turks ve Caicos A daları (İ) 500 10.500* Cockburn
üst yetkilisi genel sekreterdir. Tovvn
Üye ülkelerin maliye bakanları da yılda bir
(*) 1988 Nüfusu
kez toplanır. Ayrıca eğitim, sağlık, hukuk ve (I: Ing ilte re ; A : A vustra lya ; Y.Z.: Yeni Zelanda y ö n e tim in d e ki
bilimsel konularda konferanslar düzenlenir. toprakları ya da kolon ile ri g ö ste rm e kted ir.)

Topluluğun ortak bir savunma politikası yok-


32 İNGİLTERE

tur, ama savunmaya ilişkin birçok konuda üye


İNGİLTERE'YE İLİŞKİN BİLGİLER
ülkeler işbirliği yapar.
Konferansların yanı sıra üye ülkeler arasın­ YÜZÖLÇÜMÜ: 244.100 km2.
da eğitim, tıp, hukuk, bilimsel araştırma, NÜFUS: 57.006.000 (1988).
iletişim ve savunma alanlarında yakın ve YÖNETİM: Anayasal krallık. Parlamento, Avam Kamara­
sürekli bir işbirliği vardır. sı ve Lordlar Kamarası'ndan oluşur.
Üye ülkelerin çoğunda İngiliz hukuku te ­ BAŞKENT: Londra. (Edinburgh, İskoçya'nın; Cardiff,
Galler'in ve Belfast, Kuzey İrlanda'nın başkentidir.)
mel alınmıştır. A m a, bu her üye için geçerli DOĞAL YAPI: İskoçya ve Galler genellikle dağlık ya da
değildir. Örneğin M auritius ve K anada’nın tepeliktir. İngiltere Bölgesi'nin büyük bölüm ü alçak­
Q uebec eyaleti yasaları, Fransız hukukuna tır. En yüksek dağ İskoçya'da Highİands'in batısında­
ki Ben N evis'tir; en uzun ırmak Bristol Kanalı'na
dayalıdır. Topluluk üyesi her ülke, yurttaşlık dökülen Severn Irm ağı'dır; en büyük göl ise Orta
ve uyrukluk konusunu kendi yasalarına göre İskoçya'nın batısındaki Loch Lom ond'dur.
belirler. Genel olarak topluluk üyesi ülkelerin BAŞLICA ÜRÜNLER: Kömür, demir-çelik, doğal gaz,
sanayi, şüt, tarım , hayvancılık ürünleri.
yurttaşları, topluluk dışından gelenlere göre YURTDIŞINA SATILAN BAŞLICA ÜRÜNLER: Makine,
ayrıcalıklıdır. Üye ülkelerin çoğunun göç­ taşıtlar, uzay donanımı, kimyasal maddeler, elektrik
menliği sınırlayan yasaları vardır. Topluluk ve elektronik donanım, petrol, dokuma ve giyim .
ÖNEMLİ KENTLER: Londra, Birm ingham , Glasgovv,
ülkeleri yurttaşları öteki üye ülkelere özgürce Liverpool, Manchester, Leeds, Sheffield, Edinburgh,
gidebilirler; ama izinsiz yerleşemezler. Bristol, Coventry, Nottingham , Hull, Bradford, Lei-
cester, Stoke, VVolverhampton, Cardiff, Nevvcastle,
Portsm outh, Plymouth, Derby, Southam pton.
Ekonom ik Bağlar
EĞİTİM: 5-16 yaşları arasında zorunludur.
İngiltere eskiden koloni ve sömürgelerinden
temel ham m addeleri çok ucuza sağlayabili­
yordu. G ana’nın kakaosu, Jamaika’nın şekeri, Doğal Yapı
U ganda’nın kahvesi ve K anada’nın buğdayı İngiltere, A vrupa’nın kuzeybatı kıyısında yer
örnek olarak verilebilir. Bu ülkelerin bir alan Britanya adalar grubunun büyük bir
bölümü için bağımsızlıktan sonra ekonominin bölümünü kaplar. Bu adalardan en büyüğü
tek bir tarımsal ürüne bağımlılığını kırmak olan Büyük Britanya Adası, en uzak noktala­
zor oldu. Yeni sanayiler kurarken, fabrika­ rında kuzeyden güneye yaklaşık 950 kilometre­
lar için gerekli m akineler ve akaryakıt gibi dir ve doğudan batıya 450 km genişliğindedir.
m addeleri dışarıdan almak zorunda kaldı­ Büyük Britanya Adası üzerinde İngiltere,
lar. İskoçya ve Galler bölgeleri bulunur. Büyük
İngiltere, Avrupa Ekonom ik Topluluğu’na Britanya’nın kuzey bölümü H erbidler, Ork-
üye olunca dış ticaretini daha çok A vrupa’yla ney ve Shetland adalarıyla birlikte İskoçya’
yapmaya başladı ve Uluslar Topluluğu ile eski dadır. Galler, adanın İrlanda Denizi ile Bris­
ticari ilişkileri azaldı. Avustralya ise Japonya tol Kanalı arasında İrlanda’ya doğru çıkıntı
ve ABD ile ticaretini geliştirdi. Bununla yapan batı bölümünde yer alır. Büyük Britan­
birlikte topluluk üyeleri arasındaki ticaret ya’nın geri kalan bölümünü kaplayan İngil­
bugün de önemini korumaktadır. tere Bölgesi üç bölge arasında en geniş
yüzölçümüne sahiptir. Kuzey İrlanda, İrlan­
İN G İLTER E . Resmi adı Büyük Britanya ve da’nın kuzeydoğu köşesindedir. Güneyinde
Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı olan İngiltere’ İrlanda Cumhuriyeti bulunur.
ye kısaca Birleşik Krallık da denir. Aslında Ülkenin batısında Atlas Okyanusu, doğu­
Birleşik Krallık’ta bir bölgenin adı olan İngil­ sunda Kuzey Denizi ve güneyinde Manş
tere, ülkemizde yaygın olarak tüm ülkenin adı Denizi bulunur. Batıda İrlanda Denizi ve St.
anlamında kullanılır. Ü lke, İngiltere, İs- George Kanalı ile İrlanda’dan ayrılır.
koçya, Galler, Kuzey İrlanda olmak üzere İskoçya’nın kuzeyi genellikle dağlıktır. Ü l­
dört bölgeye ayrılır, (bak. GALLER; İNGİLTERE kenin en yüksek noktası olan Ben Nevis
B ö lg e sİ; İs k o ç y a ; K u z e y İ r l a n d a ) . Man Adası Tepesi (1.343 m etre) buradadır. İkinci yüksek
ve Channel Adaları (Anglo-Norm and A dala­ bölge de Cam brian Dağları’nm bulunduğu
rı) da İngiltere’nin toprakları içindedir. G aller’dedir. Buradaki en yüksek nokta
İNGİLTERE 33

1.085 metreyi bulan Snovvdon Dağı’dır. 978


metreyi bulan Scafell Pike İngiltere Bölgesi’
nin en yüksek noktasıdır. Bu tepe yörenin
kuzeybatısında yer alan Göller B ölgesinde­
dir. Öteki yükseltiler arasında İngiltere Böl-
gesi’nin kuzey yarısında, kuzeyden güneye
uzanan Pennine Sıradağları ile İskoçya’daki
Güney Uplands sayılabilir. Ülkenin geri ka­
lan bölümü genellikle yumuşak eğimlerle
alçalıp yükselen düzlüklerden oluşur. Ü lke­
nin en düz alanları İngiltere Bölgesi’nin doğu
illeri olan Cambridgeshire, Lincolnshire ve
ZEFA
Norfolk ile Kuzey Y orkshire’in bazı bölümle­
İskoçya'nın batı kıyılarında g e m ile rin de
ridir. The Wash Körfezi çevresinde yükseklik y a n a şa b ild iğ i b ir balıkçı lim anı.
deniz düzeyinin altına düşer.
E n uzun akarsu, Cambrian D ağları’ndan
doğan, İngiltere Bölgesi düzlüklerinden geçe- rek Bristol Kanalı’na dökülen Severn Irmağı’
dır. İngiltere Bölgesi’ndeki Tham es, Trent,
Ouse; İskoçya’daki Spey ve Clyde ırmakları
öbür uzun ırm aklar arasındadır. Clyde, Tyne
ve Mersey ırm akları, kıyıları boyunca kurul­
muş büyük kentler ve sanayiler nedeniyle ta­
nınırlar.
İngiltere’nin iklimi ılımandır. O rtalam a sı­
caklık kışın 4°C-6°C, yazın 12°C-17°C arasın­
dadır. Yıllık ortalam a yağış 1.000 milimetre­
nin üzerine çıkar.
Tarım ülkenin doğal bitki örtüsünü büyük
ölçüde değiştirmiştir. Geçmişte düzlüklerin
büyük bölümü, çoğunlukla meşe ağırlıklı
geniş yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlarla
kaplıydı. Ormanlık bölge hemen hemen tü ­
müyle yok olmuştur. Bugün bitki örtüsünü
yama biçiminde toprak parçaları, küçük koru­
lar, sık çalılıklar ve iğneyapraklı ağaç koru­
lukları oluşturur. Fundalıklar ve kırlık alanlar
ülke topraklarının üçte birini kaplar; kırlık
alanlar daha çok Kuzey İngiltere ve İskoçya
bölgelerinin yüksek ve nemli yörelerinde bu­
lunur. Hayvan varlığı da insanlardan büyük
ölçüde etkilenmiştir. Am a hâlâ birçok tilki,
porsuk, kakım ve gelincik vardır. Ülkede
yaşayan öteki hayvanlar arasında kem e, sin­
cap, kirpi, köstebek, soreks ve kızıl geyik sa­
yılabilir.

Ekonomi
İngiltere küçük olmakla birlikte hammadde
yönünden zengin bir ülkedir. Özellikle İngil­
tere Bölgesi’nin kuzey ve orta bölümlerinden,
34 İNGİLTERE

Güney G aller’den ve İskoçya’dan elde edilen başta gelen sanayi m erkezlerindendir. Ö teki
köm ür oldukça önemlidir. Kuzey Denizi’nin m erkezler güneybatıda Bristol dolayları, gü­
doğu bölümünde deniz dibinde değerli petrol ney kıyısında Southampton ve Kuzeydoğu
ve doğal gaz yatakları vardır. İskoçya’da A berdeen’dir.
Geniş ölçüde makine kullanılarak yapılan İngiltere’de uçak, uçak m otorları ve uzay
tarım m odern ve verimlidir. Am a elde edilen uyduları üreten çok büyük ve başarılı bir uzay
ürünler ülkenin kalabalık nüfusuna yetmez. sanayisi de vardır. Ayrıca elektronik, plastik,
Gıda maddeleri denizaşırı ülkelerden getirilir. ilaç, çömlek yapımı, cam, kitap ve değerli
Genel olarak, ülkenin batısında mandıracılık, m ücevherlerden iğneye kadar değişik malla­
doğusunda tarım önemlidir. En çok arpa, rın üretildiği metal işleme alanlarında önemli
buğday, şekerpancarı ve patates üretilir. Gal- bir üreticidir.
ler’de ve İskoçya’daki tepelerde koyun bes­
lenir. Nüfus ve Ulaşım
Bir adada yaşayan İngiliz halkı tarihlerinin İngiltere kalabalık bir ülkedir. Nüfus en
her döneminde deniz ve gemicilikle uğraşmış­ yoğun İngiltere Bölgesi’ndedir. Burada kilo­
tır. Bunun yanında ülkenin gelişmiş ticareti m etrekareye düşen insan sayısı yaklaşık 361,
ve sanayisi başlıca gelir kaynağıdır. Bugün, İskoçya’da ise yaklaşık 66 kişidir. Londra 6
İngiltere’de çalışan nüfusun yüzde 2’sinden milyondan fazla nüfusuyla ülkenin en büyük
azı çiftçilik ve ormancılıkla uğraşır. H er 100 kentidir. Ö teki büyük kentler arasında Bir­
kişiden 20’si sanayide çalışır. İngiltere’de iş mingham, Glasgow, Leeds, Sheffield, Liver­
yaşamındaki 21 milyon kişinin 9 milyonu pool, Bradford, M anchester, Edinburgh,
kadındır. Bristol, Coventry ve Cardiff sayılabilir. Top­
İngiltere’nin başlıca sanayileri, metal işle­ lam nüfusun yaklaşık yüzde 92’si kentlerde yaşar.
m e, makine, m etal eşya, elektrik, mühendis­ Demiryolları ülkenin büyük bölümünü bir
lik gereçleri, m otorlu taşıtlar, gemi yapımı, ağ gibi sarar. Hizmette olan demiryollarının
kimyasal m addeler, köm ür, petrol ürünleri, uzunluğu 16 bin kilometreyi aşar. İngiltere’de
gıda, içecek, dokum a ve giyimdir. Eski sana­ yaygın bir karayolu sistemi de vardır. Toplam
yilerden demir-çelik, gemi yapımı, dokuma ve 370 bin kilometrelik karayolunun ^yaklaşık
ağır sanayinin başlıca merkezleri Batı Mid- 3.000 kilometresi hızlı ulaşımı sağlayan oto­
lands bölgesi, M anchester, Liverpool, New- yollardır. Ülkede 20 milyonun üzerinde mo­
castle, Teesside, Glasgow, Güney Galler ve torlu taşıt vardır.
Kuzey İrlanda’da Belfast dolaylarıdır. Gıda, İngiltere’nin iç bölgelerinde suyolu taşıma­
elektronik ve hafif sanayi gibi öbür sanayi cılığı da yapılır. 3.200 kilometrelik kanal yolu­
kolları geniş bir alana dağılmıştır. Londra ve nun yalnızca 550 kilometresinde yük taşıyan
İngiltere Bölgesi’nin güneydoğusu ülkenin mavnalar çalışır. Geliştirme ve yenileme tasa­
Celtic Picture Agency rılarıyla kanalların trafiğe açılmasına çalışıl­
m aktadır.
İngiltere’nin birçok önemli limanı arasında
en işlek olanı Shetland A daları’ndaki Sullom
V oe’dur. Bu limandan Kuzey Denizi yoluyla
doğal gaz ve petrol taşınmaktadır. Başka
önemli limanları Londra, Milford Haven,
Tees, H artlepool, Forth ve Southam pton’dur.
L ondra’da H eathrow dünyanın en işlek
havalimanlarından biridir. M anchester, Glas-
gow, A berdeen, Luton, Birmingham ve Bel-
fast’da da büyük havalimanları bulunur.
İngiltere, ticaretinin büyük bir bölümünü
G üney G aller'de ki k ö m ü r yata kları, bölge A vrupa ülkeleriyle yapar. İngiliz Uluslar
sa n a yisin in g e lişm e sin i sağlam ıştır. Topluluğu’na bağlı ülkelerle de uluslararası
İNGİLTERE 35

Barnaby’s

Barrıabys

Barnaby’s
1. G lo u ce ste rsh ire 'd e b ir köy.
2. K ent'de ta rım alanları.
3. V V estm orland'den b ir g ö rü n ü m
4. T ham es Irm ağı.
5. C ornvvall'da balıkçı tekneleri.
6. Y o rk s h ire 'in kırsal kesim i.

Barnaby’s Barnaby’s
36 İNGİLTERE

dayanır. Bu parlam enter demokrasidir (bak.


DEMOKRASİ; PARLAMENTO).
Savunma ya da ülkeyi olası bir savaşa karşı
hazırlama, İngiliz Uluslar Topluluğu’na ve
dışişlerine ilişkin konular merkezi hüküm etin
görevleri arasındadır. Ayrıca ticaret, tarım , iş
bulma, sağlık, emeklilik ve eğitim gibi konu­
lar da merkezi hükümeti ilgilendirir. Tüm bu
görevler için para gerekir. Devlet harcam ala­
rını karşılayacak verginin toplanması da m er­
kezi hüküm etin sorumluluğu altındadır.
Yerel yönetimler, yerel seçimle işbaşına
gelen meclislerden ve halkın yerel düzeyde
gereksindiği hizmetleri sağlamak üzere çalıştı­
rılan ücretli m em urlardan oluşur. Bu hizm et­
ler konut, eğitim, karayolu bakımı, planlama
ve toplumsal hizmetleri içerir. Yerel yöneti­
min yetkileri ve görevlerini parlam ento belir­
ZEFA
ler ve bu hizmetler için gerekli paranın bir
T ham es Irm a ğ ı'n ın üstü nde ki Londra Köprüsü
kentin m erkezindedir. bölümü merkezi hüküm etten sağlanır. Yerel
yönetimlerin örgütleniş biçimi bir bölgeden
bağlantıları vardır (bak. AVRUPA TOPLULUKLA­ öbürüne farklılık gösterir (bak. SİYASAL VE
RI; İ n g îlîz U luslar T o plu lu ğ u ). Y e r e l Y ö netîm ).

Y önetim Tarih
İngiltere’de yönetim üç ayrı düzeyde örgüt­ İngiltere’nin tarihi, bir ada olmasından sonra
lenmiştir. En üstte aynı zam anda devlet baş­ başlar. Günüm üzden 8.000 yıl önce Buzul Ça-
kanı olan kral ya da kraliçe bulunur. A rdın­ ğı’nın son dönem inde, A vrupa’nın büyük
dan, Avam Kamarası ve Lordlar K am arasın­ bir bölüm ünü yüzyıllar boyunca kaplayan
dan oluşan parlam ento ile ülkenin merkezi buz tabakaları erimeye başladı ve denizler ge­
hüküm eti gelir. Avam Kam arası’nın üyeleri nişleyip taştı. Kuzey Denizi giderek batıya,
seçimle işbaşına gelir; Lordlar Kamarası ise Avrupa kıtasını İngiltere’ye bağlayan ağaçlı
veraset ya da atam a yoluyla oluşur. Lordlar bataklıklarla kaplı düzlük topraklara doğru
K am arası’nın yasaları geçici olarak ertelem e akarak, günümüzde Manş Denizi olarak ad­
hakkı vardır. Merkezi hükümet ülkenin bütü­ landırılan sularla birleşti; böylece İngiltere’
nünü ilgilendiren konulardan sorumludur. nin Avrupa kıtasıyla bağlantısı koptu (bak.
Üçüncü olarak da bölgelerde, illerde ve ilçe­ B u zu l Ç a ğ i ).
lerde halk hizmetlerini gören yerel yönetimler Buzul Çağı’nın son dönem inde, İngiltere’
vardır. Günümüzde kral ya da kraliçe siyasete nin buzla kaplı kıyılarının ötesinde, daha gü­
karışmaz. Yönetim e ilişkin kararlar onun neydeki bölgeleri, çıplak düzlüklerdi. B ura­
danışmanları tarafından alınır. Bu danışman­ larda ok, mızrak, olta ve ağ kullanm akta usta
ların başında başbakan ile hüküm ette görev olan küçük avcı ve balıkçı toplulukları bizon,
alan bakanlar gelir (bak. B a ka n la r K u r u l u ; rengeyiği, yabanıl at ve öbür hayvanları avlar­
B aşbakan ). dı. İklimin yumuşamasıyla birlikte, hemen
Başbakan ve bakanlar iktidardaki siyasi hem en her yer ormanlarla kaplandı. Bunlar
partinin üyeleridir (bak. SİYASAL PARTİLER). önceleri, günümüzde A vrupa’nın kuzey böl­
Hüküm et Avam Kam arası’nda oyçokluğuna gelerini kaplam akta olanlar gibi çam orm an­
sahip olduğu sürece ülkeyi yönetebilir. Avam larıydı. Am a zaman içinde iklim daha nemli
Kamarası en az beş yılda bir seçildiği için, o olunca, çamların yerini meşe ve kara­
dönemin hüküm eti ülke halkının desteğine ağaçlar aldı.
İNGİLTERE 37

Üstte: City Museum, Bristol. Üstte sağda: Horniman Museum.


Altta: Ashmolearı Museum t C. M. Dixorı. Ortada sağda: Societe Jersiaise

Üstte: Cilalı Taş D e vri'nd en kalm a to p ra k kâse.


İn g ilte re 'd e , M en dips H ills'd e ki, T om T ive y's H ole'da
b u lu n m u ştu r. Üstte sağda: İng iltere , Y o rsh ire 'd e
bu lu nan Cilalı Taş Devri baltası, ok uçları ve b ir
mızrak ucu. O rtada sağda: T unç Çağı ustalarınca
ya p ılm ış bu altın b u rm a kolye Je rse y'd e
b u lu n m u ş tu r. A ltta: Erken T unç Çağı çanak
çö m le kle ri, a le tle ri, süs eşyası ve silahlar.
38 İNGİLTERE

Çiftçiliğin Başlaması la şık 2 .0 0 0 yıl g e ç tik te n s o n r a İ n g ilte r e ’n in


Günüm üzden 5.000-6.000 yıl önce İngiltere’ g ö r ü n ü m ü d e ğ iş m e y e b a ş la d ı. Y ü k s e k b ö lg e ­
ye yeni insanların gelmesiyle birlikte bir deği­ le rin ç o ğ u , ö z e llik le te b e ş ir k a tm a n la r ın ın b u ­
şim başladı. Yeni gelenlerin bir bölümü G ü­ lu n d u ğ u y ö r e le r n e r e d e y s e tü m ü y le a ğ a ç ta n
ney İngiltere’ye; bir bölümü de batı kıyılarına a r ın d ırıld ı. (Ayrıca bak. T aş D e v r İ.)
ve İrlanda’ya ulaştı. Göçm enlerin kayıkların­
da kadın, erkek ve çocukların yanı sıra inek, Tunç Kullanan İnsanlar
koyun ve domuzlar vardı. Kayıkların deri tor­ İÖ 2500 yıllarında tunçtan alet ve silah yap­
balara konmuş mısır tohumuyla yüklü olduğu mayı bilen yeni bir grup İngiltere’ye geldi.
sanılmaktadır. Bunlar, batı kıyılarına giden uzun denizyolu­
İngiltere’de ilk kez ormanlık olmayan top­ nu izlemediler; güney ve doğuda pek çok yere
raklara yerleşerek toprağı işlemeye başlayan çıktılar. Tunçtan yapılma silahlarıyla çiftçileri
bu göçmenler taş, kemik ve tahtadan yapılmış yenerek köleleştirdikleri sanılmaktadır. İrlan­
aletler kullanıyorlardı. A m a, ağaçları kesebi­ da, Kuzey G aller ve İskoçya’da bakır; Corn-
lecekleri iyi baltalara da gereksinim duyuyor­ wall’da kalay m adenleri işleten bu Tunç Çağı
lardı. Tahıl üretebilm ek, kulübelerini yapa­ insanları, İrlanda’daki Wicklow D ağ ların d a­
bilmek için toprağı ağaçtan arındırm ak zorun­ ki derelerin sularından altın elde edebiliyor­
daydılar. Toprak yüzeyinden çok derindeki lardı. Madencilik hızla gelişti ve birkaç yüzyıl
tebeşir katm anında gömülü bulunan çakmak­ içinde A vrupa’ya metal eşya satılmaya baş­
taşı, balta yapımı için en uygun gereçti. İnsan­ landı. Tunçtan sağlam ve iyi tasarlanmış bal­
lar buna ulaşabilmek için köm ür m adencileri­ ta, m ızrak, bıçak ve hançerler yapıldı; ku­
nin toprakaltındaki köm ür dam arını izledik­ yumcular da burma altından ve kehribardan
leri gibi tebeşir katmanı boyunca toprağı kaz­ görkemli gerdanlıklar yaptılar. Tunç kulla­
dıktan sonra, çakmaktaşı yataklan boyunca nanların giysileri yünlü dokuma ve keten­
uzanan tüneller açmaya başladılar. Bu işlerin dendi.
tüm ünü geyik boynuzundan yapılmış keserler Yeni becerilerin gelişmesi ve yabancı ülke­
ve öküzlerin kürek kemiklerinden yapılmış lerle ticaretin başlaması gündelik yaşamı fazla
kama ve küreklerle yapıyorlardı. M adencile­ değiştirmedi. İnsanların çoğu gene tepelik
rin diz çökerek çalıştıkları ve büyük çakmak­ bölgelerde sığır, koyun ve domuz besledi; il­
taşı kütlelerini çıkarmak için çok çaba harca­ kel bir biçimde tahıl üretti. Çünkü tunç az
dıkları karanlık tüneller, tebeşirden oyulan ve bulunan pahalı bir madendi ve çoğunlukla si­
hayvansal yağla doldurulan lam balarla loş bir lah yapımında kullanıldı.
biçimde aydınlatılıyordu. Dağlık bölgelerde Tunçtan silah kullanan bu insanların İngil­
ise aletler çakmaktaşı yerine sert kayalardan tere’de yarattıkları en büyük değişiklik dinsel
yapılmaya başlandı. M aden ve taşocakları yö­ alanda olmuştur. Dinleri ve törenleri ilk çift-
relerinde yapılan baltalar, ülkenin öteki bö­ çilerinkinden farklı olan bu insanlar ölülerini
lümlerinde yaşayan çiftçilerin ürünleriyle ta­ toprak ve taşlardan oluşturulmuş, höyük de­
kas edilirdi. nen yuvarlak tepelerin altına gömüyorlardı.
Çiftçiler ölüleri için çok büyük mezarlar Bunların bazıları çok büyüktü ve içlerine ölü­
yaptılar. Bunlar aynı zamanda dinsel törenle­ ye yeni yaşamında eşlik etmeleri amacıyla her
rin yapıldığı yerlerdi. Törenler ölülerin bir türlü yiyecek, silah ve süs eşyası konuyordu.
gün yeniden doğacağı düşünülerek düzenlen­ Tunç kullanan insanlar, dinsel törenlerini çift­
diği gibi ekinlerin büyümesi ve hayvan sürüle­ çilerin yaptığı gibi gömü alanlarında yapm a­
rinin artması için de yapılırdı. yıp, bu amaç için çok büyük taşlardan ya da
Taş kullanan çiftçiler çanak çömlek yapma­ tahta kazıklardan oluşan daire biçimli yerler
yı biliyorlardı. Dokum a yapmayı bilmeleri de yaptılar. Bunlar tanrılarına tapındıkları tapı­
olasıdır; çünkü onların yerleşimlerinde kum a­ naklardı (bak. T u n ç Ç a ğ i ).
şa rastlanm am akla birlikte, dokum a tarakları
bulunmuştur. Keltler Geliyor
Bu ilk çiftçilerin çabalarının üzerinden yak­ İngiltere’ye daha önce gelen çiftçiler ile onları
İNGİLTERE 39

British Museum Ashmolean Museum


İÖ 750-600 yılla rın a ta rih le n e n D e m ir Çağı m iğ fe ri. Tunç balta yap ım ın da kullan ılan alet ve kalıplar.

egemenlikleri altına alan daha sonra gelenler ekini küçük tarlalarda yetiştirir ve toprak ve-
çoktan kaynaşıp, tek bir halk haline gelmiş­ rimsizleştiğinde yeni bir tarlaya geçerlerdi.
ken, İÖ 1000 yıllarında yeni istilalar başladı. Oysa Britonlar’la birlikte yerleşik tarım a ge­
Bu tarihlerde A vrupa’daki pek çok halk baş­ çildi. Çiftlik yapıları görevi gören yuvarlak
ka istilacıların yurtlarını ele geçirmeleri yü­ kulübeler yapıldı. Bu yapılar çok basit bir bi­
zünden yaşadıkları toprakları terk etmek zo­ çimde yapılmış olmalarına karşın yüzyıllar bo­
runda kalıyordu. Keltler de bu tür yurtsuz yunca ayakta kalabilecek kadar dayanıklıydı
kalmış insanlardı. Keltler bazen yaşayacak (bak. DEMİR Ç a ğ i).
toprak elde edebilmek için savaşmak zorunda
kaldılar; bazen de yüzyıllardan beri o yöreler­ R om alılar Dönem i
de yaşayan insanların yanma barış içinde yer­ Roma ordusu İS 43’te İngiltere’ye saldırdığın­
leştiler. Gal ve Kelt dillerinin ilk biçimlerini da Britonlar köylerde ve tepelerdeki kaleler-
onlar oluşturdular. D aha sonra Anglosakson-
lar’ın K eltler’in yerini aldıkları İngiltere’de British Museum
bugün bile pek çok ırm ak, kent, köy ve dağ
adı eski Kelt dilinden gelme sözcüklerdir.
İlk Kelt istilacılar alet ve silah yapımında
tunç kullanmayı sürdürürlerken, İÖ 500 yılla­
rından sonra gelenler, beraberlerinde dem ir­
den eşya yapma bilgi ve tekniğini de getirdi­
ler. Britonlar olarak adlandırılan bu Keltler
savaşçı insanlardı. Kabileler sık sık birbiriyle
savaşıyor ve öbür kabilelerin sığırlarını kaçır­
mak için gözü pek akınlar düzenliyordu. Bü­
yük ve özenle yapılmış kaleleri, bunların üst
düzeyde örgütlenmiş topluluklar olduğunu
göstermektedir. Briton şeflerin en değerli hâ­
zineleri, hepsi de güzel şekillerle süslenmiş
olan miğfer, kalkan ve kılıçlarıydı.
Britonlar, savaşçılıklarının yanı sıra çiftçi­
likte de başarılıydılar. Öküzlerin çektiği sa­
banlar ve ormanlık bölgede tarım alanı açabil­
mek için balta, orak, tırpan gibi demirden ya­
pılma yeni aletler kullanarak, eski tarım yön­
Roma İm para toru H a d ria n u s'u n (İS 76-138) bu
temlerini bütünüyle değiştirdiler. Eski çiftçi­ tu n çta n yap ılm a büstü, İn g ilte re 'd e T ham es
ler, gereksinimlerini karşılayacak m iktarda Irm ağı'nd a b u lu n m u ştu r.
40 İNGİLTERE

tarım yöntemlerine fazla yenilik getirmediler-


se de iyi yönetimlerinin ve adada barışı sağla­
malarının nüfus artışına katkısı oldu. Ne var
ki, İS 5. yüzyılda Rom a İm paratorluğu’nun
çökmesiyle birlikte İngiltere’deki tarım siste­
mi de çöktü. Bir zamanlar ekilip, biçilen alan­
lara yabanıl hayvanlar geri döndü.

A nglosaksonlar
Britonlar yeni istilalara karşı savunmalarının
Guildhall Museum
sağlanması için Saksonlar’ı paralı asker olarak
Londra, VValIbrook'taki M ith ra s T apın ağı'nd a tuttular ve bunların hizmetlerinin karşılığını
b u lu n a n Roma g ü m ü ş le ri gü n ü m ü zd e toprak vererek ödediler. Saksonlar bu yolla,
serg ile nm e kte dir. Kent, Essex, Doğu Anglia ve Doğu Lincoln-
shire’in büyük bölümünü ele geçirdiler. İS
de çiftçilik yapıyor ve savaşıyorlardı. Rom alı­ 600 yıllarına gelindiğinde, Güney ve O rta İn­
lar Jül Sezar dönem inden beri İngiltere’yi im­ giltere’nin pek çok yöresi Angıl ve Saksonlar’ın
paratorluklarına katm ak istiyorlardı. Jül Se- eline geçmiş bulunuyordu.
zar’ın ordusu, bu olaydan 100 yıl önce adada Anglosaksonlar’ın döneminde İngiltere bir
savaşmıştı. İm parator Claudius’un dönem in­ kez daha her birini bir başka kabile önderinin
de Romalılar adayı güçlü bir ordu ile işgal yönettiği küçük devletlere bölündü. Bazı An-
ettiler; ülkenin güneyini ve orta bölgelerini gıllar’ın yerleştiği topraklar Doğu Anglia adı­
birkaç yıl içinde ele geçirdiler. Birbirine düş­ nı aldı. Angıllar ayrıca ülkenin bütününe de
man olan Briton kabileleri, Rom alılar’a karşı adlarını verdiler. Halkın birçoğunun Hıristi­
birleşemedi. G aller ve kuzeydeki kabileler yanlık dinini kabul etmesi de bu döneme
uzun bir süre direndilerse de sonunda boyun rastlar.
eğdiler. Tyne Irm ağı’nın ağzından Solway Kör- Zam anla bazı kabile başkanlan çevrelerin­
fezi’ne doğru İngiltere’nin kuzeyinde uzanan de yaşayan öteki kabile başkanlanndan daha
Hadrianus D uvan adlı büyük taş duvar, güçlü bir durum a geldi ve daha az güçlü olan
R om alılar’ın İskoçya’daki kabilelere karşı sa­ komşu kabile devletleri üzerinde bir tür ege­
vundukları sınırı günümüzde de belirlem ekte­ menlik kurdu. Mercia Kralı Offa (757-796) ve
dir (bak. H a dria n u s D u v a r i ). 802’de Wessex kralı olan Egbert, bütün öteki
Rom alılar, L ondra’yı eyalet merkezi yaptı İngiliz kralları üzerinde bir güç kazanan ilk
ve ülkenin öbür bölgelerini birbirine bağlayan krallar oldular. Am a ilk gerçek İngiliz kralı,
yolları Londra’dan geçirdiler. İngiltere’de 871 ’de Wessex kralı olan ve 886’da bütün İn­
Rom a kentleri kuruldu. Önemli kentlerin giltere’nin kralı olduğu kabul edilen A lfred’
hepsinde düzenli bir pazaryeri, belediye sara­ dir (bak. A l fr e d ; A nglosa kso nlar ).
yı, genel hamam , oyun ve gösteriler için bir
amfitiyatro bulunuyordu. Danlar, Norveçliler ve N orm anlar
Bu dönemde kırsal bölgelerdeki eski kaba D anlar’ın ya da D anim arkalılar’ın istilası 8.
görünümlü ahşap çiftlik evleri, yerlerini zarif yüzyıl sonunda akınlar biçiminde başladı;
villalara ya da m alikânelere bıraktı. Bakımlı 865’te “Büyük O rdu” karaya çıktı; askerleri
tarım alanlarının ortasında yer alan villaların Kuzey ve Doğu İngiltere’ye yerleştiler. Yalnız­
çoğunda merkezi ısıtma, cam pencereler, alçı ca Wessex, D anlar’m istilasından kendini ko­
duvarlar vardı; evlerin zeminleri mozaikle ruyabildi. Kral Alfred bir donanma kurdu;
kaplıydı. Rom a egemenliği altında birkaç ku­ orduyu yeniden düzenledi ve sınırlarda kale­
şak boyu yaşadıktan sonra Britonlar da bu ye­ ler kurarak yalnızca Wessex’i savunmakla
ni yaşam biçimini benimsediler. kalmadı, 886’da Londra’yı da geri aldı; Dan-
Tüm bu değişikliklere karşın daha yoksul lar’ı banş yapmak zorunda bıraktı. A lfred’
çiftçilerin yaşamı eskisi gibi sürdü. Romalılar den sonra gelen güçlü Wessex kralları da
İNGİLTERE 41

D anlar’ın elindeki toprakların büyük bölümü­ Zam anla Norm anlar ile İngilizler arasında­
nü geri aldılar. Son büyük Batı Sakson Kralı ki farklılıklar kaybolmaya başladı. Norm anlar
Barışçı Edgar’ın 975’te ölümünden sonra, za­ İngilizler’le evlendiler ve iki halk tek bir İngi­
yıf ve güvenilmez bir insan olan Kral Ethelred liz halkına dönüştü. Bazen krallar, büyük soy­
yönetimindeki Wessex, yeni D an akınlarına lular ve kilise arasında siyasal güç elde etm ek
karşı koyamadı. Danlar tüm ülkeye egemen amacıyla m ücadeleler oldu. II. Henry gibi
oldular; Kral Canute (bak. C an u te ) aynı za­ güçlü krallar, baronlar üzerindeki denetim le­
manda İngiltere, D anim arka ve Norveç kralı rini artırdı; ama kiliseye karşı başarılı olam a­
oldu. Am a onun ölümünden sonra İngiltere dılar. 1215’te baronlar, Kral John’a Magna
yeniden Sakson yönetimine girdi. C arta adlı belgeyle haklarını kabul ettirdiler.
10. yüzyılın başından başlayarak Norveçli­Böylece kralın mutlak yönetimine bazı sınır­
ler, İngiltere’yi istilaya giriştiler. Bu istilacılar lam alar getirilmiş oldu.
İrlanda’dan İngiltere’nin kuzeybatısına geldi­ Norman istilasından sonra 400 yıl boyunca
ler. D anlar İngiltere’ye geldiği sırada onlar da İngiltere, Fransa’ya karşı yapılan savaşlara
İrlanda’ya yerleşmişlerdi. Norveçli istilacılar, karşın, barış ve refah dönemleri yaşadı. Bü­
İngiltere’de başkenti York olan bir krallık yük şatolar, m alikâneler, katedraller, manas­
kurdular (bak. VİKİNGLER). tırlar yapıldı.
1066’da sonuncu istila oldu. Normandiya Bu dönem kentlerde, ticaret ve mal üreti­
D ükü William ordusuyla birlikte güneydoğu mini denetimleri altında tutan loncalar çağıy­
kıyısındaki Pevensey’e çıktı ve çok geçmeden dı (bak. L onca ). Avrupa’ya yün satılıp karşılı­
İngiltere Kralı H arold’u Hastings Savaşı’nda ğında şarap ve öteki mallar alındığı için Avru­
yendi. Topraklar İngiliz soylularından alına­ pa ile yakın bağlar kuruldu.
rak Norman lordlarına verildi. Bütün İngiliz 14. yüzyılın ortasında İngiltere halkının üç­
halkı kendi ülkesinde ikinci sınıf insanlar te birini öldüren korkunç bir veba salgını olan
oldu. Kara Ölüm, zengini de yoksulu da aynı biçim­
de etkiledi ve geriye toprağı işlemeye yetm e­
Ortaçağ yecek kadar az insan bıraktı. Ansızın ortaya
William ve onu izleyenler İngiltere’yi, krala çıkan bu çalışacak insan kıtlığı, özgürlük ve
hizmet edeceklerine söz vermeleri karşılığın­ yaşamaları için gerekli olan geliri kazanmak
da kendilerine toprak verdikleri büyük lord­ amacıyla mücadele eden köylülerin isteklerini
lar eliyle yönettiler. Bu sistem feodalizm ola­ ortaya koymalarına yardımcı oldu. 1381 köylü
rak adlandırılır (bak. FEODALİZM). ayaklanması köylülerin ne kadar zor koşullar­
Norm an istilasından 400 yıl sonra, yeni bir da yaşadıklarını gösterdi.
istila olmadığı halde birçok savaş yapılan bir 15. yüzyılda 30 yıl süren Güller Savaşı bo­
dönem yaşandı. İngiltere Fransa’nın sorunla­ yunca Lancaster hanedanı ile York hanedanı
rına karıştı çünkü Norman istilasından sonra­ İngiltere tahtına geçmek için mücadele etti
ki İngiliz kralları aynı zamanda Fransa’daki (bak. G ü ller Savaşi). Savaşın sonunda,
Norm andiya’nın düküydüler. İngiltere kralla­ 1485’te Henry Tudor, VII. Henry olarak tah­
rı 1204’te Norm andiya’yı yitirdiler; ama o sı­ ta çıktı. Ülkenin orta sınıflarının ve tüccarla­
rada Fransa’nın güneybatısında başka toprak­ rın desteğini sağladı; kendi de büyük bir ser­
lara sahip oldukları için Fransa’nın işlerine vet edindi. Soyluların gücünü sınırlandıran
karışmayı sürdürdüler. 1453’e gelindiğinde Henry, oğlu V III. H enry’ye güçlü bir krallık
Yüz Yıl Savaşları’nda İngiltere bir dizi zafer bıraktı.
kazanmış olmasına karşın Calais dışında
Fransa’daki bütün topraklarını kaybetti (bak. Reform Hareketi ve Elizabeth Dönem i
Yüz YIL Sava şla ri). Bu arada İngiltere, Gal- VIII. Henry ile birlikte İngiltere’nin A vrupa’
ler’i, İrlanda’yı ve İskoçya’yı işgal etmek için de nin etkili bir gücü olma dönemi başladı. Eski­
savaşlara girişti. Am a bu ülkelerin İngiltere’y­ den İngiltere’nin A vrupa’daki gücünün bir
le bütünüyle birleşmeleri daha sonraki yıllar­ bölümü Fransa’da büyük topraklara sahip ol­
da oldu. masından kaynaklanıyordu. V III. Henry dö­
42 İNGİLTERE

neminde bu topraklar kaybedilmişti ama, İn­ parlam ento dışı bir yönetimi denediği za­
giltere’nin gücü artık gelişmekte olan sanayi­ man büyük güçlüklerle karşılaştı. O sırada
sine ve ticaretine dayanıyordu. parlam ento eskiden olduğundan çok daha
16. yüzyıl boyunca Tudor hüküm darları güçlüydü ve onayı olmadan kralın vergi koya­
Katolik Kilisesi’ne ve İspanya’ya karşı koya­ mayacağı geleneği yerleşmişti. Buna karşın I.
bilecek kadar güçlüydüler. Reform denen Charles 1629-40 arasında ülkeyi tek başına
altüst oluş A vrupa’yı sarsarken V III. Henry yönetti, gelişigüzel vergiler koydu. İskoçya’ya
de papa ile anlaşmazlık içindeydi (bak. Re­ karşı savaşabilmek için paraya gereksinimi
fo r m ). Kral bir veliaht sahibi olmak amacıyla olan Charles, yeni vergiler koyabilmek için
yeniden evlenmek üzere Kraliçe C atherine’ parlamentoyu toplam ak zorunda kaldı.
den boşanmak istiyordu. Papanın bunu onay­ 1641’de parlam ento, kralın yolsuzluklarını ve
lamaması üzerine Henry, İngiltere Kilisesi’ yeni bir yönetim biçiminin gerektiğini halka
nin başkanlığını kendi üzerine aldı. Çok geç­ açıkladı.
meden de manastırların topraklarına ve mal­ Kralı destekleyen Kralcılar ile parlam ento­
larına el koydu. M anastır topraklarını taşra yu destekleyenler arasında 1642’de iç savaş
orta sınıfına ve tüccarlara sattı. başladı. Kralcılar’ı daha çok soylu büyük top­
Dış ilişkilerinde, birbirine düşman olan rak sahipleri, parlam ento yanlılarını ise güç-
Fransa ile İspanya arasında bir denge siyaseti lenm ekte olan sanayiciler, tüccarlar ve öteki
güttü; bazen birini, bazen de ötekini destekle­ halk kesimleri destekliyordu. Oliver Crom-
di. Onların kendisine karşı birleşebilecekleri­ well’in önderliğindeki parlam ento ordusu sa­
ni gördüğü zaman büyük gemiler yaptırarak vaşı 1648’de kazandı; ertesi yıl kral yargılandı
İngiltere’nin gücünü artırdı. Ondan sonra tah­ ve idam edildi (bak. C ro m w ell , O l iv er ).
ta geçen oğlu, 16 yaşında ölen VI. Edward Cromvvell 1649’da cumhuriyetin kurulduğunu
döneminde aşırı Protestanlar denetimi ele ge­ açıkladı. II. Charles, babasının ölümü üzerine
çirdiler. Am a onun yerine geçen Mary, Kato­ tahta geçmek için İskoçlar’m yardımıyla sa­
lik inancının yaygınlaşmasını sağladı. vaşmayı sürdürdüyse de 1651’de kesin olarak
H enry’nin küçük kızı Elizabeth 1558’de yenilgiye uğradı ve Fransa’ya kaçmak zorun­
tahta çıkınca, geçmiş yılların dinsel kavgaları­ da kaldı.
nı unutturm ak için bu konularda ılımlı bir yol Cromvvell ülkede düzeni sağladı, İrlanda’yı
izledi ve güçlü bir yönetim kurdu (bak. E liza ­ yeniden fethetti ve İngiltere’nin gücünü ar­
beth I). tırdı. O dönem de İngiltere’nin dünya ti­
Bu dönemde İngiliz denizciler İspanyol caretinde başlıca rakibi H ollanda’ydı. Crom ­
kalyonlarını yağmaladılar. Karayib Denizi ve vvell yeni bir donanm a yaptırdı ve Hollandalı-
A m erika’daki İspanyol kolonilerine saldırdı­ lar’a karşı başarıyla savaşmanın yanı sıra de­
lar; Kuzey A m erika’da İngiliz kolonileri kur­ nizlerde de Hollandalılar’ı yendi. Ne var ki,
maya çalıştılar. 1588’de İspanya Kralı Felipe, parlam entoda daha köktenci yenilikler getiril­
İngiltere’yi işgal etm ek üzere büyük bir do­ mesini isteyenlere karşı, büyük tüccarlar ile
nanma gönderdiği zaman, daha küçük İngiliz toprak sahipleri birleşerek krallık yönetimini
donanması karşısında yenildi (bak. A r m a d a ). geri getirme kararı aldılar.
Elizabeth dönemi, yaratılan müzik ve edebi­ 29 Mayıs 1660’ta, yurtdışında sürgünde
yat yapıtlarıyla ve hepsinden çok da William olan II. Charles İngiltere’ye döndü ve taç giy­
Shakespeare’in oyunlarıyla ünlüdür (bak. di. Bu olay restorasyon yani “eski duruma
Sh a k e spe a r e , W illiam ). dönm e” olarak bilinir. II. Charles ülkeyi par­
lamentonun istekleriyle uyumlu bir biçimde
İç Savaş ve Restorasyon yönetmeye çalıştı. 1685’te Charles ölünce ye­
I. Elizabeth 1603’te ölünce, çocuğu olmadığı rine II. James geçti. Jam es, İngiltere’yi parla­
için kuzeni İskoçya Kralı VI. James, I. James m entonun karşı koymasına karşın Katolik bir
adıyla İngiltere ve İrlanda kralı oldu. O ve ülke yapma çabası sonucunda 1688’de İngilte­
ondan sonra 1625’te tahta çıkan I. Charles par­ re’den kaçmak zorunda kaldı. 1689’da dam a­
lam ento ile anlaşmazlığa düştüler ve Charles dı William ve kızı M ary tahta çıktı.
İNGİLTERE 43

İNGİLTERE'NİN KRAL VE KRALİÇELERİ

Tahta Tahta
Doğum Çıkış Ö lüm D oğum Çıkış Ö lüm
H anedanlar T arihi T arih i T arih i H anedanlar T arih i T arih i T a rih i

Normandiya
1. VVilliam 1027 1066 1087 I. M ary 1516 1553 1558
II. VVilliam 1056 1087 1100 I. Elizabeth 1533 1558 1603
1. H enry 1068 1100 1135
1154 Stuart
S tephen 1097 1135
1. Jam es 1566 1603 1625
Plantagenet 1. Charles 1600 1625 1649
II. Henry 1133 1154 1189 11. Charles 1630 1660 1685
1. Richard 1157 1189 1199 II. Jam es 1633 1685 (1688'de 1701
John 1167 1199 1216 ta h tta n indi)
III. H enry 1207 1216 1272 III. VVilliam 1650 1689 1702
1. Edvvard 1239 1272 1307 II. M ary 1662 1689 1694
II. Edvvard 1284 1307 1327 Anne 1665 1702 1714
III. Edvvard 1312 1327 1377
1377 (1399'da 1400 Hanover
II. Richard 1367
ta h tta n in d i) 1. G eorge 1660 1714 1727
II. G eorge 1683 1727 1760
Lancaster III. G eorge 1738 1760 1820
IV. H enry 1367 1399 1413 IV. G eorge 1762 1820 1830
V. H enry 1387 1413 1422 IV. VVilliam 1765 1830 1837
VI. H enry 1421 1422(1461 'de 1471 V icto ria 1819 1837 1901
ta h tta n indi)
Saxe-Coburg-
York Gotha
IV. Edvvard 1422 1461 1483 VII. Edvvard 1841 1901 1910
V. Edvvard 1470 1483 1483
III. R ichard 1452 1483 1489 VVindsor
V. G eorge 1865 1910 1936
Tudor VIII. Edvvard 1894 1936 (1936'da 1972
VII. H enry 1457 1489 1509 ta h tta n çekildi)
VIII. H enry 1491 1509 1547 VI. G eorge 1895 1936 1952
VI. Edvvard 1537 1547 1553 II. Elizabeth 1926 1952
Jane 1537 1553(9 gün 1554
h ü kü m d a rlık
yaptı)

1688 Devrim i parlam enter sisteminin temelini oluşturur.


Parlam entonun direnmesi sonucunda II. Hüküm dar anayasaya uygun olarak hükm et­
Jam es’in tahtı bırakm ak zorunda kalması ve mek zorunda olduğu için İngiltere bir meşruti
parlam entonun istediği doğrultuda hüküm dar monarşi ya da anayasal krallıktır. (Ayrıca
seçmesi, İngiltere tarihinde bir dönüm nokta­ bak. A nay asa ; K r a l l ik .)
sı olarak kabul edilir ve 1688 “Şanlı Devrim” Fransa o sırada İngiltere’nin ticarette ve de­
ya da “Kansız Devrim ” olarak adlandırılır. nizlerdeki en büyük rakibiydi. William ile
William ve M ary’nin hangi koşullar altında Mary ve 1702’de onların yerine geçen M ary’
kral ve kraliçe olacağını ortaya koyarak, par­ nin kız kardeşi Anne döneminde, İngiltere ile
lamento açıkça ülkenin gerçek gücü oldu. H ü­ Hollanda A vrupa’da ve denizlerde üstünlüğü
kümdarı, parlam ento denetimi altına alan ku­ sağlamak amacıyla Fransa’ya karşı savaşta
rallar, Haklar Bildirisi olarak bilinir. 1689’da birlik oldular.
parlam entoda kabul edilen bu bildiriyi Wil-
liam ve Mary de benimsedi. Buna göre bir hü­ 18. Yüzyıl
kümdar gelecekte parlam entonun onayı ol­ Kraliçe Anne döneminde İskoçya ile İngilte­
m adan vergi koyamayacak ve ordu kuram a­ re’nin bir bayrak altında tek bir parlamento
yacaktı; aynca hiçbir Katolik yeniden kral ola­ tarafından yönetilmesi sağlandı. İskoçya ile
mayacaktı. Bu düzenleme günümüz İngiliz İngiltere 1603’ten beri aynı kralı tanıyorlardı;
44 INGİLTERE

ama İskoçya’nın kendi parlam entosu vardı.


1707 Birleşme Yasası’yla İskoçya ile İngiltere
bütünleşiyor, böylece ticaret için elverişli tek
bir iç pazar kurulmuş oluyordu.
Yeni İngiliz parlamentosu iki partiye bö­
lünmüştü. Whig’ler daha çok tüccar ve geliş­
m ekte olan sanayicilerin, Tory’ler ise büyük
toprak sahiplerinin partisi durumundaydı.
1714’te Kraliçe A nne’nın ölümünden sonra
Almanya’daki Hannover yöresinden George
kral oldu; böylece Hanover hanedanı dönemi
başladı (bak. G e o r g e ).
Hannoverli krallar döneminde ülkeyi Mary Evans Picture Library
Whig’ler yönetti ve İngiltere’de kabine ya da 19. yüzyılda d e m iry o lla rın ın yapım ı ülke
bakanlar kurulu sisteminin temelleri atıldı e ko n o m isin in g e liş im in e bü yük katkıda bu lu ndu .

(bak. B aka nlar K u r u lu ).


1756-63 arasında İngiltere ile Fransa arasın­ netiminde Kırım Savaşı (1853-56), Hint Ayak­
da süren Yedi Yıl Savaşı (bak. YEDİ Y i l Sa v a - lanması (1857) ve Güney A frika Savaşı
şi) sonucunda İngiltere, Kanada ve H indistan’ (1899-1902) oldu (bak. G üney A frika SAVAŞI;
daki Fransız bölgelerine egemen oldu; im pa­ K irim Sa v a şi ; V icto r ia ).
ratorluğunun sınırlarını daha da genişletti. 1801’de İngiltere ile birleşen İrlanda’nın
Bu sırada İngilizler’in 17. yüzyıl başlarında kendi parlam entosunu D ublin’de kurmak is­
Kuzey A m erika’da kurduğu 13 koloni, İngiliz temesi 19. yüzyıl boyunca İngiltere’de buna­
parlam entosunda temsil edilmemelerine, İn­ lım ve siyasal huzursuzluk yarattı.
giltere’nin koyduğu ağır vergilere ve ticaret İngiliz ticareti, tarımı ve sanayisi dünya ça­
kısıtlamalarına karşı gelmeye başlamıştı. pında gelişmesini sürdürürken İngiliz hükü­
A m erikan Bağımsızlık Savaşı 1775’te başladı; meti bu kesimleri, çıkardığı koruyucu yasalar­
1783’te kazanıldı ve A B D ’nin kuruluşuna ge­ la destekledi. İngiltere artık dünyanın en
çildi (bak. A m erika Bİrleş İk D evletler İ). önemli sanayi merkeziydi ve mallarını satm a­
Am erikan Bağımsızlık Savaşı yıllarının he­ dığı yalnızca birkaç ülke kalmıştı. İngiltere sö­
men öncesinde İngiltere’de tarihe Sanayi mürge pazarlarının mutlak egemeni olmasının
Devrimi olarak geçen önemli bir değişim sü­ yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu gibi bağım-
reci yaşanmaktaydı. Bu sürecin sonunda İn­ Mary Evans Picture Library
giltere hem dünyanın ilk sanayileşen ülkesi,
hem de 20. yüzyılın başlarına kadar dünyanın
en güçlü devleti oldu. Sanayi Devrimi, büyük
buluşların olduğu, atölye üretim inden fabrika
üretimine geçildiği, İngiliz tarımının ve sana­
yisinin dünya çapında üretim yapabilecek bir
durum a geldiği bir dönemi kapsar (bak. SANA­
Yİ DEVRİMİ).

19. Yüzyıl
1793’ten beri Fransa ile sürm ekte olan savaş
1815’te sonuçlandıktan sonra (bak. NAPOLYON
SAVAŞLARI) İngiltere 1830’larda Sanayi Devri-
mi’nin ikinci büyük aşamasını gerçekleştirdi.
Demiryolu yapımına başlandı, köm ür, demir
In g ilte re 'n in bü yük b ir s ö m ü rg e im p a ra to rlu ğ u
ve çelik sanayileri hızla gelişti. kurm ası, ze n g in le rin yaşam b iç im le rin i de
1837-1901 arasındaki Kraliçe Victoria yö- e tkile m iştir.
İNGİLTERE 45

R eform lar ve İşçi Hareketleri


19. yüzyılın ortalarına doğru sanayiciler ve
tüccarlar ülke yönetiminde daha çok söz hak­
kı isterlerken, çalışan kitleler de hem yaşam
koşullarının düzeltilmesi, hem de siyasal ağır­
lıklarını ortaya çıkarabilmek için örgütlenm e­
ye başladı. 1832 seçim yasası değişikliği gene
çalışan kitleleri oy hakkından yoksun bırakı­
yordu.
İşçilere oy hakkı verilmesini ve parlam en­
toya girmelerini sağlamak amacıyla 1836’da
Mansell Collection Londra İşçiler Derneği kuruldu. Bu dernek
19. yüzyılda özellikle çocuklar ile kadınlar m aden bir dizi istemi dile getiren bir yasa tasarısı
ocaklarında ve fa b rika la rd a çok kötü koşu lla r altında (charter) hazırladı ve mücadeleye başladı. Bu
çalışıyorlardı.
eyleme katılanlar Çartistler olarak anılır. Çar-
tistler, emekçi sınıflar için daha iyi çalışma
sız ülkelerin pazarlarını da serbest ticaret ant­ koşulları, daha yüksek ücret ve siyasal haklar
laşmaları ve başka ayrıcalıklarla ele ge­ istiyorlardı. Charter adlı yasa tasarısı altı m ad­
çirdi. deden oluşuyordu: Herkese oy hakkı; gizli
Bu arada İngiliz adalarından milyonlarca oy; seçim bölgelerinin adaletli bir biçimde bö­
insan kendilerine yeni bir yaşam biçimi bul­ lünmesi; her bölgede oy verecek seçmen sayı­
mak amacıyla Yeni Zelanda, Avustralya, Ka­ sında eşitlik sağlanması; mülk sahibi olm a­
nada ve ABD gibi ülkelere göç etti (bak. İNGİ­ yanlara da seçilme hakkı tanınması; parlamen-
LİZ ULUSLAR TOPLULUĞU). Buna karşın 1820-80
Hulton Picture Library
arasında ülkede nüfus iki kat arttı.
Bu dönemde Charles Darwin ve Thomas
Henry Huxley insan soyunun kökenleri üzeri­
ne önemli düşünceler ileri sürdüler ve başka
büyük bilimsel çalışmalar yapıldı (bak. D a r -
WIN, CHARLES; HUXLEY AİLESİ). 19. yüzyılda İngi­
liz sömürge imparatorluğu en geniş sınırlarına
ulaştı. 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde 46
milyon nüfusu olan İngiltere’nin 392 milyon
kişinin yaşadığı 55 sömürgesi vardı.
Mansell Collection

1851'de L o nd ra'da düzenlenen I. Dünya S e rg isi'n d e Ç a rtistler em ekçi halkın çıkarları için 1839-48
İn g ilte re 'n in yeni sanayi ü rü n le ri ve y ö n te m le ri arasında pa rla m e n to ya dilekçe le r v erm e ye ve bü yük
ta n ıtılm ış tır. yü rü yü şle re dayanan b ir m ücadele y ü rü tm ü ş tü r.
46 İNGİLTERE

to üyelerine maaş bağlanması; parlam ento­ zorunda kaldı (bak. BİRİNCİ DÜNYA Sa va şi ).
nun her yıl yenilenmesi. Alm anya’nın Belçika’yı istila etmesi üzerine
Çartistler parlam entoya 1839’da hazırladık­ İngiltere de Alm anya’ya karşı savaş ilan etti;
ları Charter'm yasalaştırılması istemiyle her çünkü Belçika’nın saldırıya uğraması duru­
yıl bir dilekçe sundular. Parlam ento da dilek­ m unda, bu ülkeye yardım edeceğine söz ver­
çeleri sürekli olarak geri çevirdi. Bunun üzeri­ mişti. Avusturya-M acaristan ve Türkiye, A l­
ne Çartist hareket içerisinde şiddet kullan­ manya’nın; Fransa, İtalya, Rusya ve sonradan
m aktan yana gruplar ortaya çıktı; ama bu A B D , İngiltere’nin yanında yer aldı. 1918’de
gruplar fazla etkili olamadı. Güvenlik güçleri barış yapıldığında İngiltere yıkıma uğramıştı.
ise, şiddetten yana olmayan Çartistler’in ey­ İngiliz ticareti de büyük darbe yemişti. A B D ’
lemlerini zorbalıkla bastırmayı sürdürdü; bir­ den çok büyük m iktarlara ulaşan borç para ve
çok kişi öldürüldü ve önderleri hapse atıldı. yardım aldı.
1848’de, A vrupa’yı kaplayan devrim dalga­ Sonraki 20 yıl içinde savaşın etkileri sürdü,
sı sırasında Çartist hareket yeniden canlandı. uzun işsizlik dönemleri yaşandı. 1926’da işçi­
2 milyon kişinin imzasını taşıyan bir dilekçeyi ler, kömür işçilerini desteklem ek amacıyla ge­
sunmak üzere parlam ento binasına doğru nel greve gittiler (bak. G rev ).
yürüyüşe geçen Çartistler kolluk kuvvetlerin­ 1 9 2 0 ’le rd e İ r la n d a s o r u n u b a ğ ım sız b ir İ r ­
ce dağıtıldı. 1848’de Çartist hareketin etkisini la n d a C u m h u r iy e ti’n in (bak. İRLANDA CUMHU­
yitirmesinden sonra nitelikli işçilerin kurduğu RİYETİ) k u r u lm a s ıy la ç ö z ü lm ü ş g ö r ü n ü y o r d u .
sendikalar ortaya çıktı. İngiltere I. Dünya Savaşı’nm sıkıntılı günle­
rini tam atlatıyor gibiyken, Eylül 1939’da II.
20. Yüzyıl Dünya Savaşı başladı (bak. İKİNCİ DÜNYA SAVA­
1914’te İngiltere I. Dünya Savaşı’na girmek ŞI). Bu savaş Alm anya’nın diktatörü A dolf
Mary Evans Picture Library
Hitler’in (bak. A lm anya ; H itle r , A dolf ) Avru­
pa’yı egemenliği altına almak istemesi sonucu
çıkmıştı. Hitler Polonya’yı işgal edince, İngilte­
re ile Fransa da Polonya’nın saldırıya uğraması
durumunda savaşa katılacaklarını bildirdikle­
rinden Almanya’ya karşı savaş ilan ettiler. Bu
savaş 1945’e kadar sürdü. 1940’tan 1945’e
kadar başbakanlık yapan Winston Churchill’
in liderliği, savaşın kazanılmasında önem ­
li bir etkendi (bak. CHURCHİLL, Sir WlNS-
to n ).
Ülkeyi 1945-51 arasında İşçi Partisi yönetti.
Demiryolları, köm ür ocakları, gaz ve elektrik
sanayileri kamulaştırıldı ya da devlet denetimi
altına alındı. Devlet, hastaneleri ve sağlık hiz­
metlerini de üstlenerek sosyal yardıma başla­
dı ve çalışan herkesin çalışma sürelerinin so­
nunda emeklilik parası alması için hazırlıklar
yaptı (bak. S osyal Y a rd im Hİ zm etler İ). Evsiz­
liğin, işsizliğin ve yoksulluğun önlenmesi ge­
rektiğini herkes anlamıştı, ama ne M uhafaza­
kâr ne de İşçi Partisi hüküm etleri bu sorunla­
ra tam anlamıyla bir çözüm getirebildi.
1947’de Hindistan ve Pakistan, 1970’lerde
de neredeyse bütün İngiliz Uluslar Topluluğu
İn g ilte re 'd e 1918'de seçm e ve seçilm e hakkını elde
eden kadınların, 20. yüzyıl boyunca siyasal ülkeleri İngiltere’den koparak bağımsızlıkla­
e tkin likle ri daha da artm ıştır. rını ilan edince, İngiliz yönetiminde yalnızca
İNGİLTERE BÖLGESİ 47

birkaç bölge kaldı. Batı A vrupa’yla bağlarını lometreden daha uzakta yaşamaz. Kumsalla­
sağlamlaştırmaya çalışan İngiltere 1973’te Av­ rı, kayalıkları ve mağaraları ile 2.900 kilom et­
rupa Ekonom ik Topluluğu’na katıldı (bak. reyi aşan kıyı şeridi birçok koy ve akarsu hali­
A vrupa T o plu lu k la ri ). ciyle bölünmüştür.
İngiltere’nin başlıca sorunları ekonomisinin İngiltere’deki en uzun ırm aklar Thames ve
durum undan kaynaklanıyordu. Sanayisinin Severn’dir. H er ikisinin uzunluğu da 320 kilo­
gelişme hızı, öbür sanayileşmiş ülkelerden da­ metreyi aşar. Thames, Menway Irm ağı’yla
ha yavaştı. Dış ticareti büyük kazanç getirmi­ birleşerek Kuzey Denizi’ne dökülür, Severn
yordu. Eski teknolojiyle kurulmuş bulunan Irmağı batıda Bristol Kanalı’na bağlanır. B ü­
fabrikaların yenilenmesi gerekiyordu. Nükle­ yük Ouse Irmağı doğu kıyısında The W ash’a
er enerji ve havacılık alanlarında olduğu gibi ulaşır. M idlands’in en önemli ırmağı olan
yeni teknolojilerin geliştirilmesine, Kuzey
ZEFA
Denizi’nde doğal gaz ve petrol gibi yeni kay­
nakların bulunmasına karşın bunlar 1980’lerin
İngiltere’sinde işsizliğin ve ekonomik bunalı­
mın giderilmesine yetmemiştir.

İNGİLTERE BÖLGESİ. Büyük Britanya


A dası’nın yarıdan fazlasını kaplayan İngiltere
Bölgesi kuzeyde İskoçya ve batıda bir çıkıntı
oluşturan Galler bölgeleriyle sınırlanmıştır.
Doğu kıyısı Kuzey Denizi’ne bakarken, ku­
zeybatıda İrlanda Denizi ile İrlanda’dan ayrı­
lır. Güneybatıda Cornwall, Atlas Okyanusu’
na uzanır. Güney kıyısı ile Fransa arasında
Manş Denizi vardır. Bölgenin yüzölçümü, tat­
lı su alanlarıyla birlikte 130.362 km2’yi bulur;
nüfusu 47.254.000’dir (1988).
İngiltere sözcüğü, Angıllar’ın ülkesi deyi­
minden gelir. Angıllar, İS 5. ve 6. yüzyıllarda
ülkeyi işgal ederek yerleşen bir Germ en kabi­
lesinin üyeleridir.
İngiltere Bölgesi büyüklüğünde başka hiç­
bir ülke bu kadar fazla nüfusa, fabrikaya, m a­
den işletmesi ve enerji santralına sahip değil­ Kuzeybatı İng ilte re 'd e ki G ö lle r Bölgesi, dağları,
dir. Nüfusun büyük bir bölümü kentlerde ya­ g ö lle ri ve yeşil v a d ile riy le çok güzel yö re d ir.
şar. Büyük kentler giderek çevreye yayılmış
ya da küçük kentler birbirinin içine girerek
geniş alanları kaplamıştır. Bölgenin en kala­Trent, Hum ber halicine akar. Kuzeybatının
balık kentleri Londra, Birmingham, Wolver- ve kuzeyin başlıca ırm aklarından Mersey batı­
ham pton, M anchester, Liverpool, Leeds ve ya, Tyne ise doğuya doğru akar.
Bradford ile Tyne Irmağı üzerindeki New- İngiltere Bölgesi kıyılarının en büyük adası
olan Man, İrlanda Denizi’ndedir. Bu ada
castle’dır. Londra ve çevresinde 6.775.000 ki­
bütünüyle İngiltere’ye bağlı değildir. Güney
şi yani bölge nüfusunun beşte biri yaşar. Böy-
kıyılarındaki Wight Adası, güneybatıda Land’s
lesine kalabalık kentsel alanlar dışında, İngil­
tere bölgesinde, özel bir dikkatle korunan E nd’in 40 km kadar uzağında bulunan Scilly
açık ve güzel kırsal alanlar da vardır. Adalan, Devon kıyısının kuzeyindeki Lundy
Adası bölgenin öteki önemli adalarıdır.
Kıyılar, A karsular ve Dağlar Kuzeydoğuda M iddlesbourgh ile güneyba­
İngiltere Bölgesi’nde kimse denizden 130 ki­ tıda Exeter arasını düz bir çizgiyle birleştirdi­
48 İNKALAR

ğimizde, batıda kalan topraklar, Britanya İngiltere’de iklim ne çok soğuk, ne de çok
A dası’nın yüksek bölgeleridir. Çizginin doğu­ sıcaktır. Sıcaklık genellikle 29°C’nin üzerine
su ise genellikle düzlüktür. Yüksek bölge, te ­ çıkmadığı gibi —4°C’nin altına da pek düş­
peler, dağlar ve bozkırlardan oluşur. Bu böl­ mez. Güneybatıdan esen rüzgârlar Atlas Ok-
gede koyun yetiştirilir. İklim yağışlı olduğu yanusu’nun kuzey bölümlerinde Gulf Stream
için buradaki akarsular hızla akar. Düzlükler­ A kıntısı’nın ılık yüzey suları üzerinden ge­
de yağış daha azdır. Çayırlar, m eralar ve mey­ çerken ısınır. K anada’nın Labrador yöresinde
ve bahçelerinin olduğu bu topraklarda ırm ak­ görülen şiddetli soğukların, aynı enlemde yer
lar daha ağır ve kıvrımlar çizerek akar. alan İngiltere’de olmamasının nedeni bu akın­
İngiltere’deki en yüksek nokta 980 m etre tıdır. (.Ayrıca bak. G u lf St r e a m .) Bölgenin
yüksekliğindeki Scafell Pike’tır. Göller Böl­ güneybatısı kışın genellikle öteki bölgelerden
gesi olarak bilinen bütün bu bölgede İngilte­ daha ılıktır. Yazın ise doğu bölgeleri daha sı­
re’nin en uzun ırmakları ve en büyük gölleri cak olur.
bulunur. Bölge, İngiltere’nin ulusal parkların­ Batı İngiltere, özellikle kuzey bölümündeki
dan biridir. İskoçya sınırı boyunca uzanan dağlık bölge çok yağış alır. Doğu bölgesi dı­
Cheviot Dağları güneye doğru kıvrılarak Pen- şında İngiltere’de kar ve buz uzun süre yerde
nine Sıradağları’nı oluşturur. Sert kireçtaşı ve kalmaz.
kum taşından oluşan Pennine Sıradağlarında İngiltere Bölgesi’nin tarihi için İN G İL T E ­
köm ür yatakları vardır. R E maddesine bakabilirsiniz.
D aha alçak olan Costwold Tepeleri kireçta-
şıdır. İngiltere’de birçok kaya türü vardır ve İNKALAR, A nd Dağları’nın yüksek kesimle­
bunlar büyük ölçüde birbirine karışmış du­ rindeki vadilerde yaşamış ve 12.-16. yüzyıllar­
rumdadır. Sert kireçtaşının yanı sıra yumuşak da büyük bir imparatorluk kurmuş olan G ü­
kireçtaşı ya da tebeşir bölgeleri de bulunur. ney Am erika Yerli halkıdır. 16. yüzyıldaki
Güney İngiltere’nin büyük bölümü tebeşir ta­ İspanyol istilasından önce, ortalama 5-10 mil­
bakalarından oluşur. D over’in ünlü beyaz ka­ yon nüfuslu ve çok iyi örgütlü bu im parator­
yalıklarının rengi tebeşirden gelir. luk, 14. ve 15. yüzyıllarda güçlenerek, toprak­
larını bugünkü Bolivya, Peru, Ekvador ile
O rm anlar, Yabanıl Yaşam ve İklim A rjantin ve Şili’nin bazı bölümlerini içine
Korulukların yaygın olduğu İngiltere’de or­ alacak kadar genişletti.
manlar oldukça azdır. Eski krallık orm anla­ İnkalar’dan önce Güney A m erika’da başka
rından pek azı bugüne kalmıştır. Nottingham- uygarlıklar vardı. Bunlar Bolivya’nın yüksek
shire’de efsanevi Robin Hood ve arkadaşları­ dağlık bölgelerinde, Titicaca Gölü yakınında
nın yaşadığı söylenen Sherwood ormanlarının yaşayan Tiahuanacolar, And Dağları’nın Ek-
yalnızca bazı bölümleri günümüze ulaşmıştır. vador’dan Bolivya’ya kadar uzanan yüksek
İngiltere’nin daha eski korularında daha çok yaylalarında yaşayan Keçuvalar, Peru’nun
meşe, karaağaç, kızılağaç ve huşağacı gö­ kuzeyindeki dağlarda yaşayan Çavinler, Peru’
rülür. nun güney kıyısındaki Nazkalar ve kuzeyde
Günüm üzde İngiltere’de yaşayan memeli­ kıyıda yaşayan Çim ular’dır. Bu eski uygarlık­
ler arasında koypu, boz sincap, m ink, yarasa, ların doğuşu yaklaşık İÖ 200 tarihlerine kadar
kem e, tilki, kakım , tavşan ve susamuru sayı­ uzanır. Bu insanların nereden geldikleri bilin­
labilir. İngiltere’ye özgü en büyük yabanıl m em ektedir, ama ağır kayaları biçimlendir­
hayvan kızıl geyiktir. Bölgede yaşayan çayır medeki becerileri ve yapı tekniklerindeki us­
yılanı, engerek ve taçlı yılandan yalnızca en­ talıkları düşünülürse, ne kadar yetenekli ol­
gerek zehirlidir. dukları anlaşılır. Tiahuanaco’da, birbirine ke­
E n çok görülen kuşlar kırlangıç, sığırcık, netlenecek biçimde dikkatle oyulmuş dev
ispinoz ve kara bakaldır. Kıyılarda ilkbaharda bloklardan yapılma büyük taş yapılar vardır.
ve sonbaharda yuvalarını kayalıklara yapan Çimu ve Nazka halkının ise yapı ve piram itle­
m artı, denizpapağanı ve dalıcımartı gibi kıyı rinde kayadan çok kerpiçi yeğledikleri görül­
kuşları yaşar. m ektedir.
İNKALAR 49

Varlığı Rom a İm paratorluğu’yla aynı döne­ Cuzco vadisinde yer alan ve İnka İm para­
me rastlayan bu eski uygarlıklar R om a İm pa­ torluğumun başkenti olan Cuzco “Güneşin
ratorluğu gibi İS 200-400 yılları arasında Kutsal Kenti” olarak bilinirdi. İm paratora
çökmeye başladı ve İS 800’de çoğunun yerin­ tanrı gözüyle bakılır ve Güneş’in soyundan gel­
de yalnızca yıkıntılar kaldı. Bundan ortalam a diğine inanılırdı. İmparatorun, yaşam ve ölüm
300 yıl sonra, İnka halkı Peru’nun ortaların­ konusunda tartışılmaz bir otoritesi vardı.
daki Cuzco vadisinden indi ve kendilerinden İnkalar da 10 ailelik gruplar kendilerine bir
önce başka halkların yaşamış olduğu bu böl­ önder seçer, önderler bir şefe karşı sorumlu
geye yerleşti. İnkalar dağlardan kıyılara doğ­ olurdu. H er şefin buyruğunda beş önder vardı
ru yayıldılar. 15. yüzyılda çevrelerindeki güç­ ve bu düzen, hepsinin önderi ve yöneticisi
lü kabilelere boyun eğdirdiler. Ele geçirdikle­ olan im paratora kadar uzanırdı.
ri topraklarda yaşayan insanların bir bölümü­ Halk belirli bir yaşama ve çalışma düzenine
nü başka bölgelere sürerek başkaldırm aları­ uymak zorundaydı. H er şey devletindi. Ço­
nın önüne geçerken, bir bölümünü de tarım cuklar ve yaşlılar dışında herkesten çalışması
ve bayındırlık işlerinde zorla çalıştırdılar. beklenirdi. Tembellik ve insan onuruna aykırı

M açu Pikçu 15. yüzyılda b ir İnka kentiydi. K alıntıları Peru'da Cuzco bö lg e sin d e d ir.
50 İNKALAR

davranışlar ağır biçimde cezalandırılırdı. Halk bambudan flüt, toprak ve deniz kabukların­
yoksul değildi; ama malı mülkü de yoktu, dan borazan, bakır ve tunçtan çanlar yaptılar.
özgürlükleriyse sınırlıydı. Ü rettiklerinin belir­ İnkalar düzgün ve geniş yollannı taşlarla
li bir oranını im paratora ve rahiplere verm ek döşediler. Kayaları oyarak kısa tüneller, tah­
zorundaydı. tadan köprüler yaptılar. Gelişkin bir haber­
İnkalar, çatıları tahta kirişler üzerine sa­ leşme sistemleri vardı. Belli aralıklarla kurulu
man örtülü, altın süslemeli büyük taş kaleler posta istasyonlarına ulaklar haber taşırdı.
ve tapm aklar yaptılar. Cuzco Kalesi’nin du­ Yollarda aynca dinlenme evleri de yapılmıştı.
varları tonlarca ağırlıkta taşlardan yapılmıştı Tekerlek bilinmediğinden yükleri lama sürü­
ve yüksekliği 6 metreyi buluyordu. İspanyol­ leri taşırdı.
lar Cuzco’daki büyük Güneş tapmağını bastık­ Taş yontuculuğundaki üstün becerilerine
larında olağanüstü güzellikte altın ve değerli karşın İnkalar’m, M ayalar (bak. M a y a l a r )
taşlarla süslü eşyalann yanı sıra üzerinde gibi gelişkin araç gereçleri yoktu. Ne bir yazı
Güneş tanrısının resmi olan kocaman bir altın sistemleri, ne de paralan vardı. İplere düğüm
tabak buldular. Ay tapınağında ise her şey atarak hesap yaparlardı.
som gümüştendi. Başkentte yapılan büyük D ünyada ilk patates üreticileri İnka çiftçile­
şenliklerde yağmur tanrısına lamalar ve insan­ ridir. Öbür ürünleri mısır, tatlı patates ve
lar kurban edilirdi. manyoktu. Domuz, ördek, köpek ve lama
İnkalar’m evleri kendilerinden önceki uy­ yetiştirirler, lama tüyünden dokum alar yapar­
garlıklara oranla daha küçüktü. Köylülerin lardı.
evleri kerpiçten ve saman damlıydı. Eski 16. yüzyılda iki kardeş arasında çıkan taht
Mısırlılar gibi İnkalar da ölülerini mumyalar kavgası imparatorluğu zayıflattı. Tahtın vârisi
ya da başka yöntemlerle korurlardı. H uascar’ı üvey kardeşi A tahualpa hapse attır­
İnka İmparatorluğum un kıyı halkı bakın dı. Francisco Pizarro yönetimindeki İspanyol­
döverek kaplar yapar ya da eritilmiş metali, lar altın aram ak için Peru’ya ayak bastıkların­
kalıplara dökerek biçimlendirirdi. Kıyının ku­ da tahtta A tahualpa vardı.
zey kesiminde yaşayan halk, değişik anlatımlı İspanyol kom utan Francisco Pizarro, Ata-
yüzleri olan insan başı biçiminde çanak çöm­ hualpa’yı tuzağa düşürerek tutsak aldı. A ta­
lek yapıyordu. İnkalar basit tezgâhlarda çok hualpa hapisteyken H uascar’ın öldürülmesi
güzel duvar halıları ve yaygılar da dokurlardı. için emir verdi. Em ir yerine getirildi; ne var
Pamuklu dokumaları o kadar inceydi ki, ki, bunu gerekçe gösteren Pizarro, Atahual-
İspanyollar bunları ipek sanmıştı. Kemik ve pa’yı ida~n ettirdi. Başsız kalan ülkeye İspan-

1. Çok eskiden, Ç im u Y e rlile ri'n c e y ap ılan , altın dan ,


firuze taşla rla bezeli b ir ta n rı heykeli. 2. B ir Çim u
çö m le ğ i. 3. Eski Peru Y e rlile ri'n in do ku m a la rın d a
rastlanan b ir kuş m o tifi.

Mrs. Branson de CoulJames Sawders (1); Urıiversity Museum, Philadelphia (2); James Sawders (3)
İNÖ N Ü 51

yollar egemen oldular ve İnka İm paratorlu­


ğumun topraklarının tüm ünü ele geçirdiler
( b a k . P iz a r r o , F r a n c is c o ) .
Günümüzde yaşayan İnka nüfusu 3 milyon­
dan daha azdır. Bugün A nd D ağlan’nm
Keçuva dili konuşan köylüleri İnkalar’m
soyundan gelir. Bunlar Peru nüfusunun orta­
lama yüzde 45’ini oluştururlar.

İNÖNÜ, İsmet (1884-1973). İsmet İnönü,


Kurtuluş Savaşı’nın ünlü kom utanı, Lozan
Barış Antlaşm ası’nın başarılı diplomatı, T ür­
kiye Cum huriyeti’nin ilk başbakanı ve ikinci
cumhurbaşkanıdır. Çağdaş Türkiye’nin kuru­
luşuna önderlik edenler arasında M ustafa
Kemal A tatürk’ten sonra “İkinci A dam ” ola­
rak anılır.
İsmet İnönü’nün babası İzmir Adliyesi’nde
sorgu yargıçlığı yapan Malatyalı Hacı Reşid
Bey, annesi BulgaristanlI Çevriye (Temelli)
H anım ’dır. İzmir’de doğan İnönü, babasının
görevi gereği ilköğrenimini Sivas’ta tam amla­
dı. Çok küçük yaşta girdiği Sivas Askeri
Rüştiyesi’nde başarılı bir öğrenci değildi. Bir Ara Güler

yıl Sivas Mülkiye İdadisi’nde (lise) okuduktan İsm et İnönü, T ü rkiye C u m h u riy e tin in ilk başbakanı
ve ikinci cum h urb aşkan ıdır.
sonra İstanbul’daki Topçu Harbiyesi’nin lise
bölümüne girdi ve iyi derece ile bu okulu
bitirdi. A rdından girdiği Topçu Harbiyesi’nde gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. II.
de çok başarılı bir öğrenciydi. Bu okulu M eşrutiyet’in 1908’de ilanından sonra İttihat
birincilikle bitirdiği için o dönemde kurmay ve Terakki Cemiyeti’nin Edirne merkezinde
subay yetiştiren Erkân-ı Harbiye M ektebi’ne etkin bir üye oldu. Aynı yılın kasım ayında
girmeye hak kazandı. kolağalığına (önyüzbaşı) yükseltildi. 1909’da
İsmet İnönü öğrencilik yıllarında yalnızca 31 M art Olayı’nı bastıran H areket O rdusu’na
dersleriyle değil, ülke sorunlanyla da yakın­ Yeşilköy’de katılarak bir süre karargâhında
dan ilgileniyordu. D aha ortaokul döneminde çalıştı. D aha sonra toplanan İttihat ve T erak­
Fransızca öğrenmeye başlayan İnönü, H arbi­ ki Cemiyeti’nin kongresinde 2. Ordu delegesi
ye M ektebi’nde de Almanca öğrendi. Bu iki olarak yer aldı. Kongrede ordunun siyaset
dilde askerlik ve siyasetle ilgili yayınlan ra­ dışında kalması gerektiğini savunan M ustafa
hatlıkla izleyecek durum a geldi. II. Abdülha- Kem al’le aynı düşünceyi paylaşarak birlikte
mid’in giderek artan baskıları ve Osmanlı davrandı. Bu görüş başka yandaşlar bulduysa
D evleti’nin dış siyaseti bu genç yurtseverde da azınlıkta kaldı. Kongreden sonra İsmet
tepkiler yaratıyordu. İnönü’nün okul arka­ Bey’in cemiyetle olan bağları koptu.
daşları da aynı kaygıları taşımaktaydılar. Sık Çalışkanlığı, disiplini ve yetenekleri hemen
sık bir araya gelerek ülkenin durum unu konu­ dikkati çekecek nitelikteydi. O dönemin G e­
şuyorlardı. Bu nedenle iki kez ihtar aldı. Am a nelkurmay Başkanı Ahm ed İzzet Paşa
çevresi ve öğretm enleri arasında kazandığı 1910’da Yemen Ayaklanması’m bastırmakla
saygı nedeniyle okuldan atılması engellen­ görevlendirilince İsmet Bey’i kendine yardım­
di. cı olarak seçti. 1912’de binbaşılığa yükselen
1906’da kurmay yüzbaşı olarak E dirne’de İsmet Bey 1913’e kadar Y em en’de kaldı.
2. O rdu’ya katılan İsmet Bey, 1907 sonlannda D aha sonra döndüğü İstanbul’da Enver Paşa’
52 İNÖNÜ

nin yanında, Harbiye Nezareti karargâhında askerlik yeteneğiyle yönettiği Türk ordusu­
göreve başladı. Bu görevi sırasında 1914’te nun zaferiyle sonuçlandı. Bu savaşın ardından
kaymakamlığa (yarbay) yükselen İsmet Bey Çerkez Ethem ’in başını çektiği ayaklanmayı
ordunun yenileştirilmesi girişiminde etkin rol bastırdı.
oynadı. Cephe görevi isteğinde bulunması İsmet Bey, 1 M art 1921’de Türkiye Büyük
üzerine Ekim 1915’te 2. Ordu kurmay baş­ Millet Meclisi’nin kararıyla generalliğin ilk
kanlığına atandı ve aynı yıl miralay (albay) aşaması olan mirlivalığa yükseltildi ve bundan
oldu. böyle İsmet Paşa diye anılmaya başlandı. Bir
I. Dünya Savaşı boyunca gittiği her cephe­süre sonra, güçlerini toparlayan Yunanlılar 23
de yetenekli ve başarılı bir asker olduğunu M art 1921’de I. İnönü Savaşı’nın yapıldığı
kanıtlayan, 2. Ordu kurmay başkanlığı, 20. ve yörede ikinci saldırıyı başlattılar. II. İnönü
3. kolordu komutanlığı yapan İsmet Bey’in Savaşı adıyla anılan bu savaş da Türkler’in
savaş sırasındaki son görevi albay rütbesi ile zaferiyle bitti ve Yunan ordusu çekilmeye
Harbiye Nezareti müsteşarlığı oldu. 1919’da başladı. Daha sonra 1921-22 yıllarında yapı­
M evhibe Hanım ’la evlenen İsmet Bey savaş lan Sakarya Savaşı, Büyük Taarruz ve Başko­
boyunca gösterdiği başarıları nedeniyle 11 mutanlık Meydan Savaşı’nda İsmet Paşa etkin
nişan ve madalya ile ödüllendirildi. görevler aldı. Bu savaşlardaki üstün başarısıy­
İsmet Bey, Harbiye N ezareti’ndeki görevi la Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce İstiklal
sırasında Mustafa Kemal Paşa ile, paşanın Madalyası ile ödüllendirildi (bak. KURTULUŞ
Şişli’deki evinde sık sık buluşur ve yurdun SAVAŞI).
düşman işgalinden kurtarılması konusunda 11 Ekim 1922’de yapılan Mudanya Ateşkes
görüşürlerdi. M ustafa Kemal, A nadolu’ya Antlaşması ile barış dönemi başladı ve Türki­
geçtiğinde de özel kuryeler aracılığıyla ilişki­ ye’nin bağımsızlığının tanınması uluslararası
leri sürdü. Ocak 1920’de Mustafa Kem al’in görüşmelerin gündemine girdi. M ustafa Ke­
çağrısı üzerine gittiği A nkara’da ulusal ordu­ mal, İsmet Paşa’yı dışişleri bakanı olarak
nun kurulmasına ilişkin görüşmeler yaptı. Bu atadı ve Lozan Konferansı’na katılmasını
sırada harbiye nazırlığına atanan Fevzi Paşa’ sağladı.
nin (Çakmak) çağrısı üzerine İstanbul’a dön­ İsmet Paşa, askerlik yeteneği kadar, diplo­
dü. 16 M art 1920’de İtilaf Devletleri’nin matlık yeteneğine de sahip olduğunu Lozan
İstanbul’u işgal etmesi üzerine M ustafa Ke­ Konferansı sırasında gösterdi. İsmet Paşa’nın
mal, İsm et Bey’in A nkara’ya gelmesi gerekti­ öncülüğünde Lozan barış görüşmeleri T ürk­
ğini bildirdi. Hem en çağrıya uyan İsmet Bey, ler’in yeni bir zaferi oldu (bak. LOZAN B ariş
tanınmam ak için er giysisiyle yolculuk ederek ANTLAŞMASI).
9 Nisan 1920’de A nkara’ya vardı. 23 Nisan İsmet Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi’
1920’de açılan meclise İsmet Bey, Edirne nin ikinci dönem çalışmalarına gene dışişleri
milletvekili ve yeni kurulan kabineye genel­ bakanı olarak katıldı. Cum huriyet’in kurulu­
kurmay temsilcisi olarak girdi. Görevi ulusal şunda ve yeni anayasanın hazırlanmasında
orduyu kurm ak ve yönetmekti. Bu arada M ustafa Kem al’in hep yanında yer aldı ve
M ustafa Kemal ve İsmet Bey hakkında İstan­ etkin oldu. Türkiye Cumhuriyeti ilan edildik­
bul hüküm etince idam kararı verilmişti. ten hemen sonra başbakan olarak hükümeti
Ulusal ordunun kuruluş çalışmaları sürer­ kurma görevini üstlendi. 12 yıl süren başba­
ken Yunanlılar Ege Bölgesi’ni işgal etmiş, kanlığı döneminde A tatürk’ün ilkelerinin uy­
Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başlamıştı. gulama alanına konması, Türk ekonomisinin
Batı cephesi en önemli ve tehlikeli cephe düzenlenmesi, dünya devletleri ile iyi ilişkiler
durumundaydı. İsmet Bey, 10 Kasım 1920’de kurulması konusunda çalışmalarda bulundu.
bu cephenin kuzey kesimi komutanlığına 1937’de başbakanlık görevinden alınmasını
atandı. Yunanlılar 6 Ocak 1921’de Bursa ile istedi ve isteği kabul edildi.
Eskişehir arasında kalan İnönü bölgesinde İsmet İnönü, 1938’de A tatürk’ün ölüm ün­
Türk ordusuna saldırdı. I. İnönü Savaşı ola­ den sonra cumhurbaşkanlığına ve Cum huri­
rak bilinen bu savaş, İsmet Bey’in üstün yet Halk Partisi genel başkanlığına seçildi. II.
İNSAN HAKLARI 53

Dünya Savaşı boyunca Türkiye’yi büyük bir


dikkatle savaşın dışında tutm aya çalıştı. Sava­
şan ülkelerle çok yönlü ilişkiler kurmaya özen
gösterdi. Ocak 1943’te İngiltere Başbakanı
Churchill ile A dana’da; aynı yılın aralık ayın­
da Churchill ve ABD Başkanı Roosevelt ile
Kahire’de buluştu. Savaş sırasında Almanya
ile saldırmazlık paktı imzaladı.
İsmet İnönü, daha savaş yıllarında dem ok­
rasiye geçme düşüncesi taşıyor, bunu çeşitli
konuşmalarında belirtiyordu. Amacı tek parti
dönemine son vermek ve çok partili dem okra­
tik bir ortam a geçmekti. Savaş sonrasında bu
Ara Güler
amaç doğrultusunda çalışmalara geçildi.
E tiyo p ya 'n ın başkenti A d d is A baba civa rın da b ir
1946’da Celal B ayar’ın başkanlığını yaptığı m ahalle. Y o ksu llu k tem el insan haklarının elde
D em okrat Parti kuruldu. D em okrat Parti e d ilm e s in in ö n ü n d e bü yük b ir engeldir.
1950 seçimlerini kazanınca Cumhuriyet Halk
Partisi m uhalefet partisi olarak mecliste yer meksizin herkesin yasalarla korunan gereksi­
aldı. İsmet İnönü’de bu partinin genel başka­ nim ve çıkarları anlaşılır. Bu yeni bir kavram
nı olarak m uhalefet görevini üstlendi. değildir. 1628’de İngiltere’de H aklar Dilekçe­
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra si, 1789’da Fransa’da İnsan ve Yurttaş H akla­
1961 ’de yapılan seçimlerde en çok milletvekili rı Bildirisi ilk insan hakları belgelerinin başın­
çıkaran partinin genel başkanı olarak peş peşe da gelir. 1776 Am erikan Bağımsızlık Bildirge­
kurulan üç koalisyon hükümetini yönetti. si de yaşama, özgürlük ve mutluluk haklarına
1965’te kurduğu hüküm et mecliste güvenoyu yer vermiş, bunu 1791 tarihli H aklar Bildirge­
alamayınca İnönü yeniden muhalefet liderli­ si izlemiştir.
ğine döndü. Başbakanlığı sırasında 22 Şubat 17. ve 18. yüzyıllarda yasalar karşısında
1962 ve 21 Mayıs 1963’teki askeri darbe insanların eşitliği, güvenliği, düşünce ve inanç
girişimlerini önleyerek demokrasinin kesinti­ özgürlüğü, siyasal ve mülkiyet hakları gibi
ye uğramasını engelledi. 1964 Kıbrıs olayları temel hak ve özgürlüklerin tanınması, dünya­
sırasında İnönü’nün Kıbrıs’a çıkarma girişimi da insan haklarının gelişiminin ilk aşaması
ABD tarafından engellendi. Bunun üzerine olarak nitelendirilebilir. Bu yüzyıllarda eko­
ünlü çok yönlü dış siyaset anlayışını uygula­ nomik gücü olmayan toplumsal kesimler in­
maya girişti. san haklarına ilişkin yasalardan yeterince
İsmet İnönü 1972’de partisinin yönetici yararlanamadı. Emeğiyle yaşayanların içinde
kadrolarıyla çeşitli konularda anlaşmazlığa bulunduğu yoksulluk ortadan kalkmadıkça,
düştü; yapılan parti kurultayında destek bula­ bu özgürlükler onlar için fazla bir anlam
mayınca genel başkanlıktan ayrıldı. 1971’de taşımıyordu.
anayasada yapılan değişikliğin sonucunda es­ 19. yüzyılın ikinci yansında toplumsal eşit­
ki cumhurbaşkanlarına tanınan senatörlük lik istemiyle yükselen kitle eylemleri sonucu,
hakkını kullanarak senatoya girdi. devletin koruyucu şemsiyesi altında çalışma,
Ölümü bütün yurtta ve dünyada büyük sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, sendika ve
üzüntü yaratan İnönü’nün mezarı A nıtkabir’ grev gibi haklar gündeme geldi.
de A tatürk’ün yanındadır. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise bağımsızlığı­
Ayrıca bak. ATATÜRK, MUSTAFA KEMAL; Ba- nı yeni kazanmış, azgelişmiş ülkelerin istem­
y a r , M a h m u t C e la l; E c e v ît, B ü le n t; H a lk e v le r i; leri doğrultusunda uluslann doğal kaynakla-
K ö y ENSTİTÜLERİ; KURTULUŞ SAVAŞI; TÜRKİYE. nndan yararlanabilmesi, gerek ekonomik,
gerek siyasal açıdan kendi geleceklerini belir­
İNSAN HAKLARI, deyiminden dil, din, sınıf, leyebilmesi gibi haklardan başka, tüm dünya­
cinsiyet, etnik köken gibi ayrımlar gözetil- yı ilgilendiren banş içinde yaşama, doğal
54 İNSAN HAKLARI

1987'de Ş ili,
S a n tia g o 'd a insan
hakları savunucuları
ke n d ile rin i Kongre
bina sın ın kapısına
zin cirle yere k insan
haklarının
çiğ n e n m e m e sin i ve
ö lü m cezasının
kaldırılm asını istediler.

Amnestv International

çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin ön­ ların kurtarılması için çalışır ve her türden
lenmesi gibi istemler öne çıktı. işkenceye karşı çıkar. Ne var ki, özellikle bazı
II. Dünya Savaşı’nın (1939-45) ardından, azgelişmiş ülkelerde insan haklarına yönelen
10 A ralık 1948’de Birleşmiş Milletler oy- saldırılar bir ölçüde süreklilik kazanmış du­
çokluğuyla İnsan H aklan Evrensel Bildirisi’ni rumdadır. Bu da söz konusu ülkelerin ulus­
kabul etti. Bu bildiriyle devletler, yaş, cins, lararası saygınlığını zedelemektedir.
din, dil, ırk, milliyet ayrımı yapılmaksızın her
insanın, insan onurunu koruması için gerekli Çocuk Hakları
tüm haklarına saygılı davranmaya çağrıldı. Bu İlk kez Birleşmiş M illetler’in 1959’da yayımla­
haklar yasa ve yargı önünde eşitlik, toplantı dığı Uluslararası Çocuk Hakları Bildirgesi ile'
ve gösteri hakkı, grev hakkı, sosyal güvenlik, uluslararası düzeyde gündeme gelen çocuk
öğrenim gibi ekonomik ve toplumsal hak ve hakları, 1979’un Dünya Çocuk Yılı ilan edil­
özgürlükleri de kapsıyordu. Ne var ki, İnsan mesiyle hemen her ülkede sıcak bir tartışma
Hakları Evrensel Bildirisi’nde yer alan m ad­ konusu yarattı. Dünyamızda hâlâ milyonlarca
delere devletlerin uymaması durum unda ya­ çocuk eğitim olanaklarından yararlanamıyor,
pılacak bir şey yoktu. Bu eksiklik göz önüne ağır çalışma koşullarında sömürülüyor, aile
alınarak 1976’da 35 devletin imzasıyla Ekono­ içinde hırpalanıyor, çeşitli hastalıklardan kü­
mik Sosyal ve Kültürel H aklara İlişkin Ulus­ çük yaşta yaşamını yitiriyor ya da savaşlarda
lararası Sözleşme ile Yurttaşlık ve Siyasal ölüyor. Birleşmiş M illetler’in 20 Kasım
H aklara İlişkin A na Sözleşme yürürlüğe gir­ 1989’da oybirliğiyle kabul ettiği Uluslararası
di. Ayrıca bir İnsan Hakları Komisyonu Çocuk Hakları Anlaşması 18 yaşından küçük
oluşturuldu. Devletler üstü bir organ olan bu herkesin sahip olduğu hakları ve devletlerin
komisyonun üyeleri, bağımsız birer yargıç çocuklara karşı yerine getirmesi gereken gö­
konum undadır. Dünyada her yıl 10 Aralık revleri saptadı. Anlaşmanın yürürlüğe girebil­
günü İnsan Hakları Günü olarak kutlanır. mesi için en az 20 devletin imzası gerekiyor.
1961’de Londra’da kurulan Uluslararası Af 20 imzanın tamamlanmasından sonra ulus­
Örgütü de dünyanın neresinde olursa olsun, lararası hukukun temel ilkeleri arasına gire­
insan haklarını hiçe sayarak ırkı, dini ya da cek olan bu anlaşmadan her çocuk yararlana­
siyasal görüşleri nedeniyle tutuklanan insan­ bilecek.
İN SAN IN KÖKENİ 55

İNSANIN KÖKENİ. İnsan, kendisine bütün ları, yerde yaşayan iri insansımaymunlarda
öbür canlılar arasında önemli bir ayrıcalık işlevini yitirdiği için zamanla körelip yok
kazandıran gelişmiş zihinsel yetilerine, konuş­ oldu. İnsansımaymunlarda ve insanda om ur­
ma yeteneğine ve yarattığı kültür ürünlerine ganın alt ucunda bulunan ve kuyruksokumu
karşılık, biyolojik özellikleriyle hayvanlar âle­ denen ince kemik bu kuyruğun kalıntısıdır.
minin bir üyesidir. Nitekim bilim adamları Kısacası, bütün bu prim atların izlediği evrim
insanı, memeli hayvanların en gelişmiş grubu ve gelişme çizgisi, iki ayağı üzerinde dik
olan prim atlar (Primates) takımı içinde may­ duran ve alet kullanan insanın ortaya çıkma­
munlarla birlikte sınıflandırırlar. Bu takımın sıyla sonuçlandı (bak. E v r İm ).
üyeleri iki alttakım a ayrılır. İlkinde, Eski- Ö bür gelişmiş prim atlar gibi insanın da en
dünya’nın tropik bölgelerinde ağaçlar üzerin­ ayırt edici özellikleri zekâsı ve toplumsal
de yaşayan ve maymunlara benzeyen makiler, örgütlenme yeteneğidir. Belki de bu iki özel­
cadımakiler, lorisler, galagolar gibi küçük lik birbiriyle doğrudan bağlantılıdır. Çünkü
yapılı, gececi hayvanlar yer alır. İkinci altta- zekânın temeli, bir canlının yaşadıkça öğren­
kım ise Eskidünya ile Yenidünya’da dağılmış me ve öğrendikleriyle sorunların üstesinden
gerçek maymunları, Eskidünya’nın tropik gelebilme yeteneğine dayanır. Hayvanların
bölgelerinde yaşayan gibon, şempanze, goril, çoğunda öğrenme yeteneği yoktur; karşılaş­
orangutan gibi insansımaymunları ve insanı tıkları her durum da, ana babalarından kendi­
içerir. (.Ayrıca bak. MAYMUN; MEMELİLER.) lerine kalıtım yoluyla aktarılmış olan içgüdü­
Primatların bugünkü ayırt edici özellikle­ lerine göre davranırlar (bak. H ayvan D a v r a -
rinden birçoğu, bu hayvanların ağaçlarda NlŞl). Böylece, içgüdülerinin yardımıyla kısa
yaşamaya başlamasından sonra gelişmiştir. sürede ana babalarından ayrı yaşamaya başla­
Bu yeni yaşam ortam ına uyum sağlarken yabilirler. Oysa öğrenmek çok uzun zaman
koku duyularını daha az kullandıkları için alır. Bu yüzden, prim atların yavruları öbür
prim atların burunları giderek kısaldı. Dallara hayvanların yavrularından daha geç büyür ve
tutunup sallanırken ya da ağaçtan ağaca yaşaması için gerekli bilgileri öğrenip kendi
atlarken uzaklığı daha iyi kestirebilmeleri için başının çaresine bakacak durum a gelinceye
gözleri yüzün ön bölümüne doğru yaklaştı; kadar bir topluluk içinde yaşamak zorun­
böylece iki gözün görme alanlarının üst üste dadır.
binmesiyle nesneleri üçboyutlu olarak görm e­ Toplu yaşamanın gereklerinden biri iletişim
ye başladılar. Başparmağın öbür parm aklarla kurmaktır. Bu nedenle, yavrularını topluluk
karşı karşıya gelebilecek biçimde esnek ve içinde büyüten ve her an birbirleriyle dayanı­
bükülgen bir yapıya kavuşması da ağaç dalla­ şarak bir arada yaşamayı seçen gelişmiş pri­
rını sıkıca kavramalarını sağladı. Ağaçlara m atlar da mimikler ve ses aracılığıyla anlaşır­
tırmanırken ya da daldan dala atlayıp zıplar­ lar. Şempanzelerin, ayrı ayrı anlam lara gelen
ken gövdelerini dik tutuyorlardı. Bütün bu 35 değişik ses çıkarabildikleri, hatta eğitildik­
grubun içinde insanın en yakın akrabası olan lerinde sağır-dilsizlerinkine benzeyen basit bir
insansımaymunlar ağaçlardan yere indiklerin­ işaret diliyle aralarında iletişim kurabildikleri
de gövdelerini arka ayaklarının üzerinde den­ biliniyor. Bireyler arasındaki iletişimin en üst
geleyerek birkaç adım atmayı öğrendiler. aşaması ise yalnızca insana özgü olan dildir.
Ağaçlardan ayrılıp sürekli yerde yaşamaya Böylece bütün bilgi ve düşünceler kuşaktan
başladıklarında da gövdelerini dik tutarak kuşağa aktarılabilmiş, ayrı ayrı toplum larda
yalnızca arka ayakları üzerinde yürümeye değişik dillerin ve inançların gelişmesi de
alıştılar. Böylece elleri serbest kaldı ve bir yeryüzünde çeşitli kültürlerin doğmasına yol
zamanlar dallara tutunm alarına yardımcı olan açmıştır. (Ayrıca bak. KÜLTÜR.)
kavrayıcı başparmaklarıyla tuttukları taşları
ya da sopaları gerektiğinde araç ya da silah İlk İnsana İlişkin Kanıtlar
olarak kullanmayı öğrendiler. Bu arada, kü­ Bugün bütün yeryüzünde, bilimsel adı H om o
çük ve hareketli maymunların ağaçlarda den­ sapiens olan tek bir insan türü yaşamaktadır.
gelerini sağlamalarına yardımcı olan kuyruk­ Çünkü, insanın ilkel atalarından bu türe
56 İN SAN IN KÖKENİ

kadar uzanan evrim sürecinin ara basam akla­ 22 milyon yıllık kayaçların arasında bulun­
rındaki öbür türler geçen zaman içinde yeryü­ muştur. O dönemde Afrika kıtası, Tetis
zünden silinmiştir. Yalnızca fosillerinden ta­ Denizi denen büyük bir denizle Avrupa ve
nıdığımız bu ilk insan türleri ile bugünün Asya kıtalarından ayrılmıştı. Yaklaşık 16
insanı, insangiller (Hominidae) adıyla tek bir milyon yıl önce, A rabistan Yarımadası yoluy­
familyada toplanır. Bütün prim atlar takımı la A frika’yı A sya’ya bağlayan bir kara “köp­
içinde bu familyanın en yakın akrabası insan- rüsü” oluştu ve Dryopithecus A frika’dan İs­
sımaymunlardır. Bu akrabalık, insanın goril, panya ile Çin’e doğru yayıldı.
şempanze ya da orangutan gibi bir insansı- İnsangillerin bilinen en eski fosili yaklaşık
maymundan türediğini göstermez; yalnızca 16 milyon yıllıktır ve H indistan’da bulunmuş­
bu iki grubun evrim sürecinin ortak bir ataya tur. Ramapithecus cinsinden olan bu fosilin
dayandığı anlamına gelir. Pakistan, Çin, Macaristan ve A frika’da bulu­
İnsan ilk kez doğu yarıkürede ortaya çık­ nan benzerleri de 14 ile 8 milyon yıl öncesine
mış, batı yarıküreye yayılması oldukça uzun tarihlendirilir. Ne yazık ki Ramapithecus’’un
bir zaman almıştır. Dryopithecus cinsinden ilk yalnızca fosilleşmiş çene kemikleri ile dişleri
insansımaymunların fosilleri Doğu A frika’da, bulunduğu için bu ilk insangillerin yaşamı

2,5 1,5 0,5


Yıllar (milyon olarak)

İnsan tü rle rin in 3 m ily o n yıllık e v rim i. Beyin b ü yü klü ğ ü n ü karşıla ştıra bilm ek için g o ril ve şem panzenin
kafatası da e kle n m iştir.
İNŞAAT SANAYİSİ 57

konusunda fazla bir şey söylenemiyor. Am a sık bir kafatası, gözlerinin üzerinde de insan-
3,5 milyon yıl öncesine dayanan daha ayrıntılı sımaymunlardaki gibi belirgin bir kaş kemeri
kalıntılar insanlık tarihinin başlangıcına iliş­ vardı. Bu insan, kendisinden öncekilerden
kin bilgi verm ektedir. Bu kalıntılar Hom o çok daha değişik aletler kullanmaya başladı
cinsinin, yani gerçek insanın atası sayılan (bak. T a r İ h ö n c e s İ A l e t l e r ) . Buzul Çağı’nın
Australopithecus'a aittir. başlangıcında Avrupa ve Asya’da yaşayan
Yaklaşık 1,40 m etre boyunda olduğu anla­ H om o erectus ateşten nasıl yararlanacağını bi­
şılan Australopithecus'un en eski kalıntıları liyordu ve usta bir avcıydı. H om o erectus'un
Kenya ve Etiyopya’da (eski adıyla Habeşis­ en yakın tarihli kalıntısı, 1921’de bugünkü
tan’da) bulunmuştur. Kenya’daki ayak izle­ Zam bia’da bulunan hemen hemen hiç parça­
rinden anlaşıldığı kadarıyla insanın bu atası lanmamış bir kafatasıdır. Aşağı yukarı 40 bin
insansımaymunlar gibi dört ayağı üzerinde yıllık olduğu sanılan bu kafatasının sahibi
değil, bugünkü insan gibi iki ayağı üzerinde “Rodezya insanı” olarak bilinir.
yürüyordu. Am a beyni çağdaş insanınkinden Yaklaşık 200 ile 500 bin yıl önce H om o
daha küçük, çene ve diş yapısı da farklıydı. erectus yerini H om o sapiens'e (“düşünen
Günüm üzden aşağı yukarı 2 milyon yıl ka­ adam ”) bırakarak yeryüzünden silindi. Bu ta­
dar önce A frika’da insangillerin iki ayrı türü rihi kesin olarak söyleyebilmek çok güçtür.
yaşıyordu. Türlerden birinin çenesi çok güçlü Çünkü, beyninin daha büyük olmasına karşı­
ve dişleri çok iriydi; bu yüzden, cins adına lık, H om o sapiens'in en eski tarihli örnekleri­
“gürbüz ve güçlü” anlamındaki Latince ro- nin kafatası H om o erectus'un kafatasıyla ge­
bustus sözcüğü eklenerek Australopithecus nel olarak aynı yapıdadır. Özellikle, bundan
robustus olarak adlandırıldı. Bu türün yakla­ aşağı yukarı 70-40 bin yıl önce A vrupa’da ya­
şık 700 bin yıl önce yeryüzünden silindiği sanı­ şamış olan N eanderthal insanının kafatasında
lıyor. Ö bürü ise daha ince yapılıydı ve vücut bu benzerlik açıkça görülür. Neanderthal in­
orantısı, diş ve çene yapısıyla bugünkü insana sanı başlangıçta H om o neanderthalensis adıy­
daha yakındı. Üstelik beyni daha büyüktü ve la ayrı bir tür olarak sınıflandırılmıştı. Oysa
taştan aletler yapıp kullanabiliyordu. Bu türe bugün bu insan, Buzul Çağı’nın son dönem in­
de “becerikli insan” anlamında H om o habilis deki çok soğuk hava koşullarına uyum sağla­
dendi. H om o habilis belki de bugünkü insa­ mış ve sonradan soyu tükenmiş bir H om o sa-
nın doğrudan atasıdır. Güney ve Doğu Afri­ piens alttürü olarak kabul edilir. (Ayrıca bak.
ka’da bu iki türe ait pek çok kalıntı bulunmuş­ M A Ğ A R A İN SA N LA R I.)
tur. Özellikle Kenyalı antropolog Louis Lea- Neanderthal insanıyla hemen hemen aynı
key’in Tanzanya’daki Olduvai Boğazı’nda ve zamanda, H om o sapiens'in başka örnekleri
oğlu Richard Leakey’in Kenya’daki Koobi de A frika’da, Yakındoğu’da, O rtadoğu’da ve
Fora’da buldukları fosil parçaları insan soyu­ Asya’da belirdi. Özellikle Yakm doğu’dakile-
nun evrimine ışık tutan çok önemli buluntu­ rin kafatasları Neanderthal insanınkinden da­
lardır (bak. L e a k e y A İL E S İ). ha kısadır ve çağdaş insanınkine daha çok
Bu ilk insandan daha gelişmiş bir türün 1,5 benzer; bu nedenle de genel olarak bugünkü
milyon yıl öncesine ait kalıntıları ise Avrupa, insanın doğrudan atası sayılır. Am a bugünün
Afrika, Çin ve Cava’da bulunmuştur. “Dik insanına tam anlamıyla benzeyen ilk tipler,
duran insan*’ anlamında H om o erectus adıyla bilindiği kadarıyla günümüzden 30 bin yıl ön­
anılan bu türün ilk örnekleri 1891-92’de Cava’ ce Avrupa ve Asya’da ortaya çıkmıştır.
da bulunduğu için “Cava insanı” olarak ad­
landırılmıştı. Pithecanthropus ya da “Pekin İNSAN VÜCUDU b a k . V ücut
insanı” da bu türün artık kullanılmayan eski
adıdır. (Fosilleşmiş kalıntıları Çin’de, Pekin ya­ İNŞAAT SANAYİSİ. İnşaat sözcüğü, yapı
kınlarında bir mağarada bulunmuştu.) Austra­ tasarımı sanatı olan mimarlıktan farklı olarak,
lopithecus' tan yaklaşık 30 cm daha uzun, akla gelen her türlü yapım sürecini anlatır
beyni de hemen hemen iki kat daha büyük (bak. M İM A R L IK ). İlkçağlarda, doğada bulu­
olan H om o erectus'un daha uzun, kalın ve ba­ nan gereçleri kullanarak basit korunaklar
58 İNŞAAT SANAYİSİ

oluşturm a biçiminde başlayan yapı işleri, gü­ anlatılacaktır. BA R A J; D EM İR Y O LU VE


nümüzde karmaşık bir sanayiye dönüşmüştür. TR EN ; K A RA Y O LU ; K Ö PRÜ ; LİM AN;
Bugün kullanılan gereçlerin çoğu, fabrikalar­ SU K EM ER İ; SU LAM A m addelerinde bu
da üretilm ekte, bazı bölümleri ise daha inşaat yapıların nasıl yapıldığına ilişkin açıklamalar
alanına gelmeden birleştirilmektedir. Ev ve vardır.
apartm an gibi konutlar, işyerleri, hastane,
okul gibi yapılar, fabrikalar, barajlar, sulama Büyük M odern Yapılar
kanalları, elektrik santralları, demiryolları, Çevremizdeki yapılar iki grupta toplanabilir:
karayolları, köprüler, limanlar ve havaliman­ İlki ticari, sanayi ya da kamu yapıları gibi
larının yapımı inşaat sanayisi alanına girer. büyük yapılar, İkincisi ise içinde insanların
Bu kadar geniş bir alanı kapsayan inşaat yaşadığı, konut olarak kullanılan daha küçük
sanayisi, kaçınılmaz olarak çağımızda ekono­ yapılardır. Gökdelenlerin de içinde bulundu­
minin en önemli dallarından biri durum unda­ ğu ilk gruptaki büyük yapılar genellikle yük­
dır. Dem ir, çelik, çimento, ahşap, cam, kab­ sektir (bak. G ö k d e l e n ) . Fabrika, depo, okul,
lo, boru gibi gereçleri üreten değişik sanayile­ hastane gibi öbür büyük yapılar ise büyük
rin üretim m iktarları da büyük ölçüde inşaat ağırlıklar taşıyacak nitelikte yapılır. Bu tür
sanayisinin gereksinimlerine göre belirlenir. yapıların içinde genellikle sütunlar ya da
Bu nedenle inşaat sanayisi ekonomide “anah­ duvarlarla bölünmeyen geniş m ekânlar b ıra ­
tar” kesim olarak nitelenir. kılır. Bu yapılar, betonarm e denen ve içinde
Bu m addede, m odern yapılar ve ev yapımı­ çelik çubuklar bulunan donanımlı betonla ya
nın yanı sıra inşaat sanayisinin gelişimi kısaca da çelik gereçlerle yapılır (bak. B e t o n ) . B u
Wates Ltd.

Üstte solda: Bir yapıya başlarken ilk aşam a gereçlerin inşaat alanına g e tirilm e s i ve te m e lin atılm asıdır.
Resim de hazır beton taşıyan b ir kam yon g ö rü lü y o r. Altta solda: T em ele y e rle ş tirile n çelik ç u b u kla r iskeletin
te m e le ba ğlanm asını sağlar. Ortada: Yapının iskeleti çıktıktan sonra ahşap, cam , su tesisatı ve e le ktrik işleri
yapılır. Sağda: T am a m la n a n yapı artık ye rle şim e hazırdır.
İNŞAAT SANAYİSİ 59

açıklıkları sağlamak için büyük betonarm e örülmeye başlanır. Betonarm e yapılarda sü­
kirişler ya da makas denen çelik taşıyıcılar tunların içindeki çelik donanım temelin içinde
kullanılır. Geçen yüzyıl içinde geliştirilen devam ederek iskeletin tem ele bağlanmasını
donanımlı beton yapı teknolojisi, bugün inşa­ sağlar. Birinci kat ya da giriş katı döşemesi,
at sanayisinde yaygın olarak kullanılm akta­ toprak içindeki suyun yürümesini önlemek
dır. Geniş m ekân yaratmak için eski mimari­ için, temel duvarları arasına konan çakıl
nin vazgeçilmez öğesi olan kubbe ve kem er­ dolgunun üzerine dökülen betonla oluşturu­
lerden de yararlanılm aktadır. Bugün bunlar lur. Temelin yapımı sırasında ortak kanali­
bazen güzel görünüm elde etm ek için, bazen zasyona bağlanacak atık su boruları da döşen-
de çatıdan ışık almak gibi işlevsel amaçlarla melidir.
kullanılmaktadır. Duvarların Örülmesi. Evlerin ve küçük
yapıların duvarları, ahşap sütunlar ve kirişler­
Ev Yapım ı den oluşan bir iskeletin boşlukları tuğlayla
Bir evin nasıl yapıldığını öğrenm ek için inşaat örülerek yapılır. Başka bir yöntem ise daha
sürecini izlemek gerekir. Bir konut belli bir kalın taş ya da tuğla taşıyıcı duvarlar üzerine
sıra izlenerek yapılır: Temel atılıp, hazırlan­ oturtulan yapılardır. Günümüzde yaygın olan
dıktan sonra yapının taşıyıcı iskeleti tam am la­ yöntem, donanımlı beton kullanarak yapının
nır. Bundan sonra duvarlar örülmeye başla­ iskeletini oluşturduktan sonra, bunun boşluk­
nır. Dış duvarlar bitince çatı kapatılır ve iç larını delikli tuğla, briket ve buna benzer yük
duvarların örülmesine geçilir. Bu sırada temiz taşıma niteliği yüksek olmayan, buna karşılık
su ve atık su tesisatı, kalorifer boruları ve ısı kaybını önleyen yalıtkan gereçlerle örterek
elektrik kabloları döşenir. Sıva yapılması, yer yapılan konutlardır. Bu sayede kış aylarında
döşemeleri, pencere ve kapıların takılması ve evin içindeki ısının duvarlardan kaçması önle­
boya işleriyle yapı tamamlanır. nir. Yapı yükseldikçe, işçilerin üzerinde çalı­
Evi yapacak m üteahhitin ilk işi yapım şacağı iş iskelelerine gerek duyulur. Bu iske­
alanını incelemek ve bir program oluşturm ak­ leler, çelik boruların arasına kalaslar yerleşti­
tır. Yukarda anlatılan işlerin gerçekleşebilme­ rilerek yapılır. İşçilerin iskeleye çıkıp inebil­
si için duvarcılar, sıvacılar, marangozlar, tesi­ mesi için merdivenler ve gereçleri yukarıya
satçılar, elektrikçiler, boyacılar ve çatı ustala­ çekmek için küçük vinçler kullanılır.
rı ile onlara yardımcı olacak işçiler gerekir. Çatı Yapımı. Evlerin çatıları düz ya da
Bu kadar çok insan küçük bir alanda çalışır­ eğimli olabilir. Eğimli çatılarda ahşap bir
ken birbirinin işini engellememesi ve işin taşıyıcı sistem üzerine tahta kaplama, bunun
zamanında bitmesi için iyi bir örgütlenme üzerine de kiremit döşenir. Eğimli çatıların
gereklidir. kaplanmasında kiremitin yanı sıra yassı tahta
Temel. Bir yapıda ilk adım toprağın düzel­ parçalar, oluklu sac ya da alüminyum kullanı­
tilmesi ve yapı çevresince kazılan çukurların labilir. Bunlar birbiri üzerine, suyu aşağıya
içine beton dökülerek temelin atılmasıdır. akıtacak biçimde döşenir. Yaygın bir çatı
Temel, bir yapının üst katlardan gelen yükü­ örtüsü olan oluklu asbest-çimento levhaların
nü taşımaya yarar. Yapının yüksekliği ve kullanımı, asbestin insan sağlığına zararları­
toprağın taşıma gücüne bağlı olarak, yüzeysel nın keşfedilmesinden sonra bazı ülkelerde
ya da derin tem eller kazılır. Topraktaki ne­ yasaklanmıştır. Isı kaybını önlemek için çatı
min binanın içine ve duvarlarına işlememesi örtüsünün altında da camyünü benzeri yalıtım
için tem el duvarlarının üstü toprak yüzeyinin gereçleri kullanılmalıdır.
bir m iktar üstüne çıkacak biçimde örülür. Düz çatılar bitüm denen bir petrol ürünü
Temel duvarının bu bölümüne su basman emdirilmiş keçe tabakaları ile örtülebilir. Bu
denir. Ahşap iskeletli bir yapıda tem eller taş çatı örtüsü yağmur suyunun geçmesini önler.
duvar ya da beton olabilir. Ahşap sütunlar Ülkemizde özellikle kırsal kesimde yaygın
temel duvarına sıkıca bağlanmalıdır. Taşıyıcı olarak kullanılan bir yöntem de evin tavanına
duvarları olan bir yapıda tuğla ya da başka yerleştirilen ahşap kirişlerin aralarını kamış
duvar blokları, temel duvarının üzerinden ya da dallarla kapattıktan sonra, kille sıva­
60 İNŞAAT SANAYİSİ

m aktır. Dam da suyun birikmemesi için çok


hafif bir eğim verilir. Bu çatılarda “lo taşı”
denen taş ya da m erm er bir küçük silindir
bulundurulur. Ev sahibi her yağmurdan sonra
dama çıkıp bu silindiri gezdirerek, ıslandığı
için yumuşayan toprağı sıkıştırır.
İç Bölümlerin Tamamlanması. Evin dış
yüzü bittikten sonra sıra iç ve dış duvarların
sıvanmasına gelir. Bazı yapıların dış yüzü
m erm er ya da mozaikle kaplanır. Banyo ve
m utfaktaki atık su boruları evin dışındaki
ortak kanalizasyon sistemine bağlanır. Bitmiş
bir yapıda bu borular görülmez. Bir bölümü
sıvanın, öbürleri de yer döşemelerinin altına
yerleştirilerek gizlenir. Aynı biçimde, elektrik
kabloları da döşeme ve sıva altına yerleştiri­
len borular içinden geçirilir. M erkezi ısıtmalı
evlerde, kazan dairesi denen bodrumdaki bir
odada, bütün yapıyı ısıtacak bir kazan kuru­
lur. Bu kazanda üretilen sıcak su evin ya da
apartm anın bütün katlarındaki radyatörlerin ZEFA
içinden dolaşarak yapının tümüyle ısınmasını Bir inşaat alanında yapının plan larını inceleyen
sağlar. m im a rla r.
Bu işler yürütülürken m arangozlar da evin
içindeki yer döşemelerini, m erdiven, pencere önemli bir tasarımdı. Bunu gerçekleştirmek
çerçevesi, kapı ve dolaplar gibi ahşap işlerini için görev alan tüm zanaatkârları örgütleyebi­
tam amlarlar. Son olarak boyacılar evin iç ve lecek bir kişi gerekiyordu. Bu görevi genelde
dış yüzünü boyarlar. taş ustaları üstlendiler. Ne var ki, bu ustalardan
hiçbirinin adı günümüze ulaşmadı. Yeni bir
İnşaat Sanayisinin Gelinimi anlayışla iş yapan m im arlar 15. ve 16.
Geçmiş dönem lerde inşaat konusunda uz­ yüzyılda Rönesans sırasında ortaya çıktı (bak.
manlaşmış kişilerin sayısı çok azdı. İnsanlar R ö n e s a n s ) . Bunlar dönemin düşünürleri, res­
evlerini, yaşadıkları çevrede bulabildikleri samları ve heykeltıraşlarıydı. Yapıtlarıyla R ö­
gereçlerle kendileri yaparlardı. A m barlar, nesans’a damgalarını vurdukları gibi belli bir
tapm aklar gibi ortaklaşa kullanılan ya da ücret ödedikleri işçileri, işin niteliğine göre
saraylar gibi kralların yaşadığı yapılar, büyük örgütlemeyi de başardılar.
boyutları yüzünden çok sayıda insan emeğini 19. yüzyılda Sanayi Devrimi (bak. SANAYİ
gerektirirdi. Eski Mısır, Yunan ve Roma D E V R İM İ) yapı işlerinde yukarda anlatılan ge­
uygarlıklarında büyük yapılar için gerekli lenekleri sona erdirdi. Gelişen kentlerde gü­
olan para ülkenin hâzinesinden karşılanır ve zel olmasına gerek duyulmadan, içinde maki­
işçi olarak da savaş tutsaklarından yararlanı­ neleri ve bu makineleri çalıştıracak işçileri
lırdı. Taşı bol olan bölgelerde taş kullanılır­ barındıran büyük yapılar yapılmaya başlandı.
ken, taş bulunmayan yerlerde tuğla üretimi Önemli olan bu yapıların ucuza çıkarılması ve
gelişmişti {bak. T u ğ l a ) . çabuk tamamlanabilmesiydi. Sanayiye gerekli
Rom a İm paratorluğunun İS 4. yüzyılda hamm addelerin taşınmasını ve üretilen m alla­
yıkılışından sonra 600 yıl süre ile A vrupa’da rın ülke çapında dağıtılmasını sağlayacak ka­
az sayıda büyük yapı yapıldı. Bu dönemde nallar ve demiryolları kısa zamanda yapıldı.
köy ve çiftlik evlerinin dışında yalnızca şatolar Yapı gereçleri de bu yollardan yararlanılarak
ve kiliseler gibi iki tür yapı vardı (bak. K İLİSE taşınmaya başlandı. Demiryolları ile eşza­
VE K ATED RAL; Ş a t o ) . Bir katedralin yapımı manlı olarak tüneller açıldı; köprüler, suke-
İNŞAAT SANAYİSİ 61

merleri ve yollar yapıldı. Çelik gibi yeni yapım makas sistemi ile sağlanmıştı. Bu sistem daire
gereçleri kullanılmaya başlandı. Bilim alanın­ kesitli dökme demir borudan kolonlara otur­
daki gelişmeler sonucu deneme-yanılma yön­ tulmuştu.
temi bir kenara bırakılarak, yapıların sağlam­ Bu dönemde A vrupa’dan yabancı uzmanlar
lığını güvence altına almak için önceden, getirtilerek onların çağdaş yapım teknikleri
gerekli hesaplamaların yapılmasına gidildi. konusundaki bilgilerinden ve deneyim lerin­
Eskiden deneme-yanılma yöntemiyle kazanıl­ den yararlanıldı. Demirin kullanımıyla ilgili
mış deneyimlere dayanarak yapılan yapılar, yeni teknikler geliştirmiş olan ünlü İngiliz
artık bu hesaplara göre tasarımlanıyordu. inşaat mühendisi Sir William Fairbairn liman­
19. yüzyılın sonlarındaki yeni teknolojik lar, doklar ve sanayinin modernleştirilmesi
gelişmeler, inşaat sanayisini de etkiledi. konularında önerilerde bulunmak üzere İs­
A B D ’de Chicago’da gökdelenin ortaya çıkışı, tanbul’a davet edildi.
yalnızca çelik iskelet kullanımının değil, asan­ A nadolu’da ilk iki demiryolunu İngilizler
sör, telefon ve havalandırma sistemleri gibi kurmuş ve 1866-67 yıllarında İzmir limanını iç
yeni buluşların da bir sonucudur. kesimlere bağlamışlardı. Osmanlı İm parator­
Kent yönetimleri, yapıların sağlam ve kalıcı luğu döneminde demiryollarının yapımı ve
olmalarını, çevrelerinden yeterince güneş ışığı işletilmesi yabancı şirketlerce yürütüldü. Ya­
ve hava alabilecek gibi yapılmalarını sağla­ pım için gerekli teknoloji, Osmanlılar’da he­
mak için çeşitli kurallar geliştirdi. Batı ülkele­ nüz böyle bir gelişme olmadığı için, A vrupa’
rinin çoğunda inşaat sanayisi bugünkü biçimi­ dan sağlandı.
ni 19. yüzyılın sonlarında aldı. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bir yandan
yıkıma uğramış kentler onarılırken, öte yan­
Türkiye'de İnşaat Sanayisi dan yeni başkent A nkara’nın yapımına girişil­
Osm anlılar’da temel olarak Tanzim at’la baş­ di. Cum huriyet’in ilk bayındırlık hareketi
layan batılılaşma hareketleri inşaat alanına da demiryollarıyla başladı.
yansıdı. Genelde, sanayileşmenin ve ülkeye 1947’de karayolları yapımı için ilk girişim­
yabancı sermaye girişinin hızlandığı; ulaştır­ ler, stabilize yol yapımıyla başlatıldı. Bu, çok
ma, haberleşme ve dış ticaretin geliştiği bu dayanıklı olmayan, doğal toprağa bir miktar
dönem de, yapım çalışmaları da çeşitlendi ve çimento ya da bitümlü bağlayıcı katılarak
yeni alanlara yöneldi. Bayındırlık ve yapım gerçekleştirilen yollar sıkıştırıldığı için, yağ­
işlerini düzenleyen birçok yasa çıkarıldı. Baş­ m ur yağınca çamur olmuyor, yazın ise dağıl­
ta İstanbul olmak üzere birçok kent m erkezi­ mıyordu. D aha sonraki yıllarda, bu yollar
nin görünüm ünü etkileyecek çeşitli yapı yatı­ genişletilerek asfaltlandı.
rımlarına girişildi. Devlet işlerinin yürütüldü­ II. Dünya Savaşı sonrası gelişen sanayileş­
ğü yapılar ve hüküm et konakları, ticaretin meye bağlı olarak, çeşitli altyapı yatırımları
gelişmesiyle birlikte sayıları artan banka ve önem kazandı. Kamu yatırımları arasında
işhanları kent merkezlerinde odaklaştı. So­ başta karayolları olmak üzere, limanlar, ha­
kaklar genişletildi. Yangınlardan korunmak valimanları, enerji ve sulama tesislerinin yapı­
için yapılarda ahşap yerine tuğla ve beton mı ön sırayı aldı. Cum huriyet’in kurulduğu
kullanılmaya başlandı. tarihte dalgakıranı olan büyük limanlar yok­
Bugün İstanbul Teknik Üniversitesi’nin tu. Gemiler açıkta demirler, köm ür, fındık
kullandığı M açka Silahhanesi ve Taşkışla bu gibi mallar iyi hava koşullarında mavnalarla
dönemin önemli anıtsal yapılarındandır. Maç­ taşınırdı. 1940’ların ortalarında Ereğli’yle
ka Silahhanesi’nin tümü çelikten, son derece başlayarak, Karadeniz’de bir dizi liman yapıl­
ilginç bir yapı sistemine sahip olduğu bilin­ dı. Haydarpaşa, İzmir, Mersin ve İskenderun
m ektedir. Tanzim at’la birlikte hastane ve limanları bunları izledi. Yapımı 1953’te başla­
okul yapımı da hızlandı ve İstanbul’daki ilk yan Seyhan ve Hirfanlı barajları ile büyük
tiyatro yapıları bu dönemde ortaya çıktı. baraj yapımına geçildi. Bundan sonra büyük­
1833’te Feshane Fabrika-i Hüm ayunu kurul­ lü küçüklü pek çok baraj yapıldı.
du. Yapının yüksek iç m ekânı, çelik bir 1965 dolaylarında yapımı başlatılan tarım ­
62 İNTEGRAL HESAP

sal bölge sulama tesisleriyle Çukurova, İzmir


ve Antalya ovaları sulandı. Türkiye’nin en
büyük sulama ve enerji üretimi tasarımı olan
Güneydoğu Anadolu Projesi (G A P) ise he­
nüz yapım halindedir.
1970’lerde konut sorunu kentlerin giderek
kalabalıklaşmasıyla ağırlık kazandı. A part­
man yapımı hızlandı. Kentlerin çevresindeki
gecekondu mahalleleri büyüdü (bak. G E C E ­
K O N D U ). Bu dönemde bireysel konut üretimi
yerini kooperatiflere, m üteahhitlerin yürüttü­
ğü yap-satçılığa ve toplu konut yapımına Ara Güler
bıraktı. Arsa fiyatlarının özellikle büyük Eugene lonesco A vru p a 'd a U yu m suzlu k
kentlerde aşırı yükselmesi büyük apartm anla­ T iy a tro s u 'n u n kuru cularında nd ır.
rın yapılarak, kat kat satılmasını getirdi.
Yapılaşma sürecinin hızlanmasıyla birlikte, co da bu akımın öncülerinden ve en önemli
inşaat sanayisine girdi üreten sanayiler de temsilcilerinden biridir. Yerleşik ve alışılmış
hızla gelişti. tiyatro kurallarına karşı çıkarak tiyatroya
Özel inşaat şirketlerinin bir bölümü toplu yenilik getiren bu akımın başlıca temsilcileri
konut yapımına yönelerek, kentlerin dışında­ arasında Samuel Beckett, Jean G enet, A rthur
ki geniş arsalarda blok apartm anlar yapmaya Adam ov, Fernando A rrabal, Harold Pinter,
başladı. İnşaat kesiminde öncelikle kamu Edward Albee, Friedrich D ürrenm att sayıla­
yatırımlarıyla başlayan modern gereç ve tek­ bilir. Çağdaş birçok edebiyat ve felsefe akı­
niklerin kullanımı, artık özel kesimde de mından etkilenen bu oyun yazarları insanın
yaygınlaştığı için toplu konut üretimine geçi­ toplum içinde bile iletişimsiz yaşadığı, yaşa­
lebilmiştir. Ne var ki, tüm bu gelişmelere mın mantıksız ve uyumsuz olduğu savından
karşın, konut açığı kapatılamadı ve büyük yola çıkıyorlardı. Yaşamın acıklı ve gülünç
kentlerin çevresinde geniş bir gecekondu ku­ yanlarını iç içe anlatmayı amaçlıyorlardı. G e­
şağı oluştu. leneksel tiyatroya ters düşen bu tiyatroyu
lonesco “karşı tiyatro” diye niteliyordu (bak.
A N S İ K L O P E D İ N İ N İ N Ş A A T S A N A Y İ S İ İLE B e c k e t t . Sa m u e l ; G e r ç e k ü s t ü c ü l ü k ; T îy a t r o :
İLGİLİ Ö B Ü R M A D D E L E R İ V a r o l u şç u l u k ).
Babası Rum en, annesi Fransız olan lonesco
AYDINLATMA KONUT
BOYA VE CİLA KÖPRÜ
Romanya’da Slatina’da doğdu. Küçük yaşta
CAM VE CAMCILIK MARANGOZLUK ailesiyle birlikte Paris’e gitti. 1925’te ülkesine
ÇATI PLASTİKLER dönerek öğrenimini sürdürdü ve Bükreş Üni-
ÇİMENTO PNÖMATİK AYGITLAR
DEMİR VE ÇELİK SERAMİK versitesi’nin Fransız Dili ve Edebiyatı Bölü-
ISITMA VE KLİMA SIVA VE ALÇI m ü’nü bitirdi. Bir süre Rom anya’da öğret­
KAZI MAKİNELERİ SU TESİSATI
KEMER TÜNEL
menlik yaptı. Bu sırada şiirleri ve eleştiri
KESON VİNÇ yazılarıyla tanındı. 1938’de bir burs kazana­
KİREMİT YERÖLÇÜMÜ rak Fransa’ya gitti ve bu ülkeye yerleşti.
1970’te Fransız Akadem isi’ne seçildi.
İN T E G R A L HESAP bak. D İFERA NSİYEL VE lonesco ilk tiyatro denemesini yazdığı za­
İNTEGRAL HESA P.
man 37 yaşındaydı. Kel Şarkıcı (la Cantatrice
chauve; 1949) adını taşıyan bu oyun 1950’de
IO N E S C O , E ugene (doğumu 1912). II. Paris’te sahnelendi. Ders (la Leçon; 1951),
Dünya Savaşı sonrasında A vrupa’da Uyum­ Jacques ya da Boyun Eğme (Jacques ou la
suzluk Tiyatrosu (Absürd Tiyatro) diye ad­ soumission; 1953) gibi ilk oyunları kısa oyun­
landırılan bir tiyatro akımı ortaya çıktı. R u­ lardı. Sınırlı bir olayın söz konusu olduğu bu
men asıllı Fransız oyun yazarı Eugene Iones- oyunlardaki konuşmalar da bağlantısız ve
İPEK 63

tutarsızdı; kişiler çok kaba çizgilerle belirtil­


mişti. lonesco bu tutum unu daha sonra değiş­
tirdi. Sandalyeler (les Chaises; 1952), Victimes
du devoir (1953; “Görev K urbanları”) dilimi­
ze kısaca A m ede diye çevrilen Am edee ya da
Nasıl Kurtulmalı? (Amedee ou comment s ’en
debarrasser?; 1954) oyunlarında olay daha
ayrıntılı işlenmiş; dekora önem verilmiş, kişi­
lerin özellikleri vurgulanmıştı. Oyunlardaki
konuşmalar da daha tutarlı ve anlaşılırdı. Bu
oyunlarda ve bundan öncekilerdeki ortak
özellik yaşamı saçma bulan, insanları kuklaya
benzeten Ionesco’nun alaycı, gülünç, tuhaf
anlatımıdır.
Ionesco’nun 1957’den sonra yazdığı oyunla­
rın kuruluşu ve örgüsü daha özenlidir. Konuş­
malar kişilerin özelliklerini yansıtacak biçim­
dedir. Tueur sans gages (1959; “Kiralık Olm a­
yan Katil”), Gergedan (le Rhinoceros\ 1959),
Kral Ölüyor (le Roi se m eurt; 1962), le Pieton
de l’air (1963; “Hava Yayası”) oyunlarında
ZEFA
artık belirli bir kahram an vardır. Beranger
Ç in'de zarar g ö rm ü ş ipekböceği kozalarını ayıklayan
adındaki bu kahram an bilinçli, ne yaptığını kadınlar.
bilen biridir; acı çeker ve yaşam savaşı verir.
Tiyatro konusundaki düşüncelerini Notes et kanatlı bir erişkin olarak çıktığı başkalaşma
contre-notes (1962; “Notlar ve Karşı N otlar”) odasıdır. İşte bunlardan ipek elde etm ek için
adlı kitapta toplayan Ionesco’nun birçok oyu­ en elverişli olan dut ipekböceğinin kozası,
nu dilimize çevrilmiş ve sahnelenmiştir. binlerce yıllık çalışmaların sonucu geliştiril­
miştir.
İPEK denince akla göz alıcı, kaygan, renk D ut ipekböceği 5.000 yıl kadar önce Çin’de
renk, çok değerli kumaşlar gelir. Bu kumaşla­ evcilleştirilmiş ve Çinliler ipeğin sırrını yüzler­
rın tüm üne yakın bölümü dut ipekböceğinin ce yıl büyük bir özenle korumuşlardır. İpek-
(Bom byx mori) ördüğü kozalardan çekilen böcekçiliğinin batıklarca öğrenilip uygulan­
ipeklerle dokunm uştur. Am a ipekböceği dı­ ması ancak İÖ 6. yüzyılda başlamıştır.
şında birçok kelebeğin ve tüm örümceklerin
de havada sertleşerek iplik biçimini alan İpeğin Oluşum u ve İpekböcekçiliği
salgısı da ipekten başka bir madde değildir. İpekböceğinin erişkini tombul gövdeli ve so­
Örüm cekler salgıladıkları ipek iplikleriyle tu ­ luk boz renklidir. Kanat açıklığı 4-5 santim et­
zak ağları hazırlar, yuvalarını döşer, yum urta­ reyi bulur. İki ya da üç günlük öm rü boyunca
larını ve yavrularını taşır, boşlukta düşmeksi­ uçmaz ve beslenmez. Am a bu süre erkek ve
zin aşağı ve yukarı doğru hareket ederler. dişilerin üreyip yeni bir kuşak oluşturmasına
Kullanım amacına göre farklı ipek bezlerince yeter.
salgılanan ipeğin yapısı önemli ölçüde değişe­ H er dişinin bıraktığı 300-500 dolayında
bilir. yum urta ertesi yılın bahar aylarına kadar
Tropik bölgelerde yaşayan bazı örüm cekle­ serin bir yerde bekletildikten sonra tek ya da
rin dev tuzak ağları yerli halk tarafından ipek çok katlı sekilere yayılır. Yum urtadan çıkan
olarak değerlendirilmektedir. Kelebek tırtıl­ tırtıllar dut yapraklarını yer; özellikle de
larının çoğu ise ipek salgılayarak barındıkları beyaz dut yapraklarını yeğlerler. Bir tırtıl
yeri döşer ve kozasını oluşturur. Koza olgun­ uzunluğu 7 santimetreyi aşana kadar gece
laşan tırtılın çevresinde ördüğü ve içinden gündüz demeden 20-30 gün boyunca beslenir.
64 İPEK

kelebek, dut ipekböceği gibi tümüyle evcilleş-


tirilmiştir. Gene değişik tür kelebeklerden
elde edilen tasar ipeği daha koyu renkli, muga
ipeği ise soluk bronz renklidir.

İpekböcekçiliğinin Gelişim i
İÖ 2640 dolayında yaşamış bir Çin imparato-
riçesinin kendini ipekböceği yetiştiriciliğine
adadığı ve ipek dokum ak için bir tezgâh icat
ettiği söylenir. Çin’de saygın bir uğraş olarak
yüzyıllar boyunca, büyük bir gizlilik içinde
yürütülen ipekböcekçiliği yavaş yavaş ülke
sınırlarının dışına taşar. İS 300 dolayında
Japonya’da daha sonra da Hindistan’da ipek­
böceği yetiştirilmeye başlanır. Am a bu sır,
Bruce Coleman batıya ulaşana kadar Asya’yı boydan boya
Kozasında pupa evresine g irm e k üzere olan bir aşıp Türkiye üstünden A vrupa’ya uzanan
ipekböceği tırtılı.
gelmiş geçmiş en önemli kervan yoluna unu­
tulmaz adını vermiştir: İpek Yolu (bak. İPEK
Bu süre içinde tükettiği yaprağın ağırlığı, Y o lu ).
vücut ağırlığını kat kat aşar. Tırtıl dört kez Roma İm paratorluğu’nun gücünün Kons-
deri değiştirdikten sonra olgunlaşır. Koza tantinopolis’e (İstanbul) kaymasından sonra
örmeye hazırlanan bu tırtıllar için sekilere dal İm parator Jüstinyen ipek elde etm ek hakkı­
parçaları yerleştirilir. Tırtıllar da dallara çı­ nın yalnızca kendi tekelinde olduğunu belir­
kar, kendilerini ipek iplikleriyle askıya alarak ten bir yasa çıkarmıştı. Uzun yıllar Çin'de
kozalarını örmeye başlarlar. İpek bir çift ipek yaşamış iki din adamı yaklaşık İS 550’de
bezinden salgılanır ve tırtılın altdudağındaki Konstantinopolis’e döndüklerinde, beraber­
meme denen çok küçük deliklerden dışarı lerinde ipekböceği yumurtaları da getirdiler.
sızar. Yum urtalar, kamış bastonların içine saklan­
Kozanın dışındaki iplikler gevşek ve dola­ mıştı. Daha o yıllar Bursa yöresi kozacılık
şık, içindeki iplikler düzgündür. Oluşan koza­ Victoria & Albert M useum . Londra
ların küçük bir bölümü kelebeklerin çıkıp
yumurta vermesi için bekletilir. Öbürlerinde
ipekböceği kozayı delerek çıktığında ipeğe
zarar vereceğinden, boğma denen bir işlemle
koza içinde öldürülür. Kozaların boğulması
buhar ya da sıcak, kuru hava püskürtülerek
sağlanır. Bu işlemden sonra ipek ipliğinin
liflerini yapıştıran ipek zamkının (serisin)
yumuşatılması gerekir. Yumuşatma için koza­
lar kaynar suya atılır. İplik çekmeye elverişsiz
olan dıştaki ipek elendikten sonra, içteki
iplikler çekilerek çile haline getirilir. Bir koza
900 m etre uzunluğunda kesiksiz tek bir iplik
verebilir. Genellikle daha sağlam iplikler elde
etm ek için, birkaç değişik kozanın iplikleri
birlikte çekilip bükülür.
Dut ipeğinin dışında ticari üretimi yapılan
birkaç çeşit ipekten söz edilebilir. Bunlardan
beyaz ya da krem renkli eri ipeğini üreten 18. yüzyılda İn g ilte re 'd e g iy ile n b ir ip ekli giysi.
İPEKKUYRUK 65

alman iplikler tek bir bobinde birleştirilir.


İpek ipliklerinin büküm sayısı kullanım yerine
göre belirlenir. Az bükümlü ya da hiç bükül­
memiş ipek saten yapımında, çok bükümlü
ipekler ise ipek krep kumaşların dokunm asın­
da kullanılır.
Bu aşamada ipek hâlâ ipek zamkı içerir ve
“ham ipek” olarak adlandırılır. İpek zamkı,
iplik bükümü ya da dokum a aşamasında
ipeğin sabunlu suda kaynatılmasıyla giderilir.
İpek bu işlem sırasında ağırlığının yaklaşık
yüzde 30 kadarını kaybeder. Ama kalay,
kurşun ve çinko gibi bazı madensel tuzları
emebildiğinden ağırlığını ve dökümlülük özel­
liğini artırm ak için bu tuzları içeren bir
çözeltiye batırılabilir.
İpeklerin çoğu uzun, kesintisiz iplikler biçi­
minde olduğundan, eğirmek gerekmez. Am a
Şem si G üner

Bursa yö re sin d e ipek çile le rin i to p la ya n kadınlar.


iplik çekim aşamasında bazı iplikler kopar ve
bunlardan ibrişim adlı iplik elde edilir. (A yrı­
ca bak. DOKUMACILIK.)
merkezi olarak önem kazandı. Osmanlı Dev­
leti döneminde ipekböcekçiliği konusunda İPEKBÖCEĞİ bak. İpek
yavaş da olsa bazı gelişmeler sağlandı. Cum ­
huriyet Türkiye’sinde bu çabalar sürdü. Ama İPEK K U YR U K . İpekkuyruklar başlarından
zaman zaman çıkan ipekböceği hastalıkları, geriye doğru uzanan gösterişli tepelikleriyle
dış pazarlardaki rekabet, eldeki yumurtaların dikkat çeker. Bayağı ipekkuyruğun (Bomby-
yozlaşarak verimlerinin düşmesi, üretimde
önemli dalgalanmalara yol açtı. Tüm bu
gelişmeler içinde Bursa, ipekböcekçiliği ve
ipekli dokum a sanayisi alanında önemini ko­
rudu.
İpekböcekleri İtalya’ya, İstanbul’a getiril­
melerinin üzerinden 600 yıl geçtikten sonra
ulaşabildi. Bundan sonra İtalya dokuduğu
ipekten kadifeleri ve işlemeli kumaşlarıyla ün
kazandı. İtalya’ya getirilmelerinden 400 yıl
sonra da ipekböcekleri Fransa’ya getirildi.
İngiltere’de ipek kumaşlar ilk kez 15. yüz­
yılda, VI. Henry döneminde dokunm aya baş­
landı. Fransa’dan buraya gelen Fransız Pro­
testan göçmenler, ipek sanayisini L ondra’nın
doğusunda, Spitalfields’de kurdular.
Günümüzde en büyük ham ipek üreticileri
Güney Kore, SSCB ve Japonya’dır.

M odern İpek Ü retim i


Kozalardan çekilen ipekler sağlamlaşsın diye
bir arada bükülerek bobinlere sarılır. Daha İpekkuyrukların gözde besini etli v e ü zü m sü
sonra iki ya da daha fazla sayıda bobinden m eyve le rd ir.
66 İPEK YOLU

cilla garrulus) tepeliği, vücudunun büyük sahipleri süs eşyalarının doymak bilmez alıcı­
bölümü gibi grimsi kahverengidir. Am a kuy­ larıydılar. İpeğin bu süs eşyaları arasında çok
ruk ucu sarı, gerdanı ve tepeliğinin altında özel bir yeri vardı. İpeğe karşı isteğin fazlalığı
gözlerini de çevreleyen bir kuşak siyahtır. karşısında Rom a Senatosu aldığı bir kararla
Kanatlarında kırmızı, sarı ve beyaz tüyler İS 1. yüzyılın hemen başlarında ipeğin erkek­
bulunur. Uzunlukları yaklaşık 20 cm, ötüşleri ler tarafından kullanılmasını yasakladı. Ro-
tiz ve güçlüdür. Genellikle küçük sürüler m alılar’ın bu kumaşın üretimi ya da nerede
halinde görülürler. Kuzey yarıkürenin kuze­ yapıldığı konusunda herhangi bir bilgisi
yindeki iğneyapraklı orm anlar başlıca ürem e yoktu.
yerlerini oluşturur. Bazı yıllar kış yaklaşırken Ticareti büyük kazançlar sağlayan ipek
büyük sürüler halinde bir araya gelir, güneye çeşitli baharatla birlikte Batı Asya ve A kde­
doğru uzun göç yollarını aşarlar. Göç ettikleri niz’e 6.400 km uzunluğundaki İpek Yolu’nu
yerlerde üzümsü meyveleri yiyerek kışı geçi­ aşan kervanlarla gelirdi. Yolun tüm ünü baş­
ren bu güzel kuşlar, onları görmeye alışık tan sona aşabilmek çok zordu. Mallar belir­
olmayan insanları oldukça şaşırtır. li konaklam a yerlerinde tüccarlar arasında
Ardıç ipekkuyruğu (Bombycilla cedrorum) el değiştirerek taşınırdı. Batı ucu Doğu A k­
daha küçük yapılı ve daha kırmızımsı bir deniz kıyılarından başlayan İpek Yolu,
kuştur. Yalnız Kuzey A m erika’da yaşar ve İran ve Afganistan’ın kuzeyinden geçerek
oldukça yaygındır. Beslenmek için genellikle Pamir bölgesine ulaşırdı. Burada Taşkule adı
ardıçların etli mevyelerini yeğler, ama uçan verilen yerde doğudan ve batıdan gelen ker­
böcekleri de avlar. Uzakdoğu orm anlarında vanlar arasında alışveriş yapılırdı. Bundan
yaşayan Japon ipekkuyruğunun (Bombycilla sonra yol ikiye ayrılır bir kol H indistan’a
japonicum) kanatlan yerine kuyruk ucu kır­ inerken başka bir kol da Batı Türkistan’ın
mızıdır. güneyine uzanırdı. Doğu Türkistan’a ulaşmak
içinse iki yol izlenirdi. Bu yollardan biri Takla
İPEK Y O L U , O rta Asya’nın büyük çöllerin­ M akan Çölü’nün güneyinden, öbürü kuzeyin­
den, yüksek dağlarından, uçsuz bucaksız boz­ den geçerdi. D aha sonra iki yol birleşerek
kırlarından geçerek Çin ile Akdeniz kıyılarını Çin’in Luoyang bölgesine ulaşırdı.
birleştiren çok eski bir kervan yoludur. Adını Batıyı Uzakdoğu’ya, H indistan’ı Çin’e bağ­
Çin’de üretilen ve çok değer verilen ipekten layan İpek Yolu sayısız tehlikelerle doluydu.
alan bu yolla başta Rom a olmak üzere batı Yol boyunca karşılaşılacak acımasız eşkıyala­
ülkelerine baharat da gelirdi. ra, yabanıl hayvanlara, bitmez tükenm ez kum
Söylenceye göre ipek Çin’de Nuh Tufanı’n- çöllerine, saldırgan kabilelere karşı hazırlıklı
dan 400 yıl önce bulunmuştu. İÖ 206’da olmak, böylesi tehlikelere karşı koymak gere­
başlayan Han hanedanı döneminde ipek Çin kiyordu. Pamir Dağları’nm karlı geçitlerinden
uygarlığının önemli öğelerinden ve simgele­ yük taşıyan yaklar uçurumları umursamadan
rinden biri oldu. Bazı ödem elerde ve devlete yol alırlar, bazı güç geçitlerde tüccarlar malla­
hizmet edenlerin ödüllendirilmesinde değerli rını kendileri taşırlardı. Zam an zaman kar
bir ödeme aracı olarak kullanılmaktaydı. A l­ fırtınaları kervan yollarını kapatır, hayvanla­
tın gibi ipek de tasarruf amacıyla saklanıyor rın ve insanların hastalanıp ölmelerine yol
ve yabancı ülkelerle ticarette para yerine açardı. Aşılan dağların ardından çöller başlar­
kullanılıyordu. Çin’e büyük zenginlik getiren dı. Kervanlar yakıcı güneşten korunm ak için
ipek üretiminin yabancı ellere geçmesini en­ geceleri yol alırdı. Soygunculara karşı güvenli
gellemek amacıyla ipekböceğini geliştirme ve olması için toplu yolculuk edilir, 50-100 bazen
yetiştirme yöntemleri çok gizli tutulur kozala­ de 1.000 deveye ulaşan kervanlar oluşurdu.
rı Çin dışına çıkartmak ölümle cezalandırı­ Bu ticaretten yalnız tüccarlar değil kervan
lırdı. yollarının geçtiği ülkeler ve yerleşim yerleri
Batıda özellikle R om a’da da ipek son de kazanç sağlardı. Bu nedenle İpek Yolu
derece değerli bir maldı. Büyük servet sahibi aracılığıyla yapılan ticaretin aksam adan yürü­
olan soylular, yüksek m em urlar ve toprak mesinde çıkarları vardı. Bu yol üzerinde
İRAN 67

egemenliğini kuran, bu yolu ele geçiren dev­


İ R A N ' A İL İŞ K İN B İL G İL E R
let hem siyasal, hem de ekonomik güç bakı­
mından üstün konum a gelmekteydi. Bu ne­ YÜZÖLÇÜMÜ: 1.643.958 km2.
denle birçok savaş oldu. Örneğin, Türkistan’a NÜFUS: 49.930.000 (1987).
giden yolların egemenliğini H unlar’ın elinden YÖNETİM: İslam cum huriyeti.
almak için Çinliler, H unlar’la büyük çatışma­ BAŞKENT: Tahran.
lara girdiler. İÖ 60’a gelindiğinde İpek Yolu’ DOĞAL YAPI: Alçak Kuzistan düzlükleri, Hazar Denizi ve
Basra Körfezi boyunca uzanan kıyı şeridi dışında,
nun denetimi H unlar’dan Çinliler’e geçti. ülke dağlarla çevrili, ağaçsız bir yayladır. En yüksek
Bilge Kağan döneminde G öktürkler ise Çin dağı olan Tahran'ın kuzeydoğusundaki Demavend
ile iyi ilişkiler içine girdiler, bu ülkeden Tepesi 5.633 metre yüksekliğindedir.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Buğday, arpa, pamuk, yün, m ey­
sağladıkları ipeğin ticaretini yaparak önemli ve, yağlı tohum lar, pirinç, petrol, çelik, madenler,
bir gelir elde ettiler. İS 1. yüzyılın sonlarına dokuma.
doğru İpek Yolu’nun geçtiği yörelerde dört BAŞLICA KENTLER: Tahran, Meşhed, Isfahan, Şiraz,
Ahvaz, Kum.
güçlü im paratorluk kurulmuştu: Batıda R o­
EĞİTİM: Eğitim in parasız olmasına karşın, nüfusun
ma, Uzakdoğu’da Çin ve Hindistan’ın kuze­ yarısı okuma yazma bilmem ektedir.
yinde Kuşan İmparatorluğu ile İran’da Partlar.
Bu im paratorlukların tümü de ticaretin esen­
lik içinde yapılması, güvenliğinin sağlanması arasında uzanır. Doğuda ise Horasan ve
konusunda kararlı bir siyaset izlediler. Bunun Belucistan dağları yükselir. Ülkenin ortasında
sonucu olarak da ticari taşımacılık karayoluy- yer yer yüksek sıradağlarla bölünen, denizden
la gerçekleşerek İpek Yolu önemini sürdürdü. ortalam a 1.220 m etre yükseklikte bir yayla
İpek Yolu’nun en hareketli olduğu dönem ­ bulunur. Bu sıradağların aralarında, kumul­
de Kuşan İm paratorluğu’nda ve Tanrı Dağları lardan oluşan bir çöl, çıplak kayalar, bataklık­
ile Altın ve Karanlık dağları arasında kalan lar ve tuzlu su gölleri vardır. Basra Körfezi ve
Tarım havzasında Budacılık hızla yayılmaktay­ Hazar Denizi kıyıları boyunca düzlükler
dı. İpek Yolu aracılığıyla Budacı misyoner­ uzanır.
ler Çin’e ulaşmış ve bu dinin Çin’de yayılma­ Yaz ayları kıyılarda aşırı nemli, iç bölgeler­
sına neden olmuşlardır. de kuru ve her yerde çok sıcak geçer. Yazdan
O rtadoğu ticaretinin A raplar’ın eline geç­ sonra birdenbire sert bir kış başlar. Kış ayları
mesi Rom a İm paratorluğu’nun çökmesi ve yağışlıdır; kuzeybatı ve Hazar Denizi kıyıları
Bizans’ın eski gücünü yitirmesi İpek Yolu’ en çok yağış alan yörelerdir. Elburz Dağla-
nun güvenliğinin azalmasına yol açtı. 13. ve rı’nın kuzey yamaçları ve Zağros Dağları’nın
14. yüzyıllarda Moğollar döneminde İpek güneyi dışında, yüksek bölgeler meşe ve
Yolu canlanmışsa da coğrafi keşiflerin ve yeni çeşitli ağaçlarla örtülüdür. Hazar Denizi kıyı­
denizyollarının oluşmasıyla bu yol önemini larında yer yer tropik bitki örtüsü görülürse
yitirmiştir. de, öbür bölgelerde yalnızca çalılar, devedi-

İPLİK E Ğ İR M E bak. D o k u m a c ilik .

IR A N . Resmi adı İran İslam Cumhuriyeti


olan bu ülke, Asya’nın güneybatısında yer
alır. İran adı, bir zamanlar bu bölgede yaşa­
mış olan A riler’den gelir. Kuzeyde SSCB ve
Hazar Denizi, batıda Irak ve Türkiye, doğuda
Afganistan ve Pakistan’la çevrilidir. Güneyin­
de Basra ve Umman körfezleri bulunur.
İran sıradağlarla kuşatılmıştır. Kuzeyde,
yüksekliği Demavend Tepesi’nde 5.633 m et­
reye ulaşan Elburz Dağları vardır. Batıda
Zağros Dağları, İran ile Türkiye ve Irak
68 İRAN

kenleri ve ılgınlar vardır. Basra Körfezi bo­ sayılabilir. Şiraz’ın kuzeydoğusunda, İÖ 4.


yunca hurma ağaçları yetişir. yüzyılda Büyük İskender’in kuşatarak kısmen
D ağlarda yaşayan pars, kurt ve ayının yanı yakıp yıktığı, Persler dönemindeki başkent
sıra, ülkede geyik, yaban domuzu, keçi, Persepolis’in kalıntıları vardır.
koyun, çakal ve vaşak vardır. Aralarında
bülbül olmak üzere birçok kuş türüne rastla­ T arım ve Sanayi
nır. Hazar Denizi, yumurtasından havyar İnsanların binlerce yıldan beri çiftçilik ve
üretilen mersinbalığı başta olmak üzere, balık göçebelikle geçindiği bu toprakların büyük
türleri bakımından zengindir (bak. H a z a r bir bölümü çoraktı. Suyun kıtlığı ve tarım
D E N İZ İ). yöntemlerinin ilkelliği yüzünden sınırlı bir
alanda tarım yapılabiliyordu. Barajlar ve ku­
Kentler ve Halk yular dışında toprağı sulamak için kanat adı
Giderek daha çok İranlı’nın kentlere yerleş­ verilen uzun yeraltı su kanallarından yararla­
mesine karşın göçebe topluluklarının sayısı nıldı. Bunlar bir dağ yamacına kazılan kuyu­
fazladır. Gezgin çobanlar, çadırlarda kabile lardaki suyun pom palanarak sulanacak yere
yaşantısı sürerek koyun ve keçi sürüleriyle gönderilmesini sağlayan, 40 kilometreye va­
yaz ve k\ş değişik otlaklara göçerler. Yerleşik ran uzunlukta su kanallarıdır.
yaşam sürenler daha çok köylerde yaşar. 1908’de İran’ın güneybatısındaki Mescid-i
Kasaba halkı tüccar ya da sanayi işçisidir. Süleyman yakınında petrol bulundu. Petrol
Erm eni ve Yahudi azınlık önemli kentlerde alanları önce İngilizler’in denetimindeyken,
toplanmıştır. Anadil olan Farsça’nın yanı sıra 1954’ten sonra İran hüküm eti ile batılı petrol
bazı bölgelerde Kürtçe, Lûrca, Türkçe’nin şirketlerinin oluşturduğu bir ortaklığa geçti.
çeşitli lehçeleri ve Beluci dili, Basra Körfezi Petrol sanayisi 1979’da kamulaştırıldı. Başlıca
boyunca da Arapça konuşulur. Birçok yetiş­ petrol yatakları A badan’m kuzeyinde ve Kum
kin, hüküm etin eğitim programı uyarınca kenti dolaylarındadır. Basra Körfezi’nde de
okum a yazma öğrendiyse de, nüfusun yüzde petrol bulunmuştur. Petrol, boruhattıyla kör­
50’si hâlâ okuma yazma bilmemektedir. İlk- fezdeki Harg A dası’na taşınır. Burada, tan­
öğrenimin zorunlu olmasına karşın, kırsal kerlere yüklenecek petrol için büyük bir
kesimde yaşayan birçok çocuk okula gitme depolam a tesisi vardır. Petrol, İran’ın en
olanağı bulamaz. Ülkede birkaç üniversite ile değerli zenginlik kaynağıyken, 1980’de başla­
bilimsel ve teknik enstitü vardır. Sağlık ku­ yan İran-Irak Savaşı nedeniyle üretimi büyük
rum lan yetersizdir ve hastalık sonucu ölüm oranda düşmüştür.
oranı yüksektir. Petrolün yanı sıra ülkede geniş doğal gaz
İran ’ın başkenti T ahran’dır (bak. T a h r a n ) . yatakları ile köm ür, krom , kurşun, bakır
Güzel halıların üretildiği Tebriz, kuzeybatının ve demir cevheri vardır. Hidroelektrik
önemli bir sanayi ve ticaret merkezidir. Halı­ enerji üretiminin artması ülke sanayisinin
cılık, petrolden sonra ülkenin ikinci büyük gelişmesine yardımcı olmuştur. Sanayileş­
gelir kaynağıdır. Tebriz, günümüze yalnızca meyle birlikte kırsal kesimden kentlere göç
kalıntıları ulaşan, Mavi Cami’siyle de ünlüy­ artmıştır. O rtadoğu’nun en büyük çelik fabri­
dü. Kuzeydoğudaki Meşhed M üslüm anlar’ın kası İran’dadır. Ö bür sanayi dalları
kutsal kentidir. Birçok M üslüman, kutsal arasında çimento, petrokimya ve dokum a
saydıkları İmam Ali R ıza’nın bu kentte bulu­ sayılabilir. İran çoğu el dokuması olan halı ve
nan görkemli türbesini ziyaret eder. Kuzeyba­ kilimleriyle de ünlüdür (bak. H a l i VE K İL İM ).
tıda Kum dinsel eğitim merkezi ve sanayi Buğday ve arpa başlıca tarım ürünleridir.
kentidir. T ahran’ın 320 km kadar güneyinde, H azar kıyılarında pirinç yetişir. Karpuz, kayı­
güzel yapılarla süslü Isfahan kenti vardır. Bu sı, erik, üzüm, şekerkamışı, pamuk, çay ve
yapılara örnek olarak 1611’de tam am lanan, ham ipek üretimi önemlidir. Koyun, keçi, at,
parlak mavi ve pembe çinilerle bezenmiş deve ve sığır beslenir.
Mescid-i Şah, eski şah sarayı ve görkemli Başlıca demiryolu Hazar Denizi ile Basra
kubbeli bölmeleriyle büyük Mescid-i Cuma Körfezi arasında uzanır. 125 tüneli ile 207
IRAN 69

kilometrelik bu demiryolu olağanüstü bir


yapımcılık örneğidir. T ahran’ı Türkiye ve
M eşhed’e bağlayan karayolları vardır. A na­
yollar Tahran’dan öbür kentlere doğru dağı­
lır. Ülkenin yolları batı ölçütlerine göre yeter­
sizdir. Başlıca limanları, hepsi de Basra Kör­
fezi’nde yer alan A badan, Bender Şahpur ve
H ürrem şehr’dir. Tahran ve A badan’da hava­
limanları vardır.

Tarih
Pers İm paratorluğu’nun yükselişi ve çöküşü
M ED L ER VE PER SLER maddesinde anla­
tılmaktadır. Bugün İran olarak adlandırdığı­
mız ülke, ortaçağda, önce Selçuklular’ın daha
sonra ise Cengiz H an’ın önderliğinde Moğol-
lar’ın egemenliğine girdi (bak. C E N G İZ H a n ) .
1227’de Cengiz H an’ın ölümünden sonra İran
toprakları Hülagu ve onun soyundan gelen ZEFA

İlhanlılar’m oldu (bak. İ l h a n l I l a r ; T î m u r İ m ­ Ş iile r'in im am ı A li Rıza'nın kız kardeşi Fatma için 17.
yüzyılda yap tırıla n Kum kentindeki tü rb e , İslam
p a r a t o r l u ğ u ) . 14. yüzyılda İlhanlılar’ın zayıf­
araştırm aları m erkezi olarak kullanılan ve
ladığı sırada Timur ülkeyi fethetti. Tim ur’un M ü slü m a n la r'ca ziyaret ed ile n kutsal b ir yerdir.
ölümünden sonra oğulları ancak İran ’ın orta
kesimlerinde varlıklarını koruyabildiler. rulu bir İran alayı ile darbe yaparak yeni bir
Azerbaycan yöresini denetimi altında tutan hüküm et kurdu. 1926’da kendini “Şah” ilan
Safeviler’den Şah İsmail, Irak ’tan H orasan’a ederek tahta çıktı. Ülkeyi çağdaşlaştırmak
ve B akû’den B asra’ya kadar olan toprakları amacıyla bazı reformlar yaptı. Nazi Almanya’
ele geçirerek geniş bir im paratorluk kurdu ve sıyla kurduğu işbirliği II. Dünya Savaşı’nda
böylece İran’da Safeviler dönemi başlamış İngiliz ve SSCB birliklerinin İran’ı işgaline yol
oldu (bak. SA FEV İL ER ). açtı ve Rıza Şah Pehlevi 1941’de tahtı bırak­
Safeviler’in son şahı III. A bbas’ı deviren mak zorunda kaldı. 1945’te oğlu M uhammed
Nadir, Horasan sınırında bir çete reisiydi. Rıza Şah tahta geçti. 1946’da İngiliz ve SSCB
Kendini İran şahı ilan ederek bölgede hızlı bir birlikleri İran’dan çekildi.
saldırıya geçti ve topraklarını genişletti ama 1951-de başbakan olan Musaddık aynı yıl
öldürüldükten sonra devleti de çöktü. 18. İran’ın en büyük zenginlik kaynağı olan pet­
yüzyıl boyunca İran, Rusya ile İngiltere ara­ rolü kamulaştırdı. İngiliz karşıtı bir siyaset
sında anlaşmazlık nedeni oldu. Rusya güneye uygulayan M usaddık, demokratikleşme yo­
doğru genişlemek istiyor, İngiltere ise Rus- lunda da girişimlerde bulundu. Bunun üzeri­
lar’ın etkisini Basra Körfezi’nden uzak tuta­ ne şah, M usaddık’ı görevden aldı. Ne var ki,
rak, Hindistan ve öbür sömürgelerindeki ege­ halktan gelen tepkiler yüzünden kendi de
menliğini korum ak istiyordu. 1907’de imzala­ ülkeyi terk etm ek zorunda kaldı. Geri dön­
nan bir anlaşmayla İran’ın kuzeybatısı Rusya’ dükten sonra da M usaddık’ı tutuklattı. Bun­
nin, güneydoğusu ise İngiltere’nin denetimi dan sonra petrol sanayisini kimin yöneteceği
altına girdi. Ülkenin ortası ve batısı tarafsız konusundaki anlaşmazlık bitene kadar, üç yıl
bölge ilan edildi. Dış ülkelerden alman büyük petrol üretimi durakladı. 1954’te İngiliz,
borçlar, çıkarcı ve zayıf hüküm etlerce boşa Fransız, Hollanda ve ABD şirketlerinden
harcandı. 1909’da milliyetçi bir devrimle m eş­ oluşan uluslararası bir ortaklık kuruldu.
rutiyet ilan edildi. Ne var ki, ülkede gerçek İran’ın petrol üretimi üzerindeki hakkı yüzde
anlamda siyasal ve ekonomik bir gelişme 50 olarak belirlendi. Şah 1963’te “Beyaz
olmadı. 1921’de Rıza H an, K azaklar’dan ku- Devrim ”i başlattığını ilan etti. Bu bir modern-
70 İRAN EDEBİYATI

leşme programıydı. Toprak reform u, petrol­ lar) herhangi bir edebiyat örneği günümüze
den elde edilen büyük gelirle yeni yatırımlar, ulaşmamıştır. Am a eldeki yazıtlardan gelişkin
barajlar, elektrik santralları, fabrikalar ve bir edebiyat dilinin var olduğu anlaşılmakta­
yollar yapıldı. İran ordusu gelişkin silahlarla dır. O rta Farsça dönem inden (İÖ 4.-İS 7.
donatıldı. Ne var ki, şahın her türlü dem okra­ yüzyıllar) kalan en önemli yapıt ise Zerdüşt-
tikleşmeye karşı baskıcı tutum u yüzünden ler’in kutsal kitabı olan Avesta'du. Ayrıca bu
ülkede büyük bir hoşnutsuzluk vardı. D e­ dönemden kalma Mani dininin kutsal m etin­
mokrasi için yapılan gösteriler acımasızca leri vardır. Sasaniler döneminde (İS 2.-7.
bastırılıyor, hapishaneler insan almıyordu. yüzyıllar) yazılmış olmakla birlikte ancak 9.
G erek aydınlar, işçiler ve öğrenciler, gerek yüzyılda yazıya geçirilebilen Hudayrıame de
İran’ın dinsel önderleri bu baskılara karşı İran mitolojisini yansıtan önemli bir yapıttır.
çıktılar. İran aylarca protesto gösterilerine 7. yüzyılda İslam dininin İran’da hızla
sahne oldu. 8 Eylül 1978’de sıkıyönetim ilan yayılması dil ve edebiyat üzerinde de büyük
edildi. Ne var ki gösterilerin önü alınamıyor- etkiler yaptı. Zerdüşt dini ile birlikte Orta
du. Şah Rıza Pehlevi 16 Ocak 1979’da ülke­ Farsça da yavaş yavaş unutuldu, yerini hızla
sinden kaçmak zorunda kaldı. Tüm m uhalefe­ yeni dinin kutsal kitabının dili olan Arapça
ti bir araya toplamayı başaran dinsel çevreler, aldı. Bunun sonucu olarak 9. yüzyıl başlarına
şahın gitmesinden üç gün sonra bir İslam kadar Farsça yazılmış herhangi bir edebiyat
cumhuriyetinin kurulması ve Paris’te sürgün­ ürününe rastlanmaz. Bu yüzyılda A rap ege­
de bulunan önderleri Ayetullah Hum eyni’nin menliğinin zayıflaması, yerel hanedanların
İran’a gelmesi için görkemli bir gösteri düzen­ ortaya çıkması yeni bir edebiyatın doğuşuna
ledi. Humeyni Tahran’a geldikten sonra şah, ortam hazırladı. Bu hanedanların en önemli­
yokluğunda ölüme mahkûm edildi. 1 Nisan leri Samaniler (819-1005) ve Saffariler’dir
1979’da da referandum la, Humeyni önderli­ (867-1495). Samani ve Saffari hüküm darları
ğinde İran İslam Cumhuriyeti kuruldu. Farsça yazan şairleri, yazarları koruyarak
İran ile A BD arasındaki gerginlik şahın A rapça’nın egemenliğini büyük ölçüde kır­
yargılanmak üzere ülkeye dönmesini sağla­ mışlardır. Gazneliler dönemi (963-1186) de
mak için 53 A B D ’linin rehin alınmasıyla İran edebiyatı için gelişme ortam ı yarattı.
doruk noktasına çıktı. İran’ın yeni önderleri İranlılar’ın büyük destanı Şehname'nin yazarı
batıya, A B D ’ye ve SSCB’ye karşıydılar. İs­ Firdevsi bu dönemde yetişti. Büyük Selçuklu­
lam dininin tem el yasalarını ve geleneklerini lar da İran edebiyatının gelişmesine hizmet
geri getirmeye çalıştılar (bak. İSLAM). Batılı ettiler. Bu dönemde şiirin yanı sıra düzyazı
devletlerce ekonomik ve siyasal açıdan yalnız alanında da önemli atılımlar gerçekleşti.
bırakılan İran’ın ekonomik durumu Eylül Ö m er Hayyam, H akani, Enveri, Genceli
1980’de başlayan İran-Irak Savaşı’yla ciddi Nizami bu dönemin en ünlü şairleridir. Düz­
biçimde sarsıldı. yazıda da Ö m er Raduyani, Abdullah Ensari,
Ayetullah Hum eyni’nin 4 Haziran 1989’da Nizamülmülk, Ferideddin A ttar, Nizami Aru-
ölmesinden sonra 28 Ağustos’ta meclis baş­ zi önemli yapıtlar vermişlerdir.
kanı Haşimi Rafsancani ezici bir çoğunlukla 13. yüzyılda İran’ın Moğol istilasına uğra­
cumhurbaşkanı seçildi. Aynı seçimde İranlı- ması edebiyatta bir duraklamaya yol açtı.
lar’ın, 1979 Anayasası’nda yapılacak bir deği­ Am a zamanla Moğollar İran kültürüyle kay­
şikliği de onaylamalarıyla başbakanlık kuru­ naştılar. Dünyaca ünlü Bostan ve Gülistan
mu ortadan kaldırıldı. Böylece tüm yetkiler kitaplarının yazarı Sadi bu dönemde yetişti.
cumhurbaşkanında toplandı. Nasıreddin Tusi, Cüveyni, Reşideddin gibi
bilginler Moğol (İlhanlı) sarayında görev ala­
İR A N ED E B İYA TI, İranlılar’ın konuştuğu dil rak şairleri, yazarları korudu, kendileri de
olan Farsça ile oluşan edebiyattır. İran edebi­ önemli yapıtlar verdiler. M oğollar’ı izleyen
yatı Farsça’nın tarihsel gelişimine bağlı olarak Celayirliler ve Timurlular döneminde İran
bazı özellikler gösterir. (Ayrıca bak. F a r s ç a .) edebiyatı gelişmesini sürdürdü. Hacuy-i Kir-
Eski Farsça dönem inden (İÖ 9.-4. yüzyıl­ mani, Selman-ı Saveci, Ubeyd Zakânî ve İran
İRAN SANATI 71

edebiyatının en büyük klasik şairi kabul


edilen Hafız bu dönemde yetişti.
16. yüzyılın başında Safeviler’in başa geç­
meleri ve Şiilik’i resmi mezhep yapmaları
edebiyatın kısırlaşmasına yol açtı. Şiir ve
düzyazı geriledi. Am a gene de bu dönemde
M uhteşem Kâşâni, Örfi, Saib Tebrizi gibi
büyük şairler yetişti. 16. yüzyılda Farsça’nın
H indistan’da da yaygınlık kazanmasıyla bura­
da da zengin bir edebiyat doğdu (bak. H İN T
E D E B İY A T I).
19. yüzyılda Osmanlı Devleti gibi İran da
B arnaby’s
kapılarını batıya açınca bunun edebiyatta da
Persepolis kentinde D arius'un sarayının günüm üze
etkileri görüldü. Batı edebiyatının roman, kalan b ö lü m le ri.
öykü gibi türleri tanınmaya başlandı. Şiir ve
düzyazı dili yalınlaştı. Edebiyatın biçimi ve tuğladan yapılmış sütunlar üzerinde durm ak­
içeriği değişti. G iderek batı edebiyatındaki taydı. Tapınağın kapısının iki yanında doğal
akımlar İran edebiyatında da varlığını duyur­ büyüklükte iki aslan heykeli bulunuyordu. İç
du. Bu oluşum 20. yüzyılda da hızlanarak duvarları ise renkli çiniler ve kabartm alarla
sürdü. bezenmişti.
Kazılarda elde edilen ve üzerinde yazıtlar
İRAN SANATI. İran Yaylası’nda insan varlı­ bulunan altın varaklar (altını döverek oluştu­
ğına ilişkin bilgiler günümüzden yaklaşık 100 rulan ince yaprak), m ühürler, altın ve gümüş
bin yıl öncesine kadar uzanır. Bu yörede gerdanlıklar ve altın kaplı gümüş ya da
bulunan en eski kalıntılar ise İÖ 6000 yıllarına bronzdan yapılmış yılan başları Elam sanatı­
tarihlenm ektedir. Azerbaycan’ın güney ke­ nın yüksek bir düzeye ulaştığını gösterm ekte­
simlerinde ve Kirmanşah çevresinde Yontma dir. Ayrıca kazılardan son derece ustaca
Taş ve Cilalı Taş devirlerinden kalma, taştan yapılmış heykel ve kabartm alar da elde edil­
yapılmış bolluk simgesi çıplak kadın heykelle­ miştir.
ri ile İsfahan’ın kuzeyinde hayvan ve kuş İran sanatında Elamlılar’ın tarih sahnesin­
resimleriyle bezenmiş seramikler bulun­ den çekildiği İÖ 6. yüzyıldan sonraki dönem
muştur. üç ayrı bölümde incelenebilir. Bunlar İÖ 6.
İran’da en eski uygarlığı bugünkü Kuzistan yüzyıl ile Büyük İskender’in İran’ı işgaline
bölgesinde Elamlılar kurdu. Başkenti Sus kadar süren Med ve Pers imparatorlukları
olan bu uygarlığın yaşadığı yörede İÖ 2300 dönemi, Partlar’ın ve Sasaniler’in egemen
yıllarından kalma yapıtlara rastlanmıştır. olduğu dönemlerden İslamiyet’e kadar olan
Çoktanrılı bir dine bağlı olan Elamlılar tapı­ dönem ve İslamiyet’le başlayan dönemdir.
nak kurmaya büyük önem vermekteydiler. O
dönemden kalan yazıtlardan öğrendiğimize M ed ve Pers (Aham enişler) Dönem i
göre her kentte tanrılar adına büyüklü küçük­ M edler’den günümüze başkent E kbatan’da
lü birçok tapm ak vardı. Ancak Elam ’ı istila (bugünkü Hem edan) kayalara oyulmuş m e­
eden Asurlular’ca yerle bir edilen bu tapm ak­ zarlar dışında bir şey kalmamıştır.
lardan günümüze yalnızca iki tanesinin plan İran’ın yazılı tarihi bir Pers hanedanı olan
ve kalıntıları kalmıştır. Aham enişler’in kurduğu imparatorlukla baş­
Sus kentindeki bu iki tapm aktan küçüğü lar. Aham enişler’den önce İran’da mimarlık,
iki, büyüğü üç katlıydı. Fildişi ile bezenmiş kabartmacılık, heykeltıraşlık ve taş üzerine
olan tapm ak kuleleri çini ile kaplanmıştı. yazıt kazıcılığı gibi sanatlar gelişmişti. A ha­
Büyük tapm ak 20 x 40 m etre boyutunda bir menişler döneminde kökleri çok eskilere da­
taraçanın üzerine kurulmuştu. Duvarları piş­ yanan bu mimarlık ve taş işçiliği geleneğinden
miş tuğla ile kapatılan tapınağın ahşap çatısı yararlanıldı. Bu dönemin sanatı üzerinde Pers
72 İRAN SANATI

egemenliğine giren M ezopotamya, Mısır, duvarları bezenmiş tahtalarla kaplanır, duvar­


Anadolu ve Yunan sanatlarının da oldukça ların dış yüzeyleri ise işlemeli renkli çinilerle
büyük etkileri oldu. örtülürdü.
Ahameniş kralları başkentlerini, güçlerini Bu sarayların en yetkin örnekleri eski
ve zenginliklerini yansıtan görkemli yapılarla başkent Pasargad ile daha sonraki dönemin
süslemeye özen gösterirlerdi. Ayrıca Pers başkenti Persepolis’te yer alır. Persepolis’teki
dininde tapınağın olmaması tüm özenin saray­ saray kalıntılarına yerli halk İran’ın efsanevi
lara ve m ezarlara gösterilmesine yol açmıştır. Hükümdarı Cemşid’i saygıyla anmak amacıy­
Aham enişler’de tahta çıkan her kral eski la Taht-ı Cemşid adını vermişti. Taht-ı Cem-
sarayda oturm az, kendisi için yeni bir saray şid’deki yapıların en görkemlisi Hşayarşa adıy­
yaptırırdı. Am a bu sarayları yapan, süsleyen, la da anılan I. Kserkses’in sarayı idi. Bu sa­
kabartm aları kazan ustalar Persler’in ege­ rayın taht salonunda toplam 72 sütun bulun­
menliğine giren ülkelerin sanatçılarıydı. Bu maktaydı. Basamaklarında asker heykelleri­
nedenle Pers mimarlığında A ham enişler’den nin bulunduğu merdivenin bittiği yerin solun­
önceki dönemlerin gelişmiş uygarlıklarının da saray adamlarını ve araba sürücülerini, sa­
izleri de açık seçik görülebilir. ğında ise ülkelerinin armağan ve vergilerini
Aham enişler çok büyük ve geniş merdiven­ getiren çeşitli kavimlerden insanları betim le­
lerle çıkılan saraylarını genellikle doğal ya da yen kabartm alar vardı.
yapay tepelerin üzerine kurarlardı. Sarayların Ahameniş kral m ezarlarından da günümü­
tem ellerinde, sütunlarında ve kapıların yanla­ ze görkemli örnekler kalmıştır. Bunlardan
rında taş kullanılır; ama duvarlar kerpiçten Pasargad’daki Kral Kiros’un (Kuruş) m ezarı­
yapılırdı. Bu nedenle o görkemli saraylardan na, daha sonra halk Süleyman peygamberin
günümüze yalnızca taşla yapılmış bölümler annesinin mezarı sanarak “Süleyman’ın anne­
kalmıştır. sinin m ezarı” anlamına gelen Kabr-i Mader-i
Bu dönem İran mimarlığında sütunların Süleyman adını vermiştir.
özel bir yeri vardı. 15 ya da 20 m etre Persepolis’te ise Darius ve öbür üç kralın
yükseklikteki bu sütunların başlıklarının en m ezarlarına Firdevsi’nin Şehnamesi'nde be­
çarpıcıları ise sırt sırta vermiş ve diz çökmüş timlediği halk kahram anı Rüstem ’den esinle­
iki öküz ya da düşsel bir yaratığı canlandıran nerek Nakş-ı Rüstem adı verilmiştir.
bir canavar biçiminde olanlardı.
A ham enişler mimarlık yapıtlarında süsle­ Part ve Sasani Dönem i
meye de çok önem vermişlerdir. Sarayların iç İÖ 331’de İran’ı işgal eden Büyük İskender’le
B arnaby’s

D a rius'u n yaklaşık İÖ
520'de başkent yaptığı
P erse po lis'in kalıntıları.
İRAN SANATI 73

İran sanatında Yunan etkisi görülmeye baş­


landı. İÖ 4. yüzyılın sonlarıyla İÖ 3. yüzyılın
ortalarına kadar süren Helenistik D önem ’i
Part egemenliği izledi. İran dışından gelen
göçebe Partlar Yunan etkisindeki İran sanatı­
nı yeniden biçimlendirdiler. Bu sanat zamanla
batı etkisinden uzaklaştı. Part sarayları dış
görünümleriyle Yunan düzenindeyse de iç
yapıları doğu mimarlık anlayışına göre düzen­
lenmişti. Özellikle dışa doğru açılan tonozlu
yüksek tavanlı salonlar ve çadırlardan esinle­
nilerek yapılan kubbeler, İran mimarlığına bu
dönemde giren yeni öğelerdir.
İS 224’te kurulan Sasani İmparatorluğu
döneminde İran sanatı parlak çağlarından
birini yaşadı. Eski İran’da olduğu gibi bu
dönemde de dinsel yapılardan çok sivil yapıla­
A B C Ajansı
ra rastlanır. Şiraz ile Bender Abbas arasında­
Kum kentindeki 15. yüzyıldan kalm a İb ra h im ya da
ki yolda Servistan Sarayı, buradan Basra
İm am zade T ürbesi.
Körfezi’ne giden yol üzerinde Firuzabat Sara­
yı, Kuzistan’daki Dizful ve Şuşter köprüleri­ örtülmekteydi. İran’da daha sonra yapılan
nin ayakları, Kerha sahilinde Tak-ı Eyvan camilerin üzerleri kubbe ile örtülmeye baş­
Sarayı ve Ktesiphon’daki Tak-ı Kisra Sarayı landı.
günümüze ulaşan önemli yapıtların bir bölü­ İran İslam mimarlığı dört evreye ayrılır.
müdür. Bunlar A rap, Selçuk, Türk-Moğol ve Safevi
Sasani sanatında da Part sanatında olduğu dönemleridir (bak. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ;
gibi batı etkisinden uzaklaşma sürdü. Bu İLHANLILAR; İ slam SANATI; Safev İler ). B u m i­
sanatın ayırt edici özelliği yapılardaki boyut marinin başlıca özellikleri sütun kullanmaksı-
büyüklüğüdür. Sasani mimarlığında dıştan zın düz ayaklar üzerine kem er yapımı, ortası
çok iç görünüme ve süse önem verilmiş, şişkin soğan biçimi kubbeler ile uzun ve üstü
uyuma özen gösterilmiştir. düz olan önyüzün her iki yanında minare
Sasaniler kaya içlerine yaptıkları alçak ka­ bulunmasıdır. Ayrıca yapıların kubbe düzeyi­
bartm alarda da oldukça ileri gitmişlerdi. M ü­ ne kadar yükselen taç kapıları bulunur ve
hürlere yapılan insan ve hayvan resimleri buralarda çini kullanılırdı.
oymacılık alanında verilen yapıtların başka İslamiyet ile birlikte İran’da süsleme sana­
örneklerini oluşturur. Kuyumculuğa ve gü­ tında da büyük bir gelişme oldu. Bu dönemde
müş yemek takımı yapımına özel bir önem çok ince motifli çiniler yapıldı, maden üstüne
veren Sasaniler’de dokumacılık da gelişmişti. altın ve gümüş kakmalı işler, fildişinden
Sarayların iç süslemesinde kullanılan kumaş eşyalar üretildi. Hah yapımında da önemli bir
ve örtülerin üzerinde çeşitli desenler bulu­ gelişme oldu.
nurdu. İran resim sanatı da kendine özgü bir yol
izleyerek gelişti. Kitapları resimlemek için
İslam iyet Dönem i yapılan minyatürler tüm dünyada ün kazandı.
Sasaniler’den sonra İran’da başlayan Arap- Eldeki en eski resim çalışmaları 12. yüzyıla
İslam yönetimi yeni bir dönemin başlangıcı kadar uzanmaktadır. Hayvan öykülerinin re-
oldu. Bu dönemde dinsel yapılar önem kazan­ simlendirilmesi olan bu çalışmalar eski gele­
dı. İran ’da ilk camiler A rap camilerinden neğin izlerini taşımaktadır.
esinlenerek revaklarla çevrili, ortası açık bir 10. yüzyılda parşömenin yerini kâğıdın
avlu olarak yapılmıştır. Bu camilerin minber almasıyla Kuran ve öbür dinsel metinler
ve mihrap bölümlerinin üstü düz bir damla kâğıda geçirildi. Dinsel yasaklar nedeniyle
74 İRİAYAK

yaratm a üslubu İranlı sanatçıları da etkiledi.


Kitap ve duvar resimlerinde İran beğenisi
Avrupa tekniğiyle çizilmeye başlandı.

İR İA YA K . İriayaklar kuluçkaya yatmak yeri­


ne yumurtalarını gömmeyi yeğleyen bir düzi­
ne dolayında kuş türüdür. En iyi bilinen türü
olan bayağı iriayak (Leiopa ocellata) Avustral­
ya’nın güneyindeki kurak ve çalılık bölgeler­
de yaşar. Bu türün erkeği yaklaşık bir yıl
boyunca yüksekliği 1 metreye, çapı 4,5 m etre­
ye ulaşabilen yağmur sularıyla ıslanmış yap­
rak ve dallardan hazırladığı bir tepeciği kumlu
toprakla örter. Bitkisel maddelerin çürümesi
sırasında açığa çıkan ısı, yum urtalar için
ARDEA

A B C Ajansı

İsfahan'da Büyük S elçuklula r d ö n e m in d e yapılan


M escid-i Cuma.

insan resimlerinin yerine elyazması kitaplara


yapılan süsler geçti. İlhanlılar döneminde
Uzakdoğu’nun gelişmiş resim anlayışıyla tanı­
şan İranlı sanatçıların hem görüş açıları geniş­
ledi, hem de yeni konular buldular. Timur
döneminde İran resim sanatında Uzakdoğu
etkisi sürdü. Kitapları süsleyen resimlerle
metin arasında uyum sağlandı. Timur döne­
minin bu kalıplaşmış yapısını İran resim sana­
tının büyük ustası H erath Bihzad değiştirdi.
Kullandığı sıcak ve zengin renklerin yanı sıra
Bihzad daha doğal görünümler çiziyor, daha
az ayrıntıya yer veriyordu. 15. yüzyılda ise
Kuran'm giriş ve iç sayfalarını süsleme bir sa­ İriaya kla r y u m u rta la rın ı sıcak tu tm a k için kum a
nat olarak öne çıktı. g ö m erle r.
Tim ur’un Azerbaycan ve Fars’ı almasıyla
İran’da önyüzleri çiçek motifleriyle süslü göz uygun bir kuluçka ortam ı yaratınca, dişi bu
alıcı çinilerle kaplanmış, soğan biçiminde tepeciğin içine 35 dolayında yum urta bırakır.
kubbeleri olan bir mimari yaygınlaştı. I. Şah Erkek her gün tepeciği karıştırarak ya da yeni
A bbas’ın 1617’de yapımını başlattığı Mescid-i yaprak ve dallar getirerek sıcaklığın 33°C’de
Şah, aynı tarihli Lütfullah Mescidi ve 18. kalmasını sağlar. Yum urtalar yaklaşık 7 hafta
yüzyılda Kerim Han Z end’in yaptırdığı saray­ sonra çatlar ve yavrular bu yığını içten kaza­
da bu mimarinin derin izleri görülür. 19. rak dışarı çıkarlar. İlk uçuşları için geçen süre
yüzyıla doğru çinicilikte bir gerileme dönem i­ yalnız bir ya da iki gündür. Başlıca besinleri
ne girilmiş ve çini yerine ayna parçaları tohum lar ve üzümsü meyvelerden oluşur.
kullanılmaya başlanmıştır.
İran resim sanatında ise 18. yüzyıldan sonra İR L A N D A C U M H U R İY E T İ, İngiltere’nin ba­
batının etkisi görülür. Avrupa resminin este­ tısında yer alan İrlanda A dası’nın yüzde 85’ini
tik ve tekniği, ışık gölge zıtlığıyla derinlik kaplar. A dada 32 il vardır. Bunlardan An-
İRLANDA CUMHURİYETİ 75

trim, Arm agh, Down, Ferm anagh, London-


İ R L A N D A C U M H U R İ Y E T İ N E İLİŞKİN
derry ve Tyrone, Kuzey İrlanda adı altında,
B İL G İL E R
1921’den beri İngiltere’ye bağlıdır (bak. KU­
ZEY İ r l a n d a ) . YÜZÖLÇÜMÜ: 70.285 km2.
İrlanda eskiden güneyde M unster, doğuda NÜFUSU: 3.553.000 (1988).
Leinster, batıda Connaught ve kuzeyde Uls- YÖNETİM: Bağımsız cum huriyet.
ter olmak üzere dört eyaletten oluşuyordu. BAŞKENT: Dublin.
Günümüzde dokuz Ulster ilinin yalnızca DOĞAL YAPI: Parçalı dağ kümeleriyle çevrelenmiş,
denizden yüksekliği ortalama 75 metre olan bir
üçü (Donegal, Cavan ve M onaghan) İrlanda düzlüktür. Carrantuohill 1.041 metre yüksekliği ile en
Cumhuriyeti topraklarında yer alır. Kuzey yüksek tepedir.
İrlanda’ya ise bazen Ulster da denir. Başkenti BAŞLICA ÜRÜNLER: Buğday, arpa, yulaf, patates, şe­
kerpancarı, şalgam, çiftlik hayvanı, süt.
Dublin olan İrlanda Cumhuriyeti’nin İrlanda DIŞARIYA SATILAN BAŞLICA ÜRÜNLER: Makine, taşıt
dilindeki adı E ire’dir. donanımı, et ve süt ürünleri.
İrlanda kıyıları batıda ve güneyde Atlas ÖNEMLİ KENTLER: Dublin, Galvvay, Cork, Limerick, Dun
Laoghaire, VVaterford.
Okyanusu ile çevrilidir. Doğuda, İrlanda’yı
EĞİTİM: İlk ve orta dereceli okulların çoğu hükümet
İngiltere’nin İskoçya bölgesinden ayıran Ku­ yardım ı gören özel okullardır.
zey Kanalı ile İngiltere ve İrlanda arasında
uzanan İrlanda Denizi bulunur. Güneyde yer
alan St. George Kanalı ise İrlanda’yı İngilte­ kurutularak, yüksek ısı veren bir katı yakıt
re ’nin Galler bölgesinden ayırır. olan turba köm ürü elde edilir.
Kıyılarda alçak dağ sıraları ile çevrili olan Shannon Irmağı Britanya A daları’nın en
İrlanda A dası’nın iç kesimi tabak gibi düzdür. uzun akarsuyudur. Kuzeydeki kaynağından
Kuzeydoğuda M ourne Dağları; kuzeyde Ku­ 113 km uzunluğundaki ağzına kadar 260 km
zey İrlanda’nın A ntrim tepeleri, kuzeybatıda boyunca akar.
Donegal ve Sligo dağları, batıda deniz kıyısın­ İrlanda’nın Atlas Okyanusu kıyıları çok
da yüksekliği 600 m etreye varan sarp kayalık­ yağış alır. Ö teki bölgeler ise ne çok yağışlı, ne
lar oluşturarak yükselen Mayo, Galway ve de çok soğuktur. Yumuşak olan iklim, ülke­
Clare dağları yer alır. Güneybatıda Macgilly- nin büyük bölümünde parlak yeşillikte çayır­
cuddy’s R eeks’te adanın en yüksek dağı olan lar oluşturacak kadar nemlidir.
Carrantuohill (1.041 m etre) bulunur. İrlan­ Tilki, tavşan ve adatavşanı dışında İrlan­
da’nın güneybatısında önemli liman kentle­ da’da çok az yabanıl hayvan vardır. Adanın
rinden biri olan C ork’tan başka Atlas Okya- batı ve güney kıyılarına çeşitli göçmen kuşlar
nusu’na açılan uzun ve derin limanlar vardır. gelir. Balık boldur. Ülkenin batısında ender
Petrol tankerleri için elverişli derinlikte olan bulunan bitkiler yetişir.
Bantry Körfezi’ndeki Bantry de bu limanlar
arasındadır. Tarım ve Sanayi
İrlanda’nın merkezinde Cork limanının yer Başka ülkelere gidenler ya da çalışmak için
aldığı güney kıyısında alçak dağ dizileri uza­ kentlere göçenler yüzünden küçük çiftliklerin
nır. Güney kıyılarındaki W aterford ve Wex- sayısı azalmış olsa da, İrlanda verimli toprağı
ford ile Güney İngiltere’nin ve G aller’in ve ılıman iklimiyle hâlâ bir tarım ülkesidir. İç
limanları arasında sürekli bir deniz trafiği kesimlerde ve doğuda zengin ve büyük çiftlik­
vardır. İrlanda kıyılarında pek çok ada bu­ ler vardır. Ne var ki, buralarda çok az kişi
lunur. çalışır. Batıdaki çiftliklerse daha küçük ve
Başkent Dublin merkezdeki büyük ovanın yoksuldur.
doğusunda bir liman kentidir. Güneyinde İrlanda’da çiftçilik geleneksel olarak et, süt
Wicklow Dağları yükselir (bak. D u b l i n ) . Ova­ ve tereyağı elde etm ek için sığır yetiştirmeye
nın büyük bir bölümünde yer alan geniş dayalıdır. Ayrıca koyun da yetiştirilir. İrlan­
bataklıklar yüzünden her yerde tarım yapıla­ dalIlar domuz yetiştiren bir ulus olarak bilinir;
maz. İç düzlüklerdeki büyük turbalıkları kap­ günümüzde domuz yetiştiriciliği daha çok
layan çürümüş bitki artıkları kalıplar halinde Limerick ve Cork çevresinde sürm ektedir.
76 İRLANDA CUMHURİYETİ

İrlanda Cum huriyeti’nin 1973’te Avrupa E ko­ Rom a İm paratorluğu’nun çöküşünden son­
nomik Topluluğu’na (bak. A v r u p a T o p l u l u k - ra göçebe kabilelerin istilasına uğrayan Avru­
L A R l) katılmasından sonra çiftçilikte ve domuz pa, bir karışıklık dönemine girdi. İstila edil­
üretiminde önemli gelişmeler oldu. İrlan­ meyen İrlanda, bütün Batı A vrupa’da bir
da’da kullanılan şekerin büyük bölümü üret­ Hıristiyanlık m erkezi, “azizlerin ve bilginlerin
tikleri şekerpancarından elde edilir. 1847’de ülkesi” olarak tanınmaya başladı.
bir bitki hastalığı bütün ürünün yok olmasına 8. yüzyılda İrlanda’yı istila eden Vikingler
ve korkunç bir açlığa yol açıncaya kadar, ülkenin başlıca limanları olan Dublin, W ater-
patates İrlanda’nın en önemli tarımsal ürü­ ford, Cork ve Limerick’ten başka daha batı­
nüydü. Patates üretimi daha sonra düştü. daki limanları da ele geçirdiler. Yıllarca süren
Hem avcılıkta, hem de yarış atı olarak m ücadelelerden sonra İrlandalılar’ı birleştir­
kullanılan İrlanda atları çok ünlüdür. Yetişti­ meyi başaran Kral Brian Boru, 1014’teki
rilen tazı ve atlar dışarıya da satılır. Clontarf Savaşı sonucunda Vikingler’i ülke­
İrlanda Cum huriyeti’nin sanayisi daha çok den çıkardı.
Dublin, Cork ve Limerick kentleri çevresinde
yoğunlaşmıştır. İrlanda siyah bira ve viski İrlanda'da İngiliz Egem enliği
yapımında dünyaca ünlü bir ülkedir. İrlanda’da İngiliz egemenliğinin açtığı derin
İrlanda’da bakır, kurşun ve çinko gibi yara İngiltere Kralı II. H enry’nin 12. yüzyılda
önemli m ineraller vardır. Son yıllarda güney İrlanda’yı ele geçirmek için bir ordu gönder­
kıyısı açıklarında doğal gaz ve sınırlı m iktarda mesiyle başladı. İngiltere’den ve İskoçya’dan
petrol bulundu. Köm ür ve demir cevheri az gelip İrlanda’ya yerleşenlere İrlandalılar’ın
olduğu için ülkenin elektrik enerjisi büyük öl­ toprakları dağıtıldı. İrlandalılar’a göre ayrıca­
çüde Shannon Irmağı üzerindeki hidroelek­ lıkları olan İngiliz göçmenler onlarla ilişkiye
trik santrallardan elde edilir. Yakıt olarak girmekten kaçındılar.
turba köm ürü kullanılan santrallardan da Tudor kralları dönemine kadar, İngilizler
elektrik üretim inde yararlanılır. yalnızca Dublin çevresindeki küçük bir bölge­
de yaşayan İrlandalIlar üzerinde egemenlik
Tarih kurabilmişlerdi. Daha sonra bu egemenlik
İrlanda tarih boyunca, Rom alılar’ın dışında, alanı genişledi. T udor krallarının ilki olan
pek çok kavmin istilasına uğradı. Bunların VII. H enry’nin 1492’de çıkardığı bir yasaya
arasında Anadolu ve M ısır’dan İspanya’ya, göre İrlanda parlam entosunun toplanabilmesi
oradan da İrlanda’ya geçtikleri söylenen Mi- ve tartışacağı konular İngiltere kralının onayı­
letliler de vardır. Eski Yunanlı coğrafyacı na bağlandı. VIII. Henry, papa ile arası
Batlamyus (İS 2. yüzyıl) İrlanda’daki kabile­ açıldıktan sonra İrlanda’daki kilise m ülkleri­
leri sayarken bunlardan biri için Iverni adını ne el koydu; ama İrlanda Katolik olarak
kullanır. Romalılar da İrlandalılar’a Hiberno- kaldı. D aha sonra I. Elizabeth, İrlanda’ya bir
lar, İrlanda’ya da Hibernia adını veriyorlardı. ordu göndererek, İngiltere’ye başkaldıran İr­
Erin diye de adlandırılan Eski İrlanda İS 1. landalIlar’ı sindirmek istedi. Elizabeth ve
yüzyılda en güçlüleri M eath, Ulster, Con- ardından gelen I. James döneminde İngiliz ve
naught, Leinster ve M unster olan kabile İskoç göçmenler özellikle U lster’deki toprak­
krallıkları arasında bölüşülmüştü. M erkez ları ele geçirdiler.
olarak kabul edilen M eath’in kralı öbür eya­ 1642’de İngiltere’de iç savaş çıkınca İrlan-
letler üzerinde güç sahibiydi. dalılar’m çoğunluğu I. Charles’ı destekledi.
İrlanda halkı İS 5. yüzyıla kadar putlara Bu yüzden, krala karşı ayaklanan parlam ento
tapıyordu. Bu yüzyılda adaya giren Hıristi­ yanlılarının önderi olan general Oliver Crom-
yanlık, özellikle Aziz Patrick’in etkisiyle ada­ well büyük bir ordu ile İrlanda’ya çıktı ve
nın bütününe yayıldı. Pek çok kişiyi Hıristi­ ülkeyi yakıp yıktı. İç kesimlerdeki ve güney­
yan yapan Aziz Patrick’in ardından başka deki Katolik İrlandalılar’ın mülklerine el
misyonerler de İrlanda’da kiliseler ve manas­ koydu.
tırlar kurdu. İrlandalIlar 1688’de tah ttan indirilen K ato­
İRLANDA CUMHURİYETİ 77

lik Kral II. Jam es’in tahtı yeniden ele geçir­ bağımsız bir cumhuriyet olmasını isteyen Fe-
mek için yaptığı girişimleri desteklediler. nianlar ya da İrlanda Cumhuriyetçi K ar­
1690’da İrlanda’daki Boyne Savaşı’nda III. deşlik Birliği yeni bir hareket başlattı.
William’a yenilen II. James, savaştan kaçarak İrlanda dilini ve kültürünü canlandırma çaba­
ülkeyi terk etti. III. William ve Kraliçe Anne ları yoğunlaştı. Ayrıca, İrlanda için yönetim ­
Katolikler’in topraklarını ellerinden aldılar, de özerklik yani ülke sorunlarına çözüm
toprak satın almalarını ve Protestanlar’a tanı­ getirecek bir parlam ento istemiyle bir parti
nan seçme, seçilme ve eğitim gibi haklardan kuruldu.
yararlanmalarını engelleyici yasalar çıkardı­
lar. Katolik rahipler yasadışı ilan edildi. Özerklik M ücadeleleri
Toprak sahipleri, hayvanlarıyla kerpiç kulü­ Özerklik için çalışan İrlandalı parlam ento
belerini bölüşen yoksul köylüleri küçük ve üyelerinin önderi Charles Stewart Parnell’di.
verimsiz toprakları için yüksek kiralaı ödem e­ İngiltere Başbakanı Gladstone da Parnell gibi
ye zorladı. Oysa kendileri koskocaman ko­ İrlanda’ya özerklik verilmesinden yanaydı;
naklarda yaşıyorlardı. Bu dönemde Dublin, ama kendi partisi olan Liberal Parti ve Lord­
pek çoğu günümüze kadar gelen yapılarıyla lar Kamarası bunu istemiyordu. 19. yüzyılın
gösterişli bir kent oldu. sonunda yönetime gelen M uhafazakâr Parti
Katolik ailelerin bir bölümü özellikle Fran­ kiracıların toprak sahiplerinden çiftliklerini
sa ve İspanya ile ticaret yaparak yeniden satın alabilmelerine olanak sağladı.
zenginleşti. 1782’de, İrlanda parlamentosu D aha sonra, Liberaller’in kurduğu hükü­
İngiltere’ye başkaldırarak, bağımsız yasa çı­ m et, 1910’da İrlanda’ya özerklik verme kararı
karm a hakkını ilan etti ve adaletsiz yasalara aldı. İngiltere’yle birliği savunan Protestan-
karşı ayaklanma başladı. Katolikler’in oy lar, Kuzey İrlanda’daki Ulster bölgesinde ve
kullanmasına 1793’te izin verildi; ama haksız İngiltere’de bu karara şiddetle karşı çıktı.
uygulamalar hâlâ sürüyordu. Bundan beş yıl Halkın çoğunluğu İskoçya’dan gelen İskoç-
sonra Katolikler yeniden ayaklandı. Bu baş­ lar’ın soyundan olduğu için Kuzey İrlanda
kaldırma şiddetle bastırıldı; 1801’de İngiliz büyük ölçüde Protestan’dı. Tam bu sırada I.
hükümeti İrlanda parlam entosunu dağıttı ve Dünya Savaşı’nın (1914-18) çıkması nedeniyle
İrlandalI Protestan üyelerin İngiltere parla­ özerklik konusu bir süre için zorunlu olarak
m entosuna girmesini sağlayan Birleşme Yasa- ertelendi.
sı’m çıkardı. Nisan 1916’da İrlanda Cumhuriyetçi K ar­
1828’de ise Katolik İrlandalılar’dan Daniel deşlik Birliği önderliğindeki bir grup D ub­
O ’Connell İngiliz parlam entosuna üye seçildi. lin’de Paskalya Ayaklanması’m başlattı. Ayak-
Katolik İrlandalılar’ın önderi O ’Connell, bu­
A B C Ajansı
nun yeterli olmadığına, İrlanda’nın kendi
parlam entosu olması gerektiğine inanıyordu.
İngiltere Katolikler’in özgürlüğünü tanıyan
bir yasa çıkarmak zorunda kaldı.
O dönemde İrlandalılar’ın başlıca besini
patatesti. 1845’te ortaya çıkan bir bitki hasta­
lığı bütün patatesleri yok etti ve büyük bir
kıtlık baş gösterdi. Binlerce insan açlıktan ve
hastalıktan öldü. Pek çok kişi İngiltere ve
A B D ’de iş bulmak umuduyla İrlanda’dan
ayrıldı. 1845’te nüfusu 8,5 milyon olan İrlan­
da’da 1855’te 5,5 milyon kişi kalmıştı.
1 8 7 6 ’d a k i b ir a y a k la n m a İn g iliz le r ’c e k ıs a
s ü r e d e b a s tırıld ı. 1 8 8 0 ’d e İ rla n d a lI k ö y lü le r in
Sinn Fein adlı c u m h u riy e tç i hareket, İrlan da 'n ın
to p r a k s o r u n la r ın ı iy ile ştiric i b a z ı y a s a la r ç ı­ bağım sızlığı için m ücadele etm e n in yanı sıra yaşam
k a rıld ı. İ r la n d a ’n ın İ n g ilte r e ’d e n b ü tü n ü y le koşullarının d ü ze ltilm e si için de çalışm ıştır.
78 İRLANDA CUMHURİYETİ

lanma bir hafta süren sokak çatışmalarının ya A yaklanm asının yaşayan önderlerinden
sonunda bastırıldı; ama İrlanda halkı, pek biri olan De Valera, İrlanda’nın bir bütün
çoğu İngiliz cezaevlerine atılan ulusal önder­ olarak İngiliz Uluslar Topluluğu dışında kal­
lere ilgi duymaya başladı. Bu yüzden Sinn masını istiyordu. Am a Güney İrlanda parla­
Fein (Biz, Kendimiz) adlı cumhuriyetçi hare­ m entosu durumundaki Dâil Eireann’m ant­
ket kısa zamanda destek topladı ve savaş laşmayı kabul etmesi sonucunda hüküm ete
sonunda yapılan İrlanda seçimlerinde Uls- ters düşen bir partinin önderi durumuna
ter’in doğusu dışındaki hemen hemen tüm geldi. Sinn Fein, Kuzey İrlanda’da ayrı bir
parlam ento üyeliklerini kazandı. Ocak hüküm et ve parlam ento bulunmasına ve İr­
1919’da D ublin’de toplanan Sinn Fein üyeleri landa’da İngiltere kralını temsil eden bir
bağımsız İrlanda Cum huriyeti’nin parlam en­ genel vali olmasına karşı çıkıyor, ülkenin
tosu Dâil Eireann’m kurulduğunu duyurdu­ bağımsız bir cumhuriyet olmasını istiyordu.
lar. Bundan sonra İrlandalIlar İngiliz yasaları­ A dadaki İngiliz deniz üslerinin kaldırılması
na ve m ahkem e kararlarına uymayı reddetti­ da Sinn Fein’in amaçları arasındaydı.
ler. 1919’da Sinn Fein’in askeri kanadı olarak De V alera yeni hüküm etle anlaşmazlık
kurulan İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IR A ) içinde olduğu için istifa etti; yerine A rthur
İngiliz askerlerine ve polislerine karşı hareke­ Griffith başkan oldu. D aha sonra yapılan
te geçti. İngiliz silahlı kuvvetleri de birçok seçimi de aym hüküm et kazandı. 1922’de
kenti ateşe verdi. hüküm etle İrlanda Cumhuriyet Ordusu ara­
Çatışmaların sonunda 1921’de bir antlaşma sında savaş çıktı. Griffith’in ani ölümü, 10 gün
imzalandı. Bu antlaşma uyarınca kurulan sonra da Savunma Bakanı Michael Collins’in
Serbest İrlanda Devleti, İngiliz Uluslar Top- pusuya düşürülerek öldürülmesi çatışmaları
luluğu’ndaki öbür devletlerle aynı haklara şiddetlendirdi. Collins İngilizler’e karşı yılma­
sahip bir dominyon oldu. Ne var ki, İrlan­ dan savaşmış ulusal bir kahram andı. Sonunda
da’nın kuzeydoğu kesimi İngiltere’nin bir Serbest İrlanda D evleti’nin yeni başkanı Wil-
parçası olarak kaldı. Aynı yıl Kuzey İrlan­ liam Cosgrave oldu. 1923’ün sonlarında barış
d a’da da bir parlam ento kuruldu. sağlandı ve hüküm et ülke yaşamını yeniden
düzene sokmayı başardı.
Serbest İrlanda Devleti Bu arada De Valera ve Cumhuriyetçiler
O dönem de İrlanda’daki siyasal partilerin en hüküm ete katılmayı reddettiler. 1926’da ken­
büyüğü olan Sinn Fein’in başkanı Eam on De di aralarında anlaşmazlıklar çıktı, bir yıl sonra
Valera’ydı (bak. D e V a l e r a , E a m o n ) . Paskal­ da Fianna Fail adıyla bilinen cumhuriyetçi bir

A B C Ajansı

L im erick kenti
İrlan da 'n ın ö n e m li bir
sanayi b ö lg esin in
m erkezindedir.
İRLANDA CUMHURİYETİ 79

grup De Valera önderliğinde meclise girdi.


Başlıca amaçları İrlanda’yı yeniden birleştir­
mek, genel vali atanmasına son vermek ve
krediyle alınmış topraklar için İngiltere’ye
yapılan yıllık ödemeyi kesmekti.

İrlanda C um huriyeti
1932’nin başında başbakan olan De Valera,
genel valiyi çekilmeye zorladı ve İngiltere
tahtına bağlılık yeminini kaldırdı. Serbest
İrlanda Devleti 1937’de İrlanda (Eire) adlı bir
devlet oldu.
Ne var ki, bu yeni kararlar İrlanda’nın
İngiltere’yle olan ticaretini altüst etti; İrlan­
dalI çiftçiler daha da yoksullaştı. Sonuçta De
Valera 1938’de İngiltere Başbakanı Neville
Cham berlain ile görüşerek İrlanda’nın İngil­
tere’ye olan borçlarını ödemeyi kabul etti. İr­
landa İngiltere’nin düşmanlarına yardım et­
meyecek, bunun karşılığında, İrlanda’daki İn­ B ord Fâilte Photo

giliz deniz üsleri kapatılacaktı. II. Dünya Sa­ A v ru p a 'n ın en korunaklı lim a n la rın d a n b iri olan
Cork'ta dünyadaki ilk yatçılık k u lü p le rin d e n biri
vaşı çıktığı zaman İrlanda tarafsız kalarak sa­ vardır.
vaşa katılmadı. İrlandalI çiftçiler de yiyecek
ürünleri satarak İngiltere’ye yardımcı oldular. nüfus sürekli olarak azalmaktadır. Nüfusun
Ayrıca pek çok İrlandalI İngiliz silahlı kuvvet­ yüzde 5’ini oluşturan Protestanlar, çoğunluk­
lerinde savaştı. la Leinster’ın doğusunda ve özellikle Dublin’
De Valera 1948’de seçimleri kaybetti ve de yaşar. İrlanda Cumhuriyeti, A vrupa’da
yerine John Costello başbakan oldu. Costel- Katolik mezhebinin en güçlü olduğu ülkeler­
lo’nun yönetimi sırasında cumhuriyet olan den biridir.
İrlanda, 1949’da İrlanda Cumhuriyeti adını 1840’lardaki büyük kıtlık ve onu izleyen
aldı ve İngiliz Uluslar Topluluğu’ndan ayrıldı. sürekli göçlerden bu yana yalnızca Leinster
eyaletinin nüfusunda çok az bir artış oldu. Bu
G ünüm üzde İrlanda eyaletin 1,5 milyonu geçen nüfusunun yarıya
İrlanda Cumhuriyeti İngiliz Uluslar Toplulu­ yakını Dublin kenti ve çevresinde yaşar.
ğu üyesi olmamakla birlikte, ülkenin yurttaş­ İkinci büyük kent C ork’un nüfusu 402 bin
ları İngiltere’ye ya da topluluk ülkelerine kadardır. Daha sonra Limerick ve Dun Laog-
gittiklerinde kendilerine pek çok konuda İn­ haire gelir. Küçük kentlerin çoğunun nüfusu
giliz yurttaşlarından farksız davranılır. Ö rne­ göçler ya da büyük kentlere akın nedeniyle
ğin İngiltere’de yaşayan İrlanda yurttaşları azalmıştır.
oradaki seçimlerde oy kullanabilir. İrlanda Cum huriyeti’nin bölgeleri arasında
İrlanda Cumhuriyeti ile İngiltere arasındaki önemli lehçe farklılıkları vardır. Günümüzde
ilişkiler, 1968’de Kuzey İrlanda’da başlayan İrlanda dili yalnızca çoğu batıda olan bazı
şiddet eylemlerinin sonucunda yeniden ger­ küçük bölgelerde sürekli olarak konuşulur.
ginleşti. Bu eylemlerde pek çok insan öldü. Am a İrlanda dilindeki tonlama ve vurgulama
İrlanda hükümeti IR A ’ya karşı katı bir tavır özellikleri İrlandalılar’ın İngilizce’sine de yer­
aldı ve kuzeydeki sorunlara barışçı bir çözüm leşmiştir.
getirmek için İngiltere’yle güç birliği yaptı. İrlanda’da ilkokullar parasız ve zorunludur.
İrlanda Cumhuriyeti’nde yüzyıllardır bü­ Ortaöğretim de çoğu rahipler ve rahibelerce
yük bir Katolik çoğunluk vardı. İngiltere’yle yönetilen, devlet desteğindeki özel okullar
ilişkinin kesilmesinden bu yana Protestan ağırlıktadır. Özellikle küçük yaştaki çocukla-
80 İSA

n n okuduğu sınıflarda eğitim İrlanda diliyle bebeğe “İsa” adını vermesini söylediğine ina­
yapılmaktadır. İrlanda’daki en eski üniversite nırlar. Bu olay “M eryem ’e m üjde” olarak
Kraliçe I. Elizabeth’in Trinity College adıyla bilinir.
kurduğu Dublin Üniversitesi’dir. 1908’de de D ört İncU'e göre İsa’nın babası dünyalı bir
İrlanda Ulusal Üniversitesi kurulmuştur. insan değildir. İsa, Tanrı’nın bir mucizesi
İrlanda halkı geçmişte iç savaş ve kıtlık gibi olarak Kutsal Ruh aracılığıyla dünyaya gel­
nedenlerle A B D , K anada, Avustralya ve miştir. Bu nedenle Hıristiyanlar İsa’yı Tan-
İngiltere’ye gitmek için İrlanda’yı terk etmiş­ rı’nın oğlu ya da kendisi olarak da nitelerler.
ti. Bununla birlikte, İrlanda sanayisinin son İsa 30 yaşma kadar marangozluk yaptı.
zamanlardaki gelişimiyle nüfus kaybı sorunu Yoksul ama rahat bir evde büyüdü. Çocukluk
azaldı. 1959-77 yılları arasındaki başarılı hü­ ve delikanlılık dönemine ilişkin çok az şey
küm etler döneminde İrlanda oldukça zengin­ bilinir. 30 yaşlarında Vaftizci Yahya ile karşı­
leşti. 1973’te Avrupa Ekonom ik Toplulu­ laştı. Vaftizci Yahya, Şeria Irmağı kıyılarında
ğu’na katıldıktan sonra İrlanda’nın ekonomisi vaazlar verir ve Y ahudiler’in beklediği kurta­
gelişti. Son yıllarda ise işsizlikte artış görül­ rıcının (M esih’in) gelmesinin yakın olduğunu
m ektedir. anlatırdı. Bu nedenle Yahya, çoğunlukla
İrlanda Parlam entosu ( Oireachtas) iki mec­ İsa’nın “müjdecisi” olarak nitelenir. Yahya,
listen oluşur: Temsilciler Meclisi (Dâil) ve tövbe ederek, M esih’in gelişini bekleyenleri
Senato (Seanad). Temsilciler Meclisi’nin 166, Şeria Irm ağı’nın sularıyla vaftiz eder, ruhları­
Senato’nunsa 60 üyesi vardır. Devletin başı nı arındınrdı. Bu nedenle, Vaftizci Yahya
olan cumhurbaşkanını yedi yılda bir halk olarak anılagelmiştir.
seçer. İsa da Vaftizci Yahya tarafından Şeria
Irm ağı’nda vaftiz edildi. Çok geçmeden izle­
İS A , H z. (yaklaşık İÖ 6 - İS 30). Bundan yicilerinden küçük bir grupla birlikte dolaşa­
yaklaşık 2.000 yıl önce A nadolu’nun ve Y una­ rak vaaz vermeye başladı. Kendisi de bir
nistan’ın bazı büyük kentlerinde gecenin geç Yahudi olduğu için bazen Y ahudiler’in ibadet
saatlerinde ya da gün doğmadan kapalı kapı­ yeri olan sinagoglarda ama genellikle açık
lar ardında toplanan küçük gizli dernekler havada vaaz verirdi. Vaazlarında T anrı’nın
vardı. D ernek üyeleri kendilerini “Hıristiyan- egemenliğinin yakın olduğunu, insanların bu
lar” ya da “İsa’yı izleyenler” olarak adlandırı­ m üjdeye inanmalarını söylüyordu.
yordu (bak. H IR İSTİY A N L IK ). İsa’nın Yahudi Bu çağrı yüzyıllardır Tanrı’nın bir kurtarıcı
izleyicileri ona “kutsanm ış” anlamında “M e­ göndermesini bekleyen Yahudiler üzerinde
sih” derlerdi. Yunanlılar bu sözcüğü kendi etkili oldu. Yahudiler, topraklarını yitirmiş,
dillerine çevirerek İsa’ya “Hristos” adını verdi­ ezilmiş ve kendi yurtlarından sürgün edilmiş­
ler. “Hıristiyan” sözcüğü de buradan gelir. lerdi ama T anrı’nın onları kurtarm ak üzere
İsa’nın öğretileri, Hıristiyanlık dininin te­ N ezih Başgelen
melidir. Ona ilişkin bilgilerin hemen hemen
tüm ü, Kutsal K itap’ın Yeni Ahit bölümünde
yer alan dört İncir den kaynaklanır. Kesin
doğum tarihi bilinmemekle birlikte, İsa’nın,
başlangıçta tarihçilerin öne sürdüğünden bir­
kaç yıl önce yani, İÖ 6’da doğduğu sanılmak­
tadır.
İsa, Şeria Irm ağı’nın batı yakasındaki Beyt-
lehem kentinde Yusuf adlı bir marangozla
nişanlı olan Meryem adlı bir genç kızdan
dünyaya geldi. Hıristiyanlar, M eryem ile Yu­
suf evlenmeden bir süre önce, Cebrail adında­
ki meleğin M eryem ’i ziyaret ettiğine ve ona, G örem e, Karanlık K ilise'd e Hz. İsa'nın çarm ıha
çok özel bir bebek dünyaya getireceğini, bu g e riliş in i gösteren freskler.
İSA 81

Mesih göndereceğine, M esih’in barışın ve insanları yanlış yola sürüklediğini düşünüyor­


adaletin egemenliğini kuracağına olan inanç­ du. Ötekiler ise o dönem de yönetimde bulu­
larını sürdürüyorlardı. nan Rom alılar’a karşı siyasal bir hareket
İsa vaizliğinin ilk döneminde, Celile’deki başlatabileceğinden, bunun da büyük bir yıkı­
Kefernahum kentinde yaşadı ve çevredeki ma yol açacağından kaygılanıyordu. Ö nderle­
kasaba ve köylere geziler yaptı. İnciller’e göre rin büyük bir bölümü, onun öğretisinin kendi
bu dönemde çeşitli mucizeler gerçekleştirerek konumlarını tehlikeye düşürebileceğini anla­
dinsel gücünü kanıtladı. Kutsal K itap’ta ölü­ mıştı. Şu ya da bu nedenle ondan kurtulm ala­
lerin diriltilmesi, şeytan kovma, hastaların rı gerektiği sonucuna vardılar.
iyileştirilmesi, rüzgârların ve dalgaların dur­ İsa yaşamına ve öğretisine yönelik bu tehdit
durulması gibi birçok mucizeden söz edilir. karşısında hazırlıklı olmak için kendi seçtiği
İsa çoğunlukla, kısa öyküler ya da sıradan 12 havariyi (bak. HAVARİLER) özel bir eğitim­
insanların yaşamlarından derlediği vurucu den geçirdi. Dinsel deneyimlerinin en özlüle­
olaylar anlatarak iletmek istediği mesajı in­ rinden bazılarını onlarla paylaştı. İsa havarile­
sanlara ulaştırırdı. rine kendi müjdelediği krallığın, Kudüs’te
İçinde yaşadıkları düzenden hoşnut olm a­ zaier kazanarak yönetimi ele geçiren bir
yan insanlar İsa’nın, kendisini onaylamayan dünya önderininkine benzemeyeceğini an­
din yetkililerini açık sözlülükle eleştirmesin­ lattı.
den hoşlanıyordu. Yahudi önderler ise onu, İsa, yaşamının son yılında Yahudiler’in
Musevilik’in kurallarına aykırı davranmakla Hamursuz Bayramı için Kudüs’e gitti. O
suçladı. İsa ise, Tanrı’nın, onların yasalarını sırada kent, yüzlerce yıl önce Mısır’da yaşa­
ya da saygınlıklarını önemsemediğini, onun yan Yahudiler’in kölelikten kurtulmalarını
insanlarda sevecenlik ve hoşgörü aradığını kutlamaya gelen hacılarla dolup taşıyordu.
söylüyordu. Başlangıçta her şey iyi gitti. Kalabalık
Din büyüklerine dalkavukluk etm ek için topluluklar, İsa’yı Nasıralı peygamber olarak
hiç çaba göstermeyen İsa, giderek onların selamladılar. Ne var ki, İsa, kendisine karşı
nefretini kazandı. Yahudi önderlerin bir bölü­ olanların çoğaldığının ve daha kötüsü, havari­
mü İsa’nın öğretisinin yanlış olduğunu ve lerinden birinin ona sırt çevirdiğinin farkınday­
Sonia Halliday Photographs dı. Yahuda İskaryot, bulunduğu yeri yöneti­
cilere göstererek Isa’ya ihanet etti. Bu ihane­
tin nedeni kesin olarak anlaşılamamıştır.
Öleceğini anlayan ve bu ölümün havarileri­
nin inancını sarsacağından kaygılanan İsa,
onları Son Akşam Yemeği’nde bir araya
getirdi ve ölmesinin gerekli olduğunu, böyle­
likle Tanrı ile insanlar arasında yeni bir bağ
kurulacağını açıkladı. Ö ldükten sonra İsa’nın
öğretisini yaymak havarilerin görevi olacağı
için, onlarla Tanrı arasında da yeni bir bağ
kurulacaktı. İsa ekmekle şarabı aldı, kutsadı
ve havarilerine vererek kendi bedeni ve kanı
olduğunu söyledi.
Yem ekten sonra İsa ve havarileri Kudüs’ün
doğu yakasındaki Zeytin Dağı’na ve oradan
da tepenin yamaçlarındaki Getsemani Bahçe-
si’ne gittiler. Bu bahçede, Y ahuda’nın yol
gösterdiği görevliler İsa’yı tutukladı. İsa aynı
gece yargılanmak üzere Yahudi önderlerin
K ud üs'ten yaklaşık 3 km uzaklıktaki Beytanya,
İsa'nın, M erye m ve kız kardeşi M arta ile b irlikte karşısına çıkarıldı. Sorgusu sırasında “Tan-
kaldığı ye rd ir. rı’nın oğlu m usun?” sorusuna olumlu yanıt
82 ISABELLA

verince, Yahudi önderler günah işlediği savıy­


la onu ölüme mahkûm ettiler.
Verilen bu idam kararı, Romalı Vali Pon-
tius Pilate’nin onayı olmaksızın uygulanamaz­
dı. Pilate, aslında İsa’nın suçluluğuna inanmı­
yordu ama Yahudi önderlerin ve onların
izleyicilerinin bu istekte direnmeleri üzerine
İsa’yı çarmıha gerdirme cezasına çarptırdı. O
dönemde Romalılar, suçluları haç biçiminde
bir kalasa çivileyerek idam ederlerdi. İsa,
kutsal cuma günü Pilate’nin askerlerince başı­
na dikenden bir taç giydirilerek çarmıha
gerildi. O günün akşamında ölüsü çarmıhtan
indirildi ve izleyicilerinden Arimatealı Yu­
suf’a ait bir m ezara kondu. Mezarın girişi
büyük bir taşla örtüldü.
D aha sonra gelişen olaylar Kutsal Kitap ta
şöyle anlatılır: Cumartesi günü erken saatler­
de bir grup kadın mezarı ziyarete gittiğinde
taşın yerinden kaldırıldığını ve cesedin orada
olmadığını gördü. (Daha fazla bilgi için ayrıca
PASKALYA maddesine bakabilirsiniz.) Kısa D İA T E K
bir süre sonra İsa’nın, önce Mecdelli M er­ İshak Paşa K ü lliy e s i'n in içindeki ca m inin m ih rap
yem’e ve ardından havarilerine göründüğüne du varının ön ün de yer alan sekizgen b içim in d e ki
ilişkin söylentiler çabucak yayıldı. İsa’nın ye­ tü rb e , taş işçiliğ i ve sü sle m e le riyle dikkat çeker.

niden dirilişi Hıristiyanlık’ın temellendiği en


önemli inançlardan biridir. Bu inanç, havari­ mün yalnızca temelleri kaldığından burasının
lerine ve izleyicilerine yeni bir güç vermiş ve ne için kullanıldığı bilinememektedir. Girişin
Hıristiyanlık’ın yayılması için yaptıkları çalış­ sağ yanındaki selamlık bölümünün dış yüzle­
maları hızlandırmıştır. ri, avlusu ve bazı bölümleri ayaktadır. Gene
sağda yer alan, kare biçimindeki orta bölümü
ISABELLA I b a k . FERNANDO VE ISABELLA. yüksek bir kubbe ile örtülü cami, yapı toplu­
luğunun en iyi durumdaki bölümüdür. Cami­
İS H A K P A Ş A S A R A Y I, Doğubeyazıt’ın 8 nin önünde kapali bir son cemaat yeri bulun­
km güneydoğusunda, Eski Doğubeyazıt’ın m aktadır. Tek şerefeli minaresi açık ve koyu
bulunduğu yerde, çevreye egemen bir tepe renklerde taş sıralarıyla örülüdür. Caminin
üzerindedir. Dış görünüşüyle bir kaleyi andı­ mihrap duvarının önünde yer alan sekizgen
rır. Yapımına Çıldır’ın beylerinden İshak biçimindeki türbe, özenli taş işçiliği ve süsle­
Paşa’nın 1685’te başladığı sarayı torunu Meh- meleriyle dikkat çeker. İkinci avlunun batı
med Paşa 1784’te tamamlatmıştır. duvarındaki üçüncü bir taç kapıdan girilen
Yaklaşık 115 x 50 m etre boyutlarında bir harem bölümünün günümüze kadar yalnızca
alanı kaplayan yapı, aynı doğrultuda yer alan alt kat duvarları kalabilmiştir. Önceleri iki
iki avlunun çevresindeki yapılar bütününden katlı olduğu anlaşılan bu bölümün ortasında
oluşmaktadır. Doğuya bakan önyüzden gör­ yer alan direkli bölümün bir iç avlu olduğu
kemli bir taç kapı ile birinci avluya girilir. sanılmaktadır.
Burada hizmete ilişkin bölümlerin bulunduğu İshak Paşa Sarayı gerek mimarlık, gerek
anlaşılmaktadır. Sarayın bütün önemli bö­ süsleme bakımından çeşitli üslupların etkileri­
lümlerinin toplandığı ikinci avluya bir taç kapı ni taşımaktadır. Örneğin kubbe, oturuş biçimi
ve yaklaşık 10 m etre uzunluğunda bir dehliz­ ve başka yönleriyle O rta ve Batı Asya m im ar­
den girilir. Girişin sol yanındaki geniş bölü- lığını anımsatırken, taç kapılarda ve türbede
İSİM 83

Selçuklu sanatının izleri görülm ektedir. Sara­ Bakanlığı’ysa, T ürk’üm , M ehm et’sin, T ürki­
yın hemen her yerinde görülen süslemelerde ye Büyük Millet Meclisi’dir; Ali’yle, Suat'
de bir üslup birliği bulunmamaktadır. Bitki lar.
motiflerinin ağır bastığı bezemeler İran, A na­ Cins ism i: Aynı türden varlıkların tümüne
dolu Selçuklu, Kafkasya, Gürcistan, Bizans birden verilmiş isimlerdir. Yanlış olarak “cins
sanatlarının taş işçiliği üsluplarından etkiler isim” biçiminde kullanılmaktadır. Cins isimle­
taşımaktadır. ri kendi türleri içinde yer alan tüm varlıkları
kapsadıkları gibi o cins içindeki varlıkları tek
IS IM . Canlı ya da cansız, somut ya da soyut tek de kapsar.
tüm varlıklara birer isim verilmiştir. İsimler Çocuk ağlıyor (bilinen, görülen bir çocuk).
varlıkları tanımak ve tanıtm ak için kullanılan Çocuk ilgi bekler (tüm çocuklar).
sözcüklerdir. Varlıklara isim verilmeseydi on­
ları kolayca tanıma ve tanıtm a, birbirlerinden Varlıkların Oluşlarına Göre İsim ler
ayırma olanağı bulamazdık. Fiil her türlü Som ut isim: Duyularımızla kavradığımız,
eylemi bildiren bir sözcük olarak ne kadar uzayda bir yer kaplayan varlıklara verilen
önemliyse isim de varlıkları ayırt etmemiz isimlerdir. Bu yüzden somut isimlere “madde
açısından o kadar önemlidir. ismi” de denilmektedir.
"Ali bahçede top oynuyor” cümlesinde Okulun bulunduğu sokakta geçit yok.
"Ali" insan ismi; "bahçe" bir yerin ismi; "top" Okul, sokak, geçit sözcükleri birer somut
bir oyun aracının ismi olarak yer alır. isimdir.
Varlıkların birçok temel özellikleri oldu­ Soyut isim : Duyularımızla değil düşünce ya
ğundan onların isimleri de bu özelliklere göre da inanç yoluyla kavradığımız, uzayda bir yer
birçok çeşide ayrılır. kaplamayan varlıklara verilen bu isimlere
“m ana ismi” de denilmektedir.
Varlıklara Verilişlerine Göre İsim ler İnsanı, coşku, sevgi, umut ve dostluk ya­
Özel isim : Varlıklara tek tek verilmiş isimler­ şatır.
dir. Başka bir deyişle özel isim bir tek varlığa Coşku, sevgi, um ut, dostluk sözcükleri bi­
verilmiş isimdir. İnsanlara takılan isimler rer soyut isimdir.
(Ali, Ayşe, Um ut, Sevinç); hayvanlara takı­
lan isimler (Boncuk, Kocabaş, Kılkuyruk); Varlıkların Sayılarına ve Bir Yerde Bulu­
kıta, ülke, bölge, kent, köy, kasaba, dağ, ova. nuşlarına Göre İsimler
yol, akarsu, yıldız ve yıldız kümeleri, ulus, dil Tekil isim : Sayı bakımından bir tek varlığı
isimleri (Asya, Afganistan, İç Anadolu, anlatan isim biçimidir.
Konya, Kırkgöz, Ekinözü, Ağrı, Çukurova, Pazar taze ve ucuz sebze, meyve alabilece­
İstiklal Caddesi, Ceyhan, Merih, Küçükayı, ğimiz en uygun yerdir.
Türk, Türkçe); her türlü kurum, kuruluş Pazar, sebze, meyve, yer sözcükleri birer
isimleri (Türkiye Büyük Millet Meclisi, İstan­ tekil isimdir.
bul Üniversitesi, Yardımsevenler Derneği); Çoğul isim: Sayı bakımından birden çok
gazete, dergi, kitap isimleri (Cumhuriyet, varlığı anlatan isim biçimidir. Türkçe’de tekil
Nokta, İnce Memed) özel isim sayılır. Özel isimler -ler (-lar) ekiyle çoğul duruma geti­
isimlerin ilk harfi büyük yazılır. Birkaç söz­ rilir.
cükten oluşan isimlerde bağlaçlar dışında tüm Bahçeler, parklar kurumuş yapraklarla
sözcükler büyük harfle başlar. Ayrıca özel doldu.
isimlerin aldığı “-i,-e,-de,-den (hal ekleri), Bahçeler, parklar, yapraklar sözcükleri bi­
-in,-i (tamlayan ve tam lanan ekleri); -di,- rer çoğul isimdir.
miş,-se,-im, -sin,-dir (ek fiiller); -le (bağlaç); Topluluk ism i: Biçimce tekil olmalarına
-ler (çoğul eki) ekleri kesme işaretiyle (’) karşılık aynı türden varlıkların yer aldığı
ayrılır: O rhan’ı, A nkara’ya, Türkiye’de, Ka- topluluğu anlatan isimlerdir.
palıçarşı’dan, İstanbul’un iki yakası, Atatürk Bir alayda tabur, bölük ve takım gibi
Türkiye’si, A hm et’ti, Sivas’mış, Milli Eğitim birimler bulunur.
84 İSİM

Alay, tabur, bölük, takım sözcükleri birer denir. G ö z, bal, taş; kelebek, deniz, kadın
topluluk ismidir. isimleri kök durum undadır. Bu sözcükler ya
tek heceli olduklarından parçalanam azlar ya
Küçültm e İsim leri da anlam ve yapılarını bozmadan parçalanma
Bir varlığın benzerlerine göre küçük olduğu­ olanakları yoktur. Sözcükleri hecelere ayırdı­
nu belirtmek istediğimiz zaman başına küçük, ğımızda ortaya anlamlı ya da anlamsız parça­
ufak, m inik gibi tamamlayıcı sözcükler geti­ lar çıkar. Ke-le-bek, de-niz, ka-dın. Bu parça­
ririz. lardan (hecelerden) hiçbirinin sözcüklerin an­
K üçük pencere den bir m inik serçe girdi. lamıyla ilgisi yoktur.
Bunu küçültme ekleriyle de anlatabiliriz. Türemiş isimler: İsim ve fiil soyundan
Küçük pencere yerine pencere-cik, minik sözcüklerle yansıma türünden sözcüklere ya­
serçe yerine serçe-cik diyebiliriz. Küçültme pım ekleri getirilerek oluşturulan isimlerdir.
ekleri -cik, -cek ve -ceğiz’dir. Bunlar büyük Yapım ekleri ulandıkları sözcükten apayrı bir
ünlü uyumuna göre eklenir: Bahçe-cik, yavru­ sözcük türetir.
cak, adam-cağız. Bu ekler isimlere küçültme, Belli başlı isim türetme ekleri:
azaltma ve küçümseme anlamlarıyla birlikte -lik (taş-lık, göz-lük, anne-lik, güzel-lik,
acıma ve sevme anlamı da katar. dem okrat-lık, halkçı-lık)
Ayşe-cik (sevimli ya da zavallı); ablacığım -deş (arka-daş, meslek-taş, yurt-taş)
(sevgi); kadın-cağız (zavallı). -ce, -çe (Türk-çe, Alman-ca, Arap-ça; kara­
ca, kaynar-ca)
İsmin Halleri -me (gör-me, kaz-ma, dondur-ma)
İsimler cümle içindeki görevlerine ve genel­ -mek (ara-m ak, gör-mek; ye-mek, kay­
likle de yüklemle olan ilgilerine göre ek mak)
almadan ya da büyük ünlü uyumuna göre -i, -iş (yar-ış, kurtul-uş; söyle-yiş, gül-üş)
-e, -de, -den çekim ekleri alarak beş halde -i (yap-ı, gez-i, ölç-ü, çat-ı; kork-u, doğ-u)
bulunur. -ti (belir-ti, ağar-tı, karar-tı; ürper-ti)
Bahçe sulanacak (bahçe: YALIN H A LD E , -(i)nti (üz-üntü, kur-untu; kır-ıntı; yığ-ıntı)
eksiz). -gi,-ki (sil-gi, as-kı, at-kı; çiz-gi, ver-gi,
Okulu özledim (okul-u: -i H A L İN D E , -i sev-gi, bil-gi)
(-u) eki almış). -(i)m (biç-im, bak-ım; dön-üm, kes-im;
Çarşıya çıkacağız (çarşı-(y)a: -E H A LİN ­ dil-im, yar-ım; tak-ım, koş-um; doğ-um, seç­
D E , -e (-a) eki almış). im; uçur-um, kaldır-ım; anla-m, kavra-m)
Evde bekleseydin (ev-de: -DE H A LİN D E, -(e)k (tara-k, ölç-ek; sığın-ak, kon-ak; di-
-de eki almış). le-k, iste-k)
Sinemadan geliyorum (sinema-dan: -DEN ~(i)k (öksür-ük, piş-ik; kat-ık, böl-ük;
H A LİN D E, -den (-dan) eki almış). sar-ık, kaz-ık)
Yalın halde bulunan isimler cümlede genel­ -gin,-kin (soy-gun, bas-kın; yan-gın; diz-gin)
likle özne ya da belirtisiz nesne; -i halinde -in (gel-in, yığ-ın, ak-ın)
bulunanlar belirtili nesne; -e, -de ve -den (-ili-ir)ti (gür-ültü, pat-ırtı, fıs-ıltı, gıc-ırtı).
halinde bulunanlar ise dolaylı tümleç görevini Bileşik isimler: İki ya da daha fazla sözcü­
yapar, -i hali “belirtm e” , -e hali “yönel­ ğün aralarına herhangi bir ek giremeyecek
m e” , -de hali “bulunm a” , -den hali ise “çık­ biçimde birleşip kalıplaşmasından oluşan ve
ma, başlama” anlamı taşır. yeni bir anlam kazanan isimlerdir: Kara­
fatma, ana-yasa; aslan-ağzı, kuş-palazı; bin­
Yapılarına G öre İsim ler dallı, çifte-telli; atar-damar, can-kurtaran;
İsimler yapılarına göre üç ayrı özellik gös­ alış-veriş, uyur-gezer; beşi-bir-yerde, beş-
terir. parmak-otu.
Basit (kö k durum unda) isimler: Anlamı ve
yapısı bozulmadan daha küçük parçalara ayrı­ İsim Tam lam aları
lamayacak tek ya da birkaç heceli isimlere İki isim arasında çeşitli yönlerden anlam
İSKANDİNAV EFSANELERİ 85

ilgileri kurmak amacıyla oluşturulan sözcük şaktan kuşağa aktardığı zengin bir öykü ve
öbeğine isim tamlaması denilir. İsim tam la­ masal dağarcığı vardır. Saga denen ve kahra­
ması iki öğeden oluşur. İlk öğe tamlayan (ya m anların, haydutların, hayaletlerin, canavar­
da belirten) ikinci öğe ise tam lanan (ya da ların, deniz krallarının, köylülerin, cücelerin
belirtilen) adını alır. aşk ve serüvenlerinin anlatıldığı bu öykülerin
yanı sıra, bir de İskandinavya’da tapılan
Okulun kapısı tanrılara ilişkin efsaneler vardır.
ta m la y a n ta m la n a n Eski zamanlarda aralarında İngiliz ve A l­
man halklarının ataları da olmak üzere, çeşitli
Anlamları ve kuruluş biçimlerine göre dört halklar değişik adlar altında aynı tanrılara
çeşit isim tamlaması vardır: tapıyordu. Ne var ki, İngiltere ve A lm anya’da
Belirtili isim tamlaması: Tamlayanla tam la­ bu efsanelerden günümüze yalnızca bölük
nan arasında iyelik (ait olma) ilgisi bulunan pörçük öyküler kalmıştır. Hıristiyanlık’ın İs­
tam lam alardır. Tamlayan -in, tam lanan -i eki kandinavya’ya, özellikle uzak İzlanda A dası’
alır: Ev-in iç-i, çocuğ-un kalem-i. na girmesinin gecikmesi ve ancak 1100’den
sonra kurumlaşması, efsanelerin, anlatıla an-
Orfıan-ın ayakkabı-sı latıla belleklere iyice yerleşmesine yol açtı.
ta m la y a n ta m la n a n İskandinav tanrılarıyla ilgili öyküler eski İz­
landa edebiyatı örneklerini içeren Edda adlı
Belirtisiz isim tamlaması: Tamlayanı tam la­ iki kitapta ayrıntılı ve eksiksiz bir biçimde yer
nanın türünü gösteren isim tamlamalarıdır. almaktadır.
Tamlayan ek almaz, tamlanan -i eki alır.
Belirtisiz isim tamlamaları dilimize çok geniş İskandinav Tanrıları
bir anlam zenginliği katar. İskandinav tanrıları insana benzemekle birlik­
te dev boyutluydu. Bu tanrılar, yer, uyur,
Çiçek kokusu doğar, ölür, sever, nefret eder, korkar ve
ta m la y a n ta m la n a n kederlenirdi. A rkadan vurmayı kınar, başarılı
olduğu kadar başarısızlık da gösterebilir, sa­
E ksiz isim tamlaması: Tamlayanı da tam la­ vaşta yenilebilirlerdi.
nanı da ek almamış olan isim tamlamalarıdır. İçlerinde en başta gelenler Aesir tanrılarıy­
Bu tür tam lam alarda tamlayan tamlananın dı. Gökyüzünde Asgardr denen gizemli bir
neden yapıldığını ya da neye benzediğini yerde yaşarlardı. Baş tanrı O din’di; tüm
gösterir. Eksiz isim tamlamaları sıfat tam la­ tanrıların ve insanların babası, gökyüzünün
malarına benzer {bak. S i f a t ) .
M ichael H olford

Altın saat - tunç yürek


ta m la y a n ta m la n a n ta m la y a n ta m la n a n

Zincirleme isim tamlaması: Tamlayanı ya da


tam lananı, bazen her ikisi, birer isim tam la­
ması olan isim tamlamalarıdır.

Televizyonun kutusunun kapağı


b e lirtili isim ta m la m a s ı ta m la y a n

ta m la n a n

İS K A N D İN A V EFSANELERİ. Danim arka,


18. yüzyıl ressam ı F useli'nin yaptığı bu resim de
İsveç, Norveç ve İzlanda gibi İskandinav O din, o ğ lu B a ld e r'in b ir tanrıçanın kollarında
ülkelerinde yaşayan halkların atalarının ku­ yera ltın a in d iriliş in i izliyo r
86 İSKANDİNAV EFSANELERİ

efendisi, ölüler dünyasının kralıydı. Büyük aile tanrıçası Sif’ti. Önemli tanrıların üçüncü -
sarayı Valhalla’da, ölen savaşçıları yargılardı. sü savaşan erkeklerin koruyucusu savaş tanrı­
Şairlere esin veren oydu. Büyücülükte ustay­ sı Tyr’di.
dı. O din, ak sakalı, gökyüzü gibi renk değişti­ O din’in erkek kardeşi Loki de önemli
ren peleriniyle, görmüş geçirmiş, yaşlı bir olduğu kadar ilginç bir tanrıydı. Başlangıçta
adam olarak resmedilirdi. Yalnızca tek gözü ateş tanrısı olan Loki, EddcCda tanrıların
vardı, çünkü öbürünü, tanrı M imir’in bilgelik bazen dostu, bazen düşmanı olarak anlatılır.
kuyusuna, akıl karşılığı kurban vermişti. Odin’ Düzenbazlığı ve huysuzluğu yüzünden pek
in ayaklarının dibinde iki kurt yata:, bir sevilmezse de, kurnazlığı zaman zaman işe
omzunda Düşünce öbüründe Bellek adlı iki yarardı. Canı istediği zaman biçim değiştire­
kuzgun tünerdi. Sekiz ayaklı, güçlü atı Sleip- rek insan ya da hayvan kılığına girebilirdi.
nir, rüzgârdan daha hızlı koşar, suda yüzer, Cinsiyetini değiştirdiği de olurdu. Loki’nin
havada uçardı. Karısı bereket tanrıçası Frigg’ canavar ruhlu üç çocuğu vardı: Ölüm tanrıçası
di. O din’in başka tanrıçalarla ya da ölümlü Hel, Tyr’in sağ elini ısırıp kopardıktan sonra
kadınlarla aşk ilişkilerini anlatan öyküler de tanrıların zincire vurduğu korkunç kurt Fenrir
vardı. ve denizin derinliklerinde yaşayan, kuyruğuy­
O din’in sayısı belirsiz oğullarından en güç- la fırtınalar çıkaran yılan Jörmungand.
lüsü kızıl sakallı T hor’du. Kendisine güç Loki’nin yaptığı en büyük kötülük, O din’in
veren sihirli bir kemer takar, ellerine demir oğlu, çok sevilen genç gün ışığı tanrısı Balder’
eldivenler giyer, çekicini vurmasıyla şimşek­ in ölümüne neden olmasıydı. Annesi Frigg,
ler yağdırır, arabasının tekerlekleri döndük­ tüm yaratıklardan ona zarar vermemeleri için
çe, gök gürültüsü oluşurdu. Kötü devlere söz almış, ama ökseotunu gözden kaçırmıştı.
karşı savaşan tanrıların ve insanların önderiy­ Loki sonradan ökseotundan bir ok yaptı ve bu
di. Devler ülkesinde birçok savaş ve serüven Balder’in ölümüne neden oldu. Tüm canlılar
yaşayan T hor’un karısı altın saçlı, hasat ve Balder için yas tuttu ve öfkeli tanrılar Loki’yi
Michael H olford sonsuza kadar bir kayaya zincire vurarak
cezalandırdılar.
Öbürlerine göre daha az önemli tanrılar
arasında bilge Mimir, gözcü Heimdall, deniz
tanrısı N jörd, gençlik tanrıçası Idun ve şarkıcı
Bragi sayılabilir. N jörd’un iki çocuğu yaşam
tanrısı Freyr ve aşk tanrıçası Freyja’ydı. Gün
ve gece, Ay ve Güneş, ateş ve rüzgâr,
gündoğumu ve günbatımı, kar ve sis tanrıları
ya da tanrıçalarından başka, ayaz ve dağ
devleri, m ağarada yaşayan cüceler, cinler,
geceleri evlerin çatılarında gezen düşsel yara­
tıklar ve rüzgârda uluyan ruhlar vardı.

Yaratılış ve Dünyanın Sonu


Hemen hemen tüm uluslar gibi İskandinavya­
lIların da dünyanın yaratılışını anlatan öykü­
leri vardır. Bu öykülere göre başlangıçtaki
boşluk ve kargaşadan sonra, önce tanrılar
yaratıldı; sonra koca bir devin gövdesinden
dünya oluştu. Devin, dünyanın köşelerinde
duran dört güçlü cücenin omuzlarında taşman
kafatası gökyüzüydü. Dünya yassıydı ve dü-
Bu taş kabartm a ölen kahram a nla rın cenneti yayı kuşatan okyanusun dibinde yılan Jö r­
V a lh a lla 'd a b ir savaşçıyı gö steriyo r. mungand yaşıyordu.
İSKELET 87

Dünya, büyük dişbudak ağacı Yggdrasil’in biçim veren bir iskelet bulunmaz. Buna karşı­
üzerinde duruyordu. Bu ağacın en üst dalları lık bazı omurgasızların iskeleti vardır, ama
Asgardr’a değiyor, yeraltındaki kökleri Mimir’ vücudun dışındadır. Midye, istiridye, salyan­
in kuyusundan ya da insanların yazgılarını goz gibi yumuşakçaların, yengeç, karides gibi
belirleyen N orniar’ın pınarından sulanıyordu. kabukluların ve böceklerin vücudunu dıştan
İnsan ırkı, tanrıların ağaç kütüklerinden bi­ sararak içerideki yumuşak bölümleri koruyan
çimlendirdiği A skr ve Em bla’dan türemişti. az ya da çok sert kabukları bu tür bir dış
Ragnarök, yani “tanrıların alacakaranlığı” iskelet9tir. Bu sert kabuklu hayvanlar büyür-
dünyanın sonuna ilişkin bir öyküydü. Loki ve
kurt Fenrir zincirlerinden kurtulacak, devler İNSAN İSKELETİNDEKİ KEMİKLER a l in
YAN KAFA '— ■
v ____ - KEMİĞİ
A sgardr’a saldıracak, ölüm gemisi dehşet KEMİĞİ ~ -- BURUN
KAM AM SI _ \ - \T — KEMİ Ğİ
salacak, Jörm ungand yılanı denizden çıkacak, KEMİK ...
şakak |£ ^ L _ --- --E l m a c ik k e m iğ i
dağlar titreyecekti. Tanrılar ve düşmanları KEMİĞİ ÜSTÇENE
arasındaki son savaşta, herkes birbirini öldü­ A R T K A F A -------- --
KEMİĞİ
V KEMİĞİ

rerek yok olacak, tüm dünya ve üzerindeki ALTÇENE


KEMİĞİ
insanlar ateşte yanacaktı. Ne var ki, bu
mutlak son değildi. Bir süre sonra yeni bir çağ
başlayacak, Balder dirilecek ve eski dünyanın
küllerinden yeni bir dünya oluşacaktı (bak.
E fsa n e ve M it l e r ).

İS K A N D İN A V Y A , Avrupa’mn kuzeybatısın­
da, Norveç ve İsveç’in yer aldığı büyük bir
yarım adadır (bak. İSVEÇ; N o r v e ç ) . İskandi­
navya adı dar Skagerrak ve Kattegat boğazla­
rının ayırdığı D anim arka’yı da kapsar (bak.
D a n i m a r k a ) . Coğrafyası ve ekonomik bağları
bakımından Finlandiya da bu bölge kapsa­
mında düşünülür. İzlanda ve Far Ö er (Fae-
roe) A daları’nın ise yarımadayla kültür ve dil
yakınlığı vardır (bak. İ z l a n d a ) . Kuzey D eni­
zi, Baltık Denizi ve Atlas Okyanusu bölgeyi
çevreleyen denizlerdir.
Ayrıca bak. A t l a s OKYANUSU: BALTIK D E N İZ İ;
K uzey D e n iz i.

İSKELET, insan ve hayvan vücudunun ke­


mikten çatısıdır. Bu sert ve sağlam çatı,
üzerini örten et, yağ ve deri gibi yumuşak
dokulara destek olur, vücuda belirli bir biçim
verir ve iç organları korur.
Hayvanlar genel olarak omurgasızlar ve AYAK BİLEĞİ
KEMİKLERİ
omurgalılar adıyla iki büyük gruba ayrılır. AYAK TARAĞI
KEMİKLERİ
Böyle bir ayrımın, daha doğrusu omurgasızlar A YA K PARMAı
teriminin bilimsel sınıflandırmada yeri yok­ KEMİKLERİ

tur. A m a, sırtta boydan boya uzanan ve


omurga denen kemik dizisinin yokluğunu
belirttiği için anatomi açısından önem taşır. İnsan, iske le tin in ve kaslarının ya rd ım ıyla iki
ayağının üzerinde d ik d u ra b ilir. Bu özellik, insan ile
Omurgasız hayvanların bir bölüm ünde, örne­ in sa n sım a ym u n la r arasındaki tem el yapı
ğin denizanalarında vücuda destek olan ve fa rkla rın d a n b irid ir.
88 İSKELET

Am erican M useum o fN a tu ra l History; fotoğraflar (1.2,5) Pictures Inc.

Bazı o m u rg a lıla rın iskeleti: 1 A ğaçlarda yaşam aya u ya rla nm ış küçük b ir keseli m e m e li olan opossum .
2 İnsa nsım aym un la rd an şem panze, vü cu d u n u n ağırlığını arka ayaklarına vererek yarı yarıya dik yürü r.
3 Sıçram a anında g ö s te rilm iş b ir Rus ku rt köpeği. 4 B ir şem panze yavru su ile b ir çocuk iskeleti. 5 Erişkin b ir
insanın iskeleti.
İSKELET 89

ken birkaç kez kabuk değiştirmek zorunda İnsan İskeleti


kalırlar; büyümeyi engelleyen eski dış iskelet İnsan iskeletinde 200’den fazla kemik vardır.
atılır ve yerini daha geniş, yeni bir kabuk alır. Grimsi beyaz renkte sert bir maddeden yapıl­
Omurgalıların yeryüzünde beliren ilk ör­ mış olan kemikler gençlerde çok dayanıklıdır
nekleri balıklardır. Bugün bile denizlerde, ve kolay kolay kırılmaz. Oysa yaşlıların ke­
iskeleti kemikten değil kıkırdaktan oluşan mikleri daha güçsüzdür ve kolayca kırılabilir.
bazı balıklar yaşar. Kemikli balıklar kadar Bazı kemiklerin ortası oyuktur ve içi kemik
evrimleşmemiş olan bu kıkırdaklı balıkların iliği ya da yalnızca ilik denen yağlı bir
en tanınmışları köpekbalıkları, vatozlar ve maddeyle doludur (bak. K e m İ k l e r , E k l e m l e r
folyalardır. ve B a ğ l a r ).
Milyonlarca yıllık evrim sürecinde bazı Kemiklerin sert ve bükülmez olmasına kar­
om urgalılar sudan ayrılarak karada yaşamaya şılık insanın inanılmaz bir hareket esnekliği
başladılar. Bu yeni yaşam ortam ına uyum vardır. Çünkü iskelet tek parça halinde değil­
sağlayabilmeleri, özellikle karada yer değişti­ dir; genellikle eklem ler ve bağlarla birbirine
rip yiyecek arayabilmeleri için yapılarının bağlanmış ayrı ayrı kemiklerden oluşur. Kafa­
değişmesi gerekiyordu. Böylece, ayak ya da tasında olduğu gibi, birbirine komşu iki kemi­
ayağa benzer hareket organları gelişecek bi­ ği hiç hareket edemeyecek biçimde sıkı sıkıya
çimde iskeletleri yavaş yavaş değişikliğe uğ­ birleştiren oynamaz eklem ler dışında, iskelet­
radı. teki kemiklerin çoğu büyük bir hareket ser­
Sonunda amfibyumlar, kuşlar, sürüngenler bestliği veren oynar eklemlerle birleşmiştir.
ve memeliler gibi değişik omurgalılar gelişir­ Eklemlerin ve eklem bağlarının yanı sıra
ken, birbirinden çok farklı iskelet tipleri kaslar da vücudun hareketine yardımcı olur.
ortaya çıktı. Bacakları olmayan sürüngenlerin Beyaz bir lif dem etinden oluşan kirişler bir
iskeletleri, hayvanın yerde sürünerek ilerle­ kasın ucunu kemiğe bağlayarak bu iki yapının
mesine uygun bir biçim aldı; kuşlarınki uçma­ birlikte hareket edebilmesini sağlar. Bazen de
ya elverişli bir yapıya dönüştü; memelilerden kas doğrudan doğruya kemiğin üstünü sara­
çoğununki de hayvanın dört ayak üzerinde rak ekleme destek olur. Omuz eklemini bir
yürümesini sağlayacak biçimde değişikliğe başlık gibi saran ve kol yukarıya kaldırıldığın­
uğradı. Bu arada büyük insansımaymunlar da omuz başındaki kabarıklığı dıştan farkedi-
(goril, şempanze, orangutan, gibon) ile insan len kasın durumu böyledir.
gibi en gelişmiş memelilerin iskeleti, vücudu Kısacası iskeletteki bütün kemikler değişik
tam anlamıyla destekleyerek bu canlıların yapıdaki dokularla birbirine bağlanarak
hemen hemen dik yürümelerine elverişli bir uyumlu bir bütün oluşturur. Kemikler arasın­
yapıya kavuştu. daki bu bağlayıcı doku çoğu kez kıkırdaktan­
Fosil İskeletler. Ö ldükten sonra gömülen dır; örneğin omurgadaki bütün omurların
bir insanın ya da üstü kendiliğinden toprakla arasında disk denen birer kıkırdak parçası
örtülen bir hayvanın vücudu zamanla çürüyüp bulunur. Tıpkı bir tam pon gibi iskeleti darbe­
yok olur; ama iskeleti çok uzun yıllar hiç lere karşı koruyan da bu yapıdır.
bozulmadan kalır. Eğer bu kemikler kayaçla- İnsan iskeleti üç temel bölümde incelenebi­
rın arasına gömülür ve biçimini koruyacak lir: Vücuda destek olan ve iç organları koru­
biçimde taşlaşırsa, fosil denen bu kalıntılar­ yan gövde bölümü; çok hafif, ama son derece
dan canlının yapısı üstüne pek çok bilgi sağlam bir kutu gibi beyni koruyan kafatası;
edinilebilir (bak. F O S İL ). Bilim adamları, gü­ bütün iskeletin en hareketli bölümleri olan
nümüzden 200 ile 65 milyon yıl önce yaşamış kollar ve bacaklar.
olan dinozorların (dev sürüngenlerin) fosilleş­ Gövde. İskeletin temel ekseni olan om ur­
miş iskeletlerini inceleyerek, bu sürüngenle­ ga, om ur denen 24 küçük kemiğin üst üste
rin canlıyken neye benzediklerini, nasıl yürü­ dizilmesiyle oluşmuştur. Omurların biçimi
düklerini, hatta kemiklerinin kimyasal bileşi­ oldukça düzensizdir ve her birinin ortasında
mine bakarak neler yediklerini öğrenebilmiş- birer delik bulunur. Bu deliklerden, beyin ile
lerdir. vücudun öbür bölümleri arasındaki bilgi alış­
90 İSKELET

verişini sağlayan omurilik geçer (bak. S İN İR ­ ait olduğunu söyleyebilirler. Çünkü kadınla­
LER VE SİN İR SİST EM İ). Bu nedenle omurganın rın leğen kemikleri ve aradaki leğen boşluğu
görevlerinden biri de sinir sisteminin en bir erkeğinkinden daha geniştir. Doğum sıra­
önemli bölümlerinden biri olan omuriliği ko­ sında leğen kemikleri biraz daha açılarak
rumaktır. bebeğin çıkışını kolaylaştırır.
Sırtın tam ortasında, küçük çıkıntılardan Kafatası. İskeletin beyni koruyan ve yüzün
oluşan düğümlü bir çizgi boydan boya uzanır. kemik yapısını oluşturan bölümüne kafatası
Bu düğüm ler, omurların dışarıya doğru taşan denir. İnsan doğduğu zaman kafatasındaki
çıkıntılarıdır; bu çıkıntılara bağlanmış olan kemikler henüz gelişmesini tam amlamamış­
kaslar om urganın eğilip bükülmesini sağlar. tır. Bu yüzden bebeklerin kafatasındaki ke­
Om urga boynun içinden geçerek kafatasına miklerin arasında, yalnızca deri ve ince bir
bağlanır ve başa destek olur; ensede, boynun zarla örtülü olan bir açıklık vardır. Bıngıldak
sırta bağlandığı yerde belirgin bir om ur çıkın­ denen bu açıklık, ancak kemikler gelişmesini
tısı vardır. Omurganın alt ucunda ise, içe tamamlayıp kafatası gerçek boyutlarına ulaş­
doğru kıvrılarak kasların arasına gömülmüş tığında kapanır.
olan kuyruksokumu kemiği bulunur. Bu ke­ Parmağınızı üstçenenizin üstüne koyup ağ­
mik, insanın ilk atalarında var olan ve evrim zınızı açarsanız üstçenenin oynamadığını, yal­
sürecinde körelen kuyruğun tek kalıntısıdır. nızca altçenenin hareket ettiğini fark edebilir­
Gövde iskeletinin om urga dışındaki temel siniz. Çünkü üstçene doğrudan kafatasına
bölümleri, yukarıdan aşağıya doğru om uz bağlı olan sabit bir parçadır; oysa altçene
kemeri, göğüs kafesi ve leğen olarak adlandırı­ kafatasına hareketli bir eklemle bağlanmıştır.
lır. Köprücükkemiği ile kürekkemiğinden Kollar ve Bacaklar. Kollardan her biri üç
oluşan omuz kemeri kolların gövdeyle bağ­ uzun kemikten yapılmıştır. Kolun dirseğin
lantısını sağlar. Göğüs kafesi ise arkada üstünde kalan bölümünde üstkol kemiği, al­
omurgaya, önde göğüs kemiğine bağlanmış tındaki bölümünde ise döner kemik ile dirsek
olan kaburgaların oluşturduğu kemikten bir kemiği yer alır. Üstkol kemiğinin ucu yuvar­
kafes gibidir. Bu sağlam kafes, göğüs boşlu­ laktır ve arkada, üçgen biçiminde düz ve yassı
ğundaki kalp ve akciğerler gibi organlar için bir kemik olan kürekkemiğine bağlanır. Bu
çok korunaklı bir yapı oluşturur. İnsanda 12 bağlantı yerinin önünde de omuz kem erleri­
çift kaburga vardır. D ar, yassı ve yay gibi eğik nin öbür parçası olan köprücükkemiği bu­
olan bu kemiklerin yalnızca ilk yedi çifti lunur.
kıkırdaklarla doğrudan göğüs kemiğine bağla­ Üstkol kemiğinin alt ucu ise dışta döner
nır. Geri kalan beş çiftten üçü yedinci kabur­ kemikle, içte dirsek kemiğiyle eklemlenmiş-
ga kemiğiyle birleşir; daha kısa olan son iki tir. Kolun alt bölümündeki bu kemiklerin
çiftin ucu ise serbesttir. Am a hepsinin sırtta ucunda sekiz bilek kemiği, el ayasını oluştu­
om urlarla bağlantısı vardır. Kaburgaların kı- ran beş tarak kemiği ve en uçta küçük parm ak
kırdaksı eklemleri bu kemik kafesin genişle­ kemikleri bulunur.
mesine yardımcı olarak solunumu kolaylaş­ Bacak ve ayaklardaki kemiklerin yerleşme
tırır. düzeni de kol ve el kemiklerininki gibidir.
Gövde iskeletinin alt bölümündeki leğen Bacağın dizin yukarısındaki üst bölümünde
denen kemik yapı da hem bacakların om ur­ (uylukta) yer alan uylukkemiği vücudun ağır­
gayla bağlantısını sağlar, hem de karın boşlu­ lığını taşıdığı için bütün iskeletin en uzun ve
ğundaki organları korur. Bacakları bir köprü en güçlü kemiğidir. Bu kemiğin üst ucu top
gibi omurgaya bağladığı için kalça kemeri gibi yuvarlaktır ve kalça kemiğindeki çukur
denen bu yapı birkaç kemikten oluşur. Önde yuvaya oturarak çok hareketli bir eklem
ve yanlarda kalça, oturga ve çatı kemikleri­ oluşturur. Alt ucu ise diz eklemiyle kamışke-
nin, arkada sağrı kemiğinin sınırladığı bu miğine ve kavalkemiğine bağlanır. Bacakların
yapının biçimi gerçekten de bir leğeni andırır. birbirine bakan iç yanındaki kavalkemiği dış­
D oktorlar leğen kemiklerinin yapısına baka­ taki kamışkemiğinden daha kalındır. Dizin
rak bir iskeletin kadına mı, yoksa erkeğe mi altındaki bu iki kemiğin alt ucunda sırayla
İSKENDERİYE 91

ayak bileği, tarak ve parm ak kemikleri bu­


lunur.
İskelet için en yararlı şey düzenli hareket ve
egzersiz yapmaktır. Çünkü hareketsiz kalan
kaslar zayıflar ve birbirine eklemlenen kem ik­
leri doğal konum unda tutamaz. Böylece ke­
miklerin biçimi bozulur, eklemler şişer, duruş
bozuklukları, sırt ve bel ağrıları başlar.

İSK EN D E R bak. B ü y ü k İsk en d er.

İS K E N D E R İY E , bundan 2.000 yıl önce dün­


yanın en büyük kültür ve ticaret merkeziydi.
Bugün Mısır’ın ana limanı olan bu kent, Nil
Irmağı deltasının hemen batısında yer alır.
İskenderiye’yi İÖ 332’de Büyük İskender İskenderiye Feneri D ünyanın Yedi H arikası'ndan
b irid ir.
kurdu. Kentte Yunanlılar, Yahudiler ve Mı­
sırlılar için ayrı bölgeler vardı. İskenderiye,
göl, çeşme ve anıtların yer aldığı güzel parkla­ yol gösterdi (bak. DÜNYANIN Y E D İ H A R İK A S I).
rı ve bahçeleriyle iç açıcı bir kentti. Saray, İÖ 30’da Kleopatra Mısır kraliçesi iken,
tapm ak ve resmi yapıların tümü m erm er­ ülke Rom alılar’ın eline geçti ve yaklaşık 700
dendi. yıl onların egemenliğinde kaldı. Bu dönemde
İskenderiye kısa sürede doğu kervan ticare­ ortaya çıkan ayaklanmalar sırasında İskende­
tinin odağı oldu. Hindistan ve Çin’den alman riye büyük ölçüde yıkıma uğradı. İS 616’da
baharat, halı, altın, mücevher, değerli ahşap kent Persler’in eline geçti. 646’da ise M ısır’ı
eşya ve ipek giysiler karayoluyla İskenderi­ istila eden A raplar, İskenderiye K ütüphane­
ye’ye getiriliyor, oradan da denizyoluyla A k­ sin i yaktılar. Daha sonra A raplar K ahire’yi
deniz’in öbür limanlarına gönderiliyordu. başkent yaptılar.
Büyük İskender ölünce, Mısır onun kom u­ 1498’de doğuya giden yeni bir denizyolu­
tanlarından Ptolem aios’a verildi. İskenderi­ nun bulunması üzerine ticaret yolu değişti.
ye’yi başkent yapan Ptolemaios, kentte papi­ Karayoluyla İskenderiye üzerinden yapılan
rüs üzerine yazılı 700 bin kitabın yer aldığı ticaret, Ümit Burnu’ndan dolaşarak yapılma­
dünyanın ilk büyük kütüphanesini kurdu. ya başlandı ve limanın önemi azaldı. 1517’de
Ptolem aios’ların soyundan başka bir kralın Mısır’la birlikte kent Osm anlılar’ın eline
döneminde ise, bir üniversite kuruldu. B ura­ geçti.
da büyük matematikçi Öklit ders verdi. As­ 19. yüzyılda Hıdiv M ehmed Ali Paşa döne­
tronom i, coğrafya ve öteki bilim dallarında minde İskenderiye yeniden canlandı. Liman­
çok önemli gelişmeler oldu. 72 bilim adamı­ dan başka ülkelere pam uk, şeker, buğday ve
nın İbranice’den Yunanca’ya çevirdiği Eski çeşitli meyveler gönderilmeye başlandı.
A hit, Hıristiyan dünyasına ilk kez buradan 1869’da limanın yakınında Süveyş Kanalı
yayıldı. Bu nedenle, Eski A hit’in bu Yunanca açıldı. Bunun sonucunda İskenderiye yeniden
çevirisine Latince’de 70 anlamına gelen “Sep- birçok geminin uğradığı bir liman oldu.
tuagint” adı verildi (bak. K u t s a l K İ t a p ) . İngilizler’e ve Fransızlar’a karşı başlayan
Ptolem aios’lar zamanında İskenderiye gör­ kitle gösterilerini, İngilizler kenti bom balaya­
kemli bir limana kavuştu. Limanın hemen rak yanıtladı. Daha sonra İngilizler kenti işgal
girişine de bir deniz feneri yapıldı. Dünyanın etti ve sömürge yönetimi 50 yıl sürdü. 1946’ya
Yedi Harikası’ndan biri sayılan ve 180 m etre kadar İngiliz donanmasının üssü olan İsken­
yükseklikte olduğu söylenen bu fener bir deriye’nin bugün eski görkemini anımsatacak
deprem sonucu yıkılıncaya kadar, 1.600 yıl­ Pompei Sütunu adlı 30 m etre yüksekliğin­
dan daha uzun bir süre, limana giren gemilere deki granit kuleden başka bir iz yoktur.
92 İSKİTLER

Kentteki anıtlardan K leopatra’nın İğneleri figürler yer alır. İskit sanatı daha sonra bütün
olarak adlandırılan iki dikilitaş 1878’de Lon­ Avrasya bozkır sanatını etkilemiştir.
dra’ya götürülmüştür. Nüfusu yaklaşık
2.893.000 (1986) olan İskenderiye, M ısır’ın İS K O Ç Y A , Büyük Britanya Adası’nın kuze­
ikinci büyük kentidir. yinde bir bölgedir. Bir anakara ve yaklaşık
780 adadan oluşan İskoçya, Britanya Adaları’
İSKİTLER, İÖ 7.-4. yüzyıllarda Güney Rusya nin dörtte birini kaplar. Nüfusu yaklaşık
bozkırlarında ileri bir uygarlık yaratan kavim­ 5.228.000 olan İskoçya’nın en önemli kentleri
dir. Sakalar olarak da anılan (bazı tarihçiler Glasgow, Edinburgh, A berdeen ve D undee’
İskitler’in önce A ral Gölü ile Hazar Denizi dir (bak. EDİNBURGH; G la s g o w ) . Toplam
arasındaki bölgeye yerleşen, sonra İran’a yüzölçümü 78.772 k n r ’dir.
doğru sarkan koluna Sakalar adını verir) Uzun süre bağımsız kaldıktan sonra
İskitler’in anayurtlarının Tanrı Dağları-Fer- 1707’de Birleşme Yasası'yla İngiltere’ye bağ­
gana-Kaşgar bölgesi olması ve dilleri bazı lanan İskoçya, egemenlik haklarının bir bölü­
tarihçilere bu kavmin T ürkler’in ataları olabi­ münü korumuştur. Kendine özgü bir hukuk
leceğini düşündürtm üştür. ve eğitim sistemi ile ayrı bir kilisesi vardır.
İskitler’e ilişkin bilgiler büyük ölçüde ünlü
tarihçi H erodot’un anlattıklarına dayanır. Doğal Yapı
Uygarlıkları ise 20. yüzyılda yapılan kazılar İskoçya’nın kıyılarında çok sayıda koy ve
sonunda ortaya çıkarılmıştır. haliç vardır. Güneydoğuda Forth, kuzeydo­
İskitler’in bir bölümü İÖ 8. yüzyılda Aral ğuda M oray, güneybatıda Solvvay ve onun
Gölü ile Hazar Denizi arasındaki bölgeye göç kuzeyinde Clyde körfezleri yer alır. Kaledon-
etti. Bir bölümü de Hazar Denizi’nin kuzeyin­ ya Kanalı, Moray ile Lorne körfezlerini birleş­
den geçerek Rusya bozkırlarına yerleşti ve tirir. İskoçya doğal yapısı bakımından üçe
burada bulunan Kim merler’i Kafkasya üze­ ayrılır. Kuzeyde Glen M ore vadisiyle ikiye
rinden güneye sürdü. Savaşçı bir kavim olan bölünen dağlık Highlands, ortada engebeli bir
İskitler İÖ 7.-6. yüzyıllarda M edler ile Asur- yapısı olan ve 600 metreye ulaşan tepelerle,
lular’ın yıkılmasında önemli rol oynadılar. kıyılardaki alçak ovalardan oluşan Lowlarıds
Daha sonra da Persler’le mücadele ettiler. En ve güneyde Kuzey İskoçya kadar yüksek
parlak dönemlerini İÖ 6.-4. yüzyıllarda yaşa­ ZEFA

yan İskitler İÖ 3. yüzyılda gene bir bozkır


kavmi olan Sarm atlar’ın baskısıyla dağıldılar.
İskitler’in küçük bir bölümü varlığını Kırım
Y anm adası’nda birkaç yüzyıl daha sürdür­
dü.
İskitler aslında göçebe bir kavim olmakla
birlikte toprağa yerleşen bölümü ileri bir
tarım uygarlığı yaratmıştı. İskitler’in K arade­
niz’in kuzey kıyılarındaki koloniler aracılığıy­
la Yunan kültüründen ve bir süre birlikte
yaşadıkları Kimmer kültüründen de etkilen­
dikleri anlaşılmıştır. Kuban yöresinde ortaya
çıkarılan buluntularda ise Asur ve Babil
kültürünün izleri görülmüştür.
İskit sanatının en belirgin özelliği savaşçı ve
göçebe niteliklerini yansıtan hayvan ve av
figürleridir. Büyük bölümü bronz ve dem ir­
den yapılmış olan bu yapıtların hemen hemen
hepsinde geom etrik düzenler içinde av ve İskoçya'nın doğu kıyısında bu lu n a n D undee lim anı,
hayvanlar arasındaki mücadeleleri gösteren işlek b ir sanayi ve ü n ive rsite ken tidir.
İSKOÇYA 93

olmayan, vadilerle bölünmüş yaylalardan olu­


şan Uplands vardır.
Yabanıl ve ıssız Highlands, doğal güzellik
açısından İskoçya’nın en çekici bölgesidir.
Burada en büyüğü Ness Gölü olan bir dizi göl
vardır. Glen M ore vadisinin güneyinde yer
alan Grampian Dağları’nda 1.343 m etre yük­
seklikteki Ben Nevis Tepesi, İngiltere’nin de
en yüksek noktasıdır.
İskoçya’da ırm aklar kısadır. O rta bölgede
Spey, Don ve D ee, Lovvlands’de Tay ve
Forth, U plands’de Clyde ve Tweed ırm akla­
rından elektrik enerjisi üretiminde yararlanıl­
maktadır.
İskoçya’nın batısındaki Hebrid Adaları iki
gruba bölünür: Kıyıya çok yakın olan ve
içlerinde Skye ve Mull’un da yer aldığı İç
Hebridler ile Lewis, Harris, Kuzey ve Güney
Uist adalarından oluşan Dış Hebridler.

İklim ve Doğal Yaşam


İskoçya’nın iklimi batıda ılıman ve nemli,
doğuda biraz daha soğuk ve daha az nemlidir.
Atlas Okyanusu’nun sıcak su akıntıları, kışın
İskoçya’nın batı kıyılarını etkiler. Dağlık böl­
gelere çok kar yağar. İngiltere’de rastlanan
meşe, dişbudak ve karaağaç gibi ağaçların A B C Ajansı
yanı sıra, İskoçya’da kara çam ve ladin gibi G e le n e k s e l g i y s ile r iy le g a y d a ç a l a n b ir İsk o ç.
kozalaklı ağaçlar da vardır. Dağlık bölgeler­
de, huşağacı yetişirken, daha kuru havası olan üniversite vardır. Halkın büyük bölümü kent­
doğuda sarı çam yetişir. lerde, geri kalanı kırsal kesimde yaşar.
İskoçya bir kızıl geyikler ülkesidir. Dağlık Köm ür yatakları, Strathclyde, Fife ve Lot-
bölgelerde, tepeler arasında, küçük kızıl ge­ hian bölgelerindedir. Kömür yataklarının ya­
yik sürüleri dolaşır. İngiltere’de soyu tüken­ kınında demir ve çelik fabrikaları ile döküm ­
m ekte olan yaban kedisi ve ağaç sansarı, haneler vardır. Glasgow bölgesi ağır makine
İskoçya’da hâlâ az da olsa bulunmaktadır. sanayisi ile ünlüdür. Özellikle Clyde’da, gemi
Kıyılarda çok sayıda fok yaşar. Rengeyikleri yapımcılığı önemli bir sanayi dalıyken günü­
üretilm ek üzere İsveç’ten getirtilmiştir. Hey­ müzde gerilemiştir. Çağdaş teknolojinin gir­
betli kaya kartalının zaman zaman dağların diği hafif sanayi kuruluşları ise çok geliş­
dorukları üzerinden süzülerek uçtuğu görü­ kindir.
lür. Bu dağlık ülkede, kışın tüyleri beyazlaşan Edinburgh, Glasgow ve A lloa’da bira üreti­
bir kuş olan kartavuğu da yaşar. Kırlarda, lir. İskoçya ile özdeşleşmiş olan viski ise
çalılıklar arasında ormantavukları görülür. Highlands’de ve Islay A dası’nda yapılır (bak.
Kayalık adaların bir bölümünde, deniz kuşları B İR A VE BİRACILIK; V İS K İ). İskoçya ayrıca, bis­
büyük gruplar halinde yaşar. küvi ve şekerleme fabrikalarıyla da ünlüdür.
1970’lerin başında, İskoçya kıyılarının açık­
Halk, Kentler ve Sanayi larında petrol bulundu. A berdeen ve çevre­
İskoçya’da çoğunlukla İngilizce konuşulur. sindeki bölge, Kuzey Denizi petrol araştırm a­
İskoçya Kilisesi Presbiteryen’dir. İskoçya’da larının merkezi oldu.
en büyüğü Edinburgh’da olmak üzere sekiz İplik eğirme, dokum a ve örme yıllardır
94 İSKOÇYA

Batı H ighlan ds
yö re sin d e b ir balıkçı
köyü olan T a rb e rt'te n
b ir g ö rü n ü m .

ZEFA

İskoçya’da binlerce kişiye, özellikle kadınlara adını İrlanda’dan göçen Scotia (İskoç) kabile­
iş alanı sağlayan geleneksel bir sanayidir. sinden aldı. İskoçlar, yaklaşık İS 5. yüzyılın
Yünlü dokumacılığın çok ileri olduğu İs­ sonlarında, İrlanda’dan, Britanya A dası’nın
koçya, pamuklu dokumalarıyla da tanınır. kuzeyine geçtiler ve Dalriada adında bir
Shetland’ın el örgüsü atkıları, kazakları ve krallık kurdular. 850’den önce, daha doğuda
eldivenleri ile geniş kareli desenleriyle İskoç yaşayan Piktler’le (Kuzey Britonlar) birleşe-
etekleri çok ünlüdür. İskoçya jüt sanayisinin rek, İskoçya’nın büyük bölümünü kaplayan
de gelişkin olduğu bir bölgedir. Alba Krallığı’m kurdular. 11. yüzyılda, İskoç
kralları Lothian ve Strathclyde’ı alarak krallı­
Çiftçilik, Balıkçılık ve Turizm ğın sınırlarını genişlettiler. İskoçya’ya Hıristi­
Çiftçiliğe en uygun toprak ve iklim koşulları yanlık 4. yüzyılda girdi.
İskoçya’nın doğusundadır. Bu bölgede arpa, İskoçya Kralı I. David (1124-53), savaşta
buğday, şekerpancarı ve patates, kışın hay­ yanında yer alan soylulara toprak bağışlaya­
vanları beslemek için yulaf yetiştirilir. Bunlar­ rak feodal düzeni getirdi (bak. F E O D A L İZ M ).
dan başka çilek ve ahududu da yetiştirilmek­ Kral II. Alexander (1214-49) İngiltere’yle
tedir. Güneybatıdaki otlaklarda mandıracılık ülkesi arasında barışı sağladı ve egemenliğini
gelişkindir. Ayrıca kümes hayvanlarının yetiş­ güçlendirdi. Oğlu III. Alexander (1249-86)
tirilmesine de önem verilir. Norveçliler’in elinde bulunan Hebrid Adala-
Ormancılık ve balıkçılık önemli bir yan rı’m alarak topraklarını daha da genişletti. Bu
gelir kaynağıdır. Kuzey Denizi’nde ringa, dönem de İskoçya bağımsız, birleşik ve zengin
m orina ve dilbalığı, H ebridler’in kayalık kıyı­ bir krallık oldu.
larında ıstakoz avlanır. Irm aklarda ve ırmak A lexander’ın ölümünden sonra 13 kişi İs­
ağızlarında ağla sombalığı tutulur. koçya tahtı üzerinde hak iddia etti. İngiltere
İskoçya’nın önemli bir gelir kaynağı da Kralı I. Edw ard’ın seçtiği John de Balliol
turizmdir. Turistlerin bir bölümünü, birkaç 1292’de taç giydi. I. Edw ard’ın, İskoçya kralı
kuşak önce A B D ya da K anada’ya göç et­ üzerinde egemenlik kurm ak istemesi üzerine
miş olan İskoçyalılar’ın torunları oluşturur. John, 1295’te buna başkaldırdı. Edward onu
Dünyanın her yerinden gelen müzisyen ve tahttan indirerek, İskoçya’yı egemenliği altı­
sanatçıların katıldığı geleneksel Edinburgh na aldı. İskoçlar, William Wallace adlı genç
Uluslararası Müzik ve Tiyatro Festivali önem ­ bir önderin öncülüğünde ayaklandılar ve İngi-
li bir sanat olayıdır. lizler’i ülkelerinden çıkardılar. 1305’te E d­
vvard, W allace’ı yakalatarak idam ettirdi ama,
Tarih ne o, ne de oğlu II. Edvvard, İskoçya’yı
Eski adı Kaledonya olan İskoçya, bugünkü denetim altında tutabildi. Carrick Kontu
İSKOÇYA 95

R obert de Bruce, 1306’da İskoç Kralı I. arasında ikiye bölündü. Tahttan indirilen
Robert olarak taç giydi. 1314’te İngilizler’i Mary, 1568’de İngiltere’ye kaçtı; 1587’ye ka­
ağır bir yenilgiye uğrattı ve krallığın denetim i­ dar M ary’yi İngiltere’de tutuklatan İngiltere
ni ele geçirmeyi başardı. Kraliçesi Elizabeth, kendisine karşı yapılan
I. Robert, soylular ve baronlardan başka bir suikaste karıştığı gerekçesiyle onu idam
kent temsilcilerini de parlam entoya katılmaya ettirdi.
çağırdı. I. R obert’in torunu II. R obert’ten İngiltere ile bundan sonra hiç savaşılmadı.
başlayarak, Steward (daha sonra Stuart) ha­ 1603’te Elizabeth ölünce, M ary’nin Protestan
nedanı yönetime geldi. olarak yetiştirilen oğlu James, Kral I. James
1424-1542 yılları arasında, İskoçya’da top­ sanıyla İngiltere kralı oldu (bak. J a m e s ) .
raktan iyi ürün alındı. Kentlerin önemi arttı İskoçya ile İngiltere, krallarının aynı olm a­
ve dış ticaret gelişti. 15. yüzyılda kurulan St. sına karşın, ayrı parlam entolara sahip olmayı
Andrews, Glasgow ve Aberdeen üniversitelerin­ bir yüzyıl daha sürdürdüler. Am a James,
den başka, 1583’te Edinburgh Üniversitesi İskoç Parlam entosu’nun ve kilisesinin, V.
kuruldu. İngiltere’nin kuzeyinde konuşulan James döneminde kazandığı özgürlüğe izin
dile yakın olan ama Latince, Fransızca ve vermedi.
Galce sözcüklerle zenginleşen İskoç dili, bu I. Jam es’in oğlu, I. Charles önceleri İs­
dönemde önemli bir gelişme gösterdi. İlk koçya Kilisesi’ne karşı çıktı. Bu İskoç soylula­
İskoç basımevleri, 1507’de Edinburgh’da ça­ rının ve din adamlarının tepkisine neden
lışmaya başladı. O dönem de, mimarlık, oy­ oldu. Uzun süren bir mücadele döneminden
macılık ve şiir çok gelişti. sonra Charles, 1641’de İskoçlar’ın yapmış
1513’te İskoçya Kralı IV. Jam es, Fransa olduğu değişiklikleri kabul etti ve İskoç Parla-
kralının yandaşı olarak, İngiltere’yi istila etti. m entosu’na daha fazla özgürlük tanıdı.
Ne var ki, yenilgiye uğradı ve savaşta öldü. İskoçlar, İngiltere’de I. Charles’ın iç sava­
Bundan sonra İskoçya Krallığı hiçbir zaman şın sonunda idam edilmesinin hemen ardın­
gerçek anlamda yeniden güçlenemedi. Ülke dan Charles’ın oğlunu, II. Charles adıyla kral
yeniden soyluların kavgalarına ve İngiliz entri­ ilan ederek taç giydirdiler. Bu dönemde
kalarına sahne oldu. Çocuk Kral V. James bü­ İngiltere’nin başında Oliver Cromwell vardı.
yüdükten sonra, yetenekli bir yönetici olduğunu Cromwell kuzeye, İskoçya üzerine yürüdü.
kanıtladı. İskoçya’da 1532’de bugün de yürür­ İskoçya ordusunu bozguna uğratarak İskoç-
lükte olan en yüksek yargı organını oluşturdu. ya’yı 10 yıl sürecek İngiliz yönetimi altına aldı
1542’de, çok genç yaşta öldü ve bir haftalık (bak. C r o m w e l l , O l i v e r ) .
olan kızı M ary, onun yerine tahta geçirildi II. Charles birtakım sorunlara karşın, İs-
(bak. M a r y ) . Bu sırada ülkede Reform diye koçya’yı 25 yıl süreyle yönetti. Presbiteryen-
bilinen büyük dinsel değişiklikler oldu (bak. ler, ona karşı birçok kez ayaklandılar.
R e f o r m ). 1681’de bir yasa çıkartarak, hem dinsel, hem
İskoçya’daki Katolik Kilisesi’nin gelişimi de yasal alanda en üstün güç olarak tüm
durmuştu. M anastırların zenginliğine karşı, uyruklarının kendisini tanıması zorunluluğu­
kiliseler yoksullaşmıştı. Halk değişimden ya­ nu getirince, en ılımlı kişiler bile ona tepki
na olan ilerici din adamlarını destekledi. gösterdiler.
1560’ta parlam ento, kilisenin reform ilkeleri­ Charles’ın 1685’te ölümünden sonra yerine
ni kabul etti. İskoçya’da, papanın dinsel bir Katolik olan kardeşi VII. James (İngilte­
otoritesine son verildi. Katolik ayinleri yasak­ re’de II. James) geçti. 1688’de, İngilizler
landı. Bunu izleyen yıl, genç kraliçe Mary, Jam es’i yurtdışma kaçmak zorunda bıraktılar
yetiştirilmekte olduğu Fransa’dan İskoçya’ya ve sonraki yıl, Protestan olan kız kardeşi
geldi. Bir Katolik olmasına karşın, kilise Mary ile kocası William’ı onun yerine tahta
topraklarını soylulara ve baronlara vererek çağırdılar. İskoçlar da, İskoçya Kilisesi’nin
onların desteğini sağlamaya çalıştı. İskoçya, yeniden Presbiteryen olması koşuluyla, İs­
Protestan İngiltere’ye yandaş olmak isteyen koçya tahtını VVilliam ve M ary’ye bırakmaya
Reformcular ile Fransa yanlısı Katolikler razı oldular. 1690’da çıkan bir yasayla İskoç-
96 İSKORPİT

ya Kilisesi’nin, Presbiteryen olduğu kabul se hacca (K âbe’yi ziyarete) gitmektir. Ancak


edildi. bu görevleri yerine getiren kişi tam bir Müslü­
18. yüzyıla girerken İngiltere’nin ve İskoç-man sayılır. İslam dini ibadet görevlerinin
ya’nın bazı ortak amaçları vardı. H er ikisi de ahlaka uyarak yerine getirilmesini de öngör­
Protestan bir kral istiyordu ve her ikisi de müştür. Yani bütün bunlar kişisel çıkar ya da
Fransa’yı ülkeleri için tehlikeli görüyordu. gösteriş için değil yalnızca T anrı’nın hoşnutlu­
1702’de, William ve M ary’nin yerine tahta ğunu kazanmak için yapılırsa anlam kazanır.
geçen Kraliçe A nne, 1706’da iki krallığı bir­ İslam insanlar arasındaki ilişkileri düzenle­
leştirme planını gerçekleştirmek için İngiltere yen birçok ilke de getirmiştir. Temelini K u­
ve İskoçya’dan temsilciler atadı. Üzerinde ran' dan ve Sünnet’ten (Hz. M uham m ed’in
anlaşılan tasarıya göre, birleşen iki krallık tek sözleri ve davranışları) alan bu ilkeler daha
bayrak altında ve tek bir parlamentoyla yöne­ sonra çeşitli bölümlere ayrılarak yorumlanıp
tilecekti. Herkes ticarette eşit haklara sahip zenginleştirilmiştir (bak. İ s l a m H u k u k u ) .
olacak, aynı vergileri ödeyecekti. İskoçya
kendi kilisesine, m ahkemelerine ve özel yasa­ Yayılm ası
larına sahip olmayı sürdürecekti. İskoç Parla­ İslam dini 7. yüzyılın başlarında Arabistan
mentosu bu önerileri. Birleşme Yasası adıyla Yarımadası’nda doğduktan sonra hızla yayıl­
kabul etti. Daha sonra İngiliz Parlamentosu maya başladı. D ört Halife döneminde (632-
da aynı yasayı kabul etti. 1 Mayıs 1707’de her 661) Arabistan Yarım adası’nın dışına taştı
iki parlam entonun da varlığı sona erdi ve (bak. A l i H z .; E b u b e k î r H z .; O s m a n H z .; Ö m e r
ekim ayında, ilk birleşik parlam ento toplandı. H z ) . Emevi Devleti’nin kuruluşuna kadar
İskoçya’nın 1707 sonrası tarihini, İN G İL­ Suriye, Irak, İran, Mısır, Libya ve Kafkas­
T E R E maddesinde bulabilirsiniz. ya’ya yayılmıştı. Emeviler İslam dinini A kde­
niz’deki adalara, Tunus, Cezayir, İspanya,
İSK O R PİT bak. Ç a r p a n B a l i k l a r . Horasan, Afganistan ve M averaünnehir’e ka­
dar yaydılar (bak. E m e v İ l e r ) . Abbasiler bura­
İS L A M . Tektanrılı dinlerin sonuncusu olan larda İslam’ı kökleştirdiler. Aynı zamanda
İslam, T anrı’nın elçisi (resul) olarak anılan bilim ve düşünce bakımından da çok canlı bir
Hz. M uhamm ed tarafından insanlara bildiril­ dönem yarattılar (bak. A b b a s ÎL E R ). Am a bu
miştir. İslam dininin ilkeleri T anrı’nın m elek­ kadar geniş bir alanda tek siyasal güç olma
lerinden Cebrail aracılığıyla indirilen kutsal durumlarını zamanla yitirdiler ve ortaya bir­
kitap Kurarı’’da belirlenmiştir (bak. K URAN; çok devlet çıktı (bak. ENDÜLÜS E m e v İ l e r İ;
M u h a m m e d . Hz.). EYYUBİLER; FATIM İLER; G A Z N E L İL E R ).
İslam inancının temelini amentü (inandım) 10. yüzyıldan başlayarak Türkler, İslam
olarak da bilinen altı ilke oluşturur. Bunlar dünyasında yeni bir güç olarak belirmeye
bir tek Tanrı olduğuna, m eleklerine, gönder­ başladı (bak. A n a d o l u S e l ç u k l u D e v l e t î ; K a -
diği kitaplara ( Tevrat, İncil, Zebur ve Kuran), RA H A N LILA R ) . 14. yüzyıldan sonra Osmanlılar
peygamberlerine, ahirete (ölümden sonraki İslam dünyasının büyük bölümünü denetim le­
sonsuz âleme ve ölmüş bütün canlıların kıya­ ri altına aldı (bak. OSMANLI İM PA RA TO R LU Ğ U ).
met günü yeniden dirileceğine), kadere (bü­ Osmanlılar, İslam ’ı Avrupa ve Afrika içlerine
tün iyiliklerin ve kötülüklerin Tanrı tarafın­ yaydılar. 18. yüzyıldan başlayarak Osmanlı
dan verildiğine) inanm aktır. Bu inancını dile Devleti’nin siyasal ve askeri alanda gerilemesi
getiren kişi kulluk yükümlülükleri altına gir­ İslam dünyasını da etkiledi. Gittikçe güçlenen
miş olur. İbadet olarak da bilinen bu görevler batı dünyasının baskısı 19. yüzyılda sömürge­
A llah’tan başka Tanrı olmadığına, Hz. Mu- ciliğe dönüştü. Kuzey Afrika tümüyle batının
ham m ed’in onun kulu ve elçisi olduğuna sömürgesi oldu. Asya’daki küçük hanlıklar da
tanıklık (kelime-i şahadet), namaz kılmak, Çarlık Rusya’sının eline geçti. Osmanlı D ev­
zekât verm ek (her yıl mallarının 40’ta l ’ini leti de bir yarı sömürge durum una düştü. Bu
yoksullara dağıtmak), oruç tutm ak (her yıl gelişmeler M üslümanlar arasında yeni akım­
Ramazan ayı boyunca) ve mali gücü yeterliy­ ların doğmasına yol açtı.
İSLAMCILIK 97

Bunlar arasında İslamcılık önemli bir yer İslam abat’ın nüfusu 204.364’tür (1981). Bu
tutar (bak. İSLA M CILIK ). 20. yüzyıl ise bütün rakam , İslam abat dışındaki birkaç kentin
dünyada olduğu gibi İslam dünyasında da sö­ 1 milyonun üzerindeki nüfusuna göre çok
mürgeciliğe karşı mücadelenin yoğunlaştığı, düşüktür.
milliyetçiliğin güçlendiği ve milli devletlerin
doğduğu bir dönem oldu. İSLAMCILIK, 19. yüzyılın ortasında ortaya
çıkan ve İslam dünyasını batı egemenliğinden
İslam Fırkaları ve Mezhepleri ve geri kalmışlıktan kurtarm ayı amaçlayan bir
İslam ’ın yayılmasıyla birlikte ortaya çıkan düşünce akımıdır.
siyasal çekişmeler özellikle halifelik sorunun­ İslamcılık Akımı, İslam dünyasında daha
da (bak. H A L İFE LİK ) odaklanmıştı. Bunun önce de var olmuş yenileme-yenilenme (tec-
sonucunda M üslümanlar birbirlerine düşman dit-teceddüt) düşüncesine dayanan hareket­
topluluklara ayrıldılar. Fırka (bölük, parti) lerden modernleşmeyi öngören yönüyle ayrı­
olarak adlandırılan bu toplulukların başlıcala- lır. D aha önceki hareketler İslam dünyasında­
n Sünniler, Şiiler ve Hariciler’di. Bu ayrılık ki bozulmaları İslam’ın özüne dönerek düzelt­
aynı zam anda İslam ’ın tem el ilkelerini yorum ­ meyi amaçlarken İslamcılık A kım ı’nda batıya
lama konusunda da farklılıklara yol açtı. Bu yetişme, batı dünyası gibi olma özlemi ağır
farklı yorum lardan da m ezhepler doğdu. Z a­ basar. A m a bu amaca dinin tem el ilkelerin­
m anla bu ana kolların içinden de yeni mez­ den ödün verm eden ve İslam dünyasını tek
hepler çıktı. Bunların çoğu kısa sürede yan­ bir siyasal otorite altında birleştirerek ulaşm a­
daşlarını yitirip ortadan kalktı. Bir bölümü de yı amaçlar.
küçük topluluklar halinde varlığını günümüze İslamcılar özellikle batının bilim ve tekno­
kadar sürdürdü. Bugün İslam dünyasında loji alanındaki yeniliklerini İslam dünyasının
yaşayan en büyük mezhepler Sünnilik ve da m utlaka benimsemesi gerektiğini, İslam ’ın
Şiilik’tir (bak. SÜNNİLİK; Ş İİL İK ). bunu engellemediğini savunmuşlardır. İslam
ülkelerinin tek kişinin otoritesine dayanan
İSLAMABAT, Pakistan’ın başkentidir. 1947’ yönetim düzenlerinin değişmesini, eğitim sis­
de Pakistan kurulduğunda bir liman kenti tem lerinin yenileşmesini ve yeni bir yaşam
olan Karaçi başkent seçilmişti. Sonradan Pa­ biçimi benimsenmesinin gerekli olduğunu ile­
kistan’ın kuzeyinde, Ravalpindi’nin yaklaşık ri sürmüşlerdir. Dinin bu değişmelere uyumu
15 km güneydoğusunda, dünyaca ünlü mi­ sorununun da içtihatla (din bilginlerinin yeni
marların katılımıyla yeni bir kentin tasarımına bir durum karşısında bu durumun dine uygun
geçildi. 1960’ta buraya İslam abat adı verildi. olup olmadığı konusundaki yorumu) aşılabi­
Sonraki yıl kentin yapımına başlandı. 1969’a leceğini ortaya atmışlardır.
gelindiğinde tüm bakanlıklar İslam abat’a ta ­ İslamcılık A kım ı’nm kurucusu Cemaleddin
şınmıştı. K entteki yapılar, çağdaş, işlevsel Afgani’dir (1839-97). Afgani’nin M ısır’da
batı mimarisi ile geleneksel İslam mimarisinin başlattığı bu akım orada M uhamm ed Abduh
bir bireşimidir. (1845-1905) ve Reşid Rıza (1863-1935) tara­
İslam abat’ın deniz düzeyinden yüksekliği fından sürdürülmüştür. İslamcılık A kım ı’nın
yaklaşık 610 m etredir. İndus’un bir kolu olan Hindistan’daki başlıca temsilcileri Seyyid Ah-
Kurang Irm ağı’nca akaçlanır ve bu ırmak med Han (1817-98) ve Seyyid Em ir Ali
üzerindeki baraj, ulusal park olarak aynlan (1849-1928) olmuştur. Osmanlı aydınlarının
alanda bir göl oluşturur. K ent, geniş çayırlar da ilgisini çeken bu akım özellikle II. M eşruti­
ve sekilerle çevrilidir. yet dönem inde (1908-18) bir hayli yandaş
Resmi yapılar ile ulusal kurum lar için toplamıştır. Bu dönemde Şehbenderzade Ah-
aynlan alanlar dışında İslam abat, her biri med Hilmi (1865-1914), Said Halim Paşa
kendi içinde yeterli konut, sanayi ve ticaret (1863-1921) ve M ehmet Akif Ersoy (1873-
bölgelerine ayrılmıştır. K entte iki üniversite, 1936) bu akımın öncülüğünü yapmışlardır.
A tom A raştırm a Enstitüsü, Ulu Cami, meclis A m a I. Dünya Savaşı sonunda İslam dünyası­
binası ve başkanlık sarayı vardır. nın iyice parçalanması milliyetçilik akımları-
98 İSLAM HUKUKU

nin güçlenmesine yol açmıştır. 1960’larda lerarası hukuk demek olan siyer; ahlak ve
İslam dünyasında yeniden tartışm a alanına toplumsal görgü kurallarıyla ilgili konuları
çıkan İslamcılık, günümüzde daha değişik kapsayan âdab’tır. Kaynakları doğru yorum ­
yönelimler kazanarak varlığını sürdürm ek­ layarak yargılara varmanın yollarını gösteren
tedir. dala da usulü’l-fıkıh adı verilir.

İS L A M H U K U K U , İslam dininin temel kay­ İS L A M S A N A T I, İslam dininin ortaya çıkıp


naklarından yola çıkarak oluşturulmuş hukuk yayılmaya başlamasından, günümüze kadar
sistemine verilen addır. A rapça’da fıkıh ola­ İslam ülkelerinde oluşup gelişen tüm sanat
rak anılır. dallarının ortak adıdır. Önce A rabistan’da
İslam hukuku İslam’ın yayılış süreciyle doğan, daha sonra Mısır, Suriye, M ezopo­
birlikte oluşmaya başlamıştır. M üslümanlar tamya, İran, Anadolu, Kuzey Afrika, İspan­
D ört Halife döneminde (632-661) birbirleriy- ya, Hindistan ve Çin gibi çok geniş bir
le ilişkilerinde karşılaştıkları sorunların çözü­ bölgeye yayılan İslam dini, bu yörelerin sa­
mü için ya halifeye ya da yakınlarındaki bir natlarından da etkilenerek yeni bir sanat
sahabeye (Hz. M uham m ed’i görmüş, konuş­ anlayışının doğmasına yol açtı. Bu nedenle
muş, din kurallarını iyi bilen kişiler) başvuru­ İslam sanatları, her ülkede aynı biçimde, aynı
yorlardı. Am a onların da bazen aynı sorunla­ özellikler taşıyarak gelişmedi. H er ülkenin
ra farklı çözümler buldukları, birbirleriyle sanat değerleriyle karışarak yeni ve zengin bir
tartışm alara giriştikleri görüldü. Zam anla te­ sanat bileşimi yarattı.
mel kaynaklarda çözümü bulunmayan, saha­ İslam sanatı, İslam dininin yayıldığı ülke­
belerin de görüş bildirmedikleri sorunlar orta­ lerde mimarlık, ağaç ve fildişi oymacılığı,
ya çıktı. Bu durum din bilginlerini yeni yollar seramik, madencilik, cam sanatı, dokuma,
aram aya götürdü. Bu yollar kıyas (bir olayla minyatür, süsleme, hat (yazı) sanatı, ciltçilik
ilgili yargıyı benzer bir başka olaya uygula­
m a), rey (kişisel görüş) ve icma-i üm m et 9tir A r a Güler

(din bilginlerinin bir konuda vardıkları ortak


yargı). Am a din bilginleri arasında da bu
yollara ne ölçüde başvurulacağı konusunda
farklı görüşler belirdi. Bundan da fıkıh mez­
hepleri doğdu. Şiilik zaten ayrı bir hukuk
sistemi oluşturmuştu. Sünnilik ise kurucuları­
nın adlarıyla anılan Hanbeli, H anefi, Şafii ve
Maliki mezheplerine ayrıldı (bak. H a n b e l İ
M e z h e b î ; H a n e f î M e z h e b i ) . B u mezhepler gö­
rüşlerini kitaplar ve fetvalarla ortaya koydu.
Kadılar (yargıç) da bunlara göre karar ver­
diler.

İslam Hukukunun Dalları


İslam hukuku kapsadığı alana göre farklı
adlar taşıyan birçok dala ayrılmıştır. Bunların
başlıcaları ibadetlerin yerine getirilmesiyle
ilgili sorunlarla uğraşan ibadat ; her türlü
alışveriş, borç, mülkiyet ve mirasla ilgili
konulan kapsayan m uam elat ; evlenme, bo­
şanma ve aile ilişkileriyle uğraşan münakahat
ve m üfarekat ; ceza hukuku demek olan uku-
ba t ; kamu hukukuyla özellikle de yönetim S u riy e 'n in Şam kentindeki E m eviye C a m isi'n in
hukukuyla uğraşan siyasetü’ş-şeriyye; devlet­ avlusu nda B eytü lm al ve e l-A rus m inaresi.
İSLAM SANATI 99

ve halıcılık gibi alanlarda kendini gösterdi ya


da kendine özgü sanat alanları yarattı.
İslam sanatının ilk temsilcisi olan A raplar,
sanat gelenekleri pek olmamasına karşın,
fethettikleri ülkelerin sanatından esinlenerek
yeni yapıtlar ortaya koydular. Örneğin R o­
ma, Helenistik ve Hıristiyan sanat yapıtları­
nın yoğun olarak bulunduğu Şam’da Emeviler
bütün bu sanatların kalıntılarından çok yarar­
landılar.
İslam ülkelerinde sürekliliği olan en güçlü
sanat dalı dinsel mimarlıktır. Dinsel mimarlık
yapıtları cami, mescit, m edrese, türbe, tekke,
zaviye gibi yapılardır. İslam ülkelerinde din­
dışı mimarlığın da önemli özellikleri vardı.
H an, kervansaray, çarşı, ham am , imaret,
bedesten, köşk, saray, köprü gibi dindışı
mimarlık yapıtlarında İslam ülkelerine özgü
bir üslup doğdu ve gelişti. Ayrıca kale, sur
gibi askeri yapılar da İslam mimarlığının
önemli yapıtlarındandır.
İslam sanatının kendini en çok belli ettiği
yapılar camilerdir. Cami, her İslam ülkesinde
temel özellikleri değişmeksizin, yeni bileşim­
ler ve yerel özelliklerle sürekli değişim göster­
di (bak. C A M İ). Türbeler ise camilerden sonra
gelen önemli dinsel yapılardır. İslam dünya­ E rdal Yazıcı
sında bilinen en eski türbe, Sam arra’da A bba­ Sivas'taki Çifte M in a re li M e d re se 'n in g e o m e trik ve
si Halifesi M untasır’ın annesi tarafından çini bezem eli m in areleri.
862’de yaptırılan K ubbetü’s-Süleybiye’dir.
T ürbeler özellikle doğudaki İslam ülkelerin­ sından önce yapısını süsleme yoluna giderek,
de, İran, A nadolu ve M ısır’da sayı ve çeşitlilik yapıya süs öğeleri kazandırdı. Tuğla ve taşları
bakımından önde gelir. değişik biçimlerde yerleştirerek değişik geo­
M edreseler ise İslam sanatının önemli mi­ m etrik desenler elde etti. D aha sonra İslam
marlık yapıtlarındandır. Bu yapıların ilk ve süsleme sanatçıları Suriye ve M ısır’daki Hıris­
önemli örneklerine İran, Irak, Mısır ve T u­ tiyan sanatının etkisiyle bitkilerin kıvrımlı
nus’ta rastlanır. A nadolu’da tarihi bilinen en saplarını örnek alarak süsleme yapmayı sür­
eski m edrese, T okat’ın Niksar ilçesinde yıkık dürdü. Bu figürlere dalgalı çizgiler, tespih
bir durum da bulunan Yağıbasan M edrese­ tanelerinden oluşturulmuş daireler içine alın­
sidir. mış gül ya da üçgen motifleri eklendi. Bunlar
Mimarlık yapıtlarının bolluğu ve çeşitliliği duvarları hemen hemen hiç boş yer bırakm a­
oranında mimarlıkla ilgili süsleme sanatları da dan dolduran süsleme öğeleriydi. Zam anla
İslam ülkelerinin gelişkin sanat dallarından yabancı süsleme öğeleri bir yana bırakıldı ve
biri oldu. İslam dininin yaygınlık kazandığı ilk daha yalın bir süsleme anlayışı doğdu. Bu
dönem olan Emeviler döneminde özgün bir anlayış İslam süsleme sanatı denebilecek bir
süsleme yoktu. Örneğin K ubbetü’s-Sahra ile özellik kazandı. Süsleme çeşitliliği, motiflerin
Emeviye Camisi’nin mozaikleri ve öbür süsle­ zenginliği Endülüs Emevi sanatında varlığını
me öğeleri Eski Yunan mimarlığının özellik­ sürdürdü. Endülüs Em evileri’nde, öbür İslam
lerini taşımaktadır. ülkelerinde görülen süsleme tekniklerinin he­
İslam dünyasında mimar, süsleme sanatçı- men hepsi kullanıldı. Taş, m erm er, pişmiş
100 İSLAVLAR

İslam sanatı içinde ele alınabilecek bir


başka dal da çiniciliktir. 11. yüzyıldan başla­
yarak dinsel yapıları bezem ek, yapıların yük­
sek bölümlerine yerleştirilmiş yazıları oku­
naklı kılmak için sırlı tuğlalar kullanılmıştı.
Bu durum çini için çok uygun bir kullanım
alanı oluşturuyordu. Kısa zamanda İspanya’
ya kadar yayılan çini ile bezeme sanatının
olağanüstü güzellikte örnekleri ortaya çıktı.
E n çok Selçuklu ve İran yapılarında rastlanan
çini kullanımı, Osmanlı İm paratorluğu’nda
yenilikler kazanarak yaygınlaştı.
İslam sanat eşyalarındaki sanat gücü özel­
likle dokum a ve halılarda görkemini belli
eder. Halı, kilim, seccade gibi dokum a ürün­
lerinde, renkler çok çarpıcı biçimde kullanıl­
mış ve günümüze kadar değerini koruyan
eşsiz örnekler ortaya çıkmıştır. Dokum a
ürünlerinde, m inyatür sanatına dayalı resim
anlayışından yararlanılarak işlenmiş hayvan
ve insan figürleri ile geometrik desenler çok
Hayati Tezel K oleksiyonu zengindir.
T opkapı S arayı'ndaki b ir odanın du varınd a çin ide n Özellikle A frika’daki İslam ülkelerinde ge­
ya p ılm ış hat ve ç eşitli bitki m o tifle ri, sedef kakma lişen ve ince bir işçiliğin ürünü olan cam,
d o la p kapakları ve ocak.
tahta, bronz ve bakır eşya İslam sanatının
toprak, tahta ve mozaik üzerine yazı, bitki yetkin örnekleridir. Cam sanatında ayrı bir
motifleri, geometrik desenler işlendi. yeri olan özgün ürünlerden biri de İstanbul’da
Yazı ile süsleme hemen hemen bütün İslam 19. yüzyılda üretilen çeşmibülbüllerdir.
ülkelerinde görülen en yaygın süsleme biçimi­
dir. Süslemede yazı kullanımı dinsel nedenle­ İS LA V LA R bak. S la v la r.
re dayanıyordu. A rap alfabesiyle yazılan bu
yazıların çoğu Kuran’dan alınan ayet ya da İS M A İL DEDE EFENDİ (1778-1846), çoğu
surelerden oluşur. Böylece yazı mimarlıkta ve zaman kısaca D ede Efendi adıyla da tanınır.
daha başka yerlerde kullanılan bir süsleme Itri’den sonraki en büyük Türk besteci sayılır.
biçimi oldu ve “hat sanatı” adıyla bilinen bir Kendinden önceki önemli bestecilerin yapıt­
sanat dalı doğdu (bak. H a t S a n a t i ) . larının 20. yüzyıla ulaşmasını sağlayarak
İslam süsleme sanatı daha çok zihinsel bir önemli bir görev yapmıştır.
taşandır. Süslemeciler doğadan esinlenmek İsmail D ede Efendi’nin “Ham m am izade”
yerine, kendilerinden önce yapılmış olan süs­ diye de anılması, babasının uzun süre hamam
leme biçim ve tekniklerini değişikliklerle ye­ işletmesindendir. İstanbul’da doğan İsmail
nileyerek sürdürdüler. İslam süsleme sanatı D ede Efendi, daha ilköğrenimi sırasında ola­
dört öğeden çok yararlanmıştır. Bunlar yazı, ğanüstü müzik yeteneği anlaşılınca, dönemin
geometrik şekiller, bitki motifleri, az da olsa ünlü müzikçilerinden Uncuzade M ehmed
insan ve hayvan figürleridir. İslam dininin ilk Em in Efendi’den ders almaya başladı. Uzun
dönem indeki, Emevi ve Abbasi saraylarında yıllar ders aldığı U ncuzade’nin aracılığıyla
yer alan duvar ve tavan resimleri, Emeviye B aşdefterdarlık’ta memurluğa atandı. Bir
Camisi’ndeki mozaik resimler dışta bırakılırsa yandan da Yenikapı M evlevihanesi’ndeki m ü­
İslam dünyasında batıda gelişen türde bir zik çalışmalarına katılıyordu.
resim anlayışı yoktur. M inyatür, resim sanatı­ 1799’da, Mevlevi geleneği uyarınca bir hüc­
nın yerini tutm uştur (bak. M İN Y A T Ü R ). rede tek başına kalarak 1001 günlük süreyi
İSPANYA 101

doldurdu. “Çile” denen bu dönem de çok sade


İ S P A N Y A ' Y A İL İŞ K İN B İL G İL E R
yemekler yeniyor; insan, Tanrı, yaşam gibi
kavram lar üzerinde düşünülüyordu. H ücre­
YÜZÖLÇÜMÜ: Balear ve Kanarya adalarıyla birlikte
deyken bestelediği bir şarkı, I I I . Selim’in 504.783 km2.
kulağına ulaşınca, padişah huzuruna çağrıldı. NÜFUS: 38.996.000 (1988).
Bir süre sonra da şeyhi Ali Nutki D ede, YÖNETİM: Anayasal krallık.
derviş İsmail’in çilesini tamamladığı kararm a BAŞKENT: Madrid.
DOĞAL YAPI: Ülkenin büyük b ir bölüm ü geniş bir iç
vararak, ona “D ede” unvanını verdi. Aynı yayla ile kaplıdır. Bu yayla güneybatıdan kuzeydoğu­
tekkede müzik dersleri veren İsmail Dede ya doğru sıradağlar ve vadilerle kesilir. Başlıca sıra­
Efendi daha sonra Saray Fasıl H eyeti’ne dağlar Pireneler, Kantabriya Dağları, Orta Cordillera,
Sierra de Gredos ve Sierra de Guadarrama'dır. Baş­
alındı. Çok geçmeden de padişahın en yakın­ lıca ırm aklar Ebro, Tajo, Duero, Guadiana ve Guadat-
ları arasına girdi. D aha sonra tahta çıkan I I . qu ivir'd ir.
M ahmud gibi, 1839’da padişah olan Abdül- BAŞLICA ÜRÜNLER: Tahıl, patates, sebze, portakal,
üzüm, zeytin; çiftlik hayvanları; şişe m antarı; kömür,
mecid de, İsmail Dede Efendi’ye yakınlık dem ir cevheri, kurşun, çinko, potas, cıva; makine,
gösterdi. 1846’da öğrencileriyle hacca giden kimyasal maddeler, deri eşya, m otorlu taşıtlar.
besteci, orada koleraya yakalanarak öldü. ÖNEMLİ KENTLER: M adrid, Barselona, Valencia, Sevil-
la, Malağa, Zaragoza, Bilbao, Murcia.
Günümüze 250’yi aşkın yapıtı ulaşan İsmail
EĞİTİM: 6-13 yaş arası çocukların eğitim i zorunlu ve
Dede Efendi’nin duygulu, içten ve akıcı bir parasızdır.
üslubu vardır. Bu üslup, başta öğrencilerini,
onların aracılığıyla da daha sonraki bestecile­
rin birçoğunu etkilemiştir. D ede Efendi’nin rıyla doğal yapısı çeşitlilik gösteren bir kıyı
peşrev ve saz semaileri dışında tüm yapıtları şerididir. Güneybatıda Câdiz Körfezi’ni çev­
sözlüdür. 49 dinsel yapıtının en önemlileri, releyen kıyı bölgesi geniş düzlüklerden
beş Mevlevi ayinidir. Özellikle hüzzam ve oluşur.
ferahfeza m akam larındaki ayinlerini anmak İspanya’nın büyük bir bölüm ünü, deniz
gerekir. Dindışı yapıtlarının içinde kârlar, düzeyinden ortalam a yüksekliği yaklaşık 600
m urabbalar, ağırsemailer, yürüksemailer, m etre olan geniş bir iç yayla kaplar. Bu iç
şarkılar ve köçekçeler vardır. (Ayrıca bak. yayla Sierra de Gredos ve Sierra de Guadar-
Türk MüziĞi.) ram a sıradağlarından oluşan O rta Cordillera
dağ zinciri ile güneybatıdan kuzeydoğuya
İS P A N Y A , A vrupa’nın güneybatısında İber doğru ikiye bölünür. Kuzey bölümü engebeli
Yarımadası üzerinde yer alan bir ülkedir. ve yüksek, güney bölümü ise alçaktır. Bu
Yarım adanın batısında Portekiz vardır. İs­ sıradağların yüksekliği yaklaşık 2.500 metreye
panya A vrupa’nın üçüncü büyük ülkesidir. ulaşır. Ülkenin öteki önemli sıradağları Fran­
Kuzeydoğuda Fransa’dan Pirene D ağlariyla sa ile sınır oluşturan Pireneler (bak. PİRENE
ayrılır. Doğu ve güneydoğuda Akdeniz, kuzey­ Da ğ l a r i ) , kuzey kıyısı boyunca uzanan ve
batı ve kuzeyde Atlas Okyanusu ile çevrili­ yüksekliği 2.600 m etreye ulaşan Kantabriya
dir. Dağları ve güneyde Sierra Nevada’dır. Ü lke­
Atlas Okyanusu kıyısının yaklaşık 1.100 km nin en yüksek noktası Kanarya A d alarin d a
güneybatısındaki Kanarya Adaları ile A kde­ yer alan, doruğu 3.718 m etreye ulaşan Teide
niz kıyısı açıklarında yer alan B alear Adaları Tepesi’dir.
İspanya’ya aittir (bak. B a lea r A d a l a r i ; K a ­ Guadalquivir dışında, ancak birkaç ırm akta
narya A d a l a r i ). gemiler çalışır. Ülkenin başlıca ırmakları P or­
İspanya’nın Atlas Okyanusu kıyısı ile Ce­ tekiz sınırında güneye yönelerek Câdiz Körfe-
belitarık Boğazı’ndan Palos Burnu’na kadar zi’ne dökülen G uadiana ile Portekiz’den A t­
olan Akdeniz kıyısı, sarp ve kayalıktır. Palos las O kyanusu’na dökülen Tajo ve D uero’dur.
B urnu’ndan kuzeydoğudaki Kosta Brava’ya Bu ırm aklar iç yaylayı boydan boya kesen,
kadar uzanan kıyı kesimi alçak ve bataklıktır. derin kayalık vadiler oluşturur. Yazları suları
Turistler için gözde bir yöre olan Kosta Brava azaldığından hiçbiri sulamaya elverişli değil­
koyları, körfezleri, uçurumları ve kumsalla- dir. Doğuya doğru akarak A kdeniz’e dökülen
102 İSPANYA

E bro Irmağı hem Kantabriya Dağları’ndan, le r v e h e m e n h e m e n h e r y e r d e k a p lu m b a ğ a la r


hem de Pireneler’den doğan ırm aklarla besle­ v a r d ır . İ s p a n y a , ö r d e k , k a z , fla m in g o , le y le k ,
nir, bu bakım dan sulamaya elverişlidir. su ç u llu ğ u v e b ıld ırc ın g ib i g ö ç m e n k u ş la r için
A v r u p a ile A f r ik a a r a s ın d a k i b a ş lıc a k o n a k l a ­
İklim , Bitki Ö rtüsü ve Hayvan Varlığı m a y e r id ir (bak. H ayvan G ö ç ü ).
İspanya’nın kuzey ve kuzeybatı kıyılarında
yağışlı ve ılıman bir iklim; iç bölgelerde H alk ve Kentler
yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk geçen İspanya tarih boyunca Kuzey A frika ve A vru­
kara iklimi egemendir. Güneyde ve güneydo­ pa’dan gelen akınlara sahne olmuştur. Bu­
ğuda hem en hem en hiç kış olmaz, yazlar ise günkü İspanyollar’ın ataları İberler, Keltler,
sıcak ve kurak geçer. Fenikeliler, Yunanlılar, Kartacalılar, Rom alı­
İspanya’da bitki örtüsü de iklim gibi çeşitli­ lar, Vizigotlar, Vandallar, A raplar ve Mag-
lik gösterir. Ülkenin kuzeyi, kuzeybatısı ve ripliler’dir.
dağ yamaçları yaprakdöken orm anlarla ve Ortaçağda İspanya, dilleri ve töreleri birbi­
geniş çayırlarla kaplıdır. İç yaylada iğneyap- rinden farklı, bağımsız krallıklara bölünmüş­
raklı ağaçlar, ırmak boylarında ardıç, dişbu­ tü. Ülkenin kuzeybatı ve iç kesimlerinde
dak ve kavak yetişir. D aha yüksek ve kuru Kastilya ve Leon, kuzeyinde N avarra, kuzey­
kesimlerde yer yer katırtırnağı, mersin ve doğusunda A ragon, batısında Portekiz kral­
adaçayma rastlanır. Ülkenin batısında ve lıkları, güneyindeyse Endülüs egemenliğinde­
kuzeydoğusunda, Barselona yakınlarında çok ki topraklar bulunuyordu. Ülkenin bugünkü
değerli bir ağaç olan m antar meşesi ve kesta­ dil ve kültür yapısı üzerinde en derin iz
ne ağaçları vardır. Güneyde ve güneydoğuda bırakan Kastilyalılar olmuştur. Bununla bir­
çorak ve geniş düzlükler, bodur çalılarla ve likte bazı bölgelerde değişik lehçeler egemen­
yabanıl otlarla kaplıdır. dir. Katalonya, Balear Adaları ve Valencia’
İspanya hayvan varlığı bakım ından da çok da Katalan dili; batıda kırsal kesimde Porte­
zengindir. Kuzeydeki dağlık bölgelerde, ge­ kizce’ye benzeyen Galicia lehçesi; kuzeydeki
yik, dağkeçisi, Pireneler’de kartal, akbaba ve Bask bölgesinde öbür dillere benzemeyen
ormantavuğu yaşar. İç yaylada kurt, vaşak ve eski ve özgün bir dil olan Euskara konuşulur
tavşan, güneyde kuyruksüren, kartal, Gua- (bak. B asklar ve B ask BÖLGESİ). Kuzeybatıda
dalquivir vadisinde kertenkele ve bukalem un yaşayan Galicialılar da Basklar gibi bağımsız­
gibi sürüngenler, dağlık bölgelerde sem ender­ lığına düşkün bir halktır. Dilleri ve töreleri
daha çok Portekizliler’e benzer. İspanya’da
her bölgenin kendine özgü geleneksel giysile­
ri, folkloru, şarkıları ve dansları vardır. H ep­
sinin ortak geleneği ise fiesta denen şenlik­
lerdir.
Boğa güreşleri, futbol, basketbol ve pelot
gibi oyunlar da İspanyol halkının yaşamında
önemli bir yer tutar (bak. PELOT). Halkın
büyük çoğunluğu Katolik, bir bölümü ise
Protestan’dır. M useviler Hıristiyan olmayan
en büyük topluluğu oluşturur.
İspanya’nın başkenti M adrid (bak. MADRİD)
ülkenin neredeyse tam ortasına düşer. Başlıca
limanı ve sanayi merkezi Akdeniz kıyısındaki
Barselona’dır (bak. BARSELONA). Barselona
tarihsel yapıların yanı sıra, Katalonyalı mimar
Antonio G audi’nin (1852-1926) tasarımı olan
m odern yapılarıyla ünlü, güzel bir kenttir.
Ülkenin öteki önemli kenti Valencia, A kde­
İSPANYA 103

niz kıyısındadır. Portakal ve limon ağaçlarıyla İspanya’da oldukça gelişkin bir ulaşım sis­
çevrelenmiş olan bu kent, beyaz badanalı temi vardır. Demiryolları ve karayollarının
evleri, kubbe ve kuleleriyle, daha çok A rap çıkış noktası M adrid’dir. Denizyolu ve deniz
kentlerinin özelliklerini taşır. Güneybatı İspan­ taşımacılığı dış ticarette önemli rol oynar.
ya’da Sevilla ve G ranada kentleri tarihsel Başlıca limanlar kuzeyde G ijon, Aviles, El
yapılarıyla ünlüdür (bak. E l h a m r a Sa r a y i ; Ferrol, Vigo, La Çoruna, Santander ve Bil­
G ranada ; Se v îl l a ) . bao, güneybatıda Câdiz ve Sevilla, Akdeniz
kıyısında C artagena, Valencia ve Barselo­
Tarım ve Sanayi na’dır. İspanya’nın dünyanın birçok ülkesiyle
İspanya, sanayisi gelişmekte olan bir tarım havayolu bağlantısı vardır. Başlıca havali­
ülkesidir. Ne var ki, iklimin sert, toprağın m anları M adrid, Barselona ve Sevilla’dadır.
verimsiz, uygulanan yöntem lerin eski oluşu Turizmin ülke ekonomisine katkısı büyük­
tarımsal ürünü olumsuz yönde etkilem ekte­ tür. İspanya’ya her yıl 30-40 milyon turist
dir. Başlıca ürünler buğday, arpa, patates, gelir. Kıyılarda çekici oteller ve dinlence
soğan, şekerpancarı; Valencia ve M urcia’nın yerleri vardır.
kıyı düzlüklerinde pirinç ve ülkenin kuzeybatı
bölgesi dışında tüm bölgelerde yetişen zeytin­ Tarih
dir. Güneyde ve doğudaki kıyı şeritlerinde İber Yarım adası’nda, İÖ yaklaşık 25-10 bin
yetiştirilen portakal ve dom ates büyük ölçüde yıl öncesinden kalan A ltam ira M ağarası gibi
dışarıya satılır. Hayvancılığın ülke ekonomisi­ m ağaralarda, duvarlara çizilmiş bizon ve at
ne katkısı önemlidir. En çok koyun ve keçi resimlerine rastlanm ıştır (bak. M a ğ a r a S a n a -
beslenir. İspanya özellikle postundan iyi cins T l) . İÖ 1100’lerde Fenikeliler İspanya kıyıla­
yün elde edilen merinos koyunuyla ünlüdür. rında balıkçılığa ve ticarete dayalı koloniler
Kırsal kesimlerde ulaşımda eşek kullanılır. kurdular. İÖ 9. yüzyıldan sonra Yunanlılar’ın
İspanya şarap üretim inde A vrupa’nın üçün­ kurduğu koloniler ise Doğu A kdeniz’le tica­
cü önemli ülkesidir. Ayrıca Endülüs, Kata- retin gelişmesini sağladı. D aha sonra bu
lonya ve batıda Estrem adura’da yetişen m an­ kolonileri Kartacalılar ele geçirdi. İspanya,
tar meşesinden m antar elde edilir. İÖ 8. yüzyılda, Pireneler üzerinden gelen
İspanya, A vrupa’nın önde gelen köm ür K eltler’in istilasına uğradı. İÖ yaklaşık 6.-5.
üretim m erkezlerinden biridir. Köm ür en çok yüzyıllarda İberler adı verilen halk İspanya’
Kantabriya D ağlarindan çıkarılır. Yaygın nin güney ve doğu kesimlerine yerleşti.
olarak bulunan demir yataklarından başka, Yunanlılar’ın etkisiyle özgün bir uygarlık
güneybatıda Huelva yöresinde pirit vardır. geliştiren İberler’in bir yazı sistemleri vardı.
Ayrıca kurşun, bakır, çinko, tungsten ve cıva Tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlardı. El
bulunur. sanatlarında çok ileri gitmişlerdi. K eltler’in
İspanya’da sanayileşme oldukça geç başla­ İberler’le karışarak kaynaşmasından Kelti-
dı. Bilbao, Valencia, Sevilla ve Câdiz’de gemi berler olarak bilinen halk ortaya çıktı (bak.
yapımcılığı, Barselona, Bilbao ve M adrid’de K el tl er ).
m otor, makine ve elektrikli ev aletleri üreti­ I. K artaca Savaşı’ndan sonra (bak. K a r t a -
lir. M adrid’de bir de uçak fabrikası vardır. K artacalılar’ın İber Yarımadası
CA S a v a ş l a r i )
Ö teki önemli sanayi dalları demir-çelik, oto­ üzerindeki egemenliği sona erdi. İÖ 19’da
mobil, kimyasal m addelerdir. D okum a sana­ tüm yarım ada Rom a İm paratorluğu’nun de­
yisinin merkezi B arselona’dır. İspanya ayrıca netimine girdi. Yaklaşık 400 yıl süren Rom a
denizcilikte de çok ileridir. Bask yöresinde egemenliği sırasında İber Yarımadası, Rom a
yapılan tabanca ve tüfekler çok ünlüdür. uygarlığının etkisiyle gelişti. İber ve Kelt
Ülkede bulunan uranyum kaynaklarından dilleri yerini Latince’ye bıraktı.
yararlanacak bir nükleer enerji santralı tasarı­ Rom a İm paratorluğu’nun yıkılmasından
mı varsa da, İspanya’da elektrik üretimi sonra İspanya, G erm en halklarının istilasına
büyük ölçüde petrole ve hidroelektrik enerji uğradı. Vizigotlar yarım adanın büyük bir
santrallarına dayalıdır. bölümünü kapsayan güçlü bir krallık kurdu-
104 İSPANYA

Spanish N ational Tourist O ffice

Üstte solda: K astilya b ö lg esin de , ge çm işte R o m alıla r'ın savu nm a m erkezi olan S egovia kentinde, o
d ö n e m d e n kalm a El Puente s u ke m e rle ri. Üstte sağda: Kuzeybatı İspanya'da, K an tabriya D a ğla rı'n ın
ete kle rin d e k u ru lm u ş b ir m anastır. Solda: H uelva'da b ir g e çit tö re n i. İspanya'da at b u g ü n de yayg ın olara k
ku lla n ılm a kta d ır. Sağda: Ş en liklerd e, tö re n le rd e ve tu ris tle r için yap ılan eğ lencelerde g iy ile n İspanyol
ulusal g iy s ile ri son derece göz alıcıdır.
İSPANYA 105

lar. İS 711’de, Kuzey A frika’daki Emevi İspanya, Osm anlılar’la ve Fransızlar’la yaptığı
valisinin kom utanlarından Tarık bin Ziyad, savaşlarda gücünü iyice yitirdi.
Cebelitarık Boğazı’m geçerek, İspanya’nın İspanya Kralı II. Carlos ölüm döşeğinde
nerdeyse tamamını ele geçirdi (bak. ENDÜLÜS tahtı Fransa Kralı XIV. Louis’nin torununa
E m ev İler İ) . M üslüm anlar’ın kendi aralarında­ bıraktı. Yeni kral 1701’de V. Felipe adıyla
ki çatışmalardan yararlanan Vizigotlar 8. tahta geçti. Böylece İspanya’da Bourbon
yüzyılda kuzeyde Asturias Krallığı’m, ardın­ kralları dönemi başlamış oldu. V. Felipe etkili
dan güneye doğru yayılarak Leön, Kastilya, bir yönetim kurdu ve birtakım reform lara gi­
Navarra ve Aragon krallıklarım kurdular. rişti. Bask ve Navarra dışında bütün topraklar
13. yüzyıl başlarında kentlerin önem kazan­ doğrudan krallık yönetimine bağlandı. Ne var
masıyla Cortes adı verilen meclisler ortaya ki, H ollanda ve İtalya toprakları yitirildikten
çıktı. Bu meclisler soylulardan, din adam la­ başka Cebelitarık da İngiltere’ye bağlandı.
rından ve kent temsilcilerinden oluşuyordu. Fransız Devrim i’nden sonra Fransız ordula­
Kral canı istediği zaman bu meclisleri toplan­ rı İspanya’ya girdi. 1805’teki Trafalgar Sava-
tıya çağırırdı. şı’nda İspanyol donanması yok edildi. Bunu
Hıristiyan krallıkların M üslüm anlarla sa­ fırsat bilen Fransa İm paratoru Napolyon, kar­
vaşı yaklaşık 700 yıl sürdü. M üslümanlar deşi Joseph B onapart’ı İspanya tahtına o turt­
yarım adadan çıkarıldıktan sonra Aragon ve tu. 1808’de İspanyollar Fransa’ya karşı ayak­
Kastilya’nın Katolik kralları dinsel ve siyasal landılar. Yarım ada Savaşı (1808-14) olarak da
birliği güçlendirmek gerekçesiyle Yahudi- bilinen İspanya Bağımsızlık Savaşı’nda Fran-
ler’e, M üslüm anlar’a ve başka dinsel gruplara sızlar’ı ülkelerinden sürdüler. Bu gelişmelerin
baskı uygulamak için 1478’de papanın izniyle ardından İspanyol A m erika’sında ayaklanma­
İspanyol Engizisyonu’nu kurdular. Böylece lar başladı. 1824’te İspanyol birliklerinin Pe­
on binlerce insana işkence edildi. Binlercesi ru ’da yenilgiye uğramasıyla, sömürgelerin ço­
yakılarak öldürüldü. ğu bağımsızlığını ilan etti.
1479’da Aragon Kralı Fernando’nun Kas­ Bourbon kralları dönem inde belirli bir eko­
tilya Kraliçesi Isabella ile evlenmesiyle, İspan- nomik canlanma olduysa da bu uzun sürmedi.
ya’nın en güçlü iki krallığı birleşti. 1492’de 1812’de Câdiz’de toplanan Cortes ilk liberal
Kastilya ve Aragon orduları G ırnata’yı ele anayasayı kabul etti. Bu sırada alman önemli
geçirerek M agripliler’i denetim altına aldı. kararlardan biri de engizisyonun kaldırılması
Aynı yıl Kraliçe Isabella’nın desteğiyle denize oldu.
açılan Kristof Kolom b’un A m erika’yı keşfiyle İspanya 19. yüzyıl boyunca yeteneksiz yö­
İspanyol sömürgeciliği başlamış oldu. neticilerden ve iç savaşlardan çok zarar gör­
İspanya, Fernando ve Isabella’dan sonraki dü. 1898’de İspanya-Am erika Savaşı büyük
dönem lerde de A vrupa’daki güçlü konum unu bir yenilgiyle sona erdi. İspanya, Küba, Porto
korudu. D ah a sonraki yıllarda Felem enk top­ Riko ve Filipinler’i yitirdi (bak. İSPAN YA-AM E­
raklarını, İtalya’yı ve Portekiz’i egemenliği RİKA S a v a ş i ) . Bu olay İspanya tarihinde önem ­
altına aldı. Aynı zam anda denizaşırı yayılma­ li bir dönüm noktası oldu.
cılığını da sürdürerek M eksika’yı, O rta ve İspanya, I. Dünya Savaşı’nda (1914-18) ta ­
Güney A m erika’nın büyük bir bölüm ünü ve rafsız kaldı. 1923’te G eneral Primo de Rivera
Filipinler’i im paratorluk topraklarına kattı. bir darbeyle yönetime el koydu. İspanya’nın
Bundan sonra İspanya’nın gücü giderek çeşitli halklardan oluşan yapısına duyarlı ol­
azalmaya başladı. Bunun nedenlerinden biri mayan Rivera, baskıcı bir yönetim kurdu. Bu­
imparatorluğun değerli kaynaklarının büyük na karşı gerek halktan, gerek ordudan gelen
ölçüde denizaşırı topraklarda siyasal üstünlük tepkiler üzerine 1930’da istifa etti. Yapılan se­
kurm ak amacıyla kullanılmış olmasıydı. çimlerde cumhuriyet yanlıları büyük bir ço­
1588’de İspanyol A rm adası, İngilizler karşı­ ğunluk sağladı. Yeni cumhuriyetçi hüküm et
sında ağır bir yenilgiye uğradı (bak. A r m a d a ). ilerici bir anayasa çıkarttı. İşçi hakları başta
HollandalIlar İspanyol egemenliğine başkal­ olmak üzere bir dizi reform yürürlüğe kondu.
dırdı. Çok geçmeden Portekiz’i de yitiren Ne var ki, Cum huriyetçiler’in Katolik kurum ­
106 İSPANYA

Spanish N ational Tourist O ffice

M a d rid yakın larınd a, ortaça ğd an kalm a M anzanares El Real Kalesi

lan karşılarına almaları ve çıkarcı çevrelerin sı dışında İspanya’ya ait olan topraklar yalnız­
öngörülen toplumsal değişmelerden tedirgin­ ca Kanarya ve Balear adalarıdır.
lik duyması, gerici çevreleri harekete geçirdi.
Silahlı faşist bir örgüt olan Falanj, Francisco İspanyol Sanatı
Franco önderliğinde Cum huriyetçiler’e karşı O rtaçağda doğu ve batı kültürlerinin buluştu­
çıktı. Yaklaşık 1 milyon kişinin öldüğü İspan­ ğu bir kavşak olan İspanya, yüzyıllardan beri
ya İç Savaşinm (1936-39) ardından Franco sanata beşiklik etmiş bir ülkedir. Roma ege­
devlet başkanı oldu (bak. F r a n c o . F rancisco ). menliğinden kalma çok sayıda heykelin yanı
II. Dünya Savaşı’nda (1939-45) Franco, ta ­sıra 8. yüzyılda başlayan İslam istilası, İspan-
rafsızlık siyaseti izlediğini söylemekle birlikte, yol-Magrip sanatının doğmasına yol açmıştır.
iç savaş sırasında Franco’ya yardım etmiş olan Bu sanattan günümüze K urtuba Camisi ve El-
H itler ve M ussolini’yi destekledi Bu yüzden ham ra Sarayı gibi eşsiz yapılar ile ustalıkla iş­
batılı ülkelerce dışlanarak 1955'e kadar Bir­ lenmiş fildişi eşya, ahşap oyma panolar, kab­
leşmiş M illetler’e alınmadı. Franco 1975’te öl­ zaları işlemeli silahlar ve seram ikler kalmıştır.
dü. Juan Carlos kral oldu. 1976’da başbakan­ Tuğla duvar örm ekte, oymalı alçıdan ve sırlı
lığa getirilen Adolfo Suarez Gonzales’in kur­ topraktan mozaik duvar süslemeleri yapm ak­
duğu hüküm et yeni yasal düzenlemeler yaptı. ta usta olan Müslüman işçiler yapı işlerinde
Falanj’ın kapatılm asından ve İspanya Komü­ çalışarak, yeni yapılara damgalarını vurdular.
nist Partisi’nin yasallaşmasından sonra Bunlardan başka yontma taştan yapılma ve
1979’da yapılan serbest seçimlerle dem okrasi­ anıtsal heykellerle bezeli yapılar da ortaya
ye geçildi. çıktı. İspanyol sanatçılar ahşap oymacılıkta ve
İspanya’nın dem okratik yönetime dönüşü kuyumculukta da çok zarif ürünler verdiler.
1986’da A vrupa Ekonom ik Topluluğu’na ka­ 12. yüzyılın ikinci yarısından sonra İspanya’ya
bul edilmesini sağladı. Bugün İber Yarım ada­ yerleşen gotik üslup Hıristiyanlık’la bütünle­
İSPANYA-AMERİKA SAVAŞI 107

şerek katedral ve kilise yapımında uzun süre


etkisini gösterdi. İtalyan Rönesans’ının etki­
siyle İspanya’da resim, heykel ve mimarlıkta
önemli gelişmeler oldu.
İspanya yetiştirdiği büyük ressamlarla,
dünya resim sanatının zenginleşmesine katkı­
da bulundu. Çarpıcı üslupları ve yetkin tek­
nikleriyle önde gelen İspanyol sanatçıları ara­
sında El Greco, Jose de Ribera, Francisco de
Z urbaran, Diego Velazquez ve Goya sayılabi­
lir. 16. ve 17. yüzyıllarda İspanya sanat, ede­
biyat, bilim ve felsefede çok ileri gitmiş­
ti. “A ltın Çağ” olarak nitelenen bu dö­
nem den sonra ülke dinsel bağnazlığın ve hoş­
görüsüzlüğün egemen olduğu engizisyonun
pençesine düştü (bak. E N G İZ İS Y O N ). Büyük
acıların yaşandığı 18. ve 19. yüzyıllarda İspan­
ya, Avrupa kültüründen uzaklaşarak kendi
içine kapandı. 20. yüzyılın ilk yarısında ise fa­
şizmin sanat ve kültür üzerindeki baskıları ge­
lişmeyi yavaşlatmakla birlikte yeni akımların
ortaya çıkmasını ve dünya çapında ünlü sanat­
çıların yetişmesini önleyemedi.
Resimde Joan Miro, Pablo Picasso ve Sal­
vador Dali; müzikte A ntonio de Cabezön,
Dom enico Scarlatti ve M anuel de Falla bun­ (1) K eystone View C om pany, (2) A m erican Historical Bureau

lar arasındadır. U sta piyanist Jose Iturbi, gi­ 1 Ispanya-A m erika Savaşı sırasında atların çektiği
b ir a m b u la n s on arılırken . 2 M a in e 'in Havana
tarcı A ndres Segovia ve soprano Victoria de lim a n ın d a batırılışı.
los Angeles de İspanya’nın yetiştirdiği değerli
sanatçılardır. (Ayrıca bak. M İM ARLIK; R ESİM S A ­ vay a uçuruldu ve denizcilerden 266’sı öldü.
N A T I.) A BD bu olaydan İspanya’yı sorumlu tuttu. 20
Nisan’da A B D Kongresi, İspanya’nm Kü­
İS P A N Y A -A M E R İK A S A V A Ş I, A B D tarihi­ b a’dan çekilmesini istedi. 24 Nisan’da ise
nin en kısa savaşıdır. 1898’de başlayan ve 114 İspanya, A B D ’ye savaş ilan etti.
gün süren bu savaş, her iki ülkenin tarihinde A B D ’nin büyük gücü karşısında, yetersiz
bir dönüm noktasıdır. Savaşın sonunda İs­ donanımıyla İspanyol ordusu çok zayıftı. İlk
panya, Am erika ve A sya’daki sömürgelerini çatışma K üba’da değil, başka bir İspanyol
yitirirken, A BD ilk sömürgelerini kazanmış sömürgesi olan Filipinler’de oldu. Bu savaşta
oldu. İspanyol filosu batırıldı. K üba’nın Santiago
Küba çok uzun bir süreden beri İspanyol limanındaki başka bir İspanyol filosunun tüm
egemenliğinden kurtulm ak ve bağımsızlığına gemileri de batırıldı. 17 Tem m uz’da Santiago
kavuşmak çabasındaydı. En sonuncusu teslim oldu. 21 Tem m uz’da A B D ordusu
1895’te gerçekleşen ayaklanm alar, acımasızca Porto R iko’ya çıktı ve bu ülkeyi kolayca ele
bastırılmıştı. Birçok Kübalı toplam a kam pla­ geçirdi. 12 A ğustos’ta anlaşmaya varılarak
rına gönderilmiş, bu kam plarda açlık ve savaşa son verildi. Uzakdoğu’da savaşan
hastalıktan ölmüştü. A BD halkı Kübalılar’ı ABD güçlerinin ateşkesten haberi olmadığı
destekliyordu. G azetelerde de İspanya’yı ye­ için Filipinler’de altı saatlik bir savaştan sonra
ren yazılar yayımlanıyordu. Manila da ele geçirildi.
15 Şubat 1898’de A B D savaş gemisi Maine A B D savaş süresince 400 ölü verdi. H asta­
K üba’nın H avana limanında demirliyken ha- lıktan ölenlerin sayısıysa 5.000’di. 10 Aralık
108 İSPANYOL EDEBİYATI

1898’de Paris’te yapılan barış antlaşmasında X. Alfonso’nun çabalarıyla gerçekleşti. Kral


İspanya, Küba üzerindeki bütün haklarından A lfonso’nun desteklediği çeviri ve derleme
vazgeçti. G uam , Porto Riko ve Filipinler’i çalışmaları sonucunda klasik m etinlerin yanı
A B D ’ye bıraktı. A B D de İspanya’ya 20 sıra, doğu, İbrani ve Hıristiyan metinlerinin
milyon dolar ödemeyi kabul etti. içerdiği bilgiler yerel dile kazandırılmış oldu.
Şiir türünde ise Fransız etkisi taşıyan m a­
İSPANYOL EDEBİYATI, İspanya’da yazılan nastır kökenli, dinsel, öğretici ya da yarı
edebiyat yapıtlarını kapsar. İspanya’nın ulu­ tarihsel konulara yer veren ve bilgili okurlara
sal dili olan Kastilya lehçesinde kaleme alman seslenen yeni bir akım gelişti. Bu akım
yapıtlar İspanyol edebiyatının ana bölümünü çerçevesinde adı bilinen en eski İspanyol şairi
oluşturm akla birlikte, Katalan dili ve Galicia olan Gonzalo de Berceo (yaklaşık 1195-
lehçesinde yazılmış yapıtlar da bu kapsamda 1268), içten bir deyiş ve duygusal bir anlatım ­
sayılır. la azizlerin yaşamları ve Hz. M eryem ’in
İS 711’de başlayan A rap istilası sonrasında, mucizeleri gibi konuları işleyen şiirler yazdı.
İber Yarım adası’nda konuşulan Latince gide­ 14. yüzyıl edebiyat açısından dikkate değer
rek yerel bir dile dönüştü. 9. yüzyılda iç bir yaratıcılık dönemiydi. Kral Alfonso’nun
bölgenin kuzeyindeki Burgos kenti dolayla­ yeğeni Juan M anuel’in 50 ahlak öyküsünden
rında ortaya çıkan Kastilya lehçesi, İspan- oluşan bir derlemesi öykü türünün başlangıcı
ya’nın A rap istilasından kurtulmasıyla güneye sayılırken, Juan Ruiz’in Libro de Buen A m or
doğru yayılma gösterdi; 11. yüzyılda M adrid (1330; “Güzel Aşkın Kitabı”) adlı şiir kitabı
ve Toledo dolaylarında konuşulan bu dil, 15. bu dönemin başyapıtlarm dandır. Kral A rthur
yüzyılda Kastilya ve Aragon krallıklarının öykülerinin (bak. A r t h u r ) İspanyolca’ya çev­
birleşmesiyle İspanya’nın resmi dili oldu. rilerek okunması sonucunda ilk İspanyol ro­
manı sayılan El caballero Cifar (yaklaşık
Ortaçağ 1305; “Şövalye Cifar”) adlı şövalye romansı
11. yüzyıldan kalma bilinen ilk İspanyol kaleme alındı. Gene aynı dönemde Garci
edebiyatı m etinleri A rap harfleriyle Kastilya Rodriguez de M ontalvo’nun yazdığı Am adis
lehçesiyle yazılmış, yalnızlık ve sevgi gibi ince de Gaula (“Galyalı A m adis”), içerdiği doğa­
duyguları dile getiren kısa şiirlerdir. Daha üstü serüvenler ve yarattığı duygusal etkiler
sonraları ise A vrupa’nın tüm ünde yaygınlık nedeniyle 200 yıl önemini korudu.
kazanan kahram anlık destanları, İspanya’da 15. yüzyılda şiir türü İtalyan etkisi altında
da yaygın bir edebiyat türü oldu. Bunlar yeniden bir canlanma gösterdi. Juan Alfonso
arasında en önemlisi olan ve 12. yüzyıldan de Baena, Francisco Im perial, Santillana ve
günümüze ulaşan Poema (ya da Cantar) de Juan de M ena gibi şairler İspanyol şiirinin
M io Cid (“Cid’in Şarkısı”) adlı 3.750 dizelik, biçim ve içerik yönünden zenginleşmesine
yazan bilinmeyen şiir El Cid lakabıyla tanı­ önemli katkılarda bulundular. Yazarı belli
nan Kastilyalı soylu Ruy Diaz de Vivar’ın olmayan Danza de la Muerte (“Ölüm D ansı”)
başından geçen olayları anlatıyordu. Fransız adlı şiir ise ölüm ve kurbanları arasındaki
destanlarının etkisini taşıyan bu gibi kahra­ karşılıklı konuşmalar yoluyla toplum dan bir
manlık destanlarının yanı sıra, aynı dönemde kesit sunarken, daha sonraki yüzyıllarda geli­
dinsel konulu şiirler de yazılıyordu. şecek olan tiyatro türünü müjdeliyordu.
Ö te yandan, 1085’te Toledo’nun A rap isti­
lasından kurtulmasıyla bu kent, doğu dillerin­ A ltın Çağ
den yapılan çeviriler için bir merkez olmuştu. 1479’da İspanya’nın Aragon ve Kastilya kral-
Bu çeviriler ise düzyazı türünün gelişmesinde lıklannın yönetiminde bir birliğe kavuşma­
önemli bir etken oldu. Kelile ve D im ne (1251) sı, basım yönteminin bulunması, Kristof Ko-
adlı fabl türünde bir yapıtın çevirisi, İspanyol­ lom b’un A m erika’yı keşfi ve İtalya ile kuru­
ca yazılmış ilk öykü örneğidir. Düzyazıda lan kültür alışverişi İspanyol R önesans’ının
Kastilya lehçesinin Latince’nin yerini alması başlamasında etken oldu. 16. ve 17. yüzyılları
13. yüzyıl ortalarında Kastilya ve Leon Kralı kapsayan “altın çağ” İspanyol edebiyatının en
İSPANYOL EDEBİYATI 109

görkemli dönemidir. Dönem in başlangıcında adlı düzyazı yapıtı ile Jose Francisco’nun Fray
yazan bilinmeyen Comedia de Calixto y Meli- Gerundio (1758) adlı yergisi sayılabilir. Diego
bea (1499; “Calixto ve M elibea’nın Komedi­ Gonzales ile Juan M elendez Valdes gibi
si”) adlı rom an bir başyapıt niteliği taşıyordu. şairler ise şiir türüne bir ölçüde canlılık
Halkın uzun bir süre beğendiği şövalye ro- getirdiler.
m anslannın yerini bir yandan İtalyan edebi­ 19. yüzyılda A vrupa’da yaygınlık kazanan
yatından etkilenen ve kırsal yaşamı yücelten Romantizm A kim inin etkileri İspanyol ede­
pastoral roman, bir yandan da kökeni İspan­ biyatında ancak 1830’larda görülmeye başladı
ya’da olan pikaresk roman aldı. Şövalye roman­ ve kısa süreli oldu. İspanya’da Rom antizm ’in
sına tepki olarak doğan ve sevimli bir serseri­ önde gelen adları arasında D on Alvaro, o la
nin yaşamöyküsünü konu alan pikaresk rom a­ fuerza del sino (1835; “D on Alvaro ya da
nın ünlü örneği yazarı bilinmeyen Lazarillo Yazgının Gücü”) adlı oyunuyla şair ve oyun
de Tormes'ûv (1554). G ene de, bu çağın en yazan Angel de Saavedra ve D on Juan
ünlü romanı Miguel de Cervantes’in (bak. Tenorio (1844) adlı oyunuyla yazar Jose
C e r v a n t e s Sa a v e d r a ,M ig u e l D e ) kaleme aldı­ Zorilla sayılabilir.
ğı ve yarattığı D on Kişot ile uşağı Sanço Pan- 1850’den sonra ise şiir türünde rom antik
za karakterleriyle çağdaş romanın ilk örnekle­ duyarlılık korunm akla birlikte, bu akımın
rinden sayılan Don K işo fiu ı (D on Quijote; biçimselliğinden kaçman Gustavo Adolfo
1605-15). Becquer, Ram on de Cam poam or y Campoo-
O rtaçağ kilise oyunlarından esinlenerek sorio ve G aspar Nünez de Arce gibi yeni
gelişen İspanyol tiyatrosu bu dönemde Lope şairler ortaya çıktı.
de Vega’nın oyunlarıyla sanatsal doruğa ulaş­ İspanyol rom anı 19. yüzyılın ikinci yarısın­
tı. Sayısı 1.800’ü aşan oyunları ustalıklı bir da önemli bir gelişme göstererek yerel gözlem
sahne tekniği sergiliyor ve çapraşık olay ve betim lem elere yer veren bir bölgesel ro­
örgüleri içeriyordu. Lope de Vega’yı izleyen man niteliğine büründü. Pedro Antonio de
başarılı oyun yazarları arasında Tirso de A larcon’un Üç Köşeli Şapkacı (El sombrero
M olina ve Pedro Calderon de la Barca sayıla­ de tres picos; 1874), Jose M aria de Pereda’nın
bilir. Penas arriba'sı (1893; “Dağlara D oğru”) böl­
Bu dönem de şiir türünde de önemli geliş­ gesel romanın önde gelen örnekleri arasın­
m eler oldu. Şair Garcilaso de la Vega İtalyan dadır.
şiirinde kullanılan ölçüleri Kastilya lehçesiyle
yazdığı şiirlere uygulayarak İspanyol lirik şiir Çağdaş Dönem
geleneğini başlattı. Ünlü gizemci şairlerden 19. yüzyılın sonlarından başlayarak baş göste­
San Juan de la Cruz, Aziz Juan de Yepes y ren siyasal ve toplumsal sorunlar yazarları
Alvarez ile Avilalı Azize Teresa dinsel konu­ birtakım değerleri gözden geçirmeye yöneltti.
ları işlerken, Luis de Göngora y A rgote çok Bunun sonucunda İspanyol romanı daha ciddi
süslü bir dille, yoğun imgeler ve karmaşık biramaçlı boyutlar kazanırken, eleştirel, psikolo­
sözdizimi içeren şiirler kaleme aldı. jik ve felsefi denem eler de önem kazandı.
Rom an ve deneme yazarlarından oluşan bu
18. ve 19. Yüzyıllar “98 Kuşağı” İspanyol edebiyatının dünya
18. yüzyılda İspanyol edebiyatında Fransız çapında saygınlık kazanmasını sağladı. Bunlar
edebiyatının etkisi sürdü ve Yeniklasikçilik arasında en ünlüsü olan Miguel de Unam uno
A kım ı’na bağlı kalındı. Edebiyat yönünden denem elerinde ulusal sorunları ele alırken,
bir önceki yüzyıla göre sönük geçen bu Sis (Niebla; 1914) gibi rom anlarında kişiliğin
dönem de, ortaçağ İspanyol kültürüne yönelik temellerini irdeledi. Takm a adı Azorin olan
araştırm alar sonucunda doğan eski-yeni tar­ Jose M artinez Ruiz ise eski edebiyat kuralla­
tışmaları edebiyatta eleştirel bir yaklaşımın rına ve İspanyol kırsal yaşamına yeni bir
doğmasını sağladı. Dönem in önemli yapıtları yorum getirdi.
arasında Jose de Cadalso y Vasquez’in Noc- 20. yüzyılın başlarında önde gelen adlar
hes lugubres (1789-90; “Kasvetli G eceler”) arasında romancı Ram on Perez de Ayala ile
110 İSPİNOZGİLLER

lirik şair Juan Ramon Jimenez sayılabilir. k a’nın kuzeyine, A sya’nın orta kesimlerine
Jim enez’in izinden giden ve “ 1927 Kuşağı” kadar yayılmıştır. Erkeklerin renkleri parlak,
adıyla bilinen şairler arasında ise çağdaş tepeleri mavimsi bozdur. Hem erkeklerin,
akımlardan etkilenen, karmaşık imge ve sim­ hem de dişilerin kanatlarında enine beyaz
gelerle yüklü şiirler yazan A ntonio M achado, bantlar vardır. Çmıltılı, şakrak ötüşleri içinde
Jorge Guillen, Federico Garcia Lorca, Pedro vurgulu bir “pink pink” sesi sık sık duyulur.
Salinas ve Rafael Alberti gibi şairler vardı. Nisandan başlayarak çalılara ve ağaç dalların­
Lorca yoğun bir şiirsellik taşıyan Kanlı Düğün daki çatallara yaptıkları yosunla döşenmiş
(Bodas de Sangre; 1933) ve Bernarda Al- özenli yuvalarına dişiler 4-5 yum urta bırakır.
ba’nın Evi (La Casa de Bernarda A lb a ; 1936) Kahverengimsi olan bu yum urtaların üstünde
gibi oyunlarında yarattığı karakterlerin tutku­ koyu m or ile kahverengi karışımı benekler ve
larını hem geleneksel çerçevede, hem de çizgiler vardır. Kışın oluşturdukları geniş top­
evrensel boyutta sergiledi (bak. A lb er ti , R a - luluklarda, dağ ispinozuna (Fringilla montif-
fa e l ; G a r c ia L o r c a , F e d e r ic o ). ringilla), öbür ispinozgillere ve serçelere rast­
İspanya İç Savaşı (1936-39) sırasında birçok lanabilir. Dağ ispinozunun kuyruksokumu
yazann yurtdışına gitmesi, İspanyol edebiya­ beyaz, sırtı ve başı koyu renktir. Avrupa ve
tının gelişmesinde bir duraklam a yaratırken, A sya’nın kuzey kesimlerinde ürer. Türki­
savaş deneyimi edebiyata değişik gerçekçilik ye’de göç sırasında ve kışın görülür.
anlayışları getirdi. Örneğin Camilo Jose Mavi ispinoz (Fringilla teydea) Kanarya
C ela’nm Pascual Duarte’nin Ailesi (La Fami- A d alan ’nın yüksek kesimlerinde yaşar. Dişi­
lia de Pascual Duarte; 1942) şiddet öğeleri lerin tüyleri erkeklerinki gibi parlak mavi
içeren bir gerçekçilik akımını başlattı. değil, sırtta kahverengimsi yeşil, altta kül
1950’lerde ise Toplumsal Gerçekçilik anlayışıy­ rengidir.
la rom anlar yazıldı (bak. G E R Ç E K Ç İL İK ). Aynı familyanın Galâpagos A dalarin d a
İç savaş sonrasında ise Gabriel Celaya, Blas yaşayan 14 türü ünlü bilgin Charles Darw in’e
de O tero ve Claudio Rodriguez gibi şairler düşüncelerini kanıtlam a olanağı vermiştir.
salt şiirsellikten uzaklaşarak daha yalın bir Sonradan Danvin ispinozu ya da Galâpagos
dille, toplumsal içeriğe de yer vererek şiirler ispinozu adıyla tanınan bu kuşlar üç cins
yazdılar. altında toplanan koyu ya da kara renkli yakın
akraba türlerdir. Am a evrim süreçleri boyun­
İS P İN O Z G İL L E R , yeryüzüne dağılmış en ge­ ca çevrenin zorlamasıyla farklılaşan beslenme
niş kuş familyalarından biridir (Fringillidae) . tercihleri, davranış ve yapılarını etkilemiş,
Sayısı 120’yi aşan türünden biri ya da birkaçı beslenme yöntem lerinden gaga yapılarına ka­
hemen her ülkede görülebilir. Çeşit çeşit dar birbiriyle ilintisiz türler ortaya çıkmıştır.
renklerle alacalanan, güzel ötüşleriyle doğayı Serçeden biraz daha küçük olan saka (Car-
şenlendiren bu kuşlar çok eskiden beri insan­ duelis carduelis) çok güzel öter. Erkek ve
ların dikkatini çekmiştir. Birbirine yakın tür­ dişinin yüzü kırmızı, yüzünün yanları ve
ler için bile verilen değişik adlar ispinozgillere kuyruksokum u beyaz, tepesi ve kuyruğu si­
duyulan ilgiyi ve gösterilen dikkati açıkça yahtır. Siyah renkli kanatlarındaki geniş ve
ortaya koyar. G erçekten bu gruptaki kuşların parlak sarı renkli birer bant uçarken belirgin
yalnız birkaçı ispinoz adıyla tanınırken, öbür­ bir biçimde görülür. Dişiler mayıs ya da
leri çeşitli adlar almıştır. Özellikle iskete, haziranda, genellikle meyve ağaçlarına bayağı
saka, florya ve kanarya gibi kuşlar yaygın ispinozunkinden daha özenli bir yuva yapar.
biçimde tanınırlar. Çoğu serçe iriliğinde, ga­ Yosun, ot ve yünlerin, örümcek ağlarıyla
gaları kısa ama güçlüdür. Gaga yapıları to ­ birbirine bağlandığı yuva, kıllar ve meyve
humları kırıp yiyebilmelerini sağlar. Birçoğu artıklarıyla döşenir. Yuvaya bırakılan yum ur­
tohum ların yanı sıra böceklerle de beslenir. talar 3-4 tane kirli beyaz renkli ve az sayıda
A vrupa’da çok bol bulunan, bazı yerlerde kahverengi beneklidir. Bunlar Türkiye’nin
serçeden bile daha sık rastlanan bayağı ispi­ bütün bölgelerinde ürer.
nozun (Fringilla coelebs) ürem e bölgesi A fri­ D aha küçük yapılı ve 12 cm uzunluğunda
İSPİNOZGİLLER 111

Kocabaş

Bayağı İspinoz

İskete

İsp in o zg ille rin tan ın m ış bazı üyeleri

olan iskete (Carduelis spinus) Asya’nın doğu­ neydoğu kesimleri dışında Türkiye’nin tüm
su ile A vrupa’da yaşar. Türkiye’de yalnız yörelerinde ürem ektedir. E rkek, dişiden da­
Karadeniz Bölgesi’nde ürem ektedir. Erkeğin ha iri ve daha parlak renkli, alt bölümleri
tepesi, alnı ve gaga altı siyah, göğsü, kanat sarımsı yeşil, üst bölümleri daha koyu renkli
bantları, yüzünün ve kuyruğunun yanları sarı­ olmasıyla dikkat çeker. Zengin ve cıvıltılı
dır. Dişinin kanatlarında benzer desenler ötüşü uçarken ve tünem işken başka başkadır.
görülürse de başı ve gövdesi daha soluk Ketenkuşu (Acanthis cannabirıa) Türkiye’
renklidir. Özellikle iğneyapraklı orm anlarda nin her yerinde görülen oldukça soluk renkli
yaşar, tohum la beslenirler. Cıvıltılı sesleri bir türdür. A m a baharda ürem e mevsimi
kışın ve göç sırasında Türkiye’nin hem en her yaklaşırken erkeğin tepe ve göğüs tüyleri
yerinde duyulabilir. kızarır, melodik sesi duyulmaya başlar.
Şakrakkuşu (Pyrrhula pyrrhula) 16 cm Ç a p r a z g a g a la r ( Loxia cin si) iğ n e y a p r a k lı
uzunluğunda ve tombul görünüşlüdür. Islığa a ğ a ç la r a y u v a la n ır v e b u a ğ a ç la r ın to h u m l a ­
benzer bir sesle öter. Üst bölümleri siyah ve rıy la b e s le n ir . U ç la r ı b ir b ir le r in e d o ğ r u k ıv r ı­
boz, kuyruksokum ları beyaz, alt bölümleri la r a k ç a p r a z o lu ş tu r a n g ü ç lü g a g a la rı k o z a la k ­
erkeklerde kırmızı, dişilerde soluk kahveren­ la rın aç ılıp to h u m la r ın ç ık a r tılm a s ın ı k o la y la ş ­
gidir. İskete gibi Türkiye’de yalnız Karadeniz tır ır {bak. Ç a pr a z g a g a ).
Bölgesi’nde ürer, ama kışın isketeden farklı K u ş m e r a k lıla r ın ın g ö z d e s i o la n k a n a r y a
olarak Karadeniz, M arm ara ve Ege bölgeleri (Serirıus canaria) 4 0 0 yıl k a d a r ö n c e e v c ille ş ti­
dışında görülmez. Ürem e mevsiminin dışında r ilm e y e b a ş la n m ış , g ü n ü m ü z d e r e n k v e ö tü ş
küçük sürüler halinde bir araya gelebilirler. ö z e llik le ri f a r k lı b ir ç o k k a n a r y a so y u e ld e
Coğrafi dağılımı Asya’nın bir bölüm ünden e d ilm iş tir (bak. K a n a r y a ).
A vrupa’ya ve Kuzey A frika’ya uzanan florya Kocabaş (Coccothraustes coccothraustes)
(Carduelis chloris) A nadolu’nun doğu ve gü­ 18 cm uzunluğuyla ispinozgillerin büyükleri
112 İSRAİL

arasındadır. Çok iri olan gagası özellikle 200 bin dolayında A rap yaşadığından Arapça
dikkat çeker. Bu güçlü gaganın kıramayacağı da konuşulur. A raplar’ın çoğu M üslüm an’dır.
tohum kabuğu yok gibidir. Avrasya ve Kuzey Arapça konuşan küçük Hıristiyan toplulukla­
A frika’da oldukça yaygındır. Türkiye’de rı da vardır. A rap halk genellikle dağ yamaç­
M arm ara Bölgesi’nde ürer, göç sırasında ve larındaki köylerde yaşar ve çiftçilikle geçinir.
kışın A nadolu’nun batısında görülebilir. Avrupa, SSCB ve Kuzey A m erika’dan göçen
O rta Am erika ülkeleri, M eksika ve A B D ’ Yahudiler’in arasında çok sayıda teknisyen ve
nin yerli kuşlarından olan kardinalkuşunun bilim adamı bulunmaktadır.
(Cardinalis cardinalis) erkeği tepeliğinden İsrail parlam enter sistemle yönetilen de­
kuyruk ucuna kadar parlak kırmızı tüylüdür. m okratik bir cumhuriyettir. Halkın seçtiği
Yalnız yüzünde siyah bir leke görülür. Dişile­ üyelerden oluşan Krıesset adlı meclis yasama
rin tüyleri soluk ve kahverengimsidir. organıdır. Cum hurbaşkanı devleti temsil
eder, başbakan ise hüküm eti yönetir. Eğitim
İSRAİL. A kdeniz’in güneydoğu kıyısında yer ve öğretim parasızdır. En eski üniversiteler,
alan İsrail Devleti 1948’de kuruldu. İsrail kuruluştan önce var olan Kudüs İbrani Ü ni­
kuzeyde Lübnan, doğuda Suriye ve Ü rdün, versitesi (1925) ve Hayfa’daki İsrail Teknoloji
güneyde Mısır ile çevrilidir. Güneydeki ucu Enstitüsü’dür (1924). 1948’den sonra kurulan
A kabe Körfezi’ne kadar uzandığı için Kızılde-
niz’de de dar bir kıyı şeridi vardır.
Ülkenin en dağlık yöresi Celile Tepeleri’
nin bulunduğu kuzey kesimidir. O rtasında ise
Yahuda Tepeleri’ni ve Kudüs’ü içine alan
hafif bir yükselti vardır. Batı kıyısındaki
düzlükler içe doğru genişleyerek bereketli
Esdrailon ve Şaron ovalarını oluşturur. Ü lke­
nin güney yarısını kaplayan üçgen biçiminde­
ki Necef bölgesinde kum ullar vardır. İsrail’in
doğu sınırı boyunca uzanan Lût Gölü 401
m etre derinliğiyle dünyanın deniz yüzeyinden
en alçaktaki noktasıdır (bak. LÛT GÖLÜ). En
önemli akarsuyu Şeria Irmağı’dır.
İsrail’de yazlar kuru ve sıcak, kışlar ise
yağışlı geçer. İlkbaharda yemyeşil kırlar ren­
gârenk çiçeklerle bezenir. Turunçgillerin ye­
tiştirildiği kıyılardan mis gibi portakal çiçeği
kokusu yayılır. Bir zamanlar ülkenin büyük
bölümünde çam ve meşe orm anları varken,
bunlar kereste elde etm ek amacıyla bütünüy­
le yok edilmiştir. Buna karşılık kurulduğu
günden beri İsrail Devleti’nin yoğun bir ağaç­
landırma çabası içinde olduğu gözlenm ekte­
dir. Bölgede yaşayan yabanıl hayvanlar ara­
sında ceylan, yaban domuzu ve sakangur
vardır.

Halk ve Ekonom i
İsrail’de yaşayanların çoğu Y ahudi’dir.
1948’den bu yana tüm dünyadan 1 milyonun
üzerinde Yahudi ülkeye gelerek yerleşmiştir.
Resmi dil olan İbranice’nin yanı sıra İsrail’de
İSRAİL 113

Karayolları ulaşımı demiryollarından daha


İ S R A İL 'E İL İŞ K İN B İL G İL E R
önemlidir. İsrail’de üç büyük liman vardır.
YÜZÖLÇÜMÜ: 20.700 km2.
Bunlar A kdeniz’deki Hayfa ve Aşdod ile
NÜFUS: 4.449.000 (1987). Kızıldeniz’deki E lat’tır. Lod’da uluslararası
YÖNETİM: Bağımsız cum huriyet. bir havalimanı bulunmaktadır.
HÜKÜMET MERKEZİ: Kudüs, İsrail'in başkent olarak İsrail, yiyeceğinin dörtte üçünü kendi yetiş­
ilan etmesine karşın, uluslararası düzeyde tanınm a­ tirir. Kıyı şeridindeki bereketli ovalarda por­
mıştır.
DOĞAL YAPI: Kuzeyde, kuzeyden güneye dağlarla takal, limon, greyfurt gibi turunçgiller, tepe­
bölünen ve yer yer çukurlarla kesintiye uğrayan bir lik bölgelerde zeytin ve tütün, çiftliklerde
yayla vardır. Kıyı şeridi boyunca ve rim li topraklar yerfıstığı, şekerpancarı, pam uk, patates, seb­
uzanır. Güneyin büyük bir bölüm ü çöldür. Büyük Rift
Vadisi ülke boyunca uzanır. ze ve üzüm yetiştirilir; sığır ve kümes hayvan­
BAŞLICA ÜRÜNLER: T urunçgiller ve başka meyveler, ları beslenir. Tarım giderek artan bir hızla
zeytin, pirinç, sebze, tütün, buğday, arpa, mısır, m akineleşmektedir. Necef’in kuzeyindeki
susam.
DIŞARIYA SATILAN ÜRÜNLER: Turunçgiller, sebze,
bozkırda sulamayla buğday ve arpa yetiştiri­
kesilmiş ve parlatılm ış elmas, inci, sanayi ürünleri. lir. Filistin’deki Yahudi yerleşimlerinde
ÖNEMLİ KENTLER: Kudüs, Tel-Aviv-Yafa, Hayfa, Holon, 1948’den önce kurulan kibutz'lar özellikle
Bat Yam. tarım alanında toplu çalışmaya ve paylaşıma
EĞİTİM: 5-15 yaşları arasındaki çocuklar için okula
gitm e zorunluluğu vardır. dayalı işletmelerdir. İsrail Devleti kurulduk­
tan sonra geliştirilen kibutzlardan elde edilen
gelir, üyelerinin yiyecek,, giyecek, barınak ve
çok sayıda yükseköğrenim kurum undan en sağlık gereksinmelerini karşılam akta kullanı­
önemlileri W eizmann Bilim Enstitüsü, Tel lır. Kâr getiren bu işletmelerin İsrail ekono­
Aviv, Bar-İlan, Hayfa ve Necef üniversiteleri­ misine önemli katkısı vardır. Bazı kibutzlarda
dir. İsrail 1950’den bu yana Kudüs’ü ülkenin sanayi üretimi de yapılır.
başkenti ilan etmiş olmakla birlikte, bu du­ Başlıca m ineraller fosfat, bakır, potas ve
rum uluslararası düzeyde kabul görmemiştir. Lût G ölü’nden çıkarılan tuzdur. Ülkenin ya­
Öbür büyük kentler A kdeniz’in kıyısında kıt gereksiniminin yaklaşık beşte biri Ne-
olan Tel-Aviv-Yafa ve H ayfa’dır (bak. KUDÜS; cef’teki doğal gaz ve petrol yataklarından
T e l - A v î v -Y a f a ) . sağlanır. Ayrıca Elat limanından gelen iki
Israel G overnm ent Tourist O ffice

T a b e r i y e G ö lü k ıy ıla r ın d a b ir k ib u tz .
114 İSTANBUL

ve doğusunu işgal etti. Bunun üzerine başla­


yan ve çok çetin geçen savaş 1949’da sona
erdi. Birleşmiş M illetler’in 1947’de A raplar’a
bırakmış olduğu bazı bölgeler İsrail’e verildi.
1950’de İsrail parlam entosunun çıkardığı
bir yasaya göre, dünyadaki bütün Y ahudiler’e
İsrail’e gelip yerleşme hakkı tanındı. Yabancı
ülkelerden gelen çok sayıda Yahudi önce
kam plara yerleştirildi. Bu arada hızla yollar
ve evler yapıldı.
İsrail, Filistin’de A raplar’ın yüzyıllardan
beri yaşadıkları topraklarda kurulduğu için
A rap komşularının düşmanlığı ile karşılaştı.
Israel G overnm ent Tourist O ffice İsrail ve A raplar arasında 1956, 1967 ve
K u d ü s'te b ir pazaryeri. 1973’te üç savaş oldu (bak. A r a p -İ s r a İ l S a v a ş -
l a r i ) . Sina Çölü, Şeria Irm ağı’nın batı kıyıları

petrol boruhattı vardır. Son yıllarda hızla ve Suriye’nin Golan Tepeleri’ni işgal eden
gelişen sanayi dallarının başlıcaları hazır yiye­ İsrail’in toprakları, bu savaşların sonunda
cek, kesilmiş ve tıraşlanmış elmas, dokum a, 18.000 km2 daha arttı. Çok sayıda Filistinli
giyim eşyası, çimento, kimyasal m addeler ve evlerini bırakıp göçmen kamplarında yaşa­
askeri donanımdır. Bir başka önemli gelir mak zorunda kaldı ve Filistinli gerillalar
kaynağı ise turizmdir. Ülkeye yılda 1 milyo­ topraklarını geri almak için İsrail’e karşı
nun üzerinde turist gelir. sürekli saldırılar düzenlediler.
1973’teki savaştan sonra İsrail ile Mısır
Tarih arasında ilişkiler düzelmeye başladı. İsrail,
İsrail Devleti 14 Mayıs 1948’de kuruldu. Mısır’dan aldığı toprakları geri verdi. Ne var
Y ahudiler’in bu tarihten önceki uzun geçmiş­ ki, bir yandan da işgal etmiş olduğu topraklar­
leri Y A H U D İL E R ve M USEVİLİK m adde­ da yeni yerleşme yerleri kurm aktan geri
sinde anlatılmıştır. 6 milyondan fazla Y ahu­ kalmıyordu. 1947’de Birleşmiş M illetler’in
di’nin Naziler tarafından öldürüldüğü II. D ün­ Kudüs’ün uluslararası bir kent olması kararı­
ya Savaşı’ndan sonra Yahudi halkı bir ülke­ na karşın, Kudüs’ü başkent ilan etti. İsrail
ye sahip olmak için büyük çaba harcadı. yayılmacı siyasetini sürdürürken Filistinliler
1947’de Birleşmiş M illetler, Filistin toprakla­ de yaşamları pahasına bir yurt sahibi olabil­
rının A rap ve Yahudi devleti olarak ikiye mek için mücadelelerini 40 yılı aşkın bir
bölünmesine ve İngiliz yönetiminin son bul­ süredir kesintisiz sürdürüyorlar. Bölgenin so­
ması gerektiğine karar verdi (bak. F İL İST İN ). runlarla dolu tarihine ilişkin daha fazla bilgi
Y ahudiler’e bölgedeki nüfuslarına oranla çok için O R T A D O Ğ U maddesine bakınız.
daha fazla toprak sağlayan bu kararı, bölge­
deki A rap önderler tepkiyle karşıladı. Y ahu­ İS T A N B U L , Türkiye’nin en kalabalık ilidir
diler ise kendilerine ayrılan topraklarla da ve M arm ara Bölgesi’nde yer alır. Kendi
yetinmeyip, A rap köylerine baskınlar düzen­ adıyla anılan boğazın iki yakasında kurulmuş
leyerek daha fazla toprak ele geçirdiler. olan ilin kapladığı toprakların bir bölümü
Filistin’den büyük bir göç başladı. Asya, bir bölümü ise Avrupa kıtasındadır.
Mayıs 1948’de İngiliz yönetimi sona erince İlin bir özelliği de dört parçalı olmasıdır.
İsrail bağımsızlığını ilan etti. İlk İsrail Cum ­ Çatalca Y arım adasinın doğusunda yer alan
hurbaşkanı Chaim W eizmann, ilk başbakan ve ilin batı kesimini oluşturan topraklar ile
ise David Ben-G urion’du. İsrail Devleti ku­ Kocaeli Y arım adasinın batısında yer alan ve
rulduktan hemen sonra komşu A rap devletle­ ilin doğu kesimini oluşturan toprakları İstan­
ri, Lübnan, Suriye, Irak, Ü rdün ve Mısır, bul Boğazı ayırır. Prens Adaları ilin A dalar
henüz Y ahudiler’in girmediği Filistin’in güney ilçesidir. İzmit K örfezinin güneybatısında yer
İSTANBUL 115

nın en ünlü kentlerinden biri olan İstanbul,


İ S T A N B U L İL İN E İL İŞ K İN B İL G İL E R
bir yandan da sanayi kuruluşlarıyla iç içe geli­
YÜZÖLÇÜMÜ: 5.712 km 2. şen düzensiz kentleşme, ulaşım güçlüğü, yo­
NÜFUS: 5.842.985 (1985). ğun çevre kirlenmesi gibi bir dizi sorunun bi­
İL TRAFİK NO:34. rikmesi sonucunda giderek zor yaşanır bir
İLÇELER: Adalar, Bakırköy, Beşiktaş, Beykoz, Beyoğlu, kent durum una geldi.
Eminönü, Eyüp, Fatih, Gaziosmanpaşa, Kadıköy, Kâ­
ğıthane, Kartal, Küçükçekmece,-Pendik, Sarıyer, Şiş­
li, Üm raniye, Üsküdar, Z eytinburnu; Büyükçekmece, Doğal Yapı
Çatalca, Silivri, Şile, Yalova. Genellikle dalgalı düzlüklerden oluşan il top­
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: S ilivri, Kumburgaz, İstanbul Boğa­ raklarında önemli bir yükseltiye rastlanmaz.
zı, Kumköy (Kilyos), Şile, Yalova ve Çınarcık kıyıları;
Adalar, Belgrad Ormanı, Abraham Paşa Korusu, İstanbul ilinin kuzeybatı kesimini Istranca
Emirgân Korusu, Yıldız Parkı, Çamlıca Tepesi ve Gül- (Yıldız) D ağları’nın güneydoğu uzantıları,
hane Parkı; Tuzla İçmeleri ve Yalova Kaplıcaları; İs­
tanbul Surları; Bozdoğan (Valens) Sukemeri; Binbir- güneydoğu kesimini de Samanlı Dağları enge-
direk ve Yerebatan sarnıçları; Ayasofya; Aya İrini; belendirir. B atıda Garipkuyu Tepesi 361 m et­
eskiden kilise olan Bodrum, Fenari İsa, Fethiye, İm-
rahor, Kalenderhane, Kariye, Yeni İmaret ve
reye yükselirken, Yalova ilçesinde 897 m etre­
Zeyrek cam ileri; Bukoleon ve Tekfur sarayları; Çem- ye ulaşan Dum anlıtepe ilin en yüksek noktası­
berlitaş; Dikilitaş; Yılanlı Sütun; Kıztaşı; Kız Kulesi; dır. İlin Asya kesimindeki başlıca yükseltiler
Galata Kulesi; Fatih, Bayezid, Sultan Selim, Haseki
Hürrem Sultan, Süleymaniye, Sokullu Mehmed Pa­ Aydos Dağı (537 m etre), Kayış Dağı (438
şa, Kılıç A li Paşa, Yeni Cami, Şemsi Paşa, Sultan Ah- m etre) ve A lem dağ’dır (442 m etre).
med, Köprülü Mehmed Paşa, Çorlulu Ali Paşa, A m ­
cazade Hüseyin Paşa, Laleli ve Damat İbrahim Paşa
İl topraklarının sularını küçük akarsular
külliyeleri; Rüstem Paşa ve Gazanfer Ağa medrese­ toplar. Bunların başlıcalarını oluşturan Riva
leri; Anadolu ve Rumeli hisarları; Mağlova Kemeri; Deresi K aradeniz’e, Kâğıthane ve Alibey
III. Ahm ed ve A lm an çeşmeleri; Topkapı, Dolmabah-
çe, Beylerbeyi, Çırağan ve Yıldız sarayları; Şale, M al­ dereleri Haliç’e, Sellimandıra D eresi de M ar­
ta ve Çadır köşkleri; Aynalıkavak, Küçüksu (Göksu), m ara Denizi’ne dökülür. M arm ara Denizi
Tophane ve Ihlam ur kasırları; Eyüp Sultan, Firuz
Ağa, Sinan Paşa, Nuruosmaniye, Beylerbeyi, S elim i­
kıyısı Karadeniz kıyısına göre daha girintili
ye, Nusretiye, Dokmabahçe, Ortaköy, Pertevniyal Va­ çıkıntılıdır. Bu girintiler içinde Haliç, Buzul
lide Sultan ve Cerrah Paşa cam ileri; Kapalı Çarşı; Çağı sonunda denizin yükselmesiyle oluşmuş
Mısır Çarşısı; Simkeşhane; Büyük Valide, Balkapanı,
Vezir, Cebeci ve Çuhacı hanları; S ilivri, Büyükçekme­ derin bir körfezdir. Eskiden beri bu elverişli
ce, Küçükçekmece, Çobançeşme, Haramidere ve yapısıyla önemli bir iç liman niteliği taşıyan
Bostancı köprüleri; Dolmabahçe Saat Kulesi; Köprü­
lü, Süleym aniye, Nuruosmaniye ve Belediye kütüp­
Haliç, boynuzu andıran biçimi nedeniyle batı-
haneleri; İstanbul Arkeoloji, İstanbul Topkapı Sarayı, lılar tarafından “Altın Boynuz” adıyla anılır.
İstanbul Türk ve İslam Eserleri, Divan Edebiyatı, İs­ Sanayi ve kent atıklarıyla yoğun biçimde
tanbul Resim ve Heykel, Arasta Mozaik, Ayasofya,
Yerebatan Sarayı, Türk Yazı Sanatları, Askeri, Deniz, kirlenerek pis kokulu bir bataklık görünümü
Tanzimat, Aşiyan (Edebiyat-ı Cedide) ve Şişli Atatürk kazanan Haliç’i temizleme amacıyla son yıl­
müzeleri.
larda çalışmalara başlanmıştır.

alan Yalova ilçesi ise İstanbul ilinin dördüncü


parçasını oluşturur. İldeki yüksek nüfus yo­
ğunluğunun nedeni, İstanbul kentinin yarattı­
ğı iş olanaklarıyla milyonlarca insanı barındı­
rabilecek bir kentsel yerleşme alanı oluştur­
masıdır.
İS 5. yüzyılda dünyanın en büyük kentlerin­
den biri olan İstanbul, Bizans İmparatorluğu
ile Osmanlı Devleti’nin başkentiydi. Türkiye
Cumhuriyeti kurulduktan sonra A nkara baş­
kent oldu ama İstanbul ülkenin ticaret, sana­
yi, ulaşım, turizm, eğitim, kültür ve sanat
merkezi olma özelliğini sürdürdü. Eşsiz doğal
güzellikleri ve tarihsel zenginlikleriyle dünya­
116 İSTANBUL

İstanbul’un başlıca gölleri Büyükçekmece,


Küçükçekmece ve Terkos (Durusu) gölleri­
dir. Suyu tatlı olan Terkos Gölü dere ağızla­
rındaki koyların Karadeniz tarafından kapa­
tılması sonucu oluşmuştur. Büyükçekmece ve
Küçükçekmece gölleriyse deniz aşındırmasıy­
la önce vadi sonra göl haline gelmiştir. D eniz­
le ilişkileri kesilmemiş olan her iki gölün
suları yarı tuzludur. Terkos ve Büyükçekm e­
ce göllerinden İstanbul kentinin su gereksin­
mesini karşılama amacıyla yararlanılm akta­
dır. İstanbul’da aynca Ömerli, Alibey, Darlık
Nezih Başgelerı
ve Elmalı II barajlarıyla Valide, Elmalı I ve
B ugüne ulaşan İstanbul surları İm p a ra to r II.
Topuzlu gibi bentlerin ardında oluşmuş ve
T he o d o siu s d ö n e m in d e yap ılm ıştır.
kentin su gereksinimini sağlayan yapay göller
vardır.
Ilıman bir iklimin etkisi altında olan İstan­ bölgenin kralı Barbysios’un kızı Phidaleia ile
bul ilinde yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise evlenir. Bu kadın da babasının isteği üzerine
serin ve yağışlı geçer. Balkanlar’dan inen Byzantion’u kurar. Çok daha yaygın bir başka
soğuk hava baskınları ile ılık lodos rüzgârları­ söylenceye göre ise Byzantion Yunan Yanm-
na açık olan İstanbul’un iklimi oldukça dü­ adası’ndan gelen M egaralılar’ca kurulm uş­
zensizdir. H ava sıcaklığında gözlenen bu de­ tur. Soylu Byzas önderliğinde bir grup, yeni
ğişken durum , yağış ortalam alarında da görü­ bir kent kurm ak üzere M egara’dan hareket
lür. İlin Karadeniz kıyısı ile yüksek kesimleri eder. Yola çıkmadan önce Byzas kuracağı
daha yağışlı ve serinken, güney kesimi olduk­ yeni kentin yerini belirlemesi için Delfi kâhi­
ça kuraktır. nine başvurur (bak. DELFİ KÂHİNLERİ) . Kâhin
İstanbul ilinin güney kesiminin doğal bitki yeni kentin “Körler ülkesinin karşısi’na kuru­
örtüsünü m akiler oluşturur. A dalar ile Koca­ lacağını söyler. Uzun bir yolculuktan sonra
eli Y arım adasinın batı kesimlerinde kızıl çam Sarayburnu’na gelen M egaralılar çevreyi in­
orm anları vardır. İlin kuzeybatı kesimlerinde celerken karşı kıyıda 20 yıl önce kurulmuş
yer alan Istranca D ağlan’mn uzantılarında ise olan K halkedon’u (Kadıköy) görürler. Bulun­
meşe ve kayın orm anları bulunur. dukları yerin güzelliklerini görmeyerek karşı
kıyıda kent kuranların kör olduğu yargısına
Tarih vararak kentlerini burada kurarlar ve kente
İstanbul çevresine ilk yerleşmeler insanlığın önderlerinin adını vererek Byzantion derler.
avcılık ve toplayıcılıkla yaşamını sürdürdüğü İstanbul’un kuruluşuna ilişkin tarihsel bilgi­
Taş D evri’ne kadar uzanır. Küçükçekmece ler, kentin İÖ 750-550 yılları arasındaki Y u­
G ölü’nün kuzeyindeki Yarımburgaz Mağara- nan kolonileri döneminde yaklaşık olarak İÖ
sı’nda bu dönem e ilişkin duvar resimlerine ve 660’larda kurulmuş olduğunu göstermektedir.
çakmaktaşından yapılmış aletlere rastlanm ış­ Coğrafi konum u kentin kısa sürede gelişerek
tır. Ayrıca Fikirtepe, Tuzla ve Pendik’te büyük bir ticaret merkezi olmasına yol açtı.
yapılan kazılarda Tunç Çağı öncesine tarihle- Bir süre Pers egemenliğinde kalan kent ardın­
nen çanak çömlek, bakır araç ve gereçler dan Persler’i yenen Spartalılar’ca İÖ 479’da
bulunm uştur. İÖ 13. yüzyılda İstanbul üzerin­ işgal edildi. D aha sonra A tina tarafından ele
den A nadolu’ya geçen Traklar, Frigler, Bitin- geçirilerek Delos Birliği’ne katıldı. Kentin
ler gibi bazı kavimler İstanbul ve çevresinde bundan sonraki uzun bir dönemi Atina-Spar-
yerleşim yerleri kurmuşlardır. ta çekişmeleri (bak. P e l o p o n n e s o s S a v a ş i )
İstanbul kentinin kuruluşuna ilişkin birçok içinde bağımsızlığını korum a uğraşıyla geçti.
söylence vardır. Bunlardan su perisi Semes- Byzantion iki kentten sürekli olarak güçlü
tra ’nın oğlu Trak Kralı Byzas, yakın bir olanın yanında yer alarak varlığını sürdürdü.
İSTANBUL 117

Byzantion’un geçirdiği en önemli tehlike­ Konstantiniye diye anmış, Osm anlılar’m ken­
lerden biri M akedonya Kralı II. Philippos’un ti fethinden sonra da bu ad özellikle paralar
İÖ 340’taki kuşatmasıdır. Bir söylenceye göre üzerinde kullanılmıştır. Halk kente Estanbul,
fırtınalı ve karanlık bir geceden yararlanarak Stimbol, İstambol ve İstanbul demiş, 17. ve
kente baskın yapmaya hazırlanan M akedon­ 18. yüzyıllarda İslambol adı kullanılmıştır. Bu
yalIlar, A y’ın birden bulutların arasından sıyrı­ ad günlük konuşm alarda kullanılan Yunanca
larak ortalığı aydınlatması üzerine saldırıdan “kente doğru” anlamında eis ten polirı sözcük­
vazgeçmek zorunda kalmışlar ve böylece kent lerinden türem iştir. Osmanlılar döneminde
işgalden kurtulm uştur. Büyük İskender döne­ resmi dilde kentin adı D ersaadet, Deraliyye,
minde bağımsız kalabilen kent daha sonra Darülhilafe ve Asitane olarak geçer.
K eltler’rn akınlarıyla güç durum a düştü ve 395’te Bizans İm paratorluğu’nun başkenti
yıllık haraç vererek kendini koruyabildi. olan Konstantinopolis, daha sonra da O rto­
Byzantion Rom alılar’m doğuya doğru ya­ doks H ıristiyanların merkezi oldu. Kent H aç­
yılmaları sırasında önceleri bağımsızlığını sür­ lı Seferleri sırasında kısa bir süre Latin
dürebilmişse de İS 73’te Rom a İmparatorlu- İmparatorluğu’nun da başkenti oldu. 14. yüz­
ğu’na katıldı. Bu dönemde Byzantion güçlü yılda kent dışında tüm yöre Osm anlılar’ın
surlarla çevriliydi. Balıkçılık, dış ticaretten denetimindeydi. Osmanlı ordularınca birkaç
alman gümrük vergileri ve çevresindeki ve­ kez kuşatıldığı halde alınamayan kent, ancak
rimli topraklardan elde edilen ürünlerle zen­ Padişah Fatih Sultan M ehmed tarafından 29
ginleşmiş bir kentti. Ne var ki, İS 193’te Mayıs 1453’te fethedildi ve Osmanlı Devleti’
Rom a İm paratorluğu’ndaki iç çatışmalarda nin başkenti E dirne’den buraya taşındı. O s­
karşısında yer aldığı Septimius Severus’un manlI dönem inde Ayasofya ve öteki bazı
üstün gelmesi üzerine surları yıktırılan kent kiliseler camiye çevrildiyse de kent, O rtodoks
yağmalandı. A m a çok geçmeden Septimius Hıristiyanlık’ın merkezi olarak kaldı. Yavuz
Severus kentte bayındırlık işlerini başlattı ve Sultan Selim’in 1517’de Mısır Seferi’nden
kenti yeni surlarla çevirdi. sonra kent hilafet merkezi niteliği de kazandı.
Kentin asıl gelişimi İm parator I. Constanti- I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İm para­
nus (bak. CONSTANTINUS I) dönemine rastlar. torluğu’nun yenik düşmesi üzerine İtilaf Dev­
Byzantion, 330’da Rom a İm paratorluğu’nun letleri büyük bir donanmayı 13 Kasım 1918’de
başkenti yapıldı. Kentin adı da bu tarihte İstanbul Boğazı’na demirledi. Kente asker
“Constantinus’un kenti” anlam ında Konstan- çıkaran İtilaf Devletleri kısa sürede İstanbul’u
tinopolis olarak değiştirildi. A raplar kenti ve Osmanlı hüküm etini denetim altına aldı.

Erkin Emiroğlu Arşivi

Eski İsta n b u l'd a n b ir


g ö rü n ü m .
118 İSTANBUL

Ara Güler
1980'lerin o rta la rın d a T aksim A lanı ve çevresi. B ugün eski yap ılarla çağdaş ya p ıla rın ilg in ç b ir g ö rü n ü m
kazandırdığı T aksim , 18. yüzyıl so n la rın da tek tü k e vle rin b u lu n d u ğ u kırlık b ir yerd i.

İzm ir’in ve A nadolu’nun işgaline karşı çeşitli dir. Türkiye’de çalışan nüfusun yaklaşık yüz­
gösterilerin yapıldığı İstanbul’u 14-15 M art de 10’u 1985’te İstanbul ilinde yaşıyordu.
1920’de İtilaf Devletleri tümüyle işgal etti. 6 Önem sırasına göre ele alındığında il sanayisi­
Ekim 1923’te işgalden kurtulan İstanbul, 3 nin madeni eşya, m akine, otomotiv ve gemi
M art 1924’te halifeliğin kaldırılmasıyla İslam yapımı; kimya; pam uklu ve yünlü dokum a,
dünyası için bir dinsel merkez olma durum un­ konfeksiyon; besin; cam, porselen ve çimento
dan da çıktı. dallarında yoğunlaştığı görülür. Ayrıca Türki­
ye’deki küçük sanayi işyerlerinden yüzde
Ekonomi 20’yi aşkın bir bölümü de İstanbul ilindedir.
Nüfusunun çok küçük bir bölüm ü kırsal Coğrafi konum u İstanbul’un ilkçağdan beri
kesimde yaşayan ilde, halk geçimini genellik­ önemli bir ticaret merkezi olmasına yol açmış­
le sanayi, ticaret ve ulaşım ile öteki alanlarda­ tır. Günüm üzde İstanbul, başta sanayi ürün­
ki etkinliklerden sağlar. Türkiye’nin en büyük leri olmak üzere, her türlü mal ve hizmetin
sanayi kuruluşlarından başlıcaları İstanbul alınıp satıldığı bir merkezdir. Ayrıca Türki­
ilindedir. Eskiden daha çok Haliç çevresinde ye’nin başka ülkelerden satın aldığı ürünlerin
yer alan fabrikaların 1960’lardan sonra E-5 yaklaşık yüzde 35’i ve dış satışlarının yüzde
Karayolu boyunca yaygınlaşması, kent alanı­ 25’i İstanbul’dan gerçekleştirilir.
nın hızla gelişmesinin başlıca nedenlerinden- İstanbul’un ekonom ik açıdan Türkiye dü­
İSTANBUL 119

zeyinde bir başka özelliği de ülkenin en büyük bir kent olan İstanbul’da yılın her mevsiminde
banka, holding, sigorta, pazarlam a ve reklam yabancı turistlere rastlanır.
şirketi merkezlerinin burada bulunmasıdır. Eskiden çevresinde tarla, bağ, bahçe ve
Ayrıca yabancı sermayeli şirketlerin de çok bostanlar bulunan İstanbul’un tarım alanları­
büyük bir bölümü İstanbul’dadır. nın önemli bir bölümü kentleşme ve sanayi­
Türkiye basın yayın sanayisinin merkezi de leşme nedeniyle yok olmuştur. İstanbul halkı
İstanbul’dur. Türkiye ölçeğinde yayın yapan Türkiye’nin çeşitli yörelerinden ve yurtdışın-
önemli gazetelerin tüm ü İstanbul’da yayıma dan gelen tarımsal ürünlerle beslenir. K ent­
hazırlanır. Ayrıca Türkiye’deki yayınevleri­ leşme alanları dışında kalan ilçelerde yetiştiri­
nin de hemen hemen tümüne yakını İstanbul’ len başlıca ürünler buğday, ayçiçeği, soğan,
dadır. yulaf, mısır, başta dom ates ve elma olmak
Türkiye’nin en kalabalık ve en önemli üzere çeşitli sebze ve meyveler ile çiçektir.
sanayi ve ticaret merkezi olan İstanbul hem Bunun yanı sıra sığır besiciliği, tavukçuluk ve
ülkenin öbür m erkezlerine, hem de dış ülke­ balıkçılık önemli gelir kaynakları arasındadır.
lere çeşitli ulaşım yollarıyla bağlıdır. Bu A dalarda, Boğaziçi’nde, boğaz sırtlarında
ulaşım yolları arasında en önemlisi aynı za­ eşsiz güzellikler sunan koru, park ve orm anla­
m anda Avrupa ile O rtadoğu’yu da birbirine rı olan İstanbul’da yaşayan halk hızlı nüfus
bağlayan E-5 Karayolu’dur. İstanbul Boğazı’ artışı ve kentleşme nedeniyle bu yeşil dinlen­
na yapılan iki köprü bu yolun işlekliğini daha me alanlarından bir bölümünü yitirme, yeni1
da artırmıştır. Deniz ulaşımının Türkiye’nin lerine de kavuşamama tehlikesiyle karşı karşı­
en büyük dış ticaret limanı olan kentin bağ­ yadır. Ayrıca yoğun deniz kirlenmesi nede­
lantılarında ağırlıklı bir yeri vardır. Hava niyle il kıyılarında denize girilebilecek yerler
ulaşımında ise A tatürk Havalimanı Türkiye’ son derece azalmış durumdadır.
nin en yoğun hava trafiği olan havalimanıdır. Yeraltı kaynakları bakım ından oldukça
Bu özelliğini ona, hem yurtiçi ve yurtdışı zengin sayılan İstanbul ili topraklarında m an­
ulaşımında varış ve kalkış yeri olması, hem de ganez ve linyit yataklan vardır. Eyüp ilçesine
uluslararası hava ulaşımındaki transit liman bağlı Ağaçlı köyü çevresinden çıkarılan linyit
konum u kazandırır. İstanbul kentinin kışlık yakıt gereksinmesinin
Tarihsel ve doğal değerleri kadar alışveriş bir bölüm ünü karşılar.
ve konaklam a yerleri bakım ından da zengin
olan kent, turizm açısından ilgi çeken önemli İl Merkezi: İstanbul
bir m erkezdir. Turistik ticaret açısından canlı Byzantion kentinin akropolü, bugün Topkapı

Ara Güler

İsta nb ul, doğal


gü ze llikle ri ve tarih sel
z e n g in likle riyle
dü nya nın sayılı
ke n tlerinde n biri
olm asının yanı sıra
T ü rk iy e 'n in en bü yük
sanayi, bankacılık ve
tica re t m erkezidir.
120 İSTANBUL

Ç o ğ u n lu ğ u n u eski yalıların o lu ş tu rd u ğ u yap ıların b u lu n d u ğ u A rn a v u tk ö y kıyılarının 1988'den önceki


g ö rü n ü m ü . Bu kıyıya "kazıklı y o l" denen b ir çeşit kıyı yo lu ya p ılm ış ve y a lıla r ge rid e kalm ıştır.

Sarayinın bulunduğu yerdeydi. Agorası ise Venedikliler ile Cenevizliler oluşturmaktaydı.


Ayasofya’nın bulunduğu alandaydı. İS 196’da D aha sonra surlarla çevrilen bu yerleşim yeri,
M arm ara’ya doğru setlerle alçalan bir düzlük­ zengin bir ticaret merkezi oldu.
te, sonradan Atmeydam diye anılan yerde bir H aliç’te ilk köprü Ayvansaray-Kasımpaşa
hipodrom yapıldı. Kent surları sarayın hemen arasında Sykai ile ulaşımı sağlamak için Jüs-
dışından geçiyordu. I. Constantinus dönemin­ tinyen tarafından yaptırılmıştır. 13. yüzyılda
de kentte önemli bayındırlık çalışmaları yapılır­ Cenevizli tüccarların yönetimine verilen G a­
ken eski kent surları yıktırılarak daha geniş bir lata yüzyıllar boyunca ticaretteki önemini ko­
alam kuşatan yeni surlar yapıldı. D aha sonraki rumuştur. 5. yüzyılda kent 100 bini bulan nü­
dönemlerde de gelişmesini sürdüren kent bu fusuyla dünyanın sayılı büyük kentlerinden
surların dışına taşmıştı. Bunun üzerine İmpara­ biriydi. 14. yüzyıla gelindiğinde Konstantino-
tor II. Theodosius bugüne ulaşan İstanbul sur­ polis, sınırları çok daralmış bir im paratorlu­
larının bir bölümünü yaptırdı. ğun yönetsel merkeziydi ve halkı daha çok
Bu dönem de surların çevrelediği kapalı ala­ tarım la uğraşıyordu.
nın Haliç’e ve M arm ara’ya bakan yamaçların­ Osmanlılar tarafından alındığında 50 bin
da konutlar; Sirkeci çevresinde ticaret kuru­ kadar olan nüfusu, Rumeli ve A nadolu’dan
luşları; Sarayburnu, Beyazıt, Aksaray, C er­ getirilen M üslüman ve M üslüman olmayan
rahpaşa, Yedikule’de de yönetsel, dinsel ve halkın yerleştirilmesiyle 100 bini aştı. M üslü­
ticari m erkezler yoğunluktaydı. Ayrıca Ha- m an ların büyük bölümü bu dönemde eski
liç’in karşı kıyısında G alata’da bir dış yerleşim kentin bulunduğu yarım adanın dışında yaşı­
yeri oluşmuştu. Sykai (Sycae) adı verilen bu yordu. Osmanlı döneminde kentin nüfusu
yerleşim yerinde oturanların çoğunluğunu daha da arttı ve kentsel alan giderek gelişti.
İSTANBUL 121

Sykai de sur dışına taşarak Pera (bugün G ala­ liç çevresi ile Boğaziçi sanayi alanı olarak ay­
tasaray) yönüne doğru büyüdü. rılınca 1940 sonlarından başlayarak bu alanlar
19. yüzyılda G alata önemli gelişmeler gös­fabrika ve işyerleriyle doldu. 1950’lerde T ür­
terdi. Bu kesim, ticaret merkezi olma özelliği­ kiye çapında başlayan büyük kentlere yerleş­
ni korurken yabancı elçiliklerin yerleştiği ve me hareketlerinin yanı, sıra Balkan ülkelerin­
gene yabancı banker, komisyoncu, banka ve den gelen göçler sonucunda bu sanayi alanla­
sigorta şirketlerinin yoğunlaştığı, bunun yanı rının çevresi birçok gecekondu mahallesiyle
sıra eğlence yerlerinin bulunduğu bir Avrupa doldu. Aynı durum Kadıköy yakasında M al­
kenti görünümü kazanmaya başladı. Osmanlı tepe, Kartal ve Pendik yörelerinde de ya­
padişahlarının Topkapı Sarayı’ndan çıkarak şandı.
G alata yakınındaki Dolm abahçe Sarayı’na ta­ Sanayi ve yerleşme alanlarının yaygınlaş­
şınmaları da bu yüzyıla rastlar. D aha sonra bu ması İstanbul’un görünüm ünü son 30 yılda
kesimde ve Boğaziçi’nde başka saraylar da büyük ölçüde değiştirdi. Nüfusun hızla artm a­
yapıldı. Bu sırada Kadıköy ve Ü sküdar yöre­ sı ve yerleşme alanları sınırlarının kısa zam an­
lerinde de yeni yerleşme alanları kuruldu. da değişime uğraması nedeniyle birçok yeni
İlk önemli sanayi kuruluşu olan Feshane’ ilçe kurm a zorunluluğu ortaya çıktı. Yoğun
nin H aliç’te işletmeye açıldığı 19. yüzyılda bir ticaret merkezi durum una gelmesi ve ko­
kent demiryolu, tramvay, tünel gibi kent içi nut alanı olma niteliğini yitirmesi sonucunda
ve kent dışı ulaşım olanaklarına kavuştu. Bir gece ve gündüz nüfusları arasında inanılması
yandan liman, çağdaş bir durum a getirilirken güç farklar olan M erkez ilçe yönetim açısın­
öte yandan, Boğaziçi’nde vapur seferleri baş­ dan özelliğini yitirdi. Bu nedenle günümüzde
latıldı. İzmit ve E dirne’yle demiryolu bağlan­ A nkara ve İzm ir’de olduğu gibi İstanbul’da
tısı kurulan kentin yakın çevresiyle ulaşımını da M erkez ilçe yoktur.
sağlamak amacıyla banliyö seferleri düzenlen­ İstanbul’daki başlıca eğitim ve kültür ku­
di. Haliç’in iki yakasını birleştiren köprüler rum lan Boğaziçi, İstanbul, İstanbul Teknik,
de bu yüzyılda yapıldı. İstanbul Belediyesi M arm ara, M imar Sinan ve Yıldız üniversite­
1854’te kuruldu. leridir. Uluslararası çapta bir kültür merkezi
İstanbul’daki hızlı kentleşme göz önünde olan İstanbul’da her yıl festival ve sinema şen­
tutularak Cum huriyet döneminde birkaç kez liği düzenlenir ve konserler verilir.
kent planlaması yapıldı. Bu planlara göre H a­ K ent içi ulaşımda Türkiye’nin ve hatta

Bayram D alay/ARTLİN K

İsta n b u l'u n A na do lu
yakası kıyısında y e r alan
H aydarpaşa Garı T ürkiye
ve A sya ü lke le rin in
batıyla bağlantısını
sağlayan ö n e m li b ir
ulaşım m erkezidir.
122 İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ

Anadolu Yayıncılık Arşivi Nezih Başgelen


Solda: E m in ön ü ile Karaköy s e m tle rin i b irb irin e bağlayan ve H a liç'in ağzında ye r alan bu yaşlı köprü
1980'lerin son un da y e rin i hem en yanında yen i yap ılm akta olan yeni köp rüye bırakm aya hazırlanıyor.
Sağda: İsta nb ul'a egem en olan u yg arlıkların izleri bu gü n de yaşam aktadır. Bir zam a nlar O sm anlı
pa dişahlarının yaşadıkları, de vle t y ö n e tim in i y ü rü ttü k le ri T opkapı Sarayı ile o n a rılıp bu gü n b ir konser
salonu olarak kullan ılan Bizans d ö n e m in d e n kalm a Aya İrini Kilisesi.

dünyanın bazı kentlerinde uygulanan “dol­ layarak Topkapı Sarayı bahçesini çevreleyen
muş” tipi taşımacılığın beşiği de İstanbul’ surların içinde bulunan Aya İrini Kilisesi’nde
dur. toplanmaya başlanan tarihsel değeri olan ya­
pıtlar oluşturur. Bu yapıtlar 1891’de mimar
A N S İK L O P E D İN İN İS T A N B U L İLE İLGİLİ Alexandre Vallaury’nin tasarladığı yeni müze
Ö B Ü R M ADDELERİ binasına taşındı. 1917’de müzenin yanındaki
Sanayi-i Nefise M ektebi’nin (bugün M imar
ANADOLU VE RUMELİ İSTANBUL BOĞAZI
HİSARLARI İYONYA
Sinan Üniversitesi) Cağaloğlu’ndaki yeni bi­
AYASOFYA KAPALI ÇARŞI nasına taşınmasıyla bu yapı da Eski Şark
BAYEZİD CAMİSİ KIZ KULESİ Eserleri Müzesi olarak düzenlendi. 1875’te
BEYAZIT KULESİ KURTULUŞ SAVAŞI
BEYLERBEYİ SARAYI LALE DEVRİ müze haline getirilen Çinili Köşk, 1967’de
BEYOĞLU MİMAR SİNAN Türk Çini ve Seramikleri Müzesi adını aldı.
BİZANS İMPARATORLUĞU OSMANLI İMPARATOR­ Bu müzede Türk seramik ve çini sanatının
BOĞAZLAR SORUNU LUĞU
DOLMABAHÇE SARAYI PRENS ADALARI çok çeşitli ve seçkin örnekleri sergilenm ek­
DOLMUŞ SULTAN AHMED CAMİSİ tedir.
ESKİ YUNAN SÜLEYMANİYE CAMİSİ
FATİH SULTAN MEHMED YEREBATAN SARAYI İstanbul A rkeoloji M ü zesi , yalnızca A nado­
GALATA KULESİ YILDIZ SARAYI lu’dan değil, kurulduğu dönem de Osmanlı
İm paratorluğu sınırları içinde kalan Yunanis­
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ, T ür­ tan, Ege A daları, Kıbrıs, Libya, Suriye ve
kiye’deki Eski Yunan ve Rom a yapıtlarının Lübnan’dan getirilmiş yapıtları da içeren zen­
sergilendiği İstanbul A rkeoloji Müzesi; Sü­ gin bir koleksiyona sahiptir. M üzenin alt kat
m er, A kad, Babil, A sur, Hitit uygarlıklarına salonlarında Yunan, Helenistik, R om a, Bi­
ilişkin bulguların sergilendiği Eski Şark E ser­ zans dönemlerinden kalma yapı parçalan, hey­
leri Müzesi ile Türk Çini ve Seramikleri Mü- keller, lahitler, mezar taşları sergilenm ekte­
zesi’nden oluşur. A rkeoloji Müzesi ve onun dir. Dönem lerine ve geldikleri yerlere göre
yanında bulunan Eski Şark Eserleri Müzesi, düzenlenen bu bölümdeki yapıtların en
Gülhane Parkı ile Topkapı Sarayı arasında önemlileri arasında Sisam (Samos) A dası’nda
yer alır. Arkeoloji Müzesi kendi alamnda dün­ bulunan m erm erden yapılma genç adam başı;
yanın önde gelen m üzelerinden olmasının müze m üdürlerinden Osman Hamdi Bey’in
yanı sıra yapısı ve düzenlenişiyle Türkiye’nin günümüzde Lübnan sınırları içinde kalan Say-
çağdaş anlam da ilk müzesidir. da’daki (Sidon) kral mezarlarında yaptığı ka­
M üzenin çekirdeğini, Tophane Müşiri Ah- zılarda bulduğu satrap, Ağlayan Kadınlar,
med Fethi Paşa’nm girişimiyle 1846’dan baş­ Likya, İskender lahitleri; Bergam a’dan geti­
İSTANBUL BOĞAZI 123

rilmiş m erm er İskender başı; M anisa’dan ge­ M üzede, İslam öncesi ve İslam dönem lerin­
tirilen m erm er İskender heykeli; A ydın’ den zengin bir sikke (para) koleksiyonu da
dan getirilen Ephebos heykeli de denen D in­ vardır. M üzenin bahçesinde heykel, lahit, ya­
lenen Genç A tlet heykeli sayılabilir. Assos pılarla ilgili parçalar ve başka yapıtlar sergi­
A thena Tapınağı’ndan, M enderes M agnesia’ lenm ektedir. Bunların yanı sıra müzede tarih,
sındaki Artem is Tapınağı’ndan ve Afrodisi- arkeoloji, güzel sanatlarla ilgili çok sayıda ya­
as’tan elde edilen yapı parçaları da bu bölüm ­ pıtın bulunduğu bir kitaplık, bakım, onarım
de sergilenen önemli örnekler arasındadır. ve fotoğraf bölümleri bulunm aktadır.
M üzenin üst kat salonlarındaki vitrinlerde E ski Şark Eserleri M üzesi 'nde ise Osmanlı
tarihöncesinden Bizans’a kadar uzanan dö­ İm paratorluğu dönem inde Yakındoğu’dan
nem lerden kalma çanak çömlek, süs eşyası, getirilen buluntular yer alır. Babil, Sümer,
heykelcikler gibi küçük buluntular sergilen­ A sur ve Hitit dönemlerine ilişkin son derece
m ektedir. İlgi çekici çanak çömlek örnekleri değerli heykel, kabartm a ve çanak çömlekler
arasında A nadolu’nun Hacılar, Fikirtepe, M ezopotam ya’nın gelişimini belgeleyecek bi­
Y ortan, Truva gibi tarihöncesi kültürlerinden çimde tarih sırasına göre sergilenm ektedir.
getirilenlerin yanı sıra, Filistin, Kıbrıs gibi Mısır Hıdivi A bbas Hilmi Paşa tarafından
A nadolu dışındaki kültürlerin çeşitli dönem ­ 1894’te arm ağan edilen Mısır sanat yapıtları
lerinden örnekler de bulunm aktadır. Toprak da müzenin ilgiyle izlenen bölüm üdür. Y apıt­
heykelciklerin en önemlileri R odos’taki Lin- lar arasında tunç heykelcikler, ağaç lahitler
dos ile İstanbul, Samsun ve Priene’den (Ay­ gibi buluntular vardır. Ayrıca A rabistan’ın İs­
dın) getirilmiştir. Takı koleksiyonu içinde en lam öncesi dönemlerine ilişkin m ezar tâşı ola­
dikkat çekici örnekler Efes Artem is Tapmağı rak kullanılan heykeller de bulunm aktadır.
ve Truva kazılarından elde edilenlerdir. Eski Şark Eserleri M üzesi’nin bir başka
Ara Güler çarpıcı yanı da on binlerce parçadan oluşan
pişmiş topraktan çiviyazılı tabletlere sahip ol­
masıdır. Dünyanın en önemli koleksiyonla­
rından biri olan bu tabletler Süm er, A kad ve
Hitit dönem lerine ışık tutm uştur.
M üzenin en değerli yapıtları arasında Asur
Kralı II. Şalmanezer’in heykeli, H itit Kralı
IV. Tuthalya’nın kanatlı sfenks heykeli, mız­
raklı A sur askerlerini gösteren kabartm a, İÖ
10. yüzyıla ilişkin bir mumya ve Sümer Kralı
G udea’nm heykeli sayılabilir.

İSTANBUL BOĞAZI. Karadeniz’i M arm ara


Denizi’ne bağlayan İstanbul Boğazı “K arade­
niz Boğazı” adıyla da anılır. İstanbul Boğa-
zı’nın iki kıyısına Boğaziçi adı verilir. Bu
önemli suyolu, Çanakkale Boğazı (bak. ÇA­
NAKKALE BOĞAZI) ile birlikte hem A sya’yı Av­
rupa’dan ayırır ve hem de Karadeniz ile Ak-
denizi birbirine bağlar.
İstanbul Boğazı, akarsularca açılan vadinin
bundan yaklaşık 2,5 milyon yıl önce deniz su­
larının altında kalmasıyla oluşmuştur. Boğa­
zın her iki kıyısındaki koylar, bu eski vadiye
İstanbul A rk e o lo ji M üze si'nd e Eski Yunan, Roma, açılan küçük akarsu vadilerinin deniz baskını­
Bizans d ö n e m le rin d e n kalan y a p ıtla rın yanı sıra
İslam öncesi ve sonrası yap ıtları da na uğrayan aşağı bölümleridir. Bunların en
serg ile nm e kte dir. önemlisi Haliç’tir.
124 İSTANBUL BOĞAZI

Bir uçtan b ir uca


uzun|uğu 30 km kadar
o la n İstanbul Boğazı
Karadeniz ile M arm a ra
D enizi'ni b irle ş tirir ve
A vrup a ile A sya'yı da
b irb irin d e n ayırır.

Bir uçtan bir uca 30 km kadar olan uzunlu­ sırada koylardaki ters akıntıların yönü de de­
ğu, karadan ölçüldüğü zaman A nadolu yaka­ ğişir. Orkoz denen bu olaya İstanbul Boğa-
sında 35 kilom etreyi, Rumeli yakasında ise 55 zı’nda her yıl birkaç kez rastlanır.
kilometreyi bulur. Kıyıları oldukça girintili çı­ A kdeniz’in derindeki tuzlu ve yoğun suları
kıntılı olan İstanbul Boğazı uzunluk bakım ın­ bir alt akıntı biçiminde Ege Denizi’ni, daha
dan Çanakkale B oğazinın yarısı kadardır. İs­ sonra da Çanakkale Boğazı’nı geçerek M ar­
tanbul B oğazinın en dar yeri 700 metreyle mara Denizi’ne ulaşır. Bu alt akıntı İstanbul
Anadolu H isan ile Rumeli Hisarı arasındadır. Boğazı’m izleyerek K aradeniz’e geçer. Ku­
En geniş yeri ise Anadolu Feneri ile Rumeli zeyden gelen rüzgârların şiddetli olarak esme­
Feneri arasında 3.600 m etreye ulaşır. Boğazın si sonucunda üst akıntının hızı saatte 10 kilo­
sualtındaki bölümü, ortalam a 50 m etre derin­ m etreye ulaşır ve kabararak boğazı kaplayan
liğinde bir oluk biçimindedir. E n derin yeri Karadeniz suları, alt akıntının M arm ara’dan
Rumeli H isan önlerinde 110 metreyi bulur. kuzeye geçmesine engel olur. Alt akıntıyla
M arm ara Denizi’nin su düzeyi, K arade­ Karadeniz’e geçen su m iktarı, üst akıntıyla
niz’den biraz daha alçaktadır. İki deniz ara­ M arm ara Denizi’ne geçen su miktarının yarısı
sındaki düzey, tuzluluk ve yoğunluk farkları kadardır.
nedeniyle Çanakkale Boğazı’nda olduğu gibi K aradeniz’in üst akıntıyla M arm ara D eni­
İstanbul Boğazı’nda da alt ve üst akıntılar zi’ne geçen oksijen ve besin açısından zengin
oluşmuştur. Karadeniz’in suları üst akıntı bi­ suları, sualtı canlılarının yaşaması için çok el­
çiminde M arm ara’ya geçer; oradan da Çanak­ verişli bir ortam oluşturur. İstanbul Boğazı’
kale Boğazı yoluyla Ege ve A kdeniz’e ulaşır. nin sulan balıklann izlediği göç yolu üzerinde
Derinliği K aradeniz’den girişte 40 m etre, olduğu için balıkçılık açısından çok verimli bir
M arm ara Denizi’ne çıkışta ise 20 m etre olan sudur. Ne var ki, Boğaziçi’nde gerçekleşen
üst akıntının Kanlıca açıklarındaki ortalam a plansız yapılanma ve tersane, fabrika gibi iş­
hızı saatte 5 kilometreyi aşar. Kuzey-güney yerlerinin atıklarını yoğun biçimde denize at­
doğrultulu üst akıntı, önüne çıkan burunların ması boğaz kıyılarının kirlenmesine yol aç­
gerisinde yer alan koyların içinde ters akıntı­ m aktadır. Bu nedenle artık bu sularda eskisi
lar oluşturur. Üst akıntının bu durum u, şid­ kadar çok balık yaşam amakta ve göç amacıyla
detli güney rüzgârlan estiğinde tersine döner. buraya gelmemektedir.
Bu rüzgârlarla M arm ara Denizi’nin kabaran Tarih boyunca önemini koruyan İstanbul
sulan boğaza girer ve üst akıntı, alt akıntıyla Boğazı, günümüzde de uluslararası çapta
birleşerek güney-kuzey doğrultusunu alır. Bu önem taşıyan bir suyoludur. İstanbul Boğa­
İSTATİSTİK 125

zı’ndan Karadeniz’e ve M arm ara Denizi’ne eğilimleri araştırılacak olan kümeye nüfus ,
geçiş Türkiye’nin denetim indedir (bak. BO­ onun içinden seçilen altkümeye örneklem
ĞAZLAR S o r u n u ) . denir. Kamuoyu yoklaması için istatistikçiler
Boğaz kıyılarındaki semtler ve kent m erke­ önce bir “rasgele örneklem ” seçer. Nüfusun
zi arasında Şehir H atları’na bağlı küçük yolcu her öğesinin örneklem e girme olasılığının eşif
vapurlarıyla, özel olarak çalıştırılan çeşitli kü­ olduğu bu rasgele örneklem , yeterince büyük­
çük gemiler ve teknelerle ulaşım sağlanır. İs­ se toplum un bütün kesimlerini temsil eder.
tanbul Boğazı’nın Anadolu ve Rumeli yakala­ Kamuoyu yoklaması sonuçlarının ne kadar
rı biri 1973’te, öteki ise 1988’de hizmete açı­ doğru çıkacağını, başka bir deyişle doğru
lan iki asma köprüyle birbirine bağlanır. çıkma olasılığını saptamaya yarayan istatis­
İlkçağda Karadeniz kıyısında kurulan tica­ tik yöntemleri vardır (bak. OLASILIK KURA­
ret kolonilerine ulaşma açısından önemli bir MI).
suyolu olan İstanbul Boğazı’nın kıyılarında İstatistikçilerin ellerindeki verileri nasıl çö­
önemli bir yerleşme yoktu. Bizans döneminde zümlediğini bir örnekle görelim. 25 öğrenci
Boğaziçi’ndeki birkaç küçük köyde balıkçılık bulunan bir sınıfta m atem atik ve İngilizce sı­
ve tarımla uğraşılırdı. A nadolu ve Rumeli hi­ navlarında alınan notlar aşağıda gösterilmiş­
sarlarının kurulduğu sırada askeri açıdan da tir. H er öğrencinin notlarını gösteren rakam
önem kazanan Boğaziçi’ndeki eski Rum köy­ çiftinden ilki m atem atik, İkincisi İngilizce no­
lerinden başka yeni köyler kuruldu. 17. yüz­ tunu göstermektedir.
yıldan başlayarak Boğaziçi’nde köşkler ve ya­
lılar yapılmaya başlandı. 19. yüzyılda gelişme­ 2, 3 4, 4 5, 4 6, 4 7, 6
ye başlayan Boğaziçi yerleşmelerinin arasında 2, 4 4, 5 5, 5 6, 5 7, 7
ve ardında bostanlar ile mesire yerleri vardı. 2, 4 4, 6 5, 5 6, 6 8, 7
V apur seferlerinin başlamasıyla birlikte B o­ 3, 3 4, 7 5, 5 7, 5 8, 7
ğaziçi’ndeki semtlerde sürekli oturulan yerle­ 3, 7 5, 4 5, 6 7, 6 10, 6
şim yerleri yaygınlaştı. Cumhuriyet dönemin­
de yolların yapılması Boğaziçi’nde yapılaşma­ Bu bilgileri grafikle gösterebiliriz. M atem a­
yı özendiren bir etken oldu. 1950’den sonra tik notlarının sıklık grafiğini çizelim. G rafik­
bazı sanayi kuruluşlarının yaygınlaşması, B o­ teki her sütunun uzunluğu, belirli bir notu
ğaziçi’nde gecekondulaşmanın başlamasına alan öğrenci sayısını gösterir. Örneğin iki
neden oldu. Sırtları çeşitli site, blok apartm an öğrencinin 3 aldığı, altı öğrencinin notunun
ve villalarla dolan Boğaziçi, günümüzde eşsiz da 5 olduğu grafikte görülm ektedir.
doğal güzelliğini önemli ölçüde yitirmiş du­
rumdadır.

İSTATİSTİK, sayısal bilgilerin işlenmesi ve


yorumlanmasıyla ilgili yöntem lerle ilgilenen
m atem atik dalıdır. İstatistikçi topladığı sayı­
sal bilgileri amacına uygun olarak düzenleyip
özetler; sonra bu bilgileri çözümler ve genel­
likle belirli teknikler kullanarak yeni bilgiler
elde etmeye çalışır.
0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
Bilgi toplam anın bir yolu kamuoyu yokla­
masıdır. Örneğin, bir genel seçimde verilecek
oyların önceden kestirilmesi için kamuoyu
yoklamasına başvurulur. Bir kamuoyu yokla­ Ö ğ re n cile rin m a te m a tik n o tla rın ın sıklık g ra fiğ i.
masında toplum un tüm ünün içinden alman
birkaç bin kişilik bir örneğe sorular sorulur.
Alınan yanıtlardan toplum un tüm ünün eği­ Benzer bir grafiği İngilizce notları için de
limleri kestirilmeye çalışılır. Özellikleri ya da çizebiliriz.
126 İSTATİSTİK

metik ortalam ayı bulmak için, sınavda alman


notları toplayıp öğrenci sayısına böleriz. M a­
tem atik sınavında alman notların toplamı 130,
öğrenci sayısı 25 olduğuna göre notların
aritm etik ortalaması kolayca bulunur:
130
--------- = 5,2
25
İngilizce sınavında alman notların toplamı da
130 olduğu için, o sınavda da notların aritm e­
tik ortalaması 5,2’dir.
G örülüyor ki, hangi tür ortalam ayı kulla­
nırsak kullanalım, iki sınavdaki notların orta­
Çizdiğimiz bu grafiklerden yararlanarak lama değeri ya aynı ya da birbirine çok
iki sınavın sonuçlarını karşılaştırabiliriz. A ca­ yakındır. A m a notların dağılımı farklıdır;
ba öğrencilerin bir sınavdaki başarısı öbürün- matem atik sınavında alman notlar daha geniş
dekinden daha fazla mıdır? Çizdiğimiz grafik­ bir aralığa yayılmıştır.
lere bakarak bunu söylemek kolay değildir. Kimi zaman yalnızca bir öğrencinin aldığı
M atem atik notlarının İngilizce notlarına göre çok yüksek ya da çok düşük bir not bu aralığı
daha geniş bir aralığa dağıldığı grafiklerde genişletebilir. Aşağıdaki grafiklerde böyle bir
çok açık olarak görülüyor. Gerçekten de durumun dağılım üzerindeki etkisi görülüyor.
m atem atik notları, en düşük not olan 2 ile en
yüksek not olan 10 arasında, dokuz notu kap­
sayan bir aralığa yayılmıştır. İngilizce’de alı­
nan notlar ise 3 ile 7 arasındaki beş notluk bir
aralık içinde yer almaktadır.
M atem atikte daha çok öğrencinin yüksek
not almış olduğu grafikte görülüyor. Bu
görünüm doğrudur, ama biz sınıfın bir bölü­
münü değil tüm ünü değerlendirmeye çalışıyo­
ruz. E n çok sayıda öğrencinin aldığı notun
m atem atikte 5, İngilizce’de 6 olduğu gra­
0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
fikte görülüyor. Bir değerler kümesinde en
sık rastlanan değere (örneğimizde en çok G rafikte g ö rü le n s im e trik d a ğılım da a ritm e tik
o rta la m a n ın , ortan can ın ve m o d u n değeri 3'tür.
sayıda öğrencinin aldığı not) istatistikte m od
denir. Kümenin bütünüyle ilgili bir fikir
verebilmek için m od bir tür ortalam a değer
olarak kullanılabilir. İstatistikçiler belirli bir
kümeyle ilgili fikir verebilmek için değişik
türde ortalam alar kullanırlar.
Başka tür bir ortalam a bulmak için örneği­
mizdeki notları büyüklüklerine göre sıraya
koyup bu sıranın tam ortasında kalan elemanı
alabiliriz. Ortanca (medyan) denen bu ele­
m an, örneğimizdeki sıralam ada 13. sıraya
gelen öğrencinin aldığı nottur; her iki sınav 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
için de bulunacak olan ortanca 5’tir.
O rtanca ve m od d e ğ e rle ri bu gra fikte de aynıdır;
E n yaygın olarak kullanılan ortalam a türü am a alınan b iry ü k s e k n o t (10) ne de niyle a ritm e tik
ise aritmetik ortalama' d ır. Örneğimizde arit­ orta la m a yü kse lm iştir.
İSTATİSTİK 127

Eğer sınıfın bütünüyle ilgileniyorsak, sınıfın alınarak bulunur. Standart sapma ise varyan­
genel durum undan çok farklı bir öğrencinin sın kareköküdür.
notunu dikkate almamız gerekmez. Öğrenci­ Eğer her öğrencinin bu iki dersteki duru­
lerin büyük çoğunluğunun notlarının nasıl munu karşılaştırmak ve bir derste iyi olan
dağıldığını incelemenin bir yolu notların belir­ öğrencinin ötekinde de iyi olup olmadığını
li bir değerden farkına bakm aktır. Bu farka incelemek istersek, başka bir istatistik yönte­
sapm a diyoruz. Çeşitli ortalam alar olduğu mi kullanırız. İki değişkenin karşılıklı ilişkile­
gibi, farklı yollardan bulunan değişik sapm a­ rinin bulunmasına yarayan bu yöntem e kore­
lar da vardır. En basit yollardan biri aritmetik lasyon diyoruz. Bu yöntemi uygulamanın en
ortalam adan sapmaların aritm etik ortalaması basit yolu bir korelasyon grafiği çizmektir.
olan ortalama sapm ayı bulmaktır. M atem atik Örneğimizin korelasyon grafiğini çizelim.
notlarındaki ortalam a sapmayı bulmak için
önce, alman notları ve her birinin karşısına, 10
alman notların aritm etik ortalam ası olan 5,2
9
ile farkını yazarız:
8
2 3,2 6 0,8 7 • • •


3 2,2 7 1,8 CQ • •
6 d #
4 1,2 8 2,8 • •
O
5 • • 9
5 0,2 10 4,8 CD
7 9 9 9
O 9 9
4 • 9
ÖT • 9
O rtalam adan farkların toplamını bulmak için,
3 • •
her notun ortalam adan farkını o notu alan
öğrenci sayısı ile çarpar, bulduğumuz değerle­ 2
ri toplarız. 1

3 x 3,2 = 9,6 0
2 x 2,2 = 4,4 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
4 x 1 ,2 = 4,8 M atem atik Notları
6 x 0,2 = 1,2
3 x 0,8 = 2,4
4 x 1,8 = 7,2 İki sınavda alınan n o tla rın karşılıklı iliş k is in i gö steren
kore la syon g ra fiğ i.
2 x 2,8 = 5,6
1 x 4,8 = 4,8 H er öğrencinin iki sınavdan aldığı notlar
grafikteki noktaların koordinatlarını oluştu­
40,0 rur. Herhangi bir öğrencinin m atem atik ve
B ütün öğrencilerin aldıkları notların ortala­ İngilizce’den aldığı notlar birbirine yakın ya
m adan farklarının toplamı 40, öğrenci sayısı da aynı olduğunda, bu öğrencinin notlarını
da 25 olduğuna göre ortalam a sapma kolayca gösteren nokta sol alt köşeden sağ üst köşeye
bulunur: uzanan köşegende ya da yakın çevresinde yer
alan kareler içinde gösterilir. N oktalar bu
40 kareler içinde ne kadar fazla yoğunlaşmışsa,
------------ = 1,6
öğrencilerin m atem atik ve İngilizce’deki ba­
25 şarıları arasındaki ilişkinin de o kadar güçlü
İngilizce notlarındaki ortalam a sapmayı da olduğunu söyleyebiliriz.
aynı biçimde hesaplarsak 1,064 buluruz. Korelasyon yöntemini dikkatle kullanmak
O rtalam a çevresindeki dağılımı incelem ek­ gerekir. Örneğin sigara içmekle akciğer kan­
te çok kullanılan ölçülerden biri de varyans ve seri arasında yüksek bir korelasyon yani güçlü
standart sapm a hesaplamaktır. Varyans, orta­ bir ilişki olduğu ortaya konm uştur. Am a
lam adan sapmaların karelerinin ortalaması sigara içmenin akciğer kanserine neden oldu­
128 İSTAVRİT

ğunu söyleyebilmemiz başka tıbbi kanıtlara ayrım yapabilirler. G erçekte ise türleri tanı­
dayanm aktadır. Eğer yalnızca korelasyona m ak için deneyimli olmak gerekmez. Yalnız
bakarak bir sonuç çıkarmak istersek, sigara istavritlere özgü olan ve türe göre değişen bir
içmenin akciğer kanserine neden olduğu so­ özellik, her am atör balıkçıya yakaladığı istav­
nucuna varabileceğimiz gibi, akciğer kanseri­ ritin bilimsel kesinlikte tür tanımı yapmasına
nin sigara içmeye yol açtığı sonucuna da olanak verir. Söz konusu özellik sırta yakın ve
varabilirdik. Görüldüğü gibi korelasyon yön­ sırt çizgisine paralel uzanan bir yalancı yanal
temi ilişkiyi ortaya koyar, ama ilişkinin yönü­ çizgidir. Gerçek yanal çizgi kadar belirgin
nü, hangi olayın hangisine yol açtığını gös­ olmayan bu çizginin uzunluğu türden türe
termez. değişir.
Sarıkuyruk ya da sarıkanat istavrit ( Trachu -
İSTAVRİT, Türkiye’de ticari olarak hamsi­ rus mediterraneus) Türkiye’yi çevreleyen
den sonra en çok avlanan balıktır. Bol bulun­ tüm denizlerde en bol bulunan istavrit türü­
ması ve yapay yemli basit bir oltaya bile dür. Bir bölümü kışı İstanbul Boğazı ve
atlaması nedeniyle, balıkçılığa yeni başlayan M arm ara D enizi’nde geçirir, yaz gelince Ka­
am atörlerin denizden çektiği ilk balık da çoğu radeniz’deki ürem e ve beslenme bölgelerine
kez bir istavrit olmuştur. Tüm okyanusların döner. Uzunluğu M arm ara’da 30 santimetreyi
tropik ve ılıman bölge sularına dağılmış olan pek aşmaz; ama K aradeniz’in doğusunda 50
bu balıklar genellikle kıyıya yakın, yüzeyden santimetreyi, okyanuslarda 60 santimetreyi
200 metreyi geçmeyen derinliklere kadar ya­ aşabilir. Kuyruk yüzgeci sarımsı, sırtı yeşilim­
şarlar. Vücutları yanlardan az basık bir mekik si mavi menevişlidir. Yalancı yanal çizgisi
biçimindedir. Ağız körük gibi açılarak öne birinci sırt yüzgecinin sonunda kesilir ya da en
doğru uzar. Dişleri yumuşak, gözleri iri, çok ikinci sırt yüzgecinin önden dördüncü
pulları küçüktür. Am a gövdenin orta yerinde ışınına kadar uzanır.
bir kıvrım yaparak kuyruğa doğru uzayan Patlakgöz ya da karagöz istavrit ( Trachurus
yanal çizgiyi iri ve kabarık pullar örter. İki sırt trachurus) K aradeniz’de seyrek olmak üzere
Ana Yayıncılık Arşivi
Türkiye’yi çevreleyen tüm denizlerde görü­
lür. Yalancı yanal çizgisi ikinci sırt yüzgecinin
arka ucuna ulaşır. Bilimsel adı Trachurus
picturatus olan türün yalancı yanal çizgisi
ikinci sırt yüzgecinin ortasına kadardır. M ar­
m ara Denizi’nde bulunmayan, Ege ve A kde­
niz kıyılarında seyrek olarak rastlanan bu
türün özel bir adı yoktur.
E ge’de balıkçılar denizden bazen tombul
gövdeli, istavrite benzer balıklar çeker. İstav­
S arıkuyruk is ta v rit T ü rk iy e 'y i çevreleyen sularda en
çok avlanan balıklardan b irid ir.
rit azmanı ( Caranx cinsi) adıyla tanınan bu
balıklar istavritin akrabasıdır. Yanal çizgileri­
yüzgecinden öndeki üçgen biçimindedir. nin yalnız arka bölümünde istavritteki gibi iri
Uzun olan ikinci sırt yüzgeci ve anüs yüzgeci, pullar bulunması bu balıkların ayırt edici
kuyruk sapının hem en önünde, aynı hizada ortak özelliğidir.
sona erer. Kuyrukları derin çatallı, renkleri
sırtta lacivert ya da yeşilimsi, alt bölümlerde İSTİKLAL MARŞI bak. U l u s a l M a r ş l a r .
gümüşsü beyazdır. Uzunlukları ortalam a 15-
30 cm, en çok 60 santim etredir. Küçükleri is tir id y e , yaşamını denizin dibine bağlı
kıraça adıyla tanınır. geçiren bir yum uşakçadır (bak. YUMUŞAKÇA­
Üç türden oluşan istavritleri birbirinden LAR). Kabuğunun birbirine benzem eyen iki
ayırt etm ek oldukça zordur. A ncak yıllarını çenetinden alttaki iyice çukurlaşmış ve çok
denize vermiş deneyimli balıkçılar, yakaladık­ sert, üstteki daha ince ve hem en hemen
ları istavritler arasında kolayca ve doğru bir düzdür. Kabuğun aralanması ince çenetin
İSVEÇ 129

hareketine bağlıdır. Güçlü bir kasın sıkıca aynlan yavrular suya dağılır. Çenetleri geliş­
kapattığı bu çenetleri açmak ise son derece meye başlamış olan bu larvalar dibe yerleşme­
zordur. den önce 2-3 hafta kadar yüzerler.
İstiridyenin yumuşak bölümü çenetlerin Birçok türü olan istiridyelerin yalnız birkaç
içine bir kitabın sayfalan gibi yerleşmiştir. cinsi ticari amaçla üretilm ektedir. Bunlar
Çenetlerin iç yüzeyini döşeyen bu etli katm a­ arasında Am erika istiridyesi ( Crassostrea vir-
na örtenek (m anto) denir. Ö rtenek içindeki ginica ), Sydney kaya istiridyesi ( Crassostrea
ince solungaç yapraklarının oluşturduğu su commercialis) ve bayağı istiridye (Ostrea edu-
akımı, solunum için gerekli taze suyu ve suyla lis) sayılabilir.
sürüklenen, beslenmeleri için gerekli küçük İstiridyeler çiğ olarak ya da pişirilerek
canlıları getirir. A lt çenetin deniz dibine yenebildiği gibi sonradan tüketilm ek üzere
yapışmasını istiridyenin salgıladığı çimento konservesi yapılır ya da dondurularak sakla­
nır. İnsanların istiridyeleri yüzyıllardan beri
yemekte olduğunu kıyı bölgelerindeki yerle­
şim alanlarında bulunan kabuk yığınlarından
anlıyoruz. Örneğin, bulunan bazı Avustralya
istiridyesi kabukları, yörede yaşamış Yerli
halkın 6.000 yıl önce istiridye yediğini göster­
m ektedir.
İstiridye kabuklarının iç yüzeyi sedefle kap­
lıdır. Bu m addenin küçük topaklar halinde
birikmesi inciyi oluşturur. En değerli inciler
Basra Körfezi’nde gelişen istiridyelerden elde
edilir (bak. İNCİ VE İNCİ AVCILIĞI).

İSVEÇ, İskandinav Yarım adası’nın doğu ya­


rısı üzerinde bulunan bir ülkedir. Batısında
yükselen ve kuzeye doğru uzanan bir dağ
Çok b ü y ü tü lm ü ş b ir is tirid y e larvası. Larvayı zincirinin ardında Norveç yer alır. Kuzeydo­
çevreleyen k irp ikle r yüzm ek için kullanılır.
İstirid y e le r sığ kıyı sularınd a yaşar. ğusunda Finlandiya, doğusunda Botni Körfe­
zi, güneydoğusunda Baltık Denizi ve güney­
işlevi gören ve suda sertleşen bir madde batısında Kuzey Denizi vardır. Doğuda Fin­
sağlar. İstiridye çok yaygın biçimde tüketilen landiya ve SSCB’ye, güneyde Polonya’ya
önemli bir besin kaynağıdır. Denize kıyısı
olan birçok ülkede geniş çaplı istiridye yatak­ İ S V E Ç 'E İL İŞ K İN B İL G İL E R
ları oluşturulm uştur. Bu yataklarda özenle
yetiştirilen istiridyeler verimin artm asını, üre­ YÜZÖLÇÜMÜ: 449.964 km2.
timin daha çok ve daha düzenli olmasını NÜFUS: 8.387.000 (1987).
sağlar. YÖNETİM: Anayasal krallık.
İstiridyelerden beslenenler yalnız insanlar BAŞKENT: Stockholm.
değildir. A htapotlann besin kaynakları ara­ DOĞAL YAPI: Ülkenin yarısından fazlası orm anlık alan­
dır ve 90 binin üstünde irili ufaklı göl vardır.
sında bu çiftçenetliler önemli bir yer tutar. BAŞLICA ÜRÜNLER: Şekerpancarı, patates, yulaf, buğ­
A ync^ denizyıldızları ve dikenli deniz salyan­ day, arpa, çavdar, süt ürünleri; kereste, dem ir
gozları da istiridyelerin doğal düşm anlan ara­ cevheri, bakır, kurşun, çinko, arsenik, altın, gümüş.
sındadır. İstiridyelerin var olabilmesini, aşırı DIŞARIYA SATILAN BAŞLICA ÜRÜNLER: Makine, oto­
m obil, kamyon, kereste, kâğıt, dem ir cevheri, dem ir,
biçimde ürem eleri sağlar. Bir istiridye mil­ çelik, gem i, sanayi ürünleri.
yonlarca yum urta üretebilir. Yum urtalar ge­ ÖNEMLİ KENTLER: Stockholm, Göteborg, M almö,
nellikle ana istiridyenin içinde döllenir ve Norrköping.
EĞİTİM: 7-16 yaşları arasındaki çocuklar için zorun­
yum urtadan çıkan larvalar bir süre gelişimle­ ludur.
rini burada sürdürür. D aha sonra istiridyeden
130 İSVEÇ

güneybatıda ise D anim arka’ya denizler aracı­ V i s b y , H a n s a B i r l i ğ i d ö n e m i n d e b ü y ü k b i r


lığıyla komşudur. Topraklarının yüzde 15’i t i c a r e t m e r k e z i y d i (bak. H a n s a BİRLİĞİ).
Kuzey Kutup Dairesi içinde kalan İsveç çok İskandinav Yarımadası alabora olmuş, yani
soğuk bir ülkedir. Atlas Okyanusu ve Kuzey devrilerek ters dönmüş bir gemiye benzer.
Denizi üzerinden gelen ılıman batı rüzgârları­ Gemi omurgası gibi bir dağ dizisi İsveç ile
nın etkisiyle güneyde yazlar sıcak geçer. Norveç’i birbirinden ayırır. Bu dağların en
İsveç’in kuzeyinde sekiz ay boyunca yerden yüksek dorukları 2.000 metreyi aşar. Dağlar,
kar kalkmaz. Kışın, Baltık Denizi’nin kuzey güneydoğuya ve güneye doğru alçalır. Sayıları
uzantısı olan Botni Körfezi ve Baltık Denizi’ 90 bini aşan göllerin en büyükleri olan V âtter,
nin bir bölümü donar. Alacakaranlığın uzun M âlar ve V âner’dir. V âner’in çevresi, güneyi
sürdüğü ülkenin en kuzey bölgelerinde yaz dışında çam ve ladin ormanlarıyla kaplıdır.
ortasında güneş hiç batm az. Burası “beyaz Güneyinde ise tarım yapılır. Dağlardan inen
geceler” ülkesidir. çok sayıda ırm ak, irili ufaklı göllerden geçe­
Girintili çıkıntılı, kayalık, uzun ve sığ bir rek denize dökülür; bunlardan güneybatıda
kıyı şeridine yakın çok sayıda adacık vardır. G öta Irmağı V âner G ölü’nü akaçlar.
Halkın çoğunun bu adalarda yazlık evi vardır Kuzeyde bitki örtüsü olarak cüce kayınlara,
ve ulaşım teknelerle sağlanır. Büyük adalar­ seyrek çalılıklara ve tundralara rastlanır
dan Ö land, İsveç’in doğu kıyısına paralel Yüksek dağlık yörelerde Alp tipi bitki örtüsü
uzanır. Baltık Denizi’nde yer alan G otland ise görülür. İsveç, iğneyapraklı ağaçlar bakım ın­
çok güzel bir adadır. G otland’ın başlıca kenti dan çok zengindir. Ülke topraklarının yüzde
57’sini kaplayan iğneyapraklı orm anlardan
başka geniş kayın, m eşe, dişbudak, karaağaç
orm anları da vardır. İsveç’te rengeyiği, sığın,
karaca, tilki ve gelincik gibi yabanıl hayvanlar
yaşar. Öte yandan soyu tükenm ekte olan ayı,
kurt ve vaşak korum a altına alınmıştır.

İsveç Toplumu
İsveç, ekonomik büyüme ve gelişme sonucu
gelir düzeyi en yüksek ülkelerden biridir. I.
ve II. Dünya savaşlarında tarafsız kalmayı
başaran İsveç, toplum sal ilerlemede de büyük
başarı gösterdi. Örneğin 1919’da pek çok
Avrupa ülkesinden önce kadınlara oy hakkı
tanındı.
II. Dünya Savaşı sırasında Naziler’in saldı­
rısından kaçan DanimarkalI ve Norveçli göç­
m enlere İsveç kapısını açtı. 1940’ların sonuna
doğru çıkartılan yasalarla emeklilik, çocuk
yardımı, eğitim ve işsizlik sosyal yardım kap­
samına alındı. İsveç halkı eğitim, çevre sorun­
ları, yaşlıların bakımı gibi konularda, resmi
yetkililerden izin almaya gerek olmaksızın,
bağımsız çalışma grupları oluşturarak, sorunu
çözme yoluna gider. Bu gibi konularda sosyal
hizmet görevlilerinin çalışmalarından da ya­
rarlanılır.
Ülkede nüfusun yüzde 91’i İsveçli’dir. Geri
kalanını Finliler ve çeşitli göçmen azınlıklar
oluşturur. İsveçliler’in büyük çoğunluğu Lu-
İSVEÇ 131

(Altta) ZEFA, (öbür resimler) Swedish National Tourist Office

Üstte: Başkent S to ckh o lm 'd e n b ir g ö rü n ü m .


S olda kare b iç im li krallık sarayı, arkasında eski
kent, karşı yakada be le diye binasının g ö rke m li
kulesi g ö rü lü y o r. Solda: S to c k h o lm 'ü n
batısındaki M a rie fre d yakın larınd a, 16. yüzyılda
yap ılan G rip sh o lm Kalesi. Altta: İsveç'in
g ü n e yin d e n b ir g ö rü n ü m . T arlalar, o rm a n la r,
ç iftlik binaları ve eski b ir m alikâne.
132 İSVEÇ

teran (Protestan) İsveç Kilisesi’nin üyesidir. gümüş, bakır, kurşun, çinko ve sülfürik asit
Eğitime büyük önem verilen İsveç’te beden­ üretim inde kullanılan pirit de çıkarılır. 13.
sel ve zihinsel özürlüler için özel okullar yüzyıldan beri Falun’da bakır çıkarılmakta­
vardır. Ayrıca yetişkin eğitimine de önem ve­ dır. Bütün ülkenin köy ve çiftlik duvarlarını
rilir. 18 yaşından büyükler için, halk yüksek­ renklendiren koyu kırmızı boyanın yapımında
okulları vardır. İsveç’in kuzeyinde ve N or­ kullanılan bu yataklardaki bakır cevheri tü ­
veç’te yaşayan Laponlar hem İsveççe, hem de kenm ektedir. Çok sayıda gölleri ve ırmakları
Laponca eğitim görürler (bak. LAPONYA). olan İsveç’te, elektrik hidroleketrik santral­
Atletizm yaygın bir spordur. İsveçliler’in lardan sağlanır. Fabrikalarda yüksek nitelikte
m odern jimnastiğe katkıları büyüktür (bak. çelik, bilyeli rulm an, elektrikli m akineler,
JİMNASTİK). Kış sporları, tenis ve yaz aylarında silah, taşıt ve dünya pazannda büyük ölçüde
yelken sporu çok yaygındır. alıcı bulan çeşitli sanayi ürünleri üretilir.
İsveçliler’in başta ringa olmak üzere çeşitli Gemi yapımında dünyanın önde gelen ül­
balıkların, peynirlerin, salatalann sıcak ve kelerinden biri olan İsveç, büyük bir ticaret
soğuk yemeklerin sunulduğu “ekm ek ve tere­ filosuna sahiptir. Çok iyi düzenlenmiş olan
yağı sofrası” diye bilinen ünlü smörgâsborcT demiryolu sistemindeki trenlerin çoğu elek­
lan zengin bir büfe görünümündedir. triklidir. İsveç’te otomobil sayısı nüfusa oran­
la başka A vrupa ülkelerindekinden daha yük­
Kentler, Tarım ve Sanayi sektir. K entler arasında otobüs seferleri var­
İsveç’te büyük kent sayısı azdır. Bunların en dır. İsveç, D anim arka ve Norveç’in ortak
büyüğü başkent Stockholm’dür (bak. STOCK­ havayolu şirketi, Avrupa ile A B D arasında
H O L M ). 1621’de G ustaf A dolf’un kurduğu Kuzey Kutbu üzerinden yapılan seferlerin
Göteborg ikinci büyük kenttir. Burada deniz öncüsü olmuştur.
ticareti ve gemi yapımının gelişmesiyle kent
büyük bir ticaret limanı durum una geldi. Tarih
Üçüncü büyük kent olan M almö, hem İs­ İÖ 12000 yıllarında avcı kabileler karayolu ile
veç’in güneyindeki en önemli kent, hem de A vrupa’dan İsveç’e göç ettiler. Bunları topla­
D anim arka ve A vrupa ile yapılan ticarette bir yıcılıkla geçinenler, çiftçiler ve sığır çobanları
bağlantı noktasıdır. izledi. İÖ 1500 yıllarında A vrupa’yla ticaret
İsveç’te devletçe desteklenen tarım da ileri başladı. D aha sonra Rom a İm paratorluğu ile
bir teknoloji kullanılır. Başlıca tarım alanları ticaret bağları kuruldu. Çeşitli Viking kabile­
güneydedir. Tarım ürünleri gereksiniminin lerinin egemen olduğu bu bölgede onların
yaklaşık yüzde 80’i ülke içinden sağlanır. nasıl tek bir ülkede toplandığına ilişkin bir
Başlıca ürünler şekerpancarı, patates ve tahıl­ bilgi yoktur. B eow ulf adlı eski Anglosakson
dır. Süt ürünleri önemlidir. İsveç hüküm eti destanı, İsveç’in tarihine ilişkin en eski kay­
küçük çiftçileri tarım m akinelerini ortaklaşa naktır.
kullanmaya özendirm ektedir. Bu çiftçilerin 1397’de Pom eranyalı Erik, Kalmar Birli-
çoğu ürünlerini kooperatifler aracılığıyla satar ği’ni kurarak İsveç, D anim arka ve Norveç
(bak. KOOPERATİF). kralı oldu. Kalmar Birliği Baltık Denizi’ni
İsveç’te orm anlardan elde edilen kereste­ çevreleyen büyük bir im paratorluk durum una
den yalnızca odun olarak değil, aynı zamanda geldi. 1520’lerde çeşitli ülkelerin Baltık D eni­
kâğıt, karton, yapay ipek, alkol, boya ve zi’ne egemen olmak için giriştikleri savaşlar
başka m addelerin yapımında da yararlanılır. yüzünden Kalmar Birliği dağıldı. D aha sonra
Dünyanın en zengin demir cevheri yatakları Kral G ustaf Adolf, İsveç egemenliğini Baltık
İsveç’tedir. İç bölgelerdeki m adenlerden ve bölgesinde sağladı ve ordusuyla A lm anya’ya
kuzeydeki Kiruna ve Gâllivare bölgelerinden geçerek Otuz Yıl Savaşlarina (1618-48) ka­
demir cevheri çıkarılır. Dem ir cevherinin tıldı.
eritilmesi için gereken m iktarda köm ür çık­ Önemli İsveç krallarından biri de XII.
madığından demirin büyük bölümü dış ülke­ K arid ir. Ülkesinin kaynaklarını savaş uğruna
lere satılır (bak. DEMİR v e Ç e l İk ) . Ayrıca tüketen ve sonuçta Rus Çarı I. Petro’ya karşı
İSVİÇRE 133

açtığı savaşta yenik düşen Kari, 1718’de dem okrat bir insan olduğu için ölümü dünya­
Norveç’e karşı giriştiği bir sefer sırasında da büyük üzüntü yarattı.
öldürüldü ve böylece İsveç topraklarının bü­ İsveç’in oldukça güçlü bir kara, deniz ve
yük bir bölümünü kaybetti. 1809’da da 600 hava gücü vardır. Nükleer enerjiye dayanan
yıldır İsveç’in bir parçası olan Finlandiya bütün program lar, halkın bu konudaki güven­
Napolyon Savaşlan’nda Rusya’nın egemenliği lik kaygısı nedeniyle durdurulm uştur.
altına girdi.
Bir yıl sonra ülkenin yönetimi veliaht ola­ İSVİÇRE, O rta A vrupa’da denize kıyısı olm a­
rak seçilen, Napolyon’un generallerinden yan bir ülkedir. Kuzeyinde Alm anya Fede­
M areşal Jean B ernadotte’ya geçti. Bernadot- ral Cum huriyeti, doğusunda Liechtenstein
te barışı amaçlamakla birlikte, öncelikle N a­ Prensliği ve Avusturya, güneyinde İtalya,
polyon’un ülke üzerindeki etkisine son ver­ batısında ise Fransa vardır. Ü lkenin doğu ve
mek ve uzun süreden beri D anim arka yöneti­ güneydoğu bölgelerinde karla kaplı dorukla­
mindeki Norveç’i geri almak istedi. İsveç, rı, buzulları, derin vadileri ve orm anlarla
Napolyon’a karşı İngiltere, Rusya, Prusya ve örtülü yamaçlarıyla Alp D ağlan (bak. Alp
Avusturya ittifakına katıldı. Bernadotte D a­ D a Ğl a r i ) yer alır. B unlann içinde yüksekliği
nim arka’yı yenerek Norveç’i İsveç Krallığı’na 3.650 m etreyi aşan 50’nin üstünde dağ vardır.
kattı. 1905’te Norveç’in bağımsızlığını kazan­ 4.634 m etre yüksekliğindeki Dufourspitze ile
masına kadar bu birlik sürdü. 4.478 m etreye ulaşan M atterhorn Tepesi İs­
I. ve I I . Dünya savaşlarında tarafsızlığını viçre’nin en yüksek noktalarıdır. 13. yüzyılda
ilan eden İsveç, M illetler Cemiyeti çalışmala­ Alpler’de açılan St. Gotthard Geçidi, İsviçre’
rında barışın korunm asında önemli bir rol yi güneye bağlayan en kısa ve en eski geçittir.
oynadı. I I . Dünya Savaşı’ndan sonra Birleş­ D ört ana ırm aktan R höne’un batıya,
miş M illetler’e katıldı. 1948’de D anim arka ve R en’in doğuya, Ticino’nun güneye ve A are’nin
Norveç’le bir savunma ittifakı oluşturmaya kuzeye yöneldiği Valais Alpleri görünüm ü­
çalıştı. Ne var ki, bu ülkelerin daha büyük bir nün güzelliğiyle ünlüdür. A lpler’in güneyin­
savunma örgütü olan N A T O ’ya (Kuzey A t­ deki Ticino bölgesinde İtalyanca konuşulur.
lantik Antlaşması Örgütü) katılmaları üzeri­ Burası orm anlan ve gölleriyle olağanüstü
ne, N A TO dışında kalarak askeri ittifaklar güzelliktedir. A lpler’in kuzeyindeki uzun ve
dışı bir politika sürdürdü. dar düzlükte İsviçre’nin en önemli kentleri ve
İsveç, seçimle işbaşına gelen üyelerden
oluşan bir parlam entoyla yönetilir. Bir krallık
İ S V İ Ç R E 'Y E İL İŞ K İN B İL G İL E R
olmasından dolayı yüzyıllar boyunca ülkede
siyasal güç soyluların elinde kalmıştı. 20. YÜZÖLÇÜMÜ: 41.293 km 2.
yüzyılda parlam entoya dayalı bir hüküm et NÜFUS: 6.586.000 (1987).
kuruldu. Bugün tümüyle simgesel konum da YÖNETİM: Bağımsız cum huriyet.
olan kral, yalnızca devletin başkam dir ve BAŞKENT: Bern.
hüküm ette hiçbir yetkisi yoktur. Parlam ento­ DOĞAL YAPI: Ülkenin kuzeybatısında Jura Dağları, gü­
neyinde ve doğusunda A lp le r yer alır. A lpler ile Jura
nun ( R iksdâg ) 500 yıldan uzun bir geçmişi Dağları'nın arasında geniş bir yayla vardır. Ülkenin
vardır. 1866’ya kadar parlam entoda soylula­ ırmakları: Rhöne, Ren ve Aare'dir. Çok sayıda derin
rın, rahiplerin, kentlilerin ve çiftçilerin ayrı vadi ve büyük göl bulunur. Bunların en büyüğü, bir
bölüm ü Fransa'da olan Cenevre G ölü'dür. En yüksek
meclisleri vardı. 1866’dan sonra iki, 1971’den dağı İtalya sınırında yer alan 4.634 metre yüksekli­
sonra ise yalnızca bir meclis kaldı. 1976’ya ğindeki Dufourspitze'dir.
kadar 44 yıl boyunca iktidarda kalan Sosyal BAŞLICA ÜRÜNLER: Buğday, patates, meyve, yulaf, ar­
pa, çavdar, şekerpancarı, üzüm, çiftlik hayvanları,
D em okrat Parti, İsveç’te birçok sosyal refah süt ürünleri ve kereste.
yasası çıkardı. Altı yıllık bir aradan sonra DIŞARIYA SATILAN ÜRÜNLER: Saat, makine, ayakkabı,
1982’de Başbakan Olof Palm e’nin önderliğin­ dokum a ürünleri ve kimyasal ürünler.
ÖNEMLİ KENTLER: Bern, Zürich, Basel, Cenevre ve
de, Sosyal D em okratlar yeniden iktidara gel­ Lozan.
di. İsveç halkınca çok sevilen Olof Palme EĞİTİM: 7-14 yaş arasında zorunludur.
1986’da vurularak öldürüldü. Barıştan yana,
134 İSVİÇRE

sanayi m erkezleri yer alır. Ülkenin kuzeybatı­ ancak uzak ve ıssız yerlerde görmek m üm ­
sında, yüksekliği 1.500 m etreye yaklaşan Jura kündür. Batıda meşe ve kayın, doğuda gür­
Dağları uzanır. Kuzeyde, Alm anya Federal gen ve melez ağaçlar, kuzeyde ladin, güneyde
Cumhuriyeti ile sınırın bir bölümünü Kons- kestane koruları vardır. İsviçre’de yabanıl
tanz G ölü, geri kalanını ise bu gölü akaçlayan hayvanlar yasayla korum a altına alınmıştır.
Ren Irmağı oluşturur. İsviçre’nin başlıca göl­ Dağların yüksekliklerinde keçiye çok benze­
leri Cenevre, Neuchâtel, M aggiore, Luzern, yen elikler yaşar. Ağaç kovuklarında sincaba
Zürich ve Thun’dur. benzeyen m arm otlara rastlanır (bak. E l İK;
Ticino dışındaki bölgelerde kışlar soğuk M a r m o t ) . Bundan başka dağkeçisi, tavşan,
geçer. Batıdan doğuya gidildikçe kar yağışın­ tilki, porsuk ve çeşitli kuşlar vardır. Göl ve
da artış görülür. R höne vadisi hem en hemen ırm aklarında alabalıklar yaşar.
hiç yağış almaz. Yüksek kent ve kasabalarda
hava genellikle pırıl pırıl güneşlidir. Buralar­ Halk ve Ekonomi
da sis, pus ve nem yoktur. Ne var ki, Alp İsviçre halkı birçok farklı ırk ve dinden
vadileri ve Jura D ağlan’nm çevresinde gün­ insanlardan oluşur. Nüfusun yarısı Katolik,
lerce sis kalkmaz. İlkbahar ve yaz aylarında öbür yarısı ise Protestan’dır. Halkın yaklaşık
A lpler’deki çayırlar çiçeklerle örtülür (bak. yüzde 70’i Alm anca, batı bölgelerinde yüzde
Alp BİTKİLERİ) . Çiğdem, dağlalesi, nergis, m e­ 19’u Fransızca, Ticino yöresinde yüzde 9’u
nekşe ve koyu mavi renkli centiyanlar çayırla­ İtalyanca, doğuda yaşayan ve nüfusun yakla­
rı süsler. A lpler’in kireçtaşından sarp yamaç­ şık yüzde l ’ini oluşturan kesim de Romanş
larında ormangülü yetişir. G ene A lpler’e dili konuşur. Bir olasılıkla çok eskiden R om a­
özgü küçük, beyaz, yıldız çiçekli edelvays lı askerlerin konuştuğu Latince’den türeyen
kümeleri çok güzeldir. Am a bu çiçekleri artık Rom anş, bir çeşit köylü Latince’si olarak

ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ

/ \-A S \ V \
\
/'**?
— vV
*K o n s ta n z G ö lü \ \ V , \ Z ' V _

St. Gailen
Zürich

I AVUSTURYA
Luzern

BERNE Luzern
FRANSA Gölü

Fribourg Davos

Neuchâtel Gölü

Interlaken
Lozan W St. M oritz
Jungfrau
/ Cenevre St. Gotthard Geçidi
{ G ö lü /'

Rhöhe

V ’
»Cenevre
Simplon Geçidi Locarno

Maggiore Gölü
Matter Dc
| St. Bernard
Lugano
^Geçidi Gölü

İTALYA
İSVİÇRE 135

Üstte: E ğ im li çatıları ve çiçekli b a lko n la rıyla tip ik


İsviçre e vle ri. Üstte sağda: D orukları karlı A lp
D a ğla rı'n ın ete klerinde ki ye m ye şil o tla kla rd a yazın
in ekle r o tla r. Sağda: İsviçre 'n in do ğu sun daki
G la ru s'ta geleneksel d e m o k ra tik açık hava
m e c lis in in yıllık to p la n tısı. Altta: C enevre kenti,
Lem an G ölü de denen C enevre G ö lü 'n ü n
kıyısındadır.
136 İSVİÇRE

tanımlanabilir. İsviçre A lm anca’sı olarak bili Tarih


nen birçok İsviçre-Germen lehçesi vardır. İsviçre, Rom alılar’ın egemenliği altına girme­
İsviçre’nin başkenti B ern’dir. Ülkenin en den önce burada Helvetler ve Raetialılar
büyük kenti olan Zürich, uluslararası banka­ yaşıyordu. Savaşçı olan bu kabileler avcılık ve
cılığın merkezidir. Bunun dışındaki başlıca balıkçılıkla geçinirdi. İÖ 1. yüzyılda Jül Sezar
kentler Basel, Cenevre ve Lozan’dır (bak. Ba- karşısında yenilgiye uğradılar. Rom a İm para­
SEL; BERN; CENEVRE; ZÜRİCH). torluğu bu toprakları Galya ve Raetia eyalet­
İsviçreliler’in büyük çoğunluğu küçük aile lerine dönüştürdü. Rom a İm paratorluğu çök­
çiftliklerinde çalışır. İsviçre’de kışlar uzun, tükten sonra İsviçre 5. ve 6. yüzyıllarda
tarlalar küçük, toprak verimsizdir. Bu dağlık kuzeyden gelen G erm en kavimlerinin saldın-
ülke, zengin otlaklarıyla tahıl üretim inden sına uğradı. Bunu O strogotlar’ın ve Frank-
çok sığır, domuz, keçi ve koyun yetiştirmeye lar’ın saldırıları izledi. 9. yüzyılın ortalanna
elverişlidir. İsviçre’nin peyniri, sütü ve sütlü kadar Frank egemenliğinde kalan bölge
çikolatası bütün dünyada tanınmıştır. En ünlü 1033’te bütünüyle Kutsal Rom a-G erm en İm ­
İsviçre peyniri, güneybatıdaki Gruyeres kasa­ paratorluğu’nun (bak. K u t s a l R o m a -G e r m e n
basında üretilir. İ m p a r a t o r l u ğ u ) egemenliğine girdi. 1273’te
İsviçre’de, çiftçilikten çok sanayi önem Habsburg hanedanından Rudolf ülkeyi dene­
taşır. Ülkenin köm ür ve petrol gibi doğal timi altına aldı. Rudolf ölünce U ri, Schvvyz ve
kaynaklan yoktur. Su enerjisinden elde edi­ Nidwalden vadilerinde yaşayan halk ortak
len elektrik bu eksikliği karşılar. Ü lkede savunma amacıyla bir birlik oluşturdu. 1
aynca birkaç tane nükleer santral vardır. Ağustos 1291 ’de kurulan bu birlik İsviçre
N euchâtel ile doğudaki St. Gailen arasındaki ulusunun başlangıcı sayılır. Bu nedenle İsviç­
düzlük alanda çok sayıda sanayi kuruluşu yer re’de 1 Ağustos ulusal bayram olarak kut­
alır. Burası ekonomik yaşamın merkezidir. lanır.
M etal ve pam uk gibi ham m addelerin hemen İsviçre üzerindeki egemenliklerinden vaz­
hemen tümü yurtdışından sağlanır. İsviçre, geçmek istemedikleri için İsviçreliler ile
nitelikli ve lüks araç gereç üretim inde uzman­ Habsburglar arasındaki çatışmalar sürdü.
laşmıştır. Bu ürünler arasında jeneratörler, Halk kahram anı Giyom T el’in öyküsü de bu
türbinler, dizel m otorları, pom palar, kimya­ dönem de ortaya çıktı (bak. GİYOM Tel). İsviç­
sal m addeler, kol, duvar ve masa saatleri, re’nin öbür kentleri de birliğe katılınca,
elektronik aygıtlar, takılar ve müzik araçları 1386’da Sem pach’ta yapılan savaşta Avus­
sayılabilir. Turizm İsviçre için büyük önem turyalIlar yenilgiye uğratıldı.
taşır. Ülkeye gelen turistlerin yüzde 80’i Bu çatışmalar sırasında İsviçre’nin askerleri
A vrupalılar’dır. Uluslararası ticaret ve banka­ yiğitlikleriyle öylesine ün kazandılar ki, kral­
cılık önemli gelir kaynaklarıdır. lar ve im paratorlar güvenlikleri için onları
Dağlar arasındaki vadilerde yaşayan İsviç­ kiralamaya başladı. 16. yüzyılın başından beri
reliler, yazları dağcılara, kışları da kayakçıla­ Vatikan Sarayı’nda papalar da İsviçreli asker­
ra rehberlik ederek ek gelir sağlarlar. İsviç­ lerce korunur (bak. VATİKAN).
re’ye özgü yo d el adı verilen bir şarkı söyleme 16. yüzyılda İsviçre dinsel çatışma ve kav­
türü vardır. Yodel dağlarda, peşten tize ve galar nedeniyle ikiye bölündü. Protestanlar’a
tizden pese ani atlayışlarla geçerek söylenir. büyük reformcu Huldrych Zvvingli (1484-
Ses böylece çok uzaklara gider. 1531) önderlik etti. D aha sonra onun öğretile­
Dağlardaki geçitler ile yüzyıllardan beri rinin yerini Jean Calvin’inkiler aldı. 1536’da
kullanılan su ve karayolları yüzünden İsviç­ Cenevre, R eform ’un merkezi durum una geldi
re’nin ulaşım açısından A vrupa’da merkezi (bak. C a l v i n , J e a n ; R e f o r m ).
bir konumu vardır. Demiryollarının çoğunu Napolyon Savaşları (1804-15) sırasında bir­
devlet işletir. Dağlarda ulaşım teleferiklerle çok Avrupa ülkesi gibi İsviçre de bir savaş
sağlanır. Büyük göllerin tüm ünde gemiler alanı oldu. Bu sırada İsviçre’de işsizliğin ve
işler. Havalimanlarının en önemlileri Zürich yoksulluğun yaygın olmasına karşın, köylüler
ve Cenevre’dedir. feodal baskılardan kurtulmuş, yurttaşlık hak­
İSYAN 137

lan genişletilmiş ve ulusçuluk duygulan güç­ denizde kalan tayfalar huzursuzlaşıyor, buna
lenmişti. 1848’de hazırlanan yeni bir anaya­ bir de gemideki ağır yaşam ve çalışma koşul­
sayla İsviçre, kantonlar ya da bölgelerden ları eklenince isyanlar kaçınılmaz oluyordu.
oluşan gevşek bir birlik yerine, tek bir devlet 1520’de Ferdinand Macellan, dünya çevresini
durum una geldi. Bern başkent oldu. Bu dolaşmak için çıktığı keşif gezisinde, Am erika
devlet, 20 tam kanton ile 6 yan kantondan açıklarındayken gemisinde çıkan isyanı zorla
oluşuyordu. Bunlardan her birinin önemli bastırdı. İsyancılardan birini idam etti, öbürü­
ölçüde özyönetim yetkileri vardı. İsviçre, nü de kıyıda bıraktı.
kadınlara üniversite eğitimi olanağı sağlayan 20. yüzyılın başında, Haziran 1905’te Rus
ilk ülkelerden biriydi. 1864’te kadınlara kapı­ donanmasının Potemkin zırhlısında çıkan
sını açan Zürich Üniversitesi’ne dünyanın her ayaklanma, yiyecek ve yakıt bulamayan tay­
yanından kız öğrenciler akın etti. A m a İsviç­ faların teslim olmasıyla sonuçlandı. Bu olay
re ’de kadınlar oy hakkını ancak 1971’de elde ünlü yönetm en Sergey Ayzenştayn’ın Potem ­
edebildi. kin Zırhlısı adlı filmine de konu olmuştur
İsviçre tarafsız bir ülkedir, uluslararası ça­ (bak. A y z e n ş t a y n , Se r g e y ) .
tışm alarda yan tutm az. 1815’ten beri bu taraf­ Toplumsal eşitsizliklerin yol açtığı isyanlar
sız tutum unu sürdüren İsviçre her iki dünya tarihte önemli bir yer tutar. İÖ 73’te İtalya’da
savaşının da dışında kaldı. M erkezi Cenev­ Spartaküs önderliğindeki ayaklanma köle is­
re ’de bulunan ve savaşta yaralananlara, dep­ yanlarının en büyüklerindendir. Spartaküs’ün
rem , su baskını gibi yıkımlara uğrayanlara kölelerden oluşan büyük ordusu, düzenli R o­
gönüllü yardım sağlayan Kızılhaç örgütü ma ordusuna İÖ 71’de yenildi. Spartaküs
(bak. Kizilhaç) 1859’da H enri D unant adında öldürüldü ve binlerce izleyicisi Romalılar
bir İsviçreli tarafından kurulm uştur. İsviçre tarafından çarm ıha gerilerek idam edildi
Birleşmiş M illetler’e üye değildir. (bak. Spa rta k ü s).
İsviçre’de halk sanatları, resim, şiir ve 14. yüzyılda İngiltere’de büyük köylü ayak­
müzikte olduğu kadar, ağaç oymacılığında da lanmaları oldu. Köylüler daha fazla özgürlük
kendini gösterir. İsviçre kentlerinde şato, ve toprak isteyerek feodal beylere karşı ayak­
katedral ve ev mimarisinde 12. yüzyıldan bu landılar. 1524’te Alm anya’da da Reform h a­
yana A vrupa’yı etkileyen çeşitli sanat akım la­ reketinin başlatıcısı Luther’in düşüncelerin­
rının ürünlerini görmek m üm kündür. Çağdaş den etkilenen ve dinsel özgürlük isteyen
mimarlığın en önemli adlarından Le Corbu- köylüler, ayaklanarak m anastırları ve feodal
sier İsviçreli’dir (bak. Le CORBUSIER). beylerin malikânelerini yıktılar.
1773’te İngiltere’ye bağlı Am erikan koloni­
İSYAN ya da ayaklanma, insanların devlet lerinde yaşayan halkın, çaydan alman vergiye
yönetimine ya da herhangi bir otoriteye karşı, karşı İngiltere’den gelen çayları denize döke­
toplu olarak ve genellikle zora başvurarak rek başlattığı isyan, A m erikan Bağımsızlık
başkaldırmasıdır. Askerlerin kom utanlarına, Savaşı ile sonuçlandı. 1773’te Yemelyan İva-
tayfaların kaptanlarına, kölelerin efendilerine noviç Pugaçov önderliğinde Rusya’da
ya da halkın yönetime başkaldırısı isyandır. serfliğin kaldınlması amacıyla büyük bir köy­
Askerlerin kom utanlarının emrine uymayı lü ayaklanması başladı (bak. FEODALİZM ) . Serf
reddetm esi askeri isyandır ve tarihte birçok ordusu çeşitli yörelerden köylülerin katılımıy­
örneği vardır. İÖ 327’de M akedonya Kralı la kısa sürede güçlendi ve Rusya’da 18.
Büyük İskender ordusuyla H indistan’ın içleri­ yüzyılın en büyük köylü ayaklanmalarından
ne girmek üzereyken, savaştan bitkin düşmüş biri yaşandı. Pugaçov’un ordusu 1774’te çarlık
askerler ilerlemeyi reddettiler. Bu isyan karşı­ ordusuna yenildi ve ayaklanma bastırıldı. Bu
sında Büyük İskender geri dönm ek zorunda isyan Rusya’nın birçok bölgesinde çıkan köy­
kaldı. lü ayaklanmaları için bir kıvılcım olmuştur.
Tayfaların kaptana karşı ayaklanmalarına 19. yüzyılda Avrupa halk ayaklanmalarıyla
eski keşif gezileri dönem inde sıkça rastlanır- sarsıldı. 1830’da Alm anya, Fransa, İtalya gibi
dı. Aylarca, hatta yıllarca evlerinden uzak, birçok Avrupa ülkesinde çıkan ayaklanmalar
138 İŞARETLEŞME

milliyetçi ve dem okratik isteklerden kaynak­ İşaretleşm enin bazı basit biçimlerinde, doğ­
lanmıştır. 1848 ayaklanmaları ise, sanayide rudan gözle görülebilecek ya da kulakla
artan makine kullanımının yarattığı işsizlik işitilebilecek işaretlerden yararlanılır. Bu tür
gibi ekonomik nedenler ile halkın ülke yöne­ işaretler çok eski zam anlardan beri kullanıla-
timinde söz hakkı istemesi gibi siyasal neden­ gelmiştir. Gözle görülebilen işaretler arasında
lere dayanır. Fransa’da yoksul halkın başlattı­ bayrak, işaret lambası, fener, ateş, dum an,
ğı isyan 1848-49 yıllarında tüm A vrupa’yı işaret fişeği, semafor ve helyograf sayılabilir.
sarsmıştır. Kulakla işitilebilecek işaretler arasında da
19. yüzyılın en önemli ayaklanmalarından ateşli silahlar, boru, düdük, davul, çan ve zil
biri de 1871’de Fransa’da yaşandı. Fransa- vardır. Islık da bu tür bir işarettir. İşaretlerin
Prusya Savaşı’ndan yenik çıkan Fransa’da çok uzak mesafelere gönderilmesinde ise tele­
hüküm et çok ağır bir antlaşmaya imza atm ak vizyon ve radyo gibi araçlar kullanılır; bu
zorunda kaldı. Bu antlaşmaya karşı olan Paris amaçla D ünya’nın çevresinde yörüngeye
halkı 16 M art 1871 ’de ekonom ik, siyasal ve oturtulan haberleşm e uydularından yararlanı­
yönetsel alanlarda birçok yenilik isteyerek lır. Telefon ve telgraf da çağdaş haberleşme
ayaklandı; kentin önemli bölümlerini ele geçir­ araçlarıdır.
di ve Paris Komünü’nü kurarak kenti iki ay
süreyle yönetti (bak. F r a n s a -Pr u s y a Sa v a ş i ) . Bayrakla İşaretleşme
20. yüzyılın önemli isyanlan arasında M ek­ Bayrak, gemiler arasında işaretleşmede yüz­
sika köylü ayaklanm alan da vardır. Bu ayak­ yıllardan beri kullanılan bir araçtır. 9. yüzyıl­
lanm alar Emiliano Zapata ve Pancho Villa da Bizans İm paratoru VI. Leon döneminde
gibi ünlü önderler yaratmıştır (bak. Pa n c h o hangi işaretlerin ne anlama geldiğini belirten
V i l l a ; Z a p a t a , E m il ia n o ) . Rusya’da 1905’te bir sistem hazırlandığını biliyoruz. Bu tür
Petersburg kentinde işçilerin üzerine ateş işaret sistemlerine “kod” , bazen de alfabe
açılmasıyla başlayan işçi ayaklanması, Rusya denir. Denizcilik alanında ise kayıtlara geçen
çapında yaygınlaştı. Sonunda yenilgiye uğra- ilk bayraklı işaret yöntemi 1337’de kullanıldı;
dıysa da bu ayaklanma, 1917 Ekim Devri- bu yöntem de, gemideki bütün kaptanların
mi’nin kilom etre taşlanndan biri oldu. güvertede toplanmasını sağlamak amacıyla
A nadolu da tarih boyunca birçok isyana direğe özel bir sancak çekilirdi. Am a, bayrak­
sahne olmuştur. Anadolu Selçukluları döne­ la işaretleşme yönteminde 17. yüzyılın ortala­
minde Baba İlyas yanlısı Türkm enler’in rına kadar fazlaca bir gelişme olmadı. 1780’de
1239’da başlattığı başkaldın dinsel amaçlı bir ise bu alanda büyük bir ilerleme gerçekleşti­
isyandı. Bu isyan Bektaşilik gibi tarikatların rildi. Bu tarihte amiral Lord Howe ve kaptan
kurulmasını da etkilemiştir (bak. B a b a İ A y a k - Richard Kem penfelt, numaralandırılmış işa­
LANMASl). A nadolu’daki önemli isyanlar ara­ retlere dayalı bir sistem geliştirdiler ve İngiliz
sında, 16.-17. yüzyıllarda, ekonomik ve top­ donanması için bir işaretler kitabı hazırla­
lumsal yapının bozulması sonucu çıkan Celali dılar.
A yaklanmaları da sayılabilir (bak. C e l a l İ 1803’te İngiliz amirali Sir Hom e Popham ,
AYAKLANMALARI). A ynca, Osmanlı İm para­ harfleri ya da sözcükleri bayraklarla belirtm e­
torluğum da Lale D evri’ni sona erdiren Patro­ ye yarayan bir yöntem geliştirdi. Bu yöntem ­
na Halil ile 1807’de Kabakçı M ustafa ayaklan­ de, tek tek ya da gruplar halinde çekilen
m alan öbür önemli isyanlardır (bak. L a l e değişik biçim ve renklerdeki bayraklar, deği­
DEVRİ; OSMANLI İMPARATORLUĞU). şik sayıları, her sayı da bir harfi ya da sözcüğü
belirtiyordu. Çok kullanılan sözcüklerin her
İŞARETLEŞME, in s a n la n n b ir b irle rin e ha­ birinin ayrı bir sayısı vardı; ama daha az
ber ve b ilg i ile tm e k te y a ra rla n d ık la n b ir kullanılan sözcüklerin her harfinin ayrı ayrı
y ö n te m d ir (bak. İLETİŞİM). Ö t e k i i l e t i ş i m y ö n ­ sayılarla yazdırılması gerekiyordu.
t e m l e r i n d e n f a r k l ı o l a r a k i ş a r e t l e ş m e d e b ilg i Değişik ülkelerin ticaret gemileri arasında
ve h a b e rle r k a rş ıd a k i k işiy e s ö z le ya da kullanılmak üzere hazırlanan ilk uluslararası
y a z ıy la d e ğ il b a z ı ö z e l i ş a r e t l e r l e g ö n d e r ilir . işaret kitabı 1817’de yayımlandı. Bu kitap
İŞARETLEŞME 139

I
♦ J" t
>r<

DÖRT ALTI

İ l »
SIFIR KOD VE YANIT
FLAMASI

UÇUNCU
YİNELEME

National Geographical Society

G em ilerde kullanılan U luslararası K od'da acil m esa jla r, ikili bayrak g ru p la rıyla ile tilir; bu nlarda her bayrak
b ir h a rfin karşılığıdır. D ireğin ucundaki RY- "M ü re tte b a t isyan e tti" anla m ın a g e lir. D irekteki öteki ha rfle rin
an la m ları da ş ö y le d ir: NC- "T e h lik e d e y im acil ya rd ım g e re k li"; KA- "T ekn em çok ağır yara a ld ı"; KT- "H a la t
fırla tm a aygıtınız v a r m ı? "; IX- "Ç arpışm ad a ağır hasar g ö rd ü m "; CG- "O la b ild iğ in c e bana
y a n a şm a lısın ız"; AD - "T ekn eyi te rk e tm e k z o ru n d a y ım ".
140 İŞARETLEŞME

günümüzde kullanılan Uluslararası İşaretler işaretleşme sistemi kullanıldı. İngiliz sistemin­


Kodu’nun atası kabul edilir. Bu kodda de, üstünde altı adet göz, her gözünde de
harfler, rakam lar, sözcükler ve sözcük grupla­ sekizgen bir levha bulunan sabit bir çerçeve
rı, bir, iki ya da üç bayraktan ya da flamadan kullanılıyordu. Levhalar çerçeveye öyle asıl­
oluşan işaretlerle belirtilir. H er harf ayrı bir mıştı ki, döndürüldüklerinde çerçevenin göz­
bayrakla, 10’a kadar olan her rakam da ayrı leri boş ya da dolu durum a geliyordu. Bu
bir flamayla gösterilir. Direğe iki ya da üç yolla 64 farklı işaret oluşturulup gönderilebili-
bayrak birden çekildiğinde, bu grubun ne yordu. Birbirinden yaklaşık 105 km uzaklıkta­
anlama geldiğini bulmak için kod kitabına ki Londra ile Portsm outh deniz üssü arasında
bakmak gerekir. Örneğin NC işareti “Tehlike­ bu türden bir dizi işaret istasyonu kurulmuştu
deyim acele yardım gerekli” anlamına gelir. ve böylece Londra’dan gönderilen işaret 30
Direğe tek bir bayrak çekildiğinde ise, bu tür saniyede Portsm outh’a ulaşıyordu.
tek bayrakların belirttikleri harften başka Fransız sisteminde ise üzerine kollar asılmış
özel anlam lan da vardır; örneğin limandaki bir direkten yararlanılıyordu. Kolların farklı
bir geminin P bayrağı çekmesi geminin denize konumları değişik harf ya da rakamları belir­
açılmak üzere olduğunu belirtir. Uluslararası tiyordu. İşte semafor da bu sistemin bir
İşaretler Kodu 1934’te resmen kabul edilerek türüdür; semafor adı “işaret taşıyıcı” anlam ın­
İngilizce, Fransızca, Alm anca, İtalyanca, İs­ daki Yunanca sözcüklerden gelir. 20. yüzyılın
panyolca, Norveççe ve Japonca olarak yayım­ başlarında telsiz telgraf ortaya çıkana kadar,
landı. (Ayrıca bak. KOD VE ŞİFRE.) savaş gemilerinde direklerin ucuna asılan çok
büyük semaforlardan yararlanıldı. Aslında
Semafor İşaretleri semafor en hızlı görsel haberleşme aracıdır ve
19. yüzyılın başlarındaki Napolyon Savaşları birbirlerine yakın gemiler arasında mesaj
sırasında, uzun erimli kara haberleşmesinde, iletiminde yaygın olarak kullanılır. Semaforla
o dönem de “telgraf” olarak adlandırılan iki dakikada 20 sözcük içeren bir mesaj gönderi­

ci


A
•-A L F A 0 1 — * * BRAVO
^ CHARLIE
□ DELTA ^
i H * ^E C H O H * ” "F O XT R O T

<>v # a a


0 --» G O L F
m ▼
0 ****H O T E L
*■ <£> *
Ü IN D I/V ^ r
_ fcu Al

Q . -------- JULİETT □ - KİLO Q
M
S r ’ “ * * LİMA

A
I--M IK E
Â
(-•NOVEMBER 0 - - - O S C A R 0 * - — PAPA 0 -
.<►

QUEBEC 0 — • ROMEO

a -
“A «I V
•SİERRA Ü -T A N G O □ • — UNİFORM □
tl «â
v Îc t o r
»î r•'*
^ EB—- v v h is k e y H " ray^

B | — --Y A N K E E g | - - " Z U L U ^ SİL DİKKAT SÖZCÜKSONU SAYILAR BAŞLIYOR

S em a for a lfabesi. U luslararası M ors Kodu ve fo n e tik alfabe b ir arada g ö rü lü y o r.


İŞARETLEŞME 141

lebilir. İki elinde birer bayrak tutan bir bırakmasına yol açıyordu. H areket eden ka­
semaforcu, kollarını çeşitli konum larda tuta­ lem döner bir kâğıt şerit üzerinde izler bırakı­
rak, sözcükleri harf harf yazdırabilir. Am a yordu. Böylece devreye uzun ya da kısa süreli
semaforla gizli mesaj gönderm ek olanaksız­ akım verilerek kâğıt üzerinde uzun ya da kısa
dır, herkes görebilir. çizgiler oluşturulabiliyordu. M orse, işte bu
telgraf sisteminde kullanmak amacıyla kendi
Mors Alfabesi adıyla anılan alfabeyi geliştirmişti.
İşaretleşm e sistemlerinin çoğunda, A B D ’li 1850’lere gelindiğinde artık kentler birbiri­
Samuel M orse’un bulduğu işaret kodundan ya ne elektrikli telgrafla bağlanmıştı. 1850’de
da alfabeden yararlanılır (bak. MORSE, SAMU- İngiltere ile Fransa arasında Manş Denizi’nin
e l ) . Mors alfabesinde her harf ve rakam , kısa altından geçen bir telgraf kablosu döşendi.
(nokta) ve uzun (çizgi) sinyallerden oluşan 1866’da da Atlas Okyanusu’nun kuzeyinden
işaret gruplarıyla belirtilir. Örneğin B harfi geçen bir denizaltı telgraf kablosuyla A BD ile
bir çizgi ve üç noktayla (---- ), M harfi ise iki Avrupa birbirine bağlandı. Mors alfabesiyle
çizgiyle (— ) belirtilir. Bu nokta ve çizgi işaret gönderm e ya da telgraf çekme hızı
grupları, kısa ve uzun süreli ışık çakmalarıyla, m ekanik yöntemlerle artırıldı, ama gene de
ses darbeleriyle ya da bir bayrağın belirli sinyallerin insan kulağının algılayabileceğin­
biçimlerde sallanmasıyla oluşturulabilir ve den daha hızlı olmaması gerekliydi. Sistemin
alıcıya iletilebilir. Mors alfabesindeki bir işa­ başka bir kusuru da, değişik harflerin işaretle­
reti hem en hem en herkes bilir: Bu, tehlikede­ rinin farklı sürelerde gönderilebilmesiydi. Bu
ki bir geminin gönderdiği SOS işaretidir. nedenle “Beş Birimli” kod olarak bilinen, eşit
Aslında SOS harflerinin özel bir anlamı yok­ süreli işaretlerden oluşan başka bir alfabe
tur; mors alfabesinde “nokta nokta nokta, geliştirildi.
çizgi çizgi çizgi, nokta nokta nokta” biçiminde Özellikle gazete, dergi gibi büyük basın
belirtilen bu işaret, kolayca akılda kalacağı organlarında kullanılan, gelişkin bir haber
için seçilmiştir. Mors alfabesiyle işaretleşme­ yollama ve alma aracı olan teleprinter, yazı
de dakikada 10-12 sözcük iletilebilir. makinesine benzer. Aygıtın vericisinin klav­
Günüm üzde ender olarak kullanılan hel­ yesiyle yazılan yazı, belirli bir koda uygun
yografta ise işaret göndermek için Güneş elektrik sinyalleri olarak alıcı aygıta ulaşır;
ışığından yararlanılır. Bu aygıt bir sehpa burada sinyaller yeniden harflere dönüşerek
üzerine oturtulm uş olan ve bir eksen üzerinde kâğıt üzerine geçirilir. Şirketler arası haber­
döndürülerek istenilen noktaya yöneltilebilen leşmede kullanılan teleks sistemi de, telefon
bir aynadan oluşur. Böylece işaretçi helyogra­ aracılığıyla birbirine bağlanmış teleprinter ay­
fı kullanarak Güneş ışığını aralıklarla kısa ya gıtlarından oluşur. Bir başka gelişmiş mesaj
da uzun süreli olarak yansıtıp, mors alfabesi­ gönderme yöntemi de elektronik faksimile
ne uygun işaretleri kilom etrelerce uzaktaki sistemidir. (A yrıca bak. TELEKOMÜNİKASYON.)
bir başka işaretçiye gönderebilir.
Telsiz Telgraf
Elektrikli Telgraf Radyo ya da başlangıçtaki adıyla telsiz tel­
1837’de Sir Charles W heatstone ve William F. graf, İskoç bilim adamı James Clerk Max-
Cooke, Londra’da elektrikle çalışan telgraf well’in kuram ından yararlanılarak geliştiril­
sistemini kurdular. Kullandıkları ilk aygıt bir miştir. Maxwell, uzayda ışık hızıyla yol alan
tel bobinin içine yerleştirilmiş m agnetik iğne­ elektrom agnetik dalgaların üretilebileceğini
lerden oluşuyordu; bobine elektrik akımı gösterdi. Alman bilim adamı Heinrich Rudolf
bağlandığında iğneler hareketlenerek sapma­ H ertz, Maxwell’in bu kuramını doğruladı ve
ya uğruyordu. H em en hemen aynı sıralarda 19. yüzyılın sonlarına doğru İtalyan Gugliel-
A B D ’de Samuel Morse da bir telgraf sistemi mo M arconi elektrom agnetik dalgalar ü rete­
geliştirmişti. Bu sistemde bir kablo aracılığıy­ rek gönderm e ve alma yöntemlerini geliştirdi.
la gönderilen kesikli elektrik akımı, karşı Kablo hattına gerek olm adan, elektrom agne­
uçtaki bir elektrom ıknatısın bir kalemi çekip tik dalgalar yoluyla çok uzak yerlere mesaj
142 İŞARETLEŞME

(Üstte solda) T. E. Stimson/FPG, (üstte sağda) Ed Newak/FPG, (ortada solda) Emily Bush/Shostal,
ZEFA, (altta solda) Horace Bristol/Photo Researchers, (altta sağda) H y Peskirı/FPG

Üstte solda: G eceleri uçakların havaalanına in ip kalkışları ışık ve radyo


s in y a lle riy le y ö n le n d irilir. Üstte sağda: O to m a tik d e m iry o lu işareti
kırmızı yandığı zam an "ile rid e hatta tre n v a r" de m ektir. Ortada solda:
Deniz fe n e rle ri ve sis d ü d ü kle ri g e m ile re te h lik e li suları haber verir.
Ortada: İşlek c ad de lerin kesiştiği noktala rda m o to rlu ta şıt akışını tra fik
ışıkları düzenler. Altta solda: Uçak g e m ile rin d e ki işaret g ö re v lile ri
uçakların geceleri gü ve n li in iş in i sağ la m ak için ışıklı işa re tle r kullan ırlar.
Altta sağda: C ankurtaran sandalları ya da b o tlarınd a te h like d u ru m u n d a
işaret ve rm e k için kırmızı fişe kle r bu lu n u r.
İTALYA 143

gönderilebilmesi, işaretleşmede köklü bir de­ da trenler renkli işaret ışıklarından oluşan
ğişikliğe yol açtı. Telsiz telgraf bulunmadan sistemlerle denetlenir (bak. DEMİRYOLU VE
önce, açıktaki gemilere mesaj gönderebilmek T r en ).
için geminin rotası üzerindeki ilk limana Yaklaşm akta olan bir fırtınanın uyarısı
gelmesini beklem ek gerekirdi. Savaş gemileri gemilere ve küçük teknelere çeşitli yollarla
de bir kez görüş uzaklığının dışına çıkınca iletilir. Bu amaçla özel bayraklar, flamalar ya
karayla olan bütün haberleşme olanaklarını da renkli ışıklar kullanılır. Örneğin kasırga
yitirirdi; bu nedenle de açıktayken karadan uyarısı gündüzleri ortaları siyah iki kırmızı
emir alamaz, rapor gönderemezdi. Telsiz bayrakla, geceleri de kırmızı, beyaz ve kırmızı
telgraf bu durumu değiştirdi ve açık denizdeki renkli ışıklarla gönderilir.
gemilerle radyotelefon görüşmeleri yapmak E n eski işaretleşme yöntemi, elle işaretleş­
olanaklı durum a geldi (bak. R a d y o ) . medir. Günümüzde birçok sanayi kuruluşu
insanların birbirini işitmesine olanak verm e­
Öteki İşaretleşme Türleri yecek kadar gürültülüdür, bu nedenle de
Günüm üzde birçok işaretleşme yöntemi var­ çalışanlar arasında elle işaretleşme büyük
dır. Gem ilerde acil durum işareti olarak önem taşır. Tersanelerde ya da demir-çelik
roketler ve renkli işaret fişekleri kullanılır. fabrikalarında vinç operatörleri kom utları el
Okyanusların üzerinden geçen yolcu uçakla­ işaretleriyle alırlar. Uçak pilotları ile yer
rında, acil durum da işaret verebilmek için personeli arasında da elle işaretleşme sistem­
işaret fişekleri, dum an bombaları ya da aram a leri vardır. Futbol, basketbol ve beyzbol gibi
ekiplerine işaret gönderecek radyo vericile­ spor dallarında da hakem ler el işaretlerinden
riyle donatılmış cankurtaran botları bulunur. yararlanarak sporcuları denetlerler.
Gene bu botlarda, Güneş ışığını yansıtmakta
kullanılan ve helyografın geliştirilmiş bir türü İŞGÜCÜ bak. ÇALIŞMA VE İŞGÜCÜ.
olan aynalar vardır.
Bazı ülkelerde karayollarmdaki toprak İŞİTME bak. K ulak.
kaymalarını ya da kazaları duyurmak için yol
devriyeleri kırmızı işaret fişekleri kullanır. İŞSİZLİK bak. ÇALIŞMA VE İŞGÜCÜ.
Dem iryollarında yolda kalan bir trenin yerini
belirtm ek için işaret fişeği ya da fener kullanı­ İTALYA, O rta A vrupa’nın güneyinde, A kde­
lır. İtfaiye, polis ve cankurtaran arabalarında­ niz’e bir çizme biçiminde uzanan bir yarım­
ki yanıp sönen ışıklar, yolu açmaları için öbür adanın üstünde yer alan ülkedir. Bu çizmenin
sürücülere verilen işaretlerdir. Aynı amaçla hem en burnunda yer alan Sardinya ile batıda
kullanılan sirenlerden, sivil savunmada da Tiren Denizi’ndeki Sicilya Adası ülke sınırları
yararlanılır. içindedir (bak. SARDİNYA; SİCİLYA). Kuzeyde
Günüm üzde trafiğin düzenlenmesinde bir­ bir yay çizen Alp Dağları İtalya ile Fransa,
çok işaret türünden yararlanılır. B ütün dün­ İsviçre, Avusturya ve Yugoslavya arasındaki
yada D U R , D İK K A T ve G EÇ anlamına doğal sının oluşturur (bak. A l p DAĞLARI). İtal­
gelen kırmızı, turuncu ve yeşil renkli trafik ya doğuda Yugoslavya, A rnavutluk ve Y una­
ışıkları kullanılır. M otorlu taşıtlarda dönüş nistan’dan Adriya Denizi’yle, güneybatısına
sinyalleri, fren lambaları, uzun ve kısa far düşen Tunus’tan, A kdeniz’le ayrılır.
ışıkları, akü, yağ basıncı ya da yüksek hız İtalya dağlık bir ülkedir. A pennin Dağları
uyarı ışıkları gibi çeşitli işaret lambaları var­ ülkeyi boydan boya geçerek Sicilya A dası’nın
dır. Liman giriş çıkışlarında ve kanallarda batısında sona erer (bak. APENNİN D A ĞLARI).
gemi trafiğini düzenlemek için de ışık ya da Alpler doğu-batı doğrultusunda uzanan bir
özel şekillerden oluşan birçok işaret sistemi dizi sıradağdan oluşur. A lpler’in İtalya’daki
kullanılır (bak. ŞAMANDIRA). en yüksek noktası 4.634 metreyle Rosa Da-
H avaalanlarında ve uçak gemilerinin gü­ ğı’dır. Ü lkede çok sayıda sönmüş yanardağ
vertelerinde trafiğin denetimi için renkli ışık vardır. Pom pei’nin yıkımına neden olan Ve-
sistemlerinden yararlanılır. Demiryollarında züv bunların en ünlüsüdür. Sicilya A dası’nda-
144 İTALYA

AVUSTURYA

İSVİÇRE MACARİSTAN

/
/ VComo
-b
.Trento

Maggiore Gölü,
\AGm Garda Gölü
i
Brescia / / / ıTriyeste
FRANSA
Verona Venedik
Padova L*
ı Venedik
T Körfezi

Cenova
YUGOSLAVYA
S A N M A R İN O
Floransa
.Ancona

Trasimeno Gölü
A Pe ru g ia

Korsika

ROMA

aPo/, Brindisi
M 'V e z ü v Taranto

Sardinya
Taranto Körfezi

TİREN DENİZİ

Cagliari

Stromboli

Lipari Adaları
Messina'
Palerm o Reggio Calabria

Sicilya
Catania

CEZAYİR

ki E tna ise hâlâ etkinliğini sürdürm ektedir. önemlileri Alp D ağlan’mn eteklerindeki G ar­
İtalya’da zaman zaman büyük yıkımlara yol da, M aggiore, Como ve Lugano’dur.
açan deprem ler olur. 1980’de N apoli’nin gü­ İtalya’da iklim çeşitlilik gösterir. Kuzeyde
neydoğusundaki deprem de 3 bin kişi yaşamını yazlar sıcak, kışlar soğuk ve bol yağışlıdır. İç
yitirdi. Ovalık alanlar ülkenin yaklaşık dörtte kesimlerin iklimi kıyılara göre daha serttir.
birini kaplar. Kuzeyde, A lpler ile Apennin- A penninler’in batı kıyıları doğu kıyılanna gö­
ler’in etekleri arasında uzanan Po Ovası ülke­ re daha çok yağış alır. Sıcaklık kuzeyden gü­
nin en geniş ve verimli ovasıdır. Öteki ovalık neye doğru inildikçe artar. N apoli’nin güne­
alanlar çoğunlukla kıyılarda görülür. İtalya’ yinde iklim çok sıcak, kuru yaz aylan ve yağ­
da akarsular genellikle kısadır. Po Irmağı ve murlu kışlanyla, Kuzey A frika’ya benzer.
kollan kuzeydeki büyük ovayı akaçlar (bak. A kdeniz’in çevrelediği Sicilya’da yazlar, öteki
Po I r m a ğ i ) . Ülkede çok sayıda göl vardır. En bölgelere göre daha kurak ve sıcak geçer.
İTALYA 145

dığından birçok hayvan korum a altına alın­


İ T A L Y A ' Y A İL İŞ K İN B İL G İL E R
mıştır. O rta İtalya’da Abruzzi bölgesinde boz
YÜZÖLÇÜMÜ: 301.277 km2.
ayı ve kurt, A lpler’de dağkeçisi, vaşak, or-
NÜFUS: 57.302.000 (1988). mantavuğu, kaya kartalı, Sardinya’da alage-
YÖNETİM: Bağımsız, iki meclisli cum huriyet. yik ve yaban domuzuna rastlanır. İklimin daha
BAŞKENT: Roma. sıcak ve nemli olduğu güney bölgelerinde ker­
DOĞAL YAPI: İtalya Orta Avrupa'dan Akdeniz'e doğru, tenkele, çıyan, akrep ve tarantula denen ze­
çizme biçim inde uzanan bir ülkedir. A lpler kuzey sı­
nırını oluşturur. Apennin Dağları ülkeyi boydan boya hirli örüm cekler vardır. Irmak ve göllerde ya­
geçer. Kuzeyde Po Ovası ülkenin en geniş ve verim li şayan başlıca tatlı su balıkları alabalık ve mer-
ovasıdır. Sicilya ve Sardinya adaları dağlıktır. sinbalığıdır. Denizlerde ise hamsi, sardalya ve
BAŞLICA ÜRÜNLER: Buğday, mısır, arpa, yulaf, pirinç,
patates, turunçgiller, üzüm, zeytin, incir, domates, orkinos yaşar.
şekerpancarı, tütün, kenevir, pamuk; dem ir cevheri,
cıva, boksit, çinko, kurşun, manganez, pirit, kömür, Halk ve Kentler
petrol, doğal gaz, doğal asfalt, kükürt.
DIŞARIYA SATILAN ÜRÜNLER: Makine ve m otorlu ta­
2.000 yıldan beri çeşitli kavimlerin ve ordula­
şıtlar; meyve, sebze, şarap, yapay elyaf ve pamuklu rın saldırısına uğrayan İtalya’da halk en çok
dokum alar; kimyasal maddeler. Rom alılar’ın soyundan gelmiş olmakla övü­
ÖNEMLİ KENTLER: Roma, M ilano, Napoli, Torino, Ce-
nova, Palermo, Floransa, Bologna, Venedik, Catania, nür. Ülkenin coğrafyası, farklı bölgelerde ya­
Bari, Triyeste, Messina. şayan İtalyan halkının birbiriyle kaynaşmasını
EĞİTİM: 6-14 yaş arasındaki çocuklar için eğitim zorun­ engellemiş; sarp dağların oluşturduğu engel­
ludur.
lerin yanı sıra, yüzyıllarca süren yabancı yö­
netim ler de işlerine geldiği için yakınlaşmanın
İtalya bitki örtüsü bakım ından zengin bir önüne geçmişlerdir. Bu nedenlerden dolayı
ülkedir. Alp D ağları’nın eteklerinde servi, ço- İtalya siyasal birliğe ancak 19. yüzyılın ortala­
banpüskülü ve m antar meşesi, Po vadisinin rında kavuşmuştur. 20. yüzyılın başlarında ise
sulak yerlerinde kavak, kuzeyde ve batı kıyı­ iş aram ak ve daha iyi bir yaşam kurmak am a­
larında çam, A penninler’in eteklerinde zey­ cıyla ülke nüfusunun üçte biri, başta ABD ol­
tin, sakızağacı, daha güneyde meşe, dişbu­ mak üzere başka ülkelere göç etmiştir. II.
dak, kayın ve kestane orm anları vardır. İtal­ Dünya Savaşı’ndan sonra ise Almanya Fede­
ya’da köm ür az olduğu için, yakacak olarak ral Cumhuriyeti ve İsviçre’ye işçi göçü başla­
ağaçlardan yararlanılır. Bu yüzden orm an ör­ mıştır. 1960’tan sonra göçlerde bir azalma ol­
tüsü büyük ölçüde seyrelmiştir. muştur.
Ülkede yabanıl hayvan varlığı giderek azal- Ülkedeki bölgesel karşıtlıklar, geçmişten
kaynaklanan ekonomik ve kültürel farklılığın
George Steffy
göstergesidir. Halkın tam amına yakın bölümü
İtalyanca konuşmakla birlikte, kuzeyde
Avusturya sınırı yakınlarında Almanca konu­
şulur. Ülke nüfusu daha çok sanayi kentleri­
nin toplandığı Kuzey İtalya’da yoğunlaşmış­
tır. Doğal nüfus artışı birçok Avrupa ülkesi­
nin gerisindedir.
İtalya’da çok sayıda meslek okulu ve yük­
sekokul vardır. Rom a Üniversitesi en eski
yükseköğrenim kurum udur. 1303’te Papa
VIII. Bonifatius tarafından kurulmuştur. İtal­
yanların yüzde 85’i Katolik’tir. Az sayıda
Protestan’dan başka O rtodoks Hıristiyanlar
ve değişik dinlerden topluluklar vardır.
İtalya’nın başkenti R om a’dır. Katolik Kili-
Kuzeybatı İta lya 'd aki Toskana bölgesi zeytin ağaçları sesi’nin merkezi olan ve papanın yaşadığı V a­
ve bu ğ d a y ta rla la rıyla eşsiz g ü ze llikte d ir. tikan R om a’nın batısındadır. Vatikan bağım-
146 İTALYA

Tarım
İtalya’da işçilerin yaklaşık dörtte biri tarım
alanında çalışır. Köylülerin çoğu işlediği top­
rağın sahibi değildir; toprağı kiralayarak işler.
Kiracıların topraktan çıkarılmasına karşı ko­
ruyucu yasalar vardır. Güney İtalya’da ve Si­
cilya’da topraklarının başında bulunmayan
büyük toprak sahipleri mülklerini küçük par­
sellere ayırarak köylülere kiralar ve m ülkleri­
nin idaresini kâhyalarına bırakırlar. Yoksul
köylülerin çok ezildiği bu düzeni biraz olsun
değiştirmek amacıyla 1950’den sonra hükü­
met pek çok büyük toprak sahibinin toprağını
kam ulaştırarak tarım işçilerine ve yoksul köy­
lülere dağıtmıştır. İtalya’da tarımsal yöntem ­
ler yörelere göre değişiklik gösterir. Lombar-
diya yöresinde ve güneydoğuda büyük m o­
EN İT, Roma
dern çiftlikler vardır. Buğday, mısır, şeker­
M ila n o 'd a şık m ağazaların, pastane ve lo kan ta ların pancarı, tütün, kenevir, pirincin yanı sıra, ül­
b u lu n d u ğ u G alleria alışve riş merkezi. kenin hemen her yerinde zeytinlikler ve üzüm
bağları vardır. İtalya meyve ve sebze üreti­
sız bir devlettir (bak. ROMA; VATİKAN). Ü lke­ minde A vrupa’da ilk sıralarda yer alır. Başlı­
nin öteki önemli kentleri kuzeyde Milano, ca ürünler kuzeyde elma, şeftali, çilek, kesta­
Torino, Cenova, Triyeste, Venedik, güneyde ne, güneyde ve adalarda limon, portakal, in­
Napoli, orta kesimlerde Bologna ve Floransa, cir, dom ates, badem ve cevizdir. Hayvancılı­
Sicilya’da Palerm o’dur (bak. CENOVA; FLORAN­ ğa elverişli otlaklar kuzey bölgelerinde, Sardin-
SA; MİLANO; NAPOLİ; V e n e d İK ). R om a’da ve ku­ ya ve Sicilya adalarında bulunur. En çok sığır,
zeydeki kentlerde çağdaş yaşama uygun ko­ koyun ve keçi beslenir.
şullar varken, özellikle güneyde yaşam kuşak­
lar boyunca hiç değişmemiş gibidir. Buralarda Sanayi ve Ulaşım
köy ve kasabaların çoğu eski dönem lerde sal­ İtalya’da sanayileşme, İngiltere’den 100 yıl
dırılardan, su baskınlarından ve salgın hasta­ sonra 1870’lerde başladı. Ülkede demir, kö­
lıklardan korunm ak için tepelerde kurul­ mür ve öteki temel hamm addelerin bulunm a­
muştur. masının yanı sıra siyasal birliğin de ancak o
İtalyan mutfağı çok çeşitli yemekleriyle ün­ tarihlerde gerçekleşebilmesi, sanayileşmeyi
lüdür. Rönesans dönem inde İtalya’da yemek geciktiren önemli bir etm endi. Günümüzde
yemek bir sanat haline getirilmişti. Ünlü V e­ ülkenin başlıca sanayi kolları çelik, büro eşya­
nedik sürahi ve bardaklarının süslediği sofra­ sı, elektrikli ev araçları, metal eşya, m otorlu
larda görünüme özel önem verilirdi. İtalyan araçlar, demiryolu donanımı, çimento, tuğla,
mutfağı günümüzde de pasta denen m akarna deri eşya, yapay ipek, pamuklu ve yünlü do­
çeşitleri, sıcak ve soğuk mezeleri, sosis ve sa­ kumadır. Çalışan halkın hemen hemen yarısı
lamları, dondurm aları, ünlü kahvesi espresso M ilano, Torino ve Cenova gibi kentlerde yo­
ile çok çekicidir. ğunlaşan sanayi kesimindedir. Güneydeki en
Rom a uygarlığının ve R önesans’ın beşiği önemli sanayi merkezi T aranto’dur. Milano
sayılan İtalya zengin tarih, kültür ve sanat bi­ aynı zam anda dünyanın önde gelen moda
rikimiyle, kış sporlarına elverişli kuruluşlarıy­ m erkezlerinden biridir. Bölgede üretilen mo­
la her yıl 40 milyonun üstünde turist çeker. bilya, aydınlatma gereçleri ve giysiler tüm dün­
İtalyanlar futbola çok düşkündür. Sevdikleri ya ülkelerinden alıcı bulur. Venedik cam iş­
sporlar arasında bisiklet ve otomobil yarışları leriyle, Toskana ve Um bria bölgeleri de sera­
sayılabilir. mikleriyle ünlüdür.
İTALYA 147

leri vardır. Doğu-batı doğrultusunda uzanan


demiryolu ağı da, Torino-Triyeste, Ancona-
Roma ve Napoli-Foggia arasındadır. Dem ir­
yollarının çoğunda elektrikli trenler işler.
İtalya’da karayolları karmaşık bir sistem
oluşturur. A utostrade denen modern otoyol­
ların uzunluğu 300 bin kilometreyi geçer.
Yarımadayı boydan boya geçen ana otoyol
Bologna, Floransa ve Roma yoluyla M ilano’
yu Napoli’ye bağlar.

Tarih
İtalya’ya İÖ 2000’lerde kuzeyden iki dalga ha­
linde, Hint-A vrupa dillerini konuşan halklar
gelmeye başladı. Bu göç dalgası İÖ 1000’e ka­
dar sürdü. İÖ 8. yüzyılda ortaya çıkan Etrüsk-
ler A rno ve Tiber ırmakları arasındaki bölge­
ye yerleşerek parlak bir uygarlığın temellerini
attılar (bak. E t r O s k l e r ) . İÖ 6. yüzyılda Et-
rüsk egemenliğine son veren Rom alılar, R o­
ma Cum huriyeti’ni kurdular. İÖ 264’te Alp
Dağları ile Apenninler arasındaki bölgenin
güneyindeki topraklar Rom a egemenliğine
girdi. Romalılar görkemli yapıları, yolları, ya­
saları, alfabeleri ve sanat ürünleriyle izleri gü­
nümüze kadar uzanan parlak bir uygarlık kur­
dular (bak. R o m a İ m p a r a t o r l u ğ u ) . İtalya İÖ
476’da Batı Roma İm paratorluğu’nun yıkıl­
masından sonra, önce G erm en halklarının,
Burt Glinn/Magnum ardından da Bizans (Doğu Roma) İm parator­
G üney İta lya 'd aki S alerno K ö rfe zi'n de b ir ta til yeri luğu’nun egemenliği altına girdi.
olan P osita no 'd an b ir g ö rü n ü m . Ortaçağ boyunca Lom bardlar, Bizans İm ­
paratorluğu ve Papalık Devletleri arasındaki
Madenciliğin ülke ekonomisine katkısı az­ çekişmelere sahne olan İtalya, sonunda par­
dır. Ülkede çıkarılan başlıca m adenler boksit, çalanarak M ilano, Pisa, Floransa, Cenova,
cıva, kurşun, çinko ve sülfürdür. Cenova, Ve­ Verona, Venedik, Bologna, Amalfi ve Peru-
nedik ve Triyeste’de gemi yapımcılığı geliş­ gia gibi kent devletlerine bölündü. Bu kent
miştir. İtalya petrol, köm ür, yağ, demir, ba­ devletleri Afrika, Asya ve A vrupa’yla ticaret
kır, kereste, yün, pam uk gibi hammaddelerin yapıyor, çıkarlarına olacağını kestirdikleri sa­
çoğunu başka ülkelerden satın almak zorun­ vaşlarda taraf tutuyorlardı. G iderek zenginle­
dadır. İtalya’nın büyük bir deniz ticaret filosu şen İtalyan kentleri zamanla mimarlık, resim,
vardır. Başlıca limanları Cenova, Triyeste, heykel ve edebiyata ilgi göstererek, Rönesans
T aranto, Napoli ve V enedik’tir. R om a’da ve hareketinin gelişimini hazırlayan sanat m er­
M ilano’da uluslararası havalimanları vardır. kezleri durum una geldi (bak. RÖNESANS).
Ülkede kuzey-güney doğrultusunda dört 15. yüzyılın sonlarına doğru bu kent devlet­
ana hattan oluşan, gelişkin bir demiryolu ağı lerinin gücü azalmaya başladı. Ö teden beri
vardır. Kuzeydeki demiryolu ağının merkezi İtalya’yla yakından ilgilenen Fransızlar bu du­
M ilano'dur. Bunlar Torino-Rom a, Milano- rum dan yararlanarak M ilano, Venedik, Na­
Napoli, Brenner-Rom a ve Tarvisio-Lecce poli, Floransa ve Papalık D evletleri’nin top­
hatlarıdır. Palermo ve Sicilya’ya feribot sefer­ raklarını işgal ettiler. İtalya 17. ve 18. yüzyıl­
148 İTALYA

Roma da m im a r ve heykelci G ian Lorenzo B e rn in i'n in ya p m ış o ld u ğ u San Pietro Bazilikası.

lar boyunca Fransa, İspanya ve Avus­ Trablusgarp Savaşı’nda Kuzey A frika’da


turya arasında el değiştirdi. 1805’te Fransa Libya’yı ve en büyüğü Rodos olan Oniki A da’
İm paratoru Napolyon, kendisini İtalya kralı yı aldı (bak. B a l k a n S a v a ş l a r i ) .
ilan ederek taç giydi. Böylece O rta ve Kuzey İtalya, I. Dünya Savaşı’nda Fransa ve İngil­
İtalya kesin olarak Fransız denetimine girmiş tere ’nin yanında yer aldı. Savaşı izleyen ağır
oldu. D aha sonraki yıllarda Napolyon’un Av­ ekonomik bunalım ve düş kırıklığı döneminin
rupa’da gerilemeye başlamasıyla, İtalya’daki ardından 1922’de Benito Mussolini önderli­
Fransız işgali sona erdi. İtalya yeniden bir dizi ğindeki Faşist Parti iktidara geldi. İtalya bun­
büyük ve küçük devlete bölündü. Ülke bu kez dan sonra 20 yılı aşkın bir süre kaba gücün ve
de A vusturya’nın denetim ine girdi. zorbalığın egemen olduğu faşist diktatörlükle
1831’de Giuseppe Mazzini önderliğinde yönetildi (bak. DİKTATÖR; FAŞİZM; M u s s o l in i .
A vusturya’nın baskıcı yönetimine karşı Cum- B e n i t o ) . 1931’de İtalyan ordusu Etiyopya’ya
huriyetçiler’in başlattığı ayaklanma başarısız­ saldırarak tüm ünü ele geçirdi. Mussolini, II.
lıkla sonuçlandı (bak. MAZZINI, G iu s e p p e ) . Ba­ Dünya Savaşı’nda İtalya’nın A lm anya’nın ya­
ğımsızlık savaşı ve İtalya’yı birleştirme çaba­ nında savaşa girdiğini açıkladı. 1943’te M ütte­
ları sonraki yıllarda İtalya’nın önde gelen dev­ fikler, İtalya’ya girdi. Mussolini kaçarken ya­
let adam larından Kont Camillo Cavour’un kalanarak öldürüldü. Bundan sonra İtalya,
önderliğinde sürdürüldü (bak. CAVOUR (K o n t u ), M üttefikler’in yanında A lm anya’ya savaş
C a m il l o B e n s o ) . 1860’ta 1.000 kişiden oluşan açtı.
Kırmızı Göm lekliler adlı gönüllüler ordusuyla İtalya’da II. D ünya Savaşı’ndan sonra
önce Sicilya’ya, ardından Napoli’ye yürüyen 1946’da cumhuriyet ilan edildi. 1949’da NATO’
Giuseppe Garibaldi, İtalya’da siyasal birliğin ya (Kuzey A tlantik Antlaşması Ö rgütü),
sağlanmasında önemli bir rol oynadı (bak. 1955’te Birleşmiş M illetler’e, ardından A vru­
G a r i b a l d i , G i u s e p p e ). pa Ekonom ik Topluluğu’na kabul edildi (bak.
İtalya 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl baş­ A v r u p a T o p l u l u k l a r i ) . Savaştan sonra ülke
larına kadar siyasal çalkantılara, kısa öm ürlü sanayisi hızla gelişti. Ne var ki, hiçbir hükü­
hüküm etlere ve ekonomik bunalımlara sahne met uzun süre iktidarda kalmayı başaramadı.
oldu. Osm anlılar’a karşı 1912’de giriştiği Enflasyonun oldukça yüksek olduğu İtal­
İTALYA 149

ya’da, işsizlik ve yoksulluk özellikle güneyde m addelerinde bulabilirsiniz. Rönesans sıra­


ciddi bir sorun olarak sürdü. Mafyanın karış­ sında İtalya’nın çeşitli kentlerindeki atölye ve
tığı hüküm et yolsuzlukları ortaya çıkarıldı. okullardan birçok ressam yetişmiştir. Bu
Zam an zaman şiddet eylemlerinin baş göster­ kentlerin en ünlüleri Floransa ve V enedik’tir.
diği İtalya’da 1978’de Hıristiyan D em okrat (A yrıca bak. HEYKEL; RESİM SANATI.)
Parti önderi Aldo M oro kaçırılarak öldürül­ İtalya’da II. Dünya Savaşı’ndan sonra göz­
dü. 1981’de de papa öldürülm ek istendi. lenen önemli gelişmelerden biri de sinema
alanında oldu. R oberto Rossellini, Vittorio
Sanat ve Bilim de Sica, Michelangelo Antonioni, Federico
İtalya Roma uygarlığından R önesans’a kadar Fellini, Pier Paolo Pasolini ve Luchino Vis-
uzanan zengin kültür birikimiyle, güzel sanat­ conti gibi yönetm enler yapıtlarıyla dünya si­
ların gelişmesine öncülük etmiş bir ülkedir. nemasına çok önemli katkılarda bulundular.
İtalyan Rönesans üslubunu ya da barok sana­ İtalya öteki sanat dallarında olduğu gibi
tın özelliklerini yansıtan birbirinden güzel ya­ müzik alanında da birçok sanatçı yetiştirdi.
pılar, köprüler, saraylar ve çeşmeler ülkenin Özellikle dinsel konulu besteleriyle tanınan
her köşesinde göze çarpar (bak. M İMARLIK). Giovanni Pierluigi da Palestrina (1526-94),
İtalya’nın yetiştirdiği sanatçılar arasında çağının en büyük konçerto ustalarından ve en
Rönesans heykel sanatının babası Nicola Pi- iyi keman virtüözlerinden biri olan A ntonio
sano (1220-84); ressam ve heykeltıraş G iotto; Vivaldi İtalyan müziğinin gelişmesinde önem ­
çocuk figürleri kullanarak yaptığı dinsel ko­ li rol oynamış sanatçılardır. Aynı dönem de
nulu heykelleriyle tanınan D onatello; A ndrea İtalya’da çalgı yapımcılığı da ilerlemiş; özel­
del Verrocchio (1435-88); Benvenuto Cellini; likle Nicolö Am ati (1596-1648) ve öğrencisi
barok sanatın yaratıcılarından Gian Lorenzo A ntonio Stradivarius (1644-1737) gibi ustalar
Bernini; heykel ve resim sanatında dünyanın yaptıkları kem anlarla müziğin gelişimine
gelmiş geçmiş en büyük ustalanndan Michel- önemli katkılarda bulunmuşlardır. 17. yüzyıl­
angelo ve Leonardo da Vinci sayılabilir. Bu da Claudio M onteverdi ile gelişmeye başlayan
sanatçılara ilişkin daha ayrıntılı bilgiyi kendi opera müziği, 19. yüzyılda Gioacchino A nto-
George Steffv

T oskan a'da ki Floransa kenti, ülken in en ö n e m li sanat ve k ü ltü r m erkezlerinden b irid ir. Sağdaki kub be li yapı
Floransa K a te d ra li'd ir.
150 İTALYAN EDEBİYATI

nio Rossini, Giuseppe Verdi ve Giacomo d’Arezzo ve onu izleyen şairler Sicilya Okulu
Puccini gibi bestecilerle altın çağını yaşadı. tarzı şiirler yazdılar. Ne var ki, daha içten bir
Bu sanatçılara ilişkin daha ayrıntılı bilgiyi dille aşk şiirleri yazan ve dölce stil nuovo (tatlı
kendi m addelerinde bulabilirsiniz. (Ayrıca yeni üslup) şairleri olarak adlandırılan yeni
bak. İTALYAN EDEBİYATI; O PERA.) bir grup oluştu. Bolognalı Guido Guinizelli’
İtalya’dan birçok bilim adamı ve kâşif de nin başlattığı bu yeni akımın öbür önemli
çıkmıştır. Bilim adamları arasında teleskopu temsilcileri arasında Guido Cavalcanti, D ante
kullanan ilk astronomi bilgini Galilei (bak. Alighieri ve Cino da Pistoia sayılabilir. Bu
GALILEI, G a l i l e o ) , elektrikle ilgili buluşlarıyla şairler İtalyan edebiyat dilinin gelişimini baş­
tanınan Luigi Galvani (1737-98) ve Alessan- lattılar. Öte yandan, Rustico di Filippo ve
dro Volta (1745-1827), radyonun mucidi Gug- Cecco Angiolieri gibi bazı şairler de aynı
lielmo Marconi (bak. M a r c o n i , G u g l i e l m o ) , dönem de bu ciddi aşk şiiri geleneğinin tam
kâşifler ve gezginler arasında ise Asya’da karşıtı olan ve aşk konusunu komik ve kaba
uzun yıllar süren gezisiyle tanınan M arko Po­ bir dille işleyen şiirler yazdılar.
lo (bak. M a r k o P o l o ) , A m erika kıtasını keşfe­ Assisili Aziz Francesco’nun ölçülü düzya­
den Cenovalı denizci Kristof Kolomb ve zıyla U m bria lehçesinde kaleme aldığı Canti-
1926’da Roald Am undsen ile birlikte balonla co di frate sole (yaklaşık 1225; “ Güneş İlahi­
Kuzey K utbu’nu aşan U m berto Nobile sayıla­ si”), İtalyan şiirinin en eski örneklerinden
bilir. 1945’te Karakurum Sıradağları üzerin­ biridir. Bu yüzyılda din, felsefe, hukuk, siya­
de, dünyanın ikinci yüksek noktası olan “K2” set ve bilim konulu m etinlerde hâlâ Latince
adlı doruğa ilk ulaşan da İtalyan dağcılar ol­ kullanılmakla birlikte, yerel dille yazılmış
muştur. düzyazı edebiyatı da başlamıştı.

İTALYAN EDEBİYATI, İtalyan yazarlarca 14. Yüzyıl


İtalyanca yazılmış edebiyat yapıtlarını kapsar. Bu dönem de ortaya koyulan İtalyan edebiyatı
İtalya’nın siyasal birliğini 19. yüzyıla kadar örnekleri birkaç yüzyıl boyunca A vrupa’yı
kuramaması ve Katolik Kilisesi’nin etkisiyle, etkiledi ve Rönesans’ın başlangıcı sayıldı.
yazılı m etinlerde uzun süre Latince kullanıl­ D ante, Petrarca ve Boccacio adlı üç büyük
mış ve yerel bir dilin yaygınlaşması öbür yazarın yaşadıkları dönem de kazandıkları ün
A vrupa ülkelerine göre daha geç başlamıştır. günümüze kadar sürdü.
12. ve 14. yüzyıllar arasında İtalya’da Fransız­ D ante’nin Toskana lehçesiyle kaleme aldığı
ca düzyazı ve koşukla yazılmış romanslar ve cennet ile cehennem e yapılan bir yolculuğu
okunm uş ve klâsik m etinlerden uyarlam alar anlattığı uzun şiiri İlahi K om edya (La divina
yapılmıştır. Böylece 13. yüzyılda bir Fransız- com m edia ; 1310-21), içerdiği karmaşık imge­
İtalyan edebiyatı gelişmiştir. İtalyanlar Fran­ ler, şiirsel zenginlik ve anlam yoğunluğuyla
sız öykülerini çoğu zaman uyarlayarak ve bir başyapıt sayılmaktadır (bak. D a n t e A l i g -
bunlara çeşitli eklem eler yaparak kaleme H lE R l) . Felsefeden çok edebiyata ilgi duyan ve
almışlardır. Bu edebiyatta Fransızca kullanıl­ aynı zam anda bir hümanist olan Petrarca ise
makla birlikte, yazarlar yapıtlarına yer yer ortaçağ felsefesine karşı çıktı ve yapıtlarında
kendi lehçelerinin özelliklerini de katm ış­ klasik Latin yazarlarını örnek aldı (bak.
lardır. P e t r a r c a , F r a n c e s c o ) . Boccacio ise büyük bir
Aynı dönem de Fransa’daki Provence yöre­ edebi değer taşıyan düzyazı yapıtlarında yet­
sinde yazılan lirik şiirler İtalya’da da yaygın­ kin bir üslup kullandı ve Decam eron H ikâye­
laştı. 1208-50 arasında Sicilya’yı yöneten leri (D ecam erone ; 1348-53) adlı 100 öykü
Kutsal Rom a-G erm en İm paratoru II. Fried- içeren yapıtıyla Rönesans edebiyatım etkiledi
rich’in sarayında, Sicilya Okulu olarak adlan­ (bak. B o c c a c i o , G io v a n n i ) .
dırılan bir grup şair Provence şiir biçimleri ve 14. yüzyılın ikinci yarısında edebiyat etkin­
konularını örnek alarak yerel dilde şiirler liklerinin merkezi olarak kalan Floransa’da
yazdı. II. Friedrich’in ölüm ünden sonra kül­ halka yönelik yapıtlar verildi. Boccacio’nun
türel merkez Toskana oldu. Burada G uittone etkisiyle öykü türü canlılık kazandı.
İTALYAN EDEBİYATI 151

Rönesans yüzyılda yazarlar abartılı ve gösterişli üslup


15. yüzyılda edebiyat bir önceki yüzyılın oyunlarıyla, duygudan yoksun yapıtlar ortaya
coşkunluğunu yitirirken, klasik elyazmaları- koydular. Bu dönem İtalyan edebiyatının
nın bulunması sonucunda, Platon başta olmak başlıca temsilcisi, abartılı birçok söz sanatıyla
üzere Eski Yunan felsefesine büyük bir ilgi yüklü lirik şiirleriyle tanınan G iam battista
doğdu. İnsanın evrendeki konum u yeniden M arino’dur. Gene bir şair olan Tommaso
değerlendirilerek insanı temel alan yeni bir Cam panella ise Güneş Ülkesi (La Citta del
dünya görüşü benimsenmeye başlandı (bak. Sole; 1602) adlı yapıtında düşsel bir din
HÜMANİZM). 15. yüzyılın ilk yarısında, yerel devleti çizdi. Ünlü bilim adamı Galilei’nin
dili küçümseyerek Latince ve Yunanca yaz­ yazıları ise bilim dilinde de Latince’nin yerini
maya özen gösteren birtakım yazarlar klasik İtalyanca’nın almasını sağladı.
m etinlerden örnek alarak çok sayıda ama Müzikli oyunların ve operanın gelişmesi
değersiz yapıtlar ortaya koydu. Oysa yüzyılın üzerine birçok şair opera besteleri için söz
ortalarına doğru edebiyat dili olarak İtalyanca yazmaya başladı. Tiyatro türünde asıl önemli
Latince’nin yerini almaya başladı. Toskana gelişmeler ise 18. yüzyılda gerçekleşti. Vitto-
lehçesinin Latince kadar önemli olduğunu rio Alfieri klasik ve kutsal konulu trajedileriy­
savunan hüm anist Leon Battista A lberti, Flo- le Rönesans’ın yurtseverlik anlayışına canlılık
ransa’nın kültürel önderliğini sürdürm esine verirken, Carlo Goldoni ince bir güldürü
katkıda bulunurken, Venedikli Pietro Bembo anlayışına dayanan m odern gelenek ve karak­
da İtalyanca’daki ilk dilbilgisi kitaplarından ter komedisini kurdu. G oldoni’nin Otelci
birini yazdı. Ludovico A riosto, Niccolo Mac- G üzeli (La Locandiera; 1753) adlı komedisi
hiavelli ve Francesco Guicciardini hümanist günümüzde bile geçerli olan düşünceler içeri­
edebiyatın önde gelen adları arasındadır. yordu.
Ariosto en çok Orlando furioso (1517; “Çılgın
O rlando”) adlı epik şiiriyle anım sanırken, 19. Yüzyıl
Machiavelli ile Guicciardini tarih ve siyaset İtalya’da Rom antizm Akım ı, ulusal kurtuluş
konulu yapıtlarında yerel dili kullanarak Tos­ hareketine paralel bir gelişim gösterdi. Bu
kana lehçesinin yerini sağlamlaştırdılar. Mac- dönem de ortaya koyulan yapıtların çoğu bu
hiavelli’nin H üküm dar (II Prirıcipe ; 1513) adlı hareketin yarattığı yurtsever duygusallığı yan­
yapıtı hüküm darların nasıl başa geçtikleri ve sıtıyordu. Ugo Foscolo’nun yapıtlarında tu t­
ülkelerini nasıl yönettikleri gibi konuları ele kulu bir duygusallıkla biçimsel yetkinlik bir­
alır (bak. M a c h ia v e l l i , N ic c o l o ) . leşti. İtalyan Rom antizm ’inin önde gelen tem ­
İtalyan Rönesans’ının son büyük şairi Tor- silcisi ise Alessando M anzoni’ydi. Şiir ve öykü
quato Tasso’nun Gerusalem m e liberata (1581; türünde yapıtlar veren M anzoni’nin en ünlü
“Kurtarılmış Kudüs”) adlı klasik destan tar­ yapıtı Nişanlılar (I prom essi sposi; 1825-27)
zındaki yapıtı R önesans’ın en önemli ürünle­ 17. yüzyılda M ilano’da geçen ve yurtseverliğe
rinden biridir. değinen tarihsel bir rom andır. Dönem in öbür
16. yüzyılda lirik şiirde Petrarca’nın etkileri önemli temsilcisi ise Giacomo L eopardi’dir.
sürerken, tiyatro dalında Yunan ve Rom a Duygusal şiire tepki olarak doğan Gerçekçilik
tiyatrosunu örnek alan oyunlar yazıldı. Gian Akımı ise Doğalcılık A kım ı’na bağlı Fransız
Giorgia Trissino’nun Sofonisba (1524) adlı yazarlarının etkisini taşıyordu. Yaşamı, özel­
oyunu yerel dille yazılan ilk trajedi oldu. likle toplum un yoksul kesimlerinin yaşamını
Trajedilerden daha üstün sanatsal değer taşı­ olduğu gibi aktarmayı amaçlayan bu akımın
yan kom ediler ise çağdaş Avrupa tiyatrosu­ ilk kuramsal açıklamasını 1872’de Luigi Ca-
nun başlangıcını oluşturdu. Bu türde yazanlar puana yaptı. (A yrıca bak. DOĞALCILIK; GERÇEK­
arasında Ariosto, Machiavelli, Pietro Aretino ÇİLİK; ROMANTİZM.)
ve Giordano Bruno sayılabilir.
Çağdaş Dönem
17. ve 18. Yüzyıllar İtalya’nın siyasal birliğe kavuşmasından sonra
Bir gerileme dönemi olarak nitelendirilen 17. siyaset ve edebiyat konulu yazılarıyla tanınan
152 İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ

11 piacere (1889; “Zevk”) adlı rom anında İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ, 1908’de
üstün insan konusunu ele alan G abriele d’An- II. M eşrutiyet’in ilanında ve II. M eşrutiyet
nunzio, yeni toplum un gereksinimlerini karşı­ dönem inde (1908-18) Osmanlı Devleti’nin
layan yazarlardan biriydi. Bu arada Benedet- yönetiminde etkin bir rol oynamış siyasal
to Croce de yayımladığı La Critica adlı dernek ve partidir.
dergide çıkan yazılarıyla ve 70’ten fazla kita­ İttihat ve Terakki Cem iyeti’nin çekirdeğini
bıyla edebiyat eleştirisi alanında ün kazandı. 1889’da İstanbul’daki Askeri Tıbbiye’de beş
Poesia adlı derginin editörü olan Filippo öğrencinin gizli olarak kurduğu İttihad-ı Os-
Tommaso M arinetti ise, geleneksel sanat mani Cemiyeti oluşturur. II. A bdülham id’in
anlayışına şiddetle karşı çıkan Gelecekçilik baskıcı yönetimine karşı mücadeleyi amaçla­
A kım ı’m başlattı. yan bu gizli dernek başlangıçta fazla bir
I. Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden gele­ etkinlik gösteremedi. 1894’te Paris’te aynı
neksel sanat anlayışı egemen oldu. Bu dö­ amaçlar doğrultusunda mücadele eden Ah-
nemde İtalya’daki faşist yönetimin engelleyici med Rıza Bey’le ilişki kuruldu. 1895’te Ah-
etkisiyle yaratıcılık da durakladı. G ene de, med Rıza Bey’in önerisiyle adını Osmanlı
bazı yazarlar bu olumsuz koşulları aşarak İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştiren
özgün yapıtlar vermeyi başardı. Bunlar ara­ dernek İstanbul’da bazı etkinliklere giriştiyse
sında Z en o ’nun Bilinci ( Coscienza di Zeno\ de üyelerinin bir bölümü tutuklandı. Bundan
1923) adlı yapıtıyla Italo Svevo ve Fontamara sonra etkinlikler yurtdışına kaydı. Yurtdışına
(1930) ile Ignazio Silone sayılabilir. kaçıp Paris, Cenevre, Londra, Berlin ve
Luigi Pirandello ise başlangıçta iletişim Kahire gibi kentlerde toplanan aydınlar dergi­
kopukluğu, delilik ve akıllılık arasındaki sınır, ler, gazeteler, broşürler yayımlayarak batı
görünüş ile gerçeklik arasındaki ayrım gibi kamuoyunu etkilem eye, yurtiçindeki aydın­
kavramları ele aldığı öykülerinden sonra, A ltı larla da bağlarını sürdürm eye çalıştılar. Ne
Şahıs Yazarını A rıyo r (Sei personaggi in cerca var ki, II. Abdülham id de boş durm uyor, hem
d ’autore\ 1921) ve IV. Hanri (Enrico IV ; aydınların bulunduğu ülkelerin yönetimlerine
1922) gibi birçok oyununda geleneksel oyun baskı yapıyor, hem de reform sözleri vererek
kurallarını da değiştirdi. aydınları kandırm aya çalışıyordu. Bu girişim­
20. yüzyıl başlarında Fransa’daki Simgeci­ler bir ölçüde etkili oldu ve bazı aydınlar ya
lik A kım ı’nın etkisiyle sözdizimi kurallarına yurda döndü ya da etkinliklerine son vererek
uymaksızın şiirler yazılmaya başlandı. Bu yurtdışında resmi görevler aldı. Am a cemiye­
akımın kurucusu Giuseppe U ngaretti’ydi. tin çalışmaları durmadı.
Gene bu anlayışı benim seyenlerden biri olan Yurtdışına kaçan yeni aydınlar cemiyete
Eugenio M ontale ise 1975’te Nobel Edebiyat canlılık kazandırdılar. Cemiyet 1902’de Pa­
Ö dülü’nü aldı. ris’te bütün muhaliflerin katıldığı bir kongre
II. Dünya Savaşı ise edebiyatta yeniden düzenledi. Kongre Ahm ed Rıza Bey’in başını
gerçekçiliğe dönüşü başlattı. Bu dönemin çektiği grupla Prens Sebahaddin’in önderlik
ünlü adları arasında İsa Bu K öye Uğramadı ettiği grubun kesin olarak birbirlerinden kop­
( Cristo si e ferm ato a E b o li ; 1945) adlı yapıtın malarıyla sonuçlandı. Bunun üzerine Ahm ed
yazarı Carlo Levi, Mahalle (II quartiere\ 1945) Rıza Bey Terakki ve İttihat Cemiyeti, Prens
adlı yapıtın yazarı Vasco Pratolini ile A y ve Sebahaddin de Osmanlı H ürriyetperveran
Şenlik Ateşleri (La luna e i fa lo ; 1950) adlı Cemiyeti adıyla birer dernek kurdular. G üç­
romanın yanı sıra Yaşama Uğraşı (II mestiere lerin dağılması bir süre durgunluğa yol açtıysa
de Viviere; 1935-50) başlıklı günlüğüyle ta­ da Osmanlı H ürriyetperveran Cem iyeti’nin
nınan Cesare Pavese sayılabilir. Son yıllar­ dağılması, 1905’te yurtdışına kaçan bazı ay­
da ün kazanan yazarlar arasında Tarih D evam dınların Ahm ed Rıza Bey’e katılması Terakki
E diyor' un (La storia ; 1974) yazarı Elsa Mo- ve İttihat Cem iyeti’ni yeniden canlandırdı.
rante ve Gülün A dı'm n (II nom e della rosa\ Yurtiçinde özellikle Rum eli’deki asker-sivil
1981) yazarı U m berto Eco vardır. aydınlara yönelik propagandalar yoğunlaştı.
Ayrıca bak. EDEBİYAT. 1906’da Selanik’te kurulmuş gizli bir dernek
IVES 153

olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti de 1907’de lu’da kalanların çoğu da Kurtuluş Savaşı’nın
Terakki ve İttihat Cemiyeti ile birleşti. Aynı siyasal örgütlenmesinde görev aldı.
yıl gene Paris’te toplanan bir kongrede eylem­ İttihat ve Terakki başlangıçta yalnızca meş­
lerin hızlandırılması kararı alındı. rutiyetin yeniden ilanını gerçekleştirmek
Haziran 1908’de Rus çarı ile İngiliz kralının amacıyla kurulm uşken, II. M eşrutiyet döne­
Reval’de (bugün Estonya’da Tallinn) yaptık­ minde bir siyasal parti durum una gelince
ları görüşm ede Osmanlı D evleti’nin parçalan­ ülkenin toplumsal, ekonom ik, kültürel sorun­
ması konusunu görüştükleri yolundaki haber­ larına ilişkin program lar oluşturdu. Parti için­
ler özellikle askerler arasında tepki uyandırdı. de bulunan İslamcılık, Osmanlıcılık, Türkçü­
Cemiyet de bu tepkinin eyleme dönüşmesi lük gibi akımlara bağlı gruplar arasındaki
için çaba harcadı. Temmuz 1908 başında mücadelede zamanla, özellikle Ziya G ökalp’
Yüzbaşı Niyazi Bey ile Binbaşı Enver Bey in etkisiyle Türkçülük ağır bastı; İttihat ve
asker ve sivillerden çeteler oluşturarak T erakki’nin programı da Türkçü bir nitelik
Rumeli’de ayaklanıp dağa çıktılar. Bunu Rum ­ kazandı. (A yrıca bak. İSLAMCILIK; TÜRKÇÜLÜK;
eli’nin çeşitli yerlerinden meşrutiyet ilanı Z İ y a G ö k a l p .)
isteğiyle saraya çekilen telgraflar izledi. II.
A bdülham id’in olayları asker kullanarak bas­ İVA N bak. K o r k u n ç İv a n .
tırma girişimi başarısızlığa uğradı. Sonunda
23 Tem m uz’da M anastır kentini ele geçiren IVES, Charles Edvvard (1874-1954). A B D ’li
ayaklanmacılar meşrutiyeti ilan ettiler. Geliş­ besteci Charles Ives’ın müziği 20. yüzyılın en
m elerden ürken II. Abdülhamid de 24 Tem ­ özgün besteleri arasında yer alır. Ives, çağdaş
muz 1908’de bütün ülkede meşrutiyeti ilan müzikteki gelişmelerin birçoğunun haberci­
etm ek zorunda kaldı (bak. BİRİNCİ VE İKİNCİ sidir.
MEŞRUTİYET). İlk müzik derslerini bando şefi ve müzik
Y urda dönen Ahm ed Rıza Bey ve arkadaş­ öğretm eni olan babasından alan Ives, 12
ları büyük gösterilerle karşılandılar. Ülkedeki yaşındayken bir kilisede org çalmaya başladı.
tek örgütlü siyasal güç durum una gelen ve Yale Üniversitesi’nde ünlü besteci H oratio
yeniden İttihat ve Terakki adını alarak parti­ P arker’dan ders alan Ives, göreneklere aykırı
leşen cemiyet 1908’de yapılan seçimleri her besteleriyle P arker’ı şaşırttıysa da, dört yılda
yerde kazandı. Bu arada ülkede farklı görüş­ H u lto n P icture L ib ra ry
leri savunan başka siyasal partiler de kuruldu.
Kısa sürede iktidardaki İttihat ve Terakki ile
m uhalefet partileri arasında sert bir siyasal
mücadele başladı. 1908-13 arasındaki yoğun
iç ve dış gelişmeler sonucunda İttihat ve
Terakki birkaç kez yönetimden uzaklaşmak
durum unda kaldı. Balkan Savaşı yenilgisi
üzerine bir grup İttihat ve Terakki üyesi Ocak
1913’te Babıâli’yi basarak hükümeti devirdi
ve yönetime el koydu. M uhalefet partileri
kapatıldı. 1913-18 arasında İttihat ve Terakki
ülkeyi tek başına yönetti. Bu dönem de Cemal
Paşa, Enver Paşa ve Talat Paşa önde gelen
yöneticiler olarak sivrildiler (bak. CEMAL PAŞA;
E n v e r P a ş a ; T a l a t P a ş a ) . Osmanlı Devleti I.
Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğrayınca İttihat
ve Terakki de dağıldı. Önderleri yurtdışına
kaçtılar. İleri gelen üyelerinden bir bölümü
m ütareke dönem inde İstanbul’u işgal eden A B D 'li besteci Charles Ives'in yaşa m ın ın sonuna
İngilizler’ce M alta A dası’na sürüldü. A nado­ do ğ ru çe kilm iş b ir fo to ğ ra fı.
154 İVME

okulu bitirmeyi başardı. 1898’de bir sigorta yol almıştır. Eğer araç bu ivmeyle hızlanmaya
şirketine girdi. Boş zamanlarında org çalıyor­ devam ederse ikinci 10 saniyenin sonunda hızı
du. Çok geçmeden kendi şirketini kurdu. saatte 100 kilometreye ulaşır.
H afta boyunca sigorta şirketini yönetiyor, Eğer sürücü, saatte 50 km hızla giderken
hafta sonlarında da beste yapıyordu. Müzmin frene basarsa ve araç yavaşlayıp 5 saniye
şeker hastalığı ve ellerinin titrem esi nedeniyle sonra durursa, ivme (bu kez yavaşlama) her
1930’da önce işini, sonra da beste çalışmaları­ saniye için saatte 10 kilom etredir. Hızın
nı bırakm ak zorunda kaldı. Besteleri ancak azalmasına bazen eksi ya da negatif ivm e de
yaşamının sonlarına doğru tanındı. Öldüğün­ denir.
de yapıtlarından birçoğu basılmamıştı. Aynı şey bir bisiklet için de geçerlidir; ama
New England’da yetişen Ives, Am erikan bisikletlerin hızı biraz daha yavaş artar. Pe­
halk şarkılarından ve ilahilerinden esinlendi. dallar hızla çevrilirse bisikletin hızı 5 saniye
Bundan başka bestelerinde Beethoven, sonra saatte yaklaşık 22 kilometreye ulaşabi­
Brahms, Çaykovski gibi bestecilerin yapıtla­ lir. Bisikletin bu hıza ulaşması için her saniye
rından bazı bölümleri kullandı. Müziğe birçok 1,2 m etre daha hızlı yol alması gerekir.
yenilik getiren Ives değişik teknikler denediği Böylece birinci saniyenin sonunda hızı saniye­
bestelerinde uyumsuz seslere ve çok tonlu de 1,2 m etreye, üçüncü saniyenin sonunda
arm onilere yer verdi. Bazı bölümlerinde aynı saniyede 1,2x3 yani 3,6 m etreye, beşinci
anda birkaç değişik anahtar ve ritim kullandı. saniyenin sonunda da saniyede 1,2x5 yani 6
Bu tarzın tipik bir örneği N ew England’da Üç m etreye ulaşmış dem ektir. Saniyede 6 m etre­
Yer adlı bestesinin ikinci bölümüdür. Bu lik bir hız da yaklaşık olarak saatte 22 km hıza
besteyi dinleyen kişi, her biri ayrı bir anahtar, eşittir. Eğer bisiklet bu ivmeyle hızlanmaya
ritim ve hızda çalarak, birbirinin yanından devam edecek olursa 22. saniyenin sonunda
geçip giden iki bando işitir. saniyede 26,4 m etrelik bir hıza ulaşmış olur.
Ives’in öbür belli başlı besteleri arasında Bu da yaklaşık olarak saatte 100 km hız
Yanıtlanmamış Soru , solo flüte de yer veren demektir. Am a bu ancak bazı yarış bisikletle­
C oncorde başlıklı piyano sonatı, dört kişi rinin ulaşabileceği kadar yüksek bir hızdır.
arasında geçen, bir tartışm a ve uzlaşma ola­
rak tasarlanan, İkinci Yaylı Çalgılar Dörtlüsü İvme ve Kuvvet
vardır. Ives ayrıca senfoniler ve insan sesi içinBir otomobil ya da bisikletin hızını değiştir­
besteler de yapmıştır. mek için belirli bir kuvvetin uygulanması
gerekir. Otomobili durdurm ak için sürücü
İVME, belirli bir yönde hareket etm ekte olan fren pedalına basınca, tekerleğin iç kesimin­
bir cismin hızının belirli bir zaman aralığında­ deki fren pabuçları tekerleğe sıkıca yapışır;
ki değişim miktarıdır. Başka bir deyişle ivme, işte bu fren pabuçları ile tekerlek arasındaki
bir cismin hızının değişim hızıdır. H ız ise, sürtünm e kuvveti otomobili durdurur. Sür­
hareketli bir cismin belirli bir zaman aralığın­ tünm e kuvveti ne kadar büyükse, otomobil o
da aldığı yolun uzunluğudur ve fizikte hız her kadar çabuk durur. Bunun tersine, eğer
zaman hareketin yönüyle birlikte belirtilir otomobil çok çabuk hızlandırılmak isteniyor­
(bak. Hız). İvme genellikle hızın artması sa, sürücü gaz pedalına sertçe basar ve bunun
olarak düşünülür, ama fizikte ivme hızın sonucunda m otora daha çok yakıt gider.
azalması anlamına da gelir. Böylece m otora beslenen ek enerji daha
Bir m otorlu aracın, örneğin bir otomobilin büyük bir kuvvetin oluşmasına yol açarak
gaz pedalına basıldığında araç hızlanır. Hızın otomobilin daha kısa sürede hızlanmasını
belirli bir zaman aralığındaki bu artışı, aracın yani ivmelenmesini sağlar.
izlemekte olduğu yol doğrultusundaki ivmesi­ Bazı durum larda hızlanma çok daha çabuk
dir. Örneğin, eğer araç 10 saniyelik bir süre gerçekleşir, yani ivme daha büyük olur. Ö r­
içinde saatte 50 km hıza ulaşmışsa, ortalam a neğin raketle vurulan bir top ya da silahtan
ivmesi her saniye için saatte 5 kilom etredir. ateşlenen bir mermi, kendisini iten kuvvet
Yani araç her saniye, saatte 5 km daha hızlı daha üzerinden kalkm adan çok çabuk ve çok
İVME 155

büyük bir ivme kazanır. Bu cisimlerin çok bilim adam ları, bir uyduyu ya da uzay aracını
büyük hızlara ulaşmaları için geçen süre çok D ünya’nın çevresindeki bir yörüngeye taşıya­
kısadır ve saniyenin bindelik kesirleriyle ölçü­ cak roketin itme kuvvetinin ne kadar olması
lür. Bir cismin bu kadar büyük bir ivme gerektiğini bulmak için bu eşitlikten yararla­
kazanabilmesi için o cisme etki eden kuvvetin nırlar. Roketin yerçekimi kuvvetini ve hava­
de çok büyük olması gerekir. nın sürtünm e kuvvetini yenebilmesi için bü­
yük bir itme kuvveti gerekir. Taşıdığı uydu ya
Hareket Yasası da uzay aracını gerekli yörünge yüksekliğine
Bir otomobilin çok hızlı kalkabilmesi için, ya ulaştırabilmesi için roketin yeterli yakıtı ol­
küçük olması ya da m otorunun çok güçlü malıdır. Bu yükseklikte hava çok az olduğu
olması gerekir. Bir taşı çok hızlı fırlatabilmek için sürtünm e de çok azdır. Uydunun Dünya
ya da çok uzağa düşürebilm ek için, taşı atanın çevresindeki yörüngesinde dolanımını sürdü­
oldukça kuvvetli olması gerekir. 17. yüzyılda rebilmesi için, aracın yerçekimi kuvvetini tam
İngiliz bilim adamı Sir Isaac Newton, ivme ile olarak dengeleyebileceği bir ivme kazanması
onu doğuran kuvvetin birbiriyle bağıntılı ol­ gerekir. Bu yapılmazsa uydu yerçekiminin
duğunu buldu. Newton, ağır bir cismin hızını etkisinden kurtulamaz ve yeryüzüne geri
değiştirmek için gerekli olan kuvvetin, daha döner.
hafif bir cisim için gerekli olandan daha Bir roketin taşıdığı uyduyu ya da uzay
büyük olduğunu ve kullanılan kuvvet ne aracını Dünya çevresinde bir yörüngeye otur­
kadar büyükse ivmenin de o kadar büyük tabilmesi için saniyede 8 km hıza ulaşması
olacağını ortaya koydu. Bu bağıntı New ton’ın gerekir. Eğer roket saniyede 12 kilometrelik
“ikinci hareket yasası” olarak bilinir ve bir hıza ulaşırsa D ünya’nın çekiminden bütü­
F = m x a denklemiyle gösterilir (bak. KUVVET nüyle kurtulabilir. Saniyede 8 kilometrelik bir
v e H a r e k e t ). D enklem de görüldüğü gibi kütle hıza 10 dakikalık bir zaman aralığı içinde
(m ) ya da ivme (a) ne kadar büyükse, kuvvet saniyede 13,4 m etre bölü saniyelik ya da
( F) de o kadar büyük olur. Eğer bisikletin kısaca 13,4 m/sn2’lik bir ivmeyle ulaşılabilir.
arkasına paten kayan bir çocuk tutunursa, R oket, ram pasından hareket ettiği anda he­
bisiklete belirli bir ivme (a) kazandırabilmek men hemen hiç hareket etmiyormuş gibi
için öncekinden daha büyük bir kuvvet ( F) görünür. İlk saniye içinde yalnızca 6,7 m etre
kullanmanız gerekir; çünkü hareket ettirece­ yol alır; bu uzunluk roketin kendi uzunluğun­
ğiniz kütle (ra) büyümüştür. dan çok daha azdır. Am a ikinci saniyede 20,1
m etre yol alır ve hızı saniyede 26,8 m etreye
Roketler ve İvme ulaşır. Sekizinci saniyenin sonunda yaklaşık
Kuvvet, kütle ile ivmenin çarpımına eşittir. olarak yarım kilometre yol almış ve hızı
Roketli fırlatma sistemleri üzerinde çalışan saniyede 107,2 m etreye ya da saatte 386

Y o lc u lu ğ u n sonunda

5 m e tre /s a n iy e
b is ik le tin hızı
o lu r;

bu ara d a 0,5 2 4,5 8 12,5 m e tre y o l a lır.

Eğer b ir bisikle tçi hızla pedal çevirirse, geçen her saniye içinde saniyede 1 m etre daha fazla hız kazanır ve
beş saniye sonra saniyede 5 m e tre lik hıza u laşa bilir. Çizim de, bu ivm e yle hızlanan b ir b isikle tin hızının ve
kat e ttiğ i yo l u zu n lu ğ u n u n nasıl arttığı g ö rü lm e k te d ir.
156 İVME

Bu aracın hız rekoru kırabilm esi için çok bü yük b ir ivm e kazanması g e re kir; bunun için gerekli olan kuvve ti
de, g ü çlü özel m o to ru n d a n sağlar.

kilometreye ulaşmış olur. Bir dakikanın so­ larak düz bir çizgi üzerinde hareket etmeye
nunda roketin hızı yaklaşık olarak saatte çalışmasına yol açan kuvvet, o cismin eylem­
2.894 kilometreye ya da saniyede 800 metreye sizliğinden kaynaklanan m erkezkaç kuvvettir
ve yerden yüksekliği 24 kilometreye ulaşır. (bak. M er k ez k a ç K u v v et).
Eğer roket normal biçimde çalışırsa, kalkıştan Dünya çevresinde dolanan bir uydu, bir
10 dakika sonra 2.400 km yol alarak istenen ipin ucuna bağlanarak havada döndürülen bir
yükseklikteki yörüngeye girer ve saniyede topa benzer. İpin ucundan tutup topu çevir­
8 km hızla Dünya çevresinde dolanmaya meye başladığımızda, top kurtulup gitmek
başlar. ister, ama elimizle ipi “çekerek” , topun daire­
R oket, Dünya çevresinde yerçekimi kuvve­ sel yörüngesinde kalmasını sağlarız. İpi bir
tini dengelemeye yeterli bir hızla dolanmaya anda bırakırsak ya da ip koparsa, top uçarak
başladıktan sonra artık roketin itme kuvveti­ düz bir çizgi üzerinde yol almaya başlar.
ne gerek kalmaz. Uyduyu yavaşlatacak her­ D ünya’nın çevresinde dolanan uydu örneğin­
hangi bir kuvvet, örneğin atm osferin sürtün­ de, Dünya elimizin, yerçekimi de ipin işlevini
me kuvveti olmadığından araç yörüngedeki görür. Eylemsizlik kuvveti ile yerçekimi den­
dolamınım sabit bir hızla sonsuza kadar sür­ gelendiğinde, uydu yörüngede kalır ve dolan­
dürür (bak. YERÇEKİMİ). mayı sürdürür.
Bir gezegen ya da uydunun, daha büyük bir
gökcisminin çevresinde sabit bir hızla dolan­ Yerçekimi İvmesi
mayı sürdürmesi eylemsizlik adı verilen fizik Yerçekimi kuvveti, uyduları Dünya çevresin­
ilkesinin bir sonucudur. Eylemsizlik, bir cis­ de yörüngede tutar ve onların yörüngeden
min yapm akta olduğu hareketi ya da hareket­ kurtularak uzayda uzaklaşıp gitmesini önler.
sizlik durum unu korum a özelliğidir (bak. Yerçekimi, cisimleri D ünya’ya doğru çektiği
EYLEMSİZLİK). H areket halindeki bir cismi, için başka bir kuvvetle dengelenmediği zaman
herhangi bir kuvvet etkilemediği sürece düz etkilediği cismin yeryüzüne düşmesine neden
bir çizgi üzerinde hareket eder. Yörüngede olur. Yerçekimi etkisiyle yeryüzüne doğru
dolanan bir cisim, düz bir çizgi boyunca değil düşmekte olan bir cisim gittikçe hızlanarak
bir çem ber ya da elips üzerinde yol alır. düşüşünü sürdürür. Cisim ne kadar yüksekten
Aslında cisim bu yörüngeden kurtularak düz düşerse, düşme hızı da o kadar artar. Serbest­
bir çizgi üzerinde hareket etmeye çalışır, ama çe düşen bir cismin hızının artm asına yerçeki­
kütleçekimi onun yörüngeden kurtulmasını m i ivm esi denir. Bir gökdelenin çatısından
engeller. Cismin, dairesel yörüngeden kurtu­ düşen bir topu tutm aya çalışırsanız bunun
İYON 157

hem en hemen olanaksız olduğunu görürsü­ İpin ucunda dönen top ya da yörüngedeki
nüz. Bu zorluğun nedeni yerçekimi ivmesidir. uydu sürekli olarak yön değiştirir. Topun ya
Topun düşmesi 5 saniye sürse, beşinci saniye­ da uydunun sabit bir hızla dairesel bir yörün­
nin sonunda top yerçekiminin ivmesiyle hızla­ gede hareket etmesini sağlayan kuvvet, aslın­
narak neredeyse saatte 175 km hıza ulaşır. da hareket halindeki cismi dairenin m erkezi­
Topu tutacak kişi bir anda bu hızı sıfıra ne doğru ivmelendirmektedir. Başka bir de­
düşürm ek zorundadır. İvme, hızın birim za­ yişle, cismin eylemsizliği onu düz bir çizgi
m andaki değişimi olduğuna göre, yakalama üzerinde hareket etmeye zorlar, ama çekme
anında topun hızının çok büyük bir ivmeyle kuvveti eylemsizliğe karşı çıkarak cismin yö­
sıfıra indirilmesi gerekir. New ton’ın “ikinci nünü değiştirir. Bu yön değişikliği çekme
hareket yasası”na göre ivme ne kadar büyük­ kuvveti yönünde bir ivme doğurur. G örüldü­
se, bu ivmeyi doğuran kuvvetin de o kadar ğü gibi ivme, yalnızca belli bir yöndeki hızın
büyük olması gerekir. Bu durum da hızla değişim hızı değil, bir hareketin yönündeki
düşen topu bir anda durdurm ak için çok değişimin hızı olarak da düşünülebilir. İvme,
büyük bir kuvvet kullanmak gerekecektir. kuvvet, enerji ve yerçekimi birçok yönden
Bir cismi etkileyen yerçekimi kuvveti, o birbiriyle bağıntılıdır ve birlikte etki yapar.
cismin D ünya’nm m erkezine olan uzaklığına
bağlı olarak değişir. Bu nedenle yerçekimi İYON. H er atom da belirli sayıda elektron
ivmesi de, yeryüzünde bulunulan yere göre vardır. Am a eğer atom bu elektronlardan bir
bir m iktar değişiklik gösterir; yerçekimi ivme­ ya da birkaçını kaybederse ya da dışardan bir
si kutuplarda saniyede 9,83 m etre bölü sani­ ya da birkaç elektron alırsa ve bunun sonu­
ye, ekvatorda ise saniyede 9,78 m etre bölü cunda elektrik yüklü durum a gelirse, artık
saniyedir. Yerçekimi ivmesini ortalam a 9,81 iyon olmuş demektir. ATOM maddesinde,
m/sn2 olarak kabul edersek, serbestçe düşen her cismin ya da m addenin molekül denilen
top beş saniye sonra 5x9,81=49,05 m etre çok küçük parçacıklardan, m oleküllerin de
bölü saniyelik bir hıza ulaşmış olacaktır. atom lardan oluştuğu açıklanmıştır. H er ato­
Yerçekimi kuvveti sabit olduğu için yerçekimi mun merkezinde artı elektrik yükü taşıyan bir
ivmesi de sabittir; yani düşen bir cismin çekirdek vardır. Çekirdeğin çevresinde eksi
hızının artış hızı hep aynı kalır ve cisim elektrik yükü taşıyan bir ya da daha çok
düştüğü sürece her geçen saniyede hızı aynı elektron dolanır. Genellikle çekirdeğin taşıdı­
m iktarda artar. Tüy ya da kâğıt gibi bazı ğı artı elektrik yükü elektronların taşıdığı eksi
cisimlerin bir taş ya da demir parçasından elektrik yüküne eşittir ve bu iki yük birbirini
daha yavaş düştüğünü görürüz. Bunun nedeni dengeler. Böylece atom elektriksel olarak
havanın direncinin geniş yüzeyli cisimler üze­ yüksüz (nötr) durum da olur.
rindeki engelleyici etkisidir. Havasız bir or­ Eğer bir atom un en dış yörüngesinden bir
tam da ise bütün cisimler aynı hızla düşer. ya da birkaç elektron ayrılırsa elektron kay­
Düz bir çizgi üzerindeki harekette ivmeyi beden atom artı elektrik yüklü bir durum a
anlam ak kolaydır, çünkü bu durum da açıkça gelir. Böylece artı yüklü bir iyon (katyon)
görülebilen bir hız değişikliği söz konusudur. oluşur. Eğer bir atom un en dış yörüngesine
Cisim ya hızlanır ya da yavaşlar. A m a, ipin dışardan bir ya da birkaç elektron katılırsa,
ucunda çevrilen ve bunun sonucunda sürekli yani atom elektron kazanırsa eksi yüklü bir
yön değiştiren topun durum u ne olacak? İpi iyon (anyon) oluşur. Kimyasal denklem ler
tutan kişi, topun dairesel yörüngede kalması yazılırken atom ya da atom grubunun simgesi­
için bir kuvvet uygular. Bir uçağın havada bir nin sağ üst yanma iyonun elektrik yükünün
tur atması için de bir kuvvet uygulamak değeri ve işareti yazılır. Örneğin bir elektro­
gerekir. Görülüyor ki, bu durum da hareket nunu kaybederek, artı elektrik yüklü bir
halindeki cismin yönünü değiştirmek için bir sodyum iyonu haline gelmiş olan bir sodyum
yöndeki hızını azaltıp, öteki yöndeki hızını atom u N a+ olarak yazılır. C a+2 olarak yazılan
artıracak biçimde bir kuvvet uygulamak ge­ bir kalsiyum iyonu, iki elektron kaybetmiş
rekir. olan bir kalsiyum atom udur. Eksi yüklü klor
158 İYON YA

Elektriksel olara k n ö tr olan


b ir azot a to m u n u n
ç ekirde ğin de y ed i p ro to n
ve çe kird e ğ in in çevresinde
dolanan yed i elektron
b u lu n u r. Eğer bu ato m bir
kim yasal te p kim e d e
e lektron kaybederse, artı
yü klü b ir iyona d ö n ü şü r;
eğer fazladan elektron
kazanırsa, eksi yüklü b ir
A zot atom u A rtı yü klü azot iyonu Eksi yüklü azot iyonu iyo n d u ru m u n a gelir.

iy o n u C1 b ir e le k tr o n k a z a n m ış b ir k lo r “iyonosfer” denilen bir katm an vardır. G ü­


a t o m u d u r (bak. Kİm ya ). neş’ten gelen ışınlar atmosferin bu bölüm ün­
M oleküllerin elektrik yüklü iyonlara ayrış­ deki havayı iyonlaştırmıştır (bak. ATMOSFER).
masına iyonlaşma denir. Bu olaya genellikle İyonosfer G üneş’ten gelen morötesi ışınımın
suya daldırıldığında çözünen m addelerde büyük bölümünü soğurur ve tümüyle yeryü­
rastlanır çünkü su, iyonlar arasındaki çekimi züne ulaşması durum unda deride ciddi yanık­
zayıflatır. Örneğin eğer sofra tuzu (sodyum lara yol açabilecek olan bu ışınlardan insanla­
klorür) suda çözünürse, sodyum iyonları ile rı korur. İyonosfer bir tür ayna görevi yapa­
klor iyonlarına ayrışır. Eğer bir elektrik pili­ rak radyo dalgalarını da yansıtır ve böylece
nin eksi ve artı kutuplarına bağlı iki teli bu uzun mesafeli radyo iletişimine yardımcı olur.
çözeltiye batırırsak, her tel kendi taşıdığı İyonosferin yüksekliği G üneş’in konum una
elektrik yüküne karşıt yüklü iyonları çekecek bağlı olarak değişir, bu nedenle de uzaktan
ve bunun sonucunda eriyiğin içinden bir gelen radyo dalgaları bazen sönerek kaybola­
elektrik akımı geçecektir. M etallerin elektro­ bilir. Eğer iyonosfer olmasaydı, radyo dalga­
liz yoluyla arıtılması işleminde eriyik haldeki ları geri yansımayıp uzaya doğru yollarına
iyonlaşmış çözeltilerden yararlanılır (bak. devam edecek ve uzun mesafe radyo sinyalle­
ELEKTROLİZ). rinin gönderilmesi ancak haberleşme uydula­
Gazları iyonlaştırmak için oldukça büyük rından “yansıtılarak” gerçekleştirilebilecekti.
m iktarda enerji gerekir. Bir gaz çok fazla Bu yöntem günümüzde televizyon yayınları­
ısıtılarak iyonlaştırabileceği gibi içinden ışın nın dünyanın her yerine ulaştırılmasında kul­
geçirilerek de iyonlarına ayrılabilir. İyonlaş­ lanılmaktadır.
mayı sağlayan bu ışınlar X ışınları, kozmik
ışınlar, morötesi ışınlar ya da radyoaktif İYONYA. Yunan Yarım adası’nın D orlar’ca
m addelerden çıkan gamma ışınları olabilir istila edilmesi üzerine A ttika’da yaşayan
(bak. RADYOAKTİFLİK). İyonlaşan gaz iletken İyonlar’ın bir bölümü İÖ 11. yüzyılda Ege
hale gelir, yani içinden elektrik akımı geçebi­ A daları üzerinden Batı A nadolu’ya göç etti
lir. Bu önemli özellikten yararlanarak rad­ (bak. ESKİ Y u n a n ) . İyonlar’ın yerleştiği İzmir
yasyon ölçümü için kullanılan ve iyonlaşma Körfezi’nden Kuşadası’na kadar olan kıyı
odası denilen aygıt yapılmıştır. Aygıt bu şeridi ile Sakız (Khios) ve Sisam (Samos)
ölçümü, gazın içinden geçen elektrik akımını adalarını kapsayan bu bölgeye İyonya adı
ölçerek gerçekleştirir. Eğer gazın iyonlaşma­ verildi. İyonlar’dan önce İÖ 12. yüzyılda Batı
sını sağlayacak bir radyasyon yoksa, gazın A nadolu’ya geçen Aioller ise Aiolia adını
içinden elektrik akımı geçmeyecektir. Radyas­ alan ve İzmir Körfezi ile Edrem it Körfezi’nin
yon varsa, iyonlaşan gazdan akım geçecek ve güneyini, Midilli (Lesbos) Adası’m içine alan
radyasyon arttıkça geçen akım miktarı da yöreye yerleşmişlerdi. Eski Yunan kaynakla­
artacaktır. Bu tür aygıtlar nükleer enerji rınca İyon göçlerinin önderi A tina Kralı
santrallanndaki radyasyonu ölçmekte ve uran­ Kodros’un oğlu Androcles’tir. Aynı zamanda
yum gibi radyoaktif mineral cevherlerinin Efes kentinin de kurucusu olan Androcles
aranmasında kullanılır. yerli halk Lelegler ve Karyalılar’la savaşarak
D ünya’nın atmosferinin üst bölümünde bunların yerlerine İyonlar’ı yerleştirdi.
İYON YA 159

Bir tarım bölgesi olan yeni topraklarıyla rin arasında varlıklarını sürdürebilmek için
İyonlar daha çok deniz kıyılarında ve yarım­ kentlerini surlarla çevirdiler. A rdından çevre­
adalar üzerinde ele geçirdikleri ya da yeni sindeki toprakları ele geçirerek kenti sınırları
kurdukları kentlere yerleştiler. H erodot’a gö­ belli bir alanın merkezi yaptılar. Kent devlet­
re İyonlar burada başlıca 12 kent kurm uşlar­ leri kendi yaptıkları yasaları uygulayan ve
dı. Bu kentler Miletos (M ilet), Myus (Avşar ekonomik olarak kendine yeten özgür, küçük
Kalesi), Priene (Güllübahçe), (Ephesos) devletlerdi.
Efes, Kolophon (Değirm endere), Lebedos Kent devletleri ilkçağ için yeni devlet bi­
(G üm üldür), Teos (Sığacık), Klazomenai, çimleriydi. Eski ilkçağ devletlerinin başında
Phokaia (Foça), Khios (Sakız), Erythrai ya tanrı sayılan ya da tanrının temsilcisi
(Çeşme) ve Samos’dur (Sisam). Batı Asya’nın olduğuna inanılan bir kral bulunurdu. Kralın
ticaret ve kervan yollarının sonunda yer alan sonsuz gücü ve yetkisi vardı. Halk kayıtsız
bu kentler kısa sürede zenginleşti. Ayrıca şartsız ona bağlı bulunmaktaydı ve onun izni
A nadolu’nun gelişkin kültürleriyle bütünleşe­ olmaksızın devlet yönetiminde söz sahibi ola­
rek yüksek bir uygarlığın merkezleri oldular. mazdı. Oysa İyonya’daki kent devletlerinde
Bu İyon kentleri içinde Kolophon ve Efes siyasal haklara sahip yurttaşlar, devlet yöneti­
kıyılardan A nadolu içlerine doğru genişlemiş­ mine doğrudan katılabilmekteydi.
ti. Etki alanı İzm ir’e kadar uzanan Kolop­ Kent devletlerinin çekirdeğini oluşturan
hon süvarileriyle ünlüydü. Efes’in etki alanıy­ kent çeşitli tapınaklar, devlet binaları, agora,
sa Küçük M enderes vadisinin içlerine kadar spor alanları ve açık hava tiyatrosu ile donatıl­
uzanıyordu. Dağ yoluyla ulaşılabilen bir bu­ mıştı. Kent tanrılarca bağışlanan bir armağan
run üzerinde kurulmuş olan Milet ise denize olarak kabul edilir ve var olan düzeni boz­
doğru kurulm uştu. Erythrai genişleyip zen­ mak, tanrılara karşı çıkmakla eş sayılırdı. Her
ginliklerine el koyacağı bir yarım ada üzerin­ kentin kendine özgü tanrıları, tapınakları,
deydi. Buna karşılık Phokaia, Lebedos ve tapınm a biçimleri vardı. Kentin yurttaşı ol­
Priene gibi kentlerin çevresinde güçlü kavim­ mak dem ek, onun dininden olmak demekti.
ler vardı. Bu nedenle genişleme olanağı bula­
Fikret Adanır
mayan bu kentler yoksul ve küçük kaldı.
İÖ 8. yüzyılda bu 12 İyon kenti Panionion
adını verdikleri dinsel bir birlik kurmuşlardı.
Bu birliğin siyasal bütünlük gösteren bir
yapısı yoktu ve birliğe katılan tüm kentler
bağımsızdı. Birliğe daha sonra İÖ 8. yüzyılın
başlarında İyonlar’ca ele geçirilen Aiol kenti
Smyrna (Bayraklı) da katıldı. Panionion Birli­
ği İyonya kültürünün gelişmesini ve İÖ 5.
yüzyıla kadar öbür Yunan kültürlerinden her
yönüyle üstün olmasını sağlamıştır. Ne var ki,
bu dinsel birliğin siyasal birliğe dönüşmemesi
İyonya’daki kent devletlerinin bir siyasal güç
olarak tarih sahnesine çıkmasını engellemiş­
tir. İyonyalılar sürekli düşman tehdidi altında
yaşamış, ülkelerini istila eden Lidyalılar’a ve
Persler’e karşı direnememişlerdir.

Kent Devletleri
Tüm Yunan dünyası için çok önemli siyasal
sonuçlar doğuran ilk kent devletleri İyon-
ya’da kuruldu. Yabancı topraklara gelen İyon­ Bir İyon yapısı olan B erg am a 'd aki A skle p ie io n İS 2.
lar kendilerine dost olmayan Yerli kavimle- yüzyılın ilk yarısında yap ılm ıştır.
160 İYONYA

Kentlerin kendi aralarındaki ilişkiler barışçı A t yetiştiren ve savaşa süvari olarak katılan
değildi, daha çok savaşa yönelikti. Yenilgiye soylular en güçlü sınıftı.
uğrayan kent yenene bağımlı kılınmaz, ya Soyluların ardından ticaret ve zanaatla zen­
halkı kılıçtan geçirilir ya da yenen kentin ginleşen kentli orta sınıf gelirdi. Bunların ne
bağlaşığı olmak zorunda bırakılırdı. toprakları ne de atları vardı. Savaşlara piyade
İlk dönemlerinde krallarca yönetilen kent olarak katılırlardı. Bu iki sınıfın ardından
devletlerinde zamanla kralın yetkisi azaldı; bu küçük toprak sahibi yoksul köylüler ile top­
devletleri soyluların oluşturduğu meclisler yö­ rakları ve belirli işleri olmayan kentli emekçi­
netmeye başladı. Bunu soylular yönetimiyle ler gelirdi. Özgür yurttaşların siyasal anlamda
demokrasi arasında yer alan ve bir geçiş eşit hakları vardı. Am a toprakların az sayıda
yönetimi olan tiranlık izledi. soylunun elinde toplanması onların egemenli­
ğine yol açtı.
Toplumsal Yapı
Kent devletlerinde yaşayan halk farklı siyasal Kolonileştirme Dönemi
ve toplumsal haklara sahip üç temel sınıfa İÖ 8. yüzyılın ortalarında Yunan Yarım ada­
ayrılmıştı. Bunlar toplumsal ve siyasal tüm sın d a birçok kentin nüfusu artmış, elde edi­
haklara sahip özgür yurttaşlar; özgür olm ala­ len ürün yeterli olmamaya başlamıştı. Daha
rına karşın yurttaşlık haklarından yoksun fazla toprağa gereksinim vardı ama Yunan
yabancılar ile hiçbir siyasal ve sosyal hakka Y arım adasının doğal yapısı buna elverişli
sahip olmayan ve “konuşan hayvan” , “hare­ değildi. Bu nedenle birçok kent başka toprak­
ket eden araç” olarak kabul edilen kölelerdi. larda koloniler kurmaya başladı.
Üretim büyük ölçüde kölelerin çalışmalarıyla Eski Yunan tarihini hem siyasal, hem de
sağlanırdı. kültürel açıdan derinden etkileyen kolonileş­
Özgür yurttaşlar da kendi içlerinde dört me hareketi İyonya’da yaklaşık 100 yıl sonra
sınıfa ayrılmıştı. Bu sınıfların başında büyük başladı. Bu gecikmenin nedeni İyonyalılar’ın
toprak sahibi soylular gelirdi. Bunlar ilkçağ yeterli toprağa sahip olmaları ve kurdukları
Yunan dünyasında ilk kez İyonlar’ca gerçek­ ticaret ilişkileriydi. Am a güçlü Lidya Krallı-
leştirilen şarap ve zeytinyağı ticaretiyle zen­ ğı’nın Anadolu ile yapılan ticarete engel
ginleşmiş, küçük toprak sahibi yurttaşları olması İyonyalılar’ın İÖ 7. yüzyılın sonlarında
borçlandırarak topraklarına el koymuşlardı. kolonileştirme hareketine başlamalarını do­

Fikret Adanır

19. yüzyıld aki kazılarda


o rtaya çıkarılan
P riene'deki İyon
d ö n e m in d e n kalm a
kalıntılar.
İYONYA 161

ğurdu. İyonyahlar Kuzey Ege, Kuzey M arm a­ rini bırakıp denize açılmışlardı. Geri kalan
ra ve Güney Trakya kıyılarında Lampsakos İyonya kentleriyse Pers egemenliğine koşul­
(Lapseki), Myrleia (M udanya), Kios (G em ­ suz boyun eğmek zorunda kaldı.
lik), Thasos (Taşöz) gibi birçok güçlü koloni Persler, İyonya ve Aiolia kentlerini biri
kurdular. Sart’ta (Salihli) öbürü ise D askleion’da kur­
İyonya kolonileştirme hareketinin önde ge­ dukları iki satraplığa bağlamışlardı. Bu sat-
len kenti M ilet’ti. Miletliler Karadeniz’e açı­ raplar İyonya’daki kentlerin yönetimini ken­
larak Sinope (Sinop), Amisos (Samsun), Ke- dilerine bağlı tiranlara verdiler. Bu koşullar
rasous (G iresun), Trapezus (Trabzon) gibi altında İyonya’daki kentlerin durumu kötü­
liman kentlerine ulaştılar. Ticaret amacıyla leşti, ekonomik bunalım arttı. Ayrıca Persler,
Doğu A kdeniz’de de koloniler kurdular. Ko­ İyonyalılar’ın kolonileriyle olan bağlantılarını
lonileştirme hareketine İyonya kentlerinden da kesmişlerdi. Bu durum a daha fazla daya­
yalnızca Efes ve Smyrna katılmadılar. A nado­ namayan İyonyalılar İÖ 500’de Milet Tiranı
lu ticaret yollarının denize açılan kapıları olan Aristagoras önderliğinde ayaklandılar. Kısa
bu iki güçlü liman kenti Lidya Krallığı ile de sürede Kıbrıs’a kadar yayılan bu başkaldırı
iyi ilişkiler içindeydi. Yunan Yarım adası’ndan yardım gelmeyince
İÖ 494’te yenilgiyle sonuçlandı. Persler ele
Tiranlar Dönemi geçirdikleri M ilet’i yağmalayıp yakıp yıktılar.
Kolonileştirme hareketi sırasında İyonya’daki Daha sonra Persler’in eline geçen öbür İyon­
kent devletlerinde yeni bir yönetim biçimi ya kentleri de yakılıp yıkıldı. O zamana kadar
ortaya çıktı. Kentleri tiran adı verilen kişiler bağımsızlığını korumuş olan Samos Adası da
yönetmeye başladı. Bazen soyluların arasın­ Pers istilasına uğradı.
dan, bazen de halkın içinden çıkan tiranlar,
kenti tek başına yöneten kişilerdi. Tiranların Delos Birliği
krallardan farkı yasalara ya da geleneklere Persler’in Yunan Yarım adası’nda yenilgiye
uygun olmayan biçimde yönetime el koymala­ uğram alarından sonra İyonya’daki kent dev­
rıydı. Yunan dünyasında ilk defa İyonya’da letleri bir kez daha ayaklandılar. K entlerinde­
ortaya çıkan tiranlığı doğuran neden gün ki Pers garnizonlarını kent dışına sürerek
geçtikçe büyüyen Lidya tehlikesiydi. Bu tehli­ bağımsızlıklarını yeniden kazandılar. Ama
ke karşısında kentin ve ordunun yönetimi Pers tehlikesi de tümüyle geçmemişti. İyonya
üstün yetenekleri olduğuna inanılan tek kişi­ kentleri bu durum karşısında A tina’nın ön­
nin elinde toplanmıştı. derliğinde Persler’e karşı oluşturulan Delos
İÖ 7. ve 6. yüzyıllarda İyonya, Lidya Birliği’ne İÖ 478-477’de katıldı. Bu birlik
egemenliğine girdi (bak. LİDYA). B u dönemde Persler’e karşı başarılar elde ederek denizler­
yıkılan Smyrna 30 yıl boş kaldıktan sonra de egemen durum a geldi. Ne var ki, A tina’da
Lidya’nın en önemli ticaret limanı oldu. Lidya Perikles’in yönetime gelmesiyle, birlik am a­
egemenliği sırasında, 7. yüzyılın ikinci yarısın­ cından sapmaya başladı. Birliğin hâzinesi
da, alışveriş için sikke kullanılmaya başlandı. Delos’tan A tina’ya taşınarak biriken paralar
Bastırılan sikkeler kısa sürede İyonya ve A tina’nın bayındırlığı için kullanıldı. A tina
Yunan Yarım adası’na yayıldı. İyon kentleri­ bağlaşıklarını egemenliği altına almaya çalışı­
nin büyük bölümü aynı para birimini kullan­ yordu. Ayrıca A tina’nın egemenliği İyonya’yı
maya başladı. ekonomik yönden de olumsuz etkilem ekte,
Karadeniz’deki kolonileri yavaş yavaş A ti­
Pers Egemenliği ve İyonya İsyanı na’nın eline geçmekteydi. Bu durum büyük
İÖ 545 yıllarında Batı A nadolu’nun tümü bir hoşnutsuzluk yarattı ve kentler birer birer
Pers egemenliğine girdi. İyonya’daki kentler­ ayaklanarak birlikten ayrılmaya başladı. Bu
den yalnızca M ilet, Persler’le barış yaparak sırada Atina ile Sparta arasında çıkan ve 27 yıl
bağımsızlığını koruyabilmişti. Phokaia ve Te- süren savaştan A tina yenik çıktı, (bak. PELO-
os halkı ise Pers egemenliğine girmektense PONNESOS SAVAŞI).
başka ülkelere göç etmeyi yeğleyerek kentle­ Böylece İyonya’daki kentler A tina ege­
162 İYOT

menliğinden tümüyle kurtulmuşlardı; ama bu biçimli öğeler taşıyan başlıklardır. Dünyanın


kez de yeniden Pers tehdidi başlamıştı. Önce­ ilk büyük m erm er yapısı Efes’teki Artem is
leri İyonyalılar Sparta’nın da yardımıyla Pers- Tapmağı, İyonya’da yapılmıştır. İyon heykel
ler’e karşı başarılar kazandılar. Am a bu sanatı da Eski Yunan dünyasını etkilemiştir.
sırada A tina’nın güçlenmesi üzerine Spartalı- Birçok yenilikler sunan İyon heykelleri ince
lar Persler’le birleştiler. Sonunda A tina İÖ giyimli insanları canlandırırken kumaşın vü­
386’da Kral Barışı ile Persler’in A nadolu’daki cuttaki döküm ü ve kıvrımları büyük bir usta­
kesin egemenliğini kabul etti. Daha sonra lıkla işlenmiştir. Ayrıca heykellerin neşeli ve
Büyük İskender ve ardıllarınca istila edilen güleç yüzlü olması dikkati çeker.
İyonya, Rom alılar döneminde im paratorlu­ A yrıca bak. BERGAMA; EFES; FRİGYA; MEDLER
ğun Asya eyaletine katıldı. VE PERSLER; MİLET; MİMARLIK; SPARTA.

İyonya Uygarlığı İYOT. O da sıcaklığında koyu menekşe renkli,


İyonlar ele geçirdikleri kentlerdeki yerli hal­ boğucu bir gaz olan iyot, periyotlar cetvelinin
kın tüm ünü toprağa bağlayamamış, bunlar­ VII. grubunu oluşturan halojenler ailesinin
dan bir bölümüne siyasal haklar tanımışlardı. üyesi olan bir kimyasal elem enttir. Kimyada I
Bunun sonucu olarak İyonlar’ın arasına karı­ simgesiyle gösterilir. Atom numarası 53,
şan Anadolu kavimleri kendi kültür, töre, atom ağırlığı 126,9044’tür. Doğada hiçbir
inanç ve dinlerine ilişkin birçok öğeyi de İyon zaman elem ent halinde bulunmaz. İyodu ya­
dünyasına sokmuşlardı. lın halde elde edebilmek için, içinde yer aldığı
İyonya’da büyük düşünürler ve bilim adam ­ başka m addelerden özütlemek, yani ayırmak
ları yetişmiştir. Gölgelerinden pram itlerin gerekir. Belli bazı deniz yosunları önemli
yüksekliğini hesaplayan Thales, yıl ile mev­ ölçüde iyot içerir; bu tür deniz yosunlarının
simlerin uzunluğunu ilk kez hesaplayan yakılmasıyla elde edilen küllerden iyot özütle-
Anaksim andros, tıp mesleğini kuran Hipok- nebilir. Am a günümüzde iyot üretiminde ya­
rat, bugünküne yakın biçimde atom sözcüğü­ rarlanılan başlıca kaynaklar Şili’deki güherçi-
nü kullanan D em okritos, ilk astronom lardan le yatakları ve bazı petrol kuyularından çıkan
sayılan Anaksagoras ve dünyanın yuvarlak tuzlu sulardır.
olduğunu söyleyen Pisagor İyonyalı’ydılar. İnsan vücudunun az m iktarlarda da olsa
İÖ 8. yüzyılın başlarında İyonyalılar, Feni- iyot elem entine gereksinimi vardır. İnsanlar
keliler’le kurdukları yakın ticari ilişkiler so­ bu gereksinimlerini, gerekli m iktarda iyot
nunda onlardan yazıyı öğrendiler. Bu dönem ­ içeren sebzelerden ve içme sularından karşı­
de Eski Yunan topluluklarında birçok alfabe larlar. İnsan vücudunun iyot gereksinimi ye­
ortaya çıkmıştı. Am a bunlar arasından en terince karşılanmazsa, boğazdaki tiroit bezi
yaygın kullanılanı İyon alfabesi olmuş ve şişer ve bunun sonucunda guatr denen hasta­
Atina bu alfabeyi İÖ 403’te resmen kabul lık ortaya çıkar. Günümüzde guatr hastalığı
etmiştir. iyot karıştırılmış tuz (iyotlu tuz) kullanılarak
İyonya, Eski Yunan edebiyatının da beşiği önlenm ektedir. Am a hiçbir zaman katışıksız
olmuştur. Erken dönem İyonya edebiyatın­ iyot alınmaz, çünkü zehirlidir.
dan günümüze yalnızca Homeros’un İlyada ile İyot ve iyodoform denilen bir iyot bileşiği,
OdyssekCsı kalmıştır (bak. İLYADA; ODYSSEİA). m ikropları öldürm ek için antiseptik olarak da
İÖ 7. yüzyıldan başlayarak yaygınlaşan flüt kullanılır. Tentürdiyot da sık kullanılan bir
eşliğinde şiir okum a Eski Yunan dünyasına iyotlu antiseptiktir; ama bu ilaçlar açık yara
İyonya’dan girmiştir. Teoslu A nakreon ve ya da çizik üzerine sürüldüklerinde yanma
Şartlı Hipponax, İyonya şiirinin güçlü isimle­ etkisi uyandırır. Bilim adamları herhangi bir
ridir. m addede nişasta olup olmadığını saptam ak
Eski Yunan mimarlığında D or ve İyon için iyottan yararlanırlar; çünkü iyot, içinde
olmak üzere iki ayrı düzen vardı. İyon düzeni­ nişasta bulunan herhangi bir maddeye koyu
nin göze çarpan özelliği ince ve zarif sütunla­ mavi renk kazandırır. Bunu siz de çiğ patatese
rın üstündeki ön ve arka yüzlerinde sarmal iyot sürerek deneyebilirsiniz. Öte yandan
İZCİLİK 163

yapay yağmur sağlamak için bulutlara iyot


püskürtülür. Katışıksız iyot katı haldeyken
siyaha yakın renklidir, ama oda sıcaklığında
süblimleşerek menekşe renkli bir gaza dönü­
şür. Z aten iyot adı da, “m enekşe” anlam ında­
ki Yunanca “iodes” sözcüğünden gelir. İyodu
ilk olarak 1811’de Fransız bilim adamı Ber-
nard Courtois buldu; 1815’te de, bir başka
Fransız bilim adamı olan Gay-Lussac iyodun
özelliklerini belirledi.

İZCİLİK. İzci örgütleri, gençlere iyi bir yurttaş


The Scout Association
olma, yaratıcı ve çok yönlü bir kişilik geliştir­
D ünyanın birçok ülkesinden gelen izciler, her d ö rt
me ve beceri kazanm a yollarını öğreten dünya yılda b ir d e ğişik ye rle rd e düzenlenen şen liklerd e ve
çapında gençlik örgütleridir. kam p la rd a b ir araya ge lirler.
Keyifli bir uğraş olan izcilik etkinlikleri
yoluyla, gençler çeşitli sosyal hizmet alanla­
rında toplum a yardımcı olur, parkların ve uluslardan izcileri bir araya getiren bir Ulus­
suyollarının temizlenmesi gibi işlerde görev lararası İzci Şenliği düzenlenir. Bazı ülkelerin
alarak çevreyi ve doğayı korum a çalışmaları­ ulusal şenlikleri de vardır. 1928’de kurulan
na katılırlar. W orld Association of Girl Guides and Girl
H er isteyen izci olabilir. Hiçbir din ya da Scouts (Dünya Kız İzciler Birliği), değişik
ırk engeli yoktur. İzciler, ülkeden ülkeye ve ülkelerde yaşayan kızların birbirlerini tanım a­
yaş gruplarına göre değişen üniformalar gi­ larına yardımcı olur. Bu birliğin M eksika,
yerler. 150’den fazla ülkede erkek ve kız izci İsviçre, İngiltere ve H indistan’da merkezleri
örgütleri vardır. Bugün dünyada 16 milyon vardır. Birçok ülkede aynı temel ilkeleri
erkek ve 8,5 milyon kız izci bulunm aktadır. benimsemekle birlikte, erkek ve kız izci
İsveç, İsrail ve Hollanda gibi bazı ülkelerde örgütleri birbirinden ayrı ve bağımsızdır.
her düzeydeki izci oymakları karm adır, yani
kız ve erkekler bir arada çalışırlar. İzciliğin Gelişimi
İsviçre’nin Cenevre kentindeki World İngiltere’de ilk izci örgütünü Sir R obert Ba-
Scout Bureau (Dünya İzci Bürosu), dünya­ den-Powell adlı bir İngiliz generali 1908’de
nın çeşitli yerlerindeki izci kuruluşları arasın­ kurdu. Baden-Powell’ın amacı, gençlere özgü
da eşgüdüm sağlanmasına yardımcı olur. serüven eğilimini belli bir disiplin içinde,
1910’dan beri, her dört yılda bir tüm üye barışçı amaçlarla olumlu yönde geliştirerek,
The Girl Guides Association bütün dünya gençlerini bir araya getirmekti.
Scouting fo r B oys (1908; “E rkekler İçin İzci­
lik”) adlı kitabında, izci davranış kurallarını
belirledi. Bu kurallar, gençlerin, vücutlarını
sağlıklı bir biçimde geliştirmesini, başkalarına
anlayış göstermelerini ve toplum a yararlı ol­
malarının yollarını öğretmeyi amaçlıyordu.
Kitapta ayrıca serüven öykülerine, yapılabile­
cek ve uygulanabilecek şeylere ilişkin çeşitli
önerilere de yer verilmişti. 1909’da L ondra’da
büyük bir izci toplantısı düzenlendi ve ilk kez
çeşitli ülkelerden 10 bin erkek izci bir araya
geldi. Baden-Powell, 1910’da da kız izci
Pek çok e tkin liğ e katılan kız izciler ö b ü r çocuklarla örgütünü kurdu.
kaynaşm ayı ve takım ın b ir parçası olm ayı ö ğ re n irle r. D aha sonra izci hareketi uluslararası bir
164 İZLANDA

öbür birçok dernekle birlikte kapatıldı.


1983’te ise izcilik etkinliklerinin yürütülmesi
Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı’na
bırakıldı.

İzci Eğitimi
H er izci, önce izcilik ilkelerine bağlı kalacağı­
na ilişkin bir ant içer. Eğitimde kişisel yoldan,
gözlem ve deney yaparak öğrenmeye önem
verilir. Eğitimin başka bir önemli öğesi de
The Scout Association
izcilerin küçük bir grubun üyesi olmalarıdır.
“O ba sistemi” adı verilen bu düzende 6-8
İzci o ym a kla rın d a bedensel özü rlü çocu kla rın da yeri
vardır. izciden oluşan gruplar vardır. Ast-üst ilişkile­
rinin olduğu obalarda üyeler, aralarından
seçtikleri oba başının ve onun yardımcısının
nitelik kazandı; öbür ülkelerde de yaygınlaştı. buyruklarına uymak zorundadır. Obaların
İzci örgütleri genellikle 15 yaşına kadar olan birleşmesiyle oluşan oymaklar 16-32 kişilik
kız ve erkekleri kapsar. gruplardır.
Bazı bölgesel farklılıklar görülmesine kar­ Açık havada yapılan izcilik etkinlikleri ara­
şın izcilik programları tüm dünyada aynıdır. sında kişiyi geliştirici oyun ve eğlenceler
Kız ve erkek izciler, her iki dünya savaşında önemli bir yer tutar.
da sorumluluk gerektiren işlerde çalıştılar. İlkyardım, ateş yakm a, düğüm atm a gibi
Mayın taram a çalışmalarına katıldılar ve yara­ çeşitli etkinliklerde bulunan izciler başarıları
lı askerlere yardım ettiler. Onların topluma oranında ödüllendirilirler.
yönelik olumlu davranışları izcilik örgütünün H er izci oymağının bir keşif kolu vardır.
saygınlık kazanmasında etkili oldu. G ruptaki yaşça en büyük çocuk önder olur;
önderin de yardımcıları vardır. Kamp kurm a
Türkiye'de İzcilik önemli bir izcilik etkinliğidir. Ayrıca uzun
Baden-Powell’in kurduğu izcilik örgütü II. yürüyüşler yapma, açık havada yemek pişir­
M eşrutiyet döneminde bazı dergiler aracılı­ m e, çevrenin korunması gibi etkinlikler de
ğıyla Osmanlı toplum una tanıtıldıktan sonra yürütülür.
1912’de bazı okullarda “Keşşaf O cakları” adı Tüm dünyadaki erkek ve kız izci birlikleri
verilen örgütler kuruldu. 1913’ten sonra izci­ kendi ülkelerinin hüküm etlerinden aldıkları
lerin “başbuğu” seçilen Enver Paşa’nm, spor mali yardımın yanı sıra üyelerinden ufak bir
kulüplerini bu kuruluşa yardımcı olmaya çağı­ üyelik ödentisi de alır
ran bildirisinden sonra, hareket hız kazandı
ve 1915’te ,ilk izci kampı kuruldu. Ne var İZLANDA, Atlas O kyanusu’nun kuzeyinde
ki, I. Dünya Savaşı sırasında tüm bu etkinlik­ Kuzey Kutup D airesi’nin hemen dışında yer
ler sona erdi. Cumhuriyetin kurulmasından alan büyük bir adadır. G rönland’ın batısından
sonra izcilik yeniden canlandı ve 1920’de 300 km uzaklıktadır. Doğusunda İskandinav
İstanbul’da birçok izci oymağı kuruldu. Yarımadası vardır. Güney kıyıları dışında,
1926’da izciliğin devlet denetimine alınmasına adanın çevresinde fiyort adı verilen derin
ilişkin bir yasa çıkarıldı. 1933’te izcilik etkin­ koylar yer alır. Alçak kıyı ovaları dışında,
likleri Milli Eğitim Bakanlığı İzcilik Müdürlü- ülkenin büyük bir bölümünü hiç kimsenin
ğü’nün sorumluluğuna bırakıldı. 1950’de D ün­ yaşamadığı ve hiçbir bitkinin yetişmediği yük­
ya İzcilik Örgütü’ne üye kabul edilen Türki­ sek bir yayla kaplar. Bu yaylada yükselen
ye izcileri 1955’te Türkiye İzcileri Birliği adı dağlardan bazıları hâlâ etkin olan yanardağ­
altında örgütlendi. 1970’ten sonra Gençlik ve lardır. Bunlar zaman zaman lav püskürtür
Spor Bakanlığı’nın sorumluluğuna bırakılan (bak. Y a n a r d a ğ ) . 1963’te güney kıyılarının
bu kuruluş 1980 askeri m üdahalesinden sonra yaklaşık 20 km açığında denizden küçük bir
İZLANDA 165

yaylada, lavların yol açtığı çatlaklarda çok


İ Z L A N D A ' Y A İL İŞ K İN B İL G İL E R
sayıda göl vardır. İzlanda’nın buzullarla bes­
YÜZÖLÇÜMÜ: 103.000 km2. lenen ırmakları çok hızlı akışlıdır.
NÜFUS: 248.000 (1988). “Buz Ülkesi” anlamına gelen adına karşın,
YÖNETİM: Bağımsız cum huriyet. İzlanda’nın iklimi oldukça ılımandır. Gulf
BAŞKENT: Reykjavik. Stream , adanın çok soğuk olmasını ve kıyıla­
DOĞAL YAPI: Büyük bir bölüm ü ortalama yüksekliği rın buz tutmasını önler (bak. G u l f S t r e a m ) .
600-900 metre dolaylarında olan volkanik düzlükler­
den oluşur; bunların en yükseği Öraefajökull 2.100 Kıyı bölgelerinde, yılın yaklaşık üç ayı kar
m etrenin üzerindedir. Adada çok sayıda buzul var­ yerde kalsa da, kışlar pek soğuk geçmez.
dır. Ayrıca birçok göl, kaynak ve gayzer bulunur.
Yazlar ise hiçbir zaman sıcak değildir.
DIŞARIYA SATILAN BAŞLICA ÜRÜNLER: Balık ve balık
ürünleri. İzlanda’da ot, yosun, süpürgeotu ve liken
EĞİTİM: 7-16 yaş arasındaki çocukların okula gitmesi dışında pek bitkiye rastlanmaz. Keresteye
zorunludur. Eğitim her düzeyde parasızdır. Uzak elverişli ağaçlar bulunmadığından son zam an­
bölgelere gezici okullar gönderilir.
larda ladin ve çam dikilmeye başlanmıştır.
A dada yerleşim başlamadan önce yalnızca
volkan adası yükseldi. Buna sonradan Surtsey tilkiler yaşıyordu. Göçm enler ev ve çiftlik
adı verildi. 1973’te Surtsey’in 11 km uzağında­ hayvanlarını beraberlerinde getirdiler. Bugün
ki Heim aey A dası’nda bulunan bir yanardağ tilkiden başka, az sayıda rengeyiğine, çeşitli
patladı ve beş ay süreyle lav püskürterek kuşlara ve özellikle de su kuşlarına rastlanır.
adayı siyah küllerle örttü. En büyük yanardağ Bazı çiftçiler pufla ördeklerinin (bak. ÖRD EK )
güneydeki H ekla’dır. İzlanda gayzerler bakı­ yuvalarından kuştüyü yorganlarda kullanılan
mından çok zengindir (bak. G a y z e r ) . Bunlar ince tüyleri toplayarak ek gelir sağlar. Güçlü
kaynar su ve buhar fışkırtır. Gayzerlerden İzlanda midillileri çok dirençlidir. Yolların
borularla taşm an sıcak sudan evlerin ısıtılma­ yetersiz olduğu bu ülkede ulaşımda kullanı­
sında yararlanılır. lırlar.
Y anardağlar ve sıcak su kaynaklarının bu­
lunduğu bu adanın sekizde biri buzullarla Halk ve Ekonomi
örtülüdür. Bunlardan biri de güneydeki Vat- İzlandalIlar eğitime büyük önem verir. O kul­
najökull’dur (bak. B u z u l v e B u z u l l a ş m a ) . İ ç lar araç gereç bakım ından zengin, eğitim

Eric Kay

G u llfo ss'ta , suların


30 m etre yükseklikten
dö kü ld ü ğ ü "A ltın
Ç ağlayan".
166 İZLANDA

culuğuyla sorun çözümlendi ve 1976’da İngil­


tere 200 millik sınırı kabul etti. Balina avcılı­
ğının da önemli bir gelir kaynağı olduğu
İzlanda’da, uluslararası doğa korumacılarının
baskısıyla, avlanma 1987’de yılda 120 balinay­
la sınırlandırıldı. Ne var ki, avlanmanın tü ­
müyle durdurulması yolunda baskılar sürü­
yordu. Sonunda İzlanda, Uluslararası Balina
Avcılığı Komisyonu’nun kararlarına uymayı
kabul etti. Avlanan balıklardan bir bölümü
dışarı satılmak üzere dondurulur, kurutulur,
tuzlanır ya da konservesi yapılır; bir bölü­
m ünden gübre olarak kullanılmak üzere balık
unu üretilir, geri kalanından ise boya ve
cilalara katılan koruyucu yağ elde edilir.
Reykjavik m orina, kuzeydeki Siglufjördur ise
ringa avcılığının merkezidir. Bazı ırm aklarda
sombalığı avlanır.
İzlanda’da köm ür ya da m aden yoktur.
açısından niteliklidir. 1911’de kurulan İzlanda Yakıt olarak turba köm ürü kullanılır. Balık
Üniversitesi başlıca yükseköğrenim kurumu- konservesi ve balık unu üreten fabrikaların
dur. Ülkenin başkenti Reykjavik, önemli bir yanı sıra gübre ve çimento fabrikaları da
ticaret m erkezidir (bak. R e y k j a v i k ) . İzlanda- vardır. Birçok yerde hidroelektrik santralları
lılar’ın büyük çoğunluğu Luteran (Protestan) kurulmuştur.
Kilisesi’ne bağlıdır. İzlanda’da demiryolu yoktur; ulaşım kıyılar­
Eskiden çiftlik evi ve konut yapımında ağaç da otobüslerle sağlanır. Kışın karayolu ulaşı­
ve taş kullanılır, çatı örtüsü olarak saman ve mı çok güçleştiğinden ülke içinde havayoluna
sazlardan yararlanılırdı. Bugün ise çağdaş dayalı bir ulaşım ağı vardır. İzlanda, Avrupa
teknolojinin olanaklarından yararlanılarak ile Kuzey A m erika havayolu arasında yer alır.
yapılan m odern konutlarda yaşanm aktadır. Reykjavik havalimanından düzenli seferler
Birçok yerde, gayzerlerden gelen su, merkezi yapılır.
ısıtma sistemlerinde ve çamaşırhanelerde kul­
lanılır. Aynı yöntemle ısıtılan yüzme havuzla­ Tarih
rı da vardır. Norveç Kralı I. Harald ile çatışmaya giren,
İzlanda iklimi tahıl yetiştirilmesine elverişli çoğu soylu bir grup İskandinavyalI, İS 874’te
değildir. Otlakların biçilmesinden elde edilen Ingölfur A rnarson’un önderliğinde İzlanda’ya
saman, çok sayıda sığır ve koyunun beslenm e­ yerleşti. A daya yaklaştıklarında A rnarson,
sinde kullanılır. Az m iktarda patates ve şal­ Norveç’teki eski evinden aldığı iki büyük
gamdan başka gayzerlerden gelen suyla ısıtı­ kalası güverteden denize atarak bunların ka­
lan seralarda üzüm, dom ates ve sebze yetişti­ raya vurduğu yerde yeni evini kuracağını
rilir. söyledi. Kalaslar volkanik sıcak su kaynakla­
E n önemli gelir kaynağı balık ve balık rının bulunduğu güzel bir koyda karaya vurdu
ürünleridir. İzlanda’nın büyük bir balıkçılık ve buraya “dumanlı koy” anlamına gelen
filosu vardır. Kıyıların çevresindeki sular mo­ Reykjavik adı verildi.
rina ve ringa bakımından zengindir. Norveç’ten onların ardı sıra başkaları da
1970’lerde İzlanda, kıyılarında avlanma sınırı­ geldi. D anim arka’dan, İsveç’ten, H ebrid
nı 50 milden 200 mile çıkarınca, aynı sularda A daları’ndan, İrlanda’dan gelenler oldu. B u­
büyük bir balıkçılık filosu bulunduran İngilte­ raya yerleşenler balıkçılık ve avcılık yapıyor,
re ile “m orina savaşı” adıyla anılan ciddi koyun yetiştiriyordu. Yerleşme birimlerinin
çarpışmalar baş gösterdi. Norveç’in arabulu­ her birini hem yargıçlık, hem de dinsel
İZLANDA 167

tin k e n d i ü lk e s iy le y a p ılm a s ın ı is te d i. B u n u n
s o n u c u n d a İ z la n d a lI la r d a h a b ü y ü k s ık ın tıla r ­
la k a rş ıla ş tı. 1 0 9 7 ’d e y a k la ş ık 75 b in o la n
n ü f u s , 1 7 0 3 ’e g e lin d iğ in d e 5 0 b in e d ü ş m ü ş tü .
18. y ü z y ıld a ü lk e d e ç iç e k h a s ta lığ ı, k ıtlık ,
k o y u n h a s ta lık la r ı v e ş id d e tli y a n a r d a ğ p a t l a ­
m a la r ı b a ş g ö s te rd i.
18. yüzyılda bu güçlükler ve olağandışı
soğuk geçen kışlar dolayısıyla birçok İzlandalı
yerleşmek üzere K anada’ya ve A B D ’ye gitti.
Geride kalan İzlandalIlar, büyük önderleri
Jon Sigurdsson’un çabasıyla yavaş yavaş yeni­
den toparlanarak bazı özgürlükler kazandılar.
1874’te İzlanda parlam entosu kuruldu. Ne var
ki, 1903’te İzlanda’ya içişlerinde özerklik
verilinceye kadar ülkeyi K openhag’daki İz­
landa Bakanlığı yönetti.
1918’de, 25 yıl sürecek bir antlaşmayla
İzlanda, Danim arka ile özel bir birlik içinde,
bağımsız bir devlet durum una geldi. 1944’te
parlam ento Danim arka ile yapılan antlaşma­
nın sona erdiğini ilan etti ve bir halkoylaması
sonucunda İzlanda bağımsız bir cumhuriyet
Eric Kay
oldu. İzlanda Cumhuriyeti 1949’da N A T O ’ya
V ik in g le r'd e n kâşif Leif E riksson'un R eykjavik'te,
m e clisin ku ru lu şu n u n 100. y ıld ö n ü m ü nedeniyle (Kuzey A tlantik Antlaşması Örgütü) katıldı.
d ikile n heykeli. İki yıl sonra da A BD ile Reykjavik’in 56 km
güneybatısındaki Keflavik’te büyük bir hava
törenlerde önderlik yapan bir şef yönetiyor­ üssü kurulmasına ilişkin bir antlaşma yapıldı.
du. 930’da bu şefler, ulusal nitelikte bir meclis 11-12 Ekim 1986’da A BD Başkanı Ronald
oluşturdu. 10. yüzyılın sonlarına doğru yakla­ Reagan ile SSCB Başkanı Mihail Gorbaçov
şık 500 İzlandalı Kızıl E rik’in (bak. K i z i l E r Î k ) Reykjavik’te, nükleer silahların sınırlandırıl­
önderliğinde yerleşmek üzere G rönland’a ması görüşmelerinin başlatıldığı bir doruk
gitti. toplantısı yaptılar.
Anlaşmazlıklardan dolayı neredeyse sava­ İzlanda bugün parlam enter demokrasi ile
şın eşiğine gelindiği 1000 yılından sonra, yönetilm ektedir. Parlam ento 60 üyeden olu­
meclis halkın Hıristiyan olması gerektiğine şur. H üküm ete başbakan başkanlık eder.
karar verdi. Ülke tahıl ve kereste karşılığında Devlet başkanı Vigdis Finnbogadottir, dünya­
Norveç’e koyun eti ve yün satarak varlığını da cumhurbaşkanlığına seçilen ilk kadındır.
sürdürdü. 13. yüzyılda İzlandalı şefler arasın­ 1988’de üçüncü kez seçilen Vigdis Finnboga­
da çatışmalar çıktı. 1262’de Norveç kralı, her dottir, 1980’den beri bu görevdedir.
yıl altı gemi yükü tahıl ve kereste gönderece­
ğine söz vererek, İzlanda’yı denetimi altına Edebiyat Geleneği
aldı. Oysa Norveç ve daha sonra D anim arka İzlanda, A vrupa’nın nüfus yoğunluğu en az
kralları verdikleri sözü tutm adılar. 1380’den olan ülkesidir. Halkın hemen hemen tüm ü 9.
sonra Norveç ile Danim arka birleştiğinde, yüzyılda, genellikle Norveç’in batısından ge­
İzlanda büyük ekonomik güçlükler ve salgın len Vikingler’in soyundandır (bak. VİKİNG-
hastalıklarla yüz yüzeydi. 1402-04 arasında LER). İzlandalılar’ın D anim arka ve Norveç
halkın çoğu vebadan öldü. Danim arka kralı, dillerinden farklı olan dilleri, yüzyıllar boyun­
İzlandalılar’ın İngiliz ve Alm an tüccarlara ca çok az değişikliğe uğramıştır. Bu küçük
balık satmasına izin vermedi ve bütün ticare­ ülke, ortaçağda A vrupa’nın en gelişkin edebi-
168 İZLENİMCİLİK

Bunlar, bir görünümü ya da bir düşüncenin


yarattığı izlenimleri anlatan resimlerdi. İzle­
nimci ressamlar o andaki gerçekliği yakala­
maya çalışıyordu. Bunda renk ve ışığın önemi
büyüktü. O dönemin bilimsel bulguları, ren­
gin nesneye ait bir şey olmadığını, ancak
ondan yansıyan ışığın bir özelliği olduğunu
ortaya çıkarmış, bu da renge bağımsızlık
kazandırmıştı. İzlenimciler nesnelerin, doğa
içindeki konum larına, çevrelerindeki başka
nesnelere, hava koşullarına ve günün değişik
saatlerindeki durum larına göre değişen görü­
nüşlerini canlandırmaya çalıştılar. Stüdyo ye­
Eric Kay rine açık havada çalışarak su, hava, insanlar,
Kuzey İzlanda'daki küçük B lo nd uos kasabası. yapılar, Güneş ışığının etkisi altında nasıl
görünüyorsa, öyle tuvale geçirildi. Kısa fırça
yatm a sahipti. İzlanda’da 12. ve 13. yüzyıllar­ darbeleriyle yapılan bu resimlerde bazen m o­
da yazılmış saga adı verilen destanlar İzlanda zaiği andıran bir görünüm ortaya çıkıyordu.
tarihine ilişkin değerli bilgi kaynaklarıdır İzlenimciler’in çoğu aynı konunun çeşitli
(bak. Saga). Bu dönemde şiir de çok gelişmiş­ koşullar altındaki durum unu işleyerek “resim
ti. Öykü ve şiirlerin çoğu kâğıda dökülm eden dizileri” hazırladı. Sözgelimi kavak ağaçları­
önce ağızdan ağıza dolaşarak kuşaktan kuşa­ nın ya da nilüferlerin gündoğum undan, gün-
ğa aktarılmış ve bunların birçoğu 13. yüzyılda batımına kadar saatten saate değişen farklı
Edda adlı biri düzyazı, öteki koşukla yazılmış ışık koşullarındaki durum unu, renklerin, bi­
iki kitapta toplanmıştır. çimlerin ve gölgelerin sürekli değişimini tuva­
Ortaçağdan sonra gelişimi yavaşlayan İz­ le geçirdiler.
landa edebiyatında, gene de sagaların etkisini İzlenimci ressamların ilk temsilcileri olan
taşıyan değerli yapıtlar yer alır. Önemli çağ­ Claude M onet, Auguste R enoir, Alfred Sis-
daş yazarlar arasında doğa ve din konulu ley ve Frederic Bazille ilk sergilerini 1874’te
şiirleriyle Einar Benediktsson, geçmiş ve çağ­ Paris’te açtılar (bak. MONET, CLAUDE; R e n o i r ,
daş İzlanda yaşamını anlatan romanlarıyla P i e r r e -A u g u s t e ) . M onet’nin bu sergide yer
G unnar Gunnarsson ve H alldor K. Laxness alan İzlenim : Gün Doğum u (1872) adlı yapıtı
sayılabilir. Bu yazarlardan 1955 Nobel Edebi­ akıma adını verdi. M onet bütünüyle açık
yat Ödülü sahibi Laxness’in Saika Valka ve havada çalıştığı bu yapıtında, güneşin doğuşu­
İzlandalı Bir Genç (Saika Valka ; 1930-32) nu, ışığın su üzerindeki yansımalarını gördüğü
A to m Durağı (A tom stödin; 1948) adlı rom an­ andaki gibi parlak renklerle tuvaline yansıt­
ları Türkçe’ye çevrilmiştir. İzlanda, nüfusuna mıştı.
oranla, dünyada en çok kitap yayımlanan bir İzlenimcilik m odern resim sanatındaki ilk
ülkedir. büyük devrimci harekettir. İzlenimci yapıtla­
rıyla ün kazanan Fransız ressamlar Edouard
İZLENİMCİLİK, Fransa’da 19. yüzyılın so­ M anet, Edgar Degas, Camille Pissarro, Paul
nunda ortaya çıkan bir resim akımıdır. İzle­ Cezanne ve Berthe M orisot da bulunuyordu
nimci ressamlar, yaklaşık 200 yıldır resim (bak. C ezan n e, Pa u l; D eg a s, E d g a r ; M anet
sanatını yönlendiren kurallara ve kısıtlamala­ E d o u a r d ; P is s a r r o ,
C a m il l e ) . İzlenimciler
ra karşı çıktılar. başta Paris ve çevresi olmak üzere, Manş
Eskiden daha çok konusunu dinden ya da Denizi ve Kuzey Denizi kıyılarının, Sen Irma-
tarihten alan resimler yapılıyordu. İzlenimci­ ğı’nın iki yakasındaki küçük köylerin resimle­
ler çeşitli konulara el attılar. Canlı renkler rini yaptılar. Bu resimlerin çoğu bugün dün­
kullanarak yaptıkları resimlerde taptaze duy­ yanın en değerli sanat koleksiyonları arasın­
gular ve pırıl pırıl bir dünya sergilediler. dadır.
İZLENİMCİLİK 169

Paul Cezanne'ın Sainte-


Victorie Dağı adlı tab losu .
Cezanne, Fransa'nın
g ü n e yin d e A ix - e n - .
Provence yakınlarını
gösteren bu resm i, de ğişik
b içim le rd e b irço k kez yaptı

Philadelphia Museum o f Art (solda);


The A rt Institute o f Chicago (altta)

G eorges S eu rat'nın Jatte Adası'nda B ir Pazar Günü , Öğleden Sonra adlı bu ta b lo su saf ren kle rin sayısız
küçük no ktala r b iç im in d e yan yana g e tirilm e s iy le o lu şm u ştu r.
170 İZMARİT

İzlenimciler birlikte sekiz resim sergisi dü­


zenlediler. Bunlardan, 1874’te fotoğrafçı Na-
dar’ın atölyesinde düzenlenen ilk sergiye 30,
1886’da düzenlenen sonuncu sergiye ise 17
sanatçı katıldı. 1880’lerin ortalarından sonra,
kendi estetik anlayışları doğrultusunda, kişi­
sel ve özgün üsluplarını geliştiren bazı ressam­
lar, farklı eğilimler gösterdi. Renk ve ışık
konusunda yeni teknikler geliştirildi. Geç
İzlenimcilik olarak adlandırılan dönemin ön­
de gelen adı Georges Seurat, saf renklerin
palette karıştırılmadan, noktalar halinde yan
yana getirildiği noktacılık (pointilizm) tekni­
ğini benimsedi. Paul Cezanne, Vincent van
Gogh ve Paul Gauguin, Geç İzlenimcilik
Photograph: Giraudon (üstte) izlerini taşıyan eşsiz güzellikte yapıtlar verdi­
ler (bak. G a u g u i n , P a u l ; S e u r a t , G e o r g e s ; V a n
G o g h , V i n c e n t ) . B u konuda daha ayrıntılı
bilgiyi RESİM SA NA TI maddesinde bulabi­
lirsiniz.
İzlenimcilik daha sonra müzik alanında da
kendini gösterdi. İzlenimci olarak nitelenen
besteciler arasında Claude Debussy ve Mauri-
ce Ravel sayılabilir (bak. D e b u s s y . C l a u d e ;
R a v e l , M a u r ic e ) .

İZMARİT, eti beyaz ve lezzetli, avlanması


zevkli ve uğraş gerektiren bir balıktır. Yaz
aylarında yediden yetmişe tüm am atör balık­
çılar kıyılardan, iskele üstlerinden, sandallar-

The Fogg Museum, Harvard Urıiversity (altta) The A rt Irıstitute o f Chicago

Üstte: Pierre-
A ug uste R enoir'ın
M oulin de la
Galette'teki Balo
adlı tab losu .
Ortada: Claude
M o n e t'n in Saint-
Lazare Garı
adlı tab losu .
Altta: Claude
M o n e t'n in
Günbatımında
Saman Yığınları
tab losu . Sanatçı
aynı nesnenin
re sm in i gü nü n ve
yılın değişik
zam anlarında
yaparak, ışığın
yara ttığı renk
d e ğ iş im le rin i
, .. ~ yakalam aya
'v * çalışm ıştır.
İZMİR 171

dan, çeşit çeşit, irili ufaklı, kamışlı kamışsız


İZM İR İL İN E İL İŞ K İN B İL G İL E R
oltaları denize sallandırarak izmarit avlar.
İzmarit kıyıya yakın dip sularında dolaştığın­ YÜZÖLÇÜMÜ: 11.973 km2.
dan, denize atılan olta dibe kadar indirilir. Bu NÜFUS: 2.317.829 (1985).
olta istavrit avındaki gibi yapay yemli bir İL TRAFİK NO: 35.
çapari değil, canlı yem takılmış bir köstekli İLÇELER: Bornova, Buca, Karşıyaka, Konak, Menderes;
Aliağa, Beydağ, Bayındır, Bergama, Çeşme, Dikili,
oltadır. İzm arit, acemi balıkçıların oltasından Foça, Karaburun, Kemalpaşa, Kınık, Kira, Menemen,
Ödemiş, Seferihisar, Selçuk, Tire, Torbalı, Urla.
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Dikili, Foça, Çeşme, Seferihisar ve
G üm üldür kıyıları; Balçova-Çatalkaya teleferiği;
Asansör; Yamanlar-Karagöl, Tanay, Uzunkuyu, Bel-
kahve, Pamucak, Teos Ormanı, Dereboğazı, M ersinli
kahve ve Çamlık orman içi dinlenm e yerleri; Balço-
va-Agam em non, Çeşme-Şifne, Bergama-Güzellik,
Menemen, Seferihisar, Bayındır, Foça (Phokaia), La-
risa, Erythrai, Klazomenai, Teos, Lebedos, Kolop-
hon, Klaros, Notion ve Efes (Ephesos) ilkçağ kent
kalıntıları; Meryem Ana Evi; Bayraklı; Kadifekale;
A rtem is Hamamı; Kızılçullu ve Selçuk sukemerleri;
İzm ir Agorası; Çeşme ve Selçuk kaleleri; Belevi Tü-
Bir d ip balığı olan izm a rit beslenirken ağzını körük m ülüsü ve Mezar Anıtı; Bergama, Ödemiş ve Tire
g ib i uzatabilir. ulucam ileri; Faik Paşa, Hisar, Hacı Hüseyin (Başdu-
rak), Kestane Pazarı, Ali Ağa, Hatuniye, Çorak Kapı,
Konak, Kurşunlu, Şadırvan, İkiçeşmelik, Salepçioğlu,
yemi kapmakla ünlüdür. Gerçekten öne doğ­ İsa Bey, Mehmed Bey, Kazganoğlu, Yeni, Paşa ve
ru iyice uzayıp geri çekilebilen körüklü ağzı Rüstem Paşa Cam ileri; Kızlarağası, M irkelam oğlu ve
yem dışında, bitki hayvan dem eden küçük Karaosmanoğlu hanları; Sultan Şah, Mehmed Bey,
İbn Melek ve Süleyman Şah türbeleri; İzmir Saat Ku­
deniz canlılarını büyük bir beceriyle toplam a­ lesi; İzmir Atatürk ve Menemen Kubilay anıtları;
sını sağlar. Uluslararası İzmir Fuarı; İzmir Arkeoloji, İzmir Resim
ve Heykel, İzmir Atatürk, Efes Arkeoloji, Bergama ve
İzmarit (Spicara maena) ortalam a 15-20 Tire müzeleri.
cm, en çok 25 cm uzunluğunda bir balıktır.
Gövdesi yanlardan basık, gözleri iri, sırt
yüzgecinin öndeki diken ışınları çok sert, Türkiye’nin üçüncü büyük ilidir. Nüfus yo­
gövdesinin ortaya yakın bir bölgesi kara ğunluğu açısından da İstanbul ve Kocaeli
lekeli, sırtı kahverengimsi boz, karnı beyaz­ illerinin ardından üçüncü sırada yer alır.
dır. İlkbahara rastlayan ürem e mevsiminde “E ge’nin incisi” olarak adlandırılan İzmir
vücudu menevişlenirken üst bölümünde laci­ kenti Ege Bölgesi’nin en önemli ticaret,
vert lekeler belirir. sanayi, ulaşım, kültür, eğitim, turizm ve
Centracanthidae familyasından olan izmari­ hizmet m erkezidir ve aynı zamanda Türki­
tin yakın akrabalarından istrongilos (Spicara ye’nin önde gelen dış ticaret limanıdır.
smaris) ve beyazgöz (Spicara flexuosa) türleri
de Türkiye’yi çevreleyen bütün denizlerde Doğal Yapı
bulunur. İzmarite çok benzeyen bu balıkların Ege Denizi’ne kıyısı olan il toprakları, kuzey­
gövdesi biraz daha ince ve uzundur. Ayrıca de M adra Dağı’ndan güneyde Aydın Dağla-
istrongilosun gövde lekesi beyazgözden çok rı’na kadar uzanır. İlin kuzeyde Balıkesir
daha belirgindir. iliyle komşu olan kesiminde yer alan M adra
Dağı’nın bir bölümü M arm ara Bölgesi sınırla­
İZMİR ili, Ege Bölgesi’nin batı kesiminin rı içinde kalır.
ortalarında yer alır. İl toprakları batı kültürü­ İl topraklarını, doğu-batı doğrultulu akarsu
ne kaynaklık eden uygarlıkların kurulduğu vadileriyle; denize dik sıralar oluşturarak bu
yörelerden biridir. Bu topraklarda söylence­ vadileri birbirinden ayıran dağlar ve dağ
lerden destanlara, heykelden resm e, mimarlı­ dizileri engebelendirir. Güneyde Aydın D ağ­
ğa, dinsel inanışlardan felsefeye uzanan çok ları, Aydın iliyle doğal sınır oluşturur. İzmir
yanlı bir kültür birikimi oluşmuştur. İzmir ilinin en yüksek noktası Bozdağlar dizisi
nüfus açısından İstanbul ve A nkara’dan sonra içinde 2.159 m etreye ulaşan Bozdağ’dır. Baş­
172 İZMİR

lıca yükseltiler ise M adra Dağı (1.344 m etre), uzanan U rla Yarım adası’dır. Bu çıkıntının
Dumanlıdağ (1.098 m etre), Yam anlar Dağı kuzey kesimine Karaburun Yarımadası, batı­
(1.076 m etre), Nif Dağı da denen Kemalpaşa ya doğru uzanan bölümüne de Çeşme Ya­
Dağı (1.506 m etre) ile Karaburun Y arım ada­ rımadası denir.
sındaki A kdağ’dır (1.218 m etre). İzmir ili kıyılarındaki başlıca girintiler Diki­
Bu dağların ya da dağ dizilerinin birbirin­ li, Çandarlı, İzmir ve Kuşadası körfezleridir.
den ayırdığı akarsuların geniş tabanlı vadile­ Bu girintilerden kara içine en çok sokulanı
rinde yer alan verimli ovalar İzmir ilinin İzmir Körfezi’dir. Bu önemli girinti dik bir
başlıca tarım alanlarıdır. Bu düzlüklerin en açıyla birleşen dış ve iç körfezlerden oluşur.
önemlileri Kınık, Bakırçay, M enem en, Ke­ Körfezin korunaklı iç kesimi yüzünden İzmir
malpaşa (Nif) ve Küçük M enderes ovalarıdır. tarih boyunca önemli bir liman kenti olarak
İzmir ili topraklarının sularını toplayan kalmıştır. 19. yüzyıla kadar iç körfeze dökü­
başlıca akarsular Bakırçay, Gediz ve Küçük len Gediz Irm ağı’nca taşman alüvyonların
M enderes ırmaklarıdır. Bu akarsular Ege İzmir limanını doldurm akta olduğu görülün­
Denizi’ne dökülür. Başlangıç kolları M adra ce, 1886’da bu ırmağın akış yönü dış körfeze
Dağı’nın kuzey kesiminden kaynaklanan Ko- çevrildi. Eskiden dibi kumla kaplı ve suyu
caçay ise önce Manyas G ölü’ne, daha sonra temiz olan iç körfezde denize girilebilir, balık
da M arm ara Denizi’ne ulaşır. tutulabilirdi. 1960’lardan sonra sanayi ve kent
Karmaşık bir doğal yapısı olan İzmir ilinin atıklarıyla hızla kirlenen bu kesimde uzun
kıyıları da oldukça girintili çıkıntılıdır. Bu süredir ne denize girilebilmekte ve ne de balık
durum , eski jeolojik çağlarda yerkabuğunda yaşayabilmektedir.
oluşan kırılma, çökme ve kıvrılmalarla ilgili­ İzmir ilinde önemli bir göle rastlanmaz.
dir. Günüm üzde akarsu vadileri olarak görü­ Kıyıdaki akarsu deltalarında denizkulağı da
len kesimler, kırılmalar sonucunda çökmüş denen bazı küçük lagünler vardır. İl kıyıları
birer çöküntü alanıdır. Bu nedenle yörede sık açığındaki başlıca kara parçaları Uzunada ile
sık deprem ler olur. Bu çöküntü alanlarının Hekim Adası’dır.
aşağı kesimlerinin deniz suları altında kalması Akdeniz ikliminin etkisinde kalan İzmir
sonucu birçok körfez ve yarımada ortaya ilinde yazlar çok sıcak ve kurak, kışlar ise ılık
çıkmıştır. İl kıyılarındaki başlıca çıkıntı, Ege ve yağışlı geçer. Alçak yerlere kar yağışı ise
Denizi’ne doğru bir çekici andırır biçimde yok denecek kadar azdır. 40 yılı aşkın bir

Ege B ö lg e si'n d e y e r alan İzm ir,


T ü rk iy e 'n in üçüncü bü yük ilid ir.
İZMİR 173

süredir kış mevsiminde İzmir kentine, yerde


kalacak kadar kar yağmamıştır.
İlin alçak kesimlerinde doğal bitki örtüsü
m akilerden oluşur. Dağlık bölgelerin kuytu
kesimlerinde meşe ve kestane topluluklarına,
yüksek kesimlerinde ise kızıl çam ve kara çam
topluluklarına rastlanır. Kozak Dağı’ndaki
fıstık çamı korulukları, yöre halkı için önemli
bir geçim kaynağı olan çamfıstığı üretim
alanıdır.

Tarih
Yontm a Taş D evri’ne ilişkin bazı buluntulara
Nezih Başgelerı
da rastlanan yörede yapılan çeşitli kazı ve
Son yılla rd a ya p ıla n kazılarda o rtaya çıkarılan Efes'te
araştırm a sonuçları il topraklarındaki ilk yer­
Roma d ö n e m in d e n kalm a Yam aç Saraylar.
leşim yerinin İÖ 3000’lerde kurulduğunu gös­
term ektedir. Lelegler ile Karyalılar’ın yaşadı­
ğı bu yöre, Hitit kaynaklarında Assuva adıyla Büyük İskender tarafından M akedonya Kral-
geçen bölgenin sınırları içindeydi. Eski Yu­ lığı’nın topraklarına katıldı. D aha sonra Se-
nan kaynaklarındaki adı ise A sia’dır. İÖ levkos ve Bergama (Pergamon) krallıklarına
1200’lerden sonra D or istilasına uğrayan Yu­ bağlanan İzmir ve çevresi İÖ 133’te Rom a
nanistan’dan göç eden İyonlar’ın yoğun ola­ İmparatorluğu’nun egemenliği altına gir­
rak yerleştiği bu bölge, İyonya (bak. İ y o n y a ) di. Roma İmparatorluğu’nun İS 395’te ikiye
adı verilen toprakların içindeydi. İyonlar İz­ bölünmesi üzerine yöre Doğu Rom a İm para­
m ir’in bugünkü il sınırları içinde Phokaia torluğu’nun (Bizans) sınırları içinde kaldı.
(Foça), Erythrai (Çeşme), Klazomenai (U r­ Bizans yönetimi 11. yüzyılın ikinci yarısına
la), Smyrna (İzmir, Bayraklı), Teos ve Ephe- kadar sürdü. 1076’da İzmir ve çevresi Kutal-
sos (Efes) kentlerini kurdular. İlin kuzeydeki mışoğlu Süleyman Şah tarafından yeni kurul­
topraklarına gene Yunan Y arım adasından muş olan Anadolu Selçuklu Devleti’nin top­
göçen Aioller yerleşmişti. raklarına katıldı. Kutalmışoğlu Süleyman
İÖ 7. yüzyılda Lidya, İÖ 6. yüzyılda da Şah’ın ölümünden sonra güçlü bir donanma
Pers egemenliğine giren yöre, İÖ 334’te kurarak Ege Denizi’ni denetimi altına alan
Çaka Bey’in yönetimine giren İzm ir/ 11.
Nezih Başgelerı
yüzyıl sonlarında gene Bizanslılar’ın eline
geçti. 1317’de yöreyi egemenliğine alan'Aydı-
noğulları 1329’da da İzm ir’i alarak başkentle­
rini buraya taşıdılar (bak. A n a d o l u BEYLİK­
LERİ).
1390’da Kadifekale’ye girip yöreyi Osmanlı
Devleti’ne bağlayan Yıldırım Bayezid liman­
daki kaleyi alamadı. 1402’de yapılan A nkara
Savaşı’ndan sonra İzmir’i ve tüm yöreyi ege­
menliği altına alan Timur bu toprakları yeni­
den Aydınoğulları’nın yönetimine verdi.
1426’da Osmanlı topraklarına katılan İzmir
yöresi 19. yüzyıl sonlarında Aydın vilayetinin
sınırları içindeydi.
İÖ 5. yüzyılda K o lo p h o n 'u n (bu gü n D e ğirm endere) I. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan
lim anı olarak kurulan N o tio n 'd a ilk kazılar
20. yüzyılın başlarında gerçekleşti. Resim de burada Mondros M ütarekesi’nden güç alan İtilaf
Devletleri, 1919’un ilk günlerinde büyük bir
174 İZMİR

İzm ir kentinde
K ad ifeka le'n in
ete klerinde ki A gora
İS 178'de yapılm ıştı.

Nezih Başgelerı

donanmayla İzmir Körfezi’ne girdi. Paris merkezi olan İzmir kenti, Türkiye’de dem ir­
Barış K onferansının 12 Mayıs 1919’da verdiği yolu ulaşımı olanağına kavuşan ilk yerlerden
bir kararla İzmir yöresi Y unanistan’ın deneti­ biriydi. D aha 19. yüzyılda demiryolu ulaşımı
mine verildi. 15 Mayıs 1919’da Yunan asker­ sağlanarak liman, dış pazara açıldı. İç kesim­
lerinin işgaline uğrayan İzmir ve yöresi, K ur­ lerden elde edilen tarımsal ürünler ile m aden­
tuluş Savaşı’nın askeri açıdan sona erdiği 9 ler kolaylıkla İzmir limanına taşınmaya baş­
Eylül 1922’de işgalden kurtuldu (bak. KURTU­ landı. İzmir’deki ilk sanayi kuruluşları ilin
LUŞ SAVAŞI). tarımsal ürünlerinin am balajlanm asında ya da
işlenmesinde hizmet veriyordu. Bu kuruluşla­
Ekonomi rın yönetimi ile dış ticaret büyük ölçüde
Nüfusunun yüzde 22’si kırsal kesimde yaşa­ yabancıların elindeydi.
yan İzmir ilinde başlıca ekonomik etkinlikler Günüm üzde il sanayisi çeşitlenmiş ve T ür­
sanayi, ticaret, tarım ve turizmdir. Verimli kiye çapında önem kazanmıştır. İldeki başlıca
topraklara, elverişli iklim koşullarına ve sula­ sanayi kuruluşları kimya, besin, yünlü ve
ma olanaklarına sahip olan İzmir ilinde kent­ pamuklu dokum a, konfeksiyon, m akine,
sel nüfusun çokluğuna karşın halkın önemli elektronik, otomotiv, gemi yapımı ve çimen­
bir kesimi geçimini tarımsal etkinliklerde todur. Bugün ilin en büyük sanayi kuruluşları
bulunarak sağlar. İlin iç kesimlerine kadar Aliağa Rafinerisi ve Aliağa Petrokim ya Mü-
sokulan oluk biçimli ve oldukça geniş akarsu essesesi’dir. İzmir ilinin ayrıca oldukça canlı
vadilerinde yoğun olarak tarım yapılır. En bir küçük sanayisi vardır. H er yıl 26 Ağus-
çok yetiştirilen bitkisel ürünler karpuz, üzüm, tos’ta açılıp 20 Eylül’de kapanan Uluslararası
patates, buğday, zeytin, dom ates, çiğit, ka­ İzmir Fuarı son yıllarda İzmir kenti ve ili
vun, pam uk, incir, mısır ve arpadır. İzmir dışında çevre illerde de yaşamın hareketlen­
kentinin gereksinmesinin karşılanması, tu ­ mesini sağlamıştır.
rizm ve dış satış olanaklarının gelişmesine Zengin doğal ve arkeolojik değerlere sahip
bağlı olarak turfanda sebzecilik ile şeftali ve olan İzmir ili turizm açısından da önem taşır.
satsuma tipi m andalina başta olmak üzere Güm üldür, Çeşme, Foça ve Dikili kıyılarında
meyvecilik ve çiçekçilik giderek yaygınlaş­ birçok turistik tesis vardır. Bergam a’daki
m aktadır. Gediz ve Küçük M enderes vadile­ tarihsel yapı kalıntılarını ziyaret etm ek am a­
rindeki bağlarda Sultaniye ve G üneş Damlası cıyla Ege A d alan ’ndan gelen yabancı turistler
adlarıyla anılan kurutulmaya elverişli çekir­ Dikili iskelesinden giriş yapar. Çeşme iskele­
deksiz üzüm üretilir. Tütün üretimi ise eski siyle Sakız (Khios) arasında feribot seferleri
önemini yitirmiştir. Hayvancılığın büyük bo­ yapılır. Efes ve Meryem A na Evi’ni ziyaret
yutlara ulaşmadığı İzmir ilinde koyun yetiştiri­ etm ek için gelen turistleri taşıyan gemiler
lir; tavukçuluk, arıcılık ve balıkçılık yapılır. İzmir limanı ile il sınırları dışındaki Kuşadası
İzm ir’in çipura balığı ünlüdür. iskelesine yanaşır.
Ege Bölgesi’nin en önemli ticaret ve sanayi M aden cevheri ve sıcak madensuları bakı­
İZMİR 175

mından oldukça zengin olan il topraklarında dolu ağaçların ve suları dizlerine kadar gelen
altın, gümüş, cıva, kurşun, çinko, demir, küçük bir gölün bulunduğu bir yere atılmış.
antim on, m erm er ve zım para taşı yatakları Su ve yiyecek bakım ından bu kadar uygun bir
vardır. Türkiye’nin başlıca tuz üretim tesisi ortam da bulunan Tantalos, susayıp içmek için
olan Çamaltı Tuzlası, Gediz Irmağı deltasın- göle eğildiğinde sular çekilir, meyvelerden ye­
dadır. mek için elini uzattığında dallar uzaklaşırmış.
Bugün İzmir kentinin gecekondulaşma alanı
Toplum ve Kültür içindeki Yam anlar Dağı yamaçlarında bulu­
İlkçağda bu yöredeki başlıca kentler, kıyıda nan ve büyük olasılıkla İÖ 7. yüzyıldan kalma
kurulan ticaret kolonileri ile iç kesimde yer bir mezarın Tantalos’un mezarı olduğu sanıl­
alan ve önemli ulaşım merkezi olabilecek yer­ m aktadır.
lerde oluştu. Büyük ticaret gelirleriyle kısa İzmir kenti bir ticaret kolonisi olma özelli­
sürede zenginleşen bu kentler giderek önemli ğini çok uzun süre taşımıştır. Kent halkının
birer kültür merkezi durum una da geldi. önemli bir bölümü yerli Rum lar, Türkm enler
Bugün İzmir ilinin çeşitli yörelerinde günü­ ve yabancı tüccarlardan oluşuyordu. Pers-
müzden 2.000, 2.500, hatta 4.000 yıl öncesine ler’den kaçan Erm eniler ile engizisyondan
ilişkin tarihsel yapı kalıntılarına rastlanabilir. (bak. ENGİZİSYON) kaçan Y ahudiler’in bir bö­
Dünyanın Yedi H arikası’ndan dördüncüsü sa­ lümü kente yerleşti. D aha sonra Kafkasya,
yılan Efes’teki Artem is Tapınağı’nın bazı sü­ Kırım, Rumeli ve Ege A daları’ndan göç eden
tunları Ayasofya’nın yapımında kullanılmıştır Türkler ile Yunanistan ve Ege A daları’ndan
(bak. DÜNYANIN YEDİ HARİKASI). gelen R um lar’ın yerleşmesiyle kentin nüfusu
Zengin bir kültürel tarihe sahip olan İzmir, arttı. 19. yüzyılda içine kapalı bir yaşam süren
pek çok söylencenin de doğduğu yerdir. Bun­ Türkler genellikle tarım ve küçük üretimle;
lardan biri Yam anlar D ağı’nda oturan ve mi­ Rum lar bakkallık, eğlence yeri işletmeciliği,
tolojideki tanrıların sofrasına kabul edilen İz­ gemicilik ve değişik işkollarında işçilikle;
mir Kralı Tantalos’undur. Bir gün tanrıları zi­ Frenk ya da Levanten denen batılılar genel­
yafete çağıran Tantalos, onlara kestirip pişirt­ likle sanayi, ticaret, komisyonculuk ve demir­
tiği öz oğlu Pelops’un etini sunmuş. Durum u yolu işletmeciliğiyle; Erm eniler ticaret ve
anlayan Zeus, Pelops’u hem en yaşama dön­ bankacılıkla; Yahudiler de sarraflık ve ko­
dürmüş ve Tantalos’u ağır biçimde cezalan­ misyonculukla uğraşıyordu.
dırmaya karar vermiş. Tantalos’a verilen ce­ Osmanlı Devleti sınırları içinde düzenli ola­
za, eskiden beri “Tantalos İşkencesi” adıyla rak ilk gazete İzmir’de yayımlanmıştır. Ya­
anılır. Söylenceye göre Tantalos meyvelerle bancılar tarafından 1824’te çıkartılan bu gaze­

N ezih Başgelen

Ö d e m iş'in B irgi kasabasında Çakırağa Konağı ve iç


176 İZMİR

tenin adı “İzmirli” anlamına gelen Smyrneen’ kapınar yöresine yerleşerek Navlokhon adıyla
di. D aha sonra çeşitli dillerde ve Türkçe gaze­anılan bir kent kurdular.
telerin de yayımlandığı İzm ir’de gene ülkede Kurulduğu dönem de Bayraklı, A nadolu’
ilk kez görülen spor etkinlikleri düzenlendi. daki bazı yerleşim yerleri gibi Smurne adıyla
İzm ir’de futbol ve yelken yarışmalarının yanı anılıyordu. D aha sonra İyonlar ile A ioller’in
sıra at yarışları da yapılırdı. yaşamaya başladığı kent, Eski Yunanca’da
İzmir yöresine özgü başlıca geleneksel el yazıldığı gibi Smyrna olarak adlandırıldı. İyon
sanatları dokumacılık, urgancılık, keçecilik, yazımında Smirni ya da Zmirni adı zamanla
iğne oyacılığı ve boncukçuluktur. Yörenin ha­ İzmir’e dönüştü.
lı, kilim ve cicimlerindeki motiflerle canlı Önemli bir ticaret kolonisi haline gelen İz­
renkler, Türkm en yaşamının çizgilerini yansı­ mir, İÖ 4. yüzyıla gelindiğinde artan nüfusu
tır. İzmir yöresindeki Türkm en aşiretleri 20. nedeniyle surların dışına taştı. Bu sırada B ü­
yüzyılın başına kadar yaygın biçimde doku­ yük İskender tarafından M akedonya Krallığı
macılıkla uğraşmışlardır. Bergama ve köyle­ topraklarına katılan kent, genişletilerek yeni­
rinde hemen her evde bir dokum a tezgâhı bu­ den yapıldı. Bu kentten günümüze ulaşan
lunurdu. Kilim, halı, cicim, sili, heybe ve başlıca tarihsel yapı kalıntıları A thena Tapı­
çuval başlıca dokum a ürünleridir. Kilimler nağı ile bazı konutlar, parke yol ve Tantalos’
yöreden yöreye, aşiretten aşirete farklı adlar un mezarıdır.
alır. Örneğin Yağcı-Bedir A şireti’nde sili tek­ Kentin sur dışına taştığı İÖ 300’lerde ise
niği ile “narınç kilim” dokunur. Sili tekniğin­ körfezin güney kesiminde yer alan Pagos D a­
de kilim ters ve düz yüzleriyle ayrı ayrı görü­ ğı eteklerinde yeni bir kent kuruldu. Yüksek
nüm dedir. Aynı teknikle dokunan cicim ve kesiminde Kadifekale’nin bulunduğu Yeni İz­
silide m otifler farklıdır. Silide m otifler bütün
mir, kentin ikinci tarihsel çekirdeğini oluştu­
zemini kaplar ve aralıksız bir biçimde tüm yü­ rur. İÖ 370’teki şiddetli bir deprem de önemli
zeye yayılır. Cicimde ise motifler sık olmayan ölçüde yıkıma uğrayan kentin yeni bölümü
bir dizi içinde sıralanır. Rom alılar tarafından imar edildi. Kentin bu
bölümünden günümüze ulaşan başlıca tarihsel
İl Merkezi: İzmir yapı kalıntıları ise tiyatro, stadion, Kızılçullu
İzmir kentinin tarihsel çekirdeği iki kesimden sukem erleri, gymnasion, agora, bazilika ve
oluşur. Bunlardan ilki, daha eski olan Bay­ stoalardır.
raklı Höyüğü’dür. İlk kez İÖ 3000’lerde yer- K ent, iki parçalı yapısını yüzyıllarca koru­
leşildiği sanılan Bayraklımda İÖ 2000’lerde Le- du. Pagos’taki yeni kent küçük bir yerleşmey­
legler yaşıyordu. H ititler’den etkilendiğine ken, Bizans döneminde bir tersane yapılan
ilişkin bilgiler bulunan kent, o dönem de taş Eski İzmir, gelişen ve canlı bir ticaret m erke­
tem eller üstünde yükselen kerpiçten bir surla ziydi. 11. yüzyıl sonlarında Paleia Smyrna
çevriliydi. İÖ 12. yüzyılda Efes’ten gelen adıyla anılan eski liman kenti Cenevizliler’in,
İyonlar Bayraklı’nın güneyinde bugünkü Hal- Kadifekale ise BizanslIlar’ın yönetimindeydi.

N ezih Başgelerı

İzm ir kentinin
K adifekale'den g ö rü n ü m ü .
İZNİK GÖLÜ 177

Paleia Smyrna, 13. yüzyılda uluslararası bir A nkara ve İstanbul’da olduğu gibi İzm ir’de
liman kenti durum una geldi. Yıldırım Baye- de M erkez ilçe yoktur. Yoğun bir iş merkezi
zid 1390’da Kadifekale’yi aldı, ama eski kenti haline gelen ve eskiden M erkez ilçe olarak
ele geçiremedi. Aydınoğulları döneminde yönetilen alanda 1987’de yapılan bir düzenle­
Türkm enler Kadifekale’ye yerleşmeye başla­ meyle Buca, Konak ve M enderes ilçeleri ku­
dı. Türkler, Tim ur döneminden sonra Kadife- rulmuştur. Kuzeyde Bostanlı’dan Bornova’
kale’nin eteklerine de yerleşmeye başladılar. nın güneydoğusuna, güneyde Buca’nın doğu­
Tarihi boyunca çeşitli deprem ve yangınlarda sundan Güzelbahçe’nin batısına kadar uzanan
birçok kez yıkılan kent yeniden yapıldı. O s­ İzmir, Ege Bölgesi’nin en büyük, Türkiye’nin
manlI döneminde kentin asıl gelişimi ise üçüncü büyük kentidir. E-23 ve E-24 kara­
19. yüzyıla rastlar. yollarının kesişme noktasında yer alan İzmir
19. yüzyılda ülkenin savaşlarda yitirilen çe­ kenti, M enderes’teki uluslararası havalimanı
şitli bölgelerinden gelen göçlerle nüfusu artan ve önemli limanıyla Türkiye’nin başlıca ula­
kentin Kadifekale ve etekleri ile Basmane yö­ şım m erkezlerindendir.
relerinde Türkler’in, kıyı kesimiyle yakın çev­ G ünüm üzde İzmir’deki başlıca eğitim ve
resinde de A vrupalılar’ın, Rum lar’ın ve öteki kültür kurum lan Ege ve Dokuz Eylül üniver­
etnik toplulukların oturduğu m ahalleler yer siteleri ile İzmir Devlet Tiyatrosu, Devlet
alıyordu. Nüfus artışının yanı sıra rıhtımın ya­ O pera ve Balesi’dir. Son yıllarda İzmir’de dü­
pılıp limanın geliştirilmesi, Alsancak-Aydın, zenlenen uluslararası düzeydeki festival et­
Basm ane-Kasaba (Turgutlu) demiryollarının kinliklerinin bazı gösterileri Efes Antik Tiyat-
açılması, kent içinde tramvay seferlerinin baş­ rosu’nda yapılır.
laması kentin aşağı ve yukarı kesimlerinin de Kentin nüfusu 1.489.772’dir (1985).
birleşmesine yol açtı. İzm ir’in ünlü K ordon’u
da bu dönem de yapıldı. Elektrik ve havagazı İZMİT bak. K o c a e li.
olanaklarına da kavuşan kentin karşı kıyısın­
da kurulan yerleşme alanı ise önce Kordelia İZNİK GOLU, M arm ara Bölgesi’nin en bü­
diye anıldı; sonra da Karşıyaka adını aldı. yük gölüdür. G örünüm ü bir elipsi andıran
Körfezin çevresine yayılmaya başlayan İzmir’ göl, bölgenin Güney M arm ara bölümünde
in kıyı semtleri vapur seferleriyle birbirine yer alır. Uzunluğu 30 kilometreyi, genişliği ise
bağlandı. Bazı sanayi tesislerinin de kurulm a­ 10 kilometreyi aşan gölün yüzölçümü 298
ya başlandığı İzm ir’de kentsel hizmetlerin he­ km2’dir. En çukur yerinin derinliği ise 65 m et­
men hemen tüm ü yabancıların yönetimindey­ redir.
di. İzmir Belediyesi’nin kuruluşu da 1871’e İznik Gölü yerkabuğunun çökmesi sonu­
rastlar. 18. yüzyıl başlarında ancak 30 bin ka­ cunda ortaya çıkan çukurlardan birinin sular­
dar olan kent nüfusu 20. yüzyıl başlarında 200 la dolmasıyla oluşmuştur. Kuzeyinde Samanlı
bini aşıyordu. Dağları, güneyinde ise Avdan Dağı’nın yük­
I. Dünya Savaşı’ndan sonra yaklaşık 3,5 yıl seldiği göl, yağmur ve kaynak suları ile Kara-
süren Yunan işgalinden kurtulmasının hemen dere ve Kocadere (Sölöz Deresi) tarafından
ardından çıkan büyük bir yangın başta Alsan- beslenir. Deniz düzeyinden 85 m etre yüksek­
cak olmak üzere Kordon ile çevresindeki liğinde olan gölün batı kesiminden sızan sula­
semtleri yıkıma uğrattı. D aha sonra bu ala­ rın oluşturduğu G arsak (Karsak) Suyu, G em ­
nın bir bölümüne Uluslararası İzmir Fuarı lik Körfezi’ne dökülür.
kuruldu. Lozan Barış Antlaşm ası’nın imza­ Suları tatlı olan İznik Gölü ile çevresi doğal
lanmasından sonra İzm ir’den Y unanistan’a güzellikleri ve tarihsel zenginlikleriyle ilgi çe­
giden Rum lar’ın yerine Ege Adaları ve Y una­ kici bir yöremizdir. Gölde balık ve kerevit av­
nistan’dan gelen Türkler yerleştirildi. K entte­ cılığı yapılır. İznik G ölü’nde avlanan kerevit­
ki öteki önemli nüfus hareketi ise 1950’lerden ler yurtdışına satılır. Göl kıyıları bağlar, bah­
sonra yaşandı. Bu sırada Türkiye çapında baş­ çeler ve zeytinliklerle çevrilidir. Yazın suları­
layan kırsal kesimden kentlere göçlerin bir nın sıcaklığı 25°C’yi bulan göl kıyılarında tu­
bölümü de İzmir’e yöneldi. ristik tesisler vardır.
178 JAGUAR

İznik G ölü, M arm ara


B ö lg e si'n in en büyük
gö lü d ü r.

Füsun Yaraş

Gölün doğu kıyısında 14.-17. yüzyıllar ara­ olarak önemini korudu. İznik 17. yüzyıl so­
sında önemli bir çinicilik merkezi olan İznik nunda çini imalathaneleri kapanıncaya kadar
kenti yer alır. Göle adını veren bu kentin İÖ Osmanlı çiniciliğinin de önde gelen m erkezle­
4. yüzyıl sonlarında kurulduğu sanılmaktadır. rinden biriydi. Kent ile çevresinde yapılan ka­
Kurucusu olan A ntigonos’un adıyla Antigo- zı ve araştırm alar sonucunda ele geçen çeşitli
neia diye anılan kente, daha sonra yöreyi ele buluntular İznik M üzesi’nde sergilenmek­
geçiren Lysimakhos, karısının Nikaia olan tedir.
adını verdi. Nikaia, Rom a döneminde önemli Yörenin doğal ve tarihsel zenginliklerini
bir yerleşim yeriydi. Bu dönemde yapılan ve geniş çapta duyurup tanıtm ak amacıyla
uzunluğu 4 kilometreyi aşan surlar ile üç kapı­ 1989’da “İznik ve Çinicilik Yılı” etkinlikleri
sı bugün hâlâ ayaktadır. düzenlenmiştir.
Nikaia, Rom a ve Bizans dönemlerinde Hı-
ristiyanlar’ın önemli bir dinsel merkeziydi.
11. yüzyılda T ürkler’in akınlarına uğrayan İz-
nik’i 1075’te Kutalmışoğlu Süleyman Şah ala­
rak, kurduğu Anadolu Selçuklu D evleti’nin
başkenti yaptı. Kent 1097’de Haçlılar’ca geri
alınarak Bizans’a verildi. 13. yüzyıl başında
Konstantinopolis (İstanbul) Haçlılar’ca ele
geçirilince buraya gelen BizanslIlar İznik (Ni­ JAGUAR (Panthera onca), kedigillerin A m e­
kaia) Rum İm paratorluğu’nu kurdular. Bir­ rika’da yaşayan en yırtıcı ve iri üyesidir.
çok kilise ile sukemerleri ve bugün gölün sula­ Büyük bölümü Güney A m erika’daki orm an­
rı altında kalmış bir saray kentteki başlıca Bi­ larda ve A rjantin’in pam palarında yaşar. Es­
zans yapılarıdır. kiden A m erika’nın daha kuzeyinde de olduk­
1331’de İznik, O rhan Bey tarafından Os­ ça sık rastlanm akla birlikte, artık buralarda
manlI topraklarına katıldı. Osmanlı Beyliği’ sayıları çok azalmıştır.
nin başkenti bir süre için Bursa’dan buraya Jaguar yaklaşık 60 santimetrelik çizgili kuy­
taşındı. Osmanlı döneminde de İznik’de bir­ ruğu dışında 2 m etreye yaklaşan uzunluğuyla
çok m edrese, cami, hamam ve türbe yapıldı. parstan (bak. PARS) daha iri yapılı bir hayvan­
İstanbul’dan A nadolu’ya uzanan yol üzerinde dır. Yakın akrabası olan parsa oldukça ben­
bulunan İznik uzun süre bir konaklam a yeri zer. Am a bacakları daha kısa ve çok güçlü,
JAMAİKA 179

ada boyunca doğuya doğru yükselerek uzanır.


Doğudaki Blue Dağları’nın (Mavi Dağlar)
2.256 metrelik doruğu, adanın en yüksek
noktasıdır. Kuzeybatının kireçtaşından tepe­
leri, tropik yağmurlarla parçalanarak, büyük
çukurlara ve hendeklere dönüşmüştür. Bu
bölgeye Cockpit Country denir. Birçok yerde
tepelerle kıyıların arasında bereketli ovalar
uzanır. Bir zamanlar adada yaşayan A ravak
Yerlileri buraya “Pınarlar Ülkesi” anlamına
gelen Xaymaca adını vermişlerdi. G erçekten
de adadaki 100’den fazla akarsu dağlardaki
pınarlardan beslenir. Batıdaki Black Irmağı
ve doğudaki Rio G rande dışında kalan akar­
ARDEA
sular ulaşıma elverişli genişlikte değildir. B a­
Ja g u a r A m e rika 'ya özgü b ir ha yvan dır; am a taklıklar arasından kıvrılarak akan Black Ir-
g ü nü m üzde Kuzey A m e rika 'd a hem en hem en hiç mağı’nda küçük tekneler işler. Rio G rande’de
kalm am ıştır. ise eğlence amacıyla sal gezintileri yapılır. Rio
Cobre ve Black gibi bazı ırm aklardan elektrik
başı daha büyüktür. Sarımsı kahverengi postu enerjisi elde edilir.
siyah lekelerle kaplıdır. Bu lekeler sırtında ve Jam aika’nın çok gelişmiş limanları vardır.
yanlarında içi noktalı rozetlerden, öbür bö­ Güneydoğudaki Kingston limanı 12 km uzun­
lümlerinde beneklerden oluşur. Bazı jaguar­ luğunda doğal bir dalgakıranla korunur. Öbür
ların postu sarı ya da beyaz üstüne siyah limanlar Port M orant, Old H arbour, kuzey
beneklidir. Ayrıca tümüyle siyaha yakın koyu kıyısındaki M ontego Bay, Falmouth, St.
renkte olanları da vardır. Am a böylelerine A nn’s Bay, Port M aria ve Port A ntonio’dur.
ender olarak rastlanır. Dişiler yılda bir kez Son yıllarda alüminyum cevherinin taşınması
gebe kalır ve 2-4 arasında yavru doğurur. için boksit şirketlerinin girişimiyle yeni liman­
Orm anda yaşayan jaguarlar ağaçlarda pu­ lar yapılmıştır.
suya yatarak kuşları ve maymunları, akarsu Jam aika’nın iklimi ılımandır. Kıyıların nem
kıyılarında dolaşarak kaplumbağaları ve su­ yoğunluğu yüksek sıcak havası, dağlara çıkıl­
daki balıkları avlar. Bazen tapir gibi başka dıkça yerini güzel bir serinliğe bırakır. Çoğun­
hayvanların da peşine düşerler. Ovalarda lukla mayıs ve ekim ayları arasında kuzey ve
koyun ve sığırlar önemli besin kaynakları doğu kesimlerde şiddetli sağanaklar görülür.
arasındadır. Genellikle geceleri duyulan kük­ Karayib Denizi’ndeki öbür adalarda olduğu
reyişleri gırtlaktan gelen öksürmeyle hom urtu gibi Jam aika’da da yaz sonlarında zaman
karışımı bir sestir. Ormanların yok edilmesi
ve postları için avlanmaları nedeniyle birçok
bölgede soyları tükenmiş ya da tükenmek
üzeredir.

JAMAİKA. Karayib Denizi’ndeki büyük ada­


lardan biri olan Jam aika, aynı zamanda İngi­
liz Uluslar Topluluğu’nun bağımsız bir üyesi­
dir. K üba’nın yaklaşık 150 km güneyinde
uzanan adanın doğusunda, Haiti ve Dominik
Cumhuriyeti adlarında iki ayrı devlete bölün­
müş bulunan Haiti Adası yer alır. Jamaika,
Haiti A dası’ndan Jamaika Boğazı’yla ayrılır.
Jam aika çok dağlık bir adadır. Sıradağlar
180 JAMAİKA

bulunur {bak. K a p o k ). Dağlardaki orm anlar­


J A M A İ K A 'Y A İLİŞKİN B İLG İLE R
da sürünücü bitkiler ve orkide gibi çiçekli
YÜZÖLÇÜMÜ: 10.991 km2.
bitkiler kendiliğinden yetişir. A dada çingülü
NÜFUS: 2.407.000 (1988). ve gelinduvağı gibi parlak çiçekli çalılar da
YÖNETİM: İki m eclisli anayasal krallık. büyük ölçüde yetiştirilmektedir. Kıyı kesi­
BAŞKENT: Kingston. mindeki ovalarda hindistancevizi ve kaktüs
DOĞAL YAPI: Dağlık bir ada; en yüksek yeri 2.256 (bak. K a k t ü s ) görülür. Kendiliğinden yetişen
metre; kıyılarda, özellikle güneyde ovalar vardır.
meyveli bitkiler arasında m anyok, ararot,
DIŞARIYA SATILAN BAŞLICA ÜRÜNLER: Alüm ina (alü­
m inyum oksit) ve boksit, şeker, muz, rom, yeniba­ guava ve ekmekağacı sayılabilir. Jam aika’da
har, meyve suları, kahve, kakao, puro, zencefil. timsah ve tatlı su kaplumbağaları dışında
ÖNEMLİ KENTLER: Kingston, Spanish Town, Portmore, dikkate değer yabanıl hayvan türü çok azdır.
M ontego Bay.
EĞİTİM: Ücretsiz ve zorunludur. Yükseköğrenim de
Papağan, kolibri ve ötücü kuşlardan parlak
ücretsizdir. tüylü tangara çok görülen kuşlardandır.

zaman şiddetli fırtınalar büyük zarara yol Halk ve Ekonomi


açar. Daha önceden Jam aika’da yaşayan Aravak
Jam aika’da bitki örtüsü çeşitlidir. 15. yüz­ Yerlileri 16. yüzyılın başlarında İspanyollar’ın
yılda sık ormanların bulunduğu adada, tarım kıyımına uğradı. Çoğu altın m adenlerinde
alanı açmak ve ev yapmak için ağaçların çalıştırılmak için O rta A m erika’ya götürülen
önemli bir bölümü kesilmiştir. Cockpit Coun- Y erliler’in yerine A frika’dan Siyah köleler
try peygamberağacı, m aun, abanoz ve sedir getirildi. D aha sonra adayı alan İngilizler,
gibi değerli kerestelik ağaçlarla kaplıdır. A da­ İngiliz topraklarında köle ticaretinin yasak­
daki en büyük boylu ağaç kapok ağacıdır. landığı 1807’ye kadar aynı uygulamayı sürdür­
Kalın gövdesinden kano da yapılan kapok düler. Bu tarihte Jam aika’da 300 binden fazla
ağacının tohum kılıfı içinde kapok ya da Cava köle bulunuyordu. A dada kölelik ancak
pamuğu adı verilen yumuşak ve kabarık lifler 1833’te yasaklandı (bak. KÖLELÎK).
Jamaican High Com mission

1966 İng iliz U lu sla r T o p lu lu ğ u O yunları için Jam a ika 'n ın başkenti K in g sto n 'd a yap ılan m od ern stadyum .
JAMAİKA 181

Jam aika’nın nüfusunun büyük bir bölümü­


nü A frika’dan getirilen Siyah köleler ve bun­
larla karışmış olan beyazların soyundan ge­
lenler oluşturur. Ayrıca Çinli, Hintli, Porte­
kizli ve İngiliz azınlık grupları da vardır.
Resmi dil İngilizce’dir. Jam aikalılar’ın çoğu
Hıristiyan’dır. Adanın nüfus yoğunluğu ol­
dukça yüksektir.
Toprakların yalnızca küçük bir bölümünün
ekilebilmesine karşın, Jam aika’da tarımın
önemli bir yeri vardır. Başlıca ürünler şeker­
kamışı, muz, kahve, turunçgiller, hindistance­ ZEFA
vizi, tütün, kakao, zencefil ve yenibahardır. Jam a ika 'n ın eski başkenti S panish T ow n.
Ekilebilir alanların büyük bir bölümü büyük
çiftlik sahiplerine aittir. Küçük toprak sahip­
leri ise yerel pazarlarda satmak için mısır, ğu mahallelerin yanı sıra gecekondu m ahalle­
pirinç ve sebze, dış ülkelere satm ak için de leri ve işsizlik yaygındır. Kingston’dan yakla­
turunçgiller ve muz yetiştirir. A dada hemen şık 19 km içerde 1872’ye kadar adanın baş­
hemen bütün et gereksinimini karşılayacak kenti olan Spanish Town yer alır. Kuzeybatı­
kadar sığır, ayrıca da keçi ve kümes hayvanı daki Montego Bay önemli bir turistik m erkez­
beslenir. dir. Görkemli bir çağlayanın yanında kurulu
Ülkenin başlıca sanayileri arasında giyim, bir sahil kasabası olan Ocho Rios (Sekiz
ayakkabı, dokum a, çimento, boya, inşaat Irm ak) gibi bazı yerlerin adı İspanyolca’dan
gereçleri ve tarım makineleri sayılabilir. A da­ gelir.
nın en önemli gelir kaynağı turizmdir. Jam aika’da gelişmiş karayolları ve King­
Dünyanın bilinen en büyük boksit rezervle­ ston’dan Montego Bay’e ve Port A ntonio’ya
ri Jam aika’dadır (bak. BOKSİT). Alüminyu­ ayrılan devlete ait demiryolu vardır. A vrupa,
mun elde edildiği bir cevher olan boksitin Güney ve Kuzey A m erika, Hindistan, Avus­
çıkarılması henüz 1952’de başladıysa da, bu­ tralya ve Yeni Zelanda’dan gelen gemiler
gün adanın en büyük sanayi kolu durum unda­ Jam aika’ya uğrar. Palisadoes ve Montego
dır. Büyük m iktarlarda çıkarılan boksit gemi­ Bay’de büyük havalimanları vardır.
lerle Kanada ve A B D ’ye gönderilir. Dünya
boksit üretiminin beşte birini sağlayan Jam ai­ Tarih
ka, Avustralya’dan sonra dünyanın ikinci Jam aika’yı 3 Mayıs 1494’te Kristof Kolomb
büyük boksit üreticisidir. Jam aika’da alçıtaşı keşfetti. O zamanlar buralarda Aravak Yerli­
da çıkarılır. Ayrıca büyük bir petrol rafinerisi leri yaşıyordu. 1509’da adaya bir İspanyol vali
kurulmuştur. atandı. Zam an zaman İngilizler’in baskınları­
Jam aika’nın başkenti, Blue D ağları’nın na uğramasına karşın, ada 1655’e kadar İs­
eteklerindeki Liguanea Ovası’nda kurulmuş panyol yönetiminde kaldı; bu tarihte İngiliz­
olan Kingston’dır. 1907’nin Ocak ayındaki ler, İspanyollar’ı adadan çıkardı. İspanyollar’
büyük deprem kentin eski kesimini yerlebir m özgür bıraktığı Siyah kölelerden bazıları
ettiğinden, kentte bugün daha çok modern dağlara kaçtı ve uzun yıllar özgürlükleri için
yapılar vardır. Limanı koruyan dalgakıranın mücadele etti. Adanın başka yerlerinden kur­
ucunda, 17. yüzyılda O rta A m erika’daki İs­ tulup gelen köleler de onlara katıldı. Kaçak
panyol kolonilerine baskınlar düzenleyen köleler 1783’te, denetim altında tuttukları beş
korsanların üssü olan Port Royal kasabası kasabanın egemenlik hakkını elde ettiler.
bulunur. Plantasyon denen büyük şeker, kahve ve
Kingston’un çevresinde, doğal güzellikler kakao çiftliklerinden elde edilen kazançlar,
içinde m odern evlerin yer aldığı büyük bir adanın gelişmesini sağladı. Adada yetişti­
banliyö vardır. Kentte güzel evlerin bulundu- rilen muz, kısa zamanda kârlı bir ürün oldu.
182 JAMES

1866’da İngiliz sömürgesi durum una gelen mayı başardı. Kilise bile krala boyun eğmek
Jam aika, 1884’ten sonra giderek artan bir zorunda kaldı. James, İskoçya’da sanayinin
özerklik elde etti. 1944’ten beri adada halkın geliştirilmesine çalıştı ve başkaldıran baronlar
seçtiği iki meclisli bir parlam ento bulunm ak­ arasında barışı sağladı. 1603’te I. Elizabeth’in
tadır. 1950’lerde anayasa, parlamentoya Ja ­ ölümü üzerine İngiltere kralı olduktan sonra
m aika’nın kendi işleri üzerinde daha çok da İskoç Parlam entosu’nu denetimi altında
denetim yetkisi verecek biçimde değiştirildi. tutmayı başardı.
Jamaika İngiltere’nin 1958’de kurduğu kısa İngiliz gemileri bu dönemde denizaşırı top­
ömürlü Batı Hint Adaları Federasyonu’nun raklara seferler düzenliyordu. James hem
önde gelen ülkelerinden biriydi. Federasyon Katolikler’i, hem de Protestanlar’ı hoşnut
31 Mayıs 1962’de dağıldı ve 6 Ağustos’ta etmeye çalışırken, iki tarafın da tepkisine yol
Jamaika bağımsız bir ülke oldu. 1970’lerde açtı. I. James öldükten sonra yerine I. Charles
toprak reformu yapıldı. geçti.
Jam aika’nın devlet başkanı genel valinin James II (1633-1701). II. James, I. James’
temsil ettiği İngiliz hükümdarıdır. Başbakan in torunu ve II. Charles’ın kardeşidir. II.
beş yılda bir yapılan genel seçimle işbaşına Charles’ın tahta geçmesinden sonra, York dü­
gelir. kü sanını taşıyan James, cesareti ve çalışkanlı­
ğıyla tanındı. 1665’te Hollandalılar’ı yendi.
JAMES (İngiltere Kralları). Tarihte, İngil­ Jam es’in Katoliklik’i benimsemesi ve bir Ka­
tere ve İskoçya’yı yöneten James adında iki tolik prensesle evlenmesi bütün ülkede tepki
kral vardır. İkisi de Stuart hanedanındandır. yarattı. Parlam ento, daha önce Katolikler’in
Kral ile parlam ento arasındaki mücadele I. resmi görev almasını yasaklayan bir yasa çı­
James döneminde başlamış, 1688’de parla­ karmıştı. James, bütün resmi görevlerini bıra­
mentonun zaferiyle II. James tahttan indiril­ karak İngiltere’den ayrıldı.
miştir. 1685’te İngiliz tahtına geri çağrıldı. Protes­
James I (1566-1625). I. James, İskoçya tan M onmouth dükü ile İskoçya’da Argyll dü­
Kraliçesi Mary ile onun ikinci kocası Henry kü kendisine karşı iki ayrı ayaklanma başlattı­
Stuart’ın oğludur. 1567’de annesinin tahttan lar. Am a, James bu ayaklanmaları bastırmayı
çekilmesi üzerine henüz bir yaşındayken VI. başardı.
James adıyla İskoçya kralı oldu. Parlam entonun muhalefetine karşın koyu
İngiltere’ye sığınan M ary, 1587’de Kraliçe bir Katolik yanlısı politika uygulamaya başla­
Elizabeth'in buyruğuyla idam edilince, ülkeyi yan James 1688’de İngiltere’den kaçmak zo­
İskoç baronlar yönetti. runda kaldı. Parlam ento, Jam es’in kızı Mary
D aha sonra James güçlü bir yönetim kur­ ile kocası William’ı Jam es’in yerine tahta

National Portrait Gallery, Londra

17. yüzyılda İn g ilte re 'yi


yön e te n ve ikisi de
S tu a rt hanedanından
gelen Jam es adlı iki kral.
Solda: I. Jam es.
Sağda: II. Jam es.
JAN DARK 183

geçmeleri için İngiltere’ye çağırdı. (Ayrıca yerleşti. 20 yıldan daha uzun bir süre Lon­
bak. İNGİLTERE.) dra’da yaşadı, sonra Manş Denizi’nde eski bir
liman kenti olan Rye’e taşındı.
JAMES, Henry (1843-1916). Sonradan İngi­ Jam es, 50 yıldan daha uzun süren yazarlık
liz uyruğuna geçen A B D ’li yazar Henry yaşamında 100 kısa öykü, ikisi tam am lanm a­
James romanları, kısa öyküleri, gezi,ve eleşti­ mış 23 roman, çok başarılı olmayan 12 oyun,
ri yazılarıyla, yaşadığı dönem de ün kazanmış derlendiğinde 10 ciltten fazla tutacak edebiyat
ve 20. yüzyıl düzyazı edebiyatının gelişmesine eleştirisi, 7 gezi kitabı, 3 özyaşamöyküsü, 2
önemli katkılarda bulunmuştur. yaşamöyküsü ve edebi değeri olan 15 binden
H enry James dinsel yazılar yazan varlıklı ve fazla m ektup yazdı. Romanları arasında ilk
saygın bir yazarın oğlu olarak New Y ork’ta romanı olan Roderick Hudson (1876), The
doğdu. Çocukluğunda A vrupa’ya sık sık yol- American (1877; “Am erikalı”), The Euro-
H ulton Picture Library peans (1878; “A vrupalılar”), Daisy Miller
(1878), The Portrait o f a Lady (1881; “Bir
Kadının Portresi”) ve What Maisie Knew
(1897; “M aisie’nin Bildiği”) sayılabilir. The
Wings o f the Dove (1902; “Güvercinin K anat­
ları”), Ambassadors (1903; “Elçiler”) ve The
Golden Bowl (1904; “Altın Kâse”) adlı üç
romanı en değerli yapıtları sayılmaktadır.
Washington Meydanı (Washington Square;
1880), Yürek Burgusu (The Turn o f the
Screw; 1898) ve Daisy Miller dilimize çevrilen
yapıtlarıdır.

JAN DARK (1412-1431), Fransa’nın en bü­


yük ulusal kahram anıdır. Fransızlar bu dö­
nemde bir yandan İngiltere’yle Yüz Yıl Savaş-
ları’nı sürdürürken bir yandan da kendi arala­
ABD d o ğ u m lu yazar Henry Jam es. rında mücadele ediyorlardı (bak. Yüz Yil
SAVAŞLARI). 1415’te Agincourt Savaşı’nı kaza­
culuk yapması sonucunda Atlas O kyanusu’ nan İngiltere Kralı V. Henry, Fransa kralının
nun ötesindeki insanları yakından tanıdı. kızıyla evlenerek Fransa’nın kuzeyini deneti­
A B D ’liler ve Avrupalılar arasındaki farklar, mi altına almıştı. Yapılan bir antlaşmaya göre
töre ve ahlaksal değer çatışmaları yapıtlarının İngiltere kralı Fransa’nın da kralı sayılıyordu.
belkemiğini oluşturdu. Halk arasında Fransa’yı bir kızın kurtaracağı­
Romanları ve kısa öykülerinde yer alan na ilişkin yaygın bir inanç vardı. H enry’nin
Yenidünya’nın insanları saf, coşkulu ve de­ 1422’de ölmesinden sonra İngilizler savaşta
m okratik eşitlik ülküsüne yürekten bağlı in­ gerilemeye başladıysa da Fransızlar’ı asıl bir­
sanlardır. Eskidünya’lılar ise bilge, yıpran­ leştiren Jan D ark oldu.
mış, yozlaşmış ve soylu sınıfın geleneklerine Jan D ark, Fransa’nın doğusundaki Maaş
bağlı kişilerdir. James yapıtlarında sürükleyici (Meuse) Irmağı üzerinde bulunan Domremy
bir olay örgüsünden çok, karşıt kültürleri köyünde doğdu. Yoksul bir köylü ailesinin
yansıtan bu insanların arasındaki etkileşimi kızıydı ve okum a yazma bilmiyordu, ama
tem el alır. dinsel duyguları çok güçlüydü. 13 yaşınday­
James, 1864-75 yılları arasında zamanını ken, bazı Hıristiyan aziz ve azizelerin kendisi­
A B D ’de yayımlanan dergiler için kısa öyküler ne görünerek onunla konuştuklarını ve ondan
ve kitap eleştirileri yazarak geçirdi. Kısa saraya giderek veliaht Prens Charles’ın Fran­
öykülerinin ve gezi yazılarının yer aldığı ilk iki sa kralı olarak taç giymesine yardımcı olması­
kitabı 1875’te yayımlandı. 1875’te İngiltere’ye nı istediklerini söylüyordu.
184 JAPONBALIĞI

meye ve oradaki katedralde taç giymeye razı


etti. 17 Temmuz 1429’da taç giyen veliaht,
VII. Charles adıyla Fransa kralı oldu.
Charles kral olmakla yetinmişti, oysa Jan
D ark Paris’i de almaya kararlıydı. Kenti
kuşattıysa da kralla birlikte geri çekildi. Kral
ona ve ailesine soyluluk sanı verdi. Jan
D ark’ın köyünden alman vergileri de kaldır­
dı. Ne var ki, Jan D ark’ın ödüllerde gözü
yoktu. Onun tek isteği İngilizler’i Fransa’dan
çıkarmak ve savaşı sona erdirmekti.
Bu amaçla Mayıs 1430’da Burgonya dükü­
nün kuşatmasını kaldırmak için güneydoğu­
daki Compiegne’ye gitti; ama orada Burgon-
yalılar’a tutsak düştü. Tacını Jan D ark’a
borçlu olan kral onu kurtarm ak için hiçbir
çaba göstermedi. İngilizler kasım ayında Jan
D ark’ı Burgonyalılar’dan satın aldılar ve as­
keri karargâhlarının bulunduğu R ouen’da
hapsettiler. Kaçma girişimleri sonuç vermedi
ve engizisyonda dine karşı gelmek ve büyü­
Giraudorı
cülük yapmakla suçlandı (bak. ENGİZİSYON).
Bir 16. yüzyıl Fransız elyazm asında y e r alan bu Uzun ve adaletsiz bir yargılamadan sonra,
m in ya tü rd e Jan Dark Fransızlar'a ön cü lü k ederken. İngiliz yanlısı mahkeme Jan D ark’ı kilisenin
sapkınlık adını verdiği inançlara sahip olmak­
Jan D ark, 1428’de Domremy yakınlarında­ la suçladı ve yakılarak öldürülmesine karar
ki Vaucouleurs kentine giderek kale kom uta­ verdi. Paris Üniversitesi’nden de görüş alına­
nı R obert de Baudricourt’a kendisini Tanrı’ rak suçlamalara hukuksal bir kılıf hazırlan­
nın gönderdiğini söyledi ve veliahta gidebil­ mak istendi. Haftalarca sorguya çekilen Jan
mek için yanma bir birlik vermesini istedi. D ark yanlış davrandığını kabul etti ve pişman
Vaucouleurs halkı Jan D ark’a bir at, De olduğunu söyledi. Bu duruşmaya inançların­
Baudricourt da bir kılıç verdi. Erkek giysileri dan vazgeçtiğini göstermek için kadın giysile­
giyen Jan D ark kendisine eşlik edenlerle riyle çıkartıldı. Am a birkaç gün sonra yeniden
birlikte, veliahtın yaşadığı Chinon’a doğru erkek giysileri giyerek büyük bir cesaretle
yola çıktı. Bu uzun yolculuk sırasında İngiliz- pişmanlığını geri aldı ve suçsuz olduğunda
ler’e ya da onlarla birlikte Fransa’ya karşı diretti. Sonunda 30 Mayıs 1431 günü R ouen’
savaşan Burgonya dükünün ordusuna tutsak da yakılarak öldürüldü.
düşmemek için geceleri yolculuk etm ek zo­ 25 yıl sonra, ailesinin başvurusu üzerine Jan
rundaydı. Veliaht Jan D ark’ın kendisini tanı­ D ark’ın yaptıkları ve duruşması yeniden de­
yıp tamyamayacağım denemek için soyluların ğerlendirildi. Papa onun suçsuz olduğunu
arkasında duruyordu. Jan D ark doğruca açıkladı. “Orleans Bakiresi” adıyla Fransa’
Charles’a yaklaşarak “Soylu veliaht, ben sana nın yurtseverlik simgesi haline gelen Jan
ve senin krallığına yardım etm ek için Tanrı Dark, 1920’de papalık tarafından azize ilan
tarafından gönderildim” dedi. edildi. Fransa’da, Orleans Kalesi’nin İngiliz-
D aha sonra Jan D ark az sayıda askerle ler’den kurtarıldığı 8 Mayıs 1429 gününü
birlikte, erkek gibi zırh giyerek, İngilizler’in anmak için, her yıl mayıs ayının ikinci pazarı
kuşattığı O rleans’a doğru yola çıktı. Orleans ulusal bayram olarak kutlanmaktadır.
kentini ve birkaç kaleyi Mayıs 1429’da İngiliz-
ler’den geri almayı başardı. Veliahtı Fransa’ JAPONBALIĞI. Sazangillerin bir türü olan
nın güneydoğusundaki Reims üzerine yürü­ japonbalığı (Carassius auratus) sazana ben­
JAPONYA 185

zer. Am a sazanın vücudu daha iridir ve ağız lir. Bazılarının vücudu çeşitli renklerle alaca-
kenarlarında bıyık denen etli uzantılar vardır lanmıştır. A vrupa’nın doğu, Asya’nın batı
(bak. Sa z a n ). kesimlerine dağılmış olan Carassius carassius
Japonbalığınm anayurdu gerçekte Çin’in türü de havuzbalığı adıyla tanınır. Türkiye’
güney kesimleridir. Bu bölgedeki tatlı sular­ nin M arm ara Bölgesi’ndeki göl ve akarsular­
da, kahverengimsi yeşil renkli doğal örnekleri da doğal olarak yaşayan bu tür, japonbalığına
günümüze kadar yaşamını sürdürm üştür. İÖ çok benzer. Birçok kentteki parkların ve özel
4. yüzyıldan kalma Çin belgelerinde kırmızı bahçelerin havuzlarını süsleyen balıklar da bu
renkli balıklardan söz edilmektedir. Bu ayrık­ türdendir. Bütün havuzbalıkları ilkbahar ve
sı örnekler yakalanarak kendi aralarında üre­ yaz başlarında ürer. Havuzların su bitkileriyle
tilmiş, elde edilen yeni kuşaklar yıllar boyu zenginleştirilmesi ya da havuzların dibine
sabırla ayıklanarak renk, desen ve biçim bitkisel m addelerin konması dişilerin yumurta
özelliklerini yavrularına geçirebilen soylar ge­ dökmesi için uygun bir ortam yaratır.
liştirilmiştir. Çin’de başlatılan daha sonra Japonbalığınm akvaryumlarda yetiştirilen
Japonya’da sürdürülen seçmeye dayalı üretim çok güzel birçok soyu vardır. Bu balıklar
çalışmaları sonucu görünüşleri çok farklı bir­ genellikle 5-10 cm uzunluğundadır. Am a ba­
çok soy ortaya çıkmıştır. Japonbalıklarının zılarının uzunluğu 3 santimetreyi aşmaz. H a­
A vrupa’ya girişi ise 17. yüzyıldan sonraki vuzlarda yetiştirilemeyecek ölçüde narin yapı­
tarihlere rastlar. lı olmakla birlikte oda içindeki akvaryumlar­
Yıllar geçtikçe yetiştirildikleri havuzlardan da bir ısıtıcıya gereksinim duymadan yaşaya­
ve gölcüklerden çevredeki göllere ve akarsu­ bilirler. “Tülkuyruk” , “aslanbaş” ve “teles­
lara yayılan bu balıklar yırtıcı hayvanlar kop” , akvaryum meraklılarının iyi bildiği
karşısında korunmasız kalmışlardır. İnsanla­ soylar arasındadır. Tülkuyruk suda dalgala­
rın istekleri doğrultusunda geliştirilen renk ve nan çok gelişmiş yüzgeçleriyle, aslanbaş iri
başı ve başının gerisinde yeleye benzer şişkin
ARDEA
bölümle, teleskop dışarıya doğru çıkık gözle­
riyle dikkat çeker. Renkleri genellikle kırmı­
zıdır. Ama bazı teleskop gözlü japonbalıkları-
nın vücudu kapkaradır.
Japonbalıklarının biçim ve renk farklarına
karşın beslenme alışkanlıkları birbirlerine
benzer. Yiyecek olarak sumercimeği ya da
ince kıyılmış ıspanak gibi bitkisel besinlerin
yanı sıra solucan gibi hayvansal besinlerin
verilmesi de gereklidir. Akvaryum balıkları
için hazırlanmış her çeşit kuru yem japonba-
lıklarına da verilebilir.
Jap on ba lıkları renk, biçim ve b o y u t bakım ından çok
çe şitlidir. JAPONYA, Büyük Okyanus’un kuzeyinde,
bir adalar ülkesidir. Asya kıyısından, Japon
desenleri doğal ortam larda gizlenmelerini Denizi ile ayrılır. Japonya’yı oluşturan adalar
güçleştirdiği için daha iri balıklar, balıkla zincirinin güneybatı ucu, K ore’den yaklaşık
beslenen kuşlar ve memeliler için kolay birer 175 km, Çin’den de yaklaşık 800 km uzaklık­
avdırlar. tadır. En kuzeydeki Japon adasının,
Japonbalığınm havuz ve göllerde yetiştiri­ SSCB’nin Sibirya kıyılarına uzaklığı 300 kilo­
len, havuzbalığı adıyla tanınmış birçok soyu m etreden azdır.
vardır. Uzunlukları genellikle 15-30 cm dola­ Japonya, dört büyük ve yüzlerce küçük
yında olan bu balıklar yabanıl örneklerine adadan oluşmuştur. Bunlardan en büyük ve
benzer biçimde ve iriliktedir. Am a renkleri en önemli olanı Honşu (H ondo) A dası’dır.
parlak kırmızı, altın sarısı ya da beyaz olabi­ Japonya’nın Tokyo, Yokoham a, Nagoya,
186 JAPONYA

uzanır. H onşu’nun kuzeyinde, iklimi çok da­


J A P O N Y A ' Y A İLİŞKİN B İLG İLE R
ha soğuk ve nüfusu az olan Hokkaido Adası
YÜZÖLÇÜMÜ: 377.815 km2. yer alır.
NÜFUS: 122.264.000 (1987). Japonya bir dağlar ve kıyılar ülkesidir. D ar
YÖNETİM: Anayasal krallık. vadilerden yükselen sarp dağları vardır. Bu
BAŞKENT: Tokyo. dağların, en yüksek ve en güzel olanı, Tok­
DOĞAL YAPI: Dört büyük dağlık ada (Honşu, Kiyuşiyu, yo’nun batısında yer alan ve yüksekliği 3.776
Şikoku ve Hokkaido) ile yüzlerce küçük adacıktan
oluşur. En yüksek dağı olan Fujiyama'nın yüksekliği metreyi bulan Fujiyam a’dır. Kıyılarda, birkaç
3.776 metredir. Çok sayıda etkin yanardağ vardır. küçük düzlük bulunur; toprağın beşte birin­
BAŞLICA ÜRÜNLER: Pirinç, tatlıpatates, patates, arpa, den azı ekilebilir durum dadır ve dağların
buğday, meyve, kömür.
çoğu, ağaçlar dışında hiçbir şey yetişmeyecek
SANAYİ: Dokuma, kimyasal maddeler, gemi yapım cılı­
ğı, çelik, makine, m otorlu taşıtlar, elektrikli aletler. kadar sarptır. Kısa, ama hızla akan ırmak ve
ÖNEMLİ KENTLER: Tokyo, Osaka, Nagoya, Kyoto, Yo­ derelerden elektrik üretimi için yararlanılır.
kohama, Kobe, Sapporo, Fukuoka, Kavasaki, Kitak- Kuzeye doğru akarak, Honşu kıyılarından
yuşyu.
EĞİTİM: 6-15 yaş arasında zorunludur.
geçen Kuro Şiyo Akıntısı’nın ılık suları adada
kışların fazla soğuk ya da uzun olmasını
engeller. A m a, Kuzey Kutup Bölgesi’nden
Osaka, Kyoto ve Kobe gibi başlıca önemli gelen soğuk akıntının etkisindeki Hokkaido
kentleri H onşu’nun güneyinde yer alır. A dası’nda, kışlar uzun ve sert geçer. Japon­
H onşu’dan, Japon İç Denizi ile ayrılan ya’nın güneyinde, sıcak ve nemli, neredeyse,
Şikoku Adası, başlıca pirinç üretim bölgele­ tropik yazlar görülür. Yağmur, haziran ve
rinden biridir. H onşu’nun güneybatısında, tem muz aylarında yaklaşık altı hafta boyunca
dar bir boğazın karşı yakasında, Japonlar’ın sürekli yağar.
ilk yerleştikleri ada olan, Kiyuşiyu Adası Japonya, etkin yanardağları ve çok sayıda

SS C B

TAYVAN

/ kuzey
KORE
JAPON DENİZİ

Jap on ya, Büyük


O kyanus'un batısında
ye r alan b ir adalar
zin cirin de n oluşur. D ört
ana ada (alttan üste
BÜYÜK OKYANUS do ğru ) şun la rdır:
K iyuşiyu, Şikoku,
Honşu ve Hokkaido.
JAPONYA 187

sıcak su kaynakları olan volkanik bir ülkedir. Japonya’da, böcekler de çok çeşitlidir. Ke­
Deprem ler zaman zaman büyük yıkımlara lebekler ve kınkanatlılar çok boldur. Yazın
neden olur. 1923’te, Tokyo’nun ve Yokoha­ ateşböceği, sonbaharda da kızböceği görülür.
m a’nın büyük bölümünü yerlebir eden ve 100 Ayrıca cırcırböceği, çekirge, kene gibi çeşitli
binden fazla insanın ölümüne yol açan dep­ böceklere rastlanır. Zehirli yılanlar ile tehli­
rem bilinen en büyük deprem dir. Çoğunlukla keli böcekler oldukça azdır.
tahtadan yapılan hafif Japon evleri, deprem ­ Japonya, çiçekli krallık diye de anılır.
lerin daha dayanıklı yapıları yıkabildiği bu Doğayı çok seven Japonlar, çiçek düzenleme
bölge için çok elverişlidir, ama bunlar da sanatı olan ikebana’yı geliştirme ve öğretm e­
kolayca yanabilir. Kentlerdeki, büyük mo­ nin yanı sıra yüzlerce çiçekli çalı ve ağacı da
dern yapılar, deprem lere dayanabilecek bi­ dünyaya tanıtmışlardır. İlkbaharda en çok
çimde, özel olarak tasarlanmış; çelik ve be­ rastlanan çiçekler, morsalkım, açalya, süsen-
tondan yapılmıştır. Ne var ki, dar sokaklar giller ve şakayıktır. Yazın göllerde, kırmızı ve
boyunca uzanan eski yapıların, sıkışık olarak beyaz lotüsler açar. Sonbaharda kırları kapla­
bulunduğu bölgeler, deprem ler sırasında çok yan kasım patılar, Japonya’nın ulusal çiçe­
tehlikeli olmaktadır. Sonbaharda, tayfun de­ ğidir.
nen zorlu fırtınalar görülür.
Halk ve Yaşam Biçimi
Kırsal Bölgeler ve Yabanıl Yaşam Düz siyah ya da koyu kahverengi saçlı, sarı ya
Kiraz, erik ve şeftali ağaçlarının çiçek açtığı da açık kahverengi tenli, çekik kahverengi
ilkbahar, Japonya’nın en güzel mevsimidir. gözlü ve yuvarlak yüzlü olan Japonlar, Moğol
Dağların yamaçları, çam, servi, ladin, sedir, ırkındandır (bak. Irk). Kuzeydoğu Asya’daki
köknar, kayın, meşe, huşağacı ve bambulardan komşuları Çinliler ve Koreliler ile yakın
oluşan, sık bir bitki örtüsü ile kaplıdır. Güney­ benzerlikleri vardır ama, tüm öteki halklar
deki alçak düzlüklerde, yaprağını dökmeyen gibi, Japonlar da başka ırklarla karışmış­
ağaçlar ve palmiyeler yetişir. lardır.
Japon adaları, kuzey güney doğrultusunda, Japonlar’ın, anakaradan adalara yaklaşık
çok uzun bir dizi biçiminde uzandığı için, 3.000 yıl önce geldiklerine inanılır. Gelenler,
ülkede çok değişik hayvan ve bitkiler bulu­ burada, adaların Y erliler’i olan A ynular’la
nur. Çok sayıda tilki, porsuk, susamuru, karşılaştı. Beyaz ırktan olan Aynular, açık
sansar, gelincik ve mink vardır. O rm anlarda, tenli ve oldukça tüylü insanlardı. Erkeklerin,
şebek denen pembe yüzlü küçük maymunlar sık sakalları vardı ve kadınlar evlendiklerin­
ve dağlardaki ırm aklarda, dev sem enderler de, ağızlarının üstüne, bıyığa benzer bir döv­
yaşar. Günümüzde büyük yabanıl hayvanlar me yaparlardı. Aynular, göç eden Asyalılar
oldukça azalmıştır, ama adalarda hâlâ ayı ve tarafından yavaş yavaş kuzeye, H okkaido’ya
kurta rastlanır. Çevredeki okyanus akıntıları sürüldüler ve daha sonra çoğu, yeni Japon
kıyılara çok sayıda balık getirir ve götürür. toplum u içinde eridi. Günümüzde yalnızca,
Japonya’nın denizleri kabuklu deniz hayvan­ 15 bin kadar Aynu bulunmaktadır.
ları açısından da zengindir. Batı kıyısında Japonlar, güzelliğe ve sanata çok düşkün­
kolları arasındaki uzaklığın 3 m etreye ulaştığı dür. Yaşamlarını toplum içindeki davranışla­
dev yengeçler yaşar. Ayrıca, balina, fok ve rını belirleyen katı kurallar düzenler; insanın
mors da vardır. kendi kendini denetlem esine çok önem veri­
D ört büyük adadaki 450 tür kuşun üçte lir. Görev her şeyden önce gelir. Son yıllar­
birini su kuşları oluşturur. Bu kuşların arasın­ da, Japonlar’ın birçoğu için işverene bağlı­
da pek çok eski Japon resminde görülen zarif lık, ulusal bağlılık kadar önemli sayılmakta­
ve ender rastlanır beyaz boyunlu Japon turna­ dır.
sı da vardır. Ilık bir kış geçirmek için kuzeyde Yakın bir dönem e kadar Japonya’da genç­
SSCB’den ve yazı geçirmek için güneyde Çin lerin hangi mesleği seçeceklerine ve kiminle
ve A sya’dan akın eden kuşlar yıl boyunca evleneceklerine, geniş bir akraba topluluğu
Japonya’ya gelirler. biçimindeki aileler karar verirdi. Japon evli­
188 JAPONYA

liklerinin yarısından çoğu hâlâ, anne ve baba­ ayakkabılarını kapının dışında çıkarır. Evler­
ların kararıyla olur. Çocukların çok sevildiği de ocak yeri ve baca yoktur. Kışın odalar
ve toplum içinde çok ender olarak azarlandı­ taşınabilen gaz sobalarıyla ısıtılır.
ğı Japonya’da evlerde katı bir düzen egemen­ Kentlerde yaşayan Japonlar, işlerine gider­
dir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra batı etkisiyle ken, Avrupalı gibi giyinir ve öğle yemekleri­
katı davranış kuralları gevşemeye başlamış ve ni, çoğu zaman batı türü lokantalarda yerler.
günümüzde yaşam, Japon erkekleri için oldu­ Kentlerde konutlar, yüksek apartm anların bir
ğu kadar, Japon kadınları için de daha özgür- dairesi ya da şirketlere ait lojm anlardır. Bazı
leşmiştir. Japonlar, evde giysilerini değiştirerek kim ono
Japonya’da “bağlılık” en çok ödüllendirilen giyer. Kimono, büyük ve süslü bir kemerle
erdem dir. G erek eski, gerek çağdaş oyunlar­ belden bağlanan bol bir giysidir. Bu gelenek­
da kahram anlar, bağlılığı, her şeyin üstünde sel giyim biçiminde, düz tahta ayakkabılar
tutar. Japonlar, II. Dünya Savaşı’nın sonuna kullanılır. Am a gençlerin çoğu ve çocuklar
kadar, im paratorlarını bir tür tanrı sayarlardı. gün boyu, pantolon, gömlek ve elbise giyer­
Hiç kimse im paratordan daha yüksek bir ler. Özellikle giyim konusunda giderek batılı -
yerde durarak ona yukarıdan bakamazdı. laşan Japonlar’ın arasından, günümüzün en
Evlerin üst katları im parator geçmeden önce önde gelen modacıları çıkmıştır.
boşaltılırdı. İm paratorları için ölmeye hazır Televizyon, mobilya ve m odern gereçlerle
olan Japonlar, II. Dünya Savaşı’nda impara­ döşenmiş, çağdaş Japon oturm a odası ve
tor, Japonya’nın teslim olduğunu açıklayınca- mutfağı, daha çok herhangi bir batı evine
ya kadar, kahram anca savaştılar. Savaştan benzer. Am a yatak odasında, tatami adı
sonra im paratorluk, anayasal krallık (bak. verilen döşeme vardır ve yatak yoktur. Japon
KRALLIK) oldu ve kral oldukça sıradan bir ailesi akşam yemeğinde, kotatsu denen elek­
insan gibi yaşamaya başladı. trikle ısıtılan bir masanın çevresinde toplanır.
Japonya’da kentlerin çoğunda batıya ben­ Sıcak tutan bir kumaşla kaplı olan bu masanın
zeyen bir yaşam biçimi görülür, ama kırsal altında aile bireyleri ayaklarını ısıtır.
bölgelerde halk hâlâ geleneksel Japon yaşam Japon yemeklerinde çok az et, tereyağı ve
biçimine sıkı sıkıya bağlıdır. Kırsal yaşam, peynir vardır. En önemli yemekleri bir kâse
yüzyıllardır çok az değişmiştir. Küçük ahşap içinde sunulan ve çubuklarla yenen pirinçtir.
evlerin, güneş alan yanları boyunca, odaların Balık, çok fazla ve bazen de çiğ olarak yenir.
açıldığı dar bir veranda bulunur. Odaları Ö bür yemekleri arasında salamura sebzeler,
birbirinden, ahşap çerçevelere kâğıt kaplana­ bambu filizi, fasulye çorbası, tatlıpatates ve
rak yapılan sürmeli paravanalar ayırır. Evle­ meyve sayılabilir.
rin büyük odasında her zam an, bir vazo içinde Japonlar süt ve şeker katılm adan içilen
çiçek ya da bodur bir ağaç ve resimlerle yeşil çay, kahve ve hafif içkiler içerler. Bir
süslenmiş özel bir bölüm bulunur. başka yerel içki de pirinçten yapılan sakVdir.
Japonlar, bahçeleri severler ve hem en her Alkollü bir içki olan saki genellikle sıcak
evde küçük de olsa bir bahçe bulunur. Y apra­ olarak içilir. Özellikle sıcak yaz günlerinde
ğını dökmeyen m inyatür ağaçlar, çiçekli çalı­ bira çok yaygın bir içecektir.
lar, havuzlar, akarsular ve köprüler kullanıla­ Japonlar her gün, ya evlerindeki geniş,
rak düzenlenen bahçeler, yapay dağları ve derin küvetlerde ya da genel ham am larda
gölleriyle, tam bir kır görüntüsü verir ve evin banyo yaparlar. Çiftçi aileleri için ham am lar,
bir parçasıymış gibi görünür. çoğu kez toplumsal yaşamlarının merkezidir.
Evlerde mobilya azdır. O turm ak ve uyu­ Komşularıyla bir araya toplanır, konuşur ve
mak için m inderler ve katlanan büyük şilteler buharlar çıkan sıcak suda dinlenirler. K ükürt­
kullanılır. Yorgan ve yastıklar, gündüzleri lü, sıcak kaynak sularında banyo yapmanın,
dolaplara kaldırılır. Döşem eler, samandan sağlık için yararlı olduğuna inanılır.
yapılmış, kalın ve yumuşak hasırlarla kaplı­
dır. Evdeki güzel tahta işlerini korum ak ve Spor ve Şenlikler
yerdeki hasırları temiz tutm ak için herkes Kayak ve bovlingin yanı sıra, masatenisi,
JAPONYA 189

tenis, golf, beyzbol, futbol ve yüzme sporları de, bazıları yüzlerce yıllık olan çok sayıda Şin­
çok yaygındır. Bir tür güreş olan sum o, özel to ve ünlü Buda tapınakları bulunur. H er din­
olarak eğitilmiş çok şişman ve güçlü adam la­ den insanlar, bu tarihi anıtları görmeye ge­
rın, birbirlerini ringden atmaya çalıştıkları bir lirler.
spordur. Bir başka güreş türü olan ju d o 'yu
profesyonellerin yanı sıra am atörler de yapar Sanat, Kültür ve Dil
{bak. JUDO). Okçuluk da sevilen bir spordur. Japon sanatı, Çin sanatına çok şey borçlu ol­
Japonya’da pek çok şenlik vardır. Bunların makla birlikte bu sanatın bir kopyası değildir.
en önemlisi olan yeni yıl şenliklerinde, evlerin A vrupa’da en iyi bilinen Japon sanatı renkli
dışı, bambu ve çam dallarıyla süslenir; insan­ ağaçbaskılardır (bak. A ğ a ç b a s k i ). 18. ve 19.
lar birbirine konuk olur, armağanlar ve kart­ yüzyıllarda çok yaygın olan bu sanat, sanatı
lar verirler. Özel yiyecekler ve tören içecekle­ sıradan insanlara ulaştırmıştır. Ağaçbaskının
ri sunulur. Yeni yıl herkesin doğum günü ola­ büyük ustaları arasında, 18. yüzılda Suziki
rak kabul edilir. 3 M art kızlar şenliğinde im­ H arunobu ve Kitagava U tam aro ile 19. yüz­
parator ve çevresindekileri gösteren özel be­ yılda Katsuşika Hokusai sayılabilir. Japon
bekler yapılır ve bunlara büyük saygı gösteri­ ağaçbaskıları batılı sanatçıları özellikle de İz­
lir. Bebek ya da Şeftali Çiçeği Şenliği, küçük lenimcilik A kım ı’na bağlı Fransız ressamlarını
kızlara, şeftali çiçekleri kadar huzurlu ve zarif büyük ölçüde etkilemiştir.
olmaları gerektiğini anımsatır. Japon çanakları, fildişi oymaları, tunç, pi­
E rkek çocukların şenliği olan 5 Mayıs’ta ço­ rinç ve lake işleri yüzyıllardan beri ünlüdür.
cuklar, eski Japon savaşçılarını temsil eden Japon mimarları yalın ve doğal güzelliğe tu t­
oyuncaklar taşırlar ve evlerinin üstüne, turna- kundurlar. Geleneksel yapılar ve evler kırsal
balığı resimleriyle süslü kâğıt bayraklar çeker­ alanla uyum sağlayacak biçimde tasarlanmış­
ler. Akıntıya karşı, ırmağın yukarısına doğru tır. Japonya’nın geleneksel mimarisi çoğun­
yüzen turnabalığı, erkek çocukların gelecek­ lukla Çin tasarım larına göre yapılmış Buda ta­
te zorluklarla karşılaştıkları zaman gösterme­ pınaklarından etkilenmiştir. Şinto tapınakla­
leri gereken kararlılığı anlatır. Bugün bu şen­ rının torii denen girişlerinde ise geleneksel Ja­
lik Bayraklar Şenliği olarak bilinir. pon mimarisi görülür. Japonya’da, m odern
yapılarda batı tarzı izlenir ve Japon mimarları
Din çalışmaları ile Japonya’da olduğu kadar yurt-
Japonya’daki başlıca dinler olan Şinto dini ve dışında da ün kazanmışlardır.
Budacılık kendi m addelerinde ayrıntılı biçim­ M odern oyunların sahnelendiği tiyatroların
de anlatılmıştır (bak. B u d a VE BUDACILIK; ŞİNTO ve kentlerdeki, pek çok sinema salonunun ya­
DİNİ). Japonlar, Çin filozofu Konfüçyüs’ün nı sıra, iki tür geleneksel Japon tiyatrosu var­
öğretisinden de çok etkilenmişlerdir (bak. dır. Kabuki tiyatrolarında, eski Japon savaşçı­
K o n f ü ç y ü s v e K o n f ü ç y ü s ç ü l ü k ) . Bir Japon larıyla ilgili efsane ve öykülere dayalı oyunlar
atasözüne göre genç bir Japon, önce Şinto di­ oynanır. Japonya’nın derebeylik döneminde,
nine bağlanır, biraz yaşlanınca Konfüçyüsçü, soylular ve savaşçı sınıflar için bir eğlence
yaşamının sonuna yaklaştığı zaman da Budacı olan No oyunları 14. yüzyıldan kalmadır. Bu
olur. Japonlar’ın özgün dinleri olan Şinto dini oyunlardaki tüm roller, maskeli oyuncularca
insanlara doğayı sevmeyi ve atalarına saygılı oynanır. Sembolik dansların ve müziğin ko­
olmayı öğütler. 1868’de devlet dini olarak ka­ nuşmalara eşlik ettiği No oyunları oldukça kı­
bul edilen Şinto dini II. Dünya Savaşı’ndan sadır ve bir temsilde, birden fazla No oyunu
sonra, devlet dini olm aktan çıkarıldı. İÖ yak­ sergilenir. Çin kökenli kukla tiyatrosunda, Ja­
laşık 6. yüzyılda, Çin’den alınmış olan Buda- pon müziği ve dram atik baladlar büyük kuk­
cılık ise bugün Japonya’nın önde gelen dini­ lalarla oynanan oyuna eşlik eder.
dir. Japonya’da, 700 bin kadar da Hıristiyan Geleneksel Japon müziği, batı müziğinden
Japon yaşar. Genellikle her Japon evinde, çok farklıdır. Bu müzik, klasik danslar ve ti­
kutsal günlerdeki törenler için m inyatür Şin­ yatro oyunlarıyla şenliklerde sürdürülm ekte­
to ve Buda tapınakları vardır. Kırsal bölgeler­ dir. Japon çalgılarının çoğu, Çin, Kore ve
190 JAPONYA

H indistan’dan gelmiştir. En yaygını gitara sek düzlüklerde, çay ise H onşu’nun güneyin­
benzer üç telli bir çalgı olan samisen’dir. Ja­ de yetiştirilir. D aha önceleri Japonlar’ın et ve
ponya’da, caz, dans müziği ve popüler müzik süt ürünleri tüketimi oldukça azdı. Bu neden­
de sevilir; büyük kentlerin, senfoni orkestra­ le Hokkaido dışında, çok az sığır ve koyun
ları ve opera toplulukları vardır. Saçlarına bulunurdu. Japonya’da günümüzde, hayvan­
özenle biçim verilmiş geyşa kızlarının, ipekli cılık daha yaygın olarak yapılmaktadır.
kimonolar içinde dans ettiği, samisen çaldığı, Bazı Japon çiftçileri, ipekböceği yetiştirir.
şarkı söylediği, şiirler okuduğu ve konuklarla İpekböceği, verimsiz toprakta ve sarp yamaç­
sohbet ettiği çayevleri hâlâ zengin Japon er­ larda yetişebilen dut ağacının yapraklarıyla
keklerinin gittiği eğlence yerlerindendir. beslenir (bak. İPEK). Bir zamanlar, Japon-
Japon dili, yabancılar için zor bir dildir. lar’ın en değerli ürünlerinden biri, ham ipek­
Sözcükler kolay söylenebilmekte ama Çin­ ti, ama, yapay ipliklerin bulunmasından bu
ce’den alman yazı karakterleri kullanıldığı yana önemi azaldı.
için, karmaşık bir biçimde yazılmaktadır. Sı­ Japonya dünyanın en büyük ve en gelişmiş
radan bir kitabı okuyabilmek için, sesleri ya balıkçılık sanayilerinden birine sahiptir. Kon­
da kavramları gösteren bu karakterlerden bir­ serve edilmiş ve dondurulmuş balık ile kabuk­
kaç bin tanesini bilmek gerekir. Am a ustala- lu deniz ürünleri, değerli dışsatım ürünleriıi-
şıldığında Japonca, çok hızlı okunabilen bir dendir. Kıyı sularından sardalye, ringa, mü-
dildir. Japonya’da el yazısı, bir sanat dalı ola­ rekkepbalığı, sombalığı gibi balıklar avlanır.
rak kabul edilir ve genellikle fırça kullanıla­ Deniz yosunundan besin, gübre ve yem ola­
rak yazılır. Güzel yazıların sergilendiği parşö­ rak yararlanılır. Derin deniz balıkçı filoları,
m enler, evlerin özel bölümlerine asılır. m orina, palam ut, köpekbalığı, uskumru ve
6-15 yaşları arasında eğitimin parasız oldu­ orkinos avlamak için uzun seferlere çıkar. İs­
ğu okullarda, tüm Japon çocukları İngilizce tiridye çiftliklerinde yemek ve inci elde etmek
öğrenir. Ortaöğretim in paralı olmasına kar­ için istiridye üretilir.
şın, çocukların büyük çoğunluğu, çok sayıda
lise, teknikokul ve üniversiteye hazırlık okul­ Sanayi ve Ulaştırma
larına gider. Yaklaşık 1 milyon Japon öğren­ Japonya dünyanın en büyük sanayi güçlerin­
ci, 300’den fazla yüksekokul ve üniversitede den biridir. Birçok hamm addenin eksikliğine
okum aktadır. karşın, sanayi şaşırtıcı bir gelişme göstermiş­
tir. Özellikle 19. yüzyılda devlet desteğiyle sa­
Çiftçilik ve Balıkçılık nayileşmede önemli adımlar atılmıştır.
Toprak kıt olduğundan, Japon çiftçileri küçük Bugünkü Japon sanayisi ağır ve hafif maki­
topraklarını işlemek için çok çalışmak zorun­ neler, elektrikli araçlar, dokum a ve çelik üre­
dadır. Çiftliklerin çoğu çok küçüktür. Yaygın tir. Japon tersaneleri ve fabrikaları, en büyük
olarak sulama yapılır. Sıcak ve yağışlı yazlar gemileri ve gemi m otorlarını yapar. Japonya
ile ılık kışlar, çok ürün yetiştirmeye olanak ayrıca, lokomotif, otomobil, motosiklet, dikiş
sağlar ve bazı yörelerde, bir mevsimde dört makinesi, fotoğraf makinesi, televizyon, vi­
kez ürün elde edilir. Tarımın m odern yöntem ­ deo, müzik seti, saat, oyuncak ve çanak çöm­
lerle yapılmasına ve iyi hasat elde edilmesine lek üretir. İşçiler ile yöneticilerin, bir ekip an­
karşın, Japonya kendi yiyecek gereksinimi­ layışı içinde istekle çalışmaları üzerine kurul­
nin ancak yüzde 80’ini üretebilm ektedir. Ta­ muş olan Japon işletmecilik yöntemleri başa­
rım işçileri, kentlere gitmek için çiftlikleri rılı olmuştur.
terk etm ekte ve günümüzde, Japonlar’ın yüz­ Japonya’da elektrik, su gücünden elde edi­
de 10’undan azı toprakta çalışmaktadır. lir. Bakır, çinko ve altın m adenleri vardır;
Toprakların yarısından çoğunda pirinç eki­ ama Japonya, demiri, alüminyum cevherleri­
lir, Ekim de uygulanan çağdaş yöntem lerle Ja­ ni ve kullandığı petrolün çoğunu dışarıdan al­
ponya’da herhangi bir Asya ülkesinden çok mak zorundadır. Bunlara ek olarak köm ür,
daha fazla pirinç üretilebilm ektedir. Buğday, pam uk, yün ve kauçuk da dışarıdan satın
arpa, patates, darı, sebze ve meyveler, yük­ alınır.
JAPONYA 191

Üstte solda: T o kyo 'd a ki Haruni Caddesi, gece neon


ışıklarıyla ışıl ışıl aydınlanır. Altta solda: J a p o n la r'ın en
hızlı tre n le rin d e n b iri olan Kodam a ekspresi, Osaka'ya
giderken, T o kyo 'n u n içinden geçer. Üstte: Balıkçıların
arkasında yükselen Ja p o n ya 'n ın en yüksek ve kutsal dağı
Fujiyam a ve Yam anaka G ölü. Altta: T o rii adı ve rile n özel
g iriş kapısıyla b ir Ş in to tapınağı. Bu g iriş, yapının kutsal
b ir ye r o ld u ğ u n u gö sterir.

Consulate General ofJa p a n The H utchison Library

Japonlar sanayi mallarını, öbür sanayileş­ mun huzuru ve sanayi artıklarının temizlen­
miş ülkelerden daha ucuza ürettikleri için mesi gibi konulara daha dikkatle eğilmekte­
dünya ticaretindeki paylarını artırmayı başar­ dir.
dılar. M etal, kimyasal m addeler, mühendis­ D ört büyük Japon adası, gelişmiş demiryol­
lik, elektronik, bilgisayar ve öbür yüksek tek­ larına sahiptir. Honşu ve Kiyuşiyu’daki de­
noloji gerektiren sanayiler de çok hızlı bir ge­ miryolları, denizaltından geçen bir tünelle
lişme gösterdi. Sanayileşmiş öbür uluslar gibi birbirine bağlanmıştır. Tokyo-Osaka arasında
Japonya’da da, dum an, kirlilik ve aşırı nüfus çalışan trenler, dünyanın en hızlı trenlerin-
yoğunluğu gibi sanayileşmenin yarattığı sı­ dendir. Hatların çoğu elektriklidir ve bazıla­
kıntılar yaşanm aktadır. Yönetim artık, toplu­ rında, güvenlik için otom atik denetim sistem­
192 JAPONYA

leri bulunur. Honşu ve Kiyuşiyu adaları ara­ mektedir. Çin yazı karakterleri ile birlikte
sında, bir karayolu tüneli de vardır. Honşu ve Budacılık ve Çin düşünce biçimi yavaş yavaş
Şikoku arasına iki katlı bir karayolu ve demir­ Japonya’ya girdi. O dönemin en zengin ve
yolu köprüsü yapılmaktadır. Bu köprü ta­ güçlü ülkesi olan Çin’in etkisiyle bütün ülke
mamlandığında, dünyanın en uzun asma köp­ topraklarının tek bir hüküm dara bağlı, m er­
rüsü olacaktır. kezi bir hüküm et tarafından yönetilmesi ge­
Kentlerde ulaşım otobüs, taksi ve metroyla rektiğine inanılmıştı. Japon im paratorlarının
sağlanır; özel otomobil sayısı da sürekli art­ güçlü merkezi bir yönetim kurabilmek için çı­
m aktadır. Japonya, dünyanın en büyük tica­ kardıkları yasalara çoğu zaman eyaletlerdeki
ret gemisi filosuna sahiptir ve dünyadaki de- soylular karşı çıktı ve uymadı. Özellikle 10.
nizyoluyla yük taşımacılığının, yaklaşık dörtte yüzyıldan sonra soylu ailelerin gücü arttı. Ka­
birini yürütm ektedir. Başlıca limanları Kobe, mu mülkiyetindeki topraklar yavaş yavaş-dev­
Tokyo, Yokoham a ve O saka’dır. Hava yolcu­ letteki yüksek görevlilerin ve soylu ailelerin
luğu da önemlidir ve Uluslararası Tokyo H a­ eline geçti. Küçük soylular, ele geçirdikleri
valimanı, dünyanın en işlek havalimanların­ mülkleri korumak için silahlı birlikler oluştur­
dan biridir. dular. Bu küçük soylulara samur ay (savaşçı)
dendi (bak. Sa m u r a y ) . 12. yüzyılda iktidar,
Tarih şogun diye adlandırılan ve ülkeyi im parator
İÖ 7. yüzyıldan önce Japonlar bir kabile yaşa­ adına yöneten askeri yöneticilerin eline geçti.
mı sürüyorlardı. Bu dönemde Güneş tanrıça­ Böylece im paratorlar yüzyıllar boyunca sa­
sının soyundan geldiğine inanılan im parator ray soyluları ile birlikte, N ara’dan sonra ikinci
ailesi ile önemli başka soylu aileler arasında başkent olan Kyoto’da silik ve güçsüz simge­
sürekli bir iktidar çekişmesinin olduğu bilin­ ler olarak yaşadılar.
The M useum o f Fine Arts, Boston

13. yüzyıl ru lo resm inde n alınan bu ayrıntı, 1159'daki b ir ayaklanm ada S anjo S arayı'nın yanışını g ö ste riyo r.
Jap on ressam ları bö yle b irço k ru lo resim yaparak dinsel ve ta rih se l o layla rı işlediler.
JAPONYA 193

A vrupa’da ortaçağda feodal dönem hüküm kurulacak sanayilerin ürünlerini satın alacağı­
sürerken (bak. FEODALİZM) Japonya’da sık sık na söz verdi. Çağdaş bir yönetim sistemi be­
rakip soylular ve onlara bağlı samuraylar ara­ nimsendi; başkent Kyoto’dan, E do’ya taşındı.
sında savaşlar oldu. Şogun unvanı, bir aile­ Batılı ülkeler örnek alınarak, bir kara ve de­
den, öbürüne geçiyordu. 16. yüzyılın ikinci niz kuvvetleri kuruldu. Batı teknolojisi te­
yarısında, birbiri ardı sıra gelen üç büyük ön­ mel alınarak sanayi ve ulaşım alanlarında bü­
der ülkeyi birleştirmeyi başardı. 17. yüzyılın yük işyerleri açıldı. Avrupalı ve A B D ’li danış­
başında, bunların üçüncüsü, Tokugava Aile- manlar çağrıldı; yurtdışına gezi ve ticaret
si’nden gelen Ieyasu şogun oldu ve onun yö­ özendirildi. Yeni bir eğitim sistemi benimsen­
netimi, ülkeye uzun bir barış dönemi getirdi. di ve siyasal partiler kuruldu.
Daimyo ya da feodal beyler, kendi toprakları­ 1894’te, A sya’nın Japonya’ya en yakın bö­
nı yönetmeyi sürdürdüler. Am a tüm ü de T o­ lümü olan K ore’nin yönetimi konusunda çı­
kugava Ailesi’nden gelen şogunu önder ola­ kan anlaşmazlık, Çin ile Japonya arasında bir
rak tanıdı. Şogun, feodal beylerin kendisine savaşa yol açtı. Japonlar karada ve denizde,
olan bağlılıklarını denetlem ek için, onların önemli zaferler kazandılar ve Çin, Tayvan
her iki yıldan birini, başkent E do’da (bu­ Adası’m (bak. T a y v a n ) Japonya’ya bıraktı.
günkü Tokyo) geçirmelerini emretti. Kore, kısa bir süre için bağımsız oldu. A rdın­
17. yüzyılın başlarında, Hıristiyanlık’ın ya­ dan, Rusya’nın Çin’in kuzeyindeki Mançur-
yılmasını önlemek ve dış ticareti denetlem ek ya’yı işgal etmesiyle başlayan anlaşmazlık, ye­
isteyen Japon yöneticiler, ülkelerinin kapıla­ ni bir savaşa yol açtı. Japonya, kazandığı za­
rını dış dünyaya kapadılar. Japon yurttaşları­ fer ve 1905’te yapılan barış antlaşması ile Ko­
nın yurtdışına çıkmasına izin verilmedi, hatta re ve Güney Mançurya ile ilgili isteklerini ka­
okyanusu geçecek büyüklükte gemi yapımı bul ettirdi. 1910’da Kore, Japon yönetimine
yasaklandı. HollandalIlar dışındaki yabancıla­ girdi (bak. K o r e C u m h u r İy e t İ; K o r e D e m o k r a ­
rın, Japonya’ya yerleşmeleri ya da Japon hal­ t ik H a l k C u m h u r İy e t İ).
kı ile herhangi bir ilişki kurmaları yasaktı. 17. I. Dünya Savaşı süresince Japonya, A l­
yüzyılın ortalarına doğru H ıristiyanların çı­ m anya’ya karşı İngiltere’nin yanında yer aldı
kardığı ayaklanmanın ardından, Japonya’ya ve bunun sonucu olarak, önceleri Alman sö­
16. yüzyılda giren bu din hemen hemen tümüy­ mürgesi olan Büyük Okyanus’taki bazı adala­
le yasaklandı. Şogunluk 18. yüzyıldan sonra rı elde etti.
giderek zayıflamaya başladı. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, hemen tüm Ja­
Bu sisteminin çökmekte olduğu 19. yüzyılın pon erkeklerine oy hakkı verildi ve parlam en­
ortalarında Japonlar kapılarını bir kez daha tonun gücü artırıldı.
dünyaya açmak zorunda kaldılar. 1853’te 1929 Dünya Bunalımı sırasında Japon sana­
Matthew Perry komutasındaki A B D savaş ge­ yisi Ve tarımı da büyük zarar gördü. Ülkede,
mileri şoguna dış ticaretin serbestleştirilmesi­ bunalımı aşmak için askeri fetihlere girişmek
ni kabul ettirm ek için Japonya’ya geldi. A r­ gerektiği yolundaki aşırı milliyetçi düşünceler
dından öbür uluslar da bu örneği izleyerek güç kazandı. Ordu kom utanları da Japon­
baskı yaptılar ve zayıflayan Japon yönetimi ya’nın, Asya anakarası üzerindeki gücünü ar­
bu baskılara karşı koyamadı. tırmak istiyorlardı. 1931’de ordu, hüküm etin
1867’de im parator, ülkenin yöneticisi ola­ buyruklarına karşı gelerek, M ançurya’daki
rak konum unu yeniden güçlendirdi. Hemen Çin askerlerine saldırdı ve kısa sürede, bu ül­
ardından, tahta yeni bir im parator geçti ve kenin tüm ünü ele geçirerek burada kukla bir
1868-1912 arasındaki Meiji döneminde anaya­ devlet kurdu. Tayvan’da ve K ore’de olduğu
sal krallık kuruldu. Feodal baskılara ek ola­ gibi, Japonlar sanayi malları karşılığında,
rak merkezi yönetim de köylüleri ağır bir bi­ M ançurya’dan elde edilen hammaddeleri ül­
çimde vergilendirdi. Devlet gelirlerinin yüzde kelerine gönderirken, kendi sanayi mallarını
80’ini oluşturan bu vergilerle sanayi yatırımla­ da buralarda sattılar. 1932’de askerler yöneti­
rına girişildi. Tüccarların sanayiye yatırım mi ele geçirdi ve 1933’te Japonya, M illetler
yapmalarını özendirmek amacıyla devlet yeni Cemiyeti’nden ayrıldı.
194 JAPONYA

National M useum , Tokyo

J a p on ya'da 17. yüzyılda y aygınlaşan ağaçbaskılar, parlak renkli


p o rtre le r ve m anzara re sim leri yap ım ın da kullan ılm ıştır.
Üstte: A n d o H iro şig e 'n in yaptığı Tokaido'da 53 Du ra /cadındaki
ağaçbaskı dizisinden b ir resim de, fırtın a ya karşı diren en insanlar
N ational M useum , T okyo
g ö s te riliy o r. Sağda: A ktö r İçikava E bizo'nun, ressam Toşusai
Ş araku'nun fırçasından b ir resm i. Altta: Ü nlü sanatçı H o kusa i'nin
bu ağaçbaskı yap ıtının adı, Tsutata Irmağı'nda Akçaağaç
Yaprak!arı' dır.

British M useum !M ansell Collection


JASAN A 195

1937’de Japonya, Çin’e saldırdı ve Çinliler, yaptı. 1956’da Birleşmiş M illetler’e kabul
direnm elerine karşın, hemen hemen her yer­ edildi.
de yenildiler. 1938 sonlarında Japonlar, Çin’ 1960’ta, ABD ile imzalanan bir güvenlik
deki büyük kent ve limanların çoğunu ele ge­ antlaşmasının koruyuculuğunda, Japonya
çirmişti. Japonya, Çin’e saldırmadan önce, kendisini sanayileşmiş ülkeler arasında ABD
Almanya ve İtalya ile bir antlaşma imzalaya­ ve SSCB’den sonra üçüncü ülke durum una
rak eski düşmanı ve komşusu SSCB’ye karşı, getiren bir gelişme programını başlattı ve
bu ülkeler ile birleşmişti. 1939’da, II. Dünya 1970’lerde A sya’nın ekonomik olarak en güç­
Savaşı çıktığında Japonya’nın, İngiltere ve lü devleti oldu. Japon malları, dünyanın her
ABD ile ilişkisi giderek gerginleşmişti (bak. yerinde satıldı ve bunun yarattığı zenginlik,
İKİNCİ D ü n y a S a v a ş i ). ülkede ve Japon halkının yaşam biçiminde
7 Aralık 1941’de, Japon uçak gemilerinden hızlı değişikliklere yol açtı. 1980’lerde de Ja­
havalanan uçaklar A B D ’nin Honolulu’daki, ponya, dünya pazarlarında en güçlü sanayi ül­
Pearl H arbor deniz üssüne saldırdı. ABD do­ keleri arasında olmayı sürdürdü. Tanınmış Ja­
nanması önemli kayıplara uğradı. Japonya ay­ pon şirketleri, yalnızca bütün dünya ülkeleri­
nı zamanda, Filipin A daları’na, Hollanda D o­ ne mal satm akla kalmadı, ayrıca bu ülkelerin
ğu Hint A daları’na (bugün Endonezya) ve o çoğunda yatırımlar yaparak fabrikalar kur­
zaman, tümü İngiliz yönetimi altında olan dular.
Hong Kong, Birmanya ve Malaya’ya da sal­
dırdı. Bu toprakların tümü bir yıl içinde işgal JASANA, çok uzun parmakları ve tırnakla­
edildi; Japonlar kısa bir süre için gereksin­ rıyla dikkati çeken bir tropik bölge kuşudur.
dikleri petrol, köm ür, yiyecek ve ham m adde­ Su bitkileriyle kaplı kıyılarda ya da bataklık­
lere kavuştular. Am a durum yavaş yavaş de­ larda yaşar, böcekler ve öbür küçük hayvan­
ğişti ve Alm anya’nın teslim olduğu 1945 Ma- larla beslenir. Uzun parm akları ve tırnakları
yıs’ında Japonlar’ın gücü artık kırılmıştı. sayesinde geniş bir yüzeye yayılan pençeleri
Ağustos 1945’te ABD uçakları, H onşu’nun nilüfer gibi su bitkileri üstünde güçlük çekme­
güneybatısındaki Hiroşim a’ya ve Kiyuşiyu’ den dolaşmasını sağlar. Batı dillerine Porte­
daki Nagasaki’ye atom bombası attı. İki ken­ kizce’den giren “j asana” adının kökeni Brezil­
tin hemen hemen tümüyle yok olmasından ve ya’da yaşayan bir Yerli halkın diline dayanır.
100 binden fazla insanın ölmesinden sonra Ja­ Jasananın tropik ve astropik bölgelerde
ponya koşulsuz teslim oldu. yaşayan yedi türü vardır. Am erika jasanası
Birkaç yıl boyunca Japonya, General Doug- (Jacana spinosa) O rta A m erika’dan kuzeye
las M acA rthur yönetimindeki işgal kuvvet­ doğru, Texas içlerine kadar uzanan bölgede
lerince yönetildi. Bu dönemde kadınlara oy görülür. Uzunluğu yaklaşık 23 cm, tüyleri
hakkı verildi, düşünce ve tartışma özgürlüğü genel olarak siyah ya da kızılımsıdır. K anatla­
desteklendi. Soyluluk unvanları kaldırıldı ve rında parlak sarı renkli tüyler, alnında tüysüz,
feodalizmin kalıntıları temizlendi. İm paratora sarımsı turuncu bir bölge bulunur. Kanat
ve atalarına tapınmayı özendiren Şinto dini kıvrımlarında sivri uçlu birer mahmuz vardır.
yasaklandı ve halkın, Japon ulusal kahram an­ Çıkardıkları sesler keskin ve kulak tırmalayı­
larının savaşçılıklarını yüceltmesini önlemeye cıdır.
yönelik çalışmalar yapıldı. Japonya, tüm de­ Bu kuşlar ürem e mevsiminde eşleşip yüzen
nizaşırı topraklarını yitirdi ve ülke, dört ana bitkiler üzerinde çanak biçimli yuvalar yapar.
Japon adası ile sınırlandırıldı. Dişi yuvaya kahverengimsi renkte ve koyu
1951’de 48 M üttefik devlet Japonya ile bir lekeli dört yum urta bırakır. Kuluçkaya yatma
barış antlaşması imzaladı. Ülke bir yıldan da­ ve yavrulara bakma işini büyük ölçüde erkek
ha kısa sürede, yeniden tam egemenliğini ka­ üstlenir.
zandı. 1954’ten sonra yabancı sermaye ve Avustralya jasanası (îrediparra gallinacea)
banka kredileriyle Japonya’nın çelik ve ağır nilüferkuşu adıyla da tanınır. Ö bür akrabala­
sanayi üretimi hızla gelişti ve sonraki 10 yıl rının tersine kuyruğu çok kısadır. Uzun ba­
içinde tüm öbür ülkelerden daha çok gemi cakları ve parm akları uçarken dümen işlevi
196 JEANNE d'ARC

ma Meclisi'nde altı yıl üyelik yaptı ve bu


sırada İngiliz egemenliğine son vermek iste­
yen bir gruba katıldı. 1775’te İkinci Kıta
Kongresi’ne Virginia delegelerinden biri ola­
rak katılan Jefferson, bu kongrede İngilte­
re’den kesinlikle ayrılmak gerektiğini savu­
nan delegeler arasında yer aldı. Kongrenin
kararı uyarınca 4 Temmuz 1776’da 13 Am eri­
kan kolonisinin bağımsızlığını ilan eden A m e­
rikan Bağımsızlık Bildirgesi büyük ölçüde
Jefferson’ın kaleminden çıktı. Jefferson, yö­
netimin yönetilenlerce belirlenmesi ve onların
istemlerine yanıt vermesi gerektiğini açıkça
ve korkusuzca dile getirdikten sonra, İngiliz
N H P A IA N T
yönetiminin haksız davranışlarını sıralayarak,
A v u s tra ly a 'n ın kıyı bataklıklarında yaşayan, yüzen
yuvasının üzerine kon m uş b ir A vu stra lya jasanası.
kolonilerin başkaldırm aktan başka seçenekle­
ri kalmadığını belirtti.
görür. Tüyleri siyah, kahverengi ve beyaz, Jefferson, Virginia Yasama Meclisi’ne top­
başını süsleyen etli tepeliği parlak kırmızıdır. rak ve eğitim reformları yanında, din ve
Yeni Gine ve Avustralya’nın doğu kıyıların­ devlet işlerinin birbirinden ayrılması gibi
dan Sydney’e kadar uzanan bölgede yaşar. önemli yenilikler içeren yasa tasarıları sundu.
Hindistan ve Filipinler’de görülen sülün Din özgürlüğü yasası ancak 1786’da kabul
kuyruklu j asana (Hydrophasianus chirurgus) edilebildi. 1779’da Virginia valiliğine seçildi.
siyah, sarı ve beyaz renkli bir kuştur. Bu tür, 1784-89 arasında Avrupa ülkeleriyle ticaret
üreme mevsiminde uzun kuyruk telekleriyle anlaşmaları yapmak için A vrupa’da kaldı.
dikkat çeker. 1790’da Başkan Washington, Jefferson’ı dışiş­
leri bakanlığına atadı. Demokrasiyi savunan
JEANNE d'ARC bak. Jan D a rk Cum huriyetçiler’in önderi durumundaki Jef­
ferson, Hazine Bakanı Alexander Hamilton
JEFFERSON, Thom as (1743-1826). Tho- yönetimindeki Federalistler gibi düşünmüyor­
mas Jefferson A B D ’nin üçüncü başkanı ve du. Federalistler, yönetimde varlıklı kimsele­
Am erikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yazarı­ rin olmasını savunuyor, eğitimin tüccarların
dır. Özgürlük ve insan hakları savunucusu ve bankacıların gereksinimlerine hizmet et­
olarak tanınan Jefferson, yaşamı boyunca mesi gerektiğini ileri sürüyorlardı.
insanları adaletsiz yönetimlerin baskısından, Jefferson 1796’da Federalist John A dam s’
bilgisizlikten, hoşgörüsüzlük ve önyargıdan m rakibi olarak başkanlığa aday oldu. Adams
kurtarm aya çalıştı. Uzun boyu ve geniş omuz­ küçük bir farkla seçimi kazandı. Jefferson ise
larıyla, Jefferson’ın güçlü bir görünümü var­ başkan yardımcısı seçildi.
dı. Yumuşak ses tonu, incelikli ve içten Federalist Parti’de ortaya çıkan bir bölün­
davranışlarıyla çok cana yakın bir insandı. me sonucu, 1800 seçimlerinde Cumhuriyetçi
Jefferson, Virginia’daki Shadwell’de doğ­ adaylar, Jefferson ve A aron B urr, aynı sayıda
du. Zengin bir çiftçi olan babası, öldüğünde oy alarak kesin bir zafer kazandılar. Bunun
oğluna birçok köleyle birlikte büyük bir çiftlik üzerine Temsilciler Meclisi Jefferson’ı baş­
bıraktı. Jefferson, Williamsburg’daki William kanlığa seçti. Jefferson başkanlık yemini et­
and Mary College’daki dil, felsefe ve m ate­ meye giderken altı atlı saltanat arabasına
matik eğitiminden sonra, beş yıl hukuk eğiti­ binmedi; gösterişsiz siyah bir giysi içinde,
mi gördü ve avukat oldu. 1772’de varlıklı bir yürüyerek gitti.
avukatın kızıyla evlendi. Yöneticiliğinin ilk döneminde büyük bir
Jefferson, mesleğinin daha ilk yıllarında başarı gösteren Jefferson, devlet harcam aları­
siyaset ile ilgilenmeye başladı. Virginia Yasa­ nı ve kamu borçlarını azalttı, halkın hoşnut
JENNER 197

torluk kurmaya kalkışması oldu. Jefferson,


B urr’ün yurduna ihanet suçuyla yargılanması­
nı istedi. Jefferson’ın siyasal karşıtlarından
başyargıç John Marshall ise B urr’ün serbest
bırakılmasına karar verdi.
1809’da başkanlıktan ayrılan Jefferson,
sonraki yıllarını çiftliğinde okuyarak ve yaza­
rak geçirdi. İlgi alanları son derece çeşitliydi;
bu sırada Virginia Üniversitesi’ni kurdu. (A y ­
rıca bak. A m e r ik a B ir l e ş îk D e v l e t l e r İ.)

JELATİN. Pelte kıvamındaki maddelere jel


denir. Jelatin de, jel oluşturma özelliğine
sahip bir hayvansal proteindir (bak. PROTEİN).
Jelatin hayvan kemiklerinden ve derilerinden
elde edilir. Deri ve kemikler önce küçük
parçalara ayrılır ve sonra aside yatırılır. Asit,
deri ve kemiklerin içerdiği, kollajen denilen
yapışkan, lifli proteinin şişmesine neden olur.
D aha sonra bu m addeler suda kaynatılır ve
bunun sonucunda kollajen suyla birleşir, yani
“hidratlanır” . Bunu izleyen buharlaşma sonu­
cunda geriye jelatin kalır. Jelatin soğuduğun­
U nderwood and Underwood da katılaşır; katı jelatin toz, yaprak ya da tane
T hom as J efferso n 1801-09 yılla rı arasında ABD haline getirilerek satışa sunulur. Jelatin, mey­
başkanıydı.
ve sularıyla tatlandırılıp renklendirildikten
sonra ılık suda eritilir ve soğumaya bırakılır­
olmadığı bazı vergileri kaldırdı. D aha adaletli sa, jöle denilen saydam pelte durum una gelir.
bir yargı sistemi için yeni düzenlemeler yaptı. Jöle, pasta yapımında da yaygın olarak kulla­
En önemli başarılarından biri 1803’te Fran­ nılan bir besin maddesidir.
sa’dan Louisiana’yı satın alması oldu. Jeffer­ Jelatin, bir protein olduğundan kolayca
son, Mississippi vadisinin tam denetimi ve sindirilir. Bu nedenle hastalar için uygun bir
Fransızlar’ın kıtadan çıkartılmaları için bunun besindir. Jelatin et yemekleri, çorba, şekerle­
gerekli olduğunu düşünüyordu. me ve tatlı gibi çeşitli yiyeceklerin yapımında
Jefferson 1804 seçimlerinde, Federalist ra­ kullanılır. Jelatinden, gıda sanayisinin yanı
kibine verilen 14 oya karşı, 162 oy alarak sıra, kozmetik ürünlerinin, m erhem ve pastil­
başkanlığa yeniden seçildi. İkinci dönem baş­ lerin, fotoğraf filmi ve kâğıtlarının, çeşitli
kanlığı sırasında büyük sorunlarla karşılaştı boya ve tutkalların yapımında da yararlanılır.
ve bazı başarısızlıklara uğradı. İspanya’dan Mersinbalığı ya da benzeri balıkların hava
Florida’yı alma girişimi sonuç vermedi. O keselerinden çok arı bir jelatin elde edilir. Bu
yıllarda İngiltere ve Fransa’nın koyduğu am ­ maddeye balık tutkalı denir.
bargolar yüzünden ABD gemileri Avrupa
limanlarına giremiyordu. Jefferson 1807’de JENERATÖR bak. D în a m o
bu iki ülkeyle denizaşırı ticareti yasaklayan
Am bargo Yasası’m çıkardı. Ne var ki, bu JENNER, Edvvard (1749-1823). İngiliz dok­
yasa, A B D ’li çiftçi, tüccar ve denizcileri de tor Edward Jenner, insanlığı çiçek hastalığı
zarara soktuğu için 1809’da kaldırıldı. Bu gibi çok bulaşıcı ve tehlikeli bir hastalıktan
dönemde çıkan bir başka sorun da A aron kurtaran kişi olarak tanınır. 18. yüzyılın
B urr’ün batıdaki eyaletleri Meksika ile birleş­ sonlarına kadar her yıl yüz binlerce kişi bu
tirip, kendisinin yöneteceği büyük bir im para­ hastalıktan ölüyordu. Küçük bir kasaba dok-
198 JEOFİZİK

boyu bağışıklık kazandıkları biliniyordu. H at­


ta Türkler, çiçek hastalığını hafif atlatan
kişilerin vücudundaki döküntülerden aldıkları
irini sağlıklı kişilerin derisindeki bir çizikten
içeri vererek yapay yoldan bağışıklık yarat­
mayı bile denemişlerdi. Böylece o insan da
çiçek hastalığını hafif atlatacak ve bir daha
aynı hastalığa yakalanma tehlikesi olmaya­
caktı. Ne var ki, sağlıklı kişilerin ağır bir çiçek
hastalığına yakalanarak ölmesine yol açan bu
yöntemin sakıncası çok geçmeden anlaşıl­
mıştı.
Oysa sığır çiçeğine yakalananlar bu hafif
hastalığı atlattıktan sonra gerçekten de çiçek
hastalığına karşı doğal yoldan bağışıklık kaza­
nıyorlardı. Bunu gözleyen Jenner, aynı koru­
yucu yöntemi sığır çiçeği hastalığının m ikrop­
larıyla denemeyi düşündü. 1796’da, süt sağar­
ken bir inekten bu hastalığı kapmış olan ve
parm aklarında kapanmamış çiçek yaraları
olan bir sütçü kızla karşılaştı. Düşüncesini
sınamak için, bu sütçü kızın yaralarından
aldığı sığır çiçeği mikroplarını küçük bir oğlan
çocuğuna “bulaştırdı” . Sekiz hafta sonra ço­
cuğa bu kez çiçek hastalığı mikrobu verdi ve
M ansell Collection
gerçekten de çocuğun hastalığa yakalanmadı­
Edvvard Je n n e r'ı b ir çocuğa çiçek aşısı yaparken
ğını gördü. Çünkü sığırlarda ve insanda çiçek
gösteren bu heykel Lo ndra'daki K ensington hastalığına yol açan virüsler aynı gruptandır.
Parkı'ndadır. Çiçek virüsü ya da poksvirüs denen bu mik­
roplardan biri vücuda girdiğinde bağışıklık
toru olan Jenner’ın bulduğu çiçek aşısının sistemi bu mikrobu tanır ve oluşan antikorlar
uygulanmasıyla giderek çiçek salgınlarının aynı gruptan öbür virüslere karşı da vücudu
önü alınabildi ve nihayet 1970’lerin sonların­ savunabilir (bak. Aşi; BA Ğ IŞIK LIK ).
da bu ürkütücü hastalık tümüyle yeryüzünden Böylece ilk kez bir hastalığın daha ez etkili
silindi. ya da zayıflatılmış mikroplarını vücuda aşıla­
Edvvard Jenner İngiltere’nin Gloucester- yarak o hastalıktan korunm a yöntemini bulan
shire ilindeki küçük Berkeley kasabasında Jenner çok geçmeden dünya çapında ün
doğdu ve öğrenim yılları dışında bütün yaşa­ kazandı. Rus çarından Napolyon B onapart’a
mını bu kasabada geçirdi. 21 yaşındayken kadar birçok devlet başkanından ve İngiliz
Londra’ya giderek ünlü İngiliz cerrah John Parlam entosu’ndan büyük ödüller aldı. Ama
H unter’ın öğrencisi oldu. 1773’te tıp diploma­ hiçbir zaman Berkeley’den ayrılmadı ve ölün­
sını alınca da doktor olarak çalışmak üzere ceye kadar orada doktorluk yapmayı sür­
Berkeley’e döndü. Gördükleriyle yakından dürdü.
ilgilenen çok meraklı bir insandı. Hastalarını
yoklamak için at sırtında çevre köyleri dola­ JEOFİZİK, D ünya’yı, okyanusları ve atm os­
şırken, sığırlardan insana bulaştığı için sığır feri etkileyen fiziksel kuvvetleri inceleyen
çiçeği denen ve çok daha hafif geçen benzer bilim dalıdır.
bir hastalığı atlatanların çiçek hastalığına ya­ Jeofizik birkaç dala ayrılır. Bunlardan her
kalanmadıklarını fark etti. O çağlarda, birçok biri D ünya’nın belirli bir özelliğini ele alır ve
bulaşıcı hastalığı bir kez geçirenlerin öm ür özel yöntem lerle inceler.
JEOFİZİK 199

Sismoloji, deprem lerin incelenmesini konu lenir. Bu kayıtlardan yararlanılarak, D ünya’


edinen jeofizik dalıdır. Özellikle deprem dal­ nın iç kesimlerinin resmi çıkarılmaktadır.
gaları üzerinde ölçümler yapılarak yerkürenin D ünya’nın çekirdek denilen iç kesimi çok
iç kesimlerine ilişkin bilgi edinilmeye çalışılır sıcaktır. Örneğin, çok derin m aden ocakların­
(bak. D e p r e m ). da sıcaklık 37°C’nin üzerindedir. Ayrıca, ya­
Volkarıoloji ve jeotermometri, yanardağla­ nardağlardan akkor kızgınlığında, erimiş lav­
rın ve D ünya’nın iç ısı kaynaklarının incelen­ lar püskürür. Bu ısının, doğal radyoaktif
mesidir (bak. Y a n a r d a ğ ). elem entlerin çok uzun zaman içinde parçalan­
Jeomagnetizma, D ünya’mn magnetik alan­ ması sonucunda oluştuğu ve biriktiği sanıl­
larının incelenmesidir (bak. MAGNETİK KUTUP­ m aktadır. Hawaii’deki yanardağ püskürm ele­
LAR; M a g n e t îz m a ). rinden önce hafif yer sarsıntıları kaydedilmiş­
Fiziksel okyanus bilim’de, okyanus akıntıla­ tir; bu durum erimiş lavların 65 km ya da daha
rı, gelgitler ve dalgalar ele alınır. derinlerden yukarı doğru yükseldiğini gös­
Hidroloji, akarsu, göl, buzul ve yeraltı terir.
sularının incelenmesidir (bak. BUZUL ÇAĞI; Son yıllarda sismik gözlemler daha duyarlı
DENİZLER VE OKYANUSLAR). durum a gelmiş ve bunun sonucunda, yerka­
Meteoroloji, Dünya atmosferini inceleyen buğunun altında 50 ile 500 km arasındaki
bilim dalıdır (bak. BULUT; H a v a ; H a v a DURU­ derinliklerde, deprem dalgalarının oldukça
MU; İKLİM; METEOROLOJİ; YAĞMUR). yavaş ilerlediği bir katm anın bulunduğu belir­
Aeronomi, a t m o s f e r i n ü s t k e s i m l e r i ile b u ­ lenmiştir. A kkor durum da olması gereken bu
n u n y a k ı n l a r ı n d a k i u z a y b ö lg e s in i in c e l e m e y e katm anın sıcaklığı erim e noktasının civarın­
y ö n e l i k t i r . K u t u p ış ık l a r ı b u k e s i m l e r d e o l u ­ dadır; bu bölge, Dünya’nın kabuğu ile çekir­
ş u r , a y r ı c a D ü n y a ’d a n y a y ı n l a n a n r a d y o s i n ­ deği arasındaki m anto bölümünde öbür bö-
y a lle ri g e n e b u b ö lg e d e n a ş a ğ ı y a n s ıy a r a k u z a k lüm lerdekinden daha yumuşak ve plastik
m e s a f e l e r a r a s ı n d a k i r a d y o il e ti ş i m in i o l a n a k ­ haldedir. Bu katm anın bulunmuş olması çok
lı k ı l a r (bak. K u t u p IŞIKLARI). önemlidir, çünkü lavlar burada erir ve bura­
Uygulamalı jeofizikte ise, bütün bu yön­ dan yüzeye doğru yükselir. Bu bölgenin
tem lerden yararlanılarak, petrol ve maden yumuşak oluşu, kabuk katm anı ile manto
yatakları ile yeraltı su kaynaklarının yeri katm anının üst kesiminin düşey ve yatay
belirlenmeye çalışılır. doğrultularda hareket etmesine olanak sağ­
İlk jeofizik çalışmalarının İS 200’de başladı­ lar; kıtaların hareket etmesine ve dağların
ğı söylenebilir. Bu tarihlerde Çinliler deprem oluşmasına yol açan da bu hareketlerdir.
dalgalarının merkezini ve hareket yönünü Sismoloji alanında sağlanan gelişmeler so­
belirlemeyi başardılar. Sismoloji, bu çalışma­ nucunda, deprem lerin yeri daha kesin olarak
larla gelişmeye başladı. belirlenebilir. En etkin deprem kuşağı, B ü­
19. yüzyılın sonlarında, deprem lerle oluşan yük O kyanus’u çevreleyen “genç” dağlar ile
sismik dalgaların süre ve genlik gibi özellikle­ Alp ve Himalaya dağ zincirlerinin altında
rini kaydeden sismograf aygıtları yapıldı. Bu uzanır. Başka bir önemli deprem kuşağı,
aygıtların sayesinde, büyük deprem lerin so­ okyanuslardaki sırt sistemi boyunca uzanır.
nucunda oluşan dalgaların D ünya’yı içinden Bu iki etkin kuşak üzerinde yapılan araştır­
boydan boya kat ettiği anlaşıldı. En hızlı malar sonucunda “levha tektoniği” kuramı
dalga, D ünya’nın bir ucundan öbür ucuna geliştirilmiştir. Bu kuram a göre D ünya’nm
içerden 23 dakikada ulaşır. Nasıl X ışınlarıyla yüzeyi, sürekli olarak hareket eden ve üzerle­
insan vücudunun röntgen filmi çekilirse, sis­ rindeki kara parçalarını da beraberlerinde
mik dalgaların yardımıyla da D ünya’nm iç taşıyan 10 kadar levhadan oluşm aktadır. Bu
kesimleri öyle incelenebilir. Zam anla dünya­ konu D Ü N Y A maddesinde ayrıntılı olarak
nın pek çok yerinde kurulan 1.000 kadar anlatılmıştır.
sismografi istasyonundan oluşan bir deprem M antonun üst kesiminde levhaların hareket
inceleme ağı ortaya çıktı. Bu istasyonların etmesine yol açan bu ağır hareketlerin yanı
kayıtları A BD ve A vrupa’da toplanarak ince­ sıra, D ünya’nm iç kesimlerindeki sıvı çekir-
200 JEOFİZİK

Dünya'nın Jeom agnetik Alanları böylece bu kayaçların oluşum anında bulun­


dukları yerin enlemi belirlenebilir. Bu tür
karşılaştırmalar sonucunda, kıtaların yavaş
biçimde hareket ettikleri, yani sürüklendikle­
ri anlaşıldı. M ıknatıslanmış kayaçların yaşı
belirlenerek, kıtaların çok eski jeolojik tarih­
Kuzey Kutbu Kuzey M agnetik Kutbu lerdeki yerlerini gösteren haritalar hazırlanır.
D ünya’nın yerçekimi alanı, yeryüzünün her
yerinde ölçülmüştür. Ayrıca bu alanın uydu
yörüngeleri üzerindeki etkileri de incelenmiş­
tir. Bunların sonucunda da, yüksek dağların
ekvator
derinlere inen “köklerinin” bulunduğu ve
ancak bu köklerinin yukarı kaldırma kuvvetiy­
le dengede kaldıkları anlaşılmıştır. Buzdağ-
larının denizde yüzmesine benzer biçimde,
dağlar da daha yoğun olan m antonun içinde
yüzer ve hafif m addelerden oluşan çok derin
dip bölümlerinin dengeleme kuvvetiyle ayak­
ta durur (bak. JEOLOJİ).
A tm osfer, okyanuslar ve karalardaki yüzey
ve yeraltı suları, büyük bir dolaşım sistemi
oluşturur. Bu dolaşım sırasında denizlerden
ve okyanuslardan buharlaşarak atmosfere
D ü nya 'n ın kuzey m ag ne tik kutbu gü nü m üzde
yükselen sular, yağmur ve kar olarak tekrar
Kanada'nın Kuzey Buz D enizi'ne yakın kesim ind e y e r yeryüzüne düşer. Bu dolaşımın pek çok etkisi
alır. Bu çizim de D ünya'ya Büyük O kyanus'un vardır. Karalardaki canlıların gereksinim duy­
üzerinden bakılm aktadır.
duğu suyu sağlar, yeryüzünün aşınmasına yol
açar, tortulların ovalara ve deltalara taşınm a­
dek katm anında çok daha etkili kuvvetler sına neden olur. Bu su çevriminin her aşaması
vardır. Çekirdek katmanı demir içerdiğinden ayrı incelenir.
D ünya’nın çevresinde bir magnetik alan olu­ M eteoroloji büyük ölçüde hava durumu
şur; bu da magnetik pusulalardaki ibreleri tahm inlerinin yapılmasına yöneliktir. Çok es­
yönlendirir. M agnetik alan ayrıca, atmosferin kilerden beri denizciler, gelgit dönemlerini
en üst ucunda, G üneş’ten salınan parçacıklar­ tahm in etmeye çalışmışlardır. Herhangi bir
dan oluşan Güneş rüzgârıyla etkileşime girer. yerde gelgit dönemleri belirlendiğinde iş kolay­
Bu etkileşim sonucunda kutup ışığı ile ekvato­ laşır, çünkü bu dönemler düzenli biçimde
run birkaç yüz kilometre üstünde yer alan tekrarlanır (bak. G e l g ît ) . Gulf Stream gibi
yüklü parçacık katm anları olan Van Ailen büyük akıntılar, okyanusları boydan boya
ışınım kuşakları oluşur (bak. VAN A l l e n KU­ geçer ve birbirlerinin üstünden değişik derin­
ŞAKLARI). D ünya’nın magnetik alanı ise mag­ liklerde akar. Bu akış düzenlerinde ortaya
netik fırtınalardan etkilenir. çıkan değişiklikler, hava durum unu ve balık­
D ünya’nın bir magnetik alanının bulunması çılığı da etkiler.
ve demir bileşikleri içeren minerallerin çok G ünüm üzde ırm aklar ve göller ciddi biçim­
küçük mıknatıslar gibi davranması nedeniyle, de kirlenm ektedir. Bu da tatlı suya olan
bazı kayaçlar daha oluşurken mıknatıslanır. gereksinimin artm asına yol açmaktadır. Bu
Bu mıknatıslanmanın yönü enleme bağlı ola­ nedenle jeofizikçiler, yeryüzündeki su dolanı­
rak değişir. M ıknatıslanma kutuplarda düşey, mı konusuna eğilerek, bu dolanımı denetle­
ekvatorda ise yatay doğrultudadır. Bazı ka­ meye ve kirlenmeyi önlemeye çalışmaktadır­
yaçlar bir kez mıknatıslandığında, yer değiş- lar. Ayrıca günümüzde yeraltı su kaynakları­
tirseler bile mıknatıslanma yönünü korur; nın araştırılmasına önem verilmektedir.
JEOKİMYA 201

Bugün jeofizik çalışmalarında, örneğin yer­ rinde yaşadığımız dış kabuğunun yüzde
çekimi ve magnetik alan ölçüm lerinde, at­ 99’undan fazlasını, bu 92 elem entten 12’si
mosferin ve okyanusların incelenmesinde uy­ oluşturur (bak. KİMYASAL E l e m e n t l e r ).
dulardan yararlanılm aktadır. Ayrıca, uçakla­
ra takılan çeşitli aygıtların yardımıyla da Element Kimyasal Dünya yüzeyinde
gözlemler yapılmaktadır. Am a jeofizikçiler simgesi ağırlık olarak yüzdesi
çalışmalarının büyük bölümünü gene de yer­ Oksijen 0 46,6
de, açık alanlarda sürdürürler. Pek çok çalış­ Silisyum Si 27,7
ma, güç ve tehlikeli koşullarda gerçekleşti­ A lüm inyum Al 8,1
Demir Fe 5,0
rilir. Kalsiyum Ca 3,6
ABD ve SSCB 1957-58 Uluslararası Jeofi­ Sodyum Na 2,8
zik Yılı’nda uzaya araştırm a uyduları gönde­ Potasyum Magnezyum Mg
K 2,6
2,1
receklerini açıkladılar. Uluslararası Jeofizik Titan Ti 0,4
Yılı’nda 70 ülkenin bilim adamları görüş ve Hidrojen H 0,1
Fosfor P 0,1
bilgi alışverişinde bulundu; uzaya Sputnik ve Manganez Mn 0,1
Explorer araştırm a uyduları fırlatıldı.
Jeokim ya tarihinin en önemli bilim adam la­
JEO K İM YA , Dünya’nın kimyasal yapısını rından biri Norveçli jeokimyacı Victor M.
inceleyen bilim dalıdır. Dünya kayaçlardan, Goldschmidt’tir (1888-1947). Goldschmidt,
kayaçlar m inerallerden, m ineraller de kimya­ yalnızca mineral ve kayaçların kimyasal çö­
sal elem entlerden ya da bu elem entlerin zümlemesini yapmakla yetinmedi. Bazı m ine­
karışım ya da bileşimlerinden oluşur. M ine­ rallerde, o minerali oluşturan asıl kimyasal
raller, D ünya’da çok uzun dönem ler boyunca elem entlerin yanı sıra, her zaman, az m iktar­
gerçekleşen kimyasal tepkim elerin sonucunda larda da olsa belirli bazı başka elem entlerin
oluşmuştur. Jeokimyacılar, m inerallerin ve de bulunduğunu saptadı. Bir m ineralde az
kayaçların kimyasal bileşimlerini araştırırlar m iktarlarda bulunan bu yabancı elem ent ya
ve çözümlerler. Bu çözümlemelerden elde da bileşiklere katışkı denir. İşte Goldschmidt
edilen bilgilere dayanarak, m inerallerin olu­ bu sorunu araştırmaya yöneldi ve değişik
şumu sırasında ne tür değişikliklerin gerçek­ elem entlerin atom larının değişik boyutlarda
leştiğini ve kimyasal elem entlerin D ünya’yı olduğunu saptadı. Ayrıca bir elem entin atom ­
oluşturan kayaçlarda nasıl bir dağılım göster­ larının başka elem entlerin atomlarıyla birleş­
diğini saptarlar. Bu araştırmalarıyla D ünya’ me değerlerinin de farklı olduğunu belirledi.
nın ve onun içinde yer aldığı Güneş sisteminin Katışkıların varlığını da bu iki olgunun yardı­
oluşum tarihini aydınlatmaya çalışırlar (bak. mıyla açıkladı.
G ü n e ş S îstem î; K a y a ç ; M î n e r a l ) . Örneğin olivin minerali magnezyum, de­
K ıy ıl a r d a v e d e n i z l e r i n d i b i n d e k i k u m mir, silisyum ve oksijen elem entlerinden olu­
v e ç a m u r t o r t u l l a r ı n ı n k im y a s a l b il e ş i m i n in şan bir bileşiktir. Am a olivinde hemen her
i n c e l e n m e s i d e j e o k i m y a n ı n k a p s a m ı i ç i n d e ­ zaman yaklaşık 0,3 oranında nikel bulunur.
d ir . B u ç a l ı ş m a l a r , t o r t u l k a y a ç l a r o l u ş u r k e n Nikel atom ları, büyüklük ve birleşme değe­
g e r ç e k l e ş e n k im y a s a l d e ğ i ş i k l i k l e r i n a n l a ş ı l ­ ri açısından demir atom larına benzer. E ri­
m a s ın ı s a ğ l a r (bak. K u m VE Ç a k il ). miş haldeki kayacın katılaşması sırasında oli­
Jeokimyacılar ayrıca, deniz, akarsu, göl, vin minerali oluşurken, bazı demir atom la­
bataklık, kaynarca ve kuyu sularının kimyasal rının yerini nikel atom ları kolayca alabilir.
çözümlemesini de yaparlar. Bütün bu doğal Am a bazı başka atom lar, örneğin krom ato­
sular, erimiş halde çeşitli kimyasal bileşikler mu, büyüklük ve birleşme değeri açısından
içerir; örneğin tuz, deniz suyunda çözünmüş demir atom undan çok farklıdır. Bu nedenle
halde bulunan bir bileşiktir (bak. DENİZLER VE krom atomları olivin mineralinin içine gire­
O k y a n u s l a r ). mez. Buna karşılık bazı m inerallerde, örne­
D oğada yalın ya da bileşik halde bulunan ğin piroksenlerde katışkı halinde bulunabi­
92 kimyasal elem ent vardır. D ünya’nm üze­ lir.
202 JEOKİMYA

Jeokimya Araştırmaları yüzdelerini bölgenin haritası üzerinde işaret­


M etal yataklarının aranması sırasında, çevre­ ler. D aha sonra, aynı yüzdeyi veren yerleri bir
deki kayaçlarda ve m inerallerde belirli ele­ çizgiyle birleştirir; harita üzerindeki bu çizgi­
m entlerin bulunup bulunmadığına bakılır. lere jeokimyasal çevre çizgileri denir. Bu
Kay açlar yağmur, rüzgâr, buz, ısı değişiklikle­ çalışmaları sırasında kurşun ve gümüş yüzdesi
ri gibi bazı etkenlerle yavaş yavaş parçalana­ çok yüksek bir yere rastlarsa, o noktadan ana
rak ufalanır ve toprak haline gelir. Bu arada kayaca kadar ulaşan bir delik açar. Eğer
m ineraller de ufalanarak erir ve yapılarındaki kayaçtan kopardığı parçadaki kurşun m inera­
bazı elem entler ana kayacın üstünü örten linin gümüş yüzdesi yeterince yüksekse, ka­
toprağa karışır. Bu toprak katm anında yeti­ yaçtan hem gümüş, hem kurşun çıkarmak için
şen bitkiler kökleriyle bu elem entlerin bir kazı çalışmaları başlatılabilir demektir. Am a
bölüm ünü emer. Böylece jeokimyacılar, top­ mineral çok az gümüş içeriyorsa yalnızca
rak ve bitki örneklerini çözümleyerek içerdik­ kurşun için kazı yapmaya değmeyebilir, çün­
leri elem entleri belirleyebilir ve alttaki ana kü kurşun gümüşten çok daha değersiz bir
kayacın yapısına ilişkin bilgi edinebilirler. elem enttir. (Ayrıca bak. GÜMÜŞ.)
Örneğin gümüş yatağı arayan bir jeokim ya­ M etal yataklarının yukarıda anlatılan jeo ­
cı galen gibi bazı kurşun m inerallerinde az kimyasal yöntemle araştırılması, kalın bir
m iktarda da olsa gümüş bulunduğunu bildiği toprak örtüsünün altında kaldığı için sıradan
için, bir bölgeden topladığı yaprak, kök ve aram a çalışmalarıyla bulunması hemen he­
toprak örneklerini inceleyerek yapılarında m en olanaksız olan pek çok cevher yatağının
kurşun ve gümüş bulunup bulunmadığına saptanmasını sağlar. Kanada, Avrupa ve
bakar. Bu arada, örnekleri topladığı yerleri A B D ’de birçok büyük çinko ve bakır yatağı
ve bu örneklerin içerdiği gümüş ve kurşun bu yöntemle bulunmuştur. Am a cevher ana

Jeo kim ya sal çevrim ,


kayaçların atm osfe r
etkisiyle ufalanarak
nasıl dağıldığını ve
parçacıklar halinde
taşınarak nasıl
b irik tirild iğ in i
gö sterm ekted ir.
Böylece biriken to rtu lla r
UFALANM A JEO K İM YA S AL ÇEVRİM TO R TU LLA Ş M A sıkışarak to rtu l
kayaçları o luşturu r.
T o rtu lla şm a n ın sürm esi
d u ru m u n d a kayaçlar
daha d e rin le re
g ö m ü lü r. Bunların
üzerlerindeki basınç ve
ısı etkisi arttıkça
başkalaşım a uğrarlar,
daha da derin lerd e
eriyerek m agm a haline
g e lirle r. M agm a
yanardağ p ü skürm e leri
sonucunda yeryüzüne
çıkar ve burada
katılaşarak yeni
kayaçları o lu ştu ru r.
JEOLOJİ 203

k a y a c ın ç o k d e rin le r in d e y s e , y ü z e y d e k i to p ­ jeokimyasal çevrim tamamlanmış ve yeni bir


r a k v e b it k i ö r t ü s ü n d e b u c e v h e r l e r i n iz in e çevrim başlamış olur. Eğer arada tortul ka­
ra s tla n a m a y a c a ğ ın d a n y a ta ğ ın y e rin i b u y ö n ­ yaçlar ya da başkalaşım kayaçlan yüzeye çık­
te m le b u lm a k o la n a k s ız d ır. (Ayrıca bak. M A­ mışsa çevrim daha kısa sürede tam amlanır.
DENCİLİK.) Ayrıca bak. DÜNYA; JEOLOJİ; KİMYA.

Jeokimyasal Çevrim JEOLOJİ sözcüğü, “yerbilim” anlamında


Kayaçların ve m inerallerin oluşumu sırasında Yunanca iki sözcükten gelir. D ünya’yı oluştu­
kimyasal elem entler çeşitli süreçlerden geçer. ran kayaçların ve m inerallerin incelenmesini,
Bir dizi aşam adan oluşan bu süreçlere jeo­ gezegenimizin geçirdiği ve geçirmekte olduğu
kimyasal çevrim denir. Çok uzun yıllardan bu değişimlerin belirlenmesini konu edinen bu
yana yapılan araştırmalar sonucunda jeokim­ bilim dalını meslek edinenlere de jeolog
yasal çevrimin nasıl işlediği anlaşılabilmiş­ denir. Dünya 4-5 milyar yıl önce oluşmuştur;
tir. jeologlar D ünya’nm yalnızca bu geçmişini
Bir kayaç yerkabuğunun derinliklerinde incelemekle kalmazlar, aynı zam anda günü­
olmadığı sürece akarsuların, rüzgârın ve buz­ müzde sürm ekte olan değişimleri de saptam a­
ların etkisiyle aşınarak ufalanır. Geçen mil­ ya çalışırlar. Onların elde ettikleri bulgular­
yonlarca yıl içinde yavaş yavaş toz haline dan sanayide yararlanılır. Su kaynaklarının,
gelerek erir. Kuvars gibi bazı m ineraller m aden ve petrol yataklarının araştırılması,
akarsularla taşınarak sonunda kum a dönüşür. sondaj kuyularının açılması, m aden ocakları­
Am fiboller, m ikalar ve feldispatlar gibi bazı nın işletilmesi gibi pek çok etkinlik, jeolojinin
başka m ineraller de yarı yarıya parçalanıp D ünya’nm yüzeyini oluşturan kayaçların ya­
suyla birleşerek kil minerallerini ve killi ça­ pısına ilişkin olarak sağladığı bilgilerden ya­
murları oluşturur. Bunlar deniz diplerinde rarlanılarak gerçekleştirilir.
tortullar halinde birikir. Jeologlar, D ünya’nm daha oluşum undan
Tortulların milyonlarca yıl boyunca üst üste başlayarak tarihi boyunca büyük değişimler
çökelmesiyle oluşan tortul katm anlarının ka­ geçirdiğini ve bugün de değişmeyi sürdürdü­
lınlığı birkaç kilometreyi bulur. Bu tortulların ğünü keşfetmişlerdir. Örneğin, bir bölge ba­
zamanla sıkışıp kayaçlaşmasıyla şeyi ve kum- zen denizlerin altında kalmış, bazen de deniz­
taşı gibi tortul kayaçlar oluşur. Tortul kay aç­ lerin dibinden yükselerek kara parçası haline
ların üzerlerindeki ağırlığın etkisiyle iyice gelmiştir. Ö te yandan aynı bölgede bazen çok
sıkışıp ısınarak değişime uğramasıyla da sıcak, bazen de çok soğuk iklim koşulları
başkalaşım kay açları ortaya çıkar. Y erkabu­ egemen olmuştur. Değişik kayaç türleri, deği­
ğunun 8 kilom etreden daha derin bölgelerin­ şik zam anlarda ve değişik yollardan oluşmuş­
de oluşan başkalaşım kayaçlarının başlıca tur. Yeryüzündeki bitki ve hayvanlardan olu­
örnekleri arduvaz ile kuvarsittir. Yüksek ba­ şan canlı yaşam ise D ünya’nm oluşmasından
sıncın ve sıcaklığın etkisi sürdükçe, kayaç çok sonraları ortaya çıkmıştır.
değişmeye devam eder. Bu kimyasal değişik­ Jeologlar, kayaçlan ve bu kayaçların için­
likler sonucunda yeni mineraller oluşur ve yü­ deki taşlaşmış hayvan ve bitki kalıntıları olan
zeydeki kayaçlar başkalaşım şistleri ile gnays­ fosilleri inceleyerek, bugüne kadar gerçekle­
lara, derinlerdeki kayaçlar ise eriyerek mag­ şen değişikliklerin bir bölümünü açıklayabil­
ma denen sıcak bir sıvıya dönüşür. m ektedirler. Kayaç katm anlarının altüst ol­
Bazen bu magma kütlesi yerkabuğundaki madığı yerlerde, daha önce oluşan yaşlı kat­
çatlakların arasından kendine yol bularak m anlar altta, daha genç katm anlar ise bunla­
yüzeye çıkar ve soğuyup katılaşarak korka- rın üstünde yer alır. Yaşlı katm anların içinde
yaç'la n oluşturur (bak. YANARDAĞ). Sonunda, artık soyu tükenmiş ilk bitki ve hayvan
yüzeydeki kayaç iyice aşındığında onun he­ türlerinin fosilleri bulunur. Ü st katm anlara
men altındaki yeni oluşmuş korkayaç açığa doğru günümüz canlılarına benzeyen canlıla­
çıkar ve aynı etkenler bu kez yeni kayacı rın fosillerine rastlanır. En üstteki, en genç
aşındırarak parçalamaya başlar. Böylece bir kayaç katm anlarında ise ilk insanların fosil
204 JEOLOJİ

yaçların içinde yer alan m addeler ise FOSİL


ve M İN ER A L m addelerinde anlatılmıştır.
Milyonlarca yıl önce Dünya üzerinde yaşamış
olan hayvanlara ilişkin bilgileri, AMMONİT-
LER; D İN O ZO R; TA RİHÖN CESİ YAŞAM
ve TRİLO BİTLER maddelerinde bulabilirsi­
niz. JE O F İZ İK VE JEOKİM YA madde­
lerinde D ünya’nın fiziksel ve kimyasal özel­
likleri açıklanmıştır. Çeşitli kayaç ve m ineral­
lere ilişkin bilgiler ise, her birinin kendi
maddesinde toplanmıştır.

Prekambriyen Zaman
Bugün artık soyları tükenm iş olan sert kabuk­
lu hayvanların fosillerini içeren en yaşlı ka-
yaçlara Kambriyen kayaçlar denir. Am a,
dünyanın pek çok yerinde bu Kambriyen
kayaçların altında, yani onlardan daha önce
oluşmuş ve fosil içermeyen kalın kayaç kat­
manları yer alır. Bu katm anlara Prekam bri­
yen kayaçlar denir (“p re” öneki, “öncesi”
anlamına gelir). Birkaç yerde, Prekam briyen
kayaçların içinde de bazı canlı izlerine rastlan­
mıştır; bu en eski canlı kalıntıları üzerinde
Kıtaların kayması kuram ına göre, kıtalar b ir yapılan incelemeler, bunların yaklaşık 3 mil­
zam anlar yukarıda g ö rü ld ü ğ ü g ib i b ir arada yar yıl öncesine ait olduğunu ortaya çıkar­
b u lu n u yo rd u . Kıtaların b irb irin e b itiş m iş sahanlık mıştır.
b ö lg e le ri sarıyla, üst üste bin d ikle ri ye rle r ise
kırm ızıyla g ö s te rilm iş tir. Kanada, Güney Afrika, Hindistan, İskan­
dinavya ve Sibirya’da çok geniş Prekam briyen
kalıntılarına rastlanır. Böylece, içerdikleri fo­ kayaç alanları vardır. Bu alanlara çoğunlukla
sillere bakılarak kayaç katm anlarının yaşı “kalkan” denir. Bunlar, kıtaların en kararlı
saptanabilir. çekirdek bölümleridir (bak. KITALAR). Kıta
D ünya’nın jeolojik tarihi, milyonlarca yıl kalkanları, kıvam lanarak ve sıkışarak sıra­
süren ve her birinde çok önemli gelişmelerin dağları oluşturan, ama daha sonraları zam an­
olduğu çeşitli “zam an”lara ayrılır. Zam anlar la aşınarak düzleşen çok eski kayaçlardan
ise kendi içlerinde çeşitli “dönem ”lere ayrılır; oluşur. Kalın ve sert katm anlar oluşturan bu
her dönemin öbüründen farklı ve kendine kayaçlar, çevrelerindeki daha genç kayaçların
özgü bir tarihi vardır. tersine, kolayca biçim değiştirmez. Dünya­
Bu m addede zamanlar ve dönem ler anlatıl­ nın bazı yerlerinde Prekam briyen kayaçlar
m akta ve her biri sırasında D ünya’da nelerin iyice dibe gömülmüş ve üstleri genç kayaçlar-
olup bittiği açıklanm aktadır. D ünya’ya ilişkin la örtülm üştür; bu biçimiyle Prekambriyen
öteki jeolojik olgular, örneğin D ünya’nın kayaçların genç kayaçlara “zemin” oluşturdu­
nasıl oluştuğu, kaç yaşında olduğu, yeryüzün- ğu söylenir. Bu genç kayaçların tümüyle
deki sıradağların nasıl ortaya çıktığı, yerküre­ aşındığı yerlerde ise alttaki Prekambriyen
nin büyüklüğü gibi konular D Ü N Y A m adde­ kayaçlar açığa çıkmış durum dadır.
sinde açıklanmıştır. Başlıca kayaç türleri olan Aslında üst üste katm anlar halinde çökel-
korkayaçların, tortul kayaçların ve başkala­ miş pek çok Prekam briyen kayaç türü vardır.
şım kayaçlarının nasıl oluştuğu KA YA Ç m ad­ Bunların en altında A rkayen kayaçlar yer
desinde; bu kayaçların su ve rüzgârın etkisiyle alır; en yaşlı Prekam briyen kayaç türü olan
nasıl aşındıkları AŞINM A m addesinde; ka- A rkayen kayaçlar başkalaşıma uğramış ve
JEOLOJİ 205

büyük ölçüde kıvrımlanmıştır. K ıvam lanm a­ 4) Devoniyen (İngiltere’deki Devon bölge­


larının nedeni, üzerlerine yığılan öteki kayaç- sinden).
ların baskısı altında sıkışmaları ve büzülm ele­ 5) Karbonifer (kömür yatakları içermesi
ridir; bu sıkışma ve büzülmelerin sonucunda nedeniyle “karbonlu” anlamında).
dağlar ortaya çıkmıştır. Bunların üstünde 6) Permiyen (SSCB’de Ural Dağları yöre­
Proterozoyik olarak adlandırılan daha genç sindeki Perm kentinden).
ve daha az kıvrımlı kayaçlar yer alır; bu Kambriyen Dönem. Zam an içinde ne kadar
kayaçlar, Arkayen dağların aşınması sonu­ geriye gidersek, D ünya’nın o çağlardaki coğ­
cunda oluşan molozların ve kırıntıların tortul­ rafi yapısını belirlemek de o kadar zorlaşır.
laşmasıyla ortaya çıkmıştır. Proterozoyik ka- Çünkü çok yaşlı kayaçlar milyonlarca yıl
yaçların oluştuğu 1 milyar yıl önce yeryüzünde- içinde başka kayaç katm anlarınca örtülmüş,
ki iklimin bugünküne benzer olduğu sanıl­ değişime uğramış ya da bütünüyle yok olmuş­
m aktadır, çünkü bu kayaçlarda hem buzların, tur; bu nedenle de bu kayaçlan inceleyerek ve
hem de çöllerin izlerine rastlanm aktadır. İn­ içerdikleri fosillere bakarak o döneme ilişkin
giltere’deki Shropshire ve K anada’daki Supe- bilgi edinmek neredeyse olanaksızdır. Am a
rior Gölü çevresindeki Proterozoyik kayaçla- Kambriyen sistem kayaçlan böyle değildir;
rın içinde bol miktarda yanardağ püskürüğüne yaklaşık 570 milyon yıl önce ortaya çıkan
rastlanmıştır; bu da o dönemde bu bölgelerde Kambriyen kayaçlara dünyanın pek çok ye­
etkin yanardağların bulunduğunu gösterir. rinde rastlanm aktadır ve bu kayaçlar üzerinde
Bugün kullanm akta olduğumuz m ineralle­ yapılan çalışmalarla o dönem e ilişkin pek çok
rin büyük bölümü Prekam briyen kayaçların bilgi edinilmiştir. O dönem de yeryüzünde
içinde yer alır. Örneğin Güney A frika’daki birkaç kıta bulunuyordu; günümüzdekilere
Transvaal’den çıkartılan altın, K anada’nın pek benzemeyen bu kıtaların yerleri de fark­
doğusundaki Sudbury bölgesinden çıkartılan lıydı ve çoğu da ekvator boyunca sıralanmış
bakır, nikel ve demir, Avustralya’da Yeni durumdaydı. İklim ise ılımandı. Kambriyen
Güney G aller’den çıkartılan gümüş, kurşun D önem ’de, denizler yaygınlaştı ve var olan
ve çinko mineralleri hep Prekambriyen ka- kara parçalarının bazı bölümleri suların altın­
yaçlardan elde edilir. da kaldı. Bu nedenle de bu dönemde sığ
sularda çökelen kayaçlar ortaya çıktı. (Suda
Birinci Zaman (Paleozoyik) dibe çökelerek oluşan tortul kayaçlara “deniz
Prekam briyen’den sonraki jeolojik zamana kayacı” denir.)
Birinci Zam an ya da “eski yaşam” anlam ında­ G erek okyanuslarda, gerek kara parçaları­
ki Yunanca sözcüklerden türetilerek Paleozo­ nı kaplayan sığ sularda oldukça bol ve çeşitli
yik Zam an adı verilmiştir. Çünkü ilk belirgin canlı türleri vardı, ama karalarda yaşayan
canlı fosilleri bu zamanda oluşmuş kayaçların hiçbir canlı yoktu. Kıtalar çıplak kayaçlar ve
içinde yer alır. çöllerle kaplıydı.
Yaklaşık 45 milyon yıl süren Birinci Zaman Ordovisiyen Dönem. Bu dönemde kıtaların
kendi içinde altı döneme ayrılır. Biri dışında en büyüğü olan G ondvana, Güney K utbu’na
bu dönemlerin her biri, o dönem de oluşmuş doğru kaydı. Ö tekiler ise gene ekvator yakın­
kayaçların ilk belirlendiği yerin adıyla anılır. larındaydı. Milyonlarca yıl sonra Kuzey A m e­
Ortaya çıkış sırasına göre bu dönem ler şun­ rika haline gelecek olan kıta ile gene çok
lardır: sonraları Avrupa haline gelecek olan kıtanın
1) Kambriyen (G aller’in eski adı olan arasında bir okyanus (bugünkü Atlas Okya­
Cam bria’dan). nusu değil) bulunuyordu. Bu iki kıta Ordovi­
2) Ordovisiyen (Galler sınırında yaşamış siyen Dönem sırasında birbirlerine doğru
eski bir İngiliz halk topluluğu olan Ordovis- yaklaşmaya ve aralarındaki okyanus sıkışma­
ler’den). ya başladı. Bu hareketin doğurduğu gerilim­
3) Silüriyen (İngiltere’de, bugünkü Shrop- ler sonucunda, her iki kıtanın kenar bölümle­
shire’de yaşamış eski bir halk topluluğu olan rinde kıyıya paralel yanardağ dizileri ve vol­
Silürler’den). kanik adalar ortaya çıktı. Ordovisiyen D ö­
206 JEOLOJİ

nem ’de yanardağ püskürmeleri sonucunda Karbonifer Dönem. Kuzey Am erika ile
oluşan volkanik kayaçlar bazı bölgelerde bu­ Avrupa kıtaları birbirlerine iyice yapışarak
gün de görülebilir. Avrupa ve Kuzey Am eri­ Lavrasya denen tek ve büyük bir kıta oluştur­
ka’da en yaygın bulunan Ordovisiyen kayaç­ du. Kaledoniyen Dağlar da bu kıta boyunca
lar, eski okyanusların dibindeki çamurların uzanan dev bir sıradağ durum una geldi. K ar­
zamanla yapışıp katılaşmasıyla oluşan siyah bonifer Dönem boyunca deniz düzeyleri yük­
şeyllerdir. Ordovisiyen D önem ’de okyanus­ seldi ve kıtaların kenar bölümlerinde yeni sığ
larda pek çok graptolit ve çeşitli türden deniz denizler oluştu. Dönem in başlarında birçok
kabukluları yaşıyordu. yerde kalın kireçtaşı katmanları çökeldi.
Silüriyen Dönem. Kuzey Am erika ve A vru­ Dönem in ilerleyen evrelerinde aşınma so­
pa kıtaları Silüriyen Dönem sırasında da nucu dağlardan taşman kum ve çam urlar sığ
birbirlerine yaklaşmayı ve aralarındaki okya­ denizlerde birikerek geniş deltalar oluşturdu.
nusu daraltmayı sürdürdü. Denizler yeniden Bu deltalarda ve bataklıklarda büyük orm an­
yükseldi ve daha sonraları Kuzey A frika’yı lar yetişti; milyonlarca yıl sonra bu orm anlar
oluşturacak olan kara parçası (o dönemde derinlere gömüldü ve kömüre dönüştü (bak.
G ondvana kıtasının Güney K utbu’na yakın KÖMÜR). Karbonifer D önem ’in daha geç evre­
bir bölümüydü) sığ bir denizle kaplandı. lerinde, pek çok başka kayaç türü de oluş­
Bugün A frika’nın kuzey bölgelerinde yer alan muştur.
petrol yataklarının oluşmasına yol açan da bu Karbonifer D önem ’in sonlarında dev
sığ denizdir. Suyla örtülen kara parçalarının Gondvana kıtası kuzeye doğru kayarak Lav­
ekvatora yakın kesimlerinde resifler (deniz rasya kıtasıyla çarpıştı. Bu çarpışma sonucun­
düzeyinin üstüne ya da hemen altına kadar da iki kıtanın birleşme hattı boyunca Varis-
yükselen kaya dizileri) ortaya çıktı. Bu resif­ kan Dağlar denen yeni bir sıradağ ortaya çık­
ler büyük ölçüde kireçtaşından oluşuyordu. tı. Gondvana kıtasının öteki ucu hâlâ Güney
Silüriyen D önem ’in en önemli özelliklerinden Kutbu’nun yakınlarındaydı ve buzullarla kaplıy­
biri, karaların üzerinde ilk bitki türlerinin dı. Gerçekten de bu dönemde kıtanın güney
yetişmeye başlaması ve bitki örtüsünün kıyı­ kesimlerinde oluşan ve sonraları buzullarca sü­
lardan iç kesimlere doğru yayılmasıdır. rüklenerek Güney Amerika, Afrika, Hindistan
Devoniyen Dönem. Bu dönemin başlarında ve Avustralya’ya taşman kayaçların yüzeyi bu­
Kuzey Am erika ve Avrupa kara kütleleri zul çizikleriyle doludur. Hemen hemen aynı sı­
birbirleriyle çarpıştı. Aralarındaki okyanus ralarda Asya kıtası da Avrupa’ya çarptı ve ara­
artık kapanmıştı; bunun sonucunda okyanus­ daki kayaçlar sıkışarak yükseldi; böylece Ural
taki bütün tortullar sıkıştı, büzüldü ve kıvam ­ Dağlan ortaya çıktı. Kısacası Dünya yüzeyin­
lanarak yükseldi. Böylece bugünkü Himala- deki bütün kıtalar birleşerek yapıştı ve sonuçta
yalar’a benzeyen ve Kaledoniyen Dağlar de­ Pangaea denen tek bir dev kıta oluştu.
nen dev sıradağlar ortaya çıktı. Devoniyen Permiyen Dönem. Birinci Z am an’ın bu son
D önem ’e özgü kayaçlar, çöl kumtaşları ile dönemi 225 milyon yıl öncesine kadar sür­
akarsu çökellerinden oluşur. Irm akların genç müştür. Devoniyen D önem ’de olduğu gibi,
dağlardan aşındırarak kopardığı kum ve çakıl­ bu dönemde de dağlar ve çöller oluştu. Dev
lar vadilerde ve karaların iç kesimlerindeki Pangaea kıtasında bir uçtan bir uca uzanan
havzalarda toplandı ve bunlar zamanla yapı­ dağ dizileri arasında kıraç düzlükler ve tuzlu
şıp pekişerek çöl kum taşlarına ve akarsu sığ denizler yer alıyordu. Bu dönem de özel­
çökellerine dönüştü. Devoniyen D önem ’de likle kumtaşları ve tuz yatakları oluştu. K ara­
denizlerde ve ırm aklarda balık türleri yaygın­ larda amfibyumlar yaygınlaştı, ayrıca ilk sü­
laştı. Ayrıca bazı balık türleri evrime uğradı rüngen türleri ortaya çıktı.
ve hem karada, hem de denizde yaşayan
amfibyumlara dönüştü; amfibyumlar zamanla İkinci Zaman (Mezozoyik)
sudan çıkarak, ırmak ağızlarındaki ve göl Yaklaşık 160 milyon yıl süren İkinci Z am an’ın
kenarlarındaki ormanlık bataklıklarda yaşa­ bir adı da “orta yaşam” anlamındaki Yunanca
maya başladılar. sözcüklerden türetilmiş olan Mezozoyik Za-
JEOLOJİ 207

Thom as H&Ilymanl Photo Researchers

Solda: Y erkabuğundaki çeşitli kuvve tlerin etkisiyle


D ünya'nın yüzeyinde oluşan kırıklar, çok sayıda
b ü yük yüzey şeklinin ortaya çıkm asında ö n e m li rol
oynar. Bu fo to ğ ra fta , A B D 'de, Ç a lifo rn ia 'd a ki San
A ndreas kırığı g ö rü lm e kte d ir. Üstte: T ekton ik levha
hareketleriyle yerkabuğu kıvrım la n ır ve büyük
sıradağlar oluşu r. Fotoğrafta A nd Dağları
g ö rü lm e kte d ir. Altta: Su ve rüzgârla taşınan
to rtu lla rın belli b ir yerde çökelm esi son ucu nd a to rtu l
kayaçlar oluşur. K um taşı, bu yo lla oluşan b ir to rtu l
kayaç tü rü d ü r.

United States Geological Survey Cy L a T o u r


208 JEOLOJİ

m an'dır. Ama İkinci Z am an’ın bir adı daha çökellerin içinde yer alır. Bugün hem A m eri­
vardır: Sürüngenler Çağı. O çağlarda yaşamış k a’nın ortabatı kesimlerinde, hem de Afri­
olan sürüngenler, bugünkü balinalar dışında­ ka’nın doğusunda Jura D önem i’nde oluşmuş
ki bütün canlılardan daha büyüktü ve yürüye­ akarsu çökellerinin içinde birbirinin aynı olan
biliyor, yüzebiliyor hatta uçabiliyorlardı. Bu dinozor fosilleri bulunmuştur. Bu da, o dö­
zamanda denizlerde, Birinci Z am an’ın trilo- nemdeki koşulların Pangaea’nm hemen he­
bitleri ile graptolitleri yok oldu. Onların yeri­ men her yerinde büyük ölçüde benzer olduğu­
ni sarmal yapılı ammonitler ile mürekkepbalı- nu gösterir. Jura D önem i’nin sonuna doğru
ğına benzer olağanüstü hayvanlar olan belem- Pangaea ikiye ayrılmaya başladı. İlk çatlak
nitler aldı. Karalarda Birinci Z am an’ın garip Kuzey Am erika ile Avrupa arasında ortaya
bitkileri de yerlerini kozalaklı ağaçlara, pal­ çıktı. Bugünkü Atlas Okyanusu artık oluşma­
miye benzeri bitkilere ve eğreltiotlarına bıra­ ya başlamıştı.
karak yeryüzünden silindi. Kretase Dönemi. A rtık Kuzey Am erika kı­
Jeologlar Mezozoyik Z am an’ı üç döneme tası, hem Avrupa ve A frika’dan, hem de G ü­
ayırırlar: ney A m erika’dan uzaklaşıyordu. Bir zam an­
1) Triyas (A lm anya’da bu dönem e özgü üç ların G ondvana’sı ikiye ayrılmıştı. Bu parça­
tür kayaç vardır ve Latince trias sözcüğü, “üç­ lardan biri Güney Am erika ve A frika’yı, öte­
lü” anlamına gelir). ki ise A ntarktika ve Avustralya’yı kapsıyor­
2) Jura (İsviçre’deki Jura Dağları’ndan). du. Hindistan ise küçük bir kara parçası halin­
3) Kretase ya da Tebeşir (bu döneme özgü de ikisinin arasında kalmıştı. Deniz düzeyi Ju­
en yaygın kayaç türü tebeşirdir ve Latince cre- ra D önem i’nde yeniden yükseldi ve A vrupa’
ta sözcüğü de “tebeşir” anlamına gelir). nın büyük bölümü sular altında kaldı. Kuzey
Triyas Dönemi. Bu dönemde Pangaea tek A m erika’da da kıtayı kuzeyden güneye kuşak
bir dev kıta halinde varlığını sürdürdü. Y er­ biçiminde kesen sığ bir deniz oluşmuştu; bu
yüzünün geri kalan kesimleri ise Panthalassa deniz batıdaki genç Kayalık D ağlar’ı doğuda­
denen dev bir okyanusla kaplıydı. Pangaea’ ki eski kalkan bölgesinden ayırıyordu. D ün­
nın doğu kesiminde, körfez biçiminde içeri yanın pek çok yerindeki petrol yatakları bu dö­
doğru uzanan Tetis Denizi vardı. Permiyen nemde katm anlaşan çökellerde oluştu. Bu ka-
Dönem’in çöl koşullan Triyas Dönem ’de de yaçların üst katm anları, denizlerde yaşayan
egemenliğini sürdürdü ve çöl kumtaşları ile küçük canlıların kabuklarının taşlaşmasıyla
kayatuzu oluşmaya devam etti. Sürüngenler oluşan tebeşir yataklarıyla kaplıdır {bak. TE­
yeryüzüne gerçekten egemen olmaya başla­ BEŞİR). Kretase D önem i’nin sonlarına doğru
mışlardı; ama evrim sonucu ilk memeliler de Güney Am erika da A frika’dan koparak ay­
bu dönemde ortaya çıktı. rıldı.
Jura Dönemi. Bu dönemin başlarında deniz
düzeyi yükseldi ve Pangaea kıtasının alçak ke­ Yakın Zaman (Senozoyik)
simleri sular altında kaldı. Bu durum , bugün İkinci Z am an’ın sonunda belki değişen ikli­
sığ denizlerin oluşmasına ve iklimin daha da min etkisiyle, belki de bir göktaşının Dünya’
nemli bir hale gelmesine yol açtı. Pangaea’nm ya çarpması sonucunda dev sürüngenler yok
birçok kesimlerinde bataklıklar ve orm anlar oldu. Bu hayvanların yerini, yavrularını sütle­
ortaya çıktı, yeryüzünü dev sürüngenler sardı. riyle besleyen ve sıcakkanlı canlılar olan m e­
Bu dönemde kara parçaları birçok kez deniz meliler aldı. Denizlerde de bazı memeli türle­
basmasına uğradı; denizlerin sürekli olarak ri, örneğin balinalar ve foklar ortaya çıktı.
taşıp geri çekilmesi, çok değişik türden sığ su Am m onitler ile belemnitlerin de soyu tükendi
kayaçlarmm oluşmasına yol açtı. Bunların ve yerlerini günümüzdekilere daha çok ben­
başlıcaları şeyller, killer ve kireçtaşlarıdır. zeyen deniz kabukluları aldı.
Kara parçalarının üstünde ise, akarsu aşındır­ 65 milyon yıl önce başlayan bu son büyük
ması sonucunda kayaçlardan kopan parçalar zaman diliminde, bugünkülere daha çok ben­
birikerek kalın çökeller oluşturdu; günümüz­ zeyen canlı türleri ortaya çıkmıştır. Yakın Za-
de bulunan en büyük dinozor fosilleri, işte bu m an’ın bir başka adı da, memeli hayvanların
JEOLOJİ 209

FreemanlPublix

M ilyo n la rca yıl önce gerçekleşen je o lo jik süreçler


gü n ü m ü zd e kile rin aynısıydı. Bu yüzey şekille ri, aşınm a
k u v v e tle rin in e tkisiyle çeşitli je o lo jik çağlarda ortaya
çıkm ıştır. Üstte solda: H ollanda kıyıları, ırm aklarca
aşın dırılm aktadır; bu d u ru m , g e lg itin b e lirli e vre le rin d e açık
b içim d e g ö rü le b ilir. Üstte: A B D 'de A rizo n a 'd a ki M o n u m e n t
vad isin de , rüzgâr ve akarsuların aşındırm asıyla o lu şm u ş taş
köp rüler. Sağda: A B D 'de U tah 'ta ki C o lora do Irm ağı'nın
aşındırarak o yd u ğ u d e rin va d i; ırm ak g ü n ü m ü zd e de bu
va d iyi aşındırm aya devam ed iyo r. US D epartment o f the Interior

gerçek anlam da bu çağda yaygınlaşmış olma­ benzeyen bitki ve hayvan fosilleri ege­
sından ötürü M emeliler Çağı’dır. mendir).
Yakın Z am an’ın iki dönemi vardır: Üçüncü 4) Miyosen (günümüzdekilere biraz daha
Dönem (ya da Tersiyer) ve D ördüncü Dönem çok benzeyen bitki ve hayvan fosilleri ege­
(ya da Kuvaterner). Eskiden jeologlar bu dö­ m endir).
nemlerin her birini, Birinci ve İkinci zam anla­ 5) Pliyosen (günümüzdekilere en çok ben­
rı izleyen ayrı birer jeolojik zaman olarak ka­ zeyen bitki ve hayvan fosilleri egemendir).
bul etmiş ve Üçüncü Zam an, D ördüncü Z a­ Üçüncü D önem ’de kıtalar günümüzdeki
man olarak adlandırmışlardı. Sonradan ikisi konum larına yaklaşmaya başladı. Am a baş­
birden Yakın Zam an adı altında toplanınca, langıçta, yani Paleosen ve Eosen bölümlerde,
bu zaman dilimleri de Yakın Z am an’ın dö­ Avustralya hâlâ A ntarktika’ya yapışıktı. H in­
nemleri olarak tanımlandı. D ördüncü Dönem distan ise hâlâ Hint Okyanusu’nda ayrı bir kı­
çok kısadır, ama bu döneme ilişkin çok şey taydı. Atlas O kyanusu’nun açılması yanardağ
bilinmektedir. Son büyük Buzul Çağı bu dö­ etkinliklerine neden oldu.
nemde yaşanmış ve insan ilk kez bu dönemde Oligosen bölümün sonlarına doğru ve M i­
yeryüzünde belirmiştir. yosen bölümde, A vrupa’daki son büyük dağ
Üçüncü D önem , “bölüm ” olarak adlandırı­ oluşum süreci gerçekleşti. Afrika kıtası A vru­
lan daha kısa beş jeolojik zaman dilimine ay­ pa ile Asya’ya dayandı ve bunun yarattığı ba­
rılır. H er bölümün adı, o bölümde oluşan ka- sınç, bu kıtaların belirli kesimlerinin sıkışıp
yaçlardaki en yaygın fosil türünden gelir. Bu kıvrımlanarak sıradağlar halinde yükselmesi­
bölüm ler şunlardır: ne yol açtı. Pireneler ve A lpler böylece
1) Paleosen (günümüzdeki bitki ve hayvan­ oluştu.
ların ilk ve en eski türleri egemendir). Üçüncü D önem ’in ortalarında, yani Miyo­
2) Eosen (ilk kez günümüzdekileri andır­ sen bölüme doğru Avustralya, A ntarktika’
maya başlayan bitki ve hayvan fosilleri ege­ dan kopup ayrılarak kuzeye süreklendi. Öte
mendir). yandan Hindistan Asya ile çarpıştı ve arada
3) Oligosen (günümüzdekilere daha çok kalan katm anlar sıkışarak iki kıtanın birleşme
210 JEOTERMAL ENERJİ

çizgisi boyunca yükseldi; Himalaya Dağları rüklenmesini sürdürerek A ntarktika’dan da­


da böyle ortaya çıktı. Aynı zam anda bitki tü r­ ha da uzaklaşacaktır. Bir zamanlar Pangaea’
lerinde de birtakım değişiklikler oldu. Bir za­ nın yarılmasına benzer biçimde, Afrika kıtası
manlar ormanlarla kaplı olan kıta kesimlerin­ da Büyük Rift Vadisi’nden ikiye ayrılabilecek
de otlaklar yaygınlaştı. Hayvanlar da buna ve doğu bölümü, belki de Hint O kyanusu’nda
uygun olarak evrim geçirdi ve at, antilop, ayrı bir kıtaya dönüşebilecektir.
kanguru gibi uzun bacaklı otçullar ortaya
çıktı. A N S İK L O P E D İN İN J E O L O J İ İLE İLGİLİ Ö B Ü R
Üçüncü D önem ’de çökelen kayaçların bü­ M AD D ELER İ
yük bölümü gevşek kum ve killerden oluşur,
BUZUL ÇAĞI KAYAÇ
tülmemiş olan bu kayaçlar, özgün yapılarını BUZUL VE BUZULLAŞMA KITA
günümüzde de korum aktadır ve yapışıp peki­ DEPREM KÖMÜR
şerek bir başka kayaç türüne dönüşmemiştir. DÜNYA MAĞARA
FOSİL MİNERAL
Am a Üçüncü D önem ’de oluşan pekişik, bü­ GAYZER TOPRAK KAYMASI
yük kütleli kayaçlar da vardır; Ortadoğu’daki JEOFİZİK YANARDAĞ
JEOKİMYA
zengin fosil içerikli kireçtaşları buna örnektir.
Mısır’daki piram itler bu kayaç bloklarından
yapılmıştır. Bu kireçtaşları, Tetis Denizi’nin JEO TERM AL ENERJİ, D ünya’nm ısısından
bir kolunun Miyosen bölümde iyice batıya elde edilen enerjidir. Jeoterm al sözcüğü,
uzanarak O rtadoğu’ya kadar girmiş olduğunu “yer” ve “ısı” anlamındaki Yunanca iki söz­
gösterir. Ayrıca gene bu sıralarda A vrupa’nın cükten türetilmiştir. Dünyanın pek çok yerin­
orta kesimlerinde, kozalaklı ağaçların bulun­ de, yüzeyden derinlere doğru inildikçe sıcak­
duğu bataklıklarda köm ür yatakları oluştu. lık her 36 m etrede yaklaşık 1°C artar. Bu du­
D ördüncü Dönem yalnızca 2,5 milyon yıl rum , D ünya’nm iç kesimlerinden yüzeye doğ­
sürdü. Bu dönemin başlıca iki bölümü Pleyis- ru sürekli bir ısı akışına neden olur. Deprem
tosen ile H olosen’dir. Holosen bölüm, 10 bin ve yanardağ etkinliklerine sık rastlanan böl­
yıl öncesinden günümüze kadar olan dönemi gelerde bu ısı akışı 100 kat daha büyük olabi­
kapsar. lir; bu tür yerlere term al bölge denir. D ünya­
Pliyosen bölümün sonlarına doğru iklim iyi­ nın pek çok yerinde term al bölge vardır; bun­
ce soğudu. Bunun ardından gelen Pleyistosen ların başlıcaları da A B D , M eksika Japonya,
bölümde soğuk daha da şiddetlendi ve İskan­ İzlanda, İtalya, Yeni Zelanda, Türkiye ve
dinavya Dağları’nı örten buz örtüleri güneye SSCB’dedir. Termal bölgelerin en önemli
doğru yayıldı. özelliklerinden biri, buralarda çok m iktarda
Buzul Çağı’nın en şiddetli evresinde buz ör­ kaynarca, kaynar çamur havuzu ve gayzerin
tüleri güneyde Britanya A daları’ndaki Severn bulunmasıdır {bak. G a y z e r ) .
ve Thames ırm aklarına kadar indi. Rusya ile Bilim adam ları, jeoterm al ısının nereden
A lm anya’nın kuzeyi, K anada’nın tam amı ve kaynaklandığı, yeryüzüne çıkan buharın nasıl
Kuzey A m erika’nın kuzey kesimleri buzlarla oluştuğu konusunda henüz tam bir görüş birli­
kaplandı. Bu arada buzlar birkaç kez eriyip ğine varamamışlardır. Büyük bir olasılıkla bu
geri çekildi, sonra yeniden güneye doğru indi. ısının kaynağı, D ünya’nm derinlerindeki
Bütün bu süreçlerin bugün artık sona erdi­ “m agm a” denilen erimiş kayaç kütlesidir. Yü­
ğine inanmak için hiçbir neden yoktur. Şu an­ zeye püsküren buharın da, yüzeyden derinle­
da iki büyük buzullaşma evresi arasında bulu­ re sızan yağmur sularının, bu kızgın magma
nuyor olabiliriz. Önümüzdeki 100 bin yıl için­ bölgesinde ısınıp buharlaşması sonucunda
de buzların yeniden güneye doğru yayılmasıy­ oluştuğu sanılmaktadır.
la bu süreç yinelenebilir. Bu ısıdan, İzlanda ve Japonya’da olduğu gi­
Ayrıca, önümüzdeki milyonlarca yıl boyun­ bi, evlerin, hamam ların ve seraların ısıtılma­
ca kıtalar hareket etm eye, sürüklenmeye de­ sında yararlanılabilir. Elektrik enerjisi üreti­
vam edecektir. Atlas Okyanusu giderek daha minde de, üreteçlere bağlı buhar türbinlerinin
da genişleyecek, Avustralya kuzeye doğru sü­ çalıştırılmasıyla jeoterm al enerji kullanılabilir
JET MOTORU 211

Yeni Z elanda'daki bu
je o te rm a l enerji
santralında, sıcak
kayaçlarca ısıtılan
yeraltı sularından
yara rlan ılm aktad ır.
Santraldan yükselen
bu ha r b u lu tla rı yavaş
yavaş çevreye yayılır.

N e w Z eland High Com mission

(bak. DİNAMO; TÜRBİN). İlk jeoterm al enerji sine eşit büyüklükte ama ters yönde bir tepki
santralı 1931’de İtalya’daki Larderello’ doğurur. Dem ek ki, bir pervanenin suyu ya
da kuruldu. Bugün Larderello’da toplam gü­ da havayı geriye doğru itme etkisi yani
cü 351 megavvatt olan ve yaklaşık 600 bin nü­ kuvveti, pervanenin üzerinde bu kez onu ileri
fuslu bir kenti beslemeye yeterli elektrik üre­ doğru sürükleyen bir tepki kuvvetinin doğm a­
ten bir grup jeoterm al enerji santralı bulun­ sına yol açar (bak. K u v v e t v e H a r e k e t ).
m aktadır. Pervane üzerindeki tepki, pervanenin bağlı
olduğu gemiyi ya da uçağı hareket ettirir.
JET M O TO R U , uçakların ve uzaya gönderi­ Tepki kuvvetinin büyüklüğü iki öğeye bağ­
len roketlerin havada yüksek hızla hareket lıdır: Bunlar, arkaya doğru itilen akışkanın
etmesini sağlar. Tepkili m otor olarak da miktarı ile bu akışkana kazandırılan ivmedir
bilinen jet m otorunun çalışma ilkesini tam (bak. İVME). Pervaneler genellikle çok m iktar­
olarak anlam ak için önce cisimlerin gaz ya da da hava ya da su üzerinde etki yapar ama bun­
sıvı gibi bir akışkan içinde nasıl yol aldığına ları ancak düşük bir hızla geriye doğru iter. Daha
ilişkin genel kuralları bilmek gerekir. az miktarda akışkanı daha yüksek bir hızla
Herhangi bir cismin, bir gazın ya da sıvının hareket ettirerek de aynı etki elde edilebilir.
içinde hareket edebilmesi için, içinde bulun­ Çok güçlü püskürm e sonucu oluşan şiddetli
duğu akışkanı gitmek istediği yönün tersine hava ya da su akımına jet, bu püskürm e
doğru itmesi gerekir. Örneğin suda yüzerken sonucu doğan tepki kuvvetinin geriye doğru
ya da sandalla giderken, suyu kol ve bacakla­ itme etkisine jet itmesi ve bu ilkeye dayalı
rımızla ya da kürekle geriye doğru iteriz; olarak çalışan m otorlara da jet m otoru denir.
kuşlar, havada durabilmek ve ileri doğru Jet itmesine doğada da rastlanır. Kalamar
uçabilmek için çevrelerindeki havayı kanatla­ ve m ürekkepbalığı gibi yumuşakçalar içlerine
rıyla aşağıya ve arkaya doğru iterler. Gem ile­ çektikleri suyu geriye doğru hızla püskürterek
rin ya da uçakların pervaneleri de m otorun yer değiştirirler. Jet itmesinden ilk yararlanan
gücünü, suyu ya da havayı geriye doğru iten kişi, İS 1. yüzyılda yaşamış olan Yunanlı
bir kuvvete dönüştürür. 17. yüzyılda bilim bilgin İskenderiyeli H eron’dur. H eron ilginç
adamı Sir Isaac Newton temel bir fizik yasası bir oyuncak yapmıştı; aeolipil denilen bu
keşfetti; buna göre doğadaki her etki, kendi­ aygıt, bir buhar kazanı ile bu kazandan çıkan
212 JET MOTORU

iki borunun ortasına yerleştirilmiş bir küre­ çıkmıştı. Gerçi o dönem de 2.000 kilowatt güç
den oluşuyordu. Borulara serbestçe dönebile­ üretebilen pistonlu m otorlar yapılabiliyordu,
cek biçimde tutturulm uş olan küreden ayrıca am a 3 ton ağırlığındaki bu m otorlar son
iki küçük, daha dar ve kıvrık boru çıkıyordu. derece büyük ve karmaşıktı; uçakların gide­
Kazanın içindeki su, alttaki ateşin ısısıyla rek hantallaşmasına neden oluyordu. Artık
kaynayarak buharlaşıyor, buhar boruların daha küçük ve daha hafif, ama daha etkili ve
içinden akarak küreye geçiyor ve buradan da daha büyük güç üreten m otorlara gereksinim
küçük borulardan dışarı püskürüyordu. Püs­ vardı.
kürme sonucu oluşan hava jeti de kürenin ters Bu gereksinmeyi karşılamak için gaz tü r­
yönde dönmesini sağlıyordu (bak. B u h a r binleri yapılmaya başlandı. 1930’ların başın­
K a z a n i ) . Günüm üzde çimenleri sulamak için dan beri İngiltere ve A lm anya’da uçak tasa­
kullanılan döner fıskiyeler de aynı biçimde rımcıları bu tür m otorlar üzerinde çalışmak­
çalışır. taydılar. İngiliz mucit Frank W hittle 1930’da
Jet itmesini yararlı biçimde kullanan ilk bir gaz türbini geliştirmiş ve patentini almıştı;
mucit ise A B D ’li James Rumsey oldu. Rum- bu tür bir m otor takılmış ilk uçak 1941’de
sey, 1787’de yüksek basınçla su fışkırtan bir yapıldı (bak. W h it t l e , S ir F r a n k ) . W hittle’den
yangın söndürm e hortum unun büyük bir kuv­ kısa bir süre sonra çalışmaya başlayan Alman
vetle geriye, hortum u tutan itfaiyeciye doğru tasarımcı Hans von Ohain ise, gerekli mali
itildiğine dikkat etmişti. Bu gözleminden ya­ desteği daha kısa sürede buldu ve ilk uçağını
rarlanan Rumsey, bir tekneye bir buhar Ağustos 1930’da uçurdu (bak. HAVACILIK TA­
makinesi ile bir pom pa yerleştirdi; buhar RİHİ).
makinesinin çalıştırdığı pom pa teknenin altın­
dan su emiyor ve bunu gene suyun içinde Jet Motorunun Çalışma İlkesi
geriye doğru püskürtüyordu. Rumsey tekne­ W hittle ile O hain’in m otorları aynı ilkeye
sini Potomac Irm ağı’nda başarıyla yüzdürdü. göre çalışıyordu (bu ilke İÇTEN YANM ALI
Rum sey’in bu buluşu çok uzun süre ilgi M O TO R maddesinde anlatılmıştır). Kısaca
görmedi, ama günümüzde aynı bu ilkeye türbo jet denilen türbinli jet m otorları, aynı
dayalı olarak çalışan pek çok deniz m otoru döner mil üzerine oturtulm uş bir kom presör
vardır. Bu tür teknelerde suyu püskürten ile bunun arkasındaki bir türbin çarkından
m em eler sağa sola döndürülerek tekne isteni­ oluşur. Şaft ya da rotor denilen bu mil
len yönde hareket ettirilebilir. dönerken kom presör m otorun ön tarafından
içeri hava çeker ve bu havayı iyice sıkıştırır.
Jet İlkesinin Uçaklara Uygulanması Sıkışmış hava daha sonra yanma odasına
Uçaklarda jet itmesi ilkesinden 1940’larda gönderilir ve buraya püskürtülen gazyağına
yararlanılmaya başlandı. II. Dünya Savaşı benzer bir sıvı yakıt olan jet yakıtıyla karıştırı­
sırasında, pistonlu m otorla çalışan uçakların larak sürekli olarak yakılır. Yanma sırasında
artık daha fazla geliştirilemeyeceği ortaya kızgın gazlar oluşur. Bu gazların yanma odası­
nın arkasından hızla kaçmasına olanak tanı­
nır. Gazlar dışarı püskürürken bu arada
yatm a püskürmesi
türbinin kanatlarına çarparak çarkın ve onun
bağlı olduğu milin dönmesini sağlar. Mil
döndükçe, öndeki kom presörü çalıştırır. Böy­
yunuslam a
lece, sıcak gazların itme kuvvetinin bir bölü­
münden türbin çarklarının döndürülmesi ve
kom presörün çalıştırılmasında yararlanılır;
ama gazların asıl büyük kütlesi m otorun
yatma arkasından dışarı hızla püskürür. İşte bu hızlı
püskürm esi kaldırm a jeti
geri püskürm enin yol açtığı tepki kuvveti
H arrier je t uçağının y ö n le n d irilm iş te p k ili m o to rla rı, uçağı ileri doğru iter.
uçuş açısını küçük hava p ü skü rm e le riyle denetler. Jet m otoru büyük yükseltilerde oldukça
JET MOTORU 213

verimli biçimde çalışır; aslında bu motorların


verimi, hava soğudukça artar. Jet m otorlarıy­
la ses hızının iki ya da üç katm a ulaşılır.
Uygun bir tasarım la havanın m otora girişi
yavaşlatılabilir ve böylece uçağın hızı ne
olursa olsun havanın kom presöre ses hızından
daha düşük bir hızla ulaşması sağlanır. D aha
sonra yanma odasında ısınan havanın püskür­
me hızı tekrar artar, çünkü sıcak gazlar daha T ü rb o je t m o to ru n d a , önden çekilen hava
ko m p re sö rle sıkıştırıldıktan sonra yakıtla
karıştırılarak yakılır. Yanm a son ucu nd a oluşan
TURBOJET gazlar genleşerek dışarı pü skü rü r ve böylece tepki
KOM PRESORU ku vve tin in oluşm asına y o l açar.
Ç ALIŞTIR A N
TÜ R B İN '
TE P K İYİ -*■ pervane
H AVA
OLU ŞTU RA N
PÜSKÜRM E G İRİŞİ

Ç IKIŞ AĞZI
KOM PRESOR
YA N M A O D ALARI
Y A K IC ILA R

hızlı hareket eder. Jet m otoru aslında basit bir


m akinedir; ama 1.300°C’ye kadar çıkan sıcak­
lıklarda çalıştığından, bu sıcaklığa dayanabi­
len, ısıya karşı dirençli özel m etallerden T ü rb o p ro p m o to ru n d a , kom p resö re ek olarak b ir de
pervane bu lu n u r. Asıl tepki ku vve tin i pervane sağlar,
yapılmalıdır. Pistonlu m otorlarda pistonların arkadan püsküren g a zla rd a buna katkıda bu lu n u r.
hareket yönü sürekli olarak değişir; buna
karşılık jet m otorlarında sürekli olarak aynı tepki yönlendiricisi
(açık)
yönde dönen büyük, tek bir hareketli parça
vardır. Bu nedenle jet m otorlarında aşınma
ve yıpranma daha azdır; daha az enerji kaybı
ve çok daha az titreşim olur.
Başlangıçta jet m otorları askeri uçaklarda
özellikle de yüksek hızın çok önemli olduğu
bom bardım an, avcı ve keşif uçaklarında kul­
lanıldı. A m a, birkaç yıl içinde üstünlüklerinin
anlaşılmasıyla yolcu uçaklarında da kullanıl­
maya başlandı. Jet motorlarıyla yolcu uçakla­ T ü rb o fa n m o to ru n d a , m o to ru n içindeki tü rb in le rin
rı çok yükseklerde uçabilir ve burada hava ön ün e ya da (çizim de o ld u ğ u g ib i) arkasına,
pervaneye benzeyen b ir v a n tila tö r eklenir.
daha ince ve seyrek olduğundan hava direnci
de daha azdır, bu nedenle uçaklar yüksekte (kapalı)
daha az yakıt harcayarak, daha hızlı yol
alabilir. Yolcular sarsıntısız, sessiz bir yolcu­
luk kadar yolculuk süresinin kısa olmasına da
önem verirler.
Düşük hızlarda ve alçak uçuşlarda türbojet,
kendi gücündeki bir pistonlu m otora göre
daha fazla yakıt yakar; bu nedenle bu m otor­
lar hafif uçaklarda genellikle kullanılmaz.
O rta hızlardaki uçaklar için, basit gaz türbi­
niyle geleneksel pervane sistemini birleştiren Bazı je t m o to rla rın d a , in iş sırasında teke rleklerin
yere d e ğ d iğ i andan itib are n uçağın te p kisin i öne
bir yöntem bulunmuştur. Pervaneli türbin do ğ ru yö n le n d ire re k fren işlevi gören hareketli tepki
m otoru ya da kısaca türboprop denilen bu y ö n le n d iric ile ri vardır.
214 JET MOTORU

m otorda, türbin mili öne doğru uzayarak J E T İT M E S İ T Ü R L E R İ


uçağın pervanesini döndürür. Bu sistemde DOĞADA
türbin, egzoz gazlarının hemen hemen tüm
enerjisini pervaneye aktarır. Böylece yakıt
tüketim i ve gürültü azalır.
Türboj etler de büyük ölçüde geliştirilmiş­
tir. İngilizler’in ve A lm anlar’ın yaptığı ilk jet
uçaklarında m erkezkaç kom presörler kulla­
nılmıştı. Bu tür kom presörlerde havayı içeri
doğru tek bir büyük kom presör çarkı emiyor­
du. D aha sonraları bunların yerini eksenel
kom presörler aldı; bu kom presörlerde hava
bazıları sabit, bazıları hareketli bir dizi küçük
kanatçık tarafından emilerek içeri beslenir.
Bu eksenel kom presörler jet m otorunun veri­
mini büyük ölçüde artırdı. Çift şaftlı jet
m otorlarında ise, iç içe geçmiş iki mil vardır;
her iki mil de kom presöre ve türbine bağlıdır.
Bu m otorlarda içeri çekilen havanın bir bölü­
mü yanma odasına sokulm adan ve türbin
çarklarına çarptırılm adan doğrudan doğruya
çıkış ağzına geçirilir ve burada egzoz gazlarıy­
la birlikte hızla dışarı püskürtülür.
Türboj et ve türboprop ilkelerinin birlikte
uygulandığı jet m otorlarına ise türbofan de­
nir. Türbofanlarda öndeki kom presörün sıkış­
tırdığı havanın bir bölümü yanma odasından
ve türbinden geçirilmeden, özel bir kanaldan
doğrudan doğruya çıkış ağzına gönderilir.
D aha sessiz çalışan jet m otorları yapmak için

RAM JET
‘ H AVA

Y A K IT YAK IC ILA R I

çalışmalar sürm ektedir; böylece jet yolcu


uçakları çevrede yaşayanları rahatsız etm eden
büyük kentlerin yakınındaki havaalanlarına
inip kalkabilecektir. En son geliştirilen türbo­
fanlarda gürültü sorunu hemen hemen tümüy­
le ortadan kaldırılmıştır.
Jet m otorunun oluşturduğu tepki kuvveti­
nin yönü, m otorun arkasından dışarı çıkan
gazların püskürm e yönünün tam tersi yönün­
de olduğundan, gazların çıkış yönü değiştirile­
rek tepkinin yönü de değiştirilebilir. Buna
yönelik olarak önceleri, m otorun içine ya da
arkasına “tepki tersindiricisi” denilen özel
JET MOTORU 215

siperlikler yapıldı; bu siperlikler kapandığın­ yolla fırlatılması ve yüksek hıza ulaşması


da gazların püskürm e yönü tam tersine dönü­ gerekir. Bu yüzden ramj etlerden yalnızca
yor ve böylece bu kez uçağın önüne doğru füzelerde ve benzeri uygulamalarda yararla­
püsküren gazlar, arkaya doğru bir tepki kuv­ nılır.
veti yaratıyordu. Bu sistemden iniş sırasında
uçağı yavaşlatmak için yararlanılıyordu. D aha Roketlerde Jet İtmesi
sonraları m otorlara gaz püskürtülmesinin yö­ Jet motoruyla sağlanan tepkinin her zaman
nünü istenilen biçimde ayarlayan özel “tepki egzoz gazının çevredeki havayı itmesinden
yönlendiricileri” eklendi ve böylece ortaya, kaynaklandığını düşünmek yanlış olur. Başka
kısaca VTOL denilen düşey kalkış ve inişli bir deyişle jet itmesi için mutlaka havanın
uçaklar çıktı. Bu uçakların m otorlarında bu­ bulunması gerekmez; hatta boşlukta jet itm e­
lunan hareketli memelerin yardımıyla egzoz si çok daha etkilidir; ama Dünya atmosferinin
gazlarının çıkış yönü kolayca denetlenebilir. dışında gaz türbini kullanılamaz, çünkü tü r­
Normal uçuş sırasında m em eler arkaya doğru binde yakıtın yanabilmesi için havadaki oksi­
gaz püskürtür; uçağı yükseltmek ya da aynı jene gereksinim vardır. Bu nedenle atmosfer
yükseklikte tutm ak için m em eler aşağıya çev­ dışında jet itmesi ilkesine dayalı olarak çalışan
rilir ve böylece yukarı doğru bir tepki kuvveti roketlerde, yakıtın yanması için gerekli oksi­
oluşturulur. V TO L’ların başka bir türünde, jen ya sıvılaştırılmış olarak roketin içinde
kaldırma jetleri denilen ayrı m otorlar vardır; taşınır ya da oksijen içeren bir katı yakıt
egzoz gazını yalnızca aşağı doğru püskürten kullanılır. Yakıt ve oksijen karışımının yanma
bu m otorlar, uçağın havada belirli bir yüksek­ odasında yanmasıyla ortaya çıkan gazlar bü­
likte kalması istendiği zaman çalıştırılır. yük bir hızla çıkış borusundan dışarı püskürür.
En yaygın kullanılan jet m otoru gaz türbi­ Roketlerde küçük bir m otorla çok yüksek bir
nidir; ama uçaklarda tepki kuvvetinden yarar­ tepki kuvveti elde edilebilir, ama bunların
lanmak için başka yöntem ler de uygulanır. çalışma süresi sınırlıdır, çünkü taşıdıkları ok­
Örneğin “ani itmeli m otor” anlamına gelen sijen bitince dururlar. Uçaklarda bir anda hızı
palslı jet motorları'nda, kom presör ve türbin ya da tırm anm a yüksekliğini artırm ak amacıy­
yoktur; bunların ön tarafında yaylı pencereler la, ek roket m otorlarından yararlanılabilir.
vardır ve bu pencerelerin açılıp kapanmasıyla Uzay araştırm alarında da roket en önemli
içeri hava çekilir. Hava daha sonra yanma araçtır. Katı yakıtlı roketlerde hiçbir hareketli
odasına gönderilir ve burada yakıt ile birlikte parça yoktur; son derece hafif ve basit olduk­
birbirini izleyen çok hızlı patlam alarla yakılır. larından bu roketler füzelerde kullanılır. T ep­
Yanma sırasında yükselen gaz basıncının etki­ ki kuvvetinin artırılıp azaltılması gereken ya
siyle hava girişindeki pencereler kapanır ve da duyarlı denetim gerektiren uygulamalarda
egzoz gazları arkadaki jet borusundan hızla ise sıvı yakıtlı roketlerden yararlanılır (bak.
dışarı çıkar. Yanma tamamlandığı zaman R oket).
basınç düşer, hava giriş pencereleri açılır, U çakların ya da uzay araçlarının rotasının
m otora yeni hava çekilir ve aynı süreç yine­ denetlenm esinde de tepki ilkesinden yararla­
lenir. nılır. Düşey iniş ve kalkışlı bir uçak havada
Jet m otorlarının daha da basit bir biçimi asılı dururken, uçağın yüzeyleri üzerinde hava
olan ramjet, hareketli hiçbir parçası olmayan akımı olmadığından bu yüzeyler üzerinde
bir m otordur ve bu haliyle kom presörsüz ya havanın kaldırma kuvveti de bulunmaz. Bu
da türbinsiz bir türbojete benzer. Bu m otor­ durum da uçağın havada kalabilmesi için ka­
larda hava, m otorun içine uçağın kendi hızıy­ nat uçlarında, burunda ve kuyrukta bulunan
la girer ve aynı etkiyle yanma odasında sıkışır. küçük jet m emelerine kom presörle hava bası­
Burada yanan gazlar hızla genleşir ve bu lır. Pilot bu m em elerden birini ya da bir
genleşmenin etkisiyle çıkış ağzından dışarı başkasını açıp kapayarak dışarı hava püskür­
püskürür. Görüldüğü gibi ramj etler ancak tür ve böylece uçağı istediği konum a getirebi­
uçak hızla uçarken çalışır, bu nedenle bu tür lir. Benzer biçimde, bir uzay aracının yörün­
bir m otorla donatılmış bir aracın başka bir gesini değiştirmek ya da uzay aracına belirli
216 JİMNASTİK

b ir m a n e v r a y a p t ı r m a k i s te n d i ğ i z a m a n , a r a ­ hareketleri içerir. Yer hareketleri de denen


c ın b e li r l i n o k t a l a r ı n d a b u l u n a n ç o k k ü ç ü k , aletsiz jim nastikte zarafet, denge ve esneklik
d e n e t l e n e b i l i r g a z j e t l e r i a t e ş l e n e r e k is t e n i l e n gibi özellikler öne çıkar. Aletli jim nastikte ise
t e p k i k u v v e ti e l d e e d i l i r . U z a y d a e n k ü ç ü k ya ip, çem ber, top, lobut ve kurdele gibi hafif
k u v v e t b ile u z a y a r a c ı n ı d ö n d ü r m e y e b a ş l a r ; aletler ya da barfiks, halka, kulplu beygir gibi
b u n e d e n l e a r a c a is t e n i l e n k o n u m v e r i l d i k t e n vücudun bütün yükünü çeken ağır aletler kul­
s o n r a a r a c ı n d ö n m e s i n i d u r d u r m a k iç i n , b a ş ­ lanılır.
la n g ı ç ta u y g u l a n a n k u v v e t e e ş i t a m a te r s
y ö n lü b i r k u v v e t u y g u la n ı r . (.Ayrıca bak. Aletli Jimnastik
U z a y U ç u ş l a r i .) Erkek jim nastikçiler beş çeşit alet kullanır.
Bunlar barfiks, paralel bar, kulplu beygir,
JİM N A S TİK çoğunlukla kapalı salonlarda atlam a beygiri ve halkadır.
aletsiz ya da belirli aletler kullanılarak yapılan Barfiks hareketleri iki ayak üzerine yere
beden hareketleridir. Vücuda esneklik sağla­ paralel durum da yerleştirilmiş, yerden 2,55
yan jim nastik, aynı zam anda çeviklik, uyum m etre yükseklikte ve 2,40 m etre uzunlukta
ve güç kazandırır. Jimnastik 19. yüzyılda esnek bir çelik çubuk üzerinde yapılır. Özel
çağdaş sporlar arasına girdi. Eski Yunanlı­ bir eldiven giyen yarışmacı, iki eliyle kavradı­
la rın kurduğu spor salonlarında erkek spor­ ğı barfiksin çevresinde döner.
cular çıplak olarak spor yaparlardı. Bu yüz­ Paralel bar ya da kısaca paralel, ikişer ayak
den salonlara “çıplak” anlamındaki gymnos üzerinde duran, yerden 1,75 m etre yükseklik­
sözcüğünden kaynaklanan gymnasiorı adı ve­ te yatay durum da ve birbirine paralel iki
riliyordu. Bu salonlarda yapılan bütün spor esnek çubuktan oluşur. Yarışmacı paralel
çalışmalarına da gymnastike denirdi. Pek çok barda asılma, sallanma, takla, tek ya da çift el
dile girmiş olan jim nastik sözcüğü buradan üzerinde am uda kalkm a gibi hareketler
gelir. yapar.
Jimnastik 18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyılın ilk Kulplu beygir, sabit ayaklar ve zincir yardı­
yarısında özellikle iki eğitimcinin çabalarıyla mıyla yere sıkıca tutturulm uş, deriyle kaplı
yaygınlaştı. İsveçli Peter Henrik Ling (1776- bir alettir. O rtasında birbirinden 41-44 cm
1839) jim nastik hareketlerini akıcı ve ritmik uzaklıkta paralel iki kulp bulunur. Sporcu,
bir hale getirdi. Alm an Friedrich Ludwig aletin kulplarını ve iki ucunu kullanarak hem
Jahn (1778-1852) ise barfiks, paralel bar ve denge, hem de güç gerektiren vücut ve bacak
halka gibi bugün de kullanılan jimnastik hareketleri yapar. Bu hareketleri yaparken,
aletlerini geliştirdi. yönünü ve kulpu tutuş biçimini sürekli olarak
İlk jim nastik kulübü 1850’de A B D ’de ku­ değiştirir ve bir hareketten öbürüne ara ver­
ruldu. Uluslararası Jimnastik Federasyonu m eden geçer.
(FIG ) ise 1881’de kurularak çalışmalarına Atlam a beygiri, kulplu beygirle aynı ölçü­
başladı. 1896’da Pierre C oubertin’in öncülü­ lerdedir, ama yerden yüksekliği farklıdır ve
ğünde, 1.500 yıllık bir aradan sonra başlatılan kulpları yoktur. Erkek yarışmalarında uzun­
Olimpiyat O yunlarındaki jim nastik yarışma­ lamasına kullanıldığı için uzun beygir adıyla
larında başlangıçta yalnızca erkekler yer aldı. da bilinir. A letin yakın ya da uzak ucuna
Kadın jim nastikçiler ilk kez 1928 Am sterdam ellerini koyarak havaya sıçrayan sporcu, ha­
Olimpiyatlarımda yarışabildiler. 1950’lerden vada kaldığı kısa süre içinde öne ve arkaya
beri olim piyatlarda ve dünya şampiyonaların­ salto, takla, burgu gibi figürler yapar. Bütün
da SSCB, Japonya ve bazı Doğu Avrupa bu hareketler birkaç saniyede olup bittiğin­
ülkelerinden gelen jimnastikçilerin çok başa­ den bu üstün beceri gerektiren bir jim nastik
rılı oldukları gözlenmektedir. dalıdır.
Çağdaş jim nastik sporu aletsiz ve aletli H alka, yukarıdan sarkan tellere asılı iki
olarak ikiye ayrılır. Aletsiz jim nastik herhan­ halkadan oluşur. İki eliyle halkalara asılan
gi bir alet kullanmaksızın yer m inderinde sporcu amut, yatay duruş ve salınım hareket­
yapılan dans benzeri ritmik ve kesintisiz leri yaptıktan sonra, salto ya da benzeri bir
JİMNASTİK 217

Kadın jim n a s tik ç ile rin


yarıştığı denge aletinde
yap ılan hareketler b ir bale
g ö s te ris in i andırır.

Pararlel barda te rs salto çok zor


hareketlerden b irid ir. Halkada yap ılan hareketler
b ü yü k b ir güç ve kusursuz b ir
denge g e rektirir.

K ulplu b e yg ir ha reke tlerin de jim n a stikçi A tla m a b e yg irin d e yarışacak


yö n ü n ü ve kulpu tu tu ş b iç im in i sürekli sp o rcu n u n hem güçlü, hem de çevik
de ğ iştirir. olm ası gerekir.

John Nicolas

K ulplu b e ygirde b ir hareket dizisi.


218 JOHANNESBURG

figürle yere iner. D uruşlar sırasında halkala­ izleyenlere çok kolay yapılıyormuş duygusu­
rın sallanmaması gereklidir. nu veren, kendilerine güvenen sporculardır.
Kadın jimnastikçiler ise üç çeşit alet kulla­ 1976 M ontreal O lim piyatlarında 14 yaşınday­
nır. Bunlar denge, asimetrik bar ve atlama ken, yedi kez 10 tam puan kazanan Rom anya­
beygiridir. lI Nadia Comaneci böyle bir jimnastikçiydi.
Denge, 10 cm genişliğinde, 5 m etre uzunlu­
ğunda ve yerden 110 cm yüksekliktedir. Türkiye'de Jimnastik
Denge hareketleri yer hareketlerindeki figür­ Ülkemizde çağdaş anlam da jim nastik çalış­
lerin hemen hem en hepsini içerir. Alete maları Galatasaray Lisesi’nde başlamıştır.
genellikle sıçrama tahtası yardımıyla ve eller 1868’de M ekteb-i Sultani adıyla kurulan bu
kullanılarak uçtan ya da yandan çıkılır. okuldan yetişen Ali Faik Üstünidm an, okul­
Asim etrik bar paralel barda olduğu gibi daki görevi dışında da jim nastikle ilgileniyor­
birbirine paralel iki çubuktan oluşur. Çubuk­ du. 1889’da yayımladığı Jimnastik yahut Riya-
ların yüksekliği birbirinden farklıdır. Çubuk­ ziyat-ı Bedeniye, aynı zamanda Türk sporu­
ların aralığı sporcunun isteğine göre değiştiri­ nun ilk kitabıdır. Bir yandan da açtığı özel bir
lebilir. Çubukların farklı yüksekliklerde oluşu jim nastikhanede sporcu yetiştiren Ali Faik
hareketlerin yumuşak ve kesintisiz olmasını Bey daha sonra M azhar Kazancı ile birlikte
zorlaştırır. çalışmaya başladı. M azhar Kazancı askeri
Atlam a beygiri'nin boyutları erkeklerinkiy- okullarda beden eğitimi öğretmenliği yapan
le aynıdır. Am a, yüksekliği farklıdır ve uzun­ bir subaydı. Böylece jim nastik hem sivil, hem
lamasına değil de enlemesine kullanılır. Bu de askeri okullarda yaygınlaşmaya başladı.
yüzden yan beygir adıyla da bilinir. Olimpiyat O yunları’nın 10’uncu yıldönümü
dolayısıyla 1906’da A tina’da yapılan A ra
Aletsiz Jimnastik O lim piyatlar’da Yorgo ve Niko Alibranti
Halıyla ya da plastik bir maddeyle kaplı olan kardeşler Türkiye’yi temsil ettiler. Yorgo
12x12 m etrelik bir alanda yapılan ve alet Alibranti 11,4 saniyelik bir dünya ve olimpi­
kullanılmayan yer hareketleri, bir güç ve yat rekoruyla “iki elle 10 metrelik halata
denge gösterisi niteliğindedir. H areketlerin tırm anm a” yarışmasını kazandı.
birbirine bağlanmasında göze çarpacak kesin­ M ekteb-i Sultani’de Ali Faik Bey’in öğren­
tiler bulunmaz ve sporcu bütün alanı kulla­ cisi olan Selim Sırrı Tarcan İsveç’te öğrendiği
nır. aletsiz jimnastiği 1910 yıllarında Türkiye’de
Kadınların yer hareketlerinde bazen müzik yaygınlaştırdı. Böylece Türk jim nastik spo­
eşliğinde yapılan hareketler dans özellikleri runda yıllarca süren bir tartışm a başladı.
de gösterir. M azhar Bey aletli jimnastiği, Selim Sırrı Bey
ise aletsiz jimnastiği savunuyordu. Aletsiz
Ritmik Jimnastik jim nastik daha çok tutuluyordu; ama küçük
İlk kez 1984 Seul O lim piyatlarında resmi bir grubun çabalarıyla sürdürülen aletli jim ­
yarışmalar arasına giren ritmik jim nastikte ip, nastik çalışmaları 1960’ta Jimnastik Federas-
çem ber, top, lobut ve kurdele kullanılır. yonu’nun kurulmasıyla yoğunluk kazandı.
H areketler çoğunlukla piyanoda çalman bir G ene de, Balkan şampiyonalarında kazanılan
müzik eşliğinde yapılır. Sporcu tek aletle birkaç madalya dışında bugüne kadar önemli
yarışır. Jimnastik hareketleriyle dansın uyum ­ bir başarı elde edilemedi.
lu bir birleşimi olan ritmik jim nastikte, öbür
dallarda olduğu gibi zorunlu hareketler yok­ JOHANNESBURG, Güney A frika’nın en
tur. Am a en az iki (olimpiyatlarda üç) zor büyük kenti ve dünyanın en zengin altın
hareket yapılması gerekir. Puan kazanm ada madenciliği merkezidir. Bazen “altın kent”
akrobasi yeteneğinden çok özgünlük, jestler, olarak da adlandırılan Johannesburg’un A fri­
mimikler ve gösterinin akıcılığı rol oynar. ka dilindeki adı, altın bölgesi anlamına ge­
Başarılı jimnastikçiler dengelerini asla yitir­ len egoirdir. Güney Afrika Cum huriyeti’
meyen, en zor hareketleri yaparken bile nin Transvaal eyaletindedir. Burada ilk kez
JOHNSON 219

(apartheid) dolayısıyla Siyahlar ve beyazlar


ayrı yaşarlar. 1950’lerde Siyahlar için kurulan
Soweto yurtlukları günümüzde yaklaşık 1
milyon insanın yaşadığı bir bölgedir. Melezler
ve Asyalılar’ın yaşadığı yurtluklar da ayrıdır.
Soweto’nun kendi yerel yönetimi, spor alan­
ları, okulları ve toplantı salonları vardır. Ne
var ki, burası yolları bozuk, derm e çatma
yapılmış küçük konforsuz evlerden oluşan
aşırı kalabalık bir yerleşim bölgesidir. Burada
1976 ve 1985’te ayaklanmalar oldu. Çok
sayıda maden işçisi “maden konutları” adı
verilen ve sadece yatmak için kullanılan
yerlerde kalır. Bunlar Güney A frika’nın he­
Georg Gerster— RapholP hoto Researchers
men her yerinden ve kuzeydeki komşu bölge­
J o h a n n e s b u rg 'u n m erkezinde m a d e n cilik
lerden gelen geçici işçilerdir. Johannesburg’
ş irk e tle rin in b u lu n d u ğ u ya p ıla r yükselir. da sürekli kalam azlar ve ailelerini birlikte
getiremezler.
1886’da altın bulunmasından sonra, bölgede Doğal güzellikleri az olan Johannesburg’da
yerölçümü çalışmalarını yöneten Johann Ris- 100’den fazla park vardır. H erm ann Eckstein
sik’in önderliğinde, çadır ve kulübeler kurula­ Parkı’nda hayvanat bahçesi, bir göl ve hafta
rak m aden aram a çalışmaları başlatıldı. Bu ilk sonları gözde bir dinlenme yeri olan büyük
yerleşim daha sonra çağdaş bir kent görünü­ ağaçlık alanlar yer alır. Wilds Parkı, Güney
münü aldı. Johannesburg’un adını Johann A frika’nın kayalarla kaplı dağlık bölgelerinde
Rissik’ten aldığı sanılmaktadır. yetişen her çeşit çiçek ve bitkinin bulunduğu
Kent denizden 1.740 m etre yüksekliktedir. bir botanik bahçesidir.
Geceler her zaman serin, kış geceleri ise çok Johannesburg, Güney A frika’nın öbür böl­
soğuktur. Yazın bile hava çok sıcak olmaz. gelerine demiryolu ve karayoluyla bağlıdır.
Johannesburg, Güney A frika’nın en büyük Jan Smuts uluslararası havalimanı kent m er­
sanayi merkezidir. Kimyasal ürünler, giyim kezinin 22 km doğusundadır. Johannes­
eşyası ve besin ürünleri sanayisi vardır. Baş­ burg’un Soweto dışındaki nüfusu yaklaşık
kent olmamasına karşın, çok sayıda şirketin, 712.000, toplam nüfusu 1.609.408’dir (1987).
ulusal ve uluslararası bankanın merkezi bura­
dadır. Johannesburg’da Güney A frika’nın en JO H N S O N , A m y (1903-1941). Amy John­
büyük iki üniversitesi ile sanat galerileri ve son, İngiltere’den Avustralya’ya tek başına
müzeler bulunm aktadır. uçan ilk kadındır. İngiltere’de Hull’da doğdu
Johannesburg’daki en önemli iş alanı altın (günümüzdeki Hum berside). Eğitimini Shef-
ve uranyum madenciliğidir. Genellikle Rand field Ü niversitesinde tam amladıktan sonra
diye adlandırılan W itwatersrand kayalıkların­ 1928’de uçuş dersleri almaya başladı. Kısa bir
dan, 1910’dan beri her yıl dünyada çıkarılan süre sonra da pilot ve yer mühendisi oldu.
tüm altının yaklaşık üçte biri ile yarısı elde Kendisine ün kazandıran uçuşunu 1930’da
edilir. Altın çıkarılması için parçalanan kaya­ yaptı. 5 Mayıs’ta Surrey’de Croydon’dan ha­
lar, dövülerek altını alındıktan sonra, çevrede valanan Amy Johnson, yolculuğu sırasında,
ak tepeler oluşturur. Johannesburg yakınla­ onarım için birkaç iniş yaptıktan sonra 24
rında 3.000 m etre derinlikteki maden yatakla­ Mayıs’ta, A vustralya’da Port Darwin’e vardı.
rı dünyanın en derin yataklarıdır. Son yıllarda Bu uçuşla ulusal kahram an oldu. Daily Mail
değerli uranyum madeni de elde edilmeye gazetesi ona 10 bin sterlin ödül verdi. Aynı
başlandı. zam anda kumandanlık rütbesi de verilen
Johannesburg’da da Güney A frika’nın tüm Amy Johnson, 1931 ’de uçakla İngiltere’den
öbür kentlerinde olduğu gibi ırk ayrımı Japonya’ya ve bir yıl sonra Güney A frika’ya
220 JOLIOT-CURIE

ğe ortak katkılarıyla Nobel Kimya Ö dülü’nü


bölüşmüş ve dünya barışının en inançlı savu­
nucularından olmuşlardır.
Paris’te doğan Frederic Joliot fizik m ühen­
disliği öğrenimini bitirdikten sonra, 1925’te
Radyum Enstitüsü’nde M arie Curie’nin asis­
tanı olarak çalışmaya başladı. Ertesi yıl Curie’
lerin büyük kızı irene ile evlenince de hocası
M arie Curie’ye ve 20 yıl önce ölen Pierre
Curie’nin anısına duyduğu derin saygı ve
hayranlığın göstergesi olarak karısının soyadı­
nı kendi soyadına ekledi. O tarihten sonra
birlikte çalışan Joliot-Curie’lerin bilime en
büyük katkıları 1934’te yapay radyoaktifliği
keşfetmeleridir.
1896’da Fransız fizikçi H enri Becquerel
(bak. B e c q u e r e l , H e n r i ) ilk kez uranyumda
doğal radyoaktiflik olgusunu gözlemlemiş,
ardından C urie’ler radyum, polonyum gibi
öbür radyoaktif elem entlerin varlığını sapta­
mışlardı. Bu elem entlerin çekirdeği çok hızlı
parçacıklar ya da ışınlar yayarak kendiliğin­
den parçalanır ve sonuçta başka bir elem ente
Hulton Picture Library
dönüşür (bak. RADYOAKTİFLİK). Joliot-Curie’
A m y Jo h n so n , 1930'larda İng iliz havacılığının ler, radyoaktif olmayan hafif elementlerin
ö n cülerin de ndi. çekirdeklerini alfa ışınlarıyla bom bardıman
ederek bu parçalanm anın yapay yoldan da
gidip geldi. Bu uçuşlarıyla her iki yönde de yaratılabileceğini ortaya koydular.
rekor kırdı. Yapay radyoaktifliğin bulunmasıyla, ele­
1932’de başka bir ünlü havacı olan J. A. m entlerin doğada var olmayan radyoaktif
Mollison’la evlendi. Kocasıyla birlikte 1933’te izotoplarını elde etm e olanağı doğmuştu.
Atlas Okyanusu’nu doğu ucundan batı ucuna 1935 Nobel Kimya Ö dülü, tıpta ve biyolojide
39 saatte geçti. 1936’da L ondra’dan Cape yeni ufuklar açan bu buluşları nedeniyle
Tow n’a gidip gelerek gene rekor kıran uçuşlar Joliot-Curie’lere verildi. Bu radyoaktif dönü­
yaptı. şüm sırasında açığa çıkan olağanüstü boyut­
II. Dünya Savaşı başlayınca, yeni ya da lardaki enerjiyi insanlığın yararına sunmayı
onarılmış uçakları fabrikadan havaalanına ta ­ amaçlayan Joliot-Curie’ler 1939’da alfa ışınla­
şımakla görevli bir sivil pilot ekibine katıldı. rıyla ilk kez zincirleme çekirdek tepkimesini
Uçağının Tham es Halici’ne düşmesi üzerine gerçekleştirdiler. Am a o yıl II. Dünya Savaşı
ölen Am y Johnson, yiğit ve kararlı bir ka­ başladığı için, bu tepkim enin ve nükleer
dındı. enerjinin silah olarak kullanılabileceği kaygı­
sıyla buluşlarını gizli tutm aya karar verdiler.
JOLIOT-CURIE, Frederic (1900-1958) ve N ükleer reaktör yapımına ilişkin bütün bilgi­
İrene (1897-1956). Fransız fizik bilginleri leri, savaş bittikten sonra açılması koşuluyla
M arie ve Pierre Curie’nin kızları olan irene m ühürlü bir zarf içinde Fransız Bilimler Aka-
Joliot-Curie ile dam atları Frederic Joliot- demisi’ne sundular. Ertesi yıl Almanya Fran­
Curie, bilim tarihinin Curie’lerden sonra en sa’yı işgal ettiğinde de ülkelerinden ayrılma­
tanınmış çiftidir. (Ayrıca bak. CURIE, M a r i e VE m akta direnerek Paris’te kaldılar ve bu bilgi­
P i e r r e . ) B u iki fizikçi hemen hem en bütün lerin A lm anlar’ın eline geçmesini engellemek
çalışmalarını birlikte sürdürm üş, nükleer fizi­ amacıyla nükleer tepkim eler üzerindeki bü-
JOULE 221

yöneticiliğini ölünceye kadar sürdürdü. Karısı


öldükten sonra onun görevlerini de üstlenen
Frederic Joliot- Curie ülkesinin Alman işgali­
ne karşı direnişindeki yurtsever çabaları için
savaş madalyasıyla, dünya barışına katkıları
için de 1951’de Lenin Barış Ö dülü’yle ödül­
lendirildi,

JOULE, Jam es Prescott (1818-1889).


James Prescott Joule ısı, mekanik enerji,
elektrik enerjisi gibi enerji türlerinin tümü­
nün aynı şeyin değişik biçimleri olduğunu ve
bunların birbirine dönüştürülebileceğini de­
neysel olarak ortaya koyan İngiliz fizikçidir.
İş ile enerji arasındaki bağıntıyı bulan da
odur. Uluslararası Birimler Sistemi’nde iş ve
enerji birimi olan joule (jul), onun adından
gelir (bak. AĞIRLIKLAR VE ÖLÇÜLER; ENERJİ).
Joule, İngiltere’nin kuzeyinde bir sanayi
merkezi olan Salford’da doğdu. Üniversite
öğrenimi görmedi ama 1835’te kısa bir süre
ünlü kimyacı John D alton’un yanında çalıştı.
Zengin bir biracı olan babasının desteği saye­
French Em bassy Press and Inform ation Division sinde tüm zamanını bilimsel araştırm alara
Frederic J o lio t-C u rie nükleer e n erji çağını açan ayırma olanağını elde etti ve ilk bilimsel
fizikçile rd e n b irid ir. Bu e n e rjin in silah olarak değil
in sa n lıkya ra rın a kullanılm ası için ö rg ü tle n e n makalesini 1838’de, henüz 20 yaşındayken
aydınların ön de ri de gene o o lm u ştu r. yayımladı.
İş ile o işin yapılabilmesi için gereken enerji
tün çalışmalarını durdurup yalnızca radyoak­ arasındaki bağıntıyı inceleyen Joule, bu
tif izotopların tıpta kullanım olanaklarını amaçla bir dizi deney gerçekleştirdi. Bu de­
araştırdılar. neylerde, bir cismin yüksekten düşmesi, bir
Frederic Joliot-Curie işgal altındaki Paris’te çarkın su içinde dönmesi ya da bir sıvının bir
direniş hareketinin örgütlenmesinde etkin tüpün içinden hızla akması sırasında oluşan
olarak görev aldı ve 1937’den beri profesör sürtünm eden doğan ısıyı ölçtü. Joule, bu
olarak ders verdiği College de France’taki duyarlı ölçümler sonucunda, türü ne olursa
laboratuvarında patlayıcı m adde üreterek di­ olsun belirli bir m iktardaki işin her zaman
renişçileri her yönden destekledi. Savaştan aynı m iktarda ısı ürettiğini buldu. Böylece
sonra da bir yandan Fransa’nın ilk nükleer Joule, bir birim ısı elde etm ek için gerekli
reaktörünü yaparak ülkesinin nükleer enerji olan iş miktarının her zaman aynı olduğunu
çalışmalarını yönlendirirken, bir yandan da ve bunun bir formülle belirtilebileceğini gös­
Dünya Barış Konseyi’nin kurucu üyesi ve terdi. 1843’te yayımladığı çalışmasında, ısı ile
başkanı olarak bu enerjinin barışçıl amaçlarla iş arasındaki bağıntıyı verdi ve bunu “ısının
kullanılması için çok büyük çaba gösterdi. m ekanik eşdeğeri” olarak adlandırdı.
Aynı duyarlılığı ve sorumluluğu bölüşen irene Joule, her çeşit işin ısıya dönüştürülebilece­
Joliot-Curie de hem ülkesindeki nükleer ğini kanıtlayarak, ısının bir enerji türü ve
enerji çalışmalarında, hem de Dünya Barış ısıtılan m addeden bağımsız olduğunu göster­
Konseyi’nde etkin olarak görev aldı. di. Bu kuramıyla, ısıyı bir m adde olarak kabul
1937’de Sorbonne’da fizik profesörlüğüne eden dönemin egemen düşüncesini çürüttü.
getirilen irene Joliot-Curie bu görevi ve Joule bu çalışmalarıyla m ekanik enerjinin
annesinin kurduğu Radyum Enstitüsü’nün ısıya dönüştürülebileceğini ortaya koymuştu.
222 JOYCE

G erçekten, uygun yöntem ler kullanılarak her ve romanlarının içeriğinin karmaşıklığıyla,


tür enerji, başka bir enerji türüne dönüştürü­ dünya edebiyatının yapıtları en çok tartışılan
lebilir. Bu olguya “enerjinin dönüştürülebilir- yazarlarındandır. 20. yüzyıl romancılığında
liği” ilkesi denir. D aha sonraları, temel fizik Ulysses (1922) ve Finnegans Wake (1939;
yasalarından biri olan “enerjinin korunum u” “Finnegan’ın Uyanışı”) adlı yapıtları bir dö­
yasası da Joule’ün bu buluşu tem el alınarak nüm noktasıdır. Okuyucuyu zorlayan güç bir
geliştirilmiştir. dille yazılan bu romanların içerdiği çeşitli
Joule 1852’de, meslektaşı William Thom ­ anlam düzeylerinin kavranabilmesi için, bir­
son (daha sonra Lord Kelvin adını aldı) ile kaç kez okunması gerekir. Joyce, ayrıca
birlikte, gazların herhangi bir dış iş üretm e­ şiirler, öyküler ve bir de oyun yazmıştır.
den genleşmesi durum unda soğuduğunu bul­ James Joyce, Dublin’de doğdu. 10 kardeşin
du. “Joule-Thomson etkisi” ya da “Joule- en büyüğüydü. Cizvit okullarında eğitim gör­
dükten sonra dil eğitimini D ublin’deki Uni-
H ufton Picture Library
versity College’da sürdürdü. Babasının içki
içmesine ve ailesini yoksul düşüren borçlara
karşın, öğrenciliğini başarıyla sürdüren Joyce,
dil öğrenme konusunda da çok yetenekliydi.
Üniversitedeyken Ibsen’i okuyabilmek için
Norveççe öğrendi ve Ibsen’in oyunlarından
biri üzerine bir inceleme yazdı. İncelemesi bir
dergide yayımlandı. Bu başarı Joyce’un yazar
olma isteğini kamçıladı.
Öğrenim yıllarında Katolik dinine inancını
yitirmeye başladı. İrlanda’dan ayrılan Joyce,
ölümüne kadar ailesiyle birlikte Triyeste,
Zürich ve Paris’te yaşadı. Geçimini İngilizce
ders vererek sağlamaya çalıştı. II. Dünya
Isı ve e lektrik alanında öncü ara ştırm a la r yapm ış Savaşı’nda Fransa’nın işgali üzerine, Zürich’e
olan İn g iliz fizikçisi Jam es P rescott Joule. döndü ve orada öldü.
Joyce’un Ulysses'ten önce yazdığı en önem ­
Kelvin etkisi” olarak adlandırılan bu olay, li yapıtı özyaşamöyküsel bir rom an olan ve ilk
soğutma sanayisinin gelişmesinde büyük rol kez The Egoist adlı dergide 1914-15 yıllarında
oynadı. Klima sistemlerinde de bu etkiden yayımlanan Sanatçının Bir Genç A dam Ola­
yararlanılmıştır (bak. S o ğ u t m a ). rak Portresi'dir (A Portrait o f the Artist as a
Joule bilimsel bir öğrenim görmediğinden Young Man). Joyce kendisini, Ulysses'in de
başlangıçta İngiliz bilim adamları onun buluş­ baş kişisi olan Stephen D aedalus’la özdeşleş­
larına fazlaca bir ilgi göstermediler. Kraliyet tirmiştir. Romanın özgünlüğü, kahram anın
Derneği Joule’ün ilk çalışmalarını yayımlama­ yaşantısını kendi bilinci ve duyarlılığı aracılı­
yı kabul etmedi. Am a 1850’ye gelindiğinde ğıyla sergilemesinden kaynaklanır. Kısa öy­
artık Joule’ün fiziğe katkılarını küçümsemek külerden oluşan Dublinliler (Dubliners; 1914)
olanaksızlaşmıştı. Joule, Kraliyet D erneği’ne ve tek oyunu olan Sürgünler (Exiles; 1918) ilk
üye seçildi ve derneğin en büyük ödülleri olan dönem yapıtlarındandır.
Altın M adalya ve Copley Madalyası ile ödül­ Çoğu bölümleri bir dergide çıkan Ulysses,
lendirildi. 1885-87 arasında Joule tüm bilimsel 1922’de Paris’te yayımlandı. Sanatçının Bir
araştırmalarını yayıma hazırladı ve Londra Genç A dam Olarak Portresi gibi, Ulysses'in
Fizik Derneği bunları iki cilt halinde yayım­ de bazı bölümleri cinsellik konusunu ele
ladı. aldığından kitap yayımlandıktan hemen sonra
birçok ülkede yasaklandı. A B D ’de m ahke­
JOYCE, Jam es (1882-1941). İrlandalI ya­ melik olan Ulysses, ancak 1933’te aklandıktan
zar James Joyce, kullandığı dilin özgünlüğü sonra yeniden basılabildi.
JÖN TÜRKLER 223

onlara mali destek sağlayan M ustafa Fazıl


Paşa’nın, m eşrutiyet yanlısı harekete batı
kamuoyunun dikkatini çekmek amacıyla
1867’de Fransızca olarak yayımladığı bir yazı­
da kullandığı bu deyim giderek yaygınlık
kazanmıştır.
İlk Jön Türkler, Tanzimat dönemi reform ­
larını yeterli bulmayan, padişahın mutlak
yetkisinin anayasayla sınırlanmasını isteyen,
meşrutiyet yanlısı aydınlardı. 1865’te Yeni
Osmanlılar Cemiyeti adıyla gizli bir dernek
kuran bu aydınlar başlangıçta pek bir varlık
gösteremediler. Am a 1867’de M ustafa Fazıl
Paşa’nın çağrısı üzerine Paris’e kaçan Namık
Kemal, Ziya Bey (Paşa) ve Ali Suavi’nin başı
H ulton Picture Library
çektiği bir grup, orada çıkardıkları yayın
İr la n d a lI yazar Jam es Joyce. organlarıyla etkili bir m uhalefete giriştiler.
Jön T ürkler’in sayıları arttıkça aralarında
Rom an, D ublin’de 16 Haziran 1904 günü görüş ayrılıkları doğdu ve bir bölümü m eşruti­
geçen olayları olağanüstü bir ayrıntı zenginli­ yet isteklerinin başlıca engelleyicisi olarak
ğiyle anlatır. H om eros’un Odysseia adlı des­ gördükleri Sadrazam Âli Paşa’nın ölümü
tanındaki serüvenleri anımsatan olayların yer üzerine 1871 ’de yurda döndü. Am a Abdül-
aldığı yapıtın tüm ü, izlenmesi güç biçim de­ aziz’in giderek artan baskıcı yönetimi yal­
nemelerini içerir {bak. HOMEROS; ODYSSEİA). nız aydınlar arasında değil, yüksek devlet gö­
Joyce bazen hiç noktalam a kullanmaz. Ulys- revlileri ve ulema arasında da tepki yara­
ses’te “bilinç akımı” tekniğini kullanarak, ki­ tıyordu. M idhat Paşa’nın öncülük ettiği bir
şilerinin düşünceleriyle bağlantılar kurar. grup yüksek devlet görevlisi 1876’da Abdül-
Joyce’un öbür büyük romanı Finnegans aziz’i tahttan indirdi. Meşrutiyeti ilan etme
Wake, Ulysses’’ten daha da karm aşıktır. G ö­ sözü aldıkları V. M urad’ı padişah yapan
rünüşte roman, Dublinli bir meyhaneci olan M idhat Paşa ve arkadaşları Jön T ürkler’le de
Hum phrey Chimpden Earw icker’in gördüğü işbirliğine girişti. V. M urad’ın hastalığı yü­
bir düşün öyküsüdür. Bu düşün içinde binler­ zünden kısa süren padişahlığını gene m eşruti­
ce başka düşe yer verilir. Joyce, gündelik yeti kuracağına söz verdiği için başa getirilen
yaşamdaki sözcüklerden yola çıkarak, sözcük II. Abdülhamid izledi. Namık Kemal, Ziya
oyunları yapar ve sözcükler türetir. Bey (Paşa) gibi Jön Türk önderlerinin katkı­
larıyla hazırlanan ilk Osmanlı anayasası 23
JÖ N TÜRKLER. 19. yüzyılda Osmanlı Dev- Aralık 1876’da ilan edildi ve ilk Osmanlı
leti’nde meşrutiyet yönetimini kurmayı amaç­ parlam entosu da 19 M art 1877’de toplandı.
layan hareketi yaratan aydınlara verilen ad­ Bu gelişmeler Jön T ürkler’in amaçlarına ulaş­
dır. Genç Türk anlamına gelen deyim, 19. tıklarını gösteriyordu. Ne var ki, II. Abdülha-
yüzyılda A vrupa’da mutlakıyetçi rejimlere m id’in 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nı bahane
karşı mücadele eden örgütlere takılan “genç” ederek parlamentoyu kapatm ası, anayasayı
sıfatından kaynaklanır. D aha sonra dünyanın askıya alması, aydınları sürgüne göndermesi
çeşitli ülkelerinde aynı amaçlar doğrultusun­ yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
da çalışan gruplar da Jön Türkler olarak anıl­ Birinci Jön Türk hareketi olarak da anılan
mıştır. ve II. A bdülham id’in baskıcı yönetimini yer­
Jön Türk deyimi ilk kez Paris’te gönüllü leştirmesiyle son bulan hareketin içinde yer
sürgün olarak yaşayan Mısırlı Mustafa Fazıl alanlar, bu yeni dönem de fazla bir etkinlik
Paşa tarafında^ kullanılmıştır. Yurtdışına ka­ gösteremediler. Yalnız Ali Suavi 1878’de
çan Osmanlı aydınlarını koruması altına alan, küçük bir grupla Çırağan Sarayı’nı basarak V.
224 JUDO

M urad’ı yeniden tahta çıkarmak istediyse de rakibe karşı konmaması, direnilmemesidir.


bu girişimini yaşamıyla ödedi. Aynı amaçla İki kişinin birbirini ittiğini düşünelim. Bu
örgütlenmeye çalışan başka gruplar da yaka­ durum da büyük bir olasılıkla, güçlü olan
landılar. II. A bdülham id’in gittikçe artan kazanacaktır. Ne var ki, rakiplerden biri
baskıcı yönetimine karşı bir süre herhangi bir birdenbire arkaya ya da yana doğru çekilirse,
tepki görülmedi. D aha sonra 1889’da Askeri hâlâ ilerlemesini sürdüren kişi, hızını alam a­
Tıbbiye’de okuyan bir grup gencin kurduğu yarak kolaylıkla düşecektir. Jiu jitsudaki te­
İttihad-ı Osmani Cemiyeti yeni Jön Türk mel ilke, bu örnekte olduğu gibi, rakibin
hareketinin başlangıcı oldu (bak. İTTİHAT VE hamlesini kendi yararına kullanmaya dayanır.
TERAKKİ CEMİYETİ). Yurtiçinde başlayıp, bir Judoyu geçen yüzyılda Japon jiu jitsu ustası
bölümünün yakalanması üzerine 1895’ten Kano Cigoro (1860-1938) geliştirdi. Bir spor
sonra yurtdışına kayan Jön Türk hareketi bu olarak jiu jitsunun olanaklarını gören Kano,
kez daha geniş bir kesimi kucakladı. Jön atış ve tutuş tekniklerini gözden geçirerek
T ürkler’in gittikçe artan eylemleri sonunda tehlikeli olanları çıkardı. Böylece Çince’de
II. Abdülhamid 1908’de meşrutiyeti ilan et­ “ince yol ya da yumuşak yöntem ” anlamına
mek ve anayasayı yürürlüğe koymak zorunda gelen judo bir spor dalı olarak ortaya çıktı.
kaldı. Kano Cigoro 1886’da da Tokyo’da bir judo
İkinci Jön Türk hareketi de denilen bu okulu kurdu. Uluslararası Judo Federasyonu
dönem sonunda Jön T ürkler’in en güçlü ise 1952’de kuruldu.
örgütü olan İttihat ve Terakki başa geçti. 1964’ten beri olimpiyatlarda yer alan judo,
1908-18 arasındaki 10 yıl boyunca yoğun iç ve pek çok ülkede yaygın bir spor dalıdır. Bunun
dış siyasal olaylar, I. Dünya.Savaşı’nın yarat­ yanında kendini savunma yöntemi olarak da
tığı ağır koşullar içinde geçen Jön Türk öğrenilmektedir. Amaç rakibi, omuzdan ya
yönetimi, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Sa- da kalçadan savurmak, yerde hareketsiz bı­
vaşı’nda uğradığı ağır yenilgi üzerine son rakm ak, kol eklemlerine ya da boynuna
buldu. Am a bambaşka bir süreç içerisinde basınç uygulamak gibi tekniklerle yenmektir.
yeni bir ülke yaratan M ustafa Kemal ve Hulton Picture Library
arkadaşları da dış ülkelerde yeni Jön Türkler
olarak anıldılar.

JUDO . Bazı bakım lardan güreşe benzeyen


judo, eski bir Japon dövüşü olan jiu jitsu’dan
doğmuştur. Dövüş sanatı denen öbür U zak­
doğu sporları da judo ve karate gibi jiu jitsu
tekniklerine dayanır (bak. K a r a t e ) .
Jiu jitsunun Japonya’ya 12. yüzyılda Çin’
den geldiği sanılmaktadır. Bu dövüş yöntemi­
ni Japonlar’a, silahlı haydutlara karşı korun­
m akta ustalaşan keşişler tanıtmıştı. Samuray
denen Japon savaşçıları savaş sırasında silah­
sız kaldıklarında, kendilerini jiu jitsuyla savu­
nurlardı. Ayrıca silahsız bir düşmana karşı,
silah kullanmayı yiğitliğe yakıştırmadıkların­
dan, silahsız düşmanlarına karşı da aynı yön­
temle mücadele ederlerdi (bak. Sa m u r a y ) .
Jiu jitsuda yumrukla, tekm eyle, dizle vu­
ruşlar, kemik ve eklem lere uygulanan kilitle­
me ve tutuşlar, fırlatma ve kısa süreli baygın­
lığa neden olan boğma gibi yöntem ler vardır. O m uzdan atış g ib i zor ha reke tler b ir e ğ itim c i
Jiu jitsuyu güreşten ayıran temel özellik g ö ze tim in d e ö ğ re n ilm e lid ir.
JUNG 225

rakibin pes etmemesi durum unda maç normal


süresinde biter ve kimin kazandığı alman
puanlara göre belirlenir.
Judo öğreniminde varılan başarı derecesi,
bele bağlanan kuşağın rengiyle belirtilir. U s­
talaşana kadar altı derece vardır. Yeni başla­
yandan ustaya doğru kuşakların renkleri be­
yaz, san, turuncu, yeşil, mavi ve kahverengi­
dir. Bundan sonra ustalık belirtisi olan siyah
kuşak gelir. Siyah kuşağın üzerindeki ustalık
derecelerine dan adı verilir.

Türkiye'de Judo
Ülkemizde ilk kez askeri okullarda öğretilen
Keystone judo 1960’larda yaygınlık kazandı. Özellikle
Ju d o d a te m e l tekn ikle rden b iri rakibin de ng esin i subay öğretm enlerin öncülüğünde yürütülen
bozarak ü stü n lü k sağlam aktır. judo çalışmaları önce Güreş Federasyonu’na
bağlandı; 1966’da ise Judo Federasyonu ku­
Judocuların yetenekleri olağandışı görünse ruldu. İlk Türkiye şampiyonası 1967’de yapıl­
de bu sporda gizemli bir yan yoktur. Aynı dı. HollandalI, Japon ve Koreli antrenörlerin
becerileri edinmiş iki kişiden güçlü olan zayıfı katkısıyla 1970’te kurulan ulusal judo takımı
yener. Am a zayıf olan daha ustaysa dövüşü aynı yıl Uluslararası Judo Şam piyonasına
kazanma şansı yüksektir. Judoda beceri, an­ katıldı. 1983’e kadar özellikle Balkan şampi­
cak sürekli eğitim ve çalışmayla kazanılır. yonalarında önemli başarılar elde eden Türk
Judoda ilk önce “düşüş” öğrenilir. Bunun judocular o yıldan sonra gerilediler. Am a
için bedenin yere çarpmasından hem en önce, 1988 Balkan Judo Şam piyonasında 4 altın,
kolun parm ak uçlarından koltuk altına kadar 3 bronz madalya kazanarak yeniden başarılı
olan iç yanı üzerine düşülür. Böylece düşüşün oldular.
şoku bütün vücut yerine, kola kaydırılır ve acı
duyulmaz. JUNG, Cari (1875-1961). Cari Jung ünlü bir
Judo eğitimi üç basam aktan oluşur. İlk İsviçreli psikiyatrist ve psikologdur. Çağdaş
basam akta, öğrenilen atm a teknikleri, rakibi psikiyatriye önemli katkılarda bulunan Jung,
gerçekten fırlatmadan geliştirilir. İkinci aşa­ İsviçre’de Kesswil’de doğdu. Babası papazdı.
m ada judocular öğrendikleri çeşitli atm a, Yalnız bir çocukluk geçirirken, gördüğü düş­
tutm a ve kilitleme tekniklerini kullanarak lerden etkilenir, kafasında bir sürü soru can­
birbirlerini yenmeye çalışırlar. Gerçek karşı­ lanırdı. Bilim, özellikle eskiçağ insanları ve
laşmalar üçüncü aşam ada başlar. din Jung’un büyük ölçüde ilgisini çekiyordu.
Judo karşılaşmalarında kullanılan minder Hem gözleme dayanan, hem de ruhsal nitelik­
16x16 m etredir; ortasında 10x10 metrelik teki olayları incelemeye yöneldi.
bir dövüş alanı bulunur. Judoka adı verilen Jung, Basel Üniversitesi’nde tıp öğrenimi
judocular, ikisi de dayanıklı beyaz kumaştan görerek 1900’de bu okulu bitirdi. Başlangıçta,
yapılmış pantolon ve önü açık bol ceketten o dönemde önemi anlaşılmamış olan psikiyat­
oluşan bir giysi giyerler. Judogi denen bu riye (bak PSİKİYATRİ) ilgi duymuyordu. Ne var
giysinin beline bir kuşak bağlanır. Judocular ki, bu konuda okuduğu bir kitap onda büyük
dövüşe başlam adan önce birbirlerini Japon bir heyecan ve m erak uyandırdı. Zürich
geleneklerine göre eğilerek selamlarlar. Sırtı­ yakınlarındaki bir akıl hastanesinde görev
nı yere getirdiği rakibini 30 saniye öylece alarak, akıl hastalıklarının nedenlerini çözme­
tutan ya da boğma ve kilitleme gibi yöntem ­ ye ve bir akıl hastasının zihninde neler olup
lerle pes ettiren judocu maçı kazanır. İppon bittiğini anlamaya çalıştı.
denen tuş durum unun gerçekleşmemesi ya da Jung 1907’de AvusturyalI psikiyatrist Sig-
226 JUNO

ğı doğum, beslenme, eş bulma, ölüm gibi


evrensel sürekliliği olan olayları kapsıyordu.
Freud ile Jung arasında görüş ayrılığı çık­
tıktan sonra Jung’un ileri sürdüğü düşünceler
analitik psikoloji dalının kurulmasına yol açtı.
İnsanları önce içe ya da dışa dönük olmaları­
na göre ikiye ayıran Jung düşünce, duygu,
duyu ve sezi olmak üzere kişiliği oluşturan
dört öğeden söz eder. Zihinsel bir işlev olan
düşünce insanın kendini, doğayı ve çevresini
anlamasını sağlar. Duygularıyla sevinci, kede­
ri, korkuyu yaşar. Duyularıyla dokunur, gö­
rür, işitir. Sezi yoluyla daha üstün değerlere
erişir. H er insanda bu dört öğe farklı ağırlık­
larda ortaya çıkar ve kişiliğinin oluşmasında
rol oynar.
Çok gezen, çok okuyan ve psikolojinin yanı
sıra çeşitli konularda yazılar yazan Jung yal­
nızca psikologları değil, çağımızın sanatçıları­
nı, yazarlarını ve tarihçilerini de derinden
etkilemiştir.

J U N O bak. H e ra .

JURA DAĞLARI. Fransa ile İsviçre arasında


sınır oluşturan Jura Dağları 360 km uzunlu­
H ulton Picture Library ğunda ve 19-29 km genişliğindedir. İsviçre’nin
İsviçreli p sik iy a tris t ve a n a litik p siko lo ji b ilim dalının batı ve kuzeybatısında, Cenevre ile Schaff-
kurucusu Cari Jun g. hausen arasındaki alanı kapsar. Dağlar batıda
Fransa’nın bereketli topraklarına doğru hafif
mund Freud ile tanıştı (bak. FREUD, SlGMUND). bir eğimle alçalan bir yaylaya dönüşür. Sık
O rtak birçok yönleri olduğu için kısa süre ormanlarla kaplı demek olan “Ju ra ” sözcüğü
içinde yakın arkadaş oldular. Jung, F reud’un Galya dilinden kaynaklanır.
psikanaliz kuramının izleyicisi oldu. Am a akıl Jura D ağları’nın doğusu birbirinden vadiler
hastalıklarının nedeni konusunda tümüyle ay­ ve geniş havzalarla ayrılmış yüksek dağlardan
nı görüşte değildi. Freud, her şeyi erken oluşur. Bunların en yükseği deniz düzeyinden
çocukluk dönemindeki çatışmalara ve cinselli­ 1.718 metre yükseklikteki Cret de la Neige’
ğe bağlarken, Jung hastalık anındaki çatışma­ dir.
ların çözümlenmesinin yararı üzerinde duru­ Jura Dağları, A vrupa’nın kuzeybatısı ile
yordu. Freud ile Jung’un görüşleri “bilinçaltı” İtalya arasındaki ana ticaret yolunu keser.
konusunda birleşiyordu. Bilinçaltı, yasaklan­ Yalnızca üç yerde geçit veren bu bölgede
mış yaşantıların, anı ve özlemlerin bütünüy­ yolculuk güçlükle yapılır. Jura ve Voj dağları­
dü. Psikanalizin amacı bütün bilinçaltı dü­ nı ayıran tepelerin arasındaki Belfort Geçidi,
şünceleri bilince çıkarmaktı. H asta, bastırdığı Fransa’nın kapısı olarak bilinir. Fransa ile
bu düşüncelerin bilincine vardığında iyileşme­ O rta A vrupa’yı bağlayan karayolu bu geçitten
ye başlayabilirdi. Jung bilinçaltını, insanın geçer. Sınırın her iki yanındaki halk Fransızca
kendi bilinçaltıyla, atalarından ona kalan konuşur; yaşam biçimleri birbirine çok ben­
bilinçaltını (ortak bilinçaltı) kapsayacak bi­ zer. Aralarındaki tek fark, ayrı ülkelerin
çimde tanımladı. Kolektif bilinçaltı da denen yurttaşı olmalarıdır.
ortak bilinçaltı, insanların çağlar boyu yaşadı­ Dağlarda yer yer çiçeklerle kaplı çayırlar
JÜLSEZAR 227

uzanır. Bunlar ilkbaharda ve yağmurlu yaz us’la evlendirerek bu birliği sağlama aldı. Bu
mevsimi boyunca yemyeşildir. Dik, kayalık anlaşma tarihte “Birinci Trium virlik” olarak
yamaçlara tırmanılarak ulaşılan bu çayırlarda anılır. “Üçler meclisi” anlamına gelen trium ­
yazın sığırlar otlatılır. Geniş vadilerde yer virlik sözcüğü Latince’dir. Buna “birinci”
alan köylerde meyve, sebze ve patates yetişti­ denmesinin nedeni, sonradan kurulan bir
rilir, peynir yapılır. başka üçlü meclisten ayırmak içimdir. Sezar,
Jura Dağları’nda kışlar uzun ve serttir. Crassus ve Pom peius’la bu anlaşmayı yapar
Buralarda yaşayan insanların çoğu uzun kış yapmaz konsül oldu. Roma devletini yönet­
günlerini evlerinde masa saatleri, pipolar ve meleri için her yıl, bir yıl süreli iki konsül
müzik kutuları yaparak geçirir. Dağlardaki seçilirdi. Sezar’ın konsül seçilmesi, kendisinin
yüksek bayırlarda yetişen şimşir oyuncak ve iki arkadaşının tasarılarını gerçekleştirme­
yapımına çok elverişlidir. Bölge, A vrupa’nın sine olanak sağladı.
en büyük saatçilik merkezidir. Bazen yılda 20 Sezar R om a’daki siyasal çatışmaların gü­
milyon kadar saat ve binlerce saat yedek nün birinde gerçek bir savaşa dönüşeceğini ve
parçası üretilir. Kereste kesimi önemli bir hazır bir ordu bulundurm anın yararlı olacağı­
uğraştır. Sanayide su enerjisinden giderek nı fark etmişti. Bu nedenle önce Gallia
daha çok yararlanılm aktadır.
Jura Dağları doğal güzelliklerinden ötürü M ansell Collection

yüzyıllardır bir çekim merkezi olmuş, çok


sayıda turistin ilgisini çekmiştir. Kış aylarında
ise m odern dağ otelleri kayak yapmak için
gelen pek çok kişiyi barındırır.

JÜ L SEZAR (İÖ 100-44), büyük bir Romalı


asker ve devlet adamıydı. Ailesinin soylu
olmasına karşın Sezar, gençlik yıllarında,
halktan yana oldu. Halkı temsil eden Marius
ile soyluları temsil eden Sulla arasındaki iç
savaşta Marius’un yanında yer aldı. Marius ye­
nilince yaşamı tehlikeye giren Sezar, Sulla’nm
bağışlaması üzerine ölümden kurtuldu. Rom a’
dan ayrılarak askeri görevle Anadolu ve Ki-
likya’ya gitti. İÖ 78’de Sulla ölünce gene Ro-
m a’ya döndü.
Soyluların yeni önderi durum unda olan
zeki ve genç general Pompeius, bir süre sonra
yurtdışında askeri görev alarak R om a’dan
ayrıldı (bak. P o m p e iu s ) . Jül Sezar, Pompei-
us’un yokluğunda Roma halkının desteğini Romalı Jü l Sezar bü yük b ir asker ve d e vle t adam ıydı.

kazanmaya çalıştı. Amacına ulaşarak kamu


yapılarını ve halk festivallerini yönetmekle Cisalpina, daha sonra da Gallia Transalpina
görevlendirildi. Ne var ki, düzenlediği eğlen­ valiliklerinin kendisine verilmesini sağladı
celer için çok para harcayarak ağır borç altına (bak. G a ly a ) . B u sırada Rom a İm paratorluğu
girdi. Bundan sonra başrahip oldu. Yüksek İtalya’nın kuzeyinde, A lpler’den başlayarak
yönetici (praetor) sıfatıyla iki yıl İspanya Pireneler’e kadar uzanıyordu. Gallia Cisalpi­
valiliği yaptı. Pom peius’un R om a’ya dönmesi na bu sınırın içinde kalıyordu ama A lpler’in
üzerine siyasal yaşamda yer almak için, yeni­ kuzeyindeki Gallia Transalpina’nın büyük bir
den R om a’ya döndü. Sezar, Pom peius’u des­ bölümü henüz ele geçirilmemişti. Sezar, yaşa­
tekleyerek Pompeius ve Crassus’la birlikte mının bundan sonraki dokuz yılında bu bölge­
gizli bir anlaşma yaptı. Kızı Julia’yı Pompei- yi Rom a egemenliği altına almak için uğraştı.
228 JÜPİTER

Sezar İspanya’ya başarılı bir sefer düzenle­ Rom a, Sezar’dan yanaydı. Bu yüzden Pom-
mişti; Gallia Transalpina’yı seçerken de peius’la arkadaşları Y unanistan’a kaçarak bir
A lpler’in ötesindeki bu bilinmeyen ülkenin ordu topladılar. Sezar peşlerine düştü ve İÖ
ona M akedonya Kralı Büyük İskender’le boy 48’de onları Pharsalus’ta kesin bir yenilgiye
ölçüşme fırsatını vereceğini düşünmüş olmalıy­ uğrattı. Pompeius M ısır’a kaçtı ve orada
dı (bak. BÜYÜK İSKENDER). 42 yaşında, çıplak öldürüldü. Sezar onu Mısır’a kadar izledi ve
kafalı, sıradan bir görünüşü olan Sezar, yol Mısır tahtına yeniden çıkmasını sağladığı gü­
yapımından, seferberliğin planlanmasına ya zel K leopatra’nın büyüsü altında kalarak bu­
da bir saldırının yönetilmesine kadar, giriştiği rada bir yıl geçirdi (bak. K l e o p a t r a ). Sonraki
her işi olağanüstü bir enerji ve tutkuyla üç yıl boyunca mutlak üstünlük elde etmek
gerçekleştiren bir önderdi. Sezar’a hayranlık­ için savaşlara girişti. A nadolu’nun kuzeyinde
la bağlı olan askerleri, onun R om a’da sürdü­ kazandığı bir zaferden sonra Veni, vidi, vici
ğü lüks yaşamdan kolayca vazgeçerek kendi­ (“ Geldim, gördüm, yendim ”) deyişi ünlüdür.
sini zorlu bir savaşın çetin koşullarına atm ası­ Sezar İÖ 45’te R om a’ya yerleşti. Kente ve
na şaşıyorlardı. im paratorluğa barış ve düzen sağlama niyetiy­
Sezar, İÖ 58’de başladığı fetihleriyle 10 le Pom peius’un bütün yandaşlarını bağışladı.
yıldan daha az bir sürede bugünkü Fransa ve Yabancı halklara Roma yurttaşlığı hakkı tanı­
Belçika’yla birlikte Hollanda, Almanya ve dı. Senatonun üye sayısını artırdı. Böylece
İsviçre’nin bulunduğu bölgenin büyük bir daha geniş kesimlerin temsil edilmesini sağla­
bölümünü egemenliği altına aldı. Bu ülkeleri dı. Kartaca ve Korint (Korinthos) gibi kentle­
yalnızca fethetm ekle kalmayıp, buralardaki ri yeniden canlandırdı. İşsizler ile terhis edil­
insanların düzensiz ve yasa tanımaz yaşamla­ miş askerleri bu kentlere yerleştirdi. D iktatör
rını değiştirdi. Aralarındaki savaşlara son sanı alan Sezar’a halk bir tanrı gözüyle
verdi ve İtalya’daki gibi güzel kentler kura­ bakıyordu. Rom a tapınaklarından birine hey­
rak, insanlara daha uygar alışkanlıklar ve keli dikilerek, altına “Yenilmez Tanrı” söz­
gelenekler kazandırdı. Ren Irmağı üzerine bir cükleri yazıldı. Bütün bunlar, imparatorluğu
köprü yaptırdı ve Germ en kabilelerini korku­ bir kişinin değil, eskisi gibi soylular meclisinin
tarak barışı sağladı. İÖ 55 ve 54’te İngiltere’yi yönetmesini isteyen, Sezar’ın başarısını kıska­
istila ettiyse de yeterli sayıda askeri olmadığı nan soyluların hoşuna gitmiyordu. Bir grup
için adayı fethedem edi. Savaşlarını ve yapıp soylu Sezar’ı devirmek için bir plan hazırladı.
ettiklerini not etm e alışkanlığı vardı. Galyalı- Dürüstlüğü ve onurluluğuyla tanınan Bru-
lar’ın, G erm enler’in ve B ritonlar’ın yaşayışla­ tus’u da kendilerine önder olarak seçtiler.
rı, dinler, ülkeler, hatta ormanlardaki hay­ Böylece İÖ 15 M art 44’te bir senato toplantı­
vanlarla ilgili bilgilerimizin çoğunu Sezar’m sında, tarihin en büyük hüküm darlarından
yazdığı bu yazılara borçluyuz. biri olan Sezar’ı bıçaklayarak öldürme görevi,
Bu arada Crassus’un A nadolu’da savaşır­ dost bildiği ve güvendiği Brutus’a düştü.
ken öldürülmesi, Pompeius ile Sezar’ı iktidar İngiliz oyun yazarı William Shakespeare’in
için rakip durum una getirdi. Pompeius, İÖ ünlü Jül Sezar (1599) trajedisi bu olaydan
49’da Sezar’dan yetkilerini bırakıp R om a’ya esinlenilerek yazılmıştır.
dönmesini istemesi için senatoyu zorladı. D ört kez evlenen Sezar’m ilk karısı ile ilgili
Sezar, yetkilerini bırakmanın askerlerinden çok az şey bilinmektedir. İkinci karısı ve
vazgeçmek demek olacağını anladı ve buna Julia’nın annesi Cornelia İÖ 68’de öldü.
yanaşmayarak ordusunun başında İtalya’ya Üçüncü karısı Pom peia’dan boşandıktan son­
doğru yürüdü. Kendi eyaleti plan Gallia ra İÖ 59’da yaşamının sonuna kadar birlikte
Cisalpina’yı İtalya’nın geri kalan bölümünden olduğu Calpurnia ile evlendi.
ayıran Rubico Irmağı kıyısında, ırmağı geçip
geçmeme konusunda kararsızlığa düştü. Ç ün­ JÜPİTER bak. Z e u s
kü askerleriyle burayı geçmenin İtalya’da bir
iç savaşa neden olacağını biliyordu. Sonunda JÜPİTER, Güneş ’in çevresinde dolanan do­
sınırı geçti. kuz gezegenden en büyüğüdür. Yörüngesi
JÜPİTER 229

dir; yoğunluğu yalnızca 1,33 gr/cm3, yani


suyun yoğunluğundan (1 gr/cm3) biraz faz­
ladır.

Jüpiter'in Yapısı
Jüpiter, “yerbenzeri gezegenler” denen M er­
kür, Venüs, Dünya ve M ars’tan çok farklı
yapıdadır ve gerek yüzey biçimleri, gerek
atmosferinin bileşimiyle canlıların yaşamasına
hiç de elverişli gözükmez. Katılaşmış kayaç
yapısında olan yerbenzeri gezegenlere karşı­
lık Jüpiter büyük ölçüde akışkanlardan (sıvı
ve gazlardan) oluşmuştur. Bilim adamları
Jüpiter’in hemen hemen Dünya büyüklüğün­
de katı bir çekirdeği olduğu, bunun çevresini
de bir sıvı hidrojen bölgesinin kuşattığı kanı-
sındadırlar. Bu sıvı hidrojen ise olağanüstü
kalın bir atmosferle çevrilidir. Jüpiter’in bi­
NASA zim görebildiğimiz tek bölümü bu atmosferin
Jü p ite r, G üneş s is te m in in en b ü yü k gezegenidir. Bu dış katmanlarıdır.
gezegenin en b e lirg in öze lliği olan ayd ınlık ve
karanlık kuşaklar ile fo to ğ ra fın en altında Büyük Kızıl
Jüpiter’in atmosferi büyük ölçüde hidrojen­
Benek g ö rü le b iliy o r. den oluşmuştur; ayrıca az m iktarda helyum,
m etan, amonyak, etan, su, karbon monoksit,
M ars’ın yörüngesinin ve küçük gezegenler asetilen ve hidrojen siyanür içerir. Bu atm os­
kuşağının ötesinde yer alır; G üneş’ten ortala­ ferin en dış bölgeleri, üst üste sırayla dizilmiş
ma uzaklığı 777 milyon kilom etredir. Jüpiter, karanlık ve aydınlık kuşaklarıyla yeryüzün­
Güneş çevresindeki bir tam dolamımın 11,86 den çok güzel görünür. Basit bir teleskopla
yılda, kendi ekseni çevresindeki bir tam bile kolayca ayırt edilebilen bu kuşakların
dönüşünü de 9 saat 55 dakika 29 saniyede nedeni, amonyak kristallerinden ya da amon­
tamamlar. yak, hidrojen ve kükürt bileşiklerinden olu­
Dünya’dan bakıldığında parlak bir disk şan bulutlar ile çok büyük çaplı m eteoroloji
biçiminde görünen Jüpiter Venüs’ten sonra olaylarıdır. Jüpiter’in atmosferinde dolanan
en parlak gezegendir. Eski astronom lar bu dev fırtınaların ya da antisiklonların yol açtığı
gezegene, Eski Roma mitolojisinde tanrıların bu m eteoroloji olayları Dünya atmosferinde
tanrısı olan ve Eski Y unan’ın en büyük tanrısı gelişen hava olaylarına benzer; ama bunlar­
Zeus ile bir tutulan Jüpiter’in adını vermişler­ dan çok daha güçlü ve karşılaştırılamayacak
dir (bak. Z e u s ) . Kuşkusuz o zamanlar bu adın kadar büyük çaptadır. (Ayrıca bak. METEORO­
bu gezegene ne kadar uygun düştüğünü bilmi­ LOJİ.)
yorlardı. Gerçekten de, bütün gezegenler bir Jüpiter’in atmosferindeki hava sistemleri­
araya gelse gene de Jüpiter’in büyüklüğüne nin çoğu sürekli hareket halindedir ve genel­
ulaşamaz. Bu dev gezegenin kütlesi D ünya’ likle birkaç gün içinde yerini başka bir sisteme
nın kütlesinin yaklaşık 318 katıdır; çapı da bırakır. Am a bazı atmosfer olayları çok daha
143.800 km, yani D ünya’nınkinin 11 katından uzun süreli ve kalıcıdır. Jüpiter’in güney
biraz fazladır. Jüpiter’in yüzeyindeki kütlesel yarıküresinde, bulutların arasından seçilen ve
çekim kuvveti de D ünya’nm yüzeyindeki yer­ 17. yüzyıldan beri gözlemlenen oval biçimli
çekiminin neredeyse üç katını bulur. Hacmi büyük bir leke vardır. Büyük Kızıl Benek
ise D ünya’nınkinin 1.323 katıdır; yani Jüpi­ denen bu leke o kadar büyüktür ki, kapladığı
ter’in kapladığı uzay boşluğuna 1.323 tane alana Dünya kolayca sığabilir. Bilim adamları
Dünya sığabilir. Buna karşılık Dünya ile bu lekenin bir antisiklon ya da yüksek basınç
karşılaştırıldığında oldukça hafif bir gezegen­ merkezi olduğunu sanıyorlar. O nlara göre bu
230 JÜPİTER

leke, çevresinde saatte 290 km hıza ulaşan iyonlar gibi elektrik yüklü parçacıklardır. Gene
rüzgârların dolandığı bir dinginlik ya da dur­ bu parçacıklar nedeniyle gezegenin çevresin­
gunluk bölgesidir. de, Dünya’nın çevresindeki Van Ailen Ku-
Böylesine çalkantılı bir atmosferle kuşatıl­ şakları’na (bak. V a n A l l e n K u ş a k l a r i ) benze­
mış olan gezegenin dış katm anları çok soğuk­ yen ışınım kuşakları, kutuplarında da kutup
tur. Ama bu kesimde —130°C dolayında olan ışıkları ile elektrik fırtınaları oluşur (bak.
sıcaklık iç katm anlara doğru giderek yükselir K u t u p I ş ik l a r i ).
ve gezegenin m erkezine yaklaştıkça tahm inen
25.000°C’yi aşar. Bu sıcaklıkta ve çok yüksek Jüpiter'in Uzay Sondalarıyla Keşfi
atm osfer basıncı altında hidrojenin bir metal Solunuma elverişli olmayan yoğun ve zehirli
özelliği kazanarak çok iyi bir elektrik iletkeni­
atmosferi, sık sık yinelenen son derece şiddet­
ne dönüştüğü biliniyor. Nitekim bu bölgedeki li fırtınaları, ezici kütlesel çekim kuvveti ve
elektrik akımlarının Jüpiter’in atmosferinde öldürücü ışınım patlamalarıyla Jüpiter, bildi­
büyük çaplı gök gürültülerine ve şimşekle­ ğimiz türden canlıların yaşayabileceği gibi bir
re yol açtığı sanılmaktadır. Üstelik Jüpiter yer değildir. A m a, Güneş sisteminin kökenini
büyük bir hızla döndüğü için çevresinde çok ve bugünkü özelliklerini anlayabilmek için bu
güçlü bir magnetik alan oluşur. Magnetosfer gezegene yönelik astronomi ve uzay araştır­
denen bu magnetik alan gezegenin çevresinde maları sürdürülmektedir.
7 milyon kilom etreden daha ötelere kadar 1970’lerde A B D , Jüpiter’in yakınından ge­
uzanır. çen bir dizi uzay aracı göndermiş ve bunların
D ünya’ya ilettiği verilerle bu gezegene ilişkin
Jüpiter'in Gönderdiği Sinyaller bilgilerimiz büyük ölçüde artmıştır. 1973’te
Jüpiter, G üneş’ten aldığı enerjinin neredeyse Pioneer 10, 1974’te de Pioneer 11 Jüpiter’in
iki katı kadar enerji yayar. Bu enerjinin yakınından geçerek gezegenin magnetik ala­
büyük ölçüde gezegenin iç kesimlerinde olu­ nının varlığını ortaya koydu. Voyager 1 ile
şan ve konveksiyon akımlarıyla atmosfere Voyager 2 ise 1979’da gezegenin çevresindeki
taşm an ısıdan kaynaklandığı sanılıyor. Jüpiter halka sisteminin ilk görüntülerini D ünya’ya
ayrıca radyo dalgaları da salar. Bu radyo gönderdi. D aha önceleri bilinmeyen bu hal­
dalgalarının kaynağı, gezegenin magnetik ala­ kalar yaklaşık 1 km kalınlığındaydı ve m ikros­
nına yakalanan protonlar, elektronlar ve kobik m adde parçacıklarından oluşmuştu.
NASA

J ü p ite r'in yaklaşık 20


m ily o n km ötesinden
geçen ABD uzay aracı
Voyager 7'in çektiği
fo to ğ ra f. Gezegenin dış
a tm o sfe rin d e ki çok
çalkantılı ve dev b o yu tlu
hava siste m le ri, özellikle
de en az 300 y ıld ır varlığ ın ı
sürd üre n Büyük Kızıl
Benek açıkça se çile b iliyo r.
Gene fo to ğ ra fta
g ö rü le b ile n iki
uyd usu nd an İo (solda)
Büyük Kızıl Benek'in tam
üstüne rastlar. Bu u yd un un
kayalık yüzeyi, yapısındaki
kükü rt nedeniyle
kırm ızım sı tu ru n cu
renktedir. G örünen ö b ü r
uydusu Europa da kayaç
yapısındadır, ama yüzeyi
daha düzgün ve
engebesizdir.
JÜT 231

Jüpiter'in Uyduları yakalanan küçük gezegenler olduğu sanıl­


Bilim adamları bugüne kadar Jüpiter’in çev­ maktadır. Truva Grupları olarak bilinen iki
resinde dolanan 16 uydu keşfettiler. Bunların küçük gezegen grubunu bulundukları yerde
en büyükleri olan Ganym edes, Kallisto, İo ve tutan da Jüpiter’in kütlesel çekim kuvvetidir
E uropa uydularını ilk kez 1610’da İtalyan (bak. K ü ç ü k G e z e g e n ) . Jüpiter’in çekim etkisi
astronomi bilgini Galileo gözlemlemişti; bu kuyrukluyıldızları yörüngelerinden saptırıp
nedenle bu dört uyduya “Galileo uyduları” G üneş’e yaklaştıracak kadar güçlüdür. A B D ’
denir. Jüpiter’in en büyük uydusu olan Gany­ li bilim adamları Güneş sisteminin dış geze­
medes, 5.276 kilometreyi bulan çapıyla M er­ genlerini keşfetmek üzere ilk Voyager uzay
kür gezegeninden daha büyüktür (bak. aracını fırlattıklarında, bu aracın yörüngede
M e r k ü r ). yol almasını sağlamak için Jüpiter’in kütlesel
Galileo uydularının Voyager uzay araçla­ çekim kuvvetinden yararlanmışlardı.
rıyla çekilen fotoğraflarından anlaşıldığı ka­
darıyla, en büyük iki uydu, yani Ganymedes JU T adını alan otsu bitkiler, gövdelerinden
ile Kallisto büyük ölçüde buzdan oluşmuştur. elde edilen lifleri için yetiştirilir. Ihlamurgiller
H er iki uydunun yüzeyi A y’ınki gibi derin familyasının Corchorus cinsinde yer alan bu
kraterlerle kaplıdır. Am a Kallisto’nun yüze­ bitkilerin iki türü vardır. Ortalam a 2-5 m etre
yinde Ay’dakine benzer karanlık düzlükler arasında boylanabilen bitkinin dalsız, düz bir
bulunmadığı halde Ganym edes’te açık renk gövdesi (ya da sapı) ve dört taçyapraktan
düzlükler ve bu düzlüklerin üzerinde krater­ oluşan küçük, sarı çiçekleri vardır. Yaprakları
lerden çıkarak ışınsal biçimde dört bir yana ince, uzun ve kenarları testere gibi tırtıklıdır.
uzanan çizgiler göze çarpar. Ganymedes ile A nayurdunun Hindistan olduğu sanılan jüte
Kallisto’daki kraterlerin oluşum nedeni, bu Hintçe pat denir.
uyduların yüzeyine çarpan m eteoritler ile Jüt ekimi ilkbaharda yapılır. Tohumların
küçük gezegenlerden ve kuyrukluyıldızlardan filizlenmesinden bir süre sonra fidelerin bir
kopan parçacıklardır. Jüpiter’in E uropa ve İo bölümü sökülerek ekili alan seyreltilir; böyle­
uyduları Ganymedes ile Kallisto’dan küçük ce geriye kalan bitkilerin topraktan daha çok
olmalarına karşın daha ağır ve daha yoğun­ besin alarak daha iyi gelişmesi sağlanır. Yaz
dur. Bu nedenle bu iki uydunun kayaçsı sonuna doğru, çiçeklerin solmaya başlamasıy­
yapıda olduğu sanılıyor. E uropa’nın yüzeyi la birlikte haşata geçilir. Bitkiler kökleriyle
oldukça düzgün gözükmektedir. Bilim adam ­ birlikte sökülerek 10 ile 30 gün arasında ha­
larına göre bu düzgün görünümün nedeni, iç vuzlarda ya da akarsularda bekletilir. Hem
katm anlardan yol bulup dışarıya akarak do­ bitkinin temizlenmesi, hem de sık bir doku
nan suların uydunun yüzeyini kaplayan bir oluşturan liflerin yumuşatılıp gevşetilmesi
buz denizi oluşturmasıdır. İo ’nun görünümü amacıyla uygulanan bu işlemde suda beklet­
ise gezegenin öbür uydularından çok farklı­ me süresi çok önemlidir. Az bekletildiğinde
dır. Kırmızımsı portakal renginde olan bu yeterince yumuşayamayacağından lifler bitki­
uydu sık sık püsküren etkin yanardağların den kolayca ayrılmaz, çok bekletilirse de da­
beşiğidir. Bu yanardağların püskürttüğü çeşit­ yanıklılığı azalır ve çabuk kopar. Islatıp yu­
muşatma işleminin ardından lifler elle sıyrıla­
li m adde parçacıkları ve iyonlar uzaya saçıldı-
ğında Jüpiter’in magnetik alanına yakalanır. rak saplardan ayrılır ve güneşte kurutulur.
İo ’nun kırmızımsı rengi de gene bu yanardağ­ Uzunluk, çap ve renk gibi bazı özelliklerine
ların püskürttüğü kükürtten ileri gelir. göre ayrılıp gruplandırılan lifler fabrikalarda
da bir dizi işlemden geçirildikten sonra çeşitli
Jüpiter'in Çekimi ürünlere dönüştürülür. Jüt başlıca çuval, pa­
Güneş sisteminin en büyük gezegeni olan ket ipi, hasır, kilim ve halı tabanı yapımında,
Jüpiter’in öbür gökcisimleri üzerindeki çekim ayrıca elektrik kablolarının yalıtımında kulla­
etkisi son derece güçlüdür. H atta bu gezege­ nılır. Bitkinin köklerinden ve dokumacılıkta
nin uydularından bazılarının, G üneş’in çevre­ yararlanılmayan kaba liflerinden de kâğıt
sinde dolanırken Jüpiter’in çekim alanına yapılır.
232 KABAK

Ju t bitki nin lifle rin d e n çok çeşitli alanlarda yara rlan ılır.
Elektrik kablolarının
Jüt tarlası Sicim yalıtım ı Giyim eşyası Halı tabanı

Başta gelen jüt üreticisi ülkeler Bangladeş, rak çiçek ve meyve verdikten sonra ölürler.
Hindistan ve Çin’dir. Brezilya da önemli Kabakgillerin çoğu üyesi gibi bu bitkilerin de
üreticilerden biri olmasına karşılık ürünün gövdeleri sürünücüdür, ama dik olarak büyü­
tümü iç pazarda değerlendirilir, ülke dışına yen çeşitlerine de rastlanır. Kenarları geniş
satılmaz. Japonya, Alm anya Federal Cum hu­ dilimli, iri yapraklarının yanı sıra, yaprak sapı
riyeti, İngiltere, Belçika ve Fransa en çok ve gövdeleri de dokunulduğunda batıcı bir his
ham jüt alan ülkelerdir. Jüt ipliği üreten ilk veren sert tüylerle kaplıdır. Çan biçimindeki,
fabrika 1820’lerde İskoçya’daki D undee ken­ sarı renkli iri çiçekleri bireşeylidir; yani erkek
tinde kurulmuştur. ve dişi ürem e organları ayrı çiçeklerde bulu­
nur. Dişi çiçekler erkek çiçeklerden gelen
çiçektozlarıyla döllenerek meyveleri oluştu­
rur; çiçeğin taçyaprakları uzunca bir süre
dökülm eden meyve üzerinde kalır. Kabak
meyvelerinin biçimi, büyüklüğü ve rengi türe
bağlı olarak değişir.
Sebze olarak kullanılan kabak türlerinin
başlıcalarından biri olan sakız kabağının ( Cu­
KABAK. Bazıları sebze bazıları da süs olarak curbita pepo) hıyarı andıran hafif oluklu ve
yetiştirilen pek çok kabak türü vardır. Hepsi silindir biçimli meyveleri vardır. Meyvelerin
de kabakgiller ( Cucurbitaceae) familyasında körpeyken sarımsı ya da beyazımsı yeşil
yer alan bu türlerin çoğu Cucurbita cinsinden- renkli yumuşak kabuğu olgunlaştıkça sertleşir
dir. Anayurtları Am erika ve Asya olan bu ve tohumları (çekirdekleri) irileşir. Bu haliyle
bitkiler çok çeşitli amaçlarla kullanılan mey­ yemek yapmaya uygun olmadığından körpey­
veleri için dünyanın pek çok yerinde yetişti­ ken toplanır. Ülkemizde çok üretilen ve
rilir. tüketilen sebzelerden biri olan sakız kabağı
K abaklar biryıllık bitkilerdir; yani gelişme­ yazın açık alanlarda, kışınsa seralarda yetişti­
lerini bir büyüme mevsimi içinde tam amlaya­ rilir. Bunun bir de Girit kabağı adı verilen,
KABAK 233

koyu yeşil renkli ve siyaha yakın çizgili bir


çeşidi vardır. Sakız kabağının tersine meyve­
leri tümüyle olgunlaştıktan sonra yenen bal
kabağı ( Cucurbita moschata) ve kestane (hel­
vacı) kabağı ( Cucurbita maxima) iyi bilinen
öbür kabak türleridir. Bal kabağının, ağırlığı
15-25 kg arasında değişen iri ve sert meyvele­
rinin kabuğu ve içteki etli bölümü turuncu
renklidir. Biri silindire benzeyen uzunca,
öbürü basık yuvarlak biçimli tipi de sıcak
yemek yapılarak değerlendirilir.
Kestane kabağından ise en sevilen tatlı
çeşitlerinden biri olan kabak tatlısı yapılır;
işte bu kullanımından ötürü kestane kabağına
halk arasında çoğu kez “bal kabağı” adı
yakıştırılır. Ağırlığı bazen 50 kilograma ula­
şan meyveleri iri, dilimli ve basık yuvarlak
biçimlidir. Grimsi beyaz renkli kalın kabuğu­
Jo h n H . Gerard
nun içindeki etli bölümü turuncu renkli ve
çok lezzetlidir. Kestane kabağının hem kabu­ Süs kabakları ilg in ç
ğu, hem de eti öylesine serttir ki soyup, m e yve le riyle çok sevilen
süs b itk ile rid ir. B unlardan
dilimlemek için çok güç harcamak gerekebi­ b irin in henüz ge lişm e kte
lir; nitekim bazen pazarlarda satıcıların iri olan çiçekli (üstte) ve
Vesile B uket
olg u n la şm ış (sağda)
m e yve le ri g ö rü lü y o r.

kabakları odun gibi testereyle keserek sattık­


larına tanık oluruz. G erek kestane kabağının,
gerek bal kabağının karbonhidrat, protein ve
A vitaminince zengin meyveleri, bol enerji
verdiğinden özellikle kış ayları için değerli bir
besin kaynağıdır. Çekirdekleri ise kavrulup
kuruyemiş olarak tüketilir.
Melezleme yoluyla alacalı renkli ve ilginç
biçimli pek çok kabak çeşidi üretilmiştir. Süs
kabağı adı verilen bu kabaklar bahçelerde
ilginç köşeler yaratmak amacıyla çoğu kez
asma gibi çardaklara sardırılarak yetiştirilir.
Vezirkülahı, mis kabağı ve parm ak kabağı
bunlardan birkaçıdır.
Öbür kabak türlerinden oldukça değişik bir
kullanımı olan su kabağı (Lagenaria siceraria)
en çok Akdeniz ülkelerinde yetiştirilir. Ü lke­
mizde de yetişen bu bitkiye alt bölümü iyice
şişkinleşmiş testi benzeri meyvelerinden ötü­
rü “testi kabağı” da denir. Kurutulduğunda
tümüyle sertleşerek odunlaşan su kabağı mey­
veleri, içi boşaldıktan sonra su kabı olarak
kullanılır. Ayrıca yerel olarak çeşitli kaplar,
Su kabağının ilg in ç b iç im li m eyve le ri uzaktan
lamba, kafes ve müzik aleti yapımında da
bakıldığında te stiyi andırır. yararlanılır. Türk halk müziğinde kullanılan
234 KABAKULAK

nin şişmesi izler. Ağrı fazla değildir; ama


hastanın ağzını açması, çiğnemesi ve yutkun­
ması güçleşmiştir. D ört beş gün sonra ateş
düşer ve tükürük bezlerinin şişliği iner.
Kabakulak hastalığının özel bir tedavisi
yoktur. Yapılacak tek şey hastanın yatarak
dinlenmesini sağlamak ve kolay yutabileceği
yiyecekler verm ektir. Bu arada hastalığın
bulaşarak yayılmasını önlemek üzere hastayı
ev halkından, özellikle öbür çocuklardan
uzak tutm ak gerekir.
Kuluçka dönemi, yani virüsün vücuda bu­
laşması ile hastalık belirtilerinin ortaya çık­
ması arasında geçen süre, ortalam a üç hafta­
dır. Kabakulak en çok küçük çocuklarda ve
kızlardan çok erkeklerde görülür; yetişkinlere
bulaşması enderdir. Üstelik bir kez kabaku­
D İA T E K lak geçirenler öm ür boyu bağışıklık kazandık­
Sebze olarak tü ke tile n tu ru n cu renkli bal kabağı ları için bir daha bu hastalığa yakalanmazlar.
m eyve le ri iyi besin kaynağıdır.

KÂBE, M ekke’de Harem-i Şerif denilen yer­


kabak kemane gövdesi su kabağından yapılan de, Mescid-i H aram ’ın ortasında yer alan
bir çalgıdır. Lif kabakları ise Luffa cinsinin kutsal yapıdır. M üslümanlar dünyanın nere­
üyeleridir. Sakız kabağı gibi körpeyken sebze sinde olurlarsa olsunlar namaz kılarken Kâ-
olarak yenen silindir biçimli lif kabağı meyve­ be’ye yönelirler. Kâbe ayrıca Hac ziyaretinin
leri olgunlaştığında kurur ve geriye liften tamamlanması için tavaf edilmesi (çevresinde
yapılmış bir iskelet bırakır. Çoğu kez “bitkisel dolaşılması) gereken yerdir.
sünger” adı verilen bu lifler bulaşık ve banyo İslam inancına göre Kâbe yeryüzünde in­
süngeri olarak kullanılır. sanlar için yapılmış ilk yapıdır. Hz. Âdem
Kolay ve çabuk büyüyen bitkilerden olan tarafından yapılmıştır. Hz. İbrahim ’le oğlu
kabak bol güneşli ve sıcak yerleri sever. Dona Hz. İsmail, K âbe’yi ikinci kez yeniden yaptır­
karşı aşırı derecede duyarlı olduğundan, ılı­ mışlardır (bak. İBRAHİM , Hz.). Tanrı’ya ibadet
m an iklimli bölgelerde tohum lar ilkbaharın yeri olarak yapılan Kâbe zamanla Tanrı yo­
don tehlikesinin ortadan kalktığı son günle­ lundan uzaklaşan insanlarca putlarla doldu­
rinde ekilmelidir. Toprak özelliği açısından rulmuştu. İslam öncesi dönemde bu yüzden
çok seçici olmasa bile en iyi yeterince sula­ kutsal sayılır ve yılın belirli aylarında ziyaret
nan, verimli topraklarda yetişir. edilirdi. Hz. M uhamm ed peygamber olunca
insanları putlara tapm aktan vazgeçirmeye ça­
KABAKULAK bir virüsten ileri gelen m ikro­ lıştıysa da önceleri pek başarılı olamadı. Bu
bik ve bulaşıcı bir hastalıktır. Kulağın hemen yüzden M ekke’den M edine’ye göç etm ek
önünde yer alan kulakaltı tükürük bezi bu zorunda kaldı. M üslümanlar bu dönemde
virüsün etkisiyle iltihaplanarak şiştiği için bu namaz kılarlarken Kudüs’teki Mescid-i Ak-
hastalığa kabakulak denmiştir. Bazen virüsün sa’ya yöneliyorlardı. Am a 624’te inen bir
etkisi kulakaltı tükürük beziyle sınırlı kalmaz; âyetle bundan böyle K âbe’ye yönelinmesi
hastalık öbür tükürük bezlerine de yayıldığı buyruldu ve Kâbe M üslümanlar için de kut­
için çenealtı ve dilaltı bezleri de şişebilir. sallık kazandı. Hz. M uhamm ed halkın İslam
Hastalık boğaz ağrısı ve hafif bir ateşle dinini kabul etmesi üzerine 630’da M ekke’ye
başlar. Bir iki gün sonra sağ ya da sol kulağın geri dönünce bütün putları ortadan kaldırdı,
önündeki tükürük bezi şişer ve ateş yükselir. 'Kâbe’ye ve çevresine bugünkü biçimini verdi.
Genellikle bunu öbür yandaki tükürük bezi­ Kâbe 12x10 m etre boyutlarında, 15 m et­
KABLO 235

re yüksekliğinde, siyah taştan yapılmış bir ya­ BABÜR; HİNT-TÜRK İMPARATORLUĞU). Kent,
pıdır. Doğu köşesine yakın bir yerde Hac için 1738’de İran Hüküm darı Nadir Şah ele geçi-
tavafın başlangıç noktasını gösteren Ha- rinceye kadar Hint-Türk İm paratorluğu’nun
cerü’l-Esved adlı kutsal taş bulunur. K âbe’nin egemenliğinde kaldı. 1747’de Ahm ed Şah
üstü siyah bir örtüyle kapatılmıştır. H er yıl Abdali bölgede ilk bağımsız Afgan Devleti’ni
yenilenen bu örtü Osmanlılar döneminde kurdu. Kâbil 19. yüzyılda iki kez İngilizler’in
önceleri Mısır’da dokutulurdu. 17. yüzyıldan eline geçti.
başlayarak İstanbul’da hazırlanan örtü, özel Bugün kentin başlıca sanayileri pamuklu,
törenlerle yola çıkarılan ve Surre Alayı deni­ yünlü dokum a, besin ürünleri ve m erm er
len bir kervanla M ekke’ye götürülürdü. Kâbe işlemedir. Kâbil’de çok sayıda tarihsel yapı
İslam dönem inde birkaç kez iç savaşlar ya da vardır. B abür’ün mezarını barındıran ve onun
doğal afetler sonucu yıkıldı ve yeniden yapıl­ adını taşıyan bahçeden başka birçok park ve
dı. En son 1621’de sel yüzünden büyük bahçe kenti süsler.
bölümü yıkıma uğrayınca IV. M urad’ın gö­ 1979’da SSCB askerleri Afganistan’a girdi
revlendirdiği mimar Rıdvan A ğa, K âbe’yi (bak. AFGANİSTAN). 1988’de çekilmeye başla­
yeniledi. yan SSCB birlikleri, öngörülenden daha kısa
bir zaman içinde kenti boşalttı.
KABİL, Afganistan’m başkenti ve en büyük Nüfusu 1.297.000’dir (1987).
yerleşim yeridir. Deniz düzeyinden yaklaşık
1.800 m etre yüksekte bulunan kent, Pakistan KABİNE bak. B a k a n la r K u r u lu .
sınırının 160 km kuzeyinde yer alır. Kâbil’in
önemi, kuzeyde Hindukuş Dağları’ndaki ge­ KABLO. Elektriğin bir yerden bir başka yere
çitlere bağlanan yolları ve güneyde Pakistan’a iletilmesinde, direkler arasına çekilen ya da
uzanan Hayber Geçidi’ni denetlem esine ola­ yeraltına ve denizaltına döşenen tel kablolar­
nak veren elverişli konum undan gelir. Köklü dan yararlanılır. Tellerden geçirilen elektrik
bir geçmişe dayanan kent aynı zamanda akımıyla, çeşitli m esajlar da iletilebilir (bak.
önemli bir ticaret merkezidir. T e l e k o m ü n i k a s y o n ) . Ülke içi ve denizaşırı
Kâbil’in tarihi zamanımızdan 3.000 yıl önce­ teleks ve telefon mesajlarının en azından bir
sine kadar uzanır. İS 6. ve 7. yüzyıllarda bölümü de kablolar aracılığıyla iletilir.
bölgenin en önemli kenti olan Kâbil’i, 13. Telgrafın keşfinden sonra uzak yerler ara­
yüzyılda Moğol Hüküm darı Cengiz Han ele sında telgrafla haberleşmeye yönelik çalışma­
geçirdi. 1504’te Hint-Türk İm paratorluğu’nun lara girişildi. Karada direkler dikildi ve bunla­
kurucusu Babür, Kâbil’i başkent yaptı (bak. rın arasına havai hat denen çıplak teller
çekildi; ama denizaşırı kentler arasında bu
B arnaby’s
yolla bağıntı kurulması olanaksızdı. Önce
tellerin, elektrik kaçağını önleyecek yalıtkan
bir gereçle kaplanması; kabloların gerilme
durum unda kopmayacak biçimde sağlamlaştı­
rılması, aşınmaya ve paslanmaya karşı daya­
nıklı hale getirilmesi gerekiyordu.
Kabloların içindeki teller, elektriği çok iyi
ileten m etallerden, özellikle bakırdan yapılır.
Eğer kabloda yalnızca tek bir tel varsa, bu
telin çok iyi yalıtılması gerekir; çünkü telin
içinden geçen elektrik akımı, telin değdiği
yerden toprağa, deniz suyuna ya da herhangi
bir başka yere kaçabilir. Öte yandan kabloda
birden çok tel de bulunabilir; örneğin evimiz­
Kâbil kenti A fg a n ista n 'ın do ğu sun da, sıradağların deki lam balarda, elektrikli aygıtlarda iki telli
ete klerinde ku ru lm u ştu r. kablolar kullanılır. Eğer kablodaki teller bir­
236 KABLO

Denizaltına döşenecek bir


elektrik kablosu için deniz
yata ğında gerekli kazıları
yap m ak üzere uzaktan
kum andalı b ir kazı
m akinesi kullanılır. Bu
kablo M anş D enizi'n in
altına dö şen iyor.

C E G B , UK

birinden yalıtılmazsa iki tel birbirine değerek mesi yönteminin bulunarak dayanıklılığının
kısa devreye yol açabilir. Denizaltına döşenen artırılması, ayrıca kabloyu bir kurşun zırhla
kabloların ayrıca dış etkenlere çok dayanıklı (bükülgen metal kılıf) sıkıca kaplayan bir
olması ve çok daha iyi korunması gerekir. makinenin geliştirilmesi, kablo yapımında bü­
Örneğin, çok sert m addelerde bile delik yük ilerleme sağladı.
açabilen tekne kurtları (oyucu midyeler) kab­
loya zarar verebilir. Eğer kablonun kılıfında İletişim Kabloları
çok küçük bir çatlak varsa, buradan deniz su­ 1850’de İngiltere ile Fransa arasında Manş
yu sızabilir ve bir süre sonra kablonun yalıtımı Denizi’nin altından bir denizaltı telgraf kablo­
tümüyle bozulabilir. su döşendi. Bundan kısa bir süre sonra da
19. yüzyılın başlarında kabloların yalıtılma­ İskoçya ile İrlanda arasında benzer bir hat
sında kauçuk, ağaçtan bir koruyucuyla kap­ kuruldu. Samuel M orse ile birlikte çalışan
lanmış cam borular, M alezya’da yetişen bazı A B D ’li Cyrus W. Field ise 1856’da, Kana-
ağaçlardan elde edilen ve kauçuğa benzer bir d a’daki Nova Scotia ile Newfoundland arasın­
m adde olan gütaperka ve zift emdirilmiş iplik da bir denizaltı telgraf kablosu döşedi. Ertesi
kullanılırdı. Kauçuğun kükürtle sertleştiril­ yıl Field ile İngiliz bilim adamı Lord Kelvin,
KABLO 237

A m erika ile A vrupa’yı Atlas Okyanusu’nun Kablonun yalıtımında bir bozukluk olduğu
altından birbirine bağlama çabasına giriştiler; zaman ya da bazen deprem sonucu kablo
İrlanda’nın batısındaki Valentia Adası ile kopunca, hattın iki ucundan yapılan elektrik­
Kanada’daki Newfoundland arasına döşen­ sel ölçümlerle arızanın yeri belirlenebilir. Bir
mesi düşünülen denizaltı kablosunun yerleşti­ onarım gemisi belirlenen noktaya gider; derin
rilmesi çalışmalarında İngiltere’nin Agam em ­ denizde kullanılmaya uygun mekanik bir kıs­
non ve A B D ’nin Nlagara savaş gemilerinden kaçla kopan uçları yukarı alarak gerekli ona-
yararlanıldı. H er biri, döşenecek kablonun rımı yapar. Derin denizde ya da kötü havada
yarısını yüklenen iki gemi Atlas Okyanusu’ bu onarım aylarca sürebilir.
nun ortasında bir araya geldi. İki kablonun Günüm üzde yerel telefon hatları dışındaki
ucu birleştirildikten sonra gemiler kabloyu bütün hatlarda artık bakırdan yapılmış tel
deniz dibine bıraka bıraka karşıt yönlerde yol kabloların yerine optik elyaftan yapılmış kab­
almaya başladı. Döşeme işlemi sırasında kab­ lolar kullanılır. Cam elyafından yapılmış kab­
lo birçok kez koptu; ama sonunda 13 Ağustos lolarda m esajlar elektrik akımı biçiminde
1858’de iki kıta arasındaki ilk telgraf bağlantı­ değil, laser ışını biçiminde iletilir ve bu
sı kuruldu. Yaklaşık üç ay sonra kablonun nedenle de yalıtım gerekmez; ama kabloyu
yalıtımı bozuldu. 1865’te Field ve Kelvin yeni dış darbelere karşı koruyucu önlemlerin alın­
bir çabaya giriştiler. Field yeni bir kablo hattı ması gerekir {bak. L A SER; L İF O P T İĞ İ). Tek bir
için gerekli parayı toplamış, Kelvin de daha lifle, çok büyük sayıda mesaj aynı anda
düşük bir akımla çalışacak ve dolayısıyla iletilebilir. Lif optiği yöntemiyle mesaj ileten
yalıtımı daha az zorlayacak bir telgraf aygıtı ilk denizaltı kablosu İngiltere ile Belçika
geliştirmişti. O dönemde dünyanın en büyük arasında döşenmiştir. Uydular aracılığıyla ha­
gemisi olan Great Eastern, kablo döşeyecek berleşme oldukça pahalı bir tekniktir; bu
biçimde donatıldı ve yeni hattın döşenmesi nedenle günümüzde, daha ucuz bir sistem
1866’da tamamlandı. olan optik elyaf kablolardan daha yaygın
Dünyanın en uzun kesintisiz denizaltı kab­ biçimde yararlanm anın yolları araştırılm ak­
losu, K anada’nın güneybatısındaki Vancou- tadır.
ver Adası ile Hawaii A daları’nın güneyindeki
Fanning Adası arasında, Büyük Okyanus Enerji İletim Kabloları
tabanına döşenen 5.800 km uzunluğundaki Y ü k s e k g e r i li m l i e l e k t r i ğ i n e n u c u z y a lı tı m
kablodur. İki ülke arasındaki en uzun kablo m a d d e s i h a v a d ır v e b u n e d e n le e le k trik e n e r ­
bağlantısı ise K anada’daki İngiliz Kolumbiya- jis i i l e t i m i n d e d a h a ç o k h a v a i h a t l a r d a n y a r a r ­
sı ile Avustralya arasındadır ve 12.900 km la n ı lı r (bak. ELEKTRİK ENERJİSİ). H a v a i h a t l a r ­
uzunluğundadır. Bu kablo, bir arıza olduğun­ d a k u lla n ıla n k a b lo la r , m e r k e z d e k i b u ru lm u ş
da arızanın yerinin kolayca bulunabilmesi için b i r ç e lik t e l i n ç e v r e s in e s a r ılm ış a l ü m in y u m
bölümlere ayrılmıştır ve yol boyunca yer alan t e l l e r d e n o l u ş u r ; k a b l o n u n k a lın lığ ı 4,5 m m
çeşitli adalarda, mesajı alıp sonraki bölüme ile 45 m m a r a s ı n d a d e ğ iş ir . E l e k t r i ğ i a s ıl
aktaran tekrarlayıcı istasyonlar kurulm uştur. i l e t e n a l ü m i n y u m d u r ; ç e li k ç e k i r d e k is e k a b ­
Uzak kentler arasındaki kablolarda da aynı lo y a g e r e k l i s a ğ la m lığ ı s a ğ l a r . A l ü m i n y u m ,
sistem uygulanır. e l e k t r i ğ i b a k ı r k a d a r iy i i l e t m e z , b u n e d e n l e
19. yüzyıl boyunca dünyanın her yerinde a y n ı m i k t a r d a a k ım i l e t m e k iç in d a h a k a l ı n b ir
döşenen telgraf kablolarında yalıtım maddesi a lü m in y u m k a b lo k u lla n m a k g e r e k ir ; a m a
olarak gütaperka kullanıldı. Kıtalar arasında g e n e d e a l ü m i n y u m k a b l o , a y n ı iş i g ö r e b i l e ­
telefon kabloları döşenmesine 20. yüzyılın c e k b i r b a k ı r k a b l o d a n d a h a h a f i f ti r . B e li r li
ortalarında başlandı. Bunların ilki 1956’da a r a l ı k l a r l a d ik ilm iş ç e li k k u l e l e r ( p i l o n l a r )
İngiltere ile Kuzey Am erika arasında döşen­ a r a s ın a g e rile n k a b lo , p ilo n la r d a k i y a lıtk a n
di. Bu tarihte polietilen gibi plastikler gelişti­ p o r s e l e n b a ş l ı k l a r ü z e r i n e a s ılır . B u k a b l o l a r
rilmiş ve yalıtım maddesi olarak kullanılmaya ç ıp l a k o l d u ğ u n d a n a t m o s f e r i n e tk i s i y le p a s l a ­
başlanmıştı. Bu yalıtkanlar günümüzde de n a b ilir y a d a y e n im e u ğ ra y a b ilir; b u tü r
denizaltı ve yeraltı kablolarında kullanılır. e t k e n l e r i n g ü ç lü o l d u ğ u o r t a m l a r d a a l ü m i n ­
238 KABLO

150.000 v o lt g e rilim taşıyan b ir


yera ltı e le ktrik kablosu. Kablo b ir
dizi katm andan oluşu r. (1) Isıyı
e m ip dağıtarak kablonun
ısınm asını önle yen yağ ; (2) sarm al
bü kü lm ü ş b a k ırte l; (3), (4), (5)
karbon ve yağ e m d irilm iş kâğıt
katm an la rı; (6) m etal şe rit; (7)
kurşun zırh; (8), (9) asfalt
e m d irilm iş kâğıt ve jü t; (10) ç e lik .
te l; (11) jü t kılıf.

yum yerine çıplak bakır kablolar kullanılır. kez çelik şerit ya da telden bir zırh geçirilir.
Küçük yerleşim birimlerinde elektriğin evlere Kablonun en dışına da, hem kılıfı, hem de
dağıtımı da havai hatlarla yapılır; ama bu zırhı yenime karşı koruyan, bitümlü bileşikler
kablolarda gerilim çok daha düşüktür. Alçak emdirilmiş kenevir ya da jüt katm anları sa­
gerilimli enerji iletim kabloları genellikle rılır.
tahta direkler arasına gerilir ve kauçuk ya da Kablo, üzerine zırh geçirilmiş olsa bile,
plastik bir kaplamayla yalıtılır. Havai hatlar, döşenirken ya da daha sonra zarar görebilir.
yeraltı kablo sisteminden daha ucuzdur, ama O zaman kılıfın içine işleyen su, yalıtımı
büyük kentlerde bu sistem kullanılamaz. G ü­ bozar. Ayrıca eğer iletkenden çok fazla akım
nüm üzde, yalnızca elektrik kabloları değil, geçerse kablo aşırı derecede ısınabilir ve
telefon hatları da artık yeraltına döşenm ek­ bunun sonucunda iletken kopabilir ya da
tedir. yalıtkan kılıf yanabilir. Bunu önlemek için,
Yeraltı kablolarının birçok türü vardır. 30.000 volt ya da daha yüksek gerilimlerde
Akımı taşıyan iletkenler bakırdan ya da daha kullanılan yeraltı kabloları belli aralıklarla
sık görüldüğü gibi alüminyumdan yapılır. basınçlı yağ tanklarına bağlanır. Kablo ısınıp
Kabloya esneklik vermek için iletken teller soğuduğunda tanklardaki yağ kabloya aka­
sarmal bir biçimde bükülerek birbirine sarılır. rak, bozulmasını önler.
İletkeni tek bir kalın alüminyum telden olu­ Yüksek gerilim kablolarında kullanılan bir
şan bazı elektrik kabloları da vardır. başka yöntem de, kabloyu yüksek basınçlı
En yaygın kullanılan yalıtım maddesi, çeşit­ azot gazıyla doldurm aktır. Bu tür bir kablo­
li sıvılar emdirilmiş kâğıttır. İzole bant de­ da, yalıtkana zarar verm eden, atmosferde
nen bu kâğıt şerit, kablodan geçecek olan olduğundan, 10 kat fazla akım geçirilebilir.
akımın gerilime bağlı olarak belirli bir kalın­ Bazen kablo, çelik bir boru içine yerleştirilir
lıkta iletkenin çevresine sarılır. Eğer kabloda ve boru yüksek basınçlı yağ ya da azotla
birden çok iletken varsa, bunların her biri ayrı doldurulur. Yağın ya da gazın boruda dolaşı­
ayrı yalıtılır ve daha sonra birlikte bükülerek mı sağlanarak kablo soğutulur. Böylece, kab­
hepsinin çevresine izole bant sarılır. Yalıtıl­ lonun taşıyabileceği akım artırılır.
mış iletkenler ve bunların çevresine sarılan Kablo yapımcıları, nemden kolay etkilen­
kâğıt bant bir emdirme kabı içinde ısıtılarak meyen ve ısıya karşı daha dayanıklı kablo
kurutulur ve ardından “emdirme m addesi” yalıtım malzemeleri geliştirmeye çalışmış ve
denen yalıtkan bir akışkana daldırılır. Kâğıt yeni yalıtkanlar bulmuşlardır. PVC (polivinil
bantın yalıtkan akışkanı iyice emebilmesi için klorür) bu tür m addelerden biridir ve 11.000
kuru kalması gerekir. D aha sonra kablo, volta kadar olan gerilimleri taşıyan kabloların
topraktaki nemden etkilenmemesi için, kur­ yalıtılmasında yaygın olarak kullanılır. PVC
şun bir kılıfla kaplanır. Bazen kurşun yerine neme karşı çok dayanıklı olduğundan, bu
alüminyum kılıf kullanılır; ama o zaman maddeyle yalıtılmış kabloların ayrıca ağır
alüminyumu yenime karşı korum ak için ge­ kurşun kılıfla kaplanmasına gerek kalmaz.
rekli önlem ler alınmalıdır. Kurşun ya da 1.000 volttan 132.000 volta kadar olan geri­
alüminyum kılıflı kablonun çevresine çoğu limleri taşıyan kablolarda ise kâğıt yalıtkanla­
KABUK 239

rın yerini XLPE (çapraz-bağlı polietilen) al­ mının geliştirilmesine yönelik araştırm alarda
mıştır. Ne var ki, hem PVC, hem de polietilen birçok bilim adamı çalışmaktadır.
ısıya karşı pek dayanıklı değildir ve ayrıca
PVC yandığında zehirli bir gaz çıkarır. Bu KABUK. Ağaç ve çalıların gövde, dal ve
nedenle yangın tehlikesi olan ya da sıcak kökleri aynı insan vücudunu saran deri kat­
yerlerde, fazla dum an çıkarmadan yanan ya­ manı gibi kabuk denen bir örtüyle kaplıdır.
lıtkan m inerallerden yararlanılır. Yalıtkan Odunsu bitkilerde koruyucu bir rol oynayan
mineral olarak kullanılan magnezyum oksit bu kalınca katm ana otsu bitkilerde rastlan­
tozu, bakır iletken ile dıştaki bakır boru maz; onun yerini ince, zarsı bir örtü almıştır.
arasına doldurulur. Tozun dökülmesini ve Kabuk ağacın su geçirgenliğini ortadan
ıslanmasını önlem ek için borunun uçları özel kaldırmasına karşılık, iç dokular ile atmosfer
bir maddeyle tıkanır. arasındaki gaz alışverişini (solunumu) engel­
Döşenecek kablo, tahta ya da metal dev lemez. Nitekim bir ağacın kabuğuna, örneğin
m akaralara sarılı olarak taşınır. 75 mm çapın­ m antar meşesinin kabuğundan koparılan bir
daki bir boy kablo, bir bağlantı kutusundan parçaya dikkatlice bakarsanız koyu renkli
öbürüne ancak güçlü bir vinçle çekilebilecek çizgiler halinde dizilmiş solunum kanallarını
kadar ağırdır. Hem elektrik, hem de telefon görebilirsiniz.
kablolarında bağlantıların yapılması ustalık Ağaçlar büyüdükçe kabukları kalınlaşır.
isteyen bir iştir; bağlantının tam yapılmaması Am a bu arada, özellikle yaşlandıkça gövdesi
arızalara yol açar. de genişlediği için gövdeyi saran kabuk bu
M odern kentlerde sokakların altında geniş gerilime dayanamayıp çeşitli yerlerinden çat­
bir kablo ağı vardır. Telgraf ve telefon hiz­ lar ve ilginç bir doku oluşturur. Ağaçtan
m etleri, ısıtma, havalandırma,, aydınlatma gi­ ağaca değişiklik gösteren bu doku ağaçların
bi her türlü elektrikli sistem için gerekli enerji tanınmasında çok önemli bir rol oynar. Ö rne­
bu kablo ağıyla sağlanır. Demiryollarındaki ğin saplı meşenin kabuğu derin çatlaklıdır,
sinyal sistemleri ve elektrikli trenler için buna karşılık pırnal meşesinin gençken düz­
gerekli olan elektriğin iletiminde binlerce gün kabuğu, ağaç yaşlandıkça levhalar halin­
kilometre uzunluğunda kablolar kullanılır. de çatlar.
M adenler ve taşocakları, gemiler ve tersane­ Bir ağacın dalı yaralandığında yaranın üze­
ler için gerekli elektrik enerjisi de kablolarla rinde hemen yeni bir kabuk oluşur. Bu aynı
iletilir. Evlerdeki elektrikli aygıtlarda, bilgisa­ parmağımızdaki bir kesiğin üzerinde yeni deri
yarlarda, telefonlarda ve birçok başka alanda oluşmasına benzer. H er iki olayda da oluşan
kablo kullanılır. Kablo yapım sanayisi büyük yeni katm an yardımıyla yaraya mikropların
sanayi kollarından biridir. Yalıtım m addeleri­ girmesi önlenir. A m a, eğer bir ağacın yarası
nin denendiği laboratuvarlarda ve kablo yapı­ bu biçimde kapanam ayacak kadar büyükse

D eğişik ağaçların farklı


kabukları va rd ır; bazısı
pürüzsüz, bazısı g irin tili
çıkıntılıdır. Bazıları ise
bü yük parçalar halinde
dö külür. Bu farklılıkla rın
ya rd ım ıyla bazı ağaçların
yapraklarını dö ktüğü kış
; i m e vsim in d e bile b ir ağaç,
N H P A IG .I. Bernard N H P A /Jo h n Shaw kabuğunun rengine ve
dokusuna bakarak
İngiliz Karaağacı Kara Çam A rizona Çınarı ta n ın a b ilir.
240 KABUKLUBİT

yaralı bölgeye m antar ve bakteri gibi hastalık


yapıcı canlıları yok edecek bir m adde sürül­
mesi gerekir. Ağaçlar kabukları soyulduğun­
da genellikle ölürler. Tavşan ve geyik gibi
ağaç kabuğu yiyen bazı hayvanlar bu yolla
ağaçlara çok büyük zararlar verir.
Bitkilerin çoğu organı gibi kabukları da çok
çeşitli amaçlar için kullanılır. Örneğin, m an­
tar meşesinin tümüyle mantarlaşmış kabuğun­
dan can yeleği, bardak altlığı ve şişe mantarı
yapılır. Salep ve bazı sütlü tatlıların üstüne K a b u klu b itle r bitki özsuyunu em erek b eslenirler.
serptiğimiz hoş kokulu tarçın tozu, Hindistan Yaklaşık 20 kez bü yü tü le re k çizilm iş daire içindeki
resim de erkek, dişi ve birkaç y u m u rta g ö rü lm e kte d ir.
ve M alezya’da yetişen bir ağacın kabuklarının
öğütülmesiyle hazırlanır. Gene başta meşe den ötekine yayılmaları da genellikle bu yolla
ağaçları olmak üzere çeşitli ağaçların kabuk­ gerçekleşir.
ları toz haline getirildikten sonra kumaş Kabuklubitler en çok yeryüzünün sıcak
boyam akta ve deri sepilemekte kullanılır. bölgelerinde zarara yol açar. Çay, kahve ve
Kınakına ağacının kabuklarından uzun yıllar kakaonun yanı sıra portakal ve limon gibi
boyunca kullanılan en etkili sıtma ilaçlarından turunçgillerin meyve ağaçlarına dadanırlar.
biri olan kinin bileşiği çıkarılır. Ağaç kabukla­ Bu bitkilerin her birine özgü ayrı bir kabuklu-
rının ayrıca, bazı yerel kullanımlarına da bit türü vardır. Kabuklubitlere karşı m ücade­
rastlanır. Örneğin, Kuzey Am erika Yerlile­ le etm ek oldukça zordur; ama bitkilerin
rin in huşağacının kabuklarından kano, Pasi­ yaşamını kurtarm ak ve ürün elde etm ek için
fik A daları’nda yaşayan bazı Yerli halkların zorunludur. İnsanların yararlandığı bazı ka­
da ağaç kabuklarından hâlâ giysi yaptıkları buklubitler de vardır. Bunlar arasında G ü­
bilinmektedir. neydoğu Asya’da yaşayan lak böceğinden
(Laccifer lacca) vernik üretiminde kullanılan
KABUKLUBİT ya da koşnil denen böcekler, gomalak elde edilir.
gaga biçimini almış ağızlarıyla bitkilerin özsu- Dişileri kurutulup toz haline getirildikten
yunu emdikleri için zararlı böceklerden sayı­ sonra boya yapımında kullanılan kırmız bö­
lır. Dadandıkları bitkileri öbek öbek sarmala­ ceklerinin bir türü (Kermes ilicis) Akdeniz
rı nedeniyle yaprakbitlerine (bak. Y a p r a k b İ T İ )
çevresinde, bir başka türü (Dactylopius coc-
benzerler. cus) de M eksika’da yaşar.
Erkeğin genellikle bir çift kanadı vardır.
Dişiyse kanatsızdır ve apayrı bir canlı türmüş KABUKLULAR, hayvanlar âleminin en geniş
izlenimini verir. Üstelik hemen her zaman grubu olan eklembacaklıların bir sınıfıdır.
salgıladığı bir örtüyle gizlenmiş olan dişiyi Bilimsel adı olan Latince kökenli Crustacea
bitki üzerindeki bir kabartı, bir pul ya da bir sözcüğü “sert kabuklular” anlamına gelir.
kabuk parçası sanmak olasıdır. Dişi genellikle Yengeçler, ıstakozlar, karidesler ve kerevitler
çok az hareket eder. Bacakları zamanla dökü­ kabukluların tanınmış üyeleri arasında yer
len bazı türlerin dişileriyse hiç hareket ede­ alır. Karideslere benzeyen kriller bazı balina­
mez. Üzerlerini örten kabuk mum bezlerinin lar ve birçok balık için önemli bir besin
salgısıdır. Kabukböceklerinin yakın akrabası kaynağıdır. Kumsallarda görülen ve pire gibi
olan unlubitler, adlarını un serpilmişe benzer sıçrayan kumpirelerinin uzunluğu birkaç san­
biçimde gövdelerini kaplayan beyaz renkli, timetreyi geçmez. Göllerde ve akarsularda
mumsu m addeden alır. Bu böcekler özellikle yaşayan supireleri (Daphnia cinsi) çok daha
süs bitkilerine zarar verirler. küçüktür. Sülükayaklilar (Cirripedia grubu)
Kabuklubitlerin larvaları hareketli bir ya­ yalnız kayalara ve deniz taşıtlarına değil, bali­
şam sürer; bulundukları bitkilerden rüzgârlar­ na ve balık gibi çeşitli deniz hayvanlarının
la savrulup uzaklara sürüklenirler. Bir bitki- gövdelerine de tutunarak yaşar.
KABUK VE KABUK KOLEKSİYONCULUĞU 241

Tüm bu kabuklular tatlı ya da tuzlu sularda yer. Böylece kabuklular, denizlerin ve kıyıla­
yaşayan hayvanlardır. Kabuklulardan yalnız rın temiz kalmasında önemli katkılarda bulu­
tespihböcekleri yaşamları boyunca karada ka­ nurlar. Örneğin kum pireleri, dalgaların kıyı­
lır. Tropik bölgelerde yaşayan palmiye yenge­ lara fırlattığı ölü deniz yosunlarını yer. Y en­
ci (Birgus latro) yaşamının büyük bölümünü geçler karmaşık ağız yapıları sayesinde kum
karada geçirir ve ağaçlara tırm anır; ama ve çamurdan küçük besin parçalarını ayıklar.
denizde ürer. Kabuklular sofraları süsleyen en değerli ve
lezzetli su ürünleri arasındadır. Yengeçler,
Kabukluların Yapısı ıstakozlar, kerevitler ve karidesler yeryüzü­
Kabukluların gövdesi böcekler, örümcekler nün hemen her yerinde sevilerek yenir (bak.
ve öbür eklembacaklılardaki gibi bölütlüdür. ISTAKOZ; KEREVİT; KRİL; TESPİHBÖCEĞİ; Y E N G E Ç ).
Bölütlerin her birine eklemlenmiş bir çift
uzantı vardır. Bu uzantılar yüzme ayakları, KABUK VE KABUK KOLEKSİYONCULU­
yürüme ayakları, ucu kıskaçlı ayaklar ya da ĞU . Kabuk çeşitli hayvanların gövdesini kap­
ağız parçaları biçiminde olabilir. Bazıları ise layan koruyucu, az ya da çok sertleşmiş bir
solungaç işlevi görür. Sülükayakliların bölütlü örtüdür. Pek az omurgalı hayvanın kabuğu
gövdesi dıştan görülmez. Ancak çok dikkatli vardır. Bu hayvanlar arasında en tanınmışı
bakıldığında, sert kabuğunun içeri doğru, olan kaplumbağanın sert ve kalın kabuğu
bölütlere uygun biçimde kıvrım yaptığı ortaya bağa adıyla tanınır.
çıkar. Sülükay akliların küçük bir supiresine Omurgasız hayvanların kabukları temel
benzeyen larvalarında gövde bölütleri çok olarak salgıladıkları m addelerden oluşmuş­
daha belirgindir. tur. Bu m adde ıstakoz, böcek, örümcek ve
Genellikle suda yaşamaları, solungaçlarıyla öbür eklem bacaklılarda kitin'dir. Adlarını yu­
solumaları, iki çift duyargalarının olması, muşak ve peltemsi gövdelerinden alan yumu­
kabukluları öbür eklem bacaklılardan ayırır. şakçalar, genellikle kalsiyum karbonatlı bir
Birçoklarında gözler başın üstünde çıkıntı kabukla korunmuştur. Gövde ile kabuk ara­
yapan saplar üzerindedir. sında örtenek (manto) adı verilen bir doku
Kabuklular genellikle suya bırakılan ya da katm anı vardır. Kabuğu oluşturan maddeyi
dişilerin çeşitli bölümlerinde taşman yum urta­ örtenek salgılar.
lardan çıkar. Hayvan büyüdükçe içine sığa- Yumuşakçaların kabuklarına bazen kavkı
maz durum a geldiği kabuğunu atarak yeni ve denir. Midye ve istiridye gibi kabukları iki
daha geniş bir kabuk oluşturur. Bu olaya parçadan oluşan yumuşakçaların her bir ka­
kabuk ya da deri değiştirme denir. Kabuk buk parçası kapak ya da çenet adıyla tanınır.
değiştirme sırasında, düşm anlarından kaçar­ Denizde yaşayan yumuşakçaların kabukları,
larken ya da kavgada ayaklarından ve kıskaç­ değişik biçim, renk ve desenleriyle dikkat
larından birini yitirseler bile yerlerine yenileri çeker. Bu kabuklar topluca denizkabuğu
çıkar. adıyla tanınır. Denizkabuklarına ilgi duyan ve
Kabukluların 30 bini aşkın türü vardır. bunları biriktiren birçok insan vardır. Filipin­
Bunlardan birçoğu oldukça az tanınır. Ö rne­ ler’de denizden çıkarılan ve 1960’a kadar
ğin balıkbitleri, balıkların gövdesine yapışa­ başka bir örneği bulunamayan bir deniz sal­
rak yaşayan asalak kabuklulardır. Bazı türler yangozunun kabuğu büyük değer ve ün ka­
yengeçlerin içine girerek etiyle beslenir. Kari­ zanmıştır.
desi andıran nalkaridesleri ilk kez 1955’te,
Kuzey A m erika’nın çamurlu kıyılarında bu­ Kıyılardaki Kabuklar
lunmuştur. Dalgalar kumsallara hergün binlerce denizka­
buğu getirir. Bu kabukların çoğu ya boştur ya
Yararlı Çöpçüler da kumla doludur. Am a bazılarının içinde
Kabukluların çoğu tuzlu sularda yaşar ve hâlâ yaşayan yumuşakçalar vardır. Kayalık ya
bunların da çoğu organik artıkları, ölmüş ya da hem kayalık, hem kumluk bir kıyıda,
da ölmek üzere olan hayvanları ve bitkileri kayalara tutunm uş ya da su birikintilerine
242 KABUK VE KABUK KOLEKSİYONCULUĞU

X ışını fotoğrafları: Pat (D o k Oburleri Chicago


Natural H istory M useum 'daki örneklerden United
Press aracılığıyla görüntülenmiştir

S edefli n o tilu s u n (üstte), b ir deniz


salyan gozu nu n (ortada) ve b ir kara
salyan gozu nu n (altta) n o rm a l ışıkta
(solda yukarıdan aşağıya) ve
X ışınlarıyla (sağda yukarıdan
aşağıya) çe kilm iş fo to ğ ra fla rı.
X ışınlarıyla çekilen fo to ğ ra fla rd a ,
hayvan büyüdükçe kabuğ un un da
g ö vd e yi barındırabilecek biçim de
aşama aşama nasıl g e n işle d iğ i
g ö rü le b iliy o r.

yerleşmiş pek çok canlı yumuşakça bulunabi­ kabuklar da genellikle buradan çıkarılır. Am a
lir. Yalnız çakıllı bir kıyıda denizkabuğu kabuk koleksiyonu için Güneydoğu A sya’ya
aram ak yararsızdır. Çünkü en dayanıklıları gitmek gerekmez. Rastgele bir deniz kıyısın­
dışında hepsi, dalgalarla çakıllara çarpa çarpa da geçireceğiniz bir yaz tatili sizi denizkabuk-
parçalanırlar. larının büyüleyici dünyasına sokabilir.
Deniz kıyısında bir gezinti, kumsaldan ka­
buk toplamak için iyi bir fırsattır. Denizka- Denizkabuklarının Temizlenip Saklanması
bukları kıyıdan dalınarak çıkarılabildiği gibi İçinde deniz salyangozlarının bulunduğu ka­
bazen balıkçıların ağlarına ve dibi tarayan buklar beş dakika kadar kaynatılmalı, daha
trollerine takılır. Özellikle lodos fırtınasının sonra içindeki hayvan topluiğne ya da cımbız­
kabarttığı dalgalar kıyılara çok güzel denizka- la çıkarılmalıdır. Boş bulduğunuz ya da bo­
buklarım da fırlatabilir. şalttığınız kabukları temizlemek için sabunlu
Güneydoğu Asya kıyıları denizkabukları sıcak suda iyice yıkamak, temiz suda uzun
bakımından en zengin bölgedir. En göz alıcı süre çalkalamak gerekir.
KABUK VE KABUK KOLEKSİYONCULUĞU 243

Midyeler ve öbür çiftçenetlilerin kabukları Bu tür ağartıcılar kabuğun doğal renklerini


kesinlikle bıçakla açılmamalıdır. Bir yerinizi etkilemez.
kesebilirsiniz ya da kabuk parçalanabilir. En Denizkabukları kutu ya da çekmecelerde
iyisi çiftçenetlileri de salyangozlar gibi kayna­ kolayca kırılabilir. E n iyi saklama yöntemi,
tın. Sıcak su, hayvanı çabucak öldürecek, tüp içinde satılan yapıştırıcılarla kabukları
kabuğun iki çenetini birbirine bağlayan kaslar beyaz kartlara iliştirmektir. Bir karta birkaç
gevşeyecektir. Kabuğu sıcak sudan çıkarıp çeşit kabuk yapıştıracaksanız, birbiriyle akra­
soğutun ve içini tem izledikten sonra sabunlu ba olan türlerden örnekler seçin. H er örneğin
sıcak suda yıkayın. Yağlı, ziftli ya da yosunlu altına adını ve hangi tarihte, nerede bulundu­
kabukları tinerli bir bezle temizledikten sonra ğunu yazmayı unutmayın. Yumuşakçalar üze­
sabunlu sıcak suda tel fırçayla özenle ovun. rine bir kitap bulabilirseniz, hayvanın Türkçe
Renkli kabukları güçlü güneş ışığında ku­ adının yanına parantez içinde bilimsel adını
rutmayın. Gün ışığı kabuğun rengini soldura- da ekleyebilirsiniz. Doldurduğunuz kartları
bilir. Denizkabuklarım çamaşır suyu gibi bir saklamak için en iyi yer çekmeceli küçük
ağartıcı kattığınız suyla temizleyebilirsiniz. dolaplardır.

Percy A . Morris

•it.-
İM«« ı « *
tttiVVı Denizkabukları arasında
b iç im le ri, desenleri ve
fitil re n kle riyle çok ilg in ç
örn eklere rastlanır.
N itekim bu kabuklar
öteden beri insanların
ilg is in i çekm iş ve çok
d e ğ e rli kabuk
koleksiyonları
d e rle n m iş tir.
244 KAÇAKÇILIK

Ayrıca bak. İSTİRİDYE; MİDYE; SALYANGOZ; Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı


T a r a k ; Y um uşak çalar. Günümüzün en önemli sorunlarından birisi
uyuşturucu m adde kaçakçılığıdır. Uzakdoğu,
KAÇAKÇILIK yüzyıllardan beri süregelen ya­ Ortadoğu ve Güney A m erika’da üretilen
sadışı bir ticaret biçimidir. Birçok ülkede uyuşturucu m addeler, çok yüksek fiyatlarla
satışı yasaklanan silahlar ve uyuşturucu m ad­ Avrupa ile A B D ’de kaçak olarak satılm akta­
deler, bazı ülkelerde ağır gümrük vergileri dır. Özellikle gençliğin sağlığını ve yaşamını
yüzünden fiyatı artan çay, kahve, tütün ya da tehdit eden uyuşturucuların ülkesine girişini
ipek gibi mallar, alım satımı yasalarla belirle­ önlemeye çalışan A B D , 1989’un son günlerin­
nen döviz ve altın kaçak olarak satılabilmek­ de uyuşturucu kaçakçılarının izlenmesi ve
tedir. Bunlar gümrük denetimine takılm aya­ yakalanması amacıyla Panam a’ya askeri bir­
cak bir yoldan ülke sınırından geçirilmeye liklerini gönderdi ve Panama Devlet Başkanı
çalışılır. Mallar akla gelmeyecek değişik yön­ Noriega’yı teslim alarak, yargılanmak üzere
tem lerle gizlenmeye çalışılır; araba lastikleri, A B D ’ye götürdü. Aynı planın devamı olarak
özel bavul bölmeleri bu iş için kullanılan en da Ocak 1990’da uyuşturucu kaçakçılığını
bilinen gizleme yerleridir. Güm rüklerde, denizden engellemek gerekçesiyle Kolombiya
özellikle uyuşturucu maddeleri ortaya çıkar­ açıklarına iki savaş gemisi gönderdi.
mak üzere, eğitilmiş köpekler vardır. Kaçak­ Uyuşturucu ve silah kaçakçılığına karşı
çılık cezalarının çok ağır olması kaçakçılığı imzalanan çok sayıda uluslararası sözleşmeye
engellemeye yetm em ektedir. Elde edilen kâr­ H M Customs and Excise
ların büyüklüğü ve bu tür mallara olan talebin
yüksekliği kaçakçılığı körükler.
Yasadışı yollardan giren malların, bazen
m iktar olarak yasal yollardan girenleri kat kat
aştiği görülmüştür. 18. yüzyılda İngiltere’de
çay, kahve, tütün ve ipek gibi mallarda böyle
bir durum söz konusuydu. 19. yüzyılın başın­
da İngiliz tüccarlar Çin’e yasadışı yollardan
afyon sokmaya başladılar (bak. A f y o n ) . A f­
yon kaçakçılığına karşı önlem almaya çalışan
Çin ile İngiltere arasında başlayan savaş
İngilizler’in bazı ayrıcalıklar elde etmesiyle
sonuçlandı. Daha sonra İngilizler, Fransızlar’
la birlikte Çin’e saldırdılar. Tarihe Afyon
Savaşı olarak geçen bu savaşlardan yenilgiyle
çıkan Çin’de afyon satışı yasallaştı (bak. ÇİN
H a l k C u m h u r İy e t İ ) .
19. yüzyılda İngiltere’nin egemenliğindeki
H indistan’da tuza konan verginin eyaletten
eyalete değişiklik göstermesi nedeniyle yay­
gın bir tuz kaçakçılığı baş gösterdi. Gene aynı
yüzyılda A frika’daki Fransız ve Portekiz sö­
m ürgelerinde içki kaçakçılığı yapılıyordu.
A m erika’daki koloniler henüz İngiltere’ye
bağımlıyken, İngiltere’den başka ülkelerle
ticaret yapmaları yasaklanmıştı. Oysa Ameri­
kan gemileri yasağa karşın İspanya ile kaçak
bir ticaret sürdürüyordu. Amerikan kolonileri­
nin bağımsızlık savaşma yol açan isteklerinden 12 cm uzu nluğu nd a ve içi boş olan bu süslü fil,
biri de ticaret özgürlüğüne sahip olmaktı. u yu ştu ru cu m adde kaçakçılığında kullan ılm ıştır.
KADI BURHANEDDİN 245

karşın insan yaşamını tehlikeye atan bu ka­


çakçılık sürm ektedir. (Ayrıca bak. İLAÇ B A ­
Ğ IM LILIĞ I.)

Eski Eser Kaçakçılığı


Eski uygarlıklara beşiklik etmiş Türkiye gibi
doğal bir müze durumundaki ülkeler, son
yüzyıllarda “eski eser kaçakçılığı” olarak nite­
lenen, kültürel varlıklarına yönelik bir talanla
karşı karşıya kaldılar. Kaçakçılığa konu olan
eski eserler yasadışı yollarla Avrupa ve A B D ’
deki büyük müzelere ya da koleksiyonculara
satılıyor. Yakın geçmişte Kumluca ve Elmalı
defineleri böyle bir yazgıyla karşılaştı (bak. Popperfoto

D e f İ n e ) . Maddi değeri çok yüksek olan bu M u a m m e r Kaddafi 1970'ten bu yana de vle t


defineleri geri almak için A B D ’deki ilgili başkanlığı g ö re v in i y ü rü tm e kte d ir.

müzelerle yapılan görüşmelerden henüz bir


sonuç alınmış değil. lediği batılı ülkelere karşı kararlı bir tutum
Kaçakçıların aranması ve yakalanması ko­ alan Kaddafi, devlet başkanı olduktan sonra
nusunda üye ülkeler arasında bağlantı sağ­ İslam dinine dayanan A rap milliyetçiliğinin
layan uluslararası polis örgütü İnterpol ülke­ savunucusu olarak tanındı. Libya’yı sosyalist
ler arasında dayanışmayı sağlamaya çalışır. bir ülke haline getirmek, Kurarı*m buyrukla­
Altın, uyuşturucu m adde, eski eser kaçakçılı­ rını geçerli kılmak ve öteki Müslüman ülke­
ğı gibi işler yapanlarla ilgilenir. Yakalanan lerle birlik oluşturmak için çaba gösterdi.
kaçakçıyı ilgili ülkeye teslim eder. Merkezi Okullarda yabancı dil olarak İngilizce okutul­
Paris’te bulunan İnterpol’ün arşivinde uluslar­ masına son verdi. Arap-İsrail Savaşı’nda Filis­
arası suçluların tüm özellikleri, çalışma yön­ tin’i destekledi. 1977’de ülkenin adı Libya
tem leri, ilişkide bulundukları kişiler ve şirket­ A rap Sosyalist Halk Cemahiriyesi olarak de­
ler kayıtlıdır. İnterpol’e Türkiye de içinde ğiştirildikten sonra Devrim Kom uta Konseyi
olmak üzere 125’in üstünde ülke üyedir. dağıtıldı. Kaddafi, Genel Halk Kongresi ge­
nel sekreteri oldu. 1980’de Çad devlet başka-
KADDAFİ, M u a m m e r (doğumu 1942). M u­ nının devrilmesi üzerine bu ülkeye asker
ammer Kaddafi, 1969’da Libya Kralı I. İd- yolladı.
ris’in devrilmesiyle sonuçlanan askeri darbe­ Uluslararası siyasette beklenm edik çıkışla­
den sonra devlet başkanı oldu. D arbeden rı, İrlanda Cumhuriyeti Ordusu ve Filistin
sonra ülkede denetimi ele geçiren Devrim Kurtuluş Ordusu gibi örgütleri desteklemesiy­
K om uta Konseyi başkanlığına getirilen Kad­ le dikkati çekti. Libya’yı uluslararası terörün
dafi, 1970’te başbakanlık ve savunma bakanlı­ kışkırtıcısı olarak gören A B D , 15 Nisan
ğı görevlerini de üstlendi. Aynı yıl Libya’nın 1986’da Trablus ve Bingazi’ye bir hava saldırı­
“özgür bir A rap dem okratik cumhuriyeti” sı düzenledi. Kaddafi’nin yara almadan atlat­
olduğunu belirten yeni bir anayasa oluştura­ tığı bu saldırıda eşi ve iki çocuğu yaralandı,
rak, A B D ’nin ve İngiltere’nin ülkedeki askeri evlat edinmiş olduğu kızı öldü. Kaddafi ülke­
üslerini kapattı. Ayrıca, bütün yabancı ban­ mizde Yeşil Kitap (1979) adıyla yayımlanan
kaları ve petrol işletmelerini kamulaştırdı. yapıtında İslam sosyalizmine ilişkin siyasal
Kaddafi Sirte’de yoksul bir ailenin çocuğu görüşlerini açıklamıştır.
olarak dünyaya geldi. Bingazi’deki Libya
Üniversitesi’nde tarih öğrenimi gördükten KADI BURHANEDDİN (1345-1398), O rta
sonra Libya Askeri Akadem isi’ne girdi. Anadolu’da kendi adını taşıyan bir beylik
1969’da gerçekleşen darbe sırasında Libya kurmuştur. Divan şairi olarak da büyük ün
ordusunda yüzbaşıydı. Sömürgeci olarak nite- kazanmıştır.
246 KADIN HAKLARI

Kayseri kadısı Şemseddin M ehm ed’in oğlu daki Arapça kitapları yanında Türkçe, A rap­
olan Kadı Burhaneddin babası gibi medrese ça ve Farsça şiirler de yazmıştı. Azeri ağzıyla
öğrenimi gördü. Kahire, Şam ve H alep’te kaleme aldığı Türkçe şiirlerinden oluşan D i­
okudu. 1364’te Kayseri’ye dönünce Eretna van*\ (1980) 14. yüzyıl Türkçe’sinin özellikle­
Beyi Gıyaseddin M ehmed tarafından kentin rini ayrıntılarıyla yansıtması bakımından
kadılığına getirildi. Gıyaseddin M ehm ed’in önemli bir kaynaktır.
1365’te ölümünden sonra başa geçen Alaed-
din Ali döneminde E retna Beyliği komşu KADIN HAKLARI. Kadınlar 18. yüzyıldan bu
devletlerin yoğun baskılarına ve saldırılarına yana gerek siyasal ve hukuksal alanda, gerek
uğradı. Kadı Burhaneddin bu dönemde Kay- toplumsal işbölümü, eğitim ve üretim alanın­
seri’yi Karamanoğulları’nın saldırısından ko­ da cinsiyet farkına dayalı eşitsizliklerin kaldı­
rudu ve kent yönetiminde başarılı işler yapa­ rılması için mücadele ediyor. Kadın erkek
rak kendisini gösterdi. 1378’de vezirliğe geti­ ayrımı gözetilmeksizin eşitlik sağlanması yo­
rildi. 1380’de Alaeddin A li’nin ölümü üzerine lundaki bu mücadelenin başlangıcı Fransız
baş gösteren karışıklıklardan yararlanarak Devrim i’nin gerçekleştiği yıllara dayanır
karşıtlarını beylik merkezi Sivas’tan uzaklaş­ (bak. FRANSIZ D E V R İM İ) . Fransa’da erkeklerle
tırdı. Önce saltanat naibi oldu. Bir süre sonra omuz omuza devrimci kavgaya katılan kadın­
da E retna Beyliği’ne son vererek 1381 ’de lar, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” belgisinin,
hükümdarlığını ilan etti. durumlarında önemli bir değişiklik yaratm a­
Kadı B urhaneddin’in hükümdarlığı sürekli dığını görmekte gecikmediler. 1791’de Kadın
savaşmakla geçti. Komşu beyliklere karşı ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirisinin yazarı
hayli başarılar kazandı. Doğudaki güçlü kom ­ Olympe de Gouges, bir yazısından dolayı
şusu A kkoyunlular’la 1388’den sonra iyi iliş­ tutuklanarak giyotinle idam edildi. Kadınlar
kiler kurdu. Kadı Burhaneddin 1389’da Os- 1789’dan, örgütlenme özgürlüklerinin ellerin­
m anlılar’ın Rum eli’de fetihlerle uğraşmasın­ den alındığı 1793’e kadar gazete çıkararak,
dan yararlanarak beyliğinin sınırlarını batıya dernek kurarak içine itildikleri edilgen ko­
doğru genişletmeye girişti. Bu yüzden Os­ num dan kurtulm ak, siyasal ve toplumsal ya­
manlI Devleti’yle arası açıldı. 1392’de üzerine şama katılm ak, seçme ve seçilme hakkına
gönderilen Osmanlı ordusunu bozguna uğrat­ sahip olmak için yoğun bir mücadele yürüt­
tı. İki devlet arasındaki ilişkiler ancak 1394’te tüler.
Tim ur’un A nadolu’ya gireceği haberlerinin Bu düşünceler kısa zamanda Fransa’dan
yayılması üstüne düzeldi. Osmanlı Devleti, başka A vrupa’nın öteki ülkelerinde ve A m e­
M emlûklar, Akkoyunlular ve Kadı B urha­ rika’da da filizlenmeye başladı. Mary Woll-
neddin beliren Timur tehlikesine karşı birleş­ stonecraft İngiltere’de, 1792’d e A Vindication
me kararı aldılar. Am a Tim ur’un A nadolu’ya o f the Rights o f W om en’i (“Kadın Haklarının
girmeyip Kafkasya’ya yönelmesi üzerine bir­ Bir Savunusu”) yazdı. Kendi gözlem ve dene­
lik dağıldı. yimlerinden hareketle, kızların da erkekler
Kadı Burhaneddin, K aram anoğullarinın gibi eğitim görme olanağı bulunmayışına ve
eline geçen Kayseri’yi geri almak için 1396’da eve bağımlı yetiştirilişlerine tepki gösterdi.
A kkoyunlular’la birlikte harekete geçti. K en­ Kadınlara boyun eğmek öğretiliyor, cinsiyeti­
tin alınmasından sonra bağışlayacağına ilişkin ne bakılarak farklı ahlak ölçüleri uygulanıyor­
söz vermesine karşın Kayseri valisini öldür- du. İnsanların kadın olduğu için ezilen yarısı­
tünce A kkoyunlular’la arası açıldı. 1398’de nın fiziksel güçsüzlüğü, eğitim ve kültürden
Sivas yakınlarındaki savaşta A kkoyunlular’a yoksun bırakılmakla daha da artıyordu. Ka­
yenilen Kadı Burhaneddin, Akkoyunlu H ü­ dınların da erkekler gibi istedikleri konuda
kümdarı Kara Yülük Osman Bey tarafından eğitim görme, açık havada vücutlarını gelişti­
öldürtüldü. Beyliği de kısa bir süre sonra rebilme ve siyasete katılm a hakları olmalıydı.
Osm anlılar’ın eline geçti. W ollstonecraft’a göre, ancak kadınlar özgür­
Kadı Burhaneddin iyi bir yönetici, bilgin ve leştiği zaman tüm toplum özgürleşebilirdi.
şair bir kişi olarak tanınmıştı. Dinsel konular­ Olympe de Gouges ve Mary Wollstonecraft’
KADIN HAKLARI 247

ın dünyaya kadın bakış açısından bakarak relerde yeni bir toplum biçimi tartışılıyor,
öne sürdüğü düşünceler bugün bile geçerliliği­ kadını köleleştiren ev işlerinin toplumsallaştı­
ni koruyan ilk fem inist istemlerdi. Bu kadın­ rılması, üretimin eşit paylaşımı isteniyordu.
lar, ezilen cins olarak kadınların durumlarının Buna karşı yıkıcı bir rekabetin var olduğu
değiştirilmesi mücadelesi olan fem inizm ’in ön­ kapitalist toplum düzeninde, kadınların öz­
cüleridir. Başlangıçta çok geniş bir toplumsal gürlüğünün bir hayal olduğu, siyasal ve m ede­
eleştiriden yola çıkan ve kadınların ezilmesine ni haklara sahip olsalar da, var olan koşullar­
yol açan ekonom ik, kültürel ve psikolojik da onlardan yararlanamayacakları öne sürü­
etkenleri ortaya çıkarmaya çalışan kadın öz­ lüyordu.
gürlüğü hareketi içinde yer alan kadınlar, 1800’lerin ortalarında baş gösteren toplum ­
çeşitli eylemler ve direnişler sonucu bazı sal hareketlerde kadınlar hak isteminde hep
alanlarda bazı haklar elde etmeyi başardılar. en önde mücadele etti. İşçi kadınlar düşük
ücretlere, işsizliğe, yapmak zorunda kaldıkla­
Eğitimde Eşitlik rı ağır işlere, öteki kadınlar ise ekonomik ve
18. yüzyılda okuma yazma olanağı bulan siyasal haklardan yoksun bırakılmaya başkal-
kadınlar, içinde bulundukları eşitsiz durumu dırdılar. İlk sosyalistlerden ve feministlerden
sorgulamaya başladılar. Toplumsal etkinlik­ Flora Tristan (1803-44) kadının özgürleşmesi­
lerden uzak tutulm alarından, dünyalarının nin tüm emekçilerin özgürleşmesinden ba­
evle sınırlandırılmasından kim sorumluydu? ğımsız olamayacağını savundu.
Aydınlanma Çağı’nın ünlü düşünürlerinden Kari Marx ve “m odern çekirdek aile kadı­
Jean Jacques Rousseau’nun “doğayla uyumlu nın evcil köleliği üzerine kuruludur” , diyen
bir yaşam” önerisi, doğurgan olan kadının Friedrich Engels, elde bulunan antropolojik
doğal olarak çocuğuna bakması, onu yetiştir­ verilerle, tarihsel değişim içinde ailenin yapı­
mesi gerektiği sonucunu getiriyordu. Rousseau’ sını incelediler. Sanayi Devrim i’yle birlikte
ya göre kadının yeri eviydi. Rousseau gibi dü­ üretim ilişkilerindeki değişim, cinsler arasın­
şünmeyen ve kadınların erkeklerle eşit hakla­ daki, ana baba ve çocuklar arasındaki ilişkile­
ra sahip olduğu bir toplum önerisi sunan İngi­ re de yansımıştı. Kadınların ucuz emekçiler
liz düşünürü William Thom pson, kadının eve olarak fabrikalarda çalışmaya başlaması baş­
hapsedilmesine ve evlenmekten başka seçe­ langıçta erkek işçilerin direnişiyle karşılaştı.
neği olmayışına karşıydı. Sosyalist Charles Kadınların üretim de yer almasının aileyi yıkı­
Fourier ise kadının eğitiminin salt eve yönelik ma götüreceği savı öne sürüldü. Sosyalist
değil, siyasal ve toplumsal yaşama katılmak düşünürlerden Proudhon, kadının yerinin evi
için hazırlayıcı olmasını öneriyordu. olduğunu, iyi bir eş ve ana olm aktan öte bir
19. yüzyılda Fransa’da kızların ortaöğrenim amacı olamayacağını savundu. Oysa 19. yüz­
hakkı zorlu m ücadeleler sonunda elde edildi. yılın önde gelen düşünürleri ve sosyalistleri,
Üniversiteye ise ancak yüzyılın sonunda gire­ kadınların ezilmişliğini yaratan koşulları orta­
bildiler. Buna erkek öğrenciler büyük tepki dan kaldırmak istiyordu. Alm an sosyalist
gösterdi. A B D ’de, New Y ork’ta 1865’te ilk önderlerinden Kari Liebknecht ve August
kez kadınlar için bir tıp fakültesi açıldı. Ünlü Bebel 20 yaşın üzerindeki tüm Alm an yurttaş­
İngiliz yazarı Virginia W oolf Kendine A it Bir larına, kadın erkek farkı gözetilmeksizin ge­
Oda (A Room o f O ne’s Own; 1928) adlı nel, eşit ve gizli oy hakkı tanınması ve
denemesinde bir kadının üniversite kitaplığı­ hukuksal açıdan kadınlara karşı ayrımcı yasa­
na bile ancak bir tavsiye m ektubuyla ya da ların kaldırılmasını Sosyalist Parti program ına
saygın bir erkeğin yanında girebildiğinden aldırmayı başardı. Bebel, 1883’te yayımlanan
yakınırken, kitaplıklara kilit vuranların öz­ Kadın ve Sosyalizm (Die Frau und der Sozia-
gürce düşünmesine engel olamayacağını be­ lismus) adlı kitabında kadın sorununu ilkçağ­
lirtir. lardan alarak çeşitli yönleriyle inceledi ve
çözüm önerileri getirdi.
Çalışma Yaşamında Eşitlik 1890’larda A lm anya’da, işçi hareketi içinde
19. yüzyılın başlarında İngiltere’de ilerici çev­ bir kadın hareketi de gelişmeye başladı.
248 KADIN HAKLARI

Kadınların üretim e katılmasının sosyalist ha­ olması, bu konudaki ilgi ve coşkunun göster­
reketin gelişmesine yardımcı olacağı görüşü gesiydi. Ne var ki, 1934’te çıkarılan yasalarla,
yaygınlaştı. Bu görüşün savunucularından kadınların özgürleşmesini öngören 1917 yasa­
Clara Z etkin’in yönetiminde adı Gleicheit ları yürürlükten kaldırıldı. Aileyi güçlendirici,
(“Eşitlik”) olan bir kadın gazetesi yayımlan­ evlenmeyi özendirici ve doğurganlığı körükle-
maya başlandı. Rusya’da aynı dönemde Alek- yici yeni yasalar getirildi.
sandra Kollontay, sosyalizm ve kadın hakları Bugün sosyalist ülkelerde eşit haklar çerçe­
mücadelesinin birlikte yürütüleceği görüşünü vesinde çok olumlu adımlar atılmış olmasına,
savunuyordu. Birçok ülkede erkeklerin kur­ kapitalist ülkelerle karşılaştırıldığında devle­
muş olduğu işçi sendikalarında kadınlar hak­ tin işlettiği çok sayıda kreş ve çocuk bakımevi
larını savunmak için kollar oluşturdular. İlk bulunmasına karşın, ev işleri ve aile içinde
kez 1860’ta A B D ’de sendikalar, kadınların çocuk bakımı, çalışsın çalışmasın hâlâ kadın­
baskısıyla “eşit işe eşit ücret” isteminde bu­ ların üzerindedir.
lundu. 1857’de New Y ork’lu kadın işçilerin
topluca greve gittikleri gün olan 8 M art, Kadınlara Oy Hakkı
1910’da Clara Z etkin’in önerisiyle, “Uluslar­ 20. yüzyılın başında feministler oy hakkı
arası Kadınlar G ünü” ilan edildi. mücadelesini eylemlerinin temel ekseni duru­
SSCB’de Ekim Devrim i’yle birlikte kadın­ m una getirdiler. Oy hakkının elde edilmesiyle
lara hukuk, siyaset ve eğitim alanında eşitlik öteki sorunların büyük ölçüde çözüleceğini
sağlandı. Fabrikalarda eşit haklarla çalışmaya sandılar. Parlam ento seçimlerinde kadınlara
başladıkları gibi, çalışmayı olanaklı kılacak oy verme hakkını tanıyan ilk ülke 1893’te
ortak m utfaklar, kreş ve çocuk bakımevleri­ Yeni Zelanda oldu. O nu 1902’de Avustralya,
nin kuruluşuna geçildi. Böylece ev işi toplum ­ 1906’da Finlandiya ve 1913’de Norveç izledi.
sallaşacak, ailenin dar duvarları yıkılacaktı. Buna karşılık İngiltere’de 1918’e gelinceye
Evlenme ve boşanma işlemleri kolaylaştırıldı. kadar hiçbir kadın parlam ento seçimlerinde
Çocukların bakımından babanın da anne ka­ oy kullanamadı. Yasaların kadınların oy ver­
dar sorumlu olması gibi paylaşımcı öneriler mesini sağlayacak biçimde değiştirilmesi için
geliştirildi. SSCB hükümetinin kuruluşunun en çetin mücadeleyi süfrajef ler olarak anılan
daha ilk haftasında Aleksandra Kollontay’ın bir grup aydın kadın yürüttü. Amaçlarına
başkanlığında yapılan Çalışan Kadınlar Kon- ulaşmak için her yolu denemeye kararlı olan
feransı’na 50 binin üstünde kadının katılmış süfrajetler, bu kavgacı yanlarıyla oy hakkının

Stichting International A rc h ie f
Voor de Vrouwenbeweging

Kadınlara Oy Hakkı
B irliğ i ü ye le rin in
A m ste rd a m 'd a ki
uluslararası kongresi
(1908).
KADIN HAKLARI 249

verilmesini savunan, ama yasaların çiğnenme­ birbirinden ayrıldı. Feminizm bu tarihten


mesi gerektiğine inanan gruplardan ayrılıyor­ sonra etkinliğini yitirdi. Savaştan sonra
lardı. 1918’de İngiltere’de, evli, mülk sahibi ve 30
Kadınlara oy hakkı verilmesi için mücadele yaşın üstündeki üniversite mezunu kadınlara
19. yüzyılda başlamıştı. İngiliz düşünür ve oy hakkı tanındı. 1928’de kadınlar da erkek­
siyaset adamı John Stuart Mili 1867’de kadın­ lerle aynı haklara sahip oldu. 21 yaşındaki
lar için seçme ve seçilme hakkı istemiyle bir herkese oy hakkı verildi.
yasa taslağı hazırladı. Çok az destek gören bu A B D ’de kadın hakları için mücadele ço­
isteme, Kraliçe Victoria (1837-1901) şiddetle ğunlukla, köleliğin kaldırılması için mücadele
karşı çıktı. Ne var ki, yüzyılın sonlarına doğru etmiş olan kadınlarca yürütüldü. Seneca Falls
kadın erkek pek çok önde gelen kişi bu Toplantısı diye adlandırılan kadın haklarıyla
amacın gerçekleşmesi için çalışıyordu. Em- ilgili ilk toplantı 1848’de New York eyaletinde
meline Pankhurst (1858-1928) ve kızları Seneca Falls’da yapıldı. Bu toplantıda tüm
Christabel ile Sylvia 1903’te kadınlara oy M ary E vans Picture Library
hakkı verilmesini savunan Toplumsal ve Siya­
sal Kadın Birliği’ni kurarak, kadın hakları
mücadelesinde yeni ve canlı bir dönemi baş­
lattılar. Sylvia Pankhurst daha sonra kadın
işçileri de örgütlemeye çalıştığı gerekçesiyle
bu birlikten çıkarıldı.
İngiltere’de dönemin başbakanı H. H.
Asquith kadınlara oy hakkı verilmesine kar­
şıydı. Halka görüşlerini açıklamaya çalışan
kadınlar genellikle kaba ve sert tepkilerle
karşılaşıyorlardı. Onlar da şiddete şiddetle
karşılık vererek gösterilerinde camları kırdı­
lar, posta kutularını yaktılar, açlık grevi
yaptılar ve kendilerini parm aklıklara zincirle­
diler. Böylece, kadınlara oy hakkı verilmesi
sorununu sürekli olarak kamuoyunun günde­
minde tutmayı başardılar. Oy hakkını kazan­
mak için her şeyi göze almışlardı. Emmeline
Pankhurst sekiz kez hapsedildi. D aha sonra
“kedi-fare oyunu” diye nitelenen acımasız
uygulama bir alışkanlık haline geldi: Açlık
grevindeyken serbest bırakılan kadınlar yete­ 1914'te Lo nd ra'da , B uckingham Sarayı ön ün de
kadınlara oy hakkı için g ö ste riye katılan b ir kadını
rince iyileştiklerinde hemen yeniden tutukla­ İn g iliz p o lisi tutuklarken .
nıyordu. Kadınlara oy hakkı savunucuların­
dan Emily Davison, bu uğurda 1913’teki
Derby yarışlarında kendini atların ayakları erkeklerin ve kadınların eşit olduğunu ilan
altına attı. eden bir bildiri yayımlandı. Bildiride kadınla­
1914’de I. Dünya Savaşı’nın ilan edilmesiy­ rın sorunları dile getirildi ve eşit yasalar, eşit
le sosyalist kadınlar genel olarak savaşa karşı eğitim ve iş olanakları ile oy hakkı istendi. Bu
bir tutum aldılar. Eşit işe eşit ücret ve barışçı bildiride Siyah kadınlarla ilgili bir tek cümle
bir dünya isteminde ısrarlı oldular. Süfrajetler bile yoktu. H areketin önde gelen adları Eliza­
ise savaşın siyasal haklarını elde etm ek için beth Cady Standon ve Susan B. A nthony’ydi.
fırsat yaratacağını düşünüyorlardı. Bunun için 1890’a gelindiğinde eyaletlerin bir bölümünde
eylemlerine ara verdiler. Hapisteki oy hakkı kadınlara oy hakkı verilmişti. Ulusal planda
savunucuları serbest bırakıldı. 1917’den sonra oy hakkı için m ücadele, varlıklı ve eğitim
feminist hareket ile sosyalist kadın hareketi görmüş kadınlar arasında çok sayıda yandaş
250 KADIN HAKLARI

kazandı. Sonunda, 1920’de bir anayasa deği­ re’de, A B D ’de kadınlar erkeklerden boşalan
şikliğiyle A B D ’deki tüm kadınlara oy hakkı iş alanlarında çalışmaya başladılar. Kadın
tanındı. işgücüne gereksinmenin artması kadınlara
Batıda, kadın hakları için verilen mücadele yardımcı olacak kreş, çocuk bakımevi gibi
oy hakkının elde edilmesiyle 1920‘lerde sona kolaylıkların sağlanmasına yol açtı. Erkekle­
erdi. Böylece feminizmin ilk mücadele döne­ rin cepheden dönmesiyle kadınlar işlerini
mi kapanmış oluyordu. 1930’larda faşist re­ kaybetm ek durumuyla karşı karşıya kaldılar.
jimlerin egemen olduğu ülkelerde kadınların A B D ’de kadınların evlerine dönmesi için
kazanılmış hakları ellerinden alındı. Kadın­ kam panyalar yürütüldü; kreşler de kapatıldı.
lar ev işlerine ve çocuk doğurmaya özendi­ 1945’ten sonra gelişmiş kapitalist ülkelerde
rildi. eskisine oranla çok sayıda kadın yükseköğre­
Kadınların özgürlük mücadelelerinin başla­ nim görme olanağı buldu. Ne var ki, erkekler­
dığı ülke olan Fransa’da ancak II. Dünya le aynı eğitim düzeyinde olan bu kadınlar iş
Savaşı’nm sonunda, 1946’da oy hakkı elde yaşamında daha yorucu işlerde çalıştırılıyor,
edildi. Japonya’da 1943’te, İtalya’da ise erkeklere göre daha az ücret alıyor ve kolay
1946’da kadınlar oy hakkına kavuştu. II. kolay yükselemiyorlardı. Çoğu evli ve çocuk
Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlığını kaza­ sahibiydi. Çocukların bakımı ve ev işleri de
nan ülkelerin anayasalarının hemen tüm ün­ üzerlerinde olduğu için iki kat emek harcıyor­
de kadınlarla erkeklere eşit oy hakkı yer al­ lardı.
dı. 1949’da Fransa’da İkinci Cins, Kadın (Le
7 Temmuz 1954’te yürürlüğe giren Birleş­ Deuxieme Sexe) adında bir kitap yayımlandı.
miş M illetler’in Kadınların Siyasal Hakları Yazarı ünlü düşünür ve edebiyatçı Simone de
Sözleşmesi’ne göre kadınların bütün seçimler­ Beauvoir’dı. Simon de Beauvoir bağımsız ve
de erkeklerle eşit koşullarda oy kullanma, özgür olunabileceğini kanıtlamış bir kadındı.
seçilme ve kamu hizmetlerine girme hakları Feminist edebiyatın klasikleri arasına giren
düzenlendi. İsviçreli kadınlar oy hakkını bu yapıtında de Beauvoir, erkeklerin egemen
1971’de elde edebildi. 1980’lere gelindiğinde olduğu bir dünyada kadın olmanın tarihsel,
kadınların yaşamın birçok alanında hâlâ baskı psikolojik ve felsefi boyutlarını inceledi. Ona
altında tutulduğu bazı A rap ülkeleri ile Liech- göre insan “kadın doğmaz” çeşitli toplumsal
tenstein dışında, kadınlara oy hakkı tanım a­ etkiler ve baskılar sonucu “kadın olur”du.
yan pek az ülke kalmıştı. Kadınların içinde bulunduğu durum u aydınla­
tıcı kuram ların yer aldığı bu kitap kısa zam an­
Çağdaş Kadın Hareketi ve Feminizm da birçok dile çevrildi ve kadınlar için bir yol
II. Dünya Savaşı sırasında Fransa’da, İngilte­ gösterici oldu.

Kadınca

1989'da İsta n b u l'd a 8 M a rt Dünya Kadınlar Günü kutla nıyor.


KADIN HAKLARI 251

1960’ların sonlarında Vietnam Savaşı’na taplar yazdılar.


karşı çıkan ve 1968 öğrenci eylemlerinin Dünyaya kadın açısından bakan feminist­
içinde yer almış olan eğitimli, orta sınıftan ler, feminizmin yalnızca kadınların kurtulu­
genç kadınlar da kendi konumlarını sorgula­ şu için değil, yeni tip bir insanın yaratılm a­
maya başladılar. Hâlâ birçok işyerinde eşit işe sı için de bir umut olduğunu ileri sürüyor­
eşit ücret yasası geçerli değildi. Üniversiteler­ lar.
de kız öğrenciler dörtte bir oranındaydı.
Kadını tüketim toplum unun odağı durum una Türkiye'de Kadın Hakları
getiren reklam lar, onun yuvanın dişi kuşu Türkiye’de bir dizi yasal düzenlemeyle cum ­
olduğunu vurguluyor, tüm m akyaj, giyim huriyetin ilanından sonra, 5 Aralık 1934’te
kuşam ve ev araç gereçlerini ayaklarına getiri­ kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
yordu. Kadınlar ise toplum un onlara uygun K adınlar, eğitim, evlenme, boşanma, veraset
gördüğü rolleri kabullenmek istemiyordu. gibi konularda erkeklerle eşit haklara sahip
Kadınlar kendileriyle ilgili cinsiyetçi imgele­ oldular. Birden çok kadınla evlilik yasaklan­
rin değişmesi için eylemlere girişti. Feminiz­ dı. Peçe ve çarşaf yerine batı ölçülerine uygun
min yeniden örgütlendiği bu dönem de, femi­ giyim kabul edildi. Ne var ki, yasalarla
nistlerin mücadelesinin amacı erkeklerin ege­ sağlanan bazı hakların yaşama geçirilmesi ve
menliğine karşı mücadele etm ek, ona son uygulanması ayrı bir mücadeleyi gerektiriyor­
vermeye çalışmaktı. Çağdaş toplum ların hep­ du. Bugün Türkiye’de hâlâ ailenin reisi er­
sinde geçerli olan erkek bakış açısının egemen kektir. Kadın kocasının izni olmadan ev
olduğu koşullarda bütün kadınlar ezilmekle dışında çalışamaz. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni
birlikte, hepsinin ezilme biçimi aynı değildir. bitirmiş olsa da, sınıf arkadaşı olan erkekler
Örneğin bir işçi kadın ile zengin ailelerin gibi kaymakam olamaz. Köylerde hâlâ evlen­
içindeki kadınların sorunları da farklılık gös­ mek için kızın babasına başlık parası verilir.
terir. Oldukça küçük yaşta evlenen genç kızlar çok
Kadınlar geçmişlerini keşfetmek ve gelece­ geçmeden üstlendikleri işlerin ağırlığından ve
ğe ışık tutm ak için tarih, sosyoloji, iktisat, çok sayıda çocuk doğurm aktan çökerler. Ye­
antropoloji ve dilbilim alanlarında araştırm a­ mek yapmak, çeşmeden su taşımak, bulaşık
lara giriştiler. Pek çok üniversitede kısa za­ ve çamaşır yıkamak, ocak yakmak, tarlada
m anda kadın araştırm a merkezleri kurdular. çalışmak hep kadının sırtındadır.
Cinsel baskılara ve kadınlara karşı uygulanan O kula giden kızların oranı öğrenim basa­
şiddete karşı mücadele ettiler. Okul kitapları­ makları yükseldikçe düşmektedir. Siyasal
na yerleşmiş cinsiyete dayalı rollerine ilişkin alanda, sendikalarda, meslek odalarında ka­
kalıpları değiştirmek için çocuklara yeni ki­ dın sayısı yok denecek kadar azdır.

C um huriyet G azetesi Arşivi

17 M ayıs 1987'de
İsta n b u l'd a kadınlar
"D ayağa Karşı" bir
kam panya başlattılar.
Yapılan b ir dizi to p la n tı
ve y ü rü y ü ş te kadınlar
üzerindeki baskılara
karşı çıkıldı.
252 KADINTUZLUĞU

T ürkiye’nin 1985’te imzaladığı Kadınlara


Karşı H er Tür Ayrımcılığın Önlenmesi Ulus­
lararası Sözleşmesi kadınlara cinsiyet ayrımı
gözetmeksizin siyaset, eğitim, çalışma yaşa­
mı, aile yaşamı, kısaca her alanda eşitlik
sağlayan bir yasadır. Böyle kapsamlı bir yasa
ise bu alanda duyarlı çabalar ve ısrarlı m üca­
delelerle yaşama geçirilebilecektir.
Feminizm 1980’den sonra Türkiye’de de
çeşitli çevrelerde ve basında yoğun biçimde
tartışılmaya başlandı. Genellikle büyük kent­
lerde yaşayan yükseköğrenim görmüş kadın­
lar kendi durumlarını sorgulamaya başladılar.
Önce küçük tartışm a grupları oluşturdular,
N H P A /B rian H aw kes
daha sonra belirli somut sorunlar etrafında bir A di kad ıntuzlu ğu nun kırmızı m e yve le ri üzüm sü
araya geldiler. İlk eylemleri, bir dayak dava­ sa lkım la r o lu ş tu rg r. B itkin in g ö vd e sin d e n ve
sında “Kadının sırtından sopa, karnında sıpa kab uğ un dan sarı boya hazırlanır.
eksik olmamalı” diyen bir yargıcın kararının
protesto edildiği “Dayağa Karşı Dayanışma ken bir çalıdır. Üçlü gruplar halinde bulunan
Yürüyüşü”ydü. Bunu yeni kadın dernekleri dikenleri ve parlak kırmızı renkli meyveleri
ve feminist dergilerin çevresinde toplanan vardır. Halk arasında iştah açıcı, kuvvet verici
kadın grupları izledi. Hepsi de kadınların ve ateş düşürücü olarak kullanılan kökleri
bilinçlenmesini sağlamak, kadınlara yönelik genellikle “am berparis kökü” adıyla satışa
baskıları protesto etm ek için kampanyalar sunulur. Ö bür bazı kadıntuzluğu türleri gibi
düzenlediler ve dergiler yayımladılar. bu tür de başta buğday olmak üzere tahıllarda
Bugün ülkemizde nicelik olarak parm akla kara pas hastalığına yol açan pas m antarına
sayılacak kadar az olsa da, sesini duyurabilen barınak oluşturur. Bu nedenle A B D ’nin bir­
kadınlar her alanda eşitlik için mücadele çok bölgesinde yetiştirilmesi yasaklanmıştır.
etmeyi savunmaktadır. Türkiye’ye ve İran’a özgü olan başka bir
kadıntuzluğu türü de “karam ukdikeni” (Ber­
KA D IN TUZLUĞ U. Başta Asya olmak üzere beris crataegina) adıyla bilinir. Bu bitki adi
dünyanın daha çok kuzey ılıman bölgelerinde kadıntuzluğuyla hemen hemen aynı boydadır.
yetişen ve 450’yi aşkın türü olan çalımsı Am a sonbaharda kararan meyveleri ve üçlü
bitkilere kadıntuzluğu denir. Berberis cinsini değil tek tek bulunan dikenlerinin yardımıyla
oluşturan bu türlerin bazıları herdemyeşil, kolayca ayırt edilir. C vitaminince zengin
bazıları ise kışın yaprağını döken dikenli meyveleri özellikle Sivas yöresinde hoşaf ve
çalılardır. Son derece batıcı ve sert olan bu şurup yapılarak değerlendirilir.
dikenler genellikle dalların üzerinde dem etler Kadıntuzluklarının çoğu türü albenili çiçek­
oluşturan oval yaprakların sap tabanından leri ve meyvelerinden ötürü süs bitkisi olarak
çıkar. Kadıntuzluklarının çiçekleri gibi odunu yetiştirilir. Çoğu türün meyveleri kuşlar için
da sarı renklidir. Bir ya da daha çok sayıda değerli bir besin kaynağıdır. Bazen meyveler­
çekirdek içeren etli meyveler bazı türlerde tek den reçel ve m arm elat da yapılır. Bazı türlerin
tek bulunur, bazılarında üzüm gibi salkımlar köklerinden sarı boya çıkarılır, sarı renkli
oluşturur. İşte bu yüzden kadıntuzluklarına odunları da çeşitli ahşap eşyaların yapımında
“dikenüzüm ü” adı da verilir. kullanılır.
A vrupa, Asya ve Kuzey A m erika’nın
birçok yerinde, ülkemizde de Kuzey Anadolu K A D M İY U M , gümüşsü beyaz renkte bir m e­
Bölgesi’nde kendiliğinden yetişen adi kadın­ taldir. Çoğunlukla çinko cevherlerinin içinde
tuzluğu (Berberis vulgaris) en çok 2 metreye bulunur. Kimyasal simgesi Cd, atom num ara­
kadar boylanabilen ve kışın yapraklarını dö- sı 48, atom ağırlığı 112,40 olan bu elem ent,
KAFKA 253

hemen hemen kalay kadar yumuşaktır ve


büküldüğünde onun gibi bir çıtırtı çıkarır.
Kadmiyum, kolayca levha haline getirilebilir
ve yüzeyi oldukça iyi parlatılabilir. Bu m eta­
lin erime ve kaynama sıcaklıkları oldukça
düşüktür (sırasıyla, 321°C ve 765°C).
Kadmiyumu ilk kez 1817’de Alman kimyacı
Friedrich Strohmeyer, bir çinko karbonat
örneğinde buldu; aynı tarihte iki başka bilim
adamı da kadmiyuma bir çinko oksit örneğin­
de rastladılar. Kadmiyumun önemli sayılabi­
lecek m iktarlarda bulunduğu mineral, kadmi­
yum sülfür yapısındaki grinokittir. Kadmiyum
her zaman çinko cevherleriyle birlikte bulu­
nur ve çinko üretimi sırasında yan ürün olarak
elde edilir.
Kadmiyum nemli havada m atlaşarak gri
renge bürünür ve yüzeyinde bir oksit katmanı C um huriyet G azetesi A rşivi

oluşur. Bu özelliği nedeniyle metallerin pas­ Çek asıllı A vu stu rya lI yazar Franz Kafka, insan
lanmaya ve çürümeye karşı korunmasında yaşam ındaki kaygıları sim g e le rle d ile g e tirm iş tir.
kaplama maddesi olarak kullanılır; kadmi­
yum, öteki metallerin yüzeyine, elektrikli ya da gördükten sonra, özel yaşamı ve yazarlığı için
elektrolitik kaplama denen bir yöntemle kapla­ daha çok zaman ayırabileceği düşüncesiyle,
nır (bak. ELEKTROLİZ). Kadmiyum bileşikleri hukuk mesleğini seçti. Prag’da doktorasını
zehirli olduğu için yiyecek kaplarında kullanıl­ verdikten sonra bir sigorta şirketinde çalışma­
maz. Kadmiyum, ağır metallerle karıştırılarak ya başladı. Yazmak için ancak geceleri zaman
alaşım haline getirilebilir (bak. ALAŞIM). Bu bulabiliyordu. Bir süre sonra yaşamını kazan­
elementten ayrıca uzun ömürlü nikel-kadmi- mak için katlandığı bu sıkıcı iş taşıyamayacağı
yumlu pillerin yapımında ve nötron soğurucu bir yük haline geldi. Hastalığı yüzünden
olarak nükleer reaktörlerde yararlanılır (bak. işinden ayrılınca, kendini bütünüyle yaratıcı
NÜKLEER E n e r j İ). Kadmiyum bileşikleri pig­ çalışmalarına verme olanağı bulabildi.
ment (renk verici madde) olarak seramik sırla­ Doğayı, uzun yürüyüşleri, yüzmeyi, kürek
rında, boyalarda ve plastiklerde kullanılır. Pek çekmeyi seven Kafka, bilimdeki gelişmelerle
çok fotoğraf makinesinde de kadmiyum sülfür- de yakından ilgiliydi. Klasik Alm an felsefesi
lü fotosellerden yararlanılır (bak. ÇİNKO). ve psikanaliz ilgi duyduğu konular arasınday­
dı. 1914’te nişanlandıysa da, evliliğin yaşamı­
KAFİYE bak. U y a k nı kısıtlayacağını düşündüğü için nişanı boz­
du. Daha sonraki yıllarda bir kez daha evlen­
KAFKA, Franz (1883-1924). Çekoslovak­ me girişiminde bulundu.
ya’nın başkenti Prag’da doğan Franz Kafka, Kafka Almanca yazdığı yapıtlarında insan
varlıklı bir Çek Yahudisi’nin oğluydu. Top­ yaşamındaki belirsizlikleri ve kaygıları bir
lumda kendine bir yer edinmenin yolunun karabasana benzer biçimde dile getirir. Bu­
çok para kazanm aktan geçtiğini savunan ba­ nun için simgelere ve alegoriye başvurur
bası, Kafka’nm yazarlığa olan eğilimini hoş (bak. ALEGORİ). Öykülerinde mantıklı bir
karşılamıyordu. O toriter, bencil, başarılı ve kurgu vardır. Dili kolay anlaşılır, betimleme­
çevresinde ürküntü yaratan baba imgesi Kaf- lerinde ayrıntıya önem verir. En ilginç ve en
ka’yı öm rü boyunca etkiledi. Korkutucu kişi­ çok yankı uyandıran öykülerinden biri olan
liğiyle babası yaşamının hep merkezinde Değişini'de (Die Vervandlung; 1912) sıradan
oldu. bir memur olan Gregor Samsa bir sabah
Kısa bir süre edebiyat ve tıp öğrenimi yatağında uyandığında, dehşet içinde kosko­
254 KAFKAS DAĞLARI

caman bir böceğe dönüştüğünü fark eder. kaplıdır. Bölgede pars, ayı, kurt, vaşak, tilki,
Çevresindeki her şey eskisi gibidir. Değişime bizon, dağkeçisi ve geyik gibi hayvanların
uğrayan yalnızca kendisidir. yanı sıra, yalnızca bu yöreye özgü hayvanlar
Kafka’nm öykülerinin çoğunda kişiler ken­ ve bitkiler de vardır. Ilıman iklimin egemen
dilerini böyle beklenm edik ve içinden kolay olduğu Güney Kafkasya bölgesi çay, pamuk
kolay çıkılamayacak durum larda, yalnız ve ve portakal yetiştirmeye elverişlidir. Kafkas
savunmasız bulurlar. Böcek simgesi belki de Dağları köm ür, demir cevheri, çinko, gümüş
yaşamın ne denli sıkıcı olduğunu, insanlığa ve bakır bakımından zengindir. En önemli
yabancılaşmayı ve kendi kendinden tiksinme­ yeraltı kaynağı petroldür; Bakû yakınlarında
yi ifade etm ek içindir. K afka’nm kahram anla­ geniş bir petrol yatağı vardır. Gürcistan’da
rının çağdaş dünyada yaşarken duyduğu kay­ Ç iatura’da dünyanın en nitelikli manganezi
gı, yabancılaşma ya da yitiklik okuru yadır­ çıkarılır.
gatmaz; kendi de derinden derine bunları
duyumsar ve rom an ya da öykü kahramanıyla KAFUR ya da kâfuru, kendine özgü keskin
kendini özdeşleştirir. kokusu ve acı tadıyla kolayca tanınabilen,
1917’de vereme yakalandığını öğrenen Kaf- kristal yapısında beyaz bir katıdır. Doğada
ka, kısa bir süre Berlin’de yaşadıktan sonra birçok bitkinin, özellikle Japonya ve Tayvan’
sağlığının iyice bozulması üzerine Prag’a dön­ da yetişen kâfurağacının (Cinnamomum
dü. Yaşamı sırasında çok azının yayımlandığı camphora) yapısında bulunur. Doğal kâfur
yapıtlarının ölümünden sonra yakılmasını is­ elde etm ek için bu ağacın yaprakları, gövde
tedi. En yakın dostu Max Brod, Kafka’nm kabuğu ve odunu ince yonga haline getirildik­
sözünü tutm ayarak yapıtlarını yayımlamakla ten sonra içinden buhar geçirilir. Bitkinin
20. yüzyıl edebiyatının zenginleşmesine katkı­ dokularındaki kâfur yağı sıcak buharın etki­
da bulundu. Ayrıca Kafka’nm yaşamöyküsü- siyle ısınarak buharlaşır; bu buharlar bir
nü yazdı ve yapıtlarını yorumladı. kapta toplanıp yoğunlaştırıldığında da kâfur
Yaşarken yayımlanan öykülerinden Das kristallerine dönüşür. Am a günümüzde, çam
Urteil (1912; “Yargı”) ve Ceza Sömürgesi'ni reçinesinden özütlenen ve yağlı bir sıvı olan
(in der Strafkolonie; 1914) sayabiliriz. Dava terebentinden bireşim (sentez) yoluyla yapay
(Der Prozess; 1924), Şato (Der Schloss; 1922) kâfur üretimi çok daha yaygındır.
ve Am erika (1927) adlı üç romanı, çok sayıda Kâfur çok eskiçağlardan beri tıpta çeşitli
m ektubu ve günceleri ölümünden sonra ya­ amaçlarla kullanılagelmiştir. Örneğin baygın­
yımlandı. lık geçirenlere sinir sistemini uyarıcı bir m ad­
de olan kâfur yağı koklatılır. Bu yağ göğse
KAFKAS DAĞLARI, SSCB’nin A vrupa’daki sürüldüğünde bronşite iyi gelir; deriye sürül­
topraklarının güneybatısında, Karadeniz ile düğünde de romatizma ağrılarına, kaşıntıya
H azar Denizi arasında, uzunluğu 1.200 kilo­ ve çeşitli deri hastalıklarına karşı etkilidir.
metreyi bulan bir alanı kaplar. Kafkas Dağla- Ayrıca, keskin kokusu böcekleri uzaklaştırdı­
rı’nın en yüksek tepesi olan Elbruz 5.633 ğı için sinek kovucu losyonların ve güvelere
m etredir. Kafkas Dağları derin vadiler ve karşı kullanılan ilaçların bileşiminde de kâfur
akarsularla kesilir. Başlıca ırm aklar Rioni, vardır. 1865’te İngiliz kimyacı Alexander
Kura ve Sulak’tır. Dağların kuzey etekleri Parkes, gevrek ve kırılgan maddelerin kâfurla
tahıl ekimine ve hayvancılığa elverişlidir. yumuşatılıp plastikleştirilebileceğini bulmuş­
Doğu-batı doğrultusunda uzanan demiryo­ tu. G erçekten de bugün bu madde daha çok
lu, Karadeniz ile Hazar Denizi’nin kıyı bölge­ sanayide selüloz türevlerini plastikleştirmek
lerini birbirine bağlar. Mamison ve Kluhor için kullanılır.
geçitlerinin yanı sıra dağları yararak kuzey ve Ayrıca bak. PLASTİKLER.
güney bölgelerini birbirine bağlayan biri 19.
yüzyıldan kalma, iki karayolu vardır. KÂĞIT bak. KÂĞIT VE KÂĞIT YAPIMI.
Dağların batı kesimi meşe, dişbudak, ka­
yın, kestane, çam ve ıhlamur ormanlarıyla KÂĞIT KATLAMA SANATI bak. ORİGAMİ.
KAĞIT OYUNLARI 255

KÂĞIT OYUNLARI, eskiçağlardan beri Çin’


de ve H indistan’da biliniyordu. A vrupa’da ise
kâğıt oyunları 14. yüzyılda oynanmaya baş­
lanmıştır.
Neredeyse sınırsız sayıda kâğıt oyunu var­
dır. Bu oyunlardan pişti, papazkaçtı gibi
bazılarının oynanması çok kolaydır. Buna
karşılık briç gibi üst düzeyde beceri ve dikkat
gerektiren gelişkin oyunlar da vardır. Kâğıt
oyunlarının çoğunda oyuncu sayısı iki ile dört
arasında değişir. Am a bazı oyunlar tek kişi ya
da dörtten fazla oyuncu tarafından da oyna­
nabilir. Hemen hemen bütün oyunlarda,
oyuncular, ellerindeki kartları oyunun kural­
ları uyarınca göstermeleri gereken zamana
kadar, öbür oyunculardan saklarlar.
A: PR1MQ K'DBILE XVXXV/I!ÎFI4 9;
Oyun Kâğıtları
(Sağda ve üstte solda) British M useum , (altta solda)
İlk oyun kâğıtları, biçim ve tasarım olarak Cincinnati A r t M useum ve The United States Playing Card C om pany
günümüzdekilere benziyordu, yalnızca boyut­
Üstte solda: T avşanların sim g e olarak kullan ıldığı
ları farklıydı. Bilinen ilk oyun kâğıtları İtal­ oldu kça eski, y u v a rla k b ir A lm a n o yu n kâğıdı. Altta
yan kâğıtlarıdır. Elde boyanmış bu kâğıtlar solda: V iş n u 'n u n yaratılışını gö steren b ir H int oyu n
tarot kartları olarak adlandırılmıştı. Oyun kâğıdı. Sağda: Floransalı b ir m e leğ in y e r aldığı ve
h a rfle rin kullan ıldığı b ir 15. yüzyıl Italyan oyun
kâğıtları ilk olarak Alm anya’da basıldı. Bir kâğıdı.
deste tarotta 78 kart vardı. Bunlardan 22’si
doğa güçlerini, iyilik ve kötülüğü temsil eden müzde süren bir özelliği de falcılıkta kullanıl­
koz kâğıtlarıydı. Kalan 56 kart dört diziden masıdır. Bugün kullandığımız kâğıtlar Fransa’
oluşurdu. H er dizide bir kral, bir kraliçe, iki daki tarot kartlarından geliştirilmiştir. Kozlar
şövalye, ve l ’den (as) 10’a kadar sıralanmış çıkarılmış, şövalyeler bire indirilmiş ve günü­
kâğıtlar bulunuyordu. T arot destesinin günü- müzde vale adını almıştır. Böylece desteler 52
kâğıttan ve adları maça (pik), kupa (kör), ka­
British M useum ro ve sinek (trefl) olan dört diziden oluştu. 19.
yüzyılda, kartlardaki resimler oyuncunun
elinde her zaman düz duracak biçimde iki
başlı yapıldı.
Bugün, normal bir destede 52 kâğıt ve
genellikle iki joker bulunur. Jokerler, oyun­
larda pek kullanılmamakla birlikte destede
yer alır. 52 kâğıt, her biri 13 kâğıttan oluşan
dört diziye ayrılır. H er dizide papaz, dam
(kız) ve vale (oğlan) olarak üç resimli kâğıt,
ikiden dokuza kadar sıralanmış dokuz ara
kâğıt ve 1 rakamıyla gösterilen bir as vardır.
Maça ve sinek siyah renkte, kupa ve karo ise
kırmızı renkte basılır. Eskiden kâğıtların, dış
çizgileri tahta kalıplar kullanılarak basılır ve
Solda: Bu m aça valesi, 15. y üzyıld aki b ir A lm a n kâğıt içleri elle renklendirildi. Taşbaskının bulunu­
d e ste sin d e n d ir. Sağda: Ü zerinde İspanyol şuyla kâğıtlar daha renkli olarak basılmaya
A rm a d a s ı'n ın resm i bu lu n a n bu sinek üçlüsü , 17.
yüzyıld a kullan ılan b ir İngiliz o yu n kâğıdı başlandı. Kâğıtlar birbirine yapıştırılmış iki
d e stesin de ndir. karton tabakanın üstüne basılır ve damgala­
256 KÂĞIT VE KÂĞIT YAPIMI

nır. Oyun kâğıdı yapımında artık plastik de ların çeşitli biçimlerde gruplandırılmasına da­
kullanılmaktadır. yanır. Remi, blum, konken, ellibir gibi oyun­
lar kâğıtların gruplandırılmasıyla oynanır.
Kâğıt Oyunu Çeşitleri Oyuncular aynı değerde üç ya da daha fazla
En yaygın kâğıt oyunları, kâğıtların büyüklük kâğıdı (karo 5’i, kupa 5’i, maça 5’i gibi) ya da
sırasına göre dizilmesiyle oynanan oyunlardır. aynı diziden birbirini izleyen üç ya da daha
Kâğıtlar, astan başlayarak iki, üç, dört ya da fazla kâğıdı (karo 4’ü, 5’i, 6’sı gibi) bir araya
geriye giderek papaz, dam, vale olarak dizilir. getirmeye çalışırlar. Yerden çekilen ya da
Briç ve benzeri oyunlar bu türdendir. Bazen kendinden bir önceki oyuncu tarafından orta­
bu oyunlarda iki oyuncu ortak hareket eder ya atılan kâğıtlardan yararlanarak elindeki
tüm kâğıtları gruplayan ilk oyuncu oyunu
kazanır. Kâğıt oyunlarının para kazanmak
için oynandığı kum arhanelerde bakara, şi­
mendifer ve yirmibir en yaygın oyunlardır.
Oyuncular ellerindeki kâğıtların toplam de­
ğerlerinin bakarada 9’un, yirmibirde ise 21’in
altında kalmasını sağlamaya çalışırlar.
Çocukların oynadığı kâğıt oyunlarının ku­
ralları daha basittir. Bunlardan bazıları çok
sayıda oyuncuyla da oynanabilir. En iyi bili­
nen örneklerden biri papazkaçtıdır. Bu oyun­
da 52’lik bir desteden üç papaz çıkarılır ve
O yun kâğıtları kolayca g ö rü le b ils in diye elde yelpaze
b iç im in d e tu tu lu r. kalan kâğıtların tümü oyuncular arasında
dağıtılır. Oyuncular ellerinde aynı değerde
ve rakiplerinden daha fazla el almaya çalışır. olan çift kâğıtları ayırarak yere açarlar. H er
El almak için, oynanan turda en güçlü kâğıdı oyuncu sırayla yanındakinin elinden bir kâğıt
atm ak gereklidir. Bu güçlü kâğıt bazen koz çeker ve elindeki tek kalan kâğıtları çiftleme-
olur. Hangi dizinin ko z olacağı ya oyunun ye çalışır. Oyunun sonunda elinde papaz
kuralı gereği bellidir ya da eşler aralarında kalan oyuncu oyunu kaybeder. Yenilen oyun­
anlaşarak herhangi bir diziyi koz olarak seçer­ cuya bir ceza verilir. Çocuklar arasında yay­
ler. Koz olan kâğıt, öbür dizilerdeki kâğıtların gın olarak oynanan öbür kâğıt oyunları ara­
tüm ünü, değeri ne olursa olsun alabilir. sında pişti, kaptıkaçtı, eşek, pis yedili gibi
Örneğin briçte, körler (kupa) ve pikler (ma­ oyunlar sayılabilir.
ça) değer açısından daha yüksektir ama, koz
olarak belirlenen dizideki herhangi bir kâğıt KÂĞIT VE KÂĞIT YAPIMI. K â ğ ıt, y a ln ı z c a
bunlardan üstündür. y azı y a z m a k ta v e b a s ım s a n a y i s in d e d e ğ il ,
Briç tüm dünyada oynanan eşli bir oyun­ p a k e tle m e v e a m b a la jla m a d a d a ç o k k u lla n ı­
dur. Yerel kulüplerden dünya şampiyonlukla­ lır. B a z ı p l a s t i k ü r ü n l e r i n te m e l m a d d e s i o l a n
rına kadar birçok düzeyde briç turnuvaları k â ğ ı t t a n , e l e k t r i k k a b l o l a r ı n d a y a lı tı m m a l z e ­
yapılır. D ört oyuncuyla ve 13’er kâğıt dağıtı­ m e s i o l a r a k d a y a r a r l a n ı l ı r (bak. K a b l o ) .
larak oynanan briçte eşler karşılıklı oturur. K â ğ ıt a y r ı c a , s ıv ıla r i ç i n d e k i k a t ı ş k ı l a r ı n s ü -
Oyuncular sırayla ve briçin kendine özgü z ü lm e s i n d e f i l t r e o l a r a k k u ll a n ıl ır .
kuralları içinde konuşurlar. Bu konuşmalar Kâğıdın ilk olarak İS 105 dolayında Çin’de
sonucu eşlerin kozları belirlenir ve en fazla el yapıldığı sanılmaktadır. A raplar, kâğıt yap­
alacağını açıklayan çift oyuna başlar. Kozu mayı 751’de Sem erkant’ta ele geçirdikleri
belirleyen çift, oyunun başında söylediği sayı­ Çinli tutsaklardan öğrendiler. M agripliler’in
da el almaya çalışır. Oyunu başlatan eşlerden Sicilya ve İspanya’ya taşıdığı bu bilgi, yaklaşık
biri elini yere açar ve oyun öbür eş tarafından 1276’da İtalya’ya geçti. Türkiye’de kâğıt üre­
yürütülür. Rakipler ise ellerini saklı tutar. timi Osmanlı döneminde İstanbul ve Bursa’da
Kâğıt oyunlarının başka bir türü de, kâğıt­ kurulan kâğıthanelerde 1453’te başladı. İngil­
KÂĞIT VE KÂĞIT YAPIMI 257

tere’de kâğıt üreten ilk atölye 1490’larda sürdürülürdü. Kuşeleme denen bu işlemden
H ertfordshire, Stevenage’de açıldı. İlk kâğıt sonra, katlardan oluşan yığın bir preste sıkış­
üretim atölyelerinin hemen hemen hepsi, tırılarak suyu akıtılır, ardından kâğıt yaprak­
ırmak kıyılarındaki kullanılmayan eski un lar ayrılarak asılır ve kurutulurdu. Sonra bu
değirmenlerinde kuruldu. Çünkü buralarda yapraklar, m ürekkebi çok fazla emmesin diye
kâğıt yapımı için gerekli olan su vardı ve o bir jelatin banyosuna yatırılır ve böylece
zamanki basit makineleri çalıştırmak için ge­ yüzeyleri parlatılırdı; bu işleme de aharlama
reken güç değirmenin su çarkından sağlanı­ denir.
yordu. Kâğıt yapım makinesini 1799’da Fransız
Bir kâğıt parçasını yırtar ve dikkatle ince­ Nicolas-Louis Robert buldu. Henry ve Sealy
lersek yırtık kenarlardan ince, tüy gibi liflerin Fourdrinier kardeşler ile İngiliz mühendis
çıktığını görürüz. Bunlar, bitkilerin ve ağaçla­ Bryan Donkin de benzer bir makineyi 1804’te
rın hücre duvarlarını oluşturan selüloz lifleri­ İngiltere’de yaptılar. Bu m akinede, teknedeki
dir (bak. S e l ü l o z ) . Kâğıt yapmak için ağaçlar kâğıt ham uru bant biçimindeki bir eleğin
ya da bitkiler iyice dövülerek lif lif ayrılmaları üzerine akıyor, bant hareket ederken ham u­
sağlanır ve daha sonra bu lifler suyla karıştırı­ run suyu elekten aşağı süzülüyor ve daha
larak ham ur haline getirilir. sonra ham ur iki m erdanenin arasına besleni­
19. yüzyıl başlarına kadar kâğıt elle yapılır­ yordu. D aha sonraları bu makineye kâğıt
dı. Bunun için, kâğıt hamuru bir teknenin ham uru hazırlamak için yeni m akineler geliş­
içine doldurulur, daha sonra telden ince bir tirildi. Günümüzde kâğıt, ağaçların selüloz
elek biçimindeki düz bir kalıp ham ura daldırı­ liflerinden elde edilen odun ham urundan
lıp çıkartılırdı. Sonra kalıp silkelenerek suyu üretilir. Odun ham uru m ekanik ya da kimya­
süzülür, böylece eleğin üstünde ıslak liflerden sal işlemle hazırlanır. H er iki yöntemde de
oluşan düzgün bir katm an kalırdı. Bu ıslak tom ruklar (ağaç kütükleri) önce döner tam ­
katm an bir yün keçe üstüne konur ve bu burlarda kabuklarından ayrılır, sonra dilimle­
işlem, bir kat keçe bir kat kâğıt konarak nir ve yaklaşık olarak 12 m etre yüksekliğinde

AĞARTM A

2L . YOĞUNLAŞTIRMA

HAMUR YENİDEN SUYLA


ODUN HAMURU İNCE YONGALAR KİM YASAL MADDELERLE KARIŞTIRILARAK İNCELTİLİR DÖVME
YAPILACAK HALİNDE KAYNATILARAK HAMURLAŞTIRILIR VE AĞARTILIR
TOMRUKLAR KESİLİR VE KURUTULARAK BALYALANIR
HAMUR ARTIK KÂĞIT
FİLTRELER HALİNE GELMİŞTİR
KÂĞIT YAPMA
KALENDERLER
MAKİNESİ FİLİGRAN SİLİNDİRİ /

KÂĞIT
HAMURU

d ö v ü lm ü ş )
KÂĞIT “ 1 /
HAMURU v
~7 KURUTM A SİLİNDİRLERİ
HAMUR EMME
TEL ELEK
YAPIMI BİTMİŞ
IS LAK UÇ K U R U UÇ KÂĞIT
258 KÂĞIT VE KÂĞIT YAPIMI

kapalı kaplarda kaynatılır. M ekanik yöntem ­ Islak uçta, hollenderden gelen ham urun ka­
de tom ruklar daha sonra kum taşından yapıl­ rıştırıldığı bir tekne vardır. Bu aşamada,
mış aşındırıcılar içinde suyun altında öğütüle­ karışım yaklaşık olarak 99 birim su ve 1 birim
rek ham ur haline getirilir. Kimyasal yöntem ­ liften oluşur. Süte benzer bu karışım, elek
de ise odun yongaları kimyasal çözeltilerle denen ve dakikada 650 m etreye ulaşabilen bir
yüksek sıcaklık ve basınç altında pişirilir. hızla hareket eden ince telden örülmüş bir
Eğer beyaz kâğıt yapmak isteniyorsa hamura bant üzerine dökülür. Silindirler üzerinde
ağartıcı m addeler katılır. H am urun yapıldığı sarsılarak hareket eden eleğin üzerinde lifler
m akine, kâğıt makinesine yakınsa sıvı ham ur düzenli bir biçimde dağılır ve karışımın suyu
doğrudan doğruya kâğıt makinesine pom pala­ süzülür. D aha sonra elek, suyun daha çok
nır. Eğer uzaktaki bir kâğıt fabrikasına gön­ emildiği vakumlu (havası emilen) kutulardan
derilecekse, ham ur süzülüp kurutularak, lev­ geçer. H am ur eleğin sonuna geldiği zaman
halar halinde kesilir ve yaklaşık olarak 200 yeterince su kaybetmiş ve bir kâğıt yaprağı
kilogramlık balyalar halinde paketlenir. O r­ haline gelmiştir.
manların çok olduğu Kanada, A B D , İskandi­ Keçeleşmiş selüloz liflerinden oluşan ıslak
nav ülkeleri ve SSCB’de üretilen odun ham u­ kâğıt yaprağı, elekten sonra yün ya da naylon
ru başka ülkelere de satılır. Türkiye’de kâğıt keçeden yapılmış hareketli bir bantın üstün­
sanayisi için gerekli olan odun ham uru ülke den geçer ve bu bantın üzerinden kurutucu
içinde üretilm ektedir. silindirlerin arasına girer. Sayıları 50’yi bula­
bilen bu büyük sıcak silindirlerde kâğıt yapra­
Kâğıt Fabrikası ğı, suyunun büyük bölümünü kaybeder. M a­
Kâğıt fabrikasına gelen kâğıt ham uru, hollen- kinenin kuru ucuna gelen kâğıt yaklaşık
der denilen bir makinede dövülür. Bu maki­ olarak 93 birim lif ve 7 birim sudan oluşur.
ne, su dolu büyük bir kazan içindeki bir yatak Bu noktada kâğıt yapımı sona ermiştir; ama
üzerinde hareket eden ve üstünde döner bu kâğıdı çeşitli kullanım amaçlarına uygun
bıçaklar bulunan bir m erdaneden oluşur. duruma getirmek için bazı bitirme işlemleri
M erdane döndükçe ham ur dilimlenerek selü­ daha yapılır. Bu işlemlerden biri, aharlam a ya
loz lifler birbirinden ayrılır, ezilip saçaklanır da tutkallamadır. Kâğıdın yüzeyini iyileştiren
ve yapılacak kâğıdın türüne uygun boyda bu işlem ya kâğıt ham uruna reçine, nişasta ve
kesilir. Günümüzde çoğu fabrikada, hollen- kil gibi m addeler eklenerek ham urun hazır­
derin yerini incelticiler almıştır. İncelticide lanması aşamasında yapılan iç tutkallam a ya
m erdane yerine üzerinde kesici bıçaklar olan da yaprak aşamasında kâğıt yapma m akine­
bir döner koni vardır. sinde yapılan yüzey tutkallam a biçiminde
Dövme ya da inceltme sırasında kâğıt olur. Başka bir işlem de, kâğıdı kaolinle kap­
ham uruna aharlam a (tutkallam a) m addeleri, lamak ve sonra yüzeyi cilalı m erdanelerin
boya ve kâğıdın dayanıklılığını artıracak katkı arasından hızla geçirerek cilalamaktır {bak.
m addeleri katılır. Aharlam a maddesi olarak K a o l in ) . B u yöntemle elde edilen parlak
kullanılan nişasta ve reçine gibi maddelerin kâğıtlar, resim baskılarında kullanılır.
küçük parçaları liflere yapışarak kâğıt üzerin­ M akineden çıkan kâğıt bobinlere sarılır. Bu
de düz bir yüzey oluşturur ve kâğıdın m ürek­ bobinlere 6,6 m etre genişliğinde 28 km uzun­
kebi yaymasını önler. Boya katılmazsa kâğıt luğunda kâğıt sarılabilir. İstendiği takdirde
sarımsı kirli bir renkte olur; bunun için kâğıt, tabakalar halinde de kesilebilir.
ham ura boya katılarak kâğıdın beyaz ya da Odun hamurunun yanı sıra, pamuk, keten,
istenen başka bir renkte olması sağlanır. alfa otu ve şekerkamışı gibi m addeler kullanı­
Hazırlanan ham ur artık kâğıt yapma maki­ larak da kâğıt yapılabilir. Ayrıca yapay elyaf­
nesine (Fourdrinier makinesine) beslenmeye tan da kâğıda benzer m addeler yapılmakta­
hazırdır. Kâğıdın sürekli bir şerit ya da bobin dır. Kâğıt ham uru yapımında, kullanılmış
halinde üretildiği bu makinenin uzunluğu 120 kâğıtlardan da yararlanılır. Kullanılmış kâğıt­
metreyi, genişliği 10 metreyi bulabilir. M aki­ lar önce m ekanik yöntem lerle ham ur haline
nede bir “ıslak uç” , bir de “kuru uç” vardır. getirilir, sonra içindeki mürekkep ve öbür
KAHİRE 259

yabancı m addeler kimyasal işlemlerle temiz­ ğı bulunmadığı, ruhlardan birini kızdırdığı


lenir ve eğer beyaz kâğıt yapılacaksa ağartılır. için hastalandığı anlamına gelir.
Kullanılmış kâğıdın yeniden işlenmesiyle ya­ A vrupa’nın en ünlü bilicilik merkezi Eski
pılan kâğıt, yum urta kutuları gibi çeşitli am ­ Yunan’da Delfi’deki Apollon Tapınağı’ydı
balajlarda yaygın olarak kullanılır. (bak. D e l f İ KÂHİNLERİ). Eski R om a’da siyasal
Ayrıca bak. FİLİGRAN. kararlar almak için tanrılara danışan resmi
kâhinler vardı. Bu kâhinler ölü kuş ve hay­
KAHİN. Kâhinlerin, tanrılarla iletişim kur­ vanların iç organlarını inceleyerek gelecekten
duklarına, böylece geleceğe ilişkin bilgi sahibi haber aldıklarını ileri sürerlerdi.
olduklarına inanılırdı. İnsanlar başlarına ge­ Günüm üzde bile insanlar, avuçtaki çizgile­
len olayları yorumlamaları için kâhinlere baş­ re ya da fincanın dibindeki telveye bakarak
vururdu. Bu olaylara tanrılar, ruhlar ya da geleceği okumaya çalışırlar. Bu çoğunlukla
cadıların neden olduğuna inanırlardı. Birisi bir oyun ya da şaka olarak yapılır. Am a
ansızın hastalandığında, fırtına ya da kıtlık kâhinlere gerçekten inanılan topluluklarda,
gibi bir yıkım baş gösterdiğinde tanrılarca ya insanlar yaşamlarını kâhinin verdiği yanıtlara
da ruhlarca cezalandırıldıklarını düşünen in­ göre sürdürürler.
sanlar, yıkımın nedenlerini kâhinlere sorardı. Ayrıca bak. BÜY Ü VE BÜYÜCÜLÜK; CADILIK.
Kâhin onlara bağışlanmanın yollarını göste­
rirdi. KAHİRE, Mısır’ın başkentidir. Nil Irm ağı’nın
Günümüzde hâlâ, dünyanın birçok yerinde doğu kıyısında, ırmağın iki kola ayrıldığı
insanlar kâhinlerden m edet umar. Örneğin noktanın 19 km güneyinde yer alır. Aynı
A frika’da Sudan’da yaşayan A zandeler’de zamanda Mısır’ın ve A frika’nın en büyük
yakalandığı hastalığın nedenini öğrenmek is­ yerleşim merkezidir. Kentin doğusunda Ce­
teyen bir hasta, bunun için bir tavuğa zehir bel el-M ukattam tepeleri, batısında, Nil kıyı­
verir. Tavuğun ölmesi, bedensel bir rahatsızlı­ sının ötesinde dev piram itlerin ve sfenkslerin
Egyptian M inistry o fT o u r is m

K ah ire 'd e Eski Y unan, Roma, A ra p ve O sm anlı m im a rlığ ın ın ö rn ekleri çağdaş M ısır ya p ıla rıyla yan yanadır,
B üyük Nil Irm ağı kenti ikiye böler.
260 KAHKAHAÇİÇEĞİ

yükseldiği, Libya Çölü uzanır (bak. ESKİ en eski yapılarındandır (bak. S e l a h a d d in Ey-
M lSIR ; N İL IR M A Ğ I). Y U B İ).
Yaz günleri çölden gelen kuru ve sıcak II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızla artan
havanın etkisinde kalan kent, geceleri Nil’den kent nüfusunun yüzde 90’ını M üslümanlar,
gelen esintilerle serinler. Kısa süren kış ayla­ geri kalanının çoğunu Kıpti denen Kopt
rında gündüzler ılık, geceler serin ve nem ­ Kilisesi’ne bağlı Mısırlı Hıristiyanlar, Katolik-
lidir. ler, Protestanlar ve Yahudiler oluşturur.
Kahire batı ile doğu kültürlerinin, zengin Başlıca sanayi kolları dokumacılık, besin,
ve yoksul mahallelerin iç içe bulunduğu son tütün, demir-çelik, otomobil ve soğutma m a­
derece canlı ve ilginç bir kenttir. Tarihi kineleridir. El emeğine dayanan gelenek­
kentlerde genel olarak eski kent merkezde sel sanayi kolları da önemini korum akta­
yer alırken, K ahire’de bunun tam tersine dır. Kent aynı zamanda A vrupa, O rtadoğu ve
rastlanır. M odern Kahire geniş caddeleri, Kuzey Afrika arasındaki ticaret yollarının
lüks otelleri, lokantaları, eğlence yerleri, alış­ merkezindedir. Ülkenin öteki kentlerine de­
veriş m erkezleri, çok katlı yapılarıyla merkez­ miryolları ve havayollarıyla bağlanır. Helio-
de, yüzyıllar boyunca süren çabalarla denetim polis yakınlarında uluslararası bir havalimanı
altına alman Nil Irmağı kıyılarında yer alır. vardır.
Kral Tutanham on’un hâzinelerinin sergilendi­ Nüfusu 6.325.000’dir (1986).
ği görkemli Mısır Müzesi de Nil kıyısındadır
(bak. TUTANHAM ON). KAHKAHAÇİÇEĞİ. Duvar ya da çitlere sar­
İstasyon binasının önünde Kral II. Ram- dırılarak yetiştirilen kahkahaçiçeği (Ipomoea
ses’in Eski Mısır uygarlığının başkenti Men- purpurea) çok sevilen bir bahçe bitkisidir.
fis’ten getirilen, dev boyutlu heykeli yükselir. Kahkahaçiçeğigiller (Convolvulaceae) famil­
Halkın bir bölümü Nil Irmağı’nın üzerinde yasında yer alan ve tatlıpatatesle (bak. T a t l i -
bulunan adalarda yaşar. Bu adalardan birinde PATATES) yakın akraba olan bu tırmanıcı bitki­
Nil’in yükselişini ve alçalışını ölçmek ve ürün nin anayurdu O rta ve Güney A m erika’dır.
miktarını önceden kestirmek amacıyla İS Biryıllık bir bitki olduğu için aynı yıl içinde
716’da yapılmış, Nilölçer denen bir kuyu gelişir, çiçeklenir ve tohum verdikten sonra
vardır. K ahire’nin yanı sıra tüm M ısır’ın yıllık ölür. Yetiştiği alanda sık bir örtü oluşturan
ürünü Nil’e bağlı olduğundan ve vergiler de parlak yeşil renkli yaprakları yürek biçimin­
ürüne göre belirlendiğinden böyle bir ölçüm dedir ve üzeri küçük tüylerle kaplıdır. Kahka-
aracının yaşamsal önemi vardı. Kent m erkezi­ haçiçeğinin sabah güneşin doğuşuyla birlikte
nin doğusunda M emlûk sultanlarına ait m e­ açan, öğleden sonra kapanan çok kısa ömürlü
zarların bulunduğu “Ölüler K enti” adı verilen çiçekleri vardır. Açıldığında huniye benzeyen
yörede halkın en yoksul kesimi yaşar (bak. bu narin ve alımlı çiçekler kendiliğinden
M e m l û k l a r ) . Kenti çevreleyen eski m ahalle­ N H P A /J. Carmichael

lerde 1.000 yıllık bir geçmişi olan birçok


tarihsel yapı göze çarpar. 1250’den 1517’ye
kadar K ahire’den yönetilen Memlûk Devleti
zamanında kentte görkemli anıtsal binalar
yapılmıştır. 1517’de Osmanlı egemenliğine
giren kentte özellikle 19.yüzyılda batı tarzı
mimari yapılar yapılmıştır.
K ahire’nin labirenti andıran dar ve karm a­
şık sokaklarında altın ve bakır eşya, hah, deri
ve baharat satılan küçük dükkânlar sıralanır.
İS 970’te kurulmuş olan dünyanın en eski
üniversitelerinden El-A zher Üniversitesi ile
Eyyubi hanedanının kurucusu Selahaddin Ey- K ahkahaçiçeğinin alım lı am a çok kısa ö m ü rlü
yubi’nin 12. yüzyılda yaptırdığı kale, yörenin çiçekleri vard ır.
KAHRAMANMARAŞ 261

yetiştiği yerlerde beyaz ya da açık pembe


renklidir; ama m or, koyu pembe ve mavi
renkli iri çiçekleri olan pek çok süs çeşidi de
geliştirilmiştir.
Sıcak ve güneşli yerleri seven kahkahaçiçe-
ği en iyi verimli topraklarda yetişir. Tohum­
dan üretilen bitki en çok çit, çardak ve
parm aklık kenarlarına dikilir. Bitkinin filizle­
nerek yukarı doğru yükselen gövde ucu tutu­
nacak bir destek buluncaya kadar havada
sarmal olarak döner. Bu biçimde yükselen
bitki sonunda bir desteğe ulaştığında onun
çevresini sarar ve tırmanmaya başlar.

KAHLO, Frida (1910-1954). MeksikalI res­


sam Frida Kahlo M eksiko’da Coyoacân’da
dünyaya geldi. 15 yaşındayken geçirdiği bir
trafik kazası yüzünden öm ür boyu sakat
kaldı. Yatağa bağımlı olduğu ilk gençlik
yıllarında resim yapmaya başladı. Son resmini
de bir ayağı kesildikten sonra tekerlekli san­
dalyesinde yaptı. Yaşamında hastalık bir göl­
ge gibi hiç peşini bırakmadı. Hayden Herrera, 1983
İki kez evlendiği MeksikalI ressam Diego M eksikalI ressam Frida K a h lo 'n u n kendi po rtre si.
Rivera’nın (bak. R i v e r a , D i e g o ) Frida’nm
yaşamında çok önemli bir yeri vardı. Yaptığı
resimlerde kendi gerçeğini yansıtan sanatçı oldu. 1953’te Meksika Çağdaş Sanat G aleri­
yaşadığı anı, özlemlerini, ölüme direnişini sin d e açılan son sergisine cankurtaranla geti­
genellikle küçük boyda (40x50 cm) tuvalle­ rilen Frida, galeriye yerleştirilmiş olan yata­
re işledi. Satmak amacıyla yapılmayan bu ğından sergisinin açılışını izledi. Bu sergideki
resimler bir anı defterinin sayfaları gibidir. 200 kadar resmin çoğu kendi portresiydi.
Kendini gerçeküstücü bir sanatçı olarak ta- Frida Kahlo 44 yaşında doğduğu evde öldü.
nımlamasa da, 1930’lardan sonra resimlerinde Bu ev bugün kendi adını taşıyan bir müzedir.
öne çıkan psikolojik içerik, simgesel nesneler
ve imgeler onu gerçeküstücü ressamlara ya­ K A H RAM A NM ARA Ş ili, Akdeniz Bölgesi
kınlaştırır (b a k .. G e r ç e k ü s t ü c ü l ü k ) . D iego’ ile Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu
dan ayrıldığı sırada yaptığı biri sevilen, öbürü bölgelerinin birbirine komşu olduğu yörede
sevilmeyen İki Frida'nın yan yana yer aldığı yer alır. Doğu ve güneydoğusundaki küçük
resimde, kanayan yürekleri birleştiren ortak bazı bölümleri Güneydoğu Anadolu Bölgesi’
atar dam ar, çektiği acıyı simgeler. Ülkesi nin, kuzey kesimi Doğu Anadolu Bölgesi’
M eksika’nın topuklara kadar inen geleneksel nin, güneydeki büyük bölümü ise Akdeniz
giysileriyle ve özgün takılarla dolaşmaktan Bölgesi’nin sınırları içinde kalır. K ahram an­
hoşlanan Frida, yaptığı resimlerde sakat be­ maraş ilinin yerleşim tarihi çok eskilere daya­
denini ortopedik korse içinde gözler önüne nır. Eskiden birçok kervan yolunun geçtiği il
serm ekten çekinmez. topraklarından, bugün de A nadolu’nun bazı
Işığı kullanmayı çok iyi bilen sanatçının kesimlerini birbirine bağlayan kara ve de­
resimleri, parlak renkleriyle bir mücevher miryolları geçer. I. Dünya Savaşı’ndan sonra
gibidir. 1938’de bu resimleri gören Gerçeküs­ İngilizler ve Fransızlar tarafından işgal edilen
tücülük A kim inin kurucusu A ndre Breton, yörede halkın katılımıyla gerçekleşen silahlı
1939’da ilk sergisinin açılmasına ön ayak mücadele, Kurtuluş Savaşı’nın yiğitliklerle
262 KAHRAMANMARAŞ

sulak yaylalar hayvancılık açısından önem


K A H R A M A N M A R A Ş İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
taşır.
YÜZÖLÇÜMÜ: 14.327 km2. Kahramanmaraş ilinin alçak kesimlerindeki
NÜFUSU: 840.472 (1985). düzlükler tarım a elverişli alüvyonlu toprak­
İL TRAFİK NO: 46. larla örtülüdür. Bunlardan ilin kuzeyinde yer
İLÇELER: Kahramanmaraş (merkez), Afşin, Andırın,
Çağlıyancerit, Elbistan, Göksün, Pazarcık, Türkoğlu.
alan Elbistan Ovası, Doğu Anadolu Bölgesi’
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Çamlık, Kapıçam, Pınarbaşı, Baş-
nin güneyinde ve hemen hemen batı-doğu
konuş ve Çınar Geçidi orman içi dinlenm e yerleri; doğrultusunda uzanan Elbistan-M alatya-Ela-
Maraş, Hurman ve Kız kaleleri; Karahöyük; Turunçlu zığ(Uluova)-Palu-Muş çöküntü alanı dizisinin
ve Ufacıklı köylerindeki yapı kalıntıları; Kaşanlı kö­
yündeki kaya kabartması; Kahramanmaraş, A fşin ve en batısında yer alır. İlin güney kesiminin
Elbistan ulucam ileri; Taş Medrese; Haznedarlı, Ha- doğal yapısını önemli ölçüde Kahramanma-
tuniye ve Him m et Baba cam ileri; Eshab-ı Kehf
Külliyesi; İklime Hatun M escidi; Taşhan, Tuzhan, raş-Hatay çöküntü oluğu belirler. Kuzeyde
Hışırhan ve Kuruhan; Ceyhan ve Körsulu köprüleri; Kahramanmaraş kentinin kuzeydoğusundaki
Kahramanmaraş Müzesi. A hır (Maraş) Dağı’nın güney yamaçlarına
dayanan bu çukur alan, güneyde Hatay ilinin
dolu ve anılmaya değer dönemleri arasında güneyindeki Ziyaret Dağı’na kadar uzanır.
yer alır. Bu çukur alanın il sınırları içindeki bölüm ün­
Dövme dondurmasıyla ünlü olan K ahra­ de yer alan başlıca düzlükler Kahramanmaraş
manm araş, ülkemizin gelişmekte olan illerin- ve Narlı ovalarıdır.
dendir. Kahramanmaraş ilinden kaynaklanan sula­
rın büyük bölümü A kdeniz’e, küçük bir
Doğal Yapı bölümü de Basra Körfezi’ne doğru akar.
Önemli bir bölümü 1.500 metreyi aşan olduk­ Ceyhan Irmağı’nın, Elbistan kenti yakınında­
ça yüksek bir alan üstünde yer alan il toprak­ ki Pınarbaşı yöresinden çıktığı kabul edilir.
larını Güneydoğu Toroslar’a bağlı dağlar en- Bu ırmağı besleyen başlıca kollar Hurm a,
gebelendirir. A karsu vadileriyle yer yer derin Göksün, Söğütlü ve Aksu çaylarıdır. İlin
biçimde yarılmış olan bu engebeli alanın en doğu kesimindeki küçük bir bölümün sularını
yüksek noktası, doğu kesimde 3.081 metreye toplayan Göksu Çayı, il sınırları dışında Fırat
ulaşan Nurhak Dağı’dır. İl topraklarındaki Irm ağı’na katılır. Kahramanmaraş ilinde do­
önemli yükseltilerden Berit Dağı da orta ğal göl yoktur. Sulama amacıyla Aksu Çayı
kesimde 3.027 m etreye ulaşır. Dağların yük­ üzerinde kurulan Kartalkaya B arajı’nın ar­
sek kesimlerinde yer alan çayırlarla kaplı dında suların birikmesiyle bir yapay göl oluş­
muştur.
Bir geçiş alanında yer alan Kahramanmaraş
ilinin kuzey kesimi kara ikliminin, orta ve
güney kesimi Akdeniz ikliminin etkisi altında­
dır. İklime bağlı olarak bu kesimlerin doğal
bitki örtüsünde de farklılıklar görülür. Kuzey
kesimdeki dağlar çıplak ve Elbistan Ovası’nın
doğal bitki örtüsü bozkır (step) görünümün-
deyken, güneye doğru gidildikçe doğaya ye­
şillik egemen olur. Dağlık yörelerin alçak
kesimlerinde m eşelerden, yükseldikçe de ka­
yın, kızıl çam, köknar, sedir, kara çam ve
ardıçlardan oluşan orm anlara rastlanır. İlin
güneyinde Akdeniz kıyısına yaklaşan alçak
kesimlerde maki toplulukları görülür.

Tarih
Kahramanmaraş ilinin çeşitli kesimlerinde
KAHRAMANMARAŞ 263

ren yöre, daha sonra Persler’in ve M ake­


donya Krallığı’nın eline geçti. Bir süre Kapa-
dokya Krallığı’nın sınırları içinde kalan bu
topraklar, İÖ 1. yüzyıl başlarında Pontos
Krallığı’na bağlandı. Pontos, D ikran ve R o­
ma arasında el değiştiren yöre, İS 18’de kesin
olarak Rom a egemenliğine girdi. K ahram an­
maraş ve çevresi Roma döneminde Sasaniler’
in, Bizans dönem inde de A raplar’ın saldırı­
sına uğradı, 1079’da Urfa Haçlı Kontluğu’
nun, 12. yüzyılın başında da Selçuklular’ın
eline geçti. Danişmendli, Haçlı, Anadolu
Selçuklu, Moğol ve Memlûk yönetimlerinden
sonra 1339’da D ulkadıroğullarinın egemenli­
B ekir B . A k su /A n a Yayıncılık A rşivi ğine giren yöre, 1521’de kesin olarak Osmanlı
D u lkad ıroğu lla rı d ö n e m in d e n (1337-1521) kalan Taş topraklarına katıldı. 1839 Nizip Savaşı’ndan
M e d re se 'n in yapım ta rih i b ilin m iy o r.
sonra bu topraklar bir süre Mısır Valisi
yapılan kazı ve araştırm alarda günümüzden Kavalalı M ehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim
yaklaşık 45-15 bin yıl öncesini kapsayan Y ont­ Paşa’nın yönetiminde kaldı.
ma Taş D evri’nde bu yörede insanların yaşa­ Mondros M ütarekesi’ni izleyen günlerde
dığını kanıtlayan buluntulara rastlanmıştır. bölgede işgal hareketine başlayan İngilizler,
İÖ 2000’lerde önemli kervan yollarının geçtiği 22 Şubat 1919’da K ahram anm araş’a girdi.
bu topraklarda A sur ticaret kolonileri döne­ D aha sonra İngilizler’in boşalttığı yöreyi 30
minde kent devletleri kurulmuştu. D aha son­ Ekim 1919’da Fransızlar işgal etti. 29 Kasım’
ra Hitit egemenliğine giren yörenin halkı da kurulan M araş M üdafaa-i Hukuk Cemiyeti
H urri, Luvi ve A ram iler’den oluşuyordu. işgalcilere karşı silahlı mücadeleyle direnm e­
Asurlular’la U rartular’ın H atti ülkesi olarak ye karar verdi. Fransız işgali 11 Şubat 1920’de
adlandırdığı bölgenin sınırları içinde yer alan sona erdi.
yörede Geç Hitit D evletlerinden Gurgum
kuruldu. Bir süre bağımsız olarak yaşayan Ekonomi
Gurgum , daha sonra sırasıyla A surlular’a ve Kahramanmaraş halkının yarısından çoğu kır­
U rartular’a bağlandı. İÖ 7. yüzyılda A nado­ sal kesimde yaşar. İlde yetiştirilen başlıca
lu’yu yıkıp yağmalayan Kimmerler Gurgum ürünler buğday, şekerpancarı, arpa, üzüm,
kent devletini de ortadan kaldırdı. İÖ 7. baklagiller, çiğit, pam uk, elma ve domates ile
yüzyıl sonlarında M edler’in egemenliğine gi- aralarında patlıcan ve zeytin de olan öteki
Şem si G üner sebze ve meyvelerdir.
Canlı hayvan ticaretinden önemli m iktarda
gelir elde edilen Kahramanmaraş ilinde çok
sayıda koyun, kıl keçisi ve sığır yetiştirilir.
Başlıca hayvansal ürünleri deri ve süt olan
ilde tavukçuluk ile arıcılık da yapılır. İl
tarımının gelişmesine katkıda bulunan başlıca
kuruluş Kahramanmaraş Tarım İşletmesi’dir.
Kahramanmaraş ilindeki sanayi tesislerinin
çoğu tarım ve orman ürünlerini işleyen fabri­
kalardan oluşur. Başlıca sanayi kuruluşları
un, bitkisel yağ, şeker, süt ürünleri, yem,
çırçır, iplik, dokum a, yonga levha kapla­
A fşin ilçesin de ki Eshab-ı Kehf K ülliye si S elçuklula r ma, inşaat demiri, tuğla ve kiremit fabrikala­
d ö n e m in d e yapıldı. rıdır.
264 KAHRAMANMARAŞ

başında azınlık okulu olarak 10 Hıristiyan


okulu, yabancı okulları olarak da bir Fransız
Okulu ile bir Am erikan Koleji bulunuyordu.
Kahramanmaraş Osmanlı Devleti döne­
minde Türkmen bölgesiydi. Osm anlılar’ın
Türkm en aşiretlerini denetleyebilmek am a­
cıyla onları yerleşik yaşama geçirme çabaları
19. yüzyılın ortalarına kadar sürdü.
Cumhuriyet döneminde göçer Türkmen
aşiretlerin dağlık alanlardaki gezginci yaşamı
bir süre devam etti. 1960’larda kırsal kesim­
den kentlere doğru yönelen göç hareketleri
özellikle il merkezindeki toplumsal yapıda
bazı dengesizliklere yol açtı. Halkının çoğu
Sünniler’den oluşan kentin çevresinde Alevi-
ler’in yerleştiği bazı yeni semtler kuruldu.
Aralık 1978’de, Sünniler ile Aleviler arasında
mezhep farklılıklarının da etkilediği çatışma­
Şem si Güner

K ahram anm araş ke n tin in çevresinde bağ ve


lar çıktı. Çoğunluğu Alevi olmak üzere 100’ü
bahçeler vardır. aşkın yurttaş yaşamını yitirdi. Bu olaylardan
sonra Aleviler’in büyük bir bölümü başka yö­
Elektrik enerjisi elde etm ek amacıyla Cey­ relere göç etti.
han Irmağı üzerinde kurulan M enzelet ve Sır Kahramanmaraş ve çevresinde yapılan kazı
barajlarının yapımı sürm ektedir. İlin doğal ve araştırm alarda ele geçirilen arkeolojik
değerleri arasında yer alan geyikler için Baş- buluntular Kahramanmaraş Müzesi’nde sergi­
konuş’ta bir koruma alanı kurulmuştur. Yer­ lenm ektedir. İldeki başlıca eğitim ve kültür
altı kaynakları açısından oldukça zengin sayı­ kurum u, Gaziantep Üniversitesi’ne bağlı
lan il topraklarında alüminyum, barit, demir, Kahramanmaraş Eğitim Yüksekokulu’dur.
linyit, manganez ve m erm er yatakları ile şifalı Yörenin geleneksel el sanatları bakırcılık,
madensuyu kaynakları vardır. Etibank tara­ örtü, kilim ve hah dokumacılığı, metal ip-
fından işletilen yataklardan çıkarılan linyitler, A n a d o lu Yayıncılık A rşivi

Afşin-Elbistan Termik Santralı’nda değerlen­


dirilir.

Toplum ve Kültür
Kahramanmaraş ve çevresindeki kültürün bi­
çimlenmesinde yörenin coğrafi konum unun
önemli bir yeri vardır. İlk uygarlıkların yeşer­
diği Anadolu ve M ezopotamya kültürleri
birbirleriyle bu topraklarda karşılaşmışlardı.
D aha sonra Persler, H elenler, Romalılar ve
BizanslIlar tarafından etkilenen yöre kültürü
A raplar ve Türkler ile en son biçimini al­
mıştır.
19. yüzyılın sonlarında nüfusunun çoğunlu­
ğunu Müslüman Türkler’in oluşturduğu Ma-
raş’ta batılı güçler de kendi çıkarları doğrultu­
sunda kültürel çalışmalara giriştiler. Azınlık
kültürlerini canlandırma biçiminde gerçekle­
şen bu çabalar sonunda M araş’ta 20. yüzyılın K ahram anm araş, d ö vm e d o n d u rm a sıyla ün lü d ü r.
KAHVE 265

liklerle ipekli ve kadife kum aşlara yapılan


nakış işlemeciliği ile günümüzde önemini
yitirmiş olan köşgerliktir (yemeni yapımcılı­
ğı). K ahram anm araş’ın tanıtıcı ürünü dövme
dondurmadır. Bu dondurmanın yapımında
kullanılan sütü katılaştıran salep, aynı adı
taşıyan bitkiden elde edilir. Saleple katılaş­
maya başlayan sütün soğutulması sırasında
dövülmesi, bu dondurm anın özelliği olan
macun kıvamına gelmesini sağlar.

İl Merkezi: Kahramanmaraş
Eski bir konaklam a merkezi olan M arkasi,
Geç Hitit Devletleri’nden biri olan Gurgum’
un merkeziydi. Bugünkü kentin güneydo­
ğusunda yer alan M arkasi, Rom a döneminde
Karasu kıyısına taşındı ve Germ anikeia adıyla
anıldı. D aha sonra da Kara M araş yöresine ZE F A
taşm an bu kenti BizanslIlar, M arasion olarak O lgu nlaştığ ın da kızaran kahve m e y v e le rin in her
adlandırdı. Bu kent Arap kaynaklarında M a­ b irin d e ikişer çekirdek b u lu n u r.
raş olarak geçer. Sonraları bugünkü yerinde
gelişmeye başlayan kente 14. yüzyılda Dulka- efsaneye göre de kahve çekirdeğinin değerini
dıroğulları yerleşti. Zam anla önem kazanan ilk kez İS 9. yüzyılda A rabistan’da bir çoban
bu yerleşim yeri de Maraş adıyla anıldı. ortaya çıkarmıştır. Gerçekten kahvenin ilk
M ondros M ütarekesi’nin imzalanmasının ar­ yetiştirildiği yer A rabistan’dır. 15. yüzyılda
dından İngilizler’e daha sonra da Fransızlar’aA rabistan’ın güney kesimlerinde ve Y em en’
karşı yiğitçe direnişin anısına kentin adı 7 de başlayan kahve tarımıyla birlikte kahve
Şubat 1973’te Kahramanmaraş olarak değişti­ içme alışkanlığı öylesine arttı ki, batıya doğru
rildi. hızla yayılarak 16. yüzyılda Türkiye’ye, 17.
yüzyılda da Avrupa ülkelerine ulaştı.
Çevresi bağ ve bahçelerle çevrili olan kent,
Ahır Dağı’nın güney eteğinde ovaya doğru Önceleri yalnızca Y em en’de üretilip dünya­
inen eğimli bir alanda kurulm uştur. Yukarı ya dağıtılan kahve çekirdekleri sonraları tüke­
kesimde çoğu iki katlı kerpiç dolgu yapılar timin aşırı derecede artması üzerine Hollan­
bulunur. Evler, dar, dolambaçlı yokuşlu so­ dalIlar tarafından bugünkü adı Sri Lanka olan
Seylan’a, Endonezya’nın Cava A dası’na ve
kaklara sıralanmıştır. Önemli bir ticaret m er­
ayrıca Am erika kıtasına götürülerek buralar­
kezi olan kentte canlı bir küçük sanayi etkinli­
da da yetiştirilmeye başlandı. Daha sonra
ği göze çarpar. İlin tarım ürünlerinin işlendiği
birçok fabrikanın bulunduğu kentin demiryo­ O rta ve Güney Am erika dünyada en çok
lu bağlantısı vardır. Kayseri’yi Gaziantep ilekahve üreten bölgeler durum una geldi.
A ntakya ve İskenderun’a bağlayan karayolla­ Dünya kahve üretiminde başta Brezilya
rı Kahramanmaraş kentinin güneyinde ke­ olmak üzere Kolombiya, Fildişi Kıyısı, U gan­
sişir. da, Kam erun, Zaire, Meksika, Angola, G ua­
Kentin nüfusu 210.371’dir (1985). tem ala, El Salvador, Endonezya ve Kosta
Rika ön sıraları paylaşır. Jamaika ve Kenya
KAHVE. Çok sevilen bir içecek olan kahve, ise az, ama üstün nitelikli kahve üretir.
dünyaya A frika’dan yayılan kahve ağaçlarının Kökboyasıgiller (Rubiaceae) familyanın
öğütülmüş çekirdeklerinden (tohum larından) Coffea cinsinde yer alan kahve ağaçlarının
hazırlanır. Çekirdeklerin ilk olarak, kahve kendiliğinden yetişen pek çok türü vardır.
ağaçlarının kendiliğinden yetiştiği Etiyopya’ Ama bunlardan yalnızca Arabistan kahvesi
da kullanılmaya başlandığı sanılmaktadır. Bir (Coffea arabica) ve robusta (Coffea robusta)
266 KAHVE

adı verilen iki türün tarımı yapılır. Dünyada m etre uzunluktaki bir çalı boyunda tutulur.
kahveye ayrılan alanlarda en çok Arabistan Ağaçların budanması oldukça beceri ve dene­
kahvesi yetiştirilir. Üstün nitelikli ürün veren yim isteyen bir iştir. Kahvenin defne yaprağı­
bu tür, kahve pası denilen bir m antar hastalı­ nı andıran derimsi ve kenarları dalgalı yap­
ğına ve zararlılara karşı çok duyarlıdır. Bu rakları kışın dökülmez. D em etler oluşturan
yüzden 19. yüzyılda Seylan’da ortaya çıkan kahve çiçekleri beyaz renkli ve çok güzel
kahve pası salgını yöredeki hemen hemen kokuludur. Olgunlaştığında kırmızıya dönen
tüm kahvelikleri etkilemiş ve çok büyük ve her biri bir tespih tanesini andıran meyve­
kayıplara yol açmıştır. Robusta türü ise daha lerinin içinde bir ya da yarım küre biçiminde
dayanıklı olmasına ve daha çok ürün vermesi­ iki tane tohum bulunur. Meyvenin yumuşak
ne karşın niteliği düşük olduğundan öbürüne etli özü içine düzgün yüzeyleri birbirine değe­
göre çok daha az yeğlenir. Bu tür en çok cek biçimde gömülmüş olan tohumlar son
Doğu A frika’da Uganda ve Cava’da yetişti­ derece serttir. Çekirdek kahve adıyla satılan
rilir. kavrulmuş taneler işte bu tohumlardır.
Kahve fideleri çekirdekten ya da sürgünler­ Kahve meyveleri elle toplanarak hasat edi­
den kesilen dal parçacıklarından (çelik) fide­ lir. Çekirdeklerin meyvelerden çıkarılması
liklerde üretilir, sonra asıl yetişecekleri yerle­ için başlıca iki yöntem uygulanır. Büyük ve
re aktarılır. H aşata ekimden dört yıl sonra gelişmiş işletmelerde, meyveler yaşken maki­
başlanır. Kahve ağaçları iyi bakıldığında 25 ile neler yardımıyla ezilip parçalanarak geniş
50 yıl arasında ürün vermeyi sürdürür. kazanlarda mayalanmaya bırakılır (bak. M a ­
Doğal haline bırakıldığında 8-10 metreye y a l a n m a ) . Mayalanmış ürün iyice yıkandık­

kadar boylanabilen kahve ağaçları meyvelerin tan sonra iki üç hafta boyunca güneşte kuru­
kolay toplanması için sürekli budanarak 4-5 tulur ve çekirdekler özel bir m akineden geçi-
ZEF A

G üney A m erika
ü lkele rin den
K o lo m b iy a 'd a yapıldığı
g ib i, kahve m eyve le ri
to p la n d ıkta n sonra
yıkan ır ve yere serilerek
güneşte kuru tu lu r.
KAJU 267

lerinin bileşiminde kafein adı verilen, yüksek


miktarları insanlarda çarpıntıya ve uykusuzlu­
ğa yol açan uyarıcı bir madde bulunur. İşte bu
nedenle, eriyebilen kahvenin kafeinsiz çeşit­
leri de hazırlanır.

KAJU. A m erika’nın tropik kesimlerinde ken­


diliğinden yetişen kaju ağacının tohum ların­
dan besin olarak yararlanılır. 16. yüzyılda
Portekizli misyonerlerce Doğu A frika ve H in­
distan’a götürülerek oralarda yetiştirilmeye
başlayan bu ağaç adını da Portekizce bir
sözcükten alır.
Kaju (Anacardium occiderıtale) zengin top­
raklarda 12 m etreye kadar boylanabilen bir
ağaçtır. Açık yeşil renkli ve derimsi, oval
yaprakları vardır. Dalların ucundan aşağıya
doğru sarkan tohumların üst tarafında kırmı­
ZEFA

Orta A m e rika ü lkele rin den Kosta Rika'da kahve


zımsı turuncu renkli etli bir bölüm bulunur;
haşatı. uzaktan bakıldığında meyveye benzeyen, bu
yüzden de “kaju elması” denen bu etli yapı
rilerek üstlerindeki artıklarından temizlenir. tohumu taşıyan sapın genişlemesiyle oluşmuş­
Daha çok küçük üreticilerce uygulanan ikinci tur. Kaju elmaları hem taze meyve gibi yenir,
yöntem de ise meyveler doğrudan yıkanıp hem de reçel yapılır; suyundan da genellikle,
güneşte kurutulduktan sonra çekirdekleri çı­ mayalandırılarak şarap hazırlanır.
karılmak üzere fabrikalara yollanır. İlk yön­ İri fasulye tanelerini andıran kaju tohum la­
temle elde edilen ürün çoğunlukla “hafif rı iki kat kabukla örtülüdür; dıştaki ince ve
kahve” , İkincisi “sert kahve” olarak adlandı­ esnek, içteki sert yapılı olan bu kabukların
rılır. arasında insanın derisine değdiğinde kabarcık
Kahve çekirdekleri kullanılmadan önce oluşturan kahverengi bir yağ bulunur. To­
kavrulur. Bu işlemle hem kahvenin özgün hum dan özütlenerek çıkarılan bu yağ böcek
kokusu ortaya çıkar, hem de çekirdeklerin
yeşil rengi kahverengiye döner. Kavrulmuş ARDEA

kahve m akinelerde öğütüldükten sonra kulla­


nılır.
Dünyada çaydan sonra en çok tüketilen
içecek olan kahve çok çeşitli biçimlerde hazır­
lanır. Örneğin, hepimizin çok iyi bildiği Türk
kahvesi “cezve” adı verilen özel bir kap içinde
su ve toz kahvenin kaynama noktasına kadar
ısıtılmasıyla yapılır. Avrupa ülkelerinde ve
A B D ’de kahve özel aletlerde genellikle irice
öğütülmüş tanelerin içinden basınçlı kaynar
su ya da su buharı geçirilerek hazırlanır. Çok
kısa sürede hazırlanabildiği için yaygın bir
kahve çeşidi olan eriyebilir kahve gerçekte
kahvenin özütüdür. Kahve basınç altında
suyla özütlendikten sonra elde edilen özüt Henüz o lg u n la şm a m ış kaju to h u m la rı iri fasu lye
ta n e le rin i an dırır; ta n e le ri taşıyan yeşil renkli sap
suyu uçurularak katı taneler halindeki eriye­ olgu nla ştıkça etle ne rek kırmızı b ir renk alır ve "kaju
bilir kahveye dönüştürülür. Kahve çekirdek­ e lm a la rı" ortaya çıkar.
268 KAKAO

ilacı ve plastik yapımında kullanılır. Tohum ­ güneydekilerden daha küçüktür. Yazın post­
ların dış kabuğu genellikle yakılarak, iç kabu­ larının üst bölümleri kahverengi, alt bölümle­
ğu ise kırılarak açılır. Kabukları ayıklanmış ri açık renktir. Soğuk bölgelerde yaşayanların
yağca zengin tohum içi başlıca kuruyemiş postu kış gelince beyaza döner. Yalnız kuy­
olarak tüketilir ve çeşitli yemeklere katılır; ruklarının ucu her mevsim siyahtır. Postun
ayrıca sıkıştırılarak yemeklik yağ çıkarılır. rengi, eski tüylerin dökülüp yenilerinin çıktığı
Kaju ağacının yalnızca tohum larından değil, güz ve bahar aylarında değişir. Beyaz renkli
odunundan ve zamkından da yararlanılır. kış postlarından elde edilen kürkler çok de­
Odunu sandık ve tekne, zamkı cila yapımında ğerlidir ve gelinciklerinki gibi “erm in” adıyla
kullanılır. tanınır.
D ünyada en çok kaju üreten ve satan ülke Kakımlar yaz aylarında çiftleşir. Dişiler
Hindistan, en çok satın alan ülke ise ertesi yılın baharında 3-13 yavru doğurur.
A B D ’dir. Yavruların gözleri doğumu izleyen yaklaşık
bir ay boyunca kapalı kalır. A nne ve baba
KAKAO bak. ÇİKOLATA VE KAKAO. uzunca bir süre yavrularını besler, koruyup
kollar. Bir kakım 7-8 yaşma geldiğinde artık
KAKIM. Sansargiller (Mustelidae) familyası­ yaşlanmış demektir.
nın bir türü olan kakım (Mustela erminea), Kakımlar Türkiye’nin İç ve Doğu Anadolu
kuzey yarıkürenin ormanlık ve çalılık kesim­ bölgeleri ile Karadeniz Bölgesi’nde bulunur.
lerinde yaşar. Yakın akrabalarından gelincik­ Eski kaynaklarda kakım yerine kullanılan
ler (bak. GELİNCİK) kadar yırtıcı olan bu küçük Farsça kökenli “as” adı, günümüzde artık
memeli hayvan genellikle kuşları ve küçük kullanılmaz olmuştur.
kemiricileri yer. Am a kendi ağırlığını 15-20
kat aşan bir tavşanı bile keskin dişleriyle KAKIRCA. Kakırcalar ilk bakışta bir sincap
boğazlayıp öldürebilir. En iri kakımların ya da fareye benzeyen küçük yapılı kemirici
uzunluğu kuyruklarıyla birlikte 40 santim etre­ memelilerdir. Bazen gövdeleri kadar uzun
yi biraz aşar. Ağırlıkları ise 300 gramı geç­ olan kuyrukları sık ve kabarık tüylüdür. Çoğu
mez. Dişiler erkeklerden, kuzeyde yaşayanlar ağaçlarda yaşar ve sincaplar gibi arka ayakları

N H P A IE . A . Janes

M eşe ağacında yiyecek


arayan b ü yü k kakırca. Bu
tü r R o m alıla r'ın severek
ye d iğ i, özel olarak
y e tiş tird iğ i b ir hayvandı.
KAKTÜS 269

üzerinde oturup ön ayaklarıyla yiyeceklerini


tutarlar. Am a sincaplar gündüzleri, kakırca-
lar geceleri dolaşır. Kabuklu yemişler, mey­
veler, taze sürgünler ve böcekler başlıca
besinleridir. İri türler kuş yuvalarına dadana­
rak yum urtaları ve yavruları kapar. Kakırca-
lar uykucu hayvanlar olarak tanınır. Soğuk
bölgelerde yaşayanlar güz mevsiminde iyice
beslenip semirdikten sonra kış uykusuna ya­
tar (bak. K ış U y k u s u ) . Kış uykusuna çekildik­
leri yerler ağaç kovuklarında ya da yerin
altında hazırladıkları güzelce döşenmiş yuva­
lardır. Kakırcalar A vrupa, Afrika ve Asya’da
yaşar.
Yaklaşık 13 cm uzunluğundaki fındık kakır-
cası (Muscardinus avellanarius) tümüyle sa­
rımsı kahverengidir. Ormanlık alanlarda,
özellikle fındık ağaçlarının bulunduğu yerler­
A ra Güler
de görülür. Bir fındık kakırcası otlar ve Fildişi kakmalı b ir yazı çekm ecesi.
yapraklardan yaptığı iki yuvarlak yuvadan
avuç içi kadar olanında uyur. Bunun iki katı
büyüklüğündeki öbür yuvada ise yazın yavru­ “kakm a” adı verilir; bu sanata da kakmacılık
su barınır. denir.
Çok daha iri bir tür olan büyük kakırca Çok eski bir süsleme biçimi olan kakma adi
(Glis glis), 35 cm uzunluğa erişebilir. Bu bir taş üzerine m erm er parçaları; abanoz,
uzunluğun yaklaşık 15 santimetrelik bölümü ceviz gibi değerli ahşap eşya ve gereçler
kuyruktur. Postu genel olarak boz, alt bölüm­ üzerine altın, gümüş, sedef, fildişi, kemik, ba­
leri daha soluk renklidir. Kışın bir ağaç ğa gibi m aden ve m addelerle; bakır, tunç, pi­
kovuğunun içinde kıvrılıp uykuya yatmış bir­ rinç, gümüş gibi m adenlerden yapılmış eşya
kaç büyük kakırca görülebilir. Romalılar etini üzerine gümüş ve altın gibi değerli m adenlerle
çok lezzetli buldukları bu hayvanları sofrala­ yapılır. Mine işleri ile deri ciltler üzerine de
rından eksik etmemiş, özel olarak besleyip kakma yapılabilir.
semirtmişlerdir. Büyük kakırca ve fındık ka- Pirinç, tunç ya da gümüş eşyalar üzerine
kırcası Türkiye’nin M arm ara ve Karadeniz kazılan motiflere altın, gümüş tel ya da
bölgelerindeki orm anlarda yaşar. A m a Türki­ çubuklar kakılarak yapılan süslemeye “tel
ye’de çok daha yaygın olan orman kakırcası kakm a” adı verilmektedir. Bu tür süslemeler,
(Dryomys niîedula) bütün coğrafi bölgelerde­ en güzelleri Şam’da yapıldığı için “Şam kak­
ki orm an ve bahçelerde yaşar. A vrupa’nın ması” diye de adlandırılmaktadır.
güney kesimlerinde bulunan, A nadolu’da da Türkler de bu sanata önem vermişlerdir.
görülen meyve kakırcası (Eliomys quercinus) Özellikle Osmanlı döneminde bıçak, kılıç,
bazen meyve ağaçlarına dadanmasıyla dikkat yatağan, kama, kalkan, tüfek, miğfer, zırh
çeker. Bu türün yüzünün yanlarında siyah bir gibi silahların ya da savaş araçlarının üzerine
çizgi vardır. Japon kakırcasının (Glirulus ja- gümüş ve altın kakma tekniği ile süslemeler
ponicus) başından kuyruğuna kadar koyu yapılmıştır. Süslenen eşyalara kakmayı yapan
renkli bir çizgi uzanır. ustanın, eşyanın sahibinin adları ya da çeşitli
dualar yazılırdı.
KAKMACILIK. Taş, ahşap, deri ya da maden
yüzeyler üzerinde açılan oyukların daha baş­ KAKTÜS. Genellikle dikenlerle bezenmiş
ka değerli bir m aden ya da m adde ile doldu­ ilginç biçimli, etli gövdeleriyle yeryüzündeki
rulmasıyla gerçekleştirilen süsleme işlerine Öbür bitkilere pek benzemeyen kaktüslerin
270 KAKTÜS

2.000’i aşkın türü vardır. Kaktüsgiller (Cacta- bilmek için iyice uzamıştır. Kaktüsler yağışlı
ceae) familyasını oluşturan bu türlerin hemen dönem lerde toprağın derinliklerinden aldıkla­
hepsinin anayurdu O rta ve Güney Am erika rı suyu kurak mevsimlerde kullanmak üzere
ile Kuzey A m erika’nın güney kesimleridir. gövdelerinde biriktirirler. Bu gövdeler yalnız­
A m a, bazı kaktüs türleri dünyanın başka ca su deposu olarak görev yapmaz, ayrıca
sıcak ve kurak bölgelerine, örneğin Güney hücrelerindeki klorofil denen yeşil renk m ad­
Afrika ve Akdeniz Bölgesi’ne de yayılarak desinin yardımıyla besin de üretir. Öbür
oraların da yerli bitkisi haline gelmiştir. Kak­ bitkilerde besin üretm e işini temel olarak
tüsler iklimi uygun olmayan bölgelerde özen­ yapraklar üstlenmişken kaktüslerin çoğunun
le büyütülürken kendi doğal ortam larında son bildiğimiz anlamda yaprağı yoktur; yapraklar
derece arsızdır ve çabucak yayılırlar. Örneğin genellikle aşırı su kaybını önlemek üzere pul
A B D ’nin Arizona eyaletinde olduğu gibi bazı ya da diken haline dönüşmüştür. Birkaçı
bölgelerde geniş kaktüs ormanları oluş­ dışında çoğu dikenli bir yapıya sahip olan bu
muştur. bitkilerin bazılarında 50 binden çok diken
Kaktüslerin dikenli bir topu ya da kavunu, bulunabilir. Büyüklüğü, inceliği ve kalınlığı
bir ağacı, boruyu, fıçıyı, mumu, kalın bir türe göre değişen dikenler, bitkileri gövdeler­
sicimi, hatta tüylü bir tırtılı andıran çok deki sudan yararlanm ak isteyen hayvanların
değişik biçimleri vardır. Boyutları da biçimle­ saldırılarından korur. Kaktüslerin sarı, mor,
ri kadar değişken olan bu bitkilerin bazısı bir kırmızı ya da pembe renkli, genellikle iri ve
parm ak, bazısı da bir ağaç büyüklüğündedir. alımlı çiçekleri vardır. Bazı türler her yıl,
Örneğin, dev saguaro kaktüsünün (Carnegiea bazıları ise çok uzun aralarla, örneğin, beş
gigantea) boyu 15 metreye ulaşır. yılda bir çiçek verir.
E n çok çöllerde ve kurak iklimli yerlerde Kaktüsler hem ilginç biçimleri, hem de
yetişen kaktüsler yağışın hemen hemen yok parlak renkli çiçekleri için dünyanın pek çok
denecek kadar az olduğu bu ortam lara uyum yerinde yaygın biçimde süs bitkisi olarak
sağlayabilmek için öbür bitkilerden çok farklı yetiştirilir. Çiçekçilikte ayrı renkli iki değişik
bir evrimleşme geçirmiştir. Örneğin, gövdele­ türün birbirine aşılanmasıyla elde edilen ol­
rinin dışı sertleşip kalınlaşarak ve mumsu bir dukça ilginç görünümlü kaktüs çeşitleri geliş­
katm anla kaplanarak su geçirmez bir yapıya tirilmiştir. Ülkemizde de “kaynanadili” denen
dönüşmüş, içi de ya tümüyle boşalarak ya da kaktüsler başta olmak üzere irili, ufaklı pek
süngersi bir özellik kazanarak su tutabilir hale çok kaktüs türü yetiştirilir. Çoğu kez diken­
gelmiştir. Kökleri ise derinlerdeki suya ulaşa­ lerle kaplanmış etli yaprakları andıran yassı

K aktüsler çok ç eşitli b iç im le ri olan ilg in ç b itk ile rd ir. En solda, iyice yassılaşarak yap rak g ö rü n ü m ü alm ış
dikensiz gö vde si ve ola ğ a n ü stü gü zellikteki çiçe kle riyle çok sevilen yılba şıçiçeğ i; en sağda ise bir
kayn an ad ili tü rü g ö rü lm e kte d ir.
KALA 271

ler aşırı sulandığında çürür, tümüyle susuz


bırakıldığında ise diriliklerini kaybederler.
Kendi doğal çevrelerinde belirli bir süre her
türlü etkinliği durdurup bir tür kış uykusuna
yattıkları için özellikle çöl tipi kaktüslere kış
boyunca yalnızca 15 günde bir su verilmelidir.

KALA. Çiçekçilerin vitrinlerinde iri, beyaz


çiçekleriyle dikkati çeken kala (Zantedeschia
aethiopica) çok sevilen bir süs bitkisidir.
A nayurdu Güney Afrika olan bu bitki kendi
doğal çevresini andıran sıcak iklimli yerlerde
açık havada kolaylıkla büyür, ama serin ik­
limlerde ancak seralarda ya da ev içlerinde
yetiştirilebilir. Kala yalnızca köklü olarak de­
ğil kesilerek de satıldığı için çiçekçilikte çok
değerli bir bitkidir.
Çiçekleri kadar yaprakları da çok alımlı
olan kala bitkisi kalın ve etli köksaplarından
(kök ve sürgün veren toprakaltı gövdeleri)
üretilir; bu köksaplar zehirlidir. Köksaplar-
dan çıkarak öbekler oluşturan koyu yeşil
renkli ve mızraksı, iri yaprakların arasından
beyaz çiçekler yükselir. Kalın sapların ucunda
N H P A /C . J. Cambridge

Füsun Yaraş

Dikenli b ir kabukla ö rtü lü olan fre n k in c iri


m e yve le rin in yu m u şa k ve sulu eti sevilerek yenir.

gövdeleriyle tanınan kaynanadilleri Opuntia


cinsinde yer alır. G ene, aynı cinsten frenkin­
ciri ya da hintinciri denen bir başka tür
(Opuntia ficus-indica) ise yurdumuzun A kde­
niz ve Ege kıyılarında kendiliğinden yetişir.
Ağaççık boyutuna ulaşabilen bu türün meyve­
leri yöre halkı tarafından toplanarak yenir.
Genellikle iri bir yum urta büyüklüğüne ula­
şan frenkinciri meyvelerinin bol dikenli, za-
rımsı bir kabuğu ve çok sayıda iri tohum
içeren turuncu renkli yumuşak ve sulu eti
vardır. A m erika’da da çeşitli kaktüs türlerinin
meyvelerinden ve sulu gövdelerinden alkollü
ya da alkolsüz içecekler hazırlanır ve reçel
yapılır. Ayrıca, uyuşturucu bileşikler içeren
bazı kaktüs türlerinin özsuları Am erika Yerli-
leri’nce dinsel törenlerde kullanılır.
En iyi kil, kum ve kireç karışımı topraklar­
da yetişen kaktüsler tohum dan ya da ana
bitkilerden ayrılan küçük bitkiciklerden ço­ Ö bekler o lu ştu ra ra k b ü yüye n kala bitkisi bahçelerin
ğaltılır. Özenli bir sulama gerektiren bu bitki­ çok sevilen b ir süsüdür.
272 KALAHARİ ÇÖLÜ

açan bu çiçekler ortasındaki “çomak” adı kurak dönemlerde su gereksinimlerini yum ru­
verilen sarı renkli ve dilsi uzantılarıyla çok lu bitkilerle karşılarlar.
ilginç bir görünüm sergiler. Aslında botanik K alahari’de nüfusun büyük bir bölümünü
açısından bu dilsi uzantı yani çomak çok oluşturan Bantu, Buşman (San) ve H otanto
sayıda küçük çiçeğin oluşturduğu bir çiçek (Koikoi) toplulukları küçük köylerde ya da
başağı, onu çevreleyen ve saran beyaz renkli göçebe olarak yaşarlar; koyun, keçi, sığır
örtü de bir çiçek yaprağıdır. Çiçek yaprağının besleyerek ya da avcılık ve toplayıcılıkla
bu pürüzsüz beyaz renginden ötürü bitkiye geçinirler. Ayrıca yörede çiftçilikle geçinen,
“gelinçiçeği” de denir. Kalanın san ya da az sayıda Avrupalı yaşar. Büyük yerleşim
pembe çeşitleri de geliştirilmiştir. Kalaya bölgeleri arasında düzenli bir ulaşım ağı
yakın akraba olan Zantedeschia cinsinden bulunmakla birlikte yollar kesintili ve yeter­
bazı türler de süs bitkisi olarak yetiştirilir. sizdir (bak. AFRİKA; AFRİKA DİLLERİ; AFRİKA
Kala gibi yılanyastığıgiller (Araceae) famil­ HALKLARI).
yasında yer alan başka bir türe (Calla palus-
tris) de yaygın olarak kala adı verilir. Aslında KALAMAR, ahtapot ve mürekkepbalığı ile
“kala” sözcüğü bu türün bilimsel cins adından akraba olan bir deniz hayvanıdır (bak. AHTA­
türemiştir. Genel görünümü kalayı andıran, POT; MÜREKKEPBALIĞI). Bayağı kalam ar (Loligo
ama ondan farklı olarak nemli ve serin yerleri cinsi) Akdeniz’de, Avrupa ve Kuzey Am erika
seven bu tür en çok göl ve havuz kenarlarında kıyılarında yaygın biçimde görülür. İnce yapı­
yetişir. Kıpkırmızı bir üzüm salkımını andıran lı ve geriye doğru sivrilen gövdesi 30-60 cm
meyveleri çok zehirlidir. uzunluğundadır. Başından çıkan 10 dokunaç,
genellikle kol adıyla tanınır. Bu kolların alt
KALAHARİ ÇÖLÜ A frika’nın güney kesi­ yüzü sıralar halinde dizilmiş boynuzsu halka­
minde, 260.000 km2’den fazla bir alanı kaplar. ların çevrelediği emici çekmenlerle (vantuz­
Botsvana’nın büyük bir bölümünü içine alır. lar) kaplıdır. Kollarının daha uzun ve daha
Güneyde Oranj Irmağı, doğuda Transvaal ve esnek olan bir çifti balıktan karidese kadar
Zimbabve yaylalarıyla çevrilidir. Batıda Na- değişen çeşitli deniz hayvanlarını yakalama­
mib Çölü’yle birleşerek Atlas Okyanusu kıyı­ ya, öbürleri yakalanan avı ağzına taşımaya
sına uzanır. yarar. Kolların ortasında bulunan ağız bir
Kalahari kumluk olmakla birlikte tam anla­ papağanın gagasına benzer biçimde geliş­
mıyla bir çöl değildir. Ağaç, bodur çalı ve miştir.
uzun otlardan oluşan yaygın bir bitki örtüsüne Kalamarın gözleri başın yanlarında yer alır.
sahiptir. Bölgede yaşayan başlıca hayvanlar Gözlerinin yapısı şaşırtıcı bir biçimde insan
zürafa, zebra, antilop ve fildir. Yağışlar dü­ gözüne benzer. Gövdenin içinde bulunan
zensiz, gece-gündüz arasındaki sıcaklık farkı genellikle telek biçimli bir kabuk oldukça
çok yüksektir. K alahari’de yaşayan canlılar incedir ve m ürekkepbalığında görülenin tersi­
ne kireç birikimiyle kalınlaşmamıştır. G övde­
si genellikle uçuk renkli ve beneklidir. Am a
kalam arlar renklerini ve desenlerini değiştir­
m ekte çok ustadırlar.
Suyun içinde bulunduğu yerden ok gibi
fırlayan kalamarın hareketi ile bir jet m otoru­
nun çalışması arasında büyük bir benzerlik
vardır. Yalnız kalamarın itici gücü geriye
doğru püsküren gazlara değil, alınan deniz
suyuna bağlıdır. Solungaç boşluğuna doldur­
duğu suyu öne doğru sivrilen huni biçimli
organından püskürterek, suyun çıkış doğrul­
tusunda, ama ters yönde ve geriye doğru hızla
ilerler. Ayrıca düşmanlarından kaçarken ha­
KALAY 273

Ö zellikle g ö zle rin in


çevresine yayılm ış
m a vim si yeşil p a rıltıla rla
dikkat çeken b ir yavru
kalam ar. K alam arlar
kızdıklarında ya da
korktuklarında
g ö vd e le rin in re n g in i ve
de sen lerini d e ğ iş tire b ilir.

N H P A /B ill W ood

reketlerini gizlemek için m ürekkebe benzer 0,03 milimetreden daha ince yapraklar haline
koyu renkli bir sıvı püskürtür. getirilebilir; bu metal yapraklara “kalay
Sıcak denizlerde yaşayan uçan kalamar folyo” denir. Kalayın insan vücudu üzerinde
(Oncychoteuthis cinsi), su yüzeyinde sıçraya zehirleyici herhangi bir etkisi yoktur, bu
sıçraya ilerleyebilir. Atlas Okyanusu’nun ku­ nedenle besin m addelerinin taşınmasında ve
zey kesimlerinde yaşayan dev kalam arlar korunmasında rahatlıkla kullanılabilir.
(Architeuthis cinsi) yaşayan en iri omurgasız İnce bir dökme kalay çubuk (döküm konu­
hayvanlardır. Derin sularda yaşayan bu kala­ su, M ETA L maddesinde anlatılmıştır) bükül­
m arların kol uçlarından gövdelerinin arka düğünde bir çıtırtı çıkarır; bu sesin, metalin
ucuna kadar olan uzunluğu bazen 20 metreye içindeki kristallerin birbirlerine sürtünerek
yaklaşır. D aha küçük yapılı birçok kalamar ezilmesinden kaynaklandığı sanılır. Katışıksız
ışıldama özellikleriyle dikkat çeker. O rta kalay uzun süre çok düşük sıcaklıklarda tutul­
derinlikteki sularda yaşayan bu kalamarların duğunda, fiziksel biçimini değiştirerek gri
ışık organları ışık üreten maddelerin yanı sıra renkli bir toz haline dönüşür. Kalaya çok az
m ercekler, yansıtıcı katm anlar ve renk filtre­ m iktarda kurşun, bizmut ya da antimon katı­
leri de içerebilir. lırsa bu tür bir dönüşüm gerçekleşmez. Kalay
Kalamarların sayısı çok kabarıktır. Bu hay­ 232°C’de erir; bu sıcaklık, pek çok başka
vanlar balıkların, deniz kuşlarının ve deniz katışıksız metalin erime noktasından oldukça
memelilerinin önemli bir besin kaynağıdır. düşüktür.
Ayrıca insanlar tarafından da yenen kalam ar­ Konserve kutularının yapımında kullanılan
lar özellikle Uzakdoğu ülkelerinde tüketil­ teneke denen metal levhalar, kalaylanmış,
m ektedir. Kalamar tüketim inde ön sırada yer yani kalay kaplanmış çelik saclardır. Çelik
alan Japonlar yılda 544 bin ton dolayında sacların, yani ince çelik levhaların kalaylan­
kalam ar avlamaktadırlar. masında sac, ya erimiş kalay banyosuna daldı­
rılır ya da EL E K T R O L İZ maddesinde anlatı­
KALAY, beyaz renkli yumuşak bir metaldir. lan elektrolitik kaplam a yöntemiyle kaplanır.
Kimyasal simgesi Sn, atom numarası 50, atom Eskiden bakır kap ve tencereler, ısıtılarak
ağırlığı 118,69 olan bu elem entin en önemli üstlerine kalay tozu serpilir ve böylece kalay-
özelliği, asitli m addelere karşı çok dayanıklı lanırdı. Kalay, havayla temas etmediği zaman
olmasıdır. Katışıksız kalayın göz alıcı bir asitli maddelere karşı çok dayanıklıdır; bu
parıltısı vardır. Kolayca biçimlendirilebilir ve nedenle hava sızdırmayan yiyecek kapları ve
274 KALAY

ZEFA

T a yla n d 'd a b ir açık kalay m adeni ocağı.


Solda: Cevher, ş id d e tli su p ü skürtülerek parçalanır.
-ıd&fc .a " ' “ -L.* ^ ” J-âm Üstte: Kadınlar cevher ç am u run u "y ık a y a ra k " kalayı
ZEF A kum ve kilden ayırıyorla r.

konserve kutulan, kalay kaplı metal saclar­ yumuşaktır ve taşıdıkları makine parçası yeri­
dan yapılır. ne kendileri aşınarak koruma işlevi görürler.
Kalay eskiden diş macunu ve merhem tüpü M atbaa harflerinin döküldüğü metal, çan
gibi elle sıkılabilen tüplerin yapımında, kalay metali ve kral madeni de kalay içerir (bak.
folyo ise tütün ve şeker gibi maddelerin A l a ş im ; K r a l M a d e n î) .
ambalajında kullanılırdı; ama bugün bu tür Yaklaşık İÖ 1000’de, Akdeniz’in doğusun­
uygulamalarda kalayın yerini büyük ölçüde da yaşamakta olan Fenikeliler’in çeşitli ada­
alüminyum ve plastikler almıştır. Aslında lardan kalay çıkardıkları bilinmektedir; bu
katışıksız kalay çok pahalı olduğundan, bazı adaların İngiltere’de Cornvvall açıklarındaki
nitelikli gereçlerin dışında hemen hemen hiç­ Scilly Adaları olduğu sanılmaktadır. Kalay
bir zaman tek başına kullanılmaz. Bunun için cevheri (kalay içeren taş ve topraklar) genel­
ya kurşun ve kalay alaşımlarından ya da likle, granit ve başka kayaçların çatlaklarını
kalayla kaplanmış kurşun folyolardan yararla­ dolduran dam arlar halinde bulunur. Bu da­
nılır. m arlarda kalay metal halinde değil, kimyasal
En önemli kalay alaşımları, tunç (bakır ve bir bileşik durum undadır; kalay oksit yapısın­
kalay), top metali (bakır, kalay ve çinko) ve daki bu bileşiğe kasiterit denir.
lehimdir (kurşun ve kalay). Lehimin erime Dünyadaki en önemli kalay yatakları, M a­
noktası, kendisini oluşturan kurşun ve kalayın lezya, SSCB, Bolivya, Tayland, Çin ve E ndo­
erime noktalarından daha düşüktür. W ood nezya’dadır. Bolivya’da kalay, A nd D ağlan’
metali denen kalay alaşımının erim e noktası nın doruklarındaki yataklardan çıkarılır; ama
daha da düşüktür (71°C); balmumu da hemen öteki yerlerde genellikle, suların sürükleye­
hemen aynı sıcaklıkta erir. W ood metali rek ırmak yataklarında ya da düzlüklerde
binalarda, yangın söndürme tesisatındaki su biriktirdiği çökellerden elde edilir. Alüvyon
püskürtm e memeleri için tıkaç olarak kullanı­ çökeli ya da plaser çökeli denen bu yataklar,
lır. Yangın başlarsa, bu tıkaçlar kolayca erir yüzeye oldukça yakındır.
ve su otom atik olarak püskürmeye başlar. Kalay üretim inde, önce cevher iyice kırılır
M otor yataklarının ve benzeri makine par­ ve üstüne su püskürtülerek içindeki kum ve
çalarının yapımında kullanılan Babbitt metali killerden arındırılır. Bu durumdaki cevhere,
ile öteki alaşımlara da kalay katılır. Yataklar, “derişki” ya da “konsantre” denir. D aha
makinenin yapıldığı malzemeye göre daha sonra cevher, köm ür ve kireçtaşı ile birlikte
KALEM 275

bir yüksek fırında eritilir. Metal eriyince, süre sonra İngiliz James Perry kalem ucunu
istenmeyen m addeler sıvının yüzeyine yükse­ uzunluğuna yararak ve bu yarığı bir küçük
lir; cüruf denen bu m addeler sıyrılıp alınır ya delikle genişleterek uca esneklik kazandırdı.
da erimiş kalay, fırının altından dışarı çekilir. Kalemi sürekli m ürekkebe batırm a zorun­
Kalay daha sonra bir başka kazanda yeniden luluğu yazı yazmayı güçleştiriyordu. Bunu
eritilerek arılaştırılır. Bu işlemde karışım, ortadan kaldıran dolmakalemler sertleştiril­
içine basınçlı hava ya da buhar püskürtülerek miş yapay kauçuğun elde edilmesinden sonra
çalkalanır ya da yeni kesilmiş ağaç sopalarla yapılabildi. Bu gibi m addeler içi boş silindir
karıştırılır. Bu işlem kalayın içinde nem oluş­ biçiminde parçaların yapımına elverişliydi. İlk
masına ve eriyiğin şiddetle kaynamasına yol dolmakalemlerin uçları m ürekkebin aşındır­
açar; bunun sonucunda da içindeki geri kalan masına karşı altından yapılırdı. Öte yandan,
bütün istenmeyen m addeler, yani katışkılar kâğıda sürtünm enin yol açacağı aşınmayı ön­
cüruflaşarak yüzeye çıkar, buradan da sıyrıla­ lemek için ucun kâğıda değen noktasının çok
rak alınır. Kalay daha da arılaştırılmak isteni­ sert bir m etalden olması gerekiyordu. Bunun
yorsa elektroliz işleminden geçirilir. için çoğunlukla iridyum kullanıldı. İlk dolm a­
kalemlerin m ürekkeple doldurulabilmesi göz
KALEM yazı yazmaya ya da çizim yapmaya damlalığına benzeyen bir düzenekle sağlanı­
yarayan araçların genel adıdır. M ürekkepli yordu. A B D ’li Lewis E. W aterm an 1884’te
kalemlerde iz bırakıcı m adde olarak m ürek­ mürekkebini kendi içinde taşıyan ilk dolmaka­
kep kullanılır. Kurşunkalem ve boya kalemle­ lemi yaptı. Temel çalışma biçimi o tarihten
rinde ise ahşap bir çubuğun içine grafit beri pek fazla değişmeyen dolmakalemlerde
yerleştirilir (bak. G r a f Î t ) . havanın küçük m ürekkep deposundan dışarı
P arker Pen C om pany
Mürekkepli Kalemler
îlk insanlar sivriltilmiş çakmaktaşlarıyla hay­
van kemiklerinin üstüne resim kazırlardı.
Eski Mısırlılar, Yunanlılar ve Romalılar bal­
mumu tabletlerin üzerine sivri uçlu çubuklar­
la, parşöm en ve papirüs üzerine ise saz ve
bambu gibi bitkilerin içi boş saplarından
yapılmış yarık uçlu kamış kalemlerle yazı
yazarlardı. Türkçe’ye A rapça’dan geçen ka­
lem sözcüğünün kaynağı “kamış” anlamına
gelen Eski Yunanca kalamos sözcüğüdür. Üstte: T ü y kalem le yazılan yazıların m üre kkeb inin
Çinliler ve Japonlar ise yakın zamanlara çabuk kurum ası için yazının üzerine kum s e rp ilird i.
Altta: K urşunkalem yapım ı için, sedir od u n u n d a n
kadar yazılarını ince uçlu fırçalarla yazıyor­ hazırlanm ış parçalara önce y uva açılır. Parçalardan
lardı. b irin e g ra fit çub uk y e rle ş tirild ik te n sonra öb ü rü
Ortaçağda kâğıt üretilmeye başlandıktan üstüne kapatılarak y a p ış tırılır ve kalem e son b içim i
v e rilir.
sonra, daha eskiden de bilinen ve kullanılan
tüy kalemlerin kullanılması yaygınlaştı. Kaz, R o ya l Sovereigrı Pencil Co.

kuğu ya da kargaların kuyruk ve kanat


tüylerinin uçlarının sivriltilmesiyle elde edilen
bu kalemlerin uçları m ürekkebin kâğıda ak­
masını sağlamak amacıyla yarılıyordu. Tüy
kalem ler, m etalden yapılmış mürekkepli ka­
lemlerin yaygınlaştığı 19. yüzyıla kadar kulla­
nıldı. M ürekkepli metal kalemler aslında Ro-
malılar’dan beri biliniyordu. Am a John Mit-
chell adlı bir İngiliz 1822’de ilk kez makine
yapımı çelik kalem ucu yaptı. Bundan kısa bir
276 KALEM

tü y kalem

Suriye'de yapılmış bir kamış kalem

kalem sapı ve çelik uçlar

... .... ....


kartuşlu dolmakalem

mürekkep deposu olan dolmakalem

tükenmezkalem

keçe uçlu kalem


KALE VE TAHKİMAT 277

atılması ve ortaya çıkan boşluğu m ürekkebin verici m addelerle karıştırılmış kaolinden yapı­
doldurması gerekir. Dolum düzeneği bir lır. Bazen bu karışım henüz sertleşmeden
pom palama kolu, bir piston ya da vida olabi­ çevresine kâğıt sarılır. Sarmal biçimde dolan­
lir. D aha yakın zamanlarda geliştirilen yeni mış olan kâğıt şerit açıldıkça, kalemin ucu da
bir tip dolmakalemde depo yerine, mürekkep açılmış olur. Kopya kalemleri de anilin boya,
dolu olarak kaleme takılan ve boşalınca değiş­ grafit ve kaolin karışımından yapılır. M aran­
tirilen kartuşlar kullanılır. gozların kullandığı türden işaretleme kalem ­
Tükenmezkalem ilk kez 19. yüzyıl sonların­ lerinde iz bırakan madde grafit, balmumu ya
da ortaya çıktı. Am a o zamanlar kâğıt üzerin­ da donyağıyla karıştırılarak elde edilir. İçine
de değil de kaba yüzeyler üzerinde kullanılı­ uç takılan kalemlerde ise dış silindirin içinde
yordu. Tükenm ezkalem e bugünkü biçimini küçük bir metal tüp bulunur. Bu tüpün için­
1944’te Lazlo Biro adında bir M acar kazan­ deki kalem ucu, yaylı bir düzeneğin yardımıy­
dırdı. Bilyeli rulman yapımındaki ilerlemeler la dışarı itilir ya da içeri çekilir.
bu kalemin de gelişmesine yardımcı oldu.
Tükenm ezkalem lerde m ürekkep kâğıda pi­ KALE VE TAHKİMAT. Kale, içinde bulunan
rinç uçtaki yuvaya yerleştirilmiş olan minik insanların olası bir saldırıya karşı savunulması
bir bilye aracılığıyla aktarılır. Bilye m ürekke­ ya da çevredeki toprakların korunması için
bin depodan dışarı çıkmasını önler, ama yapılmış kalın duvarlı, dayanıklı bir yapıdır.
yuvasında döndükçe yüzeyine sıvanan m ürek­ İki bölge arasında sınır oluşturmak amacıyla
kebi kâğıda verir. Tükenmezkalemlerin m ü­ yapılan duvar, tel örgü ve hendek gibi engel­
rekkebi çabuk kuruyan türdendir. lere ise tahkim at denir.
Keçe uçlu kalemler ilk kez 1960’larda
Japonya’da yapıldı. Bu kalem lerde metal uç Eski Kaleler
ya da bilyenin yerini sert liflerden yapılmış Eskiçağda kale için, savunma açısından uygun
olan bir uç almıştır. Bu tür kalemlerden yüksekçe bir yer seçilir, kale duvarları sıkıştı­
işaretlem e yapmak ve resim boyamak için de rılmış topraktan yapılarak, dayanıklı ağaçlar­
yararlanılır. (Ayrıca bak. MÜREKKEP.) la sağlamlaştırılırdı. D aha sonraları kerpiç
duvarlı kaleler yapıldı. Taş bir altyapının
Kurşunkalemler ve Boya Kalemleri üzerine kerpiç bir duvar örülerek yapılan
Kurşunkalemin içindeki, kâğıda sürtüldüğü kaleler de çok yaygındı. Duvarlar yükseldikçe
zaman siyah bir iz bırakan ince çubuk, sanıldı­ payandalarla desteklenmesi gerekti. Taş örgü
ğı gibi kurşun değildir. Bu çubuk, kurşun gibi duvarlı kalelerin ise yapımı daha zor ve
iz bırakan bir mineral olan grafitten yapılır.
Peter N ew ark's Historical Pictures
Kurutulmuş ve toz haline getirilmiş grafit
kil ve suyla karıştırılır. Kurşunkalemin sertli­
ği, içindeki kil oranına bağlıdır. Kil oranı
artırılınca sertleşir, grafit oranı artırılınca
yumuşar. Kurşunkalemlerin sertliği ya da
yumuşaklığı harf ve rakam larla belirtilir. H a­
m ur kıvamına getirilen grafit ve kil karışımı
presten geçirilerek ip gibi inceltilir, eşit boy­
larda kesildikten sonra fırınlanır. Bu işlemler
yapılırken, bir yandan da kalemin ahşap dış
bölümü hazırlanır. Sedir ya da çam odunun­
dan iki yarı halinde biçimlendirilen ahşabın
içi, grafit çubuklarının yerleştirilmesi için
oyulur. Fırınlanmış çubuklar bu oyuğa yerleş­
tirilir. İki yarı bir araya getirilerek tutkalla
I. Dünya S avaşı'nda askerler topçu
yapıştırılır. bo m b a rd ım a n la rın d a n la b ire n t g ibi karm aşık
Boya kalemleri balmumu, tutkal ve renk sip erle re sığınarak k o ru n u yo rla rd ı.
278 KALE VE TAHKİMAT

A n ta lya 'd a ki A lanya


Kalesi S elçuklula r
d ö n e m in d e 1225'te
I. A la e d d in Keykubad
tarafınd an eski kalenin
:
ye rin e y ap tırıld ı.
S#

A r a Güler

pahalıydı. Dışa kapalı, korunaklı bir görünü­ Ortaçağa gelinceye kadar kentler çevrele­
mü olan kaleler önemli geçitlerde, dar boğaz­ rindeki kalın taş duvarlarla korunurdu. Böyle
larda, düşmanın geleceği tahmin edilen yol­ bir tahkim at, taş duvarları yıkabilen top
larda yapılırdı. Savunma amacıyla bir yerleş­ güllelerine karşı dayanıklı değildi. Bu yüzden
me yerinin tüm ünü içine alan, burçlarla güç­ daha sonraları düşman toplarının kente saldı­
lendirilmiş kaleler de vardı. Burçlar aynı racak kadar yakma gelmesini önlemek için
zamanda gözetleme için kullanılıyordu. tahkim at kent duvarlarının dışında yapıldı.
Romalılar genellikle düzgün yollar üzerin­ Zam an geçtikçe savunma daha da karmaşık
de aralıklarla kurdukları kaleleri askeri üs bir biçim aldı. İstihkâmcılar da denen askeri
olarak kullanırlardı. Dikdörtgen biçimindeki m ühendisler, düşmanın üç yönden ateş altın­
bu kaleler, tepelere kurulan eski kaleler gibi da kalm adan topa tutamayacağı bir tahkimat
iç içe hendeklerle çevrili olurdu. Kalelerin tasarımını gerçekleştirdiler. Bu tepeden ba­
çevresi surlarla güçlendirilir askeri barınak­ kıldığında yıldız biçiminde, zikzaklı bir tahki­
lar, tahıl ambarları ve yönetim merkezleri gibi mat planıydı. Bunlardan bazıları iç içe tahki­
önemli yapılar bu surların içinde yer alırdı. mat halkalarından oluşuyordu. Bu tür savun­
Göç ya da işgal yoluyla yeni bir yere yerleşen­ ma çalışmaları çoğunlukla, XIV. Louis için
ler, eskiden ber,i o toprakların sahibi olanların tahkimat tasarımlan yapmış olan 17. yüzyılın
düşmanlıklarından korunmak için kaleler yap­ Fransız askeri mühendisi Sebastien Le Prestre
tılar. Başlangıçta savunmak için yapılmış olan de V auban’ın adıyla tanınır.
kaleler zamanla genişleyerek ticaret merkezle­ 19. yüzyılda toplar çok daha güçlü bir hale
rine, daha sonra da kentlere dönüştü. geldi. Bunlar daha uzun menzilli ve daha
yıkıcıydı ve eski tip içi dolu gülleler yerine,
Tahkimat hedefe çarpınca patlayan mermiler atıyordu
Çin Şeddi, iki ülke arasında engelleyici bir (bak. A teşli S il a h l a r ) . Bu güçlü patlayıcılara
tahkimattır. Bir başka örnek de İngiltere’nin karşı korunm ak için kalın beton duvarlar
kuzeyinde Eski Rom alılar’ca yapılmış olan ve yapıldı; toplar ağır çelik paravanların arkası­
İngiltere ile İskoçya arasında sınır oluşturan na gizlendi.
H adrianus D u varidır (bak. Çİn S e d d İ; H a d r ia - Sahra tahkimatı I. Dünya Savaşı’nda (1914-
NUS D u v a r i ) . Böyle bir tahkim atı, savunma 18) geniş biçimde kullanıldı. İtilaf askerleri ile
hattı boyunca siperlere yerleşen askerler sa­ Alm an orduları batı cephesinde, bazı yerlerde
vunurdu aralarındaki uzaklık 100 metreyi bile bulma­
KALIP VE KALIPLAMA 279

yan siperlerde çarpıştılar. Siperlerin önüne KALEYDOSKOP, içine bakıldığı zaman si­
dikenli tellerden kalın engeller yerleştirilmiş, metrik desenler görülen bir optik aygıttır.
düşmanın siperleri topla dövmesi durum unda Görülen desenler kaleydoskop hareket ettiril­
kullanılmak için yeraltı sığınakları yapılmıştı. dikçe sürekli olarak değişir. İskoç bilim adamı
Siper savaşı büyük can kaybına yol açtı. Sir David Brewster’in 1816’da bulduğu bu
Savaşın sonuna doğru tanklar devreye girin­ aygıtın adı “güzel” , “biçim” ve “seyretm ek”
ceye kadar, siper savunmasını kırarak, ilerle­ anlamlarındaki üç Yunanca sözcükten gelir.
meyi sağlayacak bir yöntem bulunamamıştı. Yaklaşık olarak 30 cm uzunluğunda bir tüp
Fransa, iki dünya savaşı arasında Almanya olan aygıtın içinde, birer kenarı birbirine
ile olan sınırları boyunca Maginot (Majino) değecek biçimde uzunlamasına yerleştirilmiş,
H attı adıyla bilinen bir tahkim at yaptı. Ne var aralarında genellikle 60° açı olan iki ya da üç
ki, güçlü beton yapısına, top tabyalarına ve düz ayna vardır. Bir ucunda gözetleme deliği
yeraltı tünellerine karşın Maginot H attı tank, olan tüpün öbür ucu buzlu camla kapatılmış­
uçak ve zeplin gibi m odern savaş araçlarına tır. Buzlu camla kapatılmış olan uçta saydam
engel olamadı ve II. Dünya Savaşı’nın (1939- bir cam bölmenin arkasında serbestçe hareket
45) başlarında A lm anlar’ın Fransa’yı istila edebilen çok sayıda renkli cam parçası vardır.
etmesini önleyemedi. II. Dünya Savaşı’nda Gözetleme deliğinden bakıldığında, her renk­
E ric Kay li cam parçasının birçok görüntüsü birden
görülür; çünkü her parçanın bir aynada olu­
şan görüntüsünün öbür aynalarda da yansı­
masıyla görüntü sayısı artar. Bu görüntülerin
il bir araya gelmesiyle simetrik bir desen oluşur.
~ 'l I î —■—
Tüpün sallanmasıyla cam parçaları yer değiş­
tirince, oluşan desen de tümüyle değişir.
Böylece sayısız değişik desen oluşturulabilir.
Kaleydoskop yalnızca bir oyuncak değildir.
Duvar kâğıdı, hah ve kumaş desenlerinin ya­
pılmasında kaleydoskop desenlerinden yarar­
lanılır.

KALIP VE KALIPLAMA. Metal, plastik ya


F ransa'da La Rochelle lim a n ın ın g iriş in i koruyan
da kumaş gibi malzemelerin biçimlendirilme-
ta h kim e d ilm iş burçlar. sinde, dökülmesinde, kesilmesinde ya da be­
zenmesinde, kalıp denen araçlara gereksinim
siperler kazıldı, küçük korugan ya da yuva vardır. Hemen her türlü eşyanın yapımında
denen beton korunaklar yapıldı. Sarp kaya­ kalıplardan yararlanılır. Örneğin otom obille­
lıklara ve kumsallara dikenli teller, çıkarma rin kaportaları, yardımcı donanımları ve dö­
gemilerine engel olmak için kumsallara m a­ şemeleri, hep kalıpların yardımıyla üretilir.
yınlar döşendi, demir kazıklar çakıldı. Tüm Otom obil kaportası, ince bir çelik levhanın
bu savunma tahkimatı kıyıya yerleştirilmiş iki kalıp arasında sıkıştırılması yoluyla üreti­
toplar ve makineli tüfeklerle korunuyordu. lir. Kalıplar, aynen kaportaya verilmek iste­
Bu arada tankların ve m otorlu araçların nen biçimdedir. Kalıplar biraz aralanarak
ilerleyişini durdurm ak için tank tuzağı denen aralarına çelik levha yerleştirilir, daha sonra
büyük çukurlar kazıldı. Tarlalara, yollara ve bir pres yardımıyla birbirine basılır ve böylece
patikalara mayın döşendi. aradaki metal levha, kalıbın biçimini alır.
Günümüzde güdümlü füzeler gibi m odern K aporta daha sonra taslak kalıbı ya da kenar
silahlar karşısında bu türden tahkimatın hiç­ kesme kalıbı denen bir alete yerleştirilir.
bir anlamı kalmamıştır. Bununla birlikte as­ Kenar kesme kalıbı aslında bir tür makasa
kerler avcı çukuru ve siper kazma konusunda benzer. Makasın kesici ağızları birbirini sı­
hâlâ eğitilmektedir. yırarak geçer ve kaportanın kenarlarını iste-
280 KALITIM VE GENETİK

Dökülen parçanın düzgün yüzeyli olabilmesi


için, malzeme kalıba genellikle erimiş halde
ve basınç altında beslenir. Kalıp soğuduktan
sonra, yarım parçalar ayrılarak dökülen mal­
zeme dışarı çıkarılır.
Otom obillerin döşemeleri de kalıpların yar­
dımıyla kesilir. Bu kalıplar oldukça basittir ve
bir bakıma ham ur ya da yufka kesme kalıpla­
rına benzer. Önce, birden çok parça kesebil­
mek için döşemelik malzeme üst üste katlar
halinde serilir. Daha sonra bunlar bir presin
tahta ya da kauçuk ağızları arasına konularak
sıkıştırılır. A rdından da kalıp bu yığının üzeri­
ne yerleştirilip bastırılır ve böylece istenilen
biçim kesilip çıkartılır. Kesme kalıpları, kesi­
Ford M otor Comparıy
lecek biçime uygun olarak bükülmüş metal
(üstte sağda) H am ilton W ateh Comparıy şeritlerdir. Şeridin bir kenarı bıçak ağzı gibi
O to m o b il kaportaları, b ir d ö vm e pre sin in çelik
levhaları hızla sıkıştırm ası y o lu y la ü re tilir; presin alt keskinleştirilmiştir. Ağız köreldikçe bilenerek
ve üst kalıpları üre tile n kaportayla aynı b iç im d e d ir kesime hazır hale getirilir.
ve çelik levha bu iki kalıbın arasında sıkıştırılarak Otomobil sanayisi, metal kalıpların kulla­
b iç im le n d irilir. Üstte sağda: Bir cep saatinin, küçük
b ir kalıpla zım balanarak hazırlanan b ö lü m le ri.
nıldığı sanayi dallarından yalnızca biridir.
M etal paraların üzerindeki resim ya da desen­
nen biçimde keserek düzgün bir yapı kazandı­ ler de kalıplarla biçimlendirilir. Elbise düğ­
rır. meleri, diş macunu tüplerinin kapakları, plas­
Otom obillerdeki kapı ve pencere kolu, tik oyuncaklar, kalıplarla biçimlendirilen bin­
küllük, ayna gibi aksesuvarların yapımında da lerce eşyadan yalnızca birkaçıdır.
kalıplardan yararlanılır. Örneğin, kaportanın
yan taraflarına ya da camların çevresine KALITIM VE GENETİK. Yeryüzündeki her
yerleştirilen metal kenar şeritlerinin yapımın­ canlı yalnızca kendi türünden canlılar üretebi­
da, ortası delik özel ekstrüzyon kalıpları lir. Bir canlının, kendi türünün bütün özellik­
kullanılır. Ekstrüzyon yöntemi, bir diş m acu­ lerini gelecek kuşaklara aktarmasını ve yavru­
nu tüpünün sıkılmasına benzer; tüp sıkılınca ların ana babalarına benzemelerini sağlayan
diş macunu delikten dışarı çıkar. Ekstrüzyon bu biyolojik süreç kalıtım ya da soyaçe-
işleminde de metal kalıp deliğinden dışarı kim ’dir.
basılır; bu ya metal kalıbın arkasından deliğe Kuşkusuz bütün çocuklar ana babalarına,
doğru itilerek ya da delikten dışarı çekilerek kız kardeşler erkek kardeşlere tıpatıp benze­
yapılır. Metal şerit kalıptan çıkarken deliğin mez. A ralarında çoğu kez saç, ten ya da göz
biçimini alır. rengi, yetenek ya da zekâ düzeyi gibi bireysel
Kapı kolları ve benzeri metal aksesuvar farklılıklar vardır. Kalıtsal özelliklere ve bu
parçaları “kalıp döküm ” denen özel bir dö­ bireysel farklılıklara ilişkin bilgileri taşıyan
küm yöntemiyle üretilir. Bu işlemde kalıplar genler'in ürem e yoluyla kuşaktan kuşağa.nasıl
oldukça farklı bir biçimde hazırlanır. Ö rne­ aktarıldığını incelemek de genetik biliminin
ğin, alüminyumun ya da plastiğin dökümünde konusudur.
kullanılan kalıplar iki yarım parça halinde Saç rengi, uzunluk ya da kısalık, şişmanlık
yapılır. H er yarım parçanın içi, dökümü ya da zayıflık gibi bireysel özellikler ya
yapılacak malzemenin yarısı biçiminde oyuk­ kalıtsaldır ya da çevresel etkenlere bağlıdır;
tur. Öyle ki, kalıp parçaları bir araya getirildi­ ama çoğu kez bu ikisinin bileşkesi olarak
ğinde, içte kalan boşluk, aynen dökülecek ortaya çıkar. Bireyin kalıtsal özellikleri do­
malzemenin biçiminde olur. D aha sonra bu ğumdan çok önce, annenin yum urta hücresi
boşluğa alüminyum ya da plastik doldurulur. ile babanın sperma hücresi birleştiği anda
KALITIM VE GENETİK 281

belirlenmiş olur. Çevresel etkenlere bağlı kod” denir. G erçekten de, DN A m olekülün­
özellikler ise doğumdan sonra, birey ile yaşa­ deki birimlerin her diziliş biçiminde, hücrenin
dığı çevre arasındaki ilişkiler sonucunda orta­ hangi proteini üreteceğini bildiren bir şifre
ya çıkar. Bu tür özellikler kişinin beslenmesi­ gizlidir. Hücrenin kimyasal maddeleri üreten
ne, yetiştiriliş biçimine, yaşantısına ya da bölümü bu şifreyi çözerek canlı için gereken
geçirdiği bir hastalığa bağlı olabilir. İnsanların proteinleri yapabilir (bak. ENZİM; HÜCRE; PRO­
çoğu hoşlanmadıkları bazı fiziksel ya da ruh­ TEİN).
sal özelliklerinin kalıtsal olduğunu düşünür; Am a bazı fiziksel ve kimyasal etkenler
oysa bu özelliklerin çoğu sonradan kazanıl­ D N A ’nın yapısındaki birimlerin diziliş sırası­
mıştır ve doğrudan çevre koşullarının ya da nı, dolayısıyla genetik şifrenin anlamını değiş­
yaşam biçiminin bir sonucudur. tirebilir. Bu durum da hücre, gereken protei­
19. yüzyılın ortalarında AvusturyalI din nin yerine başka bir protein üreteceğinden
adamı Gregor Mendel bezelyeler üzerinde canlıda hiç beklenm edik bir değişiklik ortaya
yaptığı deneylerle çağdaş genetik biliminin çıkar. Üstelik değişinim ya da mutasyon
temellerini atmıştır. M endel, anaç bitkinin denen bu olgu kalıcıdır; yani değişinim geçi­
tohum larında, bitkinin ayrı ayrı özelliklerini ren gen bir daha eski biçimine dönemez ve bu
belirleyen çok sayıda etken olduğunu fark biçimiyle gelecek kuşaklara aktarılır.
etmişti. Bugün, M endel’in sözünü ettiği bu Genlerin sorumlu oldukları özelliğe göre
kalıtım etkenlerinin genler olduğunu biliyo­ tanımlanması ve sözgelimi mavi göz geni,
ruz. Gene M endel’in bulgularına göre, to ­ kıvırcık saç geni biçiminde adlandırılması
hum dan gelişen bir bitkinin hangi özellikleri yaygın bir alışkanlıktır. Oysa çok basit gibi
taşıyacağı bazı kurallara bağlıydı. Ne var ki, gözüken bir özellik bile genellikle bir tek
öbür bilim adamları bu çalışmaların ne kadar genin sorumluluğunda değildir. Örneğin insa­
önemli olduğunu ancak 1900’de, M endel’in nın mavi gözlü doğması DN A molekülünün
ölümünden 16 yıl sonra fark ettiler. Bu değişik bölümlerindeki birkaç gen takımının
önemli bulgular bugün Mendel yasaları ola­ işbirliğine bağlıdır.
rak bilinir. Çok geçmeden bu kalıtım yasaları­ İnsan vücudundaki her hücrede 46 tane
nın bütün bitkiler, hayvanlar ve insan için de kromozom bulunur. Bir hücre ikiye bölüne­
geçerli olduğu anlaşıldı. rek çoğaldığında da hücredeki kromozom
H er insanın yaşamı, erkekten gelen bir sayısı değişmez. Çünkü m itoz denen bu bö­
sperma hücresinin kadının yum urta hücresini lünmede kromozomlar boylamasına ikiye ay­
döllemesiyle başlar. Bu ürem e hücrelerinin rıldığı için sayıları önce 92’ye çıkar, sonra
her birinde 23 kromozom vardır. Kromozom­ bunlar hücrenin iki yarısı arasında eşit olarak
lar bir ipliğe dizilmiş peltemsi görünümlü bölüşülür. Oysa yum urta hücresi ve sperma
boncuklara benzer. Gen denen kalıtım etken­ gibi üreme hücreleri, kromozom sayısını yarı­
lerini taşıyan işte bu “boncuklar”dır. ya indirgeyen m eyoz bölünmeyle çoğalır. Bu
H er kromozomun içinde uzun bir ip m erdi­ süreçte hücre çekirdeği art arda iki kez
veni andıran D N A (deoksiribonükleik asit) bölündüğü için, oluşan dört ürem e hücresinin
molekülü bulunur. Bu D N A m olekülü, bir her birinde 46 yerine yalnızca 23’er krom o­
zincirin halkaları gibi birbirine bağlanan bin­ zom vardır. Böylece, döllenme sırasında er­
lerce birimden oluşmuştur. Kalıtsal bilgi de keğin ve kadının ürem e hücrelerindeki kro­
bu birimlerin özel diziliş biçiminde saklıdır. mozomlar birleştiği için döllenmiş yum urta­
Bu dizilişe “genetik şifre” ya da “genetik daki (zigottaki) kromozom sayısı gene 46’ya

İki başat A A geni taşıyan b ir bezelye


to h u m u iki çekinik aa geni taşıyan
AA aa Aa Aa AA Aa Aa aa başka b ir bezelye to h u m u y la
çaprazlandığında, A A 'ya benzeyen
am a çekinik a g e n in i taşıyan b ir soy
elde e d ilir. Bu soy kendi içinde
yen id en çaprazlanırsa d ö rt ayrı
ge ne tik b ile şim ortaya çıkabilir.
282 KALITIM VE GENETİK

yükselir. Bu yum urta mitoz bölünmeyle çoğa­ çocuklardan biri babadan kahverengi göz
lacağından, döllenmiş yum urtadan gelişen be­ genini, öbürü mavi göz genini alabilir. Benzer
beğin vücut hücrelerindeki kromozom sayısı biçimde annede ya da babada hem kızıl hem
da ana babasınınkine eşittir. kahverengi saç, hem düz hem kıvırcık saç geni
Babanın sperma hücresi annenin yumurta bulunabilir ve çocuğa bunlardan yalnızca biri
hücresini döllediğinde, doğacak bebeğin bü­ aktarılır.
tün kalıtsal özelliklerini belirlemek üzere
babanın ve annenin genleri birleşir. Bu bin­ Mendel Yasaları
lerce genden her birinin özel bir işlevi vardır. Eğer bir çocuk aynı özellik için annesinden
Saç ve göz rengini, yüzün biçimini, iskelet ayrı, babasından ayrı gen alırsa, sözgelimi
çatısındaki, iç organlardaki, beyin, sinirler ve babasından kahverengi, annesinden mavi göz
kaslardaki sayısız ayrıntıyı belirleyen hep geni alırsa çocuğun gözleri ne renk olur? Bu
genlerdir. Öyleyse aynı ana babanın çocukla­ durum da M endel’in başat ve çekinik, yani
rında neden bütün kalıtsal özellikler aynı güçlü ve zayıf genlere ilişkin yasası geçerlidir.
değildir? Çünkü ana ve baba da dünyaya Söz konusu örnekte kahverengi göz geni
gelirken kendi ana babalarından 23’er krom o­ başat (baskın) olduğundan çocuğun gözleri­
zom almışlardır. Bu yüzden gerek annede, nin rengini bu gen belirleyecek ve çekinik
gerek babada her özellik için ikişer gen olan mavi göz geni etkisiz kalacaktır. Demek
bulunur; ama bunlardan yalnızca biri çocuğa ki çocuğun mavi gözlü doğması için hem
geçer. Örneğin babada göz rengini belirleyen annesinden, hem babasından mavi göz geni
iki genden birinin kahverengi, öbürünün mavi alması gerekir. Bazen ana baba kahverengi
göz geni olduğunu varsayalım. Bu durumda gözlüdür, ama ikisinde de çekinik mavi göz
BÜYÜKANNE- 1.kuşak
BÜYÜKBABA
başat kahverengi
Her ikisinin üreme ya göz geni
da eşey hücreleri mavi goz kahverengi göz
birleştiğinde, çekinik mavi göz
çocuklarına iki ayrı göz geni
rengi geni geçiyor. <D> < Q >

l
□ 0

ANA BABA 2. kuşak <G> <0>

İkisi de kahverengi
gözlü, ama çekinik
(bastırılmış) bir mavi
göz geni taşıyorlar. Bir
yüzden hem ananın
hem babanın üreme
hücrelerinden
bazılarında mavi,
bazılarında kahverengi
göz geni bulunabilir.

ÇOCUKLAR 3 kuşak

Göz rengini belirleyen


genetik yapının
çocuklarda ortaya
çıkabilecek değişik <o> <o> <o> <o>
bileşimleri.
□ □
saf mavi göz çekinik mavi göz saf kahverengi göz
geni taşıyan
kahverengi göz
KALITIM VE GENETİK 283

geni vardır. Kahverengi gözlü ana babadan yerek doğacak çocuğun eşeyini isteğe göre
mavi gözlü bir çocuğun doğması böyle açıkla­ belirlemenin yolu henüz bulunamamıştır.
nır. Am a hem ana, hem baba mavi gözlü ise
demek ki ikisinde de kahverengi göz geni İkizler Nasıl Oluşur?
yoktur ve doğacak bütün çocukları mutlaka Oluşma süreçleri farklı olan iki tip ikiz vardır.
mavi gözlü olur. Tek yum urta ikizleri ya da gerçek ikizler
Başat ve çekinik genler daha pek çok birbirlerine öylesine benzerler ki, ikisini birbi­
özelliğin kalıtımında rol oynar. Örneğin saç rinden ayırt etm ek çok güçtür. G erçekten de
renginde siyah ve kahverengi saç kızıl ve sarı bu tip ikizler sonradan ikiye ayrılmış tek bir
saça, ayrıca kızıl saç sarı saça baskındır. kişi sayılabilir. Çünkü döllenmiş yumurta
Beyaz ırkta kıvırcık ya da dalgalı saç geni düz embriyonu oluşturmak üzere gelişmeye başla­
saç geninin, uzun burun geni de kısa burun mışken, bazen bilinmeyen bir nedenle tam
geninin etkisini bastırır. ortasından iki eşit parçaya ayrılır ve her
Anne ile babanın genleri birbirinden ne yarımdan ayrı bir bebek gelişir.
kadar farklıysa genlerin değişik biçimlerde Bu iki bebek aynı yum urta hücresinden ve
gruplaşma olasılığı da o kadar yüksektir. Bu aynı sperm adan geliştiği için doğal olarak
nedenle, böyle bir ana babadan doğacak bütün genleri birbirinin eşidir. Bu nedenle tek
çocukların birçok kalıtsal özelliği birbirle­ yum urta ikizleri mutlaka aynı cinstendir ve
rinden ve ana babalarından çok değişik ola­ bütün kalıtsal özellikleri aynıdır. Aralarında
bilir. herhangi bir farklılık varsa bu yalnızca yetiş­
tikleri çevrenin ve yaşadıkları olayların deği­
Kız mı. Erkek mi? şik olmasından kaynaklanabilir.
Bütün öbür özellikler gibi bebeğin hangi Oysa, doğum oranı tek yum urta ikizlerinin-
cinsten olacağına da genler karar verir. Hüc­ kinden iki üç kat daha yüksek olan çift
redeki 46 kromozomdan ikisi eşey kromozo­ yumurta ikizleri aynı ana babadan ayrı za­
mudur ve insanın eşeyini, yani cinsiyetini m anlarda doğmuş iki kardeş kadar farklı
belirleyen genler bu kromozomların üzerinde olabilir. Çünkü bu durum da annenin yum ur­
bulunur. Erkekteki eşey kromozomları birbi­ talıkları bir yerine iki yumurta hücresi üretmiş
rinden farklıdır; birinin biçimi X, öbürünün- ve bunlardan her biri ayrı bir sperma tarafın­
kü Y harfini andırır. Bu yüzden, meyoz dan döllenmiştir. Bu nedenle çift yumurta
bölünme sırasında bir tek sperma hücresinden ikizlerinin kalıtsal özellikleri birbirinden fark­
oluşan dört yeni sperma hücresinin ikisinde lıdır ve ikizlerden biri erkek, öbürü kız
X, ikisinde Y kromozomu bulunacaktır. Oysa olabilir. H atta aynı cinsten olsalar bile birbir­
kadındaki eşey kromozomlarının her ikisi de lerine hiç benzemeyebilirler.
X ’tir ve yumurta hücresinin değişik bir eşey Üçüz, dördüz ve beşizlerin oluşumunda da
kromozomu taşıma olasılığı yoktur. Dem ek ki aynı biçimde tek ya da çift yum urta hücresinin
doğacak bebeğin hangi cinsten olacağını ba­ döllenmesi söz konusudur. Bazen anne aynı
banın sperma hücresindeki eşey kromozomu anda birden fazla yum urta hücresi üretir ve
belirler. Eğer bir annenin yum urta hücresini bunların hepsi ayrı bir spermayla döllenir.
Y kromozomlu bir sperma döllerse bebek Bazen de bir ya da daha çok döllenmiş
erkek, X kromozomlu bir sperma döllerse yum urta birkaç kez bölünür ve her parçadan
bebek kız olur (bak. CİNSELLİK VE E şe y ). ayrı bir embriyon gelişir. (Ayrıca bak. İKİZ.)
Yarısı X, yarısı Y kromozomu taşıyan
milyonlarca sperma arasından hangisinin an­ Kalıtsal Hastalıklar
nenin yum urta hücresini dölleyeceği tümüyle Bazen genler üstlerine düşen görevi eksiksiz
şansa bağlıdır. Bir ailede hep kız çocuk, bir olarak yerine getiremez ya da beklenenin tam
başkasında sürekli erkek çocuk dünyaya gel­ tersini yapar. Bu da bazı organlarda ya da
mesi de büyük ölçüde rastlantıdır. Bazı kalıt­ vücudun bir bölümünde bozukluğa yol açar.
sal etkenler kız ya da erkek çocuk doğurma Örneğin albinolarda renk genleri görevlerini
olasılığını artırabilir. Am a bu süreci denetle­ yerine getirmediği için saçlar, kirpikler, kaş­
284 KALITSAL HASTALIKLAR

lar ve bütün tüyler beyaz olur. Hemofili İnsan Soyunun Farklılaşması


hastalığının nedeni, kanın pıhtılaşmasını sağ­ Bugün yeryüzünde yaşayan çeşitli ırktan halk,
layacak maddelerin üretiminden sorumlu ulus ve topluluklar birbirinden ne kadar farklı
olan bazı genlerin bu görevi yapamamasıdır. olsalar da bütün insanlar aynı türün (H om o
Cücelik, büyüme genlerindeki işlev bozuklu­ sapiens) bireyleridir ve temel olarak hepsi
ğundan kaynaklanır. Buna karşılık büyüme aynı tip genleri taşır.
genleri gereğinden fazla çalışan bazı insanlar İnsanın ilk atalarının yeryüzünde belirdiği
çok uzun boylu olur. Am a bu durum u, iç yüz binlerce yıldan bu yana insanlar bütün
salgıbezlerindeki bir bozukluktan ileri gelen yeryüzüne dağıldılar. Am a bilim adamları
ve kalıtsal olmayan hormonal devlikle karış­ arasındaki yaygın kanıya göre, değişik bölge­
tırmamak gerekir (bak. H o r m o n l a r ). lerde yaşayan insanların farklılaşması ancak
Genetik yapıdaki bir bozukluktan kaynak­ son 100 bin yıl içinde gerçekleşti. Bunun
lanan bazı körlük ve sağırlık tipleri ile bazı temel nedenlerinden biri de bazı çevresel
kan, kas ve sinir hastalıkları da en sık etkenlerin değişmesi, örneğin güneş ışınları­
rastlanan kalıtsal bozukluklar arasında sayıla­ nın yeryüzüne daha yoğun olarak ulaşmasıy-
bilir. Ayrıca bazı ruhsal bozukluklar ve kalp dı. Böylece zamanla deri ve saç rengi, yüz
hastalıkları, kendilerinden beklenen görevin yapısı ve öbür fiziksel özelliklerde kalıtsal
tam tersini yapan bozuk genlerin varlığına farklılıklar ortaya çıktı. Irklar arasındaki dav­
bağlı olabilir. (Ayrıca bak. KALITSAL HASTA­ ranış, düşünce ve beceri farklılıkları ise eğiti­
LIKLAR.) min, toplum yapısının, yaşam ve çalışma
Am a aynı ailenin birçok bireyinde görülen koşullarının sonucudur.
bütün hastalık ve bozuklukların m utlaka ka­
lıtsal olduğunu düşünmek yanlıştır; bazen bu Kalıtım Konusundaki Bilgilerden
durumun nedenini yaşanan çevrede, beslen­ Yararlanma
me ya da temizlik koşullarında aram ak ge­ Kalıtım yasalarının ilk uygulama alanı tarım
rekir. ve hayvancılık oldu. Bu ilkelerden yararlana­
rak yürütülen geniş çaplı seçme ve çaprazla­
ma çalışmalarıyla daha üstün nitelikli tahıl,
sebze, meyve, çiçek, sığır, domuz ve kümes
hayvanları yetiştirildi. Tıp bilimlerinde ise
gene çaprazlama yoluyla üretilen yeni deney
hayvanları, insan hastalıklarının tedavisinde
büyük um utlar veren aşı ve ilaçların hazırlan­
masına yardımcı oldu. Genetik mühendisliği­
nin gelişmesiyle, milyonlarca insanın yaşamı­
nı kurtaran penisilin ve öbür antibiyotiklerin
büyük çapta üretimine geçilebildi (bak. G E N E ­
TİK M Ü H E N D İSL İĞ İ).
Kalıtım konusundaki bilgiler insanlığa her
yönden çok yararlı olmuştur. Bir hastalığın
kalıtsal olduğu biliniyorsa ve bazı ailelerde bu
hastalığın ortaya çıkma olasılığı yüksekse,
Doğal ayıklanm a ya da seçm e süre cin in işleyişi. Bu zamanında önlem alınarak tehlikenin büyü­
kelebekler no rm al olarak beyaz üstüne kara mesi engellenebilir.
b e n e klid ir ve b ir ağacın gö vde sine konduklarında bu
re n kle riyle kuşlara yem olm a olasılıkları çok daha
azdır. A m a, ağaçların kurum ve isle karardığı sanayi KALITSAL HASTALIKLAR. Bazı hastalıklar
b ö lg e le rin d e , bu kez d e ğ işin im geçirerek rengi havada, suda, yiyecek ve içeceklerde bulunan
karaya dö n ü ş m ü ş olan kelebeklerin yaşam a şansı mikroplardan ileri gelir. Bazılarının nedeni
artar. Sonuçta bu de ğişik renkli b ire yle rin sayısı hızla
çoğ alır ve kara renk zam anla tü rü n n o rm al özelliği doku ve organların zamanla yıpranmasıdır.
haline gelir. Kalıtsal hastalık ya da bozukluklar ise kusurlu
KALITSAL HASTALIKLAR 285

genlerin kuşaktan kuşağa aktarılmasından olan trizomi 13 (Patav sendromu) ile trizomi
kaynaklanır. 18’de (Edvvard sendromu) bu fazla krom o­
Bir canlının büyümesi, gelişmesi ve yaşamı­ zomlar 13. ve 18. kromozom çiftlerinde bulu­
nı sürdürmesi için gerekli bilgileri taşıyan nur. H er iki hastalıkta da bebeklerde genel­
kalıtım birimlerine gen denir. G enler D N A ’ likle fiziksel yapı bozuklukları, gelişme ve
dan (deoksiribonükleik asitten) yapılmıştır zekâ geriliği vardır. Hücredeki kromozom
ve hücrenin “yönetim m erkezi” olan çekirde­ sayısının normalden fazla ya da az olmasından
ğin içinde, kromozom denen incecik ipliksi kaynaklanan bütün kalıtsal hastalıklara kro­
yapıların üzerinde minicik boncuklar gibi yan m ozom bozuklukları denir.
yana dizilmiştir. Bir insanın her hücresinde 46 Kalıtsal hastalıkların bir başka grubu olan
kromozom ve yüz binlerce değişik gen bulu­ tek gen bozuklukları'nda ise bütün bir krom o­
nur. {Ayrıca bak. K a l it im v e G e n e t İK.) zom ya da kromozom çifti değil yalnızca bir
Yeni doğan bir bebek genlerini kalıtım tek gen kusurludur, ama gene de çok ciddi
yoluyla ana babasından alır. Eğer bütün sorunlar ortaya çıkabilir. Bu gruptaki hasta­
genleri normalse, yani sağlıklı bir insanda lıkların en bilinen örneklerinden biri Hun-
bulunması gereken özellikleri taşıyor ve hepsi tington koresidir. H asta 35 yaşına kadar
üstüne düşen görevi eksiksiz yerine getirebili- sağlıklıdır; ama bu yaştan sonra birdenbire
yorsa bebek sağlıklı doğacaktır. Am a bazı kol, bacak ve yüz kaslarında denetlenem eyen
bebeklerde, anneden ya da babadan gelen istemsiz kasılmalar başlar. Tedavisi olmayan
genlerin biri ya da birkaçı kusurlu olabilir. Bu bu ölümcül hastalık beyni de etkilediğinden
durum da vücuttaki bazı etkinlikler bu bozuk hastanın belleği ve düşünme yetileri giderek
genlerin aktardığı yanlış bilgiye göre yönlen­ zayıflar.
dirileceğinden bebekte kalıtsal bir bozukluk Albinizm ve kas distrofisi denen kalıtsal
ya da hastalık ortaya çıkar. bozukluklar da bu gruptandır. Albinizmde
Birçok ülkede yaklaşık her 30 bebekten deriye, saçlara ve öbür kıllara renk veren bir
birinde kalıtsal bir hastalık ya da bozukluk pigmentin yapımından sorumlu olan gen ku­
söz konusudur ve bu hastalıkların tam anla­ surludur {bak. A lb İNO). Kas distrofisinde ise,
mıyla tedavisi bugün için olanaksızdır. Ama, kasların gelişmesini denetleyen gendeki bo­
bu alanda çalışan genetik mühendisleri bozuk zukluk özellikle kol ve bacak kaslarının gide­
genleri normal genlerle değiştirmenin yolları­ rek güçsüzleşip incelmesiyle sonuçlanır. Bu
nı arıyorlar {bak. GENETİK MÜHENDİSLİĞİ). Bu hastalığın bazı tipleri yalnız erkek çocuklarda
arada kalıtsal hastalıklardan birçoğu ameli­ görülür ve hastanın yürümesini tümüyle en­
yatla, ilaçlarla ve çeşitli uygulamalarla denetim geller. Hemofili de genellikle yalnızca erkek­
altına alınarak hasta çocukların yaşamlarını lerde görülen ve kanın pıhtılaşmasını sağlayan
normal olarak sürdürmeleri sağlanabiliyor. madde vücutta üretilemediği için aşırı kana­
ma eğilimine yol açan kalıtsal bir hastalıktır.
Başlıca Kalıtsal Hastalıklar Talasemi ve orak hücreli kansızlık denen
Genetik yapıdaki çeşitli bozukluklardan ileri kalıtsal kan hastalıkları da tek gen bozukluk-
gelen yüzlerce kalıtsal hastalık vardır. Bunlar­ larındandır ve hemoglobin yapımındaki dü­
dan birçoğu çok ender görülür. Am a mongo- zensizliklerle ortaya çıkar. Talaseminin bir
lizm ya da Down sendromu denen kalıtsal tipi Akdeniz çevresinde yaygın olduğu için
hastalık oldukça yaygındır ve her hücredeki Akdeniz kansızlığı olarak bilinir.
21. kromozom çiftinde fazladan bir kromo­ Erken çocukluk çağında ölümle sonuçlanan
zom bulunmasından ileri gelir {bak. MONGO- Tay-Sachs hastalığı, metabolizma için gerekli
LİZM). Herhangi bir kromozom çiftine üçüncü bazı enzimlerin eksikliğinden ileri gelen ga-
bir kromozomun tutunmasına tıpta trizomi laktozemi ve fenilketonüri ile akciğerleri etki­
denir ve fazla kromozomu barındıran çiftin leyerek solunum güçlüğüne yol açan kistik
numarasıyla adlandırılır. Bu nedenle mongo- fibroz da bir tek genin eksik ya da kusurlu
lizm hastalığının tıptaki bir adı da trizomi olmasından ileri gelir.
21’dir. Aynı tipte kromozom bozuklukları Kalıtsal hastalıkların üçüncü grubu olan
286 KALITSAL HASTALIKLAR

Spina bifid a (o m u rilik


kanalı yarıklığı) ağır
sonuçlara yo l açan
kalıtsal hastalıklardan
b irid ir ve yaklaşık 1.600
canlı d o ğ u m d a n b irin d e
g ö rü lü r. Bu hastalıkla
doğan kişile r kuşkusuz
birçok so ru n la karşı
karşıyadır; ama
çevre le rind en yardım
gö rd ü kle rin d e bu
so ru nların üstesinden
g e le b ilirle r.

H ull Daily Mail

çok gen bozuklukları'nın en sık rastlanan çocuklarında değil torunlarında ortaya çıkar.
örnekleri yumru ayak, tavşan dudağı ve da­ Bazı kalıtsal hastalıklar ise ailenin yalnızca
mak yarıklığıdır. Gene bu gruptan olan omur­ erkek ya da kız çocuklarında görülür.
ilik kanalı yarıklığı ya da tıptaki adıyla spina Kalıtsal hastalıklarla uğraşan tıp ve genetik
bifida7da ise, genellikle bel bölgesindeki uzmanları tek gen ve kromozom bozuklukla­
om urlarda gelişme bozukluğu olduğundan rına bağlı bir hastalığın bebekte ortaya çıkma
omurilik kanalının arka duvarında açıklık olasılığını saptayabilirler. Bunun için, anne,
vardır. Bu nedenle, sinir sisteminin can da­ baba, büyükanne, büyükbaba, amca, hala,
marlarından biri olan omurilik korumasız teyze ve dayılarla birlikte bütün ailede hangi
kalır. Çok gen bozukluklarından biri olan kalıtsal hastalığın hangi bireylerde görüldüğü­
pilor darlığında, midenin onikiparmakbağır- nü araştırmaları gerekir.
sağına açılan ağzı dar olduğundan yiyecekler Günümüzde mongolizmden başlayarak 40
mideden bağırsaklara geçemez. Bu kalıtsal kadar kalıtsal hastalık, bebek doğmadan önce
bozuklukların çoğu ameliyatla düzeltilebilir. yapılacak testlerle saptanabiliyor. Birçok ül­
Şeker hastalığı gibi bazı hastalıklar da kede, herhangi bir kalıtsal hastalığı taşıma
kalıtsaldır, ama bu hastalıkların oltaya çıkma­ olasılığı bulunan çiftlerin bebeği olacağı za­
sında çevresel etkenler önemli bir rol oynar. man bu testler gebelik sırasında yapılır ve
hastalığın bebeğe geçmesi bekleniyorsa ana
Kalıtsal Hastalıkların Kalıtımı babanın izniyle gebeliğe son verilebilir. Ama
Bir “aile hastalığı” , yani aynı ailenin bireyleri birçok genin bozukluğuna bağlı hastalıkların
arasında kuşaklar boyunca birkaç kez ortaya kalıtımı çok daha karmaşık olduğundan, aynı
çıkan bir hastalık ya çevresel etkenlere ya da hastalığın çocukta görülüp görülmeyeceğini
kusurlu genlere bağlıdır. Bu genler ana baba­ söylemek güçtür.
dan çocuklara geçer, ama hastalık bütün Bazen, daha önceki kuşaklarda hiç görül­
çocuklarda görülmez. Çünkü kalıtım karm a­ meyen genetik bir bozukluk ailenin herhangi
şık bir olaydır. Bazen annede ve babada bir bireyinde birdenbire ortaya çıkabilir. Bu­
kalıtsal bir hastalık olmadığı halde çocukları nun nedeni genlerdeki bir değişinim (mutas-
genetik açıdan kusurlu olarak doğar. Bazen yon) olayıdır. Değişinimin nedenleri tam ola­
ana babadan birinde kalıtsal bir hastalık rak bilinmiyor, ama bilim adamları bazı kim­
vardır, ama çocukları sağlıklıdır. Bazen de yasal maddelerin ve ışınımların (radyasyonun)
hastalık bir kuşak atlar; büyükanne ve büyük­ bu ani değişiklikte etkili olduğunu sanıyorlar.
babada görülen genetik bir bozukluk bunların Değişinimi engelleme olanağı bulunmadığın­
KALP 287

dan, kalıtsal hastalıkların önünü almak da jüt ürünlerinin yanı sıra, öteki sanayiler be­
olanaksız gibi gözüküyor. sin, dokum a, ayakkabı, araba, kimya, demir-
çelik ve elektrikli araçlardır.
KALKANBÂLIĞI bak. Y a s s i b a l i k l a r . 1947’de Pakistan Devleti’nin kurulması
K alküta’yı olumsuz yönde etkiledi. Hindistan
KALKÜTA, Hindistan ’ın başlıca limanı ve ile Doğu Pakistan (bugünkü Bangladeş) ara­
Batı Bengal eyaletinin başkentidir. G anj’ın sındaki yeni sınır, jüt ve pirinç işleme m erkez­
bir kolu olan Hugli Irm ağı’nın kıyısında ve lerini, başlıca üretim bölgesi olan Ganj-Brah-
ırmağın ağzından 150 km kadar içeride yer m aputra deltasından ayırdı. Pek çok M üslü­
alır. Irm ak kıyıları bataklık olduğu için sağlı­ man Pakistan’a göç ederken Müslüman olma­
ğa ve yerleşime elverişli değildir. İklim sıcak yan topluluklar da Kalküta’ya geldi.
ve nemlidir. Kentteki üç üniversiteden biri olan ve
Üç köyün birleşip gelişmesiyle oluşan Kal- 1857’de kurulan Kalküta Üniversitesi Hindis­
küta’nın adının bu köylerden biri olan Kalika- tan’ın en eski üniversitesidir. 1784’te kurulan
ta ’dan geldiği sanılmaktadır. 1690’da Kalikata Bengal Asya Derneği de dünyada, kendi
köyünde Doğu Hint K um panyasının bir şu­ türündeki araştırm a enstitüleri arasında ilktir.
besi kuruldu {bak. DOĞU HİNT KUMPANYASI). Ulusal tiyatronun geçmişi 1876’ya dayanır.
Kısa zamanda gelişen kent, önce İngilizler’in Hint Müzesi’nde arkeoloji ve eski para kolek­
egemenliğindeydi. 1756’da Bengal’in yöneti­ siyonları, Ulusal Kütüphane’de ise Hindistan’
cisi Sirac’üd-Devle’nin eline geçtikten bir yıl m en büyük kitap koleksiyonları bulunur.
Kentteki yapılar arasında İngiliz, İtalyan ve
Picturepoint
Magrip mimarlığının özgün örneklerine rast­
lanır.
Kalküta çok hızlı büyüyen bir kenttir.
Doğum oranının yüksekliği, sağlık hizmetleri­
nin yetersizliği, konut açığı, yoksulluk ve iş
aramak için kente gelen insanların sürekli
artışı gibi önemli sorunları vardır.
Nüfusu 3.305.306’dır (1981).

KALP, bir pompa gibi çalışarak kanın bütün


vücutta dolaşmasını sağlayan yaşamsal bir
organdır. İnsan kalbine pek benzemese de,
halkalısolucanlardan başlayarak omurgasız
hayvanların çoğunda ve bütün omurgalılarda
aynı görevi üstlenen bir kalp bulunur. Bu
m addede yalnızca insan kalbi anlatılacaktır.
Am a bazı yapısal farklılıklar dışında kuşların
ve bütün memelilerin kalbi ile kan dolaşımı
K alküta'da Dibu S ultan Camisi ön ün de b ir tram vay. temel olarak insanınkiyle aynıdır. Kalbin
pompaladığı kanın vücutta nasıl dolaştığını ve
dolaşım sistemini oluşturan atardam arlar ile
sonra yeniden İngilizler egemen oldu. Kalkü- toplardam arlara ilişkin bilgiyi KAN m adde­
ta 1772-1912 arasında İngiliz yönetimindeki sinde bulabilirsiniz.
H indistan’ın başkentiydi; bu tarihten sonra
yönetim merkezi Yeni Delhi oldu. İnsan Kalbi
K alküta’da yerleşme yerlerinin büyük bölü­ İnsanın kalbi göğüs boşluğunun biraz solun­
mü Hugli’nin iki yakasına yayılmıştır. Irmağın da, iki akciğerin arasında yer alır. Erişkin bir
batı kıyısındaki H aura bugün bir sanayi ve insanda hemen hemen yumruk büyüklüğünde
ticaret merkezidir. Başlıca sanayi kolu olan ve 300 gram ağırlığındadır. Vücudun başka
288 KALP

hiçbir yerinde rastlanmayan özel bir kastan lır, her dallanışında biraz daha incelir ve
yapılmıştır. Bu kas dokusuna kalp kası ya da sonunda kılcal dam arlara dönüşür. Kılcal
m iyokart, kalbin iç yüzünü döşeyen ince zara damarların duvarları öylesine incedir ki, kan­
erıdokart, organı dıştan saran daha kalınca daki besin maddeleri ile oksijen bu duvarlar­
zara da perikart denir. Kalp kasının düzenli dan kolayca geçerek hücrelere girebilir. H üc­
biçimde kasılıp gevşeme özelliği bu organın relerin atık ürünleri de aynı biçimde kılcal
bir pom pa gibi çalışmasını sağlar. Kası hare­ damarlarda kana karışarak böbreklere ulaşır.
kete geçiren de kalbin duvarlarında hızla Am a bu alışveriş sırasında kan hiçbir zaman
dolaşan çok zayıf bir elektrik akımıdır. damarların dışına çıkmaz.
İçi boş bir organ olan kalp dört odacığa Kılcal dam arlar birleşerek toplardam ar de­
bölünmüştür. Üstteki ince duvarlı odacıklara nen daha kalın damarları oluşturur. Toplar­
kulakçık, alttaki kalın duvarlı odacıklara da damarlara gelinceye kadar kanın oksijeni
karıncık denir. Bir kulakçık ile bir karıncık iyice azalmış ve rengi koyulaşmıştır. Toplar­
sağda, öbür kulakçık ile karıncık da soldadır. dam arlar kalbe yaklaştıkça kalınlaşır ve en
Kalbin sağ ve sol yanı arasında doğrudan sonunda kalbin sağ kulakçığına açılan anatop-
bağlantı yoktur; bu yüzden kalbin iki yanı lardam arlara dönüşür.
birbirine sıkıca yapışmış iki ayrı organ sayıla­ Sağ kulakçığa gelen oksijensiz kan, aradaki
bilir. Buna karşılık sol ve sağ kalpteki kulak­ kapakçığı iterek sağ karıncığa dolar. Buradan
çıklar ile karıncıklar arasında, kanın yalnızca akciğer atardam arına geçerek, temizlenmek
kulakçıktan karıncığa doğru akmasını sağla­ üzere akciğerlere ulaşır. Bu organların içinde­
yan birer kapakçık bulunur. Bu kapakçıkların ki kılcal dam arlarda dolaşırken havanın oksi­
tek yöne doğru açılması, karıncığa dolan jenini alır ve rengi yeniden açık kırmızı olur.
kanın geri dönmesini engeller. Sol kalp akci­ Oksijenli kan önce sol kulakçığa, oradan sol
ğerlerden gelen kanı bütün vücuda pom palar, karıncığa dolar ve bütün vücudu bir kez da­
sağ kalp ise dokuları dolaşarak gelen kanı ha dolaşmak üzere yeniden aorta pom pala­
akciğerlere gönderir. Burada kan, dokular­ nır.
dan getirmiş olduğu karbon dioksidi bırakıp
havanın oksijenini alır. Kana karışan oksijen Kalbin Çalışma Hızı
çözünerek alyuvarlardaki hemoglobine bağla­ Erişkin bir insanın vücudunda toplam 5 litre
nır. D aha sonra bu oksijenli kan sol kalbe kadar kan vardır. Kalbin her atımında dam ar­
döner ve buradan bütün vücuda pompalanır. lara yaklaşık 70 mililitre kan basıldığı ve
Böylece kanın dokulara taşıdığı oksijen, hüc­ dakikadaki atım sayısı ortalam a 70 olduğuna
relerin bütün etkinlikleri için gerekli olan göre, demek ki her dakika yaklaşık 5 litre kan
enerjiyi sağlar. Kanın ikinci bir görevi de pompalanır. Büyük ölçüde kan kaybı oldu­
dokularda birikmiş olan atık maddeleri topla­ ğunda, dokuların oksijensiz kalmaması için
maktır. Vücuda zararlı olan bu atıklar böb­ kalp daha hızlı çalışmaya başlar. Am a yarım
reklerde kandan süzülerek idrarla birlikte litre kadar kan kaybı vücutta önemli bir
dışarı atılır (bak. BÖ B R EK ). Aynı zamanda değişiklik yaratmaz. Bu yüzden, hasta ve
bağırsaklardaki sindirim ürünlerini alarak, yaralılara kan nakli için insanın bu kadar kan
enerji üretiminde kullanılmak ya da depolan­ vermesinde bir sakınca yoktur.
mak üzere karaciğere ve öbür organlara İnsan dinlenme halindeyken kalp atımları
taşıyan da gene kandır. genellikle düzenlidir ve dakikada 70 dolayın­
Yaşam için böylesine önemli olan kan dadır. Am a bazı kişilerde atım hızı daha
dolaşımının sürüp gitmesini sağlayan kalp yüksek ya da daha düşük olabilir. Çocuklarda
nasıl çalışır? Sol karıncık kasıldığında, akci­ genellikle erişkinlerdekinden daha- hızlıdır.
ğerlerde oksijen yüklenmiş olan açık kırmızı Çeşitli sinirler kalbin atım hızını vücudun
renkli kan bir kapakçıktan geçerek vücudun gereksinimine göre azaltılır ya da artırır.
en büyük ve en önemli atardam arı olan aorta Örneğin koşarken ya da jimnastik yaparken
dolar. A orttan dallanan daha ince atardam ar­ kaslara daha çok oksijen ve besin gerektiğin­
lar kalpten uzaklaştıkça çok sayıda dala ayrı­ den atım hızı normalin üç katm a çıkabilir.
KALP 289

Aşırı fiziksel çaba dışında, özellikle heyecan, ner atardam arların genellikle yaşlılığa bağlı
korku ve öfke gibi bazı duygular da kalp olarak daralıp tıkanmasından ileri gelir. Kalp
atımlarını hızlandırır. Kalbin duyguların oda­ kasma yeterince kan gitmesini engelleyen
ğı olarak kabul edilmesi büyük olasılıkla koroner darlığı, özellikle koşmak, merdiven
bundandır. Ayrıca yüksek ateş ve bazı hasta­ çıkmak gibi yorucu hareketlerde, göğüs anjini
lıklar da kalbin daha hızlı atmasına neden (anjina pektoris) denen şiddetli göğüs ağrıla­
olabilir. Bunu anlamanın en kolay yolu bilek­ rına yol açar. Eğer küçük bir kan pıhtısı
ten nabzı saymaktır. El bileğinin iç yüzünde, koroner atardam arlardan birini tümüyle tı­
başparmağın dibindeki atardam ara parmak karsa, oksijenle beslenemeyen kalp kasında
uçlarıyla hafifçe bastırıldığında nabız, yani doku ölümü başlar. Koroner tıkanıklığından
kalbin her kasılmasında kanın atardam arlar­ doğan bu kalp hastalığına tıpta miyokart
dan dalga dalga geçişi hissedilebilir. D oktor­ enfarktüsü, günlük konuşma dilinde ise kısa­
lar yüzyıllardır kalbin atım hızını, gücünü ve ca enfarktüs ya da "kalp krizi” denir. Kalpte­
çalışma düzenini saptayabilmek için önce ki doku ölümü çok geniş bir alana yayılmıyor-
hastaların nabzını sayarlar. sa organ gene de işlevini sürdürebilir. Ama
Kalp kapakçıklarının kapanmasından ileri tıkanıklık giderilmezse bu doku ölümü kalp
gelen “lup-dup” sesini dinlemek de doktorla­ yetmezliğiyle sonuçlanır. Kalp yetmezliğinin
ra bu konuda çok yardımcı olur. Kulağı başlıca belirtileri soluk darlığı ve bacaklarda
doğrudan göğse, kalbin bulunduğu yere daya­ sıvı toplanmasına bağlı şişliklerdir (ödem).
makla bu ses duyulabilir. Am a doktorlar Am a başka hastalıkların da aynı belirtilere
bunun için stetoskop denen özel bir araç yol açabileceğini göz önünde bulundurm ak
kullanırlar {bak. STETOSKOP). Ayrıca X ışınla­ gerekir.
rıyla kalbin röntgen filmi çekilebilir; elektro- Koroner atardam ar hastalıkları gelişmiş ül­
kardiyograf denen bir araçla kalbi uyaran kelerde çok yaygındır. Buna karşılık Afrika
elektrik akımı kaydedilebilir. Kalp odacıkla­ ülkelerinde çok seyrek görülür. Bunun nede­
rındaki basıncı ölçmek için de bir dam ardan ni tam olarak bilinmiyor. Am a yorucu yaşam
içeri sokularak kalbe kadar ilerletilen ince koşullarının ve kötü beslenme alışkanlıkları­
plastik borular kullanılır. Kateter ya da sonda nın bu tip kalp-damar hastalıklarına ortam
denen bu borulardan X ışınlarını geçirmeyen hazırladığı sanılıyor. Koroner atardam arlar­
özel bir boya akıtıldığında da hem kalp daki daralma ve tıkanıklıktan ileri gelen kalp
odacıkları, hem de aorttan dallanarak kalp hastalıklarına kadınlardan çok erkeklerde ve
kasma oksijenli kan taşıyan koroner atarda­ gençlerden çok yaşlılarda rastlanır. Kalp kası­
m arlar röntgen filminde görülebilir duruma nı zorlayan yüksek kan basıncı (yüksek tansi­
gelir. Bu inceleme yönteminin adı koroner yon) ile fazla sigara içme alışkanlığı da bu tip
anjiy o grafV dir. kalp hastalıklarını hazırlayıcı nedenlerdendir.
Bir insan yaşadığı sürece kalbi bir an bile Kalp kapakçıklarındaki işlev bozuklukları
ara verm eden çarpmaya devam eder. Eğer bazen ateşli romatizmadan yıllar sonra, bazen
kalp durursa insan birkaç dakika içinde ölür. de doğrudan kapakçıkları tutan mikroplu
Çünkü oksijeni ve besin maddelerini taşıyan hastalıklardan sonra ortaya çıkar. H er iki
kan dokulara, özellikle beyne ulaşamaz. Ama durum da da kalp kapakçıkları ya yeterince
doktorlar ve özel ilkyardım eğitimi görmüş açılmadığı için kanın akışını engeller ya da
kişiler dıştan masaj yaparak ya da bir elektrik iyice gevşediği için kanın ters yönde akarak
akımıyla uyararak duran kalbi yeniden çalıştı­ kulakçıklara geri dönmesini durduram az. So­
rabilirler. nuçta kalp kası çok zorlanacağı için zamanla
işlevini aksatmaya başlar ve hastada kalp
Kalp Hastalıkları yetmezliği ortaya çıkar.
Kalp kasında, koroner atardam arlarda ya da
kalp kapakçıklarında bir sorun varsa kalp Kalp Hastalıklarının Tedavisi
düzenli biçimde çalışamaz. Bazı kalp hastalıklarının tedavisinde kullanı­
En sık karşılaşılan kalp hastalıkları, koro­ lan çok etkili ilaçlar vardır. Bunlardan en
290 KALP

önemlileri, yüksükotundan elde edilen dijita­


lin ile nitrogliserin yapısındaki trinitrindir.
İnsan Kalbi Dijitalin kalbi güçlendirir ve kalp atımlarını
hızlandırır. Trinitrin ise damar genişletici
özelliğiyle daha çok göğüs anjininde kullanı­
akciğer atardamarı lır. Ayrıca kalp ritmini düzenleyen ve yüksek
akciğer
atardamarı kan basıncını düşüren başka ilaçlar da kalp
kapakçığı kasının yükünü azalttığı için etkili olur.
aort kapakçığı
Kalp atımlarının çok yavaşladığı bazı hasta­
üçlü lıklarda, kalp duvarına bir tel yerleştirilip
kapakçık
içinden çok zayıf elektrik akımı geçirilerek
atım hızının normal ritme ulaşması sağlanır.
mitral
kapakçık Bunun için hastanın göğsüne, omzuna yakın
bir yerde deri altına yerleştirilen küçük elek­
trik üretecine “kalp pili” denir.
Eğer erken tanı konursa, daralan ya da
gevşeyen kalp kapakçıkları ameliyatla onarı­
labilir. H atta, onarılamayacak kadar kötü
durumda olan kapakçıkların yerine metal ya
da plastikten yapay kapakçıklar yerleştirilebi­
alt
lir. Doğuştan “kalbi delik” olan, yani sağ
anatoplardamar kalbi ile sol kalbi arasında bir delik bulunan
sağ karıncık sol karıncık
bebeklerde kirli kan temiz kana karıştığı için
özellikle dudaklar ve yanaklar morumsu
renktedir. Bu görünümleri nedeniyle “mavi
bebek” denen bu hasta çocukların kalbindeki
yapı bozukluğu da gene ameliyatla düzeltile­
Kalbin Pompalama Hareketi bilir. Bu tip ameliyatlarda genellikle uzun bir
süre kalbi durdurm ak gerekir. Bu arada
beynin ve öbür dokuların zarar görmemesi
için vücut sıcaklığı düşürülür ve hasta, kalbi
yeniden çalışıncaya kadar kan dolaşımını üst­
lenecek olan bir kalp-akciğer makinesine bağ­
lanır. Bu makine kalbin görevini yaparak, oksi­
jen yüklediği temiz kanı dokulara pompalar.
Günümüzde “kalp nakli” ameliyatlarıyla,
çalışamayacak durumda olan hasta bir kalp
çıkarılıp yerine sağlam bir kalp bile takılabili­
yor. Başka bir nedenle ölmüş olan ve sağlam
kalbi alman kişiye verici, kalbin nakledileceği
hastaya da alıcı denir. Bu ameliyatlarda karşı­
laşılabilecek en büyük sorun doku uyuşmazlı­
Pom palam a hareketi d ö rt evrede gerçekleşir: İki
kulakçık aynı anda kasılarak ( 1 ) kanı karıncıklara ğıdır. Alıcının bağışıklık sisteminin bu “ya­
d o ğ ru iter. Sonra karıncıklar kasılır (2) ve sağ bancı” dokuyu reddetmemesi (vücuttan atm a­
karıncıktaki kan akciğer atardam arına, sol ya ya da yok etmeye çalışmaması) için bağı­
karıncıktaki de aorta dolar. Böylece karıncıklardaki iç
basınç düşerken (3) kulakçıklardaki kan basıncı şıklık tepkisini bastıracak ilaçlar kullanılır.
ne de niyle aradaki kapakçıklar a çılır ve kan Dünyada ilk kalp nakli ameliyatı 3 Aralık
karıncıklara do ğ ru akar. Kalp gevşem e ya da 1967’de, Güney Afrikalı cerrah Christaan
d in le n m e d u ru m u n d a yke n (4) de dam arla rda n
kulakçıklara ve kulakçıklardan karıncıklara kan akışı Barnard başkanlığındaki 20 kişilik bir e'kip
sürer. tarafından Cape Tovvn’da yapılmıştır.
KAMELYA 291

KALSİYUM, oldukça yumuşak, gümüş beya­


zı renginde bir m etaldir, ama havayla temas
ettiğinde hemen kararır. Kimyasal simgesi
Ca, atom numarası 20, atom ağırlığı 40,08’dir.
Y erkabuğunda, atm osferde ve okyanuslarda
en bol bulunan beşinci elem enttir; ama, başka
elementlerle kolayca birleşebildiği için doğa­
da hiçbir zaman serbest halde bulunmaz {bak.
K im y a s a l E le m e n t l e r ) .
Kalsiyum doğada en çok kalsiyum karbonat
ve kalsiyum sülfat bileşikleri halinde bulunur.
M erm er, tebeşir, kireçtaşı, deniz hayvanları­
nın kabukları ve m ercanlar kalsiyum karbo­
nattan; jips (alçıtaşı), anhidrit ve albatr (kay-
maktaşı ya da sumermeri) ise kalsiyum sülfat­
tan oluşur. Kireçtaşı ve tebeşir, kireç ve
çimento yapımında kullanılır. Kalsiyum sülfat
jipste kristaller biçiminde bulunur; jips ısıtıl­
dığında alçıya dönüşür. Alçı ıslak haldeyken
kolayca biçimlendirilebilir, kuruyunca da ka­
tılaşıp sertleşir; alçıdan çeşitli ev ve süs
eşyaları yapılır, ayrıca kırık kemiklerin sarıla­
rak kaynayana kadar sabit tutulmalarında
yararlanılır. Doğadaki flüorit minerali kalsi­
yum flüorürden oluşur ve pek çok flüorlu
ilacın yapımında kullanılır.
Yağmur suları ya da yeraltı ve yerüstü AR D E A

suları, bazı kayaçlardaki kalsiyum tuzlarını K am e lya lar alım lı çiçe kleriyle çok s evilen süs
b itk ile rid ir.
eritebilir; kalsiyum tuzları içeren sulara sert su
denir. Sert su sabunu köpürtm ez ve kapların
ya da boruların içinde sert bir katmanın ya da ağaççık boyutunda bir süs bitkisidir.
oluşmasına yol açar. A sya’da kendiliğinden yetişir; dünyaya, yüz­
Bitki ve hayvanların sağlıklı olarak gelişe­ yıllardan beri özenle yetiştirildiği Çin’den
bilmeleri için kalsiyuma gereksinimleri var­ yayılmıştır. Çaygiller {Theaceae) familyasında
dır. Kemiklerin sert bölümleri büyük ölçüde yer alan bu bitkilerin bilimsel cins adı {Camel-
kalsiyum fosfattan oluşur. Kalsiyum kanın lia) 17. yüzyılda kamelyaları ilk kez Avrupa'
pıhtılaşmasında, kasların kasılmasında ve si­ ya götüren Cizvit misyoneri Georg Joseph
nir sisteminde uyarıların taşınmasında rol Kam el’in onuruna verilmiştir.
oynar. Vücut için gerekli olan kalsiyum, süt, Kamelyalar parlak, koyu yeşil renkli yap­
meyve, sebze ve sudan sağlanır. rakların arasında çok hoş bir görünüm sergile­
Soğuk suya kalsiyum parçaları atılırsa, he­ yen alımlı çiçekler açar. Bu beyaz, pembe ya
men hidrojen kabarcıklarının çıktığı görülür. da kırmızı çiçekler ilk bakışta gardenya çiçek­
Kalsiyum, oksijen içinde parlak bir alevle lerini andırır {bak. G a r d e n y a ) . Alacalı ya da
yanar. Bir kalsiyum tuzu örneği mavi ya da katmerli çiçekli pek çok çeşidi de geliştirilmiş­
yeşil renkli bir gaz alevine tutulacak olursa tir. E n çok yetiştirilen kamelya türlerinden
alev tuğla kırmızısı bir renk alır. biri {Camellia japonica) doğal haline bırakıl­
dığında 8-10 metreye kadar boylanabilen bir
KAMBİYO bak. B o r s a v e K a m b îy o . ağaççıktır; ama park ve bahçelerde yetiştiril­
diğinde budanarak daha alçak boylu bir çalı
KAMELYA, kışın yapraklarını dökmeyen çalı halinde tutulur. Kamelyaların çok sevilen iki
292 KAMERA

türü ( Camellia reticulaîa ve Camellia sasan-


K A M E R U N 'A İLİŞKİN BİLGİLER
qua) daha vardır. Bunlardan İkincisinin çiçek­
leri çok güzel kokuludur. Çay ( Camellia YÜZÖLÇÜMÜ: 465.460 km 2.
sinensis ) gibi kamelyalarla aynı cinste yer alan NÜFUS: 11.206.000 (1988).
ve süs bitkisi olmayan bir türün ( Camellia YÖNETİM: Cumhuriyet.
oleifera) tohum larından ise yağ çıkarılır. BAŞKENT: Yaunde.
En iyi gelişmeyi, sıcaklığın 4,5°C-10°C ara­ DOĞAL YAPI: Batıda, Batı Afrika'nın en yüksek noktası
ve etkin bir yanardağ olan Kamerun Dağı'nı da içine
sında olduğu ılıman iklimli yerlerde gösteren alan sıradağlar, ülkenin kuzey ucunda ise Çad Gölü
kamelyalar çelikleme yoluyla çoğaltılır. T ur­ yer alır.
balık yosunuyla karıştırılmış kumlu topraklar­ ÖNEMLİ KENTLER: Duala, Nkongsamba, Marua, Gama.
da yetiştirilen bu bitkiler böcek ve m antarlara DIŞARIYA SATILAN BAŞLICA ÜRÜNLER: Kakao, petrol,
kahve, alüm inyum , kereste, pamuklu dokuma, kau­
karşı çok duyarlı olduğundan özenli bir bakım çuk, muz.
gerekir. EĞİTİM: Devlet okullarında eğitim parasızdır. Halkın
yüzde 51 'i hiç eğitim görm em iştir.
KAMERA bak. Sînem a; T e le v iz y o n ; V id e o .

KAMERUN, A frika’nın batısında yer alan bir aldığından çok sıcak bir iklimi vardır. Yıllık
ülkedir. Gine K örfezinde yaklaşık 325 kilo­ ortalam a sıcaklık 21°C ile 28°C arasında
metrelik dar bir kıyısı vardır. Kuzeybatı sınırı değişir. Kıyı şeridi dışında ülke bir yayla
boyunca sarp sıradağlar uzanır. Kuzeyinde görünümündedir.
Çad Gölü vardır. Sıradağlardaki bir geçitten Kam erun'daki yağmur orm anlarında goril,
batıya, Nijerya içlerine doğru akan Benue şempanze, mandril ve duiker adı verilen
Irmağı orada Nijer Irmağı ile birleşir. Öbür antiloplar yaşar. Zengin bir bitki örtüsüyle
önemli ırmağı Sanaga ise Atlas Okyanusu’na kaplı orm anlarda fil ve babunlar vardır. En
dökülür. Denize doğru uzanan sıradağların kuzeyde ise az sayıda zürafa, kara gergedan
sonunda etkin bir yanardağ olan Kamerun ve boğa antilopuna rastlanır. K am erun’da
Dağı yükselir; 4.070 m etrelik doruğuyla Batı ayrıca zehirli yılanlar ve dev kurbağalar görü­
A frika’nın en yüksek dağıdır. Kam erun Da- lür. Ülkenin kuzeyi dışında kalan bölgelerde
ğı’nın batı yamaçları dünyada en çok yağış çeçe sineği sığır yetiştiriciliğini büyük ölçüde
alan yerlerden biridir. engellemektedir.
Kamerun bütünüyle tropik bölgede yer Kam erun’da Bantu dilleri konuşan 100’den
fazla değişik insan grubu yaşar (bak. A f r i k a
DİLLE R İ). Güneydeki orm anlarda Pigmeler
bulunmaktadır.
Başlıca tarım ürünleri darı, mısır ve tatlıpa-
tates olan K am erun’daki büyük çiftliklerde
muz, kauçuk, palmiye yağı, kakao, kahve ve
pamuk üretilir. Boksit ülkenin en önemli
maden kaynağıdır. Ülke ekonomisinde tarım
kadar önemli olmayan sanayi, daha çok pet­
rol, kereste ve kauçuk gibi hammaddelerin
işlenmesine dayalıdır. Bundan başka kâğıt,
taşıt lastiği ve yapay gübre fabrikaları vardır.
Edea yakınlarında hidroelektrik santrallar ve
alüminyum işleme tesisleri bulunmaktadır.
Kam erun’un başkenti Y aunde’dir, ama ülke­
nin en kalabalık kenti Kamerun Irmağı üze­
rindeki başlıca liman olan 852.700 (1985)
nüfuslu D uala’dır.
15. yüzyıl sonlarında K am erun’a gelen ilk
KAMIŞÇIN 293

K a m e ru n 'u n ulaşılm ası


zor b ir yö re sin d e ye r alan
tip ik b ir köy. K u lüb ele rin
d u varları ça m u r sıvalı,
çatılarıysa sazdandır.

Avrupalılar Portekizliler'di. Şeker plantas­ na göre daha kırmızıya çalan açık kahverengi­
yonları kuran Portekizliler köle ticaretine dir. Üç ya da dört kamış sapma tutturarak çalı
başladılar. 1884’te Alman sömürgesi olan çırpıdan ustaca ördükleri yuvalarına sık sık
Kam erun, I. Dünya Savaşı’ndan sonra İngil­ guguklar da yumurtalarını bırakır {bak.
tere ve Fransa arasında paylaşıldı. 1961’de iki G u g u k ).
bölgeli bağımsız bir federal cumhuriyet oldu. En iri kamışçınlardan biri olan büyük ka­
1972’de ise federal yönetime son verildi ve mışçın (Acrocephalus arundinaceus) 19 cm
ülke merkezi bir yönetim altında birleştirildi.
The H am lyn G roup

KAM IŞÇIN. Kamışçınlar sazlık ve bataklık


yerlerde yaşayan böcekçil kuşlardır. Tüyleri
soluk renklidir ve genellikle açık kahverengi­
nin tonlarını alır. Erkek ve dişi arasında
belirgin bir renk farkı yoktur. Genellikle
kamışlara ya da çalılara tüneyerek öter, ö t­
mek için çoğu kez sabah ve akşam karanlığını
bazen gündüz saatlerini yeğlerler. Am a göç
sırasında Türkiye’nin sulak alanlarında da
görülen çalı kamışçımnm {Acrocephalus pa-
lustris) sesi genellikle geceleri duyulur. Yaşa­
dıkları sık bitki örtüsü arasında bu kuşları
seçebilmek çok zordur. Bu nedenle yerlerini
belli eden en iyi kılavuz, sesleridir.
Bayağı kamışçın {Acrocephalus scirpaceus)
yazın Türkiye’nin hemen her bölgesindeki
sazlık bataklıklarda görülebilir. Uzunluğu 12 Büyük kam ışçın 19 sa n tim e tre ye ulaşan u zu n lu ğ u yla
cm, üst bölümlerindeki tüyler çalı kamışçını- en iri kam ışçınlardan b irid ir.
294 KAMIŞ VE SAZ

uzunluğundadır. Bayağı kamışçın gibi A vru­ yadan olan bambuların gövdesi tipik bir kamış
pa, A sya’nın ılıman bölgeleri ve Kuzey A fri­ görünümündedir (bak. B a m b u ). Gene buğday­
ka’yı içeren geniş bir coğrafi bölgede ürer; gillerin bir üyesi olan şekerkamışı (Saccha-
kışın daha güneye doğru göç eder. rum officinarum) da çok ince, uzun ve bo­
Batak kamışçım (Locustella luscinioides) ve ğumlu gövdesiyle bu adı almıştır (bak. ŞEKER
ırmak kamışçım (Locustella fluviatilis), 14 cm v e Ş e k e r Y a p im i ) . B u familyanın, kamış dendi­
uzunluğundadır. Locustella cinsinin Türkiye’ ğinde ilk akla gelen, en yaygın türü Kuzey
de rastlanan bu iki türü öbür cins üyeleri gibi K utbu'ndan tropik bölgelere kadar bütün
cırcırböceğininkine benzer bir sesle öter. sulak yerlerde, dere ve göl kıyılarında kendili­
ğinden yetişen adi kamıştır (Phragmites aus-
K AM IŞ VE SAZ. Sulak yerlerde yetişen pek tralis ya da A rundo phragmites). Süpürge
çok otsu bitkiye halk arasında, çoğu kez kamışı da denen bu türe çok benzeyen bir
ayrım yapmaksızın, kamış ya da saz denir. başka tür ise suya çok bağımlı olmadığı için çit
Sazlık dendiğinde de bu tip ince uzun gövdeli oluşturmak üzere tarla kenarlarına dikilen kar­
otsu bitkilerle kaplı durgun su kıyıları ya da gı ya da masura kamışıdır (Arundo donax).
bataklık yerler akla gelir. Kamış ve saz Kamış adı altında toplanan bitkilerin ortak
sözcükleri botanik açısından da çok genel özellikleri durgun ve tatlı su kenarlarında
adlardır. Kamış sözcüğü daha çok sulak yer­ yetişen çok uzun boylu, borumsu gövdeli otsu
lerde bulunan bitkilerin boğumlu ya da bo- bitkiler olmalarıdır. Gövde yüksekliği adi
ğumsuz, silindir biçimindeki gövdesinden kamışta 5 metreyi, kargıda 7 metreyi bulabi­
kaynaklanmıştır. Bu gövde yapısına özelikle lir. Genellikle sert ve odunsu yapıda olan bu
buğdaygillerde rastlanır. Örneğin, bu famil- gövdelerin çapı da adi kamışta yaklaşık 1,5
cm, kargıda 3,5 cm dolayındadır. Yaprakları
Vesile B uket
şerit ya da mızrak biçimindedir, çiçekleri ise
genellikle bileşik salkım ya da başak biçimin­
de açar. Kamışlar köksap (rizom) denen
toprakaltı gövdeleriyle çoğalan, çokyıllık bit­
kilerdir. Kamışların borumsu gövdesinden
kaval, ney ve flüt gibi üflemeli çalgılar, olta
kamışı, baston, kalem, tropik bölgelerde ev
ve kulübe yapılır. Yaprakları ile gövde
kabuklarından ise sepet, şapka, koltuk ve
sandalye altlığı örülür. Ayrıca, bazı ülkelerde
kamış gövdeleri ve yaprakları kâğıt yapımın­
da hamm adde olarak kullanılır.
Kapsamı daha da belirsiz olan saz sözcüğü
ise çoğu kez kamıştan daha ince ve otsu
gövdeli, daha kısa boylu su ya da bataklık
bitkilerini adlandırm ak için kullanılır. Halk
arasında kamış ve saz sözcüklerinin birbiri
yerine kullanılabilecek kadar iç içe geçmiş
olmasının nedeni belki de yalnızca bu bitkile­
rin sulak yerlerde yetişmesidir. Typha cinsin­
den, su kamışı ya da ak saz denen bitkiler bu
karışıklığa iyi bir örnektir. Özellikle göl kıyı­
larında yoğun bir örtü oluşturan bu bitkiler
uzun, şeritsi yapraklan ve gövdelerinin ucunda
oluşan silindir biçimli, kahverengi çiçek ba­
Ç oğu nlu kla ta rla kenarlarında y e tiş tirile n kargının en şaklarıyla tanınır. Bunlara, kurutulmuş yap­
h a fif b ir esintid e sallanan püskülsü çiçekleri vardır. raklarından hasır yapıldığı için “hasırotu” da
KAMPÇILIK 295

ma olanağı sağlayan kampçılıkta çoğunlukla


çadırda yaşanır. Kampçılık deneyimi, küçük
yaşlarda izcilik benzeri uğraşlar sırasında öğ­
renildiği gibi, daha ileri yaşlarda, dağlarda ya
da bir deniz kıyısında kurulan kam plarda da
edinilebilir. Birçok ülkede, turistler için özel
kamp yerleri vardır. Böylece, insan her za­
man yanında bir çadır taşımak zorunda kal­
maz, kamp yerinde isteyene çadır verilir.
Çadır kurm ak, yemek pişirmek için ateş
yakmak, çadırı temiz ve düzenli tutm ak, çadır
sökmek gibi temel kampçılık becerilerini öğ­
renm ek zevkli bir uğraştır. Bu konularda
kampçılık örgütlerinin verdiği bilgi ve öğütle­
rin yanı sıra, yararlı kitaplar da vardır.
Kampçılıkta iyi bir yer seçimi çok önemli­
dir. Uçurum ve bataklık kenarlarında ya da
yağmurda ağaçlardan su damlayabileceği için
ağaçların altına çadır kurulmamalıdır. Düz bir

J ohn Cleare M ountain Camera

N H P A lA d ria n Davies

Su kamışı ya da ak saz denen su b itk ile ri göl


kıyılarında y e tişir. B unların kahverengi tü y lü
başakları kop arıld ıktan sonra çok uzun b ir süre
b o zulm adan kaldığı için süslem e am acıyla kullanılır.

denir. Yaygın olarak saz kapsamına giren bir


grup bitki de Juncus cinsindendir. Hasırsazı-
giller (Jurıcaceae) familyasında yer alan, çoğu
kez hasırsazı, hasırotu ya da kova gibi adlarla
anılan bu bitkilerin ise silindir biçimli gövde­
leri ve gövdeyi andıran içi boş yaprakları
vardır. Sazların yaprakları ve gövdeleri de
kamışlar gibi genellikle çatı örtüsü, sandalye
altlığı ve hasır benzeri yer yaygıları yapmak
için kullanılır. Örneğin, papirüsgillerden olan
sandalye sazı ya da sazotu (Scirpus lacustris)
A nadolu’da bu amaçla çok kullanılan bir
bitkidir.
Yetiştikleri ortam larda çok hoş görünümler
yaratan kamış ve saz bitkileri o yörede yaşa­
yan su kuşları için de iyi bir besin kaynağı ve
barınak oluşturur.
H im a la ya la r'ın yam açları g ib i korunaksız ve en ge be li
KAMPÇILIK, bütün dünyada ilgi gören bir alanlarda çadır kurm ak için özel gereçler
açık hava etkinliğidir. Doğayı yakından tanı­ b u lu n d u ru lu r.
296 KAMPUÇYA

alanda ve temiz içme suyu sağlanabilecek bir


K A M P U Ç Y A ' Y A İLİŞKİN BİLGİLER
yerde kamp kurulur.
Bir sırt çantasına kolayca sığan en küçük YÜZÖLÇÜMÜ: 181.035 km2.
çadırlar yürürken ya da tırmanırken kolayca NÜFUS: 7.876.000 (1988).
taşınabilir. Tabanlı ve daha büyük çadırlar da YÖNETİM: Tek partili, tek m eclisli cum huriyet.
vardır. Çadırda hiçbir zaman doğrudan doğ­ BAŞKENT: Pnöm-Penh.
ruya yerde yatılmaz. Yere bir şilte, battaniye DOĞAL YAPI: Ülkenin iç kesimleri verim li ovalar ve
alçak düzlüklerle kaplı, güneybatı kesimi dağlıktır.
ya da şişirme yatak konur. Yaz için ince Orta bölüm de yer alan Tonle Sap Gölü, Mekong
uyku tulumu, öbür aylarda ya da dağlardaki Irm ağı'yla beslenir. Mekong Irmağı ülkenin doğu
kesimini akaçlayarak, güneydoğudaki Vietnam to p ­
kamplarda kalın uyku tulumları kullanılır. raklarından Güney Çin Denizi'ne dökülür.
İlk geziye çıkılmadan önce çadırın kurul­ BAŞLICA ÜRÜNLER: Pirinç, manyok, yum ru köklü bitki­
ması ve sökülmesi iyice öğrenilir. Kamp ler, mısır, fasulye, tütün.
ateşleri suyla söndürülür, külleri toprakla ÖNEMLİ KENTLER: Pnöm-Penh, Kampong Cham, Kam-
pong Chhnang, Kratie, Kampot, Pursat, Kampong
örtülür. Saöm.
Kampçılıkta fazla giyecek ya da araç gereç EĞİTİM: 6-12 yaş arasındaki çocuklar için okula gitm ek
taşınmaz. Başlıca araçlar el lambası, ip, ilk­ orunludur.
yardım çantası ve yemek pişirmek için gerekli
kap kacaktır.
Çadırın binlerce yıllık bir geleneği vardır. su kenarlarında fil, kaplan, pars, ayı, sülün,
Kuzey A frika’da ve A rabistan’da Bedeviler tavuskuşu ve yılan gibi çok çeşitli hayvanlar
hâlâ çadırlarda yaşadığı gibi, dünyada çadır yaşar.
yaşamını sürdüren başka topluluklar da var­ Kampuçya’da nüfusun büyük bir bölümünü
dır. Araştırm acılar ve dağcılar, yeryüzünün Khm erler, geri kalanını Hintliler, Daylar,
en elverişsiz ve uzak yerlerinde kamp kurm a­ Hint-M alaylar, VietnamlIlar ve Çinliler oluş­
yı göze alır. turur. Halkın büyük bir bölümü köylerde
Bugün otomobillerin arkasına takılan kara­ yaşar; tarım , hayvancılık, ormancılık ve balık­
vanlarla ya da içi bir odaya dönüştürülmüş çılıkla geçinir. M ekong Irm ağı’nın akaçladığı
minibüs tipi taşıtlarla daha eziyetsiz bir kam p­ verimli topraklarda yetiştirilen pirinç ülkenin
çılık yaygınlaşmaktadır. Karavanın içinde fı­ dışarıya sattığı en önemli üründür. Başlıca
rın, duş, tuvalet, hatta televizyon gibi bir evde
bulunan hemen her şey vardır.

KAM PUÇYA, Güneydoğu Asya’da bir ülke­


dir. Daha önce Kamboçya olarak bilinen bu
ülke, 1976’da Kampuçya Halk Cumhuriyeti
adını aldı. Kuzeyde Tayland ve Laos, doğuda
ve güneyde Vietnam , batıda Tayland Körfe-
zi’yle çevrilidir.
M ekong Irm ağı’nın oluşturduğu Tonle Sap
Gölü çevresindeki alçak ovalar ülkenin büyük
bir bölümünü kaplar. Balık bakımından zen­
gin olan bu gölden, çevresindeki pirinç tarla­
larını sulam akta yararlanılır. Kampuçya’da
tropik bir muson iklimi egemendir. Yazları
yağmurlu, kışları kurak geçer. Kampuçya’nın
büyük bir bölümü yağmur ormanlarıyla ve
kalın yapraklı bataklık bitkileriyle kaplıdır. TAYLAND KÖRFEZİ
Orm anlarda boyu 30 metreyi aşan tropik ağaç
GÜNEY ÇİN DENİZİ
türleri vardır. Ülkenin güneybatısıyla V iet­
nam ve Laos sınırı dağlıktır. O rm anlarda ve
KAMUFLAJ 297

tarım ürünleri manyok, şekerkamışı, mısır,


fasulye, tatlıpatates, portakal, muz ve ananas­
tır. Sanayi başta kauçuk olmak üzere yurtiçin-
de üretilen tarım ürünlerinin işlenmesine da­
yanır.
Kampuçya’da resmi din yoktur. Halkın
çoğunluğu Budacı’dır. Öteki dinsel grupların
başında M üslümanlar gelir.

Tarih
Kampuçya’nın çeşitli uygarlıklara sahne ol­
muş, köklü bir tarihi vardır. İS 7. yüzyılda
bütün Çinhindi Yarımadası’nı egemenlikleri A B C Ajansı

altına alan Khm erler bölgede parlak bir uy­ K a m p uçya 'n ın başkenti Pnöm -Penh.

garlık kurdular. İS 8. yüzyılın ikinci yarısında


yönetim A ngkor hanedanının eline geçti. rildi. 1970’lerde nüfusun ancak yüzde 10’u
Khmer İm paratorluğu’nun başkenti olan kentlerde yaşıyordu. Pol Pot hüküm eti siyase­
Angkor kentini İS 9. yüzyılda, H üküm dar I. tine karşı çıkanları şiddetle cezalandırdı. Bu
Yaçovarman kurdu (bak. A n g k o r ) . 19. yüzyı­ dönemde açlık, salgın hastalıklar ve siyasal
la kadar Khm erler ve Daylar arasındaki taht kıyımlar yüzünden yaklaşık 3 milyon kişi
ve hanedan çekişmeleri sürdü; 1860’larda yaşamını yitirdi.
Fransa’nın sömürgesi oldu. 1979’da Kampuçya’yı işgal eden Vietnam
Kampuçya II. Dünya Savaşı’nda Japonya’ birlikleri Pol Pot yönetimini devirerek, Heng
nın, savaştan sonra yeniden Fransa’nın ege­ Samrin başkanlığında SSCB’nin desteklediği
menliği altına girdi. 1953’te bağımsızlığına ka­ yeni bir hüküm et kurdular. Çin Halk Cumhu-
vuşan Kampuçya, Fransa ile V ietnam ’ın ba­ riyeti’ne kaçan Pol Pot’un kurduğu direniş
ğımsızlığı için mücadele eden Viet Minh kuv­ örgütüne bağlı Kızıl Khm erler, yeni yönetime
vetleri arasındaki I. Çinhindi Savaşı’nda karşı gerilla savaşını sürdürdüler. Bu savaşa
(1946-54) Fransızlar’ı destekledi. Savaşın so­ aşırı sağcı Khm er Ulusal Halk Kurtuluş C ep­
nunda Fransızlar ve Viet Minh kuvvetleri hesi ile Ulusal Ordu da katıldı. Binlerce
Kampuçya’yı terk ettiler. Kampuçyalı yeniden başlayan savaştan kaça­
Kampuçya, Güney V ietnam ’ı destekleyen rak Tayland’a sığındı.
ABD ile Kuzey Vietnam ’ı destekleyen Çin 1988’de direniş örgütleri ile Heng Samrin
arasında uzayıp giden savaşta yansız kalmaya hükümeti arasında başlayan uzlaşma görüş­
çalıştı (bak. V İE T N A M ). 1970’te Devlet Başkanı meleri kesin bir sonuca bağlanamadı. Kam-
Prens N orodom Sihanouk ABD tarafından puçya’nm ve halkının geleceği bugün de
desteklenen General Lon Nol önderliğindeki Güneydoğu A sya’daki önemli sorunlardan
sağcı güçlerce devrildi. Darbenin hemen ar­ biridir.
dından Nol’a bağlı hüküm et güçleri ile Khmer
birlikleri arasında şiddetli bir mücadele baş­ KAM UFLAJ, gözden gizlemek ya da gizlen­
ladı. mek anlamına gelen Fransızca kökenli bir
1975’te devlet başkanı olarak yeniden sözcüktür. Kamuflaj savaşta saldırılardan sa­
Pnöm -Penh’e dönen Sihanouk, 1976’da göre­ kınmak ya da düşmanı şaşırtmak amacıyla
vinden çekildi. Khmer birlikleri yönetime el sıkça başvurulan bir yöntemdir. Düzenli or­
koydu. 1976’daki seçimlerde Pol Pot başba­ dular 18. yüzyıla kadar böyle bir yönteme
kan oldu. A rdından Çin yönetiminin siyasal başvurmadılar. Geçmişte askeri üniform ala­
çizgisini benimseyen Kampuçya Komünist rın, başka uluslarınkine ve sivil halkın giysile­
Partisi resmen devlet partisi olarak tanındı. rine benzememesine özel özen gösterilirdi.
Pol Pot önderliğindeki hüküm et döneminde Bu yüzden Am erikan Bağımsızlık Savaşı sıra­
özel mülkiyet, çiftlikler ve sanayi devletleşti- sında kırmızı üniformalı İngiliz askerleri Ku­
298 KAMUOYU ARAŞTIRMASI

Savaşta askeri araç ve


ge reçler boyanarak ya da
ö rtü le re k gizlenir.

Military A rchive and Research


Services. Lines.

zey Am erika orm anlarında dövüşürken açık sanayi ve eğitim kuruluşları, siyasal partiler
hedefler durumundaydı. Daha sonra toprağa ya da gazeteler zaman zaman kamuoyunun
uyumlu bir renk olan haki, kara askerlerinin belli konularla ilgili düşüncelerini öğrenmek
üniformalarının genel rengi oldu. isterler. Kamuoyu araştırması, bu bilgiyi
Kamuflaj, bir askerlik terimi olarak ilk kez edinmenin bir yoludur. Örneğin, ürünlerini
I. Dünya Savaşı sırasında yaygınlık kazandı. öğretm enlere satmayı tasarlayan bir şirket,
Özellikle II. Dünya Savaşfnda etkili olan onların kazanç durumlarını ve gelirlerini ne
hava saldırılarına karşı askeri üniformalar, gibi yerlere harcadıklarını öğrenmek isteye­
kasklar, toplar, tank ve kamyonlar boyanarak bilir.
ya da yaprak ve çalılarla kaplanarak görün­ 19. yüzyılda, biri Fransa’da öbürü İngilte­
mez durum a getiriliyordu. Bunun yanı sıra re’de yapılan iki araştırm a en eski kamuoyu
gelişen teknolojinin olanaklarını kullanan sa­ araştırmalarıdır. Bunlardan Fransa’da yapıla­
vaş uzmanları, yapay gereçlerle sahte liman­ nın amacı işçi sınıfının, öbürü ise Londra’da
lar, tersaneler ve kentler kurarak düşmanı yaşayan yoksul halkın yaşam koşullarına iliş­
şaşırtma yoluna gittiler. Günüm üzde ileri kin bilgi edinm ekti. O dönem de, her iki
teknoloji ürünlerinden elektronik, kızılötesi araştırm a da söz konusu gruplardaki herkesle
ve ısıya duyarlı aygıtlarla kamuflaj saptana­ görüşülerek yürütülmeye çalışıldı. Bu yön­
rak, sahte ya da gizlenmiş nesneler ayırt temle bilgi toplama pahalıya mal oluyor ve
edilebilmektedir (bak. R a d a r ). çok zaman alıyordu. G iderek kamu yoklama­
İnsanların çeşitli araç ve gereçlerle, önce­ larında örneklem yöntem i geliştirildi. Böylece
den tasarlayarak, bilinçli bir biçimde yaptığı grubun sayısal olarak yalnızca belli bir oranıy­
işi, hayvanlar korunm a içgüdüsüyle ve kalı­ la görüşülüyor, çok daha az zaman ve para
tımsal olarak yaparlar. Sözgelimi bukalem un­ harcanmış oluyordu.
lar ışığın şiddetine bağlı olarak ya da korku, Kamuoyu araştırmalarının yürütülmesinde
heyecan gibi duyguların doğrudan sinir siste­ ilk adım örnek alınacak grubun kapsamının
mini etkilemesiyle renk değiştirirler. Bazı belirlenmesidir. Güvenilir bilgi elde edebil­
kuşlar, sürüngenler ve böcekler, düşmanla­ mek için seçilen örnek grubun, tüm grubun
rından korunm ak ya da avlarını yakalamak özelliklerini yansıtması gerekir. Bu yönteme
amacıyla renk ya da biçim değiştirir. rasgele örneklem adı verilir. Örneğin, telefon
rehberinde sıralanan her beş öğretm enden
K A M U O YU ARAŞTIRM ASI. H üküm etler, biriyle görüşülerek A ’dan Z ’ye kadar bütün
KAN 299

adlarla ilgili bilgi edinilir. Bu örneklem yönte­ üretilen besin maddelerini öbür dokulara
miyle elde edilen bilgi tüm grup için genelleş­ ileten bu taşıyıcı sıvıya “besisuyu” denir.
tirilir. Tüm grubu yansıtması gerekirken, İnsanda ve gelişmiş hayvanlarda bu taşıma
örneğin, yalnızca yüksek gelirli kişileri kapsa­ görevini üstlenen kan, sindirim sisteminden
yan bir örneklem ana kitleden sapar ve aldığı besin m addeleri ile akciğerlerden aldığı
yanılgıya yol açar. Kamuoyu araştırmaları, oksijeni vücuttaki milyonlarca hücreye götü­
biri kam uoyu yoklam ası , öbürü p a za r araştır­ rür. H er hücre, gelişmesi ve işlevlerini yerine
ması olmak üzere iki ana grupta toplanır. getirmesi için hangi m addelere gereksinimi
Genellikle seçimlerden önce halkın kime varsa yalnızca o maddeleri seçerek gerektiği
oy vereceğini araştırm ak amacıyla kamuoyu kadarını kandan alır. Bu maddelerin özüm-
yoklaması yapılır. Siyasal partiler bu gibi senmesi sırasında açığa çıkan ve vücuttan
yoklamalardan yararlanarak seçmenlerin eği­ uzaklaştırılması gereken zararlı atıkları, kar­
limlerini öğrenir. bon dioksidi ve fazla suyu da gene kana
Pazar araştırmaları ise halkın tüketim mal­ boşaltır. Kan bu kez yüklenmiş olduğu bu
larına ilişkin görüş ve tutum unu saptamaya m addeleri böbreklere ve akciğerlere taşıyarak
yarar. Bu türden araştırm alara günümüzde vücuttan dışarı atılm alarına yardımcı olur. Bu
çok sık başvurulmaktadır. Yeni bir ürün, arada kandan hücrelerarası boşluklara sızan
ancak tüketicilerin söz konusu ürüne ilişkin sıvıları ve besin m addelerini toplayarak yeni­
tutum larının araştırm alar sonucu belirlenmesi den kana aktarm ak üzere vücutta ikinci bir
ve değerlendirilmesinden sonra piyasaya sü­ sıvı dolaşır. Renksiz olduğu için “akkan” da
rülür. denen bu sıvının adı le n f tir (bak. L e n f SİS­
Kamuoyu araştırmaları anketçiler aracılı­ TEMİ).
ğıyla yürütülür. Anketçi araştırılmak istenen
eğilimle ilgili önceden hazırlanmış yazılı soru­ Kan Hücreleri
ları görüşü alınacak kişilere yöneltir. Anketçi-İnsan kanı plazm a denen sarımsı renkte bir
lerin, anket uyguladıkları kimseleri kendi sıvı ile bu sıvının içinde yüzen kan hücrelerin­
görüşleriyle yönlendirmeye çalışmamaları ge­ den oluşur. Plazmanın yaklaşık yüzde 90’ı su,
rekir. geri kalan bölümü suda erimiş m addelerdir:
A B D ’li George Gallup 1930’larda örnek­ Albüm in, fibrinojen ve globülinler gibi plaz­
lem yöntemiyle ilk yaygın kamuoyu yoklama­ ma proteinleri; glikoz, aminoasitler, yağlar,
sını gerçekleştirdi. 1936’da ayrı ayrı yapılan mineral tuzları ve vitaminler gibi besin m ad­
üç kamuoyu yoklamasında da Franklin D. deleri; karbon dioksit ve üre gibi atık m adde­
Roosevelt’in seçileceği sonucu çıktı. Bu tah­ ler; horm onlar; antikorlar. Bu sıvının içinde,
minin doğrulanması, kamuoyu yoklamaları­ değişik görevleri olan üç tip hücre bulunur:
na halkın güven duymasını sağladı. Alyuvarlar (eritrositler), akyuvarlar (lökosit-
ler) ve trom bositler (kan pulcukları).
K A M YO N bak. M o t o r l u T a ş i t l a r . A lyuvarlar m sayısı öbür kan hücrelerinin
hepsinden daha fazladır. 1 mm3 kanda yakla­
KAN, insanda ve üstün yapılı hayvanlarda şık 4-5 milyon alyuvar, buna karşılık yalnızca
yaşamın sürmesini sağlayan en önemli vücut 7 ya da 8.000 kadar akyuvar bulunur. Kanın
sıvısıdır. Dolaşım sistemini oluşturan kalp ve kırmızı gözükmesinin nedeni de plazmanın
kan damarları aracılığıyla bütün vücudu dola­ içinde yüzen milyonlarca alyuvardır.
şarak dokular arasındaki madde alışverişine Ancak bir mikroskopla görülebilen alyu­
yardımcı olur. Bütün çokhücreli gelişmiş can­ varlar, tıpkı bir tavla pulu gibi kenarları daha
lılarda, bir yandan hücrelere gerekli olan kalın, ortası hafifçe çukur olan yuvarlak ve
besin m addeleri ile solunum gazlarını, öte yassı, çekirdeksiz hücrelerdir. Bir alyuvarın
yandan hücre etkinliklerinin yan ürünü olan yaklaşık üçte biri, demirli bir bileşik olan ve
atık m addeleri taşıyan böyle bir sıvı vardır. kana kırmızı rengini veren hem oglobin' den
Bitkilerde, köklerin emdiği suyu ve mineral oluşur. Ö bür omurgalıların alyuvarlarında da
tuzlarını yapraklara, yapraklarda fotosentezle aynı bileşik bulunduğu için hepsinin kanı
300 KAN

İnsanda Kan
Dolaşımı ve Başlıca
AKCİĞERLER Kan Damarları

KALP

şahdamarı

boyun toplardam arı

akciğer atardamarı
KARACİĞER
BAĞIRSAK akciğer toplardamar»,

kol atardamarı

kol toplardam arı

akciğer

BÖBREK

aort

karaciğer

anatoplardam ar

böbrek

m id e /
Bütün vücuda
dağılan kan bağırsaklar
dam arları ağı
kılcal dam arlar

bacak iç atardamarı
Kan do la şım ı vü c u d u n b ü tün o rg an larına ve
dokularına ulaşan b ir enerji ile tim siste m id ir.
Kalp, içinde bol oksijen bu lu nan açık kırmızı renkli bacak iç toplardam arı
kanı aorta p o m pa lar. Bu a n aa ta rda m arda n ayrılan
daha küçük ata rd a m a rla r ve kılcal da m a rla r
aracılığıyla kan b ü tü n vücu da dağılır. Kanın
taşıdığı oksijen ve besin m a d d e le ri kılcal
d a m a rla rın incecik d u va rla rın d a n geçerek
h ü cre le rin içine girer. H ücrelerdeki atık m ad de ler
de gene kılcal d a m a rla r y o lu y la kana karışır.
O ksijeni azalm ış olan bu koyu kırmızı renkli kan
to p la rd a m a rla r aracılığıyla kalbe taşınır ve p ı
yen id en oksijen yü kle n m e k üzere akciğerlere
g ö n d e rilir. Buradaki kılcal d a m arla rda akarken
!jS tî i
havanın o ksije n in i alır ve b ir kez daha vücuda
p o m p a la n m a k üzere kalbe geri döner.
KAN 301

kırmızıdır. Oysa yumuşakçaların kanındaki mik iliği, dalak ve lenf düğümleridir. Nitekim
kimyasal m adde plazmaya mavi, halkalısolu- vücudun savunmasında ve bağışıklık sistemin­
canlarda ise yeşil renk verir. de tem el rol oynayan lenf sıvısında hücre
Am a hemoglobinin asıl görevi kanı renk­ olarak yalnızca akyuvarlar bulunur.
lendirmek değil dokulara oksijen taşımaktır. Trombositler hem akyuvarlardan, hem al­
Kan akciğerlerdeki kılcal dam arların içinde yuvarlardan çok daha küçüktür; ama kanın
akarken, solunum yoluyla akciğerlere dolmuş pıhtılaşmasını sağlamak gibi çok önemli bir
olan havanın oksijeni kana geçerek alyuvar­ görevleri vardır. Deride bir çizik ya da kesik
lardaki hemoglobine bağlanır. D aha sonra olduğu zaman, dam arların duvarlarındaki bu
kan bütün vücudu dolaşırken de oksijen açıklıktan sızan kan dışarı akmaya başlar. Bu
hemoglobinden ayrılarak hücrelere geçer. durum da, kan plazmasındaki fibrinojen m ad­
Alyuvarlar kemik iliğinde yapılır ve her desi trom bositlerin yardımıyla pıhtı oluştur­
birinin yaklaşık 120 gün kadar ömrü vardır. mak üzere harekete geçer. Fibrinojen dam a­
Ö m rünü tamamlayan yaşlı alyuvarlar parçala­ rın dışına çıkarak havayla karşılaştığı anda
narak yok olurken bunların yerini kemik küçük, yapışkan iplikçiklere dönüşür ve başta
iliğinde yapılan yeni hücreler alır. Vücuttaki trom bositler olmak üzere bütün kan hücrele­
alyuvarların sayısı o kadar çoktur ki, ölenlerin rini birbirine bağlayarak süngersi bir kütle
yerini almak üzere dakikada 2 milyon kadar oluşturur. Pıhtı denen bu madde damardaki
alyuvar kana karışır. kesiği bir tıkaç gibi kapatarak kanamayı
Akyuvarlar alyuvarlardan daha büyük, ama engeller.
sayıca daha azdır. İnsan kanında ortalam a 500 Erişkin bir insanın vücudunda 5-6 litre
alyuvara karşılık bir tek akyuvar bulunur. kadar kan vardır ve sağlıklı bir insan 1-2 litre
Am a vücuda bir mikrop ya da yabancı bir kan kaybettiğinde vücut bu eksiği kısa sürede
madde girdiğinde akyuvarların sayısı hızla giderebilir. Am a ağır kanam alarda insan kan
artar. Çünkü bunlar vücudu savunmakla gö­ kaybından ölebilir.
revli olan koruyucu hücrelerdir. Üstelik bu Pıhtılaşmış kan artık eskisi gibi kırmızı
kan hücreleri alyuvarlar gibi her zaman kan renkli, hom ojen bir sıvı değildir. Fibrinojen
plazmasının içinde yüzmek zorunda da değil­ ile kan hücreleri birleşerek koyu renkli bir
dir; kılcal damarların duvarlarından dışarı pıhtı kütlesi halinde topaklaşmış, geride açık
çıkıp dokulara girebilir ve m ikroplarla savaş­ sarı renkli bir sıvı kalmıştır. İçinde kan
mak üzere vücudun her yanma ulaşabilir. hücreleri ve pıhtılaştırıcı plazma proteinleri
Çekirdekli kan hücreleri olan akyuvarların olmayan bu sıvıya serum denir. D oktorlar
birbirinden farklı yapıda beş değişik tipi, insanları bazı bulaşıcı hastalıklardan korum ak
bunlardan çoğunun da ayrı bir savunma yön­ için atların kan serum undan yararlanırlar.
temi vardır. Hastalık yapıcı bakteri ya da A ta belirli bir hastalığın mikrobu verildiğinde
virüsler kana girdiği anda akyuvarlar çoğalır hayvanın kanında antikorlar oluşur ve bu
ve bu mikrobu yok etm ek üzere harekete bağışık serum insana şırınga edildiğinde o
geçer. İçlerinden bir bölümü bakterinin çev­ hastalığa karşı bağışıklık kazandırır (bak.
resini kendi hücresiyle sarar ve içine aldığı BAĞIŞIKLIK).
mikrobu yavaş yavaş sindirir. Bu olaya fagosi­ Hücrelere oksijen ve besin taşımak, atıkları
toz denir. Bazı akyuvarlar ise mikroplarla uzaklaştırmak ve vücudu m ikroplara ya da
doğrudan savaşmak yerine antikor denen zararlı m addelere karşı savunmak kanın gö­
maddeleri üretir. Bu kimyasal m adde zararlı revlerinden yalnızca bir bölümüdür. Bunların
hücreleri bulur ve gidip üzerine kenetlenerek dışında, iç salgıbezlerince üretilen hormonları
ya etkisiz durum a getirir ya da yok eder. Bu dokulara taşıyarak vücut işlevlerinin düzen­
savaşta genellikle çok sayıda akyuvar da ölür lenmesine ve iç dengenin korunm asına yar­
ve hepsinin kalıntıları birbirine karışarak irin dımcı olur (bak. HORMONLAR). Ayrıca, kalori­
denen kirli sarı renkte, yapışkan bir sıvı fer borularında dolaşan suyun yapının her
halinde yaralardan dışarı atılır. yanını ısıtması gibi, kan da kalp ve karaciğer
Akyuvarların vücuttaki yapım yerleri ke­ gibi enerji üreten organlardan aldığı ısıyı
302 KAN

vücudun öbür bölümlerine taşıyarak bütün mıyla ayrı iki yol izler. Bunlardan birinde
vücudun hep aynı sıcaklıkta kalmasını sağlar. yalnızca kalp ile akciğerler, öbüründe kalp ile
vücudun geri kalan bölümleri arasında dola­
Kan Dolaşımı şır. Sol kalpten çıkan oksijen yüklü ve açık
İnsanın ve omurgalı hayvanların kanı, dam ar kırmızı renkli temiz kanın bütün vücudu
denen kapalı boruların içinde dolaşır ve ola­ dolaşıp sağ kalbe dönmesine büyük dolaşım
ğan koşullarda hiçbir zaman damarların dışı­ denir. Taşıdığı oksijeni dokulara verip karbon
na çıkmaz. Buna kapalı dolaşım denir. Oysa dioksit yüklenmiş olan koyu kırmızı renkli
omurgasız hayvanların çoğunda açık dolaşım kirli kanın sağ kalpten çıkıp akciğerlere gide­
vardır. Bu sistemde, dam arlardan çıkarak rek oksijen yüklendikten sonra sol kalbe
dokuların arasındaki boşluklara dolan kan dönmesi ise küçük dolaşım ' dır.
m adde alışverişini yaptıktan sonra yeniden
dam arlara döner. Kan Damarları
İnsanın ve üstün yapılı hayvanların dolaşım Kalpten dokulara ve organlara kan götüren
sisteminde kanı harekete geçiren ve dam arla­ dam arlara atardam ar , dokulardan kalbe kan
rın içinde sürekli akmasını sağlayan organ getirenlere de toplardam ar denir. Büyük atar­
kalptir. Bir pom pa gibi çalışan bu organ kanı dam arlar kalpten çıktıktan sonra yol boyunca
büyük bir basınçla dam arlara doğru iter ve dallanarak daha ince atardam arlara ayrılır ve
kıllar, tırnaklar gibi ölü dokular dışında vücu­ en sonunda yalnızca mikroskopla görülebilen
dun bütün hücrelerine ulaştırır (bak. K a lp ) . kılcal dam arları oluşturur. Kılcal dam arlar
İnsanlar kanın vücuttaki bütün dokuları ise kalbe yaklaştıkça birleşip kalınlaşarak
beslediğini eskiçağlardan beri bildikleri halde toplardam arlara dönüşür. Bu üç tip damarın
kalbin nasıl çalıştığını ve kanın hangi yolu yapısı işlevlerine uygun olarak birbirinden
izlediğini yüzyıllarca açıklayamadılar. Eski farklıdır.
Yunan bilginleri kalp ile akciğerler arasında A tardam arların kastan yapılmış duvarları,
bir bağlantı olduğunu fark etmişlerdi. Gene kalbin kanı pom palarken uyguladığı basınca
de, başta Aristo olmak üzere birçoğu dam ar­ dayanacak kadar kalındır. Genellikle vücu­
larda kan yerine hava bulunduğuna ve bu dun dokularına gömülmüş olarak derinde
havanın kalpten geldiğine inanıyordu. Eski bulunan bu dam arlar ancak bazı yerlerde,
Yunanlı hekim Galenos atardam arların hava örneğin el bileğinde, şakaklarda, boyunda,
değil kan taşıdığını kanıtlayarak bu yanlış ayak sırtında ve ayak bileğinin dış yanında
inanışı çürüttü. Am a o da kalbin görevini yüzeye yakındır. Bu bölgelerde, her kalp
açıklayamadı ve kanın dam arlardaki hareketi­ atımında kanın atardam arların duvarına ba­
ni denizlerdeki gelgit hareketine benzeterek sınçla vurarak geçişi hissedilebilir. Bu vuruşu,
yanılgıya düştü. yani nabzı saymak için en uygun yer el
Kan dolaşımını bugün bildiğimiz biçimiyle bileğinin iç yüzündeki atardam ardır. Kanın
açıklayan ilk tıp bilgini William H arvey’dir atardam arların duvarına yaptığı bu basınca
(1578-1657). Harvey, kanın kalp aracılığıyla kan basıncı ya da tansiyon denir. Bazı hasta­
atardam arlara pompalandığını ve hep tek lıklarda yükselen, bazılarında düşen kan ba­
yönde akarak toplardam arlar aracılığıyla kal­ sıncı genellikle üstkoldaki büyük atardam ar­
be geri döndüğünü, böylece kan dolaşımının dan tansiyon aletiyle ölçülür.
vücutta bir daire çizdiğini deneylerle gösterdi. Toplardam arların duvarları daha incedir;
Üstelik kılcal damarları görebileceği kadar çünkü bu dam arlarda dolaşan kanın basıncı
güçlü bir mikroskobu olmadığından, atarda­ artık azalmıştır. Çoğu yerde yüzeye iyice
m arlar ile toplardam arlar arasındaki bu bağ­ yakın olan toplardam arlar kollarda ve bacak­
lantıyı yalnızca varsayımla çıkarmıştı. N ite­ larda çok belirgindir. Bu dam arlar dokular­
kim kılcal dam arların varlığı, H arvey’in dan kalbe dönen oksijensiz kanı taşıdığından,
1628’de yayımladığı bir kitapta kan dolaşımını derinin altından mavi renkli bir ağ gibi görü­
açıklamasından yıllar sonra bulundu. nür. İnsanın bir yeri kesildiğinde zarar gören
Kan vücutta dolaşırken birbirinden tam a­ genellikle toplardam arlardır. Bu dam arlardan
KAN 303

yavaşça akan koyu renkli kan bir süre sonra Talasemi ya da Akdeniz kansızlığı ile orak
pıhtılaşır ve kanam a durur. Oysa bir atarda­ hücreli kansızlık, genetik yapıdaki bozukluk­
m ar kesildiğinde açık kırmızı renkli kan hızla lardan kaynaklanan kalıtsal hastalıklardır.
fışkırarak akar. Bu tehlikeli kanamayı dur­ Hem olitik kansızlıkta ise parçalanan alyuvar­
durm ak için kesilen yere parm akla ya da avuç ların yerine eşit sayıda yeni hücre yapılamaz.
içiyle sıkıca bastırmak ve zaman yitirmeden Kalıtsal olmayan kansızlıklar hastaya kan
bir doktora başvurm ak gerekir (bak. İLKYAR­ verm ekle ve çeşitli ilaçlarla tedavi edilebilir.
D IM ). Dem ir ve vitamin eksikliğine bağlı kansızlık­
Toplardam arlar yüzeyde olduğundan kü­ larda alınacak ilk önlem sağlıklı ve dengeli bir
çük bir şırıngayla dam ara girip kan almak beslenme rejimi uygulamaktır.
kolaydır. Bu yüzden laboratuvar testleri için Polisitemi denen hastalıkta ise kansızlığın
gerekli kan toplardam arlardan alınır. Kılcal tersine alyuvar sayısı olağandan çok artmıştır.
dam arların duvarları atardam ar ve toplarda- H asta baş ağrısından, baş dönm esinden ve
m arlarınkinden çok daha incedir. Bu yüzden kaşıntıdan yakınır. Bu durum da da koldaki
kandan hücrelere ve hücrelerden kana madde toplardam arlardan birinden kan almak ve ilaç
geçişi hep kılcal dam arlarda olur. Aynı özellik tedavisi uygulamak gerekir.
lenf damarları için de söz konusudur. Kan 2. Akyuvarlarla ilgili kan hastalıklarının bir
plazmasından ayrılan sıvıyı ve besin m addele­ bölümü lösemi ya da kan kanseri adı altında
rini toplayan bu dam arlar da ayrı bir dolaşım toplanır. Bu hastalıkların da birçok değişik
ağı çizerek sonunda toplardam arlardaki kan tipi vardır. Bazılarına özellikle çocuklarda, ba­
dolaşımına katılır. zılarına ise erişkinlerde rastlanır (bak. LÖSEMİ).
Bazen değişik tipteki akyuvarlardan biri
Kan Hastalıkları denetlenem eyecek biçimde olağanüstü çoğa­
Kanda üç tip hücre bulunduğu için kan larak öbür akyuvar tiplerinin yerini alır.
hastalıkları da başlıca üç grupta incelenir. Örneğin miyelom denen hastalıkta, aşırı ço­
Kan hücrelerinin sayısı yaşa, günün saatleri­ ğalan plazma hücreleri kemik iliğini doldurur
ne, mevsime, karnın aç ya da tok olmasına ve ve kemiklerde ağrıya neden olur. Ayrıca,
başka koşullara bağlı olarak dar sınırlar içinde vücudu savunacak akyuvarların sayısı iyice
değişir. Am a bu hücrelerin herhangi bir azaldığı için hastanın mikroplu hastalıklara
türünde büyük bir artış ya da azalma olması karşı direnci zayıflar. Hastalığı denetim altına
bir hastalık belirtisidir. almak için en etkili yöntem ilaç ve ışın
1. Kansızlık adı altında toplanan hastalıklartedavisidir.
alyuvarlarla ilgilidir. Bu tip hastalıklarda al­ 3. Üçüncü grup, trom bositlerle ve pıhtılaş­
yuvarların ya sayısı az ya da biçimleri bozuk ma bozukluklarıyla ilgili kan hastalıklarını
olduğundan dokulara yeterince oksijen taşı­ kapsar. Trombositlerin iyice azalmasından
namaz. Deriye .sağlıklı pembe rengi veren ilen gelen ve d en altındaki kanam alar nede­
alyuvarlardaki hemoglobinin eksikliği nede­ niyle vücutta yer yer m orarm a gösteren hasta­
niyle bu hastaların rengi solgundur. Ayrıca lıklar kan nakli ve ilaçla tedavi edilir.
hücreler; yeterince oksijen alamadığından Kalıtsal bir hastalık olan hemofilide ise
halsizlik, yorgunluk ve soluk darlığı çekerler. trom bositlerde hiçbir sorun yoktur, ama ka­
Kansızlığın birkaç değişik tipi vardır. G e­ nın pıhtılaşması için gerekli olan m addelerden
nellikle kötü ya da yetersiz beslenm eden ileri biri eksiktir. Hemofili hastaları, eğer önlem
gelen demir eksikliğine bağlı kansızlıkta, he­ alınmazsa basit bir kesikte ya da diş çekimi
moglobinin temel bileşenlerinden olan demir sırasında kanam adan ölebilirler. Kadınlar bu
yeterince bulunmadığından vücut yeni alyu­ hastalığın genlerini taşır ve çocuklarına akta­
varlar yapamaz. rırlar, ama hastalık hemen her zaman erkek­
Alyuvar yapımı için vitaminler de gerekli­ lerde ortaya çıkar.
dir. Bu nedenle B 12 vitamini ve gene B grubu
vitaminlerinden folik asit eksikliğinde de ağır Kan Nakli
kansızlık belirtileri görülür. Hastanın kan kaybını karşılamak üzere bir
304 KAN

toplardam ar aracılığıyla vücuda kan verilme­ durularak saklanır. Bu arada pıhtılaşmayı


sine kan nakli denir. Kan nakli düşüncesi ilk önlem ek için gerekli m addeler eklenir ve
kez 17. yüzyılda ortaya atıldı ve İngiltere’de çeşitli kan hastalıklarında kullanmak üzere
Richard Lower tarafından 1665’te köpeklerde değişik kan özütleri hazırlanır. Plazma, yani
denendi. İnsanlardaki ilk kan nakli uygulama­ kan hücreleri ayrılmış olan kan sıvısı dondu­
larında da hayvan kanı kullanıldı, am a zararlı rularak toz haline getirildiğinde kandan çok
etkileri görüldüğü için vazgeçildi. İnsandan- daha uzun süre depolanabilir. Bu toz plazma
insana ilk kan naklini ise 1818’de Londralı bir kullanılacağı zaman sulandırılır ve içinde kan
doktor gerçekleştirdi. hücreleri olmadığı için kan grubuna bakıl­
Kan naklinde en büyük sorun, vericinin maksızın herkese verilebilir.
kan hücrelerinin alıcının kan hücrelerini yok Birisine kan verileceği zaman da önce
etmeye çalıştığı “kan uyuşm azlığadır. Bu alıcının kan grubu saptanır. Sonra kan banka­
olayın nedeni ancak 1920’lerde, AvusturyalI sından aynı gruptan bir şişe kan alınır ve
bilim adamı Kari Landsteiner’in insandaki alıcının kan örneği ile karıştırılarak kan hüc­
kan gruplarını bulmasıyla anlaşıldı. Landstei- releri arasında uyuşmazlık olup olmadığına
ner insanlarda dört kan grubu olduğunu bakılır. Eğer uyuşmazlık yoksa uygun bir
saptayarak bu grupları 0,A ,B ve AB olarak toplardam ara iğneyle girilerek, şişedeki kan
adlandırdı. 1940’ta ise kan uyuşmazlığında rol incecik bir borudan hastanın dam arına akı­
oynayan ikinci bir etkenin varlığı anlaşıldı. tılır.
Bir insanın kanında Rh (rhesus) faktörü varsa Hemofili hastalarının kanında eksik olan
kanı “Rh pozitif” , yoksa “Rh negatif” olarak pıhtılaşma etkeni (VIII. faktör) eskiden veri­
tanımlanır. Ayrıca, çok daha seyrek rastlanan cilerin kanından özütlenerek elde edilirdi.
başka altgrupların varlığı da saptandı. Bütün Oysa günümüzde genetik mühendisliğinin
bu bulgular, vericinin kanı ile alıcının kanını sağladığı olanaklarla bu m adde laboratuvarda
önceden “karşılaştırarak” kan naklinde güve­ hiç kan kullanmaksızın doğrudan doğruya
nilir sonuç alma olanağını sağladı. Kan grup­ bakteriler aracılığıyla üretiliyor.
ları ve Rh faktörü bilinse bile, alıcıya verile­
cek kanın m utlaka o anda bir kez daha KAN, Suna (1936). Uluslararası ünü olan
hastanın kanıyla karşılaştırılması zorunludur. Türk kadın kemancı Suna K an’ın babası Nuri
Kan naklinde en büyük gelişme 20. yüzyıl­ Kan, Riyaseticum hur Filarmoni O rkestrası’
da, savaşlar nedeniyle oldu. I. Dünya Sava- nın (bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni O r­
şı’nda (1914-18) kan nakli yaygınlaştı ve kestrası) kemancılarındandı. İlk keman ders­
vericilerden alman kanları “kan bankala- lerini babasından alan Suna Kan, daha sonra
rı”nda saklama düşüncesi doğdu. W alter G erhardt, Gilbert Back, İzzet Nezihi
Hastaya kan verilmesini gerektirecek kadar Albayrak ve Liko A m ar ile çalıştı. Dokuz
önemli kan kayıpları genellikle ağır kazalar­ yaşındayken, orkestra eşliğinde verdiği ilk
da, atardam ar yaralanm alarından ileri gelir. konserinde M ozart ve V iotti’nin konçertoları­
Uzun süren kalp ameliyatları gibi büyük nı seslendirdi. Türkiye Büyük Millet Mecli-
am eliyatlarda da litrelerce kan gerekebilir. si’nin 1948’de kabul ettiği, Suna Kan ve İdil
Bazen annesiyle kan uyuşmazlığı olan bebek­ Biret için çıkarılan özel yasa ile müzik öğreni­
lerin kanını doğum dan hem en sonra, hatta mi görm ek üzere İdil B iret ile birlikte Fransa’
doğum dan önce tümüyle değiştirmek zorun­ ya gönderildi. Paris Konservatuvarı’nda
luluğu doğar. Ayrıca bazı kan hastalıklarında Gabriel Bouillon’un öğrencisi oldu. 1952’de
da tek çare kan verm ektir. bu okulu birincilikle bitirdi. 1954’te Cenevre
Bütün bu kan gereksinimi genellikle gönül­ ve Viotti yarışmalarında birincilik kazandı;
lü vericilerden karşılanır. Vericiler, alıcılara 1956’da Münih yarışmasında ikinci oldu;
hastalık bulaştırmayacak sağlıklı kişiler olm a­ 1957’de M arguerite Long-Jacques Thibaud
lıdır. Vericiden kan alınmadan önce hangi yarışmasında beşincilik ödülünü aldı.
gruptan olduğu belirlenir ve kullanılacağı ana Cumhurbaşkanlığı Senfoni O rkestrası’nın
kadar kan bankalarındaki soğutucularda don­ solist sanatçıları arasına giren Suna Kan,
KANADA 305

ülkede yaşayan 25 milyon K anadah’mn büyük


çoğunluğu, güneyde, A BD sınırı boyunca
uzanan bölgede toplanmıştır. Ülkenin geri
kalan topraklarının çoğunda nerdeyse kimse
yaşamaz.
Kanada 10 eyalet ve 2 bölgeden oluşur.
Bunlar A lberta, İngiliz Kolumbiyası, Manito-
ba, New Brunswick, Newfoundland, Nova
Scotia, O ntario, Prens Edw ard Adası, Que-
bec ve Saskatchewan eyaletleri ile Kuzeybatı
Toprakları ve Y ukon’dur.

Doğal Yapı
K anada’da yaşamı etkileyen en önemli öğe­
lerden biri ülkenin yüzey şeklidir. Bütün
Kuzey Am erika kıtasının tabanında çok eski
dönem de oluşmuş büyük bir granit kaya
vardır. Kıta ters duran dev bir yemek tabağını
andırır. Milyonlarca yıl sonra, sığ denizler,
tabağın kıyılarının büyük bölümünü örttü.
Minik deniz kabuklularının oluşturduğu ki­
reçtaşı ve içinde aşınmış küçük kaya parçaları
İsa Çelik A rşivi
bulunan kumtaşı katm anları ortaya çıktı. Bu
Kem ancı Suna K an'ın uluslararası b ir ünü vardır.
katm anlar, eski orm an ve canlıların toprağın
altına gömülü kalıntılarıyla karıştı ve yerka­
SSCB, Çin Halk Cum huriyeti, Kuzey ve buğunun hareketiyle kırılıp, büküldü. Bu
Güney Am erika ile Doğu ve Batı A vrupa’nın katm anlar, zamanla basınç ve sıcaklığın etki­
büyük kentlerinde konserler ve resitaller ver­ siyle sertleşti ve değişime uğradı. Böylece,
di. Ünlü şeflerin yönettiği orkestralar eşliğin­
de çaldı.
K A N A D A ' Y A İLİŞKİN BİLG İLER
Bach’tan B artök’a uzanan çok geniş bir
repertuarı olan Suna Kan, konserlerinde ve YÜZÖLÇÜMÜ: 9.970.610 km2.
resitallerinde çağdaş yapıtlara ve Türk beste­ NÜFUS: 25.857.000 (1987).
cilerin bestelerine de geniş yer verm ektedir. YÖNETİM: Federal parlamenter devlet.
1971’de “devlet sanatçısı” unvanını alan BAŞKENT: Ottavva.
Kan, 1977’de kuruluşuna ön ayak olduğu DOĞAL YAPI: Hudson Körfezi'ni çevreleyen Kanada
Kalkanı, batıda Kayalık Dağlar'a, doğuda ise Labra-
T R T A nkara O da O rkestrasının solistliğini dor'a doğru yükselir. Kuzeyde yaprakdöken orm an­
ve başkemancılığım üstlendi. İlk eşinin ölümü lar ve tundralar, orta kesimlerde ve güneyde geniş
üzerine 1988’de evlendiği ikinci eşinin görevi çayırlıklar yer alır.
ÖNEMLİ KENTLER: Toronto, M ontreal, Vancouver, Ot­
gereği, Türkiye dışında oturan sanatçı, sık sık tavva, VVinnipeg, Edmonton, Ouebec, Ham ilton ve
Türkiye’ye gelerek Türk ya da yabancı şefler Calgary.
ve orkestralarla konserler verm ektedir. BAŞLICA ÜRÜNLER: Kereste; buğday, kolza, mısır, ar­
pa, sebze, meyve, patates, soyafasulyesi; sığır, do­
muz, koyun; dem ir, çinko, bakır, nikel, kurşun, m o­
KANADA, kapladığı alan bakımından libden, uranyum , gümüş, altın, petrol ve doğal gaz.
SSCB’den sonra dünyanın ikinci büyük ülke­ SANAYİ: Odun hamuru, demir-çelik, çim ento, gazete
kâğıdı, sülfürik asit, yapay kauçuk, m otorlu taşıtlar,
sidir. Doğudan batıya ve kuzeyden güneye çamaşır makinesi, buzdolabı, giyim ve işlenm iş yiye­
yaklaşık 5.000 km uzunluğunda olan Kanada, cek m addeleri.
altı zaman dilimini kapsar; yani en doğusu ile EĞİTİM: Okula 5-6 yaşında başlayan çocuklar eyalet ya­
salarına göre 14, 15 ya da 16 yaşına kadar eğitim
en batısı arasında altı saat fark bulunur. görür.
Ayrıca üç okyanusta da kıyısı vardır. Bu geniş
306 KANADA

kayalar oluştu. Kanada, kayaların geçirdiği da Kalkam ’nda zengin m aden yatakları
değişimlere ve bu değişimlerin geçmişte hangi vardır.
jeolojik zam anda gerçekleştiğine bağlı olarak K anada’nın Atlas Okyanusu kıyılarındaki
beş bölgeye ayrılabilir. eyaletler ve Q uebec’in bir bölümü, çok eski
Bu bölgelerin en büyüğü Kanada Kalka­ tortul kayalıklardan oluşan ve A ppalaşlar’ın
nadır. Bu bölgede, 570 milyon yılı aşkın bir da içinde olduğu dağlık bir bölgededir. Bu
zaman önce, Prekam briyen Z am an’da oluş­ ağaçlarla kaplı yumuşak eğimli tepeler ve kıv­
muş kayalar, yüzeyde ya da yüzeye yakın rımlı vadiler, aynı zam anda, A B D ’nin doğu
konum da bulunur. B urada 4 milyar 300 mil­ bölgelerini de içine alan uzun zincirin bir p ar­
yon yıllık dünyanın en eski kayaları yer alır. çasıdır. A ppalaşlar’ın görece ılık geçen yaz ve
Kalkan, Kuzey Buz Denizi kıyılarında yumuşak olan kış mevsimleri, bu bölgede iğ-
A m undsen Körfezi’nden başlar, bütün K u­ neyapraklıların yanında, yaprakdöken ağaçla­
zeybatı T oprakları’m, O ntario ve Q uebec’in rın da yetişmesine olanak sağlar. Yaprağı,
büyük bir bölümünü, L abrador’un tüm ünü K anada’nın ulusal simgesi olan akçaağaç or­
kapsayarak Atlas Okyanusu’na ulaşır. K ana­ manları da burada yetişir.
da topraklarının neredeyse yarısını kaplayan Atlas Okyanusu kıyısındaki eyaletlerin ba­
bu bölge, herdemyeşil (yaprak dökmeyen) tısında, Appalaş Dağları ile Kanada Kalkanı
orm anları, yuvarlak tepeleri ve sayısız gölle­ arasında uzanan verimli topraklara Büyük
riyle çok güzeldir. Kuzeybatıda toprak, turba­ Göller-St. Lavvrence düzlükleri adı verilir
lıklar ve bodur çalılıklarla kaplıdır. D aha ku­ (bak. Büyük G ö l l e r Y ö r e s i ) . Burası Kana-
zeyde kalan bölgelerse çok soğuktur ve da’nın en güney bölgesidir. İlk göçmenler,
ağaçların yetişmesine elverişli değildir. K ana­ yazları ılık, toprağı verimli, suyu ve yapı ge-

KUZEY BUZ DENİZİ


Banks
Adası,-
ALASKA Beaufort
(ABD) Denizi
GRONLAND

V ictoria
■Adası
Davvson

YUKON

KUZEYBATI TOPRAKLARI
ATLAS OKYANUSU

Athabasca
Gölü
HUDSON
KÖRFEZİ
Churchill
/ ALBERTA
Vancouver »
vÂdası ^ i MANITOBA /
E dm onton
\\ \\ V V ancouver "Ç. . V/innipi St.Tlohn's
Gölü

ıVictoria

ONTARİO \ r EDWARD
_Winnipeg
jo ADASI
^ ûue be c NOVA SCOTIA
Superior Huron \ M ontreal J . Halifax
Gölü// Gölü ^ p / NEW ( /
BRUNSVVICK
^ T T O V V A /^ ” 1
> T o jjo n to o ^ — Q
Michigan m ilto n r.'L - — ' Ontario Gölü
Gölü ATLAS OKYANUSU
KANADA 307

Departm ent o f Northern A ffa irs a n d N ational Resources

A lb erta eya le tin d e bu lu nan Jasp er U lusal Parkı'nda do rukları karla ö rtü lü d a ğlar M a lig n e G ölü kıyısında
yükse lir.

reçleri bol olan bu bölgede yerleşmeyi seçmiş­ bölümünün, milyarlarca yıl önce bir kıtadan
ti. Kanada K alkanındaki m adenlere ve ır­ koparak ülkenin batı kıyılarıyla çarpıştığını ve
maklar yoluyla Atlas Okyanusu’na ulaşmak bölgedeki inişli çıkışlı görünümün bu nedenle
kolay olduğu için burası zamanla Kanada'nın oluştuğunu ileri sürm üştür. İngiliz Kolumbi-
en canlı bölgesi oldu. Ülkenin en büyük kent­ yası’nın büyük bölümü ile Yukon, Cordillera’
lerinin bulunduğu Güney Q uebec’le O ntario dadır. Alaska sınırı yakınlarında K anada'nın
arasında nüfusun yarısından çoğu yaşar. en yüksek noktası olan Logan Dağı 6.050
Kalkanla batıdaki dağlar arasında. Kuzey metre yüksekliğindedir. K anada’nın en çok
Buz Denizi’ne kadar uzanan geniş topraklara ^e en az yağış olan yerleri İngiliz Kolumbiya-
İç Ovalar denir. Kanadalılar’ın çoğu, tahıl ye­ sı’ndadır. Batıdaki bu bölgede yaşayanlar or­
tiştirilen ve hayyancılık yapılan bu ağaçsız mancılık, madencilik, çiftçilik, hayvancılık ve
bölgeyi çayırlık olarak adlandırır. M anitoba, balıkçılık yaparlar.
Saskatchewan ve A lberta eyaletleri bu bölge­ Kanada'nın yüzölçümünün yüzde 7’si suyla
dedir. Bölgedeki tortul kayaçlar yerkabuğu kaplıdır; bu da dünyadaki tatlı suların yüzde
hareketlerinden hiç etkilenm emiştir ve bu ne­ 25’idir. Dünyanın en büyük tatlı su gölü olan
denle de İç Ovalar hemen hem en düm düzdür. Superior Gölü kıtanın ortalarından Atlas
Topraklarının verimliliği ve yağışların uygun O kyanusu’na kadar uzanan 3.000 km uzunlu­
olması yüzünden bu bölge ülke tarımının bel­ ğundaki suyolunun bir parçasıdır. Kanada,
kemiği durum undadır. Petrol, doğal gaz ve Superior, H uron, Erie ve O ntario gibi dört
potas yatakları da bölgenin zenginliğine kat­ büyük gölünü ABD ile paylaşır. Büyük göl­
kıda bulunur. lerden Michigan ise tümüyle ABD sınırları
Kayalık Dağlar ile Büyük Okyanus arasın­ içindedir. Gölleri okyanusa bağlayan suyolu
da, yalçın dağlar, derin vadiler ve geniş yayla­ ve St. Lavvrence Irmağı bu iki ülke arasında
lardan oluşan Cordillera bölgesi yer alır. Kısa paylaşılır.
bir süre önce bazı jeologlar K anada’nın bu Kanada'da ters yönlere akan büyük ırmak
308 KANADA

B. & C. A lexander

Baffin A da sı'n da F robisher Körfezi kıyısında yer alan küçük b ir kasaba. O rtadaki kub be li ilg in ç yapı b ir
kilisedir.

sistemlerini ayıran iki büyük doğal sınır var­ Scotia ve Nevv Brunsvvick gibi Atlas Okyanu­
dır. Kayalık Dağlar, Büyük O kyanus’a suları­ su kıyısındaki eyaletler ile O uebec’in güney
nı boşaltan ırmak ve gölleri kıtanın öbür göl bölümleri ve O ntario’da yazlar sıcak, kışlar
ve ırm aklarından ayırır. Daha az göze çarpan ise dondurucu soğuk olur. Bu eyaletlerde,
bir sınır da, kuzeye doğru akarak Kuzey Buz okyanusa yakın oldukları için, sıcaklık farklı­
Denizi’ne ve Hudson Körfezi’ne dökülen ır­ lıkları iç bölgelere göre daha azdır. Bütün
m aklarla, güneyde Meksika Körfezi’ne ve A t­ bölgede yağış yıl içine eşit olarak dağılır.
las O kyanusu’na dökülen ırmakları birbirin­ Kanada Kalkam ’nda kışlar çok uzun ve aşırı
den ayıran topraklardır. Bu sınır, kabaca 49. soğuk, yazlar ise kısa ve ılıktır. İç O valar’da
enlemi izler. ise kara iklimi egem endir. A m a burada yaz
İngiliz Kolumbiyası’nda bulunan Fraser Ir­ ayları, sıcak ve kuru geçtiğinden, iklim tahıl
mağı eyaletin güney yarısını akaçlar. Kayalık üretimine çok elverişlidir. Yükseklik bakı­
Dağlar’ın doğusunda bulunan K anada’nın en mından büyük farklılıkların olduğu Cordille-
uzun ırmağı Mackenzie, kollarıyla birlikte ra ’da ise değişik iklimler görülür. Çoğu yerde
çok geniş bir alanı akaçlayarak Kuzey Buz kışlar soğuk ve karlı, yazlarsa ılık ya da sıcak
Denizi’ne dökülür. D aha güneyde, Saskatc- geçer. Dağların batı yamaçları çok yağış alır.
hewan Irmağı Kayalık Dağlar’daki kar suları­ Vancouver ve Victoria kentlerinin de bulun­
nı toplar, geniş çayırları geçerek Winnipeg duğu güney kıyılar, K anada’nın en sıcak
G ölü’ne dökülür. Büyük G öller’i akaçlayan yöresidir. Kuzey Buz Denizi kıyıları ve bura­
St. Lavvrence, Atlas Okyanusu’na dökülen en daki adalar ise en soğuk bölgedir. Bu bölgede
büyük ırmaktır. toprak bütün yıl boyunca donmuş olarak
kalır. Burası Kuzey Kutup Dairesi içinde
İklim ve Yabanıl Yaşam bulunduğu için altı ay gece, altı ay gündüz
Newfoundland, Prens Edvvard Adası, Nova olur. Kışlar uzun, çok soğuk ve çoğunlukla
KANADA 309

karanlıktır. Yazlar kısa ve serin geçer; hava biçimde, soğuk sular Büyük Okyanus kıyıla­
genellikle açıktır. Yazın buzlar yarım m etre rında yaşayan sombalığı ve ringa gibi birçok
kadar çözülür. balığa besin taşır. H er iki okyanusta da
K anada’nın üzerinde üç ayrı hava akımı balinalar büyük ölçüde azalmıştır, hatta bazı
bulunur. Büyük O kyanus’tan serin ve nemli türler yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
hava, Kuzey Kutup Bölgesi’nden soğuk ve Bazı hayvanların, özellikle de bazı kuş türleri­
kuru hava, Meksika Körfezi ve Karayib Deni- nin tükendiğini, bazı türlerin de tükenm e teh ­
zi’nden ise sıcak ve nemli hava akımları gelir. likesiyle yüz yüze bulunduğunu gören K ana­
Batıdaki dağlarda ve Kanada Kalkanı’nda dalIlar yabanıl yaşamın korunması konusunda
bulunan geniş yerleşilmemiş alanlar, yüzyıllar duyarlıdır.
boyunca çok değişik yabanıl hayvanların yur­
du olmuştur. Bugün yeryüzündeki boz ayı, Halk
dağ koyunu, rengeyiği, kurt ve volverin gibi Kuzey A m erika’ya ilk gelenler, bir zamanlar
hayvanların çoğu K anada’da bulunur. Bir Sibirya ile Alaska arasında bulunan dar bir
geyik türü olan sığın, kara ayı, kunduz, mink, toprak şeritten geçmişlerdi. K anada’nın Yerli
misk sıçanı, tilki gibi eti ya da kürkü değerli nüfusunun ataları olan bu insanlar doğuya ve
olan daha birçok hayvan ve çok sayıda kuş güneye doğru yayıldılar. Sonra gelen göçmen­
büyük orm anlarda yaşar. Atlas Okyanusu’n- ler Kuzey Kutup Bölgesi’nin kıyılarını izledi­
daki Labrador Akıntısı’nın soğuk suları kü­ ler. Kanada ve A laska’daki Eskimolar, bu
çük deniz canlılarıyla doludur ve sayısız balığı sonraki göçmenlerin soyundandır. K anada’
Grand Sığlığı’na çeker. Bu sığlık Nevvfound- da, Yerliler ile Eskim olar’a “Yerli halk”
land açıklarında balıkların beslendiği ve ço­ denir. Bunların sayıları yaklaşık 600 bindir
ğaldığı bir bölgedir. Bu bölgede en çok ringa, (bak. ESKİMOLAR).
morina ve yassıbalıklara rastlanır. Benzer A vrupalılar, Kuzey A m erika’ya 16. yüzyıl­

ZEFA

Kayalık D ağlar'ın
Kanada sınırları içinde
kalan en yüksek noktası
3.954 m etreye ulaşan
Robson D ağı'dır.
310 KANADA

N ational Film Board o f Canada

Kuzey K utu p B ö lg e si'n d e yaşayan E skim o lar, ilk A v ru p a lıla r g e lm e den çok önce K anada'ya ye rle şm işti.

da gelmeye başladı. K anada’da ilk sürekli curling*dir. Kanada dünyanın en iyi profesyo­
yerleşimi 17. yüzyılda Fransızlar kurdu. Ü lke­ nel buz hokeyi takımlarından birine sahiptir.
nin denetim i, 18. yüzyılın sonlarından başla­ En önemlisi Q uebec’de düzenlenen kış karna­
yarak İngilizler’in eline geçti. İngiltere’den valları da oldukça yaygındır. Yazın ise en
çok sayıda insan, daha iyi bir yaşam kurmak gözde spor beyzboldur. Am erikan futboluna
amacıyla K anada’ya göç etti. 15 milyonun benzeyen Kanada futbolu da yaz aylarında
üzerinde Kanadalı İngilizce, 6 milyon Kana­ oynanır. Kentlerde yaşayanların yazın oyna­
dalI da Fransızca konuşm aktadır (1981). 19. dıkları başlıca spor golftür. Federal hüküm e­
yüzyılın sonlarında kıtayı bir uçtan bir uca tin düzenlediği, içinde kamp alanları ve çeşitli
geçen demiryolunun tam amlanmasından son­ olanaklar bulunan 28 ulusal park vardır.
ra, Batı K anada’nın yerleşime açılması ve her
iki dünya savaşını izleyen göçler sonucu, Tarım, Hayvancılık, Ormancılık ve
Doğu ve Güney A vrupa’dan çok sayıda insan Balıkçılık
bu ülkeye yerleşti. Parasız ya da çok ucuza K anada topraklarının yüzde 7’sinden azında
toprak edinme olanağı, özellikle inşaat sana­ tarım yapılmasına ve 500 binden az Kanada-
yisinde sürekli iş bulma um udu insanları Ka­ lı’nın toprakla uğraşmasına karşın, tarım
nada’ya çekti. Bugün K anada’da anadili İtal­ ürünleri ve bu ürünlerin işlenmesiyle elde
yanca olan 500 binin üstünde insan yaşar. edilen üretim , toplam üretiminin altıda birini
Bundan başka 500 bin Alm anca, 500 bin U k­ oluşturur. Tarım büyük çiftliklerde, m akine­
rayna ya da başka Slav dillerini konuşan insan lerden yararlanarak, doğal ve kimyasal gübre­
vardır. Hong Kong, Güneydoğu Asya ve lerin yaygın olarak kullanılmasıyla yapılır.
H indistan’dan son yıllarda gelen göçmenlerle, Nüfus ülke büyüklüğüne oranla oldukça azdır
K anada’da konuşulan diller listesine birçok ve tarımsal üretim ülkenin tüketebileceğinden
Asya dili de eklendi. çok fazladır. Bu nedenle Kanada tarım ürün­
K anada’nın İngilizce ve Fransızca olarak iki leri satışında dünyanın önde gelen ülkelerin­
resmi dili vardır ve etnik grupların çocukları­ den biri olmuştur. Örneğin buğday satan
nın okullarda ya da başka kurum larda ana ülkeler arasında dünyada İkincidir.
dillerini ve geleneklerini öğrenm elerine ola­ Buğday, yulaf, mısır gibi tahıllar dışında
nak sağlanmaktadır. K anada’da kolza, keten, tütün, patates, mey­
K a n a d a l I l a r s p o r a d ü ş k ü n d ü r . K ış ın , e n ve ve sebze yetiştirilir. Sığır, koyun, domuz
y a y g ın s p o r l a r b u z p a t e n i , k a y a k v e b u z beslenir; bunlardan et ve süt ürünleri elde
ü s t ü n d e a lt ı d ü z le ş ti r il m i ş t a ş l a r l a o y n a n a n edilir. Büyük Göller Yöresi ve St. Lavvrence
KANADA 311

vadisinde tütün, hayvancılık ve sebze üretimi yüzde 3’ünü oluşturan bu orm anlardan, top­
önde gelir. O ntario ve Erie gölleri arasında lam kereste üretiminin yaklaşık yarısı karşı­
üzüm bağları ve meyve bahçeleri vardır. lanır.
M anitoba, Saskatchevvan ve A lberta eyaletle­
rinin geniş düzlükleri tahıl üretiminde ülkenin Madencilik
en önemli bölgeleridir. Dünyanın önde gelen mineral kaynaklarına
K anada’da 15. yüzyıldan beri ticaret am a­ sahip olan Kanada mineral satışında dünya
cıyla balıkçılık yapılmaktadır. Deniz ürünleri­ birincisidir. Bu mineralleri aram a çabasıyla
nin zenginliği nedeniyle K anada’nın Büyük yürütülen çalışmalar sırasında ülkenin en
Okyanus kıyıları çok sayıda balıkçı gemisini uzak köşelerine kadar ulaşan kara ve dem ir­
bu kıyılara çeker. Uluslararası anlaşmalar yolları yapıldı ve bu bölgelerde yerleşim
K anada’ya kendi 200 millik sınırlarının dışın­ birimleri kuruldu. K anada’da elde edilen
da da balıkçılığı denetlem e yetkisi vermiştir. m ineraller, m etaller, ametaller ve yakıtlar
Ö bür ülkelerle arasında rekabet olmasına olarak üç gruba ayrılabilir. Dem ir, bakır,
karşın, balıkçılık Kanada’da bugün de çok nikel, çinko, altın, gümüş ve uranyum gibi
önemlidir. m etaller, K anada’nın başka ülkelere sattığı
Kanada, dışarıya sattığı ürünlerin beşte mineralin değer olarak yüzde 30’unu oluştu­
birini orm anlarından elde eder. Kanada Kal- rur. Alçıtaşı, kum ve çakıl gibi am etaller,
kanı’nda toprakların önemli bir bölümünü yapılarda kullanılır. Köm ürden elektrik üreti­
kaplayan Boreal Orm anı, toplam ülke orm an­ minde yararlanılırsa da bu m aden elverişsiz
larının yüzde 80’ini oluşturur. Buradan elde yerlerde bulunduğu için ülke ekonomisi açı­
edilen odun, çoğunlukla kâğıt ham uru ve sından büyük önem taşımaz. Potas kimyasal
kâğıt üretiminde kullanılır. O ntario ve Que- gübre üretiminde kullanılır ve Kanada dünya
bec ormanlarının sert odunlu ağaçlarından potas gereksiniminin yüzde 40’ını sağlar. A s­
mobilya yapımında yararlanılır. İngiliz Ko- bestin önemi, sağlığa zararlı olduğu anlaşıldı­
lumbiyası’nda Büyük O kyanus’tan gelen ğından beri azalmıştır. Ham petrol ve doğal
nemli rüzgârlarla büyüyen köknar ve ladinler gaz K anada’nın önemli dış ticaret ürünlerin-
görkemli boyutlara erişir. Toplam ormanların dendir.

George H untertPublix

û u e b e c kenti
yakın larınd aki bu
ye rle şim b irim le rin d e ,
ta rla la r m erkezden
çevreye do ğ ru
genişleyerek
ya yılm a kta d ır. Bölgedeki
başlıca ü rü n le r buğday,
yu la f, arpa ve çavdardır.
312 KANADA

K anada’da batıdaki kuyulardan çıkarılan 1885’te tamamlanmasıyla ülkenin doğusu ile


petrol ve gaz, doğuda bulunan rafinerilere ve batısı ilk kez gerçek anlamıyla birleşmiş oldu.
A BD pazarına petrol boruhatlarıyla taşınır. Karmaşık bir karayolu sistemi K anada’nın
A laska’nın petrol ve doğal gazını, Kanada kentlerini birbirine bağlar. Yaklaşık 8.000 km
üzerinden A B D ’ye ulaştıracak yeni bir boru- uzunluğundaki Trans-Kanada Karayolu,
hattı da yapılmaktadır. Kuzey Kutup Bölge­ Nevvfoundland’deki St. John’s ile İngiliz Ko-
sindeki araştırm alar burada çok büyük gaz ve lumbiyası’ndaki Vancouver arasında uzanır.
petrol yataklarının bulunduğunu göstermiştir, İki büyük ve çok sayıda küçük havayolu
ama bunların çıkarılması ve pazarlanması çok şirketi Kanada içinde ve dışında insan ve yük
pahalıdır. taşımacılığı yapar. K anada’da pek çok göl ve
ırmak olmasına karşın, ülke içinde tek önemli
Sanayi suyolu St. Lawrence üzerindedir. Okyanustan
Kanada m aden, orm an, yapı gereçleri ve gelen gemiler bu suyolundan yararlanarak,
gerek sanayide, gerek ucuz elektrik üretim in­ kıtanın ortalarında bulunan M innesota’nın
de yararlandığı tatlı su kaynakları bakımından Duluth limanına kadar ilerleyebilir.
çok zengindir. Bu kaynaklar ülkeye gelişmiş
ve çeşitlenmiş bir sanayi kurabilme olanağını Eğitim ve Güzel Sanatlar
sağlamıştır. Sanayinin en yoğun olduğu bölge K anada 1867’de bağımsızlığını kazandığında,
O ntario ve Quebec eyaletlerindeki Büyük yasama yetkisi federal hüküm et ve eyalet
Göller-St. Lawrence düzlükleridir. İş ve tica­ yönetimleri arasında bölünmüştü. Eğitim,
ret etkinlikleri gene bu bölgedeki iki kentte Yukon ve Kuzeybatı Toprakları’nda federal
yoğunlaşmıştır. Bunlar 3 milyonun üzerindeki yönetimin, öbür bölgelerde ise eyalet yöne­
nüfusuyla K anada’nın en büyük kenti olan timlerinin sorumluluğundadır. H er eyaletin
Toronto ve nüfusu 2.850.000 dolaylarındaki kendi eğitim sistemi vardır. Okula gitmenin
M ontreal’dir. zorunlu olduğu yaşlar eyaletten eyalete deği­
şir. Genellikle 6 yaşında başlayan zorunlu
Ulaşım eğitim çağı 14, 15 ya da 16 yaşlara kadar
Kanada gibi geniş bir ülkede ulaşım büyük uzanır. Eğitimin ilkokul, lise ve yüksekokul
önem taşır. Kanada-Pasifik Dem iryolu’nun ya da üniversite olarak üç düzeyde yürütüldü-

George Hunter!Publix

O n ta rio G ölü kıyısında


ye r alan Kanada'nın ikinci
b ü yü k kenti H a m ilton ,
ö n e m li b ir d e m ir-çe lik
sanayisi m erkezidir.
KANADA 313

ğü K anada’da 65 üniversite ve 196 yüksek­ vali tarafından atanan 104 üyesi vardır. Yasa
okul vardır. tasarılarının yasalaşabilmesi için her iki mec­
Ülkede İngilizce ve Fransızca olarak, gün­ liste de onaylanması gerekir. Meclislerden
lük, haftalık ya da aylık 1.300’den fazla dergi geçen yasalar genel valinin de onayıyla yasa-
ve 1.250’yi aşkın gazete yayımlanır. Ayrıca, laşır.
azınlıkların dillerinde basılan 200’e yakın İngiltere kral ya da kraliçesi eyaletlerde,
yayın vardır. gene başbakanın önerisiyle genel valinin ata­
Federal hüküm et 1957’de, güzel sanatları dığı bir vali vekilince temsil edilir. Bütün
özendirmek için bir kurul oluşturdu. Bu eyaletlerde seçimle gelen bir meclis vardır.
kurulun çalışmaları gösteri sanatlarının geliş­ Eyalet yönetimleri eğitim, çalışma koşulları,
mesine katkıda bulundu. Kurulun yanı sıra mülkiyet yasaları ve sağlık gibi konulardan
özel kişi ve kuruluşların parasal desteğiyle sorumludur. H er eyalette, ayrıca yerel işlerle
çok sayıda tiyatro, konser salonu ve kültür ilgilenmek üzere seçilen belediye meclisleri
merkezi yapıldı. O ntario eyaletindeki Strat- de bulunur.
ford Shakespeare Tiyatrosu ve Shaw Festival Yukon ve Kuzeybatı Toprakları, Avam
Tiyatrosu ülkenin en önemli gösteri merkez- Kamarası’nda temsil edilir. H er ikisi de bir
lerindendir. M ontreal, T oronto, Vancouver ölçüde özerktir.
ve Ham ilton senfoni orkestraları ile Otta- K anada’da m ahkem eler bağımsızdır ve ge­
vva’daki Ulusal Sanat Merkezi Orkestrası rek federal, gerek yerel yasalar tek bir m ah­
uluslararası düzeyde ünlüdür. Ayrıca Kanada keme sistemi tarafından uygulanır.
bale toplulukları da özgünlükleri ve yetkin
gösteri düzeyleriyle dünyaca tanınm aktadır. Tarih
Kanada resim sanatı ve edebiyatı ilk başlar­ Leif Eriksson’un öncülüğündeki Vikingler’
da A vrupa’dan etkilendi. Resimde m odern in K anada’ya İS 1000 dolaylarında geldiği sa­
akım James Wilson M orrice’le başladı. 20. nılıyor. Avrupalılar’ın K anada’yı keşfi ve ora­
yüzyılın başlarında Yediler G rubu adıyla bili­ da yerleşmeleri ise ancak 15. yüzyılın sonları­
nen ve ilk üyeleri Lawren H arris, A. Y. na doğru başladı. İngiltere Kralı VII. H enry’
Jackson, J. E. H. M acdonald ve Tom Thom ­ nin hizm etinde çalışan İtalyan John Cabot
son olan bir grup ressam özgün Kanada 1497’de gemisiyle Kuzey Am erika kıyılarında
resminin gelişmesinde öncülük etti. Newfoundland ya da Cape Breton Adası açık­
larına geldi. C abot’tan önce Basklı ve P orte­
Anayasa ve Yönetim kizli balıkçıların bölgeye geldiğini gösteren
Kanada parlam enter sistemle yönetilen fede­ bazı buluntulara rastlanmıştır. Bu denizlerde
ral bir devlettir. O ttow a’daki Kanada Parla­ zengin balık yataklarının bulunması birçok
mentosu savunma, dış politika, ticaret, mali­ A vrupalı’yı bu kıyılara çekti.
ye, bankacılık ye ceza hukuku gibi bütün 1534’te, Kral I. François Fransız denizci
ülkeyi ilgilendiren konularda yasa yapar. Ay­ Jacques C artier’yi Çin’e ulaşacak bir geçit
rıca, 10 eyaletin her birinde kendilerini ilgi­ bulmakla görevlendirdi. Cartier, ilk seferinde
lendiren konulardaki yasaları düzenleyen ya­ Nevvfoundland’e ve St. Lawrence Körfezi’ne
sama organları vardır. İngiltere kral ya da gitti. İkinci yolculuğunda, çoktandır aranan
kraliçesi simgesel olarak devlet başkanı sayılır Kuzeybatı Geçidi’ni bulduğu düşüncesiyle,
ve Kanada başbakanının önerisiyle atanan bir St. Lawrence Irmağı boyunca ilerledi ve bu­
genel valice temsil edilir. Kanada Parlam en­ gün M ontreal’in bulunduğu bölgeye kadar
tosu, Senato ve Avam Kamarası olarak iki geldi. C artier tüm bu toprakları Fransa’ya
meclisten oluşur. kattı.
Avam Kam arası’nın 295 üyesi beş yıl için Bu arada, İngiliz kâşifler de Kuzeybatı G e­
seçilir. Genel vali, genel seçimlerde en çok çidi’ni bulmaya çalışıyorlardı. Kuzeye ilerle­
oyu alan partinin önderini başbakan olarak yen M artin Frobisher, 1876-77’de Baffin Ada-
seçer ve hüküm eti kurmasını ister. sı’na ulaştı (bak. F r o b is h e r , S ir M a r t in ) . Sir
Senato’nun, başbakanın önerisiyle genel Hum phrey G ilbert de 1583’te Newfound-
314 KANADA

land’i İngiliz topraklarına kattı; Henry Hud- eyalet yaparak krallığa bağladı. 1665’te kala­
son 1610’da Hudson Körfezi’ne girdi ve bura­ balık bir grup, sığırları ve atlarıyla yerleşmek
ya kendi adını verdi. üzere K anada’ya geldi. Bu gruba düzenli as­
keri birlikler eşlik ediyordu. İlk yönetici Jean
İlk Fransız Yerleşimleri Baptiste Talon, bölgeye yeni koloniciler ge­
K anada’da ilk kez 1605’te Port Royal’de bir tirdi.
koloni kuruldu. Bu kalıcı yerleşimin başlangı­
cıydı. Bu bölge bugün Nova Scotia olarak anı­ Kanada Üzerindeki Mücadele
lır. Üç yıl sonra Q uebec’te de küçük bir yerle­ İspanya Veraset Savaşı (1701-13) Am erika kı­
şim birimi kuruldu. Burası, kısa sürede Port tasına da sıçradı. Bu kıtadaki savaşta Fransa,
Royal kolonisini gölgede bıraktı ve Yeni İngiltere’ye karşı topraklarını korumayı ba-
Fransa denen bölgenin merkezi oldu. 1613’te şardıysa da A vrupa’da yenildi. 1713’de imza­
Port Royal, Virginia kolonisinden gelen İngi­ lanan U trecht Antlaşması ile Hudson Körfe-
liz birliklerince neredeyse tüm den yok edildi. zi’ni, Acadia (daha sonraki adı Nova Scotia)
1627’de K anada’yı denetlem ek üzere Yeni ve New foundland’i İngiltere’ye bıraktı. Fran­
Fransa Kumpanyası kuruldu. Kumpanya as­ sa bu tarihten 1760’a kadar K anada’yı deneti­
ker ve sömürgecilerden oluşan, gerekli dona­ minde tutm aya çalıştıysa da başarısız oldu. İn­
nıma sahip bir filo kurdu. Ne var ki, İngiliz­ giltere ile Fransa bir yandan A vrupa’da sava­
ler, O uebec’e Fransızlar’dan önce vararak, şırken, öbür yandan da Kanada topraklarını
Fransız donanmasını ele geçirdi; Quebec İngi- ve buradaki kürk ticaretini ele geçirmek için
lizler’e teslim oldu, böylece Kanada üç yıl İn­ mücadele ettiler.
giltere’nin denetim inde kaldı. 1632’de yapılan Sonunda, A vrupa’daki Yedi Yıl Savaşı
bir anlaşma ile bölge Fransa’ya geri verildi. (1756-63) Am erika’daki kolonilere de yansıdı.
A m a, Fransızlar koloni kurm akta başarılı ola­ Fransa direnmesine karşın yavaş yavaş gerile­
madılar. 1641’de, yani Q uebec’in kuruluşun­ di. 1759’da Abraham Ovası’nda İngilizler’e
dan 32 yıl sonra, Yeni Fransa’da yalnızca 240 yenildi; 1760’ta da M ontreal düştü. 1763’te
kişi yerleşmişti.
N ational Film Board o f Canada
Fransızlar yeni keşiflerde bulunm akta, ko­
loni kurm aktan daha başarılı oldular. 17.
yüzyılın sonuna gelmeden, Büyük G öller’in
batısındaki çayırlıklarda ve güneyde Missis-
sippi Irmağı boyunca ilerleyerek Meksika
Körfezi’ne ulaşmışlardı. Bu ilk kâşifler, Yerli­
ler ile ilişki kurm aya çalışan papazlar ve mis­ ' v«

yonerlerdi. fe .

Yerleşim bölgeleri, St. Lawrence’den yuka­


rıya doğru yayılmaya başladı. 1634’te Trois-
Rivieres kuruldu. 1642’de bir grup din adamı
ve kolonici Ville Marie de M ontreal kolonisi­
ni kurdu.
1670’te kurulan Hudson Körfezi Kum pan­
yası, Hudson ve James körfezlerine akan ır­
mak ağızlarında ticaret bölgeleri oluşturdu.
Bu bölgelerde, mal ve yiyecek getiren, karşılı­
ğında Y erliler’in kıyıya taşıdıkları kürkleri
alan gemilerin gereksinmeleri karşılandı.
Bu gelişmelere karşın, 1660’larda koloni
nüfusu ancak 3.000 kişiye ulaşabilmişti.
1663’te, Kral XIV. Louis, Yeni Fransa Kum ­ Ottavva'da bu lu n a n p a rla m e n to binaları 1917'de
panyasının ayrıcalıklarını kaldırdı ve bölgeyi ta m am lan dı.
KANADA 315

imzalanan Paris Antlaşması ile Yeni Fransa, Bu arada, A B D ile Kanada arasında sınır
İngiliz toprakları arasına katıldı; burada İngil­ sorunları ve K anada’nın, Am erikan İç Sava-
tere’ye bağlı Ouebec kolonisi kuruldu. İngi- şı’ndaki tutum u gibi konularda bazı anlaşmaz­
lizler Kanadalılar’ın kendi dinlerini, yasaları­ lıklar çıktı. Temel sorunlar 1871’de Washing-
nı ve dillerini korum alarına izin verecekleri ton’da yapılan bir toplantıda tartışıldı ve iki
konusunda güvence verdiler. ülke arasında anlaşmaya varıldı.

İngiliz Yönetimi Kanada Dominyonu'nun Kuruluşu


Bölgenin ele geçirilmesinden sonra, çoğunlu­ Askeri ve ekonomik nedenlerle İngilizler’in
ğu Am erikan kolonilerinden gelen İngilizler çoğunlukta olduğu Kuzey Am erika eyaletleri
ülkeye yerleşmeye başladı. Amerikan Bağım­ tek bir ülke olarak birleşmeyi gerekli gördü.
sızlık Savaşı sırasında KanadalIlar İngiltere’ye Bir yönetim altında birleşmek, dış saldırılara
bağlı kaldı. İngiltere’ye bağlı kalan Am erikan karşı daha güçlü olmayı ve ülkenin zengin
kolonicilerinin birçoğu da savaştan sonra ku­ kaynaklarından daha iyi bir biçimde yararlan­
zeye giderek O ntario Gölü kıyılarına ve Nova mayı sağlayacaktı. Eyalet yöneticileri sonun­
Scotia’ya yerleşti. Bu göçler İngiliz kültürü­ da federal bir birlik oluşturmayı kabul etti.
nün etkisini güçlendirdi ve daha da yayılması­ Kanada Dominyonu 1867’de İngiliz Kuzey
na yol açtı. Bu sırada Fransız ve İngiliz kö­ Am erika Yasası ile gerçekleşti. Yeni ülke iki
kenliler arasındaki ilişkiler giderek gerginleş­ Ouebec, O ntario, Nova Scotia ve New Bruns-
ti. 1791’de İngiliz Parlam entosu’nda Kanada wick eyaletlerinin birleşmesiyle oluştu.
Yasası’nın kabul edilmesiyle Kanada, İngiliz- 1869’da Hudson Körfezi Kumpanyası On-
ler’in çoğunlukta olduğu Yukarı Kanada (da­ tario’nun batısında kalan ve R upert Toprak­
ha sonra O ntario) ve Fransızlar’ın çoğunlukta ları diye bilinen bölge ile batıda Kuzeybatı
olduğu Aşağı Kanada (daha sonra Quebec) Toprakları üzerindeki haklarından vazgeçti.
olarak iki eyalete ayrıldı. H er eyaletin, seçim­ Yeni toprakların yerleşime açılmaya başlam a­
le gelen kendi meclisi vardı. sı Metisler diye adlandırılan melezlerin ayak­
1812’de ABD ile İngiltere arasındaki savaş lanmasına neden oldu. Ayaklanm a bastırıl­
sırasında, Kanada savaş alanının bir parçasıy­ dıktan sonra, 1870’te M anitoba eyaleti kurul­
dı. Bu savaşın Fransız ve İngiliz kökenli Ka- du. Sonraki yıl İngiliz Kolumbiyası 1873’te
nadalılar’ı birleştirme gibi bir yararı oldu. A y­ de Prens Edward Adası dominyona katıldı.
rıca savaş, A B D ’ye karşı bugün bile belli bir D aha sonra gelenler, Superior G ölü’nün
düzeyde var olan eleştirel bakış açısının doğ­ batısına, Güney M anitoba’daki bereketli top­
masına yol açtı. Bu arada meclislerin iyi çalış­ raklara doğru ilerledi. Onların peşi sıra döşe­
mamasının neden olduğu hoşnutsuzluk küçük nen demiryoluyla, W innipeg’e ilk tren
ayaklanm alara neden oluyordu. Bunun üzeri­ 1886’da ulaştı. 1905’te Saskatchewan ve Al-
ne İngiltere durumu değerlendirmek için berta eyaletleri kuruldu. Bundan önce,
Lord D urham ’ı K anada’ya gönderdi. Lord 1896’da Y ukon’un bir kolu olan Klondike Ir-
Durham hazırladığı raporda, Yukarı ve Aşağı mağı’nda altın bulunmasıyla, Kuzeybatı T op­
K anada’nın birleştirilmesini ve ülkeye içişle­ rak la rın a hızlı bir göç başlamıştı {bak. A l t in a
rinde özerklik verilmesini önerdi. 1841’de İn­ HÜCUM). 1898’de Yukon ayrı bir bölge olarak
giliz Parlam entosu, iki eyaleti bir yönetim al­ Kuzeybatı T opraklarından ayrıldı. New-
tında birleştiren Birlik Yasası’m kabul etti. foundland ise 1949’a kadar bağımsız bir kolo­
İçişlerinden sorumlu hüküm et ise bundan ye­ ni olarak kaldı.
di yıl sonra kuruldu. 1867’den 1896’ya kadar ülke, çoğunlukla
Bu dönem bir gelişme ve bolluk dönemi ol­ hep M uhafazakâr Parti’nin yönetiminde kal­
du. Dış ülkelere buğday ve kereste satıldı, dı. John M acdonald, 1891’de ölünceye kadar
yollar ve kanallar açıldı, kürk ticareti giderek partinin değişmez önderi oldu. M acdonald
gelişti. 1816’da ilk buharlı gemi O ntario Gö- yönetimi sırasında ilk kez doğuyla batıyı bağ­
lü’nde suya indirildi. 1835’te Q uebec’e ilk de­ layan Kanada Pasifik Demiryolu 1885’te ya­
miryolu döşendi. pıldı ve ticareti koruyucu bir siyaset izlendi.
316 KANADA

1896’da Liberaller seçimi kazandı. Fransız 1941 Ağustos’unda ABD ile Kanada, savun­
Kanadalıları’ndan Sir Wilfrid Laurier, 191 l ’e ma konusunda işbirliği yapmaya başladı. A ra­
kadar ülkeyi yönetti. Batıyı yerleşime açmak lıkta Pearl H arbor baskınından birkaç saat
ve yıllık buğday üretimini artırm ak için bin­ sonra Kanada, Japonya’ya savaş ilan etti. Ka­
lerce göçmen batıya yerleştirildi. nada birlikleri A vrupa’da çeşitli cephelerde
20. yüzyılın başları hızlı büyüme yılları ol­ve Büyük O kyanus’ta savaştı. II. Dünya Sa-
du. Yeni demiryolları yapıldı ve maden yatak­ vaşı’nın Kanada açısından en önemli sonucu,
ları bulundu. 1911’de Laurier başkanlığındaki ekonomisinin hızla gelişmesi, M üttefikler’e
Liberal hüküm et düştü ve yerine Robert gönderdiği ham m adde, gıda ve sanayi ürünle­
Laird Borden yönetimindeki M uhafazakârlar riyle ülkenin zenginleşmesidir.
geldi.
Savaş Sonrası
İki Dünya Savaşı Kanada, 1945’te San Fransisco’da toplanan
1914’te I. Dünya Savaşı çıkınca Kanada İngil­ Birleşmiş M illetler Konferansı’nda kurucu
tere’nin yanında yer aldı. üyeler arasında yer aldı. 1949’da N A T O ’ya
Savaşı sona erdiren Versay (Versailles) (Kuzey A tlantik Antlaşması Ö rgütü’ne) girdi.
Antlaşm ası’m imzalayan ülkelerden biri olan Kanada ekonomisi 1945-57 arasında sürekli
Kanada daha sonra M illetler Cemiyeti üyesi bir büyüme gösterdi. Toplumsal refah prog­
oldu. ram larına daha fazla kaynak ayrıldı ve devle­
Kanada, bağımsız yönetim hakkını yavaş tin eğitime verdiği destek arttı. Ülkeye gelen
yavaş kazandı. I. Dünya Savaşı’na kadar içiş­ göçmen sayısında da büyük artış oldu. 1945-
lerinde özerk olan K anada, dış ilişkiler konu­ 56 arasında 1 milyonun üzerinde göçmen Ka-
sunda İngiltere’ye bağımlıydı. Kanada her nada’ya yerleşti.
alanda kendi kendini yönetmeye 1926’da baş­ 1957-61 arasında ise Kanada ekonomisi bir
ladı. Bu durum un İngiliz Parlam entosu’nda durgunluk dönemine girdi. Bu durgunluk
resmen kabul edilmesi ancak 1931’de gerçek­ özellikle tarım bölgelerini etkiledi. 1959’da
leşti. Bu tarihten sonra Kanada, İngiliz Ulus­ St. Lawrence Suyolu’nun açılmasıyla, gemiler
lar Topluluğu’nun bağımsız bir üyesi oldu. Bu iç bölgelere kadar ulaşabildi. Bu durum To-
konuda son adım, Kanada Yüksek M ahkem e­ ronto ile M ontreal çevresinin yararına olur­
sin in yasal işlerde en yüksek yargı organı ol­ ken, Atlas Okyanusu kıyısındaki liman kent­
duğunun onaylanmasıyla 1949’da tam am lan­ leri zarar gördü.
dı. 1982’de İngiliz Parlam entosu, Kanada Ya- 1957’de 22 yıllık Liberal Parti yönetimi ye­
sası’yla K anada’nın İngiltere’den bağımsızlı­ rini John D iefenbaker önderliğindeki M uha­
ğını tanıdı. fazak ârlara bıraktı. Lester Pearson önderli­
1920’ler K anada’nın hızlı büyüme yıllarıy­ ğindeki Liberaller, 1963’te yeniden iktidara
dı. Bu sırada Q,uebec’te gelişen Fransız ulus­ geldi. Bu dönemde en önemli iç sorun K ana­
çuluk hareketi, ülkenin yönetiminde Fransız da Birliği’nin korunması oldu. Fransızca ko­
asıllı Kanadalılar’ın daha fazla söz hakkı ol­ nuşulan Q uebec’te ayrılıkçı bir grup güçlendi.
masını savundu. Sanayideki İngiliz egemenli­ Fransız kökenli Kanadalılar hüküm etin ken­
ğine karşı Fransızlar’ın kendi yaşama ve çalış­ dilerine adaletli davranmadığı düşüncesindey-
ma koşullarını belirlemede söz sahibi olması diler. Ayrılıkçılar Pierre T rudeau’nun 1968’
için mücadele etti. de başbakan olmasından sonra da çalışmaları­
1929 Dünya Bunalımı sırasında, birçok kişi nı sürdürdüler. 1976’da Rene Levesque’nin
işsiz kaldı. Bunalımın en şiddetli olduğu dö­ ayrılıkçı partisi Q uebec’te yönetime geldi. Ne
nemde K anada’da 1.500.000 işsiz vardı ve kır­ var ki, 1984’te Quebec, bu partiye, dolayısıyla
sal bölgelerde açlık önemli bir sorun oldu. da ayrılıkçılara karşı oy kullandı. Aynı yıl ya­
1939 Eylül’ünde Kanada, A lm anya’ya sa­ pılan seçimlerle, Q uebec’ten Birleşik Kanada
vaş ilan etti. İngiltere’ye gemiler ve askeri bir­ yanlısı m uhafazakâr Brian M ulroney başba­
likler gönderdi. İngiliz Uluslar Topluluğu’na kan oldu. 1988’de A BD ile ticaretin serbest­
üye ülkelerin havacıları K anada’da eğitildi. leştirilmesi tartışm aları nedeniyle yapılan er­
KANAL 317

ken seçimde M ulroney ve ekibi yeniden seçil­ lardaki sürgülü kapaklarla havuza su girişi
di. 1 Ocak 1989’dan başlayarak A BD ile Ka­ denetlenir. Irmağın akış yönüne karşı giden
nada arasındaki tüm ticari kısıtlamalar ve bir geminin, ırmağın su düzeyinin daha yük­
güm rükler kaldırıldı. sek olan bölümüne bir kanal-havuzla nasıl
çıkarıldığını görelim. Gemi havuza girmeden
KANAL. B ü y ü k y a p a y s u y o l la r ı o l a n k a n a l l a r önce, ırm aktaki su düzeyinin yüksek olduğu
s u l a m a , a k a ç l a m a y a d a u la ş ım a m a c ıy la yönde bulunan havuz kapıları kapalı, karşı
y a p ı l ı r (bak. A k a ç l a m a ; S u l a m a ) . B u m a d d e ­ yöndeki kapılar açıktır. Bu durum da havuzun
d e y a ln ı z c a u la ş ım a m a c ıy la k u l l a n ı l a n k a n a l ­ su düzeyi düşüktür. Gemi havuza girdikten
la r a n la tıla c a k tır. sonra havuzun bu yöndeki kapıları kapatılır
Fazla hızlı akmayan ırm aklar eskiçağlardan ve su düzeyinin yüksek olduğu karşı yöndeki
bu yana ucuz ve kolay bir ulaşım yolu olarak kapıların üzerinde bulunan kapaklar açılarak
kullanılmıştır. Yatakları çok kıvrımlı olan havuza su alınmaya başlanır. Havuzdaki su,
ırm aklarda kıvrımların birbirine yaklaştığı ırmağın yukarı bölümündeki su düzeyine yük­
yerlerin birer kanalla birleştirilmesi, suyolunu selince bu yöndeki havuz kapıları açılır ve
kısaltarak ulaşımda kolaylık sağlar. Bazı ır­ gemi havuzdan çıkıp ırmağın yukarı bölüm ün­
makların yataklarının belirli bir bölümünde de yoluna devam eder. Kanal-havuz kapıları
hızlı akması ırmak üzerindeki ulaşımı güçleş­ farklı kullanım amaçlarına göre değişik biçim­
tirir. Böyle bir durum da ırmak yatağına yapı­ lerde yapılır. Bazı kapılar yukarıya doğru
lan setlerle su düzeyi yükseltilerek akış hızı­ kalkarak açılır, bazısı aşağı doğru açılarak
nın azalması sağlanabilir. Teknelerin bu setle­ kanal-havuz tabanındaki yarıkların içine gi­
ri aşması için de kanal-havuzlar yapılır. rer; yanlara doğru kayarak açılan kapılar da
Kanal-havuz, iki ucundaki kapılarla kanal­ vardır.
dan ayrılan, bir ya da daha çok tekneyi içine Ü zerinde ulaşım yapılabilen iki ırmağın bir
alabilecek büyüklükte bir havuzdur. 14. yüz­ kanalla birleştirilmesi ulaşımda büyük kolay­
yılda H ollanda’da geliştirilen bu yöntem de, lık sağlar. Çinliler İÖ 3. yüzyılda ülkedeki
kapılar kapatıldıktan sonra havuzun su düzeyi başlıca ırmakları birbirine bağlayan kanallar
istenildiği gibi yükseltilip alçaltılabilir. Kapı­ yapmaya başlamışlardı. İS 610’da açılan ve

B arnaby’s

Fransa'daki M arne
Irm a ğ ı'n ın suları birçok
kanalı besler. Resim de
bu kanallardan b irin in
b ir s u ke m e riyle ırm ağın
üzerinden geçişi
g ö rü lü y o r.
318 KANAL

Bir kanalın b ir te p e yi ya da başka b ir kara e n g e lin i


a şa b ilm e si için su düzeyi y ü k s e ltilip a lça ltıla b ile n b ir dizi
"k a n a l-h a v u z "d a n y a ra rla n ılır. Böyle b ir kanalın kesitini
gö ste re n yu ka rıd a ki çizim de, b ir g e m in in kanal-
havuzlarda y ü k s e ltilip a lçaltıla rak kanaldan geçişi
g ö rü lü y o r.

KANALLAR VE KANAL-HAVUZLAR
NASIL ÇALIŞIR?

Bir g e m in in , O n ta rio 'd a ki


VVelland K analı'nda b ird iz i
kanal-havuzdan giçişi.

B ir kanal-havuz d izisin d e n geçecek o la n ge m i, açık


kanal kapısından 1. kanal-havuza girer.

Kanal kapısı g e m in in ardından kap atılır ve ge m i 2. kanal-havuzdaki su H unting Survey Corporation Lim ited
düzeyine yükse lin ceye kadar 1. havuza su alınır.

1. ve 2. havuzlar arasındaki kapı açılarak g e m i 2. havuza geçer. Her geçişte aynı iş le m le r tekrarlan arak
ge m i son raki havuzlara geçer. G em i ge çtikten sonra önceki havuzun su düzeyi başlangıçtaki düzeyine
dü şü rü le re k yen i b ir g e m i g iriş i için hazır d u ru m a g e tirilir.
KANAL 319

toplam uzunluğu 1.600 km olan Büyük Ka­ sistemleri makine gücüyle çalıştırılır. H avu­
n a lın yapımıyla bu çalışmalar doruğuna ulaş­ zun doldurulması ve boşaltılmasının kısa süre­
tı. Güney Fransa’daki Midi Kanalı, A kdeniz’i de ve tekneyi fazla sarsmadan yapılabilmesi
Biskay Körfezi’ne bağlar. Kral XIV. Louis için çok sayıda havuz kapağı vardır.
döneminde Pierre-Paul R iquet’nin yaptığı 240 Teknelerin kanallarda, farklı su düzeyleri­
km uzunluğundaki bu kanal 1681 ’de işletme­ ne geçirilmesinde kullanılan üç ayrı yöntem
ye açılmıştır. Günüm üzde de m avnalar ve daha vardır. Su düzeyini kısa bir mesafe
m otorlu tekneler bu kanalı kullanmaktadır. içinde çok fazla değiştirmek gerektiği zaman
İki ırmağı birleştirm ek amacıyla İngilte­ bu yöntem lerden yararlanılır. Bunlardan biri­
re’de yapılan ilk kanal 1777’de tam amlanan si, tekneyi içi su dolu bir tanka alarak bu tankı
T rent ve Mersey Kanalı’dır. James Brindley’ düşey doğrultuda kaldırmaktır. Alm anya F e­
in yaptığı 150 km uzunluğundaki bu kanal deral Cum huriyeti’nde Lüneburg’ta 1976’da
Mersey ve Trent ırm aklarını birbirine bağlı­ işletmeye alman bu tür bir “kaldırıcı” 1.350
yordu ve üzerinde 75 kanal-havuz vardı. Ka­ tonluk bir tekneyi 38 m etre yükseğe kaldıra­
nal, ulaştığı en yüksek noktada 2,4 km uzun­ bilmektedir. İkincisi, eğik düzlem yöntem i­
luğunda bir tünelin içinden geçiyordu. O dö­ dir. Bu yöntem de, eğik bir düzlem üzerine
nemde kanaldan geçen tekneleri kanalın her döşenmiş raylar üzerinde hareket eden ve
iki kıyısından giden atlar çekerdi. Çok pahalı hareketi kablolarla denetlenen tekerlekli bir
olacağı için, yanlardan atların da geçebileceği tanka alman tekneler bu tankla birlikte kana­
genişlikte bir tünel yapılmamıştı. Tekneler lın bir bölümünden öbürüne indirilip çıkarılır.
tünelden geçerken atlar çözülüp tepeden aşı- Belçika’da, R onquieres’de 1968’de işlet­
rılıyor, teknenin tünelde ilerlemesi de insan meye giren bu tür bir sistemle 1.350 tonluk
gücüyle sağlanıyordu. Bunun için iki gemici bir tekne, 68 m etre yükseğe çıkarılabilmek-
teknenin üzerine sırt üstü yatıp ayaklarıyla tedir.
tünel tavanını iterek tekneyi tünelden geçiri­ Üçüncü yöntem , tekneyi içinde yüzdüğü
yordu. suyla birlikte eğimli beton bir kanalda yukarı
Kanal yapılırken yolu üzerindeki tepelerin doğru çekmektir. Kanalın her iki yanında
aşılabilmesi için, çeşitli yöntem ler kullanılır. giden iki lokomotif, kanaldaki dev bir bölm e­
Kanal tepenin yamaçlarından dolanarak geçe­ yi önündeki suyla birlikte kanal boyunca
cek biçimde yapılabilir. Bu yöntem de kanalın yukarı doğru çeker. Güney Fransa’da, Mon-
bir kenarı yamaca kazılır ve kazıyla çıkan tech’te, bu yöntemle tekneler 13,30 m etre
toprak dış kenara yığılarak kanalın ikinci yükseğe çıkartabilm ektedir.
kenarı oluşturulur. Eğer kanalın yolu üzerin­
deki tepe küçükse, bir tünel açılarak ya da Avrupa'daki Kanallar
tepe yarılarak kanal geçirilir. Kanalın vadileri A vrupa’da suyollarım geliştirmek için R om a­
aşması için de setler ya da sukemerleri yapılır lılar dönem inden bu yana birçok kanal yapıl­
(bak. SUKEMERİ). mıştır. Irm akları birbirine bağlayan kanalla­
Tepeler üzerinden geçen bu tür bir kanalda rın yapımı 18. yüzyılda gelişmeye başlamış,
birçok kanal-havuzun yapılması gerekir. A ra­ Napolyon döneminde hız kazanmış ve 19.
zinin durum una göre bu kanal-havuzlar ara­ yüzyıl boyunca da sürmüştür. Demiryolları
lıklarla yapılabileceği gibi, merdiven basa­ yapılmaya başladığı sırada A vrupa’da geniş
m aklarına benzer biçimde yan yana da olabi­ bir kanal ağı kurulmuş durumdaydı.
lir. Tek bir yapı olarak yan yana yapılan ve İngiltere’de de kanal yapımı 1760’larda
merdiven denen kanal-havuzlarda, birinin yu­ hızla artm aya başlamış ve 1840’larda dem ir­
karı yandaki kapısı, bir sonraki havuzun, yollarının gelişmeye başlamasına kadar geçen
aşağı yandaki kapısını oluşturur. İşlek suyol­ sürede ülkenin her yanında çok sayıda kanal
ları üzerindeki kanallarda yan yana iki ya da yapılmıştır. Büyük çoğunluğu köm ür ve öbür
üç kanal-havuz yapılabilir. sanayi hamm addeleri ile sanayi ürünlerinin
A vrupa ve A B D ’deki suyollarında bulunan taşınması amacıyla yapılmış olan bu kanalla­
m odern kanal-havuzlar çok büyüktür ve tüm rın çok azı günümüzde ticari taşımacılıkta
320 KANALİZASYON

önem taşır. Küçük kanallar artık genellikle 6 km uzunluğundadır; kayalık bir bölgeden
teknelerle tatil yapmak amacıyla kullanılmak­ geçtiği için yapımında karşılaşılan güçlüklerle
tadır. tanınmıştır.
SSCB’de kanallarla birleştirilen büyük ır­ Kuzey A m erika’daki büyük St. Lawrence
makların oluşturduğu suyolları Leningrad’ Suyolu 1959’da açılmıştır. Yedi dev kanal-
dan H azar Denizi’ne, M oskova’dan K arade­ havuzu olan bu kanal, 22.000 tonluk gemile­
niz’e kadar uzanır. rin O ntario G ölü’ne ulaşmalarını sağlar. O n­
A vrupa’da birçok önemli yeni suyolu yapıl­ tario G ölü’nden W elland Kanalı’yla Erie G ö­
m aktadır. Bunlar arasında Ren-M ain-Tuna lü’ne, oradan da Michigan G ölü’ne geçen
Kanalı ile Ren-Rhöne Kanalı sayılabilir. gemiler Chicago’ya kadar ulaşabilir.

Büyük Gemi Kanalları KANALİZASYON. Evlerdeki ve öbür yapı­


Asya ile A frika’yı birleştiren 168 kilometrelik lardaki atık suların toplanıp istenen yerlere
dar kara parçası 1869’da Süveyş Kanalı’yla akıtılmasını sağlayan boru ve kanallara kana­
kesildi (bak. SÜVEYŞ KANAL I). Fransız Ferdi- lizasyon denir. Birleşik ve ayrı olmak üzere
nand de Lesseps’in yaptığı bu kanalda hiç iki tip kanalizasyon sistemi vardır.
kanal-havuz yoktur. Süveyş K analinın açıl­ Birleşik sistemde çatılardan, yaya kaldırım ­
m asından sonra de Lesseps, Kuzey ile Güney ları ve yollardan toplanan yağmur suları,
Am erika arasındaki Panama Kıstağı’nda gene yapılardan gelen atık sularla aynı borulardan
kanal-havuzsuz bir kanal açmaya çalıştı; ama akar. Böylece oluşan çok fazla m iktardaki
hastalık ve teknik güçlükler sonucu başarısız atık suyun arıtılması için çok büyük arıtm a
oldu. Panama Kanalı'm 1914’te ABD açtı. Bu tesislerinin kurulması gerekir. Ayrıca çok
kanalda altı kanal-havuz vardır (bak. PANAMA yağmur yağdığı zaman kanalizasyon sistemi
K a n a l i). taşabilir; pis sular yolları kaplar ve evlerin alt
A vrupa’nın en büyük kanalları Kuzey De- kat tuvaletlerinden taşar. Bu nedenle atık
nizi’nden Baltık Denizi’ne açılan ve 1895’te sularla yağmur sularının ayrı ayrı sistemlerle
işletmeye açılan Kiel Kanalı ve îjm uiden ile akıtılması daha yaygın bir uygulamadır. Bu
Am sterdam arasında yer alan, 77.000 tona sistemin kullanıldığı kanalizasyonlarda yağ­
kadar olan gemilerin geçebildiği Kuzey D eni­ m ur suları arıtılmadan ırmak ve göllere akıtı-
zi K analidır. Y unanistan’daki Korint Kanalı labilir ve yalnızca atık sular arıtılacağı için

ÇAMUR KURUTM A P O M P A İS T A S Y O N U
Y A T A K LA R I I

iK E l.TM E TA N K İ:

D O N E fTS ü^^S
İERPME FISKİYELERİ

FİLTRE Y A T A Ğ I

M AYALANM A
I TANKI t

İÖ KE LTM E T A N K I
FO SSEPTİK
TANKI FİLTRE
Y A TA Ğ I A T IK G İRİŞİ

FOSSEPTİK
SIVI A T IK L A R IN '
ÇIKIŞ B O R U S U .
KANALİZASYON 321

arıtm a tesisleri daha küçük ve ucuz olur. atıklar, düşük bir hızla kanallardan akıtılarak
Yağmur sularının toplanmasıyla ilgili bilgileri yollardan ve bahçelerden atık suya karışmış
A K A Ç LA M A maddesinde bulabilirsiniz. olan kum ve taş gibi m addelerin çökmesi
Eskiden insan atıkları evlerin arkalarına sağlanır. Böylece bunların tesisteki pom pala­
atılırdı. Köylerde zararı az olan bu uygulama, ra zarar vermesi önlenir. Bu birikinti daha
kentlerde yolların iğrenç bir pislikle kaplan­ sonra taraklarla kanallardan toplanır ve yı­
masına yol açardı. O zamanlar atıklar ya kandıktan sonra yol onarım mda kullanılır.
ırmak ve dere kıyılarındaki yamaçlara dökü­ Atıklar üstü açık, geniş çökeltme tankları­
lür ya da çukurlarda birikir, pis kokulu na alınarak katı ve sıvı maddelerin birbirin­
bataklıklar oluşurdu. Atıkların, yolların altın­ den ayrılması sağlanır. Katı maddelerin bü­
dan geçen kanalizasyon borularıyla taşınması yük çoğunluğu sulu bir çamur halinde dibe
ileriye doğru atılmış bir adım oldu. Am a çöker ve bunlar mayalanma tanklarına pom ­
bunlar arıtılm adan akarsulara boşaltıldığı için palanır.
tifo, dizanteri, kolera ve çocuk felci gibi salgın Ayrılan sıvı atıklar filtrelere gönderilir; taş
hastalıklara neden oluyordu. Çünkü genellik­ ya da klinkerle hazırlanmış daire biçimindeki
le içme suyu, hastalık mikroplarını taşıyan yataklar olan filtrelere döner fıskiyelerle ser­
atıkların karıştığı bu akarsulardan sağlanırdı. pilir. Filtredeki taşları saran ince balçık kat­
m anında yaşayan bakteriler serpilen bu sıvı
Modern Kanalizasyon Sistemleri atıklardaki katışkılarla beslenir (bak. BAKTE­
Gelişmiş ülkelerde, denize uzak kentlerde R İ). Bakteriler yaklaşık sekiz saat içinde, atık
atıklar kanalizasyon borularıyla arıtm a tesis­ su içindeki katışkıların büyük bir bölümünün
lerine gönderilir; burada katı ve sıvı m addeler ayrılmasını sağlar. Filtreden geçen sıvı, başka
birbirinden ayrılır ve zararsız durum a geti­ bir çökeltme tankından da geçirildikten sonra
rilir. hemen hemen saf su olarak akarsulara bıra­
Arıtm a tesisine gelen atıklar önce metal kılır.
çubuklardan oluşan süzgeçlerden geçirilerek Sıvı atıkları arıtmanın başka bir yöntemi
içindeki paçavra, tahta gibi m addeler ile de, bir tanka alman bu sıvının içine hava
başka büyük parçalar ayrılır. D aha sonra püskürtm ektir. Tankta üreyen bakteri küm e­

Tham es Water

G ün ey Londra'da
C rossness'teki bu arıtm a
tesisi 1,6 m ily o n kişinin
yaşadığı b ir b ö lg enin
atıklarını arıtm aktadır.
322 KANARYA

leri, sıvıda bulunan ve bir çamur biçiminde istenen sonucu vermez. Bazen atıklar rüzgâr
dibe çöken katışkılarla beslenir. Sıvının içine ve gelgitle kıyıya gelir, bütün kumsal ve
hava püskürtülürken bakteriler sıvıda bulu­ kıyılar pislikle kaplanır. Eğer arıtılmadan
nan organik maddeleri oksitler. Dipteki ça­ göle ya da denize dökülen atık miktarı çok
mur öbür yöntem de olduğu gibi mayalanma fazlaysa, doğal olarak üreyen bakteriler bun­
tanklarına gönderilir. Am a tanktaki bakteri­ ları tüketem ez ve ciddi bir çevre kirlenmesi
ler de bu çamurla birlikte gittiği için, atık ortaya çıkar.
suyun tanka her alınışında, bakterilerin varlı­ Eğer bir fabrika kimyasal artıklarım kentin
ğını sürdürm ek amacıyla, önceki çamurun bir kanalizasyon sistemine boşaltırsa, arıtm a tesi­
bölümü de yeniden tanka alınır. sinin çalışması ciddi ölçüde aksayabilir; çünkü
M ayalanma tanklarında bulunan başka bir kimyasal artıklar arıtmayı sağlayan bakterileri
tür bakteri, bu tanklara alınmış olan çamurla zehirleyip öldürebilir. G ünüm üzde bu tür za­
beslenir ve onu mayalar (bak. M a y a l a n m a ) . rarlı artıkların kanalizasyon sistemine boşal­
Mayalanma sırasında oluşan m etan gazı ge­ tılması yasaklanmıştır.
nellikle, arıtm a tesisindeki pom palar ve öbür Ayrıca bak. ATIK DEĞERLENDİRME; ÇEVRE KİR­
m akineler için gerekli olan enerjiyi sağlamak­ LİLİĞİ; Su DAĞITIM SİSTEMİ.
ta kullanılır. Üç ya da dört hafta sonra
tanklardan çıkarılan çamur daha yoğunlaş­ KANARYA. Sevilen bir kafes kuşu olan
mıştır ve artık kötü kokmaz. Bunun bir kanarya (Serinus canaria) ispinozgillerdendir.
bölümü kurutularak tarla ve bostanlarda güb­ Adını, ilk kez yakalandığı A frika’nın batı
re olarak kullanılır. Kalanı tankerlerle taşınıp kıyıları açıklarındaki Kanarya A daları’ndan
denize dökülür; suyosunlarına besin olur. Bu alır. Am a Atlas Okyanusu'nun daha da açık­
yosunları yiyen küçük deniz canlıları da balık­ larında yer alan M adeira ve Asor adalarında
ların besin kaynağıdır.
Kentlerin dışındaki bazı büyük evlerin ken­
di atık su sistemleri vardır. Fosseptik denen
bu sistemde atıklar yeraltında bulunan kapalı
bir tanka akıtılır. Burada dibe çöken katı
artıkları yüzeydeki köpük içinde üreyen mil­
yonlarca bakteri sıvı ve gaz haline dönüştü­
rür. Oluşan sıvı, tanktan çıkarak kollara
ayrılan bir boruyla toprak düzeyinin 1 m etre
altında toprağa verilir. Toprağa sızan suyun
içinde kalmış olan son katı artıkları da topra­
ğın alt katm anlarında yaşayan bakteriler tü­
ketir. Bu sistem^ kanalizasyon sistemine bağlı
olmayan bazı evlerde kullanılan lağım çukur­
larıyla karıştırılmamalıdır. Lağım çukuru, za­
man zaman pompayla boşaltılması gereken
kapalı bir çukurdur.

Çevre Kirliliğinin Önlenmesi


Bir kent deniz kıyısına ya da büyük bir
ırmağın ağzına yakın olduğu zam an, kanali­
zasyon atıkları, bir arıtm a işlemi uygulanma­
dan, ağzı kıyıdan oldukça uzağa açılan bir
boruyla denize boşaltılabilir. Bu boşaltma
işlemi genellikle, suların gelgitle çekildiği
sırada yapılır. Bu yöntem, arıtm a tesisi kur­ Ü n lü kanarya so yla rın d a n ikisi: Üstte: Yorkshire.
maya göre çok ucuzdur; ama her zaman Altta: G loster.
KANCALIKURT 323

da bulunur. Bağlarda ve bahçelerde yaşayan,


yılda birkaç kez yumurtlayan bu yabanıl
kuşlar evcil kanaryaların atasıdır.
Yaban kanaryasının uzunluğu 12,5 cm, üst
bölümleri yeşil ve kahverengi desenli, alt
bölümleri yeşilimsi sarıdır. Evcil olanların
parlak sarı rengi 400 yıl boyunca seçmeye
dayalı özenli üretim çalışmalarıyla oluş­
muştur.
Kanaryanın A vrupa’ya 16. yüzyılda getiril­
diği sanılmaktadır. Kuş meraklıları kanarya
yetiştiriciliğine büyük bir ilgi duymuş, giderek
daha güzel ve birbirinden değişik öten, rengi
ve biçimi çok çeşitli soylar elde etmişlerdir.
Yaklaşık 1840’ta yayımlanan R. L. W allace’ın ağaçlar vardır. Tenerife’de Santa Cruz lima­
yazdığı bir kitapta, İngiltere’nin Londra, Nor- nından ve Büyük K anarya’daki Las Palmas
wich ve öbür kentlerindeki kuş meraklıları limanından dışarıya şekerkamışı, muz, dom a­
tarafından değişik özellikte kanaryalar gelişti­tes, patates, şarap, meyve ve süs bitkileri
rildiği belirtilm ektedir. Günüm üzde en iyi satılır. Tenerife’de bir petrol rafinerisi vardır.
bilinen kanarya soylarından “Norwich” , koyu Turizm önemli bir gelir kaynağıdır. Başlıca
turuncu tüyleriyle; “roller” dur durak bilmez turizm merkezleri Tenerife ve La Palm a’dır.
şakımasıyla tanınır. Yaban kanaryası adı evcil A dalara geçmişte İspanyollar’ca getirilen de­
kanaryalara yakın akraba bazı türlere de velerden günümüzde de yük hayvanı olarak
verilmiştir. Bunlardan sarı ve kahverengi yararlanılm aktadır.
tüylü, başının üstünde parlak kırmızı bir leke 13 adanın toplam nüfusu yaklaşık
bulunan Serinus pusillus Türkiye’de ve O rta­ 1.442.500’dür (1986). Bugün adalarda yaşa­
doğu ülkelerinde yaşar. Coğrafi dağılımı daha yan halk 14. ve 15. yüzyıllarda bölgeye gelen
geniş olan Serinus serinus Akdeniz ülkelerin­ Portekizli ve İspanyol sömürgecilerle karışan
de yıl boyunca, O rta A vrupa’da ise yazın G uançeler’in koyu tenli torunlarıdır. İS 1.
görülür. Bu yaban kanaryası türünün erkeği yüzyılda yaşayan Romalı tarihçi Plinius, o
dişilerden çok daha parlak renklidir. dönem de adaların yabanıl köpeklerle dolu
olmasından dolayı buralara Latince’de köpek
KANARYA ADALARI, Atlas Okyanusu nda, anlam ına gelen canis adını verdi. Sonradan bu
A frika’nın kuzeybatı kıyılarının 108 km açı­ yerlere, kanaryaların bolluğundan esinlenile­
ğında yer alır. 1479’da İspanya’nın egemenliği rek, Kanarya Adaları denildi.
altına giren bu takım adalar bugün de Ispan­
ya’ya bağlı özerk bir bölge konum undadır. KANCALIKURT, insanın bağırsaklarında
Kanarya A daları Tenerife, Büyük K anarya, asalak yaşayan ve kancalıkurt (ankilostom i-
La Palma, H ierro, G om era, Lanzarote, Fuer- yaz) hastalığına yol açan, 5-10 mm uzunlu­
teventura adalarıyla, altı ıssız adacıktan olu­ ğunda bir ipliksolucandır. Yaşam çevriminin
şur. Bu adalar okyanus tabanından yükselen çok küçük bir bölüm ünü toprakta, geri kala­
tek bir dağ zincirinin doruklarıdır. A daların nını tümüyle insan vücudunda geçiren bu so­
en yüksek noktası Tenerife’de, 3.600 metreyi lucanların yum urtaları dışkıyla vücuttan dışarı
aşan doruğuyla Teide Y anardağı’dır. atılır. Y um urtalardan çıkan larvalar, çıplak
Kanarya A daları’nda ılık ve kuru, dolayı­ ayakla dolaşan insanların derisinden içeri gi­
sıyla sağlığa yararlı bir iklim egemendir. rerek kan dolaşımıyla akciğerlere ulaşır.
Yağışlar daha çok kasım ve aralık aylarında O radan soluk borusu yoluyla ağza gelir ve yu-
yoğunlaşır. Küçük çiftliklerde hurm a, porta­ tulduğunda önce mideye, sonra asıl yaşama
kal, muz gibi meyveler yetiştirilir. A dalarda ortam ı olan incebağırsaklara geçer. Ağzında­
astropik iklime özgü değişik türde çiçek ve ki kanca gibi çengellerle bağırsakların iç
324 KANDINSKY

duvarlarına tutunarak çevre dokulardan bes­


lenirken çoğu kez ağır bağırsak kanam alarına
neden olur. Salgıladıkları zehirli m addeler de
başta sindirim bozuklukları olmak üzere çeşit­
li sorunlara yol açar. Erişkin bir solucan aynı
insanın vücudunda 10 yıl kadar yaşayabilir.
Bir kancalıkurt bağırsaklara yerleştikten
sonra her gün yüzlerce yum urta bırakır.
Dışkıya karışarak vücuttan atılan bu yum urta­
lar sıcak ve nemli bir toprağa düştüğünde
hızla gelişerek çatlar. Y um urtalardan çıkan
larvalar bulaşıcı evreye ulaştığında özellikle
ayak ve bacakların çıplak derisine kolayca
gömülebilir. Böylece aynı çevrim yeniden
başlar.
Kancalıkurtların yum urtaları yalnızca sıcak
ve nemli topraklarda gelişebildiği için kancalı-
kurt hastalığı da özellikle tropik ve astropik
bölgelerde çok yaygındır. Hastalık çok ender
L ip n itzki-V io llet
olarak ölümle sonuçlanır; ama yakalananlar­
VVassily K andinsky s o yu t resm in ö n cü le rin d e n d ir.
da her zaman ishal, yüksek ateş, göğüs ve
karın ağrıları ile genel bir halsizlik yapar.
Sonucu kansızlığa kadar varabilen bağırsak yapıyor, durm adan yeni teknikler deniyordu.
kanam aları hastanın direncini iyice kırar. Yaptığı m anzara resimlerinde fırça yerine
Tedavinin temel amacı da vücudun asalaklar­ palet bıçağıyla çalışmayı denedi. Kandinsky,
dan temizlenmesi ve kansızlığın giderilmesi­ İtalya ve Fransa’daki sanat yapıtlarını incele­
dir. Bunun için hastaya solucan düşürücü mek için uzun gezilere çıktı. Bu dönemde
ilaçlar verilir ve alyuvar yapımını destekleyen özellikle M atisse'den etkilendi. Renkleri öz­
özel bir beslenme rejimi uygulanır. Eğer gürce kullanan Kandinsky, nesnelerin biçim­
kansızlık ileri dereceye varmışsa ayrıca kan lerini dilediği gibi bozuyordu. Bu ilk dönem
nakli gerekebilir. resimlerinde Dışavurum culuk’un etkisi çok
Hastalığın gerçek anlam da denetim altına belirgindir (bak. DIŞAVURUMCULUK; M a t i s s e .
alınabilmesi için yapılacak tek şey kancalı- H e n r i).
kurtların bulaşmasını önlem ektir. Bunun için Kandinsky’nin resimlerinde, önceleri hay­
de her şeyden önce kanalizasyon sorunlarını van figürleri gibi nesneleri bulmak m üm kün­
çözmek ve insanların çıplak ayakla dolaşm a­ ken, nesnelerin resmin güzelliğini bozduğu
larını engellemek gerekir. Ne yazık ki bütün savıyla, sonraki resimleri giderek soyutlaştı.
dünyada 700 milyonu aşkın kişide kancalıkurt Sanatçı soyut resmin ne olduğunun sözcükler­
vardır ve asalağın çocuklara bulaşma tehlikesi le açıklanamayacağını öne sürüyordu. Ona
yetişkinlere oranla çok daha yüksektir. göre soyut resim, renk ve lekeler aracılığıyla
dil, eğitim ve kültür farkları engelini yıkan,
KANDINSKY, VVassily (1866-1944). Soyut her çeşit insanın sevebileceği bir sanattı.
resmin öncülerinden Rus asıllı Wassily Kan- Renklerin dilini bulmaya çalışan Kandinsky,
dinsky 20. yüzyılın en ünlü ressamlarındandır. rengin psikolojik ve fiziksel etkisini araştırı­
M oskova’da doğan Kandinsky hukuk ve ikti­ yordu. Acı sarı bir süre gözü yakardı; mavi ise
sat öğrenimi gördü. Köylü hukukuna ilişkin ferahlatıcı ve dinlendiriciydi.
çalışmaları sırasında Rus halk sanatlarına ilgi Resimden başka grafik, müzik, şiir, eleştiri
duydu. 1896’da resim çalışmak için M ünih’e ve tiyatroya da ilgi duyan Kandinsky, 1912’de
gitti. Bu sırada eski Rusya ve ortaçağ A l­ kendi gibi soyut resim yapan Franz M arc’la
m anya’sını konu alan hayal ürünü resimler Der Blaue Reiter (Mavi Atlı) adını taşıyan,
KANGURU 325

almanak olarak nitelendirdiği bir derleme ler de çizgiler de alabildiğine özgürdü. Paris
yayımladı. Amacı sanat alanındaki değişik M odern Sanat M üzesindeki Sarı-Kırmızı-
eğilimleri yansıtmaktı. Bu alm anakta müzikle M avi, Guggenheim M üzesi’n de ki Siyah Çiz­
ilgili yazılar, çocuk resimleri de içinde olmak giler soyut resmin en güzel örneklerindendir.
üzere 100’ün üstünde resim, A frika ahşap I. Dünya Savaşı başlayınca Alm anya’dan
oymaları, Alaska dokum aları, Rus halk m o­ ayrılan Kandinsky İsviçre ve İsveç’e gittikten
tifleri, Bavyera boyalı camları, Alman gotik sonra 1917’de Rusya’ya döndü. SSCB’de bir
heykelleri, El G reco, Cezanne, Henri Rous­ süre sanat okullarının modernleştirilmesi ve
seau ve Picasso’nun resimleri ve çok sayıda yeni müzelerin kurulması için çalıştı. Renk ve
sanatçının makaleleri yer aldı. Almanak ken­ desenlerle ilgili görüşleri SSCB’de, Toplumcu
di türünde bir ilk yapıttı. “Y üksek” olarak Gerçekçilik’ten yana çevrelerin tepkisine ne­
nitelendirilen klasik sanata karşı bir seçenek den oldu. 1921’de bir daha geri dönm em ek
oluşturuyordu. Alm anaktaki makalelerde il­ üzere SSCB’den ayrıldı (bak. GERÇEKÇİLİK).
kel resim ile modern resmin ortak yanları, 1922’de W eim ar’daki ünlü tasarım okulu
sanatların birbiriyle ilişkisi ve ortak özellikleri Bauhaus’ta desen ve şeklin özellikleri üzerine
öne çıkarılıyor, sanat dallarının birbirinden temel dersler vermeye başladı. Resim sanatı­
kopuk olmasına, sanatın ilkel sanat, halk na müzik paralelinde kuram lar getirmeye,
sanatı gibi ayrı gruplara bölünmesine karşı şekillerle renklerin karışımından oluşan titre­
çıkılıyordu. şimlerin anlamını açıklamaya çalıştı. 1933’te
Kandinsky resmi görsel bir müzik olarak Naziler Bauhaus’u kapatınca Paris’e yerleşti;
tanımlıyordu. Resim de müzik gibi sanatçının 1939’da Fransız uyruğuna geçti. Geom etrik
duyduğu bir iç gereklilikten, iç dünyasının desenlerin giderek çarpıcı işaretlere dönüştü­
yansıması olarak doğuyordu. Besteci Arnold ğü son dönem resimlerinde Rus halk motifle­
Schönberg’in Kandinsky’nin resim kuramını rini çağrıştıran bezeme öğelerine de rastlanır.
geliştirmesinde büyük etkisi oldu. Kandinsky’ Bu resimlerde çizginin bağımsız, kendine
nin aydınlık bir fon üzerinde yüzen rengâ­ özgü bir canlılığı ve çarpıcılığı vardır.
renk geometrik şekilleri insana bir hafiflik
duygusu veriyordu. Çizginin, desenleri çerçe- KAN DO LAŞIM I bak. K an
velem ekte kullanılmadığı bu resimlerde renk­
KANGURU. Kangurular Avustralya, Tas-
A n a d o lu Yayıncılık Arşivi
manya, Yeni Gine ve yakınlarındaki adalarda
yaşayan keseli memelilerin en iyi bilinenleri­
dir (bak. KESELİLER). Öylesine tanınmışlardır
ki, Avustralya denince akla gelen ilk hayvan
kangurudur. Kangurugiller (Macropodidae)
familyasını oluşturan bu hayvanların ancak
bir tavşan iriliğindeki fare kangurularından,
kuyruğuyla birlikte uzunluğu 3 m etreye erişen
gerçek kangurulara kadar değişen boyutlarda
yaklaşık 47 türü vardır. A rka ayakları üzerin­
de duran boz kangurunun (Macropus cangu-
rü) boyu 2 m etreye ulaşabilir. Kalın ve uzun
kuyrukları gövdelerini destekleyip dengele­
meye yarar. Ö bür kanguruların çoğunda gö­
rüldüğü gibi ön bacakları kısa, ön pençeleri
Küçüktür. Çok güçlü olan arka bacakları 8
m etre kadar uzağa sıçrayabilmesini sağlar.
Bir kızıl kangurunun (Megaleia rufa) hem en
VVassily K a n d in sky'n in 1913'te y ap tığ ı D üşsel hemen 13 m etre uzağa atlarken 2,5 m etre
D oğaçlam a adlı yapıtı. yüksekliğindeki bir çiti aştığı bilinmektedir.
326 KANGURU

yaşar. Postları, erkeklerde tuğla kırmızısı,


erkeğin yarı ağırlığında olan dişilerde mavim­
si bozdur. Volaru ya da kaya kangurusu
(Macropus robustus) daha tıknaz yapılıdır.

Valabiler, Fare Kanguruları ve Ağaç


Kanguruları
Kökeni Avustralya Yerlileri’nin dilindeki bir
sözcüğe dayanan valabi adı genellikle küçük
yapılı kangurular için kullanılır. Ama kangu­
rular ile valabiler arasında kesin bir ayrım
yoktur.
E n iri valabilerin uzunluğu yaklaşık 60
International New ş Photo Inc.
santimetrelik kuyrukları dışında 90 santim et­
A nn e kanguru yen i d o ğ m u ş ya vru su n u arka
bacakları arasındaki kesede taşır. reyi bulur. En küçük valabilerin boyu ise 60
santim etreden kısadır.
Boz kanguru Avustralya'nın çayırla kaplı Başta bataklık valabisi ya da kara valabi
ovalarında ve seyrek ağaçlı orm anlarında ( Wallabia bicolor) olmak üzere birçok valabi,
bulunur. Y aprak ve taze sürgünlerin yanı sıra postu için öldürülm üştür. Eskiden oldukça
ot ve tohum da yer. yaygın olan, ama günümüzde seyrek olarak
Dişi kanguruların arka bacakları arasında N H P A /A N T
içi kürklü bir kese vardır. Yavrusunu bu
kesenin içinde taşır ve emzirir. Kurşunkalem
kalınlığında, yaklaşık 2 cm uzunluğunda, tüy­
süz ve pembe renkli olan yeni doğmuş yavru,
tüm çelimsizliğine karşın annesinin tüylerine
tutuna tutuna keseye doğru tırmanır. Yavru
kesede bulduğu ilk meme başına yapışarak
yaklaşık altı ay boyunca ana sütüyle beslenir.
Altı aylık olduğunda yaklaşık bir köpek yav­
rusu iriliğindedir. Annesi sıçrayarak dolaşır­
ken yavru da başını keseden çıkarıp dışarısını
seyreder ve annesi bir ağacın önünde durdu­
ğunda o da yaprakları koparm aya başlar.
Yavru yürüyüp koşmayı öğrense bile bir süre
daha annesinin kesesine döner. Tehlike karşı­
sında anne, yavrusuna doğru sıçrar ve hemen
onu ağzıyla tutarak kesesine yerleştirir.
Boz kangurular büyük sürüler halinde top­
landıklarında ekinlere zarar verebilirler. Am a
yalnız yol açtıkları zarardan ötürü değil eti ve
derisi için de avlanm aktadırlar. Bir kanguru­
yu yakalamak oldukça zordur. Çünkü en
küçük bir çıtırtıyı bile duyar ve sıçrayarak
koşarken saatte 50 km hıza ulaşabilir. Zorda
kaldığında arka ayaklarıyla attığı güçlü tek­
m eler bazen öldürücüdür. Ayrıca ön ayakları­
nı düşmanını tutm ak ya da yumruklamak için
Kızıl b o yu n lu va la b i A vu stra lya 'n ın
kullanabilir. g ü n e yd o ğ u su n d a ve T asm an ya'da ki çalılık alanlarda
Kızıl kanguru iç kesimlerdeki ovalarda yaşar.
KANIK 327

metreyi aşan uzunlukta olduğu anlaşılm ak­


tadır.

KANIK, Orhan Veli (1914-1950). Türk şiiri­


ne yeni bir anlayış getiren Orhan Veli Kanık,
Garip hareketi ya da Birinci Yeni adıyla
anılan şiir akımının öncülüğünü yaptı. İstan­
bul’da doğan O rhan Veli, G alatasaray Lisesi’
nin ilkokul bölüm ünde başladığı öğrenimini
A nkara’da sürdürdü. Lise öğrenimi sırasında
Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday ile
tanıştı. 1932’de liseyi bitirdikten sonra İstan­
bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe
Bölüm ü'ne girdi, ama öğrenimini yarıda bı­
raktı. Bu arada Varlık dergisinde ilk şiirlerini
Prom oıion A ustralia, Londra yayımlamaya başladı. 1936’da A nkara’ya
Yeni d o ğ m u ş izle n im in i veren bu yavru kanguru döndü, PTT Genel M üdürlüğü’nde m em ur­
gerçekte 18 haftalıktır. Doğarken ya vru la rın boyu
birkaç sa n tim e tre y i geçmez. luk yaptı; daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı
Tercüm e B ürosu’nda çalıştı. 1947’de bu ku­
rastlanan kızıl boyunlu valabi (Macropus ru- rum dan istifa etti. Şairlikle memurluğun bağ­
fogriseus), Avustralya’nın doğusundaki kurak daşamayacağı düşüncesiyle de başka bir işe
ormanlık alanlarda yaşar. girmedi. 1 Ocak 1949’da A nkara’da çıkarm a­
Kaya valabileri adıyla tanınan oldukça ya başladığı 15 günlük Yaprak dergisinin
farklı bir grup yalnız Avustralya’da bulunur. yayımını 15 Haziran 1950’ye kadar, 28 sayı
Güzel postlarıyla dikkat çeken bu hayvanların sürdürdü. Derginin yayımına son verdikten
kuyrukları başlangıç yerinde incedir. Ürkü- A ra Güler
tüldüklerinde ayaklarını yere vurur, yaşadık­
ları kayalık bölgelerde çevik sıçrayışlarla do­
laşırlar.
Fare kanguruları genellikle çalılar ve sey­
rek ağaçlar arasında yaşar. Bu grubun en iri
türü olan pas rengi fare kangurusu (A ep yp -
rymnus rufescens) 35 santim etrelik kuyruğuy­
la birlikte 90 cm uzunluğa erişir. Fare kangu­
rularının kulakları yuvarlak, burunları tüysüz
ve kuyrukları genellikle sarılıcıdır. Gündüzle­
ri gizlendikleri ottan yuvalarının yapımında
bazı türler kuyruklarını da kullanır.
Ağaç kangurularının geniş ayak tabanların­
da bulunan yumuşak kabartılar, dallara sağ­
lam basmalarını sağlar. Ön ayaklardaki güçlü
tırnakları kavram aya, uzun ve kalın kuyrukla­
rı da denge sağlamaya ve tırm anırken tutun­
maya yarar. Ağaç kanguruları Queensland ve
Yeni G ine’nin sık yağmur orm anlarında ya­
şar. Bu kangurular Dendrolagus cinsinin üç
türünden oluşur.
Binlerce yıl önce yaşamış ve günümüzde
soyu tükenmiş bir kanguru türünün fosillerin­ O rhan Veli Kanık, kural ta n ım a ya n şaşırtıcı ş iirle r
den bu hayvanların kuyrukları dışında 3 yazm ıştır.
328 KAN KANSERİ

sonra İstanbul’da yaşamaya başladı. Kısa bir tan Gibi"de (1946) halk şiirinden yararlandı.
süre için tekrar gittiği A nkara’da bir gece 1947’de yayımladığı Yenisi ve 1949’da yayım­
karanlık nedeniyle göremediği bir çukura ladığı Karşı'da şiirini daha olgunlaştırdığı gibi
düşerek hafifçe yaralandı. İstanbul’a döndük­ toplumsal ve siyasal düşüncelerine de şiirle­
ten kısa bir süre sonra da beyin kanamasından rinde yer vermeye başladı. Kitaplaştıramadığı
öldü. son şiirlerinde de bu çizgiyi sürdürdü. Yaprak
O rhan Veli’nin 1936-37 yıllarında, bir bölü­ dergisinde yer alan düzyazılarında demokrasi,
münü “M ehmet Ali Sel” takm a adıyla yayım­ insan hakları, düşünce özgürlüğü konularını
ladığı ilk şiirlerinde Baudelaire, Rim baud, işledi.
Verlaine gibi simgeci Fransız şairleri ile ülke­ Türk şiirinde önemli bir çığırın açılmasına
mizde onların etkisinde kalmış olan Ahm et ön ayak olan Orhan Veli, şiir anlayışını
Hamdi Tanpınar, Ahm et Muhip Dıranas gibi yalnızca şiirleriyle değil, yazılarıyla da ortaya
şairlerin etkileri görülür. Hece ölçüsünde ve koymaya çalıştı. Garip'e Melih Cevdet ve
uyaklı olarak yazılan bu ilk ürünlerde geçmişe Oktay Rifat ile birlikte yazdığı ünlü önsözde
özlem, çocukluk anıları, sevgi, umutsuzluk şiir hakkm daki düşüncelerini açıkladığı gibi
gibi duygusal ve bireysel konular ağırlıktadır. çeşitli gazete ve dergilerde bu konuda yazılar
Şiirdeki yeteneğini ortaya koyan bu ilk örnek­ yazdı. O rhan Veli'nin kitaplarında topladığı
lerden sonra O rhan Veli, geleneksel şiirle, şiirleri ile kitaplarına girmeyen şiirleri Bütün
söz sanatlarıyla, seçkin sözcüklerle, şairane- Şiirleri başlığı altında birçok kez basıldı.
likle, ölçü ve uyakla ilgisi olmayan yeni bir Nasreddin Hoca fıkralarını şiirleştirerek Nas­
şiire yöneldi. D aha sonra Melih Cevdet ve rettin Hoca Hikâyeleri (1949) adıyla yayımla­
Oktay Rifat ile birlikte çıkardığı Garip (1941) dı. Gazete ve dergilerdeki yazıları da Bütün
adlı kitapta toplanan bu kural tanım ayan ve Yazıları (1982) genel başlığı altında iki cilt
şaşırtıcı şiirlerde yaşamak için didinen çoğun­ olarak yayımlandı.
luğun beğenisini yakalamayı amaçladı (bak.
G a r îp ). KAN KANSERİ bak. L ö sem i
Süssüz, dolambaçsız, yalın bir söyleyişi
benimsedi, halktan kişilerin yaşamlarını şiire KANO, gidiş yönünde oturan bir ya da birden
soktu. İkinci kitabı Vazgeçemediğim’’de fazla kişinin kürekle yüzdürdüğü hafif bir
(1945) genellikle Garip çizgisini sürdürm ekle teknedir. En eski ulaşım araçlarından biri
birlikte şiirinde bazı değişiklikler yaptı. Des­ olan kanoyu ilkel insanlar çevrelerinde bul­

Kanoda m an evra d e ğ işik kürek çekm e te k n ik le riy le sağlanır.


KANO 329

B ir "k a p ı"d a n geçerken


dengesini
bir
yarışçısı. S la lo m
en az
2 m etre hıza
. G üve nlik için
koru yucu başlık ve can
yeleğ i takılır.

Allsport

dukları ağaçların gövdesini, gereksinmelerini bıraktıkları bir deliğin dışında, fok derisiyle
karşılayacak biçimde oyarak yaparlardı. G ü­ kaplarlardı.
nümüzde A frika’da ve Pasifik A daları’nda Eskim olar’ın kürekleri çift taraflıydı. M o­
yaşayan Y erliler’in kütükleri oyarak yaptıkla­ dern kano sporunu 1865’te tasarımını kendi
rı kayıklara da kano denir. Kuzey Am erika yaptığı kanosuyla 1.600 km kat etmeyi başa­
Yerlileri kanolarını, ahşap bir iskeleti huşağa- ran İskoç John M acG regor başlattı. D ene­
cı kabuğuyla kaplayarak yaparlardı. Grön- yimlerini bir kitapta toplayan M acG regor’un
land’da yaşayan Eskim olar’sa kayak adıyla serüvenleri çevresinde büyük bir ilgi uyan­
bilinen kanoları için balina kemiğinden bir dırdı. İlk kano kulübü İngiltere’de 1866’
kafes hazırlar, bu kafesi, oturm ak için açık da, dünya şampiyonalarını ve olimpiyatlardaki
330 KANSER

kano yarışmalarını düzenleyen Uluslararası bir özelliği olmayan kayaklarsa gezinti için
Kano Federasyonu (ICF) ise 1948’de ku­ kullanılmaktadır.
ruldu. Dağ akarsularında yapılan kano yarışları
Günümüzde spor ve eğlence amacıyla kul­ azgın su yarışları diye bilinir. Büyük bir beceri
lanılan kanoların boyu 5,25 m etre, genişliği ve esneklik isteyen bu yarışlarda dalgaları
85 cm, derinliğiyse 30-35 cm kadardır. H er iki aşarken kayalara çarpmamaya dikkat edilir.
ucu da hafifçe yüksek ve sivridir. İki tip kano Zorluk derecelerine göre sınıflandırılan bu
vardır. Bütün kanolar bu iki tip altında yarışlardan başka, azgın sularda, kayak spo­
toplanır. Kanada kanosu olarak bilinen üstü rundaki slaloma benzeyen ve renkli şamandı­
açık kano, huşağacı kaplanarak yapılan A m e­ ralardan ya da direklerden oluşturulmuş 25-
rikan Y erlileri’nin kanolarından geliştirilmiş­ 30 “kapı”ya çarpm adan geçmeyi amaçlayan,
tir. Bu kanolarda tek ucu olan, yani tek palalı slalom yarışları da yapılır. Sürat ve m araton
kısa saplı kürekler kullanılır. Eskimo kayak­ yarışları durgun sularda, kano sörfü ise okya­
larından geliştirilen güverteli kay ak' ta ise, tek nusta yapılır.
kişi çift palalı kürek kullanır. Kanolar yelkenli de olabilir. Önemli yarış­
Kanada kanoları ahşap, alüminyum ya da malarda kullanılan yelkenli kano belki de
camyününden yapılır. Genellikle iki kişiliktir dünyanın en hızlı tek kişilik yelkenli tekne­
ama bazı kanolar sekiz ya da daha çok kişi sidir.
taşır. Tek kişinin kürek çektiği Kanada kano­
sunda kıça (arkaya) oturarak ya da diz çöke­ KANSER. Özellikle gelişmiş ülkelerde çok
rek kürek çekilir. İkinci bir kürekçi varsa o da yaygın olan ve her üç kişiden birinde görülen
baş ya da pruva denen ön tarafa geçer. kanser tek bir hastalığın adı değildir. Çeşitli
Kanoyu yönlendirmek kıçta oturan sporcu­ dokularda gelişen 200’den çok hastalık kanser
nun işidir. Kural olarak kanocuların biri adı altında toplanır. Bu hastalıkların ortak
sağdan, öbürü soldan kürek çeker. özelliği, başlangıçta sağlıklı olan hücrelerin
Kayaklar ahşap iskelet üzerine gerilmiş vücudun denetim inden çıkarak aşırı biçimde
çadır bezinden kalıplanmış plastik ya da çoğalmaya başlaması ve başka yerlerdeki
camyününden yapılır, ahşap ya da kontrplak organ ya da dokulara yayılmasıdır. Bu yayıl­
kullanılabilir. İskeleti sökülerek kolayca taşı­ ma sürecine metastaz denir. Kanser adının
nabilen portatif kanolar da yapılmaktadır. kökeni ise “yengeç” anlamındaki Latince bir
Eskim olar’ın av kayaklarına benzeyen bazı sözcüktür. Çünkü mikroskopla bakıldığında,
güverteli kayaklar, deniz için de uygundur. kanserli hücrelerden çevre dokulara yayılan
D ar ve kıvrımlı dağ akarsularında kullanmak uzantılar yengeçlerin kıskaçlarını ve bacakla­
ve sörf yapmak içinse, daha kısa ve dolayısıy­ rını andırır.
la m anevra yeteneği yüksek olan güverteli Günüm üzde kanserli hastaların hemen he­
kayaklardan yararlanılır. Yarışlarda çok uzun men yarısı tam anlamıyla iyileştirilebiliyor.
ve dar kayaklar kullanılır. Hem akarsuya, Geri kalanların pek çoğu da hastalığın dene­
hem de denize uygun olan standart ve belirgin tim altına alınmasından sonra yıllarca normal
KANSER 331

yaşamlarını sürdürebiliyorlar. Bu başarıyı, kanserleri, kadınlarda meme kanseri, çocuk­


özellikle 1960’lardan bu yana kanserin tanı­ larda ise lösemidir.
sında ve tedavisinde sağlanan büyük gelişme­ Bazı kanserler, hazırlayıcı etkenlerden ka­
lere borçluyuz. çınmakla önlenebilir. Örneğin akciğer kanseri
Kanser türlerinin çoğunda, aşırı derecede olanların en az yüzde 90’ı sigara ya da tütün
çoğalan hücrelerin yığışmasıyla ur (tüm ör) içme alışkanlığındaki kişilerdir. (Bu nedenle,
denen yum rular oluşur. Neyse ki bütün urlar günümüzde sigara içenlerin sayısı giderek
kanser değildir. Bazıları zararsızdır; ama “iyi azalıyor.) Kanserin önlenm esinde beslenm e­
huylu” ya da eski terimiyle “selim” denen bu nin de önemli bir rol oynadığı sanılıyor.
urların da tedavi edilmesi gerekir. Kanserleş­ Nitekim meyve ve sebze gibi bol selülozlu
me sonucunda gelişen “kötü huylu” ya da yiyeceklere ağırlık verip şekerli ve yağlı yiye­
“habis” urlar ise her zaman zararlıdır. (A yrıca ceklerden kaçınanlarda bağırsak kanseri daha
bak. U R .) az görülür.
Normal bir hücrenin nasıl olup da kanserli Bütün kanser türlerinde hangi etkenlerin
bir hücreye dönüştüğü henüz tam olarak rol oynadığı şimdilik bilinmediği için hepsinde
bilinemiyor. Bulaşıcı bir hastalıkta, örneğin böyle bir korunm a yöntem inden söz edile­
kızamıkta ya da suçiçeğinde olduğu gibi kan­ mez. Am a erken tanı her zaman tedavinin
sere “yakalanm a” tehlikesi yoktur. Bu hasta­ başarı şansını artırır. Bunun için de sık sık
lıklar doğrudan doğruya hücrenin ve vücudun sağlık kontrolünden geçmek ve en küçük bir
işleyişiyle ilgili bir sorundan kaynaklanır. kuşkuda doktora başvurmak gerekir. Kanser
Dokuların normal gelişme ve yenilenme süre­ tanısında yararlanılan pek çok yöntem vardır.
ci içinde hemen hemen bütün hücreler ikiye D oktor hastayı iyice inceleyerek ele gelen
bölünerek çoğalır. Hücre bölünmesi özellikle anorm al bir şişkinlik ya da sertlik olup olm a­
büyüme çağında çok daha yoğundur. Vücut, dığını araştırır. İç organlarda gelişen bir uru
genlerden aldığı bilgi ve kom utlara uygun görebilmek için röntgen filmi çektirebilir.
olarak büyüme etkenleri denen kimyasal U run iyi ya da kötü huylu olduğunu anlayabil­
m addeleri üretm eye başlar. Vücuttaki büyü­ mek için de biyopsi denen basit bir ameliyatla
me ve onarım etkinliklerini denetleyen bu urdan küçük bir doku örneği alarak m ikros­
m addelerdir. Kanserde bu denetlem e sistemi kopta inceleyebilir.
ortadan kalktığı için, istenmeyen milyonlarca Kanser tedavisinde en çok uygulanan yön­
hücre yapılır. Eğer bu hücreler yok edilmezse tem ameliyattır. D oktorlar, eğer olanak varsa
kan ve lenf dolaşımıyla vücudun başka bölge­ kanserli dokuyu tümüyle almayı amaçlarlar.
lerine dağılıp beyin, akciğerler ve karaciğer Am a bazı kanserlerde bu ya olanaksızdır ya
gibi yaşamın odak noktalarına egemen olarak da uru alırken çevre dokulara daha çok zarar
vücut işlevlerini engellemeye başlar. verilebileceği için sakıncalıdır. Bu gibi du­
Bilim adam ları, denetlem e sistemindeki bu rum larda ışın tedavisi (radyoterapi ) uygulanır.
bozukluğun nereden kaynaklandığını çok ya­ Bir X ışınları kaynağını tam urun bulunduğu
kın yıllarda çözmeye başladılar. Görüldüğü yere yönelterek ya da radyoaktif bir maddeyi
kadarıyla, pek çok değişik etken böyle bir vücudun içine, kanserli dokunun yakınına
bozukluktan sorumlu olabilir. Örneğin tütün­ yerleştirerek yapılan ışın tedavisi bazı kanser
deki zehirli m addeler akciğer kanserine, gü­ türlerinde çok etkilidir.
neş ışığındaki bazı morötesi ışınlar da deri Ö te yandan bazı kanserlerde, özellikle lö­
kanserine yol açabiliyor. Yüksek dozda X semide, hücreleri yok ederek kanser oluşu­
ışınları ise birçok kanser türünün, örneğin munu durduran kimyasal m addelerin kullanıl­
löseminin (kan kanserinin) etkeni olarak gö­ dığı ilaç tedavisi (kem oterapi) ile başarılı
rülüyor (bak. LÖSEMİ). sonuçlar alınıyor. İlaç tedavisi bazen ameliyat
Kanser vücudun hem en her yerinde gelişe­ ya da ışın tedavisinden önce uru küçültmek,
bilir ve her yaş grubunda görülebilir. Am a bazen de bu tedavilerden sonra vücutta kala­
daha çok bir orta yaş hastalığıdır ve gelişmiş bilecek kanserli hücreleri yok etm ek üzere
ülkelerde en yaygını akciğer ve bağırsak tamamlayıcı bir tedavi yöntemi olarak da
332 KANT

uygulanır. Bu ilaçlar kan dolaşımına karışa­ retim üyesi oldu. Yaşamını bu kentte geçiren
rak vücutta dolaştığı için, ameliyatla ya da ışın Kant, gene burada öldü.
tedavisiyle ulaşılması güç olan dokulara da Königsberg Üniversitesi’nde mantık ve m e­
kolayca girebilir. Ne yazık ki, kanser önleyici tafizik profesörü olan Kant, bu döneme kadar
ilaçların istenmeyen etkileri de vardır. Bu daha çok doğa olayları ve etkileri ile ilgilendi.
m addelerin kötü huylu ur hücrelerinin yanı H ulton Picture Library
sıra normal ve sağlıklı vücut hücrelerini de
öldürmesi hasta için hoş olmayan sonuçlar
doğurabilir. Am a uzmanlar hastayı bu sonuç­
lara önceden hazırlayarak ve hastalığının iyi­
leşeceği ya da denetim altına alınacağı konu­
sunda güvence vererek tedavinin yan etkileri­
ni benimsemesini sağlayabilirler.
Son 10 yıl içinde kanser tedavisinde büyük
başarılar elde edilmiştir. Ö rneğin, çok erken
evrelerde tanı konulması koşuluyla erkekler­
de erbezi urlarının yüzde 90'dan çoğu ve
kadınlarda dölyatağı boynu kanserlerinin yüz­
de 100'ü tedavi edilebiliyor. M eme kanseri,
lösemi ve Hodgkin hastalığının (lenf düğüm­
leri kanseri) tedavisi de eskiye oranla çok
daha başarılıdır.
Tedavi edilemeyen bazı kanser hastalarının
bakım ında ise en önemli nokta hastanın
kendini daha iyi hissetmesini sağlamaktır.
Kanserli hastaların çoğu hastalıkları ilerledik­
çe ağrı çekeceklerinden korkarlar. Oysa gü­ A yd ın la n m a Ç ağı'nın ö n de gelen d ü şü n ü rle rin d e n
nümüzde çok güçlü ağrı kesici ilaçlarla bu Im m anu el Kant.
sorun büyük ölçüde çözülmüştür. Bugün bir­
çok ülkede tedavisi olanaksız kanserli hastala­ Rüzgâr, deprem , hareket ve fiziksel coğrafya
rın ağrılardan ve rahatsız edici belirtilerden üzerine yazılar yazdı. New ton’dan kaynakla­
uzak, daha güvenli ve rahat yaşayabilecekleri nan deneysel bilim anlayışını savundu. İlgi
özel bakım merkezleri vardır. alanı zamanla doğa olaylarından ahlaka kay­
dı. İngiliz düşünürlerinden David Hume ve
KANT, Immanuel (1724-1804). Immanuel John Locke’un görüşlerinden etkilendi. Bu
Kant, A vrupa’da insan ve doğa kavramlarına etkiyle, felsefeyi yeniden ele alarak, eleştir­
yeni bir yaklaşım getiren Aydınlanm a Çağı’ mek gerektiğini düşündü.
mn en önemli düşünürlerindendir. Hem bilgi K ant’tan önce bilginin kaynağının yalnızca
felsefesiyle, hem de “eleştiri” yöntemiyle duyular olduğu kabul ediliyordu. Kant, bilgi
etkili olmuştur (bak. AYDINLANMA ÇaGi). felsefesi alanında önemli bir adım attı.
Doğu Prusya’da Königsberg’de (bugün Ka- 1781’de yayımladığı S a f A klın Eleştirisi (Kri­
liningrad) doğan Kant, dokuz çocuklu dindar tik der reinen Vernunft) adlı kitabında duyula­
ve yoksul bir ailenin dördüncü çocuğuydu. rın yanında, anlama yetisinin de rolü olduğu­
Collegium Fredericianum ’da sekiz yıllık bir nu ortaya koydu.
eğitim gördü. D aha sonra Albertus Üniversi­ A hlak, ödev ve özgürlük üzerine görüşleri­
te sin e girdi. Burada fizik ve m atem atik üzeri­ ni 1788’de yayımladığı Pratik A klın Eleştirisi
ne çalıştı. Ne var ki, babası ölünce öğrenimi­ (Kritik der praktischen Vernunft) adlı kitabın­
ne ara verm ek zorunda kalarak dokuz yıl da topladı. İnsan doğal bir varlık olarak bir
öğretm enlik yaptı. Üniversiteyi 1755’te bitir­ yönüyle doğa yasalarına bağlıydı. Am a aklın,
dikten sonra Königsberg Üniversitesi’ne öğ­ kendi kendine yasa koyabilme niteliği vardı.
KANUN 333

Böylece insan kendiliğinden bir etkiyi başla­ basık tavanlı, loş dükkânlar sıralanır. Kentin
tabilir, yani özgür olabilirdi. İnsanın kendine m odern bölümündeyse batı kentlerindeki gibi
koyduğu ve uymak zorunda olduğu eylem gösterişli yapılar, iş hanları ve oteller yükse­
yasasına Kant “ahlak yasası” adını verdi. lir. K entte ayrıca parklar, kütüphaneler, çe­
Bütün insanların paylaştığı “insan onuru”nu, şitli okul ve üniversiteler, kiliseler ve 500’ün
her kişinin kendi benliğinde korumasının bir üstünde tapm ak vardır. Kentin içinden geçen
ödev olduğunu ileri sürdü. Buna bağlı olarak ırm akta kürekle hareket ettirilen düz dipli
da ancak bu tür eylemlerin ahlaklı olduğunu sampanlar, buharlı tekneler ve mavnalar iş­
savundu. ler. Sam panlar genellikle barınak olarak da
K ant’ın üçüncü önemli kitabı 1790’da ya­ kullanılır. Kentin kalabalık caddelerini oto­
yımladığı Kritik der Urteilskraffdır (“Yargı büsler, üç tekerlekli pedallı araçlar ve bisik­
Gücünün Eleştirisi"). Bu yapıtında daha çok letler doldurur.
sanat ve estetikle ilgili görüşlerini topladı. A raplar’ın 8. yüzyıldan beri K anton’la dü­
Dem okratik ilkelere bağlı olan K ant’ın zenli ticaretleri vardı. İlk Avrupalılar ise
etkisi, kendisinden sonra ortaya çıkan Kantçı- 1517’de gelen Portekizliler oldu. Onları çay,
lık ve 20. yüzyılda etkin olan Yeni-Kantçılık ipek, afyon ve şifalı bitkiler almak amacıyla
akımları ile sürdü. gelen HollandalIlar, İspanyollar, İngilizler,
A B D ’liler ve başkaları izledi. Önceleri yaban­
K ANTON. Çin’in güneydoğusundaki Kvang- cı tüccarlar ırmak kıyısında, yaklaşık 300
tung yönetim bölgesinin merkezi olan ve metre uzunluğunda ve 100 m etre genişliğinde­
Guangzhou olarak da bilinen K anton, aynı ki m ağazalarda ticaret yapar, aynı yerin arka­
zam anda ülkenin güneyindeki en önemli tica­ sını da ev olarak kullanırlardı. Bulundukları
ret merkezidir. Sikyang Irm ağı’nın deltasında yerden ayrılmalarına izin verilmezdi. 19.
yer alır. Coğrafi konumu ve Hong Kong’dan yüzyıldaki Afyon Savaşı sonunda İngiltere ile
Çin içlerine giden yol üzerinde yer alması, Çin arasında imzalanan bir dizi antlaşmayla
yaklaşık 2.000 yıl boyunca K anton’un canlı Kanton ve öbür Çin limanları yabancılara
bir ticaret ve alışveriş merkezi olmasını sağla­ açıldı. 20. yüzyıl başlarında, Kantonlu Sun
mıştır. Yat-sen'in önderliğindeki ayaklanmanın so­
Kanton yan yana gelmiş apayrı iki kent izle­ nucunda, 1911’de M ançu hanedanının ege­
nimi verir. Eski kentin dolambaçlı, dar sokak­ menliği yıkıldı.'M ao Çe-Tung ilk devrimci
larında ipekli kum aşların, m ine, fildişi ve lake çalışmaları K anton’da başlattı. Çan Kay-Şek
eşyalarla, yeşimden heykelciklerin satıldığı kentte 1927’de baş gösteren bir işçi ayaklan­
masını acımasızca bastırdı (bak. Ç a n K a y -Şe k ;
ZEFA M a o Ç e T u n g : S un Y a t -S e n ).
1931’de Japonlar’ın M ançurya’yı işgal e t­
mesiyle başlayan Çin-Japon Savaşı sırasında
yoğun biçimde bom balanan K anton, 1938’de
Japonlar’ın eline geçti. Çin Halk Cum huriye­
tin in kurulm asından sonra giderek gelişti.
1980’lerde Çin’in yabancı ülkelerle ilişkileri­
nin artması K anton’un yararına oldu. Hong
Kong’a yakınlığı ve ticari geçmişi, kenti batı­
ya açık önemli ticaret m erkezlerinden biri
durum una getirmiştir. Çin’in altıncı büyük
kenti olan K anton’un nüfusu 3.290.000’dir
(1986).

KA N U N , daha çok Ortadoğu ülkelerinde ve


K a n to n 'd a ki bu anıtsal yapı m o d e rn Ç in 'in kurucusu Türkiye’de kullanılan telli bir çalgıdır. Eski
sayılan S un Y at-sen'e adanm ıştır. Mısırlılar’ın ve Süm erler’in çalgıları arasında,
334 KANUN

K la s ik T ü rk m üziği ça lgıla rın dan kanun ve belli başlı b ö lü m le ri.

kanunun atası sayılabilecek telli çalgılar var­ sıralanan ve tellerin hemen altında bulunan
dı. Ünlü bilgin Farabi’nin bu çalgılardan yola küçük m andallardan her biri kaldırılıp indiri­
çıkarak kanunu geliştirdiği söylenmektedir. lerek tellerin tiz ya da pes ses vermesi
Farabi’den sonra A raplar’ın geleneksel çal­ sağlanır. Tellerin çoğu için m etalden yapıl­
gı takımında seçkin bir yer tutan kanun, gene mış ortalam a dokuz mandal yerleştirilir.
bir doğu çalgısı olan santurla ve batı çalgısı Kanun oturarak ya da bağdaş kurarak
klavsenle akrabadır. Çeşitli ülkelerde değişik çalınır. Bunun için iki diz üzerine yatay olarak
boyutlu kanunlar kullanılmasına karşın tel konur. H er iki elin işaret parmağına takılan
sayısı dışında, kanunların temel özellikleri metal yüzüklere sokulan iki mızrapla tellere
değişmez. Kanunun dik yamuk biçimindeki dokunularak çalınır. M andalı indirmek ya da
gövdesi ahşaptır. Dik kenara bitişik ve üzeri kaldırmak gerektiğinde, sağ elle çalma işi
deri gerili bir bölüm vardır. Köprü de denen sürdürülürken, sol elle mandalın konumu
uzun eşiğin ayakları, bu gergin deri üzerine değiştirilir. M ızraplar bağa, fildişi ya da boy­
basar. Dik kenardaki deliklere bağlanan tel­ nuz gibi m addelerden yapılır. Kanun çalan
ler, eşik üzerinden geçirilerek eğik kenardaki sanatçıya “kanuni” denir.
burgulara sarılır. Böylece teller uzun kenar ile Günüm üzdeki klasik Türk müziği topluluk­
kısa kenar arasında birbirine paralel bir bi­ larının vazgeçilmez çalgılarından olan kanun,
çimde gerilmiş olur ve tellerin boyu buna göre gerek akordunun bozulmaması, gerek tel
uzun kenardan kısa kenara doğru azalır. sayısının çok olması nedeniyle, değişmez sesli
Tellerin akordu, burguların özel bir anahtar akort çalgısı olarak kabul edilir; öteki tüm
yardımıyla sağa ya da sola döndürülmesiyle çalgıların akordu, kanununkine uydurulur.
yapılır. Tellerin çoğu üçer üçer, pes yöndeki 17. yüzyılda bir süre kullanıldıktan sonra
birkaçı ise ikişer ikişer bağlanır. Eskiden rağbet görmeyip bırakılan kanun, Kanuni
bağırsaktan yapılan teller, günümüzde nay­ Hacı Arif Bey gibi büyük bir kanun sanatçısı­
londan yapılmaktadır. K anunda, aynı telin nın etkisiyle, yeniden ilgi gördü ve yaygın
daha tiz ya da daha pes ses çıkarmasını biçimde kullanılmaya başlandı. M andal düze­
sağlamak için başka hiçbir telli çalgıda bulun­ neği gitgide geliştirilerek bugünkü yapısına
mayan bir mandal düzeneği vardır. Burgular­ kavuşan kanun, Türkiye’de yaklaşık üç buçuk
dan hemen önceki dip eşiklere bitişik olarak oktavlık bir ses alanına sahiptir.
Temel Britannica
Ek bilgiler
9.1 İNGİLTERE

İNGİLTERE____________________________ tığı tepkilerin yatıştırılması ve ekonominin ye­


niden sağlığına kavuşturulması gerekiyordu.
RESMİ ADI: Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik M ajör ayrıca, T hatcher’ın Avrupa Topluluk­
Krallığı.
YÖNETİM BİÇİMİ: İki m eclisli meşruti monarşi.
ları (AT) konusunda izlediği uzlaşmaz tutu­
YÜZÖLÇÜMÜ: 244.100 km2. mun yarattığı sorunları da çözmek zorunday­
NÜFUS (1991): 57.533.000. dı. Aralık 1991’deki M aastricht D oruğu’nda
BAŞKENT: Londra. M ajör İngiltere lehine ödünler koparmayı ba­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Londra şardı ve AT ile gerginliği yumuşattı. Körfez
(6.756.000), Birm ingham (992.000), Leeds (712.000),
Glasgovv (696.000), Sheffield (527.000), Bradford Savaşı sırasında İngiltere bölgeye 45 bin asker
(468.000), Liverpool (466.000), Manchester göndererek Am erika Birleşik Devletleri’nin
(444.000), Edinburgh (433.000), Bristol (373.000). (ABD ) ardından ikinci sırayı aldı.
Nisan 1992’deki seçimleri, birçok siyasal
1979’dan beri iktidarda olan M uhafazakâr gözlemcinin beklentisinin tersine, M uhafaza­
Parti ve Başbakan M argaret Thatcher 1989’da kâr Parti kazandı. Ekonom ik durgunluk
yapılan Avrupa Parlam entosu seçimlerinde 1992’de de sürdü. Faiz oranları yükseldi. İş­
ciddi bir yenilgiye uğradı. İşçi Partisi M uhafa­ sizlik oranı yüzde 10’un üzerindeydi. A vrupa’
zakâr Parti’nin önüne geçerken, Yeşiller de daki para bunalımı İngiltere’yi de etkiledi.
yüzde 15 oy aldı. Bu sonuç öbür partilerin de Sonunda, İngiliz Sterlini, Ekim 1990’da katıl­
çevre sorunlarına daha fazla eğilmelerine ne­ dığı Avrupa Para Sistemi döviz kuru mekaniz­
den oldu. İşçi Partisi’nin başarısının altında, masından Eylül 1992’de ayrılmak zorunda
geleneksel politikalarından vazgeçerek dün­ kaldı. Kasımda parlam entoda yapılan oyla­
yadaki değişimlere uygun yeni politikalar mada hüküm etin Avrupa politikası yalnız üç
benimsemesi yatıyordu. M uhafazakâr Parti’ oy farkla onaylandı. İngiltere Ocak 199.3’te,
nin başarısızlığı ise serbest piyasa reform ları­ ABD ve Fransa’nın yanı sıra, Birleşmiş Mil­
na dayalı ekonomik politikalarda, halkın hoş­ letler kararlarına uymadığı gerekçesiyle,
nutsuzluğuna karşın direnmesinden kaynakla­ Irak’ın havadan bom bardım anına katıldı.
nıyordu. 1992 İngiliz kraliyet ailesi için kötü bir yıl
Partisi içinde gerekli desteği bulamayan oldu. Prens Andrew eşinden ayrılırken, Prens
Thatcher Kasım 1990’da görevinden ayrıldı. Charles ile Prenses D iana’mn ayrı yaşayacakla­
Yerine John M ajör seçildi. Thatcher hüküm e­ rı açıklandı. Prenses Anne de eşinden ayrılıp
tini güç durum da bırakan üç önemli sorun yeniden evlendi. Kasımda çıkan bir yangında
vardı: Gittikçe kötüleşen ekonomik durum, ise Windsor Şatosu büyük hasar gördü.
halkın şiddetli tepkisine neden olan baş vergi­
si ve İngiltere ile A vrupa’nın gelecekteki iliş­ İRAN
kileri konusunda M uhafazakâr Parti içindeki
görüş ayrılıkları.. RESMİ ADI: İran İslam Cum huriyeti.
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek m eclisli İslam Cum huriyeti.
Nelson M andela’nın 1990’da serbest bırakıl­
YÜZÖLÇÜMÜ: 1.638.057 km2.
masının ardından, İngiltere Güney A frika’ya
NÜFUS (1992): 59.570.000.
karşı uygulamakta olduğu ekonomik yaptı­ BAŞKENT: Tahran.
rımlara son verdi. Doğu A vrupa’daki dem ok­ BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1986): Tahran
ratik değişimleri de destekleyen İngiltere, sa­ (6.042.584), Meşhed (1.463.508), Isfahan (986.753),
Tebriz (971.482), Şiraz (848.289).
vunma giderlerini kısmaya ve A lm anya’daki
asker sayısını azaltmaya karar verdi.
1991’de Başbakan John M ajör M uhafaza­ İran-Irak Savaşı 1988’de ateşkes imzalanma­
kâr Parti’nin halk arasındaki saygınlığını artır­ sıyla sona ermiş, ama barış görüşmeleri so­
maya çalıştı. M ajör, T hatcher’dan oldukça nuçlandırılamamıştı. İran, İrak askerlerinin
zor sorunlar devralmıştı. Y ürürlükte kalacağı topraklarından çekilmesinde ısrar ediyor,
iki yıl süresince baş vergisinin doğurduğu tep­ Irak ise Şattü’l-Arap suyolunun ortak kullanı­
kileri en aza indirme sorunu gündemdeydi. mı için diretiyordu. Irak ’ın Ağustos 1990’da
Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin yarat­ Kuveyt’i işgal etmesinin ardından, Saddam
İRLANDA CUMHURİYETİ 9.2

Hüseyin İran ’ın barış koşullarını eksiksiz ka­ munu gittikçe güçlendirdi. İslami anayasa hü­
bul edeceğini açıklayarak İran’a barış öneri­ kümlerini yorumlamakla görevli Uzm anlar
sinde bulundu. Böylece 1980’de başlayan sa­ Meclisi için yapılan seçimlerde Rafsancani
vaş 1990’da barış antlaşması ile sonuçlandı ve çizgisindeki adaylar kazanırken, radikal İs­
ekimde iki ülke arasında tam diplomatik ilişki lamcılar meclisteki yerlerini yitirdiler. Nisan
kuruldu. A m a, Kuveyt’in işgaline karşı çık­ 1992’de yapılan parlam ento seçimlerinde ka­
m aktan ve Irak’a karşı uygulanan ambargoya tılım yüzde 50 dolayında oldu. Yeni seçilen
uym aktan geri durmadı. Buna karşılık, Irak’a 270 üyeli mecliste Rafsancani yanlılarının ora­
karşı oluşturulan çokuluslu güce ya da Irak’a nı üçte iki dolayındaydı.
karşı bir askeri harekâta katılmayı reddetti. 1991’in ilk aylarında Irak’a karşı yürütülen
Ocak ve Şubat 1991’de İran ’a sığınan 142 Irak askeri harekât nedeniyle A BD karşıtı gösteri­
savaş uçağına İran el koydu. Savaş sonrasında ler yapıldı. Ücretlerin düşüklüğü, hızlı fiyat
Saddam ’a karşı ayaklanan Şii gruplar İran ’ artışları, yiyecek kıtlığı ve kadınların giysileri­
dan yardım istediler. A m a Tahran yönetimi ni düzenleyen yasanın zorla uygulanmak is­
Irak’taki iç savaşa karışmayı reddetti. tenmesi gibi nedenlerle ülkede büyük karışık­
İran 1989’da diplomatik ilişkilerini geliştir­ lıklar ve yaygın şiddet olayları yaşandı. Siya­
meye çalıştıysa da, pek başarılı olamadı. Bun­ sal barış ancak halkın ekonomik durum unun
da, Şubat 1989’da, The Satanic Verses (1988; düzeltileceği yolundaki vaatlerle sağlanabildi.
“Şeytan A yetleri”) adlı romanın yazarı, Hint 1991’de petrol üretiminin ve gelirlerinin art­
asıllı İngiliz rom an yazarı Salman Rushdie ması ekonomik sorunların bir ölçüde hafifle­
hakkında başlatılan kampanya önemli rol oy­ mesini sağladı. Am a Mayıs 1992’de ülkenin
nadı. Önce İngiltere, ardından da öteki Avru­ kentsel bölgelerinde gene yaygın gösteriler
pa Topluluğu üyesi ülkeler T ahran’daki bü­ düzenlendi.
yükelçilerini geri çektiler. Buna karşılık, Sov­
yet Sosyalist Cum huriyetleri Birliği (SSCB) İRLANDA CUM HURİYETİ
ile ilişkilerde iyileşme görüldü. Körfez Savaşı
sona erince İran Lübnan’daki Batılı rehinele­ RESMİ ADI: İrlanda.
rin serbest bırakılmasında rol oynadı ve bu YÖNETİM BİÇİMİ: İki m eclisli, çok partili cum huriyet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 70.285 km2.
ülkedeki kuvvetlerini tümüyle çekeceğini
NÜFUS (1992): 3.519.000.
açıkladı. Rehinelerin serbest bırakılmasıyla BAŞKENT: Dublin.
Batılı devletlerle İran arasında sınırlı bir ya­ BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Dublin
kınlaşma oldu. Am a Am erika Birleşik Dev­ (477.675), Cork (127.024), Limerick (52.040), Galvvay
(50.842), VVaterford (40.345).
letleri (ABD ) ile ilişkilerde pek gelişme sağ­
lanamadı. 1992’de ise, başta İngiltere, Fransa,
İsviçre ve Almanya olmak üzere, Batılı ülke­ 1980’lerin sonlarında Charles Haughey baş­
lerle ilişkilerde yeni gerginlikler yaşandı. Ay­ kanlığındaki azınlık hükümeti işsizliği azalt­
rıca, Basra Körfezi’ndeki Ebu Musa Adası mayı ve ekonomiyi canlandırmayı hedefleyen
konusunda Birleşik A rap Emirlikleri ile İran programın ikinci evresini uygulamayı sürdür­
arasında anlaşmazlık çıktı. Buna karşılık, dü. Bu program tem elinde hazırlanan bütçe
Kafkaslar’da ve O rta Asya’da SSCB’nin da­ halk tarafından da destekleniyordu. İktidar­
ğılmasından sonra kurulan yeni devletlerle daki Fianna Fail hüküm eti parlam entodan da
ilişkilerde hızlı bir gelişme görüldü. güçlü bir destek alıyordu. Kamuoyu desteği­
Haziran 1990’da İran ’ın kuzeyinde, 45 bin nin yüzde 54’ü aşması, Başbakan H aughey’i
kişinin ölümüne yol açan şiddetli bir deprem genel seçim kararı almaya yöneltti. Böylece
oldu. Bölgenin onarımı için en az 7 milyar tek başına iktidar olmayı umuyordu. Avrupa
A BD Doları harcama gerekiyordu. Deprem Parlam entosu seçimleriyle birleştirilen genel
dolayısıyla dış yardım istediği için Cum hur­ seçimlerde hiçbir parti tek başına çoğunluğu
başkanı Haşimi Rafsancani’ye yöneltilen eleş­ sağlayamadı. İlk kez Yeşiller’in bir adayı par­
tiriler, sağlanan yardımların büyüklüğü karşı­ lamentoya girdi. İşçi Partisi de ilk kez Avrupa
sında etkisiz kaldı. Rafsancani siyasal konu­ Parlam entosu’nda bir üyelik kazandı. Sonun­
9.3 İSPANYA

da Fianna Fail ile İleri Dem okratik Parti bir sağlanamadan görüşmeler kesildi. D aha son­
koalisyon hüküm eti kurm a konusunda anlaş­ ra yeni fonlar yaratılarak, işçilerin istekleri
tı. Bu Fiana Fail’in katıldığı ilk koalisyon hü­ kısmen karşılandı.
kümetiydi. Kasım 1990’da 17 yıldır ilk kez ya­ Haziran 1989’da Avrupa Parlam entosu se­
pılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini, İrlanda çimleri yapıldı. İktidardaki İspanyol Sosyalist
İşçi Partisi ile Emekçi Partisi’nin desteklediği İşçi Partisi (İSİP) oyların yüzde 39,5’ini aldı.
anayasa hukukçusu Mary Robinson kazandı. Bu başarıdan cesaret alan Başbakan Felipe
İrlanda ekonomisinde olumlu gelişmelerin Gonzâlez eylülde Cortes'i (parlam ento) dağı­
sürmesine karşılık işsizlik yükselmeye devam tarak erken genel seçim kararı aldı. Am a
ederek yüzde 20’ye ulaştı. Hüküm etin E ko­ ekimde yapılan seçimlerde İSİP büyük oy kay­
nomik ve Toplumsal İlerleme Programı bek­ bına uğradı. Buna karşın, Başbakan G onzâ­
lenen başarıyı sağlayamadı. Gelir artışı ve iş lez Nisan 1990’da parlam entodan güvenoyu
güvencesi vaat eden program iki konuda da almayı başardı.
başarısız oldu. Ortaya çıkan yolsuzluklar du­ İspanya son yıllarda da ayrılıkçı Bask örgü­
rumu daha da ağırlaştırdı. Haziran 1991’deki tünün sivil ve askeri hedeflere saldırılarıyla ve
yerel seçimlerde Fianna Fail büyük oy kaybı­ Katalan milliyetçiliğinin yarattığı sorunlarla
na uğradı. Fianna Fail’in 12 yıllık önderi uğraştı. Ocak 1989’da Bask bölgesinde ateş­
Charles Haughey, adının çeşitli mali skandal- kes ilan edilmesinden sonra, Bask Yurdu ve
lara karışması ve yasadışı telefon dinlemeye Özgürlüğü (ETA ) temsilcisiyle hüküm et tem ­
göz yumması gibi nedenler yüzünden 1992’de silcisinin Cezayir’deki görüşmelerinden bir
istifa etm ek zorunda kaldı. Yerine A lbert sonuç alınamadı. E T A ’nın bombalı m ektup
Reynolds geçti. eylemleri sürdü.
İngiltere ile ilişkilerde, suçluların geri veril­ Barselona’da yapılan Olimpiyat Oyunları,
mesi konusunda ortaya çıkan anlaşmazlık gi­ Sevilla’daki Dünya Fuarı ve Kristof Ko-
derek büyüdü. 1992’de İrlanda’nın gündemin­ lom b’un A m erika’yı keşfinin 500. yılı etkin­
de önemli yer tutan bir başka konu da kürtaj­ likleriyle, 1992 İspanya için yoğun ve olağan­
dı. Bu konuda bir referandum yapılması ka­ üstü bir yıl oldu. H üküm et bu etkinliklerin
rarlaştırıldı. Güm rük Tarifeleri ve Ticaret altyapı projeleri için önemli yatırımlar yaptı.
Genel Anlaşması (GA TT) çerçevesinde yürü­ Önceki yıllarda olduğu gibi 1992’de de yol­
tülen görüşmelerde tarım da devlet desteğinin suzluk ve rüşvet iddiaları hüküm eti sarstı. Y e­
azaltılması konusu özellikle çiftçiler arasında rel Katalan partisi parlam entoda İSİP’ten
büyük kaygılar yarattı. 1992’de M aastricht’te desteğini çekince, iktidar milliyetçi Bask par­
imzalanan Avrupa Birliği Antlaşması, hazi­ tisinin desteğine muhtaç hale geldi.
randa yapılan halkoylamasında İrlandalI seç­ A vrupa’daki genel para bunalımı İspanya’
menlerin yüzde 69’unun oyuyla onaylandı. yı da etkiledi ve İspanyol Pesetası 1992’de iki
kez devalüe edildi. İşsizlik yüzde 17,5 ile A v­
İSPANYA rupa Topluluğu ülkeleri arasındaki en yüksek
düzeye çıktı. H üküm et Aralık 1988’deki ge­
RESMİ ADI: İspanya Krallığı.
nel grevden bu yana ilk kez 1992’de sendika­
YÖNETİM BİÇİMİ: İki m eclisli meşruti krallık.
larla anlaşmaya varabildi. Sendikalar grev sı­
YÜZÖLÇÜMÜ: 504.783 km2.
NÜFUS (1992): 39.085.000.
rasında 17 kritik sektörde hizmeti durdurm a­
BAŞKENT: Madrid. ma sözü verdi. H üküm et de grevci işçilere
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): M adrid karşı hazırladığı yasayı geri çekti. Başbakan
(2.909.792), Barselona (1.623.542), Valencia Gonzâlez Ekim 1992’de, 1993’te yapılacak se­
(752.909), Sevilla (659.126), Zaragoza (586.219).
çimlerde yeniden aday olacağını açıkladı.

İspanya’da 1934’ten bu yana ilk kez 1989’da İSRAİL


hüküm et, İşçi Komisyonları ve Genel İşçi
Sendikası’yla görüşme masasına oturdu. H ü­ RESMİ ADI: İsrail Devleti.
kümetin verdiği ödünlere karşın, anlaşma YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili cum huriyet.
İSTANBUL 9.4

YÜZÖLÇÜMÜ: 20.700 km2. 1991’de SSCB’deki karışıklıklar ve Körfez


NÜFUS (1992): 5.239.000. Savaşı, İsrail’in O rtadoğu’da A B D ’nin önder­
BAŞKENT: İsrail Kudüs'ü başkent ilan etmişse de, bu
uluslararası düzeyde tanınmamıştır.
liğinde oluşan yeni düzende kilit bir rol üst­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Kudüs lenmesine yol açtı. SSCB bu yeni duruma uy­
gun olarak, 24 yıl aradan sonra 18 Ekim ’de
(504.100), Tel-Aviv-Yafa (321.700), Hayfa (223.600),
Holon (148.400), Bat Yam (133.200). İsrail’le yeniden diplomatik ilişki kurdu. Baş­
bakan Şamir aynı gün ABD Dışişleri Bakanı
İsrail’de 1988’in en önemli olayı Filistinliler’in B aker’ın bölgesel bir barış konferansı toplan­
Gazze Şeridi’nde 1987’de başlattığı ayaklan­ ması için önerdiği koşulları kabul etti. M ad­
maydı. İntifada olarak adlandırılan ayaklan­ rid’de başlayan Ortadoğu Barış Konferansı
ma kısa sürede Batı Şeria’ya, Kudüs’e ve öbür görüşmeleri daha sonra W ashington’da sür­
kentlere sıçradı. 1988 sonuna gelindiğinde, dürüldü. Suriye, Lübnan ve Ürdün-Filistin
yaşamını yitirmiş Filistinliler’in sayısı 300’ü, delegasyonlarıyla İsrail arasındaki ikili barış
tutuklananlarınki ise 6.000’i aşmıştı. 1989 so­ görüşmelerine, A B D ’deki başkanlık seçimle­
nunda ise ölen Filistinliler’in sayısı 500’ü geç­ rinin sonuçlanmasına değin ara verildi. Am a
mişti. Ölen İsrailliler’in sayısı ise yalnızca sayıları 1991 sonunda 330 bine ulaşan Sovyet
20’ydi. Yahudileri ile Etiyopya’dan gelen 20 bin Fala-
1988’deki genel seçimlerde hiçbir parti şa’nın işgal altındaki topraklarda yerleştiril­
K nessefte (parlam ento) çoğunluğu sağlaya­ mesi İsrail-ABD ilişkilerinde gerginliğe yol
madı. Likud Cephesi ile İşçi Partisi, Yitshak açtı.
Şamir’in başkanlığında bir koalisyon hüküm e­ Haziran 1992’deki seçimlerde Likud Cep­
ti kurdu. İşçi Partisi önderi Şimon Peres mali­ hesi yenilgiye uğradı. Parlam entoda Likud’un
ye bakanlığına getirildi. Am a 1990’da Şa­ 32 sandalyesine karşılık, İşçi Partisi 44 san­
mir’in Peres’i görevden alması üzerine koalis­ dalye kazandı ve yeni hükümeti İşçi Partisi
yon hüküm eti dağıldı. Yeni hüküm eti, bir di­ önderi Yitzhak Rabin kurdu. İsrail-ABD iliş­
zi küçük partinin desteğini alan Şamir kurdu. kilerinde bir iyileşme görüldüyse de, İsrail’in
1990 İsrail için önemli gelişmelerle dolu bir 400’den fazla radikal İslamcı Filistinli’yi sınır
yıl oldu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Bir- dışı etmesi yeni bir gerilime neden oldu. İsra­
liği’nde (SSCB) yaşayan Yahudiler kitle ha­ il, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ııin
linde İsrail’e göç etmeye başladılar. Öte yan­ sınır dışı edilenlerin geri alınması doğrultu­
dan, Körfez Bunalımı sırasında İsrail başlan­ sundaki kararm a uymadı. Am a daha sonra,
gıçta öne çıkmamaya çalıştı. Saddam Hüseyin A B D ’nin de baskısıyla, söz konusu kişilerin
ise bütün A raplar’ı İsrail’e karşı bir hareket ancak bir bölümünü geri almaya razı oldu.
içinde birleşmeye çağırdı. Buna bağlı olarak
İntifada hareketi hız kazandı. İsrail ise A m e­ İSTANBUL
rika Birleşik Devletleri’nin (ABD ) Irak’a kar­
şı A rap ülkeleriyle kurduğu ittifaka katıldı. YÜZÖLÇÜMÜ: 5.712 km2.
NÜFUSU (1990): 7.309.190.
Başbakan Yitshak Şamir, işgal altındaki top­
İL MERKEZİ: İstanbul.
raklarda halka daha yumuşak davranılmasmı İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): İstanbul Büyükşe-
sağlamaya çalıştı. Bölgedeki İsrail askerleri­ h ir Belediyesi'ne bağlı ilçeler: Adalar (19.413), A v­
nin sayısı azaltıldı. Bunun sonucunda şiddet cılar (1992'de ilçe yapıldı), Bağcılar (1992'de ilçe ya­
pıldı), Bahçelievler (1992'de ilçe yapıldı), Bakır­
olayları azaldı. köy (1.328.276), Bayrampaşa (212.570), Beşiktaş
Sovyet Yahudileri’nin göçü gittikçe hızlan­ (192.210), Beykoz (163.786), Beyoğlu (229.000), Emin­
önü (83.444), Eyüp (211.986), Fatih (462.464), Gazi­
dı. İsrail SSCB yurttaşları için en kolay göç osmanpaşa (393.667), Güngören (1992'de ilçe yapıl­
izni veren ülke durum una geldi. Bunun nede­ dı), Kadıköy (648.282), Kâğıthane (269.042), Kartal
ni SSCB’de yayılmakta olan Yahudi düşman­ (611.532), Küçükçekmece (479.419), Maltepe
(1992'de ilçe yapıldı), Pendik (295.651), Sarıyer
lığı ve bölgesel milliyetçilik eğilimlerinin güç­ (171.872), Şişli (250.478), Tuzla (1992'de ilçe yapıldı),
lenmesiydi. Göç Filistinliler’in İsrail’e karşı Üm raniye (301.257), Üsküdar (395.623), Zeytinburnu
(165.679). Ö bür ilçeler: Büyükçekmece (142.910), Ça­
düşmanlık duygularını körükleyen bir etken talca (64.241), S ilivri (77.599), Sultanbeyli (1992'de
oldu. ilçe yapıldı), Şile (25.372), Yalova (113.417).
9.5 İSVEÇ

Ingvar Carlsson başkanlığındaki Sosyal D e­


K IRKLA RELİ m okrat Parti hüküm eti desteğini yitirdi. H ü­
küm etin önlem paketi parlam entoda redde­
TEKİRDAĞ dildi. Siyasal bunalım maliye bakanının istifa­
Terkosı
Gölü 1 sı ve daha yumuşak bir önlem paketinin hazır­
lanmasıyla sonuçlandı.
Ç A T A LC A ® Gölü . A'
— J & B ü y ü k Çekmece ^ \
Ömerli
Baraj
Temmuz 1991’de İsveç tam üyelik için Av­
S İLİV Rİ G ^ û jL ^ Gölü.
rupa T opluluklarina başvurdu. Bu, İsveç’in
BÜYÜKÇEKM ECE: Kûçuk-Çekmece
Gölü „ \ t f A N B E 'm geleneksel tarafsızlık politikasının da sona er­
Prens
KOCAELİ mesi anlam ına geliyordu. Eylülde yapılan se­
MARMARA
DENİZİ ull,
Adalan
.Körfezi
çimlerde Sosyal D em okratlar ağır bir yenilgi­
ye uğradı. Sosyal D em okrat Parti oyların yüz­
Körfezi de 38,2’sini alarak ülkenin en büyük partisi
konum unu koruduysa da, gerekli çoğunluğu
b a l ik e : İU R S A
sağlayamadı. Seçimlerde iki yeni sağcı parti
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): İstanbul parlam entoya girdi. Ilımlı Koalisyon Partisi
{6.620.241), Yalova (65.823). önderi Cari Bildt’in başkanlığında, Sosyal
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Dumanlıtepe (897 metre), Ay- D em okrat Parti dışındaki dört partiden olu­
dos Dağı (537 metre).
SICAKLIK: Göztepe'de en düşük -16,1°C (9.2.1929), en
şan bir azınlık hüküm eti kuruldu. Parlam ento
yüksek 40,5°C (11.8.1970), ortalam a 14°C. İsveç ile D anim arka arasında bir kara ve de­
YAĞIŞ MİKTARI: Göztepe'de yıllık ortalama 686,9 mm. miryolu köprüsü kurulmasını onayladı. Ayrı­
ca 2010 yılına değin nükleer enerji üretimine
son verilmesi kararlaştırıldı.
İSVEÇ İsveç 1992’de son 50 yılın en ciddi ekono­
mik bunalımını yaşadı. Am a merkez-sağ koa­
RESMİ ADI: İsveç Krallığı. lisyon ile Sosyal D em okratlar arasında, geç­
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek m eclisli m eşruti monarşi.
mişte görülmedik bir uzlaşma sağlandı. Kamu
YÜZÖLÇÜMÜ: 449.964 km2.
harcamalarını kısan ve yeni vergiler getiren
NÜFUS (1992): 8.673.000.
BAŞKENT: Stockholm.
yasalar çıkarıldı. Bu önlem ler halk tarafından
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Stockholm da desteklendi. Bununla birlikte, yıl sonuna
(679.364), G öteborg (423.112), M alm ö (234.796), gelindiğinde ekonom ik bunalım hâlâ sürm ek­
Uppsala (170.743), Linköping (124.352).
teydi.

1988’de İsveç’te gündemdeki en önemli konu İSVİÇRE


çevre kirliliği oldu. Deniz kirliliği tonlarca ba­
lığın ve çok sayıda fokun ölümüne yol açtı. RESMİ ADI: İsviçre Konfederasyonu.
YÖNETİM BİÇİMİ: İki m eclisli federal devlet.
Gittikçe ağırlaşan çevre sorunu genel seçimle­
YÜZÖLÇÜMÜ: 41.293 km2.
re de yansıdı ve Yeşiller parlam entoda 20 san­
NÜFUS (1992): 6.911.000.
dalye kazandılar. Başbakan Olof Palm e’ BAŞKENT: Bern (yönetim ), Lozan (yargı).
nin katili olarak tutuklanan ve yargılanan BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Zürich
Christer Pettersson’un delil yetersizliğinden (341.276), Basel (171.036), Cenevre (167.167), Bern
(134.629), Lozan (123.159).
1989’da serbest bırakılması İsveç adalet siste­
mi konusunda yoğun tartışm alara neden oldu.
H üküm etin kamu harcam alarında kısıntılar Son yıllarda İsviçre’de gündemin ilk sırasını
öngören ekonom ik program ı özellikle öğren­ Avrupa Toplulukları (AT) karşısında takını­
cilerin yoğun tepkisiyle karşılaştı. Dolaylı ver­ lacak tutum aldı. Sanayicilerin büyük bölümü
gilerin artırılması da, hayat pahalılığını artır­ A T ’ye katılmayı savunurken, çiftçiler bu dü­
dığı için hoşnutsuzluğa yol açtı. H üküm etin şünceye şiddetle karşı çıkıyordu. İsviçre’nin
1990’da grev yasağı ve ücretlerin dondurul­ de üye olduğu Avrupa Serbest Ticaret Birliği
ması gibi önlem ler almaya kalkışması sonucu (EFTA ) ile A T arasında Avrupa Ekonomik
İZLANDA CUMHURİYETİ 9.6

A lam ’mn (A E A ) oluşturulması durum u daha çimlerde oy yitirmekle birlikte, ülkenin ikinci
da karmaşıklaştırdı. Aralık 1992’de yapılan büyük partisi konum unu sürdürmeyi başardı.
halkoylamasında İsviçre’nin A E A ’ya katılm a­ 1990’daki yerel ve bölgesel seçimlerde, kendi­
sı kararlaştırıldı. Ö teki E FT A ülkeleriyle bir­ lerine “birlik” adını veren yeni siyasal hare­
likte İsviçre de A T üyeliği için başvurduysa ketler özellikle ülkenin kuzeyinde büyük güç
da, bu konudaki tartışm alar yoğun bir biçim­ kazandılar. Bunların en güçlüsü Lombardiya
de sürdü. Birliği’ydi.
1988’de İsviçre’ye 15 bin dolayında sığın­ M art 1991 ’de yaklaşık 10 bin A rnavut’un
macı gelirken, bu sayı 1989’da 20 bine, İtalyan limanlarına sığınması İtalyan hüküm e­
1990’da ise 40 bine yükseldi. 1990’ların başla­ ti için olağanüstü bir durum yarattı. G elenle­
rında işsizliğin artm aya başlaması, sığınmacı­ rin küçük bir bölümü sığınmacı olarak kabul
lara karşı, zaman zaman şiddet olaylarına dö­ edildi. Ağustosta yeni bir göç dalgası oldu.
nüşen tepkilere yol açtı. İsviçre’deki bir başka Am a gelen A rnavutlar’ın çok büyük bölümü
önemli sorun da uyuşturucu kullanımıydı. ülkelerine geri gönderildi.
1989’da 15 bin dolayında eroin bağımlısının Nisan 1992’de yapılan genel seçimlerde hiç­
olduğu tahm in ediliyordu ve bunların çoğu bir parti çoğunluğu sağlayamadı. Otuz yıldan
A IDS virüsü taşıyordu. A vrupa’da A ID S’li beri çeşitli koalisyonlarla ülkeyi yöneten
oranının en yüksek olduğu ülke İsviçre’ydi. H D P ile İtalyan Sosyalist Partisi (İSP) seçim­
Ekim 1991’deki seçimlerde katılım yüzde lerde büyük oy kaybına uğradılar. Bu gerile­
50’nin altında kaldı. H üküm eti oluşturan dört menin bir nedeni, hızlı bir gelişme göstererek
parti koalisyonu iktidarda kalmayı başardı. ülkenin dördüncü büyük partisi olan Lom bar­
diya Birliği’ydi. Seçimlerin ardından Cum hur­
İTALYA başkanı Francesco Cossiga istifa edince yeni
hüküm etin kuruluşu gecikti. Mayıs sonunda
RESMİ ADI: İtalya Cum huriyeti.
Oscar Luigi Scalfaro’nun cumhurbaşkanlığına
YÖNETİM BİÇİMİ: İki m eclisli cum huriyet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 301.277 km2.
seçilmesinin ardında İSP’den Giuliano Ama-
NÜFUS (1992): 57.103.000. to ’nun başkanlığında yeni bir koalisyon hükü­
BAŞKENT: Roma. meti kuruldu.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Roma Yeni hüküm et eylülde kamu harcam aların­
(2.791.354), M ilano (1.432.184), Napoli (1.206.013), da önemli kesintilere gitti ve yeni vergiler
Torino (991.870), Palermo (734.238), Cenova
(701.032), Bologna (411.803), Floransa (408.403), Ca- koydu. Kamu kesiminde ücretler dondurul­
tania (364.176), Bari (353.032), Venedik (317.837). du. Emeklilik yaşı yükseltildi. Bu uygulama­
lar protestolara neden olduysa da, başbakan
Başbakan Giovanni Goria Nisan 1988’de isti­ istifa tehdidiyle, kanun kuvvetinde kararna­
fa edince yerine Ciriaco de M ita geçti. me çıkarma yetkisi aldı. M afya’nın iki Sicilya­
1989’daki yerel seçimlerle Avrupa Parlam en­ lI yargıcı öldürmesi ülkede büyük tepki uyan­
tosu seçimlerinden en kazançlı çıkan Yeşiller dırdı ve gösterilere neden oldu.
G rubu oldu ve böylece ülkenin dördüncü bü­
yük partisi haline geldi. Buna karşılık Achille İZLANDA CUMHURİYETİ
O cchetto önderliğindeki İtalyan Komünist
RESMİ ADI: İzlanda Cum huriyeti.
Partisi’nin (İKP) oylarındaki gerileme sürdü. YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili, tek m eclisli cum huriyet.
Am a Hıristiyan D em okrat Parti’nin (HDP) YÜZÖLÇÜMÜ: 102.819 km2.
ardından ikinci sıradaki yerini korudu. Hazi­ NÜFUS (1991): 258.000.
ran 1989’da istifa eden M ita’nın yerini altıncı BAŞKENT: Reykjavik.
kez başbakan olan Giulio A ndreotti aldı. BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Reykjavik
(145.546), Akureyri (14.174), Keflavik (7.525).
Doğu A vrupa’da komünizmin çökmesinin
ardından İKP de komünizmi terk ederek sos­
yal dem okrat bir yaklaşımı benimsedi. İKP İzlanda 1988’in ortalarından başlayarak eko­
1990’da adını D em okratik Sol Parti (DSP) nomik durgunluk içine girdi. Bunun temel ne­
olarak değiştirdi. Mayısta yapılan bölgesel se­ deni, daha önceki aşırı avlanma nedeniyle
9.7 İZM İR

İzm ir İli Ege


B ölg e si'n d e ye r alır.

adayı çevreleyen denizlerde balık stokunun İZMİR


azalması sonucunda balıkçılığa getirilen kısıt­
lamalardı. Balık türlerinin yok olmasını önle­ YÜZÖLÇÜMÜ: 11.973 km2.
NÜFUSU (1990): 2.694.770.
mek için getirilen avlanma kotaları özellikle
İL MERKEZİ: İzmir.
yoksul yöreleri çok etkiledi. Ekonom ik dur­ İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): İzm ir Büyükşehir Bele-
gunluğun bir başka nedeni, ekonomik büyü­ diyesi'ne bağlı ilçele r: Balçova (1992'de ilçe yapıldı),
meye ağırlık verilen 1986 ve 1987 yıllarında Bornova (278.300), Buca (203.383), Çiğli (1992'de il­
çe yapıldı), Gaziemir (1992'de ilçe yapıldı), Karşıyaka
yatırım ve dış borçlanmaların aşırı boyutlara (424.196), Konak (874.597), Narlıbahçe (1992'de ilçe
ulaşmasıydı. II. Dünya Savaşı’ndan beri işsiz­ yapıldı). Ö bür ilçele r: Aliağa (42.150), Bayındır
(47.126), Bergama (101.421), Beydağ (14.632), Çeş­
lik sorunu olmayan İzlanda’da özellikle geri me (29.463), Dikili (23.219), Foça (25.222), Karaburun
kalmış bölgelerde işsizlik ortaya çıktı. (9.020), Kemalpaşa (56.075), Kınık (37.617), Kiraz
1989’daki yaygın grevler sınırlı ücret artışla­ (41.247), Menderes (53.379), Menemen (76.043),
Ödemiş (124.968), Seferihisar (21.406), Selçuk
rıyla sonuçlandı. H üküm et durgunluğu aşmak (27.353), Tire (77.314), Torbalı (71.172), Urla
için yabancı yatırımcıları ülkeye çekecek pro­ (35.467).
jeler hazırladı ve bunların bazılarını kabul et­ BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): İzmir
(1.7Ş7.414), Ödemiş (51.620), Bergama (42.554).
tirdi. BAŞLICA YÜKSELTİLER: Bozdağ (2.159 metre), Cevizli
Nisan 1991’deki seçimler m uhafazakâr Ba­ Dağı (1.819 metre).
ğımsızlık Partisi’nin (BP) zaferiyle sonuçlan­ SICAKLIK: İzmir kentinde en düşük -8,2°C (4.1.1942), en
dı. Steingrimur Hermannsson başkanlığında­ yüksek 42,7°C (24.8.1958), ortalam a 17,6°C.
YAĞIŞ MİKTARI: İzmir kentinde yıllık ortalama 701,7
ki koalisyon hükümeti parlam entodaki deste­ mm.
ğini koruduysa da, Sosyal D em okrat Parti
(SDP) temel siyasal konulardaki anlaşmazlık­ JAMAİKA
lar nedeniyle hüküm etten çekildi. BP ile
SD P’nin David Oddsson başkanlığında kur­ RESMİ ADI: Jamaika.
duğu koalisyon hüküm eti nisan sonunda göre­ YÖNETİM BİÇİMİ: İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi, iki
m eclisli m eşruti monarşi.
ve başladı. Yeni hüküm etin işbaşına gelir gel­
YÜZÖLÇÜMÜ: 10.991 km2.
mez hatı bir ekonomik politika izlemeye baş­ NÜFUS (1992): 2.445.000.
laması halk desteğinin azalmasına yol açtı. İz­ BAŞKENT: Kingston.
landa ekonomisindeki gerileme 1992’de de BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Kingston
sürdü. İşsizlik artışı önlenem edi, buna karşı­ (103.771), Spanish Town (92.383), M ontego Bay
(83.446), Portmore (73.400), May Pen (46.785).
lık enflasyonda düşüş görüldü.
JAPO N YA 9.8

Şubat 1989’da yapılan genel seçimler sonu­ ta ’nın istifasıyla sonuçlandı. Haziranda parla­
cunda, iktidardaki Başbakan Edw ard Seaga mento tarafından başbakanlığa seçilen Sosu-
önderliğindeki Jam aika Em ek Partisi (JEP) ke Uno ise, bir geyşa ile ilişkilerinin açığa çık­
yenilgiye uğradı. Michael Manley önderliğin­ ması üzerine ancak 53 gün dayanabildi. Hazi­
deki Ulusal Halk Partisi (U H P) parlam ento­ randa yapılan Danışma Meclisi seçimlerinde
daki 60 üyeliğin 45’ini kazanarak iktidara gel­ Liberal Dem okrat Parti (LDP) çok sayıda
di. Yeni hüküm et ekonomik kalkınmada özel sandalye yitirdi. Japon Sosyalist Partisi (JSP)
sektöre daha fazla ağırlık vermekle birlikte, ise 46 yeni sandalye kazandı. Başbakanlığa
büyük ölçüde eski hüküm etin politikalarını eski eğitim bakanlarından Toşiki Kaifu geti­
sürdürdü. rildi.
1988’den beri sürdürülen Uluslararası Para Şubat 1990’da yapılan Temsilciler Meclisi
Fonu (IM F) programı 1989’da askıya alındı. seçimlerinde LDP partiden uzaklaşan birçok
Bunu izleyen görüşm eler sonucunda IM F ile seçmeni yeniden kazanarak oyların yüzde
1990’da yeni bir kredi anlaşması yapıldı. Bu­ 45’ini aldı. Başbakan Kaifu’nun kamuoyu
nu, 1991 ’de yeni bir anlaşma izledi. Ekonom i­ desteği gittikçe yükselerek ağustosta yüzde
de bir düzelme görüldü. Boksit ve alümina 60’a ulaştı. Bu Japon siyasal yaşamında görü­
üretimi artarken, turizm sektörü de yeniden len en yüksek orandı. Şubat seçimlerinde Ta-
canlandı. 1991’de, döviz kuruna istikrar getir­ kako Doi önderliğindeki JSP dikkatini kadın­
mek ve karaborsayı önlem ek amacıyla kur de­ ların ve gençlerin desteğini almaya yoğunlaş­
netimi kaldırıldı. tırdı ve oylarını L D P’den daha fazla artırdı.
Başbakan Manley M art 1992’de sağlık ne­ JSP M art 1990’da toplanan kurultayında, yıl­
denleriyle görevinden ayrıldı. Yerini Percival lardır savunduğu toplumsal devrim hedefin­
Patterson aldı. Yeni başbakan, M anley’nin den vazgeçerek sosyal dem okrat olduğunu
ekonominin yeniden düzenlenmesi, özelleş­ açıkladı. Adını da Japonya Sosyal D em okrat
tirme ve özel girişimi desteklem e politikaları­ Partisi (JSDP) olarak değiştirdi.
nı sürdürüyordu. 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgalin­
den sonra Başbakan Kaifu Japonya’nın petro­
JAPONYA le öncelik veren politikasından saparak, Irak ’ı
kınadı. Japonya Birleşmiş M illetler’in (BM)
RESMİ ADI: Japonya. Irak’a karşı uyguladığı yaptırımları destekle­
YÖNETİM BİÇİMİ: İki meclisli meşruti monarşi.
di. H atta II. Dünya Savaşı’ndan sonra belirle­
YÜZÖLÇÜMÜ: 377.835 km2.
nen güvenlik politikası gereği olan ve ülke dı­
NÜFUS (1992): 124.310.000.
BAŞKENT: Tokyo. şına asker gönderilmesini yasaklayan anayasa
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Tokyo maddesinin değiştirilmesi bile gündeme geldi.
(8.154.404), Yokohama (3.250.887), Osaka 1991’de LDP bir kez daha skandallarla sar­
(2.613.199), Nagoya (2.158.784), Sapporo
(1.696.056), Kohe (1.488.619), Kyoto (1.458.563), Fu- sıldı ve Başbakan Toşiki Kaifu ikinci bir kez
kuoka (1.249.320), Kavasaki (1.187.034), Hiroşima seçilmeyi başaramadı. Eski Maliye Bakanı
(1.090.048), Kitaküşü (1.021.816). Kiiçi Miyazava ekim ayında başbakan seçildi.
Yeni hüküm etin parlamentoya sunduğu ön­
Dünyanın en uzun süre tahtta kalan hüküm ­ lemlerin çoğu kabul edildi. Bunlar arasında,
darı olan Japon İm paratoru Hirohito Ocak Kaifu zamanında konmuş olan ve halkın tep­
1989’da öldü. Hem en ardından oğlu Akihito kisini çeken tüketim vergisine bazı muafiyet­
törenle tahta çıktı. Hirohito için 24 Şubat’ta ler getiren yasa da vardı. Arsa fiyatlarının dü­
Tokyo’da görkemli bir cenaze töreni düzen­ şürülmesi ve Kuveyt’teki çokuluslu güce ek
lendi. mali yardım sağlanması da yeni önlem ler ara­
Son yıllarda Japonya’nın siyasal yaşamı tam sındaydı. D aha önceki yardımla birlikte, K ör­
bir karışıklık içindeydi. Ülke birbirini izleyen fez Savaşı için sağlanan yardım 13 milyar do­
skandallarla sarsıldı. 1989’da bazı bakanların lar dolayındaydı. Am erika Birleşik Devletleri
Recruit adlı reklam ajansından rüşvet alması­ (A B D ), Japon Öz Savunma Kuvvetleri’nin
nın ortaya çıkması Başbakan Noboru Takeşi- çokuluslu güce katılmayışından ve yardımın
9.9 KAHRAMANMARAŞ

azlığından hoşnutsuzdu. Bu sürtüşme ABD


ile Japonya arasındaki ticari ilişkilere de yan­
sıdı. Japonya-ABD ticaretini liberalleştirmeyi
hedef alan görüşmeler 1990’da sonuçlanmıştı.
Ama üzerinde anlaşmaya varılan konularda
somut adımlar atılmasına ilişkin kuşkular
vardı.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği
(SSCB) Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov Ni­
san 1991’de Tokyo’yu ziyaret etti. Japonya’ya
ait “Kuzey T opraklari'nın SSCB tarafından
işgal edilerek askeri amaçlarla kullanılması
Japonya tarafından 45 yıldır protesto ediliyor­
du. Gorbaçov bu konuda ödün vermedi. Ja­
ponya, başta Güney Kore olmak üzere, bölge
ülkeleriyle ilişkilerini iyileştirme yolunda
önemli adımlar attı. Hüküm et Haziran 1991’
de, Öz Savunma Kuvvetleri’nin ülke dışında
BM ’nin barışı koruma operasyonlarına katıl­ SICAKLIK: Kahramanmaraş kentinde en düşük -9°C
(30.1.1968), en yüksek 42,6°C (14.7.1980), ortalama
masına olanak sağlayan bir yasayı parlam en­ 16,5°C.
todan geçirme başarısını gösterdi. Haziran YAĞIŞ MİKTARI: Kahramanmaraş kentinde yıllık ortala­
1992’deki Danışma Meclisi seçimlerinden ma 711,5 mm.
LDP kazançlı çıktı.
Mali yolsuzluklarla ilgili skandallar 1992’de
de sürdü. Yolsuzluk soruşturm alarına yüzler­ KAMBOÇYA
ce siyasetçinin adı karıştı. Başbakan yardımcı­
sının rüşvet aldığını kabul etmesi Miyazava RESMİ ADI: Kamboçya Devleti.
YÖNETİM BİÇİMİ: Birleşmiş M illetler gözetiminde, tek
hükümetinin saygınlığını sarstı. m eclisli geçici yönetim .
Sanayileşmiş ülkeler arasında A B D 'nin ar­ YÜZÖLÇÜMÜ: 181.916 km2.
dından ikinci sırayı alan Japonya’da, 1992’de NÜFUS (1992): 8.974.000.
ekonomik büyüme hızı 1974’ten bu yana en BAŞKENT: Phnom Penh.
düşük düzeyde gerçekleşti. Ama enflasyon ile BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1987): Phnom
Penh (800.000), Patdambang (45.000), Kampong
işsizlik de sanayileşmiş ülkeler arasındaki en Cham (33.000), Pursat (16.000), Kampong Chhnang
düşük oranlardaydı. Başkan Bush’un Ocak (15.000).
1992’de Tokyo’yu ziyaretine karşın, Japonya-
ABD ilişkilerindeki gerginlik tırmanmaya de­ Vietnam ’ın 1979’da Kamboçya’yı işgal ederek
vam etti. Pol Pot yönetimini devirmesinden beri, Pol
Pot yanlısı Kızıl Khmerler başta olmak üzere
KAHRAMANMARAŞ________________
çeşitli direniş gruplarının yönetime karşı yü­
YÜZÖLÇÜMÜ: 14.327 km2. rüttüğü gerilla savaşı 1980’lerin sonlarında hâ­
NÜFUSU (1990): 892.952. lâ sürmekteydi. 1988’de Heng Samrin hükü­
İL MERKEZİ: Kahramanmaraş.
meti ile direniş örgütleri arasında uzlaşma
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (360.481),
Afşin (99.321), Andırın (44.337), Çağlayancerit sağlamaya yönelik görüşmeler başladı. Aynı
(26.914), Ekinözü (21.633), Elbistan (112.024), Gök­ yıl Heng Samrin’in yerini Hun Sen aldı. G ö­
sün (70.616), Nurhak (14.990), Pazarcık (81.644),
Türkoğlu (60.992).
rüşmelerden hiçbir sonuç alınamayınca çar­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Kahraman­ pışmalar yeniden şiddetlendi. 1989’da Başba­
maraş (228.129), Elbistan (54.741), Afşin (28.524), kan Hun Sen bazı liberal değişiklikler yaptı.
Pazarcık (25.154).
Ülkenin Kampuçya Halk Cumhuriyeti olan
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Nurhak Dağı (3.081 metre), Ka-
ragölyatağı Tepesi (3.027 metre), Işık Dağı (2.935 adının Kamboçya Devleti olarak değiştirilme­
metre). si, Budacılık’ın yeniden ulusal din ilan edil­
KANADA 9.10

mesi, özel mülkiyete izin verilmesi ve yeni bir (810.000), Yuandâ (649.000), Garua (142.000), Marua
(123.000), Bafussam (113.000).
bayrağın kabul edilmesi bunların en önemlile­
riydi. A rdından, ülkenin tarafsızlık politikası
izleyeceği açıklandı ve yabancı yatırımlara Yaygın grevler ve protesto gösterileri karşı­
izin veren bir yasa çıkarıldı. Vietnam hükü­ sında, Başkan Paul Biya çok partili sisteme
metinin Kamboçya’daki birliklerini çekme iş­ geçiş konusunda tavır değiştirmek zorunda
lemini Eylül 1989 sonuna kadar tam amlayaca­ kaldı. Temmuz 1990’da toplanan ulusal kon­
ğını açıklamasına karşın, Kızıl Khm erler'le ferans insan haklarını güvence altına alacak
Phnom Penh kuvvetleri arasındaki çarpışma­ yasaların hazırlanması, basın özgürlüğünün
lar 1989’da ve 1990’da da sürdü. sağlanması ve m uhalefet partilerinin yasallaş­
Kamboçya’daki iç savaşa kapsamlı bir siya­ ması çağrısında bulundu. Yıl sonuna gelindi­
sal çözüm getiren antlaşma sonunda, 23 Ekim ğinde siyasal tutukluların çoğu serbest bırakıl­
1991 'de Paris’te imzalandı. Antlaşmayı Prens mıştı. Am a bütün bu gelişmeler şiddet hare­
Norodom Sihanouk’a bağlı milliyetçiler, ketlerinin 1991’de de sürmesini önleyemedi.
Khm er Ulusal Kurtuluş Cephesi, Kızıl Yirmi beş kadar m uhalefet partisine yasallık
Khm erler ve Phnom Penh hükümetinin yanı tanınmasına karşın, başkanın yeni bir ulusal
sıra, barış konferansına katılan ve Kamboçya’ konferans toplamaya ve seçimlere gitmeye
nın tarafsızlığının garantörlüğünü üstlenecek yanaşmaması, yıl boyunca genel grevlere,
olan 19 ülkenin ilgili bakanları imzaladı. Bu toplu tutuklam alara ve pasif direniş eylemle­
antlaşma uyarınca yönetimi, ülkedeki dört rine yol açtı. Başkan Biya Eylül 1991’de m u­
grubun temsilcilerinden oluşan, Prens Siha­ halefet partilerinin etkinliklerini durdurdu ve
nouk başkanlığındaki Yüksek Ulusal Konsey beş gazeteyi kapatarak yöneticilerini tutuklat­
(YUK) üstlendi. tı. D aha sonra Batılı ülkelerden gelen baskıla­
Ocak 1992’de YUK basma özgürlük tanıma rın da etkisiyle muhalefet partilerinin etkin­
ve siyasal partilerin kurulmasına izin verme liklerine yeniden izin verildi.
kararı aldı. Gene aynı ay, bazı bakanlıkların Ülkede 32 yıldan bu yana ilk çok partili
yönetimini üstlenmek, tarafların antlaşma ko­ parlam ento seçimleri M art 1992’de yapıldı.
şullarına uyup uymadıklarını denetlem ek ve Seçimlerde 88 sandalye kazanan Paul Biya’
seçimler için hazırlıkları yürütm ek üzere Bir­ nın önderliğindeki Kam erun Dem okratik
leşmiş Milletler Geçici Kamboçya İdaresi Halk H areketi, 6 sandalye kazanan Cum huri­
(UNTAC) kuruldu. YUK şubatta UNTAC’ yeti Korum a H areketi’nin de desteğini alarak
m, Nisan ya da Mayıs 1993’te yapılması ön­ iktidarını korudu. Bazı bağımsız gazete ve
görülen seçimler için hazırlıkları denetlem ek dergilerin yayımının durdurulması, ülkede
üzere askeri bir güç oluşturma kararını onay­ basın üzerindeki sansürün sürdüğünü ortaya
ladı. Kızıl K hm erler’in U N TA C ’la işbirliğini koydu.
reddetmesi taraflar arasında gerginliklere ve
silahlı çatışmalara yol açmaktaydı. Haziran KAMPUÇYA bak. K am boçya.
ayında 33 ülke ve 12 uluslararası kuruluşun
temsilcileri Tokyo’da toplanarak, Kamboçya’ KANADA
nın yeniden yapılanması için 880 milyon dolar
RESMİ ADI: Kanada.
tutarında yardım yapılmasına karar verdiler.
YÖNETİM BİÇİMİ: İki m eclisli, çok partili federal devlet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 9.970.610 km2.
KAMERUN NÜFUS (1992): 27.737.000.
BAŞKENT: Ottavva.
RESMİ ADI: Kamerun Cumuriyeti. BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Toronto
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili cum huriyet. (3.893.046), M ontreal (3.127.242), Vancouver
YÜZÖLÇÜMÜ: 465.458 km2. (1.602.502), Ottawa-Hull (920.857), Edm onton
(839.924), Calgary (754.033), VVinnipeg (652.354),
NÜFUS (1992): 12.662.000.
Ûuebec (645.550), Ham ilton (599.760), London
BAŞKENT: Yaundâ. (381.522).
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Duala
9.11 KANADA

Yürürlükteki federal sistemin geleceği son yıl­ Başbakan M ulroney ile eyalet başbakanları
larda K anada’da gündemdeki en önemli ko­ ve yerel önderler Ağustos 1992’da Prens Ed-
nuydu. 1987’de hazırlanan M eech Lake Söz­ ward A dası’ndaki Charlottetown kentinde bir
leşmesi, İngilizce konuşan Kanadalılar arasın­ araya gelerek anayasa değişiklikleri konusun­
da Fransızca konuşan Q uebec’lilerin “ayrı bir da yeni bir öneri paketi hazırladılar. Ekim
toplum ” olarak konum unu güçlendirmeye yö­ ayında halkoylamasına sunulan öneri, ülkeyi
nelik çeşitli anayasa değişikliklerini öngörü­ oluşturan 12 eyalet ile bağlı toprakların yedi­
yordu. Quebec, sözleşmenin öbür eyaletler sinde reddedildi. Bu durum , ülkedeki federal
tarafından da onaylanması durum unda, sistemin geleceği konusunda ciddi kuşkulara
1982’de Başbakan Pierre Trudeau ve öteki yol açtı.
dokuz eyaletin çabalarıyla değiştirilen anaya­ Son yıllarda Kanada ekonomisinde yavaş
sayı onaylamayı kabul ediyordu. Sözleşmenin da olsa bir canlanma görüldü. Enflasyon ve
geçerli olması için Haziran 1990’a değin feda- faiz oranları düştü. Uzun görüşmelerden son­
ral parlam ento ile 10 eyalet tarafından onay­ ra, Am erika Birleşik Devletleri, Kanada ve
lanması gerekiyordu. Uzun tartışm alardan Meksika arasında bir serbest ticaret bölgesi
sonra süre doldu ve sözleşme geçerlik kazana­ oluşturmayı amaçlayan Kuzey Am erika Ser­
madı. Bu, Q uebec’te büyük tepki yarattı. Ba­ best Ticaret Anlaşması Ağustos 1992’de imza­
ğımsız Ouebec hedefi gittikçe daha fazla des­ landı. Bazı eyaletler ile işçi sendikaları, ser­
tek kazandı. Politikasını Q uebec’le uzlaşma best ticaret bölgesinin ücretlerin düşük oldu­
üzerine kurmuş olan Başbakan Brian Mulro- ğu M eksika’nın işine yarayacağı görüşüyle,
ney’nin saygınlığı da sarsıldı. anlaşmaya karşı çıkıyorlardı.

You might also like