Temel Britannica Cilt 11 Kop - Mah

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 354

TEMEL

BRITANNICA
TE M E L E Ğ İTİM VE K Ü LTÜ R ANSİKLO PED İSİ
Encyclopaedia Britannica, Inc. (Chicago) Ana Yayıncılık A.Ş. fİstanbul)
Robert P. Gwinn Nazar Büyüm
Yönetim Kurulu Başkam Yönetim Kurulu Başkanı
Peter B. Norton Sadun Sönmez
Başkan Genel Müdür
Fred H. Figge, Jr. Dr. Cihan Belen
Başkan Başyardımcısı Genel Müdür Yardımcısı

Temel Britannica Yayın Kurulu


Ana Yayıncılık A.Ş. Adına Sahibi Dr. Gürel Tüzün, Genel Yayın Yönetmeni
Nazar Büyüm Nuri Akbayar, Eray Canberk,
Beril Eyüboğlu, Işıtan Gündüz,
Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. Oya Köymen, Yayın Koordinatörü
Çiğdem Karabağlı Hilda Hülya Potuoğlu

Children’s Britannica (Londra)


James Somerville, Başeditör
Editörler
David Black, Jennifer M. Cox, William Gould, James Harrison,
Jessica Kuper, Jane Royce, Anne Wilkinson

Children’s Britannica
First Edition 1960
Second Edition 1969
Third Edition 1973
Forth Edition 1988
© 1988,1989,1990, 1991,1992 Encyclopaedia Britannica, Inc.

Temel Britannica
© 1988,1989, 1990,1991,1992 Ana Yayıncılık A.Ş.

Temel Britannica Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi


Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun
7 Ağustos 1991 tarihli ve 4019 sayılı ve 10 Ekim 1991
tarihli ve 5505 sayılı yazıları ile öğrencilere
tavsiye edilmiştir.

Her hakkı saklıdır. Yazılar ve görsel malzemeler,


izin alınmadan, tümüyle ya da kısmen yayımlanamaz.
Süreli yayınlarda (günlük, haftalık, on beş günlük,
aylık gazete ve dergiler) kısa alıntılar, kaynak
gösterilerek kullanılabilir.

ISBN 975-7760-02-01

92.34.Y.0012.3

Ana Yayıncılık ve Sanat Ürünlerini Pazarlama Sanayi ve Ticaret A.Ş.


Büyükdere Caddesi, Üçyol Mevkii, 57, Maslak 80725 İstanbul

Baskı: Hürriyet Ofset


Nisan 1993
TEMEL
BRİTANNİCA
TEMEL EĞİTİM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ

CİLT 11

H Ü R R İY E T İN O K U R LAR IN A ARMAĞANIDIR.

A N A Y A Y I N C I L I K A. Ş. V E
E N C Y C L O P A E D İA B R İT A N N İC A , IN C .
İ Ş B İ R L İ Ğ İ İ L E
Y A Y I M L A N M A K T A D I R
TEMEL BRITANNICA’NIN
1993 BASKISINA İLİŞKİN NOT

TEMEL BRİTANNİCA Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi'nin 1993 baskısı


hazırlanırken, ansiklopedide yer alan maddeler tek tek gözden geçirildi. Her ciltteki
maddelerle ilgili olarak, ilk yayımlandıkları tarihten bu yana ortaya çıkan gelişmeler
ve yeni bilgiler ile değişiklik geçirmiş haritalar, o cildin sonundaki ek bölümde
alfabetik sırayla verildi. Ansiklopediye eklenen yeni maddeler de bu eklerde yer
aldı. Ayrıca, her cildin sonundaki eklerle ilgili dizin bilgileri ve dizin cildine eklenen
yeni kısa maddeler, TEMEL BRITANNICA'mn 20. cildindeki Dizin'in ekinde
toplandı.

Ansiklopedinize eklenen yeni bilgilere kolayca ulaşabilmeniz için, her cildin


ekinde yer alan bilgilerin ilgili olduğu maddelerin listesi o cildin başında verilmek­
tedir.

Temel Britannica'nın 11. Cildinin Ekinde Yer Alan Bilgilerin İlgili Olduğu Maddeler

Kore Cumhuriyeti Lesotho


Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti Letonya
Kosta Rika Liberya
Körfez Savaşı Liechtenstein
Kuveyt Litvanya
Küba Lübnan
Kütahya Lüksemburg
Laos Macaristan
Leningrad Madagaskar
KOPERNIK 7

KOPENHAG, D anim arka’nın başkenti ve en en eski bölümü, belediye sarayı ile 11. yüzyıl­
büyük kentidir. Seeland A dası’nın doğu kıyı­ da yapılan kalenin bulunduğu Kale Adacığı
sındaki kentin bir bölümü Seeland’dan Haven arasındadır. D ar bir suyolu ile kentin öbür
Kanalı ile ayrılmış Am ager A dası’ndadır. bölümünden ayrılan bu adacıkta, Chris-
Nüfusu, banliyöleriyle birlikte, 1.351.959 tiansborg Sarayı ve hüküm et yapıları bulunur.
(1986) olan kent, ülkenin iş ve sanat merkezi­ Parlam ento, yüksek mahkeme ve dışişleri ba­
dir. Baltık Denizi’ndeki en güzel limanlardan kanlığı bu saraydadır.
biri buradadır. D anim arka’nın dış ticaretinin Limanın yanında, büyük bakır kubbesiyle
yarısı bu limandan yapılır. Gemi yapımı, M ermer Kilise ve D anim arka kral ailesinin
makine ve konserve üretimi ile biracılık Ko­ yaşadığı Amalienborg Sarayı yer alır. Hemen
penhag’daki sanayilerden bazılarıdır. yakında Langelinie gezinti yeri vardır. Bu yol,
1043’te bugün kent merkezinin bulunduğu Kopenhag’a özgü anıtların en ünlülerinden
yerde küçük bir balıkçı köyü kurulmuştu. Bir birisi olan “Küçük Denizkızı” heykelinin bu­
sonraki yüzyılda bu köye bir kale yapıldı. lunduğu liman girişine kadar uzanır. “Küçük
Zam anla köy gelişti ve ticarete çok elverişli Denizkızı” heykeli adını Hans Christian An-
bir limanı olduğu için D anca’da “Tüccarlar dersen’in bir masal kahram anından almıştır.
Limanı” anlamındaki Koebenhavn sözcüğüy­ Kopenhag’ın merkezi, belediye sarayının
le anılmaya başlandı. Pek çok kez saldırıya bulunduğu alan olan Raadhuspladsen’dir. Be­
uğrayan kenti İsveçliler 1658-60 arasında ku­ lediye sarayından geçen yolun öbür yanında
şattılar ama ele geçiremediler. 1801 ve lokantaları, satış yerleri, bir konser salonu ve
1807’de Napolyon Savaşları sırasında İngiliz uzun, ılık yaz akşamları boyunca yanan yüz­
gemileri kentin savunma hatlarını bombaladı. lerce küçük feneriyle ünlü bir açık hava
Kopenhag, A vrupa’nın en bayındır kentle­ eğlence yeri olan Tivoli Parkı vardır. Raad-
rinden biridir. Kentin tarihini simgeleyen eski huspladsen’in yakınında 1479’da kurulmuş
yapıların çoğu büyük yangınlarda yok olduysa olan Kopenhag Üniversitesi bulunur.
da hâlâ kanallar boyunca, geçmişi 17. yüzyıla
kadar uzanan birçok eski yapı korunabilmiş- KOPERNIK, M ikolaj (1473-1543). Mikolaj
tir. Yuvarlak Kule Gözlemevi bu yapılardan Kopernik döneminin astronomi bilgisini kök­
biridir. Kulede merdiven yerine en tepeye ten değişikliğe uğratmış, en büyük bilginler­
kadar ulaşan sarmal bir ram pa vardır. Kentin den biridir. D ünya’nın her 24 saatte bir kendi

A ra Güler

Kopenhag,
Danimarka'nın başkenti
ve en büyük kentidir.
8 KOPUZ

çevresinde bir kez döndüğünü, yılda bir kez neş evrenin m erkezinde sabit bir yerde hare­
de G üneş’in çevresinde dolandığını, öte yan­ ketsiz halde duruyor, gezegenler onun çevre­
dan Dünya ile bazı başka gezegenlerin bugün sinde dolanıyor ve daha ötelerde de Güneş
Güneş sistemi denen sistemi oluşturduğunu gibi hareketsiz duran başka yıldızlar bulunu­
açıklayarak, astronomi biliminin gelişmesine yordu. D aha sonraları G üneş’in evrendeki
büyük bir katkıda bulunmuştur {bak. ASTRO­ sayısız yıldızdan yalnızca biri olduğu ve tüm
NOMİ; G üneş Sîstem î ). bu yıldızların gezegenler ile birlikte uzayda
Bu gerçekler bugün bize çok doğal ve sürekli hareket ettiği ortaya çıkarıldı.
basitmiş gibi görünür, ama Kopernik zama­ Ama gene de Kopernik’in, D ünya’nın evre­
nında insanlar hâlâ 2. yüzyılda Mısır’da yaşa­ nin merkezinde bulunmadığını ve öteki geze­
mış olan astronom Batlam yus’un kuramına genler ile birlikte G üneş’in çevresinde dolan­
inanıyorlardı. Batlamyus’a göre Dünya evre­ dığını bulması, çok önemli bir adımdı. O
nin merkezinde hareketsiz duruyor, Güneş, dönemde bu kuram çok zor kabul edildi.
Ay, yıldızlar ve öteki gezegenler de Dünya’ Kopernik’in kuramının yanlış yönlerini ise 17.
nın çevresinde dolanıyordu {bak. B atla m - yüzyılda İtalyan astronom Galilei ortaya çı­
YUS). kardı {bak. G a l ilei , G a lileo ).
Kopernik, Batlamyus’un bu sonuca, gece­ Kopernik Polonyalı idi. Polonya ve İtalya’
leri Kuzey K utbu’nun çevresinde ağır ağır da astronomi ve m atem atik okudu, ayrıca
hareket eden Büyükayı’yı izleyerek vardığını doktor olmak amacıyla tıp öğrenimi gördü.
düşündü. Kendisi ise G üneş’in, A y’ın ve Bir süre R om a’da m atematik dersleri verdi ve
yıldızların doğup batm asına, D ünya’nın kendi daha sonra Polonya’ya geçerek From bork’a
çevresinde dönüyor olmasının yol açtığını yerleşti. Burada katedral kurulu temsilciliği
anladı. Aslında onun kurduğu sistem de yaptı, ayrıca çevredeki yoksul insanları tedavi
tümüyle doğru değildi. K opernik’e göre Gü- etti.
Kopernik astronomi üzerine görüşlerini,
İsa Çelik A rşivi De hypothesibus m otuum coelestium a se
constitutis commenîariolus (“Gökcisimlerinin
Devinimine İlişkin Varsayımlar Üzerine Yo­
rum ”) adlı büyük kitabında ayrıntılı biçimde
açıkladı. Kitap, Kopernik’in ölümünden kısa
bir süre önce, 1543’te yayımlandı.

KOPUZ bak. BAĞLAMA AİLESİ.

KORAL M Ü ZİK bak. K oro ve K oral M ü z İk .

KORE CUM H U R İYETİ, Asya’nın doğusun­


daki Kore Yarım adası’nm güney yarısını kap­
lar. Geçmişte Kore Yarımadası Çosan adında
tek bir ülkeydi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra,
1945’te 38. paralelden kuzey ve güney olmak
üzere ikiye ayrıldı. 1948’de de kuzey ve
güneyde iki ayrı devlet kuruldu. Daha sonra
çıkan Kore Savaşı sonuçsuz kalınca, yarım­
adanın ikiye bölünmüşlüğü sürdü. {Ayrıca bak.
K o r e D em okratik H a lk C u m h u rîy etî .)
Kore Cumhuriyeti Kore Yarım adası’nın
büyük bölümünü kaplar. Kuzeyden güneye
Mikolaj Kopernik, dönem inin astronom i bilgisini 965 km uzanır; doğu-batı yönünde genişliği
kökten değişikliğe uğratmış büyük bir bilgindi. 217 kilometredir. Doğusunda Japon Denizi,
KORE CUMHURİYETİ 9

Ekonomi
KORE CU M H U R İYETİ'N E İLİŞKİN BİLGİLER
Çiftçilerin çoğunun kendi toprakları vardır.
YÜZÖLÇÜMÜ: 99.173 km2.
Bir kişinin sahip olabileceği toprak miktarı
NÜFUS: 42.593.000 (1988). yasayla sınırlandırılmıştır. Ülkede en çok
YÖNETİM: Cumhuriyet. halkın temel besini olan pirinç yetiştirilir.
BAŞKENT: Seul. Sonbaharda yapılan pirinç haşatından sonra
DOĞAL YAPI: Batı ve güney kıyılarındaki kıyı düzlüğüne tarlaların çoğuna arpa ekilir. Buğday ve
doğru alçalan çok dağlık bir yarımadanın güney kesi­
mi. Ülkenin batı ve güney kıyılarında ırmak haliçleri ve pamuk tarımı da yapılır. Ayrıca iplik ve
çok sayıda küçük ada bulunur. dokum a sanayisinde kullanılmak üzere ipek-
DIŞARIYA SATILAN BAŞLICA ÜRÜNLER: Kimyasal mad­ böceği yetiştirilir. Açık deniz balıkçılığında
deler, dokuma, ayakkabı, besin ürünleri, makine.
dünyanın sayılı ülkeleri arasındadır.
ÖNEMLİ KENTLER: Seul, Pusan, Tegu, İnçon, Kvangcu.
EĞİTİM: 6-13 yaşları arasında zorunludur.
Ülkede dokum a, giyim, elektronik eşya,
Consulate General o f Korea, Chicago

batısında Sarı Deniz yer alır. Ülkenin batı ve


güney kıyıları boyunca çok sayıda küçük ada
bulunur. Ülke Japonya’dan Kore Boğazı ile
ayrılır.

Doğal Yapı
Yaklaşık yüzde 85’i dağlık olan Kore Cum hu­
riyeti topraklarının ancak beşte biri tarıma
elverişlidir. Bu topraklar, çoğunlukla kıyı
boylarında ve ırmak vadilerindedir. Yazlar
sıcak ve yağışlı, kışlar ise en güney kesimler
dışında soğuk geçer. Genellikle kasım ayma
kadar süren sonbahar mevsimi uzun, ılık ve
yumuşaktır. En çok bulunan ağaçlar arasında
çam, meşe ve köknar sayılabilir. Kaplan,
pars, ayı, kurt ve yaban domuzu başlıca
yabanıl hayvanlardır. Am a sanayinin gelişme­ Kore C um huriyeti'nin başkenti Seul, m odern ve
siyle yaşam alanları daralan ve sayıları azalan canlı bir iş merkezidir.
bu hayvanlar artık yalnızca ıssız ve uzak
bölgelerde bulunur. demir, çelik ürünleri ile makine sanayileri
vardır. Gemi yapımcılığı sanayisi çok gelişkin­
Kültür dir. Yeraltı zenginlikleri sınırlıdır; belirli
Çinliler ve Japonlar gibi Koreliler de Moğol m iktarda demir cevheri, kurşun ve gümüş
ırkındandır {bak. I r k ). Kore dili Japonca’ya çıkartılır. Çoğu metaller ve petrol dışarıdan
benzer; ama Kore kültürünü asıl güçlü bir satın alınır.
biçimde etkileyen ülke Çin olmuştur. G ele­ Önemli kentler kara ve demiryolları ile
neksel Kore edebiyatını oluşturan yapıtların birbirine bağlıdır. 10 milyona yaklaşan nüfu­
büyük bir bölümü Çince’dir. Hangul ve An- suyla aynı zamanda ülkenin en büyük kenti
mun adlarıyla bilinen yerel Kore alfabesi olan başkent Seul, çevresindeki tarihi surların
yanında birçok Çince harf de hâlâ kullanıl­ dışına taşmıştır. Seul’ün limanı olan İnçon
m aktadır. 15. yüzyılda büyük Kore H üküm ­ kent m erkezinden 48 km kadar batıda, Sarı
darı Secong’un isteği üzerine toplanan bir Deniz kıyısındadır. Ülkenin en büyük ve
bilim kurulunun hazırladığı Hangul alfabesi, önemli limanı yarımadanın güneydoğusunda
Güney K ore’de giderek Çin harflerini kulla­ yer alan Pusan’dır.
nım dışı bırakm aktadır.
Nüfusun yarıya yakını Budacı ve Konfüç- Tarih
yüsçü’dür. İkinci büyük din Hıristiyanlık’tır. Kore Yarımadası yüzyıllar boyunca Çin’in
10 KORE CUMHURİYETİ

kuzeyini ve M ançurya’yı denetim altında tut­ K ore’yi Japonya için bir hammadde kaynağı
maya çalışan güçlerin saldırılarına uğradı. ve Çin’e saldırabilmek için kullanılacak bir üs
Bunlar Çinliler, Moğollar ve yakın geçmişte durum una getirmekti. Bir yandan da Koreli-
de Japonlar'dı. Yarım adada egemenlikleri en ler’e Japon adları almaları için baskı yapılı­
uzun süren Çinliler oldu. Çinliler K ore’nin yor, okullarında kendi dillerini öğretmelerine
yönetimine genellikle çok fazla karışmadıkla­ izin verilmiyordu.
rı halde dilleri, dinleri ve gelenekleri K ore’de Koreliler 1919’da ülke çapında barışçı pro­
kökleşti ve Koreliler’i çok etkiledi. 17. yüzyıl­ testo gösterileriyle Japonya’ya karşı direnişe
da Mançu hanedanının iktidara gelişiyle bir­ geçti. Japon yönetimi bu gösterileri şiddetle
likte Çin, Kore’nin içişlerine daha az kanşmaya bastırdı. Binlerce insan yaralanıp öldürüldü,
başladı. birçoğu hapse atıldı.
19. yüzyıl sonlarında Kore’nin batı ülkeleriy­ Japonya, II. Dünya Savaşı’nın sona erdiği
le ilişkileri gelişti. Japonya’nın 1894’te Çin’ 1945’te, Kore de içlerinde olmak üzere, bütün
Keystone
denizaşırı sömürgelerini yitirdi. K ore’ye giren
SSCB ve A BD birlikleri buradaki Japon
egemenliğine son verdi ve ülkeyi 38. kuzey
paralelinden geçen bir hatla ikiye ayırdılar.
Yapılan plana göre, Japon birlikleri ülkeden
ayrıldıktan sonra A BD ile SSCB bağımsız bir
Kore devletinin kurulmasına çalışacaklardı.
Am a uzlaşma bir türlü gerçekleşemedi.
1948’de A B D , sorunu Birleşmiş M illetler’e
götürdü. Birleşmiş Milletler geçici komisyo­
nunun gözetiminde, yalnızca Güney K ore’de
seçim yapıldı. 15 Ağustos 1948’de de 38.
paralelin güneyinde kalan bölgede Kore
Cumhuriyeti kuruldu. 9 Eylül günü ise kuzey­
de Kore D em okratik Halk Cum huriyeti’nin
kurulduğu açıklandı.

Kore Savaşı
Soğuk Savaş’ın yaşandığı 1950’lerde A B D ,
Güney K ore’ye geniş çaplı askeri ve ekono­
mik yardım yapmaya başladı. Güney Kore’
nin ordusunu güçlendirdi. Bu gelişmelerden
tedirgin olan Kuzey Kore, 23 Haziran 1950’de
ordusuyla sınırı geçerek Güney Kore toprak­
larına girdi. Bu olay üzerine önce A BD ve
kısa bir süre sonra da başta Türkiye olmak
Kendi hazırladıkları erişteleri ipe asarak kurumaya
üzere, Birleşmiş Milletler üyesi çeşitli ülkeler­
bırakan bir Güney Koreli aile. den gelen birlikler Güney Kore saflarında
savaşa girdiler. Birleşmiş Milletler, Kuzey
K ore’yi savaşı başlatmakla suçladı. Kuzey
le, 1905’te de Rusya’yla girdiği savaşları Kore ordusuna daha sonra Çin birlikleri de
kazanması, K ore’yi egemenliği altına alması­ katıldı.
na yol açtı. Kore 1910’da Japon İmparatorlu- Üç yıl süren savaştan geriye, 2 milyonu sivil
ğu’nun bir parçası oldu. 5 milyondan fazla ölü ve yerle bir edilmiş bir
Japonlar, Kore Yarımadası’nda demiryol­ ülke kaldı. Sonunda, 27 Temmuz 1953’te
ları, limanlar, karayolları ve fabrikalar yaptı. imzalanan antlaşmayla ateşkes sağlandı.
Bütün bunların yapılmasındaki başlıca amaç, Ateşkes hâlâ yürürlükte olmakla birlikte,
KORE DEMOKRATİK HALK CUMHURİYETİ 11

barış antlaşması imzalanmadığı için iki taraf


KORE DEM OKRATİK HALK
da resmen savaş halinde sayılmaktadır.
CU M H U R İYETİ'N E İLİŞKİN BİLGİLER
İki ülkenin birbirine güven duymayışı nede­
niyle ilişkilerde yıllardan beri herhangi bir YÜZÖLÇÜMÜ: 122.400 km2.
gelişme sağlanamadı. Kuzey ve Güney Kore’ NÜFUS: 21.903.000 (1988).
nin birleştirilmesi için çeşitli görüşmeler yapıl­ YÖNETİM: Sosyalist cumhuriyet.
dıysa da sonuç alınamadı. BAŞKENT: Pyöngyang.
ABD Kore Savaşı’ndan sonra da Kore DOĞAL YAPI: Büyük ve dağlık bir yarımadanın kuzey bö­
lümü.
Cum huriyeti’ne askeri ve ekonomik yardımı SANAYİ ÜRÜNLERİ: Çimento, çelik, pik demir, gübre, ma­
sürdürdü. Kendi çıkarına değiştirdiği anaya­ kine parçaları, traktör, dokuma.
sadan aldığı yetkiyle Güney K ore’de despotik ÖNEMLİ KENTLER: Pyöngyang, Hamhın, Hınnam, Çong-
bir yönetim kuran Başkan Syngman Rhee, cin, Kesong, Vönsan.
EĞİTİM: 5-16 yaşları arasında zorunlu ve parasızdır.
1960’ta muhalefetin yaygınlaşması üzerine
ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Askerlerin
yönetime el koymasından sonra 1962’de, gene kuzeydoğudan güneybatıya 716 kilometreyi
güçlü bir cumhurbaşkanlığı ve tek meclisi bulur. Doğudan batıya genişliği ise 360 km
öngören yeni bir anayasa yürürlüğe girdi. dolayındadır. Kuzeyde Yalu ve Tümen ır­
Yönetim karşıtlarının ve öğrencilerin hoşnut­ makları, Çin Halk Cumhuriyeti ve SSCB ile
suzluğu yaygın gösterilere yol açtı. Ordunun sınır oluşturur. Güneyinde Kore Cumhuriyeti
desteğiyle 1972’de yeni bir yönetim işbaşına ve Sarı Deniz, güneybatısında Kore Körfezi
geldi. 1987 yazında başlayan büyük kitle vardır. Doğusunda ise Japon Denizi bulunur.
gösterileri, 1981’de yedi yıl için seçilmiş olan Ülke topraklarının yüzde 80’ini dağlar kap­
Çun Du H uan’ı, görece demokratik bir ana­ lar. Ülkenin en yüksek noktası eski bir volkan
yasayı kabul etmek zorunda bıraktı. olan 2.744 metre yükseklikteki Pektu Dağı’
dır. Kömür, magnezit, demir cevheri, kur­
şun, çinko, bakır, tungsten gibi değerli m aden
yatakları vardır. Yalu ve Tüm en ırm akların­
dan hidroelektrik enerji sağlanmaktadır.
Budacılık ve Konfüçyüsçülük gibi belirli bir
ahlak anlayışına dayanan geleneksel inançlar
dar bir çevrede varlığını sürdürmektedir. 17. ve
19. yüzyıllar arasında ülkeye giren Hıristi­
yanlık, II. Dünya Savaşı’ndan sonra misyoner­
lerin sınır dışı edilmesi sonucu etkisini büyük
ölçüde yitirdi. Kore Dem okratik Halk Cum-
Charles PavnteriCamera Press

KORE DEMOKRATİK HALK C U M H U R İ­


YETİ, Kore Yarım adası’nın kuzey bölümünü
Kore Demokratik Halk C um huriyeti'nde ülkenin
kaplar. Kore Cum huriyeti’nden (Güney Ko­ Cumhurbaşkanı Kim ll-sung'un heykelinin önünden
re) 38. paralelle ayrılır. Ülkenin uzunluğu geçen çocuklar.
12 KORİNT

huriyeti kuruluşuyla birlikte tanrıtanımaz Ülkedeki başlıca tarım ürünü pirinçtir.


(ateist) olduğunu ilan etti. Ayrıca mısır, buğday, patates ile soyafasulye-
Hangul adı verilen Kore alfabesi günümüz­ si ve meyve de üretilir. Tütün ve pamuk gibi
de Kore Dem okratik Halk Cum huriyeti’nde sanayi bitkilerinin üretimi de tarım da önemli
kullanılan tek alfabedir. Kore edebiyatını bir yer tutar. Büyük bölümü devlet çiftlikle­
oluşturan yapıtların çoğu birçok Çin harfi rinde olmak üzere kümes hayvanları, domuz
içeren geleneksel alfabeyle yazılırdı. Hangul ve sığır yetiştirilir.
bu alfabenin yerini bütünüyle almış durum ­ Ülke ekonomisinin belkemiği ağır sanayi­
dadır. dir. Tarım ve sanayi makineleri, çelik, kimya­
sal m addeler ve gübre üretilir. Ülkede bulu­
Ekonomi nan değerli maden kaynaklarından büyük
Kore Dem okratik Halk Cum huriyeti’nin eko­ ölçüde yararlanılmaktadır. Bunların en önem­
nomisi merkeze bağlı, planlı bir ekonomidir. lileri kömür, demir ve magnezittir.
Ü cretler devletçe belirlenir. Tarım alanları Kore Dem okratik Halk Cum huriyeti’nin
genişletilmiş olup, verimlilik yüksektir. Koo­ ticaret yaptığı başlıca ülkeler SSCB, Çin Halk
peratiflerce işlenilen tarım alanlarından baş­ Cumhuriyeti, Japonya, Suudi Arabistan ve
ka, köylü ailelerinin kümes hayvanları, sebze Hindistan’dır. {Ayrıca bak. KORE CUMHURİ­
ve meyve yetiştirebildiği küçük, özel tarlalar YETİ.)
vardır. Yiyecek maddelerinin dağıtımı devlet­
çe düzenlenir. Kore D em okratik Halk Cum ­ KORİNT ya da Korinthos bir zamanlar Yuna­
huriyeti yüzölçümü bakımından Güney K ore’ nistan’ın en zengin ve gelişmiş kent devletiy­
den daha büyük olmasına karşın nüfusu daha di. Korint’in uzun ve ilgi çekici bir tarihi
azdır, bu nedenle de işgücü kıtlığı vardır. vardır. İÖ 8. yüzyılda gelişmeye başlayan eski

■■■■■■■■I ZEFA

Eski Korint kentinde, İÖ


550 dolaylarında yapılan
A pollon Tapınağının
kalıntıları.
KORKUNÇ İVAN 13

Korint, İÖ 5. yüzyılda A tina’nın önem kazan­


masından önce, Yunanistan’ın ticaret merkezi
olmuştu. A tina’nın yaklaşık 80 km batısında
ve M ora (Peloponnesos) Yarım adası’m Yu­
nanistan anakarasına bağlayan dar Korint
Kıstağı’nın 2 km güneyinde yer alıyordu.
Eski Korint kentinin kıstağın her iki yanın­
da iki limanı vardı. Korintli tüccarlar tunç
eşyalarını ve çömleklerini bütün Akdeniz
kıyılarına taşıdılar ve Sicilya’da görkemli Sira-
cusa kentini kurdular. Atina ile ticaret alanın­
da rakip olan Korint, İÖ 5. yüzyılda Pelopon­
nesos Savaşı’nda A tina’yı yenilgiye uğrattı.
Am a bir sonraki yüzyılda eski gücünü yitire­
rek zayıflamaya başladı.
Korint İÖ 146’da Rom alılar’ca yıkıldı ve
100 yıl boyunca yıkıntı olarak kaldı. Jül Sezar
döneminde kent bir Rom a yerleşmesi olarak
yeniden kuruldu ve bölgenin başkenti oldu.
Rom alılar’ın yönetimi altında büyüyen ve
zenginleşen Korint, kültürel bakımdan da
gelişti. Bir ticaret merkezi olmasının yanı sıra,
özellikle Korint sütunlarıyla belirginleşen
National M useum , K openhag
görkemli mimarisi ve sanat yapıtlarıyla ün
İlk Rus Çarı Korkunç İvan'ın 16. yüzyılda yapılmış bir
kazandı. 15. yüzyılda Bizans İm paratorluğu’ resmi.
nun yıkılışından sonra, önemini yitirdi ve
1858’de bir deprem le yerle bir oldu. G ünü­
müzde eski kentten geriye yalnızca arkeolog­ genişletilmişti {bak. T a t a r l a r ). Böylece İvan
ların üzerinde çalıştığı kalıntılar kalmıştır. yalnızca M oskova’nın değil tüm Rusya’nın
M odern Korint kenti deprem den sonra eski hüküm darı olarak “çar” unvanını aldı ve 17
kentin 5 km kuzeydoğusunda kuruldu. yaşında taç giydi.
1893’te kıstağı boydan boya geçen bir kanal Yetenekli ve çalışkan bir insan olan İvan,
açıldıktan sonra liman olarak önem kazandı. hükümdarlığının ilk yıllarında bir danışm an­
Korint’in dışarıya sattığı ürünler meyve, tütün lar kurulu oluşturarak ülkesini akıllı ve adil
ve frenküzümüdür. bir biçimde yöneteceği konusunda halkına söz
Nüfusu 22.485?tir (1981). verdi. Devletin gücünü artırm aya yönelik
birçok reformu gerçekleştirdi ve batı ile ticari
KORKUNÇ İVA N (1530-1584). İlk Rus çarı ilişkiler kurmayı amaçlayan bir dış politika
olan IV. İvan, ülkesini yönetirken acımasız izledi. Doğuda Kazan ve güneyde A strahan’
yöntem lere başvurduğu için “Korkunç” laka­ dan T atarlar’ı uzaklaştırarak Rusya’nın sınır­
bıyla anılır. larını genişletti.
Üç yaşındayken babasının ölümü üzerine Yaklaşık 1560’ta İvan’ın zorbalık dönemi
M oskova Büyük Prensi ilan edildi ve 14 başladı. Karısı ile en büyük oğlu ölmüş, bir
yaşında çar unvanıyla taç giyerek ülkeyi kendi dostunun ihanetine uğramış ve siyasal sorun­
başına yönetmeye başladı. Rusya’nın kuzey­ larla bunalmıştı. Bazı tarihçilere göre herke­
doğusunda, küçük bir prenslik olan M oskova, sin kendisine karşı olduğuna inandığı için
15. yüzyılın ikinci yarısına kadar T atar beyle­ aklını kaçırmaya başlamıştı. Gençliğinde ken­
rinin yönetimindeydi. İvan’dan önceki iki disine kötü davrandıkları için her zaman
büyük prensin zamanında Moskova Tatar- nefret ettiği Boyarlar'dan (büyük toprak sa­
lar’ın egemenliğinden kurtarılmış ve sınırları hipleri) öç almaya başladı. Topraklarına ve
14 KORNET

mallarına el koydu; bazılarını idam ettirdi. vardır. Sağ elle kalak tıkanarak ya da kalağın
Kendisini tutan tüccarlara ve halka karşı ise içine surdin adı verilen bir parça takılarak
tutum u yumuşaktı. Bununla birlikte, hoşuna kısık sesler elde edilir.
gitmeyen herkesi cezalandırdığından, hışmına Çağdaş kornonun ses genişliği ve teknik
uğrayanlar yalnızca Boyarlar değildi. 1569’da yapısı ilk örneklerinden bu yana gerçekleştiri­
Novgorod kenti halkının kendisine suikast len bir dizi gelişmenin ve yeniliğin sonucudur.
hazırladıkları kulağına gelince kenti ve çevre­
sini yakıp yıktırdı, kent halkını da kılıçtan Fransız Kornosu
geçirtti. 1580’de çok sevdiği büyük oğluyla gi­ Korno ailesinin en çok tanınan ve orkestralar­
riştiği bir tartışma sırasında onu yaralayarak da yaygın olarak kullanılan üyesi Fransız
ölümüne neden oldu. kornosudur. Kendi üzerine kıvrılan, konik
kesitli bir borudan oluşur. Beke bağlı ucunda
KORNET bak. T rom pet Aİlesî . iç çapı 6,2 mm olan boru, alt uca doğru
genişleyerek çapı 28-36 cm olan bir kalakla
KORNO AİLESİ. Korno salyangoz kabuğu son bulur. Yumuşak ve dolgun bir tınısı
gibi kıvrımlı, bakır borudan yapılan, üflemeli vardır. Fransız kornosu 18. yüzyılın başların­
bir çalgıdır. İtalyanca’da “boynuz” anlamına da kır ve av temalarının işlendiği parçaların
gelen corno sözcüğünden dilimize geçmiştir. seslendirilişiyle orkestralara girdi. 1754’te
Eski Mısır’da, Eski Rom a’da ve M ezopotam­ kangal denen takılıp sökülebilen, sarmal bi­
ya’da boynuzdan yapılan ilk örnekleri, işa­ çimli uzun borular ve dirsek denen kısa
ret vermek ve avcılara yol göstermek için borular eklendi. Bu yenilikler çalgının ses
kullanılırdı. Günümüzde bazı ülkelerde ço­ alanını önemli ölçüde genişletti. Besteciler,
banlar ve sürek avlarında avcılar hâlâ bu korno için yazdıkları müzik parçalarında,
amaçla boynuz kullanırlar. kornoculara dirsek değiştirmeleri için zaman
Kornonun gövdesini oluşturan boru, üfle­
nen baş bölümünden alt uca doğru kıvrılarak
Clive Barda
genişler ve çan biçimli kalak bölümüyle son
bulur. Çağdaş kornonun boru uzunluğu yakla­
şık 3,3 metredir. Üflenen ucunda koni biçimin­
de, bek denen bir ağızlık vardır. Üzerinde flüt
ya da klarnette olduğu gibi ses delikleri ya da
üfleme dili yoktur. Dudaklar sıkıca ağızlığa
bastırılıp üflenerek çalınır. Üflendiğinde boru­
nun içindeki hava sütununun titreşmesinden
ses elde edilir. Çıkan sesler üfleme sırasında
dudakların duruş biçimine göre değişir. Du­
daklar gevşek bırakılırsa bas sesler, gergin tu­
tulursa tiz sesler elde edilir.
Bir çalgı teli ya da boru içindeki hava
sütunu titreştiğinde çıkan sesler, duyulan
temel seslerdir. Telin ya da hava sütununun
bir bölümünün titreşmesinden çıkan, dikkatle
dinlediğimizde duyulabilen zayıf seslere doğal
arm onikler (kısmi sesler) denir. Kornonun
ses genişliği doğal arm oniklerle sınırlıdır.
Doğal armoniklerin müziğe daha elverişli
olan tiz tonlarını elde etm ek daha güçtür. Bu
bakımdan korno, çalınması en güç ve en
yorucu çalgılardan biridir. Ses alanı bakım ın­ Fransız kornosunda bulunan pistonlar, çalgıya geniş
dan alto, bariton ve tenor olmak üzere üç türü bir ses alanı sağlar.
KORO VE KORAL MÜZİK 15

aralıkları bırakm ak zorunda kalıyorlardı. Hıristiyanlar arasında oldukça yaygındı. Ko­


1830’larda çalgıya boruları açıp kapamaya roların ve koral müziğin bir tapınm a biçimi
yarayan pistonlar takılarak bugünkü yapısına olarak Hıristiyan dinine yerleşmesi ortaçağ
kavuşturuldu. sonlarına doğru gerçekleşti. Koro diyebilece­
ğimiz ilk müzik toplulukları, m anastırlarda
Korno Çeşitleri dinsel törenlerde ilahiler söyleyen keşişlerden
Korno çeşitleri arasında düz, dar çaplı İngiliz oluşuyordu (bak. İLAHİ). 16. yüzyılda gerçek­
kornosu'nu, İsviçre’de yaygın olan tahtadan leştirilen Reform hareketiyle birlikte, Protes­
yapılmış A lp borusu'nu, borazan olarak da tan kiliselerinde koroyla birlikte kilisedeki
bilinen büğlü'yü, 18. ve 19. yüzyıllarda posta topluluk da ilahiler söylemeye başladı. İlahi­
arabalarının korucularının kullandığı sarmal, ler önceleri yalın melodilerle, teksesli olarak
düz ya da hilal biçimli posta borusu'nu sayabi­ söyleniyordu.
liriz (bak. B o r a z a n ). Korno ailesinin öteki 15. ve 16. yüzyıllarda türlerine ve yapısal
üyeleri sakshorn, sonradan büğlü korno adını özelliklerine göre missa, motet ya da kantat
alan Alman kornosu flügelhorn ve kornet'tir. adı verilen, çok sayıda koral bestelendi.
Posta borusundan geliştirilmiş olan kornet, Dönem in ünlü bestecileri Guillaume Dufay,
trom petin yaygınlaşmasından önce sevilen bir Orlandi di Lasso, Giovanni Pierluigi da Pales-
solo çalgısıydı (bak. T r om pet A îlesî). trina ve Thomas Tallis’di.
17. yüzyılda armonik bir yapıya kavuşan
KORO VE KORAL M Ü ZİK . Koro, birden koral müzik, org ya da orkestra eşliğinde,
çok şarkıcıdan oluşan müzik topluluğudur. çoksesli olarak söylenmeye başlandı. Aynı
Koro için yazılmış müzik parçasına da koral dönemde Claudio M onteverdi ve Giovanni
müzik ya da kısaca koral denir. 16-50 kişilik Gabrieli gibi usta sanatçılar, eşsiz güzellikte
küçük korolar olabildiği gibi 100’ü aşkın koraller bestelediler.
şarkıcıdan oluşan büyük korolar da vardır. 1723-50 arasında Leipzig’deki okullarda ve
Korolar içerdikleri seslere ya da söylenen kiliselerde öğretm enlik, koro eğitmenliği ve
müzik türüne göre çeşitli adlar alır. orkestra şefliği yapan büyük besteci Johann
En yaygın koro türü kadın ve erkek şarkıcı­ Sebastian Bach, koral müziği doruğa ulaştır­
lardan oluşan karm a korodur. Kadın sesleri dı. Sanatçının koro için yazdığı, günümüze
soprano ve alto ya da kontralto (ince ve ulaşabilen bestelerinden en ünlüleri A z iz
kaim), erkek sesleri de tenor ve bas (ince ve Yuhanna Pasyonu, A z iz Matta Pasyonu ve Si
kaim) olmak üzere kabaca ikiye ayrılır. Yal­ M inör Missa'dır (bak. B ach AİLESİ).
nızca kadınlardan, erkeklerden ya da çocuk­ Günüm üzde de büyük bir zevkle dinlenen
lardan oluşan korolar da vardır. Eskiden beri korallerden en ünlüleri M ozart’ın R equiem ,
katedrallerdeki dinsel törenlerde yer alan Brahm s’ın Alm an Requiem 'i, V erdi’nin Requ-
korolar, çocuklardan ya da yetişkin erkek iem ve Berlioz’un Ölüler Missası (Requiem)
şarkıcılardan oluşur. Özel olarak dinsel tören­ adlı yapıtlarıdır. Koral müziğin önde gelen
ler için yazılan şarkılarda soprano bölümler öteki bestecileri 18. yüzyılda A B D ’de ilk koro
tiz sesli çocuk şarkıcılarca, alto bölümler ise topluluğunu kuran besteci William Billings,
alto ya da kontratenor denen tiz sesli erkek 19. yüzyıl İngiliz bestecilerinden Samuel Se­
şarkıcılarca söylenir. Erkeklerden oluşan ko­ bastian Wesley ve John Stainer’dir.
ro, alto ya da kontratenor, tenor, bariton
(tenor ve bas arası) ve bastan oluşan tüm Senfonik Müzik ve Koro
erkek seslerini içerir. Kadınlardan oluşan Koroyu senfonik müzikte ilk kullanan ünlü
korolarda da soprano, mezzosoprano (sopra­ besteci Ludwig van Beethoven’di. Sanatçı, 9.
no ve alto arası), tiz ve kalın alto olmak üzere Senfoni'sinin Alman şair Friedrich von Schil-
tüm kadın sesleri yer alır. ler’in Ode an die Freude (“Neşeye Övgü”)
adlı şiirinden alman sözlerle örülü son bölü­
Koroların Gelişimi m ünde, duygu ve anlatım yoğunluğunu güç­
Dinsel ezgileri birlikte söyleme geleneği ilk lendirmek ve dram atik bir etki yaratmak
16 KORO VE KORAL MÜZİK

amacıyla koroya yer verdi. Senfonik müzikte teci H ândel’in ölümü nedeniyle düzenlenen
insan sesinin kullanılması o güne kadar görül­ anma törenine 2.000 kişilik bir koro katıldı.
memiş bir yenilik olmasına karşın, yapıt ilk D aha sonraki yıllarda toplantı ve törenlerde
seslendirilişinde büyük bir başarı kazandı. korolara sık sık yer verilmesi yerel koro
Beethoven insan sesini, bir çalgı sesi gibi geleneğinin gelişmesine ve koro festivalleri­
kullanıyordu; bu yüzden yorumu son derece nin yaygınlaşmasına yol açtı.
güçtü (bak. B eeth o v en , L udw ig V a n ). Avus­
turyalI besteci Gustav M ahler, Beethoven’in Koro Çeşitleri
aksine Binler Senfonisi olarak da bilinen 8. Dinsel müziğin etkisinden uzak korolar başlı­
Senfoni'sinde koroyu en baştan müziğin içine ca üç grupta toplanabilir: Birincisi, 17. yüzyıl­
alarak, koro ve orkestra arasında kusursuz bir da operayla birlikte gelişen profesyonel tiyat­
bütünlük oluşturdu (bak. M a h l e r , G u stav ). ro koroları; İkincisi 18. yüzyıl sonlarına doğru
Operayı gösteriş ve abartıdan arındıran A l­ büyük bestecilerin yazdığı oratoryoları seslen­
man besteci Cari Orff (1895-1982), Carmina dirm ek için kurulan am atör oratoryo korola­
Burana ve Catulli Carmina adlı yapıtlarında rı; üçüncüsü ise, 18. yüzyılın ikinci yarısında
koroyu çoksesli ve armonik bir yapı içinde, İngiltere’de ortaya çıkan ve glee adı verilen
yalın, ama görkemli bir biçimde kullandı. çoksesli vokal müzik topluluklarıdır. G ünü­
Bilinen ilk koro festivali 18. yüzyılda İngil­ müzde İngiltere’de ve A B D ’de glee kulüpleri
tere’de gerçekleştirilen Gloucester, Worces- üç ya da daha çok sayıda erkek sesi için
ter ve Hereford korolarının katıldığı Üç Koro yazılmış müzik parçalarını seslendirmektedir.
Festivali’ydi. 1857’de L ondra’da, büyük bes­ Bir başka koro türü de 20. yüzyılın ikinci
İstanbul K ültür ve Sanat Vakfı

1989 İstanbul Festivali'ne katılan Viyana Müzik Dostları Derneği Korosu


KORSANLIK 17

yarısında kurulan 16-50 kişilik oda korola­ çaplı da olsa korsanlık etkinliklerine girişmiş­
rıdır. ler, bir bölüm denizci de Venedik ve Ceneviz
Dünyanın en eski ve önde gelen çocuk korsanlarını önlemek için çaba harcamıştı. 15.
korolarından biri, yaklaşık 500 yıl önce kurul­ yüzyıl sonlarında A kdeniz’e açılan Türk kor­
muş olan Viyana Çocuk Korosu’dur. 20 Tem ­ sanları, Kuzey Afrika kıyılarında üslenerek
muz 1498’de Kutsal Rom a-G erm en İm para­ korsanlığa başladılar. 16. yüzyıl başlarında
toru I. Maximilian’ın buyruğuyla, ülkenin en Oruç, İshak, İlyas ve Hızır (sonra Barbaros
yetenekli çocukları arasında yapılan titiz bir Hayreddin Paşa) reisler Cezayir’i ele geçirdi­
seçimle kuruldu. Koroda görev alan çocukla­ ler. Hızır Reis Osmanlı Devleti’nin koruması
rın eğitimi ve tüm giderleri saray tarafından altına girdikten sonra büyük bir donanma
karşılanıyordu. Yüzyıllar boyunca sarayda ve kurarak korsanlığı düzenli ve resmi bir etkin­
katedrallerdeki dinsel törenlerde etkinliğini lik durum una getirdi. Bu yüzyılda Piri Reis,
sürdüren koro, I. Dünya Savaşı’nın ardından Burak Reis, Turgut Reis gibi başka ünlü
Avusturya’da krallık yönetimi sona erince korsanlar da Osmanlı D evleti’nin koruması
koruyucusunu ve mali desteğini yitirme tehli­ altında birçok korsanlık etkinliğinde bulundu­
kesiyle karşı karşıya kaldı. 1924’te koronun lar. Am a 1571 İnebahtı yenilgisi A kdeniz’de­
sorumluluğunu üstlenen müzik eğitimcisi ve ki Türk korsanlığına da darbe vurdu. 17.
orkestra şefi Josef Schritt’in çabalarıyla yeni­ yüzyılda açık denizlerde M urad Reis’ten baş­
den canlandı. Aynı yıl “Viyana Çocuk Koro­ ka Türk korsanı görülmedi.
su” (Die Wiener Sangerkrıaben) adını aldı. Korsanlık, 16. yüzyıla kadar İngiliz Adala-
Günümüzde de etkinliğini sürdüren Viyana rı’nda, özellikle İrlanda’nın güneyinde ve
Çocuk Korosu, dünyanın önde gelen orkes­ Scilly A daları’nda yaygındı. Oysa zamanla
traları ve orkestra şefleriyle çalışmaktadır. Avrupa kıyılarında korsanlara göz açtırm a­
Birçok ülkede verdikleri konserlerde ve festi­ mak amacıyla sıkı bir denetim uygulanmaya
vallerde Bach, Haydn ve M ozart gibi ünlü başlayınca, korsanlık yapmak isteyenler
bestecilerin yapıtlarını büyük bir başarıyla A m erika’da New England’a, Kızıldeniz’e ve
seslendirmekte ve geniş bir izleyici kitlesinin tropik denizlere gittiler. A frika’nın güneydo­
hayranlığını kazanmaktadır. ğu kıyısı açıklarındaki M adagaskar Adası,
Koronun Türk müziğinde de önemli bir İngiltere ile Doğu Hint Adaları arasında gidip
yeri vardır. Türkiye’de ilk kez “Klasik K oro” gelen birçok gemiye pusu kurmaya elverişli
yu kuran koro şefi ve saz sanatçısı Mesut olduğu için uzun süre korsanların üssüydü.
Cemil’dir (bak. M esut C em İl ). B u konuya Batı Hint A daları, İspanyol egemenliğine
ilişkin daha ayrıntılı bilgiyi TÜ R K M Ü ZİĞ İ karşı birleşen İngiliz, Fransız, HollandalI ve
m addesinde bulabilirsiniz. Portekizli korsanların merkeziydi. İspanyol
hüküm eti, yabancıların Batı Hint A daları’nda
KORSANLIK. Bir gemi dolusu silahlı soygun­ ticaret yapmalarını yasaklamış olmasına kar­
cunun başka bir gemiye yanaşarak saldırması, şın, Yerli halkın gereksinimlerini tümüyle
kaptan ve denizcileri geminin yönünü değiş­ karşılayamıyordu. Böylece korsanlar soygun­
tirmeye zorlaması ve gemideki değerli malla­ larda ele geçirdikleri ganimetleri burada sat­
ra el koyması gibi olaylar artık tarihe karıştı. ma olanağı buldular. Hispaniola (bugün H ai­
Denizlerde tek tük küçük ve savunmasız ti) Adası açıklarındaki Tortuga Adası da
gemilerin dolaştığı çok eski zamanlardan, korsanların üssüydü.
aşağı yukarı 150 yıl öncesine kadar birçok İnsanlar çeşitli nedenlerle korsan oluyorlar­
gemi korsan denen bu tür silahlı soyguncula­ dı. Bazen bir gemici dürüst yoldan geçimini
rın saldırısına uğruyordu. Günümüzde Güney sağlamaktansa, korsanlık yaparak çok para
Çin Denizi’nde hâlâ ara sıra gemiler yağmala­ kazanmayı yeğliyordu. Bazen bir gemiye sal­
nıyorsa da, okyanuslar korsanlardan temiz­ dıran korsanlar, denizcileri tutsak alıyor, on­
lenmiştir. ları korsan olmaya zorluyordu. Robert Louis
Türkler de Ege Denizi kıyılarına egemen Stevenson’un Define Adası (Treasure Island;
oldukları 15. yüzyıldan başlayarak küçük 1881) romanının ünlü kahram anı Long John
18 KORSANLIK

M onsell Collection
Üstte solda: "Kara Sakal" sanıyla tanınan Edvvard Teach, 1718'de vurulup öldürülünceye kadar Carolina
kıyılarında korku saldı. Üstte sağda: 1720'de mahkûm edilen Mary Read, kayıtlarda yer alan birkaç kadın
korsandan biridir. Altta: Bir korsan ve Jamaika'nın vali yardımcısı olan Sir Henry M organ'ın 1669'da Güney
Am erika'daki Maracaibo'ya saldırısı.
KORSİKA 19

Silver bu korsanların tipik bir örneğidir. Çoğu Teach denizcilerin bir bölümüyle birlikte,
kez de bir gemideki denizciler ayaklanarak küçük bir kayıkla Kuzey Carolina’ya kaçtı.
öbürlerini öldürüyor ya da hapsediyor, kor­ Burada valinin desteğini kazanarak korsanlığı
sanlık yapmak üzere gemiye el koyuyordu. sürdürdüyse de sonunda vurularak öldürüldü.
Hepsi de korsan olan bu denizciler uyulması Bir başka ünlü korsan da Galli Henry
gereken kuralları belirliyor, karşılarına çıkan M organ’dı. Gemileriyle Karayib Denizi’ndeki
gemileri korkutacak bir bayrak seçiyorlardı. Hollanda ve İspanyol kolonilerine saldırdı ve
Korsan gemilerinin bayrağında çoğunlukla 1671’de İspanyol kenti Panam a’yı ele geçir­
ölümün simgesi olan kurukafa ile çapraz iki mek için 2.000 askere önderlik etti. Mor-
kemik bulunurdu. gan’ın yağma eylemlerinin çoğunu zengin İs­
Yakalanan korsanların öbür suçlular gibi panyol İm paratorluğu’nun çökmesini isteyen
yargılanmaları gerekirken çoğu asılarak ceza­ İngiliz hükümeti örtülü biçimde destek­
landırıldı. liyordu.
Tıpkı erkekler gibi giyinip onlar gibi korku
Ünlü Korsanlar salan kadın korsanlar da vardı. E n ünlü iki
İngilizler’in en ünlü korsanlarından biri 17. kadın korsan Anne Bonney ile Mary Read
yüzyılda yaşamış olan John Avery’di. Avery, idi.
bir ticaret gemisinde ikinci kaptan olduktan
sonra, gemide çıkan isyana önderlik ederek KORSİKA, Akdeniz’de Sicilya, Kıbrıs ve
kaptanlığa getirildi. Batı A frika’da Gine kıyı­ Sardinya’dan sonra gelen dördüncü büyük
larında ve Batı Hint A d alan ’nda birçok gemi­ adadır. 11 km güneyinde yer alan Sardinya
yi yağmaladıktan sonra Kızıldeniz’e yelken Adası ile arasında Bonifacio Boğazı bulunur.
açtı. Hint-Türk İm paratorluğu’nun, 100 bin Bağlı olduğu Fransa’dan 170 km, İtalya’dan
külçe altınının yanı sıra, im paratorun genç ve ise yaklaşık 90 km uzaklıktadır. Yabanıl ve
güzel kızını taşıyan bir gemiyi de ele geçirdi. dağlık bir doğal yapısı olan Korsika’pın en
Her iki ganimeti de kendisiyle birlikte M ada­ yüksek noktası 2.710 metreyi bulan Cinto
gaskar A dası’na getiren Avery, buraya yerle­ Dağı’dır. Kıyıları boyunca dar ovalar uzanır.
şerek kral oldu. Sonunda İngiltere’ye döndü, İklim kıyıda ılık ve kuru, dağlarda ise çok
tüm mal varlığını yitirdi ve yoksulluk içinde soğuktur. Bitki örtüsünü dağ eteklerinin alt
öldü. bölümlerinde yetişen makiler (kalın ve sık
Galli korsan Bartholomew Roberts, gemi­ çalılar) ile daha yukarılarda görülen meşe,
lerinde içki içilmesine, kadın bulundurulması­ kestane, çam ve kayın ormanları oluşturur.
na ve kum ar oynanmasına izin vermezdi. Orm an kuşağının üstünde, koyun ve keçilerin
Roberts, Gine kıyısında korsanlarca ele geçi­ otladığı Alp tipi çayırlar vardır. Adadaki öbür
rilen bir ticaret gemisinin ikinci kaptanıydı. hayvanlar arasında dağ koyunu, yaban dom u­
Korsanlar, kaptanı öldürünce, yerine Roberts zu, geyik, porsuk, yaban kedisi ve tavşan
kaptan seçildi. Brezilya yakınlarında altın ve sayılabilir.
değerli taşlarla yüklü bir ticaret gemisini ele Korsika 150 yılı aşkın bir süreden beri
geçiren Roberts, Newfoundland’da, Batı Hint Fransa sınırları içindedir. Halk, resmi dil
A daları’nda ve A frika’da korsanlık yaptı. Fransızca’nın yanı sıra, atalarının çoğu İtalya’
Royal Fortune adlı büyük bir gemiyi ele dan geldiği için bir çeşit İtalyanca konuşur.
geçirdiyse de 1722’de çıkan çatışma sırasında Başlıca kentleri, batı kıyısındaki başkent
öldürüldü. Ajaccio ve kuzeydoğu kıyısındaki Bastia’dır.
Genellikle “Kara Sakal” adıyla tanınan Ajaccio, Fransa İm paratoru Napolyon’un do­
Edward Teach (ya da Thatch), çalıntı bir ğum yeri olarak ünlüdür.
gemiyle, Kuzey A m erika’daki Carolina ve Çok dağlık bir ada olan Korsika’nın toplam
Virginia kıyıları boyunca birçok gemiyi yağ­ yüzölçümünün yarısından azı ekilebilm ekte­
m alayarak dolaştı. Sert ve acımasız bir adam dir. Başlıca ürünleri, doğu kıyılarındaki ova­
olduğu için kendi arkadaşları arasında bile larda ve alçak dağların vadilerinde yetişen
korku salmıştı. 1718’de gemisi parçalanınca, limon, üzüm, zeytin ve portakaldır. Tütün ve
20 KORUTÜRK

sebze de yetiştirilir; buğday ve öbür tahılların KORUTÜRK, Fahri (1903-1987). Türkiye’


üretimi ise oldukça düşüktür. Orm anlardaki nin altıncı cumhurbaşkanı olan Fahri Koru-
ağaçlardan şişe m antarı yapımında da kullanı­ türk İstanbul’da doğdu. Babası Şura-yı Dev­
lan m antar toplanır ve kestanelerden un elde let (Danıştay) üyesiydi. Askeri okullarda
edilir. Başlıca dış ticaret ürünleri, peynir, okuyan Fahri K orutürk 1923’te Bahriye Mek-
şarap, meyve ve zeytinyağıdır. Turizm de tebi’ni (Askeri Deniz Lisesi) bitirdi. Teğmen
önemli bir gelir kaynağıdır. olarak katıldığı deniz kuvvetlerinde ilk görevi
Korsika’da haberleşme ağı yeterli düzeyde­ ünlü Yavuz gemisindeydi. Bunu başka gemi­
dir. V ar olan karayolları iyi durumdaysa da, lerde ve denizaltılardaki görevler izledi.
1930’da yeni açılan Deniz H arp Akadem isi’ne
French Em bassv, Londra
girdi. 1933’te akademideki öğrenimini bitire­
rek kurmay subay oldu. 1934’te Genelkurm ay
Başkanlığı’nda görevlendirildi. 1935’te deniz
ataşesi olarak R om a’ya gönderildi. Bu görevi
sırasında boğazların uluslararası durumunu
saptayan M ontrö (M ontreux) Konferansı’nda
(1936) Türkiye’yi temsil eden kurula deniz iş­
leri danışmanı olarak katıldı. Berlin ve Stock­
holm ’de de deniz ataşeliği yaptıktan sonra
1943’te yurda dönerek I I . Denizaltı Filosu ko­
mutanlığına atandı.
Fahri K orutürk 1945’te getirildiği Deniz
H arp Akademisi komutanlığını beş yıl kadar
sürdürdükten sonra 1950’de tuğamiralliğe
yükseldi ve denizaltı filosu komutanı oldu.
1953-56 arasında tümamiral rütbesinde iken
harp filosu komutanlığı, deniz eğitim kom u­
tanlığı, genelkurmay haber alma başkanlığı,
Korsika'da bir dağ köyü.
donanma komutanlığı görevlerinde bulundu.
1956’da koramiral olunca M arm ara ve Boğaz­
birçok yerde yollar patikadan farksızdır. G ü­ lar Deniz Kolordusu komutanlığına getirildi.
neybatıdaki A jaccio’dan kuzeybatıdaki Bas- 1957’de Deniz Kuvvetleri komutanlığına
tia’ya kadar uzanan bir demiryolu vardır. atandı. 1959’da oramiralliğe yükseldi. 1960’ta
Ayrıca hava ve denizyoluyla Fransa’ya bağ­ emekliye ayrıldıktan kısa bir süre sonra Mos­
lanır. kova büyükelçisi olarak diplomasi mesleğine
Korsika tarihi, ülkeyi ele geçirmeye çalışan geçti. 1964’te atandığı M adrid büyükelçiliğin­
işgalcilere karşı yürütülen sürekli m ücadele­ den 1965’te ayrılarak yurda döndü.
nin tarihidir. İlk işgalciler İÖ 560’ta A nadolu’ Dönem in cumhurbaşkanı Cevdet Sunay
dan gelen Eski Yunanlılar’dı. Rom alılar K or­ (bak. Sun a y , C ev d e t ) 1968’de Fahri Koru-
sika’yı 800 yıl elinde tuttu. Ülke 9. yüzyıldan türk’ü 1961 Anayasası’na göre Türkiye Büyük
11. yüzyıla kadar da A raplar’ın yönetiminde Millet Meclisi’nin iki kanadından birini oluş­
kaldı. Fransızlar ile Cenevizliler adayı elde turan Cumhuriyet Senatosu’na kontenjan se­
edebilmek için savaştılar. 1768’de Cenevizli­ natörü olarak seçti. Bir süre 15 kişilik konten­
ler Korsika’yı Fransa’ya sattı. Bağımsızlık için jan grubunun başkanlığını da yapan Fahri
harcanan büyük çabalara karşın, bu tarihten Korutürk, Cevdet Sunay’ın yedi yıllık görev
başlayarak ada genellikle Fransa’nın yöneti­ süresinin dolması üzerine 6 Nisan 1973’te
minde kaldı. Yalnızca 1794-96 arasında ve meclis tarafından cumhurbaşkanlığına seçildi.
1841’de bir yıla yakın bir süre İngiltere’nin İç ve dış bunalımların yoğunlaştığı bir dönem ­
yönetimine girdi. de görev yapan Fahri K orutürk süresinin
Nüfusu 242.700’dür (1987). dolması üzerine 6 Nisan 1980’de cumhurbaş-
KORUYUCU RENKLENME 21

renginin değişik tonlarında alacalanmışsa çok


daha iyi korunabilir. Bu tür hayvanlara örnek
olarak üstünde yaşadıkları orman ölü örtüsü­
nün renklerine bürünmüş ormantavuğu ve
çulluk gösterilebilir.
Bazı hayvanlar renklerini yeni bir çevreye
geçtikten birkaç dakika sonra değiştirebilir.
Hızla renk değiştiren hayvanların en iyi bili­
neni, üstünde hareket ettiği zemine göre
yeşil, sarı, kahverengi ya da siyahımsı renkler
alabilen bir sürüngen olan bukalem undur.
Pisibalığı, kalkanbalığı gibi yassıbalıklar hep
deniz dibine yattığından yalnız görülen üst
yanları renklidir. Bunların çoğu bulundukları
yere uygun renkler almak amacıyla üst yanla­
rının rengini değiştirebilir.
Hayvanat bahçelerinde koyu renk kafes
demirleri ardında çok parlak ve dikkat çekici
renklerle bezeliymiş gibi görünen bazı iri
tropik bölge hayvanları, doğal yaşama ortam ­
larında güçlükle ayırt edilebilir. Örneğin bir
ağaç dalı üzerinde yatan parsın benekli postu,
güneş ışığının yapraklar arasından süzülürken
oluşturduğu gölgeleri andırır. Kedigiller ara­
Fahri Korutürk Türkiye'nin altıncı cumhurbaşkanıdır. sında benzer bir kamuflaj da kaplan postunda
görülür. Kaplan, postunun turuncu ve siyah
çizgileri sayesinde H indistan’ın sıcak güneşiy­
kanlığından ayrılarak eski cum hurbaşkanları­ le kavrulmuş uzun otlar arasında görülmeksi-
na tanınan bir hak olan Cumhuriyet Senatosu zin dolaşabilir. Pars ve kaplanın bu renkleri,
doğal üyesi oldu. 12 Eylül 1980 askeri harekâ­ görünmeden avlarına kolayca yaklaşabilmele­
tıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi feshedilin­ rini sağlar.
ce bu görevi de son bulan Fahri Korutürk Yaşamlarını önemli ölçüde havada uçarak
bundan sonraki yaşamını sürdürdüğü İstan­ geçiren kuşların alt bölümleri üst bölümlerine
bul’da öldü. göre genellikle daha açık renktir. Bu durum
aşağıdan bakan düşmanlarının onları gökyü­
KO RUYUCU RENKLENME. Bazı hayvanlar zünden kolayca ayırt edebilmesini engeller.
yaşadıkları çevreye uyumlu renklerle bezen­ Balıkların da genellikle sırtları koyu, alt
diklerinden düşmanları tarafından kolayca bölümleri açık renklerdedir. Yukardan baktı­
görülemez. Bu durum koruyucu renklenm e­ ğınızda balığın sırtını suyun derinleştikçe ko­
nin sık rastlanan bir çeşididir. Yapraklarla yulaşan renginden ya da akarsu yatağının
beslenen tırtıllar ve tropiklerde yaşayan ağaç yosunlu ve çakıllı dibinden ayırt etmeniz çok
kurbağaları genellikle yeşildir. Aslanların zordur. A lttan bakıldığında ise balığın karnı,
postu yaşadıkları açık alanlara uygun ve su yüzeyinin ışıltılı aydınlığına karışır.
toprak rengine yakındır. Kuzey Kutup Bölge- Böcekler renklerinin yanı sıra gövdelerinin
si’nin karları arasında yaşayan kutup ayısının biçimiyle de düşmanlarından gizlenebilir.
postu ise beyazdır. Tropik bölgelerde yaşayan değnekçekirgesi
Orm anlarda yerde yaşayan hayvanların küçük bir dal parçasına çok benzer.
rengi genellikle toprağa ve ağaçlardan düşen Bazı hayvanlarda gövdenin biçimini belirle­
ölü yapraklara karışacak biçimde kahverengi­ yen dış çizgiler karmaşık desenlerle kırıldığın­
dir. Kahverengi hayvanlar toprak gibi kahve­ dan etkili bir gizlenme sağlar. Savaş sırasında
22 KORUYUCU RENKLENME

Satour (en üstte), Tony M orrison (üstte solda), M . C. Wilkes— A q u ila (solda)
B. and C. A lexander (üstte)
Hayvanlarda koruyucu renklenme örnekleri. En
üstte: Parsın benekleri gövdesinin dış çizgilerini
bozmaya yarar. Üstte solda: Rengi, biçim i ve
damarlara benzeyen desenleriyle yapraktan farksız
olan b ir cırcırböceği. Solda: Bu kurbağanın rengi
bulunduğu akarsuyun yatağının rengine benzer.
Üstte: Kutup tilkisinin beyaz kış postu, karlar
arasında görülm eden avlanmasına yardımcı olur.
KOSTA RİKA 23

gemilerin, kamyonların ve binaların kamufla­


K O S TA RİKA'YA İLİŞKİN BİLGİLER
jında da bu yöntem kullanılır (bak. K am uflaj ).
Gerçek biçimi bozarak yapılan kamuflaja ör­ YÜZÖLÇÜMÜ: 51.100 km2.
nek olarak bazı yılanlar ve mercan resifleri ara­ NÜFUS: 2.672.000 (1988).
sında dolaşan çeşitli balık türleri gösterilebilir. YÖNETİM: Bağımsız cumhuriyet.
BAŞKENT: San Jose.
Uyarı Renkleri DOĞAL YAPI: Nikaragua ve Panama arasında bulunan
Bazı böcekler çok değişik bir koruyucu renk­ ülkeden, Amerika kıtasının temel dağ sırası geçer; en
yüksek tepe, 3.820 metreyi bulan Chirippo Grande'
lenme yöntemi geliştirmiştir. Bu böcekler giz­ dir.
lenmek yerine düşmanlarını uyarmayı yeğler. BAŞLICA ÜRÜNLER: Kahve, muz, abaka lifleri, kakao, şe­
Tatları kötü olan bazı gündüz ve gece kelebek­ ker, kimyasal maddeler ve ettir.
leri, kuşlar tarafından tanınmalarını sağlayacak ÖNEMLİ KENTLER: San Jose, Alajuela, Limon ve Punta-
renas.
parlak renklerle bezelidir. Yabanansı düşman­ EĞİTİM: 6-12 yaşları arasında zorunlu ve parasızdır.
larını siyah ve san çizgileriyle iğnesine karşı
uyarır. Sürüngen ve amfibyumlar arasında da
aynı korunma yöntemi kullanılır. Mercan yı­ kenin belkemiğini bazı tepeleri 3.820 metreyi
bulan dağ sıraları oluşturur. Bu bölgede
lanları ve ok zehri kurbağalan gibi zehirli hay­
vanlar düşmanları tarafından hatırlanmalannı zaman zaman tehlike yaratan eski yanardağ­
kolaylaştıracak parlak renklere bürünmüştür. lar vardır. 1963’te Irazû’nun ve 1968’de Are-
Uyarıcı renklenm e türdeşler arasında, bir­ nal’ın yeniden lav püskürtmesi büyük can ve
birlerini yaklaşan bir tehlikeye karşı uyarmak mal kaybına neden oldu.
amacıyla da kullanılır. Bunun en iyi örneği D ağlar, Kosta R ika’yı üç belirgin bölgeye
tavşanın kuyruğundaki beyaz tüylerdir. Oyuk­ ayırır: Kıyıda sıcak, nemli alçak düzlükler;
larının dışında dolaşan bir grup tavşandan ortada, iklimi yıl boyunca yumuşak olan geniş
biri, düşmanını görür ya da işitirse, hemen bir havza (Valle Central) ve yüksekliği 1.500
oyuğuna kaçar. Kuyruğunun beyaz parıltısıy­ metreyi aşan, gündüzleri serin, geceleri çok
la uyarılan öbürleri de zaman yitirmeden onu soğuk geçen dağlık bölge.
izler. Bazı antiloplar da bu yöntemi kullanır. San Juan Irmağı, Nikaragua ile Kosta Rika
arasında sınır oluşturur. Tümüyle Kosta Rika
Benzeşme topraklarında bulunan en önemli ırmak Re-
Bazı hayvanlar kendilerine lezzetsiz ya da ventazon’dur. Bunlardan başka dağların ya­
zehirli başka bir hayvanın görünüm ünü vere­ maçlarından aşağılara hızla akan birçok kü­
rek korunur. Kuzey A m erika’ya özgü bir çük ırmak vardır.
kelebek türü, kuşların yiyebileceği bir av
olmasına karşın lezzetsiz bir tür olan turuncu
ve siyah renkli kral kelebeğine benzediğinden
düşmanlarından kurtulur. A rılara ve yaban-
arılarına hem siyah ve sarı çizgili desenleri,
hem de biçimi bakımından büyük benzerlik
gösteren birçok zararsız sinek türü vardır.
Benzeşmeden yararlanan hayvanlardan biri
olan bayağı guguk, yumurtalannı başka bir ku­
şun yuvasına bırakır. Am a yumurtalannı bıra­
kacağı yuvadaki kuşun da benzer biçim ve
renkte yumurtalan olmasına dikkat eder.

KOSTA RİKA, O rta A m erika’daki en küçük


cumhuriyetlerden biridir. Nikaragua ile Pana­
ma arasında yer alır. Batısında Büyük Okya­
nus, doğusunda Karayib Denizi bulunur. Ül-
24 KOSTA RİKA

Okyanus’a bakan çayırlık bayırlarında otla­


yan sürülerin etinden ve derisinden yararlanı­
lır. Bir ölçüde mandıracılık da yapılır. M aden
kaynakları zengin olmayan Kosta R ika’da
altın, tuz, kükürt ve boksit çıkarılır. Ülkede
köm ür yoktur ve elektrik, yüksek bölgelerde
su gücünden elde edilir.
San Jose, Büyük Okyanus ve Karayib
kıyılarına demiryolu ile bağlanmıştır. 1960’
larda Kosta Rika’da yol yapımına hız verildi.
Panamerikan Karayolu’nun ülke sınırları için­
deki bölümü tamamlandı ve böylece verimli
topraklan gelişmeye açılmış oldu. San Jose’nin
T o m H ollym anl Photo Researchers uluslararası bir havaalanı, Büyük Okyanus kı­
Kosta Rika'da etkin bir volkan olan Irazü, Orta yısındaki limanı Puntarenas’ta ve Limön’da da
Amerika sıradağlarının en yüksek tepesidir. havaalanlan vardır.
Ülkeyi 1502’de, bugün Limon kentinin
bulunduğu yere çıkan Kristof Kolomb keşfet­
Halkın hemen hemen tüm ü ya melez (mes- ti. Kolomb ve adamlarının çevresini kuşatan
tizo) ya da İspanyol kökenli beyazlardır. Y erliler’in som altından takıları vardı. Bunu
Günüm üzde, çoğu dağlarda yaşayan yaklaşık gören Kolomb, sonunda zengin bir toprağa
6.000 Am erika Yerlisi kalmıştır. A frika’dan ayak bastığını düşündü ve buraya “zengin
getirilmiş olan kölelerin soyundan gelen 25 kıyı” anlamına gelen Kosta Rika adını verdi.
bin dolayında da Siyah vardır. Hem en tüm O ndan sonra gelen İspanyol sömürgeciler
Kosta Rikalılar, İspanyolca konuşur ve çoğu uzun yıllar Yerli kabilelerin direnişini kırm a­
Katolik Kilisesi’ne bağlıdır. Devlet bütçesinin ya çalıştılar. İspanyol egemenliği ancak
önemli bir bölümünün eğitime ayrıldığı Kosta 1570’te kesinleşti. Bu topraklara yerleşen
R ika’da okullar parasızdır. Parasız ve zorunlu İspanyol göçmenleri maden kaynaklarının ye­
eğitim 1886’dan beri uygulanm aktadır. Bu tersizliğinden ve toprağın elverişsizliğinden
nedenle ülkede okuryazar oranı yüzde 92’nin zenginleşemediler. İlk önemli yerleşme orta
üzerindedir. Ülkenin başlıca büyük kenti olan havzada C artago’da, 1564’te kuruldu.
San Jose’nin banliyöleriyle birlikte nüfusu Kosta Rika 1821’de özgürlüğünü kazanın-
241.464’tür (1984). Kentin biri 1888’de kurul­ caya kadar bir İspanyol sömürgesi olarak
muş iki üniversitesi ve bir ulusal tiyatrosu kaldı. İlk önce, yeni kurulan Meksika İm pa­
vardır. En önemli limanı, Karayib kıyısındaki ratorluğu’nun bir parçası oldu, daha sonra
33.925 (1984) nüfuslu Lim ön’dur. Ülkenin en 1824’te O rta Am erika Federasyonu’na katıl­
eski kenti, bir zamanlar başkent olan Carta- dıysa da, 1838’de federasyondan ayrıldı.
go’dur. Cartago’nun günümüzde nüfusu 1848’de bağımsız bir cumhuriyet oldu. 1853-59
23.928’dir (1984). arasında cumhurbaşkanlığı yapan Kosta
Kosta Rika hem tropik, hem ılıman kuşak Rika’nm ulusal kahramanı Juan Rafael Mo­
ürünlerinin yetiştirildiği bir tarım ülkesidir. ra, ülkenin ekonomisinin gelişmesine ve eği­
En önemli ürünleri kahve ve muzdur. Ayrıca timin yaygınlaşmasına büyük katkıda bu­
kakao, abaka (manilakeneviri), mısır, şeker­ lundu.
kamışı, fasulye, pirinç ve tütün de önemlidir. Kosta Rika, O rta A m erika’nın dem okratik
Çeşitli tropik meyveler yetiştirilir. O rm anlar­ geleneği en güçlü ülkesidir. İlk serbest seçim­
da sedir, m aun, balsa ve kabuklarından kinin ler 1850’de yapıldı; 1920’de oy verm ek için
elde edilen kınakına ağaçları bulunur. okuryazar olma zorunluluğu getirildi. 1925’te
Sanayisi temel olarak kahve, şeker, muz gizli oya geçildi. 1917-19 arasındaki kısa süreli
ve kakaonun pazar için işlenmesine ve ağaç diktatörlük dönemi dışında, dem okratik se­
ürünleri üretimine dayalıdır. Ülkenin Büyük çimlere ve sivil devlet başkanm a dayanan
KOVBOY 25

demokrasi geleneği hiç kesintiye uğramadı. mıştır. Karacaoğlan’m koşmalarının çoğu gü­
Ü lkede, yürütm e görevini üstlenen bir başkan zellemeye; yiğitliğin, başkaldırmanın ve mey­
ve bir yasama meclisi vardır. dan okumanın konu edildiği koçaklamaya en
güzel örnek olarak da Köroğlu ve Dadaloğlu’
KO ŞM A, halk şiirinde mani ile birlikte iki nun koşmaları gösterilebilir.
ana biçimden biridir. Âşık edebiyatımızda en Divan edebiyatında gazelin tuttuğu yeri
yaygın şiir türü olarak koşma örnekleri 16. halk edebiyatında koşma tutar. İlk dönem ler­
yüzyıldan beri vardır. Bununla birlikte koşma de tekke şiirinde de koşma türünde örnekler
ya da benzeri şiirlerin daha önceki yüzyıllarda veren halk şairleri vardır.
da söylenmiş olduğu sanılmaktadır.
Koşma, hece ölçüsünün l l ’li kalıbıyla 6+5 KOŞNİL bak. K a bu k lu bît .
ya da 4 + 4 + 3 duraklı olarak söylenir. 4 dizeli
3-5 dörtlükten (bent) oluşur. 10 dörtlüğe KOŞU bak. A tletizm .
kadar olanları vardır. Birinci dörtlükte l. ile
3. dize, 2. ile 4. dize uyaklıdır (a-b-a-b). KOVBOY. Kuzey A m erika’da 19. yüzyılın
Sonraki dörtlüklerde ilk üç dize kendi arasın­ ikinci yansında, özellikle Amerika Yerlileri’
da, 4. dize ilk dörtlüğün son dizesiyle uyaklı­ nin yaşadıklan topraklann ele geçirilmesi
dır (c-c-c-b). İlk dörtlüğün 1. ve 3. dizeleri sırasında girişilen savaşları konu alan kovboy
uyaksız da olabilir. Dizeleri yedili (4+3) ve (W estern) filmlerinden tanıdığımız efsaneleş­
sekizli (4+4) kalıpla oluşan koşmalar da miş kovboy tipi gerek yaşantısı, gerek giyi­
vardır. miyle Amerikan folklorunun önemli öğelerin­
Aşk, kavuşma, ayrılık, acı, acıma, üzüntü, den birini oluşturur. At sırtında büyük sığır
doğa sevgisi, yazgıdan ya da yaşamdan yakın­ sürülerini bir araya getirerek güden ve bunla­
ma gibi konuların işlendiği koşmalar kimi ra bekçilik eden sığırtmaçlara, İngilizce’de
zaman özel bir ezgiyle de okunur. Bu tür “sığır çobanı” anlamında cowboy denm ek­
koşmalar yöreye ve özelliğine göre A nkara tedir.
koşması, Kerem, Kesik K erem , topal koşma, 19. yüzyılın sonlarına kadar kıtanın orta
bülbül koşması gibi adlar alırlar. Koşmalar, bölümündeki geniş düzlüklerde nüfus çok
biçim yönünden de değişik özellikler gösterir. seyrekti. Bu düzlüklerde yüz binlerce yabanıl
Alışılmış biçimdeki koşmalara “düz koşma” sığır ve at özgürce dolaşıyordu. Bu keşfedil­
denir. İlk dörtlüğün 2. ve 4. dizesi öteki memiş bölgenin bir yerleşim alanına dönüştü­
dörtlüklerde kavuştak (nakarat) olan koşma­ rülmesinde kovboylar önemli bir rol oyna­
ya “koşma-şarkı” ; uyakları cinaslı olan koş­ dılar.
maya “tecnis”; ilk dörtlüğünün 2. ve 4., öteki Genellikle öğrenim görmemiş, okuma yaz­
dörtlüklerinin yalnızca 4. dizelerine “ziyade” ma bile bilmeyen kovboylar, ilk olarak büyük
denen bir dize eklemekle oluşan koşmaya sığır sürüleri için elverişli geniş otlakların
“ayaklı koşm a”; dizelerinde iç uyak bulunan bulunduğu Texas’ta ortaya çıktı. Kıtanın do­
koşmaya “musammat koşma” ; dörtlüklerin 4. ğusunda yaşayan insanların et gereksinimini
dizesini uyak sözcüğünün bir sonraki dörtlü­ karşılamak kâr getiren bir iş olduğundan,
ğün ilk dizesinin başında yinelenmesiyle olu­ birçok kişi sığır besiciliği yapmaya başlamıştı.
şan koşmaya “zincirleme koşma” denir. Kar­ Sığırların bir araya getirilmesi, damgalanması
şılıklı konuşma biçiminde söylenmiş koşmalar ve güdülmesi gibi işlerde beceri kazanan
da vardır. “Dedim -dedi’li” koşma diye adlan­ kovboylar da bu yoldan geçimlerini sağlıyor­
dırılan bu koşmalar genellikle bir dize soru, lardı. 19. yüzyıl ortalarında Kansas’a kadar
bir dize cevap olarak düzenlenir. Aynı dize uzanan demiryolları, sürülerin trenle kentlere
içinde soru ve cevabın yer aldığı koşmalar da taşınmasına olanak veriyordu. Ne var ki,
vardır. bazen sürüleri en yakın tren istasyonuna
Koşma, âşık edebiyatında konusuna göre götürm ek için bile yüzlerce kilometrelik yol
adlandırılan güzelleme, yergi, koçaklama ve kat etm ek gerekiyordu. Bu nedenledir ki,
ağıt türlerinde de şiir biçimi olarak kullanıl­ henüz insan eli değmemiş bölgelerden at
26 KOYUN

sırtında geçmek zorunda kalan kovboylar, kaymaması için yüksek ökçeli olurdu. Boynu­
yollar ve hayvanları barındırabilecekleri na bağladığı üçgen biçimindeki mendil, sürü­
kamp alanları açtılar. Bu süreçte, Y erliler’in yü izlerken ağzına burnuna toz girmesini
saldırısına uğrayanlar, sığırlarla aşmaya çalış­ önlerdi. Ayrıca, bacaklarını çalılardan ve
tıkları ırm aklarda boğularak yaşamlarını yiti­ kaktüs dikenlerinden korum ak için pantolo­
renler oldu. Şiddetli sıcağa ve dondurucu nunun üstüne ayı ya da koyun postundan bir
soğuğa dayanmak zorunda kaldılar. Kovboy­ tulum giyerdi. Eyerinin arkasında da sarı
ların açtıkları en ünlü yol olan Chisholm m uşambadan bir yağmurluk taşırdı. Ceket
Yolu’ndan 1866’da 300 bin, 1871’de ise 600 giymez, ama kollarının rahat hareket etmesini
bin baş sığır geçti. Ne var ki, demiryollarının sağlayan ve sigara kâğıtlarını, tütün kesesini,
yaygınlaşmasıyla kovboyluk önemini yitirme­ kibritini koyabileceği cepleri olan bir yelek
ye başladı ve giderek tarihe karıştı. giyerdi.
Uçsuz bucaksız topraklarda türlü güçlükle­ Yanında ham deri ya da kenevirden yapıl­
re göğüs geren kovboyun, öykülerde yansıtıl­ mış, 12-21 m etre uzunluğunda bir kem ent,
dığı gibi rom antik bir karakter değil, oldukça bıçak ve tabanca bulundururdu. Kovboyun
Union Pacific Railroad
eyeri ise çoğu zaman bütün öbür eşyalarından
daha değerliydi. Nitelikli deriden yapılır,
üzerine desenler işlenir, bazen de gümüşle
bezenirdi. Deri zamanla üzerine oturanın
biçimini alırdı. Eyerin arkasındaki, arka kaş
adı verilen parça kovboyun eyerden geriye
kayıp düşmesini önleyecek yükseklikte
olurdu.
Günüm üzde A B D ’nin batı eyaletlerindeki
çiftliklerde çalışan sığırtmaçlar hâlâ kovboy
olarak adlandırılm akta ve aşağı yukarı eski­
den yaptıkları işleri yapmaktadırlar. Ne var
ki, bugün artık hendek kazma, çit yapma ve
taşıtların onarımı gibi işlerden de sorumlu
tutulurlar. Çağdaş kovboylar ayrıca eyersiz
ata ve boğaya binme gibi çeşitli becerilerin
sergilendiği rodeo adlı yarışmalar da düzen­
lerler (bak. R o d e o ).

KOYUN. K o y u n la r , y a k ın a k r a b a la r ı o la n
k e ç ile r g ib i g e v iş g e tire n , ç iftto y n a k lı m e m e li­
le r d ir . P o s tla r ı y ü n lü , g ö v d e le r i k e ç ile rd e n
Kovboylar bir buzağıyı damgalıyor. g e n e llik le d a h a d o lg u n , ç o ğ u k e z y a ln ız e r ­
k e k le r i ( k o ç la r) k a lın v e k ıv rık b o y n u z lu d u r.
kaba saba ve işini bilen biri olduğu söylenebi­ K e ç ile rin ise ev cil s o y la rı b ile ç e v ik y a p ılıd ır
lir. Giyimi de gereksinimlerine uygun olan v e h e m e r k e ğ in d e , h e m d e d iş is in d e a r k a y a
kovboyun, yağmur ve güneşe karşı koruyucu d o ğ r u e ğ ik b o y n u z la r b u lu n u r . A m a b a z ı
geniş kenarlı şapkası, yerine göre su içmeye, y a b a n ıl k o y u n la r ı k e ç ile r d e n a y ırt e t m e k h iç
yerine göre de yelpazelenmeye yarardı. Kalın d e k o la y d e ğ ild ir. (Ayrıca bak. GEVİŞGETÎREN-
pamuklu ya da yünlü, kir göstermeyen renkte LER; KEÇİ.)
bir gömlek giyer, omuzlarını kesmemesi için Koyunlar evcilleştirilen ilk hayvanlar ara­
pantalon askısı takm az, at sırtında belini sında yer alır. Verimsiz otlaklarda beslenebil­
sıkmasın diye kem er kullanmazdı. İnce, yu­ mesi çeşitli iklim koşullarına dayanıklılığı, et,
muşak deriden gösterişli çizmeler giyer, bun­ süt, yün gibi değerli ürünler vermesi nedeniy­
lar at şaha kalktığı zaman ayağının üzengiden le yeryüzünün büyük bir bölümünde yetiştiril­
KOYUN 27

m ektedir. İlk evcilleştirilen koyunların, keçi- nuzları bazı türlerde 2 m etreye yakın uzun­
lerinki gibi uzun kılları vardı ve yün, bunların luktadır. Omuz yüksekliği ise 1,3 m etredir.
altında ince bir katman halinde bulunuyordu. Öte yandan A frika’da bulunan kızıl Kam erun
Önceleri öldürülen koyunların yüzülen derile­ koyununun (Ovis jubata) omuz yüksekliği
ri giysi olarak kullanıldı. Am a zamanla ko- yalnız 48 santim etredir. G erdanından ve ön
yunların öldürülmesi yerine postları kırkıldı- bölümünün yanlarından uzun tüyler sarkan
ğında, tüylerinin yeniden uzadığı, toplanan Berberi koyunu (Ammotragus lervia) Kuzey
yapağıdan yünün ayrılabileceği ve yünden ip­ A frika’da, muflon ya da Avrupa yaban koyu­
lik elde edilebileceği anlaşıldı. Böylece ko­ nu (Ovis musimori) Korsika, Sardinya ve
yunlar yünleri için de beslenmeye başlandı. Kıbrıs adalarında yaşar. Bazı uzmanlar bu
(Ayrıca bak. YÜN.) türü evcil koyunun (Ovis aries) atası sayar.
Koyundan elde edilen öbür ürünler arasın­ Am a A nadolu’dan Türkm enistan ve Keşmir’e
da kozmetik ve merhem yapımında kullanılan kadar uzanan bir kuşak boyunca yaşayan
lanolin ile ayakkabı, ceket, güderi gibi eşyala­ dağkoyunu (Ovis orierıtalis), büyük ölçüde
rın yapımında kullanılan deri sayılabilir. La­ A fganistan’da ve Pencap yöresinde yaşayan
nolin yapağıdan çıkarılan yağsı bir m addedir. arkar (Ovis vignei), muflon ve argalı da evcil
Koyun bağırsağından yapılan katgüt, cerrahi­ koyunun ataları arasında gösterilmektedir.
de açılan yaraların dikilmesinde ve ayrıca Kuzey A m erika’da yaşayan yabanıl koyun-
çalgı teli olarak kullanılır. İçyağlarının eritil­ lardan iri boynuzlu koyun (Ovis canadensis)
mesiyle elde edilen donyağından yapılan M eksika’nın kuzeyinden K anada’nın batısı
mum ise günümüzde eski önemini yitirmiştir. boyunca uzanan dağlık yörelerde rastlanan
kahverengi postlu bir türdür. Yakın akrabası
Yabanıl Koyunlar olan Dall koyunu (Ovis dallı), K anada’nın
Yeryüzünün birçok dağlık yöresinde çeşitli batısından A laska’ya kadar uzanan bölgede
türlerden yabanıl koyunlar yaşar. O rta A sya’ yaşar.
nın doğusundaki yüksek yaylalarda görülen Koyunların erkeğine “koç”, dişisine “ko­
argalı (Ovis amm on) varlığını sürdüren ko- yun” , yavrusuna yaklaşık altı aylık olana kadar
yunlann en irisidir. Geniş bir çember çizdikten “kuzu” , daha sonra bir yaşma kadar “toklu”
sonra bile kıvrılmayı sürdürebilen kalın boy- denir.
Popperfoto
Evcil Koyun Soyları
Koyunların evcilleştirilmesinden çok sonra,
seçmeye dayalı ıslah çalışmaları yapılarak
birçok koyun soyu geliştirilmeye başlanmıştır.
Çevre koşullarına uygun, besin ve giyecek
gereksinimlerini en iyi biçimde karşılayacak
yeni koyun soylarını yaratm a çabası sürm ek­
tedir. Günüm üzde 200’ü aşan koyun soyunun
büyük bölümü ancak yerel bakım dan önem ­
lidir.
Bütün koyun soylarında kuzular bahara
doğru ya da bahar başında doğar. Yeni doğan
kuzuların özenli bir bakıma gereksinimi var­
dır. Dişiler bir batında genellikle bir ya da iki,
bazen üç ve daha çok yavru doğurur.
Koyun soylarının sınıflandırılması genellik­
le verimlerine (yün, et, süt), verdikleri yünün
özelliğine ya da kuyruk yapılarına göre yapı­
Arkar, Afganistan'da ve Pencap yöresinde
lır. Koyunlardan süt üretimi Türkiye, İran,
yaşayan yabani bir koyun türüdür. Çekoslovakya, Yunanistan, M acaristan gibi
28 KOYUN

Farmer a n d Stock-Breeder

İki koyun soyu. R am bouillet (solda), üstün nitelikli yün verim iyle ünlü merinostan (sağda) g eliştirilm iştir.

pek az ülkede önem kazanırken, öbür ülkeler­ 96’sı düşük verimli yerli soylardan, geri kalanı
de koyunlar önemsenmeyecek ölçüde sağıl­ m erinos, merinos melezleri ve az sayıda öbür
m akta, temel olarak yünü ve eti için beslen­ kültür soylarının melezlerinden oluşur. Yaşa­
m ektedir. En çok koyun yetiştiren ülkeler dıkları bölge koşullarına kolay uyum sağlama­
sırasıyla Avustralya, SSCB, Yeni Zelanda, ları, yetersiz otlatm a ve beslenme koşullarına
Hindistan, Türkiye ve İran’dır. dayanmaları nedeniyle düşük verimli yerli
Koyun İngiltere’ye İS 1. yüzyılda Romalılar soylar ekonomik zorluklar içindeki yetiştirici­
tarafından götürülmüştür. Ortaçağ İngiltere’ ler için günümüzde de önemini korum aktadır.
si ulaştığı zenginliği önemli ölçüde koyuna ve Türkiye’de toplam koyun sayısının yaklaşık
yüne borçludur. İngiliz parlam entosunda yarısını oluşturan akkaram an soyu İç A nado­
Lordlar Kamarası başkanm a ayrılan ve İngiliz lu Bölgesi ile Akdeniz, Doğu ve Güneydoğu
yününden yapıldığı için “yünçuvalı” adıyla Anadolu bölgelerinin İç Anadolu Bölgesi’ne
tanınan sedir biçimindeki yer bu gerçeğin bir yakın olan yörelerinde yetiştirilir. Ortalam a
simgesidir. 18. yüzyılda, Sanayi Devrimi yün 4-6 kg olan kuyruk ağırlığı, besili koçlarda
ticaretinin önemini azaltırken İngiltere’de ge­20-25 kilograma ulaşabilir. Renkleri genellik­
liştirilen koyun soyları sömürge ülkelere götü­le beyaz, burunlarının ucu, kulakları, gözleri­
rülmüş ve buralarda türetilen yeni soylann nin çevresi ve ayakları siyah, bazen de kahve­
kökenini oluşturmuştur. rengi lekelidir. Dişiler genellikle boynuzsuz,
koçlar yüzde 10 dolayında boynuzludur.
Türkiye'de Koyun Yetiştiriciliği M orkaram an, rengi m ordan kızıla kadar
Koyun yetiştirmenin Türkiye hayvancılığında değiştiği için kızılkaraman adıyla da tanınır.
önemli bir yeri vardır. Koyunlar kıyı kesimle­ Özellikle Kars, Erzurum , Ağrı, Muş, Bingöl,
rinde ve A nadolu’nun iç kesimlerinde genel­ Tunceli, Erzincan, Elazığ, Van ve Bitlis’te
likle küçük sürüler halinde yetiştirilmekte, yetiştirilmekte olan m orkaram anlar Türkiye
ortak kullanılan otlaklarda topluca otlatıl­ koyun varlığının yaklaşık yüzde 20’sini oluştu­
m aktadır. Doğu A nadolu’nun güney kesimle­ rur. A kkaram andan daha iri yapılı, koçları
rinde ise göçebe topluluklarının beslediği yüzde 10, dişileri yüzde 1 oranında boynuzlu­
büyük sürüler kışın iklimin uygun olduğu dur. Canlı ağırlığı dişilerde 45-50 kg, koçlarda
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne indirilmekte, 55-60 kg dolayındadır.
yazın yüksek yaylalara çıkarılmaktadır. Ayrı­ Bilecik-Eskişehir-Kütahya-Afyonkarahisar
ca bütün bölgelerde 100-200 koyundan oluşan doğrultusunun güneybatısında uzanan alanda
çiftlik sürüleri de görülür. yetiştirilen dağlıçlar doğuda akkaram an, batı­
Türkiye’de koyun varlığının yaklaşık yüzde da kıvırcıkla karışmıştır. Türkiye koyun varlı-
KOYUN 29

A tay Eriş A ıa y Eriş

Farmer and Stock-Breeder


Türkiye'de yetiştirilen yerli koyun soyları: 1. Kıvırcık.
2. Dağlıç. Dünyaca ünlü bazı koyun soyları: 3 ve 4
uzun yapağılı Devon koyunları ve koçu.
5. Hampshire Down. 6. Oxford. 7. Hampshire
Down kuzuları. 8. Southdovvn.
30 KOYUN

ğının yaklaşık yüzde 14’ünü oluşturur. R enk­ vardır. Bunlardan Türk merinosu Bursa ve
leri beyaz, burunlarının ucu, gözlerinin çevre­ Balıkesir yörelerinde, O rta Anadolu m erino­
si, kulakları ve ayakları siyah bazen de su özellikle İç Anadolu Bölgesi’nde yetiştiril­
kahverengi lekelidir. Dişiler genellikle boy­ m ektedir. M erinosların yüzlerinde ve bacak­
nuzsuz, koçlar sarmal boynuzlu, yağlı kuyruk­ larında da bol yapağı bulunur.
ları ortalam a 3 kg ağırlığındadır. Karam anlar­ O rta Asya kökenli karagül ya da karakul
dan farklı olarak öval biçimli olan kuyruğun koyunu Türkiye’ye ilk kez 1929’da SSCB’den
alt uca yakın bölümünde mizaba denen yapa- getirilmiş am a üretimi yaygınlık kazanam a­
ğısız, çıplak bir oluk bulunur. Kuzey Anadolu mıştır. Karagül koyunu, yeni doğan kuzuların
Dağları’nın iç kesimlerinde yetiştirilen herik postundan elde edilen parlak, kıvırcık ve
de dağlıça benzeyen yağlı kuyruklu bir soy­ siyah renkli kürk için de yetiştirilir. Bu değerli
dur. Am a bu soyun kuyruğunda mizaba kürkler astragan adıyla ün kazanmıştır. Türki­
bulunmaz. ye’deki yerli koyunların et, yapağı yönünden ıs­
Kıvırcık koyunu Türkiye’deki yağsız uzun lahında Fransa kökenli Ramboillet ve Ile-de-
kuyruklu soylar arasında en iyi bilinenidir. France ile adını Hollanda’ya ait bir adadan alan
M arm ara ve Ege bölgelerinde yetiştirilen bu Texel gibi soylar kullanılmıştır.
soy beyaz renkli, ince uzun kuyrukludur.
Trakya’da az da olsa kahverengi postlu olan­ Koyunlarda Kırkım
larına rastlanır. Dişiler genellikle boynuzsuz­ Koyunlar yaz başında, artık ısınmak için
dur. Koçların kıvrılarak yana açılan güçlü yünlerine gereksinimleri kalmadığından kırkı­
boynuzları vardır. Boyun ve karın altının lır. Kırkma işlemi özel el makaslarıyla ya da
tüysüz oluşu yapağı verimlerinin düşük olma­ kırkım makineleriyle yapılır. Yapağının kesil­
sına yol açar. Am a etleri çok lezzetlidir. mesi koyunun canını yakmaz, ama koyun
Karayaka koyunu Sinop-Trabzon arasında­ kırkıcısı, koyunun hareketlerini engelleyip,
ki kıyı şeridi ile Amasya ve Tokat illerinde yanlışlıkla derisini kesmeden, yapağıyı tek
küçük sürüler halinde yetiştirilmektedir. Bu
soyun da eti lezzetli, postu genellikle beyaz, N ew Z ealand N ational Publicity Studios
bazen siyah lekelidir. Dişiler genellikle boy­
nuzsuz, koçlar güçlü sarmal boynuzludur.
T ürkiye’de önem taşıyan birçok başka ko­
yun soyu da yetiştirilmektedir. Bunlar arasında
yalnız İzmir ilinin Ödemiş ilçesinde bulunan
Ödemiş koyunu, İmroz kökenli olan ve Ça­
nakkale ilinin öbür kesimlerinde de yetiştiri­
len İmroz koyunu, Sakız Adası kökenli olan,
başta İzmir ili olmak üzere Ege ve Akdeniz
kıyı şeridinde yer yer yetiştirilen Sakız koyu­
nu, Karadeniz Bölgesi’nin doğu kesimindeki
dağlık Rize ve Artvin yörelerinde, ayrıca
A rdahan’da yetiştirilen Hemşin koyunu ve
Kars ilinin özellikle Çıldır ilçesinde yoğun
olarak yetiştirilen tuj koyunu sayılabilir.
Türkiye’de bulunan yabancı koyun soyları
arasında en önemlisi merinostur. Ortaçağ
boyunca İspanya’nın tekelinde kalan bu soy
beyaz ve ince yapağılıdır. M erinos koyunu
günümüzde birçok ülkeye yayılmış değişik
amaçlara yönelik çeşitli yeni soyların kökeni­
ni oluşturm uştur. Türkiye’de de uzun yıllar Yeni Zelanda'da koyun kırkıcıları. Usta bir kırkıcı
benzer çalışmalar yapılarak geliştirilen iki soy günde 400 kadar koyun kırkabilir.
KOZMETİK 31

parça halinde çıkarmak için çok ustalaşmış


olmalıdır.

Koyun Zararlıları ve Hastalıkları


Koyunlar çok çeşitli asalaklardan ve hastalık­
lardan etkilenir. Kene, bit, etsineği larvası
gibi zararlılar koyun yapağısında ve derisinde
yaşar. Koyunları bu asalaklardan kurtarm ak
için kimyasal m addeler katılmış sulara sok­
mak gerekir. Ayrıca karaciğer kelebekleri ve
bağırsak solucanları gibi iç asalakların bulaş­
ması son derece tehlikelidir. G erçekte yassı-
solucanlardan olan karaciğer kelebeği durgun
suları içen koy unlarda; bağırsak solucanları
ise uzun süre aynı yerde otlatılan koyunlarda M ichael H o lfo rd

daha yaygın görülür. Bu asalaklara karşı Kadın müzikçileri gösteren bir Eski Mısır duvar
resmi. Kadınların başlarının üstünde taşıdıkları
geliştirilmiş ilaçlar vardır. Şarbon ve şap gibi kokulu yağ torbalarındaki yağ, yavaş yavaş eriyerek
hastalıklar ise salgın halinde ortaya çıkarak vücutlarına akardı; böylece sürekli güzel kokuların
büyük kayıplara yol açarlar. Geliştirilen aşılar yayılması sağlanırdı.
koyunların bu hastalıklardan kırıma uğram a­
sını engellemiştir.
Kekik, ıtır, m ürrüsafi, sedir ağacı, günlük,
KOZALAKLILAR bak. İĞNEYAPRAKLILAR. am ber, misk, sakız, reçine ve çeşitli çiçekler,
yapraklar ve kökler kullanılarak hazırlanan
KOZMETİK. İnsanlar, kadın olsun, erkek kozmetiklerin formülleri çok gizli tutulurdu.
olsun binlerce yıldan beri güzelleşmek, kendi­ Bu nedenle kozmetik yapımı çok önemsenen
lerini başkalarına beğendirmek, genç görün­ bir sanattı. G erek o dönem lerden kalma
m ek, yüzlerindeki kırışık, yara, sivilce ya da resim lerden, gerek mezarlardaki buluntular­
çiçekbozuğu gibi izleri gizlemek, güneşten, dan Eski Mısır’da göz m akyajına çok önem
rüzgârdan, soğuktan ciltlerini korum ak, vü­ verildiği anlaşılmaktadır. Mısırlı kadınlar göz­
cutlarındaki istenmeyen tüyleri gidermek, lerinin altını yeşile boyar, fildişi, tunç, tahta
saçlarının dökülmesini önlem ek ya da rengini ya da kemikten yapılmış minik bir çubukla üst
değiştirmek için boyalar, m erhem ler, losyon­ kapağa is, antimon ve kurşun karışımı siyah
lar, parfüm ler yaptılar. Kozmetik, bu türden bir boya olan sürme çeker, ayrıca kirpiklerim
ürünlerin ortak adıdır ve yüzyılımızda, başta de boyarlardı. Göz boyalarının çölün yakıcı
gelen sanayilerden biri durum undadır. Yu­ güneşinden korunm ak gibi bir işlevi de vardı.
nanca “süslemekte usta” anlamına gelen kos- Su dolu bir küvette banyo yapmak Mısırlılar’
metikos sözcüğünden türetilmiştir. m başlattığı bir âdetti. Vücut daha sonra,
cildin yumuşaması için hoş kokulu yağlarla
Kozmetiğin Tarihçesi ovulurdu. İÖ 1400’lerde yaşamış olan Mısır
Ölülerle birlikte eşyaların da m ezara konul­ Kraliçesi Nefertiti bir kozmetik uzmanıydı.
duğu Eski Mısır’da yapılan arkeolojik kazılar­ Mısır Kraliçesi K leopatra’nın ise dillere des­
da bulunan, yüze sürülen boyaların karıştırıl­ tan güzelliğini bir bakıma kendi yaptığı koz­
dığı küçük kâseler, binlerce yıl sonra hâlâ m etiklere borçlu olduğu söylenebilir.
güzel kokusunu koruyan merhem kapları, İÖ Mısırlılar’ın kozmetik alanındaki bilgileri
4000’lerde kozmetiklerin yaygın olarak kulla­ İbraniler’e, A surlular’a, Babilliler’e, Pers-
nıldığının kanıtıdır. Genellikle rahiplerin ha­ ler’e ve Yunanlılar’a geçti. M ezopotamya’da
zırladığı bu güzellik ürünleri hoş kokulu kadınlar gözlerine sürme çeker, kına yaprak­
bitkilerden, tohum lardan ve yağlardan elde larını kurutarak toz haline getirir ve bununla
edilirdi. saçlarını, tırnaklarını, parm aklarını, avuç içle-
32 KOZMETİK

kadınlar saçlarının rengini açmak için G alya’


dan getirtilen özel bir sabun kullanırdı. Ro­
malılar da Mısırlılar gibi kozmetiklerini ve
parfümlerini fildişinden ve oymataştan yapıl­
ma güzel çanaklarda ve kutularda saklardı.
İÖ 2300’lerde Çin’de yasemin ve lotustan,
İÖ 1500’lerde ise H indistan’da santal, yase­
min, gül, nergis gibi çiçeklerden parfüm
yapılıyordu.
Rom a İm paratorluğu’nun yıkılmasından
sonra A vrupa’da kozmetik kullanımı gözle
görülür biçimde azaldı. Kilise, yıkanma ve
parfüme karşıydı. Bu dönemde A rap ülkele­
rinde özellikle parfüm kullanımı yaygınlaştı.
A raplar baharat, yağ ve kokulu reçineleri
çoktan beri biliyor ve kullanıyordu. A nadolu’
da ise öteden beri güzel kokular sürme, kına
kullanma, gözlere sürme çekme geleneği var­
dı. Haçlı Seferleri sırasında A vrupa’da koz­
metikler yeniden yaygınlaştı. İngiltere’de,
I. Elizabeth döneminde saraylı kadınlar gü­
zelleşmek için, çok sıcak bir banyodan sonra

M ansell Collecrion

The H utchison Library

Avustralya Yerlileri, bir tören için vücutlarını kırmızı


boyayla süslüyorlar.

rini ve tabanlarını boyardı. Kına, günümüzde


de aynı amaçla kullanılmaktadır. Babil’in
Asma Bahçeleri’nde ise parfüm yapmakta
kullanılmak için gül, zambak ve çeşitli çiçek­
lerle otların yetiştirildiği bilinmektedir.
Eski Y unan’da Atinalı kadınlar altın yaldız­
lı saç pom atları, güzel kokulu m erhem ler ve
tırnak boyaları kullanırdı. İlk yağlı kremi
yapmayı başaran Yunanlı hekim G alenos’un
formülü bugün kullanılanlardan çok farklı
değildi. Yunanlılar’da konuklara banyo yaptı­
rılması ve kokulu yağlar sunulması yaygın
bir gelenek olmuştu. Yunan kültüründen et­
kilenen Romalılar parfüm ve kozmetiklere
çok düşkündüler. 1. yüzyılda, Neron zama­
nında sarayda yüzü beyazlaştırmak için tebe­
şir tozu, gözleri boyamak için M ısır’dan getir­
tilen sürme, dudakları ve yanakları renklen­
dirm ek için kırmızı boyalar, dişleri beyazlat­ 18. yüzyıldan kalma Gtvrıvradlı bu oymabaskıda
mak için süngertaşı kullanılıyordu. Saraylı süslenen bir kadın görülm ektedir.
KOZMOS 33

vücutlarını ve yüzlerini şarapla ovdururdu. özendirir. Tıpkı giysi, ayakkabı ve saç biçim­
Süt banyosu soylular arasında güzelliğin vaz­ lerinde olduğu gibi, kozmetikte de moda
geçilmez koşuluydu. Parfüm ve kozmetik durm adan değişir.
kullanımı 18. yüzyılda İngiltere’de öylesine
yaygınlaştı ki, 1770’te İngiliz Parlam entosu’na KO ZM O S. Göz alıcı renklere bürünmüş
önlem almması için ağır yaptırımlar öngören narin çiçekleriyle kozmoslar evlerin bahçele­
bir yasa tasarısı sunuldu. Buna göre, “koku, rinde ve parklarda en çok yetiştirilen süs
boya, kozmetik, losyon, takm a diş, peruk, bitkilerindendir. Oysa, bunların doğadaki 20
korse, çemberli jüpon, yüksek ökçeli ayakka­ kadar türünden çoğu anayurdu olan M eksika’
bı ya da iki yanı yastıkla kabartılmış etek da kendiliğinden yani yabani olarak yetişir.
giyerek kral hazretlerinin uyruklarını baştan Bazı türleri (örneğin Cosmos bipinnatus) ana­
çıkaran ve evlilik tuzağına düşüren genç yurtlarından alınarak dünyanın çeşitli yerleri­
kızların ve dulların cezalandırılması” öngörü­ ne götürülmüş ve pek çok süs çeşidi geliştiril­
lüyordu. miştir.
Fransa’da, XIII. Louis’nin sarayında ve Bileşikgiller familyasında yer alan kozmos­
İtalya’da ise, kozmetikler olmazsa olmaz süs­ lar ince gövdeli çalımsı bitkilerdir. İnce parça­
lenme öğeleriydi. İspanya’dan getirtilen va­ lı tüysü yaprakları ile hafif bir esintide bile
nilya ve kakao kremleri hanımların ciltlerini
A - Z Botanical Collection
beyazlaştırmak ve yum uşatmakta kullanılırdı.
Kadınlar kadar erkekler de yüzlerinin beyaz­
lanmasına ve m akyaja düşkündü. 18. yüzyılda
Fransa’da parfüm ve güzellik gereçleri bir
sanayi dalı durum una geldi.

Kozmetik Sanayisi
Kozmetik ürünlerin kullananlara zarar ver­
memesi, güvenilir ve yararlı olması için 18.
yüzyıldan beri' yürütülen bilimsel çalışmalar,
günümüzde kimya ve biyoloji alanındaki yo­
ğun araştırm alarla sürüyor. K leopatra zama­
nından beri kullanılan tem el ürünlere zaman
içinde yenileri eklendi ve kullanım alanları
çeşitlendi. Bitkisel ve hayvansal kökenli koz­
m etiklerin yanı sıra yapay bileşenli kozmetik
ürünleri türetildi.
Krem ler, losyonlar ve cilde sürülen makyaj
m addeleri vücut dokularınca emildiğinden, Rüzgârda nazlı nazlı sallanan kozmos çiçekleri
zehirli ya da zararlı m addelerin kullanılmasını uzaktan uçuşan kelebekleri andırır.
önlem ek için yönetm elikler düzenlenmiştir.
Önce hayvanlar üzerinde denenen kozmetik­
ler, bazen kaçınılmaz olarak bu hayvanlara sallanan narin çiçekleri çok güzel bir görünüm
zarar verir. Yalnızca doğal ve zararsız m adde­ sergiler. Uzun sapların ucunda açan bu alımlı
ler kullanılarak hazırlanan kozmetikler de çiçekler gerçekte tek bir çiçek değil yan yana
vardır. Kozmetik reklamlarında çoğu kez söz gelmiş çok sayıda çiçekçikten oluşan bir çiçek
konusu ürünün sadece doğal kökenli m adde­ kümesidir (kömeç). Bu çiçek kümelerinin
ler içerdiği vurgulanır. Bu ürünlerin maliye­ ortasında göbek oluşturan, genellikle sarı
tinde, reklam ve ambalaj harcamaları büyük renkli, minik tüpsü çiçekler, göbeğin çevre­
bir yer tutar. Dünyada en hızlı gelişen sanayi­ sinde ise parlak renkli iri dilsi çiçekler yer alır.
lerden biri olan kozmetik sanayisi, sürekli Katmerli çeşitlerde çiçeğin ortasında da kena­
olarak tüketiciyi yeni ürünleri denemeye rındaki gibi alımlı dilsi çiçekler bulunur.
34 KÖK

Yapılan melezleme çalışmalarıyla kozmosla­ Üstte:Bitkilerin kökleri


rın beyaz, pem be, kırmızı ya da m or çiçekli genellikle toprağın
altındadır. Kök, tüylerinin
çeşitlerinin yanı sıra sarı ve turuncu çiçekler yardımıyla topraktan
açan çeşitleri de geliştirilmiştir. mineral tuzlarını ve suyu
Kozmosların bazı çeşitleri yalnızca yazın ya emer. Ortada: İnce
çeperli kök tüylerini,
da sonbaharda çiçek açar; bazıları ise yaz büyüme bölgesini ve kök
başından sonbaharın bitimine kadar çok uzun şapkasını göstermek için
bir süre bahçeleri renklendirir. Tohum dan büyütülm üş bir kök ucu.
Altta: Suyun köke geçişi.
çoğaltılan bu bitkiler en çok bol güneşli
yerleri ve kumlu toprakları sever. Yüksekliği
1,5 metreye varabilen oldukça uzun boylu
çeşitleri de vardır. Park ve bahçeler için iyi bir
kenar süsü olan kozmoslar bol ve sık çiçekli
bir görünüm yaratabilmek için birbirine yakın şapkası

(yaklaşık 50 santimetrelik aralıklarla) dikil­


melidir.
suyun emılışı
KOK. Bitkilerin temel bölümlerinden biri kök tüyü
olan köklerin başlıca görevi bitkinin toprağa
tutunmasını sağlamak, gövdeye destek oluş­
turm ak, topraktan su ve m ineral tuzlarını
em erek öbür bölümlere iletmektir. Bazı ay­ Kökler, toprakaltı gövdelerinden üzerinde
rıksı örnekler dışında, kökler genellikle top­ küçük pulsu yaprakların ya da yaprak izleri­
rağın içinde gelişen organlardır. Aslında, nin ve tomurcukların bulunmayışıyla kolayca
ayırt edilebilir. Örneğin, havuç gerçek bir
kök, patates ise bir toprakaltı gövdesidir.
Kökler, uçları yardımıyla uzayarak topra­
ğın henüz kullanılmamış yani besini alınma­
mış bölümlerine ulaşır. Ana kökler genellikle
toprağın derinliklerine doğru dikine büyür­
ken, yan kökler daha çok yatay gelişme
eğilimi gösterir. Hem en hemen bütün kara
bitkilerinde kök tüyleri bulunur. Bunlar, top­
raktan su ve minerallerin emilmesinde rol
oynayan kılcal iplikçiklerdir. Eğer bir bitkinin
köklerini büyüteç altında inceleyecek olursa­
nız bu iplikçikleri kolaylıkla görebilirsiniz ya
da genç bir kökü söktüğünüzde kök tüylerine
tutunarak kökle birlikte gelen toprak parça­
cıklarından tüylerin varlığını anlayabilirsiniz.

Kök Çeşitleri
Bazı bitkilerde ana kökler, yan köklerden
daha çok gelişerek “kazık kök” denen bir
yapıya dönüşmüştür. Bu kökler, örneğin ha­
üstün yapılı bitkilerde gerçek kök olmadığı vuçtaki gibi besin depolayarak kalın ve etli ya
halde çoğu kez kök sanılan bazı toprakaltı da ağaçlardaki gibi odunsu yapıda olabilir.
organlarına da rastlanır. “Toprakaltı gövdesi” Buğdaygillerde olduğu gibi bazı bitkilerin
denen bu organlar toprağın altında gelişen ve kökleri ise bir noktadan çıkan ve hemen
besin depolayabilen etlenmiş gövdelerdir. hemen hepsi aynı kalınlıktaki tellerden oluşan
KÖKNAR 35

saçak kök düzenindedir. Saçak köklü bitkiler KÖKNARLAR


ko za la k ve
y a p ra k la r^
toprağın aşınıp sürüklenmesini önlerler. Bu
tür bitkiler aşınmanın fazla olduğu çıplak
alanlarda yetiştirilirler. Bazı bitkilerde ise 'k o z a la k ve
. y a p ra k la r
gövdeden alman çeliklerden ya da yapraklar­
dan doğrudan kök çıkabilir. Örneğin, begon­
ya bitkisinden kesilen bir dal parçası suda
D U G L A S KÖKNARI
bekletilirse, bir süre sonra köklenir. Pancar,
havuç ve turp gibi bazı kökler besin depolaya­
rak genişlemiş değerli gıda kaynaklarıdır.
Bazı çöl bitkileri ise köklerini su deposu te k b ir
olarak kullanır. Tropik orm anlarda, ağaçların AKKÖKNAR iğ n e y a p ra k .

üzerinde yaşayan orkidelerin havanın nemini


em erek su gereksinimlerini karşılayabilen ha­
va kökleri vardır. G ene başka ağaçların üze­ çar; oysa çam ağaçlarının kozalaklarının ol­
rinde yaşayan, am a asalak bir bitki olan gunlaşması iki ya da üç yıl sürer.
ökseotu konak bitkinin dokularından besin Uzun boylu, koni biçimli ve son derece
almaya yarayan emeçler (emici kökler) geliş­ gösterişli ağaçlar olan köknarların 40 kadar
tirmiştir. Bazı sarm aşıklarda gövdeden çıkan türü bilinmektedir. Başlıca dağlık bölgelerin
ve bitkinin tutunarak tırmanmasını sağlayan serin orm anlarında yetişen bu türler en çok
küçük kökler bulunur. Mısır bitkisinde ve A lpler’de, A B D ’de, K anada’da ve SSCB’de
bazı bataklık ağaçlarında ise gövdenin alt yaygındır. Türkiye’deki orm anlarda başlıca
bölümlerinden çıkarak toprağa dalan, böyle- dört köknar türüne rastlanır. Bunlardan D o­
ce gövdeye destek sağlayan köklere (destek ğu Karadeniz köknarı (Abies nordmanniana)
kökler) rastlanır. Kuzeydoğu A nadolu Bölgesi’nde başka ağaç­
larla birlikte karışık orm anlar oluşturur. Yal­
KÖKNAR. Değerli orm an ağaçları olan kök­ nızca ülkemize özgü bir tür olan ve başka
narlar kozalaklarından ve iğnemsi yaprakla­ hiçbir yerde kendiliğinden yetişmeyen U lu­
rından ötürü genellikle çam ağaçlarıyla karış­ dağ köknarı (Abies bornmülleriana) Batı Ka­
tırılırlar. Oysa, çamgiller familyasının Abies radeniz ve M arm ara Bölgesi’ne yayılmıştır.
cinsinde yani çamla ayrı cinslerde (bak. Çam) Kaz Dağı’nda 1.300-1.800 m etre arasındaki
yer alan bu ağaçlar dikkatli bir gözlem sonucu yüksekliklerde yetişen Kaz Dağı köknarı
hem çam, hem de öteki kozalaklı ağaçlardan (Abies equi-trojani) da yalnızca Türkiye’de
kolaylıkla ayırt edilebilirler. Çamların kısa bulunur. Toros köknarı (Abies cilicica) ise en
sürgünlerde ikisi-üçü bir arada püskülsü de­ çok Toros D ağları’nda yetişir.
m etler oluşturan iğne gibi ince uzun yaprakla­ Köknarlar özellikle selüloz ve kâğıt sanayisi
rına karşılık köknarların doğrudan genç dalla­ için değerli bir kaynaktır. Güney ve O rta
ra (uzun sürgünlere) dizilmiş daha kısa ve A vrupa’ya özgü ak köknarın (Abies alba)
yassı yaprakları vardır. Y aprakların alt yü­ yaklaşık 60 m etre yüksekliğe ulaşan gövdele­
zünde yer alan gümüşsü iki çizgi belki de bu rinden elde edilen kereste evlerin iç bölümle­
ağaçların en tanıtıcı özelliğidir. Ö bür kozalak­ rinde, oymacılıkta ve bazı müzik aletlerinin
lılarda olduğu gibi köknarlarda da bitkinin yapımında kullanılır; ayrıca, kâğıt hamuru
üremesini kozalaklar sağlar. K öknarlar ken­ yapılır. Köknar ağaçlarının gövde kabukların­
dilerine çok benzeyen ladin ağaçlarından da dan ve yapraklarından sızan reçineden de
dalların ucunda sarkık değil, yukarı doğru dik yararlanılır. Örneğin, Kuzey A m erika’ya öz­
duran silindirimsi kozalaklarıyla ayırt edilir. gü bir tür olan balsam köknarının (Abies
Üst üste binişmiş pullardan oluşan kozalakla­ balsamea) kabuklarından “Kanada balsamı”
rın her bir pulunun altında iki tane kanatlı denen bir reçine çıkarılır. Bu reçine, optik
tohum bulunur. Köknarların kozalakları aynı özellikleri açısından cama benzediği için ince­
yıl içinde olgunlaşarak pullannı çevreye sa­ lenecek örneği yüzeye tutturm ak amacıyla
36 KÖLELİK

mikroskop çalışmalarında kullanılmaktadır. ha fazla üretm eye başladılar. Bundan sonra,


Gerçek köknarlar dışında, gene aynı famil­ savaş tutsaklarını öldürm ek yerine kendileri
yada yer alan bazı iğneyapraklılara da dug- için çalıştırmaya başladılar ve onların ürettik­
lasköknarı adı verilir. Bunlardan Kuzey A m e­ leri fazla ürüne el koydular. Böylece köleler
rika'da yetişen adi duglasköknarı (Pseudotsu- ve kölelik doğdu.
ga merıziesiî) o bölgenin en değerli kereste Süm erler’de köleler ya ev hizmetlerinde ya
ağaçlarından biridir. da tarlalarda çalıştırılırdı. Kâr getiren bir mal
olarak alınıp satılmaya başlamaları daha son­
KÖLELİK. Köle, bütünüyle başka bir insanın raki dönemlere rastlar. İlk olarak Eski Yu-
malı olan, herhangi bir eşya gibi alınıp satıla- nan’da köleler toplum un temel sınıflarından
bilen kişidir. Kölelik, eskiçağlardan 19. yüzyı­ biri oldu ve ekonomi ağırlıkla köle emeğine
la kadar süren uzun bir tarih boyunca çeşitli dayandı. Burada köleler daha çok ev hizmet­
biçimlerde var olmuştur. lerinde ve tarım da çalıştırıldılar. Köleler yurt­
Köleler, taşınır herhangi bir mal gibi görül­ taş sayılmadıkları için hiçbir hakka sahip
dükleri ve onlara hiçbir hak ve özgürlük değillerdi. Köle sayısı çok artan Rom a İm pa­
tanınmadığı için, kendilerinden istenen her ratorluğum da, kölelerin bazıları m adenlerde
türlü işi yapmakla yükümlüydüler. Efendileri­ ve taşocaklarında çalıştırılırken, bazıları da
nin kötü davranışları, ağır yaşam ve çalışma halkı eğlendirmek amacıyla yırtıcı hayvanlar­
koşulları, insan sayılmayan binlerce kölenin la ya da birbirleriyle ölümüne dövüştürülür-
ölümüne yol açtı. Bir köle için kölelikten dü. D aha şanslı olanlar ise çiftliklerde ve
kurtulmanın tek yolu efendisince özgürlüğü­ evlerde çalıştırılırdı.
nün geri verilmesi, yani azat edilmesiydi. Bu dönem de, birçok köle içinde bulunduğu
İnsanlar tarih boyunca, içinde yaşadıkları koşullara başkaldırarak ayaklandı. Bunların
toplum a ve döneme göre çeşitli yollardan en önemlisi Spartaküs A yaklanm asıdır. İÖ
köleleştirildiler. Savaşta tutsak edilmek, bir 73’te İtalya’da, C apua’da gladyatör olarak
suç nedeniyle cezalandırılmak, borcunu öde­ satılan Spartaküs (bak. G la d y a tö r ) , bazı
yememek ya da köle ana babadan dünyaya kölelerle birlikte kaçarak Vezüv Dağı’na sı­
gelmek, köle olmanın çeşitli biçimlerindendi. ğındı. Başka kaçak kölelerin de onlara katıl­
İnsanların ancak kendi yaşamlarını sürdü­ masıyla tüm İtalya’ya korku salan 100 bin
rebilecek kadar üretebildikleri eskiçağlarda kişilik bir ordu oluştu. İki yıl sonra Spartaküs
kölelik yoktu. Zam anla üretim de kullandıkla­ bir çarpışmada öldürülünce, güçleri parçalan­
rı araçlar geliştikçe tüketebileceklerinden da- dı ve ayaklanma sona erdi (bak. Sparta k ü s ).
Rom a İm paratorluğu’nun yıkılışından son­
ra kölelik geriledi, ama hemen ortadan kalk­
madı. 8., 9. ve 10. yüzyıllarda A lm anya’da
tarım işçilerine olan gereksinimin artması
köleliğin canlanmasına yol açtı. Bu amaçla
birçok savaş tutsağı Slav köleleştirildi. 13.
yüzyılın sonlarında A vrupa’nın birçok bölge­
sinde kölelerin yerini artık serfler almıştı.
Serfler, toprağa ve beylerine bağlı üreticiler­
di. Köleler gibi alınıp satılmaz ama efendileri­
ni ve bulundukları yeri de terk edemezlerdi.
Topraklar, üzerinde yaşayan serflerle birlikte
alınır ve satılırdı. O rtaçağda serfler ekonom i­
nin belkemiğiydi (bak. FEODALİZM).
Hıristiyan Kilisesi ve İslam dini, m odern
Köleleştirilen Afrikalılar Kuzey ve Güney Amerika'da çağa gelinceye kadar köleliğe karşı çıkmadı.
rom , şeker, tütün ve pamuk karşılığında satılır, bu
ürünler Avrupa ve İngiltere'ye götürülür, İngiliz
M üslümanlar ile Hıristiyan Avrupa arasında­
sanayi ürünleri de Am erika'da satılırdı. ki uzun süren savaşlarda, her iki taraf da
KÖLELİK 37

aldıkları savaş tutsaklarını köleleştirdi. Bu­ batı kıyısından getirdikleri köleleri Portekiz’
nunla birlikte M üslüm anların aldıkları tu t­ de sattı. Bu, Avrupa uluslarınca 400 yıldan
sakların çoğu ağır işçi olmak ya da ırgat fazla sürdürülen acımasız bir ticaretin başlan­
olarak tarlalarda çalıştırılmak yerine, ev hiz­ gıcı oldu. İspanyollar, Güney A m erika’nın
m etlerinde çalıştırıldı. Ayrıca, M üslüm anlık’ büyük bölümünü ele geçirdikten sonra, köle­
ta köle azat etmek sevap olduğu için, kölelerin leştirdikleri Y erliler’i gümüş m adenlerinde
bir bölümü azat ediliyor ve İslam dinini kabul çalıştırdılar. Am a Y erliler’in çoğu kötü çalış­
ederek topluluğun bir üyesi olabiliyordu. ma koşullarına ve hastalıklara dayanam aya­
Osm anlılar’da genellikle savaşlarda ya da rak yaşamını yitirdi. 1517’de İspanya kralı
korsanlık yoluyla tutsak edilen kişileri köle A frika’dan köle getirmeye karar verdi. Köle­
olarak kullanmak, alıp satm ak geleneği vardı. ler gemilerle önce Batı Hint A daları’na,
Bunun dışında başka ülkelerdeki pazarlardan oradan da plantasyonlarda (büyük çiftlikler)
satın alınarak ülkeye getirilen kölelere de rast- çalıştırılmak üzere anakaraya götürüldüler.
lanırdı. Köle ticaretini yalnızca Müslüman Plantasyon köleliği, A m erika’daki İngiliz ko­
tüccarlar yapabilir, Hıristiyanlar da köle satın lonilerince de sürdürüldü (bak. AFRİKA).
alabilirdi. M üslüman köle kullanmak ise ya­ İlk İngiliz köle tüccarı Am iral Sir John
saktı. Köleleri tarımsal üretim de ya da zanaat Hawkins’dir (1532-95). Hawkins, köleleri ge­
üretiminde çalıştırmak Osmanlı Devleti’nde milerle, Batı A frika’dan Brezilya’ya ve Batı
yaygın olmamakla birlikte rastlanan bir ol­ Hint A daları’na götürüyordu. 18. yüzyılda
guydu. Özellikle İstanbul çevresindeki padi­ İngiltere, Afrikalı kölelerin alım satımında en
şahlara ait has çiftliklerde ortakçı kullar önde gelen ülke oldu. 1680-1786 arasında 2
adıyla; B ursa’da dokum acılıkta ve bıçak yapı­ milyondan fazla Afrikalı, köle olarak Kuzey
mında köle emeği kullanılmıştı. Ayrıca Hıris­ A m erika’daki İngiliz kolonilerine ve Batı
tiyan tutsakların beşte birine devletin el koy­ Hint A daları’na götürülerek satıldı.
ması ve bunları Türkleştirerek devlet hizme­ 150-600 köle taşımak üzere tasarlanmış özel
tinde kullanmasıyla başlayan devşirme sistemi gemiler, İngiltere’den yola çıkar ve A frika’ya
de Osm anlılar’a özgü bir tür kölelik sayılabi­ giderdi. Burada, köle tüccarları tarafından ele
lir. Osm anlılar’da esir ticaretine dayalı kölelik geçirilen, bazen de Siyah kabile şeflerince
1847’de resm en kaldırıldı. Devşirme sistemi tutsak edilerek beyazlara satılan erkek, kadın
ise fetihlerin duraklam asına paralel olarak ve çocuklar gemilere bindirilirdi. Köle ticare­
daha 17. yüzyılda önemini yitirmeye başladı, tinin sürdürüldüğü 400 yıl boyunca A frika 75
18. yüzyılın ortalarında da bütünüyle ortadan ile 90 milyon arasında genç erkeğini yitirdi.
kalktı. Bu dönem de A frika’dan A m erika’ya 15 mil­
yon köle getirildi. A radaki fark, köleleştirilen
Amerika'da Kölelik A frikalılar’ın yolda ölmesinden kaynaklan­
1442’de bir grup Portekizli kâşif, A frika’nın m aktadır.

H istorical Pictures Service, Chicago

19. yüzyıl başlarında kullanılan bir köle


gem isinin iki ayrı yönden görünüşü.
38 KÖLN

Kölelik Batı Hint A daları’nda 1848’de kal­


dırıldıktan sonra Portekiz, Hollanda ve İs-
panya’ya bağlı topraklarda da yasaklandı. Ne
var ki, A B D ’nin güney eyaletleri bu akımın
dışında kaldı. Buradaki büyük pamuk plan­
tasyonları için kölelerin yaşamsal bir önemi
vardı. Güneydeki kölelik sorunuyla öncelikle
kuzey eyaletleri ilgilendi. Am erika Kölelikle
M ücadele Derneği gibi dernekler birçok kent­
te şubeler açarak örgütlendiler. Köleliğe karşı
olanlara özellikle güneyde tepki duyuluyor­
du. G eorgia’da kölelik karşıtı düşünceleri
savunmak ölümle cezalandırılabilecek bir suç
The Granger Collection
sayıldı. Kuzeye gitmek isteyen kaçak köleler
Köleler, açık artırmada en fazla para veren kişiye Yeraltı Dem iryolu Ö rgütü’nün yardımıyla
satılan bir mal olarak görülüyordu.
yolculuk ediyor, gündüzleri ise köleliğe karşı
olan insanların evlerinde ya da ahırlarında
Köle gemilerinde koşullar çok kötüydü. saklanıyordu.
Köleler sıkışık bir düzende yerleştirilirdi. Kuzey ve güney eyaletleri arasında özellik­
Kötü havalarda güverteye çıkarılmayan tut­ le kölelik konusundaki ayrılık, sonunda A m e­
sakların, bulundukları yerde ayağa kalkm ala­ rikan İç Savaşı’na yol açtı (bak. AMERİKA
rı değil, sağdan sola dönm eleri bile çok zordu. BİRLEŞİK DEVLETLERİ). Savaş 1865’te kuzeyin
Gem ide herhangi bir ayaklanmayı önlemek zaferi ile sonuçlanınca, yapılan anayasa deği­
için erkek köleler ayaklarından zincirlenirdi. şikliği ile A B D ’de de kölelik tüm den kaldı­
Kötü hava koşulları nedeniyle yolculuk uzadı­ rıldı.
ğında, yiyecek ve su zaten kısıtlı olduğundan,
kölelere verilen tayın giderek azalırdı. Kötü KÖLN, Alm anya Federal Cum huriyeti’nin
beslerime, sağlıksız koşullar ve acımasız dav­ Ren Irm ağı’nın batı kıyısında yer alan bir
ranışlar, 21-90 gün süren bu yolculuklarda kentidir. Kentin tarihsel önemi Kuzey Al­
milyonlarca kölenin yaşamını yitirmesine yol manya ile H ollanda, Belçika ve Kuzey Fransa
açtı. Köle gemileri A m erika’dan şeker, pa­ arasında bir geçiş noktası olmasında- yatar.
muk, tütün satın alır ve İngiltere’ye geri ZEFA

dönerdi. Plantasyonlarda çalıştırmak amacıy­


la yapılan köle ticareti ve bu ticaretin kölelik­
ten gelen bir aileyi kuşaklar boyunca nasıl
etkilediği, Alex H aley’in Kökler (R oots;
1976) adlı yapıtında canlı bir biçimde dile
getirilmiştir.

Köleliğin Kaldırılması
18. yüzyılda Avrupa ve A B D ’de köle ticareti­
ne karşı tepkiler yoğunluk kazandı. 19. yüz­
yılda İngiltere ve A B D ’de köle ticaretine
karşı dernekler kuruldu. 1804’te M aryland’ın
kuzeyindeki eyaletler köleliğin kaldırılmasına
karar verdi. 1807-08 yıllarında İngiltere ile
A B D ’de köle ticareti yasaklandı. 1833’te İn­
giliz sömürgelerinde kölelik kaldırıldı;
1846’da A B D ’nin özgürlük yanlısı eyaletlerin­ Köln Katedrali'nin ikiz kuleleri gotik m im arinin tipik
de hiç köle kalmamıştı. özelliklerini taşır.
KÖMÜR 39

Köln’ü, İS 50 yılında Rom a İm paratoru Clau- Dokum a, petrokim ya, ilaç, m otor, m aki­
dius, Aşağı Ren Bölgesi’ni Alm an kabileleri­ ne, metal işleme, şarap, çikolata ve kolon­
nin saldırılarından koruyacak bir koloni ola­ ya üretimi başlıca sanayileridir. İlk kez
rak kurmuştu. Kentin adı “koloni” anlam ın­ “Köln suyu” adıyla Köln’de yapılan kolonya,
daki Latince colonia sözcüğünden gelir. adını bu kentten alır. Bankacılık ve sigor­
Köln 4. yüzyılda piskoposluk merkezi, 8. tacılık kent ekonomisinde önemli bir yer
yüzyılda (Şarlman döneminde) ise başpisko­ tutar.
posluk merkezi oldu. Başpiskoposlar elektör
(seçmen) sıfatıyla Kutsal Rom a-G erm en im­ KÖ M ÜR. Çoğunlukla siyah renkli, bazıları
paratorunu seçtikleri için o yüzyıldan başlaya­ ise kahverengi, katmanlaşmış bir tortul kayaç
rak Alm an tarihinde çok önemli bir rol olan köm ür, aslında karbonun katışkılı bir
oynadılar. Köln de Renanya adı verilen Ren biçimidir (bak. KARBON). Milyonlarca yıl önce
Irmağı çevresindeki toprakların merkezi yetişen büyük ve sık orm anların, başka tortul
oldu. çökellerin altına gömülmesi sonucunda oluş­
Köln görkemli katedraliyle ünlüdür. 156,5 muştur.
m etre yüksekliğindeki ikiz kuleleriyle Ren Sanayileşmiş ülkelerde kömüre duyulan
Irm ağı’na tepeden bakan Köln Katedrali Av­ gereksinim oldukça büyüktür, çünkü köm ür
rupa’nın kuzeyindeki gotik kiliselerin en bü­ bugün hâlâ başlıca ısı ve enerji kaynağıdır.
yüğüdür. Yapımına 13. yüzyılda başlanan Kokköm ürü ve havagazının yanı sıra, sanayi­
katedral ancak 19. yüzyılda bitirilebildi. de kullanılan pek çok kimyasal madde kö­
O rtaçağda Köln önemli bir ticaret merkezi m ürden üretilir. Dünya köm ür rezervlerinin
ve Ren Irmağı üzerindeki başlıca Alman büyük bölümü kuzey yarıkürededir; nitekim,
lim anlarından biriydi. Ayrıca bazı Kuzey Av­ önde gelen köm ür üreticisi ülkeler SSCB,
rupa kentlerinin Hansa Birliği adıyla kurduk­ A B D , Çin, Polonya, İngiltere, Alm an D e­
ları ticaret ortaklığının da üyesiydi. Kentin en m okratik Cum huriyeti, Alm anya Federal
tanınmış olduğu zanaat dalları dokum a, şa­ Cumhuriyeti ve H indistan’dır. Kömür güney
rap, deri, kitap ve altın eşya yapımıydı. yarıkürede daha az bulunmakla birlikte, G ü­
D okum a ve şarap üretimi bugün de kentin ney Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda’daki
ekonomik yaşamında büyük önem taşır. 19. yataklardan oldukça büyük m iktarlarda kö­
yüzyılda m odern sanayi dallarının ortaya çıkı­ m ür çıkarılmaktadır. Kuzey Kutup Bölgesi’n-
şı Köln’ün gelişmesine de yol açtı. 1939’a gelindi­ de de köm ür bulunm uştur; kâşif Robert
ğinde Köln 768 binlik nüfusuyla Alm anya’nın Falcon Scott ise A ntarktika’da köm ür yatak­
üçüncü büyük kentiydi. Günümüzdeyse ları keşfetmiştir. Ekvator yakınlarında ise
1 milyona yaklaşan (1987’de 914.336) nüfu­ köm üre çok az rastlanır. Dünyanın çeşitli
suyla Almanya Federal Cum huriyeti’nin dör­ yerlerinde köm ür aram aları sürdürülm ektedir
düncü büyük kentidir. ve son zam anlarda bazı yeni zengin köm ür
II. Dünya Savaşı sırasında bom bardım anlar yatakları bulunmuştur. Dünya toplam köm ür
sonucu Köln çok büyük yıkıma uğradı. Kent üretim i, yılda yaklaşık 3 milyar tondur. B u­
merkezinin neredeyse tüm ü yerle bir edildi. gün yeraltında ne kadar köm ür kaldığını
Çok geniş bir yer kaplayan yıkıntılar, 1951 söylemek pek kolay değildir, ama gene de
yılında bile hâlâ temizlenememişti. Duvarları birkaç yüzyıl kadar yetecek yatakların bulun­
ayakta kalmış, ama çatısı ve içi yıkıma uğra­ duğu tahmin edilmektedir.
mış olan katedral, savaştan sonra onarım için
kapatıldı. Ancak 1957’de kullanıma açılabil­ Kömür Nasıl Oluştu
di. O yıllarda kentin büyük bir bölümü Köm ürün büyük bölümü, günümüzden yakla­
neredeyse yeniden yapıldı. K atedral hâlâ şık 340 milyon yıl önce başlayıp yaklaşık 60
Köln’deki en etkileyici mimari yapıttır. H er milyon yıl önce sona eren Karbonifer D önem ’
yıl çok sayıda ziyaretçi katedraldeki değerli de oluşmaya başladı, (bak. JEOLOJİ).
sanat koleksiyonlarını ve kutsal em anetleri K arbonifer D önem ’den önceki Devoniyen
görmeye gelir. D önem ’de, kuzey yarıkürede büyük dağlar
40 KÖMÜR

KÖMÜR MADENCİLİĞİNİN TARİHİ

Bazen madenciler köm ürün içinde yaprak fosillerine Ortaçağda açılan ilk köm ür kuyuları çok ilkeldi.
rastlarlar. Köm ür damarları, m ilyonlarca yıl önce Yeraltında kazılan kömür, atla ya da elle döndürülen
yetişen orm anların yerin altına göm ülm eleri çıkrıklara bağlı sepetlerle yukarı çekilirdi.
sonucunda oluşmuştur.

Yeraltı çalışması. 1880'lerde köm ür sanayisi hızla Maden ocaklarında çocuklar ve bazen kadınlar da
gelişmeye başladı. Bu dönem de madenciler son çalışırdı. Kömür, raylar üzerine yerleştirilen ve
derece zor ve tehlikeli koşullarda çalışır, kömürü m id illile rle çekilen vagonlarla kuyunun ağzına
kazmalarla çıkarırlardı. taşınırdı.

Modern köm ür ocaklarında, mekanik kazı makineleri Eski ocaklarda, tavanın çökmesi ağaç direkler
kullanılır. Yukarıda görülen, dev b irtü n e l açma dikerek önlenm eye çalışılırdı. Bugün ise bu amaçla,
makinesidir. pistonlarla desteklenen tavan zırhlarından
yararlanılmaktadır.
KÖMÜR 41

oluşmuştu. Karbonifer D önem ’de, bu sıra­ tinde de 225 m etre kalınlığında bir linyit
dağlar havanın etkisiyle aşınmaya uğradı. yatağı bulunm aktadır. D am arlar arasındaki
Irm ak ve yağmur sularınca dağlardan aşağıla­ derinlik de birkaç m etreden birkaç yüz m etre­
ra taşm an kum lar ile öteki molozlar, çevrede­ ye kadar değişebilir; bu, turba yataklarının
ki sığ denizlerin kıyılarında birikti; böylece suda ne kadar derine gömülmüş olduğuna,
buralarda deltalar, bataklıklar, sulak düzlük­ çamur ve kum katm anlarının birikim hızına
ler oluştu. bağlıdır. 20 m etre k'lınlığındaki bir turba
Bu bataklıklarda dev ağaçlardan oluşan sık yatağı, sonuçta 2 mecre kalınlığında bir kö­
ve geniş orm anlar yetişti; bu ağaçların günü­ m ür yatağı oluşturur.
müze kalan yegâne akrabası, “kibritotu” ya Bakterilerce başlatılan bitkilerin köm ürleş­
da “kurtpençesi” denen ve atalarına hiç ben­ me süreci milyonlarca yıl sürer; Y er’in iç
zemeyen minik bitkilerdir. Bu dev ağaçlar kesimlerinden kaynaklanan ısının, turbaların
öldüklerinde, çürüm ekte olan bitkisel m adde­ üstünde biriken çamur ve kumun yarattığı
lerden oluşan ıslak bir zeminin içine devrili­ basıncın etkisiyle tam amlanır. Katman sıkış­
yordu. Su, ağaçların çürümesini yavaşlatıyor, tıkça içindeki su ve gazlar dışarı kaçar; turba
bunun sonucunda da orm an alanı turbalık önce linyite (kahverengi köm ür) dönüşür;
haline geliyordu. İşte bu turba yatakları, linyit, genellikle kahverengi, yumuşak, yarı
milyonlarca yıl sonra, bugün bizim yaktığımız oluşmuş bir köm ürdür. Linyit, daha sonra
köm üre dönüştü. Çoğu yerde geniş bataklık­ taşköm ürüne dönüşür; m adenköm ürü de de­
lar sular altında kaldı, orm anlar ölüp gitti ve nen siyah renkli taşköm ürü en yaygın kullanı­
turbalar çam urlara gömüldü. Sonra, gene lan köm ür türüdür. Taşköm ürü de sonunda
dağlardan bölgeye akan ırm aklarca taşman en sert ve bileşim bakım ından katışıksız kar­
kum lar çökelmeye başladı. Kum setleri yük­ bona yakın köm ür türü olan antrasite dönü­
selip su düzeyinin üstüne çıkınca, yeni orm an­ şür. Turbadan antrasite kadarki bu köm ürleş­
lar yetişti ve bu süreç tekrarlandı. Kömür me sürecinin hangi aşam ada olduğu, sürecin
yataklarının bulunduğu alanların üst üste başlangıcından bugüne kadar geçen zamanın
sıralanmış farklı kayaç katm anlarından oluş­ uzunluğuna ve o bölgenin jeolojik koşullarına
masının nedeni budur. bağlıdır. Bu nedenle turba, linyit, taşköm ürü
Çam urlardan oluşan şeyllerin üzerinde ve antrasit, birlikte ya da ayrı ayrı yerlerde
kumtaşları bulunur. H er kumtaşı katmanının bulunabilir. Köm ür alanı dev bir peynirli
üst kesimleri, bitki kökleriyle doludur ve bu sandviçe benzetilebilir; bu sandviçin peyniri
katm anın üzerinde de bir köm ür yatağı ya da köm ür, ekmeği ise kayaçlardır. Am a bu her
damarı yer alır. Sonra bunun üzerinde gene zaman düz bir sandviç değildir; bazı yerleri
bir şeyi katmanı görülür. Deniz basmasına bükülmüş ya da ezilmiş olabilir. Bunun nede­
uğramış kesimlerde ayrıca, içi denizkabukla- ni, köm ürün oluşum dönemindeki yerkabuğu
rıyla dolu ince bir kireçtaşı katm anı da bulu­ hareketleridir. D am ar, yüzeye çıkıp havayla
nur. Bazı köm ür yataklarında birçok kömür temas ettiği yerlerde aşınmaya uğrar (bak.
damarı vardır; bu dam arlar, ağacın yetişme, AŞINMA); kalan köm ürün büyük çoğunluğu,
çürüm e, sular altında kalma ve mille örtülme aradaki çukurlarda bulunur. M aden ocakları­
süreçlerinin, ne kadar sık tekrarlanm ış oldu­ nın açıldığı bu çukur bölgelere köm ür havzası
ğunu gösterir. Bazı dam arlar çok incedir, denir. Bir köm ür damarının yüzeyde görün­
örneğin yalnızca 3 santim etredir; bu durum, düğü yere mostra ya da çıkma denir. Örneğin,
turba yataklarının çok kısa bir zaman içinde Soma, Muğla ve Elbistan linyit yatakları
sular altında kaldığını gösterir. Bazı yerlerde yüzeydedir ve açık işletme denen bir m aden
ise 30 m etreden daha kalın dam arlara rastla­ kazı yöntemiyle kazılır.
nır; bu da oluşum sürecinin çok daha uzun bir
zaman dilimi içinde gerçekleşmiş olduğu anla­ Açık İşletme
mına gelir. H indistan’da Singrauli köm ür İlk m adenciler, yüzeye çok yakın bulunan
havzasındaki dam arlardan biri 152 m etre ka- köm ürü çıkarmak için toprak ve kayaçlarda
lınlığındadır; A vustralya’nın Victoria eyale­ yarm alar açarlardı. Cevherin üzerindeki top-
42 KÖMÜR

GÜNÜMÜZDE KOMUR NASIL ÇIKARTILIR VE KULLANILIR

Kömür kesme makinesiyle kesilen kömürler Daha büyük ocaklarda, maden işçilerini ve kömürü
otom atik olarak bir taşıyıcı bantın üzerine taşımakta yeraltı trenlerinden yararlanılır.
boşaltılır ve böylece ocağın dışına kadar taşınır.

Açık işletmelerde, yüzeye yakın kömür damarı dev Bugün gelişkin güvenlik donanım ları kullanılıyor
kazı m akineleriyle kazılır. Damar tüm üyle kazıldıktan olsa bile, maden ocakları gene de tehlikeli yerlerdir.
sonra kuyular kayaç ve toprakla doldurularak yüzey Her ocakta, tehlike anında görev yapacak bir
şeklinin eski halini alması sağlanır. güvenlik ekibi vardır.

deterjan

kim yasal
m addeler

plastik

Maden ocaklarından çıkartılan kömür, yakıt olarak Deterjan, boya, ilaç, gübre gibi pek çok yararlı ürün
köm ür kullanan sanayi tesislerine trenlerle taşınır. köm ürden elde edilir.
Kömürün büyük bölüm ü, elektrik üreten term ik
santrallarda kullanılır.
KÖMÜR 43

rak örtüsünün kaldırılması yoluyla gerçekleş­ ciler ötekinden dışarı çıkma olanağı bulurlar.
tirilen bu açık ocak işletmeciliği, bugün de M adenciler ve donatım bir kuyudan indirilip
çeşitli ülkelerde yaygın olarak uygulanm akta­ çıkarılır; köm ür de öteki kuyudan yukarı
dır. İlk m adenciler, bir tepenin altındaki çekilir.
köm ürü, dam ara ulaşan ve galeri diye anılan, Günüm üzde bir m aden kuyusunun çapı
yatay ya da eğimli kuyular açarak çıkarabili­ yaklaşık 6 m etredir; İngiltere’de 800 m etre­
yorlardı; Türkiye’de ve başka ülkelerde bu den daha derine inen kuyular vardır. A B D ’
yöntem yaygın olarak uygulanmaktadır. Çı­ deki yeraltı m aden ocaklarında inilen derin­
karılacak 1 ton köm ür için tonlarca toprak ve lik genellikle 95 m etreden daha fazla değildir.
kilin kaldırılması gerekebilir. Cevherin üstün­ Ana galeriler, kuyunun dibinden köm ür da­
deki bu toprak ve kil katmanını kaldırmak m arlarına doğru, onları kesecek biçimde açı­
için genellikle çekme kepçeli kazı makineleri lır. İngiltere’de köm ürün çoğu, doğrudan
kullanılır. Bunlar, bir kolun ucuna takılmış doğruya damarın içinde açılıp ilerletilen tü ­
büyük bir kepçesi olan dev ekskavatörlerdir. nellerden çıkarılır. Galeriler ise damarların
Bu m akineler, kepçenin her atılışında 170 yanı sıra uzanır. Am a dam ar dik bir eğime
m3’e yakın toprak kazıyıp çıkarabilirler {bak. sahipse, o zaman damarı kesecek ya da
K a zi MAKİNELERİ). Köm ür damarının üstünde­ dam arla buluşacak biçimde kayaçların için­
ki kayaç katm anına “ö rtü ” denir; kömürü den yatay kat galerileri açılır.
çıkarabilmek için bu örtünün ortadan kaldırıl­ D am arlardan köm ür çıkarmanın iki ana
ması gerekir. yöntemi vardır. Bunlardan biri, yalnızca yü­
M aden işletmelerinin çevre görünümünü zeye yakın köm ür dam arlarında uygulanan
bozmalarını önlemek için, önce yüzey toprağı “oda-topuk sistemi”dir. Bu sistemde m aden­
ve kayaçlar kazılıp alınır; bunlar ileride yeni­ ciler, köm ürü çıkarmak için dam arın içinde
den kullanılmak üzere bir kenara yığılır. tünel açarlar ve köm ürünü aldıkları kesimler­
Alandaki köm ür çıkarıldıktan sonra kalan de “oda” denen dört köşe boşluklar bırakarak
delikler toprak ve kayaçlarla tekrar dolduru­ tüneli ileri doğru sürerler. Böylece ortaya
lur; yüzey toprağı yerine yerleştirildikten çıkan petek biçimli yapının tavanı ve duvarla­
sonra buraya ot ve ağaç dikilir. rı köm ürden topuklar (bir tür sütun) bırakıla­
Açık maden ocağı işletmeciliği İngiltere ve rak ayakta tutulur. Kömürün tamamı çıkarıl­
A vrupa’da bugün de uygulanm aktadır; ama dıktan sonra topuklar da alınır ve bunlann
artık yüzeye yakın köm ürlerin çoğu çıkarılmış yerine tavan destekleri konur. Bu sistem
durumdadır. A B D ’de yaygındır.
Köm ür çıkarmada uygulanan öteki ana
Yeraltı Madenciliği yöntem “uzunayak” tekniğidir. Bu sistemde
Suyu m aden dışına pompalayıp atm aya, dü­ köm ür, dam arın “alın” denen ön cephesinden
şey ya da eğimli m aden kuyularından köm ürü kazılır; tavan direk ve çubuklarla desteklenir.
yukarı çekmeye yarayan m akineler geliştiril­ G erçekten, bütün köm ürün alınabildiği bu
meden önce m adenciler, suyun doğal olarak sistem m ekanik kazı için en uygun yöntemdir.
akıp gittiği düzeyin altında kalan dam arlardan
köm ür çıkaramazlardı. Maden Ocaklarında Makine Kullanımı
Bugün ise köm ürün büyük çoğunluğu yüz­ 20. yüzyıldan önce maden ocaklarında yalnız­
lerce m etre derinden çıkarılmaktadır. Daha ca insanlar ve hayvanlar çalışırdı. G ünüm ü­
derindeki dam arlara genellikle iki kuyuyla zün ocaklarında ise alında köm ür kazan tek
inilir. H er m adende, yeraltında çalışılan kesi­ bir kişiye bile rastlanmayabilir; insan kalaba­
mi yüzeye bağlayan en az iki kuyunun olması lığının yerini denetim panelinin başındaki tek
gerekir. Kuyulardan birinin ağzına güçlü bir bir işçi almıştır. Bazı sanayileşmiş ülkelerde
vantilatör yerleştirilerek, m adende bir hava bugün, çok sayıda küçük m aden ocağı yerine,
akımı dolaştırılır; böylece çalışılan kesim ha­ gelişkin makinelerle donatılmış az sayıda bü­
valandırılmış ve zararlı gazlar dağıtılmış olur. yük ocağı işletmek yeğlenmektedir.
Ayrıca kuyulardan biri kapandığında, m aden­ M akineleşme öncesinde köm ür, maden iş­
44 KÖMÜR

Norveç'te, Kuzey
Kutup Denizi
üzerindeki Svaibard
(Spitzberg) Adası'nda
bir köm ür ocağı.

ZEFA

çilerinin güç koşullar altında yürüttükleri edilmiştir; zırhla kaplı, sağlam bir yapıya
yorucu bir çalışma sonucunda parçalanarak sahip olan taşıyıcı, kesme ağzıyla birlikte
alından kopanlırdı. îşçiler patlayıcılarla alın ilerler. Tavana destek olan ağaç direklerin
açarlar ve sonra da el kazmalarıyla köm ürü yerini çelikten yapılmış, hidrolik destekler
kazıp çıkarırlardı. Kazılan köm ür el kürekle­ almıştır; bu destekler, çok basit bir biçimde,
riyle küçük vagonlara doldurulur, vagonlar bir supapı çevirerek ileri doğru hareket ettiri­
ana galeriye kadar midillilerle çekilir ve ancak lebilir ve tavan yüksekliğine göre yeni bir
ana galeride elektrikli bir çekiciye takılıp konum a getirilebilir. Bunlar, tavan yüksekli­
kuyunun ağzına taşınırdı. İşçiler alında çalışır­ ğine ve taşımaları gereken yüke göre kendile­
ken, alnın üstüne gelen tavan kesimini des­ rini otom atik olarak ayarlayabilirler. G ünü­
teklem ek için “ocak direği” denen ağaç direk­ müzde, altında çalışanları korumaya yaraya­
ler dikerler ve bazen de çelik destekler cak tam bir çelik tavan oluşturulabilmesini
koyarlardı. sağlayan, siperlikli ağır hizmet destekleri de
Bütün bu işler günümüzde makinelerce kullanılmaktadır.
yapılmaktadır. Dev tünel açma m akineleri, Kömürü ocaktan yüzeye çıkarmak için de
ocağı yeni köm ür rezervlerine bağlayan gale­ otom atik donanım lardan yararlanılır. Kömür
rileri açar. Kesici-yükleyici görevini gören önce zırhlı taşıyıcıdan bantlı taşıyıcıya aktarı­
m akineler, köm ürü keser ve otom atik olarak lır; bantlı taşıyıcı köm ürü ocağın dibine taşır.
bir taşıyıcı banta yükler; bant bu kömürü Köm ür burada sarmal bir oluktan, silo biçi­
ocağın dışına taşır. Kesicinin ağzı, üzerinde mindeki dev bir “bunker”e boşaltılır. Katlı
çelik dişler bulunan bir döner silindir biçimin­ asansörler de köm ürü bunkerden yüzeye çı­
dedir; dişler alından köm ürü oyarak çıkarır. karır.
Kesme ağzı bir taşıyıcının üzerine monte Yüzeye çıkartılan kömür, “kömür hazırlama”
KÖMÜR 45

tesisine alınır. Burada köm ür, kayaç parçala­ üç “vardiya”ya bölünmüştür; her vardiyada
rından temizlenir ve iriliğine göre ayrılır. T e­ ocağa ayrı bir takım iner. H er vardiyanın ba­
mizleme işleminde köm ür ve kayaç karışımı şında, iş başlamadan önce, ocaktaki çalışma
genellikle suya yatırılır; suyun içine şiddetli yeri, bir teknisyence denetim den geçirilir. Bu
hava püskürtülerek malzeme çalkalanır; böy­ teknisyen sıvı yağ yakan bir güvenlik lambasıy­
lece taşlar dibe batar, daha hafif olan köm ür la, ortam da m etan gazı bulunup bulunmadı­
ise yüzüp ayrılır. Köm ürü iriliğine göre ayır­ ğını kontrol eder. O cakta m etan varsa, lam­
mak önemlidir; çünkü, günümüzün kömür banın alevi uzayarak mavi bir renk alır, ama
yakan aygıtlarının tasarımları belli bir tane iri­ lam badan dışarı doğru herhangi bir alev sızın­
liği ve yakıt türüne göre yapılmıştır. tısı olmaz. Lambanın alev uzunluğuna bakıla­
M odern m adencilikte, uzaktan denetimli rak, ocakta bulunabilecek yüzde 1 ile yüzde 5
makine kullanımı yaygınlaşmaktadır. K ontro­ oranındaki m etan gazının miktarı saptana­
lör bir düğmeye basar ve yerin derinliklerin­ bilir.
deki m akineler çalışmaya başlar. İşletilen kö­ Madenci lambası da denilen bu türden ilk
mür ocağına ilişkin bütün bilgi, bir bilgisayara güvenlik lambasını, 1815’te Sir Humphry
beslenebilir ve yüzeydeki bir denetim odasın­ Davy (bak. D a v y , SIR H um phry ) bulmuştur.
da incelenebilir. Bu sistemler verimliliği ve Günüm üzde, ocaklardaki m etan miktarı, çe­
güvenliği artırm akta, ama on binlerce maden şitli otom atik aygıtlarla ölçülmekte ve denet­
işçisinin de işsiz kalmasına yol açmaktadır. lenm ektedir.

Madenlerde Güvenlik Önlemleri Kömürün Kullanım Alanları


M aden ocaklarında kazı yerleri tam am en ka­ Çinliler’in İÖ 1100’de köm ür kullanm akta ol­
ranlıktır ve maden işçileri başlıklarına taktık­ duklarını biliyoruz, ama Tunç Çağı’nda yaşa­
ları pilli lambalarla önlerini aydınlatırlar. Ku­ yan insanlar da köm ürden yararlanmış olabi­
yunun dibe yakın kesimleri ise elektrikle ay­ lirler. O rtaçağda önde gelen köm ür üreticisi
dınlatılır ve çoğu kez bu aydınlatma sistemi ülkeler İngiltere ve İskoçya idi. İngiltere’de
ana ulaşım galerilerine kadar uzatılır. Bütün 13. yüzyılda I. Edw ard’ın zamanında Durham
elektrik donanımının iyi yalıtılmış olması ge­ ve N orthum berland’dan başka yerlere köm ür
rekir; böylece elektrik kıvılcımlarının yangına sevkiyatı yapılıyordu. Yaklaşık üç yüzyıl son­
ve patlam aya neden olma tehlikesi azaltılmış ra köm ür, tuğla yapımı ve benzeri sanayi dal­
olur. Am a asıl büyük tehlike, grizu denen larında, bu arada giderek artan bir biçimde
m etan gazı ile hava karışımlarından kaynakla­ evlerde yakıt olarak kullanılmaya başlandı.
nır; en küçük bir kıvılcım grizunun tutuşarak, Bunun sonucunda da düzenli işleyen bir tica­
ocaktaki köm ür tozuyla yüklü havanın patla­ ret ağı kuruldu. 1698’de Thomas Savery,
masına yol açabilir. Bu nedenle m aden ocağı­ 1705’te de Thom as Newcomen’ın geliştirdik­
na inenlerin kibrit taşımasına ve yerin altında leri yangın pompasını, 1763’te James W att
sigara içmelerine izin verilmez. Alında ya da gerçek bir buhar makinesi haline dönüştürdü
alnın hemen üstündeki kayaçlarda delikler ve m adenlerdeki suyun dışarı atılmasında bu
açılarak, köm ürdeki m etan gazının dışarı atıl­ m akineden yararlanılmaya başlandı; böylece
masına çalışılır. Ocaktaki köm ür tozları, pnö- maden ocaklarında daha derinlere inilmesi
mokonyoz denen bir akciğer hastalığına da olanaklı durum a geldi. Buhar m akinelerinde,
yol açar; bu nedenle m adenlerde köm ür tozu enerji kaynağı olarak, köm ür kullanılıyordu
miktarını düşük düzeyde tutabilm ek için özel (bak. B u h a r MAKİNESİ); çok geçmeden bunlar
çaba harcanır. Eskiden, her yıl yüzlerce m a­ fabrikalarda da kullanılmaya başlandı ve böy­
den işçisi bu hastalığa tutulurdu. Günümüzde lece köm üre olan gereksinim arttı. A B D ’de
ocaklarda kullanılan kazı ve tünel açma maki­ köm ür madenciliği 1865’ten sonra önem ka­
neleri, fazla toz oluşturmamaları için su püs­ zandı; bugün A B D , dünyanın en büyük üreti­
kürtücüleriyle donatılmıştır. ci ülkelerinden biridir.
Ocaklarda çalışma günde 24 saat boyunca D aha sonra elektrik üretm ek için köm ürde­
sürer; ama bu çalışma, yaklaşık sekizer saatlik ki enerjiden yararlanm anın yolları bulundu.
46 KÖMÜR

Bugün köm üre olan en büyük talep, elektrik Odunkömürü


santrallanndan gelmektedir. G erçekten de bu O dunköm ürü aslında, yukarıda anlatılan kö­
santralların birçoğu bir köm ür m adeninin ya­ mürleşme süreci sırasında yeraltında oluşan
kınında kuruludur ve bir taşıyıcı bantla doğru­ bir doğal köm ür türü değildir. G erçekte, ağa­
dan m adene bağlanmış durum dadır. (Ayrıca cın yakılmasıyla elde edilen, siyah ya da çok
bak. E lektrik E n er jîsî.) koyu gri renkli, gözenekli bir karbon biçimi­
Köm ürden elde edilen havagazı, evlerde dir. “G özenekli” olmasının anlamı, gaz ve sıvı
yaygın olarak kullanılır, ama bugün doğal gaz soğurma, yani emme yeteneğinde olması de­
havagazının yerini alm aktadır (bak. G a z ). mektir. Odunköm ürünürt belirli bir biçimi
Öte yandan kokköm ürü bugün de köm ürden yoktur ve oldukça hafiftir.
üretilm ektedir. Kokköm ürü üretiminde kö­ Eskiden odunköm ürü, odun yığınının kuru­
m ür çok az havanın bulunduğu bir fırında kıs­ tulmuş çamurla örtülerek yakılması yoluyla
men yakılır. İşlem sırasında köm ürdeki bütün üretilirdi. Aslında bu tam anlamıyla bir yak­
uçucu katışkılar gaz halinde gider ve bunun ma değildir; çünkü yığının üzerindeki kuru
sonucunda köm ür, hemen hemen katışıksız çamur, odunların havayla temasını engeller
karbon biçimindeki kokköm ürüne dönüşür. ve karbonun yanmasını önler. Böylece odun­
Gaz halinde toplanan katışkılardan katran ve dan karbon dışındaki bütün elem entler ve bi­
amonyağın yanı sıra benzol (ham benzen) gibi leşikler uzaklaştırılmış olur ve geriye kolayca
yağlar elde edilir. Bütün bu m addeler kimya kırılabilen odunköm ürü kütükleri kalır.
sanayisinde ilaç, dezenfektan, parfüm, kim­ Odunköm ürü eskiden evlerde yakıt olarak ve
yasal gübre, naylon ve benzeri plastikler, bo- ayrıca demirin eritilmesinde kullanılırdı, ama
yarmadde ve patlayıcı gibi çok değişik ürünle­ günümüzde bu işlemde odunköm ürünün yeri­
rin yapımında kullanılır (bak. KİMYA SANAYİSİ). ni kokköm ürü almıştır.
Köm ür dum anı, kentlerde kirlenmeye yol Sanatçılar taslak çizimlerini odunköm ürün-
açmaktadır. Dum an insan sağlığını olumsuz den yapılmış özel kalemlerle yaparlar. Havai
biçimde etkiler. Günümüzde çeşitli yasalarla fişek yapımında da, toz haline getirilmiş
kentlerdeki hava kirliliğinin önüne geçilmeye odunköm ürü kullanılır. Am a bugün temel
çalışılmaktadır. Am a doğal ya da sanayide olarak odunköm ürünün gazları ve renk verici
üretilmiş olsun, dumansız yakıtlar da vardır. m addeleri emme özelliğinden yararlanılır.
En nitelikli doğal dumansız yakıt antrasittir. O dunköm ürü, gözenekli olması nedeniyle
A ntrasit sert, parlak ve katışıksız karbona en sert bir sünger gibi davranır; küçük bir odun­
yakın olan köm ür türüdür. Kapalı bir sobada, köm ürü parçası oldukça büyük hacimdeki bir
sönm eden, çok uzun süre yanar ve hiç dum an gazı em erek içinde tutar. Asetilen gibi çeşitli
çıkarmaz. Özellikleri açısından antrasite çok gazların depolanm asında ve taşınmasında kul­
yakın bazı köm ürler de, resmi m akamlarca lanılan çelik tankların içine odunköm ürü dol­
“doğal dumansız yakıt” olarak kabul edilir, durulur ve böylece tanka, basınçta tehlikeli
ama bunların hepsi yanarken az da olsa m ut­ bir artışa yol açmadan büyük m iktarda gaz
laka dum an çıkanr. Taşköm üründeki dum an doldurulması sağlanır.
oluşturucu katışkılann ısı yoluyla giderilmesiy­ Renkli sıvıların renginin giderilmesinde de
le de dumansız yakıtlar elde edilebilir. “Tep­ odunköm ürü kullanılabilir. Eğer yeni ısıtılmış
kin” denen (şöminelerde parlak bir alevle ya­ odunköm ürü (buna “etkinleştirilmiş odunkö­
nan) dumansız yakıtlar gene de bir m iktar du­ m ürü” denir), çay ya da m ürekkep damlatıl­
man çıkarır. Kokköm üründe ise bütün katış- mış suyla birlikte ısıtılırsa, bu sıvılar renkleri­
kılar giderilmiş durum dadır. Kokköm ürünün ni yitirir. Beyaz şekerin üretilmesinde odun­
genellikle kapalı bir sobada yakılması gerekir. köm ürünün bu özelliğinden yararlanılır. Ev­
Başka enerji biçimleri (nükleer enerji, su lerde kullanılan m angallarda da odunköm ürü
enerjisi ve petrol) son zam anlarda daha bü­ yakılır.
yük önem kazanmıştır. A m a köm ür, önüm üz­
deki yıllarda da yaşamsal önemini koruya­ Türkiye'de Kömür
caktır. Ülkemizin tüm bölgelerinde çeşitli köm ür ya­
KÖPEK 47

taklarına rastlanır. Amasya (Yeniçeltek), Bo­ koyu renk halkalar yoktur. Uzunluğu kuyru­
lu, Bursa, Çorum (Alpagut ve D odurga), D e­ ğuyla birlikte 1 m etreye yaklaşır.
nizli, Erzincan, Erzurum , Kütahya, Manisa O rta ve Güney A m erika’nın orm anlarında
(Soma), Nevşehir, Sivas ve Yozgat’ta rezerv ve savanlarında yaşayan çalıköpeği (Speothos
açısından zengin olan yüksek nitelikli linyit venaticus) çok kısa bacaklı, kahverengi post­
yatakları vardır. Türkiye’nin daha birçok yö­ lu, uzun ve tıknaz gövdeli bir etçildir. Özellik­
resinde rezerv m iktarı yüz milyonlarca tona le doğal yaşama ortam larının yok edilmesi
ulaşan düşük nitelikli ve turba özelliği taşıyan nedeniyle soyları tükenm eye yüz tutm uştur.
linyit yatakları bulunur. 1987 yılı bilgilerine Günüm üzde yaşayan yabanıl köpekler bazı
göre Türkiye linyit üretimi 46.481.000 tondur. evcil köpek soylarını andırır. Am a bu hayvan­
T ürkiye’nin başlıca taşköm ürü yatakları, ların iskeletlerini inceleyen bilim adam lan,
Karadeniz Bölgesi’nin batı kesimindedir. evcil köpeklerin ataları olmadıklarını söyle­
Ereğli-Zonguldak Köm ür Havzası adıyla anı­ m ektedirler. Evcil köpeklerin ataları olasılık­
lan bu maden bölgesinden çıkarılan taşköm ü­ la hız, güç, iyi işitme ve çok iyi koku alma gibi
rü m iktarı 1987 yılı bilgilerine göre 7 milyon üstünlükleri olan, ayrıca toplu yaşama davra­
tonu biraz aşıyordu. nışı gösteren hayvanlardı. Tüm bu özelliklerin
Yapılan araştırm alarda ülkemizin herhangi birleşmesi evcil köpeklerin iyi birer avcı
bir yöresinde antrasit yatağına rastlanm a­ olmasını sağlamıştır. Am a görme duyusu gö­
mıştır. rece zayıf olan bu hayvanlar, renkleri ayırt
edemezler.
KOPEK. Evcilleştirilen ilk hayvanlardan biri
olan köpek, insan yaşamında önemli bir yer Evcil Soylar
edinmiştir. Evcil köpeğin atası olduğu sanılan Biçim, renk, boyut ve taşıdığı özellikler bakı­
hayvanların başında eskiden bütün Avrasya mından farklarına karşın tüm köpekler Canis
ve Kuzey A m erika’da yaşayan boz kurt gelir. familiaris türündendir. Günüm üzdeki yakla­
Kurdun evcilleştirilmesi ise farklı yerlerde, şık 150 evcil köpek soyu insanlar tarafından
farklı yollar izlemiştir. seçmeye dayalı ıslah yöntemiyle geliştirilmiş­
tir. Örneğin tazı soyunu geliştiren insanlar, en
Yabanıl Köpekler hızlı koşan dişi ve erkek köpekleri seçip kendi
Dingo (Canis dingo) en tanınmış yabanıl aralarında çiftleştirmiş, doğan yavrular ara­
köpekler arasında yer alır. A sya’dan göç sında da aynı amaca uygun seçmeyi yapmış ve
ederek Avustralya’da yaşamaya başlayan ilk bu işlemi, tazıları ortaya çıkarana kadar
insanların beraberinde getirdiği sanılan bu kuşaklar boyunca sürdürm üşlerdir. Aynı yön­
hayvanlar evcil köpeklerle çiftleşebilmektedir tem le, danualar iriliklerine, buldoglar güçleri­
(bak. DİNGO). Asya yaban köpeği (Cuon ne, teriyeler cesaretlerine, zağarlar koku al­
alpinus) Güneydoğu A sya’nın ormanlık ke­ ma duyularına öncelik verilerek geliştirilmiş­
simlerinde yaşar ve sürüler halinde avlanır. tir. Pekin köpeği ve adı Fransızca’da “kele­
Postu sarımsı ya da kırmızımsı kahverengi, bek” anlamına gelen papillon gibi soylar,
kuyruğu kabarık ve sık tüylü, uzunluğu kuy­ yabanıl atalarından öylesine farklıdır ki, yal­
ruğuyla birlikte 1 m etre dolayındadır. nızca ev hayvanı olarak beslenebilir, doğada
A frika yaban köpeğinin (Lycaon pictus) yaşamlarını sürdürüp üreyem ezler. Bu durum
postu kısa ve seyrek tüylü, yer yer boz, bekçi köpekleri gibi belirli amaçlar için yetiş­
kahverengi ve siyah lekelidir. A frika’nın bü­ tirilmiş bazı soylar için de geçerlidir. Çünkü
yük bir bölümüne yayılmış olan bu köpekler, bu köpeklerin başka koşullara uyum sağlama­
sürüler halinde iri hayvanlara saldırır, öldür­ ları çok zordur.
düklerinden daha çok hayvanı ürkütüp kaçı­ Evcil köpeklerden M eksika kökenli chihua-
rırlar. hua ağırlığı bazen 500 gramı geçmeyecek
U zakdoğu’da yaşayan rakunköpeği ( Nycte- ölçüde küçük, danua 60 kilogramı aşacak
reutus procyonoides) küçük yüzü ve kalın ölçüde iridir. Biçim ve renkleri de büyük bir
postuyla rakunu andırır. A m a kuyruğunda çeşitlilik gösterir. Geniş ya da ince gövdeli,
48 KÖPEK

Sally Aiıtıe Thom pson!li. B. Inc.


Kökeni çok eskiye dayanan üç köpek soyu: (Solda) Saluki; (ortada) Norveç köpeği; (sağda) Basenji.

uzun ya da kısa tüylü, kahverengi, boz, sarı, dolu çoban köpeği ya da Kangal çoban köpeği
kırmızı, beyaz ve mavimsi renklerde olabilir­ adlarıyla tanınan, kısaca Kangal köpeği de
ler. Bacak ve kulakları bazılarında uzun, denen soy, kalıtsal özellikleri başarıyla korun­
bazılarında kısa, kuyrukları çok çeşitli uzun­ muş, kökeni çok eskiye dayanan köpekler
luklarda ve biçimlerdedir. arasında yer alır. Türkiye’nin Sivas ilinde,
Son yıllarda köpek yetiştiricileri süs köpeği özellikle Kangal ilçesinde geliştirildiği sanıl­
ya da cüce köpek denen çok küçük yapılı maktadır. Çok iri yapılı olan bu köpeklerin
soylar geliştirmişlerdir. Bazı köpekler kurda erkeği 50-70 kg, dişisi 40-60 kg ağırlığında,
çok benzemesiyle dikkat çeker. Bunlar ara­ omuz yükseklikleri bazen 80 santimetrenin
sındaki en belirgin ayrım, kurda benzer kö­ üstündedir. Renkleri kirli beyaz, açık sarı,
peklerin kuyruklarını yukarı kaldırıp kıvırma­ boz, kahverenginin değişik tonlarında olabi­
sı, kurtların ise aşağı sarkıtmasıdır. Köpek lir. Ağız ve kulak çevresiyle burun ucu,
soyları genellikle yararlanılan özellikleri göz değişen genişlikte siyahtır. Bu nedenle K an­
önünde tutularak gruplara ayrılır. Am a bazı gal köpeklerine en sık takılan adlardan biri de
köpekleri belli bir gruba sokmak çok zordur. “K arabaş”tır. Bu hayvanlar çok zeki, duygu­
Örneğin dilinin siyah olmasıyla dikkat çeken lu, uysal, görevine ve sahibine son derece
çov-çov, hem bir ev köpeği, hem de kuzey bağlı olmalarıyla ünlüdür. Özel bir eğitim
ülkelerinde çeki hayvanı olarak kullanılan bir görmeden sürüleri başarıyla yönetir ve kendi
kızak köpeğidir. sorumluluğu altındaki hayvanları şaşmaz bir
kesinlikle ayırır. Bu köpekler kara ikliminin
Çoban ve Kızak Köpekleri sert soğuklarına ve sıcaklarına çok dayanıklı­
Avrasya’nın ünlü kızak köpeklerinden beyaz dır. Am a nemli bölgelere, deniz kıyılarına
postlu Samoyed köpeği, geliştirildiği Sibirya’ alışmakta zorluk çeker.
nın kuzeybatısında rengeyiklerini gütmekte İngiltere’de 18. yüzyılda geliştirildiği sanı­
de kullanılır. Sibirya köpeği ve Kuzey A m eri­ lan İskoç çoban köpeği, İngiltere’nin en
ka’nın kuzeyinde yetiştirilen Alaska kızak önemli çoban köpeği soyudur. İngiliz çoban
köpeği gibi tanınmış bütün kızak köpekleri, köpeği de bir zamanlar sürüleri gütmekte
kalın postlu, iri ya da irice yapılı, çok daya­ kullanılmıştır, ama uzun tüylü kabarık postu
nıklı ve güçlüdür. zor işler yapmasını bir ölçüde engellediğinden
Köpeklerin yaptığı en yararlı işlerden biri günümüzde gösteri köpeği ve ev hayvanı
koyun ya da sığır sürülerini gütmek ve onlara olarak beslenir. G ene ev hayvanı olarak
bekçilik etm ektir. Çoğu ülkenin bu iş için beslenen kısa bacaklı, uzun gövdeli Gal korgi-
yetiştirilmiş kendine özgü soyları vardır. A na­ si, sığır sürülerini gütmek için geliştirilmiştir.
KÖPEK 49

Fransa, Belçika ve M acaristan’ın da kendi­ agle ve base gibi daha ufak yapılı zağar soyları
lerine özgü çoban köpekleri vardır. Ama tavşanları, susamurlarım ve öbür küçük hay­
çoban köpeklerinin birçoğu günümüzde bekçi vanları avlam akta kullanılırlar. Yaygın biçim­
köpeği, polis köpeği, kılavuz köpeği ya da de tanınan taba siyah renkli rakun zağarı,
öbür gruplarda da görüldüğü gibi daha deği­ A m erika’da bloodhound ile taba siyah tilki
şik amaçlar gözetilerek eğitilmektedir. Bunlar zağarından geliştirilmiştir.
arasında en iyi tanınanlarından biri Alman Tilki zağarları yüzyıllardan beri özellikle
çoban köpeği ya da Alm an kurt köpeğidir. tilki avında kullanılmaktadır. Çoğu zağardan
Eğitilmeye çok yatkın olan bu köpekten her daha hızlı olan bu köpekler, belki de yavaş,
iki dünya savaşında da havaalanları ve fabri­ ama koku alma duyusu keskin gerçek zağarlar
kalarda bekçi köpeği olarak yararlanılmıştır. ile hızlı koşan tazıların çiftleştirilmesi sonucu
Ayrıca haber taşımak, yaralıları kurtarm ak, ortaya çıkmıştır. Yerin altında yuvalanan
hatta paraşütle uçaktan atlamak üzere eğiti­ hayvanların avında kullanılan porsuk zağarı,
len köpekler de vardır. Filax adlı bir Alman ataları zağarlar gibi iyi koku alır ve teriyeler
kurt köpeği birçok insanın hayatını kurtardı­ gibi kısa bacakları sayesinde toprak içinde
ğından, insanlar gibi kahram anlık madalyası açılmış tünellere girebilir.
almıştır. Alm an kurt köpeği aynı zamanda Güçlü, çok hızlı ve zarif yapılı köpekler
görmeyen insanlar için eğitilen çok başarılı bir olan tazılar, avlarını koklayarak değil gözle­
kılavuz köpeğidir. riyle izler. İngiliz tazısı, Afgan tazısı, İskoç
Kangal köpekleri gibi en iri çoban köpekle­ tazısı ve Rus tazısı ya da borzoy en iyi bilinen
rinden biri olan Pirene köpeği, günümüzde tazı soyları arasında yer alır.
daha çok bekçi ve gösteri köpeği olarak
kullanılmaktadır. Uzun ve kabarık tüylü Kuş Köpekleri ve Öbür Av Köpekleri
Newfoundland köpeğinin, siyah postlu yerli Spanyel, seter ve puanter en yaygın tanınan
köpekler ile Pirene köpeklerinin çiftleştiril­ kuş köpekleridir. Spanyeller farklı büyüklük­
mesi sonucu ortaya çıktığı sanılmaktadır. İri lerde birçok soydan oluşur. Bu köpekler
ve güçlü olan bu köpekler ya kıvırcık siyah ya sahiplerinin önünde koşuşturarak kuşların
da siyah beyaz postludur. Denize düşmüş yerini bulur ve havalanmalarını sağlarlar.
insanları kurtarmalarıyla ünlüdürler. Puanter ve seter, kuşu gördüğünde ya da
A taları arasında Newfoundland köpeğinin hissettiğinde hareketsiz kalarak sahibini uya­
de bulunduğu Senbernarlar iri ve güçlü bir ran daha iri yapılı köpeklerdir. Ferma denen
soydur. Tüyleri değişik uzunluklarda ve renk­ bu davranış sırasında seterler avın bulunduğu
lerde olabilir. Bu köpekler uzun yıllar boyun­ yöne doğru çökerek, puanterler burunlarını
ca keşişler tarafından dağ m anastırlarında, ava doğru yönelterek durur ve sahiplerinin
dağlarda kaybolan ya da zor durum da kalan saldırı kom utunu beklerler.
insanları kurtarm aları için yetiştirilmiştir. Bazı köpek soyları özellikle su kuşlarının
avlanmasında kullanılmak üzere geliştirilmiş­
Tazılar ve Zağarlar tir. Bu köpekler sugeçirmez postları ve iyi
Büyük olasılıkla zağarların çoğu, Fransızlar’ın koku alan burunları sayesinde vurulup düşen
Saint-Huberî adını verdiği köpekten türetil­ kuşları suda kolayca bulup sahiplerine geti­
miştir. Bloodhound soyu bunun iyi bir örneği rirler.
sayılır. İri yapılı, kısa ve düz tüylü olan
bloodhound'ların kulakları büyük ve kıvrık, Teriyeler ve Öbür Köpek Soyları
üst dudakları yanlardan sarkıktır. Kaybolan Adını “toprak” anlamına gelen Fransızca
insanların ya da kaçan suçluların bulunmasın­ terre sözcüğünden alan teriyeler tilki, sansar,
da kullanılır. Bütün zağarlar gibi kokudan iz porsuk gibi toprağı kazan yırtıcı memelileri
sürer ve bu konuda öbür köpek soylarından avlamak için geliştirilmiştir. Am a bu köpekle­
çok daha başarılıdır. İz peşinde yavaş ilerler rin çoğu günümüzde ev hayvanı olarak besle­
ve çok inatçıdır. Kokuyu yitirdiğinde geri dö­ nir. Başlıca teriye soyları arasında uzun tüylü
nerek yeniden bulur ve izlemeyi sürdürür. Be- dik ya da sarkık kulaklı Skye teriyesi; ayrık
50 KÖPEK

Yorkshire Teriyesi Chihuahua


B ü tü n fotoğraflar Sally A n n e Thom pson!E. B. Inc.

Üst sıradaki soylar tanınmış


süs köpekleridir. Öbürleri
genel olarak sürüleri
gütm eleri ve kızakları
çekmeleri için geliştirilm iştir.
Günümüzde ise polis köpeği,
kılavuz köpeği olarak ya da
başka amaçlar için
eğitilm ektedirler.
İskoç Çoban Köpeği Senbernar

Rottvveiler Doberman Bokser

Boğa Mastısı Alaska Kızak Köpeği


KÖPEK 51

Labrador Köpeği Puanter


N eil M iskler!Photo Research
(üstte solda); Sally A n n e Thom pson!
E .B . Inc. (öbür fotoğraflar)

Üstte ve yanlarda yer


alan fotoğraflarda
özellikle kuş avında
kullanılan köpek soyları
görülm ektedir. Altta ise,
önceleri av köpeği
olarak geliştirilen, ama
sonraları ev hayvanı
olarak beslenen
teriyelerden bazıları
görülm ektedir.

VVeimaraner Vizsla

Airedale Teriyesi Boğa Teriyesi

Dandie D inm ontTeriyesi SkyeTeriyesi Border Teriyesi


52 KÖPEK

gözlü, kaba tüylü, dik kulaklı İskoç teriyesi; bu köpeği yeryüzüne çıkarmak H erakles’in
sert tüylü ve tepesinde daha yumuşak bir tüy başarmak zorunda kaldığı 12 görevden sonun-
tutamı bulunan Avustralya teriyesi sayılabilir. cusuydu (bak. HADES; H er a k les ). Gökyüzün­
Sert ve yumuşak tüylü foksteriyeler ya da tilki de takımyıldızlardan ikisinin adı Büyükköpek
teriyeleri, postu siyah taba olan M anehester ve K üçükköpek’tir. Ayrıca köpek sözcüğü­
teriyesi, daha iri yapılı ve kırmızımsı renkli nün kullanıldığı birçok atasözü ve deyim var­
İrlanda teriyesi de yaygın biçimde tanınır. dır. Örneğin “Havlayan köpek ısırmaz” atasö­
Teriyelerin en irisi olan A iredale teriyesinin zü, karşısındakini bağırıp çağırmakla korku­
susamuru zağarı ile soyu tükenmiş siyah taba tan kimsenin eyleme geçmeyeceğini; “Kurt
tüylü İngiliz teriyesinden türetildiği sanılmak­ kocaymca köpeğin maskarası olur” atasözü,
tadır. Boğa teriyesi ve Boston teriyesi mastı­ güçlü iken çekinilen kişinin gücünü yitirdiğin­
lara ve buldoglara yakın akraba soylardır. de kötü niyetlilerin oyuncağı olacağını anlatır.
M astılar ve buldoglar düz tüylü, iri ve geniş “Köpeksiz köy bulmuş da değneksiz geziyor”
gövdeli, büyük kafalı, küçük ve sarkık kulak­ deyimi kendisine engel olacak, karşı çıkacak
lıdır. Buldog, iki yana yalpalayarak yürüyen, kimse olmadığından, istediği gibi davrananlar
buruşuk yüzlü bir köpektir. Ortaçağ İngiltere’ için kullanılır.
sinde boğalarla dövüştürm ek için yetiştirilen Bu örnekler ve daha birçoğu köpekler ile
bu soy, adını “boğa köpeği” anlamına gelen insanlar arasındaki yakın ilişkilerin bir göster­
İngilizce bulldog sözcüğünden alır. gesidir. İnsan fosilleriyle birlikte bulunan kö-
İngiltere’de 2.000 yılı aşkın bir süre bekçi peğinkine benzer kemikler, en azından 10 bin
köpeği olarak kullanılan mastı, değişik dö­ yıl önce, evcilleştirme sürecinin olmasa bile
nem lerde gösteri amacıyla da dövüştürülmüş- insanların köpeklerle ilişkisinin başladığını
tür. İngiltere’yi işgal eden Rom alılar mastıyı kanıtlam aktadır. Belki de, yiyecek artıkları
arenalarda dövüştürm ek için R om a’ya götür­ bulmak amacıyla yerleşim alanları çevresinde
düler. M astılar daha sonra İngiltere’de seyir­ dolaşan ve yaklaşan tehlikelere karşı insanları
cilerin çevrelediği bir alanda ayı ve boğalarla uyaran bu hayvanlar ile insanlar arasında ya­
dövüştürülmek için eğitilmiştir. vaş yavaş gelişen bir ilişki doğmuştur.
Önceleri vurulan su kuşlarını getirmesi için A frika’da yazılı tarihin başlangıcından beri
geliştirilen kanişler, özellikle Fransa’da bü­ köpeklerin bulunduğu bilinmektedir. Eski
yük ilgi görmüş, günümüzde en sevilen ev M ısırlılar’m 5.000 yıl önce yaptıkları m ezarla­
köpekleri arasına girmiştir. Tüylerini çeşitli rın ve tapınakların duvarlarını süsleyen kö­
biçimlerde kesme işlemi ev köpeği olarak pekler günümüz salukilerine, Babil ve Hitit
kullanılmasından çok önce, suda rahat hare­ sanatında kullanılan köpek figürleri Kangal
ket etmesi için başlatılmıştır. Kanişler en zeki çoban köpeğine benzer. M ısırlılar’ın köpeğe
köpek soylarından biridir. Sirklerde gösteri büyük saygı duyduğu, hatta kutsal saydığı bi­
amacıyla yaygın biçimde eğitildiği gibi dom a­ linm ektedir. Eski EtiyopyalIlar için köpeğin
lan denen ve toprağın altında yetişen lezzetli öylesine saygın bir yeri vardı ki, onları hü­
m antarların yerlerini bulma işinde de kullanıl­ küm dar olarak seçer ve başa geçirdikleri kö­
m aktadır. Kanişlerin görünüşü birbirine çok peklerin davranışlarını dikkatle izleyerek yö­
benzeyen ama irilikleri farklı üç tipi vardır. netim işinin nasıl üstesinden geldiklerini anla­
Bunlar büyük boy ya da standart, orta boy ve maya çalışırlardı. Am a tarih boyunca köpek­
küçük boy ya da cüce kaniş adlarıyla tanınır. ler hep en sevilen hayvanlar arasında yer al­
mamıştır. Yahudiler ve Hindular köpekleri
Köpekler ve İnsanlar pis hayvanlar olarak görür ve dokunm aktan
İnsanlarla yüzyıllar boyunca iç içe yaşayan çekinirler. Türkler ve A raplar “köpek” sözcü­
köpekler, sayısız efsaneye ve masala konu ol­ ğünü, insan için kullanılabilecek en kötü ya­
muştur. Örneğin Yunan mitolojisine göre Ha- kıştırm alardan biri sayarlar.
des denilen yeraltmdaki ölüler ülkesinin kapı­ Birbirlerine taban tabana zıt tüm bu yakla­
sını Kerberos adlı bir köpek bekler. Genellik­ şımların ötesinde, köpekler sahiplerine koşul­
le üç başlı ve yılan kuyruklu olarak gösterilen suz bağlılıkları ve cana yakın arkadaşlıklarıyla
KÖPEKBALIĞI 53

yüzyıllar boyunca gözde birer ev hayvanı ol­ Köpekbalıklarının birçoğu bu dev türlerin
muşlardır (bak. EV HAYVANLARI). tersine son derece saldırgandır. A frika’nın
okyanus kıyıları, Am erika ve Avustralya kıyı­
KÖPEKBALIĞI. Köpekbalıkları iskelet yapı­ ları gibi köpekbalıklarının tehlike oluşturdu­
ları kemik yerine kıkırdaktan oluşmuş balık­ ğu yerlerdeki plajlarda yüzücüleri korum ak
lardır. Yeryüzünün hemen hemen tüm deniz­ için gözetleme kuleleri, çanlar, sirenler, öbür
lerinde bulunan yaklaşık 300 türü vardır. Bazı uyarı sistemleri ve ağlar kullanılmaktadır.
türleri denizlerden akarsulara girmeleriyle “İnsan yiyen” ve “beyaz ölüm ” gibi adlar da
dikkat çeker. Ayrıca bir köpekbalığı türünün takılan beyaz köpekbalığı (Carcharadon carc-
(Carcharinus leucas) O rta A m erika’da Nika­ harias) bütün köpekbalıkları arasında belki
ragua G ölü’nün tatlı sularında yaşadığı bilin­ de en saldırgan ve insan için en tehlikeli olan
m ektedir. türdür. Uzunluğu 11 m etreye ulaşan bu dev
Köpekbalıklarının öne doğru uzamış sivri balığın üstte genellikle boz, mavimsi ya da
bir burnu, burnun altında keskin dişlerle kahverengimsi olan rengi karnına doğru kirli
donanmış hilal biçiminde bir ağzı vardır. beyaza döner. D aha açık renkteki örnekleri­
Ö ndeki dişler aşındıkça ya da koptuğunda diş ne de rastlanmıştır. Kaplan köpekbalığı, pa-
sıraları öne doğru ilerler ve arkada yeni bir diş mukbalığı ve çekiçbalığı saldırganlığıyla tanı­
sırası gelişir. Gövdelerini sert ve pürtüklü diş nan köpekbalıkları arasındadır.
yapısında pullar örter. Gövdelerinin yanların­ Çekiçbalıkları (Sphyrna cinsi) alışılmadık
da 5-7 çift solungaç yarığı vardır. K öpekbalık­ biçimde yanlara doğru genişlemiş başlarıyla
ları birçok bakım dan 300 milyon yıldan daha dikkat çeker. Burun delikleri ve gözler bu yan
önce yaşamış atalarına benzer. Plankton can­ çıkıntıların uçlarındadır. Bu son derece garip
lılarından balıklara, foklara ve balinalara görünüşlü kafa biçiminin yüzerken büyük bir
kadar yenebilecek her şey köpekbalıklarının manevra yeteneği sağladığı anlaşılmaktadır.
besinleri arasındadır. Yakalanan köpekbalık­ Sabanbalığinın (Alopias vulpinus) kuyruğu
larının m idelerinde kaplum bağalar, yunuslar, gövdesi kadar uzundur. Saban biçimindeki
deniz kuşları, balıklar, yengeçler, kalam arlar, kuyruğu saldırmadan önce balık sürülerini
yumuşakçalar ve öbür köpekbalıkları bulun­ istediği gibi yönlendirmesine yarar.
muştur. Bazıları ölmüş deniz hayvanları ya da M ahmuzlu camgözler her iki sırt yüzgecinin
deniz taşıtlarının bıraktıkları artıklarla besle­ önünde kalın ve sivri uçlu bir diken (mahmuz)
nen leş ve çöp yiyicilerdir. taşıyan köpekbalıklandır. Bunlardan bayağı
Köpekbalıklarında yum urtalar dişinin için­ mahmuzlu camgöz, benekli camgöz ya da
de döllenir. Erkeklerin karın yüzgeçlerinden katranbalığı (Squalus acanthias) adlarıyla ta­
gelişmiş olan çiftleşme organları spermanın nınan tür kuzey yarıküre denizlerinde son
dişiye aktarılmasına yarayacak biçimde oluk­ derece geniş bir yayılım gösterir. Zehir kese­
ludur. Türlerin çoğunda yum urtalar dişinin leriyle bağlantılı olan sırtındaki mahmuzlar
içinde açılır ve yavrular canlı doğar. Öbürleri insan derisinde ağrılı yaralara yol açar. U zun­
yum urta sarısı bakım ından zengin iri yum ur­ luğu en çok 2 m etre, gövdesi gri üstüne beyaz
talarını bir kılıfla sanlı olarak suya bırakır. beneklidir.
Yaşayan en iri balık türü olan balina Bayağı köpekbalığı (Mustelus mustelus) A t­
köpekbalığı (Rhincodon typus) 18 m etre las Okyanusu’nda ve A kdeniz’de yaygın bi­
uzunluğa ve tonlarca ağırlığa ulaşmasına kar­ çimde görülür. Uzunluğu en çok 160 cm,
şın oldukça zararsızdır. Yalnız karides ve ortalam a 60-100 cm dolayındadır.
benzeri küçük hayvanlarla beslenir. Bu hay­ Kedilerinkini andıran oval biçimli gözleri
vanları solungaçlarından geçen sudan ince nedeniyle kedibalığı adıyla tanınan 90’ı aşkın
uzun, çok sayıda solungaç dikeniyle süzer. köpekbalığı türü vardır. Bunlardan küçük
Balina köpekbalıkları oldukça tem bel hay­ benekli kedibalığı (Scyliorhinus canicula) A t­
vanlardır. Uzunluğu bu türe yaklaşan büyük las Okyanusu’nun doğusunda ve Türkiye’yi
camgöz (Cetorhinus maximus) de benzer bi­ çevreleyen tüm denizlerde yaşar. Uzunluğu
çimde beslenir. en çok 1 m etre dolayındadır; sırtı ile yanları
54 KÖPRÜ

KÖPRÜ. Birçok türü olan köprülerin tüm ün­


de ortak olan bazı özellikler vardır. Bütün
köprüler ırmak ya da vadi gibi bir engelin
üzerinden geçerek engelin iki yanını birleşti­
rir; her köprünün ağırlığını taşıyan ayakları
bulunur.
Köprülerin başlıca üç türü vardır: En ilkel
köprü basit kiriş denen köprü türüdür. Bir
ırmağın iki yakası arasında uzanan bir kalas
bu türe örnek olabilir. Kalasın iki yanda
dayandığı destekler köprünün ayaklarını,
ayaklar arasındaki uzaklık köprü açıklığını,
alttaki boşluk da köprü gözünü oluşturur.
Böyle bir köprüden geçmesi uygun olan
ağırlık, kalası kırabilecek ağırlığın dörtte biri
kadar olmalıdır. Kalasın iki ucundaki destek­
lere ek olarak araya da destekler konursa
köprünün sağlamlığı artar. Basit kirişin geliş­
tirilmiş biçimi olan konsol kiriş kullanılan
köprülerde köprü ayakları yukarı doğru ge­
nişleyerek birbiriyle birleşir. Bazen araya bir
ek kiriş konarak açıklık büyütülür.
D aha gelişmiş bir köprü türü olan kemer
köprü, taş ve çelik gibi sıkışmaya dayanıklı
malzemeyle kem er biçiminde yapılır. Ağırlı­
ğın yanlara doğru iletilmesi nedeniyle bu
köprüler daha büyük yükleri taşıyabilir (bak.
KEMER). Üçüncü köprü türü olan asma köprü ,
gerilmeye dayanıklı malzemeyle yapılır. As­
Köpekbalıklarının hemen hepsi aerodinamik biçim li ma köprülerin en basit örneği, üzerine köprü
gövde yapılarıyla iyi birer yüzücüdür. Kuyruk
yüzgeçlerinin üst parçası genellikle çok irid ir ve yapılacak açıklığın iki yakası arasında gerilen,
hemen hepsinde geniş bir sırt yüzgeci vardır. birbirine paralel iki tel ve bunların üzerine
konan bir tahta kaplam adan oluşur. Sarmaşık
sık ve küçük beneklidir. K aradeniz’de bulun­ dallan, ip ya da zincir kullanılarak yapılan
mayan büyük benekli kedibalığı ya da boz ilkel asma köprüler çok eskiden beri kullanı­
lekeli kedibalığı (Scyliorhinus stellaris) ise 2 lır; ama çelik kuleler arasında gerilen çelik
m etre uzunluğa yaklaşabilir. Ayrıca benekleri kablolarla yapılan büyük asma köprüler ilk
daha iri ve daha seyrektir. kez 20. yüzyılda gerçekleştirilmiştir.
Bir düzine dolayında türü bulunan kelerba- Bir köprü, çeşitli köprü türlerinin bir karışı­
lıklanm n (Squatina cinsi) uzunlukları en çok mı olarak da yapılabilir. Bir köprünün türüne
2,5 m etredir. Ü stten basık baş ve gövdeleri ile ve yapımında kullanılacak yöntem e, o köprü­
yayvan göğüs ve karın yüzgeçleri nedeniyle yü yapacak olan mühendis karar verir. Onun
vatozlara benzerler (bak. V a t o z VE F o ly a ) . bu konudaki kararını köprünün nerede yapı­
Dünyanın birçok yerinde köpekbalıkları lacağı, ne boyda olacağı, ne kadar yük taşıya­
ekonomik bakım dan değerlidir. Sert ve daya­ cağı, ayakların oturacağı yerdeki toprağın
nıklı derisi işlenerek kullanılm akta, etinden özelliği ve köprü için ne kadar harcama
özellikle gübre ve balık yemi olarak yararla­ yapılabileceği gibi soruların cevapları belirle­
nılmaktadır. Köpekbalığının karaciğerinden yecektir. Yapılacak bir köprü için iki ayrı
elde edilen yağ A vitamini bakımından çok mühendisin önerdiği projeler hiçbir zaman
zengindir. tümüyle birbirinin aynı olamaz. Bu da bir
KÖPRÜ 55

Kalküta'daki Hovvrah Köprüsü'nün (konsol köprü) yapım aşamaları. Çelik kuleleri 80 metre yüksekliktedir.

köprünün yapımında kullanılacak kesin “doğ­ lIlar dönem inden kalmış birçok taş kem er
ru” bir yöntemin olmadığını gösterir; bu köprü vardır. 1202’de Kayseri’de yapılmış
konuda “doğruluk” ölçüsü her durum un ken­ olan Tekgöz Köprüsü, Silvan’daki beş gözlü
dine özgü sorunlarına uygun çözümler getire­ Malabadi Köprüsü, E dirne’de 1.392 m etre
bilmektir. uzunluğundaki 174 gözlü U zunköprü, İstan­
bul’da 635 m etre uzunluğıjndaki Büyükçek-
Kiriş Köprüler mece Köprüsü bu köprülerin önemlileri ara­
Kiriş köprü türünün ilginç bir örneği 1850’de sında sayılabilir.
İngiltere’de yapılan ve Anglesey A dası’m Dem irden yapılan ilk kem er köprü 1779’da
G aller’e bağlayan Britanya Köprüsü’dür. Y a­ İngiltere’de Severn Irmağı üzerinde kurul­
pıldığı tarihte 130 m etre açıklığıyla dünyadaki muştur. Bu tür köprüler kirişli ya da asma
en geniş açıklıklı köprü olan Britanya K öprü­ köprülere göre daha ucuz olduğu gibi, ağır
sü, günümüzde de asma köprüler dışında en yükleri taşımaya da uygundur. D aha sonra
geniş açıklıklı köprü olma özelliğini korur. çelik kem er köprüler yapılmaya başlanmıştır.
H er biri dört açıklıklı, yan yana iki tüp Bunların en büyükleri 500 metreyi biraz aşan
biçiminde yapılan bu demiryolu köprüsünde, açıklıklarıyla A B D ’deki New Irmağı Boğazı
o zaman yeni gelişen bir malzeme olan dövme Köprüsü ve Bayonne Köprüsü ile Avustralya’
demir kullanılmış ve iki tüpün birbirine bağ­ daki Sydney Limanı Köprüsü’dür. 1930’larda
lanmasıyla köprünün dayanıklılığı artırıl­ betonarm e kem er köprüler de yapılmaya
mıştır. başlanmıştır. Dünyanın en büyük betonarm e
kem er köprüleri Yugoslavya’da Zagreb yakı­
Kemer Köprüler nındaki Krk I Köprüsü ve Avustralya’nın
İskoçya’daki “Atlantik Üzerindeki K öprü” , Sydney kentinde, Parram atta Irmağı üzerin­
en eski örneklerine Roma dönem inde rastla­ deki Gladesville Köprüsü’dür. 1980’de yapı­
nan taş kem er köprülerin ilginç bir örneğidir. lan Krk I K öprüsü’nün açıklığı 390 m etredir;
Özenle biçim verilen taşlarla yapılmış olan bu yapımı 1964’te tam am lanan Gladesville Köp­
zarif görünümlü köprü, günümüze sağlam rüsü’nün açıklığı da 305 m etredir.
olarak kalmıştır ve yapımı sırasında düşünü­
lenden çok daha büyük yükleri taşımaktadır. Konsol Köprüler
Türkiye’de, Anadolu Selçukluları ve Osm an­ Kemerli köprü için fazla uzun olan açıklıklara
56 KÖPRÜ

A ra Güler
Solda: D iyarbakır, S ilva n 'd a 1147'de yap ılan M alab adi
K öprüsü. Sağda: 1973'te y ap ım ı ta m a m la n a n
Boğaziçi Köprüsü.

konsol köprü ya da asma köprü yapılır. Basit dir. Çok basit bir köprü tipi olan asma
kirişin geliştirilmiş bir biçimi olan konsol köprülere H indistan’da ve A sya’nın öbür
köprüde kenarlardan belirli uzaklıkta iki ayak bölgelerinde o kadar çok rastlanır ki, ilk asma
vardır. H er ayaktan çıkan iki koldan biri köprünün nerede yapıldığını bilmek olanak­
kenara kenetlenir. Ö bür kollar birbirine doğ­ sızdır. Bu ilkel asma köprüler iki grup ipten
ru uzanarak açıklığın ortasında birleşir ya da oluşur. Bunlardan biri köprünün döşemesini
aralarına konan ek bir kiriş (asma kiriş) bu iki taşır, öbürü ise tutunm ak için parmaklık
kolu birleştirir. görevi yapar. Sık ormanlık ve dağlık birçok
Konsol köprülerin en önemli örneklerinden bölgede bu tür ip köprüler hâlâ kullanılır; ip
biri 1890’da İskoçya’da yapılmış olan Forth yerine asma dallarıyla yapılmış olanlarına da
Demiryolu K öprüsü’dür. İki açıklıklı olan bu rastlanır.
köprünün yapımında 45.400 ton çelik kulla­ İlk modern asma köprüyü, G aller’deki
nılmıştır. M enai Boğazı üzerinde, Thom as Telford
K anada’da St. Lavvrence Irmağı üzerindeki 1819-26 arasında yapmıştır. Telford, her biri
Quebec K öprüsü’nün 549 m etrelik bir açıklığı 518 m etre uzunluğundaki 16 ağır zinciri yük­
vardır. Dünyanın en geniş açıklıklı konsol sek taş kuleler arasında gererek, köprü döşe­
köprüsü olan Quebec Köprüsü’nün yapımın­ mesini bu zincirlere asmıştı. Menai K öprüsü’
da 60.364 ton çelik ve 8 milyon perçin çivisi nün yapımı sırasında ağır zincirlerin yerlerine
kullanılmıştır. kaldırılıp gerilmesi çok zor olmuştu. Tel
1972’de İskoçya’daki Clyde Irmağı üzerin­ kablo yapma yöntemini bulan mühendis John
de yapılan Erskine K öprüsü’nün açıklığı 500 A . Roebling, asma köprülerde zincir yerine
m etredir. Desteksiz bir kiriş köprü için çok tel kablolar kullanılabileceğini düşündü. Roeb-
fazla olan bu açıklıkta köprü yapabilmek için ling’in 1855’te yaptığı Niagara asma köprü­
yüksek bir kuleye bağlanan çelik kablolarla sünde bütün yapıyı dört tel kablo taşıyordu.
köprü gövdesi desteklenmiştir. Çelik kablo H er biri 25 cm çapındaki bu kablolar Roebling’
gergili köprü denen bu köprülerin yapımı in bulduğu bir yöntem le birbirine sarılan
asma köprülerden daha kolaydır ve bütün 3.640 telden oluşmuştu. Açıklığı 250 m etre
dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır. olan köprünün Niagara İrm ağından yüksekli­
ği 76 metreydi. Asma köprüler büyük açıklıklı
Asma Köprüler köprülerdir. Yapılan her büyük asma köprü,
En büyük açıklıklı köprüler asma köprüler­ mühendislik deneyimlerini artırarak daha bü-
KÖPRÜ 57

sü’nün, iki çelik kablosunun her biri 11 bin


ton ağırlığındadır. 5 mm çapında 15 bin telin
bükülmesiyle yapılan bu kabloların gerilme
kuvveti 19 bin ton kadardır.
İstanbul Boğazı üzerindeki iki büyük asma
köprü, dünyanın en büyük açıklıklı köprüleri
arasında yer alır. Bunlardan 1973’te yapılan
Boğaziçi Köprüsü’nün açıklığı 1.074 m etre,
1988’de yapılan Fatih Sultan M ehmed K öprü­
sü’nün açıklığı da 1.090 m etredir. Boğaziçi
Köprüsü’nün 58 cm çapındaki iki taşıyıcı
kablosunun gerilme kuvveti 15 bin tondur.
Denizden yüksekliği 64 m etre olan köprünün
iki çelik kulesi 165 m etre yüksekliğindedir.
Geniş açıklıklı asma köprülerde, dikkat
edilmesi gereken bir konu da, köprünün
esnek olması ve şiddetli rüzgârda aşağı yukarı
ve yanlara doğru esnediği zaman dengesinin
bozulmaması için çok dikkatli bir tasarımın
yapılmış olmasıdır.

Hareketli Köprüler
Birçok türü olan hareketli ya da açılır kapanır
köprüler, genellikle ırm aklar, kanallar ve
liman girişlerinde, köprünün deniz trafiğine
engel olmayacak bir yükseklikte yapılmasına
olanak olmayan durum larda başvurulan bir
köprü türüdür. En çok kullanılan biçimi olan
döner köprüde, köprünün bir bölümü ortasın­
daki bir ayak üzerinde dönebilir. İstendiği
zaman bu bölüm döndürülerek kıyıya paralel
D ö rt ayrı köprü ö rn e ğ i: (Ü stten alta d o ğru ) konsol durum a getirilip gemilerin geçmesi için yol
köp rü-İskoçya 'd aki Forth K öp rüsü ; çelik kem erli açılır. Başka bir hareketli köprü türü, raylar
kö p rü -A vu stra lya 'd a ki S ydn ey Lim anı K öp rüsü ;
asma kö p rü -N e w Y o rk'ta ki G eorge VVashington
üzerinde ileri geri hareket edebilen köprüler­
K öp rüsü ; d ö n e r k ö p rü -İn g ilte re 'd e k i Nevvcastle dir. Kalkar köprülerde ise, köprünün bir ucu
K öprüsü. yukarı doğru kaldırılarak köprü açılır. Kalkar
köprülerin en eski örnekleri ortaçağda kalele­
yüklerinin yapılmasına olanak hazırlamış, da­ ri çevreleyen su hendeklerinin üzerindeki
ha dayanıklı yeni yapı malzemeleri, yeni çelik köprülerdi. Kaleye girişi engellemek isteyin­
türleri bulundukça daha büyük açıklıklı asma ce, köprünün hendeğin dış kenarındaki ucu
köprülerin yapımı birbirini izlemiştir. zincirlerle yukarı kaldırılırdı. Londra’da,
1988’de Japonya’da 1.780 m etre açıklıklı Thames Irmağı üzerindeki Tower Köprüsü,
Akaşi Ohaşi asma köprüsünün yapılmasına kalkar köprülerin çok tanınmış bir örneğidir.
kadar dünyadaki en geniş açıklıklı köprü Tower Köprüsü’nün ortada birleşen iki kana­
1981’de Kuzey İngiltere’de yapılmış olan dı, bir gemi geçeceği zaman yanlara doğru
H um ber Köprüsü’ydü. İlk bakışta asma köp­ kaldırılarak gemiye yol açılır.
rüler birbirinin aynı gibi görünür; tümü de Dubalı köprüler, iki kıyıyı birleştiren bir
yüksek kuleler arasına gerilmiş çelik kablola­ dizi sal ya da bot üzerine kurulan köprülerdir.
ra asılı, uzun, simetrik, zarif görünüşlü köprü­ Bu köprüler belirli bir amaçla, özellikle savaş
lerdir. 1.410 m etre açıklıklı H um ber Köprü­ sırasında askerlerin bir su engelini aşması
58 KÖPRÜ

B & SShuel

Üstte: A tla n tik Ü zerindeki Köprü. İşkoçya'daki bu taş


kem e rli köprü R o m alıla r zam anında yapılan
kö p rü le re benzer. Üstte solda: N evvY ork'daki
B ro o klyn Köprüsü. Ortada solda: 1345'te
F loransa'da ya p ılm ış ola n Ponte V eccio
K ö p rü sü 'n ü n üzerinde d ü kkân lar vardır.
Altta solda: A v u s tra ly a 'n ın S ydn ey kentindeki
G lad esville K öprüsü. Altta: Sri Lanka'da ipten
ya p ılm ış ve üzeri tah ta kaplanm ış ilkel b ir asm a
köprü.

James Davis Library ZEFA


KÖPRÜLÜ 59

Jam es Davis Library

Üstte: Kanada, V a n co ve r'd e The L io n 's Gate asm a


köprüsü. Üstte solda: Kenya, M o m b a sa 'd a b ir
dubalı köprü. Altta solda: G a ller'de M enai
B oğazı'nda iki kö p rü : A rkadaki, Robert
S te p h e n so n 'u n 1850'de yap tığ ı B ritanya K öprüsü;
önde, T hom a s T e lfo rd 'u n 1826'da y ap tığ ı asma
köprü.

şamış ünlü sadrazam Köprülü M ehmed Paşa’


nın soyundandır. Öğrenimini İstanbul’da ya­
pan Fuad Köprülü 1910’da H ukuk M ektebi’ni
(bugün İstanbul Üniversitesi H ukuk Fakülte­
si) yarıda bırakarak çeşitli liselerde öğretm en­
lik yaptı. Bu arada birçok dergi ve gazetede
yazılar yayımladı. 1913’te Darülfünun (bugün
İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi
Türk edebiyatı tarihi müderrisliğine (profe­
sörlüğüne) getirildikten sonra ilk bilimsel
araştırmalarını yayımlamaya başladı. 1919’da
basılan Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar
B & SShuel
adlı yapıtında Türk edebiyatının O rta A sya’
ya uzanan köklerini ortaya çıkardı. Bu kitap
amacıyla geçici olarak yapılır; ama sürekli ona bütün dünyada yaygın bir ün kazandırdı.
kullanım amacıyla yapılmış dubalı köprüler Çalışmalarını edebiyat tarihiyle sınırlama­
de vardır. İstanbul’da Haliç üzerinde yapılmış yan Fuad Köprülü Türk tarihinin birçok
olan G alata Köprüsü bu tür köprülerin güzel sorununu da ilk kez gündeme getirdi, el
bir örneğidir. G alata Köprüsü Haliç’e girip değmemiş kaynaklan gün ışığına çıkardı. Bu
çıkacak gemilerin geçebilmesi için açılıp ka­ arada başka yüksekokullarda da tarihle ilgili
panabilecek biçimde yapılmıştır. Dubalı köp­ dersler verdi. 1923’te Edebiyat Fakültesi de­
rülerin açılması için köprünün bir bölümünü kanlığına getirilince burada bir Türkiyat Ens­
taşıyan dubalar öbürlerinden ayrılarak köprü­ titüsü (bugün Türkiyat A raştırm a Merkezi)
nün taşıdıkları bölümüyle birlikte kenara kurdu. 1927’de Türk Tarih Encüm eni başkan­
çekilir. Açılan bu geçitten gemiler geçtikten lığına seçildi. 1931’de Türk Tarih K urum u’
sonra köprünün bu bölümü yeniden önceki nun kurucu üyeleri arasında yer alan Fuad
yerine getirilir. Köprülü 1933’te ordinaryüs profesör oldu.
1935’te Kars milletvekili olarak Türkiye B ü­
KÖPRÜLÜ, Fuad (1890-1966). Türkiye’de yük Millet Meclisi’ne girince A nkara’daki yük­
m odern tarihçiliğin kurucusu olan Fuad K öp­ sekokullarda da dersler verdi. 1946’da D e­
rülü İstanbul’da doğmuştur. 17. yüzyılda ya- m okrat Parti’nin kuruluşuna katılarak etkin
60 KÖPRÜLÜ AİLESİ

bir siyasal yaşama giren Fuad Köprülü, bu Başlıca yapıtları: Türkiye Tarihi (1923);
partinin 1950’de iktidara gelmesi üzerine dı­ Türk Edebiyatı Tarihi (1926; 1980); Türk Saz-
şişleri bakanı oldu. Beş yılı aşkın bir süre bu şairleri Antolojisi (1930-40); Divan Ede­
görevde bulunduktan sonra D em okrat Parti’ biyatı Antolojisi (1931-34); Türk Dili ve
den ve siyasal yaşamdan ayrıldı. Harvard Edebiyatı H akkında Araştırmalar (1934); Os-
Üniversitesi’nin çağrısı üzerine A B D ’ye gide­ münlı Devleti nin Kuruluşu (1959); D em okra­
rek 1958-59 öğretim yılında burada dersler si Yolunda (1964); Edebiyat Araştırmaları
verdi. Türkiye’ye döndükten sonra yaşamını (1966); Bizans Müesseselerinin Osmanlı Mü-
bilimsel araştırm alarla uğraşarak geçirdi. esseselerine Tesiri (1981) ; İslam ve Türk H u­
Türkiye’de tarihçiliği olayları zamandizin- k u k Tarihi Araştırmaları ve V akıf Müesses es i
sel olarak sıralama geleneğinden çıkarıp bilim (1983).
durum una getirme yolunda ilk adımları Fuad
Köprülü atmıştır. Bunun için önce yöntem KÖPRÜLÜ AİLESİ, 17. yüzyılda Osmanlı
sorunu üzerinde durmuş, Türk tarihini ilk kez D evleti’nde önemli sadrazam lar yetiştirmiş
bir ailedir. Köprülü adı ailenin kurucusu
C um huriyet Gazetesi A rşivi
sayılan M ehmed Paşa’nın yerleşmiş olduğu
K öprü kasabasından (bugün Samsun’a bağlı
Vezirköprü ilçe merkezi) gelir. Köprülü M eh­
med Paşa (1578-1661) genç yaşta İstanbul’a
giderek saraya girmiş, buradaki hizmetlerin­
den sonra çeşitli devlet görevlerinde bulun­
muştu. Sertliği ve dürüstlüğü yüzünden hiçbir
görevde uzun süre tutunamam ış, ancak
1644’te paşalığa yükselebilmişti. Bu dönemde
çeşitli yerlerde valilik yapan Köprülü M eh­
med Paşa kazandığı başarılarla dikkati çek­
mişti.
Bu sıralarda Osmanlı Devleti büyük bir
bunalım içerisindeydi. 1648’de altı yaşınday­
ken tahta çıkan IV. M ehm ed’in yerine önce
babaannesi Kösem Sultan, 1651’den sonra da
annesi Turhan Sultan devleti yönetmeye ça­
lıştılar, ama iç ve dış sorunlar giderek
artıyordu. Anadolu ayaklanmalarla dalgalanı­
yor, başkent İstanbul bile yeniçeriler ile
sipahiler tarafından zorbalıkla yönetiliyordu.
Ö te yandan 1645’ten beri süren Girit Seferi
kritik bir aşamaya girmiş, Venedik donanm a­
Fuad K ö p rü lü , T ü rkiye 'd e m o d e rn ta rih ç iliğ in sı Çanakkale Boğazı’nı ablukaya alarak Os-
kuru cusu dur. m anlılar’ın G irit’e yardım göndermesini önle­
diği gibi İstanbul’u da tehdit etmeye başlamış­
bir bütün olarak ele alıp incelemiştir. Bu tı. İşte böyle bir ortam da Turhan Sultan bazı
incelemeleri sırasında karşılaştığı sorunları da devlet adamlarının önerisi üzerine istemeye­
ortaya koyarak yeni araştırmacılara yol gös­ rek de olsa 1656’da Köprülü M ehmed Paşa’
termiştir. Tarihin başka bilim dallarıyla ilgisi­ nın sadrazamlığa getirilmesini kabul etti. Ya­
ne, ilişkisine dikkat çekerek tarihsel gelişme­ pacağı atam alara karışılmaması, önerilerinin
lerin bir süreç olarak ve çok yönlü irdelenm e­ hem en uygulamaya konulması, hakkında ya­
si gereğini savunmuş, bilimin ufkunu genişle­ pılacak şikâyetlere değer verilmemesi gibi
tecek sonuçlara ancak bu yolla varılabileceği­ koşullarla sadrazam olan Köprülü M ehmed
ni vurgulamıştır. Paşa sert önlem lere başvurarak ilkin İstanbul’
KÖPRÜLÜ AİLESİ 61

da düzeni sağladı. 1657’de Çanakkale Boğa­ Lehistan (Polonya) seferine çıkan Fazıl A h­
zındaki ablukayı kaldırarak G irit’e yardım med Paşa Podolya ve Galiçya’yı Osmanlı
göndermeyi başardı. 1658’de bütün A nadolu’ topraklarına kattı. 18 Ekim 1672’de imzala­
yu saran A baza Haşan Paşa ayaklanmasını nan Bucaş Antlaşması Lehistan Meclisi’nce
bastırdı. 1659’da E rdel’e bir sefer yaparak kabul edilmeyince Fazıl A hm ed Paşa ertesi yıl
Lehistan’a karşı yeni bir sefer başlattı. O s­
manlI ordusu Hotin Kalesi’ni alarak U krayna’
ya yönelince Lehistan Kralı Jan Sobiesky
barış istemek zorunda kaldı. Am a Osmanlı-
Lehistan Savaşı’nı sona erdiren barış antlaş­
ması ancak 1676’da imzalanabildi. Son yılları­
nı İstanbul’da geçiren Fazıl Ahm ed Paşa
1676’da öldü. Fazıl Ahm ed Paşa ölmeden
önce padişaha sadrazamlık için eniştesi Mer-
zifonlu Kara M ustafa Paşa’yı önermişti.
IV. M ehmed bu dileğe uyarak K ara M ustafa
Paşa’yı sadrazamlığa getirdi.
Uzun yıllar sadaret kaymakamlığı (sadra­
zam vekilliği) yapan, kaptan-ı deryalıkta bu­
lunan, birçok sefere katılmış olan Kara M us­
tafa Paşa deneyimli bir devlet adamıydı. İç
durum oldukça düzelmiş olduğundan Kara
K ö p rülü M eh m e d Paşa. M ustafa Paşa da daha çok dış sorunlarla
Batı E rdel’i Osmanlı topraklarına kattı. uğraştı. 1678 ve 1680’de Moldavya yüzünden
1660’ta Varad Kalesi’ni aldıktan sonra İstan­ iki kez Rusya seferine çıktı. Am a bu büyük
bul’a döndü. Köprülü M ehmed Paşa 1661’de ülkeyle uzun sürecek bir savaşa girişmenin
ölünce IV. M ehmed onun önceden yaptığı Avusturya ve Lehistan’ın yararına olacağını
öneriye uyarak oğlu Fazıl Ahm ed Paşa’yı görerek sorunu diplomatik yollardan çözme­
sadrazamlığa getirdi. ye çalıştı; 1681’de Rusya ile Edirne A ntlaşm a­
Henüz 26 yaşında olmakla birlikte çeşitli s ın ı imzaladı. 1682’de A vusturya’nın M aca­
yerlerde valilikler yaparak deneyim kazanmış ristan’ın içişlerine karışması yeni bir Osmanlı-
olan Fazıl A hm ed Paşa sadrazamlığı babası­ Avusturya savaşını gündeme getirdi. Savaş
nın koyduğu ilkeler doğrultusunda yürüttü. alanında parlak bir başarı kazanm ak isteyen
Padişah IV. M ehmed de zaten hiçbir devlet K ara M ustafa Paşa 1683’te büyük bir orduyla
işine karışmıyor, zamanını E dirne’de avlana­ sefere çıktı. Amacı A vusturya’nın başkenti
rak geçiriyordu. Fazıl A hm ed Paşa’nın sadra­ V iyana’yı almaktı. Temmuz 1683’te Viyana
zamlığı daha çok A vrupa’da seferlerle geçti. önlerine gelen Osmanlı ordusu iki ay süren
1663’te çıktığı Avusturya seferinde Uyvar kuşatm aya karşın, güçlü surlarla çevrili kente
Kalesi fethedildi. Ertesi yıl yapılan seferde giremedi. Bu arada papanın çağrısına uyan
Budapeşte-Viyana arasındaki birçok küçük Hıristiyanlar Lehistan Kralı Jan Sobiesky’nin
kale alındı. A ncak Avusturya ordusu Osmanlı kom utasında büyük bir ordu toplayarak Viya-
ordusunu Sengotar’da durdurdu. H er iki taraf na’ya doğru ilerlemeye başladılar. Kara M us­
da oldukça yıprandığından savaşa son verdiler tafa Paşa bu orduyu durdurm a görevi verdiği
ve 10 Ağustos 1664’te Vasvar Antlaşması Kırım Hanı M urad Giray yardıma gelmeyince
imzalandı. Osmanlılar bu antlaşmayla daha zorlu bir savaş vererek geri çekilmek zorunda
önce elde ettikleri yerleri korudukları gibi kaldı.
yüklü bir tazm inat da aldılar. Bundan sonra Birliklerini Belgrad’da toplayan Kara M us­
Girit sorununa el atan Fazıl A hm ed Paşa beş tafa Paşa, Jan Sobiesky’ye saldırarak ağır
yıl süren bir uğraştan sonra 1669’da G irit’i darbeler indirdiyse de IV. M ehmed ve saray
tümüyle ele geçirdi. 1672’de padişahla birlikte çevresi tarafından Viyana önünde uğranılan
62 KÖPRÜLÜ AİLESİ

Solda: K öprülü Fazıl A h m e d Paşa.


Sağda: M e rzifo n lu Kara M ustafa
Paşa.

başarısızlığın tek sorumlusu olarak görüldü­ rak Niş, Semendire ve Belgrad’ı geri aldı. II.
ğünden Belgrad’da idam edildi. Süleyman’ın 1691’de ölümü üzerine padişah
Kara M ustafa Paşa’dan sonra Köprülü aile­ olan II. A hm ed, Fazıl M ustafa Paşa’yı sadra­
si gözden düşer gibi oldu. Öte yandan iç ve dış zamlıkta bıraktı. Aynı yıl Macaristan seferine
sorunlar giderek büyüyordu. Avusturya ve çıkan Fazıl M ustafa Paşa Solankamen Sava-
Lehistan güçleri Osmanlı topraklarında ilerli­ şı’nda Avusturya ordusuna karşı savaşırken
yorlar, Venedik de denizden saldırılarını yo­ şehit düştü.
ğunlaştırıyordu. Kara Mustafa Paşa’nm bü­ Bundan sonra bir süre Köprülü ailesinden
yük bir ordu yaratm ak uğruna binlerce genci kimse sadrazam olmadı. 1695’te II. A hm ed’in
askere alması A nadolu’da ve Rum eli’de ta­ ölümünden sonra tahta geçen II. M ustafa
rımsal üretimi olumsuz etkilemiş, hazine bo­ 1697’de Köprülü M ehmed Paşa’nın kardeşi­
şalmıştı. Açığı kapatm ak için olağanüstü ver­ nin oğlu olan ve bu yüzden “amcazade” olarak
giler konulması da huzursuzluğu artırmıştı. anılan Hüseyin Paşa’yı sadrazamlığa getirdi.
1687’de yaşanan büyük kıtlık bunalımı daha Hüseyin Paşa daha önce valiliklerde, II.
da derinleştirdi. IV. M ehmed bu durum Ahm ed dönem inde (1691-95) de kaptan-ı
karşısında Köprülü M ehmed Paşa’nm damadı deryalıkta ve sadaret kaymakamlığında bu­
Siyavuş Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Siyavuş lunmuştu. Amcazade Hüseyin Paşa sadrazam
Paşa da Köprülü M ehmed Paşa’nm küçük olduğu sırada Osmanlı ordusu Z en ta’da
oğlu, eniştesi Fazıl M ustafa Paşa’yı ikinci Avusturya karşısında ağır bir yenilgiye uğra­
vezir yaptı. Rum eli’deki kapıkulu askerleri­ mıştı. Hüseyin Paşa savaşı sürdürm enin ola­
nin ayaklanıp İstanbul’a yürümesi üzerine naksızlığını görerek çabalarını barış yönünde
Fazıl M ustafa Paşa ortalığı yatıştırmak için yoğunlaştırdı. 1699’da Karlofça Antlaşm ası’m
IV. M ehm ed’in tahttan indirilmesini sağladı imzaladı (bak. K a r l o f ç a A n t l a ş m a s i ) . Hüse­
(6 Kasım 1687). Yeni Padişah II. Süleyman yin Paşa bundan sonra Avrupa’da belirlenen
da 1689’da Fazıl M ustafa Paşa’yı sadrazamlı­ yeni sınırlardaki savunmayı güçlendirmeye
ğa getirdi. Geniş yetkilerle bu görevi kabul çalıştı. M erkezdeki yeniçeri sayısını da yarı
eden Fazıl M ustafa Paşa ilk olarak büyük yarıya azaltarak hazine giderlerini kıstı. Şey­
hoşnutsuzluklara yol açan olağanüstü vergile­ hülislam Feyzullah Efendi’nin baskısı yüzün­
ri kaldırdı. M erkezi yönetimde düzenlemeler den 1702’de sadrazamlıktan istifa eden H üse­
yaptı, birçok gereksiz harcamaya son vererek yin Paşa aynı yıl öldü. Köprülü ailesinden son
hâzineyi güçlendirdi. Kısa sürede gerçekleş­ sadrazam 1710’da kısa bir süre görev yapan
tirdiği bu işlerden sonra 1690’da sefere çıka­ Fazıl M ustafa Paşa’nm oğlu Numan Paşa’dır.
KÖRLÜK 63

KORLUK, görme duyusunun doğuştan ya da göz merceği takılır (bak. Göz). Bütün bu
sonradan yitimidir. Hiç görem eyen kişiler gelişmelere karşın, birçok durum da körlüğün
tıpta ve yasalar karşısında kör olarak kabul tedavisi bugün bile olanaksızdır. A m a bu
edilirken, görme duyuları çok zayıflamış ol­ kişiler özel eğitimle ve uzmanların desteğiyle
duğu için hareket ve iş yetenekleri kısıtlı olan kimsenin yardımı olmaksızın yaşamlarını sür­
kişiler de yasal olarak “görme özürlü” sayılır. dürmeyi öğrenebilirler.
H em en her ülkede kimlerin görm e özürlü
sayılarak sosyal yardım lara hak kazanacağı ve Körlerin Eğitimi
hangi alanlarda çalıştırılmayacağı yasalarla Bundan yaklaşık 200 yıl öncesine kadar
belirlenmiştir. Örneğin A B D ’de, görme du­ körlere hiçbir şey öğrenem eyen ve hiçbir iş
yusu normal olan bir insanın 60 metreden yapamayan insanlar gözüyle bakılıyordu. Bu
görebildiği şeyleri ancak 6 m etreden görebi­ yüzden çoğu yoksul düşerek dilenmek zorun­
len kişiler yasal olarak görme özürlü kabul da kalıyordu. Bazı ülkelerde körler için bakım­
edilir. İngiltere’de ise, görmeyi gerektiren evleri kuruldu, ama 18. yüzyıl sonlarına
herhangi bir işte çalışamayacak kişiler yasalar kadar eğitimleri konusunda hiçbir çaba göste­
karşısında görme özürlüdür. Norm al okullar­ rilmedi.
da görsel yöntem lerle eğitilemeyen 16 yaşın­ 1771’de Valentin H auy adında bir Fransız,
dan küçük çocuklar da bu tanım ın kapsam ına bir panayırdaki kalabalığın körlerle nasıl alay
girer. B ütün dünyada 28 ile 42 milyon arasın­ ettiğini gördükten sonra yaşamını körlerin
da kör ya da görme özürlü insan olduğu eğitimine ve yaşam koşullarının iyileştirilme­
tahm in edilm ektedir. sine adadı. Bir süre sonra, François Lesueur
D oğuştan ya da sonradan körlüğün çok adında kör bir çocuğu yanma alarak eğitmeye
çeşitli nedenleri vardır. A nnenin gebelik sıra­ başladı. Bu konudaki en büyük güçlük, oku­
sında kızamıkçık hastalığına yakalanması ya mayı öğretebilm ek için uygun bir yöntem
da erken doğan (prem atüre) bebeklere ku­ bulmaktı. K örler yollarını el yordamıyla bul­
vözdeyken çok fazla oksijen verilmesi çocuk­ dukları için dokunm a duyuları çok gelişmiştir.
larda körlüğe yol açabilir. Doğum dan sonra H auy’den önce de birkaç kişi körlere dokun­
da, göz dokularını örseleyen bir kaza ya da ma yoluyla okum a öğretm ek üzere girişimde
mikroplu bir hastalık, özellikle trahom kör­ bulunmuştu. Bunun için ya tahta levhalar
lükle sonuçlanabilir. Ayrıca görme sinirindeki üzerine oyulmuş ya da tahtadan ve kurşundan
ve beyin kabuğunun görm e alanındaki her­ yapılmış harfler kullanılıyordu. K örler bu
hangi bir yapı bozukluğu, hastalık ya da harflere parm aklarıyla dokunarak biçimlerini
örselenm e körlüğe neden olabilir. D aha ileri tanıyor ve sözcükleri heceleyerek okumayı
yaşlarda görme yitiminin belli başlı nedenleri öğrenebiliyorlardı. V alentin H auy, bir rast­
göz merceğinin saydamlığını yitirmesi (kata­ lantı sonucunda daha iyi bir yöntem buldu.
rakt) ve göz içi basıncının artm ası (glokom) Bir gün H auy yazı yazarken, kör öğrencisi
gibi göz hastalıkları ile şeker hastalığı gibi François ona yardım etm ek için masasının
m etabolizma bozukluklarıdır. Eskiden hemen üzerindeki bazı kâğıtları toplam aya başladı.
her zaman körlükle sonuçlanan glokom bu­ Bunların arasında, üzerine kabartm a baskı
gün erken tanı konulduğunda tedavi edilebil­ yapılmış bir karton kapak da vardı. Parm akla­
m ekte, katarakt ise ameliyatla giderilebil- rını kabartm a harflerin üzerinde dolaştıran
m ektedir. François’nm yazıyla ilgilendiğini fark eden
Bazı durum larda çok hassas ve karmaşık H auy, bu tip baskıların körler için çok daha
ameliyat yöntem leriyle körlere yeniden gör­ elverişli olduğunu düşündü. Böylece, görm e­
me yetisi kazandırılabilir. Örneğin “kornea yen öğrencilerinin yardımıyla yeni bir kabart­
nakli” denen yöntem de, gözündeki kornea m a baskı yöntemi geliştirerek bazı kitapları
katm anı yıkıma uğramış olan bir hastaya bir bu teknikle bastı. 1784’te de Fransız hüküm e­
ölünün gözünden alman sağlıklı kornea kat­ tinin desteğiyle ilk körler okulunu kurdu.
manı aşılanır. Bazen de göz merceği görev Birkaç yıl içinde, körlerin okum a yazma
yapamayacak durum da olan kişilere yapay öğrenebileceklerini, müzik aletlerini çalabile-
64 KÖRLÜK

H a rfle rin kabartm a


noktala rla s ım g e le n d iğ i
B raille alfabesi, körler
için çapraz b u lm a cala rın
hazırlanm asında bile
ku lla n ıla b ilir.
B ulm acanın ipuçları
B raille alfa be siyle ve
kabartm a baskı
te k n iğ iy le b ir kitapçıkta
to p la n ır. G özleri
g ö rm e ye n kişi
parm aklarıyla
dokun arak bu ipuçlarını
" o k u r" ve her b irin in
üzerinde kabartm a b ir
B raille harfi bu lu nan
küçük kareleri tahta b ir
çerçevenin içindeki
bo şlu klara ye rle ştire re k
bulm acayı çözer.

çeklerini ve el sanatlarında ustalaşabilecekle- çok A vrupa ülkesinde ve A B D ’de körlerin


rini kanıtladı. eğitiminde yalnızca Braille alfabesi kullanıl­
1847’de İngiliz eğitimci William M oon baş­ m aktadır.
ka bir kabartm a baskı tekniği geliştirdi ve Braille alfabesinde her harf, sayıları l ’den
H auy’nin baskısından daha kolay okunacağı 6’ya kadar değişen kabartm a noktalarla belir­
um uduyla alfabenin harflerini biraz daha ba­ tilir. Bu noktalar ikişer ikişer yan yana ve üç
sitleştirdi. A m a M oon’un baskısı kör çocuklar sıra halinde dizilerek “Braille hücresi” denen
için umduğu kadar elverişli olmadı. G ene de, bir dikdörtgen oluşturur. Örneğin en üst
okum a yazmayı öğrendikten sonra görme sıranın solundaki tek bir nokta A harfini
duyularını yitirdikleri için alfabeyi bilen kişi­ belirtir. Bunun altına bir nokta eklendiğinde
ler bugün bile M oon harfleriyle basılmış B, yanma bir nokta eklendiğinde de C olur.
kitapları sınırlı da olsa kullanm aktadırlar. Böylece, altı noktanın değişik düzenlemeler
Bu kabartm a baskıların hepsi çok ağır içinde yerleştirilmesiyle 63 ayrı karakter elde
okunuyordu ve bu yöntem le yazı yazmak pek edilir. Bunlardan 26’sı harf, 10’u noktalam a
kolay değildi. H auy’nin kör öğrencilerinden işaretleridir. Geri kalan simgeler ise “lık, lik,
Louis Braille (bak. B r a i l l e , L o u i s ) , harflerin m ek, m ak” eklerini ya da çok sık kullanılan
yerini kabartm a noktaların aldığı yeni bir kısa sözcükleri yazmak için bir tü r steno
sistem geliştirmeye çalıştı ve 1829’da, bugün olarak kullanılır. Örneğin “ben” ya da “h er”
de kullanılan Braille alfabesini hazırladı. Son­ sözcüklerini her seferinde üç ayrı harfle yaz­
radan bu yöntem de bazı değişiklikler yapıla­ m ak yerine bu sözcüğü tek bir dikdörtgende
rak oluşturulan başka alfabeler de bir süre belirtm ek daha basittir. A ynca m atem atik ve
kullanıldı. A m a günüm üzde, Türkiye’de, bir­ müzik işaretleri için de özel kodlar vardır.
KORLUK 65

Braille yazısı, kabarık noktaların okunan Bunun yanı sıra, yolda bir engel olduğu
yüzde yer aldığı kalın ve özel kâğıtlara basılır. zaman sesli bir uyarı işareti veren özel elek­
Bu yüzden, Braille alfabesiyle basılan kitaplar tronik donanımlı bastonlar da vardır.
çok kalın ve pahalıdır. Bazı körler de yollarını bulmak için kılavuz
Ne var ki, pek çok kişi parm aklarıyla köpeklerden yararlanır. Bu köpekler kişi­
dokunarak okumayı olanaksız bulduğundan liklerine ve zekâlarına göre özel olarak seçilip
Braille alfabesi de körlerin eğitim sorununa eğitilir. Alm an çoban köpekleri ile Labrador
tam bir çözüm getiremedi. Bugün pek çok köpekleri bu amaca en uygun köpeklerdir;
yapıt “konuşan kitap” denen özel bandlara
M n o o ip M u r r n v I F n r m / ı t
kaydedilm ekte ve istendiğinde özel aygıtlarla
dinlenebilm ektedir.
G ünüm üzde birçok ülkede görme özürlü
çocuklar için özel okullar kurulm uştur (bak.
ÖZÜRLÜLERİN E Ğ İT İM İ). Bu okullarda da nor­
mal ders program ı izlenir, ama uygulanan
eğitim yöntem leri oldukça farklıdır. Okum a
yazma eğitiminde Braille alfabesi kullanılır­
ken, harita ve şemalar da kabartm a taslaklar
üzerinden öğretilir. G ören çocuklarla birlikte
norm al okullarda eğitim gören kör çocuklar
ise bazı yardımcı aygıtlar kullanmak zorunda­
dırlar. Çalışm alarında en büyük yardımcıları
da teypleridir. Ayrıca hem en hem en bütün
körler yazı makinesi kullanmayı öğrenirler.
O kullarını bitirdikten sonra avukatlık ya da
bilgisayar mühendisliği gibi bir m eslek edin­
m ek üzere üniversite ve yüksekokullara de­
vam eden görme özürlüler Opticon ya da
Kurzweil makinesi gibi çağdaş aygıtlardan
yararlanırlar. Bu m akineler, yazılı ve basılı
m etinleri bir ışın demetiyle tarayarak “okur”
ve harfleri ya dokunm ayla anlaşılabilecek
Braille simgelerine ya da konuşm a sesine
dönüştürür.
G özleri g ö rm e ye n kişiler de ö rn e ğ in b ir heykeli
G örm e özürlülerin yalnızca eğitimlerini de­ e lle riyle yoklaya rak ç o k g e liş m iş olan do kun m a
ğil spor ve eğlence gereksinimlerini de karşı­ du yu la rıyla sanatın tadına va ra b ilirle r.
lam ak gerekir. K örler özellikle satranç, dom i­
no, dilmece gibi dokunarak oynanan oyunlara
kolay uyum sağlarlar. Ayrıca Braille ya da ama iri yapılı başka köpek soyları da kılavuz
M oon yöntemiyle hazırlanmış kabartm a oyun olarak eğitilebilir. H er köpek dört ay kadar
kâğıtlarıyla çeşitli oyunlar oynayabilirler. eğitildikten sonra, gözleri görmeyen sahibiyle
Yüzme, yelken, ata binme gibi sporları yapa­ tanıştırılır. D aha sonra, birbirlerine iyice alış­
bilen, dans öğrenen ve çeşitli müzik aletlerini maları için köpek ile sahibi birkaç haftalık
çalabilen pek çok görme özürlü vardır. ortak bir eğitimden geçirilir. Bu sürenin
Körlerin en büyük sorunlarından biri, özel­ bitiminde, köpek kendisinden beklenen kıla­
likle büyük kentlerde tek başlarına dolaşm ak­ vuzluk görevini kavrayarak kalabalıkta sahi­
tır. Bazıları, yalnızca bir bastonla önlerindeki bine yol gösterir ve caddede karşıdan karşıya
engelleri yoklayarak bunu yapabilir. Bu be­ geçerken yol boşalmcaya kadar bekler.
yaz bastonlar genellikle yaşlıların yürümek Ayrıca bazı ülkelerde görme özürlülere
için kullandıkları gibi sıradan bir bastondur. birçok işlerinde yardımcı olan gönüllü kuru-
66 KÖROĞLU

luşlan, yardım dernekleri ve özel hizmet halkı ezm ekte, ayaklanmaların yarattığı gü­
büroları vardır. vensizlik ortam ı sonunda halk dağlara ve
K örler arasından, bu özürlerine karşın çok korunaklı yerlere sığınmaktaydı. Bu koşullar­
verimli bir yaşam süren ve olağanüstü işler da halk Köroğlu’nun kişiliğinde toplumsal
yapmayı başaran pek çok insan çıkmıştır. başkaldırıyı simgeleştirmiş, hem bir halk kah­
Ö rneğin, çağdaş halk şairlerinin en büyükle­ ram anı, hem de bir halk ozanı yaratmış­
rinden biri sayılan Âşık Veysel 7 yaşından 79 tır.
yaşma kadar hiç görmeden yaşadı (bak. ÂŞIK Köroğlu Hikâyesi’nin birçok çeşitlemesi
V e y s e l ) . Büyük İngiliz şair John M ilton ise ortaya çıkmıştır. Bunlardan tam metin olarak
İngiliz edebiyatının en uzun ve görkemli şiiri Paris Kütüphanesi’ndeki Türkçe elyazması
olan Kayıp Cennet’i (Paradise L os t) 40 yaşla­ metni, Özbek Söylencesi’ni, İstanbul Söylen­
rında kör olduktan sonra yazdı (bak. M i l t o n , cesin i ve Tobol Söylencesi’ni başlıca örnek­
J o h n ) . A B D ’de yaşayan kör, sağır ve dilsiz lerden sayabiliriz. Ayrıca parçalar halinde de
H elen Keller da bu özürlerini yenmek için en birçok söylence vardır.
büyük savaşımı veren örnek kişilerden biridir.
19 aylıkken geçirdiği bir hastalık sonucunda Köroğlu Destanı
görm e, işitme ve konuşm a yetilerini yitiren A tlara çok düşkün olan acımasız ve zalim
H elen Keller, görme özürlü olan özel öğret­ Bolu Beyi bir gün seyisi Yusuf’u çağırarak
meni A nne Sullivan’ın desteğiyle bütün bu ondan kendisine örneği olmayan bir at bulma­
güçlükleri yenmeyi başardı. Okum ayı, yaz­ sını ister. Bu at dağları aşacak, azgın suları
mayı, konuşmayı ve birkaç yabancı dili öğren­ geçecek, uzağı yakın edecek güçte olacaktır.
dikten sonra kitaplar yazdı, dünyanın birçok Beyin bu emriyle yola çıkan Yusuf, uzun
ülkesini dolaşarak konferanslar verdi ve yaşa­ araştırmaların sonunda kır bir tay satın alır.
mını özürlülerin eğitimine adadı (bak. K EL­ Bu tayın babası Fırat Irm ağı’nın sularından
LER, H e l e n ) . çıkmış bir kutsal aygırdır. Am a bu soylu tay
son derece çelimsiz ve gösterişsizdir. İlerde
KÖROĞLU, söylencelere konu olmuş bir eşi bulunmaz bir at olacağını bilen seyis bu
halk kahram anıdır. 16. yüzyılda yaşadığı ka­ tayı alarak Bolu Beyi’ne getirir. Eşi benzeri
bul edilen Köroğlu’nun asıl adının Ruşen Ali, bulunmaz bir at bekleyen Bolu Beyi bu sıska
babasının adının da Yusuf olduğu yapılan tayı görünce öfkelenir. Yusuf’a gerçeği anlat­
araştırm alardan ve Köroğlu Hikâyesi’nden ma fırsatı verm eden gözlerine mil çektirerek
anlaşılmaktadır. Köroğlu’na ilişkin söylence­ onu kör eder ve tayı da yanma katarak kovar.
ler Balkanlar’dan O rta Asya’ya kadar çok Tayla birlikte memleketi Sivas’a giden Yusuf,
geniş bir alana yayılmıştır. Bazı kaynaklara olanları oğlu Ruşen A li’ye anlatır. Ruşen Ali,
göre Köroğlu, Celali ayaklanmaları sırasında Bolu Beyi’nden öç alacağına and içer.
ünlenmiş bir Celali önderidir (bak. CELALİ Babasının yol göstermesiyle Ruşen Ali kır
AYAKLANMALARI). Eskiçağlardan beri anlatıla- tayı eğitmeye başlar. Tay karanlık bir ahırda
gelen ve kör edilen baba ile onun öcünü bir yıl beslenir. Bir yıl sonunda at ahırdan
almak için çeşitli m ücadelelere giren oğula çıkarılıp çamurla doldurulan avluda koşturu­
ilişkin öyküler bu Celali önderinin kişiliğinde lur. Atın ayağına ceviz kadar bir çamur
efsaneleşmiştir. bulaşmıştır. Kör Yusuf oğluna ahırda iğne
Destansı ve türkülü bir halk öyküsü olan deliği kadar bir yerden ışık sızdığı için bu
Köroğlu Hikâyesi’ndeki kahram an ile 16. çamurun bulaştığını, bu deliği bulup kapat­
yüzyılda yaşadığı saptanan ve Yeniçeri Oca- masını söyler. Bir yıl daha bu karanlık ahırda
ğı’ndan yetişme bir âşık olan Köroğlu birbiri­ kaldıktan sonra bir kez daha çamurla kaplı
ne karıştırılmıştır. Am a daha sonraki araştır­ avluda koşturulan kır atın ayağına hiç çamur
m alardan bu iki Köroğlu’nun ayrı kişiler bulaşmaz. Artık at istenilen durum a gel­
olduğu anlaşılmıştır. miştir.
Köroğlu’nun yaşadığı dönem de Anadolu Bir gün Yusuf düşünde Bingöl D ağları’n-
halkı yoğun baskılar altındaydı. Yönetenler dan Aras Irm ağı’na gelecek üç köpüğün
KÖSTEBEK 67

gözlerini açacağını ve onu gençleştireceğini KÖSTEBEK. Tarla ve bahçelerde yer yer


görür. Sonunda Bolu Beyi’nden öç alabilme yükselen toprak tepecikleri köstebeklerin
olanağının doğduğuna sevinen Yusuf, oğlunu kazdıkları tünellerin birer göstergesidir. Siyah
yanına alarak Aras Irmağı kıyısında bekle­ ve yumuşak postlu bu küçük yapılı, böcekçil
meye başlar. Ne var ki, sihirli köpükler m emeliler yaşamlarını büyük ölçüde toprağın
geldiğinde dayanamayan Ruşen Ali köpükleri altında tüneller kazarak geçirir. Kadifemsi
kendisi içer. Bunu öğrenen Yusuf üzülürse tüyleri her yöne kolaylıkla yattığından hayva­
de, oğlunun bir babayiğit olacağına ve kendisi nın kazdığı daracık tünellerde hem öne, hem
yerine öcünü onun alacağına sevinir. Bu de arkaya doğru ilerlemesi kolaylaşır. K öste­
sihirli köpükler Ruşen Ali’ye sonsuz yaşama beğin kuyruğu kısa, duyarlı burnu hareketli,
gücü, yiğitlik ve ozanlık yetisi vermiştir. Bu postuna gömülü küçük gözleri körelmiştir.
sırada Yusuf oğluna öcünü almasını vasiyet Küreğe benzeyen ön ayakları kazmaya çok
ederek ölür. uygundur. Köstebekler gevşek toprakta daki­
Kır atı yanına alan Ruşen Ali dağlara çıkar. kada 0,3 m etre uzunluğunda bir tünel kazarak
Köroğlu adını almış, ünü A nadolu’nun dört ilerleyebilir.
bir yanma yayılmıştır. Çevresine toplanan Köstebekler kazdıkları karmaşık tünel ağ­
yiğitlerle soygunlar yapm akta, ele geçirdikle­ ları içinde sürekli dolaşarak buldukları solu­
riyle yoksullara yardım etm ektedir. Adam la­ can ve böceklerle oburca beslenirler. Bir
rıyla birlikte Çamlıbel’e giderek Bolu Beyi’ köstebek gün boyunca kendi ağırlığından
nin konağının karşısına bir kale yaptırır. fazla besin tüketebilir. Yiyeceklerini bazen
Üzerine gönderilen orduları bozguna uğratır. açtığı tüneller boyunca genişlettiği odacıklar­
Bolu Beyi’nin tüm huzuru kaçmıştır. Köroğlu da saklar.
bir yandan da sazını çalıp türküler söylemek­ Yavru köstebekler doğduklarında tüysüz ve
tedir. pembedir. Su baskınlarından korunmaları
Bolu Beyi’nin ordularını sürekli bozguna için tünellerden daha yukarda hazırlanan
uğratan, gelip geçen kervanlardan baç alan yuvalarda büyütülürler. Köstebekler bitkile-
Köroğlu bir gün çobanın birinden İstanbul’da
kasap başının oğlu Ayvaz’ın övgüsünü duyar.
L y n w o o d Chace
Ayvaz’ı kaçıran Köroğlu ona dövüşmeyi ve
silah kullanmayı öğretir. Daha sonra Bolu
Beyi’nin kız kardeşi Döne H atun’u kaçırarak
onunla evlenir.
Köroğlu çevresini saran Deli Hoylu, De-
mircioğlu, Kiziroğlu M ustafa, Koca Bey, Kö­
se Kenan, Reyhan A rap gibi ünlü yiğitlerle
birlikte büyük seferlere çıkar. Girdiği bütün
mücadeleleri kazanır. Ezilen halkın gözün­
de bir kahram an durum una yükselir. Ama
“delikli dem ir” adını verdiği tüfeğin icadıyla
yiğitlik geleneği bozulur. Beylerini etrafına
toplayan Köroğlu onlardan dağılmalarını is­
ter. Bu arada kır at da kaybolmuştur. A rdın­
dan Köroğlu da kaybolur.
Köroğlu Hikâyesi’ndeki türkülerde top­
lumsal eleştiri ağır basar. Yalın bir dille
söylenmiş olan şiirlerde yiğitlik, sevda, doğa
güzellikleri karşısında duygulanışlar ustalıkla
işlenir. Köroğlu şiirlerinde kır at ile özdeşleş­
Kuzey A m e rika 'd a yaşayan yıldız bu ru n lu köstebek
miştir. Ayrıca Köroğlu’nun yaşamındaki adını, b u rn u n u çevreleyen ve dokunaç işlevi gören
önemli kişiler de şiirlerde yer alır. etli uzantılardan alır.
68 KÖY

rin köklerine zarar verdikleri için çiftçiler kurdular. Köyler düşm anlara karşı korunmak
tarafından öldürülm ektedir. Am a köstebekle­ için yüksek bir çit ve bir hendekle çevrilmişti.
rin toprağı altüst edip havalandırm ak ve Bir bölümü ise göllerin dibine çakılan kazıkla­
zararlı omurgasızları yok etm ek gibi yararları rın üstüne kurulm uştu. Bu ilk köylerin izleri­
da vardır. Köstebeğin postu kürkçülükte ol­ ne arkeolojik kazılarda rastlanm aktadır. D a­
dukça değerlidir. ha sonra kurulan köylerin bir bölümüyse
Bayağı köstebek ( Talpa europaea) Avras­ kentlerin çekirdeklerini oluşturdu.
ya’da yaygın biçimde görülür. Türkiye’de O rtaçağa gelindiğinde A vrupa’daki tipik
N H P A /Stephen D alton bir köyün nüfusu 50 kişiyi geçmezdi. Evler,
saz ya da kesek damlı ahşap yapılardı. H er
evin bir çit ile çevrili bir parça toprağı vardı
ama o zaman sebze pek yetiştirilmediği için
bahçe olarak kullanılmazdı. Köyün çevresin­
de sürülmüş tarlalar, çayırlar ve ağaçlıklar yer
alırdı. Sürülmüş tarlalar çitlerle ayrılmış de­
ğildi, açık olarak uzanıyordu. H er köylünün
belli sayıda çitle çevrilmemiş şerit halinde
uzanan tarlaları vardı. Bütün köylülerin, or­
tak malı olan çayırdan belli m iktarda saman
almak hakkıydı. Ayrıca köyün korusunda
belli sayıda hayvan da besleyebilirdi.
Böyle örgütlenmiş bir köy, malikâne adıyla
Bir bayağı köstebek. K östebekler gü çlü ve kürek da bilinirdi. M alikânenin başında bir lord
b iç im in i alm ış ön ayaklarıyla to p ra ğ ı kazar. olurdu. Köylüler tarla parçalarını bu lorddan
kiralarlardı. Bazen köy toprağında lordun
mülkü olan arazide çalışırlar ve bu çalışmaları
Trakya ve A nadolu’nun kuzey kesimlerinde kiraya sayılırdı. Bazen kira ürün olarak öde­
yaşar. Kuzey A m erika’ya özgü yıldız burunlu nirdi. D aha sonraları bu kira para olarak
köstebek (Condylura cristata) adını burnunun ödenmeye başlandı.
çevresindeki yıldız biçiminde dizilmiş etli Ortaçağın sonlarına doğru bâzı lordlar ve
uzantılardan alır. Sıkça yuvasından ayrılan bu zengin köylüler kendi topraklarını çitlerle
tür iyi yüzer. ZEFA
A frika’da yaşayan altınköstebekler gerçek
köstebeklere benzem ekle birlikte akraba de­
ğildirler. Ön ayaklarının ikisinde kazma gibi
kaim ve sivri uçlu tırnaklar bulunur. Postları
altın sarısı ya da yeşilimsi ışıltılıdır. Avustral­
ya’da yaşayan keseliköstebeklerin (Notoryc-
tes cinsi) gerçek köstebeklerle hiçbir akrabalı­
ğı yoktur. Ön ayaklarında toprağı kazmakta
kullandıkları iri ve koni biçiminde tırnakları
vardır. Küt burnu ve kuyruğu kalın bir deriyle
örtülüdür.

KOY. Günüm üzde en küçük yerleşme birimi


olan köy bundan binlerce yıl önce insanın
eriştiği en yüksek uygarlık düzeyinin göster­
gesiydi. İlk insanlar alet yapmaya, birlikte
yaşamaya ve avlanmaya başladıktan binlerce G ana'da köylerd e ya şa ya n la r çoğ un lukla
yıl sonra yerleşik tarım a geçtiler; ilk köyleri b irb irle riy le akrabadır.
KÖY 69

British Tourist A uthority


İng iltere , VViltshire'de b ir köy.

çevirmeye başladı. Önceleri bu topraklar bu nedenle de belediye örgütü kuram ayan,


koyun yetiştirm ekte, 18. yüzyılda da ürün yönetimi halkın seçtiği ihtiyar meclisince yü­
miktarını artırm a yöntemlerini denem ek için rütülen ve yaylak, otlak, cami gibi ortak mal­
kullanıldı. Birçok köylü çitle çevirme hareketi ları bulunan bir yerleşim birimidir. Köylerde
sırasında toprağını kaybedince büyük zarara halkın temel uğraşı tarım dır. Çoğunlukla ge­
uğradı. niş ailenin yaygın olduğu köylerde kendi ken­
18. ve 19. yüzyıllarda Sanayi Devrimi de­ dine yeterli bir yaşam sürdürülür. Satmak için
nen büyük değişimlerin ortaya çıkmasıyla ürettikleri temel ürünün dışında günlük ge­
(bak. SANAYİ DEVRİM İ) köy yaşamı büyük reksinmelerinin büyük bir bölümünü kendile­
ölçüde değişti. Köylünün satm ak ya da kendi ri sağlarlar. Köyde halkın işleri hem en hemen
kullanmak için evinde ürettiği kum aş, m o­ aynıdır. Mevsimine göre ekim, dikim, nadas,
bilya ve öbür m addeler artık fabrikalarda çapalama, budam a, sulama, ürün toplama,
daha ucuz ve çabuk yapılıyordu. Köylüler iş harm an yapma gibi işlerle uğraşılır. Yalnızca
bulmak için hızla büyüyen kentlere gitmek ormancılık, balıkçılık ya da hayvancılık yapı­
zorunda kaldılar. Bu durum bugün birçok lan köyler de vardır.
ülkede hâlâ sürüyor. Yerleşme düzenine göre köyler toplu ve
dağınık diye ikiye ayrılır. Evlerin yan yana
Türkiye'de Köy bitişik ya da küçük bahçelerle birbirinden
Bugün ülkemizde köy, tüzel kişiliğe sahip en ayrıldığı toplu köyler M arm ara, Ege ve İç
küçük yerel yönetim birimi olarak tanım lana­ A nadolu’da yaygındır. Bu köylerde konutlar,
bilir. Yasaya göre köy nüfusu 2.000’i aşmayan cami, kahve, okul gibi tüm köyün ortaklaşa
70 KÖY ENSTİTÜLERİ

Köyde yapılan işleri yasalar “zorunlu” ve


“isteğe bağlı” olarak ikiye ayırmıştır. Güven­
lik, sağlık, temizlik, bayındırlık, yol, su, tarım
işleri ve okul yapımı zorunlu işlerdir. İsteğe
bağlı olanlar ise hamam, çarşı yapımı gibi
işlerdir. İsteğe bağlı işler köy derneğinin
kararı ve mülki amirin onayıyla zorunlu işler
durum una getirilebilir. Zorunlu işleri yapma­
yan köylüler cezalandırılır.

KÖY ENSTİTÜLERİ, Türkiye’de yaşanmış


ilginç ve önemli bir eğitim deneyidir. Amacı
A n a d o lu Yayıncılık A rşivi köy kalkınmasına önderlik edecek becerilerle
M uş'ta b ir köy. donatılmış öğretm enler yetiştirmek olan köy
enstitüleri 1940’ta kurulmuş, 1947’de öğretim
kullandığı yapıların çevresinde toplanır. Kö­ program larında yapılan değişikle kuruluş
yün etrafında ise m era ve tarlalar vardır. amacından hayli uzaklaşmış, 1954’te de kapa­
Birkaç evlik kümelerin ya da çok geniş bir tılmıştır.
alana yayılmış tek tek evlerin oluşturduğu Köy enstitülerinin kurulmasına yol açan
köyler ise Karadeniz ve Akdeniz bölgeleri ile gelişmelerin başlangıcı 1935’e kadar uzanır.
Doğu A nadolu’nun bazı yerlerinde yoğunlaş­ Bu tarihte Türkiye’nin 16 milyon olan nüfusu­
mıştır. Bu tür köylerde konutlar çoğunlukla nun 12 milyonu köylerde yaşıyordu. 40 bin
tarım alanının ortasında yer alır. köye dağılmış bu nüfusun ancak yüzde 10’u
Köyde yönetim organları m uhtar, ihtiyar okum a yazma biliyordu. Okulu olan köy
meclisi ve köy derneğidir. Merkezi yönetimin sayısı 4.773’tü ve bu okullarda 6.950 öğret­
köydeki temsilcisi olan m uhtar köy yönetimi­ m en görev yapıyordu. Çoğu üç yıllık öğretim
nin başı ve yürütm e organıdır. M uhtar aynı yapan köy okullarında, kent okullarıyla aynı
zam anda köy tüzel kişiliğinin de temsilcisidir. öğretim programı uygulanıyor, öğretilen bil­
Bu amaçla köyü m ahkem elerde temsil edebi­ giler köyün gereksinimlerine uymadığı gibi,
lir; ihtiyar meclisi ile birlikte köy bütçesini günlük yaşamda kullanılmadığından zamanla
hazırlar. okum a yazma bile unutuluyordu. Bu gerçek­
İhtiyar meclisi köyle ilgili yürütm e kararları ler ilgili herkesçe kabul edildiğinden, Cum hu­
alan ve bunu uygulayan organdır. Çalışmala­ riyet Halk Partisi’nin 1935’te toplanan 4.
rını m uhtarın başkanlığında sürdürür. Köy Büyük Kurultayı’nda ilköğretimin hızla yay­
imamı ile öğretm eninin doğal üye olduğu gınlaştırılması kararı alınınca Milli Eğitim
ihtiyar meclisinin sayısı köyün büyüklüğüne Bakanlığı köyün gereksinimlerine uygun yeni
göre değişir. İhtiyar meclisi imece yükümlü­ tip öğretm enler yetiştirmek için hazırlıklara
lüklerini belirler, köy işlerinde üstüne düşeni girişti.
yapmayanlara para cezası verir, yapılacak İlk kez 1936’da geçici olarak açılan eğitmen
işleri sıraya koyar. M uhtar ve ihtiyar meclisi kurslarıyla kısa süreli bir eğitimle köy eğit­
beş yılda bir yapılan yerel seçimlerde köy hal­ m enleri yetiştirilmesine başlandı. Bu deneyin
kınca basit çoğunluk sistemine göre seçilir. olumlu sonuçları görülünce 1937’de yalnız
Köy derneği, seçmen niteliğini taşıyan bü­ köy çocuklarının alındığı ve köye yönelik bir
tün köylülerin oluşturduğu bir organdır. Köy öğretim programı uygulayacak köy öğretm en
halkının yönetime doğrudan ve eksiksiz katılı­ okullarının açılması kararlaştırıldı. İlk örnek­
mını amaçlar. Köy yönetiminin organla­ leri Kızılçullu (İzmir) ile M ahmudiye’de (Es­
rını seçmenin dışında zorunlu işleri saptam ak, kişehir) kurulan köy öğretm en okullarının sa­
bazı köy görevlilerinin ücretlerini belirlemek yısı 1938’de üçe (K araağaç-Edirne), 1939’
gibi işleri yerine getirir. Köyün kamu görevli­ da dörde (Gölköy-Kastamonu) yükseldi.
leri köy korucusu, köy kâtibi ve imamdır. 1939’da toplanan 1. Eğitim Şûrası bu uygula-
KÖY ENSTİTÜLERİ 71

Üstte: K epirtepe Köy E nstitüsü öğ re n cile ri


Sağda: K astam onu, K olköy Köy Enstitüsü
ö ğ re n cile ri.
72 KRALLIK

manın daha da geliştirilip yaygınlaştırılması partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin için­
yolunda bir karar alınca, üç yıllık denemenin den, hem de m uhalefetten çeşitli eleştiriler
sonuçlarından da yararlanarak köylerin ge­ yöneltildi. Bunlardan etkilenen hüküm et de
reksinimleri ve köy öğretm eninin nitelikleri eğitim politikasında değişiklik yaparak önce
ayrıntılı olarak belirlendi ve 1940’ta çıkarılan 1947’de eğitmen kurslarına son verdi. Ensti­
bir yasayla köy enstitülerinin kurulmasına tülerin öğretim program larında değişiklik ya­
başlandı. pılarak uygulama dersleri azaltıldı. Bunu
20 bölgeye ayrılan ülkede her bölge için bir 1948’de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’
enstitü kurulması öngörüldü. D aha önce açı­ nün kapatılması izledi. 1950’de D em okrat
lan köy öğretm en okulları da köy enstitüsüne Parti başa geçince ilk olarak sağlık bölümleri
dönüştürüldü ve hızla yenilerinin kurulmasına kapatıldı. 1953’te programları bir kez daha
başlandı. Kent ve kasabaların dışında tarıma değiştirilerek öbür ilk öğretm en okullarına
elverişli toprağı bulunan alanlarda kurulan yaklaştırıldı. 1954’te de ilk öğretm en okulla­
enstitü binalarının büyük bölümü öğrenciler- rıyla birleştirilerek kapatıldı.
ce yapıldı. 1941’de 14’e varan enstitü sayısı Köy enstitüleri, ilk mezunlarını verdiği
1946’da 20’ye, 1948’de de 21’e ulaştı. 1942’de 1942’den nitelik değiştirdiği 1953’e kadar
köy enstitülerine öğretm en yetiştirm ek am a­ 1.398’i kız, 15.943’ü erkek olmak üzere top­
cıyla A nkara H asanoğlan’da bir de yüksek lam 17.341 öğretm en yetiştirmiştir. 1936-47
köy enstitüsü kuruldu. yılları arasında açık kalan eğitmen kursların­
Öğrenim süresi beş yıl olan köy enstitüleri­ da da toplam 8.675 eğitmen yetişmiştir. Ensti­
ne beş yıllık köy ilkokullarını bitiren kız ve tülerin sağlık bölümleri ise toplam 1.248
erkek öğrenciler seçilerek alındı. Bunun ya­ mezun vermiştir.
nında üç yıllık köy ilkokullarını bitirenler
arasından başarılı görülenler de iki yıllık KRALLIK ya da monarşi, devlet yönetiminde
hazırlık öğreniminden sonra enstitülere kabul tek kişinin egemenliğidir. Tarih boyunca en
edildi. Enstitülerde kültür dersleri yanında yaygın yönetim biçimi olan krallık, geçmişte
tarım ders ve çalışmaları, teknik ders ve hem en hemen bütün ülkelerce benimsenmiş­
çalışmaları da yapılıyordu. Bu ders ve uygula­ ti. Günüm üzde de bazı ülkeler, geçmişe göre
m alarda erkek öğrencilere tarla ve bahçe daha değişik bir biçimde de olsa, krallıkla yö­
tarımı, sanayi bitkileri tarımı, hayvancılık, netilir. Batılı devletler söz konusu olduğunda
arıcılık ve ipekböcekçiliği, balıkçılık, demirci­ kral ya da im parator denen bu yöneticiler, do­
lik, m otorculuk, dülgerlik, marangozluk, du­ ğuda hüküm dar, kağan, hakan ve padişah gibi
varcılık, betonculuk, kız öğrencilere de biçki- değişik adlarla anılır.
dikiş, el sanatları, örgü ve dokumacılık öğreti­ M utlak krallık'idi, kral kendi başına tüm
liyordu. Eğitim ve öğretimde doğaya uygun­ yasama ve yürütm e görevini üstlenir. Yasaları
luk,, kendi kendini yönetm e ve kendi kendine kendi koyar ve devlet yönetiminde tek yetkili­
çalışma ilkeleri tem el alınıyordu. Okulu biti­ dir. Bu m utlak egemenliğe karşı çoğulcu
rip öğretm en olanlar hemen köy okullarına yönetim düşüncesinin gelişmesiyle kralın yet­
atanıyor, aylık ücretten başka işlemesi için kileri giderek sınırlandırıldı ve mutlak krallık
toprak ve tarım araç gereçleri de veriliyor, sistemi anayasal krallık'a. (meşruti monarşi)
tarımsal kalkınmada köylüye önderlik yapm a­ dönüştü. Bu sistemde kral, yönetim erkini,
sı isteniyordu. Yedi köy enstitüsünde açılan genellikle seçimle işbaşına gelen parlamentoy­
sağlık bölümlerinde de köy sağlık ocaklarında la paylaşmak zorundadır. Anayasal krallıkta
görev yapacak sağlık m emurları yetiştiriliyor­ yasama gücü parlam entoya geçer, yetkileri
du. Ayrıca enstitülerde 1936’da başlayan kısıtlanan kral ise devletin başında yürütme
uygulamanın devamı olarak kısa süreli kurs­ görevini sürdürür. Bu gelişmenin başlangıcı
larla eğitmen yetiştirilmesi de sürdürülüyor­ İngiltere’de ortaçağa kadar uzanır. A vrupa’
du. nın öbür ülkelerinde ise anayasal krallıkların
1946’da çok partili yaşama geçilmesinden temeli 18. yüzyılda atılmıştır.
sonra köy enstitülerine karşı hem iktidar Daha 200 yıl önce hemen hemen bütün dün­
KRAL MADENİ 73

ya ülkeleri krallıkla yönetilirken, günümüzde M utlak krallıklar, gelişen kapitalizmle bir­


özellikle İngiltere, D anim arka, Hollanda ve likte ortaya çıkan parlam enter akımlara kar­
Japonya gibi ülkelerde kral artık bir simge du­ şın 18. yüzyıl boyunca egemen yönetim biçimi
rum undadır. Yürütm e yetkisini de halkın seç­ oldu. Am a Am erikan Bağımsızlık Savaşı,
tiği meclise karşı sorumlu olan bakanlar 1789 Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşları
üstlenmiştir. Kralın görevi, devlet başkanı ola­ demokrasi düşüncesini öbür Avrupa ülkeleri­
rak ülkesini yurtiçinde ve yurtdışında temsil et­ ne de yaydı; 19. yüzyılda kralların yetkisinin
mek ve resmi törenlere katılmakla sınırlıdır. kısıtlandığı anayasal krallıklar yaygınlaştı.
Eskiçağlarda, devlet yönetimini tek elden Günüm üzde Suudi Arabistan ve Nepal
yürüten kralların tanrısal nitelikleri de ol­ gibi az sayıdaki birkaç ülke dışında, mutlak
duğuna inanılırdı. Süm erler’de kent devlet­ krallıklar yerlerini genellikle cumhuriyet yö­
leri bir tanrı adına kurulurdu. Tanrının vekili netimlerine ya da kralın yalnızca bir simge
sayılan kral da kentin dinsel ve siyasal olarak kaldığı anayasal krallıklara bırakmıştır
yöneticisiydi. Eski Mısır’da kral tanrının oğlu (bak. CUMHURİYET).
olarak görülür, H ititler’de ise öldükten sonra
tanrılaştırılırdı. R om a’nın çoktanrılı döne­ KRAL M A D EN İ, kalay ile kurşun ya da
minde im paratorlar, çoğunlukla kendilerine bakırı alaşımlayarak (karıştırarak) elde edi­
tanrı olarak tapmılmasmı isterlerdi. Japon im­ len, gümüşsü gri renkli bir metaldir. İlk
paratorları soyunun da tanrıdan geldiği düşü­ olarak ortaçağda tabak, çanak yapımında
nülürdü. kullanılmıştır. A vrupa’nın en iyi kral madeni
Kral öldüğü zaman tahtın vârisi olan oğlu, ise İngiltere’deki Londra, York ve Newcastle’
eşi ya da bir akrabası onun yerini alır ve B arnaby’s

yetkileri elinde toplar. Bazı ülkelerde, kadın­


lar tahtın vârisi olamazlar. İngiltere ve Dani­
m arka gibi bazılarında ise kadınların da tahta
geçme hakları vardır.
D aha önceki dönem lerde, kralın tahta geç­
mesi bir ölçüde seçime dayanırdı. H ititler’in
ilk zamanlarında kral, hanedan içinden soylu-
larca seçilirdi. Daha sonra krala tahta geçe­
cek kişiyi seçme hakkı verildiyse de, bu
vârisin kral olabilmesi için gene soyluların
onayını alması zorunluydu. A vrupa’nın bar­
bar krallıklarında da kralın yönetime gelmesi­
nin ardında kabile şefleri vardı. Hıristiyanlı- Kral m ad en ind en ya p ılm ış İn g iliz bira bardakları.
k’m yaygınlaşmasından sonra, tahta geçebil­
mek için vâris olmanın yanında papalık onayı
da gerekliydi. Am a daha sonra papalık da üretilirdi. Bu metalin üretiminde kullanı­
otoritesine karşı çıkan krallar, yönetimin ba­ lan kalay Cornwall’dan gelirdi. Üretilen ala­
badan oğula kalmasını güvenceye aldılar. şımlar ise A m erika’daki kolonilere satılıyor­
Ortaçağda yönetim erkini feodal beylerle du. Tabak, tepsi, tuzluk gibi sofra takımları­
paylaşan krallar, 15. yüzyıldan başlayarak, nın ve şık eşyaların yapımında kullanılan kral
zenginleşen tüccarların ve bazı feodal beyle­ madeni kalay ve bakırdan hazırlanırdı; ça­
rin desteğiyle merkezi bir otorite olmayı nak, tas ya da şamdan gibi kaba eşyaların
başardılar ve devlet yönetiminde mutlak bir yapımında kullanılan alaşımda ise bakır yeri­
egemenlik kurdular. Böylece, ticaretin gelişi­ ne kurşun kullanılırdı.
mini engelleyen feodal beylikleri merkezi 19. yüzyılda porselenden yapılmış ucuz
krallıklar içinde birleştirerek, ülke toprakları­ eşyalar ve sofra takımları piyasaya çıkınca
nı serbest ticaretin yapılabildiği büyük pazar­ kral madeni giderek kullanılmaz oldu; ama
lara dönüştürdüler. günümüzde bazı ülkelerde kapaklı büyük bira
74 KREOZOT

maşrapaları hâlâ kral m adeninden yapılmak­ “Karun kadar zengin” deyimi bu kraldan
tadır. Kral madeni kolayca erir ve bir kalıba kaynaklanmaktadır.
dökülerek istenen biçime getirilebilir. K apak­ Krezüs, Anadolu kıyısı boyunca birçok
lı m aşrapalar da döküm yöntemiyle hazırla­ Yunan kentini ele geçirdi, bir yandan da Eski
nır, daha sonra dövülerek biçimlendirilir. Yunanlılar’la ticareti sürdürdü. Yunan halkı­
Kral m adeninden yapılan eşyalar oldukça da­ nı ve onların yaşayışını beğenen Krezüs, tanrı
yanıklı ve ucuzdur; ama çok yumuşak oldu­ A pollon’un Delfi’deki tapınağına armağanlar
ğundan kolayca eğrilebilir ya da ezilebilir. yolladı. Yunan gezginlerini sarayında ağırladı
ve buyruğu altındaki Yunan kentlerinin bir
KREOZOT, ağaç malzemeleri havanın etki­ ölçüde kendi kendilerini yönetm elerine izin
sinden korum ak ve çürümelerini önlem ek için verdi.
kullanılan; koyu renkli bir sıvıdır. Bunun için Pers Kralı Kiros (Kuruş) Lidya’nın altın
malzeme kreozota daldırılarak bu sıvıyı iyice yataklarını ele geçirmeyi aklına koymuş olma­
emmesi sağlanır. Bahçelerdeki ağaç sundur­ saydı, belki de sonunda Yunanlılar ile Lidyalı-
m alar, parm aklıklar, telefon direkleri, de­ lar Krezüs’ün yönetimi altında birleşecekler­
miryolu traversleri bu biçimde işlem gören di. Krezüs, Kiros’un niyetini öğrenince Delfi’
pek çok malzemeden birkaçıdır. Kreozota deki kâhine giderek (bak. DELFİ KÂHİNLERİ)
“katranruhu” da denir; çünkü bu madde savaşa girmek konusunda düşüncesini öğren­
köm ür ya da odun katranından elde edilir. mek istedi. Kâhin ona, eğer savaşırsa güçlü
Am a bu ikisi birbirinden farklı m addelerdir; bir imparatorluğun yıkılabileceğini söyledi.
bu bakım dan köm ürden elde edileni “köm ür Krezüs bu uyarıyı, Pers hüküm darını yenece­
katranı kreozotu” , odundan elde edileni ise ği biçiminde yorumladı. Ne var ki, Sart’taki
“odun katranı kreozotu” olarak adlandırı­ büyük savaşta yıkılan kendi imparatorluğu
lır. oldu.
Eski Yunanlılar odun dum anında bir süre Yenilen kralın başına gelenlere ilişkin deği­
bekletilerek tütsülenen etlerin bozulmadan şik söylentiler vardır. Bunlardan biri, Kre­
saklanabileceğini bulmuşlardı; 1832’de odun züs’ün kendini yanmakta olan bir odun yığını
katranından bu özelliklere sahip bir madde üzerine attığı, ama tanrı Apollon’un alevleri
elde edildi ve bu maddeye “eti koruyan” söndürm ek için bir sağanak göndererek onu
anlamına gelen Yunanca kreozot adı verildi. kurtardığı yolundadır. Bir başkasına göre,
Kayın ya da çam ağacından elde edilen ve Kiros’un buyruğu üzerine, yakılması için ha­
renksiz ya da sarı bir yağ olan odun katranı zırlıklar tam amlanır; alevler yükselirken Kre­
kreozotu cerrahlar ve diş hekimlerince bir züs yüksek sesle Yunan devlet adamı ve şair
antiseptik olarak kullanıldı; bugün de öksü­ Solon’un adını anar. Kiros ona böyle bir anda
rük ve bronşitin tedavisinde kullanılm akta­ neden Solon’u andığını sorar. Krezüs de, bir
dır. zamanlar zenginliği ve mutluluğuyla övünür­
Eskiden odun katranı kreozotunda bulunan ken, sonunun nasıl geleceğini bilmeden, kim­
maddelerin aynısının köm ür katranında da senin mutluyum diyemeyeceğini söylediği için
olduğu sanılıyordu; bu nedenle köm ür katra­ Solon’u andığını anlatır. Bu açıklamadan çok
nından elde edilebilen ve ahşap malzemelerin etkilenen Kiros, Krezüs’ü odun yığınından
korunması için kullanılan yağlar da günümüz­ çekip alır ve ona tahtını geri verir.
de kreozot adıyla anılır.
KRİKET, İngiltere’de ve eskiden İngiltere’nin
KREZÜS. Batı A nadolu’daki Lidya devleti­ sömürgesi olan Avustralya, Yeni Zelanda,
nin son kralı olan ve yaklaşık İÖ 560-546 Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerde yaygın
arasında ülkesini yöneten Krezüs’ün hangi olan bir oyundur. 11 kişilik iki takım arasında
tarihte nerede doğup, nerede öldüğü bilin­ top ve sopayla oynanır.
m em ektedir. Krezüs zenginliğiyle ünlüydü. Kriket topu m antardan yapılır ve kırmızı
Tarihte ilk kez onun zamanında altın ve deriyle kaplıdır. Tahtadan yapılan 1,1 kg
gümüş para basıldığı söylenir. Dilimizdeki ağırlığındaki uzun saplı kriket sopasının bir
KRİKET 75

Krikette kaleleri v u ru c u la r savunur.

yüzü düz, bir yüzü yuvarlaktır. Kriket düz, için alana yayılır. Altı atışlık her seri sonunda
çim bir alanda oynanır. Alanın ortasındapitch top yuvarlayıcı ve topun atıldığı kale değişir.
adı verilen, 20 metre uzunluğunda, 3 metre Top yuvarlayıcı attığı topla kaledeki çubukla­
genişliğinde bir bölüm vardır. H er iki ucunda­ rı düşürüp, kaleyi savunan vurucuyu oyundan
ki iki yuvarlama çizgisinin ortasında, yan yana çıkarmaya çalışır. Vurucu, kaleye atılan topa
dikilmiş 70 cm boyunda üç çubuktan oluşan sopayla vurarak kaleyi korur. Vurulan top
kaleler (wicket) bulunur. Kalelerin üzerine, uzaklaşırken, vurucular sayı kazanmak için
çarpmayla düşebilecek biçimde ikişer ufak çu­ kaleler arasında koşarak gidip gelirler. H er
buk (bail) konur. Yuvarlama çizgilerinin 1,2 gidiş takıma bir sayı kazandırır. Vurulan top
m etre önünde vuruş çizgileri vardır. oyun alanı dışına çıkarsa altı sayı kazanı­
Oyun altı atışlık serilerden oluşan iki devre­ lır.
de oynanır. Birinci devrede kalelere top atan Top yuvarlayan takımın alan savunma oyun­
takım, ikinci devrede kaleleri savunur. Oyun cuları, vurucunun uzaklaştırdığı topu tutup
başlarken, kaleleri savunacak olan takımın iki kaleye atarak vurucuları oyundan çıkarmaya
vurucusu her iki kalede yerlerini alır. Takımın çalışır. Yuvarlanan topun kaledeki çubukları
öbür oyuncuları, vurucular oyundan çıkınca düşürmesi, alan savunma oyuncularından bi­
onların yerini almak üzere hazır bekler. R a­ rinin vurulan topu tutm ası, vurucular kaleler
kip takımdan bir top yuvarlayıcı, kaleye topu arasında koşarken topun kaleye atılıp çubuk­
yuvarlar. Öbür oyuncular kaleyi savunan ları düşürmesi, vurucunun topa elle dokun­
vurucunun vurduğu topu tutup kaleye atmak ması gibi durum larda vurucu oyundan çıkar
76 KRİL

duyargası, bölütlü gövdesinin ön bölümünü


örten sert bir kabuğu vardır. D aha iri türlerin
uzunluğu 15 santimetreyi bulur. Kuzey krili-
nin (Meganyctiphanes norvegica) yaşama böl­
gesi Kuzey Kutup Bölgesi yakınındaki deniz
sularıyla sınırlıdır.

Kril Sürüleri
Kriller A ntarktika yakınlarında olağanüstü
yoğun ve geniş sürüler halinde yaşar. Kilo­
m etreler boyunca uzanan bu sürülerin bulun­
duğu suların bir m etreküpünde 50 bini aşkın
kril vardır. Krillerin sayılan yaz aylarında son
A drian M urrelllAllsport Photographic derece artarken bazı yıllar yalnız bayağı kril
K riket o yu n cu la rı vu ru c u n u n v u rd u ğ u to p u tu tu p türünün toplam 650 milyon ton ağırlığa ulaştı­
kaleye atm ak için alana yayılırla r. ğı sanılmaktadır.
Bu dev sürüleri birçok çubuklu balina (bak.
ve takımından başka bir oyuncu vurucu olur. BALİNA) türü deniz suyundan süzerek alır. Bir
11 oyuncudan 10’u oyundan çıkınca devre mavi balina günde 4 ton kril yiyebilir. Ayrıca
tamamlanır. kriller penguen ve albatros gibi deniz kuşları­
13. yüzyılda İngiltere’de oynanmaya başladı­ nın, bazı fokların ve pek çok iri balık türü­
ğı sanılan kriketin kesin kuralları 1744’te nün ana besin kaynağıdır. Böylece kriller
belirlenmiştir. 1800’lerde Londra’da çok yay­ denizlerdeki beslenme ağının başlıca halkala­
gınlaşan kriket, 19. yüzyılın ikinci yarısında rından birini oluşturur. Güneş enerjisi fito-
Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülke­ plankton denen çok küçük bitkiler tarafından
lerde de yaygınlaştı. Kriket karşılaşmalarının alınm akta, bu canlılar çok küçük hayvanlara
denetimini İngiltere’deki M arylebone Kriket yem olm akta, hem kendi besinini üreten, hem
Kulübü yürütür. de hazır besinleri tüketen tüm küçük canlıları
yiyen kriller ise daha iri hayvanların besinini
KRİL. Güney yarıkürenin uçsuz bucaksız ok­ oluşturm aktadır (bak. BESLENME A G l).
yanuslarında, özellikle de A ntarktika çevre­ Kriller yüzebilir. A m a en çok okyanus
sindeki soğuk sularda sürüler halinde yaşayan akıntılarıyla sürüklenerek yer değiştirirler.
kriller, karidese benzer kabuklu deniz hay­ En geniş sürülerine deniz yüzeyinin yakınla­
vanlarıdır. Besinlerini, sudan süzerek aldıkla­ rında rastlanm akla birlikte bazı türleri 2.000
rı çok küçük bitki ve hayvanlar oluşturur. m etre derinlikte yakalanmıştır. Birçok türü
En bol bulunan hayvanlar arasında yer alan karanlıkta ışıldar. Bu türlerin gövdeleri bo­
kriller, yeryüzünün en büyük hayvanları olan yunca, dokunaçlarının ve ön bacaklarının di­
dev balinaların beslenm esinde büyük bir binde küçük ışık organları vardır. Gündüzleri
önem taşır. yukarıdan bakıldığında, hemen hemen say­
Kril adı Norveç dilinde yavru balık ve bu dam olan gövdelerinde akan kanın renginden
balıklardan oluşan sürü anlam ına gelir. Am a ötürü deniz kızıla boyanmış gibidir. Geceleri
krillerin balıklarla aynı ortam ı paylaşmanın ise deniz yüzeyinde göz alabildiğine yakam oz
ötesinde bir yakınlığı yoktur. K abuklulann denen mavimsi yeşil parıltılar oynaşır. Bu
(bak. K a b u k l u l a r ) Euphausiacea grubun­ ışıldama özelliği krillerin kasım ve aralık
da yer alırlar ve bütün okyanuslara dağıl­ aylarına rastlayan ürem e mevsimi boyunca
mışlardır. Güney yarıkürede yaşayan baya­ sürüler halinde toplanm alarına yardımcı olur.
ğı kril (Euphausia superba) yaklaşık 5 cm Tek bir dişi kril, suya 10 bini aşkın yum urta
uzunluğundadır. Yüzen küçük bitki ve hay­ dökebilir. Y um urtadan çıkan yavrular bir ya
vanları tüylü bacaklarıyla deniz suyundan da iki yılda eşeysel olgunluğa erişirler.
süzerek beslenir. Karides gibi iki çift uzun Krillerin gelecekte beslenme sorununa çö­
KRİSTAL 77

Üstte: C. J. Gilbert; sağda I. Everson (B A S )

Üstte: K rille r birçok balığın, deniz


kuşlarının ve A nta rktika
çevre sin deki sularda yaşayan
deniz m e m e lile rin in ye d iğ i küçük
kab uklula rdır. Sağda: Özel bir
plan kto n ayg ıtıyla yakalanm ış
krille ri sayan b iyo lo g la r.

züm olacağına inananların sayısı oldukça ka­ atom denen küçük yapı bloklarından oluşması
barıktır. Günüm üzde trol ağlarıyla avlanan ve her m addenin atom larının o m addeye özgü
balıkçılar krillerin yalnızca yüzde l ’ini yakala­ bir yerleşim düzenine sahip olmasıdır. Tuzda­
m akta, yakalanan bu kriller de büyük ölçüde ki atom lar, sonuçta ortaya küp biçiminde bir
gübre ve hayvan yemi olarak kullanılmakta­ kristal çıkacak biçimde düzenlenmiştir.
dır. Am a kriller aşın avlandığında beslenme Hem en hem en tüm katışıksız m addeler katı
ağının önemli bir yara alacağını, bundan yalnız haldeyken kristal yapılıdır, yani kristallerden
balinaların değil, insanlar da aralarında olmak oluşur; kristaller, atom ların yerleşim düzeni­
üzere geniş bir canlılar yelpazesinin zarar göre­ ne bağlı olarak belirli bir biçime ve belirli
ceğini düşünenlerin sayısı hiç de az değildir. sayıda yüzeye sahiptir. Aynı m addenin bütün
kristalleri değişik büyüklüklerde olabilir, ama
KRİSTAL denince pek çok kişinin akima bunların hepsinin biçimi aynıdır. Bir odun
ender bulunan güzel bir m ineral ya da değerli parçası kristal değildir, çünkü atom larının
taş gelir. Oysa kristaller bunlarla sınırlı değil­ herhangi bir düzenli yerleşimi ve bundan
dir. Örneğin züm rüt ve elmas birer kristaldir, kaynaklanan belirli bir biçimi yoktur. Odun
ama çevremizdeki sıradan m addelerin çoğu yontularak, kil yoğrularak kristal görünümüne
da öyledir. Tuz ve şeker kristal yapılıdır; öte kavuşturulabilir; ama gerçek kristaller yalnız
yandan eczacıların ilaç yapımında kullandık­ doğada ya da kimyasal bir tepkime sonucunda
ları m addelerin çoğu, örneğin şap, kükürt, oluşur.
boraks da kristal haldedir. Kristallerin nasıl oluştuğunu anlayabilmek
Sofralarda kullanılan tuz taneciklerinden için, doğanın bunu nasıl gerçekleştirdiğine
biri m ikroskop altında ya da güçlü bir büyü­ bakm ak gerekir. Sıcak suya bir kaşık tuz
teçle incelenecek olursa, bu taneciğin altı atalım. Katı haldeki tuz tanecikleri bir süre
düzgün, eşit yüzeyi ve dik açılı sekiz köşesi sonra yok olacaktır; çünkü sıcak su tuzu
olan, küçük beyaz bir blok olduğu görülür. eritir, yani bilimsel deyişiyle çözündürür. Tuz
Tuz taneciği bir katıdır ve belirli bir biçime artık çözelti’ye geçmiştir. Eğer bu çözelti
sahiptir. Kutuya benzeyen bu biçime küp günlerce bekletilirse su buhar haline gelerek
denir. B ütün tuz kristallerinin biçimi aynıdır. havaya karışır ve geriye tuz kalır. Bu tuzu
Bunun nedeni, doğadaki bütün m addelerin yakından inceleyecek olursak, tuz tanecikleri­
78 KRİSTAL

nin tıpkı başlangıçtaki gibi küp biçiminde D oğada kristal oluşturan yüzlerce madde
olduğunu görürüz. Bu örnekte olduğu gibi, vardır. Bunların içinde en yaygın olanlardan
bir çözeltiden kristallerin oluşması sürecine biri sudur. Su, donduğunda çok ilginç ve
kristalleşme denir. güzel biçimli kırağı ya da kar kristallerine
Tuzu daha da hızlı kristalleştirmek için tuz dönüşür.
çözeltisi kaynatılabilir. Çözeltideki suyun ta­ Bazı kayaç oluşum süreçleri sırasında mine­
mamı buharlaşıp uçtuktan sonra geriye tuz ral kristalleri de oluşur. D ünya’nın derinlikle­
kalır. Bu yolla kristalleşen tuz tanecikleri de rinde bulunan kızgın ve erimiş kayaç m adde­
küp biçimindedir. Tuz, her zaman küp biçi­ leri aslında m ineral çözeltileridir. Magma de­
m indeki kristaller halinde bulunur. Bu deney, nen bu erimiş madde basıncın etkisiyle yerka­
bir m addenin belirli bir sıvıda eriyerek, yani buğunun üst kesimlerine doğru yükseldikçe
çözünerek çözeltiye geçebileceğini ve sonra soğumaya başlar. Magma çok yavaş soğur ve
yeniden kristal haline gelebileceğini göste­ sıcak sıvı halden soğuk katı hale dönüşürken
rir. kristalleşir (bak. K a y a ç ) . Örneğin granit ka­
Kayaçlar arasından akan sular bazı m ineral yacı, kristalleşmiş kuvars, feldispat ve mika
m addeleri çözündürerek bunları çözelti halin­ mineralleri içerir. Milyonlarca yıl önce granit,
de taşıyabilir. Zam anla çözeltideki m iktarı erimiş mineral çözeltilerinden oluşan sıvı bir
artabilir ve sonunda su, bu m ineral çözeltileri­ kütle halindeydi. Bugün de yerkabuğunun iç
ni taşıyamayacak durum a gelebilir. Bu du­ kesimlerinde erimiş kayaç kütleleri, yani
rum da çeşitli m ineraller yeniden kristalleşir magma vardır; bu magmanın yüzeye yakın
ve kayaçların içindeki çatlaklarda ya da boş­ olan bölümleri yavaş yavaş soğuyarak mineral
luklarda çökelir. Kuvars, kalsit ve demir pirit­ kristalleri oluşturm aktadır.
leri gibi mineral kristalleri çoğu kez bu yolla Kristaller çok değişik biçimlerde olabilir.
çökelir (bak. M İNERAL). Küp biçiminde olanların yanı sıra bazı kristal-
G eological Survey Photographs

Üstte solda: S ofra tuzu (sod yum klo rü r) kristalleri. Üstte ortada: Başlıca kurşun cevheri olan galen (kurşun
sü lfü r) krista lle ri m e ta lle r g ib i parıldar. Üstte sağda: Katışıksız karbondan oluşan elm as. Altta solda: K alsit
(kalsiyum karbonat) krista lle ri çok d e ğ işik yap ılard a o la b ilir. Altta sağda: K uvars (s ilis y u m d ioksit)
krista lle ri pem be, m or, sarı ve beyaz g ib i çok değişik renklerde o la b ilir.
KROKET 79

başka m inerallerin karışması renk değişikliği­


ne yol açar. Bu m addelere katışkı denir. Bazı
katışkılar kuvarsa, eflatun ile m or arası bir
renk kazandırır (bu tür kuvarsa ametist de­
nir); başka bir katışkı maddesi de kuvarsın
rengini siyaha dönüştürür. Bakır, karıştığı mi­
nerale tatlı bir mavi ya da mavimsi yeşil renk
verir. Dem ir ise katışkı maddesi olarak içinde
bulunduğu mineralin rengini kırmızıya, kırmı­
zımsı sarıya ya da kahverengiye dönüştürür.
Kristaller (katışıksız kuvarsta olduğu gibi)
saydam ve renksiz, m at ve koyu renkli ya
da değişik renklerde ve parlaklıklarda olabi­
lir.
M ücevher yapımında kullanılan berrak ve
güzel görünümlü kristallere değerli taş denir.
Bunların aynı zam anda, tıraşlanıp parlatılabi-
lecek kadar sert olmaları gerekir. Üzerlerinde
hiçbir çatlağın, beneğin ve m at renkli bölgele­
rin bulunmaması gerekir. Elmas, yakut, züm ­
rüt ve safir ender bulunan değerli m ineraller­
dir. K arbonun kristal yapılı bir biçimi olan
Frank L a n e Picture A gency
elmas, bilinen en sert m adde ve en güzel
Doğadaki en karm aşık yapılı ve en hoş g ö rü n ü m lü
m ad de lerd en b iri kar ta n e sid ir. Kar tanesi buz değerli taştır. A kik, m or yakut denen am etist,
krista lle rin d e n oluşu r. opal ve grena gibi yarı değerli taşlar ise,
değerli taşlara göre biraz daha yumuşak ve
ler altı uzun ve düzgün yüzey biçiminde olabi­ onlardan daha mattır.
lir; bu biçime altıgen prizma denir. Bazı kris­ Elmas ya da grena gibi çok sert kristaller
tallerin bir tepe noktasında birleşen üçgen yü­ başka m addeleri kesmek ya da delmek için
zeyleri vardır; buna da piramit denir. Bazıları kullanılır; ama bu yoldan yararlanılanlar yal­
baklava biçimindedir. Bazıları ise iki ya da nızca kusurlu olanlarıdır. Kusursuzları çok
daha çok biçimin bileşimiyle karmaşık yapılar daha değerlidir ve mücevher yapımında kulla­
oluşturur. nılır. İlk radyo alıcılarında galen kristallerin­
Bazı m ineraller öyle küçük kristaler oluştu­ den yararlanılırdı. G alen, kurşun sülfürden
rur ki, bunlar ancak mikroskop altında görü­ (PbS) oluşan bir mineraldir. Bu mineralin kul­
lebilir. Bazılarında ise her bir kristalin ağırlığı lanıldığı alıcılara “kristalli alıcı” denir. Kuvars­
yüzlerce kilogramı bulur. Örneğin asbest, in­ tan kesilen levhalar elektrikle yüklendiğin­
ce saça benzer kristaller oluşturur. Öte yan­ de, sabit bir yüksek frekansta titreşirler; rad­
dan, kuvars m inerali, küçük kristaller biçi­ yo donanımlarında, kristal denetimli kol
minde olduğu gibi, insandan daha iri kristaller ve masa saatlerinde bu özellikten yararlanılır.
halinde de bulunabilir. Mika minerali ince Kuvars, kalsit ve flüorit kristallerinden ise
saydam levhalar halindedir. Sri L anka’daki bazı özel mikroskop türlerinde yararlanı­
mika m inerallerinin kristal yapısı, yandan ba­ lır.
kıldığında, kapalı bir kitabın sayfalarına ben­
zer; “sayfa”ları oluşturan katm anların genişli­ KRİYOJENİ b a k. D ü ş ü k S i c a k l i k l a r FİZİĞİ.
ği ise birkaç m etreyi bulur.
K ükürt gibi bazı m ineraller, kristal biçimin­ KROİSOS bak. KREZÜS.
de olsun ya da olmasın, her zaman aynı
renktedir. Katışıksız kuvars, cam gibi berrak KROKET. İlk kez Fransa’da 18. yüzyılda
ve renksizdir; ama çok az m iktarda da olsa oynanan bir açık hava oyunu olan kroket,
80 KROKET

Bir kroket ko rtu n u n planı.

BAŞLANG IÇ ÇİZGİSİ
— 6,5 m etre 13 m etre

0
2. I' !I 1. Geri 4. Geri İ! !l 3.

6. ;l Sondan bir önce

Kazık
13 m etre

5. l! |l Dönüş

1. fi
I i l 2. Geri 3. Geri l! !İ 4

---- - - - - - —J'
6,5 m etre

BAŞLANG IÇ ÇİZGİSİ A

-26 m etre-

1850’lerde İngiltere’de yaygınlaştı. İkişer kişi­ R oket yapan oyuncu iki vuruş hakkı daha
lik iki takım ya da iki kişi arasında, dört tahta kazanır. Bu haklardan ilkinde topunu daha
topa uzun saplı tokm aklarla vurularak oyna­ önce vurmuş olduğu topun yanma koyar ve
nır. Mavi ve siyah toplar bir takımın, kırmızı her iki topu birden hareket ettirecek biçimde
ve sarı toplar rakip takım ındır. 32 m etre vuruşunu yapar. U sta bir oyuncu bu vuruşla
uzunluğunda ve 26 m etre genişliğinde olan her iki topu da istediği yönlere gönderebilir.
çim kaplı kortta 6 küçük kale ve 1 kazık Bir oyuncu topunu öbür toplara vurdurarak
vardır. Bunun yarısı büyüklüğündeki kortlar­ ve kalelerden arka arkaya geçirerek kazandığı
da da kroket oynanabilir. vuruşlarla rakiplerine sıra verm eden birçok
K ortun iki ucundaki başlangıç çizgilerinden sayı kazanabileceği gibi, topu bütün kaleler­
yapılan vuruşlarla toplar sırayla oyuna soku­ den geçirmeyi de başarabilir.
lur. Am aç topları belirli bir sırayla kalelerden H er iki topu da sırasıyla bütün kalelerden
geçirdikten sonra kazığa çarptırm aktır. geçiren ve sonunda ortadaki kazığa çarptıran
Sırası gelen oyuncu bir vuruş yapar. Eğer takım oyunu kazanır. Topu altı kaleden sıray­
bu vuruşla topu bir kaleden geçirirse, bir la geçirdikten sonra kazığa atm adan önce
vuruş hakkı daha kazanır. Vurulan topun bütün kalelerden bir de ters yönde geçirmek
başka bir topa çarptırılm asına roket denir. gereklidir.
KRUŞÇEV 81

Özellikle aileler ve arkadaş grupları arasın­ dayanıklı ve paslanmaz çelik elde edilir.
da oynanan çim kroketinde, kort genellikle Krom kaplamalarının mavimsi pırıltılı bir par­
daha küçüktür ve dokuz küçük kale ile iki laklığı vardır.
kazık vardır. Taraflar, her topla 16 puan Krom u, 1797’de Fransız kimyacı Louis
toplam ak zorundadır. Nicolas Vauquelin, Sibirya’da bulunan bir
cevher örneğinin içinde buldu. Am a I. Dünya
KROM, mavimsi gri renkli, havada kolayca Savaşı’na kadar krom fazlaca kullanılan bir
kararm ayan sert bir metaldir. Kimyasal metal olmadı. 1913’te İngiliz bilim adamı
simgesi Cr, atom numarası 24, atom ağırlığı H arry Brearley, top namlusu döküm ünde
51,996 olan krom un erim e noktası da oldukça kullanılacak çelikler üzerinde araştırm a ya­
yüksektir (1.900°C). Doğada hiçbir zaman ka­ parken, hurdalığındaki bütün çeliklerin, bir­
tışıksız halde bulunmaz; krom metali kro- kaçı dışında, paslandığını gördü. O birkaç
mit cevherinden ya da kromitle karışık parçayı inceledi ve içlerinde yüzde 14 oranın­
bir dem ir cevherinden elde edilir. Krom da krom bulunduğunu saptadı. Bu buluş,
cevheri bulunan başlıca ülkeler Güney A fri­ bıçak, çatal, kaşık ve başka eşyaların yapı­
ka, Malavi, Zam bia, SSCB, A BD ve Türkiye’ mında kullanılan paslanmaz çeliklerin gelişti­
dir. Türkiye’deki önemli krom yatakları Ela­ rilmesini olanaklı kıldı. Krom , çeliğe yalnızca
zığ’daki G ulem an’da, Fethiye’de, Köyceğiz’ paslanmazlık özelliği kazandırm akla kalmaz,
de ve Bursa’daki O rhaneli’ndedir. Cevher ön­ uygun oranlarda katılmak koşuluyla sertlik
ce katışıksız krom okside dönüştürülür; ve dayanıklılık da kazandırır. Far, radyatör
sonra bu oksit, alüminyum ya da silisyumla gibi otomobil parçalarının kromla kaplanması
karıştırılarak bir fırında ısıtılır. Term it yönte­ için elektroliz yöntemi uygulanır.
mi denen bu işlemin sonucunda, erimiş halde Krom bileşikleri genellikle koyu kırmızı,
krom açığa çıkar. Krom , elektroliz yöntem iy­ yeşil ya da sarı renklidir ve bu özellikleri
le de elde edilebilir (bak. ELEKTROLİZ). nedeniyle boya üretim inde kullanılır. Krom
Krom , sanayide çok değişik am açlarla kul­ oksit yeşil renkli bir krom ve oksijen bileşiği­
lanılır. Bunların içinde en yaygın olanı, başka dir ve piyasada “krom yeşili” olarak bilinir.
Eğer krom ve oksijen çeşitli yollarla kurşun
ile karıştırılırsa, çeşitli renklerde kurşun kro-
mat bileşikleri elde edilir; bunlar krom kır­
mızısı, krom oranjı (portakal rengi) ve krom
sarısıdır. Aslında bu elem entin adı da,
“renk” anlam ındaki Eski Yunanca kromos
sözcüğünden gelir. Z üm rüt ve yakutun rengi
de içerdikleri krom bileşiklerinden kaynak­
lanır.
Derilerin tabaklanmasında da krom tuzlarıy­
la daha çabuk sonuç alınır; bu tuzlar deriyi son
derece yumuşak, esnek hale getirir; bu yolla
hazırlanan deriler eldiven yapımında kullanılır.

KRUŞÇEV, Nikita (1894-1971). Ocak 1964’te


görevinden alınıncaya kadar altı yıl SSCB’nin
başkanlığını yapan Nikita Kruşçev, U krayna’
Ç atal b ıça k ta k ım ın d a n b o y a la ra k a d a r ço k d e ğ iş ik da Kalinovka köyünde doğdu. Babası, kömür
e ş y a d a k ro m b u lu n u r. m adeninde işçiydi. Köyde öğrenim gördü ve
1908’de ailesiyle birlikte Yuzovka’ya (bugün
m etallerin yüzeyinin çok ince bir krom kat­ D onetsk) taşındı. Sanayi ve madencilik bölge­
manıyla kaplanmasıdır (krom aj). Demir-kar- si olan Yuzovka'da m aden ve fabrika işçiliği
bon alaşımlarına krom katıldığında sert, ısıya yaptı. 1917 Ekim Devrimi öncesinde işçi
82 KSERKSES

örgütlerinde çalıştı. Devrimin ardından yürürlüğe koydu. 1956’da Sovyetler Birliği


1918’de Rusya Komünist Partisi’ne girdi ve iç Komünist Partisi’nin (SBKP) 20. Kongre’sin-
savaş boyunca Kızıl O rdu'da karşıdevrimcile- de Stalin’in uygulamalarını ve yönetimini
re karşı savaştı. eleştiren ünlü konuşmasını yaptı. SSCB’de
1921’de iç savaşın sona ermesinin ardından, Stalinci uygulamalara karşı başlayan eleştiri­
gençliğinde köm ür m adenlerinde çalıştığı Yu- ler Doğu A vrupa’da, Varşova Paktı üyesi
zovka’ya döndü. Burada bir işçi okuluna girdi ülkelerde de tartışm alara yol açtı. 1956’da
ve tekniköğrenim gördü. Bölgede parti çalış­ Polonya’da Stalinci yönetime karşı halkın
malarına katıldı ve önemli görevler aldı. ayaklanması üzerine bu ülkeye giden Kruş­
1929’da Sanayi A kadem isi'ne kabul edilince çev, daha ılımlı bir önder olan Vladislav
M oskova’ya gitti. G om ulka’nın yönetime gelmesini onayladı.
Kruşçev, M oskova’da parti içinde hızla A m a M acaristan’daki ayaklanma ve ülke
yükseldi. 1935'te Moskova parti örgütünün yöneticilerinin Varşova Paktı’ndan çıkmak
birinci sekreterliğine getirildi. 1939’da, üst istemesi üzerine, buraya asker göndererek
ayaklanmayı zorla bastırdı. 1958’de Nikolay
H u lto r Picture Librarv
Bulganin’in ardından devlet başkanlığını da
üstlendi.
1959’da “barış içinde bir arada yaşam a”
politikasının bir adımı olarak A B D ’ye gitti.
1962’de A B D Başkanı John F. Kennedy ile
K üba’daki orta menzilli füzelerin yol açtığı
bunalımlı bir dönem yaşandı. SSCB, A B D ’
nin K üba’nın toprak bütünlüğünü bozacak
eylemlere girişmemesi koşuluyla füzeleri kal­
dırmayı kabul etti. Kruşçev dönemindeki bir
başka olay da SSCB-Çin Halk Cumhuriyeti
ilişkilerinin bozulmasıdır.
Kruşçev, SSCB’nin batılı ve öbür sosyalist
ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye önem verdi.
Yönetimi sırasında uzay programlarıyla ilgili
başarılı gelişmeler oldu. Uzaya ilk kez yapma
uydu gönderildi. Ne var ki, parti içindeki
karşıtlarının güçlenmesi ve özellikle tarım
N ikita Kruşçev 1958-64yılla rı arasında devlet
politikasının başarısızlığa uğraması sonucun­
başkanı ve K o m ü n ist P a rti'n in b irin ci sekreteri olarak da Kruşçev 1964’te görevden alındı.
SSCB'yi y ö n e tti.
KSERKSES (ÎÖ 519-465). İran’da, bir kaya­
yönetim organı Politbüro’ya seçildi. Stalin’in nın üzerinde şöyle bir yazıt vardır: “Ben
ölümüyle birlikte, SSCB’deki siyaset adam la­ büyük kral, krallar kralı, değişik diller konu­
rının en önemlilerinden biri oldu. şan ülkelerin kralı, bu büyük evrenin kralı,
Kruşçev, parti önderliği için, Stalin’in yeri­ Kral D arius’un oğlu, Aham eniş soyundan
ni alacağı düşünülen Georgi M alenkof’la ça­ Kserkses’im .” Kserkses, varlığını bildiği tüm
tıştı ve 1953’te parti birinci sekreterliğine uygar halkların kralı olduğunu ileri sürdü. İÖ
seçildi. Stalin döneminin güvenlik örgütü 486’da Pers kralı olarak babası D arius’un
başkanı ve pek çok insanın öldürülmesinden yerine geçti; 484’te M ısır’da patlak veren bir
sorumlu olan Lavrenti Pavloviç B eria’yı tu­ ayaklanmayı bastırdı ve Babil’i Pers İm para­
tuklattı. Beria bundan kısa bir süre sonra torluğu’nun egemenliği altına aldı. Yalnız
idam edildi. Kruşçev, 1954’te Batı Sibirya ve A tina, Sparta ve onlarla birlik olan devletler
Kuzey Kazakistan’daki işlenmemiş toprakla­ Kserkses’in egemenliğini kabul etmiyordu.
rın tarım a açılmasını öngören bir projeyi Bunun üzerine Kserkses onları cezalandırm a­
KSİLOFON 83

ya karar verdi. İÖ 480 ilkbaharında, Sart’ta M ardonios’u Tesalya’da bırakarak ordunun


(bugün Salihli) o dönemin en büyük ordusunu büyük bölümüyle ülkesine döndü. Mardo-
topladı. H erodot tarihine göre, 5 milyon nios, Plataya’da yenilerek öldürülünce, Pers-
asker topladığı öne sürülmekteyse de, bugün­ ler geri çekilmek zorunda kaldı. Savaş daha
kü tahm inlere göre bu sayı 360 bin kadardı. uzun bir süre devam ettiyse de Kserkses çar­
Kserkses ordusuyla Yunan kent devletleri­ pışmalarla ilgilenmedi.
ne karşı bir sefer düzenledi. Donanm asının Yaşamının geri kalanını sarayında geçirdi.
tehlikesizce geçmesi için Aynaroz Yarım ada­ Saraydakilerin giriştiği bir darbe sonucunda,
sın ın ucunda bir kanal açtırdı. O rdunun danışm anlarından biri olan A rtabanos tara­
A vrupa’ya geçmesi için de H ellespontos’ta fından öldürüldü. Pers İm paratorluğu’nu
(Çanakkale Boğazı) birbirine yanaştırılmış İÖ 424’te 45 gün yöneten Kserkses adında
gemilerden iki köprü kurdurttu. K öprülerden ikinci bir kral da aynı biçimde öldürüldü.
biri fırtınada yıkılınca öfkelenen Kserkses,
askerlerine denize 300 kamçı vurmalarını ve KSİLOFON, vurmalı çalgılar ailesinin bir
bir çift pranga atmalarını buyurdu. üyesidir (bak. V u r m a l i Ç a l g i l a r ) . Ksilofon
M akedonya üzerinden Tesalya’ya doğru sözcüğü Y unanca’da “tah ta” anlamına gelen
ilerleyen Kserkses’in ordusu, Thermopilai ksylorı ile “ses” anlamına gelen phone sözcük­
Geçidi’nde Yunan askerlerini kıstırarak öl­ lerinden türetilmiştir. Bir sehpa üzerine iki
dürdü ve A tina’yı yağmaladı (bak. THERMOPİ­ sıra olarak, büyükten küçüğe doğru dizilmiş,
LAİ SAVAŞI). Pers donanması da Salamis Adası yassı, tahta çubuklardan oluşur. Çubukların
önlerinde Yunan donanmasını kuşattı. K serk­ her biri ayrı notalara akortludur. Bu nedenle
ses, zaferin kesin olduğunu düşündüğü çarpış­ ksilofon tram pet ya da davul gibi yalnızca
mayı sarp bir kayalığın kenarından izledi. ritim tutm akta kullanılan vurmalı çalgıların
Oysa savaş Pers donanmasının yok edilmesiy­ tersine, melodilerin seslendirilmesinde kulla­
le sonuçlandı (bak. S a la m İ S S a v a ş i ) Kserkses, nılır. Çubuklara, uçları keçe ya da plastikle
Yunanlılar’ın H ellespontos’taki köprüyü yı­ kaplanmış bir çift tokm akla vurularak çalınır.
kacaklarından ve kendisini A vrupa’da alı­ Çubukların alt yüzüne açılan yivli oluklara
koyacaklarından korktu. Kom utanlarından her çubuğun boyuna uygun, ses yükseltici
borular yerleştirilmiştir. Tokm akla vuruldu­
A n cien t A r t & A rchitecture Collectıon ğunda titreşen çubuk, borunun içindeki hava
sütununu da titreştirerek sesin yükselmesini
sağlar. Ses genişliği dört oktavdır.
Ksilofonun öteki orkestra çalgılarından ko­
layca ayırt edilebilen, kendine özgü bir sesi
vardır. Müzik parçalarında genellikle özel bir
etki yaratm ak amacıyla kullanılır. Fransız
besteci Saint-Saens, İskeletlerin Dansı adlı
yapıtında iskeletlerin kemik tıkırtısını çağrış­
tırmak için Rus besteci Stravinski ise Petruşka
adlı bale müziğinde, kuklaların dansı bölü­
m ünde, ksilofon kullanmıştır (bak. SAINT-
S a e n s, C h a r le s C a m ille ; S tra v în s k İ. İ g o r ) .
Ksilofon Endonezya’da gambang, A frika’
da ve Latin A m erika’da marimba adıyla bili­
nir. Latin A m erika’da kullanılan marimba
ksilofona benzer, ama nota sayısı daha azdır
ve yumuşak uçlu tokm aklarla çalınır. Ksilofo­
na benzeyen bir başka çalgı da başlangıçta
İran'da yap ılm ış b irta ş kabartm ada kral o ld u ğ u için
farklı sesler çıkaran çanlardan oluşan gloc-
uyru kla rın dan daha uzun b o ylu g ö s te rilm iş olan
Kserkses. kenspieVdir. Bu çalgı sonradan sesleri akortlu
84 KUAFÖRLÜK

Günüm üzde kullanılan m akaslar ise ilk olarak


Rom alılar dönem inde ortaya çıkmıştır.
Eski zam anlarda saç erkekler için çok
önemliydi. İbraniler bir erkeğin saçlarının
onun gücünün ve onurunun kaynağı olduğuna
inanırdı. Kutsal K itap’ta da anlatıldığı gibi,
bu inanışa göre, Sam son’un olağanüstü gücü­
nü yitirmesinin nedeni, Dalila’nın onun saçla­
rını kesmesiydi. A surlular’dan kalma heykel­
lerin çoğunda erkeklerin saçlı ve sakallı oldu­
ğu görülür.
Eski Mısırlı kadınlar ve erkekler, saçlarını
tıraş eder, güneşin sıcağından korunm ak için
Ewing Gailovvay
gösterişli, siyah ya da parlak renklerde peruk­
M a rim b a , p iya n o n u n tuşları g ib i d iz ilm iş yassı tahta
lar takardı. Krallar, yüksek devlet görevlileri
çu b uklarda n oluşu r. Tek vu ru şta çok sayıda ses elde
e d e b ilm e k için iki ç ift to km a kla çalınır. ve bazen kraliçeler bile törenlerde takm a
sakal takar; altın ipliklerle örülen bu sakallar
bir dizi çelik çubuktan yapılmaya başlandı. peruğun altından bantlarla tutturulurdu.
Glockenspiel tahta, ebonit, bazen de metal Eski Y unan’da kadınlar saçlarına birbirin­
tokm aklarla çalınır. Ses yükseltici boruları den güzel biçimler verirdi. Bazen de saçlarını
yoktur. Bazı m odern caz gruplarında kullanı­ ensede toplayarak topuz yaparlardı. Bu çağ­
lan vibrafon da ksilofona benzer. Bir dizi çelik lar boyunca hiç modası geçmeyen bir saç
dilden oluşan vibrafon, metal tokmaklarla çalı­ biçimi oldu. Eski Yunan erkekleri uzun saçlı
nır. Elektrikle çalışan döner paletler, ses yük­ ve sakallıydı. Ne var ki, Büyük İskender
seltici boruları sürekli açıp kapayarak kesintisiz göğüs göğüse çarpışırken, düşmanların asker­
ve dalgalı bir ses elde edilmesini sağlar. lerinin sakallarına yapışacağından korktuğu
için, sakallarını kesmelerini buyurmuştu.
KUAFÖRLÜK. Saç modası da giyim gibi Romalı kadınlar genellikle saçlarını boyar
yüzlerce yıldan beri sürekli değişm ekte, er­ ya da rengini açar ve kıvırarak özenli biçimler
kekler de, kadınlar da çoğunlukla saçlarına verirdi. E rkekler genellikle kısa saçlıydı ve
günün modasına uygun biçimler vermeye sakal ya da bıyık bırakmazdı. Oysa senatörler
özen gösterm ektedir (bak. GİYSİ). sakala düşkündü. D üşünürler de sakallarını
kesmezdi. Sakal ayrıca yas simgesiydi. Japon
Çağlar Boyunca Saç Biçimleri kadınları, bugünkü saç spreylerinin öncüsü
4.000 yıl önce M ezopotamya uygarlıklarında olan vernikle, saçlarının kabarıklığını korur­
insanlar saçlarına uzun süre dayanacak bir lar, süslü taraklar, çiçekten taçlarla saçlarını
kıvırcıklık kazandırm ak için değişik yöntem ­ donatırlardı.
lere başvururdu. Saçlarına temiz ve yaş kil Eski B ritonlar için dalgalı uzun saçlar bir
sürerek biçim verir ve kil kuruyuncaya kadar övünç nedeniydi. İÖ 55’te Jül Sezar İngiltere’
güneşte otururlardı. Kuruyunca ufalanan kil, yi işgal ettiğinde erkeklerin mavi ya da yeşile
saçlar taranırken dökülürdü. Böylece saç boyanmış uzun, sarkık bıyıkları dikkatini
dalgalı bir biçim alırdı. Bir başka yöntem de çekmişti. D aha sonraki yüzyıllarda giyime
saçları ısıtılmış çubuklara dolam aktı. verilen önem arttıkça saçlarda da hüner ge­
Saçlara bukleli ve dalgalı bir biçim vermek rektiren m odeller ortaya çıktı. Saç örgüsü
için kızgın maşa da kullanılırdı. Eski Mısırlı­ çeşitli zam anlarda kadın başını güzelleştiren
la rd a n , A surlular’dan ve Y unanlılar’dan kal­ bir öğe oldu. Kadınlar saçlarını ikiye ayırarak
m a, İÖ 2500 gibi çok eski tarihlerde kullanıl­ örüyor, bazen bu saç örgülerini takm a saçlarla
mış saç m aşaları, güzel oyma taraklar ve saç zenginleştirerek topuklarına kadar sarkıtıyor
tokaları bulunmuştur. Saç kesmek için ilkel ya da taç gibi başlarının çevresine doluyorlar­
m akasların kullanımı İÖ 3000’lere dayanır. dı. 16. yüzyılda A vrupa’da kadınlar kadar,
KUAFÖRLÜK 85

M ısır Yunan

erkekler de giyim ve görünüşlerine özen ken saçları tümüyle dökülünce peruk taktı. Sa­
göstermeye başladı. Değişik biçimler verilen raylı erkekler de hemen onu örnek aldılar. Pe­
sakalların bakım ına büyük özen gösteriliyor, ruk modası İngiltere’ye 17. yüzyılın ortalannda
limonla sertleşmesi sağlanıyor, pom atlar, par­ geldi ve 150 yıl sürdü. Peruklarda malzeme ola­
fümler sürülüyor, sıcak maşayla bukleler ya­ rak kullanılan saç gereksinimi o kadar çoktu ki,
pılıyor ve biçimi bozulmasın diye geceleri hırsızlar saçlarını kesmesin diye, çocukların tek
kartonla korunuyordu. Varlıklı kadınlar ise başına sokağa çıkmaları yasaktı.
saçlarını değerli taşlar ve incilerle süslüyordu. 16. yüzyılda berberler saç ve sakal kesm e­
Fransa Kralı X III. Louis dönem inde peruk nin yanı sıra apse açma, pansuman ve diş
soylu erkeklerin giyimlerinin vazgeçilmez bir çekme gibi hekim lerin ve cerrahların küçüm ­
öğesi oldu. X III. Louis 1624’te 23 yaşınday­ sedikleri işleri de yapardı.
86 KUALA LUMPUR

18. yüzyılda kadınlar arasında çok yüksekve çenenin iki tarafında bırakılan favoriler
ve kabarık saç biçimleri m oda oldu. m oda oldu.
1770’lerde saçlar yağlanarak kalıplanıyor, bir Cum huriyet dönemine gelinceye kadar O s­
çerçeveye dolanarak ya da altına pam uk manlI kadınlarında saç modası pek değişmedi.
yerleştirilerek yükseltiliyordu. En tepesiney- Kadınların kendi saçlarından ya da inci,
se, yelkenli gemi m odelleri, m inyatür çiçek yaşmak, yemeni gibi şeylerden yaptıkları ho­
bahçeleri ya da oyuncak askerleri ve toplarıy­ toz her yaşta kadının yaygın olarak kullandığı
la savaş alanlarının canlandırıldığı süsler ko­ bir saç süsüydü. T aranarak arkada serbest
nuyordu. Saça bir kez biçim verildikten sonra bırakılan ya da toplanarak örülen saçların
haftalarca dokunulm uyor ve bozulmasın diye üzerine konan hotoz, çeşitli biçimlerde dola­
kadınlar geceleri başlarını bir tahtaya dayaya­ narak başa oturtulurdu. Sokağa çıkılacağı
rak uyuyordu. zaman ise üzerine örtü alınırdı.
Erkek ve kadınların saç m odellerinde be­ A nadolu’nun çeşitli yörelerinde ise kadın­
yaz pudra kullanılıyordu. Ne var ki, pudra lar saçlarını küçük tutam lar halinde ayırıp
ince ince örerler. Buna belik denir. Beliklerin
A ra Güler A rşivi
ucunu bağcıklarla tutturarak üzerini boncuk
nazarlık ya da paralarla süslerler.

20. Yüzyıl
1906’da saçlarda 12 saat süren bir işlemden
sonra kalıcı dalgalar yaratan bir “perm a”
makinesi yapıldı. Günüm üzde kimyasal m ad­
delerle yapılan perm a çok daha az zaman alır.
1920’lerde pek çok kadın kısa saç modasına
uydu. 1930’larda daha uzun ve yumuşak
dalgalı saçlar m oda oldu ve 1950’lere kadar
bu böyle sürdü. II. Dünya Savaşı’ndan sonra
erkeklerde m oda olan asker tıraşının yerini
1960’larda uzun saç aldı. A B D ’de aynı yıllar­
da ırk ayrımcılığına karşı mücadele eden Si-
yahlar’da saç bir başkaldırı simgesi oldu. Çok
kıvırcık olan saçlarını beyazlara benzemek
için düzleştiren ya da boyayan bazı kadınlar,
bundan vazgeçerek kıvırcık, kabarık, kara
saçlarını doğal haline bıraktı.
20. yüzyılda kuaförlük yaygın bir meslek
oldu. H er kentte bulunan çok sayıda kuaför
salonunda kadınlar ve erkekler saçlarını kesti­
H ürrem S ultan, 16. yüzyıl; T opkapı Sarayı Müzesi. rir, yıkatır, boyatır, kıvırtır ya da düzelttirir.
Günüm üzde peruklar kelliği örtm ek am a­
olarak kullanılan buğday ve pirinç ununun cıyla olduğu kadar, süs diye de kullanılır.
saçın yağıyla karışması sonucunda, saçlar her Bunlar doğal ya da yapay saçlardan yapılır.
çeşit böceğe hatta farelere bile yuva olabili­ Bazı ülkelerde avukatlar mesleklerinin simge­
yordu. si olarak peruk takar.
Bu abartılı m odeller, peruk ve pudralı
saçlar 1789’da Fransız Devrim i’yle son buldu. KUALA LU M PU R , M alezya’nın başkenti, en
Kadınlar klasik Yunan ve Rom a benzeri saç büyük kenti ve Kuala Lum pur Federal T op­
biçimlerine döndüler. E rkekler de kısa kestir­ rak ların ın m erkezidir. M alakka Boğazı’nın
dikleri saçlarını çoğunlukla kulaklarının üze­ bataklık kıyılarından yaklaşık 40 km içerde,
rinde öne doğru taramayı âdet edindi. Sakal Kelang ve Gom bak ırm aklarının birleştiği
KUBBETÜ'S-SAHRA 87

KUBBETÜ'S-SAHRA, Kudüs kentinin eski


kesiminde yer alan kutsal bir ziyaret yeridir.
Ü stündeki yapı Öm er Camisi olarak da anılır.
Caminin ortasında bulunan ve Sahra ya da
Hacer-i M uallak (boşluktaki taş) adıyla tanı­
nan 18x 13,5 m etre büyüklüğündeki taş Hıris-
tiyanlar ve M useviler’ce de kutsal sayılır.
Cennetten çıktığına inanılan bu taşa ilişkin
birçok söylence vardır. Hz. İbrahim ’in kurba­
nını bu taşın üstünde kestiği, Hz. D avud’un
burada T anrı’ya dua ettiği, Hz. M uham m ed’
in miraç gecesi buradan göğe yükseldiği en
yaygın olanlarıdır.
Bu kutsal taş üzerindeki ilk yapıyı 691’de
Emevi Halifesi Abdülm elik yaptırdı. Kudüs
1099’da Haçlılar’ın eline geçince yapı kiliseye
çevrildi. Selahaddin Eyyubi 1187’de kenti geri
alınca burasını yeniden camiye dönüştürdü.
A B C A jansı
Uzun tarihi boyunca birçok kez onarım dan
M alezya'nın başkenti Kuala Lum pur.
A B C A jansı
noktada önemli bir ulaşım ve taşımacılık
m erkezidir. Ülkenin kauçuk ve kalay üretim
bölgesinin ortasında yer alır.
K entin çekirdeğini 1857’de Çinli kalay m a­
dencileri kurdu. Kuala Lum pur, Federal M a­
laya E yaletleri’nin başkenti olduğu 1895’e
kadar sessiz ve küçük bir kasabaydı. 1957’de
bağımsızlığını yeni kazanmış olan M alaya’nm,
1963’te de M alezya’nın başkenti oldu.
II. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar
nüfusu iki kat artan Kuala Lum pur, eski ile
yeninin bir bileşimidir. İşlek bir ticaret m er­
kezi olan eski kentteki Çin dükkânlarının
arkasında yeni yapılar yükselir. Kampong adı
M ü s lü m a n la r'ın kutsal saydığı ye rlerde n olan
verilen, kazıklar üzerindeki evlerden oluşmuş K ub be tü 's-S a hra K ud üs'teki en ö n e m li dinsel
mahalleleri dikkat çeker. M odern bankalar, ya p ıla rd a n b irid ir.
oteller, bürolar, apartm anlar ve spor tesisleri,
İslam etkisini yansıtan eski yapılarla, belirgin geçen yapı bugün de cami olarak kullanılm ak­
bir karşıtlık sergiler. 1962’de kurulan Malaya tadır. Ayrıca camide kutsal em anetlerden
Üniversitesi ile ülkenin önemli kauçuk ve sayılan Hz. M uhamm ed ile Hz. Ö m er’in
tıbbi araştırm a merkezleri de Kuala Lum pur’ sancakları ve Hz. H am za’nın kalkanı bulun­
dadır. Kentteki uluslararası havalimanında m aktadır.
Güneydoğu Asya’nın en uzun pistlerinden K ubbetü’s-Sahra, kenar uzunlukları 20
biri bulunm aktadır. Kuala Lum pur M alakka m etre olan düzgün bir sekizgen biçimindedir.
Boğazı kıyısındaki Port Kelang limanına kara D ört yöne bakan dört kapısı vardır. Yapı
ve demiryoluyla bağlıdır. kutsal taşın üstünde yer alan kubbeli bir orta
Kuala Lum pur halkının yarıdan fazlası Çin- m ekânla, bu orta mekânı çevreleyen iç içe iki
li’dir. Yaklaşık dörtte birini M alaylar’ın oluş­ koridordan oluşur. Yapının iç ve dış bezem e­
turduğu kentte Hintliler de yaşar. Nüfusu leri çok ünlüdür. Pencerelerinde renkli cam
1.103.200’dür (1985). işçiliğinin seçkin örnekleri, kem erlerde ve
88 KUBİLAY HAN

kubbe kasnağında İslam mozaik sanatının en Pekin’de Kubilay dönem inden kalma bazı
eski ürünleri yer alır. yapılar hâlâ ayaktadır.
Kubilay H an, bütün M oğollar’m kağanı
KUBİLAY HAN (1215-1294), Cengiz H an’ın olmakla birlikte hep Çin’de kaldığından A s­
torunuydu. 1260’ta ağabeyi M öngke’nin ölü­ ya’nın öbür bölgelerinde ve K aradeniz’in
mü üzerine Moğol kağanı oldu. Kubilay daha kuzeyinde yaşayan M oğollar’m öbür kolları
ağabeyinin sağlığında Çin’de fethedilen top­ giderek ayrı devletler oluşturdular. Kubilay
rakları yönetm ekle görevlendirilmişti. Kağan H an da daha çok Çin im paratoru olarak
olunca bütün ilgisini bu büyük ülkeye yöneltti anıldı. Batı dünyası Kubilay’ı daha çok 1275-
ve kısa sürede Moğol egemenliğini güneye 91 arasında Çin’de yaşayan İtalyan gezgin
doğru yaymaya başladı. 1279’da Çin tümüyle M arko Polo’nun (bak. M a r k o P o l o ) ünlü gezi
Kubilay’ın yönetimine girdi ve Song hanedanı kitabıyla tanımıştır.
yıkıldı.
Çin tarihinde Yuan hanedanı olarak anılan KUDUZ, genellikle hayvanlardan insana bu­
yeni bir dönem başlatan Kubilay Han güçlü laşan ve merkez sinir sistemini (beyin ile
bir hüküm dar olmasının yanı sıra zeki ve omuriliği) tuttuğu için hemen her zaman
hoşgörülü bir insandı. Çin’in ileri uygarlığıyla ölümle sonuçlanan bir virüs hastalığıdır. Bü­
uyum sağlamış, ülkenin tarım ve ticarette tün sıcakkanlı hayvanların (memelilerin ve
daha da zenginleşmesi için çalışmıştı. Halkın kuşların) hücrelerinde yaşayabilen bu virüs,
dinsel inançlarına, geleneklerine ilişmediği kuduz bir hayvanın ısırığıyla insana bulaşır.
gibi kendi de din değiştirerek Budacılık’ı Tilki, kurt, tavşan ve yarasa gibi yabanıl
kabul etmişti. Bugün de Çin’in başkenti olan hayvanlar arasında kuduz virüsü çok yaygın
Pekin’i Kubilay inşa etmeye başlamıştır. O olmakla birlikte, hastalığın insanlarda da gö­
zamanlar Hanbalıg (han kenti) olarak anılan rülmesinin baş sorumlusu köpek ve kedi gibi
The National Palace M useum , Taype, Tayvan
evcil hayvanlardır. Bu hayvanların salyasına
karışmış olan kuduz virüsü, hayvanın ısırdığı
yerdeki açık yaradan içeri girer ve sinirler
boyunca yavaş yavaş ilerleyerek beyne ulaşır.
Bu nedenle hastalığın kuluçka dönemi, yani
virüsün vücuda girmesinden hastalık belirtile­
rinin başlamasına kadar olan süre 10 gün ile
altı, hatta sekiz ay arasında değişir. Işınlan
yer başa ne kadar yakınsa kuluçka dönemi de
o kadar kısa olacaktır.
Kuduz virüsü hayvanın ya da insanın m er­
kez sinir sistemine yerleştikten sonra hastalı­
ğın ilk belirtileri başlar. Bu evreden sonra bir
hayvanın, örneğin bir köpeğin kuduz olup
olmadığını anlamak oldukça kolaydır. M er­
kez sinir sistemi uyarıldığı için hayvan huzur­
suz, hırçın ve tedirgindir. D aha sonra saldır­
ganlaşarak çevresindeki öbür hayvanları ve
insanları ısırmaya çalışır (“kudurm a” evresi).
Bu arada felç belirtileri başladığı için yutkun­
ma güçlüğü çeken hayvan su içmekten kaçı­
nır; tükürüğünü yutamadığı için ağzından
salyalar akar; boğazında yabancı bir cisim
varmış gibi boğuk bir sesle havlar ve ışıktan
rahatsız olur. Bu belirtilerin başlamasından
K u b ila y Han (1215-1294). sonraki üç beş gün içinde de ölür. Bazen de
KUDUS 89

bu saldırganlık ve kudurm a belirtilerini hiç çok daha kolay ve güvenli kılmıştır. Koldan
gösterm eden doğrudan ağır bir felç evresine kas içine uygulanan bu aşı, eskisi gibi ağır yan
girerek sessizce ölebilir. etkilere yol açmaz ve en ciddi yaralarda bile
İnsandaki hastalık belirtileri de hemen he­ birkaç gün arayla en çok dört kez yapılması
men aynıdır. Huzursuzluk ve çırpınma nöbet­ yeterlidir.
leriyle tanımlanan ilk evreyi ağrılı kas kasıl­ Kuduzu önlemenin en etkili yöntemi ise,
maları ve felç izler. Boğaz kaslarının şiddetle evcil hayvanlara düzenli olarak kuduz aşısı
kasılması yutkunma sırasında çok ağrı verdiği yapmak ve kuşkulu hayvanları gözetim altına
için hasta yalnızca su içmekten değil, suyu alarak hastalığın yayılmasını engellemektir.
görm ekten bile korkar; bu yüzden bazı diller­ Örneğin İngiltere’de, başka ülkelerden gelen
de “hidrofobi” (su korkusu) terimi kuduzla köpek ve kedilere çok sıkı karantina önlem le­
eşanlamlı olarak kullanılır. M erkez sinir siste­ ri uygulanarak kuduzun hemen hemen tü ­
minin denetimindeki solunum ve yutkunma müyle önü alınabilmiştir (bak. KARANTİNA).
refleksleri durduğu için, hastalık belirtileri Am a bu yöntem, ancak bütün giriş kapıları­
başladıktan sonra tedavi olanağı yoktur ve nın denetlenebildiği ada devletlerinde böyle-
ölüm kaçınılmaz sondur. Buna karşılık, hasta­ sine etkili olabilir. Gene de, hayvan dokula­
lığın kuluçka dönem inde uygulanan koruyucu rından hazırlanan ve başta köpek, kedi olmak
tedavi çok başarılı sonuçlar vererek kuduzu üzere evcil hayvanlara uygulanan kuduz aşısıy­
eskisi gibi ürkütücü bir hastalık olmaktan la birçok ülkede kuduz olayları büyük ölçü­
çıkarmıştır. de denetim altına alınmıştır. Ayrıca, meslek­
Koruyucu tedavinin tem eli, hastalığın bu­ leri nedeniyle kuduza yakalanma riski olan
laşmış olabileceğinden kuşkulanılan kişilere kişilerin düzenli olarak aşılanmasında da ya­
hiç zaman yitirm eden bağışık bir serum un ya rar vardır.
da aşının uygulanmasına dayanır. Etkisi hafif­
letilmiş kuduz virüsü aşılanan hayvanların KUDUS. İsrail D evleti’nin merkezine yakın
kan serumu insanlara şırınga edildiğinde, bir yerde bulunan Kudüs, M üslüman, Yahudi
hayvanın kanındaki antikorlar henüz kuluçka ve H ıristiyanların kutsal saydıkları çok eski
devresindeyken virüsleri yok ederek insanı bir kenttir. Ülkenin doğu sınırı üzerindeki
m utlak bir ölümden kurtarır. A m a, ilk kez Lût G ölü’nün 24 km batısında, A kdeniz’in de
1885’te Fransız bilim adamı Louis Pasteur’ün 50 km kadar doğusundadır. Şeria Irm ağı’nın
(bak. P a s t e u r , Louis) uyguladığı bu serum, akaçlama havzasında bulunan kentte yazlar
ancak virüsün vücuda girmesinden sonraki 24 kuru ve sıcak, kışlar serin ve yağışlı geçer.
saat içinde etkilidir ve yalnızca geçici bir Kara ve demiryoluyla Tel-Aviv-Yafa’ya bağ­
bağışıklık kazandırır. Bu yüzden, kuduzu lanan K udüs’ün nüfusu 518.200’dür (1987).
bulaştırabilecek bir hayvan ısırdığında 24
saati geçirmeden koruyucu tedaviye başlamak Tarih
ve her kuşkulu olayda yeniden serum ya da Kudüs’ün fırtınalı bir tarihi vardır. Bir zam an­
aşı uygulamak gerekir. Çünkü, son yıllarda lar M ısırlılar’ın yönetimi altında kalan kenti,
giderek serum tedavisinin yerini alan kuduz İÖ 1000 dolaylarında ele geçiren Hz. Davud,
aşısı da etkisini ilk 24 saat içinde gösterir ve Kudüs’ü Y ahuda Krallığı’nın başkenti yaptı.
sağladığı bağışıklık geçicidir. Hz. Davud’un oğlu Hz. Süleyman İÖ 957’de
Doğrudan doğruya etkisiz durum a getiril­ burada Kudüs Tapınağı’m kurdu. D aha son­
miş virüslerden hazırlanan kuduz aşısı eski­ raki yüzyıllarda Kudüs birçok kez saldırıya
den hasta hayvanların beyninden elde edili­ uğrayarak yakılıp yıkıldı. İÖ 63’te Rom a
yordu ve yaranın ağırlığına ya da başa yakınlı­ İm paratorluğu’nun koruması altına giren
ğına göre 14-21 gün süreyle her gün yapılması kentte büyük çapta bayındırlık girişimleri
gerekiyordu. Günüm üzde, kuduz virüsünün başlatıldı. Ne var ki, İS 66’da Rom alılar’a
laboratuvarlardaki özel besi yerlerinde insan­ karşı bir ayaklanma başlayınca kentin büyük
dan alınmış hücrelere ekilmesiyle hazırlanan bir bölümü Rom a ordusunca yıkıldı. Yahudi-
yeni aşı (H D C V ), koruyucu kuduz tedavisini ler’in İS 132’de ikinci kez ayaklanışı üzerine
90 KUDÜS

Kudüs’ü yerle bir eden Rom alılar, Yahudi- İbrahim ’in kurban kestiğine inanılan Sahra
ler’in girmesinin yasak olduğu yeni bir kent (Hacer-i Muallak) adlı taşın üzerini örtecek
kurdular. 614’te Sasaniler’in saldırısına uğ­ biçimde yapılmış olan K ubbetü’s-Sahra’dır
rayan ve yeniden yıkılan Kudüs, Hz. Ö m er’ (bak. K u b b e t ü s - S a h r a ) . Tapınak Dağı’nm 2 5
in halifeliği sırasında A raplar’ın eline geçti ve m etre batısında Kudüs Tapm ağı’nın batı du­
uzun bir süre A rap yönetiminde kaldı. varlarının kalıntıları görülür. Ağlama Duvarı
10. yüzyılda Fatımiler Kudüs’ü ele geçirdi. adı verilen bu kalıntılar, Y ahudiler’in dua
130 yıllık Fatımi egemenliğinden sonra etm ek için geldikleri kutsal bir yerdir. Hz.
1099’da kenti yağmalayan Haçlılar, Kudüs M uham m ed’in miraç gecesi göğe çıktığına
K rallığim kurdu. 1187’de Selahaddin Eyyubi inanılan Mescid-i Aksa da Tapm ak D ağı’nın
Kudüs’ü ele geçirdi. 13. yüzyıl ortalarında güneyinde bulunur.
Yahudiler yeniden kente gelip yerleşmeye Eski kentteki Hıristiyan kutsal yapıları
başladı. arasında en önemli olanı Kutsal Kabir Kilise­
1516’da Yavuz Sultan Selim’in K udüs’ü sid ir. Kuzeybatıda bulunan bu kilise, Hz.
almasıyla kent Osmanlı egemenliğine girdi. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra gömüldüğü­
Kanuni Sultan Süleyman eski kentin surları­ ne inanılan yerde yapılmıştır. Hıristiyan dini­
nın büyük bölümünü yeniledi. 1918’de İngiliz ni kabul eden ilk Rom a imparatoru olan I.
birliklerinin işgal ettiği Kudüs, İngiliz m anda Constantinus’un 330 yıllarında yaptırdığı bu
yönetimine bırakılan Filistin’in başkenti oldu. yapı, daha sonraları birkaç kez onarıldı. Hz.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Mil­ İsa’nın çarmıha gerilmeden önceki son saatle­
letler Kudüs’ü uluslararası bir kent durum una rini geçirdiği Zeytin Dağı eski kentin doğu
getirmeyi önerdi. Bu karara İsrail ve bölgede­ surları dışındadır. Hıristiyan inancına göre
ki A rap devletleri karşı çıktı. 14 Mayıs Hz. İsa Zeytin Dağı’nın eteklerindeki Getse-
1948’de İsrail D evleti’nin kuruluşundan sonra mani Bahçesi’nde tutuklanm ış ve yargılanma­
İsrail, kentin batı bölümünü topraklarına ya götürülmüştü. Getsem ani Bahçesi’nde baş­
kattı. Surlarla çevrili eski kent ve tarihsel layıp Kutsal Kabir Kilisesi’ne uzanan yolun,
Yahudi yapılarının bulunduğu doğu bölümü Hz. İsa’nın çarmıhını sırtında taşıyarak geçtiği
A raplar’ın elindeydi. 1950’de İsrail K udüs’ün yol olduğuna inanılır.
batısının ülkenin başkenti ve yasama organı
knessefm merkezi olduğunu ilan etti. Modern Kudüs
1967’deki Arap-İsrail Savaşı’nda, kentin 19. yüzyıl ortalarına kadar Kudüs kenti tümüy-
1948’den beri Ü rdün’ün elinde olan doğu
bölümü de İsrail’in eline geçti. İsrail bütün Picturepoint

kenti başkent ilan etti. Ne var ki, başta A rap


devletleri olmak üzere dünyada pek çok
devlet bunu tanımadı.

Eski Kent
Sarp tepeler ve vadilerle çevrili yüksek bir
düzlük üzerinde kurulu olan eski kent, kaba­
ca her kenarı 1 km uzunluğunda bir kare
biçimindedir. D ört yanını çevreleyen surların
büyük bölüm ünü 16. yüzyılda Kanuni Sultan
Süleyman eski surların üzerine yaptırmıştır.
Eski kentte M üslüman, Hıristiyan, Ermeni
ve Yahudi mahalleleri ile çok sayıda tarihsel
yapı bulunur. Güneydoğu köşesinde Tapm ak
Dağı adı verilen yüksekçe bir düzlük vardır.
M üslüm anlar’ın H arem ü’ş-Şerif adını verdiği Y a h u d ile r için K ud üs'teki en kutsal ye r A ğlam a
Tapm ak Dağı’ndaki en önemli yapıt Hz. D uvarı'dır.
KUĞU 91

le surların içinde yer alıyordu. O yıllarda


eski kentin batısında Tel-Aviv-Yafa’ya giden
yol boyunca Yahudi göçmenlerin kurduğu
yeni m ahalleler gelişmeye başladı. Böylece
Kudüs’ün batı bölümü yeni yapıların ve çeşitli
işyerlerinin yer aldığı m odern bir kent duru­
muna geldi. K udüs’te elmas kesimi, basın
yayın, mobilya, kimyasal m adde ve dokum a
sanayileri ön plandadır. Ayrıca turist ve hacı
adaylarının çokluğu kentte turizmin gelişme­
sine yol açmıştır. Kudüs İbrani Ü niversitesin­
de başka ülkelerden de gelen pek çok Yahudi
öğrenci öğrenim görür.
A n a Yayıncılık Arşivi

G agasının üstündeki siyah y u m ru s u , S b içim in d e


KUĞU, kurumlu ve güzel görünüşü, sudaki kıvırdığı boynu ve kabarık duran kanatlarıyla dikkat
alımlı süzülüşü nedeniyle insanların izlemek­ çeken bayağı kuğu b ü yü k havuzların vazgeçilm ez
süsü o lm u ştu r.
ten en çok hoşlandıkları su kuşlarından biri­
dir. Yakın akrabası olan kazlardan daha iri ve
daha uzun boyunludur. Kuzey yarıkürede 2-7 arasında değişen beyaz ya da beyazımsı
yaşayan beş türünün de tüyleri beyaz, bacak­ yum urta bırakır. Yaklaşık 5-6 hafta sonra
ları siyahtır. Güney yarıkürede yaşayan öbür yum urtadan çıkan yavrular hav tüyleriyle
iki türün ise ya tam amına yakın bölümü siyah kaplıdır. Yavrular kısa süre sonra anne ve
ya da siyah ve beyazdır. Kuğuların erkeği ile babalarının peşinde dolaşmaya başlar. Eriş­
dişisi birbirine benzer. Doğal ortam ında 20 kinler de yavrularına özenle bakmayı sürdü­
yıl, bakım altında bu sürenin iki katından rür. Bazı türlerde yavru uçmaya başladıktan
daha uzun yaşayabilirler. Bu güzel kuşlar sonra da aylar boyunca anne ve babasının
genellikle büyük havuzlar ya da gölcüklerde yuvasında kalır. Kuzey ülkelerinde yaşayan
hoş bir görünüm yaratm ak için beslenirler. kuğular kış geldiğinde güneye doğru göç eder,
Kuğular 106-165 cm uzunluğunda iri kuşlar­ göç sırasında uzun sıralar halinde ya da “V ”
dır. En büyüklerinde kanat açıklığı 244 santi­ biçimini alarak uçarlar.
metreyi bulur. Kanatları geniş, bacakları kısa, Bayağı kuğu en iyi bilinen kuğu türüdür.
ayakları geniş ve perdelidir. Avrupa ve Asya boyunca birçok bölgede
Bütün kuğular suda yüzer ve uzun boyunla­ ürer, kışın güneye yaptığı göçler sırasında
rını suya sokarak buldukları su bitkileriyle Kuzey A frika ve K ore’ye kadar ulaşır. Türki­
beslenirler. Bazen dipten beslenm ek için dal­ ye’de Göller Yöresi’nde ve İç Anadolu Bölge­
dıklarında, yalnızca kuyrukları dışarıda kalır. sin in bazı sulak alanlarında ürem ekte, kışın
Kuğular havalanmak istediklerinde uzunca daha yaygın olarak görülm ektedir. Doğal
bir süre suyun üstünde kanat çırpıp koşarlar. coğrafi dağılımı dışında da yetiştirilen bu
Ötücü kuğu (Cygrıus cygnus) gibi bazı türler kuğular birçok göl ve göletin vazgeçilmez
uzaktan duyulabilen yüksek bir ses çıkarır. süsü olmuştur. Bayağı kuğu 23 kilograma
Ö bür türler ise çok daha sessizdir. Bayağı ulaşan ağırlığıyla, uçabilen en ağır kuştur.
kuğu ( Cygnus o lor) ve kara kuğu (Cygnus Turuncu renkli gagasının dibinde siyah bir
atratus) bazen yüzerken ya da karada ayakta kabartı vardır. Boynunu kıvırıp kanatlarını
dururken ayaklarından birini sırtının üstüne kabartarak suda süzülüşü bu türün iyi bilinen
koyar. özelliklerindendir.
Bazı kuğuların ölünceye kadar eş değiştir­ Ötücü kuğunun Eskidünya’da yaşayan alttü­
medikleri görülür. Yuvaları genellikle birbi­ rüne kışın Türkiye’nin çeşitli yörelerinde de
rinden bağımsız olarak bataklıklarda ya da rastlanır. Gagasının dip bölümü sarı, uç bölü­
göl kıyılarında, toplanıp yığın haline getirilen mü siyah olan bu alttür yüzerken boynunu dik
bitkilerden yapılmıştır. Dişi, yuvaya sayıları tuttuğu ve kanatlarını kabartmadığı için baya­
92 KUKLA

A vustralya'da yaşayan
b ir kara kuğu çifti ve
yavruları.

N H P A /B ria n Chudleigh

ğı kuğudan kolayca ayırt edilebilir. Ötücü üreyen ıslıkçı kuğunun (Cygnus columbianus)
kuğunun Kuzey A m erika’nın kuzey ve batı gagası siyah, gözlerinin önü sarı, boynu daha
kesimlerinde üreyen alttürü borazancı kuğu kısadır. Kuzey yarıkürede yaşayan beyaz tüy­
adıyla tanınır. Kuğuların en ağırı değilse de lü öbür iki kuğu türü Avrupa ve A sya’nın
en irisidir. Gagası tümüyle siyah olan bu kuzey kesimlerinde bulunur.
alttür 1900’lerde aşırı avlanma sonucu yok Güney A m erika’nın güney kesimlerinde ya­
olmanın eşiğine gelmiş, koruyucu önlem le­ şayan kara boyunlu kuğu (Cygnus melanco-
rin artırılm asından sonra yeniden çoğalmaya riphus) en küçük kuğu türüdür. Gövdesi
başlamıştır. G ene Kuzey A m erika’da yaşayan beyaz, boynu ve başı siyah, gagası ve ayakları
ve Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki tundralarda kırmızı olan bu tür, güzel görünüşünün yanı
sıra saldırganlığıyla da dikkat çeker. Avus­
tralya’da yaşayan kara kuğu, kanatlarındaki
beyazlıklar ve kırmızı gagası dışında, tümüyle
siyah renkli bir kuştur.

KUKLA. Tahtadan, alçıdan ya da bezden


yapılmış elle, iple ya da sopayla oynatılan
küçük bebeklere kukla; bu bebeklerle yapılan
gösteriye de kukla oyunu adı verilir. İnsana,
hayvana ya da çeşitli nesnelere benzetilerek
biçimlendirilen ve boyanan kuklalar, sahne
arkasına gizlenmiş bir “kuklacı” tarafından
oynatılır. Kukla oyunlarının çoğu sözlü ve
müzikli, bazıları da sözsüzdür. Sözlü oyunları
perde arkasına gizlenmiş bir konuşmacı ses­
lendirir. Sahne gerçek bir tiyatro sahnesinin
küçük bir kopyasıdır. Gösteri sırasında kukla­
lar izleyicilerin daha iyi görebilmesi için par­
lak ışıklarla aydınlatılır.
A B D 'de V Vyom ing'de yaşayan b ir borazancı kuğu Parm ak boyunda, çok yalın kuklaların yanı
ailesi. sıra, insan boyunu aşan çok süslü ve en küçük
KUKLA 93

ülkelerde yüzyıllardır süre­


A s y a SANATI). B u
gelen kukla geleneği son derece incelikli bir
sanat işçiliğine dönüşmüştür. Birmanya, Tay­
land, Cava ve Bali gibi ülkelerde kukla ve
gölge oyunları, müzik eşliğinde ve ışıklandırıl­
mış bir sahnenin üzerinde yapılır. Yüz çizgile­
rini ve giysileri tüm ayrıntılarıyla gösteren
kuklalar, büyüleyici bir etki yaratır.

Kukla Tiyatroları
El kuklaları bir perde önünde ya da üç yanı
perdeyle kapatılmış, önü açık bir sahnede oy­
natılır. Sahnenin altı boştur. İzleyicilere gö­
rünmem ek için önü perdeyle kapatılmış sahne
boşluğuna gizlenen kuklacı, kollarını yukarı
kaldırarak kukla oynatır. Uzun süre bu biçim­
de durarak kukla oynatm ak alışkın olmayan­
lar için çok yorucu bir iştir. Bunun yerine
kuklacı sahnenin gerisine yerleştirilen bir per­
denin arkasına gizlenip, ellerini perdenin al­
tından geçirerek de kukla oynatabilir. Böyle­
ce hem vücudu perdenin arkasında kalır, hem
de kollarını yukarı kaldırmadan göğüs hiza­
sında tutarak, uzun süre gösteri yapabilir.

ayrıntısına kadar düşünülerek yapılmış kukla­


lar da vardır. En yaygın kukla çeşidi eldiven
gibi giyilerek parm aklarla hareket ettirilen el
kuklalarıdır. El kuklalarının uzaktan daha iyi
görülebilmesi için yüz çizgileri abartılı, göz­
ler, burun ve kulaklar oldukça iridir.
Bir başka kukla türü de batıda marionette
adı verilen ipli kukladır. Kukla, eklem yerle­
rine, başına, ellerine ve ayaklarına bağlı olan
ipler çekilerek hareket ettirilir. İpli kuklaların
yapımı ve oynatılması el kuklalarından daha
karmaşık ve güçtür.
İpler kuklacının elinde tuttuğu, kontrol
çubuklarına bağlıdır. Kuklacı çubukları çeşitli
yönlerde hareket ettirerek kuklayı oynatır.
Kuklanın karmaşık bir yapısı ve çok sayıda ipi
varsa, kuklayı birden çok kuklacı oynatır. Ba­
zen de bir kuklacı iki kuklayı birden oynatabi­
lir. İpli kukla gösterisinde, kuklacı sahnenin
üstüne yerleştirilmiş kukla köprüsü denilen
yere çıkarak, kuklaları buradan yönetir.
A rkasına sopa takılarak oynatılan sopalı
1. ve 2. çizim de ip li kuklaların nasıl b irle ş tirild ik le ri,
kuklalar Uzakdoğu ve Güneydoğu Asya ülke­ 3. çizim de ise kuklaları de ne tleye n ip le rin nasıl
lerinde oldukça yaygındır (bak. GÜNEYDOĞU bağlanacağı g ö ste rilm e kte d ir.
94 KULAĞAKAÇAN

A vrupa’da kukla gösterileri 17. yüzyılda


ortaya çıktı. Dönem in en sevilen kuklaların­
dan biri karısı Judy-yi her fırsatta azarlayan,
gaga burunlu, kekeme kukla İtalya’da Pulci-
nella, Fransa’da Polichinelle, Rusya’da Pet-
ruşka, İngiltere’de Punch adıyla tanındı.
18. yüzyılda kukla kabareleri tüm Avrupa
ülkelerinde yaygınlaştı. Kukla gösterileri 20.
yüzyılda televizyon program larında da yer
almaya başladı. Çocuklar için yapılan tele­
vizyon program larında kukla gösterilerine sık
sık yer verilir. M uppet Ş o v , Miss Piggy ve
Kurbağa Kermit gibi sevimli tipleriyle
1970’lerde ve 1980’lerde en beğenilen kukla
gösterilerinden biri oldu.

Türkiye'de Kukla
A nadolu’ya O rta Asya’dan getirilen kukla, Jo h n M arkham
Türk seyirlik oyunlarının en eskilerinden biri­ Erkek kulağakaçanın kıskaçları d iş in in k ile rd e n daha
dir. Kuklaya 17. yüzyıla kadar çeşitli kaynak­ irid ir ve ö b ü r erkeklerden koru nm a sın ı da sağlar.
larda kabarçuk, lubet, suret, korçak, hayal ve
piyade çadırı gibi adlar verilmiş, sık sık da te denizaşırı taşman yüklerin arasına girip yer­
gölge oyunlarıyla karıştırılmıştır {bak. K a r a ­ yüzünün hemen her yerine yayılmıştır. Kulağa­
g ö z O y u n u ) . Kukla sözcüğü ilk kez 17. yüzyıl­ kaçanlar ender olarak uçar. Uçmadığı zaman
da kullanılmıştır. Kuklaya ilişkin ilk bilgiler, geniş ve zarsı arka kanatlarını kısa ve derimsi
1582’deki şenliklerin anlatıldığı Surname adı ön kanatlarının altına katlayıp gizler.
verilen yazmada geçer. Dişi kulağakaçanlar ilkbaharda 40-60 yu­
18. yüzyılda batılılaşma hareketi Türk seyir­ m urta bırakır. Çoğu böceğin tersine, açılana
lik oyunları üzerinde de etkili olmuştur. III. kadar yum urtalarının üstünde nöbet tutar.
Ahm ed döneminde Paris’ten gelen bir kukla­ Yavru kulağakaçanlar her deri değiştirmenin
cının sarayda, D am at İbrahim Paşa’nm huzu­ ardından biraz daha büyüyerek uzunca bir
runda bir kukla gösterisi yaptığı bilinmekte­ süre yuvada kalır. Yavrular yuvadan ayrıldık­
dir. Kukla oyunları da öteki seyirlik oyunları tan sonra dişi yeniden yumurtlar.
gibi 19. yüzyıldan sonra önemini yitirmeye Kulağakaçanların uzunluğu 5-50 mm ara­
başlamıştır. sında değişen 1.000’i aşkın türü bilinmekte­
Kuklacılık günümüzde kişisel çabalarla sür­ dir. Bunların arasında okaliptüs ağaçlarının
dürülmeye çalışılmaktadır. Eski kuklalar ve kabukları altında yaşayan siyah, beyaz, kırmı­
kuklacı araçları İstanbul Belediye Müzesi’nde zı ve uçuk sarı renklerle alacalı bir Avustralya
sergilenmektedir. türü (Apachyus p eterseni) de vardır.

KULAĞAKAÇAN, adım uyuyan insanların KULAK insanın işitme ve denge organıdır.


kulağına girdiği inancından almasına karşın Ses dalgalarını toplayıp elektrik sinyallerine
zararsız bir böcektir. Gövdesinin arka ucun­ dönüştürdükten sonra sinirler aracılığıyla
daki kıskaca benzer uzantı çiftini korunm a beyne iletir. Bir yandan da, başın duruşuna ve
amacıyla kullansa bile pek acı vermez. Bayağı konum değişikliklerine ilişkin bilgileri beyne
kulağakaçan (Forficula auricularia) gün bo­ göndererek dengenin sağlanmasına yardımcı
yunca karanlık deliklerde saklanır, geceleri bit­ olur.
kilerle ve ölü böceklerle beslenmek için dışan Yalnız insanda değil bütün omurgalı hay­
çıkar. Özellikle kasımpatı ve yıldızçiçeklerine vanlarda (balıklar, amfibyumlar, sürüngen­
düşkündür. Anavatanı Avrasya olmakla birlik- ler, kuşlar ve m em eliler), işleyişi temel olarak
KULAK 95
insan kulağıyla aynı ilkelere dayanan bir lak çevredeki sesleri toplayıp ortakulağa ile­
işitme organı bulunur. Ayrıca omurgasız hay­ tir; ortakulak aldığı ses titreşimlerini güçlen­
vanların bazılarında, örneğin böceklerin ço­ direrek içkulağa aktarır; içkulak da bu titre­
ğunda ses titreşim lerine duyarlı özel kıllar şimleri elektrik sinyallerine dönüştürerek
vardır; ama bu işitme organı omurgalılarınki beyne gönderir. Ayrıca vücudumuzun denge
gibi gerçek anlam da bir kulak sayılmaz. organı da içkulaktadır.
Yaprakların hışırtısından jet uçaklarının D ışkulak, işitme organının dışarıya açılan
gürültüsüne kadar geniş bir frekans aralığın­ kapısıdır ve iki bölümden oluşur. Bunlardan
daki sesleri algılayabilen insan kulağı, işitmeilki başın dışında belirgin bir çıkıntı yapan
organının nasıl çalıştığını incelemek açısındankulakkepçesi, öbürü de kulakkepçesini orta­
iyi bir örnektir. Am a hayvanlar dünyasındaki kulağa bağlayan dışkulak yolu’dur. İşitme
en keskin işitme duyusunun insanınki olduğu organının dışarıdan görülebilen tek bölümü
kesinlikle söylenemez. Köpekler ve tavşan, olan kulakkepçesi, üstü deriyle kaplı, geniş ve
antilop, ceylan gibi bazı yabanıl hayvanlar kıvrımlı bir kıkırdak parçasıdır; sesleri bir
insanın duyamayacağı kadar hafif sesleri, “kepçe” gibi toplayarak dışkulak yoluna yö­
yarasalar ise insan kulağının işitme sınırının neltir. Kısa bir kanal biçimindeki dışkulak
yolunun iç yüzeyini döşeyen derinin altında,
çok üstündeki tiz frekansları rahatlıkla işitebi­
lirler. Özellikle yarasaların işitme duyusu, kulak kiri dediğimiz mumsu ve yağlı maddeyi
yönlerini bulmalarını sağlayan bir tür “radar üreten küçük salgıbezleri bulunur. Bu yapış­
sistemi” gibi çalışır; görme duyuları çok zayıfkan salgı dışarıdan giren tozlan ve yabancı
olan bu uçucu memeliler çok tiz bir ses çıkarırmaddeleri tutarak kulağa zarar vermelerini
ve nesnelere çarparak geri dönen bu ses engeller. Dışkulak yolunun içteki ucu, kulak
dalgalarıyla önlerindeki engellerin yerini ve zarı denen ince ve gergin bir zarla örtülüdür.
uzaklığını saptayabilirler. Bu zar, üzerine çarpan her ses dalgasında
titreşerek işitmede önemli bir rol oynar.
Kulağın Yapısı ve İşitme Duyusu Ortakulak, kafatasındaki şakak kemiğinin
İnsanın ve bütün m emelilerin, başın iki yanı­ içine gömülmüş, kulak zannın öbür yanında
na yerleşmiş iki tane kulağı vardır. Bu organ, kalan küçük bir boşluktur. Bu boşluğun
kafatasının dışından içeriye doğru uzanan üç içinde, ilki kulak zarına değen, birbirleriyle
bölümden oluşur: Dışkulak, ortakulak ve bağlantılı üç ilginç kemikçik bulunur. Biçim­
içkulak. İşitme duyusunun gerçekleşmesinde lerinin benzerliğinden ötürü çekiç, örs ve
bu bölümlere ayrı ayrı görevler düşer: Dışku- üzengi denen bu kemikçikler, ses dalgalarının
kulak zarına çarpmasıyla oluşan titreşimleri
güçlendirerek içkulağa iletir.
O rtakulaktan başlayıp burnun arkasındaki
geniz boşluğuna açılan östaki borusu da bu­
rundan ve ağızdan giren havanın ortakulağa
ulaşmasını sağlar. O rtakulakta hava bulun­
ması çok önemlidir. Çünkü kulakkepçesinden
içeri giren hava kulak zannın dış yüzüne
sürekli basınç uyguladığından, bunu dengele­
yecek bir iç basınç olmazsa kulak zarı çöker
ve titreşemez. Zarın gergin kalabilmesi için
her iki yüzüne etki yapan hava basıncının eşit
olması gerekir. İnsan bunun önemini en çok
uçak yolculuklarında anlayabilir. Gerçekten
de uçağın kalkışı ve inişi sırasında dıştaki hava
basıncı hızla değiştiği için (yükseklik arttıkça
hava basıncı azalır) yolcular bir anda hiçbir
şey duymaz olurlar. Bu geçici işitme güçlüğü­
96 KULAK

nü giderm ek için yapılacak tek şey yutkun­ anda birçok ses kulağımıza ulaştığında, beyin
maktır. Bu hareketle östaki borusu açılır ve bunların arasından birini seçerek dikkatimizi
ortakulağa hava doldukça kulak zarının iki onun üzerinde yoğunlaştırmamızı sağlar. Ay­
yanındaki basınç eşitlenir. rıca belirli ses kalıplarını tanıdığı için, yüzler­
İçkulak işitme ve denge organlarını içeren ce değişik ses arasından daha önceden bildiği­
iki ayrı bölümden oluşur. Salyangoz (ya da miz bir sesi ayırabiliriz.
aynı anlamdaki Latince adıyla koklea) denen
işitme organı gerçekten de salyangoz kabuğu­ Kulak Hastalıkları ve Sağırlık
nu andıran dolambaçlı bir yapıdır ve içi sıvıyla Kulağı etkileyen birçok hastalık vardır. Ö rne­
doludur. Salyangozu dolambaçlı kanallara ğin bakterilerden ileri gelen kulak iltihabı
ayıran zar bölmenin tabanında da Corti orga­ (otit) genellikle ortakulak boşluğunda sıvı
nı denen incecik tüylü kirpiksi hücreler bulu­ toplanmasına yol açar. Bu sıvı kulak zarına
nur. Beyne giden işitme sinirinin incecik basınç yaparak zarın serbestçe titreşmesini
uçları bu hücrelerle bağlantılıdır. O rtakulak­ engeller. Çok şiddetli bir kulak ağrısı ve
taki üç küçük kemiğin ilettiği ses titreşimleri işitme güçlüğüyle ortaya çıkan kulak iltihapla­
bu bölüme ulaştığında salyangoz kanalların­ rı antibiyotiklerle tedavi edilebilir.
daki sıvı çalkalanmaya başlar. Bu hareket M eniere hastalığında kulaktaki denge orga­
kanalların taban zarını titreştirir; Corti orga­ nı bilinmeyen nedenlerle şişer ve görevini
nının kirpiksi uzantıları bu titreşimle dalgala­ yapamayacak durum a gelir. Baş dönmesi,
narak sinir uçlarını uyarır ve bu uyarı elektrik kulak çınlaması ve bulantı nedeniyle kendini
sinyalleri halinde beyne iletilir. çok kötü hisseden hasta sürekli yatm ak zo­
İçkulağın ikinci bölümü işitmede hiçbir rol rundadır. Hastalık giderek ağırlaşır ve geçici
oynamaz, yalnızca dengeyle ilgilidir. Bu bö­ işitme yitimi zamanla kalıcı bir sağırlığa dönü­
lüm, içleri sıvıyla dolu yanm daire biçimindeki şür. İlaç tedavisinin tek yararı belirtileri
üç kanaldan ve yarımdaire kanalları’ndan hafifleterek hastayı rahatlatmasıdır.
salyangoza geçit veren dalız bölümünden Sağırlık terimi tıpta, hafif işitme yitiminden
oluşur. Dalızın ve yarımdaire kanallarının hiç ses duym am a eşiğine (tam ya da m utlak
içinde de Corti organındaki gibi kirpiksi sağırlık) kadar uzanan bütün işitme sorunları­
hücreler vardır. Bu hücreler, başın en küçük nı tanımlamak için kullanılır.
bir hareketinde çalkalanan içkulak sıvısının Geçici işitme yitimi, m ikropların neden
çarpmasıyla uyarılarak yerçekimi şiddetinde­ olduğu kulak iltihaplarından başlayarak pek
ki değişiklikleri ve başın açısal hareketlerini çok kulak hastalığının ortak belirtisidir. Ayrı­
anında beyne iletir. Böylece, özellikle görme ca dışkulak yolunun kulak kiriyle dolarak
duyusunun da yardımıyla dengenin sağlanma­ tıkanması da geçici işitme yitimine yol açar.
sına yardımcı olur. Eğer bu denge organı Bunun nedeni ya kulak kiri salgısının gereğin­
herhangi bir nedenle görevini yapamazsa den fazla olması ya da dışarı atılamayan bu
insanın başı döner ve düzgün yürümesi güç­ mumsu m addenin havayla sertleşerek bir
leşir. Örneğin bir geminin sallantısıyla ka­ tıkaca dönüşmesidir. Kirleri temizlemeye ça­
nallardaki sıvı sürekli harekete geçtiğinde de­ lışırken kulak zarını örseleme tehlikesi oldu­
niz tutması dediğimiz rahatsızlık belirtileri ğundan, bu tıkacın yalnızca doktor tarafından
başlar. ılık su püskürtülerek çıkarılması gerekir.
Kulak, değişik sesler arasındaki en küçük K a lıc ı s a ğ ırlık la r d o ğ u ş ta n y a d a s o n r a d a n
farkı bile yakalayabilecek kadar duyarlı bir o la b ilir . D o ğ u ş ta n sa ğ ırlığ ın n e d e n i y a k a lıts a l
organdır. Kulağın yakaladığı bütün sesleri e t k e n le r (bak. K alitim ve G en et İk ) y a d a
ancak beyne ulaştıktan sonra işitir, daha g e b e lik s ır a s ın d a a n n e n in g e ç ird iğ i b a z ı h a s ta ­
doğrusu niteliklerini algılarız. Çünkü bir sesin lık la r d ır . A y rıc a g e b e lik te k u lla n ıla n b a z ı
yüksekliğini ya da frekansını (ince mi yoksa ila ç la r d a ç o c u k ta sa ğ ırlığ a y o l a ç a b ilir.
kalın mı olduğunu) ve hacmini ya da şiddetini Çocuklar duydukları sesleri taklit ederek ko­
(hafif mi yoksa güçlü mü olduğunu) ayırt nuşmayı öğrendikleri için, doğuştan sağır olan­
eden beyindir. Genellikle olduğu gibi aynı lar doğal olarak konuşmayı öğrenemezler.
KUM SAATİ 97

Ses organlarında bozukluk olmadığı halde an­ İşitme aygıtlarının özel bir türü de, dışku-
cak anlaşılmaz sesler çıkarabilirler. Bu nedenle lak ve ortakulak sorunu olanlarda kullanılan
doğuştan sağır olanlara “sağır dilsiz” denir. kemik iletisi aygıtlarıdır. Bu aygıtlar ses
Sonradan ortaya çıkan işitme yitiminin titreşimlerini kulağın tam arkasındaki kemik
başlıca nedenleri kazalar, m ikroplu hastalık­ çıkıntısına iletir. Bu kemik aracılığıyla içkula­
lar ve sürekli olarak çok şiddetli bir gürültü ya ğa geçen titreşim ler buradaki sıvı ve sinir
da sesle karşı karşıya kalm aktır. Sağırlık uçlarınca alınarak beyne gönderilir.
aslında insan kulağının işitebileceği frekans Doğuştan sağır dilsiz olmanın getirdiği güç­
aralığındaki bütün seslerin duyulmasını engel­ lükleri yenerek verimli bir yaşam süren pek
lemez. Kulak bazı frekanstaki sesleri normal çok insan vardır. A B D ’li Helen Keller’in
olarak duyarken başka frekanstaki seslere öyküsü bu çabanın en anlamlı örneklerinden
tümüyle sağırdır. biridir (bak. K e l l e r , H e l e n ).
İleri derecede sağır olan çocuklara, çevrele­
riyle iletişim kurma sorunlarına yardımcı ol­ KUMRU bak. G ü v e r c İ n v e K u m ru .
mak amacıyla özel eğitim uygulanır. Bu eğiti­
min temeli “dudaktan okum a” yöntemidir. K U M SAATİ, belirli bir zaman aralığını
Çocuk, öğretm eninin dudak hareketlerini ölçmeye yarayan basit bir aygıttır. İlk kez 15.
dikkatle izleyerek onun çıkardığı sesleri çıkar­ yüzyılda yapılan kum saatleri günümüzde de
maya çalışır. Pille işleyen güçlü işitme aygıtla­ değişik amaçlarla kullanılmaktadır. Kum saa­
rı da işitme özürlülerin en büyük yardımcısı­ tinin dar bir boğazla birbirine bağlı, arm ut
dır. İşitme güçlüğü daha hafif olan çocuklar, biçiminde iki ampulden oluşan cam gövdesi
ayrıca desteklenm eleri koşuluyla normal genellikle tek parça halinde yapılır. Am pul­
okullarda eğitim görebilirler. lerden biri kuru kumla doldurulduktan sonra
Doğuştan sağır çocukların çoğu, zihinsel ağzı kapatılarak ahşap ya da metal bir çerçe­
özürlü olmadıkları halde, iletişim kurm a ve veye oturtulur. Kum saati, dolu ampul yukar-
öğrenme güçlüğü nedeniyle eğitimde başarılı A B C A jansı
olamayabilir. Kullanılan aygıtlara ve eğitim
4b
yöntem lerindeki büyük gelişmelere karşın ba­ ;*■

zı çocuklar konuşmayı ve dudaktan okumayı


öğrenemez. Bazıları da parm aklarını kullana­
rak özel bir işaret diliyle iletişim kurmaya ça­
lışır. Genellikle bir başka işitme özürlü­
den öğrenilen bu işaret dilinde alfabenin her
harfi elin ve parm akların çeşitli hareketleriyle
belirtilir. Ayrıca bazı sözcüklere ve cümlecik­
lere karşılık düşen belirli hareketler vardır.
Doğal olarak her ülkede kendi dilinin özellik­
lerine uygun ayrı bir işaret dili benimsenmiş­
tir. İşaret dili aracılığıyla sağırlarla hızlı “ko­
nuşabilm ek” için çok alıştırma yapmak gere­
kir. Ayrıca işitme özürlülerin çoğu kısa ve
basit m esajlarla yazılı iletişim kurabilir.
Yaşlılıktan ileri gelen işitme yitiminde de
birçok insana yardımcı olan işitme aygıtları,
19. yüzyılda kullanılan basit kulak boruların­
dan bugünün elektronik düzeneklerine ula­
şıncaya kadar çok büyük bir gelişme göster­
miştir. Bu aygıtlardan bazıları kulak arkasına
sığacak kadar küçüktür ve tırnak büyüklüğün­
deki pillerle çalışır. 15. yüzyıl İngiliz kum saati.
98 KUMTAŞI

da olacak biçimde durduğu zaman üstteki lerinin çevresine ve aralarındaki bütün boş­
kum dar boğazdan geçerek aşağı akar. Boğa­ luklara çökelmiştir. Bu nedenle kumtaşı, bü­
zın genişliği, kumun tüm ünün belirli bir süre­ tünüyle katı bir silis kütlesidir ve ancak mik­
de, örneğin bir saatte akmasını sağlayacak roskop altında incelendiğinde kum tanelerin­
biçimde ayarlanmıştır. Üstü alta gelecek bi­ den oluştuğu anlaşılabilir. Dem ir oksitle bağ­
çimde her çevrilişinde kum saati yeniden lanan kum taşlarında ise taneler aralıklıdır ve
kullanılabilir. böylece oluşan gözenekli kayaç kolayca kıra-
Değişik zaman aralıklarını gösteren kum larak dağılabilir. Kalsiyum karbonatla bağ­
saatleri çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. 19. lanmış kum taşlarının bazı özellikleri kireçtaşı-
yüzyıla kadar gemilerde nöbet saatlerini belir­ nmkilerine benzer.
leyebilmek için kum saati kullanılırdı. G em i­ Kumları oluşturan çeşitli m addeler, KUM
nin hızını ölçen eski tip paraketelerle birlikte
de 28 saniyelik kum saatleri kullanılırdı. Nature Photographers Ltd.

Geminin hızını ölçmek için, üzerine 14,4


m etre aralıklarla düğümler atılmış olan uzun
bir ipe bağlı bir kütük geminin arkasından
denize atılır, boşalan ipin ilk düğümü geçince
kum saati çevrilirdi. Saatin süresi bitinceye
kadar geçen düğümler sayılarak geminin hızı
bulunurdu. Bu ölçümde her geçen düğüm
saatte 1 deniz mili hızı gösteriyordu.
Günüm üzde m utfaklarda üç ya da dört
dakikalık kum saatleri rafadan yum urta pişiri­
lirken kullanılır.

K U M TA Ş I, doğal bir bağlayıcı maddeyle


birbirine yapışmış kum tanelerinden oluşan
bir kayaç türüdür. Kumtaşı, çağlar öncesinde
suların çökelttiği bir tortul kayaçtır {bak.
K a y a ç ) . Kum taneleri okyanusların ve gölle­
rin dibine çökmüş ve daha sonra yerkabuğun-
daki şiddetli altüst oluşlar sırasında basınç İspanya'da P ire ne ler'de ki M a llo s de Riglos,
altında kalarak sıkışmıştır. Kum tanelerini aşınm aya karşı dayanıklı sert kum taşlarınd an oluşur.
birbirine yapıştıran doğal bağlayıcı m addeler,
tanelerin içinden kaynaklanabilir ya da sular­
la birlikte dışardan taşınmış olabilir. H er VE ÇAKIL maddesinde anlatılmıştır. Demir
iki durum da da sular kumların arasından içeren kum tanelerinden, sarı ve kırmızı
süzülürken bu maddelerin çökelmesine ve kumtaşları ortaya çıkar. Katışıksız silis kum ­
kum tanelerinin birbirine yapışmasına yol ları ise, beyaz kumtaşlarını oluşturur. Çok az
açar. m iktarlarda başka m ineraller içerenlerin ren­
Kumtaşının görünümü ve sertliği, taşı oluş­ gi yeşildir. Kalkerli ya da kireçli kumtaşları
turan kum ile kum tanelerini birbirine yapıştı­ ise gridir.
ran m addelerin türüne bağlıdır. En yaygın Kumtaşı dünyada en yaygın bulunan ikinci
bağlayıcı m addeler silis, demir oksit ve kalsi­ kayaç türüdür. Kumtaşından daha bol bulu­
yum karbonattır. Silisle birbirine yapışmış nan tek kayaç türü şeyidir. Yerkabuğunun
kum tanelerinden oluşan kum taşına kuvarsit yüzey kesimlerini oluşturan kayaçların yüzde
denir; sert ve yoğun bir kayaç olan kuvarsit, 10 ile yüzde 20 arasındaki bölümü kumtaşı-
oluşum süreci sırasında yüksek sıcaklığın ve dır.
basıncın etkisi altında kalmıştır. Bu koşullar­ Bağlayıcı maddeleri güçlü olmayan kum-
da çözünmüş silis, kumu oluşturan silis tane­ taşları, kırılıp öğütülerek inşaat kumu yapı­
KUMUL 99

mında kullanılır. Sert ve aşınmaya karşı daya­ kum tepeleri hemen her zaman rüzgâr yönün­
nıklı kum taşlarından ise yapıtaşı olarak yarar­ de hareket halindedir.
lanılır. Eskiden düzgün yüzeyli ve cilalı görü­ Bir zam anlar, Fransa’da Biskay Körfezi
nümlü kaldırım ve parke taşları da kumtaşla- kıyılarındaki Landes bölgesinde, kumullar
rından elde edilirdi. Sert kum taşlarından ise içerilere kadar ilerlemiş, bazen yılda 30 m etre
değirmentaşı ve bileğitaşı olarak yarar­ kadar yol alarak ormanları, çiftlikleri ve
lanılır. köyleri örtmüştü. Bunu önlemek için, bölge­
Ayrıca bak. KİREÇ VE KİREÇTAŞI. de kumda büyeyebilen kaba otlar yetiştirildi.
Bu otların kökleri ve yaprakları kumların
K U M U L, doğal kum tepeleridir. Az yağış sürüklenmesini engelliyor ve çam ağacı yetiş­
alan bazı yerlerde toprak kurur ve çok küçük tirilmesini olanaklı kılıyordu. Nitekim bu
toz parçacıkları rüzgârla sürüklenip gider. yolla yetiştirilen orm anlar bugün ekime elve­
Rüzgârın kaldırıp götüremediği daha iri tane­ rişli toprakları kumların istilasına karşı koru­
lere ise kum denir. m aktadır.
Çoğu yerde deniz kıyılarının çevresinde, En geniş kumullar büyük çöllerde yer alır.
dalgaların kayalara çarparak kopardıkları kı­ Sahra Çölü’nün bazı kesimleri ve A rabis­
rıntılardan oluşan dar kum şeritleri bulunur. tan’ın güneyindeki çöllük bölgelerin bir bölü­
Küçük parçacıklar dalgaların etkisiyle denize mü, yükseklikleri 150 metreyi aşan kum
sürüklenir ve geriye kumsallar kalır. Bu tepeleriyle kaplıdır. Son derece gevşek yüzey­
kumlar denizin ulaşabildiği kesimlerin ötesine li olan bu kum tepelerini develerle bile aşmak
de geçebilir. O zaman yüzeyleri kurur, tane­ hemen hemen olanaksızdır. (Ayrıca bak. SAH­
ler birbirinden iyice ayrılır, rüzgârların kolay­ RA Ç Ö L Ü .)
ca sürükleyebileceği bir hale gelir. Çöl kumullarının nasıl hareket ettiği henüz
Rüzgârların sürüklediği kum taneleri, çev­ tam olarak anlaşılamamıştır. Bazı tepeler
resi açık düzlüklerde üst üste yığılarak, kumul hemen hemen hiç hareket etmiyormuş gibi
denilen kum tepelerini oluşturur. Kuvvetli dururken, bazıları da çok çabuk yer değiştirir.
rüzgârların taşıdığı kum taneleri hafif eğimli Kumullar bazı yerlerde düzensiz gruplar ha­
yamaçlar oluşturur; ama kum taneleri bu linde çevreye yayılmışken, bazı kesimlerde de
tepeleri de aşıp, tepenin arkasındaki dik deniz dalgaları gibi düzenli bir yayılım göste­
yamaçlardan aşağı yuvarlanır. Bu nedenle rir. Düzenli olarak yayılmış, hilal biçimindeki

Nature Photographers Ltd.

Çöl k u m u lla rın ın a ld ığ ı bu


ilg in ç y ü z e y şe k ille rin e
rü z g â r n e d e n o lu r.
100 KUM VE ÇAKIL

kum ullara barkan denir. Bunların orta kesim­ rinden oluşan kum lar da vardır. Öte yandan
leri rüzgâr yönünde daha hızlı yol alırken, Güney A frika kumsallarındaki eski kum ve
uçları (hilalin uçları) geride kalır. Bir başka çakıl çökelleri, önemli birer elmas kaynağıdır.
tip de s if kumullarıdır. Bunlar rüzgâr yönün­ Yüzeyden toplam a ve ayıklama yöntemiyle
de dizilmiş uzun sırtlardır. işletilen m aden yataklarına “plaser çökelleri”
Yüksek kum ullar üstünde yol alan herhangi denir (bak. M A D E N C İL İK ). Bazı çakıl plaser
biri kumların hızla yamaçlardan aşağı akması­ çökelleri, değerli m ineral kırıntıları içerir; bu
na neden olabilir; kumların bu hareketi şid­ m ineraller, akarsuların kayaçları aşındırma­
detli bir gürültünün çıkmasına yol açar. Sessiz sıyla sürüklenmiş ve çakılların arasında birik­
ve boş çölde işitilen bu dehşet verici sesler, miştir. A B D ’deki California ve Alaska ile
kum ullarda yaşayan kötü ruhlar üzerine pek A vustralya’daki Yeni Güney Galler ve Victo­
çok masalın anlatılmasına yol açmıştır. ria’da, altın içeren çakıl yatakları bulunur.
Platin içeren çakıl yataklarına SSCB’deki
K U M VE ÇAKIL, yerkabuğunun parçalanm a­ U ral D ağlarinda, kalay içeren çakıl yatakları-
sıyla ortaya çıkan, küçük kayaç kırıntılarıdır. B arnaby’s
Çapı 0,06 mm ile 2 mm arasında olan kırıntı­
lara kum, çapı 2 m ilim etreden daha büyük
olan kırıntılara çakıl denir. Çapı 0,06 milimet­
reden daha küçük olan kırıntılara ise kil
denir. Kum ya da çakıl taneleri bir arada
gevşek bir malzeme oluştururlar, yani birbir­
lerinin üzerinden kolayca kayarak dökülürler.
Kum taneleri, irilik bakımından tozşeker ta­
nelerine benzer ve büyütece gerek olmaksızın
çıplak gözle kolayca görülebilir. Mil ve kil
parçacıkları ise çıplak gözle görülemez. Çakıl
taneleri bezelye tanesi iriliğindedir, bundan
daha büyük de olabilir. Çakıl taneleri büyük­
lüklerine göre ince çakıl, koca çakıl ve koca-
taş olarak üçe ayrılır. Halk arasında “çakıl”
Çakıl yıkandıktan sonra, farklı bü yüklükle rde ki
olarak bilinen genellikle ince çakıldır. Koca- eleklerden g e çirile re k irilik le rin e gö re ayrılır.
taş tanelerinin çapı 250 m ilim etreden daha
büyüktür.
Kum çoğunlukla kuvars minerali tanelerin­ na ise Malezya ve Nijerya ile A vustralya’nın
den oluşur; kumun sertlik ve kimyasal ayrış­ doğusunda rastlanır. Ö te yandan Güney Afri­
maya karşı dayanıklılık özellikleri de bu k a’daki Vaal Irm ağı’nın çakılları arasından
m ineralden gelir. Am a kum tanımı, m alzeme­ elmas, Sri Lanka’daki çakıl yataklarından ise
nin kimyasal bileşiminden çok, tane iriliğine safir, yakut ve grena gibi değerli taşlar çıkar­
bağlı olduğundan, bu tane büyüklüğündeki tılır.
bütün malzemelere kum denir. Hawaii A dası’ Kum ve çakıl taneleri ana kayaçtan koptuk­
nı çevreleyen kumsallardaki kumun büyük larında köşeli ve keskin kenarlıdır. Taneler
bölümü mercan taneciklerinden oluşur, ama rüzgâr ya da suyla sürüklenirken birbirlerine
gene Hawaii’deki K alapana’nın ünlü siyah sürtünerek yuvarlaklaşırlar. Akarsuların taşı­
kumsalını lav kumu oluşturur. Ö te yandan dığı kum ve çakıl taneleri denizlere dökülerek
A B D ’de New Mexico eyaletindeki Beyaz kıyılarda birikir; burada dalgaların etkisiyle
Kum Ulusal Parkı’na adını veren beyaz renkli ileri geri hareket ederek iyice yuvarlaklaşır ve
kum örtüsü, alçıtaşı olarak da bilinen jips tane iriliklerine göre ayrılır. Rüzgârların sü­
minerali taneciklerinden oluşur. Önemli bir rüklediği kum lar da iyice yuvarlaklaşır ve
demir cevheri olan m agnetit mineralinin yanı bunların yüzeyi sürtünm e sonucunda aşınarak
sıra, zirkon, rutil, monazit ve altın m ineralle­ son derece düzgün bir görünüm kazanır. Eski
KUNDUZ 101

çökellerdeki kumların yuvarlaklık ve tane önceki jeolojik dönemlerdeki kayaçları aşın­


iriliğine göre ayrılma yönünden incelenmesi, dırması sonucunda oluşmuştur.
bunların hangi biçimde çökeldiğinin anlaşıl­ Kumların büyük bölümü açık renklidir,
masını sağlar. çünkü kuvars genellikle beyazdır. Bazı yerler­
Dünyadaki büyük kum çökellerinin önem ­ de demir oksitle örtülmüş kumlar ise sarı ya
lice bir bölümü göl ve akarsuların kıyılarında da kırmızı renklidir. Glaukonit mineralinden
yer alır; buralarda, rüzgârların sürüklediği oluşan kumların rengi ise yeşildir.
kum lar dev kumullar oluşturmuştur. Ö rne­ Sanayide en çok kuvars kum undan yararla­
ğin, Akdeniz Bölgesi’nin batı kesiminde yer nılır. Taş ve tuğladan yapılmış binaların du-'
alan Patara kumsalı, bu tür bir kumulu varları, basınçlı kum püskürtülerek temizle­
andırır. A B D ’nin orta kesimlerinde bir kuşak nir. Anıtların üzerine yazı ya da şekil oymak
halinde uzanan yarı çorak arazilerde, geniş ve bunların üzerindeki boyaları temizlemek
alanlara yayılmış durumdaki kumullar akarsu için de bu yöntem uygulanır. Bazı zımpara
B arnaby’s kâğıtları, tutkalla kaplı kâğıt üzerine keskin
kenarlı kum taneleri serpilerek hazırlanır.
Birçok kentte içme suyu kum filtrelerinden
geçirilerek süzülür ve katışkılardan arındırılır.
Kum, harç ve betonun temel malzemesidir.
Betonda çakıl da kullanılabilir. Kuvars kum u­
nun kullanıldığı en önemli alanlardan biri de
cam üretimidir.
Ayrıca bak. AKARKUM; K u m u l .

K U N D U Z, 25 kilogramı aşan ağırlığıyla kapi-


baradan sonra en iri kemirici memelidir (bak.
KEMİRİCİLER). Sağlam yapılı gövdesinin uzun­
luğu, 40 santimetreye yaklaşan kuyruğu dışın­
da yaklaşık 80 santimetreyi bulur. Kunduz
çok iyi bir yüzücüdür. Postu su geçirmediği
gibi, perdeli arka ayakları da hızla yüzmesini
sağlar. Suyun altında 15 dakika kadar kalabi­
lir. Bu süre içinde kulak ve burun deliklerini
kendiliğinden örten kapakçıklar vardır. Kü­
rek biçiminde gelişmiş geniş kuyruğu suda
dümen işlevi görür. Ön ayaklarını el gibi
kullanarak yuvasını yaparken, kuyruğuyla
gövdesini destekler. Ayrıca tehlike sezdiğinde
Taşıyıcı bantların ya rd ım ıyla dev silola ra d o ld u ru la n kuyruğunu suya vurarak öbür kunduzları
kum , yü kle n m e ye hazır d u ru m d a d ır. uyarır.
Bütün kemiricilerde olduğu gibi kunduzun
da ön dişleri sürekli uzar. Bu geniş ve
boylarında bulunur. Deniz kıyılarının pek çok kemirmeye elverişli dişlerin ön yüzü sert
kesiminde de, rüzgârın kumsallardan içeri mineyle kaplı, arka yüzü daha yumuşaktır.
taşıdığı kumlardan oluşmuş kumullara rastla­ Dişlerin keskinliğini korum ak ve aşırı uza­
nır; içerilere doğru ilerleyen kum, çoğu ve­ masını engellemek için sürekli kullanılma­
rimli araziyi çoraklaştırmıştır. Kurumuş çok sı zorunludur. Kunduz çamurlanan postunu
eski deniz ve göl çanakları da bugün büyük temizlerken gaga biçiminde gelişmiş bir
kumullarla kaplıdır. Dünyadaki büyük çöller, tırnak çiftini kullanır. Tarak işlevi gören
sürekli yer değiştiren geniş kum alanları bu tırnaklar arka ayağın ikinci parm ağından
içerir; bu kumlar, genellikle rüzgârın, daha çıkar.
102 KUNDUZ

Kunduzların Doğal Yaşamı


Kunduzların en tanınmış davranışı ırm aklarda
bentler kurmasıdır. Am a Eskidünya kundu­
zunda bu davranış seyrek olarak görülür.
Yenidünya kunduzu ise diplerinden kemire­
rek devirdiği küçük ağaçları uzun bentler
yapm akta kullanır. Bu bentlerin uzunluğu
bazen 500 metreyi aşar. Kunduzlar genel
olarak besin sağlamak amacıyla ağaçları devi­
rir, yılın çoğunu devirdikleri ağaçların kabuk­
ları ve tomurcuklarıyla beslenerek geçirirler.
Söğütler en sevdikleri ağaçlardır.
Kunduzlar devirdikleri ağaçlardan kopar­
Leach
dıkları dalları bent ve yuva yapmak için
kullanırlar. Bentlerin gerisinde biriken su,
Ön ayaklarını el g ib i kullanan b ir Eskidünya kunduzu.
Kunduzların arka ayakları p e rde lid ir. yuvanın kara bağlantısını keser ve kunduzlar
güvenli yuvalarına suyun altından girerler.
İki Kunduz Türü Ağızlarıyla suya sürükledikleri dalları ve çalı­
Kunduzların iki türü vardır. Eskidünya kun­ ları daha sonra istedikleri yere doğru yüzdü­
duzu (Castor fiber) eskiden A vrupa’nın orta rürler. Am a kütüklerin taşınması hiç de kolay
ve kuzey kesimlerinde oldukça yaygındı. Nor- değildir. Kesilen ağaç gövdeleri yüksek bir
man işgalinden önce İngiltere’de de boldu. yerdeyse itilip yuvarlanarak, daha önceden
Am a İngiltere’de aşırı avlanarak öylesine bir çalılar arasında açılmış yol boyunca taşınır.
kırıma uğradılar ki, ne zaman yok oldukları Bu yolla bazen uzunluğu 3,5 metreyi bulan
bile tam olarak bilinmemektedir. gövde parçalarını taşıyabilirler. Yuvalarının
Doğanın bu sevimli ve hünerli hayvanları, yakınındaki bütün ağaçlar kesildiğinde, bazen
avlanmalarını yasaklayan önlem ler sayesinde bir bataklığa ya da başka bir göle ulaşan uzun
yaşamlarını sürdürm e olanağı buldular. G ü­ taşıma kanalları açarlar.
nümüzde doğal olarak A vrupa’nın yalnız El- Kunduzlar kışın yemek için, ince dalları
be ve R höne vadilerinde, A sya’nın ormanlık suyun altında biriktirir, ayrıca kışın yüzeyi
orta ve kuzey kesimlerinde yaşam aktadırlar. donmuş göletlerin altında dolaşarak bitki
Ayrıca eskiden bolca bulundukları İsveç ve kökleriyle de beslenirler. Böylece kurtlar,
İsviçre’ye de götürülmüşlerdir. ayılar ve öbür doğal düşmanlarından uzak
Yenidünya kunduzu ( Castor canadensis) da güvenli bir yaşam sürdürürler.
aşırı avlanmadan ötürü kırıma uğramıştır. Bir Kunduzların işi hiçbir zaman bitmez. Eğer
zamanlar M eksika sınırından Alaska ve Lab- bentler sel sularıyla yıkılırsa, hemen onanm a
rador’a kadar uzanan bölgede yaşayan kun­ girişir, taşıdıkları çalı çırpı ve odunları gene
duzlar, yıllar önce A B D ’nin çoğu bölgesinde çamur ve taşlarla sıkıca birbirine tuttururlar.
yok olmuş, K anada’nın birçok yöresinde de Bu göletler akarsuyun taşıdığı mille doldu­
seyrekleşmiştir. Yenidünya kunduzu günü­ ğunda bentlerin yükseltilmesi gerekir. Am a
müzde bu iki ülkenin koruması altındadır. yükselttikleri bentlerin yanından sular akm a­
Ayrıca A B D ’nin doğu kesimlerine de götü­ ya başlayacağından bu kez de bentleri uzat­
rülmüştür. maya girişirler. Çalışmaları bazen öylesine
Eti yense bile kunduzlar temel olarak geniş boyutlar kazanır ki, akarsu kıyıları için
değerli postları için avlanm aktadır. Kunduz tehlike oluşturabilir. Am a yaptıkları işler ge­
postundan kürk yapılırken, parlak kızıl kah­ nellikle yararlıdır. Çünkü bentlerde biriken
verengi, uzun dış örtü kılları ayıklanır ve geri­ sular yağışlı havalarda selleri, kurak aylarda
ye kalan alttaki sugeçirmez, sık, yumuşak, gü­ akarsuyun tümüyle kurumasını engeller.
müş parlaklığında ve kahverenginin tonlarıyla Kunduzlar toplu yaşamaya yatkın hayvan­
alacalı iç örtü tüyleri kullanılır. lardır. Bazen bir koloni aynı yuvayı paylaşan
KURAN 103

Yuva yapan kunduzlar. Biri kıyıdan yeni ayrılırken, ö b ü rü suyu n altından yuva ya bağlanan b irtü n e l g irişin e
ulaşm ıştır.

tek bir aileden oluşur. Am a koloniler genel­mak, bir araya getirmek anlamına gelir. Arapça
likle birkaç yuvayı kapsayacak ölçüde geniş­ olan ve 114 surede toplanmış 6.200’ün üstün­
tir. Yuvalar göletin ortasında kalan çamurla deki ayetten oluşan K uran, Hz. M uham m ed’e
sıvalı dal yığınlarıyla yapılabildiği gibi akarsu
peygamberliğin verildiği 610’dan 632'deki
kıyısında çalı çırpıyla örtülü oyuklar biçimin­
ölümüne kadar parça parça indirilmiştir. Va­
de de olabilir. Kunduzlar yuvalarını sürekli hiy denen bu olayda Kuran parçaları Cebrail
genişlettiklerinden eski yuvalar daha büyük­ adlı melek tarafından Hz. M uham m ed’e iletil­
miş, bazı parçalar da doğrudan Tanrı tarafın­
tür. Bazı yuvaların çapı 6 metreyi, su yüzeyin­
den yüksekliği 2 metreyi aşabilir. Kunduzla­ dan bildirilmiştir. Hz. M uhammed de gelen
rın içinde yaşadıkları bölme bir insanın her vahyi ezberlemiş, sonra da hangi sureye ait
yöne doğru rahatça uzanabileceği genişlikte­ olduğunu belirterek vahiy kâtiplerine yazdır­
dir. İçersinin havalanması için açılan delikler­
mıştır. Ayrıca bu parçalar birçok sahabi (Hz.
den soğuk kış aylarında, insanın nefesini M uham m ed’in yakın çevresinde bulunanlar)
tarafından da ezberlenmişti. K uran’ın inmesi
verirken çıkardığı buhar gibi belli belirsiz bir
“dum an” demetinin yükseldiği görülebilir. Hz. M uham m ed’in yaşamı boyunca sürdü­
Kunduzlar kış uykusuna yatmamakla birlikte ğünden kitap haline getirilmesi düşünülm e­
kışı daha çok dinlenerek geçirirler. Dişi, mişti. Ama Hz. M uhamm ed’in ölümünden
baharda genellikle 2-5 yavru doğurur. Ama sonra eldeki parçaların dağılıp kaybolmasını
bir kunduz ailesinde birey sayısının bazen önlemek amacıyla ilk halife Hz. Ebubekir
sekizi bulduğu bilinmektedir. vahiy kâtiplerinden Zeyd bin Sabit başkanlı­
ğında bir kurul oluşturdu. Bu kurulun kitap­
KURAN, İslam’ın kutsal kitabıdır. Arapça bir laştırdığı ve M üslüm anlar’ca da onaylanan
sözcük olan “kuran”, okumak, ezbere oku­ Kuran nüshasına M ushaf (bir araya getirilmiş
104 KURBAĞA

bunun dünyada ve ahiretteki (öte dünya)


anlamını, Tanrı yolundan sapanların uğradık­
ları felaketleri geçmiş peygamberlerden ör­
nekler vererek belirtir. İnsanların T anrı’ya
karşı kulluk görevleri (ibadetler) ile birbirle-
riyle ilişkilerinde uymaları gereken kurallar
(muam elat) da başka bir bölüm ayetin konu­
sunu oluşturur. Bu ayetler aynı zamanda
İslam hukukunun da temel kaynaklarıdır.
M üslüm anlar’ı dünya nimetlerine düşkünlük­
ten, bencillikten kaçınmaya çağıran, özverili
olmalarını, birbirleriyle dayanışma içinde bu­
T ürk İslam Eserleri M üzesi lunmalarını buyuran ayetler ahlaki nitelikte­
10. yüzyılda kûfi yazıyla yazılm ış b ir Kuran sayfası. dir. Bunların dışında tarihteki çeşitli olaylar­
dan, çeşitli peygamberlerin başlarından ge­
sayfalar) adı verildi. Ayrıca Kuran parçalarını çenlerden, Hz. M uham m ed’in yaşamından,
ezberlemiş hafızlar da başka nüshalar m eyda­ mücadelesinden söz eden, bu yolla insanlara
na getirdiler. İslam’ın Arabistan Yarım adası’ ibret almaları gereken örnekler aktaran ayet­
nın dışına taştığı, M üslüm anlar’ın sayısının ler de vardır.
hızla arttığı Hz. Osman döneminde (644-656) İslam bilginleri M üslüm anlar’ın Kuran'a
Mushaf adı verilen nüsha çoğaltılarak önemli karşı görevlerini de şöyle belirtirler: H er
m erkezlere gönderildi. Hz. Osman Müslü- Müslüman Kuran9m bir bölümünü ezberle­
manlar arasında ayrılıklara yol açılmasını mek zorundadır. Bunun için Fatiha Suresi ile
önlemek amacıyla bunun dışındaki Kuran bir başka surenin ezbere bilinmesi yeterli
nüs' .alarmın yakılmasını em retti. Emevi Hali­ görülmüştür. Kuran ezberlenm ek yoluyla
fesi Abdülmelik döneminde (685-705) harfle­ doğru olarak bugüne kadar geldiği için bütü­
rin üstüne, doğru okumayı kolaylaştırıcı nok­ nünün ezberlenmesi yeni kuşaklara aktarıl­
ta ve işaretler konuldu. D aha sonra bunun ması yönünden daha çok sevap kazandırıcı­
yerini hareke denilen işaretleme sisteminin al­ dır. Ancak namaz dışında Kuran91 ezbere
masıyla Kuran bugünkü biçimine ulaştı. okum ak yerine M ushaf’a bakarak okum ak
Kuran sureleri uzunlu kısalıdır. Genellikle daha iyidir. Kuran okurken abdestli olmak
M ekke’de inenler daha kısadır. En uzun sure şarttır. Kuran91 senede bir, 40 günde bir ya da
286 ayetlik Bakara Suresi’dir. En kısa sureler haftada bir kez bütünüyle okum ak âdeti
ise 3’er ayetlik Asr, Kevser ve Nasr sureleri­ yaygınsa da ayda bir kere okumanın daha iyi
dir. Kısa sureler daha çok Kuran9m sonların­ olduğu kabul edilmiştir. Üç günden daha az
da yer alır. Sureleri oluşturan ayetler anlam ­ bir sürede okunması anlamını kavramayı,
larının açık ya da örtülü olmasına göre ikiye üstünde düşünmeyi olanaksız kılabileceğin­
ayrılır. Anlamları örtülü ayetlerin doğru kav­ den uygun görülmemiştir. Kuran'ı okumak ka­
ranabilmesi tefsir (yorum) kitaplarının yardı­ dar dinlemek de sevap kazandırıcıdır. (Ayrıca
mıyla olur. Ayrıca K uran9m yanlışsız okun­ bak. İSLAM; İSLAM HUKUKU; MUHAMMED. H Z .)
masını öğretmeyi amaçlayan kıraat (okuma)
ilmi başta olmak üzere birçok bilgi dalı KURBAĞA. Amfibyumlar olarak bilinen ve
doğmuş, bunların hepsi Kuran91 en ince nok­ yaşamlarını hem karada, hem suda geçiren
talarına kadar incelemişlerdir. soğukkanlı hayvanların en tanınmış grubu
Kuran ayetleri niteliklerine, içerdiği konula­ kurbağalardır (bak. AMFİBYUMLAR). Birçoğu­
ra göre birkaç ana başlıkta toplanabilir. Bir nun derisi düz ve nemli, öbürlerinin derisi
bölüm ayet dinsel inancın temeli olan T anrı’ siğil denen kabartılarla örtülüdür. Uzun arka
nın varlığını ve tekliğini vurgular. Tanrı ile bacakları, kısa ve kalın gövdeleri, gövdeye
insan arasındaki, Tanrı ile evren arasındaki boyun ayrımı olmaksızın bağlanan başları ve
ilişkiyi açıklar. Tanrı’ya inancın önemini, patlak gözleriyle kolayca tanınabilirler. Ama
KURBAĞA 105

YAŞ 2.600’ü aşkın türü arasında önemli davranış,


yapı ve boyut farklılıkları göze çarpar. K urba­
ğaların çoğu sıçrayarak yer değiştirir. G enel­
likle siğilli olanların arka bacakları daha kısa
yç ve sıçramaya daha az elverişlidir.
GÜNLÜK- Kurbağaların çoğu böcek ve solucan gibi
HAFTALIK ^üçük canlılarla beslenir. Ağızları geniş, dille­
ri ağzın ön bölümüne yapışıktır. Ağız kapalıy­
ken dilin ucu geriye doğru yatar. Kurbağa
kendine yeterince yaklaşan bir böceği, hızla
fırlattığı dilinin yapışkan ucuyla yakalar ve
diliyle birlikte ağzına çeker. Kurbağanın iri ve
patlak gözleri ağız boşluğuna basınç yaparak
avını yutmasını kolaylaştırır. Ağzına aldığı
solucanı ise yutmaya elverişli biçimde tutm ak
için ön bacaklarını kullanır.
Kurbağalar akciğerle solunum yapar, ama
AYLIK memelilerden değişik biçimde soluk alırlar.
Hava, gırtlağın alçalmasıyla birlikte iki burun
deliğinden ağza doğru emilir. D aha sonra
burun delikleri kapatılır ve gırtlak yükseltile­
rek havanın akciğerlere dolması sağlanır.
Kurbağanın yukarı aşağı sürekli oynayan gırt­
lağının hareketi dıştan bakıldığında da görüle-
İKİ b ü ir -
AYLIK Öbür amfibyumlar gibi kurbağalar da ağız­
larıyla su içmezler. Bunun yerine suyu yüzer­
ken ya da yağmur altında durarak derilerin­
den alırlar. Uzun süre sudan uzak kalmak
kurbağalar için tehlikelidir. Çünkü derilerinin
jKj nemini yitirip tümüyle kuruması bu hayvanla-
AYLIK- rın çok geçmeden ölmesine yol açar.
yÇ Kurbağalar düşmanlarına karşı kendilerini
zehir bezlerinin salgısıyla korurlar. Kurbağa
sertçe tutulduğunda türüne göre değişen güç­
te bir zehir salgılar. Bayağı siğilli kurbağanın
(Bufo bufo) salgısı öylesine iticidir ki, bu
kurbağayı ağzına almayı hayvanlar ancak bir
kez deneyebilir. Güney A m erika’da yaşayan
ERİŞKİN can^ ren^^er^e bezeli ağaç kurbağalarının
zehri ise insanı öldürebilecek ölçüde güçlü-
dür. Eskiden bu zehir Am erika Yerlileri
tarafından okların ucuna sürülerek kullanıl­
mıştır.
Kuzey ülkelerinde kurbağalar kış uykusuna
yatar. Havalar soğumaya başladığında yap­
Kurbağanın g e liş im i: Y u m u rta la r (1, 2) koru yucu b ir raklar arasına ve su birikintilerinin dibindeki
jö le y le kaplıdır. Y avru irib a ş la r (3) tüysü çamura göm ülerek ya da su kıyısındaki oyuk­
so lu n g a çla rıyla s o lu n u m yapar. İrib a şla r önceleri
b itk ile rle be sle nirler, am a b ü y ü d ü k le rin d e (4, 5) lara ve kütüklerin altına girerek havalar
küçük hayvanları da yerler. ısınıncaya kadar yerlerinden çıkmazlar. Bu
106 KURBAĞA

süre boyunca çok az oksijene gereksinimleri kaygan olması yum urta avcısı hayvanlar tara­
vardır. Kan dolaşımları ise son derece ya­ fından yenmesini önemli ölçüde engeller.
vaşlar. Jölemsi örtü ayrıca güneşin sıcaklığının yu­
Sıcak ülkelerde yaşayan kurbağalar da ken­ m urtanın içine ulaşabilmesini de sağlar. Kur­
dilerini yere gömerek yağmur mevsimini bek­ bağa yum urtaları genellikle ya akarsu ve
lerler. Yağış başlayınca gizlendikleri yerler­ durgun suların yüzeyine küm eler halinde ya
den ürem ek üzere çıkar, yumurtalarını göl­ da uzun şeritler halinde su bitkileri arasına
cüklere ve akarsulara bırakırlar. bırakılır.
Kurbağalar yaşamları boyunca üç gelişim
Kurbağaların Yaşam Çevrimi evresinden geçer: Yum urta evresi, iribaş ya
Kurbağa yum urtaları saydam ve jöleye ben­ da tetari evresi ve erişkin evre. İribaşlar her
zer bir maddeyle kaplıdır. Bu maddenin çok jöle kabarcığının içinde görülen yuvarlak kara

1 Y u m u rta la rın ı sırtındaki küçük keselerde taşıyan dişi keseli kurbağa; 2 ses kesesini şiş irm iş b ir ağaç
kurbağası; 3 uçan kurbağa; 4 b ir s iğ illi kurbağa tü rü ; 5 y u m u rta la rı sırtınd aki o yu kla rda açılan b ir S urinam
kurbağası; 6 öküz kurbağası; 7 adını g ö vd e de senlerinden alan pars kurbağası.
KURŞUN 107

benekten gelişirken, gene kabarcığın içindeki kurşunun kullanılmış olduğu biliniyor. Eski
yum urta sarısıyla beslenirler. İribaşların başı Rom alılar, kurşundan su borusu yapıyor,
doğrudan gövdesine bitişiktir. Solungaçlarıyla banyolarının duvarlarını kurşun levhalarla
solunum yaparlar. Başlangıçta bacakları yok­ kaplıyorlardı. Kurşunun kimyasal simgesi
tur ve uzun kuyruklarını kullanarak yüzerler. olan Pb harfleri de, “kurşun” anlamındaki
Am a zamanla bacaklar belirmeye, kuyruk Latince plum bum sözcüğünde gelir. Ortaçağ­
kısalmaya başlar. Yok olan solungaçların da kurşun, kilise çatılarını ve kubbeleri kapla­
yerini akciğerlerin alması ve kuyruğun da m akta, tabut, sarnıç, depo ve su oluğu yap­
kaybolmasıyla birlikte başkalaşma sona erer. m akta ve heykelcilik yapımı ile bezeme işle­
A rtık küçük kurbağa iribaş evresine özgü rinde kullanıldı.
yapılardan tümüyle arınmıştır. Kurşunun atom numarası 82, atom ağırlığı
Bir kurbağa genellikle 3-4 yıl içinde büyü­ 207,19’dur. Kurşun boru ve kablolar donuk
yebileceği kadar büyür ve 40 yıl kadar yaşaya­ gri renklidir. Çünkü kurşun havadaki oksijen­
bilir. Ürem e mevsimi boyunca yüksek bir le kolayca birleşir; herhangi bir elementin
sesle bağrışır ve bu vıraklamalarmı gece oksijenle birleşmesine yükseltgenm e ya da
boyunca sürdürürler. oksitlenm e denir. Yükseltgenen kurşun m eta­
Kurbağaların çoğu yumurtalarını döktük­ linin yüzeyinde ince bir kurşun oksit katmanı
ten sonra bırakıp gider. Am a bazı türler oluşur. Bu katm an havanın, suyun ve hatta
yum urtalarına büyük bir özen gösterir. A vru­ asit gibi kimyasal m addelerin etkisine karşı
pa’nın batısında yaşayan ebe kurbağanın dayanıklıdır. Bu nedenle kurşun kolay pas­
(A lytes obstetricans) erkeği, dişinin döktüğü lanmaz; demir ve çelikte olduğu gibi paslan­
yum urta şeritlerini bacaklarına dolayarak ta­ maya karşı, korunması için bir astar boyayla
şır ve yum urtaların açılma zamanı geldiğinde boyanması gerekmez. Kurşunun üstündeki bu
suya girer. Y um urtalardan çıkan iribaşlar katm an bıçakla kazınırsa, bunun altındaki asıl
erişkin haline gelinceye kadar öbür kurbağa­ metalin parlak mavimsi beyaz renkli olduğu
larda görüldüğü gibi gelişimlerini suda ta­ görülür. Bıçakla kazınırken, kurşunun olduk­
mamlar. ça yumuşak bir metal olduğu anlaşılır. Bu
Tropik bölgelerde yaşayan ve ağaç kurba­ özelliği kurşunun kolayca sıkıştırılarak ya da
ğaları olarak bilinen türlerin parm aklarında, silindirlerin arasından geçirilerek (bu işleme
ağaçlara tırmanmalarını kolaylaştıran yastık- “haddelem e” denir) biçimlendirilebilmesini
çıklar vardır. Uçan kurbağaların ayaklarında­ olanaklı kılar.
ki geniş perdeler, havada süzülmelerine yar­ Kurşun, kolayca biçimlendirilebildiğinden
dımcı olur. Bazı ağaç kurbağaları yum urtala­ ve paslanmaya karşı dayanıklı olduğundan,
rını suya doğru sarkan bir çalının üzerine elektrik kablolarının dış kaplamalarının yapı­
bırakır. İribaşlar yum urtadan çıktıktan sonra mında kullanılır. Kurşun kılıf, elektrik kablo­
hemen suya atlarlar. sunu dış etkilere karşı korurken belirli bir
Güney A m erika’da yaşayan Surinam kur­ ölçüde kıvrılabilmesine de izin verir. Önceleri
bağası ( Pipa pip a ) yumurtalarını sırtındaki çatı kaplam alannda kullanılan kurşun levha­
oyuklarda taşır. Bu oyuklar deriyle örtülü ve ların yerini bugün daha ucuz malzemeler
içi yavruların iribaş evrelerini geçirdikleri bir almıştır; öte yandan bu elem entin zehirli bir
sıvıyla doludur. madde olduğu öğrenilince, su borulan yapı­
Kurbağaların düz derili ve uzun bacaklı mında kurşun yerine bakır ya da polietilen
bazı türleri birçok ülkenin mutfağına girmiş, gibi plastik m addeler (bak. PLASTİKLER) kulla­
kurbağa bacağı eskiden beri lezzetli yiyecekler nılmaya başlanmıştır. Asit gibi, başka m etal­
arasında sayılmıştır. Kuzey Am erika’da yaşa­ leri yiyen sıvıların doldurulduğu kaplar da
yan öküz kurbağası ( Rana catesbeiana ) ise özel kurşun levhalarla kaplanır.
kurbağa çiftliklerinde üretilmektedir. Kurşun, demir ve pirinçten daha ağırdır; bu
nedenle küçük hacimli ağırlıklar, örneğin
KU R ŞU N , insanoğlunun keşfettiği ilk m etal­ balık oltalarındaki ve dalgıç çizmelerindeki
lerden biridir. Daha İÖ 3000 dolaylarında ağırlıklar kurşundan yapılır. Kurşun ayrıca,
108 KURŞUN

U K A to m ic Energy A uthority

R a dyo aktif m ad de lerle çalışılan ye rlerde , çalışanların zararlı ışınlardan korunm ası için kurşun levhalardan
ve perde lerd en yara rlan ılır.

bilinen pek çok başka metale oranla daha şımları serttir. Bazı m otor ya da makine
düşük bir sıcaklıkta erir (327°C). Kurşun ile yataklarının yapımında ise kurşun ve tunç
kalayın, bir alaşımı olan yumuşak lehimin alaşımları kullanılır (tunç, bir bakır ve kalay
erime noktası kurşununkinden de düşüktür. alaşımıdır).
Lehim, metal eşyaların tam irinde ve parçala­ Dünyada üretilen kurşunun yaklaşık üçte
rının birleştirilmesinde kullanılır (bak. LEHİM­ biri, elektrik pillerindeki ve aküm ülatörlerde­
LEME). Birçok büyük binanın tavanında, yan­ ki levhaların üretiminde tüketilir (bak. PİL).
gın tehlikesine karşı yerleştirilmiş su püskür­ Yakıt olarak kurşun katılmış benzin kullanan
tücüleri bulunur. Püskürtücülerin su çıkış m otorlar daha sarsıntısız çalışır. Kurşun,
uçları kolay eriyen bir kurşun alaşımından radyoaktif m addelerin çıkardığı ışınları geçir­
yapılmış tapalarla tıkanmıştır. Yangın çıkacak mez. Bu nedenle nükleer santrallardaki reak­
olursa bu tapalar ısının etkisiyle hemen erir ve törler kurşun levhalardan yapılmış kalkanlar­
su otom atik olarak püskürmeye başlar. K ur­ la perdelenir; hastanelerde de röntgen filmi
şun, kalay ve az m iktarda antim ondan oluşan çekilirken, filmi çeken teknisyenler kurşun­
ve “kral m adeni” olarak adlandırılan alaşım, dan yapılmış bir siperliğin arkasına geçerler.
eskiden içki kupalarının ve sofra takımlarının Kurşunu değişik kimyasal m addelerle birleş­
yapımında kullanılırdı (bak. K ral M a d e n î ). tirerek hazırlanan çeşitli m addelerin pek çok
Günüm üzde kurşun, tipo basımda m atbaa önemli kullanım alanı vardır. Bunlardan,
harflerinin (bak. BASIM), org borularının, önemli bir pigm ent (renk verici madde) olan
tüfek mermilerinin ve av tüfeği saçmalarının üstübeç (bazik kurşun karbonat) boya yapı­
yapımında kullanılır. Katışıksız haldeyken m ında, sülüğen (kurşun oksit) ise, çelik mal­
kurşun oldukça yum uşaktır, ama antimon ya zemelerin paslanmasını önlemek için astar
da arsenik katılarak hazırlanan kurşun ala­ boya olarak kullanılır. Sülüğenden cam yapı­
KURT 109

mında ve seramik eşyaların sırlanmasında da KURT. Kurtlar, evcil köpeğin ataları arasında
yararlanılır. (Sırlama, seramik ya da porselen sayılan etçil memelilerdir. Bazı köpek soyları
eşyanın yüzeyine parlak bir görünüm kazan­ kurda çok benzer. Am a kuyruk ucunun yuka­
dırmak amacıyla ince bir katm anın sıvanması­ rı doğru kıvrılmaması ve havlamak yerine
dır.) Çeşitli böcek ilaçları da kurşun bileşikle­ uluması bir kurdun benzer görünüşteki köpek
rinden hazırlanır. Bazı silahların, ilk ateşle­ soylarından ayırt edilmesini sağlar.
meyi sağlayan fünye sistemlerinde de, güçlü Boz kurt ya da bayağı kurt (Canis lupus) en
bir patlayıcı olan kurşun azotür bileşiği kulla­ iyi bilinen kurt türüdür. Eskiden bütün Kuzey
nılır (bak. PATLAYICILAR). Am erika ve Avrasya’da yaşayan bu türün
En çok kurşun üreten ülkeler A B D , Avus­ günümüzdeki coğrafi dağılımı oldukça daral­
tralya ve M eksika’dır. K anada’da SSCB’de, mış, kuzey kesimleri dışında Kuzey A m erika’
A frika’nın kuzey kesimlerinde ve Güney da ve büyük ölçüde A vrupa’da ortadan kalk­
A m erika’da Peru’da da önemli kurşun yatak­ mıştır.
ları vardır. Sayıları 20’yi bulan, bazen aşan sürüler ya
Kurşun en çok, bir kurşun kükürt minerali da aile grupları halinde yaşayan boz kurtlar
olan galen cevherinden elde edilir. Bu cevher zeki ve çevik hayvanlardır. Dişiler baharda,
bazı yerlerde kireçtaşıyla birlikte bulunur. bir batında 3-14 yavru doğurur. Barındıkları
Kurşunu elde etm ek için galen önce kırılır ve
ZEFA
sonra kavrularak kükürtten arındırılır. Kav­
rulmuş galen kokköm ürü ve kireçtaşıyla ka­
rıştırılarak fırına doldurulur. Kokköm ürünü
yakmak için fırının alt kısmından içeri hava
püskürtülür ve böylece eriyen kurşun fırının
altından dışarı alınır. Kireçtaşı, cevher içinde­
ki istenmeyen katışkıların sıvı metalin yüze­
yinde cüruf halinde toplanarak ayrılmasını
sağlar.
Bu işlemin sonucunda elde edilen kurşun, az
m iktarlarda altın, gümüş, bakır ve başka
m etaller içerir. M etalin bunlardan arındırıl­
ması için daha başka işlemlerin uygulanması
gerekir. Bazen bu arıtm a işlemlerinin sonu­ Boz kurt, o rm a n la rd a o ld u ğ u kadar açık alanlarda,
hem sıcak, hem de çok soğ uk b ö lg e le rd e yaşam aya
cunda elde edilen gümüş, tüm işlemin maliye­ uyu m sağlam ış sağlam yapılı b ir yırtıcı hayvandır.
tini karşılayacak bollukta olur. Son işlemden
de geçirilerek elde edilen katışıksız kurşun
kalıplara dökülerek külçe haline getirilir. inler kayalar arasında, devrilmiş ağaç gövde­
Kurşun metalinin önemlice bir bölümü de, leri içinde ya da yerdeki oyuklarda bulunabi­
hurda kurşun boruların ya da pil levhalarının lir. Çeşitli küçük hayvanları ve kuşları yem ek­
eritilmesi yoluyla üretilir. le birlikte başlıca besinleri domuz ve geyik
Kurşun ve bileşikleri zehirlidir. Kurşun zehri gibi iri hayvanlardır. Burunları çok iyi koku
vücutta yerleşir; eğer herhangi bir kimse uzun alır. Genellikle yavru, yaşlı ve hasta hayvan­
bir süre kurşunla temas ederse vücuttaki zehir ları avlayarak doğal dengeye yardımcı olur, iri
artar ve beyinle sinir sisteminin zarar görm e­ otçul hayvanların aşırı çoğalmasını engeller­
sine yol açar. Bazı bölgelerde bulunan “sert" ler. Am a evcil hayvanlara da saldırdıkların­
sular, kurşun borularla taşındığında, borunun dan, insanlar tarafından uzun yıllardan beri
iç yüzeyinde koruyucu bir kurşun sülfat kat­ öldürülmüş, birçok bölgede yok olmuşlardır.
manı oluşur ve böylece suya kurşun karışmaz. Kurtların insanlara her fırsatta saldıracak
Suyun “yum uşak” olduğu yerlerde bu katman kadar yırtıcı olduğunu anlatan birçok öykü ve
oluşmayabilir. Su boruları için çoğu kez plas­ söylenti vardır. Am a bunlar büyük ölçüde
tik ya da bakır kullanılmasının nedeni budur. abartılmıştır. Kurtlar insanlar için genellikle
110 KURT

tehlikeli hayvanlar değildir; yalnız zorda kal­ Paraguay ve A rjantin gibi Güney Am erika
dıklarında ve çok açken insanlara saldırırlar. ülkelerinde yaşayan yelelikurt ( Chrysocyon
Araştırm alar kurtların son derece ilginç top­ brachyurus) köpekgillerin (Canidae) bir üye­
lumsal davranışları olduğunu göstermiştir. sidir. Yelelikurdun başı tilkiye benzer. Uzun
Bunlar arasında değişik sesler çıkarmak, yüz­ bacakları ve ensesi siyah, postunun öbür
lerinin anlamını değiştirmek, çeşitli biçimler­ bölümleri kızıl kahverengidir. Yalnız yaşayan
de durm ak ve yaşadıkları bölgenin sınırlarını bu hayvan genellikle küçük hayvanlan ve
belirlemek için koku izleri bırakm ak sayılabi­ meyveleri yiyerek beslenir. Çok ayrı bir
lir. Boz kurttan daha küçük yapılı olan kır grupta yer alan tasm anyakurdu ise kanguruya,
kurdunun (Canis latrans) kulakları daha iri, akraba bir keseli memelidir (bak. T a s m a n y a ­
burnu daha sivridir. Kuzey A m erika’da yaşa­ k u rd u ).
yan bu türün omuz yüksekliği 60 cm, ağırlığı
KURT bak. S o lu c a n .
Frank L a n e Picture A gencv

KURTARM A ÇALIŞMALARI, hava, deniz


ve kara yolculuklarında kazaya uğrayan ya da
fırtına, sel, çığ, deprem gibi doğal olaylarla
yaşamı tehlikeye girenlerin yardımına koşa­
rak onları içinde bulundukları kötü durumdan
kurtarm ak için yapılan çalışmalardır.

Uçak Kazaları
II. Dünya Savaşı’ndan önce uçak kazalarında
kurtarm a çalışması yapmakla görevli özel bir
örgüt yoktu. Denize düşen havacıların yaşamı
deniz kuvvetleri ya da kıyı koruma gemileri
ile çevrede bulunan ticaret gemilerinin onları
bulup kurtarm asına bağlıydı. Am a bu savaş
Kır kurd u, k e m iric ile r ve tavşa nla rın yanı sıra leşleri
ve çeşitli bitkisel m a d de leri de yer. sırasında denizin üzerinde kaybolduğu bildiri­
len uçakları aram ak için özel hava filoları
kuruldu. A ram alarda görev alacak hızlı tek­
23 kilogramdır. Geceleri duyulan kesik kesik, neler limanlarda görevlendirildi. Denizaşırı
havlamayı andıran bağırışı ve uzun hüzün uçuş yapacak bütün uçaklarda havayla şişiri-
verici ulumasıyla dikkat çeker. Yalnız ya da
Imperial War M useum
sürü halinde, bazen saatte 64 kilometreye
ulaşabilen bir hızla koşarak avlanır. Başlıca
avları kemiriciler ve tavşanlardır. Ayrıca leş­
leri ve çeşitli bitkileri de yerler. Boz kurtta
olduğu gibi erkek ve dişi arasında kurulan
bağın bazen yaşam boyu sürdüğü sanılm akta­
dır. Kır kurdu ile köpek çiftleşebilmekte ve
bu iki hayvandan melez yavrular doğm ak­
tadır.
A B D ’nin Louisiana ve Texas eyaletlerinde
yaşayan kızıl kurt (Canis ru f us) kır kurdun­
dan daha iri, boz kurttan daha küçük yapılı­
dır. Bu tür, kır kurduyla melez oluşturabil­
m ektedir.
Düşen b ir uçağın lastik bo tta ki uçuş ekibi b ir
Kurt adıyla bilinen, ama Canis cinsinden ku rta rm a uçağının attığı can kurtara n botuna do ğ ru
olmayan iki tür vardır. Bunlardan Brezilya, kürek çekiyor.
KURTARMA GEMİSİ 111

Günüm üzde bütün gemilerde, her yolcu


için bir cankurtaran yeleği ve kaza durum un­
da tüm yolcuları almaya yetecek sayıda can­
kurtaran sandalı bulunur. Limanlarda özenle
yapılmış, iyi donatılmış büyük kurtarm a ge­
mileri vardır. En kötü hava koşullarında bile
su yüzünde kalabilecek ve görev yapabilecek
özellikteki bu gemiler çeşitli elektronik aygıt­
lar, radyo ve radarla donatılmıştır (bak.
K u r t a r m a G e m is i).

Dağda Kalanların Kurtarılması


İsviçre A lpleri’nin ünlü senbernar köpekleri,
dağda güç durum da kalanların belki de en çok
Barnaby's

Sedyeye bağlı b ir yaralı ve kurtarıcısı vin çle


h e liko ptere çekiliyo r.

len küçük lastik botlar bulunması ve uçaktaki-


lerin cankurtaran yeleği giymesi sağlandı. Senbernar köpekleri, ilk y e tiş tirild ik le ri yer olan St.
1947’de kurulan Uluslararası Sivil Havacı­ B ernard M an astırı'nın keşişleriyle b irlikte.
lık Ö rgütü, sivil havacılık için çeşitli güvenlik
kuralları belirledi ve kurtarm a çalışmalarıyla sevilen kurtarıcılarıdır. Bu güçlü ve güzel
ilgili özel bir bölüm kurdu. hayvanları ilk kez 17. yüzyılda St. Bernard
Hangi ülkenin uçağı olursa olsun, güç durum­ M anastırı keşişleri yetiştirmiştir. Günümüzde
da kalan bir uçağın kurtarılması çalışmalarına dağlardaki kurtarm a çalışmalarının büyük bö­
bütün ülkelerin kurtarm a örgütleri yardımcı lümü helikopterlerle yapılır.
olur. Küçük alanlara inip kalkabilen ve hava­
da durabilen helikopterler hava ve deniz kur­ KUR TARM A G EM İSİ, denizde kazaya uğra­
tarm a çalışmaları için en uygun araçtır (bak. yanları kurtarm ak için kullanılan özel bir
HELİKOPTER). teknedir. Başka teknelerin devrilebileceği ya
da batabileceği fırtınalarda bile yüzebilecek
Deniz Kazaları biçimde yapılmıştır. Acil durum larda kullanıl­
Radyoyu bulan Guglielmo Marconi, açık mak üzere gemilerin güvertelerine yerleştiri­
denizde güç durum da kalan gemilerin imdat len türlerine cankurtaran sandalı denir. Daha
(SOS) sinyallerini otom atik olarak alan bir büyük kurtarm a gemileri kıyıdaki kurtarm a
aygıt da yapmıştı. İlk kez 1909’da radyoyla işleri için hazır olarak limanlarda bekletilir.
verilen bir imdat sinyalinin alınması sonucun­ Birçok ülkede kurtarm a gemisi hizmetleri
da gerçekleştirilen bir deniz kurtarm a çalış­ özel birimler olarak düzenlenmiştir.
masıyla, A B D ’nin doğu kıyısındaki Nantuc- Bir kurtarm a gemisi, en kötü hava koşulla­
ket açıklarında başka bir gemiyle çarpışan rında denize çıkabilecek ve hasara uğradığı
Republic adlı geminin yolcuları kurtarıldı. zaman bile görevini sürdürebilecek biçimde
112 KURTBAĞRI

yeşilimsi yuvarlak küçük meyveler oluşur ve


bunlar genellikle kış boyunca dalların ucunda
asılı kalır. Kurtbağrı türleri öbür bazı bitkile­
re oranla böcek ve m antarlardan daha az etki­
lendiği, ayrıca kentlerin hava kirliliğine daya­
nıklı olduğu için yaygın olarak yetiştirilir.
B unlardan adi kurtbağrı (Ligustrum vulga-
re) A vrupa’dan Kuzey Afrika ve Batı Asya’ya
kadar uzanan bölgelerde yaygındır. Türkiye’
de kendiliğinden yetişen tek tür vardır ve he­
men tüm ormanlık alanlarda bulunur. O rtala­
ma 4,5 m etreye boy atabilen bu bitki budana­
rak istenilen biçimin verilebildiği iyi bir çit
Topham bitkisidir. Bu nedenle de pek çok çeşidi geliş-
C om vvall'daki Nevvlyn lim a n ın d a g ö re v li M abel Alice M aurice N im m o
adlı İng iliz kurtarm a gem isi.

tasarlanır. Küçük şişirme botlardan, uzunluğu


21 m etreye varan büyük teknelere kadar, çok
çeşitli kurtarm a gemileri vardır.
1958’de yapılan 11 m etre boyundaki Oak-
ley adlı kurtarm a gemisi, fırtınada devrilse
bile kendi kendini düzeltiyordu. Tekne devri­
lince, safra tankındaki 1,5 ton su otom atik
olarak denge tankına akıyor ve tekneyi düzel­
tiyordu. Önceleri ahşap olan kurtarm a gemi­ K urtbağrı b itk ile rin in baygın kokusuyla gece
keleb ekle rini üzerine çeken beyaz çiçekleri vardır.
leri daha sonra çelikten yapılmaya başlandı.
20. yüzyıl başlarında buhar makinesiyle dona­
tılmış, çelik gövdeli kurtarm a gemileri kulla­ tirilmiştir. G ene parkçılıkta değerli bir bitki
nıldı. Fiberglas gövdeli kurtarm a gemileri olan Japon kurtbağrı (Ligustrum japonicum)
yapılması da denenm ektedir. da yaygın olarak yetiştirilen türlerdendir.
Günüm üzde güvenlik nedeniyle çift m otor­ Yaprağını dökmediği için yaz kış bahçeleri
lu olan kurtarm a gemileri radar, radyo ve süsleyen bu tür, dallarından kesilen parçalar
sonar aygıtlarıyla donatılmıştır. Kurtarm a ge­ (çelikler) yardımıyla çoğaltılır.
milerinde ip atm a aygıtı, cankurtaran şam an­
dırası, sedye, ilkyardım donanımı, acil du­ KURTBOĞAN. Düğünçiçekleriyle aynı fa­
rumda kullanılacak hazır yiyecekler ve bir milyada yer alan kurtboğanlar (A conitum )
tırmanm a ağı da bulunur. çok zehirli bitkilerdir. Öyle ki bu bitkilerin
köklerinden akan özsu eskiden kurt gibi bazı
KURTBAĞRI denen bitkilerin A vrupa, Asya vahşi hayvanları zehirlem ek için kullanılırdı.
ve Avustralya’da kendiliğinden yetişen 50 Nitekim, adını da bu özelliğinden alan bu
kadar türü vardır. Zeytingiller familyasının bitkilere ayrıca “kaplanboğan” ya da “boğan-
Ligustrum cinsini oluşturan bu türlerin bazıla­ o tu” gibi adlar da verilir. Kurtboğanların ze­
rı gösterişli biçimleri nedeniyle süs bitkisi hirleyici etkisi bütün organlarında, daha çok
olarak yetiştirilir, bazen de çit olarak dikilir. da köklerde bulunan akonitin adlı alkaloit
Çalı ya da ağaççık yapısındaki bu bitkiler oval yapısındaki bir m addeden kaynaklanır; ako­
biçimli parlak yeşil yapraklarla donanmış nitin öldürücü etkisini kalbi durdurarak gös­
dalların ucunda hoş kokulu beyaz çiçekler terir. Bununla birlikte, kurtboğanların bazı
açar. Tek tek değil küm eler halinde bulunan türleri (özellikle de Aconitum napellus) çok
bu çiçeklerin döllenmesiyle siyah, mavi ya da eskiden beri ağrı kesici ilaç olarak kullanıl­
KURTULUŞ SAVAŞI 113

m aktadır. A m a, son derece tehlikeli olduğun­ KURTULUŞ SAVAŞI. Milli M ücadele, İs­
dan kullanımları giderek azalmıştır. Gene de tiklal Harbi gibi adlarla da anılan Kurtuluş
bugün hâlâ bazı ülkelerde bu amaçla yetiştiril­ Savaşı Türk tarihinin kısa ama son derece
m ekte ve ilaç hazırlanm aktadır. yoğun askeri ve siyasal olaylarla dolu bir
Kurtboğanların kuzey ılıman kuşağa dağıl­ dönemidir. Aynı zamanda Osmanlı Devleti’n-
mış 60 kadar türü bilinmektedir. Hepsi de den Türkiye’ye, saltanattan cumhuriyete ge­
çokyıllık otsu bitkiler olan bu türlerin kalın çiş sürecini de içeren bu dönem 30 Ekim
yumrumsu köklerden yükselen dik gövdeleri 1918’de M ondros M ütarekesi’nin imzalanma­
vardır. Gövde boyunca dizilmiş parçalı yap- sıyla başlar, 29 Ekim 1923’te Türkiye Cum hu­
riyeti’nin ilanıyla sona erer.

Mondros Mütarekesi ve İlk Sonuçları


Osmanlı D evleti’nin I. Dünya Savaşı’ndaki
yenilgisini belgeleyen M ondros M ütarekesi
(bak. M o n d r o s M ü t a r e k e s İ ) ile Anadolu ve
Trakya her türlü işgale açık bir duruma
geliyordu. Çünkü m ütareke hükümleri galip
devletlere gerekli gördükleri her yeri işgal
etme hakkı tanıyor, buna karşılık Osmanlı
ordusunu birkaç birlik dışında tümüyle terhis
ediyor, silahlarına da el koyuyordu. Koşullar
böylesine ağırken İstanbul’daki hüküm et si­
yasal görüşmeler yoluyla bunların hafifletile-
bileceğini umuyor, imzalanacak barış antlaş­
masıyla daha elverişli bir konum elde edilece­
K u rtb o ğ a n la r çok zeh irli am a buna karşılık son ğine inanıyordu. Halbuki M ondros M ütare­
derece alım lı b itkile rd ir. kesi’nin hemen ardından işgaller başladı. Ö n­
ce İngilizler sonra Fransızlar Güneydoğu
raklar uca doğru yerini genellikle m or çiçekle­ A nadolu’da toprak ele geçirmeye giriştiler.
re bırakır. Dik salkımlar halinde bir araya Onları Yunanlılar'dan daha çabuk davrana­
toplanmış çiçeklerin taçyapraklarından üstte­ rak Muğla ve A ntalya’ya asker çıkaran İtal-
ki kıvrılarak miğfer biçimini almıştır ve yanlar izledi. Yunanlılar I. Dünya Savaşı'na
içinde balözü keselerini barındırır. Uzun di­ girmelerine karşılık olarak kendilerine vaat
liyle bu miğferi iterek çiçekten balözü almayı edilen Ege Bölgesi'ni tümüyle işgal edebil­
başaran tek böcek toprak yabanarısıdır; işte mek amacıyla geniş çaplı hazırlıklara girişmiş­
bu yüzden kurtboğanların yetiştiği yörelerde lerdi. Hazırlıklar ancak Mayıs 1919'da bitiril­
bu böceklere bolca rastlanır. di ve Kurtuluş Savaşı'nın da ilk büyük dönüm
Avrupa ve Uzakdoğu’ya özgü mavi, sarı ya noktası olan İzmir'in işgaline 15 Mayıs
da beyaz çiçekli bazı türler doğal ortam ından 1919'da girişildi.
alınarak bahçelere süs bitkisi olarak dikilmiş
ve pek çok çeşidi geliştirilmiştir. Türkiye'de İzmir'in İşgali ve Direnişin Başlaması
süs olarak yetiştirilmeyen ama yabani olarak İzmir'in işgali Kurtuluş Savaşı'nın silahlı dire­
kırlarda bulunan üç türü vardır. Kuzeydoğu nişinin başladığı tarihe de işaret eder. İşgale
ve Doğu A nadolu’nun dağlık kesimlerinde tepki olarak ilk kurşun gazeteci Haşan Tahsin
yetişen bu türlerden ikisi (Aconitum cochleare tarafından İzmir'de atıldı. Onu Ege Bölge-
ve Aconitum nasutum) mavimsi mor, öbürü si'nde genişleyen Yunan işgaline karşı başka
ise (Aconitum orientale) leylak renkli çiçekle­ yerlerde başlayan silahlı direnişler izledi. Bu
riyle dikkati çeker. direnişi yapanlar daha çok bölgede yaygın bir
gelenekten yetişen efelerdi. O zamana kadar
KURTÇUK bak. L a rv a . A nadolu'nun birçok yerinde kurulmuş m üda­
114 KURTULUŞ SAVAŞI

Ernest B. SchoedsacklNatura! Geographic M agazine


M ustafa K e m a l'in K u rtu lu ş Savaşı'nı y ö n e ttiğ i m erkez olan Ankara 1920'de yoksul b ir A n a d o lu kasabasıydı.

faa-i hukuk (hakları savunma) örgütleri barış­ M ustafa Kemal A nadolu’nun batısından
çı yollardan hak aramaya uğraşıyor, bir bölü­ başlayan işgale karşı, direniş cephesinin doğu­
mü de umutsuzluk içinde bölgesel çözümler da kurulması gereğine inanıyordu. Bunun için
arıyordu. Buna karşılık özellikle İstanbul’da de bütün sivil örgütleri ve askeri gücü birleş­
toplanmış bazı çevreler işgalci büyük devletle­ tirmenin zorunluluğunu görüyordu. Samsun’a
rin dostluğuna sığınıyor, yerli azınlıklar ise çıktıktan sonra ilk uğrak yeri olan Am asya’da
açık ya da gizli olarak işgali destekleyen, yayınladığı tamim (bildirge) ülkenin içine
kolaylaştırmayı amaçlayan silahlı ve silahsız düştüğü durum u açıklıkla saptıyor, çözümün
örgütler kuruyorlardı. bütün güçlerin birleşmesinden geçtiğini vur­
İzmir’in işgali bu bakım dan herkes için guluyordu. M ustafa Kemal sonraki adım ­
uyarıcı oldu. Özellikle müdafaa-i hukuk ör­ larını da bu doğrultuda attı. Erzurum ve
gütleri Ege’deki kanlı işgal hareketleri karşı­ Sivas kongreleriyle (bak. E r z u r u m v e S î v a s
sında ancak silahla direnilebileceğini anladı­ K o n g r e l e r i ) sivil örgütlerin birleşmesinden
lar. Gerçi İzm ir’in işgali bütün yurtta sert A nadolu ve Rumeli M üdafaa-i H ukuk Cemi­
tepkilere yol açtı, düzenlenen büyük gösteri­ yeti doğdu. Şimdi sıra askeri ve sivil güçle­
lerle protesto edildi, ama bunun işgalci dev­ rin hareketlerinin yasal dayanağını oluştu­
letlerin üstünde pek etkisi olmadı. Aslında racak, bütün milleti temsil edecek üst düzey­
müdafaa-i hukuk örgütleri de birbirinden ko­ de bir örgütün kurulm asına gelmişti. Bu da
puktu, silahlı direniş grupları da hem küçük Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ola­
topluluklar halindeydi, hem de yeterli silah­ caktı.
lardan yoksundu. İşte bu dağınık güçleri top­
layıp bir araya getirecek kişi İzmir’in işgalinin İstanbul Hükümetleri
ertesi günü Samsun’a doğru yola çıkan M usta­ A nadolu’da bu gelişmeler olurken İstanbul’
fa Kem al’di. daki padişah yönetimi galip devletlerin her
KURTULUŞ SAVAŞI 115

türlü baskısına boyun eğiyor, Mustafa Ke­ bölüm asker ve sivil aydın ile milletvekili de
mal’e ve yandaşlarına cephe alarak güçlenme­ mücadeleyi sürdürm ek amacıyla A nadolu’ya
lerini engellemeye çalışıyordu. Başta sadra­ geçti.
zam Dam at Ferid Paşa olmak üzere İstanbul
hüküm etlerinin ileri gelen kişileri Mustafa TBMM'nin Toplanması
Kemal ve arkadaşlarını asi olarak görüyorlar, 27 Aralık 1919’da A nkara’ya gelen Mustafa
işgallerin genişlemesinin nedenini direnişçile­ Kemal burasını A nadolu’daki direniş hareke­
rin karşı koymalarında arıyorlar, bu hareket­ tinin merkezi olarak seçmişti. Gerçekten de
lerin imzalanacak barış antlaşmasını tehlikeye A nkara coğrafi konumu bakımından A nado­
düşüreceğine inanıyorlardı. Am a toplantıya lu’nun ortasına yakın bir yerde bulunuyordu.
çağırdıkları Osmanlı M ebusan Meclisi bile Ayrıca o dönemin en önemli ulaşım aracı olan
onlar gibi düşünmüyordu. 12 Ocak 1920’de demiryolunun doğudaki son durağı da A nka­
toplanan meclis aldığı bir kararla Sivas Kon- ra’ydı. Böylece İstanbul’la, Ege Bölgesi’yle
gresi’nde kabul edilen ilkeleri benimsediğini ve Güney A nadolu’yla düzenli bağlantı sağ­
açıklayınca galip devletler direniş ruhunun lanmış oluyordu. M ustafa Kemal işgale boyun
İstanbul’da bile ne denli güçlendiğini gördüler eğerek her türlü bağımsızlığını yitirmiş İstan­
ve 16 M art 1920’de kenti işgal ederek Osman- bul’daki padişah yönetimine karşı ulusun
lı Mebusan Meclisi’ni dağıttılar. Direniş yanlı­ gerçek iradesini temsil edecek yeni meclisin
sı milletvekillerinden ve aydınlardan ele geçi­ A nkara’da toplanmasını kararlaştırdı. Her
rebildiklerini de M alta Adası’na sürdüler. Bir ilden seçilen milletvekilleriyle kapatılan Os-

Türkiye İŞ Bankası A ta tü rk ve D evrim Serisi

M ustafa Kem al Erzurum ve Sivas ko n g re le rin i ge rçe kle ştird ikte n sonra gücünü İsta nb ul h ü kü m e tin e de
kabul e ttirm e k am acıyla 20-22 Ekim 1919'da Sadrazam A li Rıza Paşa ile b ir dizi g ö rü ş m e yap m ıştır. M ustafa
Kem al, A m a sya 'd a n Sivas'a dönerken uğradığı T o ka t'ta arkadaşlarıyla.
116 KURTULUŞ SAVAŞI

manii M ebusan Meclisi'nin A nadolu’ya geçen varan başına buyruk davranışları da olumsuz
üyelerinin bir araya gelmesiyle oluşan Türki­ bir görüntü yaratıyordu.
ye Büyük Millet Meclisi (TBMM) 23 Nisan Ö te yandan galip devletler Anadolu da
1920'de toplandı ve kendi içinden bir hükü­ dahil olmak üzere Osmanlı topraklarını pay­
met seçti. TBMM başkanlığına getirilen Mus­ laşma yolundaki planlarını son aşamaya geti­
tafa Kemal aynı zamanda hüküm etin de rerek bir barış antlaşması biçiminde sunmaya
başındaydı. Böylece A nadolu'da yeni bir dev­ hazırlanıyorlardı. 21 Nisan 1920’de San Re-
letin varlığı bütün dünyaya duyurulmuş olu­ m o'daki toplantıda verilen karara göre Irak
yordu. ve Filistin İngiltere’nin, Suriye Fransa’nın
A nadolu’da yeni bir hüküm etin varlığına yönetimine bırakılıyor, A nadolu’nun A kde­
İstanbul yönetimi de işgalci devletler de sert niz kıyıları İtalya’ya, Suriye ile komşu G üney­
tepki gösterdiler. İstanbul yönetiminin kış­ doğu Anadolu Bölgesi Fransa’ya, Ege ve
kırtmalarıyla Mayıs 1919'dan beri A nadolu' Trakya Y unanistan’a veriliyordu. Boğazlar
nun çeşitli yerlerinde baş gösteren ayaklan­ ise uluslararası bir kurul tarafından yönetile­
malar yeniden alevlendi (bak. A N Z A V U R A Y A K ­ cekti. Galip devletler bu tasarının yalnız
LANM ASI). Bu ayaklanmaları bastırm ada bü­ İstanbul yönetimince değil TBMM tarafından
yük yararlıkları görülen çeteler artık Kuva-yı da kabul edilmesi için girişimlerde bulundu­
Milliye (ulusal kuvvetler) olarak anılır olmuş­ lar. TBMM kendi varlık nedenini ortadan
tu. İstanbul yönetimi Nisan 1920’den başlaya­ kaldıracak böylesi bir öneriyi doğal olarak
rak Kuva-yı Milliye’ye karşı Kuva-yı İnzibati­ reddetti. İstanbul yönetimi ise Osmanlı Dev­
ye adı verilen karşı bir güç oluşturarak İzmit leti’nin varlığını kâğıt üstünde tanıyan, padi­
yöresinde harekete geçti. Bunu Adapazarı, şaha dokunulmayacağını garanti eden ve İs­
Bolu, Yozgat, Çorum , Tokat ve Konya’daki tanbul’un başkent olarak kalmasını sağlayan
ayaklanmalar izledi. A nkara hüküm eti Kuva- birkaç küçük değişiklikle tasarıyı kabul etti ve
yı Milliye’nin yardımıyla bu ayaklanmaları 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşm ası’m imza­
bastırmayı başardı. Bu arada Yunanlılar da ladı. Artık İstanbul ile A nkara’nın yolları
ilerlemelerini sürdürerek Balıkesir’i ve Bursa’ kesin olarak ayrılmıştı.
yı, ardından da bütün Trakya’yı işgal ettiler.
A nkara hükümetinin işgallere karşı koyacak Askeri Cepheler
gücü henüz yoktu. Am a bu durum düzenli bir TBMM hükümeti ilk günden başlayarak ulu­
orduya ne denli gereksinim olduğunu ortaya sal bir ordu yaratm a yolunda yoğun çabalar
koyuyordu. Ayrıca Kuva-yı Milliye’nin yer harcıyordu. Eldeki birlikler yeniden düzenle­
yer A nkara hüküm etinin gücünü sarsmaya niyor, bölgesel seferberlikler ilan edilerek

İletişim Yayıncılık A rşivi

K u rtu lu ş Savaşı'nın dö nü m
noktası ola n Sakarya Savaşı
öncesinde y u rt çapında b ir
s e fe rb e rlik başlatılm ıştı.
Ö küzlerle çekilen to p la r
cepheye g id iy o r.
KURTULUŞ SAVAŞI 117

İletişim Yayıncılık A rşivi

K u rtu lu ş S avaşı'nda düzenli o rd u n u n oluşm a sıyla düşm ana karşı başarılı savaşlar v e rilm e y e başlandı. T ürk
askerleri siperde.

yeni birlikler kurulmaya çalışılıyor, A nkara’ sında yitirilen toprakları geri almak için 28
da açılan talimgâh ile de subay açığının Eylül 1920’de harekete geçti. 30 Ekim ’de
kapatılması hedefleniyordu. Öte yandan Ege’ Kars’a girerek bölgeyi ellerinde tutan Erme-
de Kuva-yı Milliye’nin küçük çaplı direnişi niler’i barışa zorladı. 2 A ralık’ta imzalanan
sürerken G üneydoğu’da A ntep, Urfa ve Ma- Güm rü Antlaşması ile Kars Türkiye’ye bıra­
raş’ta halkın kendi olanaklarıyla oluşturduğu kıldı. Daha sonra yapılan Moskova (16 M art
gönüllü birlikler, işgalci Fransızlar’a karşı 1921) ve Kars (13 Ekim 1921) antlaşmalarıyla
kentlerini kurtarm ak için çetin bir savaş Doğu A nadolu’daki sınır kesin olarak belir­
veriyorlardı. Ocak 1920’de sokak çatışmaları lendi. Bu antlaşm alar Doğu Cephesi’ndeki
biçiminde başlayan bu direnişler giderek bü­ birliklerin savaşın daha yoğun olarak sürdüğü
tün kenti içine alan m uharebelere dönüştü ve Batı Cephesi’ne kaydırılması olanağını sağ­
bunun sonunda önce Urfa ve M araş, ardından ladı.
da A ntep işgalden kurtuldu. Bu kentlerimize
işgale karşı direnişte gösterdikleri başarıdan Batı Cephesi
ötürü sonradan Şanlıurfa, Kahramanmaraş ve Yunanlılar’ın 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çık­
Gaziantep adları verildi. malarıyla başlayan işgal hareketleri küçük
çaplı direnişleri kırarak ilerlemiş Temmuz
Doğu Cephesi 1920’ye gelindiğinde bütün Ege Bölgesi’ni ve
TBM M ’ye bağlı askeri güçlerin ilk düzenli Trakya’yı içine almıştı. Buna karşılık TBMM
harekâtı Doğu Cephesi’nde olmuştur. M erke­ hükümeti de düzenli ordu kurma yolundaki
zi Erzurum ’da bulunan 15. K olordu’nun ko­ kararının bir uygulaması olarak Batı Cephesi
mutanı Kâzım Karabekir doğu sınırındaki komutanlığını oluşturmuştu. Batı Cephesi he­
belirsizliği gidermek ve I. Dünya Savaşı sıra­ nüz derlenip toparlanm a çalışmaları içinde
118 KURTULUŞ SAVAŞI

olduğundan önceleri düşmanla çatışmaya gir­ dan elde edemediklerini askeri alanda kazan­
m ekten kaçınmış, ama varlığını duyurmaktan mak için yeni bir saldırıya hazırlanıyorlardı.
da geri durmamıştı. Düşmanla ilk çatışma 23 M art 1921’de gene İnönü önlerinde karşı
başına buyruk davranışlarıyla TBMM hükü­ karşıya gelen Türk ve Yunan birlikleri bu kez
metinin otoritesini tanımadığını açıkça göste­ daha geniş bir cephede çarpışmaya başladılar.
ren Kuva-yı Milliye kom utanlarından Çerkeş Yunanlılar 27 ve 30 M art’taki iki büyük
E them ’in yakalanması için düzenlenen hare­ saldırıları püskürtülünce geri çekilmek zorun­
kât sonrasında oldu. Türk birliklerinin Çerkeş da kaldılar. Cephenin güney ucundaki Af­
Ethem güçlerini izlemesinden yararlanm ak yon’u işgal eden Yunan birlikleri de kenti terk
isteyen Yunan ordusu 6 Ocak 1921’de ileri ettiler. Böylelikle II. İnönü Savaşı’nda da
harekâta girişerek 9 O cak’ta İnönü’ye vardı. zafer Türkler'in oldu. Am a Yunanlılar işgal­
Buradaki Türk birlikleri iki gün süren çetin lerini daha da yaymak emelinden vazgeçmiş
bir savaştan sonra Yunanlılar’ı püskürtmeyi değillerdi. Ayrıca daha da güçlenecek Türk
başardılar. Tarihe I. İnönü Savaşı olarak ordusunun onları ellerinde tuttukları yerler­
geçen bu çarpışma A nkara hüküm etinin gü­ den de atabileceğini görüyorlar, bu yüzden
cünü uluslararası alanda da göstermesine vakit geçirmeden yeniden saldırmayı hedefli­
fırsat sağladı. Düzenli ve güçlü Yunan ordu­ yorlardı. Bu amaçla hazırladıkları geniş çaplı
sunun uğradığı başarısızlık karşısında diplo­ bir askeri harekâtı 10 Temmuz 1921 ’de başlat­
matik çabalara ağırlık veren galip devletler 23 tılar. Afyon, Kütahya, İnönü hattından girişi­
Şubat 1921’de toplanan Londra Konferansı’ len yoğun saldırı karşısında Türk ordusu daha
na A nkara hüküm etini de çağırdılar. Gerçi iyi savunma yapabilmek amacıyla Sakarya
Sevr Antlaşm ası’nın koşullarını biraz daha Irm ağı’nın doğusuna çekildi. Kütahya, A f­
hafifleterek A nkara hüküm etine de kabul yon, Eskişehir Yunanlılar’m eline geçti. Bu
ettirmeyi amaçlayan Londra Konferansı başa­ durum bütün yurtta ve A nkara’da telaşa yol
rısızlığa uğrayarak dağıldı, ama A nkara hükü­ açtı. O rdunun Sakarya’nın doğusunda da
meti Türk ulusunun gerçek temsilcisi olduğu­ tutunam am ası durum unda A nkara’nın düş­
nu bütün dünyaya gösterdi. man işgaline uğramasından çekiniliyordu.
Öte yandan Yunanlılar diplomatik yollar­ Um utların kırıldığı bu ortam da M ustafa Ke-

Tnrih VII T. T. T. Cemiyeti, 1939

Sakarya Savaşı'ndan sonraki b ir yıl düşm ana kesin da rbe yi in d irm e y i am açlayan y o ğ u n hazırlıklarla geçti.
M ustafa Kemal Büyük Taarruz öncesinde o rd u yu d e n e tliyo r.
KUŞ 119

mal Paşa bütün sorumluluğu üstlenerek Antlaşmanın en önemli sonucu hâlâ Yunan
TBM M ’den kendisine başkomutanlık yetkisi işgalinde olan Trakya’nın 15 gün içinde boşal­
vermesini istedi. Bir süre için TBM M ’nin tılmasının kararlaştırılmasıdır. Böylece T rak­
yasama yetkisini de başkom utana bırakmasını ya savaşmadan geri alınmış oluyordu. A teş­
içeren bu öneri uzun tartışm alardan sonra kesin ardından galip devletler 27 Ekim ’de
kabul edildi. M ustafa Kemal Paşa yayınladığı A nkara hüküm etini barış görüşmelerine ça­
buyruklarla ulusun maddi ve manevi bütün ğırdılar. Bu arada TBMM de 1 Kasım 1922’de
gücünü seferber etmesini istedi. aldığı bir kararla Türkiye’de biçimsel de olsa
Bu arada ordusunun başarısını yakından iz­ iki hüküm etin varlığına yol açan saltanata son
lemek isteyen Yunan Kralı Konstantin de verdi. Son Padişah VI. M ehmed Vahideddin
A nadolu’ya gelmiş, son bir saldırıyla A nkara’ de 17 Ekim ’de ülkeyi terk etti (bak. V a h İDED-
nın ele geçirilmesi buyruğunu vermişti. 14 Dİ n ) . İsviçre’nin Lozan kentinde yapılan barış
Ağustos’ta ilerlemeye başlayan Yunan ordusu görüşmeleri I. Dünya Savaşı’nın galibi olan
22 Ağustos’ta Sakarya’nın doğusundaki Türk devletlerin Osmanlı D evleti’nden elde ettikle­
cephesine ulaştı. 5 Eylül’e kadar çok şiddetli ri ayrıcalıkları yeni Türk yönetimine de kabul
m uharebeler oldu. Türk ordusu zaman zaman ettirm e yolundaki baskılarından dolayı bir
zor durum lara düşmesine karşın 5-13 Eylül kez kesintiye uğradıysa da 24 Temmuz
arasında bütün gücüyle giriştiği taarruz sonu­ 1923’te anlaşmayla sonuçlandı (bak. L o z a n
cunda Yunan ordusunu Sakarya’nın batısına BARIŞ AN TLA ŞM A SI).
kadar sürdü. Yunanlılar Türk ordusunun izle­ A rtık geriye yeni rejimin niteliğinin belir­
me harekâtını sürdüreceklerini sanıyorlardı. lenmesi kalmıştı. TBMM göreve başladığı 23
Am a 22 gün süren savaş Türk ordusunu da Nisan 1920’den beri ulusun gerçek temsilcisi
yıprattığından izleme yapılamadı. O rdunun olduğunu adım adım bütün dünyaya kabul e t­
yeniden derlenip toparlanm ası gerekiyordu. tirmişti. 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırıl­
Bundan sonraki bir yıl Yunanlılar’a kesin masıyla da yeni bir aşamaya girilmişti. Ulusal
darbeyi indirmeyi amaçlayan hazırlıklarla sınırlar içinde yeni bir devlet oluşmuş, bu dev­
geçti. Türk ordusu artık savunmayı değil sal­ let Lozan Barış Antlaşm ası’yla dünya ülkele­
dırmayı planlıyordu. Haziran 1922’de ordu­ rince de tanınmıştı. Am a devletin niteliği be­
nun taarruz edebilecek durum a geldiğini gö­ lirsizdi. Aslında 23 Nisan 1920’den beri var
ren M ustafa Kemal Paşa kesin saldırının olan ulusal egemenliğe dayalı devlet biçimiyle
ağustos ayında yapılmasını kararlaştırdı. 26 uyumlu olan rejimin adı cumhuriyetti. TBMM
Ağustos 1922’de A fyon’un güneyinden başla­ de bu yönde karar aldı ve 29 Ekim 1923’te Türki­
yan Büyük Taarruz Afyon-Eskişehir arasına ye Cumhuriyeti’ni ilan etti (bak. TÜRKİYE).
yayılarak sürdü. Beş gün süren taarruzun so­
nuncu günü D um lupınar’da Yunan ordusu­ KUŞ. Kuşlar A ves sınıfını oluşturan sıcakkan­
nun son gücü de yok edildi. Başkomutanlık lı, omurgalı hayvanlardır. Gövdelerini örten
Meydan Savaşı adı verilen bu savaştan sonra tüyler başka hiçbir hayvan grubunda rastlan­
dağılıp İzm ir’e doğru çekilmeye başlayan Yu­ mayan özelliktedir ve genel olarak kuştüyü
nan birlikleri de sıkı bir izleme harekâtı sonu­ adıyla tanınır. M emeliler ve sürüngenler kuş­
cunda etkisiz kılındı. 9 Eylül’de İzmir, 10 Ey- lara en yakın iki sınıftır. Hayvanlar arasında
lül’de de Bursa kurtarıldı. 18 Eylül’de A nado­ yalnız kuşlar ve memeliler gövde sıcaklığını
lu’da silahlı bir tek Yunan askeri kalmamıştı. dış etkenlerden bağımsız olarak denetle­
yerek belli bir düzeyde tutabilirler. Ama
Mudanya Mütarekesi'nden Lozan Barış kuşların ön bacakları memelilerden farklı
Antlaşması'na olarak bir çift kanada dönüşmüştür. Kuşların
Türk ordusunun bu başarısı karşısında henüz kanadı yarasalar gibi uçan memelilerinkinden
İstanbul’u ellerinde tutan galip devletler bile çok farklıdır. İster uçsun, ister kivi, penguen,
ateşkes istemek zorunda kaldılar. 3 Ekim ’de devekuşu gibi uçamasın tüm kuşlarda kanat
M udanya’da başlayan görüşmeler sonunda bulunur. Yum urtlayarak üreme özelliği ise
11 Ekim ’de ateşkes antlaşması imzalandı. kuşları memelilerden çok sürüngenlere yak­
120 KUŞ

laştırır. Ayrıca kuştüyü, sürüngenlerinkine kuyruksokumundaki bezin salgıladığı yağı ge­


benzer pullardan gelişmiştir. Yumuşak tüylü ne gagalarıyla tüm gövdelerine yayarlar.
bir kuş yavrusunun bir kertenkeleye ya da Kuşlar arasında uçma yöntemleri çok deği­
yılana benzer bir yanını göremezsiniz. Ama şiktir. Karalar üstünde uçan küçük kuşlar
parlak tüyleri ve donuk bakışlarıyla bir horoz, kanatlarını sürekli çırparken birçok kuş hava
sürüngen atalarından izler taşır. Kuşların akımlarından yararlanarak süzülür. Kuzgun
sürüngenlere özgü başka bir özelliğine Avus­ ve şahin gibi iri yapılı kara kuşları tepeler
tralya’da yaşayan iriayaklarda rastlanır. Bu arasında yükselen sıcak hava akımlarından,
kuşlar yumurtalarını kuma ve yaprakların albatros ve yelkovankuşu gibi deniz kuşları
içine gömer; yavrular da açık havaya bazı okyanusların üstünde esen rüzgârlardan yarar­
sürüngen yavruları gibi kazarak çıkarlar (bak. lanır. Albatroslar kanatlarını çırpmadan saat­
İRİAYAK). ler boyu havada süzülerek gemilerle yarışa­
Kuşlar yaklaşık 180 milyon yıl önce, dino­ bilir.
zorları ve timsahları da içeren bir sürüngen Uçma biçimleri kuş gruplarının birbirinden
grubundan türemiştir. Bu sürüngenlerden ba­ ayırt edilmesine yardımcı olur. Örneğin ör­
zıları milyonlarca yıllık bir süreç içinde dişle­ dekler ve bazı kıyı kuşları düzenli kanat
rini ve öbür sürüngen özelliklerini yitirmiş, çırpışlarıyla bir doğrultu boyunca, ağaçkakan­
tüylü kanatlar ve kuyruklar geliştirmişlerdir. lar ve ispinozgillerin çoğu alçala yüksele uçar.
Uçmaya nasıl başladıkları ise bilinm em ekte­ Kırlangıçlar ve yelyutanlar ise uçarken sürekli
dir. Bazı bilim adamları yüksek tüneklere ve birdenbire yön değiştirirler.
tırm anarak kendilerini aşağı doğru süzülmeye Kuşların kanatları doğal olarak uçma bi­
bıraktıklarını düşünürken öbürleri, açık alan­ çimlerine uygundur. Orm antavuğu gibi av
larda hızla koşarak havalandıklarını öne sür­ kuşlarının kısa ve yuvarlak kanatları hızla
m ektedir. havalanmaya yatkındır. Kartalların ve akba­
baların kanatları hem hava akımlarından ya­
Her Şey Uçmak İçin rarlanacak, hem de ağır gövdelerini taşıyacak
Kuşların, gövdelerine oranla sürüngenlerin- ölçüde geniş ve küt uçludur. Atm acalar,
kinden çok daha iri beyinleri vardır. Kuşların kırlangıçlar ve kıyı kuşları ise uzun, uca doğru
tüm gövdesi uçmaya elverişli bir yapı kazan­ sivrilen kanatları sayesinde çabucak yön de­
mıştır. Ağırlığı azaltmak için kemiklerinin içi ğiştirebilirler.
kısmen boştur. Kasları çok güçlüdür. Gövde Kuşun uçma biçiminden ne yaptığı kolayca
ağırlığı büyük ölçüde kanatların altında kalır. anlaşılabilir. Kırlangıçlar havada böcekleri
Gem ilerdeki safrayla aynı işlevi gören bu yakalarken sağa sola atılır; ama göç ederken
ağırlık, hayvanın havada yalpalamadan den­ çok daha düzgün bir doğrultu boyunca uçar.
geli bir biçimde uçmasını sağlar. Uçaklar Bir kuş avlanırken ya da düşmanından kaçar­
yapılırken de ağırlığın kanatların altında kal­ ken, yalnız başına ya da sürü halinde uçarken,
ması ilkesine titizlikle uyulur. Kuşun kuyruğu ürem e mevsiminde kur yaparken ya da belir­
m anevra yapmaya ve dengeye yardımcıdır. lediği bölgesini savunurken çok değişik biçim­
Kuşların tüyleri farklı biçim ve boyutlarda­ lerde uçabilir. Havada ok gibi giden bir kuşun
dır. Gövde tüyleri baştan kuyruğa kadar hızı konusunda genellikle yanılgıya düşülür.
arkaya doğru yatık olduğundan uçuş sırasında Oysa saatte 95 kilometreyi aşan bir kuşa
hava direncini azaltır, düzgün ve kaygan bir ender rastlanır. Kuşların çoğu saatte 50 kilo­
yüzey sağlar. Kuşun uçmasını sağlayan kanat metrenin altında kalan bir hızla uçar.
ve kuyruk tüyleri hafif olmasına karşın sert ve
sağlamdır. Uçmak için gerekli itme kuvvetini Uçamayan Kuşlar
büyük ölçüde kaynaşmış parm ak kemiklerine A frika’ya özgü bir kuş türü olan devekuşu
bağlı tüylerden aldıklarından bu tüylere el (Struthio camelus) uçamaz; ama kanatlarını
uçma tüyleri ya da birincil uçma tüyleri denir. saatte 70 kilometreye ulaşan bir hızla koşar­
Kuşlar tüylerini düzeltip temizlemek için ken denge unsuru olarak kullanır. Emu (D ro-
gagalarıyla “tara r” ve tüylerini korum ak için maius novaehollandiae) 1,5 metreyi aşan bo­
KUŞ 121

Tepe

T ip ik b ir kuşun be lli başlı b ö lü m le ri.

yuyla devekuşundan sonra yaşayan en iri kırıma uğratılmış, sonuncu çift 1844’te öldü­
kuştur. Avustralya’da yerleşimin başlamasıy­ rülmüştür. Bir zamanlar A frika’nın doğu kıyı­
la birlikte kırıma uğrayan birçok benzerinden ları açıklarındaki M auritius A dası’nda yaşa­
geriye yalnız bu tür kalmıştır. Em ular da çok yan dodo (Raphus cucullatus) da yaklaşık 200
hızlı koşabilir ve saatte yaklaşık 50 kilom etre­ yıl önce yok olmuştur. Uçamayan kuşların
lik bir hıza ulaşırlar. Üç türden oluşan kiviler genellikle bulundukları yerlerde yaşayan do­
(Apteryx cinsi) Yeni Zelanda’ya özgü uçama- ğal düşmanları olmadığından, kaçmak için
yan kuşlardır. Ağırlığı 450 gramı bulan yu­ uçmaya gereksinimleri yoktur. Am a insanlar
murtaları gövdelerine göre son derece iridir. yalnız kendileri değil yanlarında getirdikleri
Ender rastlanan kuş türlerinden takahe (No- köpek, kedi ve fare gibi hayvanlarla da bu
torrıis marıtelli) yalnız Yeni Zelanda’da, G ü­ kuşların sonlarını hazırlamışlardır.
ney A dası’nın ıssız vadilerinde bulunur. Saz-
tavuklarına akraba olan bu uçamayan kuş Kuştüyü
türü parlak mavi ve yeşil renklerle bezelidir. Kuşun gövdesi uçmaya uygun olarak biçim­
Güney A m erika’ya özgü uçamayan iki kuş lendiği gibi gövdesini örten tüyler de yaşama
türünden oluşan rea (Rhea cinsi), devekuşla- biçimine son derece uygun bir gelişim göster­
rının zebra ve antiloplarla birlikte dolaşması miştir. Bulunduğu yere ya da çıkma zamanına
gibi, geyik ve guanako sürüleriyle karışık göre değişik özellikler taşıyan bu tüyler genel
halde bulunur. olarak küştüyü adıyla tanınır. Kuştüyü, kuşu
Pasifik A dalan’ndan Yeni Kaledonya’da yalnız sıcak tutm akla kalmaz, su kuşlarında
yaşayan kagu (Rhynochetus jubatus), kanatla­ deriyi sudan koruma işlevi de görür. Renkle­
rını yalnız iki yana açıp “dans” ederken riyse kuşun düşmanlarından korunmasına ve
kullanır. Dalıcımartıların uçamayan tek türü türdeşleriyle iletişim kurmasına yardımcı
olan büyük dalıcımartı (Pinguinus impennis) olur. Ayrıca erkekler renkleri ve desenleriyle
yakın bir zamana kadar Atlas Okyanusu’nun dişiyi kendine çeker ya da rakiplerini kor­
kuzeyindeki kayalık adalarda yaşıyordu. Am a kutur.
19. yüzyıl başlarında denizciler tarafından Kuşun rengi genellikle yaşadığı çevreyle
122 KUŞ

uyum içindedir. Am a bu durum tüylerin hep Kıyı kuşlarının yanı sıra solucan bulmak
soluk ve düz renklerde olacağı anlamına için gagalarıyla toprağı ve çamuru kazan öbür
gelmez. Örneğin keskin ışık ve gölge ayrımı­ kuşların genellikle ucu duyarlı gagaları vardır.
nın birbirini izlediği çakıllı kıyılarda yaşayan Bu kuşların birçoğu kuzey yarıkürede ürer ve
poyrazkuşları ve yağmurcunlar, siyah beyaz kışın güneye doğru göç eder. Besinlerini
tüylerle kaplıdır (bak. K o r u y u c u R e n k l e n m e ) . suyun yüzeyinde ya da sığlıklarda arayan
Kuştüyünün hem kur yapmak, hem de ördekler geniş gagalarını süzgeç gibi kullana­
gözdağı verm ek için gösterişli olması zorunlu­ rak küçük canlıları yakalar. Kaşıkgagalarda
dur. Kuyruk desenlerinin, kanatlardaki renkli bu yapı iyice belirginleşmiş ve ucu yayvanla­
çizgilerin, baş ve boyundaki süslerin ayrı ayrı şan gaga kaşık biçimini almıştır. Okyanuslar­
önemi vardır. Bunlara tavuskuşları, lirkuşları da yaşayan borankuşları ve yelkovankuşları
ve cennetkuşları uzun kuyruklarıyla, çoğu daha dar gagaları sayesinde yüzeyden küçük
ördek türü kanatlarındaki parlak renkli leke­ deniz canlılarını kapar. Batağanlarm ve öbür
lerle, bayağı batağan (Podiceps cristatus) ve iyi dalıcıların gagaları suyu yarmaya uygun
bayağı hindiler (Meleagris gallopavo) başla­ olarak düz ve sivri uçludur. M akasgagalar su
rındaki süsleriyle iyi birer örnektir. Batağan- yüzeyinin hemen üstünde uçarken gagalarının
larda olduğu gibi süsler bazen hem dişide, alt parçasını suya sokarak avlanırlar. Gagala­
hem de erkekte görülür. Am a genellikle rının alt parçası üst parçasından çok daha
yalnız erkek kuşlar süslüdür. Göz alıcı tüyler uzundur.
erkeklerin kolayca gizlenmesini engeller. Meyve yiyen kuşlar yılın ancak belli dö­
Bundan ötürü çok gösterişli erkekler arasında nemlerinde meyve bulabildiklerinden, başka
yalnız yaşama eğilimi yaygındır. Erkek görü­ besinleri de almaya elverişli oldukça kısa ve
lüp öldürülse bile, anne ve yavruların yaşamı düz gagalıdır. Am a tukan ve boynuzgagadaki
tehlikeye girmez. Am a birçok kuş kur yapma gibi iri gagaların meyve salkımlarına ulaşma
sırasında kullandığı tüylerini, kuyruklarını ve amacına yönelik olarak geliştiği sanılmakta­
kanatlarını kapatarak, sorgucunu yatırarak giz­ dır. Tohum la beslenen kuşlar, yedikleri to­
leyebilir. Kuşların çoğu üreme mevsiminin ar­ humların çeşidine göre değişen irilikte, olduk­
dından gösterişli tüylerini döktüğünden güzel­ ça kısa ve kalın gagalıdır. Çaprazgagalar
liklerini önemli ölçüde yitirir (bak. K U ŞTÜ Y Ü ). (Loxia cinsi) gagalarını, iğneyapraklı ağaçla­
rın kozalaklarından tohumları çıkarmakta
Gaga kullanır. Papağanların gagaları çok güçlü ve
Kuşlar tüyleriyle olduğu gibi gagalarıyla da kanca uçludur. Hem en hepsi tohum yemesine
kolaylıkla ayırt edilebilir. Beslenme çeşitliliği karşılık Yeni Z elanda’ya özgü kea (Nestor
türler arasında gaga yapısını belirleyen temel notabilis) genellikle koyun leşlerinden elde
etkendir. Çobanaldatanların ve yelyutanların ettiği hayvansal yağla beslenir.
gagaları çok küçüktür; ama uçarken böcekle­ Yırtıcı kuşların gagaları avlarını parçalam a­
rin kolayca yakalanmasını sağlayacak ölçüde ya yarayacak biçimde gelişmiştir. Bu kuşların
açılır. Eskiden Yeni Zelanda orm anlarında çoğu avlarını güçlü pençeleriyle yakalar.
yaşayan ve soyu 19. yüzyıl başlarında tükenen
huy anın (Heteralocha acutirostris) çok ilginç Bacaklar ve Ayaklar
bir gaga yapısı vardı. Erkeğin düz gagası Kuşların bacakları ve ayakları da yaşama
çürümüş ağaç gövdelerini oyabilecek biçimde biçimlerine uygundur. Tavuklar güçlü bacak­
sivriydi. Dişinin ise uzun gagası aşağı doğru ları ve ayaklarıyla toprağı eşeleyip yiyecekle­
kıvrılıyordu. Erkek ve dişinin beslenme işbir­ rini arar. Kolibri, yelyutan ve kırlangıç gibi
liği yaptığı; erkekler düz gagalarıyla odunu yaşamını büyük ölçüde havada geçiren kuşla­
delerken dişilerin böcek larvalarını çıkardığı rın bacakları küçük ve güçsüzdür. Kartalların
sanılmaktadır. ve akrabalarının iri tırnaklarla donanmış pen­
Küçük kolibrilerin uzun ve çok ince gagala­ çeleri küçük hayvanları öldürecek ölçüde
rı boru gibi uzamış çiçeklerin içinden balözü güçlüdür.
emmeye son derece elverişlidir. Yüzücü kuşların ayakları değişik biçimler­
KUŞ 123

1 M ekenin b irb irin e perdeyle b a ğlanm a m ış parm akları y ü rü m e s in i kolaylaştırırken pa rm akla rında ki lo p la r
yüzm esine yard ım cı o lu r. 2 Ö rdeğ in perdeli ayakları yüzm ek için son derece u yg u n d u r. 3 K arta vuğu nu n
ayakları kışın kara g ö m ü lm e s in i engelleyecek b ir yapı kazanır. 4 Balık kartalı kaygan balıkları tu tm a ya
e lve rişli gü çlü ve p ü rtü k lü p e nçe leriyle avını yakalar. 5 A ğaçkakanın ayakları ağaç gö vde sine sıkıca
tu tu n m a sın ı sağlar. 6 Jasana çok uzun parm akları ve tırnakları sayesinde su b itk ile rin in üstünde
yü rü y e b ilir. 7 Balıkçıl uzun bacaklarıyla ça m u rlu sığlıkları karıştıra karıştıra dolaşarak yiyecek arar ve bazen
balıkların yaklaşm ası için uzun süre kım ıldam adan bekler.

de perdeli bir yapı kazanmıştır. Pelikan ve parm ak kenarlarında gelişen pullar sayesinde
karabatakların dört parmağı perdelerle birbi­ karda batm adan dolaşabilirler. Jasanalar çok
rine bağlıdır. Öte yandan ördekler, m artılar, uzun parm akları sayesinde nilüfer gibi su
sum rular ve borankuşlarının yalnız üç parm a­ bitkilerinin üstünde dolaşır, böcekleri ve öbür
ğı perdelidir. Batağanların ve mekelerin her küçük hayvanları avlar.
bir ayak parmağında yanlara doğru yayılmış Birçok kuşun ayaklarındaki dörder p ar­
perdeler bulunur. Penguenler, karabataklar m aktan üçü öne, biri geriye doğru uzayarak
ve dalıcımartılar yaşamlarının önemli bir bö­ ağaç dallarını sıkıca kavrama özelliği kazan­
lümünü suyun altında balık arayarak geçirir­ mıştır. Özellikle ötücükuşlar için tipik olan bu
ler. Bacakları suyun içinde ilerlemelerini ko­ ayak yapısı, kuşların tünedikleri yerlerden
laylaştıracak biçimde gövdelerinin arka bölü­ düşmeden uyuyabilmelerini de sağlar.
müne yakındır. Kıyı kuşları uzun bacakları
yardımıyla gövdelerini suyun dışında tutarlar. Kuşlar Nasıl Yaşar
Bazı parm akları arasındaki küçük perdeler H er kuş türünün kendine özgü bir yaşamını
suyun derinleştiği yerlerden kıyıya doğru yü­ sürdürme biçimi vardır. Bazıları gündüzleri
zebilmelerini sağlar. hareketlenip, geceleri uyur. Öbürleri yalnız
Yeryüzünün karlı bölgelerinde yaşayan ya da büyük ölçüde geceleri hareket eder.
kartavukları ve öbür orm antavukları kışın Bazı kuşlar gün ışığı ve karanlığın yanı sıra,
124 KUŞ

A y’dan ve gelgit hareketlerinden de etkilenir. ris) gündüz yalnız başına ya da küçük bir grup
Küçük ötücükuşların büyük bölümü ve baş­ içinde beslenip, gece yüzlerce hatta binlerce
ka birçok kuş tek başına yaşamayı yeğler. Bu türdeşinden oluşan sürülere katılabilir.
kuşlar yalnız ürem e mevsiminin başladığı ba­ Kuşlar bahar ya da güz ayları yaklaşırken
har aylarında eşleşirler. Kuzgun (Corvus co- genellikle göçe hazırlanırlar. Bu göç tarlalar
rax) ve bazı kuğular gibi birçok kuşun ise ya­ ile yakındaki orm anlar, ovalar ile daha yük­
şamları boyunca tek eşli kaldığı sanılm akta­ sek yerler arasında olabilir. Öte yandan kutup
dır. Baştankaralar gibi bazı türler çiftler ha­ sumrusu (Sterna paradisaea) Kuzey K utbu’n-
linde ayrı yerlerde ürer, kışın küçük gruplar dan A ntarktika’ya kadar ekvatoru aşarak 16
halinde bir araya gelir. Küçük gruplar ha­ bin kilometrelik yolu aşar (bak. H a y v a n
linde yuva kuran, kışın sürüler halinde topla­ Göçü).
şan kuşlar arasında ispinozgillerin birçok türü
de vardır. M artılar genellikle kalabalık kolo­ Şakıma, Kur Yapma ve Savunma
niler halinde ürem ekle kalmaz yıl boyunca da Mevsimler arasında belirgin ayrımların görül­
toplu yaşamayı sürdürürler. Çeşitli dalıcımar- düğü kuşaklarda kuşlar bahar aylarında ürer.
tı türleri gibi bazı kuşlar ise ürem e mevsimi Erkek kuş, dişileri çeken ve çevredeki öbür
sona erdiğinde küçük gruplar halinde yaşama­ erkek kuşları uyaran ötüşüyle yerini belli
ya başlar. Ötleğenler ve bazı kıyı kuşları gibi eder. Kızılgerdan (Erithacus rubecula) gibi az
birçok göçmen kuş yalnız göç sırasında geniş sayıda kuş türünün dişisi de şakır. Kuşların
sürüler oluşturur. Bir sığırcık (Sternus vulga- şakıması genellikle erkeğin bir yeri gözüne

Kuşların gagaları g e re ksin im le rin e u yg u n b ir b içim d e g e liş m iş tir. 1 Pelikan. 2 Irigaga. 3 A ğaçkakan.
4 Flam ingo. 5 Kartal. 6 M akasgaga. 7 Karga. 8 Y eşilbaş ördek. 9 Çulluk? 10 Balıkçıl. 11 Çaprazgaga. 12 A ra
13Tukan. 14 Sıvacıkuşu. 15 Ç obanaldatan. 16 Sinekkapan. 17 K olib ri. 18 Bıldırcın. 19 Kaşıkçıkuşu.
KUŞ 125

kestirip sahiplendiğinin belirtisidir. Bu “böl­ çamur topaklarından yuvalar yapar. Kır kır­
ge” bir kuşun ya da bir kuş çiftinin türdeşleri­ langıcının yaptığı yuvanın üstü açık olmasına
ne karşı savunduğu ağaçlar, çalılar ya da bir karşılık ev kırlangıcının yaptığı yuvanın yalnız
toprak parçası olabilir. Kızılgerdan gibi bazı küçük bir giriş deliği vardır. Ağaç yelyutanları
kuşlar kışın kendilerine bir beslenme bölgesi küçük ve çanak biçimli yuvalarının dibine bı­
belirler ve çiftler ayrıldıktan sonra bu bölge raktıkları birer yumurtayı tükürükleriyle ya­
dişiye kalır. pıştırırlar. Çin mutfağına özgü bir yemek olan
Erkek bölgesini belirlediğinde yalnızca tür­ kuş yuvası çorbası bu kuşlardan bir türün
deşlerini kovmakla kalmaz, türüne oldukça (Collocalia fuciphaga) tümüyle tükürüğünden
benzeyen başka kuşları da kovalar. Sonunda oluşmuş yuvasından yapılır. Güney A m erika’
bir dişinin bölgesine girmesine izin verirken da yaşayan çömlekçikuşları (Furnarius cinsi)
genellikle her zamankinden farklı biçimde geniş otlaklar ve pampaların üstünde büyük
öterek dişinin çevresinde uçup tüylerini sergi­ ölçüde çam urdan, ekm ek fırınını andıran iki
leyerek kur yapmaya başlar. gözlü geniş yuvalar yapar. Bu kuşların yuvala­
İri yırtıcı kuşların bölgeleri birkaç kilom et­ rına bazen çit kazıklarının tepesinde de rast­
re çapında olabilir. Kuş kolonilerinde bu böl­ lanır.
ge bir yuvanın çok yakın çevresiyle sınırlıdır. Kuşlar her yıl aynı malzemeyi kullanarak
Bu durum da kuşlar koloninin yerleştiği bölge­ yuva hazırlamaya girişir. Am a gereksindikleri
yi ortaklaşa kullanabilirler. malzemeyi bulam adıklarında başka m addele­
ri de kullanırlar. Kuzey A m erika’da yaşayan
Kuş Yuvaları tepeli sinekkapan (Myiarchus crinitus) yuvası­
Bütün kuşlar yum urtlar ve yavrular çıkana nı yılan derisiyle, bulamadığında selofan ya
kadar yum urtaları uygun sıcaklıkta tutar. Uy­ da mumlu kâğıtlar kullanarak süsler.
gun sıcaklığı, kuşların çoğu kuluçkaya yatarak Sumrular ve yağmurcunlar gibi birçok kuş
sağlar. İnekkuşları ve guguklar ise yuva yap­ türü yuva yapmak yerine yumurtalarını yer­
madıkları gibi kuluçkaya da yatmazlar. Yuva deki küçük oyuklara bırakır. Dalıcımartılar
asalağı olan bu kuşlar kuluçkaya yatması ve gibi bazı deniz kuşları ise kaya çıkıntılarına
yavrularına bakması için yumurtalarını başka tek bir yum urta bırakır.
kuşların yuvalarına bırakırlar. Kuşların yuvaya bıraktığı yum urta sayısı
Yuvalar genellikle kuluçkaya yatılan, yu­ türlere göre 1-20 arasında değişir. Besin bol,
m urtadan çıkan yavrulara palazlanana kadar öbür çevre koşulları uygunsa bir ürem e mev­
bakılan birer yavru yetiştirme merkezidir. siminde iki ya da üç kez kuluçkaya yatabi­
Kum rular ve güvercinler ağaçlardaki dal çata­ lirler.
lına ya da çalılara üstünkörü yerleştirilmiş çır­ Kuş yum urtaları baykuşunkiler gibi süt be­
pılardan basit yuvalar yaparlar. Balıkçılların yaz ve küre biçiminde, kıyı kuşlarınınki gibi
ve leyleklerin yuvaları da çırpıdan ve düz; sivri ve çok renkli olabilir. Yum urtalar genel­
ama çok daha geniştir. Birçok kuş ise son de­ likle üstü açık yerlere bırakıldığından yum ur­
rece özenli yuvalarıyla dikkat çeker. Baltimo­ ta avcılarının çevreden ayırt etmesini güçleşti­
re sarıasması (Icterus galbula) otları örerek recek renk ve desenlerle bezelidir.
yaptığı yuvasını genellikle karaağaçların dal­
larından aşağı doğru sarkıtır. Bayağı sarıasma Kuşlar Hakkında İlginç Bilgiler
(Oriolus oriolus) ise ağaç tepelerinde hamak Devekuşu yaklaşık 135 kilograma ulaşan ağır­
biçiminde yuva yapar. Ardıçkuşlarının çoğu lığı ve 2,5 metreyi bulan boyuyla yaşayan en
çanak biçimindeki ottan yuvalarını çamurla iri kuştur. Yeni Zelanda’da yaşadığı bilinen
sıvar. soyu tükenmiş m oalar ise 3,5 m etre boyunda
Kırlangıçlar arasında yuva yapma yöntem ­ uçamayan kuşlardı. Öte yandan And kondo-
leri büyük bir çeşitlilik gösterir. Ev kırlangıcı runun ( Vultur gryphus) ve gezgin albatrosun
(Delichon urbica) ve kır kırlangıcı (Hirundo (Diomedea exulans) kanat açıklıkları 3,5 m et­
rustica) genellikle evlerin duvarlarına ya da reye erişebilmektedir.
saçak altlarına tükürükleriyle yoğurdukları Yeryüzünün en küçük kuşu Küba’da yaşa­
126 KUŞ

yan arı kolibrisidir (Mellisuga helenae). Bu nın yararını anlayacaksınız. Bu deftere ilginizi
kuşun uzunluğu 5,5 santimetreyi, ağırlığı 2 çeken kuşların döküm ünü çıkarabilir, gözlem
gramı aşmaz. tarihlerini ve öbür gerekli notları yazabilir­
Kuşlar şakımaları ve ilginç davranışlarıyla siniz.
insanların en sevdiği hayvanlar arasında yer Bu çalışma yöntemini sürdürürseniz kuşlar­
alır. Am a bazı kuşlar, özellikle tarla ürünleri­ la ilgili kitaplar alarak ve deneyimli kuş göz­
ni yağmalayarak önemli zararlara yol açar. lemcilerine de danışarak çok geçmeden yay­
Örneğin A frika'da yaşayan küçük yapılı bir gın kuş türlerini tanımaya başlayacaksınız. Bu
kuş türü olan küela ( Quelea quelea) çekirge gelişme sizi yeni kuş türlerini tanım a yolunda
sürülerini andırır biçimde aşırı çoğalarak gir­ yüreklendirecek, yaşadığınız çevreden biraz
diği tarım alanlarını yıkıma uğratır. Tek bir daha uzağa orm anlara, tepelere, su kıyılarına
küela sürüsünde 20 milyonu aşkın kuş buluna­ doğru kısa yolculuklar yapmaya yöneltecek­
bilir. tir. Doğal yaşama ortam larında kuşlara yak­
laşmak oldukça güç, bazen olanaksızdır. Bu
Kuşların Gözlenmesi zorluğu dürbün kullanarak aşabilirsiniz.
Kuşları gözlemek için gözlerinizin keskin ol- Güçlü bir dürbün pahalı ama çabalarınızın
boşa gitmemesi için zorunludur. Ancak 6x24
RSPB
mm ya da 8x32 mm gibi büyütme oranı yük­
sek ve net görüntü sağlayan dürbünler en
uzaktaki kuşları bile yanınızdaymış gibi göste­
rerek size heyecan dolu, yepyeni bir dünyanın
kapılarını açabilir.
Bir kuşu tanıyabilmek için gözlerinizin kes­
kinliği kadar kulaklarınızın da iyi duyması bü­
yük önem taşır. Çünkü bazı ötleğen türleri
gibi birbirine çok benzeyen kuşların kanat,
gaga ve bacak uzunluklarını saptayıp tür tanı­
mını yapmak ancak uzmanların işidir. Ama
iki kuş türü birbirine çok benzese bile ötüş
farkları sayesinde ayırt edilebilir. Bu nedenle
en bilinen kuşlardan başlayarak ötüşünü din­
lediğiniz türleri gözü kapalı tanımaya çalışın.
Kulağınız oldukça iyi, belleğiniz yeterince
güçlü ise bu iş sanıldığı kadar zor değildir.

Kuşların Giz Dolu Yaşamı


Kuşlar hakkında öğrenilecek çok şey vardır.
Öm rünüz boyunca gözlediğiniz bir kuş türü­
nün bile öğrenemediğiniz birçok yönü bulu­
nabilir. Bu nedenle yuva yaptıkları dönem
boyunca bir kuş çiftini gözleyerek, başkaları­
nın henüz keşfetmediği özellikleri görebilirsi­
Her yaştan a m a tö r kuş gö zle m cisi b ilim dünyasına niz. Çok yaygın bazı kuş türleri hakkında bil­
değerli b ilg ile r kazandırabilir. Tem el do na nım için gilerin son derece yetersiz oluşu garip ama
b ir d ü rb ü n , kuşlarla ilg ili b ir kılavuz kitap ve no tların gerçektir.
alınacağı b ir d e fte r y e te rlid ir.
Yuvasında kuluçkaya yatan bir kuşun nasıl
davrandığı büyük ölçüde bilinmektedir. Ama
ması ve kulağınızın iyi duyması gerekir. Bu kış aylarında ya da yuvasından ayrılan kuşla­
başlangıç için yeterli olmakla birlikte, çok rın neler yaptıkları hakkında bilgiler oldukça
geçmeden yanınızda küçük bir defter taşıma­ sınırlıdır.
KUŞATMA 127

Kuşların zamanlarının önemli bir bölüm ü­ mış ve su hendekleriyle çevrilmiş olduğu du­
nü beslenerek ya da besin arayarak geçirdik­ rumlarda bu yöntemlerin uygulanması daha
lerini biliyoruz. Am a değişik kuş türlerinin ne da zordu. Bu durum da kaleyi ele geçirmek
yedikleri konusunda bilgiler kesin ve ayrıntılı isteyen ordu kale çevresinde kamp kurar, ka­
değildir. Çiftçiler bu sorunu çözmek isterler. leye giriş çıkışı engelleyerek içerdekilerin aç­
Çünkü kuşlar olmasaydı, böcekler korkunç lıktan teslim olmasını sağlamaya çalışırdı.
bir hızla çoğalıp yeryüzündeki yeşil her şeyi Haçlı Seferleri sırasında bu tür birçok ku­
yer bitirirdi. Am a bazı kuş türleri böceklerin şatm a yapılmıştır. Bunların en ünlülerinden
yanı sıra, büyük m iktarlarda tohumları ve ta­ biri Filistin’deki A kka Kalesi’nin kuşatılması­
hıl tanelerini de yer. Buradaki soru, tahılları dır. Kuşatmaya iki yıl dayanan kale, 1191’de
ve tohumları yiyen kuşların, aynı zamanda İngiltere Kralı I. Richard komutasındaki H aç­
çiftçilerin ürünlerini yiyen böcekleri de tüke­ lı ordusuna teslim olmuştur.
terek verdikleri zararı dengeleyip dengeleye- Bir başka önemli kuşatm a Osmanlı ordusu­
medikleridir. nun 1453’te İstanbul’u kuşatmasıdır. 53 gün
Kuş gözlemcileri, kuşların nasıl davrandık­ süren kuşatma sonunda Fatih Sultan Meh-
larını öğrenm enin yanı sıra, nerelerde yaşadı­ m ed’in komutasındaki Osmanlı ordusu İstan­
ğını da öğrenmek isterler. Haliçler ve kumsal­ bul’a girerek Bizans İm paratorluğu’nun varlı­
lar boyunca kıyı kuşlarını ve öbür kuşları göz­ ğına son vermiştir.
lemek ilginçtir. Sulak yerlerde birçok kuş tü­ Kuşatma savaşında kullanılan yöntemlere
rüne rastlayabilirsiniz. Balıkçıllar, balabanlar 17. yüzyılda bir yenisi eklendi. Bu yöntemle
ve sutavukları gibi birçok kuş türü bataklık­ kazılan bir siperin içinden geçirilen toplar ka­
larda yuva yapar. Kuşların bahar ve güz göç­ le duvarının çok yakınına getiriliyor ve sonra
lerini izlemek için kıyı bölgeleri çok uy­ bütün toplar tek bir noktaya doğru ateşlene­
gundur. rek kale duvarlarında bir gedik açılı­
yordu. Am a kaleye doğru siper kazılırken ka­
KUŞATMA. Eskiden çok kullanılan, yakın leden açılacak bir ateşe karşı korunulamı-
tarihte de zaman zaman görülen bir savaş yordu. Bu nedenle zikzaklı bir biçimde kazı­
yöntemi olan kuşatma, bir kaleyi ya da iyi lan siperlerle kale duvarına yaklaşılıyor so­
savunulan bir kenti ele geçirmek için çevresini nunda kale duvarının hemen dibinde, duvara
sarıp dışarıyla ilişkisini keserek savunanları paralel olarak bir siper kazılıp toplar bu sipe­
teslim olmaya zorlamaktır. 14. yüzyılda topun re yerleştiriliyordu.
bulunmasından önce kalelere ve sağlam taş Fransız Mareşali Sebastien Le Prestre- de
duvarlarla yapılmış tahkim atlara karşı girişi­ V auban’ın bulduğu bu yöntem ilk kez 1673’te
len saldırılar genellikle başarılı olamıyordu H ollanda’da M aastricht Kuşatması’nda kulla­
(bak. K a l e v e T a h k i m a t ) . B u tür hedeflere nıldı. Topların ateşiyle duvarda gedik açılınca
karşı kullanılan ve duvarların ötesine iri taşlar genellikle savunanlar teslim olurdu; eğer tes­
atmaya yarayan büyük mancınıklar yeterince lim olmazlarsa siperde topların yanında bek­
etkili bir silah değildi. leyen birlikler, açılmış olan gedikten içeriye
Bir kale ya da tahkimatı ansızın yapılacak saldırırdı. Bu yöntem son kez Kırım Savaşı’n-
bir saldırıyla ele geçirmek için bazı yöntemler da (1853-56) Türk, İngiliz ve Fransız saldırıla­
geliştirilmişti. Gece karanlığında merdiven rına karşı 11 ay dayanan Sivastopol Kalesi’n-
dayayarak surlara tırm anm ak, kale duvarları­ de Ruslar’a karşı uygulandı.
na yanaştırılan tekerlekli büyük tahta kuleler­ D aha sonra yüksek patlama gücü olan m er­
den kaleye geçmek, duvarı yıkmak ya da du­ miler atan uzun menzilli topların ortaya çık­
varın öbür yanma geçmek amacıyla duvarın masıyla savunma yöntemleri değişti. K entler,
altından tüneller kazmak, koçbaşı adı verilen çevreye yayılan küçük küçük birçok kaleyle
büyük kütüklerle vurarak duvarı yıkmaya ça­ savunulmaya başlandı. 1870-71’de A lm anlar’
lışmak bu yöntemlerin başlıcalarıydı. Ama m dört aylık kuşatması sırasında Paris böyle
dikkatli bir savunma bunların çoğunu boşa çı­ savunuldu. Am a açlık ve Alm an bom bardı­
karabilirdi. Kalenin kayalık bir alanda yapıl­ manı karşısında kent 28 O cak'ta teslim oldu.
128 KUŞKONMAZ

En uzun kuşatm alardan biri de, İspanyol­ dört yıl arasında tam am layarak sürgün ver­
ların Cebelitarık’ı kuşatmasıdır. İngiliz bir­ meye başlar. Kuşkonmaz bitkisinin sebze ola­
likleri Cebelitarık Kalesi’ni 21 Haziran rak yenen bölümü bu taze sürgünlerdir. Bir
1779’dan 6 Şubat 1783’e kadar savunmuş­ bitki yalnızca bir kez değil, 15-20 yıl boyunca
lardır. her yıl yeni sürgün vermeyi sürdürür. Sürgün­
ler, henüz tepedeki yapraklar tomurcuk ha­
KUŞKONMAZ, biri sebze olarak yenen, lindeyken, yani yaklaşık 25 santimetreyi aş­
öbürleri süs amacıyla yetiştirilen çeşitli bitki mayan bir yüksekliğe eriştiğinde kesilerek ha­
türlerine verilen addır. Hepsi de zambakgiller sat edilir. Sürgünlerin kesilme dönemi 6-8
(Liliaceae) familyasının Asparagus cinsinde hafta arasında değişir. Bu dönemin sonunda
yer alan bu türlerin yabanilerine dünyanın ılı­ kesilmeyen sürgünler yumuşaklığını yitirerek
man bölgelerinde sıkça rastlanır. sertleşir ve dallanmaya başlar. Bir kuşkonmaz
Çok eskiçağlarda kendi doğal ortam ından tarlasından iyi bir bakım sonucu ortalam a 15
alınıp taze sürgünleri için yetiştirilmeye başla­ yıl ürün alınabilir.
nan sebze kuşkonmaz (Asparagus officinalis) Eğer bir kuşkonmaz bitkisi hasat edilm e­
Eski Yunan ve Rom alılar’dan beri çok sevilen yip doğal haline bırakılacak olursa 120 santi­
değerli bir besin kaynağıdır. Bugün en çok metreye kadar boylanır. Dalları kaplayan in­
Fransa, İtalya ve A B D ’de yetiştirilir. Türki­ ce, iğnemsi yaprakların ardından küçük, sa­
ye’de ise, taze sebze olarak pek göremediği­ rımsı çiçekler açar; çiçekler daha sonra kırmı­
miz, daha çok konservesinden tanıdığımız bu zı etli meyvelere döner.
bitki yok denecek kadar az üretilm ektedir. Süs kuşkonmazları içinde en yaygınların­
Kuşkonmaz A , B., B2ve C vitaminlerinin yanı dan biri olan tül kuşkonmazı (Asparagus plu-
sıra protein, şeker, yağ ve çeşitli mineralleri mosus) tüy gibi incecik, hoş görünümlü yap­
de içeren zengin bir üründür. Çorbası yapılır rakları için yetiştirilen bir saksı bitkisidir. Bit­
ya da garnitür ve salata olarak yenir. kinin yaprakları çiçekçilikte buket hazırla­
Kuşkonmaz en iyi besince zengin, kumlu ve m akta da kullanılır.
gevşek topraklarda yetişir. Üretimi tohumla
ya da toprakaltı gövdelerinden kesilen parça­ KUŞTUYU. Kuşları bacakları dışında örten
larla (çelikle) yapılır. Bitki gelişimini iki ile tüyler genel olarak kuştüyü adıyla tanınır ve
başka hiçbir hayvan grubunda rastlanmayan
bir yapı kazanmıştır. Kuştüyleri büyük ölçüde
telekler ve hav tüylerinden oluşur. Gövdele­
rinde teleklerden çok daha az ve yalnız uç
bölümünde dallanmış tüyler de bulunur. Ay­
rıca birçok kuşun ağız, göz ve burun delikleri
çevresinde kıla benzer sert uzantılar vardır.
U çam am aktan öte yaşamını büyük ölçüde su­
da geçiren penguen bile kuştüyüyle kaplıdır.
A m a bu tüyler öylesine kısalmıştır ki, dıştan
bakıldığında balık pulunu andırır. Kuşlar ata­
ları olan sürüngenlerin uyum sağlayamayaca­
ğı soğuk yerlerde yaşayabilirler. Başlangıçta
tıpkı memelilerde gelişen kıllar gibi, kuştüyle­
ri de kuşların soğuğa karşı korunmasını sağla­
mıştır.
Bir kuşun tüyleri arasına elinizi koyarsanız
gövde sıcaklığını hemen duyarsınız. Kuştüyle­
ri olmasaydı bu ısı çevreye hızla yayılıp kay­
Kesim e hazır kuşkonm az sü rg ü n le ri (solda); yetişkin
bolacaktı. Am a kuşların evrim sürecinde kuş­
bir kuşkonm az bitkisi (sağda). tüyleri, uçmaya yardımcı olarak ayrı bir önem
KUŞTÜYÜ 129

Bayrak hava akımını tümüyle engellemez.


Am a birbirine kenetlenen yan dalların ağsı
yapısı sayesinde tutulan hava, gövde ısısının
dış ortam a geçişini önemli ölçede engeller.
Soğuk havalarda tüylerini kabartan kuşlar da­
ha iyi bir ısı yalıtımı için bu hava yastığını
daha da kalınlaştırırlar.
Uçma tüylerinde bayrağın sıkı bir biçimde
örülmüş olmasının büyük önemi vardır. A n­
cak bu sayede, kanatlar aşağı doğru inerken
havanın geçmesini engelleyen oldukça sert bir
yüzey, dolayısıyla yeterli bir kaldırma ve itme
kuvveti ortaya çıkar. Eğer tüy bayrağında bir
telek görmüşseniz bir yanın öbür yandan ge­
niş olduğunu bilirsiniz. Bir teleğin bayrağın­
daki dar yan, bitişiğindeki teleğin bayrağında­
ki geniş yanın üstüne gelir. Bu sayede kanat
çırpılırken tüy bayrakları da panjura benzer
biçimde açılıp kapanır. Kanadın aşağıya in­
mesi sırasında birbiri üstüne binen bayraklar
hava geçişine izin vermez. Am a kanat yükse­
lirken aralanan bayraklar havanın kolay geç­
mesini sağlar ve kaldırma kuvvetine ters bir
kuvvetin doğmasını engeller.
Kuştüyleri çeşitli biçimlerde renklenmiştir.
Karganın kara tüylerini içindeki pigmentler,
yaratır. Bu nedenle karganın rengi, ışık
kazanmıştır. Ayrıca kuştüyü renk ve desenle­ hangi açı altında gelirse gelsin hep aynı­
riyle hem türdeşler arası iletişime, hem de dır. Kolibrinin menevişli renginde olduğu gibi
çevreden ayırt edilmeyi güçleştirerek korun­ değişken renkler tüylerin dış yapısındaki fark­
maya yardımcı olur. lılaşmadan doğar. Işığın burada değişik açılar­
Kuştüyünün telek ve hav tüyü adıyla tanı­ da yansıması renk çeşitliliğini yaratır.
nan iki temel tipi vardır. Kuş yavrularını son Kuştüyü insanların eskiden beri dikkatini
derece yumuşak ve kabarık olan yalnızca hav çekmiş, değişik amaçlar için kullanılmıştır.
tüyleri sarar. Kuşlar büyüdükçe çıkmaya baş­ Yeryüzünün birçok yerinde krallar ve kabile
layan telekler arasında genellikle varlığını reisleri kuştüyüyle süslenirken kadın şapkala­
sürdüren hav tüyleri, ısı yalıtımı işlevini üstle­ rında yüzlerce yıl kuştüyü en önemli süs öğe-
nir. Teleğin oldukça kalın bir kök bölümü siydi. Ortaçağ A vrupa’sında şövalyelerin şap­
vardır. A na eksen, kökten sonra gelen gövde kalarını da süsleyen devekuşu tüyleri özellikle
boyunca incelerek telek ucuna kadar uzanır, Güney A frika’da geniş devekuşu çiftliklerinin
îki yana doğru dallanmış olan bu bölüme tüy kurulmasına yol açmıştır.
bayrağı ya da kısaca bayrak denir. Telekler ve A k balıkçıllar ve bir leylek türü olan mara-
hav tüyleri memelilerin tırnak ve toynakların- bu gibi birçok kuş, süs tüyleri nedeniyle acı­
dakine çok benzer boynuzsu bir maddeden masızca öldürülerek yok olmanın eşiğine gel­
yapılmıştır. Kökten geçen besinlerle gelişimi­ miştir. Bu kuşlar günümüze kadar soylarını
ni sürdüren telek, tam boyutlarına ulaştığında sürdürebilmişse, bunu doğal yaşamı koruma
canlılığını yitirir. kaygısından çok kuştüyüne eski yaygın ilginin
Tüy bayrağı gövdeden ayrılan birçok ipliksi duyulmamasına borçludurlar.
dal ve bunları birbirine tutturan çengellerle insanlar kuştüyünü başka amaçlar için de
donanmış, daha ince yan dallardan oluşur. kullanmışlardır. 6. yüzyıldan 19. yüzyılın ilk
130 KUTAN

yarısına kadar yazma işi hemen hemen tü ­ m ek için kullanılmıştır. Eski A hit’in İsrail-
müyle tüy kalem ler, özellikle de kaz tüyleri oğulları ile Tanrı arasında var olan ve Hz.
kullanılarak yapılıyordu: Pufla ördeğinin tüy­ İsa’nın çarm ıha gerilişiyle sona eren ilk ant­
leri ise en değerli yastık ve yatakların içini laşmayı, Yeni A hit’in ise Isa’nın yeniden
doldurur. Badm inton oyununda kullanılan to­ dirilişiyle başlayan ve tüm inananları kapsa­
pa ve balık avında kullanılan bazı oltalara da yan yeni antlaşmayı içerdiğine inanılır (bak.
kuştüyü takılır. (Ayrıca bak. Kuş.) İSA , Hz ).
Y ahudiler’in Kutsal K itap’ım oluşturan
KUTAN bak. P e l ik a n Tevrat ve öbür İbrani metinleriyle, Protestan
Kilisesi’nce Eski Ahit olarak kabul edilen
KUTSAL GÜNLER bak. B ayram lar ve K ut­ kutsal m etinler birbiriyle çakışır. Katolik ve
sa l G ünler. O rtodoks kiliseleri “gizli kitaplar” anlamında
apokrifa denen eski İbrani metinlerinden
KUTSAL KİTAP. Hıristiyanlık ’ın temel öğre­ bazılarını da Kutsal Kitap’ın bir parçası ola­
tilerini içeren Kutsal Kitap, Eski Ahit ve Yeni rak kabul eder. A pokrifa, İbranice yazılı
Ahit olarak iki bölümden oluşur. Sözleşme, Tevrat'ta bulunmayan ama Yunanca çevirisi
olan “Septuagint”te yer alan, kaynağı belirsiz
H ulton Picture Library m etinlerdir. Tüm H ıristiyanlarca kabul edi­
len Yeni Ahit ise İsa ve izleyicilerinin yaşamı­
nı anlatır.
Kutsal K itap’ta yer alan Eski ve Yeni Ahit
tek elden çıkmış m etinler değildir. H er ikisi
de uzun bir zaman aralığında, değişik kişiler­
ce yazılmış birçok metnin bir araya getirilme­
siyle oluşmuştur. Kutsal K itap’ta bulunan her
ayrı metin kitap olarak adlandırılır. Protestan
Kilisesi’nin kabul ettiği Eski A hit’te toplam
39 kitap bulunur. M useviler’in Tevrat'ında
bu, 24 kitaptır. Yeni Ahit ise bütün kiliseler
için aynıdır ve 27 kitaptan oluşur.

Eski Ahit
Dünya üzerindeki yaşamdan ve peygamberle­
rin sözlerinden örnekler vererek T anrı’nın
mesajlarını ve insanlara verilmiş sözlerini
içeren Eski A hit, M useviler’in tarihini anlatır
(bak. Y a h u d i l e r v e M u s e v İ l İ k ) . Onların fetih­
lerini, yolculuklarım, kentler kurmalarını,
T anrı’nın öğretilerinin kendilerine nasıl ulaş­
tığını ve ona bağlı kalabilmek için gösterdikle­
ri çabayı dile getirir. Birçok şiir, öykü ve ilahi
içeren Eski Ahit Tora, Neviim ve Ketuvim
olarak üç bölüme ayrılır.
Beş ayrı kitaptan oluşan Tora'yı (Tevrat)
A vru p a 'd a ilk kez basılan Kutsal K ita p 'ta n bir sayfa. Hz. M usa’nın yazdığı düşünülm ektedir. İlk
Latince olan bu Kutsal Kitap, G utenberg tarafınd an metinlerinin yazımına İÖ 13. yüzyılda başlan­
1455'lerde basılm ıştır.
mıştır. Tora'nın ilk kitabında, T anrı’nın
cenneti ve dünyayı yaratışı, Y ahudiler’in çöl­
antlaşma anlamına gelen ahit sözcüğü, Tan- deki yaşamı, Yakub soyundan gelenlerin Mı­
rı’yla insan arasındaki antlaşmayı belirt­ sır’a yerleşmesi ve burada 200 yıl boyunca
KUTSAL ROMA-GERMEN 131

köle olarak kalışı anlatılır. Tanrı, Y akub’a yanların Neron tarafından işkenceyle öldü­
İsrail adını vermiş ve bu kavim daha sonra rüldüğü günlerde, Hz. İsa’nın yaşamını ve
İsrailoğulları olarak anılmıştır. T anrı’nın ona verdiği görevleri izleyicilerine
İkinci kitapta İsrailoğulları’nm M usa’nın aktarm ak amacıyla yazıldığı sanılmaktadır.
önderliğinde M ısır’dan çıkışı anlatılır. Öykü­ Aziz M atta ve Aziz Luka, İS 75-90 arasında
ye göre Musa, Mısır askerlerinden kaçabil­ M arkos’un kitabından yararlanarak birer İn ­
mek için Kızıldeniz’i asasını kullanarak ikiye cil yazdılar. Bunun yanı sıra M arkos’un kita­
ayırır, İsrailoğulları karşıya geçtikten sonra bında bulunmayan olay ve öğretilerden de söz
deniz yeniden birleşir ve onları izleyen asker­ ettiler.
ler boğulur. İsrailoğulları, T anrı’nın kendile­ D ördüncü Yuhanna İncili öbür üçünden
rine vaat ettiği Kenan Toprakları’na ulaşabil­ farklıdır ve daha sonra, 1. yüzyılın sonlarında
mek için 40 yıl yolculuk yaparlar ve Tanrı bu yazıldığı sanılmaktadır. Bu İncil, havarilerden
yolculuk sırasında onlara Hz. Musa aracılığıy­ biri olan Y uhanna ya da daha sonra izleyicile­
la On E m ir’i gönderir. rinden biri tarafından yazılmış olabilir. Y u­
Ö bür iki kitap Musevi dinine ve M useviler’in hanna İncili'nin özelliği İsa’nın yaşamından
uymak zorunda olduğu yasalara ilişkindir. çok, onun dinsel kişiliğini anlatmasıdır.
Son kitapta M usa’nın ölümü anlatılır. Tora Yeni A hit’te bu m etinler dışında, L uka’nın
adını alan bu beş kitap, İÖ 4. yüzyılda yazdığı, Havarilerin İşleri Kitabı, 21 Mektup
Tanrı’nın sözü olarak kabul edilmiştir. ve Yuhanna'nın Vahiy Kitabı vardır.
Eski A hit’in ikinci bölümü olan N eviim 'de 2. yüzyılda bir araya getirilmeye başlanan
(“Peygam berler”) İsrailoğulları’nın tarihin­ Yeni A hit, 397’de Rom a İm paratorluğu’nun
den ve peygam berlerden söz edilir. Hıristiyanlık’ı kabul etmesinden sonra T anrı’
Bilgelik yazıları ve başka dinsel metinleri nın sözü olarak ilan edildi. Yeni Ahit çoğun­
kapsayan Ketuvim (“Yazılar”) Hz. D avud’a lukla Yunanca, bazı m etinler ise Aramca
ait m ezmurlar kitabını da içerir. Bu kitap, olarak yazılmıştı. Eski ve Yeni ahitler ilk
Kuran'da Hz. D avud’a indiği belirtilen Z e­ olarak 4. yüzyılda Aziz Hieronymus tarafın­
bur'la çakışır. dan Latince’ye çevrildi. Vulgata adını alan bu
Eski Ahit İbranice, kısmen de İbranice’ye çeviri 1.000 yıldan uzun bir süre boyunca
çok benzer bir dil olan A ram ca yazılmıştır. tem el metin olarak kaldı ve Katolik Kilisesi’
Eski A hit, İÖ 3. yüzyılda İskenderiye’de nin Kutsal K itap’ı oldu. R eform ’un önderle­
yaşayan Yahudiler için Y unanca’ya çevrilmiş­ rinden M artin Luther, Kutsal K itap’ı 1534’te,
tir. Bu kitap 72 çevirmen tarafından kaleme halkın anlayabileceği bir A lm anca’ya çevirdi
alındığı için Latince 70 anlamına gelen “sep- ve bu çeviri Protestan Kilisesi’nce Kutsal Ki­
tuagint” adıyla anılır. tap olarak tanındı.
Ayrıca bak. D İN ; H A V A R İL ER ; HIRİSTİYANLIK;
Yeni Ahit KA TO LİK KİLİSESİ; ORTO D O K S KİLİSESİ; PROTESTAN
Hz. İsa ve ilk Hıristiyanlar yaşadıkları dö­ KİLİSESİ.
nemle ve kendileriyle ilgili hiçbir yazılı belge
bırakmadılar. Yeni A hit’in büyük bölümünü KUTSAL ROMA-GERMEN İMPARATOR­
oluşturan ve İsa’nın yaşamöyküsünü, dinsel LUĞU. Ortaçağdaki Avrupa haritası, bugün­
öğütlerini, havarileriyle birlikte çıktığı gezile­ künden çok farklıydı. O zamanlar A vrupa’nın
ri ve vaazlarını anlatan dört İncil daha sonra ortasında Alm anya, Fransa, Felem enk, Avus­
yazıldı. turya, İsviçre, Bohemya (bugün Çekoslo­
İlk üç İncil (“M atta, M arkos ve Luka”), vakya’nın bir bölümü) ve İtalya’nın kuzeyini
İsa’nın yaşamını benzer biçimde anlatır. Bun­ içine alan, “Kutsal İm paratorluk” toprakları
lar Yunanca bir sözcük olan ve bir konunun olarak anılan büyük bir bölge yer alıyordu.
genel ya da ortak yönleri anlamına gelen Kralların ve feodal beylerin yönetimindeki
“Sinoptik İnciller” adıyla anılır. yarı bağımsız devletlerden oluşan im parator­
İlk İncil, İS 65’te M arkos tarafından yazıl­ luğun merkezi Alm an topraklarıydı. İm para­
dı. Bu İnciVin İS 65’lerde R om a’da, Hıristi­ tor genellikle elektör (seçmen) sıfatını taşıyan
132 KUTSAL ROMA-GERMEN

Alman prenslerince seçilirdi. İm paratorluk


babadan oğula kalmazdı. İm parator, buyruğu
altındaki toprakların tek hüküm darı olmakla
birlikte istediğini yaptırabilm ek için öteki
yöneticilerin onayını almak zorundaydı.
Kutsal Rom a-G erm en İm paratorluğu’nun
KUTSAL 12 yüzyılın
nasıl kurulduğunu daha iyi anlayabilmek için ROMA-GERMEN sonu
İMPARATORLUĞU
Rom a İm paratorluğu'nun Augustus Caesar yayıldığı

ile başlayan dönemine göz atmamız gerekir


(bak. A u g u s t u s C a e s a r ) .
İS 5. yüzyılda yıkılan Batı Rom a İm para­
torluğu istilacı kabilelerce parçalanarak çok
sayıda küçük krallıklara bölündü. Oysa Doğu
A vrupa’da merkezi Konstantinopolis (bugün
İstanbul) olan Doğu Rom a ya da Bizans’ta
im paratorluk gücünü korumaktaydı (bak. Bİ­
ZANS İM PA R A TO R LU Ğ U ). Batıda ele geçirdikleri birlikte mali gücü kısıtlıydı. Buyruğu altında­
yerleri Bizans İm paratorluğu’nun temsilcileri ki bazı zengin krallara ve feodal beylere
olarak yönettiklerini ileri süren bazı krallar boyun eğdirm ekte güçlük çekiyordu.
zamanla topraklarını genişleterek güçlendi­ Bazı yöneticiler haklarını savunmak ve
ler. Bu krallardan biri de yeni bir im parator­ güçlerini kanıtlam ak için sık sık im paratora
luk kurarak, Batı Roma İm paratorluğu gele­ başkaldırıyordu. Bazen im paratorun yerine
neğine sahip çıkmak isteyen Frank Kralı geçmek isteyenler arasında şiddetli savaşlar
Şarlm an’dı (bak. Ş a r l m a n ) . İS 800’de R om a’ olurdu. Bu sorunlar zaten karmaşık bir yapısı
daki San Pietro Kilisesi’nde Papa III. Leo’ olan im paratorluğun yönetimini daha da güç­
nun elinden taç giyerek Kutsal R om a-G er­ leştiriyordu.
men İm paratorluğu’nun ilk yöneticisi oldu.
Karolenj hanedanından gelen Şarlman, hü­ Papalar ve İmparatorlar
kümdarlığı dönem inde buyruğu altındaki Hıristiyanlık dini ortaçağda günlük yaşamla
halklara Hıristiyanlık’ı benimsetmeye ve on­ öylesine iç içeydi ki, hangi konularda im para­
ları kendisinin tüm Hıristiyanlar’ı yönetm ek torun, hangi konularda papanın yetkili oldu­
üzere T a n n ’nm gönderdiği bir yönetici oldu­ ğunu ayırt etm ek güçtü. Dinsel konulardaki
ğuna inandırmaya çalıştı. Şarlm an’dan sonra önderliğini korum ak isteyen papalar, yetkile­
yerine geçen oğlu I. Ludwig (Sofu) 840’ta rinin im paratorluk yetkilerinden daha üstün
ölünce, Şarlm an’ın torunları arasında büyük olduğunu, bu nedenle imparatorların her
bir iç savaş başladı ve imparatorluk bölündü. konuda kendilerine boyun eğmeleri gerektiği­
Uzun süren kargaşa döneminin ardından, ni ileri sürdüler. H atta bazıları T anrı’nın
962’de Alman Kralı Otto (Büyük), I. Otto kendilerine verdiği yönetm e hakkını im para­
adıyla im parator oldu. torlara aktardıklarını söylemeye başladı.
Bu tarihten sonra Kutsal Rom a-G erm en Bu düşünce, im paratoru bütünüyle papaya
İm paratorluğu Alman hanedanlardan gelen bağımlı kılıyordu. Bunun sonucu olarak önce­
krallarca yönetildi. Rom a İm paratorluğu’nu leri uyum içinde olan papalarla im paratorlar
yeniden canlandırma düşüncesine kapılan I. arasında baş gösteren çıkar çatışmaları, son­
O tto taç giydikten sonra kilisenin koruyuculu­ radan büyük bir mücadeleye dönüştü.
ğunu da üstlenerek im paratorluk ve papalık İlk önemli anlaşmazlık, 11. yüzyılda İm pa­
sanlarını birleştirdi. Böylece Hıristiyanlık’ın rator IV. Heinrich ile Papa VII. Gregorius
koruyucusu ve batıdaki tüm hüküm darların arasında doğdu. VII. Gregorius’un kendisini
tek efendisi konum una yükselen im parator aforoz etmesi üzerine tahtı tehlikeye giren
“Rom a İm paratoru” olarak anılmaya başlan­ im parator, sonradan papadan af dileyerek
dı. İm paratorun yetkileri sınırsız olmakla yeniden kiliseye kabul edildi. Din adam ları­
KUTUP IŞIKLARI 133

nın atanması konusunda papalıkla im parator­ papanın ordusuna karşı savaşırken Alman
luk arasında çıkan bu çatışma yaklaşık 300 yıl prenslerinin desteğini çekmeleri üzerine ye­
sürdü. Üstünlük mücadelesi sırasında öteden nilgiye uğradı. 1250’de imparatorluğun yeni­
beri im paratorla anlaşmazlık içinde olan A l­ den güç kazanmaya başladığı bir dönemde
man prensler papanın yanında yer aldılar. öldü. H anedanlar arasındaki taht kavgalarıyla
Zam an zaman şiddetli savaşlara yol açan bu geçen 22 yıllık ara dönemde İngiltere Kralı III.
çekişmeler, im paratorların topraklarını ve ki­ Henry’nin kardeşi I. Richard “Romalılar’ın
lise üzerindeki yetkilerini yitirmesiyle sonuç­ Kralı” olarak bilindiyse de, imparatorluğun oy­
landı. 1147’de Kutsal Rom a-G erm en İm para­ birliğiyle seçilmiş bir imparatoru olmadı.
toru olarak taç giyen Prusya Kralı I. Friedrich 1273’te, Habsburg hanedanının ilk temsilci­
hem kendi topraklarında birlik oluşturm ak, si olan I. Rudolf Alm an kralı seçildi (bak.
hem de İtalya’yı denetim altına alarak kent H a b s b u r g H a n e d a n i ) .
devletlerinin im paratorluk görevlilerince yö­
netilmesini sağlamak amacındaydı. O rdula­ Habsburg Hanedanı
rıyla birçok kez İtalyan kentlerine saldırdı. 15. yüzyılın ortalarından sonra başa geçen
Ne var ki, beşinci İtalya seferi sırasında, Mila­ Kutsal Rom a-G erm en imparatorlarının çoğu
no yakınlarındaki Legnano Çarpışması’nda Habsburg hanedanından geliyordu. Habs-
yenildi. Bu sefer, 1177’de imzalanan Venedik burglar evlilik yoluyla Bohemya, M acaristan,
Barış Antlaşm ası’yla sonuçlandı. Felem enk, İspanya, Napoli, Sicilya toprakla­
En son büyük savaş 13. yüzyılda, II. rıyla Am erika ve A sya’daki İspanyol söm ür­
Friedrich ile Papa IX. Gregorius ve Papa IV. gelerini ele geçirerek im paratorluk toprakla­
Innocentius arasında oldu. Sicilya Krallığı’nı rını genişlettiler.
im paratorluğa bağımlı kılmak isteyen II. 1519’da Avusturya arşidükü, V. Kari (Ş ad­
Friedrich iki kez aforoz edildi. İtalya’da ken) adıyla Kutsal Rom a-G erm en im parato­
ru seçildi. Büyüyen im paratorluk topraklarını
Ronald Sheridan 's Photo Library
tek başına yönetmenin güçlüğü karşısında, bir
bölümünü kardeşi Ferdinand’a (sonradan İm ­
parator I. Ferdinand) bıraktı. H absburglar’ın
yönetimi altında gücünün doruğuna ulaşan
im paratorluk, 16. yüzyıldaki Reform hareketi
sırasında sarsılmaya başladı. Katolik im para­
torla Protestanlık’ı benimsemiş olan Alm an
prensler arasındaki uyuşmazlık A lm anya’nın
bölünmesine yol açtı. Protestanlar ile Katolik-
ler arasında yıllarca süren savaşlar yüzünden
gücünü yitiren im paratorluk, Otuz Yıl Savaş­
ların ın (1618-48) sonunda yarı bağımsız dev­
letlerin oluşturduğu güçsüz bir birliğe dö­
nüştü.
Kutsal Rom a-G erm en imparatorlarının so­
nuncusu II. Franz, 1806’da I. Napolyon’a
yenildikten sonra Kutsal Rom a-G erm en im­
paratoru sanını bırakarak Avusturya im para­
toru sanını aldı. Bu olayla birlikte Kutsal
Rom a-G erm en İm paratorluğu resmen sona
erdi (bak. A V USTURYA İM PA RA TO R LU Ğ U ).

KUTUP IŞIKLARI, Kuzey ve Güney Kutup


A vu s tu ry a 'd a S alzbu rg'da Ş a rlm a n 'ın ilk Kutsal
R om a-G erm en im p a ra to ru olarak taç g iy iş in i bölgelerinde, bazı geceler gökyüzünde görü­
canla ndıran b ir vitra y. len ilginç renkli ışık olayıdır. Kutup ışıkları
134 KUTUPLANMA

larının en net ve sık görüldüğü yer ise


A ntarktika’dır.
Kutup ışıklarına G üneş’teki dev püskürm e­
ler yol açar (bak. G ü n e ş ) . Bir püskürm e
sırasında G üneş’ten çevreye milyonlarca kü­
çük, elektrik yüklü parçacık, yani elektron ve
protonlar saçılır. Saniyede yaklaşık 1.600
kilometrelik bir hızla yol alan bu parçacıklar,
G üneş’ten ayrıldıktan yaklaşık 24 saat sonra
Y er’e ulaşırlar. Y er’in magnetik alanına yaka­
lanan parçacıklar, atmosfere girer ve hızla
aşağı doğru hareket ederler. Parçacıklar yer­
Science Photo Library yüzüne doğru yol alırken havadaki atom larla
A laska'daki Fairbanks'da oluşa n kuzey kutu p ışıkları, ve moleküllerle çarpışırlar. Bu çarpışmalar
aşağıdaki evleri aydınlatacak kadar gü çlü dür.
sırasında ışık oluşur; kutup ışıkları da işte bu
ışık olaylarıdır. Y er’in magnetik alanı, parça­
gökyüzünde ışıldayan yaylar halinde ortaya cıkların ekvatora değil, kutuplara doğru yö­
çıkar ve bazen hiç durm adan hareket eder. nelmesine yol açar; bu nedenle de bu ışık
Bazı zam anlarda da perde, ışın, şerit ya da olayları tem el olarak kutup bölgelerinde gö­
yelpaze biçiminde belirir, dev ışıldaklar gibi rülür.
yanar ya da dans edercesine bir yukarı bir
aşağı hareket edebilir. Kuzey yarıküredeki KUTUPLANMA bak. P o l a r il m a .
kutup ışıklarına “kuzey ışığı” , güney yarıkü-
redekilerine ise “güney ışığı” denir. Kuzey ve KUTUPLARIN KEŞFİ. Kuzey ve Güney
güney kutup ışıkları çoğu kez, gökyüzünden kutuplarına ulaşmak ve buraları keşfetmek
ekvatorun kuzeyine ve güneyine doğru çekil­ için sayısız girişimde bulunan serüvenciler ve
miş, dev birer ateş perdesi gibi gözükür; yer bilim adamları olmasaydı, yeryüzünün bu en
yer belirip kaybolan renkli alevler de sanki bu uzak iki bölgesine ilişkin bilgi edinemezdik.
perdenin kımıldayıp duran kat yerleri gibidir. A rktika olarak da bilinen Kuzey Kutup
Kuzey yarıkürede kutup ışıkları en iyi Bölgesi’nin merkezinde Kuzey Buz Denizi’
K anada’nın Hudson Körfezi çevresinde, İs- nin donmuş suları vardır. Güney Kutbu çev­
koçya’nın kuzey kesimlerinde ve Norveç ile resinde yer alan A ntarktika kıtasının bü­
İsveç’in kuzey bölgelerinde görülür. Am a yük bölümü de kar ve buzla kaplıdır (bak.
kimi zaman M eksika gibi oldukça güneydeki ANTARKTİKA; K U Z EY K U T U P B Ö L G E Sİ).
ülkelerden bile seçilebilir. Güney kutup ışık- Bazı kâşifler kutup bölgelerine altın, kö­
m ür, petrol ve başka m ineraller aram ak için
N H P A /A N T gitti. Am a 16. yüzyıl kâşiflerinin amacı olduk­
ça farklıydı. Vasco da Gam a ve M acellan,
Afrika ile Am erika’nın güneyinden dolaşarak
Hindistan ve Baharat A daları’na ulaşan yolu
bulmuşlardı. Bunun üzerine İngiliz, Fransız
ve HollandalI tüccarlar bu kârlı ticaretten pay
alabilmek için daha kuzeyden bir yol aramaya
başladılar. Bu araştırm alar, onları Kuzey
Kutup Bölgesi denizlerine kadar götürdü.
Bölgede yaşayan balinalar, ayıbalıkları ve
başka büyük balık sürüleri birçok balıkçı
A n ta rktika 'd a ki VVilkes T oprakları bö lg esin de gemisini buraya çekti. Günümüzde bu bölge­
g ö rü le n g ü n e y k u tu p ışıkları, gö kyüzü nd e inanılm az
b ir hızla hareket ederken ilg in ç b ir şal g ö rü n ü m ü lere hâlâ bilimsel amaçlarla araştırmacılar
yaratır. gönderilmektedir. İnsanların, yeryüzünün ik­
KUTUPLARIN KEŞFİ 135

limi, hava koşulları, okyanus akıntıları, at­ ve üzerinde büyük çatlak ya da yarıklar
mosferi, mıknatıslığı gibi konulara ilişkin bulunan bir buz tabakasıyla kaplıdır.
bilgilerinin, kutup bölgelerinde deneyler ya­ Bu bölgeye giden kâşifler için yiyecek ve
pılmadıkça eksik kalacağı anlaşılmıştır. giyecek de sorun oldu. Grönland ve Kuzey
Kutupların keşfinde karşılaşılan en belirgin K anada’da yaşayan, aşırı soğuk koşullara
güçlük, zorlu rüzgârların daha da artırdığı uyum sağlamış Eskim olar’dan çok şey öğre­
soğuklar oldu. îlk kâşifler kutup bölgelerine nildi (bak. E SK İM O LA R ). Taze yiyecekler, özel­
ulaşmak için yelkenli gemilerle yolculuk etti­ likle sebze ve meyve yokluğu, kutup yolcula­
ler. Rüzgâra karşı ya da rüzgârsız havalarda rının iskorbüt hastalığına yakalanma olasılığı­
da yol alabilen buharlı gemilerin kullanılma­ nı artırıyordu. Bu hastalığı önleme yolları
sıyla, yolculuk kolaylaştı. Ama bunlar da ancak son 100 yıl içinde bulunabildi. Barınma
buzlar arasına sıkıştıkları zaman kolayca par­ ve ısınma sorunu da zamanla bir ölçüde
çalanabiliyordu. Buzları yararak ilerleyen giderildi. Teknik gelişmeler kutupların keşfini
güçlü buzkıran gemileri ancak 19. yüzyılın so­ kolaylaştırdı ve güvenli kıldı, ama bu bölgele­
nunda geliştirildi. Donmuş kara ya da denizin re gitmek hâlâ cesaret ve dayanıklılık gerek­
üzerinde yürümek de çok güçtü. Kâşifler kar tirmektedir.
ayakkabıları, kayaklar ve köpeklerin çektiği
kızaklar kullandılar. Uçaklar, kutup bölgele­ İlk Kâşifler
rine ulaşmayı çok daha kolaylaştırdı. Donmuş Kuzey Kutup Bölgesi’ne yaklaşmayı başaran
yüzeyde dolaşmak için traktörlerden ya da ilk gezginlerden biri Massalialı (bugünkü
çelik paletli özel taşıtlardan yararlanıldı. Marsilya) Pytheas adlı bir Yunanlı’dır. Pythe-
A ntarktika’da yol alabilmek Kuzey Kutup as, yaklaşık İÖ 325’te Orkney A daları’nı ve
Bölgesi’ne göre daha zordur. Bu bölge çok Thule (büyük olasılıkla Kuzey Norveç) adını
daha soğuktur. Ayrıca, neredeyse bütün kıta verdiği bir bölgeyi gezdi. 9. yüzyılda ise daha
birkaç yüz m etre kalınlığında, yüzeyi pürüzlü İskandinavlar İzlanda’ya yerleşmeden önce,
U SN avy burada İrlandalı keşişler yaşıyordu.
İskandinavlar yaklaşık 870’te Beyaz De-
niz’e kadar gittiler ve bazıları 10. yüzyılın
sonlarına doğru G rönland’a yerleşti. İskandi-
navlar’ın keşifleri arasında Novaya Zemlya
Takımadaları ile batısındaki Barents Denizi
de vardır. Am erika yönünde ise Labrador,
Davis Körfezi ve Baffin Denizi’nin bir bölü­
müne ulaştılar. Spitzberg’in (bugün Svalbard)
1194’te İzlandalIlar tarafından keşfedildiği sa­
nılmaktadır.

Kuzeydoğu ve Kuzeybatı Geçitleri


Kuzey A vrupa’dan Çin’e ve Baharat A daları’
na kuzeyden bir yol bulmak için yapılan ilk
girişimlerde Norveç ile Asya’nın kuzey kıyısı­
nı dolaşan bir yol arandı. İngilizler ve H ollan­
dalIlar bu geçidi bulmak için birçok keşif
gezisi düzenlediler. İngiliz tüccarların kurdu­
ğu M oskova Kumpanyası’nın 1553’te düzen­
lediği yolculukta Beyaz D eniz’e ulaşıldı. Bu
sefer, Ruslar ile ticareti başlattı. 1556’da
Novaya Zem lya’ya, 1585’te Kara Boğazı yo­
Buzkıran g e m ile ri, yiyecek yü klü g e m ile rin
A n ta rktika 'ya ulaşa bilm esi için buzların arasında y o l luyla Kara Denizi’ne gidildi. Henry Hudson,
açıyor. Kuzeydoğu Geçidi için dört araştırma gezisi
136 KUTUPLARIN KEŞFİ

yaptı. Bu gezilerden üçüncüsünde Kuzey Kuzeydoğu Geçidi sonunda, Vega adlı bir
Am erika kıyılarını keşfetti. buharlı gemiyle yola çıkan İsveçli Nils Adolf
Kuzeydoğuda yeni bir yol keşfinin başarı­ Erik Nordenskiöld önderliğindeki keşif heyeti
sızlığa uğraması, kâşifleri kuzeybatıda bir yol tarafından, Temmuz 1878 ile Temmuz 1879
aramaya yöneltti. Am a kuzeydoğuda aramayı arasında aşıldı. Bu, yüzyılın en önemli gezile­
sürdüren Ruslar, kendi kıyılarının haritasını rinden biriydi. Ruslar’ın Kuzey Deniz Yolu
çıkardılar. Çar I. Petro (Büyük Petro) zama­ adını verdikleri bu yol, bugün Sibirya’da
nında başlatılan Büyük Kuzey Seferi yaklaşık büyük ırmakların haliçlerine yakın kurulmuş
20 yıl sürdü. 1743’e kadar Asya’nın en kuzey­ limanlara uğrayan ticaret gemileri tarafından
doğu ucu dışındaki kıyıları keşfedilmişti. Ça­ düzenli olarak kullanılmaktadır. Bu geçitten
rın hizmetinde çalışan DanimarkalI Vitus ancak temmuz-ekim ayları arasında yararlanı-
Bering, 1728’de bugün kendi adını taşıyan labilmektedir ve günümüzde bile ticaret gemi­
Asya ile Am erika arasındaki boğazı geçti. leri buzkıran gemilerinin yardımıyla yol alır.
PARRY (1819-20)

ALASKA • • •• NO RDENSKİÖ LD (1878-79)


Kuzey k l
(ABD) NANSEN (1893-96)

A M U N D S EN (1903-06)

Barrovv B urnu ' D oğu PEARY (1909)


S ibirya .
D enizi HERBERT (1968-69)

B e a u fo rt D enizi

L a p te v %
Deniz: 1
V ictoria Adası kuzey bu z

KUZEY KUTBU
E llesm ere Adası

B a ffin D EN İZİ
. D en izi

Spitzberg r
(Svalbard) O
B a re n ts #
D e n izi o
KUTUPLARIN KEŞFİ 137

16. yüzyılda, kuzeydoğuda bir geçit buluna­ Körfezi’ni 1610’da keşfetti. Ne var ki, Hud-
bileceğinden umut kesilmeye başlandığında, son’un ayaklanan tayfaları onu ve oğlunu bir
denizciler batı yönünde araştırma yapmaya sandala çıkararak ölüme terk etti. 1615’te de
giriştiler. A m erika’nın kuzey kıyısında dolaş­ Robert Bylot ile William Baffin’in gezilerin­
maya çalışan ilk kâşif Sir M artin Frobisher de, Baffin Denizi’nden batıya ve kuzeye
oldu. Frobisher, 1576’da yola çıkarak Baffin açılan kanallar keşfedildi. D aha sonraki yıl­
A dası’na ulaştı ve Hudson Boğazı’nı keşfetti. larda Kuzeybatı Geçidi için yapılan araştırm a­
Eskimolar ve onların deri kaplı kayakları ya lar azaldı ve 20. yüzyıla gelinceye kadar geçit
da kanolarına ilişkin ilk bilgileri verdi (bak. gemiyle baştan sona geçilemedi. Sonunda
F r o b i s h e r , S i r M a r t i n ) . Frobisher’in ardından 1903-06 arasında Roald Am undsen, küçük
17. yüzyıla kadar bu sularda birçok kâşif balıkçı gemisi Gjöa ile Kuzeybatı Geçidi’ni
araştırma yaptı. John Davis, Davis Körfezi’ni geçmeyi başardı (bak. A m u n d s e n , R o a l d ; K e ­
1585-87 arasında; Henry Hudson, Hudson ş if l e r ) .

Falkland A di.
COOK (1773-75) 90 GÜNEY AMERİKA
A M U N D S EN (1911-12)

SCOTT (1911-12)

— - i— FUCHS (1957-58)
Güney Shetland A d i
• . ULUSLARARASI
• • 1 JEOFİZİK YILI £ ■ *»
• • l (1957-58) ..« ♦ s
İSTASYONLARI V)
Güney G eorgia A di

0 G RAHAIVP
ELLSVVORTH
PLATOSU

W e d d e ll D enizi

M ARIE
BYRD
ARAZİSİ

Şelfbuzu
GÜNEY. KUTBU

• * )VİCTORİA ARAZİSİ

' OATES KIYISI


ANTARKTİKA
V. GEORGE
KIYISI
# ADELIE
KIYISI
ENDERBY
ARAZİSİ
VVILKES
M AC- KEMP
ARAZİSİ ROBERTSON KIYISI
KRALİÇE KIYISI
LEOPOLD
M ARY
• V E ASTRID,
KIYISI
KIYISI /
138 KUTUPLARIN KEŞFİ

Kuzey Kutbu'nda Yeni Keşifler “ada”lar üzerinde uzun süre kamp kurarak
1870Terde Kuzey Kutup Bölgesi kâşifleri yeni bilimsel gözlemler yaptılar. 1958’de ABD
amaçlara yöneldi. Kuzey K utbu’na ilk olarak nükleer denizaltıları Nautilus ve Skate, kutup
varma yarışı başladı ve kuzey denizlerine noktasını buzun altından geçerek bu havzayı
ilişkin yeni bilgilerin elde edilmesinden sonra aştılar.
bu bölgedeki araştırm alar hızlandı. 1875’te
bir İngiliz keşif grubu Kuzey K utbu’na 550 Antarktika'da Keşifler
km kadar yaklaştı ve kışı orada geçirdi. Bu, o A ntarktika’nın büyük bölümünü karaların
güne kadar ulaşılabilen, kutba en yakın nok­ oluşturmasına karşın, bu kıtada keşif yapmak
taydı. 1893’te Norveçli Fridtjof Nansen okya­ Kuzey K utbu’ndan daha zordur. Güney yarı­
nus akıntılarını inceledikten sonra, akıntıyla küredeki kıtaların A ntarktika’ya en yakını
sürüklenerek Kuzey Kutbu üzerinden geçile­ bile 3.200 km uzaklıktadır. Bu yüzden yolcu­
bileceğine karar verdi ve buzların ezemeyece- luğun ilk aşaması fırtınalı denizlerde geçer.
ği biçimde özel olarak tasarlanmış Fram adlı Ayrıca, Kuzey Kutup Bölgesi’nde üzerinde
gemisiyle yola çıktı. Gemi kutba 500 km çeşitli hayvanların yaşadığı birçok ada var­
kadar yaklaştıktan sonra, yeniden güneye ken, A ntarktika çok az canlının bulunduğu
doğru sürüklenmeye başladı. Bir arkadaşı ile donmuş bir çöl görünümündedir. Yalnızca
gemiden ayrılan Nansen, kutba kayaklarla kıyılarında ve çevresindeki denizlerde canlılar
ulaşmaya çalıştı. Buzun elverişsizliği bu işi yaşar.
başarm alarına engel oldu. Kışı Franz-Josef Güney Kutup Dairesi’ni 1773’te ilk geçen
Arazisi’nde geçiren Nansen ve arkadaşı Ağus­ kişi İngiliz deniz kâşifi Kaptan James C ook’
tos 1869’da Norveç’e geri döndü (bak. N a n ­ tur (bak. Cook, J a m e s ) . Cook bir sonraki yıl
s e n , F r i d t j o f ) . 20. yüzyılın başlarında, Kanada Güney K utbu’na 2.100 km yaklaştı. Bunu
doğumlu kâşif Vilhjalmur Stefansson, Kuzey The Illustrated L o n d o n N e m Picture Library
Kutup Bölgesi’nde büyük bir gereç ve yiyecek
stoku olmadan da yaşanıp yolculuk yapılabi­
leceğini gösterdi. Beaufort Denizi’nde iki
arkadaşıyla birlikte üç ay boyunca denizde
yüzen buzların üzerinde yaşayan Stefans-
son’un keşif seferi beş yıl sürdü.
A B D ’li Edwin Peary, Kuzey Grönland ve
Ellesmere A dası’ndan Kuzey K utbu’na ulaş­
mak için birçok girişimde bulundu. Peary,
kutba ya da ona yakın bir noktaya 6 Nisan
1909’da ulaştı (bak. P e a r y , R o b e r t E d w i n ) .
Bazı pilotlar da Kuzey K utbu’na ulaşmaya
çalıştılar. A B D ’li Richard Evelyn Byrd
1926’da kutba ilk uçan ve geri dönen kişi
oldu. 1937’de SSCB’li İvan Papanin üç arka­
daşıyla birlikte bir uçakla Kuzey Kutbu yakı­
nında yüzen bir buz kütlesinin üstüne inerek
ilk yüzer bilim istasyonunu kurdu. Papanin ve
arkadaşları denizde dokuz ay boyunca 2.415
kilom etreden fazla sürüklendikten sonra,
G rönland’da bir buzkıran gemisine alındılar.
II. Dünya Savaşı’nın sonunda karadan ko­
pan birkaç kilometre kare büyüklüğündeki
kalın buz kütlelerinin, Kuzey K utbu’nun çev­
F rid tjo f N a nse n'in 1896'da İng iliz kâşif Frederick
resindeki merkez havzaya doğru sürüklendiği Jackson ta rafınd an Kuzey K utup B ölge si'nde
anlaşıldı. ABD ve SSCB keşif heyetleri bu çe kilm iş b ir fo to ğ ra fı.
KUTUPLARIN KEŞFİ 139

Kaptân S co tt'u n
A n ta rktika 'ya keşif
seferindeki kış kam pı.
Kam pın yakınında
buzlar arasında
sıkışan Discovery
ge m isi g ö rü lü y o r.
Ş ubat 1904'te gem i
buzları kırm ayı
başardı.

Popperfoto

izleyen 70 yıl boyunca ayıbalığı avlayan İngiliz rak Güney K utbu’na uçtu ve geri döndü.
ve A B D ’li kaptanlar ile Fransız ve Rus D aha sonra da A ntarktika’ya yapılan dört
araştırmacılar çeşitli noktalarda kara parçala­ seferi yönetti.
rı, çoğunlukla kıyıdan uzak adalar gördüler. II. Dünya Savaşı’ndan sonra birçok ülke
A ntarktika anakarası ilk kez 1820’de William A ntarktika’daki keşifleri ve bilimsel araştır­
Smith ile Edward Bransfield tarafından görül­ maları sürdürdü. 1957-58 bilimsel gözlemler
dü. 1840’ta Kaptan James Clark Ross kom u­ yapmanın amaçlandığı Uluslararası Jeofizik
tasında İngiliz hükümetinin görevlendirdiği H ulton Picture Library
bir keşif heyeti buza karşı güçlendirilmiş
gemilerle yola çıktı. Buz kütlelerini iterek
ilerleyen bu gemilerle üç yıl boyunca Victoria
Arazisi’nin dağlık kıyıları keşfedildi. Ama
1894’te bir balina avı sırasında Cari A. Lar-
sen, Graham Arazisi’ne ayak basıncaya kadar
A ntarktika anakarasına çıkılamadı.
1902’de Kaptan Robert Falcon Scott önder­
liğindeki bir İngiliz keşif heyeti kızakla Güney
K utbu’nun yaklaşık 800 km yakınına kadar
geldi. 1908’de Ernest Shackleton güney mag-
netik kutbuna ulaşan (b a k . M a g n e t î k K u t u p ­
l a r ) ve kızakla Güney K utbu’na 200 km
yaklaşan bir seferi yönetti. 1912’de Scott ile
dört arkadaşı Güney K utbu’na vardı. Ama
Roald A m undsen’in başkanlığındaki bir İsveç
ekibi, onlardan beş hafta önce 14 Aralık
1911’de oraya ulaşmıştı. Scott ve arkadaşları
geri dönerken yolda öldüler (b a k . SCOTT,
R o b e r t F a lc o n ) . Daha sonra aralarında Avus­
tralyalI, Alman ve Norveçliler’in bulunduğu
birçok keşif heyeti bölgede araştırm alar yaptı.
1929’da daha önce Kuzey K utbu’nun üze­
rinden uçan A B D ’li kâşif Byrd, Ross Denizi
kıyısındaki üssü Küçük A m erika’dan kalka­ A B D 'li kâşif R obert E dw in Peary.
140 KUTUP YILDIZI

Yılı ilan edildi. Bu yıl İngiltere, Avustralya, yıldıza da Kuzey Yıldızı denir. Günümüzde
Yeni Zelanda, A rjantin, Belçika, Şili, Fran­ bu konum da bulunan yıldız, Demirkazık ya
sa, Japonya, Norveç, ABD ve SSCB’den da Latince adıyla Polaris’tir.
araştırma grupları A ntarktika’da üsler kurdu­ Kutup Yıldızı’nı bulmak çok kolaydır; cez­
lar. A B D ’nin ayrıca Güney Kutbu’nda da bir ve biçimindeki Büyükayı takımyıldızında
üssü vardı. Bu üslerde Dünya atmosferi, hava (bak. T A K IM Y IL D IZ ), cezvenin ucundaki iki
koşulları, mıknatıslık, Güneş ışıması, buzul yıldız Kutup Yıldızı’na yöneliktir, onunla aynı
hareketleri ve başka konulara ilişkin araştır­ hizadadır. Kutup Yıldızı, hemen hemen tam
malar yapıldı. Güney Kutbu üzerinden geçe­ olarak gerçek kuzey yönünü gösterir (bak.
rek kıtanın bir ucundan öbür ucuna ilk kara P u su l a ).
yolculuğu 1958’de Sir Vivian Fuchs ve arka­ Kutup Yıldızı, Küçükayı takımyıldızının en
daşlarınca gerçekleştirildi. M otorlu araçlar parlak yıldızıdır. Kutup Yıldızı aslında üçlü
kullanan Fuchs ve ekibi yolculuğa Weddell bir yıldız grubudur; bunlardan Polaris dışın­
Denizi kıyısından başladılar. daki öbür ikisi de çıplak gözle görülebilir; bu
1959’da Uluslararası Jeofizik Yılı’na katılan iki yıldızdan daha parlak olanı ise bir çiftyıl-
ülkeler arasında A ntarktika Antlaşması imza­ dızdır, yani birbiri çevresinde dolanan ikili bir
landı. Bu antlaşma A ntarktika’nın yalnızca yıldız sistemidir. Am a bu çiftyıldızı oluşturan
barışçı amaçlarla kullanılmasını ve isteyen her yıldızlar, ancak bir spektroskopla incelendi­
ulusun burada bilimsel araştırma yapabilmesi­ ğinde birbirinden ayırt edilebilir. A stronom ­
ni güvence altına alıyordu. Bugün yaklaşık 10 lar, bu aygıtta gözlenen Doppler etkisi saye­
ülkenin araştırmacıları A ntarktika ve onu sinde, yıldızların birbirinin çevresinde nasıl
çevreleyen adalarda kurulmuş 40’ın üzerinde­ dolandığını belirlerler (bak. D o p p l e r E t k İS İ).
ki istasyonda araştırmalarını sürdürm ektedir. Kutup Yıldızı her zaman Polaris değildi.
1979-82 arasında İngiliz Sir Ranulph Fien- Dünya’nın ekseni her 26 bin yılda bir uzayda
nes ile Charles Burton, ilk kez kıtanın çevresi­ bir tam daire çizer; astronomide bu olaya
ni denizden dolaştılar. yalpalama denir. Yalpalama nedeniyle Dün-
ya’nın ekseninin yönü değiştiğinden, zaman
KUTUP YILDIZI. Dünya kendi ekseni çevre­ zaman başka yıldızlar Kutup Yıldızı durum u­
sinde döndüğünden, yeryüzündeki bir göz­ na gelir. Yaklaşık 12 bin yıl önce Kutup
lemciye gökyüzü dönüyormuş gibi gelir ve Yıldızı, Çalgı takımyıldızındaki Vega adlı
geceleri yıldızlar birtakım çemberler üzerinde yıldızdı. Polaris’ten çok daha parlak bir yıldız
yavaş yavaş hareket ediyormuş gibi görünür. olan Vega, yaklaşık 12 bin yıl sonra yeniden
Kuzey yarıkürede, bu çemberlerin tam Kuzey Kutup Yıldızı olacaktır.
K utbu’nun üstünde bulunan merkezine kuzey Güney yarıkürede, Kutup Yıldızı’nın karşı­
gökkutbu denir. Kuzey gökkutbu noktasında lığı olacak herhangi bir “Güney Yıldızı”
ya da bu noktanın çok yakınında bulunan yoktur. Güney gökkutbu günümüzde, pek

Dünya g ü nd e b ir kez
kendi ekseni çevresinde
d ö n d ü ğ ü n d e n ,g ö k y ü z ü
ve içinde ye r alan her
7 Aralık 06.00 şey be lli b ir noktanın
7 M a rt gece yarısı;
7 Haziran 18.00 çevresinde
d ö n ü y o rm u ş g ib i
Eylül 18.00;
Kutup gözükür. Kuzey
7 M a rt 06.00; Yıldızı gökkürede bu nokta,
7 Haziran gece yarısı kuzey gö kkutbu du r.
7 Aralık 18.00; Ç izim de K utup
7 Eylül gece yarısı; 1 7 Aralık gece yarısı;
Y ıldızı'nın çevresinde
7 Haziran 06.00 /f 7 Eylül 06.00;
7 M art 06.00 dolanan Büyükayı
takım yıldızının, yılın
de ğişik z am anlarındaki
B| K u z e y U f u k Ç ii z g i s i J D ko n u m u g ö s te rilm iş tir.
KUVAZAR 141

göze çarpmayan bir takımyıldız olan Sekiz- ya da siyahın çeşitli tonlarında olabilir. (Mor
lik’in içinde yer alır. Güneyhaçı takımyıldızı, yakut da denen mavimsi m or renkli ametist
Güney K utbu’nun yönünü gösterir. taşı, bir renkli kuvars türüdür.) Kuvars bazen
altı yüzlü ve köşeleri piramidinkine benzeyen
KUVANTUM KURAMI. 1900’de Alman bi­ büyük, saydam kristaller halinde de bulunur;
lim adamı Max Planck bir ısı kaynağının bu tür kristallere kayaç kristali denir.
çevreye nasıl ısı yaydığını belirlemek üzere Pek çok kayaç, büyük ölçüde kuvarstan
giriştiği çalışmalar sonucunda kuvantum ku­ oluşur. Kumtaşı, bağlayıcı bir maddeyle birbi­
ramını geliştirdi. Isı, ışık, X ışınları, gamma rine yapışmış kuvars tanelerinden oluşur.
ışınları ve radyo sinyalleri, dalgalar halinde Bağlayıcı m addeler, silis, kil ya da başka mi­
çevreye yayılan enerji biçimleridir. A raların­ neraller olabilir. Kuvars tanelerinin arasına,
daki tek fark, her birinin dalga boyunun, yani kristalleşmiş kuvarsın çökelmesi durum unda
yaydıkları dalgaların tepe noktaları arasında­ ortaya kuvarsit denen katı blok çıkar. G rani­
ki uzunluğun farklı olmasıdır (bak. IŞINIM). tin büyük bölümü de kuvarstan oluşur. Beyaz
Kuvantum kuram ına göre enerji, sürekli kum hemen hemen tümüyle katışıksız kuvars­
bir akış halinde değil, kuvantum denen, tır; öte yandan bütün kumların temel bileşeni
birbirinden ayrı küçük paketler halinde yayı­ kuvars mineralidir.
lır. Bir benzetme yapacak olursak enerji, açık Kuvars, optik aygıt ve cam üretiminde
bir m usluktan suyun düzenli akışı gibi değil kullanılır. Katışıksız kuvars kristallerinden
de, bozuk bir musluğun su damlatması gibi kesilerek tıraşlanan ince levhalar, radyo ve
yayılır. Kuvantum sözcüğü, “belirli bir mik­ televizyonların dalga boyu ayar sistemlerinde
tar” anlamındaki Latince “quantum ” sözcü­ kullanılır. Bu amaçla kullanılan kuvarsın üs­
ğünden gelir. tün nitelikli olması gerekir; ama, çıkarılan
H e rh a n g i bir tü rd en ışın ım k u van tu m u n d a- kuvarsın pek azı bu özelliğe sahiptir. Bu tür
ki en erji m ik tarı, o ışın ım ın fre k a n sın a , yan i katışıksız kuvars, hemen hemen yalnızca B re­
sa n iy e d e yayılan d alga sayısın a b ağlıd ır. K u- zilya’dan çıkarılır.
v a n tu m u n b ü y ü k lü ğ ü , sö z k o n u su o la n ışınım Katışıksız kayaç kristalinin eritilip tekrar
türünün frek a n sı ile P lan ck sab iti d e n e n ço k kaklaştırılması yoluyla elde edilen “eritilmiş
k üçük bir sayın ın çarp ım ıyla e ld e ed ilir (bak. kuvars”ın erime noktası 1.710°C’dir. Başka
P lanck . M ax ). B u n e d e n le , ço k yü k sek fre­ m addelerin pek çoğundan daha az genleşir ve
k anslı g a m m a ışın ım ın ın k u v a n tu m u , d aha daha az büzülür. Bu özellikleri nedeniyle eri­
d ü şü k bir frek an sa sah ip o la n rad yo d algaları­ tilmiş kuvars, laboratuvar gereçlerinin yapı­
nın k u v a n tu m u n d an ço k d ah a b üyü ktür. mında kullanılır. Kuvarstan yapılmış bir
Kuvantum kuramı fizik dünyasında yeni bir kap, akkor sıcaklığa kadar ısıtılabilir ve bu
çığır başlatmıştır. Kuvantum kuram ından ge­ sıcaklıktayken buz soğukluğundaki suya dal-
liştirilen ve m odern matematiksel fiziğin çok dırılsa bile çatlamaz. Işık ve ışınım yoluyla
önemli bir dalı olan kuvantum mekaniği, yayılan ısı dalgalan, erimiş kuvarsın içinde
moleküllerin, atomların ve temel parçacıkla­ kolayca yol alır. G üneş’ten gelen ve D vitami­
rın yapılarını ve davranışlarını açıklamakta ninin insan vücudunda üretilebilmesini sağla­
kullanılır. Temel parçacıkların, özelliklerini yan morötesi (ültraviyole) ışınlar, camda so­
tanımlayan kuvantum sayıları vardır (bak. ğurulur, yani camın içinden geçemez; ama bu
A t o m , T e m e l P a r ç a c ik l a r ) . ışınlar erimiş kuvarsın içinden geçebilir, bu
nedenle de güneş banyosu yapılan kapalı
KUVARS, yaygın rastlanan ve en yararlı yerlerin çatıları bazen cam yerine bu türden
m inerallerden biridir. Kuvars, bir silisyum ve kuvars levhalarıyla örtülür.
oksijen bileşiği olan silisin, kristal yapılı özel
bir biçimidir. Çelikten daha sert, camdan KUVAZAR. 1963’te, Hollanda asıllı A B D ’li
daha saydamdır. Katışıksız haldeyken renksiz gökbilimci M aarten Schmidt’in de içinde bu­
ya da beyaz, başka maddelerle karışık haldey­ lunduğu bir grup astronom, uzayın derinlikle­
ken ise kırmızı, sarı, kahverengi, yeşil, mavi rinden gelen bazı radyo sinyallerinin bilinen
142 KUVEYT

gökadalardan kaynaklanıp kaynaklanmadığı­ dilmiştir. Günüm üzde astronomların büyük


nı araştırırken, sinyallerden birinin kaynağı­ çoğunluğu, bunların, bizim kendi gökadamı­
nın bir gökada değil de bir yıldıza benzediğini zın çok ötesinde, belki de evrenin sınırlarında
belirledi. Schmidt, bu “yıldız”dan gelen ışı­ yer aldığı görüşünü paylaşmaktadır. Bugüne
ğın tayfını incelediğinde, çok büyük bir kır­ kadar keşfedilmiş kuvazarların içinde, bize en
mızıya kayma olgusuyla karşılaştı. (“Kır­ yakın ve en parlak olanı 3C 273’tür; bu
mızıya kayma” olgusu, D O PPLE R ETKİSİ kuvazarın, Samanyolu Gökadası’ndan yak­
ve EV REN m addelerinde anlatılmıştır. A yrı­ laşık 2 milyar ışık yılı uzakta olduğu sanılmak­
ca bak. T A Y F .) Schmidt ve birlikte çalıştığı tadır. Kuvazarların büyük bölümünün çok da­
astronomlar, kırmızıya kaymanın bu denli ha uzakta, 10 milyar, hatta 15 milyar ışık yılı
büyük olmasını, radyo sinyallerinin kaynağı ötede olduğu düşünülm ektedir. Kuvazarlar,
olarak düşündükleri yıldız benzeri bu gökcis­ insanoğlunun bugüne kadar gözlediği en uzak
minin çok uzakta olmasına bağladılar (bu ve en yaşlı gökcisimleridir.
cisim daha sonra 3C 273 olarak num aralandı­ Am a bazı astronom lar, kuvazarların çok
rıldı). Bu varsayımdan kalkarak da, bu kadar uzaktaki gökcisimleri olduğu görüşüne karşı
uzaktan belirlenebilmesi için bu “yıldız”ın, çıkmaktadır. Onlar, bu cisimlerin, Samanyolu
örneğin Dünya’nm da içinde yer aldığı Sa­ sisteminin içinde yer aldığına ve kırmızıya kay­
manyolu G ökadasından yüzlerce kez daha manın bunların çok bulunmasından değil he­
parlak olması gerektiği sonucuna ulaştılar. nüz açıklanmamış bir başka nedenden kay­
Astronom lar, 3C 273 gibi bu tür yıldızımsı naklandığına inanm aktadır.
gökcisimlerini kuvazar olarak adlandırırlar;
kuvazar adı, “yarı yıldızımsı astronomi radyo Kuvazarların Yapısı
kaynağı” anlamındaki İngilizce quasi stellar Astronom i kuramcıları, kuvazarların çok bü­
asîrorıomical radiosource sözcüklerinden kı­ yük gökcisimleri olmalarına karşılık, bunlar­
saltılarak elde edilmiştir. Bunlara “yıldızımsı" dan yayılan ışığın, m erkezlerindeki bir çekir­
denmesinin nedeni, yıldıza benzemekle bir­ dek bölümünden kaynaklandığını ileri sür­
likte, tümüyle farklı gökcisimleri olmalarıdır. mektedirler. Bu çekirdeğin çapının, bizim
1963’ten bu yana yaklaşık 150 kuvazar keşfe­ Güneş sistemimizinkinden çok daha büyük,
B. M . Shaub yaklaşık bir ya da iki ışık yılı kadar olduğu
sanılmaktadır. Çekirdeğin yaydığı çok büyük
miktardaki enerjinin, çok büyük kütleli bir
kara deliğin çekimine kapılıp burgaçlanarak
ona doğru yol alan gaz parçacıklarından
kaynaklandığı düşünülm ektedir. (Bu konu,
K A R A D E LİK maddesinde anlatılmaktadır.
Ayrıca bak. R a d y o a s t r o n o m İ; Y i l d i z .)

KUVEYT, Basra Körfezi’nin kuzeybatı ucun­


da Irak ile Suudi Arabistan arasında yer alan
bir A rap ülkesidir. Ülke topraklarının büyük
bölümü çöllerle kaplıdır. Bedevi kabilelerinin
eskiden beri deve, koyun ve keçi beslediği
Kuveyt toprakları, tarım a elverişli değildir.
Ülkenin iklimi çok sıcaktır ve hemen hemen
hiç yağış yoktur. Bu yüzden yiyecek m addele­
ri ve içme suyu dışarıdan alınır. Nüfusun bü­
yük bölümü Müslüman, yüzde 6,5 kadarı ise
Hıristiyan olan Kuveyt’te resmi dil A rap­
S ilisyu m
m ineral sert, cam dan ça’dır. Ayrıca Farsça ve İngilizce de konu­
daha saydam dır. şulur.
KUVVET VE HAREKET 143

K U V E Y T ' E İL İŞ K İN B İL G İL E R

YÜZÖLÇÜMÜ: 17.818 km2.


NÜFUS: 1.958.000 (1988).
YÖNETİM: Tek meclisli m eşruti monarşi.
BAŞKENT: Kuveyt.
DOĞAL YAPI: Yer yer bazı vahaların yer aldığı, büyük
ölçüde çölle kaplı bir düzlük. En yüksek noktası 290
metredir.
BAŞLICA SANAYİLER: Petrol, doğal gaz.
ÖNEMLİ KENTLER: Havaili, Salimiye, Cehre.
EĞİTİM: 6-14 yaşları arasındaki çocuklar için zorun­
lu ve parasızdır.

si halifelerinin, M oğollar’ın ve Osm anlılar’ın


egemenliğinde yaşadılar. Bu kabilelerden ba­
zıları 18. yüzyıl başlarında Kuveyt’e gelerek
orada yerleşti ve Kuveyt Şeyhliği’ni kurdu.
1899’da Kuveyt ile İngiltere arasında ülkenin
dışişlerini İngiltere’nin denetimine bırakan
K uw ait Oil C om pany
bir antlaşma imzalandı. Kuveyt bağımsızlığı­
Başkent K uve yt'te geleneksel vs m od ern ya p ıla r yan
na 1961’de kavuştu.
yanadır. Topraklarında bulunan petrolden elde edi­
len büyük gelirle gelişen Kuveyt, günümüzde
Kuveyt’te yaklaşık 4.000 yıl önce eski bir yaşam düzeyi en yüksek olan ülkelerden
uygarlık vardı. Bundan başka Eski Yunanlı­ biridir. Kuveyt’te yaşayan herkes ücretsiz
la rın İÖ 323 yıllarında Kuveyt’e gelip yerleş­ sağlık hizmetlerinden yararlanabilir. Çalışan­
tiğini gösteren kalıntılar da bulunmuştur. lar sigortalıdır, ayrıca gerekli olduğu durum ­
Arabistan çöllerindeki göçebe kabileler İs­ larda devletçe konut ve para yardımı da
lam dininin doğuşundan sonra sırasıyla Abba- yapılır. Kuveyt’te eğitim parasızdır. Öğrenci­
lerin yemek, kitap ve giysi gibi bütün gerek­
sinmeleri devletçe karşılanır.
Zenginliği dolayısıyla O rtadoğu’yla ilgili
sorunlarda söz sahibi bir ülke durum unda
olan Kuveyt, İsrail’e karşı Filistin’i destekle­
mektedir. Kuveyt’teki yüksek gelir düzeyi
başta Filistin olmak üzere pek çok yabancı
işçinin ülkeye gelip yerleşmesine yol açmıştır.
Kuveyt’te petrol, doğal gaz ve çeşitli m ineral­
ler üretilir. Ayrıca yapı gereçleri sanayileri de
gelişmektedir. Basra Körfezi’nde avlanan ka­
ridesler dışarıya satılır.
Nüfusu 45.000’e yaklaşan başkent Kuveyt’
te uluslararası bir havaalanı ve modern bir
liman vardır.

KUVVET VE HAREKET. Evrendeki her şey


ya hareket halindedir ya da durağan yani
hareketsiz haldedir. H areket, cismin konu­
munun sürekli biçimde değişmesidir. H areket
halindeki bir cismi durdurm ak ve durağan
144 KUVVET VE HAREKET

hale getirmek ya da hareketsiz durumdaki bir I s a a c ) , kuvvet ve hareketle ilgili üç yasa


cismi harekete geçirmek için kuvvet denen bir yayımladı. Bunlara Newton hareket yasaları
etkinin uygulanması gerekir. denir.
Kuvvet, bir cismi harekete geçirebilmek, 1. Hareketsiz halde duran ya da sabit bir
hareket halindeki bir cismi durdurabilm ek, hızla hareket etm ekte olan bir cisme,
hareketin yönünü ya da hızını değiştirebilmek herhangi bir başka kuvvet uygulan­
için gerekli olan itme ya da çekme miktarıdır. madığı sürece bu durağan halini ya da
Çim biçme makinesini iten bir bahçıvan, sabit hızlı hareketini korur. (Otobüs
yolcu vagonlarını çeken lokomotif, duvarda birden durduğunda yolcuların birden
asılı olan bir resmi tutan çivi hep kuvvet öne doğru savrulduklarına dikkat etmiş­
uyguluyor demektir. Eğer bu kuvvetler uygu­ sinizdir. Savrulmanın nedeni, yolcuların
lanmıyor olsaydı, çim biçme makinesi ile durma anından önceki sabit hızlı hare­
vagonlar hareket etmez, resim yere düşer­ ketlerini sürdürm eleridir. Ayrıca bak.
di. E Y LEM SİZLİK .)
Bütün bu itme, çekme ve tutm a örneklerin­ 2. Belirli bir hızla yol almakta olan bir
de, kuvvet, üzerinde etki yaptığı cisimle cismin hızını değiştirmek için gerekli
gerçekte temas halindedir. İnsanlar uygulaya­ olan kuvvetin miktarı, cismin kütlesine
bildikleri kuvvetin miktarını artırm ak için ve cisme kazandırılmak istenen ivmenin
kaldıraç, m akara ve fren gibi mekanizmalar m iktarına bağlıdır. (Bir golf topunu
geliştirmişlerdir. Bu tür mekanizmalara basit durdurm ak, aynı hızla hareket eden bir
makine denir. Am a daha güçlü kuvvetler elde pingpong topunu durdurm aktan daha
etm ek ve uygulamak amacıyla daha karmaşık zordur; çünkü golf topunun kütlesi daha
m akineler de geliştirilmiştir. Örneğin, çeşitli büyüktür.)
yakıtların yakılmasıyla açığa çıkan enerjiyi 3. Her etki, kendisine eşit ve ters yönde bir
denetleyerek büyük bir kuvvete dönüştüren tepki doğurur. (Bir jet uçağında, motor
m otorlar, bu tür gelişkin makinelerdir. çok büyük bir gaz kütlesini sürekli olarak
Bütün kuvvetlerin etkiledikleri cisme temas arkaya doğru püskürtür; bu nedenle de
etmeleri gerekmez, yani bazı kuvvetler uzak­ uçak, bu püskürmeye ters yönde, yani
tan etkiler. Bu tür kuvvetlerden ikisi elektrik öne doğru itilir.) Elde tutulan, yani
ve magnetizmadır (bak. ELEKTRİK; M a g n e t İZ- üzerinde yukarıya doğru bir kuvvet uy­
Ma ) . Bir üçüncüsü de, her an yaşadığımız gulanan tuğlanın yere düşmemesi de bu
yerçekimi kuvvetidir; yerçekimi, D ünya’nın yasayla açıklanır.
üzerindeki bütün cisimlere uyguladığı yere H areket halindeki bütün cisimler, momen-
doğru çekme kuvvetidir (bak. Y E R Ç E K İM İ). tum denen bir özelliğe sahiptir; cismin mo-
Elimizde tuttuğumuz bir tuğlayı bıraktığımız m entum u, kütlesi ile hızının çarpımına eşittir.
anda tuğla, yerçekiminin etkisiyle yere düşer, N ew ton’un ikinci hareket yasasından, bir
bu arada düşerken hızı giderek artar; hızdaki cismin m omentum undaki değişim oranının, o
bu artışa ivme denir (bak. İ v m e ) . Am a eğer cismi etkileyen kuvvetle orantılı olduğu görü­
tuğlayı elimizde taşıyorsak, tuğla üzerinde lebilir. M omentum korunumlu bir özelliktir;
yukarı doğru bir itme kuvveti uygulayarak yani örneğin, belirli m omentum larla birbirine
yerçekimi kuvvetini dengeliyoruz demektir; yaklaşan iki cisim çarpıştıklarında, toplam
bu durum da uyguladığımız itme kuvveti ile m om entum larında bir değişiklik olmaz.
yerçekimi kuvveti birbirine eşittir. Bir röm or­ Kuvvet birimi newtondur. 1 newtonluk bir
kör, arkasına halatla bağlı bir mavnayı kanal­ kuvvet, 1 kilogramlık bir kütlenin hızını
da sabit bir hızla çekerken, halatın mavna saniyede 1 m etre bölü saniye kadar, yani 1
üzerinde uyguladığı çekme kuvveti, su diren­ metre/sn2 kadar değiştirir.
cinin doğurduğu kuvvete eşittir; röm orkör Bir yüzeyin üzerine düzgün olarak dağılmış
biraz daha kuvvetlice çekerse mavna da daha halde basan kuvvete basınç denir. Basınç, bi­
hızlı hareket eder. 1687’de büyük İngiliz bilim rim alana düşen kuvvet miktarıyla ölçülür. Kuv­
adamı Sir Isaac Newton (bak. N e w t o n , Sir vet miktarı ise ağırlık birimleriyle ifade edilir.
KUYRUKLUYILDIZ 145

Dünya yüzeyindeki normal hava basıncı, san­ doğup yıldızlarla batan kuyrukluyıldızları iz-
tim etre kareye yaklaşık 1 kilogramdır. Bu, leyegelmişlerdir. Eski Yunanlılar bu gökci-
Dünya yüzeyinin ve onun üzerindeki her şe­ simlerine “saçlı yıldızlar” adını takmışlardı.
yin her santim etre karesinin 1 kilogramlık bir Kuyrukluyıldızın bazı batı dillerindeki adı
ağırlıkla aşağıya doğru bastırılıyor olması de­ olan “kornet” sözcüğü de, “saç” anlamındaki
mektir. (Ayrıca bak. K Ü T LE ; S Ü R T Ü N M E.) Yunanca sözcükten gelir. Bu gökcisminin
“saç” ya da “kuyruk” benzetmeleriyle adlan­
KUYRUKKAKAN. Kuyrukkakanlar yaklaşık dırılmasının başlıca nedeni, gökyüzünde ay­
15 cm uzunluğunda, Avrasya ve A frika’nın dınlık bir ışık akıntısı biçiminde belirmesidir.
açık, genellikle kurak ve kayalık bölgelerinde Kuyrukluyıldızlar parlaklık bakım ından bü­
yaşayan kuşlardır. Bayağı kuyrukkakan (O e- yük farklılıklar gösterir; bazıları ancak çok
nanthe oenanthe) ayrıca G rönland, Alaska ve büyük teleskoplarla görülebilecek kadar so­
Kanada’nın kuzeyinde de ürer. Yaklaşık 20 luk, bazıları ise güneş ışığında bile görülebile­
türden oluşan bu kuşlar oldukça kısa, geniş ve cek kadar parlaktır. Kuyrukluyıldızların yapı­
hareketli kuyruklarıyla dikkat çeker. Kuyruk­ sı ve nereden geldikleri uzun süre bir sır
larının ucunda enine, ortasında ise kuyrukso- olarak kaldı. 17. yüzyılda astronomlar, bunla­
kumuna doğru uzayarak T biçimini almış rın Güneş sisteminde yer alan kalabalık bir
koyu renkli bir leke bulunur. Kuyruklarının gökcisimleri topluluğu olduğunu anladılar.
öbür bölümleri ve kuyruksokumları beyazdır. Tıpkı gezegenler gibi kuyrukluyıldızlar da
Gövdeleri türlere göre değişen, genellikle G üneş’in çevresinde dolanırlar. Dolanım sü­
boz, sarımsı boz, kahverengi, siyah ve beyaz releri çok değişiktir; bazıları dolanımlarmı üç
renklerle alacalanır. Kuyrukkakanların dişile­ buçuk yılda, bazıları ise 1 milyon yıldan daha
ri daha soluk renklidir ve birbirlerine çok uzun bir sürede tamamlar.
benzerler.
Kuyrukluyıldızların Yapısı ve Kökeni
A . W. Cundall— A a u ila Photographs
Kuyrukluyıldızları incelemek amacıyla
1980’lerde fırlatılan uzay sondaları, bu cisim­
lere ilişkin pek çok bilgi göndermiştir. Kuy­
rukluyıldızın “çekirdek” olarak adlandırılan
ana gövdesi, G üneş’in çevresinde oldukça
basık bir yörüngede dolanan, görece küçük,
en çok 75 km çapında bir kütledir. Bu kütle
buz, donmuş gazlar ve tozla karışmış halde
bulunan katı kayaç malzemelerinden (büyük
olasılıkla karbon) oluşur. Yaygın kabul gören
bir kuram a göre kuyrukluyıldızlar, Uranüs ve
Neptün gezegenlerini oluşturmuş olan malze­
Bayağı kuyrukkakanın erkeği siyah göz bandı, boz
tepesi ve sırtıyla a yırt e d ile b ilir. A m a kah vere ngim si
melerin artıklarıdır. Bu büyük gezegenlerin
boz d işisi ö b ü r kuyrukkakanların d işisin e çok benzer. kütleçekim kuvvetleri kuyrukluyıldızları bu­
günkü yörüngelerine itmiş, Güneş sisteminin
Kuyrukkakanlar kısa ve güçlü bir ses çıka­ dış çevresinde dev bir parçacık bulutu küresi­
rarak öter. Sık sık yukarıya doğru uçar ve nin oluşmasına neden olmuştur. Bilim adam ­
kanatlarını çok hızlı çırparak havada bir süre ları bu bulutu, kuramı ortaya koyan Hollan­
asılı kalırlar. Temel besinleri böceklerdir. O t, dalI astronomun adıyla, O ort Bulutu olarak
yün ya da dökülen hayvan kıllarından yaptık­ adlandırmışlardır. Zam an zaman yakın yıldız­
ları yuvalarına yaz yaklaşırken mavi renkli 5-6 lardan birinin kütleçekim kuvveti, O ort Bulu-
yum urta bırakırlar. tu ’ndaki bir kuyrukluyıldızı tedirgin eder ve
onun Güneş sisteminin iç kesimlerine doğru
KUYRUKLUYILDIZ. Tarihin başlangıcından kaymasına neden olur. Bilim adamları Oort
beri insanlar, geceleri gökyüzünde yıldızlarla Bulutu’nda milyarlarca kuyrukluyıldızın bu-
146 KUYRUKLUYILDIZ

H alley kuyru klu yıldızı son


geçişi sırasında G iotto
uzay sondasınca incelendi.
G io tto , M a rt 1986'da
kuyru klu yıldızın çok
yakınından geçti. Bu
fo to ğ ra f, yaklaşık 18 bin
k ilo m e tre lik b ir uzaklıktan
çe kilm iştir. G üneş ışığı
kuyrukluyıldızı sağ alt
taraftan
a y d ın la tm a kta d ır; üsteki
siyah alandaki ok, g ü ne ş
ışığının g e ld iğ i yönü
g ö ste rm e kte d ir. Sol üst
tarafta g ö rü le n yuva rla k
karanlık bölge,
ku yru klu yıldızın
çe kird e ğ in in b ir
b ö lü m ü d ü r. Çekirdek b ir
b ü tü n olarak, yaklaşık 15
k ilo m e tre ye 8 km
b o yu tla rın d a , katı, elips
b iç im li b ir kütle dir. Sağ
yan da ki kenardan, parlak
iki toz pü skü rtü sü n ü n
çıktığı g ö rü lm e k te d ir.
A ltta k i pü skürtü, öte kind en
daha geniş ve daha
parlaktır.

N ASA

lunduğuna inanm aktadırlar, ama bunlardan km); ama, hemen hemen hiç kuyruk oluştur­
yalnızca birkaçı G üneş’e yaklaşarak Dünya’ m ayan, çok soluk kuyrukluyıldızlar da vardır.
dan izlenebilen kuyruklar oluşturur. G üneş’e yakınlaştıkça kuyrukluyıldızların
Güneş ışığının ulaşamayacağı bir uzaklık­ hızı, kütleçekim kuvvetinin etkisiyle artar.
tayken kuyrukluyıldızlar, yalnızca katı, don­ Kuyrukluyıldız, yörüngesinin G üneş’e en ya­
muş bir çekirdekten oluşur. Kuyrukluyıldız kın olduğu günberi noktasına geldiğinde,
G üneş’in yakınlarına sürüklendikçe, kendisi­ büyüklük ve parlaklık bakımından en üst
ni oluşturan buz ve donmuş gazların bir düzeye ulaşır. Daha sonra tekrar gerilemeye
bölümü, Güneş ısısının etkisiyle buharlaşır ve başlar, ama yüzü, yani çekirdek bölümü hep
ince toz parçacıklarıyla birlikte çekirdek dışı­ G üneş’e dönük kalır. Bunun nedeni, sürekli
na savrularak uzun bir kuyruk oluşturur. Bu olarak G üneş’ten çevreye doğru esen, elek­
arada çekirdeğin çevresinde de aydınlık bir trik yüklü parçacık akıntısıdır. “Güneş rüzgâ­
m adde bulutu kalır. Çekirdeği çevreleyen bu rı” denen bu akıntının basıncı, kuyrukluyıldızı
küresel bulut zarfına kuyrukluyıldızın “saçı” çevreleyen bulut zarfını G üneş’ten öteye doğ­
denir; bazılarında bu zarfın çapı 250 bin ru iter ve çekirdeğin arkasında bir kuyruk
kilometreye ulaşır. Çıplak gözle ya da küçük biçimini almasına yol açar. Bu nedenle kuy­
bir teleskopun yardımıyla izlenebilen bir kuy­ rukluyıldız G üneş’ten uzaklaşırken, önde gi­
rukluyıldız, parlak bir ışık noktası saçla çevrili den bölümü kuyruğu olur. G üneş’ten uzakla­
çekirdek bölümü ile çekirdekten arkaya doğ­ şan kuyrukluyıldız giderek yavaşlar ve gözden
ru uzanan uzun ve parlak bir sis demeti kaybolup, izlediği yörüngenin en uzak nokta­
(kuyruk) biçiminde görünür. Bazı kuyruklu­ sına ulaşıncaya kadar yavaşlamayı sürdürür.
yıldızların kuyruk uzunluğu, Dünya ile Güneş Kuyrukluyıldızın G üneş’e en uzak olduğu
arasındaki uzaklık kadardır (149,6 milyon günöte noktası, Güneş sisteminin sınırların­
KUYRUKLUYILDIZ 147

da, belki de en yakın yıldıza oldukça yakın bir geçirip kenti yıkmadan hemen önce görün­
konum da bulunur. müştü. İS 814’te de, İm parator Şarlm an’ın
Kuyrukluyıldızın kuyruğu düz ya da eğri ölümünden önce bir kuyrukluyıldız görün­
olabilir. Donati kuyrukluyıldızının (Haziran müştü.
1858-Mart 1859) kuyruğu eğridir. İki ya da A m a İS 1. yüzyıl gibi çok eski bir tarihte
daha çok kuyruğu olan kuyrukluyıldızlar da bile, kuyrukluyıldızların m utlaka insanlara
vardır; 1903’te görünen bir tanesinin dokuz kötülük getirdiği yolundaki görüşe karşı çıkan
kuyruğu vardı. Kuyrukları oluşturan malze­ pek çok kişi de vardı. Bunlardan biri, gene bir
menin dağılımı o kadar seyrektir ki, kuyruğun kuyrukluyıldız göründüğünde, “Korkmayın,
arasından yıldızlar görünebilir. Kuyrukluyıl­ bu sakallı yıldızın benle hiçbir ilişkisi yok;
dız G üneş’e her yaklaştığında, yeni bir kuy­ aslında komşum Part kralı korkmalı, çünkü
ruk oluşturacak biçimde savrulan gazlar, daha saçı olan o ve benim kafam da hiç saç yok”
sonra uzayda yitip gider. Bu nedenledir ki, bir diyen, Roma İm paratoru Vespasianus’tu.
kuyrukluyıldız, G üneş’e her yaklaşışında,
kütlesinin bir bölümünü kaybeder ve giderek Halley Kuyrukluyıldızı
küçülür. Uzun süre kuyrukluyıldızların buhardan oluş­
Günümüzde insanlar hep bir kuyrukluyıldı­ tuğuna ve D ünya’dan yükselmiş olduğuna
zın görünmesini beklerler. Ama yüzyıllarca inanıldı. 16. yüzyılda DanimarkalI astronom
önce kuyrukluyıldızların insanlara kötülük Tycho Brahe, son derece titiz biçimde gerçek­
getirdiğine inanılır ve özellikle de vebanın, leştirdiği gözlemler sonunda, kuyrukluyıldız­
savaşın ve ölümün habercisi oldukları sanılır­ ların yalnızca Dünya atmosferinin dışında
dı. Bu nedenle kuyrukluyıldızlar, önceleri bir değil A y’ın da ötesinde bulunduklarını kanıt­
bilim olarak kabul edilen astrolojinin uğraş ladı. A m a, kuyrukluyıldızların ne olduğu
alanı içine giriyordu (bak. A S T R O L O Jİ). Bunun­ ancak 17. yüzyıldan sonra tam olarak anlaşıl­
la birlikte, tarihteki bazı büyük olaylardan maya başlandı. Yerçekimi yasasını keşfeden
önce gerçekten kuyrukluyıldızların görünmesi Sir Isaac Newton, 1680’de beliren büyük bir
ilginç bir rastlantıdır. kuyrukluyıldızı gözlemledi ve elde ettiği veri­
Örneğin İÖ 44’te Jül Sezar’ın öldürülm e­ lerden kalkarak önemli bir buluş gerçekleştir­
sinden sonra Rom a kentinin üzerinde bir di. Newton, kuyrukluyıldızların kütleçekimi
kuyrukluyıldız görünmüş ve halk bunun, Se- kuvvetinin etkisiyle G üneş’e doğru çekildikle­
zar’ın ruhunu tanrıların katm a taşımak için rini ve tıpkı gezegenler gibi G üneş’in çevre­
gelen bir altın araba olduğunu düşünmüştü. sinde dolandıklarını belirledi.
Bir başkası, İS 70’te Rom alılar K udüs’ü ele İki yıl sonra görünen bir başka kuyrukluyıl-

L ic k Observatory

H alley kuyru klu yıld ızın ın 7 M ayıs 1910'daki geçişi sırasında çekilen fo to ğ ra fı. Bu, H a lle y'in G üneş'e ve
D ü nya 'ya yakın g e çişle rin d e n b iriy d i; D ünya, H a lle y'in ku yru ğ u n u n içinde n g e çm işti. H alley kuyrukluyıldızı
2062'de te kra r görünecek.
148 KUYRUKLUYILDIZ

76 yıllık aralarla, 1834-35, 1910 ve 1985-86


yıllarında düzenli olarak yeniden göründü.
Halley kuyrukluyıldızının son geçişi sırasında
bilim adamları uzaya pek çok keşif aracı
göndererek cismin yapısını incelediler.
Bilim adamları, Halley kuyrukluyıldızının
ilk olarak İÖ 240’ta Çinliler’ce gözlemlenmiş
olduğunu ortaya çıkardılar. Asurlular’ın İÖ
164’te tuttukları kayıtlar, bu kuyrukluyıldızın
İÖ 240’tan sonraki geçişine ilişkin ayrıntılı
bilgileri içermektedir; İÖ 88’de de Eski Yu­
nanlılar ve Romalılar kuyrukluyıldıza ilişkin
gözlemlerini kayıtlarına geçirmişlerdir. O n­
dan sonra da Halley’in düzenli geçişleri sür­
müş ve bunların çoğu önemli tarihsel olaylara
rastlamıştır. Halley’in en ünlü ve ilginç geçişi,
1066 ilkbaharındakidir; bütün A vrupa’da ve
hatta Çin gibi uzak ülkelerde bile aynı dö­
nemde izlenen bu kuyrukluyıldızın dolunay
büyüklüğündeki görünümünü ve uzun, gör­
kemli kuyruğunu zamanın bütün yazarları
anlatmışlardır. O yıl Halley’in görünmesi,
İngiltere’de büyük ürküntü ve dehşet yarat­
mıştı. Bundan altı ay sonra, Ekim 1066’da
İngiltere, I. William’ın komutasındaki Nor-
m anlar’ın istilasına uğradı ve istilacılar İngil­
M oun t W ilson and Palom ar Observatories tere Kralı H arold’ın yönetimine son verdiler.
Halley kuyrukluyıldızı, Bayeux duvar halısına
H um ason kuyrukluyıldızı. F otoğ raf çekilirken poz da işlendi (bak. D u v a r H a l i s i ) . Burada göste­
süresi çok uzun tu tu ld u ğ u için yıldızla r b ire r çizgi
b iç im in d e g ö rü lü y o r. rilen kuyrukluyıldızın büyük bir başı ve çatallı
bir kuyruğu vardır. Halley kuyrukluyıldızının
dızı da, New ton’ın arkadaşı astronom Ed- başka bir ünlü resmi de İtalyan ressamı
mond Halley gözlemledi. Halley, 1337’den G iotto’nun yaptığıdır; G iotto, Beytlehem Yıl­
beri zaman zaman belirmiş olan 24 kuyruklu­ dızı adlı yapıtında ilhamını, 1301’de gördüğü
yıldıza ilişkin bilgileri inceledi ve yörüngeleri­ Halley kuyrukluyıldızından almıştı.
ni hesapladı. 1531, 1607 ve 1682 yıllarında
görülen kuyrukluyıldızların hemen hemen ay­ Kuyrukluyıldızların Yörüngeleri
nı yörüngeyi izlediklerini saptadı. Böylece, Gezegenlerin ve kuyrukluyıldızların yörünge­
bunların aynı kuyrukluyıldız olduğu ve bu leri dairesel değil, elips biçimindedir. Elips,
kuyrukluyıldızın 1758 ya da 1759’da yeniden üstten ve alttan bastırılmış bir çembere ben­
dolanıp D ünya’nın yakınından geçeceği sonu­ zer; kuyrukluyıldızların yörünge elipsleri, ge-
cuna vardı. zegenlerinkinden çok daha uzun ve çok daha
Tahmini doğru çıktı ve kuyrukluyıldız yassıdır. Bu nedenle de hemen her kuyruklu­
1758’in sonlarında yeniden göründü; ama yıldızın yörüngesi, Güneş sistemindeki geze­
bunu, 1742’de ölmüş olan Halley’in kendisi genlerin yörüngelerini keser, yani onların içi­
göremedi. Böylece bilim adamları, kuyruklu­ ne girer ve çıkar.
yıldızların düzenli ziyaretlerde bulunabilece­ Bazı kuyrukluyıldızlar oldukça düzgün ara­
ğini belirlemiş oldular ve 1758-59’un büyük lıklarla geri gelir; bunlara periyodik kuyruk­
kuyrukluyıldızına Halley’in adını verdiler. O luyıldızlar denir. 1818’de Alman astronom
tarihten sonra da bu kuyrukluyıldız, yaklaşık Johann Franz Encke’nin keşfettiği kuyruklu­
KUYRUKSÜREN 149

yıldız bunlardan biridir. Bu kuyrukluyıldız sallayanın (Motacilla alba) hem dişisi, hem de
G üneş’in çevresindeki dolamınım yaklaşık üç erkeğinin göğsünde kışın hilal biçiminde siyah
buçuk yılda tam amlar; bu, kuyrukluyıldızlar bir leke bulunur. Ayrıca tepeleri siyah, ger­
için bilinen en kısa dolanma süresidir. En iyi danları beyaz ve sırtları bozdur. Yazın ise
tanınan periyodik kuyrukluyıldız Halley kuy­ erkeğin sırtıyla birlikte gerdanı da siyahlaşır.
rukluyıldızıdır. Dolanma süresi 200 yıldan Erkeklerin kanatları siyah ve beyaz, dişilerin
kısa olan kuyrukluyıldızlar periyodik tiptedir. koyu gri ve beyaz çizgilidir.
Ancak binlerce yılda bir kez G üneş’in yakı­ A k kuyruksallayanlar keskin “tseezzik” se­
nından geçen ve periyodik olmayan kuyruklu­ si çıkararak ve şakıyarak öter, ürem e mevsimi
yıldızlar da vardır. 1973’te G üneş’in yakının­
dan geçen Kohutek kuyrukluyıldızı bunlardan
biridir. Bu kuyrukluyıldızın dolanma süresi­
nin 75 bin yıl olduğu tahmin edilmektedir.
Bazı kuyrukluyıldızlar, Jüpiter’in yakının­
dan geçerken bu dev gezegenin kütleçekimine
yakalanır ve bu nedenle yörüngelerinden sa­
par. Bu kuyrukluyıldızlar, Jüpiter’in uyduları­
nın hareketini bozmaz; bu da, kuyrukluyıldız­
ların yoğunluğunun gezegenlere ve uyduları­
na oranla çok daha düşük olduğunu gösterir.
1826’da Wilhelm von Biela’nm keşfettiği
kuyrukluyıldızın neredeyse yedi yıllık bir pe­
riyodu olduğu belirlenmişti, ama 1846’da bu
kuyrukluyıldız ikiye bölündü ve biri öbürün­
den daha büyük iki kuyrukluyıldız ortaya
çıktı. 1852’de yeniden görünen bu ikili, daha K u y r u k s a l l a y a n la r a d la r ın ı y u k a r ı a ş a ğ ı o y n a ttık la r ı
u z u n k u y r u k l a r ın d a n a lır la r.
sonra gözle görülemeyecek kadar küçük par­
çalara bölündü. İkilinin yeniden görünmesi
gereken 1872’de izlenebilen yalnızca bir me­ dışında sazlıklarda ya da binaların çatılarında
teor yağmuru idi. Kuyrukluyıldızlar, eninde geniş sürüler halinde bir araya gelirler. Bazı
sonunda “ölürler” ve m eteor tozlarına dönü­ geceler büyük kentlerdeki ağaçların tepele­
şerek, kuyrukluyıldız halindeyken izledikleri rinde toplaştıkları da olur. Am a genellikle
yörüngede sürüklenirler (bak. M E T E O R VE M E ­ açık alanlarda yaşamayı yeğlerler. Yuvaları
T E O R İT ). duvar oyuğunda, ağaç kovuğunda ya da su
kıyılarında bulunabilir.
KUYRUKSALLAYAN. Kuyruksallayanlar Dağ kuyruksallayamnın (Motacilla cinerea)
yerde koşuştururken uzun kuyruklarını hızla üst bölümleri boz, alt bölümleri sarı, kuyruğu
yukarı aşağı oynatmalarıyla dikkat çeken öbür türlerden uzundur. Genellikle su yakın­
kuşlardır. Yaklaşık serçe iriliğindeki bu kuş­ larında yaşar. Türkiye’de ak kuyruksallayan
lar, daha ince, uzun yapılı ve uzun bacaklıdır. her mevsim her yerde, sarı kuyruksallayan
Havalanırken ve havadayken geniş eğriler yazın her yerde, özellikle su kıyılarında görü­
çizerek alçala yüksele uçarlar. Bitkisel m ad­ lür. Dağ kuyruksallayanı ise dağlık yüksek
delerden yaptıkları yuvaları kıl ve kuştüyüyle yörelerde ürer ve kışın daha yaygın biçimde
döşenmiştir. Başlıca besinlerini uçarken yaka­ rastlanır.
ladıkları böcekler oluşturur.
Kuyruksallayanlar Eskidünya kuşlarıdır. KUYRUKSÜREN. Kuyruksürenler büyüklü­
Ama sarı kuyruksallayan (Motacilla flava), ğü ve dış görünüşü bakımından kokarcayı
yalnız Eskidünya’da değil Yenidünya’ya göç andıran etçil memelilerdir. Büyük bölümü
ederek düzenli biçimde A laska’da da ürer. A frika’da öbürleri Asya’da yaşar. Bir türü
Avrasya’da oldukça yaygın olan ak kuyruk- A vrupa’nın güney kesimlerinde de bulunur.
150 KUYU

K uyru ksüre n, k o b ra g ib i ze h irli bir


yılan a karşı ken dini çevik
hareke tlerle korur. Fırsatını
b u ld u ğ u an yılan ın başını b ir
ısırışta parçalar. Sanılanın te rsin e
ku yru ksü re n in yılan zehrine karşı
bağışıklığı yo ktu r.

Kuyruksürenler kısa bacaklı uzun kuyruklu, çıkarmak için açılan petrol kuyuları PET R O L
oldukça sivri burunlu ve genellikle kaba tüylü maddesinde anlatılmıştır.)
hayvanlardır. Kazılarak açılan su kuyularının çapları ge­
Bazı kuyruksürenler zehirli yılanları bile nellikle 1-3 m etre arasında değişir. Bu tür
öldürmesiyle ünlüdür. Bunlar büyük bir çe­ kuyularda kuyunun kenarlarından toprak dö­
viklik ve hızla yılanların başına saldırır, yılan­ külmesini önlemek için kuyunun içi taş ya da
ların karşı saldırısını ustaca savuşturabilirler. tuğladan bir duvarla çepeçevre örülür. Halka
Kuyruksürenler genellikle yılanların yanı biçimindeki bu duvarın örülmesine kuyunun
sıra kemeleri, fareleri, kertenkeleleri, solu­ BİR SU K U Y U S U N U N
canları ve böcekleri yer. Bazıları büyük ölçü­ A Ç IL M A S I

de meyve ve öbür bitkisel m addelerle besle­


nir. Birçok kuyruksüren yum urta yemeye çok
düşkündür. Bu hayvanlar buldukları yum ur­
taları kırmak için ön ayaklarının arasına alıp
Ç A K IL A N KO N İ
yere atarlar. Bataklıklarda yaşayanlar ise İU Ç LU B O R U
yengeçleri avlar.
Bayağı kuyruksüren (Herpestes icheumon)
A vrupa’nın güney kesimleri, A frika ve O rta­
doğu’da, ayrıca Türkiye’nin Ege, Akdeniz ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşar. Boz
kuyruksüren (Herpestes edvvardsi) ise A sya’
nın güneyinde geniş bir coğrafi alana yayıl­
mıştır.
Kuyruksürenler yıllar önce Jam aika’ya ve
öbür Batı H int A daları’na kemiricileri ve
yılanları yok etmesi için götürülmüştür. Am a SE R T T O P R A K T A K U L L A N IL A N
D E L M E T A K IM L A R I
buralarda hızla çoğalan kuyruksürenler çeşitli
yabanıl hayvanları yiyerek doğal dengeyi boz­
muş, kümes hayvanlarına da saldırmaya baş­
lamışlardır.

KUYU, su çıkarmak için toprağı kazarak ya


D İB İN D E Y A T A Y AR TE Z Y E N
da delerek yerde açılan bir çukurdur. (Petrol T Ü N E L L E R O L A N KU YU KU Y U S U
KUZEY AMERİKA 151

ağzından, bir başka deyişle toprak düzeyin­ Eski Yunanlılar’da olduğu gibi Rom alılar’
den başlanır; duvarın alt bölümü keskin bir da da çeşme ve kuyuları su perilerine ve
kenar oluşturacak biçimde yapılır. Kuyu kazı­ tanrıçalara adam a töresi vardı. Hıristiyanlık
lıp duvarın altındaki toprak alındıkça, örül­ geldiği zaman da kuyular Hıristiyan azizlerine
müş olan halka biçimindeki duvar aşağı doğru adanmaya başlandı. Günüm üzde de görülen
kayar. Duvarın alt kenarının keskin olması bu dilek kuyusu inancı, kuyularla ilgili bu eski
kaymayı kolaylaştırır. Duvar aşağı kaydıkça törelerin bir kalıntısı olabilir.
üstüne yeni sıralar örülür. Su bulunan derinli­
ğe inilene kadar kazma işlemi sürdürülür. KUZEY AMERİKA, batı yarıkürede bulunan
Kuyunun suyu dipten ve yanlardan gelir. iki kıtanın kuzeyde olanıdır. Panam a Kıstağı
Özellikle tebeşirli topraklarda açılan bazı ku­ adı verilen dar bir kara parçasıyla Güney
yularda daha çok su toplanmasını sağlamak için A m erika’ya bağlanır. Kıtalar arasında yüzöl­
dipten yanlara doğru yatay tüneller kazılır. çümü sıralamasında üçüncü, nüfus sıralam a­
Toprağın sert olduğu yerlerde açılan kuyu­ sında dördüncüdür. Kuzeyden güneye 8.000
lar çok daha dardır. Bunların çapı birkaç km uzunluğunda olan kıtanın yüzölçümü
santimetreyle 1 m etre arasında değişir. D el­ 24.229.883 km2, nüfusu 393.687.200’dür
me yöntemiyle açılan bu kuyularda çevre (1985). Kilometre kareye düşen 15,5 kişilik
duvarının yerini borular alır. Çelik çubukların nüfus yoğunluğu Asya ve A vrupa’ya göre
ucuna takılarak kullanılan delme takımları iki daha seyrektir. Kuzey A m erika’da K anada,
türdür. Kayaları delmek için kullanılan ve ABD (Hawaii dışında), M eksika ve O rta
ağır bir keski biçiminde olan takım lar, sürekli Am erika ülkeleri yer alır (bak. O r t a A M E R İ­
olarak belirli bir yüksekliğe kaldırılıp sonra K A ). Batı Hint A daları, St. Pierre ve Mique-
aşağı bırakılarak çalışır. Kayaya çarparak her lon adaları ile G rönland da bu kıtada­
parçayı kopardıkça, keski hafifçe döndürüle­ dır.
rek deliğin dairesel olması sağlanır. İkinci tür
delme takımları, marangozların tahta delmek Doğal Yapı
için kullandıkları m atkap uçlarına benzer; Dağlar. Kuzey A m erika’nın ortasında bulu­
ama çok daha büyüktür ve m otor gücüyle nan büyük ovayı doğu ve batı kıyısına sıralan­
döndürülür. mış dağlar kuşatır. Kıtanın doğusunda yaşlı ve
K u y u n u n u la ştığ ı su taşıy a n k a tm a n , su yun aşınmış Appalaş Dağları yer alır. Appalaşlar,
k u y u d a n yu k arıya k en d iliğ in d e n çık m a sın a K anada’daki St. Lawrence Körfezi’nden baş­
y e te c e k kadar b asın çlıy sa bu tür k u yu lara layarak güneyde A labam a’nın ortalarına ka­
a rtezy en k u yu su d en ir. B ir a rtezy en k u y u su n ­ dar uzanır. En yüksek noktası deniz düzeyin­
d a su , k o v a y la y a da p o m p a y la ç e k ilm e sin e den 2.045 m etreye ulaşan Mitchell D ağı’dır
g er ek k a lm ad an k u yu d an dışarı fışkırır (bak. (bak. A p p a l a ş D a ğ l a r i ) .
A r t e z y e n K u yusu ).
Kuyunun açılacağı yerdeki su taşıyan kat­ K U Z E Y A M E R İ K A ' Y A İL İŞ K İN B İL G İL E R
m an yüzeye yakınsa ve toprak yumuşaksa
yere boru çakılarak kuyu açılabilir. Çakılan YÜZÖLÇÜMÜ: 24.229.883 km2.
NÜFUS: 393.687.200 (1985).
ilk borunun ucu koni biçimindedir ve çevre­
DOĞAL KAYNAKLAR: Tahıl, şekerkamışı, şekerpancarı,
sinde delikler vardır. Boru toprağa girdikçe kahve, meyve, kakao, kereste, pamuk, tütün, kürk,
ucuna yeni bir boru eklenerek çakma işlemi altın, gümüş, bakır, nikel, dem ir cevheri, alüm in­
sürdürülür. Borunun çakılması, kazık çak­ yum , çinko, kobalt, kurşun, cıva, petrol, uranyum .
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: En yüksek dağı 6.194 metre ile
m akta kullanılan şahm erdanlara benzer bir M cKinley Dağı'dır. En büyük gölü Superior (dünya­
makineyle yapılır. nın ikinci büyük gölü) Kanada ile ABD arasındadır ve
Eski Çinliler’in 450 m etreden daha derine 82.412 km2'lik bir alanı kaplar. En uzun ırmağı
(dünyada üçüncü uzun ırmak) ABD'de bulunan 6.212
inen su kuyuları açmış oldukları biliniyor. İÖ km uzunluğundaki M ississippi-M issouri Irmağı'dır.
2500’lerde İndus vadisinde (bugünkü Pakis­ Kuzey Am erika'nın bir parçası sayılan Grönland
2.175.000 km2'lik alanıyla dünyanın en büyük ada­
tan ’da) yaşayan insanlar içi tuğla örülü kuyu­ sıdır.
lar açmışlardı.
152 KUZEY AMERİKA

Kuzey A m erika
y ü zö lçü m ü n e göre
dü nya nın üçüncü, nüfusa
göre d ö rd ü n cü bü yük
kıtasıdır.
/ Kuzey A vrupa

Amerika

ATLAS Afrika

OKYANUSU
BÜYÜK Güney
OKYANUS A m erika
HİNT
OKYANUSU

Batıda ise Büyük Okyanus kıyılarını izle­ Kuzey Kutup Bölgesi kıyılarına kadar ulaşır.
yen dağlar, Alaska, Kanada, A B D ve M eksi­ Kuzeydoğu K anada’dan L abrador’a doğru,
ka’yı aşarak O rta A m erika’ya kadar uzanan daha yüksek ve engebeli bir düzlük olan,
kesintisiz bir dağ zinciri oluşturur. Batı Cor- Lawrence Yaylası uzanır. Bu bölgede Buzul
dillera denen bu zincirde Alaska Dağları, Çağı’nda kıtanın kuzey bölümünü kaplayan
İngiliz Kolumbiyası’ndaki Kıyı Dağları, Kas- buzulların oluşturduğu binlerce göl vardır. İç
kad Dağları, Sierra Nevada, California ve düzlüklerin Büyük Ovalar adı verilen batı
M eksika’nın Sierra M adre dağları bulunur. bölümünde önemli m iktarda buğday yetişti­
6.194 m etre ile kıtanın en yüksek noktası olan rilir.
McKinley Dağı Alaska Dağları arasındadır Yabanıl Yaşam. Kuzey A m erika’da, Kaya­
(bak. S ierra N e v a d a ). lık D ağlar’da koyun ve keçiler, pum a, bizon,
D aha içeride dünyanın ikinci uzun dağ misk sıçanı, rakun, adatavşanı, sincap, oklu-
zinciri olan Kayalık Dağlar, Doğu Cordillera kirpi ve opossum gibi yabanıl hayvanlar ya­
ile birlikte M eksika’nın dağlık bölgesini oluş­ şar. Bugün geyikler ve ayılar insanlardan
turur. Kayalık Dağlar M eksika’dan başlar, uzak kırlık bölgelerde yaşamlarını sürdürür­
burada Doğu Sierra M adreler ile birleşir, ken çayır m arm otu, adatavşanı ve kır kurdu
A B D ’yi baştan başa geçerek K anada’ya girer insanlara yakın yörelere uyum sağlamıştır.
ve Kuzey A laska’ya kadar ulaşır (bak. K A Y A ­ Rengeyiği, sığın ve birçok kürklü küçük
LIK D a ğ l a r ). hayvan kuzeydeki topraklarda yaşar. Güney­
Bu iki dağ zincirinin arasında, A B D ’deki deki sıcak bölgelerde ise, timsahlar, yılanlar,
Büyük Havza, Columbia ve Colorado yayla­ yaban domuzları, renkli kuşlar, maymunlar
ları ile Meksika Yaylası gibi yüksek iç yaylalar ve jaguarlar görülür.
uzanır. İklim . Asya gibi, Kuzey A m erika’da da çok
Ovalar. Appalaşlar ile Atlas Okyanusu farklı iklim tipleri vardır. İklim, K anada’nın
arasında kalan bölgede kıyı ovaları yer alır. Kuzey Kutbu kıyılarındaki soğuk tundralar­
Kıtanın doğu kıyısı boyunca uzanan bu düz­ dan O rta A m erika’nın sıcak nemli tropik
lüklerin en geniş olduğu yer A B D ’nin M eksi­ orm anlarına kadar büyük değişiklikler gös­
ka Körfezi kıyılarındadır. terir.
Kayalık Dağlar ile Appalaşlar arasında Alaska ve K anada’nın kuzeybatısında yaz­
geniş iç düzlükler bulunur. M eksika Körfe- lar kısa ve serin, kışlar ise uzun, soğuk ve az
zi’nden başlayan bu düzlükler K anada’nın yağışlı geçer. K anada’nın güneydoğusu ile
KUZEY AMERİKA 153

A B D ’nin kuzeydoğusunda yazlar ılık, kışlar Okyanusu kıyısı yıl boyunca sıcak ve yoğun
soğuk ve orta yağışlıdır. Labrador Akıntısı ile yağış alan bir bölgedir.
Gulf Stream ’in bu bölge iklimine önemli bir
etkisi vardır. A B D ’nin güneydoğusu sıcak Suyolları
ve nemlidir (bak. A t l a s OKYANUSU; G u l f Büyük Göller Yöresi Atlas Okyanusu’na St.
St r e a m ). Lawrence Irmağı ile bağlanır. Bu yöre dünya­
Büyük O kyanus’tan esen rüzgârlar Califor- nın en büyük tatlı su deposu ve St. Lawrence
nia’dan A laska’ya uzanan dağlık kıyı bölgesi­ Suyolu da iç bölgelerde yer alan en büyük
ne orta yoğunlukta yağış getirir. Dağ yamaç­ suyoludur. St. Lawrence Suyolu okyanus
larından yukarıya çıkıldıkça yağışlar yoğunla­ gemilerinin Chicago ve D uluth’a kadar gire­
şır. Sierra N evada’nın doğusu ile Kaskad bilmesini sağlar.
Dağları az yağış alır. Kuzey Buz Denizi’ne dökülen M ackenzie
M eksika’nın büyük bir bölümü sıcak ve Irmağı, Kanada ve A laska’dan geçerek Be-
kuraktır. O rta M eksika’dan başlayarak, Pa­ ring Denizi’ne dökülen Yukon Irmağı, Hud-
nam a’ya uzanan Büyük Okyanus kıyılarında son Körfezi’ne dökülen Saskatchewan-Nelson
yazlar sıcak ve yağışlı, kışlar ılıktır. Atlas ile Meksika Körfezi’ne dökülen Mississippi-

Kuzey
A m erika
kıtasının belli
0 500 1000
başlı coğ rafi
0 500 1000 1 5 0 0 km
b ö lg ele ri.
154 KUZEY AMERİKA

Freshfield Buzulu Kayalık


D ağlar'daki B anff Ulusal
Parkı'nın içinde n geçer. Bu
bölge, Kuzey A m e rika 'd a
Doğu C o rd ille ra 'n ın b ir
parçasıdır.

George H unterlPublix

Missouri-Ohio akarsu sistemleri kıtanın en orm anlarla kaplıdır. A laska’da, Kanada ve


büyük ırmaklarıdır. A B D ’nin kuzeyinde Büyük Okyanus kıyıla­
Atlas Okyanusu, Büyük Okyanus ve M ek­ rındaki köknar, çam, ladin ormanları Kuzey
sika Körfezi kıyılarındaki doğal körfezlerde A m erika’da elde edilen kerestenin önemli bir
çok sayıda büyük liman kurulm uştur. Kuzey bölümünü karşılar. Ayrıca A B D ’nin güney
A m erika’nın en büyük liman kentleri arasın­ doğusu boyunca M eksika Körfezi’nin içlerine
da Atlas Okyanusu kıyısında Halifax, Boston, uzanan Körfez Bölgesi’nde değerli çam ağaç­
New York, Baltimore; Meksika Körfezi’nde ları ile M eksika ve O rta A m erika’da sert
H ouston; Büyük Okyanus kıyısında Vancou- odunlu tropik orm anlar bulunur.
ver, Seattle ve San Francisco sayılabilir. Beyazlar Kuzey Am erika kıtasına ayak
K anada’da St. Lavvrence Irmağı üzerindeki bastığında Yerliler bugün de önemini koru­
M ontreal ve Quebec; Mississippi Irmağı üze­ yan birçok değişik ürün yetiştiriyordu. Bunlar
rindeki New Orleans ve Columbia Irmağı arasında fasulye, kabak, mısır, beyaz patates,
üzerindeki Oregon kentleri ırmak yolu ile dom ates, ananas, biber ve kakao vardır.
ulaşılan limanlardır. Kuzey Buz Denizi’nin Günüm üzde iklim, toprak ve su koşulları
donmuş sularına açılan Hudson Körfezi, ok­ dikkate alınarak ekim yapılmaktadır. A B D ’
yanus taşımacılığında çok az kullanılır. nin ortakuzey kesimi ile K anada’nm ortagü­
ney kesimi buğday tarlalarının yoğun olduğu
Doğal Kaynaklar ve Tarım yerlerdir. M andıralar ve otlaklar Doğu Min-
Kuzey A m erika m ineral, kereste, su gücü nesota’dan New England eyaletlerine kadar
kaynakları bakım ından çok zengin bir kıtadır. uzanan kuşakta yer alır. Mısır ve soyafasulye-
A B D ’nin doğu ve orta kesiminde büyük si, A B D ’nin ortabatısında, pam uk ise güney­
köm ür yatakları vardır. Dem ir cevheri Büyük doğusunda yetişir. Turunçgiller (limon ve
Göller Yöresi ve L abrador’da; bakır, çinko, portakal) astropik Florida’da, Texas ve Cali-
kurşun gibi m adenler de özellikle K anada’nm fornia’nın güneyinde yetiştirilir. Güney ve
güneydoğusu ile A B D ’nin ortabatı kesiminde O rta A m erika’da muz, kakao ve kahve üre­
bulunur. Dağlık bölgelerden altın ve gümüş tilir.
elde edilir. A B D ’nin ortagüney kesimi, M ek­
sika’nın doğusu ve K anada’nm batısında Sanayi
önemli petrol yatakları yer alır. Kuzey Am erika dünyanın en gelişmiş bölgele­
Kıtanın dağlık doğu ve batı bölgeleri sık rinden biridir. A B D ’de 1870’ten bu yana
KUZEY ANADOLU DAĞLARI 155

halkın tem el geçim kaynağı tarım dan çok buraya köle olarak getirilmiş Afrikalılar’ın
sanayi olmuş, K anada’da da sanayi üretimi soyundan gelen Siyahlar’dır. Ayrıca, kıtada
giderek artan bir önem kazanmıştır. Kuzey Çin ve Japon asıllı insanlar da yaşar.
A m erika’nın öbür bölgelerinde ise yaşam, Kuzey A m erika’ya göç, son 150 yılda gide­
tarım a dayalıdır. rek azaldıysa da, durmadı. İlk yıllarda gelen­
Kuzey A m erika’da fabrikaların birçoğu kı­ lerin çoğunluğu evlerini Atlas Okyanusu kıyı­
tanın ortası ile kuzeydoğu kesimi arasında sındaki ovalarda yaptı. Bir bölümü, özellikle
toplanmıştır. Doğuda Boston ve Baltimore İspanyollar ise Büyük Okyanus kıyılarına
kentlerinden başlayan önemli fabrikalar zinci­ yerleşti; Meksika ve A B D ’nin güneybatısında
ri daha batıda St. Louis ve M inneapolis’e da misyonerlerin önderliğinde yerleşim birim­
kadar uzanır. A B D ’nin yüzölçümünün yalnız­ leri kuruldu. 1848’de California’da altın bu­
ca yüzde 10’unu kaplayan bu bölgede tüm lunmasından sonra, batıya yerleşenlerin sayısı
fabrika işçilerinin yüzde 70’ten fazlası çalışır. hızla yükseldi.
A B D ’de ikinci önemli sanayi kuşağı, Virgi- Kuzey A m erika’da en yaygın dil İngilizce’
nia eyaletinden başlar ve Atlas Okyanusu dir. K anada’da ve Batı Hint A daları’nın
kıyılarını izleyerek Kuzey A labam a’ya kadar bazılarında Fransızca da konuşulur. M eksika,
uzanır. A B D ’de sanayi kesimindeki işçilerin O rta Am erika ve Batı Hint A daları’nın bazı
üçte birinden çoğu makine yapımı ve gıda sana­ kesimlerinde İspanyolca en çok konuşulan
yilerinde çalışmaktadır. dildir.
K anada’da sanayileşme A B D ’de olduğu A B D ’nin doğu kıyısı, Büyük Göller Yöresi
kadar yaygın değildir, ama II. Dünya Sava- ve St. Lawrence vadisi kıtada nüfusun en
şı’ndan bu yana hızla gelişmektedir. K anada’ yoğun olduğu bölgelerdir. M eksika’da en
da fabrikaların çoğunluğu Büyük G öller Y ö­ kalabalık bölge Meksiko çevresidir. A B D ’de
resi ile St. Lawrence Irmağı vadisinde yer alır. halkın yüzde 80’den fazlası, K anada’da ise
Önemli sanayileri kereste, kâğıt, demir, çelik, yüzde 75’i kıtanın doğu kesiminde yaşar.
yiyecek ve dokum adır. 1900’den sonra, Kuzey Am erika nüfusu
çiftliklerden kentlere doğru kaymaya başla­
Halk mıştır. Günüm üzde A BD nüfusunun yaklaşık
Am erika Yerlileri ve Eskimolar, Kuzey A m e­ yüzde 73’ü kentlerde yaşar.
rika’nın bilinen en eski halklarıdır. Uzun bir A B D ’de iklimin daha sıcak ve doğal kay­
zaman önce A sya’dan Alaska yolu ile Kuzey nakların daha zengin olması göçmenlerin
A m erika’ya göç etmiş oldukları sanılm akta­ çoğunu buraya çekmiş ve K anada’nın ABD
dır. Sonra doğuya, güneye ve bütün Kuzey kadar büyümesini engellemiştir.
A m erika’ya yayıldılar. Çoğu taştan yapılma Kıtanın sağladığı olanaklara insanların da
araç gereç ve silah kullanan Eskim olar ve katkısı olmuştur. Atlas Okyanusu ile Büyük
Yerli kabileler, genellikle avcılıkla uğraşıyor­ Okyanus, Panam a Kanalı ile birbirine bağlan­
du (bak. A M ER İK A Y E R L İL ER İ; ESK İM O LA R ). mıştır. San Francisco Körfezi ile Büyük O k­
O rta Am erika ve Meksika Yerlileri güzel yanus arasındaki Golden G ate Boğazı büyük
sanatları, ilgi çekici yapıları, hukuk ve yöne­ köprülerle iki yakayı kavuşturmuş, Michigan
tim sistemleriyle ileri bir uygarlığa sahipti. ve H uron gölleri Mackinac Boğazı ile birleşti­
Eski Yerli halklardan M ayalar, Toltekler ve rilmiştir. Colorado Irmağı üzerindeki Hoover
A ztekler görkemli taş tapm aklar ve saraylar Barajı ile Columbia Irmağı üzerindeki Büyük
yapmışlardı (bak. A z t e k l e r ; M a y a l a r ) . Coulee Barajı gibi barajlardan elektrik elde
Bugün Kuzey Am erika nüfusunun büyük edilmekte ve sulamada yararlanılm aktadır.
bölümünü A vrupa’dan göç edenlerin torunla­
rı oluşturur. A BD ile K anada’ya yerleşenlerin KUZEY ANADOLU DAĞLARI, Karadeniz
çoğu Kuzey Avrupa ülkeleri ile İtalya’dan; Bölgesi boyunca doğuda SSCB sınırından
O rta A m erika’ya yerleşenler ise genellikle batıda M arm ara Bölgesi’ne kadar birbirine
İspanya’dan gelmiştir. Kuzey A m erika’ paralel sıralar biçiminde uzanır. Kuzey A na­
da yaşayan halkın önemli bir bölümü de, dolu Dağları bölgenin batı kesiminde genel­
156 KUZEY ANADOLU DAĞLARI

likle dışbükey, doğu kesiminde ise içbükey Karadeniz bölümünde üç sıra oluşturur. O rta
sıralar halindedir. Karadeniz bölümünde alçalan dağlar, bu ke­
Kuzey Anadolu Dağları’nın Doğu K arade­ simde gene yükselir; ama Doğu Karadeniz
niz bölümü sınırları içinde kalan kesimi Doğu Sıradağlarının yüksekliğine erişemez. K ara­
Karadeniz Sıradağları adıyla anılır (bak. K A ­ deniz kıyısı ardında doğuda Kızılırmak vadi­
RAD ENİZ B Ö L G E S İ). Doğuda SSCB sınırından sinden, batıda Bartın Çayı vadisine kadar
batıda M elet Çayı vadisine kadar uzanan uzanan sıralara Küre Dağları denir. Bu dağ
Doğu Karadeniz Sıradağları, Karadeniz kıyı­ sıraları İsfendiyar Dağları adıyla da anılır.
sına ve birbirine paralel iki sıra oluşturur. Bu Küre D ağlan’mn yüksekliği orta kesimdeki
iki sırayı birbirinden ayıran kabaca doğu-batı Yaralıgöz Dağı’nın doruğunda 2.019 m etreye
doğrultulu çöküntü alanının içinde Çoruh ve ulaşır.
Kelkit ırm akları ters yönlere doğru akar. Küre D ağlan’mn güneyinde yer alan
Akarsuların adına uyularak bu ayrım alanına Gökırm ak vadisi, Ilgaz-Bolu Dağları genel
Çoruh-Kelkit Vadi Oluğu denir. Oluk biçimli adıyla anılan diziyi kıyı dağlarından ayırır.
bir vadiyle ayrılan bu sıradağların kuzey İkinci sırayı oluşturan bu dağ dizisinin doğu­
kesimi kıyı dağları, güney kesimi ise iç sıralar sundaki İlgaz Dağı yaklaşık 2.200 m etre
ya da Çoruh-Kelkit Dağları adlarıyla anılır. yüksekliğinde bir sırt biçiminde uzanır. Bu
Kıyı dağları doğudan batıya doğru Rize, dağın en yüksek noktası, 2.587 m etreye ula­
Trabzon, Zigana, Güm üşhane ve Giresun şan ve Hacetılgaz adıyla da anılan Büyükha-
dağlarından oluşur. Rize D ağları’nm en yük­ cet D oruğu’dur. D aha batıdaki Çatalılgaz
sek noktası olan ve Artvin ili sınırları içinde olarak da bilinen Küçükhacet D oruğu’nun
yer alan Kaçkar Dağı’nın 3.932 m etreye yüksekliği ise 2.546 m etredir. İkinci sırayı
erişen doruğu, bölgenin ve Kuzey Anadolu oluşturan dağ dizisinin batısında yer alan
Dağları’nm da en yüksek noktasıdır. Rize Bolu Dağları 2.000 metreyi aşmaz; en yüksek
D ağlan’nm bir başka yüksek noktası ise Rize noktası 1.980 m etreye erişen Çele D oru­
ili sınırları içinde 3.711 m etreye ulaşan ve ğu’dur.
Verçenik D oruğu olarak da bilinen Ü çdoruk’ Batı Karadeniz bölümünün en iç kesimin­
tur. Kıyı dağlarının öteki önemli yükseltileri deki üçüncü sırayı oluşturan Köroğlu Dağları,
Deveboynu Tepesi (3.082 m etre), Aptalm usa Ilgaz-Bolu Dağları’ndan Devrez Çayı, G ere­
Doruğu (3.331 m etre) ve Karagöl D ağı’dır de Çayı ve Büyüksu (Bolu Suyu) vadileriyle
(3.107 m etre). Çoruh-Kelkit Dağları adıyla ayrılır. Doğuda Kızılırmak vadisinden batıda
da anılan iç sıralar, kuzeydoğudaki Yalnızçam Sakarya vadisine kadar uzanan Köroğlu Dağ­
Dağları’ndan batıda Kop, Otlukbeli ve Köse ları üstünde üç önemli yükseltiye rastlanır. Bu
dağlarına kadar uzanır. Kabaca kuzeydoğu- yükseltiler doğuda Kös Dağı, ortada Işık Dağı
güneybatı doğrultusunda uzanan bu dağların ve batıda Aladağ kütlelerinden oluşur. Ala-
en yüksek noktası, orta kesimde 3.239 m etre­ dağ kütlesinde 2.499 m etreye ulaşan Köroğlu
ye ulaşan Mescit Dağı doruğudur. Doruğu, bu sıranın en yüksek noktasıdır.
Kuzey Anadolu Dağları, bölgenin O rta Kuzey Anadolu D ağları’nın jeolojik yapısı
Karadeniz bölümünde de iki sıra halinde oldukça karm aşıktır. Bu dağların ilginç özel­
Uzanır; ama bu kesimdeki yüksekliği giderek liklerinden biri, dağ sıralarını birbirinden
azalır. O rta Karadeniz bölümündeki kıyı dağ­ ayıran ve tabanlarında akarsuların bulunduğu
ları, Canik Dağları adıyla anılır. Karadeniz çöküntü alanlarının Kuzey Anadolu kırık
kıyısına doğru yavaş yavaş alçalan Canik kuşağının üstünde yer almasıdır. Bolu Ovası,
Dağları, güneyindeki Kelkit Irmağı vadisine G erede Çayı ve Devrez Çayı vadileriyle
dik yamaçlarla iner. Canik Dağları Eğrikırık Kelkit Irmağı vadisini izleyerek Refahiye
T epe’de 2.098 m etreye ulaşır. Çoruh-Kelkit üzerinden Erzincan Ovası’na ulaşan bu ku­
Vadi Oluğu’nun batı kesimiyle ayrılan iç şak, birçok kırıktan (fay) oluşur. Ülkemizde
sıralar, güneye doğru alçalarak Bozok’ta dağ en çok can kaybı ile yıkıma neden olan
görünüm ünü yitirir. deprem ler, bu kuşaktaki kırıkların yakınında
Kuzey Anadolu Dağları, bölgenin Batı yer alan yerleşim yerlerini etkilemiştir.
KUZEY DENİZİ 157

Kuzey Anadolu Dağları kolay geçit ver­ lar kano sporuyla ilgilenenleri bu yöreye
mez. Kıyı kesimi ile iç kesim arasında karayo­ çeker. Alabalık avlamak isteyen am atör ba­
lu ulaşımı ancak bazı geçitlerin açılmasıyla lıkçıların ilgisini çeken buzyalağı göllerinin
sağlanmıştır. Bunların en ünlüleri İspir ile çevresinde kamp kurmaya uygun alanlar var­
İkizdere arasındaki Ovit Dağı Geçidi (2.600 dır. Kaçkar Dağı’ndaki Ayder Kaplıcası da
m etre), E-390 Karayolu üzerindeki 2.010 turizm açısından önemlidir.
m etre yüksekliğindeki Zigana ve 2.425 m etre
yüksekliğindeki Kop geçitleri, İlgaz ve Kasta­ KUZEY ATLANTİK ANTLAŞMASI ÖRGÜ­
monu arasındaki İlgaz Geçidi {1.775 m etre) TÜ bak. NATO.
ve Bolu Dağı Geçidi’dir (980 m etre). Kış
mevsiminde karlanm a ve buzlanma nedeniyle KUZEY DENİZİ, İngiltere’nin doğusu ile
bu geçitlerde ulaşım çoğunlukla aksar. A vrupa kıtasının kuzeybatı kıyıları arasında
Kuzey Anadolu Dağları doğal bitki örtüsü yer alır. Güneyinde dar D over Boğazı ve
açısından çok zengindir. Özellikle kıyı dağları Manş Denizi ile Atlas O kyanusu’na, doğu­
gür orm anlarla kaplıdır. Kıyı dağlarının Kara­ sunda ise Skagerrak ve Kattegat boğazlarıyla
deniz’e bakan yamaçlarında 1.500-1.600 m et­ Baltık Denizi’ne bağlanır. Kuzey Denizi sığ
reye kadar geniş yapraklı ağaçlardan oluşan bir denizdir; özellikle güney bölümünde sığlık
orm anlar yer alır. D aha yüksek kesimlerde artar. Havzası Buzul Çağı’nın sonunda oluş­
ise köknar ve ladinlerden oluşan karışık muş toprak çökmesiyle Atlas O kyanusu’nun
orm anlara rastlanır. suları altında kalan büyük Kuzey Avrupa
Orm anların sona erdiği bazı yüksek kesim­ Ovası’nm parçasıdır. Kuzey Denizi’nin tabanı
lerde gür çayırlarla kaplı sulak yaylalar var­ bir kıta sahanlığıdır.
dır. Karadeniz Bölgesi halkının yaşam biçimi­ Kuzey Denizi balık bakımından zengindir.
nin bir parçası olan yaylacılık günümüzde eski Sığ oluşu trol ağlarıyla m orina gibi dip balık­
önemini yitirm ektedir. Yöre halkı eskiden larının avlanmasını kolaylaştırır. (Trol yön­
hayvanlarıyla birlikte karlar eriyince yaylaya temleriyle balık avı BA LIK ÇILIK m addesin­
çıkar, buraya özgü evlere yerleştikten sonra de anlatılmıştır.) Yazın ve sonbaharda Kuzey
sürülerini yayar, hayvansal ürünler elde eder, Denizi’nin yüzeyinde ringa sürüleri çok sık
şenlikler düzenler ve yaz sonunda da asıl görülür. Ne var ki, aşırı avlanma balıkların
yerleşme alanlarına geri dönerlerdi. İkizdere soylarının azalmasına yol açmaktadır. Bu
yöresindeki A nzer Yaylası’nda elde edilen yüzden bazı balıkların, özellikle de ringa
A nzer balı, ülke çapında ünlüdür. balığının ürem e mevsiminde avlanma yasağı
Doğu Karadeniz Sıradağlarının-yüksek ke­ uygulanır.
simlerinde buzul aşındırmasının izlerine rast­ Kuzey Denizi’nin sığlığı gelgit olayının,
lanır. Sıradağların çeşitli kesimlerinde buzul­ özellikle İngiltere kıyılarında, uzun bir zaman
ların aşındırmasıyla oluşmuş birçok buzyalağı içinde gerçekleşmesine neden olur. Gelgit
(sirk) ile bunlardan bazılarının içinde suların olayı ırmak ağızlarındaki haliçlerin limanlara
birikmesiyle oluşan buzyalağı gölleri yer alır. dönüşmesine yardımcı olur.
Bazılarının içinde alabalık bulunan buzyalağı Kuzey Denizi’nin altındaki kıta sahanlığın­
göllerinden başlıcaları Mal G ölü, Deligöl, da çevre ülkelerce işletilen doğal gaz ve petrol
Deniz G ölü, Elmalıgöl ve Camiligöl’dür. yatakları vardır. Kuzey Denizi, petrol aram a
Doğal güzellikler açısından zengin olan çalışmaları yapılan ilk denizlerden biridir.
Kuzey Anadolu Dağları turizm bakımından İskoçya kıyısı açıklarında dünyanın en geniş
da önem taşır. Kaçkar Dağı, dağcılık sporu petrol alanlarından ikisi bulunmaktadır.
açısından uluslararası çapta ilgi görür. İlgaz Kuzey Denizi aynı zamanda işlek bir ticaret
Dağı ile Köroğlu D ağlan’ndaki Kartalka- yoludur. A vrupa’nın önemli limanlarından
ya yöresinde bazı kış sporları ve konaklama bazıları Kuzey Denizi kıyılarındadır. Kuzey
tesisleri vardır. Özellikle Doğu Karadeniz Denizi, A vrupa’daki Ren ve Elbe, ayrıca
D ağları’nın kıyı dağlarından kaynaklanıp coş­ İngiltere’deki Thames gibi ırmakların suları­
kun biçimde Karadeniz’e doğru akan akarsu­ nın döküldüğü bir denizdir. Bu ırmakların
158 KUZEY İRLANDA

havzaları dünyanın en yoğun nüfuslu ve re’de üretilen domuz pastırmasının dörtte biri
sanayileşmiş bölgeleri arasında yer alır. Kuzey İrlanda’dan gelir.
Kuzey İrlanda’da yetiştirilen başlıca tarım
KUZEY İRLANDA, İrlanda A dası’nın İngil­ ürünleri arpa, yulaf, patates ile hayvan yemi
tere ’ye bağlı olan kuzeydoğu bölümüdür. olarak kullanılan bir kara lahana türüdür.
1921’de İrlanda ikiye bölündüğünde Kuzey Arm agh ili başta olmak üzere bazı bölgelerde
İrlanda İngiltere’ye bağlı kaldı. Adanın geri de buğday ve meyve yetiştirilir.
kalanı ise önce Serbest İrlanda Devleti, daha Başkent Belfast, Londonderry ve başka
sonra İrlanda (Eire) ve en sonunda da İrlanda kentlerde büyük çaplı dokum a ve giyim sana­
Cumhuriyeti adını aldı. Kuzey İrlanda’ya eski yileri bulunur. Ayrıca, önemli m iktarda keten
adıyla U lster da denir. Am a eski Ulster kumaş üretilir. A m a günümüzde üretim için
topraklarının bir bölümü günümüzde İrlanda gereken keten bitkisinin büyük bölümü ya­
Cumhuriyeti sınırları içindedir. Yüzölçümü bancı ülkelerden alınmaktadır. Belfast’taki
14.121 km2 olan Kuzey İrlanda’nın nüfusu dev tersanelerde bir zamanlar dünyanın en
1.567.000’dir (1986). Başkenti Belfast’tır. büyük ticaret gemileri ve tankerleri yapılırdı.
Kuzey İrlanda toprakları tarihsel Ulster Sivil ve askeri hava taşıtları da yapılan bu
eyaletini oluşturan dokuz ilden A ntrim , Ar- kentte son yıllarda gemi ve uçak yapımında
magh, Down, Ferm anagh, Londonderry ve azalma görülm ektedir. Kuzey İrlanda’nın
Tyrone’u kapsar. Ferm anagh’ın dışında kalan öbür sanayileri, m aden suyu, taşıt lastiği,
beş il Britanya A daları’ndaki en büyük göl kauçuk ürünleri, viski, tütün, ayakkabı, mo­
olan Neagh Gölü kıyısındadır. bilya, halı, plastik eşya, elektrikli araç ve
Kuzey İrlanda’nın en uzun ırmağı olan optik aletlerdir.
Bann, Down ilindeki M ourne D ağlarından Kuzey İrlanda II. Dünya Savaşı süresince
doğar ve Neagh G ölü’nün içinden geçerek hava ve deniz üssü olarak, İngiltere’yi Atlas
kuzeyde denize ulaşır. Neagh G ölü’nü alçak Okyanusu üzerinden gelecek tehlikelere karşı
bir düzlük çevreler. Düzlüğün ötesinde yer korudu. Buradaki yiyecek, mühendislik, gi­
yer tepeler görülür. Doğal güzelliğiyle ünlü yim, uçak ve gemi yapım sanayileri İngiltere
Antrim tepeleri kuzey ve doğuda, M ourne için büyük önem taşıyordu. Savaş zam anında­
Dağları ve A rm agh tepeleri güneyde, Tyrone ki önem inden dolayı Belfast şiddetli bom bar­
tepeleri ve Sperrin Dağları ise batıda yer alır. dımanlara hedef oldu.
Fermanagh ili çok sayıda göl bulunan engebe­ Halkın yarısından çoğu kentlerde yaşar.
li bir yöredir. Bunların üçte biri Belfast kentinde ya da
İskoçya’nın en yakın noktası Kuzey İrlan­ çevresinde oturur. Belfast, alçak tepelerle
da’ya 21 km uzaklıktadır. Açık havada An- çevrili Belfast Halici’nin ucundadır. Kuzey
trim ’den denizin karşı kıyısına bakıldığında, İrlanda’nın başlıca liman kenti olan Belfast’ta
İskoçya kıyılarındaki evler görülebilir. bir üniversite, radyo-televizyon istasyonu ve
Kuzey İrlanda’nın iklimi fazla sıcak olmadı­ işlek bir havalimanı vardır (bak. B e l f a s t ) .
ğı gibi İngiltere’nin batısı kadar yağmurlu da Belfast’tan sonraki en büyük kent Foyle
değildir. Çok az da olsa kışları kar yağar. Irm ağı’nın kuzeybatısında yer alan London-
Am a karın yerde uzun süre kaldığı seyrek derry’dir. Bunlardan başka, Belfast’ın kuze­
görülür. Ülkedeki yabanıl yaşam İskoçya’nın yinde yeni bir kent olan Newtownabbey ile
güneyi ya da İngiltere’nin kuzeyindekine ben­ Down ilindeki kıyı kenti Bangor ve çok sayıda
zer. A m a İngiltere’de bulunan yılan ve kurba­ küçük sanayi kenti vardır.
ğa gibi bazı hayvanlara Kuzey İrlanda’da Kuzey İrlanda’da halkın üçte ikisi Protes­
rastlanmaz. tan, geri kalanlar ise genellikle Fermanagh ve
Kuzey İrlanda’da topraklar, çoğu aile çiftli­ Tyrone’da yaşayan Katolikler’dir. Konuşulan
ği olan binlerce küçük çiftliğe bölünmüştür. İngilizce Güney İskoçya lehçesine benzer.
Küçük tarlalar kırlara damalı bir görünüm İngiliz ve İskoç adları da çok yaygındır.
verirler. Çiftliklerin çoğunda hem tarım ürün­ Halkın çoğu İskoç ya da İngiliz kökenlidir.
leri, hem de hayvan yetiştirilir. Bütün İngilte­ Kuzey İrlanda’da başlıca iki tür okul vardır:
KUZEY İRLANDA 159

Northern Ireland Inform ation Service


Belfast 17. yüzyılda işlek b ir lim a n o ld u ; 18. yüzyılda bü yük b ir g e m i yap ım m erkezi d u ru m u n a geldi.

Katolikler’in özel okulları ile devlet okulları. ileri sürüyordu. Ö te yandan birçok Protestan
Belfast’taki üniversite dışında Coleraine ve da, Katolikler’in ülkede çoğunluğu sağlama­
Londonderry kentlerinde de birer üniversite ları halinde anayasal düzenin tehlikeye gire­
kurulm uştur. ceğinden korkuyordu. Bunlar, K atolikler’in
çoğunun aynı zamanda cumhuriyetçi olduğu­
Yönetim ve Tarih na ve Kuzey İrlanda’nın İrlanda Cumhuriyeti
İngiltere’nin bir parçası olan Kuzey İrlanda ile birleşmesini istediğine inanıyorlardı.
İngiliz Parlam entosu’nda 17 üye ile temsil Katolikler 1968’de bir “yurttaş hakları”
edilmektedir. 1921’den 1972’ye kadar Kuzey kampanyası başlattı. Bu kampanya, adaletli
İrlanda’nın kendi parlam entosu da vardı. bir seçim sisteminin uygulanmasını, iş bulma
H üküm et seçimle göreve gelen bir başbakan ve barınm a olanaklarında eşitlik sağlanmasını
ile az sayıda bakandan oluşuyordu. Sağlık, ve Özel Yetki Yasası’nın kaldırılmasını amaç­
eğitim, tarım , sanayi, ulaşım ve iç güvenlik lıyordu. Bu yasaya göre insanlar tutuklam a
hizmetlerinden Kuzey İrlanda Parlam entosu emri olmadan gözaltına alınabiliyor ve yargı­
sorumluydu. Dış ticaret ve ulusal savunma ise lanm adan uzun süre gözaltında tutulabiliyor-
İngiliz Parlam entosu’nun sorumluluğundaydı. du. Y urttaş hakları konusundaki gösteriler­
1922’de Serbest İrlanda Devleti’nde ortaya den sonra ayaklanmalar baş gösterdi. 1969’da
çıkan iç savaş Kuzey İrlanda’ya da sıçradı. Kuzey İrlanda Başbakanı Terence O ’Neill,
(Kuzey İrlanda’nın 1921’e kadarki tarihini uygulamak istediği reform lara bazı bakanla­
İR LA N D A C U M H U R İY ETİ maddesinde rın karşı çıkması üzerine istifa etti ve yerine
bulabilirsiniz.) Katolikler, devletin sağladığı James Chichester-Clark getirildi.
barınm a ve iş bulma olanaklarından adaletli Aynı yıl, ülkenin iç güvenliğinden Kuzey
bir biçimde pay alamadıklarını, seçim sistemi İrlanda yönetiminin sorumlu olmasına karşın,
nedeniyle yeterince temsil edilemediklerini düzeni sağlamak için İngiliz ordusu Kuzey
160 KUZEY KORE

İrlanda’ya çağrıldı. Katolikler ile Protestanlar huriyeti, Kuzey İrlanda konusunda bölgenin
arasında güvensizlik ve korku arttı. Caddele­ sorunlarını çözmede yardımcı olmak üzere
re barikatlar kuruldu ve askerler ile silahla­ resmen “danışm an” olarak tanındı. Bu geliş­
nan halk arasında çatışmalar başladı. İrlanda me, bazı Protestan politikacılarca İrlanda
Cum huriyet Ordusu (IR A ) Katolikler’i des­ Cum huriyeti’nin İngiltere’nin içişlerine karış­
tekleyerek, Kuzey İrlanda hükümetinin varlı­ ması biçiminde değerlendirilerek olumsuz
ğına son verilmesini istedi. Buna karşılık, karşılandı.
Protestan gruplar da şiddete başvurdu.
Katolik ve Protestan toplumlarının ilişkile­ KUZEY KORE bak. Kore D e m o k r a t îk H alk

rini iyileştirmek için harcanan çabalara karşın CUM HURİYETİ.


şiddet olayları tırmandı. 1971’de James Chic-
hester-Clark başbakanlıktan istifa etti ve yeri­ KUZEY KUTUP BÖLGESİ ya da A rktika,
ne Brian Faulkner getirildi. Kuzey İrlanda Kuzey Kutup Dairesi’nin (66,5° kuzey enle­
yönetimi şiddeti kışkırttıklarından kuşkulanı­ mi) kuzeyinde kalan tüm toprak ve sulara
lan kişileri göz hapsine almak gibi sert önlem ­ verilen addır. Am a günümüzde Kuzey Kutbu
lere başvurdu. Olaylar pek çok sivil, polis ve çevresindeki, benzer hava koşulları ile bitki
askerin yaralanmasına ve öldürülmesine yol örtüsü olan, ağaçsız ve daha geniş bir alanı
açtı. belirtm ek için de kullanılır.
Şiddet eylemlerinin artması sonucunda İn­ Sularla çevrili büyük bir kara parçası olan
giliz yönetimi 1972’de Kuzey İrlanda Parla- A ntarktika’nın tersine, Kuzey Kutbu kısmen
m entosu’nu geçici olarak kapattı; hüküm et de karalarla çevrili bir okyanustan oluşur. A kde­
istifa etti. Böylece Kuzey İrlanda doğrudan niz’in yaklaşık beş katı genişliğindeki Kuzey
doğruya İngiliz Parlam entosu’nca yönetilm e­ Buz Denizi, kalınlığı yer yer 30 metreyi bulan
ye başlandı. ve suyun üzerinde yüzen buzlarla kaplıdır.
1973’te yapılan referandum u Katolikler A kıntılar ve rüzgâr bu buz kütlelerine büyük
boykot etti. Referandum a katılanların çoğun­ bir basınç yapar. Bu basınçla, bazen, yüksek­
luğu İngiltere’ye bağlı kalma yolunda oy liği 15 metreyi bulan buz kütleleri yerinden
kullandı. 78 milletvekilinden oluşan bir eyalet fırlayabilir. Başka yerlerde de buz çatlar ve
meclisi ve Brian Faulkner başkanlığında çeşit­ birbirinden ayrılır. Suda yüzen bu buz kütle­
li partilerin temsilcilerinden oluşan geçici bir leri düz ve kaygan değildir, rüzgârların üst
koalisyon hükümeti kuruldu. üste yığdığı kar tepecikleriyle kaplıdır. Ban­
Bununla birlikte, çok sayıda Protestan bu kizlerin (yüzerbuzlar) kenarları yaz boyunca
anlaşmaya karşıydı. 1974’ün başlarında Pro­ kırılır ve böylece sağlam gövdeli gemiler
testanların genel grevi bölgeyi felce uğrattı ve kendilerine kısa bir yol açabilir.
hüküm et istifa etti. 1975’te seçilen ve yeni bir Kuzey K utbu’na ilk olarak 1909’da buzlar
yönetim biçimi bulmakla görevlendirilen özel üzerinde köpekleriyle yolculuk eden A B D ’li
kurul, Kuzey İrlanda’da eski yönetim biçimi­ R obert Edwin Peary’nin ulaştığı sanılmakta­
ne dönülmesini önerdi. Am a İngiliz Parla­ dır. D aha sonra SSCB araştırm a ekipleri buz
mentosu bu öneriyi kabul etmedi. Böylece üzerindeki kamp kurarak kutup bölgesinde
bölgenin doğrudan doğruya L ondra’da Kuzey çalışmalar yaptı. A B D ’nin nükleer denizaltısı
İrlanda için atanan bir bakan tarafından Nautilus 1958’de buzların altından Kuzey Buz
yönetilmesine devam edildi. 1982’de yapılan Denizi’ni aşarken, yolu üzerindeki Kuzey
seçimlerde Sinn Fein adlı cumhuriyetçi örgüt K utbu’ndan da geçti. 1969'da Wally H erbert
ilk kez 5 milletvekiliyle meclise girdi. Katolik önderliğindeki bir İngiliz keşif heyeti, A laska’
partiler meclis çalışmalarında görev almayı dan Spitzberg’e (bugün Svalbard) buzlar üze­
reddettiler. rinden giden ilk ekip oldu. Kuzey K utbu’na
İngiliz ve İrlanda hüküm etleri, şiddete son denizden giderek varan ilk gemi SSCB’nin
verecek ve bütün halkın onaylayacağı barışçı nükleer buzkıranı Arktika ydı (1977).
bir çözüm bulmaya çalıştı. 1985’te imzalanan Kuzey Buz Denizi'nin bir yakasında G rön­
bir İngiliz-İrlanda anlaşması ile, İrlanda Cum ­ land, Kanada ve Alaska, öbür yakasında
KUZEY KUTUP BÖLGESİ 161

Kuzey K utup
B ö lg e si'n in beşte b irin i
ALASKA (ABD) KUZEY m uf
o t yetişm e yen çıplak
d a ğ la r kaplar.
Barroyv Burnu
D oğu
Sibirya
Denizi
B e au fo rt
D enizi

Laptev
Victoria Denizi

A dası KUZEY BUZ

KUZEY»KUTBI

Baffin
D enizi DENİZİ

S p iz tb e rg
.(Svalbard)
Barents
D enizi

İZLANDA

SSCB ve İskandinavya yer alır. Bu deniz, yoğun bir bitki örtüsü vardı ve bu bitkilerin
Bering Boğazı ile Bering Denizi’ne ve Büyük bir bölümü tropik bölgelerdekileri andırıyor­
O kyanus’a açılır. Atlas O kyanusu’na ise daha du. Bu zengin bitki örtüsü toprakaltında
geniş bir açıklıktan geçilir. Grönland ile kalarak zamanla kömüre dönüştü. Bugün
Kanada anakarası arasında Baffin Adası ile dağlar, özellikle G rönland, bütün yıl boyunca
-birçok küçük ada bulunur. İzlanda ise, gerçek karla örtülüdür. Tundra bölgeleri ise kışın
Kuzey Kutup Bölgesi’nin hemen dışında yer ince bir kar tabakasıyla kaplanır. Çoğu yerler­
alır. de toprak yüzeyinin hemen altı sürekli don­
Kuzey Kutup Bölgesi’nin toprakları çoğun­ muş olarak kalır. Toprağın sualtında kalmadı­
lukla, bozkır ya da tundradır. Bölgede ğı, çok soğuk olmayan bölgelerde tahıl ve
1.000’den fazla değişik bitki bulunur. Burada sebze yetiştirilebildiği gibi hayvan da otlatıla-
uzun yaz günlerinde çok hızlı büyüyen yüzler­ bilir.
ce değişik çiçek yetişir. Kuzey Kutup Bölge­ Kuzey Kutup Bölgesi’nde, köm ür, bakır,
sindeki bitkilerin tümü başka soğuk dağlık nikel, kalay, elmas, altın ve petrol gibi değerli
bölgelerde yetişenler gibi bodur değildir. Böl­ m adenler vardır. Alaska, Sibirya ve K anada’
genin yaklaşık beşte birini ot yetişmeyen nın kuzeyinde zengin petrol yatakları bulu­
çıplak dağlar kaplar. nur. Am a boruhatlarım çevreye zarar verm e­
Binlerce yıl önce Kuzey Kutup Bölgesi’nde yecek biçimde döşemek zorunlu olduğu için
toprak alanlar bugünkünden daha genişti. petrol ve gaz taşımacılığı pahalıdır.
Bu, o dönem de karaların daha yüksek ya da
deniz düzeyinin daha düşük oluşuna bağlana­ İklim
bilir. İklim de daha ılımandı. Bazı yerlerde Güneşin altı ay boyunca hiç doğmadığı Kuzey
162 KUZEY KUTUP BÖLGESİ

Kutbu bu süre içerisinde sürekli karanlıktır. kanolar, kar ya da buz üzerinde ise köpeklere
Ö bür altı ayda ise, güneş hiç batmaz ve yazın, çektirilen kızaklar kullanırlardı. Evlerini katı
gece yarısı bile kitap okunabilir. Kutup bölge­ kar bloklarından yapar ya da deriden, koru­
sinde güneşin doğuşu ve batışı çok yavaştır. naklı çadırlarda yaşarlardı. Bugün çoğu ahşap
Alacakaranlık uzun bir süreye yayılır. Sürekli evlerde oturm aktadır. Kardan yapılma kulü­
karanlık ve sürekli aydınlık dönem ler güneye beler, Kanada Eskimoları tarafından yalnızca
inildikçe kısalır. geçici barınaklar olarak kullanılır. Geleneksel
Sanılanın tersine dünyanın en soğuk bölge­ Eskimo yaşamı günümüzde büyük ölçüde yok
leri her zaman Kuzey Kutup Dairesi içinde olm uştur (bak. E SK İM O LA R ).
bulunmaz. Sibirya’da, kutup dairesinin güne­ Avrupalılar, Kuzey Kutup Bölgesi’nin bazı
yindeki bir yerde sıcaklık bazen —67°C’ye yörelerine kalıcı yerleşim bölgeleri kurdular.
kadar düşer. Kuzey K utbu’nda ortalam a sı­ G rönland’daki Dan toplulukları ve K anada’
caklık —23°C dolayındadır. Oysa A B D ’nin daki ünlü Hudson Körfezi Kumpanyası’nın
bazı yerleşim yerlerinde kış daha soğuk geçer. yönetimindeki ticaret merkezleri bunlara ör­
Kuzey Kutup Bölgesi’nde yazlar da olduk­ nek gösterilebilir. SSCB’de de nüfusları 150
ça sıcak geçebilir. Sıcaklığın gölgede 38°C’ye bine ulaşan madencilik kasabaları vardır.
ulaştığı görülmüştür. Denizden esen soğuk Kuzey Avrupa ve A sya’da Laponlar ile bazı
rüzgârlardan korunan kuytu yerlerde sıcaklık SibiryalI kabileler yaşar. Bu insanların bir
sık sık 27°C’ye kadar çıkar, ama yaz mevsimi bölümü yerleşik bir yaşam sürer.
oldukça kısa sürer.
Hayvan Yaşamı
Kuzey Kutbu'nda Yaşam Tarihöncesi dönem lerde Kuzey Kutup Bölge­
Alaska, Kanada ve G rönland’daki Eskimolar si’nde ilginç hayvanlar yaşıyordu. Bunlardan
bölgenin batı kesimlerinde yaşar. Geleneksel biri de uzun, kıvrık dişleriyle, tüylü ve koca­
olarak yaşamlarını avcılık ve balıkçılıkla sür­ man bir file benzeyen m am uttu. Sibirya’da
düren Eskimolar, suda kayak adı verilen hiç bozulmadan kalmış m am utlar bulundu.
Topham Bu hayvanların ölür ölmez dondukları, top­
rak kayması sonucu üzerlerinin örtüldüğü ve
bu soğuk ortam da çürüm eden kaldıkları sanıl­
maktadır.
Günüm üzde tundralarda rengeyiği sürüleri
otlar. Bazı bölgelerde hâlâ samur ve tilkiler
kalın kürkleri için avlanmaktadır. Bölgenin
öbür hayvanları arasında kurtlar, dağ koyun-
ları, tavşanlar ve kakım lar bulunur. Bazı
bölgelerde kış uykusuna yatan Am erika boz
ayıları yaşar. Buzullar üzerinde yaşayan ku­
tup ayıları ise ara sıra karaya çıkar. Kutup
ayıları içinde yalnızca dişi ayılar, o da ilkba­
harda yavrulayacaklarsa kış uykusuna yatar.
Kutup ayılarının başlıca besini ayıbalıklarıdır.
Ayıbalıkları ve morslar suda yaşar, yavrula­
mak, tüy dökm ek ve güneşlenmek için sürü­
nerek buzların üstüne çıkarlar. Yaz aylarında
birkaç tür balina da yiyecek bulmak için
kutup bölgesine gelir. Ticaret amacıyla avlan­
ma yüzünden balinaların sayısı çok azalmıştır.
Kuzey Kutup Bölgesi balıkçılar için bir
K anada'nın k u tu p b ö lg e sin d e yaşayan çağdaş
E skim olar, kanodan çok takm a m o to rlu tekn ele r cennettir. Irm aklar, göller sombalığı ve alaba­
kullan ırlar. lık ile doludur, denizler de m orina ve halibut
KUZUKULAĞI 163

B ryan & Cherry A lexander

K u tu p ayısının tü y lü ayak tab anları, Kuzey K utup


B ö lg e si'n in kaygan buzları üzerinde rahatça
koşm asını sağlar.

yönünden oldukça zengindir. D ünyada avla­


nan balıkların öîıemli bir bölümü Kuzey
K utbu’nun sularından elde edilir.
Kuzey K utbu’nda en kuzeydeki soğuk böl­
gelerde bile çeşitli böcekler yaşar. Yaz ayla­
rında arılar, sinekler, sivrisinekler ve kele­
bekler görülür. Kuşlar arasında kuzgun ve kar
baykuşu karanlık kış boyunca bölgede kalır­ Frank Lane Picture Agency
ken, pek çok başka kuş güneye göç eder. A ğaç tep esin e yaptığı yuva sında ya vru la rıyla b irlik te
Bunlar arasında eskiden bu bölgedeki insan­ duran b ir bayağı kuzgun. Kuzgunların gagası, dikkat
ların et, yum urta ve tüylerinden yararlandık­ çekecek ö lçü d e kalın ve irid ir.

ları ördekler, yabankazları, kuğular, m artılar


ve kartavuklar sayılabilir. Ayrıca, bölgede gunların temel besinini leşler ve tavşan gibi
dalıcımartılar, okyanus martısı ve binlerce küçük memeliler oluşturur. Eğitildiklerinde
denizpapağanı yaşar. bazı sözcükleri söyleyebilen bu kuşlar çok
uzun öm ürlüdür. O rtalam a 15 yıl yaşayan
KUZGUN. Uzunluğu 66 santimetreyi bulan bayağı kuzgunların bakım altında 69 yıl yaşa­
bayağı kuzgun (Corvus corcuc) yalnız kargagil­ dığı kayıtlara geçmiştir.
lerin (Corvidae familyası) değil, tüm ötücü- Bayağı kuzgun A vrupa, Asya’nın kuzeyi,
kuşların (Passeriformes takımı) da en iri K anada’nm ılıman bölgeleri ve A B D ’nin ku­
üyesidir. Bazı lirkuşları ve saksağanlar daha zeyinde yaşar. Türkiye’nin bütün bölgelerin­
uzun olmakla birlikte gövdeleri kuzgundan de bulunur. Güney A frika kuzgunu (Corvus
daha küçüktür. Tümüyle siyah olan bayağı albicollis) bayağı kuzgun kadar iri değildir.
kuzgun, karga gibi gaklamanın yanı sıra bahar­ Ensesinde beyaz bir leke bulunan bu tür, evcil
da gıdaklamaya benzer sesler de çıkarır. hayvanlara saldırdığı için özellikle çiftçiler
Kuzgunlar genellikle dağlık yörelerde ve tarafından öldürülm ektedir.
deniz kıyılarında yaşar. Çalı çırpı ve toprak
kullanarak kaya çıkıntılarında ya da bazen KUZUKULAĞI adını alan otsu bitkilerin
ağaç dallarında yaptığı yuvasını yosun, kıl ve yaprakları sebze olarak yenir. Kuzukulağıgil-
yünle döşer. Dişi, yuvaya mavi ya da yeşilim­ ler familyasının Rum ex cinsinde bulunan bu
si, kahverengi lekeli 4-6 yum urta bırakır. çokyıllık bitkilerin iki önemli türü vardır. H er
Kuzgunların hasta ve yaralı koyunlara ya ikisi de ok biçimli, tüysüz yapraklarıyla dikka­
da kuzulara saldırıp öldürdükleri söylenir. ti çeken bu türlerden küçük kuzukulağı (R u-
Am a bu ender rastlanan bir durum dur. Kuz- m ex acetosella) A vrupa’da olduğu gibi A na­
164 KÜBA

dolu’da da yabani olarak yetişir. Ekşi yaprak­


K Ü B A ' Y A İLİŞKİN B İL G İL E R
larından ötürü “ebemekşisi” ve “ekşikulak”
YÜZÖLÇÜMÜ: 110.860 km2.
gibi adlar da verilen bitkinin yapraklarından NÜFUS: 10.421.000 (1988).
yemek ya da salata yapılır. Om letlere ve YÖNETİM: Bağımsız cum huriyet.
çorbalara katılan, bazen de yemeği yapılan BAŞKENT: Havana.
büyük kuzukulağı (Rum ex acetosa) ise en çok BAŞLICA DIŞ TİCARET ÜRÜNLERİ: Şeker, melas, tütün,
puro, balık, bakır, manganez ve krom cevherleri.
A vrupa’da ve SSCB’de tüketilir. A nadolu’da
ÖNEMLİ KENTLER: Havana, Holguin, Camagüey, Santi­
sebze olarak yenen başka kuzukulağı türleri ago de Cuba, Santa Clara.
(örneğin, Rum ex scutatus ve Rum ex tubero- EĞİTİM: 6-16 yaşları arasında zorunlu ve parasızdır.
sus) de vardır.
Kuzukulağı türlerinin yapraklarına ekşi ta­ büyük ada, yaklaşık 1.250 km boyundadır.
dı oksalik asit verir. Bu asit böbreklerde taş Küba, Kuzeyde Meksika Körfezi ve Atlas
O kyanusu’yla, güneyde de Karayib Denizi’y-
L . W. Brownell
le çevrilidir. En yakın komşusu olan H aiti’den
W indward Boğazı ile ayrılır.
Küba topraklarının yaklaşık dörtte biri
dağlıktır. Geri kalan alanları düz ve geniş
ovalarla alçak yaylalar kaplar. Güneydoğu
ucundaki sarp M aestra D ağları’nın en yüksek
noktası 2.005 metreyle Turquino D oruğu’dur.
Güneyde denizden dimdik yükselen yalçın
kayalıklarla çevrili olan bu dağların etekleri
sık tropik orm anlarla örtülüdür. Ünlü H ava­
na tütünü vadilerde ve dağ etekleri boyunca
uzanan ovalarda yetişir. A dada sarp kayalık­
larla çevrili birçok derin çöküntü ya da çukur
bölge vardır.
Kıyılarında çok sayıda derin ve güvenli
liman bulunan K üba’ya “ 100 liman adası” da
denir. Tek uzun akarsuyu olan Cauto Irmağı
249 km boyundadır ve yaklaşık üçte biri
gemiler tarafından kullanılabilmektedir.
A s itli to p ra kla rd a yetişe n küçük kuzukulağının ekşi
ya p raklarında n sebze olarak yara rlan ılır. Ö bür ırmaklarının hepsi dağlardan gelen sel
sularından oluşur. Zam an zaman kireçtaşı

oluşumuna yol açtığı için böbrek hastalığı


olan kişilerin kuzukulağı yememesi gerekir.
Kuzukulağı yaprakları çok eskiden beri halk
ilacı olarak kullanılmış, en çok da lapa yapıla­
ATLAS OKYANUSU
rak çıbanları iyileştirmede yararlanılmıştır.
p MEKSİKA KÖRFEZİ \ ) ' >
G ene Rum ex cinsinden, daha iri yapılı bir f V . .^BAHAMALAR
§f HAVANA- . • 1
grup bitki türü ise “labada” adıyla tanınm akta
ve yaprakları aynı kuzukulağı türlerininki gibi İE v
kullanılmaktadır. <n f^jBtttZE JAMAİKA *» 0 *
GUATEM^C^^^DURAS «ABAYBoma >r
KÜBA, Batı Hint A daları’nın en büyüğüdür EL SALVADOFîVnİKARAGUA
V / K A N A l^ - y \^
ve batı yarıkürede kurulan ilk sosyalist devlet­ KOSTA R i K A ^ ^ - ^ ^ y ^
b ö l g e s i/ lQ >
\ VENEZUELA >
X.
tir. Küba Cumhuriyeti toprakları, büyük Kü­ panam aS *'— ■? y
ba A dası’nın yanı sıra çevresindeki birçok m m<XYAW Ş p * K O LO M BİYA! V
küçük adayı da kaplar. D ar ve uzun olan
KÜBA 165

Küba nüfusunun yüzde 12’si Siyah kölele­


rin torunlarıdır. Halkın yüzde 66’sını çoğu
İspanyol kökenli olan beyazlar ve yüzde
22’sini Afrikalılar ile beyazların soyundan
gelen melezler oluşturur.
Kübalılar atletizm, yüzme, boks, beyzbol,
futbol gibi sporlarda çok ileridir. Müzikleri
İspanyol melodileriyle A frika ritimlerinin bir
karışımıdır. Küba dansları arasında rumba,
m am bo, konga ve Küba bolerosu sayılabilir.
Kübalılar şiire özel bir ilgi duyar. Küba ulusal
sanatı hem Siyah hem de İspanyol etkilerini
yansıtır.
K üba’da kentleşme oranı yüksektir. Nüfu­
sun yüzde 70’ten fazlası kentlerde yaşar.
Başkent H avana’nın nüfusu 2.036.799’dur
(1987). Ulusal bütçenin önemli bir bölümü
eğitime ayrılmıştır. H avana Üniversitesi
1728’de kurulm uştur. Ülkede ayrıca başka
birçok okul ve yüksekokul vardır. (Ayrıca
bak. H a v a n a .)

Tarım ve Sanayi
1959 Küba Devrimi öncesinde ülke ekonomisi
çokuluslu ABD şirketlerinin yönetiminde sür­
dürülen şekerkamışı üretim ine dayanıyordu.
The H utchison Library Ayrıca hayvancılık ve tütün üretimi de önem ­
B ir okulda, Küba D e v rim i'n in ö n d e rle rin d e n Che liydi. K üba’da devrimin ardından ekonominin
G uevera'nın p o rtre si altında y e m e k yiye n çocuklar.
tek ürüne bağlı olmasının sakıncaları dikkate
alınarak, merkezi planlamayla ürün çeşitle­
mağaralarında gözden kaybolan bu akarsular, mesine gidildi. Yabancı şirketler devletleşti-
daha sonra yeniden ortaya çıkar. rildi ve sanayi yatırımlarına önem verildi.
Tropik iklim kuşağında bulunan Küba sıcak Bugün K üba’nın toplam yüzölçümünün yarı­
bir ülkedir, ama denizden gelen alize rüzgâr­ sından fazlasında tarım yapılır ve halkın beşte
ları aşırı sıcaklığı önler. O rtalam a sıcaklık biri tarım işçisidir. Tarım alanları hafif eğimli
ocak ayında 21°C, tem muzda ise 27°C’dir. ya da düz olduğundan m odern tarım araçları­
A da çolc yağış alır. Yağmurların dörtte üçü, nın kullanımı için çok elverişlidir. Batı K üba’
mayıs ve kasım ayları arasında yağar. Küba da daha çok küçük çiftlikler, Camagüey
tayfunların yolu üzerindedir ve bu yıkıcı bölgesinde ise çok büyük şekerkamışı plan­
fırtınalar çoğunlukla eylül ekim arasında eser. tasyonları (büyük çiftlikler) ve sığır çiftlikleri
K üba’da bulunan hayvanların çoğu küçük­ bulunur.
tür ve dünyanın başka hiçbir yerinde bulun­ Küba, dış ülkelere şekerkamışından üretti­
mayan keme türleri yaşar. Yarasalarla ada- ği şeker başta olmak üzere, tütün, pirinç,
tavşanlan da çok yaygındır. Ü lkede, araların­ kahve, turunçgiller ve kakao satar. Ülkenin
da kışın Kuzey A m erika’dan gelen pek çok en iyi tütünü H avana’nın batısında yetişir.
göçmen kuşun da bulunduğu yüzlerce değişik Daha ada Kristof Kolomb tarafından keşfe­
kuş türü vardır. Ayrıca K üba’da sürüngenler, dilmeden önce de K üba’da tütün yetiştirilirdi.
böcekler ve örümcekler de pek boldur. K üba’ İspanyol kâşifler tütünle ilk olarak burada
yı çevreleyen denizlerde çok çeşitli balık ve karşılaştılar. Küba, dış ülkelere önemli ölçü­
kabuklu deniz hayvanı yaşar. de muz, ananas ve greyfurt satar.
166 KÜBA

G ö n ü llü le r şekerkam ışı to p lu y o r. Şeker, K üb a'nın en ö n e m li dış tica re t ü rü n ü d ü r.

Bir zamanlar bütün ada orm anlarla kaplıy­ Tarih


dı. Günüm üzde de hâlâ sedir, gülağacı, maun 1492’de Kristof Kolomb K üba’yı İspanya
ve başka değerli ağaçlar bulunm aktadır. O r­ adına ele geçirdiğinde zengin Hindistan top­
m anlar, daha çok şekerkamışı yetiştirmek için raklarını bulduğunu sandı. Adanın ilk valisi
kesildi ve ağaçlar öyle azaldı ki, Küba dışarı­ olarak atanan Diego de Velazques, 1511’de
dan kereste satın almak zorunda kaldı, ama bölgeyi sömürgeleştirmek üzere bir askeri
1960’larda İ milyonu aşkın yeni ağaç dikildi. birlik eşliğinde İspanya’dan geldi. Küba 400
Küba, dünyanın en önemli nikel üreticileri yıldan fazla bir süre İspanya’nın sömürgesi
arasındadır. Dem ir, manganez, kromit ve olarak kaldı. Havana A m erika’daki İspanyol
bakır elde edilir. Küba topraklarında köm ür sömürgelerinin ana limanı ve deniz üssü oldu.
yoktur, ama bir miktar petrol çıkarılır. Sığ kıyı Y erliler’in çoğu öldürüldü; İspanyollar şeker­
havuzlarında deniz suyu buharlaştırılarak tuz kamışı ve tütün plantasyonlarında çalıştırmak
üretilir. üzere A frika’dan köle getirdiler. İspanyol
Şeker ve tütün işleme Kübalılar’m en yönetimine karşı hoşnutsuzluğu artan Kübalı­
önemli sanayileridir. Küba puroları dünyaca lar, 1868’de Carlos M anuel de Cespedes
ünlüdür. Devletçe işletilen fabrikalarda çelik, önderliğinde ayaklandı ve bu ayaklanma
çimento, gübre, petrol ürünleri, kimyasal 1878’e kadar süren On Yıl Savaşı’nı başlattı.
m addeler, dokum a ve giysi üretilir. Kıyı Kesin bir başarı sağlayamayan isyancılar
açıklarında denizden sünger çıkartılır. Balık­ 1878’de barış antlaşmasını imzaladılar. Bu
çılık, giderek gelişen bir sanayi dalıdır. antlaşmayla İspanya bazı reform lar yapmaya
A na karayolu, bütün büyük kentlere uğra­ söz verdiyse de sözünü tutm adı. D aha sonraki
yarak K üba’yı hemen hemen boydan boya ayaklanmalar da kanlı bir biçimde bastırıldı.
geçer. 6.000 km uzunluğunda bir demiryolu İspanya 1886’da köleliği kaldırdı. Ne var ki,
ve büyük m odern havaalanları vardır. K üba’nın öteki istemlerini yerine getirmedi.
KÜBİZM 167

1895’te Küba Bağımsızlık Savaşı başladı ve yarıkürede barışı tehlikeye sokmakla suçlaya­
başkaldıran Kübalılar bir yıl içinde adanın rak adayı denizden kuşattı. Bir hafta sonra
önemli bir bölümünü ele geçirdiler. SSCB, K üba’da kurmuş olduğu üsleri sökm e­
1898’de, A BD savaş gemisi Mairıe Havana yi kabul etti. Bu olay A B D ile SSCB’yi
limanında havaya uçuruldu. Geminin batırıl­ savaşın eşiğine getirmişti. K üba’nın SSCB ile
masından İspanya’yı sorumlu tutan ABD ilişkileri bu olaydan sonra soğudu ve 1968
yönetimi İspanyollar’a savaş açtı (bak. İS- kadar Küba daha çok dünyanın azgelişmiş
p a n y a - A m e r i k a S a v a ş i ) . İspanyollar kısa süre­ ülkelerindeki devrimci hareketlere destek
de yenildiler ve 1898’de K üba’yı A B D ’ye verdi. 1968’den sonra SSCB ile ilişkileri yeni­
bıraktılar. den düzelen K üba’nın sosyalist ülkelerle olan
1899’da K üba’nın bağımsızlığı tanındı, ama ekonomik bağları giderek arttı. Günüm üzde
A BD işgali üç yıl daha sürdü. 1902’de K üba’ A BD ile hâlâ gergin ilişkiler içinde olan
nın iç ve dışişlerinde söz sahibi olma ve Küba, SSCB ve öbür Doğu Avrupa ülkeleri­
burada deniz üssü kurm a hakkını alan ABD nin başlattığı reform hareketinin dışında kala­
birlikleri, Küba topraklarını terk etti. Am a cağını açıkladı.
K üba’nın askeri ve ekonomik açıdan A B D ’ye
bağımlılığı sürdü. 1925’ten sonra K üba’da KÜBİZM, 1907-14 arasında Fransa’da Pablo
başkanlık sistemi bir diktatörlük yönetimi Picasso ve Georges Braque önderliğinde geli­
olarak gelişti (bak. D İK T A T Ö R ). Bu diktatörle­ şen bir resim akımıdır (bak. B R A Q U E , G EO RG ES;
rin çoğunun ardında 1920’lerin sonuna doğru P i c a s s o . P a b l o ) . 1908’de bir sergide B raque’ın
ordunun denetimini eline geçiren çavuş Ful- l’Estaque’ta Evler resmindeki evleri “üst üste
gencio Batista bulunuyordu. Batista 1933’te yığılmış küplere” benzeten Fransız eleştirmen
bir darbeyle devlet yönetimini de ele geçirdi Louis Vauxcelles’in, aynı benzetmeyi bir yazı­
ve 1958’in sonuna kadar iktidarda kaldı. Fidel sında kullanması üzerine bu yeni akıma K ü­
Castro aralarında ünlü devrimci Che Gueve- bizm denmeye başlandı.
ra ’nın da bulunduğu bir grup arkadaşıyla Kübist resim anlayışını benimseyen A lbert
birlikte B atista’ya karşı ayaklandı (bak. C a s - Gleizes, Jean M etzinger, R obert Delaunay ve
t r o , F i d e l ) . İki yıl süren gerilla savaşı sonunda Ducham p Kardeşler gibi bazı ressamlar
Batista ülkeden kaçtı. H avana’ya giren Cas- 1911’de Paris’te Salon des Independants’da,
tro ’nun birlikleri 1959’da yönetime el koydu akımın en kapsamlı ilk toplu sergisini açtılar.
ve Castro başbakan oldu. Sergide yer alan yapıtlar, izleyenler ve eleştir­
Castro yönetimi, geniş bir toprak reform u­ menler arasında büyük bir şaşkınlık yarattı.
nun yanı sıra, şeker ve petrol rafinerilerinin Bir yıl sonra Gleizes ile M etzinger, Kübizm
kamulaştırılmasını da içine alan çeşitli re­ üzerine ilk kuramsal çalışma olan Du Cubis-
form lar yaptı. Reform hareketlerinden ve me (“Kübizm Ü zerine”) adlı bir kitap yayım­
özellikle de toprakların kamulaştırılmasından ladılar.
en fazla zarar görenler A B D şirketleri oldu. Kübizm Akımı 20. yüzyıl başlarında, ünlü
Bunların baskısıyla A BD yönetimi K üba’ya fizik kuramcısı A lbert Einstein’ın geliştirdiği
ekonomik ambargo uygulamaya başladı. A y­ görelilik kuramıyla zam an, uzay ve kütle
rıca K üba’nın yeni yönetimine karşı olan kavramlarını değiştirerek, bilim ve felsefe
birçok kişi A B D ’ye göç etti. A B D ’de askeri alanında yepyeni bir çığır açtığı dönemde
eğitim gören bu göçmenlerin 1961’de Dom uz­ doğdu (bak. ElN STEIN . A L B E R T; G Ö R EL İL İK K U R A ­
lar Körfezi’ne yaptıkları çıkarma girişimi Kü­ M I). Kübizm’in kuramsal dayanağını G ertrude
ba ile A B D ’nin ilişkilerinin daha da gerginleş­ Stein, Alfred Jarry ve Guillaume Apollinaire
mesine neden oldu. Bu arada SSCB ile gibi yazar ve şairlerin yapıtlarında yer alan
ilişkileri gelişen Küba, ülkenin sosyalist bir düşünceler oluşturuyordu. 1900’lerde G ertru­
çizgi izleyeceğini açıkladı. de Stein’ın Paris’teki evi Braque, Picasso ve
A B D , kıyılarına bu kadar yakın bir sosya­ Matisse gibi öncü sanatçıların sık sık buluştu­
list ülkeyi hiç hoş karşılamadı. 1962 Ekim ’in- ğu bir uğrak yeriydi (bak. M a t i s s e , H e n r i ) .
de, SSCB’yi K üba’da füze üsleri kurarak batı Picasso, Stein’in yeni başlayan yüzyılı “her
168 KÜBİZM

iç içe geçmiş gibi durduğu bu resimler daha


çok çözülmesi güç bir bilmeceye benziyordu.
Picasso’nun Avignonlu Kızlar'\ (1907) ile
B raque’ın Çıplak (1907) adlı yapıtı yeni başla­
yan bir akımının ilk habercisiydi. Kübizm’in
en güçlü temsilcileri olan bu iki sanatçı aynı
apartm anda oturuyordu. Kişilikleri çok farklı
olmakla birlikte, zamanla ilişkileri güçlü bir
dostluğa dönüştü. Resimlerini genellikle mo­
del kullanmadan yapar, sonra da resimler
üzerinde saatlerce tartışırlardı.
Kübizm Akımı çözümsel (analitik) ve bire-
şimsel (sentetik) olarak iki evrede gelişti.
Akım ın 1912’ye kadar süren ilk evresinde
1900’lerde Paris’te sergisi açılan A frika hey­
kel sanatının ve 1907’de Paris’te bir sergi açan
Fransız ressam Paul Cezanne’ın etkileri ege­
mendi (bak. A F R İK A H A LK LA R I; C e z a n n e , P a u l ) .
A n a d o lu Yayıncrlık A rşivi Cezanne’m Yıkananlar (1898-1905) adlı yapı­
Pablo P icasso'nun A vig non lu Kızlar adlı yapıtı. tından esinlenen ressamlar konu aldıkları
nesnelerin değişik açılardan elde edilen gö­
şeyin param parça olduğu, yıkıma uğradığı ve rüntülerini küçük yüzeyler biçiminde yan
yalnızlığa terk edildiği” bir çağ olarak tanım ­ yana getirerek çizmeye başladılar.
layan sözlerinden çok etkilenmişti. Çağının Picasso’nun Avignonlu Kızlar adlı yapıtın­
gerçeklerini en iyi biçimde anlatabilecek bir daki kızların yüzleri Afrika Yerlileri’nin yap­
resim dili oluşturma çabası onu Kübizm’e A n a d o lu Yayıncılık A rşivi
yaklaştırdı. Yeni bir anlatım dili arayan Bra-
que gibi sanatçılarla birlikte geleneksel resim
anlayışının katı kurallarına karşı çıktı. Nesne­
leri ışık, gölge ve perspektif gibi rastlantısal
özelliklerinden arındırarak onları, tem el özel­
likleriyle çizmeye başladı. Nesneleri geom et­
rik öğelerine ayrıştırarak, yatay ve dikey
çizgilerle resmetti.
Am aç nesneleri “izleyicinin bulunduğu yer­
den görebileceği biçimde” değil, değişik ko­
şullarda ve başka açılardan baktığında görebi­
leceği özellikleriyle de gösterebilmekti. So­
nuçta geleneksel sanat anlayışının tüm kural­
ları altüst oldu. Biçimler ve derinlik duygusu
yalnızca renklerle belirlendi. Sözgelimi, kır­
mızımsı kahverengi gibi sıcak renkler yakını;
mavi, yeşil, gri gibi soğuk renkler ise uzağı
belirtm ekte kullanıldı. Kübist ressamlar çeşit­
li insan figürleri ve portreler yaptılar. N atür­
m ortlarında (ölüdoğa) ise en çok gitar, ke­
man, arp gibi çalgılara, resim paleti ve sürahi
gibi çevrelerinde gördükleri her türlü nesneye
yer verdiler. G eorges B rag ue 'ın 1929'da yaptığı Yuvarlak Masa
Nesnelerin birbirinden kopuk kopuk ya da adlı yapıtı.
KÜÇÜK GEZEGEN 169

tığı m askelere benziyordu. Arkadaşları ilk


gördüklerinde hiç sevmedileri bu resmi şid­
detle eleştirdiler. Bunun üzerine Picasso da
resmi yarım bıraktı ve resim yıllarca bir
kenarda kaldı. Oysa Kübist resim anlayışının
ilk örneği olan bu resim sonradan birçok
sanatçıya esin kaynağı olacaktı.
Bireşimsel Kübizm döneminde resimlere
gazete kesikleri, kibrit kutusu, zincir gibi
gerçek nesnelerin yapıştırılmasıyla oluşan ko­
laj tekniği kullanıldı. Sözgelimi Picasso B am ­
bu Sandalyeli Natürmort'u (1912) yaparken
tuvalin üzerinde gazete, pipo, bardak gibi
nesneler, Braque ise Pipolu A d a m ’da (1912)
Julian Baum lScience Photo Library
kalem ve duvar kâğıdı kullandı.
Bir küçük gezegen (altta sağda), G üneş'in (ortada)
Kübizm resim sanatındaki kadar olmasa da çevresinde d o la nan , yaşa m da n yoksun, ufak, kayaç
heykel ve m im arlıkta da etkili oldu. Heykelde yapılı b ir g ö kcism id ir. Bu ilg in ç g ö rü n tü , gerçeğe çok
Kübist anlayışın ilk örnekleri Picasso’nun uyg un olm akla b irlikte , b ir sanatçının izle n im id ir.
kâğıt, teneke ve tahta parçalarını birleştirerek
asamblaj (birleştirme) tekniğiyle oluşturduğu daha küçük, birkaç gökcismi daha belirlendi.
heykellerdir. Kübizm’i benimseyen başlıca Bugün astronom ide bu cisimler küçük geze­
heykelciler Jacques Lipchiitz ve Alexander gen ya da asteroit olarak tanımlanır.
A rchipenko’ydu. Piazzi’nin 1801 ’de keşfettiği Ceres, bilinen
I. Dünya Savaşı başlayınca Kübist ressam­ küçük gezegenlerin en büyüğüdür. C eres’in
lar dağıldı. Sonradan yeniden bir araya geldi­ çapı yaklaşık 1.020 kilom etredir. Am a küçük
lerse de eskisi kadar etkili olamadılar. Am a gezegenlerin büyük bölümü çok küçüktür.
Kübizm Akımı daha sonraki yıllarda Fransa’ Büyüklük bakım ından C eres’ten sonra gelen
da R obert Delaunay önderliğinde Orfizm, Pallas’ın çapı yalnızca 585 kilom etredir. Bili­
İtalya’da resim alanında Carlo C arrâ’nm baş­ nen 2.000 dolayındaki küçük gezegenin ancak
lattığı Gelecekçilik (Fütürizm ), Rusya’da Ka- 250 kadarının çapının 100 km ya da daha
zimir Maleviç önderliğinde Kübik Gelecekçi­ büyük olduğu sanılmaktadır.
lik (Kübo-Fütürizm) ve İngiltere’de Wynd- A stronom lar, Güneş sisteminde milyonlar­
ham Lewis’in başını çektiği Vortisizm gibi ca küçük gezegenin bulunduğunu söylemek­
öncü akımların gelişmesine yol açtı. tedirler; bunların bazıları yalnızca irice bir
Mimarlıkta ise Le C orbusier’nin yaptığı çakıl büyüklüğündedir. Küçük gezegenlerden
konut tasarım ları Kübizm A kım ı’nın etkileri­ yansıyan ışık ışınları üzerinde yapılan incele­
ni yansıtıyordu (bak. Le C O R B U S IE R ). Sanat m eler, bu cisimlerin büyük çoğunluğunun
tarihinde bir devrim yaratan Kübizm Akımı dem ir ve nikel gibi m etallerle karışmış taşsı
grafik sanatlardan dekoratif sanatlara kadar m alzem elerden oluştuğunu göstermektedir.
birçok alanda etkili oldu (bak. G r a f î k S a ­ A m a, G üneş’ten çok uzakta olan bazılarının
n a tl a r ). buz ve kayaçlardan oluştuğu sanılıyor.
Küçük gezegenlerin büyük bölümü G ü­
KÜÇÜK GEZEGEN. 1801’de İtalyan astro­ neş’in çevresinde, M ars ile Jüpiter’in arasın­
nom Giuseppe Piazzi, G üneş’in çevresinde daki bir yörüngede dolanm aktadır. Önceleri
M ars’tan biraz daha uzak bir yörüngede dola­ bu cisimlerin patlamış bir eski gezegenin ka­
nan yeni bir gökcisminin varlığını ortaya çı­ lıntıları olduğu düşünülürdü, ama bugün
kardı. Önceleri bunun Mars ile Jüpiter geze­ Mars ile Jüpiter’in arasında herhangi bir
genleri arasında yer alan yeni bir gezegen ol­ başka gezegenin bulunmuş olduğu varsayımı
duğu sanıldı. A m a, bu keşfi izleyen birkaç yıl bırakılmıştır. Çünkü, Güneş sisteminin en
içinde, hepsi de normal gezegenlerden çok büyük gezegeni olan Jüpiter’in kütleçekimi
170 KÜÇÜKHİNDİSTANCEVİZİ

çok güçlüdür ve bu nedenle o bölgede bir len ve 20 m etreye kadar boylanabilen bir
başka gezegeni oluşturacak kadar malzeme ağaçtır. Dikildikten sekiz yıl sonra meyve
toplanıp birleşmiş olamaz. vermeye başlayan bu ağaçlar iyi bakıldığı
zaman ortalam a 25 yıl verimliliğini sürdürür.
Küçük Gezegen Grupları Açık sarı çiçeklerinin döllenmesiyle oluşan
Küçük gezegenlerin çoğu Mars ile Jüpiter meyveler toplanmayıp bırakılırsa bütün bir
arasındaki bir yörüngede dolanm akla birlikte, mevsim dökülmeksizin ağacın üzerinde kalır.
yörüngeleri G üneş’e daha yakın olan küçük A ltın sarısı rengiyle aynı bir kayısıyı andı­
bir grup daha vardır. Apollon G rubu denen ran küçükhindistancevizi meyveleri tümüyle
bir grup da D ünya’nın yakınından geçer. Bu olgunlaştığında ortadan ikiye yarılır ve için­
grupta yer alan küçük gezegenlerin en büyük­ den kırmızı renkli, etli bir kılıfla kaplı sert
leri A pollon, İkaros ve E ros’tur. Başka iki kabuklu tohum lar çıkar. H er meyvede küçük
grup da Jüpiter’in Güneş çevresindeki yörün­ bir cevizi andıran tek bir tohum bulunur.
gesine yakalanmış durum dadır. Bu iki grup­ Tohum lar, üzerindeki kılıf ayrıldıktan sonra,
tan biri dev gezegenin önünde, öbürü ise aynı fm nda iyice kurutulur ve kabuğu kırılarak içi
uzaklıkta ama arkada yol alır. Bu iki gruba çıkanlır. İşte baharat olarak yararlanılan bu
Truva G rupları denir, çünkü gruptaki küçük bölümdür, ama çok sert olduğundan ancak
gezegenlerin pek çoğunun adı (Aşil, H ektor, rendelenerek kullanılabilir. Tohum ları saran
A gam em non, Patroklos) Truva Savaşı’nın kırmızı renkli kılıftan da baharat olarak yarar­
kahram anlarından gelir. Truva G rupları’nda lanılır.
yaklaşık 40 küçük gezegenin yer aldığı saptan­ Küçükhindistancevizi tohum larından, sıkı­
mıştır. larak tereyağı kıvamında san bir yağ çıkarılır.
M erhem gibi deriye sürülerek romatizma
KÜÇÜKHİNDİSTANCEVİZİ, tropik bölgele­ ağnlannı giderm ek için kullanılan bu yağın
re özgü bir ağacın (Myristica fragrans) baha­ yanı sıra, gene tohum lardan, gaz söktürücü
rat olarak kullanılan tohum larıdır. Tohum lar olarak kullanılan uçucu bir yağ da çıkarılır.
yakıcı kokusu ve baharlı tadı nedeniyle çok Aslında halk arasında küçükhindistancevizi­
eskiden beri gerek doğuda, gerek batıda nin gaz söktürm ek amacıyla doğrudan kulla­
nımı da çok yaygındır, bu amaçla özellikle
bebeklerin m am alarına katılır. Oysa yüksek
m iktarları bebeklerde zehirlenm elere yol aça­
bilir, bu nedenle de bu biçimde kullanılması
tehlikelidir.

KÜÇÜK KAYNARCA ANTLAŞMASI


(1774). Osmanlı D evleti’nin 1768’den beri sü­
ren savaşta Rusya karşısında uğradığı yenilgi­
yi belgeleyen antlaşmadır. Antlaşm a hüküm ­
leri uzun vadede Osmanlı Devleti için son de­
K üçü kh in d ista n ce vizin in m e yve le ri yarıld ığ ında
içinde n küçük b ir cevizi andıran bu ru şu k kabuklu
rece yıkıcı sonuçlar doğurmuştur.
to h u m la r çıkar. Osmanlı-Rus Savaşı daha çok Rus Çariçesi
K aterina’nın (bak. Kater İn a ) yayılmacı siya­
değerli baharatlar arasında sayılmıştır. G ünü­ setinden dolayı çıkmıştı. K aterina’mn Lehis­
müzde en çok anayurdu olan Moluk Adala- tan ’ın (Polonya) içişlerine karışması ve Kırım
rı’nda (Baharat A dalan), ayrıca Batı Hint üstünde kurduğu baskı, bazı Lehli gruplarla
Adaları ve Brezilya’da üretilm ektedir. Kü- Kırım hanının Osmanlı Devleti’nden yardım
çükhindistancevizi çeşitli yiyecek ve içecekle­ istemesine yol açmıştı. Katerİna Osmanlı Pa­
re koku verici olarak katılır. dişahı III. M ustafa’nın uyarılarını reddedince
Küçükhindistancevizi ağacı kışın dökülm e­ 1768’de savaş başladı. Ruslar hızla ilerleyerek
yen yaprakları sayesinde yaz kış yeşil kalabi­ 1769’da Eflâk’a girdiler; 1770 başlannda Bük­
KÜKÜRT 171

reş’e kadar ilerlediler. Ö te yandan karışıklık ğerlendirdi ve daha sonraki Osmanlı-Rus sa­
içine düşen Kırım Hanlığı da Osm anlılar’a vaşlarının nedenlerinden birini oluşturdu
herhangi bir yardımda bulunamıyordu. Rus (bak. Kirim S a v a şi).
ordusu 1 Ağustos 1770’te K artal’da (Kagul)
Osmanlı ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. KÜF MANTARLARI bak. M a n t a r la r .
Baltık Denizi’nden çıkıp A kdeniz’i aşan Rus
donanması da 6-7 Temmuz 1770’te Çeşm e’de KUKURT, bir am etal, yani m etal özellikleri
Osmanlı donanmasını yok etti. Ruslar bir taşımayan bir elem enttir. Doğada hem yalın
yandan da Sırbistan, Karadağ ve M ora halkla­ halde sarı renkli kristaller biçiminde, hem de
rını Osmanlı D evleti’ne karşı ayaklandırdılar. başka elem entlerle yaptığı sülfür ve sülfat bi­
1771’de de Kırım’ı tümüyle istila ettiler. leşikleri halinde bulunur. K ükürt bileşiklerin­
Savaş, Osmanlı Devleti’nin aleyhine gelişir­ den çoğunun sülfür, sülfat gibi adlar taşıması­
ken Rusya’nın daha fazla güçlenmesini ve Av­ nın nedeni, bu elem entin batı dillerindeki bir
rupa’ya sarkmasını istemeyen Avusturya ile adının da “sülfür” olmasıdır. Bu yüzden kim­
Prusya da işe karışarak Lehistan’ı paylaşmaya yadaki simgesi S olan kükürtün atom num a­
giriştiler. K aterina Rusya’da Pugaçov A yak­ rası 16, atom ağırlığı ise 32,064’tür. Kükürt
lanması ile uğraştığından buna tepki göstere­ çok kolay tutuşup yanan bir m addedir.
medi. Osmanlı Devleti de bu durum dan ya­ Dünyadaki kükürtün onda dokuzu, A B D ’
rarlanarak barış isteğinde bulundu. Am a Ka- nin Louisiana ve Texas eyaletlerinde bulunan
terina’nın buna yanıtı yeni bir Rus ordusunu dev kubbeler biçimindeki yeraltı oluşum ların­
Balkanlar’a gönderm ek oldu. Aleksandr Su- dan elde edilir. Bu yataklar 1865’te keşfedil­
varov kom utasındaki bu ordu Kozluca’da kar­ mişti, ama uzun süre kükürtü buralardan dı­
şısına çıkan Osmanlı ordusunu ağır bir yenil­ şarı çıkarmanın yolu bulunam adı. Sonunda
giye uğrattı. Şum nu’ya kadar ilerleyip V arna 1903’te H erm an Frasch, kendi adıyla anılan
yolunu kesti. Bunun üzerine Sadrazam Muh- yöntemi buldu. Bugün de uygulanmakta olan
sinzade M ehmed Paşa barış istemek zorunda bu yöntem de, yüzeyden kükürt yatağına ka­
kaldı. Rus ordusunda da ayaklanma belirtileri dar, iç içe yerleştirilmiş üç boru daldırılır. D a­
ve salgın hastalıklar baş gösterdiğinden Baş­ ha dıştaki iki borunun arasından aşağıya kay­
kom utan Rom anzof da bu isteğe uydu. Silis- nar su püskürtülür; kaynar su yataktaki kü­
tre yakınlarındaki Küçük Kaynarca kasaba­ kürtü eritir. E n içteki borudan da aşağıya ba-
sında (bugün Bulgaristan’da) başlayan barış
görüşmeleri 17 Temmuz 1774’te tamamlandı.
21 Temmuz 1777’de imzalanan 28 maddelik
barış antlaşmasına göre Kırım Hanlığı, Os­
manlI Devleti’nden ayrılarak bağımsız olacak­
tı. Buna karşılık Rusya, Eflâk ve Boğdan’
dan, Kafkasya’da işgal ettiği yerlerden çekile­
cekti. A m a A zak, Kılburun, Yenikale ve
Kerç kaleleriyle Dinyeper (Özi) ile Bug (A k­
su) ırmakları arasındaki topraklar Ruslar’a bı­
de p o la m a
rakılıyordu. Osmanlı Devleti ayrıca Rusya’ya
yüklü bir savaş tazminatı ödeyecekti. A ntlaş­
manın önemli bir maddesi Rusya’nın Osmanlı
Devleti’nin içişlerine karışmasına olanak tanı­
yordu. Buna göre Rusya, İstanbul’da bir O r­
todoks Kilisesi kuracak ayrıca Osmanlı D ev­
kurutulm uş
leti, O rtodoks din adam larına çeşitli ayrıcalık­ kü k ü rt
lar tanıyacaktı. Bu maddeyi Rusya, Osmanlı
ülkesinde yaşayan bütün O rtodokslar’ı koru­
ma hakkının kendisine verildiği biçiminde de­ Frasch y ö n te m iy le kü kü rtü n çıkarılm ası.
172 KÜLTÜR

sınçlı hava basılır. Basınçlı hava, erimiş halde­ gibi m addeler ise, kâğıt ham uru, yün, ipek
ki kükürtün ortadaki borudan yüzeye çıkma­ gibi maddelerin ağartılmasında kullanılır.
sını sağlar.
K ükürt, yanardağların bulunduğu ülkeler­ KULTUR sözcüğü “ekin ekm e, yetiştirm e”
de, özellikle de Japonya'da ve İtalya’daki Si­ anlamındaki culture sözcüğünün Fransızca
cilya’da, oldukça katışıksız halde bulunur. okunuşuyla dilimize yerleşmiştir. Tıpkı bir
Doğada, başka elem entlerle oluşturduğu bile­ çiftçinin önce sürerek, sonra tohum serperek
şikler halinde bulunduğu en yaygın kayaç tür­ bir toprağı ekip ürün yetiştirmesi gibi, bir in­
leri ise, kalsiyum sülfat yapısındaki jips (alçı- san da eğitim yoluyla “yetiştirilir” . Bu anlam ­
taşı) ve anhidrittir. M etal piritleri de kükürt da kültür insana yeni şeyler katar. Günlük dil­
bileşikleri içerir. de “kültürlü insan” denince, eğitim görmüş,
K ükürt d eğ işik fizik se l b içim le rd e b u lu n a ­ bilgili, görgülü biri anlaşılır. Birkaç yabancı
bilir; ayn ı m a d d en in d eğ işik b içim le rin e alot- dil bilen, resim, müzik ya da tiyatro gibi sa­
rop d en ir. (.Ayrıca bak. Ka r bo n .) natlarla ilgili kişilere “kültürlü” denir.
Kükürtün en önemli kullanım alanı sülfürik Oysa kültür sözcüğünün bundan daha kap­
asit üretimidir (bak. SÜLFÜRİK ASİT). Kauçu­ samlı bir başka anlamı da vardır. Bu ikinci
ğun sertleştirilmesi işleminde de kükürt kulla­ anlam da kültür, belirli bir toplum da ya da
nılır (bak. Kauçuk ). Böcekleri ve zararlı m an­ toplulukta yetişen insanların öğrendikleri be­
tarları öldürm ek için ağaçlara sıkılan kimyasal ceri, dil, inanç, davranış ve alışkanlıklardır.
m addelerin içinde kükürt vardır; bazı ülkeler­ Örneğin, İstanbul’da ya da A nkara’da doğ­
de üzüm bağlarına, kükürt tozu serpilir. Kü­ muşsanız, Türkçe öğrendikten başka, büyük
kürt, barut ve bazı zehirli gazlar ile ilaç ve bir kentin karm aşasına ayak uydurmayı da
merhem yapımında da kullanılır. Piyasada öğrenirsiniz. Oysa bir Çin kentinde ya da Pe­
sülfamit olarak bilinen sülfonamitler bakteri­ ru’daki bir gecekondu mahallesinde doğmuş
lere karşı çok etkili bir ilaç grubudur; zatürree olsaydınız farklı bir dil öğrenecek, farklı bece­
ve m enenjit gibi çeşitli hastalıkların tedavisin­ riler kazanacaktınız. Çünkü her insan toplulu­
de kullanılır. ğunun kendine özgü bir kültürü vardır. Bu
Saçta, yünde, yum urtada ve ayrıca sarım­ anlam da kültür, bir insanın yaşadığı toplum ­
sak, hardal, bayırturpu ve lahana gibi bitkiler­ dan aldığı tüm beceri ve alışkanlıkları kapsar.
de, az m iktarda kükürt vardır. Lahana pişer­ Bir ulusun, bir halkın ya da toplum un ya­
ken çıkan ağır kokuya hidrojen sülfür gazı ne­ şam biçimi olarak da özetleyebileceğimiz kül­
den olur. Yum urta ve hardal kaşıklarının ka­ tür kuşaktan kuşağa aktarılır.
rarm asının nedeni de, bu m addelerde bulu­ Sürgit değişim ve etkileşim içinde olan
nan kükürttür. K ükürt, çelik için zararlıdır; kültürler arasında teknolojik buluş, dil, yi­
bu nedenle ham petrol antılırken kükürtünün yecek, içecek, tarım yöntem leri, edebiyat, sa­
giderilmesi gerekir (bak. PETROL). nat gibi birçok konuda sürekli bir alışveriş
Kükürt dioksit ağır, renksiz, keskin kokulu vardır.
ve zehirli bir gazdır. Bakır piritlerinin ve de­ Bir zamanlar her kültürün belirli bir ırkla,
mir piritlerinin açıkta, yani hava bulunan or­ bağlantısı olduğu düşünülürdü. Bugün böyle
tam da kavrulması yoluyla elde edilir. Kömür, olmadığını biliyoruz. Kültür ve ırk birbirin­
petrol gibi kükürt içeren yakıtların dum anın­ den bütünüyle bağımsızdır. Bir insan kendisi­
da büyük m iktarlarda kükürt dioksit vardır; ni ırksal açıdan belirleyen birtakım fiziksel
kükürt dioksit, sanayi bölgelerinde ve kent­ özelliklerle doğar, am a bir kültürle doğmaz.
lerde hava kirliliğine, ayrıca asit yağmurlarına Çölde yaşayan ilkel kavimlerden Buşman-
yol açar (bak. AsiT Y ağ m u ru ; Çevre KİRLİLİĞİ). lar’ın çocukları, eğer kendi toplum larında bü­
K ükürt dioksitin başlıca kullanım alanı sülfü­ yürlerse, Buşman kültürünü edinirler. Eğer
rik asit üretimidir. Kükürt dioksitten çeşitli küçük yaştan sözgelimi kentli bir Belçikalı ai­
malzemelerin renginin giderilmesinde ağart­ lenin yanında yetiştirilirlerse, fiziksel olarak
ma maddesi olarak da yararlanılır. Bu gazı Buşm anlar’a benzeseler de, kültürel açıdan
çıkaran kalsiyum bisülfat ve sodyum bisülfat Belçikalı olurlar. Buşm anlar’ın arasında bü­
KÜMELER KURAMI 173

yüyen bir İngiliz çocuğu ise, tıpkı onlar gibi, tanımlanabilmesi için {haftanın günlerinin
çölde yaşamını sürdürebilm ek için avlanmayı, adları}, hatta {haftanın günlerinin Türkçe
hayvan izi sürmeyi, su içeren kökleri tanımayı adları} biçiminde yazılması gerektiği söylene­
öğrenir. bilir. Bazen küm eler konusunda bu tür tartış­
m alar olur; bunun ne denli önemli olduğunu,
KÜMELER KURAMI. Canlı ya da cansız var­ bazı sayı kümelerini ele alarak görebiliriz.
lıkların, küm e denen topluluklar halinde be­ {2,4,6,8,10,12,....} biçiminde yazılan bir kü­
lirtilmesi oldukça eski ve basit bir işlemdir. me (buradaki üç nokta, sayıların aynı biçimde
Am a bu uygulamayı bir kuram 'haline getiren sürüp gittiğini gösterir), l ’den büyük çift sayı­
Alman matematikçi Georg Cantor oldu; Can- ların kümesidir. Peki ama, l ’den küçük çift
to r’un 1874 ile 1895 arasında geliştirdiği kü ­ sayı yok m udur? Bütün çift sayıları kapsamak
meler kuram ı, 20. yüzyıl matematiğinin tem e­ istiyorsak, sıfırı da eklememiz gerekmez mi?
lini oluşturdu. Sıfırdan küçük çift sayı yok mu?
Küm elere ilişkin olarak akılda tutulması Kümeleri göstermenin bir başka yolu da çe­
gereken ilk temel özellik, bir küm enin açık şitli şemalardan yararlanm aktır; bunların için­
bir biçimde tanımlanmış olması gerektiğidir; de en yaygın kullanılanı Verin şeması’dır. (Bu
yani bir kümenin neyi kapsadığı ve neyi kap­ şema 19. yüzyıl İngiliz matematikçisi John
samadığı açık biçimde görülebilmelidir. “Yaş­ V enn’in kullandığı şemalardan yararlanılarak
lı insanlar kümesi” diye bir küme olamaz, geliştirilmiştir.) Venn şemasında kümenin
çünkü kime “yaşlı” deneceği belirsizdir ve elemanları kapalı bir eğri içinde gösterilir.
herkes tarafından aynı anlamı taşımaz. Am a, Örneğin {20’den küçük çift sayılar} kümesi­
“60 yaşın üstündeki insanlar kümesi” kurula­ nin Venn şeması şu biçimdedir:
bilir, çünkü kümenin kimi kapsayıp kimi kap­
samadığı kesin olarak belirtilmiş durum da­
dır.
Bazen yanıltıcı durumlarla karşılaşılabilir.
Örneğin “Kırmızı saçlı insanlar küm esi” den­
diğinde, küme sanki açık biçimde tanım lan­
mış gibidir, oysa kırmızının bazı tonlarını kah­
verengiden ayırt etm ek oldukça zordur; de­
mek ki, bu kümenin tanım ında da bir belirsiz­ Elbette ele aldığımız bir kümenin hangi tür
lik vardır. “2008 yılındaki Dünya Kupası kar­ sayıları kapsayacağına baştan karar verm ek
şılaşmalarında yer alacak D anim arka ta­ zorundayız. Örneğin, bu örnekte kesirler de­
kımının futbolcuları küm esi” de pek belirli ğil, tam sayılar kümesi alınmıştır; bu durum
değilmiş gibi gözükür, çünkü bu takım da ki­ m utlaka açık biçimde belirtilmelidir. Ö te yan­
min yer alacağı bugünden bilinemez, ama dan, içinden kümelerimizi seçip aldığımız bü­
bir küme olarak çok iyi biçimde tanım lan­ tünsel bir evrensel küm e vardır; evrensel kü­
mıştır, bu nedenle de belirli ve anlamlı bir me genellikle bir dikdörtgenle gösterilir:
kümedir.
Kümeyi oluşturan varlıklara ya da nesnele­
re, “kümenin elem anı” denir. Küm eler genel­
likle elem anları sıralanarak gösterilir. Bu tür
liste yöntemiyle göstermede elem anlar kıv­
rımlı parantezler arasında sıralanır: {Pazar,
Pazartesi, Salı, Çarşam ba, Perşem be, Cuma,
Cumartesi}. Bu, haftanın günleri kümesidir;
bu küme bir başka biçimde de yazılabilir: Şimdi bu evrensel küm enin içinden başka
{Haftanın günleri}. bir küme daha, örneğin {3’ün katları} küm e­
A m a bu yazıma belirsiz olduğu için karşı sini seçelim ve bunu Venn şemasıyla göste­
çıkılabilir ve bu kümenin daha açık biçimde relim:
174 KÜPEÇİÇEĞİ

Kümeler kuram ında kullanılan öteki ifade­


ler şunlardır:
B ir kümenin elemanı e simgesiyle belirti­
lir; yukarıdaki örneğimizde, 4’ün K(2) küm e­
sinin bir elemanı olduğu, 4 e K(2) biçiminde
gösterilir.
Boş kü m e , hiçbir elemanı olmayan küm edir
ve { } ya da 0 biçiminde gösterilir.
İlginç bir durum ortaya çıkmıştır. G örüldü­ İki kümenin birleşim i , iki kümenin elem an­
ğü gibi bazı sayılar iki kümeye birden girmiş­ larından oluşan küm edir ve A U B biçiminde
tir, yani iki küme kesişmiştir. H er iki küm ede yazılır.
de yer alan bu sayıların oluşturduğu kümeye
kesişim kümesi denir. Kesişim özel bir işaretle KÜPEÇİÇEĞİ. Alımlı çiçekleri nedeniyle bir­
gösterilir; yukarıdaki örnekte bu şöyle yazılır: çok ülkede süs bitkisi olarak yetiştirilen küpe-
{2’nin katları}D {3’ün katları}. çiçeklerinin O rta ve Güney A m erika’da, Yeni
Küm eler genellikle bazı harflerle ya da kısal­ Z elanda’da ve Tahiti’de kendiliğinden yetişen
tılmış biçimlerde gösterilir. Eğer {2’nin 100 kadar türü vardır. Hepsi de çalı ya da
katları} yerine K(2), {3’ün katları} yerine de ağaççık yapısındaki bu bitkilerin bilimsel cins
K(3) yazarsak, o zaman bu iki kümenin kesi­ adı (Fuchsia ), 16. yüzyılda yaşamış ünlü
şimi K(2)OK(3) biçiminde gösterilir. Alm an botanikçi Leonhard Fuchs’un onuruna
Bu kesişimde özel bir durum un ortaya çık­ verilmiştir. Dilimizdeki adı ise küpeye benze­
tığına dikkat etmişsinizdir; gerçekten de kesi­ yen albenili çiçeklerinden gelir.
şim sonucunda ortaya çıkan yeni küme aynı H er bir çiçek, boru biçiminde birleşmiş
zam anda {6’nın katları} kümesidir. Öyleyse çanakyaprakları ve genellikle farklı renkteki
bunu, taçyapraklarıyla sanki iç içe geçmiş iki ayrı
K(2) H K (3)=K (6) biçiminde yazabiliriz. çiçek görünümündedir. D allardan tek tek ya
Aslında bu, “hem 2’nin, hem de 3’ün katı da ikili üçlü küm eler halinde sarkan çiçekler
olan bir sayının, 6’nın da katıdır” diye uzun ince uzun sapların ucunda oluşur. Evlerde,
uzun yazmanın yerine tercih edilen bir göste­ seralarda ve bahçelerde en sevilen süs bitkile­
rim biçimidir. rinden olan küpeçiçeklerinin yapılan melezle-
Gene Venn şemasında bu kez {2’nin
Turhan Baytop K oleksiyonu
katları} ve {4’ün katları} kümelerini gösterir­
sek, ilginç bir başka durum ortaya çıkar.

K(4) kümesi, K(2) kümesinin içinde yer al­


m aktadır; bu dem ektir ki, 4’ün bütün katları,
2’nin de katlarıdır. Bu durum da K(4) kümesi
K(2) kümesinin bir altküm esi’dir; bunu şöyle
yazarız:
K (4 )cK (2 ).
Genel olarak ifade edecek olursak, A kümesi
B kümesinin altkümesi ise, bunu Ac*B biçi­ Küpeçiçekleri albenili görünüm leriyle balkon ve
minde gösteririz. bahçelerin en sevilen süs bitkilerindendir.
KÜREK SPORU 175

me çalışmalarıyla m or, kırmızı, pem be, tu ­ dümencisiz dört tek, dört çifte, dümencisiz iki
runcu ve beyaz çiçekli yüzlerce çeşidi gelişti­ tek, dümencili iki tek, iki çifte ve tek çiftedir.
rilmiştir. Bunlar çok fazla boy atm ayan alçak Bayanlar da altı dalda yarışır: Bunlar sekiz
çalılardır. Oysa, kendi doğal ortam larında tek, dümencili dört tek, dümencili dört çifte,
ağaç boyutuna ulaşabilen bazı türlerine de dümencisiz iki tek, iki çifte ve tek çiftedir
rastlanır. Örneğin Yeni Zelanda’ya özgü bir (bak. O LİM PİYAT O Y U N L A R I).
küpeçiçeği türü (Fuchsia excorticata) 14 m etre Olimpiyat O yunlan’mn düzenlenmediği
yüksekliğe kadar büyür. yıllarda FISA , erkekler, bayanlar, hafif er­
Dallarından kesilen parçalarla yani çelikle- kekler ve gençler dallarında her yıl değişik bir
me yöntemiyle çoğaltılan bu bitkiler en çok ülkede dünya şampiyonluğu düzenler. A B D ,
organik m addelerin bol olduğu verimli top­ SSCB, Alm an D em okratik Cumhuriyeti kü­
raklar ile gölgeli ve nemli yerleri sever. rek sporunda en güçlü olan ülkelerdir.
D oğrudan gelen güneş ışığından çok zarar İngiltere’de düzenlenen yıllık kürek yarış­
görür; bu nedenle küpeçiçekleri yazın özellik­ m alarından ikisi dünyaca tanınmıştır. Bunlar
le güneşten korunmalı ve bol su verilmelidir. Oxford ve Cambridge üniversiteleri arasında
1820’lerden beri yapılan kürek yarışı ile Hen-
KÜREK SPORU, kürekle hareket ettirilen ley Kraliyet K ürek Y anşı’dır.
teknelerle yapılan bir su sporudur. Çifte ve Oxford ve Cambridge üniversiteleri arasın­
tekler olarak iki ana dalda yapılır. H er kürek­ daki yarış Tham es Irmağı üzerinde, Putney’
çinin bir çift kürek çektiği çifte dalında bir den M ortlake’e kadar uzanan 6,8 kilometrelik
çift, iki çift ya da dört çift kürekli teknelerle bir parkurda yapılır.
yarışılır. H er kürekçinin bir kürek kullandığı
teklerde iki, dört ya da sekiz kürekçiden Kürek Sporunun Tarihi
oluşan takım larda bazen bir dümenci de Deniz taşımacılığında kullanılan en eski araç­
bulunur. Sekiz tek (sekiz kürekçili) ve dört lardan biri kürekli gemilerdi. Fenikeliler ve
tek (dört kürekçili) yarışmaları tam bir takım Eski Yunanlılar A kdeniz’de kölelerin kürek
sporudur. Bu yarışmalarda bireysel beceri çektiği gemiler kullanırdı. H er bir küreği,
değil, takımın bir bütün olarak becerisi önem oturağına zincirlenmiş bir köle çekerdi. Üst
taşır. Tek çifte yarışmasında ise, iki küreği üste iki sıra ya da üç sıra kürekleri olan
kullanan tek kürekçi bütünüyle kendi beceri­ gemiler vardı. Jül Sezar dönem inde İÖ 54’te
sine dayanır. İngiltere’yi istila etm ek isteyen Rom alılar,
Sağlıklı, kavrayışlı ve çok çalışmaktan yıl­ Manş Denizi’ni kürekli gemilerle geçmişti.
mayan gençler kürek sporunda başarılı olur. Yelken kullanılamayan rüzgârsız havalarda
Yaz boyunca düzenlenen kürek yarışmaların­ ve kentler arasındaki başlıca ulaşım yolu olan
da her tür yarış yapılır. Kış mevsimi, yazın ırm aklarda yol alırken, kürekler m anevra
yapılacak yarışmalara hazırlanma zamanıdır. yapm akta kolaylık sağlıyordu.
Irm aklar üzerinde köprülerin çok az olduğu
Kürek Yarışmaları eski zam anlarda ırm akların iki yakası arasın­
Kürek sporu başta A B D , SSCB, Alm an daki ulaşım da kürekli teknelerle sağlanırdı.
D em okratik Cumhuriyeti ve İngiltere olmak 1840-70 arasında birçok kürekçilik kulübü
üzere, 50’den fazla ülkede yaygın bir spordur. kuruldu. Bu dönemde kürek sporu bütün
Olimpiyat O yunları’nda da yer alan kürek A vrupa’da ve A B D ’de yaygınlaştı. 1892’de
sporunda uluslararası karşılaşmaları Uluslar­ Uluslararası Kürek D ernekleri Federasyo­
arası Kürek Dernekleri Federasyonu (FISA) nu (FISA) kuruldu. Kürek sporu Olimpiyat
düzenler. FISA kurallarına göre yarışmalar O yunları’nda ilk kez 1900’de yer aldı.
2.000 m etrelik düz bir parkurda durgun suda
yapılır. Kürek Sporu Nasıl Öğrenilir
D ört yılda bir düzenlenen Olimpiyat Oyun- K ürek sporunu öğrenmeye küçük bir sandal­
ları’nda, kürek sporunda erkekler sekiz dalda da kürek çekerek başlanabilir. Bu sporu
yarışır: Bunlar sekiz tek, dümencili dört tek, öğrenm ek zor değildir, ama ilerlemek için
176 KÜREK SPORU

Kürek sporu 50'den fazla


ülkede yaygın bir
spordur.

A B C Ajansı

doğru bir başlangıç yapmak gerekir. Kürekçi­ ğın kenarından gidilir. Gidiş yönüne göre
nin oturacağı yer sandalın ortasındadır. Yüzü teknenin sağ yanma sancak, sol yanma iskele
sandalın kıçına dönük olarak oturan kürekçi­ denir. İki tekne karşılaştığı zaman birbirinin
nin biraz ilerisinde, sandalın iki yanında iskele tarafından geçer. Kürekli tekneler yel­
küreklerin takılacağı birer ıskarmoz vardır. kenlilere, gezinti tekneleri yarış yapan tekne­
Iskarmozlar genellikle U biçiminde metal lere yol verir.
çatallardır. Sap kısmı yuvarlak olan kürekle­
rin suya giren yassı bölümlerine pala denir. Kürek Takımı
Başlangıçta kürekçi genellikle, her birini bir K ürek takımının elemanları teknenin burnu­
eliyle tuttuğu iki kürekle çalışır. H er kürekçi­ na en yakın oturandan başlayarak sırayla
nin tek kürek çekmesi durum unda arka arka­ num aralanır. Kürekçiler yüzleri teknenin kı­
ya oturan kürekçilerin her biri kendi hizasın­ çına dönük olarak oturdukları için burna en
daki küreği çeker. Aşırı dolu olmadıkça ya da yakın kürekçi en arkada oturandır. Teknenin
içindekiler dengeyi bozacak biçimde hareket kıçına en yakın oturan kürekçiye hamlacı
etm edikçe sandal devrilmez. denir. Hızı ve tem poyu ayarlayan hamlacı,
Kürek çekerken ayaklar sandalın tabanın­ takım ın en önemli elemanıdır. 1 numaralı
daki tahta desteğe dayanarak kuvvet alınır. kürekçinin küreği sancak tarafında, hamlacı­
Kürekler yalnız kol gücüyle değil bütün vücu­ nın küreği iskele tarafm dadır. Eğer takım da
dun ağırlığı verilerek çekilir. Kürek palaları dümenci varsa, dümenci hamlacının önünde
suyun içinde hareket ederken keskin kenarla­ yüzü ona dönük olarak oturur ve dümeni
rı düşey konum da tutulur, sudan çıkarınca kullanır. Dümencinin hafif olması için ufak
yatay konum a getirilerek, suya değmemesi ve yapılı olması istenir. A ntrenm anlarda başla
hava direncinden daha az etkilenmesi sağla­ ve dur komutlarını veren dümenci, teknenin
nır. Sandalı sağa ya da sola döndürm ek için güvenliğinden de sorumludur.
yalnızca dönülmek istenen yöndeki kürek Çok dar olan yarış teknelerinde ıskarmoz­
çekilir. D aha hızlı bir dönüş için öbür yandaki lar teknenin yanlarından dışarı doğru uzanan
kürek de ters yönde hareket ettirilir. ve dirsek denen m etal ayaklar üzerindedir.
İlk çalışmalarını sandalda yapan kürekçi Ö ne arkaya hareket edebilen kızaklı oturak­
daha sonra ince, uzun, hafif yarış teknelerin­ lar da küreğin suyun içinde aldığı yolu artıra­
de çalışır. bilmeyi sağlar.
Bir ırm akta akıntı yönüne giderken ırmağın T ürkiye’de ilk kürek yarışının 1913’te İs­
ortasından, akıntıya karşı giderken de ırm a­ tanbul’da düzenlendiği biliniyor. Cumhuriyet
KÜRK VE KÜRKÇÜLÜK 177

döneminde kürek sporu Deniz Sporları Fede- kadar yumuşak, yaşlı hayvanlarınki ise kaba­
rasyonu’na bağlanmış ve İstanbul Kürek Şam­ dır. Yeni doğmuş karakul kuzularının postun­
piyonluğu adıyla yarışmalar düzenlenmiştir. dan elde edilen kıvırcık, siyah renkli, gösteriş­
Günüm üzde İstanbul. Kocaeli ve A nkara li ve çok değerli bir kürk olan astragan bu
bölgelerinde kürek birincilikleri düzenlenir. kuralın dışında kalır. Kürk hayvanlarının
Türk kürekçileri uluslararası yarışmalara da çoğu kürklerinin en kalın olduğu kış mevsi­
katılm aktadır. minde yakalanır. Su hayvanlarının kürkü
ilkbaharda en kalın olduğu için onların yaka­
KÜRK VE KÜRKÇÜLÜK. K ürk, bazı m em e­ lanma mevsimi de ilkbahardır.
li hayvanların derisini kaplayan tüy örtüsü­ SSCB, ABD ve Kanada kürk üreticisi
dür. Kürklerde genellikle kısa, yumuşak, ülkelerin önde gelenleridir. E n fazla kürk
kıvırcık iç örtü kılları ile onların üzerini satın alan ülke ise Alm anya Federal Cum huri­
kaplayan daha uzun ve daha sert dış örtü yetedir.
kıllarının oluşturduğu iki ayrı katm an vardır. K ürkü için avlanan hayvanların yanı sıra,
Kürkçüler, giysi yapmak amacıyla kürkleri mink (vizon), çinçilya, kunduz ve gümüş
işler, biçip dikerek giyime hazır durum a renkli tilki gibi birçok kürk hayvanı da özel
getirirler. Yüksek nitelikli kürklerin derisi çiftliklerde yetiştirilir. Avcılardan ve kürk
yumuşak, esnek ve dayanıklıdır. Tüyleri de çiftliklerinden genellikle işlenmemiş durum ­
parlaklığın yanı sıra, aynı renk, kalınlık ve daki kürkleri alan kürk tüccarları, bunları
dokudadır. kürkçülük m erkezlerine gönderir. Başlıca
En iyi kürkler, erişkin yaşa yeni ulaşmış kürk m erkezleri New Y ork, Londra, M ont­
hayvanlardan elde edilir. Çok genç hayvanla­ real ve Leningrad’dadır.
rın kalın postları, giysilerde kullanılamayacak
Fur Inform ation and Fashion Council, Inc.
Kürklerin İşlenmesi
Kürklerin giysi yapımında kullanılabilmesi
için işlenmesi gerekir. Sepileme denen bu
işlemde ilk olarak, derilerin üzerindeki et
kalıntıları tem izlenerek deri tabaklanır. Son­
ra, içindeki doğal yağları korum ak için kürk­
ler yağlanıp yumuşatılır. D aha sonra, fazla
yağı köpüklü sabunla yıkanan deriler, kurutu­
lur. Bazı kürklerin koruyucu tüyleri yolunur,
bazılarınınki de kırpılır.
Kürklerin çoğu m odaya uygun biçimde
boyanır ya da ağartılır. Kürklerin boyanması
doğal renk ve tonlarının belirginleşmesini
sağlar. D aha sonra, kürkler yeniden yumuşa­
tılır, taranır ve parlatılır.

Kürk Giysilerin Yapımı


Bütün kürk m antolar genellikle küçük işlet­
m elerde ve hemen hemen tümüyle elde yapı­
lır. Kürkçülük, işin büyük bölümünün elde
yapıldığı az sayıdaki sanayiden biridir. D eri­
ler kesilmeden önce, stilistin çizdiği modele
uygun olarak model kalıpları hazırlanır. Kul­
lanılacak deriler, birbirine uyacak biçimde
seçilerek ayrılır. Sonra bu deriler nemlendiri­
Vizon manto yapılırken ilk iş olarak deri ince şeritler lir ve modelin kalıplarıyla birlikte kesime
biçim inde kesilir. gönderilir. Keskin bir bıçak, bir cetvel ve
178 KÜTAHYA

köstebek kürkleridir. Alışılmış kürk türleri­


nin yanı sıra, bazı ender bulunan kürklerden
de manto yapılabilir. Z ebra, kaplan, ve leo­
par kürkleri bunlar arasındadır. Am a soyları
azalmış olan bu hayvanların kürklerinden
giysi yapılması günümüzde tepkilere yol aç­
m aktadır. Susamuru gibi bazı kürk hayvanları
yasaların koruması altına alınmıştır. A rtık az
sayıda kalmış olan bu güzel hayvanların kürk­
lerinin giysi yapımında kullanılmasını insanca
bir davranış olarak kabul etm eyen birçok kişi,
doğal kürk yerine yapay kürk giymeyi yeğle­
m ektedir.

KÜTAHYA ili, Ege Bölgesi’nin İçbatı A nado­


lu bölümünde yer alır. Güneyde bu bölümün
orta kesimlerinden, kuzeydoğuda İç Anadolu
Bölgesi sınırına kadar uzanan Kütahya ilinin
kuzeydeki küçük bir bölümü M arm ara Bölge­
si’nin sınırları içinde kalır.
Kütahya yöresi oldukça eski bir yerleşme
alanıdır. A nadolu’nun batı kesimindeki etkin
Fur Inform ation and Fashion Council, Inc.
bir deprem kuşağının üstünde yer alan Kütah­
Nemli deriler gerilerek istenen biçim verildikten ya’da tarih boyunca deprem ler birçok insa­
sonra çivilenerek kurutulur. Kuruyan deri bu biçim ini nın yaşamını yitirmesine ve yöredeki yerleş­
korur.
me yerlerinin yıkılmasına yol açmıştır. Bu
nedenle ilkçağda kurulmuş olan yerleşim yer­
topluiğne kullanan biçici, derileri renk ve lerinden çok azının kalıntısı günümüze ulaşa­
desenleri -birbirine uyacak biçimde keser. bilmiştir. Bugün Kütahya denince çinicilik
Derinin daha sağlam parçalarının giysinin sanatı ve yöreye özgü çiniler akla gelir.
dayanıklı olması gereken yerlerine gelmesine
özen gösterilir. Doğal Yapı
Kesilmesi tam am lanan deriler dikişe gön­ İç Anadolu Bölgesi’ni Ege Bölgesi’nden (bak.
derilir; özel olarak yapılmış dikiş m akinele­
rinde dikilerek birleştirilir. M akineden çıkan K Ü TA H YA İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
birbirine eklenmiş parçalar ıslatıldıktan sonra
YÜZÖLÇÜMÜ: 11.875 km2.
tahta bir panoda model kalıplarının üzerine NÜFUS: 543.384 (1985).
gerilerek çakılır. Kuruduktan sonra çıkarılıp İL TRAFİK NO: 43.
modele uygun biçimde dikilir. D aha sonra İLÇELER: Kütahya (merkez), Altıntaş, Aslanapa, Doma­
astarı ve, cepleri dikilip, düğme, ilik, kuşak niç, Dumlupınar, Emet, Gediz, Hisarcık, Simav, Şap­
hane, Tavşanlı.
gibi ayrıntıları tam am lanan giysi, ütüye gön­
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Çamlıca, Murat Dağı, Hisarlıktepe,
derilir. Ü tücüler kürkü nem lendirir, tel fırça­ Ebem Çamlığı, Gölcük Yaylası ve Nafıa Pınarı orman
larla tarar ve ütüleyerek parlatır. Bir m anto­ içi dinlenme yerleri; Harlek, Yoncalı ve Murat Dağı
kaplıcaları; Aizanoi antik kent kalıntıları; Kütahya
daki derilerin sayısı postun büyüklüğüne bağ­ Kalesi; Vacidiye Medresesi; Kütahya Ulucamisi; II.
lıdır. Ayıbalığı derisinden m antolar için yal­ Yakub Bey, İshak Fakih ve Molla Bey külliyeleri;
nızca 5-6, vizon (mink) m antolar için yaklaşık Balıklı, Kurşunlu, Dönenler, Arslan Bey (Meydan),
Hisarbeyoğlu Mustafa (Saray), Takvacılar, Karagöz
60, astragan m antolar için yaklaşık 25, ermin Ahmed Paşa, Lala Hüseyin Paşa ve Ali (Alo) Paşa
(kakım ya da gelincik postu) m antolar için de camileri; Küçük ve Büyük bedestenler; Küçükha-
mam ve Lala Hüseyin Paşa Hamamı; Kütahya
yaklaşık 300 post kullanılır. En değerli kürk Müzesi; Dumlupınar Anıtı.
Rus sam uru, en ucuz kürkler ise tavşan ve
KÜTAHYA 179

Yazlar oldukça sıcak ve kurak geçer. Kış


ayları ise soğuk ve kar yağışlıdır.
O rm anlar, ilin yüksek kesimlerinde geniş
alanlar kaplar. Bu orm anlar genellikle kızıl
çam, kara çam ve sarı çamlardan oluşur. İlin
kuzey kesimindeki dağlarda kayın orm anları­
na rastlanır. İlin alçak kesimlerindeki doğal
bitki örtüsü bozkır (step) görünümündedir.
İlin doğal hayvan varlığı içinde özel bir yeri
olan geyikler için Şaphane Dağı ile Türkmen-
baba’da korum a ve üretm e alanlan kurul­
muştur.

Tarih
Kütahya ilinde yapılan araştırm alarda ele
geçirilen Buluntular, yerleşim tarihinin günü­
E G E B Ö L G E Sİ) ayıran bir eşik alan üstünde yer müzden 7.500 yıl önce başlayan Bakır Çağı’na
alan il toprakları oldukça yüksek ve engebeli­ uzandığını gösterir. Kütahya yöresi, İÖ 13.
dir. Kütahya ilini engebelendiren dağlar bu yüzyılda Hitit ülkesinin batısında yer alan ve
eşik alanda bulunduğundan yükseklikleri pek bir konfederasyon biçiminde yönetilen Assu-
fark edilmez. Bu dağların başlıcaları M urat va’nın sınırlan içindeydi. İÖ 12. yüzyıldan
Dağı, Şaphane Dağı (2.120 m etre), Akdağ sonra Frigler’in yerleştiği yöre, İÖ 7. yüzyılda
(2.089 m etre) ve Eğrigöz Dağı’dır (1.931 Kim merler’in saldırısına uğradı. İÖ 7. yüzyıl
m etre). M urat Dağı’nın güneydeki Uşak il başlarında Lidya yönetimini, bu yüzyıl orta­
sınırında 2.309 m etreye ulaşan Kartaltepe sında başlayan Pers yönetimi, İÖ 334’ten
doruğu, İçbatı Anadolu bölümünün en yük­ sonra da M akedonya ve Selevkos egemenlik­
sek noktasıdır. M urat Dağı’nda hastalıklarına leri izledi. İÖ 3. yüzyılda G alatlar’ın yerleştiği
şifa bulma umuduyla gelenlerin yararlandığı Kütahya yöresi, Bitinya ve Bergama yönetim ­
ılıcalar vardır. lerinden sonra İÖ 2. yüzyıl sonlarında R om a’
İl topraklannda çöküntü alanlarından olu­ ya bağlandı. Yöre, Bizans yönetimi sırasında
şan bazı alçak düzlükler yer alır. Bitkisel
Semsi Gı
üretim açısından önem taşıyan bu düzlüklerin
başlıcaları Kütahya, Altıntaş, Tavşanlı, Gediz
ve Simav ovalarıdır.
Kütahya ilinden kaynaklanan suların katıl­
dığı akarsular üç ayrı denize dökülür. Porsuk
Çayı, il sınırları dışında katıldığı Sakarya
Irmağı aracılığıyla sularını K aradeniz’e ulaştı­
rır. Başlangıç kolunu Simav Çayı’nm oluştur­
duğu Susurluk Çayı ile Kirmastı (Kemalpaşa)
Suyu’nun başlıca kollarından olan Adırnaz
(Orhaneli) ve Em et çayları bu topraklardan
çıkan suların bir bölümünü M arm ara Denizi’
ne götürür. İlin güney kesiminden çıkan sular
da Gediz Irmağı aracılığıyla Ege Denizi’ne
ulaşır. İl sınırları içindeki başlıca göller Kaya-
boğazı ve Enne baraj gölleridir.
Kütahya ili iklim açısından M arm ara, Ege
ve İç Anadolu bölgeleri arasındaki geçiş
alanında yer alır. En yağışlı mevsim kıştır. Tarihsel Aizanoi kenti kalıntıları.
180 KÜTAHYA

Kütahya Kalesi Bizans


dönem inde yapılmıştır.

N ezih Başgeîen

11. yüzyıl sonlarında Anadolu Selçukluları­ linyit ve m erm er içeren birçok cevher yatağı
mın eline geçti. 1300’de Germiyanoğulları’nın vardır. Bu yataklardan işletmecilik açısından
(bak. A n a d o l u B e y l i k l e r i ) yönetimine giren ekonomik olanlar Türkiye Kömür İşletmeleri
Kütahya, 1429’da Osmanlı topraklarına katıl­ Kurum u (TKİ) ve Etibank ile özel kuruluş­
dı. 16. .ve 17. yüzyılda çıkan Celali Ayaklan­ lar tarafından işletilir. İl topraklarından çıka­
m alarından etkilenen Kütahya yöresi, rılan linyitin bir bölümü Seyitömer ve Tunç-
1833’te Kavalalı M ehmed Ali Paşa’nın (bak. bilek’teki term ik santrallarında değerlen­
K a v a l a l i M e h m e d A l i P a ş a ) Mısır ordusu tara­ dirilir.
fından işgal edildi. 14 Mayıs 1833’te Kütahya Başlıca sanayi kuruluşları şeker, un, kon­
Antlaşm ası’nın yapılmasından sonra İbrahim serve, yem ve dokuma fabrikalarıdır. Geliş­
Paşa, ordusuyla birlikte Kütahya yöresinden miş bir küçük sanayisi de olan Kütahya ilinde
geri çekildi. 17 Temmuz 1921’den 30 Ağustos yer alan öteki sanayi kuruluşları gübre, or­
1922’ye kadar Yunan işgali altında kalan man ürünleri, porselen, çini, tarım alet ve
Kütahya yöresindeki D um lupınar’da, K urtu­ makineleri ile tuğla ve kiremit yapım tesisleri­
luş Savaşı (bak. K u r t u l u ş S a v a ş i ) tarihinde dir. Kütahya ili sınırları içindeki önemli yerle­
önemli bir yeri olan savaşlar yapıldı. şim yerleri, kara ve demiryollarıyla ülkenin
öteki merkezlerine bağlanır.
Ekonomi
Halkının yarısından çoğu kırsal kesimde yaşa­ Toplum ve Kültür
yan Kütahya ilinde ekonomi tarım ve m aden­ İlkçağlarda, bugünkü Kütahya il toprakları­
ciliğe dayalıdır. Yetiştirilen başlıca ürünler nın kapladığı yörede Ege ve O rta Anadolu
şekerpancarı, buğday, arpa, patates, soğan, kültürleri karşılaşıyordu. Frigler döneminde
nohut, dom ates, elma, kavun ve kestanedir. ana tarnıça Kibele’ye tapınm ak yörenin
1987’de Türkiye kestane üretiminin yüzde kültürünü büyük ölçüde etkiledi. Aizanoi’de
10’u Kütahya ilinde gerçekleşmişti. İlde en (Em et ilçesi) Kibele’ye tapınm ak için ay­
çok koyun, sığır ve kıl keçisi yetiştirilir. rılmış kutsal bir alan vardı. Kütahya kenti
Ormancılık da önemli gelir kaynakları arasın­ ve çevresi İS 2. yüzyıldan sonra başka yerler­
da yer alır. den kovulan H ıristiyanların buraya yerleşme­
Kütahya, yeraltı kaynakları açısından zen­ siyle bu dinin önemli m erkezlerinden biri ol­
gin bir ildir. Bu topraklarda gümüş, magnezit, muştu.
kurşun, bor m ineralleri, antim on, demir, Kütahya yöresine özgü geleneksel el sanat-
KÜTLE 181

Kütahya kenti önem li bir


çinicilik merkezidir.

N ezih Başgelen

lan çinicilik (bak. Ç İN İC İL İK ), dokumacılık ve ya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ile Kü­
oya işleridir. Bir saray sanatı niteliği taşıyan tahya Meslek Y üksekokulu’dur.
Osmanlı döneminin çinicilik sanatının ürünle­
rinden olan Kütahya çinileri birçok saray, İl Merkezi: Kütahya
konak, cami, kilise ve mescit gibi tarihsel Eski bir yerleşim yeri olan il merkezinin
yapılarda bezeme malzemesi olarak kullanıl­ bilinen ilk adı Kotyaion’dur. Rom a kaynakla­
mıştır. Eskiden atölyelerde yürütülen bu gele­ rında adı Cotyaeum olarak geçen kent, Hıris-
neksel sanat, günümüzde K ütahya’da kurulan tiyanlık’ın ilk dönemlerinde bir piskoposluk
fabrikalarda sürdürülm ektedir. Osmanlı dö­ merkeziydi. Germiyanoğulları’nın başkenti
neminde Simav yöresindeki el tezgâhlarında olan kent, Osmanlı döneminde de Anadolu
dokunan halılar “saray halıları” olarak adlan­ eyaletinin merkeziydi. 1833’te kısa bir süre
dırılıyordu. Yün ve pam uktan dokunan bu M ısırlılar’ın işgalinde kaldı. Osmanlı D evleti’
halılar daha çok yaprak ve çiçek motifleriyle ne sığınan M acar devrimciler 1850-51 arasın­
bezenmişti. Günüm üzde geleneksel üretim da 1,5 yıl kadar Kütahya kentinde kaldılar.
özelliklerini yitiren halıcılık, daha çok Simav İlin doğu kesiminde yer alan kent, Yellice
yöresinde yapılır. Eski dönem lerde yöreye D ağı’nın doğu eteklerinde ve Kütahya Ovası’
özgü kumaşlar da el tezgâhlarında dokun­ nın güney kenarında kurulm uştur. Porsuk
maktaydı. Saf ipekten al ve erguvan rengi Çayı’nın kollarından biri olan Felent Çayı’na
“canfes” , ince çizgili ipekli “çitare” , gümüş katılan Kapan Deresi kenti ikiye böler. Bir
sırmalı “İzmirli” bunlardan birkaçıdır. İğne çinicilik merkezi olan kentte Germiyanoğulla-
oyacılığının yaygın olduğu ilde çiçek ve yap­ rı ve Osmanlı dönemlerinden kalan değerli
rak motifli Kütahya oyalarından bazıları çat­ tarihsel yapılar vardır. Kütahya Kalesi Bi­
lak karanfil, gönül dolabı, cilveli Selanik, zanslIlar tarafından yaptırılmış, daha sonra
kaynana oyası, elti küstü ve ana güldüren birkaç kez onarılmıştır. Başka bağlantıları da
olarak adlandırılır. olan İstanbul-Antalya Karayolu ile Balıkesir-
Yapılan araştırm alardan elde edilen arkeo­ Eskişehir Demiryolu kenti ülkenin öteki
lojik buluntular ile yöreden derlenen ve önemli merkezlerine bağlar.
arasında Kütahya çinilerinin de bulunduğu Kentin nüfusu 118.773’tür (1985).
etnografik yapıtlar Kütahya M üzesi’nde sergi­
lenm ektedir. İldeki başlıca eğitim ve kültür KÜTLE. Fizikte ve öbür bilim dallarında
kurumu Anadolu Üniversitesi’ne bağlı Kütah­ kütle, bir cisimdeki madde miktarının ölçüsü­
182 KÜTLEÇEKİM

dür. Çoğu kez ağırlık ile kütle birbirine kuram ı’nda., enerji (E ) ile kütle (m ) arasında,
karıştırılır. Oysa bir cismin kütlesi, evrenin E = m c 2 denklemiyle ifade edilebilecek bir
her yerinde sabittir; ağırlık ise o cisme etki bağlantı bulunduğunu ileri sürdü; buradaki c
eden yerçekimi kuvvetidir ve cismin bulundu­ ışık hızıdır. Buna göre, kütle ve enerji birbiri­
ğu yere göre değişir. Uluslararası kütle birimi ne dönüştürülebilir; üstelik c’nin değeri çok
büyük olduğundan, çok küçük m iktardaki bir
kilogramdır (bak. A Ğ IRLIK LA R VE Ö L ÇÜ LER ; Ö L Ç ­
M E ). Bir cismin kütlesi ne denli büyükse, o kütleden, çok büyük m iktarda enerji elde
cismi harekete geçirmek ve bir kez harekete edilebilir. Nitekim, çekirdek bölünmesi ve
geçtikten sonra onu hızlandırmak ya da ya­ çekirdek kaynaşması tepkimelerinde olan bu-
vaşlatmak da o denli zordur. M addenin bu dur (bak. N Ü K L EE R E N E R Jİ). Kütlenin korunu­
özelliğine eylem sizlik denir (bak. EYLEM SİZ­ mu yasası (bak. M a d d e ) ile enerjinin korunu­
L İK ). Kütleye bağlı bir başka özellik de m o- mu yasası (bak. E N E R Jİ), Einstein’ın bu kura­
m entum ' dur. Bir cismin m om entum u, kütlesi mı göz önünde tutularak uyarlanmış ve birleş­
tirilmiştir. Bugün kabul edilen kütlenin ve
ile hızının çarpımına eşittir (bak. K u v v e t v e
H a r ek et ). enerjinin korunum u yasasına göre, herhangi
bir yalıtılmış sistemde, yani çevresiyle her­
Kütle ve Kütleçekimi hangi bir alışverişi olmayan kapalı bir sistem­
Cisimler arasındaki çekim kuvvetini belirle­ de, toplam m adde (kütle) ve enerji m iktarı,
yen, o cisimlerin kütleleridir. Cisimlerin kütle­ sistemin içinde ne tür bir değişim olursa olsun
leri büyüdükçe ve aralarındaki uzaklık kısal­ sabit kalır.
dıkça, birbirleri üzerinde uyguladıkları çekim
kuvveti, yani kütleçekimi de o kadar artar. KÜTLEÇEKİM bak. YERÇEKİM İ.
(D ünya’mn, üzerindeki cisimlere ya da başka
gökcisimlerine uyguladığı kütleçekimine yer­ KÜTÜPHANE sözcüğü Arapça “kütüb” (ki­
çekim i denir.) D ünya’yı G üneş’in çevresinde­ taplar) ve Farsça “hane” (ev) sözcüklerinden
ki, A y’ı da D ünya’nın çevresindeki yörünge­ oluşmakla birlikte, günümüzde kütüphaneleri
lerinde tutan, bu son derece büyük kütleli yalnızca kitapların toplandığı bir yer olarak
cisimler arasındaki kütleçekim kuvvetleridir. düşünmek yanlış olur. Çoğu m odern kütüp­
Kütleçekiminin etkisi altındaki bir cisim, hanede kitapların yanı sıra gazeteler, dergi­
bu etkiyi ağırlık denen bir kuvvet biçiminde ler, haritalar, ses ve video kayıtları, filmler ve
duyumsar. Bir cismin ağırlığı, üzerinde etki plaklar da bulunur. Bütün bunlara ek olarak
yapan çekim kuvvetine dolayısıyla da kütlesi­ inanılmaz ölçüde bilginin depolanıp amr.ua
nin büyüklüğüne bağlıdır. Örneğin, belirli okura ulaşmasını sağlayan bilgisayarlar da
kütledeki bir cisim A y’a götürülüp tartıldığın- vardır. Kütüphane, belirli bir düzene göre
da, ağırlığının Dünya’dakinden daha hafif sınıflandırılmış kitap, süreli yayın, görsel ve
olduğu görülür. Çünkü A y’ın kütlesi D ünya’ işitsel belgelerin her yaştan okurun hizmetine
nmkinden daha küçüktür ve bu yüzden başka sunulduğu yerdir.
cisimler üzerinde uyguladığı kütleçekim kuv­ Günüm üzde kütüphaneler basılı, resimli,
veti daha zayıftır. A y’a götürülen cismin kaydedilmiş ve elektronik olarak depolanmış
kütlesi ve büyüklüğü değişmemiş; ama ağırlığı her türlü iletişim olanağının merkezi duru­
değişmiştir. Ağırlık bir kuvvettir ve başka mundadır. İnsanlar kütüphaneye okum ak,
kuvvetler gibi newton denen bir birimle ölçü­ bakm ak, dinlemek, araştırm ak, danışmak ve
lür. Kütlesi 1 kg olan bir cismin Dünya öğrenmek için giderler.
üzerindeki ağırlığı yaklaşık 10 newtondur. Kütüphanelerde, görevleri kitapların sınıf­
Am a günlük dilde ağırlık ile kütle arasında bir landırılması, korunması ve kütüphanenin ge­
ayrım yapılmaz ve ağırlık ölçümleri newtonla liştirilmesinin yanı sıra kütüphaneyi kullanan­
değil kütle birimi olan kilogramla verilir. lara yardım etm ek olan kütüphaneciler çalı­
şır. Özel kütüphanecilik öğrenimi gören bu
Kütle ve Enerji görevlilerin sorumlulukları arasında şunlar
Einstein, 1905’te yayımladığı ö ze l görelilik sayılabilir: 1) Kitap, dergi ve öbür bilim ve
KÜTÜPHANE 183

1910'da ABD'de,
kütüphane bulunm ayan
kırsal bölgelerde yaşayan
insanlara kitap götüren ilk
gezici kütüphane hizmete
girdi.

The Am erican
Library Association

düşünce ürünlerini seçmek ve ısmarlamak; 2) cuk bakım odası olan kütüphaneler de vardır.
bunları kolaylıkla bulunup kullanılabilecek Ayrıca iki yaşından başlayarak her yaşta
biçimde düzenlemek; 3) dışarıya ödünç ver­ çocuğun ilgi duyacağı kitaplardan oluşan bir
mek; 4) kütüphaneye başvuranlara ilgi duy­ çocuk kitaplığı da bulunur. Halk kitaplığının
dukları alanlara ilişkin önerilerde bulunmak; amacına uygun olarak kütüphaneler, göçmen
5) belirli kişiler ve olaylarla ilgili sorulan nüfusun yoğun olduğu kentlerde, değişik kül­
sorulara yanıt vermek ya da bunlarla ilgili türlerden insanlara hizmet verebilmek için,
bilgilerin bulunduğu kaynakları göstermek; 6) göçmenlerin dilinde kitaplara yer verir. Gezi­
edebiyat tartışmaları, film gösterileri gibi ci kitaplıklar ise kütüphaneye gelmekte güç­
çeşitli etkinlikleri kapsayan program lar dü­ lük çekenlerin ayağına kadar giderek, özellik­
zenlemek. le hasta ve yaşlı kitapseverlerin kitap gerek­
Günümüzde birçok yerde kütüphane var­ sinmesini karşılamaya çalışır.
dır. Küçük kasabalarla büyük kentlerdeki
halk kütüphanelerinin yanı sıra okullar ve Kütüphane Nasıl Kullanılır
üniversitelerde de kütüphaneler bulunur. Kütüphanelerdeki bilgi kaynaklarına kolayca
H astanelerde, birçok özel şirkette ve başka ulaşabilmek için çeşitli sistemler geliştirilmiş­
kuruluşlarda özel kütüphaneler vardır. tir. H er şeyden önce, belli bir sınıflandırma
ilkesine göre, raflarda duran her kitaba bir
Halk Kütüphaneleri yer numarası verilir. Böyle bir sistem aynı
Okuryazar oranının yüksek, kitap sevgisinin konuda bilgi içeren bütün kitapların aynı
yaygın olduğu ülkelerde çok sayıda halk yerde bulunmasını sağladığından, okurların
kütüphanesi vardır. Adından da anlaşılacağı istedikleri kitabı kolayca seçmelerine olanak
gibi bu kütüphaneler bulundukları kent ya da verir.
kasaba halkının yararlanması içindir. Parasal A B D ’li kütüphaneci Melvil Devvey’in bul­
açıdan genellikle belediyelerce desteklenirler. duğu ve onun adıyla anılan Dewey ondalık
O kurlar düşük bir ödenti karşılığında kütüp­ sınıflandırma sistemi birçok kütüphanede kul­
haneye üye olabilir. Çoğunda plak, video lanılmaktadır.
kaset, körler için Braille alfabesiyle yazılmış Dewey sisteminde konular 10 ana gruba
kitaplar da bulunur. Büyük kütüphanelerde bölünmüştür. H er ana grup da kendi içinde 10
resim ve heykel sergileri, konserler, tiyatro altsınıfa ayrılır. İlk sayı ana grubu gösterir.
oyunları, sanat ve edebiyat söyleşileri yer alır. Örnek verilecek olursa 5 bilim, 6 teknoloji ve
Küçük çocuğu olan ana babaların kütüphane­ 7 güzel sanatlardır. İkinci sayı altsınıfı göste­
den yararlanabilmesini sağlamak için bir ço­ rir. Böylece, örneğin 51 m atem atik, 52 astro-
184 KÜTÜPHANE

düzenlenmiş (örneğin fotoğrafçılık, fizik gibi)


ve sınıflandırma işaretini gösteren bir listesi
olan konu dizini vardır. Böylece, belli bir
konuda kütüphanede hangi kitapların bulun^
duğunu öğrenm ek isteyen bir kimse, konu
kataloguna baktıktan sonra raflardan istediği
kitapları bulabilir.
Kütüphanelerde bilgisayar uygulaması dün­
yanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin­
de 1960’larda başladı. Bu uygulama yeni bilgi
akımı ve bilgi iletişimine olağanüstü bir hız,
doğruluk ve kolaylık sağladıktan başka kü­
tüphane içi hizmetlerin de bıktırıcı yazma ve
sınıflandırma işlemlerini kolaylaştırdı. Ulusal
ve uluslararası bilgi ve yayın alışverişi bilgisa­
yar ağlarıyla gerçekleştirilmeye başlandı.
Crown Copyright Bir kütüphaneye üye olduğunuz zaman,
Bir okul kitaplığında çeşitli kitapların yanı sıra görsel size kütüphaneden nasıl yararlanabileceğinizi
ve işitsel araçlar kullanan öğrenciler. açıklayan küçük bir kitapçık verilir. K ütüpha­
neye yeni gelen kitaplar genellikle bir süre
nomi, 53 fiziktir. Üçüncü sayı başka bir kolay göze çarpacak biçimde sergilenir. Raf­
altsınıftır: 533 ses, 534 ışık. larda bulamadığınız kitapları ise, geri verildi­
Bunları ondalık basamakları bir virgül ya ğinde hemen alabilmek için önceden ayırta­
da noktayla ayrılan öbür sayılar izler. Am a bilirsiniz.
çocuk kütüphanelerinde bunların çoğu kulla­ Bir kütüphanenin tüm olanaklarından ya­
nılmaz. rarlanm ak bir zaman işidir. H er kütüphane
Üniversite ve kolej kütüphanelerinin ço­ kendi ürünlerini farklı bir biçimde düzenler;
ğunda ise A B D ’de, W ashington’daki Kongre ayrıca her kütüphane değişik kaynaklara sa­
K ütüphanesinde geliştirilmiş bir sınıflandır­ hiptir. Gene de unutmayın ki, kütüphane
ma sistemi kullanılır. Bu sınıflandırmada bü­
The Chicago Public LibrarylA rthur S h a \
yük harflerle gösterilen 20 konu vardır. Ö rne­
ğin, dünya tarihi konusu için D harfi kullanı­
lır. İki büyük harf bir alt grubu gösterir. Buna
göre DK işaretini taşıyan yazılı belgelerin
hepsi Rus tarihine ilişkindir. Konuların daha
ayrıntılı olarak ayrılması ise sayı kullanılarak
yapılır.
İki sistemde de sınıflandırma numarası
kitabın sırtına yazılır ve kitaplar num ara
sırasına göre dizilir. Böylece, numarasını bi­
lirseniz, istediğiniz kitabı çabucak bulabilirsi­
niz. Belli bir kitabı ya da belirli konulardaki
kitapları bulmak isteyenler de kataloga ba­
karlar. Kütüphane kataloğu alfabetik sıraya
göre düzenlenmiş kartlardan oluştuğu gibi,
bilgisayarla da programlanabilir. Alfabetik
katalog yazarın adına göre düzenlenir. Konu
kataloğu, kitapların raflara dizilmesinde kul­
Bazı kütüphanelerde görm e özürlü okuyucular için
lanılan sisteme göre sınıflandırılarak düzenle­ "konuşan" kitaplar (ses kayıtları) ve Braflle kabartma
nir. Bir de konuların alfabetik sıraya göre harfleriyle yazılmış kitaplar bulunur.
KÜTÜPHANE 185

The Library o f Corıgress, Washirığton

Benzersiz kitap, elyazması ve müzik koleksiyonlarına sahip ABD'deki Kongre Kütüphanesi'nin okuma
salonu.

kullanılmak içindir ve size yardım etmeye ğu kütüphanede çoğu Süm erler’in ve Akad-
hazır kütüphaneciler vardır. lar’ın bilimsel m etinlerinden kopya edilmiş
binlerce tablet bulunuyordu. Bunlardan yak­
Kütüphanenin Tarihçesi laşık 20 bim zamanımıza kadar gelebildi.
Kütüphanenin tarihçesi bugünkü gibi basılı Tabletlerin konulara göre düzenlendiği ve
kitapların bulunmadığı çok eski zamanlara kataloga işlendiği bu kütüphane ilk sistematik
dayanır. Yazının bulunduğu tarih olarak tah­ kayıt koleksiyonu olarak kabul edilir.
min edilen İÖ 3500’de insanlar olup bitenleri İÖ 3000 dolaylarında Mısır’da yeni bir
sonraki kuşaklar öğrensin diye bir yere kay­ uygarlık gelişiyordu. Bu uygarlığın da bir yazı
detmeye çalışmışlar, başlangıçta düşünceleri­ sistemi ve çok sayıda kayıtları vardı. Eski
ni taşınması kolay olmayan taşlara ya da Mısırlılar papirüs bitkisinden bir çeşit kâğıt
duvarlara yazmışlardı (bak. K İT A P ). elde ettiler (bak. P A P İR Ü S ). Bu bitkinin lifleri
M ezopotamya’da (Irak’ın güneyi) yaşamış bir levha haline gelinceye kadar sıkıştırılıyor­
olan Süm erler, bir yazı sistemi geliştirerek kil du. Bunun üzerine, m ürekkep ve tüy kalem
tabletler üzerine kayıtlar tutm uşlardı. Bu kullanarak, resimlerden oluşan bir yazı yazılı­
tabletler kolayca kırılıyor ve yok oluyordu. yordu (bak. H İY E R O G L İF ). Papirüs levhaları bir
Bu yüzden bunları toplamak ve korumak çubuğa sarılarak rulo haline getirildikten son­
gerekti. A rkeologlar, Süm erler’in İÖ 2700’de ra kütüphanedeki sandıklara ya da duvarlara
tabletleri tapm aklarda, kütüphanelerde sak­ oyulmuş raflara yerleştiriliyordu.
ladıklarını saptadılar. Asur Kralı Asurbanipal’ İÖ 4. yüzyılda Eski Y unan’da tapm aklarda
in İÖ 7. yüzyılda Ninova’da yaptırmış oldu­ ve felsefe okullarında kitap depoları vardı.
186 KÜTÜPHANE

R om a’da bir halk kütüphanesi kurmayı ilk Mainz yakınlarında gerçekleşti. Johannes Gu-
düşünen Jül Sezar, kütüphane kurulmadan tenberg’in yeni basım yöntemi kitap üretimini
önce öldürüldü. Kentteki ilk halk kütüphane­ kolaylaştırdı. Ayrı ayrı dökülerek istendiği
sini İÖ 1. yüzyılın sonuna doğru Gaius Asini- gibi dizilebilen metal harfler, kâğıt, m ürek­
us Pollio adlı düşünür kurdu. Daha sonra kep ve bir baskı makinesi kullanılarak kitap­
R om a’da 28 halk kütüphanesi kuruldu. Bu ların daha çabuk ve daha ucuza basılabilmesi-
kütüphanelerde papirüs ve parşömene yazıl­ ni sağladı. Böylece eskiden yalnızca zenginle­
mış kitaplar volumina adı verilen rulolar rin satın alabildikleri kitapları artık her iste­
halinde saklanır, bazen de tirşe (çok ince yen alabiliyordu (bak. BASIM ; G u t e n b e r g , J0-
parşömen) yaprakları tıpkı günümüzdeki ki­ HANNES; K Â Ğ IT VE K Â Ğ IT Y A P IM I).
taplar gibi birbirine dikilerek codex adı veri­ Ortaçağda üç önemli ulusal kütüphane
len ciltler hazırlanırdı. Halkın kitap okumak kuruldu. Bunlar Paris’teki Ulusal Kitaplık,
amacıyla gittiği bu kütüphanelerin bazen evde R om a’daki Vatikan Kütüphanesi ve L ondra’
okunm ak üzere dışanya kitap verdikleri de daki British M useum Kütüphanesi’dir. Fran­
oluyordu. sa’daki, geçmişi 15. yüzyıla kadar uzanan
Aristo Kütüphanesi, İskenderiye K ütüpha­ Ulusal Kitaplık A vrupa’nın en eski ulusal
nesi, Bergama Kütüphanesi ve I. Constanti- kütüphanesidir.
nus’un Konstantinopolis’te (bugün İstanbul) 18. yüzyıl sonlarına doğru kitapların para
kurduğu İm paratorluk Kütüphanesi en eski karşılığında ödünç verildiği abone kütüphane­
kütüphanelerdir. leri açıldı. 19. yüzyılda İngiliz Parlam ento-
İS 5. yüzyılda A vrupa’da Rom a egemenli­ su’nda ilk Halk K ütüphaneleri Yasası kabul
ğinin sona ermesinin ardından, m anastırlar edildi. Kütüphane hizmeti, giderleri vergiler­
başlıca öğrenme ve araştırm a merkezleri ol­ den karşılanan bir devlet sorumluluğu oldu.
du. Böylece, m anastırlarda kütüphaneler ku­
rulmaya başlandı. Yaklaşık İS 529’da Aziz Türkler'de Kütüphaneler
Benedict’in İtalya’da, M onte Cassino’da kur­ Türkler’de kütüphanenin tarihi U ygurlar’a
duğu kütüphane çok ünlüydü. Fransa, Alm an­ kadar uzanır. Doğu Türkistan’daki Turfan’da
ya, İngiltere ve İrlanda’daki m anastır kütüp­ yapılan araştırm alarda İS 8.-13. yüzyıllardan
hanelerinde de, rahipler arasındaki bilgin ve kalma 30 bin kadar yapıt toplu olarak bulun­
sanatçıların, sayfalarını altın yaldızla ve par­ muştur. İslamiyet sonrası dönemde bilinen ilk
lak renkli boyalarla süsledikleri birçok güzel büyük kütüphane Gazneli M ahm ud’un (998-
elyazması toplanmıştı (bak. E L Y A Z M A S I). Bu 1030) saray kütüphanesidir. Başka Türk dev­
kütüphanelerin amacı elyazmalannın korun- letleri de İslam kültürünün ilk yaratıcıları
masıydı. Rom a İm paratorluğu’nun çöküşün­ Em eviler’le A bbasiler’in izinden giderek sa­
den sonra birçok eski elyazması manastır raylarda, m edreselerde ve camilerde kitaplık­
kütüphanelerinde korunup çoğaltıldığı için lar kurmuşlardır. Büyük Selçuklular’ın en ün­
kaybolm aktan kurtuldu. Bu koleksiyonlar ol­ lü kütüphaneleri Nizamülmülk’ün Bağdat ve
masaydı, bizler Eski Yunan ve Rom a yazarla­ Nişabur’da yaptırdığı m edreselerde bulunu­
rına ilişkin çok az şey bilecektik. yordu. Anadolu Selçuklularının büyük kütüp­
12. yüzyıldan sonra A vrupa’da üniversite­ haneleri başkent Konya’daydı. Osm anlılar’ın
ler ve bunlara bağlı kütüphaneler kuruldu. İki ilk kütüphaneleri İznik ve B ursa’da yaptırılan
önemli buluş, daha çok sayıda kitap üretimine m edreselerde kurulmuştu. İstanbul’un fethin­
ve daha çok kütüphane kurulmasına olanak den sonra da ilk kütüphane binası Fatih Sul­
sağladı. Ham ur haline getirilen bitki liflerinin tan M ehmed tarafından 1464’te Ayasofya Ca-
sıkıştırıldıktan sonra levhalar halinde kurutul­ misi’nin avlusunda yaptırıldı. Bunu birçok
masıyla elde edilen kâğıt, A vrupa’ya ilk kez kentteki külliyeler içinde kurulan kütüphane­
12. yüzyılda Çin’den geldi. Oldukça ucuza ler izledi. Topkapı Sarayı’nda da büyük bir
mal edilebilen kâğıt giderek parşöm enin yeri­ kütüphane vardı.
ni aldı. Kütüphanelerin gelişmesine katkıda Ayrıca İslam geleneğinin uzantısı olarak
bulunan ikinci buluş ise 1438’de Alm anya’da m edreselerde küçük kitaplıklar, camilerde ve
KYOTO 187

tekkelerde de kitap dolaplan bulunuyordu. KYOTO, Japonya ’nın önemli kentlerinden ve


Buralara kitaplar kişilerce tek tek ya da toplu eski Japon kültürünün m erkezlerinden biri­
olarak vakfediliyordu. İstanbul’daki ilk ba­ dir. Japonya’yı oluşturan adaların en büyüğü
ğımsız kütüphane yapısını 1661’de Köprülü olan Honşu (H ondo) A dası’ndadır. Kyoto,
M ehmed Paşa yaptırmıştır. Bunu İstanbul’da, yaklaşık 11 yüzyıl boyunca Japon İm parator­
A nadolu’da ve -Rumeli’nin birçok kentinde luğumun başkentiydi.
yapılan kütüphaneler izlemiştir. Bütün bu ya­ Kyoto, Japonya’nın kültürel ve dinsel m er­
pılar ve içindeki kitaplar yaptıranlarca düzen­ kezi olduğu için geleneksel Japon el sanatları
lenen kurallara göre çalışan vakıf kurum lan korunmuştur. Kentteki usta zanaatçılar lake,
olarak hizmet görmüştür. 1826’da Evkaf N e­ porselen ve tunç eşyalar, oyuncak bebekler ve
zareti (Vakıflar Bakanlığı) kurulunca kütüp­ ipek kumaşlar üretirler. Dokumacılık ve ku­
haneler bu kurumun yönetim ve denetimine maş boyama eskiden beri önemli zanaatlar
geçmiş, 1869’da da M aarif N ezaretine (Eği­ arasındadır. K yoto’da önde gelen sanayiler
tim Bakanlığı) devredilmiştir. İlk genel kü­ gıda, bakır çekme, kimya, ipek, elektrikli
tüphane 1882’de İstanbul’da Kütüphane-i araçlar, elektronik aygıtlar ve optik aletlerdir.
Umumi-i Osmani (bugünkü Beyazıt Devlet Kentin yakınlarındaki Biva G ölü’nden elek­
Kütüphanesi) adıyla açılmıştır. Bunu başka trik enerjisi elde edilir.
genel kütüphaneler izlemiştir. Cumhuriyet K yoto’nun ana limanı kentin güneyindeki
döneminde kütüphanelerin yönetimi Milli Yodo Irmağı kıyısındadır. Kent, aynı zaman­
Eğitim Bakanlığı’na verilmiş, Milli K ütüpha­ da önemli bir demiryolu kavşağıdır. Doğudan
ne de uzun bir hazırlık döneminden sonra ve batıdan gelen çok hızlı trenler buradan
1948’de A nkara’da kurulmuştur. Bugün çeşit­ geçer.
li kamu kurum lan ve özel kuruluşlarla üniver­ Japon im paratorlarının uzun süre yaşadığı
site kütüphanelerinin dışındaki bütün kütüp­ Kyoto’da çok sayıda kutsal anıt ve tapm ak
haneler Kültür Bakanlığı’na bağlıdır. Genel, vardır. Bir sanayi kenti olmadığı için II. D ün­
halk ve çocuk olarak üç ana dala ayrılan Kül­ ya Savaşı sırasında bom balanm aktan kurtu­
tür Bakanlığı’na bağlı 853 kütüphanede 7,5 lan Kyoto’daki İm paratorluk Sarayı ve
milyona yakın kitap bulunmaktadır. 1603’te yapılmış olan Nico Şatosu geleneksel

Dünyadaki Kütüphaneler JO G raphic R oom


Birçok ülkede özel hizmetler sunan ulusal kü­
tüphaneler vardır. Bunlarda çoğunlukla kitap
koleksiyonları, elyazmaları, eski papirüs ve
kil tabletlerden oluşan “kitaplar” bulunur.
Ulusal kütüphaneler ülkede basılan tüm ki­
tapların toplandığı merkezlerdir.
Dünyadaki en güzel kitap koleksiyonlann-
dan biri SSCB’de, Leningrad’da Çariçe Kate-
rina’nın kurdurduğu Devlet Halk Kütüphane-
si’ndedir. Gene SSCB’de, M oskova’daki Le-
nin Kütüphanesi ise 28 milyon kitaptan olu­
şan dünyanın en büyük koleksiyonlarından
birine sahiptir.
1800’de kurulan W ashington’daki Kongre
Kütüphanesi ek yapılarıyla birlikte dünyanın
en büyük kütüphane binasıdır. Ö bür büyük
ulusal kütüphaneler arasında İngiltere’deki
İngiliz Kütüphanesi; K ahire’deki Mısır Ulusal
Kyoto'da çok sayıda tarihsel yapı vardır. 17.
Kütüphanesi ve Pekin’deki Çin Ulusal Kütüp­ yüzyıldan kalma Katsura İm paratorluk Villası da
hanesi sayılabilir. bunlardan biridir.
188 LABRADOR

Japon mimarlığının en çarpıcı örneklerin­ Yüzölçümü yaklaşık 1.620.000 km2 olan


dendir. Labrador’un en kuzey ucunda, doğudaki dağ­
Eski bir eğitim merkezi olan Kyoto’daki en ların en yükseği olan Torngat Dağları yer
önemli okullar, 1875’te kurulan Doşişa Üni­ alır. Daha güneyde engebeli bir yayla vardır.
versitesi ile 1897’de eğitime açılan Kyoto Üni­ Girintili çıkıntılı olan kıyı, fiyortlar ve orta
versitesidir. Kentteki dokumacılık müzesin­ büyüklükteki akarsularla derin bir biçimde
de dünyaca ünlü ipekli kumaş koleksiyonları oyulmuştur. Labrador'un en önemli akarsuyu
sergilenmektedir. Kentteki önemli yapılar olan 480 km uzunluğundaki Churchill Irmağı
arasında geleneksel kabuki ve no oyunlarının üzerinde 97 m etre yüksekliğindeki Grand
sahnelendiği tiyatro binaları da sayılabilir. Çağlayanı vardır.
Geleneksel Japon evlerinin bilinen ilk örneği Çok fazla kuzeyde olmamasına karşın, Ku­
de Kyoto'dadır. zey Kutup Bölgesi’nden gelen akıntılar kıyıla­
8. yüzyılda kurulan Kyoto 794’te im para­ rını etkilediği için Labrador çok soğuktur.
torluk yönetim merkezi ve Japonya’nın baş­ Kışın akarsular ve göller donar; tüm kıyılar
kenti oldu. Önceleri “barış ve huzur baş­ buzlarla kaplanır. Kar, genellikle eylülden
kenti” anlamında Heian-kyo adıyla tanınıyor­ hazirana kadar yerde kalır.
du. Bu ad zamanla “başkent” anlamına gelen L abrador’un büyük bölümü yosunlar ve
Kyoto’ya dönüştü. 12. yüzyıldan 19. yüzyılın likenlerle kaplıdır. Am a vadiler ve güneydeki
ortalarına kadar, gerçekte pek güçlü olmayan alçak tepelerin yamaçları kara ladin ağaçla­
imparatorluğun merkezi Kyoto’daydı. Bu yüz­ rından oluşan sık orm anlarla kaplıdır. Kuzey
yıllarda yönetim şogun adı verilen askeri dik­ A m erika kıtasının en çok kereste elde edilen
tatörlerin elindeydi. 16. yüzyılda şogun karar­ alanı, Churchill Irm ağı’nm güneyidir. Bölge­
gâhları bugünkü adı Tokyo olan E do’ya taşın­ nin başlıca hayvanları kunduz, vaşak, misk
dı. 1867’de İm parator Meici şogunluğu orta­ sıçanı, susam uru, Kuzey A m erika’ya özgü
dan kaldırarak Japonya’da • im parator ege­ rengeyiği, ayı, sansar, volverin, mink, kırmızı
menliğini bir kez daha kurdu. Ülkenin şogun- sincap, mavi tilki ve kutup tilkisidir. Çoğunun
larca yönetildiği yüzyıllar boyunca gerçek yö­ kalın kış postları olan bu hayvanlar kürk
netim merkezi Tokyo olmuş, Kyoto’nun baş­ avcıları için çok değerlidir. Keklik, ormanta-
kentliği sözde kalmıştı. Bu nedenle Meici, vuğu, su çulluğu, kaz ve ördek bölgede
1868’de imparatorluk yönetim merkezini de bulunan başlıca kuşlardır.
Kyoto’dan Tokyo’ya taşıdı. Japonca’da Tok­ L abrador’un kıyı bölgelerinde yaşayanların
yo “doğunun başkenti” anlamına gelir. Kyo­ büyük çoğunluğu İskoç ya da İngiliz kökenli­
to ’ya da “batının başkenti” anlamında Saikyo dir. L abrador’da az sayıda Eskimo da yaşar.
adı verildi. Ne var ki, kentin halk arasındaki İç bölgelerde, avcılıkla yaşayan göçebe A m e­
adı hâlâ K yoto’dur. Kyoto’nun nüfusu rika Yerlileri olan Dağlılar ve Naskaplar
1.479.386’dır (1987). vardır.
L abrador’daki en eski uğraşlardan biri ba­
lıkçılıktır. Mayıs-ekim ayları arasında kıyılar­
da m orina, daha kısa bir süre için de ringa,

L halibut ve sombalığı avlanır. Labrador kıyıla­


rında ayıbalığı ve balina avcılığı da yapılır.
Yerliler ile Eskim olar’ın tuzaklarla avladıkla­
rı kürk hayvanları bir zamanlar önemli bir ge­
lir kaynağıydı; ama 20. yüzyılda önemi azal­
LABRADOR. Kanada topraklarının en doğu m aktadır.
bölümünü oluşturan Labrador Yarımadası, ku­ Churchill ve Kaniapiskau ırmaklarının kay­
zeyde Hudson Boğazı’ndan güneyde Belle isle naklarının arasındaki bölgede büyük demir
Boğazı’na kadar uzanır. İskandinavyalIlar İS cevheri yatakları vardır. Bunların en önemlisi
986’da Labrador’a gelmiş, ama yarımadanın iç Q uebec sınırındaki Schefferville yakınların­
bölgeleri 20. yüzyıla kadar keşfedilmemiştir. dadır. Çıkarılan dem ir cevheri yaklaşık 580
LADİN 189

ıg|pBlljfŞM i Battle limanı,


•M Labrador'da önem li bir
balıkçı kasabasıdır.
Yarımadanın kıyı
kasabaları dışında kalan
kesimlerine 1941'e kadar
neredeyse hiç el
değm em işti.

Ew ing Gallovvay

km güneyde, St. Lawrence Körfezi’ndeki LADİN. Çamgiller familyasında yer alan ladin
Sept-Iles limanına demiryoluyla taşınır. G ü­ ağaçları aşırı benzerliği yüzünden çoğu kişi
neybatıda bakır ve Ungava Körfezi’nin batı­ tarafından köknarlarla karıştırılır. Oysa ladin­
sında nikel çıkarılır. L abrador’da altın ve lerin kozalakları aşağı doğru sarkarken kök­
uranyum m adenleri de bulunmuştur. A karsu­ narlar dik kozalaklıdır. Ayrıca ladinlerin sar­
lar, özellikle Churchill Irmağı üzerindeki mal olarak dizilmiş iğne yaprakları döküldük­
M uskrat ve Churchill çağlayanları hemen ten sonra sürgünlerin üzerinde odunlaşır,
hemen sınırsız bir elektrik enerjisi kaynağıdır. batıcı çıkıntılar bırakır; buna karşılık köknar­
L abrador’da büyük kentler yoktur: En ların sürgünleri neredeyse pürüzsüz bir yapı­
büyük yerleşim m erkezleri Quebec sınırı ya­ dadır.
kınındaki Labrador City ve W abush ile kıyı­ Uzun boylu ve koni biçimli, değerli orman
daki Happy Valley-Goose Bay’dir. Goose ağaçları olan ladinlerin kuzey yarıkürenin
Bay’deki havaalanı, okyanus aşırı uçuşlar için serin ve ılıman bölgelerinde orm anlar oluştu­
başlıca yakıt ikmal yerlerinden biridir. ran 40 kadar türü vardır. Ladinler çoğu ağaç
16. ve 17. yüzyıllarda Fransa, Channel türünden daha çok kuzeye doğru yayılır,
Adaları ve İngiltere’den gelen balıkçılar hatta Kuzey Kutup D airesi’ne bile girer.
L abrador’a yerleştiler. D aha sonra kürk avcı­ Bütün ladin türlerinden hafif ve yumuşak
ları bölgeye geldi. odunlu değerli bir kereste elde edilir. Bunla­
Labrador yakınındaki Newfoundland A da­
L A D İN kozalak ve
sı, m orina avcılığı yapılan G rand Sığlığı’na yapraklar
daha yakın olduğu ve daha iyi limanları
bulunduğu için L abrador’dan daha iyi bir
to h u m AVRUPA
konum dadır. Bunun sonucu olarak Labrador L A D İN İ
uzun yıllar fazla ilgi çekmemiştir.
Günüm üzde Newfoundland eyaletinin bir
parçası olan L abrador’un sınırı tarihi boyunca
Quebec ile Newfoundland arasında anlaşmaz­
lıklara neden olmuştur. Newfoundland
1949’da K anada’nın'lO . eyaleti olunca, Lab­
rador da K anada’nın egemenliği altına girmiş­ S IT K A
kozalak ve
yapraklar
tir. Nüfusu yaklaşık 28.000’dir (1980). L A D İN İ
190 LA FONTAINE

rın başında da çok önemli bir kereste ağacı oyun yazarları olduğu gibi, zaman zaman
olan Avrupa ladini (Picea abies) gelir. Bu tuhaf davranışlarını ve açık yürekli konuşma­
ağacın odunu mobilya ve sandık yapımında larını hoşgörüyle karşılayan Kral XIV. Louis
kullanılır; bazı özel bölümlerinden de kem an­ de vardı. La Fontaine şiirlerinin çoğunda
lara göğüs tahtası yapılır. Gövde kabukların­ Yunan mitolojisinden esinlendi. Aynı zaman­
dan ise cila ve ilaçların bileşimine giren bir da kom ediler ve operalar için librettolar da
katran çıkarılır. Ladin ağaçlarının odunları yazdı.
kâğıt sanayisi için de değerli bir kaynaktır. La Fontaine dalgınlığıyla da ünlüydü. A n­
Örneğin, Kuzey A m erika’nın batı kıyılarında latıldığına göre bir gün kendi öz oğluyla
yetişen sitka ladininin (Picea sitchensis) odu­ karşılaşan La Fontaine onu tanımaz. Bir
nu kâğıt üretiminde kullanılır. dostu uyarınca da, yanıtı “H aa, evet gözüm
Ladinler tür sayısı bakım ından en bol Asya’ onu bir yerlerden ısırıyor” olur.
nın doğu kesimleri ile Kuzey A m erika’da bu­ 1668’de, La Fontaine’in 230 fabl içeren 12
lunur. Türkiye’de ise kendiliğinden yetişen kitabından ilki yayımlandı. Bu fabllerden
tek bir türü vardır. Doğu ladini adı verilen bu
tür (Picea orientalis) Kuzey A nadolu’nun ge­
nellikle kıyı kesimlerinde saf halde ya da kök­
nar ve sarı çam gibi bazı ağaçlarla karışık
orm anlar oluşturur. O rtalam a 40-50 metreye
kadar boylanabilen değerli bir ağaçtır. Ü lke­
mizde kendiliğinden yetişmediği halde park
ve bahçelerde süs bitkisi olarak görmeye
alıştığımız mavi ladin (Picea pungens) ise
Kuzey A m erika’dan getirilmiştir. Budanma-
yıp kendi haline bırakıldığında yere kadar
dallanan bu ağaç gümüşsü ya da buzlu mavi
rengiyle yetiştiği yerlerde hoş bir görünüm
yaratır. Nitekim bu mavimsi yeşil yaprakla­
rından ötürü halk arasında “maviçam” adıyla
anılır.
Aslında, yalnızca mavi ladin değil pek çok
ladin türü dünyanın çeşitli ülkelerinde yaygın
biçimde süs bitkisi olarak yetiştirilir. Am a bu
ağaçlar özellikle sanayileşmiş kentlerdeki kirli
havaya karşı son derece duyarlıdır ve çok
çabuk etkilenirler. Ladinler en iyi nemli, hafif Hulton Picture Library
asitli ve balçık topraklarda yetişir. Susayan tilki ile keçi bir kuyuya iner. Tilki keçiyi
atlatır. Sırtına basarak kuyudan çıkmayı başarır.
LA FONTAINE, Jean de (1621-1695). En
sevilen Fransız şairlerinden biri olan Jean de birçoğunun konusu çok eski tarihlerde yazıl­
La Fontaine, Fransa dışında da yaygın bir üne mış fabllerden alınmıştı. Oysa aralarında en
sahiptir. Oyun ve öykülerinin yanı sıra asıl güzelleri konusunu kendisinin uydurmuş ol­
koşuk biçiminde yazılmış, eğlendirici olduğu duklarıydı. La Fontaine öykülerini sade bir
kadar ders verici kısa hayvan öyküleri olan dille yazmış, ilginç hayvan ve doğa betim le­
fablleriyle tanınır (bak. F a b l ) . meleriyle zenginleştirmiştir. G örünüşte hay­
C hâteau-Thierry’de doğan La Fontaine vanları anlatan, eğlendirici olduğu kadar öğ­
1664’te yerleştiği Paris’te gerek yazdığı şiirler, retici de olan fablleri, tıpkı Ezop’unkiler gibi
gerek kişiliğiyle soylular ve edebiyatçılar tara­ (bak. E z o p t j n F a b l l e r İ) insanların zayıf yanla­
fından aranan bir kimse oldu. En yakın rıyla inceden inceye alay eder.
dostları arasında Jean Racine ve Moliere gibi La Fontaine’in dilimize de çevrilmiş birçok
LAHANA 191

yapıtı arasında “Ağustosböceği ile Karınca” , basım, otomobil m ontajı, gemi onarım ı, sa­
Karga ile Tilki, “Tavşan ile Kaplum bağa” ve bun, lastik ve mobilyadır. Balık sanayisi de
“Kurt ile Kuzu” en ünlülerindendir. Karga ile önemli bir yer tutar.
Tilki'de bir ağaçta gagasında peynir tu­ 1962’de kurulan Lagos Üniversitesi’nin,
tan kargayı gören kurnaz tilki, karganın hukuk fakültesi ve eğitim hastanesi vardır.
sesinin güzelliğini överek, ondan bir şarkı Lagos’un iklimi, boğucu sıcak ve sağlıksızdır.
söylemesini ister. Karga, tilkinin övgüsüne Altyapı hizmetleri, hızla artan nüfusun gerek­
kanıp, “gak” dem ek için ağzım açınca peynir sinimlerini karşılayamam aktadır. Elektrik ve
düşer. Peyniri kapan tilki ders verm ekten de su dağıtımında sık sık aksaklıklar olurken,
geri kalmaz: “H er dalkavuk çıkarı için över, fabrikalar da büyük çapta hava kirliliğine yol
yüzüne güler, peyniri yer” der. açmaktadır. Nüfusu 1.243.000 (1988) dolayın­
dadır. N ijerya’nın orta kesiminde Lagos’un
LAGOS. Nijerya’nın başkenti ve başlıca lima­ yerini alacak yeni bir başkent kurulm aktadır.
nı olan Lagos, Batı A frika’nın en hızlı gelişen
kentlerinden biridir. Lagos, İddo, İkoyi ve LAHANA, bugün hem Türkiye’de, hem de
Victoria gibi bataklık adalarını ve Gine K ör­ dünyanın öbür ülkelerinde en çok yenen
fezi’nin bir girintisi olan Benin Körfezi kıyıla­ sebzelerden biridir. Bu bitki çok eskiçağlar­
rını içine alır. Adaları birbirine ve kıyıya da, A vrupa’nın güneybatı kesimlerinde ken­
bağlayan köprüler vardır. A nakaradaki Apa- diliğinden yetişen yabani lahanadan (Brassica
pa önemli bir liman bölgesidir. N ijerya’nın oleracea) türetilmiştir. Aslında yabani lahana,
dışarıya sattığı ürünlerin önemli bir bölümü yalnızca lahananın değil gene sebze olarak
bu limandan gönderilir. yararlanılan başka pek çok tarım bitkisinin de
Bugünkü Lagos’un kurulu olduğu bölgeye atasıdır. Bunların başında Brüksel lahanası,
ilk kez 15. yüzyılın sonlarında ayak basan kara lahana, alabaş lahana, karnabahar ve
Portekizliler, daha sonra burada bir köle brokkoli gelir.
ticareti merkezi kurdular. 1914’te N ijerya’nın Turpgiller (Brassicaceae) familyasında yer
başkenti olan Lagos, 19. yüzyıl boyunca alan yabani lahana yaklaşık 60 santimetreye
İngiliz egemenliği altında kaldı. kadar boy atabilen, açık sarı çiçekli, sert saplı
Lagos’taki başlıca sanayi dalları biracılık, ve geniş yapraklı bir bitkidir. Oysa bundan

LAH A N A KARNABAHAR

BRÜKSEL
LAHANASI

YABANI
LAH A N A
ALABAŞ
LAH A N A
BROKKOLİ

Avrupa'nın kıyı kesimlerinde kendiliğinden yetişen yabani lahanalar ve bunlardan tü re tilm iş sebzeler.
192 LAHEY

geliştirilen tarım bitkileri birbirinden çok nacıklara bırakır. Tek bir bitki üzerinde 30-40
değişik ve farklı özelliklere sahiptir. Nitekim başçık bulunabilir.
bu farklılık bitkilerin sebze olarak yenen
bölümlerinde de ortaya çıkar. Örneğin, laha­ LAHEY, H ollanda’nın başkenti olmamasına
nanın ve Brüksel lahanasının üst üste binişe­ karşın, hüküm et merkezi ve zengin Güney
rek sık bir baş oluşturan, kara lahananın ise Hollanda bölgesinin merkezidir. Ayrıca Hol­
baş oluşturmayıp, seyrek dem etler halinde landa Parlam entosu’nun da toplandığı kent­
bulunan yaprakları yenir. Buna karşılık kar­ tir. Hollanda dilinde ’s-Gravenhage ya da
nabahar, bitkinin etlenerek kalınlaşmış çiçek­ kısaca Den Haag olarak anılan bu kent aynı
leridir (bak. K a r n a b a h a r ) . Brokkoli denen zam anda Am sterdam ve R otterdam ’dan son­
sebze ise karnabahar gibi çiçekleri yenen bir ra ülkenin üçüncü büyük kentidir.
çeşittir. Alabaş lahana ise öbürlerinden farklı Gittikçe genişleyen Lahey, 6 km ötedeki
olarak yaprak ya da çiçekleri için değil gövde­ Kuzey Denizi kıyısında, kumullar üzerinde
sinin alt bölümüne doğru geliştirdiği, şalgam yer alan Scheveningen balıkçı köyünü de içine
benzeri yumruları için dikilir. alır. Ö bür H ollanda kentlerinin tersine, sur­
Lahananın yaprakları yukarı doğru büyüye- larla çevrili olmayan Lahey’in çevresine 17.
meyen bir gövdenin ucundaki sürgün ya da yüzyılda korunması için bir kanal ağı yapıl­
tomurcuğun etrafında üst üste kapanarak mıştı. Büyük bir yerleşim yeri olmasına kar­
gelişir. Y apraklar bir yandan besin depolayıp şın, Napolyon Savaşlarinda Fransız işgaline
etlendikleri için lahana genellikle yuvarlak uğrayıncaya kadar Lahey, “A vrupa’nın en
biçimli sıkı bir baş halini alır. İşte bu yüzden büyük köyü” olarak anılıyordu. Bu yerleşim
lahanaya “baş lahana” da denm ektedir. Laha­ bölgesi 13. yüzyılda Kont II. W illem’in yaptır­
nanın başlıca kırmızı ve beyaz olmak üzere iki dığı şato çevresinde genişledi. ’s-Gravenhage
tipi vardır. D am arları oldukça kaim, yaprak “Kontların özel topraklan” anlamına gelmek­
katları ise çok sıkışık olan kırmızı lahananın tedir.
yalnızca salata ve turşu yapılarak değerlen­ Kentin en eski kesiminde bir gölün çevre­
dirilmesine karşılık, beyaz lahana en çok sinde kümelenmiş resmi yapılar ve 13. yüzyıl­
pişirilerek yenir, ayrıca turşusu da yapılır. da Kont II. W illem’in yaptırdığı Şövalye
Lahananın bileşiminde C vitamini, protein Binası vardır. Bu binada her yıl eylül ayında
ve karbonhidratların yanı sıra kalsiyum, fos­ kral ya da kraliçe H ollanda Parlam entosu’nu
for ve potasyum gibi bazı m ineraller de açar. Gölün bir köşesinde de Rem brandt,
bulunur. Peter Paul Rubens ve Frans Hals gibi ünlü
Bir kış sebzesi olan lahana, serin iklimli ve HollandalI ressamların tablolarının küçük
iyi akaçlanmış verimli topraklarda kolaylıkla am a çok değerli bir koleksiyonunu barındıran
yetişir; dona karşı oldukça dayanıklıdır. To­ M auritshuis vardır. Birçok koru ve parkın
hum dan çoğaltılan bir bitki olduğu için önce bulunduğu Lahey’de Huisden Bosch (koruda­
özel hazırlanmış fide yataklarında fideler ü re­ ki ev) adı verilen krallık sarayı, bir zamanlar
tilir, daha sonra bu fideler asıl yerlerine kıyı boyunca uzanan kayın ve meşe or­
aktarılır. Ü rün gelişimini tamamlayıp, sıkı m anından kalan ağaçlar arasındadır.
başlar oluşturduğunda hasat edilir. Lahanalar Denize doğru uzanan ağaçlıklı bir caddenin
en çok lahana sineği, lahana böceği ve tırtıl yanında 1913’te A B D ’li çelik kralı Andrevv
gibi bazı zararlılardan etkilenir. Lahana T ür­ Carnegie’nin yaptırmış olduğu Barış Tapmağı
kiye’nin bütün bölgelerinde yetiştirilir. Yıllık yer alır. 1899 ve 1907’de Lahey’de iki önemli
üretim ortalam a 500 bin ton dolayındadır. uluslararası barış konferansı düzenlendi. Bu
Türkiye’de pek az yetiştirilen Brüksel laha­ konferanslarda silahsızlanma ve zehirli gazlar
nası öteki çeşitlerden farklı olarak 60-90 cm gibi kimyasal silahların kullanımını önlemek
arasında boylanabilen uzun ve dik gövdeli bir için çalışmalar yapıldı. Birleşmiş M illetler’e
bitkidir. Gövdenin tepesinde toplanan yap­ bağlı Uluslararası A dalet D ivaninin merkezi
raklar aşağıya doğru yerini gövde boyunca Barış Tapm ağı’ndadır. Çeşitli ülkeler arasın­
dizilmiş iri birer ceviz büyüklüğündeki laha- daki anlaşmazlıklar burada görüşülür.
LAİKLİK 193

ratoru Cihangir’in türbesi, çok sevdiği bu


kentin yakınındaki Şahdara’dadır. Cihangir’
in oğlu Şah Cihan 1641’de kentin 9 km
doğusundaki Şalemar Bahçeleri’ni yaptırdı.
400’den fazla fıskiyenin süslediği üç teras
biçiminde düzenlenmiş olan bu bahçeler dün­
yadaki örneklerinin en güzellerindendir. Ken­
tin kuzeyindeki eski surların içinde birçok gü­
zel saray yer alır. Sarayların çatıları La-
hor’un ünlü renkli kiremitleriyle kaplıdır.
Önemli bir bankacılık ve iş merkezi olan
Lahor, pam uk, ipek, ayakkabı ve kauçuk
üretimi yapılan bir sanayi bölgesinin m erkezi­
dir. Pakistan’ın en eski üniversitesi olan
Lahey'deki Barış Tapınağı, Birleşmiş M illetler'e bağlı
Pencap Üniversitesi 1882’de L ahor’da kurul­
Uluslararası Adalet Divam'mn merkezidir. muştur. K entte özellikle teknik dallarda eği­
tim yapılan bir başka üniversite de vardır.
Bir yönetim, ticaret ve bankacılık merkezi Lahor’un nüfusu 2.952.700’dür (1981).
olan Lahey’de fabrika sayısı azdır. Buna
karşılık birçok petrol ve havayolu şirketinin LAHOZ bak. H a n İ.
merkezleri Lahey’dedir. II. Dünya Savaşı’nda
birçok yapı yerle bir olurken, kentin tarihi LAİKLİK, genel olarak din ile devlet işlerinin
merkezi fazla zarar görmedi. ayrılması olarak tanımlanır. Fransızca’dan di­
Lahey’in nüfusu 443.961’dir (1986). limize geçmiş olan “laik” sözcüğü “din adamı
olmayan kimse; din adamı dışında kalan
LAHOR, Pakistan’ın ikinci büyük kenti ve halk” anlamına gelen Latince “laicus” sözcü­
Pencap eyaletinin başkentidir. Ülkenin ku­ ğünden gelmektedir.
zeydoğusunda verimli İndus Ovası’nın yukarı Eskiçağlardan beri din, insanların günlük
bölümünde Ravi Irmağı kıyısında yer alan yaşamında, toplumsal düzende ve devlet yö­
kent, Hindistan sınırına yaklaşık 25 km uzak­ netiminde etkili oldu. Özellikle Hıristiyan
lıktadır. İS 1. ya da 2. yüzyılda kurulduğu dini A vrupa’da ortaçağ sonlarına kadar her
sanılan Lahor, altın çağını H int-Türk İm para­ alanda söz sahibiydi. Papalar krallara hükm e­
torluğu dönem inde yaşadı. H int-Türk İm pa­ debiliyor, papaz, rahip ya da keşiş gibi din
Chrisrine Osborne

Lahor'un merkezinde
işlek bir cadde.
194 LALE

adamları Hıristiyan dininin kurallarına göre riye ve Evkaf Vekâleti (Din İşleri ve Vakıflar
insanların yaşamını yönlendiriyorlardı. Bakanlığı) kaldırılarak din işleriyle ilgili ola­
Zam anla değişen ve gelişen ticaret ilişkile­ rak Diyanet İşleri Bakanlığı kuruldu. 1924’te
ri, kentlerin zenginleşmeye başlaması, Hıristi­ halifeliğin kaldırılması, 1925’te tekke, zaviye
yan olmakla birlikte ayrı mezheplerden olan­ ve türbelerin kapatılması, Türkiye Cumhuriye­
ların çoğalması gibi etm enler Hıristiyan dini­ tinin laikleşme yolunda attığı öteki adımlardır.
nin dönemin yeni koşullarına göre gözden Gene 1926’da yürürlüğe giren Medeni Kanun
geçirilmesini gerektirdi. 16. yüzyılda dinde ile hukuk alanında da laiklik ilkesi geçerli kılın­
Reform hareketi oldu. Edebiyat, sanat ve dı. 1928’de çıkarılan yeni bir yasayla anayasanın
bilimde Rönesans diye adlandırılan canlanma ikinci maddesinde yer alan “Türk Devleti’nin
ve atılım dönemi de 15. ve 16. yüzyıllarda dini, İslam dinidir” cümlesi çıkanldı.
gerçekleşti. Böylece Hıristiyan dünyasında 1931’de rejimin tek partisi olan Cumhuriyet
din, yaşamın birçok alanında etkisini yitirm e­ H alk Partisi’nin yeni program ında laiklik altı
ye başladı. Özellikle eğitim ve öğretim alanın­ okla simgelenen ilkelerden biri olarak yer
da yenileşmeler oldu. Din kurallarına uygun aldı.
eğitim yapan kurum ların yanı sıra özgür 1933’te okul program larından çıkarılan din
düşünceye ve inanç özgürlüğüne dayanan eği­ dersleri, 1949’da ilköğretim, 1956’da ortaöğ­
tim kurum lan devlet tarafından açılmaya retim program larına “seçmeli ders” olarak
başlandı. 1789 Fransız Devrim i’nden sonra yeniden kondu. Din dersleri 1982 Anayasa-
laiklik yavaş yavaş devletin bütün kurumla- sı’yla ilk ve ortaöğrenim kurum larında zorun­
rında ve toplum da kendini kabul ettirdi. lu dersler arasına girdi.
Ülkemizde 18. yüzyılda başlayan yenileşme
hareketleriyle birlikte toplumsal yaşayışın ve LALE. Albenili çiçekleriyle laleler yüzyıllar­
devlet -düzeninin işleyişinde ikili bir durum dır en sevilen süs bitkileri arasında yer almış­
ortaya çıktı. Bir yanda İslam dininin gerekle­ tır. Zam bakgiller (Liliaceae) familyasının Tu-
rine göre uygulamalar yapılıyor, öte yanda lipa cinsini oluşturan bu bitkilerin, doğada
çağdaşlaşma amacıyla batılı anlayışa göre işler kendiliğinden yetişen 100 kadar türü vardır.
yürütülüyordu. Özellikle 19. yüzyılda bu iki­ A nayurdu A vrupa, Asya ve Kuzey Afrika
lik daha da belirginleşti. İslam dininin gerek­ olan bu türler, uzun melezleme çalışmalarıyla
lerine göre öğretim yapan m edreselerin ya­ geliştirilmiş alımlı süs lalelerinin atalarıdır.
nında çağdaş eğitim anlayışına göre kurulmuş Bugün lale yetiştiriciliğinde dünyanın en
okullar açıldı. H ukuk alanında da hem İslam önde gelen ülkesi H ollanda’da lale yetiştirme
hukukuna göre yargılamalar yapılıyor, hem merakı ilk kez 17. yüzyılda başladı. 1630’larda
çağdaş hukuk anlayışına göre kurulmuş m ah­ aşırı lale tutkusu yüzünden yeni geliştirilen
kem eler görev yapıyordu. Padişah ise hem tek bir lale soğanına son derece yüksek
bütün M üslüm anların halifesi, hem de Os­ fiyatlar ödendi. Yaklaşık beş yıl süren bu
manlI Devleti sınırları içinde yaşayan başka çılgınlık lale ticareti yapan bazı kişilere çok
dinlerden olan yurttaşların hüküm darı duru­ büyük servetler kazandırırken, bazılarının da
mundaydı. Bu ikili durum Kurtuluş Savaşinın varını yoğunu kaybetmesine neden oldu. Ül­
sonuna kadar sürdü. ke ekonomisinin altüst olmasına yol açan bu
G erek toplumsal gereksinmeler, gerek dev­ salgın sonucu gene de H ollanda’da lale yetiş­
let yönetiminde karşılaşılan güçlükler ülke­ tiriciliği sona erm edi. Buna benzer bir lale
mizde de laikliğin benimsenmesini gerektiri­ salgını Osmanlı İmparatorluğu’nda da yaşan­
yordu. 3 M art 1924’te kabul edilen bir yasayla dı. 1718-30 yılları arasında, İstanbul’da saray
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bütün çevresinde ve varlıklı kesimlerde yaygınlaşan
öğretim ve eğitim kurum lan M aarif V ekâleti’ lale yetiştirme merakı yüzünden, aynı zam an­
ne (Eğitim Bakanlığı) bağlandı. Tevhid-i Ted­ da yenilikçi hareketlerin de yaşandığı o dö­
risat K anunu’yla (Öğretimin Birleştirilmesi nem Osmanlı tarihine “Lale D evri” olarak
Yasası) din eğitimi ya da dinsel tem ellere göre geçti (bak. L a l e D e v r i ) . Lale, ayrıca Türk
eğitim yapan okullar kapatıldı. Ardından Şe- süsleme ve el sanatına da girmiş; çini, minya-
LALEAĞACI 195

sap uzunluğu ve çiçeklenme zamanı gibi


özelliklerine dayanarak çeşitli adlar verilmiş­
tir. Örneğin, zambak çiçekli lalenin adı aynı
zambak gibi geriye kıvrık, sivri uçlu çiçek
örtüyapraklarından gelir. Papağan lalesi de­
nen çeşit ise kenarları püskül gibi kırtıklı
çiçekleriyle tanınır. Kesme çiçek olarak yetiş­
tirilen lale çeşitleri genellikle daha uzun
boyludur. Çoğu 30 santimetreyi aşan uzun­
luktaki bu çeşitler arasında bazısı 50-60 santi­
m etreye ulaşır. Kaya bahçeleri için ise bazı
cüce çeşitler geliştirilmiştir.
A nadolu’da doğal olarak yetişen 14 kadar
lale türü vardır. Hollanda lalelerinin çoğunun
A nadolu’dan götürülen türlerden geliştirildiği
sanılmaktadır. H atta lalelerin Latince bilim­
sel cins adı ( Tulipa) da eskiden “sarık”
anlamında kullanılan Türkçe “tülbent” sözcü­
ğünden gelm ektedir. Bu ad, çiçeklerin kapalı
haldeyken sarığı andıran görünüm ü nedeniyle
verilmiştir.
N H P A /M . W. F. Tweedie Laleler en iyi organik m addelerce zengin,
Kırlarda kendiliğinden yetişen yabani laleler, süs ince kumlu topraklarda yetişir. Lale soğanları
lalelerinin atasıdır. yaklaşık üçte ikisi toprağın altında kalacak
biçimde, uçları yukarı doğru toprağa yerleşti­
tür, halı ve kum aşlarda m otif olarak kullanıl­ rilir. Önceleri pek sulama gerektirm ez ama,
mıştır. yapraklanıp çiçeklenmeye yüz tuttuğunda dü­
Laleler toprağın altında geliştirdikleri so­ zenli olarak sulanmalıdır.
ğanlardan çoğaltılır. H er bir lale soğanı yuka­
rı doğru uzanan bir sapın (gövdenin) ucunda LALEAĞACI, yaklaşık 200 yıl boyunca büyü­
çanak biçimli tek bir çiçek açar. Sapın toprağa mesini sürdürerek 60 m etreye kadar boylana-
yakın kesiminden ince uzun, bazen de enli ve bilen son derece gösterişli bir ağaçtır. Kuzey
kalınca iki yaprak çıkar. Çiçekler, öbür bitki­ A m erika’nın orta ve doğu kesimlerinde ken­
lerin çiçeklerinin tersine tümüyle birbirinin diliğinden yetişen bu ağaç (Liriodendron îuli-
aynı olan yani renkleri ve biçimleri birbirin­ pifera) manolyayla akrabadır. Nitekim, ma-
den farklılaşmamış üç çanakyaprak ile üç nolyanınkini andıran alımlı çiçeklerinden ötü-
taçyapraktan oluşur. Yuvarlak, sivri uçlu ya
da fırfırlı kenarlı olabilen bu çiçek örtüyap-
raklarınm renkleri beyazdan pem beye, turu n ­
cudan kırmızıya, açık sarıdan altın sarısına
kadar değişir. H atta “siyah lale” denen koyu
mor çeşitleri bile vardır. Bazıları iki renkli
alacalıdır, bazılarında ise taçyaprak ve ça-
nakyaprakların tabanı siyah lekelidir.
Laleler yalnızca park ve bahçe süsleri ola­
rak değil kesme çiçek ticaretinde de önemli
bitkilerdir. Bu amaçla, uzun yıllardır sürdürü­
len yoğun melezleme çalışmaları sonucu bü­
yüklü küçüklü ve renk renk yüzlerce lale
çeşidi geliştirilmiş ve her birine çiçek biçimi,
196 LALE DEVRİ

rü dünyanın pek çok yerinde süs bitkisi olarak


yetiştirilir. Aynı zamanda iri yapraklarla do­
nanmış yaygın dalları sayesinde iyi bir gölge
ağacıdır.
Laleağacının dimdik duran gövdesi düzgün
oluklu gri bir kabukla örtülüdür. Ağaç, ilkba­
harın sonuna doğru ya da yaz başında çanak
biçimli iri çiçekler açar. Çevreye hoş bir koku
yayan bu çiçeklerin parlak yeşil çanakyaprak-
ları ve ortaya doğru turunculaşan sarı taçyap-
rakları vardır. Çoğu bitkinin tersine ucu sivri
değil geniş kertikli ya da düz bir yapıda olan
yaprakları sonbaharda altın sarısı bir renk
alır. Dalların ucunda kozalaksı küm eler oluş­ A ra Giiler Arşivi

turan kahverengi kuru meyveleri olgunlaştı­ Lale Devri'nde saray çevresi eğlence dolu bir yaşam
sürmeye başladı.
ğında kuruyup parçalanarak yassı bölmelere
ayrılır.
Laleağacının kolay işlenebilen ve iyi cila çok bina ve bahçe yapıldı. Boğaziçi ve Haliç
tutan açık renkli bir odunu vardır. Mobilya, kıyıları yalılarla, köşklerle, kasırlarla donatıl­
kontrplak ve kutu yapımında kullanılan bu dı. Saray çevresinden başlayarak birçok yük­
odundan kâğıt sanayisinde de yararlanılır. sek devlet görevlisi ve halkın varlıklı kesimi
buralarda eğlence dolu bir yaşam sürmeye
LALE DEVRİ (1718-1730). Osmanlı tarihinde başladı. Bu o zamana kadar içe kapalı bir
batılılaşma yönünde ilk adımların atıldığı Lale yaşamı olan bütün halk kesimlerinin görmedi­
Devri adını dönemin yaşam biçimini simgele­ ği bir şeydi. H er vesileyle düzenlenen kitlesel
yen lale çiçeğinden almıştır. eğlencelerle bu yaşam biçimi giderek yaygın­
Lale D evri’ne damgasını vuran kişi Sadra­ laşmaya başladı. Dönem e adını veren lale
zam Nevşehirli D am at İbrahim Paşa olmuş­ çiçeğinin en güzelini yetiştirmek için herkes
tur. İbrahim Paşa 1718’de sadrazam olur birbiriyle yarışır oldu. Bu amaçla başta Hol­
olmaz ağır koşullar altında imzaladığı Pasa- landa olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerin­
rofça Antlaşması ile 1714’ten beri Avusturya den ve İran’dan lale soğanı bile getirtildi.
ve V enedik’e karşı sürdürülen savaşa son Savurganlığa varan bu harcam alar yüzünden
vermişti. Avrupa ülkelerinin gittikçe güçlen- birçok tüketim maddesinin fiyatı aşırı biçimde
m ekte olduğunu ilk fark eden kişilerden olan yükseldi. Ö te yandan Lale D evri’nde bazı
İbrahim Paşa barışçı bir ortam yaratm ak ve önemli yenilik girişimleri de oldu. Bunlar
batıyı daha yakından tanım ak istiyordu. Bu arasında en kalıcı olanı m atbaadır (bak.
amaçla İstanbul’daki batılı ülke elçileriyle İBRAHİM M Ü T E F E R R İK A ). Ayrıca dönemin ünlü
yakın ilişkiler kurdu, bir yandan da Avrupa şairi Nedim ’in başkanlığında oluşturulan bir
ülkelerine elçiler göndererek buralardaki top­ kurul batı ve doğu dillerinden çeviriler yap­
lumsal ve ekonomik yaşamı tanımaya çalıştı. m akla görevlendirildi. İzm it’te bir kâğıt fabri­
Bu elçiler arasında 1720’de Paris’e giden kasının yapımına başlandı. Önemli bir girişim
Yirmisekiz M ehmed Çelebi, İbrahim Paşa’yı de İstanbul’u sık sık kasıp kavuran yangınlar­
en çok etkileyen kişi oldu. Yirmisekiz Çelebi’ la mücadele için tulumbacılık örgütünün ku­
nin 1721’de dönüşünde sunduğu bilgiler ve rulmasıdır.
belgeler İbrahim Paşa’da Avrupa tarzı yaşamı İstanbul dışında Anadolu ve Rumeli halkı
Osmanlı D evleti’nde de egemen kılma isteği geleneksel yaşam biçimini korudu. III. A h­
uyandırdı. m ed’in hazine gelirlerini artırm ak amacıyla
İlk kez Padişah III. A hm ed’in de onayıyla iltizam usulünü (vergileri aracılar eliyle topla­
geniş bir bayındırlık etkinliğine girişilerek ma) yaygınlaştırması ve paranın değerini dü­
İstanbul’da batıdaki örneklerine benzer bir- şürmesi halkın daha çok ezilmesine yol açtı.
LAMA 197

İstanbul’daki esnafa ve zanaatçılara konulan


ağır vergiler de kentte hoşnutsuzluk yarattı.
Dam at İbrahim Paşa’nın birçok devlet görevi­
ni kendine bağlı kişilere vermesi ve onları
uzun süre aynı yerde tutması yükselme bekle­
yen birçok m emurun tepkisini çekiyordu.
Bütün bunlara 1723’te başlayıp aralıklarla
süren İran Savaşı dolayısıyla konulan ola­
ğanüstü vergiler eklenince halkın hoşnutsuz­
luğu doruk noktasına vardı. 28 Eylül 1730’da
D am at İbrahim Paşa’ya karşı olanların başını
çekenlerden Kaptan-ı Derya M ustafa Paşa’
nın kışkırtmasıyla eski bir denizci olan Patro­
na Halil İstanbul’da ayaklanma başlattı. Üç
gün içerisinde İstanbul’u ellerine geçiren
ayaklanmacılar III. A hm ed’den Dam at İbra­
him Paşa ve yakın adamlarının idamını istedi­
ler. III. Ahm ed bu isteği yerine getirdiyse de Briıish A in v a ys
tahtını kurtaram adı. Patrona Halil’le birlikte Lamalar And Dağları'nda yük hayvanı olarak
hareket eden devlet adamları III. A hm ed’in kullanılır. Kalın postları soğuktan korunmalarını
yerine I. M ahm ud’u padişah yaptılar. A yak­ sağlar.
lanma sırasında Lale Devri’nde yapılan bina­
lar yakılıp yıkıldı. Yenilik simgesi sayılan yor, kurumuş dışkılarını yakıt (tezek) olarak
birçok şey yok edildi. Dam at İbrahim Paşa’ya kullanıyorlardı. Lama yünü alpakanınki ka­
yakınlığıyla tanınanlar ya öldürüldü ya da dar değerli değildir.
sürgüne gönderildi. Osmanlı tarihinde 12 yıl Bugün bile yük hayvanı olarak kullanılan
süreyle değişik bir çığır yaratan Lale Devri lam alar katır gibi inatçılığıyla ünlüdür. Y orul­
böylece kanlı biçimde sona erdi. duğunda yere yatarak zorlanmaya karşı ko­
yar, kızdıklarında ya da tehlike karşısında
LAMA. Lama (Lama glama), alpaka (Lama tekm e atar, kısmen sindirdikleri besinleri
pacos), vikunya (Lama vicugna) ve guanako tükürürler.
(Lama guanacoe) devegillerin Güney A m eri­ G uanako ve vikunyalar dağlarda küçük
ka’da yaşayan birbirine yakın akraba dört sürüler halinde yaşayan yabanıl hayvanlardır.
türüdür. Hörgüçsüz olan bu otçul hayvanlar Vikunyalar çok ince ve ipeksi yünleri için aşırı
deveden çok, uzun bacaklı ve uzun boyunlu ölçüde avlandıklarından, şovları tükenm e
bir koyuna benzer. Yüzyıllar önce Güney tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Am erika Yerlileri tarafından evcilleştirilen la­
ma ve alpakanın bilinen hiçbir yabanıl örneği LAMA. Tibet dilinde “en üstün" ya da “yüce"
yoktur. Bu hayvanlar sürüler halinde yüksek anlamına gelen lama sözcüğü Lamacı rahip ya
yaylalarda yaşar. da keşişlere verilen addır. Budacılık'ın bir ko­
Lama yakın akrabaları arasında en iri lu olan Lamacılık, Tibet'te en yaygın dindir.
olanıdır. Omuz yüksekliği 1,2 m etre dolayına İS 7. yüzyıldan başlayarak Tibetliler Buda-
ulaşır. Postu genellikle açık kahverengi, ba­ cılık’ı benimsediler (bak. Buda VE BudACILIK).
zen kahverengi ya da siyah beneklidir. Keskin Çin’in Tibet’i egemenliği altına aldığı
ve sert toynakları sarp dağ yollarında yere 1950’lere kadar bu ülkede keşişler çok güçlüy-
sağlam basmasını sağlar. İspanyollar 16. yüz­ dü, m anastırlar da çok yaygındı.
yılda Güney A m erika’ya geldiklerinde, atları Çin yönetiminin lamaların dinsel etkisini
olmayan İnkalar’ın, eşyalarını taşırken lam a­ kırmak için büyük çaba harcamasına karşın
ları kullandıklarını gördüler. İnkalar ayrıca dinin, Tibetliler’in yaşamında bugün de
lamaların etini yiyor, yapağısından giysi yapı­ önemli bir yeri vardır.
198 LAMARCK

Bir Tibet m anastırında yaşam oldukça yalın çevrilir. Silindirin içinde üzerine kutsal kitap­
ve zordur. Bütün keşişler günlük ayinlere lardan alınan dualar ve sözlerin yazıldığı
katılır. M anastırlar lüksten uzak, yiyecekler kâğıtlar vardır. Dua asasının her döndürülü-
basittir. Keşişler, kendi aralarında, her biri­ şünde kâğıtlar üzerine yazılı bu sözler yinele­
nin kendine özgü kuralları olan çeşitli tarikat­ nir. Bazı dua asaları ancak makine yardımıyla
lara ayrılır. En üstün tarikat d g e -lu g s -p a (sarı döndürülebilecek kadar büyük olur.
şapkalılar) tarikatıdır. Bu keşişler, giydikleri 1959'a kadar Tibet D evletinin önderi Da-
uzun sivri, sarı şapkalardan ötürü “sarı lay Lama denen keşişti. Moğolca bir ad olan
şapkalılar" olarak anılırlar. Bir lama zaman Dalay Lama, “Büyük O kyanus” anlamına
zaman düşünceleriyle baş başa kalmak için gelir. Sarayı, başkent Lhasa’ya (b a k . L h a s a )
kendi başına bir mağaraya çekilir. Bazı keşiş­ yukardan bakan Potala Tepesi'ndedir. Dalay
ler hastalarla ilgilenir ya da kutsal resimler Lam a'nın, dünya üzerinde yaşayan en yüce
yaparken, bazıları da kötü ruhları uzaklaştır­ insan olduğuna, acıma ve bağışlama duygula­
ma görevini üstlenir. rının onun aracılığıyla tüm dünyaya yayıldığı­
Tibetli keşişlerin kendilerini insanların ol­ na inanılır.
duğu kadar, hayvanların da mutluluğuna ada­ Dalay Lam a öldüğünde, Tibetliler onun
maları beklenir. Bu keşişlerin düşüncelerim bağışlayıcı ruhunun bir bebeğe geçeceğine ve
arındırarak başkalarına yardım etm ek için bu bebeğin de yeni Dalay Lama olacağına
gerekli güce sahip olabileceklerine inanılır. inanırlar. Yerleşim birimlerinin seyrek oldu­
Bunu yapabilmek için de kutsal cümleleri ya ğu T ibet’te böyle bir çocuğun bulunması
da duaları binlerce kez yinelemeleri gerekir. oldukça zordur. Kâhinlere danışılır ve onların
Bu gizemli, kutsal dualar genellikle kâğıt da yardımıyla istenen özellikleri taşıyan erkek
şeritlere yazılır ve dua asalarının içine konur. çocuklar bulunur. Bu çocukların yeni Dalay
Basit bir dua asası, bir sap üzerine yerleştiril­ Lam a olabilmek için gereken niteliklere sahip
miş küçük bir döner silindirden oluşur ve elle olup olmadıkları araştırılır. Daha sonra en
uygun görülen adayların önüne, önceki La-
Camera Press m a'nın çanı ile tespihi, benzerleriyle karıştırı­
larak konur. Lam a’nın eşyalarını bulan ço­
cuk, yeni Dalay Lama olarak kabul edilir ve
daha sonraki görevleri için eğitilmek üzere
P otala’ya götürülür.
1959’da Çinliler, T ibet’te çıkan ayaklanma­
yı bastırdı ve ardından birçok lama ülkeyi terk
etti. Bu lamalar, günümüzde Kuzey Am erika,
Hindistan ve A vrupa’da yaşıyor. Dalay Lama
ise, durum unun giderek kötüleştiğini görünce
at sırtında dağları aşarak, Hindistan’a kaçtı.
A y r ıc a b a k . TİBET.

LAMARCK, Jean-Baptiste de (1744-1829).


Büyük Fransız doğa bilgini Jean-Baptiste de
Lam arck, İngiliz bilim adamı Charles Dar-
win’in doğduğu yıl Philosophie zoologique
(1809; “Zooloji Felsefesi”) adlı ünlü yapıtını
yayımlamıştı. Bu yapıtında, Lamarckçılık adıy­
la bilinen evrim kuramını açıklamış ve canlı­
ların evrimine kanıt gösterilebilecek olguları
bir araya toplayan ilk bilim adamı olmuştur.
Fransa’nın Picardie bölgesindeki bir köyde
İki genç lama verilen öğütleri dinliyor. doğan Lam arck, çocuklusundan beri asker
LAOS 199

olmayı düşlerken, babasının isteğine uyarak da omurgasız hayvanlar biyolojisinin en


papaz olmak üzere din eğitimine başladı. önemli yapıtlarından birini yayımladı.
Ama 1760’ta babası ölünce öğrenimini yarım
bırakıp orduya yazıldı ve Yedi Yıl Savaşfnda Lamarckçılık
kahram anca çarpıştı. Ne var ki, bozulan Lamarck, hayvanlar üzerindeki araştırmaları
sağlığı bu mesleği sürdürmesine izin vermedi­ sonucunda, bütün üstün yapılı, gelişmiş canlı­
ği için 1768’de ordudan ayrılmak zorunda ların basit yapılı ilkel canlılardan türediğine
kaldı. Sonraki yıllarda Paris’te bir yandan tıp inanmıştı; bu düşünce, Lamarckçılık adıyla
öğrenimi görürken bir yandan da botanik bilinen evrim kuramının çıkış noktası oldu.
alanında incelemeler yaptı ve 1778’de Fransa’ Bu kuram a göre, canlıların yaşam boyunca
nın doğal bitki örtüsüne ilişkin değerli çalış­ kazandıkları yeni özellikler sonraki kuşaklara
ması yayımlanınca Fransız Bilimler A kadem i- da aktarılır. Örneğin zürafaların uzun boynu,
si’ne seçildi. 1788’de de Paris Botanik Bahçe­ Lam arck’ın kuram ında örnek olarak ele aldığı
si’nde göreve getirildi. Beş yıl sonra bu kazanılmış bir özelliktir. Ağaçların yüksek
kuruluş Ulusal Doğa Tarihi Müzesi adıyla dallarındaki yaprakları yiyebilmek için sürekli
H ulton Picture Library
boyunlarını uzatan zürafalar bu davranışı
kuşaklar boyunca sürdürdükleri için her ku­
şakta boyunları biraz daha uzuyor ve bu
değişiklik yavrularında da ortaya çıkıyordu.
Lam arck’a göre zürafaların uzun boyunlu
olmasının nedeni buydu.
A m a, 20. yüzyılın başlarında gelişen gene­
tik bilimi, çevre koşullarının zorlamasıyla
kazanılan özelliklerin kalıtımla gelecek ku­
şaklara aktarılamayacağına yalnızca genlerle
taşman özelliklerin yavrulara geçebileceğini
kanıtlayarak Lam arck'ın kuramını çürüttü.
(.A y r ı c a b a k . D aR W IN . CHA RLES: EV RİM : KALITIM
Bu savlarla gözden düşen La-
v e G e n e tik .)
marckçılık gene de bazı bilim adamlarınca
tutarlı bir kuram olarak benimsendi; en bü­
yük savunucuları da 19. yüzyıl düşünürlerinden
Henri Bergson ve Arthur Schopenhauer ile
çağdaş Sovyet botanik bilgini Trofim Lisenko
oldu.

LAOS, Asya'nın güneydoğusundaki Çinhindi


Yarım adası'nda yer alan bir ülkedir. Denize
Fransız biyoloji bilgini Jean-Baptiste de Lamarck her
şeyden önce evrim kuramıyla tanınır. Omurgalı LAO S'A İLİŞKİN BİLGİLER
hayvanlar ile omurgasızları ayrı gruplar içinde
sınıflandıran ilk bilim adamıdır.
YÜZÖLÇÜMÜ: 237.000 km2.
NÜFUS: 3.757.000 (1987).
yeniden örgütlendiğinde zooloji bölümünün YÖNETİM: Tek partili halk cumhuriyeti.
yöneticiliğine atanan Lamarck o tarihten son­ BAŞKENT: Vyentyan.
ra bütün ilgisini zoolojiye yöneltti. Bu bilim DOĞAL YAPI: Çinhindi Yarımadası'nda çok dağlık bir
dalındaki çalışmalarına 50 yaşından sonra ülkedir.
başlamasına ve gözlerinin neredeyse körlük BAŞLICA ÜRÜNLER: Haşhaş, pirinç, mısır, kereste,
kalay, kahve, deri.
derecesinde bozulmuş olmasına karşın böcek­ ÖNEMLİ KENTLER: Luangprabang, Savannahet, Pakse.
ler ile solucanlar konusunda en yetkili kişi EĞİTİM : 6-14 yaşları arasında zorunlu ve parasızdır.
olarak tanındı; öm rünün son yıllarına doğru
Laos'ta, başkent
Vyentyan'da bir
pazaryerinde köylüler
yetiştirdikleri ürünleri
satıyor.

United Nations

kıyısı yoktur. Çok dağlık olan Laos’ta gör­ güçlü komşuları Birmanya, Siyam (bugün
kemli Mekong Irm ağı’nın kolları derin vadile­ Tayland) ve V ietnam ’ın yönetiminde kaldı ve
rin içinden akar (bak. M EK O N G I r m a ğ i ) . Tik- 1893’te Fransız Çinhindi sömürgesinin bir
ağacı gibi değerli ağaçlardan oluşan ve ülke­ parçası oldu. II. Dünya Savaşı (1939-45)
nin büyük bir bölümünü kaplayan orm anlar­ sırasında önce Tayland yönetimine bırakılan
da kaplanlar, filler ve Asya m andaları yaşar. Laos’u M art 1945’te Japonlar işgal etti. Ü lke­
Afyon elde edilen haşhaş, pirinç ve mısır de bir yandan Japonlar’a karşı direniş hareke­
başlıca tarım ürünleridir (bak. A f y o n ) . Ü lke­ ti gelişirken, bir yandan da Fransa karşıtı Lao
deki maden kaynaklarının en önemlisi kalay­ Issara (Özgür Laos) hareketi başladı. Savaşın
dır. Dışarıya satılan başlıca ürünler kereste, sonunda Japonya yenilince Fransızlar Laos’a
kalay, kahve, deri ve posttur. döndü. 1949’da Fransa, Laos’a sınırlı özerk­
En yaygın dinin Budacılık olduğu Laos’ta
halkın çoğu, M ekong vadisinde yaşayan çiftçi­
lerdir. Ülkede Çinli tüccarlar da vardır. Nüfu­
sun geriye kalanı da dağlarda ve orm anlarda
yaşar. Başkent 210 bin nüfuslu Vyentyan’dır.
BİRMANYA"
Eski krallık başkenti, daha kuzeydeki Luang-
prabang’dır. Laos’un dinsel başkenti sayılan 'jLuangprabang

bu kentte altından bir Buda heykeli vardır.


Birkaç iyi karayolunun bulunduğu Laos’ta
demiryolu yoktur. Vyentyan, Hong Kong’a
Tayland’ın başkenti Bangkok’a ve V ietnam ’ın Vyentyan
Ho Şi Minh kentine havayoluyla bağlıdır.
Bilinen ilk Laos krallığı olan Lan Xang (bir Savannahet
milyon fil anlamına gelir) K rallığinı 14. yüz­
TAYLAN D
yılda Prens Fa Ngum kurdu. Bir süre gelişip
güçlenen krallık, zaman zaman komşularıyla Pakse

yaptığı savaşlar sonucu güçten düştü ve 18.


yüzyıl başında parçalandı. D aha sonra Laos, / KAMPUÇYA
LAPİNA VE ÇIRÇIR 201

lik tanıdı. Bunu kabul etmeyen Pathet La Paz Irm ağı’nın kuzeydoğusundaki Mu-
Lao (Lao ülkesi) hareketi, Vietnam ’daki rillo Alanı kentin yerel yönetim ve kültür
Viet Minh ile birlikte Fransızlar’a karşı merkezidir. Kentin m odern katedrali, hükü­
mücadeleyi sürdürdü. Fransa ile savaşa son met yapıları ve ulusal sanat müzesi de burada­
veren 1954 Cenevre Konferansı’nda Laos’un dır. Büyük kapalı çarşı buradan yalnızca
bağımsızlığı kabul edildi. Bağımsızlık sonra­ birkaç cadde uzaktadır. Kentin iki üniversite­
sında iç mücadele sürdü. Askeri darbelerle si ve bir arkeoloji müzesi de vardır.
istikrarsız bir döneme giren ülkede, Vietnam La Paz’daki başlıca sanayiler gıda, giyim,
Savaşı’ndan etkilenen ve onu etkileyen bir cam, ev eşyası ve elektrikli aletlerdir.
mücadele yaşandı (bak. VİETNAM S a v a ş i ) . Vi­
etnam Savaşı 1975’te A B D ’nin yenilgisiyle LAPİNA VE ÇIRÇIR. Çırçırlar ve lapin adıyla
bitince Laos Dem okratik Halk Cumhuriyeti da tanınan lapinalar genellikle sıcak denizle­
kuruldu ve yeni devlet Vietnam Sosyalist rin kıyıya yakın sularında yaşayan balıklardır.
Cumhuriyeti ile yakın bir işbirliğine girişti. Uzunlukları Güneydoğu Asya kıyılarında ya­
şayan dev lapinada (Cheilinus undulatus) 2,5
LA PAZ. Bir Latin Am erika ülkesi olan m etreye ulaşmasına karşın çoğunda 30 santi­
Bolivya’daki La Paz kenti, deniz düzeyinden metreyi aşmaz.
3.250-4.100 metre yüksekte kurulm uştur ve Lapinagiller (Labridae familyası) yanlar­
dünyanın en yüksek başkentidir. Bolivya’nın dan az basık uzun gövdeleri, kalın dudakları,
en büyük kenti ve yönetim merkezi olan La iri pulları, uzun sırt ve anüs yüzgeçleri, sivri
Paz’ın nüfusu 992.592’dir. (Bolivya’nın resmi ve genellikle çıkık dişleriyle ayırt edilebilirler.
başkenti Yüksek M ahkem e’nin bulunduğu Am a tür sayısı 300’ü aşan lapinagillerin üyele­
Sucre kentidir.) rinden birçoğu görünüşleri bakımından bir­
Titicaca G ölü’nden güneydoğu yönüne birlerine çok benzer. Ayrıca etleri bol kılçıklı
akan La Paz lrm ağı’nın açtığı derin ve geniş
bir kanyonda yer alan La Paz kenti, Titicaca
G ölü’nden 68 km kadar uzaktadır. İçinde
bulunduğu kanyonun, yüksek Altiplano Yay-
lası’ndan esen soğuk rüzgârlardan koruduğu
kentin iklimi kuru ve serindir.
Adı İspanyolca barış anlamına gelen La Paz
kentini İspanyol kâşifler 1548’de eski bir İnka
köyünün bulunduğu yerde kurdu. La Paz
yüzyıllar boyunca başta gümüş madeni olmak
üzere, A ltiplano’daki m adenleri işleten m a­
dencilerin gereksinimlerinin karşılandığı baş­
lıca m erkez durumundaydı.
18. ve 19. yüzyıllarda büyük bir ticaret
merkezi olan La Paz’ın günümüzde Şili, Peru,
Brezilya ve A rjantin ile demiryolu ve karayo­
lu bağlantısı vardır. El Alto Havaalanı kentin
yakınındaki yüksek yaylada kurulmuştur.
La Paz’ın az sayıdaki dar ve dik yokuşlu
eski sokaklarında sömürge olduğu dönemden Lapinagillerin Türkiye'yi çevreleyen denizlerde
kalma kırmızı kiremitli yapılar yer alır. Am a yaşayan bazı üyeleri.
kanyondaki yer darlığı kentte çok sayıda
m odern gökdelen yapılmasına yol açmıştır. ve lezzetsiz olduğundan iri birkaç türü dışında
Cordillera Real Dağları’nın karla kaplı tepe­ ekonomik değer taşımazlar. Bu nedenlerden
leri, kentin arkasında düşsel bir görünüm ötürü yalnız günlük kullanımda değil balıkçı­
oluşturur. lar arasında bile çoğu kez tür aynmı yapılmamak­
202 LAPONYA

taşlarla ya da yosun ve liken gibi bitkilerle


ta, iri ya da irice olanlarına “lapina” küçüklerine
“çırçır” denmektedir. Ama bazı türler lapina ya örtülüdür.
da çırçırdan başka adlarla da tanınır. Örneğin L aponlar’a İsveçliler Lappar der. Laponya
bunlardan kikla (Labrus bergylta) en çok 60 bu addan türetilmiştir. Laponlar ise kendileri­
cm, ortalam a 30-50 cm uzunluğunda, göz alıcı ne Sabme derler. Laponlar en az 2.000 yıl
ve değişken renkleriyle dikkat çeken bir önce büyük bir olasılıkla bugün SSCB sınırları
balıktır. Başı öne doğru sivrilerek uzayan içinde kalan topraklardan ya da O rta Asya’
ördekbalığınm (Labrus bimaculatus) erkeği dan rengeyiği sürüleriyle gelerek, A vrupa’
ve dişisi arasında birçok lapina ve çırçırda nın Kuzey Kutup Dairesi içinde kalan bölüm ­
olduğu gibi büyük renk farkları görülür. lerindeki boş alanlara yerleştiler. Yaklaşık
Erkeklerin gövdesi kahverengimsi sarı, yanla­ 300 yıl önce Hıristiyan olan Laponlar’ın bir
rı, sırtı ve yüzgeçleri mavi renkte menevişli­ bölümü Protestan, SSCB ile Finlandiya top­
dir. Dişilerin ve yavruların rengi ise pembe ya raklarında yaşayanlarsa O rtodoks’tur. Eski­
da kırmızımsı olabilir. den kısa boylu, tıknaz ve koyu renk saçlı olan
Lapina ve çırçırlardan bazıları yaşam çev­ Laponlar’ın komşu halklarla karışmaları so­
rimlerinde eşey değişimine uğrar. Bu balıkla­ nucu, özellikle kuzeyde sarışın, mavi gözlü,
rın çoğunda önce dişi ürem e organları gelişir, orta ya da uzun boylu oldukları gözlenm ekte­
sonra körelen dişi ürem e organlarının yerini dir. Güçlü ve hareketli bir halk olan Laponlar
erkek üreme organları alır. Birçoğunun üre­ ski yapm akta ustadır. Laponlar’ın toplam
me davranışı da oldukça ilginçtir. Örneğin nüfusu 35-40 bin dolayındadır. Bu sayının
T ürkiye’nin Ege Denizi kıyılarında da yaşa­ dörtte üçüne yakını Norveç’te yaşar.
yan benekgöz çırçır ( Crenilabrus melus) deniz L aponlar’ın konuştuğu dile Laponca ya da
yosunlarından bir yuva hazırlar. E rkek, dişi­ Lap dili denir. Laponca, Fin-Ugor dil ailesin­
nin döktüğü yum urtaları hem bu yuvaya de yer alır. Fince’ye ve Estonya diline benze­
yerleştirir, hem de yavrular çıkana kadar diği halde onlardan ayrıdır. İskandinav dille­
yum urtaların başında nöbet tutar. Ayrıca rinden alınmış pek çok sözcük içeren Lapon-
lapinagillerin birçok türü büyük balıkların ca’nın farklı bölgelerde yaşayan Laponlar’ın
asalaklarını ayıklayarak beslenme alışkanlı- konuştuğu üç ana lehçesi vardır. 20. yüzyıl
ortalarında L aponlar’ın yoğun olduğu bölge­
ğındadır (bak. A salak AYIKLAYICI B A L IK L A R ).
lerin ilkokullarında Laponca, eğitim dili ola­
LAPONYA, A vrupa’nın kuzeyinde, Laponlar rak kullanılmaya başlandı. Laponlar, anadil­
ya da Laplar adı verilen halkın yaşadığı leri yanında yaşadıkları ülkenin resmi dilini
bölgenin adıdır; Norveç, İsveç ve Finlandiya’ de bilirler.
nın en kuzeyindeki bölgeler ile SSCB’deki
Kola Y arım adasinm batı bölümünü kapsar. Yaşam Biçimi
Laponlar yaşadıkları ülkelerin asıl halkların­ Laponlar’ın çoğu kıyılarda ve göllerde balık­
dan ayrı bir halktır, ama Laponya ayrı bir çılık yapar ya da ormancılıkla ve başka işlerle
ülke değildir. Laponlar’ın çoğu yılın yedi ayı geçinir. Kiraladıkları ya da sahip oldukları
boyunca karın erimediği Kuzey Kutup D aire­ ahşap evlerde yaşar, patates yetiştirip saman
sin in kuzeyinde yaşar. biçer, genellikle koyun, keçi ve sığır beslerler.
Laponya’nın kuzeyinde 22 Mayıs’tan 23 Küçük bir bölümü hâlâ göçebe olan dağ
Tem m uz’a kadar güneş batmaz. Bu yüzden Laponları ile rengeyiği sürüleri yetiştirerek
bölge, “gece yarısı güneşi ülkesi” olarak eski yaşam biçimlerini sürdüren Laponlar da
adlandırılır. Laponya’nın batısı dağlık, kuze­ vardır.
yinin büyük bir bölümü düz ve çoraktır. Laponlar parlak renklerle süslenmiş, yün­
Doğusu, dar vadiler, hızlı akan ırm aklar ve den ya da rengeyiği derisinden giysiler giyer­
büyük göllerin yer aldığı tepelik bir bölgedir. ler. Rengeyikleri kızağa koşulduğu gibi binek
Korunaklı yerlerde çam, ladin ve huşağacı hayvanı olarak da kullanılır; etlerinden, deri­
ormanları görülmekle birlikte, kuzeye gidil­ lerinden, sütlerinden yararlanılır. Laponlar
dikçe ağaçlar bodurlaşır. Buralarda toprak genellikle sazdan yapılmış kulübe ya da çadır-
LARVA 203

dır. Örneğin böcekler yum urtadan çıktıktan


sonra deri değiştirerek birçok evreden geçer
ve sonunda erişkin biçimini alır. Bu evreler,
böceğin erişkin biçiminden az ya da çok
farklılık göstermesi dikkate alınmadan birin­
ci, ikinci, üçüncü larva evreleri olarak adlan­
dırılır (bak. Y a ş a m Ç e v r i m i ) .

Tırtıllar
Tırtıl büyüdüğünde kelebek olacağını göste­
ren hiçbir ipucu vermediğinden, larvaya iyi
bir örnektir. Çoğu tırtılın uzun gövdesi 13
bölütten oluşur. Başın ardındaki ilk üç bölüt,
kelebeğin kanatlarının ve bacakların bağlan­
dığı göğüs bölümüne dönüşecektir. Bu bölüt-
lerdeki bacaklar sert ve parlaktır. Etli, yumu­
şak ve küt uçları yüzeylere tutunmayı sağ­
layan küçük kancalarla donanmış öbür bacak­
Finnish Tourist Board lar, tırtıl kelebek olduğunda kaybolur. Tırtılla­
Geleneksel giysileri içinde bir Lapon genci. rın kancalı bacakları beş çiftten az olabilir;
Laponlar'ın çoğu rengeyiği çobanlığıyla geçim ini ama hiçbirinde beş çifti aşmaz. Eğer bacak
sağlar.
sayısı beş çifti aşan bir tırtıl bulursanız, bu bir
yaprakarısının kurtçuğudur.
larda yaşar; pek çoğunun dıştan takm a m otor­ Tırtılın gövdesindeki çoğu bölütün yanla­
lu tekneleri vardır. Alışverişe ve rengeyiği rında soluk borularıyla bağlantılı delikler
gütmeye otobüs, otomobil ya da uçaklarla gi­ bulunur. Sırtın ortası boyunca uzanan kalbin
derler. atışları, ince derili bazı türlerde gözle görüle­
Günüm üzde Laponya’da oldukça geniş bilir. İnce bir boruyu andıran kalp, içindeki
kapsamlı bir sanayileşme gözlenmektedir. İs­ renksiz kanı midenin dış çevresine ve gövde­
veç’te, Kiruna ve Gallivare’de çıkartılan de­ nin öbür bölümlerine pom palar. Bir tırtılın
mir cevheri trenlerle Norveç kıyısında Nar- 900 dolayında kası vardır.
vik’e, Botni Körfezi’nde Lulea’ya ve en gü­ Tırtılın tek sert bölümü baş, başın da en
neyde Stockholm ve G öteborg’a taşınır. N or­ sert yeri güçlü çenelerdir. Çenelerin yanların­
veç’teki Tromsö ve Ham m erfest işlek balıkçı da tırtılın besinleri bulmasını ve seçmesini
limanlarıdır. Laponya’nın İsveç’teki bölü­ sağlayan küçük dokunaçlar yer alır. Çenelerin
münde su enerjisinden yararlanm ak için bü­
yük barajlar kurulmuştur.

LARVA. Pek çok hayvan erişkin biçimlerini


almadan önce değişik evrelerden geçer; bun­
lardan biri de larva evresidir. Latince bir
sözcük olan larva, ‘'m aske" anlamına gelir.
Büyürken biçimlerinin yanı sıra yapılarını bile
değiştirebilen hayvanların yavruyken erişkin
yapılarını maskelediği söylenebilir. Larva
dendiğinde öncelikle belirtilmek istenen, eriş­
kin evresinden tümüyle ya da büyük ölçüde
farklı bir yaşam evresidir. Ama günümüzde Erişkinlerden çok farklı görünüm deki bu dört
larvanın değişik beslenme alışkanlıkları vardır.
bu sözcük birçok hayvanın yavruyken geçirdi­ Örneğin çoğu tırtıl, yapraklarla beslenirken,
ği hemen hemen her evre için kullanılm akta­ kelebekler çiçeklerin balözünü emer.
204 LASER

kınkanatlılardan taklaböceğinin larvalarına


telkurdu, keseğen, kökkurdu gibi adlar veri­
lir. Eğer yavru böcekler tahtakurularında
olduğu gibi erişkinlerden çok farklı değilse,
genellikle nemf olarak adlandırılır.
Geniş gövdeli, küçük ağızlı, uzun kuyruklu
olan iribaşlar, kurbağaların suda yaşayan
larvalarıdır ve hayvanlar âleminde en köklü
değişime uğrayan canlılar arasında yer alırlar.
5. C. BisserotlBruce Coleman Birçok deniz hayvanının serbestçe yüzdüğü
Bazı sinek kurtçukları büyük kümeler halinde leşlerle bir larva evresi vardır. Bunlar arasında
beslenir. denizanaları, yumuşakçalar (midyeler, istirid­
yeler, deniz salyangozları), denizyıldızları ve
hemen altında koza yaparken kullanılan ipe­ denizkestaneleri sayılabilir. Denizsolucanları-
ğin çıktığı küçük delikler bulunur. Başın ön nın da yüzen larvaları vardır. Bazı larvalar
yanlarındaki sayıları altıya kadar ulaşan bir erişkinlerden öylesine farklıdır ki, eskiden
grup basit göz, mat cam parçacıklarını an­ bilim adamları onları başka türden canlılar
dırır. sanmışlardı.

Kurtçuklar LASER, tek bir dalga boyunda ve renkte


Bazı böceklerin larvaları kurtçuk adıyla tanı­ parlak ışık üreten bir alettir (bak. IŞIK; R E N K ­
nır. Örneğin karasinek yum urtadan çıktıktan L E R ). Laserin verdiği ışık, genellikle yoğun,
sonra yaşamının bir bölümünü kurtçuk olarak ince bir demet biçimindedir. Elektrik am pul­
geçirir. Kurtçuk daha sonra pupa ya da leri ise, her yöne eşit derecede ışık yayar.
krizalit denen evreye girer ve sonunda pupa Laser sözcüğü “Uyarılmış Işınım Yayımıyla
derisi yırtılarak içinden erişkin biçimini almış Işık Yükseltimi" anlamındaki İngilizce “Light
sinek çıkar. Amplification by Stimulated Emission of Ra-
Sürekli kıvrılıp bükülerek hareket eden bu diation” sözcüklerinin ilk harflerinden gelir.
kurtçukların bir ucu sivrilerek çene yerine bir Olağanüstü şiddetle ışık üretilmesi düşüncesi­
ya da bir çift ağız kancası biçimini alır. ni ilk olarak 1958’de ABDTi bilim adamları
Gövdenin geniş olan öbür ucunda göze ben­ A rthur Leonard Schawlow ve Charles Hard
zer iki küçük siyah benek bulunur. Bu benek­ Townes ortaya attılar. Bu biçimdeki bir ışığın
ler gerçekte kurtçuğun solumasını sağlayan nasıl elde edilebileceğini kavrayabilmek için,
deliklerdir. önce çevremizdeki katı, sıvı ve gazları oluştu­
Karasineklerin kurtçukları genellikle dışkı­ ran atomların üzerinde durmalıyız.
lar ya da öbür çürüyen m addelerin içinde A tom lar, proton ve nötronlardan oluşan
bulunur. Bazı kurtçuklar leşlerin yanı sıra bir çekirdeğin çevresinde dolanan elektron­
canlı dokularla bile beslenebilir. Çeneleri lardır; bunların hepsi çok küçük parçacıklar­
olmadığından, ağızlarından akıttıkları bir dır. (Temel parçacık denen, atom dan daha
sıvıyla besinleri emilebilecek hale getirirler. küçük parçacıklara ilişkin açıklamalar için
Sap ve meyve gibi bitkilerin yumuşak bölüm­ bak. A t o m ; E l e k t r o n ; N ö t r o n ; P r o t o n ; T e m e l
leriyle beslenen birçok kurtçuk ise tarım PA R Ç A C IK LA R .) Olağan koşullarda, atom karar­
ürünlerinde önemli ölçüde zarara yol açar. lı bir durum dadır. Am a eğer atom bir dış
kaynaktan (elektrik akımı, parlak bir ışık, ısı
Çeşitli Larva Tipleri kaynağı ya da kimyasal tepkim e) enerji alırsa
Birçok tür böcek larvasının kendine özgü adı (soğurursa), bu enerji atom çekirdeğinin çev­
vardır. Çoğu sineğin larvasına kurtçuk den­ resinde dolanm akta olan elektronları “uyarır”
mekle birlikte, etsineğininkiler vidalıkurt ya ve bu elektronlar daha yüksek enerji düzeyin­
da burgukurdu adıyla tanınır. Ekin ve sebze deki yörüngelere geçerler. Bu “uyarılmış”
köklerini kemirerek büyük zararlara yol açan atom , kendi haline bırakılırsa, bir saniyeden
LASER 205

daha kısa sürede olağan kararlı durum una salar) sıradan boyalara göre çok daha parlak
geri döner. Almış olduğu ek enerjiyi de, her gösteren, kendiliğinden, yani doğal olarak
yöne yayılan ışık biçiminde dışarı salar. Aleve gerçekleşen bu ışık yayımıdır.
kızıllığını veren ve flüorışıl boyaları (bu boya­ Am a eğer uyarılmış atom , dalga boyu (bir
lar G üneş’ten gelen morötesi ışınları soğur- başka deyişle rengi) kendisine tam olarak
duktan sonra görünür ışık biçiminde geri uygun düşen bir ışık demetine yerleştirilirse,
enerjisini “kendiliğinden yayım” biçiminde
değil de “uyarılmış yayım” biçiminde ve çok
elektronlar
daha kısa bir süre içinde salar. Bu durum da
atom dan salman ışık, yerleştirildiği ışık dem e­
tiyle aynı doğrultuda yol alır. Böylece, baş­
langıçtaki ışık demeti daha parlak bir hale
I
Um / / getirilmiş, başka bir deyişle “yükseltilmiş”
-— — atom çekirdeği olur.
H er elem entin atom unda yalnız o elem ente
özgü olan bir elektron yerleşim düzeni vardır;
* yani o elem entteki atomların elektronları,
belirli enerji düzeylerindeki belirli yörünge­
ELEKTRONLAR KARARLI YÖRÜNGELERİNDE lerde dolanır. Bu nedenle her elementin
atom u, yalnız o elem ente özgü belirli renkler­
elektron, daha yüksek b ir yörüngeye. deki ışığı soğurabilir, yayabilir ve yükseltebi­
lir. Bu yüzden de her laser tipi, yalnızca belirli
bir ya da iki renkte ışık verebilir.

Laser Türleri
Laserlerin çoğunda, aralarındaki boşlukta bol
m iktarda “uyarılmış” atom bulunan iki ayna
vardır. Aynalardan biri, içinden az bir m iktar­
da ışık geçecek biçimde yapılmıştır; böylece
“uyarılmış” atom ların “kendiliklerinden” çı­
kardıkları ışık, aynaların arasında birçok kez
DIŞTAN GELEN ENERJİ ELEKTRONLARIN ileri geri seker. Işık her sekişte daha da
YÖRÜNGE DEĞİŞTİRMESİNE NEDEN OLUR parlaklaşır ve sonunda bir uçtaki aynadan
ince, yoğun (parlak) bir ışık demeti biçiminde
elektron daha düşük yörüngeye, çıkar.
yani daha düşük enerji düzeyine geri düşer
Gaz laserlerinde, aynaların arasındaki or­
tam gazla doldurulur. En yaygın kullanılan
gaz laserlerinde helyum ve neon gazları karı­
şımından yararlanılır; bunlar içi bu gazlarla
doldurulmuş ve iki ucunda iki ayna bulunan
cam tüp biçimindedir. Helyum ve neon gazla­
rının atom ları, tüpten elektrik akımı geçi­
rilerek “uyarılır” ve sonuçta koyu kırmızı,
ince bir ışık demeti elde edilir. Laser gösteri­
lerindeki yeşil, mavi ve sarı laser ışınlarını
elde etm ek için argon gazı kullanılır. Eğer
karbon dioksit gazı kullanılırsa, gözle görüle­
meyen güçlü bir kızılötesi (enfraruj) ışınım
Bu çizim ler bir enerji kaynağıyla uyarılm ış atom ların demeti elde edilebilir. Böyle bir ışın dem eti­
laser ışığını nasıl ürettiklerini gösterm ektedir. nin taşıdığı güç, birkaç milimetreye sıkıştırıl­
206 LASER

mış çok sayıda elektrikli ısıtıcının ürettiği


güce eşdeğerdir; bu ışın demeti kalın çelik
levhaları delip geçebilir, cisimleri çok uzaktan
tutuşturabilir.
Bir başka laser türü de yarıiletken laserler-
dir. Bunlarda, topluiğne başından daha kü­
çük son derece katışıksız bir kristal blok
bulunur; bloğun yüzleri, ışığın blok içinde Optik lifler, ince laser ışık dem etlerinin çevreye
ileri geri yansımasını sağlayacak biçimde par­ yayılmaksızın ya da gücünü kaybetmeksizin çok
latılmıştır. Burada da atom lar elektrik akı­ uzaklara gönderilebilm esini sağlar.
mıyla uyarılır ve laser demeti her iki uçtan da
bir ışık konisi biçiminde dışarı çıkar. hedefe ulaşıp geri dönme süresi ölçülerek,
En yaygın kullanılan laserler, gaz laseri ve hedefin uzaklığı duyarlı bir biçimde saptana­
yarıiletken laser olmakla birlikte, çeşitli alan­ bilir. Bu, sesin yankılanmasından yararlanıla­
larında başka türden laserler de kullanılır. rak yapılan ölçümlere oldukça benzer. Dünya
Örneğin renkli sıvı çözeltilerinden, yakut ile Ay arasındaki uzaklığı ölçme çalışmasında
kristallerinden, camın içine gömülmüş neo­ da bu yöntem uygulanmış ve bir santimetrelik
dimden ve renkli plastiklerden yapılmış laser­ hata payıyla çok duyarlı bir sonuç elde edil­
ler vardır. H atta, kullanıldıktan sonra yenebi­ miştir.
len. parlak, yeşil jöleden yapılmış bir laser Yoğunlaştırılmış bir laser ışığı dem eti, çok
bile geliştirilmiştir. küçük bir nokta üzerine odaklandırılabilir ve
hareketli aynalardan oluşan bir sistemin yar­
Laserlerin Kullanıldığı Alanlar dımıyla cisimlerin üzerinde gezdirilebilir. Bu
Laserler güneş ışığından çok daha parlak, çok yöntemle çok duyarlı ve küçük cisimler aydın­
şiddetli ışık üretir ama, saniyeden daha kısa latılabilir, bunların üzerinde kaynak yapılabi­
bir süre içinde açılıp kapatılan bir laserden, lir, hatta delinebilir. Elektronik devre ele­
daha da parlak ışık darbeleri (flaşları) elde manlarının yapımında bu teknikten yararlanı­
edilebilir. Bu yöntemle üretilen anlık ışık lır. Diş hekimliğinde, dişlerin ağrısız bir
darbeleri, yüzlerce elektrik santralının hep biçimde oyulmasında da laser kullanılabilir.
birlikte çalışarak üreteceği enerjiden çok da­ Kom pakt diskle çalışan video ve pikaplarda,
ha güçlüdür. diskin “okunm asında” da laser demetinden
Laser ışığı çok ince bir ışın demeti halinde yararlanılır.
yoğunlaştırılabildiğinden, ışık demeti uzun bir İnce bir laser demeti, bir optik lifin içinden
yol aldıktan sonra da görülebilir ve ölçülebi­ de kolaylıkla geçirilebilir; optik lif, iki tür
lir. Oysa sıradan bir ışık demeti yol aldıkça camdan yapılmış, ince, esnek bir liftir ve bir
çevreye dağılır. Laser ışığının bu özelliğinden, uçtan beslenen ışık, lif boyunca yol alır ve
telem etre denen uzaklık ölçüm aygıtlarında gücünden hiçbir şey kaybetmeksizin öteki
yararlanılır. Laserli telem etrelerde, belirli bir uçtan dışarı çıkar. Tıpta ve mühendislikte,
hedefe gönderilen bir laser ışığı darbesinin, normal yöntemlerle ulaşılamayan noktaların
aydınlatılmasında, optik lifli laser aygıtları
kullanılır (bak. U f O P T İĞ İ).
Cerrahlıkta, zarar görmüş dokuları kesip
alm ak, aynı zam anda yaraları iyileştirmek,
kanamayı durdurm ak için, ışın şiddeti son
derece yüksek karbon dioksit laserleri kulla­
nılabilir. Bu tür laserler, gözün ağtabakasın-
daki (retina) zedelenmeleri gidermek ve belli
türden kanserleri tedavi etm ek için başarıyla
Küçük bir yarıiletken laserde, çok küçük, yüzeyleri
parlatılm ış bir kristalden yararlanılır. Aygıttan kullanılmaktadır. Bilim adamları, gelecekte
salınan ışık demeti son derece yoğundur. pek cok neodim laserinden eşzamanlı olarak
LATİMERYA 207

üretilen son derece şiddetli laser ışık darbele­ elektrom agnetik dalgalar) yükseltir. M aser
rinin çok küçük m addeler üzerinde toplana­ sözcüğü, “ Uyarılmış Işınım Yayımıyla M ikro­
rak, bunların istenilen noktaya kadar ısıtılıp dalga Yükseltimi” anlamındaki İngilizce “Mic-
sıkıştırılabileceklerine ve böylece denetimli rowave Amplification by Stimulated Emission
bir çekirdek kaynaşması (füzyon) tepkimesi­ of Radiation” sözcüklerinin ilk harflerinden
nin (G üneş’te ve hidrojen bombasının patla­ gelir. Charles Tovvnes, laserin geliştirilmesini
masında olan tepkimeye benzer biçimde) olanaklı kılan kuramsal çalışmasına başlama­
gerçekleştirilebileceğine inanm aktadırlar. Bu dan önce, çabalarını temel olarak radyo
başarılırsa, deniz suyu gibi sıradan bir m adde­ dalgalarının yükseltilmesi üzerinde yoğunlaş­
den, neredeyse sınırsız ölçüde elektrik enerji­ tırmıştı. Tovvnes, iletişimde kullanılan m ikro­
si elde etm e olanağı doğacaktır. dalgaları denetlem ek için bir sistem bulmaya
Laserler, katışıksız tek renkli ışık ürettikle­ çalışıyordu. Sonuçta laser gibi belli frekans­
rinden, bu aygıtlardan hologram denen üçbo- larda uyarılan enerjiye dayalı olarak çalışan
yutlu resimlerin çekilmesinde {bak. HOLOG­ maşeri geliştirdi.
RAM) ve santimetrenin milyonda biri kadar Laser, temel olarak ışık (görünür ışık ve
küçük ölçekteki uzunluk değişimlerinin ölçül­ ona yakın ışınım) frekanslarında; maser, m ik­
mesinde yararlanılır. Depremleri önceden rodalga (görünmeyen ışınım) frekanslarında
kestirmek amacıyla kayaçlardaki çok küçük çalışır. Gerçekleştirilen ilk denem elerden
hareketlerin belirlenmesinde, ayrıca jet mo­ sonra da katı m aserler ve gaz maserleri
toru ve benzeri makine parçalarındaki çok geliştirildi. Katı m aserler, çok düşük sıcaklık­
küçük kusurların saptamasında da bu tür lar ile mutlak sıfıra yakın sıcaklıklar arasında
laserler kullanılır. kullanılabilen zayıf magnetik kristallerde de­
polanmış enerjiyle harekete geçirilir. Bu m a­
Laserler ve İletişim serler, pek çok elektronik aygıtın geliştirilme­
Laserlerin belki de en heyecan verici kullanıl­ sini ve yetkinleştirilmesini olanaklı kılmıştır.
ma biçimi gelecekteki telekomünikasyon sis­
tem lerinde görülecek. Bugün, yüzlerce ayrı LATİMERYA yaklaşık 350 milyon yıl önce­
telefon konuşması, aynı anda, yarıiletken bir sinden beri pek az değişikliğe uğrayan bir
laserin ürettiği çok kısa ışık darbelerinden balıktır ve “yaşayan fosil” olarak ün kazan­
oluşan mors alfabesine benzeyen bir koda mıştır. Adını Güney Afrikalı müze m üdürü
çevrilebilmektedir. Bu ışık darbeleri, özel bir E. D. Courtenay-Latim er’den almıştır. Ayrı­
camdan (bu cam o denli saydamdır ki, 1 km ca bu balığa öbür fosil akrabaları gibi içi boş
kalınlığındaki bir pencere camı haline getiril­ yüzgeç dikenlerinden ötürü. Yunanca bir
se bile, camdan öte taraf rahatlıkla görülebi­ sözcükten türetilen “koelakant” adı da veril­
lir) yapılmış ince bir optik lifle istenilen yere miştir.
iletilebilir. Lifin öteki ucunda ışık darbeleri, Latim eryanın gövdesi iri ve kaba pullarla
içerdikleri kodlar çözülerek yeniden ayrı tele­ örtülü, yüzgeçleri saplı, üç parçalı kuyruk
fon konuşmalarına dönüştürülür ve o anda AR D E A
yüzlerce değişik binaya gönderilir (bak. TELE­
KOMÜNİKASYON). Yüzlerce telefon kablosunun
yaptığı işi tek bir optik lif yapabilir. G ünü­
müzde optik lifli laser iletişim sistemleri hem
televizyon görüntülerini, hem de telefon ko­
nuşmalarını iletmenin başlıca aracıdır ve bu
sistemlerden yararlanarak bilgisayarlar ara­
sında iletişim ağları kurulm aktadır.

Maserler
Laserler ışığı, maserler ise mikrodalgalar ı
(radyo, televizyon ve radarlarda kullanılan Günümüz latimeryasından bir örnek.
208 LATİN AMERİKA

yüzgecinin ortasındaki parça küçüktür. Bu Güney A m erika’nın en geniş yeri 4.830 kilo­
balıkların en son 70 milyon yıl önce yaşadığı m etreden fazladır. Ö te yandan Panam a Kısta-
ve daha sonra yok olduğu sanılırken canlı bir ğı’nın genişliği 48 kilometreyi geçmez. Bölge
örneğinin yakalanması bilim dünyasında bü­ doğudan batıya yedi zaman kuşağını içerir.
yük şaşkınlık yarattı. Bilimsel adı Latimeria Ayrıca bak. B a t i H i n t A d a l a r i ; G ü n e y A m e r i ­
chalumnae olarak belirlenen bu balık Güney ka ; O rta A m e r îk a .

A frika açıklarında bir trol ağma girmişti. Ele


geçen latimeryanm uzunluğu 1,5 m etre, ağır­ LATİN A M E R İK A 'N IN AYRI M ADDELERDE
lığı 58 kilogramdı. Sonuçsuz kalan uzun araş­ A N LA TILA N B A Ğ IM S IZ ÜLKELERİ
tırm aların ardından Kom oro A daları açıkla­
rında aynı türün birçok örneği daha bulundu. ANTIGUA VE BARBUDA KOSTA RİKA
ARJANTİN KÜBA
A m a daha sonra bu balıkların ada Y erliler’i BAHAMALAR MEKSİKA
tarafından yıllardan beri yakalandığı, tuzlanıp BARBADOS NİKARAGUA
BELİZE PANAMA
kurutularak yendiği, pullu derilerinin zımpara BOLİVYA PARAGUAY
olarak kullanıldığı anlaşıldı. BREZİLYA PERU
DOMİNİKA SAİNT CHRİSTOPHER VE
İlk latim eryalar bataklıklarda yaşıyor, kaslı DOMİNİK CUMHURİYETİ NEVİS FEDERASYONU
yüzgeçlerini kullanıp sudan dışarı sürünerek EKVADOR SAİNT LUCİA
çıkıyorlardı. Biyologlar latimeryaya yakın ak­ EL SALVADOR SAİNT VİNCENT VE
GRENADA GRENADİNLER
raba türlerin evrim sonucu amfibyumlara GUATEMALA SURİNAM
dönüştüğüne inanm aktadırlar. Günüm üz lati- GUYANA ŞİLİ
HAİTİ TRİNİDAD VE TOBAGO
m eryalan A frika’nın güneydoğu kıyıları açık­ HONDURAS URUGUAY
larında, 100-300 m etre derinlikteki sularda JAMAİKA VENEZUELA
yaşayan güçlü ve keskin dişli etçil balıklar­ KOLOMBİYA
dır.
Bu balıkların yum urtaları dişinin içinde LATİN AMERİKA EDEBİYATI, Latin A m e­
açılır ve erişkinlere benzeyen yavrular canlı rika’da İspanyolca ve Portekizce yazılmış
olarak doğar. edebiyat yapıtlarını kapsar. İlk yazılı m etinler
Y enidünya’nın İspanyol fatihlerinin İspanya’
LATİN AMERİKA, M eksika, O rta A m erika, ya gönderdikleri raporlardı. İspanyollar’m
Batı Hint Adaları ile Güney A m erika kıtasını atılganlığı ve A m erika Yerlileri’nin yiğitliği
kapsar. Bu bölgenin Latin A m erika olarak pek çok yazıya ve şiire esin kaynağı olmuştur.
adlandırılmasının nedeni buraya çoğunlukla Bunların en ünlüsü İspanyol Alonso de Ercil-
dilleri Latince kökenli olan İspanyol ve Porte- lay Züniga’nm (1533-94), Şili Yerlileri’nin soylu
kizliler’in yerleşmiş olmasıdır. B urada yaşa­ direnişini ve şairin bu dönemdeki acılarım
yan A vrupalılar’a da Latinler denir. Ayrıca, dile getiren La Araucana’dır. 20 binin üstün­
bir zam anlar İngiliz sömürgesi olan ve İngiliz­ de koşuktan oluşan bu şiir yeni topraklardan
ce konuşulan Jam aika ile Trinidad gibi çok fışkıran ilk gerçek edebiyat ürünüdür.
sayıda Karayib ülkesi de bu bölgededir. 1600’de artık fetihler sona ermişti. A vrupa­
Latin A m erika dünya yüzölçümünün yüzde lI işgalciler “efendi” , Yerliler ise çoğunlukla
15’ini kaplar. Nüfusu toplam dünya nüfusu­ köleydi. Zenginler hâlâ İspanya ve Portekiz’i
nun yaklaşık yüzde 8’i kadardır. Kuzey-gü­ anayurtları olarak görüyordu. Yazılanlar ise
ney uçları arasındaki uzaklık 9.650 kilom et­ A m erika’yla ilgili olmakla birlikte Portekiz ve
redir. Ekvator çizgisi de Latin A m erika’dan İspanyol edebiyatının kötü bir taklidi olm ak­
geçer. Topraklarının büyük bölümü güney ya­ tan öteye geçemiyordu. A m a bunlar içinde
rıkürededir. Bölgenin büyük bölümü Oğ­ MeksikalI bir rahibe olan Juana Ines de la
lak dönencesi ile Yengeç dönencesi arasın­ Cruz (1651-95) gerçekten edebiyat değeri
da kalır. Tropik ve astropik iklim kuşağın- olan şiirler ve oyunlar yazdı. Portekiz söm ür­
dadır. gesi olan Brezilya’nın en ünlü yazan Jose
Latin Am erika toprakları bazı yerlerde çok Basflio da Gam a (1740-95) ilk kez şiirlerinde
genişler, bazen de çok daralır. Örneğin, Y erliler’in yaşamını işledi.
LATİN AMERİKA EDEBİYATI 209

Özgürlük ve Romantizm uyguladıkları kıyımı anlatan Enriquillo (1882)


İspanyol sömürgelerinin özgürlük mücadelesi adlı yapıtıdır. A m erika Yerlileri’nin destanla­
(1808-26) aynı zamanda kültürel bağımsızlık rından ve sınır savaşlarından esinlenilerek
mücadelesinin de başlangıcıdır. Bu tarihten pek çok öykü ve şiir yazılmıştır.
başlayarak yazarlar İspanyol ve Portekizli­ Latin Am erika Rom antizm ’i pam palarda
le rin torunları olarak değil Latin Amerikalı sığır güden goşo’lan şiirlerde ele aldı. A rjan­
bilinciyle yazdılar. Yapıtlarında toplumsal so­ tinli Jose H ernândez’in (1834-86) en ünlü
runlara eğildiler. Ne var ki, baskıcı ve acıma­ yapıtı, özgürlüğünü yok eden toplum a karşı
sız yönetimler altında özgürce yazmaları hiç başkaldıran goşonun mücadelesini anlatan El
de kolay olmadı. Savaş yılları sırasında siyasal gaucho Martin Fierro (1872; “Goşo M artin
ve yurtsever edebiyat öne çıktı. Ekvadorlu F ierro”) adlı şiiridir.
Jose Joaqum de O lm edo’nun (1780-1847) La
Victoria de Junîrı: Canto a B o livar (1825; “Ju- Gerçekçilik ve Doğalcılık
ninZ aferi: Bolıvar’a Şarkı”) adlı kahram anlık A vrupa’da olduğu gibi Latin A m erika’da da
destanı Simön Bolıvar önderliğindeki güçlerin gerçekçi ve doğalcı yazarlar çıktı. Yapıtların­
İspanyollar’a karşı kazandığı zaferin anısına da kent yaşamını, toplumsal değişimleri ve
yazılmıştır ve bugün hâlâ değerini korum ak­ insanı anlattılar. Rom antikler gibi gerçekçi
tadır. yazarlar da halk kültürünün tiplerinden yarar­
Latin A m erika’nın gerçek anlam da ilk ro­ landılar. Bu yapıtlarda yasalar ve düzen, orta
mancısı MeksikalI Jose Joaquın Fernândez de sınıf değerleri, onurlu ve güvenilir olmak
Lizardi (1776-1827), 19. yüzyıl başındaki elüstünde tutulurken, açgözlülük ve yalancı­
Meksika toplum unu canlı bir biçimde anlatan lık yerildi. Doğalcı yazarlardan Arjantinli
El periquillo sarniento'yu (1816; “Kaşınan Eugenio Cambaceres (1843-88) çağdaş değer­
Papağan”) yayımladı. Kitabın baş kişisi bir leri, Sin rumbo (1885; “Yönsüz”) adlı yapıtın­
picaro ya da serseridir. Lizardi bu yapıtında da kıyasıya yerer. Brezilya’da yayımlanan ilk
toplum un gelenek ve törelerini eleştirir. Bu önemli doğalcı rom an, Rio de Janeiro sokak­
kitap M eksika’da bugün de en çok okunan larındaki yaşamı anlatan, M anuel A ntönio de
kitaplar arasındadır. A lm eida’nm (1831-61) Memörias de um Sar-
Latin A m erika’da savaşlar ve askeri dikta­ gento de Milicias (1854-55; “Bir Milis Çavuşu­
törlükler birbirini izliyordu. Bunların içinde nun A nılan”) adlı kitabıdır. Brezilyalı
en çok nefret toplayanlardan biri A rjantin gerçekçi romancı ve öykü yazarları içinde
diktatörü Juan M anuel de Rosas idi. Kanlı belki de en önemlisi olan Joaquim M aria
yönetimi sırasında birçok yazar sürgüne gön­ M achado de Assis’in (1839-1908) en güzel
derildi. Bu yazarlar, kalemleriyle komşu ül­ romanı D om Casmurro’dur (1899). Euclydes
kelerden Rosas’a savaş açtılar. Jose Pedro da Cünha (1866-1909) kuzeydoğunun çorak
Crisölogo M ârm ol’un (1817-71) ilk A rjantin topraklarında hayvancılıkla geçinen insanla­
romanı kabul edilen ünlü yapıtı Am alia rın unutulmuşluğu üzerine bir protesto niteli­
(1851) Rosas yönetiminin korkunçluğunu ser­ ğinde olan Os Sertöes’i (1902) yazdı.
giler. Domingo Faustino Sarmiento (1811-88)
ise Facundo (1845) adlı uzun denem esinde, Çağdaş Edebiyat
altüstlüklerin yaşandığı toplum ların, diktatör­ 1880’lerden önce Latin Amerikalı yazarlar
lüklere yol açtığım anlatır. başka ülkelerin edebiyat türlerini örnek alır­
Sarmiento ve M ârm ol, A vrupa’daki R o­ lardı. 19. yüzyılın sonunda gelişen M oder-
mantizm Akım ı’ndan etkilenen yazarlar ara­ nizm A kim inin öncüleri Emile Z ola’nın D o­
sındadır. Bu yazarlar çoğunlukla konularını ğalcılık, A vrupa’da gelişen M addecilik akım­
ülkelerinin tarihinden ve sıradan insanların larına ve orta sınıf değerlerine karşı çıktılar.
yaşamlarından seçtiler. Tarihsel romanların Hem düzyazı, hem de şiir yazan Kübalı Jose
en güzellerinden biri Dom inik Cumhuriye­ M artı (1853-95) ve Perulu M anuel Gonzâlez
tin d e n M anuel de Jesüs Galvân’ın (1834- Prada (1848-1918) dilin dinamizminden yarar­
1911), Am erika Yerlileri’ne İspanyollar’ın lanarak değişime ve yenileşmeye yöneldiler.
210 LATİN AMERİKA EDEBİYAT'

Pan Am erican Union H ispanic Society o f A m erica Layle Silbert W ide W orld

Soldan sağa: NikaragualI şair Ruben Darıo, Ş ilili şair Gabriela Mistral, MeksikalI Octavio Paz ve GuatemalalI
romancı Miguel Ângel Asturias.

1888’de NikaragualI şair Ruben D ario’nun A m erika’nın önde gelen romancıları arasına
düzyazı ve şiirlerden oluşan A zu l (1888; katıldı. Uruguaylı Horacio Quiroga (1878-
“Mavi”) adlı kitabı büyük yankılara yol açtı. 1937), A rjantin’in kuzeyindeki tropikal böl­
Bu, M odernizm ’i tam anlamıyla içeren bir gede geçen öykülerinde, doğa güçleri karşı­
kitaptı. Yeni biçim arayışları, dilin yeni ve sındaki insanı konu aldı.
heyecan verici bir biçimde kullanılmasını, İlgi çekici bir roman olan B ozkırdaki G öl­
yeni bir bilinci ve duyarlılığı gerektiriyordu. geler’de ( D on Segundo Sombra; 1926) A rjan­
Modernizm, çeşitlilik gösteren bir akımdı; tinli Ricardo Güiraldes (1886-1927) bir taşra
KolombiyalI yazar Jose Asuncıon Silva (1865- kasabasından kaçan öksüz bir çocuğun öykü­
96) ve Meksikalı M anuel G utierrez N âjera sünü anlattı. A rjantin’in ulusal simgesi goşo-
(1859-95) bu akımın içinde yer aldılar. Am a yu efsanevi bir halk kahram anı olarak ele
bu alanda en başarılı yapıtları, çok işlek bir aldı.
dille yazan Ruben D arıo, A rjantinli Leopol- Brezilyalı yazarlar çok geniş olan ülkeleri­
do Lugones (1874-1938), Meksikalı Am ado nin çeşitli bölgelerinde, özellikle de kuzeydo­
Nervo (1870-1943) ve UruguaylI Delmira ğuda, kültürlerini korumanın önemini vurgu­
Agustini (1886-1914) verdiler. ladılar. Jose Lins do Rego Cavalcanti (1901-
Başlangıçta şairler duygularım ince ve m ü­ 57) Ciclo de Cana de A çucar (“Şekerkam ışı”)
zikli bir dille şiire döktüler. 1898 İspanya- adını taşıyan rom an dizisinde, plantasyon
Am erika Savaşı’ndan sonra ise, kendi ülkele­ yaşamından kesitler verir. Erico Lopes Veris-
rinin güzelliklerinden ve sorunlarından söz simo (1905-75) O Tem po e o Vento (1949-62;
etmeye başladılar. “Zam an ve Rüzgâr”) adlı üçlü rom anında,
20. yüzyılda toplumsal adaletsizlikler ve Rio G rande do Sul yöresinin tarihini olağan­
Am erika Yerlileri’nin uğradıkları haksızlıklar üstü bir sevecenlikle yeniden yaşatır. Joâo
Latin Am erika edebiyatının tem el konuları Guim âraes Rosa (1908-67), G rande Sertao:
oldu. M ariano Azuela (1873-1952) Mesika Veredas (1956; “Büyük Sertao: Patikalar”)
Devrim i’nin acılarını ve dehşetini anlatan adlı epik rom anında Brezilya’nın kuzeydoğu­
A yaklan m a’yı (L os de abajo; 1916) yazdı. Ko­ sundaki uzak, barınmaya elverişsiz ve çorak
lombiyalI yazar Jose Eustasio Rivera topraklardaki yaşamı anlattı.
(1889-1928) L a vorâgine’de (1924; “Kasırga”)
Amazon orm anlarında çalışan kauçuk işçileri­ Şiir
nin yürekler acısı, çetin yaşamlarını anlattı. M odernizm Akım ı’nın ardından çok yetenekli
Venezuelalı Römulo Gallegos (1884-1969), şairler yetişti. Nobel Edebiyat Ö dülü’nü ka­
büyük çiftlik sahibi acımasız bir kadını konu zanan Şilili kadın şair G abriela Mistral (1889-
alan D ona Barbara (1929) adlı yapıtıyla Latin 1957) sade ve dolaysız anlatımıyla ilgi çekti.
LATİN AMERİKA EDEBİYATI 211

Çocuklarına olan özlemini dile getiren güldes­ to Roa Bastos (doğumu 1917) Hijo de hom-
tesi Desolaciörı (1922; “K eder”), etkileyici bir bre'da (1960; “ İnsanoğlu") benzer bir konuyu
duyarlılık taşır. Cesar Vallejo (1892-1938) irdeler, ama daha yumuşak ve dokunaklı bir
İspanyol dilinin en büyük ustalarından biridir. üslubu vardır.
Şiirleri insanın çektiği acılarla yüklüdür. Ölü­ Meksikalı Juan Perez Rulfo’nun (1918-86)
m ünden sonra, 1939’da yayımlanan Poemas Pedro Pâramo (1955) adlı bir kısa romanı ve
humanos'ta (“İnsan Şiirleri”), daha güzel bir Kızgın Ova (El Ilano en llamas\ 1953) adında,
geleceğe olan um udunu yansıtır. Vallejo, öykülerini topladığı bir kitabı vardır. Kitapla­
İspanyolca’yı cesur ve şaşırtıcı biçimlerde rındaki olaylar ıssız ve sıcak bir vadide geç­
kullandı. 1930’larda Peru’nun bir taşra ken­ mektedir.
tindeki kapalı aile yaşamını terk ederek, KolombiyalI roman ve öykü yazarı Gabriel
komünistlerin safında İspanya İç Savaşı’na G ard a M ârquez (doğumu 1928), 1982 Nobel
katıldı. Edebiyat Ödülü sahibidir. Ünlü romanı Y ü z­
Şilili şair Pablo N eruda da komünistti yıllık Yalm zlık'ta (Cien ânos de soledad;
(1904-73). Şiirleri, özellikle de büyük epik 1967) küçük bir kasabanın tarihiyle sınırlı
yapıtı Canto General (1938-50; “Evrensel Şar­ kalmayıp Güney A m erika’nın, dünyanın, hat­
kı”) yaşam deneylerinin coşkulu bir anlatımı­ ta evrenin geçmişini gözler önüne serer.
dır. N eruda ezilenlerin ve sömürülenlerin Kitabın kahram anları sevgi, tutku, savaş,
şairidir. Meksikalı Octavio Paz (doğumu devrim, bolluk ve yoksulluk içinde yuvarla­
1914) çok yönlü bir yazardır. Libertad bajo nır. Anlatılanlar düşsel olduğu kadar gülünç
palabra (1968; “Söz Verilen Özgürlük”) adını ve acıklıdır.
taşıyan yapıtında, şiirih bir uyanış olduğu ve Meksikalı Carlos Fuentes’in (doğumu
insanlığın kurtuluşunun önünü açtığı görüşü­ Pan Am erican Union
nü savunur.
Portekizce konuşulan Brezilya’da M oder-
nizm Akımı 1920’lerde başladı. En çok Sâo
Paulo’da kök salan bu akımın öncüsü şair ve
romancılar, Portekiz’le bağlarını koparm ak­
tan yanaydılar. Oswald de A ndrade’nin
(1890-1954) M emörias Sentimentais de Joâo
M iram ar (1924; “Joâo M iram ar’ın Duygusal
A nılan”) adlı romanı bu akımın tipik bir
örneğidir. Jorge de Lima (1895-1953) ise
Avrupa geleneğinden koparak Kuzeydoğu
Brezilya’nın bölgeci şiir hareketine katıldı.

Roman
Yenilikleri denem ekten korkmayan Latin
Am erikalı yazarlar, edebiyat alanında ulus­
lararası üne ulaştılar. Edebiyat yaşamına
1920’lerde, Buenos A ires’in aydın çevresi
içinde başlayan Jorge Luis Borges (1899-
1986), öykü ve denem elerinde insanın doğası­
nı keşfetmeye çalıştı. Çağdaş A rjantin edebi­
yatında çok önemli bir yeri olan Borges,
İspanyol dilinin en usta yazarlarından biridir.
GuatemalalI Miguel Ângel Asturias (1899-
1974), başyapıtı Sayın Başkan' da (E l senor
presidente ; 1946) diktatörlüklerin neden oldu­ Kolom biyalI yazar Gabriel Garcıa Marquez
ğu yıkım ve acıları anlatır. ParaguaylI Augus- daktilosunun başında çalışırken.
212 LATİNCE

1928) romanları ve öyküleri büyük, büyüleyi­ Latince geniş bir bölgeye yayıldı. Roma
ci bir ülkenin insanlarının derinlemesine ince­ İm paratorluğu’nun sınırları içinde konuşulan
lemesidir. Terra Nostra adlı rom anında ülke­ farklı lehçeler zamanla yerel dillere dönüştü.
nin kültür mirasını keşfetmeye çalışır. Perulu Latince batıda 18. yüzyıla kadar din, bilim,
romancı M ario Vargas Llosa (doğumu 1936) felsefe ve edebiyat dili olarak varlığını sür­
Kent ve Köpekler (La ciudad y los perros; dürdü.
1963) adlı kitabında bir askeri akademideki Günüm üzde konuşulan Avrupa dilleri, La­
insanlıktan uzak yaşamı anlatırken, Peru top- tin alfabesini kullanm akta ve Latince kökenli
lumunun zayıflıklarını irdeler. birçok sözcük içermektedir. Latin dillerine de
Brezilya edebiyatı, yerel gelenekler ile mo­ zaman içinde Rom a İm paratorluğu’nun ege­
dernleşme arasındaki çatışmayı yansıtır. Gra- menliği altındaki halkların, özellikle Yunanlı­
ciliano Ramos (1892-1953) Infância (1945; la rın dillerinden sözcükler karıştı.
“Çocukluk”) adlı anı kitabında yoksulluk Rom a İm paratorluğu’nun istila ettiği batı
koşullarında kendini nasıl yetiştirdiğini anla­ eyaletlerinde Latince resmi dil durum una
tır. Joâo Cabral de Melo Neto (doğumu 1920) geldi ve bu bölgelerdeki kentler de Roma
ise “M orte e Vida Severina” (“Bir Severino’ kültürünün m erkezleri oldu. Bugün Fransa,
nun Yaşamı ve Ö lüm ü”) şiirinde, geleneksel İspanya ve İtalya olarak bilinen bölgelerde
kökler ile çağdaş yaşam arasındaki çelişkileri herkes Latince konuşuyordu. M ahkem elerde,
sergiler. okullarda ve evlerde konuşulan dil Latince’y­
di. Gündelik konuşma dili, tarih, şiir ya da
LATİNCE. Eski R om a’da cumhuriyet ve im­ resmi belgeleri yazarken kullanılan dilden
paratorluk dönem lerinde kullanılan Latince, daha sadeydi ve daha hızlı değişime uğruyor­
İtalyanca, Fransızca ve İspanyolca gibi çağdaş du. Şiir ve düzyazıda da Latince’nin değişik
Roman dillerinin atasıdır. Başlangıçta İtalya’ biçimleri kullanılıyordu.
nın orta kesiminde küçük bir bölge olan Zam anla değişik bölgelerin Latince’si öyle
Latium ’da yaşayan bir topluluğun diliydi. farklılaştı ki, İtalya’da yaşayan birisi, Fransa
Rom alılar’ın İÖ 3. yüzyıldan başlayarak A v­ ya da İspanya’da yaşayan birisini neredeyse
rupa’daki ve A frika’nın Akdeniz kıyısındaki anlayamaz oldu. Latince’nin giderek gelişen
halkları egemenlikleri altına alması sonucu çeşitli lehçeleri zamanla İtalyanca, Fransızca,

M ansell C olleaion

İS 79'daki yanardağ
patlaması sonucunda
İavlar altında kalan
Pompei kentinde, birçok
Latince yazı örneği
bulundu. Fotoğrafta sıcak
içecekler satan bir
dükkânın kalıntıları
görülm ektedir. B ü tü r bir
dükkânın Latince adı
therm opilium idi. Kapının
üzerinde bu sözcüğün bir
bölümü
okunabilmektedir.
Kapının solundaki
duvarda ise dükkânaa
çalışan kızların adları
yazılıdır. Yazılar epeyce
silinm iş olmakla birlikte
uzmanlar Aegle,
Maria, Arsellina ve
Zmyrna adlarını
okuyabilm işlerdir.
LATİNCE 213

İspanyolca, Portekizce ve Rum ence’ye dö­ oyunlar Romalı izleyiciler için yazılmış, tipler
nüştü. Rom alılar’ın dilinden türedikleri için ve olaylar Rom a yaşamından alınmıştı. Plaü-
bunlara Rom an dilleri ve bu dillerin konuşul­ tus’un konu ve tiplerinden birkaçını Shakes-
dukları ülkelere de genellikle Latin ülkeleri peare daha sonra oyunlarında kullandı.
dendi. Plautus’tan daha sonra yaşamış bir komedi
Bu yerel diller yüzyıllarca yalnızca konu­ yazarı olan Terentius’un konularını gene Yu­
şurken kullanıldı. Ortaçağda bile edebiyat nan oyunlanndan alan komedileri Plautus’un-
yapıtları ve resmi belgeler Latince yazılırdı. kilerden daha özenle kaleme alınmıştı ve
Kilise törenleri Latince yürütülürdü. Kutsal düşündürücüydü. Oy unlan insanlann hatala­
Kitap, Vulgata olarak adlandırılan Latince rına ve budalalıklanna, toplum daki kötülük­
metinden okunurdu. lere parm ak basıyor ve o sırada herkesin
Reform hareketiyle birlikte, Kutsal K itap’ benimsemeye çalıştığı Yunan törelerine karşı
ın çeşitli dillere çevrilmesi sonucu, Latince da uyarı niteliği taşıyordu.
daha az kullanılmaya başlandı ama 20. yüzyı­ Bu dönem den günümüze kalan tek önemli
lın ikinci yarısına kadar Katolik Kilisesi’nin düzyazı yapıt, Marcus Porcius C ato’nun yalın
resmi dili olmayı sürdürdü. Kilise törenleri ve ciddi bir dille yazmış olduğu tan m elkita-
bazen hâlâ Latince yapılır. Bach, M ozart, bıdır.
Beethoven gibi büyük sanatçıların dinsel mü­ A ltın Çağ. Latin edebiyatının en verimli ve
zik besteleri Latince sözler içerir. Papa, resmi parlak dönemi İÖ 1. yüzyılda başladı. İÖ
bildirilerini Latince yazar; yakın zam anlarda 80-42 arasında iki büyük Romalı şair yaşadı:
da V atikan, Latince makale ve yorum lara yer Büyük bir düşünür olan Lucretius (Titus
veren Latinitas adlı bir dergi yayımlamıştır. Lucretius Carus) Evrenin Yapısı (D e rerum
Paris’teki Sorbonne, İngiltere’deki Oxford natura) adlı uzun şiirinde, sürekli hareket
ve H ollanda’daki Leiden gibi A vrupa’nın eski halinde olan çeşitli atom ların birleşerek ev­
üniversitelerinde Latince dersler vardır. En rendeki her şeyi oluşturduğunu anlattı. Luc­
eski ve ünlü İngiliz üniversiteleri olan Oxford retius doğaya büyük bir ilgi duyduğundan
ve Cam bridge’de ise Latince bilme zorunlulu­ atom kuram ını, şiirsel imgeler ve betimleme­
ğu ancak 1960’larda kaldırıldı. ler kullanarak açıkladı.
İtalya’nın kuzeyinde doğan Gaius Valerius
Latin Edebiyatı Catullus ise, asıl adı Clodia olan ve “Lesbia”
İÖ 240 dolaylarında İtalya’nın güneyindeki adıyla söz ettiği Romalı bir kadına duyduğu
Yunan kentlerini fetheden Rom alılar’ın savaş sevgiyi anlatan şiirleriyle tanınır. Cum huriyet
tutsağı aldıkları Yunanlı Lucius Livius An- döneminin son yıllannda yetişen iki önemli
dronicus’un Latin edebiyatının gelişmesine yazar, Marcus Tullius Cicero ve Jül Sezar
büyük katkısı oldu. Livius, H om eros’un (bak. C i c e r o ; Jü l S e z a r ) aynı zam anda devlet
Odysseia adlı destanını Y unanca’dan Latince’ adamı olarak da ünlüydü. Cicero’nun verdiği
ye çevirdi. Bundan başka Yunan tiyatro parlak söylevler konsül seçilmesini sağladı.
oyunlarını da çevirerek bir halk şenliğinde Çok usta bir söylevci olan Cicero, konuşmala­
sahneledi. Livius aracılığıyla Rom alılar, T ru­ rıyla yurttaşlannı belli kararlar almaya yönel­
va Savaşı efsanesini öğrenmiş oldu. İlk Latin tirdi. Sezar da iyi konuşurdu ama onun siyasal
şairleri olan Gnaeus Naevius ve Quintus gücü emrindeki orduya dayanıyordu. Sezar’m
Ennius, konusunu Rom a tarihinden alan epik Galya seferine ilişkin yazıları Türkçe’de Gal-
şiirler yazdılar ve R om a’nın başlangıcını T ru­ lia Savaşı adıyla yayımlanmıştır.
va efsanesiyle birleştirdiler. Naevius ve Cicero, yaşamının son yıllannda siyasetten
Ennius oyunlar da yazdılar. Yapıtlarından uzak kalarak birçok konuda denem eler yazdı.
çok azı günümüze ulaşan bu iki şair, Latin Ayrıca, arkadaşlarıyla tanıdıklarına, eğitimli
edebiyatının gelişmesinde önemli rol oynadı. bir R om alinm çok resmi olmayan konuşma
Yunan komedilerini bilen Plautus, çoğu diliyle m ektuplar da yazdı.
kez aynı konulan kullandı. Konu hep A tina’ Cicero ile Sezar, Latince düzyazı sanatını
da geçiyordu ve kişiler hep Y unanliydı. Am a yetkinleştirerek Latince cümlelerin açık, ya­
214 LATİNÇİÇEĞİ

lın, akıcı ve güçlü bir anlatım özelliğine Güm üş Çağ (İS 17-130). Şairlerin, impara­
kavuşmasını sağladılar. Cicero'nun çağdaşla­ torların R om a’yı bilgelik ve adaletle yönete­
rından tarihçi Sallustius (Gaius Sallustius ceklerine ilişkin umutları Augustus’tan sonra
Crispus) ise kendine özgü bir gazetecilik dili yerini karamsarlığa bıraktı. İS 1. yüzyılda en
geliştirdi. haini Neron olan dört kötü im parator tahta
İÖ 40 ve 30'lardaki askeri ayaklanmalar geçti. Latin edebiyatının bu dönemde yergiye
Roma Cum huriyeti'nin yıkılmasına yol açtı. yönelmesinin nedeni yönetimin kötüye gidi­
Augustus'un önderliğinde Roma İm parator­ şiyle açıklanabilir. Birkaçı dışında bu yüzyılın
luğu kuruldu. Augustus edebiyatın propagan­ en nitelikli yazarları yergi ustalarıydı.
da değerini biliyordu ve yazarları kendi yöne­ İS 65’te N eron'un öldürttüğü Seneca, bu
timinin sağladığı yararlardan söz etmeye zor­ genellemenin dışındadır. Bir trajedi yazarı
ladı. Augustus döneminin en büyük şairleri olan Seneca'nın çok sayıda felsefi incelemesi
Virjil (bak. V İR Jİ l ) ve H oratius’tu (Ouintus vardır. Seneca, İm parator Claudius’u konu
H oratius Flaccus). alan bir tek yergi yazdı.
Horatius fıkralar, eleştiriler, edebiyat ve Bir kuşak sonra Marcus Valerius Martialis
toplumla ilgili yorumlar içeren Satirae (İÖ 35; ve Decimus Iunius Iuvenalis, Roma toplumu
“Yergiler”) adlı şiir kitabının yazarıdır. En ve törelerini eleştiren yergilerini koşukla yaz­
önemli yapıtları arkadaşlık, yaşamın tadını dılar. Martialis, epigramlarıyla ünlüdür. Bun­
çıkarma ve kırsal yaşam gibi birçok konudaki lar çağın kötülüklerini alaya alan, nükteli kısa
düşünce ve duygularını dile getirdiği Odes şiirlerdi. Iuvenalis ise çevresinde gördüğü
(“O dlar") adlı lirik şiir kitabı ve toplumsal ahlaksal yozlaşmaya, açgözlülüğe, namussuz­
yergi niteliğindeki şiirlerinden oluşan E podes luğa ve haksızlığa karşı öfke dolu, uzun
tir. yergiler yazdı.
Virjil ilk iki edebi yapıtında çok sevdiği Son klasik Latin yazarları, düzyazıyı yeğle­
kırsal yaşamı konu aldı. Sığırtmaç Türküleri yen iki Plinius ve Publius Cornelius Tacitus’
(Eclogae ), çobanlar ve sürülerden söz eden tu. Yaşlı Plinius (Gaius Plinius Secundus)
bazıları karşılıklı konuşma biçiminde yazılmış araştırmacı bir yazardı. Yazdıklarının çoğu
kısa şiirlerden oluşuyordu. Georgica (İÖ 39- kayboldu. Kalan kitaplarından en önemlisi 37
29) da köy yaşamına ilişkin betimlemeleri cilt halinde yazılmış olan uzun bir doğa tarihi­
içeren, hayvanlar, arılar ve çiftçinin m utlulu­ dir. İS 79’da Vezüv Yanardağı’nın lavları al­
ğuna değinen uzun bir şiirdi. VirjiPin en tında kalarak öldü. Yeğeni Genç Plinius
önemli yapıtı ise Aeneis' tir (İÖ 1. yüzyıl). Bu (Gaius Plinius Caecilius Secundus) çeşitli konu­
uzun şiir Truvalı kahram an A eneas’ın Truva’ larda deneme niteliğinde mektuplar yazdı.
dan kaçışını ve yeni bir yurt kurmak için Dönemin en büyük düzyazı ustası Tacitus
İtalya’ya gidişini yurtseverlik duygularıyla an­ ise, R om a’nın im paratorluk dönemi tarihini
latır. Aeneis öyle büyük bir şiirdi ki, daha yazdı. Ailesiyle birlikte zalim Neron ve Do-
sonraki Latin şairleri Virjil’i taklitten başka m itianus’tan çok çekti, dolayısıyla da im para­
pek bir şey yapamadılar. torların suçlarını tüm karanlık yönleriyle açık­
Augustus döneminin bir başka büyük yaza­ ladı. İngiltere ve Almanya ile ilgili yazılar da
rı da tarihçi Livius’tu. İÖ 753’teki kuruluşun­ yazdı. Çoğunlukla olağandışı sözcüklerle dolu
dan kendi çağına kadar Rom a’nın tarihini olan zorlama üslubu, Cicero ve Sezar’ınkin-
yazdı. Livius’un yazdığı 144 kitaptan günümü­ den büyük bir farklılık gösterir.
ze yalnızca üçte biri kaldıysa da, bunlar hâlâ
Roma tarihi konusunda en önemli bilgi kay­ LATİNÇİÇEĞİ. Pek çok ülkede park ve
nağıdır. bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen latin-
Augustus döneminin öbür yazarları arasın­ çiçeği (Tropaeolum majus) dünyaya Peru'dan
da, yaşamının büyük bir bölümünü sürgünde yayılmıştır. Yabani olarak yetişenlerin yalnız­
geçiren Ovidius (Publius Ovidius Naso), ağıt ca turuncu çiçekler açmasına karşı sarı, turun­
tarzında güzel aşk şiirleri yazan Sextus Pro- cu ve kırmızı tonlarıyla dikkati çeken pek çok
pertius ve Albius Tibullus sayılabilir. süs çeşidi geliştirilmiştir.
LAV 215

Lavlar bazı yerlerde, ince, uzun çatlaklar­


dan dışarı sızar; yarık denen bu tür çatlaklar­
dan çıkarak geniş bir alana yayılan lavlar,
yüzeyde oldukça ince bir katm an oluşturur.
Bacalardan ya da yarıklardan püsküren lavlar
bazen önüne gelen her şeyi örterek ya da
yakarak çevreye yayılır. Lav akıntılarının
kalınlığı 1 cm ile yüzlerce m etre arasında
değişebilir.
Yanardağlara yakın olan yerleşim merkez­
leri, kül ya da lav akıntıları altında her an yok
olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. İtalya’da İS
Latinçiçekleri güneşli yerlerde kolayca serpilip 79’da Vezüv Y anardağı’nın püskürmesi sonu­
gelişerek bahçeleri süsler. cunda, bugünkü Napoli’nin güneyinde bulu­
nan Pompei, Herculaneum ve Stabiae kentle­
Latinçiçeği biryıllık tırmanıcı bir bitkidir; ri lavların ve küllerin altında kalarak yok
yani büyüme ve gelişme sürecini aynı yıl olmuşlardır. Herculaneum ve Stabiae daha
içinde tam am layarak ölür. Bu yüzden de her çok lavların, Pompei ise daha çok küllerin
yıl yeniden dikilmesi gerekir. Işınsal bir da- altında kalmıştı; bu nedenle Pompei 20.
m arlanm a gösteren yuvarlak yaprakları var­ yüzyılda yapılan kazılar sonucunda ortaya
dır. Huni biçimli çiçeklerinin beş taçyaprağın- çıkarılabilmiştir (bak. POMPEİ). Lavlar bazen
dan biri uzayarak mahmuz biçimini almıştır ormanları kaplar ve bunun sonucunda, ağaç­
ve içinde “balözü” denen tatlı bir sıvı bulu­ lar kay açların altında gömülü kalır. Kay açla­
nur. Çiçeğe balözü almaya gelen böcekler bu rın arasından aşağı sızan sular zamanla ağaç­
mahmuzun ağzında bulunan çiçektozlarını ları çürüterek bunları silis ve başka mineral
başka çiçeklere taşıyarak tozlaşmayı sağlar. parçacıklarına dönüştürür. Böylece uzun yıl­
A m a, mahmuzun girişinde tozlaşmayı sağla­ lar sonra, bütün bir ağaç gövdesinin yerini
yamayacak küçük böceklerin girmesini engel­ silisten bir kütle alır. A B D ’de A rizona’daki
leyen* sert tüylerden oluşmuş ufak bir çit Büyük Kanyon’un dibinde bu türden taş ağaç­
vardır. Tozlaşma sonucu çiçekler döllenerek ların oluşturduğu 15 katm an bulunm aktadır;
her birinde bir tohum bulunan üç bölmeli bunlardan en alttakinin 15 milyon yaşında ol­
meyveler verir. duğu sanılmaktadır.
Latinçiçeklerinin tereyi andıran baharlı
yaprakları bazı yörelerde salata olarak yenir, Değişik Lav Tipleri
körpe meyvelerinden de turşu yapılır. Lavın görünüm ü, dışarı püskürm e biçimine,
kimyasal bileşimine ve soğuma hızına bağlı­
LAV, D ünya’nm iç kesimlerinden yerkabu- dır. Eğer lav, yavaş bir akıntı biçiminde
ğundaki deliklerden ve çatlaklardan dışarı yüzeye çıkarsa genellikle yataklar halinde
doğru püsküren erimiş, kızgın kay açlardır. katmanlaşır. Am a bir yanardağdan şiddetli
Lavların görünüm ü büyük ölçüde sıcaklığına bir patlamayla dışarı püskürürse, havada
ve kimyasal bileşimine bağlıdır. Yuvarlak bir uçarken soğuyabilir ve yanardağ bombası
delikten dışarı çıkan lavlar çevreye yayılırken, denen yum urta biçiminde, düzgün yüzeyli
yuvarlak birikintiler oluşturur ve soğuyarak külçeler ya da akkor sıcaklığındaki tozlar
bu biçimdeki kayaçlara dönüşür. D aha sonra halinde dökülür. Bu toz parçacıklarının en
püsküren lavlar da bunların üzerini kaplaya­ küçükleri kül olarak yere iner. Eğer lav, deniz
rak daha kaim bir katm anın oluşmasına yol tabanındaki bir noktadan dışarı çıkarsa, su­
açar. Bu sürecin birçok kez tekrarlanm ası yun içinde çabucak soğur ve “yastık lavları”
durum unda, yanardağ denen bir dağ ortaya denen yuvarlanmış yastık yığınları biçiminde
çıkar (bak. Y a n a r d a ğ ). Lavın dışarı aktığı katılaşır. Hawaii A dalarindaki yanardağlar
yuvarlak deliğe baca denir. bazen öyle büyük bir kuvvetle püskürmeye
216 LAVANTA

Publishers’ Photo Service


Metal cürufuna benzeyen Aa lavı, katılaşmakta olan
b ir lav kabuğunun sonraki bir püskürm e nedeniyle
parçalanması sonucunda oluşur. Kırışık yüzeyli
Pahoehoe lavı ise, lavların akarken katılaşması
sonucunda ortaya çıkar. Her iki lav türü de Havvaii'de
çok yaygındır; ilginç adları da burada yaşayan
US D epartm ent o f the Interior insanların dilinden gelir.

başlar ki, kızıl lavlar yüzlerce m etre yükseğe Ponza ya da süngertaşı denen kayaç türü,
fışkırır ve çok yükseklerden soğuyarak dam la­ bol m iktarda silis içeren ve şiddetle dışarı
cıklar ve iplikler halinde yere düşer. püsküren lavlardan oluşur. Boşluklarla ve
Lavların büyük bölümü belirli bir m iktar deliklerle örülü gözenekli yapısı, kayacı oluş­
silis içerir. Kum, kuvars m ineralinden, yani turan lavların içindeki gazların oluşturduğu
katışıksız silisten oluşur. Silis oranı yüksek kabarcıklardan kaynaklanır. Bazı süngertaş-
lavlar, genellikle kalın ve yapışkan olur. lan suda bile yüzer; nitekim 1883’te E ndo­
Koyu, ağdalı bir kütle halinde akar ve çevreye nezya’daki K rakatau A dası’nda gerçekleşen
fazla yayılmaz. Bu tür lavlar, özellikle hızla büyük bir yanardağ püskürmesi sonucunda
soğurlarsa, katılaştıklarında camsı bir kayaç uzunluğu 30 kilometreyi, genişliği de 800
haline gelirler. Obsidiyen denen bu doğal metreyi bulan dev bir yüzer süngertaşı kütlesi
volkan camını ilk insanlar uzun süre bıçak ve ortaya çıkmıştır. Süngertaşının büyük bölümü
ok ucu yapımında kullanmışlardır. Silis oranı Sicilya’nın kuzeyindeki Lipari A daları’ndan,
düşük, ama kireç, magnezyum oksit ve demir Kanarya A daları’ndaki Tenerife’den ve
gibi m addeler bakım ından zengin lavlar ise, Japonya’dan sağlanır. Süngertaşı sanayide,
erimiş haldeyken oldukça akışkandır ve bu yüzeylerin düzgünleştirilmesinde ve cilalan-
tür akıntılar geniş bir alana yayılır. Bu tür m asında kullanılır.
lavlardan oluşan en yaygın kayaç türü bazalt­
tır. Bu lavlar, yavaş soğursa kristal yapılı bir LAVANTA. Keskin kokulu bitkiler olan la­
kayaç biçiminde katılaşır; ama soğuma hızlı vantalar (Lavandula) kekik, nane ve fesleğen
olursa, yarı camsı bir kayaç ortaya çıkar. gibi ballıbabagiller familyasındandır. Kanarya
Başta Hawaii Adaları olmak üzere Büyük A daları’ndan Akdeniz kıyılarına ve Hindis­
O kyanus’taki pek çok ada bazaltlı lavlardan tan ’a kadar uzanan kesimlerde yabani olarak
oluşmuştur; bunlar, denizin altındaki yanar­ yetişen bu bitkilerin 25 kadar türü vardır.
dağların püskürttüğü lavların üst üste birikip Hepsi de güneşli ve taşlık yerleri seven bu
deniz yüzeyine yükselmesi sonucunda ortaya türlerin bazısı süs bitkisi olarak, bazısı da çok
çıkmıştır. hoş kokulu çiçekleri için yetiştirilir. Bu hoş
LAVOISIER 217

koku, bitkilerin yaprak ve çiçeklerindeki tüy­ sürm ektedir. Nitekim ülkemizde de İstanbul
lerden salgılanan uçucu bir yağdan kaynak­ gibi bazı büyük kentlerin sokaklarında hâlâ
lanır. lavanta satıcılarına rastlayabilirsiniz.
A nayurdu Batı Akdeniz olan İngiliz lavan­ T ürkiye’de yabani olarak bulunmayan bu
tası (Lavandula vera ya da Lavandula offici- türe karşılık, Batı A nadolu’nun makiliklerin­
nalis) yüksekliği 1.300 m etreye varan dağlık de yaygın olarak yetişen ve tuzlakekiği adıyla
alanlarda kendiliğinden yetişir. Dalları yanla­ da bilinen karabaşotu (Lavandula stoechas)
ra doğru dağılmayıp dikine gelişen ve öbekler öbüründen daha alçak boylu bir çalıdır. Kara-
oluşturan bu küçük çalımsı bitkinin sert, başotunun siyahımsı m or çiçek başaklan,
grimsi yeşil ve şeritsi yaprakları vardır. Dalla­ tepesindeki leylak renkli yapraksı uzantılarıy­
rın daha çok alt bölümlerinde toplanan yap­ la oldukça tipik bir görünüm sergiler. Bitki
raklar uzun çiçek saplarının çevresinde sey­ eskiden, m ikrop öldürücü özellikleriyle boğaz
rekleşir. Sapların ucunda sık küm eler oluştu­ ve idrar yolları hastalıklarında, yara tedavi­
ran pembemsi m or, küçük çiçeklerinin içi sinde ve yatıştırıcı olarak kullanılmıştır. Top-
dışına göre daha koyudur. Hoş kokusu nede­ raküstü bölüm lerinden yani çiçekli ve yaprak­
niyle en önemli lavanta türlerinden biri olan lı dallarından “karabaş yağı” denen uçucu bir
İngiliz lavantası, esans elde etm ek üzere yağ elde edilir. Karabaş yağı, yara iyileştirici
Fransa ve öbür bazı Avrupa ülkelerinde etkisi nedeniyle m erhem lere katılan keskin
yaygın olarak yetiştirilir. Henüz açılmadan kokulu bir m addedir. Ticari amaçlı üretim ler­
önce, yani tomurcuk halindeyken -toplanan de lavantalar dal ya da kök parçalanyla yani
çiçeklerden damıtılarak çıkarılan lavanta çelikleme yöntemiyle çoğaltılır.
esansı parfüm lere ve sabun gibi çeşitli kozme­
tik ürünlerine katılır. Lavanta çiçekleri ise LAVOISIER, Antoine-Laurent (1743-1794).
kurutulup küçük torbalara doldurularak, gü­ Büyük Fransız bilim adamı Antoine-Laurent
zel koku vermesi için çamaşır dolaplarına Lavoisier Paris’te doğdu ve çok iyi bir öğre­
konur. Geçmişi çok öncelere dayanan bu eski nim gördü. Paris’teki Bilimler Akadem isi’nde
gelenek günümüzde de bazı yerlerde hâlâ kimyacı olarak çalıştı, aynca 1775’te Fransız
hüküm etince barut fabrikalarının yöneticiliği­
ne atandı ve bu fabrikalardaki üretimi büyük
ölçüde geliştirdi.
Lavoisier, 1770’lerde havanın çeşitli gazla­
rın bir karışımı olduğunu (bak. H a v a ) ve bu
gazlardan birinin eksikliği halinde yanma
olayının gerçekleşemeyeceğini gösterdi. Bu
önemli gazı 1774’te İngiliz bilim adamı Joseph
Priestley keşfetmişti, ama bu gaza bugün de
kullanılmakta olan adını 1777’de Lavoisier
verdi. Lavoisier bu gazı oksijen olarak adlan­
dırdı; oksijen sözcüğü “asit oluşturan” anla­
mına geliyordu ve Lavoisier bu gazın bütün
asitlerde bulunduğunu düşünüyordu, oysa bu­
nun yanlış olduğu daha sonraları ortaya çıka­
rıldı. Lavoisier ayrıca, solunumun da oksijen
gerektiren bir tür yanma olduğunu gösterdi.
Lavoisier, kimyasal tepkim eler sırasında
ortaya çıkan ağırlık değişikliklerini çok duyar­
Yuvarlak öbekler halinde büyüyen lavantalar, hoş lı biçimde ölçen bir terazi geliştirdi ve buluşla­
görünüm leri nedeniyle çok sevilen bahçe süsleridir. rının çoğunu bu terazinin sayesinde gerçekleş­
Hoş kokulu çiçekleri, arıları ve kelebekleri kendine
çeker. Sağda: Çiçek başaklarının yakından tirdi. Örneğin, cıvayı açıkta ısıttığında ağırlı­
görünüm ü. ğının arttığını buldu ve buradan da cıvanın
218 LAVTA AİLESİ

Lavoisier, yalnızca bir kimyacı değildi.


Ağırlıklar ve ölçüler için m etre sisteminin
kurulm asına katkıda bulundu (bak. A Ğ IR L IK ­
LAR v e Ö l ç ü l e r ) , tarım da bilimsel yöntem le­
rin uygulanması halinde daha bol ürün alına­
cağını göstermek için özel bir çiftlik kurdu,
hastane ve hapishanelerdeki koşulların iyileş­
tirilmesine çalıştı, yeni su kanallarının yapıl­
ması yolunda uğraş verdi, banka ve sigorta
şirketlerinin yaygınlaşmasını destekledi. G er­
çekten de Lavoisier, kamu işlerinde etkin
görev alan ilk bilim adamlarından biridir.
A m a bu, ona pek yarar sağlamadı; çünkü
Fransız Devrimi sırasında devrimciler ona bir
düşman gibi davrandılar ve sonuçta onu
giyotinle idam ettiler. Fransız matematikçi
Joseph-Louis Lagrange, “O kafanın kesilmesi
yalnızca bir dakika sürdü am a onun benzeri­
nin dünyaya gelmesi için bir yüzyıl bile
yetm eyebilir” demiştir.

LAVTA AİLESİ. Lavta mızrapla ya d^ par­


m aklarla çalman telli bir çalgıdır. Yayla
çalınanlara yaylı lavta adı verilir. Arm ut
biçiminde bir gövdesi, kısa ve geniş bir sapı
vardır. Göğüs üzerindeki köprüden (eşik)
başlayan teller, sapın ucunda arkaya yatık
duran burguluk bölümüne bağlanır. Göğsün
H ulton Picture Library
ortasında gül adı verilen bir ses deliği vardır.
Modern kimyanın kurucusu Antoine-Laurent
Lavoisier. Tel sayısı ülkelere göre değişir. Klasik lavta­
nın beşi çift, en üstte tek olmak üzere altı teli
havadaki oksijenle birleşerek cıva oksit oluş­ vardır. Bir çifti oluşturan her tel aynı notaya
turduğu sonucuna ulaştı. A rdından, bu ağırlık akortludur.
artışının, cıva oksitin ısıtılması durum unda Kökeni A rap uduna dayanan lavta, 13.
açığa çıkan oksijenin ağırlığına eşit olduğunu yüzyılda Haçlılar aracılığıyla İspanya’ya girdi,
göstererek buluşunu kanıtladı. M odern kim ­ 14. yüzyılda tüm Batı A vrupa’da yaygınlaştı.
yada bu ağırlık değişikliklerine nicel değişik­ 16. ve 17. yüzyıllarda İngiltere’de yaygın
likler denir. olarak kullanıldı. İlk lavtalar dört telliydi ve
Lavoisier, 1783’te suyun hidrojen ve oksi­ mızrapla çalmıyordu. D aha sonraları teller
jenden oluştuğunu açıkladı. A rdından, kim­ çiftleşti ve parm akla çalınmaya başlandı. Av-
yasal m addelerin adlandırılmasına yönelik,
günümüzde de kullanılm akta olan yeni bir
sistem geliştirdi ve ilk kez kimyasal elem ent­
lerin bir tablosunu hazırladı (bak. KİMYASAL
E l e m e n t l e r ) . Lavoisier, öbür kimyacıların
buluşlarının tanıtımı için de çok çaba harcadı;
bugün de geçerli olan kimya ilkelerinin pek
çoğu onun çalışmalarına dayanarak geliştiril­
miştir. Bu nedenle Lavoisier, “m odern kim­ Kökeni Arap uduna dayanan lavta, 16. ve 17.
yanın kurucusu” olarak kabul edilir. yüzyıllarda Ingiltere'de yaygın biçim de kullanıldı.
LAWRENCE 219

rupa’da uzun süre sevilen bir çalgı olarak


yaygınlığını korudu. John Dowland ve Ed-
mund Campion gibi besteciler lavta için çok
güzel parçalar bestelediler. Lavta için müzik
yazan besteciler arasında Johann Sebastian
Bach ve Franz Joseph Haydn gibi ünlü adlar
da vardı. 18. yüzyılın sonlarına doğru klavyeli
çalgıların gölgesinde kalarak gözden düştüyse
de, 20. yüzyılda Julian Bream gibi usta
lavtacıların katkısıyla yeniden önem kazandı.
Lavta ailesinin üyeleri değişik boydadır.
Yaygın olarak kullanılan tiz sesli lavta 60 cm
uzunluğundadır. Daha küçük olanına m ando-
ra ya da m andola adı verilir. Ailenin bas sesli
en büyük üyeleri torbo ve kitaron ya da bas
lavta' dır. Sapları ve burgulukları daha iridir.
Kitaronun boyu yaklaşık 2 m etredir. Yıllar
boyu kullanılmayan bir çalgı olarak kalan
lavta, 1970’lerde ve 1980’lerde eski müzik
türleriyle ilgilenen sanatçıların katkısıyla ye­
niden önem kazandı.

LAVVRENCE, D. H. (1885-1930). 20. yüzyılın N ational Portrait Gallery, L o ndra

en büyük yazarlarından biri sayılan D. H. D. H. Lavvrence'ın 1920'de yapılmış bir portresi.


Lavvrence’ın cinsel konulara ağırlık veren bazı
rom anları, yaşadığı dönemin tutucu ahlak de kendi yetiştiği ortam a çok benzer bir
anlayışına ters düştüğünden, tepkiyle karşı­ ortam da büyüyen Paul M orel adlı bir genç
lanmış ve yasaklanmıştı. anlatılır. M aden işçiliğiyle geçinen bir toplu­
İngiltere’de, Nottinghamshire bölgesindeki lukta geçen çocukluğu Lawrence’ın sanayi
Eastw ood’da doğdu. Babası m aden işçisi, uygarlığına karşı tepki duymasına yol açtı.
annesi öğretm endi. Kazandığı bir bursla Not- Lawrence’a göre sanayileşme insanın doğası­
tingham Lisesi’nde okuyan Lavvrence, daha na aykırıydı. Ayrıca ahlak ilkeleri ve dinler
sonra Nottingham University College’da öğ­ insan davranışlarını kısıtlıyor, yeteneklerinin
renim görerek öğretm en oldu. Londra’da gelişmesini engelliyordu. Doğaya duyduğu
öğretmenlik yaparken 1911’de ilk romanı The sevgiyle onun güzelliğini ve gücünü öven
White Peacock (1911; “Beyaz Tavuskuşu”) yazılar yazan Lavvrence, pek çok insanın
yayımlandıktan sonra bu görevden ayrıldı. İlk sürdürm ek zorunda kaldığı kısıtlı yaşam ko­
kez adının duyulmasını sağlayan Oğullar ve şullarını eleştirdi.
Sevgililer (Sons and Lovers; 1913) adlı rom a­ G ökkuşağı (The R ain bow ; 1915) ve evlilik­
nının yayımlanmasından bir yıl sonra da te erkek kadın ilişkilerini işleyen A şık K adın­
Alman kökenli Frieda W eekley’le evlendi. lar (W om en in Love; 1920) en sevilen roman-
Frieda’yla yaşamının sonuna kadar sürecek larm dandır. Bazı görüşleri kıyasıya eleştirilen
olan fırtınalı ilişkisi romanlarının çoğunun Lawrence’m Lady Chatterley’in Sevgilisi
ana konusunu oluşturdu. (Lady Chatterley’s Lover; 1928) adlı romanımn
Rom anlarına karşı gösterilen tepkilerden yayımlanmasına ancak 1961’de izin verildi.
huzursuzluk duyan Lawrence karısıyla sık sık Ö bür rom anları arasında K ayıp K ız ( The L ost
gezilere çıkarak A vrupa, A B D , M eksika ve G irl ; 1920), A a r o n s R o d (1922; “A aron’un
Avustralya’da göçebe bir yaşam sürdü. Değneği”), K angaroo (1923; “K anguru”) ve
Lavvrence rom anlarında kişisel deneyimle­ Kanatlı Yılan (The Plum ed Serpent; 1926)
rine yer verir: Örneğin, Oğullar ve Sevgililer ’ sayılabilir.
220 LAVVRENCE

Lawrence, ayrıca kısa öyküler, gezi yazıla­ yaşam biçimine tam bir uyum gösteren Law-
rı, denem eler ve şiirler yazdı. 1923’te yayım­ rence, çok geçmeden ayaklanmanın beyni
lanan ve doğa şiirlerinin yer aldığı Birds, durum una geldi. Özellikle Şam-Medine D e­
Beasts and Flowers (1923; “Kuşlar, Hayvanlar miryolu hattına düzenlediği vur kaç türünde
ve Çiçekler”) yayımlanmış şiir kitapları içinde baskınlarla Osmanlı birliklerine karşı yürütü­
belki de en özgün ve canlı olanıdır. len savaşta etkin bir rol oynadı. 1917’de
D era’da A rap kılığında casusluk yaparken
LAVVRENCE, T. E. (1888-1935). Thomas Osm anlılar’a tutsak düştü; ama bir süre sonra
Edward Lawrence, I. Dünya Savaşı (1914-18) kaçmayı başardı.
yıllarında O rtadoğu’da istihbarat etkinlikle­ Savaştan sonra 1919’da düzenlenen Paris
riyle bilinen İngiliz arkeolog, asker ve yazar­ Barış Konferansı’na katıldı. Suriye ile Lüb­
dı. “A rap Lawrence” sanıyla tanınır. nan’ın, Fransız ve İngiliz m anda yönetimine
G aller Bölgesi’nde, Trem adoc’ta doğan bırakılmasına karşı verdiği m ücadeleden so­
Lawrence, öğrenimine O xford’da başladı. nuç alamadı. Askeri ve siyasal alandaki etkin­
D aha sonra tarih öğrenimi gördü. Öğrencilik likleri ülkesinde ulusal kahram an olarak ta­
National Porrrait Gallcıy. Londra
nınmasını sağladı. 1926’da savaş anılarını anlat­
tığı Seven Pillars o f Wisdom (“Aklın Yedi Da­
yanağı”) adlı kitabıyla ününü pekiştirdi.
Ne var ki, ünlü bir kişi olmaktan hoşnut
değildi. Savaştan sonra yurduna dönerek
1922’de John Hume Ross takm a adıyla İngiliz
Kraliyet H ava Kuvvetleri’ne katıldı. Gerçek
kimliğinin ortaya çıkması üzerine ordudan
atıldı. 1923’te bu kez de T. E. Shaw adıyla
Kraliyet Tank Birlikleri’ne girdi. 1927’de bu
adı resmen aldı. 1925’te yeniden Kraliyet
Hava Kuvvetleri’ne katıldı. 1935’te Hava
Kuvvetleri’nden terhis oldu. Kısa bir süre
sonra D orset’te Clouds Hill’deki evi yakınla­
rında geçirdiği motosiklet kazasında öldü.
Lavvrence I. Dünya Savaşı’nın en ilginç kişi­
liklerinden biriydi. Ölüm ünden sonra yaşamı­
na ilişkin birçok kitap yayımlandı.
T. E. Lavvrence'ın Augustus John'un kaleminden
Arap giysileri içinde portresi. LAZER bak. Laser.

yıllarında Suriye ve Filistin’deki Haçlı kalele­ LEAKEY AİLESİ. Louis Leakey (1903-1972),
rini incelemek amacıyla düzenlenen bir arke­ karısı Mary (doğumu 1913) ve oğlu Richard
oloji gezisine katıldı. Bu konuda hazırladığı (doğumu 1944), fiziksel antropoloji ve pale­
tez ölümünden sonra Crusader Castles (1936; ontolojiye katkılarıyla tanınırlar. Fiziksel an­
“Haçlı Kaleleri”) adıyla yayımlandı. tropoloji, insanın evrimini ve değişik insan
1914’te savaş ilan edildiğinde Savaş B akan­ grupları arasındaki farklılıkları araştıran, pa­
lığı H arita D airesi’nde görev almak üzere leontoloji ise fosilleri inceleyen bilim dalla­
Sina Yarım adası’na gönderildi. D aha sonra rıdır.
Mısır’da İngiliz askeri haber alma örgütüne Louis Leakey, İngiliz misyonerleri olan
atandı. 1916’da Osm anlılar’a karşı bir ayak­ annesi ve babasının Kikuyu halkı arasında
lanma başlatmış olan M ekke Emiri Hüseyin çalıştığı Kenya’da doğdu. Cambridge Üniver-
bin A li’nin oğlu Faysal’ın (daha sonra Irak sitesi’nde arkeoloji eğitimi gören Leakey,
Kralı I. Faysal) askeri danışmanı oldu. Görev 1924’te Doğu A frika’da arkeoloji üzerine
süresi boyunca A raplar gibi giyinen ve onların çalışmaya başladı.
LEAKEY AİLESİ 221

Leakey, N airobi’de Coryndon M üzesi’nde 1959’da Mary Leakey bir kayanın içine
yönetici olduğu sırada buradan 800 km uzak­ gömülü bir kemik parçası ile bir hayvana ait
lıkta, Tanganika’daki (bugün Tanzanya) Ol- olan iki diş buldu. A ylar süren çalışmalar
duvai Boğazı’nda araştırm a yapmaya başladı. sonunda buldukları parçalardan bir kafatası
Alm an bilim adamları I. Dünya Savaşı sırala­ oluşturmayı başardılar. 600 bin yaşında oldu­
rında Olduvai’de çok sayıda fosil bulmuşlardı. ğunu düşündükleri bu fosile Zinjanthropus
Leakey, 1939’dan sonra Olduvai’de düzenli adını verdiler. Bugün gerçek insanın atası
olarak araştırm a yaptı. Kendisi gibi arkeolog sayılan Australopithecus' un bir alttürü olarak
olan karısı Mary ve daha sonra Richard da sınıflandırılan bu fosile Australopithecus boi-
çalışmalara katıldılar. Yılın birçok ayında sei denm ektedir. D aha sonra Californialı bi­
sıcak ve kuru olan bölge, yırtıcı hayvanlarla lim adamları radyo karbon tarihlendirm e
doluydu. Bir gece çadırlarının yakınında 11 yöntemini kullanarak Zinjanthropus' un ger­
aslan sayan Leakey “Ne biz onları rahatsız çekte 1.750.000 yaşında olduğunu hesapladı­
ettik, ne de onlar bizi” demiştir. Yaklaşık 20 lar. Kafatasını buldukları yörede kazılarını
yıl süren kazılarda çok sayıda eski alet buldu­ sürdüren Leakey ailesi, çok önceleri göl olan
lar ve fosil kayıtlarını düzenli bir biçimde bir bölgenin kıyısında kurulmuş bir yerleşim
derlediler. Ne var ki, bu sürede insan benzeri yeri buldu. Çeşitli aletler ve hayvanların
fosillere henüz rastlamamışlardı. kalıntılarıyla dolu olan bu bölgeden elde
edilen buluntular ilk insanın alet yaptığının en
P o p p eıfo to güçlü kanıtı oldu. 1960’ta başka bir insangil
fosili ve bir yerleşim yeri keşfettiler. Bu yeni
fosile H om o habilis (becerikli insan) adını
verdiler. İki ayak üzerinde duran, taştan
araçlar yapan ve beyninin bir goril beyninden
ufak olmasına karşın, duruşu ve ayaklan ile
gorilden daha çok insana benzeyen bu fosilin,
insanın atası olmaya Zinjanthropus' tan daha
yakın olduğunu düşündüler.
Fiziksel antropoloji alanı tahm inlerle dolu­
dur. Bilim adamları, bugün Leakey ailesinin
fosillere ilişkin birçok yorumunu ve fosil sınıf­
landırmalarını onaylam am aktadırlar ama,
yürüttükleri çalışmaların önemi yadsına­
maz. İnsanın evriminin önceleri savunulduğu
gibi A sya’da değil, A frika’da başladığını ve
insanın kökeninin yaklâşık 2 milyon yıl gibi, o
güne kadar düşünülen tarihlerin çok daha
öncesine dayandığını Leakey ailesi göster­
miştir.
Richard Leakey, önceleri ailesinin mesle^
ğinden farklı bir uğraş edinmeyi tasarlamıştı.
Am a 1963’te Kuzeydoğu Tanzanya’daki bir
bölgede, bir insangilin çene kemiğine benzer
bir kemik bulunca düşüncesini değiştirdi ve
aile mesleğine yöneldi. 1967-77 arasında K u­
zey Kenya’daki Rudolf Gölü (bugün Turkana
Gölü) kıyılarındaki araştırmaları sırasında
400’e yakın fosil buldu. Koobi Fora adlı bu
Louis Leakey 1961'de Olduvai Boğazı'ndan elde
edilen önem li bir bulguyu inceliyor. Leakey, bu bölge, en zengin insan fosili buluntularının
fosile H om o habilis (becerikli insan) adını verm iştir. ortaya çıkarıldığı yerdir. 1972’de bulunan iki
222 LEANDROS

kafatası fosilinin 2,6 milyon yaşında olduğu


sanılmaktadır. Bu bulgu insangillerin alet
kullanımının başlangıç tarihini, Zinjarıthro-
pu s' tan 1 milyon yıl daha geriye götürm üştür.
Richard Leakey’in görüşleri 1981’de basılan
The M aking o f M ankind (“İnsan Soyunun
Oluşum u”) adlı kitabında yer alır. (İnsanın
gelişimine ilişkin daha fazla bilgi için bak.
İNSANIN K Ö K E N İ.)

LEANDROS bak. H E R O İLE LEANDROS.

LE CORBUSIER (1887-1965), 20. yüzyılın en


büyük mimar ve kent plancılarından biridir.
Aynı zam anda ressam, heykeltıraş, mobilya
tasarımcısı ve yazar olan Le Corbusier’nin asıl
adı tablolarını imzalarken kullandığı Charles
Edouard Jeanneret idi. Le Corbusier, İsviçre’
de La Chaux-de-Fonds’da doğdu. Babası saat
kadranı ustasıydı; annesi ise piyano dersleri
veriyordu. Le Corbusier 13 yaşında okulu
bırakarak babasının yanında çalışmaya başla­
National Archives, Washington, D.C.
dı. Aynı zam anda Uygulamalı Sanatlar Oku-
20. yüzyılın en önem li m im arlarından ve kent
lu’na yazıldı. O rada çizim ve sanat tarihi planlamacılarından biri sayılan Le Corbusier.
öğretm eninin etkisiyle mimarlığa ilgi duym a­
ya başladı. yordu. H areketli olan bölmeler, yerine göre
1907-11 yılları arasında O rta Avrupa ve katlanıp kaldırılabiliyor, böylece evlerin içi
A kdeniz ülkelerini gezdi. Beyaz badanalı, değişik biçimlerde yeniden düzenlenebili­
dört köşeli, sade Akdeniz evlerinden çok yordu.
etkilendi. Binalarında betonarm e kullanan 1925’te Paris’teki uluslararası bir dekoratif
Parisli mimar Auguste Perret ve ilk sanayi sanatlar sergisinde Le Corbusier’nin, “yaşa­
tasarımcılarından biri olan Peter Behrens’le yan hücre” olarak nitelediği ilk ev modeli yer
birlikte çalışma olanağı buldu. M imarlık anla­ aldı. H ücre adını verdiği birimler bir araya
yışının gelişmesinde her ikisinin de büyük getirildiğinde bir blok oluşturuyordu. Bu
rolü oldu. bloklardan biri M arsilya’da 1946-52 yılları
Le Corbusier 1917’de Paris’e yerleşti. R e­ arasında yapılan Ünite d ’H abitation'dm (Yer­
sim yapıyor ve kitap yazıyordu. 1923’te ilk leşim Birimi). 1.800 kişiyi barındıracak 18
önemli kitabı olan Vers une architecture (“M i­ katlı bu yapının içinde, rafa dizilen şişeler gibi
marlığa D oğru”) yayımlandı. Kitabında “K o­ yerleştirilmiş, apartm an dairelerinin yanı sıra,
nut bir barınma m akinesidir” diyen Le C or­ anaokulu, tiyatro, alışveriş m erkezi, spor
busier, geleneksel, süslemeci mimarlık anlayı­ salonu gibi ortaklaşa kullanılacak hizmet bi­
şının tersine, yalın ve işlevsel yapılan savuna­ rimleri bulunuyordu.
rak, toplu konut anlayışına yeni bir boyut İşlevsel ve sade ev eşyası tasarımı yapan Le
getirdi. Corbusier’nin bazı mobilyalarının yapımında
Toplu konutların “sağlıklı ve güzel” olması çelik borular kullanıldı.
gerektiği savıyla düşüncelerini uygulamaya 1953’te Pencap bölgesinin yeni başkenti
başladı. İlk evleri ayaklar üzerinde duran, Şandigar’a çağrıldı. O rada ilk kez kent planla­
yerden yükseltilmiş, çatılarının bir bahçe gibi ma ilkelerini yaşama geçirme olanağı buldu.
düzenlendiği yapılardı. Geniş ve yüksek ta ­ Kent için bir plan çizerek önemli hüküm et
vanlı odalar büyük pencerelerle aydınlatılı­ binalarının tasarımını yaptı. Ayrıca Hindis­
LEFKOŞE 223

tan’da bazı özgün tasarımlı özel evler de Leeuwenhoek bu buluşunu 1676’da bir
yaptı. Onun öbür ünlü yapıları arasında Paris’ m ektupla İngiliz Kraliyet D erneği’ne bildirdi.
te, Çite Universitaire’deki (Üniversite Sitesi) Dört yıl sonra, bu okul görmemiş HollandalI,
İsviçre Öğrenci Yurdu, Fransa’da Roncham p’ zamanının büyük bilim adamlarının arasında
daki N ötre Dam e-du-Haut Kilisesi, A B D ’de Kraliyet D erneği’ne kabul edilmişti. Sonraki
Harvard Ü niversitesindeki Carpenter Görsel yıllarda derneğe, bakteriler, m antarlar ve
Sanatlar Merkezi ve Tokyo’daki Batı Sanatla­ bitkiler üzerindeki çeşitli gözlemlerini içeren
rı Ulusal Müzesi sayılabilir. toplam 375 rapor daha yolladı. Bunların
M İM A RLIK ve M OBİLYA m addelerinde arasında bakterilerin ilk çizimleri ve toplarda­
L6 Corbusier’nin yapıtlarından örnekler veril­ m arlar ile atardam arları birleştiren incecik
miştir. kılcal damarların keşfi de yer alıyordu. Ayrıca
bazı hayvanların canlı ya da cansız m addeler­
LEEUVVENHOEK, Antonie van (1632- den, örneğin buğdaybitinin doğrudan doğru­
1723). Çıplak gözle görülemeyecek kadar ya buğdaydan, midyelerin ise deniz kıyısında­
küçük bakterileri ve tekhücreli canlıları büyü­ ki kum lardan türedikleri inanışını yıkan da
tecek güçteki mikroskopların ilk yapımcısı Leeuwenhoek oldu. Çeşitli hayvanların ya­
Leeuw enhoek’tur. Bu nedenle çoğu kez çağ­ şam çevrimlerini inceleyen bu titiz gözlemci,
daş bakteriyolojinin öncüsü olarak anılan böceklerin sanıldığı gibi üzerinde ya da içinde
Leeuwenhoek H ollanda’nın Delft kentinde yaşadıkları m addelerden değil, kendi bırak­
doğdu. 16 yaşındayken okuldan ayrılıp bir tıkları yum urtalardan çıktıklarını saptamıştı.
kumaş tüccarının yanma çırak girdi. Beş yıl Böylece, yüzyıllardır inanılan “kendiliğinden
sonra kendi kumaşçı dükkânını açtı, 28 yaşın­ türem e” kuramı da tarihe karıştı.
dayken de Delft belediyesinde hazinedarlık
görevini üstlendi. LEFKOŞE, Kıbrıs A dası’nın iç kesimlerinde
Böylece en sevdiği işi yapmaya yetecek Kanlı Dere kıyısında kurulmuş tarihi çok eski
kadar para kazanan Leeuwenhoek, o tarihten dönemlere uzanan bir kenttir. Günümüzde
sonra zamanının büyük bölümünü mercek ikiye bölünmüş olan kent hem Kuzey Kıbrıs
yontmaya ve mikroskop yapımına ayırabildi. Türk Cum huriyeti’nin, hem de Kıbrıs Cum ­
Yaptığı aygıtlar o güne kadar bilinenlerin en huriyetinin başkentidir. Aynı zamanda ba­
iyisiydi. Bugünün karmaşık aygıtlarına karşı­ ğımsız Kıbrıs Kilisesi’nin de başpiskoposluk
lık son derece basit olan bu m ikroskoplarda, merkezidir.
iki metal parçasının arasına yerleştirilmiş kü­ Leşkoşe adanın en önemli tarım alanı olan
çücük, tek bir mercek bulunuyordu. Ama, İçova’nm ortasında yer alır. Kıbrıs'ın önde
odak uzaklığı çok kısa olan bu m ercekler gene gelen kültür, sanat, sanayi ve ticaret merkezi
de nesneleri 40, 100, hatta 300 kez büyütebili­ olan Lefkoşe yeni ve eski kent olarak ikiye
yordu. ayrılır. Eski kent 11 burcu ve birkaç kapısı
Leeuwenhoek, dişler arasındaki birikinti­ olan, Venedikliler döneminde yapılmış, daire
lerden yağmur suyuna kadar çevresindeki her biçiminde bir surla çevrilmiştir. Tarihsel yapı­
şeyi kendi yaptığı mikroskoplarla incelemeye lar, müzeler, iş ve ticaret merkezleri resmi
başladı. Bir gün, durgun bir su birikintisinden daireler eski kentte bulunur. Yeni kent ise
aldığı örneği incelerken suda yüzen “çok eski kentin büyüyerek sur dışına taşmasıyla
küçük hayvancıklar” gördü. Bu minik canlıla­ oluşmuştur. Yönetsel bakımdan iki ayrı il
rın bütün tatlı sularda, hatta sokaklardaki durum undaki kentin Kuzey Kıbrıs Türk Cum ­
yağmur oluklarında bile bulunduğunu sapta­ huriyeti’nin elindeki toprakları eski kentin
dı. Ayrıca, havada yüzen toz taneciklerinin beşte ikilik bölümünü oluşturur.
arasında rüzgârla oradan oraya sürükleniyor­ Kıbrıs A dası’nın en eski yerleşim yeri olan
lardı. Leeuvvenhoek’un bu minik hayvancık­ Lefkoşe’nin batı dillerindeki adı Nicosia'dır.
ları, sonradan ne hayvan ne bitki oldukları Eskiçağlarda Ledrai, Ledra gibi adlar alan
anlaşılan bakteriler ile tekhücrelilerdi (bak. kente Bizanslılar Lefkosia derlerdi. Lefkoşe
BA K TERİ; TEK H Ü C RELİ H A Y V A N L A R ). 12. yüzyılda Haçlı Seferleri sırasında Kıbrıs’a
224 LEHÇE

egemen olan Lusignan ailesi dönem inde 300 Lehçeler, aynı zam anda, aynı coğrafi alan­
yıl boyunca yönetim merkezi oldu. Bir süre, da yaşayan insanların birbirleri ile çok az
1489’da adayı ele geçiren V enediklilerin ege­ iletişim içinde olmaları sonucunda da oluşur.
menliğinde kaldıktan sonra 1571’de Osmanlı- Genellikle toplum daki en güçlü grubun ko­
lar’ın eline geçti. Osmanlı yönetimi 1878’de nuşma türü yaygınlık kazanır ve böylece
adanın İngilizler’e verilmesine kadar sürdü. belirli bir lehçe oluşur.
D aha sonra 1960’ta bağımsız Kıbrıs Cum huri­ Dilbilimin lehçeleri inceleyen dalma lehçe-
yeti kurulunca bu yeni devletin başkenti oldu. bilim denir. Lehçelerin oluşum biçimlerini,
1963’te Türkler ile Rum lar arasında çıkan bölgelere göre dağılışlarını ve özelliklerini
çatışmaların ardından kent ikiye bölündü. inceleyen lehçebilim 19. yüzyılda doğmuştur.
1974 Kibns Barış Harekâtı’ndan sonra bu Lehçeler anadilden çok değişiklikler göste­
bölünme kesinlik kazanarak iki kesim “Yeşil rir ve kendi içlerinde yeni birer dil oluşturabi­
H at” adı verilen bir sınırla aynldı (bak. K IB R IS). lir. Sözgelişi Fransızca, İspanyolca, İtalyanca
Lefkoşe’de bulunan pam uk ipliği, dokum a, dilleri Latince’nin lehçeleriydi (bak. Dİl). Bu
sigara, un, konfeksiyon, alkolsüz içki, ayak­ durum bizim dilimiz için de geçerlidir. T ürk­
kabı ve giyim eşyası fabrikaları iç pazara çe’nin tarihsel lehçeleri arasında Karahanlıca,
yönelik üretim yapar. Nüfusunun çoğunluğu Uygurca ve G öktürkçe’yi sayabiliriz. Azeri
tarımla uğraşan kentte buğday, arpa, sebze ve Türkçesi, Kırgızca, Türkmence ise Türkçe’
meyve yetiştirilir. Kent adanın öbür kesimle­ nin çağdaş lehçeleri arasındadır.
rine karayollarıyla bağlanır. Ayrıca Lefkoşe’
nin 33 km güneydoğusundaki L arnaka’da LEHİMLEME, m e ta l p arçaların ı b irb irin e tu t­
yeni bir uluslararası havaalanı yapılmıştır. tu rm a k a m a cıy la u y g u la n a n bir y ö n te m d ir.
Lefkoşe’de han, cami, bedesten gibi birçok L e h im le m e işle m i, ik i ta h ta p a rça sın ı tu tk a lla
eski yapı vardır. Kentin güneybatısında eski yap ıştırm a y a b e n z e r , a m a burada tu tk a lın
Ledrai kentinin kalıntıları bulunur. Lefko­ y e r in e çe şitli m eta lle rin k a rıştırılm a sıy la h a ­
şe’deki en eski yapılardan biri olan ve 14. zırlan an b ir alaşım o la n le h im k u lla n ılır (bak.
yüzyılda bitirilen Ayasofya Katedrali gotik A laşim ) . E r itile re k u y g u la n a n le h im , so ğ u ­
üslupla yapılmıştır. Osm anlılar’ın Kıbrıs’ı al­ d u k ça k atılaşır (ser tleşir ) v e m eta l p arçaların ı
m asından sonra iki minare eklenerek camiye b irb irin e b ağlar. K a y n a k işle m i d e b u n a
çevrilen Ayasofya’ya daha sonra Selimiye adı b e n z e r (bak. Kaynak ) , a m a k a y n a k ta , b irleş­
verilmiştir. tirilec ek p a rça la n n u ç la n d a eritilir; o y sa
le h im le m e işle m i, b irle ştirilec ek p a rça la n n
LEHÇE. Ülkemizin değişik yörelerinde dolaş­ e r im e n o k ta sın ın a ltın d a k i bir sıc a k lık ta g er­
tığımızda insanların aynı dili kullanmalarına çe k leştir ilir , y a n i parçaları b irb irine tu ttu ra ­
karşılık farklı biçimlerde konuştuklarını fark cak le h im in er im esi y eterlid ir.
edersiniz. Sözcükleri farklı seslendirip, farklı L e h im le m e sıra sın d a b irle ştirilec ek p a rça ­
dilbilgisi kullanan, dahası konuşma sırasında ların y ü zey ler i iy ic e te m iz le n m e z se leh im
anlayamadığınız sözcükler söyleyen insanlarla y ü z e y le r e b a ğ la n m a z. M e ta ller in p e k ç o ğ u ­
karşılaşacaksınız. n u n y ü z e y in d e , ö z e llik le d e ısıtıld ık la rı z a ­
Lehçeler, birlikte yaşayıp, birbirleri ile aynı m a n , h a v a d a k i o k sije n in k im y a sa l e tk isi s o n u ­
dili konuşan insanların değişik koşullar yü­ c u n d a , in ce bir o k sit k a tm a n ı o lu şu r. B u o k sit
zünden birbirlerinden ayrılmaları sonucunda k a tm a n ın ı g id er m e k v e le h im in b irle şm e y er i­
oluşur. Bir grup insanın öbürlerinden dağ ya n e a k m a sın ı k o la y la ştırm a k için eritici d e n e n
da akarsu gibi doğal engellerle ayrılması aynı b ir m a d d e kullanılır.
dilde farklı konuşma biçimlerinin doğmasına Pek çok lehim çeşidi vardır, bunların hepsi
yol açabilir. Dil, aile ortam ında bile değişikli­ 427°C’nin altında erir. Lehimlerin çoğunda
ğe uğrayabilir. A nne ve babanın kullandığı dil ana bileşen kurşundur. Katışıksız kurşun
ile çocukların dilleri arasında farklılaşmalar 327°C’de erir; kurşuna başka m etaller katıla­
olabilir. Bu değişiklikler sonuçta yeni bir rak alaşımın erime noktası düşürülür. Ö rne­
lehçeyi oluşturur. ğin, otomobil radyatörlerinin yapımında kul­
LEHİMLEME 225

lanılan kurşun lehiminde, yüzde 5 ile yüzde 30 ham terebentinin (çam sakızı) damlatılmasın­
arasında kalay vardır. Yüksek sıcaklıklara dan sonra geriye kalan kolofan (çam reçine­
karşı dayanıklı olmayan elektronik devre si), bu açıdan uygun bir eriticidir. Eriticisini
elemanlarını birleştirmek için kullanılan lehi­ kendi içinde taşıyan lehimler de vardır; bunlar­
me ise yüzde 63 oranında kalay katılır; bu da lehim, içi eriticiyle dolu ince bir boru
lehimin erime noktası 183°C’dir. Kurşun ve biçimindedir. Bu tür lehimler, özellikle ince
gümüş alaşımlarından hazırlanan lehimlerin işler için elverişlidir. Güm üşün lehimlenme­
erime noktası daha da düşüktür. Su tesisatçı­ sinde, pek çok metal oksit soğurabilen bir tuz
larının kullandığı lehimler, yüzde 30 oranında olan boraks kullanılır.
kalay içeren kurşun ve kalay alaşımlarıdır; Lehimleme işlemi, havya (bir sapa takılı
ama kurşun zehirli bir madde olduğundan, ısıtılabilir bir metal uçtan oluşan alet) kullanı­
son zam anlarda bunun yerine, yüzde 3 ora­ larak ya da birleştirilecek parçaların erimiş
nında bakır ya da gümüş içeren bir kalay lehim banyosuna daldırılması yoluyla yapıla­
alaşımı kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle bilir. Birleştirilecek yüzey ya da uçlar, önce
içme suyu borularının birleştirilmesinde bu yağ ve oksitlerden tümüyle temizlenir ve
kalay alaşımı kullanılır. Kuyumcuların kullan­ uygun bir eriticiyle sıvanır. Sonra bu yüzeyler
dığı «gümüş lehiminin erime noktası daha birbirine yakın tutularak ısıtılır ve lehim
yüksektir; bu lehimlerde gümüş, bakır ya da akıtılarak yüzeylerin arasına doldurulur; le­
pirinç de bulunur. Lehim, çubuk, tel ya da him soğurken katılaşır ve iki parçayı birbirine
macun biçiminde hazırlanır. bağlar. Ultrasonik bir havyayla (sesüstü dal­
Genellikle macun biçiminde hazırlanan eri­ galarıyla iş gören havya) daha iyi bir bağlama
ticilerin de, lehimlenecek metallerin yapısına sağlanabilir; çünkü, bu tür bir havyanın şid­
göre seçilmesi gerekir. Bakır alaşımlarının detle titreşen ucu, ısıtma sırasında oluşabile­
lehimlenmesinde, çinko klorür katılmış vaze­ cek herhangi bir oksit katmanını parçalayarak
lin kullanılır; paslanmaz çeliklerin lehimlen­ atar. Alüminyum gibi lehimlenmesi güç m e­
mesinde ise bu bileşime hidroklorik asit ekle­ taller için de bu tür havyalar kullanılır.
nir. Son zam anlarda su borularının lehimlen­
mesinde, ısıtıldığında ayrışan ve geriye hiçbir Sert Lehimleme
artık bırakmayan organik bir eritici (monoe- Sert lehimleme denen işlem de normal lehim­
tanolamin) kullanılmaya başlanmıştır. Elek­ lemeye benzer, ama bu işlem 427°C’nin üze­
tronik devrelerde, devre elemanlarını paslan­ rindeki sıcaklıklarda gerçekleştirilir. Bu yüz­
dırmayacak bir eriticinin kullanılması gerekir; den sert lehimleme, hamlaçla ya da fırında

İKİ M ETAL PARÇASINI BİRLEŞTİRİLECEK UÇLARI TEMİZLEYİN,


BİRBİRİNE LEHİM LEM EK İÇİN ISITIN, ERİTİCİYE
DALDIRIN VE LEHİMLE SIV AYIN

H AVYANIN BAŞINI TEMİZLEYİN


VE ISITIN

H AVYA BA ŞIN I

ERİTİCİYE DALDIRIN
UÇLARIN BİRBİRİNE
LEHİM LENM ESİ

LEHİM TELİNİ ISITARAK HAVYANII


BA ŞIN IN ÜZERİNİ SIV AY IN

İki teli ya da metal parçasını birbirine lehim lem eden önce, uçlarının ve havya başının lehimle sıvanması
gerekir.
226 LEIBNIZ

gerçekleştirilir. Sert lehimlemede, dolgu m e­


tali olarak çoğunlukla, tutya denen bir çinko
ve bakır alaşımı kullanılır. Sert lehimle birleş­
tirilecek çelik parçalarının yüzeyleri, birbirine
iyice yaklaştırılarak fırında ısıtılır. Dolgu m e­
tali olarak saf bakır kullanılır; başka bir
eriticiye gerek yoktur. Lehimleme işlemi,
oksijenin bulunmadığı indirgeyici bir atm os­
ferde gerçekleştirilerek oksitlerin oluşumu
önlenir.
Sert lehimleme, metallerin birbirine birleş­
tirilmesinde olduğu kadar, metallerin cama ya
da seramik parçalara tutturulm asında da uy­
gulanır. Elektrik m otorlarındaki fırçalarda
m etal, grafite tutturulm uştur (bak. ELEKTRİK
M O T O R U ). Elektronik devrelerde silisyum çip-
lerinin sert lehimlenmesinde, dolgu maddesi
olarak altın ve germanyum alaşımı kullanılır
ve çipler özel bir taşıyıcı bant üzerinde fırının
içinden geçirilir.
Sert lehimlemeyle elde edilen bağlantılar
son derece sağlamdır; bu nedenle roketlerde,
jet m otorlarında ve uçak parçalarında lehim­
leme bu yöntemle yapılır. H ulton Picture Library

Alm an filo zo f ve matematikçi Gottfried Leibniz,


LEIBNIZ, Gottfried (1646-1716). Alm an bi­ çeşitli bilim dallarına katkı yapmış büyük bir bilgindi.
lim adamı ve düşünürü G ottfried Wilhelm
von Leibniz ya da Leibnitz, bilimin pek çok nin kütüphanecisi, tarihçisi ve hukuk danış­
değişik alanında aynı yetkinlikle önemli çalış­ manı oldu, ölümüne kadar bu görevlerini
m alar yapmış birkaç bilginden biridir. H u­ sürdürdü. Bir yandan diplomatlık görevinin
kuk, tarih, din, m atem atik ve felsefede önem ­ gereği gezilerini sürdürürken, bir yandan da
li düşünce ve kuram lar geliştirmiştir. Am a felsefe ve bilim alanındaki düşüncelerini geliş­
Leibniz, ne bazı başka filozoflar gibi zengin tirip kaleme aldı. 1711-14 arasında Viyana’
bir aileden geliyordu, ne de herhangi bir dayken imparator danışmanlığına atandı ve
üniversiteden sistemli bir araştırmacı geliri kendisine freiherr (baron) unvanı verildi.
vardı. Yaşamını kendi kazanmak zorundaydı. Leibniz, akla dayanan, ama T anrı’nın varlı­
Bu nedenle zamanının büyük bölümünü kü­ ğını da kabul eden karmaşık bir felsefe
tüphaneci ve diplomat olarak çalışmaya ayır­ kuramı geliştirdi. H areket ve zaman kuram la­
mak zorunda kaldı. rı gibi çeşitli bilimsel konular üzerine kitaplar
Leibniz, bugün Alman D em okratik Cum ­ yazdı. En çok tanınan çalışması, m atematik
huriyeti sınırları içinde bulunan Leipzig’de alanında olanıdır. 1673’te bir hesap makinesi
doğdu. Babasının kütüphanesindeki kitapları geliştirdi. 1684’te kısa sürede matematiğin
okuyarak, kendi kendine okuma yazma öğ­ önemli bir dalı haline gelen diferansiyel ve
rendi. Henüz sekiz yaşındayken Latince oku­ integral hesabını geliştirdi. Leibniz’in bu ça­
yabiliyordu. D ört yıl içinde de Yunanca lışmasından habersiz olan büyük İngiliz bilgi­
öğrendi. Leipzig Üniversitesi’nde hukuk öğ­ ni Sir Isaac Newton da, bundan üç yıl sonra
renimi gördü; 1666’da da N ürnberg’de dokto­ kendi diferansiyel ve integral hesap kuramını
ra çalışmasını tamamladı. Daha sonra Mainz’ yayımladı. 1700’de Berlin’de Bilimler Akade-
da diplomasi ve hukuk alanlarında görev misi’nin kurulmasını sağladı ve akademinin
yaptı. 1676’da Brunswick-Lüneburg dükleri­ ilk başkanı oldu. A vrupa’daki gezileri sırasın­
LEMMİNG 227

da Leibniz, döneminin önemli düşünürlerinin her yıl açılan Leipzig Fuarı, dünyanın her
çoğuyla tanışma olanağı buldu. yerinden iş ve bilim adamlarının ilgisini çek­
mektedir. 19. yüzyıl başlarında basımcılıktaki
LEİPZİG, Alman Demokratik Cumhuriyeti’ gelişme sonucu kentte büyük bir kültürel
nin ikinci büyük kentidir. Berlin’in 180 km canlanma oldu. Alm an kitap ticaretinin m er­
kadar güneybatısında, Alm anya’nın kuzeyini kezi durum una gelen Leipzig’de 200 kadar
kaplayan büyük ovanın güney kıyısındadır. basımevinin yanı sıra pek çok kitabevi ve
Leipzig eski bir iç kentle onu çevreleyen kütüphane bulunur. Ayrıca kimyasal m adde­
modern yerleşmelerden oluşur. Eski kentte ler, boya, dokum a, inşaat m akineleri, takım
16. ve 17. yüzyıllardan kalma sivri çatılı evler tezgâhları, elektrikli ve elektronik aletler,
vardır. Kentin bu bölümü dar sokaklarıyla bir müzik araçları üreten fabrikalar vardır. A l­
labirente benzer. 13. yüzyıldan kalma ve II. manya’nın ilk demiryolu 1839’da Leipzig-
Dünya Savaşı’ndan sonra onarılan Thomas- Dresden arasında açılmıştı. Dünyanın en bü­
kirche (Aziz Thomas Kilisesi) kentin önemli yük tren istasyonlarından birinin bulunduğu
tarihsel yapılarındandır. Bu kilisede koro kent, bugün de önemli bir kara ve demiryolu
yöneticiliği yapan ünlü besteci Johann Sebas- kavşağıdır.
tian Bach aynı zam anda kendi müziğini de Ortaçağda önemli bir ticaret merkezi duru­
seslendirirdi. Leipzig’de ölen Bach’ın mezarı muna gelen Leipzig sık sık yabancı orduların
Thomaskirc!ıe’dedir. saldırısına uğradı ya da kuşatıldı. Rusya,
Leipzig, 1409’da kurulan üniversitesinin yanı Prusya, Avusturya ve İsveç birlikleri Fransa
sıra, Alm an edebiyatının ve müziğinin m erke­ İm paratoru Napolyon’u Ekim 1813’te Leipzig
zi oluşuyla da ülke kültüründe büyük önem yakınlarında yenilgiye uğratmıştı (bak. N a p o l -
taşır. Besteci Richard W agner Leipzigli’ydi. YON S a v a ş l a r i ) . Leipzig önemli bir sanayi
Büyük şair G oethe de Leipzig Ü niversitesin­ merkezi ve demiryolu kavşağı olması nede­
de öğrenim görmüştü. niyle II. Dünya Savaşı’nda ağır biçimde bom ­
Leipzig’de 12. yüzyıldan beri yılda iki kez balandı; kentteki yapıların dörtte biri yıkıldı.
düzenlenen ticaret fuarları kentin yabancı Savaştan sonra Doğu Berlin, Alm an D em ok­
ülkelerde tanınmasını sağladı. Günüm üzde de ratik Cum huriyeti’nin başkenti oldu. Leipzig
ise eskiden olduğu gibi ülkenin ticaret, bilim,
A B C Ajansı
sanat ve kültür merkezi olma durumunu
korudu.
Kentin nüfusu 553.660’tır (1986).

LEMMİNG. Lemmingler Kuzey Am erika ve


Avrasya’nın dağları ile kutba yakın bölgele­
rinde yaşayan, fareye benzer küçük kemirici
memelilerdir.
Yaklaşık 13 cm uzunluğundaki Norveç lem-
minginin (Lem m us lemmus) başı iri, gövdesi
toplu, postu sarımsı kahverengi ve koyu
kahverengi ya da siyah beneklidir. Yapraklar
ve ağaç kabuklarıyla beslenen, kışın karın
altındaki oyuklarda barınan bu küçük hayvan
canlı, atak ve kavgacıdır; rahatsız edildiğinde
bir taşın üstünde dikilerek tıslar. Lemmingle-
rin üremesi çok hızlıdır. Dişiler yılda en
azından 10 yavru doğurur. Yavrular için
hazırladıkları ottan yuvalar kıllarla döşen­
Leipzig Alm an Demokratik C um huriyeti'nin ikinci miştir.
büyük kentidir. Lemminglerin sayısı 3-4 yıllık aralarla öyle-
228 LENA IRMAĞI

amacıyla her yıl kısa bir süre kullanılabilir.


G ene de bu suyolu büyük önem taşır. Çünkü
SSCB’nin bu bölgesinde demiryolu yoktur.
L ena’nın ağzının hemen doğusundaki Tiksi
limanı, Atlas Okyanusu ve Büyük Okyanus
arasındaki Kuzey Denizi yolu üzerinde bulu­
nan önemli limanlardan biridir. Irmağın ağ­
zındaki delta, yıldan yıla yönleri değişen irili
ufaklı birçok kanalla bölünmüş çok büyük bir
kumsaldır. Delta çevresinde yaşayan insanlar
avcılık ve balıkçılık yapar. Irm ak boyunca yer
alan bazı çiftliklerde sığır beslenir ve tahıl
üretimi yapılır. Hızla gelişen Yakutsk kenti
bölgenin merkezidir. Lena havzasında çok
N H P A /B ria n H aw kes
büyük köm ür, doğal gaz, altın, tuz ve elmas
Grönland yakalı lemminginin yuvası, likenlerle
kaplı kayaların arasındadır. yatakları vardır. (Ayrıca bak. SİB İR Y A .)

sine artar ki, yiyecekleri iyice kıtlaşır ve LENF SİSTEMİ. İnsanda ve öbür omurgalı­
m erkezden dört bir yana doğru kitlesel olarak larda, yaşam için gerekli olan besin maddeleri
göç ederler. Göç sırasında genellikle gündüz­ ile solunum gazlarını ve vücuttan atılması
leri beslenip uyur, geceleri yol alırlar. İlerler­ gereken metabolizma artıklarını hücreden
ken onları hiçbir zorluk yıldırmaz. Kırsal hücreye taşımak özel vücut sıvılarının görevi­
alanlara yayılan bu büyük göçe yırtıcı kuşlar dir. Bu taşıma işi yapılmadıkça hücre içi
ve memeliler de katılır. Lemminglerin sayıları etkinlikler, dolayısıyla yaşam süremez. Bu
aşırı arttığı zaman davranışlarında önemli nedenle bütün üstün yapılı hayvanlarda, vü­
değişiklikler görülür. Genellikle sudan sakı­ cut sıvılarını tek tek bütün hücrelere iletmek
nırken göç sırasında ırmakları geçip, kasaba üzere ağ gibi dallanmış büyük bir dolaşım
ve köylere bile girerler. Deniz kıyısına ulaş­ sistemi bulunur. Bu dolaşım ağının temel
tıklarında binlercesi denize atlar, yorgun dü­ bölümlerinden biri kan dolaşımı, öbürü de
şüp boğuluncaya kadar yüzerler. lenf dolaşımıdır (bak. K a n ) . Renksiz denecek
Lemminglerin “intihar yüzüşü” hakkında kadar açık sarı renkli, su gibi berrak bir sıvı
değişik görüşler vardır. Örneğin Baltık ve olduğu için akkan da denilen lenf, çok ince bir
Kuzey denizlerinin günümüze göre daha dar dam ar ağı içinde bütün vücudu dolaşır. Bu
olduğu çok eski dönem lerde, lemmingler her lenf damarları-boyunca yer yer, lenf dokusu­
iki denizi de yüzüp geçerek besinin bol olduğu nun bir araya toplanıp yoğunlaşmasıyla oluş­
topraklara ulaşabiliyorlardı. Oysa bugün aynı muş, lenf düğümü denen özel doku kümecik­
amaç doğrultusunda yüzmeye yönelmekte, leri yer alır. Vücuttaki büyük dolaşım sistemi­
ama artık çok uzun olan denizyolunu aşama- nin bir parçası olan lenf sistemini oluşturanlar
m aktadırlar. da bu lenf sıvısı, lenf damarları ve lenf
düğümleridir.
LENA IRMAĞI. SSCB’nin başlıca ırm akla­ Lenf sisteminin, yaşam açısından büyük
rından biri olan Lena Irmağı, dünyanın en önem taşıyan iki temel görevi vardır. Bunlar­
uzun ırmakları arasında yer alır. Baykal Gölü dan ilki proteinleri, öbür büyük molekülleri
yakınından doğan Lena, kuzeye doğru akarak ve vücut sıvılarını dokulardan alıp kana vere­
Kuzey Buz Denizi’nin bir bölümü olan Lap- rek vücuttaki sıvı dengesinin korunmasına ve
tev Denizi’ne dökülür. 4.400 km uzunluğun­ dolaşımın sürmesine yardımcı olmak, İkincisi
daki ırmağın geçtiği Sibirya’da kışlar çok uzun de bakterilere ve zararlı olabilecek bütün
ve soğuk olduğu için, L ena’nın aşağı bölümle­ yabancı maddelere karşı vücudu savunmaktır.
ri ekim ayı ortalarından haziran ya da tem m u­ Aslında proteinleri ve öbür besin m addele­
za kadar donar. Bu nedenle Lena, ulaşım rini vücudun her yanına taşıyıp, bu m addele­
LENF SİSTEMİ 229

rin kullanılmasıyla dokularda biriken atık ki kaslar kasılır ve uyguladığı basınçla lenfi
ürünleri toplam ak kanın görevidir. Am a pro­ damarların içinde akmaya zorlar. Bu arada,
teinler kan damarlarının duvarlarından kolay lenf damarlarının içindeki küçücük kapakçık­
kolay içeri giremez. Ayrıca, hücreler yıkıma lar da sıvının ters yönde akmasını engeller.
uğradığında geride kalan küçük parçacıkların Am a lenf damarları örselendiğinde ya da ur
kılcal dam arlardan içeri girmesi de olanaksız­ gibi bir doku kütlesiyle önü kesildiğinde lenf
dır. Oysa lenf damarlarının duvarları kılcal sıvısı ters yönde akabilir.
dam arlarınkinden çok daha geçirgen oldu­ Lenf dolaşımı, kanın ve doku sıvılarının
ğundan proteinler ve yağ parçacıkları kolayca dolaşımıyla bağlantılıdır. Ağ gibi bütün vücu­
lenf dolaşımına karışabilir. da dağılmış olan incecik lenf damarları birle-
Lenfin bileşimi, boşaltımını yaptığı alanlar­ şerek daha kalın damarları oluşturur ve so­
daki doku sıvılarının bileşimine çok benzer. nunda iki kanal halinde her iki koldan gelen
Örneğin yemek yendikten sonra bağırsak büyük toplardam arlara dökülür. Böylece ka­
bölgesindeki dam arlarda akan lenf sıvısı yağ­ na karışan lenf sıvısı kan dolaşımıyla birlikte
ları ve büyük moleküllü öbür besin m addele­ kalbe ulaşır. Bu toplayıcı lenf dam arlarından
rini taşır. Buna karşılık akciğerlerin çevresin­ birine göğüs lenf kanalı, öbürüne de sağ lenf
de dolaşan lenf bol bol toz parçacıklarıyla kanalı denir. Sağ lenf kanalı vücudun sağ
yüklüdür. yanındaki lenf sıvısını, göğüs lenf kanalı ise
Lenf damarları kan dam arlarından çok geri kalan bütün lenf sıvısını toplayarak kana
daha ince ve narindir. Çoğunun duvarları boşaltır.
yalnızca bir sıra hücre ile ince bir zardan Lenf düğüm lerinden bazıları gözle zor seçi­
oluşur. Üstelik bu damarların duvarlarında lebilecek kadar küçük, bazıları ise bilye bü-
kas bulunmadığından ve kalbin kanı pom pa­ yüklüğündedir. Büyük ölçüde lenfosit tipi ak­
laması gibi itici bir güç olmadığından, lenf yuvarlardan oluşan bu düğümler normalde
sıvısının dam arlardaki dolaşımı doğrudan yumuşak ve pembe renktedir. Bulundukları
doğruya vücut hareketleriyle sağlanır. Vücu­ bölgede bakterilerden ileri gelen bir iltihap­
dun bir bölgesindeki her harekette o bölgede- lanma söz konusu olduğunda ya da lenf
sıvısının taşıdığı zararlı m addeler biriktiğinde
lenf düğümleri şişerek büyür. Buna lenf
bezlerinin şişmesi denirse de bu düğümler
aslında birer salgıbezi değildir ve başlıca
görevleri lenf sıvısındaki yabancı maddeleri
süzerek vücuda zarar vermelerini engelle­
mektir. G erçekten de bakteriler ve zararlı
m addeler bir lenf düğümüne rastlayıncaya
kadar lenf sıvısıyla birlikte dam arlarda ser­
bestçe dolaşır. Ama lenf sıvısı yolunun üze­
rindeki bir düğümden geçerken içindeki ya­
bancı maddeleri burada bırakarak yoluna
devam eder. Böylece lenf düğümü bir filtre
gibi lenfi süzerek zararlı maddelerin kana
karışmasını engeller. Öte yandan, vücuda
Solda: Çizimde, kol ve bacaklardaki yüzeysel lenf
damarları ile gövdenin içine dağılmış derin lenf yabancı proteinlere karşı etkili olan antikorlar
damarları görülüyor. A Sağ lenf kanalı yalnızca da lenf düğümlerinde üretilir. Bu nedenle lenf
beyaz olarak gösterilen bölgenin doku sıvılarını düğümleri vücudun bağışıklık sisteminin en
toplar; B Göğüs lenf kanalı ise vücudun geri kalan
bütün bölüm lerini akaçlar; C Bir lenf düğüm ü. önemli öğelerinden biridir (bak. B A Ğ IŞIK LIK ).
Sağda: Bir lenf düğüm ünün büyütülm üş çizimi. C-1 Lenf damarları boyunca dizilmiş olan lenf
Atık maddeleri getiren bir lenf damarı; C-2 Lenfin düğümlerinden başka boyunda, kasıklarda ve
içindeki atık maddeleri tutan lenfositler (lenf
hücreleri); C-3 Temizlenmiş sıvıyı götüren bir lenf koltuk altlarında da yoğun lenf düğümü kü­
damarı. meleri vardır. Ayrıca bağırsaklar, solunum ve
230 LENİN

idrar yolları gibi m ikropların bulunma olasılı­


ğının yüksek olduğu yerlerde lenf düğümcük­
leri denen daha küçük lenf dokusu yumruları
yer alır.
Lenf dolaşımı herhangi bir nedenle kesinti­
ye uğrarsa lenf sıvısı dokularda birikir ve
sonuçta lenfödem denen sıvı dolu şişlikler
oluşur. Ama lenf sisteminin en önemli hasta­
lıkları, lenfositlerin denetlenem eyecek biçim­
de çoğalmasından ileri gelen lösemi ile lenfo-
ma denen kötü huylu lenf dokusu kanserleri­
dir {bak. KA NSER; L Ö SE M İ).

LENİN, Vladim ir İlyiç (1870-1924). D ünya­


da çok az sayıda-insan, Rusya’da 1917 Ekim
Devrim i’ne önderlik eden Lenin kadar büyük
siyasal değişimlere yol açabilmiştir. Gerçek
adı Vladimir İlyiç Ulyanov’dur. İlk kez
1901'de yazdığı bir yazıda “Lenin” takm a
adını kullanmış ve yaşamı boyunca da bu adı
taşımıştır.
Volga Irmağı kıyısındaki, sonradan onun İletişim Yayıncılık A rşivi
anısına Ulyanovsk adı verilen Simbirsk’te Lenin, Rusya'da Ekim Devrimi'nin önderi ve
dünyaya geldi. Babası ilkokul müfettişi, anne­ SSCB'nin kurucusudur.
si ise bir doktorun kızıydı. Simbirsk’teki
öğrenciliği sırasında Latince ve Yunanca öğ­ dışında kaldığı dönem boyunca Kari Marx ve
renen Lenin, özellikle tarih ve edebiyatla öbür sosyalist düşünürleri okuyan Lenin ko­
yakından ilgilendi. Okum aya olan düşkünlü­ münizmi benimsedi (bak. KOM ÜNİZM ; M a r x .
ğüyle, aile kütüphanesinde bulunan Rus ya­ K a r l ) . Rusya’da halkın kurtuluşunun ancak
zarlarının kitaplarını daha küçük yaşlarday­ işçi sınıfının (proletaryanın) iktidara gelme­
ken okudu. siyle gerçekleşebileceğine inandı.
Çarlık Rusya’sında geniş halk kesimlerinin 1891’de hukuk diploması alan Lenin, yok­
kendi temsilcilerini seçmek gibi en temel sul köylü ve işçilerin savunmalarını üstlenerek
siyasal haklardan yoksun bırakılması; işçi ve avukatlık yaptı. 1893’te St. Petersburg’a (bu­
köylüler yoksulluk içinde yaşarken, soyluların gün Leningrad) taşındı ve buradaki devrimci­
ve toprak sahiplerinin çok zengin olması, lerle ilişki kurdu. İki yıl sonra, sürgündeki
ülkede hoşnutsuzluk ve huzursuzluk yaratı­ Rus ve Avrupalı Marksist önderlerle tanış­
yordu. Bu dönemde genellikle aydın aileler­ mak üzere kısa süren bir Avrupa yolculuğu
den gelen okumuş genç insanlar, farklı yön­ yaptı. Geri döndüğünde siyasal etkinlikleri
temlerle de olsa toplumsal yapıyı değiştirme­ yüzünden tutuklanarak 15 ay hapse ve üç yıl
ye yönelik siyasal örgütler kurmaya başlamış­ için Sibirya’da sürgüne mahkûm edildi. Sür­
lardı. gündeyken, St. Petersburg’da birlikte çalıştığı
Lenin’in ağabeyi Aleksandr da 18.87’de ve ölünceye kadar kendisiyle birlikte olan
çara suikast düzenlemeyi tasarlayan bir gizli N adejda Krupskaya ile evlendi. Bu yıllarda
örgüte üye olduğu gerekçesiyle yakalandı ve yazdığı Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi
asıldı. Aynı yılın sonbaharında Kazan Üniver- (1899) adlı kitabında, köylü sorununu ve
sitesi’nde hukuk fakültesine giren Lenin, üç kapitalizmin köylüleri nasıl mülksüzleştirdiği-
ay sonra gizli bir toplantıya katıldığı gerekçe­ ni ve yoksullaştırdığını inceledi. Topraklarını
siyle okuldan atıldı ve ancak 1890’da üniversi­ yitiren yoksul köylülerin Rus işçi sınıfının
teyi dışarıdan bitirmesine izin verildi. Okul yanında yer alacağını savundu.
LENİN 231

1900’de sürgün cezası sona erince Avrupa’ yüksek düzeye ulaşmıştı. Sonunda Petrograd
ya geçti ve burada, Batı Avrupa’da ve (1914’ten önce St. Petersburg), M oskova ve
Rusya’da yaşayan M arksistler’i bir araya geti­ öbür büyük kentlerde işçiler ve askerler kendi
recek devrimci bir parti kurm ak amacıyla temsilcilerini seçerek oluşturdukları sovyet-
tskra (Kıvılcım) adlı gazeteyi çıkardı. Gazete ler'in önderliğinde ayaklandılar. 8 M art’ta baş­
Rusya’ya gizlice sokuluyordu. Lenin, 1903’te layan bu ayaklanma 12 M art’ta çarın tahttan
Rus Sosyal D em okrat İşçi Partisi’nin çekilmesi ve Geçici H üküm et’in kurulmasıyla
(RSD İP) Brüksel’de başlayıp L ondra’da sü­ sonuçlandı. Bu arada, tüm ülkede işçi, asker
ren kongresindeki (üyeleri tutuklanabileceği ve köylü sovyetleri hızla örgütlenmeyi sürdür­
için bu toplantı Rusya’da düzenlenemezdi) dü. Bu süre içinde A vrupa’da olan Lenin,
görüşm elerde ve kararlarda önemli bir rol Alm an hüküm etinin özel izniyle Almanya ve
oynadı. Üyeler arasında partinin örgütlenm e İsviçre üzerinden nisanda Petrograd’a döndü
biçimi ve ilkeleri konusunda beliren anlaş­ ve devrimin sürdürülmesini, parlam enter
mazlık kongrede iki kanadın doğmasına yol cumhuriyetle yetinilmemesini, yönetimin
açtı. Devrim yapmayı amaçlayan bir partinin doğrudan sovyetlerin eline geçmesini sa­
disiplinli, deneyimli, öncü kadrolardan olu­ vundu.
şan, dar ve “dem okratik m erkeziyetçi” yapıda Savaşa son vermeyen, işçi ve köylülerin
bir parti olmasını savunan Lenin, bu görüşle­ istemlerini yerine getiremeyen hüküm et, hal­
rini Ne Yapmalı (1902) adlı kitabında açıkla­ kın desteğini giderek yitiriyordu. Geçici H ü­
dı. Bir sonraki RSDİP Kongresi’nde az farkla küm et’in baskısı sonucu bir ara Finlandiya’ya
çoğunluğu ele geçiren Lenin ve yandaşları kaçan Lenin, burada D evlet ve İhtilal (1917)
bundan böyle Bolşevikler (çoğunluk) olarak adlı kitabını kaleme aldı. Bu kitapta, kom ü­
anıldılar. Karşıt grup Rusça’da azınlık anla­ nist toplum a ulaşabilmek için sosyalizm aşa­
mına gelen Menşevik adını aldı. 1912’de iki masından geçilmesi gerektiğini, sosyalizmin
grup birbirlerinden tümüyle koptu ve iki ayrı de ancak proletarya diktatörlüğü aracılığıyla
parti ortaya çıktı. kurulabileceğini savundu. Ekimde yeniden
1905’te Rusya’da devrimci ayaklanmaların Petrograd’a dönen Lenin, parti örgütünü
patlak vermesi üzerine gizlice ülkesine dönen silahlı ayaklanma doğrultusunda örgütlenm e­
Lenin, siyasal çalışmalarını gizli olarak sür­ ye çağırdı. Bu arada Bolşevikler, Petrograd
dürdü. 1907’de, 1905 Devrim i’nin başarısızlı­ ve Moskova sovyetlerinde çoğunluğu ele ge­
ğa uğramasından sonra, yeniden A vrupa’ya çirmişlerdi. Ayrıca silahlı ayaklanma konu­
döndü ve 1917’ye kadar yurtdışında kaldı. Bu sunda Lenin’le aynı düşünceyi paylaşan Lev
dönemde felsefe üzerinde çalıştı. Görüş ayrı­ Troçki, Petrograd Sovyeti başkanlığına seçil­
lığı içinde bulunduğu öbür Marksist gruplarla mişti. Böylece büyük kentlerde işçilerin
siyasal tartışmalarını ve devrime yönelik siya­ önemli bölüm ünün desteğini kazanan Bolşe­
sal etkinliklerini sürdürdü. Lenin’in Mark­ vikler, 7-8 Kasım gecesi Geçici H üküm et'i
sizm’e en büyük katkısı olarak bilinen Emper­ devirerek iktidarı ele geçirdiler (bak. E k im D E V ­
yalizm : Kapitalizm in En Yüksek Aşaması R İM İ). Lenin, Halk Komiserleri Konseyi baş­
(1917) adlı kitabında kapitalizmin yeni bir kanlığına seçildi. Konseyin ilk uygulamaları
aşamaya geçtiğini savundu. Bu aşam ada, ileri arasında tüm toprakların kamulaştırılması,
kapitalist ülkelerin azgelişmiş ülkeleri sömü­ üretimde işçi denetimi ve Rusya'da yaşayan
rerek ayakta kalabildiğini ve dünya pazarları­ bütün halklara kendi kaderlerini belirleme
nı ele geçirmek isteyen emperyalist ülkelerin hakkının verilmesi bulunuyordu. 1918'de Le­
kendi aralarındaki rekabetin kaçınılmaz ola­ nin’in isteği sonucu Rusya, İttifak Devletleri
rak savaşlara yol açacağını anlattı (bak. K A P İ­ ile Brest-Litovsk Antlaşması'm imzalayarak
TALİZM; SÖMÜRGECİLİK VE EM PERYALİZM ). savaştan çekildi.
I. Dünya Savaşı’nda Rusya, Almanya'ya 1918 A ğustos'unda karşıt sol görüşlü bir
karşı savaşıyordu. 1917’ye gelindiğinde, ülke­ eylemcinin düzenlediği öldürme girişiminde
de savaşa, yoksulluğa ve çarlığın baskıcı ağır yaralanan Lenin yaşamının sonuna kadar
yönetimine karşı duyulan hoşnutsuzluk en tam olarak iyileşemedi. 1918-20 arasında ya­
232 LENİNGRAD

bancı devletlerce desteklenen karşıdevrimci-


lerle çıkan iç savaş sırasında uygulanan “savaş
komünizmi" ekonomi politikasını, iç savaş
sonrasında Yeni Ekonomi Politikası (NEP)
izledi. Dünya üzerinde kurulan ilk sosyalist
devletin (bak. SOSYALİZM ) önderi olan Lenin,
ölümünden sonra mumyalanarak Moskova’
nın merkezindeki anıtkabire kondu.
Ayrıca bak. SOVYET SOSYALİST CUM HURİYETLE­
Rİ B İR L İĞ İ.

LENİNGRAD, SSCB'nin M oskova’dan sonra


ikinci büyük kenti, en büyük limanı ve en
önemli sanayi merkezidir. Avrupa kentlerinin
en güzellerinden biri olan Leningrad, Finlan­
diya sınırının 160 km kadar güneyinde yer
alır. Büyük bir bilim ve sanat merkezi olan
kenti, 1703’te Rus Çarı I. Petro kurdu. Baltık Novosti

Denizi ile Batı Avrupa arasındaki büyük Neva Irmağı kıyılarında kurulmuş olan Leningrad
ticaret yoluna yakın bir kent kurm ak isteyen kentinde, çok çeşitli mimari üsluplar bir arada
görülebilir.
Petro, bunun için Neva Irm ağı’nın Finlandiya
Körfezi'ne döküldüğü yeri seçti. Kanallar
açılarak bataklık alanlar kurutuldu, kollara Başta makine yapım sanayisi olmak üzere,
ayrılarak denize dökülen Neva Irmağı üzerin­ gemi yapımı, kimya, basım ve çeşitli tüketim
de çok sayıda köprü, geniş alanlar ve caddeler malları sanayileri gelişmiştir. Sanayi için ge­
yapıldı. Rus Çarhğı’nm başkenti 1712’de rekli olan elektrik enerjisi hidroelektrik ve
M oskova’dan buraya taşındı ve St. Petersburg nükleer santrallardan elde edilir. Kente Es-
adı verilen kent, iki yüzyıl süreyle Rus Çarlı- tonya, Ukrayna ve Kafkaslar’dan doğal gaz,
ğı’nın başkenti olarak kaldı. kuzeydeki V orkuta’dan da köm ür gelir. Le­
St. Petersburg hızla büyüyerek güzel ve ningrad, ülkenin Baltık Denizi’ndeki ana
görkemli bir kente dönüştü. Büyük alanların limanıdır. Am a Neva Irmağı kışın dört ya da
çevresinde ve geniş caddeler boyunca kated­ beş ay boyunca donar ve zaman zaman
raller, saraylar ve başka büyük yapılar yapıl­ buzlarla kaplanan limanda buzkıranlarla ge­
dı. Kentin en geniş caddesi olan, 3 kilom etre­ milere yol açılır. Leningrad’ı Volga Irm ağı’na
den fazla uzunluktaki Nevski Bulvarı boyunca ve Beyaz Deniz’e bağlayan kanallarda röm or­
saraylar, kiliseler, mağazalar, tiyatro ve kah­ körlerin çektiği mavnalarla taşımacılık yapı­
veler vardır. Genellikle Neva’nın kollarından lır. Kent önemli bir demiryolu kavşağıdır.
birine ya da kanallara bakan güzel görünümlü M oskova, Helsinki, Varşova ve Kiev yönle­
pek çok köprü, park ve bahçe kenti süsler. rinden gelen demiryolları Leningrad’da birle­
Köklü bir kültür geleneğini yaşatan Lenin­ şir. Ana tren istasyonları metroyla birbirine
grad birçok ünlü Rus bestecisi, yazarı, tiyatro bağlanmıştır. 1914’te Almanya ile savaşa giri­
ve bale sanatçısının adıyla birlikte anılır. lince kentin adı St. Petersburg’dan (burg
Kentin ünlü sanat müzesi Erm itaj, dünyanın Almanca kale anlamına gelir) Rusça olması
en büyük sanat müzelerinden biridir. Kentte için Petrograd’a çevrildi. Ekim Devrim i’nden
bulunan çok sayıdaki etkileyici tarihsel yapı sonra M art 1918’de başkent yeniden Moskova
arasında çok büyük ve görkemli bir yapı olan oldu ve iç savaş yıllarında Petrograd’ın nüfusu
Kışlık Saray, günümüzde müze olarak kulla­ azaldı. 1924’te Lenin ölünce kente Leningrad
nılan Petro-Pavel Kalesi ve Donanm a Binası adı verildi.
sayılabilir. II. Dünya Savaşı başladığı sırada Leningrad
Leningrad büyük bir sanayi merkezidir. 3 milyon nüfuslu büyük bir sanayi merkeziy-
LEONARDO DA VİNCİ 233

di. Alm an saldırısının ilk hedeflerinden biri


olan Leningrad, 8 Eylül 1941’den 27 Ocak
1944’e kadar Alman kuşatması altında kaldı.
Yüz binlerce ölü ve büyük bir yıkım pahasına
Alm an saldırısına karşı koyan Leningrad’a
Lenin nişanı verildi ve SSCB’nin “kahram an
kenti” ilan edildi.
Leningrad’ın nüfusu 4.904.000’dir (1984).

LEONARDO DA VİNCİ (1452-1519), R öne­


sans sanatını doruğuna ulaştırmış, yalnız sa­
nat yapıtlarıyla değil çok çeşitli, alanlardaki
araştırm aları ve buluşlarıyla da tanınan, dün­
yanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından
biridir. 1482’de Milano Dükü Ludovico Sfor-
za’ya, sarayında görev almak istediğini bildi­
ren bir m ektup yazdı. Düke kendisini savaş
araçları, silahlar ve köprüler yapan bir mucit,
savunma, topçuluk ve kuşatm a konusunda
uzmanlaşmış, yetenekli bir mühendis olarak
tanıtan Leonardo da Vinci m ektubunun sonu­
na şu sözleri ekledi. “M erm er, tunç ya da
pişmiş topraktan heykeller yapabilen usta bir
heykelci ve en az ötekiler kadar yetenekli bir
ressam olduğumu bilmenizi isterim ” . Leonar-
M ansell Collecrion
do’nun henüz 30 yaşındayken yazdığı bu Leonardo'nun M ona Lisa (1503-07) adlı tablosu
bugün Paris'te Louvre Müzesi'ndedir.
Alinari—A r t ResourceiEB Inc.

mektup sanatçının ilgi alanının genişliği ve


dehasının boyutları konusunda önemli ipuçla­
rı verm ektedir.
Sanatçının resim alanındaki dehasını ortaya
koyan en ünlü yapıtları M ona Lisa (1503-07)
ve Son A kşam Yem eği dir (1495-97). Ressam ­
lığın yanı sıra aynı zamanda usta bir heykelci,
m imar, şair ve besteci olan Leonardo da
Vinci, sanatın bilimsel gözlemlere dayanması
gerektiğini savunurdu. M ekanik, m atem atik,
anatom i, botanik, optik, fizik, jeoloji, m ü­
hendislik ve zooloji konularıyla ilgilendi; in­
san vücudu üzerine son derece ayrıntılı incele­
meler yaptı. Resim ve heykelleriyle olduğu
kadar yaşadığı dönemin yüzlerce yıl ilerisinde
olan düşünceleri ve şaşırtıcı buluşlarıyla da ün
kazandı. Yazıyı sol eliyle ve sağdan sola
doğru aynadan okunabilecek gibi tersinden
yazardı. Bilimsel yazılarını ve çeşitli çizimleri-
ni içeren not defterlerinin büyük bir bölümü
günümüze ulaşabilmiştir. Bu not-defterlerinin
Leonardo da V inci'nin kendi çizim iyle portresi. en ünlüleri iki ciltten oluşan Codex M adrid ile
Leonardo'nun ikinci kez ele aldığı ve 1508'de tam amladığı Kayalıkların Madonnası adlı tablosu bugün
Londra'da Ulusal Galeri'de sergilenm ektedir.
LEONARDO DA VİNCİ 235

1.068 sayfa ve 12 ciltten oluşan Codex Atlanti- ya çağrıldı. Dükün sarayında 1499’a kadar
CMs’tur. Daha o dönem de insanın da kuşlar m ühendis, ressam, heykelci, mimar ve asker­
gibi uçabileceğini düşünen Leonardo havacı­ lik konularında danışman olarak çalıştı. Yeni
lıkla ilgili yoğun araştırm alar yaptı. Son dere­ savunma araçları geliştirdi, büyük bir sulama
ce ilginç kanat, uçak ve helikopter modelleri sisteminin ve Milano Katedrali’nin kubbe
geliştirdi. tasarımıyla uğraştı. Mühendislik ve mimarlık
Leonardo, İtalya’da Floransa yakınlarında işlerinin yanı sıra saray eğlencelerinde tasa­
Vinci kasabasında doğdu. Çocukluğunda mü­ rımcı olarak çalışan sanatçı, bir yandan da
zik ve resmin yanı sıra araç yapımı gibi teknik Mansell Collection
ve mekanik konulara ilgi duydu. Sanata
eğilimi daha erken yaşlarda ortaya çıktığın­
dan babası oğlunun çizimlerini dönemin ünlü
heykelci ve ressamlarından A ndrea del Ver-
rocchio’ya gösterdi. Leonardo’nun yeteneğini
ilk bakışta anlayan Verrocchio, yanında çalış­
tırmak üzere onu Floransa’daki atölyesine
aldı. Leonardo orada yaklaşık beş yıl çalıştı ve
çok yönlü bir eğitim gördü. O yıllarda az
sayıda yağlıboya resmin yanı sıra kurşunka­
lem ve m ürekkeple birçok çizim yaptı. Çizim-
lerinde öne çıkan keskin gözlem gücü ve
gerçek varlıkların görünüşlerini, hareketleri­
ni, ışık ve gölgeleriyle birlikte kâğıda tam
olarak aktarabilme yeteneğiyle Verrocchio’
nun hayranlığını kazandı. Çizimleri arasında
silahlar, mekanik araçlar, az rastlanan türden
hayvan ve bitkiler, ilginç insan figürleri vardı.
Resim ve çizimin yanı sıra bilimsel çalışmala­
rını da sürdüren Leonardo, doğadaki varlıkla­ Francesco Sforza'nın at üstündeki heykeli
rın nasıl oluştuğunu, hareketlerini, insan vücu­ üzerinde çalıştı. Dükün isteği üzerine heyke­
dunun yapısını, bitkilerin büyümesini, ışığın lin boyutlarını büyüterek, kilden dev bir
ve suyun hareketini, kuşların nasıl uçtuğunu model hazırladı. Model 1493'te halka gösteril­
inceledi. di. Tunçtan dökülmesi tasarlanan ve yüksekli­
Leonardo olgunluk döneminin başlangıcı ği yaklaşık 7 metreyi bulan heykel, o güne
sayılan ve iki çeşitleme olarak yaptığı K aya­ kadar yapılmış olanların en büyüğüydü. Ne
lıkların Madonnası adlı yapıtına yaklaşık var ki, heykelin döküm üne başlanm adan önce
1478’de başladı. Bu yapıtlardan ilki bugün savaş çıktı ve heykel için ayrılan tunç, top
Paris’te Louvre M üzesi'nde, İkincisi ise Lon­ yapımında kullanıldı. Model ise savaş sırasın­
dra’da Ulusal G aleri’dedir. Yapıtın en çarpıcı da parçalandı. Leonardo'nun heykele ilişkin
özelliği resmedilen olayın buğulu ve doğaüstü en çarpıcı çizimleri M adrid'de bulunan not
bir hava içinde sunulmuş olmasıdır. Kayaların defterlerindedir. Leonardo'nun o dönemde
gerçekdışı bir görünüm yaratan ilginç dokusu, yaptığı bilimsel çalışmalar ilk kez 1551'de,
figürlerin dış çizgileriyle fon arasındaki yumu­ Paris'te basıldı.
şak renk geçişleri farklı yoğunluktaki ışıklar, 1494'te M ilano'daki Santa Maria delle Gra-
figürler arasındaki kusursuz uyum ve bütün­ zie M anastırı'nda Rönesans resminin en etki­
lük Leonardo’nun özgün üslubunu belirleyen leyici örneklerinden biri olan Son A kşam
temel özelliklerdir. Yem eği üzerinde çalışmaya başladı. Duvara
1482’de Milano Dükü Ludovico Sforza özel bir astar çekerek, yağlıboya ve tem pera
tarafından, babası Francesco Sforza'nın at karışımı boyalarla yaptığı bu resim, boyanın
üstünde bir heykelini yapmak üzere Milano' yeterince tutmaması yüzünden bir süre sonra
236 LEOPAR

çatlayıp, bozulmaya başladı. Hz. İsa’yı hava­ Leonardo’nun taslak çizimlerini ve düşün­
rileriyle birlikte gösteren bu eşsiz resmin, celerini içeren yaklaşık 5.000 sayfalık not
daha sonraki yıllarda birçok kez onarılarak defterlerinin bir bölümü bugün İngiltere’de,
bozulup yok olması önlendi. Windsor Şatosu’ndaki Kraliyet Kütüphane­
Leonardo 1502’de Dük Cesare Borgia’nın sin d e , L ondra’daki Victoria ve A lbert Müze­
başmühendisi ve mimarı olarak Floransa’ya sin d e , British M useum ’da, bir bölümü de
geri döndü. 1503’te Vecchio Sarayı’nda Ang- M adrid’de Ulusal K ütüphane’de, Floransa’da
hiari Savaşı adlı freskin yapımına başladı. Ne Uffizi Galerisi’nde ve M ilano’daki Ambrosia-
var ki, taslağını iki yıl içinde hazırladığı bu na Kütüphanesi’ndedir.
yapıtı hiçbir zaman tamamlayamadı. Aynı
yıllarda Osmanlı Padişahı II. Bayezid'e Haliç LEOPAR bak. Pars .
için yaklaşık 350 m etre uzunluğunda bir
köprü taslağı hazırlayıp yolladı. LEPİSTES. 1866’da rahip J. L. Guppy, Trini-
Bu dönemde dünyanın en ünlü tabloların­ dad’tan L ondra’daki British M useum’a bazı
dan biri olan M ona Lisa yı yaptı. O dönem ­ küçük balıklar göndermişti. Bu balıklara gön­
den kalma notlardan anlaşıldığına göre res­ dericisinin anısına Giradinus güppyi bilimsel
min modeli Floransalı Francesco di Bartolom- adı verildi. Am a 1859’da bir Alman bilim
meo del Giocondo’nun karısıdır. Resmin adamının aynı türe Lebistes reticulatus dediği
Jonathan Cape
ortaya çıktı ve bilimsel adlandırm ada öncelik
kuralı uyarınca bu ad geçerli sayıldı.
1900’lerin başında akvaryumların en gözde
balıkları arasına giren Lebistes reticulatus ,
birçok ülkede “guppy” adıyla tanınm ış, Tür­
kiye gibi birkaç ülkede ise daha çok “lepistes”
adıyla günlük kullanıma girmiştir.
Lepistes ilginç davranışları, güzel görünü­
şü, bakım kolaylığı ve ucuz olması nedeniyle

Jane BurtonlBruce Coleman Ltd.

Leonardo'nun çizim iyle bazı savaş araçları.

obür adı La G ioconda bu kişiden gelir. Bu


portrenin en önemli özelliği modelin yüzün­
deki gizemli gülümsemedir. Sanatçının m ode­
lin yüzündeki bu gülümseme silinmesin diye
çalışırken sürekli müzik çaldırdığı söylenir.
M ona Lisa bugün Paris’te, Louvre Müzesi’n-
dedir.
1507-13 arasında İtalya’nın çeşitli kentlerini
dolaşan Leonardo 1517’de Fransa Kralı I.
François’nın çağrısı üzerine Amboise’a gitti.
O rada “kralın başressamı, mimarı ve meka-
nikçisi” sanını aldı. Yaşamının son yıllarına
kadar Cloux’da, kralın kendisine verdiği şato­
da yaşadı. Yaşam boyu sürdürdüğü çalışmala­
Akvaryum da dolaşan lepistesler. Erkekler
rını ve yazılarını derleyip düzenlemek istediy­ çok daha canlı renklerle bezeli, daha ince ve küçük
se de bunu gerçekleştiremeden öldü. yapılıdır.
LESOTHO 237

akvaryum meraklılarının en çok beslediği


L E S O T H O 'Y A İLİŞKİN BİLGİLER
balıklardan biridir. Erkeklerin uzunluğu 3
cm, gövdesi ve yüzgeçleri gösterişli renklerle YÜZÖLÇÜMÜ: 30.355 km2.
bezeli, kuyruğu genellikle çok gelişmiş ve NÜFUS: 1.628.000 (1987).
yelpaze biçimindedir. Dişiler ise daha iri YÖNETİM : Meşruti monarşi.
yapılı ve soluk renklidir. Uzunlukları 5 santi­ BAŞKENT: Maseru.
metreyi aşabilir. Lepistesler küçük bir ak­ DOĞAL YAPI: Ülkenin üçte ikisi Draken ve Maloti
dağları gibi yüksek dağlarla kaplıdır. Bu dağlardan
varyumda üreyebildikleri gibi kendi araların­ doğan Oranj, Caledon ve Tugela ırmaklarının vadile­
da ve öbür balıklarla uyumlu bir yaşam rinde verimli düzlükler vardır.
sürdürürler. BAŞLICA ÜRÜNLER: Koyun, sığır, at, keçi, kümes
hayvanları, mısır, buğday, elmas, yün ve moher.
Dişiler yum urtlayarak değil canlı yavru
EĞİTİM: İlkokul ücretsizdir; ama zorunlu değildir.
doğurarak ürer. Yavrular doğar doğmaz yüz­
meye ve beslenmeye başlar. Am a erişkinlere
av olmamaları için akvaryumun su bitkileriyle küçük bir kara ülkesidir. Ülke topraklarının
donatılması gerekir. Su sıcaklığının ortalam a deniz düzeyinden yüksekliği 3.000 metreyi
25°C-27°C dolayında tutulması, erişkinlerin aşar. Kuzeybatıda yüksek ve çıplak Maloti Dağ­
bol besinle doyurulup aç bırakılmaması üre­ lan vardır. Ülkenin doğu sınınnı oluşturan Dra­
timde başarıyı yükselten önemli etkenlerdir. ken (Drakensberg) Dağlan’nda Güney Afrika’
Damızlık dişilerin konduğu ve ancak yavrula­ nın en yüksek dağı olan Thabana Ntlenyana
rın geçebileceği özel bir bölmesi bulunan (3.482 metre) yer alır.
“yavruluklar” , üretim için kullanılsa bile ba­ M aloti D ağları’ndan doğan ve Güney Afri­
lıkları tedirgin ettiği, gelişme dengelerini boz­ ka Cum huriyeti’ni boydan boya geçerek Atlas
duğu için doğal yöntem ler kadar iyi sonuç O kyanusu’na dökülen Oranj Irm ağı’nın vadi­
verm em ektedir. si Lesotho’nun en verimli iki bölgesinden
Doğduklarında bütün yavrular birbirlerine biridir. Güney Afrika Cumhuriyeti ile batı
benzerken yaklaşık altı hafta sonra erkekler sınırını oluşturan Caledon Irm ağı’nın vadisi
ve dişiler arasında belirgin ayrımlar ortaya ülkenin üçte birini kaplar. Lesotho’nun doğal
çıkar. Örneğin erkeklerin anüs yüzgeci sivri­ bitki örtüsünü seyrek otlar, çalılıklar, zeytin,
lerek uzar ve sonunda dişinin içindeki yum ur­ sarmısak, söğüt ve sarısabır bitkileri oluş­
taları dölleyen bir ürem e organına dönüşür. turur.
Erkek lepistesler çok hareketlidir ve sürekli Ü lkede yazlar sıcak ve nemli, kışlar ise
dişinin peşinde dolaşır. Dişiler bu ilgiye karşı­ kuru ve serindir. Yağışlar bölgeler arasında
lık vermediği gibi bazen kaçarak bazen saldı­ büyük değişkenlik gösterir.
rarak, erkekleri yanma yaklaştırmak istemez.
Dişiler döllendikten yaklaşık dört hafta sonra
doğurmaya başlar. İlk doğanlardan birkaçı
sonradan en çok gelişen yavrular olur. Dişi dört
hafta boyunca aralıklarla doğurmayı sür­
dürür. Son doğurma evresinde öncekilerden
daha çok yavru çıkar. Ama bunlar iyi bir
gelişim göstermezler. Üç yaşını aşan lepistes
sayısı çok azdır.
Lepistesler böceklerin suya bıraktığı yu­
murtaları ve bu yum urtalardan çıkan larvaları
yediğinden sivrisineklerin aşırı çoğalmasını
engellemek üzere anayurdu O rta A m erika’
dan birçok başka bölgeye götürülmüştür.

LESOTHO, A frika’nın güney ucunda. Güney


Afrika Cum huriyeti’nin topraklarıyla çevrili
238 LESSEPS

dünyanın bu en yüksek yöresindeki elmas yata­


ğının rezervleri sınırlıdır.

Halk ve Tarih
Lesotho nüfusunun yüzde 99’dan çoğunu
Sotholar oluşturur. Melezler ve Asyalılar’dan
başka beyaz Güney Afrikalılar’dan oluşan
küçük bir azınlık vardır. Nüfusun yüzde
90’dan fazlası Hıristiyan’dır. Lesotho’da eği­
tim düzeyi yüksektir; okuryazarlık oranı­
nın en yüksek olduğu Afrika ülkelerinden bi­
ridir.
Lesotho’ya ilk yerleşenlerin Buşmanlar
(Sanlar) olduğu, daha sonra 18. yüzyıl başla­
ZEF A rında Zulu dili konuşan, 18. yüzyıl sonlarında
Lesotho'nun büyük bir bölüm ü deniz düzeyinden da Sotho dili konuşan kabilelerin, bölgeye
yüksekliği 3.000 metreyi aşan dağlarla kaplıdır. geldiği sanılmaktadır. 19. yüzyıl başlarında
Kral M oshesh, Zulular’ın saldırısına karşı
Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan mücadele eden çeşitli Sotho kabilelerini bir
Lesotho'nun ekonomisi büyük ölçüde Güney araya getirmeyi başararak Zulu saldırısını
Afrika C um huriyetine bağımlıdır. Ticaretin püskürttü. Bundan sonra Moshesh bütün
büyük bölümü bu ülkeyle yapıldığı gibi, Sotholar’ın tartışmasız önderi oldu. 1868’de
yetişkin erkeklerin üçte birinden fazlası da bölgeye B oerler’in (HollandalI göçmenler)
Güney Afrika C um huriyetindeki m adenler­ gelmesiyle Sotholar ile B oeder arasında çatış­
de ya da fabrikalarda çalışır. Bunların Lesot- malar başladı ve Moshesh İngilizlerle anlaşa­
ho’ya gönderdikleri para ülkenin başlıca gelir rak İngiliz koruması altına girmeyi kabul etti.
kaynaklarından biridir. En önemli kenti, baş­ Kral M oshesh’in ölümünden sonra 1871’de
kent Maseru olan ülkede çok az iyi karayolu Kap Kolonisi’ne katılan Lesotho, 1884’te ayrı
bulunur. Güney Afrika Cumhuriyeti ile bir bir İngiliz kolonisi oldu. 1910’da Güney Afri­
demiryolu bağlantısı ve birkaç küçük havaala­ ka Birliği kurulurken Lesotho birliğin dışında
nı vardır. kaldı. 1965’te yapılan seçimleri Lesotho Ulu­
sal Partisi kazandı ve Lesotho 1966’da İngiliz
Tarım ve Sanayi Uluslar Topluluğu’na üye meşruti bir krallık
Tarım a elverişli topraklar, iki büyük ırmağın oldu.
vadilerindeki düzlüklerle sınırlıdır. Başlıca
ürünler, buğday, arpa, darı, mısır ve baklagil­ LESSEPS, Ferdinand de (1805-1894). Fer-
lerdir. Tarımsal üretimde verimlilik düşüktür; dinand de Lesseps Kızıldeniz ile A kdeniz’i
az ürün elde edildiği yıllar canlı hayvan, içki birbirine bağlayan Süveyş K analinın yapımcı­
ve tütünün yanı sıra dışarıdan yiyecek madde­ sı olarak bilinir. Asıl mesleği diplomatlık olan
leri de satın alınır. Lesotho’nun dağ yamaçla­ Lesseps, Fransa’da Versailles’da doğdu,
rındaki otlaklarında sığır ve koyun yetiştirilir. 1825’te diplom at olarak göreve başladı. Önce
Dışarıya satılan en önemli ürünler yün ve Lizbon’da konsolos yardımcılığı, 1832-37 ara­
tiftiktir. sında da K ahire’de konsolosluk yaptı. O rada
Başlıca sanayi dalları biracılık, kuşkonmaz Mısır Hıdivi M ehmed Ali Paşa ve oğlu Said
konserveciliği, mobilya yapımı ve turizmdir. Paşa’yla yakın dostluk kurdu. Bu dostluktan
Lesotho’nun başlıca doğal kaynağı elmastır. yararlanarak daha önceden Le Pere adında
Elmas yatakları kuzeydoğudadır. Irmak kıyı­ bir Fransız mühendisin başlattığı kanal çalış­
larındaki alüvyon birikintilerinde ve deniz malarıyla ilgilendi (bak. MisiR; S ü v e y ş K a -
düzeyinden 3.000 metreyi aşan yükseklikteki n a l i).

Maloti Dağları’nda da elmas vardır. Am a Hollanda ve Ispanya’daki başkonsolosluk


LETONYA 239

sincap, tilki, vaşak, tavşan, porsuk, geyik,


sığın, kunduz ve gelincikten başka çeşitli
kuşlar da yaşar. Çok sert geçen kışlarına
karşın, iklimi genelde ılımandır.

Tarih
Letonya toprakları tarih boyunca Almanya,
Polonya, İsveç ve Rusya’nın egemenliği altın­
da kalmıştır. Eski Letonya halkı 10. yüzyıldan
başlayarak bölgeye yerleşmiş, ama merkezi
yönetimden yoksun, dağınık kabileler biçi­
minde yaşadıkları için daha güçlü topluluklar
onları kolayca kendi yönetimleri altına alabil­
miştir.
Radio Times Hulton Picture Library
Bölgeye ilk olarak Alman kökenli Töton
Ferdinand de Lesseps (sağdan ikinci), 1865'te
İskendireye'de yardımcılarıyla birlikte Süveyş Kanalı
Şövalyeleri egemen oldu. 1562-1795 arasında
yapımı çalışmaları sırasında. topraklarının büyük bölümü Polonya’nın ege-
menliğindeydi. Bir bölümünü de 100 yıla
görevlerinden sonra 1848-49 arasında M ad­ yakın'bir süre İsveç yönetti. 1795’e gelindiğin­
rid’de ortaelçilik görevi yaptı. Bundan kısa de İsveç ve Polonya Letonya toprakları üze­
bir süre sonra diplom atlıktan ayrıldı. rindeki haklarını Rusya’ya bırakmışlardı.
1854’te Mısır hıdivi olan Said Paşa’nm Bu dönemde Letonyalılar, yabancı efendi­
çağrısı üzerine M ısır’a giden Lesseps, Süveyş leri için çalışıyor ve serflerden biraz daha iyi
Kanalı çalışmalarına yeniden başladı. Said koşullarda yaşıyordu. Ülkede ulus bilinci
Paşa’nm da tasarılarını onaylaması üzerine 1860’tan sonra gelişmeye başladı. 1917 Ekim
1859’da Port Said’de yapımına başlanan kanal Devrimi sırasında Letonya, bağımsız bir hü­
10 yıl sonra 1869’da tamamlandı ve Fransa küm et kurmayı başardı. 1920’de imzalanan
İmparatoriçesi Eugenie tarafından işletmeye Rusya-Letonya Antlaşması ile Rusya’dan bü­
açıldı. tünüyle koptu. 100 üyeli bir meclis ve dem ok­
Lesseps daha sonra 1879’da Panama Kanalı ratik bir hüküm et kuruldu. 1934’te, ülkenin
projesini yürütm e görevini üstlendi. Bu tarih­ bağımsızlığını kazanmasında önemli bir rolü
te 74 yaşındaydı. 1881 ’de başlanan kanal olan ve 1918’de Letonya’nm ilk başkanlığını
çalışmaları hastalık ve parasal güçlükler nede­ yapan Karlis Ulm anis’in yönetime el koyma­
niyle sonuçlanamadı. 1889’da projeden vaz­ sıyla demokrasiden uzaklaşıldı.
geçildi (bak. O r t a A m e r i k a ; P a n a m a K a n a l i ). Press AssociationlEwing Galloway

LETONYA. Letonya Sovyet Sosyalist Cum ­


huriyeti SSCB’nin kuzeybatı bölümünde yer
alır. Tarihinde yalnızca 1917-40 arasında ba­
ğımsız bir ülke olan Letonya, günümüzde
SSCB’nin 15 cumhuriyetinden biridir.
Letonya topraklarının batısında Baltık D e­
nizi, kuzeyinde Riga Körfezi ile Estonya,
doğusunda Rusya Federe Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti ve güneyinde Litvanya bulunur.
64.500 k ırr’lik bir alanı kaplayan Letonya’nın
nüfusu 2.673.000’dir (1988). Ülke toprakları­
nın yaklaşık üçte biri orm anlarla örtülüdür.
Ladin, çam, huşağacı, titrek kavak ve kızıl­ Letonya'nın başkenti Riga'da gotik yapılarla çevrili
ağaç bölgede en yaygın ağaçlardır. Letonya da bir alan.
240 LEVNİ

SSCB, 1940'ta II. Dünya Savaşı sırasında, kitap levhası biçimindedir. Bunlar başlıca üç
Baltık ülkelerinden Litvanya ve Estonya ile kitapta toplanır. Bugün Levni A lbüm ü adlı
birlikte Letonya'yı da topraklarına kattı; ülke derlem edeki minyatürleri 1710-20 arasında
SSCB’nin bir cumhuriyeti olarak yeniden yaptı. Bunlar arasında tek bir kadın ya da
örgütlendi. Bir yıl sonra Alm anya, SSCB’ye
saldırınca bu üç Baltık ülkesi Alman işgaline
uğradı. 1944'te SSCB Letonya'yı yeniden
sınırlarının içine aldı. Letonyalılar'ın ülke nüfu­
sunun ancak yandan biraz fazlasını oluşturması
yüzünden, 1989’da Litvanya ve Estonya'da baş
gösteren bağımsızlık girişimleri Letonya da aynı
ölçüde yaygınlaşamadı.

Çağdaş Letonya
I. Dünya Savaşı sonrasına kadar Letonya’da-
ki büyük toprak sahiplerinin çoğu A lm an’dı.
Savaştan sonra bu topraklar küçük çiftliklere
bölünürek köylülere satıldı. 1945’te topraklar
kamulaştırıldı. Kırsal kesimde halkın önemli
bir bölümü tarım , mandıracılık ve et ürünleri­
nin işlenmesiyle uğraşır. Halkın üçte ikisi
kentlerde yaşar. Letonya ağır sanayi bakımın­
dan SSCB’nin en gelişmiş cumhuriyetidir.
Ülkede makine, gemi, tren, tramvay, jenera­
tör, dizel motoru, tarım makineleri, buzdolabı,
çamaşır makinesi, motosiklet, radyo, dokuma
ve gıda sanayileri vardır.
Letonya’nın başkenti Riga’dır. Riga önemli
bir liman olmanın yanı sıra Kuzey A vrupa’nın
önde gelen ticaret m erkezlerinden biridir.
Eğitim 11 yıl için zorunludur. Ülkede uzmanlaş­
maya yönelik yüksek eğitim veren çok sayıda
okul vardır.

LEVNİ (ölümü 1732 ya da 1733), Türk


m inyatür sanatının ikinci klasik dönemi sayı­
lan Lale D evri’nin en büyük minyatürcü- L e vn iA lb ü m ü 'nden "Dans Eden Çengi".
südür.
17. yüzyılın sonuna doğru E dirne’de doğ­
duğu sanılan Levni’nin asıl adı Abdülcelil erkeği, çalgı çalarken, dinlenirken, çiçek top­
Çelebi’dir. Genç yaşta İstanbul’a gelerek larken betimlediği m inyatürler olduğu gibi iki
Topkapı Sarayı’nın nakkaşhanesine çırak ola­ ya da üç kişinin çeşitli durum larda canlandırıl-
rak girdi. Burada tezhip denen süsleme sana­ dığı m inyatürler de vardır. Bu resimler, döne­
tını öğrendi ve icazet (başarı ya da izin min yaşamını ve giyim kuşamını yansıttığı için
belgesi) aldı. D aha sonra kendini minyatüre de ayrıca önem taşır.
verdi. Kısa sürede büyük ilerleme göstererek Levni’nin, I. O sm an’dan III. A hm ed’e
başnakkaşlığa yükseldi. kadar tüm Osmanlı padişahlarının portreleri­
Levni’nin m inyatürlerinin hemen hemen ni içeren Silsilename adlı albümde 43 portresi
hepsi de bir kitap sayfasının tüm ünü ya da vardır. Albüm de, Levni’nin olmayan yalnızca
tüm üne yakınını kapsayan resimlerden oluşan üç m inyatür yer alır.
LEVREK 241

Levni’nin minyatürleri bakımından en zen­ dan az basık, solungaç kapakları ikişer yassı
gin kitap, şair Seyyid V ehbi’nin Surname' si­ dikenli, pulları oldukça iridir. Genellikle sırt­
dir. (Surnam eler padişah çocuklarının doğu­ ları mavimsi, yanları beyaz, karınları daha
m unu, sünnet düğününü, kızlarının ya da kız parlak beyazdır. Birbirinden ayrı iki sırt
kardeşlerinin düğünlerini anlatan Divan ede­ yüzgecinin önde yer alanı tümüyle sert diken
biyatı yapıtlarıdır.) III. A hm ed’in şehzadele­ ışınlardan (yüzgeç dikenleri) oluşur. Deniz
rinin 1720’de yapılan sünnet düğünlerine iliş­ levrekleri en lezzetli ve ticari değeri en
kin bu surnam e için Levni, 37x26 boyutla­ yüksek balıklar arasında yer alır.
rında 137 m inyatür yapmıştır. Bu m inyatür­ Türkiye’yi çevreleyen bütün denizlerde ve
ler, esnaf loncalarının geçit törenlerini, gece Atlas O kyanusu’nun doğu kıyılarında yaşa­
ve gündüz eğlencelerini, çeşitli gösterileri, yan düz ya da bayağı levreğin ( Dicerıtrarchus
şölenleri ve Haliç kıyısındaki yapıları oldukça labrax) uzunluğu en çok 1 m etre, ortalam a
gerçekçi bir biçimde yansıtır.
M inyatürlerinde, yaşadığı dönemdi de bir
gereği olarak eğlence sahneleri önemli bir yer
tutar. Levni, kendinden önceki ustaların pek
çok üslup özelliğine bağlı kalırken, kişilerin
ve nesnelerin yakınlık ve uzaklığına göre
yerlerini belli etm eye çalışan doğulu ilk min-
yatürcü olmuş; m inyatür sanatında gene ilk
kez, portrelerinde, yüz anlatımını yansıtmaya
önem vermiştir. Onun m inyatürlerinde, kişi­
lerin vücut hareketleri, şiirsel bir kıvraklık
kazanmıştır. Levni, kişileri ve nesneleri, hiç­
bir noktanın daha çok göze çarpmayacağı
biçimde çerçeve içine yerleştirmiştir. R enk­
lerden en çok sarıyı kullanan Levni, minya­
türlerinde bütünsel bir renk uyumunu gözet­
miştir.
Tezhip ve m inyatür dışında âşık tarzı şiir­ Kara levrek (üstte) tatlı sularda, düz levrek (altta)
lerle de uğraşan Levni’nin günümüze ulaşabi­ denizlerde yaşayan yırtıcı balıklardır. Özellikle düz
levrek etinin lezzetiyle ünlüdür.
len şiirleri arasında, “A tasözleri” diye bili­
nen, “demişler” redifli destanı ile Selanik-
İstanbul yolculuğunu anlattığı uzun destanı 20-55 santim etredir: Türkiye’yi çevreleyen
vardır. Sözü edilen ilk destanında, sanatçı sulardan yalnız Ege Denizi ve A kdeniz’de
Türk atasözlerini, ölçülü ve uyaklı olarak yaşayan benekli levrek ( Dicerıtrarchus punc-
yeniden dile getirmiştir. tatus) ise 70 cm uzunluğu aşmaz. Bayağı
levrekten sırt ve yanlarında bulunan siyah
LEVREK. Denizlerde ve tatlı sularda yaşayan beneklerle ayırt edilebilir. Çizgili levrek (M o -
.değişik familyalardan birçok balığa levrek adı rone saxitilis) Atlas Okyanusu’nun Kuzey
verilmiştir. Bu balıklar birbirlerine az çok Am erika kıyılarında yaşar. Ağırlığı 45 kilo­
benzer. Am a onları aynı ad altında birleştiren grama ulaşabilen bu tür Büyük Okyanus kıyıla­
ortak özellik görünüş benzerliğinin ötesinde rına da götürülmüştür. Deniz levrekleri, tatlı
beyaz ve çok lezzetli olan etleridir. su levrekleri gibi yırtıcı' balıklardır. Küçük
Deniz levrekleri M oronidae familyasını balıklar, kabuklular ve yumuşakçalar temel
oluşturan bir düzine dolayında balık türüdür. besin kaynaklarını oluşturur.
Genellikle ılıman ve tropik bölge denizlerinin
sığ kesimlerinde yaşayan bu balıklardan bazı­ Tatlı Su Levrekleri
ları denizle bağlantılı acı ve tatlı sulara da Percidae familyasından birçok balık türü tatlı
girer. Gövdeleri mekik biçiminde ve yanlar­ su levreği adıyla tanınır. Bu balıkların da
242 LEYLAK

öndeki diken ışınlı olmak üzere, iki sırt


yüzgeci vardır. Uzun levrek ya da bayağı
sudak (,Stizostedion lucioperca) A vrupa’nın
orta ve doğusu ile A sya’nın batı kesimlerinde
yaşar. Uzunluğu 1 metreyi aşabilir. A vrupa’
nın hemen her yerine insan eliyle yayılmış
olan bu tür Türkiye’de doğal olarak bulundu­
ğu akarsu ve göllerin yanı sıra birçok göl ve
gölete de götürülerek üretilen değerli bir tatlı
su balığıdır.
Avrasya’nın kuzey kesimlerinde yaygın
olan bayağı tatlı su levreği ( Perca fluviatilis)
ve Kuzey A m erika’da yaşayan sarı tatlı su
levreği ( Perca flavescens) daha çok yavaş oluşur. Bu tom urcuklardan dalların ucunda
akan ırm aklarda görülür. Önceki tür, Türki­ yer alanlar genellikle gelişemeden köreldiği
ye’de M arm ara Bölgesi’nden Karadeniz Böl­ için ağaç büyümesini yan tom urcuklar aracılı­
gesi’nin Samsun yöresine kadar uzanan kesi­ ğıyla sürdürür. Leylakların dallara karşılıklı
minde yaşar. Uzunluğu en çok 50 cm dolayın­ dizilerek sık bir doku oluşturan kalp biçimin­
da, gövdesi yeşilimsi esm er, enine koyu bant­ de, iri yaprakları vardır. Tek bir sap üzerine
lı, sudağa göre daha kalın yapılı ve burnu dizilmiş yaprakçıkların oluşturduğu bileşik
daha küttür. Sarı tatlı su levreği ise genellikle yapraklı ayrıksı örneklerine de rastlanır.
10-30 cm uzunluğundadır ve gövdesinde koyu A nayurdu Güneydoğu Avrupa olan adi
bantlar bulunmakla birlikte rengi sarıya çalar. leylak (Syringa vulgaris) bahçelerdeki en yay­
A nayurdu Kuzey Am erika olan kara lev­ gın leylak türüdür. Çok eski zam anlardan beri
rekler (M icropterus cinsi) birçok Avrupa ül­ yetiştirilen bu türden, yapılan melezleme
kesine de götürülmüştür. Bu balıkların sırtın­ çalışmalarıyla yüzlerce süs çeşidi geliştirilmiş­
da diken ışınlı bölümüyle yumuşak ışınlı tir. Mavimsi ve kırmızımsı ilginç çeşitlerinin
bölümü belirgin biçimde ayrılmış tek bir yanı sıra katm erli çeşitleri de vardır.
yüzgeç bulunur.
LEYLEK. Leylekler balıkçıl, flamingo ve ay-
LEYLAK. Baharla birlikte, henüz tam yap­ naklara akraba 17 türden oluşan iri yapılı,
raklanm adan önce, hoş kokulu çiçeklerle uzun boyunlu kuşlardır. Çayırlık ve bataklık
donanan leylaklar karşıdan kocaman bir çiçek alanlarda yaşar, kurum lu bir yürüyüş tu ttura­
buketini andırır. Renkleri eflatundan koyu rak başlıca besinleri olan böcekleri, kurbağa­
m ora, beyazdan açık pembeye kadar değişen ları ve yılanları ararlar. Ses telleri yeterince
alımlı çiçekleri için yetiştirilen bu süs bitkileri­ gelişmemiştir. Am a eşlerini çekmek için gaga­
nin, A sya’da ve A vrupa’nın doğu kesimlerin­ larını takırdatarak kanatlarını açıp kapayarak
de kendiliğinden yetişen 30 kadar yabanıl gösteri yaparlar.
türü vardır. Hepsi de çalı ya da küçük ağaççık Avrasya’da üreyen ak leylek ( Ciconia cico-
yapısında olan bu türler, zeytingiller ( Olea - nia) A frika’nın güney kesimlerinde kışlar.
ceae) familyasının Syringa cinsini oluşturur. Boyu yaklaşık 100 cm, kanat uçma tüyleri
Leylakların dalların ucuna dizilmiş piramit siyah, öbür tüyleri beyaz, uzun gagası ve
biçiminde dik salkımlar! çok sayıda minik bacakları kırmızıdır. Boyunlarını öne uzata­
çiçekten oluşur. Eğer bir leylak salkımına rak oldukça yavaş uçar ve havada geniş
yakından bakarsanız, her bir minik çiçeğin daireler çizerek süzülür.
dört parçaya ayrılmış küçük bir boru biçimin­ A k leylekler çatılara özellikle de bacaların
de olduğunu görürsünüz. Bu borumsu çiçek­ tepesine yuva yapar. Bazı ülkelerde insanlar
lerin her biri içinde ikişer tane erkekorgan uğur getirdiğine inandıklarından leylekleri
taşır. Kışın leylakların dallarının üzerinde yapış­ çekmek için dam larına kazıklar üzerinde te­
kan bir maddeyle sıvalı pulsu tomurcuklar kerlekler koyar. Leylek çiftleri çalı çırpı ve
LHASA 243

topraktan yaptıkları tepsi biçimindeki yuvala­


rını otla döşerler. Yuva her yıl yeni ekler
yapılarak kullanıldığından çok büyür.
Dişiler yuvaya genellikle beyaz, dört yu­
m urta bırakır. Erkek ve dişi yavrularını bü­
yük ölçüde, yiyip kısmen sindirdikleri besinle­
ri ağızlarına geri getirerek besler. Yavrular
anne ve babalarını gördüklerinde gagalarını
takırdatm aya başlar, erişkin kuşlar da bu
gürültülü karşılamaya katılır.
Ak leylekler uzak yerlere göç eden kuşların
en iyi bilinenidir. A vrupa’da ve Türkiye’de
üreyen bu leylekler kışı A frika’da geçirir.
Göç sırasında sıcak hava akımlarından yarar­
lanır, olabildiğince karalar üstünde uçabilmek
için kıtadan kıtaya özellikle İstanbul, Ç anak­
kale ve Cebelitarık boğazlarından geçerler.
Am a A vrupa’da yoğun tarım a geçiş nedeniyle
leyleklerin beslenebileceği çayırlık sulak alan­
ların azalması, A frika’da ise tarım ilaçlarının
yoğun biçimde kullanılması, geniş leylek sü­
rülerinin yok olmasına neden olmuştur.
Avrasya ve A frika’da yaşayan kara leylek Çalı çırpıdan yaptığı geniş yuvasının içinde bir ak
( Ciconia nigra ) beyaz karnı dışında m or ve leylek. Ak leylekler bolluk ve uğur getiren hayvanlar
yeşil parıltılı siyah tüyleriyle ak leylekten arasında sayılır, bacalar üstünde yuva yapması
kolaylaştırılmaya çalışılır.
NHPAlDouglas Dickens

kolayca ayırt edilir. D aha ürkek olan bu tür,


ormanlık yerlerde ürer ve kışı A frika’da
geçirir. Türkiye’deki ürem e alanı M arm ara ve
Karadeniz bölgelerindeki ağaçlık yerlerdir.
Leyleklerin iki değişik türü jabiru adıyla
tanınır. Bunlardan Avustralya jabirusu (Xe-
norhynchus asiaticus) Avustralya’dan Hindis­
tan’a kadar uzanan bölgede yaşar. Gövdesi
beyaz ve yeşil, bacakları kırmızı, iri gagası
siyahtır. Genellikle yalnız avlanmasıyla dik­
kat çeker. Am erika jabirusunun (Jabiru
m ycteria) hafifçe yukarı kıvrılan çok kalın bir
gagası vardır. M eksika’dan A rjantin’e kadar
uzanan bölgede bulunur. M arabu ( L eptopti -
los crumeniferus) en iri leylek türüdür. A fri­
ka’da yaşayan bu türün boyu 1,5 m etreye,
kanat açıklığı 2,6 m etreye ulaşır. Temel besi­
nini oluşturan leşleri yemek için genellikle
akbabalarla rekabete girişir ve çoğu kez de
öncelik sırasını onlara kaptırmaz.

Amerika jabirusu 140 santimetreye ulaşan boyuyla LHASA. T ibet’in başkenti Lhasa, dünyanın
uçabilen kuşların en irilerinden biridir. ulaşılması en güç yerlerinden biridir.
244 LİBERYA

1959’dan bu yana Çin’e bağlı olan Lhasa, Kentin yaklaşık 1,5 km batısında, yüksek
birçok Budacı için kutsaf bir kenttir. Kentin kayalık bir sırtın üzerinde, görkemli bir yapı
önemi, B uda’nın kutsal heykelinin bulunduğu yer alır. Potala Sarayı denen bu yapı içe
bir tapm aktan ve eskiden T ibet’in rahip kralı eğimli duvarlarıyla kayalık sırtın bir parçasıy­
Dalay Lam a’nın yaşadığı yer olmasından kay­ mış gibi görünür. Dalay Lam a’nın yaşamış
naklanır {bak. L a m a ) . D aha önce nüfusunun olduğu orta bölümü kırmızı olduğu için bura­
büyük çoğunluğunu Budacı keşişlerle din ya Kırmızı Saray da denilir. Büyük bölümü
adamları oluşturuyordu. 1959’da Lhasa ve 17. yüzyıldan kalan bu yapının geri kalan
başka bölgelerde yaşayan Tibetliler’in Çin yerleri, çatısındaki sivri altın kulelerin dışın­
yönetimine karşı ayaklanmasından sonra D a­ da, bembeyazdır. Kentin çevresindeki Potala
lay Lam a, H indistan’a kaçtı. Tepesi’nde 9 km uzunluğunda kutsal bir yol
Lhasa, B rahm aputra’ya bağlanan Can-Po vardır. Eskiden hacılar bu yolda dua asalarını
Irm ağı’nın bir kolu üzerinde, T ibet’in güney­ çevirerek ve bazen de kendilerini yüz üstü
doğu ucunda yer alır {bak. B r a h m a p u t r a ) . yere atıp sürünerek dolaşırlardı. D ua asası bir
Himalaya Dağları arasında kalan verimli bir sapa bağlı olarak dönen, üzeri kabartm alarla
düzlükte kurulm uştur. Denizden 3.650 m etre süslü, içi boş bir silindirdir. Budacı keşişler
yüksekliğindeki kent çıplak tepelerle çevri­ üzerinde kutsal sözler yazılı olan bu silindiri
lidir. çevirir, ezbere okudukları duaları yinelerler.
Lhasa, büyük bir kent değildir; toprak Lhasa yakınlarında birkaç m anastır da vardır.
yollan bakımsızdır. Varlıklı kişilerin evleri Bunların bir bölümü hâlâ manastır olarak,
taştan, öbürleri ise kildendir. Beyaz badanalı, ötekiler ise başka amaçlarla kullanılmaktadır.
düz çatılı bu evlerin, camları sarı kırmızı Çok sayıda manastır, tapmak ve saray Çinliler’
şeritlerle çevrilmiştir. Bazı evlerde elektrik ve in işgali sırasında yıkılmış, ama 1970’lerde
telefon varsa da, kanalizasyon sistemi kurul­ kentin mimarisini ve sanat geçmişini korumak
mamıştır. Kent oldukça pis ve sağlıksızdır. için onarım larına başlanmıştır.
Kentin merkezinde T ibet’in en önemli tapı­ Lhasa’da, Tibet koyunlarm dan elde edilen
nağı sayılan 7. yüzyıldan kalm a Cokhang yünü eğirme, tahta kap ve toprak çanak
bulunur. Tapm akta, B uda’nın gençliğinde ya­ çömlek yapma başlıca uğraşlardır. Yakın bir
pıldığı söylenen bir heykeli vardır. Bu heyke­ geçmişte yapılan hidroelektrik santral, elek­
lin 1.300 yıl önce Çin’den getirildiği sanılmak­ trik gereksinimini karşılar. K ent, ticaretinin
tadır. çoğunu Çin’le yapar. Lhasa karayollarıyla
Çin’deki Lançou ve Çengtu ile Nepal’a bağla­
nır. Lhasa ile Çin’in başkenti Pekin arasında
düzenli uçak seferleri vardır.
Lhasa’nın nüfusu 106.000’dir (1988).

LİBERYA, A frika’nın batı kıyısında yer alan


küçük bir cumhuriyettir. Kuzeybatıda Sierra
Leone, kuzeyde Gine, doğuda Fildişi Kıyısı,
batı ve güneyde de Atlas Okyanusu’yla çevri­
lidir. İç kesimlerinin büyük bölümü hiç kim­
senin yaşamadığı sık tropik orm anlarla kaplı­
dır. Killi kıyı şeridi, tarım a en elverişli bölge­
dir. Ülkeyi St. Paul, Cestos ve Cavalla gibi
çok sayıda ırmak akaçlar, ama ulaşıma yalnız­
ca Cavalla Irmağı açıktır. Liberya’nın yazları
bol yağmur alan sıcak ve nemli bir iklimi
vardır. Cüce suaygırları ve karıncayiyenler ül­
Lhasa'daki görkem li Potala Sarayı, bir zamanlar
Tibet'in kutsal yöneticisi Dalay Lama'nın kışlık kenin başlıca hayvanları arasındadır.
sarayıydı. Liberya halkının büyük çoğunluğunu köy-
LİBERYA 245

LİB E R Y A 'Y A İLİŞKİN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ: 99.067 kmB.


NÜFUS: 2.436.000 (1988).
YÖNETİM: Bağımsız cumhuriyet.
BAŞKENT: Monrovia.
DOĞAL YAPI: Alçak bir kıyı şeridi, sulak ve sık ormanlar­
la kaplı yaylalar ve engebeli tepeler vardır.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Demir cevheri, kauçuk, elmas,
palmiye çekirdeği, kahve.
ÖNEMLİ KENTLER: Monrovia, Robertsport, Marshall,
Greenville, Harper, Buchanan.
EĞİTİM: 6-16 yaşları arasında zorunludur. Buna karşın
Liberyalı çocukların ancak yarısından azı okula git­
mektedir.

lerde yaşayan çiftçiler oluşturur. Bunlar, pi­


Evelyne BernheimlRapho Guillumette
rinç ve tatlıpatates gibi ürünler yetiştirir; keçi,
Liberya'nın başkenti ve ticaret merkezi olan
koyun, domuz ve sığır besler. Plantasyonlar­ M onrovia'nın Bushrod Adası'nda bir limanı vardır.
da (büyük çiftlikler) kauçuk, kahve ve muz
yetiştirilir. Ülkenin Yerli Afrika halkları çe­ rulmuştur. Greenville ve Buchanan kentleri­
şitli kabilelere bölünmüş olarak daha çok nin m odern derin su limanları vardır. Sierra
kırsal alanlarda yaşar. Kıyı boyunca sıralan­ Leone’ye bağlanan bir demiryolu ile Bucha­
mış kentlerde yaşayanlar ise A B D ’den göç nan ve Nimba Dağları arasındaki başka bir
eden ve Liberya’yı kuran Siyah kölelerin demiryolu, ulaşımı sağlar. M onrovia yakınla­
soyundandır. rındaki Robertsfield kentinde uluslararası bir
1950’lerden başlayarak demir cevheri m a­ havaalanı vardır. M onrovia’da birkaç küçük
denciliğinin ülke için önemi gittikçe artmıştır. fabrikası olan Liberya, sanayi ürünlerinin
Günüm üzde Liberya’nın en değerli ürünü büyük bölümünü A B D ’den satın alır.
olan nitelikli dem ir cevherini, kauçuk izler. Liberya adı, Latince “özgür” anlamında
Ü lkede bir m iktar elmas ve altın da çıkarılır. liber sözcüğünden gelir. Ü lke, A B D ’de özgür
Başkent M onrovia’nm m odern bir limanı bırakılan Siyah kölelerin yerleşimi için bir
vardır ve bir demiryolu kenti, Bomi Tepele- ABD kolonisi olarak kuruldu. 1821’de bugün
ri’ndeki demir yataklarına bağlar. Kentin M onrovia kentinin bulunduğu M esurado B ur­
güneyinde, yoksulların teneke çatılı, çamur nu, Yerli kabilelerden satın alınarak, A B D ’
kulübeleri ile devlet görevlilerinin ve iş adam ­ den gelecek Siyahlar’a ayrıldı. Bölgeye ilk
larının bakımlı evleri bir karşıtlık sergiler. kafile 1822’de ulaştı. Bunlar 1980’e kadar
Ö bür kentlerin büyük çoğunluğu kıyıda ku- ülke yönetiminde egemen olan Liberyalılar’ın
atalarıdır. 1847’de bağımsızlığını ilan eden
Liberya, A BD tarafından resmen 1862’de
tanındı.
Zengin m aden yataklarına ve değerli ürün­
lerine karşın Liberya, azgelişmiş bir ülkedir.
Yapılan yollar, okullar, hastaneler ve elektrik
santralları ile insanların yaşam koşullarının
iyileştirilmesine çalışılmaktadır. Gemi sahip­
lerine özendirici olanaklar sağlandığı için
denize Liberya bayrağı altında açılan çok
sayıda yabancı gemi vardır. Bu nedenle dün­
yada denizcilik açısından önde gelen ülkeler­
den biridir. A BD ile yakın ilişkilerini sürdü-
LİBERYA 245

L İB E R Y A 'Y A İLİŞKİN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ: 99.067 kmB.


NÜFUS: 2.436.000 (1988).
YÖNETİM: Bağımsız cumhuriyet.
BAŞKENT: Monrovia.
DOĞAL YAPI: Alçak bir kıyı şeridi, sulak ve sık ormanlar­
la kaplı yaylalar ve engebeli tepeler vardır.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Demir cevheri, kauçuk, elmas,
palmiye çekirdeği, kahve.
ÖNEMLİ KENTLER: Monrovia, Robertsport, Marshall,
Greenville, Harper, Buchanan.
EĞİTİM: 6-16 yaşları arasında zorunludur. Buna karşın
Liberyalı çocukların ancak yarısından azı okula git­
mektedir.

lerde yaşayan çiftçiler oluşturur. Bunlar, pi­


Evelyne BernheimtRapho Guillumette
rinç ve tatlıpatates gibi ürünler yetiştirir; keçi,
Liberya'nın başkenti ve ticaret merkezi olan
koyun, domuz ve sığır besler. Plantasyonlar­ M onrovia'nın Bushrod Adası'nda bir limanı vardır.
da (büyük çiftlikler) kauçuk, kahve ve muz
yetiştirilir. Ülkenin Yerli Afrika halkları çe­ rulmuştur. Greenville ve Buchanan kentleri­
şitli kabilelere bölünmüş olarak daha çok nin m odern derin su limanları vardır. Sierra
kırsal alanlarda yaşar. Kıyı boyunca sıralan­ L eone’ye bağlanan bir demiryolu ile Bucha­
mış kentlerde yaşayanlar ise A B D ’den göç nan ve Nimba Dağları arasındaki başka bir
eden ve Liberya’yı kuran Siyah kölelerin demiryolu, ulaşımı sağlar. M onrovia yakınla­
soyundandır. rındaki Robertsfield kentinde uluslararası bir
1950’lerden başlayarak demir cevheri m a­ havaalanı vardır. M onrovia’da birkaç küçük
denciliğinin ülke için önemi gittikçe artmıştır. fabrikası olan Liberya, sanayi ürünlerinin
Günüm üzde Liberya’nın en değerli ürünü büyük bölüm ünü A B D ’den satın alır.
olan nitelikli dem ir cevherini, kauçuk izler. Liberya adı, Latince “özgür” anlamında
Ülkede bir m iktar elmas ve altın da çıkarılır. liber sözcüğünden gelir. Ü lke, A B D ’de özgür
Başkent M onrovia’nm m odern bir limanı bırakılan Siyah kölelerin yerleşimi için bir
vardır ve bir demiryolu kenti, Bomi Tepele- A B D kolonisi olarak kuruldu. 1821’de bugün
ri’ndeki demir yataklarına bağlar. Kentin M onrovia kentinin bulunduğu M esurado B ur­
güneyinde, yoksulların teneke çatılı, çamur nu, Yerli kabilelerden satın alınarak, A B D ’
kulübeleri ile devlet görevlilerinin ve iş adam ­ den gelecek Siyahlar’a ayrıldı. Bölgeye ilk
larının bakımlı evleri bir karşıtlık sergiler. kafile 1822’de ulaştı. Bunlar 1980’e kadar
Ö bür kentlerin büyük çoğunluğu kıyıda ku- ülke yönetiminde egemen olan Liberyalılar’ın
atalarıdır. 1847’de bağımsızlığını ilan eden
Liberya, A B D tarafından resmen 1862’de
tanındı.
Zengin m aden yataklarına ve değerli ürün­
lerine karşın Liberya, azgelişmiş bir ülkedir.
Yapılan yollar, okullar, hastaneler ve elektrik
santralları ile insanların yaşam koşullarının
iyileştirilmesine çalışılmaktadır. Gemi sahip­
lerine özendirici olanaklar sağlandığı için
denize Liberya bayrağı altında açılan çok
sayıda yabancı gemi vardır. Bu nedenle dün­
yada denizcilik açısından önde gelen ülkeler­
den biridir. ABD ile yakın ilişkilerini sürdü-
LİBYA 247

A B D ’ye bağımlıydı. Bu iki ülke, askeri üsleri­


ne karşılık Libya hüküm etine para ödüyordu.
1959’da petrolün bulunmasından sonra ülke
hızla gelişti.
1969’da bir ordu darbesiyle kral tahttan
indirildi. Albay M uamm er Kaddafi yöneti­
m inde cumhuriyet ilan edildi. Kaddafi, ön­
derliğinde Libya yeniden örgütlenme sürecine
girdi. İslam ülkelerine ve öbür A rap ülkeleri­
ne dönük bir siyaset izlendi. A B D ’nin ve
İngiltere’nin askeri üsleri kapatıldı. İngiliz ve
A BD kuvvetleri ülkeden ayrıldı. Yabancı
bankalar ve işletmeler kamulaştırıldı. Libya,
petrol gelirlerini yalnızca kendi halkının yara­
rına değil, öbür A rap ülkelerindeki yabancı
sermayeye karşı olan hareketlere yardım
amacıyla da kullanmaya başladı.
Middle East Photographic Archive Ltd. Ülke çapında seçime dayanan G enel Halk
4 m ilyonun üzerindeki Libya nüfusunun yaklaşık Kongresi kuruldu. Halk silahlandırılarak ül-
yarısı 15yaşın altındadır.

Tarih Middle East Photographic Archive Ltd.


Eskiçağda Libya, R om a’ya satm ak üzere tahıl
ve zeytinyağı üretirdi. Rom a im paratorluğu
yıkıldıktan sonra bölge Bizans yönetimine
geçti. İS 7. yüzyılda Bizans egemenliği, yerini
A rap yönetimine bıraktı. Osmanlılar 16.
yüzyılda Mısır dışındaki Kuzey A frika toprak­
larını ele geçirdiler. 1551’de Turgut Reis
tarafından alman Trablusgarp, Fizan ve Ber-
ka ile birlikte, 1912’ye kadar Osm anlılar’ın
bir eyaleti olarak kaldı. 1911’de İtalyanlar
Libya’ya asker çıkardı. Bu yüzden başlayan
Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı nedeniyle
Osm anlılar’m barış istemek zorunda kalm a­
sıyla 1912’de sona erdi ve bölge İtalya’ya
bırakıldı. 1922’de özellikle kıyı kesimlerine
yerleşen İtalyanlar’a karşı genel bir ayaklan­
ma oldu. 1930’larda İtalya bölgede büyük
yatırım lara girişti ve 1939’da Libya’yı tümüyle
topraklarına kattı.
II. Dünya Savaşı’nda Libya, tank savaşları­
na sahne oldu. 1943’ten başlayarak, ülkenin
kuzeydoğusunu (Sirenayka) ve kuzeybatısını
(Trablus) İngilizler, Fizan’ı ise Fransızlar
yönetti. 1949’da Birleşmiş M illetler, Libya’
nın en geç 1952’ye kadar bağımsızlığını ilan
etmesi kararını verdi. Libya 1951’de Kral I.
İspanyol sömürge dönem inden kalan kalenin ve
İdris yönetiminde bağımsızlığına kavuştuysa birçok cam inin yer aldığı eski Trablus'taki bu cadde
da ülke ekonomik bakım dan İngiltere ve boyunca palmiye ağaçları sıralanmıştır.
248 LİDYA

kenin çeşitli yerlerinde “devrim kom ite­ Lidya’nın güç ve zenginlik dönemi başlar. Bu
leri” adı altında görevlendirildi. Devrim ko­ dönem e kadar M aionia adıyla anılan bölgeye
m iteleri, üniversiteleri ve yurtdışındaki halk Lidya, Hyde adı verilen başkentlerine de Sart
bürolarını (elçilikler) yönetmeye başladı. dendi. Gyges, Lidya’nın Doğu Anadolu ve
1977’de eski anayasa yürürlükten kaldırılarak M ezopotamya ile Ege kıyıları arasındaki coğ­
H alk İktidarı Yasası kabul edildi ve ülkenin rafi konum undan yararlanm ak amacıyla tica­
adı Libya A rap Sosyalist Halk Cemahiriyesi retin gelişmesine, ayrıca bölgenin toprakları­
oldu. nın verimli olması nedeniyle de tarım a önem
1980’lerde A B D ile ilişkileri giderek ger­ verdi. Ekonom ik gelişmede barışın önemini
ginleşti. Libyayı bölgede terörün kışkırtıcısı kavrayarak doğuda A surlular’la, batıda İyon-
olarak gören A B D , 15 Nisan 1986’da Trablus yalılar’la iyi ilişkiler içine girdi. Bu ülkeler
ve Bingazi’yi bombaladı. Özellikle Kaddafi’yi arasında yer alan topraklarında güvenliği
hedef alan bu saldırılar birçok ülke tarafından sağlayarak Lidya’yı doğu-batı arasında bir
kınandı. geçit durum una getirdi. Bu arada güçlü bir de
ordu oluşturdu. Bu orduda uzun mızraklı
LİDYA. Eskiçağlarda Batı A nadolu’nun gü­ süvari birlikleri önemli bir yer tutuyordu.
neyde Karya, doğuda Frigya, batıda Aiolia ve Gyges, Lidyalılar arasındaki çatışmalara
İyonya, kuzeydeyse Demirci (Temnos) ve son verm ek ve ülke sınırlarını genişletmek
M urat (Dindymos) dağları ile çevrilmiş bölge­ amacıyla önce kuzeye, ardından batıya, İyon­
si Lidya adıyla anılırdı. Bölgenin merkez ya kentlerinin üzerine yürüdü. İyonya’ya kar­
alanını Gediz ve M enderes havzaları oluştu­ şı giriştiği saldırının en önemli nedeni bu
ruyordu. Bu topraklar doğal kaynaklar açısın­ kentleri ülkenin çıkarına hizmet edecek üsler
dan çok zengindi. Dağlar orm anlarla kaplı durum una sokmaktı. Bu sırada Frigya’yı yı­
olduğu için ev yapımında gerekli tahta bura­ kan Kim merler Lidya’nın üzerine yönelmiş­
lardan sağlanıyor; bol m iktarda bulunan kil ti. Lidyalılar ilk Kimmer saldırılarını püs­
yataklarından da bina, çanak ve çömlek kürtüp önderlerini tutsak ettiler, ama ağır
yapımında yararlanılıyordu. Y örede ayrıca demir kılıçlarla savaşan Kim merler’in ikinci
m erm er yatakları da vardı. saldırısında yenildiler. Gyges savaş alanında
Bu bölgede Bakır Çağı’ndan beri yerleşim öldü. Kim merler ele geçiremedikleri Sart
yerleri vardı. H ititler’in A nadolu’ya egemen dışında tüm Lidya’yı yağmaladılar.
olduğu dönem lerde bölgede Hitit kralına K im m erler’le savaş, Gyges’in yerine tahta
bağlı küçük beylikler halinde yaşayan birçok çıkan oğlu Ardys döneminde de sürdü. Ardys
kabile bulunuyordu. A sur Kralı A surbanipal’dan yardım istemek
Lidya’ya ilişkin bilgiler Eski Yunan söylen­ ve onun koruması altına girmek zorunda
celerine dayanır. H erodot’a göre Lidya’da üç kaldı. A surlular’a İÖ 640’ta yenilen Kim mer­
kral ailesi egemen oldu. Bunlardan ilki Atyad ler dağıldılar. Ardys, Kim m erler’in harabeye
hanedanıydı. Bunu H eraklid hanedanının çevirdiği ülkeyi onarıp düzene koydu. A rdın­
egemenliği izledi. İÖ 1200’lerdeki büyük dan İyonya üzerine yürüyerek Priene’yi aldı.
Trak göçünün hem en ardından egemen olan, D aha sonraki Lidya kralları da Gyges’in
Trak kökenli bu hanedana Yunanlılar, tanrı açtığı yoldan yürüdüler. Kral Alyattes döne­
H erakles’le bir ilinti kurarak, H eraklidler adı­ minde İyonya’ya yapılan seferlerin sonunda
nı verdi. H erodot’a göre bu hanedan İÖ 1185- Smyrna (Bayraklı, İzm ir), Kolophon (Değir-
680 yılları arasında egemenliğini sürdürdü. m endere) gibi kentler alındı, birçok İyon
H eraklidler konusunda bilgiler çok sınırlıdır. kentine saldırılar düzenlendi. Am a Efes’le
Korunaklı ve savunmaya elverişli kaleleriyle, daha Gyges dönem inde başlayan dostluk iliş­
askeri bir düzene dayanan derebeylikler kur­ kileri sürdürüldü ve bu kente saldırılmadı.
dukları bilinmektedir. İyonya üzerine düzenlediği başarılı seferlerin
Lidya tarihi konusundaki en sağlıklı bilgiler ardından Alyattes A nadolu’daki Kim merler’i
M erm nad dönemine ilişkindir. İÖ 680’de yenilgiye uğrattıktan sonra Lidya’nın sınırları­
başlayan bu hanedanı Gyges kurdu. Gyges ile nı doğuda Kızılırmak’a kadar genişletti.
LIDYA 249

gelen bilginlere ve sanatçılara maddi yardım ­


da bulunarak o dönemin uygar dünyasında
kendisine büyük ün sağladı.
İyonya’nın tüm ünü egemenliği altına alan
Krezüs, A lyattes’in baştan sona yıktığı
Smyrna kentini yeniden kurdurarak Lidya’nın
önemli bir ticaret limanı durum una getirdi.
Bu arada Kimmerler tarafından yakılıp yıkıl­
mış, Dünyanın Yedi H arikası’ndan biri olarak
kabul edilen Efes’teki Artemis Tapınağı’m
yeniden yaptırdı.
Krezüs’ün söylencelere konu olan sınırsız
servetini bağlı bölgelerden aldığı vergiler,
ticaret gelirleri ve Lidya’daki altın madenleri
Şemsi Güner
sağlamıştı. Am a elde edilen gelirin büyük bir
Kalıntıları günümüze ulaşan Sart kenti, Lidya'nın
önem li bir kültür, sanat ve ticaret merkeziydi.
bölümü üretici işler için kullanılmadı. Bu
nedenle sınırsız gibi görünen servetine karşı­
Bu sırada İran ’da Med Krallığı güçlenmiş, lık Lidya’nın gücü günden güne eriyordu.
sınırları Kızılırmak boylarına kadar ulaşmıştı. Krezüs tahta çıktığı dönem de A sya’nın batı­
Böylece Asya’nın batısındaki o dönemin en sında genel bir barış ve uyum havası egem en­
güçlü iki devleti karşı karşıya geldi ve kısa di. Am a bu durum pek uzun sürmedi. İran ’da
sürede savaş çıktı. Taraflar Kızılırmak yöre­ kurulan büyük Pers İm paratorluğu Lidya’nın
sinde beş yıl süresince savaştılar. 28 Mayıs 585 doğu sınırlarının güvenliğini sarsmaya başla­
yılındaki Güneş tutulmasını her iki tarafın da mıştı. Bunun üzerine İÖ 547’de Kapadokya’
tanrıların barış çağrısı olarak yorumlaması ya doğru sefere çıkan Krezüs, Kızılırmak’ı
üzerine savaş sona erdi. Kızılırmak iki devlet geçti. Bu sırada Pers ordusu da Kızılırmak’ın
arasında sınır olarak kabul edildi. çizdiği yayın içine girmişti. Lidya ordusunun
Doğu sınırını güvence altına alan Alyattes büyük bölümünü kiralık askerler oluşturuyor­
yeniden Batı A nadolu’ya yöneldi. Priene ve du. Bu durum Lidya ordusu için önemli bir
Karya bölgesine (Büyük M enderes vadisi ve sakıncaydı. Paralı askerler ülkeleri için savaş­
güneyi) sefer düzenledi. Lidya ile Yunanlılar m adıklarından güçlü düşman karşısında ko­
arasındaki ilişkilere çok önem veren Alyattes, layca çözülmekteydiler.
Ege kıyılarındaki birçok Yunan kolonisini ele Kızılırmak’ııı doğu kıyısında Lidyalılar ile
geçirdi. Bu arada M ilet’te iki tapm ak yaptır­ Persler arasındaki ilk savaş Lidyalılar’ın geri
dı. Ayrıca Delfi’deki bilicilik merkezine bir­ çekilmesiyle sonuçlandı. Lidyalılar’ı izleyen
çok armağan yolladı. Lidya A lyattes’ten baş­ Persler, Sart kapılarına dayandılar. Sart ya­
layarak yoğun bir Yunan etkisi altına girdi. kınlarında bir ovada yapılan meydan savaşını
Lidya tahtına A lyattes’ten sonra oğlu Kre- da yitiren uzun mızraklı Lidya süvarileri ele
züs geçti. M erm nadlar’ın beşinci, Lidya’nın geçirilmez sandıkları akropole çekildiler. 14
son kralı olan ve İÖ 560-546 yılları arasında gün süren savunma sonunda Sart İÖ 547 ya da
hüküm süren Krezüs devraldığı güçlü ve İÖ 546’da düştü. Böylece A nadolu’da Pers
zengin devletle ününü kısa sürede tüm ilkçağ dönemi başladı.
dünyasına duyurdu (bak. K rezüs ). En zengin
dönemini yaşayan Sart, Eski Yunan kültür ve Lidya Uygarlığı
sanatının A nadolu’daki en önemli m erkezle­ 141 yıl süren M erm nad hanedanı zamanında
rinden biri oldu. A nadolu’nun verimli toprak­ başkent Sart önemli bir kent durum una geldi.
larını, ticaret ve sanat merkezi olan öbür Lidyalılar bu dönem de sanatta çok ilerlediler.
kentlerini krallığına bağlayan Krezüs bunlar­ İyon sanatının yumuşaklığı ile doğu sanatının
dan elde ettiği zenginliklerle çok görkemli bir coşkusunun karıştırılıp harm an edildiği kendi­
yaşam sürmeye başladı. H er yandan Sart’a ne özgü nitelikleriyle öne çıkan heykelcilikte
250 LIECHTENSTEIN

Sart Okulu denen bir anlayış gelişti. Özellikle


LIE C H T E N ST E IN 'A İLİŞKİN BİLGİLER
Alyattes ve Krezüs, Yunanistan’dan gelen
düşünürleri, İyonya kentlerinden gelen hey­ YÜZÖLÇÜMÜ: 160 km2.
keltıraş ve mimarları, doğudan gelmiş sanat NÜFUS: 27.490 (1987).
elçilerini toplayarak, Sart’ta renkli bir çevre YÖNETİM: Tek meclisli meşruti monarşi.
oluşturdular. Böylece güzel sanatlarda Yunan BAŞKENT: Vaduz.
etkisi ağır bastı. D aha sonra güzel sanatlar DOĞAL YAPI: Orta Alpler'in bir bölümünü oluşturan
engebeli bir alanın üzerinde yer alır. Dağların 2.500
Lidya’ya özgü beğenilerle gelişti ve zengin­ metreyi aşan dorukları yıl boyunca karla kaplıdır.
leşti. Alçak kesimlerde yaprak dökmeyen ağaçların oluş­
turduğu ormanlar ve Alpler'e özgü çiçekler görülür.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Makine, duyarlı ölçü aletleri, tahıl
Paranın Bulunuşu ve şarap.
Paranın tarihte kimler tarafından bulunup EĞİTİM: İlköğrenim zorunludur ve okuryazarlık oranı
kullanıldığı kesin olarak bilinmemekle birlik­ yüzde 100'dür.
te ilk kez Lidyalılar’ın, değerli m adenlerden
para bastıkları ve kullandıkları saptanmıştır.
Dünyada ilk kez altın ve gümüş sikke kulla­
nanlar ve malların değerini para karşılığı
olarak hesaplayanlar Lidyalılar’dı. Lidya
Krallığı tarafından devletin ve sarayın resmi İSV İÇ R E
arması ile güvence altına alman sikkeler, altın
ve gümüş karışımından oluşan maden parça­
larıydı. Çok hafif olan sikkeler kolayca taşına­
biliyor ve saklanabiliyordu.
Lidya sikkeleri kısa süre içinde gelişti.
Krezüs döneminde altın sikke birimleri sap­
tandı. Sikke birimi alanında yapılan bu dü­
zenlemeler sonucunda çok daha kesin bir
ödeme biçimi doğdu. Bu da malların belli
fiyatlarının oluşmasına yol açtı. Ayrıca bu tenstein, Tirol A lpleri’nin bir parçasıdır. Ü l­
buluşun sonucunda okuryazarlığa gereksinme kenin büyük bir bölümü dağlıktır, 2.500
duyuldu. Böylece herkesin öğrenebileceği bir m etreyi aşan doruklar vardır. İklimi ılıman­
alfabe geliştirilip yayıldı. dır. Sığır besiciliği ve tahıl üretiminin yanı
Beyaz altın denen altın gümüş karışımı sıra, dağ yamaçlarındaki verimli topraklarda
m adenden yapılmış olan ilk Lidya sikkeleri üzüm ve meyve yetiştirilir. Ülkede sanayi
elips biçimindeydi. Önyüzleri önce düz, sonra gelişmiştir. Başlıca sanayi kolları m etal eş­
çizgili, daha sonra kabartm a resimli olan bu ya, duyarlı ölçü aletleri, gıda, ilaç ve deri
sikkelerin arka yüzlerinde bir, iki ya da üç işlemeciliğidir. İsviçre’yi A vusturya’ya bağla­
derin dört köşe, dikdörtgen ya da üçgen çu­ yan demiryolu, Liechtenstein’den geçer.
kur bulunurdu. Sikkelerin önyüzlerinde ise Ortaçağda, Ren Irm ağı’nın suladığı bu böl­
önceleri krallığın arması olan aslan başı, pen­ geye, Kutsal Rom a-G erm en İm paratorluğu’
çesi ya da karşılıklı duran iki aslanın üst bö­ na bağlı Schellenberg ve Vaduz feodal beylik­
lümlerinin kabartm aları yer alırdı. Krezüs’ün leri egemendi. Bu iki beylik 1719’da Liech-
bastırdığı sikkelerin önyüzlerinde sırt sırta tenstein prenslerinin yönetimi altında birleşti.
vermiş yalnız üst bölümleri olan bir boğa ile Ülke 1815-66 arasında Alm an K onfede­
aslan bulunuyordu. rasyonuma bağlı kaldı; 1866’da bağımsızlığına
kavuştu. Liechtenstein’da resmi dil A lm anca’
LIECHTENSTEIN, A vrupa’da, İsviçre ile dır. Halkın çoğunluğu K atolik’tir. Posta,
Avusturya arasında denize kıyısı olmayan haberleşm e ve bazı sağlık hizmetleri İsviçre
küçük bir prensliktir. Batı sınırı boyunca akan tarafından sağlanır. Kendine özgü bir para
Ren Irmağı, ülkeyi İsviçre’den ayırır. Liech- birimi yoktur, İsviçre frankı kullanılır. M eşru­
LİF 251

ti monarşiyle yönetilen Liechtenstein’da Hollanda Krallığı’na kaldı. Belçika’nın


prenslik babadan oğula geçer. Ü lkede halkın 1831’de bağımsızlığı tanındıktan sonra Liege
seçtiği 15 üyeden oluşan tek meclisli bir önemli bir sanayi m erkezi durum una geldi.
parlam ento vardır. H er iki dünya savaşında da Alm anlar tarafın­
dan işgal edilen kent, bom bardım anlardan
LİEGE, Belçika’nın doğusunda, M euse (M a­ büyük zarar gördü (bak. BELÇİKA).
aş) Irmağı kıyısında önemli bir sanayi kenti­ Günüm üzde de önemli bir sanayi ve ticaret
dir. Flamanca adı Luik’tir. 8. yüzyılda küçük merkezi olan Liege’de başlıca sanayi kolları
bir liman çevresinde kuruldu. 11. yüzyılın metal eşya, çatal bıçak, cam ve silahtır.
başlarında toprak ve varlık sahibi olan pisko- Liege’de ayrıca köm ür, çinko, bakır, demir,
pos-prensler Liege’i A vrupa’nın en önemli pirinç ve kurşun m adenleri vardır. ÖteTci
eğitim ve kültür merkezlerinden biri durum u­ sanayi ürünleri sabun, kauçuk, elektrikli araç­
na getirdiler. Bu dönem de kent Kutsal Roma- lar, kâğıt ve piyanodur.
G erm en İm paratorluğu’na bağlı özerk bir Liege başkent Brüksel’i Almanya Federal
eyalet oldu. Ortaçağ boyunca Liege’de soylu­ Cum huriyeti’nin Ruhr havzasındaki Köln
lar ile loncalar (bak.- L onca ) arasında kanlı kentine bağlayan ulaşım yolunun üzerindedir.
çarpışmalar sürdü. 15. yüzyılda Felemenk Kentten geçen bir başka önemli yol da Fran­
topraklarında hüküm süren Burgonya D ükü sa’dan gelerek kenti Kuzey Denizi’ne bağla­
Korkusuz Charles, Liege kentini ele geçirmek yan Meuse Irm ağı’dır. Uzunluğu 130 km,
istedi. Halk kendisine karşı koyunca kiliseler genişliği 45 m etre olan A lbert Kanalı, Liege
dışında kalan her yeri yakıp yıktı. kentini Schelde Irmağı üzerindeki Anvers
Liege 1792’de Fransızlar’ca işgal edilerek kentine bağlar. Liege Batı A vrupa’nın en
Fransa’ya bağlandı. 1815’te Napolyon yenilin­ önemli ırmak limanlarından biridir. Meuse
ce kent Belçika’nın öteki bölgeleriyle birlikte Irmağı üzerinde büyük mavnalarla yük ve
yolcu taşınır.
Ewing Gallnway Nüfusu 200.891’dir (1987).

LİF, hayvan, bitki, m ineral gibi doğal m adde­


lerden elde edilen ince iplikçiklere denir.
Am a lifler yalnızca doğal kaynaklardan sağ­
lanmaz; özellikle kâğıt üretim inde ve doku­
macılıkta, yapay olarak hazırlanmış liflerden
de yararlanılır. Liflerin boyu, kalınlıklarının
yüzlerce katıdır; bu özellikleri nedeniyle lifler
bir arada eğrilerek sağlam iplikler haline
getirilebilir (bak. DOKUMACILIK). Lif, Arapça
kökenli bir sözcüktür; bu dilde, lif sözcüğü­
nün çoğulu “ely af’tır.
En önemli hayvan lifi koyun yünüdür; bu
liflerin niteliği de, elde edildiği koyun cinsine
bağlı olarak değişir. Keçi, alpaka ve lama kılı
oldukça değerlidir; bu tür liflerden hazırlanan
ipliklerden özellikle m oher, kaşmir ve alpaka
gibi kumaşların dokunm asında yararlanılır.
Sığır, deve ve tavşan kıllarından ise, özel­
likle keçe yapımında kullanılan lifler elde
edilir (bak. K eçe ). Herhangi bir böcekten
elde edilebilen tek önemli lif türü ipektir,
îpek, en uzun doğal liftir ve çok değerlidir.
Meuse Irmağı, Liege kentinin içinden geçer. “R eyon” olarak adlandırılan yapay ipek,
252 LİF

li darlığının yaşanması, bu m ineralden elde


edilen liflerin yerine camyününün kullanılma­
sını hızlandırdı. Aslında cam liflerinden hazır­
lanan camyünü, doğal asbest lifinin insan
eliyle yapılmış karşılığı sayılır.
1938’de A B D ’de bir şirket, erimiş camın
iplik gibi çekilmesine yönelik bir teknik geliş­
tirdi. Bu yöntem de cam, bir kabın içinde
eritiliyor, ardından kabın altındaki delikler­
den dışarı akıtılırken de üzerine buhar püs­
kürtülüyordu. Aynı şirket ayrıca, cam lifleri­
nin m akaralara sarılarak çok daha hızlı biçim­
de çekilebilmesini sağladı. Günüm üzde cam­
yünü üreten fabrikalarda temel olarak bu
Crown Copyright
yöntem lerden yararlanılır. Camyünü üretimi
Kırılan tek bir karbon lifinin 11 bin kez büyütülm üş
görünüşü. özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızla
yaygınlaşmıştır.
kimyasal bireşim (sentez) yoluyla hazırlanan Cam lifleri, aynı ağırlıktaki öteki yapay ya
ilk yapay lif türüdür. da doğal liflerden çok daha sağlamdır. Ayrıca
Bitkilerden hayvanlara göre çok daha fazla camyünü, çok iyi bir ısı ve elektrik yalıtkanı­
lif elde edilir. Lifler bitkilerin çeşitli organla­ dır, ateşe ve kimyasal maddelere karşı çok
rında bulunur. Örneğin, sap ve yapraklardan dayanıklıdır. Bu özellikleri nedeniyle perde­
çıkarılan lifler arasında başlıca keten, kene­ lik kumaş, koruyucu giysi yapımında, gazların
vir, rami (Çin’e özgü bir bitkiden elde edilen ve sıvıların süzülmesinde, sesüstü (süperso-
lif), jüt ve sisal sayılabilir. En önemli bitkisel nik) uçakların ve füzelerin gövdelerinde kul­
liflerden biri olan pamuk ise bitkinin tohum lanılır. Camyünüyle karıştırılan plastik sağ­
tüyleridir. Odun ve bazı otsu bitkilerin kısa lam ve esnek olduğu için yüksek atlama
liflerinden de kâğıt üretim inde yararlanılır. sırıkları, olta kamışları, otomobil kaportaları,
Yapay lifler ise iki türdür. Bunların bir deniz tekneleri gibi çok çeşitli ürünlerin yapı­
bölümü, odun ham uru ya da süt gibi doğal mında kullanılır (bak. PLASTİKLER). Camyünü,
kimyasal ham m addelerden üretilir. Örneğin sanayide olduğu kadar evlerde de kullanılan
reyon, bu biçimde elde edilir. Bireşimsel iyi bir yalıtım maddesidir.
(sentetik) lifler ise, basit kimyasal m addeler­ Katışıksız camdan üretilen liflerden ise,
den tümüyle insan eliyle üretilir. Naylon, ışığın çok uzaklara iletilmesinde yararlanılır
orlon, terilen gibi ticari adlarla tanınan yapay (bak. LİF OPTİĞİ).
lifler ve camyünü, bireşimsel lif türleridir
(bak. KİMYA SANAYİSİ; NAYLON). Karbon Lifi
Doğal ya da yapay lifler özel koşullarda
Cam Lifi karbonlaşıncaya yani kömürleşinceye kadar
Venedikliler daha 15. yüzyılda camı, hafifçe ısıtıldığında karbon liflerine dönüşür. Bugün
bükülebilen çok ince çubuklar halinde çekme­ sanayide yaygın bir kullanımı olan karbon
yi başarmışlardı. Am a bugün bildiğimiz biçi­ lifleri 19. yüzyılın sonlarında bulunmuş ve ilk
miyle cam liflerinin üretimi ancak 1890’larda kez A B D ’li mucit Thomas Edison’ın 1879’da
gerçekleşebildi. 1893’te A B D ’deki Columbia yaptığı elektrik ampulünde tel (filaman) ola­
Fuarı’nda cam liflerinden dokunmuş kum aş­ rak kullanılmıştır. O zamanlar karbon elde
tan hazırlanan bir giysi, bir abajur ve kravat­ etm ek için pam uk, bambu ya da yapay ipek
lar sergilenmişti. D aha sonra başta Almanya lifleri kapalı bir fırında kömürleşinceye kadar
ve A B D olmak üzere birçok ülkede çeşitli yakılıyordu. Am a bu yöntemle elde edilen
camyünü (fiberglas) üretim yöntemleri gelişti­ liflerin m ekanik özellikleri yetersizdi.
rildi. I. Dünya Savaşı sırasında asbest m inera­ 1963’te İngiltere’de hafif, sağlam ve son
LİF OPTİĞİ 253

derece sert karbon lifi üretimine yönelik daha büyük olması gerekir (bak. Y a n s im a ve

yepyeni bir yöntem keşfedildi. Bu yöntem de K IR IL M A ).


önce akrilik yapay lifler bir ocakta 200°C ile Işık, lifin çekirdek bölüm ünde, tam iç
300°C arasında ısıtılarak oksitlendiriliyor, ar­ yansıma denen bir süreçle yol alır. Yani, ışık
dından kapalı bir fırında 1.000°C civarında ışınları çekirdeğin çevresindeki kılıftan hep
tekrar ısıtılarak katışıksız karbon haline geti­ içeri doğru yansır ve sürekli olarak çekirdeğin
riliyordu. Son olarak da, bu kez 2.500°C’de içinde kalır. Optik liflerle, çok geniş bir dalga
ısıtılarak karbonun grafite dönüşmesi sağlanı­ boyu aralığındaki ışık ışınları çok uzak m esa­
yordu. felere gönderilebilir.
Bu yolla elde edilen ipeksi siyah, her biri
insan saçından çok daha ince karbon lifleri Optik Liflerin Kullanım Alanları
pek işe yaram az ve daha çok bir püsküle Işığın optik lifler aracılığıyla iletilmesi, ileti­
benzer. Am a bu karbon lifleri herhangi bir şim sanayisinde yeni bir çığır açmıştır. Tele­
plastik m addenin, örneğin epoksi reçinenin fon sistemlerinde, ses dalgaları elektronik
içine gömüldüğünde, çok sağlam bir madde yöntemle ışık darbelerine dönüştürülebilir,
elde edilir. Bu, bir anlam da camyünüyle sonra da bu darbeler optik liflerle uzaklara
güçlendirilmiş plastiklere benzer; ama cam- gönderilebilir ve sonunda hattın alıcı ucunda
yünlü plastikler oldukça esnek ve yumuşaktır, yeniden sese çevrilebilir. Optik lifler, geniş
oysa karbon lifleriyle güçlendirilmiş plastik­ bir dalga boyu aralığındaki ışık darbelerini
ler, son derece sağlam, sert ve dayanıklıdır. iletebildiğinden ve bu arada sinyal gücünden
Karbon liflerinden ayrıca J e t m otorlarında pek bir şey kaybetm ediğinden, tek bir liften
kom presör palası, kayak, gemi direği, uçak aynı anda çok sayıda telefon konuşması yapı­
gövdesi, helikopter kanadı, yapay uydu, ken­ labilir.
dinden yağlamalı dişli çark, tenis raketi ve O ptik lifler çok hafiftir ve elektriği iletmez.
öteki spor donanım larının yapımında yararla­ İletişim sırasında optik lifte parazit ya da
nılır. Telefocus Picture Library

LİF OPTİĞİ, ışığın, optik lif denen çok ince


cam telciklerden geçişini inceleyen fizik da­
lıdır.
Önünüzdeki bir duvara el feneriyle ışık
tutarsanız, ışığın geniş bir alana yayıldığını
görürsünüz. Am a eğer el fenerinin lambasının
önüne bir boru yerleştirirseniz, ışık daha dar
bir demet biçiminde gelir. İşte optik lif de
benzer bir görev görür; ama optik lifler ışık
demetleriyle değil, genellikle laserlerin üretti­
ği ışık ışınlarıyla kullanılır (bak. L a s e r ) . Nasıl
radyo dalgalarının ya da m ikrodalgaların yan­
lış yönde yayılmalarını önlem ek ya da köşele­
ri dönmelerini sağlamak için “dalga kılavuzu”
denen özel bir aletten yararlanmıyorsa, optik
lifler de dalga kılavuzunun yaptığı işi ışık
ışınları için yapar. Optik lif, insan saçı kadar
incedir. Kesiti genellikle daireseldir, çapı ise
kulanım alanına göre 0,005 ile 0,01 mm
arasında değişir. Cam lifleri, çekirdek denen
bir iç bölüm ile çekirdeği saran bir kılıftan
oluşur. Işığın bu lifin içinden iletilebilmesi İğne deliğinden geçebilecek kadar ince bir optik lif
için, çekirdeğin kırılma indisinin kılıfından aynı anda 2.000 telefon konuşmasını iletebilir.
254 LİKEN

gürültü oluşmaz. Çok sayıda optik liften canlıların yeryüzüne dağılmış 15 bin kadar
oluşan kablolarla döşenen bir şebeke sayesin­ türü bilinmektedir. Kızgın çöllerden kutup
de, aynı anda binlerce telefon konuşması bölgelerindeki kayalıklara kadar hemen her
gerçekleştirilebilir (bak. ELEKTRİK; İLETİŞİM; yerde yaşayabilen, sıcağa, soğuğa, nem e ve
Kablo ). kuraklığa son derece dayanıklı canlılar olan
İletişim (telekom ünikasyon) sistemlerinde, likenler yalnızca kirli hava ve tozdan aşırı
ışık dalgalarının yönlendirilmesinde kullanı­ ölçüde etkilenirler. Bu yüzden de özellikle
lan optik lifler, ayrı ayrı döşenir. Am a öteki sanayileşmiş, büyük kentlerin çevrelerinde
alanlarda bu lifler bir araya getirilerek dem et­ yetişmezler.
ler halinde de kullanılabilir. Işığın köşeleri Likenler yapılarına göre başlıca üç tipe
dönebilmesi için bu dem etler bükülebilir ya ayrılır. Bunlardan ilki kayalara ya da ağaçlara
da kıvrılabilir. (Işık genellikle doğrusal bir yol yapışarak, yassı yamalar oluşturan “kabuksu
izler. Bak. IŞIK.) Uzak ya da ulaşılamayan likenlerdir” ; bulundukları yüzeyden parçalar
noktaların aydınlatılmasında da optik lif de­ halinde koparılabilirler. Görünüm leri yaprağı
m etlerinden yararlanılabilir. andıran yassı ve genellikle kâğıtsı kütleler
Resimler ve başka tür görüntüler de optik halindeki “yapraksı likenler” çoğunlukla orta
lif demetleriyle iletilebilir. Dem etlerin çeşitli yerlerinden, bazen de geliştirdikleri köksü
biçimlerde düzenlenmesiyle görüntünün tersi­ uzantılarla kaya ya da ağaçlara tutunurlar.
ne çevrilmesi, büyütülmesi, kendi çevresinde Bulunduğu yerde dik olarak duran ya da
döndürülm esi, çarpıtılması ya da karm aşıklaş­ ağaçların dallarından aşağıya sarkan, dallan­
tırılması sağlanabilir. Optik liflerle gönderilen mış likenlere ise “çalımsı likenler” denir.
görüntüler bilgisayarlara ya da televizyon Örneğin, en tanınmış liken türlerinden Ren
ekranlarına aktarılabilir. Optik liflerin, belki likeni (Cladonia rangiferina ) ve sakal likeni
de en değerli uygulaması tıp alanındadır. ( Usnea barbata) çalımsı likenlerdendir.
İnsanın, ulaşılması olanaksız iç organlarına Likenlerin ana yapıları gri, ipliksi m antar
optik liflerin yardımıyla bakılabilir; cerrahla­ dokularından oluşur. Bu dokuların arasında
rın endoskoplarına benzer aletlerde de bu parlak yeşil suyosunu hücreleri bulunur. Su-
teknikten yararlanılabilir. yosunları klorofil içerdikleri için kendi besin­
lerini üretebilirler, buna karşılık yeşil bitki
LİKEN. Kır gezintisine çıkan hemen herkes olmayan m antarların bu yeteneği yoktur.
ağaç gövdelerinin ya da kayaların yüzeyinde Karşılıklı yarar ilişkisine dayanan bu ortaklık
yamalı bir görünüm yaratan grimsi yeşil ya da sonucu bir likenin suyosunu bölümü, ürettiği
san yosuna benzer katm anları görmüştür. besinleri m antar bölümüne iletir. M antar
Bunlar, suyosunları ile m antarların ortakya- hücreleri ise hem havadan su buharı em erek
şam alan sonucu oluşmuş (bak. O rtakyaşama ) suyosununun su gereksinimini karşılar, hem
liken denen bitki benzeri canlılardır. Kökleri, de ona korunak ve destek oluşturur. Liken
yaprakları ve çiçekleri bulunmayan bu minik oluşum una katılan suyosunları mantarsız da

Solda: Yapraksı likenlerle kaplı kayalar ve ağaçlar. Ortada: Kayaların üstünde gelişen sarı b ir liken
topluluğu. Sağda: Çanağı andıran üreme organlarıyla spor üreten bir kabuksu liken kümesi.
LİKYA 255

yaşayabildiği halde, liken m antarlarına suyo-


sunlarından ayrı olarak, yani tek başına hiç
rastlanmamıştır. Bu nedenle liken m antarları
bazı uzmanlarca bir tür asalak canlı olarak
kabul edilir.
Likenler çok yavaş büyüyen (her yıl en az 1
mm), ama çok uzun ömürlü canlılardır. Kuzey
K utbu’nda rastlanan bazı likenlerin 4.000
yaşında olduğu sanılmaktadır. Likenlerin üre­
me biçimleri konusunda oldukça tartışmalı
görüşler vardır. Bununla birlikte, m antarların
ürettiği sporlarla çoğalan bazı ayrıksı örnekler
dışında, likenlerin genellikle ana gövdeden
kopan parçacıkların çevreye dağılıp yeni or­
tam lara yerleşmesiyle yani eşeysiz yolla üredi­
ği kabul edilir.
Likenlerin bazı türleri insanlar, bazıları da
hayvanlar için iyi bir besin kaynağı oluşturur.
Örneğin, Kuzey Kutup Bölgesi’nde yaşayan
rengeyikleri Ren likeniyle beslenir. Bazı li­ Emin Hakarar

kenlerden kimyasal deneylerde ayıraç olarak A ntalya'nın Kaş ilçesindeki Kaleüçağız köyünde
bulunan bir Likya mezarı.
kullanılan turnusol boyası elde edilir. Liken­
lerin parfüm yapımında yararlanılan türleri de
vardır. Bu canlıların yararları arasında belki geçirmesinden sonra Likyalılar bu devletin
de en önemlisi, çıplak kayalarda gelişerek yanında yer aldılar ve Kadeş Savaşı’na Hitit-
salgıladıkları asitlerle kayaların yüzeyinden ler’in yandaşı olarak katıldılar (bak. HİTİT-
küçük parçacıkların kopmasına ve böylece ler ). Hitit D evleti’nin yıkılmasından sonra
oluşan ince toprak katm anında başka bitkile­ Likya kent devletleri küçük birer güç olarak
rin yetişmesine olanak sağlamasıdır. varlıklarını korudu. İÖ 7. yüzyılın ilk yarısın­
A yrıca bak. MANTARLAR; YOSUNLAR. da bölgedeki kentler dış saldırılara karşı
birleşerek bir cumhuriyet yönetimi oluşturdu.
LİKYA, A nadolu’nun güneybatısında, Aksu 23 kentin delegelerinin bir araya geldiği
ile D alam an Çayı arasındaki bölgeye ilkçağ­ “Likya Birliği” Likyalılar’ı yönetmeye başla­
larda verilen addır. Bugünkü Muğla ilinin dı. Frigya ve Lidya bölgenin kentlerini ege­
doğu bölümleri ile Antalya ilinin batı bölüm ­ menlikleri altına alamadılar. Am a İÖ 6.
lerini kapsayan Likya’nın kuzeybatısında yüzyılın ortalarında A nadolu’yu işgal eden
Karya, kuzeyinde Frigya, kuzeydoğusunda Persler, Likya topraklarını da ele geçirdiler.
Pisidya ve Pamfilya bulunuyordu. Likya’da Persler dönem inde Likya Sart’taki satraplığa
ilk yerleşmeler İÖ 30. yüzyılın başlarında bağlı bir krallıkla yönetiliyor ve özel askeri
gerçekleşti. İÖ 20. yüzyılda bölgede Likyalı- gücüyle donanması bulunuyordu. Pers H ü­
lar’ın ataları olduğu sanılan Lukalar yaşamak­ küm darı Kserkses’in Y unanistan’ı ele geçir­
taydı. Lukalar İÖ 14.-12. yüzyıllar arasında mek için çıktığı seferde donanmasına Likyalı-
Doğu A kdeniz’de korsanlıklarıyla ün saldılar. lar 50 gemiyle katılmışlardı. Likyalılar İÖ 5.
Kıbrıs kralı, Mısır Firavunu A henaton’a yaz­ yüzyılın ortalarında Persler’e karşı oluşturu­
dığı bir m ektupta, her yıl adada bir kenti ele lan Delos Birliği’ne katıldılar. İÖ 4. yüzyılın
geçiren bu korsan kavimden yakınıyordu. ortalarında bölgedeki kentler bir kez daha
H erodot’a göre Likyalılar, Girit kökenliy­ birlik oluşturmaya çalıştı. İÖ 362’de Persler’e
diler. Hom eros ise İlyada 'da Likyalılar’ın karşı gerçekleştirilen ayaklanmaya katılan
Truvalılar’ın yanında savaştığından söz eder Likyalılar ayaklanma bastırıldıktan sonra
(bak. İLYADA). Hitit Devleti’nin A rzava’yı ele Karyalı M ausolos’un yönetimine verildiler.
256 LİMA

Likya'nın en zengin
kentlerinden biri olan
Ksantos (Kınık)
kentinin kutsal alanı.
Kentteki birçok yapıt,
bugün British
Museum 'da
sergilenm ektedir.

İsa Çelik

Bölge İÖ 334’te Büyük İskender tarafından lardan Olympos kentinin 7 km batısındaki


alındı. Ö lüm ünden sonra generallerince ku­ Yanartaş Tepesi’nde tarihöncesinden beri hiç
rulmuş olan devletler arasında birkaç kez el sönmeyen alev Yunan mitolojisine göre olim­
değiştiren Likya İÖ 190’da Rom alılar tarafın­ piyat meşalesinin yakıldığı yerdi.
dan R odos’a bırakıldı. İÖ 167’de tam anla­ Antalya ve Muğla illerini ayıran Eşen
mıyla birliğin sağlandığı Likya, Romalılar’m Çayı’nın kenarındaki Ksantos (Kınık), Likya’
ayrıcalık tanımasıyla özgürlüğüne kavuştu. nın başkenti sayılır. Likya’nın en zengin kenti
İÖ. 1. yüzyılın ortalarında Likya’nın Olympos olan Ksantos’taki birçok yapıt bugün İngilte­
(Çıralı) ve Phaselis (Tekirova) kentlerinde re’de British M useum ’dadır. Likya kentlerin­
üslenen korsanlar bölgeyi yağmaladılar. Baş­ den Myra (Dem re) ise ortaçağa kadar bir
langıçta buralarda yürütülen köle ticareti Hıristiyanlık merkezi olmuştur. Noel Baba
Rom alılar’ın giderek artan köle gereksinme­ geleneğinin yaratıcısı Aya Nikola burada ya­
lerini karşıladığı için korsanlık serbest bırakıl­ şamış, m etropollük yaptığı bu kentte ölmüş­
mıştı. Am a zamanla korsanların Rom alılar’a tür. Noel Baba geleneği Aya N ikola’nın her
zarar vermeye başlaması Rom a İm paratorlu­ yıl 26 A ralık’ta üç yoksul kız kardeşe birer
ğu’nun Kilikya eyaletini kurarak bölgeyi bu­ kese altın vermesini ölümünden sonra varlıklı
raya bağlamasına yol açtı. D aha sonra Likya kişilerin sürdürmesiyle doğmuştur.
tek başına eyalet oldu. İÖ 43’ten sonraki
yıllarda Likya gelişip zenginleşti. Savaşsız LİMA, Peru’nun başkenti ve en büyük kenti­
geçen bu yıllar yöredeki kentlerin zenginleş­ dir. Güney A m erika’nın batı kıyısında, ekva­
mesini sağladı. torun 12 derece güneyinde yer alır. Rimac
Likyalılar’ın yörelerinde yetişen servi ve Irm ağı’nın suladığı geniş ova üzerine kurul­
sedir ağaçlarından yararlanarak yaptıkları muş olan kent, yıllar boyunca genişleyerek
teknelerde kullandıkları ağaç katranı ve uygu­ Callao limanını da içine aldı ve Büyük Okya­
ladıkları “çivisiz geçme” yöntem inden bugün nus kıyısına uzandı. Lima’nın doğusunda And
de tekne yapımında yararlanılm aktadır. Ayrı­ Dağları yükselir. Bir deprem bölgesinde ku­
ca Likyalılar’ın mezar yapımı yöntemleri tahıl rulan Lima, 1646 ve 1687’de iki kez bu yüzden
ambarlarının yapımında sürm ekte; ahşap çat­ yıkıma uğradı ve tarihsel yapılarının çoğunu
kı ve yapım yöntem lerinden izlere de rastlan- yitirdi.
m aktadır. Kenti 1535’te İnkalar’ı yenen Francisco
Likya’da 60’a yakın kent kurulmuştu. Bun­ Pizarro kurdu. Bundan kısa bir süre sonra
LİMAN 257

kentin nüfusu da arttı ve konut sorunu ciddi


boyutlara ulaştı. Bugün gözalabildiğine uza­
nan gecekondu mahalleleri ile varlıklı kimse­
lerin oturduğu semtler çarpıcı karşıtlıklar
göstermektedir.
Lima’nın nüfusu 5.330.800’dür (1987).

LİMAN, gemilerin kötü ve fırtınalı havalarda


rüzgâr ve dalgalardan korunm ak için sığınabi­
lecekleri korunaklı bir yerdir. Limanlar rüz­
gâr, akıntı ve her yönden gelen dalgalara
karşı korunaklı olmanın yanı sıra, gemilerin
kolayca girip çıkabilmesine de elverişli olm a­
lıdır. Suların gelgitle alçaldığı zamanlarda bile
gemilerin su üstünde kalabileceği derinlikte
olması gereken limanda deniz yatağı, gemile­
rin demirlemesine uygun bir yapıda olmalıdır.
ZEFA
Ayrıca çoğunlukla gemilerin yüklenip boşal­
Peru'nun başkenti Lima'nın bir caddesinde iri tılması amacıyla kullanılan limanların yükle­
avokadolar ve çeşitli meyveler satan seyyar satıcılar. me ve boşaltmaya da elverişli olmaları ge­
rekir.
1551’de San Marcos Üniversitesi kuruldu. Bilinen en eski yapay limanlar denizci bir
Lima, 19. yüzyılın başlarına kadar İspanya ulus olan Fenikeliler’in yaklaşık 3.000 yıl önce
sömürge yönetiminin başkenti oldu. L übnan’da yaptıkları Sur ve Sayda limanları­
Kent deniz yüzeyinden 156 m etre yüksek­ dır. D aha sonra Tunus yakınındaki Kartaca
liktedir. Ekvatora yakın olmasına karşın so­ limanı ve Marsilya limanı yapılmıştır. Eski
ğuk Hum boldt Akıntısı’nın etkisiyle iklimi Yunanlılar’ın A tina yakınlarındaki Pire lima­
oldukça serindir. Nem oranı yüksekse de nı gibi doğal limanları vardı. Rom alılar ise
kentin ortalam a yıllık yağış miktarı 50 mili­ Rom a yakınında Tiber Irmağı ağzında O stia’
m etreden daha az olduğundan ürün elde da ve R om a’nm kuzeyinde, Civitavecchia’da
etm ek için kanallarla sulama yapılır. çok iyi limanlar yaptı. Roma İmparatorluğu
Lima ülkenin petrol işleme merkezidir. yıkıldıktan sonra çok az yeni liman yapıldı ve
K entte dokum a, plastik, ilaç ve kimyasal eskilerin çoğu bakımsızlıktan kullanılamaz
m addeler başta olmak üzere çeşitli sanayi durum a geldi.
kuruluşları vardır. P eru’nun madencilik ve Limanların ulusların ilerlemesindeki rolü,
tarım ürünleri Callao limanından dış ülkelere A vrupa’nın Akdeniz ve Atlas Okyanusu kıyı­
satılır. Lima, dış ülkelerden Peru’nun öbür larındaki ülkelerinde görülebilir. Doğal li-
kentlerinden çok daha fazla mal satın alır. Mustograph
Kent ayrıca önemli bir din ve eğitim m erkezi­
dir. Kentin çekirdeğini oluşturan eski Lima’
nın doğusunda ve batısında geniş caddeler
uzanır. Tagle Kulesi Sarayı, katedral ve Baş­
piskoposluk Sarayı deprem lerden kurtulabi­
len ender tarihsel yapılardır.
Lima’da yaşayan halk iki sınıfa ayrılır:
Varlıklı kesim genellikle İspanyol kökenlidir.
İspanyol ve Yerli kanşımı mestizolar ise çok
yoksuldur. Nüfusun büyük çoğunluğu Katolik
Kilisesi’ne bağlıdır.
Hızla büyüyen Lima’da göçlerle birlikte İskoçya'da bir balıkçı limanı.
258 LİMAN

m anian olan kentler büyüyüp zenginleşmiştir. Brezilya’da Rio de Janeiro, Şili’de Valpa-
Kuzey ve Güney A m erika’daki ilk yerleşme­ raiso, Fransa’da Le Havre, Avustralya’da
ler de bunun bir başka örneğidir. Buralarda Sydney ve K anada’da Vancouver öbür ünlü
kurulan ilk kasabalar her zaman akarsu ağız­ doğal limanlardır. Bazı doğal limanlar deniz
larında ya da gemiler için güvenli bir dem irle­ kenarından çok içeride olabilir. Örneğin,
me yeri bulunan korunaklı körfezlerde kurul­ Almanya Federal Cum huriyeti’nde Elbe Ir­
muştur. mağı üzerindeki Ham burg limanı kıyıdan 120
Ortaçağın ilk limanları İtalya’daki Venedik km içeridedir.
ve Cenova limanlarıdır. Ortaçağ boyunca bu İngiltere’nin Londra ve Liverpool limanla­
iki kentin ticareti artmış ve limanlarının geliş­ rı, İskoçya’nın Glasgow limanı, Hindistan’ın
tirilmesi gerekmiştir. Fransa’da akarsu ağızla- Kalküta limanı ırm ak ağzı ya da yakınında
nna kurulmuş olan Le Havre, Dieppe ve kurulmuş limanlara örnektir.
D unkerque gibi limanlar da bu dönemde
gelişti. Londra limanını Romalılar kurmuştu. Dalgakıranlar
Am a, İngiltere’de limanların gelişmesi Sanayi Denizde yapılmış duvarlar olan dalgakıranlar
Devrim i’nden sonra gerçekleşti. 19. yüzyılın limanın dış sınırını çizer ve liman içindeki
başında Londra limanı yeniden düzenlendi. suyun açık denizdeki dalgalardan etkilenm e­
Yeni doklar kuruldu ve im paratorluğun en sini önler. İngiltere’deki Dover ve Hindistan’
büyük ticaret limanı durum una geldi. 19. daki M adras limanı hemen hemen tümüyle
yüzyılda gelişmeye başlayan H ollanda'nın dalgakıranlarla oluşturulm uştur.
Rotterdam limanı ise yüklenen ve boşaltılan Dalgakıranlar genellikle kıyıdan başlayarak
malların tonajı bakımından dünyada birinci denizin içine doğru uzanır. Başlıca iki yön­
gelen bir ticaret limanıdır. tem le yapılır. Dolgu dalgakıranların yanları
Türkiye’nin en önemli limanları İstanbul, yamaç gibi eğimlidir. Temeli denizin içine yı­
İzmir ve Mersin limanlarıdır. İstanbul limanı ğılan taşlarla oluşturulur. Su yüzeyine yakla­
4.000 metreyi aşan rıhtım uzunluğuyla Türki­ şıldıkça daha büyük taşlar kullanılarak yığma
ye’nin en büyük limanıdır. 1876’da geliştirilen işlemi sürdürülür. En üste de suyun üzerinde
İzmir limanı Türkiye’nin en eski limanların- kalan bir duvar yapılır. İstanbul limanındaki
dandır. 19. yüzyılın ikinci yarısında gelişmeye dalgakıranlar bu türdendir. İkinci dalgakıran
başlayan Mersin limanı 1954 ve 1963’te yapı­ türü deniz yatağına bir duvar gibi örülerek
lan eklerle bugünkü boyutlarına ulaşmıştır. ZEFA
Bandırm a, Antalya, İskenderun, Giresun,
Derince ve Samsun Türkiye’nin ikinci derece­
de önemli limanlarıdır.
19. yüzyılda buharlı m akinelerin gelişmesi,
dalgakıranların yapılması için gerekli olan
büyük taş blokların taşınabilmesini, liman
yapımında kullanılan şahmerdanların ve tarak
gemilerinin yapımını sağladı.

Doğal Limanlar
Limanların çoğu akarsu ağızlarında ya da
karalarla çevrilmiş körfez gibi korunaklı yer­
lerde yapılmıştır. A B D , doğal limanlar bakı­
mından şanslıdır. New York kenti dünyanın
en güvenli ve en iyi doğal limanlarından
birine sahiptir. A B D ’nin, doğal limanı olan
öbür kentleri arasında Boston, Philadelphia
Baltim ore, San Francisco ve Seattle sayıla­
bilir. New York yük iskeleleri ve geride Manhattan.
LİMON 259

İzmir limanı
Türkiye'nin en eski
limanlarından biridir.

Orhan Durgut

yapılır. Duvarın suyun altında kalan bölümü­ naşmak için sıra bekleyen gemiler ve limanda
nün yapımında genellikle kesonlar kullanılır görevli öbür gemiler de bu şamandıraları
(bak. K eson ). Duvar tipi dalgakıranların yapı­ kullanır. Şam andıralar kalın bir zincirle deniz
mında kullanılan bloklar, dalgalara karşı yatağına demirlidir. Gemilerin halatları şa­
durabilmeleri için çok büyük ve ağır olma­ mandıra üzerindeki halkalara bağlanarak rüz­
lıdır. İngiltere’deki Dover, İsrail’deki Hay- gâr ve akıntılarla geminin yer değiştirmesi
fa ve Sri Lanka’daki Kolombo limanları- önlenir.
nın dalgakıranları duvar tipi dalgakıranlar­
dır. LIMON, portakal ve m andalina gibi turunç­
giller familyasında yer alan bir meyve ağacı­
Limanlardaki Öbür Yapılar dır. Kışın yapraklarını dökmeyen bu ağaç
ve Şamandıralar (Citrus limon) aynı anda hem tom urcuk, hem
Limanların bakımını genellikle liman yöneti­ çiçek, hem de yeni gelişen bir ucu çıkıntılı
mi yapar. Liman bakımının gerektirdiği yumurtamsı meyvelerini üzerinde taşır. Kendi
önemli işlerden biri, limanın derinliğini de­ haline bırakıldığında 6 metreye (hatta bazen 9
netlemek ve gerektikçe liman yatağını taraya­ metreye) boylanabilen limon ağaçları meyve­
rak limanın yeterli derinlikte olmasını sağla­ lerin kolay toplanabilmesi için genellikle bu­
maktır. danarak alçak boylu çalı boyutunda tutu­
Güvenli bir limanda deniz trafiğine yardım­ lur. Parlak yeşil, derimsi yapraklarla bir ara­
cı olacak bir sistem kurulmuştur. Deniz feneri da çok güzel bir görünüm oluşturan beyaz
kuleleri, fener gemileri, radyo uyarı sinyalle­ limon çiçekleri, portakal çiçekleri kadar kes­
ri, sis sinyalleri ve kurtarm a gemilerinden kin kokulu değildir. Nitekim, gıda, parfüm
oluşan bu sistem gemilerin güvenli bir biçim­ ve kozmetik sanayisinde yaygın olarak kul­
de limana girip çıkmalarına yardımcı olur. lanılan limon esansı, çiçeklerden değil mey­
Gemilerin geceleri ve siste limana girip çık­ velerin kabuğundan elde edilir. Esans kayna­
malarında bu sistem büyük önem taşır (bak. ğı olan, parlak sarı derimsi kabuğun beyaz,
D eniz F eneri ; Sey İR; Şamandira ). süngersi iç katm anından da pektin denen bir
Bazı limanlarda gemiler iskeleden açıkta, madde çıkarılır; pektin jölelere kıvam verici
şamandıralara bağlanır ve yükleri, gemiye olarak katılır ya da ishal tedavisinde kullanı­
yanaşan mavnalarla boşaltılır. İskelelere ya­ lır. Meyvelerin C vitaminince zengin, bol sulu
260 LINCOLN

mesi sağlanır. Ağaçlar dikimden dört yıl


sonra meyve vermeye başlar.
Limon henüz yeşilken toplanır. Yaralanıp,
berelenmesini önlemek için dikkatlice toplan­
dıktan sonra olgunlaşıncaya yani sararıncaya
kadar ışık almayan, nemli ve iyi havalandır­
malı depolarda bekletilir. Pazarlanmaya hazır
hale geldiğinde ince kâğıtlara sarılıp sandıkla­
nır. “Yatak limonu" denen bu tür limonlar
bozulmadan altı ay kadar dayanabildiğinden
kışın elde edilen ürün yaza kadar güvenle
saklanır. Bazen de sararmaya yüz tutmuş
limonlar toplanarak, bekletilmeksizin doğru­
dan satışa sunulur {bak. TURUNÇGİLLER).

LINCOLN, Abraham (1809-1865). A B D ’nin


16. başkanı Abraham Lincoln, ülkesinin en
büyük devlet adamlarından biridir. Kentucky
ZEFA
eyaletinin Hardin bölgesinde, yoksul bir çift­
Limon, hemen hemen bütün Akdeniz ülkelerinde
yetiştirilir.
çinin oğlu olarak dünyaya geldi. Dokuz yaşın­
dayken annesi ölen Lincoln, bir yıl kadar
okula gidebildi. Üvey annesinin özendirm e­
ve etli içi çok ekşi olduğundan doğrudan siyle çok okuyarak kendini yetiştirdi. 1830’da
yenmez; daha çok sıkılarak yemeklere, sala­ ailesinin Illinois’a taşınması üzerine Lincoln
talara, içkilere katılır ya da limonata hazırla­ Mississipi’de işleyen bir gemide iş buldu.
nır. Limon suyundan elde edilen sitrik asitten D aha sonra New Salem'de de çeşitli işlerde
ise m eşrubat üretiminde ve dokum a sanayi­ çalıştı.
sinde yararlanılır. Lincoln 1834’te Illinois Yasama Meclisi’ne
Anayurdunun H indistan’ın kuzeybatı ke­ seçilerek siyasal yaşama atıldı. Bu arada
simleri olduğu sanılan limon ağaçları yüzyıl­ hukuk çalışarak kendini yetiştirmiş ve 1836’da
lardır Güney A sya’da ve A nadolu’da yetişti­ baronun sınavından geçmeyi başarmıştı.
rilmektedir. 12. yüzyılda A raplar tarafından 1842’de Mary Ann T odd’la evlendi. Lincoln-
İspanya’ya götürülmüş, oradan da tüm A vru­ lar’ın dört oğlu oldu.
p a’ya yayılmıştır. Bugün, A frika’nın güneyin­ Ülkesinin siyasal yaşamında adını duyur­
deki Zim babve’den A B D ’deki California’ya m adan çok önce yetenekli bir avukat olarak
kadar dünyanın bütün ılıman yörelerinde sivrilen Lincoln’un başarısı, keskin zekâsı ve
yetiştirilmektedir. Dünya limon üretiminde sağduyusu kadar, dürüstlüğü ve adalete olan
ilk sıraları A B D ve İtalya alır. Bu ülkeleri bağlılığından da ileri geliyordu. D ört dönem
İspanya, Portekiz, A rjantin, Türkiye, Y una­ üst üste Yasama Meclisi’ne seçilen Lincoln,
nistan, Brezilya, İsrail ve Güney Afrika izler. bu dönemde köleliğin yeni kurulan batı eya­
T ürkiye’de en çok Akdeniz Bölgesi’nde yapı­ letlerinde de yasallaştırılmasını isteyenlere
lan limon üretimi yılda 350 bin tona varır. karşı çıktı. 1847’de Illinois’dan Kongre’ye
Limon ağaçlan, üstün nitelikli ağaçlardan seçildi. Bu sırada Meksika ile savaşa girilmiş­
alman sürgünlerin dayanıklı anaçlara, aşılan­ ti. Lincoln M eksika ile savaşın sürdürülmesin­
ması yoluyla çoğaltılır. Bunun için anaç ola­ den yana değildi. Meksika Savaşı’nın sonunda
rak genellikle turunç ya da portakal ağaçları ABD topraklannın genişlemesi, kölelik soru­
seçilir. Fidanlar iki yaşma geldiğinde limon nuna yeni bir boyut getirdi. Güneyliler A B D ’
bahçelerine aktarılır. Dikim genellikle 6 m et­ ye yeni katılan topraklarda köleliğin anaya­
re aralıklı sıralar halinde yapılır, böylece saya aykırı olmadığını ileri sürüyordu.
ağaçların birbirini sıkıştırmadan rahatça geliş­ 1856’da Cumhuriyetçi Parti’ye giren Lin-
LINDBERGH 261

coln, 1858’deki senato seçimlerinde rakibi


Stephen A. Douglas’ın karşısında yenilgiye
uğradıysa da, seçim kampanyası sırasında öne
sürdüğü köleliğe ilişkin görüşler ülkede geniş
tartışm alara yol açtı. 1860’taki parti kongre­
sinde başkan adayı seçildi ve M art 1861’de
A B D ’nin 16. başkanı oldu. Güneyliler Lin-
coln’un başkan seçilmesini tepkiyle karşıladı.
Bu sırada köleliğin varlığını sürdürdüğü 15
eyalete karşılık, 19 özgür eyalet bulunuyordu.
Lincoln resmen başkanlık görevine başlama­
dan önce Güney Carolina bağımsızlığını ilan
etti. Bundan sonraki bir yıl içinde 10 Güney
eyaleti daha bağımsızlığını ilan etti. Bu eya­
letler Jefferson Davis’in başkanlığında A m e­
rika K onfederasyonu'nu kurdu.
Güney Carolina’nın Sum ter Kalesi’ni kuşa­
tıp •'île geçirmesiyle A m erikan İç Savaşı başla­
dı. 1 Ocak 1863’te Lincoln, Güney eyaletle­
rinde köleliğin kaldırıldığını açıkladı. Lincoln’
un başkanlık süresinin hem en tam amı ayrı­
lıkçı Güney eyaletleriyle savaşmakla geçti. US Information Service
Lincoln’un karşılaştığı en önemli sorun, Başkan Abraham Lincoln oğlu Tad ile birlikte.
R obert E. Lee ve Thom as J. Jackson gibi
yetenekli Güneyli generallere karşı başarılı teslim oldu. Bu bozgunu öbür Güneyli ordu­
olabilecek bir kom utan çıkarabilmekti. Sava­ ların teslim olmaları ve köleliğin kaldırılması
şın ilk yıllarında Kuzeyli ordular üst üste izledi.
yenilgiye uğramıştı. M art 1864’te Lincoln, Lincoln başkanlığı sırasında birçok önemli
G eneral Ulysses S. G rant’ı başkomutanlığa yasa çıkarttı. Yeni bir kâğıt para uygulama­
getirdikten sonra bu durum değişti. Lincoln sından başka, beş yıl süreyle hazine toprakları
çok sayıda askerin de oy kullandığı 1864 üzerinde yaşayan ve işletenlere özel mülkiyet
seçimlerinde yeniden başkan seçildi. hakkı tanındı.
1865’te G eneral L ee’nin 25 bin kişilik 14 Nisan 1865’te karısı ile birlikte Washing-
yorgun ve dağınık ordusu, General G rant’a ton’daki Ford Tiyatrosu’nda, John Wilkes
Booth adında bir Güneyli’nin silahlı saldırısı­
Hutchison Library na uğradı ve öldü.
A b r a h a m L in c o ln d ü r ü s tlü ğ ü , d e m o k r a s iy e
b a ğ lılığ ı v e a ç ık s ö z lü lü ğ ü y le h a lk ı n ı n se v g i v e
b a ğ lılık la a n d ığ ı b ir d e v le t a d a m ıd ır (bak.
A m e r ik a B i r l e ş i k D e v l e t l e r î ; K ö le lîK : S iy a h
AMERİKALILAR).

LINDBERGH, Charles Augustus (1902-


1974). A B D ’li pilot Charles Lindbergh, hava­
cılık tarihinin en ünlü adlarından biridir.
1927’de Atlas O kyanusu’nu tek başına ve
kesintisiz bir uçuşla geçen ilk pilottur.
Lindbergh, A B D ’de D etroit kentinde doğ­
Lincoln'un VVashington'daki anıt mezarı. Her biri
Lincoln dönem indeki bir eyaleti sim geleyen 36 du. Uçuş okuluna girmek için üniversite
sütunu vardır. eğitimini bıraktı. 1926’da posta pilotu olarak
262 LINNAEUS

A BD Savunma Bakanlığı ve Ulusal Flavacılık


Danışma Komitesi gibi kuruluşlarda danış­
manlık yaptı.

LINNAEUS, Carolus (1707-1778). Bugün,


bilinen pek çok bitki ve hayvanın Latince
bilimsel adını İsveçli botanik bilgini Carolus
Linnaeus vermiştir. Gerçek adı Cari Von
Linne olan Linnaeus, İsveç’in güneyindeki
R ashult’da doğdu. Babası papazdı ve oğlunun
yerine birlikte uçtular. da kendisi gibi bir din adamı olmasını istiyor­
du. Am a bir süre sonra, ailesi küçüklüğünden
St. Louis ile Chicago arasında uçmaya başla­ beri bitkilerle ve doğayla ilgilenen genç Lin-
dı. New York-Paris arasında hiç durm adan naeus’un bu ilgisini göz ardı edem eyerek
yapılacak bir uçuş için ödül verileceğini öğre­ onun tıp öğrenimi görmesine izin verdi.
nince St. LouisTi bir grup işadamının deste­ Başta Uppsala olmak üzere, İsveç’teki çe­
ğiyle bu uçuşu gerçekleştirmeye girişti. Lind- şitli üniversitelerde eğitim gördükten sonra,
bergh S p ir it o f St. Louis adlı tek kanatlı bir tıp doktorasını almak üzere H ollanda’ya gi­
uçakla 20 Mayıs 1927’de New Y ork’tan hava­ den Linnaeus burada kendisini üne kavuştu-
landı ve 33,5 saatlik bir uçuştan sonra 21
Mayıs’ta Paris’e indi. Fırtınalar ve yoğun sis Hulton Picture Librarv
içindeki uçuşu süresince dış dünyayla hiçbir
radyo bağlantısı yoktu. Bu cesur girişiminin
başarısı Lindbergh’i uluslararası bir kahra­
man yaptı. Lindbergh, bu serüvenini anlattığı
The Spirit o f St. Louis (1953; “St. Louis
R uhu”) adlı kitabıyla Pulitzer Ö dülü’nü ka­
zandı.
Lindbergh 1929’da, bir diplomatın kızı olan
ve birçok kez birlikte uçtuğu havacı arkadaşı
Anne M orrow ile evlendi. 1930’da doğan
oğulları Charles Lindbergh J r .’ın 1932’de
kaçırılarak öldürülmesiyle aile büyük bir acı
yaşadı. Lindbergh’in uluslararası bir ünü ol­
duğu için basının çok ilgi gösterdiği dava­
nın sonunda suçlu bulunan Bruno Richard
Hauptmann 1936’da idam edildi. Lindbergh-
ler bu olaydan sonra A vrupa’ya yerleşti.
1930’lann sonuna doğru Alm anya’ya giden
Lindbergh, Nazi Alm anya’sının hava gücü­
nün hızla gelişmesiyle ilgili uyarılarda bulun­
du. Alm an hüküm etinin 1938’de Lindbergh’e
bir madalya vermesi, hakkında eleştirilere yol
açtı. II. Dünya Savaşı’nın başlamasından son­
ra A B D ’nin savaşa katılmamasını öğütleyen
Lindbergh, ülkesinin Alm anya, İtalya ve Ja­
ponya’ya karşı savaşa girmesinden sonra önce
danışman olarak sonra da Büyük O kyanus’ta Carolus Linnaeus'un tanınmasında önem li bir rol
oynayan Flora Lapponica ("Laponya'nın Bitki
savaş uçağı pilotu olarak görev aldı. Lind­ Ö rtüsü") adlı kitabının Laponya'daki doğal yaşamı
bergh savaştan sonra ticari bir havayolu, betimleyen ilk sayfası.
LİRKUŞU 263

ran bazı çalışmalar yayımladı. Bunların başın­


da Laponya’nın bitki örtüsünü araştırmak
üzere yaptığı inceleme gezisinin sonuçları
gelir.
H ollanda’da kaldığı süre içinde dönemin
ünlü bilim adamlarıyla dostluk kuran Linnae-
us başarılı bir botanikçi olarak kabul edil­
di. Birkaç ay İngiltere’de kaldıktan sonra
1738’de İsveç’e geri dönerek, Uppsala Ü ni­
versitesinde profesör oldu ve yaşamının geri
kalan yıllarını burada geçirdi.
Bitkileri sınıflama ve tanımlama çalışmala­
rına daha öğrencilik yıllarında başlayan Lin-
naeus bitki ve hayvanları adlandırm ak için
“ikili adlandırm a” denen bir sistem geliştirdi.
Bu sisteme göre, her bitkiye ilki bitkinin
cinsini, İkincisi türünü belirten iki Latince ad
Nezih Başgelen
verdi. Örneğin, çayırpapatyasına B ellisperen-
Daphne'de (Harbiye) bulunan Örfe mozaiği Hatay
nis adını koydu; burada Bellis cinsin perennis Arkeoloji Müzesi'nde sergilenm ektedir.
ise türün adıdır.
Linnaeus, bitkileri sınıflandırma sistemini kadar kullanıldı. D aha sonraları yayla çalman
her çiçeğin sahip olduğu erkek ve dişi üreme türleri ortaya çıktı.
organlarının sayısına göre düzenledi. Kısa
sürede benimsenen bu sınıflandırma kendisin­ LİRKUŞU, adım yalnız erkeklerinde bulunan
den sonraki botanikçilere tem el oluşturdu ve görkemli kuyruk tüylerinden alır. Bu kuştüy-
yol gösterdi. D aha sonra, hayvanlar için de leri Eski Y unanlılar’ın kullandığı telli bir çalgı
benzer bir sistem geliştiren Linnaeus tüm olan lire benzer. “Lir” 16 telekten oluşur.
hayvanları özel işlevi olan organlarına daya­ Dıştaki enli telek çifti lirin kolları biçiminde
narak sınıflara ayırdı (bak. ZOOLOJİ). kıvrılmıştır. O rtada yer alan telek çifti uzun
ve serttir. Öbür 12’si ise yelpaze gibi yayılarak
LİR, Eski Y unan’da yaygın olarak kullanılan lirin tellerini çağrıştırır.
telli bir çalgıydı. Atasının 4.000 yıl önce Lirkuşunun iki türü vardır. Görkemli lirku-
Süm erler tarafından kullanılan gövdesi kutu şu (Menura novaehollandiae) ve A lbert lirku-
biçimindeki çalgı olduğu sanılmaktadır. Ça­ şu (M enura alberti) adlarıyla tanınan bu
nak biçimli lirler genellikle kaplum bağa kabu­ türlerin ikisi de Avustralya’nın güneydoğu­
ğunun iki yanma, yukarıya do'ğru uzanan iki sundaki ormanlık kesimlerde yaşar. Renkleri
kol takılarak yapılırdı. Teller, kolları birleşti­ kahverengidir. Dişilerin erkeklere göre çok
ren yatay çubukla gövdenin altındaki kuyruk kısa ve kama biçiminde bir kuyruğu vardır.
bölümü arasına gerilirdi. Tel sayısı değişken­ Böcekler ve salyangozlar başlıca besinlerini
di, parm akla çekilerek ya da mızrapla çalınır­ oluşturur. Çok hızlı koşar, hem en hiç uç­
dı. Çalgı, yatay çubuk üzerindeki deri sargıla­ mazlar.
rın arasına sokulan çivilerle ya da tahta Yaklaşık horoz iriliğinde olan görkemli
kamalarla akort edilirdi. lirkuşunun erkeği tıpkı horozlar gibi gösterişli
Eski Y unan’da kullanılan lirin bir başka bir tavırla dolaşır. Dişiye kur yapacağı zaman
türü olan kitaranın (kithara) kolları ahşap önce çalı çırpı ve yapraklardan bir düzlük
gövdenin uzantısı biçimindeydi ve gövde ku­ oluşturur. Gösteri sırasında kuyruğundaki be­
tuya benzerdi. Eski Y unan’da Hom eros gibi yaz tüyleri yelpaze gibi sallayarak öne doğru
büyük şairler destanlarını kitara eşliğinde kıvırır ve çok uzaklardan duyulan bir sesle
okurlardı. Asya ve A frika’da çok çeşitli türle­ öter. Ö terken öbür kuşların ve hayvanların da
ri olan lir, A vrupa’da ortaçağın ortalarına seslerini taklit eder.
264 LISTER

Pasteur’ün çalışmalarından bakterilerin ma­


yalanmaya ve kokuşmaya yol açtığını öğre­
nince, yaralardaki iltihaplanmanın da mik­
roplardan ileri geldiğini, dolayısıyla yaraların
iyileşebilmesi için önce mikropların öldürül­
mesi gerektiğini anladı.
Pasteur’ün mikrop kuramını uygulamaya
karar veren Lister, antiseptik denen kimyasal
m addelerle mikropları yok etm enin yollarını
araştırmaya başladı (bak. ANTİSEPTİK). Kul­
landığı bütün ameliyat aletlerini fenolde kay­
nattı; ayrıca havadaki bakterileri öldürm ek
için ameliyat salonuna fenol buharı püskürt­
tü. Bu önlem ler gerçekten yararlı olmuştu,
ama fenol dokulara zarar verecek kadar
Çiftleşme mevsiminde erkek lirkuşu lir biçimindeki
güçlüydü. Bu nedenle Lister, fenolü başka
görkem li kuyruğunu sergileyerek dişisine kur yapar. sıvılarla karıştırarak daha hafif ve kullanışlı
bir antiseptik elde etmeye çalıştı. Ayrıca,
Lirkuşları yaşamları boyunca tek eşli kalır. yaraları çok temiz tutm anın önemini kavradı­
Dişiler kubbe biçiminde geniş bir yuva hazır­ ğı için, gazlıbez denen tülbent gibi ince
lar, bu yuvaya koyu renkli ve lekeli tek bir sargıların kullanımına öncülük etti. 1867’de
yum urta bırakırlar. Dişi yuvada kaldığı sürece de cerrahide antiseptiklerin kullanımına iliş­
erkek, fazla uzaklaşmadan ötmesini sürdürür; kin ayrıntılı bir rapor yayımladı. Bugün çağ­
ama yuvaya hiç uğramaz. Yavru 3-4 yaşma daş ameliyat salonlarında uygulanan bütün
kadar anne ve babasının yanında kalır. Böyle­ sterilizasyon (mikropsuzlaştırma) yöntemleri
ce bir lirkuşu ailesinde değişik yaşlarda 2-3 Lister’ın bu çabalarından doğmuştur.
yavru bulunabilir. Eskiden ameliyat sırasında kesilen kan
damarları kenevir ya da ipek ipliklerle bağla­
LISTER, Joseph (1827-1912). İngiltere’nin nır, uçları yaradan sarkacak biçimde bırakılan
en büyük cerrahlarından biri olan Joseph bu iplikler sonradan kesilerek alınırdı. Bu
Lister, ameliyatlarda antiseptik denen m ikrop yöntemin yaraların mikrop kapmasına yol
öldürücü m addelerin kullanımına öncülük et­ açabileceğini fark eden Lister, vücutta kendi­
miştir. Zengin bir şarap tüccarının oğlu olan liğinden ayrışabilecek doğal bir madde kul­
ve Essex’teki U pton kentinde doğan Lister, lanmayı düşündü. Bugün bile ameliyat yarala­
daha 14 yaşındayken cerrah olmayı kafasına rını dikmek için kullanılan ve “kedi bağırsağı”
koymuştu. Tıp öğrencisi olduğu yıllarda, İn­ anlamındaki İngilizce catgut terimiyle adlan-
giltere’de eterin anestezik olarak kullanıldığı dırıldığı halde gerçekte koyun bağırsağından
ilk ameliyatı izledi. Hastaların korkunç ağrı­ yapılan katgüt adlı ameliyat ipliği böylece
lar duymaksızın ameliyat edilebilmesini sağla­ cerrahi alanına girmiş oldu.
yan anestezi yöntemi cerrahinin gelişmesi Glasgow ve Edinburgh’ta cerrahi profesör­
açısından büyük bir adımdı (bak. ANESTEZİ). lüğü yapan Lister, 1877’de aynı görevle Lon­
Ne var ki, yapılan ameliyatların sayısı arttıkça d ra’daki Kraliyet Koleji’ne geçti. 1897’de de
ameliyat sonrası ölüm oranı da hızla yükseli­ Kraliçe Victoria tarafından baron unvanıyla
yordu. Uzmanlığını yeni tamamlamış bir cer­ ödüllendirildi.
rah alarak İskoçya’da çalışmaya başlayan
Lister, ameliyat edilen her üç ya da dört LISZT, Franz (1811-1886). M acar besteci ve
hastadan birinin çok geçmeden öldüğünü piyanist Franz Liszt, gelmiş geçmiş en büyük
görerek dehşete kapılmıştı. piyano virtüözlerindendir. Sanatçı özgün ve
Bu ölümlerin nedenini yıllarca boşuna araş­ coşkulu yapıtlarıyla romantik müziğin simgesi
tırdı. Am a 1865’te büyük Fransız bilgini Louis sayılır.
LİTVANYA 265

çalıştı. O dönemde aralarında H ector Berlioz


ve Richard W agner’in de bulunduğu birçok
yetenekli besteciyi çevresinde topladı ve Wei-
m ar’ı A vrupa’nın en önemli müzik merkezle­
rinden biri durum una getirdi. Kızı Cosima
sonradan W agner’le evlendi.
Liszt beste yapmaya daha sekiz yaşında
başlamıştı. İlk önemli yapıtlarını 1830’larda
vermesine karşın, en verimli dönemini Wei-
m ar’da yaşadı. O yıllarda bestelediği en
önemli yapıtları Üstün İcra Etütleri , Hac
Yılları, Dante ve Faust senfonileridir.
Şaşırtıcı bir üretkenlikle çalıştığı bu dönem ­
de ünlü bestecilerin ve kendi yapıtlarının
çoğunu yeniden gözden geçirerek yorumladı
ve bazılarını piyanoya uyarladı. Çevresindeki
genç bestecilerin tanınmasında önemli bir rol
oynadı. Ne var ki, yeniliklere açık tutum u ve
Prenses Carolyne Sayn-W ittgenstein’la olan
ilişkisi tutucu saray çevresinde hoş karşılan­
madı. 1858’de W eim ar’daki görevini bıraktı,
1861’de R om a’ya yerleşti.
Hulton Picture Library Yaşamının geri kalan bölümünü Rom a,
Franz Liszt henüz 21 yaşındayken üstün yetenekli bir W eimar ve Budapeşte arasında geçirdi, çok
piyano virtüözü olarak tanındı. sayıda genç piyanist yetiştirdi. Kızı Cosima’y-
la ilişkisi yüzünden uzun süre dargın kaldığı
Raiding’de (bugün A vusturya’da) doğan W agner’le 1872’de barıştıktan sonra Bayre-
Liszt, ilk piyano derslerini babasından aldı. uth’taki festivale düzenli olarak katıldı.
İlk piyano resitalini ise dokuz yaşındayken 1886’da festivale katılm ak için çıktığı yolcu­
verdi. 1821’de dönemin ünlü müzik öğretm e­ lukta zatürreeden öldü.
ni Kari Czerny’den ders almak üzere Viyana’ Liszt piyanodaki olağanüstü virtüözlüğünü
ya gönderildi. Viyana’daki ilk konserini 11 göstermek için çalınması çok güç parçalar
yaşındayken veren Liszt, üstün yeteneğiyle yazdı. Bunlardan en tanınmış olanları Macar
dinleyicileri derinden etkiledi. O yıllarda art R apsodileri , iki piyano konçertosu (1839-61),
arda başarılı konserler verdi ve büyük besteci 12 senfonik şiir ve 1853’te tamamladığı Si
Beethoven ile tanıştı. M inör Sonafiıv. Liszt'in Faust ve Dante sen­
Liszt 1823’te müzik eğitimi görmek üzere fonilerinde olduğu gibi bir öyküyü orkestra
ailesiyle birlikte Paris’e taşındı. 1824 M art’ın- müziğiyle anlatma denemesi, onun müziğe
da verdiği ilk konserde olağanüstü bir başarı getirdiği önemli yeniliklerden biridir. 700’ü
kazandı. Bundan sonraki 25 yıl boyunca aşkın bestesi bulunan sanatçının ayrıca müzik
İsviçre’de, İngiltere’de, Rusya’da, Türkiye' üzerine çok sayıda kitabı ve denemesi vardır.
de, Portekiz’de ve İrlanda’da parlak konser­
ler vererek uluslararası üne kavuştu. Paris’te LİTOGRAFİ bak. T a ş b a s k i
H ector Berlioz, Frederic Chopin, Felix Men-
delssohn ve Victor Hugo gibi ünlü besteci ve LİTVANYA. Litvanya Sovyet Sosyalist Cum ­
yazarlarla tanıştı. huriyeti, SSCB’yi oluşturan 15 cumhuriyetin
1848’e kadar süren turne ve konserler en küçüklerinden biridir. 1918-40 arasında
yüzünden oldukça yorgun düşen Liszt, Wei- bağımsız bir devlet olan Litvanya'nın ulusal
m ar’a yerleşti. W eimar grandükünün sarayın­ tarihi 13. yüzyıla dayanır.
da müzik yönetmeni ve orkestra şefi olarak Baltık Denizi kıyısında yer alan Litvanya’
266 LİTVANYA

Verimsiz topraklarda patates, çavdar, yulaf


ve şekerpancarı yetiştirilir. Hayvancılık da
önemlidir. Çok sayıda domuz, sığır, koyun ve
kaz beslenir. Köm ürü, petrolü ve m adenleri
bulunmayan Litvanya’da fabrika sayısı da
azdır. Nyemen Irmağı’nın üzerinde, Kaunas
yakınlarında bir hidroelektrik santral vardır.
Vilnius’a borularla doğal gaz sağlanır. Nye-
m en’in 670 kilometrelik bölümü trafiğe açık­
tır. K eresteler ırm akta salla taşınır. Önemli
kentler 582.000 (1989) nüfuslu başkent Vilni-
us, Kaunas ve bir liman kenti olan Klaipe-
d a’dır.
Halkın yüzde 80’i Litvanyalı’dır, geri kalan
nüfus eşit oranda PolonyalIlar ve Ruslar’dan
oluşur. Kendi özgün dilleri ve kültürleri olan
Litvanyalılar, güzel halk öykülerini yüzyıllar­
dır kuşaktan kuşağa aktarmışlardır. Halkın
büyük bölümü Katolik Kilisesi’ne bağlı ol­
makla birlikte az sayıda Protestan da vardır.

Tarih
Litvanyalılar ilk kez 13. yüzyılda, ülkelerine
saldıran Töton Şövalyeleri’ne karşı birleştiler.
D aha sonra topraklarını genişleterek 15. yüz­
Camera Press yılda U krayna’nın büyük bir bölümü ile Be­
Litvanya'mn başkenti Vilnius'ta çocuklar, kardan yaz Rusya’yı da kapsam ak üzere, Baltık
adam yapıyor. Denizi ile Karadeniz arasında kalan bölgeyi
tümüyle egemenlikleri altına aldılar.
nın kuzeyinde Letonya Sovyet Sosyalist Cum ­ 13. ve 14. yüzyıllarda Litvanya daha çok
huriyeti, güneybatısında Polonya ve Rusya Rusya’nın ve O rtodoks Kilisesi’nin etkisi al­
Federe Sovyet Sosyalist Cum huriyeti’ tında kaldı. 1386’da Litvanya G randükü II.
nin bir bölümü, güney ve güneydoğusunda Wladyslaw Jagiello’nun Polonya Kraliçesi
Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Jadvviga ile evlenmesi sonucunda, iki ülke
bulunur. Litvanya’mn yüzölçümü 65.200 1569’a kadar tek yönetim altında birleşti ve
km2’dir. Ülke yer yer bataklık ve turbalıklarla önemli bir güç durum una geldi. Polonya’nın
kaplı düzlüklerden oluşur. Batıya doğru akan ve Katolik Kilisesi’nin etkisi de ön plana
Nyemen Irmağı’nın döküldüğü Baltık Denizi’ geçti. 1569-1795 arasında ise Polonya ile
nin kıyıları kumullarla kaplıdır. Buzulların Litvanya tek bir devlet halinde birleşmek
oluşturduğu çok sayıda küçük göl vardır. üzere bir antlaşma yaptılar.
Ülkenin büyük bölümünü, Nyemen Irm ağı’ 1795’te Litvanya, Rus Çarlığı’na bağlandı.
nın suladığı alçak ve düz bir ova oluşturur. Rusya’ya karşı iki ayaklanma başarısızlıkla
Doğuda, göllerin yer aldığı engebeli bir bölge sonuçlandı. Çarlar Litvaııya’daki ulusal dire­
vardır. Toprak verimsizdir; ülkenin yüzde nişi sert yasalar ve sınırlamalarla yok etm eye,
17’si daha çok köknar ve çamlardan oluşan Katolik dininin yerine O rtodoksluk’u kabul
orm anlarla, yüzde 25’i de çayır ve otlaklarla ettirm eye çalıştılar. Litvanya dili unutturul­
kaplıdır. Yazlar serin, kışlar soğuk geçer. maya çalışıldı ve zaman zaman yasaklandı. I.
Yılın dört ayında, sıcaklık donma noktasının Dünya Savaşı süresince bazen Alm an, bazen
altındadır. de Rus ordularının işgali altında kalan Litvan­
Halkın çoğu tarım ve ormancılıkla geçinir. ya, 1918’de bağımsızlığını ilan etti.
LIVERPOOL 267

İki dünya savaşı arasında tarım ürünlerinin


devletçe desteklendiği kooperatifler kuruldu.
Büyük toprak sahiplerinin topraklarına doku-
nulmadıysa da, topraksız köylülere bazı ola­
naklar sağlandı. İlköğretim zorunlu oldu ve
ulusal bir üniversite kuruldu. Dem okratik bir
anayasa hazırlandıysa da yürürlüğe konmadı.
Cum huriyet, kısa öm rünün büyük bölümünde
bir diktatörlük olarak kaldı.
1939’da Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı’
nın imzalanmasından sonra SSCB, Litvanya’
da askeri üsler kurdu. 1940’ta SSCB yanlısı
Litvanya hüküm etinin kararıyla Litvanya
SSCB cumhuriyetleri arasına girdi. II. Dünya
Savaşı sırasında 1941-44 arasında ülke Alman Zamanla eski önem ini yitiren Liverpool,
Merseyside'daki görkem li yapılarıyla etkileyici bir
işgali altında kaldı.
kenttir.
Savaş sonunda, 1945’te Litvanya Sovyet
Sosyalist Cumhuriyeti, limanı Klaipeda ile Katedrali ile yapımı 1967’de tam am lanan m o­
başkenti Vilnius’u yeniden ele geçirdi. Siyasal dern Christ the King K atedrali’dir.
ve ekonomik açıdan SSCB’ye bağlı olan 18. yüzyılda ticaret ve sanayileşmeye bağlı
Litvanya’da okullarda anadil Litvanca’nın olarak başlayan yeniden yapılaşma süreci ve
yanı sıra Rusça zorunlu ders olarak okutu­ büyük göç dalgaları kentte çok sayıda yeni
lur. yapının ortaya çıkmasına yol açtı. Bununla
Litvanya Yüksek Sovyeti’nde 11 M art birlikte kent özgünlüğünü yitirmedi.
1990’da, tek yanlı bağımsızlık kararı alınarak, Liverpool’da ilk yerleşim yerleri 13. yüzyıl­
milliyetçi SA JU D IS’in (H alk Cephesi Örgü­ da Kral John’un yaptırdığı kale çevresinde
tü) önderi olan Vitautas Landsbergis devlet gelişti. Ülkenin batı kıyısında kurulmuş olma­
başkanı seçildi. sı 18. yüzyılda, Am erika ile Batı Hint Adaları
Litvanya kültürel geleneği yazı, şiir ve arasındaki ticarete bağlı olarak, kentin hızla
mimari yanında seramik, ağaç oymacılığı ve gelişmesini sağladı. Liverpool’dan yola çıkan
dokum a gibi el sanatlarıyla sürm ektedir. gemiler, A frika’dan Batı Hint A d alarin a
Litvanya’nın nüfusu 3.682.000’dir (1988). köle götürüyor, oradan da limana şeker,
baharat, tütün ve pam uk getiriyordu.
LIVERPOOL, İngiltere’nin altıncı büyük ken­ 1807’de İngiltere’de köle ticaretinin yasak­
ti ve en önemli liman kentlerinden biridir. lanmasıyla kent pamuk ticaretine yöneldi.
Ülkenin batısında, Mersey halicinin kuzey A m erika’dan, Lancashire’deki dokum a fabri­
kıyısında yer alır. 19. yüzyılın sonlarına kadar kalarına pamuk getiren gemilerin yanaştığı
ülkenin en önemli limanıyken, II. Dünya bir liman durum una geldi. Bugün Liverpool
Savaşı’ndan sonra Batı Afrika ile yapılan dış ülkelerden tahıl, şeker, meyve, kauçuk,
ticaretin azalmasına bağlı olarak eski önemini dondurulm uş et ve kereste satın alm akta,
yitirdi. dışarıya kimyasal m addeler, demir ve çelik
Gene de, Mersey Irmağı kıyısında 11 kilo­ satm aktadır.
metrelik bir şerit boyunca uzanan Liverpool Merseyside yakınlarında bulunan sanayinin
rıhtımları yükleme ve boşaltma işlemlerinin gerilemesine karşılık, Liverpool bölgenin
aralıksız olarak sürdüğü, canlı bir ticaret ekonomik yaşamında hâlâ önemli bir rol
odağıdır. oynamaktadır.
İngiltere’nin en eski yapıları Liverpool’da- Nüfusu yaklaşık 483.000’dir (1986). Nüfu­
dır. Kentin başlıca dinsel yapıları yüksekliği sun bir bölümünü 1840’larda İrlanda’da baş
100 m etreyi geçen kulesiyle İngiltere’nin en gösteren kıtlık sırasında kente göç eden İrlan­
büyük katedrali olan Liverpool Anglikan dalI göçmenler oluşturur.
268 LIVINGSTONE

LİVİNGSTONE, David (1813-1873). İskoç rini kazıdığı ağaç, bugün hâlâ olduğu gibi
misyoner David Livingstone A frika'da yürüt­ durm aktadır. Livingstone, 1856’da Hint O k­
tüğü keşif çalışmalarıyla olduğu kadar acıma­ yanusu kıyısındaki Kilimane’ye (bugün Mo­
sız köle ticaretine son verilmesi konusundaki zambik sınırları içinde) vardı. Bu yolculukla
çabalarıyla da tanınır. ilgili kitabı, Afrika coğrafyası konusunda
David Livingstone, Lanarkshire’daki önemli bir başvuru kaynağı oldu.
Blantyre'da yoksul ve dindar bir ailenin çocu­ Amacı yeni sömürgeler bulmak olan İngiliz
ğu olarak dünyaya geldi. 10 yaşındayken bir hüküm eti, Livingstone’u 1858’de Doğu ve
dokuma fabrikasında çalışmaya başladı. İlk O rta A frika’da araştırma gezileri yapmakla
kazancıyla bir Latince dilbilgisi kitabı alan görevlendirdi. Sonraki beş yıl içinde Living­
küçük David, daha o yaşta doktor olmayı ve stone ve arkadaşları Nyasa G ölü’nü ve çevre­
Hıristiyanlık'ı yaymak için çalışmayı aklına sini keşfetti. Bu bölgenin hemen yakınından
koymuştu. Akşamları kitabını elinden düşür­ köle tüccarlarının zincire vurulmuş Afrikalı
müyor, hatta fırsat buldukça çalışabilmek için erkek, kadın ve çocukları İran ve A rabistan’a
işe giderken bile yanma alıyordu. 1838’de gönderilmek üzere kıyılara götürdükleri bir
Londra Misyoner D erneği’ne kabul edilerek yol geçiyordu. Livingstone bu acımasız ticare­
eğitim gördü ve 1840’ta doktor oldu. ti önlemek için çaba gösterdi.
Çin’e gönderilmeyi umut ederken Güney Kısa bir süre İngiltere’de kalan Living­
A frika’da Bechuanaland’da (bugün Botsva- stone, 1866’da Z engibar’dan 36 Hintli ve
na) Kurum an’a misyoner olarak atandı. Afrikalı yardımcısıyla birlikte üçüncü büyük
1841’de K urum an’a vardıktan sonra bir yan­ yolculuğuna çıktı. Niyeti köle ticaretini engel­
dan A frikalılar’ın dillerini ve yaşam biçimleri­ lemeye çalışmak, ayrıca Nil Irm ağı’nın kayna­
ni öğrenmeye çalışırken, öte yandan misyo­ ğının bulunduğunu düşündüğü Nyasa ve Tan-
nerlik merkezleri kurmaya elverişli yerler ganika gölleri arasındaki bölgeyi keşfetmekti.
aradı. Bu yolculuklardan birinde bir aslanın 36 kişilik ekibi çok geçmeden 4-5 kişiye düştü;
saldırısına uğradı ve sol om zundan onu öm ür bu arada ilkyardım çantası çalındı. Yolculuk
boyu sakat brrakacak bir yara aldı. 1884’te bir
misyonerin kızı olan Mary M offat’la evlendi. 5>\ A8 ^7 Ujiji
Ş/iĞtoria

Karısı, çocuklarının eğitimi için İskoçya’ya NvangwfeİW


(29 Mart. 1871) N
'% A l 1
o
U" Va" Vembe

dönünceye kadar birçok yolculuğunda ona Zengibar<j


Tanganika
eşlik etti. Livingstone, asıl görevinin, kendin­ J
M w e ru /7 lf
s' i'poiu
pölü
Nyasa
N)
den sonraki kuşaklar için A frika’nın hiç bilin­ Gölü
flfiMMHSanid
meyen orta kesimini keşfetmek olduğu dü- v
Cfritambo's* v '1
■ !o> (o a \
« 52-
(0 1 * 9 0 y e r j V jS g j$
şüncesindeydi.
1849’da iki arkadaşıyla birlikte yaptığı ilk
önemli keşif gezisinde kuzeye doğru ilerleye­
rek Kalahari Çölü’nü aştı ve Ngami G ölü’nü
buldu. 1851’de Zambezi Irm ağı’na ulaşan
Livingstone bu keşfiyle, Avrupalılar’ın o güne
kadar A frika’nın bu yöresinde bir çöl bulun­
duğu varsayımının yanlışlığını kanıtladı.
1852’de üç büyük keşif gezisinin ilkine çıktı ATLAS
OKYANUSU
ve batıya doğru ilerleyerek Atlas Okyanusu
kıyısında bir Portekiz yerleşim bölgesi olan
Luanda’ya ulaştı. Ne var ki, oraya vardığında Cape Town

dizanteriye yakalanmıştı. D aha sonra geriye 200 400 60 0 km


dönerek Zambezi Irmağı boyunca doğuya İlk gezileri _____ Zambezi gezisi
(1841-49) (1858-64)
doğru yol alarak İngiltere Kraliçesi Victoria’ Luanda- Kiiimane Nil Irmağı'nın kaynağını
keşif gezileri (1850-56) arama gezisi (1866-73)
nın adını verdiği görkemli çağlayanı keşfetti.
Çağlayanın yanı başındaki, adının baş harfle­ David Livingstone'un keşif gezileri.
LİZBON 269

boyunca köle tüccarlarının tehdidi eksik ol­


madı. Bütün bunlara karşın, Ocak 1868’de
Tanganika G ölü’nün güney ucuna ulaşarak
çevresindeki bölgeyi ve Temmuz 1868’de
Bangweulu G ölü’nü keşfetmeyi başardı. Yıl­
larca kendinden haber alınamadığı için kay­
bolduğuna inanılan Livingstone’u Henry
M orton Stanley adındaki A B D ’li kâşif ve
gazeteci buldu (bak. St a n l e y . SiR H e n r y M o r ­
t o n ) . Stanley ile Livingstone Kasım 1871’de

Tanganika G ölü’nün doğu kıyısındaki U jiji’


de karşılaştı. O na gerekli yiyecek, ilaç ve
yardımcıları sağladı. Ne var ki, keşiflerini
sürdüren Livingstone’un sağlığı giderek bo­
zulmaktaydı. Keşif ekibi sivrisinek ve zehirli
böceklerle kaynayan Bangweulu Gölü yakın­
larındaki bataklıkta büyük zorluklarla karşı­
laştı. 1 Mayıs 1873’te Afrikalı yardımcıları
Livingsone’un yatağının yanı başında diz çök­
müş duran ölüsünü buldular. Mumyalanan
cesedi 2.400 km uzaktaki deniz kıyısına taşı­
narak, gömülmek üzere Londra’daki West-
minster Abbey olarak bilinen ünlü katedrale
gönderildi.

LİZBON, Portekiz’in başkenti ve en büyük


kentidir. Tajo Irm ağı’nın Atlas O kyanusu’na Hutchison Library
döküldüğü geniş koyun kıyısında, denizden Portekiz'in en büyük kenti olan Lizbon'da eski bir
14 km içerde yükselen iki tepenin yamaçların­ yerleşim bölgesi.
da kuruludur. Lizbon tarihsel yapıları ve
sayısız parklarıyla A vrupa’nın en güzel kent­ dir (Özgürlük Caddesi). Kentte ayrıca pek
lerinden biridir. çok park ve bahçe vardır. Lizbon 18. yüzyılda
En sonuncusu 1755’te gerçekleşen korkunç deprem den sonra yeniden kurulurken, ticaret
deprem ler güneydoğudaki Alfama semti dı­ ve sanayi kuruluşları ayrı ayrı caddelerde yer
şında eski kentin tüm ünü yıkıntıya dönüştür­ aldı. Bunlardan ikisi olan Rua da Prata
dü. A lfam a’daki labirent benzeri dar ve do­ (Gümüş Caddesi) ve Rua A urea (Altın C ad­
lambaçlı sokaklar, basamak basamak yükse­ de) bugün de gümüş ve altın takıların yapılıp
lerek kentin ilk kurulduğu tepede Magripli- satıldığı kuyumcu dükkânlarıyla dikkati çe­
ler’ce yapılmış olan kaleye çıkar. Kalenin ker. Lizbon’daki hastanelerin, okulların, spor
hemen aşağısında 12. yüzyıldan kalma bir alanlarının ve resmi yapıların çoğu kentin
katedral yer alır. Büyük bölümü yeniden kuzey kesimindedir. Kentte zengin müzeler
yapılan bu katedralde Lizbon’un koruyucusu vardır. Bunlardan biri krallık faytonlarının,
sayılan St. Vincent’in mezarı bulunmaktadır. binek arabalarının ve tahtırevanların sergilen­
Efsaneye göre St. Vincent, iki kuzgunun kı­ diği A raba Müzesi'dir. Bir başka müzede ise
lavuzluk ettiği bir gemiyle Lizbon’a gelmiş­ ince işçiliğiyle hayranlık uyandıran altın ve
tir. gümüş eşya bulunm aktadır. Lizbon'un banli­
M odern Lizbon’un dümdüz uzanan cadde­ yösü Belem ’de, ünlü kâşif Vasco da G am a’
lerinin iki kenarında çok katlı beyaz yapılar nın Hindistan seferine çıktığı yerde yapılan
yükselir. En işlek caddesi genişliği 100 m etre­ kilise ve m anastır Portekiz'in en güzel dinsel
yi bulan iki yanı ağaçlı Avenida da Liberdade' yapıları arasındadır (bak. G a m a . V a s c o D a ).
270 LOCKE

Lizbon’da kullanılan su, kente iki büyük


sukemeriyle ulaşır. Bunlardan biri, yükseklik­
leri 60 metreyi geçen 35 kemeriyle Alcântara
vadisinden geçer. Kent önemli bir demiryolu
merkezidir. Portekiz’in ticaretinin yarıdan
fazlası Lizbon limanından yapılır. Dışarıya
satılan ürünler arasında kereste, m antar, zey­
tinyağı, şarap ve konserve balık sayılabilir.
Dışarıdan köm ür, petrol, ham pamuk ve tahıl
alınır.
Lizbon İÖ 3. yüzyıl ile İS 5. yüzyıl arasında
Rom a egemenliğinde kaldı. Bundan sonra 8.
yüzyılda kenti ele geçiren M agripliler’in ege­
menliği 400 yıldan fazla sürdü. Lizbon’un
önemi 15. yüzyılda Hindistan ve Am erika
denizyollarının keşfedilmesiyle arttı. 1588’de
İngiltere’nin fethine hazırlanan güçlü Arm ada
(İspanyol donanması) Lizbon’dan yola çık­
mıştı (bak. A r m a d a ) . Lizbon’un nüfusu
829.600’dür (1986).

LOCKE, John (1632-1704). Bilgi kuramı ve Hulton Picture Library


siyaset felsefesi alanındaki düşünceleriyle ta­ İngiliz düşünürü John Locke
nınan İngiliz düşünürü John Locke, Somerset’
deki W rington’da doğdu. Felsefe öğrenimi Aydınlanma Ç ağinın öncülerinden olan
gördüğü Oxford Ü niversitesinde lisansüstü John Locke, bilginin kaynağının deneyde ve
eğitimini 1658’de tamamladı. D aha sonra aynı duyumda olduğunu öne sürer. Bilgi alanında­
okula öğretm en olarak atandı. Bu arada, ki düşüncelerini topladığı A n Essay Concern-
başta tıp olmak üzere deneysel bilimlerle ing Human Understanding (1690; “İnsanın
ilgilendi ve yurtdışında diplomatik görevde Anlam a Yetisi Üzerine Bir D enem e”) adlı
bulundu. yapıtında, insanın zihninde hazır kavram ve
1667’den başlayarak, daha sonra Shaftes- düşüncelerle doğmadığını, tersine yeni doğan
bury kontu olan Lord Ashley’in doktorluğunu bir çocuğun zihninin boş bir kâğıda benzediği­
ve genel danışmanlığını yaptı. Siyaset ve din ni söyler. Doğuştan insanda var olan, yalnızca
alanında reform taraflısı olan Lord Ashley ile anlama (öğrenme ve anımsama) yetisidir.
aynı düşünceleri paylaşıyordu. İnsan beş duyusu aracılığıyla edindiği dene­
Bir ara Fransa’da da bulunan Locke, geri yimlerle anlar ve bu deneyimler belleğine
döndüğünde İngiltere’de oldukça karışık bir yerleştikçe yavaş yavaş öğrenir.
siyasal ortam la karşılaştı. Yakın ilişkide oldu­ Locke, siyaset ve yönetime ilişkin düşünce­
ğu Shaftesbury kontu, Kral II. Jam es’e karşı lerini Two Treatises o f Governm ent (1690;
yürütülen muhalefetin başında yer alıyordu. “Yönetim Üzerine İki İncelem e”) adlı yapı­
Shaftesbury ile ilişkisi nedeniyle izlenen tında anlatmıştır. Toplum yapısı ve siyaset
Locke, 1683’te H ollanda’ya sürgüne gitmek konusundaki düşünceleri liberalizm ve birey­
zorunda kaldı. II. Jam es’in tahttan indirilmesi cilikten temellenir. Mutlak krallığa karşı ana­
ve yerine III. William’ın geçmesiyle sonuçla­ yasal krallığı savunan Locke, yönetimin bire­
nan 1688 Devrim i’ne kadar beş yıl burada yin hak ve özgürlüklerini korumak için var
yaşadı. 1689’da ülkesine döndükten sonra olduğunu ileri sürer. Yönetimin görevi hük­
doğrudan siyasete katılmadı, ama parlam en­ metmek değil, insanın yaşama ve özgürlük
todaki dostlarına danışmanlık yapmayı sür­ haklarından başka, doğal bir hak olarak
dürdü. gördüğü mülkiyet hakkını güvenceye almak;
LOGARİTMA 271

yasalar, yargıçlar ve kolluk kuvvetleriyle ko­ elimizde 3’ün kuvvetleri olan sayıları ve bun­
rumaktır. ların karşılığı olan logaritmaları gösteren bir
Locke, yakın dostu Edward C larke’a H ol­ tablo varsa, o zaman herhangi iki sayıyı
landa’dan, çocuklarının eğitimi konusundaki çarpm ak için, bunların logaritmalarını topla­
önerilerini içeren m ektuplar yazmıştı. 1893’te yıp, bunun karşılığı olan sayıyı tablodan
yayımlanan Some Thoughts Concerning Edu- bulmak yeterlidir.
cation'm (“Eğitim Üzerine Bazı Düşünceler”)
Sayı 1 3 9 27 81 243 729 2.187 6.561 19.683 59.049
temelini bu m ektuplarda öne sürülen düşün­ Log 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
celer oluşturur. Locke’a göre küçük çocukla­
rın duygularını açıklamalarına engel olunm a­ Dem ek ki, 9 ile 8’i çarpm ak için, tablodan bu
mak, kişiliklerinin geliştirilmesine, derslerden iki sayının logaritmaları olan 2 ve 4 sayıları
daha çok önem verilmelidir. A na babalar bulunarak toplanır; toplamın (6) karşılığı olan
çocuklara iyi örnek olmalı, onlara ilgi göster­ sayı (729) çarpımın sonucudur. Sayıları, loga­
melidir. Beden eğitimi, oyun ve uykunun ritmalarını toplayarak çarpabildiğimize göre,
önemi göz ardı edilmemelidir. bir sayıyı bir başkasına bölmek için de,
Laikliğe inanan Locke, dünya ve din işleri­ birincisinin logaritmasından, ikincisininkini çı­
nin birbirinden kesinlikle ayrılmasından ya­ karm ak ve bunun karşılığı olan sayıyı bulmak
naydı. Hoşgörünün dinsel alanda da gereklili­ gerektiği kolayca görülebilir.
ğini savundu.
Bu düşünceleriyle özellikle İngilizler ve Üslerden Kökleri Bulmak
Am erika kolonicileri üzerinde etkili olan Eğer 729’un (= 3 6) karekökünü bulmak is­
Locke, 1688 İngiliz Devrimi ile ABD Anaya- tersek, bunun 27 (= 3 3) olduğunu görürüz;
sasinın hazırlanışına ışık tutan önemli kuram ­ çünkü, 729 = 3 x 3 x 3 x 3 x 3 x 3 = ( 3 x 3 x 3 ) x
cılar arasındadır. ( 3 x 3 x 3 ) = 27x27’dir. Öyleyse bir sayının
karekökünü bulmanın kolay yolu, logaritm a­
LOGARİTMA. Sayıların üslü sayılar biçimin­ sını ikiye bölmektir. Küpkök ise, logaritm a­
de yazılması yöntemi, A R İT M E TİK m adde­ nın 3’e bölünmesiyle bulunur.
sinin “Üsler ve Kökler” bölümünde anlatıl­ Logaritmaların hepsi tamsayı değildir. 3 ile
mıştır. Örneğin 81 sayısını, olduğu gibi ya da 9 arasındaki bir sayının 3 tabanına göre
3 9 x 3 x 3 x 3 biçiminde yazmak yerine, 34 biçi­ logaritması 1 ile 2 arasında bir sayı olacaktır.
minde yazabilirsiniz. 3 rakamının üstündeki Örneğin, 27’nin karekökünü ele alalım.
küçük 4 sayısı, 3’ün kaç kez kendi kendisiyle 27’nin (3 tabanına göre) logaritması 3 olduğu­
çarpılacağını gösterir ve 3’ün kuvveti ya da na göre, karekökünün logaritması da 3/2 olur;
üssü olarak adlandırılır. Bu tür bir sayıya bu ise 1 1/2’ye eşittir. 27’nin karekökü, ger­
logaritma (kısaltılmışı log) denebilir ve bu çekte yaklaşık 5,2 olduğuna göre, bu durum
durum da 3 sayısı taban olarak adlandırılır. (kabaca) 5,2’nin logaritmasının da 1,5
Buna göre 4’ün, 81 sayısının 3 tabanına göre olduğu anlamına gelir. Benzer biçimde, bütün
logaritması olduğunu söyleyebiliriz. Benzer sayıların logaritmalarını hesaplayabiliriz.
biçimde, 9 = 3 x 3 = 3 2 olduğu için, 9’un 3 taba­
nına göre logaritması 2’dir, diyebiliriz. Loga­ Taban Seçimi
ritmanın m atematikçilere ne büyük bir kolay­ Bu m addede kullandığımız bütün logaritm a­
lık sağladığını anlamak için aşağıdaki basit lar, 3 tabanına göre hesaplanmıştır. Am a
örneği birlikte gözden geçirelim. logaritmanın, bugün olduğundan çok daha
Diyelim ki, 81’i 9’la çarpm ak istiyoruz. B u­ yaygın biçimde öğretildiği dönem lerde, çarp­
nu alışılmış yoldan yapm aktansa, şöyle yaza­ ma, bölme, üs ve kök alma işlemleri, 10
rak da yapabiliriz: tabanına göre düzenlenmiş logaritma tablola­
(3x3x3x3)x(3x3) rı kullanılarak yapılırdı. Bu sistemde, 10'nun
ya da 34x 3 2 logaritması 1; 100'ün logaritması 2; 1.000'in
ve bu da 3b ya eşittir. Bu sonuca yalnızca logaritması 3’tür ve bu böyle sürüp gider.
logaritmaları toplayarak da varabilirdik. Eğer Logaritmayı, 17. yüzyılın başlarında İskoç
272 LOIRE IRMAĞI

matematikçi John Napier, astronomideki kar­ m urlardan sonra taşan Loire Irmağı iki yaka­
maşık hesaplamaları kolaylaştırmak için geliş­ sındaki tarlaları sel altında bırakır. Taşkınlar­
tirmiştir. Günümüzde ise, elektronik hesap dan korunm ak için setler ve kanallar yapıl­
makineleri, sıradan hesaplam alarda logarit­ mıştır.
maya olan gereksinmeyi büyük ölçüde orta­ Loire’ın Orleans ile Tours arasında kcian
dan kaldırmıştır; ama logaritma, gene de bölümünün kıyılarında güzel şatolar vardır.
m atematiğin merak uyandıran bir dalıdır. Bu şatoları görmeye pek çok turist gelir. Bu
bölge zengin üzüm bağları ve meyve bahçeleri
LOIRE IRMAĞI, 1.020 kilometreyi bulan nedeniyle “Fransa’nın bahçesi” diye tanınır.
uzunluğuyla Fransa’nın en uzun ırmağıdır. Irmağın halicindeki Nantes ve St. Nazaire
Çok geniş olan akaçlama havzasının yüzölçü­ limanlarında tersaneler vardır.
mü 117.000 km2 kadardır. Loire Irmağı F ran­
sa’nın ortalarındaki yüksek yayladan (Massif LOKANTA, yiyecek ve içecek sunan bir
Central) doğar, önce kuzeye doğru akar, işletmedir. Restoran olarak da bilinir. Fran­
sonra büyük bir yay çizerek batıda Biskay sızca “dinçlik verici, canlandırıcı” anlamına
Körfezi’nden Atlas Okyanusu’na dökülür. gelen restaurant sözcüğü, 1765’te Paris’te A.
Loire’ın başlıca kolları rüzgâra açık ve yağ­ Boulanger adlı bir Fransız’ın açtığı ve çağdaş
murlu Massif C entral’den doğar ve hızla lokantaların ilk örneği sayılan işletmede sunu­
akarak alçak ovalara ulaşır. Loire, orta ve lan çorbanın özelliğini anlatmak amacıyla
aşağı çığırları boyunca düz bir vadiden geçer. kullanılmıştı. Gerçi bu tarihten önce de han­
Vadi boyunca akışı yavaşlar, söğüt ağaçları­ larda konaklayanlar, han sahibinin hazırlattı­
nın yetiştiği uzun kum adaları sık sık ırmağın ğı yiyecekleri yiyebiliyordu, ama Boulanger’
akışını keser. nin lokantasının özelliği müşteriye bir yemek
Loire eskiden taşımacılıkta yararlanılan listesinden istediklerini seçme olanağı tanıma-
önemli bir suyoluydu. Kıyılarındaki kentler sıydı. Lokantalarda mönü adı verilen yemek
de işlek limanlar durumundaydı. 17. ve 18. listelerinde görülen tabldot (table d’höte)
yüzyıllarda Loire’ı Paris’in içinden geçen Sen sözcüğü, listeden seçim söz konusu olmaksı­
Irm ağı’na bağlayan kanallar yapıldı. Am a bu zın sunulan belli birkaç kap yemek anlamına
kanallar günümüz teknelerinin yüzdürülmesi- gelirken, alakart (â la carte) müşterinin m ö­
ne elverişli değildir. Yukarı çığrında çok hızlı nüdeki dilediği yiyeceği ısmarlayabilmesi an­
akan ve yazın kuruyarak kıyıları kumlu sığ bir lamına gelir.
akarsuya dönüşen Loire’da da artık eskisi gibi
taşımacılık yapılmam aktadır. Şiddetli yağ­ Fransız Lokantaları
Fransız Devrim i’nden (1789) önce soyluların
Topham
evlerinde çalışan aşçılar, devrimden sonra
JH H H kendilerine iş aram ak zorunda kaldı. Bazıları
kendi lokantalarını açarken bazıları da var
olan lokantalarda çalışmaya başladı. Bu aşçı­
ların yaratcılığıyla “Fransız mutfağı”nm ünlü
yemekleri doğdu (bak. AŞÇILIK).
G ünüm üzde, Fransız yemekleri sunan bü­
yük lokantaların m utfaklarında genellikle ün­
lü Fransız aşçısı Auguste Escoffier’nin daha
19. yüzyılın sonunda örgütlediği modele uy­
gun bir mutfak ekibi çalışır. Çorbalar, sebze­
ler, salatalar, fırında, yağda ya da ızgarada
kızartılan etler, tavuk, balık ve öbür deniz
ürünleri, pasta ve ham ur işleri gibi çeşitli
Fransa'nın tarihsel şatolarının çoğu Loire Irmağı'nın yiyeceklerin hazırlanmasından sorumlu olan aş­
vadisindedir. çılar, tüm ekibin sorumlusu olan bir aşçıbaşının
LOKANTA 273

Fortes and Company Ltd.


Büyük bir lokantanın mutfağında aşçıların her biri değişik bir yemekten sorum ludur,

yönetiminde çalışır. Yemek salonunun so­ da oturup yemek yiyebildikleri vveinhaus’lar


rumlusu olan başgarson ya da m etrdotel vardır. A vusturya’daki kahvelerde ve Çekos­
(m aître d ’hotel) ise, müşterilerin siparişlerini lovakya’daki birahanelerde çeşitli yemekler
alarak mutfağa ileten ve hazırlanan yemekle­ sunulur. H ollanda’daki broodjeswinkeV lerde
rin m asalara servisini yapan garsonları yöne­ (sandviç satan büfeler) sandviçler satılır. So­
tir. Ayrıca içki siparişlerini alan ve şarap ğuk ve sıcak yemeklerin, peynir ve salata
seçimi konusunda m üşterilere yardımcı olan çeşitlerinin sergilendiği sm örgâsbord İskandi­
bir garson vardır. nav ülkelerinde hemen her lokantada vardır.
Fransa’da mönüleri daha sınırlı olan küçük Yunanistan’daki küçük lokantalara taverna
lokantalara bistro ya da brasserie denir. Cafe ’ denir. Tavernalarda geleneksel Yunan çalgısı
ler ise genellikle sıcak ve soğuk içeceklerle ZEFA
alkollü içkilerin yanı sıra, sandviç ve omlet
gibi basit yiyecekler verir.

Fransa Dışındaki Lokantalar


İtalya’daki trattorie adı verilen küçük lokanta­
ların özelliği, hamurlu yiyecek servisinin ar­
dından et ya da balık yemekleri sunmasıdır.
Pizzeria* lar, İtalya dışında da tanınan p iz z a ’
lan pişirmek için özel fırınları olan küçük
lokantalardır.
İngiltere’de özellikle bira ve öbür alkollü
içkilerin sunulduğu p u b ' larda bazen özel ye­
mek salonları bulunur; bar bölümünde de
yemek servisi yapılır. İngiltere’deki çayevle-
rinin çoğunda alkollü içki satılmaz. Son yıllar­
da açılan şarap barlarında ise genellikle ye­
mek servisi de yapılır.
Alm anya’da şarap ve yemek çeşitleri sunan
weinstube' lerden başka aslında yiyecek ve Özel bir yemeğin son dakikada hazırlanması gereken
şarap satan, ama isteyenlerin yemek salonun­ sosuyla ilgilenen bir garson.
274 LOKANTA

dofa'\&x vardır. Çayevlerinde de yemek servi­


si yapılır. Çin’de, şehriyeli yemek çeşitleri,
buğulama sebze, et, tavuk ve deniz ürünleri
sunan lokantaların yanı sıra, ham ur işleri
sunan dim sum ’lar vardır. H indistan’da ve
A sya’nın pek çok yerinde yemekler arabalar­
da satılır ve m üşteriler beklerken pişirilir.

Kafeteryalar
Kafeteryalarda m üşteriler kendi servislerini
kendileri yapar. Kafeterya, San Fransisco’da,
1849’daki altına hücum sırasında ortaya çık­
mıştır. M üşteri bir masaya oturup garsona
sipariş verm ek yerine, bir tezgâhın üzerindeki
yemeklerden seçtiklerini alır, parasını öder ve
sonra masaya oturur.
A B D ’de ayaküstü yemek yenen öbür yerler
arasında bir tezgâhın kenarında oturanlara
ZEFA
sandviç ve hazır yemek servisi yapılan drug-
G irit'te bir kıyı lokantası. Özel yemekler arasında taze
balık ve kebaplar vardır.
store ’lar ve m üşterilerin gene bu tür yiyecek­
leri otomobillerinin içinde oturarak yedikleri
drive-in ’ler sayılabilir.
buzuki eşliğinde uzo içilir; musakka gibi patlı­ “Hızlı yem ek” (fast-food) yenen işletm eler­
can, kıyma, soğan ve domatesle önceden pişi­ de m üşteriler sıraya girerek kızartılmış piliç
rilmiş yemeklerden başka m ezeler, ızgarada, ve ham burger gibi birkaç çeşit yiyecek alabi­
tavada ya da fırında pişmiş balık ve et yemek­ lirler. Bunlar paketlenip götürülebildiği gibi,
leri yenir. orada da yenebilir. Dünyaca tanınan bu tür
Japonyalnın özel yemek sunan lokantaları ayaküstü lokanta zincirinin ikisi A BD köken­
arasında, bir tezgâhta kızarmış karides servisi lidir: 1955’te Illinois’da kurulan M cD onald’s
yapılan tempura barları ve soyafasulyesi özü- ve 1956’da kurulan Kentucky Fried Chicken
tünden yapılmış peynir çeşitleri sunan yu- (Kentucky Kızartılmış Piliçleri). Günüm üzde,

Engin Kavukçuoğlu/Art Link

İstanbul'da içkili
lokantaların bir arada
bulunduğu kendine özgü
yerlerden biri olan
Beyoğlu'ndaki Çiçek
Pasajı.
LONCA 275

pek çok kafeterya ve lokantanın “paket servi­ yol ve köprü yapım larına destek olurlardı.
si” bulunur. D aha sonra gelişen tüccar ve zanaatkâr lonca­
larında da din önemli bir yer tutardı, am a bu
Türkiye'de Lokanta yeni tip loncalann etkinlikleri daha çok tica­
Bazı kayıtlardan anlaşıldığına göre, Osmanlı ret ve sanayi alanlarında yoğunlaştı. 11.-16.
toplum unda çok eski tarihlerden beri loncala­ yüzyıllar arasında en parlak dönemini yaşa­
ra bağlı aşevleri ve lokantalar vardı. 17. yan loncalar, ortaçağ kentlerinin ekonomik
yüzyılda daha çok bekâr işçilere yemek yeme yaşamına damgasını vurmuştur.
olanağı sağlayan bu işletmelerin yanı sıra, Tüccarlar, özellikle 10. yüzyıldan sonra
M üslüman olmayanların içki içip yemek yiye­ kentlerin büyümesi ve ticaretin gelişmesiyle
rek eğlendikleri m eyhaneler de gene loncala­ zenginleştiler. O dönem de tüccarlar kentten
ra bağlı işletmelerdi. kente dolaşarak mal satarlar, yolda karşılaşa­
Çağdaş anlam da lokantalar T ürkiye’de ilk bilecekleri tehlikelere karşı birlikte yolculuk
kez 20. yüzyılın başlarında İstanbul’un G a­ ederlerdi. Kentlerdeki kısıtlayıcı feodal uygu­
lata ve Pera (bugün Beyoğlu) semtlerinde lam alardan ve alınan vergilerden hoşnut ol­
görülmeye başlandı. İlk Türk lokantalarından mayan tüccarlar daha özgür davranabilecek­
biri olan ve 100 yılı aşkın bir süredir hizmet leri, farklı kurallarla yönetilen kentler için
veren kuruluşlardan Konya Lezzet Lokantası birlikte m ücadele etm eye başladılar. Böylece
1879’da, Abdullah Efendi Lokantası 1888’de ilk tüccar loncaları doğdu.
açıldı. O dönem de M üslümanlar lokanta ve Bu loncalar zam anla, dönemin yöneticile­
içkili yer işletemediğinden Abdullah Efendi rinden bazı ayrıcalıklar elde etti ve kentlerin
Lokantası iki yıl kadar Viktorya Lokantası ticareti üzerinde tekel kurdu. 11. yüzyıldan
adını taşıdı. Türkiye’ye sığınan Beyaz R uslar’ başlayarak kentlerde alm an ve satılan mallar
ca 1934’te açılmış olan Rejans adlı lokanta üzerinde söz sahibi olan tüccar loncaları,
yerli kadrosuyla bugün de varlığını sürdür­ lonca üyesi olmayanların ticaret yapmasını
m ektedir. Eski lokantalardan Pandeli ise ge­ engelledi. Lonca dışı bir kişinin kent içinde
leneksel Türk mutfağının yanı sıra özgün mal satması olanaksızdı. Mal alımında da ilk
yemekleriyle de ünlüdür. A nkara’da uzun pazarlık hakkı lonca üyesine tanınırdı. Pazarı
yıllar birçok devlet adamının ve yabancı ülke tam olarak denetlem ek isteyen loncalar, ya­
temsilcisinin uğrak yeri olan Karpiç L okanta­ bancı tüccarları kente sokmamaya başladılar.
sı, 1928’de A tatürk’ün başkentin çağdaş bir lo­ M alların fiyatlarını da loncalar belirledi. G i­
kantaya kavuşturulmasını istemesi üzerine bir derek güçlenen tüccar loncaları, zamanla kent
Rus göçmeni olan Karpiç tarafından açılmıştı. yöneticilerinin seçiminde de söz sahibi oldu­
Ülkemizde batı usulü, alafranga yemek ve­ lar. Bu loncalar yalnızca kent içinde değil
ren çok sayıda lokantanın yanı sıra işkembe kentler arasında hatta uluslararasında örgüt­
çorbasıyla işkem beci , tavuk, pilav, çorba ve lendiler. Kendi ticari anlaşm alarını yaptılar,
sütlü tatlılarıyla muhallebici ve döner, şişke- kendileri için ticaret ve savaş filoları oluştur­
babı gibi çeşitli ızgara etleriyle kebapçı ’ların dular.
ayrı bir yeri vardır. Loncalar, üyelerini de sıkı kurallarla denet­
lediler. Kötü mal satan ya da mallarına
LOKOMOTİF bak. D e m İ r y o l u v e T r e n . yüksek fiyat koyanlar bu kurallar gereğince
cezalandırılırdı.
LONCA. O rtaçağa özgü bir kurum olan Kentlerin gelişmesi daha önce evlerde üre­
loncalar, daha çok aynı m eslekte çalışan tilen birçok malın artık pazar için üretilmesi­
tüccar, esnaf ve zanaatkârların kendi çıkarla­ ne yol açtı. Kasaplar, fırıncılar, dokumacılar
rını korumaya yönelik olarak kurdukları bir­ ayn birer meslek sahibi olarak kent yaşamına
liklerdir. İlk loncalar, genellikle dinsel amaç­ katıldı ve tüccarları örnek alarak her meslek
larla kuruldu. Bunlar, üyelerinin her yıl öde­ kendi loncası içinde örgütlendi. Böylece esnaf
dikleri ödeneklerle, hasta ve yaşlı üyelerine ve zanaatkâr loncaları kuruldu.
yardım eder, dinsel törenler düzenler, okul, Bu loncalarda usta olan zanaatkâr, yanında
276 LONCA

kalfa ve çırak çalıştırır ve onlarla birlikte aynı


lonca içinde yer alırdı. Loncalar belirli kural­
lara göre örgütlenmişlerdi. Lonca üyesi olma­
yan hiç kimse o meslekte çalışamazdı. Çırak­
lıktan yetişmeyen kişiler o mesleği uygulaya­
maz, kent dışından yabancılar ise mesleğe
alınmazdı. U stalar arasında eşitlik gözetilir,
lonca yönetiminde eşit söz hakkı bulunurdu.
Bir ustanın birden çok işyerine sahip olmasına
izin verilmezdi. Üyeler arası rekabet değil
dayanışma geçerliydi. Lonca üyeleri, zor gün­
lerinde birbirlerine yardım ederlerdi. Lonca­
lar üyelerine günümüzün işsizlik sigortası ya
da emeklilik hakkı gibi sosyal güvenceler de
sağlamışlardı.
Loncalarda yükselmenin önü açıktı. Çırak T he A n cien t A rt and Architecture Collection

bir süre (genellikle 2-7 yıl) ustanın yanında 15. yüzyılda yapılan bu Fransız vitrayında kumaşı
tarayan bir dokumacı görülüyor.
çalışarak mesleği öğrendikten sonra, loncanın
izniyle kendi işyerini açabilirdi. Kendi işini Zanaatkâr loncalarına hamm adde sağlayan
kurabilecek parasal gücü olmayanlar kalfa ve onların ürünlerini pazarlayan aracı tüccar­
olur ve ustasının yanında kalarak bir ücret lar ortaya çıktı. Loncaların alım satım tekeli
karşılığında çalışırdı. Altın devrini 13. yüzyıl­ kırıldı. Dış ülkelere mal satan aracı tüccarlar
da yaşayan loncaların işleyiş kuralları genel­ artan talebi karşılamak için evlere iş vermeye
likle 14. yüzyıla kadar bu biçimiyle sürdü. başladılar. Böylece bazı loncaların yapısı de­
D aha sonra durum değişti. Bazı ustalar ğişti. Tüccar için onun sağladığı ham m addey­
daha zengin oldu, daha çok insan çalıştırmaya le üretim yapmaya başladılar.
başladı. Loncalar da “büyük”, “küçük” ola­ Ayrıca coğrafi keşiflerin sonucunda Avru­
rak ayrıştı. Güçlü ustalar lonca yönetimlerini p a’ya gelen tütün, şeker gibi ürünlerin işlen­
ele geçirdi ve ustalar arası eşitlik kuralı mesi yeni iş alanları da yaratmıştı. Kırsal
işlemez oldu. Çırak-kalfa-usta zinciri bozul­ alanlarda özgürleşen serflerin kentlere göçüy­
du. U sta olmak güçleşti ve yeni kurallara bağ­ le lonca dışı özgür işçiler çoğaldı. Madencilik
landı. Kentler kalabalıklaştıkça kalfalığa yük­ gibi büyük yatırım ve çok para gerektiren
selen çırakların usta olmalarının önüne yeni en­ işler, loncalardan farklı bir örgütlenmeyi zo­
geller kondu. Hatta, Paris’te dokumacılar lon­ runlu kıldı. Kapitalist yatırımcılar ve tüccarlar
cası daha da ileri giderek ustalığın babadan buralarda özgür işçileri çalıştırarak işyerlerini
oğula geçmesi kuralını getirdi. Böylece lonca loncalardan farklı bir anlayışla örgütlediler.
üyesi aileler dışında hiç kimse mesleğe kabul A rtık loncalara bağlı, az sayıda çırak ve kalfa
edilmiyordu. 16. yüzyılın sonunda krallar çalıştırarak yalnızca sipariş edilen malları
artık, para karşılığı ustalık beratı satmaya üreten ustaların yerini, çok sayıda işçi çalıştı­
başlamıştı. ran ve pazar için üretim yapan, üretim araçla­
Bu da, zor durum da kalan kalfaların kendi rının ve fabrikaların sahibi kapitalistler alıyor­
loncalarını kurm alarına yol açtı. Bu loncalar, du. Dış ticaretle zenginleşen tüccarlar da
yönetimde etkili olan za*naatkâr loncalarının şirketler kurmaya başladılar. Bu da ticaret
sert tepkisine karşın güçlendi ve işçi dernekle­ loncalarının sonunu hazırladı.
ri gibi ücret pazarlığı yapmaya başladı. Ekonom inin gereklerini karşılam akta ye­
15. yüzyılda başlayan kıtalar arası deniz tersiz kalan loncalar ile şirketlerin sürtüşmesi,
ticaretiyle genişleyen pazar, daha fazla mal loncaların giderek zayıflamasına ve 17. yüzyıl­
üretilmesini gerektiriyordu. Oysa loncaların dan başlayarak hızla yok olmasına yol açtı.
örgütlenme biçimi kısıtlı bir üretim için yeter- Am a atölye ve fabrika üretimi loncaların
liydi. yerini tümüyle alana kadar bir ölçüde varlığı­
LONDON 277

nı korudu. Loncalar Fransa’da devrime LONDON, Jack (1876-1916). A B D ’li ro­


(1789), İngiltere’de ise 19. yüzyılın başlarına mancı ve öykü yazarı Jack London’un özya-
kadar yasal olarak ortadan kalkmadı. şamöyküsü niteliğindeki yapıtları ilginç serü­
venlerle dolu yaşamını yansıtır. Asıl adı John
Osmanlı Devleti'nde Loncalar Griffith London olan Jack London, Califor-
Lonca Osmanlı D evleti’nde de kent esnafının nia eyaletinin San Francisco kentinde doğdu.
ve küçük çaplı üretim yapan zanaatkârların Çocukluğu San Francisco Körfezi kıyılarında,
örgütlenm e biçimiydi. Temelini A hilik’ten çoğunlukla Oakland kentinin rıhtım larında ve
alan (bak. A H İ L İ K ) . Osmanlı lonca düzeni 15. gemilerde geçti. Babasını hiç görmedi. A nne­
yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış, 18. yüzyılın si ve üvey babası yoksuldu. Gazete satıcılığı,
ortalarına doğru “gedik” biçimini alarak 20. işçilik ve tayfalık yaparak ailesine destek
yüzyıl başlarına kadar varlığını sürdürm üştür. oldu.
Osmanlı loncaları manevi kurucuları say­ 10 yaşındayken kitapları keşfetti. En çok
dıkları Ahi E vran’a bağlılıklarını sürdürür­ deniz öykülerini sever, denize açılma özlemi
ken, bir yandan da A hilik’in kabul etmediği duyardı. 15 yaşındayken bir yelkenli satın
esnaf türlerini ve gayrimüslimleri de içlerine alarak geceleri körfezde istiridye çalmaya
almışlardı. Am a çırak, kalfa, usta biçimindeki başladı. 17 yaşındayken Kuzey Denizi’nde
yükselme aşamaları ile üretim de ve ticarette ayıbalığı avlayan bir gemiye tayfa olarak
uymak zorunda oldukları ahlaki kurallar Ahi- girdi. Basılan ilk öyküsü “Typhoon off the
lik’le büyük benzerlik göstermekteydi. Os- Coast of Japan”da (“Japon Kıyısı Açıklarında
manlı loncaları yöneticilerini kendileri seç­ Kasırga”) bundan söz etti.
mekte ve iç işleyiş kurallarını da kendileri 1894’te W ashington’a doğru yürüyüşe ge­
saptam aktaydı. Bununla birlikte devletin çen işsizler ordusuna katıldı. Yük trenleriyle,
koyduğu kalite standartlarına (ihtisab) ve yarı aç yarı tok tüm ülkeyi gezdi. Bir ara
fiyatlara (narh) da uymak zorundaydılar. tutuklanarak 30 gün hapis yattı.
Osmanlı loncaları genellikle aynı tür işi 19 yaşında liseye gitmek için O akland’a
yapan esnaf ve zanaatkârların toplu olarak bir döndü. Günde 19 saat ders çalışıyor, bir
arada bulundukları çarşı, han, arasta (açık yandan da okulda hademelik yaparak geçimi­
çarşı) gibi yerlerde etkinliklerini sürdürürler­ ni sağlıyordu. Böylece dört yıllık eğitimi bir
di. Buraların dışında işin niteliği gereği ayrı yılda tamamlamayı başardı. Öğrenciliği sıra-
yerlerde açılan dükkânlara “koltuk” adı veri­
lirdi. 18. yüzyılın ortalarında çarşı ve dükkân Mansell Collection

sayısının çoğalması, gerçek esnaf ve zanaat-


kâr olmayanların (bunların başında yeniçeri­
ler geliyordu) da buralarda işyeri tutm a­
ları lonca düzenini sarstı. Bunun üzerine
devlet her alanda iş yapacak esnaf ve zanaat-
kâr sayısını sınırlandırarak bir tür tekel düze­
ni kurmaya çalıştı. Gedik adı verilen bu
düzende elinde esnaf ya da zanaatkâr belgesi
olmayan kişilerin dükkân açması yasaklanı­
yordu. Am a ekonom ik gelişmeyi ve rekabeti
önleyici bu sistem pek başarılı olamadı. 1838
ticaret sözleşmeleriyle Avrupa malları O s­
manlI pazarını istila edince sistem iyice çöktü.
Devlet 1866-73 yıllan arasında esnafı, koope­
ratifler biçiminde örgütleyerek ayakta tutm a­
ya çalıştıysa da olumlu sonuçlar alınamadı.
ABD'li yazar Jack London açık havada yaşamayı
1913’te kabul edilen bir yasayla gedik sistemi­ severdi. Yapıtlarının çoğu kendi yaşam
ne de resmen son verildi. serüveninden kaynaklanır.
278 LONDRA

sında sosyalizme ilgi duydu. Kendi açıklama­ kurulduğu yer olan City of London ve çevre­
sına göre bunun nedeni küçük yaşta “toplu­ deki ilçeler girer. Yalnızca yaklaşık 2,5
mun zindanlarını... uçurum u, cehennem i, in­ km2’lik bir alanı kaplayan City of London,
sanlığın pislik çukurunu...” tanımiş olmasıy­ L ondra’nın doğu bölümündedir. Nüfusunun
dı. Berkeley’deki California Ü niversitesine 5.300 (1981) olmasına karşın, iş günlerinde
girdiyse de, bir yıl sonra okulu bırakarak çoğu bankacılık, sigortacılık ve tahvil ile hisse
A laska’daki Klondike bölgesine altın aram a­ senedi alım satımında çalışan yaklaşık yarım
ya gitti. milyon kişi buraya gelir. Önemli yapılar
Altın bulam adan döndü, ama A laska’daki arasında İngiltere M erkez Bankası, uluslar­
serüvenlerini K urt Kanı' nda ( The Son o f the arası bir sigorta kuruluşuna ait yeni Lloyd’s of
W olf ; 1900) ve Vahşetin Çağrısı'nda (The Cali London Binası ve belediye başkanmın konutu
o f the W ild\ 1903) dile getirdi. Başarı kazanan Mansion House sayılabilir.
bu kitapların ardından yazmayı sürdürdü. En Londra’nın en eski bölümü olan City of
ünlü rom anları, acımasız bir kaptanı konu London’da tarihsel Rom a duvarının bazı bö­
alan D eniz Kurdu (The Sea W olf ; 1904), lümleri hâlâ ayaktadır. Sir Christopher W ren’
yabanıl insanlarla ilgili Ademden Önce (Be- in 1675-1710 yılları arasında yaptığı St. Paul
fore A d a m ; 1906), yırtıcı bir köpeğin evcilleşti­ Katedrali ve önemli ceza davalarının görüldü­
rilmesini anlatan B eyaz Diş (W hite Fang ; ğü Old Bailey de eski yapılardandır. Tasarımı
1906) ve Klondike’da kazanmış olduğu büyük yine W ren tarafından gerçekleştirilen küçük
serveti terk eden bir adamın öyküsü olan St. Mary-le-Bow Kilisesi Londralılar için ayrı
Yanan Gün' dür (Burning Daylight\ 1910). bir önem taşır. Bu kilisenin çanları çalarken
Y ol (The R o a d ; 1907), Martin Eden (1909) doğanların gerçek Londralı oldukları söy­
ve B ir A lkoliğin A nıları (John Barleycorn\ lenir.
1913) ise London’un özyaşamöyküsel rom an­ City of London’u Tham es Irm ağı’nın karşı
larıdır. Uçurum İnsanları (The People o f the kıyısına bağlayan Londra Köprüsü, Eski R o­
A b y s s ; 1903) ve D em ir Ö kçe (The Iron Heel; ma ve ortaçağ ahşap köprülerinin yerini
1907) toplumsal sorunların ağırlık kazandığı almak üzere 12. yüzyılda yapılmıştır. 1740’
yapıtlardır. D em ir Ö k çe , faşizmin insanlık lara kadar L ondra’nın tek köprüsü ola­
için yarattığı tehlikeye çok önceden dikkat rak kalan bu köprü, 1960’larda yerine yenisi
çekmesi bakım ından önemlidir. yapıldıktan sonra sökülerek turistik amaçlarla
Yazmayı sevmediğini, bu işi para kazan­ A B D ’de A rizona’ya götürüldü.
mak için yaptığını öne süren London, A B D ’ İngiltere’nin en ünlü tarihsel yapılarından
de kitaplarının geliriyle rahatça geçinebilen biri olan Londra Kulesi de City of London
bir yazar durum una gelmişti. Yapıtları tüm yakınlarındadır. 11. yüzyılda I. W illiam’ın
dünyada büyük ilgi gören yazar, 40 yaşınday­ buyruğuyla yaptırılan ve sonraki yüzyıllarda
ken ardında 17 yılda yazılmış 50 kitap bıraka­ yeni eklerle genişleyen bu kule, tarih boyunca
rak öldü. saray, kale, darphane ve hapishane olarak
kullanılmıştır. A ralarında kraliçelerin, dükle­
LONDRA, İngiltere ’nin başkenti ve dünyanın rin ve din adamlarının bulunduğu birçok ünlü
en büyük kentlerinden biridir. Londra ana­ kişi burada hapsedilmiş ya da idam edilmiştir.
kent olarak 1.580 km2’ye yayılır ve nüfusu Kule, tarihsel bir anıt olmanın yanı sıra bugün
6.775.000’dir (1986). K entte çok değişik etnik kışla olarak kullanılm akta ve İngiliz krallık
kökenlerden gelen insanlar yaşar. Londra, mücevherleri burada saklanm aktadır. Kule
Güneydoğu İngiltere’deki Tham es Irmağı kı­ 1894’te açılan, Tower Köprüsü’ne bakar.
yısında, ırmağın Kuzey Denizi’ne açılan ağ­ Köprü L ondra’nın en ünlü köprüsüdür. Lon­
zından 64 km içeride yer alır. İklimi ılımandır, dra’nın merkezi olarak kabul edilen Charing
ortalam a sıcaklık ocakta 4°C, tem muzda Cross semji Trafalgar M eydaninın güneyinde-
17°C’dir. Yıllık ortalam a yağış 610 milimet­ dir. Yakındaki Buckingham Sarayı, İngiltere
redir. kral ve kraliçelerinin resmi konutudur. Bugün
Londra anakent alanı içine, eski kentin parlamentonun bulunduğu Westminster Sara-
LONDRA 279

Solda: Londra'nın
merkezinde yer alan
Trafalgar Meydanı'nda,
Horatio Nelson'un
Trafalgar Savaşı'nda
(1805) kazandığı zaferin
anısına 1842'de dikilen
Nelson sütunu vardır.
Resmin sağında görülen
Ulusal Galeri 1838'de
tam am lanm ıştır. Galeride
batı resim sanatının
başyapıtları sergilenir.
Altta: İki katlı, parlak
kırmızı otobüs, Londra'ya
özgü görüntülerdendir.
Bu otobüsün önünden
geçtiği VVestminster
Sarayı'nın saat kulesinde
ünlü Big Ben çanı vardır.

Camera Press

Camera Press

Üstte: 1666'daki Londra


yangınında yanan eski
katedralin yerine yapılan
St. Paul Katedrali. Birçok
ünlü kişinin göm üldüğü
bu katedral, yeni ortaya
çıkan çok sayıdaki
gökdelene karşın
Londra'nın en çarpıcı
yapılarından biridir.
Sağda: Londra, Thames
Irmağı üzerinde, Kew
Köprüsü yakınlarında yer
alan tarihsel Strand-on-
the-Green gibi köy
benzeri yerleşim
b irim le rinin toplam ıdır.
Arkada görülen yüksek
yapılar, Londra'daki farklı
m im ari üsluplara
örnektir. The Light Industrv/P. Willis
280 LORCA

yı’nın tam karşısında, 1066’dan beri hüküm ­


darların taç giydiği W estm inster Abbey yer
alır.
Oxford Caddesi ile Piccadilly A lanı’nı da
içeren West E nd, Londra’nın ana alışveriş
ve eğlence merkezidir. Biraz kuzeyde, dün­
yanın en büyük müzelerinden biri olan Bri­
tish Museum vardır. M üzenin hem en yanında
Londra Üniversitesi’nin ana binası bulunur.
Ünlü Londra Hayvanat Bahçesi, Regent Par-
kı’nın içindedir. L ondra’nın en büyük camisi
de bu parktadır.
Kentin II. Dünya Savaşı’nda bom balanan
doğu bölümü savaştan sonra büyük ölçüde
yeniden yapıldı. L ondra’ya gelen mallar, ken­
te Tham es’in ağzı yakınlarındaki Tilbury dok­
larından girer.
Geniş bir bölgeye yayılan L ondra’da m er­ Picturepoint
kezdeki Hyde Park ya da batısındaki Rich- Eski bir Norman yapısı olan Londra Kulesi,
m ond Parkı ve Kew Krallık Botanik Bahçesi Thames Irmağı'nın kuzey kıyısındadır.
gibi birçok açık alan bulunur. Bu botanik
bahçesinde dünyanın dört bir yanından geti­ bir kent olarak kaldı. 1665’te hıyarcık vebası
rilmiş zengin bir bitki koleksiyonu vardır. salgını ile karşı karşıya kalan kentte 1666’da
L ondra’da çok sayıda köy benzeri yerleşim çıkan büyük yangın, çoğunluğu ahşap olan
birimi bulunduğu için kent çoğu kez, bir araya evleri kül etti.
getirilmiş bir dizi köy olarak da betimlenir. 19. yüzyılda Londra dünyanın en büyük
L ondra’da gıda, giyecek, mobilya gibi sana­ kentiydi. II. Dünya Savaşı sırasındaki zorlu
yilerin yanı sıra basım ve yayımcılık da hava saldırıları büyük yıkımlara yol açtı. Am a
önemlidir. Dış ilçelerde uçak parçaları, oto­ uğranılan zarar, 1955’e kadar hemen hemen
mobil, elektrikli alet ve m akinelerin üretildiği tümüyle giderildi. 1960’larda yapılan yüksek
sanayi bölgeleri kurulm uştur. yapılar L ondra’nın görünümünü değiştirdi.
Banliyö ile merkez arasında ulaşım tren, Nüfusunun 1970’lerde azalmasına karşın, bu­
m etro ve geniş bir otobüs ağı ile sağlanır. gün dünyanın en büyük 20 kenti arasındadır.
Uzunluğu 400 kilometreyi geçen Londra m et­ Önemli bir turizm merkezi olan L ondra’ya
rosu dünyanın en büyük m etrolarından biri­ turistler, krallık törenleri ile görkemli tarihsel
dir. L ondra’nın işlek ve dolambaçlı yollarında yapıları olduğu kadar, British M useum, U lu­
trafiğin akışı sık sık aksar. sal Galeri ya da Tate Galerisi gibi yerlerde
K entte dünyanın en işlek dördüncü havali­ sergilenen değerli sanat yapıtlarını da görm e­
manı olan Heathrow ile Gatwick havaliman­ ye gelirler. Londra bale, opera, pop konserle­
ları bulunur. ri ve tiyatro gibi sanat gösterileri açısından da
önemli bir merkezdir.
Tarih
Londra, İS 43?te Romalılar tarafından Londi- LORCA, Federico Garcia bak. g a r c i a l o r
nium adıyla kuruldu. 11. yüzyıla gelindiğinde CA, FEDERİCO.
İngiltere’nin en büyük yerleşim birimi olmuş­
tu. I. William 1066’da L ondra’yı başkent ilan LORD BYRON (1788-1824). Şiirleri ve ilginç
ederek W estm inster A bbey’de taç giydi. Kent kişiliğiyle yaşadığı dönemde olduğu kadar
16. ve 17. yüzyıllarda önemli bir ticaret günümüzde de okurlarını etkileyen İngiliz
merkezi olarak hızla gelişti. Bu zenginliğine şairi George Byron, rom antik ve hüzünlü
karşın, oldukça pis ve hastalıkların kol gezdiği pirlerin yanı sıra, hoşlanmadığı kişileri ve
LORD BYRON 281

olayları alaya alan yergici ve saldırgan şiirler


de yazdı.
Soylu bir ailenin çocuğu olan Byron daha
üç yaşındayken, “Deli Jack Byron” olarak
tanınan babasını yitirdi. Kibirli ve hırçın bir
kadın olan annesi, bir yandan oğlunun büyü­
yünce babası gibi huysuz ve savurgan olma­
sından korkuyor, bir yandan da onun son
derece yakışıklı olmasından övünç duyu­
yordu.
Büyük amcası Lord Byron ölünce onun
sanı ve varlığı 10 yaşındaki G eorge Byron’a
kaldı. Ünlü Harrow O kulu’na giren Byron
orada kendini sevdirdi ve iyi arkadaşlar edin­
di. Bir ayağı doğuştan sakat olan Byron’ın bu
özrü onda başkaları kadar, hatta onlardan
daha başarılı olduğunu kanıtlam a kararlılığı
yarattı. Ayağının sakatlığına karşın iyi bir
yüzücü olmayı ve okulun kriket takımına
girmeyi başardı.
Cambridge Ü niversitesinde savurganlığı ve
geleneklere karşı çıkışıyla tanındı. Kuralları The National Portrait Gallery, Londra
hiç önemsem eyen Byron’ın okulda beslediği Thomas Phillips'in fırçasından şair Byron.
bir ayısı bile vardı. İlk şiirlerini topladığı
H ours o f Idleness (1807; “Avarelik Saatleri”) Byron 1815’te evlendi, ancak karısı bir yıl
bu dönemin ürünüdür. Byron daha sonra içinde onu bıraktı. Bu olaydan sonra çevresi,
Portekiz, İspanya, M alta, Sırbistan, Atina, sürdüğü yaşam biçimini kınamaya başladı.
İzmir ve İstanbul’u kapsayan iki yıllık bir D edikodular aldı yürüdü ve o güne kadar onu
doğu yolculuğuna çıktı. Sırbistan’da kaldığı öven kişiler ondan uzaklaştı. Bunun üzerine
sırada kendisini konuk eden Tepedelenli Ali Byron bir daha dönm em ek üzere İngiltere’
Paşa’nın kişiliğinden çok etkilendi; bu etki den ayrıldı ve yaşamının geri kalan bölüm ü­
şiirlerine yansıdı. İzmir’den İstanbul’a gelir­ nün çoğunu İtalya’da, şair Percy Shelley ve
ken efsane kahram anı Leandros (bak. H ero romancı eşi M ary Godw in’le geçirdi. En
İl e L e a n d r o s ) gibi Çanakkale Boğazı’m yüze­ başarılı yapıtlarından sayılan, alaycı ve saldır­
rek geçen Byron, İngiltere’ye döndüğünde, gan yergisi D on Ju an \ (1817-23) ve Promet-
başta çok hoşlandığı Yunanistan olmak üzere, heus (“Prom ete”) gibi sevilen şiirlerini orada
gördüğü yerleri ve olayları, Childe H arold’s yazdı.
Pilgrimage (1812; “Childe H arold’un Kutsal Yunanlılar’ın bağımsızlık hareketini coş­
Yolculuğu”) ve Turkish Tales (1813-15; kuyla destekleyen Byron, 1823’te bir kez
“Türk M asalları”) adlı yapıtlarında anlattı. daha Y unanistan’a gitti. Yunan donanmasına
Çok beğenilen Childe H arold’la Byron ner- silah sağlamak için büyük ölçüde para yardımı
deyse bir gecede ünlü oldu. L ondra’nın tüm yaptı ve Osm anlılar’ın elinde bulunan İnebah-
seçkin ve soylu insanları bu yakışıklı, rom an­ tı Kalesi’ne saldırı planlarına yardım etti.
tik ve şakacı genç adamla tanışmaya can 36 yaşında Patras Körfezi kıyısında, Mesolon-
atıyor, pek az kadın onun çekiciliğine karşı gion’da hum madan öldü. Birçok Yunanlı
koyabiliyordu. H er çıkan şiiri binlerce baskı Byron için ulusal kahramanlarıymış gibi yas
yapıyor ve hemen satılıyordu. Lordlar Kama- tuttu. Kalbi Yunanistan’a gömüldü.
rasin d a verdiği ilk söylev alkışlarla karşılan­ İngiltere’de olduğundan çok, A vrupa’da
dı. Lord Byron’ın giriştiği her işte başarılı beğenilen Byron’un şiirleri ve yarattığı kahra­
olduğunu söylemek yanlış sayılmazdı. manlar sonraki yazarları çok etkiledi.
282 LORD KELVIN

LORD KELVIN (1824-1907). Büyük m atem a­ telgraf aygıtları geliştirdi, ayrıca daha daya­
tikçi ve bilim adamı Lord Kelvin’in asıl adı nıklı kablolar tasarladı. Bu başarıları nedeniy­
William Thomson Kelvin’dir. Am a 1892’de le ün ve servet sahibi oldu, ayrıca 1866’da
kendisine soyluluk unvanı verilip, İskoçya’da- kendisine “sir” unvanı verildi.
ki Largs dolaylarında Kelvin Baronluğu kuru­ Kelvin, 1873’te bir dergi için gemi pusulala­
lunca, Lord Kelvin olarak anılmaya başlandı. rı üzerine bir dizi makale yazmayı üstlendi.
Kuzey İrlanda’da Belfast’ta doğan Kelvin’in Am a ilk makalesini yazdıktan sonra, pusula­
babası m atem atik profesörüydü. Çok zeki nın yapım biçimine ilişkin birtakım kuşkulara
olan William, henüz 10 yaşındayken Glasgow düştü ve bütünüyle yeni bir pusula tasarımı
Üniversitesi’nin giriş sınavını kazandı. D aha geliştirdi. Bu yüzden de ikinci dergi makalesi­
sonra Cambridge Üniversitesi’nde parlak bir ni ancak beş yıl sonra yayımladı. Kelvin
öğrenim dönemi geçirdi. Glasgow Üniversite­ ayrıca, gemilerin bulundukları yerin su derin­
si’nde doğal felsefe profesörlüğüne atandığın­ liğini ölçmekte kullanılan ve deniz dibine
da ise henüz 22 yaşındaydı; Kelvin bu görevi­ gönderilen ses dalgalarının gidip gelme süresi­
ni 53 yıl boyunca sürdürdü. nin ölçümüne dayalı olarak çalışan bir yankılı
Thom son, usta bir mühendis ve tasarımcı, iskandil aygıtı keşfetti. Niagara Çavlam’mn
parlak bir matematikçiydi. D oğrudan kendisi­ sularından elektrik üretiminde yararlanma
nin geliştirdiği bilimsel kuram larda olduğu önerisini de ilk o ortaya attı.
kadar, fiziğin farklı dallarından düşünceleri 1892’de “lord” unvanı alan Kelvin, 1879’da
bir araya getirip gerçekten özgün yeni kuram ­ emekliye ayrıldı, ama bilimsel yazılar yazmayı
lar üretm ekte de az bulunur bir yeteneği sürdürdü. Ö ldükten sonra W estminster Ab-
vardı. bey’deki mezarlığa, Sir Isaac New ton’ın yanı­
Kelvin’in üstünde çalıştığı en önemli konu­ na gömüldü.
lardan biri ısı idi. 19. yüzyılın ortalarına kadar Lord Kelvin, döneminin en büyük araştır­
ısı konusu henüz yeterince anlaşılamamıştı; macı bilim adam larından biridir. Isı, elektrik,
bu olgunun anlaşılmasında Thom son’un göz­ telgraf, denizcilik konularından başka D ünya’
lemlerinin çok büyük rolü olmuştur. Kelvin nın yaşı ve biçimi konusunda da incelemeler
önce, 1851’de ısının ancak sıcak bir cisimden yaptı; Charles Darw in’in evrim kuramına
soğuk bir cisme geçebileceği ve bunun tersi ısı karşı çıktı.
akışının olamayacağı sonucuna vardı. (Bu Kelvin adı, bilimsel çalışmalarda kullanılan
kurala çoğunlukla termodinamiğin ikinci y a ­ sıcaklık ölçeğinin temel birimi olarak kabul
sası denir.) A rdından, 1852’de James Prescott edildi. Kelvin, 1848 ve 1849’da yazdığı iki
Joule ile birlikte, gazların genleştiklerinde Mary Evans Picture Library

soğuduğunu keşfetti; bu olgu, daha sonraları


geliştirilen soğutma sistemlerinin temelini
oluşturdu (bak. JOULE, JAMES PRESCOTT; SO-
Gutma ).
Kelvin’in çok ilgi duyduğu bir başka konu
da elektrikti. 1830’larda yürüttüğü araştırm a­
lar sonucunda, elektrik dalgaları üretilebile­
ceğini ortaya koydu; nitekim daha sonraları
Heinrich H ertz ve öbür bilim adamları, onun
bu çalışmalarından yararlanarak radyo sinyal­
leri üretm eyi başardılar. O dönem de, Avrupa
ve A m erika kıtaları arasına döşenmiş olan ilk
telgraf hattı başarılı olmamıştı; çünkü, bu
kadar uzun bir kablodan sinyal gönderebil­
mek için çok büyük elektrik akımı kullanmak
gerekmiş, bu da kablonun kopmasına yol
açmıştı. Am a Kelvin, zayıf akımla işleyen 19. yüzyılın büyük bilim adamlarından Lord Kelvin.
LOS ANGELES 283

m akalesinde, m oleküllerin devinimlerinin du­ ve gece kulüplerinin yer aldığı Sunset Bulvarı
rarak bütünüyle hareketsiz hale geldikleri da buradadır. Film yıldızlarının yaşadığı Be-
kuramsal bir nokta olan mutlak sıfır 'ı temel verly Hills, Batı Los A ngeles’tedir. Beverly
alan bir sıcaklık ölçeği kurdu. M utlak sıfır, Hills’in yanında çok büyük bir iş ve alışveriş
yaklaşık —273°C’ye eşittir. Kelvin’in bu m ut­ merkezi olan Century City yer alır. Kenti
lak term odinam ik sıcaklık ölçeği , bütün dün­ bölen Santa Monica Dağlan’mn kuzeyinde 1
yada bilim adamlarınca benimsendi ve 20. milyondan fazla kişinin yaşadığı San Feman-
yüzyılda yeniden tanım lanarak, bütün bilim­ do vadisi vardır.
sel alanlarda kullanılabilecek biçimde kusur­ Los Angeles lçent merkezinin güneyinde
suz bir durum a getirildi. Bu ölçekte sıcaklık­ Güney California Üniversitesi’nin de bulun­
lar, kelvin (simgesi K) denen birimlerle ölçü­ duğu kıyı ovası yer alır. Kıyıda Los Angeles
lür. Bir kelvinin büyüklüğü, Celsius (yani yapay limanı ile Long Beach limanı vardır.
santigrat) ölçeğindeki bir derecenin büyüklü­ Günüm üzde müze ve otel olarak kullanılan
ğüne eşittir; ama kelvin (yani m utlak sıcaklık) ünlü İngiliz transatlantiği Queen M ary 'nin
ölçeğinin sıfır noktası —273°C’ye eşittir ve yanı sıra, ünlü havacı ve sanayici, milyoner
“0 K” biçiminde gösterilir. Kelvin ölçeğindeki Howard Hughes’in tasarlayıp yaptığı ve 1947’de
bir sıcaklığı Celsius ölçeğine dönüştürm ek yalnız bir kez uçan zamanının en büyük uçağı
için, kelvin derecesinden 273 çıkarmak yeter- Spruce Goose da Los Angeles limanında görü­
lidir. Celsius derecesini kelvine dönüştürm ek lebilir. Dünyanın en büyük osenaryumu (okya­
için de, Celsius derecesine 273 eklenir. Buna nus akvaryumu) olan Marineland’in bulunduğu
göre suyun donm a derecesi 0°C’ye, bu da Palos Verdes Yarımadası, Los Angeles limanı­
273 K ’ya eşittir. nın batısında yer alır. Yarımadanın kuzeyinde
ise dünyanın en büyük yat limanı olan Marina
LOS ANGELES. Güney California’daki Los del Rey vardır.
Angeles kenti, New Y ork’tan sonra A B D ’nin Kentin öbür ilgi çekici yerleri arasında, bir
ikinci büyük kentidir. 1.202 km2’lik bir alanı açık hava konser alanı olan Hollywood Bowl
kaplayan Los Angeles, dünyanın en büyük ile film setlerinin ve ünlü filmlerin, televizyon
yüzölçümlü kentlerinden biridir; nüfusu dizilerinin çekiminden sahnelerin görülebildi­
3.259.300’dür (1986). ği Üniversal Stüdyoları sayılabilir. G üneydo­
Los Angeles, San Gabriel Dağları ile Bü­ ğuda, kent sınırlannın ötesinde büyük eğlen­
yük Okyanus arasındaki geniş bir kıyı ovasına ce merkezi olan Disneyland kurulm uştur.
kurulm uştur. Yıl boyunca ılıman bir iklimi
olan kentte sis eksik olmaz. Camera Press

Kentin ilk kurulduğu alanı da kapsayan Los


Angeles kent m erkezi, günümüzde kentin
doğu bölümünde kalmıştır. Burası bir iş ve
alışveriş merkezi olmanın yanı sıra, Old Pla-
za’daki ve Olvera Sokağı’ndaki M eksika dük­
kânları ve lokantalarıyla çok renkli bir yerdir.
Kentin en yüksek gökdeleni olan 262 m etre
yüksekliğindeki U nited California Binası ve
sanat gösterilerinin yer aldığı Müzik Merkezi
de bu bölgededir. Japonlar’ın oturduğu Little
Tokyo ve kentteki Çinliler’in yaşadığı China-
town da kent merkezinin yakınındadır.
Los Angeles kent merkezinin batısında,
Wilshire Bulvarı çevresinde birçok modern
yapının ve şık mağazanın bulunduğu önemli
Dünyanın en büyük kent içi ekspres yol sistem inin
bir alışveriş merkezi vardır. Sinema ve tele­ bulunduğu Los Angeles'te 6 m ilyon araç
vizyon sanayisinin merkezi olan. Hollywood trafiğe ç ık a rr-
284 LOTUS

Los Angeles'te değişik


kökenli toplulukların
barındığı, farklı m im ari
özellikler taşıyan yapılar
kente ilginç bir görünüm
kazandırır.

Los Angeles’te birçok değişik bölgeden otobüs taşımacılığının geliştirilmesi için çalış­
gelmiş insanlar yaşar. Nüfusun yaklaşık yüzde m alar yapılmaktadır.
28’ini Latin Am erika ve özellikle Meksika İspanyol göçmenlerinin 1781’de kurduğu
kökenliler oluşturur. Siyahlar yüzde 17, A s­ Los Angeles, 1850’de A B D ’ye katıldığı za­
yalIlar yüzde 7’dir. Nüfusun geri kalanı genel­ man kentte 1.610 kişi yaşıyordu. 1900’de
likle Avrupa kökenlidir. Irk çatışmalarına nüfusu 100 bini aşan kent, ılık ve güneşli
sahne olan kent, günümüzde de Latin A m eri­ iklimi nedeniyle 20. yüzyılın başlarında film
ka kökenliler ve Siyahlar arasındaki yüksek sanayisinin merkezi oldu.
işsizlik oranının doğurduğu sorunlarla karşı
karşıyadır. LOTUS. Alımlı çiçekleri nedeniyle çok eski­
A B D ’nin ikinci büyük sanayi kenti olan çağlardan beri çeşitli toplum larda bereket,
Los Angeles aynı zamanda büyük bir uzay sa­ doğum, cinsellik, saflık simgesi olarak kabul
nayisi merkezidir. Film sanayisinde 1940’lara edilen ve pek çok efsaneye konu olan lotus­
göre bir düşüş olmasına karşın Holywood, lar, nilüferlere benzeyen su bitkileridir. Bun­
çoğu televizyon filmi olmak üzere, film ların en yaygınlarından biri olan Mısır lotusu
üretimini sürdürm ektedir ve bu sanayi kentin (Nym phaea lotus) tropik bölgelerdeki göller­
en önemli gelir kaynağıdır. Los Angeles de yetişir. Suyun üzerinde yüzen iri ve kalın
A B D ’nin popüler müzik sanayisinin de m er­ yapraklarının genişliği bazen 60 santimetreye
kezidir. ulaşır. Kenarları dişli bir özellik gösteren bu
Los Angeles’te petrol çıkarılır ve işlenir. yaprakların üst yüzü mumsu bir katm anla, altı
Giyim, elektronik, otom obil, basım, yayım, ise tüylerle kaplıdır. Beyaz taçyapraklardan
mobilya, kimya ve gıda sanayileri öbür önem ­ oluşmuş iri ve albenili çiçekleri vardır.
li sanayi dallarıdır. Kentteki bir başka önemli Hindistan ve Çin’e özgü bazı dinsel resim­
sanayi dalı da turizmdir. Los Angeles A B D ’ lerde Buda genellikle büyük bir lotus çiçeği­
nin Büyük Okyanus kıyısındaki en önemli nin içinde otururken betimlenir. İşte bu çiçek
limanıdır. Los Angeles Havalimanı dünyanın Hindistan ve Çin’in çeşitli kesimlerindeki ba­
en işlek üçüncü havalimanıdır. Çok fazla özel taklık ve sığ sularda.yetişen Hint lotusudur
arabanın olduğu kentte, çok katlı, yaygın bir (Nelum bo nucifera). Bu ülkelerde çok eski­
karayolu ağı kurulmuştur. Toplu ulaşım hiz­ çağlardan beri kutsal sayılan Hint lotusunun
metleri ise yetersizdir. Hava kirliliğini ve tra­ hem yaprakları, hem de açık pembe çiçekleri
fik tıkanıklığını azaltmak amacıyla kent içi su yüzeyinden yukarıya doğru yükselir. Keş-
LOUIS 285

m ir’de tohum larından besin olarak yararlanı­ Louis I (778-840), sonradan Kutsal Roma-
lır. Buna çok yakın bir tür olan Am erika lotu­ Germ en im paratoru olan Frank Kralı Şarl-
su (Nelum bo pentapetala) ise sudan yukarı m an’ın oğluydu. 813’te tahtı babasıyla paylaş­
uzanan sarı çiçekleriyle ayırt edilir. mak üzere im paratorluk tacını giydi. Ertesi yıl
Şarlman ölünce de I. Ludwig adıyla Kutsal
Rom a Germ en im paratoru oldu. O tarihte
imparatorluğun sınırları bugünkü Fransa’yı,
Alm anya ve İtalya,’yı kapsıyordu. Kilisede re­
form hareketlerine giriştiği için “Sofu” ya da
“D indar” lakabıyla anılan I. Ludwig (Louis),
ölümünden önce im paratorluğu oğulları ara­
sında bölüştürerek ülkesini bir iç savaşa sü­
rükledi.
Louis II (846-879) ya da “Kekeme Louis”
877-879 arasında Batı Frank K rallığinı yö­
netti.
Louis III (863-882) ve kardeşi Carloman
880’de ülkeyi ikiye böldüler. Loire Irm ağinın
kuzeyindeki toprakları alan III. Louis 881’de
Vikingler’i yenerek ülkesini kuzeyli işgalciler­
den kurtardı.
Louis IV (921-954), Karolenj hanedanın­
dan III. Charles’ın (III. Kari) oğluydu. 936’da
tahta çıktı ve L orraine’i ele geçirmek için
Kutsal Rom a-G erm en İm paratoru I. O tto ile
savaştı.
Hint lotusunun tohum larından yiyecek olarak
yararlanılır.
Louis V (967-987) ya da “Tem bel Louis”
986’da taç giydi ve yalnızca bir yıl hüküm dar­
lık yaptı.
Üçü de nilüfergiller (Nym phaeaceae) famil­ Louis VI (1081-1137). 1108’de tahta çıkan
yasından olan bu lotus türleri botanik bahçe­ “Şişman” ya da VI. Louis Fransa’nın ilk
lerinin seralarındaki havuzlarda yaygın olarak ulusal ordusunu kurdu ve savaşlarda orduyu
yetiştirilir. kendisi yönetti. Toprak sahibi soylulara karşı
halkın, kilisenin ve yoksulların yanında yer
LOUİS (Fransa Kralları). Fransa tarihinde, alarak krallık otoritesini güçlendirdiği için
Louis adını taşıyan 18 kral vardır. ulusal bir kahram an olarak benimsendi.

Giraudon—A rt Resources!EB Inc. Mansell Collection Mansell Collecrion


Soldan sağa: IX. Louis (hükümdarlığı 1226-70); X. Louis (hükümdarlığı 1314-16); XI. Louis (hükümdarlığı
1461-83).
286 LOUİS

Mansell Collection
Soldan sağa: XII. Louis (hükümdarlığı 1498-1515); XIII. Louis (hükümdarlığı 1610-43); XIV. Louis
(hükümdarlığı 1643-1715).

Louis VII (yaklaşık 1120-1180), 1137’de Louis XI (1423-1483). 1461’de taç giyen XI.
babası VI. Louis’nin ölümü üzerine tahta Louis’nin hükümdarlığı sırasında Fransa top­
geçti. “G enç” lakabıyla tanınan kral, aynı yıl rakları, Bretanya ve Lorraine dışında bugün­
A kitanya Düşesi Eleonore (Alienor) ile evle­ kü sınırlarına ulaştı. Kral, bir yandan güçlene­
nerek topraklarını Pireneler’e kadar genişlet­ rek devlete karşı çıkan soyluların yetkilerini
ti. A m a 1152’de boşandığı Eleonore İngiltere kısıtlarken, bir yandan da kentlerin ticaret ve
Kralı II. Henry ile evlenince, karısının çeyizi sanayi alanında gelişmesi için uğraştı.
olan A kitanya’yı İngiltere’ye bırakm ak zo­ Louis XII (1462-1515), 1498’de Fransa tah­
runda kaldı. Böylece II. Henry Fransa’da tına çıkmadan önce Orleans düküydü. A nt­
VII. Louis’den daha çok toprak sahibi oldu. laşmalar ve savaşlarla İtalya’yı ele geçirmek
Louis VIII (1187-1226) ya da “Aslan Louis” istediyse de başaramadı. Bu savaşlarda düş­
1223’te tahta çıktı ve üç yıl hüküm darlık manlarına karşı acımasız, boyun eğenlere
yaptı. karşı ılımlı davranışlarıyla tanındı. Adalet
Louis IX (1214-1270), 1226’dan başlayarak sisteminin daha iyi işlemesi için çalışan ve
44 yıl boyunca ülkesini yönetti. Zam anının yoksulları koruyan adil bir kraldı. Bu yüzden
çoğunu oruç tutup dua ederek, din ve hayır XII. Louis’ye “Halkın Babası” dendi.
işleriyle uğraşarak geçirdiği için “Aziz Louis” Louis XIII (1601-1643) 1610’da tahta çıktı­
lakabıyla tanınırdı. Dış ilişkilerde barışçıl bir ğında 9 yaşındaydı. Ülkeyi uzun süre annesi
tutum izledi. Norm andiya, A njou ve Poitou’ M arie de Medicis yönetti. 1617’de annesini
yu işgal eden İngiltere Kralı III. Henry ile sürgüne yollayarak yönetime el koyan XIII.
1259’da Paris Antlaşm ası’m imzaladı. Bilim, Louis, ana oğul arasında arabuluculuk yapan
sanat ve edebiyata da çok değer veren IX. Kardinal Richelieu’yü 1624’te başbakanlığa
Louis zamanında Paris, A vrupa’nın önde getirdi (bak. RlCHEUEU). Avusturya ile İspan-
gelen bilim ve kültür m erkezlerinden biri ya’nın A vrupa’daki gücünü kırmak üzere
oldu. Sorbonne Üniversitesi de onun döne­ Protestan Alman prensleriyle anlaştı ve
minde kuruldu. Yedinci Haçlı Seferi’ni yöne­ 1635’te İspanya’ya savaş açtı. X III. Louis’nin
ten kral, sekizinci sefer için ordusuyla birlikte hükümdarlığı ve Kardinal Richelieu’nün baş­
Afrika’ya çıktıktan bir süre sonra vebadan öldü. bakanlığı zamanında Fransa A vrupa’nın en
Louis X (1289-1316), iki yıldan daha kısa güçlü devletlerinden biri durum una geldi.
süren hükümdarlığı sırasında, toprak sahibi Louis XIV (1638-1715) Fransa’nın en mut-
soylulara çeşitli ayrıcalıklar tanıdı; ayrıca lakıyetçi, en otoriter, en güçlü ve en uzun
serflere para karşılığında özgürlüklerini satın süre tahtta kalan kralıydı. 72 yıl süren hüküm ­
alma hakkını verdi. darlığı (1643-1715) Avrupa tarihinin de en
LOUİS 287

Mansell Collecrion
Soldan sağa: XV. Louis (hükümdarlığı 1715-74); XVI. Louis Fransız D evrim i'nde giyotinle idam edildi
(1793); XVII. Louis, babasının idamından sonra Fransa krallığını yalnızca unvan olarak taşıdı ve 1795'te 10
yaşındayken hapiste öldü.

uzun saltanatıdır. T a n rin ın yeryüzündeki lece hem yüz binlerce H uguenot’nun ülkeden
simgesi ve ülkesinin “m utlak efendisi” oldu­ ayrılmasına, hem de Avrupa devletlerinin
ğuna inanan XIV. Louis’ye halkı “Güneş Fransa’ya karşı birleşmelerine neden oldu.
Kral” adını takmıştı. Çünkü bütün gücü Louis XV (1710-1774), iç ve dış siyasetinde­
elinde toplamış ve çevresinde göz kamaştırıcı ki tutarsızlıkları, gevşek yönetimi, gösterişli
bir görkem yaratmıştı. Bununla birlikte, sa­ ve savurgan yaşamıyla krallık gücünün zayıf-
vurganlığı ve art arda girdiği savaşlar nedeniy­
le öldükten sonra ardında yalnızca yıkıntı
bıraktı.
1661’de başbakanı Kardinal Mazarin ölür
ölmez bu kurumu tümüyle kaldırarak bakan­
ları ve öbür yöneticileri doğrudan kendisine
bağladı. Bu arada, eski krallara zaman zaman
karşı koyacak kadar güçlenmiş olan soyluları
sık sık sarayına çağırıp zevk ve eğlence dolu
bir yaşama özendirerek siyasetten uzak kal­
malarını sağladı. Gösterişli ve savurgan yaşa­
mının simgesi olan Versailles Sarayı’nı yaptırdı;
sanatçıları ve yazarları koruması altına aldı.
XIV. Louis’nin dış siyasetinin tek amacı
Fransa’nın gücünü artırm aktı. Bu nedenle
1667’den 1713’e kadar saltanatının 46 yıllık
dönemi sürekli savaşlarla geçti. Felem enk
(H ollanda), İngiltere, İspanya ve A vusturya’
ya açtığı savaşlarda önceleri başarılı olduysa
da sonradan kazandığı toprakların çoğunu
yitirdi.
1685’te, Huguenotlar olarak bilinen Fransız
P rotestanlarina inanç özgürlüğü tanıyan
Nantes Ferm aninı yürürlükten kaldırdı. Böy­ XVIII. Louis (hükümdarlığı 1814-24).
288 LOUİS

lamasına yol açtı. 1763’teki Paris A ntlaşm a­


sıyla Fransa’nın Kanada ve H indistan’daki
sömürgelerini İngiltere’ye bıraktı. “Benden
sonra tufan” sözüyle tanınan XV. Louis’nin
başarısız yönetimi Fransız Devrim i’ni hazırla­
yan nedenlerden biridir.
Louis XVI (1754-1793) büyükbabası XV.
Louis’nin ölümü üzerine 1774’te tahta çıktı.
Zayıf ve çekingen bir kişiliği vardı. Mali kriz
içinde olan ülkesinin sorunlarından ve devlet
yönetiminden çok avcılık, çilingirlik gibi kişi­
sel m eraklarıyla uğraştı. M utlakıyet yanlısı,
hırslı bir kadın olan karısı M arie-A ntoinette
de kralın mali ve siyasal reform lar yapmasını
önleyebilmek için tüm etkisini kullandı (bak.
M a rie A n t o i n e tt e ) . F ran sız Devrim i’nden
sonra Belçika’ya kaçmaya çalışan XVI. Louis
ile M arie-Â ntoinette 1793’te giyotinle idam
edildiler (bak. FRANSIZ DEVRİMİ).
Louis XVII (1785-1795) babası XVI. Louis’
nin idam edilmesinden sonra monarşi yanlıla­
rınca kral ilan edildiyse de hiçbir zaman taç
giyemedi. Devrim sonrasında ailesiyle birlikte
kapatıldığı hapishanede öldü.
The Bettmann Archive
Louis XVIII (1755-1824) XVI. Louis'nin
Joe Louis (sağdaki), dünya ağır sıklet boks
kardeşi ve sürgündeki krallık yanlısı soylula­ şam piyonluğu unvanını 1937'den 1949'a kadar
rın önderiydi. 1814’te, Elba A dası’na sürülen sürekli elinde tutm uştur.
Napolyon’un yokluğundan yararlanarak tahta
çıktı. Am a daha bir yıl dolmadan Napolyon ile Haziran 1941 arasındaki kısa dönemde
geri dönünce yurtdışına kaçmak zorunda kal­ yaptığı yedi karşılaşmada da şampiyonluğu
dı. Napolyon’un 1815’teki W aterloo yenilgi­ rakiplerine kaptırmadı.
sinden sonra yeniden ülkesine dönerek bir 1949’da ringlerden ayrılan Louis, sonradan
kez daha krallık tahtına oturan XVIII. Louis yaptığı iki unvan maçını sayıyla kaybetti.
o tarihten sonra ılımlı bir siyaset izledi. 1951’deki son önemli karşılaşmasında ise
Rocky M arciano’ya sekizinci rauntta nakavtla
LOUİS, Joe (1914-1981). A B D ’li boksör Joe yenildi. Profesyonel spor yaşamı boyunca 71
Louis, dünya ağır sıklet boks şampiyonluğunu maçtan 68’ini kazanmış olan boks şampiyonu,
12 yıl elinde tutarak boks tarihinde rekor sonraki yıllarda ününü ve servetini koruyam a­
kırmıştır. A labam a’daki Lexington’da doğan dığı için, yaşamının son yıllarını Las Vegas’ta-
ve asıl adı Joseph Louis Barrow olan Louis ki bir gece kulübünde çalışarak geçirdi.
“Kara Bom ba” lakabıyla tanınır.
A m atör olarak üstün başarı gösterip Altın LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI (24 Tem ­
Eldiven’i kazandıktan sonra 1934’te profesyo­ muz 1923), yeni Türk Devleti’nin uluslararası
nel oldu. Üç yıl geçmeden, James Braddock’u alanda tanındığını belgeleyen önemli bir ant­
sekizinci rauntta nakavtla yenerek dünya ağır laşmadır.
sıklet şampiyonluğunu kazandı. Spor yaşamı I. Dünya Savaşfndan zaferle çıkan A B D ,
boyunca bu unvanını 25 kez korudu ve en İngiltere, Fransa ve İtalya, savaşta yenilen
ünlü boksörlerle yaptığı unvan maçlarından A lm anya’ya, Avusturya-M acaristan İmpara-
20’sini nakavtla kazandı. En parlak yılları II. torluğu’na ve Osmanlı D evleti’ne ağır koşul­
Dünya Savaşı’na rastlayan Louis, Aralık 1940 lar içeren barış antlaşmaları önermişlerdi.
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI 289

Tarih TV/T. T. T. Cemiyeti, 1934


Lozan Barış A ntlaşm asında Türkiye'yi tem sil eden kurul. Ön sırada, ortadaki, kurulun başkanı
İsmet Paşa'dır (İnönü).

Yenik devletlerden ilk ikisi 1919’da bu antlaş­ la ilgili sorunların görüşüleceği oturum larda
maları imzalamak zorunda kalmış, Osmanlı yer alacaktı. Türkiye’yi, dışişleri bakanlığına
Devleti de 1920’de Sevr Antlaşm ası’na boyun getirilen İsmet Paşa (İnönü) başkanlığındaki
eğmişti (bak. B İRİN Cİ D ü n y a S a v a ş i ; S e v r A n t - bir kurulun temsil ettiği konferans 20 Kasım
LAŞM ASl). A m a Sevr A ntlaşm asinın öngördü­ 1922’de başladı.
ğü düzen Kurtuluş Savaşiyla altüst oldu ve Konferansın ana konuları sınırlar, boğaz­
Anadolu’da güçlü bir Türk Devleti doğdu. Bu lar, kapitülasyonlar, azınlıklar ve Osmanlı
değişen koşullar karşısında galip devletler 27 D evleti’nin borçları olarak saptanmıştı. Savaş
Ekim 1922’de A nkara hüküm etini yeni bir tazminatı da önemli bir sorun olarak gündem ­
barış antlaşması için görüşmeye çağırdılar. Ne deydi. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere
var ki, aynı çağrı İstanbul hüküm etine de galip devletlerin Sevr A ntlaşm asinın koşulla­
yapıldığı için Türkiye Büyük Millet Meclisi rını biraz hafifleterek Türkiye’ye kabul ettir­
(TBMM) 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldıra­ meye çalışmaları nedeniyle oturum lar sert
rak Osmanlı D evleti’ne son verdi. Böylece tartışm alarla geçti. Özellikle İngiltere’nin
Türkiye’yi temsil edecek tek güç A nkara ödün vermeyen tutum u yüzünden konferans
hüküm eti oluyordu. çıkmaza girdi ve görüşm eler 4 Şubat 1923’te
İsviçre’nin Lozan kentinde toplanması ka­ kesildi. Yoğun diplomatik çabalar sonucunda
rarlaştırılan barış konferansına Türkiye’nin taraflar 23 Nisan 1923’te yeniden bir araya
yanı sıra İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, geldiler. Bu kez İngiltere’nin tutum u daha
Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya katılı­ yumuşamıştı. Nitekim görüşm eler olumlu so­
yordu. Konferansta A BD gözlemci olarak nuçlandı ve üzerinde anlaşmaya varılan m etin
bulunacak, SSCB boğazlar sorununun, Bul­ 24 Temmuz 1923’te imzalandı.
garistan ise Ege Denizi kıyısındaki topraklar­ Beş bölümde toplanmış 143 m addeden
290 LÖSEMİ

oluşan Lozan Barış Antlaşm ası’nın temel zam anda I. Dünya Savaşı’nı sona erdiren
hüküm lerine göre, doğu sının SSCB ile daha antlaşm alar içinde tek onurlu belgedir.
önce imzalanmış olan antlaşmadaki biçimiyle
kabul ediliyordu. Suriye sınırı için de Fransa LÖSEMİ denen hastalık grubunun bir adı da
ile yapılan eski antlaşm a geçerliydi. Buna kar­ kan kanseridir. Çünkü öbür kanser türleriyle
şılık Irak sının konusunda İngiltere ile anlaş­ aynı özellikleri gösteren bu hastalıklar, vücut­
maya yanlam adığından bu sorun ancak taki bütün iri kemiklerin iç boşluğunu doldu­
1926’da iki ülke arasında yapılan yeni bir ant­ ran ve kan yapımından sorumlu olan kemik
laşmayla çözüldü. Lozan’da Trakya sınırı iliğinde gelişir.
yeniden çiziliyor, ayrıca savaş tazm inatından Lösemi adı altında toplanan hastalıkların
vazgeçmesi karşılığında Karaağaç yöresi T ür­ birçok değişik tipi vardır. Am a hepsinin ortak
kiye’ye bırakılıyordu. Ege Denizi’ndeki İm­ özelliği kandaki akyuvarların denetlenem eye­
roz Adası (Gökçeada) ile Bozcaada da Türki­ cek biçimde çoğalmasıdır. Bu çoğalan akyu­
ye’ye veriliyordu. B anş zam anında İstanbul varlar hem vücudu m ikroplara karşı savuna-
ve Çanakkale boğazlarından sivil gemilere mayacak durum a gelir, hem de alyuvarlar ile
geçiş serbestliği tanıyan taraflar, askeri gemi­ trom bositler gibi öbür kan hücrelerinin göre­
lere kısıtlama getirmişlerdi. Savaş durum unda vini aksatır (bak. K an ). Normal olarak 1 mm3
ise Türkiye savaşta taraf olup olmamasına kanda 5 milyon kadar alyuvar ve 4.000 ile
göre davranacaktı. Boğazların iki yakasının 11.000 arasında akyuvar bulunur. Oysa löse­
askersizleştirilmesi ve geçişlerin uluslararası mide 1 mm3 kandaki akyuvar sayısı 1 milyona
bir kurulun denetimine bırakılması gibi karar­ kadar yükselebilir.
lar sonradan, 1936’da imzalanan M ontrö Lösemide hangi akyuvar türü aşırı çoğala­
(M ontreux) Sözleşmesi’yle Türkiye lehine de­ rak kanserleşme özelliği gösteriyorsa hastalık
ğiştirildi (bak. B oğazlar Sorunu ). da o akyuvarın adıyla tanımlanır. Örneğin
Türk hüküm etinin ısrarla üzerinde durduğu lenfosit lösemisi (ya da lenfositik lösemi), bir
konulardan biri olan kapitülasyonlar, Lozan akyuvar türü olan ve lenf sisteminde bulunan
B anş A ntlaşm ası’nın hüküm lerine göre tü­ lenfositleri, yani lenf hücrelerini etkiler (bak.
müyle kaldınlıyordu (bak. KAPİTÜLASYON). L enf SİSTEMİ). A kut lenfosit lösemisi çocuklar­
Azm lıklann Türk yurttaşı olması benim seni­ da en sık görülen lösemi tipidir. “A k u t”
yor, ancak Anadolu ve Doğu Trakya’daki terim i, tedavi edilmediğinde birkaç hafta ya
Rum lar ile Yunanistan’daki T ürkler’in karşı­ da birkaç ay gibi kısa bir sürede ölümle
lıklı göç ettirilmesi kararlaştırılıyordu. Batı sonuçlanabilen hastalıklar için kullanılır. Len­
Trakya Türkleri ile İstanbul’da yaşayan R um ­ fosit lösemisi erişkinlerde de görülür, ama bu
lar bu göçün dışında kalacaklardı. G ene ant­ durum da hastalık “kronik” ya da süreğendir;
laşma hüküm lerine göre, Osmanlı D evleti’ yani yavaş yavaş gelişir ve hasta uzun yıllar
nin borçlan, imparatorluğun parçalanmasıyla yaşayabilir. Löseminin en yaygın ikinci türü
oluşan yeni devletlere gelirleri oranında bö- olan granülosit ya da miyeloblast lösemisi ise
lüştürülecekti. Türkiye de kendi payına düşen erişkinlerde çocuklardakinden daha sık gö­
m iktan taksitlerle ödemeyi kabul ediyor­ rülür.
du (bak. D üyun -1 U mumîye ). Galip devletler, Löseminin tedavi edilebilir hastalıklar ara­
I. Dünya Savaşı’ndaki kayıplanna karşılık sına katılması çağdaş tıp biliminin çarpıcı
Türkiye’den istedikleri savaş tazm inatın­ başarılarından biridir. Günüm üzde, lösemili
dan vazgeçiyorlar, Türkiye de Y unanistan’ çocukların yarıdan çoğu iyileştirilebilmekte-
dan istediği tazm inata karşılık Karaağaç’ı alı­ dir. Aslında kanser grubu hastalıklar çocuk­
yordu. larda çok sık görülmez; am a, çocukluk çağın­
TBM M ’nin 23 Ağustos 1923’te onayladığı da ortaya çıkan her üç kanser olayından biri
Lozan Barış Antlaşm ası, öbür ülkelerin de akut lösemidir ve tedavi edilmediğinde ölüm ­
onaylamasıyla 6 Haziran 1924’te yürürlüğe le sonuçlanır.
girdi. Türkiye Cum huriyeti’nin kuruluşunda Löseminin başlıca belirtileri halsizlik, kan­
önemli bir adım olan bu antlaşma, aynı sızlık ve soluk darlığıdır. Akyuvarlar vücuda
LÛTGÖLÜ 291

giren m ikroplarla savaşamayacak durum a gel­ yaptığı gibi ilik hücrelerini de parçalayıp
diğinden, lösemili kişiler sık sık başka m ik­ öldürür. D aha da kötüsü, vericiden alınan
roplu hastalıklara yakalanırlar. Löseminin yeni hücreler hastanın kendi hücrelerine sal-
tanısı çok basittir: Kan sayımı yapılarak akyu­ dırabilir. Bu sorun özellikle yaşlı hastalarda
varlarda olağandışı bir artış olup olmadığı çok sık görüldüğünden, 50 yaşın üstündeki
kolayca anlaşılabilir. Ayrıca, kan yapıcı doku­ lösemi hastalarına çok ender olarak kemik
lardan, genellikle de kemik iliğinden alınan iliği nakledilir. G ünüm üzde, her üç hastadan
örnekler üzerindeki daha ayrıntılı bir incele­ yalnızca birine kemik iliği nakli için uygun bir
meyle hangi tip löseminin söz konusu olduğu verici bulunabilm ektedir.
saptanabilir. Lösemililerin bağışıklık sisteminin, kendi
Hastalığın tedavisinde güdülen amaç kan­ ilik hücreleriyle tam özdeş olmayan yeni
daki akyuvar sayısını azaltm aktır. Böyle bir hücrelere karşı şiddetli bir tepki vermesini
şey ameliyatla yapılamayacağından, lösemi engellemek üzere araştırm alar sürdürülüyor.
tedavisinin temeli kanser önleyici ilaçların Bilim adam ları, vericilerin kemik iliğindeki
kullanımına dayanır. K em oterapi denen bu bazı özel hücreleri ayırarak bu bağışıklık
ilaçla tedavi yöntemi çoğu kez radyoterapiyle tepkilerinin önlenebileceğine inanıyorlar.
(ışın tedavisiyle) desteklenir; yani hücre ço­ A m a bu tür araştırm alar kuşkusuz çok uzun
ğalmasını durdurm ak için, hastalıklı dokulara zaman alır. G ene de, kemik iliği nakli günü­
belirli dozda X ışınları uygulanır. Değişik lö­ müzde birçok lösemi hastasına iyileşme um u­
semi tiplerine uygun ilaçların seçilmesi, veri­ du vermiştir.
lecek ilaç dozunun özenle saptanm ası ve teda­ A yrıca bak. KANSER.
vi süresinin iyi ayarlanması iyileşme oranını
büyük ölçüde artırmıştır. LÛT GÖLÜ. Ölü Deniz adıyla da bilinen Lût
Bu yoğun tedavi hastayı çok sarsabilir, ama G ölü, İsrail ile Ü rdün sınırındaki derin bir
çoğu zaman başarıyla sonuçlanır. Bazı olay­ vadiye gömülmüş, hiçbir açık denizle bağlan­
larda hastalık bir süre sonra yeniden ortaya tısı olmayan bir tuz gölüdür. Uzunluğu yakla­
çıkar; bu durum da tedavinin yinelenmesi şık 80 km, en geniş yeri 18 km olan gölün
gerekir. doğu kıyıları Ü rdün’ün çöllük M oab Yayla-
Kemik iliği nakliyle tam olarak iyileşen sı’yla, batı kıyıları ise İsrail topraklarındaki
hastaların sayısı gün geçtikçe artm aktadır. Bu Y ahuda T epeleri’yle sınırlanmıştır. Bu tepe­
tedavi yöntemi genellikle akut ve ölümcül lerin 80 km daha batısında da Akdeniz kıyılan
lösemi türlerine yakalanmış olan ya da ilaçla uzanır.
iyileşmeyen çocuklara uygulanır. Lût G ölü’nü çevreleyen dik yamaçlı çökün­
Kemik iliği nakli, ilkesel olarak kan nakline tü alanı Büyük Rift Vadisi’nin uzantısıdır (bak.
benzeyen bir cerrahi yöntem idir. Önce hasta­ BÜYÜKRİft VADİSİ). İsrail’in kuzeyinden Kızıl-
nın kemik iliğindeki kanserli hücreler parçala­ deniz’e kadar inen bu vadinin tabanında
narak yok edilir. Sonra, genellikle hastanın H erm on D ağı’nın eteklerindeki kaynaklarla
yakın bir akrabasından alman sağlıklı kemik beslenen Şeria Irmağı güneye doğru hızla
iliği vücuda şırınga edilir. Bu yeni ilik, kem ik­ akar. Taberiye G ölü’nü aşıp Lût G ölü’ne
lerin ortasındaki boşluklara yerleşir ve eğer doğru yaklaştıkça, Şeria vadisinin gür yeşilliği
bir doku uyuşmazlığı olmazsa sağlıklı akyu­ giderek çoraklaşır, kurak ve çıplak bir görü­
varlar üretm eye başlar. nüm alır (bak. ŞERİA IRMAĞI).
B ütün doku ve organ nakillerinde olduğu Şeria Irm ağı’nın durm adan taşıdığı bol suya
gibi (bak. D o k u v e O r g a n N A K L İ), kemik iliği karşın L ût G ölü hiçbir zaman dolmaz. Suyun
naklinde de lösemili hasta ile vericinin kemik yüzeyi hem en her zaman deniz düzeyinin,
iliği hücrelerinin m utlaka uyuşması gerekir. örneğin yakınındaki A kdeniz’in 400 m etre
Yoksa, lösemili hastanın bağışıklık sistemi bu kadar altında kalır. Bu yüzden Lût G ölü’nün
yeni hücreleri yabancı m adde olarak kabul çanağı, dünyadaki bütün göller içinde en
edeceği için “reddeder” ; yani tıpkı m ikropla­ çukur olanıdır. Kışın ve baharda biraz yükse­
ra ve vücuda giren öbür yabancı m addelere len su düzeyi yaz aylarında gene düşer; çünkü
292 LÛT GÖLÜ RULOLARI

yamaçlar oluşturan parlak renkli kumtaşları


kuşatır. Bu kayalıkların da etkisiyle, yaz
aylarında gölün çevresinde sıcaklığın 51°C’ye
kadar yükseldiği olur. 1967’ye kadar Lût
G ölü’nün kuzey yarısı Ü rdün’ün, güney yarısı
İsrail’in sınırları içinde kalıyordu. O tarihte
İsrail, Batı Şeria bölgesiyle birlikte gölün
kuzeyinin batı kıyılarını da işgal etmiş ve bir
daha buradan çekilmemiştir. Bugün her iki
devlet gölün çevresini canlı bir turizm m erke­
zine dönüştürm e çabası içindedir.

LÛT GÖLÜ RULOLARI, Ü rdün ile İsrail


arasındaki L ût G ölü’nün kuzeybatı yakasın­
daki m ağaralarda 20. yüzyılın ortalarında
bulunmuş eski m etinlerdir. Bu elyazmaları-
nın, eski bir Musevi tarikatının üyeleri olan
ZEFA Essenliler tarafından tutulmuş zengin bir arşi­
Lût G ö lü 'n ü n suları o kadar tu z lu d u r ki, insan hiç vin parçaları olduğu sanılıyor. Hz. İsa’nın
ba tm a da n kolayca suyu n üstü n d e kalab ilir. yaşadığı dönem deki Musevilik, Museviler ile
Hıristiyanlar arasındaki ilişkiler ve Yahudiler’
yağışlar çok az, buharlaşm a çok fazladır. in tarihi konusunda aydınlatıcı bilgiler veren
Kurak yaz aylarında her gün yaklaşık 2 cm bu m etinleri ve parçalanmış bölümleri bir
yüksekliğinde bir su katm anı buharlaşarak araya toplam ak, tarihlerini saptam ak, çeviri­
yok olur. lerini yapm ak, bilgileri değerlendirebilmek
Buharlaşm adan ileri gelen sürekli su kaybı için çok büyük çaba harcanmıştır. Çağımızda­
ve gölün yakınındaki sıcak tuzlu su kaynakları ki arkeolojik buluşların en önemlilerinden
nedeniyle Lût G ölü’nün suları deniz suyun­ biri sayılan Lût Gölü m etinleri Kutsal Ki-
dan altı kat daha tuzludur. Bu yüzden, denize ta p ’ın bilinen en eski elyazmalarıdır (bak.
bırakıldığında kolayca batan herhangi bir K u t s a l K it a p ).
nesne Lût G ölü’nün sularında hiç batm adan Belgelerin ilk örneğini 1947’de bir Bedevi
yüzer. Örneğin göle giren bir insan çabalasa genci buldu. Kaybolan keçisini arayan bu
bile suyun altında kalamayacağı için boğulma genç, Kum ran vadisinin dik yamaçlarındaki
tehlikesi yoktur. küçük bir oyuğa taş attığında bir şeyin kırıl­
Bu yoğun tuzluluk derecesinin doğal sonu­ masını andıran bir ses duymuştu. İçeriye girip
cu olarak Lût Gölü m ineraller açısından da bakınca, attığı taşın burada bulunan çömlek­
çok zengindir. Göl sularının özel havuzlarda lere çarpmış olduğunu gördü. Çömleklerin
buharlaştınlm asıyla, yapay gübre üretim inde içinde bezle sarılı, çürüm eye yüz tutm uş deri
kullanılan potas ve dokum a sanayisinde kulla­ rulolar vardı. İlk ruloların bulunduğu bu
nılan magnezyum klorür elde edilir. m ağaraya I. Kum ran M ağarası dendi. Birkaç
Aslında Ölü Deniz adı bu göle çok uygun­ kez el değiştiren rulolar bugün İsrail’de bu­
dur. Çünkü, Lût G ölü’nün sularında ve çevre­ lunm aktadır.
sinde hem en hiçbir canlı yaşamaz. Gölde hiç 1950’lerden başlayarak Kum ran bölgesinde
balık yoktur; Şeria Irm ağı’na kapılarak gelen sürdürülen araştırm alarda, içinde birçok bel­
tatlı su balıkları da bu tuzlu sulara ulaşır ge bulunan 10 mağara daha ortaya çıkarıldı.
ulaşmaz ölür. Neredeyse çölleşmiş olan kıyı­ III. Kum ran M ağarası’nda, bazı hâzinelere ve
larında ise, ancak kuru toprağı nemlendirecek bunların gizlendiği yerlere ilişkin kuşkulu
kadar yağmur yağdığında yeşeren çalılıklar bilgiler veren iki bakır rulo bulundu. En
bulunur. Gölün çevresini batıda boz renkli zengin buluntuların çıkarıldığı yerlerden biri
sarp kayalıklar, doğuda da yüksek ve dik de IV. Kum ran M ağarası’dır. Burada, Kutsal
LUTHER 293

Solda: T unç ru lo la rd a n katına katıldı. 1507’de papazlığa atandı ve


b iri. Ü stün de ki yazıların 1512’de Leipzig’in kuzeyindeki W ittenberg
o ku n a b ilm e si için
açm aya çalışılırken Üniversitesi’nde ilahiyat dersleri vermeye
pa rçalana bilece ği başladı. Çok geçmeden o çağda kabul gören
d ü ş ü n ü lm ü ş ve b ü yü k dinsel düşüncelerden çok farklı düşünceleri
b ir özenle kesilerek
parçalara ayrılm ıştır. savunan bir grubun önderi oldu.
Altta: İlk ru lo la rın Kutsal K itap’ın tek yol gösterici olduğu
b u lu n d u ğ u m ağara. görüşünde olan L uther, yürürlükteki dinsel
Associated Press uygulamaların Kutsal K itap’taki öğretilerden
çok uzaklaştığı kanısındaydı. Aziz Paulus’un
biçimlendirdiği Hıristiyan inanışına dayana­
rak, insanın yalnızca T a n n ’mn bağışlayıcılığı-
na sığınmakla günahlarından arınabileceği
görüşünü savunuyordu.
O dönem de, Tanrı bir insanın günahlannı
bağışladıktan sonra bile, günahkârın ya bu
dünyada ya da öldükten sonra a ra f ta cezalan­
dırıldığına inanılıyordu. A raf, cennetle ce­
hennem arasında bulunduğuna inanılan, ku­
sur ve kötü alışkanlıklardan tam olarak kurtu­
lamamış insanların, günahlarından arınm ak
için bekletildikleri ve cezalandırıldıkları yer­
di. Papa, buna dayanarak, günahların cezası­
nın bir bölümünün bu dünyada para karşılı­
K itap’ın Eski Ahit bölümlerinin hem en he­ ğında bağışlanması anlam ına gelen endüljans ’
men tüm ünü içeren belgeler bulunmuştur. lar dağıtmaya başladı. Böylece insanlar kili­
Kum ran rulolarının çoğu Eski A hit İbrani- seye para vererek günahlarını bağışlatmış
cesi, bazıları ise Yunanca ve A ram ca yazıl­ oluyorlardı. Zam anla endüljansların kötüye
mıştır. Tarihleri kesin olarak saptanamam ışsa kullanımı eleştirilere yol açtı. 1517’de Johann
da çoğunun İÖ 160 ile İS 230 arasında Tetzel adlı bir Alman rahibin W ittenberg’e
yazıldığı sanılmaktadır. gelerek yüksek paralar karşılığında endüljans
Çölün kuru havasında bozulm adan günü­ satması üzerine, Luther kendi görüşleri doğ­
müze kadar ulaşan Lût Gölü R ulolarinın rultusunda bu durum a şiddetle karşı çıktı.
çoğu bugün K udüs’teki İsrail Müzesi’nde W ittenberg’deki kilisenin kapışma, endüljans
saklanm aktadır. konusunda kilisenin tutum unu eleştiren ve
Hıristiyanlık’m özdeğerlerini vurgulayan bir
LUTHER, Martin (1483-1546). M artin Lut- bildiri astı. Doksan Beş Tez olarak bilinen bu
her 16. yüzyılda başlayan Protestan Reform bildiri büyük bir kavganın başlangıcı oldu.
hareketinin öncüsüdür. (R E FO R M m adde­ Papa, Luther’den söylediklerini geri alm a­
sinde anlatılan bu hareket Protestanlık olarak sını istedi. L uther bunu yapmayınca 1521’de
bilinen Hıristiyan mezhebinin doğmasına yol aforoz edildi. Bunun üzerine aforoz edildiğini
açmıştır.) bildiren yazının kopyasını yakarak simgesel
Alm anya’da, Leipzig yakınlarındaki Eisle- olarak kiliseyle bağlarını kopardı. Bu tarihten
ben’de doğan Lyther, çocukluğunu babasının sonra Luther, kilisenin, endüljans dışında da
bakır m adeni işlettiği M ansfeld’de geçirdi. pek çok konuda yanlış bir tutum içinde
Mansfeld ve M agdeburg’da okula giden Lut- olduğunu açıkça belirtmeye başladı. W orm s’
her, 1501’de E rfurt Üniversitesi’ne girdi. daki İm paratorluk Meclisi’nin önüne çıkarı­
1505’te lisans öğrenimini tam am ladıktan son­ lan L uther, Kutsal K itap’ın özüne aykırılığı
ra babasının isteğiyle başladığı hukuk öğreni­ kanıtlanm adıkça, görüşlerini geri almayacağı­
mini bırakarak Augustinusçu keşişlerin tari­ nı açıkladı. Bunun üzerine hakkında soruştur­
294 LÜBNAN

ma açılınca kaçarak W artburg Şatosu’na sak­ lıkları da R eform ’un başansım bir ölçüde za­
landı. Burada gizlendiği süre içinde Yeni yıflattı. Bu yüzden Protestanlık tüm A lm an­
A hit’i herkesin anlayabileceği işlek bir Al- ya’da benim senmedi ve Katolikler ile Protes-
m anca’ya çevirdi. A rtık sıradan bir insan da tanlar iki düşman gruba aynldı.
Hz. İsa’nın söylediklerini kavram akta güçlük Luther öldüğünde iki taraf arasında başla­
çekmeyecekti. L uther, 1522’de W ittenberg’e yan iç savaş, 1555’te Augsburg Barışı imzala­
geri döndüğünde bazı din adamlarının ibadet, nıncaya kadar sürdü. Bu antlaşm a, Alm an
evlilik, giyim gibi konularda kendi savunduğu prenslere, uyruklarının Katolik ya da Luther-
ci (Protestan) olmasına karar verme hakkını
M a rtin Luther
tanıyordu. L uther’in son yıllarında kendi yan­
başlangıçta, K atolik
K ilise si'n e y e n ilik daşları arasında çıkan tartışm alar, onun ölü­
g e tirm e k isterken, m ünden sonra da sürdü.
K a to lik lik 'te n ayrılm a
am acını g ü tm ü y o rd u .
LÜBNAN. Akdeniz ’in doğu kıyısında dağlık
bir A rap ülkesi olan Lübnan Cumhuriyeti,
İsrail ve Suriye ile kom şudur. Yüksekliği bazı
noktalarda 3.000 m etreyi bulan Lübnan Dağ­
M ansell Collection
ları ülkenin ortasından bir om urga gibi geçer.
görüşlerden daha köklü değişiklikleri savun­ Lübnan D ağları’yla ülkenin doğu sınırındaki
duğunu gördü. Bir yandan Katolikler’e karşı Cebelü’ş-Şarki arasında Asi ve Litani ırm ak­
çıkarken, öte yandan da reform yanlılarının larıyla beslenen verimli Bikaa vadisi yer alır.
aşın görüşlerini eleştirdi. Şükran ve öbür O rtadoğu’daki birçok ülkenin tersine Lübnan
kutsam a ayinleri konusunda Katolik uygula­ bol yağış alır. Kıyılarda iklimin ılıman olması­
m alara başından beri karşı çıkmış olan L ut­ na karşılık, iç bölgelerde kışın dağlar karla
her, artık tüm kilise işlemlerinin, öne sürdüğü kaplanır.
yeni görüşlere uygun biçimde değiştirilmesi Lübnan halkının büyük çoğunluğu tarihsel
için çalışmaya başladı. Sur ve Sayda limanlarını kuran Fenikeliler’in
1525’te eski bir rahibe olan K atherina von soyundan gelir (bak. F en İke). Bölgenin doğal
B ora’yla evlendi. Yetenekli bir yazar olan yapısı dolayısıyla yüzyıllardır buraya sığınan
L uther’in 70 cildi kapsayan yapıtları Hıristi­ çeşitli etnik topluluklar Lübnanlı A raplar’la
yanlık öğretisine açıklık getirdi. Yeni A hit’ karışarak bugünkü Lübnan halkını oluştur-
ten sonra Eski A hit’i de 1534’te A lm anca’ya
çevirdi. Papanın A lm anya’daki etkinliğinden
ve para isteklerinden hoşnut olmayan bazı Al­
man prensleri Luther’i destekledi. Reform’u
benimseyen derebeylikler kendi kiliseleri­
ni kurdu. Am a L uther’in görüşlerinin tehli­
keli sonuçlar yaratacağından korkanlar da
vardı. 1524-25 arasında K araorm an’ın güne­
yindeki köylüler L uther’in öğretisinden esin­
lenerek “Hıristiyanlar’a özgürlük” çağrısıyla
toprağa kavuşmak için m anastırlara ve dere­
beylerinin m alikânelerine saldırdı. Ne var ki,
L uther bu eylemlere karşı çıktı. Köylü ayak­
lanması kanlı bir şekilde bastırıldı. Köylülerin
L uther’e olan güveni sarsıldı. Birçok kişi
Luther’in evliliğini ve Hessen Prensi Philip’in
aynı zam anda iki kadınla birden evlenmesini
onaylamasını yadırgadı. Luther’in İsviçreli
reformcu Huldrych Zwingli ile olan anlaşmaz­
LÜBNAN 295

yatakları açısından yoksuldur; sanayisi de


L Ü B N A N 'A İLİŞKİN BİLGİLER
gelişmemiştir. Irak ve Suudi A rabistan’dan
YÜZÖLÇÜMÜ: 10.230 km2.
gelen petrol boruhatları Lübnan’ı boydan
NÜFUS: 2.828.000 (1988). boya geçerek kıyıdaki Trabulus (Trablusşam)
YÖNETİM: Bağımsız cum huriyet. ve Sayda’ya ulaşır. Elektrik üretimi ve top­
BAŞKENT: Beyrut. rakların sulanması için gereken su Litani
DOĞAL YAPI: Ülke, ve rim li bir vadiyi çevreleyen, b irb i­ Irm ağı’ndan sağlanır.
rine paralel iki dağ sırası ile bunların önünde yer
alan dar b ir kıyı ovasından oluşur.
ÖNEMLİ KENTLER: Beyrut, Trabulus (Trablusşam), Tarih
Sayda, Zahle. L übnan’ın bilinen tarihi İÖ 3000 yıllarında
BAŞLICA ÜRÜNLER: Buğday, arpa, meyve, sebze. bölgeye geldikleri sanılan Fenikeliler’le baş­
EĞİTİM: 5-9 yaşları arasında zorunludur. lar. (Lübnan’ın Fenike dönem inden İÖ 64’te
Rom a egemenliğine girişine kadarki tarihi
muştur. 1930’larda Hıristiyanlar çoğunluktay­ FEN İK E m addesinde anlatılmıştır.) R om a’
ken, günümüzde M üslüm anlar’ın sayısının nın ikiye ayrılmasından sonra Doğu R om a’
daha çok olduğu sanılmaktadır. Lübnanlı nın (Bizans) sınırlarının içinde kalan Lübnan
H ıristiyanların büyük bölümü Katolik Kilise- 7. yüzyılda A raplar’ın eline geçti. 11. yüzyıl­
si’nin bir kolu olan M aruni Kilisesi’ne bağlı­ daki Haçlı Seferleri sırasında ise Haçlılar’ın
dır. Ü lkede resmi dil, halkın çoğunluğunun kurduğu Trablus Kontluğu ve Kudüs Krallığı
konuştuğu A rapça’dır. Fransızca ve İngilizce arasında paylaşıldı. Bu devletlerin 12. yüzyıl­
de oldukça yaygındır. da M üslüm anlar’ca yıkılmasının ardından, 13.
1974’ten sonra L übnan’ı ikiye ayıran iç yüzyıl sonlarında Lübnan’a M emlûklar ege­
savaş, büyük ölçüde ticarete dayanan ekono­ men oldu. Yavuz Sultan Selim’in 1516’da
mik yaşamı felce uğratmıştır. Çoğunluğu kıyı M em lûklar’ı yenmesiyle birlikte Lübnan O s­
ovasında ve Bikaa vadisinde yer alan toprak­ manlI egemenliğine girdi. 1842-45 arasında
ların beşte ikisi ekilebilir durum dadır. Ne var yeni düzenlem eler getiren Osmanlı Devleti,
ki, özellikle 1981’den sonra toprakların çok az L übnan’ı biri D ürziler’in (M üslüman), öbürü
bir kesiminde çiftçilik yapılabilmiştir. Başlıca M aruniler’in yaşadığı iki kazaya böldü.
tarım ürünleri buğday, arpa ve çeşitli sebzeler 1860’ta Dürziler ile M aruniler arasında çatış­
ile başta turunçgiller ve muz olmak üzere m alar çıktı. Osmanlı D evleti’nin çatışmaları
çeşitli meyvelerdir. Ülke köm ür ve m aden bastırm asına karşın, Fransa olaya m üdahale

T ra b u lu s, Lübn an 'ın
ikinci b ü yü k kenti ve
başlıca lim anıd ır. K entin
y o ğ u n ye rle şim
b ö lg e le rin d e n b irin in
ıssız ana caddesinde y ük
taşıyan eşekler
g ö rü lü y o r.
296 LÜFER

etti. Lübnan, Osmanlı D evleti’ne bağlı ayrı­ ların uluslararası bir gücün denetim inde aynı
calıklı bağımsız bir sancak oldu. yıl Beyrut’u terk etm elerinden sonra da Lüb­
Lübnan’da Osmanlı yönetimi I. Dünya nan’da asker bulundurmayı sürdürdü.
Savaşı’nın sonuna kadar sürdü. Savaş bitince, G ünüm üzde Lübnan sorununa hâlâ siyasal
Fransız askeri yönetimine giren Lübnan, bir çözüm bulunamadığı için O rtadoğu’da
1920’de Suriye’yle birlikte Fransız mandası barışı tehlikeye atan çatışmalar sürm ekte ve
oldu. Fransa 1921’de bugünkü Lübnan’ın binlerce insanın ölümüne yol açmaktadır.
sınırları içinde kendi denetim indeki Lübnan A yrıca bak. ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI; BEYRUT;
D evleti’ni kurdu. 1926’da Lübnan, devlet FİLİSTİN; FİLİSTİN KURTULUŞ ÖRGÜTÜ; ORTADOĞU.
başkanm a geniş yetkiler tanıyan parlam enter
bir cumhuriyet oldu. Ülkenin bağımsızlığı LÜFER. Sıcak ve ılıman denizlerde yaşayan
1936’da tanındıysa da Fransız Parlam entosu lüfer (Pom atom us saltatrix ), sık sık küçük
bunu onaylamadığı için gerçek bağımsızlığını balık sürülerinin peşine düşerek kıyılara iyice
ancak II. D ünya Savaşı’nın sonunda kazana­ yaklaşan yırtıcı bir balıktır. Yanlardan hafifçe
bildi. basılmış ince uzun gövdesi, iki sırt yüzgeci ve
Lübnan, bağımsızlıktan bu yana tarihinin çatallı kuyruğuyla çok hızlı yüzer. Sırtı m a­
büyük bölümünde karışıklıklara sahne oldu. vimsi yeşil, yanları daha açık renk, karnı
Bazı Lübnanlılar ülkenin batıyla bağlantılı beyaz ve gümüş gibi parıltılıdır. İri ağzında
olmasını isterken, bazıları da ülkenin öbür küçük, ama çok keskin dişler bulunur. Sürü­
A rap devletleriyle sıkı bağlar kurmasını isti­ ler halinde avlanırken doymak bilmez iştahıy­
yordu. 1952’de yönetime gelen batı yanlısı la hamsi, sardalye, gümüş, istavrit gibi küçük
grup, 1957’de cumhurbaşkanı seçimleri sıra­ balık sürülerine saldırır. Yazın sığlıklara gir­
sında başlayan M üslüman-Hıristiyan çatışma­ mekle birlikte kışın 200 m etreye ulaşan derin­
sının bastırılması için A B D ’den ülkeye asker liklere çekildiği sanılmaktadır. Yeryüzünün
göndermesini istedi. birçok yerinde büyük çapta avlanan, eti çok
A B D birliklerinin ayaklanmayı yatıştırm a­ lezzetli ve ekonom ik değeri yüksek bir ba­
sından sonra da Hıristiyanlar ile M üslümanlar lıktır.
arasındaki gerginlik sona ermedi. Lüfer, Türkiye’yi çevreleyen bütün deniz-
Lübnan’da yönetimin Hıristiyanlar ile M üs­
lüm anlar arasında bölüşülmesine karşın, Lüb­
nan cum hurbaşkanı her zaman için M aruni
Hıristiyanlar’dan seçiliyordu. Çekişmeler
1974’te iç savaşa dönüştü. Savaş 1976’da
Suriye ağırlıklı bir A rap barış gücü birliğinin
Lübnan’a girmesine kadar sürdü. İkiye ayrı­
lan ülkenin kuzeyi H ıristiyanların, güneyi ise
M üslüm anlar’ın denetim ine girdi.
Lübnan, A rap-İsrail savaşlarına asker gön­
dermemiş olmakla birlikte 1960’larda çok
sayıda Filistinli göçmenin ülkeye sığınması
yeni sorunlara neden oldu. (1973’te L übnan’
da yaşayan her 10 kişiden biri Filistinli’ydi.)
Lübnan’ı Filistinliler’i korum akla suçlayan İs­
rail, bu gerekçeyle 1968’den beri L übnan’
daki Filistinliler’e yönelik silahlı baskınlarda
bulunm aktadır. 1975’te Tel Z aatar Filistin
kampını havadan bom baladı. 1978’de de G ü­
ney L übnan’ı istila etti. 1982’de ise Filistinli­
ler’in Sabra ve Şatilla kamplarını bombaladı, Kıvrak ve çok g ü çlü b ir balık ola n lü fe r, o lta ya
B eyrut’u kuşatm a altına aldı. Filistinli gerilla­ yaka la n d ığ ın d a kaçm ak için b ü yü k b ir savaş ve rir.
LÜKSEMBURG 297

lerde bulunur. Sonbaharın başlarından yaz


L U K S E M B U R G 'A İLİŞKİN BİLGİLER
aylarına kadar Karadeniz’den İstanbul Boğazı
yoluyla M arm ara Denizi’ne, bir bölümü de YÜZÖLÇÜMÜ: 2.586 km2.
NÜFUS: 367.000 (1987).
Çanakkale Boğazı’ndan Ege Denizi’ne geçer.
YÖNETİM: M eşruti monarşi
Mayıs başlarında daha hızlı bir yolculukla bu BAŞKENTİ: Lüksemburg.
kez ters yöne göç ederler. Uzunlukları 110 DOĞAL YAPI: Arden orm anlarıyla kaplı olan yaylanın
santim etreye, ağırlıkları 12 kilograma ulaşabi­ bir bölüm ünü oluşturan ülke tepelik ve orm anlıktır.
Başlıca akarsuları Moselle ve kollarından Sauer
lir. Türkiye’de en değerli sofra balıklarından ırmaklarıdır.
biri olan lüferin değişik zam anlarda değişik BAŞLICA ÜRÜNLER: Yulaf, patates, buğday, üzüm,
uzunluklarda yakalanması ve irileştikçe tadı­ dem ir cevheri.
nın değişmesi, bu türe değişik adlar verilmesi­ DIŞARIYA SATILAN BAŞLICA ÜRÜNLER: Demir, çelik,
dokum a, makine.
ne yol açmıştır. Genellikle 10 santimetreye
ÖNEMLİ KENTLER: Lüksemburg, Esch, Dudelange, Dif-
kadar olanlarına defneyaprağı, 11-16 cm ara- ferdange.
sındakilere çinekop, 17-20 cm arasındakilere EĞİTİM: 6-15 yaşları arasında zorunlu ve parasızdır.
sarıkanat, 21-30 cm arasındakilere lüfer, 30
santim etreden büyük olanlara da kofana sindedir. Başlıca ürünler buğday, arpa, çav­
denir. dar, yulaf ve patatestir. Moselle vadisinde
üzüm bağları vardır. Birçok çiftlikte inek ve
LÜKSEMBURG, A vrupa’nın en küçük ülke­ domuz yetiştirilir. Bu küçük ülkede dem ir ve
lerinden biridir. Belçika ve Hollanda ile çelik üretimi tarım ürünlerinden daha önemli­
birlikte, Benelüks adı verilen ülkeler grubunu dir. Lüksem burg’un güneybatı köşesinde zen­
oluşturan Lüksemburg kuzey-güney doğrultu­ gin demir cevheri yatakları vardır. Ülkenin en
sunda 82 km, doğu-batı doğrultusunda 56 km önemli sanayisi de dem ir ve çelik sanayisidir.
uzunluğundadır. Komşuları, batıda ve kuzey­ İyi bir kara ve demiryolu ağı, ülkeyi A vrupa’
de Belçika, doğuda Alm anya Federal Cum ­ nın öbür ülkelerine bağlar. Moselle Irmağı
huriyeti, güneyde ise Fransa’dır. Orm anlarla üzerinde m avnalarla taşımacılık yapılır. Baş­
kaplı bir yayla olan A rdenler, Belçika’dan kent yakınında, Findel’deki işlek havalimanı,
Lüksem burg’un kuzeyine doğru uzanır. Lor- öbür Avrupa ülkeleriyle hava bağlantısını
raine Yaylası’nın bir bölümünü içine alan sağlar. Lüksemburg Radyosu’nun yayınları
Güney Lüksemburg ise tarım a elverişli bir A vrupa’nın geniş bir bölümüne ulaşır.
bölgedir. Derin vadilerdeki akarsular, ülke­
nin Alm anya Federal Cumhuriyeti ile sınırı­ Tarih
nın bir kesimini oluşturan Moselle Irm ağı’nda Bir zam anlar Kutsal Rom a-G erm en İm para­
birleşir. torluğum a bağlı bir bölge olan ve Belçika’nın
Ü lkede A lm anca’nın bir lehçesi olan Letze- bir bölüm ünü de içerdiği için bugünkünden
burg konuşulur. Bunun dışında Fransızca ve daha büyük olan Lüksem burg, 1442’de Bur-
Alm anca yaygındır. Halkın hem en hemen gonya hanedanına bırakıldı. Sonraki yıllarda
tüm ünün Katolik olduğu ülkede tek büyük
kent, başkent Lüksem burg’dur. Önce R om a­
lılar daha sonra Franklar tarafından yüksek ■? S\
bir yayla üzerine kurulm uş, üç yanı sarp { BELÇİKA J |
uçurum larla çevrili sağlam bir kalenin çevre­ / /
sinde gelişen kentte gotik bir yapı olan T K ÂUVÎÂNYÂ
tarihsel N ötre Dam e K atedrali, St. Michael v LÜKSEMBURG'^ federal
/ CUMHURİYET!
LUKSEMBURG
Kilisesi ve G randüklük Sarayı vardır. Eski
kent, aşağıdaki vadide kurulu olan yeni ken­ \. - o Esch /

te, dolambaçlı dar sokaklar ve m erdivenlerle J


bağlanır.
Halkın yaklaşık dörtte biri çiftçilikle uğra­ FRÂMSA \
şır. Çiftlikler daha çok ülkenin güney bölge-
298 LYON

rupa ülkeleriyle işbirliğini geliştirmek için


büyük çaba gösterdi. N A T O ’nun üyesi ve
A vrupa Topluluğu’nun (AT) kurucu üyesi
oldu. Avrupa Köm ür ve Çelik Topluluğu’nun
merkezi de Lüksemburg kentindedir (bak.
A vrupa T o p l u l u k l a r i ).

LYON. Fransa’nın üçüncü büyük kenti olan


Lyon, ülkenin güneydoğusunda, doğudan ge­
len R höne ve batıdan gelen Saöne ırm akları­
nın birleştikleri yerde kurulm uştur. Rhöne
Irm ağı’nı öbür akarsulara bağlayan kanallar
sayesinde bugün Fransa’nın güneyi ile Paris
arasındaki suyolu, demiryolu ve karayolu
ulaşımının en önemli merkezlerinden biridir.
Ayrıca İsviçre ve İtalya’ya giden yollar üze­
rinde bulunması da kentin önemini artırır.
Lyon, özellikle 15. yüzyılda Fransızlar’ın
İtalyanlar’dan öğrenerek kurdukları ipek sa­
nayisinin merkezi olarak parladı. Yapay ipek
Ew ing Galloway sanayisinin önemli bir bölümü de Lyon çevre­
Lü ksem b urg ken tinin yüksek b ö lü m ü 60 m etre sinde toplanmıştır. Bunun dışında, dokum acı­
yü kse kliğ in d e kayalık b ir tepe üstüne ku ru lu d u r. lığa bağlı olarak gelişen boya ve kimya
K entin alçak b ö lü m ü y le tra fik bağlantısı kem erli
köprü üzerindeki yo lla sağlanır. sanayisi özellikle anılmaya değer. Fransa’nın
en büyük petrol rafinerisi de kentin güneyin­
Avusturya, İspanya ve Fransa’nın egemenli­ de kuruludur. R höne’un doğu yakasındaki
ğinde kalan ülke, Napolyon B onapart döne­ Villeurbanne’da, başta m etalürji olmak üzere
minde bir Fransız ili oldu. 1815 Viyana başka sanayi dalları da gelişmiştir.
Kongresi, Lüksem burg’u bir grandüklük ola­ H utchison Library
rak Hollanda Kralı I. W illem’e bıraktı.
1830’da Belçika’da W illem’e karşı ayaklanma
başlayınca Lüksem burg’un büyük bölümü de
ayaklanmaya katıldı. Fransa ve İngiltere’nin
işe karışması sonucu 1831’de yeni bir düzenle­
me yapıldı ve Lüksemburg ikiye bölündü.
D aha büyük olan bölüm Belçika’ya verilir­
ken, günümüzdeki Lüksemburg topraklarını
oluşturan daha küçük bölüm W illem’in yöne­
timinde kaldı.
1867’de yapılan Londra Antlaşması ile bü­
yük Avrupa devletleri Lüksemburg Grandük-
lüğü’nün tarafsızlığını güvence altına aldılar.
Buna göre, bir saldırıya uğrarsa Lüksem ­
burg’u savunacaklardı. G ene de Lüksemburg
her iki dünya savaşında da Alman işgaline uğ­
radı. 1942’de A lm anlar, halkın direnmesine
İcarşın Lüksem burg’u A lm anya’ya kattı.
1944’te M üttefik ordularının kurtardığı ülke
yeniden bağımsızlığına kavuştu. L yo n'da , Saöne Irm a ğ ı'n ın kıyısındaki eski kentte
Lüksemburg 1945’ten başlayarak öbür Av­ Rönesans m im a ris in in çok güzel ö rn e kle ri b u lu n u r.
MACARİSTAN 299

İÖ 43’te askeri bir R om a kolonisi olarak yapraklarıdır. Tam ortasında derince bir yarık
kurulan Lyon, İS 1032’de Kutsal Roma- bulunan bu deri görünümündeki yapraklar
G erm en İm paratorluğu’nun, iki yüzyıl sonra ilkbaharda bozumsu yeşil renktedir; sonba­
da Fransa Krallığı’nın topraklarına katıldı. harda yaprakları sarardığında ağaçlar altın
Bankacılık, basımcılık ve ipekli dokum acılık­ rengine bürünür.
la gelişerek 17. yüzyılda varlıklı bir kent oldu. Mabetağacı ikievciklidir; yani tırtıl denen
Saöne Irm ağı’nın batı yakasındaki eski ince uzun ve sarkık erkek çiçekler ile dişi
kentte, beyaz m erm erden yapılmış görkemli çiçekler ayrı ayrı ağaçlarda bulunur. Rüzgârla
Nötre Dam e Katedrali bir tepenin üstünde savrularak erkek ağaçlardan dişi ağaçlara
yükselir. Yapımına 1175’te başlanan ve zarif
vitraylı pencereleriyle göz alan gotik üslupta­
ki St. Jean Katedrali ise bu tepenin altında,
hemen ırmağın kıyısındadır. Lyon’da bunlar­
dan başka birçok güzel kilise, tarihsel yapı, 20
kadar müze ve büyük bir üniversite vardır.
Otellerin ve mağazaların çoğu iki ırmağın
arasındaki yarım adada bulunur. K ent, Pa­
ris’e, ülkenin güneyine, İsviçre ve İtalya’ya
m odern karayolları, demiryolları ve hava ula­
şımıyla bağlıdır.
Nüfusu 410.455’tir (1982).

taşm an çiçektozları dişi çiçekleri dölleyerek


meyve vermesini sağlar. M abetağacının tıpkı
eriğe benzeyen meyveleri sapların ucunda tek
tek ya da ikisi bir arada bulunur. Yaklaşık 2,5
cm uzunluğundaki bu meyvelerin yumuşak ve
kötü kokulu, etli bölümünün altında sert
MABETAĞACI. Doğu Asya kökenli olan kabuklu bir çekirdek (tohum ) vardır. Hoş bir
m abetağacı ( Ginkgo biloba ), kentlerin kirli tadı olan bu tohum lar özellikle Çin ve Japon­
havasına kolay uyum sağlayabildiğinden ve ya’da kavrularak yenir.
hastalıklara dayanıklı olduğundan çoğu kez M abetağacı geniş yapraklı bir ağaç olm a­
süs ağacı olarak parklara, cadde kenarlarına sına karşılık çam, ladin ve köknarlarla bir­
dikilir. Uzakdoğu’da kutsal bir ağaç sayılıp likte “açıktohum lular” grubunda sınıflandırı­
tapınakların (m abetlerin) bahçelerinde yetiş­ lır (bak. AÇIKTOHUMLULAR).
tirildiğinden bu adla anılmıştır. M abetağacı,
yaklaşık 200 milyon yıl önce yeryüzünde MACARİSTAN, denize kıyısı olmayan bir
egemen olan bir ağaç grubunun günümüze O rta Avrupa ülkesidir. Batısında Avusturya,
kadar ulaşabilmiş tek üyesidir; öbür akrabala­ kuzeyinde Çekoslovakya, kuzeydoğusunda
rı tümüyle yok olmuştur. G ünüm üzde, doğa­ SSCB, doğusunda Rom anya, güneyindeyse
da kendiliğinden yetişen yabani örneklerinin Yugoslavya vardır. Tuna Irmağı ülkeyi doğu
olup olmadığı da bilinmiyor. Yalnız bazı ve batı olmak üzere ikiye ayırır.
kaynaklar Çin’in batısındaki orm anlarda ma- Batı kesiminin ortasında bir dinlence yeri
betağaçlarının bulunduğunu belirtir. olan balıklarıyla ünlü Balaton Gölü yer alır.
40 m etreye kadar boylanabilen mabetağaç- O rta A vrupa’nın en büyük gölü olan Balaton
ları gençken koni biçimindedir; yaşlandıkça, G ölü’nün uzunluğu 77 km kadardır, derinli­
tepede yayılan dallarıyla oval bir görünüm ğiyse 11 metreyi geçmez. Gölün kuzeyindeki
alır. Bu ağaçların en tanıtıcı özelliği, dallara ormanlık Bakony Dağları, kuzeydoğu yönün­
uzun saplarla bağlanan yelpaze biçimindeki de Tuna Irmağı kıyısındaki Budapeşte kenti-
300 MACARİSTAN

da da Tuna havzasına yerleşmişlerdir. M acar­


M A C A R İS T A N 'A İLİŞKİN BİLGİLER
ca, Fince ve Estonca ile akraba olan bir
YÜZÖLÇÜMÜ: 93.036 km2.
Fin-Ugor dilidir. M acarca’da alma (elm a),
NÜFUS: 10.580.000 (1989). arpa ve balta gibi Türkçe sözcüklerin yanı sıra
YÖNETİM: Cumhuriyet. Rusça, Almanca ve başka dillerden gelme
DOĞAL YAPI: Ülke, iki büyük ırmakla sulanan büyük bir pek çok sözcük de yer alır.
ovadır. Tuna'nın batısında Çekoslovakya sınırı bo­ Zengin M acar müziği, kıvrak dans müziği­
yunca tepeler bulunur. Batıdaki Balaton Gölü, Orta
A vrupa'nın en büyük gölüdür. ni, marşları ve hüzünlü halk türkülerini içerir.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Buğday, mısır, arpa, çavdar, pata­ Dünyaca tanınmış büyük bestecilerden Franz
tes, şekerpancarı, kereste, çim ento, çelik, dökm e Liszt ve Belâ B artök M acar’dır (bak. Bart ÖK,
dem ir, boksit, dem ir cevheri, alüm inyum , pamuklu
dokuma, deri, şarap, gübre. B ela -, L iszt , F ranz ).
DIŞARIYA SATILAN ÜRÜNLER: Makine, yol yapım M acaristan’da soylu güzel atlar yetiştirilir.
araçları, yiyecek maddeleri, petrol ürünleri, dem ir Dünya çapında pek çok binici yetiştiren M a­
çelik.
ÖNEMLİ KENTLER: Budapeşte, Miskolc, Debrecen,
carlar’m husar denen hafif süvarileri öbür
Pecs, Szeged, Györ. A vrupa ordularınca örnek alınmıştır. Macar-
EĞİTİM: 6-14 yaşları arasında zorunlu ve parasızdır. lar eskrim, futbol, tenis ve buz hokeyini çok
sever. Tuna Irmağı ve Balaton G ölü’nde
yazın kürek ve yüzme, kışın da kayak, buz
nin bulunduğu tepeye kadar uzanır. Balaton pateni ve kızak gibi kış sporları yapılır.
G ölü’nün güneyindeki yamaçlar çok verimli­ M acaristan’da halkın üçte ikisi Katolik,
dir. Ülkenin kuzeybatı ucu alçak ve batak­ geri kalanın büyük bölümü ise Protestan’dır.
lıktır.
T una’nın doğusunda kalan bölüm, Karpat Kentler ve Sanayi
D ağları’nın eteklerini oluşturan alçak alanla­ M acaristan’ın başkenti, Tuna Irmağı üzerin­
rın bulunduğu kuzey sınırı dışında geniş, düz deki Budapeşte’dir (bak. BUDAPEŞTE; TUNA
ve açık bir ovadır. Ağır akışlı Tisa Irmağı ile IRMAĞI). Ö bür büyük kentler, doğuda D ebre­
kollarının biriktirdiği alüvyonlardan oluşan cen ve Miskolc, güneyde Pecs ve Szeged,
bu ova Alföld (M acaristan Ovası) adıyla kuzeybatıda G yör’dür.
bilinir. M acaristan’ın iklimi oldukça serttir; Gelişkin bir tarım ülkesi olan M acaristan’
kışlar soğuk, yazlar sıcak geçer. Ü lkenin doğu daki çiftlikler öbür Doğu Avrupa ülkelerinde­
bölüm ünde yağışlar batıya oranla daha azdır. ki çiftliklerden daha verimlidir. Eskiden bü-
Alföld, bazı yazlar çok sıcak ve kurak günler
yaşar. POLONYA
A lföld’ün güneyinde toprak çok verimlidir.
Ancak bazı kesimleri kumlu, bataklık ya da ÇEKOSLOVAKYA
tuzludur. Bitki örtüsü, genellikle bozkırlarda
olduğu gibi baharda çıkan, kaba otlar ve M iskolc
devedikenleri arasında görülen, süsengiller ve AVUSTURYA
orkide türünden çiçeklerdir. K arpat D ağları’ B U D A P E Ş T E /^ ? Debrecen

nın eteklerinde ve Bakony D ağları’nda kayın


Balaton
ve meşe ağaçları yetişir. B uralarda ve öteki Gölü
yüksek orm anlık alanlarda geyik ve yaban
domuzları yaşar. Büyük bataklık alanlarda ROMANYA

balıkçıl, turna, kaşıkçıkuşu, leylek ve flamin­


go görülür.

Halk YUGOSLAVYA
M acarlar’m ataları Volga Irmağı ile Ural
Dağları arasındaki orm anlık bölgeden göç
ederek önce D on Irmağı kıyılarına, 9. yüzyıl­
MACARİSTAN 301

işleyen büyük çelik ve alüminyum tesislerin­


den başka bir nükleer enerji santralı da
vardır.
Budapeşte bir kara ve demiryolu kavşağı­
dır. Tuna Irmağı taşımacılık için önemli bir
suyoludur. Açık deniz gemileri Tuna yoluyla
B udapeşte’ye kadar ulaşabilir. Ülkenin başlı­
ca havalimanı da Budapeşte’dedir.

Tarih
9. yüzyıla kadar göçebelikle geçinen M acarlar
o tarihte atlarını otlatm aya elverişli, Alföld
Ovası’na yerleştiler. M acarlar, yağmalama
Interfoto M T I
amacıyla uzun süre Fransa ve Norveç’e akın­
M aca rlar Balaton G ölü do nu nca g ö lü n üzerinde
lar yaptı. Bizans İm paratorluğu’nun güçlen­
kayak, paten ve kızakla kayarlar. mesi ve 955’te Alm an Kralı I. O tto ’nun
karşısında uğradıkları yenilgi bu akınlann
yük bir bölümü otlak olan Alföld’de taşkın durmasına neden oldu.
denetimi ve akaçlama çalışmaları sonucunda M acarlar 10. yüzyılda Hıristiyan dinini be­
büyük ölçüde toprak kazanılmıştır. G ünü­ nimsedi. M acar Kralı I. Istvân, M acaristan’ı
müzde büyük oranda ekili olan bu ovada yönetim birimlerine ayırdı. Bu birimlerin
birçok aileye iş sağlayan büyük devlet çiftlik­ yöneticileri bölgelerini kral adına yönetiyor­
leri bulunur. Bu bölgede çok yüksek nitelikte du. Bunu izleyen yıllarda baş gösteren taht
buğday, şekerpancarı, patates, sığır besini kavgalarına karşın M acaristan, zengin ve iyi
olarak kullanılan mısır ve meyve yetiştirilir. yönetilen bir ülke oldu. 1173-96’da başa
Ü lkenin öbür bölümlerinde de büyük çiftlik­ geçen III. Bela döneminde A vrupa’nın en
ler ve çok sayıda küçük aile işletmesi vardır. güçlü devletlerinden biri durumundaydı. 13.
B uralarda tahıl ve kök bitkilerin yanı sıra yüzyılda başlayan Moğol saldırısı Macaristan’
kavun, paprika (etli kırmızı biber) ve tütün m nüfusunun yansını yitirmesine yol açtı.
yetiştirilir. Balaton G ölü’nün kuzey kıyısında D aha sonra uzun süre yabancı hüküm darlann
üzüm bağları vardır. A m a en iyi şaraplar yönetiminde kalan M acaristan 14. yüzyılda
kuzeydoğudaki Tokay tepelerinde bulunan Osmanlı akmlarmm tehdidi altına girdi.
bağlardan elde edilir. 1396’da Osm anlılar’a karşı bir Haçlı seferi
M acar yemeklerinde paprika, çeşitli tat ve düzenleyen M acarlar, Niğbolu’da yenilgiye
koku verici baharat kullanılır. En gözde uğradı. Osm anlılar’la çatışmalar 15. yüzyılda
M acar yemeği, bir et yemeği olan gulaş*tır. da sürdü. Fatih Sultan M ehmed Konstantino-
Tütsülenmiş domuz etleri, sarımsaklı salamlar polis’i (İstanbul) aldıktan sonra A vrupa’ya
ve haşhaşlı kekler özgün M acar yiyecekleri­ yöneldi. M acarlar Osm anlılar’ı 1456’da Bel-
dir. Ünlü beyaz Tokay şaraplarının yanı sıra, grad’da ulusal kahram anlan Jânos H unyadi’
kuzeydoğudaki E ger’in kırmızı bikaver şarap­ nin yönetiminde yendiler. H unyadi’nin oğlu
ları dünyaca ünlüdür. 1458’de I. M âtyâs adıyla kral oldu. I. Mâtyâs
M acaristan’da köm ür, boksit, dem ir cevhe­ hem babası gibi büyük bir asker, hem de
ri, petrol ve doğal gaz vardır. Bununla birlikte büyük bir bilgindi.
dem ir ve petrol başka ülkelerden de satın 1521’de Belgrad’ı alan, 1526’da da M ohaç’
alınır. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana sanayi­ ta (Mohâcs) M acarlar’ı yenen Osmanlılar
nin gelişmesi için büyük çaba harcanmış ve ülkenin bir bölüm ünü işgal etti. A rdından,
çok sayıda fabrika kurulm uştur. Bu fabrika­ ülke ikiye bölündü. Bir bölümü Habsburg
larda m akine, traktör, otobüs, televizyon, hanedanından bir kralın, öbür bölümüyse
radyo, dokum a ürünleri, giyecek, kâğıt ve M acar asıllı bir kralın egemenliğindeydi. D a­
kimyasal m addeler üretilir. Dem ir ve boksiti ha sonra ülkenin orta kesiminde üçüncü bir
302 MACARİSTAN

verleri “ikili m onarşi” adı verilen bu yönetime


karşıydı. Devletin eğitim ve dil politikalarının
M acarlar’dan yana olduğunu ileri süren Slo-
vaklar, R om enler ve Sırplar da bu durumdan
hoşnut değildi. Bu toplulukların bir bölümü,
Ruslar gibi Slav oldukları için umutlarını
Rusya’ya bağlamıştı.
M acaristan I. Dünya Savaşı’nda A vustur­
ya’ya bağlı olarak A lm anya’nın yanında yer
aldı. Savaşta yenilince de ülke topraklarının
büyük bir bölümü Rom anya, Çekoslovakya,
Yugoslavya, Avusturya, Polonya ve İtalya
arasında paylaştırıldı. Böylece, 1920’de imza­
lanan barış antlaşmasının sonunda, M acaris­
tan topraklarının üçte ikisinden ve nüfusunun
yarısından fazlasını yitirmiş oldu. 1918’de
cumhuriyet ilan edilmiş aynı yıl kurulan Ko­
münist Partisi’nin önderi Bela Kun 1919’da
yönetimi ele geçirmişti. Ne var ki, son H abs­
burg İm paratoru I. K arl’ı yeniden başa geçir­
meyi ve yitirilen toprakları geri almayı planla­
Irıterfoto M T I
yan Am iral Miklös H orthy, komünist yöneti­
D ebrecen'de o yu n alanları, o ku lla rı ve dü kkân larıyla
mi devirdi. 1920’de Amiral H orthy, yeni
yen i b ir to p lu ko n u t sitesi.
parlam ento tarafından kral naibi ve geçici
devlet başkanı seçildi. 1921’de I. Kari sürgün­
krallık kuruldu. 1683’te Viyana’yı ikinci kez den döndü. Oysa krallığın geri gelmesini
kuşatan Osmanlı ordusu, Lehistan Kralı Jan istemeyen çevre ülkeler ve çok sayıda M acar,
Sobiesky’nin yönettiği birleşik Hıristiyan or­ H orthy’nin kral naibi olarak kalmasını yeğli­
duları karşısında geri çekilmek zorunda kaldı. yordu. Bu durum 1944’e kadar sürdü.
1699’da imzalanan Karlofça A ntlaşm asıyla II. Dünya Savaşı’nda M acaristan yitirdiği
da Osm anlılar M acaristan’ı terk etti. toprakları yeniden almak um uduyla bir kez
Böylece M acaristan bütünüyle Habsburg daha Alm anya’nın yanında yer aldı. M acaris­
egemenliğine girdi. Habsburglar Alm anya, tan ’ın savaşa katılm asında ülkede Nazi yanlısı
Avusturya ve Bohemya gibi ülkelerin de siyasal örgütlerin kurulması ve Yahudi düş­
yöneticisiydi (bak. HABSBURG HANEDANI). M a­ Irıterfoto M T I
caristan’ı ülkenin kendi yasalarına göre yöne­
teceklerine söz verdikleri halde sözlerini tut­
madılar. Bunun üzerine M acarlar bağımsız­
lıklarını kazanm ak için önce 1703’te II. Fe-
renc Râköczi önderliğinde, daha sonra da
1848’de Lajos Kossuth önderliğinde ayaklan­
dı ve 1849’da M acaristan’ın bağımsızlığı ilan
edildi. Bu ayaklanmayı bastırm ak için H abs­
burg İm paratoru Franz Joseph, Rus çarından
askeri yardım istedi. Ayaklanm a şiddetle
bastırıldıktan sonra Franz Joseph M acarlar’a
daha fazla söz hakkı verdi. 1867’de Avusturya
İm paratorluğu ile imzalanan bir antlaşmayla
iki ülke birleşti ve adı Avusturya-M acaristan B udap eşte'de yap ılan o to b ü s le r SSCB, Polonya,
İm paratorluğu oldu. Ne var ki, M acar yurtse­ İsveç, T ü rkiye ve A B D 'ye satılır.
MACARTHUR 303

manlığının gelişip güçlenmesi de etken olmuş­ yenilemek gerektiğini gören parti, aynı yıl
tu. Savaş süresince Alm an ordusu M acaris­ yapılan olağanüstü kongresinde adını M aca­
tan’ı denetim altında tuttu. Almanlar 1944’te ristan Sosyalist Partisi olarak değiştirdi. Yapı­
Amiral H orthy’yi naiplikten ayrılmaya zorla­ lan reformların SSCB’den destek görmesi de
yıp kendi yandaşlarını yönetime getirdiler. M acaristan’daki değişimi hızlandırdı.
1945’te SSCB orduları M acaristan’a girerek
Alm an işgaline son verdi. 1947 barış antlaş­ MACARTHUR, Douglas (1880-1964). A BD’
masıyla M acarlar 1920 antlaşmasındaki sınır­ li general Douglas M acA rthur, II. Dünya
larla yetinmek durum unda kaldılar. Savaşı’nda (1939-45) M üttefikler’in savaşı
1945’ten başlayarak güçlenen komünistler kazanm alarında önemli rol oynamış ve daha
giderek yönetimi tümüyle ellerine geçirdiler. sonra Kore Savaşı’nda (1950-53) Birleşmiş
1949’da M acaristan Halk Cum huriyeti’nin ku­ M illetler kuvvetlerinin komutanlığını yap­
rulduğu ilan edildi. Kilise ile devlet birbirin­ mıştır.
den ayrıldı. Cum huriyetin ilanına karşı çıkan Douglas M acA rthur, A rkansas’ta dünyaya
M acaristan’ın en büyük din adamı olan kardi­ geldi. Babası gibi subay olmaya karar vererek
nal öm ür boyu hapse m ahkûm edildi. Fabri­ New York eyaletindeki W est Point’teki ABD
kalar, bankalar ve çiftlikler kamulaştırıldı. Askeri A kadem isi’ni bitirdikten sonra, I.
1953’te başbakanlığa gelen Imre Nagy dö­ Dünya Savaşı’nda Fransa’da savaştı, 1918’de
neminde siyasal ve ekonomik alanlarda bazı savaş bittiğinde tuğgeneraldi. 1930’da kara
reform lar yapıldı. Nagy, 1955’te görevinden kuvvetleri kurmay başkanlığına getirildi.
alındıysa da kamuoyunun hoşnutsuzluğu üze­ 1935’te Filipinler’e askeri danışman olarak
rine sonraki yıl yeniden başbakanlığa getiril­ atandı ve Japon saldırılarına karşı bir savun-
di. 1953-55 arasında başlatılan reform lar M a­
car halkınca da benimsenmişti. 1956 Ekim ’in-
de ülke çapında bir ayaklanma başladı ve
ancak SSCB birliklerinin B udapeşte’ye gir­
mesiyle bastırılabildi. Ayaklanm a sırasında
170 bin dolayında M acar batı ülkelerine
sığındı. 1956’dan 1988’e kadar parti önderi
olan Jânos K adar, ülkenin ekonomik yaşa­
mındaki devlet tekelini azaltan ve özel m ülki­
yetin payını artıran reformların yanı sıra
seçim sistemine de değişiklikler getirdi. Batıy­
la geniş bir ekonomik işbirliğine geçildi. Buna
bağlı olarak ülkenin dış borçları yükseldi. Bu
dönem de kilise de eski güçlü konum una sahip
oldu.
M acaristan, özellikle 1980 sonrasında bü­
yük ve önemli gelişmelere sahne oldu.
SSCB’de Mihail Gorbaçov’un başlattığı açık­
lık (glasnost) ve yeniden yapılanma {peres -
troyka) politikalarının da etkisiyle bütün D o­
ğu Avrupa ülkelerinde başlayan gelişmeler
M acaristan’da da kendini gösterdi. 1989’da
yeni siyasal partiler kuruldu. Çok partili ve
serbest seçimli bir siyasal yaşama geçilmesi
yönünde önemli adımlar atıldı. Yapılan ara
seçimlerde, 40 yıldır iktidarda olan M acaris­
G eneral D ouglas M a c A rth u r II. D ünya S avaşı'ndan
tan Sosyalist İşçi Partisi’nin halk desteğini sonra U za kdo ğu'd aki M ü tte fik k u v v e tle rin in
büyük ölçüde yitirdiği görüldü. Kendisini kom u ta nıydı.
304 MACELLAN

ma gücü kurmaya çalıştı. 1937’de ordudan deniz gücünü denetlem ek için gönderilen bir
ayrılmış olmasına karşın, 1941’de U zakdoğu’ Portekiz donanm asında kazandı. Hint O kya­
daki A B D kuvvetlerinin komutanlığına geti­ nusu kıyılarında ve Fas’ta birçok savaşa katıl­
rildi. Filipinler’de Japonlar’a karşı bir engel­ dı. Zengin baharat ticaretinin denetimini Por­
leme ve geciktirme harekâtı yürüttü. 1945’te tekiz’in ele geçirmesine yol açan bu savaşla­
II. Dünya Savaşı bittiğinde, M acA rthur Ja ­ rın sonunda hak ettiğine inandığı ödülü ala­
ponya’nın işgalinde görevli M üttefik orduları­ mayan M acellan, Portekiz’den aynlarak İs­
nın komutanıydı. panya kralının hizmetine girdi.
Kore Savaşı’nın ilk dokuz ayında Birleşmiş Yeni keşfedilen toprakları İspanya ile Por­
M illetler kuvvetlerinin kom utanlığına atan- tekiz arasında paylaştırmak için papanın
dıysa da, Başkan H arry S. Trum an ile savaş 1-493’te yayımladığı bir ferm ana göre, belirli
konusunda anlaşmazlığa düşünce 1951’de bu bir çizginin doğusundaki yerler Portekiz’in,
görevden uzaklaştırıldı (bak. KORE CUMHURİ­ batısındaki yerler de İspanya’nın olacaktı.
YETİ). M acA rthur ordudan ayrılınca özel bir Baharat ticaretinde büyük önem taşıyan zen­
şirketin yönetim kurulu başkanlığına getirildi gin Moluk A daları’nın, 1494’te yeniden belir­
(bak. İKİNCİ D ünya Savaşi). lenen bu çizginin batısında kaldığını ve bu
nedenle Portekiz’in değil İspanya’nın olması
MACELLAN (1480-1520). Portekizli kâşif gerektiğini ileri süren M acellan bunu kanıtla­
Ferdinand M acellan, Büyük O kyanus’u doğu­ mak için batıya doğru bir sefer düzenledi.
dan batıya doğru geçen ilk denizcidir. Önce M acellan, Eylül 1519’da İspanya’dan beş
Portekiz daha sonra İspanya kralının hizme­ gemiyle denize açıldı. Ekim 1520’de Macellan
tinde keşif gezilerine çıkan M acellan, Güney Boğazı’nın doğu ucuna geldi. Boğazın sol
A m erika’nın güneyinde, kendi adıyla anılan kıyısındaki topraklara kıyıda gördüğü çok
boğazı buldu (bak. M acellan B oğazi ). Macel- sayıdaki ateş nedeniyle “ateş ülkesi” anlam ı­
lan’ın ölüm ünden sonra tam am lanan bu yol­ na gelen Tierra del Fuego adını verdi. Boğaz­
culukla, Dünya çevresi ilk kez denizden dan geçip Büyük O kyanus’a çıkış 38 gün
dolaşılmış oldu. Bu yolculukta Macellan, sürdü. M acellan, ulaşılan bu yeni denize
Samanyolu G ökadası’nın uydusu olan iki yumuşak ve düzenli rüzgârları nedeniyle,
gökadanın oluşturduğu Büyük ve Küçük M a­ Portekizce durgun anlamına gelen pacifico
cellan B ulutları’nı da ilk kez gözlemledi. adını verdi. Yoluna devam eden M acellan,
M acellan ilk denizcilik deneyimlerini A fri­ daha sonra Filipinler’deki bir adanın Yerli­
ka ve Hindistan kıyılarında M üslüm anlar’ın leriy le girişilen çatışmada öldürüldü. Beş
gemi ve 287 kişiyle başlayan yolculuk, sancak
VVorld’s Edge Films gemisi Victoria'nın sadece 18 kişiyle Eylül
1522’de İspanya’ya dönmesiyle sona ererken,
D ünya çevresinin ilk kez denizden dolaşılması
da gerçekleştirilmiş oluyordu.

MACELLAN BOĞAZI. Güney A m erika kı­


tasını, güneyindeki Tierra del Fuego A dası’n-
dan soğuk ve fırtınalı M acellan Boğazı ayırır.
Büyük Okyanus ile Atlas O kyanusu’nu birleş­
tiren bu suyolu, A rjantin sınırları içinde kalan
doğudaki en uç bölümü dışında, hemen he­
men tümüyle Şili toprakları içinde yer alır.
Genişliği 3-32 km arasında değişen, 560 km
uzunluğundaki, sonradan kendi adını taşıya
M acellan, Patagonyalı b ir kılıç y u ta n , deniz tanrısı cak ölan bu boğazı Portekizli kâşif Ferdinan
Poseidon ve başka m ito lo jik kah ram a nla rın
arasında, sancak g e m isi Victoria 'n ın g ü ve rte sin d e
M acellan, Ekim 1520’de bulm uştur (bak
g ö rü lü y o r. M acellan ).
MACHIAVELLI 305

bütün ününe karşılık, çocukluk ve gençlik


yıllarına ilişkin çok az şey biliniyor. Annesi ve
tanınmış bir avukat olan babası Floransa kent
devletinin yurttaşlarıydılar. Machiavelli de 18
yıl boyunca Floransa’da önemli devlet görev­
lerini başarıyla yürütmüştü. Ne var ki,
1512’de Medici ailesi Floransa’da yeniden
yönetimi ele geçirdiğinde (bak. FLORANSA;
M e d ic i A il e s i ) yalnızca görevden uzaklaştırıl­
m a c a kalmadı hapse atılıp işkence gördü.
Serbest bırakıldıktan sonra kent dışındaki
villasına çekilerek bütün zamanını yazmakla
geçiren Machiavelli’nin en ünlü yapıtı H ü­
kümdar' dır (II Principe ; 1513).
H üküm darların iktidarı nasıl ele geçirdikle­
rini ve ülkelerini nasıl yönettiklerini inceleyen
bu kitap, devlet yönetmeyi yepyeni bir bakış
açısıyla ele alır. Ö bür ortaçağ yazarları dev­
letin nasıl yönetilmesi gerektiğini inceledik­
leri halde, Machiavelli bildiği örneklerden
yola çıkarak devletlerin nasıl yönetildiğini
ZEFA
yazdı. Çünkü, ilkeler ile uygulamalar arasın­
A tla s O kyanusu ile B üyük O kyanus'u b irb irin e
bağlayan M acellan Boğazı bo yun ca uzanan
da çoğu kez büyük uçurum lar olduğunu gör­
to p ra k la r y e rle şim e e lve rişli d e ğ ild ir. müştü. Kitabında bir hüküm darın başarısının

Macellan Boğazı iki bölüme ayırılabilir.


Atlas Okyanusu’ndan güneybatıya doğru uza­
nan birinci bölüm alçak, turbalık bir alandan
geçer. Büyük koyun sürülerinin yetiştirildiği
bu bölgede İngiliz şirketlerinin işlettiği ve
İskoç çobanlarının çalıştığı çok sayıda koyun
çiftliği vardır. Üretilen çok büyük m iktarlar­
daki koyun eti ve yün bölgedeki tek büyük
kent olan Punta A renas’a gelir ve oradan
dışarı gönderilir. Macellan Boğazı, Punta
A renas’ı geçtikten hem en sonra sağa doğru
keskin bir dönüş yapar ve kuzeybatıya doğru
uzanarak Büyük O kyanus’a ulaşır. Oldukça
düz olan bu ikinci bölüm, yer yer çok darala­
rak yüksek ve dik kayalıklı, çıplak adaların
arasından geçer. Sert akıntılar ve ansızın
çıkan şiddetli rüzgârlar nedeniyle boğazın bu
dar bölümü yelkenli gemiler için tehlikelidir.
Bu nedenle 19. yüzyılda yelkenli gemiler,
yolu 320 km kısaltan Macellan Boğazı’ndan
geçmek yerine, genellikle H orn B urnu’ndan
dolanarak giderlerdi.

MACHIAVELLI, Niccolö (1469-1527). İtal­ M a ch ia ve lli, Hüküm dar adlı yap ıtınd a o çağdaki
yan devlet adamı ve yazar Machiavelli’nin d e vle t y ö n e tim in in başarı koşullarını in c e le m iştir.
306 MADAGASKAR

neye bağlı olduğunu incelerken, ileride genç


M A D A G A S K A R 'A İLİŞKİN BİLGİLER
M ediciler’den birinin görüşlerinden yararla­
nacağını ve ders alacağını umuyordu. O za­ YÜZÖLÇÜMÜ: 587.041 km 2.
m anlar İtalya'da, sık sık birbirleriyle savaşan NÜFUS: 10.917.000 (1988).
ve yabancı saldırılar karşısında bile güç birli­ YÖNETİM: Bağımsız cum huriyet.
ğine yanaşmayan birçok bağımsız devlet var­ BAŞKENT: Antananarivo
dı. Machiavelli, ancak güçlü ve yılmak bilme­ DOĞAL YAPI: İç kesimde bir yayla, doğuda dar b ir kıyı
ovasıyla kıyıya paralel dağlar, batıda alçak yaylalar
yen bir yöneticinin İtalya’yı birleştirebileceği­ ve ovalar yer alır.
ne ve yok olm aktan kurtarabileceğine inanı­ BAŞLICA ÜRÜNLER: Kahve, pirinç, şeker, karanfil,
yordu. vanilya, et, hayvan postu, grafit, mika.
İlk bakışta soğuk, alaycı ve kuşkucu bir ÖNEMLİ KENTLER: Antananarivo, Tamatave, Majunga,
Fianarantsoa, Diego-Suarez, Tulear.
insan izlenimi bırakan Machiavelli’nin aslında EĞİTİM: 6-14 yaşları arasındaki çocuklar için zorun­
coşkulu ve cömert bir kişiliği vardı. Özde ludur.
dindar olmakla birlikte, insanları azla yetinir,
sıradan ve yoksul olmaya özendiren kiliseden
nefret ediyordu. Onun gözünde en önemli karışan Endonezyalılar’a dayanır. Ülkede
şey, hangi yoldan olursa olsun, başarı kazan­ M adagaskar (Malgaş) dilinin çeşitli lehçeleri
maktı. Bu yüzden de hüküm darların bu “kö­ konuşulur. Latin alfabesiyle yazılan M erina
tü” dünyada hile ve aldatmacaya başvurm ak­ lehçesi ülkenin resmi dilidir. Hem M adagas­
tan başka çareleri olmadığını savundu. Hiley­ kar dili, hem Fransızca eğitim dilidir. Mada-
le ve zor kullanarak başarıya ulaşmayı tanım ­ gaskarlılar’ın yarıya yakını Hıristiyan’dır. Ku­
layan “Makyavelizm” terimi onun bu düşün­ zeybatıda ise küçük bir Müslüman azınlık
celerinden doğmuştur. yaşar.
M adagaskar’da halkın çoğu çiftçilik ve hay­
MADAGASKAR, H int Okyanusu’nda M ada­ vancılıkla geçinir. Başlıca tarım ürünleri pi­
gaskar Adası ile çevresindeki bir grup küçük rinç, şekerkamışı, çeşitli sebze ve meyveler ile
adayı kapsayan bir cumhuriyettir. Ekvatorun m anyok denen ve un haline getirilebilen bir
güneyinde, A frika’nın 400 km kadar doğu­ köktür. Yabancı ülkelere kahve, vanilya,
sunda yer alır. A frika’dan 800 km genişliğin­ karanfil, tütün, şeker ve muz satılır. Ülkede
deki M ozambik Kanalı’yla ayrılır. Dünyanın yetiştirilen büyükbaş hayvanların çoğunu ze-
dördüncü büyük adası olan M adagaskar Ada- bu denen hörgüçlü sığırlar oluşturur. M ada­
sı’nın kuzey-güney yönünde uzunluğu 1.600 gaskarlIlar pamuk ve ipeği eğirip dokurlar.
kilom etreye yaklaşır. Palmiye ağacının yapraklarından ve liflerin­
M adagaskar A dası’nm doğusunu kıyıya pa­ den hasır, sepet ve şapka yaparlar. Ülkede
ralel olarak uzanan bir dağ dizisi kaplar. çıkarılan minerallerin en önemlileri mika ve
A dadaki ırmakların çoğu batıdaki geniş kıyı
ovalarına doğru akar. İklim kıyılarda sıcak ve
Kom ofOlar
nemli, merkezdeki yüksek bölgede ise daha
soğuktur. Sık tropik orm anların bulunduğu
MOZAMBİI
doğu kıyıları çok yağış alır. Dev kaktüslerin
M ozam bik
ve dikenli ağaçların bulunduğu güney kesimi
M ajunga
ise kuraktır. A da, maki adı verilen bir may­
mun türünün anayurdudur (bak. Makİ). M a­ am atave
A NTANANARİVO
dagaskar’daki öbür yabanıl hayvanlar arasın­
A n k a ra tra
da bukalem unlar, tim sahlar, değişik kuşlar ve D a ğ la rı
800 kadar kelebek türü bulunur. Ayrıca Fianarantsoa

kıyılarda adaya özgü balık türlerine rastlanır. MADAGASKAR


Tulear
M adagaskar halkının yüzde 95’i ülkenin
yerlisidir. M adagaskarlılar’ın soyu uzun za­ HİNT OKYANUSU

man önce denizden gelerek A frikalılar’la


MADALYA VE NİŞANLAR 307

17. yüzyılda adadaki Müslüman yerleşimlerini


yok etm ek için M adagaskar’a seferler yaptır
lar. D aha sonra başka Avrupa devletleri de
adaya ulaştı. 1700’lerde ada Avrupalı korsan­
ların sık sık yağmaladığı bir yer oldu. 18.
yüzyılda M adagaskar’da çok sayıda küçük
kabile krallığı bulunuyordu. 16. yüzyıl sonla­
rında kurulan M erina Krallığı 19. yüzyıl
başlarında M adagaskar’ın büyük bir bölüm ü­
nü eline geçirdi ve İngiltere’nin desteğiyle
M adagaskar Krallığı’na dönüştü. 1896’da
Fransa adayı bütünüyle egemenliği altına
aldı. 1960’ta bağımsızlığını kazanan M adagas­
kar, Fransa’yla siyasal ve ekonomik ilişkileri­
ni sürdürdü. 1976’dan sonra M adagaskar yö­
netimi batı ülkeleriyle ticareti sürdürdürür-
ken, sosyalist ülkelerle de yakın ilişkiler
kurdu.

MADALYA VE NİŞANLAR. Yüzyıllar bo­


yunca birçok ülke, savaşta ve barışta yararlık
gösteren yurttaşlarını madalya ya da nişanlar­
la onurlandırm ıştır. Ayrıca sanat, bilim, spor,
Camera Press
teknoloji ya da başka alanlardaki gelişmeleri
M ad ag askar'ın başkenti A n ta n a n a riv o 'd a haftada b ir yüreklendirm ek için, bazı kuruluşlar bu alan­
kuru la n pazara 20 bind en fazla satıcı gelir. lara önemli katkıda bulunan kişileri m adal­
yayla ödüllendirir.
grafittir. M adagaskar’ın başlıca sanayi ürünle­ Tarih boyunca, bazı önemli olayların ve
ri şeker, sigara ve konserve ettir. kişilerin anısını yaşatm ak için özel madalyalar
M adagaskar’da başlıca kentler karayolla- basılmıştır. Sikkelere ya da madeni paralara
rıyla birbirine bağlanmıştır. A danın kuzeyin­ benzeyen bu m adalyalar genellikle altından,
deki Diego-Suarez dünyanın en iyi doğal gümüşten ya da tunçtan yapılır ve üzerlerinde
limanlarından biridir. Am a m erkezden uzak o madalyayı bastıran yöneticinin bir portresi
olduğu için kullanışsızdır. Bu yüzden gemiler bulunur. M akedonya Kralı Büyük İsken­
genellikle doğudaki Tam atave limanını kulla­ der’in, İÖ 326’d a Hint Kralı Poros’a karşı
nır. Bu liman demiryolu ile başkent Antana- kazandığı zaferin anısına bastırdığı madalya
narivo’ya bağlanmıştır. Ülkenin ortalarında, bunların en eski örneklerinden biridir.
pirinç tarlalarının üzerinde yükselen bir sırtta M adalyaların tasarımı ve yapımı başlı başı­
kurulu olan başkentin nüfusu 662.600’dür na bir sanattır. Hem güzellikleriyle insanı
(1985). Paris gibi başlıca batı kentleriyle etkileyen, hem de tarihsel değer taşıyan pek
havayolu bağlantısı bulunan ülkenin uluslar­ çok madalya m üzelerde sergilenir ve m eraklı­
arası havalimanı A ntananarivo’dadır. Ayrıca ların koleksiyonlarını süsler.
ülkenin çeşitli bölgelerine uçakla gidilebilir.
Nişanlar
Tarih Günüm üzde madalya ve nişan kavramları
M adagaskar’a ayak bastığı bilinen ilk A vru­ birbirinin yerine kullanılabilecek kadar iç içe
palI, Portekizli kâşif Dias B artolom eu’nun geçmiştir. Oysa yeryüzünde krallıkların ve
kardeşi Diogo D ias’tır (1500). Müslüman yurttaşlar arasında soyluluğa dayanan sınıf
A raplar ise daha 14. yüzyılda adanın kuzeyin­ farklarının olduğu çağlarda nişanlar özellikle
de ticaret kolonileri kurmuştu. Portekizliler bu ayrımı vurgulamak için yaratılmıştı. “Be­
308 MADALYA VE NİŞANLAR

Ü stün H izm et
V ictoria Haçı Dizbağı Nişanı Kongre O nu r Madalyaları
Nişanı
(İngiltere) (İngiltere) (ABD)
(İngiltere)

Legion d 'h o n n e u r Savaş Haçı D e m ir Haç Leopold Nişanı Lenin Nişanı Doğan Güneş
(Fransa) (Fransa) (Alm anya) (Belçika) (SSCB) Nişanı
(Japonya)

lirti, işaret” anlamındaki nişan sözcüğüyle ad­ çok önemli hizmette bulunmuş kişilere ödül
landırılan bu tip m adalyalar eski geleneklerin olarak verilir. Hem en her ülkenin, en değerli
kalıntılarıdır ve bunu taşıyan kişinin özel bir hizmetler karşılığında verilen belirli nişan ve
konumu olduğunu belirtir. madalyaları, bunların da kendi içinde derece­
M etalden yapılan ve kabartm a baskı tekni­ leri vardır.
ğiyle işlenen madalyaların yalınlığına karşılık Savaşta kişisel cesaretleriyle sivrilen subay­
nişanlar genellikle elmas, pırlanta gibi değerli lar ya da barışta ülkelerine hizmet eden kişiler
taşlarla süslüdür. Bir olayın, bir zaferin ya da daha alt dereceden nişan ve madalyalarla
başarının anısını yaşatan madalyalarda o ko^ ödüllendirilir. Ayrıca birçok ülkede, uzun
nuyla ilgili simgesel gösterimler bulunduğu yıllar başarıyla çalışmış ordu, polis ve kamu
halde nişanlarda genellikle bu tip ipuçları görevlilerine de madalya verme geleneği yer­
yoktur. Bunun yerine, kişinin rütbesini ve leşmiştir.
konumunu belirten özel işaretler eklenir. Bir ülkenin üst düzeydeki bazı yöneticileri
Örneğin, madalyalarını takarak devlet tören­ birden fazla madalya ve nişanla ödüllendirile-
lerine ya da resmi toplantılara katılan bazı bilir. Bunların hangi öncelik sırasına göre ve
devlet adamlarının, subayların ve diplom atla­ nereye takılacağını belirten çok kesin kurallar
rın göğüslerinde çaprazlamasına renkli kurde­ vardır. Madalya takılmadığı zam anlar, ünifor­
leler, boyunlarında da değerli taşlarla süslü m aların göğsüne, her madalya için belirlenmiş
zarif zincirler bulunur. Bunlar o kişilerin özel renklerde madalya kurdeleleri takılır.
yüksek rütbeli olduklarını, soyluluk ya da Tören ve toplantılara sivil giysileriyle katıl­
şövalyelik unvanı taşıdıklarını gösteren özel dıklarında da, hak ettikleri madalya ya da
nişanlardır. Sayısı genellikle sınırlandırılmış nişanı simgeleyen bir rozeti ya da kurdeleyi
olan bu nişanlar, devlete ya da hüküm dara yakalarındaki düğme deliklerinde taşırlar.
MADALYA VE NİŞANLAR 309

Osmanlı İm paratorluğu’nda askeri rütbele­


ri onurlandırm ak ve üstün hizmetleri ödüllen­
dirmek için verilen nişanların ilk örneği,
1831’de II. M ahm ud’un koyduğu İftihar Nişa-
nı’dır. Bunu, 1852’de A bdülm ecid’in çıkardı­
ğı Mecidi ve 1862’de Abdülaziz’in çıkardığı
Osmani nişanları izledi. II. Abdülhamid dö­
neminde hemen her devlet görevlisine bir
nişan verildiğinden bu ödül giderek önemini
yitirdi ve gözden düştü. II. M eşrutiyet ve
Cum huriyet dönem lerinde ise nişan verme
geleneği tümüyle kaldırıldı. Am a 1983’te çı­
karılan bir yasa, Devlet Nişanı, Cumhuriyet
Nişanı ve Liyakat Nişanı adıyla üç tip nişan
verilmesini öngörerek bu uygulamayı yeniden
başlattı.
A vrupa’da da, I. Dünya Savaşı’ndan sonra
krallıkların yıkılmasıyla, birçok ülkede yüzyıl­ M adalyalar (solda) N uri A kbayar,
lardır verilen büyük soyluluk ve ayrıcalık (sağda) E rkin E m iroğlu K oleksiyonu A n a Yayıncılık A rşivi

nişanlarının çoğu tarihe karıştı. Yalnız, Solda: 1890 ta rih li O sm anlı Liyâkat M adalyası.
Sağda: İstiklal M adalyası.
1802’de Napolyon'un koyduğu Legion d ’hon-
neur nişanı Fransa’da hâlâ varlığını sürdür­
m ektedir ve A vrupa’nın en değerli nişanların­ ler’ce takılan madalyaların taşınmasına izin
dan biridir. Erkek ya da kadın, Fransız ya da verildi. Ayrıca 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâ-
yabancı, sivil ya da asker ayrımı gözetmeksi­ tı’na katılanlara da madalya dağıtıldı. 1983’te
zin herkes bu nişanla onurlandırılabilir. çıkarılan bir yasayla da Devlet Şeref M adal­
Krallık rejimini sürdüren İngiltere’de ise, yası, Devlet Övünç Madalyası ve Devlet
Kral III. Edw ard'ın 1348’de koyduğu Dizbağı Ü stün Hizmet Madalyası adıyla üç ayrı m a­
Nişanı bugün bile ülkenin sivil ve askeri dalya daha konuldu.
alandaki en büyük ödülüdür. İngiltere ve İngiliz Uluslar Topluluğu savaş
madalyalarının en değerlisi Victoria H açı’dır.
Cesaret ve Hizmet Madalyaları 1856’da Kraliçe Victoria dönem inde konulan
O sm anlılar’da, hizmet, başarı ya da yararlık bu m adalya, ilk kez Kırım Savaşı’nda çarpışan
gösterenler 18. yüzyıla kadar kaftan, sorguç, askerlere verildi. Üstün Hizmet Nişanı ise
kürk, kılıç gibi arm ağanlarla ödüllendirilirdi. savaştaki cesaret ve önderlikleri için yüksek
Tarihimizde ilk madalya, 1730’da konulan rütbeli subaylara verilir.
Ferahi Madalyası’dır. O tarihten Cumhuriyet A B D Kongresi’nin koyduğu ilk madalya,
dönemine kadar 59 madalya daha konuldu ve A m erikan Bağımsızlık Savaşı (1775-83) sıra­
I. Dünya Savaşı sırasında çıkarılan Harp sında Boston’u İngilizler’den kurtardığı için
Madalyası bunların sonuncusu oldu. George W ashington’a verilmişti. Bugün bu
1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet ülkenin en büyük ödülü, ilk kez iç savaş
Meclisi, aynı yıl Kurtuluş Savaşı’na katılanla- (1861-65) sırasında verilmeye başlanan K on­
ra verilmek üzere İstiklal Madalyası konulma­ gre O nur Madalyası’dır.
sını kararlaştırdı. Bu, Türkiye Cum huriyeti’ Fransa’da savaş kahram anlarına Legion
nin ilk madalyasıdır. 1934’te çıkarılan başka d ’honneur nişanından başka Askeri Madalya
bir yasayla da İstiklal Madalyası dışındaki ile Savaş Haçı verilir.
bütün madalya ve nişanların takılması yasak­ E n tanınmış askeri madalyalardan biri A l­
landı, Yalnız savaş madalyaları bu yasaklama­ m anya’nın Dem ir Haç N işanfdır. İlk kez
nın dışında tutulmuştu. Nitekim 1950-53’teki 1813’te Prusya’da savaş kahram anlarını ödül­
Kore Savaşı’na katılanlara Birleşmiş Millet- lendirm ek amacıyla konm uştur. Dem irhaç
310 MADDE

1870-71’de Fransa-Prusya Savaşı'nda, I. ve II. nedenle tuğlayı bir ucundan tutup kaldırabili­
Dünya savaşları sırasında da verildi. riz. Sıvıların ise, katilardan farklı olarak
SSCB'deki en yüksek askeri ödül Altın belirli bir biçimi yoktur; her sıvı, içine konul­
Yıldız M adalyası’dır. Bu madalyayı hak eden­ duğu kabın, örneğin bir bardağın ya da
ler “Sovyetler Birliği Kahram anı" unvanını da şişenin biçimini alır. Buna karşılık katilar gibi
taşırlar. Devlete yapılan üstün hizmetler ise sıvıların da belirli bir boyutu, daha doğrusu
Lenin Nişanı ile ödüllendirilir. hacmi vardır; ama bu hacim içindeki parça­
cıklar katilardaki gibi birbirine yapışık değil­
Öbür Madalyalar dir. Oysa gazların ne belirli bir biçimi, ne de
Barış zamanında birçok ülke, özellikle güven­ belirli bir boyutu vardır. Molekülleri de sıvıla-
lik güçleri ile itfaiyecileri üstün hizmetlerine rınkinden daha seyrek ve gevşek yapıdadır.
karşılık madalyayla ödüllendirir. Büyük kaza­ Bu yüzden gazlar bulundukları yerin sınırları­
larda can kurtarm a gibi bireysel cesaret ör­ na kadar genleşir, yani yayılırlar. Örneğin
nekleri için de cesaret madalyası verilir. evdeki bir gaz kaçağı bir süre sonra odanın
Kanada Yüzüncü Yıl Madalyası (1967) gibi, her yanından fark edilebilir. Ö te yandan,
ulusal olayları anmak için hüküm etler tarafın­ moleküller arasındaki boşluklar nedeniyle bü­
dan çıkarılan m adalyalar da vardır. yük m iktardaki bir gazı küçük bir kabın içine
Tarih boyunca birçok ülke önemli keşifleri sıkıştırmak olanaklıdır.
birer madalyayla ödüllendirmiştir. Bunun en
yakın örneklerinden biri ABD Kongresi’nin Hal Değiştirme
astronotlara verdiği Uzay O nur M adalya­ H er m adde, çevre koşullarına bağlı olarak
sıdır. katidan sıvıya, sıvıdan gaza dönüşerek her üç
Ü n iv e rs ite le r, b ilim , sa n a t ve e d e b iy a t d e r ­ halde de bulunabilir. A m a olağan sıcaklık ve
n e k le ri de ö zel b a şa rı m a d a ly a la rı v e rir. basınç gibi çevre koşullarında bir maddeyi
Ö rn e ğ in çeşitli d a lla rd a d a ğ ıtıla n N o b e l Ö d ü l­ yalnızca katı, sıvı ya da gaz haliyle tanırız.
le r in in a ra s ın d a , p a r a a rm a ğ a n ın ın yanı sıra Bunun bilinen tek aykırı örneği sudur; çünkü,
b ir a ltın m a d a ly a d a v a rd ır (bak. NOBEL ÖDÜL­ olağan çevre sıcaklığında sıvı halde gördüğü­
LERİ). müz su, buzdolabında donduğu zaman katı,
Spor dünyasında ise her dört yılda bir kaynayan çaydanlıkta buharlaştığı zaman da
düzenlenen Olimpiyat O yunları’nda kendi gaz halinde karşımıza çıkar. Bir maddenin
dallarında birinci, ikinci ve üçüncü olan spor­ çevresindeki sıcaklık ve basınç değiştiğinde
culara altın, gümüş ve bronz Olimpiyat m a­ madde de hal değiştirerek bir durum dan
dalyaları verilir (bak. OLİM PİYAT O Y U N L A R I). öbürüne geçebilir. Bunun nedeni, bir madde
ısındığı zaman moleküllerin hareketinin art­
MADDE. Evrendeki her şey, uzayda yer masıdır. Katı bir m adde ısıtıldığında, mole­
kaplayan, bölünebilen, ağırlığı olan ve değişik külleri belirli bir düzen içinde birbirlerine
biçimlerde algılanabilen m addelerden oluşur. sıkıca tutunm uş oldukları halde hareket etm e­
M addenin, katı, sıvı ve gaz olarak adlandırı­ ye çalışır. Am a aralarında boşluk olmadığın­
lan üç temel hali ya da durumu vardır (bak. dan yapabilecekleri tek hareket bulundukları
G A Z ; K A T I; S lV l). yerde titreşm ektir. Isınan bir cisme dokunul­
Herhangi bir maddenin katı mı, sıvı mı, duğunda duyulan sıcaklık m oleküllerin bu
yoksa gaz halinde mi bulunduğunu kolayca hızlı titreşim inden kaynaklanır. M addeye da­
söyleyebiliriz. Katiların, örneğin tuğlanın be­ ha fazla ısı enerjisi verildiğinde, moleküller
lirli bir biçimi ve boyutu vardır. Yeterli bulundukları yerden koparak hareket edebilir
kuvvet uygulamadıkça bu durumdaki m adde­ ve böylece katı eriyerek sıvı hale geçerken
nin biçimini ya da boyutlarını değiştiremeyiz. biçimini de yitirir. Sıcaklık daha da artırıldı­
Ayrıca katilar “pekişik” yapıdadır; yani katı ğında moleküllerin hareketi iyice hızlanır ve
bir cismi oluşturan m oleküller (küçük parça­ sonuçta sıvı kaynamaya başlar. A rtık mole­
cıklar) aralarında hiç boşluk kalmayacak bi­ küller hemen hemen serbest durum dadır.
çimde birbirlerine sıkıca bağlanmıştır. Bu (A yrıca bak. DONMA VE ERİME; ISI; MOLEKÜL.)
MADDE 311

ısı ısı
KATI e rim e b u h a rla ş m a G AZ

1
J 'U c ./
/" /V a /> i l ı
fi * fi ^ \ \ A a
\

Soldan sağa: K atiların b e lirli b ir hacm i ve b iç im i v a rd ır; m o le k ü lle ri de ancak bu lu n d u kla rı yerde
titre ş e b ilir. K a tila r g ib i b e lirli b ir hacm i olan sıvılar ise b u lu n d u kla rı kabın b iç im in i alır ve
m o le k ü lle ri bu hacim için d e serbestçe hareket eder. Buna karşılık b e lirli b ir b iç im i o lm a ya n gazlar
g e n le ş e b ilir, sık ış tırıla b ilir ve m o le k ü lle ri her yana d a ğ ıla b ilir, lyo n la şm ış çok sıcak gazlara da
plazm a denir.

M adde ısındığında ya da soğuduğunda hal bon dioksit, ısıtıldığında süblimleşerek doğru­


değiştirirse de, bir halden öbürüne geçiş dan karbon dioksit gazına dönüşür.
sıcaklığı atm osfer basıncına bağlıdır. Bir sıvı­
nın üzerindeki basınç arttıkça, sıvının kayna­ Maddenin Dördüncü Hali
m a noktası da yükselir. Örneğin, üstü açık bir M adde hal değiştirerek katı, sıvı ya da gaza
kapta ancak 100°C’ye kadar ısıtılabilen su, dönüştüğünde atom lar hiçbir değişikliğe uğra­
sıkıca kapatılmış bir düdüklü tencerede çok maz. Am a bir gazın sıcaklığı sürekli artırılır­
daha yüksek sıcaklıklara ulaşabilir. Buna sa, belirli bir sıcaklığın üzerinde atom lar
karşılık, deniz düzeyinden yükseldikçe atm os­ parçalanır ve yüklü parçacıkları serbest kalır
fer basıncı düştüğü için yüksek bir dağın (bak. T emel P arçaciklar ). Bu durum da gazın
tepesinde suyun kaynam a sıcaklığı 100°C’nin özellikleri de değişir. Örneğin, çok iyi bir
çok altındadır. elektrik iletkeni olur ve m agnetik akım lardan
Katilardan çoğunun erime noktası ile sıvı­ etkilenmeye başlar. A m a bu yeni hale geçiş
lardan çoğunun donma noktası, basınç arttık­ sıcaklığı milyonlarca derece santigradı buldu­
ça yükselir; bu kuralın dışında kalan başlıca ğundan, gazları ısıtarak bu dönüşümü sağla­
m addeler buz ve sudur (bak. Buz). Bir gazı mak pek kolay değildir. Oysa G üneş’in ve
sıvı hale dönüştürm ek için hem soğutm ak, öbür yıldızların iç katm anlarındaki sıcaklık
hem de sıkıştırmak (basınç uygulamak) gere­ hep bu düzeyde olduğundan, yıldızlardaki
kir. Çünkü gazları çok düşük sıcaklıklara m addeler için bu dönüşüm olağandır. M adde­
kadar soğutmak oldukça güçtür; ama gaz nin işte bu dördüncü haline plazm a denir.
önce sıkıştırılıp sonra soğutulursa daha çabuk Çekirdek kaynaşması (füzyon) tepkim eleri de
sıvılaşır. Gazları sıvılaştırarak bir yerden bir plazma halindeki m addede gerçekleşir. (A yrı­
yere taşımak daha kolay olduğundan bu işlem ca bak. N ükleer E n er jî .)
sanayide çok uygulanır. Yalnız her gazın
kendine özgü bir “kritik sıcaklığı” vardır; bu Madde ve Fizik
sıcaklığın altına inmedikçe gaz ne kadar E v re n d e k i h e r şey m a d d e d e n o lu ştu ğ u n a g ö ­
sıkıştırılırsa sıkıştırılsın sıvılaşmaz. re , m a d d e n in çeşitli fizik y asalarıy la y ö n e tild i­
ğini sö y ley eb iliriz. B ü tü n m a d d e le r b irb irle ri­
Süblimleşme ni k ü tle ç e k im kuv v etiy le ç e k e rle r ve b ü tü n
Bir katiyı gaz haline dönüştürm ek için, genel­ m a d d e le r ey lem sizlik ilk esin e u y a rla r (bak.
likle önce eriterek sıvılaştırmak gerekir. Am a EYLEMSİZLİK). H e rh a n g i b ir cisim d ek i m a d d e
bazı durum larda katı m adde, aradaki bu sıvı m ik ta rın a o cism in k ü tle si d e n ir (bak. KÜTLE).
evreden geçmeksizin doğrudan gaz haline M addeye ilişkin çok önemli iki yasa vardır.
gelir; bu olaya süblim leşm e ya da uçunum Bunlardan ilkine göre, kapalı bir sistemde var
denir. Örneğin, “kuru buz” denen katı kar­ olan hiçbir m adde yok edilemez ve yoktan var
312 MADDE BAĞIMLILIĞI

edilemez. Kütlenin korunum u yasası adıy­ göre bu cisim ve olgular ne kadar farklı
la bilinen bu ilkenin bilimsel temellerini ilk nitelikte olursa olsun hepsi nesneldir (maddi)
kez Fransız kimyacı A ntoine Lavoisier or­ ve insan zihninin dışındadır. Y erküre insan ve
taya koym uştur (bak. Lavoisier , A ntoine - canlı varlıklar ortaya çıkmadan milyonlarca
LAURENT). Alm an asıllı büyük bilim adamı yıl önce var olmuştur. Buna göre zihin ve
A lbert E instein’ın biçimlendirdiği ikinci yasa­ bilinç, nesnel dünyanın uzun evriminden baş­
ya göre de m adde ile enerji birbiriyle eşdeğer­ ka bir şey değildir. Bütün nesne ve olguların
dedir (bak. E instein . A lbert). kendilerine özgü ortak özellikleri zihnin dışın­
A yrıca bak. ENERJİ. da nesnel gerçeklik olmaları ve onda yansıma­
larıdır. Böylece m adde tek bir nesneyi, her­
MADDE BAĞIMLILIĞI bak. İ laç Bağimli hangi bir süreci, bir grup olguyu değil gerçek
LIĞI. dünyayı, bütünü içinde kapsar.

MADDECİLİK. İnsanın içinde yaşadığı dün­ İlkçağ Maddeciliği


yayı anlama uğraşı olan felsefe daha ilk­ M addecilik’in kökleri, varlığın tem elinde tan­
çağlardan başlayarak bilincin ne olduğunu, rısal bir eylem değil tek bir nesnel ilke, bir
nereden kaynaklandığını saptam aya; akıl ile “ilk m adde” olduğunu ileri süren ilkçağ İyon
doğa, bilinç ile varlık arasındaki ilişkiyi ta ­ düşüncesine kadar uzanır. Thales’e göre te­
nımlamaya çalışmıştır. Aklın mı, doğanın mı mel öğe “su” A naksim enes’e göreyse “hava”
önce ortaya çıktığı, bilincin insan beyni dışın­ idi. Bu dönem maddeci düşüncenin önde
da var olup olamayacağı sorunu, çağdaş gelenlerinden H erakleitos ise ilk maddenin
felsefeyi de kapsam ak üzere bütün felsefenin sürekli bir hareket durum undaki “ateş” oldu­
en tem el sorunu olmuştur. Filozoflar bu ğunu öne sürüyordu. Bu düşünürler temel
sorulara verdikleri yanıtlara göre idealist ve öğenin kendiliğinden hareket ederek her şeyi
maddeci olarak iki ana ve birbirine zıt kampa kendi bağrından yarattığına dayanıyordu. De-
ayrılmışlardır. m okritos ve Epikuros gibi düşünürler ise
İdealizm maddi dünyanın zihinsel dünyaya D ünya’nın atom adını verdikleri çok küçük
bağlı olduğunu, zihnin ya da düşüncenin mad­ maddesel parçacıkların birleşmesi sonunda
deden ayrı olarak var olduğunu öne sürer. Bu oluştuğunu varsayıyorlardı. Onlara göre sayı­
felsefeyi benim seyenlere göre dünyayı tanım a lan sonsuz olan atom lar, başı ve sonu belli
ve bilme olanağı yoktur. Algı, deney ve olmayan bir hareket halindedir. Yalnızca
bilimle doğruluğu soruşturulabilir ve bilinebi­ küçüklük, büyüklük, biçim ve ağırlık bakı­
lir olanın “üzerinde” , “ötesinde” ya da “geri­ mından farklı olan atom ların uzayda birbirle-
sinde” bilinemez bir alanın varlığını kabul riyle karşılaşıp kümeleşmeleriyle çeşitli öğeler
ederler (bak. İDEALİZM). ve cisimler ortaya çıkar. Kaba ve ağır atom lar
M addeci felsefe, gerçek dünyanın ve doğa­ ortada bir araya gelir ve toprağı oluşturur,
nın, insandan önce var olduğunu savunur. ince ve hızlı atom lar ise yukarıya itilerek
M adde, düşüncenin dışında ondan bağımsız suyu, havayı, ateşi doğurur. Buna göre evren­
ve ondan önce var olmuştur. Sonsuz ve de m ekanik yasalar ve zorunluluk egemendir
sınırsız olan m adde yaratılamaz ve yok edile­ ve var olan her şey Tanrı ya da başka bir
mez. Peki m adde nedir? İnsanı çok sayıda ve doğaüstü güç tarafından belirlenmiş bir amaç
çeşitli cisimler çevreler. Bunların bir bölümü söz konusu olmaksızın doğar.
atom un en küçük parçacıklarından en büyük
uzay cisimlerine kadar cansızdır. Öbürleri ise Yeni Maddecilik
tek hücrelilerden en gelişkin ve karmaşık Ortaçağ boyunca kilisenin etkisiyle yadsınan
yapıya sahip insana kadar olan canlılardır. maddeci felsefe R önesans’la birlikte yeniden
Bunların bazıları hemen yanımızda, bazıları canlandı. Bilim ve teknolojideki gelişmeler
ise çok uzaktadır. Bazı m addeler çıplak gözle maddeci felsefeyi geliştirirken, maddeci felse­
görülebilir, ama bazılarını görmek için özel fe de bilim ve teknolojinin gelişmesinde etkili
araçlara gereksinim vardır. M addeci felsefeye oldu. Francis Bacon, Galileo Galilei, Thomas
MADENCİLİK 313

H obbes, John Locke gibi düşünürler bu değişir. M addenin hareketi basit yer değiştir­
akımın öncüleriydiler. H obbes bilginin doğuş­ m eden, düşünceye kadar evrendeki tüm deği­
tan var olamayacağını, ancak deney ve göz­ şimleri ve süreçleri kapsar. Nicelik değişimler
lemlerle edinilebileceğini savundu. Locke’a belirli bir birikime ve yoğunluğa ulaştıktan
göre ise beş duyu aracılığıyla dış dünyadan sonra bir nitelik değişikliği yaratır. Değişmeyi
edinilen izlenimler olan duyum lar beyinde doğuran ise karşıtların çatışmasıdır. Karşıtlık­
oluşan maddesel hareketlerdi. Tüm bilgiler lar birbirinin dışında değildir. Bir arada ve bir
duyum lardan çıkıyordu. birlik oluşturacak biçimde bulunurlar. Değiş­
Bu dönemin maddeci düşünürleri yaşamın, menin tem elinde bu karşıtların bir arada
düşüncenin ve toplum un yasalarını fizik ya da bulunmasının doğurduğu çelişme vardır. Ç e­
m ekanik bilimin yöntem ve kavram larına lişme olmasaydı var olan her şey neyse öyle
başvurarak açıkladılar. “M ekanik maddeci­ kalır, hareket değişime değil ancak yinelen­
ler” adı verilen bu düşünürler dünyanın yal­ meye yol açardı. Oysa var olan her şeyde onu
nızca etkileşim içindeki m adde parçacıkların­ hem kendisi, hem de kendisinden başka bir
dan oluştuğunu düşünüyorlardı. H er parçacı­ şey olmaya iten güçler vardır. Böylece var
ğın öbürlerinden ayrı ve bağımsız bir varlığı olan her şey dışarıdan bir gücün etkisiyle değil
vardı. Bunlar dünyayı oluştururlardı. M eka­ içindeki çelişen güçlerin çatışmasıyla değişik­
nik olan bu etkileşimler yalnızca bir parçacı­ liğe uğrar (bak. E ngels , F riedrich ; M arx ,
ğın öbürü üzerindeki dışsal etkisiydi. Örneğin Ka rl ).
H obbes’un felsefesinde devlet bile dev bir
makine olarak gösteriliyordu. MADENCİLİK. Yerkabuğundaki minerallerin
Maddeci felsefe 19. yüzyılda Alm an düşü­ ve öbür ham m addelerin bulundukları kat­
nürü Ludwig Feuerbach’la en gelişkin düzeyi­ manlardan çıkarılarak değerlendirilmesine
ne ulaştı. Bu düşünür felsefenin yalnızca saf yönelik bütün işlemler madencilik adı altında
düşünce çerçevesinde kalmamasını, asıl göre­ toplanır. Yerkabuğundaki kayaçların yalnızca
vinin doğayı ve insanı incelemek olduğunu bir bölümünde işletme giderlerine değecek
ileri' sürdü. Doğa insanın dışında vardı. İnsan kadar bol m iktarda yararlı m ineral bulunur.
ise doğanın bir parçası, onun uzun gelişiminin Bu tür kayaçlara cevher ya da “m aden filizi”
bir ürünüydü. Bilinç doğayı yansıtıyordu ve denir. Bir cevherdeki yararlı mineral oranı,
insan maddeyi, doğayı duyumlarıyla algılı­ cevherin türüne bağlı olarak büyük ölçüde
yordu. değişir. Örneğin bir dem ir cevheri yüzde 20
ile yüzde 60 arasında demir içerebilirken, bir
Diyalektik Maddecilik altın cevheri kütlesinin ancak milyonda birkaç
Maddeci felsefe 19. yüzyılda Kari Marx ve birimi altındır. M aden m ühendislerinin başlı­
Friedrich Engels’le birlikte yeni bir boyut ca görevleri işletilmeye değecek cevherleri
kazandı. Bu iki düşünür maddenin ancak arayıp bulm ak, yerkabuğundaki cevheri çı-
hareket halinde var olabileceğini öne sürdü
ler. Diyalektik Maddecilik adını verdikleri AÇIK OCAK
öğretileri hareketi, değişikliklere, cisimlerin
evrimine, eskinin yeniyi doğurarak dönüşm e­
sine sıkı sıkıya bağlar. Diyalektik Maddeci-
lik’e göre evren hareket halinde m addedir.
Buna göre var olanların hepsi birbiri üzerinde
etkide bulunur. H er şey birbiriyle ilişki için­
dedir. Diyalektik maddeci yöntem hiçbir nes­
neyi tek başına ve soyutlayarak ele almaz.
Ö bür m addelerle ilişkisi içinde ve bir bütünün
parçası olarak ele alır. Gene Diyalektik Mad- Ao ldçık ocak iş le tm e c iliğ i ce vh e rin yüzeye çok yakın
u ğ u ye rle rd e u y g u la n a b ilir. M in e ra lle ri açığa
decilik’e göre hareket halindeki m adde bir çıkarm ak için önce üstü nde ki kayaç ya da to p ra k
durum dan öbürüne geçer ve sürekli olarak ö rtü sü kaldırılır.
314 MADENCİLİK

karm ak için bir maden işletmesi kurup işlet­ loğlar ve maden mühendisleri gibi uzm anlar­
mek ve cevherdeki yararlı mineralleri yararsız dan oluşan ekiplerce yürütülür. Önce geniş
m addelerden ayırmak üzere cevheri işlemek bir alanın havadan fotoğrafları çekilir; sonra
ya da zenginleştirmektir. bu fotoğrafları inceleyen jeologlar tarafından
araştırm a yapılacak bölgeler belirlenir. H atta
Maden Arama son yıllarda jeologlar, Landsat ve Spot gibi
Kömür ve fosfat gibi metal dışı cevherler yapma uyduların gönderdiği fotoğrafları ince­
yerkabuğunda yatay olarak uzanan oldukça leyerek yeni maden yatakları buluyorlar (bak.
düzenli yataklar oluşturur. Oysa metal cev­ U y d u ).
herleri genellikle değişik kalınlıkta dam arlar M ıknatıslanma özelliği taşıyan demir ya da
halindedir. Bu dam arlar yer yer doğrultusunu nikel cevherleri genellikle magnetik alanlara
değiştirse de hemen her zaman düşey olarak duyarlı bir aletle aranır. M agnetom etre denen
yerkabuğunun derinliklerine doğru iner. Yal­ bu alet uçakta, helikopterde ya da otom obil­
nız bazı yerlerde, boyutları birkaç kilometre de taşınabilir. Bazı metal cevherleri, çevrele­
küpü bulan, düzensiz biçimli çok büyük kütle­ rindeki kayaçlardan daha ağırdır, dolayısıyla
ler halinde demir ve bakır gibi metal cevherle­ daha büyük bir kütleçekim kuvveti uygular.
rine rastlanır. Cevher damarları ve yatakları, Böyle bir çekim alanının varlığı çok duyarlı
jeolojik çağlar boyunca rüzgârın, donun ve bir teraziyle saptanarak cevhere ulaşılabilir.
yağmurun etkisinde kalmıştır. Bugün de sü­ Bazı cevherler de belirli elektriksel özellikle­
rüp giden bu etkiyle cevherler aşınıp ufalanır; rinden ya da ses dalgalarını kendilerine özgü
kopan parçalar sel sularıyla ya da akarsularla bir hızla iletm elerinden yararlanarak buluna­
taşınır ve bunların ırmak vadilerinde çökel­ bilir. Radyoaktif cevherlerin varlığı ise Gei-
mesiyle yeni, yumuşak, alüvyonlu maden ger sayaçlarıyla saptanabilir (bak. RADYOAK­
yatakları oluşur. TİFLİK).
Bir zam anlar, tek başlarına çalışarak elle­ Bir sonraki aşam ada, aranan mineralleri
rindeki basit aletlerle mineral çökellerinin içerme olasılığı bulunan kayaçlardan örnekler
yerini bulmaya çalışan m aden arayıcıları var­ toplanır. Eğer inceleme sonuçları bu olasılığı
dı. Bu insanlar özellikle Güney Afrika, Kuzey doğrularsa, cevher kütlesinin çeşitli derinlik­
Am erika ve Avustralya’da birçok m aden ya­ lerinden örnekler almak gerekir. Bunun için,
tağı buldular. Am a bugün m aden aram a kesici elmas uç takılmış, içi boş bir çelik
çalışmaları jeokimyacılar, jeofizikçiler, jeo- çubukla sondaj delikleri açılır. Çubuğun için­
deki boşluğa dolan ve biçimi nedeniyle “ha­
vuç” ya da “karot” denen bu silindirik kayaç
örnekleri yüzeye çıkarılarak bütün ayrıntıla­
rıyla incelenir.
Cevherin aranan özelliklerde olduğu ve
işletilmeye değecek oranda mineral içerdiği
saptanırsa, bu kayacı yerkabuğunun derinlik­
lerinden çıkarmak için gerekli kazı işlemleri­
ne başlanabilir. Dünyadaki m aden işletmele­
rinin hemen hemen dörtte üçü yerüstündedir.

Açık İşletme
Dem ir cevherleri ve boksit (alüminyum cev­
heri) gibi bazı m ineraller açık ocak işletmeci­
liği denen yöntem lerle çıkarılır. Açık işletme
yöntem lerinin en basitlerinden biri, akarsu
yataklarında, göllerin dibinde ve haliçlerde
Sulu kazı yö n te m in d e , ö rn e ğ in altın içeren çakılları
kop arıp aşağı sü rü kle m e k için kayaç kütlesine
birikmiş ağır çökellerin içindeki minerallerin
basınçlı su pü skü rtü lü r. ayrılmasıdır. Plaser denen bu çökeller, aşın-
MADENCİLİK 315

Üstte: Bir bakır


m ad en ind eki açık ocağın
üst basam aklarında,
cevheri parçalam ak için
d in a m it p a tlatılıyor.
Y erind en kopan cevher
a lt basam aklara
in d iğ in d e kepçeli kazı
m a kin e le riyle alınır.
O rta da : Dev bir
m ağarada alçıtaşı (jips)
k ü tle le rin i parçalam ak
için p n ö m a tik çekiçler
kullan ılıyor.
Altta: Louisiana daki b ir
m adende, b ir p la tfo rm
üzerinde çalışan işçiler
kayatuzu çıkarıyorlar.

Üstte: A S A R C O Inc.
Ortada: United States G ypsum Co.
A ltta: Louisiana Tourist
D evelopm ent Corporation

ma sonucunda kayaçlardan kopan ve akarsu­


larla sürüklenerek alüvyonlu topraklara karı­
şan ağır mineralleri içerir. Altın ve kasiterit
(kalay cevheri) genellikle bu tip çökeller
halinde bulunur.
Bugün bazı ağır mineral çökellerinin işletil­
mesinde uygulanan yöntem ler, A B D ’deki
“altına hücum” günlerinde m aden arayıcıları­
nın buldukları tavayla yıkama tekniğinin ge­
liştirilmiş biçimlerinden başka bir şey değil­
dir. (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinmek
için A LTIN maddesindeki Altın Madenciliği
bölümüne bakınız.)
Güneydoğu Asya ve N ijerya’da, akarsu ya
da göl diplerindeki kum ve çakılların arasına
karışmış olan alüvyonlu kalay cevherleri ta­
raklı kepçelerle toplanır. Bazen de açık ocak­
lardaki cevheri parçalam ak için üzerine çok
yüksek basınçlı su püskürtülür. A B D ’de,
Cornwall’daki kaolin yatakları ile Florida’da-
ki fosfat yataklarının işletilmesinde daha çok
sulu kazı denen bu yönteme başvurulur. .
Açık ocak işletmeciliği, cevherin görünecek
biçimde yüzeye çıktığı ya da yüzeyin hemen
altında bulunduğu yerlerde uygulanır. Bu tip
işletmelerde önce cevheri örten bütün toprak
örtüsü kaldırılır; sonra, TA ŞO C A Ğ I m adde­
sinde anlatıldığı gibi büyük cevher bloku
patlayıcılarla parçalanıp kepçeli kazı m akine­
leriyle kamyonlara ya da taşıyıcı bantlara
yüklenir (bak. KAZI MAKİNELERİ).
Açık işletmeler genellikle dev ölçektedir ve
316 MADENCİLİK

M u ğ la 'n ın Yatağan
ilçesindeki Eskihisar
yö re sin d e işletile n
k ö m ü r dam arı.

H a m d i M engi

çalışmalar gözalabildiğine uzanan boş alan­ tünellerle ulaşılır. Cevher fazla derinde değil­
larda sürdürülür. Örneğin Avustralya’nın ba­ se genellikle eğimli bir galeri açılır; ama
tısında demir cevheri çıkarılan koskoca bir derinde olduğu zaman en uygun yöntem
dağ kütlesi kazıla kazıla yok olmak üzeredir. düşey bir kuyu kazmaktır. Böyle bir maden
A B D ’nin U tâh eyaletindeki Bingham Kanyo­ kuyusu, madencilerin ve donanım larının iste­
nu bakır m adeninde ise işletme çalışmaları nilen derinliğe indirilebilmesini, ayrıca cevhe­
nedeniyle genişliği 7 km2’yi aşan, derinliği de rin yüzeye çıkartabilm esini sağlayacak kadar
neredeyse 800 metreyi bulan dev bir çukur geniş olmalıdır. Kuyunun dibinden cevherin
oluşmuştur. içlerine doğru yatay galeriler açılır. Ayrıca
her galeri “bür” denen küçük-iniş çıkış kuyu­
Yeraltı Madenciliği larıyla bir üstündeki ve bir altındaki galeriye
Yerkabuğunun derinliklerindeki cevher küt­ bağlanır. Kazarak ya da patlayıcı kullanarak,
lesine, yüzeyden aşağıya doğru düşey olarak cevher kütlesinin içinde “ayak” denen bir
inen kuyularla ya da giriş galerisi denen yatay çalışma yeri açılır. Bu boşluk nedeniyle tava­
nın çökmesini önlemek için ağaç destekler
yerleştirilir ya da cevher kütlesinin bazı yerle­
rinde tabandan tavana kadar uzanan “topuk­
lar” bırakılır.
Cevherin parçalanarak alınmasına kazı de­
nir. Aslında bu işlemin kazmakla hiçbir ilgisi
yoktur. Önce pnöm atik m atkaplarla (basınçlı
havayla çalışan delicilerle) kütlenin içinde
delikler açılır; sonra bu deliklerin içine patla­
yıcı doldurulup ateşlenerek cevher parçalanır.
Parçalanan cevherin kazı yerinden alınıp
yüzeye çıkarılması için gerekli düzenlemeleri
yapmak m aden mühendislerinin başlıca gö­
revlerinden biridir. Bu görev giderek güçleşir,
çünkü cevher çıkarıldıkça kuyu ile ayak ara­
G ale rili işle tm e le rd e , cevheri kazıp alm ak için b ir
dağın yam acından içeri d o ğ ru uzanan ya ta y g a le rile r sındaki galeri uzunluğu artar. Cevherin kuyu­
açılır. ya ulaştırılabilmesi için belki 10 km boyunca
MADENCİLİK 317

taşınması gerekir. Bu taşıma içinde genellikle lerin başında gelir. Bir başka endişe kaynağı
konveyör denen taşıyıcı bantlar ya da elek­ da zehirli ve yanıcı gazların, özellikle “grizu”
trikli, dizel m otorlu lokomotiflerle çekilen denen m etan gazının birikmesidir. Bu yüz­
vagonlar kullanılır. En sonunda kuyu dibine den, Davy lambası olarak bilinen güvenlik
yığılan cevher saniyede 12-15 m etre gibi lambası, yeraltında çalışanların can güvenliği
büyük bir hızla tırmanan asansörlerle yüzeye açısından en büyük buluşlardan biri sayılır.
çıkarılır. Alevini dışarı vermeyen bu lambayı 1815’te
Derin maden ocaklarının hemen hepsinde İngiliz bilim adamı Sir Hum phry Davy geliş­
iki kuyu vardır. Kuyuların birinden içeri tirmişti (bak. D avy . Sir H umphry ). Davy lam ­
temiz hava girer; öbüründen de ocaktaki baları bugün bile birçok ocakta kullanılm ak­
kirlenmiş hava vantilatörlerle emilerek dışarı tadır; ama artık madencilerin çoğu, tepesinde
atılır. Bu düzenleme ocağın hem havalandırıl­ elektrik ampulü bulunan koruyucu başlıklar
masını, hem de soğutulmasını sağlar; çünkü (miğferler) giyer. Zehirli gazların varlığı da
derine indikçe kayaçların sıcaklığı artacağın­ elektronik aygıtlarla saptanır.
dan içerinin havası giderek ısınır. Çeşitli m inerallerin ve öbür m addelerin
Derinliği 3.000 metreyi aşan m aden ocakla­ yeraltından çıkarılması için başka yöntem ler
rında kayaçların sıcaklığı 50°C’nin üstünde­ de vardır. Örneğin, bildiğimiz sofra tuzu
dir. Örneğin Güney A frika’da, Carletonville’ (sodyum klorür) ve potas (potasyum karbo­
deki bir altın madeninin derinliği 3,7 kilom et­ nat) çökellerini işletmek için üzerlerine
reden fazladır ve galerilerdeki sıcaklık boruyla su püskürtülür. Tuzların erimesiyle
55°C’ye ulaşmaktadır. Bu derinlikteki ocak­ oluşan bu sulu çözelti yüzeye pom palanır ve
larda havanın büyük soğutucularla soğutul­ ısıtılarak buharlaştırılır. Böylece su buharı
ması gerekir. ayrıldığında geriye yalnızca katı m ineraller
Yüksek sıcaklık, yeraltı m adenlerinde çalı­ kalır. K ükürt de genellikle buna benzer bir
şanların karşı karşıya bulundukları tehlikeler­ yöntemle elde edilir; yalnız bu işlemde su
den yalnızca biridir. İyi düzenlenmemiş bir yerine kızgın buhar kullanılır. Frasch yöntemi
ocakta galerilerin çökmesi ve madencilerin denen bu işlemde, kızgın buharın etkisiyle
“göçük” altında kalması en ürkütücü tehlike­ yeraltında eriyen kükürt yüzeye pom palana­
rak alınır.
KUYULU YERALTI KÖM ÜRÜN
V A G O N LA R A Y e ra ltın d a n p e tro l ve d o ğ al gaz ç ık a rm a k
İŞLETMESİ
Y Ü K LE N M E S İ için u y g u lan an y ö n te m le r m ad en ciliğ in özel
ASANSÖR bir a la n ıd ır. P e tro l ve d o ğ al gazın b u lu n d u ğ u
M O TO R U
k a tm a n la ra u la şa b ilm e k için ç o k d e rin k u y u ­
ların açılm ası g e re k ir. (A yrıca bak. P etrol .)

Cevher İşleme
Ocaktan çıkarıldığı biçimiyle kullanılabilen
cevher sayısı pek azdır. Çoğu kez cevheri
satışa ve kullanıma hazır durum a getirmek
için özel işlemlerden geçirmek gerekir. Buna
cevher işleme ya da cevher zenginleştirme
denir. İlk yapılacak iş, bileşimindeki değişik
mineralleri birbirinden ayırmak için, kırma
makineleriyle ya da öğütücülerle cevheri par­
çalamaktır. D aha sonra mineraller, tane irili­
ği, biçim, renk, yoğunluk, mıknatıslık, kimya­
sal etkinlik gibi değişik özelliklerine dayana­
rak ayrı ayrı gruplandırılır.
M aden dam arına ya da yata ğına ulaşm ak için önce
dü şey b ir kuyu kazılır. S onra kuyu nu n çeşitli Büyük bir cevher kütlesinin genellikle çok
d e rin lik le rin d e n ya ta y g a le rile r s ü rü lü r. az bir bölümü işe yaradığından, m aden işlet-
318 MADRAS

m elerinde çok bol m iktarda artık madde kale ve ticaret merkezi kurdu. Zam anla bölge
birikir. Bu artıkların sağlığa ve çevreye zarar bir dokumacılık merkezi durum una geldi.
vermeyecek biçimde yok edilmesine büyük D aha sonra Hıristiyanlık’ı yaymak için gelen
özen göstermek gerekir. Bunun en iyi çözü­ misyonerler birçok insana okum a ve yazma
mü, artıkları yeniden m aden ocağına doldur­ öğrettiler. 18. yüzyılda İngilizler ile Fransız-
maktır; ama her zaman buna olanak bulu­ lar, M adras’ı ele geçirmek için çarpıştılar.
namaz. Hindistan 1947’de bağımsızlığına kavuştuğu
Köm ür madenciliği konusundaki bilgileri zaman İngilizler’in M adras’taki egemenlikleri
K Ö M Ü R maddesinde bulabilirsiniz. Öbür yaklaşık 200 yılı bulmuştu.
önemli metal ve m inerallerin elde edilmesi de Otom obil, elektrikli m akine, kauçuk ve
kendi m addelerinde anlatılmıştır. gübre fabrikaları bulunan kentte bir de rafi­
neri vardır. M adras Hindistan’ın en gelişkin
MADRAS, H indistan’ın güneyinde, Tamil eğitim m erkezlerinden biridir. 1857’de kurul­
Nadu (“Tamiller Ülkesi”) eyaletinin başken­ muş olan M adras Üniversitesi’nden başka çok
tidir. Bengal Körfezi’nde yer alan bu kentin sayıda kültür ve sanat kuruluşunu barındırır.
halkı, Kuzey H indistan’da yaşayanlardan Nüfusu 3.276.622 (1981) olan M adras, H in­
farklı bir dile ve kültüre sahip olan Tam iller’ distan’ın dördüncü büyük kentidir.
dir. Bu halk genellikle Hindu dinindendir.
Tamil dilinde kentin adı Çennai’dir. Eyaletin MADRİD. 1561’de Kral II. Felipe, İspanya’
kuzeydoğusunda yer alan kent büyük yapay nın merkezinde bulunduğu için M adrid’i baş­
limanıyla işlek bir liman kentidir. Hem en her kent yapmayı uygun buldu. Denizden 635
yerde Hindu tanrılarının heykellerinin yer m etre yükseklikte, çıplak, kumlu bir yayla
aldığı görkemli girişleriyle büyük Hindu tapı­ üzerinde kurulu olan M adrid, A vrupa’nın en
nakları görülür. Halkın başlıca geçim kaynağı yüksek başkentlerinden biridir. Yazın güne­
tarımdır. Pirinç, darı, pam uk, şekerkamışı ve şin yakıcı ve bunaltıcı sıcağına, kışın ise karlı
yerfıstığı yetiştirilir. dağlardan esen dondurucu rüzgârlara açıktır.
Hindistan Y anm adası’nın güneyi baharat, İlkbahar ve sonbaharda ise iklim yumuşaktır.
değerli taşlar ve altın peşinde, olan Avrupalı- Ülkenin bu bölgesi tarım ve hayvancılığa
lar’ın ilk ayak bastığı bölgedir. İngiliz Doğu elverişli olmadığından, M adrid’e yiyecek
Hindistan Kumpanyası 1639’da burada bir uzak kıyı kentlerinden gelir.
Bili B orders/The N ew Y o rk Times M ağazaları ve gökdelenleriyle ünlü Gran
Via (Büyük Cadde), yoksul görünümlü bir
kesimden geçerek, M anzanares Irm ağı’na
ulaşır. Kentin daha yeni bölümündeki 10
büyük cadde, Puerta del Sol’den (Güneş
Kapısı) yelpaze gibi yayılır. Bu kesimdeki
yapılar, bakımlı bahçeler, parklar ve alanlarla
birbirinden ayrılmıştır. Kentin en güzel cad­
desi Paseo del Prado, içinde bahçeler, havuz­
lar, çeşmeler ve bir hayvanat bahçesi bulunan
Retiro Parkı boyunca uzanır. Park ile Paseo
del Prado arasında dünyaca ünlü Prado M ü­
zesi vardır. Bu müzede bulunan yapıtlar
arasında İspanya krallarının 15. yüzyıldan
başlayarak topladıkları, Francisco de Goya ve
Diego Velazquez gibi ünlü İspanyol ressamla­
rının tabloları da sergilenmektedir.
Ulusal K ütüphane M adrid’in en ünlü yapı-
G üney H in d ista n 'ın en b ü yü k kenti olan M ad ras'ın larındandır. Burada her yıl bir kitap fuarı
işlek c ad de lerind en biri. açılır. İspanya İç Savaşı (1936-39) sırasında
MAGNA CARTA 319

ya’da, İngiltere’de ve Felem enk ülkelerinde


yaygınlaşarak evlerde iki ya da üç sesli olarak
sık sık söylenmeye başlandı. Madrigallerin
gelişip yaygınlaşmasını sağlayan besteciler,
İtalya’da Costanza Festa, A driaan W illaert,
İngiltere’de William Byrd ve Thomas Weel-
kes’dir. 1588’de İngiliz Nicholas Yonge İtal­
yan madrigallerini Musica Transalpina (“Alp-
ötesinin Müziği”) adıyla İngilizce olarak
yayımladı. Dönem in ünlü bestecileri yazdık­
ları parçalarla o yıllarda çok tutulan bu müzik
türünün gelişmesine katkıda bulundular.
M adrigaller daha çok doğayı, aşkı ve ölümü
konu alırdı. 16. yüzyıl madrigalleri edebiyat
değeri olan şiirlerden oluşuyordu. Besteciler
o dönemde Francesco Petrarca ve Giovanni
Boccaccio’nun şiirlerini bestelediler. İtalyan
ZEFA besteci A ndrea Gabrieli, madrigallerin çok­
İçinde kayıkla gezilen b ir g ö lcü k bu lu n a n Retiro sesli korolarla söylendiği Venedik üslubunu
Parkı, 19. yüzyıld an kalm a ya p ıla rd a n oluşan yarattı.
çevresiyle, M a d rid 'in g ö rü lm e y e değer
ye rle rin d ö n d ir.
Madrigaller 17. yüzyıl başlarında İtalya’da
son parlak dönemini yaşadı. İtalyan besteci
Claudio M onteverdi’nin renkli ve canlı madri-
şiddetli çarpışmalara sahne olan kent, bom ­ gallerden oluşan sekiz madrigal derlemesi
bardım anlardan ciddi hasar gördü. Yıkılan vardır (bak. MONTEVERDİ, CLAUDİO). Besteci­
yapılar arasında bulunan üniversite, öbür nin sololara ağırlık verdiği madrigallerinden
tarihsel yapılarla birlikte, daha sonra onarıldı. en tanınmış olanı II com battim ento di Tancre-
M adrid’deki çağdaş gelişmeler arasında di e C lorinda ’dır (“Tancredi ile Clorinda’nın
M anzanares Irmağı kıyılarındaki bataklıkla­ Savaşı”).
rın kurutulup düşük gelirli halk için çok
sayıda konutun, kenti kuşatan bir çevre yolu­ MAGALHÂES, Fernâo de bak. M a c e lla n .
nun, güzel bir anayolla kente bağlanan Bara-
jas Havalim am ’mn yapılması sayılabilir. İs- M AGNA CARTA ya da Büyük Berat, H azi­
panya’nın kara ve demiryollarının merkezi ran 1215’te İngiltere’de Kral John’un bazı
M adrid’dir. Kentte yaygın bir m etro ağı baron ve piskoposların baskısıyla onayladığı
vardır. Kent ekonomisi bankacılık, sigortacı­ ve uyruklarına tanıdığı haklara ilişkin yazılı
lık ve turizme dayanır. Basım sanayisinin çok belgedir.
gelişkin olduğu M adrid’de başlıca sanayi Kral John, 1199’da kral olur olmaz, o
ürünleri uçak, otomobil, kamyon, makine, dönemde Fransa’nın İngiliz egemenliğinde
elektrikli ve elektronik araç gereçler, optik bulunan Normandiya topraklarını elinde tu ta­
eşyadır. bilmek için çok masraflı bir savaşa girmek
Nüfusu 3.053.101’dir (1986). zorunda kaldı. 1204’e kadar bu toprakların
büyük bölümünü yitiren John, bütün saltanat
MADRIGAL, insan sesi için yazılmış, çalgısız dönemi boyunca yitirdiklerini geri almaya
söylenen dindışı konulu bir oda müziği türü­ çalıştıysa da başarılı olamadı. Bu savaşlar için
dür. Madrigal ilk kez 14. yüzyılda İtalya'da, gereken parayı halktan ve soylulardan ek
aile toplantılarında birlikte şarkı söyleme vergiler alarak topladı. Ayrıca 1208-13 arasın­
geleneğinden doğdu. da Papa III. Innocentius ile çekişmesi ve
15. yüzyılda unutulur gibi olduysa da 16. kiliseyi ağır biçimde vergilendirmesi de din
yüzyılda yeniden canlandı. Zam anla Alman- adamlarını kızdırdı. O dönemde İngiltere’de
320 MAGNA CARTA

Kral m ü h rü n ü taşıyan b ir
M agna Carta kopyası. Bu
b e lg enin İn g ilte re 'd e ve
daha sonra dü nya nın
İngilizce konuşulan ö b ü r
b ö lg e le rin d e anayasal
y ö n e tim le rin kuru lm asın da
ö n e m li b ir ye ri vardır.

M ansell Collection

bütün topraklar kralın malı sayılır, kral ba­ ve anlaştıklarını göstermek için mührüyle
ronlara toprakların kullanma hakkını belirli damgaladı (bak. MÜHÜR). D aha sonra bu
ödem eler ve hizmetler karşılığında verirdi belge, kral tarafından Magna Carta denen
(bak. F E O D A L İZ M ). krallık beratı olarak yazdırıldı. Berat, kopya­
Bu ödem eler ve hizmetler ile kralın ve landı ve kontluklara dağıtıldı. Bu kopyaların
soyluların karşılıklı hakları ve görevleri John dördü günümüze kadar ulaşmıştır. Bunların
tahta çıkmadan uzun bir süre önce gelenek­ ikisi British M useum ’da, öbür ikisi ise Lincoln
lerle saptanmıştı. John’dan önce de bazı ve Salisbury katedrallerinde bulunmaktadır.
krallar krallık beratları gibi yazılı belgeler 63 m addeden oluşan Magna C arta’nın içeri­
yayımlamışlardı, ama bu haklar çoğunlukla ği kralın, kilise ve uyrukları karşısındaki hak
yazıya dökülmez, kuşaktan kuşağa aktarılırdı. ve yetkilerinin sınırını belirler. Bu belgeyle,
John, yetkisini aşarak baronlarından daha .feodal beylere tanınan hakların yanında,
fazla para ve hizmet istiyordu. Feodal yasala­ kentlerde özellikle L ondra’da yaşayan halka
ra göre kral, yetişkin mirasçısı olmayan ba­ ve tüccarlara da bazı haklar verilmiştir. Ayrı­
ronların topraklarının vasisi sayılırdı. John, ca, hukuk ve yargı alanında düzenlem eler ile
vasisi olduğu topraklardaki ağaçları keserek, krallık orm anlarına ilişkin yasaların yumuşa­
mısır tohum larını, sığırları ve tarım araçlarını tılması konusunda hüküm ler de yer alır.
satarak da soyluları kızdırdı. Magna C arta’nın sonunda, baronlardan olu­
Bu uygulamaların yarattığı hoşnutsuzluk şan bir kurula, bu beratı uygulamayan krala
baronların başkaldırmasına neden oldu ve karşı çıkma ve onu zorlama hakkı tanınır.
John’a “alışık oldukları eski özgürlüklerini” John, verdiği sözleri tutm adı ve baronların
geri vermesi için baskı yapmaya karar verdi­ kendi aralarındaki tartışm alar yüzünden Mag­
ler. 1215’te Canterbury Başpiskoposu Step- na C arta amacına ulaşamadı. Am a, bir kralı­
hen Langton önderliğinde bir araya gelen nın ülkeyi istediği gibi yönetemeyeceğini açık­
baronlar kendi sorunlarının yanı sıra kilise­ ça belirten bu beratın İngiliz tarihinde çok
nin, daha küçük feodal beylerin, kent halkı­ büyük etkisi oldu. Kral, ülkeyi yasalara uygun
nın ve hatta köylülerin sorunlarını da içeren olarak yönetm ek zorundaydı. Eğer yasalara
istekleri bir belge biçiminde düzenlediler. Bu uymazsa halkın krala karşı zor kullanma
belge, 15 Haziran 1215’te, Staines ile W indsor hakkı vardı.
arasında, Tham es Irmağı kıyılarında yer alan Kral John’un ölümünden sonra, oğlu III.
Runnym ede’de John’a sunuldu. Bir iç savaş Henry tarafından da onaylanan Magna Carta,
çıkmasından korkan kral, istekleri kabul etti daha sonra anayasal bir yönetim için m ücade­
MAGNETİZMA 321

le e d e n İn g iliz le r’e ışık tu tm u ş tu r (bak. SİYA­


SAL VE Y erel YÖNETİM). B u b elge İngiliz ta rih i
b o y u n c a k ra lla r, y a sa la ra u y m a d ık la rı z a m a n
te k r a r te k r a r g ü n d e m e g etirilm iş ve b irç o k
k ra la o n a y la tılm ıştır.
Magna Carta, çağının çok ilerisinde bir bel­
gedir. Özellikle insan haklarına, Am erikan
Bağımsızlık Bildirgesi (1776) ile Fransız Dev-
rimi’nin İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ne
(1789) öncülük ettiğine inanılm aktadır (bak.
İNSAN H aklari). 63 maddelik bu beratın ilginç
maddeleri arasında şunlar sayılabilir.

* Kral yasal ödentiler dışında, kiliseye ve


doğrudan krala bağlı feodal beylere danış­
madan ek bir vergi toplamayacaktır.
* Kralın hiçbir görevlisi, başkalarının malı­
na, bedelini ödem eden el koymayacaktır. B ir p u sulanın iğnesi gerçek kuzeyi de ğil kuzey
* Yasaların gerektirdiği durum lar dışında, m a g n e tik kutb unu gö sterir.
“hiçbir özgür kişi... tutuklanam az, hapse
atılamaz, mallarından ve yasal haklarından kutuplarından birinin Kuzey Kutup Bölge­
yoksun bırakılamaz, sürgüne gönderilemez si’nde, öbürünün Güney Kutup Bölgesi’nde
ya da hiçbir biçimde zarara uğratılam az...” (A ntarktika’da) bulunduğunu göstermişti.
* Hak ve adalet satılamaz ve bunlara engel Kuzey magnetik kutbuna ilk kez 1831’de
olunamaz. İngiliz kâşif James Clark Ross (1800-62)
* Savaş dönemi dışında herkes krallığı ulaştı. O zamanlar kuzey magnetik kutbu çok
“serbestçe ve güvenlik içinde” terk edebilir daha aşağıda, K anada’nm kuzeyindeki Boot-
ve geri dönebilir. hia Yarım adası’nda bulunuyordu. Ross son­
radan 1839-43 yılları arasında düzenlediği
MAGNETİK KUTUPLAR. Bir magnetik pu­ A ntarktika keşif gezisinde güney magnetik
sulanın iğnesi, Dünya’nın neresinde olursa kutbuna ulaşmayı denedi. Bunu başaramadı
olsun her zaman kuzey-güney doğrultusunu ama gözlemlerine dayanarak kutup noktası­
gösterir. İğnenin kuzeye bakan ucunun gös­ nın yerini oldukça doğru saptadı. Güney
terdiği noktaya kuzey magnetik kutbu, güne­ m agnetik kutbuna ancak 1909’da, İngiliz kâşif
ye bakan ucunun gösterdiği noktaya da güney Ernest Shackleton'ın düzenlediği A ntarktika
magnetik kutbu denir. Aslında D ünya’nın keşif gezisi sırasında ulaşılabildi.
gerçek Kuzey ve Güney Kutup noktaları tam Magnetik pusula'iğnesinin gösterdiği doğ­
olarak pusula iğnesinin gösterdiği yerde değil­ rultu ile gerçek kuzey arasında kalan açıya
dir; yani magnetik kutuplar ile coğrafi kutup­ m agnetik sapma denir ve bu açının değeri
lar çakışmaz. Dünya üzerinde bulunulan yere göre değişir.
Kuzey magnetik kutbunun bugünkü yeri, A yrıca bak. DÜNYA.
Kuzey Buz Denizi'ndeki Sverdrup A d a la rın ­
dan Ellef Ringnes A dasfnm güneyindedir. MAGNETİZMA ya da manyetizma sözcüğü
Güney magnetik kutbu ise günümüzde A n­ mıknatısları ve magnetik alanları tanımlamak
tarktika’daki Adelie Kıyısı’nın biraz açığında için kullanılan bir terimdir. Bu terimin köke­
yer alır. Magnetik kutupların yeri yavaş yavaş ni, Türkiye'de Aydın yakınlarında kurulmuş
değişmektedir. olan ve magnetit (mıknatıstaşı) mineralinin
1600 gibi oldukça eski bir tarihte İngiliz ilk bulunduğu yer olarak tanınan antik Mag-
bilim adamı William Gilbert (1544-1603), nesia kentine dayanır. Dem ir oksit yapısında­
Dünya'nın dev bir mıknatısa benzediğini ve ki magnetit doğal mıknatıstır. Oysa kullandı­
322 MAGNETİZMA

ğımız mıknatısların çoğu, sonradan kalıcı kutuplar birbirini iter” denir. Mıknatısların
mıknatıslık özelliği kazandırılmış çeşitli ala­ ilginç bir özelliği daha vardır: Bir mıknatıs
şımlardan yapılır. Eski Yunanlılar, bir mag- parçalara ayrıldığında, bu parçalardan her
netit kütlesinin demir parçalarını çektiğini, biri kuzey ve güney kutupları olan küçük bir
hatta kaldırabildiğini biliyorlardı. Am a mık­ mıknatıs haline gelir.
natısların demiri ya da bazı metalleri çekmek­ Kraliçe I. Elizabeth’in saray hekimi olan
ten başka önemli özellikleri de vardır. Eğer İngiliz bilim adamı William G ilbert, 1600’de
bir demir ya da çelik parçası art arda birkaç yazdığı bir kitapta D ünya’nın dev bir mıknatıs
kez bir mıknatısa hep aynı yönde sürtülürse, olduğunu, kutuplarının da kuzey ve güney
sonunda bu parça da mıknatıslanır, yani bir uçlarda bulunduğunu öne sürmüştü. D ünya’
mıknatıs haline gelir. Mıknatısların bir başka nın magnetik kutuplarının gerçek (coğrafi)
özelliği de kutup'laım m olmasıdır; bunlar Kuzey ve Güney Kutup noktalarıyla aynı
mıknatıslık özelliğinin en güçlü olduğu nokta­ yerde olmaması dışında bu savı tümüyle
lardır. Düz çubuk biçimindeki bir mıknatıs doğruydu (bak. MAGNETİK KUTUPLAR).
demir tozuna batırılıp çıkarılacak olursa, de­
mir tozunun mıknatısın uçlarına yapıştığı, Magnetik Alanlar
çubuğun ortasında hiç toz toplanmadığı görü­ Bir defter yaprağı bir çubuk mıknatısın üzeri­
lür. İşte bu uçlar çubuk mıknatısın kutupları­ ne yerleştirilir ve yüzeyine demir tozu serpilir-
dır. M ıknatısların çok önemli özelliklerinden se, bu tozlar çizgiler halinde dizilerek özel bir
biri de, serbestçe dönebilecek biçimde asıl­ dağılım deseni oluşturur. “Kuvvet çizgileri”
dıklarında ya da bir sıvının üzerinde yüzdürül- denen ve hiçbir zaman birbirini kesmeyen bu
düklerinde her zaman kuzey-güney doğrultu­ çizgilerin herhangi bir noktadaki doğrultusu,
sunu göstermeleridir. (A yrıca bak. PUSULA.) uygulanan magnetik kuvvetin doğrultusunu
Serbestçe dönebilecek biçimde asılmış iki gösterir. Eğer kâğıdın üstüne küçük bir mag­
mıknatıs birbirine yaklaştırılırsa, kuzeyi gös­ netik pusula yerleştirilirse, pusulanın iğnesi
teren kutupları (kısaca “kuzey kutupları”) de altındaki kuvvet çizgisiyle aynı doğrultuya
birbirinden uzaklaşır ve her birinin kuzey yönelir. Kuvvet çizgileri arasındaki uzaklığa
kutbu öbürünün güney kutbuna yaklaşacak bakılarak magnetik kuvvetin büyüklüğü anla­
biçimde döner. Fizikte bu olguyu tanımlamak şılabilir; çizgilerin sık ve birbirine yakın oldu­
için “karşıt kutuplar birbirini çeker, benzer ğu yerde magnetik kuvvet daha güçlüdür.
Kuvvet çizgilerinin geçtiği bölgenin tümüne
Chicago Natural H istory M useum “magnetik alan” denir. Kâğıdın üstüne yumu­
şak (katışıksız) bir demir parçası konulursa,
çevresindeki kuvvet çizgileri sanki bu demirin
içinden geçiyormuş gibi bir araya toplanır.
Çünkü kuvvet çizgilerinin demirden geçmesi
havadan geçmesinden çok daha kolaydır. Bu
nedenle, bazı duyarlı aygıtları magnetik etki­
den korumak için yumuşak dem irden para­
vanlar kullanılır.

Magnetizma ve Elektrik
Yukarıda anlatılan bütün magnetizma olayla­
rı bir magnetit parçasıyla da gözlemlenebilir­
di. Am a bu demir minerali bugün mıknatıs
olarak hiç kullanılmaz. Geçen yüzyıla kadar,
mıknatıs yapmak için bir demir ya da çelik
M ıknatıstaşı olara k da b ilin e n m a g n e tit, doğal parçası magnetite sürtülerek mıknatıslanırdı.
m ıknatıslık ö ze lliği taşıyan b ir d e m ir ce vh e rid ir. Bu
m in e ra l çiv ile ri ve d e m ird e n ya da çelikten yap ılm ış 1820’de DanimarkalI fizikçi H ans Christian
her şeyi kendine çeker. Ö rsted, bir rastlantı sonucunda, serbestçe
MAGNEZYUM 323

B ir ç iv in in çevresine
iletken tel sarıp uçlarını bir
p ile ba ğlayara k ba sit b ir
elektrom ıkna tıs
ya p a b ilirsin iz. Eğer iki pil
kullanırsanız
elektom ıkna tısınız daha
gü çlü olacaktır.

asılmış mıknatıslı bir iğnenin, içinden elektrik kuzey kutbu öbürünün güney kutbuna döner.
akımı geçen bir tele yaklaştırıldığında sallan­ Böylece bütün m oleküllerin magnetik etkisi
dığını gördü. Magnetizma ile elektrik arasın­ birbirine ekleneceğinden, çelik çubuk güçlü
da bir ilişki olduğunu gösteren bu olay elek­ bir mıknatısa dönüşür. Eğer bu çubuk çekiçle
trom ıknatısların çıkış noktası oldu (bak. ELEK­ dövülür ya da iyice ısıtılırsa, moleküllerin
TROMIKNATIS). Bir demir ya da çelik çubuğun düzeni yeniden bozulacağı için çelik çubuk da
çevresine iletken tel sarılıp, telin uçlarını bir mıknatıslığını yitirir. Bilim adamları D ünya’
pile bağlayarak elektrom ıknatıs yapılabilir. nın magnetik alanının yaklaşık yüzde 90’ının,
Telden elektrik akımı geçirildiğinde demir ya bol demir içeren yerçekirdeğindeki elektrik
da çelik çubuk mıknatıslık özelliği kazanır. akımlarından kaynaklandığını düşünüyorlar.
Bu mıknatısın gücü, tel bobindeki sarım
sayısına ve bobinden geçen elektrik akımı M AGNEZYUM , gümüş beyazlığında bir m e­
m iktarına bağlıdır. taldir ve genellikle alaşım maddesi olarak,
Elektrom ıknatısta çekirdek olarak sert çe­ yani başka metallerle karıştırılarak kullanılır.
likten bir çubuk kullanılırsa, elektrik akımı Kimyasal simgesi Mg, atom numarası 12,
kesildikten sonra da çubuk mıknatıslığını atom ağırlığı 24,312 olan bu elem ent en hafif
korur; ama, yumuşak dem irden yapılmış çe­ m etallerden biridir ve bu özelliğiyle önem
kirdekler akım kesilir kesilmez bu özelliğini kazanmıştır. Toz halindeki magnezyum ko­
yitirir. Bu nedenle, elektrom ıknatıs olmayan layca tutuşur ve parlak bir alevle yanar.
bildiğimiz kalıcı m ıknatıslar ya sert çelikten İngiliz kimyacı Sir Hum phry Davy 1808’de
ya da kalıcı mıknatıslanma özelliği taşıyan magnezyumu bileşiklerinden ayırarak ele­
başka alaşımlardan yapılır. Bu alaşımlardan m ent halinde elde etmişti (bak. D avy , Sir
biri, kobalt, nikel, alüminyum ve bakırdan H umphry ). A m a elem entin katışıksız halde
oluşan alniko' dur. Kalıcı mıknatıslar, m anye­ elde edilebilmesi için aradan 20 yıl daha
to denen küçük elektrik üreteçlerinin temel geçmesi gerekti. Magnezyumun sanayi çapın­
öğesidir; hızla döndüğünde yüksek gerilimli da üretimini ise ancak 20. yüzyılda Alm anlar
elektrik akımı üreterek kıvılcım oluşturan başlattılar.
m anyetolar, bazı benzin m otorlarında ateşle­ Yerkabuğunun yaklaşık yüzde 2’sini oluştu­
meyi sağlamak için indükleme bobinlerinin ran magnezyum, D ünya’da en bol bulunan
yerine kullanılır. (A yrıca bak. İ çten Y anmali elem entler arasında sekizinci sırayı alır. Am a,
M o to r .) başka m addelerle çok kolay tepkimeye girdiği
Magnetizma olayının temelini açıklamak (birleştiği) için doğada katışıksız halde bulun­
için bir çubuk mıknatısı ele alalım. Bu mıkna­ maz. Başta dolomit (bütünüyle dolomitten
tısın her molekülü minicik bir mıknatıstır; oluşmuş sıradağlara rastlanır), magnezit ve
ama bu m oleküller mıknatısın içinde rastgele karnalit olmak üzere pek çok mineralin yapı­
yönlenmiş olduğundan hepsi birbirinin mag­ sında magnezyum vardır. Ayrıca deniz suyun­
netik etkisini yok eder. Oysa çubuk mıknatıs­ dan ve doğal tuzlu su kaynaklarından da
landığında m oleküller tıpkı geçit törenlerin­ magnezyum elde edilebilir. Magnezyum, bit­
deki askerler gibi sıraya dizildiğinden birinin kilerdeki yeşil klorofil pigmentinin (renk veri-
324 MAGRİPLİLER

de magnezyum ve alüminyum levhacıklar


vardır. Havai fişekler ile işaret fişeklerinde de
magnezyum tozu kullanılır.
Magnezyum tuzları (magnezyumun başka
m addelerle oluşturduğu kimyasal bileşikler)
birçok ilacın hammaddesidir. Örneğin, kabız­
lığa karşı kullanılan İngiliz tuzu ya da Epsom
tuzu ilk kez 1695’te İngiltere’nin Surrey ilin­
deki Epsom ’da bulunan bir magnezyum sülfat
bileşiğidir. Magnezyum hidroksit yapısındaki
magnezya sütü, sindirim bozukluklarına ve
mide ekşimesine karşı kullanılır. Magnezyum
Science P hoto Library oksit ile magnezyum klorürden oluşan bir
M agnezyum m etali çok parlak b ir alevle yanar. Bu macun, donduğunda beyaz bir kütle halinde
yüzden eskiden fo to ğ ra f m akinesi flaşlarınd a
kullan ılırdı. katılaştığı için diş hekimliğinde dolgu maddesi
olarak kullanılır. Sanayi fırınlarının içine dö­
ci maddenin) bileşenlerinden biridir ve bütün şenen ateşe dayanıklı tuğlalar da magnezyum
canlılardaki yaşamsal süreçler için gereklidir. oksitten yapılır. Ayrıca buhar ve sıcak su
Magnezyumun cevherlerinden özütlenmesi borularındaki ısı kayıplarını önlemek için,
oldukça karmaşık bir süreçtir. D oğada karna- boruların çevresi magnezyum oksitle kap­
lit minerali halinde bulunan ya da dolomitin lanır.
asitte eritilmesiyle elde edilen magnezyum
klorür çözeltisi, içinden güçlü bir elektrik MAGRİPLİLER, Kuzeybatı A frika’nın Müs­
akımı geçirilerek bileşenlerine ayrılır (bak.lüman halkıdır. Magrip sözcüğü A rapça’da
E lektroliz ). Böylece açığa çıkan magnezyum “batı” anlamına gelir. Bugünkü Cezayir’in
kalıplara dökülerek kullanıma sunulur. orta ve batısını, Fas’ın kuzey bölümünü kapsa­
Tek başına kullanılamayacak kadar yumu­ yan Roma eyaletinde yaşayan halka Romalılar
şak ve dirençsiz bir m adde olan magnezyumu mauri derdi. Eyaletin adı da Mauretania idi.
sertleştirm ek ve dayanıklılığını artırm ak için,
Bölge, İS 7. yüzyılda A raplar’ın egemenliğine
ağırlığının en çok onda biri oranında alümin­girdi. A raplar 702’de ele geçirdikleri bu top­
yumla karıştırılır. Ayrıca, deniz suyunda pas­
raklarda yaşayan halka İslam dinini kabul
lanmaması için alaşıma az m iktarda çinko ya ettirdi.
da manganez katılır. Bu tür alaşımlar çelik Bundan kısa bir süre sonra, Güney İspan-
kadar sağlam ve dayanıklı, üstelik çelikten ya’daki krallıklardan biri Magripli A raplar’
çok daha hafiftir. Bu nedenle uçaklarda, dan, İspanya Kralı Rodrigo’ya karşı koyabil­
güdümlü füzelerde, uzay araçlarında, bilgisa­mek için yardım istedi. Bunu kabul eden
yarlarda, yüksek devirli m akinelerde, otobüs,
Magripliler, adını kom utanları Tarık bin Zi-
kamyon gibi büyük m otorlu taşıtların şasi veyad’dan alan Cebelitarık’ı (Tarık Dağı) ele
kaportalarında, elektrikli süpürgelerde, fo­ geçirdiler. Rodrigo’yu yenerek 711’de tüm
toğraf m akinelerinde ve daha birçok üründe Güney İspanya’yı istila ettiler. Bunun ardın­
magnezyum alaşımları kullanılır. Büyük do­ dan Fransa topraklarına girdiler. Magripli-
ler’in ilerlemesi ancak 732’de durdurulabildi.
kuma makinelerinin bobin, m akara gibi çeşitli
parçaları da gene magnezyum alaşımlarından­ Fransa’dan sürülen Magripliler İspanya’ya
dır. Ayrıca eski tip nükleer reaktörlerde yerleşerek burada A vrupa’nın en uygar ülkesi
uranyum çekirdeğin yerleştirildiği bölme da­ durum una gelen Endülüs Emevi D evleti’ni
yanıklı bir magnezyum alaşımından yapılır ve kurdular (bak. ENDÜLÜS E m e v İLERİ). A strono­
bunlara M agnox reaktörleri denirdi. (Ayrıca mi, coğrafya, kimya ve doğabilimlerinde
bak. N ükleer E nerjî .) önemli çalışmalar yaptılar. Başkent Kurtuba
Kapalı ya da karanlık yerlerde fotoğraf (Cördoba) M üslüm anlar’ın yanı sıra Hıristi­
çekerken kullanılan flaş ampullerinin içinde yanların da öğrenim merkezi oldu. Magripli-
MAĞARA 325

ler’den kalma görkemli yapılar bugün bile Kıyıdan uzaktaki mağaraların çoğu yeraltı
görülmeye değer güzelliktedir. Bunlar arasın­ sularının kireçtaşı ve alçıtaşı gibi yumuşak
da 13. ve 14. yüzyıllarda G ranada kenti kayaç katm anlarını aşındırması sonucu olu­
yakınlarında yapılan Elham ra Sarayı ve kalesi şur. Yanardağ püskürmeleri ya da sıcak lavla­
vardır (bak. E l h a m r a S A R A Y I) . 10. yüzyıldan rın patlaması sonucu yüzeydeki kayaçların yer
sonra İspanyollar’ın yavaş yavaş ülkeyi ele değiştirmesiyle oluşan m ağaralar da vardır.
geçirmesiyle, İspanya’da M agripliler’in gücü İngiltere’deki Pennine Sıradağları ve A B D ’
azalmaya başladı. 1492’de Kastilya ve Aragon nin Kentucky eyaleti gibi kireçtaşı kayaçlarıy-
kralları M agripliler’in son kalesi olan Grana- la kaplı bölgelerde karbon dioksitli sular,
d a’yı aldı. 1610’da son Magripliler de ülkeden kayaçlardaki kalsit mineralini (kalsiyum kar­
sürüldü. bonat) eriterek kayacın içinde büyük mağara
16. yüzyılda Tunus ve Cezayir’deki M agrip­sistemleri oluşturur (bak. KİREÇ VE KİREÇTAŞI).
liler, Osmanlı yönetimini kabul ettiler, ama O rta A nadolu’da, özellikle Sivas çevresinde
kentleri büyük ölçüde özerkliğini korudu. akarsuların alçıtaşı kayaçlarım eritmesiyle
Kuzey Afrika kıyılarında bu dönem de sayısız oluşmuş m ağaralar vardır. Bunlar da kireçtaşı
korsan barınakları oluştu. Magripli korsanlar mağaralarına benzer.
Avrupa limanlarını ve kıyı kentlerini yağma­ Bazı yeraltı mağaralarının tavanlarındaki
ladılar. 16.-18. yüzyıllar arasında 300 yıl deliklerden akarsular yeraltına iner. G enel­
boyunca köle ticareti yaptılar ve büyük köle likle taban suyu düzeyinde (bu düzeyin altın­
pazarları kurdular. daki kayaçlar suyla dolmuş durumdadır) bü­
tün bir bölge, her yöne dal budak salan
MAĞARA, kayalık yamaçlarda ya da kıyılar­ m ağaralarla, bir balpeteği gibi oyulmuş olabi­
daki kayalıklarda bulunan derin doğal oyuk­ lir. Bazı m ağaralarda birbiri üstüne dizilmiş
lara denir. Kıyılardaki m ağaralar genellikle sıra sıra galeriler vardır. Bu galeriler taban
dalgaların çarpmasıyla oyulur. Yumuşak ka- suyu düzeyinin geçmişte nasıl değiştiğini gös­
yaçlar sert kayaçlara göre çok daha çabuk terir. Bir mağarayı oluşturan akarsu daha
oyulduğu için bir kayalıktaki yumuşak kayaç sonra kendine daha derinde bir başka yol
katm anlarının yüzeyinde bir dizi mağara olu­ bulabilir ve mağara kuru kalır; ama içinden
şabilir. M ağaraya çarpan bir dalga, içerideki hâlâ yeraltı suları akan bazı m ağaralar da
hava basıncını bir patlam a olmuşçasına yük­ vardır. M ağaraların tavanları zamanla aşınıp
selterek mağarayı çevreleyen kayaçları aşındı­ iyice incelirse çökebilir ve mağara, kenarları
rır ve mağarayı daha da büyütür. Dünyanın kertikli bir boğaz görünüm ü alır. Eğer tava­
en ünlü deniz m ağaralarından biri, İskoçya’ nın bir bölümü çökmeden kalırsa bu parça
nın batı kıyılarının açığındaki Staffa A dası’n- boğaz üzerinde doğal bir köprü oluşturur.
da bulunan Fingal M ağarası’dır. M ağaranın tavanından damlayan suların

Y erka b u ğ u n u n kireçtaşından o lu ş tu ğ u yerlerde , kayaçların arasından sızan sular m ağaraları o lu ş tu ru r. H a fif


a sitli olan y a ğ m u r suları doğal çatlaklardan kayaçların arasına sızar ve uzun b ir zam an içinde kireçtaşını
e ritir. M a ğ ara lar g e n e llikle , kum taşı g ib i su ge çirm e ye n kayaç katm an la rın ın suyu daha fazla aşağıya
sızdırm adığı ye rle rd e oluşur.
326 MAĞARA

Luray Caverns Corporation

C a lifo rn ia eya le tinde , San D iego yakın larınd aki La J o lla 'd a , denizin kayalıkların yu m u şa k b ö lü m le rin i
oyarak o lu ş tu rd u ğ u b ir m ağara.

çevredeki kayaçlardan taşıyıp getirdiği kalsit, tünde az sayıda ırmak görülür. Yeraltı akar­
tavandan sarkan ya da yerden yükselen ola­ suyu başka tür kayaçlarla karşılaşınca yerüs-
ğanüstü görünümlü sarkıt ve dikitleri oluştu­ tüne çıkabilir ve bir süre yerüstünde aktıktan
rur. Yüzyıllar süren çok yavaş bir süreç sonra, bir m ağarada yeniden gözden kaybola­
sonunda oluşan bu sarkıt ve dikitler sütun, bilir. Böyle bir akarsuya gözden kaybolduğu
balkon, çağlayan gibi inanılmaz çeşitlilikte noktada flüoresein gibi bir boyarm adde atılıp
görünümler ortaya çıkarır (bak. SARKIT VE bilinen bütün kaynaklar gözlenerek boyalı
DİKİT). suyun görüldüğü kaynakta akarsuyun yeniden
A B D ’nin Kentucky eyaletindeki M amut yeryüzüne çıktığı saptanabilir.
M ağarası’nın hemen hem en 15 km genişliğin­ Bazı m ağaralar, insanların ilk barınakları
deki bir bölgeye yayılan galerilerinin 250 olmuştur; bu m ağaralar bilim adamları için
kilometreyi aşan bölümü keşfedilmiştir. D ün­ son derece önemli ve ilgi çekicidir (bak.
yanın en büyük ve büyüleyici görünümlü M ağara İNSANLARI). Bu m ağaralarda insan
mağaralarından biri olan bu mağaranın bazı kalıntılarının yanı sıra, soyu tükenmiş hay­
yerlerindeki galeri ve geçitler farklı düzeyler­ vanların kemikleri de bulunmuştur.
de katlar oluşturur. M ağaranın bir bölüm ün­ M ağaralar çok eski zam anlardan beri insan­
de akan Echo Irmağı mağarayı genişletmeyi ların ilgisini çekmiştir. Eski Yunanlılar mağa­
sürdürm ektedir. Üzerinde kayıkla dolaşılabi- raların, tanrıları Zeus, Pan, Dionysos ve
len bu karanlık akarsuda dünyanın başka H ades’in tapınakları olduğuna inanırlardı.
hiçbir yerinde olmayan garip bir kör balık Korint ve D elfi’deki ünlü m ağaralarda tanrı­
türü yaşamaktadır. M ağarada kör çekirgeler, ların rahip ve rahibeleri kâhinlik yaparlardı.
kınkanatlı böcekler, fareler ve yarasalar da Rom alılar da m ağaraların orm an ve su perile­
vardır. ri olan rıymphalar ve kadın kâhinler olan
Kireçtaşı kayaçlarıyla kaplı bölgelerde sibyilalar1ın evleri olduğuna inanırlardı. Pers­
akarsuların çoğu yeraltından akar ve yerüs­ ler ve başka bazı kavimler de m ağaralarda ve
MAĞARA ARAŞTIRMALARI 327

yeraltı m ahzenlerinde ışık tanrısı M ithras’a M ağara içinde ilerlerken araştırmacının


tapınırlardı. karşısına çeşitli engeller çıkabilir. Böyle du­
rum larda mağaracının molozlar ve kaya öbek­
MAĞARA ARAŞTIRMALARI. M ağara araş­ leri arasından sürünmesi, sulardan ve çamur
tırmacılığı, yeraltının derinliklerini araştırma birikintilerinden geçmesi gerekebilir. Bunun
sporudur. M ağaraların bilimsel olarak araştı­ için sağlam çivili botlar, sıcak tutan giysiler ve
rılması mağarabilim (speleoloji) alanına girer. su geçirmez bir tulum giyilmelidir. Mağaracı-
Kara mağaralarının hemen tümü kireçtaşı lar bir bayırdan inerken ip m erdivenlerden
kayaçlarının içinde oyulmuştur (bak. M a G a - yararlanır. Bu m erdivenler kangal biçiminde
R A ) . Kireçtaşı suda erir. Üzerindeki çatlaklar­ sarılı olarak taşınır, gerektiğinde çözülerek
dan içeri süzülen yağmur suyundaki asit, birbirine eklenir. Yedi m etreden daha derin­
kireçtaşı kayaçlarım yavaş yavaş eritir ve lere inen araştırmacılar esnekliği az, özel
m ağaralar oluşur. Yeraltına sızan yağmur halatlar kullanır. 2.500 kg kadar ağırlık çeke­
suyu buradaki oyukları daha da büyütebilir. bilen böyle bir halatın bir ucu sağlamca
Yapılarına göre obruk ya da düden olarak da mağara duvarına çakılır ve halatın üzerinde
adlandırılabilen mağaraların bazılarını yeraltı sürtünmeyi sağlayan araçlarla aşağı kayılır.
suları doldurur. Birçok mağara ise kurudur. Kıyıları çok sarp derin çukurlarda, aşağıya
Ne var ki, yağışlı havalarda bu kuru m ağara­ inmek için tel halatlardan yararlanılır. Derin
lar da sel sularının baskınına uğrayabilir. Bu yeraltı gölcüklerini geçmek için şişirme lastik
nedenle yeraltında araştırm a yapan mağaracı- botlar kullanılır. Sualtında kalmış kısa geçit­
lar, suyun yükselme tehlikesine karşı her ler, dalarak aşılabilir. D aha uzun sualtı geçit­
zaman hazırlıklı olurlar. lerinde ise ancak özel olarak eğitilmiş ve
solunum aygıtı kullanan mağara dalgıçları
Mağaracının Dünyası inceleme yapabilir. Sualtında inceleme yapar-
M ağara araştırmacılığı 20. yüzyılda özellikle
A vrupa, İngiltere ve A B D ’de bir spor olarak Barnaby's

gelişmiştir. Hevesli birkaç arkadaşın paylaş­


tıkları bir araştırm a sporu olarak başlamış,
sonradan bazı büyük m ağaralarda önemli
araştırm alar yapılmıştır. Kuzey İngiltere gibi
mağaracılığın yaygın olduğu bölgelerde, m a­
ğaraları gezmeye gelenlerin güvenliğini sağla­
yabilmek için kesin kurallara uyma zorunlulu­
ğu getirilmiştir. Eğitimsiz ve deneyimsiz kişi­
ler için mağara araştırmacılığı, tehlikeli bir
spordur. Hiç kimse mağaraya tek başına
girmemeli, hiçbir ekip yanında gerekli dona­
nım olmaksızın ve dışarıda kalan bir kişiye
tasarılarını bildirmeksizin mağara araştırm ası­
na girişmemelidir.
Yeraltı karanlık ve genellikle nemlidir. Bir
mağaracının dar oyuklarda sürünerek yol
alması gerekebileceğinden kapalı yerlerde bu­
lunma korkusu olanlar bu gibi gezilere katıl­
mamalıdır. M ağara araştırmacılarının yanın­
da pille çalışan lamba ya da asetilen lambası
bulunur. Bu lamba başa geçirilen bir kaska
takılır. Kask, başı darbelerden ve kopup
düşen kayalardan korur. Acil durum lar için
yedek lamba ve mum da almak gerekir. M ağaralarda ye ra ltın ın d e rin lik le ri araştırılır.
328 MAĞARA İNSANLARI

ken, araştırmacıların tutunarak izleyebilecek­ korunaklı kaya kovuklarını barınak olarak


leri bir güvenlik halatının olması gereklidir. seçtiler.
M ağara araştırmacılarının çoğu bilinen m a­
ğaralara yapılacak gezileri düzenleyen ya da Neanderthal İnsanı
incelenecek yeni m ağaralar bulan mağaracılık Barınak olarak kullanılan m ağaralara birçok
kulüplerine üyedir. Mağaracıların çoğu yeral­ ülkede rastlanm ıştır, ama bu dönemin en ünlü
tına serüven için iner. Bir m ağarada yapılacak yerleşim bölgesi Fransa’nın güneybatısındaki
özenli bir araştırm a, özellikle de o mağara o Dordogne Irmağı vadisindedir. Burada 80-35
güne kadar keşfedilmemişse, heyecan verici bin yıl önce basık alınlı, çeneleri gelişmemiş
bir deneyimdir. Jeoloji bilgisini zenginleştir­ insanlar dağınık gruplar halinde yaşıyordu.
mek, sarkıtlar gibi mineral oluşumları (bak. Bu özellikleri taşıyan insanlara ait ilk kafatası
SARKIT VE DİKİT) ve yarasalar ile kör balıklar Alm anya’da Neander vadisinde bulundu ve
gibi yeraltında yaşayan hayvanları incelemek bu insanlar, yerin adından dolayı, N eandert­
için mağara araştırm aları yapılır. Dünyanın hal insanı olarak adlandırıldı. Neanderthal in­
en derin mağarası Fransa’daki, derinliği 1.535 sanı kısa ve kaba çakmaktaşı parçalarını yon­
m etre olan Jean Bernard M ağarasıdır. tarak aletler yapar ve yabanıl hayvanları av­
Kireçtaşının çok yaygın olduğu Türkiye, lardı. Bu hayvanlardan örneğin m am ut, tüylü
m ağaralar bakımından oldukça zengindir. gergedan ve mağara ayısının soyu tükenm iş­
Spor amacıyla yapılan mağara araştırmaları tir, ama yaban sığırı, bizon, at, geyik ve do­
gerçek anlamıyla 1964’te Türkiye M ağara muz gibi başka hayvanlar varlıklarını sürdür­
A raştırm a, Tanıtm a ve Turizm D erneği’nin mektedir.
kurulmasıyla başlamıştır. 1976’da Türk mağa- Neanderthal insanları yaşadıkları m ağara­
racılarından kurulu bir ekip 330 m etre derinli­ ların ağzında ya da elverişli kayalıklarda çalı
ğindeki Düdencik M ağarası’na indi. G ünü­ çırpıdan ateş yaktılar ve öldürdükleri hayvan­
müzde bu derneğin yanı sıra 1973’te kurulan ların etini pişirdiler. Büyük olasılıkla ağaç
Boğaziçi Üniversitesi M ağara Araştırm a Ku­ yapraklarını, kuru ot ya da eğreltiotlarını
lübü, Zonguldak Mağara Araştırma Demeği mağaranın tabanına sererek, üzerinde uyudu­
ile başka dernek ve üniversitelerdeki kulüple­ lar. Üstlerini örtm ek ve giyinmek için hayvan
re üye sporcular mağara araştırmalarını sür­ derilerinden yararlandılar. Bol güneş almak
dürm ektedir. ve soğuk kuzey rüzgârlarından korunm ak için
güneye bakan barınaklar seçtiler. D aha fazla
MAĞARA İNSANLARI, binlerce yıl önce ısınmak amacıyla mağaraların içine ilkel ça­
m a ğ a r a la r d a barınmış olan tarihöncesi insan­ dırlar k u r d u la r .
larıdır. Tarihöncesinde yaşayan insanların tü­ Bu tarihöncesi insanları, yaktıkları ateşin
mü mağara insanı değildi. Bazıları da belki küllerini ve kömürlerini hiç temizlemediler.
sadece yılın belli zam anlarında m ağarada İliğini çıkarmak için kırdıkları kemik parçala­
barınıyordu. Kuzey A vrupa’da yaşayanlar, rını çevreye saçtılar. Yonttukları çakmaktaşı
Buzul Çaği’nın soğuk havasından korunmak artıklarını süpürm ek, hatta kayalardan otur­
için m ağaralarda barındılar. Çok soğuk dö­ dukları yere düşen taş parçalarını atmak
nem lerde ya da buzullaşma sürecinde, topra­ zahmetine bile katlanmadılar. Biri öldüğün­
ğın büyük bölümü buzla ya da kıraç tundrayla de, bazen yerde sığ bir çukur açarak cesedi
örtülüydü. Buzul Çağı’nda buzul örtüsü bir­ göm er, ölünün yanına ölümden sonraki ya­
çok kez ilerledi ve geri çekildi. Buzullaşmalar şamda yanında bulunması için taştan birkaç
arasında daha ılıman dönem ler yaşandı. Av­ alet koyarlardı. Ayrıca, büyük mağara ayıları­
rupa’daki ilk mağara insanları kuzeye büyük nın kafataslarım ve kemiklerini mağaranın
olasılıkla bu dönem lerden birinde geldiler. tabanına kazdıkları çukurların içine yığarlar-
Bu görece ılıman zam anlarda bile kış ayları dı. Zam anla rüzgârın savurduğu tozlarla,
soğuk geçerdi. Taş D evri’nde avcılar, bu sert sellerin ya da ırmakların getirdiği kumlar
iklimden korunabilmek için fırtınadan etki­ barınakları doldurdu. Bu m addeler var olan
lenmeyen ve soğuğu engelleyen mağaraları ve çöplerle karışarak “mağara toprağı”nı oluş­
MAĞARA SANATI 329

turdu. Böylece, Neanderthal insanları sürekli Ölülerin ten rengini, yaşayan insanların doğal
büyüyen bir çöp yığını üzerinde yaşadılar. ve sağlıklı rengine benzetebilm ek için çoğu
kez üzerlerine, pas kırmızısı bir boya serper-
Cro-Magnon İnsanları lerdi. Bu buluntulardan Cro-M agnon insanla­
Yaşam bu biçimde binlerce yıl sürdü. D aha rının ölümden sonra da bir yaşam olduğuna
sonra, Buzul Çağı’nın son soğuk döneminde inandıkları anlaşılmaktadır.
yaklaşık 35-10 bin yıl önce, D ordogne’a, 20-10 bin yıl kadar önce buzlar eridi, iklim
Doğu A vrupa’dan ve O rtadoğu’dan değişik ılındı ve eski insanların m ağaralarda yaşama­
tipte insanlar geldi. Bu insanların fiziksel sına gerek kalmadı.
özellikleri günümüz insanına çok benziyordu. M ağaralar, A vrupa’nın yanı sıra dünyanın
Cro-M agnon insanlarının N eanderthal insan­ öbür bölgelerinde de barınak olarak kullanıl­
larıyla savaşarak onları göçe zorladıkları sa­ mıştır, ama buralarda yaşayan insanlara iliş­
nılmaktadır. Bu insanların Neanderthal in­ kin çok az şey bilinmektedir.
sanlarının m ağaralarındaki toprak katm anla­
rın üzerine bıraktıkları kalıntılarda, alışılmış MAĞARA SANATI. Dünyanın bilinen en
ocak türleri ve kemiklerin yanı sıra oldukça eski resimleri, Batı A vrupa’da tarihöncesi
değişik çakmaktaşı aletlere de rastlanmıştır. dönem lerden kalma m ağaraların duvarlarına
Cro-M agnon insanı adını 1868’de, Fransa’da ve tavanlarına çizilmiş m am ut, bizon, at, boğa
bu insanlara ilişkin ilk kalıntıların bulunduğu gibi av hayvanlarının resimleridir. Bu resim­
bölgeden almıştır. ler Yontm a Taş D evri’nin ya da Paleolitik
Neanderthal insanları gibi, Cro-M agnon Çağ’ın son dönem lerinde yaşamış mağara
insanları da yaşamlarını avlanarak sürdürdü­
Nezih Başgelen
ler, ama zanaatçılıkta onlardan ileriydiler.
Bıçak, kazıma ve oyma aleti yapm akta daha
ustaydılar. Kemikten ve mamut dişine benzer
dişlerden hayvan figürleriyle bezeli çok güzel
mızrak uçları ve dikiş iğneleri yaptılar. M ağa­
ra duvarlarına, sivri taşlarla av hayvanlarının
resimlerini kazıdılar. Bu resimleri, büyük
olasılıkla avlarının başarılı geçmesi için bir
çeşit büyü olarak düşünüyorlardı. Günüm üz­
de m ağaraların gün ışığından uzak en kuytu
köşelerinde bulunan bu resimler siyah ya da
kırmızıyla, bazen de çok renkli olarak boyan­
mıştır. M ağara ağızlarına ya da gün ışığının Kars'ın Kağızm an ilçesin de ki Yazılıkaya
ulaştığı yerlere de resimler yapılmış olabilir. M ağ ara sı'nd a bu lu n a n re s im le r Y on tm a Taş
Bu tür yerlerde rastlanan boyalı kaya parçala­ D e vri'n d e n kalm ıştır.
rının, bu resimlerin aşınmış kalıntıları olabile­
ceği düşünülm ektedir. A vrupa’da, içinde re­ insanlarınca yapılmıştır. Tarihleri kesin ola­
simler bulunan m ağaraların hemen hemen rak bilinmemekle birlikte, Alm anya Federal
tümü Fransa’da ve İspanya’dadır. İçlerinde Cum huriyeti’nin güneydoğusunda, Fteiden-
en güzeli, 1940’ta keşfedilen, Dordogne böl­ heim bölgesinde bulunan Vogelhard Mağara-
gesinde, Lascaux’da yer alan m ağaradır (bak. sı’ndaki resimlerin en eskileri yaklaşık 30 bin,
M a ğ a r a Sa n a t i ). en yenileri ise 9.500 yıllıktır. Dünyanın büyük
N eanderthal insanları gibi Cro-M agnon bir bölümünün kalın bir buz örtüsüyle kaplı
insanları da ölülerini bazen yaşadıkları mağa­ olduğu Buzul Çağı’nm son dönemlerinde
ranın tabanına gömerlerdi. Ölülere en güzel günümüz insanına çok benzeyen ve avcılıkla
giysileri giydirir, deniz kabuğundan boncuk­ geçinen insanlar yaşıyordu. Bu dönemde N e­
lar, sivri hayvan dişlerinden kolyeler takar, anderthal insanın soyu artık tükenmişti (bak.
çevrelerine silahlarını ve aletlerini koyarlardı. B u z u l Ç a ğ I; M a ğ a r a İ n s a n l a r i ). M ağara re­
330 MAĞARA SANATI

simlerinin en ünlü grubu Pireneler'in İspanya Y ontm a Taş Devri’nden kalma mağara
yakasında, İÖ yaklaşık 25-10 bin yıl öncesin­ resimleri, kuzey yarıkürededir. Kazınarak ya
den kalan Altam ira M ağarasfndadır (bak. da boyanarak yapılan bu resimlerde daha çok
İ s p a n y a ). Öteki resimler Fransa'nın güneyba­ hayvan, ender olarak da insan figürleri yer
tısındaki Dordogne bölgesinin kireçtaşı ka- alır. Örneğin İspanya’daki m ağaralardan bi­
yaçlarından oluşmuş vadilerinde yer alan Las- rinde yabanıl arı kovanından bal toplayan ve
caux ve Les Eyzies m ağaralarındadır. dört bir yanında kocaman arıların uçuştuğu

. (Solda) The American Museum o f Natural History, (sağda ve üstte sağda)


Field Museum o f Natural History, Chicago; (üstte solda) The Mansell Collection

M ağara sanatının en seçkin örn ekleri G üney Fransa'da ve


Kuzeybatı İspanya'da b u lu n m u ştu r. "C a d ı" ya da "B ü y ü c ü " adı
ve rile n resim (üstte solda), at ve g e yik re sim le ri (üstte sağda)
Fransa'da A rie g e 'd e N iaux M a ğ ara ları'nda b u lu n m u ş tu r. Bizon
resm i (altta solda) İspanya'daki A lta m ira M ağ ara sı'nd a, "Laussel
V e n ü sü " (sağda) adı ve rile n kireçtaşına kazınmış resim
F ransa'da b ir m ağaradadır.
MAHKEME 331

bir kadın resmi vardır. Bazılarında balık, kuş MAĞAZA bak. D ü k k â n ve M ağ aza .
ve bitki resimleri de görülür, ama m anzara
resmine hiç rastlanmamıştır. MAHKEME, yasalara uyulup uyulmadığı ve
M ağara insanları bu resimleri köm ür ben­ eğer yasalara karşı gelinmişse, buna neden
zeri, iz bırakan bir maddeyle çizerek ya da olan kişi ya da kişilerin nasıl cezalandırılacağı
kazıyarak ve boyayarak yaparlardı. Demirli konusunda kararların alındığı, ayrıca kişiler
toprağın kırmızı ve sarı, ı^anganezli toprağın­ arasındaki hukuki uyuşmazlıkların çözüme
sa koyu kahverengi ve siyah renk verdiğini bağlandığı yargı organıdır. M ahkeme tek
keşfettiler. Demirli ya da manganezli toprağı yargıçlı olabileceği gibi, yargıçlardan ya da bir
ezip toz haline getirdikten sonra hayvan yağı yargıç ve bir jürinin bileşiminden de oluşa­
ya da suyla karıştırarak kolay sürülmesini bilir.
sağladılar. Boyayı sürmek için hayvan kılı, M ahkem eler, insanların topluluklar halin­
yosun ya da deri parçaları kullandılar. M ağa­ de bir arada yaşamaya başlamalarıyla ortaya
raların derinliklerindeki en karanlık bölüm ­ çıkmıştır. İlk dönem lerde bunlar, toplum un
lerde yer alan bu resimlerin, titrek ateş ışığı en deneyimli ve yaşlı üyelerinden oluşuyordu.
altında yalnız sanat için değil belki de av D aha sonra bazı ülkelerde krallar m ahkem e­
büyüsü olarak yapıldığı sanılmaktadır. Bazı lere başkanlık etmeye ve onları denetlem eye
m ağaralarda duvarları yontarak yapılmış ka­ başladı. Kralların bütün bu uyuşmazlıkları
bartm alar da bulunmuştur. Yontm a Taş Dev- izlemek için yeterli zaman ayırması olanaksız­
ri’nde 20 bin yıl süren mağara sanatı geleneği, laşınca, kendi yerlerine yargıçlar atadılar.
çağın sonlarına doğru artık görülmez oldu.. Kilise hukuku, hak ve adalet hukuku gibi
M ağara sanatı ilk kez 19. yüzyıl ortalarında başka sistemlerin gelişimi de aynı döneme
keşfedildi. Am a hangi çağdan kalm a olduğu rastlam aktadır.
uzun süre belirlenemedi. Kuzey İspanya’daki
Altam ira Mağarası 1868’de bir avcı tarafından Hukuk Sistemleri.
keşfedildi. D aha sonra buraya gelen Santan- Hemen hemen bütün ülkelerde kamu hukuku
der Markisi Marcellino de Sautuola, mağara- ile özel hukuk birbirlerinden ayrılır. Ceza huku­
d ı çakmak taşından yapılmış bir takım gereç­ ku kamu hukukunun bir parçasıdır. Ceza ge­
ler buldu. Tavandaki bizon resimlerini ilk rektiren bir olayda, suç işleyen kişinin eylemi
fark edense küçük kızı M aria oldu. Kırmızı, bütün topluma karşı işlenmiş sayılır, savcı tara­
siyah ve m or renklerin kullanıldığı bu bizon fından soruşturulur ve kamu davasına konu
resimleri gerçeğe çok yakındı. M ağara resim­ olur.
lerinin tarihöncesi dönem lerden kaldığına Özel hukuk sorunları, bir sözleşmenin ku­
inanan M arcellino de Sautuola’nın tüm çaba­ rallarına uymama örneğinde olduğu gibi, ger­
larına karşın, arkeologların bu görüşü benim ­ çek kişiler ya da şirketler gibi tüzel kişiler
semesi 23 yıl aldı. arasındaki uyuşmazlıklardır. Özel hukuk kişi­
D aha yakın zam anlarda avcılık ve toplayıcı­ lik hakları, mülkiyet, evlenme, boşanma, mi­
lıkla geçinen bazı topluluklarca yapılan mağa­ ras gibi konulan kapsam aktadır.
ra resimleri de vardır. Bunlardan en çok İngiltere’de doğan bir hukuk sistemi olan
bilinenleri, Güney A frika’daki Sanlar (Buş- ö rf ve âdet hukuku sistem i' nde, özel hukuk
manlar) ve Avustralya Yerlileri’nce yapılmış m ahkem eleri ve ceza m ahkem eleri arasındaki
olanlarıdır. tem el ayrım, ceza m ahkem elerinde suçlanan
Türkiye’de tarihöncesi devirlerden kalma kişinin jüri tarafından yargılanma hakkına
mağara resimlerinin en güzelleri Antalya ya­ sahip olmasıdır. Jüri, genellikle suçun işlendi­
kınlarındaki Katran Dağı’nda bulunan Öküz- ği çevrede yaşam akta olan, suçlanan kişi ya
ini M ağarası’ndadır. A dıyam an’da Palanlı va­ da olayla hiçbir bağlantısı bulunmayan, belirli
disindeki Keçiler M ağarası’nın duvarlarında sayıda kişiden oluşur.
da çeşitli figürler vardır. V an’ın Yedisalkım A B D ’nin hukuk sistemi de İngiliz hukuk
Köyü’ndeki Kızlar M ağarası’ndaysa insan fi­ m odelinden doğmuştur. A B D ’de, Kanada ve
gürlerinin yanı sıra av sahneleri de yer alır. Avustralya’da olduğu gibi, ayrı federal m ah­
332 MAHKEME

kemeler bulunur. İskoçya’nın ise Fransız hu­ olarak ele alındığı birinci derecede m ahkem e­
kuk sistemi ile benzerlikler taşıyarak gelişen lerdir. Burada deliller toplanır ve tanıklar
kendi yasal sistemi ve m ahkem eleri vardır. dinlenir. H er iki tarafı da temsil eden avukat­
Fransa ve A vrupa’nın bazı ülkelerinde yü­ lar savunmalarını yapar.
rürlükte olan ve Kanada hukukunun da te­ Bir özel hukuk davasında kaybeden taraf,
mellendiği hukuk sistemini, örf ve âdet huku­ ceza davasında suçlu bulunan kişi ya da
kundan ayırt etm ek amacıyla m edeni hukuk savcılık, temyiz m ahkem esine başvurabilir.
sistem i olarak adlandırılır. Bu sistemde jüriye Temyiz m ahkemesinde genellikle deliller ye­
pek sık başvurulmaz. Burada tanıkların din­ niden toplanm az, ilk m ahkem ede karara bağ­
lenmesinde en önemli rol yargıca düşmek­ lanan dosya incelenir ve kararın yasalara
tedir. uygun olarak verilip verilmediği konusu kesin
Adaletin ilkelerinden biri, adaletin yalnızca çözüme bağlanır. Alt mahkemenin kararlarını
dağıtılmış olmaması, aynı zamanda dağıtmışı­ benimseyen kararlara onam a , öbürlerine de
nın izlenebilir olmasıdır. Bu nedenle, kural bozm a kararı denir. Bazı sistemlerde birden
olarak m ahkem eler halka açıktır. Ne var ki, fazla temyiz katları bulunur.
çocuklarla ilgili yargılam alarda, yargılama
gizli olarak da yapılabilir. Ayrıca, devlet Türkiye'de Mahkemeler
sırlarına ilişkin olaylarda da yargıcın gerekli Türkiye’de m ahkem eler adli, idari ve askeri
görmesi halinde gizli duruşma yoluna gidilebi­ olarak başlıca üç küm ede toplanır. Adliye
lir. Duruşm aların yönetimi ve tarafların hak­ m ahkemeleri ceza ve hukuk m ahkem elerin­
larını kullanmaları yasalarda belirlenen kural­ den oluşur. Ceza m ahkem eleri, ağır ceza,
lara uygun olarak yargıç tarafından sağlanır. asliye ceza, sulh ceza ve devlet güvenlik
Yargıcın sözünü dinlemem ek, mahkemeye m ahkemelerini kapsar. Hukuk m ahkem e­
karşı çıkmak olarak değerlendirilir ve m ahke­ leri, asliye hukuk ve sulh hukuk m ahkem e­
mece cezalandırılabilir. lerinden oluşur. Adli yargının en üst dere­
cesi, temyiz mahkemesi görevi yapan Yargı­
Dava ve Temyiz Mahkemeleri tay’dır.
M ahkem eler, dava ve tem yiz mahkemeleri İdari yargıda, bölge idare m ahkemeleri,
olarak ayrılır. Dava mahkemesi, olayın ilk idare mahkemeleri ve vergi mahkem eleri gibi

TÜRK MAHKEME SİSTEMİ

ANAYASA MAHKEMESİ

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ

ADLI YARGI İDARİ YARGI ASKERİ YARGI


YARGITAY DANIŞTAY ASKERİ YARGITAY
t:
CEZA YARGISI BÖLGE İDARE
HUKUK YARGISI D İSİP LİN M A H K E M E S İ
MAHKEMELERİ
S IK IY Ö N E T İM M A H K E M E S İ
A Ğ IR C E Z A M A H K E M E S İ A S L İY E H U K U K M A H K E M E L E R İ

A S L İY E C E Z A M A H K E M E S İ
İD A R E M A H K E M E S İ
A s liy e T ic a re t İş
SU LH CEZA M A H K E M E S İ M ahkem esi M ahkem esi M ahkem esi
VERGİ M A H K E M E Sİ
D EV LET G Ü V E N L İK M A H K E M E S İ

ÇOCUK M A H K EM ESİ SU LH H UKUK M A H K EM ESİ


MAHKEME 333

yerel ve bölgesel m ahkem eler ile bunların daha önemli olayların ele alındığı yüksek
verdiği kararlar bakımından en üst denetim m ahkem elerdir. Ülke “daireler” olarak ad­
yeri olarak Danıştay yer alır. Danıştay bazı landırılan değişik bölgelere bölünmüş ve her
konularda ilk dava mahkemesi olarak da birine gezici yargıç olarak bilinen yargıçlar
görev yapar, bu davaları kendisi görür. İdare atanmıştır. Cinayet gibi önemli olaylarla ilgili
m ahkemelerinin görevi, idare ile birey arasın­ davalara, büyük kentlerdeki yüksek m ahke­
daki kamu hukukuyla ilgili hukuki uyuşmaz­ me yargıçları bakar. Ceza mahkemesi ayrıca
lıkları çözmektir. Asker kişiliklerle ilgili idari ceza davalarında, sulh ceza mahkemesi karar­
davalara ise Askeri Yüksek İdare M ahkemesi larına yapılan itirazları da inceler.
bakar. Ceza mahkemesince mahkûm edilen kişi,
Askeri yargı, asker kişilerle ve bazı özel kararın ya da hükmün temyizi için, temyiz
durum larda da sivillerin işledikleri suçlarla mahkemesinin ceza bölümüne başvurabilir,
ilgili ceza davalarına bakan askeri m ahkem e­ ne var ki, bunun için öncelikle mahkem enin
lerden oluşur. Savaş ya da sıkıyönetim duru­ izni gereklidir.
m unda “sıkıyönetim askeri m ahkem eleri” de İstinaf mahkem esi, yüksek mahkem enin en
kurulabilir ya da devlet güvenlik m ahkem e­ yüksek bölümüdür. Genellikle meslek yaşa­
leri bu görevi üstlenir. Askeri mahkeme mında uzun yıllar deneyim sahibi olmuş üç
kararlarının temyiz yeri Askeri Yargıtay’dır. yargıçtan oluşur. Bunlar sanığın aklanmasına
1961’den beri Türkiye’de, yasaların, Türki­ karar verebilecekleri gibi, yeniden yargılama
ye Büyük Millet Meclisi içtüzüğünün ve ka­ isteyebilir ya da verilmiş hükm ü değiştirebilir.
nun hükm ündeki kararnam elerin anayasaya Suçlanan kişi en son olarak Lordlar Kama-
uygunluğunu denetlem ekle görevli bir özel rası’na başvurabilir. Lordlar Kamarası bu tür
yüksek m ahkem e olarak Anayasa M ahkemesi başvurular için özel olarak atadığı beş yargıç­
de vardır. Bu mahkeme bazı kişileri Yüce Di­ tan oluşan bir m ahkem e kurar.
van sıfatıyla yargılama yetkisine de sahiptir. A B D , 50 ayrı eyaletten oluşan bir federas­
Bir başka yüksek mahkeme olan Uyuşmaz­ yon olduğundan, ülkede bir yanda federal
lık Mahkemesi de adli, idari ve askeri yargı m ahkem eler, öbür yanda da eyalet m ahkem e­
kuralları arasındaki görev ve hüküm uyuş­ leri bulunm aktadır. Bu ikili sistem içinde,
mazlıklarını kesin çözüme bağlar. A BD Anayasası ile Federal Kongre yasaları
Türkiye'de adli ve idari yargıda görev ve A B D Yüksek M ahkemesi kararları ülke­
yapan hakim ve savcıların atam a, yükseltme nin en üst düzeydeki hukukunu oluşturur.
gibi özlük işlerine Hakim ler ve Savcılar Y ük­ H er bir eyaletin mahkeme sistemi eyalet
sek Kurulu bakar. anayasası tarafından belirlenir. M ahkem ele­
rin adları ve yetkileri eyaletten eyalete farklı­
Başka Ülkelerde Mahkemeler lık gösterir. H er eyaletteki en yüksek m ahke­
İngiltere'de, suçlanan kişinin ilk çıkarılacağı me, eyalet yüksek mahkemesidir. Bu m ahke­
yer sulh mahkemesidir. Bunlar, bütün büyük me eyalet yasama meclisinden geçen yasaların
kentlerdeki yerel m ahkem elerdir. Bazı sulh anayasaya uygunluğunu denetlem enin yanı
m ahkem eleri, duruşmayı tek olarak yürüten sıra, ilk mahkeme kararlarını yasalara uygun
hukukçulardan, bazıları ise toplum da saygın­ bulmayan kişilerin başvurularını da en son
lık ve güvenilirlikleriyle tanınmış, ama hu­ temyiz yeri olarak inceler. Eyalet istinaf
kukçu olmayan kişilerden oluşur. Bunlar ge­ m ahkem eleri daha alt m ahkem elerden gelen
nellikle hukuksal yönden danışabilecekleri temyiz başvurularını inceler. Eyalet m ahke­
zabıt kâtipleriyle birlikte üçlü gruplar halinde mesi yargıçları halk tarafından seçilir.
duruşmayı yürütürler. Bütün öteki yargıçlar Federal m ahkem eler, ele aldıkları olaylarla
gibi sulh yargıcı da, İngiltere’de en yüksek ilgili olarak, eyalet yasalanndan çok, federal
adli yetkili olan Lordlar Kamarası başkanınca yasaları uygular. Eyaletler arasındaki uyuş­
atanır. Sulh m ahkem eleri, hafif suçlar ile özel mazlıklar,, yabancı ülkelerle ilişkiler ve yurt­
hukuka ilişkin bazı olayları ele alır. taşlık gibi sorunları düzenler.
Ceza m ahkem eleri, jürinin bulunduğu ve Federal sistem içinde A B D , 11 yargı daire­
334 MAHLAS

sine ayrılmıştır. Bunlar da alt bölgelere ayrı­ temsil eder. Tek yargıçlı bazı ilk derece
lır. G erek ceza hukukuna, gerek özel hukuka m ahkem eleri dışında m ahkem eler genellikle
ilişkin yargılamalara bölge m ahkem elerinde kurul halindedir. Duruşm alar kural olarak
başlanır. Bölge mahkemesi kararlarına karşı halka açıktır.
yapılan temyiz başvuruları istinaf m ahkem e­ Fransa’da yargıçların atanması ve meslekte
lerinde incelenir. Son olarak da A B D ’deki en ilerlemesi gibi konular yüksek hakim ler kuru­
yüksek mahkeme olan anayasa mahkemesine lunun yetkilerine girer. M ahkemelerin bağım­
temyiz başvurusu yapılabilir. Bu m ahkem e, sızlığı cumhurbaşkanının güvencesi altın­
bir başyargıcın başkanlığında dokuz yargıçtan dadır.
oluşmaktadır. Fransa’da gerçek anlamıyla bir anayasa
Federal düzeydeki bütün yargıçlar, A BD mahkemesi yoktur. Bununla birlikte, yasala­
Senatosu’nun onayı ile A BD başkanı tarafın­ rın yayımlanmasından önce anayasaya uygun­
dan atanır. Federal yüksek m ahkem e kararla­ luğunu denetlem ekle görevli olan “anayasa
rına karşı çıkılamaz, ama devlet başkanı bir konseyi” verdiği kararlarla adeta bir anayasa
m ahkûm un suçunu bağışlayabilir. Bazı eya­ m ahkemesi rolünü oynamaktadır.
letlerde eyalet başkanı da bu yetkiye sahiptir. SSC B 'de m ahkem eler, federal sisteme uy­
Fransa 'da m ahkem eler adli ve idari olarak gun olarak düzenlenmiştir. Cum huriyetlerin
ikiye ayrılır. Adliye m ahkem eleri, hukuk ve yargı organları halk m ahkem eleri, bölge m ah­
ceza m ahkem elerinden oluşur. Dava m ahke­ kemeleri ve en üstte de yüksek mahkeme
m elerinden verilen kararlara karşı, bir üst olmak üzere üç basam aktan oluşur. Halk
mahkemeye itiraz hakkı vardır. Yargıtay en m ahkem eleri hafif ceza davaları ile hukuk
üst temyiz yeri olarak görev yapar. İdare davalarının çoğuna, bölge m ahkem eleri ağır
m ahkemelerinin en üstünde Danıştay yer alır. ceza davaları ile bazı hukuk davalarına bakar.
Bu yüksek mahkeme bazı davalara ilk ve son Cum huriyet yüksek mahkemesi ise temyiz
derece mahkemesi olarak bakar ve idare yeridir. Federal düzeyde de SSCB Yüksek
m ahkem elerinden çıkan kararları temyiz yet­ M ahkemesi, ülkenin en üst düzeydeki temyiz
kisiyle denetler. Danıştay uzun yıllardan beri mahkemesidir. Bu m ahkem e federal alanda
oluşturduğu düşünce ve görüşleriyle hukukun görev yapan askeri m ahkem elerin kararlarını
üstünlüğünün sağlanmasında ve insan hakları­ da inceler ve denetler.
nın korunm asında, birinci derecede rol oyna­ A yrıca bak. AVUKAT; HUKUK: SUÇ; YARGIÇ:
mıştır. YARGI SİSTEMİ.
Ceza davalarında devleti savcı, idari dava­
larda da hüküm et komiseri denen bir görevli MAHLAS bak. Takm a Ad
Temel Britannica
Ek Bilgiler
11.1 KORE DEMOKRATİK HALK CUMHURİYETİ

KORE CUMHURİYETİ ve Kore Yarımadası’nda nükleer silah bulun­


durmama konularında da iki ülke arasında an­
RESMİ ADI: Kore Cum huriyeti. laşmaya varıldı. Ama KDHC’nin nükleer kapa­
YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili, tek m eclisli cum huriyet. sitesinin denetlenmesine ilişkin anlaşmazlık
YÜZÖLÇÜMÜ: 99.263 km2. hüküm sürmekteydi.
NÜFUS (1992): 43.663.000.
LDP Mart 1992’de yapılan parlamento se­
BAŞKENT: Seul.
çimlerinden birinci parti olarak çıkmakla birlik­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Seul
(10.628.000), Pusan (3.798.000), Tegu (2.229.000), te, aldığı üyelik sayısı çoğunluk için gerekli
Inçon (1.818.000), Kvangcu (1.145.000). olandan bir eksikti. Aralıkta yapılan cumhur­
başkanlığı seçimini LDP’nin adayı Kim Yang
Aralık 1987’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçi­ Sam kazandı ve Şubat 1993’te görevi Roh Te
mini kazanan Roh Te Vu, Şubat 1988’de görevi Vu’dan devraldı.
Çun Du H uan’dan devraldı. 17 Eylül-2 Ekim Son yıllarda KC ekonomisinde olumsuz ge­
1988’de Seul’de yapılan Olimpiyat O yunlarina lişmeler görüldü. Büyüme hızı düşerken, enflas­
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) yon hızlandı, ithalat arttı, ihracat azaldı ve
ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) takımlarının 1984’ten beri ilk kez dış ticaret açığı verildi.
da katılması, Kore Cumhuriyeti (KC) ile bu ül­ Alman ekonomik önlemler de pek fazla yarar
keler arasındaki ilişkilerde bir yumuşamanın sağlamadı.
başlangıcı oldu. KC, 1990’da Macaristan, Po­
lonya, Yugoslavya, Romanya, Çekoslovakya ve KORE DEMOKRATİK HALK
SSCB ile, 1992’de ise ÇHC ile tam diplomatik CUMHURİYETİ
ilişki kurdu. Bu gelişme, Roh Te Vu’nun izledi­
ği, birleşme konusunda Kore Demokratik Halk RESMİ ADI: Kore Dem okratik Halk Cum huriyeti.
Cumhuriyeti (KDHC) üzerindeki baskıyı artır­ YÖNETİM BİÇİMİ: Tek partili, tek m eclisli cum huriyet.
maya yönelik politikanın bir parçasıydı. YÜZÖLÇÜMÜ: 122.762 km 2.
1990’da, iktidardaki Demokratik Adalet Par­ NÜFUS (1992): 22.227.000.
tisi ile muhalefetteki Yeniden Birlik İçin De­ BAŞKENT: Pyöngyang.
mokrat Parti ve Yeni Demokratik Cumhuriyet­ BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1987): Pyöngyang
(2.355.000), Hamhın (701.000), Çongcin (520.000),
çi Parti, Liberal Demokrat Parti (LDP) adı Nampo (370.000), Sunçon (356.000).
altında birleştiler. LDP’nin genel sekreterliğine
muhalefet önderlerinden Kim Yang Sam geti­ 13. Dünya Gençlik ve Öğrenci Şenliği Temmuz
rildi. Böylece Roh Te Vu ülke içindeki duru­ 1989’da, 160 ülkeden 25 bin. gencin katılımıyla,
munu güçlendirmiş oldu. LDP’nin meclisteki Pyöngyang’da yapıldı. Şenlik, Kore Dem okra­
ezici çoğunluğuna dayanarak bazı tasarıları tik Halk Cumhuriyeti’nin (KDHC) 1988’de
hızlı bir biçimde yasalaştırması muhalefetin tep­ Seul’de yapılan Olimpiyat O yunlarina yanıtı
kisiyle karşılaştı. İki muhalefet partisi Seul’de olarak değerlendiriliyordu. Devlet Başkanı
300 bin kişinin katıldığı bir gösteri düzenledi. Kim İl-sung Kore Cumhuriyeti (KC) ile ilişki­
Birleşmiş Milletler’in (BM) Eylül 1991’de hem lerde ve ordu konusunda yetkileri elinde tut­
KC’yi, hem de KDHC’yi üyeliğe kabul etmesi makla birlikte, oğlu Kim Cong İPin yetkilerim
Roh Te Vu için diplomatik bir zafer oldu. Ama artırdı ve yönetim kadrosunu gençleştirdi.
art arda patlak veren skandallar ve muhalefete 1980’lerin sonunda Doğu Avrupa’daki komü­
karşı izlenen katı politika bu zaferi gölgeledi. nist yönetimlerin çökmesinin KDHC üzerinde­
Protesto gösterileri tüm ülkeyi sardı. Yönetim ki etkisi pek az oldu. Kuruluşundan beri ülkeyi
üstündeki baskıyı hafifletmek için başbakan is­ yöneten Kim İl-sung, Mayıs 1990’da Yüksek
tifa etti. Gene de, Haziran 1991’de yapılan bele­ Halk Meclisi tarafından dört yıllık bir dönem
diye seçimlerinin çoğunu LDP kazandı. için yeniden devlet başkanlığına seçildi.
1991 iki Kore’nin birleşme çabalarının yo­ Eylül 1991’de KDHC, KC ile birlikte Birleş­
ğunlaştığı bir yıl oldu. Aralıkta iki ülke arasın­ miş Milletler üyeliğine kabul edildi. Ordu için­
da bir barış ve saldırmazlık paktı imzalandı. de bir komplonun açığa çıkarılması üzerine,
Böylece, silahlı çatışmanın sona ermesinden 38 Aralık 1991’de Kim Cong İl başkomutanlığa
yıl sonra Kore Savaşı resmen sona ermiş oldu. atandı. Aralıkta KDHC ile KC arasında bir
Ayrıca, çeşitli alanlardaki işbirliğini geliştirme barış ve saldırmazlık paktı imzalandı ve çeşitli
KOSTA RİKA 11.2

alanlarda işbirliği konusunda anlaşmaya varıldı. lişme de, ikinci önemli ihraç ürünü olan kahve­
Ama KDHC’nin nükleer tesislerinin denetlen­ de görüldü.
mesine izin vermemesi nedeniyle yeniden bir­
leşme görüşmeleri çıkmaza girdi. KDHC’nin bu KÖRFEZ SAVAŞI. Irak 2 Ağustos 1990’da,
konudaki tutumu Japonya ile ilişkilerini de geniş ve değerli petrol yataklarını denetim altı­
olumsuz olarak etkiliyordu. na almak amacıyla komşusu Kuveyt’e saldıra­
rak bu küçük ülkeyi işgal etti. Irak, Suudi A ra­
KOSTA RİKA bistan’a da saldırmaya hazır gözüküyordu. Bu
gelişmeler karşısında Amerika Birleşik Devlet­
RESMİ ADI: Kosta Rika Cum huriyeti. leri (ABD) Başkanı George Bush ve Suudi
YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili, tek m eclisli cum huriyet. Arabistan Kralı Fahd hızlı ve etkin biçimde ha­
YÜZÖLÇÜMÜ: 51.100 km2. rekete geçtiler.
NÜFUS (1992): 3.161.000. Irak’ı saldırıdan caydırmak amacıyla ABD
BAŞKENT: San Jose. Çevik Kuvveti’nin hava, kara ve deniz birlikleri
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1988): San Jose
(281.557), Limon (63.451), Desamparados (50.860),
hemen Suudi Arabistan ile Basra Körfezi’ne
Alajuela (41.390), Puntarenas (35.166). gönderildi. Başkan Bush daha sonra Kuzey A t­
lantik Antlaşması Teşkilatı (NATO) ile çeşitli
Başkan Oscar Arias Sanchez Orta Am erika’da Arap ülkelerinin askeri kuvvetlerini kapsayan
barışı sağlama çabalarında önemli başarılar çok uluslu bir siyasal ittifak oluşturdu. Kuveyt’i
elde etti. Ama ülkenin karşı karşıya olduğu işgalinden hemen sonra Birleşmiş Milletler
ekonomik sorunlarla yeterince ilgilenmediği (BM) Güvenlik Konseyi’nin aldığı karar uya­
yolunda eleştirilere uğruyordu. Artan işsizlik ve rınca Irak’a karşı uygulanan ticari ambargo ve
hızlanan enflasyon yanında yolsuzluklar da mu­ öbür yaptırımlar sonuç vermedi. BM Güvenlik
halefetin tepkilerine yol açmaktaydı. Şubat Konseyi Kuveyt’ten koşulsuz olarak çekilmesi
1990’da yapılan başkanlık seçimlerini Sosyal için Irak’a 15 Ocak 1991’e kadar süre tanıdı. Bu
Hıristiyan Birlik Partisi’nin adayı Rafael Angel arada, ABD ve müttefikleri Irak geri çekilme­
Calderön Fournier kazandı. İktidardaki Ulusal diği takdirde saldırıya geçmek için bölgede
Kurtuluş Partisi ise ikinci parti konumuna büyük bir askeri yığınak yaptılar. Irak’ın geri
düştü. çekilmeyi reddetmesi üzerine Kuveyt’i kurtar­
Calderön, Sanchez yönetiminin uyguladığı maya yönelik savaş 17 Ocak’ta başladı.
özelleştirme ve ihracata dayalı büyüme politi­ Savaşın Çöl Fırtınası adı verilen ilk evresinde
kasını sürdüreceğini açıkladı. Ama, kamu sek­ Müttefik kuvvetleri hava üstünlüğünü ele geçi­
törü açığını kapatmak ve kemer sıkma politika­ rerek, havadan bombardımanla Irak’ın savaş
sı uygulamak zorunda kalınca, devlet har­ gücünü yok etmeye giriştiler. “Çöl Kılıcı” adı
c a m a la rın ı kisti, altyapı hizmetleriyle yiyecek v e r ile n k a ra sald ırısı ise 1A Ş u b a t’ta ba n lad ı v e
ve yakıt fiyatlarını artırdı. yalnızca 100 saat sürdü. Çok sayıda Irak birliği,
Nisan 1990’da Kosta Rika ile Panama’nın Müttefikler’in uzun süreli, ateş gücü yüksek,
Karayib Denizi kıyıları şiddetli bir depremle yoğun hava bombardımanının yıpratıcı etkisi ve
sarsıldı. Richter ölçeğine göre 7,4 şiddetinde kara saldırısının hızı karşısında, savaşmadan
olan deprem en az 50 kişinin ölümüne ve büyük teslim oldu. Kuveyt 27 Şubat’ta tamamen kur­
hasara yol açtı. Ağustosta aynı bölgeler bu kez tarıldı. 28 Şubat’ta ise Irak ateşkesi kabul
de taşkınlardan zarar gördü. etmek zorunda kaldı. Savaşta Irak’ın asker kay­
Hükümet yoksullukla mücadele programını bının 85-100 bin kişi olduğu tahmin ediliyordu.
uygulamaya koyduysa da, bir yandan enflasyon, Tutsak alman Irak askerlerinin sayısı ise 175
öte yandan Kosta Rika parasının değerinin dü­ binin üstündeydi. Müttefik kayıplarıysa 234 ölü,
şürülmesi, işçilerin satın alma gücünün düşme­ 479 yaralı ve 57 kayıpla sınırlı kaldı.
sine yol açtı. 1991’de, biri haziranda, öbürü
temmuzda olmak üzere iki genel grev yapıldı. KUVEYT
Avrupa Toplulukları (AT) ülkelerinin eski sö­
mürgelerine sağladıkları kolaylıklar, Kosta RESMİ ADI: Kuveyt Devleti.
Rika’nın en önemli ihraç ürünü olan muz satış­ YÖNETİM BİÇİMİ: Tek m eclisli m eşruti monarşi.
larını olumsuz etkiledi. Benzer bir olumsuz ge­ YÜZÖLÇÜMÜ: 17.818 km2.
11.3 KÜBA

NÜFUS (1992): 1.190.000. KÜBA


BAŞKENT: Kuveyt.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1985): Salim iye RESMİ ADI: Küba Cum huriyeti.
(153.220), Havaili (145.215), Cehre (111.165), Ferva- YÖNETİM BİÇİMİ: Tek m eclisli sosyalist cum huriyet.
niye (68.665), Kuveyt (44.224).
YÜZÖLÇÜMÜ: 110.861 km 2.
NÜFUS (1992): 10.848.000.
İran ile Irak arasındaki savaşın sona ermesini BAŞKENT: Havana.
izleyen dönemde Kuveyt bölgesel gerginliklerin BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Havana
odağında yer aldı. Kuveyt savaş boyunca Irak’a (2.077.938), Santiago de Cuba (397.024), Camagü-
ey (278.958), Holguin (222.794), Guantanamo
mali destek vermişti. Bunun karşılığında Irak’la (197.868).
yaptığı bir su anlaşmasını ise yetersiz bulmuştu.
Bu nedenle de, üzerinde egemenlik iddiasında Küba 1980’lerin sonlarında Sovyet Sosyalist
bulunduğu Bubiyan Adası konusunda anlaşma­ Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) ile Doğu Avru­
ya yanaşmıyordu. Öte yandan, Petrol İhraç pa ülkelerindeki reformlara ve demokratikleş­
Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) toplam üre­ me hareketlerine karşı oldukça soğuk bir tutum
timi içindeki payının azlığından yakınarak üre­ benimsedi. Buna karşılık, 1988’de imzalanan
tim kotasını artırmıştı. anlaşmalara uyarak Angola’daki askerlerini
Irak ile arasındaki anlaşmazlık, Irak birlikle­ çekti. Avrupa Toplulukları (AT) ülkeleriyle
rinin 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’e saldırarak ilişkilerini güçlendirdi.
işgal etmesiyle sonuçlandı. Emir Şeyh Cabir es- 1989’da açığa çıkan uyuşturucu kaçakçılığı ve
Sabah ve hükümeti ile ülkeyi yöneten Sabah ai­ zimmete para geçirme skandali Fidel Castro yö­
lesinin belli başlı üyeleri Suudi Arabisan’a ka­ netimini ciddi sıkıntıya soktu. Dört yüksek rüt­
çarak bir sürgün hükümeti kurdular. Irak ülke­ beli subay idam edildi, bazıları da uzun süreli
yi ele geçirdikten birkaç gün sonra, Kuveyt’i 19. hapis cezalarına çarptırıldı. Yolsuzluklarla mü­
ili olarak ilhak ettiğini açıkladı. cadele kampanyası sırasında İç İşleri ve Ulaştır­
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile müt­ ma bakanları tutuklandı.
tefiklerinin Kuveyt’i kurtarmak amacıyla 17 SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov
Ocak 1991 ’de başlatığı askeri harekât Irak’m 28 Nisan 1989’da Küba’yı ziyaret etti. Gorbaçov
Şubat’ta ateşkesi kabul etmesiyle sona erdi. Ül­ SSCB’de uygulanan perestroyka (yeniden yapı­
kesine dönen Emir Şeyh Cabir es-Sabah, Ekim lanma) ve glasnost (açıklık) politikaları konu­
1992’de parlamento seçimlerinin yapılacağını, sunda Küba’ya herhangi bir baskıda bulunma­
kadınlara oy hakkı konusunun da inceleneceği­ dı. Castro ise, Doğu Avrupa’da gerçekleştiril-
ni açıkladı. 20 Nisan’da Veliaht Şeyh Saad es- mekte olan reformların Küba’da uygulanmaya­
Sabah başkanlığında yeni bir hükümet kurul­ cağını açıkladı. Hükümet Marksist-Leninist il­
du. kelere dayalı merkezi planlama yöntemine
Kuveyt’in yeniden imarının 60-100 milyar bağlı kaldı ve Küba Komünist Partisi’nin
ABD Doları’na mal olacağı tahmin ediliyordu. (KKP) temel rolünü vurgulamayı sürdürdü.
Ama en önemli sorun, Irak’ın 732 petrol kuyu­ Öte yandan Küba ekonomisinin SSCB’ye ba­
sunu ateşe vererek yol açtığı çevre yıkımıydı. ğımlılığı sürüyordu. Temmuz 1990’da SSCB’nin
Bir yandan toplumsal yaşam yeniden düzene sağladığı yardımların azalacağı açıklandı. Ayrı­
konurken, bir yandan da petrol kuyularının ca, iki ülke arasındaki ticari ilişkiler artık döviz­
söndürülmesine hız verildi. En son kuyu da le yürütülecekti. SSCB’den petrol ürünleri itha­
Kasım 1991’de söndürüldü. Kuveyt önce ABD, latının azalması bu ürünlerin vesikaya bağ­
ardından da İngiltere ve Fransa ile ikili savun­ lanması sonucunu doğurdu. Sabun, kibrit, kon­
ma işbirliği anlaşması imzaladı. Rusya ile de serve et gibi maddeler de vesikaya bağlandı.
benzer bir anlaşma imzalanması öngörülüyor­ Vesikaya bağlanan mallara 1991’de yumurta,
du. ekmek ve bitkisel yağ da katıldı. SSCB’nin
Ekim 1992’de yapılan parlamento seçimle­ Küba’dan 11 bin askerini çekeceğini açıklaması
rinde, 50 üyelikten 31’ini, şeriata dönüşü savu­ iki ülkenin ilişkilerine bir darbe daha vurdu.
nan İslamcı adaylar kazandı. Başbakan Şeyh SSCB ve Doğu Avrupa ülkelerindeki köklü
Saad yeni hükümetine, mecliste çoğunluğu elin­ değişiklikler Küba’yı kendine yeni ticari ortak­
de tutan muhalefetten de üye aldı. lar aramak zorunda bıraktı. Öte yandan, Küba-
KÜTAHYA 11.4

ABD ilişkilerindeki gerginlik de sürüyordu. YAĞIŞ MİKTARI: Kütahya kentinde yıllık ortalam a
ABD, Küba’yı ekonomik ve siyasal reformlara 564,7 mm.
zorlamak amacıyla ekonomik baskısını artırdı.
Gene de, Küba turizmi son yıllarda hızlı bir ge­ LAOS
lişme gösterdi. RESMİ ADI: Laos Demokratik Halk Cum huriyeti.
Ekonomik güçlükler yönetime karşı duyulan YÖNETİM BİÇİMİ: Tek partili, tek m eclisli halk cu m h u ri­
hoşnutsuzluğu artırdı. Rejim karşıtı sekiz grup yeti.
Eylül 1991’de Demokratik Birlik adı altında YÜZÖLÇÜMÜ: 236.800 km2.
birleştiler. Ülkeyi terk edenlerin sayısında da NÜFUS (1992): 4.409.000.
artış görüldü. KKP’nin Ekim 1991’deki kongre­ BAŞKENT: Vyentyan.
sinde kararlaştırılan anayasa reformu Ulusal BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1985): Vyentyan
(178.203), Savannahet (96.652), Luangprabang
Meclis tarafından Temmuz 1992’de kabul edil­ (68.399), Pakse (47.323).
di. Buna göre, artık Ulusal Meclis üyeleri hal­
kın doğrudan oyuyla seçilecekti. Ayrıca, bazı Dünyadaki genel gelişmeye koşut olarak, son
kamu iktisadi teşebbüslerine özel sermayenin yıllarda Laos da ekonomiyi liberalleştirme yö­
de katılmasına olanak sağlanıyor, ticaretteki nünde adımlar attı. Temmuz 1988’de ülke eko­
devlet tekeli kaldırılıyor ve yabancı ortaklı şir­ nomisini dışa açan yeni bir yasanın çıkartılma­
ketlerin gayrimenkul edinmesine izin veriliyor­ sından sonra, bir yıllık dönem içinde 60 yatırım
du. İlk doğrudan seçimler Şubat 1993’te yapıldı. projesi onaylandı. Tarımda kooperatifler ile
devlet işletmelerinden aile çiftliklerine dönüş
KÜTAHYA gıda üretiminde hızlı bir artışa yol açtı.
Laos’ta sosyalist yönetimin kurulmasından
YÜZÖLÇÜMÜ: 11.875 km 2. sonraki ilk Yüksek Halk Meclisi seçimleri
NÜFUSU (1990): 578.020. 1989’da yapıldı. Laos Çin Halk Cumhuriyeti ile
İL MERKEZİ: Kütahya. ilişkilerini düzeltmeye başladı. Tayland ile iliş­
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (176.184), kilerde düzelme olduysa da, iki ülke arasındaki
Altıntaş (25.152), Aslanapa (15.420), Çavdarhisar
(12.280), Domaniç (21.949), Dum lupınar (6.840), sınır sorunları sürüyor ve zaman zaman çatış­
Emet (38.859), Gediz (66.790), Hisarcık (16.120), Pa­ maya yol açıyordu.
zarlar (13.079), Sim av (78.823), Şaphane (10.247),
Tavşanlı (96.277). Aralık 1990’da yürürlüğe girmesi öngörülen
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Kütahya yeni anayasa zamanında yetişmedi. Tasarıda
(130.944), Tavşanlı (37.623). Laos, “Laos Devrimci Halk Partisi’nin (LDHP)
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Kartaltepe (2.309 metre), Ulu- önderliğinde demokratik bir halk devleti” ola­
gedik Tepesi (2.120 metre), Akdağ (2.089 metre).
SICAKLIK: Kütahya kentinde en düşük -28,1°C
rak tanımlanıyor ve “ekonomi politikalarının
(29.12.1948), en yüksek 38,8°C (2.8.1977), ortalama temel hedefi pazar ekonomisidir” d e n iy o rd u .
10,5°C. Ülkede başlatılan siyasal ve ekonomik reform­
ların gerektirdiği anayasal ve yasal çerçeve
yavaş da olsa oluşturulmaya başlandı. Yüksek
Halk Meclisi’nin Ağustos 1991’de benimsediği
yeni anayasada sosyalizm sözcüğüne hiç yer ve­
rilmiyor, ama LDHP’den ülkenin tek yasal si­
yasal partisi olarak söz ediliyordu. Yeni anaya­
sa cumhurbaşkanının yetkilerini genişletti. Bu
göreve Kaysone Phomvihan getirildi. Phomvi-
han LDHP’nin kongresinde yaptığı konuşma­
da, ülkenin ekonomik geriliğinden sorumlu tut­
tuğu partiyi ve hükümeti eleştirerek ekonomik
reform çağrısında bulundu. Dış ticaretini daha
çok Asya ve Batı ülkeleriyle yapan Laos, Sov­
yet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği ve Doğu
Avrupa ülkelerinden gelen yardımların kesil­
mesinden, komşuları Vietnam ve Kamboçya
kadar etkilenmedi.
11.5 LETONYA

LENİNGRAD. 1991 de Leningrad'ın adı Saint nun ortaya çıkması 1989’da ülkeyi sarsan büyük
Petersburg olarak değiştirildi. bir skandala yol açmıştı. Güney Afrika Cumhu­
riyeti ile yakın bağları olduğu için de halktan
LESOTHO gittikçe daha büyük tepki gören Lekhanya, bir
dizi yolsuzlukla da suçlanıyordu. Askeri Kon­
RESMİ ADI: Lesotho Krallığı. sey’in yeni başkanı Albay Elias Tutsoane 13
YÖNETİM BİÇİMİ: Askeri Konsey denetim inde m eşruti Mayıs’ta, siyasal partileri yasaklayan yasaların
monarşi. yürürlükten kaldırıldığını açıkladı. 1992’ de se­
YÜZÖLÇÜMÜ: 30.355 km2. çimlerin yapılacağı ve demokrasiye geçileceği
NÜFUS (1992): 1.854.000.
konusunda da söz verdi. Temmuz 1992’de eski
BAŞKENT: Maseru.
Kral II. Moshoeshoe iki yıllık sürgünden ülkesi­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1986): Maseru
(109.382), Maputsoe (20.000), Teyateyaneng ne geri döndü ve halk tarafından çok sıcak kar­
(14.251), Mafeteng (12.667). şılandı. Lesotho ekonomik ve mali açıdan ba­
ğımlı olduğu Güney Afrika Cumhuriyeti ile
Şubat 1990’da Askeri Konsey Başkanı Tümge­ 1992’de diplomatik ilişki kurdu.
neral Justin Metsino Lekhanya, Kral II. Mosho-
eshoe’nun elinden yürütme yetkilerini aldı, 10 LETONYA
M art’ta da kral İngiltere’ye sürgüne gönderildi.
Bu gelişmenin nedeni, kralın Lekhanya’nın As­ RESMİ ADI: Letonya Cum huriyeti.
keri Konsey’de yapmak istediği değişikliği YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili, tek m eclisli cum huriyet.
onaylamamasıydı. Kasımda kralın tahttan indi­ YÜZÖLÇÜMÜ: 64.610 km2.
rildiği açıklandı ve oğlu Prens Mohato, III. Let- NÜFUS (1992): 2.685.000.
sie adıyla tahta çıkarıldı. Ülkedeki yedi siyasal BAŞKENT: Riga.
partinin önderi Lekhanya’ya başvurarak siyasal COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Büyük bölüm ü dalgalı düzlük­
lerden oluşur. Topraklarının yaklaşık üçte biri or­
etkinlikleri yasaklama kararını geri almasını ve m anlarla kaplıdır.
Ulusal Meclis’i Askeri Konsey’in danışma orga­ BAŞLICA ÜRÜNLER: Makine, metal ürünleri, elektrikli
nı konumuna getirme planından vazgeçmesini ev aletleri, m otosiklet, dokuma ürünleri, ayakkabı
ve giyim eşyası.
istedi. Ama bu başvuru sonuçsuz kaldı.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Riga
30 Nisan 1990’da ayaklanan askeri birliklerin (910.200), Daugavpils (129.000), Liepâja (114.900),
zorlamasıyla, Lekhanya istifa etti. Lekhan- Jelgava (74.500), Jürm ala (66.500).
ya’nın 1988’de bir öğrenciyi öldürmüş olduğu­

ESTONYA
BA LTIK

DENİZİ
• Valmiera
Körfezi Limbazi
IVentspils RUSYA

Usma Vilaka»
FED.
Gölü
A b a v a *^ ^
Kuldiga T u kum s*
JCırmala
Lubana
Gölü

.Liepâja
Varaklâni Ludza •
Liepâja
Jekabpiİ:
G ölü )
Râzna
Viesite' Gölü

Krâslava

Daugavpils

BEYAZ RUSYA
LİBERYA 11.6

1980’lerin sonlarında Sovyet Sosyalist Cumhu­ ardından yüzlerce Liberyalı Fildişi Kıyısı’na sı­
riyetleri Birliği’nde (SSCB) yürürlüğe konan ğındı. Ocak 1990’da başlayan kabileler arası si­
reformlar Letonya’da da milliyetçi eğilimlerin lahlı çatışmalar, haziran ayma gelindiğinde
güçlenmesine yol açtı. 1989’da yapılan anayasa Monrovia’nm kenar mahallelerine dayanmış­
değişikliğiyle Komünist Parti’nin üstünlüğüne tı. Ayaklanmacılar Başkan Doe ve yandaş­
son verildi. Aynı yıl içinde yapılan ilk çok parti­ larını başkanlık konutunda kuşatma altına aldı­
li seçimlerde Letonya Halk Cephesi çoğunluğu lar.
elde etti. SSCB hükümeti aralarında Leton- Yıl ortasına değin yaklaşık 500 bin Liberyalı
ya’nın da bulunduğu Baltık ülkelerinin bağım­ komşu ülkelere sığındı. Bu gelişmeler karşısın­
sızlık girişimlerini engellemek istedi. Ama ba­ da Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu
ğımsızlık konusunda kararlı olan Estonya, (ECOWAS), ağustosta Liberya’ya bir barış
Letonya ve Litvanya peş peşe bağımsızlıklarını gücü gönderdi, ama çarpışmaları durdurmakta
ilan ettiler. Bağımsızlığını 4 Mayıs 1990’da ilan başarılı olamadı. Ayaklanmacılar 9 Eylül’de
eden Letonya’da, hazırlanan yeni anayasa 21 Başkan Doe’yu tutsak aldılar ve işkenceyle öl­
Ağustos 1991’de kabul edilerek yürürlüğe girdi. dürdüler.
SSCB’deki başarısız darbe girişiminin ardından, Hem Gambia’da kurulan geçici hükümetin
Sovyet Devlet Konseyi 6 Eylül 1991’de Leton- başkanı Amos Sawyer, hem de ayaklanmanın
ya’nın bağımsızlığını tanıdı. Letonya aynı yıl önderleri Charles Taylor ve Prens Yormie
Birleşmiş Milletler (BM) ile Avrupa Güvenlik Johnson başkanlık üzerinde hak iddi ettiler. Ta­
ve İşbirliği Konferansı’na (AGİK) kabul edil­ raflar arasındaki çatışmalar ECOW AS’ın baskı­
di. sıyla 28 Kasım’da ateşkes sağlanana kadar
Letonya’da son yıllarda yaşanan köklü deği­ sürdü. On bir ay süren çatışmalarda binlerce ki­
şimlerin yarattığı sarsıntılar hâlâ sürüyor. Eko­ şinin öldüğü tahmin ediliyordu. Ülke ekonomi­
nomik durum gittikçe kötüleşti. 1992 yılında si de büyük çöküntüye uğramıştı.
ulusal gelirin yüzde 30 düştüğü tahmin ediliyor­ Ocak 1991’de Sawyer başkanlığında bir geçi­
du. Hammadde ve enerji kıtlığı yüzünden bir­ ci hükümet kuruldu. Martta yapılan, 14 farklı
çok fabrika üretimini durdururken, aylık enflas­ grubun katıldığı toplantıdan ise bir sonuç alına­
yon oranı yüzde 15’e tırmandı. Halkın yaşam madı. Ekim 1991’de Batı Afrikalı ve Liberyalı
standardında büyük gerileme görüldü. Rusya, önderlerin katıldığı doruk toplantısında varılan
Letonya’daki Rus kökenlileri olumsuz etkile­ anlaşmaya göre, Taylor’a bağlı kuvvetler elle­
yen yasaların iptal edilmesi, Rusya’dan toprak rindeki bölgeleri barış gücüne bırakacaklar ve
ve tazminat istemekten vazgeçilmesi koşuluyla, altı ay içinde seçimlere gidilecekti. Ama John­
Letonya’daki askerlerini 1994 sonuna kadar son bu toplantıya katılmamıştı. Bazı başka
çekmeye razı oldu. Letonlar ülke nüfusunun gruplar da anlaşmaya karşı çıkarak mücadeleye
yalnızca yüzde 52’sini oluşturduğundan, hükü­ devam edeceklerini açıkladılar.
met Rus kökenlilere yurttaşlık hakları tanıma­ 13 Ocak 1992’de, yılın ortalarında yapılacak
ya yanaşmıyordu. seçimleri düzenlemek için bir seçim komisyonu
göreve başladı. Ama ayaklanmacılar daha ön­
LİBERYA ce belirlenen süre dolduğu halde silahlarını bı­
rakmaya yanaşmadılar. Nisan başında Ce­
RESMİ ADI: Liberya Cum huriyeti. nevre’de ECOW AS’ın Beşler Komitesi ile Saw-
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek m eclisli geçici yönetim . yer ve Taylor arasında yapılan görüşmeler­
YÜZÖLÇÜMÜ: 99.067 km2. de, Ekim 1991’de varılan anlaşmanın geçerli ol­
NÜFUS (1992): 2.780.000. duğu kabul edildi ve barış gücünün Sierra
BAŞKENT: M onrovia.
Leone-Liberya sınırında bir tampon bölge oluş­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1974): M onrovia
(1984; 421.058), Buchanan (23.999), Congo Town turmasına karar verildi. Çünkü, Doe yanlısı
(21.495), Yekepa (14.189), Tubm anburg (14.089). güçler Sierra Leone topraklarında bulunuyor­
du.
Liberya son yıllarda ne zaman biteceği bilinme­ Bu barış da uzun ömürlü olmadı. Ağustosta
yen bir iç savaşın içine sürüklendi. Aralık Doe yanlıları ile Taylor’a bağlı kuvvetler ara­
1989’da Başkan Samuel K. D oe’ya yönelik bir sında, iç savaşın en şiddetli çarpışmaları başla­
darbe girişimi ordu tarafından bastırıldı. Bunun dı.
11.7 LİTVANYA

LİBYA Am uçağına bomba koyduklarından kuşkulanı­


lan iki Libyalı’nın yargılanmak üzere kendileri­
RESMİ ADI: Libya Arap Sosyalist Halk Cemahiriyesi. ne verilmesini istediler. Libya’nın bu isteği geri
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek siyasal organlı sosyalist devlet.
çevirmesi üzerine, 15 Nisan’da Libya’ya giden
YÜZÖLÇÜMÜ: 1.757.000 km 2.
ya da bu ülkeden gelen bütün uçak seferlerine
NÜFUS (1992): 4.447.000.
ambargo kondu. Albay Muammer Kaddafi’nin,
BAŞKENT: Trablus.
söz konusu kişileri Lahey’deki Uluslararası
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1988): Trablus
(591.000), Bingazi (446.250), M isurata (121.700). Adalet Divam’nda yargılanmaları koşuluyla
teslim etme önerisi ise kabul edilmedi. Böylece,
Libya’nın dış ilişkileri son yıllarda dalgalı bir Libya’nın dış dünyayla havayolu bağlantısı ke­
gelişme gösterdi. 1987’de Cezayir’le anlaşmaya silmiş oldu. Ambargodan olumsuz etkilenmek­
varılmasının ardından, 1988’de de Tunus'la ye­ le birlikte, Libya ekonomisi gelişmesini 1992’de
niden diplomatik ilişki kuruldu. Tunus sınırının de sürdürdü.
açılması bu ülkeden Libya’ya yoğun bir işçi akı­
nım başlattı. 1976’dan beri kapalı olan Mısır sı­ LIECHTENSTEIN
nırı da 1989’da açıldı. Komşularıyla ilişkileri
düzelirken, Libya’nın Amerika Birleşik Devlet­ RESMİ ADI: Liechtenstein Prensliği.
leri (ABD) ve İngiltere’yle ilişkileri gittikçe kö­ YÖNETİM BİÇİMİ: Tek m eclisli m eşruti monarşi.
tüleşti. 1989’da, Rabta’da kimyasal silah üretme YÜZÖLÇÜMÜ: 160 km2.
NÜFUS (1992): 29.600.
kapasitesine sahip bir tesisin kurulduğunu açık­
BAŞKENT: Vaduz.
layan ABD, bu tesisi bombalayabileceğini açık­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Schaan
ladı. Libya ise ısrarla, bu tesinin bir ilaç fabrika­ (4.930), Vaduz (4.874).
sı olduğunu savunuyordu. ABD uçaklarının
Libya’nın kuzeydoğu kıyılarının açıklarında iki Mart 1989’da yapılan erken seçimler iktidar or­
Libya uçağını düşürmesiyle gerginlik tırmandı. tağı iki partinin parlamentodaki güç dengesini
Ama ABD 6. Filo’sunun Libya açıkların­ pek değiştirmedi. 1978’den beri hükümetin ba­
dan uzaklaşmasıyla çatışma tehlikesi ortadan şında bulunan Hans Brunhart’ın önderliğindeki
kalktı. Anavatan Birliği 13 üyelik, Herbert Wille’nin
Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgaliyle önderliğindeki İlerici Yurttaş Partisi de 12 üye­
başlayan Körfez Bunalımı’nda Arap ülkelerinin lik elde etti. Avrupa’nın en uzun süre tahtta
çoğu ABD ile müttefiklerinin yanında yer alır­ kalan hükümdarı Liechtenstein Prensi II. Franz
ken, Libya Irak’ın tarafını tuttu. Bu nedenle, Joseph 13 Kasım 1989’da öldü. Tahta, 1984’ten
yakın müttefiki Suriye ile bile ters düştü. Libya, beri yürütme yetkilerini kullanan oğlu Prens
Kuveyt’in işgalini onaylamamakla birlikte, Hans Adam geçti.
Irak’a uygulanan ambargoya ve yaptırımlara Liechtenstein 1991’de Avrupa Serbest Tica­
karşı çıkıyordu. ret Birliği’ne (EFTA) tam üye oldu. Öte yan­
Libya ekonomisinin son beş yıldır içinde bu­ dan, Avrupa Topluluklarına (AT) üye ülkeler­
lunduğu bunalım 1989’da aşıldı. Körfez Bunalı­ le yapılan ticaretin önemi de gittikçe artıyordu.
mı Libya’nın devlet gelirlerini 10 milyar ABD Seçmen yaşının 20’den 18’e indirilmesi için
Doları’nın üstüne çıkardı. Bu değişikliğin yarat­ Haziran 1992’de yapılan halkoylamasına katı-
tığı iyimser ortamda tüketime getirilen kısıtla­ lanlarm yüzde 56,3’ü ret oyu verdi. Başbakan
maların kaldırılması büyük bir rahatlık yarattı. Brunhart, Prens Hans Adam ’m Çekoslovak­
Kaddafi’nin 1988’de vaat ettiği ekonomik ve si­ ya’daki 1.600 km2’lik topraklarının geri verilme­
yasal liberalleşme pek gerçekleşmedi. Yönetim sini istedi. Çekoslovakya 1918-45 arasında bu
karşıtlarına yönelik baskılar sürdü. Otuz iki yö­ topraklara hiçbir tazminat ödemeden el koy­
netim karşıtının idam edilmesini protesto muştu. Ama Çekoslovakya’nın bölünmesi du­
etmek için düzenlenen bir gösteride çıkan çatış­ rumu karıştırdı.
mada ölen ya da yaralanan sivillerin sayısı 20’yi
buldu. LİTVANYA
Libya’nın ABD ve İngiltere ile ilişkileri
1992’de daha da kötüleşti. Bu ülkeler, 1988’de RESMİ ADI: Litvanya Cum huriyeti.
İskoçya’daki Lockerbie üzerinde düşen Pan YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili, tek m eclisli cum huriyet.
LÜBNAN 11.8

YÜZÖLÇÜMÜ: 65.301 km2. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’na


NÜFUS (1992): 3.802.000. (AGİK) kabul edildi.
BAŞKENT: Vilnius. 1992’nin ilk 9 ayında sanayi üretiminde
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Yer yer bataklık ve turbalıklarla yüzde 47,5’lik bir düşüş görüldü. Yılın bütünün­
kaplı, sularını Nyemen Irm ağı'nın topladığı düzlük­
lerden oluşur. Buzulların oluşturduğu çok sayıda de ulusal gelirin yüzde 20 düşeceği tahmin edili­
göl vardır. yordu. Bu kötü ekonomik durumun da etkisiy­
BAŞLICA ÜRÜNLER: Keten, şekerkamışı, patates ve le, Ekim 1992’de yapılan seçimlerde, eski
yem bitkileri, hayvansal ürünler, metal ürünleri,
gıda. Komünist Parti önderi Algirdas Brazauskas
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1992): Vilnius başkanlığındaki Litvanya Demokratik İşçi Par­
(596.900), Kaunas (433.600), Klaipeda (208.300), Si- tisi (LDİP) 78 üyelik kazanarak parlamentoda
auliai (149.000), Panevezys (132.300).
çoğunluğu elde etti. Sajudis ise yalnızca 28 üye­
lik kazanabildi. Pazar ekonomisine geçiş konu­
1980’lerin sonlarında Sovyet Sosyalist Cumhu­ sunda daha ihtiyatlı bir politika izlenmesinden
riyetleri Birliği'nde (SSCB) yürürlüğe konan yana olan LDİP. Moskova ile ilişkilerde prag-
reformlarla birlikte Litvanya’da milliyetçi eği­ matik bir yaklaşım benimseneceğini açıkladı.
limler güç kazandı. 1990’da yapılan ilk serbest
seçimlerde Sajudis adlı milliyetçi hareketin des­ LÜBNAN
teklediği adaylar parlamentoda çoğunluğu elde
ettiler. Sajudis’in önderi Vytatus Landbergis RESMİ ADI: Lübnan Cum huriyeti.
cumhurbaşkanlığına seçildi. Litvanya 11 Mart YÖNETİM BİÇİMİ: Tek m eclisli, çok partili cum huriyet.
1990’da bağımsızlığını ilan ettiyse de, SSCB’nin YÜZÖLÇÜMÜ: 10.230 km2.
ekonomik ambargo uygulaması nedeniyle ba­ NÜFUS (1992): 2.803.000.
BAŞKENT: Beyrut.
ğımsızlık kararını askıya almak zorunda kaldı.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1985): Trablus-
SSCB’de Ağustos 1991’de Gorbaçov yönetimi­ şam (500.000), Beyrut (1989; 200.000), Zahle
ni devirmeyi amaçlayan başarısız darbe girişi­ (200.000), Sayda (200.000), en-Nebatiye (100.000).
minin ardından, Sovyet hükümeti 6 Eylül’de
Litvanya’nın bağımsızlığını tanıdı. Litvanya bir­ Suudi Arabistan Ekim 1989’da, Lübnan Ulusal
kaç gün sonra Birleşmiş Milletler’e (BM) ve Meclis’i üylerinin Arap barış girişimini görüş­
11.9 LÜKSEMBURG

mek üzere Taif kentinde bir araya gelmelerini Velid Canbulat’ın istifasıyla sarsıldı. Ağustosta
sağladı. Bu toplantıda imzalanan belgede, Hı­ da Nebih Berri ile Konut Bakanı Muhammed
ristiyanların Suriye birliklerinin çekilmesi iste­ Beidun da görevlerinden istifa ettiler.
miyle, Müslümanlar'm siyasal reform çağrıları­ Mayıs 1991 başında Lübnan ordusu ülkedeki
nın bağdaştırılması amaçlanıyor ve Ulusal Mec- başlıca ekonomik merkezlerin denetimini ele
lis’in Beyrut’ta toplanarak cumhurbaşkanını geçirmişti. Mayıs ortalarına değin milislerin
seçmesi öngörülüyordu. Siyasal reformlar ko­ elindeki silahların yüzde 80’i teslim edilmişti.
nusunda anlaşma sağlandıysa da, Lübnan’ın Temmuzda Lübnan Ordusu FKÖ’nün son kale­
egemenliği konusundaki görüş ayrılıkları sürü­ sine karşı düzenlediği saldırıda başarılı oldu.
yordu. Yıl sonuna gelindiğinde ise, ülkedeki bütün
5 Kasım’da toplanan Ulusal Meclis, ılımlı bir A B D ’li ve İngiliz rehineler serbest bırakılmıştı.
Hıristiyan olan Rene Moawad’ı cumhurbaşkan­ Hükümetin Şubat 1992’de açıkladığı kemer
lığına seçti. Moawad, 17 gün sonra Beyrut’un sıkma paketi tepkilerle karşılandı. Sendikalar
Müslümanlar’ın denetimindeki batı kesiminde Konfederasyonu martta bir dizi grev yaptı. Ma­
bir suikast sonucunda öldürüldü. Yerine Elias yısta başbakanlığa Raşid es-Solh’un getirilmesi
Hravi seçildi. Dürziler’in önderi Velid Canbu- Dürziler’in ve Maruniler’in tepkileriyle karşı­
lat ve Şii Emel örgütünün önderi Nebih Berri, laştı. Mayıs 1972’den sonraki ilk genel seçimler
Taif belgesini radikal reformlara yer vermediği Ağustos 1992’de yapıldı. Suriye birliklerinin ül­
için eleştiriyorlardı. Hıristiyan milislerin komu­ keyi terk etmesinde ısrar eden Hıristiyanların
tanı General Michel Aoun ise Hıristiyan millet­ çoğu seçimleri boykot etti. Yeni Ulusal Meclis
vekillerini Suriye’ye fazla ödün vermekle suçla­ genel olarak Suriye yanlısı üyelerden oluştu.
yarak, Ulusal Meclis’e rakip bir yasama meclisi Hizbullah da, Şii Emel örgütüyle ortak liste çı­
için seçimlere gitme tehdidinde bulunuyordu. kartarak 8 üyelik kazandı. Cumhurbaşkanı
Bu koşullarda iç savaş yeniden patlak verdi. Elias Hravi eylülde, Suriye birliklerinin çekil­
Çatışmalar gittikçe şiddetlendi. Eylülde ateşkes mesi konusunda Suriye Devlet Başkanı Hafız
sağlandığında ölü sayısı 800’ü, yaralı sayısı ise Esad’la görüştü. Ama görüşmeden bir sonuç
4.500’ü aşmıştı. Suriye ise, Aoun’un her an bir alınamadı. Lübnan’daki son Batılı rehineler de
katliama girişebileceği gerekçesiyle, birliklerini haziranda serbest bırakıldı.
çekmeyi reddediyordu.
General Aoun’un 750 gündür işgal altında LÜKSEMBURG
tuttuğu Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan 13
Ekim 1990’da çıkarılmasıyla, Lübnan’ın birleş­ RESMİ ADI: Lüksemburg Grandüklüğü.
mesinin önündeki en önemli engel kalkmış YÖNETİM BİÇİMİ: İki m eclisli m eşruti monarşi.
oldu. Cumhurbaşkanı Hravi Beyrut’ta devlet YÜZÖLÇÜMÜ: 2.586 km 2.
otoritesini yeniden kurmak amacıyla Beyrut NÜFUS (1992): 387.000.
Metropoliten Alanı Güvenlik Planı’m yürürlü­ BAŞKENT: Lüksemburg.
ğe koydu. Bu planın uygulanabilmesi için, BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Lüksem­
burg (75.377), Esch-sur-Alzette (24.012), Differdan-
Güney Lübnan’da da denetimin sağlanması, Fi­ ge (14.677), Petange (12.345).
listin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) ve Şii milis­
lerin denetim altına alınması ve sınır bölgesin­ 1993 başında Avrupa Tek Pazarı’nın kurulma­
deki İsrail egemenliğinin yarattığı sorunların sıyla b irlik te , L ü k s e m b u r g ’ un b ir u luslararası fi-
çözülmesi gerekiyordu. nans merkezi olarak çekiciliğini yitireceği görü­
Başbakan Selim el-Hoss bir ulusal birlik hü­ şü yaygınlık kazandı. Avrupa Topluluklarının
kümeti kurulmasına olanak sağlamak için 19 (AT) bütün üye ülkelerde geçerli olacak mali
Aralık’ta istifa etti. Suriye’nin desteğiyle oluşan düzenlemelerinin Lüksemburg’un şirketlere
yeni hükümette yedi ayrı milis örgütünün ön­ sağladığı vergi kolaylıklarını ortadan kaldıraca­
derleri yer alıyordu. Başbakanlığa da Ömer Ke- ğından korkuluyordu. Ülkedeki bütün siyasal
rami getirildi. İran yanlısı Hizbullah örgütü partiler bu konuda mücadele etme konusunda
yeni hükümeti tanımadı. Hükümet 9 Ocak kararlıydılar. Haziran 1989’da yapılan genel se­
1991’de güvenoyu aldıysa da, Dürziler’in ço­ çimlerde iktidardaki koalisyonun ortakları olan
ğunlukta olduğu İlerici Demokratlar’ın önderi Hıristiyan Sosyal Parti ile Lüksemburg Sosya­
MACARİSTAN 11.10

list İşçi Partisi, sandalye sayıları gerilemekle Pozsgay 1956 ayaklanmasının bir karşıdevrim
birlikte, çoğunluğu korudular. değil, bir halk ayaklanması olduğunu söyledi.
Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal et­ Bu açıklama, 1956 ayaklanmasının önderi Imre
mesinin ardından petrol fiyatlarının yükselmesi, Nagy’nin saygınlığının geri verilmesinin ve ida­
Lüksemburg ekonomisinin büyümesini yavaş­ mının 31. yıldönümüne rastlayan 16 Haziran’da
lattı ve enflasyonu hızlandırdı. Öte yandan, cenazesinin yeniden törenle kaldırılmasının yo­
ekonomisi büyük ölçüde Almanya’ya bağımlı lunu açtı. Yaz aylarında yapılan bir dizi ara se­
olduğu için, iki Almanya’nın yeniden birleşme­ çimi M DF’nin adayları kazandı. Seçimlerde bü­
sinden sonra yaşanan ekonomik zorluklar bir tünüyle silinme tehlikesini önlemeye çalışan
ölçüde Lüksemburg’u da etkiledi. Gene de, MSİP adını Macar Sosyalist Partisi (MSP) ola­
Lüksemburg’un ekonomik büyüme hızı öteki rak değiştirdi. Partinin yapısı ve işleyişi demok­
AT ülkelerinin çoğundan yüksekti. Lüksem­ ratikleştirildi. Anayasada değişiklik yapılarak
burg Parlamentosu 2 Temmuz 1992’de, Maas- partinin öncü rolüne son verildi.
tricht Doruğu’nda kabul edilen Avrupa Birliği Hükümet 1990 başlarında pazar ekonomisi­
Antlaşması’m onayladı. ne geçme kararını açıkladı. Macaristan hükü­
meti geçmişte “demir perde” olarak adlandırı­
MACARİSTAN lan dikenli telleri kaldırarak batı sınırını
simgesel olarak açtı. Böylece, Batı Almanya’ya
RESMİ ADI: Macar Cum huriyeti. geçmek isteyen Doğu Almanya yurttaşlarına
YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili, tek m eclisli cum huriyet. bir geçiş yolu sağlandı.
YÜZÖLÇÜMÜ: 93.033 km 2. 1990’da yapılan seçimler M DF’nin üstünlü­
NÜFUS (1992): 10.318.000. ğüyle sonuçlandı. Tarihçi Jözsef Antall, önder­
BAŞKENT: Budapeşte. liğini yaptığı MDF ile Küçük Toprak Sahipleri
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Budapeşte
(2.113.645), Debrecen (219.251), Miscolc (207.826),
ve Hıristiyan Demokratlar’dan oluşan bir koa­
Szeged (189.484), Pecs (183.082). lisyon hükümeti kurdu. Hür Demokratlar’dan
Arpâd Göncz de cumhurbaşkanlığına seçildi.
Macaristan’daki önemli siyasal değişmeler Hükümetin ekonomik reformlar konusunda
1988’de başladı. Ülkeyi 30 yıldır yöneten, adım atmakta cesaretsiz davranması halkın hoş­
Macar Sosyalist İşçi Partisi (MSİP) Başkanı nutsuzluğunu artırdı. Ekim başında yapılan
Jânos Kadar’m yerine Başbakan Kâroly Grosz yerel seçimlerde muhalefet öne geçmişti. Bütçe
aldı. Bu değişiklik siyasal sisteme karşı duyulan açığı büyürken, enflasyon yüzde 30’a ulaştı. İş­
güvensizliği yansıtıyordu. Kısa süre içinde ülke­ sizlik ise 1991 sonunda yüzde 5’e ulaşmıştı.
de yönetim karşıtı yeni gruplar ortaya çıktı. Yoksulluk gittikçe yaygınlaşıyordu. Asgari ya
Bunların en önemlisi Macar Demokratik Foru- da daha düşük ücretle geçinenlerin oranı nüfu­
mu’ydu (MDF). Gene aynı yıl içinde ülkenin sun yüzde 40’ma yükselmişti. Ekonomik re­
ilk bağımsız işçi sendikası kuruldu. 1989’da, yö­ formların ve özelleştirmenin çok yavaş ilerle­
netimdeki MSİP ile yönetim karşıtı gruplar, de­ mesine karşın, Macaristan eski sosyalist
mokrasiye geçiş konusunu görüşmek üzere Mu­ ülkelere giden Batı yatırımlarının yarısını çekti.
halefet Yuvarlak Masası’m oluşturdular. Bu, en azından Batı’nm Macaristan’a güveninin
Eylülde sona eren görüşmelerde, Macaristan’ın sürdüğünü gösteriyordu. 1992’de yapılan ara se­
genel oyla seçilmiş, egemen, tek meclisli bir ya­ çimlerden kazançlı çıkan parti MSP oldu.
sama organına dayalı demokratik bir cumhuri­ Macaristan, Hırvatistan ve Slovenya’nın ba­
yete dönüştürülmesi konusunda karar verildi. ğımsızlığını destekledi ve Aralık 1991’de her iki
Bu sistemde yetkileri oldukça sınırlı bir cum­ devleti de tanıdı. Sırbistan’daki Macar azınlığın
hurbaşkanı ve bir anayasa mahkemesi de bulu­ geleceği konusunda ise kaygı duyuluyordu.
nacaktı. Parlamento Aralık 1989’da, Mart
1990’da kendini feshetme ve 25 M art’ta genel MADAGASKAR
seçimlere gitme kararı aldı.
Reformcular arasında öne çıkan kişi, RESMİ ADI: Madagaskar Demokratik Cum huriyeti.
MSİP’nin çöküşünü önlemenin tek yolunun YÖNETİM BİÇİMİ: Geçici yönetim .
gerçek demokrasiyi kurmak ve iktidarı paylaş­ YÜZÖLÇÜMÜ: 587.041 km2.
maktan geçtiğini savunan Imre Pozsgay’dı. NÜFUS (1992): 12.804.000.
11.11 MADAGASKAR

BAŞKENT: Antananarivo. oluşturan 16 muhalefet partisi başkentte büyük


BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Antanana­ gösteriler düzenledi. Kent meydanını işgal eden
rivo (802.400), Toamasina (145.400), Fianarantsoa
(124.500), Majunga (122.000). 400 bin dolayında gösterici, cumhurbaşkanının
görevden çekilmesini, sosyalist anayasanın yü­
1988’de ekonominin liberalleşmesi yönünde rürlükten kaldırılmasını ve yeni anayasayı ha­
önemli adımlar atıldı. İthalat üzerindeki dene­ zırlamak üzere bir ulusal konferans toplanması­
timler ve devletin pazarladıkları dışında kalan nı istedi. Muhalefetin çağrısıyla yapılan genel
ürünler üzerindeki ihracat vergileri kaldırıldı. grev yılın büyük bölümünün güçlükler içinde
Yabancıların en büyük üç bankanın sermayele­ geçmesine yol açtı.
rine katılmasına izin verildi. Cumhurbaşkanı Ratsiraka 28 Temmuz
Cumhurbaşkanı Didier Ratsiraka Mart 1991’de hükümetin istifa ettiğini açıkladı. Çok
1989’da üçüncü bir yedi yıllık dönem için yeni­ partili sisteme olanak verecek yeni bir anayasa­
den seçildi. Muhalefet Ratsiraka’yı seçimlere nın hazırlanarak halkoyuna sunulmasını önerdi.
hile karıştırmakla suçladı ve seçim sonuçlarının Yeni başbakan atandıktan iki gün sonra polisin
açıklanmasından sonra olaylar çıktı. Temmuz­ göstericilere ateş açması ve bir helikopterden
da başarısız bir darbe girişimi olduğu açıklandı. bomba yağdırması sonucunda en az 51 kişi
Mart 1990’da siyasal partilerin kurulmasına öldü. Başbakan Guy Razanamasy’nin bir ulusal
izin verilmesiyle üç yeni parti kuruldu. Mayıs uzlaşma hükümeti kurulacağını açıklaması üze­
1990’da yeni bir darbe girişimi oldu. Ama gü­ rine bunalım biraz hafifledi. Razanamasy’nin
venlik güçleri çok geçmeden denetimi ele geçir­ 1991 sonunda kurduğu 36 üyeli hükümette
di ve ayaklanmacılar tutuklandı. ZG K ’den 14 üye bulunuyordu. Temmuz
Muhalefet 1991’de yönetime en zor günlerini 1992’de yeni bir başarısız darbe girişimi daha
yaşattı. Bir Zinde Güçler Komitesi (ZGK) oldu.

You might also like