Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 353

mmmmm

Encyclopaedia Britannica, Inc. (Chicago)


R obert P. Gwinn
Yönetim Kurulu Başkanı
Peter B. N orton
Başkan
Fred H. Figge, Jr.
Başkan Başyardımcısı

Ana Yayıncılık A.Ş. (İstanbul)


N azar Büyüm
Yönetim Kurulu Başkanı
Sadun Sönmez
Genel M üdür
D r. Cihan Belen
Genel M üdür Yardımcısı

Children's Britannica (Londra)


Jam es Somerville, Başeditör
Editörler
David Black, Jennifer M. Cox, William G ould, Jam es H arrison,
Jessica K uper, Jane Royce, A nne W ilkinson

Children’s Britannica
First E dition 1960
Second E dition 1969
Third Edition 1973
Fourth E dition 1988
© 1988,1989, 1990, 1991,1992 Encyclopsedia Britannica, Inc.

Temel Britannica
© 1988,1989, 1990,1991, 1992 A na Yayıncılık A.Ş.

Temel Britannica Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi


Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu'nun
7 Ağustos 1991 tarihli ve 4019 sayılı ve 10 Ekim 1991
tarihli ve 5505 sayılı yazıları ile öğrencilere
tavsiye edilmiştir.

H er hakkı saklıdır. Yazılar ve görsel malzem eler,


izin alınm adan, tümüyle ya da kısmen yayımlanamaz.
Süreli yayınlarda (günlük, haftalık, on beş günlük,
aylık gazete ve dergiler) kısa alıntılar, kaynak
gösterilerek kullanılabilir.

ISBN 975-7760-02-01

92.34.Y .0012.3

A na Yayıncılık ve Sanat Ü rünlerini Pazarlam a Sanayi ve Ticaret A.Ş.


B üyükdere Caddesi. Üçvol Mevkii. 57. Maslak 80725 İstanbul

Baskı: Hürriyet Ofset


Aralık 1992
TEMEL
BRİTANNİCA
TEMEL EGÎTİM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ

CİLT 1

H Ü R R İY E T İN OKURLARINA ARMAĞANIDIR.

A N A Y A Y I N C I L I K A. Ş. V E
E N C Y C L O P A E D İ A B R İ T A N N İ C A , I NC.
İ Ş B İ R L İ Ğ İ İ L E
Y A Y I M L A N M A K T A D I R
Temel Britannica A R A ŞT IR M A
A na Yayıncılık A.Ş. A dına Sahibi Şöhret Baltaş, M ünevver D oğru, Meliha Ö ztoprak
Nazar Büyüm

D İL VE Y A ZIM D A N IŞM A N I
Vedat Günyol
E D İT Ö R L E R K U R U L U
Philip W. G oetz, Başkan
Encyclopaedia Britannica Genel Yayın Yönetmeni, Y A Z I İŞL E R İ M Ü D Ü R Ü
Chicago Çiğdem Karabağlı

Prof. D r. Çiğdem Kağıtçıbaşı Y Ö N E TİM SE K R E T E R L E R İ


Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Özcan A kkan, Hüsniye Ö zdem ir

Dr. A ndrew Mango G Ö R SE L M A L Z E M E


B B C Fransa ve G üneydoğu A vrupa Yayınları Eski Şükran Ayyıldız, A hm et Birsin, Ferda E rentürk,
M üdürü, Londra Elif Erim , Nesrin E rtürk, Erol Taşkent

Prof. Dr. İlhan Tekeli A RŞİV


Orta Doğu Teknik Üniversitesi, A nkara Yasem in Eraygen

Prof. Dr. N ur Yalman B İLG İ İŞLEM


Harvard Üniversitesi, Cambridge (A B D ) D erya K öroğlu, Danışman, H akan G önenli

D A N IŞM A K U R U L U T EK N İK K O O R D İN A T Ö R
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Başkan Sefa Esenyel
Doç. Dr. M urat Belge, Prof. Dr. Şerif M ardin,
Prof. Dr. İlhan Tekeli
D İZ G İ
M ustafa Balaban, Saliha Bilginer, D em et Yılmaz
G E N E L Y A YIN Y Ö N E TM EN İ
D r. G ürel Tüzün
DÜZELTİ
N urettin Pirim , Ecmel Tanyel, Eyüp Yıldırım
YA YIN K O O R D İN A T Ö R Ü
Prof. Dr. Oya Köymen
T İC A R E T M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü
N usret Şumlu, M üdür
YA YIN K U R U L U Hülya A kdoğan, M ehm et A ltuntaş, Zerin İçli,
D r. G ürel Tüzün, Başkan A laattin O kurcan, G ülten Sadef, Aliye Şimşek
Nuri A kbayar, Eray C anberk, Beril Eyüboğlu,
Işıtan G ündüz, Prof. Dr. Oya Köym en,
Hilda Hülya Potuoğlu M UHASEBE M Ü DÜRLÜĞ Ü
R ana R endantiyen, M üdür
Mustafa Yalçın A talay, Nilgün Aydın,
R E D A K SİY O N Olcay Işık
Yasemin A kbaş, Atilla A ksel, İpek Babacan,
Ö m er Çendeoğlu, Kaya Ersoy,
Selahattin Özpalabıyıklar, Erim Süerkan, G E N E L H İZ M E T L E R
M ahm ut Tem izyürek, Barış Tütün Filiz E rol, M ustafa T uran
ÖNSÖZ
TEM EL BRİTAN N İC A Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi, 20. yüzyılın son
çeyreğinde teknoloji çağını yaşayan ve 21. yüzyılı biçimlendirecek olan gençlere
evrensel bilgilerin kapılarını açmak için hazırlandı. Bu 20 ciltlik ansiklopedi,
Encyclopaedia Britannica, Inc., tarafından 1960’tan bu yana yayımlanan Childrens
Britannica'mn, değişen dünyayı ve çığ gibi büyüyen bilgileri en son biçimiyle genç
okurlara sunabilmek için bütünüyle gözden geçirilerek güncelleştirilmiş ve ilk kez
1988’de yayımlanmış olan dördüncü baskısını temel almaktadır. TEM EL BRITAN-
NICA'yı yayıma hazırlayan kurulların ve danışman eğitimcilerin amacı, Türkiye’deki
genç okurlara, Children’s Britannica'daki evrensel bilgileri, ülkemizin coğrafyası,
tarihi ve kültürüyle zenginleştirerek sunmak oldu. Bu düşünceyle hazırlanan TEM EL
BRİTAN N İC A, geçmişin ve bugünün bilgi birikimiyle donatılmadıkça geleceğin
sorumluluğunu taşıyamayacağını bilen yarının aydınlarına bugünden bir armağandır.
TEM EL BRİTANNİCA'da. yer alan maddeler, ABAKÜS’ten ZÜ RICH ’e kadar
uzanan alfabetik bir sırayla verilmiştir. Bütün bu maddeler evrensel bilgi birikiminin
çok geniş bir bölümünü kapsamaktadır ve çeşitli alanlarda uzmanlaşmış en yetkili
kişilerce hazırlanmıştır. Bilim, teknik, bitkiler ve hayvanlar dünyası, tarih, coğrafya,
edebiyat, güzel sanatlar, sosyal bilimler gibi alanlarla ilgili konular dışında, çağlar
boyunca insanlık tarihinin akışını etkileyen ve uğraşılarıyla insanoğlunun hemen her
alandaki gelişmesinin simgesi olan pek çok kişinin yaşamöyküsüne ve katkılarına da
yer verilmiştir.
Metinler genç okurların kolayca anlayacağı yalın ve açık bir anlatımla yazılmıştır.
Ayrıca, okuru bir maddeden ilgili öbür maddelere yönelten ve böylece okurun belirli
bir konu çevresindeki bütün bilgilere ulaşmasını sağlayan bir gönderi sistemi
düzenlenmiştir.
Metinlere ayrılmış olan 19 cilt, renkli ve siyah-beyaz fotoğrafların yanı sıra çok
sayıda çizim ve haritayla zenginleştirilmiştir. 19. cilde ayrıca bir dünya atlası ve yer
adlarını veren bir atlas dizini eklenmiştir. 600 sayfayı aşan 20. cilt bütün ansiklopedi­
nin alfabetik dizinini içerir ve öbür ciltlerin hem kılavuzu, hem tamamlayıcısıdır.
Herhangi bir konuya ilişkin bilgileri ansiklopedinin hangi maddelerinde bulacağını
belirterek okura yol gösteren bu dizin, bütün ciltlere dağılmış bilginin anahtarı olduğu
kadar, aynı zamanda 6.000’i aşkın kısa maddeyle zenginleştirilmiş ek bir bilgi
kaynağıdır. Bu kısa maddeler, çoğu kez okur için yeterli olacak en özlü bilgileri içerir.
Ansiklopedinin ilk 19 cildinin alfabetik sıralamasında yer almayan bazı maddeleri bu
dizin cildinde arayan genç okurlar, ilgilendikleri konunun birçok maddede ayrıntılı
olarak işlendiğini ya da aradıkları bilgilerin kısa ve özlü maddelerde sunulduğunu
göreceklerdir. TEM EL BRİTAN N İC A geniş kapsamı, yalın anlatımı, dizini ve
ayrıntılı gönderileriyle genç okurların ansiklopedi dünyasıyla tanışmalarını sağlaya­
cak, onlara ansiklopedi kullanma alışkanlığını ve becerisini kazandıracaktır.
Ansiklopedinin hazırlanmasına katkıda bulunan danışman ve yazarların listesi ile
çizimleri yapan sanatçıların ve yayıma hazırlayanların listesi de 20. ciltte verilmiştir.
Ana Yayıncılık A.Ş., 21. yüzyıla hazırlanan kuşağın temel kaynak gereksinimini
bugüne değin alışılmamış bir düzeyde ve yeterlikte karşılamayı amaçlayan TEM EL
BRİTAN N İC A Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi'ne emeği geçen bütün kişilere
teşekkürü bir borç bilir.
TEMEL BRİTANNİCA
TEMEL EĞİTİM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİNİ
NASIL KULLANACAKSINIZ?

TEM EL BRITAN N IC A Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisindeki maddeler,


1. cildin başındaki ABAKÜS’ten başlayıp 19. ciltteki ZÜ RICH ’e kadar uzanan
alfabetik bir sıra izler. Her cildin sırtında, o ciltteki ilk ve son maddelerin başlıkları
belirtilmiştir. Sol sayfaların üst köşesinde o sayfadaki ilk maddenin, sağ sayfalarda ise
son maddenin adı yazılı olduğundan, aradığınız maddeyi kolayca bulabilirsiniz.
Sözgelimi AĞAÇ OYMACILIĞI maddesini aramak için 1. cildi açtığınızda karşınıza
AHİLİK maddesi çıktı diyelim. Alfabetik sıralamada A Ğ ’ın A H ’tan önce geldiğini
bildiğinize göre, birkaç sayfa geriye gidip AĞ harfleriyle başlayan maddeleri bulmanız
gerekir. Ansiklopedinizde bu harflerle başlayan maddeler AĞAÇ, AĞAÇBASKI,
AĞAÇKAKAN ve AĞAÇ OYMACILIĞI sırasıyla verilmiştir. Görüldüğü gibi,
AĞAÇ sözcüğüyle başlayan son üç giriş, ister birleşik yazılsın ister ayrı, tek tek bütün
harflerinin alfabedeki sırası gözetilerek sıralanmıştır. Bu nedenle, iki ayrı sözcükten
oluşan AĞAÇ OYMACILIĞI hemen AĞAÇ maddesinin ardından değil, tıpkı bileşik
bir sözcükmüş gibi AĞAÇKAKAN’dan sonra yer almıştır. Demek ki, ansiklopediniz­
de buna benzer bir maddeyi ararken, o başlığın birleşik mi yoksa ayrı mı yazıldığını
bilmeseniz de, harflerin alfabetik sırasını izleyerek yerini kolayca bulabilirsiniz.
Kişilerin yaşamöykülerini anlatan maddeleri, söz konusu kişinin soyadı alfabetiğinde
aramanız gerekir. Örneğin REŞAT NURİ GÜNTEKİN’i ansiklopedinin G harfiyle
başlayan maddeleri arasında alfabetik yerinde bulabilirsiniz. Buna karşılık, soyadın­
dan çok “lakaplarıyla” tanınan kişiler, daha kolay bulmanız için bu bilinen
lakaplarıyla verilmiştir. Örneğin ÂŞIK VEYSEL’in soyadını bilen pek azdır; bu
nedenle, ozanın soyadı ŞATIROĞLU’ndan ÂŞIK VEYSEL’e gönderi yapılmış ve
maddenin A harfiyle başlayan maddeler arasında yer alması daha uygun bulunmuştur.
Soyadı geleneğinin olmadığı çağlarda yaşamış kişilerin de en tanınmış adıyla
verilmesi, o kişiyle ilgili maddeye daha kolay ulaşmanızı sağlar. Sözgelimi, Osmanlı
Padişahı I. Selim’i YAVUZ SULTAN SELİM adıyla arayacak okurların sayısı
kuşkusuz daha çoktur.
Latin alfabesini kullanmayan Çin, Japonya, Rusya, Yunanistan gibi ülkelere
ilişkin özel adlar Türkçe okunuşlarıyla verilmiştir. Hatta Latin harflerini kullanan
uluslarda bile, JÜL SEZAR, GİYOM TEL gibi Türkçe okunuşlarıyla tanıdığınız
kişiler bu yazılışlarıyla yer almış, üstelik daha kolay bulmanız için adlarının
alfabetiğine yerleştirilmiştir.
Kişilerin yaşamöykülerinde ya da ülkelerin edebiyat ürünlerini tanıtan maddeler­
de, başka dillerde yazılmış birçok yapıt adıyla karşılaşacaksınız. Eğer bu yapıtlar
dilimize çevrilmişse, önce Türkiye’de yayımlanan çevirisinin adını, sonra parantez
içinde özgün adını ve yayım tarihini bulacaksınız. Türkçe’ye çevrilmeyen yapıtlarda
ise önce özgün adı, sonra parantez içinde yayım tarihi ve tırnak işareti arasına alınarak
dilimizdeki yaklaşık karşılığı verilecektir. Böylece, ilk örneğe uygun olarak, Küçük
Kadınlar (Little Women; 1868-69) biçiminde sunulan bir yapıtın dilimize çevrildiğini
kolayca anlayabilirsiniz. Oysa Katı und Maus (1961; “Kedi ile Fare”) biçiminde
sunulan yapıt henüz dilimize çevrilmemiş demektir.
20. cilt, TEM EL B R IT A N NIC A'dak\ bütün bilgilerin anahtarıdır. Ansiklopedide
herhangi bir bilgiyi ararken önce bu dizin cildine bakma alışkanlığını edinirseniz hem
zaman kazanırsınız, hem de daha çok bilgiye ulaşabilirsiniz. Sözgelimi “kondor” diye
bir kuş adı duydunuz ve bu kuş üstüne bilgi edinmek istiyorsunuz. Doğrudan
ansiklopedinin sayfaları arasında ararsanız öyle bir madde olmadığını görerek düş
kırıklığına uğrayabilirsiniz. Oysa bu kuşlar, bildiğimiz akbabaların Amerika kıtasında
yaşayan akrabalarıdır ve bütün bu benzer kuşların AKBABA maddesinde bir arada
anlatılması daha uygun görülmüştür. Bu nedenle, dizin cildinin alfabetiğinde
KONDOR başlığını ararsanız, bu kuşlarla ilgili bilgileri ansiklopedinin hangi cildinde
ve hangi sayfasında bulacağınızı öğrenebilirsiniz. Dizinin nasıl kullanılacağı 20. cildin
başında ayrıca açıklanmaktadır.
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, bir arada anlatılmasında yarar görülen birçok
madde ansiklopedide tek bir başlık altında toplanmıştır. Örneğin Anadolu Selçuklula­
rının parçalanmasından sonra Anadolu’nun çeşitli yörelerinde varlığını sürdüren
bütün beylikleri kendi adlarıyla ayrı ayrı maddelerde anlatmak konunun bütünlüğünü
bozabileceği için, bu küçük devletlerin hepsi ANADOLU BEYLİKLERİ adıyla tek
bir maddede toplanmıştır. Gerçi her beyliğin adından bu maddeye gönderi yapıldığı
için ana maddeye ulaşmakta güçlük çekmezsiniz. Ama aradığınız konunun hangi
başlık altında anlatıldığını bilseniz bile, önce dizine başvurmanızda gene de büyük
yarar vardır. Çünkü o konunun başka hangi maddelerde işlendiğini bulmanız için size
ancak dizin yol gösterebilir. Üstelik ansiklopedinizin dizini yalnızca ciltlere gönderi
yapan basit bir dizin değildir. Aradığınız herhangi bir terimi, kavramı, olayı ya da
kişiyi dizinde bir ansiklopedik sözlük maddesi olarak bulabilirsiniz. Bu maddeler,
çoğu kez o konuda yetineceğiniz ve daha fazlasını istemeyeceğiniz en özlü ve
doyurucu bilgileri içerir.
TEM EL BRİTAN NİCA'da bir maddeyi okurken, kimi zaman o konuda daha
çok bilgi edinmek, kimi zaman da bilmediğiniz bir sözcüğün anlamını öğrenmek için
sık sık başka maddelere bakma gereğini duyacaksınız. Maddelerin içine serpiştirilmiş
gönderiler bu konuda size yardımcı olacak ve yol gösterecektir. Metnin akışı içinde bu
gönderiler, örneğin “bak. H Ü CR E” ya da “Ansiklopedide ayrıca bir ALFABE
maddesi vardır” gibi değişik biçimlerde karşınıza çıkabilir. Ama madde başlıkları,
hemen göze çarpması için her zaman büyük harflerle yazılmıştır.
Sözgelimi ARKEOLOJİ maddesinin bitiminde, öbür ilgili maddelerin başlığını
veren bir liste bulacaksınız. Bu liste, konuyu araştırırken hangi maddelere bakmanız
gerektiğini gösteren bir çalışma programıdır. ANTROPOLOJİ, BOTANİK, Mİ­
MARLIK gibi genel konu başlıklarının hepsinde bu tür gönderi listeleri vardır.
İlgilendiğiniz konulardan birini bu listelerde bulamazsanız, ilgili maddeye ulaşmak
için mutlaka dizine bakmanız gerektiğini unutmayın. Ansiklopediyi bir süre inceledi­
ğinizde, dizinin, metin içi gönderilerin ve metin bitimindeki listelerin yardımıyla,
aradığınız bütün bilgilere kolayca erişebildiğinizi göreceksiniz.
TEMEL BRITANNICA’NIN
1992 BASKISINA İLİŞKİN NOT

TEM EL BRİTAN NİCA Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi’’nin 1992 baskısı


hazırlanırken, ansiklopedide yer alan maddeler tek tek gözden geçirildi. Her ciltteki
maddelerle ilgili olarak, ilk yayımlandıkları tarihten bu yana ortaya çıkan gelişmeler
ve yeni bilgiler ile değişiklik geçirmiş haritalar, o cildin sonundaki ek bölümde
alfabetik sırayla verildi. Ansiklopediye eklenen yeni maddeler de bu eklerde yer
aldı. Ayrıca, her cildin sonundaki eklerle ilgili dizin bilgileri ve dizin cildine eklenen
yeni kısa maddeler, TEM EL BRITAN N IC A'm n 20. cildindeki Dizin’in ekinde
toplandı.

Ansiklopedinize eklenen yeni bilgilere kolayca ulaşabilmeniz için, her cildin


ekinde yer alan bilgilerin ilgili olduğu maddelerin listesi o cildin başında verilmek­
tedir.

Temel Britannica’nın 1. Cildinin Ekinde Yer Alan Bilgilerin İlgili Olduğu Maddeler

Adana Almanya
Adıyaman Almanya Federal Cumhuriyeti
Afganistan Amasya
Afrika Amerika Birleşik Devletleri
Afyonkarahisar Andorra
Ağrı Angola
AIDS Ankara
Akdeniz Oyunları Antalya
Aksaray Antigua ve Barbuda
Alman Demokratik Cumhuriyeti Ardahan
ABANOZ 9

ABAKÜS, toplam a, çıkarma gibi basit arit­ Eski Yunanlılar ve Rom alılar’dan başka
metik işlemlerini yapmak için rakam lar yerine Eski Mısırlılar, Hintliler ve Çinliler de abaküs
boncuk ya da yuvarlak pulların kullanıldığı kullandılar. Sıfır (0) rakam ının ilk kez ayrı bir
basit bir hesap aracıdır. Bugün sayı sayarken işaretle gösterildiği A rap rakam larının tanın­
ya da hesap yaparken kullandığımız rakamları masından sonra A vrupa’da abaküs kullanıl-
(a) © o j5 ®
c oy
.= c .b
(b) (c) (d) (e)
oo >- o co

I l l a %1 İ
B y o b B y o b B y o b B y o b
277 277 + 966 Birler çubuğundan Onlar çubuğundan Yüzler çubuğundan
çıkarılan 10 birim çıkarılan 10 onluk çıkarılan 10 yüzlük
277 + 966=1243 için onlar çubuğuna için yüzler çubuğuna için binler çubuğuna
bir boncuk eklenir bir boncuk eklenir bir boncuk eklenir

Hintliler bulmuş, günümüzden 1.000 yılı aş­ maz oldu. Am a Çin, Japonya, O rtadoğu ve
kın bir süre önce de bu rakam lar A raplar ara­ SSCB’deki halklar, özellikle ticaret yaşamın­
cılığıyla A vrupalılar’a tanıtılmıştır (bak. A RİT­ da daha uzun süre bu araçtan yararlandılar.
METİK; S a y i ) .
A rap rakam ları olarak bilinen bu simgesel ABANOZ. Tropik bölgelerde yetişen bir grup
işaretler bulunmadan ve yazılı hesaba geçil­ ağacın odununa abanoz denir. Bu odunların
meden önce, birçok ülkede hesap yapmak en içteki öz bölümü çok koyu renkte, hatta
için abaküs denen bir sayma tahtası ya da simsiyahtır. Bu nedenle abanoz sözcüğü bir­
çerçevesi kullanılırdı. Abaküs sözcüğü Eski çok dilde siyah rengi tanımlamak için kullanı­
Yunanca kökenlidir. İsa’dan önceki yüzyıllar­ lır. Adını odunundan alan abanoz ağaçları
da Eski Yunanlılar ve Romalılar, tahta bir Hindistan, Sri Lanka, Doğu ve Batı Hint
levhanın ya da düz bir toprak parçasının Adaları ile Batı A frika’nın bazı bölgelerinde
üzerine dizdikleri çakıl taşlarını ya da metal yetişir. Daha çok Sri L anka’da yetişen gerçek
pulları oynatarak hesap yaparlardı. Sonraları, abanoz ağacının (Diospyrus ebenum) gövdesi
sayma pullarının ya da boncukların bir uçtan kalın, kabuğu köm ür gibi parlak siyah renkte,
öbür uca gerilmiş tellere ya da dikey olarak kabuk ile odun özü arasındaki odunu ise
yerleştirilmiş tahta çubuklara dizilmesiyle bembeyazdır.
abaküs bir çerçeve biçimini aldı. Abanoz çok sert bir odundur ve parıltılar
Çerçeve biçimindeki ilk abaküslerde, bir saçacak kadar iyi cila tutar. Bu özellikleriyle
çubuktaki on boncuk hemen solundaki çubu­ öbür odunlara hiç benzemediği için eski
ğun tek bir boncuğuna eşitti. Böylece herhan­ çağlardan beri çok değerli sayılmıştır. Tevrat’
gi bir sayı ayrı çubuklara dizilmiş boncuklarla ta tarihi Sur kentindeki abanoz ticaretinden
gösterilir, toplama ve çıkarma işlemleri ise, söz edilir; Binbir Gece Masalları'nda anılan
şekilde görüldüğü gibi boncukları bir çubuk­ değerli mallardan biri de abanozdur. Eskiden
tan öbürüne aktararak yapılırdı. krallar abanozdan yapılmış asalar kullanır ve
10 ABANT GÖLÜ

zehirin etkisini giderdiği inancıyla, içkilerini alabalık ve geyik üretm ek için kurulmuş iki
abanoz kaplardan içerlerdi. Çağlar boyunca istasyon vardır. Havuzlarda üretilen yavru
abanozdan heykeller yontulmuş, yeraltı dünya­ alabalıklar gölde doğal gelişmeye bırakılır.
sının mitolojik kralı Plüton ya da Hades, Soylarının tükenmemesi için bu istasyonda
simyisah abanozdan bir taht üzerinde oturur­ üretilen geyikler ise iyice geliştikten sonra
ken gösterilmiştir. Günüm üzde bu değerli doğaya salınır. Yörede yabandomuzu, kara­
odun siyah piyano tuşlarının ve özellikle ca, tavşan, tilki, ayı, yabanördeği, yabangü-
dolap, yazı masası gibi çeşitli mobilyaların vercini ve keklik gibi av hayvanlan bulunur.
yapımında kullanılır. H er mevsimde ayrı bir güzelliğe bürünen
A bant Gölü ve çevresi dinlence, spor ve
ABANT GOLU, çevresinin doğal güzelliğiyle avcılık olanaklarıyla sevilen bir tatil yöresidir.
tanınan küçük bir tatlı su gölüdür. Bolu Gölün kıyılarında ve yakınlarında m oteller,
kentinin güneybatısında 1,5 k n r’den az bir dinlenme evleri ve kamp yerleri kurulmuştur.
alanı kaplayan A bant G ölü’nün suları, aynı
adı taşıyan dereyle Bolu Çayı’na akar. Deniz ABASIYANIK, Sait Faik (1906-1954), Cum
düzeyinden 1.328 metre yükseklikteki gölün huriyet dönemi Türk edebiyatının önde gelen
kuzeybatı bölümü yan bataklıktır. Gölün öykücülerindendir. Varlıklı bir ailenin çocuğu
çevresindeki düzlüklerden sonra başlayan ve olan Sait Faik A dapazarı’nda doğdu; ilkokulu
yüksekliği 1.770 m etreye ulaşan A bant D ağ­ da bu kentte bitirdi. Kurtuluş Savaşı sonrasın­
ları küçük akarsuların açtığı vadilerle yarıl­ da ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşti. İlk şiir
mıştır. En önemlisi Beşpoyraz Deresi olan bu ve öykülerini 1925’te, henüz lise öğrencisiy-
DİATEK
ken yazdı ve çeşitli dergilerde yayımladı.
1928’de İstanbul Üniversitesi’nde Türkoloji
öğrenimine başladı; ama üç yıl sonra öğreni­
mini yarım bırakarak üniversiteden ayrıldı.
Bir süre de, ekonomi öğrenimi görmek için
gittiği İsviçre ve Fransa’da yaşadı. “İhtiyar ve
Talebe” , “G auther Cam bazhanesi” gibi öykü­
leri orada geçen günlerini yansıtır. Babasının
geri çağırması üzerine yükseköğrenimini yarı­
da bırakarak 1933’te yurda döndü. Gene
babasının isteği doğrultusunda ticarete atıl-
dıysa da başarılı olamadı. Halıcıoğlu Ermeni
Yetim M ektebi’nde kısa bir süre Türkçe
öğretmenliği yaptıktan sonra Haber gazete­
Abant Gölü’nün duru sularında çok sayıda alabalık sinde adliye muhabiri olarak çalışmaya başla­
yaşar.
dı. Bu gazetede yayımlanan röportajlarından
küçük akarsular ve yeraltı sulan Abant G ölü’ 26’sı ölümünden sonra M ahkeme Kapısı
nü besler. Derinliği 18 m etreye varan gölün (1956) adlı kitapta toplanmıştır.
sulan dibi görülebilecek kadar durudur. Kıyı­ Bu arada Varlık, Ağaç, Ses, Yeni Ses,
larda yer yer gölün üstünü örten beyaz ve sarı Yaprak ve Yenilik gibi dergilerde öyküleri
nilüfer çiçekleri doğaya ayrı bir güzellik ka­ yayımlanıyordu. İlk öykü kitabı olan Semaver
tar. Gölün çevresi çam, köknar ve kayın 1936’da basıldı. Sait Faik’in bu dönem öykü­
ağaçlanndan oluşan ormanlarla kaplıdır. lerinde çocukluk ve gençlik yıllarının izlenim­
Alıç, kuşburnu, böğürtlen, çilek gibi meyveli leri, anıları öne çıkar. 1930-40 yıllarında Türk
bitkiler, çeşitli m antarlar ve kokulu dağ çiçek­ öykücülüğünde gelişen eğilimlerden Sait Faik
leri de bitki örtüsünü zenginleştirir. de bir ölçüde etkilendi. O da öykülerinde
Gölde, A bant alası denen bir alabalık türü insanların yaşam koşullarını ve insanlığın
ve benekli mercanbalığı çok boldur. Balık avı çelişkilerini işledi. Bunların ötesinde, daha
denetim altına alınmıştır. Gölün yakınında sıcak bir insancıllık anlayışına yöneldi. Sait
ABBASİLER 11

Sevişme Vakti ile genç bir kadının mutluluk


arayışını konu alan ikinci romanı Kayıp A ra ­
nıyor 1953’te yayımlandı.
Sait Faik, çağdaş edebiyata katkıları nede­
niyle 1953’te A B D ’deki Mark Twain Derne-
ği’nin onur üyeliğine seçildi. Ölüm ünden son­
ra, 1955’te annesi tarafından adına bir öykü
ödülü kondu. Burgazada’daki köşk de 1964’te
Sait Faik Müzesi’ne dönüştürüldü.

ABBASİLER. Hz. M uham m ed’in ölümünden


sonra (632), peygamberin vekili olacak halife­
nin seçimi, İslam dinini benimseyen Arap
kabileler arasında büyük karışıklıklara yol
Ara Gület açmıştı. Bütün kabileler kendi soylarından
Sait Faik Abasıyanık, ölümünden iki yıl önce,
Burgazada’daki evinde çalışırken.
birisinin halife olmasını istedikleri için, bu
karışıklıklar ve çatışmalar her halifenin seçi­
Faik’in insana yaklaşımı, “her şey bir insanı minde yeniden yaşanıyordu. Nitekim, üçüncü
sevmekle başlar” cümlesiyle özetlenebilir. halife Hz. O sm an’ı destekleyen Emeviler,
İkinci öykü kitabı olan Sarnıç (1939) yayım­ kendi soylarından gelen bu halifenin öldürül­
landığı sırada babası öldü. Sait Faik’in asıl mesi üzerine halifeliğe getirilen Hz. A li’yi
başına buyruk yaşamı o tarihten sonra başla­ benimsememişler ve 661’de Hz. A li’nin öldü­
dı. Babasından kalan mirasın geliriyle geçin­ rülmesinden sonra Müslüman A rap topluluk­
di; kışları Şişli’de, yazları da Burgazada’daki lar üstünde egemenlik kurmuşlardı. Yaklaşık
köşkte annesiyle birlikte yaşadı. 1944’te ya­ yüz yıl sonra, Hz. M uham m ed’in amcası Ab-
yımlanan ilk romanı (Medarı Maişet Motoru) bas’ın adıyla anılan Abbasi ailesi ve yandaşla­
sıkıyönetim tarafından toplatılınca, yazar bir rı bu kez Em eviler’e karşı ayaklanarak 750’de
duraklam a dönemine girdi ve bir süre yazma­ halifeliği ve iktidarı ele geçirdiler. Böylece,
yı bıraktı. Ama 1946 Şubat’ında siroz hastalı­ Abbasiler adıyla 1258’e kadar süren bir İslam
ğına yakalandığını öğrenince yeniden yazma devleti kurdular.
isteği duydu. Büyük bir yaşama ve yazma İlk Abbasi halifesi olan E bu’l-Abbas ve
susuzluğuyla öyküler yazmaya başladı. L ü ­ 754’te başa geçen oğlu M ansur dönemlerinde
zum suz Adam (1948), Mahalle Kahvesi orduda Türk ve İran kökenlilere yer verilme­
(1950), Havada Bulut (1951) kitaplarında ye başlandı. M ansur, Hz. Ali’nin yandaşları­
toplanan öykülerinde doğaya, yaşadığı kente, nın yoğun olduğu Kûfe’den uzaklaşmak için
yaşam kavgası veren sıradan insanların gün­ yeni bir başkent yapımına girişti. Akarsuların
lük kaygılarına eğildi. Sait Faik’e göre öykü­ birbiriyle kesiştiği yerde kurulan ve Bağdat
nün özü çekişme ve çatışmalar değil, “yaşama adı verilen bu kentin yapımı, 100.000 işçinin
sevinci” ve “paylaşılmış sevgi” olmalıydı. çalışmasıyla dört yılda tamamlandı. M ansur’
Öykülerindeki yalın ve şiirsel dil çağdaşlarını un torunu H arun Reşid (bak. H a r u n R e ş îd )
olduğu kadar kendisinden sonraki yazarları döneminde devlet en geniş sınırlarına ulaştı.
da etkiledi. H arun Reşid 786’da halife olunca Bermeki
Hastalığıyla birlikte gelen sürekli ölüm ailesinden Y ahya’yı sınırsız yetkilerle vezir
düşüncesi, böyle bir yaşamın yarattığı bezgin­ yaptı. Yahya Bermeki ve iki oğlu 17 yıl
lik ve umut ile umutsuzluk arasındaki çalkan­ boyunca A bbasiler’in halifeden sonraki en
tılar Sait Faik’in son dönem öykülerini büyük önemli devlet adamları oldular.
ölçüde etkiledi. Son Kuşlar (1952) ve Alem- Geceleri kılık değiştirerek halkın şikâyetle­
dağ’da Var Bir Yılan’’daki (1954) öykülerinde rini dinlemesi, görkemli yaşama ve gösterişe
kişinin yalnızlığını, düş kırıklığını, acılarını ve düşkün olduğu halde dindarlığı elden bırak­
bunalımlarını işledi. Şiirlerini topladığı Şimdi maması, ordunun başına geçerek savaşlara
12 ABBASİLER

katılması Harun Reşid'in ününü yaygınlaştır­ Büyük Selçuklu Hüküm darı Tuğrul’un,
dı. Onun döneminde Bizans’a başarılı akınlar 1031’de halife olan Kâim ’in gizli çağrısı üzeri­
düzenlendi. H arun Reşid’in oğulları Emin ve ne ordusuyla gelerek Büveyhiler’i B ağdat’tan
M emun da bu başarıyı sürdürdüler. çıkarmasından sonra Abbasiler Irak, Ahvaz
Annesi Türk soyundan gelen Mutasım, ve Fars’ta yeniden güçlenmeye başladılar.
833’te halife olunca kendisine T ürkler’den Selçuklular’ın desteklediği halifelik kurumu
özel bir askeri güç kurdu; ayrıca Türk emirle­ da eski saygınlığına kavuştu. Ne var ki A bba­
rine önemli görevler verdi. Bu askeri güçlerin siler, M ustazhir döneminde Haçlı Seferleri’ne
Bağdat’ta bulunması tedirginlik yarattığı için. karşı başarılı olamadılar; bütün savunma Sel-
Samarra adıyla yeni bir kent kurdurarak çuklular’a ve onlardan sonra kurulan Türk
devlet merkezini oraya taşıdı. M utasım, devletlerine kaldı. Büyük Selçuklu Dev-
838’de Bizans’a büyük bir sefer düzenleyerek leti’nin parçalanmasıyla birlikte yeniden gü­
İznik önlerine kadar ilerledi. 842’de halife cünü yitiren halifelik, Nâsır döneminde kısa
olan oğlu Vâsık döneminde Türk emirlerinin bir süre için canlandı. Ama Cengiz H an’ın to­
gücü daha da arttı ve yetkileri askeri alandan runu Hulagu’nun yönetimindeki Moğollar’ın
yönetsel alana taştı. Vâsık’ın ölümünden son­ 1258’de Bağdat’ı yakıp yıkması ve Halife Mus-
ra gerileme dönemi başladı. Abbasi toprakla­ tasım'ı öldürmesiyle Abbasi Devleti son buldu.
rı üzerinde Samaniler, Karahanlılar, Fatımi- Halife Z âhir’in Mısır’a kaçan oğlu, M em­
ler, Tolunoğullan ve Ham daniler gibi bağım­ lûk sultanının koruyuculuğunda halife ilan
sız devletler kuruldu. edildi. Artık halifelik siyasal ve askeri yetkisi
İran ’da egemenlik kuran Büveyhiler, Hz. bulunmayan, ancak başka bir devletin toprak­
M uham m ed’in kızı gelinleri olduğu için hali­ larında barınabilen bir kurum durum una gel­
felikte hak iddia ediyorlardı. Nitekim 945’te mişti. 1517’de Mısır topraklarına giren Os-
Bağdat’a girdiler ve M uti'nin halifeliği döne­ manlı Hüküm darı Yavuz Sultan Selim’in hali­
minde Abbasiler üzerinde tam bir egemenlik fenin yetkilerini ve kutsal emanetleri devral­
kurdular. H atta bir ara Bağdat’ta basılan ması, halifeliğin Mısır’da 250 yıl kadar süreıı
paraların üzerinde halifenin değil Büveyhi varlığına da son vermiş oldu.
sultanının adı bulunuyordu. Sonradan Abba- Abbasiler zamanında halifeler dinsel gücü
siler’i egemenliği altına alan iki büyük devlet olan bir hüküm dar niteliği kazandılar. Halife­
de, Q78’de gene A bbasiler’in eski toprakları lerin elinde toplanan bu ikili güç, merkezi
üzerinde kurulan Gazneliler ile aynı yıllarda devlet örgütüyle birlikte güçlü bir yapı oluş­
temeli atılan Büyük Selçuklu Devleti’dir. turdu. Devlet işleri, “Divan” adı verilen ve

Harun Reşid ve
.oğulları zamanında
Abbasiler en parlak
dönem ini
yaşamıştır.
ABDULLAH BİRADERLER 13

kırcılık, camcılık gibi sanatlar geliştirildi. H a­


Irak ve B ağdat'ta Hüküm Süren run Reşid ve oğlu M emun zamanında, Bağdat
A bbasi H alifeleri kenti bir bilim ve kültür merkezi oldu. M ate­
Ebu'l-Abbas 750-754 matik, astronomi, tıp ve botanik alanlarında
Mansur 754-775 önemli çalışmalar yapıldı. Süryanice, Farsça,
Mehdi 775-785 Yunanca ve Sanskrit dilinden A rapça’ya çok
Hadi 785-786
Harun Reşid 786-809 sayıda yapıt çevrildi. Bunlar arasında
Emin 809-813 A risto’nun felsefe yazıları, Ö klit’in geometri
Memun 813-833
Mutasım 833-842 kitabı, G alenos’un tıp kitabı ile Kelile ve
Vâsık 842-847 Dimne öyküleri de vardır. B ağdat’ta kurulan
Mütevekkil 847-861 zengin uzmanlık kütüphaneleri ile gözlemev­
Muntasır 861-862
Mustain 862-866 leri, birçok bilim adamının A bbasiler’in hiz­
Mutez 866-869 metine girmesinde etkili oldu. Farabi, İbn Si­
Muhtedi 869-870
Mutemid 870-892 na, Biruni, Yusuf Has Hacib, Firdevsi ve Ta-
Mutezid 892-902 beri gibi bilim ve kültür adamları Abbasi ül­
Muktefi 902-908
Muktedir 908-932
kesinde yetiştiler. (.Ayrıca bak. A r a p EDEBİ­
Kahir 932-934 YATI.)
Razi 934-940
Muttaki 940-944
Mustakfi 944-946 ABD bak. A m e rik a B İ r le ş ik D e v l e t l e r i .
Muti 946-974
Taî 974-991
Kadir 991-1031 ABDULLAH BİRADERLER fotoğraf sanatı­
Kâim 1031-1075 nın Türkiye’deki öncüleridir. Kevork (1839-
Muktedi 1075-1094 1918), Vichen (ölümü 1902) ve Hovsep adla­
Mustazhir 1094-1118
Mustarşid 1118-1135 rındaki, Ermeni asıllı bu üç kardeşten en
Reşid 1135-1136 tanınmışı Kevork A bdullah’tır.
Muktefi 1136-1160
Müstencid 1160-1170 Bir kimyacının İstanbul’daki Tünel sem tin­
Mustazi 1170-1180 de açtığı fotoğraf stüdyosunda asistanlık ya­
Nâsır 1180-1225
Zahir 1225-1226
parak mesleğin inceliklerini öğrenen Kevork
Mustansır 1226-1242 Abdullah, 1858’de stüdyoyu devralarak kar­
Mustasım 1242-1258 deşi Vichen ile birlikte çalışmaya başladı. O
dönem de Osmanlı İm paratorluğu’nda Fran­
değişik alanlarda görevlendirilen resmi örgüt­ sızca bir kültür dili olarak benimsendiği için,
lerce yürütülüyordu. stüdyonun kapısında Fransızca Abdullah
Kent yaşamının gelişmiş olmasına karşılık, Freres yazardı. Kevork ve Vichen kardeşler
halifelik mâliyesinin temeli toprak vergisine bilgilerini artırm ak için iki kez Paris’e gittiler.
dayanıyordu. Bunun dışında, dinsel gerekçe­ İki kardeş önce Abdülaziz’in, sonra II. Ab-
lerle halktan toplanan zekât da önemli bir dülham id’in saray fotoğrafçılığına atandı. A b­
gelir kaynağıydı. Vergi gelirinin büyük bir dullah Biraderler’in 1867’de, 2. Paris Ulus­
bölümü orduya ayrılırdı. Ayrıca halifenin de lararası Fuan’na yolladıkları fotoğraflar ilgiyle
kişisel bir hâzinesi vardı. Bu kişisel hâzinenin karşılandı ve iki İstanbul manzarası mansiyon
kapsamına giren toprakların geliri devlet ge­ kazandı.
lirlerinden ayrı tutulurdu. 1886’da Mısır hıdivinin çağrısı üzerine Ka-
508 yıllık Abbasi dönemi İslam uygarlığının hire’ye giden Kevork Abdullah dokuz yıl
en parlak dönemlerinden biridir. Bayındırlığa orada kaldı. İstanbul’a döndükten sonra işleri
büyük önem veren Abbasiler, 38.000 n r ’li^ giderek bozuldu; saray fotoğrafçılığına Febüs
bir alana kurulmuş Samarra Camisi başta ol­ Efendi’nin atanm asından sonra da fotoğraf
mak üzere, M şatta Sarayı, özellikle de Ku­ stüdyosunu sattı.
düs’teki K ubbetü’s-Sahra ile Mescid-i Aksa Abdullah Biraderler 40 yıl boyunca İstan­
gibi büyük yapıtlar bıraktılar. Ülkenin birçok bul’daki insan tiplerini ve manzaraları sap­
yerine kervansaraylar yapıldı; demircilik, ba­ tayan fotoğraflar çekmişler, çeşitli siyasal ve
14 ABDULLAH CEVDET

toplumsal olayları, tarihsel ve kültürel değer­ 1889’da Tıbbiye’deki arkadaşlarıyla birlik­


leri, yapıları gösteren albümler hazırlamışlar­ te, II. Abdülham id’in baskıcı yönetimine
dır. A ynca, zamanın İngiltere kralı, Alman karşı gizli bir dernek kurdu. Sonradan Os-
im paratoru, Avusturya-M acaristan im parato­ manlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alan
ru gibi devlet adamları ile birçok tanınmış bu dernekteki çalışmaları yüzünden birkaç
kişinin fotoğraflarını çekerek günümüze ak­ kez tutuklandıysa da 1894’te Tıbbiye’yi bitire­
tarmışlardır. bildi. H aydarpaşa Hastanesi'nde göz hastalık­
ları asistanıyken geçici olarak görevlendi­
ABDULLAH CEVDET (1869-1932), II. Ab- rildiği D iyarbakır’da, İttihat ve Terakki Ce-
dülham id’e karşı siyasal etkinlikleriyle tanı­ miyeti’nin şubesini açtı. O rada tanıdığı Ziya
nan bir düşünür, siyaset adamı ve gazetecidir. G ökalp’i etkileyerek örgüte girmesini sağladı.
M alatya’da doğan Abdullah Cevdet, askeri Gene siyasal etkinliklerinden dolayı 1895’te
ortaokul ve liseyi bitirdikten sonra İstanbul’ tutuklanarak Trablusgarp’a sürülen Abdullah
da tıp öğrenimine başladı. O dönem de, mo­ Cevdet, oradan önce Tunus’a, sonra Avrupa"
dern biyolojinin ve batının yeni düşünce ya kaçtı. II. Abdülhamid yönetimine karşı
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi olan Jön T ürkler’e katılarak, Cenevre’de
arkadaşlarıyla birlikte Osmanlı gazetesini çı­
karmaya başladı. Örgütün yayın organı olan
bu gazetede Osmanlı halkını ayaklanmaya
çağıran yazılar yazdı. Bu yazılardan çekinen
Abdülhamid, Abdullah Cevdet’in mesleği dı­
şında yazı yazmaması koşuluyla Trablusgarp
ve Fizan’daki tutukluları serbest bırakacağını
bildirdi. Abdullah Cevdet bu anlaşmayı kabul
ettiği için 1899’da Viyana elçiliğinin doktorlu­
ğuna atandı, ama örgütün gazetesinde gizlice
yazmayı da sürdürdü.
Bir tartışma sırasında Osmanlı İm parator-
luğu’nun Viyana’daki elçisini tartakladığı için
1903’te A vusturya’dan sınır dışı edilince Ce­
nevre’ye geçti. Osmanlı İttihat ve İnkılap
Cem iyeti’ni kurarak gazeteyi yeniden çıkar­
maya başladı. Ayrıca bir basımevi kurdu,
İçtihad (Görüş) adıyla batı toplumlarını, kül­
türünü ve düşünce akımlarını tanıtmayı amaç­
layan bir dergi yayımladı. Osmanlı hüküm eti­
Düşünür, siyaset adamı ve gazeteci Abdullah Cevdet nin baskısıyla İsviçre’den de sınır dışı edilin­
(1869-1932).
ce, basımevini ve dergisini Kahire’ye taşıdı.
akımlarının izlenip tartışıldığı kurumların ba­ O radayken Reinhardt Dozy’den çevirip
şında Askeri Tıp Fakültesi gelirdi. Abdullah yayımladığı Tarih-i İslamiyet, peygamberin
Cevdet de öğrenciliği sırasında Alman tıp yaşamına dil uzattığı gerekçesiyle Osmanlı
doktoru ve düşünürü Ludvvig Büchner’in gö­ hükümetince yasaklandı ve Galata Köprü-
rüşlerinden etkilendi. Büchner’in Madde ve sü’nden atılarak yok edildi. Abdullah Cevdet
Kuvvet (Kraft und S toff; 1855) adlı kitabının bu dönemde demokrasiyi ve çalışanların hak­
bir bölümünü kendi ekleriyle birlikte Fizyolo- larını savunan Osmanlı D em okrat Fırkası’m
ciya-i Tefekkür (1892; “Düşünmenin Fizyolo­ (partisini) destekledi.
jisi”) adıyla yayımladı. Sonraki yıllarda da II. M eşrutiyet’in ilanından sonr(â 1910’da
m odern biyolojiyi temel alan görüşleri doğ­ İstanbul’a dönen Abdullah Cevdet İçtihad
rultusunda kitaplar yazmayı, çeviriler yapma­ dergisinin yayımını sürdürdü. Çok sayıda
yı sürdürdü. kitap yayımlayarak Kütüphane-i İçtihad dizi­
ABDÜLAZİZ 15

sini oluşturdu. Bu sırada dinsel konulardaki


eleştirel yazıları hüküm etin tepkisini çektiği
için dergisi sık sık .kapatıldı, am a Abdullah
Cevdet dergiyi değişik ve benzer adlarla
çıkarmayı sürdürdü. Sonunda İttihatçıların
baskısıyla 1914’te derginin yayımını durdur­
mak zorunda kaldı.
I. Dünya Savaşı’nı izleyen ateşkes döne­
minde İngiltere yanlısı bir tutum benimseyen
ve başlangıçta Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan
Abdullah Cevdet’in devlet görevi alması
Cumhuriyet yönetimince yasaklandı. Bu ne­
denle Abdullah Cevdet öm rünün geri kalan
yıllarını şiir kitaplarını ve dergisini yayımlaya­
rak geçirdi.
A bdullah Cevdet, batıda gelişen yeni bilim­
lerin Türkiye’de de tanınabilmesi için Arap
harfleri yerine, halkın kolayca öğrenebileceği
Latin harflerinin kullanılmasını savunmuştur.
Ayrıca işçi ve kadın haklarının savunucusu
olmuş, Osmanlı ülkesinde yaşayan çeşitli
halklara eşit olanaklar tanınması için uğraş­
mıştır. Buna karşılık zaman zaman, insan
zekâsını kafatası çevresinin ölçüsüne bağla­
yan bilimdışı görüşler de öne sürebilmiştir.
Tıp, felsefe, siyaset ve toplumbilim konula­ Ara Güler Arşivi

rında, bir bölümü çeviri olmak üzere 70’e Osmanlı Padişahı Abdülaziz (1830-1876)
yakın kitap yayımlayan Abdullah Cevdet’in
yapıtlarından bazıları şunlardır: Fen ve Felsefe nı ilan etti ve G irit’e özerklik tanındı.
(1906), Yaşamak Korkusu (1911), Beyin Fiz­ A bdülm ecid dönem inde başlayan yenilik
yolojisi ve Korunması (1917), İslam Dünyası­ hareketleri Abdülaziz dönem inde de sürdü­
na Tarihi ve Felsefi Bir Bakış (1922). rüldü. Bu dönem de yeni bir vilayet örgütlen­
mesine geçildi, kadılık örgütü daha sıkı dene­
ABDÜLAZİZ (1830-1876). 32. Osmanlı hü­ tim altına alındı. Bugünkü Danıştay ve Sayış­
kümdarı olan Abdülaziz, Padişah II. Mah- tay’ın öncüleri olan Şura-yı Devlet ve Divan-ı
m ud’un oğluydu. Ağabeyi A bdülm ecid’in dö­ M uhasebat kuruldu; donanm anın m odernleş­
neminde, şehzade olarak devlet işleriyle ilgi­ mesi için çalışıldı. Eğitim alanında da bazı
lenmesine izin verilmediği için av, güreş, cirit yenilikler yapıldı. Galatasaray Lisesi (Mek-
gibi sporlarla uğraştı. teb-i Sultani), gelecekte İstanbul Üniversite­
Abdülm ecid’in ölümü üzerine 1861’de tah­ s in e dönüşecek olan D arülfünun, çeşitli mes­
ta çıkan Abdülaziz’in önündeki en önemli lek okulları, ilk kız öğretm en okulu ve Darüş-
sorunlardan biri, dış borçlardan kaynaklanan şafaka bu dönem de öğrenime açıldı. Resimle
mali bunalımın aşılmasıydı. Am a onun hü­ de ilgilenen Abdülaziz, resim eğitimi için
kümdarlığı döneminde de bu sorun çözüleme­ A vrupa’ya öğrenciler gönderdi. Denizyolları
di; üstelik dış borçlar Abdülm ecid dönem in­ (Şirket-i Hayriye, İdare-i Aziziye), İstanbul
dekinin üç katını aştı. İkinci önemli sorun, Tramvay ve Tünel İşletmesi ve bankacılık
Osmanlı ülkesinde yaşayan değişik halkların kuruluşları Abdülaziz dönem inde çalışmaya
bağımsızlık hareketleriydi. Bu konuda da başladı.
etkili bir politika güdülemediği için Sırplar Abdülaziz de, ağabeyi Abdülmecid gibi, iç
Belgrad’ı işgal ettiler, Rom anya bağımsızlığı­ ve dış sorunlar karşısında sık sık sadrazam
16 ABDÜLHAMİD I

değiştirdi; 15 yıllık saltanatında 16 sadrazamla yatıştmldıysa da, daha önce Avusturya ile
çalıştı. Bunlar arasında en önemlileri Âli, anlaşmış olan Rusya 1783’te Kırım’ı toprakla-
Fuad ve M idhat paşalardır. Sadrazam Âli n n a kattı. Yeni bir savaşa girmek istemeyen
Paşa’nın 1871’de ölmesinden sonra Abdülaziz Osmanlılar önceleri bu durum karşısında ses­
dış politikada Çarlık Rusyası’yla yakınlaştı. siz kaldılar. A m a sonradan Prusya’nın, İngil­
Bu yakınlaşmaya tepki duyan A vrupa devlet­ tere’nin ve Sadrazam Koca Yusuf Paşa’nın
leri Osmanlı D evleti’nin içişlerine karışmaya ısrarıyla 1787’de R uslar’a savaş açıldı. R uslar’
başladılar. Balkan toplumlarının ayaklanması m yanında savaşa giren Avusturyalılar’a
bu bunalımı daha da artırdı. Bu koşullar karşı başarılar elde edildi, ama H otin ve Yaş,
altında, önde gelen devlet adamları ile kom u­ ardından da Özi Kalesi Ruslar’a geçti. Bu
tanların düzenlediği bir darbeyle Abdülaziz haberin saraya ulaşması üzerine felç geçiren
30 Mayıs 1876’da tahttan indirildi. 4 H aziran’ I. Abdülham id kısa bir süre sonra öldü.
da da öldü. Bazı tarihçiler Abdülaziz’in Siyasal ve askeri alanlarda başarısız olan
intihar ettiğini, bazıları ise öldürüldüğünü I. Abdülham id yenilikçi bir padişah olarak
ileri sürerler. tanınır. Küçük Kaynarca A ntlaşm asından
Abdülaziz, Osmanlı geleneklerini kırarak sonra giriştiği yenilik hareketlerinde, geniş
ülke dışına çıkan ve A vrupa başkentlerini yetkiler tanıdığı Sadrazam Halil Hamid Paşa’
ziyaret eden ilk padişahtır. III. Napolyon’un dan büyük destek ve yardım gördü.
çağrılısı olarak 1867’de, 2. Paris Uluslararası III. Mustafa döneminde yenilenen topçu
F u a n ’nı gezmek amacıyla Fransa’ya giden ocaklan I. Abdülham id döneminde geliştiril­
Abdülaziz bu ülkede bir süre kaldı. Sonra di, “Sürat Topçuları” adıyla yeni bir topçu
Kraliçe Victoria’nın çağrısı üzerine L ondra’ya sınıfı kuruldu. Çağdaş bir ordu kurmak am a­
geçti, dönüşünde de Avusturya’ya uğradı. Üç cıyla Fransa’dan uzmanlar getirildi. H er padi­
ay süren ve A vrupa’da yankı uyandıran bu şah değişikliğinde askere dağıtılan cülus bah­
gezisinden sonra, Fransa îm paratoriçesi Eu- şişi geleneği kaldırıldı. D aha önce açılan
genie ve Avusturya İm paratoru Franz Joseph H endesehane, M ühendishane-i Bahri-i Hü-
İstanbul’a geldiler. Abdülaziz, A vrupa’da m ayun’a (Deniz M ühendis Okulu) dönüştü­
gördüğü yaşamı örnek alarak Çırağan ve rüldü. İbrahim M üteferrika’nm basımevi de
Beylerbeyi sarayları ile Kâğıthane, Çekmece gene bu dönemde canlandırıldı.
ve İzmit kasırlarını yaptırdı.
ABDÜLHAMİD II (1842-1918). 34. Osmanlı
ABDÜLHAMİD I (1725-1789), Osmanlı İm ­ hüküm dan olan II. Abdülham id, A bdülm e­
paratorluğum un 27. hüküm dan ve III. Ah- cid’in oğluydu. Amcası Abdülaziz’in hüküm ­
m ed’in oğludur. 49 yaşında padişah oluncaya darlığının son yıllarında devlet borçlarının
kadar sarayda kapalı bir yaşam sürdü. 1774’te hızla artm ası, B alkanlar’daki bağımsızlık is­
ağabeyi III. M ustafa’nın ölümü üzerine tahta tekleri ve ayaklanmalar ülke içindeki bunalı­
çıktığında, altı yıldır sürm ekte olan Osmanlı- mı artırmıştı. Bu nedenle M idhat Paşa (bak.
Rus Savaşı sonuçlanmak üzereydi. Osmanlı MİDHAT P a ş a ) önderliğindeki devlet adamları
Devleti banş için ağır koşullan kabullenmek 1876’da Abdülaziz’i devirerek V. M urad’ı
zorunda kaldı ve 1774’te imzalanan Küçük başa geçirdiler. Am a yeni padişahın hasta
Kaynarca Antlaşm ası’yla K ınm ’ın bağımsızlı­ olduğu anlaşılınca, birkaç ay sonra A bdülha­
ğını tanıdı. A ynca Rusya’nın Karadeniz’de mid tahta çıkanldı, M idhat Paşa da sadrazam
donanm a bulundurmasını ve Osmanlı toprak- oldu.
lannda O rtodoks dinine bağlı halkın koruyu­ A bdülham id, M idhat Paşa’ya verdiği sözü
culuğunu üstlenmesini kabul etti. tutarak 23 Aralık 1876’da Osm anlılar’ın ilk
Am a bu antlaşmanın bazı m addeleri Rusya anayasası olan Kanun-ı Esasi’yi ilan etti. 115
ile Osmanlı İm paratorluğu arasında sorun milletvekilinden ve 25 Âyan Meclisi üyesin­
yaratıyordu. Ruslar’m Şahin G iray’ı Kırım den oluşan ilk meclis 20 M art 1877’de açıldı.
hanı yapm alanyla yeni bir bunalım başladı. Böylece, padişah ile meclisin ülkeyi birlikte
Bu bunalım 1779’da Fransa’nın aracılığıyla yönetmesi ilkesine dayanan I. M eşrutiyet
ABDÜLHAMİD II 17

Rusya ile barış isteyen Abdülham id 3 M art


1878’de Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’
m imzalamak zorunda kaldı. Ö bür A vrupa
devletleri barış koşullarının ortaklaşa belir­
lenmesini isteyince, Temmuz 1878’de Berlin
Kongresi düzenlendi. Bu kongrede Rusya’nın
toprak kazanımları sınırlandırıldı, ama Avus-
turya-M acaristan İm paratorluğu’nun Bosna-
H ersek’i işgali onaylandı. Kongreden bir ay
önce de İngiltere Kıbrıs’ı işgal etmişti.
Berlin Kongresi’nden sonra, A bdülham id’
in 30 yıl sürecek baskıcı yönetimi başladı.
Bu dönem de Osmanlı toprakları da giderek
küçülüyordu. Fransızlar 1881’de Tunus’u, İn-
gilizler 1882’de M ısır’ı işgal ettiler. G ene bu
dönem de Doğu Rumeli, Bosna-Hersek, Girit
ve Bulgaristan Osmanlı İm paratorluğu’ndan
koptu.
T ahta çıktığında çok büyük dış borçlarla
karşı karşıya kalan A bdülham id, bu borçların
Topkapı Sarayı Müzesi ödenmesi için Düyun-ı Umumiye (Genel
Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid’in yağlıboya bir
Borçlar) adlı kuruluşun oluşturulm asına izin
portresi. Ressamı bilinmeyen bu tablo, 1930’dan bu verdi. Alacaklı devletler bu kuruluş aracılığıy­
yana Topkapı Sarayı Müzesi’ndedir. la devlet gelirlerinin önemli bir bölümüne el
koydukları gibi ülkenin içişlerindeki etkileri­
dönemi başladı. Anayasayla temel haklar ni de giderek artırdılar. Abdülham id bu
güvence altına alınmış, ama egemenliğin kay­ olumsuz koşullar ve im paratorluğun dağılma
nağı olarak gene padişah gösterilmişti. Ayrıca tehlikesi karşısında Müslüman halkın desteği­
padişaha istediği kişileri sürgüne gönderme ni sağlamaya çalıştı. Bunun için tarikatlardan
yetkisi tanınmıştı. Abdülham id, daha meclis da yararlandı.
toplanm adan, bu yetkisine dayanarak M idhat Abdülham id döneminde uygulanan koyu
Paşa’yı sürgüne yolladı. Sadrazamlığı ancak sansüre karşın gazete, dergi ve kitap sayısında
49 gün süren M idhat Paşa, önce Abdülaziz’in büyük artış oldu. Yeni yöntem lerle eğitim
ölümüyle ilgili görülerek yargılandı, sonra da veren okullar açıldı; ama yönetimin en güçlü
sürgün gittiği Taif’te boğduruldu. karşıtlan gene bu okullardan yetişti. V. Mu-
Yeni meclisin toplanmasından bir ay sonra rad ’ı yeniden tahta çıkarmak için girişilen Ali
başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nda yenilgiler Suavi Olayı’nın ardından, Abdülham id m e­
birbirini izledi. Rus kuvvetleri doğuda A rd a­ m ur ve subaylara karşı tutum unu daha da
han, Kars ve Erzurum ’a, batıda da önce sertleştirdi. Geniş bir hafiye örgütü kuruldu
Edirne, daha sonra İstanbul’daki Yeşilköy’e ve yönetime karşı olanlann bir bölümü uzak
kadar ilerlediler. Milletvekilleri savaşın iyi yerlere sürülürken, bir bölümü de A vrupa’ya
yönetilmemesinden A bdülham id’i sorumlu kaçmak zorunda kaldı.
tutuyorlardı. Eleştirilerden rahatsız olan A b­ A bdülham id yönetimine karşı çıkmak üze­
dülhamid Haziran 1877’de meclisi dağıttı. re 1889’da kurulan İttihat ve Terakki Cemiye-
Ocak 1878’de toplanan yeni mecliste de hükü­ ti’nin üyeleri, bu baskıcı yönetime son ver­
metin ve padişahın yönetim biçimi eleştirilin­ m ek için yayınlarını yurtdışında da sürdürdü­
ce, II. Abdülham id meclisi yeniden dağıttı. ler. 1908’de yurtiçindeki, özellikle subaylar
Anayasayı yürürlükten kaldırarak I. M eşruti­ arasındaki İttihat ve Terakki yandaşlarının
yet dönemine son verdi ve ülke yönetimini sayısı iyice artmıştı. Bu subaylardan bir bölü­
tek başına üstlendi. mü M anastır ve Selanik kentlerinde ayaklan­
18 ABDÜLMECİD

dılar. Ayaklanmanın yayılmasından kaygıla­ rine 1839’da 31. Osmanlı hüküm darı olarak
nan Abdülham id 24 Temmuz 1908’de anaya­ tahta çıktı. Tahta çıkışından hemen önce
sayı yeniden yürürlüğe koydu. Geçici bir Mısır Valisi Kavalalı M ehmed Ali Paşa
özgürlük döneminin ardından, 1909’da İttihat Osmanlı ordusunu Nizip’te yenmiş, Osmanlı
ve Terakki karşıtlarının kışkırtmaları 31 M art donanması da Kaptan-ı Derya (deniz kuvvet­
Olayı’na yol açtı. A şın dinci çevrelerin önder­ leri kom utanı) Ahm ed Fevzi Paşa tarafından
liğinde başlayan bu ayaklanmayı, H areket Mısır’a kaçırılmıştı. Böyle bir ortam da halkın
Ordusu adıyla Selanik’ten İstanbul’a gönderi­ ve batılı devletlerin desteğini kazanmak iste­
len askeri birlikler bastırdı. yen Abdülm ecid, başta Mustafa Reşid Paşa
Yeşilköy’de toplanan yeni meclis, 31 M art olmak üzere bir grup devlet adamının isteğiy­
ayaklanmasını kışkırttığı gerekçesiyle Abdül- le 3 Kasım 1839’da Tanzimat Ferm am ’m ilan
ham id’i tahttan indirerek yerine V. M ehmed etti (bak. TANZİMAT). Gülhane Hatt-ı H üm a­
R eşad’ı geçirdi. Bir süre Selanik’te tutulan ve yunu olarak da bilinen bu fermanla Osmanlı
Balkan Savaşı’nda Selanik’in elden çıkması uyruğundaki her ırk ve dinden insana eşit
üzerine 1912’de İstanbul’a getirilen II. A bdül­ haklar, can ve mal güvenliği ile eşit mali
hamid I. Dünya Savaşı’nın sonlarında Bey­ yükümlülükler getirildiği, bu konuların çıka­
lerbeyi Sarayı’nda öldü. rılacak yasalarla güvenceye bağlanacağı ilan
edildi.
ABDÜLMECİD (1823-1861). II. M ahm ud’un Öncelikle dış sorunların çözümüne eğilen
oğlu olan Abdülm ecid, babasının ölümü üze- Abdülm ecid, Suriye’yi geri vermesi koşuluyla
Ara Güler Arşivi Kavalalı M ehmed Ali Paşa’yı babadan oğula
geçmek üzere valilikte bıraktı. 1841’de imza­
lanan Londra Antlaşm ası’yla da beş' büyük
Avrupa devletine Osmanlı İm paratorluğu’
nun İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerin­
deki egemenliğini kabul ettirerek, yabancı
savaş gemilerinin boğazlardan geçemeyeceği­
ni bildirdi.
Bu dış sorunların yanı sıra Osmanlı Devle­
ti giderek büyüyen ekonomik bir bunalıma
girmişti. Devletin giderleri gelirlerinin çok
üstünde olduğu için sürekli kâğıt para bası­
lıyor, bu da paranın değer kaybetm esine yol
açıyordu. Abdülmecid çözüm olarak harca­
m alarda kısıntı yapılmasını isteyince maaşlar
indirildi, yüksek gelirlilerden alman vergiler
artırıldı.
Osmanlı Devleti ekonomik sorunlarını çöz­
meye uğraşırken, Eflâk ve Boğdan’da baş­
layan ayaklanmalar üzerine Rusya, Küçük
Kaynarca Antlaşm ası’yla elde ettiği haklara
dayanarak yeni isteklerde bulundu. Bu istek­
leri kabul edilmeyince de Eflâk ve Boğdan’ı
işgal etti. Kara savaşlarında Ruslar’ı yenen
Osmanlılar aynı başarıyı denizlerde göstere­
medi ve Osmanlı donanması Sinop’ta Ruslar
tarafından yakıldı. Rusya’nın özellikle deniz­
lerde güçlü olduğunu görerek boğazları ele
Abdülmecid, Tanzimat Fermanı’nı ilan eden Osmanlı geçirmesinden korkan Fransa ve İngiltere
padişahıdır. Osm anlılar’ın yanında savaşa girdi. Savaş
ABDÜLMECİD EFENDİ 19

Kırım’a kaydırıldı ve Sivastopol’ü yitiren açıldı. A ynca Encümen-i Daniş (Bilimler


Rusya barış istedi. Akadem isi) kuruldu. İlk ceza yasası hazırlan­
Kırım Savaşı’nın başlamasıyla mali durum dı; ticaret meclisleri ve karm a ticaret m ahke­
daha da bozulmuştu. Osmanlı Devleti ilk dış m eleri kuruldu. Askerlik hizmetinin yaşam
borcunu 1854’te, savaşta kendisini destekle­ boyu değil süreli olması da gene Abdülmecid
miş olan Fransa ve İngiltere’den aldı. Borçla­ dönem inde yasalaştırıldı.
ra güvence olarak da M ısır’dan alman yıllık
vergi ile gümrük gelirleri gösterildi. ABDÜLMECİD EFENDİ (1868-1944) son Os-
1856’da, Kırım Savaşı’na katılan batılı dev­ manlı halifesidir. Babası Sultan Abdülaziz
letlerin isteklerine uyarak, Hıristiyanlar’ın öldüğünde sekiz yaşındaydı. I. Ahm ed döne­
vergi ve askerlik yükümlülüklerini hafifleten minde yerleşmiş bir gelenekle boşalan tahta
Islahat Fermanı ilan edildi. Bu arada, Tanzi­ hanedanın en büyük erkeği geçtiği için, baba­
mat ve Islahat ferm anlarına dayanarak çıkarı­ sı ölünce Abdülm ecid padişah olamadı. A m ­
lan yeni yasalar toplum un bazı kesimlerinde cası Abdülm ecid’in kendinden yaşça büyük
tepkilere yol açtı. Cidde Ayaklanması, Kuleli oğulları sırayla tahta çıktılar. 1918’de VI.
Vakası gibi olaylar baş gösterdi. Suriye, M ehmed Vahdeddin padişah olunca, en bü­
Eflâk, Boğdan ve K aradağ’da yeni karışıklık­ yük şehzade durum undaki Abdülmecid de
lar çıktı. Bunalımların devleti gittikçe sarstığı veliaht oldu.
bir dönem de Abdülmecid öldü. O yıllarda A nadolu’da Kurtuluş Savaşı
Babası II. M ahm ud’un yenilikçi tutum unu gelişmekte ve yeni Türkiye’nin kuruluşu ör-
sürdüren Abdülmecid eğitime özel bir önem gütlenmekteydi. Kurtuluş Savaşı’nı yürüten
verdi. Rüştiye (ortaokul) ve idadiler (lise), yurtseverler, I. Dünya Savaşı’mn galipleriyle
ebe okulu, Darülmuallimin (öğretmen oku­ uzlaşan padişahı ve İstanbul hüküm etini tanı­
lu), Z iraat (tarım ) M ektebi, kız rüştiyeleri, m ayarak A nkara’da Büyük Millet Meclisi’ni
Orm an ve M aâdin (madenler) M ektebi, M ül­ kurdular. Yeni Türkiye’nin yönetimini üstle­
kiye, Telgraf M ektebi gibi eğitim kurum lan nen bu meclis, 1 Kasım 1922’de çıkardığı bir

Nadide Türegün
Koleksiyonu

Halife Abdülm ecid


Efendi, yağlıboya
tablolarında doğayı insan
ve hayvan figürleriyle
birlikte resim lem iştir.
20 ABLUKA

yasayla saltanat ile halifeliği birbirinden ayır­ Bu ülkeler de malzemeleri demiryoluyla A l­


dı ve saltanata son verdi. Bu yasayla Vahded- m anya’ya aktardı. Böylece abluka tam anla­
din’in padişahlığı sona eriyor, Abdülmecid de mıyla başarıya ulaşamadı. Bunun üzerine
veliahtlık sıfatını yitiriyordu. Meclis halifeli­ İngiltere, yükün gerçekten Danim arka ya da
ğin yalnızca dinsel bir unvan olduğunu belirtti H ollanda’ya gönderilip gönderilmediğini an­
ve Vahdeddin gibi Kurtuluş Savaşı’na karşı lamak için tarafsız gemileri arayacağını açık­
çıkmamış olan Abdülm ecid’i 18 Kasım ladı. Buna karşılık Almanya da Britanya
1922’de halife atadı. 29 Ekim 1923’te Cumhu- adalarını ablukaya almak için denizaltı kul­
riyet’i ilan eden Büyük Millet Meclisi, 3 M art lanmaya başladı.
1924’te de halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı Günüm üzde abluka uygulamak ya da ablu­
hanedanının Türkiye dışına çıkarılması kara­ kayı yarmak için hem denizaltılar, hem uçak­
rım aldı. Laikliğe geçiş sürecinin bir parçası lar kullanılmaktadır. 1948’de SSCB Batı B er­
olan bu karar uyarınca, Abdülm ecid Efendi 5 lin’e abluka koyunca, A BD ve İngiltere yak­
M art 1924’te İstanbul’dan ayrılarak A vrupa’ laşık bir yıl boyunca kenti dışardan hava-
ya gitti ve 23 Ağustos 1944’te Paris’te öldü. yoluyla beslediler. Üretilen sanayi ürünlerini
Güzel sanatlarla, özellikle resimle ilgilenen de gene havayoluyla kent dışına taşıdılar.
Abdülm ecid Efendi çağdaşlan gibi manzara 1962’de A B D , SSCB’den füze almasını
resimleri değil insanı konu alan tablolar yaptı. engellemek için K üba’yı ablukaya aldı. Hava
H arem ’de Beethoven, Saray’da Goethe ya da saldırısı tehdidiyle desteklenen abluka başarı­
Saraylı Hanım ve A bdülhak Hamid, Halil lı oldu ve K üba’daki füze üsleri söküldü.
Edhem, Recaizade M ahm ud portreleri en
ünlü tablolarından bazılarıdır. ABU DABİ bak. B irle ş ik A ra p E m ir lİ k le r î.

ABLUKA, bir düşman ülkenin kıyılarına ge­ ABU SİMBEL, yaklaşık 3 .000 yıl önce Mısır
milerin yanaşmasını engelleyerek, o ülkeye Firavunu II. Ramses için yapılan iki tapınağın
gerekli besin maddelerinin ve her çeşit yardı­ bulunduğu yerdir. Güneş tanrısı A m on-R a’ya
mın kesilmesini amaçlayan eski bir savaş adanan ana tapm ak, Nil Irm ağı’nın batı yaka­
yöntemidir. Bir ablukanın başarılı olabilmesi sındaki kumtaşı kayalarını 56 m etre oyarak
için, abluka uygulayan ülkenin düşmanından gerçekleştirilmiştir. Girişin iki yanındaki ka-
daha güçlü bir donanm aya sahip olması ge­ Barnaby’s

rekir.
Uluslararası yasalara göre, abluka koyan
ülke bu kararını bütün ülkelere duyurmak
zorundadır. Ö bür uluslar da, savaşa girmemiş
olsalar bile yasal bir ablukayı kabul etm ek ve
bu karara uymakla yüküm lüdürler. Özel izni
olmadan ablukayı yarmaya çalışan gemiler
abluka kırıcı olarak kabul edilir; yakalanan
gemiye ve yüküne el konur. Bir ülke, yeterli
güç ve kaynaklara sahip olmadığı için abluka­
yı uygulayamaz, yalnızca duyurmakla yetinir­
se o abluka yasal sayılmaz. Tarafsız devletle­
rin uymak zorunda olmadıkları bu ablukaya
“kâğıt üstünde abluka” denir.
I. Dünya Savaşı’nda İngiltere, A lm anya’ya
besin ve savaş malzemelerinin girişini engelle­
mek için Almanya kıyılarına abluka koymuş­
tu. Am a savaşa katılmayan ülkeler malzeme­
3.000 yıllık Abu Simbel, Assuan Barajı'nın yapımı
leri A lm anya’nın tarafsız kom şularına, özel­ nedeniyle daha yüksek bir yerde yeniden
likle D anim arka ve H ollanda’ya gönderdiler. kurulmuştur.
ACHEBE 21

yaların yüzüne, Ram ses’in oturur durum da ve İngiliz gezgin bu yolculuğu “kanolar sık sık
yirmişer m etre boyunda, ikişerden dört tane ters döner ve beyefendiler iyice ıslanırlardı”
dev heykeli oyulmuştur. Yakınındaki biraz diye anlatır.
daha küçük tapm ak ise karısı N efertari’nin- A ccra’nın 27 km doğusundaki Tem a, yapay
dir. Bunun yüzünde de dördü firavunun, ikisi derin su limanıyla bugün G ana’nın en büyük
kraliçenin olmak üzere her biri onar m etre yük ve yolcu limanıdır. Demiryolu ve karayo-
boyunda altı heykel bulunur. Büyük tapm ak, luyla da A ccra’ya bağlıdır.
sabah güneşinin ışınları yılın belli günlerinde Accra başlangıçta küçük bir balıkçı köyüy­
doğrudan anıtın ortasındaki güneş tanrısının dü. 17. yüzyılda AvrupalIlar burada ticaret
üzerine düşecek biçimde planlanmıştır. merkezleri kurdular. Bugün G ana devlet baş-
İÖ 1250 yıllarında, Yeni Krallık döneminin kanının evi olan Osu Şatosu Danimarkalı-
19. sülalesi zamanında yapılmış olan bu tapı­ lar’ca yapıldı. 1877’de, İngiltere’nin sömürge­
naklar 1813’te bulundu. 1960’larda Assuan si olan Altın Kıyısı’nın başkenti olan A ccra,
Barajı yapılırken, baraj gölünün suları altında sömürgenin 1957’de G ana adıyla bağımsızlığı­
kaybolma tehlikesi doğdu. Uluslararası bir nı kazanm asından sonra yeni ve çağdaş yapı­
kurtarm a girişimiyle, tapınağın taşları büyük larla donandı. Bugünkü Accra çağdaş ve
bloklar halinde daha yüksek bir yere taşındı geleneksel A frika’nın bir karışımıdır. Kentte
ve tapm aklar yeniden kuruldu. G ana’nın ulusal müzesi ve üniversitesi, üç
katedral, ülkenin başlıca hüküm et yapılan,
ACCRA, bir Afrika ülkesi olan G ana’nın güzel bir hastane ve uluslararası havalimanı
başkentidir. Gine Körfezi’nde, dalgaların sü- vardır. Bağımsızlık A nıtı’nın bulunduğu Si­
ZEFA yah Yıldız M eydam ’nda geçit törenleri düzen­
lenir.
A ccra’nın nüfusu 859.640’tır (1984).

ACHEBE, Chinua (doğumu 1930). N ijer­


ya’daki İbo kabilesinden olan A chebe, İngi­
lizce yazan Siyah Afrikalı rom ancılann en
ünlülerindendir. İbadan Üniversitesi’nde İn­
gilizce, tarih ve dinsel araştırm alar öğrenimi
gördü. 1953’ten başlayarak Nijerya radyosun­
da çeşitli görevler aldı. Doğu ve O rta Afrika,
A B D , Brezilya ve İngiltere’yi gezerek edebi­
yat konusunda incelemeler yaptı. Ülkesine
dönünce, Nijerya Üniversitesi’nde önce araş­
tırma görevlisi, 1973’te de İngiliz dili profesö­
rü oldu. Ayrıca 1970’ten başlayarak ülkesin­
deki iki büyük yayınevinin yöneticiliğini üst­
lendi.
Achebe, T ürkçe’ye de çevrilen ilk romanı
Ruhum Yeniden Doğacak’’ta ( Things Fail
Apart; 1958), sömürgeci beyazların gelmeye
başladıkları dönem de ülkesindeki geleneksel
Gana’nın başkenti ve en işlek limanı olan Accra’da kabile yaşamını anlatır. Rom anın kahram anı
ulaşım büyük önem taşır.
yeni düzeni bir türlü benimseyemez; oysa eski
rekli dövdüğü bir kumsalın arkasındaki ya­ düzen de artık yok olmuştur. Yayımlanışın-
maçta birkaç kilometre boyunca uzanır. Eski­ dan kısa bir süre sonra çeşitli dillere çevrilen
den denizyoluyla gelen yük ve yolcular, dal­ bu roman A chebe’nin dünyaca tanınmasını
gaların üstünden kayan kanolarla Accra’ya sağladı. İkinci romanı No Longer at Ease'de
taşınırdı. 18. yüzyılda Accra’ya giden bir (1960; “Artık Huzur Y ok”) ise, İngiltere’de
22 AÇALYA

öğrenim görerek ülkesine dönen ve yeni işe türden A vrupa’ya özgü birçok açalya çeşidi
atanan bir devlet m em urunun, bu görevinin geliştirilmiştir. Bunlardan biri bugün Belçi­
getirdiği yükümlülükler ve sağladığı çıkarlar ka’nın ulusal çiçeğidir.
karşısında çelişkiye düşmesi, inandığı değer­
leri koruyamaması işlenir. Sonraki romanları AÇIKTOHUMLULAR. D ört yüz milyon yıl
Arrow o f God (1964; “Tanrının O ku”) ile A önce yeryüzünde bitki olarak yalnızca yosun­
Man o f People (1966; “Halk A dam ı”), gele­ lar, eğreltiotları, kibritotları, ciğeryosunları
neksel toplum un A vrupalIlara özgü değer ve atkuyrukları vardı. Bunlar oldukça ilkel
yargılarıyla karşılaşmasından doğan çelişki ve bitkilerdi ve yalnız su kıyılarında yaşayabi­
güçlükleri yansıtır. liyorlardı. Çünkü, yumurta hücrelerini dölle­
Rom anlarının yanı sıra öykü, deneme ve yerek bitkinin üremesini sağlayacak olan
şiir türünde de yapıtlar veren Achebe çağdaş sperm a hücreleri ancak suda yüzerek yum urta
Afrika edebiyatının başlıca temsilcilerinden hücrelerine ulaşabiliyordu (bak. Ü R EM E).
biri sayılır. {Ayrıca bak. AFRİKA EDEBİYATI.) Yaklaşık 370 milyon yıl önce bitkiler dün­
yasında bazı değişiklikler olmaya başladı.
AÇALYA. Fundagiller familyasının ormangü- Eğreltiotlarının bir bölümü yavaş yavaş evrim
lü (Rhododendron) cinsinden bazı bitki türle­ geçirerek, spermaların su olmaksızın da yu­
rine açalya adı verilir. A nayurdu Kuzey A m e­ m urta hücrelerine ulaşabileceği yeni bitkilere
rika ile Asya’nın tepelik bölgeleri olan bu dönüştü. Bu bitkilerin sperma hücreleri artık
çok ince ve su geçirmez bir kılıfla sarılmıştı.
Çiçektozu (polen) denen bu küçük tanecikler
havada da uçabiliyor, böylece rüzgârlarla
taşınarak yum urta hücrelerini dölleyebili­
yordu.
Bugün “açıktohum lular” olarak bilinen bu
yeni bitkilerdeki tek gelişme, çiçektozu tane­
ciklerinin oluşması değildi. Bu bitkiler, döl­
lenmiş yum urta hücrelerinin gelişmesiyle olu­
şan yavru bitkileri ya da embriyoları da bir
tohum un içinde saklıyordu. Bu tohum hem
embriyoyu koruyor, hem de yeni canlının
yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan be­
sinleri depoluyordu.
Açıktohum lu bitkiler bu iki gelişmenin
sağladığı ayrıcalıkla çok üstün durum a geldi­
bitkilerin çoğu orm anlarda, kayalık akarsu ler ve milyonlarca yıl yeryüzünün egemen
kıyılarında, bataklık ve gölgeli yerlerde yeti­ bitki örtüsünü oluşturdular. Bugün, yaşam
şir. Açalyalar da tıpkı ormangülleri gibi çürü­ savaşında daha ayrıcalıklı durum da olan ka-
müş bitki artıklarınca zengin toprakları sever, palıtohum lular (çiçekli bitkiler) karşısında
kireçli topraklardan hoşlanmaz (bak. ORMAN- sayıca azalmış olmakla birlikte, yeryüzünün
GÜLÜ). Bahar ya da yaz aylarında bu küçük gene de büyük bir bölümünü açıktohumlu
çalıların üstü pem be, altın sarısı, ateş kırmızı­ bitkiler kaplar.
sı ve portakal renginin bütün tonlarında, Yaşayan açıktohumlular arasında en kala­
bazen de beyaz renkte çiçek kümeleriyle balık grup, çam, ardıç, köknar, servi, ladin
bezenir. Türlerden çoğunda çiçeklerin tatlı, gibi iğneyapraklılardır (bak. İĞNEYAPRAKLI-
baygın bir kokusu vardır. LAR). Tohumları kozalaklarda 'geliştiği için
Japonlar, gizli tuttukları bir yöntemle 1.000 kozalaklılar da denilen bu kalabalık grubun
yıldır saksıda cüce açalyalar yetiştirirler. dışında açıktohumluların başlıca temsilcileri
“H int” açalyası 1680’de HollandalIlar aracılı­ porsukağacı, mabetağacı ve tum boa yerel
ğıyla Çin’den A vrupa’ya götürülmüş ve bu adıyla tanınan bir çöl bitkisidir (bak. M a b e t -
ADA 23

şılamayacak kadar belirsizdir. Ayrıca bu bit­


kilerin gövde odunu mikroskopla incelendi­
ğinde, kapalıtohum lularınkinden daha deği­
şik bir yapısı olduğu görülür.

ADA. D ört yanı suyla çevrili olan büyük ya da


küçük bütün kara parçaları birer adadır. Bu
tanım gereğince, birbirine bağlı olan Asya,
Afrika ve Avrupa kıtalarının bütünü dünya­
nın en büyük adası sayılır. Kuzey ve Güney
A m erika kıtaları da dünyanın ikinci büyük
adasını oluşturur. Bununla birlikte ada dendi­
ği zaman genellikle kıtalardan daha küçük
kara parçalan akla gelir. Bunların en büyüğü
ise G rönland A dası’dır.
A dalar, anakaraların kopmuş parçaları
olan kıta adaları ve açık denizlerde yer alan
NHPA/Anthony Bannisıer
okyanus adaları olmak üzere ikiye ayrılır.
Tumboa (Welwitschia), çöllük bölgelerde yetişen Kıta adaları, toprak düzeyinin alçalması ya da
açıktohumlu bir bitkidir. Bu bitkinin parlak kırmızı deniz düzeyinin yükselmesiyle anakaradan
renkli kozalaklarında erkek ve dişi çiçekler bir arada ayrılan, kıyıya yakın adalardır. Örneğin, bu­
bulunur.
günkü Büyük Britanya Adası bir zamanlar
AĞACI; Porsukağaci) . Birçok ülkede park ve Avrupa kıtasına bitişikti. D aha sonra yerka­
bahçelerde yetiştirilen m abetağacı, yelpaze buğunun çökmesiyle Kuzey Denizi ile Manş
biçimindeki yapraklarıyla ilginç bir ağaçtır. Denizi birleşti ve sularla anakaradan aynlan
A frika’nın güneyindeki Nam ibia’nın çöllük Büyük Britanya bir ada oldu. Eskiden A na­
bölgelerinde yetişen tum boa kalın kökünü dolu’ya bitişik olan Kıbrıs ve Ege Adaları da
çöl kumlarının derinliklerine doğru salar; gene yerkabuğunun çökmesiyle oluşmuş kıta
şerit biçimindeki iki uzun yaprak da kumların adalarıdır. Eğer çöken kara parçası dağlıksa
yüzeyinden fışkırır. Hiç durmaksızın büyüyen vadiler sularla kaplanır ve dağların yamaçları
bu yapraklar zamanla kıvrılarak, kumların yarım ada ve adalara dönüşür. İskoçya ve
üstünde dev boyutlu tahta talaşlarını andıran K anada’nın batı kıyılanndaki birçok ada böy­
uzun ve sarmal biçimler oluşturur. le oluşmuştur. Doğal olarak, karalann yakı­
Açıktohum luların bu değişik örnekleri dış nındaki adalar ayrılmış oldukları anakaraya
göçünümleriyle birbirine hiç benzemezse de, çok benzer.
hepsinin ortak özelliği çiçektozları ve tohum ­ Okyanus adaları, kıtaların açığında, ok­
lar aracılığıyla ürem eleridir. Bu tem el özellik­ yanusların derinliklerinden yükselir. Atlas
leriyle eğreltiotları gibi daha ilkel bitkilerden O kyanusu’ndaki Ascension ve St. H elena
ayrılan açıktohumlular, çeşitli özellikleriyle adaları ile Büyük O kyanus’un güneyindeki
de kapalıtohum lulardan ayrılır. Tohum lu bit­ sayısız ada bu tür adalara örnektir. Okyanus
kilerin bu iki büyük grubunu ayıran temel adalannda genellikle anakaralardaki bitki ve
fark, adlarından da anlaşılacağı gibi tohum un hayvan türlerinin pek azı bulunur. K ara
konum udur. Açıktohum lularda genellikle ko­ hayvanlarının kolayca ulaşamadığı bu adalar­
zalak pullarının yüzeyinde, üstü açık olarak da daha çok kuş ve böcek gibi kanatlı
bulunan tohum lar öbür grupta bütünüyle hayvanlar egemendir. Bitki örtüsünü ise,
meyvenin içinde saklıdır (bak. TOHUM). İlk kuşların ya da okyanus akıntılarının taşıdığı
bakışta göze çarpan belirgin farklardan biri de tohum larla gelişen bitkiler (örnek olarak bak.
çiçek yapısıdır. Kapalıtohum lularda taç ve HİNDİSTANCEVİZİ) oluşturur. Okyanus adaları­
çanakyapraklarıyla kolayca ayırt edilen çiçek­ nın çoğu, okyanus tabanından yükselerek
ler, açıktohum lularda çiçek olduğu bile anla- deniz yüzeyinin üstüne çıkan yüksek sıradağ-
24 ADAÇAYI

den alınmıştır. Bu bitkilerden çoğunun keskin


D ünyanın En B üyük Adaları
kokusu yapraklarındaki uçucu yağlardan kay­
Yüzölçümü naklanır. Büyük olasılıkla yaprak yiyen bö­
Adı (A it Olduğu Ülke)
(km 2)
ceklere karşı bir savunma aracı olan bu
Grönland/Dan/mar/ca 2.175.600 kimyasal m addeler, adaçayı türlerine insanlar
Yeni Gine/Papua-Yeni Gine- 777.000
Endonezya için yararlı özellikler kazandırmıştır.
Borneo/Endonezya-Malezya-Brunei 734.000 A nayurdu Güney Avrupa olan ve çay gibi
Madagaskar (bağımsız devlet) 587.041 içilen tıbbi adaçayı (Salvia officinalis) sıcak,
Baffin/ZCanada 507.451
Sumatra/Endonezya 434.000 kuru ve taşlık tepelerde kendiliğinden yetişir.
Honşu/Japonya 230.989 Bu kısa boylu otsu bitkinin boz yeşil renkli ve
Victoria/Kanada 217.290
Büyük Britanya//ngf//fere 216.777 tüylü yapraklarının kendine özgü çok keskin
Ellesmere/Kanada 196.236 ve acı bir kokusu vardır. M orumsu pembe
Selebes/Endonezya 179.000 çiçeklerin açmasından hemen önce toplanıp
Güney Adası/Yen/ Zelanda 151.971
Cava/Endonezya 126.900 kurutulan adaçayı yapraklarıyla hazırlanan
Kuzey Adası/Yen/ Zelanda 114.489 çay uyarıcı, rahatlatıcı ve sindirimi kolaylaştı­
Newfoundland//Canada 108.860
Küba (bağımsız devlet) 105.007 rıcı etki yapar; gargara olarak kullanıldığında
Luzon/Filipinler 104.688 da mikrop öldürücü özellikleriyle ağız ve
İzlanda (bağımsız devlet) 103.000 boğaz hastalıklarına iyi gelir. Türkiye’de yeti­
Mindanao/Filipinler 94.630
\r\anöa/İrlanda-ingiltere 84.406 şen ve dağelması ya da acıelma otu adlarıyla
da bilinen A nadolu adaçayının (Salvia trilo-
ba) yapraklarından hem çay hazırlanır, hem
T ü rk iy e 'n in Başlıca A daları
de “elma yağı” denen uçucu bir yağ elde
Yüzölçümü
Adı (Bağlı Olduğu İl)
(km 2)
Gökçeada (İmroz)/Çanakkale 279,2
Marmara Adası/Balıkesir 117,1
Bozcaada/Çanakkale 36,0
Uzunada/İzmir 25,3
Alibey Adası (Cunda)/Balıkesir 23,3
Paşalimanı Adası/Balıkesir 21,3
Avşa Adası/Balıkesir 20,6

ların doruklarıdır. Bazıları ise denizin al­


tındaki yanardağların püskürttüğü lavların
birikmesiyle ya da sıcak denizlerde yaşayan
ve m ercan denen küçük deniz canlılarının
iskeletlerinin kümeleşmesiyle oluşmuştur
(bak. M ercanada).

ADAÇAYI dendiğinde hemen herkesin aklı­


na, yaprakları sıcak suda bir süre bekletilerek
çay gibi içilen bir bitki gelir. Oysa adaçayı,
Bir adaçayı türü olan ateşçiçeği, adını alev rengi
bilimsel adı Salvia olan ve dünyada 500’ü çiçeklerinden alır.
aşkın türü yetişen kalabalık bir cinsin üyele­
rinden birçoğunun ortak adıdır. Ilıman bölge­ edilir. Elma yağı, koku vermek için sabun ve
leri ve taşlık yerleri seven bu bitkilerin 80 şekerlere katılan hoş kokulu bir m addedir.
kadar türü Türkiye’nin her yerinde, özellikle Gelincik kırmızısı çiçek başaklarıyla yazın
Akdeniz Bölgesi’nin dağlık yamaçlarında ve park ve bahçelerde güzel öbekler oluşturan
orman diplerinde yetişir. Çok eski çağlardan ateşçiçeği (Salvia splendens) de bir adaçayı
beri sağlığa yararlı bitkiler olarak kabul edi­ türüdür.
len adaçayı türlerinin bilimsel adı da “sağlık Adaçayı cinsindeki bütün bitkiler ballıba­
verici” anlamındaki Latince salvus sözcüğün­ bagiller (Labiatae) familyasındandır. Bu fa­
ADANA 25

milya, adaçayı türlerinden başka kekik, nane, ADAMOTU birçok efsaneye konu olmuş bir
lavanta, fesleğen ve m ercanköşk gibi hoş bitkidir. Bu efsanelerden en yaygın olanında,
kokulu bitkileri de içerir. (Ayrıca bak. KEKİK; bitkinin topraktan çıkarılırken çığlıklar attığı
L a v a n t a ; N a n e .) anlatılır. A dam otu üstüne bu tür öyküler
anlatılmasının nedeni, yaklaşık 1,5 m etreye
ADALET genel anlamıyla hakka uygunluk, kadar uzayabilen dallanmış kökünün insana
haklı ile haksızın ayırt edilmesi dem ektir. Bu benzemesidir. Bu kısa ve etli kökün üstünde
anlam da hem bir durum u, hem de insanların bitkinin kısa gövdesi yükselir.
davranışlarını tanımladığı için ahlak ve din A dam otunun, tepesinde kümelenmiş bü­
kurallarıyla da ilişkilidir. A dalet, bir kavram yük, şemsiye biçiminde yaprakları ve salkım­
olarak, insan davranışını ahlak açısından ince­ lar oluşturan çan biçiminde morumsu çiçekle­
leyen ve eleştiren bir düşünceyi de içermek­ ri vardır; iri bir ceviz büyüklüğündeki meyve­
tedir. leri ise zehirlidir.
Kutsal kitaplarda adil (adaletli) olmaya ve Eski Yunanlılar adam otunun köklerini ağrı
yöneticilerin adil karar verm elerine ilişkin kesici, cinsel gücü artırıcı ve uyku verici
bölümler vardır. Üstelik ilkçağlardan bu yana olarak kullanırlardı. Bitkinin özsuyu kökleri­
düşünürlerin en çok ilgilendiği kavram lardan nin dış kabuğunu ezerek ya da su, şarap gibi
biri de adalet olmuştur. Sözgelimi Platon sıvılarda bekleterek elde edilirdi.
adaleti en yüce erdem lerden biri, insanın ve Patates ve patlıcanla aynı familyadan (patlı­
devletin temel davranış kuralı olarak tanım la­ cangiller ya da Solanaceae) olan adam otunun,
mıştır. Aristo da eşitlik kavram ından yola Akdeniz çevresi ile Him alayalar’ın doğusun­
çıkarak, bir hukuk düzeninin güçsüzleri koru­ dan yeryüzüne dağılmış üç-dört türü vardır.
duğu ölçüde adaletli olabileceğini ileri sür­
müştür. 18. yüzyılın Aydınlanma Çağı düşü­ ADANA. Doğu Akdeniz Bölgesi’ndeki A da­
nürleri ise “doğal hukuk” kavram ına yer na ilinin toprakları güneyde Akdeniz kıyıla­
vererek, hukuka ve hukuksal eşitliğe uygun­ rından başlayıp kuzeyde Toros D ağlan’na
luğu adalet için yeterli saymışlardır (bak. kadar uzanır. Türkiye’nin en verimli ovası
AYDINLANMA ÇaĞI). Yüzyıllar boyunca top­ olan Ç ukurova’nın bir bölümü de bu ilin
lumlar değişirken adalet kavramı da değiş­ sınırlan içindedir. Seyhan ve Ceyhan ırmakla-
miştir. nnın suladığı Çukurova, Adana ilini Türkiye’
Eskiden olduğu gibi bugün de hukuk nin en varlıklı illerinden biri durumuna getir­
düzeni ile adalet kavramı tam anlamıyla miştir. A danalılar Çukurova’daki pam uk tan-
örtüşmez. D aha dar bir anlamı olan hukuk mına çok şey borçlu olduklarını bildikleri için
adaleti sağlamakla yüküm lüdür, ama her za­ pamuğa “ak altın” derler. İlin merkezi olan
man adil olmayabilir. Çünkü hukuk düzenini Adana kenti de pamuk tarımına dayalı sana­
oluşturan yasalar uygulamada esnekliğe yer yileşmeyle gelişerek Türkiye’nin dördüncü bü­
vermez. Bu durum zaman zaman adaletsizliğe yük kenti konumuna yükselmiştir.
yol açtığı için, yargıç bir olaya yasaları uygu­
larken adalete uygunluk ilkesini de gözetir. A D A N A İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
Böylece, yasalann katılığını uygulamada dü­
YÜZÖLÇÜMÜ: 17.253 km2.
zeltmeye ve adalete daha çok yaklaşmaya NÜFUS: 1.725.940 (1985).
çalışır. İL TRAFİK NO: 01.
Örneğin herkesten kazancıyla orantılı ola­ İLÇELER: Adana (merkez), Aladağ, Bahçe, Ceyhan,
rak alman gelir vergisi adil bir vergidir. Oysa Düziçi, Feke, İmamoğlu, Kadirli, KaraisalI, Karataş,
kişinin gelir durum una bakılmaksızın tüketti­ Kozan, Osmaniye, Pozantı, Saimbeyli, Tufanbeyli,
Yumurtalık.
ği herhangi bir maldan (örneğin şekerden)
alınan vergi adaletsiz sayılabilir. Çünkü bu İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Aslantaş Piknik Yeri; Karatepe
Milli Parkı ve Açıkhava Müzesi; Adana ve Anavarza
vergi karşısında herkes eşit sayıldığı için kaleleri; Ulucami; Akça Mescit; Taş Köprü; Sarıçam
zengin ile yoksul eşit oranda vergi ödemiş Koruluğu; Seyhan Barajı.
olur.
26 ADANA

Doğal Yapı A ladağlar’ın kuzeydoğusunda uzanan T ah­


A dana ilinin doğal yapısı kuzeyden güneye talı Dağlar ve ilin güneydoğusundaki Am anos
doğru üçe bölünmüş gibidir: Kuzeydeki dağ­ D ağlan A dana ilinin öbür önemli engebele­
lık bölge, ‘güneydeki ovalar ve bu iki kesim ridir.
arasında bir geçit oluşturan hafif engebeli eşik Toros D ağları’nın eteklerinden sonra, A k­
alanlar. Yüksekliği çoğu yerde 2.500 metreyi deniz’e doğru ovalar başlar. Bu ovalar, Ada-
aşan dağlık kesim ortadaki eşik alanlara na’nın iki yanındaki İçel ve H atay illerine de
doğru giderek alçalır ve kıyıdaki alçak ovalar­ taşan uçsuz bucaksız Ç ukurova’nın parçaları­
da deniz düzeyine iner. dır. Bu geniş düzlük, A dana il sınırları içinde,
İl topraklarının hemen hemen yarısını kap­ doğal engebelerle birbirinden ayrılmış altı ova
layan bu dağlık kesim Toroslar ve Antitoros- oluşturur: Ceyhan, Yüreğir, Misis, Osm ani­
lar dağ sistemlerinin uzantısıdır (bak. TOROS- ye, Yum urtalık ve Haruniye ovaları. A karsu­
LAR). Kuzeybatıda, O rta Toroslar’ın parçası ların taşıdığı alüvyonlarla zenginleşen bu ova­
olan Aladağlar üzerindeki Güzeller Tepesi, lar yalnız A dana’nın değil bütün Türkiye’nin
3.461 m etreye ulaşan doruğuyla ilin en yük­ en bereketli topraklarıdır.
sek noktasıdır. Tepelere doğru yoğun kızıl- Doğu Toroslar’dan doğarak A kdeniz’e dö­
çam, karaçam ve meşe ormanlarıyla, dorukla­ külen Seyhan ve Ceyhan ırmakları A dana
rında ise yer yer küçük buzul gölleriyle ilinin can damarlarıdır. Uzunlukları 500 km ’yi
bezenmiş olan A ladağlar’ın çarpıcı bir görü­ aşan ve ovaya ininceye kadar birçok kolla
nümü vardır. A danalılar yazın kavurucu sı­ beslenen bu ırmakların akışı düzenli değildir.
caklarında A ladağlar’ın serin yaylalarına çı­ K urak yaz aylarında suları iyice azalır, ilkba­
karlar. Yörük göçerleri de yazın hayvanlarını, harda ise Toroslar’ın eriyen karlanyla besle­
Alp çayırlarıyla kaplı olan bu zengin otlaklar­ nerek yataklarından taşacak kadar artar. Bu
da otlatırlar. Türkiye’nin en uzun demiryolu ırmakların akışını denetleyerek A dana ovala-
tüneli de Aladağlar üzerindedir. Dağı yaran nm bahar aylarındaki sel baskınlarından ko­
Çakıt Suyu vadisini izleyerek yaklaşık 3 km rum ak ve bölgeye elektrik enerjisi sağlamak
boyunca uzanan bu tünel ilin iç bölgelerine için Seyhan üzerinde Seyhan Barajı, Ceyhan
geçit verir. üzerinde de Aslantaş Barajı yapılmıştır.

Adana ili, Çukurova'nın verim li


toprakları sayesinde yalnız Akdeniz
Bölgesi'nin değil Türkiye'nin de en
gelişmiş illerinden biridir.
ADANA 27

Bu iki akarsuyun sularını biriktiren baraj


gölleri de A dana ilinin en büyük gölleridir.
Bu yapay göllerden başka, ilin Akdeniz kıyı­
larında A kyatan Gölü, Tuz Gölü gibi birkaç
doğal göl bulunur. Bunlar, denizin karaya
sokulması ve ince bir kıyı şeridiyle kapanması
sonucunda oluşmuş, “lagün” ya da “denizku-
lağı” denen çok küçük acı su gölleridir.
A dana ilinin dağlık kesim dışındaki bölge­
lerinde tipik bir Akdeniz iklimi egemendir.
Bu iklim tipinin özelliği olan sıcak ve kurak
yaz aylarında gölgedeki sıcaklığın 40°C’yi
aştığı çok olur. Dağlık yöreye doğru çıkıldık­
ça sıcaklık azalır, yağışlar artar. Bu nedenle
Adana ilinde bütün yılın sıcaklık ortalaması
18°C iken, kuzey komşusu olan Kayseri ilinde
bu değer 10°C’ye düşer. Gene Akdeniz ikli­
minin etkisiyle A dana ilinin alçak kesimle­ İsa Çelik
rinde kışlar ılık ve yağışlıdır. Bu kesimde hava
Adana’da, Seyhan Irmağı üzerindeki ünlü Taş Köprü
sıcaklığı sıfırın altına pek düşmediği için, kar Romalılar döneminden kalmadır.
yağan yılların sayısı kayıtlara geçecek kadar
az olur. H atta eski kayıtlar 1811 yılının Ocak krallıklan egemenlikleri altına alarak Çukur­
ayında A dana’da güllerin açtığını yazar. ova’ya yerleştiler. Bugün A dana’nın Kadirli
Bu iklim özellikleri ilin doğal bitki örtüsünü ilçesi içindeki K aratepe ve D om uztepe’de
de belirlediğinden, alçak ve yüksek kesimler­ yapılan kazılar, bu tepelerin yaklaşık üç
deki bitki toplulukları birbirinden çok farklı­ yüzyıllık Hitit dönem inde kurulan iki eski
dır. Akdeniz ikliminin egemen olduğu alçak yerleşme olduğunu ortaya koymuştur.
kesimlerdeki bodur m akiler (bak. MAKİ), Bereketli toprakları ve zengin bir kereste
T oroslar’ın eteklerinden başlayarak yerini gür kaynağı olan ormanlarıyla yöredeki öbür
orm anlara bırakır. Ovalar tümüyle tarım ala­ krallıkların ilgisini çeken, üstelik önemli tica­
nı olduğundan, doğal bitki örtüsünün en ret yollarının kavşağı olan Kilikya o tarih­
bozulm adan kaldığı yer ortadaki eşik alanla­ ten sonra sürekli el değiştirdi. H ititler’den
rın tarım yapılmayan kesimleridir. (Ayrıca sonra Asurlular’ın, Persler’in, Makedonya
bak. AKDENİZ BÖLGESİ.) Krallığı’nın ve Selevkoslar’ın (Selefkiler)
egemenliğine girdi. İÖ 12’den, im parator­
Tarih luğun parçalandığı İS 395 yılına kadar bu top­
Tarihte Kilikya adıyla bilinen Çukurova böl­ raklar. büyük Roma İm paratorluğu’nun bir
gesi çok eski çağlardan beri çeşitli halklara parçasıydı. İm paratorluğu besleyen büyük
yurt olmuştur. Yöredeki kazılarda açığa çıka­ çiftliklerin kurulduğu, bugün Y akapınar
rılan ve Cilalı Taş Devri’nden (Neolitik Çağ) adıyla anılan Misis başta olmak üzere kent­
kaldığı anlaşılan buluntular, bu yörenin tarih­ lerin büyüyüp geliştiği Roma döneminden
öncesi çağlarda bile önemli bir tanm ve yer­ sonra A dana yöresi Bizans egemenliğine gir­
leşme merkezi olduğunu gösterir. Sonraki çağ­ di İkiye ayrılan Roma İm paratorluğu’nun
larda tanmsal ürünlerin ticaretine başlayan doğu kanadı olan Bizans döneminde tarım
bu halklar, o çağların ticaret yollan üzerin­ ve dokumacılıkla zenginleşen A dana top­
de büyük kentler kurdular. Zamanla kentler raklarına M üslüm anlar’ın yerleşmesi 651
gelişti, küçük krallıklara dönüştü. Mısır ve yılına rastlar. Yörede Emeviler ve A bba­
M ezopotamya ile ticaretlerini geliştirebilmek siler döneminden kalma birçok yapı vardır.
için O rta A nadolu’dan Akdeniz kıyılanna A dana ve Çukurova kültürünün en renkli
inmeyi amaçlayan H ititler İÖ 1530 yılında bu öğelerinden biri olan Türkm enler de ilk
28 ADANA

kez bu dönem de bu yöreye yerleşmeye başla­ işgücünü karşılayamaz durum a gelince, A da­
dılar. 1071’deki M alazgirt Savaşı’ndan sonra na çevresine büyük bir mevsimlik işçi göçü
A nadolu’ya giren Selçuklular, Haçlı Seferleri’ başladı. Son yıllarda pam uk tarım ına ayrılan
ne kadar Çukurova kentlerini ellerinde tuttu­ alanlar yerini büyük ölçüde buğdaya bırak­
lar. D aha sonra, bu yörede yerleşmiş olan mış, bir yandan da turunçgil üretimi ve
E rm eniler’den M em lûklar’a geçen A dana seracılık yaygınlaşmıştır.
toprakları, 1350’lerde Anadolu Beylikleri’n- Buğday karşısındaki bu gerilemeye karşın,
den Ram azanoğulları’nın egemenliğine girdi. pamuk bugün de A dana ilinin en önemli
Şemsi Güner ürünü ve sanayileşmesinin çekirdeğidir. Bu
süreç, pamuğu çekirdeğinden ayırmak için
kurulan ilk çırçır fabrikalarıyla başlamış, bü­
yük dokuma fabrikalarıyla gelişmiştir. Bugün
A dana ilinde pamuklu dokum anın yanı sıra
kimya, makine, metal eşya, lastik, gıda ve içki
dallarında büyük sanayi kuruluşları vardır.

Toplum ve Kültür
Bir yandan Ç ukurova’da yeşermiş büyük uy­
garlıklar, öte yandan bu yörede yurtlanmış
Türkm en ve Yörük oymakları A dana iline
zengin bir kültür mirası bırakmıştır. Kıl keçisi
besleyip hayvancılıkla geçinen ve büyük ça­
dırlarda yaşayan bu yarı göçer oymakların
dokuduğu renk renk kilimler ve çadırlar birer
sanat yapıtıdır. Gene bu yörede yetişmiş
Adana kentindeki Ulucami, 16. yüzyılda,
Ramazanoğulları’nın son döneminde yapılmış en Karacaoğlan ve Dadaloğlu gibi büyük halk
ünlü yapılardan biridir. ozanları da sözlü edebiyat geleneğinin en
özgün yapıtlarını vermişlerdir. Karacaoğlan’
1517’de Osmanlı yönetimine girerek bu yö­ ın sevda dolu, duyarlı şiiri ile Dadaloğlu’
netimin bir sancağı (bugünkü anlamıyla il nun başkaldıran, yürekli dizeleri bugünkü
örgütü) oldu. Kavalalı M ehmed Ali Paşa’nın toplum un da simgesi sayılabilir. Adanalılar
oğlu Mısırlı İbrahim Paşa 1833’te yöreyi için en büyük erdem yiğitlik, dostluk ve
denetimi altına aldı. 1840’ta yeniden Osmanlı dürüstlüktür. Ölülerin ya da büyük acıların
yönetimine giren A dana, özellikle 19. yüzyı­ ardından yakılmış ağıtlar, efsaneler, yiğitlik
lın ikinci yarısından sonra bir tanm ve sanayi destanları, büyük değer verilen at üstüne
merkezi olarak hızla gelişti. söylenmiş tekerlem eler ilin edebiyat gelene­
ğinde zengin bir yer tutar. Bugün il nüfusu
Ekonomi büyük ölçüde kentleşmiş, eski gelenek ve
A dana ilinin ekonomik gelişmesinde en bü­ göreneklerinden oldukça uzaklaşmıştır. Çok
yük pay pamuk tarımmmdır. H em en her çeşit sıcak bir iklimde yaşadıkları halde bol acılı
tarım a elverişli olan bu alüvyonlu ovalarda yemeklerden hoşlanm aları, kırsal kesimde
çok eskiden beri buğday ve pamuk yetiştirilir. yaşayanların kavurucu sıcakta bile koyu renk
A m a özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında, ve kalın giysiler giymeleri A danalılar’m ilginç
dünya pazarlarının pamuk gereksinimini kar­ özellikleridir. A dana köylerinden birinde do­
şılamak amacıyla gerçekleştirilen atılımlar pa­ ğan Yaşar Kemal ile A dana kentinde doğan
muk tarımını hızla ön plana geçirdi. Tarım da Orhan Kemal, rom anlarında A dana ve Çu­
m akineleşme, sulama, gübreleme ve yüksek kurova insanının yaşamını anlatmışlardır.
verimli pamuk türlerinin seçilmesiyle başla­
yan bu gelişme ilin toplumsal yapısını da İl Merkezi: Adana
etkiledi. İl nüfusu bu yoğun tanm için gerekli İlin güneyinde, Seyhan Irmağı üzerinde ku-
ADATAVŞANI 29

barındıran kentlerinden biri olmuştur. B u­


günkü A dana, 1973’te kurulan Çukurova
Üniversitesi ve uluslararası havalimanıyla ay­
nı zam anda bütün Akdeniz Bölgesi’nin eğitim
ve ulaşım merkezidir.
Kentin nüfusu 777.554’tür (1985).

ADAPAZARI bak. S a k a ry a

ADATAVŞANI. A datavşanlannın 18 kadar


türü vardır; bunlardan bir bölümünün ana­
yurdu Yenidünya (A m erika), bir bölümünün-
ki Eskidünya’dır (Avrupa, Asya ve A frika).
Y enidünya’mn Sylvilagus cinsinden pa-
m ukkuyruk adatavşanları yeraltındaki oyuk
ve tünellerde yaşama alışkanlığında değildir.
Am a dişi tavşan, yavrulayacağı zaman pek
Şemsi Güner
derin olmayan bir çukur kazar; bu çukurun
Adana ilinin merkezi olan Adana, Türkiye’nin içini de göğsünden ve karnından dökülen
dördüncü büyük kentidir. yumuşak tüylerle döşer. A B D ’nin güney böl­
gelerinde yaşayan pam ukkuyruklardan batak­
rulmuş olan A dana büyük ve kalabalık bir lık adatavşanım (Sylvilagus aquaticus) öbür
sanayi kentidir. Efsaneye göre, gök tanrısı adatavşanlanndan ayıran en büyük özellik, iyi
U ranos’un oğlu Adanos tarafından kurulmuş, yüzmesi ve su bitkileriyle de beslenebilme-
adını da buradan almıştır. Çok önemli bir sidir.
kavşak noktasında bulunan ve Çukurova yö­ Eskidünya’nın yabani adatavşanı (Orycto-
resinde egemenlik kurmuş çeşitli uluslann lagus cuniculus), tarlalardaki ekinleri kem ir­
yönetimine girmiş olan kentte pek çok tarihi diği için, bütün sevimliliğine karşın en zararlı
yapı vardır. hayvanlardan biri sayılır. 19. yüzyılda A vru­
A dana, 1950’lere kadar yalnızca tarım p alI göçmenler eliyle Avustralya ve Yeni
ürünlerinin pazarlandığı bir ticaret merkeziy­ Z elanda’ya götürülen Eskidünya adatavşanla-
di. O tarihten sonra hızlı bir sanayileşmenin n zamanla bu ülkeler için büyük bir tehlikeye
odağı oldu ve önce tarım , sonra sanayi işkol­ dönüşmüştür. Avustralya, adatavşanları yü­
larında büyük bir işçi göçüne uğradı. Bu göç zünden her yıl milyonlarca dolarlık zarara
hareketinin yarattığı konut darlığı, bugüne uğrar. 1950’lerin başında, miksomatoz denen
kadar süren yoğun bir gecekondulaşmanın öldürücü bir hastalığın etkeni olan bir virüs
temel nedenidir. Adana kenti bir yandan sivrisinekler aracılığıyla adatavşanlarına bu­
çağdaş yapılarıyla gelişirken, bir yandan da laştırılmış, böylece bu zararlı kemiricilerin
Türkiye’nin en geniş gecekondu yerleşmesini çoğalması denetim altına alınabilmiştir. Am a,

John H. Gerard

Yeni Zelanda’nın evcil


adatavşanları: Kızıl
(solda) ve beyaz (sağda).
30 ADDİSABABA

John H. Gerard

Üstte: Pamukkuyruk. Sağda:


Ankara ve çinçilya tavşanları
kürkü için yetiştirilir. W. Suschitzky W. Suschitzky

çok hızlı üreyen adatavşanlannın sayısı sonra­ Evcil Adatavşanları


dan gene artmıştır. A datavşanlannın birçoğu etinden ve kürkün­
A datavşanlannın kısacık kuyruğunda, uya­ den yararlanm ak üzere insanlarca öldürülür
rı işareti yerine geçen beyaz bir leke bulunur. ya da kafeslere kapatılırken, bir bölümü de ev
H ep birlikte yuvalarının dışında dolaşan ada- hayvanı olarak beslenir. Bugün adatavşanları-
tavşanlanndan biri çevrede bir tehlike sezip nın, hepsi de yabani atalarından türemiş olan
hızla yeraltındaki yuvasına sığındığında, bu pek çok evcil soyu vardır. Bu soylara genellik­
hareketli beyaz lekeyi gören öbür adatavşan- le adatavşanı yerine yalnızca tavşan denir.
lan da hemen yuvalanna kaçarlar. Yuvalarını (Evcil adatavşanlarm a ilişkin bilgi için bak.
birbirine yakın kazdıkları için belirli yerlerde EV HAYVANLARI.)
yan yana oyuklar görülür. Yabani adatavşanlannın evcil soylarından
A datavşanlan hem en her çeşit bitkiyi yiye­ biri olan A nkara tavşanı, özellikle -yumuşacık
bilirse de temel besinleri taze otlardır. Bu parlak beyaz tüyleri için yetiştirilir. H er üç ya
obur hayvanlar ağaçların sürgünlerini yiyip da dört ayda bir kırkılan bu tüyler çok
kabuklarını kem irerek orm anlara da büyük değerlidir ve en pahalı dokuma ipliklerinin
zararlar verir. yapımında kullanılır. Gene kürkü için yetişti­
A datavşanlannın bu kadar hızla çoğalması­ rilen en değerli adatavşanı soylarından biri de
nın nedeni çok doğurgan hayvanlar olmaları­ çinçilya tavşanıdır. Bu hayvanın kürkü, G ü­
dır. Dişi bir adatavşanı altı aylık olduğunda ney A m erika’da yaşayan ve çinçilya denen
üreme çağına gelir ve bir ay sonra ilk yavrula­ küçük, sevimli bir kemiricinin değerli kürkü­
rını doğurabilir. Bir çift adatavşanı yılda dört nü andırır.
ile sekiz kez döl verebilir ve her seferinde üç Eti için yetiştirilen adatavşanları genellikle
ile dokuz arasında yavru doğabilir. Yavrular öbürlerinden daha iri ve ağır olur. Bu grubun
doğdukları anda kör ve tüysüzdür, ama iki en iri örneği olan dev Belçika adatavşanmm
hafta içinde gözleri açılır ve sıçrayıp koşacak ağırlığı bazen 10 kilograma kadar çıkar. (A y ­
durum a gelirler. rıca bak. T a v ş a n . )
A datavşanlannın pek çok düşmanı vardır.
Tilkilere, atmaca ve çakır gibi yırtıcı kuşlara, ADDİS ABABA. Kuzeydoğu A frika’da, bir
sansar ve gelinciklere yem olan bu hayvanla- zamanlar Habeşistan olarak bilinen Etiyop­
n n gene de en büyük düşmanı insanlardır. ya’nın ilginç geleneklerinden biri, bir haneda­
Tüfek ve tuzaklarla çok sayıda avlanan ada- nın kurucusu olan her kralın kendisi için yeni
tavşanlarının hem eti yenir, hem de kürkün­ bir başkent yaptırmasıdır. Bugünkü başkent
den çeşitli giysiler yapılır. Bazen palto yapı­ Addis A baba da 1887 gibi oldukça yakın bir
mında kullanılacak olan tavşan kürkleri, daha tarihte, Kral II. M enelik’le başlayan yeni
değerli kürklere benzetm ek amacıyla istenen hanedanlık döneminde kurulm uştur. (Ayrıca
desenlerde boyanır. bak. ETİYOPYA.)
ADEN 31

Adı “yeni çiçek” anlamına gelen Addis girerek Havva’yı kandırması, onun da  dem ’e
A baba, deniz düzeyinden 2.400 m etre yük­ yasak meyveyi yedirmesi T evrat’taki gibi
seklikteki dağların üzerinde, okaliptüs ağaçla­ anlatılmıştır. C ennet’ten kovulduktan sonra
rı arasında uzanır. Bolivya’nın başkenti La yeryüzünde ayrı ayrı yerlere indirilen Âdem
Paz’dan sonra dünyanın ikinci yüksek başken­ ile Havva, İslam inanışına göre Cebrail aracı­
tidir. Derin vadilerle yarılmış olan kentteki lığıyla birbirlerini bulurlar. K uran’da  dem ’
belli başlı yapıların hepsi beyaz badanalı, çatı­ in K âbe’nin yapımında bulunduğu, sonra
ları da oluklu teneke kaplıdır. Bu yapıların da Cebrail’den hac törenini öğrendiği yazı­
yanında yer alan çamurdan yapılmış, saz dam ­ lıdır.
lı yüzlerce kulübe, kente büyükçe bir köy gö­
rünüm ü verir. Karayollarıyla Kenya’ya, So­ ADEN, A rabistan’ın güney kıyılarındaki Y e­
mali’ye ve Sudan’a bağlanan Addis A baba, men Dem okratik Halk Cum huriyeti’nin baş­
Kızıldeniz kıyısındaki C ibuti’ye de demir- kenti ve başlıca limanıdır. Kızıldeniz’in güney
yoluyla bağlıdır. Ayrıca A vrupa ve Ortadoğu girişinin 160 km doğusunda kurulmuş olan
ülkeleriyle bağlantısını sağlayan bir havalima­ kentin limanı, sönmüş yanardağların kalıntısı
nı vardır. olan iki kayalık yarımada arasında yer alır.
Kentin nüfusu 1.423.575’tir (1984). İklimi çok sıcak olan Aden bazı yıllar hiç
yağış almaz.
ÂDEM İLE HAVVA. Evrenin yaratılış öykü­ A d en ’de nüfusun büyük bölümünü A raplar
sü T evrat’ın ilk birkaç bölümünde masalsı bir oluşturur. Deniz suyunun buharlaştırılmasıyla
dille anlatılır. Allah, evreni yarattıktan sonra The Hutchison Library

dünyadan aldığı bir avuç toprakla ilk insanı


yaratır. (Bu ilk erkeğin adı olan Âdem
sözcüğü İbranice’de insan anlamına gelir.)
 dem ’i, içinde meyveler, ırm aklar ve istediği
her şey bulunan Cennet adında bir bahçeye
yerleştirir. Ama Âdem yalnızdır; bu nedenle
Allah  dem ’in kaburga kemiğinden ona bir
eş yaratır. Â dem , kendisinin bir parçası olan
bu ilk kadına Havva adını verir.
Bu iki kusursuz insana C ennet’te tam bir
özgürlük tanınmış, yalnızca iyilik ve kötülük Yemen Demokratik Halk C um huriyeti'nin başkenti
bilgisini taşıyan ağacın meyvelerinden yeme­ olan Aden, sönmüş biryanardağın ağzında
leri yasaklanmıştır. Allah, henüz kötülük kurulm uş bir lim an kentidir ve yazları son derece
sıcak olur.
nedir bilmeyen bu iki insanın hep böyle
günahsız kalmasını ister. Ne var ki şeytan bir elde edilen tuz, kentin önemli ürünlerinden
yılan kılığında bahçeye girer ve yasak meyve­ biridir. Ayrıca batıdaki yarım adada bir petrol
nin tadına bakması için Havva’yı kandırır. rafinerisi vardır.
Havva yediği meyvenin birazını da  dem ’e Aden eski çağlarda tüccarların uğrak yeriy­
verir. Böylece, yasak meyveyi yiyerek o di. A rap denizcilerin eskiden köle ticaretinde
bahçenin tek yasasını çiğnemiş olan Âdem ile kullandıkları bir tür üçgen yelkenli gemi hâlâ
Havva ilk günahı işlemiştir. O zaman Allah A den’de yapılmaktadır. 1839’da İngilizler ta­
bu ilk çifti C ennet’ten kovar ve elinde alevden rafından işgal edildiğinde, Aden yalnızca 500
kılıç taşıyan bir meleği C ennet’in bekçisi kişinin yaşadığı küçük bir kasabaydı. İngiliz
yapar. yönetimi zamanında, buharlı gemilerin yakıt
İslam inancında da Âdem çam urdan, H av­ aldığı bir köm ür istasyonu oldu. 1869’da
va onun kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Süveyş Kanalı açılınca, A vrupa’dan Hindis­
K uran’a göre ilk peygamber olan  dem ’e, tan ve Uzakdoğu’ya giden denizyollarının
A llah’ın isteğine karşın İblis adlı bir melek uğrak noktası olan Aden limanı giderek
secde etmez. İblis’in yılan kılığında C ennet’e gelişti. D aha sonraları, her ay yaklaşık 500
32 ADENAUER

geminin akaryakıt gereksinimini karşılayan


işlek bir liman durum una geldi. 1967’deki
Arap-İsrail Savaşfndan sonra Süveyş Kanalı’
nın kapanmasıyla büyük ölçüde kesintiye
uğrayan bu akaryakıt ticareti 1975’te kanalın
yeniden açılmasıyla eski canlılığına kavuştu.
1963’te kurulan Güney Arabistan Federas-
yonu’nun en önemli eyaleti olan A den,
1967’de Yemen Halk Cum huriyeti’nin top­
rakları içinde kaldı.
Kentin nüfusu yaklaşık 365.000’dir (1981).

ADENAUER, Konrad (1876-1967). Konrad


A denauer, Almanya Federal Cum huriyeti’
nin ilk başbakanıdır ve bu görevi 1949’dan
1963’e kadar sürdürm üştür. Kölnlü bir devlet
m em urunun oğlu olan A denauer eğitimini
hukuk doktoru olarak tam am ladıktan sonra,
1906’da Köln Belediye Meclisi’ne seçildi;
1917’de de belediye başkanı oldu. 1933’te
Nazi Partisi iktidara gelince (bak. N a z İ z m ),
H itler’e karşı olduğu için görevden alındı ve
siyasetle uğraşması yasaklandı.
Almanya II. Dünya Savaşı’ndan sonra
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
M üttefikler’in işgali altındayken, A denauer,
Hıristiyan D em okrat Birliği adlı partinin ku­ Dr. Abdülhak Adnan Adıvar, Türkiye
C um huriyeti'nin ilk sağlık bakanı ve ilk bilim
ruluşuna katıldı ve Almanya Federal Cum hu­ tarihçisidir.
riyeti’nin anayasasını hazırlayan meclise seçil­
di. 1949’daki seçimleri partisi kazanınca baş­ 1909’da yurda döndü. Tıbbiye’de profesörlük
bakanlığa getirildi. ve hastane yöneticiliği yaparken, o zamanki
II. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkımdan adı “Hilal-i A hm er” olan Kızılay’ın yeniden
sonra Federal A lm anya’nın yeniden güçlü ve örgütlenmesinde görev aldı. Sonra da bu
varlıklı bir ülke durum una gelmesinde Ade- kurumun genel sekreterliğine atandı.
nauer’in büyük katkısı oldu. ABD ile yakın 1918’de son Osmanlı meclisine İstanbul
ilişkiler kurdu, Fransa ile dostluğa önem milletvekili olarak giren Adıvar, 1920’de İs­
verdi. O nun önderliği altında Alm anya, A v­ tanbul’un işgali üzerine eşi Halide Edip ile
rupa Konseyi’ne katıldı, Kuzey A tlantik A nt­ birlikte A nadolu’ya geçti (bak. ADIVAR, H ALİ­
laşması Ö rgütü’nün (NATO) üyesi oldu ve DE Edİp). Birinci Türkiye Büyük Millet Mecli­
O rtak Pazar’a tam üye olarak girdi. si kurulunca İstanbul’dan milletvekili seçildi
Yaşlandığı için 1963’te başbakanlıktan, ve sağlık bakanı oldu. 1923’te yeniden seçildi,
1966’da da parti başkanlığından çekilen A de­ ama iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi’nin
nauer, bir yıl sonra öldü. muhalifi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fır-
kası’nın (partisi) kurucuları arasında yer al­
ADIVAR, Abdülhak Adnan (1882-1955). ması iktidar çevrelerinde hoşnutsuzluk yarat­
D oktor Adnan Adıvar, tıp alanındaki çalış­ tığı için, 1926’da eşiyle birlikte Türkiye’den
m alarından çok siyaset adamı ve bilim tarihçi­ ayrıldı. 1938’e kadar İngiltere ve Fransa’da
si olarak tanınır. 1905’te İstanbul’da Tıbbi- bilimsel araştırmalar yapan Adıvar, Paris’te,
ye’yi bitirince II. A bdülham id’in aydınlar Yaşayan Doğu Dilleri O kulu’nda Türkçe
üzerindeki baskısı nedeniyle A vrupa’ya kaçan dersleri verdi. Encyclopaedia Britannica'ya
Adıvar II. M eşrutiyet’in ilanından sonra Türkiye’nin yakınçağ tarihi bölümünü yazdı,
ADIVAR 33

kültür alanında seçkin ürünler verdi. 1939’da okuldaki m atematik öğretm eni Salih Zeki ile
yurda dönünce, Milli Eğitim Bakanlığı’nca evlendi ve Halide Salih adıyla gazetelere
yayımlanan İslam Ansiklopedisi1nin yayın ku­ kadın haklarını savunan yazılar yazmaya baş­
rulu başkanlığına getirildi. 1950-54 yıllarında ladı. Yazıları dinci çevrelerin tepkisine yol
D em okrat Parti listesinden bağımsız milletve­ açtığı için, bu çevrelerin çıkardığı 31 M art
kili olarak mecliste görev aldı. Olayı sırasında Mısır’a kaçmak zorunda kaldı.
Dr. A dnan A dıvar’ın en önemli yapıtı Dönüşünde öğretm enlik ve kız okulları m ü­
Osmanlı Türklerinde İlim (1943) adlı araştır­ fettişliği yaptı; Balkan Savaşı yıllarında da
masıdır. 1939’da ilk kez Fransızca olarak hastanelerde çalıştı.
yayımlanan bu yapıtında, 14. ve 19. yüzyıllar 1917’de ikinci evliliğini D oktor Adnan Adı-
arasında Osm anlılar’da tıp, biyoloji, botanik, var ile yapan Halide Edip, 15 Mayıs 1919’da
m atem atik, fizik, astronomi alanlannda yapıl­ İzm ir’in Y unanlılar’ca işgal edilmesine karşı
mış çalışmaları inceler. Türk bilim adamlarını İstanbul’da düzenlenen protesto mitinglerine
ve çalışmalarını tanıtır. 1970’te eklemelerle katıldı. Bunların en büyüğü olan Sultanahmet
yeniden yayımlanan bu yapıt, bilim tarihi Mitingi’ndeki ateşli konuşması geniş yankılar
konusunda yayımlanmış ilk Türkçe kitaplar­ uyandırdı. Bu konuşması için soruşturm a
dandır. açılınca, 1920’de sahte bir kimlik edinerek
A dnan Adıvar ayrıca m akalelerinin bir eşiyle birlikte A nadolu’ya geçti. Eskişehir’de
bölümünü Dur Düşün (1950) ve Hakikat kurulan hastanede yaralı askerlerle ilgilendi;
Peşinde Emeklemeler (1954) adlı kitaplarında halkın sorunlarını yakından gördü. Kurtuluş
toplamıştır. Savaşı sırasında onbaşı, çavuş ve üstçavuş
rütbeleriyle çeşitli cephelerde bulundu. C ep­
ADIVAR, Halide Edip (1882-1964). Halide hede görüp yaşadıklarını, 1923’te İngilizce
Edip, Türk edebiyatının en çok okunan ro­ olarak yayımlanan T ürk’ün Ateşle İmtihanı
manlarından Sinekli Bakkal’m yazarıdır. İs­ (1962) adlı anılarında ve Ateşten Göm lek
tanbul’da doğan yazarın çocukluğu, yaşamı (1923) adlı rom anında anlatır.
boyunca etkilendiği anneannesinin ve babası­ Cum huriyet’in ilanından sonra devletin
nın yanında geçti. Batı kültürüne hayran olan yeni yöneticileriyle siyasal görüş ayrılığına
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi düşen Halide Edip, 1926’da Adnan Adıvar ile
birlikte yurtdışına çıktı. Uzun yıllar çeşitli
ülkelerde, özellikle İngiltere ve Fransa’da
yaşadı; üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı.
1939’da yurda dönünce İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi’nde İngiliz Filolojisi bölü­
mü başkanlığına getirildi. 1950’de İzmir’den
bağımsız milletvekili seçilen Halide Edip
1954’te siyasetten ayrıldı ve ölünceye kadar
üniversitedeki öğretim görevini sürdürdü.
Halide E dip’in I. Dünya Savaşı öncesinde
yazdığı Seviye Talib (1910), Handan (1912) ve
Son Eseri (1913) gibi ilk yapıtları birer aşk
Sinekli Bakkal romanının yazarı Halide Edip Adıvar, öyküsüdür. Yapıtlarında daha önce Türk
Kurtuluş Savaşı dönem inin siyasal yaşamında da romanında işlenmemiş bir konuyu işler; batı
önemii rol oynamıştır.
kültürüyle yetişmiş kadın kahram anları yücel­
babası onu bir batılı gibi yetiştirirken, anne­ tir. Hem batılılaşmış, hem de ulusal değerleri­
annesinden dinlediği öyküler ve masallar da ni yitirmemiş bu roman kahram anları top­
yazarlık dilinin oluşmasında önemli rol oy­ lumsal etkinliklere katılan güçlü Türk kadın­
nadı. larıdır. Sözgelimi Vurun Kahpeye (1923) ro­
Halide Edip, 1901’de Ü sküdar Am erikan m anında, A nadolu’da görevli genç bir kadın
Kız Lisesi’ni bitiren ilk Türk kızıydı. Bu öğretmenin yurtsever çabalarının yanı sıra
34 ADIYAMAN
Kurtuluş Savaşı sırasındaki çeşitli ihanetler
sergilenir.
Yurtdışında Clown and His Daughter (“Pal­
yaço ve Kızı”) adıyla yayımlanan Sinekli
Bakkal (1936) Halide E dip’in en ünlü yapıtı
ve romancılığının en olgun ürünüdür. Yazar
bu yapıtında, çok başarılı bir biçimde anlattığı
II. Abdülhamid dönemi İstanbul’unu arka
plana alırken, romanlarının ekseni olan batı
ve doğu kültürlerinin çatışmasını tartışır.
Rom anda, imamın kızı Emine ile m ahalle­
de bakkallık yapan karagöz oyuncusu Tevfik,
imamın izni olmaksızın evlenir ve bu evlilik­
ten Rabia adında bir kızları olur. A na babası
bir süre sonra ayrılan R abia’yı dedesi büyü­
tür. Dedesinin sıkı din eğitimi altında yetişen Şemsi Güner
R abia’nın sesi çok güzeldir. Cam ilerde, ko­ Adıyaman kenti hem ilin, hem de Güneydoğu
naklarda hafızlık yapar. Mevlevi dervişi Veh­ Anadolu’nun küçük bir ticaret merkezidir.
bi D ede’den ve İtalyan sanatçı Peregrini’den
müzik dersleri alır. Rabia babasını tanıdıktan ya, batıda Akdeniz Bölgesi’ne kadar uzanır.
sonra çok sever ve onunla yaşamaya karar Doğusunda ve güneyinde akan Fırat Irmağı,
verir. Babası Jön T ürkler’e yardım etmekle ilin Diyarbakır ve Urfa illeriyle sınırını çizer.
suçlanarak sürgüne gönderilince bakkal Geçilmesi güç, savunulması kolay olduğu için
dükkânının sorumluluğunu Rabia üstlenir. tarih boyunca yerleşme yeri olarak seçilen
Bu arada, annesinden yüklü bir miras kalan Adıyaman, üzümü, nitelikli tütünü ve N em ­
Peregrini Rabia ile evlenmek için Müslüman rut Dağı’ndaki dev tanrı başı heykelleriyle
olur ve İstanbul’a yerleşir. II. M eşrutiyet’in ünlüdür.
ilanıyla babası sürgünden dönen Rabia, do­
ğup büyüdüğü mahallede mutlu bir yaşam AD IYAM AN İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
sürer.
Rom anda batı kültürünü Peregrini, doğu YÜZÖLÇÜMÜ: 7.614 km2.
kültürünü de Vehbi Dede simgeler. Yaza­ NÜFUS: 430.728 (1985).
İL TRAFİK NO: 02.
rın, R abia’ya ve Sinekli Bakkal mahallesine İLÇELER: Adıyaman (merkez), Besni, Çelikhan, Gerger,
hayranlık duyan Peregrini aracılığıyla, kültür­ Gölbaşı, Kâhta, Samsat.
ler çatışmasında doğu kültürüne ağırlık verdi­ İLGİ ÇEKİCİ YERLER : Adıyaman, Kâhta ve Besni
ği dikkati çeker. Ayrıca yapıtta, “asırların kaleleri; Adıyaman Müzesi; Cendere Köprüsü; Nem­
rut Dağı kalıntıları; Karakuş Tepesi; Pirin (Perre) ve
kurduğu müesseselerin köklerini söken” ve Gümüşkaya mağaraları; Gölbaşı Gölleri.
toplumu altüst eden bir hareket olarak II.
M eşrutiyet eleştirilir. Bu roman 1943’te Cum ­
huriyet Halk Partisi Rom an Ö dülü’nü kazan­ Doğal Yapı
mıştır. Toroslar’ın güneydoğu uzantıları içinde yer
Siyasal ve toplumsal konularda da Türkçe alan il toprakları genel olarak dağlık ve
ve İngilizce kitaplar yazan, çeviriler yapan, yaylalıktır. Güneydeki tarım yapılabilir düz­
yapıtları çok sayıda dile çevrilen Halide Edip’ lüklerin yükseltisi 600 m etre iken kuzeydeki
in rom an, öykü ve oyunları dışında anıları ve dağların yükseltisi 2.551 metreye ulaşır.
araştırmaları da vardır. Malatya Dağları adını alan Güneydoğu To-
roslar’ın batı uzantıları ilin kuzeyini kaplar.
ADIYAMAN. Güneydoğu Anadolu Bölge- Kuzeye gidildikçe yüksekliği artan M alat­
si’nin O rta Fırat bölümünde yer alan Adıya­ ya Dağları’nın birçok tepesi 2.000 metreyi aşar.
man ilinin toprakları kuzeyde Doğu A nadolu’ Akdağ, 2.551 metreye ulaşan doruğuyla
ADIYAMAN 35

bu dağların en yüksek noktasıdır. 2.150 metre Toroslar üzerinde oluşmuş kaya gölleridir.
yükseklikteki Nemrut Dağı (bak. NEMRUT D a - Yağışlı aylarda taşarak birleşen bu göllerde
Ğl), Kommagene Krallığfnm tapınak kalıntıları bol balık bulunur. Kâhta Çayı’nın çıktığı
olan, taştan yapılmış çok sayıdaki tanrı başla­ A bdülharap Gölü ise ulaşılması güç dağlık
rıyla yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağıdır. bir bölgededir ve orm anlarla çevrilidir.
Nem rut Dağı’nın doruğundan bakıldığında Adıyaman ilinde genel olarak bütün G ü­
yalnız Adıyaman değil Urfa ve Diyarbakır neydoğu A nadolu’da egemen olan bozkır
toprakları da görülebilir. Bu dağların etekle­ iklimi görülür. Bununla birlikte, yüzey biçim­
rindeki çayırlıklar hayvan otlatm aya elveriş­ lerinde görülen iki ayrı bölge özelliği iklime
lidir. de yansımıştır. Kuzeydeki dağlık topraklarda
İl topraklarının yaklaşık üçte birini oluştu­ kışlar soğuk ve çok karlı, yazlar serindir.
ran güney bölümü, yükseltisi 600 ile 1.000 Gece ile gündüz arasında büyük sıcaklık
m etre arasında değişen engebeli bir yapıda­ farkları vardır. En çok kar alan yer ilin
dır. Adıyaman ilinin başlıca yerleşmeleri bu kuzeydoğu bölümüdür. Dağlık bölgenin alça­
kesimde yoğunlaşmıştır. İl topraklarının an­ larak sona erdiği güneydeki yaylalarda kışlar
cak yüzde onunu kaplayan ovaların en önem ­ ılık, yazlar sıcak ve kurak geçer. Gölbaşı’nın
lileri, toplam 815 k n r ’lik bir alana yayılan küçük bir bölümünde Akdeniz iklimine rast­
Kâhta ve Adıyaman ovalarıdır. lanır. Yıllık ortalam a yağışın 835 mm olduğu
İlin en önemli akarsuyu olan Fırat, Malatya Adıyam an’da en çok yağış ocak, en az yağış
D ağları’nın güney yamaçlarından doğan bü­ ağustos aylarında düşer.
tün akarsuları toplayarak orm anlarla kaplı Orm anlar il topraklarının yüzde 17’sini
derin boğazlar içinde akar. Fırat Irmağı üze­ kaplar. Dağlık yörelerde meşelik ve fundalık
rinde yapılmakta olan A tatürk Barajı tam am ­ olan orman alanlarında fundalıklar daha geniş
landığında ülkenin en büyük barajı olacaktır. yer tutar. Otlakların bulunduğu yaylalar
Oluşacak baraj gölünün yatağı Adıyaman hayvancılığı ilin başlıca geçim kaynağı duru­
kentinin 5 km yakınına kadar uzanacağı ve muna getirmiştir.
birçok yerleşim yeri baraj gölünün suları Adıyaman ili av hayvanları yönünden ol­
altında kalacağı için yeni yerleşmeler kurul­ dukça zengindir. Su boylarında ve göl kıyıla­
m aktadır. rında keklik, yabanördeği ve yabankazı görü­
Batıdaki Gölbaşı G ölleri’nden doğan ve lür. Gölbaşı çevresinde ve yükseklerde de
Kahramanmaraş topraklarına geçerek Cey­ yabandomuzu oldukça boldur.
han’a karışan Aksu dışındaki bütün akarsular
Fırat’a akar. Göksu, Kalburcu Çayı, Kâhta Tarih
Çayı ve Ziyaret Çayı Fırat’a katılan önemli Adıyaman A nadolu’nun en eski yerleşme
akarsulardır. yerlerinden biridir. İlde yapılan çeşitli kazılar­
Adıyaman ilinin sınırları içinde dört küçük da İÖ 3000 yıllarına uzanan kalıntılar bulun­
göl vardır. Gölbaşı Gölleri adıyla anılan Göl­ m uştur. Tarihöncesi insanların toplu halde
başı, Azaplı ve İnekli adındaki üç göl yaşadıkları büyük m ağaralarda, o çağlardan

Küçük bir alanı kaplayan Adıyaman ilinin


yarısı dağlıktır.
36 ADIYAMAN

Krallığı’nın dinsel merkezi olan Nem rut Da-


ğı’ndaki kalıntılarda bu özellik görülür. Böl­
gede Roma dönem inden kalan yapılar arasın­
da ünlü Cendere Köprüsü günümüze kadar
ulaşabilmiştir.
A rap ve Bizans devletleri arasında sınır
kenti olan Adıyaman bölgesini, Malazgirt
Savaşı’nı izleyen yıllarda Selçuklular ele ge­
çirdi. Haçlı Seferleri sonrasında A rtuklular,
Eyyubiler ve Dulkadiroğulları’nın etkisine
giren bölge, 1517’de, Yavuz Sultan Selim’in
Mısır seferi sırasında Osmanlı Devleti’ne bağ­
landı. Bugünkü Adıyaman ili 1954’te oluştu­
ruldu.

Ekonomi 4
Nüfusun yüzde 88’inin geçim kaynağı tarımsal
Şemsi Güner
üretim ve hayvancılıktır. Buğday, arpa, pirinç
Kâhta ilçesinin kuzeyindeki Nemrut Dağı’nda,
gibi tahıllar, tütün, pam uk, şekerpancarı gibi
Kommagene Krallığt’ndan kalma ışık tanrısı heykeli. sanayi bitkileri, nohut, kırmızı mercimek gibi
baklagiller yetiştirilir. Üzüm, elma, arm ut,
kalma sütunlara, balkonlara, bölmelere ve su incir gibi meyveler ve antepfıstığı ilin başlıca
kuyularına rastlanır. Adıyam an’a ilişkin yazılı ürünleridir. Besni ilçesinde 25 çeşit üzüm
belgeler H ititler’le başlar. İÖ 1650-1340 yılla­ yetiştirilir ve bu üzümlerden yurt çapında
rı arasında H ititler’in egemen olduğu bölgede tanınan güzel kokulu pekmezler yapılır. Göl-
daha sonra M itanni, U rartu, Asur, Med, Pers başı’nda üretilen şekerpancarı da Malatya
ve Roma uygarlıkları kurulm uştur. Bu yöre Şeker Fabrikası’nda işlenir.
ortaçağ sonlarına kadar Mezopotamya, Suriye İlin en önemli sanayi kuruluşu çimento
ve Anadolu arasında, ticaret yollarının geç­ fabrikasıdır. Bunun yanı sıra Süm erbank’ın
tiği önemli bir merkez olmuştur. Bölgede İÖ pamuklu dokum a, Türkiye Süt Endüstrisi
69 - İS 72 yılları arasında egemen olan K urum u’nun peynir ve tereyağı fabrikaları,
Kommagene Krallığı, batı ve doğu kültürleri­ Türkiye Et ve Balık K urum u’nun soğuk hava
nin iç içe geçtiği bir uygarlıktı. Kommagene depoları vardır.
Şemsi Güner Adıyam an’da petrol, krom ve bakır m aden­
leri bulunur. 1958’den bu yana il merkezi
yakınındaki Toybelen’de petrol çıkarılm akta­
dır. Türkiye Petrolleri’nin 38 petrol kuyusun­
dan günde ortalam a 1.500 varil petrol elde
edilir. 1988’de Adıyaman kenti yakınlarında
açılan bir kuyudan da petrol çıkmıştır.

Toplum ve Kültür
Tarihöncesinden bu yana çeşitli uygarlıkların
yerleşim yeri olan Adıyaman bölgesi zengin
bir kültür birikimine sahiptir. Adıyaman,
Selçuklular zamanında A nadolu’ya gelen
Türkm en topluluklarının yerleştiği bölgeler­
Nemrut Dağı, Adıyaman yöresinde egemenlik den biridir. Hayvancılıkla geçinen aşiretler
kurmuş olan Kommagene Krallığı'nın en ünlü
tapınma merkezlerinden biriydi. Taştan yapılmış yaz mevsiminde sürüleriyle birlikte yaylalara
tanrı ve yarıtanrı başları bu tapınağın kalıntılarıdır. çıkarak, keçi kılından dokunm uş, sıcağı ve
ADRİYA DENİZİ 37

soğuğu geçirmeyen “karaçadır”larda yaşarlar. cinayet ve benzeri olaylarda doktorlara danış­


A dıyam an’ın özellikle kırsal yörelerinde şal­ tıkları bilinmektedir. Ham m urabi Yasaları ile
var ve başa takılan poşu erkek giyiminin T evrat’ta da adli tıp konularına değinilmiştir.
özelliğidir. Kadınlar ise gümüş takılarla süslü İÖ 40’ta öldürülen Jül Sezar’ın vücudundaki
başlık giyerler. Yörenin, sevda konularını 23 yaranın yerini ve etkilerini gösteren rapor
işleyen uzun havaları ünlüdür. ilk adli tıp raporu sayılır. Gerçek ölüm
Adıyaman ilinde, halıcılık ve bakırcılık nedeninin anlaşılabilmesi için cesedin açılarak
başta olmak üzere çeşitli el sanatları gelişmiş­ incelenmesi demek olan otopsi ise ilk kez
tir. El tezgâhlarında yünden dokudukları 1374’te Fransa’da uygulanmıştır. Günüm üzde
rengârenk halı ve kilimlerde genellikle kendi hukuk ve tıp fakültelerinde bir ders olarak
yaptıkları kökboyaları kullanırlar. Türkmen- okutulan adli tıp, ilk kez 1650’de Leipzig
ler arasında göçebe yaşantısı için gerekli araç Üniversitesi’nin ders program ında yer aldı.
ve gereçlerin yapımına yönelik ağaç oymacılı­ Türkiye’de ise ilk adli tıp dersi 1849’da,
ğı da önemli el sanatlarındandır. Yörenin II. M ahmud döneminde verildi.
dantel ve oyaları, atkı, poşu, eldiven, çorap Bugün adli tıp konularında m ahkem elere
gibi el örgüsü giysileri ünlüdür. ve savcılara rapor hazırlamak Adli Tıp K uru­
m u’nun görevidir. Bu kurum a bağlı uzman
İl Merkezi: Adıyaman doktorlar, otopsi ve incelemelerini gerekli
Adıyaman kenti, kuzeydeki dağların etekle­ görülürse olay yerinde yapmak zorundadırlar.
rinden sonra başlayan düzlüklerde kuruludur.
Emeviler zamanında, 8. yüzyılda kurulan ADRİYA DENİZİ. A kdeniz’in bir kolu olan
kente, Emevi kom utanı M ansur İbn Cavana ve bu denizin en kuzey ucunu oluşturan
tarafından bir kale yaptırılmıştır. Bizans saldı­ Adriya Denizi, batısındaki İtalya ile doğusun­
rılarına karşı yapılan bu üç kapılı kale daha daki A rnavutluk ve Yugoslavya arasında ku­
sonra Abbasi Halifesi Harun Reşid dönem in­ zeybatıya doğru uzanır. 800 km uzunluğunda
de onarılmışsa da bugün yıkıntı halindedir. ve 160 km genişliğindeki bu deniz, bir zam an­
Kente 5 km uzaklıktaki Pirin köyü m ağara­ lar Kuzey İtalya’daki Lombardiya bölgesini
ları eski Perre uygarlığından kalmadır. Bu kaplıyordu. Sonraları, ırmak ve buzulların
m ağaralar Roma döneminde mezar olarak A lpler’den ve A penninler’den getirdiği top­
kullanılmıştır. 1982’de açılan Adıyaman Mü- raklarla bu yöre doldu. İtalya’daki Po Irmağı
zesi’nde kazı buluntuları, Roma ve Selçuklu bugün bile taşıdığı topraklarla deltasını dol­
paraları, süs eşyaları sergilenmektedir. durmaktadır.
Kentin nüfusu 71.644’tür (1985). Adriya Denizi’nin batı kıyıları sığ ve kum ­
luk, doğusu ise boylu boyunca kayalıktır.
ADLI TIP, M ahkem elerdeki soruşturm alar Kayalıkların önünde çok sayıda ada vardır.
sırasında kimi zaman doktorlara da görev
düşer. Örneğin bir ölümün doğal olmayan
nedenlerden kaynaklandığından kuşkulanı-
lıyorsa, uzman doktorlara başvurulur. Bu
ölüm şiddet kullanarak, kaza sırasında, ameli­
yatta ya da zehirlenerek gerçekleşmiş olabilir.
Böyle durum larda olayı inceleyen savcı ya da
m ahkem e, ölümün nasıl gerçekleştiğini, yara­
nın hangi silahla yapıldığını, eğer bir cinayet
söz konusuysa olay sırasında katilin akıl
dengesinin yerinde olup olmadığını öğrenmek
isteyebilir. Bütün bu soruların yanıtlarını adli
tıp uzmanı doktorlar verir.
Adli tıbbın geçmişi çok eskidir. Örneğin
Eski Mısırlılar’ın günümüzden 5.000 yıl önce
38 AENEIS

Denizin yatağı, mercan ve deniz kabuklarıyla tanrısını kandırarak A eneas’ın gemilerini ba­
dolu sarımtırak bir çamurdan oluşur. En tırmasını ister. Gerçekten de bazı gemileri
derin yeri 1.324 m etre olan Adriya Denizi’nin batıran fırtına A eneas’ın gemisini Afrika kıyı­
sıcaklığı, su yüzeyinde 10°-25°C, derinlerde sına,.Kartaca yakınlarına atar. O rada yaşayan
ise 11°-14°C arasında değişir. güzel kraliçe Dido ona âşık olur ve ülkesini
Po deltasının hemen kuzeyindeki adada birlikte yönetmeyi önerir. Ama A eneas’m
tarihi Venedik kenti yer alır. Venedik’in kalması olanaksızdır; çünkü tanrılar onu,
Adriya ile “evli” olduğunu göstermek amacıy­ kuracağı yeni kenti bulmakla görevlendirmiş­
la, 600 yıldır düzenlenen törenlerde altın bir tir. Dido, A eneas’m gitmesinden umutsuzlu­
nikâh yüzüğü denize atılır. Bugün Adriya ğa kapılarak kendini ateşe atar.
kıyılarının en önemli limanı Trieste’dir. Sonunda İtalya’nın güney kıyılarına varan
Hem İtalya’nın, hem de Yugoslavya’nın A d­ Aeneas, yeraltındaki ölüler kentine giderek
riya kıyılarında çok sayıda dinlence yeri var­ babasıyla görüşür. Sonra da kuzeye, gelecek­
dır. teki Roma kentinin yer alacağı Tiber Irma-
ğı’nın ağzına doğru ilerler. O rada Kral Lati-
AENEIS, Truvalı kahram an A eneas’ın öykü­ nus ile karşılaşır. Kral, A eneas’ı kızı Lavinia
sünü anlatan Latince uzun bir şiirdir. Romalı ile evlendirmeye söz verir. Oysa Lavinia
ozan Virjil’in İÖ 1. yüzyılda yazdığı bu şiirde, komşu kabilenin prensi Turnus ile nişanlıdır.
A eneas’ın sayısız serüvenlerden sonra İtalya’ Turnus, Lavinia’nın Aeneas ile evleneceğini
ya gelişinin ve efsaneye göre R om a’yı kuru­ duyunca çok öfkelenir ve İtalya’daki öbür
şunun öyküsü anlatılır. kabileleri yabancılarla savaşmak için yardıma
Öykü, Yunanlılar ile Truvalılar arasında çağırır. Bu savaşta T urnus’u yenerek öldüren
yıllarca süren savaşın bittiği sırada başlar A eneas, bu yeni ülkede halkının önderi olur.
(bak. T r u v a S a v a ş i ) . Yunanlılar uzun bir Böylece büyük Roma soyu başlar.
kuşatmadan sonra Truva’yı ele geçirerek ateşe Virjil Aeneis’i İÖ 30-19 yılları arasında
verirler. Kent yanarken tanrıça A frodit, ya da yazarak 12 ciltte toplamıştır. Bu destan şiirin
Venüs, Truvalı savaşçılardan biri olan oğlu amacı Rom a’yı ve İmparator Augustus’u
A eneas’a görünür ve Truva’yı hemen terk onurlandırmaktı. Romalılar Virjil’in Aeneis’i-
ederek halkına yeni bir ülke aramasını söyler. ni ülkelerinin en değerli destanı sayarlar ve
Aeneas yaşlı babası Ankhises’i sırtına alıp, Yunan ozanı H om eros’un İlyada ve Odysseia
küçük oğlunun elinden tutarak yola çıkar. destanlarıyla bir tutarlar.
Karısı Kreusa ise ardından giderken alevlere Virjil, gönlünce tamamlayamadığı Aene-
yakalanarak can verir. Aeneas ve arkadaşları zs’in ölümünden sonra yakılmasını vasiyet et­
12 gemiyle yelken açarlar. mişti. Am a yakınları bu dileğini yerine getir­
Annesinin sözünü ettiği yeni ülkeyi bulmak m ediler ve İÖ 19’da, Virjil’in ölümünden
için yıllarca denizlerde dolaşan Aeneas ve hemen sonra Aeneis, Augustus’un emriyle
beraberindekiler, uğradıkları kıyılarda yarısı yayımlandı.
kuş, yansı kadın olan korkunç Harpyalar ve
tepelerinde tek gözleri olan dev Kykloplar AEROSOL. Bir gaz kütlesi içinde asıltı halin­
(Tepegözler) gibi garip yaratıklarla karşılaşır­ de bulunan sıvı ya da katı parçacıklardan
lar. Gemiciler için çok tehlikeli olan Sila oluşmuş ince karışımlara aerosol denir (bak.
kayalığından ve Karibdis girdabından kazasız ÇÖZELTİ v e ASILTI). Havada yüzen küçük su
belasız geçerler. damlacıklarının oluşturduğu bulutlar ve sis,
Truvalılar Sicilya’ya ayak bastıklarında Ae- bacalardan çıkarak havaya kanşan küçük katı
neas’ın babası Ankhises ölür. Babasını gör­ parçacıklarının oluşturduğu dum anlar birer
kemli bir törenle gömdükten sonra yeniden aerosol örneğidir (bak. Ç e v r e KİRLİLİĞİ; METE­
yola çıkan Aeneas öncekilerden de zor du­ OROLOJİ). Ayrıca, basınçlı bir kaptan püskür­
rumlarla karşılaşır. R om a’nın gelecekteki ra­ tülen herhangi bir maddeyi belirtm ek için de
kibi K artaca’dan yana olan tannçalar kraliçesi “aerosol” terimi kullanılır. Günlük dilde daha
Juno A eneas’a düşman kesilir. Rüzgârlar çok “sprey kabı” olarak bilinen bu tür basınçlı
AEROSOL 39

lıştırılan bir valf, bu valfin hemen altında


sarmal bir yay ve kabın dibine kadar uzanan
esnek bir boru bulunur. Kabın içine önce
püskürtülecek sıvı (aynı örneği sürdürürsek
mobilya cilası) doldurulur. D aha sonra ka­
pak, valf ve boru üçlüsü takılır. En sonunda
da valften içeriye basınç altında itici gaz
gönderilir. İtici gazın büyük bölümü kaptaki
basıncın etkisiyle sıvı hale geçer; ama sıvılaş­
mış itici gaz ile cila karışımının üstünde gene
de bir itici gaz katmanı kalır. Kabın içindeki
basınç ve sarmal yay, düğmeye basılmadıkça
valfin kapalı kalmasını sağlar.
Aerosolü püskürtm eden önce, bu m addey­
le itici gazın iyice karışmasını sağlamak için
kabı çalkalamak gerekir. Tepedeki düğmeye
basıldığında valf açılır ve kabın içindeki basın­
cın etkisiyle sıvı karışımı boruda yükselmeye
başlar. İtici gaz mem eden çıkarken buharlaşa­
rak gaz haline geçtiği için, bu sıvılaşmış gaz
kütlesinde asıltı halinde bulunan mobilya
cilası ya da herhangi bir sıvı, aerosol püskür-
tüsü biçiminde mem eden fışkırır. Bir m iktar
sıvının dışarı çıkmasıyla kabın içinde oluşan
boşluğu, buhar halindeki itici gaz doldurur.
D eodorantlar, tıraş krem leri, cilalar, cam
Üstteki düğmeye basıldığı zaman, püskürtülecek sıvı
temizleyicileri, saç spreyleri, böcek ilaçları,
ile sıvılaşmış itici gaz karışımı borunun içinde püskürtmeli boyalar ve daha birçok ürün
yükselmeye başlar. İtici sıvı kaptan çıkarken aerosol kapları içinde satışa sunulur. G erçek­
buharlaşır ve içinde sıvı damlacıkları bulunan ince
bir gaz bulutu halinde dışarıya fışkırır.
ten de bu tür maddeleri kullanmanın en
pratik ve kolay yolu budur. Ne var ki bu
kaplara da aerosol kabı denir. kolaylığın çok yüksek bir bedeli vardır. A ero­
Aerosol kaplarının içinde belirli bir madde, sollerde kullanılan itici gazlar zehirli ya da
sözgelimi bir mobilya cilası ve bu cilayı kolayca alev alan m addeler değildir, ama
püskürtecek basınçlı bir gaz bulunur. Bu itici D ünya’nın atmosferinde yarattıkları bazı de­
gaz, basınç altında sıvılaştırılmış bir flüoro- ğişiklikler ileride büyük yıkımlara yol açabi­
karbon ya da bir kloroflüorokarbon bileşiği­ lir. Bu tehlikenin nedeni, itici gazların hava­
dir. Flüor ve karbon atom larından oluşmuş daki herhangi bir maddenin etkisiyle parça­
çeşitli flüorokarbonlardan biri, “Freon” ticari lanmayacak kadar kararlı ve kalıcı olmasıdır.
adıyla aerosollerde püskürtücü olarak çok sık Atm osferde yükselen bu gazlar, yeryüzünün
kullanılır. Aynı amaçla kullanılan kloroflüo- yaklaşık 25 km üstündeki ozon katmanıyla
rokarbonlarda ise karbon atomları flüor ve karşılaşıncaya kadar hiçbir değişikliğe uğra­
klor atomlarıyla birleşmiştir (bak. F lü O R v e maz. Oysa, oksijenin üç atomlu değişik bir
F lü o rü r; K lo r). biçimi olan ozon her an tepkimeye hazırdır ve
bu gazlarla kolayca birleşir. Bu tepkime
Aerosol Kapları Nasıl Çalışır sonucunda ozon parçalanır ve iki atomlu
Aerosol kapları genellikle, lehimle birleştiril­ oksijene dönüşür.
miş teneke ya da alüminyum levhalardan D ünya’nın çevresindeki bu ozon katm anı,
yapılır; basınca dayanıklı olması için de tabanı atmosferdeki oksijenin, G üneş’ten yayılan
çukurlaştırılır. Kabın tepesinde basılarak ça­ morötesi (ültraviyole) ışınları soğurmasıyla
40 AF

kendiliğinden oluşur. Bu katm an, deri kanse­ için çıkarılan özel af ise yalnızca cezanın
rine yol açabilen bazı zararlı mofötesi ışınla­ uygulanmasını hafifletir ya da ortadan kaldı­
rın yeryüzüne ulaşmasını engellediğinden, rır. Suç gene de işlenmiş sayıldığı için, kişi
canlılar için çok önemlidir. Aerosollerdeki hüküm giymiş olarak kabul edilir ve savcılık­
itici gazların sürekli olarak havaya karışması taki suç kaydı silinmez.
ozon katm anının giderek incelmesine ve de­ Özel ve genel af çıkarma yetkisi anayasayla
linmesine yol açabilir. Sonuçta, yeryüzündeki Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilmiştir.
canlılar G üneş’in zararlı ışınlarıyla her an Aynca, gene anayasayla verilmiş yetkisine da­
karşı karşıya kalabilir.. yanarak cumhurbaşkanı da özel af çıkarabilir.

AF, genel tanımıyla, bir kişinin kusurunu hoş AFGANİSTAN, O rta Asya’nın güneyindeki
görerek bağışlamak demektir. İnsanlar, en büyük bir yaylada kurulmuş bir ülkedir.
küçük topluluk olan aileden başlayarak, okul­ Güneyinde ve doğusunda Pakistan, batısında
da ve toplum da nasıl davranılacağına ilişkin İran yer alır. Kuzey komşusu SSCB ile
kurallar koyarlar. Bu kurallara uymamak bir sınırının bir bölümünü Ceyhun Irmağı oluştu­
anlam da “suç” işlemektir. Ne var ki, bir baba rur. Hindukuş D ağlan, denize kıyısı olmayan
çocuğunun, bir öğretmen öğrencisinin bazı Afganistan’ı kuzeybatıdan güneydoğuya doğ­
kuraldışı davranışlarını nasıl bağışlarsa, dev­ ru keser. Bu dağların kuzeyinde ülkenin en
let de yasalara uymayarak suç işleyen bireyle­ verimli toprakları uzanır. Güneybatıdaki
ri bazı durum larda bağışlayabilir. Hukuksal büyük düzlük ise çöller ve yarı çöllerle kap­
tanımıyla af, bir mahkemece verilmiş cezanın, lıdır.
hatta doğrudan doğruya suçun yok sayılma­ Yarı kurak bozkır ikliminin egemen olduğu
sıdır. Afganistan’da kışlar çok soğuk, yazlar çok
Belirli bir suçu ve bu suçtan hüküm giymiş sıcak geçer. Batıdan doğuya gidildikçe yıllık
kişilerin cezalarını ortadan kaldıran affa genel yağış ortalaması artar.
af denir. Bu afla cezanın bütün sonuçları A fganistan’ın güneyinde bitki örtüsü çok
ortadan kalktığı için, aftan yararlanan kişi hiç seyrektir. Batıdaki kıraç bölgelerde ve kum
hüküm giymemiş sayılır. Ayrıca, savcılıktaki çöllerinde hemen hiç ağaca rastlanmaz. Ü lke­
suçluluk (sabıka) kaydı da silinir. nin kuzeyinde, yağışların da etkisiyle bitki
Adaletsiz ve yanlış kararların düzeltilmesi, örtüsü sıklaşır. Yükseklerde, iğneyapraklı
yaşlı ya da hasta hükümlülerin bağışlanması ağaçların oluşturduğu geniş ormanlar yer alır.

Afganistan, Asya’nın ortasında


dağlık bir tarım ülkesidir.
Modern ulaşım olanakları çok
sınırlıdır.
AFGANİSTAN 41

Afganistan nüfusunun yaklaşık yarısı Peştu


kökenlidir. Nüfusun geri kalan bölümünü
Farsça konuşan Tacikler ile Altay dil ailesin­
den Türk dillerini konuşan Özbekler ve H a­
zarlar oluşturur. Peştu dili ile Farsça’nın Dari
lehçesi ülkenin resmi dilidir.
Afganistan halkının hemen hepsi Müslü­
m an’dır ve büyük bölümü köylerde yaşar.
Ekilebilir alanların kıt olduğu bölgelerde ya­
şayanlar tarım ve hayvancılıkla uğraşırlar.
Yaz aylarında yüksek otlaklara çıkarak kışları
geri dönen bu yarı yerleşik tarımcılar, birkaç The Hutchison Library
türde tarımsal üretim yaparlar. Göçebelerin Göçebe Afgan aşiretleri bir yere kalıcı olarak
çoğunluğunu Peştu çobanları oluşturur. Aşi­ yerleşmez, yurt denen büyük çadırlarda yaşarlar.
retler halinde yaşayan ve hayvancılıkla uğra­
şan göçebeler ise yaz aylarında otlaklara lanılamamaktadır. Yeraltı kaynaklarının ba­
inerler. şında zengin doğal gaz yatakları gelir. Doğal
Afganistan ekonomisi tarıma dayanır. Ya­ gaz bir boru hattıyla SSCB’ye, bir başka boru
rıya yakınının sulanabildiği ekilebilir alanlar- hattıyla da Mezar-ı Ş erifteki term ik santrala
ve gübre fabrikasına iletilir. Hindukuş Dağla-
AFG A N İS TA N 'A İLİŞKİN BİLGİLER rı’nın kuzey yamaçlarında kömür havzaları,
YÜZÖLÇÜMÜ: 652.225 km2. Kâbil yakınlarında zengin demir yataklan,
NÜFUS: 15.735.000 (1987). Kunduz yakınlarında bakır, çinko ve kurşun
BAŞKENT: Kâbil. yatakları vardır.
YÖNETİM: Cumhuriyet. Afganistan’da halkın büyük bölümü H in­
COĞRAFİ YAPI: Dorukları 7.000 metreye ulaşan Hindu­ dukuş Dağiarı’nın güneyinde yaşar. Gene bu
kuş Dağları, ülkeyi kuzey ve güney olmak üzere ikiye
böler. kesimde, Kâbil Irm ağı’nın iki yakası üzerine
BAŞLICA İHRAÇ ÜRÜNLERİ: Karakul koyunu postu, kurulmuş olan başkent Kâbil (bak. K Â BİL),
halı, kabuklu yemişler, kuru meyveler, doğal gaz ve H indistan’dan O rta Asya’ya uzanan eski tica­
dokuma.
ret yolları üzerindedir. İlköğretimin zorunlu
BAŞLICA KENTLER: Kâbil, Herat, Kandehar, Mezar-ı
Şerif. ve her düzeydeki eğitimin parasız olmasına
EĞİTİM: 7-14 yaş arası çocuklar için ilköğrenim zorun­ karşılık, A fganistan'da okuryazar oranı an­
ludur. cak yüzde 20’yi bulur.
D em iryollan ve ulaşıma elverişli ırmakları
da, halkın temel besini olan buğday, pirinç ve olmayan Afganistan’da yeni karayolları yapıl­
arpa yetiştirilir. Bir bölümü yurtdışına satılan m aktadır. Kâbil’den kuzeye uzanan karayolu
pamuk da önemli tarımsal ürünler arasında­ üzerinde, H indukuşlar’ı geçen bir tünel açıl­
dır. Et ve süt ürünleriyle yerel tüketimi mıştır. Kâbil ve K andehar kentlerinde hava-
karşılayan hayvancılık, deri ve yün ihracatıyla limanlan vardır.
da önemli bir gelir kaynağı oluşturur. Afga­
nistan’da modern sanayi henüz kuruluş aşa­ Afgan Tşrihi
masındadır. Ü lkede çok az sayıda fabrika Bugünkü Afganistan Devleti’nin toprakları,
olduğu için sanayi ürünlerinin çoğu dış ülke­ binlerce yıl O rtadoğu, O rta Asya, Güney
lerden gelir. En gelişmiş sanayi dalı pamuklu Asya ve Uzakdoğu kültürlerinin karşılaştığı
dokum adır; bunu çimento, şeker, yünlü do­ yer olmuştur. İslam kaynaklarında Afgan-
kuma ve bitkisel yağ sanayileri izler. Halıcılık lar’dan ilk kez 982 yılında söz edilir.
başta olmak üzere geleneksel el sanatları İÖ 6. yüzyılda bu bölgede Persler egemen­
ülkenin ihracatında önemli yer tutar. di. Daha sonra Büyük İskender, Moğol,
Afganistan’da, ulaşım güçlükleri nedeniyle Türk, İslam ve Hint istilaları birbirini izledi.
doğal kaynakların tüm ünden yeterince yarar- Afganlar yaklaşık 200 yıl öncesine kadar
42 AFRİKA

gerçek bir ulus olamadılar. İlk bağımsız A f­ askerlerine karşı silahlı mücadeleye giriştiler.
gan D evleti’ni 18. yüzyılın ortalarında Ahm ed “M ücahid” olarak adlandırılan bu silahlı güç­
Şah Abdali kurdu. Büyük bir ordu kurarak lerin direnişleri 1984’te ABD ve Pakistan’ın
topraklarını M eşhed’den Keşmir ve D elhi’ye, destek ve yardımlarıyla yoğunlaştı. 1986’da
Ceyhun Irm ağı’ndan Um m an Denizi’ne ka­ görevden uzaklaştırılan Karm al’ın yerine M u­
dar genişleten Ahm ed Şah’ın ölümünden hammed Necibullah geçti.
sonra, bir yandan aşiret ve sülale kavgaları, 1987’de yedinci yılına ulaşan savaş bir
öte yandan Çarlık Rusyası ile İngiltere’nin bu yandan şiddetle sürerken, öte yandan barış
bölgeyi denetimleri altına alma çabaları impa­ görüşmelerine doğru önemli adımlar atıldı.
ratorluğun dağılmasında etkili oldu. 1987’nin mart ve eylül aylarında Birleşmiş
19. yüzyılda İngiltere, çıkarlarını savunmak M illetler aracılığıyla Afganistan ve Pakistan
amacıyla H indistan’da büyük bir güç oluştur­ dışişleri bakanları arasında resmi olmayan
muştu. Çarlık Rusyası’nın O rta A sya’nın gü­ görüşmeler yapıldı. 15 Haziran 1987’de Afga­
neyindeki topraklan ele geçirme isteğinden nistan hüküm eti, 15 Ocak 1988’e kadar süre­
tedirgin oluyor ve A fganistan’ın Ruslar’la cek olan tek yanlı bir ateşkes ilan etti; ama
giriştiği iyi ilişkileri hoş karşılamıyordu. Bu “m ücahid” saldırıları giderek yoğunlaştı. Ça­
nedenle 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında tışmaların dönem dönem şiddetlenerek sür­
İngiltere ile Afganistan arasında üç kez savaş mesine karşın barış girişimleri sürdürüldü.
çıktı. Sonunda, 1919’daki Ravalpindi A ntlaş­ 1987 Kasım’ında Afganistan hükümeti, SSCB
m asıyla Afganistan bağımsızlığını kazandı. askerlerinin Şubat 1988’de başlamak üzere
1919’da yönetimi ele geçiren ve 1926’da tahta 12 aylık bir program içinde Afganistan’dan
çıkan Em anullah, Afganistan’ı çağdaş bir ayrılacaklarını bildirdi. SSCB’nin askeri güç­
ülke yapmak amacıyla bir dizi reforma girişti. leri, belirlenen program a uygun olarak 1988
Tutucu din çevrelerinin bu reformlara karşı yılı içinde çekilmeye başladı.
çıkması üzerine 1928’de iç savaş başladı.
Em anullah 1929’da tahttan çekildi. Yerine AFRİKA, Asya’dan sonra dünyanın ikinci
geçen Nadir Şah’ın 1933’te öldürülmesi üzeri­ büyük kıtasıdır. Dünya nüfusunun yaklaşık
ne oğlu M uhammed Zahir Şah tahta çıktı. onda biri (500 milyon insan) bu kıtada yaşar.
Em anullah’tan sonraki hüküm darlar ılımlı Doğal kaynaklannın zenginliğiyle önemli bir
reform uygulamalarını sürdürdüler. 1964’te tarım ve m aden üreticisi olan A frika’nın
hazırlanan anayasayla Afganistan meşruti dünya siyasetindeki rolü de giderek artm ak­
krallık oldu ve parlam enter bir hüküm et tadır.
kuruldu. 1973’te Zahir Şah bir darbeyle taht­
tan indirildi ve krallığa son verilerek cumhuri­ AFRİKA'YA İLİŞKİN BİLGİLER
yet ilan edildi. Darbeyi gerçekleştirerek yöne­
timi ele alan Davud H an, yalnızca kendi YÜZÖLÇÜMÜ (adalarla birlikte): 30.218.000 km2.
akrabaları ile eski krallık ailesinin üyelerin­ NÜFUS (tahmini): 504.882.000 (1982).
DOĞAL KAYNAKLAR: Elmas, altın, bakır, manganez,
den oluşan bir hüküm et kurunca, 1978’de sol boksit, uranyum, demir, kauçuk, kakao, kahve, çay,
partiler yeni bir darbe düzenledi. Davud Han pamuk, yün, sisal keneviri, yerfıstığı, palmiye yağı,
devrilerek Afganistan D em okratik Cum huri­ kereste, petrol.
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Sahra Çölü; Nil, Nijer, Zaire ve
yeti kuruldu. Gene de siyasal karışıklıkların Zambezi ırmakları; Victoria ve Tanganika gölleri;
ardı kesilmedi ve yer yer ayaklanmalar baş Victoria Çağlayanı; Kilimanjaro Dağı; Mısır piramit­
gösterdi. Afgan ordusu ayaklanmaları bastır­ leri; Teb, Luksor ve Kartaca kalıntıları; Assuan, Kari-
ba, Er Roseires ve Akosombo barajları.
m akta yetersiz kalınca, Başbakan Hafızullah
Amin daha önce SSCB ile imzalanmış antlaş­
maya dayanarak bu ülkeden askeri yardım is­ A frika’nın en geniş yeri (7.360 km), batıda­
tedi. 1979’da SSCB askerleri Afganistan’a gir­ ki Yeşil Burun ile doğudaki Guardafui Burnu
di. Hafızullah Amin öldürülünce yerine Bab- arasındaki kesimdir. Kuzeydeki Beyaz Bu-
rak Karmal geçti. Dinsel önderler ve bazı böl­ run’dan güneydeki Agulhas (İğne) Burnu’na
gesel gruplar birleşerek hüküm ete ve SSCB kadar olan en uzun bölümü ise yaklaşık 8.000
AFRİKA 43

Picturepoint
Nil Irmağı’nın ağzında bir Akdeniz kenti olan
İskenderiye (üstte) Mısır’ın en büyük limanıdır. Sağda:
Cezayir’in güneyindeki Sahra Çölü’nün bir bölümü.
Çölün kumları ve çıplak kayalıkları Kuzey Afrika’nın
büyük bir bölümüne yayılmıştır.

kilom etredir. Bu iki burun arasındaki uzaklı­ ormanlarının sınırından başlayan savanlar
ğın hemen hemen tam ortasından ekvator ge­ (otlaklar) kuzeyde Sahra, güneybatıda Kala-
çer. Afrika kıtasını kuzeyden Akdeniz, gü­ hari çöllerine açılır. Çöl iklimi daha kuzeye
neyden ve batıdan Atlas Okyanusu, doğudan çıkıldığında yerini Akdeniz kıyılarının, daha
Hint Okyanusu ile Kızıldeniz kuşatır. güneye inildiğinde de Güney Afrika’nın ılı­
Afrika kıyılarının açığındaki birkaç ada, ge­ man iklim koşullarına bırakır.
leneksel olarak kıtanın birer parçası sayılır. Bu iklim farklılıkları Afrika insanının yaşa­
Bunların en önemlisi olan M adagaskar dün­ mını ve tarihini de biçimlendirmiştir. Yaşam
yanın dördüncü büyük adasıdır (bak. A d a ) ve koşullarının güç olduğu orman ve çöllerde
birkaç küçük adayla birlikte M adagaskar küçük topluluklar halinde yaşayan insanlar,
Cum huriyeti’ni oluşturur. Afrika kıyılarının düzlük yerlerde ve savanlarda büyük devlet­
açığındaki öbür adalardan M auritius bağımsız ler kurabilmişlerdir. Güneydeki ve kuzeydeki
bir devlettir. Zengibar Adası Tanzanya’nın, ılıman kıyılar ise yüzyıllar boyunca Asyalı ve
Bioko ise Ekvator Ginesi’nin yönetimindedir. Avrupalı göçmenleri kendine çekmiştir.
İklim koşulları A frika’yı değişik bölgelere
ayırır. Ekvatorun kuzeyinde ve güneyinde Yüzey Biçimleri
yağmur ormanları kuşağı uzanır. Yağmur Çok değişik yüzey biçimlerini barındıran A f­

Her yanı denizlerle çevrili


olan Afrika kıtası yalnızca
Sina Yarımadası'yla
Asya'ya bağlanır.
44 AFRİKA

rika’nın doğusu ve güneyi yüksek, batısı daha


alçaktır. Doğudaki yüksek bölge, kuzeyde
Etiyopya’nın 4.500 metreyi geçen dağlık alan­
larından güneyde 3.300 metreyi geçen D ra-
ken D ağlan’na (D rakensberg) kadar uzanır.
Bu iki büyük dağlık bölgenin arasında Doğu
Afrika Yaylası, Güney Afrika ve Zim babve’
nin bozkırları gibi daha alçak yaylalar yer
alır.
Dağlık alan A frika’nın doğusunda en bü­
yük yükseltilere ulaşır. Bunlar, O rta Kenya’
daki Kenya D ağı’nın karlarla kaplı, 5.199
m etre yükseklikteki doruğu ile Tanzanya’da­
ki, 5.895 m etre yükseklikteki Kilimanjaro
D ağı’dır.
Batıya doğru arazi giderek alçalır ve dağlık
alanlar seyrekleşir. Sahra’daki Ahaggar ve
Tibesti dağlarının en yüksek noktası 3.415
m etre, Fas’tan başlayarak Cezayir ve Tunus’a
kadar uzanan Atlas D ağlan’mn en yüksek
tepesi ise 4.165 m etredir. Batı A frika’nın en
yüksek bölümü, 4.000 m etreyi geçen Kam e­
run Dağı ile 1.500 m etreye ulaşan Gine
Dağları’dır.
Kıtanın en çarpıcı yüzey biçimleri, Rift
Sistemi olarak bilinen, doğudaki bir dizi
çatlak ya da uçurumdur. A sya’nın batısından
A frika’nın doğusuna kadar iki kıtada 6.400
km boyunca uzanan bu çatlağın A frika’daki
Picturepoint
görünümü derin ve uzun, dar vadilerdir. Victoria Çağlayanı’nın ana kolu, derin vadiye
Kıtanın iç bölümünde bir dizi çöküntü ve yaklaşık 100 metre yükseklikten dökülür.
çukur yer alır. Batıdaki Nijer ve Çad, doğu­
daki Sudan, ortadaki Zaire, güneydeki Kala- doğuya akar, sonra güneye dönerek Gine
hari çukurları bunların başlıcalandır. Körfezi’ne dökülür. A frika’nın güneyinde,
doğuya doğru akan Zambezi üzerinde, 108
Akarsu ve Göller m etre yüksekliğindeki Victoria Çağlayanı ve
Nil, Kongo, Nijer, Zambezi gibi dünyanın en Kariba Barajı vardır.
büyük akarsularından birkaçı A frika’dadır. A frika’da, çoğu bütün çığın boyunca ulaşı­
Dünyanın en uzun ırmağı olan Nil, ana kolu ma elverişli olmayan daha birçok büyük
Beyaz Nil’in kaynağından başlayarak 6.650 ırm ak vardır. Kıtanın batısındaki Senegal,
km boyunca uzanır. Irmağın akışını yer yer Gam bia ve V olta, güneyindeki O ranj, Ro-
çağlayanlar böler. Bu çağlayanlardan biri, vuma ve Limpopo ırmaklan bunlardan­
II. Assuan B arajı’nın oluşturduğu Nâsır Gö- dır.
lü’yle kaplanmıştır. Büyük Göller olarak bilinen göller zinciri
Kongo (Zaire) Irmağı Afrika’nın ikinci A frika’nın doğusunda yer alır. Bu göllerin
uzun ırmağıdır. Birçok kolla beslenerek, ek­ birçoğu Rift Sistemi’nin kimi bölümlerini
vator yakınındaki geniş alanlarda akar. Çağ­ kaplar ve derinlikleri deniz düzeyinin çok
layanlarla kesintiye uğradığından ancak yer altına iner. Afrika göllerinin en büyüğü, geniş
yer ulaşıma elverişlidir. N ijer Irmağı G ine’ bir çukurda yer alan ve Kuzey A m erika’daki
den doğar, geniş bir yay çizerek kuzeye ve Superior G ölü’nden sonra dünyanın ikinci
AFRİKA 45

büyük tatlı su gölü olan Victoria G ölü’dür. O rm an kuşağını çevreleyen daha kurak
Gene bir çukur gölü olan kuzeybatıdaki Çad iklim bölgelerinde, otlakların ve yer yer
G ölü’nün derinliği ve alanı, mevsimlik yağış­ orm anların bulunduğu savanlardaki bitki ör­
lara bağlı olarak yıl boyunca değişir. tüsünün boyu 3,5 m etreye ulaşırken çöllere
doğru bitkilerin boyu kısalır ve bozkır otlan-
İklim na dönüşür. Buralardaki açık alanlar tahıl
A frika’nın büyük bölümü tropikal ve astropi­ üretimine ve hayvancılığa elverişlidir.
kal iklim kuşaklarında yer alır. Yalnız kıtanın Savanların kuzeyinde ve güneyinde iklim
kuzeyindeki Akdeniz kıyılarında, Güney A f­ giderek kuraklaşır, otlaklann yerini çöller
rika Cum huriyeti’nin güney ve güneybatı alır. Zam an zaman yağan şiddetli yağm urlann
kesimleri ile kıtanın doğusundaki yüksek yer­ hem en buharlaştığı Sahra’yı insanlar binlerce
lerde ılıman iklim egemendir. yıldır vahadan vahaya ulaşarak geçmektedir.
Bu iklim kuşaklarını belirleyen en önemli Yeraltı su kaynaklarıyla beslenen bu vahalar
etken aldıkları yağış miktarıdır. Bütün yıl hurm a ağaçlarının ve başka bitkilerin yetiştiği
yağış alan ekvator yakınındaki düzlüklerde tek sulak alanlardır.
yılın 160 günü şiddetli yağış görülür. Batı A frika’nın güney ve kuzeyindeki kıyı böl­
kıyısı orm anları da bol yağış alır. Ekvator gelerinde Akdeniz tipi bitki örtüsü egem en­
kuşağının kuzeyi ve güneyi yılın beş-altı ayın­ dir. Dağlık bölgelerde iklim ve bitki örtüsü
da kesinlikle yağışlıdır. Bu yağışları, ara sıra yüksekliğe bağlı olarak değişir.
sağanaklarla kesilen kurak bir mevsim izler.
Güneye ve kuzeye gidildikçe azalan yağış Hayvan Varlığı
Sahra ve Kalahari çöllerinde iyice azalır. Kıyı­ Sahra’nın güneyindeki savanlar hayvan türleri
nın ılıman kuşağı kış aylarında genellikle orta açısından eşsiz bir zenginlik sergiler. Bu ke­
yağışlıdır. simde hem fil, zürafa, zebra, suaygırı ve anti­
A frika’nın büyük bölümünde sıcaklık fazla lop türlerinden oluşan otçul hayvan sürüleri,
değişmez ve çöller ile ekvatordaki kimi bölge­ hem de bu otçul hayvanlarla beslenen aslan,
ler dışında, ender olarak 27°C’nin üstüne çakal, sırtlan gibi etçil hayvanlar yaşar.
çıkar. Sahra’da ise günbatımından sonra Yağm ur orm anları maymun, yarasa, uçan
sıcaklık donma noktasına düşebilir. A frika’ sincap gibi ağaçta yaşayan birçok hayvanın
nın doğusundaki ve güneyindeki dağlık böl­ yanı sıra goril, leopar, kuyruksüren gibi yerde
geler batısındaki alçak bölgelerden daha yaşayan hayvanları da barındırır. A frika’nın
serindir. yerli hayvan türlerinin başında geyik, Berberi
koyunu, dağkeçisi ve araptavşanı gelir. Kuş,
Bitki Örtüsü balık, sürüngen ve böcek türlerinin zenginliği
A frika’nın büyük bölümü ya savanlar ya da çarpıcı boyutlardadır.
çöllerle kaplıdır. Sık orm anlar kıtanın ancak A frika’nın tropikal bölgeleri zararlı asalak-
onda birine yayılır. Sıcak ve nemli ekvator lann üremesi için uygun bir ortam dır. Birçok
bölgelerinde sert odunlu, yüksek ağaçlardan yerde rastlanan kancalı bağırsak solucanları
oluşan tropikal yağmur ormanları yetişir. kansızlığa yol açarken, bazı sivrisinek türleri
Tepede birleşen ağaç dallan, çok az güneş de insanlara sıtma ve sarıhumm a bulaştırır.
ışığı geçiren, çatı gibi bir kubbe oluşturur. Çeçe sinekleri hem insanlara, hem de at ve
Işığın azlığı nedeniyle orman tabanındaki sığırlara uyku hastalığı taşır. Çeçe sineklerini
bitki örtüsü seyrektir. yok etm ek için yoğun çalışmalar yapılmak­
A frika’nın tropik bölgelerinde, tarım alan­ tadır.
ları açmak için yüksek ağaçlı orm anlar kesi­ Ö bür zararlı böcekler göçmen çekirgeler
lince bunların yerini daha kısa boylu ve daha ile term itlerdir (beyaz karıncalar). Çekirge
az yararlı ağaçlar almış, bu yeni orm anlann sürüleri kimi zaman yolları üstündeki bütün
tabanında sık bir bitki örtüsü gelişmiştir. ekinleri yok ederek Afrika kıtasını boydan
Kıtanın bu bölgelerindeki ağaçlar kışın'yap­ boya aşar; term itler işe tahtaları yiyerek ah­
raklarını dökmeyen türlerdendir. şap yapılara büyük zarar verir.
46 AFRİKA

Saıour
Afrika'daki büyük hayvanlardan birçoğu soylarının tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Filleri,
zebraları ve boğa antiloplarını görm ek için dünyanın her yanından gelen ve artık tüfek yerine fotoğraf
makinesi kullanan gezginler safari gezilerine çıkarlar.
AFRİKA 47

A frika’da birçok yabani hayvan türünün kiz ve İspanya krallarının ayrıcalık tanıdığı ti­
yanı sıra sığır, koyun, keçi, domuz ve kümes caret şirketleri aracılığıyla gerçekleştirildi. Bu
hayvanları gibi çeşitli evcil hayvanlar da var­ şirketlere çoğu kez sömürgeleri yönetm e gö­
dır. A tlar ancak ılıman kuşakta ve çayırlarda revi de verildi. A frika’nın tropikal bölgeleri
yetiştirilebilir. Kuzey A frika’da çok bol bulu­ 15. yüzyıldan başlayarak önce altın, sonra kö­
nan develer aslında A sya’dan getirilmiştir. le ticareti nedeniyle A vrupalılar’ın akınına
Bir zamanlar Sahra’yı aşan uzun yolculukların uğradı. Özellikle Güney A frika’ya giden
tek aracı deveydi; ama bugün, çölün bir ucun­ beyaz göçmenler, geri dönm em ek üzere bu
dan öbür ucuna düzenli seferler yapan m otor­ bölgeye yerleştiler. 1440’larda ilk kez Batı A f­
lu taşıtlar vardır. rika’dan altın tozu ve köleler Portekiz’e gel­
A frika’da birçok hayvan türünün azalma­ meye başladı.
sında, doğal kaynakların giderek tükenm esi­ 1494’te papa, yeni keşfedilen toprakları ve
nin ve nüfus artışının büyük payı vardır. T op­ insanları Portekiz ile İspanya arasında paylaş­
raklar çiftliklere ve sanayi kentlerine dönü­ tırdığını Tordesillas Antlaşm ası’yla açıkladı.
şürken birçok hayvan yerinden olm akta, yo­ Buna göre Afrika kıyıları, Hindistan ve B re­
ğun avlanma da hayvan sayısını giderek azalt­ zilya ile birlikte Portekiz’e bağışlandı.
m aktadır. Hayvan soylarının tükenmesini ön­ Yerli halk belirli malları yalnızca söm ür­
lemek için birçok Afrika hüküm eti avlanma­ geci ülkelerin şirketlerine satmaya zorlandı.
nın yasak olduğu geniş koruma alanları kur­ Sömürgeci ülkelerin üretimiyle rekabet ede­
muştur. Kenya’daki Tsavo ve Tanzanya’daki bilecek ürünlerin yetiştirilmesi kısıtlandı ya
Serengeti ulusal parkları gibi korum a alanları, da yasaklandı. Örneğin Portekiz, kendi sö­
hayvanların serbestçe dolaştığı çok geniş ve mürgelerinde zeytin, zeytinyağı ve üzüm üre­
açık hayvanat bahçelerini andırır. timini yasakladı; şekerpancarı üretimini özen­
dirirken şeker yapımını durdurdu. Usta
Tarih dokumacılar sömürgelerden sürüldü, yal­
19. yüzyıldan önce A frika’nın büyük bölü­ nızca en kaba kumaşların dokunmasına izin
m ünde, her biri kendi yönetimine, çoğu kez verildi.
kendi diline ve kültürüne sahip bağımsız dev­ Sömürgecilik yöntemlerini daha da gelişti­
letler vardı. Değişik dinlerin ve bu dinlerden ren İspanya, A frika’nın güçlü kuvvetli erkek­
kaynaklanan özgün sanat biçimlerinin beşiği lerini yakalayıp köle olarak satan şirketlerden
olan A frika’da bugün de dans, müzik ve hey­ aldığı köleleri A m erika’daki kolonilerinde
kel ilanında çeşitli üsluplar görülür. (sömürgelerinde) çalıştırmaya götürdü. Köle
Hıristiyanlık ve Müslümanlık Hz. İsa ile ticaretinin sürdürüldüğü 400 yıl boyunca A fri­
Hz. M uham m ed’in ölümlerinden kısa bir süre ka, 75 ile 90 milyon arasında genç erkeğini
sonra A frika’ya ulaştı. Ne var ki Afrikalılar’ın yitirdi. Bu dönemde A m erika’ya 15 milyon
çoğu geleneksel toplum düzenlerini koruya­ köle getirilmişti. A radaki fark, köleleştirilen
bildikleri sürece yerel dinlerine bağlı kaldılar. A frikalılar’ın yolda ya da A frika’daki bekle­
17. yüzyıla kadar Afrika büyük uygarlıkların me depolarında ölmesinden kaynaklanm ak­
ve im paratorlukların beşiği oldu. D aha sonra tadır.
küçük krallıklar yaygınlaştı. Sömürgecilik 17. yüzyılda Fransa ve H ol­
Afrikalılar’ın ilk ilişkiye geçtikleri yabancı­ landa’nın, 18. yüzyılda Fransa ve İngiltere’
lar doğulular, özellikle de A raplar’dı. 9. ve nin, 19. yüzyılda ise yalnızca İngiltere’nin
10. yüzyıllarda A rap denizciler Kızıldeniz’den egemenliğinde sürdü.
M adagaskar A dası’na kadar bütün Doğu Af­ 20. yüzyılın başında bütün kıta İngiltere,
rika kıyılarında ticaret merkezleri kurdular. Fransa, Alm anya, İtalya, İspanya, Belçika ve
15. ve 16. yüzyıllarda gerçekleşen coğrafi Portekiz arasında bölüşülmüştü. I. Dünya Sa-
keşifler yeni kıtalann Avrupa ülkelerince vaşı’nda Almanya yenilince, onun sömürgele­
keşfedilmesine ve sömürgeleştirilmesine (yö­ ri zafer kazanan ülkeler arasında bölüşüldü.
netimleri altına alınmasına) yol açmıştı. İlk Bugünkü Afrika ülkelerinden yalnızca E ti­
coğrafi keşifler ve sömürgeci yayılma, Porte­ yopya sömürge olmadı. 20. yüzyıla gelindiğin­
48 AFRİKA

de Liberya ve Mısır bağımsızlıklarını kazan­ Afrikalılar’ın yönetimine girdi. Yalnız Güney


mışlardı. Bugün A frika’da yalnızca Reunion A frika’daki ırk ayrımı politikası güden beyaz
Fransa’ya bağlı bir ada devletidir. yönetim bugün de siyasal iktidarı elinde tu t­
m aktadır.
S öm ürgeci A frika Ülkesi Bağımsızlık Sömürge yönetimleri döneminde A frika’
Ülke Tarihi mn büyük bir bölümü gelişemedi. Çünkü bu
yönetimler yüzyıllar boyunca Afrika halkının
Belçika Zaire 1960
Ruanda 1962 yaşam düzeyini iyileştirmeden, kıtanın m a­
Burundi 1962 denlerini, hamm addelerini ve öteki zenginlik­
Fransa Tunus 1956 lerinin başlıca amacı, kıtanın kaynaklarını
Gine 1958
Burkina Faso 1960 Bağımsızlık sonrasında yeni Afrika yönetim ­
Benin 1960 lerinin başlıca amacı kıtanın kaynaklarını
Kongo 1960
Madagaskar 1960 halklarının yaşam ve eğitim düzeyini yükselt­
Moritanya 1960 mek için kullanmak oldu.
Senegal 1960
Fildişi Kıyısı 1960
Mali 1960 Ekonomi
Togo 1960 Ülkeden ülkeye değişiklikler göstermekle bir­
Nijer 1960
Çad 1960 likte Afrika ekonomisinin ortak özelliği geçmiş­
Orta Afrika 1960 te bir sömürge ekonomisi oluşudur. Sömürgeci
Cumhuriyeti ülkeye hammadde sağlayan ve bu ülkenin işlen­
Gabon 1960
Cezayir 1962 miş mallarına zorunlu pazar olan ülkelerde gelir
Cibuti 1977 çok az sayıdaki üründen elde edilirdi. Bağımsız­
Fransa-İngiltere Kamerun 1960 lığına kavuşan ülkelerin hemen hepsi bu durum­
Mauritius 1968
Fransa-İspanya Fas 1956 dan kurtulmaya, ürünlerini çeşitlendirmeye ça­
İngiltere Güney Afrika 1910 lışmaktadır. Ancak sanayileşme ve kalkınma
Cumhuriyeti büyük ölçüde sermaye birikimine bağlı olduğun­
Mısır 1922
Sudan 1956 dan, gerekli parasal kaynakların sağlanması
Gana 1957 önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
Nijerya 1960
Sierra Leone 1961
Hızla dış borçlanmaya başvuran ülkelerin büyük
Tanzanya 1961 bölümü, Nijerya gibi borçlarını ödeyemez duru­
Uganda 1962 ma düşmektedir.
Kenya 1963
Malavi 1964 Afrika ülkelerinden pek çoğunun ekonomisi,
Zambia 1964 çağdaş teknolojiden yoksun araç, gereç ve yön­
Gambia 1965
Botsvana 1966 temlerle yapılan tarımsal üretime dayanır. Her
Lesotho 1966 100 Afrikalı’dan 80’i, 15 ile 20 kulübeden oluşan
Svaziland , 1968 köylerde yaşar. Kıta topraklarının ancak yüzde
Seyşeller 1976
Zimbabve 1980 10’u ekilebilmektedir. Bu nedenle Afrika ülke­
Ingiltere-İtalya Somali 1960 lerinin ekonomik kalkınma hızı çok düşüktür
İspanya Ekvator Ginesi 1968 (1970-79 arasında ulusal gelirlerin ortalama yıl­
İtalya Libya 1951
lık büyüme hızı yüzde l ’in altındaydı).
Portekiz Gine-Bissau 1974
Angola 1975 Afrika’da “geçimlik” ve “ticari” olmak üzere
Cabo-Verde 1975 iki tür üretim yapılır. Afrikalılar’ın geleneksel
Mozambik 1975
1975
geçim kaynakları olan avcılık, yabani bitkileri
Sâo Tome ve Prı'ncipe
toplama, tanm ve hayvancılık halkın geçimini
ancak karşılar. Nüfusun “ticari üretim” yapan
Özellikle son 30 yıldan bu yana ulusal ba­ bölümü ise pazarda satmak üzere ürün yetiştirir
ğımsızlık hareketleri, askeri darbeler, dış mü­ ya da imalat ve madencilik alanında çalışır.
dahaleler ve ırk ayrımcılığına karşı m ücadele­ Bugün Afrika dış ticaretinin yaklaşık yüzde
ler Afrika kıtasını sarsm aktadır. 75’i Avrupa, ABD ve Japonya arasında bölüşül­
1960’larda kıtanın büyük bölümü yeniden müştür.
AFRİKA 4S

Picturepoint
Suiama kanalları Nil Irmağı'nın suyunu hurma, pamuk ve tahıl tarlalarına taşır. Kahire'nin güneyinde,
Sakkara'daki bu sulama kanalının arkasında Mısır piram itlerinin en eskisi olan Basamaklı Piramit
görülüyor.

Tarım yöntemleri uygulayarak besin üretimini, güb­


A frika’nın batısındaki tropik orm anlarda ye­ re kullanımını özendirerek de toprak verimli­
tişen ve tatlı patates ile yerelmasına benzeyen liğini artırm a çabasındadır.
yam bitkisi buralarda yaşayan halkın temel Sahra’yı çevreleyen topraklardaki uzun ku­
besinidir. Tropik bölgenin doğu kesiminde te­ raklık dönemleri nedeniyle, kıta topraklarının
mel besin maddesi muz, A frika’nın güneyinde hemen hemen yarısında yaşayan halk açlık
mısır, çayırlık yerlerde ise mısır, darı ve yayla tehlikesiyle karşı karşıyadır. Am a, A frika’nın
pirinci gibi tahıllardır. Çayırlıklar aynı zaman­ bu bölümü için olağan olan bu kuraklık açlı­
da hayvancılığa da elverişlidir. ğın nedenlerinden yalnızca biridir. Nüfus faz­
Afrikalılar tarıma açmak istedikleri yerler­ lalığı, gübre ve tarım ilaçlarının yeterince kul­
deki bitkileri elbirliğiyle keser, köklerini yakar lanılmaması, tarım alanındaki hüküm et yatı­
ve bu alanı bir mevsim için ektikten sonra yeni rımlarının azlığı ve ülkelerin geri kalmışlığı da
bir yere göçerler. Tarıma açılan alanlar, bitki­ açlık nedenleri arasında sayılabilir. D urum un
lerin yeniden büyümesi için birkaç yıl işlenme­ en ciddi boyutlara ulaştığı Etiyopya’da yedi
den bırakılır. Böylece aşırı ekim nedeniyle top­ milyon kişi açlıkla karşı karşıyadır.
rak verimliliğinin azalması önlenmiş olur. A frika’nın birçok bölgesinde belirli ürünler
Bugün Afrika ülkelerinin çoğu besin m ad­ yalnızca yurtiçi ve yurtdışı pazarlara satılmak
delerini dış ülkelerden satın almak zorunda­ için üretilir. Dünya palmiye çekirdeği üreti­
dır. Çünkü daha fazla besin üretimini zorunlu minin büyük bölümünün ve bundan elde edi­
kılan nüfus artışı ve kentlerin büyümesi karşı­ len palmiye yağı ile kakaonun üçte ikisinin
sında, ancak geçimlik ürünü sağlayabilen ge­ kaynağı A frika’dır. Önemli m iktarda üretilen
leneksel yöntem ler yeterli olm am aktadır. Bu pam uk, sisal keneviri, çay, kahve, kauçuk ve
nedenle Afrika yönetimleri makineli tarım yerfıstığı da ihraç edilir.
50 AFRİKA

Ormancılık ve Balıkçılık meye, bir bölümü de iç tüketim mallarını


Orm an ürünleri A frika’nın değerli ihraç mal­ üretm eye yöneliktir.
lan arasındadır. Tropik orm anlardan abanoz, A frika’nın en sanayileşmiş ülkesi olan G ü­
maun ve mobilya yapımında çok aranan öbür ney Afrika Cum huriyeti’nin ekonomisi zengin
sert odunlar elde edilir. A frika’nın kuzeyinde m aden kaynaklarına ve ucuz Afrikalı işgücü­
ise şişe m antan üretilir. Fas’ta ve Güney ne dayanır.
Afrika Cum huriyeti’nde balıkçılık kuruluş- A frika’nın güneyindeki öbür ülkelerden
lannın önemli olmasına karşılık, ticari balık­ Zimbabve, Zam bia ve Zaire daha az sanayi­
çılık kıta düzeyinde önemli bir gelir kaynağı leşmiştir. Kuzey A frika’daki Mısır A rap
değildir. Cumhuriyeti, Tunus, Cezayir ve Fas’ta ağır
sanayi ile tüketim malları sanayisi gelişmiştir.
Madencilik A frika’nın doğusunda ve batısında sanayi ge­
Afrikalılar 2.000 yıldır demir, bakır ve altın nellikle başkentlerin çevresinde yoğunlaşır.
gibi madenleri çıkarıp işlemektedir. A frika’
mn batısındaki ormanlık alanlardan çıkarılan Enerji
altını eskiden Afrikalı tüccarlar Sahra boyun­ A frika’nın başlıca enerji kaynağı ırmaklardır.
ca taşıyarak A vrupa ve Asya ülkelerine satı­ A karsu gücünden yararlanm ak için 20. yüzyı­
yorlardı. AvrupalIlar Yenidünya’yı keşfedin­ lın ortalarında pek çok büyük proje başlatıl­
ceye kadar A frika’dan gelen altını kullandı­ mış, bunlardan bir bölümü henüz tam am lana­
lar. Bugünkü Zim babve’den çıkanlan altın kı­ mamıştır. G ana’daki Volta Irm ağı’nda, alü­
yıya taşınarak H indistan’a ihraç edilirdi. minyum sanayisine enerji sağlamak ve elek­
Sömürgecilik döneminde madencilik geliş­ trik üretm ek amacıyla bir baraj yapılmıştır.
ti, birçok yeni m aden yatağı bulundu. G ünü­ N ijerya’nın Kainji bölgesinde de, planlanan
müzün bağımsız Afrika devletleri de maden demir-çelik sanayisine enerji sağlamak üzere,
kaynaklarının geliştirilmesine büyük önem Nijer Irmağı üzerinde benzer bir proje gelişti­
verm ektedir. rilmiştir. Zim babve’de Zambezi Irmağı üze­
Kıtanın en gelişmiş madencilik bölgeleri rindeki Kariba Barajı ve Mısır A rap Cum hu­
Güney Afrika Cumhuriyeti, Zimbabve, Zam- riyeti’nde Nil Irmağı üzerindeki Assuan B ara­
bia ve Zaire’nin Katanga yöresidir. Bu bölge­ jı da elektrik enerjisi üretir.
lerden çıkarılan çeşitli m adenler arasında en
önemlileri altın, elmas, bakır (Zam bia’nın ba­ Ulaşım
kır kuşağından), platin, vanadyum, kobalt, A frika’nın büyük bölümünde yeterli bir ula­
uranyum , asbest ve kromdur. şım ağı yoktur. Karayolu ve demiryolu ulaşı­
1950’lerde Libya ve Cezayir’in Sahra bölge­ mı yalnızca sanayileşmiş yörelerde gelişmiştir.
lerinde zengin petrol ve doğal gaz yatakları Ulaşım ekonomik gelişmenin en önemli öğe­
bulundu. Petrol ve doğal gaz N ijerya’nın kıyı lerinden biri olduğu için, Afrika hüküm etleri­
bölgelerinde, Mısır A rap Cum huriyeti’nde ve nin çoğu ulaşım olanaklarını geliştirme çaba­
G abon’da da çıkarılır. Güney Afrika Cum hu­ sındadır.
riyeti, Zimbabve, Nijerya ve Fas’ta büyük kö­
mür yataklarının bulunmasına karşılık öbür Eğitim ve Sağlık
yörelerde kömür azdır. Geleneksel Afrika toplumlannda çocuklar top­
luluk içinde eğitilir, yaşamlannı nasıl kazana-
Sanayi caklannı ve nasıl davranacaklannı ana babala-
A frika’daki sömürge yönetimlerinin temel nndan, aile büyüklerinden öğrenirlerdi. 19. yüz­
uygulaması kıtanın hammaddelerini dış ülke­ yılda Afrika’ya gelen Hıristiyan misyonerler
lere satmaktı. Bağımsız Afrika ülkeleri kendi (din adamlan) Avrupa’daki eğitim sistemlerini
imalat sanayilerini geliştirerek sömürge tipi burada uygulamaya başladılar. Am a Avrupalı­
ekonomi modelini kırmaya yöneldiler. Bugün laşın sömürge yönetimleri genellikle eğitime
gelişmekte olan imalat sanayilerinin bir bölü­ çok az para ayırdığından milyonlarca Afrikalı
mü, yerel olarak üretilen tarım ürünlerini işle­ okuma yazma eğitimi alamadı.
AFRİKA 51

Alexander Lawrence-Camera Press (üstte) J. Allan Cash


Afrika halkı çok çeşitli işlerle geçim ini sağlar. Üstte: Dar es-Selâm'ın Kariakoo pazarında ürünlerini satan
kadınlar. Pazarcılıkgelenekselolarak kadınların işidir. Altta: Bir platin ocağında çağdaşm adencilikaraçlarıyla
çalışan Afrikalı erkekler.
52 AFRİKA DİLLERİ

Bugün A frika’nın bağımsız hüküm etleri, ler belki de 10.000 yıl öncesine dayanm ak­
halklarını sanayileşmiş bir dünyanın yaşam bi­ tadır.
çimine hazırlamak gibi çok büyük bir eğitim Sahra’nın kuzeyinde 80 milyon kişinin ko­
göreviyle karşı karşıyadır. Bütün Afrika ülke­ nuştuğu Arapça (bak. A r a p ç a ) Afrika-Asya
lerinde eğitim sorumluluğunu devlet üstlen­ dil ailesinin bir üyesidir ve A frika’nın en yay­
miştir. Bununla birlikte birçok hüküm etin bü­ gın dilidir. Bir başka Afrika-Asya dili olan
tün halka eğitim olanakları sağlamak için ye­ Berberi dilini ise Kuzey A frika’nın orta ve ba­
terli parasal kaynağı olmadığından, günümüz tı bölümlerinde yedi milyon kişi konuşur.
A frika’sında pek çok çocuk okula gidemez. Çölde yaşayan Tuaregler bu sayının içindedir.
Çağdaş bir devleti yönetmek için gerekli Sahra’nın güneyinde ilginç bir dil çeşitliliği
olan yönetici ve teknisyen kadrosunu yetiştir­ görülür. Nijer-Kongo dil ailesi, bilinen 800’ü
mek amacıyla birçok ülkede üniversiteler ku­ aşkın diliyle en geniş dil grubudur. Bu dillerin
rulmuştur. Dünyanın en eski üniversitesi, 10. en tanınanları arasında Svahili ve Zulu gibi
yüzyılda K ahire’de kurulmuş bir İslam kuru­ Bantu dilleri de bulunur. Svahili dilini A frika’
mu olan El-A zhar Üniversitesi’dir. Fas ve Tu­ nın doğusunda 20 milyon kişi, Zulu dilini ise
nus’ta da eski Müslüman üniversiteleri vardır. A frika’nın güneyinde dört milyon kişi konuş­
Sömürge döneminde Avrupa eğitim modeline m aktadır. Afrika-Asya dil ailesinden Çad
uygun birkaç üniversite kurulmuşsa da, yük­ grubu, Batı A frika’da konuşulan 150 dili içe­
seköğretimde asıl gelişme 20. yüzyıl ortaların­ rir. Bunlardan H ausa’yı anadili olarak konu­
da başlamıştır. Bugün büyük Afrika ülkeleri­ şanlar 20-25 milyon kişi dolayındadır. Bu sayı
nin hepsinde en az bir yükseköğretim kurumu Sahra’nın güneyinde herhangi bir başka dili
vardır. konuşanların sayısından fazladır. Bununla
Güney Afrika Cum huriyeti’nde eğitim, bu birlikte, nüfusu birkaç yüzü geçmeyen küçük
ülkedeki ırkları birbirinden ayrı tutm a politi­ köylerde konuşulan Çad dilleri de vardır. Ba­
kasına uygun olarak kesin bir ayrımcılığa da­ zen birbirine komşu köylerde yaşayanlar bü­
yanır. Afrikalılar, AvrupalIlar ve Asyalılar tünüyle farklı diller konuşurlar. Bu büyük çe­
ayrı ayn okullara gider, ayrı konularda eğiti­ şitlilik çoğu kimsenin birden çok dil bildiği
lirler. A frikaner dilindeki Apartheid sözcüğüy­ anlamına gelir. Bu insanlar anadillerine ek
le adlandırılan bu ırk ayrımcılığı politikası olarak en az bir dil daha bilirler. Birden çok
20. yüzyılın son döneminde ülkede büyük hu­ dil konuşma, kamu eğitimi ve kitle iletişimi
zursuzluklara ve şiddet olaylarına yol açmış, gibi ulusal görevlerin yerine getirilmesindeki
öbür ülkelerce eleştirilip kınanmıştır. güçlükleri artırdığından sorun yaratm aktadır.
Sömürge yönetimi altındayken çok az dok­ Sınırlan içinde 250’yi aşkın dilin konuşulduğu
toru ve hastanesi olan A frika’da bugün genel Nijerya gibi bir ülkede, bütün bu dillerde ki­
sağlık düzeyini yükseltmek, sıtma, uyku has­ tap, gazete yayımlamanın, radyo-TV prog­
talığı ve veremle savaşmak için büyük çabalar ramları hazırlamanın ne denli güç olduğu or­
harcanm aktadır. tadadır.

AFRİKA DİLLERİ. A frika’da 1.000’e yakın Ticaret ve Yazışma Dilleri


dil konuşulur. Bu sayı bütün dünyada konu­ A frika’da konuşulan 1.000’e yakın dil arasın­
şulan toplam dil sayısının yaklaşık dörtte biri­ da, bir milyondan daha çok kişinin konuştuğu
ne eşittir. Afrika dilleri, ortak kökenli dilleri dillerin sayısı 30’u geçmez. Afrikalılar bu bü­
içeren dört dil ailesine ayrılır. Bunlar Afrika- yük çeşitliliği gidermenin bir yolu olarak or­
Asya (Hami-Sami), Nijer-Kongo, Nil-Sahra tak ticaret ve yazışma dilleri (Lingua Franca)
ve Koisan dilleridir. Bu dil ailelerinin birbi­ geliştirmişlerdir. Örneğin Svahili dili Kenya
rinden çok değişik dilleri içermesi, bu dillerin ve Tanzanya’nın resmi dili olduğu gibi, bütün
büyük olasılıkla yüzyıllar önce, örneğin Avru­ Doğu A frika’da da ortak dil olarak kullanılır.
pa dillerinin oluşmasından çok önce konuşul­ N ijerya’nın kuzey ve N ijer’in güney bölgele­
duğunu gösterir. Günümüzdeki Afrika-Asya rinde konuşulan Hausa dili, Batı A frika’nın
ve Nijer-Kongo dil ailelerinin ataları olan dil­ bu kesiminde ve başka bölgelerinde ortak dil
AFRİKA DİLLERİ 53

olarak benimsenmiştir. Benzer biçimde, hem de konuşulan İgala dilindeki awo sözcüğü,
resmi ulusal dil, hem de ortak dil olarak kulla­ yüksek-yüksek, yüksek-alçak gibi değişik ton­
nılan Am hara dili Etiyopya’da çok yaygındır. lamalarla söylenebilir. Bu tonlamaların her
Lingala O rta A frika’da yaygın olarak konuşu­ biri aynı sözcüğe “beçtavuğu” , “delik” gibi
lur ve aynı bölgenin ortak dilidir. İngilizce, değişik anlam lar yükler. Z aire’de konuşulan
Fransızca ve Portekizce gibi Avrupa dilleri de ve bir Nijer-Kongo dili olan Kele’de ise alam-
sömürge döneminden bu yana Afrika ülkele­ baka boili deyimi tonlamaya bağlı olarak “o
rinde ortak dil olarak kullanılır. Böylece Afri­ (erkek) ırmak,, kıyısını gözledi” ya da “o (er­
kalı bir çocuk ilk ve ortaokulda anadiline ek kek) kaynanasını suda haşladı” anlamlarına
olarak bir Afrika dili ile bir Avrupa dili öğ­ gelebilir!
renm ek zorunda kalabilir. Afrika dillerinin ilginç ve karmaşık özellik­
Birçok bölgede, Avrupa ve Afrika dilleri­ leri bu kadarla da bitmez. Zimbabve ile M o­
nin bölgesel karışımlarından oluşan ve “kar­ zambik’te konuşulan Şona dilinde “onun” ya
ma dil” adı verilen diller geliştirilmiştir. Batı da “onların” demenin 256 değişik yolu olduğu
A frika’da karm a İngilizce, Eski Fransız Batı ileri sürülm üştür. A frika’nın güneybatısında
Afrikası bölgelerinde de temeli Fransızca yaşayan Buşman (San) ve H otanto (Koikoi)
olan bir karma dil konuşulur. Güney A frika’ topluluklarını da kapsayan yaklaşık 100.000
da ise temeli Hollanda dili olan A frikaner dili kişinin konuştuğu Koisan dilinde “şaklam a”
İngilizce’nin yanı sıra resmi dil olarak kulla­ denen ünsüzler bulunur. Afrika dışında hiçbir
nılır. dilde bulunmayan bu seslerin bir örneği,
Türkçe’de beğenmeme ya da kabul etmeme
Afrika Dillerinin Özellikleri durum larında kullanılan “cık” sesine benzer.
Afrika dillerinin, bazıları dünyanın öbür dille­ Bir başka örneği de dudakları büzerek çıkarı­
rinde ender görülen ya da hiç bulunmayan lan yumuşak bir öpücük sesine benzetilebilir.
birkaç önemli özelliği vardır. Birçok Afrika Bazı Afrika dillerinin, örneğin Kuzey A fri­
dili “tonlu” (titremli) dildir. Bu dillerdeki söz­ ka’daki A rapça ve Berberi dili ile Etiyopya’
cükler, konuşma sırasında ses perdesinde ya­ daki Am hara dilinin eski bir geçmişe dayanan
pılan değişikliklerle farklı anlam lar kazanır. yazılı edebiyatları vardır. H ausa, Svahili ve
Bunun için genellikle üç ayrı ses yüksekliği N il-Sahra dil ailesinden Kanuri gibi dillerde
kullanılır. Örneğin Nijerya’nın orta bölgesin­ Arap yazısından kaynaklanan geleneksel yazı

AFRİKA DİLLERİ VE DİL AİLELERİ

Arapça
NİJER-KONGO DİLLERİ Arapça
Bantu: Bağanda, Batsvana, Kikuyu, Berberi dili
Kongo, Rjuanda, Rundi, Sotho,
Svahili, Şona, Zulu.
Bantu dışı: Fulani, ibo, M andingo Nübye d ili
(Malinke), M ende, M osi, Tvi,
Volof, Yoruba. M andingo Am hara dili
M osi Fulani J 2
NİL-SAHRA DİLLERİ M ende . Yoruba Som ali
Kanuri, M asai, Nuer, Nübye — \_İbo
d ili ve öbü rleri

AFRİKA-ASYA (HAMİ-SAMİ) DİLLERİ Bagan^â^ı


Am hara d ili, Arapça, Berberi d ili. Kongo Rııanda
Rundi
Gala, Hausa, S om ali ve öbürleri.
S vahili
KOİSAN DİLLERİ
H otanto (Koikoi), Ksam (Güney Buşman ya
da San dili), Kung (Kuzey Buşman ya da San dili)
ve öbürleri -'Ş o n a
M alg
MALEZYA-POLİNEZYA DİLLERİ ıBatsvanl
Malgaş ıHotanto
I Ksam
Haritada gösterilen dille r ve d il aileleri o bölgede konuşulan tek dil Sotho.
olm adığı gibi yalnızca o bölgeye de özgü değildir.
54 AFRİKA EDEBİYATI

sistemleri benimsenmiştir. Bununla birlikte becerisi bu atasözlerinin kullanımına dayanır.


günümüzdeki Afrika yazı sistemlerinin pek Konuşmacı ne kadar çok atasözü kullanırsa o
çoğu Latin kökenli alfabelere dayanır. Hausa, kadar bilgili sayılır.
Svahili ve Zulu gibi dillerde basılan yayınların 20. yüzyılla birlikte Afrika edebiyatındaki
sayısı günden güne artm aktadır. sözlü gelenek yerini yavaş yavaş yazılı edebi­
yata bırakmıştır. Çağdaş Afrika edebiyatında
AFRİKA EDEBİYATI bir sözlü edebiyat gele­ çeşitli Afrika dillerinin yanı sıra, bir zamanlar
neği olarak doğmuş ve 20. yüzyıla kadar bu kıtaya yerleşmiş sömürgeci beyaz Avrupalı­
özelliğini korum uştur. Evrenin yaratılışına laşın diliyle, yani Fransızca, İngilizce ve
ilişkin efsaneler sözlü edebiyatın ilk ürünleri­ Portekizce yazılmış yapıtlara da rastlanır.
dir. T annlara tapınırken söylenen övgü ve A frika’nın Bantu dilleri konuşulan kesimle­
kehanet şarkıları, kabilelerinin tarihini anla­ rinde, 19. yüzyılın sonlarında açılan misyoner
tan saz şairlerinin şiirleri, ergenliğe ulaşan okullarıyla, okuryazarlık ve Hıristiyanlık etki­
çocuklara dinsel bilgilerin ve kabile tarihinin si aynı zamanda yaygınlaştı. Bu dönemde
öğretilmesi, atasözleri, bilmeceler ve hayvan Afrikalı yazarlar kendi kültür geleneklerin­
öyküleri Afrika edebiyatının sözlü geleneğini den uzaklaşarak batı edebiyatının türlerini
oluşturur. Kuşaktan kuşağa aktarılan sözlü benimsediler. Yapıtlarında, Hıristiyanlar’ı
edebiyat ürünleri toplum kurallarının yerleşip “iyi” , Hıristiyan olmayanları “kötü” olarak
pekişmesine ve dilin zenginliklerinin öğretil­ tanımladılar. Bantu dillerinde ürün vermiş
mesine de yardımcı olur. sanatçılar arasında Thomas M okopu Mofolo
Şiir en çok kullanılan sözlü edebiyat biçimi­ (1876-1948) 20. yüzyıl Afrika edebiyatının ilk
dir. Kişiler başlanna gelen önemli olayları şiir önemli romancısı sayılır.
diliyle birbirlerine aktarırlar. Afrika sözlü Batı Nijerya halklarınca konuşulan ve sözlü
edebiyatının önemli bir özelliği de şiirlerin geleneği çok zengin olan Yoruba dilinde
şarkı biçiminde söylenmesidir. Şiirler en çok özgün edebiyat ürünleri 1940’larda yayımlan­
tanrıları, insanları, hayvanları, bitkileri ve maya başladı. Daniel O. Fagunwa (1903-63)
kentleri övmek için söylenir. Avcı şiirleri, Yorubalar arasında çok sevilen bir yazar
kehanet şiirleri, büyücü şiirleri, maskeli eğ­ oldu. Ruhlar, canavarlar, tanrılar ve cadılarla
lencelerde okunan şiirler, şarkılar ve doğaç­ dolu serüven rom anlarında üslubu son derece
tan söylenen şiirler en yaygın şiir türleridir. canlıdır ve mizah duygusu ağır basar. D aha
Büyülü sözcüklerle örülmüş bazı şiirlerin tö­ sonra yetişen Amos Tutuola (doğumu 1920)
renlerde okunduğu zaman iyilik ya da kötülük da Fagumva’dan etkilendi. Çağdaş Yoruba
getireceğine inanılır. edebiyatı ayrıca tiyatro alanında da başarılı
Tanrılara ve yaratılışa ilişkin öyküler de ürünler verdi.
sözlü edebiyat geleneği içinde zengin bir yer Afrika dilleri içinde köklü yazılı edebiyat
tutar. Bazen efsanevi bir kral, bazen bir geleneği olan tek dil, A rap harflerinin kulla­
kentin kurucusu, bazen de doğaüstü yaratık­ nıldığı Svahili dilidir. Bu dilde 17. yüzyıldan
lar tanrılaştırılarak gizemli tanımlama ve nite­ günümüze ulaşan örneklere rastlanır. Bunlar
lemelerle anlatılır. çoğunlukla A rap, İran ve U rdu etkileriyle
Öykülere konu olan hayvanların başında yazılmış şiirlerdir. Konu bakımından kahra­
tavşan, kaplumbağa ve örümcek gelir. Bu manlık şiirleri başta gelir; düzyazılarda ise
hayvanların en önemli özellikleri insanları destan etkileri görülür. D aha Avrupalılar
aldatabilecek kadar akıllı olm alandır. Bu A frika’ya gelmeden önce Svahili dilinde yazıl­
öyküleri anlatanlar bir yandan hayvanları mış tarih kitapları da vardır. Svahili dilinin 20.
överken, bir yandan da insanın kusurlarını yüzyılda en tanınan yazarı Shaaban R obert’tir
alaya alırlar. (1909-62). Yapıtlarında İslam ve Hıristiyan
Halkların bilgi birikimini, davranış biçimle­ kültürlerinin izleri bir arada görülür.
rini, yaratıcılık ve mizah duygularını yansıtan A frika’da Fransızca edebiyat, Fransız yö­
atasözleri Afrika sözlü edebiyat geleneğinde netiminin uyguladığı sömürgeci siyasete bir
çok yaygındır. A frika’da konuşma ve tartışma tepki olarak doğdu. Senegalli Leopold Sedar
AFRİKA EDEBİYATI 55

Senghor (bak. SENGHOR, LĞOPOLD SEDAR) Bunların çoğu bu ülkedeki ırkçı yönetim
1930’larda Paris’teki Sorbonne Üniversite­ tarafından tutuklandı, hapsedildi, kimileri de
si’nde okurken, “siyah güzeldir” sloganıyla yurtlarını terk etm ek zorunda kaldılar. Başka
Afrika kültürünün zenginliğini savunan Neg- ülkelere yerleşen Güney Afrikalı yazarlar,
ritude sanat akımını başlattı. 1947’de A frika’ ülkelerindeki ırkçı yönetimin uygulamalarını
nın önde gelen edebiyat dergisi Presence dünya kamuoyuna duyurdukları gibi edebi­
africaine’i (A frika’nın Varlığı) yayımlamaya yatlarının tanınmasını da sağladılar.
başladı. 1948’de hazırladığı Anthologie de la Güney A frika’da edebiyat Bantu dilleri,
nouvelle poesie negre et malgache (“Yeni A frikaner dili ve İngilizce olmak üzere üç ayrı
Zenci ve M adagaskar Şiiri Antolojisi”) ise kanalda gelişti. Giderek güç kazanan Bantu
Afrikalı aydınları önemli ölçüde etkiledi. Bu dillerindeki edebiyat özellikle Thomas Mofo-
akıma katılanlardan Cam ara Laye’nin (1928- lo’nun 1925’te yayımlanan Chaka’’sı ile ünlen­
80) le Regard du roi (1954; “Kralın Bakışı”) di. Z ulular’ın büyük önderi Şaka’nın (Chaka)
adlı romanı Afrika edebiyatının başyapıtların­ destanı olan bu kitap büyük başarı kazandı ve
dan biri sayılır. Gene Senegalli Sembene birçok yazara örnek oldu. Bantu edebiyatının
Ousmane (bak. OUSMANE, SEMBENE) da sömür­ en parlak temsilcileri ise, Siyahlar’ı yoksullu­
ge yönetimlerinin içyüzlerini sergileyen ro­ ğa sürükleyen koşullan yüreklilikle ortaya
manlarıyla dünyaca tanınan bir yazar oldu. koyan Benedict Wallet Vilakazi (1906-47),
İngilizce 18. yüzyıldan başlayarak A frika’ Lesotholu romancı O. K. M atsepe ve şair
da yazı dili olarak kullanıldıysa da, bu dilde M aditsi’dir.
bir Afrika edebiyatı ancak 1950’lerde ortaya Güney A frika’ya yerleşen sömürgecilerin
çıkabildi. NijeryalI Chinua Achebe (bak. konuştuklan, H ollanda dilinden türemiş A fri­
ACHEBE, CHİNUA), uyanm akta olan A frika’nın kaner dilindeki ilk yazılı yapıtlar I. Dünya
çelişkilerini sergilediği yapıtlarıyla ünlendi. Savaşı sonrasında görüldü. Öncüler arasında
Nobel Edebiyat Ödülü almış ilk Afrikalı Elsa Joubert, A nna Louw ve şair Van Wyk
yazar olan Wole Soyinka (bak. SOYİNKA, WOLE) • Louw (ölümü 1970) sayılabilir. Düşünceleri
da NijeryalI’dır. Gambialı Lenrie Peters (do­ nedeniyle dokuz yıl hapse mahkûm edilip
ğumu 1932) ve Night o f M y Blood (1971; sonra yurdunu terk etm ek zorunda kalan şair
“Kanımın Karanlığı”) adlı yapıtın yazarı Ga- Breyten Breytenbach ve gene yurtdışında
nalı Kofi Aw oonor (doğumu 1935) da İngiliz­ yaşamak zorunda kalan A ndre Brink, A frika­
ce ürünler vermiş önde gelen Afrikalı şairler­ ner edebiyatının en ünlü iki adıdır. Güney
dendir. 1961’de yayımlanmaya başlayan A frika’daki İngilizce edebiyat yapıtlarında ırk
Transition (Değişim) adlı edebiyat dergisi aynmı politikasının insanlık dışı olduğu vur­
genç yazarlara yer vererek özellikle Doğu gulanır. Song o f the City (1945; “Kentin
A frika’da edebiyatın gelişmesine katkıda bu­ Şarkısı”) ve Mine Boy (1946; “Madenci Ço­
lundu. Bunlar arasında Kenyalı James Thion- cuk”) romanlarının yazarı Peter Abraham s
g’o Ngugi (doğumu 1938) ve Ugandalı Grace (doğumu 1919) ve The Conservationist (1974;
Ogot (doğumu 1930) sayılabilir. “Korum acı”), A Soldier’s Embrace (1980;
A frika’da Portekizce yazılan şiirler, ilk kez “Askerin Kucaklayışı”) adlı romanlarıyla dik­
1958’de Antologia da Poesia Negra de Expres- kati çeken Nadine G ordim er (doğumu 1923),
sâo Portuguesa’nın (“Siyahların Portekizce Ağla Sevgili Yurdum ’un (Cry the Beloved
Yazdıkları Şiirler Antolojisi”) yayımlanmasıy­ Country\ 1948) yazan Alan Paton (doğumu
la tanındı. Afrika ülkelerinin sömürgeciliğe 1903), Barbarları Beklerken (Waiting fo r the
karşı özgürlük ve bağımsızlıklarını savunma­ Barbarians\ 1980) ve Michael K Nasıl Yaşadi
larıyla dikkati çeken bu şairler arasında nın (Life and Times o f Michael K; 1983)
1975’te Angola devlet başkanı olan Agostin- yazan John M. Coetzee (doğumu 1940), şair
ho Neto (1922-79) da vardı. Oswald Mitshali (doğumu 1940) İngilizce
Güney Afrika edebiyatı geleneksel kültürle yazan başlıca yazarlardır. (Afrika’nın kuze­
beslenerek 19. yüzyılda ürünler vermeye baş­ yindeki Arap ülkelerinin edebiyatlan için bak.
ladı, 20. yüzyılda birçok önemli yazar yetişti. ARAP EDEBİYATI.)
56 AFRİKA HALKLARI

Asya-Afrika Yazarlar Birliği’nin merkezi Afrikalılar’dan çok daha koyu renkli olan bu
K ahire’dedir. Bu birliğin süreli yayın organı halklar oldukça yakın bir zamana kadar
olan ve çeşitli dillerde yayımlanan Lotus küçük siyasal birimler halinde, toprakla uğra­
dergisiyle de Afrikalı yazarların ürünleri çe­ şarak ve birbirinden farklı dinsel geleneklere
şitli ülkelere ulaşmaktadır. bağlı olarak yaşıyorlardı. Dilleri O rtadoğu
dillerinden çok değişiktir. Tropikal Afrika
AFRİKA HALKLARI. İnsan soyunun A fri­ halklarının büyük bölümü Kongo-Kordofan
ka’nın doğusunda evrimleştiğine ilişkin güve­ grubuna bağlı dilleri konuşur.
nilir kanıtlar vardır. Tanzanya’nın Olduvai Üçüncü grup avcılık ve toplayıcılıkla geçi­
Boğazı yöresinde ve Etiyopya’da yapılan ka­ nen halklardır. Bu halkların en tanınmışları
zılarda, iki-üç milyon yıl öncesinden kalma, Kalahari’de yaşayan Buşmanlar (Sanlar) ile
Daily Telegraph Colour Library Zaire (Kongo) yağmur ormanında yaşayan
Pigmeler’dir. Bazı arkeologlar, genellikle çok
ufak tefek olan bu insanların A frika’ya ilk
yerleşenlerin soyundan geldiklerine inanırlar.
Buşmanlar ve Pigmeler yüzyıllar boyunca
Bantu dilleri konuşan çiftçilerle yakın ilişki
içinde olduklarından yaşamları da birbirinden
etkilenmiştir.
Son olarak, 19: yüzyılın sonunda İngiltere,
Fransa, Portekiz, Belçika ve A lm anya’dan
gelerek A frika’ya yerleşen Avrupalı sömürge­
ci göçmenler sayılabilir. Bunlardan başka,
ticaret yapmak için H indistan’dan ya da
Çağdaş Afrika: Kenya'nın canlı ve kalabalık başkenti O rtadoğu’dan gelmiş insanların soyundan
Nairobi 1899'da bir dem iryolu şantiyesi olarak
kurulmuştu. olanlar da vardır. Bugün Afrika ülkelerinin
çoğunda, siyasal etkileri az olan Avrupalı ya
alet yapan en eski insan kalıntıları ortaya da Asyalı göçmenlere yerleşik halk gözüyle
çıkarılmıştır. Büyük bir olasılıkla toplu yerle­ bakılmaz. Yalnızca Güney A frika’da beyaz
şim ilk önce A frika’da gerçekleşmiş, daha bir azınlık bugün de siyasal gücü elinde tut­
sonra dünyanın öteki bölgelerine yayılmıştır m aktadır {bak. G ü n e y A f r i k a ) .
{bak. İNSANIN KÖKENİ).
A frika’nın bugünkü nüfusu genellikle dört Yerleşim Yöreleri
ana gruba ayrılır. Birincisi, çoğunluğu Afrika- Afrika nüfusu kıtada düzensiz bir dağılım
Asya (Hami-Sami) dil ailesinden Arapça, gösterir. Sahra ve Kalahari çölleri gibi geniş
Berberi ve A m hara dillerini konuşan Kuzey Daily Telegraph Colour Library

Afrika halklarıdır. Bunlar bin yılı aşkın bir


süredir o topraklarda yaşayan, Kopt Kilisesi’
ne bağlı Hıristiyanlar ile Müslüman halklar­
dır. Kültürel ve tarihsel bakımdan O rtadoğu’
nun bir uzantısı sayılan bu halklar, binlerce
yıldır kervanların gidip geldiği Sahra üzerin­
den Batı Afrika ile de bağlantılıdır. A rap tica­
ret dünyasının bir parçası olan Doğu Afrika
kıyılarında konuşulan Svahili dili, Arapça
sözcükler ile Bantu dilbilgisinin bir bileşimidir
{bak. A f r i k a D İLLERİ).
İkinci grup, Sahra’nın güneyinde en kala­
balık nüfusu oluşturan ve geleneksel olarak Geleneksel Afrika: Orta Afrika'daki Malavi'de
“zenci” diye adlandırılan insanlardır. Kuzey kadınlar kuyudan su çekiyorlar.
AFRİKA HALKLARI 57

alanlarda yerleşim çok seyrektir. Oysa Mısır, ezberler ve bunları başkalarına öğretirlerdi.
Göller Bölgesi, N ijerya’nın güneyi gibi yerler Bu kişilerin bellekleri kitapların yerini tutar­
yüzyıllardan beri yoğun bir yerleşmeye sahne dı. Birçok gelenek bu yöntemle yüzyıllarca
olmuştur. Geçen yüzyılda Zaire, Zam bia ve korunabilmiştir.
Güney A frika’daki bakır ve altın madeni
çevresinde nüfus yoğunlaşmıştı. Eski sömürge Yaşama Biçimleri
yerleşmelerinden bazıları, örneğin Z aire’nin H er devletin, siyasal kurum lara, yaşama biçi­
başkenti Kinşasa, Kenya’nın başkenti Nairo­ mine, doğum, topluluğa kabul edilme, evlen­
bi, N ijerya’nın başkenti Lagos ve Güney me ve ölüm törelerine sıkı sıkıya bağlı bir dini
A frika’nın başkenti Johannesburg zamanla vardı. Afrika topluluklarının çoğunda ataların
büyük kentlere dönüştü. Gene de Afrikalı­ kendi soylarından gelen insanları sevdiğine ve
la rın büyük bölümü hâlâ kırsal kesimde yaşa­ koruduğuna inanılır, onlara kurbanlar sunu­
m aktadır. lurdu. Büyücülere inanış da çok yaygındı.
Afrika nüfus sayımlarından elde edilen Geleneksel inanca göre büyücüler kızdıkları
veriler çok güvenilir ve güncel değildir. Bu The Hutchison Library

nedenle doğum ve ölüm oranları doğru hesap-


lanam am aktadır. Bununla birlikte Afrika nü­
fusunun bütün öbür kıtalardan daha hızlı
arttığı varsayılır. Bunun bir nedeni hastalık­
larla savaşta kullanılan yeni ilaçların etkisidir.
Gene de birçok Afrika ülkesinin ekonomisi
nüfusunu besleyecek güçte olmadığı için,
zaman zaman korkunç bir açlık tehlikesiyle
yüz yüze gelinmektedir.

Afrika Devletleri
19. yüzyıldan önce A frika’nın büyük bir
bölümü küçük devletlere ayrılmıştı. H er biri­
nin kendi bağımsız hüküm eti, değişik bir dili,
yasaları ve töreleri vardı. Bunların bir bölümü Nijerya'da, Sokarta yakınlarındaki pazar yerinde
Avrupa ve A sya’da olduğu gibi karmaşık satışa sunulan toprak testi ve çömlekler.
yönetsel yapıları olan krallıklardı. Eski Mısır,
M eroe (bugünkü Sudan), Gana Krallığı, Mali ya da kıskandıkları kişilere büyü yaparak
ve Songay (Batı Afrika otlaklarının bulundu­ zarar verebilecek yetenekteydiler {bak.
ğu yer), Bunyoro, Buganda, Ruanda, Burun­ BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK).
di (Doğu A frika’da büyük göllerin dolayları) Kuzey ve Batı Afrika devletlerinin çoğu
bu krallıklar arasında sayılabilir. Bazı toplu­ erken tarihlerde İslam dinini benimsemişti.
lukların ise esnek ve basit bir örgütlenme Akdeniz kıyılarından Sahra’nın güneyine
biçimi vardı. N ijerya’daki Tiv, A frika’nın do­ ve otlaklardan Atlas Okyanusu kıyılarındaki
ğusundaki Kikuyu ve Masai gibi bu tür top- orm anlara kadar uzanan bir alanda M üslü­
lumlarda, aynı soydan gelen krallar, meslek­ man devletleri kuruldu. 14. ve 16. yüzyıllarda
ten yargıçlar ve askerler yoktu. Siyasalkarar- kurulmuş olan Mali ve Songay krallıkları ile
lar ve anlaşmazlıklar kabile toplantılarında Kuzey N ijerya’daki Hausa Krallığı bunlar
tartışılarak sonuçlandırılırdı. Günüm üzde de arasındadır. Bugün Müslümanlık Batı A fri­
hâlâ eski yöneticilerin soyundan gelme kralla­ k a ’da hâlâ yayılmaktadır.
rın egemenliğinde bazı topluluklar bulunm ak­ Sömürge döneminde-Avrupalı misyonerler
tadır. (din adamları) Afrika halklarına Hıristiyanlığı
Eski Afrika toplum larından çoğunun yazı aşılamaya çalıştı. Başlangıçta Afrikalı halkla­
dili yoktu. Özel olarak seçilmiş kişiler gele­ rın birçoğu bu dini benimsedi. Am a sonra­
nekleri, töreleri, yasaları, ülkenin tarihini dan.- Afrikalı Hıristiyanlar kitlesel olarak
58 AFRİKA HALKLARI

The Museum o f Primitive Art

The Museum o f Primitive Art

Wallace Collection
Geleneksel Batı Afrika sanatından örnekler.
Üstte: Gana'daki Asantiler'in yaptığı altın bir maske.
Üstte solda: Benin'den, kral ve m aiyetini gösteren
tunçtan bir Nijerya levhası. Altta solda: Benin'den,
krallık gücünü simgeleyen tunçtan bir leopar. Altta
ortada: Liberya'daki Ngereler'in boyalı tahta, kumaş
parçaları ve mermi kovanlarından yaptıkları bir
maske. Altta sağda: Fildişinden oyulm uş bir Nijerya
maskesi.
The Museum
The Museum o f Primitive Art o f Primitive Art
AFRİKAMENEKŞESİ 59

misyonerlerin kiliselerinden koptu ve Hıristi­ Afrika topluluklarının sayısı pek azdır. Yoru-
yanlık ilkeleriyle geleneksel Afrika dinlerinin ba’da (Nijerya) kadın tüccarların kendi he­
karışımı olan kendi “bağımsız” kiliselerini saplarına çalışarak zengin oldukları biliniyor.
kurdular. Kimi devletlerde ise kadınların azımsanama-
A frika’da geleneksel olarak bir erkek bir­ yacak siyasal etkinlikleri olmuştur. A m a ka­
den çok kadınla evlenebilirdi. Ama bu uygu­ dınların ezici çoğunluğu hâlâ babalarının ve
lama zenginlerin harcıydı; çünkü Afrika top­ kocalarının denetim ve baskısı altındadır; pek
luluklarının çoğunda erkek, gelin için başlık çoğu da babalarının seçtiği erkekle evlenmek
parası öderdi. Başlık olarak kızın babasına zorundadır. Bazı Afrika ülkelerinde artık
sığır ya da bakır süs eşyası gibi değerli kadınlara erkeklerle eşit eğitim olanakları
arm ağanlar sunulurdu. Bazı topluluklarda ise tanınm aktadır. Bu ülkelerde kadınların duru­
erkek kendi evini kurmasına izin verilinceye munun eskisi kadar umutsuz olmadığı söyle­
kadar uzun bir süre kayınbabasının işlerinde nebilir.
çalışmak zorunda kalırdı. Çocukların dünya­
ya gelmesi her zaman mutlu bir olay olarak Sanat ve Müzik
karşılanır, çocuksuz olmak en büyük felaket­ Afrika halkları çeşitli sanatlar aracılığıyla
lerden biri sayılırdı. duygularını anlatm akta çok başarılıdır. Resim
A frika’nın kimi yörelerinde bu gelenekler ve heykel sanatlarının çok eski bir geçmişi
hâlâ sürdürülüyor. Gene de, paranın kullanıl- vardır. Taş D evri’nden kalma binlerce yıllık
Picturepoirıt kaya resimleri ve oymaları anlatım gücünden
hiçbir şey yitirmemiştir. Batı A frika’nın öz­
gün heykel geleneği çağdaş batı sanatını ala­
bildiğine etkilemiştir. N ok’ta bulunan 2.000
yıllık küçük kil heykelciklerden, dünyanın en
güzel tunç heykelleri sayılan İfe ve Benin’deki
büstlere kadar, en zengin oyma ve heykel sa­
natı ürünlerinin N ijerya’da olduğu kabul
edilir.
A frika’ya özgü aletlerle çalman geleneksel
Afrika müziği karmaşık ritmiyle ünlüdür. Bu
müzik dinlemekten çok dans etm ek içindir ve
çeşitli ritimlere uygun pek çok dans biçimi
doğmuştur. Afrikalı kölelerle A m erika’ya ta­
şman Afrika müziği, bugün bütün dünyada
beğeniyle dinlenen caz ve benzeri müzik
türlerinin de kökenidir.

AFRİKAMENEKŞESİ. M or, pem be, şarap


rengi ya da beyaz çiçekli afrikamenekşeleri
bugün birçok ülkede saksı çiçeği olarak evleri
süsler. Oysa anayurdu olan Doğu A frika’nın
kırlarında bu bitkiler kendiliğinden yetişir ve
Kamış işçiliği gibi geleneksel köy sanatları doğadaki 20 kadar türün hepsi mor çiçeklidir.
Afrika'nın yerel ekonomisinde bugün de önemini
korumaktadır. A frika’dan alınarak daha soğuk iklimli ülke­
lere götürüldüğünde bu kır bitkileri bir salon
maya başlaması, tarım ve sanayi ürünleri çiçeğine dönüşmüş ve renk renk, yalın ya da
ticaretinin artması, göçmen işçilerin yaygın­ katmerli çiçekler açan birçok çeşidi üretil­
laşmasıyla artık en uzak köyler bile değişme­ miştir.
ye başlamıştır. Afrikamenekşesinin Türkiye’de yaygın ola­
Kadınların büyük ölçüde bağımsız olduğu rak yetiştirilen türü Sairıtpaulia ionantha’dır.
60 AFRODİT

Ö bür akraba türlerin çoğu gibi bu bitkinin de Truvalı Paris, A frodit’i tanrıça H era ve Athe-
gövdesi yoktur; yürek biçimindeki tüylü yap­ na’dan daha güzel bularak birinci seçmiş,
raklar doğrudan kökten çıkar ve uzun saplarıy­ bunun üzerine Afrodit Paris’e eşlik etmesi
dıBC Ajansı için dünyanın en güzel kadınını bulacağına
h;i>ir/L söz vermişti. Bu kadın Z eus’un kızı Truvalı
H elen’di. Sparta Kralı M enelaos’un karısı
olan H elen’i kaçırması için Afrodit Paris’e
yardım etti ve bu olay Truva Savaşı’na (bak.
T r u v a S a v a ş i ) yol açtı. M edea’nın İason’a
i âşık olmasında ve İason’un Altın Post’u ka­
% zanmasında da A frodit’in parmağı vardır
(bak. A l t i n P o s t ) .
Kimi söylencelere göre Afrodit demircile­
rin tanrısı H ephaistos’un karısıydı. Sayısız
sevgilisi vardı. Bunlardan en ünlüsü savaş
Mansell Collection
Afrikamenekşesi iyi bakılırsa bütün bir yıl çiçek
açabilir.
la yatay olarak yayılır. Gene uzun sapların
üstünde tek tek açan çiçekleri de kokulu
menekşeyi andırır (bak. M ENEKŞE).
Afrikamenekşesi nemli havayı ve ışığı se­
ver, ama doğrudan güneşe dayanamaz. Kışın
daha az olmak koşuluyla hep aynı ölçüde ve
çok düzenli aralarla sulanması gerekir. Kesi­
len yaprakların sapını toprağa daldırarak üre­
tilen afrikamenekşesi çokyıllık bir bitkidir. İyi
bakıldığında uzun yıllar yaşar ve sulama
suyuna çiçek gübresi katıldığında bütün yıl
çiçek açar.

AFRODİT ya da APHRODİTE, Yunan m ito­


lojisinde aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Yunanlı­
lar A frodit’in Kıbrıs’tan geldiğini varsayar­
lar. Bir söylenceye göre tanrılar kralı Zeus’un
kızı olan A frodit, bir başka inanışa göre de
deniz köpüklerinden doğmuş ve bir deniz-
kabuğundan karaya çıkmıştır.
A frodit’e önceleri durgun denizlerin, başa­
Yunan aşk tanrıçası Afrodit. İÖ 100 yılından kalma bu
rılı yolculukların, bağ ve bahçelerin, gül ve heykel Melos Adası'nda bulunm uştur.
mersin türünden nazlı bitkilerin tanrıçası ola­
rak tapılırdı. Sonradan aşk ve güzellik tanrı­ tanrısı A res’ti. Aşk tanrısı Eros, Ares ile
çası olarak benimsendi. Tüm tanrıçaların en A frodit’in oğludur. A frodit’in bir başka sevgi­
güzeliydi. Yalnız ölümlü erkekleri değil tan­ lisi de Truvalı Ankhises’tir; Afrodit ile Ank-
rıları bile baştan çıkarabilecek yetenekteydi. hises’in oğlu olan Aeneas Rom a’yı kuran
Hoşlandığı ölümlülerin isteklerini yerine geti­ kahram an olarak ünlüdür (bak. AENEIS).
rir, nefret duyduklarına ve gücünü hafife Rom a mitolojisinde bağ ve bahçelerin ko­
alanlara çok acımasız davranırdı. ruyucu tanrıçası olarak tapınılan Venüs, son­
A frodit’in erkeklerin yaşamını nasıl etkile­ radan Yunan tanrıçası Afrodit ile bir tutul­
diğine ilişkin pek çok öykü vardır. Örneğin muştur.
AFYONKARAHİSAR 61

AFYON haşhaş bitkisinden elde edilen güçlü tükendiği için sürekli yorgun, halsiz ve istek­
bir uyuşturucudur. Çok sık kullanıldığında sizdir. D aha da kötüsü, karşı konulmaz bir
sağlığa zarar verecek, aşırı m iktarda alındı­ istek duyduğu uyuşturucuyu elde edebilmek
ğında öldürecek kadar zehirli olmasına karşın için her şeyi göze alır. Bütün bu sakıncalarına
tıpta ilaç olarak çok kullanılır. karşın insana bir an için neşe ve mutluluk
Hindistan, İran, Çin ve Güneydoğu Asya’ duygusu veren afyonun yasadışı kullanımı
da yasal ve yasadışı yollardan yapılan haşhaş dünyada oldukça yaygındır. Bir zamanlar bu
tarımı Türkiye ekonomisinde önemli bir yer alışkanlığın çok yerleşmiş olduğu Çin’de,
tutar. Nitekim dünyada en üstün nitelikli afyon doldurulmuş pipoları ateşe tutarak du­
afyonun üretildiği Afyonkarahisar ili, adının manını içlerine çekerlerdi.
bir parçasını bu m addeden almıştır. Ne var ki, İlaç yapımı dışında herhangi bir nedenle
afyonun yanlış ve zararlı kullanımım engelle­ afyonun satılması birçok ülkede uzun yıllar
mek amacıyla haşhaş üretimi yurdumuzda da yasaklanmıştı. Ne var ki afyon satışından para
zaman zaman kısıtlanmış, hatta bir süre tü ­ kazanan bazı ülkeler haşhaş ve afyon üretim i­
müyle yasaklanmıştır (bak. H a ş h a ş ) . nin durdurulmasına karşı çıkarlar. Bu ülkeler­
Bugün dünyanın en büyük afyon üreticisi de bugün bile kaçak afyon üretimi yapılmak­
olan H indistan’da haşhaş tohumları kasım ta, afyondan elde edilen morfin, kodein,
ayında, iyice sürülmüş zengin topraklara eki­ eroin gibi “beyaz zehirler” yasadışı yollardan
lir. Ocak ayında açan beyaz ya da m or renkli satılmaktadır.
iri çiçekler solarak döküldüğünde, geriye,
içinde tohumları taşıyan yeşil haşhaş kapsülle­ AFYONKARAHİSAR. Ege Bölgesi’nin İç
ri kalır. Batı Anadolu bölümünde yer alan Afyonka­
Bu kapsüller hemen hemen yum urta bü­ rahisar ili, doğal yapı ve ulaşım açısından İç
yüklüğüne ulaştığında dış kabukları çatlaya­ A nadolu, Ege ve Akdeniz bölgeleri arasında
rak açılır. Çatlaklardan sızan beyaz, sütsü bir geçit oluşturur. İç A nadolu’nun E ge’ye
özsu toplanır ve iyice sertleşinceye kadar açılan kapısı olan Afyonkarahisar tarih
kurutulur. İşlenmek üzere gönderildiği fabri­ boyunca çeşitli kültürlerin buluşma ve geçiş
kalarda bütün suyunu atacak biçimde yeniden yeri olmuştur. Büyük Taarruz bu cephede
kurutulur, hamur gibi yoğrulur ve kırmızımsı başlamış, Kurtuluş Savaşı’nın son ve kesin
kahverengi kalıplar halinde pazara sunulur. çarpışmaları bu ilde geçmiştir. Afyonkarahi-
Afyon bilinçli ve doğru kullanıldığında çok sar’ın afyon çıkarılan haşhaşı, şifalı kaplıcala­
yararlı bir ilaçtır. Ağrıları ve kaslardaki istem- rı, m adensuları, m erm eri, kaymaklı şekeri ve
dışı kasılmaları giderir, terletir, halsizlik ve lokumu çok ünlüdür.
rahatsızlık duygusunu yok eder. Bileşiminde,
ağrı kesici ve uyku verici m addeler olan AFYONKARAHİSAR İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
morfin ve kodein oranı yüksektir. M orfinden
elde edildiği için bir afyon türevi sayılan eroin YÜZÖLÇÜMÜ: 14.230 km2.
de gene çok güçlü bir uyuşturucu ve ağrı NÜFUS: 666.978 (1985).
kesicidir. Afyonun kâfur içindeki çözeltisi İL TRAFİK NO: 03.
öksürük şurubu olarak, alkoldeki çözeltisi İLÇELER: Afyonkarahisar (merkez), Başmakçı, Bayat,
Bolvadin, Çay, Dazkırı, Dinar, Emirdağ, İhsaniye,
olan afyonruhu ile Dover tuzu ise sinirleri İscehisar, Sandıklı, Sincanlı, Sultandağı, Şuhut.
yatıştırıcı ve uyku verici olarak kullanılır. İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Frig kaya anıt mezarları; Afyonka­
Ne yazık ki hem afyon, hem de afyondan ve rahisar Kalesi; Gazlıgöl ve Sandıklı kaplıcaları; Ulu-
türevlerinden elde edilen ilaçların hepsi ba­ cami; Gedik Ahmed Paşa Külliyesi; Arkeoloji Müze­
si; Kocatepe ve Zafer anıtları.
ğımlılık yaratıcı m addelerdir. Bu tür bir uyuş­
turucuyu çok sık kullanan kişiler zamanla
onsuz yapamayacak kadar bağımlı duruma Doğal Yapı
gelirler. Uyuşturucu bağımlısının sağlığı bo­ Afyonkarahisar ilinin topraklan, Ege Bölgesi’
zulur, rengi solar, zayıflar, sindirim güçlüğün­ nin denize dik uzanan dağlan arasında sıkışıp
den ve kaşıntıdan yakınmaya başlar. Enerjisi kalmış bir yayla görünümündedir. Bu toprakla-
62 AFYONKARAHİSAR

nn yanya yakını dağlıktır. Güneyde Toroslar üzerinde Selevir B arajı, çok küçük bir akarsu
m uzantısı olan Sultan Dağları’nın Afyonkara­ olduğu halde baharda iyice kabaran Seyitler
hisar sınırlarına giren ucu, İsparta ile doğal sı­ Çayı üzerinde de Seyitler Barajı kurularak sel
nır oluşturan Karakuş Dağları’yla 90°’lik bir açı sularının zararları önlenmiştir.
yaparak kesişir. Emir Dağları ile Sultan Dağla­ Afyonkarahisar ilinin sınırları içinde üç göl
rı arasında, Akşehir ve Eber göllerinin yer aldı­ vardır. İlin doğusundaki Eber Gölü, kıyıları
ğı kapalı bir havza vardır. Sandıklı Dağları gü­ sazlık ve kamışlık olan sığ bir göldür. Deniz­
neyde Afyon Ovası’na kadar uzanır. Sultan den 995 metre yükseltideki bu göl sularım
Dağlan üzerindeki Topraktepe doruğu 2.581 küçük bir akarla Akşehir G ölü’ne boşaltır.
metreyle ilin en yüksek noktasıdır. Yarısı Konya, yarısı Afyonkarahisar sınırları
Deniz düzeyinden 1.000 metre kadar yük­ içinde kalan Akşehir G ölü’nün suları ise tuz­
seklikteki ovalar il topraklarının yaklaşık ludur. Burdur çöküntü havzasında oluşan Acı
beşte birini kaplar. Akarsu vadileriyle yarıl­ Göl, Denizli ile Afyonkarahisar arasında sınır
mış, tarım a elverişli olan bu ovaların başlıca- çizer.
ları D inar, Dom bayova, Sandıklı, Küçük ve Afyonkarahisar’ın iklimi, kışlarının soğuk
Büyük Sincanlı, Şuhut ve Afyon ovalarıdır. ve kar yağışlı, yazlarının sıcak ve kurak
İl topraklarını sulayan küçük akarsuların en olmasıyla Ege Bölgesi’nden çok İç A nado­
önemlileri Kûfi Çayı ile A karçay’dır. Bu lu’nun bozkır iklimine yaklaşır. İlkbahar ve
çayların ve kollarının taşıdığı alüvyonlarla sonbaharda yağışlar yağmur biçiminde ger­
zenginleşen ovalar verimli tarım alanlarıdır. çekleşir. İlin ortalam a yıllık yağış miktarı 455
Kûfi Çayı Sandıklı-Dinar ovalarının sularını milimetredir. En çok yağış mayıs ayında, en az
toplayarak Büyük M enderes’e boşaltır. Taşı­ yağış ağustos ayında düşer.
dığı su miktarı mevsimlere göre değişen bu İklim koşullarının etkisiyle ilin bitki örtüsü
çay yazın iyice yatağına çekilir, yağışlı mev­ de daha çok bozkır özellikleri gösterir. Dağla­
simlerde ise taşkınlara yol açar. A fyonkarahi­ rın batıya bakan yamaçlarında ormanlıklar
sar kapalı havzasından çıkarak E ber Gölü'ne yer alırken, yaylalar bozkır görünüm ündedir.
dökülen Akarçay ise, Şuhut Ovası’ndan do­ O rm anlar il topraklarının yüzde 10’unu oluş­
ğan Kali Çayı ile Sincanlı Ovası’ndan doğan turur.
Bacak D eresi’ni alır. Yaz aylarında kuruya­
cak durum a gelen Akarçay ve kolları da Tarih
ilkbaharda taşkın tehlikesi yaratır. Kali Çayı Sandıklı’nın güneyindeki Kusura kalıntılann-

E SK İŞEH İR

KÜTAHYA
İHSANİYE
BAYAT EMİRDAĞ

Seyitler^ jsCEHİSAR
Barajı K .
SİNCANLI
■] ^ BOLVADİN

s \ Akşehir
/ Gölü
SANDIKLI Selevir
B a ra jı,

KONYA
DENİZLİ S /
^ DİNAR ® / Eğirdir
Gölü
^D A Z K IR I f
S) /BAŞMAKÇI Beyşehir
A c ı g ö l '^ ' ---- •/ ( 7 / ^ \
ıGölü Ege Bölgesi'ndeki Afyonkarahisar ilinin
İSPARTA yüzey biçim leri ve iklim i, bu bölge ile İç
-'B u r d u r Gö\üLs
Anadolu ve Akdeniz bölgeleri arasında
BURDU R
bir geçiş özelliği taşır.
AFYONKARAHİSAR 63

da yapılan kazılarda, bölgede ilk yerleşmenin bu tahılların dışında ilin gelir getiren en
İÖ 3000 yıllarına uzandığı saptanmıştır. Yöre önemli tarımsal ürünü haşhaştır. Türkiye
o zamandan bugüne kadar sürekli yerleşim haşhaş üretiminin yansını Afyonkarahisar
yeri olmuş, çeşitli uygarlıkların etkisine gir­ sağlar. Haşhaş kapsüllerinden tıpta yararlanı­
miştir. İÖ 1800 yıllarında ilin toprakları Hitit lan afyon, tohum larından ise yağ çıkarılır.
Şemsi Güner Küspesi de hayvan yemi olarak kullanılır. Şe­
kerpancarı, ayçiçeği ve patates de ilin başlıca
tarımsal ürünleridir.
İldeki hayvan varlığının yarıya yakınını
koyun oluşturur. Yünü değerli olan tiftik
keçisi yetiştiriciliği de gelişme yolundadır.
Yurdun her yanına bağlanan kara ve
demiryollan üzerinde olmasına karşın Afyon-
karahisar’da sanayi gelişmemiştir. En büyük
kuruluşlar devlet yatm mlan olan çimento ve
şeker fabrikalandır. Demiryolu yapımında
kullanılan beton travers, ilaç sanayisi için
afyon sütünü işleyen alkaloit, et ve süt hay­
vanı yetiştiriciliğini geliştirmek için kurulan
yem, göllerin saz ve kamışlarını değer­
lendiren selüloz, malt, halı ipliği, Türkiye
Süt Endüstrisi Kurumu’nun tereyağı ve
peynir fabrikalan ile et kombinası ilde yer alan
öteki sanayi işletmeleridir. 2.000 yıllık tarihi
Afyonkarahisar kentinin ortasında, 226 metre olan mermercilik bugün de il ekonomisi için
yükseklikteki sarp kayalar üzerinde kurulm uş olan
Afyon Kalesi H ititler'den kalmadır. Kaleye, kayaların önem taşır.
üzerinde oyulm uş basamaklardan tırmanarak A fyonkarahisar’ın şifalı yeraltı suları efsa­
çıkılabilir. nelere konu olmuştur. Örneğin bir söylenceye
Krallığı’nın sınırları içindeydi. Daha sonra bu göre Kral M idas’ın güzelliğiyle ünlü kızı
topraklarda, İÖ 1000 yıllarında Trakya’dan vücudunda çıkan yaralarla çıldırmış, ama
gelen Frigler ve İÖ 700 yıllarında Lidyalılar A fyonkarahisar’ın şifalı sularıyla yıkandıktan
egemen oldu. Sonraki dönem lerde Persler, sonra iyileşmiştir. İlin hemen her yerinden
Rom alılar ve BizanslIlar Afyonkarafiisar böl­ fışkıran bu yeraltı suları günümüzde de içme
gesini kendilerine bağladılar. ve kaplıca olarak değerlendirilir. Özellikle
Selçuklular Malazgirt Savaşı’yla A nado­ Gazlıgöl ve Sandıklı kaplıcalarında sağlık
lu’ya girdikten sonra, 1115’te Afyonkarahi- turizmi gelişmektedir. M ineraller yönünden
sar’ı topraklarına kattılar. 14. yüzyılın ortaların­ zengin olan Afyonkarahisar maden suyu
da il topraklan Germiyanoğullan’nın egemenli­ Kızılay işletmelerinde şişelenerek tüm yurtta
ğine girdi. 1428’de de Osmanlı topraklanna ka­ satılır.
tıldı. H aydarpaşa’dan güneye inen demiryolu
Kurtuluş Savaşı sırasında iki kez Yunan (eski adıyla Bağdat Demiryolu) ili bir uçtan
işgaline uğrayan Afyonkarahisar 27 Ağustos öbür uca keser. İl merkezi tam anlamıyla bir
1922’de işgalden kurtuldu (bak. KURTULUŞ kavşak yeridir. A nkara ve İstanbul’dan gelen
SAVAŞI). trenler burada batıya ve güneye yönelir.
Karayolları açısından da hemen hemen bölge­
Ekonomi deki bütün yolların birleştiği yerdir.
Tarım ve hayvancılık ilin başlıca geçim kayna­
ğıdır. Ekilebilir toprakların en az üçte ikisin­ İl Merkezi: Afyonkarahisar
de başta buğday ve arpa olmak üzere tahıl Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Karahi-
yetiştirilir. D aha çok yöre halkınca tüketilen sar-ı Sahib adıyla anılan Afyonkarahisar
64 AGÂH EFENDİ

nur. Kentin neresinde olursanız olun, başınızı


kaldırıp baktığınızda bu tepelerden birini
görürsünüz.
İlin simgesi olan kale İÖ 1350'de Hitit
Kralı II. Murşil tarafından yaptırılmıştır. Bu­
gün yıkık durumda olan kale kentin tarihinde
önemli bir yer tutar. Selçuklu Sultanı
I. Alaeddin Keykubad devlet hâzinesini bu
kalede saklamıştır. Kalenin Kız Kulesi deni­
len iç bölümünde cami ve saray, üç erzak
ambarı, cephanelikler ve sekiz su sarnıcı
bulunur. Ö bür önemli tarihi yapılar Ulucami,
Kâbe Mescidi ve Gedik Ahmed Paşa Külli-
yesi’dir.
Kente ün kazandıran bir başka yapıt da
Kurtuluş Savaşı’nı simgeleyen Zafer Anıtı7
dır. Anıta, A tatürk’ün “Bütün ezilmiş ulus­
lar, ezenleri bir gün mahv ve perişan edecek­
Şemsi Güner
tir” sözü yazılmıştır.
Kalenin eteklerinden Afyonkarahisar kentinin
görünüm ü. Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi’nde Ku­
sura, Yazılıkaya ve Hacılar’dan çıkarılmış
kenti bugünkü adını ürettiği afyondan ve tarihöncesi buluntular ile Hitit, Frig, Lidya,
kara taşlardan yapılmış görkemli kalesinden Rom a ve Bizans dönemlerinin yapıtları yer
(hisar) almıştır. Kent, üzerinde A fyonkarahi­ alır. Gedik Ahm ed Paşa M edresesi’nde ve
sar Kalesi’nin bulunduğu tepe ile Cerit ve Afyonkarahisar Etnografya Müzesi’nde de
Ortasivri Kayası adı verilen kayalık tepelerin Türk-İslam sanatından örnekler ve Afyonka­
ortasında, Taşpınar Deresi boyunca kurul­ rahisar çevresinden derlenen etnografya ya­
muştur. Güneyinde ise Hıdırlık Tepesi bulu- pıtları sergilenir.
Şemsi Güner Kentin nüfusu 87.033'tür (1985).

AGÂH EFENDİ (1832-1885) Türkiye'de gaze­


teciliğin öncüsü sayılır. Yedi yıl tıp öğrenimi
gören Agâh Efendi okulu bitirmeden ayrıldı
ve Fransızca çevirmeni olarak Babıâli Tercü­
me Odası’nda çalışmaya başladı. 1852-54 ara­
sında, Paris elçiliğine atanan Rıfat Paşa’nın
sekreterliğini üstlendi. Yurda dönüşünde Şi-
nasi ile tanıştı ve 1860’ta Tercüman-ı A hval
(Durum ların Sözcüsü) gazetesini birlikte
yayımlamaya başladılar (bak. ŞİNASİ). Altı ay
sonra Şinasi’nin ayrılması üzerine gazeteyi tek
başına çıkarmayı sürdürdü. Özel sermayeyle
çıkarılmış ilk Türk gazetesi olan Tercüman-ı
A hval bir haber gazetesi olmakla kalmayıp,
ülkenin o dönemdeki birçok ekonomik ve
toplumsal sorununu tartışmaya açtı. Halkın
kolay anlayacağı bir dil kullanılmasına özen
gösteren gazete eğitime de önem verdi. Eği­
AvusturyalI heykelci Heinrich Krippel'in 1936'da
yaptığı Zafer Anıtı, Afyonkarahisar'ın Yunan timdeki bozuklukları eleştirdi, çağdaş eğitim
işgalinden kurtuluşunu simgeler. anlayışını savundu. Bu anlayışa uygun yayın­
AGAMEMNON 65

lan nedeniyle bir süre kapatıldı. Agâh Efen- gün ava çıkan Agamemnon avcılık tannçası
di’nin başyazarlığını yaptığı Tercüman-ı A h ­ A rtem is’e (Diana) adanmış olan geyiği yanlış­
val Türk basın tarihinde yeni bir dönemin lıkla öldürür. Çok öfkelenen Artemis denizle­
başlangıcı oldu. rin rüzgârını keser ve gemiler yelken açamaz.
Agâh Efendi 1861-65 arasında gazeteciliği­ Sonunda Agamemnon tannçayla banşmak
nin yanı sıra posta bakanlığı görevini de için kızı İphigenia’yı kurban etmeye karar
sürdürdü. İstanbul’da güçlü bir posta örgütü verir.
kurdu ve 1863’te Türkiye’de ilk kez posta Artem is A gam em non’un geyiği öldürdüğü­
pulu kullanımını başlattı. Bu uygulamayla ne pişman olduğunu görünce, İphigenia’nın
posta işlemleri büyük ölçüde basitleşti ve yerine bir hayvan bırakarak kızı alıp gider.
çeşitli yanlışlıklar, yolsuzluklar önlendi. İphigenia’yı bir adaya götürerek rahibe yapar
Agâh Efendi yenilikçi aydınların kurduğu ve adaya gelecek ilk yabancıyı kendisi için
Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin 1865’teki ilk
üyelerindendir. Bu örgüt Osmanlı aydınlan
arasından seçilecek üyelerle bir meclis toplan­
masını ve ülkenin bu meclisten çıkan yasalarla
yönetilmesini savunuyordu. Namık Kemal,
Ziya Paşa gibi aydınlar bu örgütün önderle-
rindendi. Padişahın baskıları sonucu Agâh
Efendi ve öteki örgüt üyeleri yurtdışına kaçtı­
lar. 1867-71 yılları arasında Fransa, İngiltere
ve Belçika’da yaşayan Agâh Efendi Paris’te
arkadaşları ile birlikte M uhbir (Haberci) ve
Hürriyet gazetelerini yayımladı. Siyasal etkin­
liklerden çok gazetecilikle uğraştı.
1871’de padişahın çıkardığı afla yurda dö­
nünce bir süre devlet memurluğu yaptı. Ama
II. Abdülhamid padişah olunca görevinden
alındı; önce Bursa’da, daha sonra A nkara’da
altı ay sürgün yaşadı. Bağışlandıktan sonra
Rodos ve Midilli m utasarnflıklarm a getirildi.
1885’te atandığı Atina elçiliği görevinin ilk Truvalı kâhin Kassandra, Agam em non'a, karısı
aylannda öldü. Klytaim estra'nın onu öldürm eyi planladığını haber
veriyor.

AGAMEMNON. Eski Yunan efsanelerinde kurban etm ekle görevlendirir. Bir süre sonra
Yunanistan’ın en güçlü prenslerinden biri İphigenia’nın erkek kardeşi Orestes adaya
olarak anlatılan Agam em non, M iken ve Ar- gelir. İphigenia kurban etmesi gereken kişinin
gos kralıydı. Agam emnon ve kardeşi M enela- kardeşi olduğunu tam zamanında anlar ve
os, Sparta kralının kızları Klytaimestra ve H e­ kardeşiyle birlikte adadan kaçar.
len ile evliydiler. Bu arada Aulis’deki Yunan gemileri İphi-
Truva kralının oğlu Paris H elen’i kaçınp genia’nın kaybolması üzerine Truva’ya doğru
Truva’ya götürünce, Agamemnon Yunanis­ yelken açar. Yunanlılar kenti on yıl süreyle
tan’ın bütün prenslerini ve soylularını Truva- kuşatırlar. Agamemnon ile Yunanlı kahra­
lılar’dan öç almak için birleşmeye çağırır man Aşil arasında çıkan anlaşmazlığa karşın
(bak. T r u v a S a v a ş i ) . Prensler çağrıya uyar sonunda Truva alınır ve Agam emnon Y una­
ve kısa sürede büyük bir ordu ile 1.000’den nistan’a doğru yelken açar. Am a karısı Kly­
çok gemi Aulis limanında toplanır. Agam em ­ taim estra, İphigenia’nın kaybından ötürü onu
non bu ordu ve donanm anın başkomutanı se­ bağışlamamıştır. Kocasını öldürm ek için A ga­
çilir. m em non’un düşmanı Aigisthos ile birlikte bir
Gem iler denize açılmaya hazırlanırken, bir plan yapar. Agamemnon’un nasü öldürüldüğü
66 AĞAÇ

konusunda birçok öykü vardır. Bunlardan bir mevsiminde, genellikle kışın yapraklannı
birine göre, Yunanistan’a döndüğü gece ban­ döker ve yerine yeni tom urcuklar verir. Çoğu
yodan çıkarken Klytaimestra kralın başına kez üstündeki pullarla soğuktan korunmuş
bir bez geçirir ve Agam emnon kurtulm ak için olan bu tom urcuklar açıldığında, ağaç yeni
çevresini görmeden çabalarken Aigisthos’un sürgün ve yapraklarla donanır. Bu ağaçlardan
yardımıyla onu öldürür. çoğunun yapraklan geniş ve yassıdır; bu
Yıllar sonra Agam em non’un kızı Elektra nedenle bu gruba geniş yapraklı ağaçlar denir.
ile kardeşi Orestes, Aigisthos ve Klytaimes- Yaprak dökmeyen ya da herdemyeşil ağaçlar
tra ’yı öldürerek babalarının öcünü alırlar. da solan yapraklannı döküp yerine taze yap­
raklar verir, ama bütün yapraklar aynı anda
AĞAÇ genellikle tek bir gövdesi olan odunsu dökülmediği için bu ağaçlar hiçbir mevsimde
bir bitkidir ve bu özelliğiyle öbür odunsu tümüyle çıplak kalmaz. Bu gruptaki ağaçların
bitkilerden ayrılır. Bir meşenin ya da yaprakları genellikle ince ve sivri olduğu için
çamın ağaç olduğu ilk bakışta kolayca anla­ bunlara iğneyapraklı ağaçlar ya da kozalaklan
şılabilir; çünkü toprakaltm da kökleri, olduğu için kozalaklılar denir. Y aprakdöken
toprağın üstünde bir ana gövdesi ve tepe­ ağaçlann çoğunlukta olduğu bölgelerde kışın
sinde bir taç oluşturan dallan vardır. orm anlar ve korular çıplaktır. Oysa daha çok
Çalı denen odunsu bitkilerin boyu genel­ herdemyeşil ağaçlarla donanmış tropik bölge­
likle ağaçlardan daha kısa, ana gövdeleri lerde orm anlann görünümü bütün yıl boyun­
de çoğu kez birden fazladır. Gene de ağaçlar ca değişmez.
ile çalılar arasındaki fark her zaman çok belir­ Bir ağacın gövdesindeki halkalan sayarak o
gin değildir. Normal koşullarda ağaç kabul ağacın kaç yaşında olduğu anlaşılabilir. Ilı­
edilen bazı bitkiler koşullar değiştiğinde çalıyı man bölgelerde yetişen ağaçlann çoğunda
andırabilir ya da gerçekte çalı olan birtakım her yıl, bir önceki yılın odununu dıştan saran
bitkiler zamanla ağaç görünümü alabilir (bak. yeni bir odun katmanı oluşur. Bu katm anlar
Ç A L l) . Ağaçlar bugün yeryüzünde yaşayan daire biçiminde olduğundan yıllık halka ya da
canlılann en irisidir ve ömürleri bütün hay­ büyüme halkası diye adlandırılır. Enine kesil­
vanlardan daha uzundur. miş bir ağaç gövdesini incelediğinizde bu
Dünyanın en büyük ağaçları California’da- halkaları kolayca görebilirsiniz. Gövdedeki
ki dev sekoyalardır. Bu eyalet halkının “G e­ her halka ağacın yaşadığı bir yılı gösterir.
neral Sherm an” adını taktığı en iri sekoyanın Y ağm urlann bol olduğu yıllarda oluşan hal­
yüksekliği 83 metreyi bulur. Gene California’ kalar kurak yıllarda oluşan halkalardan daha
da yetişen bir çam türü de 4.500 yıldan çok geniştir. Bu nedenle, bir ağacın yıllık halkala-
yaşamış örnekleriyle ağaçların en uzun öm ür­ nna bakarak hangi yılların yağışlı, hangileri­
lüsü sayılır. Buzlarla kaplı kutup bölgeleri ve nin kurak geçtiği belirlenebilir.
toprağın çok ince taneli bir kum örtüsüne Ağaçlarda üreme olayı çiçeklerle başlar.
dönüşmüş olduğu çöller dışındaki her yerde Tozlaşma ve döllenmeden sonra çiçekler mey­
ağaç yetişir. Tropik bölgelerdeki ağaçlar velere ya da kozalaklara dönüşür. Olgunla­
sanlıcı bitkilerle birbirine bağlanarak geçit şan meyve ve kozalakların içindeki tohumla-
vermeyen gür orm anlar oluşturur. Kanada, nn toprağa düşüp çimlenmesiyle de yeni bir
Sibirya ve Alaska gibi kuzey bölgelerinde de ağaç gelişir. Bazı ağaçlann çiçekleri bildiğimiz
ulu köknar orm anlan yaygındır. kır ve bahçe çiçeklerine benzeyen yapısıyla
Ağaçlar topraktaki suyu kökleriyle em er ve hemen tanınır; bazılarında ise çiçekleri ayırt
bütün yeşil bitkiler gibi kendi besinlerini edip tanımak oldukça güçtür. Örneğin ba­
yapraklan aracılığıyla kendileri üretir. H e­ harda çiçeklenmiş bir kiraz ağacını süsleyen
men hemen bütün ağaçlann kökü toprağın beyaz kümeciklerin çiçek olduğu ilk bakışta
altındadır ve çok uzaklara kadar yayılabilir. kolayca anlaşılır. Oysa bir fındık ağacının
Yalnızca mangrov denen bazı tropikal ağaç­ dallanndan sarkan tırtıl biçimindeki uzun
larda açıkta olan kökler gövdeden toprağa başakların çiçek olduğunu anlamak bu kadar
doğru sarkar. Yaprakdöken ağaçlar yılın belli kolay değildir. Meyveler için de aynı şey
AĞAÇ 67

Sarıçam
Çobanpüskülü Yağ palmiyesi
68 AĞAÇ

söylenebilir. Olgun bir elmanın ya da şeftali­ lir. Hem yakacak olarak kullanılan, hem de
nin meyve olduğu açıkça bellidir. Buna karşı­ kereste, kontrplak, kâğıt, plastik m addeler,
lık çam, köknar, melez gibi kozalaklı ağaçlar­ mobilya ve ahşap eşya, demiryolu traversleri
da küçük ve kanatlı tohumları taşıyan koza­ gibi sayısız ürünün hammaddesi olan odun
laklar meyveye hiç benzemez {bak. TOZLAŞMA; ağaçlardan elde edilir (bak. ORMANCILIK).
ÜREME). Zeytin, fındık, ceviz ve badem ağaçlan ile
A ğaçlann dünyamız için yaşamsal önem elma, portakal, şeftali, muz gibi meyve ağaç­
taşımasının pek çok nedeni vardır. Bütün ları besin kaynağı olarak önem taşır. Tarçın,
yeşil bitkiler gibi ağaçlar da fotosentez denen karanfil, küçükhindistancevizi gibi bazı baha­
bir süreçle kendi besinini kendisi üretir. Bu ratlar da gene ağaçlardan elde edilir.
süreçte bir yan ürün olarak açığa çıkan Kahve ve kakao, ağaç tohumlarının öğütü­
oksijen havaya kanşır; böylece insanlann lüp suda kaynatılmasıyla hazırlanan birer
ve hayvanlann solunum sırasında atm osfer­ içecektir. Ağaçlardan elde edilen öbür ürün­
den aldıkları oksijenin tükenmesi önlenmiş ler arasında arapzamkı, kehribar gibi çeşitli
olur. zamk ve reçineler; kauçuk; özellikle meşe ve
akasya ağaçlarının kabuğundan elde edilen ve
Ağaçların Önemi derilerin işlenmesinde kullanılan tanen; kâfur
Büyük orm anlar bir bakım a “dünyanın akci- ve okaliptüs gibi hoş kokulu uçucu yağlar;
ğerleri”dir; çünkü canlıların yaşaması için zeytinyağı ve tong yağı gibi bitkisel sıvı
gerekli olan oksijenin büyük bölümünü or­ yağlar; boya, vernik ve cilalann inceltilmesin-
m anlar sağlar. A ynca kökleriyle toprağı tu ta­ de kullanılan terebentin yağı; özellikle m an­
rak toprak kaymasını, aşınmayı ve su baskm- tar meşesinin kabuğundan elde edilen şişe
lannı önleyen de ağaçlardır. Ağaçlarda ban- m antarları; karnauba gibi bitkisel mumlar;
nan ve besinini ağaçlardan sağlayan sayısız akçaağaç ve palmiyeden elde edilen şekerler;
Sally & Richard Greenhill kinin ve kaskara gibi ilaçlar; daha çok can
HÜSPum. 1* yeleklerinin, şilte ve yastıkların doldurulm a­
sında kullanılan kapok (Cava pamuğu) gibi
bitkisel lifler sayılabilir. Bütün bunlardan
başka güzel görünümleriyle çevremizi süsle­
yen, yapraklanyla gölge veren ağaçlar toprak
kaybını önlemek ve rüzgârları kesmek için de
dikilir. Doğadaki hayvanlara bannak ve yiye­
cek sunan ağaçlar yabanıl yaşam için çok
önemlidir.
Bunca zenginliğin kaynağı olan koruluklar
ve orm anlar aynca kent yaşamından bunal­
mış insanların sıkıntılarını atıp dinlenebile­
cekleri yerlerdir. Çağlar boyunca insanlar
sanat ve edebiyat yapıtlarında ağaçların ve
ormanların güzelliğini övmüştür.
Dünyanın birçok yerinde ağaçların kesile­
rek yok edilmesi ürkütücü boyutlara ulaşır.
Çocukların yaşamında ağaçların ayrı bir yeri vardır. Bir yandan ağaçlann tarla ya da yol açmak
Bütün çocuklar ağaçlara tırm anm ayı ve dalların için kesilmesiyle, bir yandan orm an yangınla­
arasında kendilerine özel bir sığınak yapmayı
severler. rıyla dünyamız giderek çoraklaşm aktadır. H ı­
ristiyan ülkelerde de her yıl Noel kutlamala-
hayvan yaşamını orm anlara borçludur. Bir nnda süslemek üzere milyonlarca ağaç kesilir.
ağacın hemen hemen bütün bölümleri (odu­ Hangi nedenle olursa olsun kesilen ağaçlann
nu, kabuğu, özsuyu, kökleri, yapraklan, mey­ yerine yenileri dikilmediği gibi, açılan bu
veleri ve tohum lan) insanlarca değerlendiri­ alanlar çoğu kez tarla olarak kullanılır. Böyle-
AĞAÇBASKI 69

ce üst üste birkaç yıl tanm yapıldıktan sonra Güneydoğu A sya’da yetişen tikağacının ağır
toprak yoksullaşır ve kullanılmaz duruma odunu mobilyacılıkta ve gemi yapımında çok
gelir. Üstelik ağaçların yok olması orm anlar­ değerlidir.
da yaşayan hayvanlara ve başka bitkilere de Tropik bölgelerde yayılmış olan palmiye­
zarar verir. Ağaç ve orm anlann insan eliyle ler, odunu, dalları, yapraklan, gövde kabuk­
yok edilmesi bütün dünyayı ilgilendiren en lan ve meyveleriyle çok yararlı ağaçlardır.
önemli sorunlardan biridir. Ağacı kutsal sa­ Değişik palmiye türlerinden hindistancevizi,
yan Eski Türkler doğan her çocuk için bir ağaç hurma gibi meyveler, sagu denen besleyici bir
dikerlerdi. İnsanoğlunun çok şey borçlu oldu­ nişasta, aynca mum ve sabun yapımında
ğu doğaya saygısını gösteren bu güzel gelenek kullanılan palmiye yağı elde edilir. Güzel
bugün ne yazık ki unutulm uştur. görünümlü ve çok yararlı tropik ağaçlardan
biri de kauçuk ağacıdır. Sri Lanka, Malaya ve
Ağaçlann Dağılımı öbür tropik ülkelerde büyük tanm sal işletm e­
H er kıtanın orman varlığı iklim koşullanna lerde yetiştirilen bu ağaçlann gövdesi çizilir
ve toprak yapısına bağlı olarak değişir. Ö rne­ ve çiziklerin altına yerleştirilen kaplarda biri­
ğin A vrupa ve Kuzey A m erika’nın büyük ken sıvı kauçuk toplanır.
bölümünde en yaygın ağaç meşedir. Türki­ Büyük Okyanus’un güneyindeki adalarda
ye’nin orman varlığında da ön sırayı geniş yetişen ekmekağacınm bol nişastalı iri meyve­
yapraklılardan kayın ve meşe, iğneyapraklı- leri de bu yörenin temel besinlerinden biridir.
lardan ise karaçam ve kızılçam alır. M eşe, Bu m etinde adı geçen ağaçların çoğunu
kerestesinden çok yararlanılan baltalık bir ansiklopedide ayn bir madde olarak bulabilir­
ağaç olduğu için doğal bitki örtüsünde gide­ siniz. Ağaçlann başlıca bölümleri için bak.
rek azalmaktadır. Bir zamanlar gene Avrupa ÇİÇEK; GÖVDE; KABUK; KÖK; MEYVE; TOHUM; YAP-
ve Kuzey Amerika’da çok bol bulunan kara­ RAK. Ayrıca bak. AÇIKTOHUMLULAR; FOTOSEN­
ağaç da bugün iyice azalmıştır. Bunun sorum­ TEZ; İĞNEYAPRAKLILAR; ORMAN.
lusu, ağaçlann odununu kemiren bir böceğin
taşıdığı m antarlann zamanla karaağaçları çü­ AĞAÇBASKI özel bir yöntemle resim yapma
rüterek öldürmesidir. ve boyama tekniğidir. Bu teknikle yapılmış
Kışın yapraklannı dökmeyen porsukağacı, resimlere de ağaçbaskı denir. Ağaçbaskı yap­
açıktohumlular denen ve yeryüzündeki varlığı mak için önce düz yüzeyli bir ağaç blok
milyonlarca yıl öncesine dayanan bir bitki üzerine istenen resim çizilir. D aha sonra
grubunun üyesidir. Çok uzun yıllar yaşayan çizilen resmin dışında kalan bölümler keskin
porsukağacmın koyu renkli yapraklan ve bir araçla kesilip çıkanlarak, resmin ağaç
meyveleri birçok hayvan için zehirlidir. Sedir yüzeyinde bir çıkıntı oluşturması sağlanır. En
ağaçlan hem boyutlanyla, hem de basamak sonunda bu çıkıntıya m ürekkep sürülerek
gibi kat kat yayılan dallanyla öbür ağaçlardan uygun bir kâğıt üzerine bastınlır. Böylece,
kolayca ayırt edilir. Bu ağaçlann en tanınmış ağaç blokun m ürekkep sürülmüş olan çıkıntılı
türü O rtadoğu’daki Lübnan D ağlan’nda ge­ bölümleri kâğıt üstünde iz bırakır. Kâğıt
niş orm anlar oluşturan Lübnan sediridir. üzerindeki baskıda resmin görüntüsü ters
K anada’da ve A B D ’de yetişen şeker akça- çıkacağı için, resmin ağaç blok üzerine ters
ağacının gövdesine küçük bir delik açılır ve bu olarak çizilmesi, hatta sanatçının imzasını bile
delikten sızan özsuyun toplanmasıyla şekerli tersine atması gerekir.
bir sıvı elde edilir. Ağaçbaskıda arm ut, kiraz, çınar, kayın gibi
Avustralya’da yetişen okaliptüs ağaçları da yumuşak odunlu ağaçlar kullanılır. Baskıda
yaklaşık 100 m etreye kadar boylanabilen dev kullanılacak ağaç blokun yüzeyi pürüzsüz ve
ağaçlardır. Bu ağaçlann yapraklarından çıka- son derece düz olmalıdır. Blok üzerinde
nlan keskin kokulu okaliptüs yağı şekerlem e­ desen oluştururken yararlanılan temel araç
lerin ve öksürük pastili gibi ilaçlann yapımın­ bıçaktır; ama yiv açmak amacıyla düz ya da
da kullanılır. oluklu keskiler de kullanılır. Resmin dışında
O rta A m erika’da yetişen maun ağacı ile kalan gereksiz ve boş alanlar da gene keski-
70 AĞAÇBASKI

Deutsches Spielkarten Museum (solda ve sağda); British Museum (altta solda);


James A. Michener Collection, Honolulu Academy o fA rts (altta)

En üstte: Bu oyun kâğıtları ağaçbaskı tekniğiyle


üretilm iştir. Soldaki "sinek kızı" 18. yüzyıl Fransız
desenidir. Sağdaki "maça papazı" ise 19. yüzyılda
İngiltere'de basılmıştır. Üstte: Balık tutan adam
resmi 15. yüzyıldan kalma bir İngiliz elyazmasındaki
ağaçbaskılardan biridir. Sağda: Karlı B ir G ünde B ir
Ş em siye A ltın d a İki S e v g ili ; Suziki Harunobu'nun
(1725-70) imzasını taşıyan bir Japon ağaçbaskısı.
AĞAÇKAKAN 71

lerle kesilip çıkarılabilir. Ağaç blokun yarıl- önce doğuda biliniyordu. Önce Çin’de başla­
maması ve desen kenarlarının pürüzsüz olma­ yan bu baskı tekniği oradan Japonya’ya geçti.
sı için kullanılan araçların çok keskin olması 18. ve 19. yüzyıllarda Japon ressamlar bütün
gerekir. dünyada tanınan ve çok beğenilen ağaçbaskı-
Ağaçbaskı işleminde m ürekkep bir silindir lar yaptılar. Bu ressamlar, resimlerin kopya­
yardımıyla sürülür. Silindir ileri geri hareket larını çıkarmak için renkli ağaçbaskılar kul­
ettirilerek, desenin bütün çıkıntılı bölümleri­ landılar. Böylece pahalı orijinal tablolan satın
ne ince bir katman halinde m ürekkep yayılır. alamayan pek çok insan bunların kopya bas­
Baskı kâğıdı m ürekkepli yüzey üzerine özenle kılarını satın alabiliyordu.
serilir; daha sonra kâğıdın arkası düzgün bir Japonlar ağaçbaskıda yabani kiraz ağacının
ovma yastığıyla ya da bir kaşık sırtıyla düzenli odununu kullandılar. Bir desendeki her renk
biçimde ovuşturulur. Blok yüzeyindeki m ü­ için ayrı bir blok hazırlanır ve olanaklar
rekkep baskı kâğıdına iyice aktarılana kadar uygunsa bir desenin bütün blokları aynı ağaç­
bu işlem sürdürülür. tan çıkarılırdı. Sanatçı, kesilecek olan birinci
blokun üzerine desen taslağını fırçayla çizer­
Ağaçbaskının Tarihi di. D aha sonra baskıda kullanılacak bloklara
Ağaçbaskılar ortaçağ döneminde A vrupa’da boyalar sürülür, bu arada renklerin birinci
kumaş üzerine desen basmak için kullanılırdı. bloktaki desene tam olarak uyması sağlanırdı.
14. yüzyılın sonlarına doğru oyun kâğıdı ve Bu tür ağaçbaskılar ilk çizimi yapan ressa­
dinsel resim basımında da gene bu baskı mın, blokları keserek işleyen kişinin ve kâğıt
tekniği uygulandı. Baskı makinesinin bulun­ üzerine baskı yapan üçüncü bir kişinin ortak
masından sonra, basılacak kitaplar ağaçbaskı ürünüdür.
tekniğiyle resimlenmeye başladı. O günlerde
ressamların ağaç blok üzerine çizdikleri de­ AĞAÇKAKAN. Bütün gün ağaçları gagalaya­
senlerin kesim ve işlenişini bu alanda uzman­ rak böcek arayan 180 kadar kuş türü ağaçka­
laşmış kişiler gerçekleştiriyordu. kan adıyla anılır. Hepsi aynı familyadan olan
Ağaçbaskı çok yaygın, ucuz ve kullanışlı bir bu kuşlar ağaç kabuklarının altındaki böcek­
teknikti. Bu teknikle bir resmin pek çok lere ulaşmak için, güçlü ve sivri gagalarıyla
kopyası çıkarılabiliyor, yeni bir baskı gerekti­ vura vura ağaç gövdelerinde derin oyuklar
ğinde eldeki bloklar kullanılabiliyordu. Nite­ ARDEA

kim ağaçbaskıyı başka yöntemlerle yapılan


resimlerden farklı, özgün ve çok güzel bulan
sanatçılar vardı. Ağaç baskıya büyük önem
veren sanatçıların en ünlüsü Albrecht D ürer’
di. D ürer’in ürettiği ağaçbaskılar belki de
dünyada yapılanların en iyileridir (bak. DÜ­
RER, A lbrecht ).
18. yüzyılın sonlarında artık Avrupalı res­
samların çoğu ağaçbaskıyı bir yana bırakmış,
bunun yerine ağaç gravürcülüğü ya da oyma-
baskı denen değişik bir yöntem uygulamaya
başlamıştı (bak. OYMABASKl). Günüm üzde ki­
tapların resimlendirilmesinde oymabaskı
ağaçbaskıdan daha çok kullanılır. Bununla
birlikte yakın dönemlerin birkaç ünlü sanatçı­
sı çalışmaları arasına ağaçbaskıları da kat­
mıştır.

Japon Baskıları Kuzey Am erika'nın tepeli ağaçkakanı iri ve ağır


Ağaçbaskı sanatı A vrupa’da uygulanmadan gagasıyla ağaç gövdelerinde büyük oyuklar açar.
72 AĞAÇKAKAN

Avrupa'da çok yaygın olan bazı ağaçkakan türleri. Alaca ağaçkakanların tüyleri siyah, beyaz ve kırmızı
renklerle alacalanmıştır.

açarlar. Dağcıların kancasına benzeyen ayak lann açıklık yerlerinde, meyve bahçelerinde
yapılan da tırmanmaya ve ağaç gövdelerini ve tarım alanlarında yaşayan bu kuşlar, ağaç
sıkıca kavramaya çok elverişlidir. İkisi öne, kabuklarının altında buldukları ya da havada
ikisi arkaya dönük olan dörder parmaklı ve uçarken avladıkları böceklerin yanı sıra çeşitli
sivri tırnaklı pençeleri ağaca sımsıkı tutunm a- meyvelerle de beslenir.
lannı sağlar. Kuyruklarındaki uzun ve sert Tepeli ağaçkakan (Dryocopus pileatus) da­
tüyler de üçüncü bir ayak gibi gövdelerine ha çok yaşlı ormanlarda bannan, karga bü­
destek olarak tırmanmayı kolaylaştırır. yüklüğünde iri bir kuştur. Kızıl tüylerden bir
Ağaçkakanlar güzel görünümlü kuşlardır. tepeliği, büyük ve kalın bir gagası vardır.
Türlerden çoğunda erkeklerin başını kıpkır­ Sphyrapicus cinsinden Yenidünya ağaçkakan-
mızı bir tutam tüy süsler. Havada bir alçalıp lan gagalarıyla ağaçların kabuğunu delip sı­
bir yükseldikleri için ağaçkakanlann uçuşu zan özsuyu em er, ayrıca bu tatlı sıvıya gelen
bir dalgalanma hareketini andınr. Aylarca hiç böcekleri yakalar. G agalan oldukça ince ve
ötmeyen bu sessiz kuşlann zaman zaman hafifçe aşağıya doğru kıvnk olan Colaptes
yükselen acı çığlıkları çok uzaklardan işitilebi­ cinsinden ağaçkakanlar ise en çok yerdeki
lecek kadar güçlüdür. kanncalarla beslenir.
En çok böceklerle beslenen ağaçkakanlar,
son derece uzun olan dillerini ağaç gövdele­ Eskidünya Ağaçkakanları
rindeki oyuklara daldırarak böcekleri dışan Asya’nın batısında ve A vrupa’da yaşayan
çekerler. Bazı türlerde ucunda fırça gibi sert yeşil ağaçkakan (Picus viridis) da zamanının
tüyler bulunan bu uzun dil tombul tırtılları bir büyük bölümünü yerde, özellikle koruluklar­
zıpkın gibi avlayabilir. Bazılannda ise üstü daki dev karınca yuvalarının çevresinde avla­
yapışkan bir maddeyle kaplıdır ve karınca gibi narak geçirir. Çın çın öten gürültülü çığlıkla-
küçük böcekleri değdiği anda yakalar. nndan başka at kişnemesini andıran garip bir
ötüşü vardır. Sırtı canlı ve parlak yeşil, karnı
Yenidünya Ağaçkakanları daha soluk renkte olan bu ağaçkakanlann
Kuzey A m erika’da yaşayan ağaçkakanlann tepesini ve yüzünün iki yanını kıpkırmızı bir
en yaygın türlerinden biri kızıl başlı ağaçka­ leke süsler.
kandır (Melanerpes eryth.roceph.alus). Örm an- Eskidünya ağaçkakanlarının en irisi, Batı
AĞAÇ OYMACILIĞI 73

deki orm anlarda yavruladıktan sonra sonba­


harda A frika’ya döner.
Ağaçkakanlardan hemen hepsinin yuvası,
ağaçların gövdesini delerek açtıkları derin
oyuklardır. Yuvayı yapmak için önce gövdeye
kısa bir tünel açar, sonra aşağıya doğru
kazmaya devam ederek yavrular için yuvarlak
bir oda oyarlar. Yuvanın yapımında birlikte
çalışan erkek ve dişi kuş ağacın gövdesini
oydukça çevreye talaş döküntüleri saçılır.
Orm an ve koruluklarda ağaçlann dibindeki
talaş yığınlanna bakarak ağaçkakan yuvaları­
nı kolayca bulabilirsiniz. Yalnız, A frika’da
yaşayan bir ağaçkakan türü (Geocolaptes
olivaceas) yuvasını ağaç gövdelerinde değil
yerdeki oyukların içinde yapar.

AĞAÇ OYMACILIĞI. İnsanlar binlerce yıldır


taş, fildişi ve ağaç gibi sert yüzeyli malzemele­
ri işleyerek oymacılık sanatını sürdürürler.
Ağaçlann odunundaki kıvnmlı çizgiler ya da
dam arlar oyma işlemiyle daha da güzelleşir;
üstelik ağaç cilalandığı zaman çekici ve yum u­
şak bir parlaklık kazanır.
Ağaç oymacılığı ya yapıları ve m obilyalan
süslemek için uygulanır, ya da ağaçtan figür
ZEFA
Güzel renklerle bezenmiş yeşil ağaçkakan ve
ve şekiller oyularak heykelcikler yapılır. Bu
yavrusu. Bu ağaçkakan türü daha çok yerdeki ikinci tip ağaç oymalar genellikle m adenden
karıncaları yiyerek beslenir. ve taştan yapılmış heykellerden daha küçük­
tür. Bu oymacılık türüne “ağaç heykelciliği”
Asya ile O rta ve Kuzey A vrupa’da yaşayan de denir.
kara ağaçkakandır (Dryocopus martius). E r­
keklerin tepesindeki parlak kızıl bir leke Süslemeli Ağaç Oymacılığı
dışında tümüyle kara olan bu ağaçkakanlar en Bir ağaç parçasının yüzeyini süslemekte kulla­
çok çam, ladin ve kayın orm anlarında barınır. nılan en basit yol çentiklemedir. Çentikleme-
Ağaçkakanlarla aynı familyadan olan, ama de, tasarlanan desenin çevre çizgilerinden
ağaçlan gagalamadıklan için aynı adı taşıma­ oyma kalemi ya da bıçağıyla geçilerek ağaç
yan iki kuş türü daha vardır. Başlannı 180° oyulur. Oysa süslü oym alann çoğu kabartma
kadar döndürebildikleri için boyunburan de­ (rölyef) biçimindedir. Kabartm a tekniğinde,
nen bu kuşlar ne öbür ağaçkakanlar gibi çentiklemenin tersine, tasarlanan desenin dı­
ağaçlara tırmanabilir, ne de gagalanyla ağaç­ şında kalan bölümler oyularak desenin çevre­
ları delebilir. Bu yüzden, gagası güçlü akraba- sine göre yüksekte kalması sağlanır. Bazen
lannın oyduğu kovuklarda bannm ak ve yer­ yarım kabartma olarak adlandınlan alçak
deki böceklerle yetinmek zorundadırlar. kabartma'da. desenin dışında kalan çevre yü­
Türkiye’nin çeşitli yörelerindeki orm anlar­ zeyi derin oyulmaz ve model çevre yüzeyiyle
da Eskidünya ağaçkakanlannın beş türü ya­ hemen hemen aynı düzeyde görülür. Yüksek
şar: Alaca ağaçkakan, köknar ağaçkakanı, kabartma'da ise çevre yüzeyi derin oyulur ve
küçük ağaçkakan, yeşil ağaçkakan ve kara desen açıkça göze çarpacak biçimde ortaya
ağaçkakan. Boyunburanların bir türü de ba­ çıkanlır.
harda Türkiye’ye gelir, Karadeniz B ölgesin­ Dünyanın birçok yerinde oymacılann en
74 AĞAÇ OYMACILIĞI

Çinli ve Japon sanatçıların oymaları da


dünyanın en güzel süslemeli ağaç oymaları
arasındadır. Bunlar tapınakların, saray ve
konaklann iç ve dış kapılarına, paravana ve
bölmelerine uygulanan binlerce küçük ve
karmaşık aynntıdan oluşan süslemelerdir.
Ağaç oymalar Avrupa ülkelerinde en çok
kilise ve katedrallerde görülür.
Süslü ağaç oymalar günümüzde eskisi ka­
dar kullanılmaz; çünkü çağdaş mobilya ve ya-
pılann yalın çizgileri süslemeye pek elverişli
değildir.

Ağaç Heykelciliği
Oymacı özgün bir oyma ya da ağaç heykel
yapacağı zaman, büyük bir ağaç parçasına
biçim verir. Bazı ustalar kullandıktan kesici
İsa Çelik
araçlann izlerini temizleyerek düzgün yüzeyli
D ivriği'deki (Sivas) Abdullah Paşa konağının bu ağaç heykeller yaparlar. Bazıları ise ağacı
tavan süslemesi ağaç oymacılığının güzel kabaca yontar ve oyma araçlannın izlerini
örneklerinden biridir.
olduğu gibi bırakırlar.
çok işlediği desen bitkilerdir. Çiçek ve yaprak A frika’da ağaç heykelciliği 17. yüzyıldan
modelleri çok değişik düzenlemelerle süsle­ önceki dönem lerde başlamıştır. Bunlann ço­
mecilikte kullanılır. ğu O rta A frika’daki Bakuba halkının kralla-
17. ve 18. yüzyıl oymalarında gerçeğe nnın heykelleridir. Aynı dönemin öteki ağaç
uygun görünüm ler elde edebilmek için çiçek, heykelleri ise NijeryalI kabile yaşlılannın ve
meyve ve yaprak desenleri dem et ve salkım Angolalı Baçokue halk kahram anlarının anı-
biçiminde düzenlenirdi. D aha sonraları mo­
bilyalarda ağaç oyma moda olm aktan çıktı.
Böylece oymacılar artık iş bulamaz oldular ve
bu sanat dalı söndü.
Türkler ağacı kutsal bir varlık olarak gör­
müşler ve bunu sanat yapıtlarına yansıtmışlar­
dır. O rta Asya’da keskin taşlarla oydukları
ağaç kaplan kullanan Eski Türkler silah ve
eşyalarını da ağaçtan yaptılar.
Selçuklular döneminde kullanılan her eşya
oymayla süslenirdi. Oyma Kuran rahleleri
Selçuklu döneminin en ünlü sanat yapıtlarm-
dandır. Selçuklu dönemi ustalanndan Abdül-
vahid bin Selim’in yaptığı, Mevlana Türbe­
sindeki ceviz sanduka ağaç oymacılığının en
güzel örneklerindendir.
Osmanlı döneminde de ağaç oymacılığı
oldukça gelişmişti. Saray, konak ve cami
kapıları, evlerin saçaklan, cami m inberleri ve
kürsüleri, evlerin iç ve dış kapıları, pencere ve
The Bridgeman Art Library
dolap kanatlan, mobilyalar, kornişler, beşik­
Ağaçtan oyulm uş bu zürafa heykeli eskiden bir
ler, sandıklar ağaç oymacılannın ince, sabırlı atlıkarıncanın parçasıydı. Bugün İngiltere'nin Bath
ve hünerli sanatıyla işlenmiştir. kentindeki Amerikan Müzesi'nde sergilenm ektedir.
AĞARTMA 75

sına yapılmış figürlerdir. Bu eski geleneği ken önce tasarlamış olduğu deseni ağaç blok
sürdürerek gelişen çağdaş Afrika ağaç oyma­ üzerine çizer ve ince oyma kalemiyle bu
cılığında bazı ağaç heykeller özel bir büyüsel çizgilerin çevresinde yuvarlak bir yiv açar.
ve törensel anlam taşıdığı halde, bazıları Bundan sonra, desenin bir kabartm a halinde
yalnızca süsleme amacıyla yapılmıştır. Batı yükselmesi için çevre çizgilerinin dışındaki
ülkelerindeki çağdaş oyma sanatçılarının bir­ bölümleri keserek çıkarır. D aha sonra da
çoğu Afrika oymacılığının etkisinde kalmıştır. desenin ayrıntıları üzerinde çalışmaya başlar.
Günüm üzde oyma sanatçılarının temel kay­ Önce yüzeysel çizgileri, ardından da derin ve
gısı ağacın doğal görünümü ve güzelliğini keskin çizgileri belirginleştirir. Bu işlemler
vurgulamaktır. Bu nedenle, yaptıkları oyma­ bitince desenin çevre yüzeyi iyice düzleştirilir,
ları boyamaktan ve süslemekten kaçınır, ağaç keskin köşeler yuvarlaklaştınlır. Desenin da­
damarlarının zengin görünümünü sergilemek ha güzel olması için üzerindeki pürüzler eğe
için aşındırıcı gereçler kullanırlar. ve zım para kâğıdıyla temizlenir. En sonunda
da desen mumcilasıyla cilalanır; bu cila deseni
Ağaç Oyma İşleminin Yapılışı hem dış etkilerden korur, hem de güzel
Kullanılan Ağaçlar. Oymacı, kendine özgü görünmesini sağlar.
rengi ve dokusu olan ağaç türlerinden birini
seçerken ağacın sertliğini ya da yumuşaklığını AĞARTMA. Renkli bir kumaşı beyazlatmak
da göz önünde bulundurur. Örneğin ıhlamur ya da başka bir renge boyamak için önce
ağacının odunu yumuşak ve açık renkli oldu­ kumaşın doğal rengini giderm ek gerekir. Sa­
ğu için ayrıntılar kolayca oyulur. Oysa tropik nayide birçok ürüne uygulanan ağartm a işle­
bölgelerde yetişen peygamberağacı çok sert minin özü budur. Bu işlem özellikle iplik,
dokulu ve koyu renklidir. Meşe, ceviz, maun dokum a, kâğıt ham uru, şeker ve un üretim in­
ve bazı çam türleri de oymaya elverişli ağaç­ de çok önemlidir. Örneğin, doğal rengi grimsi
lardır. kahverengi olan keten lifleri önceden ağartıl-
Oyma Araçları. Oymacılıkta en çok kulla­ mazsa, ketenden dokunan masa örtüleri, çar­
nılan araç oyma kalem idir. Bu kalemler şaf ve mendiller istenen beyazlıkta olmaz.
çeşitli boyutlarda ve biçimlerde yapılmıştır. U Bugün çeşitli kimyasal m addelerle uygulanan
biçimli kalem ler “U ” , V biçimliler “V ” harfi ağartma işlemi eskiden çok daha basit, ama
biçiminde yiv açar. En ince oyma kalemine çok uzun zaman alan yöntemlerle yapılı­
“dam ar kalemi” denir; bu kalem yaprak ve yordu.
çiçeklerdeki damarları belirten ince çizgileri Ölülerini kar gibi beyaz keten bezlere
oymak için kullanılır. Bazı oyma kalemleri sararak mumyalayan Eski M ısırlılar’ın keteni
düz değil kıvrıktır; bunlar ulaşılması güç nasıl ağarttıklan bilinmiyor. Büyük olasılıkla
bölümlerde çalışılırken kullanılır. Ağaç oyma bezleri suyla ıslattıktan sonra açık havada
kalemlerinin kesici bölümü çelikten, sapları kurumaya bırakıyorlar, böylece nemin ve
ağaçtandır. güneş ışığının etkisiyle ketenin doğal rengi
Oymacı büyük parçalan keserken, oyma yavaş yavaş açılıyordu.
kalemini bir eliyle ağacın üzerinde tutup öbür 12. yüzyılda HollandalIlar yeni yöntem ler
elindeki tahta tokmakla ya da yumruğuyla geliştirerek ağartm a konusunda ustalaştılar.
kalemin sapma vurur ve yüzeye işlemesini Keten kumaşları beyazlatmak için sırayla
sağlar. İnce ayrıntılar üzerinde çalışırken ka­ birkaç kez küllü su ve yağı alınmış süt (yayık
lemi iki eliyle birden kavrayarak çizgiden hiç ayranı) banyosuna batırıyorlar, her banyo
sapmamasına özen gösterir. arasında güneşe sererek kurutuyorlardı. Y ön­
Oyma sırasında ağacın kaymaması için ça­ temleri çok etkiliydi, ama altı ay gibi uzun bir
lışma masasına sıkıca tutturulması gerekir. Bu süre gerektiriyordu. Oysa bugün kum aşlann
yüzden ağaç blok bazen masa üstüne m onte ağartılması için bir-iki gün yeterlidir.
edilmiş bir mengeneye kıstınlır ya da özel bir Fransız kimyacı Claude B erthollet’nin
vidayla masaya vidalanır. 1785’te klor gazının ağartıcı özelliğini bulm a­
Oyma Tekniği. Oymacı kabartm a yapar­ sı çağdaş ağartm a yöntem lerinin başlangıcı
76 AĞIRLIKLAR VE ÖLÇÜLER

oldu. O tarihten 14 yıl sonra İskoçyalı kimyacı olduğu gibi m etre sistemini (m etrik sistemi)
Charles T ennant, klor gazıyla aynı işlevi kullanıyoruz. Am a değişik bir ölçü sistemi
gören, ama kullanımı daha kolay olan kimya­ kullanan İngiliz ve A m erikalılar’ın bir uzaklı­
sal bir m adde üretti. Bugün ağartm a tozu ya ğı mil ile, bir sıvıyı galon ile ölçmeleri de bu
da kireçkaymağı olarak bilinen bu madde kez m etre sistemini kullanan ülkelerle anlaş­
kireç (kalsiyum oksit) ve klordan oluşan katı ma güçlüğü yaratıyor. G erçekten de aynı
bir bileşiktir. Kullanılacağı zaman suda eritilir büyüklüğün her ülkede değişik bir birimle
ve ağartılacak ürün bu sıvıya batınlarak be­ ölçülmesi günlük yaşamda, uluslararası tica­
yazlaşmaya bırakılır. rette, özellikle bilim dünyasında büyük karı­
A ğartm a tozu bugün de kullanılm aktadır; şıklıklara yol açar. Bu kanşıklığa son vermek
ama sanayide, sıvılaştırılmış klor ile kireçkay- için, 1960’ta Birleşmiş M illetlçr örgütünün
mağının kanşımı olan ve ağartm a tozunun öncülüğüyle uluslararası bir ölçü sistemi oluş­
suda eritilmiş haline benzeyen sıvı ağartıcıla­ turuldu. Fransızca adı Systeme Internationale
rın kullanımı daha yaygındır. K eten, pam uk, d’Unites (Uluslararası Birimler Sistemi) olan
reyon denen yapay ipek ve öbür dokum alar ve tüm dünyada SI kısaltmasıyla bilinen bu
ile kâğıt ham uru genellikle bu tür sıvılarla sistem bugün bilim dünyasında büyük ölçüde
ağartılır. Yün, ipek ve pamuklu dokum aların benimsenmiştir. Am a günlük kullanımda
ağartılmasında hidrojen peroksit de çok kul­ m etre sistemi ile İngiliz ve Am erikan sistem­
lanılır. Gerektiğinde naylon, orlon, perlon leri hâlâ egemenliğini sürdürüyor. Bu m adde­
gibi yapay elyafın beyazlatılmasında da ağar­ de, bugün bütün dünyada kullanılmakta olan
tıcı m addelerden yararlanılabilir. Am a bu bu üç büyük sistemin en önemli birimlerini
ipliklerin üretimi sırasında, morötesi ışınlan gösteren bir dizi liste verilmiştir. Eski toplum-
em erek sarımsı ipliklerin daha beyaz görün­ larca kullanılan bazı ölçü sistemlerinin doğu­
mesini sağlayan bazı kimyasal m addeler kul­ şunu ve gelişmesini ya da bir zamanlar T ürki­
lanıldığı için, çoğu kez yapay elyafın ağartıl- ye’de kullanılmış olan eski ölçü birimlerinin
masına gerek kalmaz. metre sistemindeki eşdeğerlerini ise ÖLÇM E
maddesinde bulabilirsiniz.
AĞIRLIKLAR VE ÖLÇÜLER. Fizikte ağırlık
bir cisme etki eden yerçekimi kuvvetidir; ama Metre Sistemi
günlük dilde bu terim çoğu kez kütle yerine İlk listeye m etre sisteminin çok kullanılan ba­
kullanılır. Oysa bir cismin kütlesi, yani o zı birimleri alınmıştır. Bu sistemde, aynı
cisimdeki m adde miktarı hep aynıdır; cismin büyüklüğü tanımlayan çeşitli birimler arasın­
ağırlığı ise bulunduğu yere göre değişir. Ö rne­ da tam bir ondalık ilişkisi vardır. Örneğin
ğin belirli kütledeki bir cisim A y’a götürülüp uzunluk birimleri olan milimetre, santim etre
tartıldığında, D ünya’daki ağırlığının altı katı ve kilometre m etrenin ondalık askatları ve
daha hafif olduğu görülür. Çünkü D ünya’nın katlandır. Bu özelliğiyle büyük bir kullanım
o cisme uyguladığı çekim kuvveti A y’ın uygu­ kolaylığı sağlayan m etre sistemi 19. yüzyıl­
ladığı çekim kuvvetinden altı kat fazladır. Bu dan bu yana dünyanın birçok ülkesinde be­
nedenle fizikte ağırlığı ölçmek için kütle değil nimsenmiştir. M etre sistemini temel alan ve
kuvvet birimleri kullanılır. Am a günlük uygu­ bilim-mühendislik uygulam alanndaki öbür fi­
lamada bir cismin kütlesini ölçer ve “ağırlığı­ ziksel büyüklükleri (enerji-iş, kuvvet, basınç,
nın” sözgelimi 50 kg olduğunu söyleriz (bak. elektrik akımı, vb) tanımlayan iki temel
K u v v e t v e H a re k e t; K ü tle ). sistem ülkemizde de yaygın olarak kullanılır.
Herhangi bir büyüklüğü ya da niceliği Bunlar CGS kısaltmasıyla bilinen santimetre-
ölçmek için, tarih boyunca çok değişik ölçü gram-saniye ve MKS kısaltmaşıyla bilinen
sistemleri geliştirilmiştir. Örneğin bundan metre-kilogram-saniye sistemleridir. Bugün
60 yıl önce ülkemizde kumaşlar arşın ile bilim dünyasında benim senen, belki yakın bir
ölçülür, ekmek okka ile, buğday kile ile gelecekte günlük kullanıma da girecek olan SI
tartılırdı. Bugün bu birimler tümüyle unutul­ birimleri de büyük ölçüde MKS sisteminden
du; çünkü yıllardır dünyanın birçok ülkesinde türetilmiştir. Temel SI birimleri listesinde de
AĞIRLIKLAR VE ÖLÇÜLER 77

METRE SİSTEMİ ZAMAN BİRİMLERİ


Uzunluk 60 saniye 1 dakika
milimetre (metrenin binde biri) mm 60 dakika 1 saat
santimetre (metrenin yüzde biri) cm 24 saat 1 gün
metre m 7 gün 1 hafta
kilometre (bin metre) km 28 gün 1 Ay ayı (kameri ay)
uluslararası deniz mili (1.852 m) -
28,29,30,31 gün 1 takvim ayı
Alan (Yüzey) 12 takvim ayı 1 yıl
santimetre kare (metre karenin on binde biri) cm2 365 gün 1 takvim yılı
metre kare m2 365 1A gün 1 Güneş yılı
ar (yüz metre kare) a 366 gün 1 artık yıl
dekar (bin metre kare) da
hektar (on bin metre kare) ha

Hacim
santimetre küp (metre küpün milyonda biri) cm3 İNGİLİZ VE AMERİKAN
metre küp m3
ÖLÇÜ SİSTEMLERİ
Sıvı (ya da Sığa)
mililitre (litrenin binde biri) mİ Uzunluk
santilitre (litrenin yüzde biri) cl inç ın 2,54 cm
desilitre (litrenin onda biri) dİ fut (çoğulu fit) ft 30,48 cm
litre (bin santimetre küp) I yarda yd 91,44 cm
kara mili mi 1.609 m
Kütle
gram (kilogramın binde biri) g Alan
kilogram kg akr 0,0040 km2
ton (bin kilogram) t
Sıvı ölçüleri
Hız Amerikan galonu gal (US) 3,7853 I
metre bölü saniye (ya da saniyede metre) m/s İngiliz galonu gal (Br) 4,5460 I
kilometre bölü saat (saatte kilometre) km/sa
düğüm ya da knot (uluslararası deniz mili Kütle
bölü saat) kn ons oz 0,0283 kg
paund (libre) Ib 0,4536 kg
Güç
watt w Sıcaklık
kilovvatt (bin watt) kW Fahrenheit derecesi 5/9 (°F—32)°C

göreceğiniz gibi, bu birimlerin hem en hepsi Temel Britannica A nsiklopedisinin bütün


kullandığımız MKS sisteminin birimleriyle m addelerinde ölçümler m etre sisteminin bi­
aynıdır. Yalnız MKS sisteminde temel sıcak­ rimleriyle verilmiş, yalnız K Ü TLE, G Ü Ç ,
lık birimi olan Celsius derecesinin (°C) yerini KU V V ET VE H A R E K E T gibi tümüyle bi­
SFde term odinam ik sıcaklık birimi olarak limsel içerikli m addelerde SI birimleri kulla­
kelvin (K) almıştır. 1967’de alınan uluslarara­ nılmıştır.
sı bir kararla, sıcaklık ölçümünde “kelvin G erek m etre sisteminde, gerek S l’de temel
derecesi” denmez yalnızca kelvin denir ve zaman birimi saniyedir. Bununla birlikte,
sözgelimi 273°K değil 273K biçiminde yazılır. kullandığımız takvim ve zaman sisteminin
Bu arada Celsius derecesi de özellikle günlük temeli olan saat, gün, ay, yıl gibi geleneksel
kullanımda geçerli geleneksel sıcaklık birimi zaman birimleri her zaman kullanılacaktır.
olarak SI birimleri arasında korunm uştur. Bu Bütün ölçü sistemlerinden bağımsız olan,
iki sistemin temel birimleri büyük ölçüde ve gökcisimlerinin hareketine dayanarak ta­
ortak olduğundan, maddenin sonunda verilen nımlanan bu birimleri ikinci listede bulabilir­
dönüştürm e tablosunda yalnızca m etre siste­ siniz.
mindeki fiziksel büyüklüklerin ve Türkiye’de
yaygın olarak kullanılan bazı birimlerin S l’de İngiliz ve Amerikan Ölçü Sistemi
tanımlanan yeni birimlere nasıl dönüştürüle­ Üçüncü listede, karşılaşabileceğiniz bazı İngi­
ceği gösterilmiştir. liz ve Am erikan ölçü birimlerinin T ürkçe’deki
78 AĞIRLIKLAR VE ÖLÇÜLER

yaygın adlan ya da okunuşları, simgeleri ve m göstermek üzere her birimin adının ya da


m etre sistemindeki eşdeğerleri verilmiştir. simgesinin önüne getirilen SI önekleri veril­
M etre sistemindeki birimler arasında ondalık miştir. Çoğu Eski Yunanca ya da Latince
bir bağlantı olmasına karşılık, İngiliz Kraliyet kökenli olan bu öneklerden her biri, önüne
Sistemi’nde ve bu sistemden türeyen G ele­ getirildiği temel birimin 10’un kaçıncı kuvve­
neksel Am erikan Sistemi’nde, aynı cinsten tiyle çarpılması ya da bölünmesi gerektiğini
birimler arasında hem en hemen rasgele bir gösterir. A ynca listenin yanında öneklerin
ilişki söz konusudur. Örneğin uzunluk birim­ nasıl kullanılacağına ilişkin kısa bir açıklama
lerinde 12 inç (ineli) 1 futa (foot), 3 fit (feet) vardır.
1 yardaya, 1.760 yarda 1 kara miline eşittir. Son listede, temel SI birimlerinden türe­
Sözgelimi 12 milin kaç kilometreye eşit oldu­ tilmiş ikincil birimler ile düzlem açıları ve
ğunu öğrenm ek isterseniz, 1 kara mili 1.609 uzay açıları ölçmeye yarayan iki ek birim
m etre olduğuna göre, 12 x 1.609=19.308 verilmiştir. İkincil SI birimleri, günlük yaşam­
m etre, yani yaklaşık 19 km olduğunu bulursu­ da pek sık karşılaşılmayan çeşitli fiziksel
nuz. 75 Fahrenheit derecesinin (75°F) kaç büyüklükleri ölçme olanağı sağlar. Yalnızca
Celsius (santigrat) derecesine eşit olduğunu çok ileri düzeydeki bilimsel çalışmalarda kul­
bulmak için de gene bu listedeki formülden lanılan bazı ikincil birimler bu listeye alınma­
yararlanabilirsiniz: 5/9 (75°F — 32)=24°C. mıştır.

SI Birimleri
D ördüncü listede temel SI birimleri, beşinci DÖNÜŞTÜRME TABLOSU
listede de bu birimlerin katlannı ve askatlan- Büyüklük Birim ve SI Dönüştürme
Simgesi Birimi Katsayısı
basınç atmosfer N/m2 1 atm=101.325 N/m
TEMEL SI BİRİMLERİ (atm)
milimetre
Büyüklük Birim Simge cıva N/m2 1 mm Hg = 133,322
(mm Hg) N/m2
uzunluk metre m enerji, iş kalori (cal) J 1 cal=4,1868 J
kilogram erg (erg) J 1 erg=0,0000001 J
kütle kg
zaman saniye s kuvvet din (din) N 1 din=0,00001 N
elektrik akımı amper A güç beygir gücü W 1 BG=735,49875 W
sıcaklık kelvin K (BG)
ışık şiddeti mum (kandela) cd sıcaklık Celcius K 0°C=273,16K
madde miktarı mol mol derecesi (°C) (t°C=T(K)-273,16)

SI BİRİMLERİNİN ÖNEKLERİ

önek Simgesi Birimin


Kaçla Çarpılacağı

tera T 1 000 000 000 000


giga (jiga) G 1 000 000 000 Bu önekler SI birimlerinin katlarını ve askatlarını belirt­
mega M 1 000 000 mek için kullanılır. Örneğin bin metre (yani metrenin bin
kilo k 1 000 katı) bir kilometre (km), bir milyon watt bir megavvatt
hekto h 100 (MW), bir gramın binde biri bir miligramdır (mg). Bu
deka da 10 sistemde bir birimin önüne aynı anda iki önek birden
desi d 0,1 getirilemez; birimin hangi katı ya da askatı belirtilecekse
santi c 0,01 o basamaktaki önek tek başına kullanılır. Bu kural gere­
mili m 0,001 ğince, yüz dekametreye bir hektodekametre denmez bir
mikro M 0,000 001 kilometre denir; bir mikrosaniyenin binde biri de bir
nano n 0,000 000 001 milimikrosaniye değil bir nanosaniyedir. Bu öneklerin en
piko P 0,000 000 000 001 üst ve en alt basamakları daha çok bilim dünyasında
femto f 0,000 000 000 000 001 kullanılır.
atto a 0,000 000 000 000 000
AĞIRLIKLAR VE ÖLÇÜLER 79

TEMEL SI BİRİMLERİNDEN TÜRETİLMİŞ İKİNCİL VE EK BİRİMLER

Birim Simgesi Büyüklük ve Tanım

radyan rad Düzlem açı; bir daire yarıçapının tam bir dönüşte taradığı açı
(tam açı)=27r rad=360 derece; doğru açı=î7 rad=180 derece
steradyan sr Geometrik uzay açı (üçboyutlu açı)
metre kare m2 Alan (metre sistemindeki gibi)
metre küp m3 Hacim (metre sistemindeki gibi)
radyan bölü saniye ra d/s Açısal hız (bir cismin, birim zamanda taradığı açı cinsinden
dönme hızı)
metre bölü saniye m/s Hız (birim zamandaki hareket)
metre bölü saniye kare m/s2 İvme (hızın zamana bağlı olarak değişme oranı)
radyan bölü saniye kare ra d/s2 Açısal ivme (açısal hızın zamana bağlı olarak değişme oranı)
hertz Hz Frekans (periyodik bir hareketin saniyedeki çevrim sayısı)
kilogram bölü metre küp kg/m3 Yoğunluk (birim hacimdeki kütle)
kilogram metre bölü saniye kg m/s Momentum (kütle x hız)
kilogram metre kare kg m2 Eylemsizlik momenti (kütle x dönme eksenine olan uzaklığın
karesi); dönme hareketinin söz konusu olduğu problemlerde
kütle yerine kullanılır
kilogram metre kare bölü saniye kg m2/s Açısal momentum (eylemsizlik momenti x dönen cismin
açısal hızı)
nevvton N Kuvvet (hareketin yönünü ya da hızını değiştiren etken); temel
birimler cinsinden tanımlandığında kg m/s2'dir
nevvton metre Nm Kuvvet momenti (kuvvetin, cismi bir eksen çevresinde
döndürme etkisi)
nevvton bölü metre kare N/m2 Basınç, gerilme (birim alana uygulanan kuvvet)
(ya da pascal) (Pa)
nevvton saniye bölü metre kare n s/m2 Ağdalılıkya da viskozite (sıvıların ve gazların akmaya karşı
direnci)
nevvton bölü metre N/m Yüzey gerilimi (sıvıların, yüzeylerine esnek bir katman
görünümü kazandıran özelliği)
joule (jul) J İş, enerji, ısı; N m ya da temel birimlerle kg m2/s2olarak
tanımlanır
vvatt W Güç, ısı akış hızı; J/s olarak tanımlanır
Celsius derecesi °C Sıcaklık (geleneksel birim)
joule bölü kelvin J/K Isı sığası (bir cismin sıcaklığını 1 derece yükseltmek için
gereken ısı miktarı)
coulomb (kulon) C Elektrik miktarı, elektrik yükü; A s olarak tanımlanır
volt V Elektrik gerilimi, potansiyel farkı, elektromotor kuvvet; W/A
olaraktanımlanır
volt bölü metre V/m Elektrik alanı kuvveti
ohm (om) n Elektrik direnci; V/A olaraktanımlanır
farad F Elektrik sığası (elektrik yükü depolama yeteneği); A s/V olarak
tanımlanır
vveber Wb Magnetik akı (bir elektrik akımının birtel, bobin ya da mıknatıs
üzerinde yarattığı toplam magnetik alan); V s olarak
tanımlanır
tesla T Magnetik akı yoğunluğu (bir noktadaki magnetik alan şiddeti);
Wb/m2olarak tanımlanır
henry H İndüktans (elektrik akımının, değişken bir akımın geçişine
karşı direnme yeteneği); V s/A olarak tanımlanır
amper bölü metre A/m Magnetik alan kuvveti
lümen İm Işık akışı (ışık enerjisinin bir kaynaktan akış hızı); cd sr olarak
tanımlanır
lüks lx Aydınlanma; lm/m2olarak tanımlanır
bekerel Bq Radyoaktif bir kaynağın etkinliği (birim zamanda gerçekleşen
nükleer dönüşüm sayısı)
80 AĞIT

AĞIT. Bir ölünün ya da acı bir olayın önceden hazırlanmaksızın (doğaçlama) söyle­
ardından söylenen ezgili şiirlere ağıt denir. nen ve ozanı bilinmeyen (anonim) sözlü
A nadolu’da çok yaygın olan ağıt geleneğinin şiirlerdir. Bununla birlikte edebiyatımızda
kökleri O rta A sya’ya kadar uzanır. Türkler ozanı belli olan ve bir ezgi eşliğinde doğaçla­
ölülerinin ardından yuğ adını verdikleri tören­ ma söylenmeyen yazılı ağıtlar da vardır.
ler düzenler ve bugünkü ağıtların ilk örnekleri Recaizade M ahmud E krem ’in, oğlu N ijad’ın
sayılan sagular söylerlerdi. Bilinen en eski ölümü üzerine yazdığı şiir bu tür bir ağıttır:
sagu, İÖ 7. yüzyılda yaşamış Türk Hakanı
Alp E r Tunga’nın ölümü üzerinedir. Bu aynlık bana yaman geldi pek
A nadolu’da, ölünün ardından düzenlenen R uhum hasta, kırık kolum kanadım
yas törenlerinde genellikle kadınlar ağıt söy­ Ya gel bana, ya oraya beni çek
ler. Ağıt söylemenin ya da yaygın terimiyle Gözüm nuru oğulcuğum, N ijad’ım.
ağıt yakmanın bölgeden bölgeye değişen
belli gelenek ve görenekleri vardır. Örneğin Ağıtlar genellikle dörder dizelik, sekizli ya
Ç ukurova’daki ağıt törenlerinde kadınlar sı­ da on birli hece düzeniyle söylenir. M ani,
rayla ağıt yakarlar. Ağıt söyleyecek olan türkü, koşma, semai gibi şiir türlerinin biçim
kadının önüne ölünün çamaşır bohçası konur. ve söyleyiş özelliklerini yansıtan ağıtlann
Ağıtçı bohçadan çıkardığı bir çamaşırı ağıt Divan edebiyatındaki karşılığı mersiye denen
boyunca elinde tutar ve ağıtı bittikten sonra şiir türüdür.
bohçayı yandaki ağıtçının önüne bırakır. Batı edebiyatında ağıt yazılı edebiyat
Belli bir şiir düzenine uygun olan ağıtlar ürünleri arasındadır. Eski Yunan ve Rom a
dilden dile dolaşarak yaygınlaşır. Yüzyıllar çağında belirli nazım kalıplarıyla, ama he­
boyu söylenerek, zengin bir sözlü edebiyat men her konuda ağıt yazılabiliyordu. Batıda
geleneği yaratacak kadar çok sayıda ağıt ağıtın, ölenin ardından söylenen bir yas şiirine
örneği günümüze ulaşmıştır. Ağıtta ölen kişi­ dönüşmesi 15. ve 16. yüzyıllardaki Rönesans
nin yaşamından, anılarından, yiğitliğinden ve Çağı’na rastlar.
cömertliğinden söz edilir:
AĞIZ MIZIKASI ya da ağız armonikası,
Odasında terzi işler metal üflemeli çalgılar ailesinden, uzun ve
Küheylanı yeri dişler yassı kutu biçiminde küçük bir müzik aletidir.
Ünü büyük Kozanoğlum Bütün metal üflemeli çalgılarda olduğu gibi
Kürk giydirip at bağışlar. ağız mızıkasında da, üflenen havanın etkisiyle
(Kozanoğlu Ağıtı) titreşerek değişik tonlarda ses veren bir dizi
metal levhacık bulunur. Bu levhacıklar ağaç­
Gelinin baba evinden ayrılmasını, deprem , tan yapılmış kutunun içindeki ayrı ayn olukla­
kıtlık, sel baskını gibi doğa felaketlerini ya da ra yerleştirilmiş, kutunun alt ve üst yüzü
savaşın acılarını ve yıkımlarını konu alan aynca koruyucu metal levhalarla kaplanm ış­
ağıtlar da vardır. Bu ağıtlarda ölenlerin tır. Ağız mızıkasını çalacak olan kişi dudak-
kişiliğinden çok geride kalanların acılan ve lannı çalgının önyüzündeki deliklere doğru
felaketler karşısındaki çaresiz başkaldm lan bastınr ve havayı üfleyerek ya da içine çeke­
dile gelir. I. Dünya Savaşı’nda Sarıkamış’ta rek kutunun içinde bir hava akımı yaratır.
binlerce askerin donarak ölmesini anlatan Bu hava akımı da m etal levhacıklan ite­
“Sarıkamış Ağıtı” bu türe örnektir: rek iki yana doğru serbestçe titreşmelerini
sağlar.
Çadırlar dağa kuruldu Ağız mızıkasının günümüzdeki en basit
Hücum borusu çalındı örnekleri yalnızca yedi nota üzerinden (diato-
Bir Sankamış uğruna nik) gam yapar. Oysa daha gelişmiş olan
Doksan bin fidan kınldı. krom atik ağız m ızıkalan, diatonik gamın
diyez ve bemollü yanm tonlannı da verebilir.
Türk halk edebiyatında ağıtlar, genellikle Elle çalışan bir pistonu olduğu için “pompalı
AĞRI 81

M. Hohner Ltd.
Birçok ülkede hemen her okulun bir ağız mızıkası topluluğu vardır. Bu topluluklarda genellikle kromatik
(pompalı) ağız mızıkası kullanılır (sağda).

ağız mızıkası” da denen bu kromatik mızıka­ Doğal Yapı


larda pistona basılmadığı zaman yedi notalı Ağrı il topraklarının hemen hemen yarısı
gam, basıldığı zaman ise yarım ton aralıkla dağlık alanlardan oluşur. İlin kuzey sınırı
akort edilmiş 12 notalı gam elde edilir. boyunca uzanan Aras Dağları, birçok tepesi­
1821’de bulunan ağız mızıkasının ilk virtü­ nin yüksekliği 3.000 metreyi aşan uzun bir
özleri 19. yüzyılın sonlarında yetişti. Özellikle sıradağdır. Bu tepelerden en önemlileri Ağrı
20. yüzyılda, usta yorumcuların da katkısıyla Dağı, Perili Dağ, Aşağı Dağ ve Köse Dağı’
zengin ses olanaklarına kavuşan bu çalgı dır. Sıradağlann doğu ucunda yükselen Ağrı
“ağız orgu” adıyla klasik müzik orkestraların­ Dağı kütlesi, Küçük ve Büyük Ağrı olarak
da yer almaya başladı. A B D ’de doğan ve adlandırılan iki volkanik koniden oluşur {bak.
İngiltere’de yaşayan Larry A dler, ağız mızı­ AĞRI D AĞI).
kasının çağımızdaki en büyük ustalarından
biridir. Birçok çağdaş besteci onun yorum un­ AĞRI İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
dan etkilenerek ağız mızıkası için parçalar
yazdılar. Bu çalgının Türkiye’deki tek virtü­ YÜZÖLÇÜMÜ: 11.376 km2.
özü olan Balansı Ahm et (Ahm et Faik Şener) NÜFUS: 421.131 (1985).
de cumhurbaşkanlığı ve devlet senfoni İL TRAFİK NO: 04.
orkestralarının eşliğinde bu parçalardan bazı­ İLÇELER: Ağrı (merkez), Diyadin, Doğubeyazıt, Eleşkirt,
Hamur, Patnos, Taşlıçay, Tutak.
larını seslendirmiş, ayrıca obua için yazılmış
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: İshak Paşa Sarayı; Balık Gölü;
bir konçertoyu ve piyano için bestelenmiş Sinek Yaylası; Ağrı Dağı; Tendürek Dağı; Meteor
parçaları da ağız mızıkasıyla çalmıştır. Çukuru; Doğubeyazıt Kalesi; Yeraltı Kilisesi; Diyadin
Kaplıcaları; Aznavurtepe (Urartu Tepesi).

AĞRI. Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı


M urat bölümünde yer alan Ağrı ili, dağları, Güneyde Van sınırı boyunca uzanan A la­
yaylaları ve ovalarıyla ülkenin en yüksek dağlar ile Tendürek Dağı ilin öbür önemli
yörelerinden biridir. Adını da Türkiye’nin engebeleridir. 3.542 m etre yükseklikteki
en yüksek noktası olan Ağrı Dağı’ndan al­ Tendürek Dağı tıpkı Ağrı Dağı gibi sönmüş
mıştır. bir yanardağdır. Gene de, büyük ve derin ana
82 AĞRI

krateri ile yamaçlarındaki çukurlardan zaman sularını Balıkgölü D eresi’ne akıtan, 24 km2
zaman su buharı ve gazların çıktığı görülür. genişliğindeki bu tatlı su gölünde alabalık ve
İl topraklarının yaklaşık üçte birini oluştu­ sazan boldur. Gölde ayrıca tarihsel kalıntıla­
ran yüksek ve eğimli ovalar yer yer otlaklarla rın bulunduğu küçük bir ada vardır. Gölyüzü
kaplıdır. Bu ovaların en büyüğü kuzeybatı- ve Saz gölleri ise Ağrı Dağı’nın güneybatı
güneydoğu doğrultusunda uzanan Eleşkirt- eteklerindeki çöküntü bölgesinde oluşmuştur.
Karaköse Ovası’dır. Aladağlar’ın eteklerinden Ağrı yöresi, Doğu A nadolu’da egemen
başlayan Patnos ve Diyadin ovalarının eğimli olan karasal iklimin en sert geçtiği yerlerden
tabanı da kısa otlardan oluşan bir bitki örtüsüy­ biridir. Kış mevsimi çok uzun sürer, yoğun
le kaplıdır. Doğubeyazıt Ovası Ağrı Dağı’nın kar yağışı olur ve yağan kar aylarca erimez.
güneyinden İran sınırına kadar uzanır. Yılın 115 gününde toprak karla örtülü olduğu
Aladağlar’dan doğan ve Fırat’ın en uzun için köy yollarının çoğu kapanır ve ulaşım
kolu olan M urat Irmağı, kuzey-kuzeybatı ancak kızaklarla sağlanır. Akarsu ve göllerin
yönünde akarak Ağrı kenti yakınlarında bir­ yüzeyi de yer yer donar. Türkiye’de bugüne
çok akarsuyla birleşir ve güneybatıya doğru kadar kaydedilen en düşük sıcaklık 20 Ocak
yönelir. Aras D ağları’ndan doğan birçok 1972’de —45,6°C ile Ağrı kentinde yaşanmış­
akarsu Eleşkirt Ovası’nda M urat Irm ağı’na tır. Dağlık alanlarda ilkbaharlar da soğuk,
katılır. Bunların en önemlisi, Eleşkirt Deresi yazlar oldukça serin geçer. İlkbahar soğukla­
ile Kopuzdere’nin birleşmesinden oluşan Şir­ rına halk arasında “ekin üşüten soğuklan”
yan (Güzel) Çayı’dır. Taşlıçay ve Körçay denir. Buna karşılık ovalarda yaz mevsimi
M urat Irm ağinın bu yöreden aldığı öteki sıcak ve kuraktır. Yağmur en çok ilkbaharda
önemli kollardır. Patnos Ovası’ndan geçen yağar.
Sarısu da M urat Irm ağı’na karışır. Doğubeya­ Ağrı ilinin bitki örtüsü yayla bozkırlarının
zıt Ovası’m sulayan İncesu, Balıkgölü Deresi hemen hemen bütün özelliklerini taşır. İl
(ya da Balıkçayı) ve Girnevük Suyu (ya da topraklarının üçte ikisini kaplayan ve yıl
Girne Deresi), bazı kesimlerde birleşerek boyunca yeşilliğini koruyan geniş yayla otlak­
sazlık ve bataklık alanlar oluşturur. ları hayvancılığın gelişmesinde önemli bir
İlin başlıca gölleri Balık Gölü, Gölyüzü etkendir. En geniş otlakların yer aldığı Ala-
Gölü ve Saz G ölü’dür. Ağrı Dağı’nın yamaç­ dağlar’ın yaylalarından başka Sinek Yayla-
larındaki Sinek Yaylası’nda, 2.241 m etre yük­ sı’nda, M irgemir, Çakm ak, Pani, Davul ve
seklikteki orm anlar arasında yer alan Balık Tendürek yaylalarında, ilin bütün hayvan
Gölü, lavların bir akarsuyun önünü tıkamasıy­ varlığını besleyecek kadar zengin otlaklar
la oluşmuş doğal bir set gölüdür. Fazla bulunur.

Ağrı ilinin yüksek ve engebeli


toprakları, Türkiye'nin de en yüksek
noktası olan Ağrı Dağı'nda
doruğuna ulaşır.
AĞRI 83

Kesme taştan yapılmış


ve surlarla çevrelenmiş
olan İshak Paşa Sarayı,
kayalıkların üzerindeki
heybetli görünüm üyle
bir şatoyu andırır.

Şemsi Güner

Eskiden A nadolu’nun birçok yöresi gibi Patnos yakınındaki A znavurtepe’de (U rartu


orm anlarla kaplı olan Ağrı ili, bugün otlakla­ Tepesi) ve G iriktepe'de 1961’de yapılan kazı­
rının bolluğuna karşın orm an varlığı açısından larla U rartu kentinin surları ve tapm ak kalın-
oldukça yoksuldur. Dağlık bölgelerde ağaçlık ıŞemsi Güner

alanlara çok seyrek rastlanır. Sinek Yaylası


otlakların yanı sıra orm an örtüsünü de barın­
dıran ender yaylalardan biridir. Ovalardaki
otlakların yer yer tarlaya dönüştürülmesi ve
orman örtüsünün yok olması toprak aşınma­
sını hızlandırmıştır.

Tarih
Ağrı yöresine ilk insanların yerleşmesi ta­
rihöncesi çağlara rastlar. Yontm a Taş Dev-
ri’nden (Paleolitik Çağ) kaldığı anlaşılan,
taştan yapılmış araç ve gereçler yöredeki en
eski tarihli buluntulardır. Ağrı D ağı’nın ku­
zey eteklerindeki Gökçeali ve Yağcı höyükle­
rinde ise Tunç Çağı’ndan. kalan ve M ezopo­
tamya ile kültürel bağı saptanan az sayıda
araç-gereç bulunmuştur.
A surlular’ın akınlarıyla iyice kuzeye çekile­
rek İÖ 9.-6. yüzyıllar arasında Van ve Ağrı
Kayalıkların arasına kurulm uş Doğubeyazıt Kalesi,
bölgesindeki topraklarıyla yetinmek zorunda bir zamanlar, ele geçirilm esi en güç savunma
kalan U rartular bu yörede kentler kurdular. yerlerinden biriydi.
84 AĞRI DAĞI

tıları ortaya çıkarıldı. Ağrı yöresi üç yüzyıl Toplum ve Kültür


süren U rartu dönem inden sonra Pers, M ake­ Hayvancılıkla uğraşan Ağrılılar yaz aylarında
donya, Erm eni, Rom a, Bizans ve A rap halk­ hayvanlarını otlatm ak için doğal otlakların
larına, 10. yüzyıldan başlayarak da Türk bulunduğu yaylalara çıkarlar. Bazı yaylalarda
topluluklarına yurt oldu. 11. yüzyılda Selçuk­ yurtluk denen evlerde oturur, eğer yayla
lu ların egemenliğine giren, 13. yüzyılda M o­ evleri yoksa kıl çadırlarda barınırlar. Yayla
ğol akınlarına uğrayan bu bölge sonradan mevsiminde üretilen hayvansal ürünler Ağrı
İlhanlılar’ın, Celayirliler’in, Tim urlular’ın, kentinde kurulan panayırda satılır.
K arakoyunlular’ın, A kkoyunlular’ın ve Safe- Ağrı yöresinin erkek giyiminde Kafkas
viler’in sınırları içinde yer aldı. Yavuz Sultan özellikleri görülür. Tiftikten örülen çorap,
Selim 1514’teki İran seferi sırasında bu top­ eldiven ve başlıklar, doğal kökboyalarla bo­
rakları Osmanlı Devleti’ne kattıysa da, padi­ yanmış yün halılar, çadır bezi ve yaygı olarak
şahın İstanbul’a dönmesinden sonra Safeviler kullanılan keçi kılından dokum alar yöredeki
yörede yeniden egemen oldular. Ağrı bölgesi el sanatlarının en güzel örnekleridir.
ancak 1578’de, Kanuni Sultan Süleyman dö­ Doğubeyazıt yakınında, kayalıklar üstüne
neminde kesin olarak Osmanlı topraklarına kurulmuş olan İshak Paşa Sarayı da Ağrı
katıldı. ilinin en önemli tarihsel yapısıdır. Selçuklu
D aha önce 1828, 1854 ve 1877-78’de üç kez mimarisinin özelliklerini yansıtan ve surlarla
Çarlık Rusyası’nın işgaline uğramış olan Ağrı çevrili olan bu yapı, saray, cami ve türbeden
toprakları, I. Dünya Savaşı sırasında dördün­ oluşur.
cü kez işgal edildi. 1917 Ekim Devrim i’nden Son yıllarda Ağrı ilinde, doğal koşullar
sonra SSCB ile imzalanan Brest-Litovsk Ant- elverişli olduğu için kayak sporu, av hayvan­
laşması’yla Sovyet işgali Nisan 1918’de kaldı­ ları bol olduğu için de av turizmi gelişmek­
rıldı ve Ağrı 13 Ekim 1921’deki Kars Antlaş- tedir.
ması’yla resmen Türkiye Cumhuriyeti toprak­
larına katıldı. İl Merkezi: Ağrı
Ağrı kenti, Aras D ağları’nın eteklerinde,
Ekonomi M urat Irmağı ve kollannın oyduğu 1.650
Ağrı ilinde tarım a elverişli alanlar az, buna m etre yükseklikteki bir vadi üzerinde kurul­
karşılık otlaklar bol olduğu için halkın geçimi muştur. Eskiden Karaköse adıyla anılan bu
hayvancılığa dayanır. Kişi başına düşen hay­ kent Cum huriyet döneminin başlarında Be­
van sayısıyla Türkiye’nin bütün illerini geride yazıt iline bağlı bir ilçe merkeziydi. 1927’de
bırakan A ğrı’da 2 milyonu aşkın koyun var­ Karaköse ilçesi aynı adla il yapılınca kent de
dır. H er yıl 15 Mayıs-15 Kasım tarihleri bu ilin merkezi oldu; Beyazıt ise ilçeye
arasında il merkezinde canlı hayvan pazarı dönüştürülerek Doğubeyazıt adıyla bu yeni
kurulur. Türkiye’nin İran, SSCB ve Kuveyt’e ile bağlandı. İlin ve il merkezinin adı 1938’de
sattığı canlı hayvanların en büyük üreticisi de Ağrı olarak değiştirildi. Türkiye-İran karayo­
gene Ağrı ilidir. lu Ağrı’dan geçer. Kentin iç bölgelerle demir­
İlin engebeli topraklarındaki kısıtlı alanlar­ yolu bağlantısı da E rzurum ’un H orasan ve
da buğday, arpa ve çavdar, akarsu çevrelerin­ Sarıkamış ilçeleri üzerinden sağlanır.
de şekerpancarı, patates, nohut ve meyve Kentin nüfusu 54.492’dir (1985).
yetiştirilir. Sanayisi gelişmemiş olan ilde daha
çok et ve süt gibi hayvansal ürünleri işleyen AĞRI DAĞI. Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki
kuruluşlar, ayrıca yem, şeker ve un fabrikala­ Aras D ağlarinın doğu ucunda, Türkiye-İran
rı vardır. sınırı yakınında, sönmüş bir yanardağ kütlesi
Eleşkirt’te linyit, Ağrı kenti dolaylarında olan Ağrı Dağı yükselir. Ağrı il toprakları
asbest (amyant) ve ponza taşı çıkarılır. Tutak içinde kalan bu dağ, 5.137 m etreye ulaşan
ilçesindeki Perobey yöresinde bulunan tuz doruğuyla Türkiye’nin en yüksek dağıdır.
ocakları, yalnız A ğrı’nın değil çevre illerin de 2.687 m etre yükseklikteki Serdarbulak Geçi­
gereksinimini karşılar. di, 1.200 km2’lik bir alanı kaplayan bu büyük
AĞRI DAĞI 85

kütleyi iki doruğa ayırır: Kuzeyde 5.137 puslu ve bulutlu olmadığı zaman dağın doru­
m etrelik Büyük Ağrı (asıl Ağrı), güneyde ğu Ağrı, Van, Kars ve Bitlis’in yüksek yörele­
3.896 m etrelik Küçük Ağrı dağları. rinden, SSCB ve İran’ın sınıra yakın yerlerin­
Yahudiler’in kutsal kitabı olan T evrat’taki den görülebilir. Ağrı D ağı’nın dik yamaçları
Nuh efsanesinde “A rarat” adıyla Ağrı Da- doruktan eteklere kadar uzanan derin vadi­
ğı’ndan söz edilir ve bütün yeryüzünü suya lerle yarılmıştır. Bunlardan en büyüğü ve en
boğan tufandan sonra N uh’un gemisinin bu ünlüsü olan Cehennem D eresi’nin vadisi,
dağın doruğunda karaya oturduğu belirtilir akarken birdenbire donmuş bir dereyi andı­
(bak. N u h Pe y g a m b e r ). Ağrı Dağı’nın en eski rır. Çünkü dağın tepesini bir takke gibi örten
adı olan bu A rarat sözcüğü, İÖ 9. yüzyılda bu buzul oluşumu bu vadiye doğru sarkar. 10-12
bölgede egemenlik kurmuş olan U rartular’ın km2’lik bir alanı kaplayan bu buzul Türkiye’
İbranice’deki adıdır. Türkler A nadolu’ya yer­ nin en büyük buzuludur.
leştikleri zaman bu dağa Eğri Dağ adını Dağın eteklerinde, yöre halkının “İnek
vermişler, bu ad zamanla Ağrı Dağı’na dö­ Vadisi” dediği yerde birçok mağara vardır.
nüşmüştür. Yüzlerce hayvanın sığabileceği büyüklükteki
Ortaçağın ünlü İtalyan gezgini Marco Polo, bu m ağaralar yaylaya çıkarılan hayvanlar için
Ağrı D ağı’nı tepesinden kar eksik olmayan ve doğal barınak işlevi görür. Büyük A ğrı’da
gökyüzüne dimdik yükselen bir dağ olarak ardıç ve huş, Küçük A ğrı’da gürgen ağaçların­
tanımlamıştır. G erçekten de Ağrı Dağı bir­ dan oluşan orman örtüsü oldukça seyrektir.
denbire yükselen kütlesiyle çok görkemli bir Ağrı Dağı birçok efsaneye konu olmuştur.
dağdır ve 4.000 m etrenin üstündeki bölümleri N uh’un gemisinin hâlâ dağın doruğunda ol­
yazın bile erimeyen karlarla kaplıdır. Hava duğuna inananlardan başka Âdem ile H avva’
Ara Güler

Ağrı Dağı'na çıkanlar buz gibi kaynaklardan su içmeyi boşuna umarlar. Çok yağış düşmesine
karşın, toprak bütün suyu em diği için yazın özellikle dağın etekleri bir çölü andırır.
86 AĞUSTOSBÖCEĞİ

nın yaşadığı İrem B ağlarinın da Ağrı Dağı’ sesler korosunun gürültüsü dayanılmaz bo­
nın kuzey eteklerinde olduğu öne sürülür. yutlara ulaşır. Erkeklerin bu ötüşü, büyük
20 Haziran 1840’ta dağdan kopan kayalar olasılıkla, kendileri gibi vızıldayamayan dişi­
kuzeydoğu eteklerindeki bir köyü yerle bir leri çiftleşmeye çağıran aşk şarkılarıdır.
ederek 1.600 kişinin ölümüne neden olmuştu. Bütün ağustosböceklerinin yum urtadan
Çıkan gürültü ve toz bulutu nedeniyle bu olay erişkinliğe kadar uzanan yaşam çevrimi birbi­
bir patlamanın habercisi olarak yorumlandı; rine benzer. Bu çevrim dişi ağustosböceğinin
oysa Ağrı Dağı’nın bugüne kadar etkinlik ince dallarda yarıklar açıp içine yumurtalarını
gösterdiğine ilişkin hiçbir kayıt yoktur. bırakmasıyla başlar. Yum urtalar çatladığın­
İlk kez 1829 Eylül’ünde Alman Johann da içinden n em f denen yavrular çıkar. K anat­
Jacob von Parrot A ğn Dağı’nın doruğuna sız olan bu yavrular yum urtalar açılır açılmaz
ulaşmayı başarmıştır. Bugün N uh’un gemisini yere düşer ve toprağın içine gömülerek ağaç
arayanlar ya da dağcılık sporuyla uğraşanlar köklerinden emdiği özsularla yaşamını sürdü­
sık sık Ağrı D ağı’na tırmanırlar. Tırmanış için rür. İyice büyüdüğünde toprağın üstüne çıka­
en uygun zaman ağustos ve eylül aylarıdır. rak bir çalı ya da ağaç gövdesine tırmanan
nemf, burada erişkin bir ağustosböceği olm a­
AĞUSTOSBÖCEĞİ. Ağustosböceklerinin ya hazırlanır. Yaklaşık bir saat sonra derisi
2.000’den fazla türü vardır; birbirlerinden sıyrılarak üzerinden düştüğünde artık erişkin
oldukça değişik yapıda olan bu türlerin çoğu bir ağustosböceğine dönüşmüştür. Başlangıç­
ılıman bölgelerde yaşar. Bu böceklerin erkek­ ta kozasından yeni çıkmış bir güveninki ya da
leri karın zarlarını titreştirerek çekirgeler gibi kelebeğinki kadar küçük olan kanatları hızla
NHPA/Stephen Dalton büyüyerek gelişir ve ağustosböceği uçarak
kendine bir eş aramaya başlar. Çiftleşmeden
sonra dişi böceğin yumurtalarını ağaç yarıkla­
rına bırakmasıyla bu çevrim yinelenir. Toprak-
altmdaki yaşamı yıllarca süren ağustosböce­
ği toprağın üstüne çıkıp erişkin durum a gel­
dikten sonra ancak birkaç hafta yaşayabilir.
Ülkemizin bulunduğu iklim kuşağındaki tü r­
lerin erişkinlik evresi yaz ortalarına, özellikle
ağustos ayına rastladığı için yalnız o aylarda
görülen bu böceklere ağustosböceği den­
miştir.
Kuzey A m erika’daki bazı ağustosböcekle­
rinin ( Magicicada) toprakaltındaki nemf evre­
Erkek ağustosböceği dalların üstüne konarak güneş
si 13 ya .da 17 yıl kadar sürer. Bu uzun
batıncaya kadar durmadan öter. Akdeniz kıyılarında büyüme döneminin sonunda kanatlanmış
yaşayan bu türü, ağaç kabuğuna benzeyen renkleri binlerce ağustosböceği birdenbire ortaya çı­
ve desenleriyle çevresinden ayırt etmek oldukça
güçtür. kar; ama bunların çoğu kuşlara ve yabanarıla-
n n a yem olur.
vızıltılı bir sesle öterse de, ağustosböcekleri Tasm anya’nın orm anlarla kaplı serin bölge­
ile çekirgeler arasında yakın akrabalık ilişkisi lerinde ve Avustralya’nın güneydoğusunda
yoktur. Ağustosböcekleri genellikle zar gibi yaşayan, fosile benzer tüylü ağustosböcekleri­
saydam olan iki çift kanatlarıyla daha çok nin ses üreten organları öbür türlerinki kadar
gece kelebeklerine (pervaneler ve güveler) gelişmemiştir.
benzeyen oldukça iri böceklerdir. Gaga biçi­
mini almış güçlü ağızlarıyla meyve ve orman AHÇILIK bak. A ş ç il ik .
ağaçlarının özsulannı em erek beslenirler. E r­
kek ağustosböceklerinin yüzlercesi bir araya AHENATON. Eski Mısır firavunlarından
toplanıp öttüğünde, sürekli vızıldayan bu tiz (krallarından) biri olan A henaton, İÖ 1379 ve
AHİLİK 87

1362 yıllan arasında, 17 yıl süreyle Mısır’ı yük bölümünü A m am a’da, kansı Nefertiti ile
yönetmiştir. birlikte yeni dinin “gerçeklerini” bulmaya
Güçlü ve zengin bir ü lk e ' olan Mısır’ın çalışarak geçiriyordu. Düşman ülkeler fira­
halkı bu gücün kaynağını çok sayıda tanrıları vunun savaşçı olmamasından yararlanarak
olmasına bağlıyordu. Oysa IV. Am enhotep Mısır topraklarına akınlar düzenlediler. A he­
Soma Halliday Photographs: Cairo MuseumIHassia naton’un ölümünden sonra yerine önce dam a­
dı Sm enhkare, sonra da öbür damadı Tutan-
hamon (bak. TUTANHAMON) geçti. Tutanhamon’
un mezarı, A henaton dönemindeki Mısır
sanatının inceliğini ve zenginliğini sergiler.
A henaton halkını tek bir tanrıya inanmaya
zorlayan ilk yöneticilerden biridir. Am a
onun ölümünden sonra görüşleri yasaklanmış
ve eski inançlar yeniden canlanmıştır.

AHİLİK, A nadolu’da 13. yüzyılda ortaya çı­


kan ve Osm anlılar’ın kuruluş döneminde yay­
gınlaşan bir esnaf örgütüdür. Adının, karde­
şim anlam ına gelen A rapça “ahi” ya da eli
açık, yiğit anlamındaki Türkçe “akı” sözcü­
ğünden türediği sanılır.
A nadolu’da A hilik’in kurucusu Şeyh Nas-
reddin Ahi E vran’dır. Azerbaycan’da doğan,
çocukluğunu ve gençliğini de bu ülkede geçi­
ren Ahi Evran H orasan’a giderek A hm ed
Yesevi’nin öğrencilerinden tasavvuf öğrendi.
1205’ten sonra A nadolu’yu dolaşarak Ahi
örgütünü kurdu. Örgütün kalıcı olması için,
Mısır Firavunu Ahenaton, ülkesinde tektanrılı yeni A hilik’i birlikte ibadet ettikleri ve tören
bir dinin öncülüğünü yapmıştır. düzenledikleri yer olan tekkelere ve zaviyele­
re (küçük tekkelere) bağladı. Bütün zanaatla-
(ya da IV. Amenofis) adıyla tahta çıkmış olan nn “pir”i (kurucusu) sayılan Ahi Evran so­
A henaton, bir süre sonra bütün öbür tanrıları nunda Kırşehir’e yerleştiği için, bu kentteki
yadsıyarak tek bir tanrıya inandığını açıkladı. Ahi Evran Zaviyesi de bütün örgütün m erke­
Güneş tanrısı A to n ’un tek tanrı olduğu bu zi durum una geldi.
yeni dini benimseyince, babasından gelen A nadolu’da, T ürkm enler’in yaşadığı bütün
A m enhotep adım bırakıp “A ton’un hizm et­ kent, kasaba ve köylerde Ahi zaviyeleri bulu­
kârı” anlamındaki A henaton adını aldı. Baş­ nurdu. Bir zanaat dalında çalışmak isteyen
kentini de değiştirerek, ülkeyi Teb kenti herkes o zanaatın Ahi birliğine katılmak
yerine, A.:on’a adanan ve bugünkü adı Amar- zorundaydı. H er zanaat dalında en dürüst ve
na olan yeni bir kentten yönetmeye başladı. en saygın usta zaviyenin başkanı olur ve
A henaton’un tek bir tanrıya inanması hal­ “A hi” adıyla anılırdı. Birliğin A hi’den sonra
kını tedirgin etmişti. Özellikle A henaton’un gelen yöneticisi “server” adı verilen yiğitbaşıy-
düşmanları, onun eski firavunlar kadar güçlü dı. Yiğitbaşı esnaf birliğinin düzenini ve
olmayı amaçladığına ve artık büyük ölçüde güvenliğini sağlamakla yükümlüydü. “Fityan”
rahiplerin eline geçmiş olan dinsel gücü yeni­ denen genç çıraklar evleninceye kadar zaviye­
den kazanmaya çalıştığına inanıyorlardı. O n­ lerde ortak bir yaşam sürerlerdi. Bir kentte ne
lara göre tek bir tanrıya tapm ak çok yanlıştı. kadar zanaat dalı varsa o kadar Ahi zaviyesi,
A henaton babası gibi bir asker değil, her her zaviyenin başında da bir Ahi bulunurdu.
şeyden önce bir düşünürdü. Zamanının bü­ Bu A hiler’den biri “Ahi Baba” adıyla öbürle­
88 AHİLİK

rine başkan olurdu. Genellikle, kentin ekono­ rayı zaviyeye getirirlerdi. Bu parayla zaviye­
mik yaşamında en önemli yeri olan birliğin nin giderleri karşılanır ve ortak sofra için
şeyhi Ahi Baba seçilirdi. A nadolu’nun hemen yiyecek alınırdı.'Zaviyeler aynı zamanda genç
her yerinde bulunan zaviyelere Ahi Baba A hiler’in eğitildiği yerdi. Burada okum a yaz­
atanm ası, çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ma öğretilir, çeşitli konuların yanı sıra kılıç,
ustalığa yükselme törenleri Ahi Evran zavi­ ok atm a ve silah eğitimi verilirdi.
yesi şeyhlerinin izniyle yapılırdı. Bu zaviyenin H er esnaf birliği kendi alanındaki zanaatçı­
şeyhleri ya da onların halifeleri her yıl belirli ları sıkı sıkıya denetler, birliğe bağlı dükkân
dönemlerde A nadolu’yu dolaşarak zaviyeleri ya da atölye sayısı birliğin izni olmadan
denetler, Ahi birlikleri arasındaki anlaşmaz­ artırılamazdı. H er dükkânda tek bir usta
lıkları çözer, çıraklık, kalfalık ve ustalık bulunurdu. M allar belirli kurallara uygun
törenlerini yönetirlerdi. olarak üretilir, tek bir fiyat uygulanır, bozuk
A hiler’in kendilerine özgü giyimleri vardı. ya da pahalı mal satanlar meslekten atılır­
Sırtlarına hırka, başlarına tepesine beyaz bez dı.
bağlanmış külah giyerlerdi. Ahi birliğine gire­ Bir zanaata girmek isteyenler önce çırak
bilmek için bir iş ve zanaat sahibi olmak olarak alınır, işin inceliklerini öğrenirlerdi.
Ara Güler A hilik’e kabul edilme töreninde önce tuzlu su
içilir, şedd kuşanılır (bele kuşak bağlanır) ve
şalvar giyilirdi. Tuzlu su bilgiyi, şedd kuşan­
ma yiğitliğe ve hizmete hazırlığı, şalvar nam u­
su simgelerdi. Ahilik’e girenlerin iş eğitimi
“yol kardeşi” denen iki kalfa ile “yol atası”
denen bir usta gözetiminde yürütülürdü. Us­
tasının yanında yıllarca zanaatın inceliklerini
öğrenerek “pişen” çırak, gene ustasının izniy­
le kalfa olurdu. Kalfalık süresini doldurup
ustalık becerisini kazanınca da büyük bir
törenle ustalığa yükselirdi. İlkbaharda düzen­
lenen bu törenler bütün esnafın katıldığı kır
eğlenceleri biçiminde sürer, sonunda usta
olmaya hak kazananlara Ahilik törelerine
göre peştemal bağlanırdı.
A hilik’in A nadolu’da yalnız ekonomik de­
ğil siyasal etkinliği de olmuştur. Rum halkın
oturduğu kent ve kasabalardaki ticaret haya­
tının denetim altına alınmasında, Rum lar’ın
Türk kültürünü ve yaşam biçimini benim se­
mesinde Ahi esnaf örgütünün büyük rolü
vardır. Bizans’tan yeni alman kentlere yerle­
şen Türkler her zanaat dalının Ahi esnaf
örgütünü kuruyorlar, böylece ticari etkinlik
Rum lar’dan Türkler’e geçiyordu. A nadolu’
nun Moğol istilasına uğradığı karışıklık dö­
Ahi törenlerine her zanaat dalının üyeleri ustalık
ürünleriyle birlikte katılırdı. Cam yapımcılarının
nemlerinde Ahi esnaf örgütleri kentlerde
geçişini gösteren bu m inyatür S urn am e -i Vehbi'den düzeni ve güvenliği sağlama görevini de üst­
alınmıştır. lenmişti.
zorunluydu. Ahi kendi emeğiyle geçinmeli, A hiler’in Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda
cömert, alçakgönüllü ve namuslu olmalı, mal da büyük rolü olmuştur. Osman Bey’in kayın­
mülk hırsına kapılmamalıydı. Genç A hiler pederi Ahi Şeyhi Edebali Osmanlı Beyliği’ne
(fityanlar) gündüzleri çalışır, kazandıkları pa­ büyük destek sağlamış, sonradan Osmanlı
AHMED HAŞİM 89

hanedanına bağlı birçok kişi Ahi örgütleri 1932’de tedavi amacıyla gittiği Frankfurt’tan
içinde yer almıştır. Ayrıca Ahi şeyhleri savaş iyileşmeden döndü ve ertesi yıl İstanbul’da
sırasında orduya asker gönderirlerdi. Osmanlı öldü.
ordusundaki ilk piyade askerlerinin Ahi giysi­ A hm ed H aşim ’in gençlik dönemi şiirleri,
leri giymesi ve Y eniçeriler’in başlıklarının lisede edebiyat öğretmeni olan Tevfik Fik­
A hiler’den alınması bu örgütün etkisini gös­ ret’in, Abdülhak Ham id ve Cenab Şahabed-
terir. din’in etkilerini taşır. Bu şiirlerinde OsmanlI­
15. yüzyıldan başlayarak Osm anlılar’ın ca tam lam alar ve yabancı sözcükler kullan­
merkezi yönetimi güçlendikçe, örgütün etkin­ mış, rom antik ve karam sar duygularını yansıt­
liği yalnızca ekonomik alanda kısıtlı kaldı. mıştır.
Artık Ahilik esnaf ve zanaatçıları bir araya A hm ed Haşim ’in şiirinin kendine özgü
getiren bir meslek kuruluşu olm aktan başka yönleri Göl Saatleri (1921) adlı kitabındaki
özellik taşımıyordu. şiirlerde görülür. Yaşamın görünümlerini düş
Anadolu Yayıncılık Arşivi

AHLATŞAHLAR bak. A n a d o l u B e y l îk l e r İ.

AHMED HAŞİM (1884-1933). Şiirde ses uyu­


m una, renkli doğa görünümlerine ve duygula­
rın yansıtılmasına önem veren A hm ed Haşim
Türk şiirinin en büyük ustalarından biri sa­
yılır.
Bağdat’ta doğan ve Arapça konuşulan bir
çevrede yetişen Ahm ed Haşim, 1896’da aile­
siyle birlikte İstanbul’a geldiğinde, önce
Türkçe öğrenmesi için bir okula gönderildi.
Daha sonra o dönem de M ekteb-i Sultani
adıyla anılan Galatasaray Lisesi’ne girdi.
Okulda arkadaş topluluklarına ve oyunlara
katılmayan, spora ilgisiz, içine kapanık bir
çocuktu. Bir arkadaşından aldığı Fransızca bir
şiir antolojisini okuduktan sonra şiir yazmaya
yöneldi. Ham dullah Suphi (Tanrıöver), A b­
dülhak Şinasi (Hisar) gibi arkadaşlarıyla okul­
da canlı bir edebiyat çevresi oluşturdu. Şiirleri
bir edebiyat dergisinde yayımlanmaya başla­
dıktan sonra da ilgisini tümüyle edebiyata
yöneltti. Bu dönemde yazdığı şiirlerinde Ahmed Haşim'in şiirlerinde ses uyumu, renkler ve
sekiz yaşındayken yitirdiği annesinin hastalı­ duygular ön plana çıkar.
ğını, ölümünü ve onunla ilgili anılarını dile
getirmişti. 1907’de liseyi bitirdikten sonra bir havuzunun sularında izlediğini söyleyerek gir­
süre hukuk fakültesine devam etti, ama diği bu şiirlerde bir ressam gibi renklere
1908’de öğrenimini yarım bırakarak İzm ir’de tutkundur. Gerçek olandan daha renkli, daha
öğretm enlik yapmaya başladı. Ç anakkale’de parlak doğa görünümleri çizer. Dönem ine
savaştıktan, uzun süre işsiz kaldıktan ve göre yalın ve yoğun bir anlatımla akşam
çeşitli devlet m em urluklannda bulunduktan saatlerinin koyu renklerini betimler; şiirini bir
sonra, 1920’de Devlet Güzel Sanatlar A kade­ hayal oyunu niteliğine büründürür.
m isinde estetik ve mitoloji öğretmenliğine 1926’da yayımlanan Piyale adlı kitabındaki
atandı. Yaşamının son dönem inde ayrıca şiirler Ahm ed Haşim ’in olgunluk dönemi
H arp A kadem ileri’nde ve Mülkiye M ekte­ ürünleridir. Göl Saatleri'ndeki akşam renkleri
b in d e öğretm enlik yapan Ahm ed Haşim, Piyale'de iyice öne çıkan kırmızı renklerle
90 AHMED MİDHAT EFENDİ

sürer. Acı verse bile vazgeçilmeyen bir aşk görüşlerinden dolayı kısa sürede kapatılınca
şiirlerinin ana konusudur. Bu şiirlerde daha Dağarcık ve Kırkambar dergilerini yayımla­
yalın bir dil kullanan şair, batı şiiri ile Divan maya başladı. Dergilerinde bilim ve felsefe
şiirinin özelliklerini birleştirmeye özen göster­ konularına, Osm anlıca’nın sadeleştirilmesi gi­
miştir. bi sorunlara yer veriyordu. Dağarcık’’ta çıkan
Ahm ed H aşim ’in şiir anlayışı Fransız şii­ bir yazısı üzerine dinsizlikle suçlanarak N a­
rindeki sembolizm akımıyla aynı doğrultuda mık Kemal ve arkadaşlarıyla birlikte 1873’te
gelişmiştir {bak. SEMBOLİZM). Şair, Piyale'nin Rodos’a sürüldü.
önsözünde, en güzel şiirlerin okurun hayal Ahm ed M idhat Efendi R odos’taki sürgün
gücüyle anlam kazandığını, en derin şiirlerin yıllarında Haşan Mellah (1874), Hüseyin Fel-
herkesin istediği gibi yorumlayabileceği şiirler lah (1875), Felatun Bey ile Râkım Efendi
olduğunu savunur. Şiirlerinde yalnızca aruz İletişim Arşivi

veznini kullanan Ahm ed Haşim ’in uzun ve


kısa dizelerde değişik aruz kalıplarını kullan­
ması Türk şiirine getirdiği önemli bir yeni­
liktir.
Şiir dışında düzyazı ürünleri de veren A h­
med Haşim gazetelerde yazdığı fıkralarını
Gurabahane-i Lâklâkân (1928; “Yoksul Ley­
lekler Bakımevi”) adlı kitabında topladı.
1928’deki Paris yolculuğunun izlenimlerini
Bize Göre (1928), 1932’de tedavi için gittiği
Frankfurt yolculuğunun izlenimlerini ise
Frankfurt Seyahatnamesi (1933) adlarıyla ya­
yımladı. Bu yazılarında doğadan sanata, hay­
vanlardan mimarlığa kadar hemen her konu­
daki görüşlerini anlatan yazar yalnız toplum ­
sal sorunlara değinmez. Yaşadığı dönemin
konuşma dilini yansıtan düzyazılarında, dü­
şüncelerini kolay anlaşılır biçimde ortaya
koymaya özen gösterir.

AHMED MİDHAT EFENDİ (1844 1913)


Tanzimat döneminin ünlü gazetecilerinden ve
ilk Türk romancılarından biridir. Osmanlı
İm paratorluğu’nun Rusçuk vilayetinde m e­ Gazeteci ve yazar Ahmed Midhat Efendi (1844-1913).
murluk yaparken henüz Ahm ed Efendi ola­
rak tanınıyordu. Çalışkanlığıyla Vali M idhat (1875) gibi ilk romanlarını yazdı. Ayrıca yeni
Paşa’nın ilgisini ve sevgisini kazandığı için yöntemlerle eğitim veren bir okul açtı.
paşa ona kendi adını verdi. M idhat Paşa 1876’da, V. M urad tahta çıktığında affedi­
Bağdat valiliğine atanınca Ahm ed M idhat’ı lerek İstanbul’a döndü ve İttihat (Birleşme)
da birlikte götürdü. B ağdat’ta gazetecilik gazetesini yayımlamaya başladı. Bu arada
yapan ve değişik çevrelerden insanlarla tanı­ siyasal tutum unu değiştirerek II. Abdülhamid
şan Ahm ed M idhat batı kültürü, doğu felse­ yönetimine yakınlaştığı için devletin resmi
fesi ve medrese bilimleri konusunda bilgisini basımevinin ve gazetesinin başına getirildi.
artırdı. 1878’de Tercüman-ı Hakikat (Gerçeklerin
İstanbul’a dönünce, oturduğu evin alt ka­ Sözcüsü) gazetesini kurduğunda da Abdülha-
tında küçük bir basımevi kurarak, Bağdat’ta m id’den parasal destek gören ve yüksek
iken yazdığı ders kitaplarını basmaya başladı. devlet görevlerine getirilen Ahm ed M idhat
Çıkardığı Devir ve Bedir adlı gazeteler ilerici Efendi II. M eşrutiyet’ten sonra emekli oldu.
AHMED RASİM 91

Ne var ki eski ününü ve etkisini yitirmişti. landıran birer belge niteliğindedir. İstanbul’
Yazarlığı bırakarak, 1912’den ölümüne kadar da doğan yazar, kısa gezileri ve 1927’den
okullarda tarih, dinler tarihi ve felsefe dersle­ ölümüne kadar A nkara’da milletvekili olarak
ri verdi. bulunduğu dönem dışında hep bu kentte
Batı kültürünü halka tanıtm aya ve halkı yaşadı. Yapıtlarında sokakları, evleri, eğlen­
eğiterek cahillikle savaşmaya büyük önem ce ve gezi yerleri, vapurları, tramvay lan, kayık-
veren Ahm ed M idhat Efendi, “eğlendirerek lan, yangınlan ve kavgalanyla İstanbul’u
eğitm e”nin en iyi yol olduğunu düşündüğü olanca canlılığıyla betimledi. Çeşitli kesim­
için en çok roman ve öyküler yazdı. Rom anla­ lerinden insan tipleri, balıkçılar, tulum bacı­
rındaki kahram anları genellikle iyiler ve kötü­ lar, hamamcılar, serseriler, kum arbazlar, sa­
ler olarak ikiye ayırır; bu kahram anlara duy­ natçılar ya da ünlü kişiler yaşama biçimleri,
duğu sevgiyi ya da nefreti dile getirerek taraf şiveleri ve argolarıyla Ahm ed Rasim ’in yapıt­
tutar ve sonunda iyilerin isteklerini yerine larında ölümsüzleşmiştir.
getirip, kötüleri cezalandırır. H atta kimi za­ Ahm ed Rasim, Gecelerim (1896) ve Falaka
man meddah öykülerinin özelliklerinden ya­ (1927) adlı kitaplarında anlattığı çocukluk
rarlanarak “Ne dersiniz, bu hain ölümü hak anılarında yaşadığı m ahalleden, oynadığı ço­
etti değil mi?” diye okuyucuya seslenir. Te­ cuk oyunlarından ve öğrencilerin okulda ye­
mel kaygısı okuyucuyu bilgilendirmek olduğu dikleri bitmez tükenm ez dayaklardan yalın ve
için, olayın bir yerinde anlatımı bırakır, oku­ mizah dolu bir dille söz eder. Tercüman-ı
yucu için yeni bir bilgiyi, bir sözcüğü sayfalar­ H akikat (Gerçeklerin Sözcüsü) gazetesinde
ca açıklamaktan geri kalmaz. başlayan gazete yazarlığını 48 yıl boyunca
Ahm ed M idhat’ın yapıtları Türk rom anı­ sürdüren Ahm ed Rasim ’in çalıştığı gazete ve
nın gelişmesinde önemli bir dönemeç olması­ dergilerin sayısı 50’yi aşmıştır.
na karşın, bugün edebi değerinden çok tarih­ Asıl ününü söyleşi ve fıkra türündeki yazı­
sel değeriyle anılır. larına borçlu olan Ahm ed Rasim, gazete
Yazar romanın yanı sıra tiyatroya da çok fıkralannı Eşkâl-i Zaman (1918; “Zam anın
önem vermiştir. Tiyatronun önemli bir eğitici Tanım ı”), İstanbul yaşamından çizgileri Şehir
işlevi olduğunu ve toplum da yaygınlaştırılma­ Mektupları (1910-11), edebiyat ve basın anıla­
sı gerektiğini savunmuştur. Fürs-i Kadimde rını da Gülüp Ağladıklarım (1926) ve M uhar­
Bir Facia (1884; “Eski İran ’da Bir Facia”), rir Bu Ya (1926) adlı kitaplannda toplamıştır.
Eyvah (1871), A çık Baş (1874) oyunlarından Bu yapıtlarında II. Abdülham id, II. M eşruti­
birkaçıdır. Çerkeş Özdenleri (1884) adlı oyu­ yet, M ütareke ve Cumhuriyet gibi dört ayrı
nu ise tutucu çevrelerin tepkisini çekmiş, oy­ tarihsel dönemdeki İstanbul’u yapısal ve
nandığı tiyatro basılarak yakılmıştır. A h­ toplumsal değişimleriyle birlikte anlatır. İs­
med M idhat edebiyatın dışında m atem atik, tanbul’un eğlence yerlerini ve unutamadığı
fizik, kimya, ekonomi, tarih, hukuk, felsefe, anılarını Fuhş-ı A tik (1922; “Eski Fuhuş”) ve
eğitim gibi birçok konuda yazılar yazmıştır. Muharrir, Şair, Edip (1924) adlı kitaplarında
Öbür yapıtları arasında Kıssadan Hisse derlemiştir.
(1870), Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’ İstanbul’u anlatırken halkın konuşma dilini
da Neler Olmuş (1874), Karı Koca Masalı yansıtmaya özen gösteren Ahm ed Rasim o
(1875), Yeryüzünde Bir Melek (1878), Çengi dönemin yazı dilinde sık sık rastlanan Arapça
(1877), Karnaval (1881), H enüz On Yedi ve Farsça tam lam alara daha çok bir mizah
Yaşında (1881), E konom i Politik (1879) sayı­ öğesi olarak yer vermiştir. Dilindeki sözcük
labilir. zenginliği, anlatımındaki akıcılık ve kıvraklık
yazarın en güçlü özelliklerindendir. Buna
AHMED PAŞA (Ş E K E R ) bak. Ş e k e r A hm ed karşılık öykü ve rom anlarında, döneminin
P aşa. edebiyat geleneğine uygun olarak ağdalı bir
dil kullanmıştır.
AHMED RASİM (1865-1932). A hm ed Ra- 140 dolayında kitabı yayımlanmış olan A h­
sim’in yapıtları eski İstanbul yaşamını can­ med Rasim ’in öbür önemli yapıtları arasında
92 AHMED VEFİK PAŞA

Bir Sefilenin Evrak-ı Metrukesi (1891; “Düş­ (1876; l’A m o u r medecin), Meraki (1876; le
müş Bir Kadından A rtakalan A nılar”), Ülfet Malade imaginaire), Azarya (1876; i Avare),
(1899), Hamamcı Ülfet (1922), Küçük Tarih-i İs­ Dudu Kuşları (1876; les Precieuses ridicules),
lam (1890), Küçük Tarih-i Osmani (1910-12), Adam cıl (1876; le M isanthrope) ve Yorgaki
Ramazan Sohbetleri (1913) ve İlk Büyük Dandini (1876; George Dandin) Ahm ed V e­
Muharrirlerden Şinasi (1927) sayılabilir. Ayrı­ fik Paşa’nın en başarılı Moliere uyarlamaları
ca besteleriyle tanınan yazarın 42 bestesi ve çevirileri sayılır. Yeni çevirileriyle günü­
günümüze ulaşmış, bir bölümü de kaybol­ müzde de sık sık sahneye konan bu oyunlar
muştur. ilk kez Ahm ed Vefik Paşa’nın Bursa valiliği
sırasında yaptırdığı tiyatroda (bugünkü A h­
AHMED VEFİK PAŞA (1823-1891), Türki­ med Vefik Paşa Tiyatrosu) sahnelenmiştir.
ye’de tiyatro sanatının ve sevgisinin yerleşme­ Dil ve tarih konusunda da çalışmalar yapan
sinde en çok emeği geçenlerden biridir. Yük­ Ahm ed Vefik Paşa, Ebülgazi Bahadır H an’ın
sek görevlerde bulunmuş bir devlet adamıydı, Şecere-i Türki adlı yapıtını Çağatay lehçesin­
ama asıl ününü Fransız oyun yazarı M oliere’ den T ürkçe’ye çevirmiş, Türkçe’nin İslam
den (bak. MOLİERE) uyarladığı komedilere öncesi gelişmesini 've lehçelerini inceleyen
borçludur. Lehçe-i Osmani (1876-1888) adlı önemli bir
İstanbul’da doğan Ahm ed Vefik Paşa ba­ sözlük hazırlamıştır. Ulusal temele dayalı
basının Paris Elçiliği’ndeki görevi nedeniyle tarih anlayışını benimseyen Ahm ed Vefik
liseyi Fransa’da bitirdi. Dışişleri Bakanlığı’n- Paşa bu tarihin Osmanlı tarihinden farklı
da görev alarak çeşitli başkentlerde sekreter­ olması gerektiğini savunmuştur. Fezleke-i Ta-
lik ve büyükelçilik yaptı. 1878 ve 1882’de iki rih-i Osmani (1869) adlı yapıtı bu görüşlerini
kez sadrazamlığa getirildiyse de son görevini yansıtır.
ancak üç gün sürdürebildi.
Ahm ed Vefik Paşa’nın sözünü sakınmayan AHŞAP KAPLAMA. A rapça’dan dilimize
ve aklına eseni yapan kişiliğine ilişkin birçok geçmiş olan ahşap sözcüğü ağaçtan, kereste
öykü anlatılır. Örneğin Paris’teki büyükelçili­ ya da tahtadan yapılmış anlamında kullanılır.
ği sırasında kendisine III. Napolyon’un araba­ Güzel desenli çok ince bir tahta levhanın
sının bir eşini yaptırmıştı. Caddeye çıktığında düzgün ve sağlam tahta bir yüzeye tutkalla
Fransız halkı onu im parator sanarak selamlı­ yapıştırılmasına da ahşap kaplama denir.
yordu. Buna kızan III. Napolyon Ahmed Gerçekten de bazı ağaçların sert ve sağlam
Vefik Paşa’dan arabasını değiştirmesini iste­ odunu duvar, kapı gibi yapı öğelerinin ya da
di. Paşa, İstanbul’daki Fransız büyükelçisinin m obilyalann yapımına elverişlidir; ama görü­
padişahın saltanat kayığına tıpatıp benzeyen nümü, rengi ya da damarlarının deseni istenil­
kayığını değiştirmesi koşuluyla bu arabadan diği kadar güzel olmayabilir. Alttaki bu sağ­
vazgeçebileceğini söyledi. Sonunda bu koşul lam yüzeyi daha nitelikli ve güzel görünümlü
kabul edildi, ama paşa da elçilik görevinden bir ağaç levhayla gizlemeye dayanan ahşap
alındı. kaplam a çok eski bir tekniktir. Eski Mısırlılar
Victor Hugo, Lesage ve V oltaire’den de 6.000 yıl önce bu tekniği mumya sandıklarına
çeviriler yapan Ahm ed Vefik Paşa’nın Mo- uyguluyorlardı.
liere’den dilimize aktardığı ya da toplumumuza Ahşap kaplamacılığı 17. yüzyılda Fransız
uyarladığı 34 yapıttan 16’sı günümüze ulaş­ mobilyacılar tarafından geliştirilerek ve mar-
mıştır. Uyarlam alarında Türk toplum unun ketri gibi başka mobilyacılık tekniklerine
yapısına, düşünce ve davranış özelliklerine uyarlanarak A vrupa’da yeniden canlandırıldı.
uyum sağlayacak değişiklikler yapmaya özen M arketri, değişik renklerdeki kaplama levha­
gösterir, yapıttaki mekânları ve kullanılan larından kesilmiş parçaların genellikle çiçek
eşyaları bile bu anlayışla değiştirirdi. Z or ve meyve desenleri oluşturacak biçimde tahta
Nikahı (1869; le Mariage force), Zoraki Tabip bir yüzeye yapıştırılmasıdır. Bu bezeme sanatı
(1869; le Medecin malgre lui), D ekbazlık XVI. Louis zamanında (18. yüzyılda) Fransa’
(1869; les Fourberies de Scapin), Tabib-i A şk da çok yaygındı. İtalyan mobilya _ ustaları
AHTAPOT 93

renk renk kaplama parçalarıyla manzara re­ tomruğundan 2-4 mm kalınlığında pek çok
simleri oluşturarak m arketri tekniğini gerçek kaplam a levhası çıkarılabilir. Bu ince levhalar
bir resim sanatına dönüştürdüler. Bu ülkede testereyle biçme, dilimleme ya da soyma
14. yüzyılda başlayan ve intarsia adıyla bilinen yöntemiyle elde edilir. En ekonomik yol olan
m arketri bugün bile bir el sanatı olarak soyma yöntem inde, tom ruk, çok uzun bir
önemini korum aktadır. bıçağın keskin ağzı önünde sürekli dönerken
Üçgen, yıldız gibi geometrik biçimler ya da bıçak da tomruğun her dönüşünde üstünden
ince şeritler halinde kesilen ve damarları ters ince bir katm an kaldırır. Böylece koca tom ­
yöne bakacak biçimde yerleştirilen ahşap ruk dev bir kâğıt rulosu gibi kesintisiz bir
kaplam alara parketri denir. Bugün taban dö­ levhaya dönüşür; daha sonra bu levha istenen
şemesi olarak kullanılan parke kaplam alar boyutlarda kesilerek kullanılabilir. (A ynca
bu tekniğin günümüzdeki uzantısıdır. Güzei bak. K ereste .)
desenli bir ağaç parçasının ya da m etal, fildişi,
sedef gibi başka bir gerecin, süslenecek mobil­ AHTAPOT. Octopus cinsinden olan ahtapot­
yaların yüzeyinde açılmış oyuk ya da yivlere ların bu bilimsel adı “sekiz ayaklı” anlam ın­
yerleştirilmesine ise kakmacılık denir. Özel­ daki Yunanca octo podos sözcüklerinden
likle Osmanlılar döneminde metal ya da türetilmiştir. G erçekten de bu hayvanların
ahşap üstüne sedef kakmacılığın çok- güzel ayaktan çok kola benzeyen sekiz tane uzun
örnekleri üretilmiştir (bak. KAKMACILIK). dokunacı vardır. Uzayıp kısalabilen bu bükül-
Bugün ahşap kaplama tekniğinin en önemli gen kolların alt yüzünde iki sıra halinde
ürünü, genellikle üç ya da beş gibi tek sayıda dizilmiş emici çekm enler (vantuzlar) bulunur.
kaplama levhasının üst üste yapıştırılmasıyla Hayvan, yakaladığı her şeye bu çekmenler
elde edilen kontrplak levhalardır. Mobilyacı­ yardımıyla sıkıca yapışır.
lık, marangozluk ve doğramacılıkta çok geniş A htapot yumuşakçaların kafadanbacaklı-
bir kullanım alanı olan kontrplakların iç lar grubundandır ve aynı gruptan olan kala­
katlarında gösterişsiz ama sağlam tahta levha­ marın akrabasıdır (bak. Y umuşakçalar ).
lar, dış katlarında ise daha gösterişli süsleyici Gövdesi tıpkı kalamarınki gibi torba biçimin­
kaplam alar kullanılır. Ahşap kaplam a yönte­ dedir ve arkasında huniye benzeyen bir sifon
miyle en kaba ve değersiz tahtalara ya da bulunur. A htapot içine çektiği suyu bu sifon­
sıkıştırılmış talaştan yapılan sunta gibi yapay dan öylesine büyük bir kuvvetle fışkırtır ki,
tahtalara en nitelikli ağaç görünümü kazandı­ bu tepkiyle hızla geriye doğru itilir. Böylece,
rılabilir. Az bulunan çok değerli bir ağaç sürünerek kayaların arasına girmesine ya da

Ahtapot genellikle deniz


diplerindeki kayaların
yarıkları arasında yaşar.
Bu hayvan sifonundan
dışarıya püskürttüğü
suyun basıncıyla hızla
geriye doğru fırlar.
94 AHUDUDU

bir yarığa saklanmasına fırsat vermeyecek le Yunanistan, İtalya ve Çin’de haşlanarak ya


kadar hızla üzerine saldıran düşmanlarından, da kurutulup sirkede bekletilerek yenen ahta­
örneğin büyük balıklardan kaçabilir. Ayrıca, pot çok özel ve değerli bir yiyecek sayılır.
kaçarken gövdesinin alt bölümündeki bir
keseden m ürekkebe benzeyen siyah bir sıvı AHUDUDU. Meyvesi çileğe benzetildiği için
bulutu püskürterek kendini gizleyebilir. Bu ağaççileği adıyla da anılan ahududunun en
sıvı suyu bulandırıp kararttığı için ahtapotu yakın akrabası çilek değil böğürtlendir (bak.
kovalayan saldırgan avının nereye saklandığı­ BÖĞÜRTLEN). Yalnız böğürtlenden farklı ola­
nı göremez. rak, ahududunun olgunlaşan meyveleri topla­
Sığ sularda yaşamayı seven ahtapot kolla­ nırken ortasındaki göbek bölümü ya da sap
rını yere yayarak denizin dibinde hiç kıpırda­ tutacı meyve sapıyla birlikte kopar. Böylece
madan yatar. Bir yengeç yaklaştığında, kamçı ezilip dağılmadan sapından ayrılan meyvele­
gibi sağa sola savurduğu kollarıyla avını yaka­ rin ortasında bir boşluk kalır. A hududu aslın­
layarak gagaya benzeyen ağzına götürür. En da tek bir meyve değil, bir araya kümelenmiş
sevdiği yiyecek yengeçlerdir; ayrıca ıstakozla­ küçük, etli ve çekirdekli meyvecikler toplulu­
rı ve çeşitli yumuşakçaları da yer. ğudur. Çilek ve böğürtlende de görülen bu tip
A htapotlar oldukça zeki hayvanlar olarak bileşik meyvelere “üzümsü meyve” denir.
kabul edilir. Dişi ahtapot yavrularına düşkün, Böğürtlenler gibi Rubus cinsinden olan
iyi bir anadır. Hepsi ayrı bir kesecik içinde ahududunun bilimsel adı Rubus idaeus'tur.
bulunan ve suyun altındaki herhangi bir Bitkinin tür adını gösteren idaeus sözcüğü
nesneye tutunarak bir araya küm elenen yu­ bugün Kaz Dağı olarak bilinen İda D ağı’nın
m urtalarını büyük bir özenle gözetip kollar. adından gelir. Çünkü Eski Romalı tarihçi
Sifonundan üzerlerine sık sık su fışkırtarak, Plinius’a göre, Edrem it’in kuzeyindeki bu dağ
çevrelerindeki suyun sürekli değişip temizlen­ ahududu bitkisinin anayurdudur. Asya’nın
mesini sağlar. Tıpkı yetişkinler gibi yavru Fred Bond
ahtapotlar da çevrenin rengine uygun olarak,
soluk kırmızıdan griye, sarı, kahverengi ya da
mavimsi yeşile kadar hızla renk değiştirebilir­
ler. Bunu sağlayan, derilerinde bulunan ve
pigment denen renk verici m addelerdir.
Yeryüzünün bütün denizlerinde yaşayan
ahtapotların 150 kadar türü vardır. Yalnız
Kuzey ve Güney Kutup denizlerinde çok az
sayıda ahtapot yaşar. Ege ve A kdeniz’de de
bulunan adi ahtapotun (Octopus vulgaris) iki
yana açılmış kolları arasındaki uzaklık 1,8
metreyi bulur. Büyük Okyanus’ta yaşayan
dev ahtapotun (Octopus apollyon) kollarının
uzunluğu ise bazı örneklerinde 9 metreye
yakındır.
A htapotların yaşadığı denizlerde yüzmenin
tehlikeli olduğuna ilişkin pek çok öykü anlatı­
Bahçede özel olarak yetiştirilm iş bir ahududu
lır. Oysa ahtapotların çoğu zararsız hayvan­ salkımı. Doğada bu bitkiler orm anların açıklık
lardır. Yalnız Büyük Okyanus’ta ve Avus­ yerlerinde kendiliğinden yetişir.
tralya’nın çevresindeki denizlerde yaşayan
mavi halkalı ahtapotun (Hapalochaena lunu- kuzeybatısı ile A frika’nın kuzeyinde yabani
lata) ısırığı öldürücüdür. Bu hayvanın zehri olarak kendiliğinden yetişen ahududunun mey­
sinir sistemini felce uğratarak insanı bir iki veleri eski çağlardan beri toplanarak yenmiş,
saat içinde öldürebilir. ama anlaşıldığına göre 16. yüzyıla kadar özel
Bazı Akdeniz ve doğu ülkelerinde, özellik­ olarak yetiştirilmemiştir.
AİLE 95

A hududu bitkisi ikinci yılında meyve ver­ dokulara taşınır. Bu nedenle hastalıklı kişile­
dikten sonra kuruyan dikenli bir çalıdır. rin kanında, tükürük, gözyaşı gibi vücut
Kümecikler oluşturan küçük beyaz çiçekleri sıvılarında ve erkek hastalann cinsel salgıla­
mayıs-haziran aylarında açar; kırmızı meyve­ rında AIDS virüsü bulunabilir. A ID S ’in “cin­
leri ise genellikle sonbaharda olgunlaşır. A na­ sel yolla bulaşan hastalıklar” arasında sayıl­
yurdu olan Türkiye’de bugün bile büyük masının nedeni budur. Ayrıca A ID S’li hasta­
ölçüde yabani olarak yetişen ahududunun lardan alınmış kanların sağlıklı kişilere veril­
deneme niteliğindeki tarımına ancak son 20 mesiyle, aşı ya da iğne yaparken mikroplu
yılda başlanmıştır. Oysa A vrupa ülkelerinde şırıngaların kullanılmasıyla ve virüsü taşıyan
ve A B D ’de ahududu tarımına büyük önem vücut sıvılarının açık yaralardan sızmasıyla da
verilir. Bu nedenle, özel bahçeler düzenlene­ hastalık bulaşır. Dünya Sağlık Ö rgütü’nün
rek, bildiğimiz kırmızı ahududunun sarı, be­ tahm inlerine göre, bütün dünyadaki AIDS
yaz ve siyah meyve veren birçok çeşidi yetişti­ hastalannın sayısı 1986’da 100.000’i bulmuş­
rilmiştir. tu. Bulaşmayı önlemek ve hastalıktan korun­
A hududu daha çok serin, nemli iklimleri ve mak için, AIDS virüsünün varlığını saptayan
iyi akaçlanmış, zengin toprakları sever. Bitki­ ELISA testi uygulanmamış kanların yaralıla­
nin tohum lan ya da kök sürgünleri genellikle ra ya da hastalara verilmemesi, şınngaların da
sıralar halinde ekilir ve direkler arasına geri­ yalnızca bir kez kullanılıp atılması gerekir.
len tellerle desteklenir. Genç bitkilerin iyi
gelişebilmesi için kuruyan yaşlı dalların kesil­ AİLE denince genellikle aynı evde oturan
mesi gerekir. anne, baba ve evlenmemiş çocuklar akla
Taze olarak yendiği gibi reçel, m arm elat, gelir. Oysa ailenin tanımı bundan daha ge­
pasta, dondurm a, şerbet ve likör yapılarak da niştir.
değerlendirilen ahududu meyveleri C vitami­ “A ile” sözcüğü günlük dilde çok değişik
ni ve m ineraller açısından zengindir. Ü lke­ grupları tanımlamak için kullanılır. Örneğin
mizde daha çok pastacılıkta kullanılan bu “Haşan iyi bir aile reisidir” dendiğinde, Ha-
meyve Fransızca’dan dilimize geçmiş olan san’ın sorumlu bir baba ve koca olduğu
fram buaz adıyla tanınır. anlaşılır. Oysa birisi “Benim ailem A dana’
dan gelmiş” dediği zaman annesiyle babası­
AIDS ilk kez 20 yıl önce tanımlanan bir virüs nın, hatta belki de dedelerinin A dana’da
hastalığıdır {bak. VİRÜSLER VE VİRÜS HASTALIK­ yaşamış olduğunu söylemek istiyordur. Bir
LARI). Bu bulaşıcı ve öldürücü hastalığın adı başkası “Bu bir aile toplantısıdır” dediğinde,
İngilizce Acquired Im m une Def'ıciency Syn- o toplantıda yalnızca akrabaların, sözgelimi
drome sözcüklerin baş harflerinden oluşur; bu amcaların, dayıların, teyzelerin, halaların,
sözcüklerin anlamı “kazanılmış bağışıklık yet­ yeğenlerin ve evlilik bağıyla aileye katılmış
mezliği hastalıği’dır. Gerçekten de AIDS kişilerin bulunacağı anlaşılır. Sözcüğün yük­
virüsü, vücudun kendini m ikroplara ve hasta­ lendiği bu anlam larda bile “aile” kavramı her
lıklara karşı savunmasında önemli rol oyna­ zaman evliliğe ya da ortak atalara dayalı
yan bazı akyuvarları parçalayarak bağışıklık ilişkileri kapsar.
sistemini çökertir {bak. BAĞIŞIKLIK). Sonuçta
kişinin bütün hastalıklara karşı direnci kırılır Geniş Aileden Çekirdek Aileye
ve bağışıklık sistemi sağlıklı olan kişilerin Çağdaş toplum larda, yeni evlenen çiftler ge­
kolayca atlatabileceği hastalıklar karşısında nellikle baba evinden aynlarak kendilerine
savunmasız kalır. A ID S’li hastaların ölüm yeni bir ev kurarlar. Oysa bundan yüz, iki yüz
nedeni de savunmasız vücuda hızla yerleşebi- yıl önce yeni evlilerin damadın ya da gelinin
len başka mikrobik hastalıklardır. ailesiyle birlikte oturm ası köklü bir gelenekti.
Gene İngilizce adının baş harfleriyle HIV Böylece anne, baba, kızlar, dam atlar, oğul­
ya da HTLV3 virüsü olarak bilinen AIDS lar, gelinler ve torunların aynı çatı altında
mikrobu vücuda girdikten sonra kandaki yaşadığı geniş aileler oluşuyordu. Tarım a da­
akyuvarlara yerleşir ve kan dolaşımıyla bütün yalı geleneksel yapısını koruyan birçok top­
96 AİLE

lumda bu gelenek bugün de sürm ektedir. Bu bireylerinin ev dışında çalışarak bağımsızlaş­


toplum larda, ailedeki çocuklardan biri, genel­ masını sağlar. Geniş ailedeki katı alt-üst
likle de en büyük oğul evlendiği zaman baba ilişkileri de çekirdek ailede eşitlikçi ilişkilere
evinden ayrılmaz ve çiftliğin sorumluluğunu dönüşür. Çocukların bilgi ve beceri edinm ele­
babasından devralır. Böylece, öbür çocuklar rini, toplumla bütünleşmelerini sağlama işle­
evlenerek aileden uzaklaşsalar bile çiftlik vini üstlenen aile bireyin geleceğinin güven­
işlerinde babaya, ev işlerinde anneye yardım­ cesi olmaktan çıkar.
cı olacak bir oğul ve gelin her zaman ailenin Meslek bilgilerinin genellikle aile büyükle­
yanında kalmış olur. Üstelik ailenin ortak rinden öğrenildiği eski dönemlere ve tarımsal
malı olan toprağın el birliğiyle işlenmesi hem kesime oranla, kentlerde çocuklar toplumsal
bedava işgücü sağlar, hem de aile bireylerini yaşama daha ileri yaşlarda katılır. Sanayileş­
başka bir geçim kaynağı aram a zorunluluğun­ me öncesi yüzyıllarda çocuğun eğitim süresi
dan kurtarır. Bu tür geniş ailelerde evli daha kısa, işe başlama yaşı daha küçüktü.
çocuklar ve onların eşleri genellikle büyük Oysa çağdaş uygarlık düzeyinin nitelikli işgü­
ana babanın otoritesi altındadır ve aile içinde cünü zorunlu kılması çocuğun eğitim dönem i­
alınacak kararlarda son sözü çoğu kez yaşlı ni uzatmıştır. Bu nedenle çocuklar, geçimleri­
baba söyler. Bütün ailenin bakım ve ilgisiyle ni sağlayabilecek yaşa gelinceye kadar ailele­
büyüyen çocukların yetiştirilmesinde de ge­ riyle birlikte yaşar ve evlendiklerinde başka
nellikle büyükannenin sözü geçer. bir eve yerleşerek yeni çekirdek aileler oluş­
Sanayileşmiş çağdaş toplum larda, özellikle tururlar.
kentlerde geniş aileler yerini giderek çekirdek
aileler'e, bırakmıştır. Çekirdek aile anne, Aile ve Evlilik
baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan en Birçok toplum da ailenin temeli evlilikle atılır.
küçük toplumsal birimdir. Yalnız birey sayısıy­ Hem en hemen bütün ülkelerde ailenin kurul­
la değil yapısıyla da geniş aileden çok farklı ması ve aile birliğinin bozulması gelenek ve
olan çekirdek ailelerin doğuşu, kentlerdeki törelere bırakılmayıp yasalarla düzenlen­
yaşam ve üretim koşullarına bağlanabilir. miştir.
Kırsal kesimde çoğu kez bütün bireylerin Bugün birçok ülkede evlilikler tekeşlidir. Ev­
birlikte çalışıp birlikte ürettikleri ekonomik lilik bağı yalnızca bir erkek ile bir kadın arasın­
bir birim olan aile kentlerde bu özelliğini da kurulabilir (bak. EVLİLİK). Oysa bazı ülkeler­
yitirir. Üretim in aile dışında yapılması, aile de bir erkek birden çok kadınla evlenebilir.
Topham

Bir poligam i örneği.


Fotoğrafta, karılarının ve
çocuklarının bir
bölüm üyle poz veren bir
Kenyalı görülüyor.
Poligami Afrika'nın ve
Ortadoğu'nun bazı
bölgelerinde bugün bile
yaygındır.
AİLE 97

Poligami denen bu evlilikte, aynı evin için­ geniş aile tipi yaygındır. Bununla birlikte, son
de her kadının kendi çocuklarıyla birlikte 30 yıldır özellikle içgöçler ve kentleşme nede­
oturduğu ayrı birimler oluşur. Bu gelenek ba­ niyle geniş aileler parçalanarak yerlerini çe­
zı Asya ve Afrika ülkelerinde, özellikle zen­ kirdek ailelere bırakm aktadır.
ginler arasında yaygındır. Buna karşılık bazı
toplum larda, örneğin H indistan’daki Todalar Boşanma ve Aile
ve Nayarlar arasında kadınların birden çok Çağdaş toplum un getirdiği sorunlar çoğu kez
erkekle evlenmesi olağandır. Buna poliand- aile yaşamında gerilimlere yol açmaktadır.
ri denir. Ana babaların çocuklarına sevgiyle yaklaşır­
Eski Türk toplumları aile kurum una büyük ken disiplini de eksik etm em eleri, beslenme,
önem vermiştir. Tekeşli evlilik temeline daya­ sağlık ve eğitim gibi bütün temel gereksinim­
nan ailelerde kadın ile erkek arasında eşitlik lerini karşılamaları ve onlara her yönden
gözetilirdi. T ürkler’in İslam dinini benim se­ destek olmaları bekleniyor. Ne var ki, hem
mesinden sonra, ailenin yapısı da bu dinin evde, hem iş yaşamında birçok sorunu göğüs­
kurallarına göre yeniden biçimlendi. Bu aile lemek zorunda kalan ana babalar için bunca
yapısında erkeğe mutlak bir egemenlik tanın­ sorumluluk bazen ağır bir yüke dönüşebili­
dı ve dört kadınla evlenebilme hakkı verildi. yor. İnsanları bu yükün yarattığı aşın gergin­
Bu gelenek Cumhuriyet yönetimiyle sona likten kurtarm ak amacıyla, zaman zaman bazı
ermiş ve 1926’da kabul edilen M edeni Kanun, toplum larda geleneksel aile biçimi yerine yeni
tekeşli evliliğe dayanan aile yapısını yasallaş­ seçenekler arandı. A m a, çocuk yetiştirme
tırm ış tı. sorumluluğunu devletin üstlenmesi ya da çe­
Türkiye’nin kırsal kesimlerinde geleneksel kirdek aileler yerine toplu yaşamı seçerek
Sally & Richard Greenhill çocukların elbirliğiyle büyütülmesi gibi dene­
meler umulduğu gibi başanlı olamadı. İnsan­
lar, ortak bir amaç çevresinde sevgi bağıyla
kurulmuş aile ve evlilik kurum undan bütün
güçlüklerine karşın kolayca vazgeçmediler.
Çağdaş insanın seçimi de aile bağlarını koru­
mak ve çocuklarını kendi eliyle yetiştirmek
oldu.
Ne var ki, gelişmiş ülkelerde boşanma
oranının giderek artm ası, çağdaş ailenin de
başarılı olmadığı görüşünü yaygınlaştırıyor
(bak. B o ş a n m a ). Dünyanın birçok yerinde,
ana babalarının ayrılmasından etkilenen ço­
cukların sayısı sürekli artm aktadır. Boşanma
sonucunda çocukların bakımı anneye ya da
babaya bırakıldığı için son yıllarda anne-
çocuk ya da baba-çocuktan oluşan yeni bir
aile tipi ortaya çıkmıştır. Bu beraberlik, bo­
şanma anından başlayıp çocuğa bakan anne­
nin ya da babanın yeniden evlenmesine kadar
sürecek olan bir ilişkidir. Boşanmanın insan­
ları evlenm ekten caydırmadığı da bir gerçek­
tir. Boşananların çoğu, genellikle kendileri gi­
bi boşanmış kişilerle yeniden evlenmeyi
seçiyorlar. Am a, kadının ve erkeğin ilk evli­
liklerinden olan çocuklarına, ikinci evlilikten
Çağdaş toplum un, evli bir çift ve çocuklarından “yeni” çocukların eklenmesiyle aile içi ilişki­
oluşan tip ik aile örneği. ler iyiden iyiye karmaşıklaşmaktadır.
98 AİSKHYLOS

AİSKHYLOS (İÖ 525-456), tarihte bilinen ilk ailesinin başına gelen felaketleri anlatan
tiyatro oyunu yazarıdır. Kendisinden sonra Oresteia adlı bir üçlemedir.
gelen Sofokles ve Öripides ile birlikte Yunan Aiskhylos Sicilya’daki G ela’da öldü. Yay­
trajedisinin üç büyük yazarından biri sayılır gın bir söylentiye göre ölüm nedeni, uçan bir
(bak. ÖRİPİDES; Sofokles). Aiskhylos’tan önce kartalın yemek üzere ağzında taşıdığı bir
bugünkü anlamda tiyatro oyunları sahnelen- kaplumbağayı Aiskhylos’un kafasına düşür­
mezdi. Bir tek kişi sahneye çıkar, koro denen mesidir. Çağlar boyunca birçok yazar Aiskhy­
bir grubun eşliğinde şiir ve şarkılar söylerdi. los’tan etkilenmiştir. İngiliz şair Percy Bysshe
Aiskhylos bu şiir ve şarkılara konu olan Shelley’in Prometheus Unbound (1820; “Zin­
öyküleri yeniden yazarak, öyküdeki her kah­ cirleri Çözülmüş Prom etheus”) adlı yapıtı ile
ram anın ayrı kişilerce temsil edilebileceği Amerikalı oyun yazarı Eugene O ’Neill’in
tiyatro oyunlarına dönüştürdü. Ayrıca, oyun­ Elektra’ya Yas Yaraşır (Mourning Becomes
cuların kostüm ve maskelerle sahneye çıkması Electra, 1931) adlı oyunu bu esinle yazılmış
geleneğini başlattı, örneklerdir.
A tina yakınlarındaki Eleusis’te doğan
Aiskhylos’u Atm alılar “Yunan trajedisinin AİSOPOS'UN FABLLERİ bak. E zop u n F abl
babası” olarak anarlardı. Tanrıların insanlar LERİ.
üzerindeki gücü, önderlik etm enin sorunları
ve alınyazısının gizemli etkileri, Aiskhylos’un AKAÇLAMA. Topraktaki fazla suları akıt­
oyunlarının başlıca konulandır. Tiyatro gös­ mak için açılan kanallara ya da yeraltına
terilerinin yapıldığı A tina kentindeki dinsel döşenen borulara akaç denir. Akaçlama ya da
şenliklerde 13 ödül kazanan Aiskhylos 90’dan Fransızca’dan dilimize geçen eşanlamıyla dre­
fazla oyun yazmış, ama bunlardan yalnızca naj da, nemli topraklardaki fazla suların
yedi tanesi günümüze ulaşmıştır. akaçlar yardımıyla boşaltılmasıdır. Bir yörede
Söylentiye göre Aiskhylos, Yunanlılar ile birikmiş yağmur ve kar sularını toplayarak
Persler arasındaki Salamis ve M araton savaş­ daha büyük bir ırmağa ya da denize akıtan
larına katılmış, ilk oyunu olan Persler'i de akarsular en önemli doğal akaçlama kanalları
Yunanlılar’ın zaferini kutlamak için yazmıştı. sayılır. Sularını bir akarsuya boşaltan bölgeye
Günüm üze ulaşan öbür oyunları Yalvarıcılar, de o akarsuyun akaçlama havzası denir. Ama
Thebai’ye Karşı Yedi Kişi, Zincire Vurulmuş bazı bölgelerin, sularını doğal bir akaçla
Prometheus ve Miken Kralı Agam em non’un dışarıya akıtma olanağı yoktur. Bu tür akışsız

US Department o f Interior

Solda: Akaçlama çalışmalarında böylesine büyük kazı makineleri kullanılır; bir kayışla hareket
ettirilen kürekler toprağı kazarken, başka bir kayış da çıkarılan toprağı yana boşaltır. Sağda:
Akaçlama kanallarının tem izlenm esinde kullanılan birta ra k makinesi.
AKAÇLAMA 99

ya da kapalı havzalarda, çok geçirimsiz (yüzey­ çukurda emilerek yeraltına sızması sağlanır.
deki suları derine sızdıramayan) killi toprak­ Gelgit sırasında yükselen deniz ya da akar­
larda ve kuraklık nedeniyle sulama yapıldığı su düzeylerinin sık sık toprak düzeyini aştığı
için suya boğulma tehlikesi olan tarım alanla­ yerlerde, ana akaçlama borusunun denize ya
rında (bak. Sulama ) yapay akaçlama uygula­ da akarsuya açılan ağzına, üstten m enteşele-
mak gerekir. Burada anlatılan bu tür akaçla­ nen kapaklar koymak gerekir. Böylece, deniz
madır. ya da akarsu alçaldığında borudaki sular
Akaçlam a yapılmadığında alçak alanların kapağı iterek rahatça dışarı akabilir; buna
çoğu bataklığa dönüşeceğinden, bu alanlarda karşılık kabarm a anında akarsu ya da denizin
ne yerleşme yerleri kurulabilir, ne de tarım suları borulardan içeri giremez. H ollanda’da,
yapılabilir. H ollanda’da, İngiltere’nin doğu akaçlanarak denizden kazanılmış polder de­
bölüm ünde, M ısır’daki Nil ve İtalya’daki Po nen geniş alanlarda ve İngiltere’nin doğusun­
vadilerinde, A B D ’nin Atlas Okyanusu kıyıla­ da, kurutulm uş eski bir bataklık olan Fens
rındaki bataklık bölgede ve aşağı Mississippi bölgesinde bu yöntem uygulanır. A na akaçla­
vadisinde, sular altındaki toprakların kazanı­ ma borusunun boşaltım ağzının her zaman
larak tarım alanlarına dönüştürülmesi geniş deniz ya da akarsu düzeyinin altında kaldığı
çaplı akaçlama çalışmalarının sonucudur. alçak düzlüklerde ise, akaçlama kuyusuyla
(Ayrıca bak. T oprak KAZANIMI.) emdirilemeyen fazla suları boşaltmanın tek
Eğimli toprakların akaçlanması düzlüklere yolu pom palam aktır. Toprakları engebeli ve
oranla daha kolaydır. Bir akarsuya ya da eğimli olmayan yörelerdeki yel değirm enleri­
denize ulaşan kanallar açıldığında, emilme­ nin çoğu bu boşaltma pom palarını çalıştırmak
yen fazla sular toprağın doğal eğimini izleye­ için kurulm uştur.
rek bu kanallardan akabilir. Düz alanlarda, Günüm üzde, akaçlama kazılarının büyük
eğer toprak kumluysa sular derine sızarak bölümü makinelerle yapılmaktadır. Küçük
yeraltı sularına karışabileceği için yüzeyde tarlalardaki akaçlama yollarının kazılmasında
birikmez. Buna karşılık killi topraklardan “köstebek tipi” kazıcılar kullanılır. İnce bir
oluşan geçirimsiz düzlüklerde, yüzey sularının bıçak ve bu bıçağın ucuna takılmış yum urta
akıtılabilmesi için toprağın altına “balık kılçı­ büyüklüğünde çelik bir tokm aktan oluşan bu
ğı” biçiminde yerleştirilmiş akaçlar döşemek araç, bir traktörle çekilerek tarlada dolaştırıl-
gerekir. Balık kılçığının “om urga”sı, uç uca dığında, toprak yüzeyinin altında küçük akaç­
eklenen ve çevresi çakıl taşlarıyla pekiştirilen lama yolları açar. En az 45 cm genişliğinde ve
borulardan oluşur. Bu borular, içinden akan 180 cm derinliğinde daha büyük hendekler
suyu dışarıya sızdırabilecek gözenekli bir mal­ açmak için en uygun yol kovalı tarak m akine­
zemeden yapılmıştır. D aha kısa borular, ana leri kullanm aktır (bak. T araklama ). Buhar ya.
boru hattına iki yandan ve belirli aralıklarla da m otor gücüyle çalıştığı için tekerlekleri
verevlemesine bağlandığında, gerçekten balık üzerinde kendiliğinden ilerleyebilen bu m aki­
kılçığını andıran bir akaçlama sistemi ortaya neler, sonsuz bir zincirle döndürülen bir dizi
çıkar. Bu sistemin tarla sürülürken zarar kovayla donatılmıştır. Zincir döndükçe bu
görmemesi için, boruların yüzeyden 45 cm kovalar sırayla toprağı kazar; çıkarılan toprak
kadar derine döşenmesi gerekir. kenarda bekleyen kamyonlara yüklenir ve
Akaçlam a kanallarına belirli bir eğim veril­ kanal kazıldıkça makine kendiliğinden ilerler.
medikçe sular düzenli biçimde akamaz. Bu D aha geniş kanallar açmak için, ileriye doğru
nedenle, düz arazilerde su kanallarının ya da uzanan hareketli bir kolu ve büyük bir kepçe­
akarsu yataklarının yer yer kazılarak derinleş­ si olan kazı m akineleri (ekskavatörler) kulla­
tirilmesi gerekebilir. Bazı yörelerde toprağın nılır. Bu m akineler toprağı kepçeleyerek yu­
hemen altında ince bir kil katm anı, onun karıya kaldırır ve bir eksen çevresinde dönen
altında da kum ya da çakıl bulunabilir. Böyle kol, kepçedeki toprağı yanda bekleyen kam ­
durum larda, tarlanın ana akaçlama yolu üze­ yonlara ya da demiryolu vagonlarına boşaltır.
rinde bir çukur kazılarak içine çakıl dolduru­ Kazı m akinelerinin bazı tipleri toprak düze­
lur ve suların akaçlama kuyusu denen bu yinde, bazıları kazılan kanalın dibinde çalışa­
100 AKADEMİ

cak biçimde tasarlanmıştır. Vargel kepçeli ve öğretm enleri en çok sanat, edebiyat, mü­
kazı makinesi denen birinci tip m akinelerde, zik ve bilime ilgi gösteriyorlardı. Günüm üzde
kepçe ya da kova kablolarla aşağıya indirilir yalnızca eğitim kurum larm a değil, bu konula-
ve toprağı aldıktan sonra gene kablolarla n tartışmak için bir araya gelen üyelerin
yukarıya çekilir. Kanalın dibinde çalışan m a­ oluşturduğu bilim, edebiyat ve sanat dernek­
kinelerde ise, her iki yüzü de düz olduğu için lerine de akademi dendiği görülmektedir.
aynı zamanda kanal duvarlarını düzleştirmeye Bugün birçok ülkede bu tanıma uyan akade­
yarayan kazıcı kürekler bulunur. miler vardır. Bunlardan en ünlüsü Paris’teki
Bataklıkların kurutulması ve tarlalardaki Fransız Akademisi’dir (Academie Française).
ürüne zarar verebilecek fazla suların akıtılm a­ 1635’te Kardinal Richelieu tarafından kuru­
sı için, kırsal kesimdeki akaçlama çalışmaları lan bu akademinin üyeleri, 1639’dan 1694’e
çok önemlidir. Ama kentlerde de çatılardan, kadar çalışarak bir sözlük hazırladılar. O ta­
caddelerden ve yaya kaldırım larından akan rihten bu yana Fransız Akadem isi, Fransız di­
yağmur sulan aynı derecede sorun yaratır. li konusunda tek yetkili kurum sayılır.
Bunun için, yapıların saçaklarındaki oluklar­ “Ölüm süzler” adıyla tanınan akademi üyele­
da biriken yağmur suları, çatıdan aşağıya rinin sayısı bugüne kadar hiç değişmemiş, hep
doğru inen borularla caddedeki ızgaralara, 40 olarak kalmıştır.
oradan da ana akaçlara boşaltılır. Eskiden A B D ’nin en ünlü akadem ilerinden biri,
hem yağmur suları, hem de evlerdeki lavabo, sanat değeri taşıyan sinema filmlerinin yönet­
banyo ve tuvaletlerden gelen bütün pissu ve men, oyuncu, görüntü yönetm eni ve öbür
atıklar ortak bir kanalizasyon ağında toplanır­ yaratıcılarına verdiği Akadem i Ödülü ile tanı­
dı (bak. Kanalizasyon ). Oysa bugün birçok nan Sinema Sanat ve Bilimleri Akadem isi’dir.
ülkede yağmur suları kanalizasyondan ayrı bir Oskar adlı bir heykelcikle simgelenen A kade­
akaçlama sistemiyle toplanır. Böylece, ant- mi Ödülü 1929’dan bu yana her yıl verilir.
maya gerek kalmadan doğrudan doğruya İngiltere’nin en ünlü akadem ileri, her ikisi
akarsu ya da denizlere boşaltılabilir. A na de L ondra’da bulunan Kraliyet Sanat A kade­
akaçlarda toplanan yağmur sularının yapıların misi (1768) ile Kraliyet Müzik Akadem isi’dir
ve caddelerin altındaki toprağa sızmaması (1822). Bunların yanı sıra, gene Londra’daki
için, topraktan yapılan bu borulann ya da Kraliyet Tiyatro Sanatı Akademisi (1904) ile
künklerin içi sırlanır. Ayrıca borulann iç içe bilimsel çalışmalar yapmak üzere 1662’de ku­
geçirildiği bağlantı yerleri çimento ve kumla rulmuş olan Kraliyet Derneği (Royal Society)
ya da ziftle sıvanarak sağlamlaştırılır. Borula­ de ünlü akadem iler arasındadır.
n n ana akaçla birleştiği yerlerde de tuğlayla 1725’te Rus Çarı I. Petro tarafından Peters-
örülmüş kuyular yapılır. Borularda bir tıka­ burg Bilimler Akademisi adıyla kurulan bu­
nıklık olduğunda, görevliler bu kuyuların günkü SSCB Bilimler Akademisi de bu alan­
içine inerek çubuklarla tıkanıklığı açabilirler. daki ünlü araştırm a kurum larm dan biridir.
T ürkiye’de hiçbir araştırm a kurumu akade­
AKADEMİ, en geniş tanımıyla, bir okuldur. mi adıyla anılmaz. Yakın zamana kadar aka­
Eski Yunanlı düşünür Platon’un İÖ 4. yüzyıl­ demi adını taşıyan birçok yükseköğrenim
da ders verdiği okul, tarihteki ilk akademidir. kurumu da artık yüksekokul, üniversite ya da
Bu okul adını, Atina yakınlarındaki Akade- fakültelere dönüşmüştür. Örneğin Devlet
meia adlı bir zeytinlikten alır. Çünkü Platon ve Güzel Sanatlar Akadem isi’nin bugünkü adı
öğrencileri bu zeytinlikte toplanarak m atem a­ Mimar Sinan Üniversitesi’dir. Günüm üzde
tik, doğa bilimleri ve en iyi yönetim biçimi akademi adını koruyan eğitim kurum lan ola­
gibi çeşitli konulan tartışırlardı. rak yalnızca H arp Akadem ileri ile Gülhane
Platon’un öğrencileri ve felsefesini benim­ Askeri Tıp Akademisi kalmıştır.
seyenler, onun ölümünden sonra da Akade-
mi’yi yaşattılar. İS 529’da, Roma İm paratoru AKAR. A karlar örümceklerle akraba olan
Jüstinyen A kadem i’yi kapatıncaya kadar ça­ çok küçük eklembacaklılardır. Eklem bacaklı­
lışmalar sürdürüldü. A kadem i’nin öğrencileri lar içinde böceklerden ayrı bir sınıf oluşturan
AKARSU 101

örümcek, akrep, kene ve akarlara örüm ce­ peynir akarı bir büyüteçle bakıldığında görü­
ğimsiler (Arachnida) denir. İnsanlara, evcil lebilir. Ekin tanelerinde ve unların arasında
hayvanlara ve meyve ağaçlarına en zararlı yaşayan un akarı, bu besinlerin yenmesiyle
hayvanlardan biri oldukları halde, bilim mide ve bağırsaklara yerleşerek hastalığa yol
adamları akarlara yeni yeni önem vermeye açar. İnsanda, koyun ve sığırlarda derinin
Science Photo Library altına gömülerek kaşıntılı uyuz hastalığına
neden olan uyuzböcekleri de akarların bir
türüdür. G ene bir akar türü olan kırmızı
örümcek, ağzından ipeksi iplikler salgılayarak
ağaç gövdelerini ya da çalıları boydan boya
örtebilen parıltılı ağlar örer.

AKÂRKUM. Su em erek neredeyse sıvı kıva­


mına geldiği için insanı ya da ağır bir nesneyi
taşıyamayacak durum da olan kum örtüsüne
akarkum denir. Bu adla anılmasının nedeni,
çok hareketli olan bu kum örtüsünün insanın
ayaklarının altından sanki akarcasına kayıp
gidebilmesidir. A karkum lara genellikle altın­
da pekişmiş bir kil katm anı bulunan kıyılar­
Evlerdeki toz ve süprüntülerin arasında yaşayan bir dan denize dökülen büyük akarsuların ağzın­
toz akarının elektron mikroskopuyla büyütülm üş da rastlanır. Alttaki kil katm anı suyu geçir­
görüntüsü. Bu akar, koltuk m inderlerinin ve şiltelerin
içindeki yün ya da pamuklarla, duvar kâğıtlarının mediği için, biriken sular kumlu bir bataklık
tutkalıyla ve yiyecek kırıntılarıyla beslenir. oluşturur. Bu akarsu yataklarındaki kum ta ­
neleri pürüzsüz ve yuvarlak olduğundan, ısla­
başlamışlardır; bu gecikmenin nedeni belki de nan taneler birbirlerinin üzerinden kolayca
akarların çok küçük olmasıdır. Gerçekten de kayabilir. Bu nedenle, bu gevşek örtüye
en iri akarların uzunluğu 6 milimetreyi geç­ düşen ağır bir nesne hiç iz bırakm adan hızla
mezken, en küçüklerini çıplak gözle görmek dibe gömülebilir.
bile olanaksızdır. A karkum ların yarattığı tehlike m acera ro­
A karlar genellikle üstünde uzun kıllar bu­ m anlarında ya da filmlerinde fazlaca abartıl­
lunan yuvarlak ve tombul gövdeli hayvanlar­ mıştır, ama bazı akarkum lardan geçmek ger­
dır. Gövdeye bitişik olduğu için kolayca ayırt çekten tehlikelidir. İnsan bir akarkum a bastı­
edilemeyen başlarında emici ağız parçaları ve ğında ne kadar çırpınırsa o kadar hızla gömül­
gözler bulunur; bazıları tümüyle kördür. meye başlar; gene de, insan vücudunun yo­
Ö rüm cekler gibi akarların da dört çift bacağı ğunluğu su emmiş kum un yoğunluğundan
vardır. Oysa yum urtadan yeni çıkmış, nem f daha az olduğu için, bir havuzda batabilece-
denen yavrularda yalnızca üç çift bacak bulu­ ğinden daha derine batam az.
nur. Nemfler büyürken birkaç kez deri değiş­
tirir ve eksik bacak çifti de çıktıktan sonra AKARSU. Yağmur olarak yeryüzüne düşen
erişkin duruma gelir. A karların, bütün dün­ su üç yoldan dağılır. Bir bölümü güneşin ve
yaya dağılmış 20.000 kadar türü vardır. Hemen rüzgârın etkisiyle buharlaşarak atm osfere geri
her çeşit yiyecekle beslenen bu hayvanların döner. Bir bölümü birleşerek dereleri ya da
birçoğu başka canlılarda asalak yaşarken, çayları oluşturur. Geri kalanı da toprağın
bazıları da hastalıklara neden olur. Türlerin altına sızar. Sızan suların büyük bölümü
büyük bölümü karada, bazıları tatlı sularda, sonradan kaynaklar halinde yeniden toprağın
pek azı da denizde yaşar. üstüne çıkarak akarsulara karışır. Hiç yağmur
A karların en yakın akrabası, koyun ve yağmayan mevsimlerde bile akarsuların ak­
köpek gibi hayvanlarda asalak yaşayan kene­ masını sağlayan işte bu kaynak sularıdır.
lerdir (bak. KENE). Bayat peynirlere dadanan Eriyen kar ve buzullar da (bak. Buzul ve
102 AKARSU

B uzullaşma ) a k a rs u la rın b e sle n m e sin d e


ö n em li ro l o y n a r.
Böylece oluşan dereler birleşerek ırmak
denen daha büyük akarsuları oluşturur. Bir
akarsuya çığırı (yolu) boyunca katılan bu dere
ya da çaylara da o akarsuyun kollan denir.
Bir akarsu ve kollarının beslendiği, daha
doğrusu sularını topladığı alan o akarsuyun
akaçlama havzası ya da kısaca Havza’sıdır.
Aynı uzunluktaki iki ırm aktan birinin havzası
çok geniş, öbürününkü daha dar olabilir.
Örneğin Nil ve Am azon ırmakları hemen
hemen aynı uzunluktadır, ama A m azon’un ZEFA
havzası Nil’inkinden iki kat büyüktür. Borneo'da, Sulu Denizi'ne dökülen bir akarsuyun
Bir derenin ya da ırmağın suları m utlaka deltası.
toprak ve kayalardan kopmuş küçük parça­ cikleri derenin yatağı boyunca yuvarlanır.
cıkları da birlikte sürükler. Bu parçacıklar ne Dere ve çaylardan daha hızlı akan büyük
kadar küçükse ırmağın suları da o kadar akarsular yalnız kum tanelerini değil çakıl
bulanıktır. En duru derelerde bile kum tane- taşlarını, hatta kaya parçalarını bile sürükle­
yebilir. Hareket halindeki su kütlesi ve taşıdığı
bu m addeler akarsuyun yatağını ve kıyıların­
daki toprağı sürekli aşındırarak derin vadiler
oyar. A B D ’deki Colorado Irm ağı’nın açtığı
Büyük Kanyon ve A frika’daki Zambezi Irma-
ğı’nın Victoria Çağlayanı adıyla çok yüksek­
ten dökülürken oyduğu büyük boğaz, akarsu­
ların oluşturduğu yüzey biçimlerinin en çarpı­
cı örnekleridir.
Bir ırmak ne kadar hızlı akarsa o kadar çok
kum ve toprak taşıyacağından, vadisini de
o kadar çabuk derinleştirir. Yalnız akarsuyun
ağzında toprağın eğimi azaldığı için suyun
akış hızı da yavaşlar. Bu nedenle, bir akarsu­
yun vadisi kaynağa yakın kesimlerde ağzında-
kinden daha derin ve dardır. Akış hızı azal­
dıkça, akarsu, içindeki bütün çözünmüş m ad­
deleri taşıyamaz durum a gelir. Bu yüzden,
sularla sürüklenen kum ve toprağın bir bölü­
mü mil (ya da balçık) halinde akarsu yatağına
çökelmeye başlar. Taşkın dönem lerinde yata­
ğından taşan akarsu kıyılarını sular altında
bırakırken, bu balçığın büyük bölümü orada
çöküp kalarak zengin ve verimli bir toprak
oluşturur. Bu yolla oluşan toprağa alüvyonlu
toprak adı verilir. Örneğin Nil Irmağı her yıl
taşarak vadisini alüvyonlu topraklarla zengin­
leştirmektedir.
Ağır ağır akan bir ırmak, önüne bir engel
Bir akarsuyun çığırı boyunca uğradığı değişiklikler çıktığı zaman yolunu kolayca değiştirebilir.
ve başlıca oluşumlar. Bu yüzden birçok akarsu denize ulaşıncaya
AKARSU 103

kadar kıvrılıp bükülen bir yol izler. Eğer bir


akarsu yolundan biraz saparak küçük bir
kıvrım oluşturursa, bu kıvrım giderek genişle­
me eğilimi gösterir. Çünkü kıvrımın dış kena­
rındaki uzun yolu izleyen sular iç kenarındaki
sulardan daha hızlı akar. Bu hızlı akıntı kıyıyı
daha çabuk aşındırır ve ırmağın bütün suları
zamanla o kıyıya doğru yönelir. Böylece
ırm aklar yılan gibi kıvrılarak, tam terimiyle
de menderesler çizerek akar. M enderes sözcü­
ğü, çok eski zam anlarda kıvrımlarıyla ünlü
olan M enderes Irm ağinın adından alınmıştır.
Zam anla m enderesler iyice genişler ve kıv­
rımlar birbirini kestiği için akarsuyun yatağı
yeniden düzleşir. Böylece m enderesler, akar­
suyun eski yatağında akm az göl ya da kopuk
menderes denen kapalı kanallar olarak kalır.
Bol m iktarda toprak ve kum taşıyarak ZF.FA
oldukça düz bir ovada akan bir akarsu, İrlanda'nın Connemara yöresindeki hızlı akışlı
yatağında büyük bir mil kütlesi biriktirir. ırmaklar taşların arasından çağlayarak ve köpürerek
Taşkın sırasında bu kütle akarsu yatağından akar.
ZEFA suyun yatağı yükseldiği için, yağmurlu mev­
simlerde akarsu her an taşmaya hazırdır.
Böylece her taşkında kıyıları ve yatağı biraz
daha yükselen akarsu, yıllar sonra çevresinde­
ki ovadan daha yüksek bir kanal içinde akma­
ya başlar. Örneğin A B D ’deki Mississippi
Irm ağı’nın aşağı çığırı ve Çin’deki birçok
ırmak bu durum dadır. Böyle bir ırmağın
çevresinde yaşayan insanlar, evlerini ve tarla­
larını su baskınlarından korum ak için akarsu­
yun kıyılarına setler yapmak ya da doğal
setleri kalas ve taşlarla pekiştirmek zorunda
kalırlar.
Bir akarsu, denize döküldüğü andan sonra
artık akmayan, durgun bir su kütlesine dönü­
şür. Bu yüzden, taşıdığı milin geri kalan
bölümünü de denize döküldüğü yerde bırakır.
Deniz suyundaki tuz da akarsuyun içindeki
ince killi toprağın çökelmesine yardımcı olur.
Colorado Irmağı'nın Arizona'daki Büyük Kanyon
yakınlarında oluşturduğu menderesler. Bu küçük parçacıklar tuzun etkisiyle birbirine
yapışarak, hafif bir akıntının sürükleyemeye­
çıkarak ovaya yayılır. Bu tür ovalara taşkın ceği kadar ağır topraklara dönüşür. Eğer bu
ovası ya da alüvyon ovası denir. Taşan bu mil birikintiyi alıp götürecek bir deniz akıntısı
kütlesi daha çok akarsuyun kıyılarında birikti­ yoksa, çökelen mil kütlesi akarsuyun ağzını
ği için, zamanla kıyılar yükselir ve akarsuyu tıkar ve zamanla, akarsuyun ince kollara
yatağına hapseden doğal setler oluşturur. ayrılarak aktığı bataklık bir ova oluşur. Bu
Suların taşıdığı miller artık bu setleri aşarak oluşuma delta adı verilir (bak. D elta ).
ovaya yaylam adığından akarsu yatağında bi­ Bazı akarsuların ağzında deniz düzeyi, ka­
rikmeye başlar. Bu birikme sonucunda akar- radaki ormanları sualtında bırakacak kadar
104 AKASYA

uzun ve dar oldukları, hem de gelgit sırasında


DÜNYANIN EN UZUN 20 AKARSUYU denizin suları alçalıp yükseldiği için liman
Adı Döküldüğü Yer Uzunluğu olmaya elverişlidir. Ne var ki, deniz düzeyinin
(km) giderek alçaldığı yerlerde akarsu yatağının
Nil Akdeniz 6.650 eğimi dikleştiği için, akarsu zamanla tabanın­
Amazon Atlas Okyanusu 6.437
Yangtze Doğu Çin Denizi 6.300 daki kayaları aşındırır ve eski vadinin dibinde
Mississippi-Missouri Meksika Körfezi 6.212 kendine yeni bir vadi oymaya başlar. Sonuçta
Sarı Irmak (Huang-He) Sarı Deniz 5.464
Obi Obi Körfezi (Kara 5.410 eski vadinin hafif eğimli yamaçları, daha dar
Denizi) olan yeni vadinin üstünde bir basamak gibi
Parana Rio de la Plata 4.880
Atlas Okyanusu 4.700
görünür. Bu basam aklara akarsu sekisi adı
Kongo (Zaire)
Amur Büyük Okyanus 4.444 verilir.
Lena Kuzey Buz Denizi 4.400
Mekong Güney Çin Denizi 4.350
Obi-Katun Obi Körfezi (Kara 4.338 Akarsuların Yararları
Denizi) Eskiçağlardan bu yana insanlara içme suyu
İrtiş Obi Irmağı 4.248
Mackenzie Şeaufort Denizi 4.241
sağlayan ve balık gibi değerli bir besin sunan
(Kuzey Buz Denizi) akarsular, sonradan tekne yapımının öğrenil­
Nijer Gine Körfezi 4.200 mesiyle ucuz ve kolay bir ulaşım yolu olmuş­
Missouri-Red Rock Mississippi 4.126
Yenisey Kuzey Buz Denizi 4.100 tur. Nil ve Ren ırmakları yüzyıllardır ticaretin
St. Lavvrence St. Lavvrence Körfezi 4.000 ana damarlarıdır. Özellikle dağlık yörelerdeki
Volga Hazar Denizi 3.530
Zambezi Hint Okyanusu 3.500 akarsu vadileri, karayolları ve demiryolları
için en elverişli geçitlerdir. Ayrıca akarsular,
geçtikleri yerlerde kayaları oyarak değerli
TÜRKİYE'NİN ÖNEMLİ AKARSULARI
maden damarlarının ve yataklarının açığa
Adı Döküldüğü Yer Top la m Türkiye çıkmasına yardımcı olur. A karsuların taşıdığı
Uzu nlu k Bölüm ü
(km ) (km )
alüvyonlarla zenginleşen taşkın ovaları verim ­
li tarım alanlarıdır. Üstelik hem ekinleri
Fırat Basra Körfezi 2.800 1.263 sulamak, hem de elektrik -enerjisi üretm ek
Dicle Basra Körfezi 1.900 523 için çoğu kez akarsulardan yararlanılır (bak.
Kızılırmak Karadeniz 1.353
Aras Hazar Denizi 1.059 548 SU ENERJİSİ; SULAMA).
Sakarya Karadeniz 824
Murat Fırat Irmağı 722
Büyük Menderes Ege Denizi 584 AKASYA. A frika’nın kurak bölgelerinde,
Seyhan Akdeniz 560 Avustralya ve A m erika’da kendiliğinden yeti­
Yeşilırmak Karadeniz 519
Ceyhan Akdeniz 509
şen 500’ü aşkın ağaç, ağaççık ya da çalı türü
Meriç Ege Denizi 490 211
Porsuk Sakarya Irmağı 488
Çoruh Karadeniz 466 442
Delice Kızılırmak 426
Gediz Ege Denizi 401
Asi Akdeniz 380 97
Kelkit Yeşilırmak 373
Çekerek Yeşilırmak 331
Susurluk-Simav Marmara Denizi 321
Göksu Akdeniz 308

yükselebilir. Bazen de tam tersine, kıyıdaki


çakıl taşlarına ve kayalara erişemeyecek ka­
dar aşağılara çekilir. Deniz düzeyinin yüksel­
diği yerlerde, akarsu vadisinin alçak kesimleri
sular altında kalarak, haliç denen dar ve uzun akasya adı altında toplanır. Bu türlerden
körfezlere dönüşür. SSCB’nin kuzeyindeki çoğunun, eğreltiotlarınınkini andıran narin ve
Obi Irm ağim n ağzında dünyanın en uzun tüysü bileşik yaprakları, dikenli sürgünleri ve
halici oluşmuştur. Kıyıdaki bu haliçler hem salkımlar halinde açan güzel renkli çiçekleri
AKBABA 105

vardır. Bu bitkilerin oluşturduğu Acacia cinsi ğu ise, derilerin işlenmesinde (sepileme) kul­
baklagillerden olduğu için, akasyaların mey­ lanılan tanen açısından çok zengindir. Bu
veleri de tıpkı bakla, fasulye ya da bezelye- nedenle Güney Afrika, Avustralya ve öbür
ninkiler gibi uzun ve yassı tohum kılıfları tropik ülkelerdeki büyük tarım işletmelerinde
(badıç) biçimindedir. bu ağaçlar özel olarak yetiştirilir. Avustralya
Türkiye’de, birçok A vrupa ülkesinde ve Yerlileri, mülga (Acacia aneura) adını verdik­
A B D ’de akasya adıyla bilinen beyaz salkımlı leri bir akasya türünün dallarından mızrak
ağaçlar aslında gerçek bir akasya değildir. Bu sapları ve bum erang yaparlar. Akasyaların
yüzden botanikçiler, gerçek akasyalarla aynı yaprakları ve meyveleri de hayvan yemi
cinsten olmayan bu ağaçları yalancı akasya olarak kullanılır.
(Robinia pseudoacacia) olarak adlandırırlar.
20-25 metreye kadar boylanabilen bu göste­ AKBABA. A frika’da, Asya’da ya da A vrupa’
rişli ağaçlar, gölge vermesi için yol kenarları­ nın güneyindeki sıcak ülkelerde, doğadaki
hayvanların ölmesiyle üstlerine akbabaların
YALANCI
AKASYA üşüşmesi bir olur ve çok geçmeden ölen
hayvandan geriye yalnızca bir iskelet kalır.
Akbabaların bu beslenme alışkanlığı pek hoş
görünmese de, aslında bu kuşlar son derece
yararlı hayvanlardır. Çünkü akbabalar yem e­
se, çürüyen bu hayvan leşleri sineklerin üredi­
ği birer pislik yuvasına dönüşürdü.
A kbabaların birçok türü vardır ve bunların
çoğu, uzunlukları genellikle 1 metreyi bulan
oldukça iri kuşlardır. Başları ve boyunları
tüysüz olduğu için, ölü hayvanların içine
başlarını kolayca sokar ve tüylerini hiç kirlet­
na, park ve bahçelere dikilir. Çiçeklenme meden leşleri yiyebilirler. Çıplak olan bu baş
zamanında sarkık salkımlar halinde küm ele­ ve boyun derileri türlerin birçoğunda renkli­
nen küçük beyaz çiçekleri de çevreye tatlı ve dir. A kbabaların gagaları güçlü ve kıvrık,
baygın bir koku yayar. ayaklan iri ve hantaldır. Yere indiklerinde
Buna karşılık Türkiye’de ve birçok ülkede genellikle ağır ve emin adımlarla yürür, ara
mimoza adıyla bilinen ağaç, Afrika ve Avus­ sıra da iri kanatlarını çırparak koşuştururlar.
tralya akasyalarıyla aynı cinsten olan gerçek A kbabalar, güçlü ve geniş kanatlarıyla ha­
bir akasyadır. Çok parçalı tüysü yaprakları ve vada iyice yükselip daireler çizerken, bir
küçük kürecikler biçimindeki sarı çiçekleriyle yandan da keskin gözleriyle yerdeki leşleri
tanınan mimoza (Acacia dealbata) kısa boylu ararlar. Leşi gören ilk kuş hızla alçalır,
bir ağaçtır. Ülkemizde oldukça yaygın olan öbürleri de onu izleyerek bu ziyafete katılır.
bu ağaç, top top sarı çiçeklerle donandığında Bazen oburluk edip o kadar çok yerler ki,
çok güzel bir görünüme bürünür. Hoş kokulu k an n lan tıka basa doluyken havalanıp uça-
çiçekli dalları da vazo çiçeği olarak evleri mazlar.
süsler.
Gerçek akasyalar, güzel görünümleri dışın­ Eskidünya Akbabaları
da, odunundan özsuyuna kadar hemen her Karakuş (Gypaetus barbatus), O rta Asya’dan
şeyinden yararlanılan çok değerli ağaçlardır. İspanya’ya kadar geniş bir alandaki dağlık
Örneğin, bazı Afrika akasyalarının yapışkan bölgelerde yaşayan, kartala benzer bir akba­
özsuyu olan arapzamkı, tutkal, zamk, m ürek­ ba türüdür. En çok H im alayalar’da bulunan
kep ve kâğıt yapımında kullanılır. Avustralya bu kuşa Türkiye’de de rastlanır. Kanat açıklı­
akasyalarından bazılarının, özellikle yarran ğı 3 metreyi bulan çok iri bir kuştur. Burun
(Acacia homalophylla) adıyla bilinen ağacın deliklerinin üstündeki sert siyah tüyler ve
odunu çok değerlidir. Mimoza ağacının kabu­ çenesinin altındaki bir tutam tüy nedeniyle bu
106 AKBABA

kuşa bazı yörelerde sakallı akbaba denir. Ölü ri beyazdır. Yazın Türkiye’nin bütün bölgele­
hayvanların kemiklerini çok yüksekten yere rinde görülen bu kuş, alet kullanmayı başaran
atıp kırarak içlerindeki ilikleri yiyen karakuş, ender hayvanlardan biri sayılır. Gagasına aldığı
çalı çırpıdan yaptığı kocaman yuvasını insan­ bir taşla öbür kuşlann yumurtalannı kırıp içle­
ların ulaşamayacağı yerlere kurar. Bir zaman­ rini yemeyi akıl edecek kadar zekidir.
lar İsviçre ve Avusturya A lpleri’nde yuvala­ H urm a akbabası (Gyphohierax angolensis)
nan bu akbabalar, geçen yüzyılın sonlarında o A frika’nın orta ve batı kesimlerinde yaşar.
yörede tümüyle yok edilmiştir. Başı tüysüz ve turuncu renkte, gagası sarıdır.
Kara akbaba (Aegypius monachus), uçucu Ö bür akbabalar gibi etçil (et yiyici) olmayan
kuşların en iri ve en ağırlarından biridir. İki bu kuş, ara sıra ölü balıkları yese de temel
yana açılmış kanatları arasındaki uzunluk 2,7 olarak bitkilerle beslenir.
m etreyi, ağırlığı 12,5 kilogramı bulur. A vru­
p a ’nın güneyinden Asya’nın bozkırlarına ve Yenidünya Akbabaları
en yüksek dağlarına kadar çok geniş bir alana Yenidünya akbabaları Eskidünya akbabala­
dağılmış olan bu kuş yuvasını yüksek ağaçla­ rıyla aynı familyadan değildir, ama davranış
nn tepesine kurar. Türkiye’de de Ege, A kde­ ve beslenme özellikleri birbirine çok benzer.
niz ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri dışında Yalnız, Am erika kıtasının en kuzeyinden en
her yerde kara akbabaya rastlanır. güney ucuna kadar dağılmış olan hindi akba­
Mısır akbabası (Neophrorı percnopterus) bası (Cathartes aura) zaman zaman canlı hay­
küçük yapılıdır ve hemen hemen bütün tüyle­ vanları da avlar.

Yenidünya akbabalarından kral akbaba (üstte solda) Am erika'nın tropik bölgelerinde yaşar. Uzun
kanatlı ve uzun bacaklı hindi akbabası (üstte sağda) bu kıtanın her yanına dağılmıştır. And
kondoru (altta), 3 metreyi aşan kanat açıklığıyla uçucu kuşların en irilerindendir.
AKCİĞER 107

Kral akbaba (Sarcoramphus papa), başını Akciğerlerin İç Yapısı


ve boynunu süsleyen kırmızı, sarı ve mavimsi Akciğerler, içleri havayla dolu olduğu için
renklerle bütün akbaba türlerinin en renklisi­ çok hafif ve süngersi yapıdadır. H er birinin
dir. Bu kuşlar, M eksika’nın güneyinden A r­ ağırlığı ancak yarım kilogramı bulur. Çok
jantin’e kadar uzanan bölgedeki yağmur or­ esnek olan bu organlar soluk alındığında iyice
manlarının üzerinde, sürüler halinde ve döne genişler, soluk verince de normal boyutlarına
döne uçarlar. döner.
Yenidünya akbabalarının iki türü kondor Üst göğüs boşluğunda ikiye ayrılan soluk
adıyla bilinir. Güney A m erika’daki And Dağ- borusunun bu ana dallarından (ana bronşlar)
ları’nda yaşayan And kondoru ( Vultur gryp- her biri birer akciğere doğru uzanır. Bu hava
hus), 130 santimetreyi bulan uzunluğu ve 3 kanalları akciğerlerin içinde yeniden birkaç
metreyi geçebilen kanat açıklığıyla uçucu kez dallanarak bronşçuk denen incecik kanal­
kuşların en irisidir. Uçarken iyice yükselir ve lara ayrılır ve üzüm salkımı biçiminde küm e­
sıcak hava akımlarının kaldırma kuvvetiyle, lenmiş olan küçük hava keseciklerinde son
hiç kanat çırpmaksızın havada asılı katmışça­ •bulur. Alveol olarak bilinen bu hava kesecik­
sına durabilir. lerinden her akciğerde yaklaşık 300 milyon
California kondoru (Gymnogyps california- tane vardır. Bu hava kesecikleri yassıltılsa, bir
nus) soyu tükenm ek üzere olan kuşlardan tenis kortunu kaplayacak kadar geniş bir
biridir. Bu türden kalan 40 kadar kondor, yüzey oluşturur. Akciğerler oksijeni emip
California’nın güneyinde, Santa Barbara ya­ karbon dioksiti atm a işlevini ancak bu geniş
kınlarındaki San Rafael D ağlan’nda yaşar. yüzey sayesinde yerine getirebilir.
Yuva yaptıkları bölge bugün yasal koruma al­ BBC Hulton Picture Library

tındadır. Kıyıya yakın açıklık yerlerde uça­


rak yeni ölmüş hayvanların leşlerini yiyen
bu kuşların dişisi, iki yılda bir yeşilimsi ya
da mavimsi renkte tek bir yum urta yum urt­
lar.

AKCİĞER, insanlarda ve omurgalı hayvanla­


rın çoğunda bulunan temel solunum organı­
dır. “Gaz alışverişi” , yani havadaki oksijenin
alınıp vücutta oluşan karbon dioksitin dışarı
atılması akciğerlerde gerçekleşir. İnsanın gö­
ğüs boşluğunda, biri sağa, öbürü sola yerleş­
miş iki akciğer vardır. Soluk alındığında
akciğerler havayla dolar ve yaşamak için
gerekli olan oksijen akciğerlerin ince duvarla­
rından geçerek kan dolaşımına karışır. Vücut
dokularındaki kimyasal tepkimelerin artık
ürünü olan karbon dioksit ise gene kan
aracılığıyla akciğerlerdeki hava keseciklerine
gelir ve solukla dışarı atılır. (Ayrıca bak.
Solunum .)
M emeliler, kuşlar, sürüngenler ve amfib­
yumlar akciğerle solunum yapan hayvanlar­
dır; akciğerlerinin yapısı da genel olarak
insanınkiyle aynıdır. Buna karşılık, gene
omurgalılardan olan balıkların yalnızca birkaç
türünde akciğer bulunur (bak. AKCİĞERLİ 1940'larda geliştirilen çelik ciğer, solunum güçlüğü
B alik ). çeken pek çok insanın hayatını kurtarmıştır.
108 AKCİĞERLİ BALIK

Oksijeni azalmış olan kirli kan, kalpten dığı için hasta çok hırıltılı soluk alıp verir.
çıkan akciğer atardam arıyla her iki akciğere (Ayrıca bak. A L E R Jİ.)
taşınır. Tıpkı bronşlar gibi, bu atardam ar da Bazı akciğer hastalıkları da zararlı m adde­
akciğerlere girdikten sonra birçok kez dalla­ lerin solunmasından ileri gelir. Pnömokonyoz
narak çok ince kan dam arlarına dönüşür. adı verilen bu “toz hastalıkları” , maden ve
Ancak m ikroskopla görülebilen bu incecik köm ür işçileri, çiftçiler, duvarcılar gibi daha
dam arlara kılcal dam arlar denir. Akciğerler­ çok tozlu ortam larda çalışan kişilerde görü­
deki hava keseciklerinden her birinin çevre­ lür. Günüm üzde bu işçilerin çoğu, solunan
sinde bir kılcal dam ar ağı vardır. Hava keseci­ havayı süzen maskeler takarak çalışırlar.
ğinin duvarı ile kılcal damarın duvarı arasın­ Asbest (amyant) tozlarının solunmasından
daki uzaklık bir milimetrenin binde biri ka­ kaynaklanan asbestoz, akciğer kanserine yol
dardır. Oksijen bu uzaklığı aşarak hava kese­ açabildiği için en tehlikeli toz hastalıklarından
ciklerinden kılcal dam arlara, yani havadan biridir. Sigara dum anlarının solunması da
kana geçer. kansere yol açabilir. Akciğer kanseri, her yıl
Kılcal dam arlardaki kan oksijen yüklendik­ binlerce insanın ölümüne neden olan son
çe, rengi koyu kırmızıdan açık kırmızıya derece önemli bir hastalıktır. Bununla birlik­
dönüşür. Kılcal dam arlar birleşerek daha te, insanların sigara alışkanlığından vazgeç­
büyük dam arları, bu dam arlar da birleşerek mesi ve tozlu ortam larda çalışanların süzücü
en sonunda akciğer toplardam arlarını oluştu­ m askeler takması gibi koruyucu önlemlerle
rur. Akciğerlerde temizlenen kan bu toplar­ kolayca önlenebilir.
dam arlar aracılığıyla yeniden kalbe taşınarak
bütün vücuda dağılır. (Ayrıca bak. KALP; AKCİĞERLİ BALIK. Bugün yalnızca Güney
K a n .) A m erika, Afrika ve Avustralya’nın tatlı sula­
H er iki akciğerin dış yüzü, plevra denen rında az sayıda örneğine rastlanan akciğerli
ince ve kaygan bir zarla kaplıdır. Aynı zaman­ balıklar çağımızın “yaşayan fosilleri” olarak
da göğüs boşluğunun iç yüzeyini de kaplayan
bu zar, kaygan olduğu için göğüs boşluğunda­
ki organların rahatça hareket etmesini sağlar
ve böylece solunumu kolaylaştırır.

Akciğer Hastalıkları
Akciğerlerdeki hava kanalları ile hava kese­
ciklerinin içi, kolayca örselenebilen çok ince
bir zarla kaplıdır. Çeşitli mikropların bu zara
yerleşip üremesiyle zatürree, bronşit ve bron-
şiyolit (bronşların ve bronşçukların iltihaplan­
ması) gibi birçok hastalık gelişebilir. Amfi-
zem denen akciğer hastalığında, küçük hava
kesecikleri aşırı m iktarda havayla dolarak
şişer, gerilir ve en sonunda duvarları yırtılır. Yalnızca ûueensland'de yaşayan Avustralya
akciğerli balığının iri pulları ve küreğe benzer
A radaki bölmeleri yok olan birçok kesecik yüzgeçleri vardır.
birleşerek daha büyük keselere dönüşür. Bu
keseler oksijenin emilmesinde artık eskisi kabul edilir. Çünkü bu balıklar, bu üç kıtanın
kadar etkili olmadığından, akciğer amfizemi- birbirine bağlı olduğu Devoniyen ve Triyas
nin başlıca belirtisi soluk darlığıdır. Zatülcenp dönemleri arasında (365-205 milyon yıl önce)
denen hastalıkta, plevra genellikle m ikropla­ yeryüzünde çok yaygın olan bir grup balığın
rın etkisiyle iltihaplanarak şişmiş ve örselen­ günümüzdeki son temsilcileridir.
miştir. Bu yüzden, hasta soluk alıp verirken Akciğerli balıklar, solungaçlarıyla solunum
göğsünde şiddetli bir ağrı duyar. Astım da ise yapan balıkların nasıl evrim geçirerek akci­
bronşçukların duvarlarındaki kas lifleri kasıl­ ğerleriyle solunum yapan amfibyumlara (kur­
AKÇAAĞAÇ 109

bağalar, semenderler) dönüştüğünü gösterir. Bunlardan çoğunun anayurdu Çin’dir. Türki­


Bu balıklarda, solunum organı görevini yapan ye’de de birkaç akçaağaç türü ormanlık böl­
ve basit bir akciğere benzeyen bir hava kesesi gelerde ve 8-10 ağaçlık gruplar halinde kendi­
vardır. Afrika ve Güney A m erika’da yaşayan liğinden yetişir. Ayrıca, cadde kenarlarına ve
türlerde çift hava kesesi bulunur. Akciğerli parklara gölgelik ya da süs ağacı olarak
balığın burun delikleri ağzıyla bağlantılıdır. dikilen bazı yabancı türler de vardır. T rak­
Suyun üstündeyken hava kesesiyle, altınday­ ya’da yetişen ve isfendan adıyla da bilinen dağ
ken ise öbür balıklar gibi solungaçlarıyla akçaağacının (Acer pseudoplatanus) değerli
solunum yapabilir. Bu balıkların yavruları kerestesi özellikle mobilya yapımında kulla­
iribaş denen kurbağa yavrularına çok benzer. nılır.
Yalnızca O ueensland’deki akarsu ve göller­ Bütün akçaağaçlann tohumları kanatlıdır
de yaşayan Avustralya akciğerli balığı (N eo- ve hepsi yılda bir kez yaprak döker. T ürler­
ceratodus forsteri) yaklaşık 1,5 m etre uzunlu­ den çoğunun yaprakları tıpkı çınar yaprağı
ğunda, dolgun gövdeli, çok iri pullarla kaplı
bir balıktır. Omurgası kıkırdaktan oluşur.
Hava kesesiyle solunum yapabilmek için ara
sıra su yüzüne çıktığında soluk alışları kolayca
işitilebilir. Eskiden Avustralya Yerlileri’nin
bol bol avlayıp yedikleri bu balıklar günümüz­
de yasal koruma altına alınmıştır. Ağustostan
ekime kadar süren yum urta dökme mevsimin­
de dişiler yumurtalarını susümbüllerinin yap­
raklarına ve köklerine yapıştırır.
Afrika akciğerli balıkları (Protopterus) ince
yapılı ve küçük pulludur. Yaşayan dört tür­
den en büyüğünün uzunluğu 2 metreyi bulur. gibi dilimli ya da “loplu”dur. Buna karşılık
Bu balıklar, suların çekildiği kurak mevsimde dişbudak yapraklı akçaağacın (Acer negundo)
kendilerini çamura gömer ve salgıladıkları yaprakları üç ile yedi arasında yaprakçıktan
yapışkan bir maddeyle çevrelerine bir koza oluşur. Kırmızı, yeşil ya da sarı renkte, küçük
örerek hiç hareket etm eden yağmurların baş­ çiçekler açan akçaağaçlar, sonbaharda kırm ı­
lamasını beklerler. Bu koza öylesine koruyu­ zının değişik tonlarına bürünen yapraklarıyla
cu bir kılıftır ki, kozaların içindeki balıklar hiç çok güzel bir görüntü oluşturur.
zarar görmeden binlerce kilom etre ötedeki Ova akçaağacı (Acer campestre) fazla boy­
ülkelere bile gönderilebilir. Nitekim bu yön­ lanmayan küçük bir türdür ve sonbaharda
temle A frika’dan birçok ülkeye ihracat yapıl­ yapraklarının sıcak sarı rengiyle göz alır.
maktadır. Alman kozalar suya konulduğunda Gümüş akçaağaç (Acer saccharirıum), kırmızı
dıştaki çamur kılıfı erir ve balık son derece akçaağaç (Acer rubrum ) ve şeker akçaağacı
ağır hareketlerle, ama sapasağlam yüzmeye (Acer saccharuni) ise 30 metreyi aşan boylany-
başlar. Afrika akciğerli balığının dişisi, yu­ la gölgelik olarak yetiştirilir. Kuzey A m eri­
m urtalarını ırmak kenarlarında oyarak hazır­ ka’da, özellikle K anada’da çok bol bulunan
ladığı ve özenle temizlediği yuvasına bırakır. ve en değerli kerestelik ağaçlardan sayılan
Yum urtaları korum a işini erkek üstlenir. şeker akçaağacının yaprağı K anada’nın ulusal
Güney A m erika’da, akciğerli balıkların Le- amblemidir. Bu ağacın tatlı özsuyundan akça­
pidosiren cinsinden tek bir türü yaşar. Yılan- ağaç şurubu ve akçaağaç şekeri elde edilir.
balığına benzeyen bu balık 1 m etreye yakın Özsuyu tatlı olan başka akçaağaç türleri de
uzunlukta ve çok küçük pulludur. vardır, ama şeker akçaağacının şurubu en
tatlısı ve en değerlisi sayılır.
AKÇAAĞAÇ. A k ç a a ğ a çg ille r fam ily asın ın Kuzey A m erika Yerlileri, beyaz göçmenle­
Acer cinsini o lu ş tu ra n a k ç a a ğ a ç la n n , çalı ya rin kıtaya yerleşmesinden önce bu ağacın
da ağaç b içim in d e 200 k a d a r tü rü v a rd ır. özsuyunu yayvan kaplarda topluyor ve içine
110 AKDENİZ

kızgın taşlar atarak suyunu buharlaştırıyorlar­ sulamak için kullanılan bu ırmağın sularından
dı. Kıtaya yerleşen ilk beyazlar da çok geçme­ pek azı denize ulaşır. A kdeniz’in kuzey kıyıla­
den bu yöntemi öğrendiler ve şekerkamışın­ rı ise Adriya ve Ege denizleriyle, küçük
dan daha ucuza geldiği için uzun süre bütün körfezlerle, İtalya ve Yunanistan yarım adala­
şeker gereksinimlerini yalnızca akçaağaçtan rıyla bölünmüştür. Adaların çoğu da gene bu
karşıladılar. Bugün de Kanada ve A B D ’de kuzey bölümde toplanmıştır. İtalya Yarım ­
çağdaş yöntem lerle akçaağaç şekeri elde edi­ adası ile Sicilya Adası Akdeniz’i iki havzaya ya
lir ve bu üretim yalnızca Kuzey A m erika’ya da çanağa ayırır. Bu iki havza arasındaki
özgüdür. geçişi, çok dar olan Messina Boğazı ile
genişliği 160 kilom etreden az olan Sicilya
AKDENİZ, dört yanı karalarla kuşatılmış olan Kanalı sağlar.
kıtalar arası bir denizdir. Yalnız Cebelitarık Akdeniz, öbür deniz ve okyanuslardan
Boğazı’yla Atlas O kyanusu’na açıldığı için daha yakın zam anlarda oluştuğu için, denizin
dünyanın en büyük içdenizi sayılabilir. Afrika tabanı bugün bile sarsıntılarla çökerek yerine
ve Avrupa kıtaları arasında yaklaşık 4.000 km oturm aktadır. Nitekim A kdeniz’in tabanında
boyunca uzanan bu deniz, Çanakkale ve ve kuzey kıyılarında sık sık deprem lerin
İstanbul boğazlarıyla da gene bir içdeniz olan olması, Etna, Stromboli gibi yanardağların
Karadeniz’e bağlanır. Sonradan açılan Süveyş zaman zaman harekete geçmesi de bunun
Kanalı ise A kdeniz’in Kızıldeniz üzerinden göstergesidir. A kdeniz’in en derin yeri, Y u­
Hint Okyanusu ile bağlantısını sağlamıştır. nanistan’ın güneyinde 5.121 m etre olarak
Akdeniz’in kıyılan genellikle dik, kayalık ölçülmüştür.
ve girintili çıkıntılıdır. Afrika kıyılarında Akdeniz ülkelerinde yazlar sıcak ve kurak,
büyük yarım adalar ve körfezler yoktur. Bu kışlar ılık ve yağışlı geçer. Akdeniz, kavurucu
kıyılardan A kdeniz’e dökülen tek büyük ır­ yaz günlerinde buharlaşmayla yitirdiği suyun
mak Nil’dir; ama daha çok Mısır topraklarını pek azını akarsu ve yağışlarla geri alabildiği

FRANSA Venedik
Cenova
Karadeniz
M arsilya
\YUGOSLAVYA
Barselona İTALY j İstanbul
B o ğ a z ı/
Korsika'
İr ISPANYA \® R o m a a ^

S a rd in y a ) ^ V . X A F M IA V U ^ U K , \ ^ Çanakkale Boğazı

Jt Lı Denizi } J Y U N A N İS T A N
TÜRKİYE
Cebelitarık
Boğazı ___
------- *1
^"V, *C j s
Messma M
î
QEers SURİYE
TUN U S 7 V Bo9azl
\ Sicilya Kıbrıs
'İR
CEZAYİR r^K analı G irit

İSRAİL
İskenderiye^
Süveyş Kanalı

LİBYA
AKDENİZ BÖLGESİ 111

için denizin tuzluluğu giderek artm aktadır. lişine ve çöküşüne tanık olmuştur. İÖ 3000
D aha ağır olan tuzlu su dibe çöker, ama yıllarında Mısır ve İÖ 2. yüzyılda Eski Yunan
Cebelitarık Boğazı’ndan öteye geçemez. Çün­ uygarlıkları bu yörede doğup gelişmiştir. İÖ
kü su yüzeyinden ancak 305 m etre aşağıda 1000 yıllarında, bugünkü Suriye ve Lübnan
olan Cebelitarık eşiğini aşamayacak kadar topraklarında yaşayan Fenikeliler, Mısır, Ku­
dibe inmiştir. Cebelitarık’tan gelen güçlü bir zey Afrika, Yunanistan ve İspanya ile, hatta
yüzey akıntısı, Akdeniz’in buharlaşmayla yi­ İngiltere ile ticaret yapıyorlardı. İS 1. yüzyıl­
tirdiği suyun büyük bölümünü karşılar. A yn­ da Akdeniz çevresindeki toprakların büyük
ca K aradeniz’den gelen daha zayıf bir akıntı bölümü Roma egemenliğine girdi. 476’da
da İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçe­ Rom a İm paratorluğu’nun çöküşünden sonra,
rek A kdeniz’e ulaşır. Bütün bu akıntılar Müslüman A raplar Kuzey Afrika ve İspanya’
olmasaydı, Akdeniz, H azar Denizi gibi gide­ yı ele geçirdiler. A kdeniz’in korsan yuvası
rek küçülen bir içdeniz olurdu. olması yüzünden azalan deniz ticareti de 1200
A kdeniz’in büyük bölümünde, gelgit sıra­ yıllarına kadar yeniden canlanamadı. O tarih­
sında suyun kabarması ve alçalması arasında­ lerde, güçlü ticaret filoları kuran Venedik,
ki yükseklik farkı 30 santim etreden daha Cenova ve Barselona Akdeniz ticaretini yeni­
azdır. Yalnız Adriya Denizi’nin yukarı bölü­ den canlandırdılar.
münde bu fark artarak V enedik’te 60-150 1500’lerde A kdeniz’in doğusunda Osmanlı
santimetreyi bulur. A kdeniz’in suları, Atlas egemenliğinin yayılması ve Portekizlilerin
O kyanusu’ndan gelen akıntı sayesinde ancak Güney A frika’yı dolaşan yeni bir yol keşfet­
80 ya da 100 yılda bir tümüyle değişir. Bu su meleri, Akdeniz ticaretinin bir kez daha
yenilenmesinin çok uzun zaman alması ve de­ gerilemesine yol açtı. Önce H indistan’ın ve
nize boşaltılan atıkları alıp götürecek güçlü “baharat ad alan ” olarak anılan Endonezya’
akıntıların olmaması nedeniyle kirlilik önemli nın, daha sonra A m erika’nın zenginlikleri,
bir sorun olmuştur. Batı A vrupa gemilerini A kdeniz’den uzaklaş­
Mısır ve Libya kıyıları dışında, A kdeniz’in tırdı. 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla
büyük bölümü yüksek dağlarla çevrilidir. Akdeniz yeniden doğu ile A vrupa arasında en
Kısa ırmakların deltalarından oluşan kıyı ova­ kısa ve en önemli denizyolu durum una geldi.
larının çoğu oldukça küçüktür ve kayalık Bugün sanayileşmiş A vrupa ülkelerinin ço­
yarımadalarla birbirinden ayrılmıştır. D elta­ ğu, kullandıkları petrolün büyük bölümünü
ların oluşmasının başlıca nedeni, ırmakların Irak, Suudi A rabistan, İran ve Basra Körfezi
taşıdığı çamuru alıp götürecek kadar güçlü bir devletlerinden alırlar. Bu petrolün bir bölü­
gelgit olayının olmamasıdır. Eskiden sağlığa mü, doğrudan doğruya petrol kuyularından
zararlı birer bataklık olan bu deltalar bugün Doğu Akdeniz kıyısındaki limanlara boru
kurutularak verimli tarım alanlarına dönüştü­ hatlarıyla taşınır.
rülmüştür. Akdeniz çevresinde çiftçilik daha
çok yamaçlarda yapılır. Birçok yörede bu AKDENİZ BÖLGESİ Türkiye’nin yedi coğra­
yamaçlar merdiven gibi teraslanarak bağcılı­ fi bölgesinden biridir. A nadolu’nun güneyin­
ğa, zeytin ve meyve yetiştirmeye elverişli de, Akdeniz kıyıları boyunca uzanan bu bölge
durum a getirilmiştir. Kıyı ovalarından bazıla­ adını ve özelliklerini de bu denizden alır (bak.
rının verimli olmasına karşılık, Akdeniz tarı­ AKDENİZ).
mı çoğu yerde zengin bir hasat vermez. Balık Akdeniz Bölgesi, batıda M armaris ile Köy­
yönünden de birçok denizden daha yoksul ceğiz arasından başlayarak doğuda Hatay
olan Akdeniz’de en çok orkinos ve sardalye ilinin Basit B urnu’na kadar Akdeniz kıyılarını
bulunur. Ayrıca birçok yerde sünger çıkarılır. bir şerit gibi izler. Akdeniz Bölgesi ile batıda­
A kdeniz’e kıyısı olan ülkelerde turizm önemli ki Ege Bölgesi arasında doğal bir sınır yoktur.
bir gelir kaynağıdır. Oysa kuzeyde Toros D ağlan’mn Konya Hav-
zası’na inen yamaçları bölgeyi İç A nadolu’
Akdeniz Tarihi dan ayıran doğal bir sınır oluşturur. Kuzey­
Akdeniz Bölgesi birçok eski uygarlığın yükse­ doğuda Seyhan ve Ceyhan ırmaklarının yuka­
112 AKDENİZ BÖLGESİ

rı çığırlarında Doğu Anadolu Bölgesi başlar. Doğal Yapı


Doğudaki Gaziantep Yaylası ise Güneydoğu Akdeniz Bölgesi’nin yüzey biçimlerini, kıyıya
A nadolu'ya geçiş alanıdır. Bu sınırlar içinde paralel olarak uzanan Toros Dağları belirler.
yüzölçümü 118.000 km2 olan Akdeniz Bölge­ Bazı yerlerde denize çok sokulan Toros D ağ­
si, Türkiye topraklarının yüzde 14’ünü kap­ ları, bazı yerlerde denizden uzaklaşarak akar­
lar. Kıyıdan içerilere doğru genişliği 120-180 suların oluşturduğu geniş düzlüklerle bö­
km arasında değişen ve doğu-batı doğrultu­ lünür.
sunda 800 km boyunca uzanan Akdeniz Böl- Antalya Körfezi’ni iki yandan kuşatan ve
gesi’nde kıyıların uzunluğu Köyceğiz’in batı­ kuzeye doğru birbirine yaklaşan dağ sıraları­
sından Suriye sınırına kadar 1.600 kilometreyi na Batı Toroslar denir. Körfezin batısında
bulur. dağlık ve yaylalık Teke Yarımadası bulunur.
İklim ve yeryüzü biçimlerine göre belirle­ Dağlar denize dik olarak indiği için kıyıları
nen coğrafi bölge sınırları, birçok yerde yöne­ girintili çıkıntılı olan Teke Yarım adası’ndaki
tim birimlerinin sınırlarına uymaz. Nitekim yüksek sıradağlar çukur alanlarla bölünmüş­
Burdur, İsparta, Antalya, İçel, Adana ve tür. Bu çukur alanlardan en önemlisi deniz­
Hatay illerinin tüm ü, Muğla, Denizli, Afyon­ den 1.150 m etre yükseklikte yer alan Elmalı
karahisar, Konya, Niğde, Kahramanmaraş ve Ovası’dır. Antalya kentinin batısında ve ku­
Gaziantep illerinin ise bazı ilçeleri bu bölge­ zeyinde dik bir duvar gibi yükselen Bey
nin sınırları içinde yer alır. Akdeniz Bölgesi, D ağları’nın en yüksek noktası 3.069 m etreye
Taşeli Yarım adası’nın batısında, Gazipaşa- ulaşan Kızılsivrisi doruğudur.
Alanya arasından geçen sınırla Antalya ve A fyonkarahisar’ın güneydoğusunda Sultan
A dana bölümlerine ayrılır. İlkçağlarda A n­ Dağları’yla başlayan Toroslar, Antalya Kör-
talya bölümü Pamfilya, Adana bölümü ise fezi’nin doğusunda kıyıya paralel olarak uza­
Kilikya adıyla anılırdı. nır; büyük bir çıkıntı yaparak kıvrılır ve
Bölgenin nüfusu 1985 nüfus sayımında yedi İçel’in batısından ilerler. Bu sıradağlar üze­
milyonu aşmıştı. Nüfus yoğunluğu km2’de 65 rindeki en yüksek nokta Geyik Dağı’dır
kişiyle Türkiye ortalam asına (km2’de 66 kişi) (2.890 m etre). Batı Toroslar’ın iki kanadı
çok yakındır. Nüfusun yüzde 46’sı kentlerde, arasında Antalya Ovası yer alır.
yüzde 54’ü kırsal alanlarda yaşar. Teke ve Taşeli Yaylası’yla Batı Toroslar’dan ayrılan
Taşeli yöresindeki yüksek dağlık alanlarda en O rta Toroslar, Bolkar Dağları, Aladağlar ve
düşük değerine inen nüfus yoğunluğu, Antal­ Tahtalı-Binboğa Dağları adıyla anılan üç sıra­
ya, Çukurova ve Hatay ovaları çevresinde dağdan oluşur. Bolkar Dağları’nın en yüksek
yoğunlaşarak M ersin-İskenderun arasında doruğu 3.524 m etreye ulaşan Medetsiz Tepe-
km2 başına 120 kişiye ulaşır. si’dir. Daha doğuda yer alan A ladağlar’ın
MANİSA Tuz Gölü MALATYA
IEVŞEHİR

İZMİrV KAYSERİ
N İĞ D E

AYDIN ) ® Beyşehir
Gölü M ARAŞ
DENİZLİ / KONYA
BU R D U R
ADANA
0 \ / Seyhan
m u ğ la V Bara/ı

G A Z İA N TE P

Antalya
Körfezi
H A TA Y
H f
AKDENİZ BÖLGESİ 113

Dem irkazık Tepesi ise 3.756 m etreye yükse­ aktıktan sonra gür kaynaklar halinde yerüstü-
lir. Bu dağların arasındaki Külek ve Çakıt ne çıkar ve 25-30 m etre yükseklikteki kıyı
boğazları İç A nadolu’yu A kdeniz’e bağlayan yarlarından çağlayanlar biçiminde denize dö­
doğal geçitlerdir. Tahtalı-Binboğa dağ kütle­ külür.
leri O rta Toroslar’ın doğu ucunda yer alır. Antalya Körfezi’nin kuzeyinde, Batı Toros-
İskenderun Körfezi’nin doğusunda yükselen lar’ın birbirine yaklaştığı çöküntü alanına
Amanos Dağları, Toroslar’ın Kıbrıs A dası’n- Göller Yöresi adı verilir. Bu yöredeki dağ
daki dış yayının A nadolu’daki uzantısıdır. sıralarının arasında, en büyüklen Beyşehir,
Akdeniz Bölgesi’nde, yüksek dağlar ve Eğridir, Burdur ve Acıgöl olan birçok çökün­
vadilerle yarılmış yüksek yaylaların yanı sıra tü gölü bulunur. Hatay ilindeki Amik Gölü de
verimli ovalar da bulunur. Çukurova, Amik bölgenin önemli göllerinden biridir. Ayrıca
Ovası ve Antalya Ovası bölgenin başlıca A dana yakınında, Seyhan Irmağı üzerindeki
ovalarıdır. Seyhan ve Ceyhan ırmaklarının Seyhan Barajı, bu doğal göllerin birçoğundan
taşıdığı alüvyonlarla oluşan Çukurova, Türki­ daha büyük olan bir baraj gölü oluştur­
ye’nin en geniş ve en verimli ovalarındandır. muştur.
Denizden uzaktaki bölümü Yukarıova ya da
Ceyhan Ovası, denize yakın olan büyük İklim ve Bitki Örtüsü
bölümü ise Çukurova ya da A dana Ovası Denizin etkisinde kalan kıyılarda ve dağların
adını alır. Bölgede ayrıca Serik, M anavgat, kuytularında kışlar ılık, yağışlı ve kısa, yazlar
D em re, Finike, Alanya gibi verimli kıyı ova­ sıcak, kurak ve uzun geçer. Yıllık yağış
ları vardır. Az girintili çıkıntılı olan Akdeniz miktarının fazla olması ve kış aylarında top­
Bölgesi’nin kıyıları Karadeniz kıyılarına ben­ lanması Akdeniz ikliminin en belirgin özelli­
zer. Dağlar genellikle denize dik yamaçlarla ğidir. Yaz mevsiminde, deniz düzeyinden 800
indiği için kapalı liman ve körfezler bulun­ m etreye kadar olan alçak kıyı alanları çok
maz. Yalnız güneybatıdaki Dalaman Çayı ile sıcak ve yağışsız, ama denizin etkisiyle nemli­
Kırlangıç Burnu arasındaki kıyı girintili çıkın­ dir. Kuzey rüzgârlarını engelleyen yüksek
tılıdır. Kırlangıç Burnu’ndan Anam ur Burnu’ dağlarla kuşatılmış yörelerde sıcaklık çok
na kadar uzanan Antalya Körfezi ile daha yükselir. Bu iklim koşulları, 800 m etreden
doğudaki Mersin Körfezi’nin kıyıları düz, sonra yerini Akdeniz çevresi dağ iklimine
Mersin ile İskenderun Körfezi arasındaki kıyı bırakır. Yüksek yerlerde yağışların yarısı kış,
ise alçak ve bataklıktır. yarıya yakını ilkbahar ve sonbahar aylarında,
Akdeniz Bölgesi’ndeki akarsuların çoğu pek azı ise yazın düşer. Kışın yüksek dağlık
kısa, yatakları eğimli, akışları hızlı ve düzen­ bölgelerde yağış kar olarak gerçekleşir.
sizdir. Yüksek dağlardan beslenen çay ve Akdeniz Bölgesi’nin doğal bitki örtüsü
ırmakların suları ilkbaharda, öbürlerininki denize yakın ve denizden uzak bölgelerde ayrı
kışın çoğalır, yazın azalır. Yalnız yeraltı sula­ özellikler gösterir. Kıyıdan 500-600 metre
rıyla beslenen ve Antalya Körfezi’ne dökülen yüksekliğe kadar olan alçak alanlarda, uzun
akarsuların suyu yaz aylarında çok fazla ve şiddetli yaz kuraklığına uyum sağlayan ve
azalmaz. Lübnan’da doğup Suriye’den Türki­ kışın da yeşil kalan m akiler yaygındır. Boyları
ye topraklarına giren Asi Irmağı dışında, üç, beş metreyi geçmeyen delice, kocayemiş,
bölgedeki bütün akarsuların kaynakları A na­ sandal, zakkum, mersin, defne gibi bodur
dolu’dadır. Akdeniz Bölgesi’nin en önemli ağaç ve çalılar ile funda gibi bitkiler maki
akarsuları olan Ceyhan ve Seyhan’dan başka topluluğunu oluşturur.
Göksu, Aksu ve Köprü ırmakları ile M anav­ 600 m etreden 1.200 m etreye kadar olan
gat, Alakır, Tokluca, Tarsus ve D üden çayları yükseltilerde kızılçam ve meşelerin egemen
bölgenin sularını toplayarak Akdeniz’e dökü­ olduğu karışık orm anlar vardır. Yükseklik
lür. Süzenkaya’da yeraltına inen Manavgat arttıkça bu orman örtüsüne Halep çamı ile
Çayı daha sonra suları çoğalmış olarak yerüs- karaçamlar da katılır.
tüne çıkar ve çağlayanlarla akarak denize Dağların 1.200-2.100 m etre yüksekliklerin­
ulaşır. Düden Çayı da uzun süre yeraltında de sedir, köknar, kayın, sarıçam ve ardıç
114 AKDENİZ OYUNLARI

ağaçlarının bulunduğu yüksek orman kuşağı bölgenin değil Türkiye’nin de en gelişmiş


uzanır. 2.100 m etreden sonra iğneyapraklı turizm yörelerinden biridir.
ağaçlar seyrekleşip bodurlaşır ve yerini Alp Akdeniz Bölgesi Türkiye’nin bütün bölge­
çayırları denen yüksek dağ otlaklarına bıra­ lerine karayoluyla, ayrıca büyük kentlere ve
kır. Göller Yöresi ile Teke ve Taşeli yaylala­ dış ülkelere havayoluyla bağlanır. Mersin ve
rında bozkır bitkileri egemendir. İskenderun limanları, iç ve dış deniz taşımacı­
lığında Türkiye’nin en işlek limanları arasında
Ekonomi ön sıraları alır. Alanya, Antalya ve Fethiye
Akdeniz Bölgesi’nde halkın tem el geçimi limanları ise turizm açısından önemlidir.
tarımsal üretime ve gelişmekte olan sanayi ile
turizme dayanır. Akdeniz Bölgesi, Türki­ AKDENİZ OYUNLARI. A kdeniz’e kıyısı
ye’nin tarımsal üretim den en yüksek gelir olan ülkeler arasında dört yılda bir spor
sağlayan bölgesidir. Ekime elverişli alanların yarışmaları düzenlenir. Akdeniz Oyunları
az olmasına karşılık, gelişmiş tarımsal yön­ adıyla düzenlenen bu yarışmaların amacı,
tem ler sayesinde Türkiye ortalam asından da­ Akdeniz ülkeleri arasında toplumsal ve kültü­
ha yüksek verim alınır. İklim koşullarının rel yakınlaşmayı sağlamaktır.
elverişli olması nedeniyle bölgede turfanda Bu oyunların düzenlenmesine ilişkin ilk
sebzecilik ve seracılık da gelişmiştir. öneri, 1948 Londra Olimpiyatları sırasında
Türkiye’nin tarımsal üretiminde Akdeniz Mısır Olimpiyat Komitesi başkanından geldi.
Bölgesi’nin önemli bir payı vardır. Sanayi Türkiye ile birlikte dokuz ülkenin olimpiyat
bitkilerinden pamuğun yüzde 49’u, yerfıstığı- A B C Ajansı
nın yüzde 95’i, susamın yüzde 17’si bu bölge­
de yetiştirilir. Turunçgil (limon, portakal,
greyfurt, mandalina) üretiminin yaklaşık yüz­
de 90’ım, muzun tamamını, zeytinin yüzde
12’sini, buğdayın yüzde 13’ünü, yulaf ve
mısırın yüzde l l ’ini, baklagillerin yüzde
10’unu, keçiboynuzunun yüzde 96’sını, çileğin
yüzde 40’ını, domatesin yüzde 20’sini de
Akdeniz Bölgesi karşılar.
Türkiye’nin en büyük 100 sanayi kurulu­
şundan 14’ü Akdeniz Bölgesi’ndedir. Bu ku­
ruluşların çoğu Tarsus ile İskenderun arasın­
da, özellikle A dana çevresinde yoğunlaşmış­ 1987'de Suriye'nin Lazkiye kentinde yapılan 10.
tır. D okum a, petrokim ya, demir-çelik, çi­ Akdeniz Oyunları'nın açılış töreninden bir görüntü.
m ento, gıda, gübre, pam uk ve sentetik iplik,
m etalürji, metal eşya, tarım araçları gibi komiteleri bu öneriyi olumlu karşılayınca,
sanayi kollarında üretim yapan büyük fabri­ aynı yıl Mısır’da düzenlenen bir toplantıyla
kaların çoğu bu yörededir. Irak’tan Türkiye’ Uluslararası Akdeniz Oyunları Komitesi ku­
ye petrol taşıyan boru hattı da Yumurtalık li­ ruldu. M erkezi A tina'da bulunan bu kom ite­
m anında son bulur. nin kararm a göre, oyunlar dört yılda bir,
Fethiye dolayındaki bor, Antalya, Akseki A kdeniz’e kıyısı olan ülkelerin am atör spor­
ve Seydişehir’deki boksit yatakları, bölgenin cuları arasında ve gene Akdeniz kıyısındaki
işletilen en önemli madenleridir. Türkiye’nin bir kentte yapılacak, olimpiyat kuralları ge­
işletilen tek kükürt yatağı da Keçiborlu’da çerli olacak ve bütün yarışmalar 15 günde
bulunur. tamamlanacaktı.
Yılın sekiz ayında denize girilebilen A kde­ Akdeniz Oyunları’nın ilki 5-12 Ekim 1951
niz Bölgesi, doğal güzellikleri ve tarihsel tarihleri arasında Mısır’ın İskenderiye kentin­
zenginlikleriyle de büyük bir turizm odağı de, onuncusu ise 11-25 Eylül 1987’de Suri­
olmuştur. Antalya Körfezi’nin çevresi, yalnız ye’nin Lazkiye kentinde yapıldı. Türkiye,
AKHUNLAR 115

dan Aksuvar’ın adı Bizans kaynaklarında


Akdeniz Oyunları Ephthalontos olarak geçtiği için Eftalitler
Yıl Kent Ülke Katılan Ülke adıyla da bilinen bu devletin yöneticileri Türk
Sayısı asıllıydı, ama nüfusun çoğunluğu Türk değil­
1951 İskenderiye Mısır 11
1955 Barselona İspanya 10 di. (A ynca bak. HUNLAR.)
1959 Beyrut Lübnan 13 Büyük Hun İm paratorluğu’nun yıkıldığı
1963 Napoli İtalya 13
1967 Tunus Tunus 12 dönem de O rta Asya’daki H un kavimlerinin
1971 İzmir Türkiye 14 en büyüğü A khunlar’dı. Bir süre sonra Mave-
1975 Cezayir Cezayir 15 raünnehir’e ve bugün Afganistan sınırlan
1979 Split Yugoslavya 15
1983 Kazablanka Fas 16 içindeki Toharistan’a kadar yayılan Akhun-
1987 Lazkiye Suriye 14 lar, 5. yüzyılın başlarında Ceyhun Irm ağı’nı
geçerek komşuları Sasaniler’in topraklarını
Akdeniz Oyunları'nda Madalya Dağılımı işgale başladılar. Savaşçı hüküm darlan H akan’
Ülke Altın Gümüş Bronz Toplam
m yönetiminde Rey önlerine kadar ilerledi-
354 286 1.073
lerse de, Sasani Hüküm darı V. Behram bu
İtalya 433
Fransa 274 259 194 727 akınlan durdurdu ve H akan’ın savaş alanında
İspanya 121 170 223 514 ölmesi üzerine A khunlar geri çekildiler.
Yugoslavya 182 159 154 495
Mısır 84 133 135 352 Bir süre hükümdarsız yaşayan A khunlar,
Yunanistan 64 104 132 300 A ksuvar’m hüküm dar olmasıyla yeniden to­
Türkiye 106 68 98 272
Tunus 26 34 41 101
parlandı. Sasaniler’in taht kavgalanna karışan
Fas 23 26 40 89 Aksuvar, 457’de Firuz’un tahta geçmesini
Cezayir 18 24 41 83 destekledi ve karşılığında Tirmiz ile Vasgirt’i
Suriye 13 17 47 77
Lübnan 9 22 39 70 aldı. Am a sonradan Firuz ile Aksuvar arasın­
Arnavutluk 4 2 4 10 da çıkan anlaşmazlık 485’te savaşa dönüştü.
Libya - 1 6 7
Kıbrıs 2 - - 2 Firuz’un öldürüldüğü bu savaşta Kuzey Sasa­
Monako - - 1 1 ni toprakları ile Merv ve H erat A khunlar’ın
Malta - - - -
eline geçti. A khunlar bu tarihten sonra da
Sasaniler’in içişlerine karışmayı sürdürdüler.
Tahttan indirildiğinde A khunlar’a sığınan Sa­
1971’de düzenlenen 6. Akdeniz O yunları’nda sani Hüküm darı I. Kubad, 499’da A khun
ev sahibi ülkeydi. Atletizm, basketbol, boks, desteğiyle yeniden tahta çıktı. Bunun karşılı­
jim nastik, futbol, güreş, eskrim, sutopu ve ğında da vergi ödemeyi ve A khunlar’ın koru­
yüzme, bütün Akdeniz O yunları’nm progra­ yuculuğunu kabul etti.
mında yer alan değişmez spor dallarıdır. 5. yüzyılın sonlarında H indistan’a doğru
İtalya, bugüne kadar düzenlenen bütün yarış­ yayılmaya başlayan A khunlar, G upta Devle-
m alarda kazandığı toplam 1.073 madalyayla ti’nin parçalanmasıyla Kuzey ve Batı Hindis­
Akdeniz Oyunları’nın en başarılı ülkesidir. tan’ın içine doğru ilerlediler. 465’te K ande­
1951’den bu yana bütün Akdeniz Oyunla- har, Kâbil ve çevresi, 470’te de Pencap (İndüs
rı’na katılan Türkiye, onuncu oyunların so­ Havzası) tümüyle A khunlar’m eline geçti.
nunda toplam 272 madalyayla genel sıralam a­ A khun Hüküm darı Toram an’m başlattığı bu
da 7., altın madalya sıralamasında ise 106 akınlan 515’te yerine geçen oğlu M ihirakula
madalyayla 5. sıradadır. da sürdürdü ve H indistan’ın büyük bir bölü­
münü topraklarına kattı.
AKHİLLEUS bak. AşiL 6. yüzyılda topraklannı İran’dan O rta A s­
ya’ya kadar genişleten A khunlar H indistan’ın
AKHUNLAR. H unlar’ın bir kolu olan Ak- da yarısını ellerinde tutuyorlardı. Ne var ki,
hunlar, 5. yüzyıldan başlayarak 6. yüzyılın doğudaki komşuları Cücenler’in 546’da Gök-
ortalarına kadar Afganistan, Kuzey Hindis­ türkler’ce ortadan kaldınlmasıyla durumları
tan, Harezm , Doğu İran ve Doğu Türkis­ sarsıldı. İran’da güçlenen Sasani H üküm dan
tan ’da egemenlik kurdular. H üküm darların­ I. Hüsrev ile G öktürk Hakanı İstemi H an
116 AKIL HASTALIKLARI

birleşerek Akhun topraklarına girdiler. Bu iki turan çok çeşitli renklere rastlanır. Çizgili
devletin ordularıyla 562’de Nahşab önünde akiğin renk şeritleri, çubuklu dokum alardaki
yapılan savaş A khunlar’ın sonu oldu. T oprak­ gibi düzdür; oniks denen akiklerde bu renk
ları G öktürkler ile Sasaniler arasında bölüşü­ şeritleri dalgalı, halkalı akikte ise çember
len A khunlar, Toharistan’daki Akhun lideri biçimindedir.
Nizek T aran’ın 667’de Em eviler’e karşı ayak­ A kikler genellikle yanardağların püskür­
lanmasıyla bir kez daha öne çıktılarsa da mesiyle oluşan kayaçların içinde bulunur.
yeniden güçlü bir birlik oluşturam ayarak ta­ Bilim adamlarının açıklamalarına göre, ya­
rihten silindiler. nardağların püskürttüğü lavlar soğurken, çı­
A khunlar’a ilişkin bilgiler, Toram an döne­ kan su buharı ve gazlar küçük kabarcıklar
minden kalma üç yazıt ile bazı Akhun parala­ oluşturur. Bu kabarcıklar ani bir katılaşmayla
rına dayanır. Göçebe bir yaşam süren A khun­ donunca da mineral kütlesi içinde küçük
lar G or, Huo ve Sakkala’yı zaman zaman boşluklar kalır. Kayaç bütünüyle katılaşm a­
başkent olarak kullandılar. Güneye düzenle­ dan önce bu boşluklara silisli sular dolar ve
dikleri akınlardan sonra Budacı olan, ama suların akıp gitmesinden sonra geriye kalan
eski Hun geleneklerini de koruyan A khunlar’ silis boşluklarda çökelir. Silisin kayaçtaki
m son dönemlerini İslam kültürü biçimlen­ öbür minerallerle birleşmesi sonucunda, deği­
dirmiştir. Toharca denen bir dil konuştukları şik renk katm anları bir araya gelerek şerit
ve 25 harflik bir alfabeleri olduğu sanılmakta­ biçiminde bir akik deseni oluşturur.
dır. Asya’nın ipek ticaretini ellerinde tuttuk­ En güzel akikler Hindistan ve Brezilya’da
ları sürece güçlerini koruyabilen Akhunlar, bulunur. Ayrıca Güney A m erika’nın öbür
G öktürkler’in İpek Yolu’nu ellerine geçirme­ bölgelerinde, Kuzey A m erika’da, A vrupa’da,
siyle bu üstünlüklerini yitirmişlerdir. Güney Afrika ve A vustralya’da da akik olu­
şumları vardır. Çeşitli kimyasal m addeler
AKIL HASTALIKLARI bak. R uh H astalik emdirilerek, akiklerdeki şeritlerin rengi de­
LARI. ğiştirilebilir ya da donuk renklere daha parlak
bir görünüm kazandırılabilir.
AKİK, çizgi ya da şerit biçiminde değişik
renklerle bezenmiş bir silis mineralidir. G örü­ AKKAN SİSTEMİ bak. L enf Sistemi
nümü güzel olduğu için daha çok mücevher,
şemsiye sapı ve kâğıt açacağı yapımında AKKOYUNLULAR, 15. yüzyılda H orasan’
B. M. Shaub dan Fırat Irm ağı’na ve Kafkas Dağları’ndan
Umman Denizi’ne kadar uzanan topraklarda
egemenlik kurmuş bir Türkm en devletidir.
Oğuzlar’ın Üçok kolunun Bayındır boyundan
olan Akkoyunlular’ın A nadolu’ya hangi yol­
dan ve ne zaman geldikleri kesin olarak
saptanamamıştır.
14. yüzyılda Diyarbakır yöresini yurt edi­
nen Akkoyunlular, 1340’tan sonra güçlenerek
Tur Ali Bey’in önderliğinde Anadolu, Suriye
ve Irak’a akınlar düzenlemeye başladılar.
Akik oluşum u, lavların içindeki kabarcıklara suların 1340-43 yılları arasında üç kez Trabzon Rum
dolmasıyla başlar. Bu sulardaki m inerallerin değişik İm paratorluğu’na saldırarak bu toprakları
zamanlarda kristalleşmesiyle de renk renk çizgili bir yağmaladılar. Trabzon Rum im paratoru bu
desen oluşur.
saldırıların önünü alabilmek için kızını Tur
kullanılır. Nemden ya da su buharından Ali Bey’in oğlu Kutlu Bey ile evlendirdi.
etkilenmediği için de bazı laboratuvar aygıtla­ Babasının ölümünden sonra A kkoyunlular’ın
rının yapımında yararlanılır. başına geçen Kutlu Bey, 14. yüzyılın ikinci
Akiklerin yapısında, değişik desenler oluş­ yarısında bu bölgedeki beylikler arasında
AKKOYUNLULAR 117

çıkan hemen hiçbir çatışmada tarafsız kalma­ Trabzon Rum İm paratorluğum dan Urfa'nm
dı. Hangi beyliği desteklerse para, armağan güneyine kadar genişlemişti.
ya da savaş ganimetleri karşılığında o beyliğin Osman Bey’in ölümünden sonra, çeşitli
saflarında çarpışırdı. bölgeleri yöneten oğulları arasında iktidar
Önceleri Doğu A nadolu’da bağımsız bir kavgaları başladı. Başa geçen Ali ve Hamza
aşiret olan Akkoyunlular’ın iyi örgütlenmiş beyler zamanında A kkoyunlular’ı zayıf düşü­
bir devlet haline gelmeleri Kutlu Bey’in ren bu çatışmalar Ali Bey’in oğlu Cihangir
küçük oğlu Kara Yülük Osman Bey ile başlar. Bey zamanında da sürdü. Cihangir Bey bir
Ağabeyleriyle geçinemeyerek Kadı Burha- yandan Karakoyunlular ile uğraşırken, bir
neddin’in hizmetine giren Osman Bey yandan da amcalarının başkaldırılarını bastır­
1396’da bir anlaşmazlık sonucu ondan ayrıldı; maya ve dedesi Osman Bey zamanında kaza­
1398’de de Kadı Burhaneddin’i yenerek öl­ nılan topraklan elinde tutm aya çalışıyordu.
dürdü. A rdından Sivas’ı kuşattı, ama kentin Bu çabalarında en büyük desteği kardeşi
Osm anlılar’dan yardım istemesi üzerine Yıl­ Uzun Haşan Bey’den görmüştü. Ne var ki
dırım Bayezid'in kuvvetleri karşısında geri 1453’te ani bir saldırıyla Diyarbakır’ı ele
çekilmek zorunda kaldı. D aha sonra Memlûk geçiren Uzun Haşan A kkoyunlular’m başına
sultanının hizmetine giren Kara Yülük O s­ geçti ve kısa sürede iç çatışmalara son vererek
man Bey 1400’de Tim ur’un saflarına geçti. devleti güçlü bir yapıya kavuşturdu. Bu dö­
Timur, Anadolu seferindeki hizmetlerine kar­ nemde A kkoyunlular, sınırları doğuda H ora­
şılık M alatya’yı, 1402’de Osmanlılar ile yaptığı san’dan batıda Fırat Irm ağı'na, kuzeyde Kaf-
A nkara Savaşı’ndaki desteğine karşılık da kaslar’dan güneyde Um m an Denizi’ne kadar
bütün Diyarbakır bölgesinin beyliğini Osman uzanan büyük bir im paratorluk durumuna
Bey’e verdi. 1403’te Diyarbakır’a giden Os­ geldi. Karakoyunlular’ı yenerek ortadan kal­
man Bey bütün Akkoyunlular’ı yönetimi al­ dıran Uzun Haşan başkentini D iyarbakır’dan
tında toplayarak Akkoyunlu Devleti’ni kur­ Tebriz’e taşıdı. Azerbaycan, Hem edan ve
du. Bir yandan sınırlarını genişletiyor, bir Kirman topraklarını birbiri ardına ele geçirdi
yandan da Tim ur’a bağlı kalarak vergi ödü­ ve 1469'da Tim urlular'ı bozguna uğratarak
yordu. Aynca Memlûklar ve Osmanlılar ile iyi Gürcü Krallığı’nı vergiye bağladı.
ilişkiler kurmaya özen gösteren Osman Bey Kurduğu bu imparatorluğun gücüne güve­
1435’te Karakoyunlular ile giriştiği bir savaşta nen Uzun Haşan Osm anlılar'a karşı düşm an­
öldürüldüğünde, Akkoyunlular’ın sınırları ca tavır almaya başlamıştı. Osmanlı toprakla-

KARADENİZ

OSMANLILAR

HORASAN HANLIĞI
HEMEDAN

ISFAHAN

KİRMAN
MEMLUKLAR

HÜRMÜZ
Uzun Haşan
döneminde
(1453-1478)
Akkoyuniu Devleti.
118 AKKRA

rina akınlar düzenliyor ve Osm anlılar’a karşı Devlet örgütünün merkezi Büyük Divan’
girişeceği mücadelede kendisine yandaşlar dı. Bu divana bağlı Eşraf Divanları ayrı ayrı
arıyordu. Bu amaçla Rodos Şövalyeleri ve devlet görevlerinden sorumlu tutulurdu. Sa-
Venedik ile ilişki kurdu. Akkoyunlular ile hib denen vezirler, hüküm dar ailesinden
Osmanlılar arasındaki ilk çatışmalar, Fatih büyük boyların beyleri ve kazasker Büyük
Sultan M ehm ed’in Trabzon Rum İm parator­ D ivan’ın doğal üyesiydiler. Ayrıca illerde
luğu’nun üzerine yürümesiyle başladı. Rum divanın küçük bir örneği bulunurdu. İllerde
im paratorunun kızıyla evli olan Uzun Haşan, hukuk işlerine kadılar, din işlerine de m üftü­
Osmanlı ordusunu durdurm ak için T rabzon’a ler bakardı.
kuvvet gönderdi. Gedik Ahm ed Paşa kom u­ A kkoyunlular’ın düzenli bir devlet olarak
tasındaki Osmanlı ordusunun bu kuvvetleri 100 yıl süren egemenlikleri hemen hemen
yenmesi, daha sonra 1461’de Fatih’in Trabzon’u tümüyle savaşlarla geçti. Gerek devlet yöneti­
alması Akkoyunlular ile Osmanlılar ara­ minde, gerek askeri örgütlenmede Osmanlılar’ı
sındaki ilişkileri iyice gerginleştirdi. 1472’de örnek alan Uzun Haşan bu alanlarda çok
Uzun H asan’ın K aram anlılar’a yardım için önemli yenilikler yaptı. Onun zamanında
gönderdiği kuvvetler de Osmanlı ordusunca ordu, Osm anlılar’da olduğu gibi kasaba ve
bozguna uğratıldı. Uzun H asan’ın bu düş­ köylerden devşirilen piyade azapları, illerdeki
manca tutum u karşısında Fatih Sultan M eh­ beylerin emrinde toprağa bağlı tımarlı sipahi­
med ordusuyla A kkoyunlular’ın üzerine yürü­ ler ve göçer Türkm en boylarından toplanan
dü ve 1473’teki Otlukbeli Savaşı’nda Uzun atlı askerlerden oluşan bir yapıya kavuşturul­
H asan’ı yendi. Bu yenilgiden sonra toprakla­ du. “Haşan Padişah K anunları” adıyla bilinen
rındaki siyasal ve askeri gücünü büyük ölçüde yasaları koyan Uzun H aşan, K uran’ı ve bir­
yitiren Uzun Haşan 1478’de ölünce, oğullan çok bilimsel yapıtı T ürkçe’ye çevirtmiş, bil­
arasında başlayan taht kavgaları Akkoyunlu- ginleri ve sanatçıları çevresinde toplamıştı.
lar’ı hızla çöküntüye itti. Sonunda, Safeviler’ Ali Kuşçu, Celaleddin Devvani ve İsa Savcı
in hüküm darı Şah İsmail 1503’te Akkoyunlu gibi bilim adamları, Diyarbakır ve Tebriz’i
Devleti’ne son verdi. (Aynca bak. SAFEVİLER.) birer bilim ve kültür merkezi yapmaya çalışan
Akkoyunlu hüküm darlarının koruyuculuğu
Devlet Yönetimi altında önemli yapıtlar verdiler.
Türk devlet geleneğini sürdüren Akkoyunlu­ Akkoyunlular ile Osmanlılar arasında,
lar, bütün ülkeyi hüküm dar ailesinin ortak özellikle mimarlık alanında çok yakın bir
malı sayarlardı. H anedan üyelerinden biri etkileşim olduğu açıkça görülebilir. Başta
öbürlerince hüküm dar olarak tanınırdı. Ö bür Diyarbakır ve Mardin olmak üzere A hlat,
bey ve şehzadeler de “uluğ bey” ya da “han” Hasankeyf, Erzincan, Bayburt köyleri ve
unvanıyla anılan bu hüküm dara bağlı kalmak H asankale’de A kkoyunlular’dan kalma bir­
koşuluyla illere vali atanır ve gittikleri yerde çok cami, türbe, medrese, kale, kale surları
yarı bağımsız hareket ederlerdi. ve yazıt vardır. Bunlardan en önemlileri
Diyarbakır’daki Şeyh M atar ve Şeyh Safa
AKKOYUNLU HANEDANI camileri, M ardin’deki Sultan Kasım M edrese­
si ve A hlat’taki Em ir Bayındır Camisi ile
Kara Yülük Osman 1403-1435 kümbetidir. Müslüman olmadan önce koyun
Ali 1435-1438 totem ine bağlı olan Akkoyunlular, İslam dini­
Hamza 1438-1444
Cihangir 1444-1453 ni benimsedikten sonra da bu totem e bağlılık­
Uzun Haşan 1453-1478 larını sürdürerek bayraklarını ve mezar taşla­
Halil 1478
Yakub 1478-1490 rını koyun resimleriyle süslediler.
Baysungur 1490-1492
Rüstem 1492-1497 AKKRA bak. A ccra.
Göde Ahmed 1497
Mehmed Mirza 1498-1500 (Yezd'de)
Elvend Mirza 1498-1502 (Azerbaycan'da) AKORDEON küçük ve taşınabilir bir org
Murad 1498-1503 (Şirvan'da)
türüdür. Üç temel bölümden oluşur: Körük,
AKORDEON 119

Bam aby’s
Akordeon birçok ülkenin halk müziğinde çok kullanılan bir çalgıdır. Bazı tiplerinde hem piyanonunkilere
benzeyen tuşlar, hem de düğm eler bulunur.

kamışlar ve tuşlar. Körük, pili biçiminde larıyla körüğün sol yanındaki sıra sıra düğme­
kıvrımları olan deriden bir torbaya benzer. lere basabilir. Böylece sağ el melodiyi çalar­
İki yana doğru gerilerek açıldığında içi havay­ ken, sol el ona eşlik eder.
la dolar, sıkıştırıldığında ise emdiği havayı Bazı akordeonlarda klavye yoktur, her iki
kamışlara doğru üfler. Kamış denen bu parça­ yanda da düğmeler bulunur. Bu tip akordeon­
lar aslında değişik büyüklüklerde kesilmiş larda aynı düğme körük açıkken başka, kapa­
metal dilciklerdir. Körükten gelen havanın lıyken başka perdeden ses verir.
etkisiyle serbestçe titreşen bu dilciklerden her İlk akordeonu, Berlinli müzik aletleri ya­
biri değişik perdeden ses verir. Akordeonun pımcısı Friedrich Buschmann 1822’de yaptı.
tuşları körüğün iki yanına, yukarıdan aşağıya Bu çalgı bugün özellikle Fransa ve İsviçre’de
doğru sıralanarak yerleştirilmiştir. H er tuş, halk danslarına eşlik etm ek için çok kullanılır.
bir ya da birkaç dilciğe hava üfleyen bir 1829’da İngiliz Sir Charles W heatstone’un
kapakçığın açılıp kapanmasını sağlar. yaptığı konçertina da akordeona çok benze­
Piyano akordeonlarda, körüğün sağ yanın­ yen bir çalgıdır. Yalnız akordeondan farklı
da tıpkı piyano klavyesine benzeyen tuşlu bir olarak körüğü ve kenarındaki çerçevesi altı­
klavye vardır. A kordeonu çalan kişi sağ eliyle gen biçimindedir; her iki yanında da düğme­
bu tuşlara basarken sol koluyla da körüğü ler vardır. Bu çalgıyı en çok denizciler şarkı
açıp kapar. Aynı zamanda, sol elinin parm ak­ söylerken kullanır.
120 AKREP

AKREP. A krepler böceklerle değil örüm cek­ lerin sokması çok acı verir, ama bazı türlerin-
lerle yakın akrabadır. Bu yüzden, kendilerine ki insanı ve en iri hayvanları bile öldürebilir.
benzeyen öbür küçük eklembacaklılarla bir­ En tehlikeli akreplerden biri Kuzey A frika’da
likte ve örümceğimsiler (Arachnida) adıyla yaşayan sarımsı kahverengi akreptir (Androc-
böceklerden ayrı bir sınıf oluştururlar. A k­ tonus australis). Zehirli akreplerin çok yaygın
replerin dört çift yürüme bacağı, ayrıca ısta- olduğu M eksika’da her yıl en az 1.000 kişi
kozunki gibi iri ve güçlü birer kıskaçla dona­ akrep sokmasından ölür.
tılmış bir çift yakalama bacağı vardır. Avlarını A krepler yalnızca sıcak ve tropik bölgeler­
Cari Wallace de yaşar. Gündüzleri genellikle kayaların ya
da devrilmiş ağaç gövdelerinin altına saklanır,
gece olunca avlanmak için dışarı çıkarlar. Dişi
ve erkek akrepler çiftleşmeden önce karşılıklı
geçerek garip bir dans yaparlar. Döllenmiş
yum urtalar dişi akrebin vücudundayken açılır
ve anne akrep yum urtadan çıkmış olan yavru­
larını günlerce sırtında taşır. Akreplerin rengi
genellikle siyah, kahverengi ya da sarı, uzun­
lukları da 1,5 ile 20 cm arasındadır.
Bütün yeryüzünde 800 kadar akrep türü
yaşar. Türkiye’nin de birçok yerinde küçük ve
zararsız akrep türlerine rastlanır; yalnız G ü­
neydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki bazı türlerin
zehri çok tehlikelidir.

AKROPOL. Eskiçağlarda kentler, savunmayı


kolaylaştırmak için genellikle bir tepenin üze­
rinde, ortadaki bir kalenin çevresinde kuru­
lurdu. Kent zamanla genişleyip tepenin etek­
lerine doğru yayıldığında, tepenin üstünde
kalan ilk yerleşmeye akropolis denirdi. “K en­
tin yukarı bölüm ü” anlamındaki bu Yunanca
sözcük bütün eskiçağ kentlerinde benim sen­
mişti.
Batı Afrika'da yaşayan P andinus im p e ra to r, 22 O çağlarda kurulmuş birçok kentin akropo­
santimetreyi aşan uzunluğuyla dünyanın en iri
akreplerinden biridir.
lü vardı, ama içlerinde en ünlüsü Atina
A kropolü’ydü. Surlarla çevrili olan Atina
bu kıskaçlarıyla yakalayıp parçalarlar. Kuy­ A kropolü’nün dokuz giriş kapısı vardı; bun­
rukları uzun ve boğumludur; ucunda da göv­ lardan birine çok gösterişli bir merdivenle
dedeki zehir keseleriyle bağlantılı olan, çen­ çıkılırdı. A kropoldeki yapıların çoğu, güneşin
gel biçiminde sivri bir iğne bulunur. altında parıldayan beyaz m erm erden yapıl­
A krep av aram ak için dolaşırken kuyruğu­ mıştı.
nu gövdesinin üzerine doğru bir yay gibi Bu yapılardan bazılarının çeşitli bölümleri
kıvırır. En sevdiği yiyecek böcekler ya da yıkılmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Ö r­
fare, kertenkele gibi küçük hayvanlardır. neğin İÖ yaklaşık 410’da yapımı tamamlanan
Güçlü kıskaçlarıyla avım sımsıkı yakaladığın­ A thena Nike Tapmağı büyük ölçüde onarıl­
da, kuyruğunu hızla başının üzerinden aşıra­ mış ve Propylaia denen görkemli giriş kapısı
rak iğnesini kurbanına batırır. Böylece, iğne­ ile Erekhtheion Tapınağı’nın kalıntıları koru-
sinden akıttığı zehirle avını öldürür ve vücu­ nabilmiştir. Karyatitler adı verilen, m erm er­
dundaki sıvıları emer. Zehrin etkisi akrebin den yapılmış altı kadın heykeli Erekhtheion’
türüne göre değişir. Genellikle bütün akrep­ un Bakireler Balkonu’nda taşıyıcı sütun
AKROPOL 121

Üstte: Bob & Ira Spring. Solda: Keysıone

Üstte: Atina Akropolü'nden kentin


görünüm ü. Bu tepede eskiden tanrıça
Athena için yapılm ış ilkel bir tapınak
olduğu ve Persler tarafından yıkıldığı
sanılıyor. İÖ 5. yüzyılda, Perikles
zamanında Parthenon Tapınağı
tam amlanınca Akropol yeniden
yapıldı. Solda: Erekhtheion'un
Bakireler Balkonu. Eski Athena
Tapınağı'nın yerine yapılmış olan
Erekhtheion üç balkonlu ve dört
bölm eli bir tapınaktır. Resimde
görülen balkona, karyatit adı verilen,
genç kız heykeli biçim indeki sütunları
nedeniyle karyatitler balkonu da
denir. 1976'da bu heykeller, hava
koşullarından daha fazla zarar
görm em eleri için, yerlerine kopyaları
konarak müzeye kaldırılmıştır.
122 AKROSTİŞ

işlevi görür. A kropolün en ünlü yapısı, eski­ ğın göstergesi sayılan akrostiş günümüzde
çağların en güzel tapınaklarından biri olan eski önemini yitirmiştir.
sütunlu Parthenon’dur. Kentin koruyucu tan­ Bir başka akrostiş türü de bilmecelerde
rıçası A thena’ya adanmış olan Parthenon’u kullanılır. Bu biçimde düzenlenen bilmeceler­
İÖ 5. yüzyılda büyük devlet adamı Perikles de bazı sözcüklerin ilk ya da son harfleri
yaptırdı (bak. PERİKLES). B u tapınağın baş bilmecenin çözümünü verir. Örneğin “Akşam
mimarı heykeltıraş Pheidias tanrıçanın fildişi ev ödevini yaparken uyuyakaldı. Lambayı
ve altından bir heykelini de yapmıştı; ama bu bile söndürmemişti. İlk kez bu kadar yorgun
heykel bugün kayıptır. düşüyordu” cümlelerinde Ali’den söz edildi­
Parthenon, Hıristiyanlık döneminde kilise ği, üç cümlenin ilk harfleri birleştirildiğinde
olarak kullanıldı; Türkler A tina’yı alınca da ortaya çıkar.
camiye dönüştürüldü. 1687’de, bu yapıdaki
barut deposunun bir top mermisiyle patlaması AKSOLOT. O rta A m erika’da, Mexico’nun
sonucunda Parthenon’un orta bölümü havaya çevresindeki soğuk göllerde yaşayan aksolot
uçtu. (Am bystom a mexicanurri) kuyruklu bir am­
1801’de İngiliz Lord Elgin, Parthenon’daki fibyumdur. Semenderle yakın akraba olması­
bazı m erm er heykelleri İngiltere’ye götürdü. na karşın, ilginç ve alışılmadık özellikleriyle
Elgin M erm erleri olarak bilinen bu heykeller­ sem enderlerden ve bütün amfibyumlardan
de çok güzel insan, at ve insan başlı at ayrılır (bak. AMFİBYUMLAR; SEMENDER).
(Kerıtauros) süslemeleri vardır. 1816’da dev­ Gerçekten de bu hayvan, yaşamı boyunca
letin satın aldığı bu heykeller o tarihten beri larva evresinde kalan ve erişkin durum a
Londra’daki British M useum ’dadır. Yunan gelmeden yavrulayabilen tek amfibyumdur.
hüküm eti heykellerin kendilerine geri veril­ Örneğin sem enderler larvalıktan çıkıp eriş-
mesi için İngiltere’ye başvurm uştur. Aradan kinleştikten sonra solungaçlarını yitirir ve
bunca zaman geçtikten sonra, heykellerin ye­ yaşamlarının geri kalan bölümünü karada
niden Parthenon’daki eski yerlerine yerleşti­
rilme olasılığı çok düşüktür.

AKROSTİŞ. Dizelerinin ilk harfleri yukarı­


dan aşağıya doğru okunduğunda bir sözcük
oluşturan şiirlere akrostiş denir.
İlk akrostişleri Eski Yunanlı ve Romalı
şairler yazmıştır. Bu şairler dizelerin baş
harflerinden oluşan sözcüklerin anlamı ile
şiirin konusu arasında sağlam bir ilişki olması­
na özen gösterirlerdi. H atta eskiçağın oyun
yazarları, oyunun ana düşüncesini veren baş­
langıç bölümünde bile akrostişten yararlanır­
Aksolot larva özelliklerini yaşamı boyunca korur ve
lardı. Sonraki çağlarda da ozanlar özellikle erişkin durum a gelmeden ürer. Erişkine dönüşmesi
sevgililerinin adına düzenlenmiş akrostişler ancak olağandışı koşullar altında gerçekleşebilir.
yazdılar.
Türk edebiyatında akrostişi daha çok Di­ geçirirler. Oysa aksolot bütün yaşamı boyun­
van şairleri benimsemiştir. Şiirlerini sunduk­ ca sudan ayrılmaz ve solungaçlarıyla solunum
ları padişahların ya da ünlü kişilerin adlarını, yapar. Bu yüzden, öbür amfibyumların yavru­
hatta özelliklerini akrostişle yazan pek çok ları ile erişkinleri arasında belirgin farklar
şair vardır. olduğu halde, yum urtadan çıkan aksolot lar­
Bazı akrostişlerde dizelerin yalnızca ilk vaları erişkinlerin küçük birer kopyasıdır.
harfleri değil son harfleri de bir sözcük Çok küçük su hayvanlarıyla beslenen larvalar
oluşturur. Bunlara çift akrostiş denir. Bir hiçbir değişiklik geçirmeden büyür ve altı ay
zamanlar şairler arasında becerinin ve ustalı­ sonra yavrulayabilecek durum a gelir.
AKUPUNKTUR 123

Eskiden aksolotun bu özelliklerinin hiçbir çiçekler açılırken de kapanır. Bu bitkiye


koşulda değişmeyeceği sanılıyordu. Oysa akşamsefası ya da gecesefası denmesinin ne­
1865’te Fransız bilim adamları, ılık suda deni de budur. Havaların ısınmaya başladığı
yaşadığı zaman aksolotun da başkalaşım geçi­ ilkbaharda akşamsefasının çiçekleri uzun
rerek sem enderler gibi larvadan erişkin duru­ öm ürlüdür; don mevsimi başlayıncaya kadar
ma geçtiğini gözlemlediler. Laboratuvar ko­ dayanır. Oysa havalar serinlediğinde ancak
şullarında gözlemlenen bu başkalaşım doğada bir günlük öm rü olan çiçekler akşamüzeri
da gerçekleşebilir. Örneğin aksolotların yaşa­ açar, sabahleyin ölür ve ertesi akşam onların
dığı göller kurumaya başladığında, azalan göl yerini yeni çiçekler alır.
suları güneşin sıcaklığıyla iyice ısınır ve akso- A nayurdu A m erika’nın tropik bölgeleri,
lotlar larvalıktan çıkıp erişkin duruma gelebi­ özellikle Meksika olan akşamsefası hızla geli­
lir. Larva biçimindeyken yalnızca suda yaşa­ şip boy atar ve bir m etreye kadar büyüyebilir.
yabilen aksolot erişkin özelliklerini kazandık­ Eklem yerleri şişkince olan odunsu ana göv­
tan sonra karada da yaşayabildiği için, göller desi dört bir yana dallanır, bu dallardan yeni
kurusa bile yaşamını sürdürebilir. dallar çıkar ve bitki kısa zamanda koyu yeşil
Aksolot yaklaşık 25 cm uzunluğunda bir bir top biçimini alır. Bu görünümüyle, gün­
hayvandır ve bu uzunluğun hemen hemen düzleri çiçekleri kapalıyken bile çok güzel bir
yarısını kuyruğu kaplar. Hayvanın iri bir başı bahçe bitkisidir.
ve çok kalın bir boynu vardır. Başı ile Akşamsefasının canlı yeşil renkteki oval
boynunun bitiştiği yerde, sudan oksijen alma­ yaprakları, dalların üzerinde ikişer ikişer kar­
sını sağlayan üç çift tüysü solungaç bulunur. şılıklı olarak dizilmiştir. Dalların alt bölümle­
‘Yuvarlak, silindir biçimindeki gövdesini iki rindeki gelişmiş yapraklar saplı, üstteki körpe
çift kısa ve güçsüz bacak taşır. Başının arka­ yapraklar sapsızdır. Genellikle morumsu kır­
sından kuyruğunun ucuna kadar da yüzgeç mızı, bazen de beyaz, sarı ve pembe renkler­
biçiminde bir saçak uzanır. Aksolotların çoğu de olan çiçekler, dal uçlarındaki yaprak öbek­
koyu kahverengi üstüne siyah beneklidir. leri arasından üç-beş çiçeklik küm eler halinde
Beyaz olan örneklerine daha çok akvaryum ­ çıkar. Bazen çizgili ve benekli de olabilen
larda rastlanır. akşamsefasının çiçekleri kokusuz, ama çok
güzel görünümlüdür.
AKŞAMSEFASI. Bahçeleri süsleyen renk A nayurdu tropik bölgeler olduğu için ak­
renk çiçeklerin çoğu sabah açar, akşam kapa­ şamsefası bol güneş ister, derince ve killi
nır. Oysa akşamsefasının (Mirabilis jalapa) toprakları sever. Türkiye’nin iklimi akşam se­
çiçekleri akşam saatlerinde açar, sabah bütün fası için oldukça elverişlidir. Fazla bakım
Dİ A T EK gerektirmeyen bu bitki sıcak ve ılıman iklim­
lerde çokyıllıktır; toprakaltındaki köklerin­
den her ilkbahar yeni bir bitki gelişir. Kışları
sert geçen yerlerde ise genellikle tohum dan
üretilir.
Akşamsefasının kök ve tohumları bitki
kalıtım deneylerinde kullanılır. Köklerinde
ayrıca müshil ve solucan düşürücü olarak
kullanılan kimyasal bileşikler vardır.

AKUPUNKTUR, binlerce yıl önce ilk kez


Eski Çin’de uygulanan bir tedavi yöntemidir.
Bu yöntemde kıl kadar ince iğneler vücudun
yüzeyindeki belirli noktalara batırılır. Sonra
Akşamsefası, akşamüzeri açılıp sabah kapanan güzel
bu iğneler hafifçe döndürülerek, ısıtılarak ya
renkli çiçekleri ve gür yeşilliğiyle gösterişli bir bahçe da zayıf bir elektrik akımıyla uyarılarak om u­
bitkisidir. rilik ve beyne giden sinirlere m esajlar (im-
124 AKVARYUM

pulslar) gönderilir. Beyin bu mesajları almca, bu iki güç tam denge halindeydi. Bir insan
ağrıyı hafifletmeye yarayan kimyasal m adde­ hastalandığı ya da ağrı duyduğu zaman, vücu­
lerin açığa çıkmasını sağlar. dundaki yin-yang dengesinin bozulduğunu
Aslında akupunkturun hangi yolla etki düşünüyor ve dengeyi yeniden kurmak için
yaptığını kimse tam olarak açıklayamıyor. akupunktur yöntemine başvuruyorlardı.
Kesin olan tek şey, vücuttaki bir noktaya A kupunkturun amacı, enerjinin azaldığı nok­
batırılan bir iğnenin belirli bir tepki yaratarak talara daha çok enerji akmasını sağlamak,
başka bir noktadaki ağrı duyumunu bastırdı­ buna karşılık enerjinin fazla olduğu noktalara
ğıdır. enerji akışını engellemekti.
Eski Çinliler “soluk” ya da “güç” anlamın­ Bugün akupunktur uygulayan doktorlar
daki k i’i sözcüğüyle adlandırdıkları yaşamsal hâlâ Eski Çinliler’den kalma şemaları kulla­
bir enerjinin varlığına inanıyorlardı. V ücutta­ nırlar. Bu şemalar iğnelerin vücuttaki hangi
ki organların çalışmasından sorumlu olan bu noktalara batırılması gerektiğini gösterir. M e­
Bibliotheque Nationale, Paris ridyenlerin vücut yüzeyine değdiği yerlerde
bulunan 365 tane akupunktur noktası vardır.
Günüm üzde, akupunkturla tedavi öğrenimi
görmüş olan birçok doktor, mide, eklem ve
romatizma ağrılarını dindirmek ya da uyku­
suzluk çeken kişilere yardımcı olmak için bu
yöntemi uygular. Bununla birlikte, akupunk­
tur bütün ağrıların tedavisinde etkili bir yön­
tem olmadığı için her hastalıkta bu yöntem ­
den yarar umulamaz.

AKVARYUM, içinde su hayvanlarının ve


bitkilerinin bakılıp yetiştirildiği, camdan ya­
pılmış bir kaptır. Bu amaçla kullanılan havuz­
lara ve hayvanat bahçelerinin çok sayıda cam
kap ya da havuz içinde su canlılarım barındı­
ran özel bölümlerine de akvaryum denir.
En az 4.500 yıl önce yapay gölcüklerde
balık yetiştiren Sümerler ve Çinliler tarihin ilk
akvaryumcuları sayılır. Balıkları ve öteki su
hayvanlarını halka tanıtm ak için düzenlenmiş
ilk akvaryum ise 1853’te Londra’daki Regent
Parkı’nda açıldı. Bugün birçok hayvanat bah­
çesinde ya da benzeri yerlerde, tatlı su ve
deniz canlılarının sergilendiği, halka açık bü­
yük akvaryumlar vardır. Açık deniz ve okya­
nus canlılarını barındıran dev akvaryumlara
osenaryum ya da okyanus akvaryumu denir.
1938’de A B D ’nin Florida eyaletinde açılan
Eski bir Çin elyazmasından alınan bu şekil, insan M arineland (Deniz Ülkesi) dünyanın ilk ok­
vücudundaki 365 akupunktur noktasından yanus akvaryum udur ve eğitilmiş yunuslarıyla
bazılarının yerlerini gösteriyor.
ünlüdür. Başta A B D olmak üzere birçok
enerji, vücudun iki yanındaki 12 meridyen ya ülkede yaygınlaşmış olan okyanus akvaryum­
da özel yollar boyunca akıyordu. Ayrıca larının dev tankları 4 milyon litreye yakın
vücutta, yin dedikleri bir eksi ya da edilgen deniz suyu alır.
güç ile yang dedikleri bir artı ya da etkin güç Büyük akvaryumların amacı bir yandan
vardı. Vücuttaki organlar iyi çalıştığı sürece insanları eğlendirmek ve eğitmek, bir yandan
AKVARYUM 125

da deniz yaşamını inceleyecek bilim adamları­ kir. Bu yüzden dar ağızlı ve geniş karınlı
na elverişli bir çalışma ortamı yaratmaktır. Bu kaplar akvaryum olarak kullanmaya uygun
akvaryumların yanı sıra, alabalık, sazan gibi değildir. En iyi ev akvaryumu, geniş ama
eti değerli balıkları üretm ek için ortaçağdan fazla derin olmayan, dikdörtgen biçimli cam
bu yana özel havuzlar ve balık çiftlikleri kaplarda kurulabilir. Suyun buharlaşmasını
kurulur {bak. BALIKÇILIK). Ayrıca dünyada azaltmak, içeriye toz girmesini önlem ek, ayrı­
birçok insan boş zamanlarını değerlendirmek ca balıkları kedilerin saldırısından korum ak
için am atör akvaryumculuk yapar. için akvaryumun üstü cam bir kapakla örtül-
melidir. Yalnız bunu yaparken kabın üst
Ev Akvaryumu köşelerine tahta ya da m antar parçalan yer­
Evlerdeki akvaryumlar tükenm ez bir neşe, leştirilerek kapağı hafifçe yükseltmek ve su­
eğlence ve eğitim kaynağıdır. Bu akvaryumlar yun hava almasını sağlamak gerekir.
içindeki canlıların doğal yaşam ortam ına ne Ev akvaryumculuğuna japonbalığı gibi ba­
kadar benzerse o kadar iyi sonuç alınır. kımı güç olmayan balıklarla başlamak en
Bunun için de birkaç basit kurala uymak kolay ve güvenilir yoldur {bak. JAPONBALIĞI).
gerekir. îlk kural, akvaryum suyunun her Bu konuda belirli bir deneyim kazanıncaya
zaman temiz ve havalandırılmış olmasıdır. Bu kadar, bakımı çok güç olan tropik türlerden
da akvaryuma çok fazla balık doldurm amak, sakınmak gerekir. Sağlıklı balıkları seçmeye
içine su bitkileri yerleştirmek ve gerektiğinde özen göstermek iyi bir başlangıç için çok
bir pompayla suya hava vermekle sağlanabi­ önemlidir. Sağlıklı bir balığın görünümü canlı
lir. İkinci önemli nokta, akvaryumdaki canlı­ ve hareketli, yüzgeçleri dik, gövdesi dolgun­
ların kavga etm eden ve birbirlerine zarar dur. Japonbalıkları serin sulardan hoşlandık­
vermeden bir arada yaşamalarını sağlamaktır. ları için akvaryumun ısıtılması gerekmez.
Üçüncü kural ise akvaryumdaki hayvanları Oysa göz alıcı renkleriyle çok sevilen tropik
temiz tutm ak ve aşırı beslememektir. balıklar ılık suda yaşar; bu yüzden akvaryu­
Balıkların solunumlarına yetecek kadar ha­ mun içine bu amaçla tasarlanmış elektrikli bir
va bulundurabilmesi için akvaryumdaki su ısıtıcı koymak gerekir. Dem ek ki su sıcaklığı
yüzeyinin olabildiğince geniş tutulması gere­ konusunda uyuşamayan japonbalıkları ile tro­
havalandırıcı
termometre

kum
ya da çakıl
Sağlıklı balıklar ancak temiz ve bakımlı bir akvaryumda yetiştirilebilir. Kedibalığı denen
C orydoras türleri dipte biriken besin artıklarını yediği için akvaryumun tem izliğine yardımcı olur.
Güzel görünüm lü su bitkileri de balıklara hem oksijen, hem barınak sağlar. Balıkların çoğu
sıçrayarak dışarı çıkabileceği için, akvaryumun üstünü mutlaka bir kapakla örtm ek gerekir.
126 AKVARYUM

pik balıklar hiçbir zaman aynı akvaryumda bus), cüce gurami (Colisa lalia), gövdesinde
beslenemez. mavimsi-yeşil fosforlu bir şerit olan neon tetra
Akvaryumun dibine kum ya da küçük çakıl (Hyphessobrycon irmesi) ve kırmızı tetradır
taşları döşeyip arasına su bitkileri dikmek (Hyphessobrycon flam m eus). Buna karşılık
hem akvaryumu daha çekici gösterir, hem de çok kavgacı ve yırtıcı olan beta (Betta splen-
balıklara daha kolay benimseyecekleri bir dens) ve cennetbalığı (Macropodus opercula-
ortam yaratır. Akvaryum mağazalarında ris) gibi tropik türler karma akvaryumlarda
“kurdeleotu” adıyla satılan Vallisneria, “su- beslenemez. Balıkların akvaryumda üreyebil­
kekiği” ya da “havuzotu” adıyla satılan Elo- mesi için aynı türün bir erkeğinden, bir
dea türleri ve suoku (Sagittaria) yeni başlayan dişisinden almak gerekir. Yalnız Corydoras
akvaryumcular için en uygun su bitkileridir. cinsinden balıklar genellikle tek olarak alınır.
Akvaryum bitkileri suyun havalanmasına, Bıyıkları olduğu için akvaryumcular arasında
daha doğrusu oksijen yüklenmesine yardımcı kedibalığı olarak anılan bu balık, dibe çöken
olur. Balıkların solunum sırasında dışarı attığı yiyecek artıklarıyla beslendiğinden akvaryu­
karbon dioksit gazını emen bitkiler bu bileşiği mun temizlik işçisi sayılır. 20 litre su alan bir
karbon ile oksijen elem entlerine ayrıştırır. akvaryumda 15 kadar küçük balık yetiştirebi­
Böylece bitkiler, güneş ışığının yardımıyla lirsiniz. (Ayrıca bak. BETA; GURAMİ; LEPİSTEŞ.)
besin üretiminde kullanacakları karbonu tu ­ Aldığınız balıkları eve götürürken alıştıkla­
tarken (bak. Fo to s en tez ) serbest kalan oksi­rı çevre sıcaklığının değişmemesine çok özen
jen de suya karışır. İyi aydınlatılmış bir göstermeniz gerekir. En iyisi, balıkları su
akvaryumda bitkilerden yükselen oksijen ka­ dolu plastik bir torbaya koyup bu torbayı bir
barcıklarını görebilirsiniz. Gündüzleri karbon kutuya yerleştirmek ve torbanın çevresini
dioksit alıp oksijen açığa çıkaran bitkiler, buruşturulmuş gazete kâğıtlarıyla doldurm ak­
geceleri tam tersine sudaki oksijeni tüketir. tır. Böylece suyun sıcaklığını yeterli bir süre
Bu yüzden akvaryumun günde 12 saat kadar korumuş olursunuz. Eve geldiğinizde plastik
bol ışıkla aydınlatılması gerekir. Bu arada su torbayı yavaşça akvaryumun içine bırakın ve
da havadan oksijen aldığı için, bitkilerin gece suyun içinde en az bir saat öylece durduktan
boyunca tükettiği oksijenin bir bölümü karşı­ sonra yavaşça bir yöne eğerek içindeki balık­
lanmış olur. ları suya boşaltın.
Barış içinde bir arada yaşayabilen sakin Akvaryumun ışığa bakan camlarının iç yü­
yaradılışlı küçük tropik balıkların en önemli­ zeyi zamanla yosun tutar. Suyosunu (alg)
leri gupi ya da lepistesler (Lebistes reticula- denen bu küçük bitkiler balıklar için zararlı
tus), kılıçkuyruklar (.Xiphophorus helleri), değildir, ama akvaryumun içini ve balıkları
moliler (Mollienesia), bıyıklı balıklar (Bar- görmeyi güçleştirir. Bu yüzeyleri temizlemek
için bir tel fırça ya da m etalden yapılmış geniş
AKVARYUMCULUĞUN ağızlı bir kazıyıcı kullanabilirsiniz. Ayrıca,
TEMEL KURALLARI suyosunlarıyla beslenen bazı tatlı su salyan­
gozlarını akvaryuma koymak da camların
1. Akvaryumu temiz tutun.
temiz kalması için bir önlem olabilir. Yalnız
2. Çok fazla balık doldurmayın.
bu salyangozlar bazı balıkların yumurtalarını
3. Bitkileri, kumu ve taşları akvaryuma koy-
da yer; bu yüzden balıkların üreme zamanı
' m adan önce yıkayın.
geldiğinde salyangozları ayrı bir kaba almak
4. Suyu değiştirmeyin. Olanak buldukça yağ­
gerekir.
mur suyu ekleyin.
Kullanmanız gereken öbür önemli araçlar,
5. Balıklara çok fazla yem vermeyin.
akvaryumun tabanında biriken dışkı ve yem
6. Cama vurarak balıkları ürkütmeyin.
artıklarını temizlemek için dibe daldırılan
7. Hastalığın bulaşmasını önlemek için, hasta­
borulu bir sifon ile balıkları sudan çıkarmaya
lanan balıklan başka bir kaba alın.
yarayan küçük bir balık kepçesidir. Sakın
8. Bilginizi artırm ak için bu konuda yazılmış
balıklan elinizle tutmayın. Böyle yaparsanız
kitaplan okuyun.
balığın pullarını ve derisinin üzerindeki koru­
ALABALIK 127

yucu salgı katmanını örseleyerek hayvanın büyümesini akarsularda tam am ladıktan sonra
hastalanmasına yol açabilirsiniz. Aynca akvar­ denize doğru göç eder ve yum urta dökm ek
yumunuza piyasada değişik örneklerini bula­ için yeniden akarsulara döner. Üreme dö­
bileceğiniz mekanik bir havalandırıcı ve su nemleri dışında denizde yaşadıkları için bu
üstünde yüzen küçük bir term om etre eklem e­ alabalıklara deniz alası denir. Göç etmeyen
niz gerekir. Akvaryumunuzda soğuk su balık­ alabalıklar ise bütün yaşamlarını akarsu ve
ları besliyorsanız su sıcaklığı hiçbir zaman göllerde geçirir. Yaşadıkları ortam a göre bun­
13°C’yi aşmamalıdır. Tropik balıklar için en lara da dere alası, göl alası, hatta dağlık
uygun ortalam a sıcaklık ise 24°C’dir. Suyun bölgelerdeki akarsularda yaşıyorlarsa dağ ala­
içine daldırılan ve bir term ostatla istenen sı gibi ayrı ayrı adlar verilir.
dereceye ayarlanan elektrikli ısıtıcılarla akvar­ Alabalığın anayurdu Avrupa ve Batı As­
yumunuzun suyunu ısıtabilirsiniz. Yalnız bu ya’dır. Türkiye’de de özellikle A bant G ölü’n-
aygıtı akvaryumun içine nasıl yerleştireceğini­ de, Uludağ’daki derelerde, Sapanca G ölü’n-
zi öğrenmek için m utlaka bir uzmana danış­ de ve Ege Bölgesi’ndeki akarsularda, Aras
manız gerekir. Irm ağı’nda, Çıldır G ölü’nde ve K aradeniz’e
Balıklarınızın sağlıklı kalmasını istiyorsa­ dökülen akarsularda bu balığın dört alttürü
nız, bütün ev hayvanları gibi balıkların da yaşar. Soylarının tükenmesini önlemek için
düzenli bakım istediğini unutmayın. Bazı üreme mevsiminde avlanma yasağı konduğu
akvaryum balıkları 20 yıl kadar yaşayabilir; gibi, Ege ve Akdeniz kıyılarındaki dere ya­
ama ortalam a yaşam süreleri yalnızca 18 taklarında, ayrıca bazı göl ve göletlerde tarla
aydır. balıkçılığı yöntemiyle de özel olarak alabalık
üretilir. Alabalık çok çevik ve hareketli bir
ALABALIK. Sombalığıyla yakın akraba olan balık olduğundan yalnız eti için değil spor
alabalık (Salmo trutta) eti çok beğenilen, bu amacıyla da çok avlanır. Kamışla yapılan
yüzden de en çok avlanan tatlı su balıkların­ alabalık avı güç, ama sevilen bir spor etkinliği
dan biridir. Alabalık ile sombalığı arasındaki olarak bütün dünyada yaygınlaşmıştır.
başlıca fark, alabalığın üstçenesindeki sapan Ü rem e mevsimi gelince, dişi alabalık kuy­
kemiğinin gözün arkasına kadar uzanması ve ruğuyla kumları oyarak akarsuyun dibinde
kuyruk yüzgecinin sombalığınınki gibi derin küçük bir çukur kazar ve yumurtalarını bu
bir oyukla yarılmamış olmasıdır. (.Ayrıca bak. çukura bırakır. Erkek balık da sütsü bir sıvı
SOMBALIĞI.) içindeki spermalarını aynı çukura boşaltarak
Alabalığın, biri göç eden, öbürü etmeyen yumurtaları döller. İster göç etsin, ister etm e­
başlıca iki çeşidi vardır. Göçmen alabalık sin bütün alabalıkların üreme yöntemi aynı­
dır; deniz alası bile yum urta dökeceği zaman
akarsu ağızlarına girer. Burada yum urtadan
çıkan yavru deniz alalan, iki yıl ya da daha
uzun bir süre akarsuda yaşayarak denize
açılabilecek kadar büyümeyi bekler. Bu süre
içinde rengi ve görünümü aynı yaştaki somba-
lıklarına çok benzer. D aha sonra dişiler gü­
müşsü, erkekler kızılımsı bir renk alır ve
akarsuyun ağzından denize doğru açılır; ama
hiçbir zaman sombalığı kadar uzağa gitmez.
Yaklaşık altı ay sonra bir bölümü yeniden
akarsulara döner ve orada birkaç hafta kalır.
Bu süre içinde dişilerin yarısından azı yum ur­
ta bırakır, sonra hep birlikte yeniden denize
açılırlar. İlk yolculukta yumurtlamamış olan­
lar bir süre sonra gene akarsu ağızlarına
Üstte: Göçmen deniz alası. Altta: Alabalık. girerek yumurta döker. Geri kalanlar ise bir
128 ALACAHÖYÜK

ya da birkaç yıl denizde yaşadıktan sonra birçok yerleşim katının üst üste yığılmasıyla
akarsulara girer ve ilk yavrularını verir. Deniz oluşan yapay tepelere höyük denir. Çorum
alası, sombalığından farklı olarak, bütün ya­ iline bağlı Alaca ilçesinin 15 km kuzeybatısın­
şamı boyunca iki ya da üç kez yum urta döker daki A lacahöyük’te de, dört ayrı kültür evre­
ve akarsularda geçirdiği bu üreme mevsimin­ sinden kalma 14 yerleşim ya da yapı katı
de normal beslenmesini sürdürür. Oldukça iri saptanmıştır. Doğal olarak bu katların en eski
olan deniz alalarının 10 kg ağırlığındaki ör­ tarihlisi en altta, en yakın tarihlisi en üsttedir.
neklerine rastlanmıştır. En üstlerdeki yapı katları Hitit sonrası
D ere ve göl alalarının yavruları iki, üç yıllık denen kültür evresinden kalmadır. Bu birinci
oluncaya kadar deniz âlâsının yavrularına kültür evresinde, ilk Frig yerleşmelerinden baş­
ayırt edilemeyecek kadar benzer. Am a eriş­ layarak Rom a, Bizans, Selçuk ve Osmanlı
kin durum a geldiğinde, genellikle kahverengi dönemlerine kadar uzanan kalıntılar yer alır.
ya da yeşil renkte olan gövdesi çok sayıda ÎÖ 1200’lerde bu yörede yerleşmiş Frigler’den
koyu renk benekle donanır. Oysa deniz âlâsı­ kalma yollar, kaldırım döşemeleri ve yol
nın erişkinleri hem daha açık renkte, hem de boyunca sıralanmış taş temelli evler Frigya
çok az beneklidir. Bununla birlikte, dere ve yapı katının başlıca kalıntılarıdır.
göl alalan için ortak bir renk ve boyuttan söz -Daha alttaki yapı katları İÖ 2000-1300
etm ek çok güçtür. Değişik ortam larda yaşa­ yılları arasındaki Hitit kültür evresini yansıtır.
yan bu alabalıkların renkleri ve boyutları Eski Hitit Krallığı (İÖ 1650-1460) ile Hitit
birbirinden çok farklıdır; hatta aynı akarsu­ İm paratorluğu (İÖ 1460-1180) dönemlerini
yun aşağı çığınnda yaşayan bir dere alası ile Anadolu Yayıncılık Arşivi

yukarı çığırında yaşayan birbirine hiç benze­


meyebilir. Bazı dağlardaki akarsularda çok
fazla alabaiık yaşar, ama bu sularda yeterince
besin bulunmadığı için dağ alalarının uzunlu­
ğu genellikle 25 santimetreyi aşmaz. Bol besin
bulunan akarsularda ise alabalıklann ağırlığı
3,5 kilograma ulaşır; hatta bazı yörelerde 8
kilogramı bulan alabalıklara rastlanmıştır.
Alabalığın bir başka türü de Kuzey A m eri­
ka ile M eksika’nın batı kıyılanndan denize
dökülen akarsularda yaşar. Çok güzel renk­
lerle bezenmiş olduğu için gökkuşağı alabalık
(Salmo gairdnerî) denen bu türün de, tıpkı Alacahöyük'ün simgesi olan Sfenksli Kapı, surlarla
çevrili büyük bir Hitit kentinin ana giriş kapısıdır.
alabalık gibi üreme mevsimi dışında denize
açılan ve yumurta dökm ek için akarsulara kapsayan bu evrede büyük bir Hitit kentinin
dönen göçmen bir çeşidi vardır. Buna da kalıntılan yer alır. H ititler’in başkenti Hattu-
çelikbaş denir. şa’ya (bak. B o Ga z k ö y ) çok yakın olan bu
Sombalıkları ve alabalıklarla aynı familya­ kente, başı kadın, gövdesi aslan biçimindeki
dan (Salmonidae) olan ve kuzey yarıküredeki heykellerin (sfenksler) beklediği bir kapıdan
göllerde yaşayıp ürem ek için akarsulara giren giriliyordu. O çağların en ileri tekniğiyle
bazı balıklara da yanlışlıkla alabalık denmiş­ yapılmış kent surları, surların güneyindeki
tir. Cysa bu balıklar, üreme davranışları ve Sfenksli Kapı, sokaklar, su kanalları, fırınlar,
biçimsel özellikleriyle alabalıklara çok benze­ kaldırımlar, yapılar ve tapınak-sarayın kalın­
dikleri halde gerçek alabalıklar gibi Salmo tıları kent mimarlığının o dönemde çok geliş­
değil Salvelinus cinsindendir. miş olduğunu gösterir.
Üçüncü kültür evresi, İÖ 3000-2000 yılları
ALACAHÖYÜK. Eskiçağlarda kurulmuş bir arasındaki Erken Tunç Çağı’ndan kalma dört
yerleşmenin yıkıntıları üzerinde sonraki çağ­ yapı katının kalıntılarını içerir. 13 kral mezarı
larda yeni yerleşmelerin kurulması ve böylece ve bu mezarlardaı^ çıkarılan buluntular, özel­
ALAKARGA 129

likle altın, gümüş, tunç ve demirden yapılmış kabuklu yemişleri biriktirdiği için “kestane
silah, süs ve kullanım eşyaları, güneş kursları, kargası” adıyla da bilinir.
geyik ve boğa heykelcikleri o çağlarda bu Alakargaların dört türü Kuzey A m erika’da
yörede güçlü bir prensliğin ve çok gelişmiş bir yaşar. Adını parlak mavi tüylerinden alan
maden sanatının var olduğunu gösterir. mavi alakarga (Cyanocitta cristata) çeşitli
Dördüncü kültür evresinin yapı katları İÖ sesleri ustalıkla taklit edebilir. Tüyleri koyu
yaklaşık 3500-3000 yılları arasındaki Bakır- mavi renkte, tepeliği çok belirgin ve siyah
Taş (Kalkolitik) ve Erken Tunç çağlarından olan Steller alakargası (Cyanocitta stelleri)
kalmadır. O çağlarda buraya yerleşen insanla­ A laska’dan M eksika’ya kadar uzanan bütün
rın kurduğu ilk yapı katı bugünkü höyüğün de dağlık yörelerde yaşar. Kanada alakargası
çekirdeğidir. Bu katlarda taş tem eller üzerine (Perisoreus canadensis) öbür alakargalar ka­
kurulmuş kerpiç duvarlı ve kamış damlı ev dar renkli değildir. Gövdesi beyaz ve açık boz
kalıntıları, çeşitli çapak çömlek, özellikle içi renkte kabarık tüylerle kaplı, başının tepesi
boyalı toprak kaplar ve ayaklı meyvelikler karadır. İnsanlardan ürkmediği için kampçıla­
bulunmuştur. Bakır yeni yeni kullanılmaya rın yakınına kadar sokularak yemeklerini bile
başladığı için silah ve kullanım eşyalarının çalabilir. Kuzey A m erika’nın batısında yaşa­
çoğu taştandır. yan çalı alakargası (Aphelocoma coerulescens)
Alacahöyük 310 metre uzunluğunda, 277 mavi alakargaya benzer, ama onun gibi tepe­
metre genişliğinde ve 20 m etre yüksekliğinde liği yoktur.
bir tepedir. 1907’de İstanbul Arkeoloji M üze­ A lakargalar hareketli ve kavgacı kuşlardır.
leri adına Theodor Makridi tarafından başla­ Hayvansal ya da bitkisel hemen her çeşit
tılan kazılar 1935’ten sonra Türk Tarih Kuru­ NHPA/StephenJ. Krasemann

mu adına Hamit Zübeyr Koşay ve Remzi


Oğuz A rık’ın başkanlığında yürütülmüştür.
Kazılarda elde edilen buluntuların büyük
bölümü A nkara’daki Anadolu M edeniyetleri
Müzesi’nde, bunlardan bazılarının kopyalan
ile Bakır-Taş Çağı buluntuları da 1941’de
ziyarete açılan Alacahöyük Müzesi’nde sergi­
lenmektedir.

ALAİYE BEYLERİ bak. A n a d o l u B e y l ik l e r i .

ALAKARGA adıyla bilinen 40’a yakın kuş


türü vardır. Bu kuşlar kargalarla aynı familya­
dandır ( Corvidae); ama yapıları daha küçük,
tüyleri de kara değil renkli olduğu için öbür
kargalara pek benzemezler. Eskidünya’da ya­
şayan Avrupa alakargasının (Garrulus glan-
darius) gövdesindeki tüyler pembemsi, kuy­
ruğu kara, kuyruk sokumunun tüyleri ise
bembeyazdır. Başının üstünde siyah ve beyaz Kuzey Am erika'da yaşayan mavi alakarga kavgacı
bir kuştur. Kendi beslenme bölgesine başka kuşların
tüylerden oluşmuş bir tepelik, kanatlarında girm esine izin vermez.
da siyahla çevrelenmiş parlak mavi bir leke
bulunur. Ürkek ve çok hareketli bir kuş yiyecekle beslenirler. Bazıları öbür kuşların
olduğu için orman ya da korulardaki ağaç yumurtalarını ve yavrularını çalar; birçoğu da
yapraklarının arasında yanıp sönen parlak bir kışın yiyecek sıkıntısı çekmemek için toprak
ışık gibi bir görünür, bir kaybolur. Türkiye’ altına ya da ağaç kovuklarına tohum ve
nin hemen bütün ağaçlık alanlarında yaşayan kabuklu yemiş saklar. Çok gürültücü olan bu
bu alakarga, ağaç kovuklarında kestane gibi kuşların ötüşü genellikle kaba bir çığlık ve
130 ALAN VE HACİM

ıslık sesini andırır. Ama özellikle ilkbaharda Ö rnek üçgenin içinde 12 tane tam birim
ötüşleri yumuşayarak hoş bir melodiye dönü­ kare vardır; tam bir kare oluşturmayan öbür
şür. Alakargaların hepsi iyi bir taklitçidir ve yüzey parçaları da birleştirilirse 4 birim kare
eğitildiğinde çok çeşitli sesleri kolayca çıkara­ daha elde edilir. Dem ek ki bu üçgenin alanı
bilir. 16 birim kareye eşittir, yani 16 cm2’dir.
Bu üçgene aynı boyutlarda ikinci bir üçgen
ALAN VE HACİM, bir cismin kapladığı ekleyerek yüzeyi bir dikdörtgene dönüştür­
yüzey ve uzay parçalarının ölçüsüdür. Alan ya mek de alanını hesaplamanın ikinci bir yo­
da yüzölçümü düzlem yüzeylerin, hacim ise ludur.
üçboyutlu cisimlerin ölçümünü verir.

Alan
Bir düzlem yüzeyi ölçmenin en kolay yolu, bu
düzlem parçasının içinde belirli boyutlardaki
birim karelerden kaç tane bulunduğunu say­
maktır. Ö rnek olarak aşağıdaki dikdörtgeni
ele alalım.

Böylece oluşan dikdörtgenin alanı 8 x 4


cm2, yani 32 cm2’dir. Üçgenin alanı da bunun
yarısına eşit olacağına göre gene 16 cm2
bulunur.
Birim karenin kenar uzunluğu 1 metre
olarak alındığında yüzeylerin alanı metre kare
Bu dikdörtgenin kısa kenarı 3 santim etre,
(m2) cinsinden ölçülür. Geniş yüzeylerin öl­
uzun kenarı 5 santim etredir. Dikdörtgensel
çülmesinde bu birim daha uygundur. Bir arazi
bölge içindeki birim karelerin her iki kenarı
parçasının yüzölçümünde ise birim olarak
da 1 cm olduğu için bu karelere 1 santimetre
kilometre kare (km2) kullanılır. Gene arazi
kare denir ve 1 cm2 biçiminde yazılır. Böylece
ölçümünde kullanılan başka bir alan ölçüsü
bütün yüzeyi örten birim kareleri sayarak bu
birimi de 10.000 m2’ye eşit olan hektar'dır.
dikdörtgenin alanının 15 cm2 olduğunu söyle­
Bütün kapalı yüzeyler düzlemsel olmayabi­
yebiliriz.
lir. Sözgelimi konserve kutusu gibi silindir
Dikdörtgenin kısa kenarındaki karelerin
biçimindeki eğri yüzeylerin alanını ölçmek
sayısını uzun kenardaki karelerin sayısıyla
için bu yüzeyi düzlemsel bir yüzeye dönüştür­
çarparsak gene aynı sonuca ulaşırız. Dem ek
mek gerekir. Böyle bir silindir açılarak bir
ki dikdörtgenin alan formülü A lan = kısa
düzleme yayılırsa yanal yüzlerinin dikdörtgen
kenar x uzun kenar ya da kısaca A = a x b
biçiminde olduğu görülür.
biçiminde yazılabilir.
Şimdi de aşağıdaki üçgenin alanını hesapla­
yalım.
ALAN VE HACİM 131

Silindirin üst ve alt tabanlarının alanını Tıpkı alan gibi hacim de bu cismin içindeki
hesaplamak için de dairenin alan form ülün­ birim santimetre kü p 'leri sayarak hesaplanır.
den yararlanabiliriz: A = 7rr2. (Ayrıca bak. Birim santim etre küp (cm3) kenarı 1 cm olan
DİFERANSİYEL ve İ n t e g r a l H e sa p .) Bu form ül­ küpün hacmine eşittir. Kısa kenarı 3 cm, uzun
deki tt işareti Yunan alfabesinin “pi” harfidir; kenarı 5 cm, yüksekliği de 2 cm -olan bir
bu işaretin anlamını ve sayısal değerini de kutunun hacmini hesaplam ak için, bu kutu­
MATEMATİK maddesinde bulabilirsiniz. nun içinde kaç tane birim santim etre küp
bulunduğunu saymak gerekir.
Hacim Kutunun kısa ve uzun kenarları ile yüksek­
Bazen bir konserve ya da kibrit kutusunun liğindeki birim küplerin sayısını çarparak
içine ne kadar madde sığacağını, yani bu bunu kolayca bulabiliriz. Dem ek ki hacim H ,
kutunun Biga’sını (ya da kapasite’’sini) bilmek uzun kenar a, kısa kenar b, yükseklik de h
gerekir. Bunu öğrenm ek için o kutunun harfiyle gösterilirse bir dikdörtgenler priz­
hacmini ölçeriz. ması olan bu kutunun hacim formülü
H = a x b x h ’dir.
Bir kutunun hacmini bu yolla hesaplamak
çok kolaydır; oysa bir kürenin ya da silindirin
hacmini bulmak için çok daha karmaşık for­
müller gerekir. Örneğin daha önce alanını
hesapladığımız silindirin hacmini, taban alanı
ile yüksekliğini çarparak bulabilirsiniz. D e­
m ek ki silindirin hacim formülü H = 7rr2h ’dir.
Kürenin hacmi ise 4/3 7rr3 formülüyle bulu­
nur.
En çok karşılaşılan bazı geometrik biçimle­
rin alan ve hacim formülleri yukarıdaki tablo­
da verilmiştir.
132 ALANYA

ALANYA. Antalya ilinde aynı adlı ilçenin ca yaptırılmış, ama sonradan kenti ele geçiren
merkezi olan Alanya, Akdeniz kıyılarına ka­ Romalılar tarafından yıktırılmıştı. Bugünkü
dar inen orm anların, m andalina ve portakal kale Selçuklular’dan kalmadır ve 1225’te Ala-
bahçelerinin kuşattığı güzel bir kıyı kentidir. eddin Keykubad’ın isteği üzerine eski kalenin
Antalya Körfezi’nin doğu kıyısında Korakesi- Şemsi Güner

on adıyla kurulmuş olan kent İÖ 2. yüzyılda


Doğu Akdeniz korsanlarının barınağıydı. Bu­
gün doğal plajları, çok uzun süren deniz
Şemsi Güner

Astıma ve solunum hastalıklarına iyi geldiğine


inanılan Damlataş Mağarası sarkıt ve dikitleriyle de
ünlüdür.

yıkıntılarıyla yeniden yaptırılmıştır. T ersane­


nin arkasındaki bir burunda denize doğru
uzanan kalenin üç yanı denizlerle çevrilidir.
Doğu ve kuzey surlarının birleştiği yerde,
tersanenin güvenliğini sağlamak amacıyla ya­
pılmış olan Kızıl Kule yer alır. 33 m etre
yüksekliğinde ve sekiz köşeli olan kulenin ilk
iki katı kırmızı kesme taştan, üstteki üç katı
Selçuklular'dan kalma sekiz köşeli Kızıl Kule kırmızı tuğladandır.
Alanya'nın önem li tarihsel yapılarından biridir.
Alanya’nın ilgi çekici yerlerinden biri de
mevsimi ve ilkçağlardan günümüze kadar Damlataş M ağarası’dır. Deniz düzeyinin al­
ulaşmış tarihsel yapılarıyla Akdeniz kıyıları­ tında kalan bu mağarada günümüzden yakla­
nın en gelişmiş turizm m erkezlerinden biridir. şık 15-20 bin yıl önce oluşmuş sarkıt ve
1985 sayımına göre 28.733 olan kent nüfusu dikitler bulunur. Sıcaklığı yaz kış 22°C olan
yaz aylarında üç, dört katm a çıkar. m ağaranın, havasındaki karbon dioksit, yük­
İÖ 65’te korsanlardan alınarak Rom a İm- sek nem ve radyoaktiflikle astım hastalığına
paratorluğu’na bağlanan Korakesion, Bizans­ iyi geldiğine inanılır.
lIlar zamanında Kalonoros (“güzel dağ”) adıy­
la anıldı. 1223’te I. Alaeddin Keykubad ALARIK I. 396-410 yılları arasında Batı Got-
tarafından Selçuklular’a bağlanınca da Alaiye lar’ın (Vizigotlar) kralı olan I. Alarik yaklaşık
adını aldı. Alaeddin Keykubad Selçuklu do­ 370’te, bugün Romanya olarak bilinen ülke­
nanmasının deniz üssü olarak kullanılan bu de, Tuna Irm ağı’nın ağzındaki küçük bir
kentte büyük bir tersane ve kale yaptırdı. adada doğdu. A larik’in yaşadığı yıllarda çok
Selçuklular’ın dağılmasından sonra Karaman- güçlü durum da olan Romalılar, A vrupa’da
oğullan’nın eline geçen Alanya 1471’de Os- Ren Irm ağı’ndan Asya’da Kafkaslar’a kadar
manlı topraklarına katıldı. uzanan büyük bir imparatorluk kurmuşlardı.
Alanya’nın en eski ve görkemli yapıların­ Bu sınırların ötesinde yaşayan bütün kavimle-
dan biri olan Alanya Kalesi ilk kez korsanlar­ re “B arbar” derlerdi. 376’dan 476’ya kadar
ALASKA 133

süren ve Kavimler Göçü olarak adlandırılan ülke” anlamına gelir. Bu adı hak edecek
akınlar Roma İm paratorluğu’nun çöküşünde kadar geniş bir alana yayılmış olan Alaska
etkili olmuştur. yüzey biçimleri açısından da büyük bir çeşitli­
Nitekim Alarik ve ordusu Roma kentini en lik gösterir. Kuzey A m erika’nın en yüksek
güçlü döneminde üç kez yenilgiye uğrattı. dağlarını ve çok geniş düzlükleri içeren,
394’te Rom a İm paratoru Büyük Theodosius, kutup bölgesi çöllerinin yanı sıra geniş buzul
A larik’i Roma ordusunda savaşan Got birlik­ Barnaby’s

lerinin başına getirdi. Ertesi yıl Theodosius


ölünce, Roma İmparatorluğu oğulları Arcadi-
us ve Honorius arasında bölüşüldü. Bu iki
kardeş arasında sürekli bir sürtüşme vardı ve
Alarik ülkenin bu bölünmüşlüğünden yararla­
narak imparatorluğu ele geçirmek istedi. Bu
amaçla önce Yunanistan’ı işgal etti, ama
birkaç kenti ele geçirdikten sonra geri çekil­
mek zorunda kaldı. Ardından Arcadius ile
anlaşarak 400’de İtalya’ya girdi, ama bu
topraklarda da tutunamadı.
Sekiz yıl sonra Arcadius ölünce, Honorius
A larik’e para karşılığında müttefiki olmasını
önerdi. Alarik bu öneriyi kabul etti, ama söz
konusu paranın ödenmemesi üzerine 408’de
R om a’ya doğru yola çıkarak ordusuyla kenti
kuşattı. Romalılar kuşatmanın kalkması için
A larik’e yüklü bir haraç ödemek zorunda Alaska'dan bir sonbahar görünüm ü. Ormanların
gerisinde, iri volkanik kütleleri ve buzullarıyla
kaldılar. Bu haracın içinde yaklaşık 1.400 kg VVrangell Dağları uzanıyor.
karabiber de vardı.
Bu olaydan sonra bile Honorius, kendisine alanlarıyla kaplı olan bu topraklarda 3 mil­
istediği siyasal gücü ve toprağı vermeye ya­ yondan çok göl ve 12 ırmak sistemi bulunur.
naşmadığından, Alarik R om a’yı iki kez daha Doğa güzellikleri ve yabani hayvan türleri
yenilgiye uğrattı. İkincisinde A larik’in asker­ açısından benzersizdir. A B D ’nin en batı ve en
leri kenti yağmaladılar. kuzey eyaleti olan A laska’nın üçte biri Kuzey
Alarik zengin bir bölge olan Sicilya’yı, daha Kutup Dairesi içinde kalır. Bu nedenle yaz
sonra A frika’yı işgal etmeyi tasarladıysa da, aylarında gece yarısı güneşini gören Alaskalı-
güneye doğru ilerlerken hastalandı ve 410’da lar, sonbaharın bitiminden ilkbahara kadar da
İtalya’daki Cosenza kentinde öldü. Askerleri gece gündüz süren uzun bir karanlığa göm ü­
bir ırmağın yönünü değiştirerek, ırmağın ya­ lürler.
tağında Alarik için bir mezar kazdılar ve
önderlerini değerli eşyalarıyla birlikte buraya Doğal Yapı
gömdüler. Sonra ırmak yeniden eski yatağına Alaska, K anada’nın batısından Bering ve
döndürüldü ve A larik’in mezarının nerede Kuzey Buz denizlerine doğru uzanan büyük
olduğunu Romalılar öğrenmesin diye bu işte bir yarımadayı kaplar. Yarım adanın güneyba­
çalışan bütün Romalı köleler öldürüldü. tısındaki Aleut A daları ile güneydoğuda İngi­
liz Kolumbiyası’na kadar uzanan 800 kilom et­
ALASKA, A B D ’nin yüzölçümü en büyük, relik kıyı şeridi de bu eyaletin sınırları için­
nüfusu en az olan eyaletidir. G erçekten de dedir.
Türkiye’nin neredeyse iki katı büyüklüğünde­ A laska’nın doğal yapısı kuzeyden güneye
ki bu eyalette ancak Kütahya ilimizdeki kadar doğru dört bölgeye ayrılır: Kutup bölgesi
insan yaşar. Alaska sözcüğü, bu eyaletin yerli (arktik) düzlükleri, Brooks Dağları, iç yayla­
halklarından olan A leutlar’ın dilinde “büyük lar ve Alaska Dağları. Brooks Dağları, Kuzey
134 ALASKA

halkı olan Eskimolar, Alaska Yerlileri ve


ALASKA'YA İLİŞKİN BİLGİLER
A leutlar bugünkü nüfusun ancak yüzde
YÜZÖLÇÜMÜ: 1.530.693 km2. 16’smı oluşturur. Eskimolar Bering ve Kuzey
NÜFUS: 521.000 (1985). Buz Denizi kıyıları ile Yukon Irmağı deltasın­
DAĞLAR: Alaska Dağları; Aleut Dağları; Brooks Dağla­ da, Alaska Yerlileri Aleut Adaları ile İngiliz
rı; Kıyı Dağları; St. Elias ve VVrangell Dağları. En
yüksek doruklar: McKinley (6.194 metre); St. Elias Kolumbiyası arasındaki bölgede, A laska’ya
(5.489 metre); Foraker (5.300 metre); Bona (5.000 adını veren A leutlar ise Aleut A daları’nda,
metre); Biackburn (4.996 metre).
BAŞLICA KENTLER: Anchorage (174.431); Fairbanks
Alaska Y arım adasında ve Kodiak A dası’nda
(22.645); Juneau (başkent, 19.528). yaşarlar. A leutlar ile Eskimolar yakın akraba­
dır, ama dilleri ayrıdır.
A m erika’nın en önemli sıradağlarından biri
olan Kayalık D ağlar’m A laska’daki uzantısı­ Doğal Zenginlikler ve Ekonomi
dır. D oğu’dan batıya yaklaşık 950 km boyun­Büyük bölümüne insan eli değmemiş olan
ca uzanan bu dağlar üzerindeki bazı dorukla­Alaska, dünyada yabani yaşamın bozulmadan
rın yüksekliği 2.400 metreyi aşar. Eyalet kaldığı ender yerlerden biridir. Kara ve deniz
topraklarının altıda birini kaplayan kutup hayvanlarının büyük bir çeşitlilik göstermesi
bölgesi düzlükleri ile Brooks Dağları Kuzey de buna bağlanır. Bu geniş kuzey ülkesinde
Kutup dairesi içinde kaldığından eyaletin enkutup ayısı, boz ayı, etçil kara memelilerinin
soğuk bölgeleridir. Bu bölgedeki sıcaklık en irisi olan Kodiak ayısı, rengeyiği ve bizon
ortalam ası yılın on ayında donm a noktasının
gibi büyük yabani hayvanların yanı sıra fok,
altına düşer. susamuru, mink, kunduz, sansar, vaşak ve
Doğudan batıya doğru uzanan iç yaylalar misk gibi değerli kürk hayvanları da yaşar.
eyaletin en geniş bölümünü oluşturur. Tam A laska’da geniş altın, nikel, kalay, kurşun,
ortasında Yukon Irmağı havzasının yer aldığıçinko, bakır ve molibden yatakları bulunur.
Am a ulaşım olanaklarının yetersizliği ve eya­
bu bölgede milyonlarca hektarlık orm an alanı
vardır. Kara ikliminin egemen olduğu bu iç letin büyük bölümündeki elverişsiz hava ko­
yaylalarda yazlar çok sıcak geçerken, kışın şullan nedeniyle, petrol dışındaki yeraltı zen­
sıcaklığın —59°C’ye kadar düştüğü olur. N ü­ginlikleri tam anlamıyla değerlendirileme-
fus açısından A laska’nın ikinci büyük kentim ektedir. 1957’de ilk petrol yatağının bulun­
olan Fairbanks bu bölgededir. masından sonra aralıksız çıkarılan ve gemiler­
Alaska Dağları, Büyük Okyanus kıyılarına le A B D ’nin öbür eyaletlerine taşman petrol
paralel olarak uzanan Kıyı Dağları ile Kayalık
A laska’nın önemli bir gelir kaynağıdır. Pet­
D ağlar’m kuzeybatı uzantısıdır. Bu ikinci rolden elde edilen kazanç nedeniyle gelir
dağlık bölge eyaletin güney kıyıları boyuncavergisi kaldınlmış ve herkese yıllık kâr payı
uzanır ve batıda Aleut A d alan ’m, doğuda ödenmeye başlanmıştır.
başkent Juneau’nun bulunduğu kıyı şeridini Petrolün yanı sıra doğal gaz, mink ve tilki
kapsar. Deprem olasılığının çok yüksek oldu­gibi kürk hayvanları üretimi, başta sombalığı
ğu bu bölgede iki düzineden fazla volkanik olmak üzere ringa, yengeç, karides ve isti­
dağ vardır. İklimi serin ve yağışlıdır. Oysaridye gibi su ürünleri ticareti ile ormancılık
aynı bölgenin Asya kıtasından gelen rüzgârla­
A laska’nın ekonomisinde önemli yer tutar.
ra ve Japon akıntısına açık olan Alaska Eyalet topraklannın yüzde 32’sini kaplayan
Körfezi kıyılarında ılıman iklim yaşanır. Eya­
orm anlardan her yıl milyonlarca m etre küp
kereste ve önemli m iktarda kâğıt ham uru elde
letin en kalabalık kenti olan Anchorage da bu
yörede kurulmuştur. edilir. Bununla birlikte, tıpkı m adenler gibi
orm anlar da ulaşım güçlükleri nedeniyle yete­
Nüfus rince değerlendirilememektedir.
A laska’da nüfusun dağılımı çok eşitsizdir. A laska’nın çok büyük bir alana yayılmış
Eyalet nüfusunun hemen hemen yansı A n­ olması ve elverişsiz iklim koşulları karayolu
chorage ve Fairbanks gibi iki büyük kentin taşımacılığının gelişmesini engelleyen başlıca
çevresinde toplanmıştır. Bu bölgenin yerli etkenlerdir. Bu yüzden, bir tanm ülkesi
ALAŞIM 135

olmadığı için gıda gereksiniminin yüzde 90’ını bütün m etallerden daha değişik özellikler
öbür eyaletlerden karşılayan A laska’da ulaşı­ taşır.
mın bütün ağırlığı uçak taşımacılığına da­ Doğadaki m addelerin çoğunda atom lar bir­
yanır. birine sıkıca bağlanarak molekül denen birim ­
ler halinde gruplaşmıştır. Oysa bütün kimya­
Tarih sal elem entlerde olduğu gibi m etallerde de
Rus Çarı Büyük Petro adına kuzeyde bir keşif atom lar moleküller halinde gruplaşmaz, tek
gezisine çıkan DanimarkalI kâşif Vitus Bering başına bulunur. İki ya da daha çok elem entin
1741’de A laska’yı keşfettiğinde, bu topraklar­ NASA!Science Photo Library

da yalnızca Alaska Yerlileri, Eskimolar ve


A leutlar yaşıyordu. Alaska Yerlileri’nin, bu­
gün Bering Boğazı olarak bilinen geçidi aşa­
rak günümüzden 20-40 bin yıl önce bu kuzey
ülkesine yerleşmiş göçmenlerin soyundan gel­
diği sanılmaktadır. Eskimolar ile A leutlar ise
büyük olasılıkla 3-8 bin yıl önce A laska’ya
ulaşan Kuzey Kutbu halklarının torunlarıdır.
A laska’nın keşfinden 40 yıl kadar sonra,
bölgedeki kürk hayvanlarının çekiciliğine ka­
pılan Rus kürk tüccarları 1784’te bu toprak­
larda ilk yerleşmeleri kurdular. 1867’de ABD
A laska’yı Rusya’dan satın aldı ve o tarihten
92 yıl sonra, 1959’da ABD Senatosu A laska’
nın 49. eyalet olmasını onayladı.
1964 M art’ında Anchorage ve çevresini
yerle bir eden deprem Alaska tarihinin en
önemli olaylarından biridir. Ekim 1988’de üç
balinanın buzlar arasına sıkışmasıyla Alaska
bir kez daha dünya kamuoyunun dikkatini
çekti. Sonuçta balinalardan biri öldü ama,
A B D , SSCB ve Eskim olar’ın günlerce süren
ortak çabalarıyla iki balina sağ salim denize
açılabildi.

ALAŞIM. İki ya da daha çok m etalin, bazen


de bir metal ile karbon gibi bir ametalin
birleştirilmesiyle elde edilen metal niteliğin­
Uzay mekiği Columbia fırlatm a rampasından
deki m addelere alaşım denir. Örneğin pirinç ayrılmak üzere. Bu uzay taşıtının roket m otorlarında
bakır ile çinkonun eritilerek birbirine karıştı­ erime noktası çok yüksek olan metal alaşımları
rılmasıyla, çelik ise demire karbon katılmasıy­ kullanılmıştır.
la elde edilen birer alaşımdır. bir alaşım oluşturabilmesi için bu tek tek
İnsanlar önce bakır ve kalay gibi basit atomların bir ölçüde gruplaşması gerekir.
metalleri buldular. Sonraları, belki de bir Bazı alaşımlarda bütün atom lar, bazılarında
yangın sırasında bu iki metal eriyip birbirine yalnızca bir bölümü bu gruplaşmaya katılır.
karıştığında değişik bir m addenin ortaya çıktı­ Örneğin pirinçte bütün bakır ve çinko atom la­
ğını gördüler. Tunç ya da bronz denen bu yeni rı bir araya gelerek moleküller halinde grup­
maddenin hem bakırdan, hem kalaydan daha laşmıştır. Çelikte ise karbon atomlarının bir
üstün özellikleri olduğunu anlamaları alaşım­ bölümü demir atomlarıyla birleşerek demir
ların üretiminde başlangıç noktası oldu. G er­ karbür molekülleri oluştururken, bir bölümü
çekten de bir alaşım kendisini oluşturan bu gruplaşmaya katılmaz. Çeliğin sert ya da
136 ALAŞİM

yumuşak olması da karbon ve demir atomları katılmasıyla elde edilen çeliklere alaşım çelik­
arasındaki bu gruplaşmanın biçimine bağlıdır. leri denir. Paslanmaz çelik, hız çelikleri ve
Bir alaşım elde etm enin en kolay yolu, demirden daha güçlü mıknatıslanma özelliği
elem entleri eriterek sıvı haldeyken birbirine gösteren mıknatıs çelikleri bu gruptandır.
karıştırmaktır. Am a elementleri eritm eden A lüm inyum alaşımları. Bu alaşımlar çok
birlikte ısıtarak da alaşımlar hazırlanabilir. hafif olduğundan hava, kara ve demiryolu
Eskiden çelik üretiminde uygulanan temel taşıtlarının yapımında kullanılır. Alüm inyu­
yöntem demir ve odun köm ürü halindeki mun en önemli alaşımlarından biri düralümin-
karbonu birlikte ısıtmaktı. Katı elementleri dir. Alüminyumun yanı sıra az m iktarda
bir arada ısıtarak alaşım elde etm e yöntemi bakır, magnezyum ve manganezle birleştiril­
bugün de yaygın olarak uygulanır. Bu üretim miş silisyum içeren bu alaşımın dayanıklılığı
sürecinde m etaller önce toz haline getirilerek yumuşak çeliğinkine yakın, ama ağırlığı onun
karıştırılır, ardından sıkıştırılarak biçimlendi­ ancak üçte biri kadardır. Tıpkı çelik gibi ısıl
rilir ve en sonunda ısıtılır. M etallerin toz işlemden (art arda ısıtma ve soğutma işlemle­
haline getirilmesini içeren bütün üretim yön­ rinden) geçirilerek, düralüminin de sertlik ve
tem lerine toz metalürjisi denir. dayanıklılık derecesi artırılabilir. Alümin­
Özel amaçlı uygulamalarda alaşımlar katı­ yumdan daha dayanıklı, ama çok daha hafif
şıksız m etallerden daha çok kullanılır. İki olan alüminyum-lityum alaşımı da uzay araç­
metalden oluşan bir alaşımın erime noktası bu larının yapımında kullanılır.
iki bileşenin erime noktalarından daha düşük, Bakır alaşımları. Bakır alaşımları bütün
daha yüksek ya da tam ara değerde olabilir. sanayi alaşımlarının en eski ve en önemli
Bu nedenle metal yüzeyleri ya da parçaları gruplarından biridir. Örneğin pirinç, yüzde 5
birleştirm ek için, erime noktası katışıksız ile 40 arasında çinko katılmış bir bakır alaşı­
m etallerden daha düşük olan kurşun ve kalay mıdır. Gümüş beyazlığında olduğu için A l­
ya da bakır ve çinko alaşımları lehim olarak man gümüşü adıyla bilinen ve çatal, bıçak,
kullanılır {bak. LEHİMLEME). Alaşımların bir kaşık gibi sofra takımları ile çeşitli süs eşyala­
başka özelliği de genellikle bileşenlerinden rının yapımında kullanılan mayşor da bakırın
daha sert ve dayanıklı olmasıdır. Demire çinko ve nikelle alaşımıdır. Aynı m etaller
karbonun yanı sıra başka elem entler katılarak değişik oranlarda karıştırıldığında, madeni
özel alaşımlı çelikler elde edilebilir. Sözgelimi para basımında kullanılan altın renginde bir
krom çeliğe paslanmazlık özelliği kazandırır. alaşım elde edilir. Bazı bakır alaşımları ısıl
Tungsten, yüksek sıcaklıklarda bile sertliğini işlemle sertleştirilebilir. Yaklaşık yüzde 2
koruyan, sürtünmeye ve aşınmaya dayanıklı oranında berilyum içeren bakır-berilyum ala­
takım ya da hız çeliklerinin en önemli katkı şımı ile nikel ve manganezli bakır alaşımı bu
maddesidir. Bilinen 100’ü aşkın kimyasal türdendir.
elem entten 70’i metal olarak sınıflandırılır Nikel alaşımları. Nikel gerek çeliğe, gerek
{bak. PERİYOTLAR CETVELİ). Bunların 30 kadarı bakır alaşımlarına katıldığında önemli özellik­
da sanayide kullanılan çeşitli alaşımların bile­ ler kazandıran bir alaşım metalidir. Ayrıca
şimine girer. Bu alaşımların sayısı burada bazı alaşımların temel bileşeni olarak m eta­
anılamayacak kadar kabarıktır; ama en lürjide büyük önem taşır. Örneğin en elveriş­
önemlileri aşağıdaki gruplar içinde sınıflandı­ siz çevre koşullarında bile parlaklığını yitir­
rılabilir. meyen Monel, yüzde 28 oranında bakır ve
Demir alaşımları. En önemli demir alaşımı, yüzde 5 oranında başka m etaller katılmış
demir ve karbondan oluşan çeliktir. Başta önemli bir nikel alaşımıdır. Nikel ve krom
takım ve aletler, demiryolu rayları, inşaat alaşımları da elektrikli ısıtıcıların direnç telle­
gereçleri olmak üzere pek çok alanda kullanı­ rinde kullanılır. İnvar adıyla bilinen bir de-
lan çeliğin yıllık üretimi milyonlarca tonu mir-nikel alaşımı sıcaklık karşısında öbür
bulur. Çeliğin belki de en önemli özelliği, metallerden çok daha az genleşir. Bu yüzden
ısıtılıp suya daldırılarak sertleştirilebilmesidir. genleşme ve büzülme gibi boyut değişiklikle­
Dem ire karbondan başka elem entlerin de rinin istenmediği çeşitli uygulamalarda, örne­
ALBATROS 137

ğin şerit m etrelerin yapımında bu alaşımdan biri de CDC 772 olarak anılan ve ısıtıldığında
yararlanılır. çok fazla genleşen bir manganez, bakır ve
Çinko alaşımları. Çinkoya az m iktarda nikel alaşımıdır. Titana manganez ve başka
başka m etaller karıştırıldığında erim e noktası m etallerin katılmasıyla hazırlanan titan ala­
düşük olan alaşımlar elde edilir. Genellikle şımları çelik kadar dayanıklı, ama çelikten
bakır içeren bu çinko alaşımları basınç altında çok daha hafiftir. Bu nedenle uçak yapımında
çelik kalıplara dökülerek çok çeşitli parçala­ bu alaşımlardan yararlanılır. W ood metali ve
rın yapımında kullanılır (bak. KALIP VE KALIP­ Rose metali gibi kolay eriyen alaşımlarda
LAMA). kurşun, bizmut, kalay ve genellikle kadmi­
Değerli metal alaşımları. Değerli m etallerin yum bulunur. Erime noktası bileşenlerinin
en bilinen örnekleri altın, gümüş ve platindir. hepsinden daha düşük olan bu alaşımlar
Doğada az bulundukları için bu adla anılan otom atik yangın söndürm e aygıtlarının ve
değerli m etaller katışıksız haldeyken oldukça buhar kazanlarındaki güvenlik supaplarının
yum uşaktır, ama alaşımları sert ve dayanıklı yapımında kullanılır.
olur. Bu yüzden kuyum culukta, altın ve Kullanılan metallerin bütün özellikleri bi­
gümüşün genellikle bakırlı alaşımları kullanı­ linse bile, bu m etallerden oluşan herhangi bir
lır. Platinin en çok kullanılan alaşımlarında alaşımın ne gibi özellikler taşıyacağı uzun
ise gene değerli bir metal olan iridyum bulu­ deneyler yapılmadıkça bilinemez. Alaşıma
nur. Bu alaşımlar paslanmadığı için daha çok katılan m etaller, karışım oranları ve yapım
laboratuvar ve tıp araç gereçlerinin yapımın­ yöntemi değişmediği sürece elde edilecek
da kullanılır. alaşım her zaman aynı olur. Am a karışım
Kurşun alaşımları. Kurşun ve kalay belirli oranlarındaki en küçük bir değişiklik bam baş­
oranlarda karıştırıldığında yumuşak lehim ka özelliklerde bir alaşımla sonuçlanabilir.
alaşımı, daha değişik oranlarda karıştırıldığın­
da da sert kalay ya da beyaz metal denen ALBATROS. A lbatroslar iri gövdelerinden
çeşitli alaşımlar elde edilir. Yaklaşık yüzde 1 beklenmeyecek kadar zarif uçuşlarıyla tanı­
kalsiyum ve yüzde l ’den az kalay içeren nan deniz kuşlarıdır. Bir familya oluşturan bu
kurşun alaşımı, otomobil akülerindeki kurşun kuşların dokuz türü güney yarıküredeki okya­
levhaların yapımında kullanılır. nuslarda, dört türü de Büyük O kyanus’un
Cıva alaşımları. Oda sıcaklığında sıvı halde
bulunan cıvanın başka m etallerle yaptığı ala­
şımlara amalgam denir. Bunlardan en bilineni
çürük dişlere dolgu yapmak için kullanılan
gümüş amalgamdır. Bu amalgamın dişteki
oyuğa doldurulduktan sonra sertleşebilmesi
için cıvaya kalay ya da kadmiyum, bakır ve
başka elem entler katılır.
Öbür alaşımlar. Bugün Babbitt metalleri ya Albatros, çok uzun olan kanatlarını açarak uçsuz
da beyaz m etaller adıyla anılan alaşımların bucaksız okyanuslar üzerinde hiç yorulm adan
süzülebilir.
ilkini 1839’da A B D ’li sanayici Isaac Babbitt
yapmıştı. Kalay, antimon ve bakır içeren bu kuzeyinde yaşar. Yer yer boz, kahverengi ve
alaşım özellikle m akinelerin mil yataklarında kara tüyleri olmakla birlikte hepsinde egemen
sürtünmeyi azaltmak için kullanılıyordu. Üs­ renk beyazdır. En tanınmış türlerden biri olan
telik mili çok iyi kavrayacak kadar yumuşak gezgin albatrosun (Diomedea exulans) göz
ve kolay aşınmayacak kadar dayanıklı olan bu alıcı beyazlığı yalnızca kanatlanndaki ve kuy­
alaşım bugün bile bu amaca en uygun m eta­ ruğundaki kara tüylerle lekelenir. Uçları iyice
lürji ürünüdür. kara olan dar kanatlarının uzunluğu bir uçtan
M etalürji uzmanları alışılmış m etallerin dı­ öbür uca 3,5 metreyi bulur. Bu kanat açıklığı
şında yeni yeni elem entler kullanarak her gün başka hiçbir kuşta yoktur; en iri akbabalardan
yeni bir alaşım üretirler. Bu yeni ürünlerden biri olan And kondorunda bile kanat açıklığı
138 ALBERTt

çoğu kez 3 metreyi geçmez. Gezgin albatros Soyluların çocuklarının okuduğu bir Cizvit
güney yarıkürede yaşar ve uçsuz bucaksız kolejine gönderilen A lberti, okulun katı ku­
güney denizlerinde yolculuk yapan gemicile­ rallarına uymadığı gerekçesiyle son sınıftan
rin günlerce bu kuştan başka canlı görmedik­ atıldı. Genç yaşta resim yapmaya başladı ve
leri çok olur. 1920’lerde birkaç sergi açtı, ama resimleri pek
A lbatroslar yaşamlarının büyük bölümünü beğenilmediği için şiire yöneldi. 1924’te ya­
havada süzülerek geçirir. Yıllarca bu kuşların yımladığı El Marinero en Tierra (“Karadaki
böylece kanat çırpmadan uçarken uyudukları Denizci”) aynı yıl Ulusal Edebiyat Ö dülü’nü
A B C Ajansı
sanılmıştı. Oysa albatroslar hem uyumak,
hem de balık ve kalamarları avlamak için su
yüzeyine konar, karaya ise ancak yuva kur­
m ak için çıkarlar. Bu amaçla ıssız adaları
seçer ve pek çoğu bir araya toplanarak geniş
koloniler oluşturur. Türlerden çoğu üreme
mevsiminde ot ve topraklan yığarak yuva
hazırlarken, bazılan yumurtasını yerdeki
oyuklara bırakır. Dişilerden her biri beyaz
renkli tek bir yum urta yum urtlar ve bu
yum urtanın üstünde dişi ve erkek albatros
sırayla kuluçkaya yatar. Bazı albatrosların
birbirlerini çiftleşmeye çağırmak için yaptık-
lan hareketler ilginç bir dans gösterisini andı-
nr. Erkek ve dişi önce birbirlerine doğru
paytak paytak yürüyüp selamlaşır gibi başları­
nı eğer, sonra kasıla kasıla dolaşırken arada
bir kocaman kanatlarını açıp gagalarını tokuş­
tururlar. Bu törensel gösteri boyunca ortalığı
çınlatan garip çığlıklar atarlar.
A lbatroslar uzun süre gemilerin tepesinde
süzülerek yiyecek artıklarının ve çöplerin İspanyol şair Rafael Alberti.
denize atılmasını beklerler. Eskiden denizci­ kazanınca, tümüyle şiir çalışmalarına ağırlık
ler tuzlanmış domuz etlerini yem olarak verdi. Bu kitabında doğduğu bölgenin dağla­
kullanıp, yakaladıkları albatrosları öldürür­ rına, denizine, ırm aklarına, gemilere ve uzak­
lerdi. Bu kuşları öldürm enin uğursuzluk geti­ lara duyduğu özlemi dile getiriyordu. Şiirleri­
receğine ilişkin yaygın inanca ve anlatılan nin yalın ve akıcı dilinde Endülüs halk şarkıla­
öykülere karşın pek çok albatros bu yolla rının doğal ve coşkulu havası seziliyordu.
öldürüldü. Fransız şair Baudelaire de “A lbat­ A lberti 1920’de yerleştiği M adrid’de Fede-
ros” adlı şiirinde gemicilerin yakaladıkları bir rico Garcia Lorca, Salvador Dali, Luis Bunu-
albatrosa eziyet edişlerini anlatır. el gibi ünlü şair, ressam ve sanatçılarla tanışıp
dost oldu. İkinci ve üçüncü kitaplarındaki
ALBERTİ, Rafael (1902). Ispanya’nın ünlü şiirlerinin konusu çocukluk yıllarına duyduğu
şairlerinden Rafael A lberti, Cadiz Körfezi özlem, aşkları ve kent yaşamının insanlar
kıyısındaki Puerto de Santa M aria’da doğdu. üzerindeki olumsuz etkileriydi.
Şarap tüccarı olan babası sık sık uzun yolcu­ Ülkesinin Cumhuriyetçiler ile Kralcılar ara­
luklara çıktığı için çocukluğu daha çok anne­ sındaki yoğun çatışmalarla sarsıldığı yıllarda
siyle baş başa geçti. Yitik Koru (La Arbeleda Cum huriyetçiler’i destekleyen A lberti, 1936-
Perrida; 1959) adıyla yayımladığı anılarında 39 arasında Antifaşist Aydınlar Birliği üyesi
koyu bir Katolik olan annesinden ve evlerin­ olarak iç savaşa katıldı. Savaş yıllarında cep­
deki yaşlı hizmetçiden çok etkilendiğini hede sahnelenen oyunları ve radyoda okunan
yazar. şiirleriyle de halkına güç verdi. 1939’da Cum ­
ALEGORİ 139

huriyetçiler yenilip İspanya’da faşist yönetim aşıladığı okum a ve yazma sevgisiyle çok genç
kurulunca, binlerce Cumhuriyetçi gibi Rafael yaşta yazarlığa adımını attı. İlk öyküsü yayım­
A lberti de sürgüne gönderildi. 1939’dan landığında 16 yaşındaydı. D aha sonra yazdığı
1976’ya kadar Fransa, A rjantin, İtalya’dan gerilim öyküleri de bir Boston gazetesinde
başlayarak birçok ülkeyi dolaştı, uluslararası yayımlandı, ama Alcott bunlardan pek para
toplantılara katıldı. Sürgün yıllarında yazdığı kazanamadı. Dikiş dikerek daha çok kazanı­
şiirlerinde yurt özlemini ve sevgisini, iç savaşı, yordu. Çarşaf kenan bastırır ya da oyuncak
sürgün yaşamını buruk ve dokunaklı bir dille bebek elbiseleri dikerken kendini oyalamak
anlattı. 37 yıl süren bu uzun sürgün General için öyküler uydurur, geceleri de bunları
Franco’nun ölümüyle sona erdi. Ülkesine yazardı. İlk başarılı kitabı olan Hospital
döndükten bir yıl sonra İspanya Komünist Sketches'i (1863; “Hastane Öyküleri”) Am eri­
Partisi’nden Cadiz milletvekili seçilen A lber­ kan İç Savaşı sırasında gönüllü hemşireyken
ti, Lenin Edebiyat Ö dülü’nü ve Struga Altın yazdı.
Çelenk Ö dülü’nü aldı. Birçok diie çevrilen Kız çocukları için bir kitap yazması istendi­
şiirlerinden seçmeler Türkiye’de Sürgünden ğinde, çocukken kendi ailesinde yaşanmış
Şiir adıyla yayımlanmıştır. bazı olayları, acıları ve sevinçleri anlattı.
K üçük Kadınlar adlı bu kitaptaki dört kız
ALBINO. İnsanda ve hayvanların çoğunda kardeş (Jo, Meg, Beth ve Amy) gerçekte
derinin, saçların, gözlerin, kıl ve tüylerin Louisa ile kardeşleridir. A lcott’un büyük bir
renkli olmasını sağlayan bir boya maddesi başarı kazanan bu rom andan sonra yazdığı İyi
(pigment) vardır. Melanin denen bu pigmen­ Hanımlar (G ood Wives; 1870), Küçük E rkek­
tin eksikliği ya da hiç bulunmaması vücudun ler (Little Men; 1871) ve J o ’nun Çocukları
bu bölümlerinin renksiz kalmasına yol açar. (Jo’s B oys; 1886) gibi kitapları da çok beğe­
Albino denen bu canlıların derisi, saçları ve nildi, Türkçe’ye de çevrilerek birçok kez
tüyleri bembeyazdır. Eğer gözün renkli bölü­ basıldı.
mü olan iris katm anında da pigment bulun­
mazsa, kan damarları nedeniyle gözleri pem ­ ALÇI bak. Siv a VE A l ç i .
be görünür.
Melanin pigmenti güneş ışınlarına karşı ALEGORİ. Düzyazı ya da şiir biçiminde
önemli bir koruyucudur. Bu nedenle albinola- yazılmış, iki ayrı anlamı olan uzun öykülere
nn gözleri ışığa çok duyarlıdır, derileri de alegori denir. Bir alegoride, doğrudan doğru­
güneşte hemen kızarır. Pigment eksikliği, ya öyküden çıkarılan ilk ve açık anlamdan
yani albinizm bazen bütün vücut dokularını başka okurun sezerek ya da yorumlayarak
etkiler; bazen de kişinin yalnızca bir tutam bulabileceği gizli bir anlam vardır. Bu tür
saçı beyazdır. öykülerdeki kişiler genellikle bazı kusurları
Albinizm bütün insan ırklarında görülür, ya da erdem leri simgeler. Örneğin İngiliz
ama birkaç bin kişide bir oranında rastla­ yazar John B ünyan’ın Hac Yolunda (Pilgrim’s
nan ender bir olgudur. Bu kalıtsal özellik Progress\ 1678) adlı yapıtındaki kahram anlar
çekinik (baskın olmayan) bir genle aktarıldığı Mr. G reatheart (Bay İyi Kalpli), Evangelist
için bu geni taşıyan kişilerde albinizm ortaya (İncilci), Beelzebub (Şeytan), Mr. Worldly
çıkmayabilir. Am a her ikisi de albinizm geni W iseman (Bay Dünya Bilgesi) ve Faithful
taşıyan bir çiftin çocukları olursa doğacak (Dindar) gibi anlamlı adlar taşır.
dört çocuktan biri albino olabilir. Bugüne En tanınmış alegorilerden biri Everyman
kadar albinizmin tedavisi bulunmamıştır. (Herhangi Biri) adlı bir ortaçağ oyunudur. 15.
yüzyılda yazılmış bu oyunun baş kişisi olan
ALCOTT, Louisa May (1832-1888). Küçük Everyman bütün insanları simgeler. Oyundan
Kadınlar (Little W omen\ 1868-69) adlı rom a­ çıkan ilk anlama göre, Everyman’e bilinme­
nıyla bütün dünyanın tanıdığı Louisa Alcott yen bir yere doğru güç bir yolculuğa çıkması
A B D ’nin Philadelphia kentinde doğdu. Y ok­ emredilmiştir. Everyman önce gitmemek için
sul bir ailenin dört kızından biriydi. Babasının yalvarır, sonra Kindred (A krabalar), Cousin
140 ALEHİN
I
(Uzak A krabalar) ve Worldly Goods (Dünya 1927’de Capablanca’yı yenerek dünya satranç
Malları) adlı kişilerden kendisiyle birlikte şampiyonu olduğunda ise henüz 35 yaşınday­
gelmelerini ister. Hiçbiri buna yanaşmaz, dı. Bu unvanını 1935’te HollandalI satranççı
yalnız G ood Deeds (Sevaplar) adlı bir yaban­ Max Euw e’ye kaptırarak ilk yenilgisini aldı,
cı onunla gitmeye razı olur. Yolculuğun örtük ama 1937’de Euwe ile ikinci karşılaşmasında
anlamı, bütün insanların ölüme doğru yol yeniden dünya şampiyonu olmayı başardı.
aldığı yaşamın ta kendisidir. Bu alegori dün­ Yaşamının son iki yılını İspanya ve Portekiz’
yadaki değerlerin geçici olduğunu, yalnız de geçiren Alehin 1946’da Lizbon yakınların­
yapılan iyi işlerin yaşam boyunca sürüp gitti­ daki küçük bir kasabada kalp krizi geçirerek
ğini öğretir. öldüğünde, SSCB’li satranç şampiyonu Bot-
Alegori ortaçağ edebiyatında çok tutulan vinnik ile L ondra’da unvan maçı yapmaya
bir yazı türüydü. İtalyan yazar D ante de İlahi gidiyordu.
Komedya (La divina commedia; yaklaşık A lehin, satranç yaşamı boyunca yaptığı
1310-21) adlı yapıtında alegoriye başvurdu. 1.269 maçtan 735’ini kazandı, 127’sini kaybet­
Çağının ve ülkesinin yanlışlarını anlatm ak için ti, 407 maçı da beraberlikle bitirdi. İlk kez
masalsı yolculuklardan yararlanan İngiliz ya­ 1921’deki Budapeşte turnuvasında uyguladığı
zar Jonathan Swift’in Güliver’in Gezileri savunma sistemi “Alehin Savunması” adıyla
(Gulliver’s Travels\ 1126) adlı yapıtı en tanın­ satranç kitaplarına geçmiştir.
mış alegorilerden biridir.
Çağdaş yazarların da alegorik yapıtları var­ ALERJİ. Toz, hayvan kılı ya da çiçektozu gibi
dır. Belçikalı yazar M aurice M aeterîinck’in m addeler bir insanı birdenbire aksırtır ya da
Mavi Kuş (l’Oiseau bleu\ 1908) adlı alegorik derisinde değdiği yeri kızartırsa o kişide alerji
oyununda mavi kuş mutluluğu simgeler. İngi­ var demektir. G erçekten de bazı insanlar
liz yazar George Orwell ise Hayvan Çiftliği başkalarına hiçbir zarar vermeyen bir m adde­
(Anim al Farm; 1945) adlı rom anında çağımızı den etkilenebilir. Bu alerjik kişilerin akla
gelebilecek her çeşit m addeye, hatta bazı
ve töreleri eleştirmek için bir çiftlikte yaşayan
hayvanları konu alır. yiyeceklere bile alerji tepkisi gösterdikleri
saptanmıştır.
ALEHİN, Aleksandr (1892-1946). Dünyaca Alerji tepkisinin neden bazı kişilerde geli­
ünlü Rus asıllı satranç şampiyonu Alehin, şip bazılarında gelişmediği henüz tam olarak
Moskovalı zengin bir ailenin çocuğuydu. açıklanamamıştır. Birçok doktor ve bilim
Moskova Üniversitesi’nde hukuk öğrenimini adamı kişilerin alerjik olmasında kalıtımın rol
tam am ladıktan sonra hukuk danışmanı olarak oynadığı kanısındadır. Çünkü bazı ailelerde
devlet hizmetine girdi. Ama satranca olan büyükanne, büyükbaba, anne, baba ve ço­
aşırı tutkusu nedeniyle görevinden ayrıldı ve cukların hepsi aynı maddeye duyarlıdır. Buna
bütün yaşamını satranca adayarak bu oyunun karşılık birçok alerji olgusunda ailenin yalnız­
en büyük ustalarından biri oldu. ca bir üyesinde alerji görülür. Alerjinin neden
Satrancı henüz dokuz yaşındayken anne­ kaynaklandığı tam bilinmese bile, vücudun
sinden öğrenen ve çocukluğunda mektupla alerji nöbetini başlatan maddeyle karşılaştı­
satranç oynayan Alehin ilk birinciliğini ğında nasıl tepki verdiği büyük ölçüde bilini­
1912’deki Stockholm turnuvasında elde etti. yor. Bir çocuğun sözgelimi çikolataya karşı
A rt arda kazandığı başarılarla dikkati çekerek alerjisi olduğunu varsayalım. Bu çocuk yaşa­
St. Petersburg’daki büyük ustalar şampiyona­ mında ilk kez çikolata yediği zaman, mide ve
sına çağrıldı ve Alm an Lasker ile Kübalı bağırsaklarda sindirilen çikolata vücut doku­
Capablanca gibi iki büyük şampiyonun ardın­ larındaki bazı özel hücrelerin antikor denen
dan üçüncü oldu. 1921’den sonra İsviçre’de, kimyasal bir m adde üretm esine yol açar.
1925’ten sonra Fransa’da yaşamını sürdüren Çocuk ikinci kez çikolata yediğinde, sindirim
Alehin 1927’de New York turnuvasında Ca­ sonucunda oluşan m addeler deri ve akciğer­
pablanca ile karşılaşıncaya kadar sekiz ulus­ lerdeki antikorlarla birleşir. Bu tepkimeyle
lararası turnuvanın şampiyonu olmuştu. derideki küçük kan damarları çatladığı için
ALERJİ 141

dam arlardaki sıvılar dışarı sızmaya başlar. uçla ve belirli aralarla hafifçe çizilir. Bu
Böylece derinin üzerinde içi su dolu küçük çiziklerden her birine toz, çiçektozu, kedi
kabarcıklar belirir; bu ürtiker ya da kurdeşen tüyü gibi alerji yaratabilecek m addelerden bir
denen bir alerji tepkisidir. Aynı olayın akci­ parça bulaştırılır. Hangi çiziğin çevresindeki
ğerler üzerindeki etkisiyle bronşlar tıkanabilir deri kızarıp şişerse, hastanın o çiziğe bulaştı­
Sl. Bartholomew's Hospilal rılmış olan maddeye karşı alerjisi vardır.
En yaygın dört alerji tipi saman nezlesi,
astım, egzama ve ürtikerdir.

Saman Nezlesi
Özellikle yaz başlarında birçok kişide görülen
bu alerjinin başlıca belirtileri aksırma, göz
sulanması, öksürük ve baş ağrısıdır. Önceleri
bu alerjinin saman tozlarından ileri geldiği
sanılmış, bu yüzden hastalığa bu ad verilmişti.
Oysa bugün hangi bitkiden gelirse gelsin
bütün çiçektozlarının aynı tip alerjiye yol
açtığı anlaşılmıştır.
Saman nezlesinde, kimyasal açıdan bir pro­
tein olan çiçektozları kılcal damarların duvar­
larındaki bazı hücreleri ya da kasları etkiler.
Çeşitli bitkilerden çevreye saçılan çiçektozları
havayla taşınarak ağız ve burun yoluyla vücu­
da girdiği için, akciğerlerdeki hava boruların­
da (bronşlarda), burun, boğaz ve gözlerde
bulunan bu hücrelerin ya da kasların çiçektoz-
lanyla karşılaşma olasılığı oldukça yüksektir.
Saman nezlesini önlemenin en iyi yolu, bu
alerji tepkisine yol açan bitkiden uzak dur­
maktır. Gene de bir alerji nöbeti başlarsa
Alerji testinde, çeşitli maddelerin içeri girebilm esi
için deri hafifçe çizilir. Hangi çiziğin çevresi şişerse o
vücuda çiçektozu ya da protein şırınga etm ek
madde alerji yapıyor demektir. hastaların çoğunu iyileştirir ya da büyük
ölçüde rahatlatır. Tablet biçimindeki antihis­
ve çocuk sık sık balgam atma gereği duyar; taminik ilaçlar saman nezlesinde kesin bir
buna da astım denir. Astım nöbeti sırasında tedavi sağlamasa da hastaya geçici bir rahatlık
çocuk soluk alm akta büyük güçlük çeker. verir.
Aslında antikorlar vücudun kendini mik­
roplara karşı savunma sisteminin tem el öğele­ Astım
ridir {bak. BAĞIŞIKLIK; KAN; MİKROPLAR). Y al­ Bu alerji tipinin adı “soluk soluğa kalm ak”
nız bazı antikorlar bu görevi yerine getirirken anlamındaki Yunanca bir sözcükten gelir.
vücuda zarar verir. Bu özel antikor tipi alerji Uzun süre koştuktan ya da jim nastik yaptık­
yapıcı maddeyle (yukarıdaki örneği sürdürür­ tan sonra soluk soluğa kalmak doğaldır. Oysa
sek çikolatayla) birleştiğinde histamin denen doktorlann astım olarak tanımladıkları bu
bir madde açığa çıkar. Alerji tepkisini başla­ soluk darlığının yorulm akla doğrudan ilişkisi
tan da bu m addedir. Antihistam inik adı veri­ yoktur. Uykuda bile başlayabilen nöbetler
len bazı ilaçlar alerjiyi iyileştirmez ama alerji halinde gelir ve süresi birkaç dakikadan bir iki
tepkisini önleyebilir. saate kadar değişebilir. Koştukları için soluğu
Bugün doktorlar alerji testi uygulayarak tıkanan kişiler derin derin soluyarak akciğer­
kişide alerji yaratan maddeleri belirleyebili­ lerine bol hava doldurdukları halde, astımlılar
yorlar. Söz konusu testte kolun derisi kesici bir soluk alabilmek için büyük bir çaba harcarlar.
142 ALEV

İçlerine çektikleri hava neredeyse tıkanmış likle deri önce hafifçe kızarır, sonra hemen
olan bronşlardan güçlükle geçtiği için, her ardından su dolu kabarcıklar belirir. Birkaç
solukta göğüslerinden hırıltılı sesler gelir. dakika ya da günlerce süren bu döküntüler
Astımlı kişilerin hava borularında aşırı du­ başladığı gibi birdenbire yok olur. Derideki
yarlı hücreler vardır. Bu hücrelerin en duyarlı kabartıları karbonatlı ılık suyla yıkamak has­
olduğu m addelerin başında tozlar, yastıkların tayı bir ölçüde rahatlatabilir.
içindeki kuştüyleri, hayvan kılları, çiçektozla­
rı, soğuk algınlığı ya da anjinden sonra ALEV. Gazların ısı ve ışık verecek biçimde
vücutta kalan m ikroplar ve hava kirliliğine yol birleşmesi yanma denen kimyasal bir tepki­
açan zararlı kimyasal m addeler gelir. Soluk m edir {bak. Y a n m a ). Bu tepkim ede yanan
borusundan akciğerlere uzanan bronşların gazlar, alev denen sıcak ve parlak bir gaz
duvarları dairesel kas lifleriyle örülüdür. Bu kütlesine dönüşür. Bir gazocağında yanan
yüzden, ıslık çalarken dudaklar nasıl büzülüp bütan gazının, bir kalorifer brülöründe yanan
açılıyorsa bronşlar da öyle genişleyip darala­ doğal gazın, bir mumun ya da bir köm ür
bilir. Am a astım nöbeti sırasında bronşların iç ateşinin çıkardığı titrek mavi ve sarı diller
yüzündeki doku şişer ve yapışkan bir balgam birer alevdir. Bütün bu yanma olaylarında
salgılar. D aha da önemlisi, kram p girmiş gazlann birleşmesiyle öylesine büyük bir ısı
bacak kasları nasıl kasılırsa bronşlar da öylece açığa çıkar ki gazlar akkor haline gelerek
kasılıp kalır. parlak bir ışık saçmaya başlar. H er alevde bir
Astım nöbetleri genellikle çocukluk çağın­ yanıcı gaz, bir de bu gazın tutuşmasını sağla­
da başlar, yıllar ilerledikçe seyrekleşir ve yan yakıcı gaz vardır. Örneğin bir gaz brülörü-
yaklaşık 100 çocuktan 50’sinde erişkinlik dö­ nün alevinde, doğal gazın tem el bileşenleri
neminden önce sona erer. olan hidrojen ve m etan gazları yanıcı, hava­
Astım nöbeti tutan bir hastaya yardım nın oksijeni ise yakıcı gazdır {bak. OKSİJEN).
etm enin en iyi yolu soğukkanlı davranm aktır. Mum alevinde de yanıcı olan parafin buharla-
Çünkü er ya da geç bronşlar açılacak ve n gene havanın oksijeniyle birleşerek akkor
yapışkan balgam öksürükle dışarı atılınca haline gelir. Am a bazen birleşen iki gazdan
normal solunum başlayacaktır. Astımlıların hangisinin yanıcı olduğunu ayırt etm ek güç­
çoğu nöbetler arasındaki dönem lerde kendi­ tür. Nitekim şekil l ’deki cam küreye alttan
lerini çok iyi hissederler. hava ve gaz gönderildiğinde gazla birleşen
hava yanar; kürenin dışında ise borudan
Egzama çıkarak havaya karışan gaz alevlenir.
Çok yaygın olan kaşıntılı bir deri hastalığıdır. Gaz brülörlerinde (şekil 2) küçük m em eler­
Kolayca sinirlenip üzülen kişilerde sıkıntı ve den basınçla püskürtülen hava ve gaz karışımı
ruhsal gerginlik egzamaya yol açabilir. Bu tip çok sıcak bir alevle yanar. Alm an kimyacı
egzamanın tedavisi güçtür. Bazı kişilerde ise R obert Wilhelm B unsen’in 1855’te bir labora-
egzamanın nedeni deriye değen herhangi bir tuvar aygıtı olarak geliştirdiği Bunsen beki bu
maddeye ya da belirli yiyeceklere duyarlı püskürtm e yönteminin ve bugünkü brülörle-
olmalarıdır. E n çok makyaj ve tuvalet gereç­ rin öncüsüdür. Şekil 3’te, bir Bunsen bekinde
leri, ucuz saç ve kumaş boyalan, kireçli sular, gaz ile havanın nasıl karıştığı görülüyor.
deterjanlar, kimyasal m addeler, sabun ve Aslında bugün kullanılan gaz brülörleri, bir
ovma tozlarından kaynaklanan bu tip egzama araya toplanmış çok sayıda Bunsen bekinden
zararlı m addenin belirlenmesinden sonra ko­ başka bir şey değildir. Bunsen bekinin alevi­
layca tedavi edilebilir. Çocuklarda egzama ve nin ortasında mavi renkli bir bölge vardır; bu
astım çoğu kez bir arada görülür. bölgede henüz yanmamış olan soğuk gaz ile
hava bulunur. Bir tahta parçası birkaç saniye
Ürtiker süreyle aleve tutulursa (şekil 4), odunun iki
Ü rtiker (kurdeşen) bazı ilaçlara ya da kabuk­ yanındaki küçük birer bölgenin kömürleştiği,
lu deniz ürünleri, çilek, yum urta gibi bazı buna karşılık alevin mavi bölgesine rastlayan
yiyeceklere karşı gelişen bir alerjidir. G enel­ kesimde hiçbir değişiklik olmadığı görülür.
ALEVİLİK 143

1. hava da gazın 2. çok memeli 3. Bunsen beki 4. Bunsen alevinin 5. hava deliği kapatılmış
içinde yanabilir gaz brülörü soğuk merkezi Bunsen bekinin alevi
Gazların değişik ortam larda nasıl alev oluşturduğu bu şekillerde görülebiliyor.

Bu da alevin merkezinin sıcak olmadığını ğin A li’nin hakkı olduğunu savunanların siya­
gösterir. Bunsen bekinin hava deliği kapatıl­ sal bir örgütlenmesi niteliğindeydi. Sonradan
dığında ortadaki mavi bölge yok olur ve K uran’ın yorumu ve ibadet biçimleri konu­
tümüyle parlak, sarı bir alev kalır (şekil 5). sunda da öbür Müslüman gruplardan değişik
Çünkü, gazın tam olarak yanmasını sağlama­ bir inanç sistemine dönüşen Alevilik İslam
ya yetecek kadar hava yalnızca alevin çevre­ tarihçilerine göre 400 kola ayrılır.
sinde vardır. Aleviler Hz. M uhammed, Hz. Ali, karısı
Mum alevinde de küçük renksiz bir bölge Fatma ve çocukları Haşan ile Hüseyin’i “Tan-
vardır. Fitile yakın olan bu bölge yanmamış rı’yı iyi anlamış kişiler” anlamındaki “ehli­
parafin buharlarıdır. Alevin geri kalan bö­ beyt” sözcüğüyle adlandırırlar. Aleviler’e göre
lümleri ise parafinin bileşimindeki karbon ehlibeyt ve Hz. Ali’nin soyundan gelen 12
parçacıklarının yanmadan akkor sıcaklığına imam en yüksek dinsel ve siyasal otoritedir;
ulaşması nedeniyle sarıdır. Mum alevine tutu­ sözlerinin Tanrı buyruğu olarak kabul edilme­
lan düz bir cam parçası kısa sürede islenerek si gerekir.
kararır; bu da alevin içinde bol m iktarda Ehlibeyte bağlılık konusunda Aleviler’in
karbon bulunduğunu gösterir. (A ynca bak. ortak inançları vardır. Buna karşılık yaşadık­
Karbon .) ları bölgenin gelenek ve göreneklerinden,
B azı m a d d e le r kızgın b ir alev d e b u h a rla ştığ ı inançlarından, düşünce akımlarından ve uy­
(gaz h a lin e geçtiği) z a m a n alevi değ işik b ir garlık düzeyinden etkilenen Aleviler değişik
re n g e b o y a r. Ö rn e ğ in b a k ır b ileşik leri yeşil, inanç sistemleri geliştirmişlerdir. Suriye, Irak,
sodyum b ileşik leri p a rla k sarı, kalsiy u m ve İran, Mısır, Hindistan, Kuzey Afrika, O rta
stro n siy u m b ileşik leri ise kırm ızı alev v erir. Asya ve A nadolu’yu kapsayacak kadar geniş
P a tla rk e n re n k re n k ışık lar saçan h av ai fişek ­ bir alana yayılan Alevilik her bölgede değişik
le r bu m a d d e le rle y ap ılır (bak. HAVAİ FİŞEK). özellikler taşır.
K im y a d a, ö zellik le “ nicel ç ö z ü m le m e ” d e n e n Türkiye’deki Alevilik ile İran ’daki Şiilik
la b o ra tu v a r y ö n te m le rin d e alev te stle rin in tem elde birbirinden ayrılan inanç sistemleri­
özel b ir ö n e m i v a rd ır. (A ynca bak. KİMYA.) dir. H er ikisi de A li’den önceki halifeleri
tanımam ak ve ehlibeyte bağlılık konusunda
ALEVİLİK, halife A li’ye bağlı olan m ezheple­ uyuşur. Am a Türkiye’deki Alevilik ibadet
rin ortak adıdır (bak. Alİ, H z.). Başlangıçta, biçimlerinde bile İslam öncesi Şaman inançla­
Hz. M uham m ed’in ölümünden sonra halifeli­ rının izlerini taşır. O rta Asya Türkleri İslam
144 ALFABE

dinini benim sediklerinde bu yeni dini eski da ise çölde aç ve susuz bırakılarak öldürü­
Şaman inançlarına göre yorumlamışlardı. Bu len Hz. Hüseyin’in anısına 12 gün oruç
inançlardan birçoğu göçebe Türkm enler ara­ tutarlar. Yasla geçen bu süre içinde yalnız
cılığıyla A nadolu’ya taşınmış, özellikle Alevi­ içmek için değil yıkanmak için bile su kullan­
ler arasında varlığını sürdürm üştür. Örneğin mazlar.
O rta Asya T ürkleri’nce kutsal olan kayın Aleviler’in en önemli dinsel etkinliği “cem
ağacı Aleviler’ce de kutsal sayılır ve bu ayini” denen toplantılardır. Bu toplantılar
topluluğun önderi olan Alevi dedeleri ellerin­ genellikle kış aylarında ve dedenin önderli­
de birer kayın dalı taşır. ğinde yapılır. Yatalak ya da hasta olanlar ve
Alevilik 13. yüzyıldan sonra A nadolu’da suç işleyenler dışında kadın, erkek, büyük,
yayılmaya başladı. Aleviler’in bir kolu olan küçük herkes cem ayinine katılmak zorunda­
H urufiler’in T im ur’un ordusundan kaçıp dır. Toplantıyı yöneten dede Alevi inançları­
Ara Güler Arşivi nın özünü anlatır ve bu konuda öğütler verir.
A rdından Alevi şairlerin “deyiş” adı verilen
dinsel şiirleri türkü biçiminde ve saz eşliğinde
okunur; kadınlar ve erkekler “sem ah” denen
oyunlar oynarlar. Kurban etinden yapılan
yemekler dağıtılır ve Alevi dedesi topluluk
içindeki anlaşmazlıkları çözerek suç işleyenle­
ri cezalandırır.
Aynı kökenden gelen Alevi ve Bektaşi
inançları arasında büyük bir ayrım yoktur.
Yalnız sonradan Bektaşi olunabilir, ama in­
san ancak Alevi olarak doğar. Alevilik daha
Hz. Ali'nin tabutunun deve sırtında bilinmeyen bir çok kırsal kesimde, Bektaşilik ise kentlerde
yere götürülüşünü simgeleyen bir Alevi resmi. yayılmıştır.
A nadolu’ya yerleşmesi, O rta Asya’dan göç
eden bilgin ve ozanların etkisi, İran H üküm ­ ALFABE. Bir alfabenin harfleri, o dildeki
darı Şah İsmail’in “Şah H atayi” takm a adıyla seslerin yerini tutan işaretlerdir. Örneğin bir
ve Türkçe yazdığı Alevi şiirleri bu mezhebin p, s ya da d harfi gördüğümüzde, her harfin
A nadolu’da benimsenmesinde etkili olmuş­ belirli bir sesi vermek için kullanıldığını bili­
tur. Sarı Saltık gibi “eren” denen kişiler riz. Bu harfleri bir sözcüğün içinde gördüğü­
A nadolu’da Alevilik’in öncüleri sayılır. Am a müz zaman da o sözcüğü söyleyebilmek için
bu inancın yayılmasında en büyük pay Alevi hangi sesleri çıkarmamız gerektiğini anlarız.
mezhebinin bir kolu olan Bektaşilik’in Alfabe sözcüğü, Yunan alfabesinin ilk harfle­
kurucusu Hacı Bektaş Veli’nindır (bak. BEK­ ri olan alfa ve beta'dan gelmedir. Alfabe ile
TAŞİLİK; HACI B ek ta ş V e l î ). Sonraki dönemde eşanlamlı kullanılan abece sözcüğü ise Türk
Otm an Baba gibi erenlerin, Nesimi, Fuzuli, alfabesinin ilk üç harfinin okunuşudur.
Pir Sultan A bdal, Kul Him m et, Yemini,
Kazak Abdal gibi şairlerin etkisiyle Alevi İlk Yazılar
inançları giderek yayılmıştır. Yazının bulunmasından önce insanlar herhan­
gi bir şeyi akılda tutm ak ya da birine bir haber
Alevi Törenleri bırakm ak gerektiğinde o nesnenin ya da
Aleviler’i Sünni ve Şii M üslüm anlar’dan ayı­ eylemin resmini çizerlerdi. Bundan 6.000 yıl
ran en önemli özellik ibadet biçimleridir. kadar önce Babil’de, Mısır’da ve Çin’de
Aleviler K uran’a ve hadislere inanır, ama insanlar hep resimyazıyla anlaşıyorlardı.
namaz, oruç ve hac konusundaki inançlarıyla İlk zamanlar bir ayak resmi gören herkes
öbür İslam m ezheplerinden ayrılırlar. Hz. yalnızca bir “ayak” düşünürdü. Sonraları aynı
Ali’nin doğum günü kabul edilen Nevruz (21 resim ayakla ilgili başka bir düşüncenin,
Mart) Aleviler’in bayramıdır. Muharrem ayın­ örneğin “yürüm ek” eyleminin simgesi oldu.
ALFABE 145

Yalnız nesneleri değil kavramları da anlatabi­ yer alırsa alsın “n” harfi hep aynı biçimde
len bu resimyazıya ideografik yazı ya da yazılıyordu. Böylece bu insanlar, konuşurken
“düşünce yazısı” denildi. çıkardıkları bütün seslerin yerini tutan bir dizi
Aynı resim herkesin aklına değişik şeyler işaret belirlediler, yani bir alfabe oluştur­
getirdiği için ideografik yazı aslında pek dular.
kullanışlı değildi. Birinin bu yazıyla bıraktığı İÖ 1500-1000 yılları arasında Kuzey Sami
bir haber, gönderenin amacından çok değişik alfabesi Kenan, Aram i, Güney Sami ve Yu­
biçimde algılanabiliyordu. İnsanlar yanlışlık­ nan olmak üzere dört kola ayrılmıştı. Bugün
lara yol açmamak için, sonunda düşünceleri Türkiye’de ve birçok ülkede kullanılan Latin
çağrıştıran resimlerden vazgeçip “sözcük”leri alfabesinin kökeni Yunan alfabesidir. Y unan­
tam anlamıyla resimlemeyi denediler. A rtık lılar ise kendi alfabelerini büyük olasılıkla
bir sözcüğü anlatmak için bir ya da birkaç Fenikeli denizcilerden alarak geliştirmişler­
resim çizmek gerekiyordu. Örneğin önce bir dir. İÖ 1. yüzyılda Rom alılar Yunanistan’ı ele
baş, hemen yanına bir arı resmi yapıldığında geçirdikleri zaman Yunan alfabesindeki harf­
bu iki sözcük birlikte okununca “başarı” lerin biçimlerini değiştirdiler ve birçok çağ­
sözcüğü ortaya çıkar. Bu iki resmin, düşünce daş alfabenin kaynağı olan Latin alfabesi
yazısında olduğu gibi başla ya da arıyla doğdu. Bütün alfabeler birbirinden türerken,
kavram ya da anlam ilişkisi yoktur. H er hece dilin ses özelliklerine göre sürekli değişiklik
için ayrı bir resim yapıldığından bu tür yazıya geçirir. Örneğin Rom alılar’ın kullandığı ilk
hece yazısı da denir. Bu anlatım biçimi Latin alfabesinde yalnızca 21 harf vardı.
kuşkusuz çok uzun zaman alır; üstelik her Çağdaş Türk, İngiliz ya da Fransız dillerinde­
heceye uygun resimleri bulmak da çok kolay ki değişik sesleri karşılayabilmek için bazı
bir iş değildir. harflerden iki, üç ayrı harf doğmuştur. Bu
nedenle aynı kökenden gelen İngiliz ve Fran­
Alfabeyle Yazı Yazma sız alfabelerinde 26, Türk alfabesinde ise 29
Bugün bütün düyada bizim kullandığımızdan harf vardır.
başka alfabeler olduğu gibi, geçmişte de pek
çok alfabe kullanılmıştır. Örneğin A raplar’ın Türk Alfabeleri
ve Ruslar’ın kullandıkları alfabeler Latin alfa­ Türkçe yeryüzünün en çok alfabe değiştirmiş
besinden çok değişiktir. Bununla birlikte uz­ dilidir. T ürkler’in 5. ve 9. yüzyıllar arasında
manların çoğu bütün çağdaş alfabelerin bun­ kullandıkları ilk ve en eski alfabe G öktürk
dan 3.500 yıl kadar önce Doğu Akdeniz alfabesidir. Yenisey ve O rhon ırmakları kıyı­
kıyılarında kullanılan Kuzey Sami kökenli tek sındaki yazıtlarda kullanılmış olan bu alfabe
bir özgün alfabeden doğduğunu ileri sürerler. sağdan sola doğru yazılırdı. H arfler bitişik
Kuzey Sami alfabesinin ise Eski Mısır yazısı­ yazılmadığı için bu yazıya “rünik Türk yazısı”
nın gelişmesiyle ortaya çıktığı sanılmaktadır. da denir. Bu alfabede 38 harf, ayrıca haflerin
M ısırlılar’m, her biri bir tek harfin ya da tek ses değerini değiştiren çok sayıda işaret bulu­
harfli bir sözcüğün yerini tutan 24 işaretten nuyordu. G öktürk yazısını ilk kez 1893’te
oluşmuş bir yazı sistemleri vardı. Resimyazı DanimarkalI dilbilimci Vilhelm Thom sen
ile düşünce yazısının karışımı olan bu sistem okumuştur.
hiyeroglif adıyla bilinir ve tek tek harfleri Uygur alfabesi T ürkler’in kullandığı ikinci
karşıladığı için gerçek bir alfabe sayılabilir alfabedir. 8. yüzyılda G öktürk egemenliğine
(bak. HİYEROGLİF). son veren Uygurlar tarafından ve Sogd alfa­
Doğu Akdeniz kıyılarında yaşayan Samiler, besinde küçük değişiklikler yapılarak oluştu­
bir dilin bütün sözcüklerinin sınırlı sayıda rulmuştur. 18 harften oluşan bu alfabe sağdan
sesten oluştuğunu ve aynı sesi verm ek için sola ve bitişik olarak yazılırdı.
hep aynı işaretin kullanılabileceğini fark etti­ Türkler’in İslam dinini benimsemesinden
ler. Sözgelimi “n” sesi hangi sözcükte bulu­ sonra, 10. yüzyıldan başlayarak Uygur alfabe­
nursa bulunsun, hatta “n ar” , “ana” ve “gün” si yerini A rap kökenli Türk alfabesine bıraktı.
örneklerinde olduğu gibi sözcüğün neresinde Türkler, ilk iki harfinin adıyla “elifba” olarak
146 ALFABE

Resim- Çiviyazısına Gerçek ya da


KENAN-
yazının dönüşen İlk Babil türetilm iş YUNAN LATİN TÜRK
FENİKE
ilk biçim i resimyazı yazısı anlam
ALFA A A A
j - V
kuş
3 3 BETA 0 B B
T GAMMA p c CÇGĞ

& eşek

W
DELTA

EPSİLON
^
£
D
E
D
E
F
tahıl Y DİGAMMA p F
m -
~C x z ZETA ^ Z Z
v 'v 'v meyve & v\ ETA H H H
,v v ,v
Vy V, bahçesi TETA 0
İOTA | I Iİ J
toprak
m rp
' V sürmek X ?+ ^
KAPPA K K
61 LAMBDA A L L
Yukarıdaki tabloda günümüzden yaklaşık 6.000 yıl Mü m M M
önce resimyazının nasıl çiviyazısına dönüştüğü
görülüyor. Yumuşak kil tabletlerin üzerine sivri uçlu
bir aletle bastırarak çivi biçimindeki bu işaretleri
1 *7 Nü M N N
yapmak eğri ve yuvarlak işaretleri yapmaktan daha m KSİ “ X
kolaydı. o o OMİKRON 0 O OÖ
V ) Pi TJ P P
f ©X A___ ü <-nl. n-/w SAN ^
Q Q
T f? KOPPA

1 p
1 RO R R
Vv SİGMA £ S SŞ
: "lorta *6 'in mrr
it : v j /t : X tau y T T
UPSİLON V UÜ V
iKMt
o
3 Fİ ^
KHİ X
psi y Y
OMEGA
4

Üstte: Yaklaşık 3.500 yıl önce ilk kez Doğu Akdeniz


: j v h m h : m m m : halklarının kullandığı harflerden Latin ve Latin
kökenli Türk alfabesine geçiş aşamaları.
2 5
6
TAK0B

m ib
7
T0J10B
Solda: (1) Mısır hiyeroglifleri. (2) Çin yazısı. (3) İbrani
M V L T V S E S T yazısı. (4) Arap yazısı. (5) Göktürk yazısı. (6) Rusça
C01IHA
Kiril yazısı. (7) U ygur yazısı. (8) Yazıtlarda ve madeni
8 paralarda kullanılan Roma harfleri.
ALFRED 147

da anılan bu alfabeyi 1.000 yılı aşkın bir süre nılmaya başlandı. Yeni Türk alfabesi sekizi
kullandılar. “Eski yazı” dediğimiz yazılar hep ünlü, 21’i ünsüz 29 harften oluşur. Türkler ve
bu alfabeyle yazılmıştır. A rap kökenli Türk T ürkler ile iç içe yaşayan bazı halklar zaman
alfabesinde 31 harf vardı, ama bazı harflere zaman T ürkçe’yi başka alfabelerle de yazmış­
lardır. Bunlar arasında özellikle Sogd, M ani,
YENİ TÜRK Brahmi, Süryani-Nasturi, Yunan, Erm eni,
ARAP KÖKENLİ
TÜRK ALFABESİ ALFABESİ G ürcü, İbrani ve Kiril alfabeleri anılabilir.

' elif A a Öbür Alfabeler


V be B b Çağdaş İngiliz, Alm an ve İskandinav dillerini
V pe C c doğrudan etkileyen başka bir yazı biçimi de
O te rünik alfabedir. 3. yüzyılda İskandinavya’da
Ç ç
ili se D d kullanılan bu alfabe bugün bile İsveç’in uç
E e bölgelerinde yaşayanlarca unutulmamıştır. 24
cim
harften oluşan rünik alfabenin Yunan ve
E- çim, çe F f
Latin alfabelerinden doğduğu sanılıyor. Ama
C ha G g
tahta, m aden ve taşlara oyulan harfler zam an­
t h, Ğ ğ la biçim değiştirerek Yunan ve Latin harfle­
^ dal H h rinden farklılaşmıştır.
i zel 1 ı Ayrıca dilbilimciler, bir sözcüğün nasıl
J re İ i söyleneceğini belirtm ek üzere her sesin ayrı
j ze J j bir simgeyle gösterildiği özel bir alfabe kulla­
J je K k nırlar. Buna fonetik alfabe denir. (.Ayrıca
w0 sin L 1 bak. F o n e t ik .)
er şin, şın M m
sat N n ALFRED (849-899). Büyük Alfred İngiltere’
dat 0 o yi D anlar’ın istilasından kurtaran kraldır. B u­
-k tı Ö ö günkü D anim arkalılar’ın ataları olan bu sa­
-1o zı P P
vaşçı Vikingler’e birçok kez yenilmiş, ama so­
R r nunda onları ülkesinden çıkarmayı başarmış­
fL ayın
tır. Alfred bu savaşlardan birinden dönerken
^ gayın S s
yaşlı bir kadının kulübesinde konaklamıştı.
fe ş ş Kralı tanımayan kadın onu ateşte pişen çörek­
<J kaf T t
lere bakm akla görevlendirmiş, derin düşünce­
iJ kef U u lere dalarak çörekleri yakınca da dikkatsizliği
J lam Ü ü yüzünden azarlamıştı.
f mim V v A lfred, Tham es Irm ağı’nın güneyindeki
j nun Y y Wessex Krallığı’nı yönetiyordu. O zamanlar
J vav Z z İngiltere’de ayrı ayrı birçok krallık vardı.
he İsveç’ten gelerek D anim arka’ya yerleşen
iS ye D anlar iyi eğitilmiş ateşli savaşçılardı ve
A vrupa’nın birçok yeri ile İngiltere’nin öteki
bölgelerini daha önce istila etmişlerdi. İlk
birtakım küçük işaretler eklenerek değişik gelişlerinde Wessex ordularını da yendiler ve
sesleri veren yeni harfler elde edilebiliyordu. Alfred ancak para karşılığında bu istilacıları
T ürkçe’nin yazılmasında yeterli olmayan ülkesinden çıkarabildi.
bu alfabe, Cum huriyet’in ilanından sonra Birkaç yıl sonra D anlar, kralları G uthrum ’
1928 tarihli bir yasayla uygulamadan kaldırıl­ un yönetiminde yeniden geldiler. Am a bu kez
dı ve 1 Ocak 1929’dan sonra bütün yazışma­ hazırlıklı olan Alfred 878’de D anlar’ı Eding-
larda Latin kökenli yeni Türk alfabesi kulla­ ton’da yendi. Guthrum W essex’i terk etmeyi
148 ALGLER

ve Hıristiyan inancına uygun olarak vaftiz kadar alıç türü vardır. Bunlardan en yaygını,
edilmeyi kabul etti. hemen her bölgede yetişen ve meyveleri ipe
Danlar 892’de üçüncü kez Wessex’e geldi­ dizilerek satılan Crataegus orientalis’tir. Bu
ğinde Alfred iyice hazırlanmıştı ve İngilte­ türe A nadolu’da geyikdikeni de denir. Öbür
re ’nin bütün halkı bu savaşta onu önderleri alıç türlerinin de yemişen, ekşimuşmula, ed-
olarak görüyordu. Alfred ordusunu savaşa ran gibi ilginç adları vardır.
hazırlayabilmek için köylülerin yarısını top­ Alıç ağacının gövde kabuğunda o kadar çok
rakta çalıştırırken, yarısına savaş eğitimi ver­ çatlak ve yarık vardır ki, ağaç olduğundan
dirmiş ve bu grupları belirli aralarla değiştire­ daha yaşlı görünür. Bitkinin dalları oldukça
rek her zaman savaşa hazır eğitimli bir ordu esnek, körpe yaprakları ise koyu zümrüt
kurmuştu. Ayrıca D anlar’ı denizde de yen­ yeşilidir. Yabani alıçlardan çoğunun çiçekleri
mek için büyük bir filo donatmış ve her biri kar gibi bembeyaz küm eler oluşturur. Park ve
kendi çevresindeki bölgeyi koruyacak olan bir bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen türle­
dizi kale yaptırmıştı. rin çiçekleri ise genellikle pembe ya da parlak
Bütün bunlara karşın A lfred’in orduları an­ kırmızıdır.
cak dört yıl sonra, 896’da D anlar’ı ülkeden Alıcın küçük ve yuvarlak meyveleri bitki­
çıkarabildi. A lfred’in bu zaferi, o yıllarda nin türüne gör-e 5 mm ile 2 cm çapında, sarı,
A vrupa’da birçok yeri istila eden D anlar için kırmızı ya da turuncu renktedir. Tadı genel­
ilk büyük yenilgiydi. likle hafif ekşimsi olan bu meyveler tıpkı elma
Korkunç savaşlardan sonra ülkesinde düzeni gibi bir “yalancı meyve”dir. Yani çiçek sapı
yeniden sağlayan Alfred, adaleti gerçekleşti­ şişkinleşmiş ve gerçek meyve olan yumurtalığı
rebilmek için eski İngiliz yasalarına açıklık dıştan kuşatmıştır (bak. MEYVE). Kışın dondu­
getirdi, yoksulları koruyacak yasalar koydu. rucu soğuklar başladığında alıcın meyvesi
Dan istilaları sırasında öğrenime ayıracak kuşların en önemli yiyeceği olur. Bu yüzden
zaman bulamamıştı, ama sonradan sarayında A nadolu’da bazı alıç türlerine kuşyemişi de
bir okul kurdu ve öbür ülkelerden bilginleri denir.
öğretm en olarak çağırdı. Savaşta çok zarar Alıcın sert ve sağlam odunundan tokm ak,
gören manastırları yeniden eğitim ve bilim alet sapı ve oymabaskı blokları yapılır. Tansi­
yuvalarına dönüştürm ek için uğraştı. yon düşürücü, dam ar sertliğini önleyici ve
sinirleri yatıştırıcı özellikler taşıyan çiçekleri
ALGLER bak. Y o sun lar. de birçok ilacın hammaddesidir.

ALIÇ, gülgiller familyasından bir grup dikenli ALIŞVERİŞ. İnsanlar binlerce yıl önce avcılık
çalı ve ağaççığın ortak adıdır. Anayurdu yaparak ve doğada kendiliğinden yetişen bit­
kuzey yarıkürenin ılıman bölgeleri olan bu kileri, meyveleri toplayarak yaşarlardı. Alet
bitkiler genellikle ormanlık ve taşlık yerlerde ya da çömlek yapmak, tanm ürünleri yetiştir­
yetişir. Türkiye’de yabani olarak yetişen 20 mek gibi özel beceriler edindikçe herkes
bütün gereksinimlerini kendisi üretm ektense
en iyi yaptığı işlerle uğraşmaya başladı. Kendi
ürettiği malları başka insanların yaptığı mal­
larla değiş tokuş ederek öbür gereksinimlerini
karşılayabiliyordu. Bu ticaretin başlangıcıydı.
Takas olarak bilinen bu basit ticaret sistemi­
nin kalıntıları günümüzde de sürm ektedir.
Örneğin pul koleksiyoncuları bir seriyi ta­
mamlamak için birbirleriyle pul değiş tokuşu
yaparlar.
Zam anla insanlar üretim tekniklerini geliş­
tirdi, daha çok besin, giyecek, çanak çömlek
üretmeye başladı. A rtık ticarette takas siste-
ALIŞVERİŞ 149

mi yeterli olmuyordu. Bu sorun paranın rak bir fiyat saptar. Eğer belirlenen fiyat çok
bulunmasıyla çözüldü. İnsanlar önce altın, yüksekse o mal satılmaz ve üretici ya da satıcı
gümüş gibi değerli madenleri ya da öküz gibi fiyatı düşürm ek zorunda kalabilir. Pazarlık
çiftlik hayvanlarını para yerine kullandılar. yöntemi bugün bile birçok ülkede geçerlidir.
Am a değerli m adenler zaten az bulunuyor,
yanında birkaç öküz taşıyarak alışverişe çık­ Açık Artırmalar
mak da pek kolay olmuyordu. Bu nedenle bu Fiyatın alıcı tarafından belirlendiği başka bir
değerli malların yerini zamanla madeni ve alışveriş biçimi de açık artırm alardır. Özellik­
kâğıt paralar aldı. Günüm üzde mal ve hizmet le antika eşyalar açık artırm ayla satılır. Ayrı­
alım satımında para, çek ya da kredi kartı ca çiftlik hayvanlarının satıldığı hayvan pazar­
kullanılır (bak. B a n k a l a r v e B a n k a c il ik ). lan ile toptan balık ve çiçek satışlarında da bu
yöntem uygulanır. Açık artırm a tellalı, malla-
Fiyat n sahipleri adına satışa çıkarır ve fiyatı en çok
Bir malı satın almak ya da bir hizmetten artıran kişiye satar. Bu satışlarda tellal genel­
yararlanm ak için ödenen para, o malın ya da likle düşük bir fiyat söyler ve alıcılann artır­
hizmetin fiyatıdır. Eskiden her malın fiyatı masını bekler. H ollanda’da uygulanan açık
satış sırasında, alıcı ile satıcı arasındaki pazar­ artırm alarda ise tellal satışı yüksek bir fiyatla
lık sonucunda belirlenirdi. Alıcı belli bir mala başlatır ve birisi elini kaldırıp uygun bulduğu­
karşılık satıcının istediğinden daha düşük bir nu belirtinceye kadar fiyatı düşürmeye devam
fiyat önerir; satıcı ilk söylediğinden düşük, eder. H er iki açık artırm anın da tem eli, öbür
ama alıcının önerdiğinden yüksek bir fiyat isteklilerin ödeyebileceği en yüksek fiyatı
söyleyerek buna karşı çıkar. Sonunda belirle­ tahm in ederek malı en ucuza almaya çalış­
nen fiyat, alıcının o mal için en çok ne kadar maktır.
ödemeyi kabul edeceğini ve satıcının en az
kaça satmaya razı olacağını gösterir. Bir Dünya Pazarı
yanda alıcının o mala sahip olabilmek için Yüzyıllardır ulaşım, haberleşm e ve depolam a
duyduğu istek, öte yanda satıcının malını ve­ alanlanndaki gelişmeler pazarları genişletmiş­
rerek paraya dönüştürm e isteği fiyatın belir­ tir. Eskiden örneğin çiftlik ürünleri yerel
lenmesinde çok önemlidir. pazarlarda alınıp satılırdı; oysa bugün tahıl,
Bugün dükkânlardaki mallara iliştirilen fi­ şeker, petrol ve daha birçok ürün için bir
yat etiketleri de gene arz (piyasadaki mal “dünya pazarı” vardır. Günüm üzün ileri ileti­
miktarı) ve talebe (satın alma isteği ve gücü) şim tekniği birçok hamm addenin bütün dünya
göre belirlenir. Malı üreten işletme, o mala ülkeleri arasında alınıp satılmasına olanak
duyulan gereksinimi göz önünde bulundura- sağlıyor. Birçok hamm adde ve besin maddesi
The Hutchison Library de daha üretilm eden alınıp satılıyor. Böylece
sanayiciler, hamm adde ellerine geçtiğinde ne
kadar ödeyeceklerini bildikleri için gelecekte­
ki üretimlerini planlayabiliyorlar. H am m ad­
delerin alınıp satıldığı bu özel pazarlar ve
şirket hisse senetlerinin alım satımını örgütle­
yen menkul değerler borsaları B orsa v e K a m -
Bİy o maddesinde incelenmiştir.

Para Birimleri
Yüzyıllardır alışverişin gelişmesine yardımcı
olan para da bir mal gibi alınıp satılır. H er
ülkenin ayrı para birimi vardır; örneğin Türk
lirası, Am erikan doları, İngiliz sterlini, Fran­
Meyve ve sebze pazarlarında alışverişin basit ve
temel ilkeleri geçerlidir. Fotoğrafta Fas'ta bir sebze sız frangı gibi. Yabancı bir ülkeden bir mal
pazarı görülüyor. satın alabilmek için önce o ülkenin parasın­
150 ALİ

dan yeterli m iktarda sağlamak gerekir. Para M uham m ed’in bu görevi Hz. A li’ye verdiğini
birimlerinin alışverişindeki kurallar ve fiyatlar ve halifeliğin onun hakkı olduğunu’savundu­
döviz borsalarında belirlenir. Ö bür pazarlar­ lar (bak. ALEVÎLİK). Am a Hz. A li’nin de
da olduğu gibi burada da bir mala, örneğin bulunduğu altı kişilik bir kurul uzun tartışm a­
Kanada dolarına çok talep olursa o malın lar sonunda Hz. Ebubekir’i halife seçti. Baş­
değeri artar; yani Kanada doları almak için langıçta bu seçimi onaylamadığı halde M üslü­
daha çok Türk lirası ya da Am erikan doları m anlar arasında karışıklık çıkmaması için
ödemek gerekir. Birçok ülkenin ticarette sonuca razı olan Hz. Ali, kendisinden önceki
kullandığı Am erikan doları, bu borsaların en ilk üç halife (Ebubekir, Öm er ve Osman)
değerli para birimlerinden biridir. döneminde yalnızca din işleriyle uğraştı. Am a
Hz. O sm an’ı öldüren ayaklanmacıların isteği
ALİ, Hz. (598-661). Hz. M uham m ed’in amca­ üzerine 656’da halifeliği kabul etm ek zorunda
sının oğlu olan Hz. Ali, peygamberin ölümün­ kaldı.
den sonra onun vekili olarak seçilen ilk dört Hz. M uham m ed’in eşi Hz. Ayşe, ilk Müslü-
halifenin sonuncusudur. Amcası Ebu Talib m anlar’dan Talha ve Zübeyr ile Suriye Valisi
yoksul düşünce, Hz. M uhammed yeğeni Muaviye Hz. A li’nin halifeliğine karşı çıktı­
Ara Güler Arşivi lar. Basra’ya geçerek, Hz. O sm an’a karşı
olanlardan çoğunu öldürdüler. Irak ’ın ikinci
büyük kenti Kûfe’den sağladığı destekle Bas­
ra’ya giden Hz. Ali önce Talha ve Zübeyr ile
uzlaşmayı denedi, ama sonuç alamadı. Hz.
Ayşe’nin bindiği deve nedeniyle Cemel (D e­
ve) Vakası olarak bilinen bu ayaklanma, iki
Müslüman ordu arasındaki savaşı Hz. A li’nin
kazanmasıyla bastırıldı.
Hz. Ayşe ile yandaşları Talha ve Z übeyr’i
yendikten sonra Hz. Ali bir elçi göndererek
Suriye Valisi M uaviye’den kendisini halife
olarak tanımasını istedi. Hz. O sm an’ın öcünü
Aslan Hz. A li'nin sim gelerinden biridir. Bu halk almaya kararlı olan Muaviye bu isteği geri
resmindeki şekiller Arapça "A li" sözcükleriyle
oluşturulm uştur. çevirince, 657’de iki taraf arasında savaş
başladı. Sıffin Savaşı olarak adlandırılan bu
A li’yi evlat edindi. Peygamberin yanında çarpışmalarda Hz. A li’nin ordusu üstün du­
büyüyen Hz. Ali İslam dinini ilk benimseyen­ rumdayken, M uaviye’yi destekleyen eski Mı­
lerden biridir. 10 yaşındayken Müslüman sır Valisi A m r bin A s’ın önerisiyle askerler
oldu ve Hz. M uhammed M edine’ye göç ede­ mızraklarının ucuna Kuran sayfalan taktılar.
ceği zaman, yokluğu anlaşılmasın diye onun Hz. A li’nin askerleri de K uran’a kılıç çek­
yatağında yatarak kaçmasına yardım etti. m ekten kaçınınca, bu anlaşmazlığın hakem ler
Daha sonra peygamberin ardından M edine’ye önünde ve K uran’a uygun olarak çözülmesi
giderek Hz. M uham m ed’in kızı Hz. Fatm a ile kararlaştırıldı. Ne var ki Muaviye’nin hakemi
evlendi; bu evlilikten Haşan ve Hüseyin A m r bin As, Hz. A li’nin hakemi Ebu M usa’yı
adında iki oğlu oldu. etkiledi ve sonuçta Hz. Ali halifelikten alına­
İslamiyet’in güçlenmesi için girişilen bütün rak yerine Muaviye seçildi.
din savaşlarına katılan Hz. Ali 624’teki Bedir, Hz. A li’nin askerlerinden bir grup bu ha­
625’teki Uhud ve 627’deki Hendek savaşların­ kemliği ve M uaviye’nin halifeliğini K uran’a
da bulundu; 632’de Yem en’e yapılan seferde aykırı bularak ordudan ayrıldı. Hariciler de­
de Müslüman ordusunu yönetti. nen bu toplulukla savaştıktan sonra Kûfe’ye
Hz. M uham m ed’in ölümünden sonra, onun çekilen Hz. Ali bu kentte bir Harici tarafın­
yerini alacak halifenin seçimi M üslümanlar dan zehirli kılıçla vurularak öldürüldü.
arasında büyük bir sorun oldu. Bazıları Hz. Başta A llah’ın Aslanı olmak üzere birçok
ÂLİ PAŞA 151

sıfatı olan Hz. A li’nin Kuran, hadis ve fıkıh ÂLİ PAŞA (1815-1871), Islahat Ferm anı’nı
alanlannda derin bir bilgisi, güçlü bir söylev hazırlayarak yürürlüğe koyan Osmanlı devlet
yeteneği vardı. Konuşmaları, özdeyişleri ve adamıdır. 1830’da Divan-ı Hüm ayun kâtibi
vaazları Nehcul-Belaga (“Güzel Sözler Kıla­ olarak ilk devlet görevini üstlendiğinde 15
vuzu”) adıyla, şiirleri de Divan-ı A li adıyla yaşındaydı. Üç yıl sonra yeni kurulan Tercü­
derlenmiştir. Savaşlardaki kahramanlıklarını me O dası’na atandı. Tanzimat döneminin
anlatan halk öyküleri de yüzyıllar boyunca devlet adamları için neredeyse bir okul niteli­
dilden dile dolaşmıştır. ği taşıyan bu kurum da ve 1835’te görevli
olarak gittiği Viyana’da mesleğinin bütün
ALİ KUŞÇU (ölümü 1474). Büyük astronomi inceliklerini öğrendi. 1838’de Londra elçiliği­
ve m atematik bilgini Ali Kuşçu, Timur İmpa- ne atanan M ustafa Reşid Paşa ile birlikte
ratorluğu’nun başkenti Sem erkant’ta doğdu. İngiltere’ye giderek paşanın güvenini kazan­
Sarayın doğancısı olan babası avda kullanıla­ dı. Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinde
cak yırtıcı kuşları eğitir, bu yüzden bütün aile çeşitli devlet görevlerinde bulunan Âli Paşa
“Kuşçu” lakabıyla tanınırdı. O çağda Semer- beş kez sadrazamlık, sekiz kez de dışişleri
kant büyük bir bilim merkezi, Timur H üküm ­ bakanlığı yapmıştır.
darı Uluğ Bey de ünlü bir astronomi bilginiy­ 1855’teki ikinci sadrazamlığı sırasında, Kı­
di. Ali Kuşçu Uluğ Bey’in önce öğrencisi, rım Savaşı’nı sona erdiren Paris K onferansın­
sonra yakın dostu ve çalışma arkadaşı oldu. da Osmanlı D evleti’nin temsilcisiydi. Bu kon­
Uluğ Bey Sem erkant’taki gözlemevinin başı­ feransta kapitülasyonların kaldırılması için
na Ali Kuşçu’yu getirdi ve birlikte çalışarak girişimlerde bulunduysa da başarılı olamadı.
Zic-i Uluğ Bey adıyla bilinen ünlü yıldız 1856’da büyük Avrupa devletlerinin istekleri
katalogunu hazırladılar (bak. U l u ğ B e y ). üzerine Islahat Ferm am ’m hazırlayarak Müs­
Uluğ Bey’in öldürülmesinden sonra artık lüman olmayan halkın durum unu yeniden
Sem erkant’ta kalmak istemeyen Ali Kuşçu düzenledi. Bu girişimi sert tepkilerle karşıla­
uzun bir yolculuğa çıktı. Tebriz’de bulunduğu nınca görevden alındı. 1858’de üçüncü kez
sıralar kendisine büyük bir saygı ve ilgi sadrazamlığa getirilen Âli Paşa, Kırım Sava-
gösteren Akkoyunlu H üküm darı Uzun Ha- şı’ndan sonra bozulan mali durumu düzeltm e­
san’ın isteği üzerine bu kente yerleşti. Uzun ye uğraştı. Büyük güçlüklerle alman dış borç­
Haşan bilgine öylesine değer veriyordu ki, ların gereksiz yere kullanılmaması için saray
Osmanlı sarayına barış elçisi olarak Ali Kuş­ giderlerinde kısıntı yapınca bir kez daha
çu’yu gönderdi. Fatih Sultan M ehmed de bu görevden alındı.
ünlü bilgini İstanbul’da görkemli bir törenle 1861’de tahta çıkan Abdülaziz döneminde
karşılayarak çalışmalarını kendi yanında sür­ Âli Paşa iki kez daha sadrazamlığa getirildi.
dürmesini istedi. Fatih’in önerisini sevinçle 1867’de başlayan ve ölümüne kadar süren
karşılayan Ali Kuşçu, elçilik görevini yerine beşinci sadrazamlığı büyük önem taşır. O
getirdikten sonra İstanbul’a yerleşti ve Aya- yıllarda çıkan Sırbistan ve Girit sorunları Âli
sofya M edresesi’nde hocalık yapmaya başla­ Paşa’nın çabalarıyla çözüldü. Am a Sırbistan’
dı. Onun zamanında astronomi öğretiminde daki bazı yerler ile Belgrad’ı Sırplar’a bırak­
yeni bir çığır açıldı ve değerli bilginler yetişti. ması ve G irit’e özerklik tanıması sert eleştiri­
Ali Kuşçu yalnızca titiz gözlemleriyle değil lerle karşılandı.
kuramsal m atematik bilgisiyle de çağının as­ 1869’da Fuad Paşa’nın ölümü üzerine dışişle­
tronomi bilginleri arasında özel bir yer edin­ ri bakanlığını da üstlenen Âli Paşa devlet
miştir. 1457’de yazdığı bir astronomi kitabın­ içindeki gücünü daha da artırdı. Bu arada
da Ay ve Güneş tutulmalarını incelerken Mısır Valisi İsmail Paşa’nın yönetimde daha
tutulum düzleminin eğikliğini hemen hemen bağımsız davranm a girişimlerine karşı koydu.
bugünkü değerine eşit olarak hesaplamıştı. 1871’de ölümünden birkaç ay önce katıldığı
Ayrıca Fatih Camisi için bir güneş saati yapan ve Rusya ile çıkabilecek bir savaşı önlediği
Ali Kuşçu’nun Arapça dilbilgisi ve sözdizimi Londra Konferansı son göreviydi.
konularında da önemli araştırmaları vardır. Âli Paşa, M ustafa Reşid Paşa ve Fuad Paşa
152 ALİ RIZA

ile birlikte Tanzimat döneminin en önemli edebiyat dili olması için çalıştı. Çağatay lehçe­
yöneticilerindendir. Devlet içindeki gücünü siyle yazan şairin etkisiyle Çağatayca uzun
engelleyeceği düşüncesiyle seçimle oluşturu­ süre “Nevai dili” olarak anıldı.
lacak kurum lara karşı çıktı. Basının ve karşıt­ Çağatay Hanlığı’nın kültür merkezi olan
larının kendisine yönelik eleştirilerini sustura­ H erat’ta doğan Ali Şir Nevai Uygur Türkle-
bilmek amacıyla baskı uyguladı. Yenileşmeci ri’nden Gıyaseddin Kiçkine Bahadır’ın oğlu­
bir politika izleyen Âli Paşa zamanında bütün dur. Babasının evi şair, ressam ve müzikçile-
devlet kuruluşları batıdaki örneklerine uygun rin toplantı yeriydi. Böylece Nevai erken
olarak yeniden düzenlendi; ordu çağdaşlaştı­ yaşta birçok önemli yapıtı okuma olanağı
rılarak güçlendirildi. Âli Paşa dış politikada, buldu. Kardeş gibi büyüdükleri Hüseyin Bay-
Osmanlı Devleti’nin batılı devletler karşısın­ kara sultan olunca onun hizmetine girdi ve 32
da varlığını sürdürebilmesi için çaba harcadı. yıl boyunca danışmanlığını yaptı.
Bu amaçla Müslüman olmayan halkın hakla­ Ali Şir Nevai’nin yetiştiği çağda Çağatay-
rını genişletme doğrultusunda uygulamalara lar’ın resmi dili de, edebiyat dili de Farsça’y­
girişti. dı. Nevai de ilk şiirlerini bu dilde yazdı. Am a
İranlı şairlerden etkilenmesine karşın, bir
ALİ RIZA (H O C A ) bak. H oca Au R iz a . edebiyat dili olarak Türkçe’nin üstünlüğüne
inanıyordu. Bu iki dili karşılaştırmak için
ALİ ŞİR NEVAİ (1441-1501), Türk diline ve yazdığı M uhakem etü’l-Lugateyn (1499; “Söz­
edebiyatına katkılarıyla tanınmış bir şairdir. cüklerin İncelenmesi”) adlı yapıtında Türkçe’
Şairliğinin yanı sıra dürüst, insancıl ve sağ­ nin ses ve anlam inceliklerini, dilbilgisi özel­
duyulu bir devlet adamıydı. Türkçe’nin özel­ liklerini, fiil zenginliğini ve anlatım olanakla­
liklerini inceledi ve Türkçe’nin üstün bir rını inceledi. Saydığı 100 Türkçe sözcükten
İstanbul Millet Kütüphanesi hiçbirinin Farsça’da karşılığı olmadığını gös­
terdi. Bazı nesnelerin Farsça’da bir tek ortak
adı olmasına karşılık Türkçe’de bu nesneler­
den her birinin değişik sözcüklerle adlandırıl­
dığını örneklerle kanıtladı.
Ali Şir Nevai’nin 30’dan fazla yapıtı vardır.
Bunlardan beşi şiirlerini derlediği birer D i­
van’dır. Divanlarından ilk dördü, 110 bin
dizeyi aşan Türkçe şiirlerini içerir; beşincisi
Farsça’dır. Türk edebiyatının ilk “ham se”
yazarı da Ali Şir Nevai’dir. M esnevilerden
oluşan hamsede beş ayrı öykü şiirle anlatılır.
Ali Şir Nevai 1483’te başlayıp iki yılda bitirdi­
ği Ham se'sinde çağının toplum yapısını eleş­
tirmiş, zamanının ikiyüzlü softalarını, bilgiyi
küçümseyip bilgisizi değerli sayanları yermiş­
tir. Öykülerinde alçakgönüllülüğü övmüş, bü­
yüklük taslayan, görevini kötüye kullanan yö­
neticileri eleştirmiştir.
Ali Şir Nevai’nin Mecalisü’n-Nefais'i (1491-
92; “Güzel Toplantılar”) Türk edebiyatının ilk
şairler sözlüğü sayılır. Öbür önemli yapıtları
arasında Lisanü't-Tayr (1498; “Kuşdili”), Ta­
rih-i Enbiya (1485 sonrası; “Peygamberler Ta­
rihi”), Hamsetu l-Müteahhirin (1492 sonrası;
“Yeni Yazarların Hamseleri”) ve M izanü’l-Ev-
15. yüzyıl Türk şairi Ali Şir Nevai. zan (1492 sonrası; “Vezin Ölçüsü”) sayılabilir.
ALKALOİT 153

ALİZE RÜZGÂRLARI. Dönencelerin yakı­ ALKALİ bak. Ba z .


nından ekvatora doğru esen düzenli rüzgârla­
ra alize rüzgârları ya da kısaca alizeler denir. ALKALOİT denen kimyasal m addeler insan­
Bu rüzgârların adı, “yum uşak” anlamındaki lar için hem yararlı, hem tehlikelidir. Çünkü
İspanyolca alisios sözcüğünden Fransızca’ya, hastalıkların tedavisinde kullanılabilecek çok
oradan da dilimize geçmiştir. değerli birer ilaç olan bu m addeler, bir
Alize rüzgârları, ekvatorun kuzeyinde ve yandan da bilinen en tehlikeli zehirleri içerir.
güneyinde yaklaşık 5 ile 25 derece arasındaki Alkaloitler asitlerle birleşerek tuzları oluştur­
enlemleri kapsayan iki kuşak arasında eser. dukları için bitkisel alkali ya da baz olarak
Bir derecelik enlem yayı 111 km olduğuna adlandırılabilir (bak. B a z ).
göre 20’şer enlem derecesini kaplayan alize Alkaloitler çeşitli bitkilerde bulunur: A f­
kuşaklarından her birinin genişliği kabaca yon haşhaş bitkisinin olgunlaşmamış meyvele­
2.200 kilom etredir. Esiş hızı ve doğrultusu rinden, kokain koka yapraklarından, kinin
değişmeyen alizeler bu özelliğiyle ekvatorun kınakına ağacının kabuğundan, kafein çay ve ,
uzağındaki bölgelerde esen bütün rüzgârlar­ kahveden, nikotin ise tütün yapraklarından
dan çok farklıdır. G erçekten de alize kuşakla­ elde edilir. Alkaloitlerin çoğu suda az, alkol­
rında rüzgârsız durgun hava ve fırtına çok de daha kolay çözünebilen renksiz ve kristal­
ender görülür. Bunun yerine sürekli olarak leşmiş katı m addelerdir. Buna karşılık nikotin
hafif ya da orta şiddette bir meltem eser, hava oda sıcaklığında sıvı halde bulunur. A lkaloit­
da her zaman açık ve güneşlidir. H er on gün­ ler ilk uygarlıkların başlangıcından beri bilin­
lük dönemin yedi ya da sekiz gününde bu m ektedir ve tarih bu m addelerin ilaç olarak
m eltem ler kuzey yarıkürede kuzeydoğudan, kullanılmalarına ilişkin öykülerle doludur.
güney yarıkürede ise güneydoğudan eser. Eski Mısırlılar, Yunanlılar ve Rom alılar
Okyanusların üzerinde alizelerin esiş doğrul­ birçok bitkiyi ilaç olarak kullanırlardı. İÖ
tusu daha da düzenlidir. 339’da ölüme mahkûm edilen Sokrat’a baldı­
Ekvatordaki yüksek sıcaklık yeryüzüne de­ ran zehri içirilmişti. Am azon bölgesinde yaşa­
ğen havanın genleşmesine, böylece hafifleye­ yan Güney Am erika Yerlileri de avda kullan­
rek yerden yükselmesine yol açar. Ekvatorun dıkları okların ucuna bitkisel zehirler, örneğin
kuzey ve güneyindeki hava ise ekvatora oran­ kürar sürerler.
la daha soğuk, dolayısıyla daha ağır olduğu Alkaloitler tıpta çok yararlı m addelerdir,
için alçalır. Alize rüzgârları, bu alçalan hava­ ama birçoğu bağımlılık yaratır. Bu yüzden
nın yeryüzüne doğru yaklaşarak ekvatordaki doktorlar önerm edikçe kesinlikle kullanm a­
yükselen havanın yerini almasından doğar. mak gerekir. Alkaloitler yüksek dozda alındı­
Normal olarak bu rüzgârların kuzey ve güney­ ğında sinir sistemini etkileyerek felce ve
den esmesi gerekir. Oysa, yer değiştiren hava ölüme yol açar. Morfin ve benzeri alkaloitler
kütlelerinin altında D ünya’nın batıdan doğu­ NHPAlAdrian Davies
ya doğru dönmesi, rüzgârların yön değiştire­
rek kuzeydoğu ve güneydoğudan esmesine
yol açar.
Alize rüzgârları okyanusların yüzey sularını
sürekli aynı yöne doğru iterek okyanus akıntı­
larının oluşmasında büyük rol oynar. Eskiden
yelkenli gemilerin kaptanları rotalarını hem
rüzgârdan, hem deniz akıntılarından olabildi­
ğince yararlanacak biçimde seçerlerdi. (A yrı­
ca bak. DENİZ AKINTILARI.)
A lize rü z g â rla rı d e n iz d e n k a ra y a d o ğ ru e s ti­
ğ inde y a ğ m u r g e tirir; k a ra d a n d e n iz e d o ğ ru
e stiğ in d e ise y a ğ m u r b u lu tla rın ı k a ra d a n Güzelavratotunun kurutulm uş yapraklarından ve
u z a k la ştırır. (Ayrıca bak. RÜZGÂR.) köklerinden atropin denen bir alkaloit elde edilir.
154 ALKOL

uyuşturucudur; yani uygun dozlarda alındığı konyak ve şarap gibi alkollü içkilerin temel
zaman duyuları köreltir, ağrıyı azaltır ve uyku maddesidir; bu yüzden adı belirtilmeksizin
verir. Kafein gibi bazı alkaloitler ise uyarıcı­ yalnızca alkol dendiğinde etil alkol anlaşılır.
dır. Bunlar uyuşturucuların tam tersine uyku Ö bür alkoller ise yakıt olarak, kir ve lekelerin
kaçırır ve kişiyi aşırı duyarlı yapar. Bu yüzden temizlenmesinde çözücü olarak, ilaçların ve
sinirli insanların çok fazla kahve içmemesi çeşitli m addelerin yapımında başlangıç m ad­
gerekir. Çayda da kafein vardır, ama oranı desi olarak kullanılır.
kahvedeki kadar fazla değildir. İlaç yapımın­ Bir fıçı şekerli suya maya katılır ve ılık bir
da kullanılacak alkaloitlerin arıtılmış olması yerde tutulursa, bu karışım bir süre sonra
ve bileşime hep aynı m iktarda katılması çok köpürerek karbon dioksit gazı „ çıkarmaya
önemlidir. başlar ve fıçıda bir alkol çözeltisi oluşur.
Alkaloit içeren bitkiler az bulunduğu, çok M ayalanma denen bu süreç sanayide elma
pahalı olduğu ya da bileşimlerindeki alkaloit­ suyu, üzüm suyu, melas gibi şekerli m addeler­
ler istenen nitelikte olmadığı için, alkaloitler le ve çok büyük çapta gerçekleştirilir. Melas,
ve türevleri çoğu kez bireşim (sentez) yoluyla şekerkamışının içindeki şekerin büyük bölü­
üretilir. M orfinden elde edilen eroin bütün mü çıktıktan sonra geriye kalan yoğun sıvıdır.
uyuşturucular içinde en etkili ve tehlikelile­ Bu şekerli sıvılara katılan maya, enzim denen
rinden biridir. ve mayalanma sürecini hızlandıran maddeleri
içerir. Alkol yapımında arpa, patates, pirinç
ALKOL En yararlı kimyasal m addelerden gibi nişastalı m addeler de kullanılabilir. Am a
biri olan alkol karbon, hidrojen ve oksijenden bu durum da mayalanmanın başlayabilmesi
oluşan bir bileşiktir. Bu üç m addenin değişik için enzimlerin nişastayı parçalayarak glikoz
biçimlerde birleşmesiyle değişik yapı ve özel­ denen basit bir şekere indirgemesi gerekir.
likte alkoller elde edilir. Bütün alkoller içinde
en bilineni etanol olarak da adlandırılan etil İçkilerdeki Alkol
alkoldür. Etil alkol rakı, bira, viski, cin, rom, Bütün bu şekerli m addeler mayalandığında

incelticiler tiner.
(tinerler)
fotoğraf
filmi
sabun

mürekkep

kozmetik ürünler

plastik motor yakıtı


maddeler

Alkolün kullanım alanlarından bir bölümü. Bu ürünlerde ya doğrudan alkol vardır ya da üretim inde
alkolden yararlanılmıştır.
ALKOLİZM 155

zayıf bir alkol çözeltisi oluşturur. Şerbetçiotu odun alkolü denirdi. Am a günümüzde genel­
katılmış arpanın mayalandırılmasıyla yüzde 5 likle karbon m onoksit ve hidrojen gazların­
alkol içeren bira, üzüm suyundan yüzde 10-20 dan üretilir. Metil alkolün içilmesi körlüğe,
oranında alkol içeren şarap, elnja suyundan hatta ölüme yol açacak kadar tehlikelidir.
elma şarabı, pirinçten Japonlar’ın ulusal içkisi Etil alkol mayalanmış melastan damıtılır;
olan saki yapılır. ayrıca doğal gazdan ya da petrolden de elde
Bu sıvıların damıtılmasıyla elde edilen ürün edilebilir. Kendine özgü bir kokusu olan
daha yüksek oranda alkol içerir; çünkü alkol renksiz ve hafif bir sıvıdır. Katışıksız etil alkol
78°C’de, yani sudan daha düşük sıcaklıkta çok zehirlidir ve soluk mavi, dumansız bir
kaynar. Böylece alkol buharları yoğunlaştırı­ alevle yanarak büyük bir ısı açığa çıkarır. Bu
larak, alkol derecesi daha yüksek olan damı­ nedenle çoğu zaman sanayi yakıtı olarak,
tık içkiler elde edilir (bak. DAMITMA). Biranın benzenle karıştırıldığında da m otor yakıtı
damıtılmasıyla yüzde 40 alkol içeren viski, olarak kullanılır. Etil alkolün sanayide çok
şarabın damıtılmasıyla konyak, mayalanmış geniş bir kullanım alanı vardır. Boyarmadde-
melasın damıtılmasıyla da rom yapılır. Cin, ler, ilaçlar, anestezikler, boyalar, patlayıcılar,
filizlenmiş arpa (malt) ya da çavdardan yapılır parfüm ler ve yapay kauçuk gibi birçok m ad­
ve ardıç kozalaklarıyla ya da güzel kokulu denin yapımında başlangıç maddesi olan etil
başka m addelerle tatlandırılır. Üzüm , elma, alkol, biyoloji laboratuvarlarındaki örnekle­
erik gibi mevye sularının m ayalandıktan son­ rin saklanmasında da kullanılır. Term om etre­
ra damıtılmasıyla hazırlanan rakının kendine lerin haznesindeki sıvı da kırmızı ya da
özgü kokusunu içine katılan anason verir. maviye boyanmış etil alkoldür. Alkolün don­
Ayrıca damlasakızıyla kokulandırılmış rakılar ma noktası —117°C olduğu için bu term om et­
da vardır. Rakının alkol derecesi 45-50 arasın­ reler özellikle kutup araştırm alarında çok
da değişir. yararlıdır. Etilen glikol denen başka bir alkol
M utlak alkol de denen saf alkol, elde de otomobil m otorlarında antifriz (donmayı
edilmesi çok güç olan bir m addedir. Sıradan önleyici) olarak kullanılır; çünkü bu bileşiğin
bir damıtmayla elde edilebilecek en katışıksız kaynama noktası (197,2°C) öbür alkollerin
alkol çözeltisinde bile yüzde 5 oranında su çoğununkinden daha yüksektir.
bulunur. H er yıl dünyada milyarlarca litre Alkoller asitlerle birleştiğinde esterleri ve­
alkol üretilir ve bunun büyük bölümü içki rir; bu güzel kokulu m addeler de parfüm lerin
yapımında kullanılır. İçkilerde kullanılan al­ yapımında ve besinlerin kokulandınlm asında
kolden, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de kullanılır. Amil alkol ile asetik asitten elde
de yüksek oranda vergi alınır. edilen amil asetat, tırnak cilası yapımında
A z m ik ta rd a içilen alk o l c a n la n d ırıc ı ve kullanılan ve keskin kokusuyla kolayca tanı­
k ey if v e ric id ir, a m a ço k içild iğ in d e sa rh o şlu ğ a nan bir m addedir.
yol a ça r. B u d u ru m d a b ey n i e tk ile d iğ i için
k işinin k o n u şm a sı p e lte k le ş ir, h a re k e tle ri s a r­ ALKOLİZM. İnsanlar en az 10.000 yıldır
sak laşır. İn s a n la rın a lk o le bağ ım lı o lm a sın a , meyveleri ve tahılları, yani şekeri ve nişastayı
yani alk o lsü z y a şa y a m a y a ca k d u ru m a g e lm e ­ m ayalandırarak alkol yapmayı biliyorlar
sine alk o lizm d e n ir (bak. A lkolîzm ). (bak. A l k o l ). Sanayide birçok ürünün ham ­
maddesi olan bu bileşiğin en yaygın kullanım­
Alkolün Sanayideki Kullanımı larından biri de alkollü içkilerdir. Birçok
Sanayide ve evlerde kullanılan ispirto, etil İslam ülkesi alkol kullanımını kesinlikle ya­
alkol ile metil alkol (metanol) karışımıdır. saklamış, ayrıca Türkiye’de ve başka ülkeler­
Metil alkol zehirli olduğu için bu karışım içki de zaman zaman içki yasağı konarak alkol
olarak kullanılamaz. Bu nedenle metil alkollü alışkanlığını önlem enin çareleri aranmıştır.
ispirto, uyarı amacıyla, m or boyayla renklen­ Bu önlem lere karşın, bugün dünyadaki alkol
dirilerek satışa sunulur. kullanımı yasalarla kolay kolay önlenem eye­
Metil alkol odundan damıtılabilir; bu yüz­ cek kadar yaygın bir alışkanlıktır.
den bu alkole eskiden odun ispirtosu ya da A lkol, bilinci etkileyen bütün uyuşturucu­
156 ALKOLSÜZ İÇECEKLER

lar içinde en çok kullanılanıdır. Bu madde tıp kurdu. Bu eski alkoliklere göre, içkiyi bırak­
dilindeki terimiyle “yatıştırıcı” bir ilaçtır; manın ne kadar güç ve yeniden içkiye başla­
yani, başta acı duyumu olmak üzere bütün manın ne kadar kolay olduğunu bilen insanla­
duyumları hafifletir. Ayrıca insanların davra­ rın desteği alkol bağımlılığından kurtulmak
nışlarını yönlendiren “iç denetim i” ortadan için çok önemlidir. Bugün birçok ülkede
kaldırdığı için kişileri daha rahat, girgin, hatta yaygınlaşmış olan bu dernekler alkoliklere bu
saldırgan yapar. Düzenli olarak alkollü içki bağımlılıklarını kabul etm ek, sorunu göğüsle­
içenlerin hepsi alkole bağımlı olmaz; ama mek ve yenmek için ne yapmaları gerektiğini
bazıları zamanla alkolsüz yapamayacak duru­ öğütleyerek büyük ölçüde yardımcı olur. G e­
ma gelir. Bunun nedeni, genellikle sıkıntıla­ ne de içki alışkanlığından ve alkolizmden
rından kurtulmak için alkole sığınmayı alış­ kurtulmanın ilk adımı kişinin bu isteği duyma­
kanlık haline getirmeleridir. Bazı kişiler ise sıdır.
fiziksel olarak alkole bağımlı duruma gelir ve
vücutları alkolü vazgeçilmez bir maddeymiş ALKOLSÜZ İÇECEKLER bak. İ çecek
gibi aramaya başlar. Bu kişiler içki içmekten
alıkonulduklarında, tıpkı eroin gibi güçlü ALLAH bak. T a n r i.
uyuşturuculardan yoksun kalan uyuşturucu
bağımlıları gibi hastalık belirtileri gösterirler. ALLENDE (GOSSENS), Salvador (1908-
A lkolik sözcüğü içkisiz yaşayamayan, fizik­ 1973). Şilili siyaset adamı ve devlet başkanı
sel ya da ruhsal olarak alkole bağımlı olan Salvador A ilende, ülkesinin en büyük liman
kişileri tanımlamak için kullanılır. Bazı uz­ kenti olan Valparaiso’da doğdu. İlköğrenimi­
manlar içki içen her on kişiden birinin alkolik ni başkent Santiago’da, belediye başkanı olan
olduğu görüşündedirler. Gerçekten de batı Cumhuriyet Gazetesi Arşivi

ülkelerindeki en ciddi uyuşturucu sorunu


alkolizmdir.
Alkolizm aslında bir hastalıktır. Alkolik
tanımına girsin ya da girmesin, çok içki içen
herkesin vücudu bu alışkanlık nedeniyle zarar
görür. Aşırı m iktarda içki kullanımı karaci­
ğerde değişikliklere yol açtığı için, çok içki
içenlerin yüzde 15’inde ağır bir hastalık olan
ve ölümle sonuçlanabilen siroz görülür. Alkol
beyni de etkileyerek kişide genellikle saldır­
gan davranışlara, ayrıca düşünce ve tepkileri­
nin yavaşlamasına yol açar. İçkiliyken araba
kullanmak bu nedenle çok tehlikelidir.
Alkolikler toplum yaşamında da sorunlarla
karşılaşırlar. Alkol bağımlılığı aile ilişkilerini
tehlikeye attığı gibi kişinin iş yaşamını da
altüst eder.
Alkol bağımlılığının çeşitli nedenleri var­ Şili Devlet Başkanı Salvador Ailende Gossens (1908-73).
dır. İnsanlar genellikle çok içmenin hoş görül­
düğü, hatta övünç kaynağı sayıldığı bir toplu­ amcasının yanında tam am ladıktan sonra lise
lukta bulundukları zaman bu alışkanlığı edi­ öğrenimi için doğduğu kente, ailesinin yanma
nirler. Buna karşılık bazıları da yalnızlık ve döndü. Yetiştiği dem okrat ve özgürlükçü aile
mutsuzluk nedeniyle içerler. Alkoliklerin iç­ ortamı A llende’nin kişiliği üzerinde önemli
kiyi ancak hep birlikte bıraktıkları zaman bu bir rol oynamıştır.
bağımlılıktan kurtulabileceklerine inanan iki Lise yıllarında şiir yazmaya ve siyasetle
alkolik, 1935’te A B D ’de Adsız Alkolikler ilgilenmeye başlayan Ailende 1926’da doktor
(Alcoholics Anonymous) adıyla bir dernek olmaya karar vererek Şili Üniversitesi’nin Tıp
ALMANAK 157

Fakültesi’ne girdi. Çok geçmeden, üniversite­ da her türlü yararlı bilgiyi içeren bir kitaptır.
ler üzerindeki baskıların kaldırılmasını ve Genellikle bu tür alm anaklara her yılın başın­
üniversitelerde reform yapılmasını isteyen öğ­ da yayımlandıkları için “yıllık” da denir. Bazı
renci hareketinin önderlerinden biri olmuştu. alm anaklar belirli bir konuda ayrıntılı bilgi
1932’de tıp öğrenimini tam amladı, bir yıl verirler. Örneğin denizciler için hazırlananlar
sonra da Şili Sosyalist Partisi’nin kurucuları birçok konuda denizcilere yararlı bilgileri
arasında yer aldı. 1937’de milletvekili seçile­ içerir. A ynca belirli spor dallarım konu alan
rek parlam entoya giren Ailende ertesi yıl almanak ve yıllıklar da yayımlanır. Bir yıl
sağlık bakanlığına getirildi. Bu görevi sırasın­ sonra olacakları önceden öngördüğünü öne
da işçi, ana ve çocuk sağlığına ilişkin birçok süren bazı alm anaklar astrolojiden yararlanır
yasanın çıkmasını sağladı. 1952, 1958 ve 1964 (bak. ASTROLOJİ). B u tür alm anakların en
yıllarında devlet başkanlığına adaylığını koy­ eskilerinden biri, ilk sayısı 1700’de Francis
du ama seçilemedi. 1966-69 arasında Senato M oore tarafından yayımlanan ve 1701 yılına
başkanlığı yaptıktan sonra 1970 seçimlerinde ilişkin tahminleri içeren Old M oore’s Alm a-
sosyalist, komünist ve radikal partilerin kur­ nac’’dır (Eski M oore Alm anağı). M oore, al­
duğu Halk Birliği’nin adayı olarak devlet manağına Vox stellarum (Yıldızların Sesi)
başkanlığına seçildi. adını vermişti.
Onun başkanlığı döneminde birçok sanayi
kuruluşu devletleştirildi, köylülere toprak Almanakların Öyküsü
dağıtıldı, ücretler büyük ölçüde artırıldı, hal­Alm anakların çok eskiye dayanan bir tarihi
ka parasız sağlık hizmeti ve ilaç sağlama vardır. O çağlarda bugünkünden çok daha
kampanyası başlatıldı. 1971’de bakır m aden­ önemli olan alm anaklar takvimlerden doğ­
lerinin ulusallaştırılması Şili’deki A B D yatı­muştur. 2.000 yılı aşkın bir süre önce Mısırlı­
rımcılarının çıkarlarına ters düştüğü için ABD lar ve öteki bazı halklar, elle yazılmış ya da
hükümeti Şili’ye verdiği kredileri kesti ve taş tabletlere oyulmuş takvimler kullanırlardı.
ülkeye ekonomik ambargo koydu. Bu uygula­ Butakvim lerin üzerine gezegenlerin hareketle­
ma gereğince A B D ’nin dünya pazarlarındaki rini gösteren, böylece dinsel bayramların han­
bakır fiyatlarını düşürmesi Şili’nin devlet ge­ gi zamana rastlayacağını belirten işaretler ko­
lirlerinde büyük bir düşüşe yol açtı. Bunun nurdu.
yanı sıra A llende’yi desteklem eyen tüccarla­ Rom alılar da bayramları ve kutsal günleri
rın piyasadan mal çekerek yarattıkları kıtlık gösteren benzer takvimler hazırlamışlardır.
ve karaborsa, ardından kamyon taşımacıları Eski D anim arkalılar’ın ve Norveçliler’in kul­
ile esnaf ve tüccarların grevi sonucunda Şili landığı alm anaklar, kenarlannda yılın önemli
ekonomisi büyük bir bunalıma girdi. günlerini gösteren çentikler bulunan tahta,
A llende’yi başkanlıktan düşürmeyi amaçla­ tunç ya da kemik bloklardı.
yan bu eylemlere karşın Halk Birliği 1973’te 15. yüzyılda m atbaanın bulunmasından
bir kez daha seçimi kazandı, ama ülkedeki sonra alm anaklar giderek yaygınlaştı. İlk al­
karışıklıkların sonu gelmedi. Genelkurm ay m anak 1457’de Viyana’da basıldı ve bunu kısa
başkanlığına getirilen General Augusto Pi- bir süre içinde çeşitli ülkelerde yayımlananlar
nochet ve ordu kom utanları 11 Eylül 1973’te izledi. Bu alm anaklarda o yılın takvimi bulu­
A llende’nin devlet başkanlığından çekilmesi­ nur, dolunay zamanını,yıldızların gökyüzünde-
ni ve teslim olmasını istediler. Bu isteği kabulki hareketlerini gösteren işaretler yer alırdı.
etmeyen A ilende, kendisini teslim almak üze­ Ayrıca bazıları doğru, bazıları yanlış çeşitli
re başkanlık sarayına saldıran askerlerle giriş­bilgiler verilirdi.
tiği çatışmada öldürüldü. Bazı alm anaklarda ise okum a bilmeyenler
için resimler bulunurdu. Belirli günlerin yanı­
ALLİGATOR bak. T İ m sah na o gün ne yapılması gerektiğini gösteren
özel işaretler konurdu. Örneğin bir şişe resmi
ALMANAK. Çağdaş bir alm anak, günlük insana ilaç alması, bir makas resmi ise tıraş
işler, coğrafya, tarih, astronomi gibi konular­ olması gerektiğini hatırlatırdı.
158 ALMAN DEMOKRATİK CUMHURİYETİ

ALMAN DEMOKRATİK CUMHURİYETİ. den’in güneybatısında m akine, dokuma ve


Doğu Almanya olarak da bilinen Alman D e­ kimya sanayisiyle tanınan Karl-M arx-Stadt
m okratik Cum huriyeti’nin kuzeyinde Baltık (eski Chemnitz) yer alır (bak. BERLİN: DRES­
Denizi, batısında ve güneybatısında Almanya DEN; L e ip z ig ).
Federal Cumhuriyeti, doğusunda Polonya, Alm an D em okratik Cum huriyeti’nde üre­
güneydoğusunda ise Çekoslovakya yer al­ tim, merkezi bir plana göre yapılır. Devlet
maktadır. Kuzeyde Elbe ve O der ırmakları ile küçük çiftçileri, topraklarını birleştirerek or­
irili ufaklı akarsuların ve göllerin akaçladığı tak üretim yapmaya özendirmektedir. H er
geniş ovalar uzanır. Alman D em okratik çiftliğin en az ne kadar üreteceği ekonomik
Cum huriyeti’nin yüzölçümü Federal Alman- planda belirlenir. Topraktan elde edilen başlı­
ya’nınkinin yaklaşık yarısı kadardır. ca ürünler buğday, arpa, patates, şekerpanca­
rı ve hayvan yemi olarak üretilen mısırdır. Ta­
rımın ülke ekonomisinde çok önemli bir payı
ALMAN DEMOKRATİK CUMHURİYETİ'NE
İLİŞKİN BİLGİLER
olmasına karşın, ülkenin işgücünün üçte biri
sanayi alanında çalışır.
YÜZÖLÇÜMÜ: 108.333 km2. Alm an D em okratik Cumhuriyeti Doğu Av­
NÜFUS: 16.598.000 (1987). rupa’nın en ileri ve refah düzeyi en yüksek
YÖNETİM BİÇİMİ: Halk Cumhuriyeti. olan ülkesidir. Bunun başlıca nedeni sanayi
DOĞAL YAPI: Kuzey Baltık kıyılarındaki ovalar yer yer alanındaki gelişmişliğidir. Çok zengin linyit
Thüringen, Erzgerbirgerve Harz dağları gibi engebe­
lerle kesilerek güneye doğru uzanır. yataklarına sahiptir ve enerji gereksiniminin
TARIM ÜRÜNLERİ VE HAMMADDELER: Tahıllar, pata­ yaklaşık üçte ikisini bu yataklardan sağlar.
tes, linyit, potas, kayatuzu. Buna karşılık demir ve çelik üretimi için ge­
BAŞLICA SANAYİLER: Makine, mühendislik, demiryolu rekli olan kok köm ürü açısından yoksuldur.
araçları, elektronik aletler, ev eşyası, dokuma, porse­
len, kimyasal ürünler, optik aletler. N ükleer enerji için gerekli olan uranyum Erz-
ÖNEMLİ KENTLER: Berlin (Doğu), Leipzig, Dresden, gebirge’den çıkarılır. Ülkede ayrıca bol mik­
Karl-Marx-Stadt, Magdeburg. tarda potas, kayatuzu ve kereste bulunm ak­
tadır.
O valar, Leipzig’in güneyinde ve Magde- II. Dünya Savaşı’ndan sonra ülke, R uhr ve
burg’un güneybatısında yerini yaylalara ve Ren bölgesinin Federal Alm anya’da kalm a­
“m aden dağları” da denen Harz Dağları’na, sından dolayı köm ür ve elektrik sıkıntısı çek­
Thüringen ve Erzgebirge gibi değerli m aden mişti. Bu yüzden linyit kaynaklarından yarar­
yatakları bulunan engebeli topraklara bırakır. lanarak elektrik üretm ek zorunda kaldı.
Ülkenin en yüksek dorukları Erzgebirge’de Enerji santrallarında ise SSCB’den aldığı p et­
1.214 m etre yükseklikteki Fichtelberg ve rolü kullanmaktadır. Ayrıca nükleer enerji
Harz D ağları’ndaki 1.142 m etre yükseklikteki santrallarının yapımı planlanmaktadır. M eta­
Brocken’dir. Ülkede kışlar uzun ve sert, yaz­ lürji, kimya ve mühendislik sanayilerinin ge­
lar oldukça ılıktır. Doğuya doğru gittikçe ik­ liştirilmesine büyük önem verilmektedir. G e­
lim koşulları çetinleşir. lişmiş bir makine üretim sanayisi olan ülkenin
üretiminin başlıca alıcıları SSCB ile öbür D o­
Kentler, Kırsal Alanlar, Sanayi ve Ulaşım ğu Avrupa ülkeleridir.
Alman D em okratik Cum huriyeti’nin başkenti O der Irmağı üstündeki Frankfurt, Bran-
Doğu Berlin önemli bir kara ve demiryolu kav­ denburg ve D resden dolaylarında büyük de-
şağıdır. Tarihi bir kent olan Leipzig, basımev- mir-çelik işletmeleri vardır. Makine üretimi
leriyle ve A vrupa’nın en ünlü fuarları arasın­ ülkenin sanayi üretiminin üçte birini oluştu­
da sayılan yıllık ticaret fuarlarıyla tanınır. Bü­ rur. Optik aletler, fotoğraf makineleri ve dür­
yük besteci J. S. Bach, Leipzig’de gömülü­ bünler Jena’da, porselen eşya M eissen’de
dür. Dresden ise paha biçilmez sanat koleksi­ üretilir.
yonları ve operasıyla ünlüdür. Dünyaca beğe­ Alman Dem okratik Cumhuriyeti çok işlek
nilen Dresden porselenleri kentten birkaç ki­ bir kara ve demiryolu ağma sahiptir. Elbe,
lometre uzaklıktaki M eissen’de yapılır. Dres- O der, Saale ırmakları ve çok sayıda kanal yo-
ALMAN DEMOKRATİK CUMHURİYETİ 159

Alm an Demokratik C um huriyeti'nin


başkenti Doğu Berlin'deki Alexander
5 ;: îıiiM H iri Meydanı kentin önem li bir iş merkezidir.
;:.rnmnıı • «n
r* ', :■,^” wJK?lw,s>'‘ı»qı. H rııııi'in ^ i :r,«
,>>~t
/ «""i I ;_ıjıııuıii»îf3iun

Siegfried Sammer - Bavaria Verlag

luyla Baltık Denizi’ne bağlanan geniş bir ula­ bölgesel ve yerel yönetimler ve yargı kurum ­
şım şebekesi kurulm uştur. Deniz ticareti için landır. Halk Meclisi adı verilen Parlamen-
Baltık kıyılarından yararlanılır. Ülkenin başlı­ to ’ya 21 yaşını dolduran herkes aday olabilir.
ca limanları Rostock, Wismar ve Stralsund’ Oy verme yaşı 18’dir. Devlet Konseyi içişler­
dur. Devlet havayollarının adı Interflug’dur den sorum ludur. Bölgesel ve yerel yönetimler
ve merkez havalimanı Doğu Berlin’deki kentlerin ve kırsal alanların planlanması, ko­
Schönefeld’dir. nut sorunu, kamu hizmetleri, yerel taşımacı­
lık, eğitim, sağlık ve spor gibi konularda m er­
Yönetim Biçimi kezi hüküm ete yardımcı olur.
Alman Dem okratik Cumhuriyeti Nisan
1968’de onaylanan anayasaya göre sosyalist Yaşam Biçimi
bir ülkedir. Başlıca yönetim organları Parla­ 3-6 yaş çocukları için okulöncesi eğitim, ana-
m ento, Devlet Konseyi, Bakanlar Kurulu. okullarınca sağlanır. Zorunlu eğitim 6-16 yaş
arasındadır. Eğitim üç aşamalıdır. İlk iki aşa­
mada öğrencilere her okuldaki olağan dersler
öğretilir. Üçüncüsü ise “politeknik” eğitim
aşamasıdır. Bu dönemde öğrenciler, haftada
dört saat olmak üzere fabrikalarda ve tarlalar­
Rostock
da çalışırlar. Çocukların birçoğu için bu çalış­
ma gelecekteki mesleğinin ön hazırlığıdır.
Ayrıca üniversiteye hazırlık niteliğinde, sı­
navla girilen okullar da vardır.
FEDERAL 5*. ALMAN d POLONYA
Ülkede spora çok önem verilir ve spor ça­
i BERLİN ^
lışmaları devletçe desteklenir. Spora eğilimli,
2 ■ yetenekli çocuklar özel spor okullarında eğiti­
PEMOKRATIK
CUMHURİ'
(o M agdeburg
lir. Gençler bisiklet, atletizm, yüzme, jim nas­
tik gibi bütün olimpiyat sporlarına özendirilir.
D em okratik Alm an sporcular Olimpiyat
CUMHURİYETİ O yunları’nda pek çok şampiyonluk kazana­
Lelpzig Dresden rak üstünlüklerini göstermişlerdir.
Erfurt
Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde halkın
Karl-M arx-Stadt geliri dengeli dağılmıştır. Ülkenin refah düze­
yi dengeli bir biçimde yükselmektedir. Çok
ÇEKOSLOVAKYA sayıda insan, sendikaların ya da fabrikalann
sağladığı tatil olanaklarından yararlanır. İşgü­
160 ALMAN EDEBİYATI

cünün yandan fazlasını kadınlar oluşturur. 720-1100 yılları arasındaki Alm an edebiyatı
Küçük çocukları olan anneler, devletin sağla­ “H ildebrand’ın Şarkısı” dışında, Hıristiyan
dığı kreşler, anaokulları, oyun evleri türün­ keşişlerinin Kuzeybatı A vrupa’da Hıristiyan
den kuruluşlara çocuklarını bırakabildikleri inançlarını yaymak amacıyla anlattıkları öy­
için işlerinden ayrılmak zorunda kalmazlar. külerden oluşurdu. Bu sırada Kutsal K itap’ın
(Ayrıca bak. A l m a n EDEBİYATI; A l m a n Sa n a t i (Tevrat-İncil) ve kilise metinlerinin önemli
v e MüziĞi; A l m a n y a ; A l m a n y a F e d e r a l C u m h u - bölümleri Latince’den A lm anca’ya çevrili­
RİYETİ.) yordu.
1050 ile 1200 yılları arasında Alman prens­
ALMAN EDEBİYATI, Almanya, Avusturya lerinin güçlenmesiyle, Alman kültür m erkez­
ve İsviçre’de Almanca yazılmış yapıtları kap­ leri m anastırlardan derebey saraylarına taşın­
sar. Almanca konuşan halkların karmaşık ta­ dı. Haçlı Seferleri (bak. HAÇLI SEFERLERİ) sıra­
rihi sanatsal ve düşünsel yaşamlarını, kültür­ sında Güney A vrupa’yı ve O rtadoğu’yu tanı­
lerini büyük ölçüde etkilemiştir. yan Alman şövalyelerinin etkisiyle Eski Yunan
Fransa, İngiltere ve İtalya’da güçlü merkezi ve Rom a öyküleri Alm anca’ya aktarıldı.
hüküm etlerin kurulması siyasal ve kültürel Fransa’da yaygın olan uzun şövalye destan­
yaşamın Paris, Londra ve Roma gibi belli ları yeni ve zengin bir konu kaynağı oldu
kentlerde yoğunlaşmasına yol açmıştı. Oysa (bak. ŞÖVALYELİK). Bu destanların çoğu Kral
Almanca konuşan halklar tarih boyunca siya­ A rthur’a ilişkindir (bak. A r t h u r ). 1180 yılla­
sal ve coğrafi nedenlerin yanı sıra ortak dille­ rında benzer öyküler Alm anya’da da yaygın­
rindeki lehçe farklılıklarından dolayı da bir­ laşmaya başladı.
birlerinden kopuk kaldılar. Bu m addede sözü Bu sırada Spielmann adı verilen gezgin şar­
edilen tarihsel olayların birçoğu ayrı m adde­ kıcı ozanlar Hıristiyanlık’tan önceki kahra­
lerde yer almıştır. (Ayrıca bak. ALMANYA; manlık öykülerini kulaktan kulağa aktarmayı
A v u s t u r y a İ m p a r a t o r l u ğ u ; İ s v îç r e ; K u t s a l sürdürüyordu. 1200 yılları dolaylarında adı bi­
R o m a -G e r m e n İ m p a r a t o r l u ğ u .) linmeyen AvusturyalI bir gezgin ozan, kahra­
man Siegfried’in öyküsünü “Nibelunglar’ın
İlk ve Ortaçağ Edebiyatı Şarkısı” adı altında destanlaştırdı. 19. yüzyıl­
En eski Alman edebiyatını kulaktan kulağa da ünlü besteci Richard W agner aynı adı taşı­
aktarılan türküler ve öyküler oluşturur. Bun­ yan yapıtında bu şarkıdan esinlenmiştir.
lar canavarlarla, korkunç devlerle ya da kabi­ Güney Fransa’da troubadour adı verilen
lenin düşmanlarıyla yiğitçe savaşan tanrıların gezgin şarkıcıların şövalyelerin aşklarını anla­
tan ezgileri Minnesinger (aşk şarkıcısı) denilen
Alman ozanlarını da etkiledi.
A vrupa’nın öteki yerlerinde olduğu gibi ilk
Alm an tiyatro yapıtları mucizeleri, dinsel ve
ahlaksal değerleri konu alıyordu. Bunların
yanı sıra karnavallarda oynanmak üzere ko­
m ediler yazılırdı. Johannes G utenberg’in
1440’larda ilk matbaayı kurmasından sonra
edebiyat yapıtları ve tiyatro oyunları çok sayı­
da insana ulaşabildi.
Alman edebiyatının ilk örnekleri, Hıristiyan
manastırlarındaki keşişler tarafından yazıya geçirildi. Hümanizm
1450’lerden başlayarak şövalyelik dönemi ta­
ve kahram anların Heldenlieder adı verilen öy­ rihe karışırken, “gerçek” dünya ve günlük ya­
küleridir. Yaklaşık İS 800 yılından kalma ilk şamın sorunlarını konu alan yeni bir edebiyat
yazılı öykü, bir baba oğul arasındaki trajik türü gelişmeye başladı. Hümanizm olarak bi­
savaşı anlatan Hildebrandslied’dir (“Hildeb- linen bu akım, Yunan ve Latin klasiklerinden
rand’ın Şarkısı”). esinleniyordu (bak. HÜMANİZM). Başlıca ilgi
ALMAN EDEBİYATI 161

Alm an edebiyatının en büyük adlarından (soldan sağa) Luther, Lessing, Herder ve Goethe.

alanı ise tarih ve siyasetti. Bu türün en tipik güçlü seslerinden biridir. İlk çağdaş Alman
örneğini veren Sebastian Brant Das Narrens- şairi Friedrich Gottlieb Klopstock, Der Messiah
chiff ( 1494; “Budalalar Gemisi”) adlı yapıtın­ (“M esih”) adlı uzun bir dinsel destan yaz­
da insanların zayıf yönlerini alaya almıştır. dı. Yazar ve eleştirmen G otthold Lessing
Kitap, dönemin ünlü ressamı A lbrecht D ürer (1729-81) Alman yazarların geleneklerden kop­
tarafından resimlendirilmiştir (bak. DÜRER, malarına ve yeni esin kaynaklanna yönelmeleri­
A lb re c h t). ne yardıma oldu (bak. AYDINLANMA ÇAĞI).

Dinde Reform Klasik Dpnem


Martin L uther’in İncil ve T evrat’ı halkın anla­ 1770’lerde edebiyatta Coşkunluk Akımı
yabileceği biçimde Alm anca’ya çevirmesi A l­ (Sturm und Drang) adıyla bilinen yeni bir yö­
manya’da dinsel yaşamı olduğu kadar edebi­ nelim ortaya çıktı. Doğanın gücü ve insanın
yatı da etkiledi. Öncelikle, M artin L uther’in yaratıcılığı ön plana alınmaya başlandı. Bu
kullandığı Meissen lehçesi çağdaş Alm an ede­ akımın öncülerinden olan Johann von H erder
biyatının temeli oldu. 16. yüzyılın ikinci y an ­ (1744-1803), halk edebiyatı örneklerini ve
sında dinsel konuların ağırlığı azaldı; halk halk türkülerini derledi; halk edebiyatının
edebiyatı, şiir ve tiyatro gelişmeye başladı. önemli bir esin kaynağı olabileceğini gösterdi.
Zanaatçı şairlerden yeni bir şiir türü ortaya O güne kadar hiç kimsenin akima getirmediği
çıktı. N ürnberg’li bir ayakkabıcı olan Hans bu anlayış, Coşkunluk Akımı yandaşlarınca
Sachs (1494-1576) yazdığı aşk şiirleriyle döne­ coşkuyla benimsendi.
minin en gözde şairlerinden biri oldu. H erder’in izleyicisi Johann Wolfgang von
16. ve 17. yüzyıllarda küçük Alm an devlet­ G oethe (1749-1832) Genç Werther’in Acıları
lerini ve onları kuşatan güçlü uluslan karşı (Die Leiden des Jungen Werther; 1774) adlı
karşıya getiren şiddetli dinsel anlaşmazlıklar yapıtıyla tanındı. Bu kitabında yaşadığı m ut­
ve savaşlar 100 yıl sürdü. Otuz Yıl Savaşla­ suz bir aşk öyküsünü romanlaştırmıştır. Baş­
rın d a (1618-48) pek çök yer yakılıp yıkıldı, yapıtı ise insanın mutluluk ve bağışlanmak uğ­
binlerce insan öldü (bak. OTUZ YIL SAVAŞLA­ runa verdiği mücadeleyi konu alan, tiyatro
R I). Hans von Grim m elshausen’in Simplicissi- yapıtı Faust'1tur (bak. F a u s t ) . Friedrich Schil-
mus (1669) adlı rom anı, bu dönemi çok canlı ler (1759-1805) Alman oyun yazarlannm en
biçimde anlatır. ünlüsüdür. Genellikle, yapmak istediği şey ile
yapması gereken arasında bocalayan insanı
Aydınlanma Çağı konu alır.
18. yüzyıl bilim ve akıl çağı oldu. Aydınlanma Aydınlanma ve Coşkunluk dönemlerinde
denen bu akım A vrupa’da yaşayan tüm halk­ ortaya çıkan düşünceler bütünü, 18. yüzyılın
ları etkisi altına aldı. Alman düşünürü Gott- ikinci yansında Klasik Dönem olarak adlandı-
fried Leibniz (1646-1716) Aydınlanm a’nın en nldl (bak. KLASİKÇİLİK VE YENİKLASİKÇİLİK).
162 ALMAN EDEBİYATI

Önde gelen Alm an oyun yazarları ve şairleri (soldan sağa) Schiller, Heine, Hauptmann ve Rilke.

Romantik Dönem yaşamını, Gottfried Keller küçük İsviçre top­


Yaklaşık 1797-1830 yıllarım kapsayan bu dö­ luluklarının yaşamını işlediler. Conrad Ferdi-
nem Alman edebiyatına özgüdür. Aydınlan­ nand M eyer tarihsel rom anlar yazan İsviçreli
ma Çağı’nın insan aklını yücelten, Klasik Dö- bir yazardı. A dalbert Stifter ve Theodor
nem ’in uyum ve denge ilkelerine önem veren Storm bölgesel konuları ele alan rom anlar
yazarlarına karşı çıkanlar Rom antik olarak yazdılar.
adlandırılmıştır. Düşünür Immanuel K ant’ Franz Grillparzer ve Friedrich Hebbel in­
tan (bak. K a n t . IMMANUEL) etkilenen bu dö­ sanların, yaşama koşullarını değiştiremeye­
nem yazarları, sanatçının duygu ve düşüncele­ ceklerini vurgulayan trajedileriyle ünlendiler.
ri ile doğayı ön plana aldılar. Şiir ve rom anla­ G erhart H auptm ann oyunlarında, yoksul in­
rının konularını Alm anya’nın ulusal tarihin­ sanların sömürülmesi ya da evlilik anlaşmaz­
den alan Rom antik yazarlar halk türkülerini lıkları gibi toplumsal ve psikolojik sorunlara
ve söylencelerini derlediler. Grimm Kardeş- yer verdi. Yaşamın hiç de hoş olmayan ger­
ler’in öyküleri türünden masallar ilgi gördü. çeklerini sergilediği için önde gelen Doğalcı
Aynı dönemde Alm anya’da Rom antik şairle­ Alman yazarlarından sayılır (bak. DOĞAL­
rin şiirlerini besteleyen büyük müzikçiler ye­ CILIK).
Karam sar bir düşünür olan A rthur Scho-
tişti (bak. A l m a n Sa n a t i v e Müziöi; R o m a n -
t îz m ). penhauer (1788-1860), insanın iradesiyle za­
19. Yüzyılın İkinci Yarısı yıflıklarını yenebileceğine ve “üstün insan”
19. yüzyılın ortalarında A vrupa’daki devrimci olabileceğine inanan Friedrich Nietzsche’yi
hareketler edebiyatı da etkiledi. Yazarlar ga­ (1844-1900) etkilemiştir. Siyasal düşünür Kari
zete m akalelerinde, denem elerinde, rom anla­ Marx’ın (1818-83) yazılan, özellikle de baş­
rında ve şiirlerinde baskıcı yönetimlere karşı yapıtı Kapital (Das Kapital, 1867) ve psikolo­
çıktılar. Hüküm etler bazı yayınları yasakladı; jinin öncüsü Avusturya asıllı Sigmund Freud’
birçok yazar ülkesini terk etm ek zorunda kal­ un (1856-1939) getirdiği yenilikler, yalnızca
dı. Heinrich Heine (1797-1856) hem coşkulu edebiyat alanını değil 20. yüzyıl insanının dü­
aşk şiirleri, hem de güçlü siyasal içerikli şiirler şünce ve kültürünü her alanda köklü bir bi­
yazıyordu. Genç Alm anya H areketi (Jung- çimde etkilemiştir.
deutschland) diye bilinen devrimci yazarlar ve
şairler grubunun en yetenekli üyesi idi. 20. Yüzyıl
19. yüzyılın ikinci yarısında yazılan rom an­ Sanat alanındaki akımlara benzeyen edebiyat
lar ve oyunlar insanın ve toplumun önemli so­ akımları İzlenimcilik (İmpresyonizm) ve Sem-
runlarına çözüm bulmaya çalışan yapıtlardı. bolizm’dir (Simgecilik). İzlenimcilik Akım ı’
Roman yazarları belirli ülke ya da yöredeki na bağlı yazarlar, insanın dünyaya baktığı za­
gerçek toplumsal ilişkileri yansıtmayı amaçlı­ man edindiği izlenimlere önem verirler. Sem­
yorlardı. Örneğin Theodor Fontane kent ve kır bolist yazarlar ise bir şeyin simgesi olan söz­
ALMAN SANATI VE MÜZİĞİ 163

(Soldan sağa) romancı Thomas Mann, öykü yazarı Franz Kafka ve oyun yazarları Franz VVerfel ile
Bertolt Brecht.
cüklerin gerçeği en iyi bir biçimde yansıtaca­ ler’in değerli edebiyat yapıtlannı “yozlaşmış”
ğına inanırlar. AvusturyalI şair Hugo von bularak yaktırması edebiyat yaşamında büyük
Hofm annsthal (1874-1929) ve gene bir Avus­ bir durgunluğa yol açtı. H itler döneminin acı­
turyalI romancı ve oyun yazarı olan A rthur masızlığı daha sonra edebiyat yapıtlarının
Schnitzler (1862-1931) İzlenimci yazarlardı. önemli konulan arasına girdi.
Schnitzler’in insan kişiliğini ayrıntılı bir biçim­ 1960’larda Rolf H ochhuth’un ve Peter
de işlemesinde ve insan ilişkilerini ele alış bi­ Weiss’in Nazi dönemini ve A lm anlar’ın II.
çiminde, Sigmund Freud’un yapıtlarının bü­ Dünya Savaşı’nı başlatma suçluluğunu sergi­
yük etkisi olmuştur. Stefan George (1868- leyen oyunları büyük ilgi gördü. İkisi de İsviç­
1933) ve Rainer M aria Rilke (1875-1926) ise reli olan Max Frisch ve Friedrich D ürrenm att
duygulan ve düşünceleri doğrudan konu edin­ yeni tiyatro biçimleri denediler. Oyunlarında
mek yerine bunları simgelerle anlattılar. T ho­ çağdaş yaşamın boşluğunu ve anlamsızlığını
mas M ann da Das Zauberberg (1924; “Sihirli eleştirdiler. Romancı G ünther Grass (doğu­
D ağ”) romanını simgeler kullanarak yazdı. mu 1927) ve Heinrich Böll (1917-85) savaş
Herm ann H esse’nin romanları Demian (1919) sırasındaki ve savaş sonrasındaki Alman hal­
ve Step Kurdu (Der Steppenwolf\ 1927) ise kının yaşamından kesitler verdiler. Böll 1972
Alman Romantizmi’nin ve Hint Gizemciliği’ Nobel Edebiyat Ö dülü’nü kazandı.
nin izlerini taşır. Öykü ve roman yazarı Franz
Kafka (1883-1924) insanın yalnızlığını ve suç­ ALMAN SANATI VE MÜZİĞİ dendiğinde
luluk duygusunu işledi. K afka’nın yapıtlarının genellikle yalnız A lm anlar’ın değil A vustur­
çoğu Dışavurumculuk A kım ı’nın (Ekspresyo­ yalIlar, İsviçreliler gibi Alm anca konuşan
nizm) izlerini taşır. Sonraları tiyatrodaki kök­ bütün Avrupa halklarının sanat ve müzik
tenci denem eleri ile geniş yankı uyandıran ve etkinlikleri anlaşılır. Bu halkların olaylarla
pek çok yazan etkileyen B ertolt B recht’in dolu siyasal tarihleri kültürlerinde de derin
(1898-1956) ilk yapıtlan da Dışavurumcu nite­ izler bırakmıştır.
liktedir.
A rnold Zweig (1887-1968) ve Erich M aria Alman Sanatı
R em arque’ın (1898-1970) rom anlarının başlı­ “A lm an” olarak nitelenebilecek ilk sanatsal
ca konusu I. Dünya Savaşı’dır. Garp Cephe­ etkinlikleri Frank Kralı ve Karolenj İmpara-
sinde Yeni Bir Şey Y ok (Im Westen nichts torluğu’nun kurucusu Şarlman (742-814) baş­
Neues\ 1929), Erich Maria Rem arque’ın dün­ lattı (bak. Şa r l m a n ). Okum a yazma bilme­
ya klasikleri arasına giren, savaşın dehşetini yen Şarlman (Büyük Kari) bilgili insanlara çok
ve acılarını dile getiren en ünlü romanıdır. düşkündü. Başkent A achen’a A vrupa’nın her
Nazi dönemi ve II. Dünya Savaşı yıllan Av­ yanından ve O rtadoğu’dan sanatçıları ve bi­
rupa’nın Alm anca konuşulan yörelerindeki lim adamlarını çağırarak ilk Hıristiyanlık dö­
sanatçı ve yazarlara güç günler yaşattı. Hit- neminin kültürünü örnek alan yapıtlar yarat­
164 ALMAN SANATI VE MÜZİĞİ

malarını istedi. Bugün Karolenj Dönemi vitraylan da dikkat çekicidir. Heykeller, özel­
olarak anılan bu dönemin sanatçıları, eski likle de sütun olarak kullanılan insan heykel­
yapıları ve elyazmalarını taklit ettiler; özel­ leri Gotik sanatın başlıca özelliklerindendir.
likle de fildişi oymacılığını geliştirdiler. A y n ­ 1230-40 yıllarından kalma Bamberg’li Binici
ca gelecek yüzyılların sanatçılarını etkileye­ günümüze ulaşan en eski heykellerden biri­
cek özgünlükte yapıtlar verdiler. dir. A t üstündeki bir insanı canlandıran bu
Alm an Kralı I. O tto ’nun 962’de Kutsal dev heykel A lm anlar’m Gotik sanata yakla-
Rom a-G erm en im paratoru olmasından 11. şım lannı gösterir.
Rönesans Alm anya’ya 1500’lerde ulaştıysa
da büyük bir sanatsal dönüşüme yol açmadı.
Gotik sanat etkisini sürdürdü. Am a bazı
sanatçılar her iki türün karışımından ilginç
yapıtlar ortaya çıkardılar. Johannes Guten-
berg’in 1440’ta matbaayı bulmasından sonra
tahta kalıplarla basılarak çoğaltılabilen sanat
ürünleri kitaplarda yer almaya başladı ve
böylece halka ulaşması kolaylaştı.
1500-1650 yılları üstün yetenekli ressamla­
rın ortaya çıkmasına tanık oldu. Bunlar ara­
sında portre ressamı (Genç) Hans H olbein’ı
The A rt Institute o f Chicago,
The Clarence Buckingham Collection

The Art Institute o f Chicago,


The Clarence Buckingham Collection
Hans H olbein'in (1497-1543) Ö lüm Dansı dizisinden
"K ardinal". Tahta kalıpla basılmıştır.

yüzyılın başına kadar süren dönemin Al­


man sanatı üstündeki etkisi çok uzun sürdü.
Sanatçının duygularını dışa vurmasının ya da
yapıtlarında yansıtmasının (bak. DIŞAVURUM­
CULUK) önem kazandığı O tto döneminde,
katedrallerin mimarisinde, bezenmesinde ve
elyazmalarının süslenmesinde gelişmeler
oldu.
“Roma türünde” anlamına gelen Romanesk
sanat 1050 ile 1200 yılları arasında tüm
A vrupa’da, en çok da katedral yapımında
yaygınlık kazandı. Romanesk mimarinin özel­
liği, insanlann T a n n ’nın evinde duyması ge­
rektiğine inanılan korku ve saygıyı uyandıra­
cak büyük ölçekli, ezici bir m ekâna sahip
olmasıydı.
A lbrecht Dürer'den biroym abaskı başyapıtı olan
Rom anesk’i izleyen Gotik sanat, 12.-16. M elan koli.
yüzyıllar arasında A vrupa’yı etkisi altına aldı.
En çok kilise mimarisinde kendini gösteren (1497-1543), çağdaş peyzajın (manzara resmi)
Gotik sanat türünün sipsivri, süslü kilise babası Albrecht A ltdorfer’i (1480-1538),
kuleleri kadar oymalı ahşap m ihrapları ve (Yaşlı) Lucas C ranach’ı (1472-1553) ve peyzaj
ALMAN SANATI VE MÜZİĞİ 165

sanatına yoğun duyarlık katan A lbrecht Dü- savaşın acımasızlığını ve yoksulluğun insanlar
rer’i (1471-1528) sayabiliriz. D ürer çeşitli üstündeki etkilerini çarpıcı bir gerçekçilikle
alanlarda yarattığı yapıtlarıyla gerçek bir R ö­ işledikleri için Nazi Almanyası’nda yapıtları
nesans sanatçısıydı. İtalya’da doğan Rönesans yasaklandı.
düşüncesinin Almanca konuşulan kuzeyi etki­
lemesi onun sayesinde olmuştur. Alman Müziği
17. yüzyılda İtalya’dan esinlenilen Barok ve O rta A vrupa’nın Almanca konuşan ulusları­
Rokoko sanatı son derece süslü ve özellikle nın müziğe tartışılmaz katkısı, başkaca çok az
fresklerde (duvar resimleri) parlak renklerin ulus tarafından gerçekleştirilmiştir. Avus­
kullanıldığı, yapıların içinde ise özgün mekân turya ve Alm anya öbür uluslardan daha çok
değişikliklerinin denendiği bir sanat akımı besteci yetiştirmiş ve müzik alanında önemli
oldu. gelişmeler sağlamıştır.
18. yüzyılın sonuna doğru A vrupa’da Ye- Alm an müziğinin doğuşu 12. yüzyıla rast­
niklasikçilik ve Romantizm akımları öne çık­ lar. O yıllarda gezgin şarkıcılar yazdıkları lirik
tı. Sadelik ve doğallıktan yana olan bu akım ­ şiirleri besteler, hem çalar hem söylerlerdi.
lar, görkemli Barok ve Rokoko sanatına bir Bunlardan en ünlüsü W alther von der Vogel-
tepki niteliğindeydi (bak. KLASİKÇİLİK VE YE- weide’dır (bak. A l m a n E d e b İ y a t i ). Alm an
NİKLASİKÇİLİK; ROMANTİZM). Bu dönemin önde müziğinin başlangıcının bir başka kaynağı ise
gelen sanatçıları arasında Anton Raphael 10.-13. yüzyıllar arasında Batı A vrupa’da
Mengs’i, Henry Fuseli’yi, Caspar David Frie- yergiler, şiirler ve şarkılar söyleyerek dolaşan
derich’i ve Philipp Otto Runge’yi sayabiliriz. gezgin öğrencilerdi. 19. yüzyılda Bavyera’da-
20. yüzyılda A lm anlar’ın, sanatı duyguların ki B enediktbeuern M anastırı’nda bulunan 13.
dışavurumu olarak algılama eğilimi, bir grup yüzyıla ait bir elyazmasındaki dizeler ünlü
genç Dışavurumcu sanatçıyla yeniden canlan­ Carmina Burana'yı gün ışığına çıkarttı. Orta-
dı. Bu sanatçılar yapıtlarında duyguları canlı
çizgilerle, renklerle ve simgelerle yansıttılar.
Bu sanatçıların çalışmalarını önce I. Dünya
Savaşı kesintiye uğrattı. Daha sonra II. D ün­
ya Savaşı sırasında A dolf H itler’in “yoz”
olmakla suçlayarak yapıtlarını yasakladığı bu
yetenekli sanatçıların başlıcaları Ernst Kir-
chner, Emil Nolde, AvusturyalI Oskar Ko-
koschka, Gerçeküstücü (Sürrealist) Max
Ernst, Paul Klee, Max Beckmann ve Rus
kökenli Wassily Kandinsky idi (bak. GER­
ÇEKÜSTÜCÜLÜK).
W alter G ropius’un yukarıda adı geçen sa­
natçılardan bazılarıyla birlikte kurduğu Bau-
haus adlı okul, mimarlığın çeşitli sanat dalla­
rıyla bir arada, yaratıcı bir uyum içinde
uygulanması ilkesine yönelik eğitim progra­
mıyla daha sonra çağdaş sanat üzerinde dünya
çapında etkisi olan bir akım haline dönüştü.
Bu okul ve akım da 1933’te Naziler tarafından
yasaklandı; ama daha sonra Gropius tarafın­
dan A B D ’de yeniden kuruldu.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Yeni Gerçekçi­
lik (Neue Sachlichkeit) olarak nitelenen bir
sanat akımı doğdu. Bu akımın kuruculanndan Ortaçağ Alm an gezgin şarkıcıları yazdıkları şiirleri
O tto Dix ve George Grosz resimlerinde besteler, hem çalar, hem de söylerlerdi.
166 ALMAN SANATI VE MÜZİĞİ

18. yüzyılın Alm an orta


sınıfı müziğe çok
düşkündü. Bu baskı 1770
yıiından kalmadır.

Mary Evans Picture Library

çağda şiirlerin çoğu ve onlara eşlik eden (1490-1543) de parçalar bulunan bir şarkı
müzik içkiye, eğlenceye ve aşka övgüydü. kitabı yayımlandı. Venedik’te öğrenim gören
13. yüzyılın sonuna doğru müzik artık Hans Leo Hassler (1564-1612) kilise müziği
Alm an kültürünün önemli bir öğesi olmuştu. ve çoğunlukla çalgısız olarak çeşitli perdeler­
Gelişmekte olan Alm an kentlerinin önde den söylenen şarkılar (madrigal) besteledi.
gelen kişileri müzikçiler için, üyelik, çalışma 17. yüzyılın en önemli Alman bestecisi olan
koşulları, bestelerin nasıl yapılacağı gibi ko­ Heinrich Schütz (1585-1672) de Venedik’te
nuların katı kurallarla belirlendiği lonca ö r­ öğrenim gördü. Çok sayıda dinsel koro müzi­
gütleri kurdular. Lonca üyeleri usta şarkıcı ği besteleyen Schütz, günümüze ulaşamayan
olarak tanımlanıyordu ve içlerinde en ünlüsü ilk Alman operası D afne’nin (1627) de beste­
N ürnberg’li Hans Sachs idi. cisidir.
15. yüzyılda bugünkü Fransa’da kurulan 17. yüzyılda, kimi kilise orgcularının beste­
Burgonya Krallığı’nda çoksesli müzik geliş­ leri oldukça karmaşık ve zor parçalardan
meye başladı. Çalışma yaşamının büyük bir oluşuyordu. Kuzey Alm anya’da DanimarkalI
bölümünü İtalya’da geçiren Flaman doğumlu Dietrich Buxtehude (1637-1707) ve Johann
Heinrich Isaac (1450-1517), bu tür müzik Pachelbel’in (1653-1706) yetiştirdikleri orgcu­
yapanlar arasındaki ilk önemli ulusal müzikçi- lar, dönemin en büyük bestecisi Johann Se-
dir. Heinrich Isaac’ın bir Alman halk şarkısın­ bastian Bach’ı (1685-1750) büyük ölçüde etki­
dan dört bölümlük yeni bir düzenlemeyle lemiştir. Org ve klavsen çalm akta usta olan
bestelediği Innsbruck, Senden Ayrılmalıyım Bach aynı zamanda keman da çalardı ve
adlı parçası uluslararası üne kavuşan ilk Al­ çalgılar için bestelenmiş (enstrüm antal) par­
man müziği oldu. çalan kendisinden öncekilerden çok daha iyi
16. yüzyılda Alman müziği Reform hareke­ kavramıştı. Doğduğu yer olan Saksonya’dan
tinden büyük ölçüde etkilendi (bak. R e f o r m ). hemen hiç ayrılmamış olmasına karşın Fransız
M artin Luther (1483-1546) tanınmış Alman ve İtalyan müziğini iyi tanırdı. Enstrüm antal
halk müziği ezgilerini yazdığı ilahilere uyarla­ parçalannm yanı sıra orkestra ve koro için
dı. 1539-56 yılları arasında N ürnberg’de, için­ olağanüstü bir ustalıkla bestelenmiş çok sayı­
de zamanın en sevilen bestecilerinden H ein­ da yapıtı vardır. Bach’ın dehası, var olan
rich Isaac ve öğrencisi Ludwig Semfl’den müzik biçimlerini, özellikle de kısa bir tem a­
ALMAN SANATI VE MÜZİĞİ 167

n ın a ra lık la rla y in elen işi o la n fü g ’ü y e tk in le ş ­


W eber (1786-1826), ölüm ünden çok kısa bir
tirm iş o lm a sın d a y a ta r (bak. Bach AİLESİ).
süre önce 1826’da OberorCu sahneye koydu.
Bach’ın çağdaşı olan, enstrüm antal ve or­ Gene de 19. yüzyıl Alman opera sanatının
kestra müziği bestecisi Georg Friedrich Hân- gerçek devi Richard W agner’dir (1813-83).
del (1685-1759) de çok yetenekliydi. Bach’ın “Müzikli tiyatro” anlayışından hareket eden
aksine çok seyahat etti. İtalya gezisinden son­ W agner’in yapıtlarında sözcükler ve ezgiler
ra 1726’da İngiliz yurttaşı oldu ve L ondra’ya büyük bir uyum içinde kaynaşır. Bayreuth’da,
yerleşti. İtalyan operaları, İncil’den alınmış operalannın gösterimi için özel olarak yapılan
konulan içeren koro ve orkestra için yazılmış tiyatro binasında günümüzde de W agner ope-
uzun oratoryolar besteledi (bak. H ândel , ralan sahnelenm ektedir.
G eorg F riedrich ). 19. yüzyıl Viyana’smda daha hafif müzik
Bach ve H ândel’den sonraki en önemli ge­ türleri olan operetler ve valsler de çok yaygın­
lişme senfoninin doğuşudur. Johann Wen- dı. Bu tür müziğin önde gelen yaratıcılan
zel A nton Stamitz’in (1717-57) M annheim Strauss ailesiydi. Baba Johann Strauss (1804-
Sarayı’nda kurduğu orkestranın, senfoni­ 49) “Valsin Babası” , oğullanndan Johann
nin yaratılışında ve biçimlenişinde büyük payı Strauss (1825-99) ise “Vals Kralı” olarak bili­
olmuştur. J. S. Bach’ın oğlu Cari Philipp nir. Oğul Strauss, aralarında dünyaca ünlü
Em anuel Bach’ın (1714-88) ise çağdaş sonatın M avi Tuna'mn (1867) da bulunduğu 150’den
gelişmesine katkısı büyüktür. Çalışmalannı fazla valsin yaratıcısıdır. Ayrıca polkalar,
Paris ve Viyana’da sürdüren Christoph Willi- dans müzikleri ve Viyana operet klasiklerin­
bald Gluck (1714-87) ise ilk önemli Alman den sayılan Yarasa'yı (1874) bestelemiştir.
opera bestecisidir. 19. yüzyılın sonlan ve 20. yüzyılın başlann-
18. yüzyılın sonlannda ve 19. yüzyılın baş­ da Alm an müziğinde büyük değişimler göze
larında Viyana A vrupa’nın başlıca müzik çarpar. W agner müzikal oyunlannda yeni ar­
merkezi durum una geldi. Joseph Haydn m oniler denedi. V iyana’da Arnold Schön-
(1732-1809), Wolfgang Am adeus M ozart berg (1874-1951), öğrencileri Alban Berg
(1756-91) ve Ludwig van Beethoven (1770- (1885-1935) ve A nton von W ebern (1883-
1827) gibi büyük besteciler Viyana’da sonat, 1945) ile birlikte 12 ton dizisi ya da tekniği
senfoni, yaylı çalgılar dörtlüsü gibi müzik tü r­ olarak adlandırılan yepyeni bir müzik türü ge­
lerine en yetkin “klasik” biçimleri kazandır­ liştirdi. Bu müzikle, o güne kadar kullanılan
dılar. armoni kurallanna karşı çıkılıyordu. 12 ton
19. yüzyılın başında müzik dünyasında pi­ müziği 20. yüzyılın elektronik müziğini ve ca­
yano en sevilen çalgıydı. Franz Schubert zı etkilemiştir. Gustav M ahler (1860-1911) ve
(1797-1828) ve R obert Schumann (1810-56) Richard Strauss (1864-1949) da W agner’in yo­
rom antik şiirleri Alm an şarkıları (Lied) biçi­ lundan gittiler. M ahler senfoniler, Strauss ise
minde müziğe uyarladılar. H er iki besteci de çoğunlukla operalar besteledi. H er iki beste­
yalnız piyano için güçlü ve güzel yapıtlar ver­ cinin yapıtları da çok büyük ilgi gördü. R o­
diler; unutulm az orkestra parçaları ve senfo­ mantik içerikli olan müzikleri genellikle bü­
niler bestelediler. Schubert ayrıca yaylı çalgı­ yük orkestralar eşliğinde çalınır.
lar dörtlüsünü geliştirdi ve çok güzel koro I. ve II. Dünya savaşları arasındaki en
parçaları besteledi. Johannes Brahms (1833- önemli akım lardan biri işlevsel m üzik (Geb-
97) şarkılar, oda müziği, koro parçaları, kon­ rauchsmusik) olarak bilinen türdür. Sonradan
çerto ve senfonileriyle ün kazandı. Felix Men- çok çeşitli türlerde besteler yapmış olan Paul
delssohn (1809-47) çok yetenekli bir oda ve Hindem ith (1895-1963), başlangıçta işlevsel
orkestra müziği bestecisi olduğu kadar değerli türde besteler yaptı. Bu türün en ünlü sanatçı­
bir orkestra şefiydi. U nutulm akta olan J. S. sı Kurt Weill’dir (1900-50). Weill, Bertolt
Bach’m yapıtlarına yeniden ilgi duyulmasını B recht’in Üç Kuruşluk Opera (Die Dreigro-
sağlamak için çok çaba gösterdi. schenoper\ 1928) gibi yapıtlarının müziğini
Alm an opera bestecilerinden Der Frei- yapmıştır.
schütz’iın (Nişancı) yazarı Kari M aria von Alman müziğinin 20. yüzyıldaki gelişimi
168 ALMANYA

Adolf H itler’in Nazi yönetimi sırasında bir sü­ ri güçlü b ir m erk ezi y ö n etim k u ra m a d ı (bak.
re engellendi. Am a II. Dünya Savaşı’ndan bu K utsal R oma -Germen İmparatorluğu ). G ü ç ­
yana müzik sanatı gerek Federal Alm anya’da, lerini iç sa v aşlard a ve İta ly a ’ya karşı d ü z e n le ­
gerek D em okratik Alman Cum huriyeti’nde d ik le ri se fe rle rd e b ü y ü k ö lçü d e y itird ile r. Bu
çok önemli gelişmeler gösterdi. Leipziğ Ge- BBC Hullon Picture Library

vvandhaus Orkestrası, Berlin Filarmoni O r­


kestrası ve Viyana Devlet Operası dünya ça­
pında ünlü kuruluşlardır. Uluslararası konser
ve opera sahnelerinde azımsanmayacak sayı­
da Alman ve AvusturyalI sanatçı yer alm akta­
dır. Schönberg ve öğrencilerinin açtığı yolu
izleyen Karlheinz Stockhausen (doğumu
1928) ve Hans W erner Henze (doğumu 1926)
çağdaş müziğe yenilikler getiren en tanın­
mış. sanatçılardır. Viyana Çocuk Korosu
da dünyanın en iyi çocuk korolarından bi­
ridir.

ALMANYA. Alm anlar tarih sahnesine ilk kez


İÖ 58 dolaylarında, Ren Irm ağı’nı aşarak
Fransa’ya giren ve Romalı kom utan Jül Sezar
tarafından yenilgiye uğratılan kabileler olarak
çıktılar. D aha sonra Rom a İm paratorluğu’
nun zayıflaması üzerine Kuzey A vrupa’daki
Alman kabilelerinin saldırıları yeniden arttı.
Bazı Alman kabileleri İtalya’ya ve İspanya’ya
kadar ulaştı. Angıllar ve Saksonlar (bak.
ANGLOSAKSONLAR) İngiltere’yi ele geçirdiler.
Franklar ise Fransa’ya yerleşerek Fransız
Prusya Kralı Büyük Friedrich (1712-86)
ulusunun çekirdeğini oluşturdular. Bu sırada
A vrupa’da, Almanya olarak bilinen ülkenin sırada Hıristiyan toplumların dinsel önderi
kuzeyine Saksonlar ve Frizyalılar, batısına papa ile im paratorlar arasında zaman zaman
Franklar, ortasına Thüringenliler, güneyine ciddi gerginlikler oldu.
ise Alm anlar ve Bavyeralılar yerleşmişti. 8. Güçlü ve akıllı bir önder olan Friedrich
yüzyılda bu kabileler Hıristiyan oldular. Barbarossa (1123-1190) döneminde Almanya
bir süre dirliğe kavuştu. Torunu II. Friedrich
Dinsel Reform Hareketi (1194-1250) çok bilgili ve kültürlüydü. Onun
Britanya Adaları dışında bütün batı Hıristi­ döneminde ozanlar, ressamlar ve bilim adam ­
yan toplumlarının yöneticisi olan Frank Kralı ları sarayda büyük saygı gördü. 1273’te Habs-
Şarlm an’a (742-814) 800’de Papa III. Leo burglar’dan Rudolf tahta geçti ve 1805’te
Kutsal Roma İm paratoru olarak taç giydirdi. imparatorluk çökünceye kadar Habsburg ha­
Bu tarihten sonra imparatorluğun adı Kutsal nedanı ülkeyi yönetti.
Rom a-G erm en İmparatorluğu oldu. Şarlman Bu dönemde Frankfurt, Mainz ve Köln gibi
zamanında doğuya doğru genişleyen im para­ kentler büyük ticaret merkezleri haline gele­
torluk onun ölümünden sonra oğulları arasın­ rek imparatorluk içinde oldukça geniş bir
da bölüşüldü. Fransa ile Alm anya’nın ayrıl­ özerkliğe ve ayrıcalığa sahip oldular. Kuzeyde
ması da o döneme rastlar. İm paratorluk ise H am burg, Brem en ve Lübeck liman kent­
özünde Alm an’dı ve im parator, elektör (seç­ leri çok gelişti. D aha sonra özerk cumhuriyet­
men) sıfatını taşıyan önde gelen Alm an prens­ ler olan bu kentler bir araya gelerek bir
lerince seçiliyordu. Am a imparatorların hiçbi­ ticaret ortaklığı olan Hansa Birliği’ni kurdular
ALMANYA 169

(bak. H ansa BİRLİĞİ). G ene bu dönemde ra Katolik Avusturya ile Protestan Prusya
Alman m im arlar ve yapı ustaları Köln, Stras- arasında yaklaşık 200 yıl boyunca A lm anya’ya
bourg ve daha birçok yerde A vrupa’nın en egemen olma mücadelesi başladı.
güzel katedrallerini yaptılar. Prusya, 1701’de krallık ilan edilinceye kadar
15. yüzyıla gelindiğinde dünyada Hıristi­ Hohenzollern hanedanının yönetimi altında
yan dinini benimsemiş bütün insanlar üstünde doğuya ve batıya doğru yayılmıştı. Büyük
Roma Katolik Kilisesi’nin önderi papanın ve Friedrich döneminde (1740-86) Prusya Krallı­
ona bağlı kiliselerin büyük bir gücü vardı. Ne ğı, Avusturya’dan sonra en güçlü Alman
var ki, Roma Kilisesi’nin lükse ve dünya devleti oldu. Friedrich büyük bir beceriyle
nimetlerine düşkünlüğünün artması İngiltere’ kum anda ettiği güçlü ordusuyla Silezya’yı ve
de olduğu gibi A lm anya’da da giderek büyü­ Polonya’nın büyük bir bölümünü toprakları­
yen bir hoşnutsuzluk yaratmaktaydı. Prag’da, na kattı. 1789’da Fransız Devrimi başladığı
Hıristiyanlık dininde reform yapılması gerek­ sırada Almanya 360 devlete bölünmüş du­
tiğini öğütleyen Johannes Huss’u A lm anya’da rumdaydı. Napolyon Prusya’yı Jen a’da büyük
da kitleler destekledi. 1415’te Johannes Huss bir yenilgiye uğrattı ve Alm anya’yı işgal etti.
kiliseye karşı çıktığı için kazığa bağlanarak 1805 Petersburg Antlaşm ası’yla Kutsal Ro-
yakıldı. Bu olay üzerine A lm anya’da dinde m a-Germ en İm paratorluğu son buldu. Am a
reform isteyenler ile istemeyenler arasında iç Prusyalılar kısa zamanda toparlanm ayı başar­
savaş çıktı. Hıristiyanlık dininde ve onun dılar. M areşal G ebhard von Blücher yöneti­
kurum lan olan kiliselerde yeni bir düzen mindeki Prusya ordusu ile W ellington yöneti­
arayışı anlamına gelen Reform hareketi, bil­ mindeki İngiliz ordusu Napolyon’u 1815’te
gin bir papaz olan M artin Luther’in de Kato­ W aterloo’da yenilgiye uğrattılar.
lik Kilisesi’ne karşı olduğunu açıklamasıyla 1789 Fransız Devrimi Alman halkını çok
A lm anya’da güç kazandı. Luther, Katolik etkilemişti. O nlar da Fransızlar gibi daha
Kilisesi’nin insanlann günahlarını bağışlamak fazla özgürlük istiyorlardı. Halkın ülke yöne­
için aldığı paralara ve bağışlanma belgelerinin timinde söz sahibi olması için güçlü bir
para karşılığı satılmasına karşı çıktı. 1517’de hareket vardı. Buna karşılık kral ve soylular
W ittenberg Kilisesi’nin kapısına bir protesto ayncalıklannı korum ak için direniyorlardı.
bildirisi astı. Bunun üzerine papa, L uther’in 1848’de Berlin’de *başlayan büyük halk göste­
artık Katolik Kilisesi’nin bir üyesi olmadığını rileri öbür kentlere de yayıldı. 1848’de Frank­
(aforoz ettiğini) açıkladı. furt’ta, anayasa hazırlamak için bir meclis
L uther’in düşünceleri daha sonra Protestan toplandı. Ne var ki Prusya kralı anayasayı
mezhebinin doğmasında etkili oldu. Gene bu destekleyen halk hareketlerini kanlı bir bi­
olay Katolikler ile Protestanlar arasında yıllar çimde ezdi; meclisi de kapattı.
yılı sürecek mücadelenin başlangıcı oldu 1861-88 arasındaki I. Wilhelm döneminde
(bak. L uther . M artin : R eform ). A lm anya’da birliği sağlayan Prusya Başbaka­
Yaklaşık 100 yıl sonra bu mücadele, neden­ nı O tto von Bismarck oldu. Sert karakterli ve
leri artık yalnızca dinsel olmayan Otuz Yıl sıkı disiplinli bir yönetici olması yüzünden
Savaşlan’nda (1618-48) sürdürüldü (bak. ona “Dem ir B aşbakan” denirdi (bak. BlS-
O tuz Y il Savaşlari). Bu savaşta Alman prens­ marck , O tto V on ).
leri bazen im paratora karşı, bazen onun 1866’da Avusturya Sadova’da yenilgiye uğ­
yanında yer alarak, daha fazla toprak ve ratıldı ve Prusya önderliğinde Kuzey Alm an­
bağımsızlık için birbirleriyle kıyasıya dövüştü­ ya Birliği gerçekleşti. 1870’teki Fransa-Prusya
ler. İsveçliler ülkeyi yağmaladılar. Fransızlar Savaşı’nda ise Fransızlar birleşik Alman ordu­
ise Alsace bölgesini topraklanna kattılar. su karşısında yenildiler. 1871’de Versailles’da
Almanya bu savaşların sonunda büyük bir A lm anya’nın im paratorluk olduğu ilan edildi
yıkıma uğradı. ve I. Wilhelm ilk Alman im paratoru olarak
taç giydi. Berlin’i başkent yaptı. 1648’den beri
Prusya'nın Yükselişi Fransa’nın olan Alsace bölgesini Almanya
1648’de Vestfalya Banş Antlaşm ası’ndan son­ topraklanna kattı.
170 ALMANYA

Bu dönemde Alm anya’nın ticareti ve sana­ kûm oldu. Hapisten çıktıktan sonra partisi
yisi hızla gelişti. II. Wilhelm Alm anya’nın güçlenmeye başladı. Nazi olarak adlandırılan
denizaşırı ülkelerde de gücünü kanıtlamasını Nasyonal Sosyalistler’in (bak. H itler , A dolf -,
istiyordu. (II. Wilhelm Alm anca’da im para­ NAZİZM) silahlı çeteleri sokaklarda kendilerin­
tor anlamına gelen “Kayzer” sıfatıyla anılır.) den olmayanlara karşı kıyasıya saldırıya geç­
A vrupa’nın en üstün ordusuna sahip olmanın tiler.
yanı sıra, İngiliz donanmasıyla yarışacak güç­ Bu sırada 1925’te cumhurbaşkanı seçilen
te bir donanm a oluşturdu. Bu dönemde A l­ Mareşal Paul von Hindenburg, ordunun
manya ile Osmanlı İm paratorluğu arasındaki güçlendirilmesine önem vermeye başladı.
siyasal, ekonomik ve askeri ilişkiler hızla 1929’da dünyanın neredeyse tümünü etkisi al­
gelişti. Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Sa- tına alan işsizlik ve ekonomik bunalıma, zaten
vaşı’nda Alm anya’nın yanında yer aldı. zayıf durum da olan Almanya da karşı dura­
I. Dünya Savaşı 1914’te, Alm anya’nın Bel­ madı. Halk içinde bulunduğu zor durumdan
çika ve Fransa’ya saldırması üzerine başladı. bir an önce kurtulm ak istiyordu. Milyonlarca
İngiltere saldırıya uğrayan ülkelerin yardımı­ işsizin işe, esnafın yardıma gereksinimi vardı.
na koştu. H er iki tarafta da büyük kayıplara Gençler kendilerine geçim olanağı tanıyacak
yol açan savaş dört yıl sürdü ve Alm anya’nın bir gelecek düşlüyorlardı. Hitler girdiği seçim
yenilgisiyle sonuçlandı (bak. BİRİNCİ DÜNYA kampanyalarını aşırı milliyetçilik, ırkçılık, sal­
SAVAŞI). H ollanda’ya kaçan Kayzer, 1941’de dırganlık ve savaş üzerine oturttu. Almanya’
ölünceye kadar orada kaldı. 1918’de W eimar yı yeniden güçlendirmeyi, Versailles Antlaş-
Cumhuriyeti adı altında yeni bir Almanya ması’nı yırtıp atmayı, Yahudiler’i ezmeyi, ko­
doğdu. münistleri yok etmeyi, her A lm an’a iş ve ek­
1919’da imzalanan Versailles Antlaşm ası’ mek sağlamayı vaat ediyordu. Durum undan
na göre Almanya denizaşırı sömürgelerinin memnun olmayan milyonlarca insan Naziler’i
hepsini yitirdi. Polonya’dan almış olduğu umut olarak gördü. Hitler bir yandan gör­
toprakları Polonya’ya, Alsace’ı Fransa’ya, kemli propaganda gösterileriyle halkı etkile­
Kuzey Schlesvvig’i de D anim arka’ya vermek meye, öte yandan siyasi karşıtlarını sindir­
zorunda kaldı. Alman ordusu 100 bin askerle meye çalışıyordu. Naziler’in oluşturduğu
sınırlandırıldı. Alm anya’nın Ren Irm ağı’nın baskın birlikleri (SA) ve muhafız müfrezele­
batısında kalan kesimi M üttefikler tarafından ri (SS) sendikaları, dem okratik örgütleri ba­
işgal edildi. Almanya, savaşı başlatmış olm ak­ sıyor, öbür parti üyelerine karşı kanlı terör
tan dolayı, ağır savaş zararlarını ödemek hareketleri düzenliyordu. Bu koşullar altında
zorunda bırakıldı. yapılan seçimlerde Naziler 1928’de 810 bin oy
Fransa 1923’te borcunu ödemediği gerekçe­ alırken 1930’da oylarını 6.409.600’e çıkardı­
siyle Alm anya’nın Ruhr bölgesini toprakları­ lar. Seçim sonuçları A lm anya’nın büyük sana­
na kattı. Bu olay zaten savaştan zararla çıkmış yicilerinin de Naziler’i desteklemesini sağladı.
olan Alman ekonomisinin daha da kötüleş­ 1932 Tem m uz’unda yapılan genel seçimlerde
mesine yol açtı. Alman parası değerini yitirdi; H itler’in partisi 13.745.000 oy alarak en güçlü
ülke yoksulluk ve kargaşaya sürüklendi. Bu­ parti durum una geldi. Mecliste, Sosyal D e­
nun üzerine ABD ve İngiltere Alm anya’ya m okratlar ikinci, Komünistler üçüncü parti
büyük m iktarlarda borç para verdiler. E kono­ oldular. Ocak 1933’te Cum hurbaşkanı von
mide bir süre işler yoluna girmiş gibi göründü. Hindenburg, H itler’i başbakanlığa getirdi.
Ama cumhuriyet güçlü değildi. Bu sırada ül­
kedeki ekonomik bunalım, farklı çözümler Nazi Yönetimi
öneren siyasal partiler arasında gerginliğin Yönetim e geçer geçmez Naziler’in ilk işi de­
artmasına yol açıyordu. 1921’de Nasyonal mokrasinin tüm izlerini yok etm ek oldu. M art
Sosyalist adlı siyasi bir hareketi başlatan Hit- 1933’te Alm anya’nın son seçimleri yapıldı.
ler, 1923’te M ünih’te hüküm et darbesi girişi­ Naziler iktidarda olmanın sağladığı olanakların
minde bulundu. Am a ordunun işe karışması yanı sıra hile ve baskıyla parlamentoda çoğun­
sonucu yenilgiye uğradı ve 13 ay hapse m ah­ luğa sahip oldular. Gerçi oyların ancak yüzde
ALMANYA 171

44’ünü almışlardı, ama bu onların ülkeyi tek ülkeleriyle olan ticaret artırıldı. Bu arada
başına yönetm elerine yetiyordu. Temmuz Türkiye’nin dış ticareti de hızla Alm an eko­
1934’te bir yasa çıkartarak ülkenin tek partisi­ nomisine bağlandı. 1938’e gelindiğinde T ür­
nin Nasyonal Sosyalist Parti olduğunu, öteki kiye’nin ithalatının yüzde 47’si, ihracatının
partilerin kapatıldığını ilan ettiler. Artık yüzde 63’ü Alm anya ile yapılıyordu.
Reichstag, yani parlamento, kırk yılda bir, o da A lm anya’da her şey H itler’in çıkarmayı
Johnny Florea. "Life" © Time Inc. planladığı büyük savaşa göre düzenleniyordu.
Devlet gizli polisi G estapo, emirlere uyma­
yanları anında ezmeye yetkiliydi. II. Dünya
Savaşı sırasında A lm anlar’ın işgal ettiği A vru­
pa ülkelerinde G estapo’nun acımasızlığı, bu
ülkelerin halklarının A lm anlar’dan nefret et­
melerine yol açtı.
H itler’in dış siyaseti de iç siyasetiyle aynı
doğrultudaydı. Almanya 1933’te, barış için ül­
kelerin birlikte çalışmalan ilkesini benim se­
miş olan Birleşmiş M illetler örgütünden ayrıl­
dı. Bundan üç yıl sonra Ren yöresini ele geçir­
di. 1938’de Alm an ordusu Avusturya’yı A l­
m anya’nın bir eyaleti durum una getirdi. Aynı
yıl öteki A vrupa ülkelerini sindirerek Çekos­
lovakya’nın, halkın çoğunluğu Alm an kökenli
olan Südet bölgesini işgal etti. Bir yıl sonra ise
Çekoslovakya’nın tüm ünü egemenliği altına
aldı. Hitler bu yayılmacı siyasetini 1 Eylül
1939’da Polonya’ya girerek sürdürdü.
İngiltere ve Fransa, Polonya saldırıya uğra­
dığında yardım edeceklerine söz vermişlerdi.
Nitekim H itler’in Polonya’ya girmesi üzerine
A lm anya’ya savaş ilan ettiler. D aha sonra
II. Dünya Savaşı sırasında m ilyonlarca Yahudi öbür ülkeler, de savaşa katıldı (bak. İKİNCİ
resimde görülen Nordhausen'a benzer Nazi toplama
kamplarında ölüm e gönderildi. D ü n y a S a v a ş i).
1944 H aziran’ında, nerdeyse beş yıl savaşıl­
H itler’in konuşma yapacağı ya da yeni bir ka­ dıktan sonra, A m erikan, İngiliz ve öteki m üt­
rar açıklayacağı zaman toplanıyordu. Seçim­ tefik güçler Fransa’nın Normandiya kıyılarına
lerde Propaganda Bakanı Joseph Goebbels çıktılar. Fransa düşmandan kurtarıldıktan
dem okratik düşüncelere ve dem okratik ülke­ sonra M üttefikler’in öncü birlikleri Almanya’
lere karşı saldırıya geçti. Naziler gibi düşün­ ya girdiler. Yüksek rütbeli bazı Alman subay­
meyen m em urlar, öğretm enler ve profesörler ları H itler’e bir komplo düzenleyerek onu
işlerinden oldular. Okullarda Alman ırkının öldürm ek ve dem okratik bir hüküm et kura­
güçlülüğü, üstünlüğü ve bir gün dünyaya ege­ rak M üttefikler ile barış yapmak istediler.
men olacağı öğretiliyordu. A lm anya’nın düş­ A ncak bu girişim başarısızlığa uğradı ve olaya
manı olduklan ilan edilen Yahudiler üzerinde adı karışanların çoğu idam edildi. 1945’in ilk
kanlı baskılar başladı. (II. Dünya Savaşı sıra­ aylarında İngilizler, Kanadalılar, Am erikalı­
sında Orta ve Doğu A vrupa’da Naziler 5 mil­ lar ve Fransızlar R en’i geçerek Batı ve Güney
yondan fazla Y ahudi’yi öldürdüler.) A lm anya’yı işgal ettiler. SSCB ordusu ise Po­
Hitler silahlanmaya büyük önem verdi. lonya, M acaristan ve Çekoslovakya üzerin­
1936’da genel seferberlik ilan edildi. Ülke den Berlin’e girdi. On gün süren çetin bir sa­
adım adım savaşa hazırlanıyordu. Besin ve vaştan sonra Berlin düştü. Bu sırada Hitler
hamm adde stoku yapmak amacıyla Balkan intihar etti. Bundan birkaç gün sonra, 7 Mayıs
172 ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ

1945’te, Fransa’daki Alman ordusu General Bonn kentinde çalışmaya başladı. Konrad
Dwight Eisenhovver’a teslim oldu. A denauer Almanya Federal Cum huriyeti’nin
Alm anya’nın tümü M üttefikler’ce işgal ilk başbakanı oldu (bak. A denauer , K onrad ;
edilmişti. İngilizler Ren bölgesini, Hannover, A lmanya F ederal C umhuriyeti). SSCB de A l­
Schleswig-Holstein ve H am burg’u; A m erika­ man D em okratik Cum huriyeti’nin kurulması­
lılar O rta ve Güney Almanya ile B rem en’i; na ön ayak oldu (bak. A lman DEMOKRATİK
Fransızlar Saar ve Yukarı R en’i; SSCB kuv­ CUMHURİYETİ). 1954’te A B D , İngiltere ve
vetleri Elbe’nin doğusunu ve Königsberg’i Fransa, Almanya Federal Cum huriyeti’nin iş­
(bugün Kaliningrad); PolonyalIlar, Doğu Prus­ galine bir yıl içinde son verilmesini ve ülkenin
ya’nın geri kalan bölümünü, Pom eranya’yı, bir savunma işbirliği antlaşması olan Kuzey
B randenburg’u ve O der ile Neisse ırm akları­ A tlantik Antlaşması Ö rgütü’ne (NA TO ) üye
nın doğusunda kalan eyaletleri işgal ettiler. olmasını kararlaştırdılar. Aynı yıl SSCB de
A B D , İngiltere ve SSCB’nin 17 Temmuz- Alm an D em okratik Cum huriyeti’nin bağım­
2 Ağustos 1945 tarihleri arasındaki Potsdam sız olduğunu açıkladı.
K onferansı’nda aldıkları karara göre A l­
manya tek bir ülke gibi yönetilecekti. Am a bu ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ.
karar hiçbir zaman uygulamaya geçmedi ve Batı Almanya olarak da bilinen Almanya Fe­
M üttefikler’in her biri işgali altındaki bölgeyi deral Cumhuriyeti kuzeyde Kuzey Denizi,
kendi kurallarınca yönetti. Danim arka ve Baltık Denizi, doğuda Alman
İngiltere, ABD ve Fransa ile SSCB arasın­ Dem okratik Cumhuriyeti, güneyde Avus­
daki görüş farklılıkları giderek keskinleşmeye turya ve İsviçre, batıda ise Fransa, Lüksem-
başladı. Sonunda birlikte çalışma olanağı or­ burg, Belçika ve Hollanda ile çevrelenmiştir.
tadan kalktı. Almanya doğu ve batı olmak
üzere ikiye bölündü. Berlin’in bir bölümü ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ'NE
SSCB bölgesinde kaldı. İLİŞKİN BİLGİLER

İki Alman Cumhuriyeti YÜZÖLÇÜMÜ: 248.717 km2.


II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya büyük NÜFUS: 60.698.000 (1987).
bir yıkıma uğramıştı. Milyonlarca insan açlık­ YÖNETİM BİÇİMİ: Federal Cumhuriyet.
BAŞKENT: Bonn.
tan kınlıyor ve evsiz kalan milyonlarca Alman
DOĞAL YAPI: Federal Almanya beş bölgeye ayrılır:
derme çatma yerlerde, yıkıntılar arasında ya­ Ren, VVeser ve Elbe ırmaklarının suladığı Kuzey Al­
şamaya çalışıyordu. Fabrikaların çoğu yerle manya ovaları; orta yaylalar; güney ve batıdaki dağ­
lık yöreler; Güney Alpler'in etekleri ve Bavyera
bir olmuştu. A yakta kalanlar da yakıtsızlıktan Alpleri.
ya da hammadde yokluğundan çalışamıyordu. TARIM ÜRÜNLERİ VE HAMMADDELER: Buğday, arpa,
B unlan dışardan satın almak için para da çavdar, yulaf, patates, şekerpancarı, şarap, kömür,
linyit, kereste, demir cevheri, potas, tuz ve ham
yoktu. Pek çok köprü, lokomotif, kam­ petrol.
yon yok edilmiş, demiryolları kullanılmaz BAŞLICA SANAYİLER: Maden, demir-çelik, mühendis­
durum a gelmişti. Sonuç ise yoğun işsizlikti. lik, kimya, dokuma, kâğıt, optik aletler, elektronik
aletler, otomobil, tüketim eşyaları.
M üttefikler bu sorunlarla uğraşırken Haziran ÖNEMLİ KENTLER: Berlin (Batı), Hamburg, Münih,
1948’de aralarında yeni bir bunalım çıktı. Köln, Essen, Düsseldorf, Frankfurt, Dortmund, Stutt-
SSCB, Berlin ile Batı Almanya arasındaki gart, Bonn.
ulaşımı kesti. Bunun üzerine İngiltere ve
A B D , Berlin kentinin yiyecek ve öteki gerek­ Almanya Federal Cum huriyeti’nin dağlardan
sinimlerini dokuz ay boyunca havayoluyla ve akarsulardan oluşan doğal sınırları hemen
karşıladılar. hiç yoktur. Yalnız güneydeki Bavyera Alpleri
Bu sırada A B D , İngiltere ve Fransa yeni ile Ren Irm ağı’nm Basel’den Karlsruhe’ye ka­
bir Alm an hükümeti oluşturma çalışmalan- dar olan kesimi ve Fransa’nın kuzeyinden
na başladılar. Batı Alm anya’nın federal bir SSCB’nin derinliklerine kadar uzanan büyük
cumhuriyet olması kararlaştırıldı. Ağustos Kuzey Avrupa Ovası’nın bir bölümü Federal
1949 seçimlerinin ardından yeni parlam ento Alm anya’nın içinde kalır. Ovanın en önemli
ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ 173

ırmağı H ollanda’dan denize dökülen R en’dir. ketli vadiler alır. Önemli köm ür yatakları
Çok işlek bir suyolu olan R en’de açık deniz olan Ruhr ve Saar bu bölgenin batısındadır.
gemileri Köln’e kadar ulaşabilir. W eser Irm a­ G üneyde, Yukarı Ren Ovası’nm verimli top-
ğı üzerinde Brem en, Elbe Irmağı üzerinde ise raklannın doğusunda, sık çamlan ve ladinleriy­
ülkenin önemli limanı olan Ham burg bulu­ le K araorm an uzanır. Tuna Irmağı K arade­
nur. H er iki ırmak da Kuzey Denizi’ne dö­ niz’e ulaşıncaya kadar 2.825 kilometrelik bir
külür. yol izler. Almanya için önemli bir akarsu sa­
Kuzeydeki fundalık ve çam korularıyla yılmazsa da, Tuna Vadisi tarihte, doğudan Av­
kaplı ovalık alanın yalnızca H annover’den A l­ rupa’ya varabilmek için başlıca yol olmuştur.
man D em okratik Cum huriyeti’ne kadar uza­ Tuna, A lm anya’nın güneyinden doğuya doğ­
nan bölümü verimli topraklan kapsar. O va­ ru akar, kuzeyinde Neckar ve Main ırm aklan-
daki nüfus kentlerin bulunduğu yörelerde yo­ nın çıktığı Jura D ağlan yer alır. Neckar ve
ğunlaşmıştır. M ain’in verimli vadilerinde önemli kentler
Köln-Hannover çizgisinin güneyinde ova­ kurulm uştur. Tuna’nın güneyindeki topraklar
nın yerini ağaçlıklı tepeler, yaylalar ve bere­ Bavyera A lpleri’ne doğru yükselerek, Zugs-

:lensbur<

Lubeck

iven
Ham burg

.Bremen

Hannover
Isnabrück DEMOKRATİK
Brunsvvick

M unster r
1 \ G elsenkirchen
î^hausen o oD ortm und
P > u rg c f £ s| # nO chum

îsseldorf! ^ u p p e rta l
o^Köln
pAachen V ...........
? o\BO N N

VVİesbaden
o^
Frankfurt

M annheim ip Nürnberg

LÜKSEMBURG °K a rls ru h e

S tuttgart

FRANSA
Augsburg
/{ Freiburg
M ünih

Alm anya Federal Cumhuriyeti


İSVİÇRE AVUSTURYA II. Dünya Savaşı'ndan sonra
1949'da kuruldu.
174 ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ

Ruhr'un sanayi merkezi


Düsseldorf II. Dünya
Savaşı'nda yıkıma
uğramış, ama daha
sonra kentin yapıları
yeniden onarılm ıştır.

p itz e ’d e 2.968 m e tre y e u laşır. A lm a n y a ’nın daki Frankfurt ise 1848’de ilk Alm an parla­
bu en y ü k se k te p e s in e ç ık ıld ığ ın d a g ö rü n ü m mentosunun toplanmış olduğu önemli bir ta­
soluk kesici g ü z e llik te d ir (bak. Bavyera ). rihsel kent ve bugün bir iş merkezidir. Güney­
Kuzeydeki ovalık bölgede kışlar uzun ve batının en büyük kenti olan Stuttgart’da ma­
sert, yazlar ılımandır. O rta ve güneyde ise kine ve m otor üretimi yapılır. Kuzeybatıda
iklim kuzeyden pek farklı olmamakla birlikte, yer alan Brem en, eski ve güzel yapılarıyla ül­
daha çok yağmur yağar. Ülkenin dörtte biri kenin ikinci büyük liman kentidir. Hannover
orm anlarla kaplıdır. Halk ağaçların değerini eskiden 100 yıl boyunca İngiltere kralına bağlı
çok önceden kavramış olduğu için, ormancılık bir devletin başkentiydi. Nürnberg ise Bavye-
çok gelişmiştir. En sık rastlanan çam, ladin ve ra ’da zarif kiliseleri ve eski binaları ile önemli
köknardan başka, kayın, meşe ve öteki sert bir sanayi merkezidir (bak. BERLİN; BONN; BRE-
odunlu ağaçlar yetişir. A lpler’de yabandomu- MEN; FRANKFURT; HAMBURG; KÖLN; MÜNİH).
zu, dağkeçisi, geyik, ceylan ve karacalara II. Dünya Savaşı sonrasında Federal A l­
rastlanır. manya yiyecek maddeleri bakımından ABD
ve Kanada gibi öteki ülkelere bağımlıydı. D a­
Kentler, Çiftlikler, Sanayi ve Ulaşım ha sonra küçük Alman çiftlikleri birleştirile­
Alm anya’nın gerek batıdaki, gerek doğudaki rek büyük çiftliklere dönüştürüldüğü ve çağ­
kentlerinin nerdeyse tümü II. Dünya Savaşı daş üretim teknikleri kullanıldığı için, günü­
sırasında büyük yıkıma uğradı. Berlin ise sa­ müzde besin gereksiniminin beşte dördünü
vaşın son günlerindeki çarpışmalar yüzünden üretebiliyor. Kuzey Denizi kıyılarında,
çok daha ağır zarar gördü. Federal Cumhu- Schleswig-Holstein ve Bavyera A lpleri’nin
riyet’in başkenti, Ren Irmağı kıyısındaki eteklerinde çağdaş m andıralar kuruldu. Ku­
Bonn’dur. Elbe üzerindeki Ham burg A vru­ zeyde şekerpancarı, patates, arpa yetişir. T a­
pa’nın ikinci büyük limanıdır. Bavyera da rımsal üretim hayvancılıkla birlikte yürütülür.
Münih kenti müzeleri, sanat galerileri, tiyat­ Ren yöresindeki verimli ovalarda çeşitli mey­
roları ve birasıyla ünlüdür. Görkemli katedra­ ve ve sebzeler yetiştirilir. Bağlardan elde edi­
li ile Ren üzerindeki Köln ve onu çevreleyen len üzüm, şarapçılıkta kullanılır.
80 kilometrelik bir alan içinde Essen, Dort- Federal Cum huriyet’te en zengin köm ür
mund, Düsseldorf, Duisburg, Bochum, Ober- yatakları R uhr Havzası’ndadır (bak. R uhr ).
hausen, W uppertal ve Gelsenkirchen gibi Saar ve Aachen dolaylarında daha küçük kö­
önemli sanayi kentleri vardır. En batıda, Bel­ mür yatakları bulunm aktadır. Büyük bölümü
çika sınırındaki A achen’ın 9.-16. yüzyıllar elektrik enerjisi elde etm ekte kullanılan yu­
arasında Alman krallarının törenle taç giydiği muşak ve kahverengi linyit, Köln’ün batısın­
ünlü bir katedrali vardır. Main Irmağı kıyısın­ daki yataklardan çıkartılır. Bavyera Alple-
ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ 175

ri’nde ve Yukarı Ren bölgesinde hidroelek­ önemli bir yeri vardır. 1930’larda yapılan ve
trik santralları vardır. Ülkenin kuzeyinde dü­ büyük kentleri birbirine bağlayan 3.000 km
şük verimli birkaç petrol kuyusu bulunm akta­ uzunluğundaki karayolları (otoban) Avrupa’
dır. Kullanılan petrolün önemli bir bölümü nın ilk çağdaş m otorlu taşıt yollarıydı. Sonra
başka ülkelerden satın alınır. Dem ir ve başka karayolu taşımacılığı daha da geliştirildi. A l­
gerekli m adenler de dışardan getirtilir. Am a man otomobil sanayisi de ünlü Mercedes-
kereste ve ağaç ürünleri çok boldur. Benz, Volksvvagen ve BMW gibi otomobilleri
Önemli demir-çelik işletmeleri ve ağır m a­ üretti.
kine sanayisi batıdaki köm ür yataklarının çev­ R en Irm ağı’ndan gemiyle Köln’e ulaşılabi­
resinde kurulm uştur. Tersaneler ise liman lir. Yük taşıyan m avnalar ise İsviçre sınırına
kentlerindedir. 1870’lerde hızla sanayileşme­ kadar gider. W eser ve Elbe ırm akları da yük
ye başlayan ülkenin dört bir yanında çok sayı­ taşımacılığına elverişlidir. Bu ırm aklar arasın­
da fabrika göze çarpar. 1870’ten önce yapılan da kanal bağlantıları olması Brem en, H am ­
demiryollanyla köm ür ve hamm addenin fab­ burg ve Berlin’e suyolu ulaşımını sağlar.
rikalara taşınması sağlanmıştı. Bu yüzden de II. Dünya Savaşı’ndan 1955’e kadar çalış­
İngiltere’de olduğu gibi fabrikaların köm ür malarını durduran Alm an havayolları Luft­
yataklarının bulunduğu yerlerde yapılması ge­ hansa, bugün dünyada önde gelen uçak şir­
rekm edi (bak. SANAYİ DEVRİMİ). ketlerinden biridir.
R uhr ve güneybatıda Ren-M ain bölgesi
önemli sanayi m erkezleridir. Ülkenin kuzey Merkezi ve Yerel Yönetim
kıyılarında da sanayi işletmeleri kurulm akta­ Federal Parlamento iki meclisten oluşur. Üye­
dır. Alm an bilim adamları ile mühendisleri leri dört yılda bir seçilen Federal Meclis
deneyim ve bilgi sahibi olmalarıyla ünlüdür. (Bundestag) yasamadan sorum ludur, yani ya­
İşçileri ise nitelikli ve çalışkandır. Federal saları yapar ve Federal hüküm etin başbakanı­
Cumhuriyet dışarıya m akine, kimya ürünleri, nı seçer. İkinci meclis Federal Konsey’dir
kamyon ve otomobiller, demir-çelik, metal ( Bundesrat). Federal eyaletler Federal K on­
eşya, elektrikli araç gereçler, dokum a ürünle­ sey aracılığıyla hüküm ette temsil edilir. Bu
ri ve gemi gibi çeşitli mallar satar. eyaletler Schlesvvig-Holstein, Ham burg, A şa­
I. ve II. Dünya savaşlarında büyük ölçüde ğı Saksonya, Brem en, Kuzey Ren-W estfalya,
yıkıma uğrayan demiryolları bugün dizel ve Hessen, Renanya, Baden-W ürttemberg, Bav-
elektrikli lokomotiflerin çalıştığı çağdaş de­ yera, Saar ve Batı Berlin’dir. Devlet başka-
miryolu işletmeleri durum una gelmiştir. D e­ nını Federal Parlam ento seçer.
miryollarının yolcu ve yük taşımacılığında Merkezi yönetim dışişleri, ekonomi, ula­

Alm anya'nın güneyinde


A lpler'in eteğindeki
K önigsG ölü kıyısındaki
St. Bartholomevv
Kilisesi.
176 ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ

H. Armstrong Roberts
Solda: Ren Irmağı'nın hem görünüm ü güzeldir, hem de önem li bir ulaşım yoludur. Sağda: Bavyera
A lpleri'nde Neuschvvanstein Şatosu.

şım, iletişim ve savunmadan sorumludur. m imarileri, Protestan olan Kuzeyliler’inkin-


Eyalet yönetimleri ise eğitim, kültürel etkin­ den daha renkli ve süslüdür.
likler, adalet, güvenlik ve vergi yasalarından Alman mutfağı et ve meyve karışımı ye­
sorumludur. Yalnız vergilere ilişkin yasaların mekleriyle ünlüdür. Bunlardan elmalı sığır
Federal Konsey’ce onaylanması gerekir. çorbası, lahana salatası, tuzlayarak ekşitilmiş
bir sebze yemeği olan sauerkraut ünlüdür. Sa­
Yaşam Biçimi lam ve sosis çeşitleri çok zengindir. 100’den
Öğrenciler eğer yükseköğrenim görmek isti­ fazla da ekmek çeşidi vardır. Ren bağlarında
yorlarsa, ortaöğrenimleri sırasında belli konu­ dünyanın en güzel beyaz şaraplarının yapıldı­
larda yoğunlaşarak, olgunluk sınavına girer­ ğı nefis üzümler yetişir. Hochheim bağlarında
ler. Başarırlarsa yükseköğrenime hak kaza­ ve Moselle Vadisi’nde yetişen üzümlerden de
nırlar. Başka bir seçenek de öğrencilerin bi­ çok iyi şaraplar yapılır.
limsel ve teknik eğitimden geçtikten sonra sa­ Kırsal kesimde yaşayan halk bayram larda
nayide teknik eleman olarak iş bulmasıdır. ve dinsel günlerde geleneksel giysilerini giyer.
O rtaöğrenim den sonra da meslek eğitimi gö­ Bavyera köylerinde hâlâ geniş kenarlı şapka­
rülebilir. Federal Cum huriyet’te 30’un üstün­ ları, uzun pelerinleri, metal düğmeli renkli
de üniversite, bilim ve teknoloji, güzel sanat­ yelekleri, golf pantolonları ve beyaz yün ço­
lar gibi alanlarda yüksekokullar vardır. raplarıyla dolaşan erkekler vardır. Genç kız­
Futbol A lm anlar’ın ulusal sporlarından bi­ lar da uzun etekli işlemeli önlükleri, fistolu
ridir. 1954’te ve 1974’te Dünya Kupası’nı ka­ bluzları ve süslü başlıklarıyla erkeklere eşlik
zanan Federal Almanya 1966 ve 1986’da ederler.
dünya İkincisi oldu. Alm anlar ayrıca kayak, Karnaval zamanı Bavyera ve Ren yöresin­
kayakla atlam a, kızakla kayma türünden kış de halk dans ederek ve yiyip içerek sokaklar­
sporlarının tümünde iddialıdırlar. Dağcılık, da eğlenir. Renkli giysiler, garip şapkalar ve
atletizm, yüzme, tenis, jim nastik, eltopu ve maskelerle dolan sokaklar bir kostümlü balo
hokey de ilgi gören sporlardır. görünümü alır. Bazı köylerde ise eylül ayının
Alm anya’nın kuzeyinde ve güneyinde yaşa­ son pazar günü kabukları oyularak çeşitli fi­
yan halklar arasında oldukça çarpıcı farklar gürlerle süslenmiş balkabaklarının içinde
vardır. Katolik olan Güneyliler’in giyimleri ve m umlar yakılır ve fener alayları düzenlenir.
ALP ARSLAN 177

Alm anya’nın R eform ’dan sonra Katolik ve Alp Arslan tahta çıktığında Selçuklu Dev­
Protestan olmak üzere dinsel bakımdan ikiye leti’nin toprakları İran, Horasan ve Afganis­
bölünmesi Alm an tarihini büyük ölçüde etki­ tan (Toharistan) ile sınırlıydı. Yalnızca dokuz
lemiştir (bak. L uther , Martin ; R eform ). Bu­ Beyazıt Devlet Kütüphanesi

gün Almanya Federal Cum huriyeti’nde hal­


kın yarısı Katolik, yansı Protestan’dır. Am a
gerek Katolikler’in, gerek Protestanların Na­
zi döneminde uğradıkları kıyım, onları daha
önce Alm an tarihinde görülmedik biçimde
birbirlerine yakınlaştırmıştır (bak. A lman DE­
MOKRATİK CUMHURİYETİ; ALMAN EDEBİYATI; AL­
MAN SANATI VE MÜZİĞİ; ALMANYA).

ALPAKA bak. Lam a.

ALP ARSLAN (ölümü 1072) Selçukluların


ikinci hüküm darıdır ve Malazgirt Savaşı’nda
Bizanslılar’ı yenip T ürkler’in A nadolu’da yer­
leşmesini sağlayarak Türk tarihinde yeni bir
sayfa açmıştır. Selçuklu Devleti’nin kurucula­
rından Horasan Valisi Çağn Bey’in oğlu ve
Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in yeğeni olan
Alp Arslan Türkler'e A nadolu'nun kapılarını açan
Alp Arslan, bu devletin kuruluş dönemindeki Selçuklu hükümdarıdır.
güç koşullarda yetişti. Doğum tarihini çeşitli
kaynaklar 1029 ile 1032 yılları arasında göste­ yıl süren kısa saltanatında ülkesinin sınırla­
rir. Tarih yazarlarının çok yiğit bir savaşçı rını genişleten Alp A rslan’ın hükümdarlığı
olarak tanımladıkları hüküm dar çok küçük Selçuklular’ın güçlenme ve yayılma döne­
yaşta ata binip ok atmayı öğrendi. İlk gençlik midir.
yıllarında katıldığı savaşlardaki başansıyla 1064’te Kafkasya ve Anadolu üzerine yürü­
dikkati çekti ve babasının ölümünden sonra yen Alp Arslan bu ilk seferinde ordusunu iki
Horasan valiliğini üstlendi. kola ayırarak birinin başına kendisi geçti,
Tuğrul Bey 1063’te ölünce Selçuklu ülke­ öbürünü de oğlu Melikşah ile veziri Nizamül-
sinde taht kavgaları başladı. Oğlu olmayan m ülk’ün komutasına verdi. Alp A rslan’ın
Tuğrul Bey Alp A rslan’ın kardeşlerinden kuvvetleri Tiflis ile Çoruh arasında kalan
Süleyman’ı kendine veliaht seçmişti. Nitekim bölgeyi, öbür kuvvetler de Aras havzası ile
sultanın ölümü üzerine veziri Kunduri, veli­ Van dolaylarındaki birçok Bizans kalesini ele
aht Süleyman’ın sultanlığını ilan etti. Am a bir geçirdiler. Daha sonra ordunun iki kolu
yandan Alp Arslan, öte yandan yeğeni Kutal- birleşerek Ani Kalesi ile Kars’ı aldı. Bu
mış ile amcası İnanç Yabgu sultanlığın kendi arada, Kirman valisi olan kardeşi Kavurd
hakları olduğunu savunarak bu karara karşı yokluğundan yararlanarak ayaklandığı için
çıktılar. Türk beylerinin ve Selçuklu hanedan Alp Arslan İran’a geri dönmek zorunda kaldı.
üyelerinden çoğunun desteklediği Alp Arslan Ertesi yıl Ceyhun Irm ağı’ m geçerek Türkis­
kardeşini, amcasını ve yeğenini yenerek tan topraklarına girdi ve H azar Denizi kıyıla­
1064’te hükümdarlığını ilan etti. Bu kez de rındaki Türk boyları üzerine sefer düzenledi.
kardeşi Kavurd ve öbür akrabalarından bir Am a bu kez de G ürcüler Kafkasya seferinde
bölümü Alp A rslan’ın sultanlığını tanım aya­ aldığı yerleri yeniden ele geçirmişlerdi.
rak ayaklandılar. Alp Arslan bu ayaklanmala­ 1068’de ikinci kez Gürcistan’a girerek Gürcü-
rı kısa sürede bastırdı ve H orasan valiliği ler’in bütün kalelerini aldı ve Tiflis’te bir
sırasında danışmanı olan Nizamülmülk’ü ken­ uçbeyliği kurdu.
disine vezir yaparak ülkede düzeni sağladı. A nadolu’da ele geçirilen yerlerin bütün
178 ALP BİTKİLERİ

Türkmenler’i barındırmaya yeterli olmadığını Her iki büyüme biçimi de bitkiyi rüzgârdan,
düşünen Alp Arslan artık Suriye ve Mısır yazın kayaları kavuran aşırı sıcaktan ve kışın
üzerine bir sefer düzenlemenin gerekli oldu­ üstlerini kaplayan kar örtüsünün basıncından
ğuna inanıyordu. Suriye ve Mısır’daki Fatımi korur. Aynca damkoruğunun etli gövdesi ve
egemenliğinin zayıflamış olmasını da fırsat yaprakları su depolayarak bitkinin kuruması­
bilerek 1070’te Mısır’a doğru yola çıktı. Önce nı önler.
Azerbaycan üzerinden Doğu Anadolu’ya ge­ Avrupa ve Asya’nın yüksek dağlık bölgele­
çerek Malazgirt Kalesi’ni aldı ve kısa bir rinde yetişen edelvaysın (Leontopodium alpi-
kuşatmadan sonra Halep’i ele geçirdi. Tam num) yaprakları, Alp bitkilerinin çoğunda
Mısır üzerine yöneldiği sırada Bizans İmpara­ Mary Briggs

toru Romenos Diogenes’in büyük bir orduyla


Azerbaycan’a doğru ilerlediğini öğrendi. Bu­
nun üzerine ordusunun bir bölümünü Suri­
ye’de bırakarak geri dönen Alp Arslan, 26
Ağustos 1071’de Malazgirt Ovası’nda karşı­
laştığı Bizans ordusunu bozguna uğratarak
büyük bir zafer kazandı (bak. MALAZGİRT
SAVAŞI).
İran’a döndükten sonra ordusunu yeniden
toparlayarak 1072’de Türkistan’daki Kara-
hanlılar üzerine yürüyen Selçuklu sultanının
bu son seferi oldu. Alp Arslan’ın kuşatmasına
uzun süre direnen Balzam Kalesi komutanı Aslanpençesinin yaprakları arasında b ü yüm üş
teslim olduktan sonra huzura çıkarıldığında, y aban i h ercaim enekşeler.
çizmesine sakladığı bir bıçakla sultanı ağır
yaraladı. Alp Arslan, oğlu Melikşah’ı sultan olduğu gibi sık tüylüdür. Bu tüyler bitkiyi
olarak tanımaları için devletin ileri gelenlerin­ aşırı sıcak ve soğuktan koruyan bir kılıf işlevi
den söz aldı ve birkaç gün sonra öldü. görür.
Alp Arslan’ın hükümdarlığı döneminde ve­ Alp bitkilerinin uzun ve dayanıklı kökleri
ziri Nizamülmülk’ün yerleştirdiği kuramlarla bitkinin toprağa sıkıca tutunmasını sağlar ve
devlet sağlam temeller üzerine oturtuldu. kaya çatlakları arasındaki besin maddelerine
Bilim ve düşüncenin gelişmesi için kurulan ulaşır. Kökler ayrıca besin depolayarak bitki­
Nizamiye medreselerinde Şirazi, Gazali, Şâşi nin kışı geçirmesine yardımcı olur.
gibi bilginler ders verdiler. Büyük dil bilgini Alp çiçeklerinin çoğu hemen göze çarpacak
Kâşgarlı Mahmud da Divanü Lügati’t-Türk kadar güzel ve parlak renklidir. Bunlardan
adlı yapıtını o yıllarda yazmaya başladı. Mary Briggs

ALP BİTKİLERİ dendiğinde yalnızca Avrupa’


nın Alp Dağları’nda değil, dünyanın başka
yerlerinde de 2.000 metre dolayındaki ağaç
sınırının üzerinde yaşayan bitkiler anlaşılır.
Alp bitkilerinin yüksek bölgelerde yaşama-
'ya uyarlanmış birçok özelliği vardır. Örneğin
bu bitkilerin çoğu küçüktür; eğer böyle olma­
salardı dağlan süpürüp geçen güçlü rüzgârlar
bitkileri yerlerinden sökerek sürükleyebilirdi.
Gene bu yükseltilerde yaşamanın gereği ola­
rak, sözgelimi taşkıran (Saxifraga) bitkisi
toprağın üstünde sık bir örtü oluşturur, dam- J u n g fra u 'n u n karlı d orukları ö n ü n d e uzanan çiçekli
koruğu (Sedum) ise kümeler halinde büyür. A lp çayırları.
ALP DAĞLARI 179

bazıları, örneğin sarı renkli dağlalesi (Pulsatil- en ünlü sıradağlarıdır. Bu dağlar İtalya ile
la) ile parlak mavi renkli centiyan (Gentiana) Kuzey Avrupa ülkeleri arasında yaklaşık
iri çiçekleriyle göz alır. Çuhaçiçeği (Primula) 1.000 kilometrelik doğal bir engel oluşturur.
ve orkide gibi bitkilerin çiçekleri ise bir araya Bu nedenle Alpler’in Avrupa tarihinde önem­
kümelenerek parlak renkli öbekler oluşturur. li bir yeri olmuştur.
Bu çiçeklerin göz alıcı renkleri, bitkinin toz­ Alp Dağları, 65 milyon yıl önce İspanya ve
laşmasına yardımcı olan arıları ve öbür böcek­ Fas’tan Endonezya’ya kadar yeryüzünü boy­
leri çekmek içindir. (Ayrıca bak. TOZLAŞMA.) dan boya geçen dağ dizilerinin biçimlendiği
Alp bitkileri parklarda ve botanik bahçele­ bir dağoluş döneminin ürünüdür. Bu dönemde
rinde özel olarak düzenlenmiş kaya bahçele­ Kuzey Afrika’daki Atlas Dağları, Avrupa’da­
rinde de yetiştirilir. Böylece, doğada değişik ki Apenninler ve Karpatlar, Asya’daki Kaf­
Mary Briggs kas ve Himalaya dağları ortaya çıkmıştır.
Yerkabuğunun kıvrılmasıyla oluştukları için
bu dağlara “kıvrım dağlan” denir.

Tepeler, Buzullar, Irmaklar ve Göller


Alp D ağları’nda Mont Blanc, Jungfrau ve
Matterhorn gibi, çoğu 4.000 metreyi aşan
yüksek doruklar vardır. Alpler’in yüksekle­
rinde rehberleriyle birlikte tırmanan dağcı
gruplara rastlanabilir. Dorukları yazın bile
karla kaplı kayalık tepelerde kaya kartalı,
kuzgun, kartavuğu, dağ kargası gibi soğuğa
dayanıklı kuş türleri yaşar. Doruklarda büyük
fırtınalar kopar; zaman zaman da büyük bir
A lp le r'in y a m a ç la rın d a k i kaya çatlakların ın arasında
b ü yüyen A lp çiçekleri. uğultuyla çığ düşer.
Yüksek vadilerde, kalın kar örtüsünün
yükseltilerde ve değişik yörelerde yetişen ağırlığıyla alt katmanlar buza dönüşür. Buz­
bütün Alp bitkileri küçük bir alan içinde bir lar, yavaş yavaş aşağıya doğru kayarak tehli-
arada görülebilir. Swiss National Tourist Office
Türkiye’deki Alp bitkileri de dünyadaki
benzerleri gibi ağaç sınırının üzerindeki yük­
seltilerde bulunur. Ağaç sınırı ise iklim koşul­
larına ve toprağın yapısına bağlı olarak bölge­
den bölgeye değişir. Örneğin Doğu Anadolu
Bölgesi’nde ağaç sınırı kara ikliminin etkisiyle
2.500 metre yüksekliktedir. Gelişmiş Alp tipi
çayırlar ise 2.900-3.000 metreden sonra baş­
lar. Buna karşılık bol yağış alan Karadeniz
Bölgesi’nde ağaç sınırı 1.800-2.000 metreye
iner. Ağaç sınırının değişmesine bağlı olarak
bu bölgelerde yetişen Alp bitkileri de değişir.
Örneğin İç Anadolu Bölgesi’nde geven çok
yaygındır. Doğu Anadolu Bölgesi’nde ise
yumak (Festuca), üçgül (Trifolium), salkım-
otu (Poa) ve çuhaçiçeği gibi Alp bitkileri
yetişir.

ALP DAĞLARI. Fransa’dan Yugoslavya’ya T ele fe rik te n b akıld ığ ınd a A lp le r'in m anzarası soluk
kadar bir yay gibi uzanan Alpler Avrupa’nın kesici güzelliktedir.
180 ALP DAĞLARI

m . - ..u :: - « t . U Ç >1^ . > m i • . i ,


.■. :r.

ökmh^arîjil m:. ı

ZEFA

İtalya sınırına yakın M a tte rh o rn D ağı'nın ete ğ in d e kurulm uş bir İsviçre kenti olan Z e rm a tt, eşsiz
bir m an zaraya sahiptir.
ALP DAĞLARI 181

keli yarıklan olan buzullan oluşturur. Alp uzun kış boyunca kalın bir kar tabakası
Dağları’ndaki en büyük ve en güzel buzullar­ oluşursa da, kayak mevsiminde kar yer yer
dan biri Fransa’daki Mer de Glace’tır (“buz erimeye, belki de yemyeşil otlar çıkmaya, Alp
denizi”). gülleri ve centiyanlar gibi göz alıcı çiçekler
Hareket eden buzul, dağın yamacından açmaya başlamıştır (bak. A l p BİTKİLERİ).
aşağıya kayarken vadinin kenarlarını ve taba­ Kar eridikten sonra çiçekler gibi renk renk
nını aşındırır, kaya parçalannı ve toprağı da kelebeklerin uçuştuğu çayırlar belirir. Kar
birlikte sürükler; sonra aşağılardaki daha eriyince, köylüler vadideki sığırlarını tepede­
sıcak havada erimeye başlar ve bir akarsuya ki otlaklara çıkanrlar. İlkbahar boyunca “şa-
dönüşür. Sürüklediği kaya parçaları dibine le” denilen, alçak, ahşap dağ evlerinde otu­
çöker. Buzultaş adı verilen bu tortular daha rurlar; sığırlar da çayırlarda otlar.
aşağılardaki vadilerde yığılıp kalırsa, akarsu­ Kayakçının bundan sonra geleceği yer la­
yun yolu kesilerek bir göl oluşabilir. Alpler’in din, köknar ve öbür yaprak dökmeyen ağaçla-
İsviçre ve İtalya’daki uzantılannda Cenevre, nn oluşturduğu bir orman kuşağıdır. Bu
Luzern, Lugano ve Zürich gölleri gibi birçoğu ağaçlann odunu ya yakacak ya da kereste
bu yolla oluşmuş güzel dağ gölleri vardır. olarak kullanılır. Alp D ağlan’nda mavi tav­
şan ve marmot hâlâ görülebilir, ama kayakçı­
Kayakçı Gözüyle Alpler nın ünlü Alp dağkeçisini ya da gerçek “şa-
Bir dağdan aşağı kaymak isteyen kişi önce mua” derisinin elde edildiği kır keçiyi (elik)
teleferikle birkaç yüz metre yukan çıkar. görebilmesi için çok şanslı olması gerekir.
Teleferik, eğimli bir tel halata asılı olan ve Kayakçı daha alt yamaçlara doğru hızla
vadiye yerleştirilmiş bir makineyle çekilen, inerken, meşe, kayın, dişbudak gibi kışın
üstü kapalı, kutu biçiminde bir taşıma aracı­ yapraklarını döken ağaçlann arasından ve yaz
dır. Tanınmış kayak merkezlerinde kayakçı­ gelince tahıl ve sebzelerin yetiştirileceği düz­
lar, yüksek yamaçlara çabucak çıkmak için lüklerden geçer. Öte yandan genellikle güneş
“telesiyej” ya da “teleski” denilen bir ya da görmeyen alanlar ise ilkbaharda ve yazın
iki kişilik teleferik benzeri araçlardan da sığırlar için otlak olarak kullanılır. Artık
yararlanırlar. vadide inek ve koyunlann boyunlanna takılan
Kayakçı aşağı kayarken hızını kesmek iste­ çanlann şıngırtısı duyulmaya başlamış, kar da
miyorsa yüksek bölümlerdeki daracık düz­ görülmez olmuştur. Kayakçı birazdan bir
lüklerde dikkatli olmalıdır. Bu yükseklikte, durak noktasına gelecek, kayaklarını çıkara­
Ardea rak oteline doğru yürüyecektir. Yolda meyve
ağaçlan ve eğer Alp Dağları’nın İtalya’ya
bakan yanındaysa üzüm bağlan görebilir.

Geçitler Boyunca Gezi


Alp D ağları’ndaki geçitler yılın büyük bölü­
münde karla kaplıdır. Ama bu güçlükler İÖ
218’de Roma’ya saldırmak üzere Alp Dağla-
rı’nı fillerle aştığı ünlü seferi sırasında Hanni-
bal’i durduramadı (bak. KARTACA SAVAŞLARI).
2.000 yıl sonra Napolyon’un toplannı askerle­
rine çektirerek Büyük St. Bernard Geçidi’ni
aşmasını da engelleyemedi.
Gene de, eskiden çok az sayıda kişi ancak
gerektiğinde kışın bu dağlan aşmaya kalkı­
yordu. Bunu denerken de çoğu zaman kar
fırtınalarında kayboluyorlardı. Alp Dağlan’
A lp D a ğ la rı'n ın vadile rin d e k i çiçekler ve karlarla mn merkezindeki St. Bernard Manastın ya­
kaplı d o ru k la r benzersiz bir g ö rü n ü m sergiler. kınında kaybolanlar şanslıydılar; çünkü bura­
182 ALSACE-LORRAINE

daki rahipler, karda kaybolan insanların bu­ nında her iki bölgede de Kelt kabileleri
lunması için, eskiden beri ünlü senbernar kö­ yaşardı. 4. ve 5. yüzyıllarda Germenler bunla­
peklerini eğitmektedirler. rı Alsace’tan çıkardılar. Lorraine’de kalan
Günümüzde demiryolları, motorlu araçlar Keltler ise Fransız kültürünü benimsedi.
ve uçaklar dağların istendiği zaman aşılmasını Alsace-Lorraine Fransa ile Almanya ara­
kolaylaştırmıştır. Avusturya ile İtalya arasın­ sında sık sık anlaşmazlık konusu olmuştur.
daki Brenner Geçidi dışında bütün geçitler Almanlar’ın olan Alsace’ı 17. yüzyılda Fran-
tren için çok dik olduğundan, demiryolları sızlar ele geçirmişlerse de Alsace’lılar kendi
yapılırken mühendisler uzun tüneller açtılar. dillerini, geleneklerini ve giyimlerini Fransız
Fransa’dan İtalya’ya giden yolda 12 kilomet­ Devrimi’ne kadar korumuşlardır. Lorraine
relik Mont Cenis Tüneli vardır. 20 kilometre­ ise 1776’da Fransa’ya katılmıştır. Almanlar’ın
lik Simplon Tüneli ile 15 kilometrelik St. Fransızlar’ı yendiği 1870-71 Fransa-Prusya
Gotthard Tüneli ise İsviçre ve Almanya’dan Savaşı’ndan sonra Alman devlet adamı Otto
İtalya’ya giden yoldadır. Geçitlerin birçoğun­ von Bismarck, Alsace’ı ve Lorraine’in büyük
dan karayolu geçer. 1964’te açılan, yaklaşık 6 bölümünü Elsass ve Lothringen adıyla Alman
km uzunluğundaki Büyük St. Bernard Tüneli İmparatorluğu’na bağladı. Bundan sonra
ve 1965’te açılan, yaklaşık 12 km uzunluğun­ Fransızlar bu bölgeleri, geri alınması gereken
daki Mont Blanc Tüneli de yeni karayolu bağ­ “yitirilmiş topraklar” olarak kabul ettiler.
lantıları sağlamıştır. Lorraine’in Fransız halkı, Bismarck’ın katı bir
biçimde uyguladığı Almanlaştırma siyasetine
ALSACE-LORRAINE Fransa’nın Almanya şiddetle direndi.
sınırındaki bölgesidir. Alsace bölgesi Bas- I. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa yitirmiş
Rhin ve Haut-Rhin illerini, Lorraine ise olduğu toprakları geri aldı. Ama II. Dünya
Moselle, Meurthe-et-Moselle, Vosges ve Savaşı sırasında Fransa 1940’ta işgale uğrayın­
Meuse illerini kapsar. Alsace ve Lorraine ge­ ca, Alsace-Lorraine yeniden Alman yöneti­
nellikle birlikte anılırsa da, Voj Dağları ile mine girdi ve Fransızca konuşan binlerce kişi
Cephas Picture LibrarylM. Rock bölgeden çıkarıldı. II. Dünya Savaşı sonunda,
1945’te bu topraklar yeniden Fransa’ya ve­
rildi.

ALTIN, parlak sarı rengi ve ışıltısıyla göz alan


çok ağır bir metaldir. Üstelik kolay kolay
tepkimeye girmeyen çok kararlı bir element
olduğu için havadan ve sudan etkilenmez. Bu
yüzden hiçbir zaman paslanmaz, kararmaz ve
donuklaşmaz. Bir başka özelliği de saf haldey­
ken çok yumuşak olmasıdır; bu nedenle
kolayca dövülerek biçimlendirilebilir. Altın
bütün bu özellikleriyle tarih boyunca en
A lcase-L orraine'in ünlü üzüm b ağ ların a bakan bir değerli metallerden sayılmıştır. Kimyasal sim­
şato.
gesi Au olan altının atom numarası 79, atom
birbirinden ayrılmış, kendilerine özgü tarihi ağırlığı 196,967’dir.
•ve coğrafi özellikleri olan iki ayrı bölgedir.
Şarabıyla ünlü Alsace’ta tarımsal üretim Altının Değeri
önemli bir gelir kaynağıdır. Kömür ve demir Altın çok eskiçağlarda insanın ilgisini çeken
yataklarının bulunduğu Lorraine’de ise sanayi ilk metallerden biridir. Yaklaşık 5.000 yıl
gelişmiştir. Buradaki Metz ve Nancy önemli öAce Sümerler’in yapmış olduğu altın taslar,
sanayi kentleridir. kupalar ve süslü takılar günümüze kadar
Alsace’ın ve Lorraine’in halklarının farklı ulaşmıştır. Bu metal doğada az bulunduğu
kökenleri vardır. Roma İmparatorluğu zama­ için sonraki çağlarda da önemini hiçbir zaman
ALTIN 183

MADENİN ÇIKARILMASI TAVAYLA YIKAMA ELEKLE AYIRMA DİP TARAMA

ALTININ AYRILMASI
Akarsu yataklarındaki alüvyon altını, ağırlığından yararlanarak
bulunduğu kumların arasından ayrılabilir.

Cevher parçalanır ] KÜLÇE


ALTIN
AYIRMA

SİYANÜRLEME » ■ iM u u H n n KUYUMCULUK
Siyanür çözeltisindeki KİMYASAL İŞLEMLER % 49
altın cevheri PARA
% 17
Altın bu çözeltide ELEKTROLİZİ
çözünür SANAYİ
% 15
Altm-Çinko Cevher % 99 oranında
çökeltisi arıtılır

Fotoğraflar (en solda) Homestake Mining Company; (ortada solda) © Charles Moore-Black Star; (ortada ve en sağda) © Christopher Springman-Black Star
K ayaçlarda d a m a rla r h alin de b ulun an altın m ad encilik tekn ikleriyle çıkarılır. Kum ve çakılların
arasındaki alüvyo n altını ise tav a d a y ık am a , elekle a y ırm a ya da dip ta ra m a y ö n te m le riy le ayrılır.
Ç ıkarılan altın, arıtıldıktan sonra ek o n o m i ve sanayinin k u lla n ım ın a sunulur.

yitirmedi. İnsanlar, ellerindeki altını başka eyaletinde, Fort Knox kentindeki yeraltı ka­
mallarla değiş tokuş ederek bütün gereksi­ salarında saklanır.
nimlerini karşılayabileceklerini anladılar. Böy­ Eskiçağlarda altının büyük bölümü Mısır,
lece altın herkesin gözünde belirli bir değer Anadolu ve Hindistan’dan çıkarılırdı. Eski
kazandı ve altın sahibi olmak insanlara bir Yunanlılar ile Romalılar savaşta yendikleri
güven duygusu vermeye başladı. Bugün bile ülkelerin altınına el koyar ve tutsak ettikleri
dünyada birçok insan para yerine altın birik­ kişileri köle olarak altın madenlerinde çalış­
tirmekle geleceğini güven altına aldığına ina­ maya gönderirlerdi. O çağlarda Avrupa’nın
nır. Altın ilk kez İÖ 700’lerde para yerine en zengin altın madenleri kıtanın güneydoğu­
kullanıldı ve yüzyıllar boyunca birçok ülkede sundaki Transilvanya’da bulunuyordu; ama
para sisteminin temelini oluşturdu. Bugün üretim çok fazla değildi. Ortaçağda simyacıla­
sanayideki önemi nedeniyle altının para ola­ rın tek amacı “filozof taşı” denen büyülü bir
rak kullanımı pek yaygın değildir. (Ayrıca maddeyi bulmaktı; böylece, kurşufı gibi daha
bak. P a r a .) bol bulunan metalleri altına dönüştürebile­
ceklerini umuyorlardı. (Ayrıca bak. SİM YA.)
Altın Üretimi Bu tür araştırmalar 19. yüzyıla kadar sürdü,
Dünyada üretilen altının üçte ikisi çeşitli ama hiçbir zaman sonuç alınamadı. Ancak
ülkelerin ulusal servetleri içinde yedek olarak çağımızın nükleer bilimcileri platini altına
tutulur; yüzde 30’u ise ABD ’nin Kentucky dönüştürmeyi başardılar. Ama platin de altın
184 ALTIN

Bugün A nkara'daki
A n ad o lu M ed e n iy e tleri
M ü ze s i'n d e sergilenen
bu altın kapların çoğu
A lacahö yü k'ten
çıkarılm ıştır ve İÖ 3. bin
yılın ikinci yarısınd an
kalm adır. Y aln ız kulplu
tasın üstündeki kadeh
(sağda) bir Kültepe
b u lu n tu s u d u r ve İÖ 18.
yüzyıla
tarih le n d irilm iş tir.

Anadolu Yayıncılık Arşivi

kadar az bulunan değerli bir metal olduğu için yatağı olan vadilerde dip kumlarının arasına
çok pahalıya mal olan bu üretim tekniği bir karışmış olan altın genellikle küçük tanecikler
yarar sağlamadı. halindedir. Alüvyon altını ya da plaser altın
16. yüzyılda Amerika’ya ayak basan İspan­ denen bu altın tanecikleri, akarsu yatağındaki
yol kâşifler, Meksika’daki Aztekler’den ve çökeltileri suda yıkayarak daha hafif olan
Peru’daki İnkalar’dan yağmaladıkları (bak. kum ya da çakıl taşlarından kolayca ayrılabi­
A z t e k l e r ; İ n k a l a r ) , ayrıca bugünkü Kolom­ lir. Bildiğimiz bir kızartma tavası bu işlem için
biya yataklarından çıkardıkları altınları Avru­ yeterlidir. Tavaya üçte bir oranında kum,
pa’ya götürdüler. Daha sonraları Orta ve üstüne de bol su doldurduktan sonra tava iki
Güney Amerika’nın öbür bölgeleri ile Rusya’ yana sallanarak döndürülür; böylece suyla
nın Ural Dağları bölgesinde de altın bulun­ sürüklenen kumlar tavanın kenarlarından
du, ama yıllık üretim ancak 12 ton dolayınday­ akarken ağır olan altın tanecikleri dibe çöker.
dı. 19. yüzyılda birçok ülkede zengin altın Altının tavada yıkanarak ayrılması çok fire
yataklarının bulunması bu üretimin hızla art­ veren ilkel bir yöntemdir. Bu nedenle tane­
masına ve kısa sürede zengin olmak isteyen cikleri yıkayarak ayırmak için tarak makinele­
birçok maceracının yeni altın bölgelerine akm rinin ve titreşimli eleklerin kullanıldığı daha
etmesine yol açtı (bak. ALTINA HÜCUM ). Günü­ verimli yöntemler geliştirilmiştir. Bazen ır­
müzde en çok altın üreten ülkelerin başında mak yataklarında külçe denen oldukça büyük
Güney Afrika Cumhuriyeti gelir; öbür büyük altın topaklarına rastlanır. Bugüne kadar
üreticiler de SSCB, Kanada, ABD ve Avus­ bulunmuş en büyük altın külçesi 78 kg ağırlı-
tralya’dır. ğındadır ve 1869’da Avustralya’nın Victoria
eyaletindeki küçük bir kasabanın yakınların­
Altın Madenciliği da, at arabalarının tekerlekleriyle oyulan
Doğadaki metallerin çoğu toprak ve kayalarla toprağın hemen yüzeyinde bulunmuştur.
öylesine kaynaşmıştır ki, bu metalleri ayırıp Gene de yeryüzündeki altının büyük bölü­
katışıksız halde elde etmenin tek yolu cevheri mü kayaçlar arasına yerleşmiş damarlar halin­
(ya da maden filizini) eritmektir. Oysa altın de bulunur. Nitekim bir sanayi dalı olarak
ya kumların ve çakıl taşlarının arasında küçük binlerce yıllık geçmişi olan altın madenciliği
parçacıklar halinde ya da kayaçlarda damar­ de bu damarların işletilmesine dayanır. Altını
lar halinde yalın olarak bulunur. Akarsu elde etmek için önce kayaçlann parçalanarak
yataklarında ya da eskiden bir akarsuyun toz haline getirilmesi gerekir. Eskiden kayaç-
ALTIN 185

Eski A kden iz uyg arlıkları, çoğu kez d eğ erli taşlarla


süsledikleri altın takılard a sanatın d oruğ un a
u laşm ışlardı. Üstte: Eski Y u n a n is ta n 'd a elbiselerin
g ö ğ sü ne takılan bu süslü altın zincir (İÖ 7. yüzyıl)
Rodos'taki K am iros'ta b u lu n m u ş tu r. Ortada solda:
R o m a'd a b u lun an, d eğ erli taşlarla süslü altın
gerd a n lık (İS 1. yüzyıl). Ortada sağda: Bir M ino s
doğa tan rısın ı tasvir eden altın kolye (İÖ 17. yüzyıl).
Altta sağda: Renkli c am lard an ve a ltın dan y a p ılm ış
Etrüsk küpesi (İÖ 6. yüzyıl).
186 ALTIN

la r ç e k iç le r le p a r ç a la n ır v e iç in d e a ltın p a r ç a ­ lan altın genellikle 22 ayardır; daha düşük


la n b u lu n a n b u to z la r y ık a n a r a k a ltın a y r ılır ­ ayarlı altın kaplamalar zamanla kararıp do­
d ı. B u a r a d a ç o k k ü ç ü k a ltın p a r ç a c ık la r ın ın nuklaşır. Altın ne kadar safsa o kadar az
su y la s ü r ü k le n ip g itm e s in i ö n le m e k iç in , b u kararır. Bakır içeren altın alaşımlan saf altın­
to z la r k o y u n p o s tu ü z e r in d e n g e ç irilir v e dan daha koyu renkte, neredeyse kırmızıya
p o s tu n tü y le r in e y a p ış a n k ü ç ü k p a r ç a c ık la r d a yakın, gümüş içeren alaşımlar ise daha açık
to p la n a b ilir d i. Y u n a n m ito lo jis in d e k i A ltın sarı renktedir.
P o s t e fs a n e s i d e b e lk i b u iş le m d e n d o ğ m u ş ­ Altın, üç ya da dört birim derişik hidroklo-
tu r . (Ayrıca bak. ALTIN POST.) rik asit ile bir birim derişik nitrik asitten
Bugün altın ocaklarındaki kayaçlar önce oluşan ve “kral suyu” denen bir karışımda
dinamitle parçalanır, sonra çelik bölmelere çözünür. Buna karşılık tek başına hiçbir asit
alınarak motor gücüyle çalışan ağır tokmak­ altını etkileyemez; bu yüzden bir mücevherin
larla dövülür. Daha sonra bu bölmelere su altın olup olmadığını anlamak için asit testi
doldurulur ve çamur haline gelen tozlar ka­ uygulanabilir. Bunu anlamanın daha basit ve
nallara akıtılır. Büyükçe altın parçalarını ayır­ güvenilir bir yolu da mücevheri suya daldıra­
mak için bu çamur sık dokulu eleklerden rak yoğunluğunu ölçmektir. Bu yöntemi Eski
geçirilebilir; ama altının büyük bölümü kim­ Yunanlı bilgin Arşimet bulmuştur (bak. AR-
yasal yöntemlerle ayrılır. Bu yöntemlerden ŞİMET).
biri, altın tozuyla yüklü çamurları cıva kaplı Altın ve altın alaşımlan özellikle madeni
metal levhalar üzerinden akıtmaktır. Böylece para, mücevher ve süs eşyalan, dolmakalem
cıva altını çözer ve amalgam denen bir macun ucu, gözlük çerçevesi yapımında, dişçilikte,
oluşur. Bu macun cıvanın buharlaşma derece­ aynca elektrik ve elektronik sanayisinde kul­
sine kadar ısıtıldığında cıva uçar ve geriye lanılır. Daha çok mobilyalann süslenmesinde
altın kalır. Çok daha yaygın olan başka bir kullanılan ince yaprak (varak) halindeki altın,
yöntem de siyanürleme işlemidir. Bu yöntem­ bu metalin haddeden geçirilerek posta pulu
de, kay aç tuzlan ve sudan oluşan çamur büyüklüğünde ince levhalara dönüştürülmesi
tanklara doldurulur; üstüne de altını çözebi­ ve varakçı derisine (öküzün kalınbağırsağının
len seyreltik sodyum siyanür eklenir. Daha dış zan) sanlarak sert bir blok üzerinde
sonra bu karışım süzülür ve elde edilen altın dövülmesiyle elde edilir. Bu varaklar öylesine
siyanür çözeltisine çinko eklenir. Bu kez incedir ki 1.000 tanesi üst üste konup sıkıştı-
çinko çözünürken, altın ince bir çamur halin­ rıldığmda kalınlığı bir kitap sayfasını bile
de dibe çöker. En sonunda asitle temizlenen bulmaz. Altın varaklar, süslenecek nesnenin
altın eritilerek kalıplara dökülür. Ama gene üstüne özel bir tutkalla yapıştırılır. Altının
de katışıksız olmadığı için arıtılarak içindeki başka maddeler içindeki çözeltisi olan “altın
yabancı maddelerden temizlenmesi gerekir. suyu” ise süslenecek yüzeye püskürtülerek ya
Arıtma işlemi ya elektrolizle yapılır (bak. da fırçayla sürülerek kullanılır. Daha sonra
ELEKTROLİZ) ya da erimiş altın üzerinden klor bu yüzey ısıtıldığında yabancı maddeler uçar
gazı geçirilir. ve geride incecik, parlak bir altın katmanı
kalır. Aynca elektroliz yöntemiyle de bazı
Altının Kullanımı nesnelerin yüzeyi altınla kaplanabilir.
Saf altın kullanılamayacak kadar yumuşaktır;
bu yüzden bakır ya da gümüşle, bazen her Sanatta Altın
ikisiyle birden karıştınlıp alaşım haline getiri­ Eskiçağlarda insanlar altını biçimlendirerek
lerek sertleştirilmesi gerekir (bak. A l a ş im ) . birçok kullanım eşyasını bu metalden yaptı­
Alaşımlardaki altın miktarı ayar (ya da kırat) lar. Uygarlık ilerledikçe altın işçiliği de ince
cinsinden ölçülür. Bir ayar, alaşımın kütlesi­ bir ustalığa dönüştü. Altından takılar ve süs
nin yirmi dörtte biridir. Demek ki saf (som) eşyaları yapan ilk insanların Mezopotamya’da
altın 24 ayardır. 18 ayarlık bir altın kütlesinde yaşamış olan Sümerler olduğu sanılıyor. Son­
ise 18 birim altına karşılık 6 birim gümüş ve raları Batı Asya ve Akdeniz uygarlıklarını
bakır bulunur. Dişleri kaplamak için kullanı­ kuran halklar bu işçiliği Sümerler’den öğren­
ALTIN 187

16. yüzyılın büyük İtalyan


heykelcisi B enven uto
C ellin i'n in kuyum culuk
alanındaki başyapıtı sayılan
bu g ö rkem li tuzluk, bug ün e
kadar y a p ılm ış en gösterişli
altın eşyalardan biridir.

Kunsthistorisches Museum, Viyana

diler. Günümüze kadar ulaşan en eski altın getirip örerek yaptıkları takılarda Asya etkisi
eşyalar, bundan 5.000 yıl önce Eski Mısırlılar’ görülür. Yunanistan’ın güneyinde yaşamış
ın yaptığı bilezik, gerdanlık gibi basit takı­ olan Mikenler de altın işçiliğiyle ünlüydü. Bu
lardır. Eski Mısır’ın sonraki dönemlerinde halklar da krallarını altın vazo, kupa, takı ve
firavunların değerli eşyalarıyla birlikte gömül­ silahlarıyla birlikte gömerlerdi.
mesi gelenek haline geldi. 1920’lerde Firavun Yaklaşık aynı dönemde Güney ve Orta
Tutanhamon’un mezarında yapılan kazılarda Amerika’da da altın işleniyordu. Bu kıtadaki
altın süs ve kullanım eşyalarından oluşan altın dövme teknikleri büyük olasılıkla Pe­
zengin bir hazine ortaya çıkarıldı. Kralların ru’da, İÖ 2000’lerde geliştirildi. Çok daha
değerli eşyalarıyla gömülmesi geleneği Ana­ sonraları, İS 300-800 yıllarında İnkalar altın
dolu’da kurulmuş eski uygarlıklarda da yay­ döküm yapmaya başladılar. Oysa Meksika’
gındı. Alacahöyük’teki kral mezarlarından daki Aztekler bu sanatı yüzyıllardır sürdürü­
çıkarılan en az 4.000 yıllık altın kaplar ve yorlardı. Aztekler’in son imparatoru 16. yüz­
takılar bugün müzelerde korunmaktadır. yılda yaşamış olan Montezuma idi ve mezarı
1870-99 yılları arasında arkeolog Heinrich eşsiz altın işleriyle doluydu. Ama bunlardan
Schliemann’ın yaptığı Truva kazılarında da, hiçbiri günümüze ulaşamadı; çünkü bu mezarı
İÖ 2500-2000 yıllarından kaldığı sanılan, ola­ yağmalayan İspanyollar bütün altınları erite­
ğanüstü güzellikte altın eşyalar bulunmuştur. rek yerlerinden çıkardılar.
Altın işçiliğiyle ünlü eski uygarlıklardan İrlanda’daki metal işçiliğinin ilk ürünleri İÖ
biri de İÖ 2000 dolaylannda Girit’te kurul­ 1800-1500 yıllan arasında yapılan altın ger­
muş olan Minos uygarlığıdır. Minoslar’ın tel- danlıklardı. İÖ 4. ve İS 1. yüzyıllar arasında
kâri işlerinde, yani altını çok ince tel haline Keltler de bu tür takılar yapmayı sürdürdüler.
188 ALTINA HUCUM

Eski Yunanistan, Fenike ve Anadolu’da yaşa­ el sanatları hemen hemen unutuldu. Ama 19.
yan halklar çok güzel altın takılar yaptılar; yüzyılın ikinci yarısında el sanatlarının maki­
onların bu geleneğine sonradan Romalılar ve neleşmesine karşı çıkan ve eski zanaatların
Etrüskler sahip çıktı. Persler’in İÖ 5. ve 4. canlandırılması için uğraşan bazı sanatçılar bu
yüzyıllar arasında yaptıkları altın işleri göz geleneği sürdürdüler. Bugün de geçmişin ince
alıcıydı. Eski Hindistan’dan da günümüze ve zarif yapıtlarını esin kaynağı olarak gören
2.000 yıllık çok önemli altın eşyalar kaldı. bazı ustalar el işçiliğiyle bu sanatı yaşatmaya
Bu erken dönem altın işçileri çok kaba .ve çalışıyorlar.
basit aletlerle çalışıyorlar, altını arıtmak ve
biçimlendirmek için gerekli ısıyı büyük olası­ ALTINA HÜCUM. 15. yüzyıldan başlayarak
lıkla açık ocaklarda odunkömürü yakarak insanlar dünyanın değişik yörelerinde altın
sağlıyorlardı. Bu altın parçaların çoğu yapıl­ aramaya ve bulmaya başladılar. Ama tarihte
dıkları günkü kadar güzel ve değerlidir. Çün­ “Altına Hücum” dönemi olarak adlandırılan,
kü altın, yerin altında binlerce yıl gömülü üstüne kitapların yazıldığı, filmlerin yapıldığı
kalsa bile parıltısından ve güzelliğinden hiçbir Australian News and Information Bureau
şey yitirmez.
Ortaçağda en yaygın altın işçiliği, döverek
inceltilen altın levhaları daha değersiz metal­
ler üzerjne kaplamaktı. O çağda altın işlerinin
çoğu kilise için yapılırdı ve kuyumcuların
çoğu keşişlerdi. Ne yazıktır ki ortaçağda
yapılan altın işlerinin çoğu kralların ve soylu­
ların savaş giderlerini karşılamak üzere eriti­
lerek paraya dönüştürüldüğünden, bu çağdan
günümüze pek az örnek kalmıştır.
Rönesans Dönemi’ndeki ressamların ve hey­
kel ustalarının büyük bölümü kuyumculuk­
tan yetişmeydi. Bu sanatçılardan bazıları çok
yetenekliydiler ve soylular için yaptıkları takı­
lar ya da eşyalar karşılığında çok yüklü
paralar alırlardı. Bu kuyumcuların en ünlüsü
olan İtalyan Benvenuto Cellini’nin Fransa
Kralı I. François için yaptığı görkemli altın
tuzluk bugün Viyana Sanat Tarihi Müzesi’n-
dedir (bak. C e l l i n i , B e n v e n u t o ) .
Rönesans’ın altın işlerindeki abartılı süsle­
meler sonraki yüzyıllarda yerini daha yalın
çizgilere bıraktı ve üretilen parçalar seyredile­
cek birer sanat yapıtı olmaktan çıkıp gerçek 1 850'lerd e A vu s tra ly a 'd a ki V ic to ria 'd a bir altın
arayıcısı dükkânda altın ını tarttırıy o r.
kullanım eşyalarına dönüştü.
Osmanlılar özellikle ciltçilikte, hat, minya­ olaylar 19. yüzyılda Kuzey Amerika’da geçti.
tür ve kitap süslemelerinde altın varakları ve En ünlü “Altına Hücum” olayı ise 1896’da
altın yaldızları (özel bir karışımda eritilmiş Kanada’nın kuzeybatısındaki Yukon bölge­
altın tozları) büyük bir ustalıkla kullanarak sinde, Klondike Irmağı çevresindeki toprak­
çok değerli ve güzel sanat yapıtları ürettiler. larda altın bulunmasından sonra yaşandı.
Bütün el sanatları gibi altın ve metal işçiliği Ünlü sinema oyuncusu ve yönetmeni Charlie
de 18. yüzyılın sonlarında başlayan Sanayi Chaplin bu olayı 1925’te yaptığı Altına H ü­
Devrimi’nden büyük ölçüde etkilendi. Sana­ cum filminde işlemiştir.
yileşmenin sonucu olarak yeni teknikler gelişti 1896 yazında Kanada Yerlileri’nden bir
ve el işçiliğinin yerini makineler aldı. Böylece avcı, sığ Bonanza Deresi’nde altın buldu.
ALTINORDU DEVLETİ 189

Bataklık bir vadiden akarak Klondike Irmağı’ California’dan sonra Avustralya’nın çeşitli
na karışan bu derenin çamurlu sularından, yörelerinde altın bulunması üzerine bu ülke
sekiz günde iki kilogramdan fazla altın çı­ de altın arayıcılarının akmına uğradı. 17.-19.
kardı. yüzyıllarda Brezilya’da, 19. yüzyıl boyunca
Bunu duyan öbür madenciler de bu yöreye Sibirya’da altına hücum olayları birbirini izle­
akın ettiler. Onlar da zengin altın yatakları di. Güney Afrika’da altın 1880’lerin başında
buldular. Henüz birkaç yüz kişi olan bu ilk Transvaal’da bulundu. Johannesburg kenti
altın arayıcıları büyük servetler elde ettiler. çevresine yayılmış olan Güney Afrika altın
Haberin güneye doğru yayılması üzerine madenleri, bugün de dünyanın en zengin altın
1897’de 4.000 kişinin yaşadığı Dawson adlı madenleridir.
yeni bir kent doğdu. 1898’e gelindiğinde altın 19. yüzyıl sonunda altına hücum dönemi
artık topraktan kazılarak çıkarılmaya başlan­ bitti ve ilk madencilerin kazma, kürekli çalış­
mıştı. Oysa önceleri delikli tavaları dereye maları yerini büyük şirketlerin makinelerine
daldırarak çamurlu suların arasında altın ara­ bıraktı.
nıyordu. Altına hücum doruk noktasına ulaş­
tığında Dawson’da ve ırmak kıyılarındaki ALTINORDU DEVLETİ 13. yüzyıl ortaların­
teknelerde 30.000’den çok insan yaşıyordu. dan 16. yüzyıla kadar Doğu Avrupa ile Volga
Ama bir yıl sonra büyük akm sona erdi ve boylarında egemenliğini sürdüren bir Moğol-
Davvson’un nüfusu hızla azaldı. Makinelerle Türk devletidir. Moğol İmparatoru Cengiz
topraktan altın çıkaran şirketler ise bu değerli Han ölmeden önce topraklarını oğulları ara­
madeni aramayı sürdürdüler. sında bölmüş ve Seyhun Irmağı ile Balkaş
1848’de California’da bulunan altın, dün­ Gölü’nün batısındaki yerleri büyük oğlu Cuci
yadaki altına hücum olaylarının en heyecan H an’a vermişti. Cuci Han’ın küçük oğlu Batu
vericilerinden biriydi. San Francisco’da yaşa­ H an’ın batı seferleriyle genişleyen bu toprak­
yanların çoğu altın aramaya gitti. Hatta de­ lar sonradan Batu Han ile ağabeyi Ordu
nizaşırı ülkelerden insanlar, “Altın Devlet” arasında bölüşüldü. Balkaş ve Aral gölleri
dedikleri California’ya akın ettiler. Ama aşırı arasındaki alan ile Seyhun Irmağı’nm güne­
kalabalık ve kötü yaşam koşulları bu insanla­ yindeki yerler Ordu’nun, Harezm ve yeni
rın birçoğunun açlıktan ya da hastalıktan alman topraklar Batu’nun yönetimine verildi.
ölmesine neden oldu. O rdu’nun yönetimindeki doğu bölgesine

o Varşova

oTaşkent^p
Batu Han d ö n e m in d e
Buhara o Semerkant
İLHANLILAR A ltın o rd u Devleti
en g en iş sınırlarına ulaştı.
190 ALTIN POST

Akordu, Batu’nun yönetimindeki batı bölge­ Cenevizliler ve Anadolu Selçukluları ile ticari
sine de önce Gökordu, bir süre sonra Altınor- ilişki içindeydi ve alışveriş merkezi olan kent­
du adı verildi. ler ile ürünlerin dış ülkelere pazarlandığı
Batu Han, Volga Irmağı’mn aşağı havzasın­ liman kentleri çok gelişmişti.
daki Saray kentini kendine başkent yaparak
ülkesinin topraklarını alabildiğine genişletti. ALTIN POST. Yunan mitolojisindeki Altın
Devletin sınırları Kıpçak bozkırlarını, Volga’ Post öyküsü, Tesalya kralının oğlu Phriksos
mn aşağı ve orta havzasını, Seyhun ve Volga ile kızı Helle’nin çocukluğuyla başlar. Öykü­
ırmakları arasındaki Aral Gölü yöresini, Kaf- de çocukların babası ikinci kez evlenmiştir;
kaslar’m Azerbaycan’a kadar olan kesimini, kocasının çocuklarından nefret eden üvey
Lehistan ve Litvanya’yı kapsıyordu. Altınor- anne Phriksos ile Helle’yi öldürmek ister. İki
du Devleti görünüşte Moğol İmparatoru Bü­ kardeş öz annelerinin armağanı olan altın
yük Kağan’a bağlıydı. Ama gerçekte tümüyle postlu uçan bir koçun sırtına binerek üvey
bağımsız bir yönetim kuran Batu Han devleti­ annelerinin elinden kurtulurlar. Ama yolcu­
ni Moğol İmparatorluğu’nun kurallarına göre luk sırasında Helle denize düşerek boğulur.
örgütleyerek kendisine ve Altınordu hanları­ (Helle’nin düştüğü Çanakkale Boğazı’na Yu­
na büyük bir saygınlık kazandırdı. nanlılar bugün bile Hellespontos ya da “Helle
1255’te Batu Han ölünce yerine Berke Han Denizi” derler. Bak. ÇANAKKALE B O Ğ A Z I.)
geçti. İslam dinini benimseyen Berke Han Phriksos ise Karadeniz’in doğu ucundaki
zamanında Altınordu Devleti İlhanlılar ile Kolkhis’e (bugünkü Gürcistan) ulaşarak canı­
savaştı ve Bulgaristan’a saldıran Bizans ordu­ nı kurtarır. Kolkhis kralı Phriksos’a çok iyi
sunu bozguna uğrattı. davranır, hatta sonradan kızı Khalkiope ile
Berke H an’ın ölümünden sonra tahta çıkan evlendirir. Phriksos ölümden kurtulduğu için,
Mengü Timur Han, Özbek Han ve Canıbek koçunu adak olarak tannlann kralı Zeus’a
Han dönemlerinde çok güçlenen Altınordu kurban eder; postunu da Kolkhis’te, bir
Devleti Canıbek Han’ın ölümünden sonra ejderhanın nöbet tuttuğu bir koruluğa asar.
başlayan taht kavgalarıyla sarsıldı. 1380’de Bu arada Tesalya kralı ölmüş, yerine yeğe­
Timur’un desteğiyle tahta çıkan Toktamış ni Aison geçmiştir; ama bir süre sonra üvey
Han bu çatışmalara son vererek birliği sağla­ kardeşi Pelias, Aison’u devirir ve tahta kendi­
dı. Ama bir süre sonra Toktamış Han ile arası si geçer. Aison’un oğlu İason büyüyünce
açılan Timur, topraklarına katmak üzere bu Pelias’ın karşısına çıkıp babasının tahtını geri
ülkeye iki sefer düzenledi. Bir yandan Timur’ ister. Korkuya kapılan Pelias, genç adamdan
un saldırılan, öte yandan Moğol prensleri kurtulmak için, altın postu getirirse krallığı ona
arasındaki taht kavgalannın alevlenmesi Altm- bırakacağına söz verir. İason bu anlaşmayı ka­
ordu Devleti’ni güçsüz düşürdü. Böylece bir­ bul eder ve kısa sürede Yunanistan’ın dört bir
lik ve bütünlüğü bozulan devletin topraklan yanından 50 yiğit toplayarak, adı “hızlı” anla­
1437’den başlayarak beş ayn hanlığa bölün­ mına gelen Argo gemisiyle yelken açar.
dü: Kazan, Kınm, Astrahan, Nogay ve Sibir­ Kahramanlar yolda pek çok macera yaşa­
ya hanlıklan. 1502’de Kırım Hanlığı kalan dıktan sonra Kolkhis’e ulaşırlar. Kolkhis kralı
son topraklan da alarak Altınordu Devleti’ni altın postu İason’a vermeye yanaşır, ama üç
tarihten sildi. koşulu vardır: İason, ateş püsküren iki kor­
Altınordu Devleti’nde en yetkili organ soy- kunç boğayı çifte koşarak bir tarlayı sürecek;
lulann oluşturduğu Kurultay’d\. Kurultay bu tarlaya bir ejderhanın dişlerini ekecek ve
toplantılarında ülke sorunları tartışılarak ka­ en sonunda ektiği her diş için topraktan
rara bağlanırdı. Topraklar ve otlaklar Moğol fışkıran zırhlı savaşçıları yenecektir. İason’un
soylularının elindeydi. Aileler bağlı olduklan şansına, kralın küçük kızı Medeia güçlü bir
soyluların topraklarını işler, ürünlerin belirli büyücüdür ve görür görmez İason’a âşık olur.
bir bölümünü beye verir ve bu topraklann Medeia’nın büyü ve sihirleri sayesinde bu güç
dışına çıkamazlardı. görevleri başaran İason, Medeia’yı ve altın
Altınordu Devleti aynca Mısır Memlûklan, postu da alarak Argo gemisiyle kaçar.
ALÜMİNYUM 191

Ne var ki onları bekleyen macera ve tehli­ Alüminyum doğada hiçbir zaman serbest
keler henüz bitmemiştir. Kral altın postu geri ya da yalın halde bulunmaz; mutlaka başka
alması için oğlu Apsyrtos’u peşlerinden gön­ elementlerle birleşmiş haldedir. En bol bu­
derirse de, Medeia kardeşini kendi elleriyle lunduğu kayaçlar, yerkabuğunun hemen he­
öldürerek parçalarını denize serpiştirir. Daha men yarısını oluşturan feldispatlardır. Aynca
sonra tanımadıkları denizlere açılan Argo safir, yakut, lal gibi değerli taşlann yapısında
Gemicileri ya da bilinen adlarıyla Argonaut’ da alüminyum bulunur. Gene de doğadaki en
lar, ancak Medeia’nın zekâsı ve kurnazlığı sa­ Alcan Aluminium Ltd.
yesinde yollarını bulurlar.
En sonunda Tesalya’ya döndüklerinde İa-
son’un babası hâlâ sağdır, ama çok yaşlanmış­
tır. Medeia yaşlı adamı sihirli otlarla dolu bir
kazanda kaynatıp gençliğini ve gücünü yeni­
den kazandırır. Daha sonra Pelias’ın kızlarını
da kendi babalarını kesip kaynatmaları için
kurnazca kandırır; aynı büyülü otlardan ver­
mediği için Pelias ölür. Bu suç yüzünden
ülkeden kovulan Medeia ile İason’un arası
zamanla açılır ve kavga ederek ayrılırlar.
Sonunda İason, iyice eskimiş ve karaya çekil­
miş olan Argo gemisinin pruvasında oturur­
ken, kınlan pruva tahtalarının altında kalarak
ölür.
Altın Post efsanesinin daha değişik yorum­
lan da vardır; ama bugün en çok anlatılan
biçimi bu öyküdür.
H a d d e d e n g eçirilerek levha h aline g etirilecek olan
ALÜMİNYUM yerkabuğunun yaklaşık yüzde bir a lü m in y u m külçesi. A lü m in y u m d em ird e n sonra
8’ini oluşturduğu için doğada en bol bulunan en çok kullan ılan m e ta ld ir.

metaldir. Gerek bu özelliği, gerek çeşitli zengin alüminyum kaynağı boksit denen bir
işlemlerden geçirilerek çok değişik biçimlerde cevherdir. Sanayide kullanılan alüminyumun
kullanılabilmesi nedeniyle sanayide geniş bir neredeyse tamamı bu cevherden elde edilir.
kullanım alanı vardır. Kimyasal simgesi Al En çok Jamaika, SSCB, Guyana ve Fransa’da
olan alüminyumun atom numarası 13, atom bulunan boksit yüzde 50-60 oramnda alümin­
ağırlığı 26,9815’tir. yum oksit (alümina) içerir. Boksitin bileşi­
Alüminyum saf haldeyken gümüş beyazlı- mindeki öbür maddeleri ayırarak cevheri
ğındadır ve demir ya da bakırın yaklaşık üçte arıtmanın ilk adımı alüminyum oksiti sodyum
biri ağırlığında çok hafif bir metaldir. Buna hidroksit içinde çözmektir. Böylece cevher,
karşılık bazı alüminyum alaşımları yapı çeli­ oksijen dışındaki bütün katışkılardan temizle­
ğinden daha dayanıklıdır. Bütün metal işleme nir ve ardından elektroliz yöntemiyle oksijen­
yöntemleri alüminyuma kolayca uygulanabi­ den ayrılan alüminyum katışıksız halde elde
lir. Havanın etkisiyle paslanmayan ve aşınma­ edilir.
yan alüminyum ışığı ve ısıyı iyi yansıtır; aynca Alüminyumu ilk kez 1825’te DanimarkalI
iyi bir ısı ve elektrik iletkenidir. Zehirli olma­ fizikçi Hans Christian Örsted yalın halde elde
dığı için mutfak kaplarının yapımına elverişli­ etmeyi başardı. Ama bu elementi oksitinden
dir. Vurulduğunda kıvılcım çıkarmaz; bu yüz­ (alüminadan) ayırarak elde etmenin yolunu
den yanıcı ya da patlayıcı maddelerin yalıtıl­ 1886’da A BD ’li kimyacı Charles M. Hail
masında kullanılabilir. Mıknatıslanma özelliği buldu. Bundan birkaç hafta sonra Fransız
taşımadığı için de elektrik donanımlannm ya­ kimyacı Paul L. Heroult da Hall’den habersiz
pımına çok uygundur. olarak aynı işlemi gerçekleştirdi. Her ikisi de
192 ALÜMİNYUM

erimiş kriyolitin (alüminyumun sodyum ve lı dökümde, erimiş alüminyum hidrolik basınç


flüorla oluşturduğu bir bileşik) az miktarda altında çelik kalıplara dökülür. Savurma dö­
alüminyum oksit içerdiğini fark etmişlerdi. kümde ise erimiş metalin kalıbın en ince
Kriyoliti karbondan bir potaya koyup içinden köşelerine kadar dağılabilmesi için merkez­
elektrik akımı geçirdiklerinde, potanın dibin­ kaç kuvvetten yararlanılır (bak. MERKEZKAÇ
de alüminyum damlacıkları oluştu. Bu Hall- K u v v et ).
Heroult yöntemi, birkaç küçük değişiklik Alüminyumun sıkıştırılarak kalıptan geçi­
dışında bugün de alüminyum üretimi için rilmesi, diş macununun sıkılan bir tüpten
bütün dünyada kullanılır. çıkışına benzer. Alüminyum çubuk ya da
Alüminyum, eritme potalarından alındık­ külçeler istenen uzunlukta kesilir; yumuşat­
tan sonra genellikle 4 metrelik külçeler halin­ mak için 443°C’ye kadar ısıtılır ve sıkıştırıla­
de dökülür. Daha sonra istenen ürünün niteli­ rak kalıp deliğinden çıkarılır. Benzer bir
ğine bağlı olarak çeşitli yöntemlerle işlenir. yöntemde ise, kutu biçimindeki bir kalıbın
Ayrıca bakır ve magnezyum gibi metallerle dibine yerleştirilen alüminyum levhalara güç­
karıştırılarak alaşım haline getirilebilir. Oto­ lü bir şahmerdanla vurulur. Metal, bu çarp­
mobil gövdesi üreten fabrikalar alüminyumu manın etkisiyle, kalıp ve şahmerdan çekici
külçe halinde değil erimiş halde alırlar. arasında kalan boşlukta yükselerek biçimle­
Türkiye’de alüminyum sanayisinin kurul­ nir. Aerosol kaplan, metal bira kutuları ve el
ması için çalışmalara 1960’ta başlandı. 1974’te fenerlerinin metal kılıfları bu yöntemle üre­
üretime geçen Etibank Seydişehir Alümin­ tilir.
yum Tesisi’nin ana bölümleri boksit işletmesi, Dövme işleminde alüminyum önce fırında
alüminyum fabrikası, alümina fabrikası, dö­ ısıtılır, sonra bir kalıp üzerinde dövülür ya da
kümhane ve haddehanedir. Boksit işletmesi preslenir. Çekme yönteminde, ince bir alümin­
yılda yedi ay üretim yaparak ortalama 530 bin yum çubuğun ucu kalıp deliğinden geçirile­
ton boksit cevheri işler. Alüminyum fabrikası rek çekilir. Çubuk, kalıbın içinden geçerken
ise yılda 120 bin ton alümina işleyerek 60 bin onun biçimini alır. Alüminyum tel, çubuk ya
ton alüminyum üretebilecek kapasitededir. da borular böyle elde edilir. Aynca alümin­
Konya’da kurulan Alüminyum Tüp Fabrika­ yum, tıpkı tahta gibi tornada işlenebilir ya da
sının da yılda 36 milyon tüp üretmesi öngö­ dev haddelerden geçirilerek kâğıt inceliğinde
rülmüştür. Ayrıca, gene Konya’nın Akşehir levhalara dönüştürülebilir. Mutfakta kullan­
ilçesinde alüminyum tel üreten bir fabrika dığımız alüminyum yapraklar (folyolar) bu
vardır. haddeleme yöntemiyle elde edilir.
Alüminyumu biçimlendirme yöntemlerinin
başlıcaları dökme, sıkıştırarak kalıptan geçir­ Alüminyum Ürünleri
me, dövme, çekme, tornada işleme ve hadde­ Alüminyumun neredeyse sayısız kullanım ala­
lemedir. Dökümhanelerde saf alüminyum nı vardır ve her yıl bunlara yenileri eklenir.
külçeler yerine hurda metal de kullanılabilir. Öğütülmüş alüminyumun yağ ile kanştınlma-
Başlıca alüminyum döküm yöntemleri kum sıyla hazırlanan boyalar, sürülen yüzeyde sağ­
döküm, sürekli döküm, basınçlı döküm ve lam ve koruyucu bir katman oluşturur. Çeliğe
savurma dökümdür. Kum döküm yöntemin­ katılan alüminyum gaz kabarcıklanndan kay­
de, üretilecek nesne ıslak kum ve kil karışımı­ naklanan gözenekleri yok eder. Alüminyum
na gömülerek bu nesnenin bir kalıbı çıkarılır; yapraklara sanlan yiyecekler tadını ve koku­
daha sonra nesne kumdan alınır ve bıraktığı sunu çok uzun süre korur. Tıraş kremi, diş
kalıp boşluğuna erimiş alüminyum dökülür. macunu gibi ürünler alüminyum tüpler içinde
Metal sertleştiğinde kalıp kırılır ve döküm satılır. Alüminyum demir oksit ile birlikte ısı­
parçası ortaya çıkarılır. Sürekli döküm yönte­ tıldığında alüminyum oksit oluşur ve demir
minde, dökülecek nesnenin biçimi verilmiş serbest kalır. Bu tepkime bir kez başlatıldı­
demir ya da çelik kalıplar kullanılır. Bu ğında sürüp gider ve demiri eritmeye yetecek
yöntemle tek bir kalıp kullanarak aynı parça­ kadar ısı açığa çıkar. Kaynak yapımında ya­
dan yaklaşık 150.000 tane üretilebilir. Basınç­ rarlanılan bu yönteme termit işlemi denir.
AMASYA 193

Çağdaş yapıların çoğunda kapılar, pencere ova, Taşova, Gümüşova gibi geniş ve verimli
çerçeveleri ve buna benzer yapı öğeleri alümin­ ovalar yer alır.
yum alaşımlarından yapılmıştır. Alüminyum Amasya’nın iklimi genellikle ılımandır ve
hafif olduğu için çatıların, büyük taşıt araçla­ Karadeniz ile İç Anadolu bölgelerinin iklim­
rının gövdelerinin ve demiryolu tankerlerinin leri arasında bir geçit özelliği gösterir. Güney­
(sarnıçlı vagonlar) yapımına elverişli bir me­ de yayla ikliminin etkisiyle yazlar sıcak ve
taldir. Büro eşyası, banyo donanımı ve çama­ kurak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer. Kuzeyde
şır makinelerinin bütünü ya da bazı parçaları iklim koşulları daha serttir. Her iki kesimde
alüminyumdan yapılır. Bir alüminyum alaşımı de yağışlar daha çok kış aylarında düşer.
olan düralüminden daha çok uçak yapımında Amasya il topraklarının yüzde 16’sı ormanlık­
yararlanılır. Gene bir alüminyum alaşımı olan tır. Dağların alçak yamaçlarında meşe, kesta­
alüminyum tuncu ise altın renginde olduğu ne, dişbudak, ıhlamur, sarıçam, yükseklerde
için takı yapımında altın yerine kullanılır. ise köknar ve ladin ağaçları yayılır.

AMASYA. Karadeniz Bölgesi’nin orta bölü­ AMASYA İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER


münde yer alan Amasya ilinin toprakları sarp
sıradağlarla kıyıdan ayrılır. Bir söylenceye YÜZÖ LÇ ÜM Ü: 5.520 km2.
göre, Yunan mitolojisinde adı geçen Ama­ İL N Ü FU SU : 358.289 (1985).
İL TRAFİK NO: 05.
zonlar bu topraklarda yaşamış, il de adını bu
İLÇELER: Am asya (merkez), Göynücek, Gümüşhacıköy,
savaşçı kadınlardan almıştır. 5.520 km2’lik Merzifon, Suluova, Taşova.
yüzölçümüyle Türkiye’nin en küçük illerin­ İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Amasya Kalesi; Kaya M ezarları;
den biri olan Amasya, bu yöreye özgü kokulu Gökmedrese Külliyesi; Torum tay Türbesi; Burmalı
M inare Camisi; Sultan Mesud Türbesi; Bimarhane;
elmasıyla da ünlüdür. Büyükağa ve Küçükağa medreseleri; Yörgüç Paşa
Camisi; M ehm ed Paşa Camisi; Sultan Bayezid Ca­
misi; Bayezid Kütüphanesi; Borabay Gölü; Çakallar
Doğal Yapı ve Karakaya mesireleri.
Amasya il toprakları Akdağ, Karaömer Dağı,
Tavşan Dağı, İnegöl Dağı ve Sakarat Dağı
gibi fazla yüksek olmayan dağlarla engebele- Tarih
nir. İlin en yüksek noktası kuzeyde, Kara­ Amasya toprakları Anadolu’nun en eski yer­
ömer Dağı’nın uzantısı olan Akdağ’ın 2.062 leşme yerlerinden biridir. Mahmutlar ve Sulu­
metreye ulaşan Taşlıtepe doruğudur. Yeşilır- ova’daki höyüklerde yapılan kazılarda eski­
mak bu dağları geniş boğazlar ve vadilerle çağlardan kalma kap kacak ve silah kalıntıları
yararak il topraklarını boydan boya aşar. Bu bulunmuştur. Yörenin doğal yapısı, özellikle
arada, başta Çekerek ve Tersakan Çayı olmak Yeşilırmak ve kollarının suladığı alüvyonlu
üzere birçok önemli kolla beslenir. Yeşilır- ovalar bölgede yerleşik yaşamın başlamasında
mak ve kollarının çevresinde, il toprak­ önemli bir etkendir. Bugün de ilin en önemli
larının yaklaşık yüzde 20’sini kaplayan Sulu- yerleşmelerinden biri olan Merzifon kentinin
bundan 2.000 yıl öncesine dayanan eski ve
parlak bir geçmişi vardır. Ama yörenin kuş­
kusuz en önemli merkezi Amasya kentidir ve
tarih boyunca bütün öbür yerleşmelerden
daha ayrıcalıklı bir konumu olmuştur. Bu
nedenle ilin tarihinde her zaman Amasya
kentinin tarihi ön plana çıkar.
Hitit Konfederasyonu’na bağlı 13 kent dev­
letten biri olan Amasya kenti Hititler’den
sonra sırasıyla Frigler’in, Kimmerler’in, Lid-
yalılar’ın ve Persler’in egemenliğine girdi. İÖ
3. yüzyılda da bu bölgede kurulan Pontos
Krallığı’mn başkenti oldu. İÖ 25’te Roma
194 AMASYA

madan önce burada sancak beyliği (valilik)


yaptığı için, Amasya “şehzadeler diyarı” ola­
rak anılır. Yıldırım Bayezid, Çelebi Sultan
Mehmed, Fatih Sultan Mehmed, II. Bayezid
ve III. Murad’ın şehzadelikleri bu ilde geç­
miştir.

Ekonomi
Amasya ilinde halkın başlıca geçim kaynağı
tarımdır. Yeşilırmak ve kollarının suladığı
ovalarda çeşitli ürünler, en çok da buğday ve
arpa gibi tahıllar yetiştirilir. Şekerpancarı,
Anadolu Yayıncılık Arşivi
tütün, ayçiçeği ve kenevir ilde üretilen başlıca
B urm alı M in a re C am isi 13. yüzyılda A n ad o lu
Selçukluları d ö n e m in d e y a p ılm ış , ilginç m inaresi ise
sanayi bitkileridir. Türkiye’deki toplam do­
17. yüzyıld a O s m a n lıla r zam a n ın d a eklen m iştir. mates üretiminin yüzde 6,7’sini, soğanın yüz­
de 4,5’ini, bamyanın yüzde 3’ünü ve kabağın
İmparatorluğu’nun eline geçen bu topraklar yüzde 2’sini Amasya ili sağlar. Özellikle
Kapadokya ile birleştirildi ve merkezi gene meyve tarımı çok gelişmiştir. Elmasıyla ülke
Amasya kenti olan bir eyalet kuruldu. 395’te çapında ün kazanan Amasya’da ayrıca kiraz
başlayan Bizans egemenliği Amasya’nın geliş­ ve şeftali başta olmak üzere armut, ayva,
me dönemidir. Bizans’ın beş patrikliğinden kayısı, erik, vişne, üzüm gibi meyveler üre­
birini barındıran kent, Hıristiyanlığın yayıl­ tilir.
masında etkili olan önemli bir din merkeziydi. İldeki sanayi etkinliği tanm ürünlerinin
1071’deki Malazgirt zaferinden sonra işlenmesine dayanır. Şeker, hayvan yemi,
Amasya’yı Selçuklu komutanlarından Daniş- ayçiçeğiyaği, meyve ve sebze sulan, süt fabri­
mend Gazi ele geçirdi. Bölgeyi kısa sürede kaları ve çok sayıda un fabrikası vardır.
egemenliği altına alan Danişmend Gazi, Çeltek’teki kömür ocaklanndan çıkanlan
Amasya’yı kendine başkent yaparak Daniş- linyit, Amasya ve çevre illerdeki şeker fabri-
mendliler Beyliği’ni kurdu. Daha sonra Ana­ kalannın yakıt gereksinimini karşılar. Besi
dolu Selçuklulan’mn egemenliğine giren hayvancılığının gelişmekte olduğu ilde ayrıca
Amasya 1389’da Osmanlılar’ın eline geçti. hayvan ürünlerini değerlendirmek için bir et
Osmanlı padişahlarından birçoğu tahta çık- kombinası kurulmuştur.
Anadolu Yayıncılık Arşivi
İl Merkezi: Amasya
Yeşilırmak’m iki yakasında kurulmuş olan
kentin kuzeyinde ve güneyinde dik yamaçlı
iki dağ yükselir. Kuzeydeki dağın, “Ferhat ile
Şirin” adlı halk öyküsünde Ferhat’ın kente su
getirmek için deldiği dağ olduğuna inanılır;
bu yüzden adı Ferhat Dağı’dır. Kentin Ama­
zonlar tarafından kurulduğu ve eski kaynak­
larda geçen Amaseia adının da bu efsaneden
kaynaklandığı öne sürülür (bak. AMAZONLAR).
Amasya Kalesi’nin bulunduğu tepenin ya­
maçlarındaki kaya mezarları Pontos Krallı­
ğından kalmadır. Bu devletin krallan 200 yıl
boyunca başkentleri olan Amasya’da otur­
muşlar ve öldüklerinde kayalara oyulan bu
15. yüzyıld a, S ultan II. B ayezid'in k apıağ alarınd an
birinin yap tırd ığ ı B üyükağa M ed resesi, sekizgen
mezarlara gömülmüşlerdir. Kaleden 70 metre
planıyla tü rü n ü n en d e r ö rn eklerin d en d ir. aşağıdaki Yeşilırmak’a ve kral mezarlarına
AMAZON IRMAĞI 195

kadar uzanan bir yeraltı yolu (merdivenli


kaya tüneli) İÖ 3. yüzyıldan günümüze kadar
ulaşmıştır.
Bizans döneminde de bir din ve kültür
merkezi olarak parlayan Amasya baştan başa
tarihsel anıtlarla doludur. Ama kentin bugün­
kü anıtsal zenginliğinin asıl kaynağı 11. yüz­
yılda başlayan Türk egemenliğidir. Selçuklu
ve Osmanlı dönemlerinden kalma birçok
önemli yapıt günümüze kadar ulaşmıştır.
Bunlardan biri olan Bimarhane (akıl hastane­
si), mimari özelliklerinin yanı sıra akıl hasta­
lıklarının müzikle iyileştirildiği ilk hastane
olarak da ünlüdür. Kesme taştan yapılmış
Sultan Bayezid Camisi, mermer minberinin
bütün yüzeyi yaprak ve kıvrık dal motifleriyle
süslü olan Mehmed Paşa Camisi ve Selçuklu
taş işçiliğinin en güzel motifleriyle süslü olan Şemsi Güner
Torumtay Türbesi anılmaya değer birçok Dağları y a rarak akan Y e ş ilırm a k'ın iki yakasında
yapıttan yalnızca birkaçıdır. kurulm uş olan A m as y a kenti tarihsel y a p ıla r
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemeye açısından son derece ze ng ind ir. Ö nd e Sultan
Bayezid Cam isi g örülüyo r.
başlamasıyla önemini yitiren Amasya’nın
Anadolu Yayıncılık Arşivi Kurtuluş Savaşı’nda da özel bir yeri vardır.
Atatürk Samsun’a çıktıktan sonra Kurtuluş
Savaşı’nm hazırlıklarını bu kentte yürütmüş,
bütün ulusu bağımsızlık savaşma çağıran bil­
dirgeyi (Amasya Tamimi) de buradan duyur­
muştur (bak. K urtuluş Sa v a şi ).
Kentin içinden geçerek batıdan doğuya
doğru akan Yeşilırmak’ın iki yakasını beş
köprü birleştirir. Selçuklu ve Osmanlı dönem­
lerinin en güzel yapıları kentin güney kesi-
mindedir. Ahşap süslemeli, cumbalı ve geniş
saçaklı geleneksel Türk evleri de büyük ölçü­
de korunmuştur.
Çevresini kuşatan dağlar nedeniyle kentin
merkezinde yeni yapıların kurulmasına elve­
rişli alanlar olmadığından, dağlık kesimlerde
kurulmuş olan bazı köy yerleşmeleri zamanla
kentle birleşmiştir. Bu nedenle kent çekirdeği
eski yapısını büyük ölçüde korurken, çevre­
sinde yeni mahalleler oluşmaktadır. Amasya’
da iki hastane ve Ondokuz Mayıs Üniversi,te-
si’ne bağlı eğitim yüksekokulu vardır.
Kentin nüfusu 53.431’dir (1985).

AMASYA TAMİMİ bak. K urtuluş Sava şi.


S araço ğlu Evi, Y e ş ilırm a k kıyısındaki c um balı ve
geniş saçaklı eski A m as y a ev lerin d e n biridir.
A rkasındaki tep e n in y a m a c ın d a iki kaya m ezarı AMAZON IRMAĞI. Güney Amerika’daki
g örülüyo r. Amazon Irmağı dünyanın en büyük akarsula-
196 AMAZON IRMAĞI

nndan biridir. Su hacmi ve akaçlama havzası çok güzel orkideler sarmaşıklarla yarı yarıya
(sularını topladığı alan) bütün öbür ırmaklar­ boğulmuştur; begonyalar ve eğreltiotları da
dan daha büyüktür. Amazon’u besleyen ır­ kendilerine yer bulmak için kaktüsler ve
maklar Büyük Okyanus kıyısında, Peru’daki büyük yapraklı bitkilerle boğuşur.
And Dağlan’nın buzlu doruklarından başlar, Irmak ekvatora yakın aktığı için her zaman
doğuya doğru akarken 600 metre derinliğinde sıcak ve nemli olan ortamda bitkiler ve
bir kanyonu geçer ve birbirleriyle birleşip ağaçlar bütün yıl boyu büyür. Orman son
büyüyerek Brezilya’ya ulaşır. Sonunda bütün derece karmaşık ve sıktır, içinde rahatça
kollar ekvatorda Atlas Okyanusu’na dökülen dolaşılamaz. Irmağın çevresinde de hava ge­
Amazon’a katılır. Toplam uzunluğu 6.437 km nellikle sislidir.
olan Amazon, Güney Amerika’nın üçte biri­ Amazon havzasının bir zamanlar çok daha
nin suyunu akaçlar. sık olan ormanları, günümüzde petrol çıkar­
Okyanustan Amazon’un ağzına doğru iler­ ma, madencilik ve çiftçilik amacıyla hızla yok
leyen bir gemideki yolcular daha kıyıdan 320 olmaktadır. Orada yaşayan Yerliler’in de
km açıktayken ırmağın akışıyla karşılaşırlar; toprakları ellerinden alınmaktadır (bak. Yağ­
çünkü Amazon, sularını güçlü bir akıntıyla m u r ORMANLARI).
Atlas Okyanusu’nun derinliklerine doğru
gönderir. Uçaktan bakıldığı zaman bu sular Taşkınlar ve Gelgit Dalgaları
denizin içinde çamurlu, uzun bir leke gibi Belirli mevsimlerde Amazon’un suları yükse­
görülür. Amazon’un halici ya da ağzı 270 km lir. Bu nedenle içinden geçtiği bütün alçak
genişliğindedir. alanları sular basar. Irmağın taşmasıyla sökü­
Amazon Irmağı’nın ağzından kıtanın içleri­ lüp sürüklenen bitkiler birkaç ay sonra yeni­
ne doğru gemiyle 3.000 km boyunca gidilebi­ den gelişir.
lir. Peru’nun Iquitos kentine ulaşıldıktan son­ Amazon denize döküldüğü noktada sani­
ra yolculuğa küçük teknelerle devam edilir. yede 180.000 m3su boşaltır. Taşıdığı yapışkan
Sonunda ırmak And Dağlan’nın en doğu çamurun 180 metre genişliğinde ve yüksekli­
bölümünün içinden geçer. ğinde bir tepe oluşturabileceği söylenir. Kimi
zaman bir gemideki yolcular, arkalarından
Orman ve Bitki Örtüsü ırmağın yukarı bölümüne doğru 300 kilomet­
Akıntıya karşı birkaç saat giden bir gemi, reye kadar uzanan bir gelgit dalgası görebilir­
iki kıyının birbirine çok yaklaştığı Bin Adalar ler. Irmak belki de adını Yerliler’in amassona
bölgesine ulaşır. Buradaki sık ormanlarda, en (tekne parçalayan) dedikleri bu dalgalardan
yükseğinin boyu 60 metreye ulaşan palmiye­ almıştır. Ama 1541’de Amazon’u ilk keşfeden
ler, büyük yapraklı manolyalar, incir, kauçuk ve Eski Yunan efsanelerindeki Amazonlar’ı
ve brezilyacevizi ağaçları vardır. Bu yöredeki anımsatan kadın savaşçıların saldırısına uğra­
dığı söylenen Francisco de Orellana tarafın­
dan adlandırılmış da olabilir (bak. A m a ­
zo n la r ).

Amazon Yerlileri
Amazon Irmağı’ndan yukarı doğru çıkıldıkça,
ağaç gövdelerinden yaptıkları kanolarda kü­
rek çeken Güney Amerika Yerlileri görülür.
Sayılan 3 milyona yakın olan bu Yerliler
kıyılarda çamur ve kütükten yapılmış köyler­
de yaşarlar. Daha uzak bölgelerde, dış dünya
ile bağlantısı olmayan ve atalan gibi yaşamayı
sürdüren kabileler de vardır.
Yerliler tropik ormanları işler ya da balıkçı­
lık ve avcılıkla geçinirler. Amazon’da Hıristi-
AMAZON IRMAĞI 197

Tony & Marion Morrison

A m azo n o rm a n la rın d a yaşam çok zen g in d ir. H arpya kartalı


(üstte sağda) yüksek ağaçlard a yuva y a p a r ve kuşları,
m a y m u n la rı, tem b e lh a y v a n la rı avlar. Daha alçak d allar
arasında dolaşan boz tüylü m a y m u n (sağda) tu tu n m a k için
kuyruğ un u kullanır. D ev n ilü ferler (altta) bazı yerle rd e
ırm ağın n eredeyse bütün yüzeyin i kaplar.
198 AMAZONLAR

yan misyonerler, petrol arayıcıları, serüvenci­ rını öldürür ya da sakat eder, kızları ise
ler ve bilim adamları ile Yerliler arasında aralanna alarak savaş için eğitirlerdi.
zaman zaman ilişki olur. Brezilya’da 1911’de, Amazonlar’ı bir kraliçe yönetirdi. Anado­
Amazon Yerlileri’ni ve kültürlerini korumak lu’da, başta Efes olmak üzere birçok kenti
amacıyla bir örgüt kurulmuştu. Daha sonra Amazon kraliçelerinin kurduğu söylenir.
1960’larda, örgütün birçok görevlisinin Yerli­ Amazonlar’ın Efes kıyısında Artemis adına
ler’in topraklarını ele geçirmek için kabi­ British Museum

lelerin yok edilmesine izin verdiği ortaya çı­


karıldı. Örgüt bugün yeniden düzenlenmiş­
tir.

Hayvan Varlığı
Amazon ormanlarında değişik maymun türle­
ri, ağaçlarda başaşağı asılı duran tembelhay-
vanlar, karıncayiyenler, dev kertenkeleler,
tapirler, armadillolar ve akrepler yaşar. Suyu
seven büyük anakonda yılanlarının da görüle­
bildiği ırmağın kıyılarında Güney Amerika’ya
A tin a 'n ın efsanevi kralı T heseus'u n A m azo n la r'ın
özgü timsahlar uyur ve dev nilüferler arasında saldırısına u ğrayışını gösteren bir kabartm a.
kaplumbağalar dolaşır.
Irmaktaki yüzlerce değişik tür balığın bazı­ diktikleri heykelin çevresinde savaş dansı
ları akvaryumda da beslenebilir, ama zehirli yaptıklan ve birbirine vuran kalkanlarının
vatozlar ve çıplak insan etine saldıran kor­ çok uzaklardan yankılandığı anlatılır.
kunç piranalar da vardır. Sivrisinekler ve Yunan kahramanlanna ilişkin pek çok öy­
kanncalar ile öteki sayısız böceğin bazıları küde de Amazonlar’dan söz edilmektedir.
çok rahatsız edicidir. Örneğin Herkül’ün yerine getirmesi gereken
Akşam güneş ansızın batar ve sonra orman, 12 görevden biri, Amazon Kraliçesi Hippoly-
gizemli sesleri ve hışırtılarıyla yaşamaya baş­ te’nin taktığı kemeri belinden alabilmekti. Bir
lar. Tukan bir ağaç dalındaki tüneğinden başka öyküde ise, Atina Kralı Theseus kendi­
yüksek sesle yakınır, gece kuşlarının haykırı­ lerine saldıran Amazonlar’ın kraliçesi Hip-
şıyla hava titreşir, kırmızımsı maymunlar polyte’yi tutsak alarak onunla evlenir. Pen-
ağaçlardaki yerlerinden bağrışır ve kan emen thesileia adında bir Amazon kraliçesi de Yu-
yarasalar uçuşur. nanlılar’a karşı Truvalılar’a yardıma gelmiş,
ama Yunanlı kahraman Aşil tarafından öldü­
AMAZONLAR. Eski Yunanlılar, bütün sa­ rülmüştü.
vaşçıları kadın olan uzak diyarlardaki bir ül­
keye ilişkin öyküler anlatır, bu ülkedeki ka­ AMBULANS sözcüğü, yürümek anlamındaki
dınlara da Amazon derlerdi. Bunlardan ilk Latince ambulare fiilinden gelir. Gerçekten
söz eden kaynak Homeros’tur. “Erkek gibi ilk ambulanslar, savaşta yaralananlara hızla
Amazonlar”m savaşlannı anlatır. Aynca bir­ yardım edebilmek için ordulan izleyen “gezi­
çok başka kaynakta da Amazonlar’ın izlerini ci” hastanelerdi. 18. yüzyıl sonunda Fransız-
bulmak olasıdır. lar ambulans arabalannı hizmete soktular.
Söylenceye göre Amazonlar savaş tanrısı Kınm Savaşı (1853-56) sırasında bugünkü
Ares ile aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in anlamda ambulanslar yoktu. Yaralılar insan-
kızlanydılar. Çok sert ve güçlü kadınlardı. lann ya da atlann çektiği arabalarla hastane­
Ülkelerini yönetir, gerektiğinde savaşırlardı. lere taşınırdı. 1864’te imzalanan Uluslararası
At üstünde kendilerini kalkanlarla koruyarak Cenevre Sözleşmesi savaş alanlannda çalışan
ok ve baltalarla dövüşürlerdi. Erkekleri yan- ambulanslara saldınlmasım yasakladı. İlk sivil
lanna köle ya da uşak olarak alır, onlardan ambulans örgütü 1878’de İngiltere’de ku­
çocuk sahibi olurlardı. Doğan erkek çocukla­ ruldu.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 199

daki yardımcı sağlık görevlileri hastanın duru­


mu hakkında bilgi alıp vermek için hastane ile
telsiz aracılığıyla bağlantı kurarlar.

AMERİKA adı İtalyan kâşif Amerigo Vespuc-


ci’nin onuruna verilmiştir. Kristof Kolomb’un
1492’de Yenidünya’yı keşfinden bir süre son­
ra Amerigo Vespucci, Güney Amerika’da
yeni bulduğu yerler ile ilgili bir kitap yayımla­
dı. 1507’de bir harita uzmanı yeni keşfedilen
bu toprakların bağımsız bir kıta olduğunu
kanıtlayan Amerigo Vespucci’nin adını Yeni­
dünya için kullandı. Panama Kıstağı ile birbi­
rine bağlanan Kuzey ve Güney Amerika
anakaraları tek bir kıta sayıldığında Asya’dan
sonra dünyanın ikinci büyük kıtasıdır. Bu iki
kara parçası iki ayrı kıta olarak kabul edildi­
ğinde, sıralamada ikinciliği Afrika kıtası alır.
Amerika dendiğinde Kuzey ve Güney Ameri­
ka kıtaları, Orta Amerika, Karayib Denizi’n-
deki Büyük ve Küçük Antiller anlaşılır (bak.
G ü n e y A m e r îk a ; K u z e y A m e r ik a ; O r t a Am e­
r ik a ).

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ (ABD)


Kuzey Amerika kıtasında yer alan ve 50
eyaletten oluşan federal bir cumhuriyettir.
Bir am b u la n s ta , her türlü acil d u ru m için, resim de
g örülen bütün tem e l d o n a n ım la rın b ulun m ası Doğuda Atlas Okyanusu’ndan batıda Büyük
gerekir. Okyanus’a kadar uzanır. Eyaletlerden 48’i,
kuzeyde Kanada ile güneyde Meksika ve
Çağdaş ambulanslar genellikle beyazdır. Meksika Körfezi arasındadır. 1959’da katılan
Kolay tanınabilmeleri için Türkiye’de Kızılay, son iki eyaletten biri olan Alaska Kanada’nın
Hıristiyan ülkelerde Kızılhaç işareti taşırlar. kuzeybatısındadır; Hawaii ise Büyük Okya­
Bir ambulans siren çaldığı zaman öbür araçlar nus’ta bir adalar grubudur.
yolundan hızla çekilmelidir. Bazı ülkelerde, ABD yüzölçümü bakımından SSCB, Kana­
ambulansların acil durumlarda hız sınırlarını da ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin ardından
aşmalarına ve trafik işaretlerine uymamaları­ dünyanın dördüncü büyük ülkesidir. Nüfus
na izin verilir. Özel durumlarda, adalarda ya açısından da Çin Halk Cumhuriyeti, Hindis­
da gemide hastalananlar için uçak ya da tan ve SSCB’den sonra gene dördüncü sırayı
tekneler kullanılır. alır. Verimli topraklan, büyük ormanlık alan­
İyi donanımlı bir ambulans birçok değişik ları ve geniş yeraltı kaynaklanyla dünyanın en
hastalığa ve kaza olayına göre hazırlanmıştır. zengin ülkesidir.
Yatması gereken hastalar için tekerlekli
sedyeler, oturabilenler için oturacak yerler, Doğal Yapı
ambulans görevlileri için özel yerler ve çok Kıyı Ovası kuzeyde Atlas Okyanusu kıyısın­
sayıda ilkyardım donanımı vardır. Bunlar daki Cod Burnu’ndan güneyde Florida’ya ka­
arasında yapay solunum aygıtı, oksijen tüpü dar uzanır; orada batıya kıvrılarak Körfez
ve ağrı kesici ilaçlar sayılabilir. Bazı ambu­ Kıyı Ovası adıyla Meksika’ya ulaşır. Bu
lanslarda kalp hastalarına yardımcı olabilecek bölge genellikle alçaktır, denizden yüksek­
elektronik aletler de bulunur. Ambulanslar­ liği ender olarak 150 metrenin üstüne
200 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

çıkar. Virginia, Kuzey Carolina, Florida ve ğı verimli tanm alanlan vardır. Allegheny
Louisiana kıyıları boyunca bataklıklar, tuzlu Yaylası Appalaşlar’m batısında, Körfez Kıyı
kıyı gölleri, kum tepeleri ve kıyıya yakın Ovası’na doğru alçalır. Bu yörelerin yaylaları
adacıklar vardır. Appalaş Dağları kuzeydoğu mağaralanyla ünlüdür. Bunlardan Kentucky’
eyaletlerinden Alabama’nın güneybatısına deki Mamut Mağarası dünyanın en büyük
doğru uzanan alçak dağlardan ve yaylalardan mağaralanndandır.
oluşan geniş bir kuşaktır (bak. A ppalaş D a ğ -
la r i ) . Hudson Irmağı vadisinin doğusunda
aşınmış alçak dağ dizileri yer alır. New Hamp-
shire’ın Beyaz Dağları ile Vermont’un Yeşil
Dağları bu yörededir.
Kuzey Amerika kıtasının kuzeyi eskiden
buzullarla kaplıydı (bak. B u zu l ve B uzu llaş ­
m a ). Buzullar eriyince verimli topraklar, yu­
varlak tepeler, alçak bayırlar, irili ufaklı
.göller ve kayalıklar ortaya çıktı. Hudson
Irmağı’nın batısında New York’ta Mohawk
Irmağı vadisiyle birbirinden ayrılan Adiron-
dack ve Catskill dağlan uzanır.
Güneydoğuya doğru Appalaşlar birbirin­
O rtabatı Kentucky'de yeraltı g eçitleriyle ünlü M a m u t
den ayrı birçok dağ sırası, bayır ve yayladan M ağ arası U lusal Parkı. M ağ a ra n ın yüksek kem erli
oluşur. Bu yörenin dağlık olmayan kesimin­ bö lü m leri oniks ve kireçtaşı k atm anların dan
de, Kuzeybatı Virginia’daki ırmaklann suladı­ oluşm uştur.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 201

Appalaşlar’dan Kayalık Dağlar’a uzanan ge­ yer alır. Bu yöre Yellowstone’un sıcak su kay­
niş düzlükler batıdaki Büyük Ovalar’ı da nakları, gayzerler ve çavlanlar gibi olağanüstü
kapsar. Büyük Ovalar kuzeyde Kanada’dan doğa güzellikleriyle ünlüdür. Güneydeki Ka­
güneyde Meksika’ya kadar göz alabildiğine yalık Dağlar’da görülmeye değer yerler Kaya­
dümdüz uzanan geniş topraklardır ve Missis- lık Dağlar Ulusal Parkı, Pikes Doruğu, Elbert
sippi Irmağı’nın batısında Kayalık Dağlar’a Dağı ve Tanrılar Bahçesi’dir.
doğru hafifçe yükselir. Minnesota, Wisconsin İç yaylalar ve havzalar doğuda Kayalık
ve Michigan’m kuzeyinde, Büyük Göller’in Dağlar ile batıda Sierra Nevada ve Kaskad
kuzey kıyısında alçak tepelerden oluşan Supe- Dağlan arasında yer alır. Çok az yağış alan ve
rior Yaylası yer alır. Zengin bir demir yatağı çöl bitki örtüsüyle kaplı olan bu yöre Colum-
olan Minnesota’nın Mesabi Sıradağları ve
Michigan’m Porcupine ve Huron dağlan da ABD'NİN EYALETLERİ
bu yörededir. Ormanlarla kaplı bu alan de­
mir, bakır ve başka maden yataklan yönün­ Eyalet Başkent Yüzölçümü Nüfus
(km2) (1986)
den zengindir.
Kayalık Dağlar Kanada sınırından Meksi­ Alabama M ontgom ery 133.915 4.053.000
Alaska Juneau 1.530.693 534.000
ka’ya kadar ABD sınırları içinde 1.900 km Arizona Phoenix 295.259 3.317.000
Arkansas Little Rock 137.754 2.372.000
Batı Virginia Charleston 62.758 1.919.000
ABD'YE İLİŞKİN BİLGİLER California Sacramento 411.047 26.981.000
Colorado Denver 269.594 3.267.000
C onnecticut Hartford 12.997 3.189.000
YÜ ZÖ LÇ Ü M Ü: 9.529.063 km2. Delavvare Dover 5.294 633.000
NÜFUS: 243.785.000 (1987 tahmini). Florida Tallahassee 151.939 11.675.000
YÖ NETİM : 50 eyaletten oluşan bağımsız federal cum ­ Georgia Atlanta 152.576 6.104.000
Güney Carolina Columbia 80.582 3.378.000
huriyet.
Güney Dakota Pierre 199.730 708.000
BAŞKENT: VVashington (District of Columbia). Havvaii Honolulu 16.760 1.062.000
DOĞAL YAPI: Ülkenin üçte birini Sierra Nevada ve idaho Boise 216.430 1.003.000
Kayalık Dağlar'ı içine alan batıdaki dağlık yöreler illinois Springfield 149.885 11.553.000
kaplar. Doğuda ise engebeler daha alçaktır. Appalaş- Indiana Indianapolis 94.309 5.504.000
lar başlıca sıradağlardır. Doğuya ve güneye doğru iowa Des M oines 145.752 2.851.000
uzanan ortadaki geniş ovalar Mississippi-Missouri Kansas Topeka 213.096 2.461.000
ırmaklarınca akaçlanır. Atlas Okyanusu kıyıları ve Kentucky Frankfort 104.659 3.728.000
Meksika Körfezi dolayları ovalıktır. En yüksek tepe Kuzey Carolina Raleigh 136.412 6.331 000
Alaska Dağları'ndaki M cKinley'dir (6.194 metre). En Kuzey Dakota Bismarck 183.117 679.000
uzun akarsu 6.212 km olan M ississippi-Missouri'dir. Louisiana Baton Rouge 123.677 4.501.000
En büyük göl 58.016 km2 olan Michigan Gölü'dür. Maine Augusta 86.156 1.174.000
M aryland Annapolis 27.091 4.463.000
BAŞLICA ÜRÜNLER: Mısır, buğday, arpa, soyafasulye-
M assachusetts Boston 21.455 5.832.000
si, yerfıstığı, tütün, turunçgiller, pam uk, çiftlik hay­ Michigan Lansing 251.493 9.145.000
vanları, kereste, petrol, kömür, doğal gaz, dem ir, M innesota St. Paul 224.329 4.214.000
bakır, kurşun, çinko, boksit, altın, güm üş, uranyum. M ississippi Jackson 123.514 2.625.000
SANAYİ: Demir-çelik, makine, motorlu taşıtlar, havacı­ M issouri Jefferson City 180.514 5.066.000
lık, elektronik aletler, bilgisayar, besin, kimya ürünle­ M ontana Helena 380.847 819.000
ri, plastik, dokum a, basım ve yayım , kâğıt, orman Nebraska Lincoln 200.349 1.598.000
ürünleri. Nevada Carson City 286.352 963.000
ÖNEM Lİ KENTLER: (Nüfusu 500.000'in üstünde olanlar) N ew Hampshire Concord 24.032 1.027.000
Baltim ore, Boston, Chicago, Cleveland, Columbus, N ew Jersey Trenton 20.168 7.620.000
Dallas, Denver, Detroit, Honolulu, Houston, Los N ew M exico Santa Fe 314.924 1.479.000
N ew York Albany 136.583 17.772.000
Angeles, M em phis, Milvvaukee, N ew Orleans, New
Ohio Columbus 115.998 10.752.000
York, Philadelphia, Phoenix, San Antonio, San Die-
Oklahoma Oklahoma City 181.185 3.305.000
go, San Francisco, San Jose, VVashington.
Oregon Salem 251.418 2.698.000
EĞİTİM: Eyaletlerin çoğunda zorunlu eğitim yaşı 7- Pennsylvania Harrisburg 119.251 11.889.000
16'dır. Rhode Island Providence 3.139 975.000
Tennessee Nashville 109.152 4.803.000
Texas Austin 691.027 16.682.000
uzunluktadır. Bazı doruklan 4.200 metreden Utah Salt Lake City 219.887 1.665.000
yüksektir. Yellowstone ve Grand Teton ulu­ V erm ont M ontpelier 24.900 541.000
Virginia Richmond 105.586 5.787.000
sal parkları, Wyoming’in Büyük Boynuz (Big VVashington Olympia 176.479 4.463.000
Horn) Dağları ve U tah’ın Wasatch ve Uinta VVisconsin Madison 171.496 4.785.000
VVyoming Cheyenne 253.324 507.000
dağları Kayalık Dağlar’m orta bölümlerinde
202 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

bia Yaylası, Büyük Havza ve Colorado Yay­


lası olmak üzere üç bölümden oluşur. Colum-
bia Yaylası VVashington’un doğusundan Ida-
ho’nun güneyine doğru uzanır. Columbia
Irmağı ve kolları yörenin tüm suyunu akaçlar.
Dalgalı yüzey biçimleri binlerce yıl önce
yanardağ ve volkanik çatlaklardan çıkan lav
katmanlarından oluşur. Bölgenin ırmakları
derinliği 2.400 metreyi geçen kanyonlar (de­
rin vadiler) oymuştur. Güneyde Columbia
Yaylası ile birleşen çöl görünümündeki Bü­
yük Havza, Nevada’nın büyük bir bölümünü,
California, Utah, Arizona, New Mexico ve
Texas’ın bazı bölümlerini içine alır. Colorado
Yaylası, Doğu U tah’ın büyük bir bölümünü,
Colorado’nun batısını, Arizona’nın kuzeyini
ve New Mexico’nun kuzeybatısını kapsar.
Colorado Irmağı Kayalık Dağlar’ın dorukla­
rından çıkarak derin kanyonlar içinden güney­ Charlie Ott/National Audubon Socien

batıya doğru akar; Arizona’nın kuzeyinde A laska'da hiç ağaç y e tiş m e y e n tu n d ra bölgesi.
ünlü Büyük Kanyon’u oluşturur (bak. BÜYÜK
KANYON; COLORADO IRMAĞI). sar. California’daki Sierra Nevada yüksek dağ
Kıyı Dağları Bölgesi Büyük Okyanus kıyı­ gölleri, derin kanyonları ve etkileyici çavlan-
ları boyunca uzanır. Yüksek dağlar olan larıyla ünlüdür. 4.418 metre yükseklikteki
Sierra Nevada ve Kaskad Dağları ile daha Whitney Dağı, Alaska dışında ABD’nin en
alçak olan Kıyı Dağları ve Klamathlar’ı kap- yüksek tepesidir (bak. S ie r r a N e v a d a ) . Kuzey

Josef Muench

Y o s e m ite Ulusal
Parkı'ndaki Buzul
T e p e s i'n d e n ,
C alifo rn ia'daki Sierra
N e v a d a 'n m g ö rü n ü m ü .
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 203

California’dan Washington’a kadar uzanan mez. Sisli ve bulutlu günler çoktur. Özellikle
Kaskad Dağları birçok volkanik doruğuyla kışlar çok yağmurludur. Yıllık yağış 750 mm
ABD'deki olağandışı dağlardandır. 1914’ten ile 3.800 mm arasında değişir.
1921’e kadar volkanik etkinlik gösteren Las- Kuru astropikal iklim ya da Akdeniz iklimi
sen Dağı ile en son 1980’de şiddetli bir patla­ California’nın büyük bölümünde görülür.
manın olduğu St. Helens Yanardağı bura­ Yazlar kuru ve sıcak, kışlar serin ve yağışlıdır.
da yer alır. Kaskad Dağlan’ndaki en yüksek Mayıstan ekime kadar hemen hemen hiç yağış
doruk, Washington’da 4.392 metre yüksekli­ olmaz; yıllık yağış 500 mm kadardır. Kar
ğindeki Mount Rainier’dır. Oregon’daki Ma- Sierra Nevada dışında çok görülmez.
zama Dağı’nın tepesinde de 10 km genişliğin­ A rktik ve yan arktik iklim Alaska’nın bü­
de bir krater gölü vardır. yük bölümünde görülür. Kutup soğuğu Kuzey
Kıyı Dağları Washington, Oregon ve Cali- Buz Denizi’nin etkisiyle biraz yumuşar. Ku­
fornia kıyıları boyunca uzanır. ABD’nin do­ tup Dairesi’ne yakın bölgelerde yazlar kısa ve
ğal limanlarından Puget Koyu ve San Francis­ sıcak, kışlar uzun ve son derece soğuk olur.
co Körfezi bu sıradağların kesintiye uğradığı Yıllık yağış 500 mm kadardır. Kutup bölge­
yerlerde oluşmuştur. (.Ayrıca bak. ALASKA; sinde yazın bile sıcaklık 10°C’nin üstüne
H a w a ii.) seyrek çıkar. Yılın 10 ayında ortalama sıcak­
lık donma noktasının altındadır.
İklim Tropikal iklim'in egemen olduğu Hawaii’de
ABD ’nin iklimi yüzey biçimlerine bağlı ola­ yağmur miktarı adalar arasında farklılık gös­
rak çeşitlilik gösterir. Ülke, ortalama sıcaklık terir. Alçak yörelerde sıcaklık yıl boyu 24°C
ve yağış gibi iklim özellikleri benzerlik göste­ dolayındadır, dağlık bölgelerde —6°C’ye ka­
ren sekiz iklim bölgesine ayrılabilir. dar düşebilir.
Nemli kara iklimi ABD ’nin bütün kuzeydo­ A BD ’de Büyük Ovalar’ın yayıldığı eyalet­
ğu kesimini etkiler. Doğuya doğru gittikçe lerde ve Atlas Okyanusu kıyılarında her yıl
yağmur miktarı artar. Mevsimler arasında 600 kadar kasırga ya da hortum adı verilen
büyük sıcaklık farkları vardır. Ocak ayı sıcak­ şiddetli fırtınalar olur.
lığı genellikle 0°C’nin altındadır; —18°C’nin
altına bile düşebilir. Yazlar genellikle sıcak ve Bitki Örtüsü ve Hayvan Varlığı
nemlidir; sıcaklık ara sıra 38°C’nin üzerine ABD bitki örtüsü ve hayvan varlığı yönünden
çıkar. orman, çayır, çöl ve tundra olmak üzere dört
Nemli astropikal iklim güneydoğuda ege­ ana bölgeye ayrılır. En çok yağmur alan
mendir. En soğuk ayda bile genellikle don yörelerde ormanlar, daha az yağmur alan
olmaz. Yazlar uzun ve ılıktır. En çok yağış yerlerde çayırlar, yıllık yağış miktarı 250
bölgenin doğusundadır. Dağlık yerler dışında milimetrenin altında olan yerlerde ise çöller
kar yağışı enderdir. oluşmuştur. Tundralar yüksek yerlerde, ku­
Yarı kıraç iklim Büyük Ovalar’ın çoğu tup ve yarı kutup bölgelerindedir. Ormancılık
bölümünde, Colorado ve Columbia yaylaları güney eyaletlerinde önem kazanmıştır. Bu
ile Wyoming havzasında etkisini gösterir. bölgedeki çam, meşe ve ceviz ağaçları kâğıt
Yıllık yağış 250 ile 500 mm arasında değişir. ve mobilya sanayilerinde kullanılır.
Kışlar çok soğuk, yazlar ise çok sıcaktır; 38°C Doğudaki ormanlarda ayı, kunduz, susa-
sıcaklık olağan sayılır. muru, geyik ve sincap, kuzeydoğuda vaşak,
Çöl iklimi Nevada’da, Büyük Havza ve sığın ve sansar yaşar. Güneyde ise tavşan, til­
çevre eyaletlerde görülür. Yıllık yağmur 250 ki, opossum, rakun, timsah, çmgıraklıyılan ve
milimetrenin altındadır. Yazlar çok sıcak, engerek gibi hayvanlara rastlanır.
kışlar ılık, ama kış geceleri serindir. Kayalık Dağlar’da, California, Oregon ve
Ilıman deniz iklimi California’nın kuzeyin­ Washington’un bazı yerlerinde iğneyapraklı or­
den, neredeyse Alaska Yarımadası’na kadar manlar yaygındır. Ayrıca huşağacı, kavak, me­
bütün Büyük Okyanus kıyılarında görülür. şe ve akçaağaç gibi ağaçlar da vardır. Boylan
Yazlar serin, kışlar ise ılıktır. Don pek görül­ 100 metreyi aşan kıyı sekoyası gibi ulu
204 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

kutup ayılarını, tilki, kurt, misk öküzü ve çe­


şitli küçük hayvanları barındırır. Kıyılarda ise
foklar yaşar.
Hawaii’deki tropikal ağaçlar arasında hin­
distancevizi, mango ve kavunağacı başta ge­
lir. Hayvan türleri azdır.

Akarsu ve Göller
Dünyanın en büyük ve yararlı ırmaklarına
sahip olan ABD’de, Mississippi-Missouri
akarsu sistemi 6.212 km uzunluğundadır.
Ohio, Illinois, Arkansas ve Platte gibi kolla­
rıyla birlikte iç ovaların büyük bir bölümünü
Fred Bond

VVashington e yaletinin Büyük O kyanus kıyılarında


o rm a n lık alan.

ağaçlar California’da yetişir. Kuzeybatı kıyı­


sındaki ormanlar başlıca kereste kaynağıdır.
Bu ormanlarda kara ve boz ayı, geyik, tilki,
rakun ve misk sıçanları yaşar. Büyük Okya­
nus kıyılarında foklar ve denizaslanları var­
D ü nyanın en uzun akarsularınd an M ississippi
dır. Irm ağı.
Büyük Okyanus kıyısında ve İç Yaylalar’da
ladin, sedir ve huşağaçları arasında rengeyiği, akaçlar. Öteki önemli ırmaklar arasında Hud-
sığın, ayı, tilki, kurt gibi hayvanlar yaşar. son, Tennessee, Colorado, Columbia ve Rio
Kuzey Amerika’nın içlerinde eskiden insan Grande sayılabilir.
boyu olan çayırlar bugün yerini ekili tarlalara A BD ’deki Büyük Göller dünyanın en
bırakmıştır. Eskiden bu yörelerde sürüler önemli iç suyollarıdır. Demir, kömür, buğday
halinde bizonlar dolaşırdı. gibi ürünler batıda Superior ve Michigan
Nevada’nın büyük bölümünü, Utah, Arizo- göllerinden doğuda Huron, Erie ve Ontario
na, California ve New Mexico’nun bazı bö­ göllerine, oradan da St. Lavvrence suyoluyla
lümlerini kaplayan çöllerde avizeağacı ve Atlas Okyanusu’na taşınır.
çeşitli kaktüsler yetişir. Arizona’daki bir kak­
tüs türü olan saguaro 15 metre boyundadır. Halk
Çöllerde iguana, çeşitli kurbağa, keler ve ABD halkını çeşitli uluslardan ve ırklardan
yılan türleri yaşar. insanlar oluşturur. Bu insanlar bir yandan
Alaska’nın kutup bölgesinde yosun, liken kendi gelenek ve yaşam biçimlerini korumaya
ve fundalıklar vardır. Alaska ormanları ren­ çalışırken, öte yandan birbirlerinden etkile­
geyiği başta olmak üzere birçok geyik türünü, nirler. ABD’ye göçenlerin çoğu Avrupa’dan
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 205

men yasasıyla her ülke için göçmen sayısını


belirleyen kotalar kondu.
A BD ’deki azınlıklar içinde en renkli grup­
lardan biri İspanyol Amerikalılardır. Ana
dillerinin İspanyolca olmasından ötürü bu
adla anılırlar. Bunlar MeksikalIlar (7 milyon),
Porto Rikolular (yaklaşık 1,6 milyon) ve
Kübalılar’dan (600.000) oluşur. Özellikle
MeksikalIlar giyimlerinde, mutfaklarında ve
sanatlarında göze çarpan zengin kültür biri­
kimleriyle çevrelerinde çok etkili olmuşlardır.
Ne var ki, Kübalılar’ın dışında, İspanyol
Amerikalıların yüzde 20’si çok yoksuldur.
1790’dan beri her 10 yılda bir yapılan nüfus
sayımlarının sonuncusu olan 1980 sayımına
göre, A BD ’nin nüfusu 226.504.825’tir. Yıllık,
ortalama nüfus artışı 2,3 milyon kişidir.
The Granger Collecrion A BD ’de nüfusu 1 milyonun üstünde altı
19. yü zyılın son la rın d a ve 20. y üzyıiın b aşların da her kent vardır. 7 milyon nüfuslu New York ken­
yıl b in lerce aile A v ru p a 'd a n A m e rik a 'y a g öçüyo rd u.
tini Los Angeles (3,3 milyon), Chicago (3 mil­
yon), Houston (1,7 milyon), Philadelphia (1,6
gelmiştir. Son yıllarda Asya ve Güney Ameri­ milyon) ve Detroit (1,1 milyon) izler.
ka’dan göç edenlerin sayıları da artmaktadır. ABD ’de yaşlı insanların nüfus içindeki
AvrupalIlar Amerika’yı 15. yüzyılda keşfet­ oram giderek yükselmektedir. Bugün bir
Saily & Richard Greenhil!
tiler. İspanyollar Florida’yı, güneybatı ve batı
kıyılarını işgal ettiler. İngilizler, İskoçlar,
İrlandalIlar ve HollandalIlar ise Atlas Okya­
nusu kıyılarına yerleştiler. Göçmenler yeni
yerleşim yerleri (koloniler) kurarken ve ülke­
nin sınırları batıya doğru genişlerken, oralar­
da eskiden beri yaşayan yerli kabilelerin
direnişiyle karşılaştılar. Uzun mücadelelerin
sonunda Amerika Yerlileri topraklannı koru-
yamadılar (bak. AMERİKA YERLİLERİ).
1619’da ilk Siyah Afrikalı kafilesi köle
olarak pamuk, tütün ve pirinç tarlalarında
çalıştırılmak üzere gemilerle Amerika’ya geti­
C a iifo rn ia 'd a ve g ü n ey e y a le tle rin d e çalışan ta rım
rildi.
işçilerinin çoğu yoksu llu ğu n pençesinden
1840-90 arasında İngiltere, İrlanda, Al­ k u rtu lm aya çabalayan M eksikalılar'd ır.
manya ve İskandinav ülkelerinden büyük bir
göçmen dalgası daha geldi. Bunlar Ortabatı Amerikalı’nın ortalama ömrü 74 yıldır. Er­
Amerika’da, Çinliler ve Asyalı göçmenler ise kekler ortalama 23, kadınlar ise 21 yaşında
batı topraklarında ve California’da yerleşti­ evlenirler. Gene 1980 sayımına göre nüfusun
ler. Göçmen akını karşısında 1882’de Kongre, yüzde 83’ü beyaz, yüzde 12’si Siyah’tır. Geri­
Çin’den göçmen alınmamasına karar verdi; ye kalan yüzde 5’i Kuzey Amerika Yerlileri
öbür ülkelerden gelenler için de bazı sınırla­ ve Asyalılar oluşturur.
malar getiren bir yasa çıkardı. 1900’den sonra
her yıl ortalama 1 milyon göçmen gelmeyi Din ve Dil
sürdürdü. 1907’de Japon işçilerinin ABD ’ye Amerika’ya ilk yerleşenler arasında ülkelerini
göçü engellendi; 1921’de çıkarılan yeni göç­ dinsel baskılardan ötürü terk etmek zorunda
206 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

kalanlar önemli bir grup olduğu için, Ameri­ ler ülke nüfusunun dörtte birini oluşturur. İlk
kan Anayasası yurttaşlarına inanç özgürlüğü ve ortaöğrenimdeki öğrencilerin yüzde 90’ı
tanımıştır. Amerikalılar çeşitli Hıristiyan kili­ devlet okullarında okumaktadır. Geri kalan­
selerine bağlıdırlar. Bunlardan yüzde 54’ü lar ise çoğunlukla Katolik okullarına devam
Protestan, yüzde 37’si Katolik’tir. En büyük eder.
dinsel gruplardan biri de Museviler’dir. Öbür A BD ’de 3.000’in üzerinde kolej ve üniver­
önemli dinsel toplulukları Budacılar, Müslü- site gençlere daha ileri düzeyde eğitim olanağı
manlar ve Hindular oluşturur. sağlar. Bu okullardaki öğrencilerin üçte biri
Amerika’nın keşfedilmesinden sonra İngi­ devlet burslarıyla öğrenimlerini sürdürürler.
lizce konuşulan yerleşim yerlerinin kalabalık­ ABD’de ulusal savunmadan sonra en büyük
laşarak hızla yayılması İngilizce’nin benim­ devlet harcaması eğitim için yapılır.
senmesine ve yeni ulusun resmi dili olmasına
yol açtı. Bununla birlikte ABD’de konuşulan Tarih
İngilizce, çeşitli uluslardan göçmenlerin dille­ 15. ve 16. yüzyıllarda Portekiz ve İspanya
rinin de etkisiyle başkalaşmış ve çok sayıda coğrafi keşiflerin öncüleriydi. İspanya Krallı-
yeni sözcük kazanmıştır. Dilin yapısı ve kural­ ğı’nın gemileriyle yola çıkarak 1492’de Ame­
ları ise aynıdır. Bölgeler arasında lehçe farklı­ rika’ya ayak basan Kristof Kolomb burasını
lıkları vardır. Hindistan’ın doğusu sanarak, yerli halka Hintli
1960’larda ABD ’deki azınlık gruplar ve anlamında “los Indos” demişti. Amerika’nın
MeksikalI Amerikalılar anadillerinde eğitim yerli halkı dağınık kabileler halinde yaşamak­
görmek için mücadele etmişlerdir. 1968’de iki taydı. İspanya kralı ile kraliçesi Kolomb’un
dilde eğitim yasası (İngilizce ve İspanyolca) yeni bir ülke keşfettiğini öğrenir öğrenmez
Kongre’den geçmiştir. ona sahip çıkmakta gecikmediler. Karayib
Denizi’ndeki adaları, Meksika’yı, Orta Ame­
Eğitim rika’yı ve Brezilya dışında bütün Güney
ABD’de eğitim devletin ve yerel yönetimlerin Amerika’yı ele geçirdiler. Böylece neredeyse
sorumluluğundadır. Eyalet yönetimleri çeşitli Kuzey ve Güney Amerika kıtalarının tamamı
yollardan eğitim kuruluşlarına destek olur. İspanya’nm oldu.
Anayasaya göre devlet işledi ile din işleri ayrı İngilizler, HollandalIlar ve Fransızlar da bu
olduğundan, devlet okullarında din eğitimi yeni kara parçasına ilgi göstermeye başlamış­
yapılmaz. İlköğrenim sekiz yıldır. Daha sonra lardı. İngilizler ilk kez 1607’de altın bulmak
dört yıl süreli ortaöğrenim gelir. Her iki amacıyla Virginia’ya ayak bastılar, ama altın
öğrenim aşaması da genellikle parasızdır. bulamadılar. Zorlu yıllardan sonra tütün ye­
Okula gitmek 7-16 yaş arasında zorunludur. tiştirmeyi başararak durumlarını düzelttiler.
İlk ve ortaöğrenim kuruluşlarındaki öğrenci­ 1619’da ilk kez kadınlar ve gene aynı yılda
The Bettman Archive

18. yüzyılın ortal-arında işlek bir lim an kenti olan N e w Y o rk'un H o lla n d a lIla r ta ra fın d a n yapılan eski.kesim i.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 207

G ö ç m e n le r te h lik e le re
karşı k o ru n a b ilm e k için
g en e llik le g ru p la r h alin d e
s e yah at e d e rlerd i.

Culver Pictures, Inc.

köle olarak getirilen Siyah Afrikalılar Ameri­ ler düzenleyerek St. Lawrence ve Mississippi
ka’ya ayak bastı. Onları 1620’de İngiltere’de ırmaklarındaki ulaşıma egemen oldular;
dinsel inançları yüzünden baskı gördükleri 1681’de kralları XIV. Louis’nin onuruna
için bannamayan Protestanlar izledi. Mayflo- Louisiana’yı kurdular. Böylece Fransa’nın,
wer adlı gemiyle Massachusetts kıyılarına Kanada’dan Meksika Körfezi’ne kadar uza­
varan bu grup kendi hükümetini kurdu. nan geniş bir egemenlik bölgesi oldu. Ama
HollandalIlar Kuzey ve Güney Amerika’da Fransız askerlerince denetlenen bu bölgelere
kalıcı ve güçlü yerleşim bölgeleri kuramadı­ Fransa’dan çok az göçmen geldiği için Fransız
lar. Kuzey Amerika’da New Amsterdam ve nüfusu İngilizler’den çok azdı. Fransız kalele­
Fort Orange’ı kurdular, ama 1664’te New ri ve yerleşimleri ise İngiliz göçmenlerin
Amsterdam İngilizler’in eline geçti ve New Amerika’nın batısına geçmesini engelliyordu.
York oldu. 1681’de William Penn, Pennsylvania’yı kur­
Fransızlar da 16. yüzyılın ortalarından baş­ du. Penn herkesin T ann’ya dilediği gibi tapın­
layarak Kuzey Amerika kıyılarını keşfetmeye makta özgür olduğunu, Amerika Yerlileri’ne
başladılar. Önce Hudson Körfezi çevresine ve adil davranılması ve topraklarının bedelinin
Kanada’ya yerleştiler. Güneye sürekli sefer­ ödenmesi gerektiğini savunuyordu. Kendi ko-
The Bettman Archive

N e w Y o rk'un İng ilizler ta ra fın d a n y a p ıla n yeni kesim i


208 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

İnsanlar yeni yerleştikleri bu ülkede birçok


güçlükle karşı karşıyaydılar. Yiyecek ve yer­
leşim sorunları, Yerliler ile mücadele hiç
bitmiyordu. Güneyde doğa koşulları daha
elverişliydi. Bazı tarlalarda köle emeğiyle çok
fazla ürün kaldırılabiliyordu. Koloniler hem
birbirleriyle, hem de İngiltere ile ticaret
yapıyordu.
Göçmenler ilk yerleşme sorunlarını çöz­
dükten sonra çocuklarının eğitimi konusunu
ele aldılar. 1647’de Massachusetts’de çıkarı­
lan bir yasa ile en az 50 ailenin bulunduğu her
yerleşim yerine bir okul açılması kabul edildi.
1636’da Harvard ve 1701’de Yale kolejleri
kuruldu. 1638’de Massachusetts’de ilk basım­
evi çalışmaya başladı.
1750 yılına gelindiğinde kolonilerde 1 mil­
yon 200 bin insan yaşıyordu. Bu rakam
Fransız yerleşmelerinde yaşayanlardan 15 kat
fazlaydı. İngiliz kolonilerinde yaşayanlar da­
ha batıya doğru yayılabilmek için Fransız
bölgelerine sürekli akınlar düzenlemeye baş­
ladılar. 1763’te Avrupa’daki Yedi Yıl Savaşı
İngiltere’nin zaferiyle sonuçlandıktan sonra
Fransız Kanadası ile Mississippi Irmağı’nın
doğusundaki topraklar İngiltere’nin denetimi­
ne geçti {bak. YEDİ Y il S a v a ş i ) .

Bağımsızlık Savaşı
Amerikan Devrimi olarak da bilinen bağım­
Nebraska State Historical Society sızlık savaşıyla 13 Amerikan kolonisi, Ameri­
A ğacın bol o ld uğ u y e rle rd e ahşap evler yap ıld ı. ka Birleşik Devletleri adında bağımsız bir ül­
A ğ aç b u lu n m a y ın ca kerpiç kullanıldı. ke oldu. Bağımsızlık Savaşı 1775’te başladı,
1783’te Paris Antlaşması’yla son buldu.
lonisi için, yasalarını halkın yapacağı bir Bu savaşın öncesinde İngiltere çok yüksek
hükümet önerdi ve Philadelphia’yı “Kardeşlik olan savaş borçlarım ödemek ve kolonilerdeki
Kenti” ilan etti. askerlerinin giderlerini karşılamak için kolo­
İngiliz kolonilerinde yönetim biçimi İngilte­ niler ile arasındaki ticareti daha sıkı denet­
re’ye benziyordu. Bazı kolonilerin valileri leyip daha yüksek vergiler almak istedi. Bu­
İngiltere kralınca atanıyordu. Bazılarında da nun için 1765’te Damga Yasası adı altında
İngiltere kralının koloni topraklarını bağışla­ yeni bir vergi koyunca halk buna tepki göster­
dığı toprak sahibi vali oluyordu. Yalnızca iki di ve damga pullarını almadı. Tüccarlar da
kolonide (Connecticut ve Rhode Island) vali İngiltere’den gelen malları boykot ettiler.
halk tarafından seçiliyordu. Her koloninin İngiltere hükümeti Damga Yasası’m yürür­
mülk sahiplerince seçilen bir meclisi vardı. lükten kaldırmak zorunda kaldı. Ama bu kez
İngiltere kolonilerini kendi imparatorluğunun de Amerikan limanlarına giren çay, kurşun,
bir parçası olarak kabul ettiğinden, savaş kâğıt, cam gibi mallara gümrük vergisi koydu.
açılması, ticaret kurallarının saptanması, ver­ Kolonilerde yaşayanlar, temsilcilerinin bulun­
gi alınması gibi konularda son sözün kendisin­ madığı İngiliz yönetimince alman bu kararları
de olması gerektiğini düşünüyordu. tanımayacaklarını açıklayarak İngiltere’den
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 209

gelen malları gene boykot ettiler. 1770’te Bu tutum kolonilerin özgürlüklerini koru­
İngilizler Boston’a iki alay asker göndererek mak için bir araya gelmelerine yol açtı.
halka gözdağı vermek istediler; ne var ki, 1774’te Philadelphia’da 13 koloninin temsilci­
silahlar patladı ve kanlı olaylar çıktı. Bunun leriyle Birinci Kıta Kongresi toplandı. İngilte­
üzerine İngiltere çaydan alman vergi dışında­ re ile ilişkilerin düzeltilmesinin yollarının
kileri kaldırdı. Çay çok ucuz olduğu halde arandığı bu kongre başarısızlıkla sonuçlandı.
vergisi çok yüksekti; bu nedenle halka çok İngiliz birlikleri ile koloni gönüllüleri arasında
pahalıya geliyordu. Buna karşı çıkan koloni başlayan çarpışmalar Amerikan Bağımsızlık
halkları 1773’te İngiltere’den gelen çay yüklü Savaşı’nın başlangıcı oldu.
gemilere Yerli kılığında girip çayları denize 1775’te İkinci Kıta Kongresi toplandı.
Mary Evans Picture Library George Washington kongre tarafından başko­
mutanlığa atandı. Kolonilerde yaşayan halkın
bir bölümü İngiltere’ye karşı savaşmak iste­
miyordu. Buna karşılık Benjamin Franklin,
Thomas Jefferson, Samuel Adams gibi önder­
ler kolonilerin haklarını savunmalarını isti­
yorlardı (bak. F r a n k l in . B e n j a m in ; J e f f e r s o n ,
T h o m a S; W a s h i n g t o n , G e o r g e ) . Jefferson 4
Temmuz 1776’da Bağımsızlık Bildirgesi’ni ka­
leme aldı. Bildirgeye göre, Tanrı tüm insanla­
rı eşit yaratmış ve onlara vazgeçilmez haklar
tanımıştı. Bu haklar arasında yaşam, özgürlük
ve mutlu olma hakkı vardı. Hükümetlerin
Boston Çay Partisi o layın d a Yerli kılığına giren
e y le m c ile r çayları denize d öktüler.
varlığı bu hakların elde edilmesine yardımcı
olmak içindi. Bu hakları sağlayamayan hükü­
döktüler. Amerikan tarihinde Boston Çay metleri devirmek ve yeni bir hükümet kur­
Partisi olarak adlandırılan bu olaydan sonra mak halkın hakkıydı. Bildirge, 13 Amerikan
İngiltere, dökülen çayın bedeli ödeninceye kolonisinin bağımsızlığını ilan ediyordu.
kadar Boston limanını gemilere kapattı ve Başlangıçta iyi gitmeyen savaş, daha sonra
Massachusetts’de sıkıyönetim ilan etti. Fransızlar’ın yardımıyla seyrini değiştirdi.

Ressam Joh n T ru m b u ll'u n Bağımsızlık B ildirgesi'nin İmzalanışı adlı tablosu


210 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

1781’de İngilizler teslim olduktan sonra, A m e rik a B irle şik D e vle tle ri B aşkanları
1783’te imzalanan Paris Antlaşmasıyla, Başkan Partisi Başkanlık
Amerikan kolonilerinin bağımsızlığı tanınmış Dönemi
George VVashington Federalist Parti
oldu. Federalist Parti
1789-1797
John Adams 1797-1801
Thomas Jefferson Cumhuriyetçi Parti 1801-1809
Anayasa James Madison Cumhuriyetçi Parti 1809-1817
James Monroe Cumhuriyetçi Parti 1817-1825
Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında, John û u in cy Adams Ulusal Cumhuriyetçi Parti 1825-1829
1781’de yürürlüğe giren Konfederasyon Söz­ A ndrew Jackson Demokrat Parti 1829-1837
M artin Van Buren D emokrat Parti 1837-1841
leşmesi eyaletler arasında oldukça gevşek bir VVilliam Henry Harrison W hig Partisi 1841
birliği öngörüyordu. Ulusal meclis halktan J ohnTyler VVhig Partisi 1841-1845
James K. Polk Demokrat Parti 1845-1849
doğrudan vergi almaya yetkili değildi. Yaptı­ Zachary Taylor VVhig Partisi 1849-1850
rımcı güce sahip merkezi bir yönetim öngörül­ Milliard Filimore VVhig Partisi 1850-1853
Franklin Pierce Demokrat Parti 1853-1857
memişti. Çok geçmeden eyaletlerden oluşan Jam es Buchanan Demokrat Parti 1857-1861
bu birliğin güçlü olmadığı anlaşıldı. Konfede­ Abraham Lincoln C umhuriyetçi Parti 1861-1865
Andrevv Johnson Demokrat Parti 1865-1869
rasyon Sözleşmesi’nden hoşnut olmayan Ulysses S. Grant C umhuriyetçi Parti 1869-1877
George Washington, Alexander Hamilton ve Rutherford B. Hayes C umhuriyetçi Parti 1877-1881
Jam es A. Garfield Cumhuriyetçi Parti 1881
öteki önderler, 1787’de Philadelphia’da yeni­ Chester A. Arthur Cumhuriyetçi Parti 1881-1885
den bir kongre toplayarak yeni bir anayasa Grover Cleveland Demokrat Parti 1885-1889
Benjamin Harrison C umhuriyetçi Parti 1889-1893
hazırladılar. Bu anayasayla federal bir hükü­ Grover Cleveland Demokrat Parti 1893-1897
met biçimi benimsendi. Eyalet yönetimleri VVilliam McKinley Cumhuriyetçi Parti 1897-1901
merkezi hükümeti denetleyebiliyordu. Mer­ Theodore Roosevelt C umhuriyetçi Parti 1901-1909
VVilliam Howard Taft C umhuriyetçi Parti 1909-1913
kezi yönetim de bütün ulusu ilgilendiren VVoodrovv VVilson Demokrat Parti 1913-1921
konularda daha geniş yetkilere kavuştu. VVarren G. Harding C umhuriyetçi Parti 1921-1923
Calvin Coolidge C umhuriyetçi Parti 1923-1929
Kongre, Temsilciler Meclisi ve Senato’dan Herbert Hoover Cumhuriyetçi Parti 1929-1933
oluşuyordu. Yasama organı Kongre, yürüt­ Franklin D. Roosevelt Demokrat Parti 1933-1945
Harry S. Truman Demokrat Parti 1945-1953
menin başı olan ABD başkanı ve mahkeme­ Dvvight D. Eisenhovver Cumhuriyetçi Parti 1953-1961
lerden -oluşan yargı sistemi arasında karşılıklı John F. Kennedy Demokrat Parti 1961-1963
Lyndon B. Johnson Demokrat Parti 1963-1969
denetleme ilkeleri getirildi. Her eyaletin Se- Richard M. Nixon Cumhuriyetçi Parti 1969-1974
nato’da iki oyu olmasına karşılık, Temsilciler Gerald R. Ford Cumhuriyetçi Parti 1974-1977
J im m y Carter Demokrat Parti 1977-1981
Meclisi’nde eyaletler nüfuslarına göre Ronald W . Reagen Cumhuriyetçi Parti 1981-1989
temsil edildiler. Anayasayı yapanlar tem­ George Bush Cumhuriyetçi Parti 1989
sili olmakla birlikte bütünüyle demokra­
tik olmayan merkezi bir yönetimi öngördüler. eyaletler için 1787’de bir yasa çıkarıldı.
Halk, başkanın ve yardımcısının seçimine 1792’de Kentucky, 1796’da Tennessee eyalet
dolaylı olarak katılabiliyordu; yürütmenin ve oldu. 1803’te Louisiana’nm tamamı Fransız-
yargının görevlileri ise atanıyordu. Temsilci­ lar’dan 15 milyon dolara satın alındı. 1819’da
ler Meclisi üyelerini ise halk seçebiliyordu. İspanya ile yapılan bir anlaşma sonucunda
Anayasada değişiklik yapmak oldukça zordu. Florida ABD ’ye katıldı.
Bunun için Senato ve Temsilciler Meclisi
üyelerinin üçte ikisi gibi bir çoğunluk gereki­ Dış Siyaset
yordu. Bu nedenle 3.000’den fazla değişiklik 1789’da Amerika’da yeni hükümet kurulur­
önerisinin ancak 26’sı gerçekleşti. Bu değişik­ ken Fransa’da devrim başlamış, halk krala
liklerin ilk 10’u kişi özgürlüklerinin dokunul­ karşı ayaklanarak kendi temsilcilerinden olu­
mazlığını kapsayan Haklar Bildirgesi (1791) şan bir hükümet kurmuştu. Bu olay Avus­
olarak bilinir. turya, Prusya ve İngiltere’yi kaygılandırdı.
Hükümet yeni anayasaya uygun olarak Çok geçmeden Fransa’ya karşı savaşmaya
1789’da New York’ta kuruldu ve George başladılar. ABD tarafsız kalmak istemesine
Washington ilk ABD başkanı oldu. karşın, İngilizler’in asker kaçaklarını aramak
Ülke bağımsızlığına kavuştuktan sonra sı­ bahanesiyle Amerikan gemilerine saldırması,
nırlarım genişletmeye başladı. Kurulacak yeni Amerikalılar’ı zorla askere alması gibi neden-
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 211

19. yüzyılın başında


ekin b içm eyi
kolaylaştıracak
m a k in ele r yap ıld ı. Cyrus
M cC o rm ick'in
b içerdö veri ilk tarım
m a k in ele rin d e n biridir.
Bu m akin en in yaygın bir
b içim d e k u llan ılm asıyla
o rtab atı b ölgesin de
tarım s a l ü re tim hızla
arttı.

Iconographic Collection,
State Historical Society o f Wisconsin

ler yüzünden 1812’de İngiltere’ye savaş açtı. Hudson Irmağı’na bağladı. Buhar makinesi­
1814’te sona eren savaş ABD ’ye zafer kazan­ nin bulunması ve geliştirilmesi ise ticaretin ve
dırmadı; ama halk bu savaşı ABD’nin kazan­ taşımacılığın yolunu iyice açtı. Robert Fulton’
dığına inandığı için milliyetçilik duygularının un yaptığı ilk buharlı gemi 1807’de başarıyla
yoğunlaşmasına neden oldu. ABD ulusal suya indirildi (bak. FULTON, RO BER T).
marşı da bu sırada yazıldı. 1830’ların ilk yıllarında demiryolları yapı­
19. yüzyılın başlarında bağımsızlığını kaza­ mına başlandı. 20 yıl içinde 14.500 kilometre­
nan Orta ve Güney Amerika’daki eski İs­ den fazla ray döşendi; buharlı lokomotifler
panyol sömürgeleri üzerinde İspanya yeniden yaygınlaştı. Ulaşımdaki bu gelişmeler maden­
egemenlik kurmak istedi. Bunun üzerine cilik, sanayi ve ticareti olumlu yönde etkiledi.
ABD Başkanı James Monroe 1823’te, günü­ 1840’ta ülkenin nüfusu 17 milyonu aşmış,
müzde de “Monroe Doktrini” adıyla geçerlili­ batıda birçok yeni eyalet kurulmuştu. 1845’te
ğini koruyan ve Amerika kıtasındaki bağımsız Texas, Meksika’dan ayrılarak ABD ’ye katıl­
ülkelere dışardan saldırıyı engelleyen bir bil­ dı. 1848’de ülkenin sınırları Büyük Okyanus’a
diri yayımladı (bak. MONROE, J a m e s ) . ulaştı.

Yeni Buluşlar ve Gelişmeler Reformlar, Uyuşmazlıklar ve Kölelik


ABD ’de ticaret, sanayi ve tarım alanlarında Sorunu
gözlenen hızlı gelişmenin, yeni keşifler ve Anayasanın amaçlarından biri de toplumda
buluşlarla doğrudan ilişkisi vardır. 1793’te Eli fırsat eşitliğini, eğitim, sağlık, güvenlik gibi
Whitney’in bulduğu çırçır makinesi, çiğiti gereksinimleri karşılamaktı. 1820-60 yılları
pamuktan ayırmaya yarıyordu. 1846’da Elias arasında ABD yasalarında yeni düzenlemeler
Howe’un dikiş makinesini bulmasıyla pamuk­ yapılması için çok sayıda öneri geldi. Bunlar­
lu ve yünlü kumaşlardan yapılan giysiler dan bazıları kabul gördü. Toprak sahibi olma
fabrikalarda üretilmeye başlandı. zorunluluğu kaldırılarak bütün erkeklere eşit
Tarım alanındaki yeni buluşlar da çiftçilerin oy hakkı tanındı. Oysa kadınların bu konuda
daha az emekle daha çok ürün elde etmelerini çok daha uzun bir süre savaş vermesi gereke­
sağladı. Ürünlerin bir yerden başka yerlere cekti. Okullar yalnızca yükseköğrenim yapa­
taşınması yeni kara ve suyollarının açılmasını caklara değil bütün çocuklara açık olmalıydı.
gündeme getirdi. 19. yüzyılın başlarında çok Massachusetts’de ve New York’ta Siyahlar
sayıda kanal açıldı. 1825’te açılan Erie Kana­ dışındaki bütün çocuklar için açık, parasız
lı, New York eyaletini aşarak Erie Gölü’nü ilköğretim başlatıldı.
212 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

Fabrika işçileri güvenli iş koşulları, dahabaşkanlığa getirdiler. Lincoln ise başkanlık


kısa işgünü, daha çok ücret ve çocuklarına görevini üstlenirken yaptığı konuşmada, ülke­
eğitim olanağı sağlanması için sendikalarda nin birliğini sağlamakta kararlı olduğunu
bir araya geldiler. 1840’ta yeni bir yasayla açıklamıştı.
işgünü 10 saate indirildi. İlk atışın Güney’den gelmesiyle 1861’de
Bu dönemde ülkedeki en büyük uyuşmaz­ başlayan İç Savaş dört yıl sürdü. 600 bin
lık kölelik sorunundan kaynaklanıyordu. Kö­ Amerikalı’nın can kaybına ve büyük toplum­
lelerin çoğu güneyde, pamuk ve tütün tarlala­ sal çalkantılara neden oldu. Başlangıçta her
rında çalıştırılmaktaydı. Özellikle ABD’nin iki taraf da böyle bir savaşa hazır değildi. Ne
kuzey eyaletlerinde, köleliğin insanlığa aykırı
var ki Kuzey, sanayisi daha gelişmiş olduğu
olduğu ve kaldırılması gerektiği yolunda eği­ için savaşı Güney topraklarında da sürdüre-
limler vardı. 1787’de Ohio Irmağı’nın kuze­ bildi. 1863’te Lincoln, savaştığı Güney eyalet­
yindeki bölgede köleliğe son verildi. 1804’te lerindeki kölelere özgürlük verildiğini açıkla­
bütün kuzey eyaletlerinde kölelik kaldırıldı, dı. Savaş Kuzey’in kesin zaferiyle sonuçlandı
1808’de de köle ticareti yasaklandı. (bak. KÖLELİK; SİYAH AMERİKALILAR). İç Savaş
1830-40 yıllarında kölelik tartışması hâlâ ABD sınırları içinde bireylerin özgürlüğünün
sürüyordu. ABD ’ye yeni katılan eyaletlerin güvence altına alınmasını sağladı ve 4 mil­
köleci eyaletler olması sorun yaratıyordu. yon köle özgürlüğüne kavuştu. Ayrıca, özel­
Harriet Beecher Stovve’un Tom Amcanın Ku­ likle Kuzey’in ekonomisinin hızla gelişmesine
lübesi ( Uncle Tom’s Cabin; 1852) adındaki yardımcı oldu. Lincoln savaşın sonunda ülke­
romanı, kölelik konusundaki duyarlığı doruk nin yaralarının sarılması için bir program ha­
noktasına çıkardı. Kölelik tartışması 1860 zırlamıştı, ama barışın sağlanmasından birkaç
seçim kampanyasının başlıca odağı haline gün sonra öldürüldü.
geldi. Köleliğe karşı olan Abraham Lincoln Güney, savaştan büyük bir yıkıntıyla çıktı.
Cumhuriyetçi Parti’den başkan adayı oldu Özgürleşen eski köleler iş aramak için başvur­
(bak. L i n c o l n , A b r a h a m ) . madık yer bırakmıyor, ama pek azı başarılı
olabiliyordu. Savaştan sonraki 10 yıl içinde
İç Savaş ve Sonrası Güney’de kölelerin yerini ortakçı çiftçiler
Abraham Lincoln’un başkan seçilmesinden aldı. 1862’de çıkarılan bir yasayla batıya
kısa bir süre sonra, Güney eyaletleri “Ameri­ yerleşmek isteyenlere parasız toprak edinme
ka Konfederasyonu” adı altında ayrı bir olanağı sağlandı. Aynı yıllarda posta arabala­
federasyon oluşturdular ve Jefferson Davis’i rıyla batı ile doğu arasında ulaşım sağlandı.
Library o f Congress,
Washington, DC

Solda: Başkan Lincoln'un e n d e r savaş fo to ğ ra fla rın d a n biri. 1862'de A n tie ta m 'd a G eneral M cC lellan ile
görüşüyo r. Sağda: G ü n e y 'in kom utanı G eneral Robert E. Lee, 1865'te ünlü İç Savaş fotoğ rafçısı
M a tth e w B rady'ye poz veriyor.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 213

1861’de New York ile San Francisco arasında ketler tröst adı verilen sanayi tekellerini
ilk telefon hattı kuruldu. oluşturdular. Tröstler üretimi ve satışı dene­
1864’te ABD imalat sanayisi ürünlerinde tim altında tutuyor ve mallarına diledikleri fi­
dünya dördüncüsü iken 30 yıl sonra, 1894’te yatı koyuyorlardı. Küçük üretici, tüccar ve
dünya birincisiydi. Alabama’daki zengin de­ halk bundan zarar görüyordu. Büyüyen şir­
mir yatakları, çelik üretiminin artırılmasında ketler demir-çelik tesislerine, petrol kuyuları­
etkili oldu. 1859’da Pennsylvania’da petrol na, zengin maden yataklarına, demiryollarına
bulunması, gelecekteki otomobil ve uçak ve göllere sahip oldular. Andrew Carnegie ve
motoru sanayileri için çok önemliydi. 1879’da John D. Rockefeller A BD ’deki büyük tekelci
Thomas Edison elektriği buldu. 1893’te Duryea işletmelerin ilk girişimcileridir.
Kardeşler’in yaptığı ilk başarılı Amerikan İşletmelerin büyümesiyle birlikte büyük
arabasından sonra aynı yıl Henri Ford benzin­ işyerlerinde topluca çalışmaya başlayan
le çalışan ilk otomobili yapmayı başardı. emekçiler, haklarını aramak için sendikalarda
1903’te Wright Kardeşler uçakla ilk başarılı örgütlenmeye başladılar. 19. yüzyıla gelindi­
uçuşu gerçekleştirdiler. 1914’te I. Dünya Sa­ ğinde bazı kentlerde marangozlar, ayakkabı­
vaşı başladığı sırada uçak yapımcılığı henüz cılar gibi gruplar meslek birlikleri kurmuşlar­
ilk aşamasındaydı. dı. Ne var ki işçilerin ve öteki emekçilerin
ulusal çapta örgütlenmeleri I. Dünya Sava-
Yeni Topraklar şı’ndan sonra başladı. 1886’da kurulan Emek
1867’de Rusya, Alaska’yı 7 milyon 200 bin Federasyonu marangoz, tesisatçı gibi nitelikli
dolara .ABD ’ye sattı (bak. A l a s k a ) . Büyük işçileri kapsıyordu. Bu federasyon sekiz saatlik
işgünü, altı günlük çalışma haftası ve çocuk­
ların çalıştırılmaması için uğraş verdi.
1930’larda belirli işkollarına göre örgütlenme­
nin yanı sıra demir-çelik, madencilik, motorlu
taşıt gibi temel sanayi dallarında örgütlenmek
için komiteler oluşturuldu. 1939’da Sanayi
Örgütlenme Kongresi adı altında bir örgüt
kuruldu ve hızla gelişti (bak. SE N D İK A ). Çiftçi­
ler de tarım alanında örgütlenmeye başla­
dılar.

I. Dünya Savaşı
I. Dünya Savaşı bir yanda Almanya, Avus-
T h e o d o re Roosevelt, başkanlığı sırasında y a p ım ın a turya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu ve
başlanan Panam a K an alı'n d a, buharla çalışan bir Bulgaristan (İttifak Devletleri), öbür yanda
kazı m akinesini inceliyor.
İngiltere, Fransa ve Rusya (İtilaf Devletleri)
Okyanus’ta gemilerin uğrak yeri olan Hawaii olmak üzere Avrupa ülkelerini ikiye böldü.
Adaları da 1898’de Kongre kararıyla A BD ’ 1917’ye kadar tarafsızlığını sürdüren ABD,
ye bağlandı. Aynı yıl Küba üzerindeki anlaş­ İtilaf Devletleri ile olan ticaretini Almanlar’ın
mazlık yüzünden İspanya ile ABD arasında engellemesi yüzünden Nisan 1917’de savaşa
savaş çıktı. Savaşın sonunda Porto Riko, girdi; ama topraklarının çok ötesinde çarpışıl-
Filipinler ve Guam Adası ABD ’nin denetimi­ dığı için ülke hiç yıkıma uğramadı. İtilaf
ne girdi. İspanya’ya ödenen 20 milyon dolarla Devletleri’nin savaşı kazanmasında A BD ’nin
Küba bağımsızlığını elde etti. Panama’dan büyük payı oldu. 1918 Kasım’ında Almanlar’
toprak satın alan ABD 1914’te Panama Kana- m teslim olmasıyla I. Dünya Savaşı sona
lı’m açtı. erdi (bak. BİRİNCİ D ü n y a Sa v a ş i ) .

Sanayici ve Emekçilerin Örgütlenmesi Bolluk Yıllarından Büyük Bunalıma


19. yüzyılın sonlarına doğru bazı büyük şir­ I. Dünya Savaşı sırasında savaşan ülkelerin
214 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

A B D I. D ünya Savaşı'n a
1917 yılınd a girdi ve
den izyolu yla A v ru p a 'ya
binlerce asker g ön derd i.

The Bettman Archive

gereksinimlerinin karşılanması çabalan, sun kalan fabrikalar kapanmaya başlamış ve


ABD ekonomisine büyük bir ivme verdi. milyonlarca işçi işsiz kalmıştı. Yerel yönetim­
1920’lerin ilk yıllan bolluk yılları oldu. Özel ler ve devlet, işsizlere işsizlik yardımı ödeye­
otomobil sayısı 8 milyondan 23 milyona çıktı. meyecek duruma düşmüştü.
Yeni bir sanayi dalı olan sinema ve film
yapımcılığı hızla gelişti. 1930’larda 20 binden Yeni Düzen
fazla sinema salonu açıldı. Demokratlar’ın adayı Franklin Roosevelt
Sanayideki hızlı gelişmeler karşısında tüke­ (bak. R o o s e v e l t, F r a n k lin ) topluma yeni bir
ticiler buzdolaplan, elektrik süpürgeleri, düzen vaat ederek 4 Mart 1933’te ABD
radyolar, giysiler almak için birbirleriyle yarı­ başkanlığına seçildi. Başkan Roosevelt “100
şır oldular. Kolay para kazanmanın yollarını günlük” acil bir program hazırlamak üzere
arayanlar hisse senetlerine ve borsa oyunlan- Kongre’yi toplantıya çağırdı. Bu programa
na bel bağladılar. Hemen hemen toplumun göre, kapanmış ya da güç durumda olan
her kesimi bankalardan borç para alıyor, bankalara yardım edilecek, inşaat sektörü
bununla daha fazla mal ve hisse senedi güçlendirilecek, hayvancılık ve tarım kesimini
almaya çalışıyordu. Ama ekonomideki gös­ canlandırmak için yeni önlemler alınacaktı.
tergeler bu dönemin uzun sürmeyeceğini gös­ İşçilere sendikalarda örgütlenme ve toplu­
teriyordu. sözleşme hakkı tanındı. 1938’de kabul edilen
1929’da inşaat sektöründe durgunluk baş yeni bir yasayla belli sanayi dallannda asgari
gösterdi, işsizlik artmaya başladı. Ekonomi­ ücret ve azami çalışma saatleri belirlendi.
nin durgunluğa gireceğini sezen hisse sene­ 1935’teki Sosyal Güvenlik Yasası’yla emekli­
di sahipleri ellerindeki senetleri satmaya çalı­ lere, körlere, dul ve yetimlere yardım öngö­
şınca, 1929’da New York borsasmda tam bir rüldü. Aynca bir işsizlik sigortası sistemi
panik yaşandı. Hisse senedi fiyatlan olağan­ kuruldu.
üstü düştü ve bunlan ellerinde bulunduran­ 1940 yılma gelindiğinde, bunalımdan çık­
lar büyük parasal kayıplara uğradılar. Bu olay manın adımlan atılmıştı. Ama tam bu sırada
1930’ların Büyük Dünya Bunalımı’nın başlan­ Avrupa’da ikinci bir dünya savaşı çıktı.
gıcı oldu.
1932’de başkanlık seçimlerine gidilirken II. Dünya Savaşı
durum hâlâ son derece ciddiydi. Çiftçiler 1920’lerde İtalya’da Faşist Parti’nin önderi
ipotekler yüzünden tarlalanm yitirmiş, ver­ Benito Mussolini (bak. M usso lini, B en it O; Fa-
dikleri borçlan geri alamayan bankalann ka- şîzm ) iktidan ele geçirmişti. Almanya’da ise
salan boşalmış, bankaların desteğinden yok- Nazi Partisi’nin önderi Adolf Hitler, Ver-
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 215

sailles Antlaşması’nı reddederek “güçlü bir Al­ 1943’te İtalya teslim oldu. SSCB toprakla­
manya için” hızla silahlanmaya başladı rında özellikle Ekim 1944 - Nisan 1945 arasın­
(bak. H it l e r , A d o l f ; N a z iz m ). B u gelişmeler da uzun ve çetin çarpışmalardan sonra Alman
savaşın pek uzak olmadığını gösteriyordu. ordusu bozguna uğratıldı. 1944’te Amerikalı­
Uzakdoğu’da, Japonya’da da savaştan yana lar Manş’ı geçerek Normandiya’ya asker çı­
bir hükümet iktidardaydı. 1931’de Japonlar kardılar. Almanya’nın yenilgisi artık kesinleş­
Mançurya’ya, 1935’te İtalyanlar Etiyopya’ya mişti. 7 Mayıs 1945’te Almanya’nın teslim
saldırdı. 1938’de Almanlar Avusturya’yı ken­ olmasıyla Avrupa’da savaş bitti.
dilerine bağladıktan sonra, Hitler bir yıldırım Bu sırada ABD deniz piyadeleri, Japon­
harekâtıyla Polonya’ya saldırdı. Bu olay üze­ ya’ya çok yakın olan Okinava Adası’nı ele
rine İngiltere ve Fransa Almanya’ya savaş geçirdiler. 6 Ağustos 1945’te bir ABD uçağı,
açtılar. Böylece II. Dünya Savaşı başlamış Japon kentlerinden Hiroşima’ya o güne kadar
oldu (bak. İKİNCİ D ünya Sava şi). bilinmeyen bir bomba attı. Bu güçlü bomba
ABD hükümeti bu sırada tarafsız kalmaya kenti neredeyse tümüyle yok etti. Birkaç gün
özen gösteriyordu. Ama bu durum uzun sonra bir tersane kenti olan Nagasaki’ye de
sürmedi. 1940 güzünde ABD, İngiltere’ye aynı bombadan atıldı. Bu bombalar, savaşın
askeri yardıma başladı. Aynı yıl Roosevelt bitmesinden uzun yıllar sonra bile zararları
üçüncü kez başkanlığa seçildi. Bu ABD tari­ sürecek olan atom bombalarıydı. 14 Ağustos
hinde ilk kez oluyordu. 1941’de Kongre, 1945’te Japonya teslim oldu.
başkana faşizme karşı savaşan ülkelere askeri ABD savaştan daha da güçlenerek çıktı.
yardımda bulunma yetkisi verdi. Aralık ayın­ Çünkü ülke yıkıma uğramamıştı ve Avru­
da Japonlar Havvaii’de Pearl H arbor’a baskın­ pa’nın gereksinimlerini karşılamak için savaş
da bulundular. Şaşkınlık ve şok yaratan bu sırasında tarımsal ve sanayi üretimini artır­
olayda ABD donanması büyük kayba uğradı. mıştı.
ABD hemen ertesi gün Japonya’ya savaş
açtığım ilan etti. Birkaç gün sonra da Alman­ Savaş Sonrası
ya ve İtalya ABD ’ye savaş açtılar. Savaş Savaş daha sona ermeden Müttefikler gele­
Uzakdoğu’da, Afrika’da ve Avrupa’da bütün cekte dünya barışını güvence altına almak için
şiddetiyle sürerken Almanlar Haziran önlemler düşünmeye başlamışlardı. 1945 Ni-
1941’de SSCB’ye saldırdı. san’ında 50 ülkeyi temsil eden delegeler San

The Bettman Archive

II. D ünya Savaşı


sırasında A B D birçok
ceph eye asker ve
ceph ane g ön derd i.
F otoğ rafta Büyük
O kyanus'taki İvoşim a
A d ası'n a çıkan ABD
askerleri g ö rü lü y o r.
216 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

Francisco’da toplanarak Birleşmiş Milletler nin bu kararı büyük tepkilere neden oldu.
örgütünü kurdular. Birleşmiş Milletler’in 1950-60 yıllarında Siyahlar ayrımcılığa karşı
amacı ülkeler arasında barışçıl ilişkilerin ku­ çıkarak eşit haklar isteminde bulundular
rulmasına ve dünyadaki tüm halkların ekono­ (bak. SİYAH AMERİKALILAR).
mik, siyasal ve toplumsal gelişmesine yardım­ 4 Ekim 1957’de SSCB dünyanın ilk yapma
cı olmaktı (bak. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER). uydusu olan Sputnik I’i uzaya fırlattı. Bunu 31
1947’de ABD, dış siyasetine iki yenilik Ocak 1958’de ABD’nin uzaya fırlattığı Explo-
getirdi. Roosevelt’in ölümünden sonra baş­ rer I izledi. Bu olaylar uzay çağının başlangıcı
kan olan Harry S. Truman’ın adını taşıyan olarak tüm dünyada büyük coşkuyla karşılan­
“Truman Doktrini”nin amacı, komünizmden dı. 10 yıl sonra ABD ilk kez Ay’a insan
etkilenebilecek ülkelere caydırıcı nitelikte, gönderdi (bak. U z a y ARAŞTIRMALARI).
ekonomik ve askeri yardımda bulunmaktı. 1960’ta gelmiş geçmiş başkanların en genci
ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall’ın olan John F. Kennedy başkan seçildi. 1963’te
adını taşıyan “Marshall Planı” ise savaşta ABD, İngiltere ve SSCB yeraltında yapılanlar
yıkıma uğramış Avrupa ülkelerine, toparlan­ dışındaki tüm nükleer denemeleri yasaklayan
maları için yardım amacını güdüyordu. bir anlaşma imzaladılar. 1962’de çıkan Küba
1949’da ABD, Kanada ve 10 Avrupa ülkesi bunalımında SSCB, A BD ’nin baskısıyla Kü­
herhangi bir saldırıya karşı Kuzey Atlantik ba’daki füzeleri sökmeye razı oldu. Kennedy
Antlaşması Örgütü’nü (NATO) kurdular. 22 Kasım 1963’te Dallas’ta vurularak öldürül­
1950’de Kuzey ve Güney Kore arasında dü. Yardımcısı olan Lyndon B. Johnson
savaş çıktı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Kon­ ABD’nin 36. başkanı oldu.
seyi Güney Kore’ye yardım göndermeye ka­ Johnson Kuzey Vietnam’a karşı Güney
rar verdi. Başkan Truman Japonya’da bulu­ Vietnam’a yardım politikasını sürdürdü.
nan Amerikan birliklerinin Güney Kore’ye 1960’larda A BD ’de toplumsal huzursuzluğun
gönderilmesi için emir verdi. Kore Savaşı arttığı gözleniyordu. Siyah Amerikalılar, bazı
1953’te sona erdi. Kuzey ve Güney Kore azınlık grupları ve öğrenciler çeşitli protesto
arasında tarafsız bir bölge oluşturulmasına gösterileri düzenliyorlardı. Johnson yönetimi
karar verildi. sırasında başlıca sorun Vietnam Savaşı’ndan
1952’de başkanlığa seçilen Dvvight D. kaynaklanıyordu. 1965’te savaşa doğrudan
Eisenhovver, 1928’den beri ilk Cumhuriyetçi katılan ABD’nin 1967’nin sonunda Vietnam'
başkan olma özelliği taşıyordu. 1954’te ABD da 500 bin askeri bulunuyordu. Savaşın sona
Yüksek Mahkemesi, Siyah ve beyaz çocukla­ erdirilmesi için gerek dünya kamuoyu, gerek
rın ayrım gözetilmeksizin aynı okulda okuma­ ABD gençliği baskı yapıyordu. 1968’de Paris’
larına karar verdi. Güney eyaletlerinin çoğun­ te barış görüşmelerine başlandı.
da hâlâ ayrımcılık vardı. Yüksek Mahkeme’ Aynı yıl başkanlık görevini alan Richard
Wally McNamee - Newsweek

K ongre Hukuk K o m isyo n u , 1974 y ılın d a g örevin i kötüye kullan dığı g erekçesiyle Richard N ix o n hakkında
k ovu ştu rm a a çılm asını tavsiye etti.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 217

M. Nixon zamanında ABD, Vietnam’dan si gelişti; naylon, dakron türünden yapay


askerlerini geri çekmeye başladı.. Ama hava dokumalann üretimine başlandı.
saldırılarının sürmesi tepkilere yol açıyordu. I. ve II. Dünya savaşlarında hava taşımacı­
1972’de ikinci kez başkanlığa seçilen Nixon lığının önem kazanması sonucu havacılık sa­
seçimden kısa bir süre sonra, seçim kampan­ nayisi de gelişti. Yakın dönemde ise yüksek
yası sırasında yasadışı yollara başvurmuş ol­ teknoloji gerektiren bilgisayar gibi sanayiler
duğu ortaya çıkınca istifa etmek zorunda ötekilerin önüne geçti.
kaldı.
38. Başkan Gerald Ford zamanında enf­ Sanayi
lasyon ve çeşitli ülke sorunları eskiden olduğu ABD ’nin başlıca sanayi bölgeleri kuzeydoğu
gibi Sürdü. 1976’da başkan olan Jimmy Carter ve ortabatıdadır. New York, Chicago, Det-
döneminde ise enflasyon ve işsizliğin yanı roit, Philadelphia ve Cleveland bu yörelerde­
sıra konut sorunu büyüdü ve otomobil sana­ ki önemli sanayi kentlerindendir. Çok iyi
yisinde durgunluk baş gösterdi. 1979’da Çin işleyen bir ulaşım ağına, bol hammaddeye ve
Halk Cumhuriyeti ile bir ticaret anlaşması Boeing Co.

imzalayan ABD hem yeni bir pazara kavuştu,


hem de uzun süredir Çin ile gergin olan
ilişkilerini düzeltti.
1980’de Cumhuriyetçi Ronald Reagan,
Carter’ı büyük bir oy farkıyla geride bıraktı
ve A BD ’nin 40. başkanı oldu. Reagan da
ekonomik durumun düzeltilmesi için çaba
gösterdi. 1984’te yeniden başkanlığa seçilen
Reagan, Aralık 1987’de SSCB önderi Mihail
Gorbaçov ile bir nükleer silahsızlanma antlaş­
ması imzaladı. Bu, nükleer savaşları önleme
ve banş yolunda çok önemli bir adım
oldu (bak. G o r b a ç o v , M İ h a İL; R e a g a n , R o ­
n a ld ).

Uçak y a p ım ın d a ö nd e gelen e y a le tle rd e n biri olan


Ekonomi VVashington'daki S e a ttle 'd a je t uçakları fabrikası.
ABD tanm ve sanayi üretiminde dünyanın en
önde gelen ülkelerindendir. Dünyadaki top­ zengin güç kaynaklarına sahip olan bu bölge­
lam mal ve hizmet üretiminin beşte birini lerde büyük besin, maden, makine, ulaşım
ABD sağlar. araç ve gereçleri ile giyim sanayileri bulun­
Amerika’ya ilk göçler sırasında insanlar maktadır.
toprağı işleyerek geçiniyorlardı. Ayrıca kürk­ Chicago yıllardır et sanayisinin merkeziy­
çülük, balıkçılık, kerestecilik, gemi yapımcılı­ ken bugün çiftlik hayvanlarının yetiştirilme­
ğı, ticaret gibi işlerle de uğraşıyorlardı. Giyim sinde batının önemi artmaktadır. Tüketilen
ve yiyecek türünden gereksinimler aile içinde şekerin yarısı, ülkede üretilen şekerpancarı ve
karşılanıyordu. şekerkamışının işlenmesiyle elde edilir. Gene
1850’den sonra demiryollarının en uzak de üretim yeterli olmadığından, Antil Adala-
yerlere ulaşmasıyla Amerikan ekonomisi ta­ n ’ndan ve Filipinler’den şeker satın alınır.
rımdan sanayi alanına yöneldi. 19. yüzyılın Metal işleme sanayisi iki aşamalıdır. Maden
sonunda sanayinin üretimi ilk kez tarımsal cevherinin işlenmesi birinci aşamayı, bunların
üretimi aştı. Motorlu taşıtların yaygın kullanı­ motorlu araçlar, uçaklar, çeşitli makineler
mının ABD ekonomisinin gelişmesine büyük türünden işlenmiş ürünler biçiminde piyasaya
katkısı oldu. Motorlu taşıt üretimi petrol sunulması ise ikinci aşamayı oluşturur. En
gereksinimini artırdı. Petrol üretimine hız önemli metaller alüminyum, bakır, kurşun ve
verildi. Gene buna bağlı olarak kimya sanayi­ çinkodur. 1986’da ABD çelik üretiminde
218 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

dünya üçüncüsüydü. Havacılık sanayisinde lirken, gübre kullanımının yaygınlaşması, ta-


kullanılan bakırda ise Şili’den sonra gelir. nmın makineleşmesi ve küçük çiftliklerin bir
Kıyı eyaletlerinin pek çoğunda deniz taşıtları, araya getirilerek büyük çiftliklere dönüşmesi
Pennsylvania ve Illinois’da ise demiryolları sonucu tarımda üretim artmıştır. Ülkenin en
için gerekli malzeme üretilir. başta gelen tarım ürünü mısırdır. ABD ’nin
Dokuma ve giyim sanayisinde pamuk, yün, mısır üretimi öbür ülkelerin toplam mısır
deri ve yapay elyaf kullanılır. Pamuklu doku­ üretimine eşittir. İkinci önemli ürün buğday­
ma sanayisi 18. yüzyılın sonunda kuzeydoğu dır. Kansas ABD ’nin buğday ambarıdır. Yu­
eyaletlerinde başlamış, doğa koşullarının el­ laf kuzeyde Göller Bölgesi’nde, arpa Dakota
verişliliği ve ucuz işgücü sayesinde kısa za­ ve Montana’da, pirinç Texas, Louisiana ve
manda gelişmiştir. Yünlü dokuma sanayisi ise California’da yetiştirilir. *
yeni yapay dokuma sanayisinin gelişiminden Soyafasulyesi, pamuk ve tütün sanayi üre­
olumsuz yönde etkilenmiştir. Bugün giyim timinde kullanılır. Soyafasulyesinden yemek
eşyası üretiminde, dokuma sanayisinden daha yağı üretilir, hayvan yemi elde edilir, aynca
çok insan çalışır. New York, Chicago, Phila- boya ve plastik sanayisinde de yararlanılır.
delphia ve Los Angeles belli başlı giyim Texas, Mississippi, California ve Arkansas
sanayisi merkezleridir. pamuk eyaletleridir. Tütün ise Kuzey Caroli-
ABD ’de basım ve yayımcılık da çok geliş­ na, Kentucky, Tennessee, Virginia ve Geor-
miştir. Çok sayıda günlük gazete, haftalık ve gia’da yetiştirilir.
aylık dergiler ve çeşitli konularda kitaplar Yerfıstığı, şekerpancarı, şekerkamışı, sebze
yayımlanır. ve meyve üretimi de çok yaygındır. Başlıca
Bunların dışında elektronik eşya, mobilya, sebzeler beyaz patates, domates, marul, tatlı
cam, çimento, kâğıt, kauçuk, tütün, alkollü mısır ve fasulyedir. California’da bol üzüm
ve alkolsüz içki üretimi de son derece geliş­ yetişir. Meyvelerden turunçgiller, şeftali,
miştir. erik, armut, kavun, karpuz, ağaç ürünlerin­
den ceviz, badem, hurma çok boldur.
Tarım, Hayvancılık, Orman Ürünleri ve Çiftlik hayvanları çağdaş yöntemlerle yetiş­
Balıkçılık tirilir. ABD süt üretiminde dünyada birinci­
ABD’deki tanm alanlarından ülkenin gerek­ dir. İnek soylan geliştirilmiş, iyi beslenen
siniminden çok daha fazla ürün elde edilir. ineklerden elde edilen günlük süt miktarı
Ürün fazlası ya satılır ya da silolarda saklanır. artmıştır.
Tarımla uğraşanlann ve çiftliklerin sayısı aza­ ABD ormanlan ülkenin en değerli kaynak-
larındandır. Ormanlardan kâğıt üretimi ve
t/s Soıl Conservation Service/Herrin F. Culver mobilyacılık alanlarında yararlanılır. Kereste­
nin yüzde 80’i yumuşak odunlu iğneyapraklı
ağaçlardan elde edilir. Ormanların zenginliği­
ne karşın, gazete ve dergiler için gerekli kâğıt
büyük ölçüde Kanada’dan satın alınır.
Balıkçılık ilk yerleşim yıllanndan beri
önemli bir uğraş olmuştur. Bütün kıyılarda
balık avlanır ve deniz ürünleri sanayisi geliş­
miştir. Karides, sombalığı, alabalık, ton, isti­
ridye ve ıstakoz bolca çıkar. Ringa en çok
avlanan balıklardandır; yağından yararlanıldı­
ğı gibi hayvan yemi ve gübre olarak da
kullanılır.

Enerji ve Madencilik
T o p ra k aşınm asını ö n le m e k için e ğ im li arazilerin
ABD sanayisinde, konutlann aydınlatılması
çevresine ağaçlar dikilir. ve ısıtılmasında büyük miktarlarda enerji
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 219

•? O'i ^yö««VSfiA -f

W a s h in g to n e y a le tin in kuzeyindeki B üyük C o ulee Barajı d ü n y a n ın en büyük b ara jların d a n biridir.

tüketilir. Üretimde kullanılan enerji çoğun­


lukla petrol, doğal gaz ve kömürden elde
edilir.
Petrol sanayisi Albay E. L. Drake’in
1859’da Pennsylvania’da ilk kuyuyu açmasıyla
başladı. Önceleri aydınlatmada yararlanılan
bu değerli madde, otomobil sanayisinde seri
üretime geçilmesiyle yaşamsal bir önem ka­
zandı. Petrol üretiminde Texas eyaleti başta
gelir. 1968’de Alaska’da da zengin petrol
kaynaklan bulunmuştur. ABD dünya kömür
üretiminde önde gelen ülkeler arasındadır.
1940’larda kömür toplam enerjinin yüzde
50’sini sağlayan başlıca güç kaynağıydı.
1973’e gelindiğinde petrol ve doğal gaz kömü­
rün yerini aldı.
Su enerjisinden yararlanma oranı yalnızca
yüzde 4’tür. Washington eyaletindeki Büyük
Coulee Barajı dünyanın en büyük hidroelek­
trik santrallanndan biridir.
îlk nükleer santral 1954’te işletmeye açıldı
ve 1978’e kadar 71 nükleer santral yapıldı. Ne
var ki Pennsylvania’daki Three Mile Adası’n-
da yaşanan bir kazadan sonra, can güvenliği
açısından nükleer santral yapımı yavaşlatıldı.
Madencilikte üretim artışına karşın maden
ocaklannm sayısı azalmaktadır. Maden kay-
naklannın hızla tükenmesi bu alanda ithalata
bağımlılığı artırmaktadır. ABD’nin zengin
maden yataklan arasında demir, bakır, kur­
Bethlehem Steel Corporation
P en nsylvania'd a m ad en cevherlerini işleyen bir şun, çinko, boksit ve uranyum sayılabilir. Al­
kuruluş. tın ve gümüş madenleri batı eyaletlerinin bir-
220 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

çoğunda uzun yıllardan beri işletilmektedir. deral hükümet ile tek tek eyalet hükümetleri
Aynca bol miktarlarda elde edilen fosfat, po­ arasında paylaşıldığı federal bir sistemi içerir
tas, nitrat da kimya ve inşaat sanayilerinde Anayasa, eyalet yönetimleri ile merkezi yöne­
kullanılır. timin hak ve sorumluluklannı tanımlar; yöne­
timin hiçbir dalında yetkinin kötüye kullanıl­
Ulaşım ve İletişim maması amacıyla, federal hükümetin gücünü
19. yüzyılın ilk yansında ulaşımın temeli akar­ bir denetleme ve dengeleme sistemiyle sınır­
sulara ve kanallara dayanıyordu. Daha sonra landırır. Anayasanın önemli özelliklerinden
ülkenin dört bir yanma demiryollanmn dö- biri federal bir yönetimi kabul etmiş olması­
^çnmesiyle ulaşımın ağırlığı trenlere geçti. dır. Böylelikle, eyalet yönetimlerinin kendi
Gıhıümüzde trenler yolcu taşımacılığının an­ sınırları içindeki olaylan denetim altına ala­
cak küçük bir bölümünü karşılamaktadır. bilmeleri sağlanmıştır. Merkezi yönetim ise
Trenle yük taşımacılığı da önemini yitirmek­ bütün ulusu ilgilendiren durumlarda geniş
tedir. yetkeye sahiptir. Anayasaya göre yönelim
Özel motorlu taşıtlar kentler arası yolcu ta­ yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üçe
şımacılığının yüzde 87’sini, uçaklar ise yüzde aynlır.
10’unu sağlar. ABD dünyada en çok motorlu Yasama, yani yasa yapma yetkisi ABD
taşıta sahip olduğu gibi karayollarının uzunlu­ Kongresi’nindir. Kongre seçimle işbaşına ge­
ğu bakımından da başta gelir. len iki meclisten oluşur. Bütün eyaletlerin
Güneybatıdaki petrol alanlarından ülkenin temsil edildiği bu meclislerden biri Senato,
en uzak köşelerine kadar 354.000 kilometre­ öbürü Temsilciler Meclisi’dir. Senato üyeleri
lik boru hattıyla akaryakıt ve doğal gaz ulaştı- altı, Temsilciler Meclisi üyeleri ise iki yıllık
nlır. Toplam yük taşımacılığının altıda biri su- dönemler için seçilir. Kongre bütün ülke için
yollanyla yapılır. Başlıca suyolları Büyük geçerli olan yasalan çıkanr. ABD başkanı
Göller, Mississippi-Missouri ırmakları ve Kongre’den çıkan yasaları veto hakkına sa­
New York’taki Barge Kanalı’dır. hiptir.
ABD ’de iletişim araçlan radyo, televizyon, Yürütme, Kongre’den geçen yasalar uyann-
telefon ve süreli yayınlardır. Her aileye günde ca ülkenin yönetilmesidir. ABD başkanınm
birden fazla gazete düşer. Aynca her ailenin başkanlığında 13 bölümden oluşur. Her bölü­
en az bir radyosu ve bir televizyonu vardır. mün başkanı ABD başkanınca atanır ve tümü
Her yıl 1 milyar kitap satılır. Dünyadaki tele­ birden kabineyi (Bakanlar Kurulu) oluşturur.
fonların yüzde 40’ı ABD ’dedir. Kabine Kongre’yi etkileyerek yasamada deği­
Dış ticarette tüm ülkelerden önde olan şiklik yapabilir.
ABD en çok makine, buğday, tütün, öteki ABD başkanı dört yıl için seçilir. Anayasa
tarım ürünleri ve kömür satar. Başka ülkeler­ aynı başkanın yalnızca iki kez seçilmesine izin
den aldığı ürünler arasında petrol, tropikal verir. Başkan ülkenin yasalarına ya da anaya­
ürünler, maden cevherleri, kauçuk, gazete saya aykırı hareket ederse Kongre’ce soruş­
kâğıdı ve motorlu taşıtlar sayılabilir. ABD ’ turma açılır; suçu kanıtlanırsa görevden uzak-
nin ticaret ilişkisi içinde bulunduğu başlıca laştınlır.
ülkeler Kanada, Güney Amerika ile Batı Yargı kurulları Kongre’nin yaptığı yasalann
Avrupa ülkeleri ve Japonya’dır. En önemli gerektiği gibi uygulanıp uygulanmadığını de­
limanları New York, Baltimore, Miami, Los netler. ABD Yüksek Mahkemesi ülkenin en
Angeles, San Francisco, Seattle, Chicago ve üst yargı kuruludur. Bir başyargıç ve se­
Detroit’tir. kiz yardımcıdan oluşan bu kurulun üyele­
rinin tümü ABD başkanınca seçilir; adaylar
Yönetim Senato’nun onayına sunulur. Bu mahke­
ABD’de hükümet, 1787’de hazırlanan ve me genellikle yasalar ile anayasa arasında
1789’da 13 eyaletçe onaylanan ABD Anaya­ çelişki söz konusu olduğunda ya da mahke­
sasının öngördüğü biçimde örgütlenir ve ku­ melerde uyuşmazlığa düşüldüğünde devreye
rulur. Yönetim, siyasal iktidarın merkezi fe­ girer.
AMERİKAN EDEBİYATI 221

AMERİKAN EDEBİYATI ABD yazarlarının 19. Yüzyılın Başı


düzyazı ve şiir alanındaki yapıtlarını kapsar. Amerikan edebiyatı ulusal kimliğine 19. yüz­
17. yüzyılın başlangıcında Amerika’ya ilkyılın başında kavuştu. Bu dönemin ilk edebi­
göçler sırasında yazılanlar gerçek Amerikan yatçısı olarak anılan Washington Irving’in
edebiyatı sayılmamakla birlikte, Amerikan 1809’da yayımlanan A History o f New York’u
edebiyat tarihi genellikle bu dönemi başlangıç (“New York Tarihi”) bu kente yerleşen Hol-
alır. Bir İngiliz kolonisi (İngiltere’ye bağlı landalılar’ın yaşamını anlatır. 1819-20 arasın­
yerleşim yeri) olarak varlığını sürdüren bu da yayımlanan The Sketch Book’’ta (“Not
toplum, daha sonraki yıllarda Avrupa’nın Defteri”) Irving’in “Rip Van Winkle” gibi
başka ülkelerinden gelen yeni göçmenler ve ünlü öyküleri yer aldı. Ülkenin ilk gerçek
Afrika’dan köle olarak getirilen Siyahlar ile romancısı ise James Fenimore Cooper’dır.
oldukça karmaşık bir nitelik kazandı (bak. Romanlarında Amerika Yerlileri’ni romantik
A m erika B irleşik D e v let ler i ). kahramanlar olarak ele alır. Leather-Stocking
Amerikan toplumunun İngiliz kültürünün
etkilerinden kurtulup kendi ulusal ve yerel
değerlerini yaratması için belli bir sürenin
geçmesi gerekiyordu. Yeni ve durmadan de­
ğişen koşullara uymak, herkesin anlayabilece­
ği yaygın bir edebiyat dilini geliştirmek kolay
değildi. İlk aşamada, İngiliz egemenliğinden
kurtulmak için 18. yüzyılın sonuna doğru
başlatılan Bağımsızlık Savaşı, daha sonra 19.
yüzyılın ikinci yarısında Siyah kölelerin öz­
gürlüğe kavuşmaları için başlatılan İç Savaş,
Amerikan toplumunun kendine özgü değer­
lerinin belirginleşmesini de kolaylaştırdı.
Bu değerlerin kaynağında demokrasi dü­
şüncesinin ve eşitlik ilkesinin yattığı söylene­
bilir.
Ulusal kişiliğine kavuşmak isteyen Ameri­
kan edebiyatı bir yandan geçmişi simgeleyen
Avrupa değerlerinden yararlanıyor, bir yan­
dan da bolluğu, zenginliği ve özgürlüğü sim­
geleyen geleceğin Amerikan toplumundan
esinleniyordu.
İlk dönemde Kuzey Amerika’da yaşayan
İngilizler Yenidünya’nın olanaklarını İngilte­
re’ye tanıtmak için çok sayıda ayrıntılı rapor
yazdılar. Ayrıca kolonilerin yöneticileri bu
kuruluş döneminin tarihini yansıtan günlükler
tuttular.
1776’da bağımsızlığın ilanıyla Amerikan
edebiyatında yeni bir dönem başladı. Bu
dönemin başlıca ürünleri, edebi değer taşıma­
makla birlikte Amerikan edebiyatına yön
verme açısından önemli olan bağımsızlık bil­ J a m e s F en im o re C o op er ta n ın m ış ilk A B D y azarıdır.
dirileridir. Bağımsızlık Savaşı’nın sözcüle­ Vahşi to p raklard aki ya ş am a ilişkin ro m a n tik
rinden Thomas Paine 1776’da Common ö ykü lerini The Leather-Stocking Tales ("M e ş in
orap Ö y k ü le ri") adlı kitapta to p lad ı. M ohikanlar'ın
Sense’’i (“Sağduyu”) yayımladı (bak. PAINE, ÇSonuncusu adlı ro m a n ın ın kahram anı Ş ah ing öz
T h o m a s ). G e o rg e G ö lü 'n d e H uron Y e rlile ri'n i izliyor.
222 AMERİKAN EDEBİYATI

Tales (“Meşin Çorap Öyküleri”) kitabında nin en ünlüsü Ralph Waldo Emerson, bir
yer alan Mohikanlar’ın Sonuncusu (The Last şeyin özünü kavramakta mantığı ve deneyi
aşan sezgilerin üstünlüğüne inanarak Deney-
o f the Mohicans\ 1826), The Pathfinder (1840;
“İz Sürücü”) ve Geyik Avcısı ( The Deersla- üstücü oldu. Emerson’un en çarpıcı özelliği
yer;1841) romanlarının kahramanları bu tür­ iyimserliğiydi. Harvard Üniversitesinde din
dendir. Cooper’ın yapıtları, Avrupa’daki Ro­öğrenimi görmesine karşın, daha sonra pa­
mantizm Akımı’nın önde gelen temsilcilerin­ pazlığı bırakarak, yaşamının geri kalanını yazı
ce ilgiyle karşılanmıştır. yazmak ve konferanslar vermekle geçirdi.
Edgar Allan Poe ise yapıtlarında insan Emerson’un dostu olan Thoreau insanların,
zihninin kuytu ve karanlık köşelerine sokul­sahip oldukları mal ve mülk ile hükümetlerin
du. En ünlü öyküleri “The Fail of the House ve gereksiz bağlantıların kölesi olduklarını
of Usher” (1839; “Usher Malikânesi’nin Çö­ kanıtlamaya çalıştı. İzlenimlerini Walden
küşü”), Morg Sokağı Cinayeti (The Murders in(1854) ve A Week on the Concord and
the Rue Morgue; 1841) ile “Kuyu ve Sarkaç” Merrimac Rivers’da (1849; “Concord ve Mer-
(The Pit and the Pendulum) doğaüstü güçle­ rimac Irmakları’nda Bir Hafta”) anlattı. De-
neyüstücüler Dial (Kadran) adında bir de
rin rol oynadığı dehşet öyküleridir. Şiirlerinde
ölüme sevgi duyduğu gözlenir. “The Sleeper” dergi çıkardılar.
(“Uyuyan”), “Ulalume” ve “To One in Para- Bu dönemde roman ve öykü alanının en
dise”da (“Cennetteki Birine”) hep ölüm te­ önemli adı, günah konusunu işleyen Nathani-
ması işlenir. “The Raven” (“Kuzgun”), “The el Havvthorne’dur. Hawthorne’un Yedi Çatılı
Bells” (“Çanlar”) ve Melih Cevdet Anday’ın Ev (The House o f the Seven Gables\ 1851) adlı
yapıtında, yaşamın nimetlerinden zevk alan
Türkçeleştirdiği “Annabel Lee” en güzel şiir-
lerindendir. Kısa öykülerinden “The Gold kişiliği öne çıkar. Oysa yazarın öbür yapıtla­
Bug” (“Altın Böcek”) ve “The Purloined Let- rında insanlar sert bir eleştiri süzgecinden
ter” (“Çalman Mektup”) çağdaş dedektif öy­ geçirilir. Başyapıtı olan Kızıl Damga (The
Scarlet Letter\ 1850) Püritenler’in (bak. HIRİS­
külerinin ilk örnekleri sayılır (bak. Poe, E d ga r
A llan ). TİYANLIK) ahlaksal dürüstlüğünü ve insanın
mutluluğa erişme çabasını anlatır.
Concord ve Deneyüstücülük New York’lu Herman Melville de 20. yüzyıl
Massachusetts’deki Concord, Amerikan Rö- okurlarının en gözde yazarlarından biridir.
nesansı’nın doğum yeridir. Henry David Tho- Büyük yapıtı, filmi de yapılan Beyaz Balina,
reau da Concord’luydu. Concord düşünürleri­ Moby Dick (Moby Dick\ 1851) ile ilgili çok

H erm an M e lv ille 'in sim gesel ro m an ı M o b y Dick'te büyük beyaz balina, balıkçı gem isinin
tay fa la rın ı teh d it ediyor.
AMERİKAN EDEBİYATI 223

sayıda yorum yazılmıştır. Roman balina avına yayın organı olan Atlantic Monthly'nin ilk
çıkan bir teknenin tayfalarının, büyük beyaz yayın yönetmeniydi.
balinayı bulup öldürme mücadelesini anlatır. 19. yüzyılın sonlarında Ne w England’da
Bu öykü gün ışığı, iyilik ve çalışkanlık evre­ Emily Dickinson da şiirler yazıyordu. Bugün
ninde, kötülüğün aykırılığını simgeler (bak. Amerikalı şairler arasında, yaşadığı yüzyılın
M elv ille , H erm a n ). en önemli şairi sayılan Emily Dickinson,
New York’lu Walt Whitman ise, sonradan yazdığı binlerce şiirden yaşamında pek azını
edebiyat alanında Amerikan edebiyatının be­ yayımlamıştı. İlk kitabı ise ölümünden sonra
lirgin özelliği olarak nitelenecek canlılığın basıldı (bak. DİCKİNSON, E m il y ) .
doğmasına ön ayak oldu. Şiirleri Çimen Yap­
rakları (Leaves o f Grass; 1855) adlı kitabında İç Savaş ile I. Dünya Savaşı Arası
yayımlandı. Whitman, okurların bu kitabı Amerikan İç Savaşı’ndan önceki on yıllık
heyacanla kapışacağını sanıyordu; oysa pek dönemde Amerikan yazarlarının birçoğu kö­
farkına varan olmadı. İkinci basımda eklediği leliğin kaldırılması için savaşıyordu. İçlerinde
yeni 20 şiirle kitaptaki şiirlerin sayısını 32’ye en etkilisi Tom Amcanın Kulübesi'nin (Uncle
çıkardı. Whitman yaşamı boyunca ekleme­ Tom s Cabin\ 1852) yazarı, New England’lı
ler ve düzeltmeler yaparak, yerine göre şiir­ Harriet Beecher Stowe idi. Kitabın edebi
lerin sırasını değiştirerek bu kitapla uğraştı. değeri olmamakla birlikte, Siyah Amerikalı’
Askeri hastanelerde yaptığı gönüllü hastaba­ nın durumunu olanca acılığıyla ortaya koy­
kıcılık hizmetinden sonra Drum Taps (1865; masının, savaşın çıkmasını hızlandırdığı bile
“Davul Darbeleri”) ve Democratic Vis- söylenebilir.
tas'ı (1873; “Demokratik Özlemler”) yayım­ Mark Tvvain takma adıyla yazan Samuel L.
ladı. Clemens, İç Savaş yıllarından sonra büyük ün
Whitman geleneksel İngiliz koşuk türlerini kazandı. Kitaplarında ABD ’nin ortabatısını
kullanmayarak daha özgür bir ritim arayışına ve Mississippi Irmağı kıyısındaki insanların
yöneldi. En güzel şiirlerinde biçimi, içerik yaşantılarını konu edindiği için özgün bir
belirlemektedir. Amerikan şairleri, Walt
Whitman’ın, Amerika’nın özgür sesini arayış
çabalarına çok şey borçludurlar (bak. WHIT-
MAN, W A LT).

New England Şairleri


19. yüzyılın New England’lı şairlerinden Hen-
ry Wadsworth Longfellovv, Oliver Wendell
Holmes ve James Russell Lowell, kamuoyunu
yönlendiren kişiler arasındaydılar. Ülkemizde
bir tiyatro oyunu olarak sahnelenen Hiawatha
(Hiawatha’s Song; 1855) gibi birçok şiirin yanı
sıra, D ante’nin İlahi Komedyası'nın (La divi-
na commedia; 1310-21) İngilizce’ye çevirisi de
Longfellow’un imzasını taşır. Holmes’un de­
nemeleri ile “The Chambered Nautilus” (“Tut­
sak Edilmiş Nautilus”) ve “The Deacon’s Mas-
terpiece” (“Diyakoz’un Başyapıtı”) adlı şiirleri
The Autocrat o f the Breakfast Table'da
(1858; “Kahvaltı Sofrasının Zorbası”) yayım­
landı. Lovvell ise köleliğin kaldırılması için
kalemiyle savaş verdi. 1848-67 arasında Big-
M arkT vvain A m erik a n e d e b iy atın d a G erçekçilik
low Papers (“Biglow Yazıları”) da dahil A k ım ı'n ın yolu nu açtı. H u ckleb erry Finn
olmak üzere pek çok şiir yazdı. Etkili bir ro m a n la rın ın en ünlü k a h ra m a n la rın d an biridir.
224 AMERİKAN EDEBİYATI

Amerikan yazarı olarak bilinir. Mark Twain ter Carrie; 1900), Jennie Gerhardt (1911) ve
abartılmış halk öykülerinden esinlendi ve en ünlü yapıtı olan Bir Amerikan Faciası'nda
yerel lehçe kullandı. Hakılberi Fin’in Macera­ (An American Tragedy, 1925) rastlantılar ve
ları (Adventures o f Huckleberry Finn\ 1884) çevre etkin bir rol oynar.
dünyanın en önemli kitapları arasında sayılır­ Henry James de çağdaş Gerçekçilik’e geçi­
sa da, Mark Twain roman ve öykü dışındaki şin en önemli yazarlarındandır. Gençliğinde
edebiyat alanında daha başarılıydı. En sevilen Avrupa’da yaşayan Henry James, Eskidünya’
kitapları arasında Tom Sawyer’in Maceraları nın sanatını ve edebiyatını tanıma olanağı
( The Adventures o f Tom Sawyer\ 1876), Kral buldu. Avrupa’da yaşayan Amerikalılar’ı göz­
Arthur’un Sarayında Bir Amerikalı (A Con- leyerek ve inceleyerek, onların kişiliklerini
necticut Yankee in King Arthur’s Court; 1889) yansıtan romanlar yazdı. En önemlileri The
ve Mississippi’de Yaşam (Life on the Missis- American (1877; “Amerikalı”), The Portrait
sippi; 1883) sayılabilir. Mark Twain’in roman o f a Lady (1881; “Bir Lady’nin Portresi”),
ve öyküleri Romantizm’den Gerçekçilik’e ge­ What Maisie Knew (1897; “Maisie’nin Bildi­
çişi sağladı. Bir mizah ustası olan Mark ği”) ve The Ambassadors'dur (1903; “Elçi­
Twain’in son yapıtlarında mizahın altındaki ler”). Ayrıca kısa öyküleriyle de ün kazandı.
gizli acı duyumsanır (bak. GERÇEKÇİLİK; RO­ Bunlardan bir hayalet öyküsü olan Yürek
MANTİZM; T w a in , M a r k ). Burgusu (The Tu*n o f the Screw; 1898) en
Düşünür George Santayana, 1911’de güzellerindendir (bak. JAMES, H en r y ).
ABD’nin 20. yüzyılın eşiğinde eski kafalı genç Kimi yazarlar ise Amerika’nın dar ve sınırlı
bir ülke olduğunu ileri süren “The Genteel kırsal yaşamını eleştiriyorlardı. İçlerinde en
Tradition in American Philosophy” (Ameri­ ünlüsü, Kasabamız (Winesburg, Ohio, 1919)
kan Felsefesinde Soylu Gelenek) adlı bir adlı kısa öykü derlemesinin yazan olan Sher-
makale yazdı. Ona göre ABD, yeni bir ülke wood Anderson’dur.
olmasına karşın, duyguları, edebiyatı ve felse­
fesiyle hâlâ Püritenler’in ve Deneyüstücü- Şiirin Yeniden Canlanması
ler’in geleneğini sürdürmeye çalışıyordu. 20. yüzyılın başında ABD ’de düzyazı edebi­
20. yüzyıla girerken Doğalcılık (Natüra- yatında belli bir durgunluk yaşanırken, özellik­
lizm) Akımı Amerikan edebiyatında önemli le şiir türünde, kültür yaşamına yeni bir canlı­
değişimlere neden oldu. İnsanın kendi dışın­ lık getirme çabaları göze çarpıyordu. Harriet
daki güçlerden ve kalıtım yoluyla geçen dür­ Monroe 1912’de Chicago’da Poetry: a Maga­
tülerden dolayı güçsüzlüğünü vurgulayan bu zine o f Verse'i (Şiir Sanatı: Bir Koşuk Dergi­
öğreti Fransa’da doğmuştu ve ünlü temsilcisi si) yayımlayarak yeni arayışlar içinde olan şa­
Emile Zola’ydı. Fransa’da öğrenciliği sırasın­ irlerin şiirlerini bastı. Poetry dergisi Cari
da Zola’dan etkilenen Amerikalı Frank Nor- Sandburg’un, Vachel Lindsay’in ve Edgar
ris McTeague (1899), The Octopus (1901; Lee Masters’ın tanınmasını sağladı. Gene ay­
“Ahtapot”) ve The Pit'i (1903; “Çukur”) yaz­ nı tarihlerde New England’dan Edwin Arling-
dı. Stephen Crane yetenekli bir Doğalcı yazar ton Robinson ve Robert Frost, bulundukları
olduğunu kısa yaşamında verdiği Maggie: a yöreden esinlenerek şiirler yazıyorlardı. Edna
Girl o f the Streets (1893; “Sokak Kızı Mag­ St. Vincent Millay de geleneksel soneler yaz­
gie”) ve Cesaret Madalyası (The Red Badge o f dı. Üç Siyah şair, James Weldon Johnson,
Courage; 1895) gibi yapıtlarıyla kanıtladı. Langston Hughes ve Countee Cullen gelenek­
Doğalcı yazarlardan Jack London ise Vahşe­ sel biçimleri kullanarak Siyah Amerikalı’nm
tin Çağrısı (The Cali o f the Wild; 1903) ve durumunu dile getiren şiirler yazdılar.
Deniz Kurdu'nu (The Sea-Wolf; 1904) yazdı Şairlerin tümü, sözbirliği etmişçesine 20.
(bak. D o ğ a lc ilik ; L o n d o n , J a ck ). yüzyıl şiirinin az ve öz sözle yazılmasından ya­
Doğalcı edebiyat türünü daha sonra Theo- naydılar. Bu anlayış Sembolizm Akımı’nın
dore Dreiser ve James T. Farrel de benimse­ doğmasına yol açtı (bak. SEMBOLİZM). Sembo­
di. Dreiser geçmişle bağını koparan gerçekçi lizm, Poetry dergisine Avrupa’dan katkıda bu­
romanlar da yazdı. Kız Kardeşim Carrie (Sis- lunan Ezra Pound’un başlattığı bir akımdır.
AMERİKAN EDEBİYATI 225

Dönemin öbür önemli ozanları Hart Crane, sos sanayicileri, kamu düşüncesini yönlendi­
Wallace Stevens, e.e.cummings, Marianne renleri ve siyaset adamlarını ele alan yapıtlarıy­
Moore, Robinson Jeffers ve. Archibald Mac- la ABD yaşamının bir tür tarihçisi durumun­
Leish’dir. daydı. Başyapıtı bir üçleme olan U .S.A.’dır
1920’lerin herkesçe değeri onaylanan şairi (1930-36).
ise kuşkusuz T. S. Eliot’tur. Harvard’da eği­ F. Scott Fitzgerald T his Side o f Paradise'da
tim gören Eliot daha sonra eğitimini sürdür­ (1920; “Cennetin Bu Yakası”), genç kuşağın
mek için İngiltere’ye gitti ve orada kaldı. umutlarını ve korkularını dile getirdi. Muhte­
1915’te Poetry'de çıkan “The Love Song of J. şem Gatsby (The Great Gatsby; 1925) Fitzge-
Alfred Prufrock” (Mr. Prufrock’tan Aşk Şar­ rald’ın katı gerçekçi yanı ile başarı umudu ta­
kısı) yayımlanmış ilk şiiridir. Başlıca yapıtları şıyan saf, çocuksu yanını yansıtır. Geceler Gü­
The Waste Land (1922; “Çorak Ülke”), Ash zeldir (Tender is the Night; 1934) ise sözcükle­
Wednesday (1930; “Oruç Çarşambası”) ve ri kullanmaktaki ustalığını ve derin karakter
Four Quartets'dir (1943; “Dört Dörtlü”). Ko­ anlayışını gösterir.
şuk türünde yazılmış oyunları arasında en Ernest Hemingvvay başarıya hızla ulaşmış
önemlisi Murder in the CathedraVdır (1935; bir yazardır. İlk büyük savaş romanı olan Gü­
“Katedral’de Cinayet”). Eliot yaptığı yenilikler neş de Doğar (The Sun Also Rises; 1926) genç
ve denemelerinde ileri sürdüğü görüşlerle pek kuşağın ruh halini çok iyi yansıtır. Dünya san­
çok çağdaş şairi etkilemiştir (bak. E l i o t , T.S). ki hep savaştadır ya da savaş sonrası sıkıntıları
çekmektedir. Hemingvvay, olaylardan gözü
İki Dünya Savaşı Arasında açılmış, gene de beceri ve cesaretle yaşamaya
1930 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan kararlı olan bu kuşağın sesi oldu. Bir 20. yüz­
Amerikalı Sinclair Lewis bir yergi ustasıydı. yıl Romeo-Jülyet’i sayılan Silahlara Veda (A
Main Street'te (1920; “Ana Cadde”) Ameri­ Farewell to Arms\ 1929) ve İspanyol İç Savaşı
kan küçük kasaba yaşamını alaya alır. Yarat­ ortamında geçen olay örgüsüyle Çanlar Kimin
tığı kahramanlardan Babbit geveze, ama ken­ İçin Çalıyor (For Whom the Bell Tolls; 1940)
dine güvensiz bir tiptir. Levvis’in yapıtları, çok beğenildi. Hemingvvay’in öyküleri edebi
Amerikalılar’ın kendi kültürleri üstüne dü­ açıdan romanlarından daha değerlidir. Kadın­
şünmelerine yardımcı oldu. sız Erkekler'de (Men Without Women; 1927)
1920’lerde roman ve öykü alanında ortaya birbirinden güzel öyküler yer alır. Uzun öy­
çıkan nitelikli yapıtların başlıca esin kaynağı küsü İhtiyar Adam ve Deniz (The Old Man
I. Dünya Savaşı’ydı. Örneğin, savaşa katılmış and the Sea\ 1952) ise bir başyapıttır. Heming­
olan John Dos Passos’un Üç Savaşçı (Three vvay 1954 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı.
Soldiers; 1921) adlı romanı, ordunun duyarlı Roman ve öykülerinin birçoğu sinemaya
bir genci nasıl etkilediğine ilişkindir. Dos Pas- uyarlandı (bak. H e m in g n v a y , E r n e s t ) .

Gazap Üzümleri’nde John Steinbeck, O kla h o m a 'd a ki


top rakların ı b ırakm ak zorunda kalarak C alifo rn ia'd a
y eni bir yaşam kurm aya çalışan bir ailenin savaşını
226 AMERİKAN EDEBİYATI

John Steinbeck edebiyat yaşamına Doğalcı­ dı. Grup olarak, ABD’de kendilerinden son­
lık Akımı’nın etkisi altındayken başladı. 1930 ra gelen iki kuşağın edebiyat yaşamını etkile­
Büyük Dünya Bunalımı sırasında kendi yazar diler.
kişiliğini buldu. Fareler ve İnsanlar (O f Mice Katherine Anne Porter’ın da güneydeki
and Men; 1937) ve Gazap Üzümleri (The grupla ilişkisi vardır. Pale Horse, Pale Rider
Grapes ofW rath; 1939) onun duyarlı bir göz­ (1939; “Solgun At, Solgun Binici”) adlı öykü
lemci ve yaşamda yenik düşmüş insanlara kar­ kitabı bir üslup ustasının ürünüdür.
şı anlayışla yaklaşan bir yazar olduğunun ka­
nıtlarıdır (bak. Stein beck , J o h n ). James T. II. Dünya Savaşı'ndan Günümüze Roman
Farrell’in Doğalcı türdeki Studs Lonigan ve Öykü
(1932-35) üçlemesi de toplumsal eşitsizlikleri II. Dünya Savaşı Amerikan toplumunun yer­
vurgular. leşmiş değerlerinin yeniden gözden geçirilme­
sine yol açtı. Özellikle savaşın anlamsızlığı ve
Güney Edebiyatında Rönesans yol açtığı bunalımlar yeni yazarlar için esin
1920’lerde Amerikan edebiyatında ortabatı kaynağı oldu. Yayımlanmış savaş romanları
bölgesi yazarlarının adı geçiyordu. Chicago’ arasında Norman Mailer’in Çıplak ve Ölü
da yayımlanan Poetry dergisi şiirde devrimin (The Naked and the Dead; 1948) ve James
öncüsü oldu. Dreiser, Anderson, Lewis ve Jones’un İnsanlar Yaşadıkça (From Here to
öteki ortabatılılar da düzyazı alanında yenilik­ Eternity; 1951) adlı yapıtları, adı geçen yazar­
çiliğe öncülük ettiler. Giderek edebiyat etkin­ ların ününü pekiştirdi. Joseph Heller’in Şike’
likleri güneye doğru kaydı. William Faulkner, si (Catch 22; 1961) askeri bürokrasinin an-
işlemesi gereken konuların, ilk romanların­
dan Sartoris'te (1929) yansıttığı romantik gü­
ney değil de, Siyah Amerikalı’nın acıları ve
yoksul ortakçılar ile yanık tenli çiftçilerin çile­
li ve ezik yaşamları olduğuna karar verdi. Ses
ve Öfke (The Sound and the Fury; 1928), Dö­
şeğimde Ölürken (./İs I Lay Dying; 1930) ve
Absalom, Absalom! (1936) Siyahlar’ın içinde
bulunduğu kötü durumu ve hakça davranmak
isteyen beyaz adamın açmazını dile getirir
(bak. F a u l k n er , W illiam ).
Thomas Wolfe, Kuzey Carolina’da baskıcı
bir anneden kurtularak özgürce yaşamak iste­
yen genç bir sanatçının serüvenlerini yazdı.
Bu Melek Satılık Değil (Look Homeward,
Angel; 1929), O f Time and the River (1935;
“Zaman ve Irmak Üzerine”), The Web and
the Rock (1939; “Örümcek Ağı ve Kaya”),
You Can’t Go Home Again (1940; “Artık Eve
Dönemezsin”) yazarın özyaşamöyküsü niteli­
ğinde dört romanıdır.
1920’lerde, Tennessee eyaletinin Nashville
kentindeki Vanderbilt Üniversitesi’nde John
Crowe Ransom’un öncülüğünde, kendilerini
“Kaçaklar” diye adlandıran bir grup genç şair
ortaya çıktı: Ailen Tate, Robert Penn Warren
ve Donald Davidson. Sonraları bu şairlerin
her biri şiir, eleştiri, roman ve öykü alanında H olden C aulfield, J. D. S a lin g e r'in G örıülçeleriinde
ürünler verdi, dergiler ve antolojiler yayımla­ okuldan kovulduktan sonra evine d ön üyor.
AMERİKAN EDEBİYATI 227

lamsızlığına dikkati çeker. Ken Kesey’nin m Wonderland (1971; “Harikalar Ülkesi”) ad­
Guguk Kuşu (One Flew Över the Cuckoo’s lı yapıdandır. Donald Barthelme, John Gard-
Nest", 1962) toplumun akıl hastalarına karşı ner, William Gass, John Hawkes, Thomas
tutumunu eleştirir. J. D. Salinger ise Gönül- Pynchon ve Ishmael Reed de bu dönemin ba-
çelen'de ( The Catcher in the R ye; 1951) eğitim şanlı yazarlarıdır.
sistemini ve toplumu alaya alır. Norman Mai-
ler sonraları romana yeni bir yön verme arayı­ Çağdaş Şiir
şı içinde Armies o f the Night'ı (1968; “Gece II. Dünya Şavaşı’ndan sonra Amerikan şiirin­
Orduları”) ve gerçek bir olaydan kaynakla­ de gerek biçim, gerek içerik açısından büyük
nan Celladın Şarkısı'nı (The Executioner’s bir çeşitlilik göze çarpar. John Berryman,
Song\ 1980) yazdı. Randall Jarrell, Robert Lovvell, Theodore
Truman Capote ürküntü veren, tiyatro oyu­ Roethke, Richard Wilbur savaş sonrası kuşa­
nu gibi öyküler ve romanlar yazdı. Belgesel ğın, yeteneklerini kabul ettirmiş şairleridir.
roman olarak nitelediği Soğukkanlılar’’da (In Şiirlerindeki duyarlık ve yetkinlik ile kadın
Cold Blood; 1966) Kansas’lı bir ailenin öldü­ sorunlanna verdikleri önem bakımından Syl-
rülmesini ve cinayeti işleyenlerin yaşamlarını via Plath ve Anne Sexton geniş okur kitlele­
anlatır. rince sevilmiş ve beğenilmiştir. Siyah şairler­
1950’lerin ve 1960’ların Amerikan edebiya­ den Gwendolyn Brooks, Nikki Giovanni ve
tı içinde Yahudi kültüründen ve mizahından Don L. Lee’nin Siyahlar’a özgü bir edebiyatın
kaynaklanan çok sayıda kitap göze çarpar. doğmasına önemli katkıları olmuştur.
Bunlardan en beğenilenleri Saul Bellovv’un
Nefret'i (Herzog\ 1964); Bernard Malamud’ Amerikan Tiyatrosu
un The Assistanfı (1957; “Yardımcı”) ve The Tiyatro 18. ve 19. yüzyıllarda ABD’de hızla
Fixer'\ (1966; “Tamirci”); Philip Roth’un Good- değişen ulusal yaşamdan kesitleri yansıtmış­
bye, Columb us'udm (1959; “Elveda, Colum- tır. Amerikalılar bu sanat türünde Avrupalı-
bus”). Saul Bellow 1976’da, Isaac Bashevis lar’dan, özellikle de İngilizler’den ne bakım­
Singer ise 1978’de Nobel Edebiyat Ödülü’ dan değişik olduklarını göstermeye çalıştılar.
nü kazandılar. John Updike’ın The Centaur'u Yenilik oyunların konulanna da girmekte ge­
(1963) ve William Styron’un romanları, özel­ cikmedi. İlk dönemde Amerikan Bağımsızlık
likle de Lie Down in Darkness (1951; “Karan­ Savaşı ele alman başlıca konulardan biri oldu.
lıkta Yat”) ve Sophie’nin Seçimi (Sophie’s Tiyatro giderek Gerçekçilik’e yöneldi. ABD’
Choice; 1979) büyük ilgi gördü. nin yenilikçi ve deneysel tiyatrosu üzerinde
Eleştirmenlerin ilgisini çeken başka yapıt­ etkili olan yazarlann en önemlisi Eugene
lar Ralph Ellison’un, insanlık onuruna verdiği O ’Neill’dir. O ’Neill’in genellikle trajik iliş­
önemi vurgulayan Invisible Man (1952; “Gö­ kileri ve duyguları içeren oyunları arasında
rünmeyen Adam”); John Barth’ın Giles Goat- İmparator Jones (The Emperor Jones; 1920),
Boy (1966; “Keçi Çocuk Giles”) ve Letters Karaağaçlar Altında (Desire Under the Elms;
(1979; “Mektuplar”); James Baldvvin’in insan 1924), Araya Giren Garip Oyun (Strange In-
hakları hareketini destekleyen Go Teli İt on terlude; 1928) ve Elektra’ya Yas Yaraşır (Mour-
the Mountain (1953; “Git Onu Dağda Söyle”) ning Becomes Electra; 1931) vardır. O’Neill,
ve The Fire Next Time (1963; “Bundan Sonra ailesindeki kişileri gözleyerek, onların zayıf-
Ateş”) adlı yapıtları ile Beat Kuşağı’nın baba­ lıklannı oyunlanndaki karakterlere mal etti.
sı Jack Kerouac’ın, yoksulluk ve özgürlüğü 1956’da sahnelenen A Long Day’s Journey in-
kutsadığı On the Road (1957; “Yolda”) roma­ to Night (“Günden Geceye”) buna iyi bir ör­
nı; çağdaş kent yaşamını anlatan Nelson Al- nektir (bak. O ’NEiLL, E u g e n e ).
gren’in Altın Kollu Adam'ı (The Man with O ’Neill ile karşılaştırılabilecek bir başka
Golden Arm\ 1956), Kurt Vonnegut Jr.’ın oyun yazan da Thornton Wilder’dır. Bizim
Mezbaha No: Beş'i (Slaughterhouse-Five; Şehir (Our Town; 1938) ve Ramak Kaldı ( The
1969) gibi taşlama türünde romanları; romanla­ Skin o f Our Teeth; İ942) sık sık sahnelenen
rında kadınlan konu alan Joyce Carol Oates’ oyunlanndandır. 1930’larm ünlü oyun yazar­
228 AMERİKAN FUTBOLU

ları arasında Philip Barry, Robert Sherwood, nır. Amaç topu elden düşürmeden rakip ta­
Clifford Odets, Lillian Hellman ve Maxwell kımın kale çizgisinin ötesine götürmektir.
Anderson sayılabilir. Kale çizgisinin ötesinde 9 metre uzunluğun­
1940’larda ve 1950’lerde Tennessee Will- da, son bölge denen bir alan ve bu alanın bi­
iams ve Arthur Miller klasik düzeyde oyunlar tiş çizgisi üzerinde H biçiminde bir kale direği
yazdılar. Tennessee Williams, deneysel oyu­ vardır.
nu Sırça Kümes'te (The Glass Menagerie\ Oyun serbest vuruşla başlar. Topu yakala­
1944) bir anlatıcıya, şiirsel diyaloglara ve ola­yan takım dört hakta topu en az 9 metre ileri
ğandışı bir sahne düzenine yer verdi. Öbür götürmek zorundadır. Bunu başarırsa dört
oyunları İhtiras Tramvayı (A Streetcar Named hak daha kazanır ve bu böylece sürer. Eğer
Desire\ 1947) ve Cat on a Hot Tin R o o f dur bunu yapamazsa top karşı takıma geçer.
(1955; “Kızgın Damdaki Kedi”). M illerin ün­ Hücumdaki takım topu rakip takımın kale
lü oyunu ise Satıcının Ölümü'dür (Death o f a çizgisinin ötesine götürmeyi başarırsa hem altı
Salesman-, 1949). Yeni oyun yazarları arasın­ sayı hem de kale önünde bir ayak vuruşu hak­
da Who is Afraid o f Virginia Wollf? (1962; kı kazanır. Bu ayak vuruşuyla top kale di­
“Kim Korkar Hain Kurttan”) ile ünlenen Ed- reklerinin üst boşluğundan geçirilebilirse bir
ward Albee sayılabilir. Imamu Amiri Baraka sayı daha kazanılır.
(Leroi Jones) ve Ed Bullins ise gerek eleştir­ Sayı kazanmanın başka bir yolu da saha go­
menlerin, gerek izleyicilerin büyük ilgi göster­ lüdür. Top sahanın herhangi bir yerindeyken,
dikleri Siyah yazarlardır. ayak vuruşuyla gol atılırsa üç sayı kazanılır.
Ayrıca bak. DÜZYAZI; ŞİİR SANATI; TİYATRO Savunmada da sayı yapılabilir. Savunmada­
SANATI. ki takım eğer topu taşıyan oyuncuyu kendi
kale çizgisinin gerisine geçmeye zorlar ve onu
AMERİKAN FUTBOLU beyzbolun yanı sıra orada yakalarsa iki sayı kazanır.
ABD’deki en yaygın spordur. Ragbi ve fut­ Amerikan futbolu 15’er dakikalık dört dev­
boldan kaynaklanan, ama onlardan farklı ku­ rede oynanır. Oyunu beş ya da altı hakem
ralları olan Amerikan futbolu 1980’lerde yönetir. Oyuncular düşme ve çarpışmalara
ABD dışında da ilgi çekmeye başlamıştır karşı koruyucu özel başlıklar ve formalar gi­
(bak. FUTBOL; RA G Bİ). 17. yüzyıldan beri oyna­ yerler, çünkü oyun sırasında şiddetle birbirle­
nan bu oyun, zamanla değişerek ve gelişerek rine çarpabilirler.
bugünkü biçimini almıştır. İlk profesyonel Amerikan futbolu karşılaş­
91 metre uzunluğunda ve 49 metre genişli­ ması 1895’te Pennsylvania eyaletinin Latrobe
ğinde dikdörtgen bir sahada, oval bir meşin kentinde oynandı. 1922’de de Amerikan Ulu­
topla ve l l ’er oyuncusu olan iki takımla oyna­ sal Futbol Ligi kuruldu.
University o f California, Berkeley

Top taşıyıcı rakiplerine


yakalan m aktan
kurtu lm ak için keskin
d ön üşler yaparken
topu sıkıca tutar. T akım
arkadaşları onun
ya k ala n m a m as ı için
rakiplerini
e n g e llem e y e çalışır.
A m a bu e n g e llem e n in
başarılı o lm am ası
d u ru m u n d a oyuncu
kendi hızına ve
çevikliğine g üv e n m e k
zoru nd ad ır.
AMERİKA YERLİLERİ 229

AMERİKA YERLİLERİ. AvrupalIlar batı ya­ Arkeolojik bulgulara göre Amerika Yerli­
rıküresine ya da Yenidünya’ya ayak bastıkları leri 2.000 yıl önce mısır, fasulye, kabak ve
zaman orada yüzyıllardan beri yaşamakta benzeri tarım ürünleri yetiştiriyorlardı. Bazı
olan Yerli kabilelerle karşılaştılar. Kristof gruplar akarsuları yönlendirerek ekinlerini
Kolomb onlara los Indos ya da Hintli demişti, sulamayı öğrendiler. Taş ve çamurdan ev
çünkü 1492’de ulaştığı o toprakların Hindis­ yapma tekniğini geliştirdiler; kumaş doku­
tan’ın doğusu olduğunu sanıyordu. Daha son­ dukları pamuk ve benzeri ürünleri yetiştirme­
ra, İsveçli biyoloji bilgini Linnaeus dünyadaki ye başladılar.
insanları ırklarına göre sınıflandırırken, deri­ Kuzey Amerika Yerlileri arasında konuşu­
lerinin kızılımsı renginden ötürü onları “kızıl lan dillerin sayısı tüm Eskidünya’da konuşu­
ırk” ya da “Amerikan ırkı” olarak niteledi. lan dillerden daha fazladır. Bazı araştırmacı­
Bu yüzden Amerika’nın Yerli halkı uzun süre lara göre Avrupalılar, Amerika’ya ayak bas­
“Kızılderili” olarak anıldı. Ama insan ırkları­ tıkları zaman orada 2.000’den fazla dil konu­
nı derilerinin rengine göre ayırmak bilimsel şuluyordu, ama bunların çoğu sonradan yok
olmadığından bu ad bugün kullanılmıyor. Üs­ oldu. Günümüzde o dillerden yaklaşık 500’ü
telik Amerika Yerlileri’nin hepsi, örneğin Es­ konuşulur.
kimolar ve Aleutlar Kızılderili değildir. Din, sanat, evlilik töreleri ve giyimde de
Amerika Yerlileri ilk kez sınıflandırılırken, Yerliler arasında büyük farklar vardı. Örne­
değişik diller konuşan, kültürleri birbirlerin­ ğin Amerika Yerlileri’nin simgesi sayılan kuy­
den farklı, fiziksel özellikleri bile birbirine ruklu tüylü başlık ortabatıdaki Büyük Ovalar’
benzemeyen 2.000’den çok grup tek bir halk da giyilirdi. Başa sarılan türban ise daha
sayılmıştı. Oysa Kuzey Kutup Dairesi’nden yaygındı. Günümüzde Pimeler, Papagolar,
Güney Amerika’nın en güney ucuna kadar güneyde yaşayan kabileler ve Apaşlar türban
dağılmış olan Amerika Yerlileri gerçekte kullanırlar.
Asya’da ya da Avrupa’da yaşayan halklar ka­ Amerika Yerlileri için toprak gökyüzü gibi
dar birbirlerinden farklıdır. sahipsiz ve herkesindi. Ailelerin işleyecekleri
Amerika Yerlileri’nin atalarının bugün Peter Newark's Historical Pictures

Amerika olarak bilinen kıtaya 20 bin ile 40


bin yıl önce geldikleri sanılıyor. Asya’dan ge­
len Amerika Yerlileri ile Asya halkları arasın­
da belirli kültürel ve fiziksel benzerlikler var­
dır. O zamanlar belki de bir deniz geçidi ol­
mayan Bering Boğazı’ndan Amerika’ya geçe­
rek zamanla güneye doğru inen Amerika Yer­
lileri 17 bin yıl önce Kuzey Amerika’nın her
yanına yayılmış, 12 bin yıl önce de Güney
Amerika’nın güneydeki en uç noktasına var­
mışlardır.

Amerika Yerlileri'nin Yaşamı


İlk Amerika Yerlileri avcılıkla, kök ve yemiş
toplayıcılığıyla yaşamlarını sürdürüyorlardı.
Yaklaşık 9.000 yıl önce toprağı işlemeye
başladılar ve barınaklar yaptılar. Orta Ameri­
ka’nın bazı yörelerinde tarım teknikleri çok
geliştiği için büyük kentler kurabildiler; bura­
larda yaşayanları besleyebildiler. Orta Ame­
rika’nın bu ilk büyük uygarlıklarıyla ilgili
bilgileri A z t e k l e r , İ nkalar ve M a y a la r mad­ S iu la r'ın önderi Kızıl B u lut'un g iyd iği tüylü başlık
delerinde bulabilirsiniz. Büyük O v a lar'd a yaygın o larak kullanılırdı.
230 AMERİKA YERLİLERİ


V KIZAK
jş .

KAVAK
's
'<r~7
i. PİPO

PARKA
Al"'
*
C MOKASEN

'*<>p— .

ŞEKER
BALKABAĞI*
AKÇAAĞACI
T*"*-
YABANİ
PİRİNÇ. HİNDİ

ASMAKABAĞI
k iv
TÜTÜN
ASMAKABAĞI

DOMATES
<4M r ANANAS r
KAKAO
4
TATLI
PATETfS
KIRMIZI BİBER
" " “M i
FASULYE iki,ü C* 'KİNİN

I AVOKADO
tâ *
MU W

« T #
MISIR KOBAY ASMAKABAĞI

İlk kez Amerika Yerlileri'nin


yetiştirdiği önemli bitkisel .
besinler ve evcilleştirdiği
hayvanlar Amerika haritasında
gösteriliyor. Amerika kökenli
öteki bitkisel ürünlerden kauçuk,
kinin, kokain ve tütün; Yerliler'in MISIR
yararlı buluşları olan Eskimo
PATATES
balıkçı kayığı kayak, kürklü tVV**
Eskimo gocuğu parka, pipo,
Yerli çarığı mokasen ve bir tür U r *,
kızak olan toboggan da haritada LAMA
görülüyor. ■*
Tarım
i
Tarım ve avcılık YERFISTIĞI
BAKLA
Avcılık - -I

ASMAKABAĞI KOKA
AMERİKA YERLİLERİ 231

kadar toprağı olabilirdi. Ama toprağın özel


mülkiyeti birçok Amerika Yerlisi için düşünü­
lemez bir şeydi. Avrupalılar’ın toprağa sahip
olma tutkusu, bir Yerli için birkaç dönüm
güneş ışığına sahip olmayı istemek kadar
anlamsızdı.
Avrupa uygarlığı ile Yerliler’in uygarlığı
arasındaki öteki farklar kullanılan teknoloji­
den kaynaklanıyordu. Avrupa uygarlığı te­
kerlek, saban ve ata dayanıyordu. Bunları,
AvrupalIlar Yenidünya’ya getirdi. Yenidün-
ya’nın aletleri ve kap kaçaklan ise taş, kemik,
kil ve tahtadan yapılırdı. Süs eşyası olarak
kullanılan altın ve gümüşten başka madenler
çok az biliniyordu. Teleskoplar, pusulalar,
saatler, makaralar ve makineler onlara ya­
bancıydı.
Ne var ki, Yenidünya, Eskidünya’ya kinin
gibi çok önemli ilaç hammaddelerinin yanı sı­
ra, kauçuk, mısır, beyaz patates, çikolata,
yerfıstığı, kabak, sakız, tütün, hindi, akça­
ağaç şekeri, yeni bir pamuk türü, domates di­
ye uzayıp giden koca bir listedeki tarım ürün­
lerini kazandırdı. Çağdaş dünyada kullanılan
ürünlerin yarıdan fazlası Amerika Yerlileri’n-
ce tanıtılmıştır.
The Hutchison Library
Amerika Yerlileri'nin Bölgesel Özellikleri
Kuzeybatı Kıyısı Y e rlile ri'n d e n K u vakiyutlar'ın to te m
Soğuk ve yaşamaya elverişsiz Kuzey Kutup direkleri çok ilginç tah ta heykellerd ir.
Bölgesi’nde Eskimolar, Aleut Adaları’nda
Aleutlar yaşardı (bak. ESKİM O LAR). Doğuda daki kürk ticareti ise bölgedeki bazı Yerli
Grönland’a kadar uzanan geniş alanda tek grupların dağılmasına neden oldu.
dil, tek kültür egemendi. Eskimolar’ın Kuzey Bugünkü Kanada’nın Büyük Okyanus kıyı­
Amerika’ya en son göçen grup olduğu sanıl­ larında, Alaska’nın bir bölümünde ve ABD ’
maktadır. Bu yöre Yerliler’inin yaşamı tü­ nin Washington eyaletini içine alan yörelerde
müyle avcılık ve balıkçılığa bağlıydı. yaşayan Kuzeybatı Kıyısı Yerlileri’nin yaşamı
Kuzey Kutbu’na yakın yörelerde iki ayrı dil Avrupalılar’ın ve Amerikalı tüccarların getir­
grubuna bağlı kabileler yaşardı. Atabask dil­ diği alet ve eşyalarla yeni bir biçim kazandı.
lerini konuşanlar Kanada’nın batısı ve Alas­ Ama 19. yüzyılın sonuna doğru gene Avrupa­
ka’nın içlerine yerleşmişti. Aralarında Mik- lılaşın getirdiği yeni hastalıklar, alkollü içki­
mekler ve Ocibualar’ın da bulunduğu Algon- ler ve savaşlar sonucu Yerliler’in sayısı azaldı.
kin dillerini konuşanlar ise Kanada’nın doğu­ Kuzeybatı Kıyısı halkı çok güzel sanat
su ve Amerika’nın kuzeydoğusuna yerleşmiş­ ürünleri yarattı. Amerika Yerlileri’nin ortak
ti. Nüfus yoğunluğunun sık olduğu bu bölge­ mülkiyet geleneğinin tersine, Kuzeybatı Yer­
de savaşlar hiç bitmezdi. Ocibualar sonunda lileri kişi olarak mal-mülk edinmeyi severler­
pirinç yetişen göllere ve bataklıklara egemen di. Kabile üyelerinin kilimleri, kanoları ve
oldular. Avrupalılar’dan elde ettikleri silah­ köleleri vardı. Bunlara, öbür kabile üyelerine
larla Büyük Ovalar’a ve güneye inmeyi başar­ gösteriş yapmak için önem verirlerdi. Örne­
dılar. Bizon avladıkları bu bölgelerde başka ğin Kuvakiyutlar arasında zengin kişilerin
gruplar ile sürekli çatıştılar. 16.-17. yüzyıllar- saygınlığını göstermek amacıyla düzenlenen
232 AMERİKA YERLİLERİ

bir törende, ya sahip olunan özel eşyalar Atlar hem daha uzaklarda avlanmalarını,
başkalarına verilir ya da yok edilirdi. 19. hem de uzak kabilelerin birbiriyle alışveriş
yüzyılın sonunda geleneksel kuzeybatı kültü­ yapmasını sağladı. 18. yüzyıldaki Amerikan
ründen geriye çok az iz kalmıştı. Bağımsızlık Savaşı sırasında bu yöredeki hal­
California’da ve Büyük Havza’da Koman- kın çoğu artık “Atlı Yerliler”di.
çiler, Kılamatlar ve Payuteler yaşarlardı. Ova Yerlileri’nin 18. yüzyıldaki yaşam dü­
1680’de bölgeye atların gelmesiyle bunların zeni 19. yüzyılın başlarında yıkıldı. Tüfeğin ve
birçoğu bizon avlamak için doğuya, Büyük Peter Newark's Western Americana

Ovalar’a akın ettiler. Geride kalanlar ise en


sonunda topraklarını Avrupalılar’a kaptır­
dılar.
California yöresinde, aralarında Modoklar,
Pomolar ve Çumaşlar’ın da bulunduğu yakla­
şık 200 bin insan yaşıyor ve 200 ayrı dil
konuşuluyordu. İspanyollar bölgeye ilk ola­
rak 1542’de geldiler. Bölge halkının gelenek­
sel yaşam biçimi son darbeyi altına hücum
döneminde yedi. 1900 yılına gelindiğinde
acımasızca katledilen yerli halktan geriye
15 bin kişi bile kalmamıştı (bak. A L TIN A
H ücum ). Gözyaşı Yolu. R. L in dn eux'n u n bu resm i 1838'de
Batıdaki Büyük Ovalar’da yaşayan Yerli­ to p rakların d an sürülen Çeroki Y e rlile ri'n in kam p lara
doğru göçünü gösteriyor.
ler, Avrupalılar’ın gelişinden, özellikle de 17.
yüzyılda atların yaşamlarına girmesinden çok hastalıkların doğurduğu karışıklık, büyük av
etkilendiler. Atların kullanılmasından önce hayvanı sürülerinin yok edilmesiyle büsbütün
yük taşımak için köpeklerden yararlanılırdı. kötüleşti. Topraklarını Avrupalılar’a satarak
Peter Nevvark’s Historical Pictures kamplara (Yerliler için ayrılmış topraklar ya
da koruma bölgeleri) yerleşmek zorunda kal­
dılar.
Kuzey Amerika’nın doğusundaki orman­
larda yaşayan Irokua ve Algonkin dillerini
konuşan Yerliler, Avrupalı göçmenlerin kıyı­
mına ilk uğrayanlar arasındaydı.
Batı Amerika’da, Yerli kültürünün doruğu­
nu, günümüzde Pueblolar olarak adlandırılan
halk oluşturdu. Bugünkü New Mexico’nun
kuzeyinde ve Arizona’da yaşayan Pueblolar
tek bir grup değildi; değişik diller konuşan
çeşitli gruplardan oluşmuştu. Hopiler ve Zu-
niler’in de aralarında olduğu bu halklar uzun
süre aynı çevrede yaşadıkları ve birbirlerini
etkiledikleri için benzer özellikler gösteriyor­
lardı. Uygarlıklarının en gelişkin dönemi yak­
laşık 700 yıl öncedir. Pueblolar bazı kabileler
gibi krallar ve şeflerle yönetilmezdi; her za­
man demokratik bir yönetimleri oldu. Daha­
sı, Pueblolar ve Pimeler barışçıydılar; kendi­
lerini savunma dışında savaşmazlardı.
Ova Y e rlile ri'n d e n ünlü Şayen kabilesi kadınlarının Pueblolar’ın yerleşim biçimi, mağara ağız­
yaptığı fitilli deri çarıklar. larında ya da büyük kaya çıkıntıları altında
AMERİKA YERLİLERİ 233

özellikle Oklahoma, New Mexico, Güney


Dakota ve California’da yaşar. Tüm Amerika
Yerlileri ABD yurttaşıdır; seçme hakkına sa­
hiptir ve vergi öder. Ama kamplarda yaşayan­
lardan vergi alınmaz.
1970’lerde Amerika Yerlileri Hareketi ve
öteki gruplar siyasal ve ekonomik eşitlik is­
temlerini daha etkin yöntemlerle ortaya koy­
dular. Amerika Yerlileri Hareketi üyeleri
1973’te davalarını vurgulamak için,
1890’larda Yerli kıyımına sahne olan Güney
Dakota’daki Wöunded Knee kasabasını işgal
ettiler. 70 gün süren işgalden sonra Yerliler
amaçlarına ulaşmak için mahkemeye başvur­
dular. Birçok kabile yasal olmayan yollardan
ellerinden alındığını öne sürdükleri toprakla­
rım geri almak için dava açtı. Bazı kabileler
de koruma bölgelerinde bulunan maden, su
ZEFA
M eksika'd a Pueblo Y e rlile ri'n in çocukları buz gibi kaynakların kendilerine ait olması gerek­
üstünde o yn u y o rla r. A rkada geleneksel konutları tiğini öne sürdüler. Birçoğu tazminat aldı. Çe-
g ö rülüyo r. rokiler gibi birkaç grup, topraklarında petrol
yaptıkları barınaklardan, yan yana sıralanmış bulununca zengin oldular.
kerpiç ve taş evlerden oluşan kasabalara doğ­ Eskimolar dışında, Kanada’daki Yerli nü­
ru gelişti. Kimi zaman bu barınaklar birleşe- fusu 330 bine yakındır. Bunun yüzde 35’i sa­
rek birçok katlı büyük bir “apartman” biçimi­ yıları 2.300’ü bulan kamplarda yaşar. Kana­
ni alırdı. Bu yapıların tahıl depoları, dinsel da’daki Yerliler’in yüzde 35’i Vancouver,
toplantıların yapıldığı yeraltı odaları ve yüz­ Winnipeg ve Toronto gibi kentlerde yaşarlar.
lerce insanı barındıracak bölümleri vardı. Yoksulluk ve olanaksızlık bakımından ABD’
1590 dolaylarında İspanyollar Meksika’dan deki Yerliler’den daha iyi durumda sayıl­
kalkarak Pueblolar’ın ülkesine girdiler. Ku­ mazlar.
şaklar boyu süren İspanyol egemenliği Orta Amerika Yerlileri’nin çoğu, Hıristi­
1690’da Pueblolar’ın ayaklanarak yabancıları yan dinini benimsemiş küçük çiftçilerdir. An-
bölgelerinden çıkarmalarıyla son buldu. Bir­ tiller’de, Kolombiya’da ve Ekvador’da yaşa­
kaç yıl sonra İspanyollar bölgeyi yeniden işgal yan en tanınmış Yerliler Karip ve Aravaklar’
ettiler. Sonunda barış sağlandı, ama Pueblo- dır. Onlar da Avrupalılar’ın altın ve köle ara­
lar hiçbir zaman İspanyollar’a tam anlamıyla yarak bölgeye girmesinden sonra yok edildi­
boyun eğmediler. Günümüzde gerek Pueblo- ler. Günümüzde yalnızca bazı Yerli topluluk­
lar’ın, gerek bölgedeki öteki halkların kültür­ ları Dominik Cumhuriyeti ve Guyana’da gele­
lerinin izleri görülebilir. neksel yaşam biçimlerini sürdürebiliyorlar.
Güney Amerika’da Kolombiya’nın bir bö­
Günümüz Kuzey ve Güney Amerika lümünü, Peru’yu ve Şilı’yi içine alan geniş bir
Yerlileri alanı ellerinde tutan İnkalar’ı İspanyollar
1980’lerde ABD’deki Amerika Yerlileri’nin 1532’de yenilgiye uğrattılar. Ama onların to­
toplam nüfusu yaklaşık 1,2 milyon kadardı. runları günümüzde de aynı topraklarda, kül­
Bu nüfusun 720 bini özel kamplarda yaşar. türlerinin birçok özelliğini koruyarak yaşa­
Yerliler’in kampları genellikle yoksulluğun maktadır.
hüküm sürdüğü, aşırı kalabalık, temel gerek­ Güney Amerika'nın en güney ucundaki kü­
sinimlerin karşılanamadığı yerlerdir. Çocuk­ çük, dağınık kabilelerin başlıca geçim kaynağı
ların yarısından fazlası ortaöğrenimi tamam­ ise avcılık ve kabuklu deniz hayvanları topla­
layamaz. Yerliler’in çoğu batı eyaletlerinde, yıcılığıdır.
234 AMFİBYUMLAR

Günümüzde Orta ve Güney Amerika ülke­ değiştirirler. Üçüncü grubu oluşturan ayaksız
lerinden 16’sında Yerli nüfus oldukça kalaba­ kertenkeleler ise hiç bacakları olmayan ve su­
lıktır: Meksika’da 19 milyon, Peru’da 7 mil­ da ya da toprağın altına gömülerek yaşayan,
yon, Ekvador ve Bolivya’da 3’er milyon, Bre­ solucana benzer hayvanlardır. Kurbağaların
zilya, Uruguay ve Paraguay’da ise 100 binin yaklaşık 1.900, semenderlerin 300, sirenlerin
altında Yerli yaşar. Bu ülkelerin tümünde de 3, ayaksız kertenkelelerin de 160 kadar türü
Yerliler çok yoksuldur. saptanmıştır.
Yaklaşık 300 milyon yıl öncesinden kalma
AMFİBYUMLAR sudan karaya çıkarak ya­ bazı fosillerin amfibyum iskeleti olduğu konu­
şamlarının bir bölümünü karada geçirmeye sunda bütün bilim adamları birleşiyorlar. Bu
başlayan ilk omurgalılardır. Bu nedenle, ba­ hayvanlara ait olduğu sanılan fosilleşmiş izler
lıklar ile sürüngenler arasında bir geçiş basa­ ise çok daha eski tarihlere uzanır. Amfibyum­
mağı sayılan bu yarı su, yarı kara hayvanları­ lar, günümüzden 370 milyon yıl önce, Cros-
nın Yunanca’dan türetilen adı da “ikiyaşayış- sopterygii adı altında sınıflandırılan ve hem
lılar” anlamına gelir. Amfibyumları öbür kara akciğerleri, hem de saçak gibi yüzgeçleri olan
hayvanlarından ayıran başlıca özellikler, çok balıklardan türemiştir.
sayıda salgıbeziyle beslenen derilerinin kay­
gan ve gözenekli, yumurtalarının ise balıkla­ Sudan Karaya Geçiş
rınki gibi kat kat jelatinimsi kılıflarla korun­ Sudaki yaşamdan kara yaşamına geçişte en
muş olmasıdır. önemli adım akciğerlerin ve bacakların geliş­
Amfibyumlar sınıfının (Amphibia) bugüne mesi olarak görülür. Oysa derinin bu yeni or­
kadar soyunu sürdürebilmiş olan üyeleri üç tama uyum sağlayabilmek üzere geçirdiği de­
büyük grupta toplanır. En kalabalık grubu ğişiklikler belki çok daha çarpıcıdır. Artık su­
oluşturan kara ve su kurbağalarının kuyruk­ yun dışında yaşayacak olan hayvan her şey­
suz, kısa bir gövdesi ve sıçramaya uyarlanmış den önce vücudundaki su dengesini korumak
uzun arka bacakları vardır. İkinci gruptaki se­ zorundadır. Bu yüzden amfibyumlarda önce
menderler (çöreller) ise kuyrukludur ve kısa vücuttaki suyun hızla buharlaşarak uçup git­
bacakları sıçramaya değil yürümeye elverişli­ mesini önleyecek sert bir dışderi oluştu. İçde-
dir. Buna karşılık aynı gruptaki sirenlerin yal­ ride ise sürekli sıvı salgılayarak vücudu nemli
nızca iki ön bacağı olduğundan gövdelerinin tutan salgıbezleri gelişti. Aynca hayvanın de­
arka bölümünü ve kuyruklarını sürüyerek yer risiyle solunum yapabilmesi için içderideki
kan damarlarının sayısı arttı. Kafatası balıkla­
ra özgü biçimini yitirerek basık ve yassı duru­
ma geldi; çene kemikleri de doğrudan kafata­
sına bağlandı. Hayvanın burundan soluk alıp
verebilmesi için burun kanalları genişledi.
Büyük olasılıkla böcekleri yakalayabilmesi
için dili uzayıp büyüdü. Başın gerisindeki ilk
iki omur değişikliğe uğrayarak bir boyun böl­
gesi oluşturdu; böylece hayvan başını gövde­
sinden bağımsız olarak hareket ettirmeye baş­
ladı. Bugünkü amfibyumlardan birçoğunun
larvalan (yavruları) da erişkine dönüşürken
buna benzer başkalaşma evrelerinden geçer.
Fosil amfibyumlann bilinen en küçük ör­
neği ancak 2,5 cm uzunluğundadır; buna kar­
şılık birçoğunun uzunluğu 2,5 metreyi aşar.
Tarihöncesi çağlardan kalma en iri amfibyum
A m fib y u m la rın üç b üyük g ru bu nu n başlıca üyeleri
(soldan sağa) ayaksız kertenkele, s e m e n d e r ve
fosilinde yalnızca kafatasının uzunluğu 1 met­
kurbağadır. reye yakındır.
AMFİTİYATRO 235

Çağımızda yaşayan amfibyumlar ise genel­ beslenir. İri yumurtalannı karadaki çamurla-
likle atalarından daha küçük yapılıdır. İçlerin­ nn arasına bırakan bazı türlerde ise yumurta­
de en irisi, Japonya’da yaşayan ve uzunluğu dan çıkan larvalar iribaş değil, erişkin kurba­
1,5 metreyi geçen dev semenderdir (Andrias ğanın küçük bir kopyasıdır. Kurbağalann
japorıicus). döktüğü yumurta sayısı, biraz da dişinin bo-
Amfibyumların hemen hepsi sulak ve nemli yutlanna bağlı olarak türden türe çok değişir.
yerlerde yaşar. Bütün yeryüzüne dağılmış Örneğin Küba’da yaşayan Sminthillus cinsin­
olan kurbağalara Alaska ve İsveç gibi en uzak den küçük kurbağalann dişisi tek bir yumurta
kuzey ülkelerinde bile rastlanırken, ayaksız bırakırken, öküz kurbağası gibi iri türlerde bu
kertenkelelerin dağılımı yalnızca tropik böl­ sayı 20 bini bulur.
gelerle sınırlıdır; semenderler ise daha çok ılı­ Afrika’da yaşayan Nectophrynoides cinsin­
man bölgelerde yaşar {bak. K u r b a ğ a ; Se ­ den küçük kurbağalann larvası gelişmesini
m en d e r ). annesinin vücudunda tamamlamış olarak çı­
kar. Oysa birçok türün dişisi ya da erkeği yav-
Özellikleri ve Davranışları rulannı gelişinceye kadar sırtında, hatta sırt
Amfibyumlann çoğu gündüzleri saklanıp, ha­ derisinin altındaki keselerde taşır. İribaşlann
va kararınca yiyecek aramaya çıkan gece hay­ erişkin bir kurbağaya dönüşmesi genellikle
vanlarıdır. Soğukkanlıdırlar, yani vücut sıcak­ birkaç ay, öküz kurbağasında ise iki yıl kadar
lıkları bulunduklan ortamın sıcaklığına uygun sürer.
olarak değişir. Düşmanlarından korunmak Kurbağa yumurtalarının suya ya da çamura
için gizlenmeyi seçerler; çevredeki doğa ile bırakıldıktan sonra döllenmesine karşılık, se­
aynı renkte olmaları gizlenmelerini çok kolay­ menderlerin çoğunda yumurtalar dişinin vü­
laştırır. Tek savunma araçları ise derilerinden cudunda döllenir. Yumurtalan kurbağaların-
salgıladıkları yakıcı ve zehirli maddelerdir. kine benzer, ama sayıca daha azdır. Bazı tür­
Gırtlaktan gerçek anlamda ses çıkarabilen ler döllenmiş yumurtalannı suya döker ve yu­
ilk hayvanlar belki de kurbağalardı. Durma­ murtadan çıkan iribaşlar gelişmesini suda ta­
dan vıraklayan kurbağalara karşılık ayaksız mamlar. Buna karşılık birçok semender türü
kertenkele, siren ve semenderler genellikle yumurtalarını karaya bırakır ve yavrular bü­
sessiz hayvanlardır. tün yaşam çevrimini karada geçirir. Avrupa
Amfibyumlar en çok böcek, örümcek ve semenderleri ile akciğersiz mağara semende­
solucan gibi omurgasız hayvanlarla beslenir. rinde ise yumurtalar dişinin vücudunda açılır
İri kurbağalann ayrıca küçük kemiricileri ve ve yavrular larva olarak doğar.
kendinden küçük kurbağalan da yediği olur. Amfibyumlann doğadaki yaşam süresi ke­
Amfibyumlar zararlı böcekleri yok ettikleri sin olarak bilinmiyorsa da, insan eliyle bakı­
için insana yararlı hayvanlardır. Birçok ülke­ lan dev semenderin 55 yıl, Bombina cinsinden
de tarım zararlılanyla savaşmak için özellikle kızılca kurbağanın ise 29 yıl yaşadığı gözlen­
deniz kurbağasından (Bufo marinus) yararla­ miştir.
nılır. Ne var ki, son derece obur olan bu hay­
van yalnız böcekleri değil küçük kurbağaları AMFİTİYATRO. Eski Roma’nın amfitiyatro-
da tüketerek zamanla çevredeki doğal yaşama ları arena olarak adlandınlan büyük bir düz­
daha büyük zarar verebilir. lüğün çevresinde daire ya da elips biçiminde
yükselen tribünleri olan yapılardı. Kanlı gös­
Yaşam Çevrimi terilerin sergilendiği arenalarda, yırtıcı hay­
Kurbağalar yumurtalannı genellikle su bitki­ vanlar birbirlerini parçalar, insanlar birbirle-
lerinin arasına bırakır. Bitkinin yapraklanna riyle ya da yırtıcı hayvanlarla kıyasıya dövü­
ya da dallanna yapışıp kalan yumurtalardan, şürlerdi. Genellikle ölümle sonuçlanan bu
iribaş ya da tetari denen, kocaman başlı, uzun acımasız dövüşler kana susamış kalabalıklarca
kuyruklu ve bacaklan olmayan, yavrular çı­ izlenir ve alkışlanırdı.
kar. Bu yavrular tıpkı balıklar gibi solungaçla- Amfitiyatrolarda gösteri alanını belirten
nyla sudan oksijen alır ve daha çok bitkiyle arena sözcüğü Latince’de kumluk anlamına
236 AMİP

arena suyla doldurularak çeşitli gösteriler de


yapılırdı. 6. yüzyıldan sonra Colosseum askeri
amaçlarla kale olarak kullanıldı.
Roma İmparatorluğu döneminde yapılmış
taş amfitiyatrolardan çok azı günümüze ulaş­
tı. En ünlü amfitiyatrolar İtalya’da Verona,
Pompei ve Puteoli’deki (bugünkü Pozzuoli);
Yugoslavya’da İstriya’nın merkezi Pula’daki;
Fransa’da Nîmes ve Arles’daki amfitiyatro-
lardır.
Günümüzde spor gösterilerinin yapıldığı
R om a'daki C olosseum .
stadyumlar da bir tür amfitiyatrodur (bak.
gelir. Çünkü bu alanlar dövüş sırasında yara­ STADYUM). Ayrıca Londra’daki Albert Hail
lanan ya da ölen gladyatörlerin (dövüşen gibi geniş konser salonlarına da amfitiyatro
insanların) kanlarını kolaylıkla dibe sızdıran denir. Verona’daki Eski Roma amfitiyatrosu
kumlarla kaplıydı. Tribünlerin altında karan­ bugün açık hava operalarının sahnelenmesin­
lık odalar, gladyatörler için barakalar, zin­ de kullanılan birkaç amfitiyatrodan biridir.
danlar, vahşi hayvanlar için kafesler vardı.
Arena indirilip kaldırılabilen parmaklıklarla AMİP. Durgun bir havuzdan bir damla su alıp
çevrilmişti. Gladyatörlerin çoğu suçlular ya mikroskopla incelerseniz, içinde yüzlerce kü­
da kölelerdi. Dövüşler mutlaka dövüşçüler­ çücük canlının kıpırdadığım görürsünüz. Bel­
den birinin ya da her ikisinin ölümüyle ki de bu ilginç canlılardan biri, tekhücreli
sonuçlanırdı (bak. G l a d y a tö r ). İzleyiciler hayvanların en basit örneklerinden biri olan
yüksek bir duvar ve gerilmiş ağlarla hayvan­ amiptir (bak. T ek h ü crel İ H ay v a n la r ).
lardan korunurdu. Eğlence için kan dökülen Bütün canlılar gibi hayvanların vücutları da
bu tür ve benzeri olaylar günümüzde insanlık hücre denen küçük odacıklardan yapılmıştır
tarihinin yüz karası sayılmaktadır. (bak. HÜCRE). Ortalama çapı milimetrenin
İlk amfitiyatrolar tahtalardan yapılan daya­ onda biri, yani iğne ucu kadar olan amip ise
nıksız yapılardı. Tarihçi Tacitus, Tiberius tek bir hücreden oluşur. Bu hücrenin içinde
döneminde yapılan bir amfitiyatronun çök­ sitoplazma (hücre plazması) denen peltemsi
mesi ve yanması sırasında 50 bin insanın bir kütle vardır. Bu madde hemen hemen
öldüğünü yazar. saydam olduğundan, amibin bir yanından
Bilinen en eski amfitiyatro İÖ 80’lerde bakıldığında neredeyse öbür yanı görülebilir.
Pompei’de taşlarla yapılan amfitiyatrodur. Bu Amibin bütün yaşamsal etkinliklerini hücre­
tür yapıların en ünlüsü ise Roma’daki Flavius nin ortasındaki çekirdek yönlendirir. Fazla
Amfitiyatrosu’dur. Bu yapı daha sonra çok
büyük olduğu için Colosseum olarak adlandı­ i
• “ I --------------- »• .'Ii.

rıldı. İmparator Vespasianus tarafından baş­


latılan bu yapı ölümünden sonra oğlu Titus
tarafından tamamlandı. Bu döneme ilişkin
belgelerde amfitiyatronun yaklaşık 80 bin
izleyici aldığı belirtiliyorsa da zamanımızdaki
ölçümler ancak 50 bin kişi alabileceğini ortaya kromozomlar çekirdek amip
ayrılıyor bölünüyor bölünüyor
koydu. Colosseum Eski Roma’nın görkemini
gösteren bir yapıdır. Yaklaşık 187 metre
uzunluğunda, 157 metre genişliğinde ve 49
metre yüksekliğindedir. Numaralı oturma
yerleri olan bu amfitiyatroda giriş biletleri ıbin başlıca
bölüm leri A m ibin besltiimıet»!
küçük kil tabletler biçimindeydi. A m ip le r sitoplazm anın hareketiyle yer değiştirir,
Amfitiyatrolarda kanlı dövüşlerin yanı sıra, b eslenir ve çoğalır.
AMMONİTLER 237

ışıklı yerlerden hoşlanmayan ve uygun sıcak­ okullar başkente büyük bir canlılık kazandır­
lıktaki sularda yaşamayı seçen bu küçük dı. En önemli yapılarından biri Büyük Cami
hayvan bir an bile hareketsiz durmaz. Amipsi olan Amman’da kent halkının çoğu Müslü­
hareket denen ilginç bir yöntemle sürekli yer man’dır. Kentin önemli yapılarından bir baş­
değiştirir. Hareket etmek için önce hücrenin kası da yöredeki arkeolojik bulguların sergi­
bir bölümünü ileriye doğru uzatarak bir “ya- lendiği müzedir.
lancıayak” oluşturur; sonra bütün sitoplazma Ürdün’ün en önemli ticaret ve ulaşım mer­
bu uzantının içine doğru akar. Böylece amip, kezi olan Amman’daki başlıca sanayi dalları
durmadan biçim değiştirerek istediği yöne dokumacılık, kâğıt, plastik ve alüminyum
doğru kayarcasına ilerler. Nitekim bu küçük ürünleri ile gıda üretimidir. Kentin uluslar­
canlıların adı da “değişme” anlamındaki Yu­ arası bir havalimanı da vardır.
nanca bir sözcükten türetilmiştir. Amman, Tevrat’ta sözü edilen Ammon-
Amip suların içinde dolaşıp dururken ister oğulları’nın başkenti olan Rabbath Ammon’un
istemez birçok parçacığa çarpar. Eğer bu bulunduğu yerdedir. Mısır Firavunu II. Ptole-
parçacık bir yiyecek kırıntısı ise, bütün si- maios Philadelphos’un ele geçirdiği ve yeni­
toplazmasıyla parçacığı kuşatarak içine alır ve den kurduğu kente Philadelphia adı verildi.
sindirir. Sindiremeyeceği şeylerle karşılaştı­ Romalılar döneminde çok gelişen Amman’
ğında da yanından dolanarak yoluna devam da, o döneme ilişkin birçok kalıntı vardır.
eder. Bu küçük canlıların özelleşmiş bir solu­ Kent 7. yüzyılda Araplar’ın yönetimine gir­
num ve boşaltım sistemi yoktur. Sudaki oksi­ dikten sonra geriledi ve 1921’de Maveraü’l-
jen hücre zarından geçerek sitoplazmaya ya­ Ürdün’ün (Eski Ürdün Emirliği) başkenti
yılır; sindirim artıkları da gene hücre zarından olana kadar eski canlılığına kavuşamadı.
dışarı atılır. 1949’da Ürdün Krallığı’nın başkenti olan Am­
Tekhücrelilerin bir bölümü gibi amip de man’ın nüfusu 833.500’dür (1986).
ikiye bölünerek çoğalır. Bu eşeysiz üremenin
ilk aşamasında hücrenin orta bölümü iki AM M ONİTLER milyonlarca yıl önce deniz­
yandan içeriye doğru çöker. Sonra çekirdek lerdeki en kalabalık canlı grubunu oluşturan
ikiye bölünür; böylece amip bütünüyle ikiye soyu tükenmiş hayvanlardır. Günümüzden
ayrıldığında her iki parçaya da birer çekirdek 245 milyon yıl önce denizlerde beliren ve 65
düşer. Bu oğul hücreler de ikiye bölünerek milyon yıl önce yeryüzünden silinen bu hay­
çoğalacağından, tek bir amipten çok sayıda vanlar salyangoz, istiridye, ahtapot gibi yu-
yeni canlı ortaya çıkar. muşakçalarla aynı grupta sınıflandırılır. Am-
Bu ilkel hayvanlar üzerinde yapılan araştır­ monitlerden günümüze ulaşan tek iz, kayalar­
malar, bilim adamlarının hücre konusundaki la kaynaşarak fosilleşmiş (taşlaşmış) olan sert
bilgilerini artırmalarına çok yardımcı olmuş­ kabuklarıdır. Bir saat zembereği gibi sarmal
tur. Bu yararlarına karşılık amiplerin birçoğu biçimde kıvrılmış olan bu yassı kabuklar
gelişmiş hayvanların ve insanın vücudunda (kavkılar), bildiğimiz bazı tatlı su salyangozla­
asalak yaşayan canlılardır. Amipli dizanteri rının kabuğuna oldukça benzer; yalnız ammo-
denen hastalık, insanın kalınbağırsağında ba­ nitlerde kabuğun içi, odacıklar oluşturacak
rınan bu küçük hayvanların bir türünden ileri biçimde bölmelere ayrılmıştır. Bazı ammonit
gelir. türlerinde kabuğun çapı 2 metreye yaklaşırsa
da, bulunan fosil örneklerden çoğu ancak 3
A M M A N Ortadoğu’daki Ürdün Krallığı’nın cm genişliğindedir.
başkentidir. Ülkenin kuzeybatısındaki tepeler Canlı bir ammonitin neye benzediğini kes­
üzerine kurulmuş olan kent Şeria Irmağı’na tirmek için yalnızca düş gücümüze başvurabi­
80 km uzaklıktadır. liriz. Ama bilim adamları bu hayvanın sedefli
Ürdün Krallığı’nın en büyük kenti olan notilus (Nautilus) denen bir deniz canlısına
Amman, 1930’lardan bu yana hızla gelişen benzemesi gerektiğini düşünüyorlar (bak. NO-
tarihi bir yerleşim merkezidir. 1960’larda TİLUS). Gerçekten de, ammonitlerin çağımız­
yapılan yeni hükümet binaları, hastaneler ve daki akrabaları olan notilusların kabuğu ge-
238 AMONYAK

biraz amonyak koklatılır, ama bu gaz fazla


miktarda solunduğunda insanı zehirler. Hava­
nın yaklaşık beşte üçü ağırlığında olan
amonyak sıkıştırıldığında ve —33°C’ye kadar
soğutulduğunda kolayca sıvılaşır. Sıvı amon­
yak, suya çok benzeyen renksiz bir sıvıdır ve
uygulanan basınç azaltıldığında çevreden ısı
alarak yeniden buharlaşır. Bu nedenle buz-
dolaplarında ve soğutucularda amonyak kul­
lanılır (bak. So Gutm a ).
Amonyak suda kolayca çözünür ve keskin
amonyak kokusunda, renksiz bir sıvı olan
amonyum hidroksit çözeltisini oluşturur. Kır­
mızı turnusol kâğıdının rengini maviye dönüş­
türen bu alkali çözelti (baz) asitlerle birleştiğin­
Ceological Museum, Londra de amonyum tuzlannı verir (bak. B a z ; T urnu ­
Bir ammonitin kayalar üzerinde bıraktığı bu 140 sol ). Evlerde temizlik işlerinde kullanılan
milyon yıllık ize bakarak, kabuğunun odacıklara amonyaklı su, deriye zarar vermemesi için
ayrılmış olduğu kolayca görülebilir. iyice sulandırılmış amonyum hidroksittir.
rek biçimi, gerek odafcıklı olmasıyla ammoni­ Havada da bir miktar amonyak bulunur;
tin kabuğuna çok benzer. bunun kaynağı çürüyen bitkiler ve hayvan
Ammonitlerin fosilleşmiş kalıntıları jeolog­ leşleridir. Nitekim tüy, deri, post gibi hay­
lar açısından son derece önemlidir. Çünkü vansal ürünlerin yanarken yaydığı itici koku
jeologlar inceledikleri bir kayaç katmanının biraz da amonyak gazından kaynaklanır. Ba­
yaşını saptayabilmek için bu kalıntılardan zen yağmur sulannda da çok az miktarda
yararlanırlar. Yeryüzündeki varlıkları 180 amonyak bulunur.
milyon yılı aşan ammonitler bu süre içinde Amonyağın ve amonyum bileşiklerinin adı
bütün canlılar gibi evrim geçirdiler; kabukla­ Mısır’daki Amon tapınağının adından gelir.
rının biçimi ve yapısı sürekli değişti (bak. Çünkü, sofra tuzu gibi beyaz kristaller halin­
E vrim ). Bu nedenle, değişik cinsten ammonit­ deki amonyum klorür (nışadır) ilk kez bu ta­
lerin kabukları arasında büyük farklılıklar pınağın tavanında ve duvarlarında bulunmuş­
vardır. Örneğin Arnioceras cinsinin üyelerin­ tur. Bunun nedeni, tapınağı ısıtmak amacıyla
de, kabuğun içindeki odacıklar basit bölme­ yakılan deve tezeğinden çıkan isin içindeki
lerle birbirinden ayrılmıştır. Phylloceras cin­ amonyum klorür kristallerinin yüzeyde çökel-
sinden ammonitlerde ise odacıkları ayıran miş olmasıdır. Amonyak gazını ilk kez 1774’te
bölmeler çok karmaşıktır. Bu farklılıklar jeo­ İngiliz kimyacı Joseph Priestley saf halde elde
logların yüzlerce ammonit türünü ayırt ede­ etti ve “alkali hava” adını verdi.
rek tanımlayabilmesine olanak sağlar. Amonyak azot ve hidrojenden oluşan bir
Ammonit fosilleri, içine gömülü oldukları bileşiktir; kimyasal formülü de NH 3’tür. Sa­
kayalarla aynı maddeden yapılmış gibi görü­ nayide amonyak elde etmek için uygulanan
nür. Bazıları da sedef gibi parlar. Bunun başlıca yöntem azot ile hidrojen gazlarını
nedeni, kabuktaki sedef katmanlarının bozul­ doğrudan birleştirmektir. Bu yöntemde, ha­
madan korunması ya da bazı kimyasal madde­ vadan elde edilen azot ile sudan ya da doğal
lerin* fosilin içine sızmış olmasıdır. Ammonit gazdan (metan) elde edilen hidrojen gazları
tümüyle ufalanıp yok olur ve yerine pirit filtreden geçirilerek süzülür, kurutulur, sıkış­
denen kükürtlü demir minerali dolarsa bu kez tırılır ve yaklaşık 500°C’ye kadar ısıtılır. Sonra
bütün fosil altından yapılmış gibi ışıldar. demir tozu ile çeşitli tuzlardan oluşan bir
karışımın içinden geçirilir. Tepkimeyi hızlan­
AM O NYAK çok keskin kokulu, renksiz bir dıran bu katalizörlerin de etkisiyle azot ve
gazdır. Baygınlık geçirenleri ayıltmak için hidrojen gazları belirli oranlarda birleşerek
AMPERMETRE 239

amonyak gazını oluşturur. Haber-Bosch yön­ larca Paris’teki Politeknik Okulu’nda mate­
temi adıyla bilinen bu yöntem ilk kez Alman­ matik dersleri veren Ampere’in adı bugün
ya’da, patlayıcı madde yapımında kullanılan büyük fizik bilginleri arasında anılır.
azotlu bileşiklerin çok gerekli olduğu I. Dün­ Ampere, elektrik akımı ile mıknatıslan­
ya Savaşı yıllarında geliştirilmiştir. ma arasındaki ilişkiyi açıklayarak elektromag-
Havagazı ve kok üretimi sırasında da yan netizma adıyla yeni bir bilim dalının temelle­
ürün olarak çok miktarda amonyak açığa rini atmıştır. 1820’de DanimarkalI fizikçi
çıkar, ama bu gaz katışıksız halde değildir. Hans Christian Örsted’in gözlemlerine daya­
Ayrıca herhangi bir amonyum tuzunun sön­ narak, içinden akım geçen bir iletkenin bir
müş kireç (kalsiyum hidroksit) ya da başka bir mıknatıs gibi davrandığını ve çevresinde bir
alkaliyle tepkimeye girmesiyle az miktarda magnetik alan oluştuğunu açıkladı (bak. M a g -
amonyak elde edilebilir. net İzm a ). Bugünkü elektromıknatısların, rad­
yo ve televizyon yayınlarının, elektrik mo­
Amonyağın Kullanımı torlarının ve üreteçlerinin, teyplerde ses kay­
Amonyak asitlerle birleştiğinde amonyum dı, bilgisayarlarda bilgi kaydı için kullanılan
tuzlarını verir. I. Dünya Savaşı’ndaki deniz magnetik bantların çalışma ilkesi hep bu
çarpışmalarında gemiler sıvı amonyak dolu temele dayanır.
tanklardan çevreye amonyak gazı yayar, son­ Elektromagnetizmanın kuramsal temelleri­
ra üstüne asit buharı gönderirlerdi. Böylece ni beş hafta gibi çok kısa bir sürede oluştura­
geminin çevresinde yoğun duman bulutları rak bilim tarihinde inanılmaz bir rekor kıran
oluştuğu için kendilerini düşman denizaltıla- Amp&re, bulgularını uygulama alanına da
rından gizleyebilirlerdi. II. Dünya Savaşı yıl­ geçirdi. Elektrik akımının ölçülmesinde kulla­
larında daha gelişmiş gizlenme yöntemleri nılan ampermetre ve galvanometre gibi aygıt­
bulununca amonyak bu amaçla kullanılmaz ların yaratıcısı da Amp&re’dir (bak. A m per ­
oldu. m etre ). Elektrik bilimine katkıları nedeniyle,
Amonyum tuzlarının çoğu yararlıdır. Örne­ elektrik akımı birimine Ampdre’in adı veril­
ğin amonyum klorür ya da nışadır pillerde, miştir.
lehim işlerinde ve tıpta kullanılır. Amonyum
nitrat bazı patlayıcıların ve yapay gübrelerin AMPERMETRE. Bir devreden geçen elektrik
temel bileşenlerindendir. Bitkilerin sağlıklı akımı amper denen bir birimle ölçülür; bu
gelişmesi ve tarımda verimin artırılması için ölçümü yapan aygıtlara da ampermetre ya da
gerekli olan azotu toprağa kazandıran yapay akımölçer denir. Yüzlerce amperlik en güçlü
gübrelerde amonyum sülfat da çok kullanılır. akımlardan binde bir amperlik en zayıf akım­
Sırasıyla hidrojen klorür, nitrik asit ve sülfü­ lara kadar bütün ölçümlere uygun çeşitli
rik asidin amonyakla tepkimesinde elde edi­ ampermetreler tasarlanmıştır.
len bütün bu tuzlar doğada kendiliğinden de Biri dışında bütün ampermetrelerin çalışma
oluşabilir. Doğal amonyum tuzları özellikle ilkesi, en zayıf elektrik akımının bile iletken
verimli topraklarda, volkanik bölgelerde, de­ tel sarılı bir bobini bir mıknatısa dönüştürme
niz suyunda, çürümüş bitkilerde ve hayvan özelliğine dayanır. Dış görünümüyle küçük
leşlerinde bulunur. (Ayrıca bak. Azot.) bir kutuyu andıran bu aygıtlarda dereceli bir
kadran ile hareketli bir ibre bulunur.
AMPĞRE, A ndre-M arie (1775-1836). Fran­ Döner bobinli ampermetreler, silindir biçi­
sız fizik ve matematik bilgini Ampere bilim minde demirden bir gövdeye tutturulmuş
tarihinin en ilginç kişilerinden ve “harika küçük bir çerçevenin üzerine sarılan bir bo­
çocuklarından biridir. Daha 12 yaşındayken, binden oluşur. Bobin, at nalı biçimindeki
eski bilginlerin yapıtlarını okuyabilmek için büyük ve güçlü bir mıknatısın uçları arasına
kendi kendine Latince öğrenerek ve Öklit’in yerleştirilmiştir. Bu aygıt çok duyarlıdır, ama
geometri problemlerini çözmeyi başararak yalnız doğru akımların ölçülmesinde kullanı­
dehasını kanıtlamıştı. Çocukluğunda üstün labilir.
matematik yeteneğiyle dikkati çeken ve yıl­ Döner demirli ampermetreler, uygun bi-
240 AMSTERDAM

çimde yan yana yerleştirilen iki çubuk mıkna­


DOĞRU AKIM AMPERMETRESİ tısın birbirini itmesi ilkesine dayanır (bak.
MAGNETÎZMA) . Tel sargılı bobinin içine iki
Döner demirli ampermetre, bir devreden geçen küçük demir çubuk birbirine yakın olarak
doğru akımı ölçer. Devreden akım geçmediği yerleştirilirse, bobinden akım geçirildiğinde
zaman, hareketli mıknatısa bağlı ibre sürekli
mıknatısın tam ortasındaki sıfır (0) noktasında durur. çubuklar mıknatıslanarak birbirini iter. Mık­
natıslanan demir çubuklardan biri sabit kalır­
ken, öbürü ibrenin kadran önünde hareket
etmesini sağlar. Bu aygıt alternatif akımların
ölçülmesinde kullanılır.
Kızgın telli ampermetre çok daha basit bir
aygıttır, ama fazla duyarlı değildir. İletken bir
telden akım geçirildiğinde tel ısınır ve uzar;
akım kesildiğinde soğur ve yeniden eski boyu­
tuna döner. Termoelektrik pil denen bir
aygıt, telin genleşmesini ya da büzülmesini
saptayarak kadranın önünde hareket eden
ibreye yansıtır.

AMSTERDAM. Parlamentonun Lahey’de


(Hollanda dilinde Den Haag) olmasına karşı­
lık Hollanda’nın başkenti Amsterdam’dır.
Sivri kuleleri, iki yanı ağaçlıklı kanalların üs­
tündeki küçük köprüleriyle şirin, eski bir
Bir üreteçten gelerek bobinden geçen akım bobinin kenttir. Aynı zamanda önemli bir iş merkezi­
de mıknatıslanmasına yol açar. Bobinin kuzey kutbu
(alttaki uç) hareketli mıknatısın güney kutbunu dir ve modern bir limanı vardır.
kendine çeker. Bir bataklıkta yer alan adaların kanallarla
bağlanmasıyla kurulan Amsterdam’da bazı
semtler deniz düzeyinin altındadır. Limanın
güneyindeki eski kent, C biçiminde, birbiri­
nin içine geçen dört kanalla bölünmüştür.
Hollandaca kuşak anlamında “Singel” olarak
adlandırılan en dıştaki kanal 16. yüzyıla kadar
kenti kuşatmaktaydı.

Elektrik akımı bir pilden geliyorsa, bobinin alttaki


ucu güney kutup olur. Bu kutup hareketli mıknatısın
güney ucunu ittiği için ibre öbür yöne kayar.

Barnaby's

Am sterdam 'ın merkezindeki yarım daire biçiminde,


birbirine paralel kanallar.
AMUNDSEN 241

Ana kanallar küçük kanallarla birbirine le kaçan tüccar ve meslek sahibi göçmenlere
bağlandığı için, Amsterdam “Kuzey’in Vene- Amsterdam kapılarını açtı. 1685’te kentin
dik’i” olarak da bilinir. Ana yollar çeşitli köp­ nüfusunun 150.000 dolaylarında olduğu sanıl­
rülerle kentin yeni bölümlerine açılır. Yakla­ maktadır.
şık 1610’da başlatılan genişletme planlan ge­ Bu dönemde sanat alanında da büyük bir
reğince, kentin yayılabilmesi için yarım daire gelişme gözlendi. 19. yüzyılda yapılan büyük
biçiminde üç yeni kanal yapılması önerildi. sanat müzesi Rijksmuseum’da, en ünlüleri
Yarım yüzyılda sonuçlanan bu girişim gerçek Rembrandt (1606-69) olan 17. yüzyıl ressam-
bir planlama ve mühendislik başansı oldu. lannın değerli tabloları yer alır (bak. Rem­
Kanallar kazma kürekle kazıldı; kenarlan ça­ b ra n d t ).
mur, kil ve kumla sıvandı. Ardından kent du­ 18. yüzyılda İjssel Denizi’nin ağzı kille
varları, köprüler ve denizin basmasını engel­ dolduğu için büyük gemilerin limana girmesi
lemek için setler yapıldı. İskandinavya’dan zorlaştı ve Amsterdam’m şansı büyük ölçüde
denizyoluyla getirilen keresteler bataklıklar­ döndü. Kenti Kuzey Denizi’ne bağlayan ka­
da yapılacak binaların temelinde kullanıldı. nalın açıldığı 1876 yılına kadar bir durgunluk
1746’da mimar van Campen tarafından yapı­ yaşandı. O tarihten sonra deniz ticareti yeni­
lan yeni Belediye Sarayı’nın temeli için 13.651 den canlandı.
direk kullanıldı. (Kentin merkezindeki bu ya­ II. Dünya Savaşı sırasında Alman işgal
pı günümüzde kraliçenin sarayıdır.) güçleri limanı tahrip ettiler. Savaştan sonra
Amsterdam’m 17. ve 18. yüzyıldan kalma liman onarıldı ve 1952’de Amsterdam’ı Ren
yüksek evlerinin taş merdivenlerinden süslü Irmağı’na bağlayan yeni bir kanal açıldı. Ne
antrelere girilir. Bu evlerin vitrayları ve çatı var ki bugün Amsterdam dünyanın en canlı
pencereleri ayrı bir özellik taşır. Eskiden bu limanlarından biri olan Rotterdam’ın çok
evlerde kentin zengin tüccarları otururdu; gerisinde kalmıştır. Ama hâlâ önemli bir iş
bugün ise çoğu hükümet binası olarak kullanı­ merkezidir. Ayrıca her yıl on binlerce turist
lıyor. gelir.
Kentin nüfusu 679.140’tır (1986).
Tarih
Eski adı Amsteldam olan Amsterdam, Ams- AM UNDSEN, Roald (1872-1928). On beş
tel Irmağı kıyısındaki bir ortaçağ balıkçı yaşındayken Sir John Franklin’in Kuzey Kut­
kentinin büyümesiyle ortaya çıktı. HollandalI bu keşif gezilerinin öyküsünü okuyan
tüccarlann Baltık limanlarıyla ticaret yapma­ Amundsen kutup kâşifi olmaya karar verdi.
ya başladıkları 14. yüzyılda gelişti. 16. yüzyıl­ Ama annesinin isteği üzerine doktor olmak
da Amsterdam’m ticarette en büyük rakibi için doğduğu yer olan Norveç’teki Sarpsborg
Belçika limanı Anvers’di. 1585’te Anvers kentinden ayrılarak tıp öğrenimine başladı.
İspanyollar’ın saldırısı sırasında yıkıldı. Buna Ne var ki bu onu mutlu etmedi; sonunda,
karşılık Amsterdam’lılar kenti su altında bı­ 1894’te öğrenimini yarıda bıraktı ve bundan
rakmak pahasına bentleri açtılar ve İspanyol sonraki yaşamını en büyük tutkusu olan
saldırısına karşı koydular. Anvers’in gerile­ denizlerin keşfine adadı.
mesi Amsterdam’ın yararına oldu. Başka kaptanlann gemileriyle çeşitli keşif
17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’nın en zengin gezilerine çıktıktan sonra 1903’te Oslo’dan
kentlerinden biri durumuna gelen Amster­ kendi gemisiyle ayrıldı ve iki yıl sonra Ameri­
dam, Kuzey Avrupa’da başta buğday olmak ka kıtasının kuzeyinde Atlas Okyanusu ile
üzere pek çok malın ticaret merkezi oldu. Büyük Okyanus arasındaki Kuzeybatı Geçi-
Gemiler doğunun ve Batı Hint A dalan’nın di’nden ilk geçen kâşif oldu. Daha sonra
zenginliklerini kente taşırlarken, İspanya’dan Kuzey Kutbu’nu keşfetmek isteyen Amund­
göçen Yahudiler’in başlattığı elmas sanayisi sen, Amerikalı kâşif Robert E. Peary’nin
de dünyaca ün kazandı. Zenginliğinin artma­ oraya ulaştığını öğrenince, 1910’da Fram adlı
sında köle ticaretinin de payı oldu. İspanya, gemiyle Güney Kutbu’na bir keşif gezisi
Fransa ve Belçika’dan dini inançları nedeniy­ düzenledi. Güney Kutbu buzullannı son dere­
242 AMUR IRMAĞI

Norsk Polarinstitut
Amundsen ve arkadaşları 14 Aralık 1911'de Norveç bayrağını Güney Kutbu'na dikiyorlar.
ce başarılı bir yürüyüşle geçti ve îngiliz suda yüzdürerek taşıyan oduncular yaşar.
Kaptan R. F. Scott’tan bir ay önce, Aralık Çevresindeki toprak yazın bile donduğu için
191 l ’de kutba ulaştı. Amundsen bu başarısını Amur havzası tanma elverişli değildir. Buna
kendisi ve arkadaşları için yaşamsal önem karşılık balık açısından çok zengin olan ve
taşıyan araç ve gereçlerin, yiyecek stoklarının bilindiği kadanyla yaklaşık 100 tür balığı
ve keşif köpeklerinin hazırlanmasında ve de­ barındıran Amur’un kıyılarında yaşayanlar
netlenmesinde gösterdiği titizliğe borçludur. balıkçılıkla geçinirler.
Daha sonra Amundsen havadan keşiflere Amur bölgesinde birdenbire patlayan şid­
başladı. 1926’da balonla Spitzberg’den (bu­ detli fırtınalar, yaz sonlannda ırmak sularının
gün Svalbard) Alaska’ya kadar uçarak Kuzey sık sık taşmasına yol açar. Bu yüzden Çinliler
Kutbu’nu aştı. 4.300 kilometrelik bu uçuşu 71 ırmağa Kara Ejder anlamındaki Amur adını
saatte tamamladı. İki yıl sonra bu yolculukta­ vermişlerdir.
ki arkadaşlarından Ümberto Nobile’nin Ku­
zey Kutup bölgesinde kaybolduğunu öğre­ ANADOLU Yarımadası Asya ile Avrupa
nen Amundsen, onu aramak için bir uçak­ arasında bir köprü konumundadır. Bu konu­
la yola çıktı. Nobile başka havacılar tarafın­ mu nedeniyle tarih boyunca birçok göç dalga­
dan kurtarıldı ama Amundsen bir daha geri sı Anadolu’dan akıp gitmiş, göç eden kavim-
dönmedi. lerden bir bölümü bu topraklarda yerleşerek
zengin bir kültür birikimi bırakmıştır.
AM U R IRMAĞI. Asıl Amur Irmağı 2.824 km Yakın yıllardaki araştırmalardan edinilen
uzunluğundadır, ama iki önemli koluyla bir­ bilgilere göre, Anadolu’daki ilk yerleşmelerin
likte toplam uzunluğu 4.444 kilometreyi bu­ tarihi bundan 10 bin yıl öncesine dayanır.
lur. Bu büyük ırmak Doğu Sibirya’yı geçerek Antalya, İsparta ve Hatay çevresindeki bazı
Büyük Okyanus’a dökülmeden önce SSCB ile mağaralarda bu dönemden kalma duvar re­
Çin arasındaki sınırın bir parçasını oluşturur. simleri bulunmuştur. İÖ 3000 yılında Anado­
Çığırının büyük bölümü küçük teknelerle ula­ lu’daki halklar maden çağını yaşadılar. İÖ
şıma elverişliyse de, ağzı çok sığ olan ve yılın 2000 yıllanna doğru küçük kent devletler
yarısından çoğunda sulan donan Amur Irma­ kurulmaya başladı.
ğı Volga kadar büyük bir ticaret yolu değildir. Anadolu’da bilinen ilk uygarlığın yaratıcısı
200 kadar küçük akarsuyun döküldüğü Hititler’dir. İÖ 1900-1200 yıllan arasında
Amur, bütün kollanyla birlikte 1.844.080 Kızılırmak yayı içindeki topraklarda yaşayan
km2’lik bir alanı akaçlar; böylece dünyadaki Hititler’in bugünkü Boğazköy ve Alaca-
ırmak havzalan içinde onuncu sırayı alır. höyük’teki yerleşmeleri ileri bir uygarlığın
Irmağın kıyılarındaki tek tük yerleşmeler­ izlerini taşır. İÖ 9. yüzyılda Van Gölü çevre­
de, daha çok ormandan kestikleri keresteleri sinde kurulan Urartu Krallığı 300 yıl boyunca
ANADOLU BEYLİKLERİ 243

varlığını sürdürdü. Aynı dönemde Anadolu’ lan akın akın bu bölgeye göç etmeye başla­
nun Ege kıyılarında İyon uygarlığı gelişiyor­ mıştı. Bütün Türkmenler’i yerleştirecek ka­
du. Değişik zamanlarda Yunanistan’dan gele­ dar toprağı olmayan Selçuklu sultanları, Bi­
rek Batı Anadolu’ya yerleşen ve buradaki zans İmparatorluğu’nun egemenliğindeki
yerli halkla kaynaşan İyonlar, günümüze ka­ Anadolu’ya göz diktiler. Çağrı Bey’in yaptığı
dar ulaşan birçok yapıt bıraktılar. seferlerden sonra, oğlu Alp Arslan’ın 1071’de
İÖ 8. yüzyılda Frigler Orta Anadolu’nun Bizans ordularını Malazgirt Ovası’nda bozgu­
yüksek yaylalarını kendilerine yurt seçtiler. na uğratmasıyla Türkler Anadolu’yu yurt
Frigya Krallığı’nın yıkılmasından sonra Lid- edinmeye başladı (bak. A lp A rsla n ; Büyük
yalılar, Gediz ve Küçük Menderes vadilerini Selçuklu D ev l e t î ; M a la zg ir t Sa v a şi ).
içine alan bölgede güçlü bir krallık kurdular. Malazgirt Savaşı’ndan sonra kitleler halin­
Zenginliğiyle ünlü Lidya Kralı Krezüs “Karun de Anadolu’ya yerleşen Türkler bu topraklar­
gibi zengin” deyiminin kaynağıdır. da kimisi kısa, kimisi uzun ömürlü birçok
Anadolu’yu İÖ 550’lerde Persler ele geçir­ devlet kurdular. O yıllarda, özellikle Doğu ve
di. 200 yıl süren Pers egemenliğine İÖ 4. Güneydoğu Anadolu’da kurulan devletlere
yüzyılda Büyük İskender son verdi. Büyük “Birinci Dönem Anadolu Beylikleri” denir.
İskender’den sonra Roma ve Bizans impa­ Aynı dönemde kurulan ve çok güçlü bir
ratorluklarının topraklanna katılan Anadolu’ devlet olarak 1318’e kadar varlığını sürdüren
da, 1071’deki Malazgirt Zaferi’yle 900 yıldır Anadolu Selçuklularının zayıflama ve yıkıl­
süren Türk egemenliği başlamış oldu. Anado­ ma dönemlerinde Anadolu’nun çeşitli yerle­
lu’nun doğal yapısına ve tarihine ilişkin ayrın­ rinde kurulan devletler ise “İkinci Dönem
tılı bilgiyi TÜRKİYE maddesinde bulabilirsiniz. Anadolu Beylikleri” olarak anılır (bak. ANA­
DOLU S elçuklu D evlet İ).
ANADOLU BEYLİKLERİ. Bugünkü İran ve
Afganistan topraklarını kaplayan Horasan’da Birinci Dönem Anadolu Beylikleri
Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulmasından Bu beyliklerden çoğunun kurucusu Alp Ars-
sonra, Türkistan’daki Türkmen (Oğuz) boy­ lan’ın ordusunda görev almış Türkmen beyle-

Edirne
BİZANS İMP.
CANDAROĞULLAI
Wt
Hayrabolu!
o ıııv ıı
— s__^ ^ v • ys
j Kastamonu
y MARm XRm\ | z m j,
lAmasya
"S s m ^ Nlzi sJ* = £ > z fABZON
Tokat

OSMANLI BEYLİĞİ Erzurum


Balıkesir* Eskişehir(
[Ankara

SARuHANOöULLARI
r\ C • Manisa ^
Afyonkarahisar
Kayseri
AYDINOĞULLARI
K A y d ın • | Aksaray « ■
KARAMANLILAR <r Malatya
B m Id o ğ ^ i DULKADIROĞULLARI • D iy a r b a k ıı

turdur İsparta, a k W lTn

ıMAZANOĞULI M ardin •
•KEOĞULLARI Karaman
kAntalya Adana

Alanya
'Antakya

II. Dönem Anadolu Beylikleri (1360)


244 ANADOLU BEYLİKLERİ

riydi. Alp Arslan Anadolu’yu fethetmekle varlığını sürdüren bu beylik 1409’da Karako-
görevlendirdiği bu Türkmen beylerine, ele yunlular tarafından yıkıldı.
geçirdikleri yerleri yurt olarak verdi. Böylece Harput Kolu (1185-1234). Harput ve çevre­
kurulan ve doğudan gelen Türk boylarıyla sinde kurulan bu beyliğe 1234’te Anadolu
giderek güçlenen bu beylikler, Büyük Selçuk­ Selçukluları son verdi.
lu Sultanı Melikşah adına hutbe okuttukları Birinci dönem beyliklerin en uzun ömürlü­
halde bağımsız yönetiliyordu. 13. yüzyılda lerinden biri olan Artuklular özellikle Mar­
Anadolu’nun büyük bölümüne egemen olan din, Diyarbakır, Silvan ve Hasankeyfte gü­
Anadolu Selçukluları bu beyliklerle zaman nümüze kadar ulaşan değerli mimarlık yapıt­
zaman iyi ilişkiler kurmuşsa da, sonunda ları bırakmışlardır.
birçoğunun topraklarına el koymaktan geri
kalmamıştır. Birinci Dönem Anadolu Beylik- Danişmendliler
leri’nin hangi yörede kurulduğu ve hangi Danişmend Gazi olarak anılan Gümüş Tigin
tarihler arasında varlığını koruduğu madde­ Ahmed Gazi, Malazgirt Savaşı’ndan hemen
nin bitimindeki tabloda gösterilmiştir. Bu sonra Amasya, Tokat, Sivas, Niksar, Malatya
yedi beylikten üçü, Artuklular, Danişmendli- ve Yozgat’ta Danişmendliler Beyliği’ni kur­
ler ve Saltuklular Anadolu tarihine yön ver­ du. I. Haçlı Seferi’ne karşı başarıyla savaşma-
meleri açısından öbür beyliklerden daha lan ve Haçlı ordusunu bozguna uğratmalan
önemlidir. Anadolu’daki güçlerini artırdı. Daha sonra
tahta çıkan Emir Gazi de Kastamonu, Anka­
Artuklular ra ve Çankın’yı alarak sınırlarını Bolu’dan
Bu beyliğin kurucuları, Oğuzlar’ın Kayı bo­ Malatya’ya kadar genişletti. 1107’de I. Kılıç
yundan ve Alp Arslan’ın komutanlarından Arslan’ın ölümünden sonra Anadolu Selçuk­
olan Artuk Bey’in oğullarıdır. 1101’de Ana­ lularının iç çatışmalarından yararlanan D a­
dolu’nun güneydoğusundaki Hısn Keyfa (bu­ nişmendliler Anadolu’da üstünlüğü ele geçir­
günkü Hasankeyf), Mardin ve Harput yöre­ diler. Anadolu Selçuklu tahtına I. Mesud’un
sinde üç ayrı devletçik halinde örgütlenen geçmesini sağlayarak uzun süre bu devleti
Artuklular 1409’a kadar varlığını' sürdür­ etkileri altında tuttular. Ne var ki Melik
müştür. Muhammed’in ölümünden sonra başlayan
Hısn Keyfa Kolu (1101-1232). Büyük Sel­ taht kavgalan Danişmendliler’i güçsüz düşür­
çuklu Sultanı Melikşah, hizmetlerine karşılık müştü. Bu fırsattan yararlanan Anadolu Sel­
Artuk Bey’e Filistin topraklarını vermişti. çuklu Sultanı II. Kılıç Arslan 1175’te Daniş-
Ama Artuklu ailesi Fatımiler’in ve Haçlılar’ın mendliler’in varlığına son verdi.
saldırılan karşısında bu topraklarda banna- Tokat, Malatya, Sivas ve Kayseri’yi değerli
mayınca, Artuk Bey’in oğullarından Sökmen, yapılarla zenginleştiren Danişmendliler’in
Hısn Keyfa, Mardin, Harput, Palu ve Siirt Anadolu’nun Türkleşmesinde ve bu toprak­
yöresini ele geçirerek Artuklular’m Hısn Key­ larda İslam dininin benimsenmesinde önemli
fa kolunu kurdu. Selçuklular ve Eyyubiler ile katkıları olmuştur. Kurucuları Danişmend
birçok kez savaşan, dönem dönem Anadolu Gazi’nin yaşamı ve Anadolu’nun fethinde
Selçuklulan’na ve Eyyubiler’e bağlanan bu gösterdiği kahramanlıklar da destanlarla gü­
beylik 1232’de Eyyubiler’ce ortadan kaldı- nümüze kadar yaşatılmıştır.
nldı.
Mardin Kolu (1108-1409). Artuk Bey’in Saltuklular
oğlu İl-Gazi, kardeşi Sökmen’in oğlunu yene­ Alp Arslan, komutanlarından Ebu’l-Kasım’ı
rek Mardin’i ele geçirdi ve bu yörede kendi fethettiği Erzurum ve çevresine bey olarak
beyliğini ilan etti. 1118’de, sonradan beyliğin atadı. 1092’den sonra bağımsız bir devlet
başkenti olacak Diyarbakır’ı topraklarına kat­ haline gelen bu beyliğin adı Ebu’l-Kasım’m
tı; ertesi yıl da Halep’e yaklaşan Haçlılar’ı torunu İzzeddin Saltuk’tan gelir.
bozguna uğrattı. Harezmşahlar’a ve Anadolu Kuzeydoğu Anadolu’daki Kars, Bayburt,
Selçuklularına bağlı olarak 200 yıl daha Oltu, Tortum, İspir ve Tercan yöresini de
ANADOLU BEYLİKLERİ 245

egemenlikleri altına alan Saltuklular Trabzon doğru Anadolu’nun her yanında büyüklü
Rum İmparatorluğu’na ve Gürcüler’e karşı küçüklü birçok bağımsız beylik kurulmuştu.
başarılı savaşlar verdiler. Gürcüler’in Anado­ Ne var ki, içlerinde en güçlüsü olan Osmanlı
lu içlerine ilerlemesini engelleyen bu beylik Beyliği zamanla bütün öbür beylikleri toprak­
Haçlı ordularına karşı Danişmendliler ile larına kattı ve sınırları Anadolu’nun çok
birlikte savaştı. Saltuklular zamanında komşu ötesine taşan Osmanlı İmparatorluğu’na dö­
ülkelerden gelen tüccarların uğrak yeri olan nüştü (bak. O s m a n l i İ m p a r a t o r l u ğ u ).
Erzurum ekonomik yönden gelişti ve birbirin­ Osmanoğulları’nca tarih sahnesinden sili­
den güzel yapılarla donandı. Saltuklular’ın nen İkinci Dönem Anadolu Beylikleri mad­
egemenliğine Anadolu Selçukluları son verdi. denin sonundaki tabloda topluca gösterilmiş­
tir. Bunlardan altısı, Osmanlı Beyliği’nden
BİRİNCİ DÖNEM ANADOLU BEYLİKLERİ sonra en güçlü devlet olarak Anadolu tarihin­
Beyliğin Adı Kuruluş ve Toprakları
de önemli rol oynadıkları için aşağıda ayrıca
Yıkılış Tarihi anlatılmıştır.
Ahlatşahlar 1100-1207 Ahlat
Artuklular 1101-1409 Mardin, Hasankeyf, Aydınoğulları
Palu, Siirt, Diyarbakır,
Harput, Silvan Germiyanoğulları’nın subaşısı (ordu komuta­
Danişmendliler 1071-1175 Amasya, Tokat, Sivas, nı) Aydınoğlu Mehmed Bey, Bizans’tan aldığı
Malatya, Yozgat,
Ankara, Çankırı,
Selçuk ve Tire çevresinde 1308’de kendi adına
Kastamonu, Kayseri bir beylik kurdu. Birgi’yi başkent yapan
Dilmaçoğulları 1085-1394 Bitlis, Erzen Mehmed Bey sonradan Ödemiş, Sultanhisar
İnaloğulları 1096-1183 Diyarbakır
Mengücükler 1072-1277 Erzincan, Kemah, ve İzmir’i de topraklarına katarak beyliğini
Divriği genişletti. Ayrıca Selçuk’ta bir donanma ku­
Saltuklular 1092-1202 Erzurum, Kars,
Bayburt, Oltu, Tortum,
rarak Sakız, Bozcaada, Eğriboz, Mora ve
İspir Rumeli kıyılarına akınlar düzenledi.
1334’te Mehmed Bey ölünce beyliğin başı­
İkinci Dönem Anadolu Beylikleri na oğlu Umur Bey geçti. Denizciliğe önem
Anadolu Selçukluları, Anadolu’ya gelen veren Umur Bey Selçuk ve İzmir’deki tersa­
Türkmen beylerini aşiretleriyle birlikte Bi­ neleriyle donanmasını güçlendirdi. Aydın-
zans ve Kilikya sınırlarına yerleştirmişti. Böy­ oğullan’nın donanması artık Ege için büyük
lece bu uç bölgelerin yönetimini ve sınırların bir tehlike olmaya başlamıştı. Alaşehir’i de
koruyuculuğunu uçbeylerine bırakmıştı. Ana­ topraklarına katan Umur Bey’in giderek güç­
dolu Selçuklularının 1243’teki Kösedağ Sava- lenmesi karşısında Haçlılar önlem alma gere-
şı’nda Moğollar’a yenilmesi bu devletin Türk- A R T L lN K
menler üzerindeki gücünü sarstı. Ardından
Selçuklular Moğol egemenliğine boyun eğin­
ce Anadolu’da Moğollar’a karşı mücadeleyi
Türkmenler üstlendi. Aynca bazı uçbeyleri
Anadolu Selçuklularının İznik Rum Krallı-
ğı’yla yapmış oldukları anlaşmalan bozarak
batıya doğru ilerlediler ve ele geçirdikleri
kentlerde küçük beylikler kurdular.
Başlangıçta Batı Moğolları, İlhanlılar’ın saldı­
rılarından korunmak için bu devletin egemen­
liğini tanımış ve her yıl belirli bir vergi
ödemeyi kabul etmişti. 13. yüzyılın sonlarına
doğru Anadolu’da Moğol baskısının azalması
ve 14. yüzyılın başlarında İlhanlılar’m Müslü­
Selçuk'taki İsa Bey Camisi A ydınoğulları'ndan
man olması üzerine bazı beylikler bağımsız­ kalm adırve büyük mekânlı anıtsal yapıların ilk
lıklarını kazandılar. 14. yüzyılın ortalarına örneklerinden biridir.
246 ANADOLU BEYLİKLERİ

ğini duydu. Venedik, Ceneviz, Rodos Şöval­ Candaroğullan’mn sınırlan içindeki Kasta­
yeleri ve Kibns Krallığı’nın donanmaları birle- monu, Sinop, Küre, Çankın gibi kentler
şerek İzmir’e saldırdı. Haçlı kuvvetlerinin ilk değerli yapılarla donandı. Sinop ve Samsun
saldırılarını püskürten Aydınoğullan ikinci limanlan önemli birer ticaret merkezi duru­
saldırıda aynı başarıyı gösteremedi ve İzmir’i muna geldi. Aynca Sinop’ta büyük bir tersa­
ele geçiren Haçlılar Türk donanmasını yak­ ne kuruldu.
tılar.
Umur Bey’in 1348’de ölmesinden sonra Germiyanoğulları
eski gücünü yitiren Aydınoğullan denizden Bu beylik, Kütahya, Kula, Simav Gölü ve
Haçlılar’ın, karadan da Osmanlılar’ın baskısı Denizli çevresinde yerleşmiş olan Germiyanlı
altında kaldı. 1390’da başa geçen İsa Bey Türkmen aşiretince 1300’de kuruldu. Başlan­
Yıldırım Bayezid ile anlaştı ve Tire’de otur­ gıçta İlhanlılar’ın egemenliğini tanıyan beylik
mak koşuluyla topraklarını Osmanlılar’a bı­ Yakub Bey zamanında bağımsızlığını kazan­
raktı (bak. Y ild irim B a y e z Id ). Ama Ankara dı. Ardından Bizans’ı da vergiye bağlayan
Savaşı’nda Yıldırım Bayezid’i yenen Timur Germiyanoğullan Anadolu’nun en güçlü bey­
Aydınoğulları’na topraklannı geri verdi. Yıl- liklerinden biri oldu.
dınm Bayezid’in oğulları arasındaki taht kav- Kayseri yöresindeki Karamanoğulları’nın
galanndan yararlanarak bir süre daha ayakta güçlenmesi üzerine OsmanlIlar ile dostluk iliş­
kalan Aydınoğullan Beyliği 1426’da II. Mu- kilerini güçlendirme yollannı arayan Ger-
rad tarafından kesin olarak Osmanlı toprakla­ miyanoğullan’ndan Süleyman Şah kızını Yıl-
nna katıldı. dınm Bayezid ile evlendirdi. Simav, Emet ve
Tavşanlı çevresindeki topraklannı da çeyiz
Candaroğulları olarak Osmanlılar’a verdi. Ama Süleyman
Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Me- Şah’tan sonra tahta çıkan II. Yakub Bey bu
sud, tahta çıkmasına yardımcı olan Şemsed- topraklan geri almak isteyince, 1390’da Ger­
din Yaman Candar’a Kastamonu çevresinde­ miyanoğullan üzerine yürüyen Yıldınm Ba­
ki topraklan vermişti. 1292’de bu bölgede yezid bu beyliği ele geçirdi.
kurulan Candaroğullan Moğollar’m Anado­ Timur, 1402’deki Ankara Savaşı’ndan son­
lu’dan çekilmesinden sonra bağımsız bir bey­ ra Germiyanoğullan’mn topraklannı kendile­
lik haline geldi. Yaman Candar’dan sonra bey rine geri verince beylik yeniden toparlanmaya
olan Süleyman Paşa zamanında Sinop, Çankı- başladı. Yıldınm Bayezid’in oğullan arasın­
n ve Safranbolu alındı. Ama daha sonra çıkan daki taht kavgasında Çelebi Mehmed’i tutan
taht kavgalan nedeniyle beyliğin toprakları II. Yakub Bey OsmanlIlar ile dostça geçindi
ikiye bölündü. Önce Osmanlılar’ın egemenli­ ve ölümünden sonra ülkesinin Osmanlı top­
ğini tanıyan, sonra Kadı Burhaneddin ile raklanna katılmasını vasiyet etti. Böylece,
birleşerek Osmanlılar’a başkaldıran Kasta­ 1429’da bu sultanın ölümü üzerine Germi­
monu kolunu 1392’de Yıldınm Bayezid orta­ yanoğullan Beyliği tarihten silinmiş oldu.
dan kaldırdı. Sinop kolunun başında bulunan
Candaroğlu İsfendiyar Bey ise Yıldınm Baye­ Hamidoğulları
zid’in egemenliğini tanıdığı için beyliğin ba­ 13. yüzyılın başlarında İsparta, Eğridir, Yal­
şında kaldı. Ankara Savaşı’ndan sonra beyli­ vaç ve Uluborlu yöresini fetheden Selçuklu­
ğin eski topraklarını da ele geçirdi. lar, Hamid Bey’in önderliğindeki Türkmen
Çelebi Sultan Mehmed’in yeniden Anadolu boylannı buraya yerleştirerek bir uçbeyliği
birliğini kurması üzerine Candaroğullan Os­ kurmuşlardı. Yaklaşık 100 yıl sonra Hamid
manlI egemenliğini tanıyarak bu devletle Bey’in torunu Dündar Bey Selçuklular’ın za­
dostça geçindi. 50 yılı aşkın bir süre tahtta yıflamasından yararlanarak 1301’de bağımsız­
kalan İsfendiyar Bey’in adıyla, İsfendiyar- lığını ilan etti. Önce Uluborlu’yu, sonra Eğri-
oğullan olarak da anılan bu beylik 1460’ta Fa­ dir’i başkent yapan Dündar Bey Gölhisar, Kor­
tih Sultan Mehmed tarafından Osmanlı top­ kuteli ve Antalya’yı alarak sınırlannı genişletti;
raklarına katıldı. Antalya yöresini de kardeşi Yunus’a bırak­
ANADOLU BEYLİKLERİ 247

tı. Başlangıçta İlhanlılar’m egemenliğini tanı­ Karamanoğulları


yarak bu güçlü devletle iyi ilişkiler kurmuştu. Moğollar’dan kaçarak Anadolu’ya gelen
Ama sonradan İlhanlılar ile anlaşmazlığa dü­ Oğuzlar’ın Avşar boyundan olan Karaman
şen Dündar Bey’in 1324’te yenilerek öldürül­ oymağını Selçuklular Mut, Gülnar ve Erme­
mesi üzerine Hamidoğullan Beyliği ikiye ay­ nek yöresine yerleştirmişlerdi. Karamanoğul-
rıldı ve bir kolu Eğridir’de, öbürü Antalya’da lan Beyliği sonradan İç-il (İçel) adını alan bu
varlığını sürdürdü. bölgede Karaman oymağınca kuruldu.
Hamidoğullan’mn Eğridir kolu Eşrefoğul- 1256’da bu oymağın başına geçen Keri-
lan’nın topraklarından bir bölümünü alarak muddin Karaman Anadolu Selçuklularının
sınırlarını genişletti. Osmanlılar ile Kara- zayıflamasından yararlanarak topraklarım ge­
manoğullan’nm baskısı altında kalan beylik nişletti. Bu arada Selçuklular’ın başkenti Kon­
Seydişehir ve Akşehir gibi birtakım kentleri ya’yı almaya çalıştıysa da yenilerek öldürül­
Osmanlılar’a satmak zorunda kaldı. 1391’de dü. Onun yerine geçen Mehmed Bey Moğol­
de bütün toprakları Osmanlılar ve Kara- lar’a karşı başarılı savaşlar verdi ve Konya’yı
manoğullan arasında paylaşıldı. kısa bir süre için ele geçirdi. Konya’da bulun­
Hamidoğullan’mn Antalya kolu Teke yöre­ duğu sırada ilk kez Türkçe’yi resmi dil olarak
sinde kurulduğu için Tekeoğulları adıyla da ilan etti. Moğol ve Selçuklu ordusuna yenile­
bilinir. Bu beylik de sürekli olarak Osmanlı- rek yaşamını yitiren Mehmed Bey’in ardından
lar’ın ve Karamanoğullan’nın baskısı altınday­ başa geçen beyler Moğollar ile sürekli savaştı­
dı. Bir süre Kıbrıs Krallığı’nca işgal edilen lar. Birkaç kez Konya’yı işgal ettilerse de bu
Antalya’yı 1392’de Yıldırım Bayezid Teke- kentte tutunamadılar. Ancak İlhanlılar’ın
oğullan’ndan alarak beyliğe son verdi. Ankara Anadolu’dan çekilmesinden sonra Konya’yı
Savaşı’ndan sonra yeniden kurulan bu küçük alarak başkent yapan Karamanoğulları gide-
devlet egemenliğini ancak 1423’e kadar sür-
Anadolu Yayıncılık Arşivi
dürebildi ve o tarihten sonra topraklarımın tü­
mü Osmanlılar’a geçti.
Hamidoğulları’mn uzun süre ayakta kala­
bilmesinde en önemli etken, Antalya gibi iş­
lek bir limana sahip olarak Anadolu’nun tica­
ret yaşamında üstünlük sağlayabilmeleridir.

Kadı Burhaneddin Devleti


Orta Anadolu, 1343-81 yıllan arasında Eretna
Devleti’nin egemenliğindeydi. Bu devletin
vezirlerinden Kadı Burhaneddin, Eretna
Hükümdarı II. Mehmed’in ölümü üzerine
tahta çıkarak 1381’de kendi adına bir devlet
kurdu. Kısa sürede güçlenerek Kayseri ve Si­
vas’ın yanı sıra kuzeyde Samsun, doğuda Er­
zincan kentlerini topraklanna kattı. Batıda An­
kara yakınlarına kadar uzanarak Osmanlılar
ile üstünlük mücadelesine giren Kadı Burha-
neddin’in gücünden kaygılanan Yıldırım Ba­
yezid bu devletin üzerine bir prdu gönderdi,
ama kuvvetleri bozguna uğratıldı. Başanlı bir
komutan ve iyi bir devlet adamı olan Kadı
Burhaneddin aynı zamanda şair ve bilgindi.
1391’de Akkoyunlu Sultanı Kara Yülük Os­ Konya'nın Karaman kentindeki Alaeddin Kümbeti,
man Bey tarafından bir çatışmada öldürülün­ Anadolu Beylikleri döneminin mezar anıtlarına bir
ce devleti de parçalanarak tarihten silindi. örnektir.
248 ANADOLU BEYLİKLERİ

rek çok güçlü bir beylik haline geldi. Sınırları


genişledikçe, Germiyanoğullan’mn ve Hamid- İKİNCİ DONEM ANADOLU BEYLİKLERİ
oğullan’nın topraklannı alan Osmanlılar ile Beyliğin Adı Kuruluş ve Toprakları
komşu oldular. Osmanlılar’ın güçlenmesi Ka- Yıkılış Tarihi
ramanoğullan’nı tedirgin ediyordu. Böylece Alaiye Beyleri 1293-1471 Alanya
Aydınoğullan 1308-1426 Aydın, Selçuk, Birgi,
iki devlet arasında uzun bir mücadele başladı. Tire, Ödemiş, İzmir
Karamanoğullan Osmanlılar’a karşı Akko- Candaroğullan 1292-1460 Kastamonu, Sinop,
Çankırı, Safranbolu
yunlular’m ve Timurlular’ın yanı sıra Avrupa Çobanoğulları 1227-1309 Kastamonu
devletleriyle de işbirliği yaptılar. Yıldınm Ba­ Dulkadıroğulları 1337-1521 Maraş, Antep, Malatya
yezid Rumeli’de Haçlılar ile savaşırken, öbür Eretna Devleti 1343-1381 Kayseri, Sivas,
Malatya, Samsun,
Anadolu beyliklerini de kışkırtarak Osmanlı- Tokat, Amasya,
lar’a saldırdılar. Bunun üzerine Yıldırım Ba­ Erzincan
Eşrefoğulları 1284-1326 Beyşehir, Seydişehir,
yezid 1390’da Karamanoğullan’mn üzerine Bolvadin, Ilgın, Akşehir
yürüdü ve Konya’yı alarak bu güçlü beyliğin Germiyanoğulları 1300-1429 Kütahya, Denizli
egemenliğine son verdi. Hamidoğulları 1301-1423 İsparta, Burdur,
Antalya, Eğridir, Yalvaç
Ankara Savaşı’ndan sonra topraklarını geri İnançoğulları 1261-1368 Denizli
alarak beyliklerini yeniden kuran Karaman­ Kadı Burhaneddin 1381-1398 Kayseri, Sivas,
Devleti Samsun, Erzincan
oğullan Osmanlılar ile savaşmayı sürdürdüyse Karamanoğullan 1256-1466 Konya, İçel, Mut,
de, Fatih Sultan Mehmed 1466’da kesin ola­ Gülnar, Akşehir
rak bu beyliği ortadan kaldırdı. Karesioğulları 1297-1360 Balıkesir, Çanakkale
Menteşeoğulları 1282-1451 Muğla, Milas
Osmanoğulları 1299-1923 Bilecik, Söğüt
Beyliklerin Devlet Yapısı ve Ordu Düzeni (Osmanlı Beyliği) (ilk yerleşme)
Ramazanoğulları 1352-1610 Adana
Anadolu beyliklerinin ilk örgütlenmesi aşiret Sahibataoğulları 1275-1341 Afyonkarahisar
yapısındaydı. Anadolu Selçuklu sultanları bu Saruhanoğulları 1302-1410 Manisa, Alaşehir,
aşiretleri özellikle Bizans sınırına yerleştir­ Kemalpaşa, Bergama
Taceddinoğulları 1348-1428 Niksar, Bafra, Ordu
mişler ve bu topraklan aşiret beylerine ikta Tekeoğulları 1321-1423 Antalya
(tımar) olarak vermişlerdi. İkta sisteminde,
Türkmen beyleri kendilerine verilen toprağa atlılanndan oluşurdu. Savaş sırasında ordu üç
yerleşiyor, buna karşılık Selçuklu sultanı için kola ayrılır, merkez kuvvetlere Ulu Bey, sağ
50’den az olmamak koşuluyla asker besliyor­ ve sol kollara da oğullan ya da kardeşleri ko­
lardı. Toprak gene Selçuklu sultanının mül­ muta ederdi. Ayrıca ordunun önünde öncü,
küydü, ama kaldırılan ürün beylerin oluyor­ ardında yedek kuvvetler bulunurdu. Kullanı­
du. İkta yoluyla sınır bölgelerine yerleştiril­ lan başlıca silahlar ok, yay, kılıç, kargı, han­
miş olan beyler sonradan bağımsızlıklannı çer, balta, gürz ve mancınıktı.
ilan ettiklerinde Selçuklu devlet yapısını ken­
dilerine örnek aldılar. Ekonomik ve Toplumsal Yaşam
Bu beyliklerde devlet yönetici ailenin ma­ Anadolu beyliklerinin toprakları Selçuklu­
lı sayılır, bu ailenin en yaşlı ya da etkili kişisi­ lardaki gibi ikta, vakıf ve mülk olarak
ne Ulu Bey denirdi. Ulu Bey devlet merkezin­ üçe aynlmıştı. Devlet bazı toprakların vergi
de oturur, vilayetlerin yönetimini ise çocukla- gelirini hizmetlerine karşılık belirli bir kişiye
nna ya da kardeşlerine bırakırdı. Devlet yö­ ya da bir vakfa bırakırdı. Köylüler işleyecek­
netiminden sorumlu olan kurul, vezirin baş­ leri toprağın geçici tapusunu bu kişiden ya da
kanlığında toplanan Divan’dı {bak. DİV A N ). vakıftan alır, vergisini de devlet hâzinesine
Vilayetlerin yönetiminden ise valiler, hukuk değil o kişiye ya da vakfa öderlerdi. Hiçbir
işlerine bakan kadılar ve askerlik ile güvenlik köylü ekip biçmekle yükümlü olduğu toprağı
işlerini yürüten subaşılar sorumluydu. Devle­ bırakıp bir başkasının toprağına gidemezdi.
tin parası (sikke) Ulu Bey adına basılırdı. Kent ve kasabalarda mülk sahibi olanlar köy­
Anadolu beyliklerinin ordusu, Ulu Bey’in lülere oranla daha özgürdüler. Her zanaat da­
atlı ve yaya hassa birlikleri, ikta verilmiş bey­ lı ayrı bir Ahi birliğine bağlanarak kendi için­
lerin yetiştirdiği askerler ve çeri denen aşiret de örgütlenmişti (bak. AHİLİK).
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ 249

Ekonominin temeli tarıma dayalıydı. İklim Niğde’deki Ak Medrese Karamanoğullan’n-


koşullarına bağlı olarak çeşitli bölgelerde ta­ dan, Afyonkarahisar’daki Kubbeli Cami ve
hıl, meyve ve pamuk yetiştiriliyor, hayvancı­ Kütahya’daki Vacidiye (Demirkapı) Medre­
lık yapılıyordu. Anadolu Selçukluları gibi sesi Germiyanoğullan’ndan, Beyşehir’deki
Anadolu beylikleri de ticaretin canlandırılma­ Eşrefoğlu Süleyman Bey Camisi ve Medresesi
sına ve güvenlik içinde sürdürülmesine özen Eşrefoğulları’ndan, Eğridir’deki Dündar Bey
göstermişlerdir. Örneğin Kadı Burhaneddin, Medresesi Hamidoğulları’ndan, Safranbolu’
paraya çok gereksinim duyduğu bir dönemde daki Gazi Süleyman Paşa Camisi Candar-
zengin bir tüccarın mallarına el koyma öneri­ oğullan’ndan, Birgi’deki Aydınoğlu Mehmed
sini hiç düşünmeden geri çevirmişti. O dö­ Bey Camisi ve Medresesi ile Selçuk’ta salt
nemde Karadeniz kıyısındaki Sinop, Trabzon mermerden yapılmış İsa Bey Camisi ve İma­
ve Samsun, Ege’deki Foça, İzmir, Selçuk ve reti Aydınoğullan’ndan, Manisa’daki Uluca-
Balat ile Akdeniz’deki Antalya ve Yumurta­ mi Saruhanoğulları’ndan ve Kayseri’deki Ha­
lık limanları iç ve dış ticaretin en önemli mer­ tuniye Medresesi Dulkadıroğullan’ndan gü­
kezleriydi. Ayrıca Kayseri ve Konya, özellik­ nümüze ulaşmış en önemli mimarlık örnekle­
le de bütün kervan yollarının kavşak nokta­ ridir.
sında bulunan Sivas önemli pazarlar olarak
gelişmişti. Dışarıya satılan malların başında ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ Kutal-
her çeşit kumaş, halı, kilim, ipek ve pamuk mışoğlu Süleyman Şah tarafından 1075’te
geliyordu. Anadolu’da dokunan kilim ve halı­ kuruldu. 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan
lara Avrupa’da çok değer veriliyordu. Kütah­ sonra Türkler’in yerleşmeye başladığı Anado­
ya, Amasya ve Bayburt çevresinden çıkarı­ lu toprakları, 1318’e kadar varlığını sürdüren
lan gümüşün büyük bölümü de dışarıya satılı­ Anadolu Selçuklu Devleti’nin egemenliğinde
yordu. bir Türk yurdu haline geldi.
Süleyman Şah, babası Kutalmış’ın Alp Ars­
Bilim ve Sanat lan ile giriştiği taht mücadelesinde yenilerek
Ekonomideki canlılık bilim ve kültüre de yan­ öldürülmesi üzerine kardeşleriyle birlikte
sımıştı. Bu dönemde özellikle Konya, Kayseri 1064’te Diyarbakır-Urfa yöresine sürülmüştü.
ve Kastamonu birer bilim merkezi olarak ün Alp Arslan’ın ölümünden sonra çıkan karışık­
kazanmıştı. Bütün bilimler arasında en çok tıb­ lıklardan yararlanarak Anadolu’nun içlerine
ba önem veriliyordu. 14. yüzyıl İslam dünya­ girdi ve Konya’yı alarak batıya doğru ilerledi.
sının en büyük hekimlerinden biri sayılan Ha­ 1075’te İznik’i ele geçirince Anadolu Selçuklu
cı Paşa gibi tıp bilginleri bu alanda yapıtlar Devleti’ni kurdu; İznik’i de başkent yaptı.
verdiler. Başta Yunus Emre olmak üzere Böylece Bizans’ın sınır komşusu olan Sü­
Gülşehirli Şeyh Ahmed, Âşık Paşa, oğlu Ulu leyman Şah bir süre sonra bu devletin taht
Arif Çelebi, Bahaeddin Sultan Veled, Ah­ kavgalanna karışmaya başladı. 1078’de Bo-
med Eflaki gibi şair ve yazarlar da Anadolu taniates’in tahta çıkmasına yardımcı olduğu
beylikleri döneminde yetişmiştir. Bunlardan için karşılığında Batı Anadolu’yu aldı. Ana­
Yunus Emre’nin çağları aşan derinliği ve yü­ dolu Selçuklulan’mn güçlenmesi Büyük Sel­
celiği o dönemdeki kültür düzeyinin ne kadar çuklu Sultanı Melikşah’ı tedirgin ediyordu.
yüksek olduğunu gösterir (bak. Y unus E m re ). 1078’de ordusunu Süleyman Şah’ın üzerine
Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmasın­ gönderdiyse de Anadolu Selçukluları’nı yen­
dan sonra kurulan küçük beyliklerin her biri meyi başaramadı. Anadolu’daki egemenliğini
zamanla mimarlıkta ayrı bir üslup geliştirdi. ve gücünü giderek artıran Süleyman Şah
Selçuklular döneminde gezici olan mimar ve Bizans’taki taht kavgalarından yararlanarak
ustalar beylikler döneminde beylerin yanma devletinin sınırlarını genişletti. Bizans 1081’de
yerleştiler. Osmanlılar zamanında doruğuna yapılan bir antlaşmayla Maltepe’yi sınır
ulaşan büyük mekânlı yapıların temeli de bu olarak kabul etmiş, böylece Anadolu’yu Süley­
dönemde atıldı. Karaman’da Melek (Nefise) man Şah’a bırakmıştı. Bunun üzerine Abba­
Sultan’m yaptırdığı Hatuniye Medresesi ile si halifesi de aynı tarihte Süleyman Şah’ın
250 ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

BULGAR
KRALLIĞI
AVRUPA)

Kastemom

Çankırı 'Amasya

C İ / ’ Errurum
Kosedağ

Bergama
Malazgirt
İMPARATORLU!
Kayseri,
Aksaray Malatya S Diyarbakır

Mardin
Karaman
Antalya
Mersini

Silifke

Anadolu Selçuklu Devleti (1243)

hükümdarlığını tanıdı. Daha sonra Güney ve Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın ölü­
Güneydoğu Anadolu’ya yönelen I. Süleyman münden sonraki karışıklıklardan yararlanarak
Şah 1082’de Adana ve Tarsus kentleriyle tutsaklıktan kurtulan Kılıç Arslan 1092’de
birlikte bütün Kilikya’yı ele geçirdi; 1084’te Anadolu Selçuklu tahtına oturdu. I. Kılıç
Antakya’yı aldı. Anadolu Selçuklularının ya­ Arslan’ın ilk işi Bizanslılar’ı Marmara kıyıla­
yılmasını önlemek isteyen Musul Emiri Müs­ rından uzaklaştırmak oldu. Ardından Bizans
lim, Süleyman Şah’m üzerine yürüdüğünde ile anlaşarak, İzmir yöresinde giderek güçle­
yalnızca savaşı değil yaşamını da yitirdi. Bu nen Çaka Bey’i ortadan kaldırdı. Batı sınırla­
zaferden sonra Süleyman Şah, Büyük Selçuk­ rını böylece güven altına aldıktan sonra doğu­
lu Sultanı Melikşah’ın kardeşi ve Suriye meli­ ya yöneldi. 1096’da Malatya’yı kuşattı, ama
ki olan Tutuş’un topraklarındaki Halep’e Haçlı ordularının İznik kapılarına dayandığını
yöneldi. Ama 1086’da Tutuş’un ordusuna haber alınca geri döndü. Haçlılar karşısında
yenilerek yaşamını yitirdi. Oğulları Kılıç Ars­ yenilgiye uğrayan Kılıç Arslan İç Anadolu’ya
lan ile Kulan Arslan da tutsak düştüler. çekilmek zorunda kaldı ve Konya’yı başkent
Süleyman Şah doğu seferine çıkarken yeri­ yaptı (bak. H açli SEFERLERİ). Bu durumdan
ne Ebu’l-Kasım’ı bırakmıştı. Melikşah, Sü­ yararlanan Bizans İznik’i alınca, iki devlet
leyman Şah’m ölümünden sonra Anadolu arasındaki sınır Antalya-Eskişehir çizgisine
Selçuklulan’nı denetim altına alabilmek umu­ doğru geriledi.
duyla Porsuk Bey komutasındaki bir orduyu I. Kılıç Arslan Haçlılar karşısındaki yenilgi­
İznik üzerine gönderdi. Ama Bizans ile anla­ nin sarsıntılarından kurtulmaya çalışırken,
şan Ebu’l-Kasım’ın direnmesi karşısında Por­ Danişmend Gazi 1100’de Haçlılar’ı ağır bir
suk Bey’in kuvvetleri geri çekilmek zorunda yenilgiye uğrattı. Bunun üzerine ertesi yıl
kaldı. Anadolu’ya ikinci bir Haçlı ordusu gönderil-
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ 251

di. Anadolu beyleriyle birleşen I. Kılıç Arslan 1142’de Danişmendli Mehmed Bey’in ölümü
bu kez Haçlı ordusunu bozguna uğrattı. Ama üzerine çıkan taht kavgalarından yararlana­
zaferden hemen sonra Türk devletleri arasın­ rak Anadolu’da yeniden üstünlük sağladı.
daki birlik bozuldu. Danişmendliler’in Malat­ 1146’da Konya önlerinde Bizans ordusunu
ya’yı, I. Kılıç Arslan’m da Elbistan’ı alması yendi ve Anadolu’ya düzenlenen II. Haçlı
üzerine iki devlet arasında savaş başladı. I. Seferi’nin kuvvetlerini bozguna uğrattı. Bu
Kılıç Arslan’ın Danişmendliler’i yenmesiyle zaferler Anadolu Selçuklu Devleti’nin gücünü
Anadolu’da egemenlik kesin olarak Anadolu artırdı.
Selçuklulan’mn eline geçti. I. Mesud ölmeden önce ülkesini üç oğlu
Doğu illerini ele geçirerek Büyük Selçuklu arasında paylaştırmış ve tahtını II. Kılıç Ars-
Devleti ile komşu olan I. Kılıç Arslan, bu lan’a bırakmıştı. Ama onun ölümünden he­
devletin iç karışıklıklarından yararlanarak men sonra oğulları arasında taht kavgaları
Büyük Selçuklu tahtına göz dikti. Bu amaçla başladı. Bundan yararlanmak isteyen Daniş­
1107’de Musul’a girdi ve üzerine gönderilen mendliler, BizanslIlar, Musul Atabeyi Nured-
Büyük Selçuklu ordusuyla Habur Suyu kıyı­ din Mahmud Zengi ve Ermeni Derebeyi
sında karşılaştı. Ama beklediği destek güçle­ Toros birleşerek Anadolu Selçuklu Devleti’ni
rin gelmemesi ve bazı komutanlarının kendi­ dört yandan kuşattılar. Güç durumda kalan
sine ihanet etmesi üzerine yenildi. Atıyla II. Kılıç Arslan bütün düşmanlarıyla aynı
Habur Suyu’nu geçmeye çalışırken boğulan I. anda baş edemeyeceğinin farkındaydı. Daniş-
Kılıç Arslan’m genç yaşta ölümüyle Anado­ mendliler’e yenilmiş, doğuda ve batıda toprak
lu’da yeni bir bunalım dönemi başladı. So­ yitirmişti. Bunun için önce Bizans ile barışı sağ­
nunda üstünlük Danişmendliler’in eline geçti lamanın yollarım aradı ve İstanbul’da üç ay
(bak. A n a d o lu B e y lik l e r i) . kalarak bir antlaşma imzaladı. Daha sonra
Bir süre boş kalan Anadolu Selçuklu tahtı­ kardeşi Şahin Şah ile Danişmendliler’in birle­
na 1110’da I. Kılıç Arslan’m oğlu Şahin Şah şik ordularını yenilgiye uğratarak 1175’te
oturdu. Kardeşi Mesud ile iktidar kavgasıyla Danişmendliler’in varlığına son verdi.
geçen altı yıldan sonra tahtı Danişmendli­ Anadolu Selçuklularının Anadolu’da birli­
ler’in desteklediği I. Mesud’a bıraktı. ği sağlayarak güçlenmesi Bizans’ı tedirgin
I. Mesud yitirilen toprakları geri almak için etmeye başlamıştı. Öte yandan Bizans sınırla­
Antalya, Batı Anadolu ve Marmara çevresine rına yığılmış olan Türkmenler bu devletin
sürekli akınlar düzenledi. Bir süre Daniş­ topraklarına sürekli akınlar düzenliyorlardı.
mendliler’in gölgesinde kalan bu sultan, Bu akınlan ve Danişmendliler’den alınan bazı
Fikret Adanır
kalelerin kendilerine verilmemesini bahane
eden Bizans büyük bir orduyla Anadolu’ya
yürüdü. II. Kılıç Arslan 1176’da Sandıklı ile
Dinar’ın doğusunda Miryokefalon denen bir
vadide Bizans ordusunu pusuya düşürerek
bozguna uğrattı. Banş isteyen Bizans impara­
toru Eskişehir’deki askeri üslerini kaldırmayı
ve yüklü bir tazminat ödemeyi kabul etti.
Malazgirt’ten sonra Miryokefalon’da ikinci
kez büyük bir yenilgiye uğrayan Bizans artık
Türkler’i Anadolu’dan çıkartabileceği umu­
dunu tümüyle yitirdi. O tarihten sonra sürekli
savunmaya geçerek elinde kalan son toprak­
lan korumaya çalıştı.
II. Kılıç Arslan Miryokefalon Savaşı’ndan
Konya'daki Alaeddin Camisi Anadolu sonra doğuya yönelerek Malatya’yı aldı, ar­
Selçukluları'ndan kalma en eski yapılardan biridirve
gerek mimarisinin görkemi, gerek iç süslemelerinin dından batıya doğru ilerledi. Ege ve Marmara
zenginliğiyle göz alır. kıyılanna kadar uzanarak birçok kaleyi ele
252 ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

edip yağmaladıkları İstanbul’dan kaçan Bi­


zanslI bir ailenin Karadeniz kıyısında kurduğu
Trabzon Rum İmparatorluğu Karadeniz’deki
ticaret yollarını kesmişti. Boşalan tahta ikinci
kez çıkan I. Gıyaseddin Keyhüsrev Trabzon’a
bir sefer düzenleyerek bu yolu yeniden Ana­
dolu Selçukluları’na açtı. Daha sonra Avrupa
ve Mısır’a yönelik ticaretin önemli liman
kentlerinden biri olan Antalya’yı aldı. Rusya
ile Mısır arasındaki ticaretin Anadolu üzerin­
den yapılması devlete ve tüccarlara büyük bir
gelir sağlıyordu.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki girişim­
leriyle Anadolu birliğini güçlendiren I. Gıya-
seddin Keyhüsrev, siyasal örgütlenmede bü­
yük bir yenilik yaparak Anadolu Selçuklula­
rımda merkezi devlet yönetimini başlattı. O
tarihten sonra şehzadeler merkezi yönetime
bağlı birer vali durumuna getirilerek devletin
bölünmüşlüğüne son verildi.
I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ölümü üzerine
Selçuklu devlet adamlarının kararıyla 1211’de
tahta I. İzzeddin Keykavus geçti. Yeni sulta­
nın ilk işi Anadolu’da ticareti canlandırmak
için birtakım önlemler almak oldu. Bu amaçla
önce Kıbrıs kralı ile bir anlaşma yaptı ve her
Anadolu Yayıncılık Arşivi
iki ülkenin tüccarlarının birbirlerinin toprak­
Konya'daki İnce Minareli Medrese'nin görkemli
cephesi zengin taş işçiliğiyle süslenmiştir. lanna serbestçe girip çıkmalarını sağladı. A r­
dından Sinop’u alarak Anadolu Selçukluları’
geçirdi. Ama artık iyice yaşlanmıştı. Bu yüz­ na Karadeniz kıyılarında da önemli bir dış
den 1186’da ülkesini 11 oğlu arasında paylaş­ ticaret limanı kazandırdı. Daha sonra, güney
tırarak bu bölgelerin yönetimini oğullarına ticaret yolunu engelleyen Ermeni derebeyinin
bıraktı. Kendisi sultan olarak Konya’da otu­ üzerine yürüdü ve Ermeniler’i yenerek Suriye
ruyordu. Ne var ki, çok geçmeden oğulları ticaret yolunu açtı. Böylece Anadolu, doğu-
arasında veliahtlık kavgaları başladı. Bu sıra­ Anadolu Yayıncılık Arşivi

da Anadolu’ya giren III. Haçlı Seferi orduları


da Konya’yı kısa bir süre işgal ederek Filis­
tin’e geçti.
1192’de II. Kılıç Arslan’ın ölümünden son­
ra oğullarından I. Gıyaseddin Keyhüsrev tah­
ta çıktıysa da, 1196’da yerini ağabeyi II.
Süleyman Şah’a bırakmak zorunda kaldı.
Ülke içinde birliği sağlayan II. Süleyman Şah
Menderes havzasını ele geçirdi ve Erzurum’u
alarak Saltuklular’ın varlığına son verdi.
1204’te hastalanarak öldüğünde Anadolu Sel­
çuklu Devleti yeniden eski gücüne ulaşmıştı.
III. Kılıç Arslan’ın çok kısa süren hüküm­
Erzincan'ın Tercan kentindeki Mama Hatun
darlığı sırasında Anadolu topraklarına IV. Kervansarayı ticaret kervanlarının güvenliği için
Haçlı Seferi düzenlendi. Bu orduların işgal neredeyse bir kale gibi tasarlanmıştır.
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ 253

batı ve kuzey-güney yönündeki bütün ticaret Bu sırada sınıra dayanan Moğollar, Selçuk­
kervanlarının geçtiği canlı bir ticaret yolu ol­ luların gücünden çekindikleri için saldıramı-
du. Bu ticaretin önemini çok iyi bilen Keyka­ yorlardı. Bu ayaklanmanın güçlükle bastırıl­
vuş bütün savaşlarını buna göre düzenliyor, ması Moğollar’ı yüreklendirdi ve 1243’te Kö-
Anadolu’nun kervanlar için güvenli bir yer ol­ sedağ’a kadar ilerleyen Moğol ordusu II. Key-
masına özen gösteriyordu. hüsrev’in komutasındaki Selçuklu ordusuyla
1220’de Keykavus’un ölümü üzerine tahta karşılaştı. Kötü yönetilen Selçuklu ordusunun
çıkan I. Alaeddin Keykubad hükümdarlığının Kösedağ’da yenilmesi Anadolu Selçukluları’
ilk yıllarında doğuda beliren Moğol tehlikesi­ nın sonunu hazırladı. Bu yenilgiden sonra
ne karşı önlemler aldı. Anadolu kentlerinin Anadolu beylikleri ve Trabzon Rum İmpara­
kale ve surlarım onarttı; yaklaşan bu tehlike­ torluğu Selçuklular ile bağlarını kopardılar.
ye karşı Eyyubiler ile anlaştı. Daha sonra tica­ Devlet üzerinde Moğol baskısının yoğunlaştı­
ri ve askeri önemi büyük olan Kalonoros’u ğı bu dönemde başa kukla sultanların geçmesi
(bugünkü Alanya’yı) Rumlar’ın elinden ala­ ve taht kavgaları ülkenin içinde bulunduğu
rak buraya bir kale yaptırdı. Kendi adından karışıklığı artırdı. 1262-77 yılları arasında ve­
ötürü Alaiye olarak anılan ve önemli bir li­ zirlik yapan Süleyman Pervane, usta bir siya­
man olan bu kentte bir tersane kurdurdu. Böy­ set uygulayarak Moğollar’m Anadolu’yu yağ­
lece Anadolu Selçuklu Devleti Karadeniz’ malamasını engelledi. Moğol baskısına son
den sonra Akdeniz’de de gemilerin yapıldığı vermek isteyen bazı Anadolu beyleri Memlûk
bir üsse kavuşmuştu. Sultanı Baybars’ı Anadolu’ya çağırdılar. Bay-
Karada Ermeniler’in, denizde Avrupalı bars 1277’de Moğollar’ı yendi, ama Süleyman
korsanların tüccarlara saldırarak soyması üze­ Ara Güler

rine güneye yönelen Alaeddin Keykubad


İçel’den Antalya’ya kadar bütün kaleleri aldı
ve buralara Türkmenler’i yerleştirdi. Doğuda
ise yaklaşan Moğol tehlikesine karşı 1226’da
Eyyubiler ile barış yaptı; aynı amaçla Mengü-
cükler’in topraklarını sınırlarına kattı.
Moğollar’m Karadeniz’in kuzey kıyılarına
yaptığı akınlar Karadeniz ticaret yolunun gü­
venliğini sarsmıştı. Ticarete çok önem veren
Anadolu Selçuklu Devleti Kırım’a bir donan­
ma göndererek Sudak’ı aldı ve bölgede yeni­
den güvenliği sağladı.
I. Alaeddin Keykubad Moğol istilasını ön­
lemek için Eyyubiler ve Harezmşahlar ile bir­
leşmeyi tasarlıyordu. Ama Harezmşahlar A h­
lat’ı kuşatınca 1230’da bu devlete savaş aça­
rak ordularını bozguna uğrattı. Moğollar’ı
Anadolu’ya girmeden önce durdurabilmek
için Abbasiler ve Eyyubiler ile anlaşma yap­
mak üzereyken öldürüldü.
Alaeddin Keykubad’ın yerine oğlu II. Gı-
yaseddin Keyhüsrev geçtiyse de, devletin yö­
netimi vezir Sadeddin Köpek’in elindeydi.
Kötü yönetimden dolayı ülke karışıklıklar
içinde çalkalanmaya başlamıştı. Horasan’dan
gelerek Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yı­ Erzurum'daki Çifte Minareli Medrese'nin
taçkapısından alman bu ayrıntı, Anadolu
ğılan Türkmenler Baba İshak’ın önderliğinde Selçukluları'nın taş işçiliğindeki ustalığının bir
ayaklandılar (bak. BABAİ AYAKLANMASI). göstergesi sayılır.
254 ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

aju^sii, ıştını? &ü b ip m h $ şehzadelerin ayaklanmalarına yol açıyordu.


•îfn#ıtbis« alp: Jra^iiifenbUıç nrSfrfu; Sultan olarak anılan Anadolu Selçuklu hü­
/îrfîfim n fjia v m uQ . ı b ı s h o v kümdarları devletin ve ordunun başıydı. Dev­
•öM ■ ' let işleri Divan-ı Âli (Büyük Divan) adı veri­
len ve vezirin başkanlığında toplanan bir ku­
rulda görüşülürdü. Vezirden sonraki en yük­
sek devlet görevlisi, yokluğunda sultanın yeri­
ne bakan Niyabet-i saltana?lık makamıydı.
Ayrıca maliye işlerinden sorumlu olan bir
müstevfi, divanın yaptığı atamalara ve dirlik­
lerin (iktalarm) dağıtım işlerine bakan bir per­
vane, yazışmaları yürüten bir tuğracı, hukuk
işlerine bakan bir emir-i dâd ve askerlik işle­
riyle ilgili bir beylerbeyi bulunurdu.
Ülkenin yönetimini başkentteki büyük di­
van yürütür, eyaletlerde ise subaşı denen va­
liler kentin düzenini sağlar ve bölgedeki as­
kerlere komutanlık ederlerdi. Subaşılarca yö­
netilen eyaletlerden başka melikler in yönetti­
ği eyaletler de vardı. Selçuklu ailesinden olan
melikler doğrudan sultana bağlıydılar ve baş-
Ara Güler
kenttekine benzer bir divan kurarlardı. Ana­
Van Gölü kıyısındaki Ahlat, mezar anıtları açısından dolu Selçukluları Bizans sınırlarına Türkmen
Anadolu'nun en zengin yörelerinden biridir. boylarını yerleştirerek yan bağımsız uçbeylik-
Fotoğrafta 13. yüzyıl sonlarından kalma Çifte leri oluşturmuşlardı.
Kümbetler'den biri görülüyor.
Anadolu Selçuklularında tümüyle devletin
Pervane’nin desteğini kazanamadığı için Ana­ malı olan topraklar dirlik, vakıf ve mülk ola­
dolu’dan ayrılmak zorunda kaldı. Moğollar rak üçe aynlırdı. Dirlik sultanın, kendisi için
Selçuklu sultanlarını tümüyle etkileri altına asker besleyip yetiştirmeleri koşuluyla Türk­
almışlar ve gönderdikleri valilerle Anadolu’ men beylerine ve komutanlanna verdiği top­
yu yönetmeye başlamışlardı. Bu arada Ana­ raklardı. Mülk denen topraklar üstün hizmet-
dolu’da yığılan Türkmenler her yanda bey­
likler kuruyorlardı. Anadolu’ya gönderilen ANADOLU SELÇUKLU HÜKÜMDARLARI
Moğol Valisi Timurtaş’ın 1318’de V. Kılıç
. Süleyman Şah 1075- 1086
Arslan’ı tahttan indirmesiyle Anadolu Sel­ . Kılıç Arslan 1092- 1107
çuklu Devleti tarihten silindi. Şahin Şah 1110- 1116
. Mesud 1116- 1155
I. Kılıç Arslan 1155- 1192
Devlet Yapısı ve Ordu . Gıyaseddin Keyhüsrev 1192- 1196
Anadolu Selçukluları Türk devlet geleneğini I. Süleyman Şah (Rükneddin) 1196- 1204
II. Kılıç Arslan 1204- 1205
sürdürmekle birlikte Anadolu’nun toplumsal, . Gıyaseddin Keyhüsrev; ikinci kez 1205- 1211
ekonomik ve doğal yapısına uygun yenilikler . İzzeddin Keykavus 1211- 1220
getirdiler. Anadolu’ya iki yüzyıl egemen olan . Alaeddin Keykubad 1220- 1237
I. Gıyaseddin Keyhüsrev 1237- 1246
bu devlet, daha sonra kurulacak olan Osmanlı I. İzzeddin Keykavus (1249-54 arası II
uygarlığının da temellerini atmıştır. OsmanlI­ Alaeddin Keykubad ile birlikte) 1246-1262
V. Kılıç Arslan 1262-1266
lar devlet yönetiminde, askeri örgütlenmede, II. Gıyaseddin Keyhüsrev 1266-1284
toprak düzeninde ve sanatta Anadolu Selçuk­ I. Mesud (Gıyaseddin) 1284-1286
lularını örnek aldılar. 1296-1298 Anadolu Selçuklu tahtı boş
kaldı.
Öbür Türk devletlerinde olduğu gibi Ana­ II. Alaeddin Keykubad 1298-1302
dolu Selçukluları’nda da devlet hanedanın or­ I. Mesud (Gıyaseddin); ikinci kez 1302-1310
/. Kılıç Arslan 1310-1318
tak malıydı. Bu anlayış taht kavgalarına ve
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ 255

lerde bulunanlara sultan tarafından verilirdi. haydutların, denizde korsanların saldırısına


Vakıf ise han, hamam, medrese gibi kurumla- uğrayarak malları yağmalanan tüccarların za­
nn giderlerinin karşılanması için ayrılmış top­ rarlarını karşılamak için devlet bir tür sigorta
raklardı. oluşturmuştu. Kervanların yanma koruma
Selçuklu ordusunun temelini, beylerinin kuvvetleri verilirdi. Ticaret ve kervan yollan-
komutasında savaşa katılan Türkmenler oluş­ nın konaklama yerlerindeki kervansaraylar
tururdu. Aynca, dirlik sahiplerinin kendileri­ da tüccar ve yolcuların bütün gereksinimlerini
ne verilen toprak karşılığında besledikleri tı­ ve güvenliklerini sağlayacak biçimde yapıl­
marlı sipahiler ve kapıkulu askerleri vardı. Tı­ mıştı. Burada konaklayanlar üç gün para öde­
marlı sipahiler subaşılann buyruğunda savaşa meden geceleyebiliyor, yedirilip içiriliyordu.
katılır, kapıkulu askerleri ise Türk ve Hıris­ Anadolu Selçuklularında özellikle doku­
tiyan çocuklannın küçük yaşta alınıp devlet macılık çok gelişmişti. Ayrıca Anadolu’nun
eliyle yetiştirilmesiyle oluşturulurdu. çeşitli bölgelerindeki demir, bakır, gümüş gibi
Selçuklular’da devlet düzeni hiçbir zaman madenler işletiliyordu.
din temeline dayandırılmamıştır. Yargılama,
merkezdeki Emir-i dâd’a bağlı olan kadılarca Selçuklu Sanatı
yürütülürdü. Askerler arasındaki davalara ise Anadolu Selçukluları döneminde tasavvufta
Kadı-i leşker bakardı. büyük gelişmeler oldu (bak. T asavvu f ). Bü­
yük bilgin Necmeddin İshak, Muhiddin A ra­
Toplum sal ve Ekonomik Yaşam bi, Sadreddin Konevi, özellikle de Mevlana
Anadolu Selçukluları döneminde Anadolu’da Celaleddin Rumi ve Yunus Emre tasavvufun
Müslüman Türkler, Hıristiyan Rum ve Erme- temellerini attılar (bak. M ev la n a ; Y unus
niler ile Süryaniler yaşıyordu. Özellikle Ma­ E m r e ).
lazgirt Savaşı’ndan sonra dalgalar halinde ge­ Anadolu’da büyük bir bayındırlık hareketi­
len Türkler çoğunluktaydı. Bunlar yeni alman ne girişen Anadolu Selçuklu Devleti ülkenin
bölgelere ve kentlere yerleştiriliyordu. her köşesini cami, han, kervansaray, imaret,
Selçuklular döneminde toplumsal yardım­ köprü, çeşme ve medreselerle donattı. Bu dö­
laşmayı sağlayan birçok kurum oluşturuldu. nemde 1.000’den fazla cami ve medrese yapıl­
Ülkenin hemen her yerinde yoksul halka, öğ­ dı. Bayındırlık ve yapı işleri Emir-i mimar
rencilere ve yolculara parasız yemek veren başkanlığında yürütülürdü.
imarethaneler bulunurdu. Başta Konya, Si­ Anadolu Selçuklu mimarisinin özelliklerini
vas, Tokat ve Amasya olmak üzere birçok taşıyan Beyşehir’deki Eşrefoğlu Camisi (1296)
kentte medreseler kurulmuştu. Divriği, Sivas, ahşap camilerin en güzel örneklerindendir.
Tokat, Amasya, Kayseri, Konya ve Kastamo­ Ağaç direkler üzerine kurulan bu tip camile­
nu’da darüşşifa denen hastaneler vardı. Kent rin içi çini mozaik ve ağaç oyma işleriyle süs­
ve kasabalan birbirine bağlayan yollar üzerin­ lüdür. Selçuklu döneminin dini mimarisinde
de han ve kervansaray gibi konaklama yerle­ cami ve medreselerin yanı sıra türbelerin de
rinin kurulması ulaşım ve ticaretin gelişmesin­ önemli bir yeri vardır. Bu yapılann dört du­
de önemli bir etkendi. Bu toplumsal kurumla- varlı ve üzeri kubbeyle örtülü olanlarına “tür­
nn giderleri vakıflarca karşılanırdı. Vakıf o be” , silindir ya da çokgen gövdesi koni biçi­
kadar yaygın bir kurumdu ki kış günlerinde aç minde bir çatıyla örtülü olanlarına “kümbet”
kalan kuşlar için bile bir vakıf kurulmuştu denir.
(bak. VAKIF). “Sultan H an” ya da yalnızca “H an” adıyla
Selçuklular’ın Anadolu’da birlik ve güven­ anılan kervansaraylar ise bu anıtı yaptıran
liği sağlamalanndan sonra uluslararası ticaret sultanın gücünün ve büyüklüğünün göstergesi
yolları bu topraklardan geçmeye başladı. Ti­ gibidir. Dinsel yapılann genellikle küçük bo­
caretin önemini bilen sultanlar siyasetlerini yutlarda, ama göz kamaştıracak kadar zengin
bile buna göre biçimlendiriyorlardı. Karade­ bezemelerle süslenmiş olmasına karşılık ker­
niz ve Akdeniz’deki limanlar önemli birer dış vansaraylar çok büyük boyutlu, gösterişli ya­
ticaret merkezi durumuna gelmişti. Karada pılardı.
256 ANADOLU VE RUMELİ HİSARLARI

Anadolu Selçuklularından günümüze ka­ Kuleye iç kale surlarına uzanan bir asma
lan en güzel yapılar arasında A nkara’daki As- köprüden giriliyor, üst katlara ahşap merdi­
lanhane Camisi, Afyonkarahisar’daki Uluca- venlerle çıkılıyordu.
mi, Konya ve Niğde’deki Alaeddin camileri, İç kale surlan asıl kalenin kuzeydoğu ve
Kayseri’deki Huand Hatun Camisi ve külliye- kuzeybatı köşelerini birleştirir. Üç metre ka­
si, Erzurum’daki Çifte Minareli Medrese, Si­ lınlığındaki bu surların üzerinde korkuluklar­
vas’taki Gök Medrese, Buruciye Medresesi la korunan bir yol vardır.
ve Çifte Minareli Medrese, Kırşehir’deki Me­ İç surlarla birleşen dış kale surlarının üze­
lik Gazi Kümbeti, Tercan’daki Mama Hatun rinde birçok kemer ve surları korumak için
Türbesi, Ahlat’taki Ulu Kümbet ile Çifte yapılmış üç kule bulunur. Doğu-batı yönünde
Kümbetler, Aksaray-Konya ve Kayseri-Sivas 65 metre, kuzey-güney yönünde 80 metre
yollan üzerindeki Sultan H an’lar, Nevşehir boyunca uzanan bu surlar 2,5 metre kalınlı-
yakınlarındaki Ağzı Kara Han ve Avanos ya­ ğındadır ve topların yerleştirildiği deliklerle
kınlarındaki Sanhan sayılabilir. donatılmıştır.
Küçük ama sağlam bir kale olan Anadolu
ANADOLU VE RUMELİ HİSARLARI İstan­ Şemsi Güner

bul Boğazı’nın iki yakasında, iki ayn pa­


dişahın aynı amaçla, Bizans’ın deniz ulaşı­
mını denetlemek için yaptırdığı kalelerdir.
Anadolu Hisarı bir zamanlar Güzelce Hisar
ve Yenice Hisar, Rumeli Hisarı ise Akça
Hisar, Boğazkesen ve Yenice Kale adlarıyla
da anılmıştır.

Anadolu Hisarı
İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasında,
Göksu Deresi’nin denize döküldüğü yerde
yükselen Anadolu H isan’m 1395’te Yıldırım
Bayezid yaptırdı. Ankara Savaşı’ndan sonra
Yıldırım Bayezid’in oğlu Süleyman Çelebi
burada saklanmış, 1444’te Varna Savaşı için
sefere çıkan ordu buradan karşıya geçmişti.
İstanbul’un fethinden önce bir süre askeri üs
olarak kullanılan hisar o tarihe kadar eski
biçimini korudu. Yalnız Fatih Sultan Meh­
med Rumeli Hisarı’nı yaptırırken bu kaleye
de dış surlar ekletip toplar yerleştirerek hisarı
güçlendirdi. Böylece İstanbul kuşatmasında
her iki hisar Boğaz’ın denetim altında tutul­
masında önemli rol oynadı.
İstanbul’un alınmasından ve Karadeniz
kıyılarının Türkler’in eline geçmesinden son­
ra eski askeri önemini yitiren bu hisann
çevresi Fatih Sultan Mehmed döneminde bir
yerleşim bölgesi oldu.
Kalesi ve surlan kayalık bir tepe üzerine
kurulmuş olan Anadolu Hisarı iç kale, iç ve
D lA T E K
dış kale surları ile üç kuleden oluşur. İç kale
Birzamanlar İstanbul Boğazı'nın güvenliğini
dikdörtgen biçiminde ve dört katlı bir kuledir. sağlayan Anadolu (üstte) ve Rumeli (altta) hisarları
İlk yapıldığında birinci katta kapı yoktu. boğazın iki yakasında ve en dar yerinde kurulmuştur.
ANAFOR 257

H isan’nın asıl kalesinde ve iç surlarında likle ters yönlü gelgit dalgalarının, akıntıla-
araları harçla doldurulmuş blok taşlar kulla­ nn ya da rüzgârların karşılaşmasıdır. Irmak­
nılmıştır. Yer yer tuğla örmelere rastlanır. larda ise kıyının çıkıntı yaparak suya dairesel
Dış surlar ise büyük taş dizileri arasına küçük bir dönme hareketi verdiği yerlerde küçük
taşlar koyarak örülmüştür. Tuğla örmelere anaforlar görülebilir. Bir anaforda sular dai­
yalnızca top deliklerinin üstünü örten kemer­ resel bir hareketle dönerken merkezkaç kuv­
lerde rastlanır. vetin etkisiyle çevreye doğru itilir ve dairenin
ortasında bir boşluk oluşur (bak. M erkezkaç
Rumeli Hisarı K u v v et ).
Rumeli Hisarı İstanbul Boğazı’nm en dar En ünlü anaforlardan biri, Norveç açıkla­
yerinde, Anadolu Hisarı’nm karşısındadır. rındaki Lofoten Takımadalarından Moske-
İstanbul’u almaya hazırlanan Fatih Sultan nes ve Mosken arasındaki boğazda oluşan
Mehmed, boğazın denetlenmesinde Anadolu AR D E A/A ke Linday

H isan’mn yetersiz kaldığını görerek bu yeni


hisarı yaptırmıştır. Rumeli Hisarı’nın yapımı­
na 20 Mart 1452’de başlanmış, 7.000 işçinin ve
1.800 ustanın geceli gündüzlü çalışmasıyla
yapımı dört ay içinde tamamlanmıştır. Keres­
tesi İnebolu’dan, taşları çevredeki taşocakla-
rından getirtilen hisarın mimarı Muslihid-
din’dir.
İstanbul’un alınmasında önemli rol oy­
nayan hisar sonradan önemini yitirdi ve ku­
zeydeki Sarıca Paşa Kulesi birçok kişinin ka­
patıldığı bir hapishane oldu. Bu yüzden bu
kuleye Kara Kule adı verilmiştir.
Rumeli Hisarı kıyıdan batıya doğru dikleşe­
rek yükselen iki küçük tepe üzerinde kurul­
muştur. Kuzey-güney doğrultusunda 250 met­
re, doğu-batı doğrultusunda ise 125 metre
boyunca uzanır. Üç büyük kuleden, 13 burç­
tan ve bunları birleştiren surlardan oluşan Bir anaforda, sular merkezkaç kuvvetin etkisiyle
dışarıya doğru savrulur ve ortada derin bir oyuk
hisarın beş tane kapısı vardır. Giriş katlarıyla oluşur.
birlikte Zağanos Paşa Kulesi sekiz, Sanca Paşa
ve Halil Paşa kuleleri dokuzar katlıdır. Deniz Maelström’dür. Bu anafor fırtınalı havalarda
kenanndaki Halil Paşa Kulesi 12 köşelidir. gemiler için tehlikeli olabilir. Amerikalı yazar
Silindir biçimindeki öbür iki kuleden Zağanos Edgar Allan Poe, Olağandışı Öyküler (Tales
Paşa Kulesi güneyde, Sarıca Paşa Kulesi o f Mystery and Imagination) adlı kitabında
kuzeyde yer alır. Maelström’e kapılan balıkçıların düşsel öykü­
15. yüzyılda depremden zarar gören Rume­ sünü anlatmıştır.
li Hisan 1460-64 yılları arasında Fatih tarafın­ Gene ünlü bir anafor da Messina Boğazı’
dan onartılmış, daha sonra 1510, 1773, 1794 nın kuzey ucundaki Garofalo anaforudur.
ve 1953 yıllarında yeniden onarılarak 1970’te Sicilya’nın kuzeydoğu köşesi ile İtalya açıkla­
müzeye dönüştürülmüştür. Bu hisarın bahçesi rındaki Sila kayalığı arasında oluşan bu
de zaman zaman açık hava tiyatrosu olarak anafor, eski Yunan efsanelerinde sözü edilen
kullanılır. Karibdis anaforu olabilir. Maelström gibi
Garofalo anaforu da ters yönlü gelgit akıntıla­
ANAFOR. Deniz ya da ırmak sularının bir rının karşılaşmasından doğar ve fırtınalı hava­
eksen çevresindeki dönme hareketine anafor larda tehlikeli olabilir.
denir. Denizlerdeki anaforların nedeni genel­ Kuzey Amerika’daki Niagara Çağlayanı’
258 ANAGRAM

nın döküldüğü yerde oluşan anafor ise akarsu Küçük geyikler ve pekariler gibi memeli kara
yatağının değişik yapısından kaynaklanır. Ya­ hayvanlarını su kıyısında, balık, kaplumbağa
tağın bir yanında yuvarlak bir havuz oymuş ve kayman (Güney Amerika timsahı) gibi su
olan sular önce bu havuza dökülür ve düzenli hayvanlarını ise ırmağın içinde avlar. Ara sıra
akıntıya karışmadan önce burada hızla döne­ sudan çıkıp ağaç dallarına tırmanarak kuş ve
rek bir anafor oluşturur.

ANAG RAM . Evirmece adıyla da bilinen


anagram, bir sözcükte harflerin yerini değişti­
rerek yeni bir sözcük ortaya çıkarmaya denir.
Anagram Yunanca, harfleri altüst etmek an­
lamında anagramma sözcüğünden gelir. Bir
sözcüğün anagramı sözcüğün harf sayısını
bozmaksızın harflerinin yerini değiştirdiği­
mizde ortaya çıkan sözcüktür. Örnek: Çakı-
açkı, kısa-askı, kuyu-uyku, anahtar-tarhana
gibi. Ortaya çıkan sözcükle ilk sözcük arasın­
da bir anlam bağı varsa bu iyi bir anagramdır.
Anagram Eski Yunan ve Romalılar’da bir
sözcük oyunu olarak doğdu ve eğlence ama­
cıyla kullanıldı. Anagram günümüzde de yay­
gındır. Örneğin bulmacalarda sık sık bir ya da
birkaç anagram sözcükle karşılaşılır.
Divan şiirinde de hemen her şair anagram-
dan yararlanmıştır. Ama anagramın Divan
şiirindeki adı kalb' dir. Şairler sözcüğün Anakonda günün büyük bölümünü suda geçiren iri
ve güçlü bir yılandır. Gövdesindeki geniş ve renkli
harflerinin yerini değiştirerek yeni bir anlam lekeler bataklıkların ve ırmakların bitki örtüsüyle tam
çıkarırlar, böylece cinas sanatı yaparlardı bir uyum sağlar.
(bak. SÖZ SANATLARI). Anagrama günümüz şii­
rinde de rastlanır. maymun gibi küçük orman hayvanlarını avla­
dığı da olur. Anakondalarm yuttuğu çocukla­
ANAHTAR bak. K İ l ît ve A nahtar. ra ilişkin birçok öykü anlatılmasına karşılık,
bu dev yılanın insanlara saldırdığı çok ender­
ANAKONDA, 8 metreyi aşabilen uzunluğuy^ dir. Aynı familyadan olan boa yılanı gibi
la dünyanın en büyük yılanlarından biridir. anakondanın da zehir dişleri yoktur. Ama
Doğruluğu kanıtlanamamış bazı kayıtlarda 12 kalın ve güçlü gövdesiyle avına dolanır ve
metrelik anakondalardan söz edilmekle bir­ hayvanı sıkarak boğduktan sonra bütün ola­
likte, 9 metreden daha uzun örneklerine rak yutar. 7,5 metrelik bir anakondanın yak­
rastlanmamıştır. Bilimsel adı Eunectes muri- laşık 2 metre uzunluğundaki bir kaymanı
nus olan bu yılan Güney Amerika’nın tropik öldürdüğü kayıtlara geçmiştir. Anakonda
bölgelerindeki bataklıklarda ve akarsularda böylesine doyurucu bir yemekten sonra, yedi­
yaşar. Derisi yeşilimsi kahverengidir; sırtında ğini sindirebilmek için haftalarca kımıldama­
iki sıra halinde uzanan oval biçimli iri siyah dan yatar.
benekler, gövdesinin iki yanında ise daha
küçük ve yama gibi beyaz lekeler bulunur. A N A N A S bitkisinin anayurdu Amerika’nın
Anakonda zamanının büyük bölümünü sığ tropik bölgeleridir. Adını da Güney Amerika
sularda geçirir. Yalnızca yassı ve koyu renkli Yerlileri’nin dilinden alan bu bitki ilk kez
başının tepesi suyun üstünde kalacak biçimde İspanyollar ya da Portekizliler aracılığıyla
saklanır ve su içmeye gelecek küçük hayvan­ Batı Hint Adaları’ndan Avrupa’ya götürül­
ları bekler. Avladığı hayvanlar çok çeşitlidir. müştür. Çok lezzetli ve hoş kokulu meyveleri
ANAOKULU 259

nedeniyle Avrupa ve Asya’da da çok sevilen Meyveler olgunlaştığı zaman bitkinin dibin­
ananas bugün iklimin elverişli olduğu birçok den sürgünler fışkırır ve dikilen bu sürgünler­
ülkede yetiştirilir. Örneğin Amerika kıtası den yeni bir bitki gelişir. Meyvenin tepesinde­
dışında Hawaii, Filipinler, Asor Adaları, Tay­ ki yaprak öbeğini köklendirerek de ananas
van, Tayland, Batı Hint Adaları, Malezya ve üretilebilir. Ama dip sürgünleri daha hızlı
Avustralya’nın bazı yörelerinde büyük çapta büyüdüğü için ananas ekiminde en çok bu
ananas üretimi yapılır. Üretiminin büyük yola başvurulur.
bölümünü öbür ülkelere satan Tayland için Ananasın bol A ve B vitaminleri içeren etli,
ananas büyük bir gelir kaynağıdır. sulu meyvesi hem taze olarak yenir, hem de
Ananas (Ananas comosus) 1 metreyi biraz soyulup dilimlenerek konserve halinde satışa
aşan kısa boylu bir bitkidir. Sert ve ince uzun sunulur. Meyvelerinin hoş kokulu suyu da ya
yaprakları bitkinin kalın gövdesini çepeçevre meyve suyu olarak içilir ya da sirke ve alkollü
sarar. Bir çam kozalağını andıran meyveleri içki yapımında kullanılır. Ayrıca ananas mey­
ise bir eksenin çevresinde başak gibi küme­ velerinden sitrik asit elde edilir, kurutulmuş
lenmiş çok sayıda meyvecikten oluşur. Bu meyve kabuklarından hayvan yemi, yaprak
bileşik meyvenin tepesinde sert, etli, sivri liflerinden de ipeğe benzeyen dayanıklı bir
uçlu ve kenarları genellikle testere dişi gibi kumaş yapılır.
tırtıklı bir yaprak demeti bulunur. Bitkinin Ananasgiller (Bromeliaceae) familyası ana­
gövdesi, yaprakların üzerinden aşağı süzülen nastan başka 2.000 kadar türü içerir. Bu
yağmur ve çiy damlalarını emerek biriktirir. bitkilerden hemen hepsinin anayurdu Ameri­
Böylece bitki, uzun kuraklık dönemlerinde su ka’nın tropik ve ılıman iklimli bölgeleridir.
sıkıntısı çekmez. And Dağları’nda ve Peru’da yetişen Puya
Ewing Galloway
raimondii 10 metreyi aşabilen boyuyla en
büyük türlerden biridir. Bu bitkilerden birço­
ğunun lifleri dokumacılıkta kullanılır, çiçekli
türler ise saksı bitkisi olarak yetiştirilir.

ANAO KULU, 2-6 yaş arasındaki çocukların


bedensel, duygusal ve toplumsal gelişimlerini
sağlamak amacıyla eğitim veren bir bakım,
oyun ve öğrenim kuruluşudur. İlköğrenim
çağı öncesinde çocukların bilgi ve becerilerini
geliştirmeyi; çocuğun güven duygusunu pekiş­
tirerek, kişiliğinin oluşumuna katkıda bulun­
maya çalışır. Anaokulunda eğitim belirli bir
program çerçevesinde ve çoğunlukla oyun
aracılığıyla gerçekleştirilir. Çocuk anaokulun­
da kendini denetlemeyi, sorunlarını çözebil­
meyi ve bağımsız olmayı öğrenmelidir. Bunla­
rı öğrenebilmek için de bilgili, bilinçli ve
sevecen öğretmenlere gereksinimi vardır.

Anaokulu Programı
Anaokulları günde en az 2,5 saat süren bir
program uygular. Birçoğu, öğle yemeği ve
öğle uykusunu da programına almıştır. Eğitim
programları çocukların gelişme düzeyine uy­
Ananasın meyvesi çam kozalağına çok benzer.
gun bir biçimde belirlenmelidir. En çok 20
Meyvenin tepesinde sivri uçlu ve sert yapraklardan çocuktan oluşturulacak her gruba, bir öğret­
bir demet vardır. men ve bir öğretmen yardımcısı gereklidir.
260 ANAOKULU

İlk kez evinden, anne ve babasından ayrı­ İngiltere’de Sanayi Devrimi sırasında kü­
lan çocuk anaokulunda yaşıtı olan başka çük çocuklar için okullar açılması düşüncesini
çocuklarla ilişki kurmayı, birlikte oyun oyna­ ilk uygulayan Robert Owen oldu. 1816’da
mayı, oyuncakları ve eşyaları paylaşmayı öğ­ İskoçya’nm New Lanark kentinde açtığı oku­
renir. lun amacı, çocuklara ilginç etkinliklerle dolu,
Anaokulunda müzik dinlemek, şarkı ya da Bamaby's
oyun öğrenmek, açık hava gezintileri yapmak
gibi etkinlikler belirli bir program çerçevesin­
de yürütülür. Kum havuzu oyunları, kaydı­
rak, tırmanma, bilmece oyunları ve resimli
kitaplara bakma türünden etkinliklerde ise
ZEFA

A n a o ku lla rın d a küçük çocukların çok ilg i d u yd u ğ u


kum oyu nu için uyg un b ir y e r ve gerekli araçlar
b u lu n u r.
sağlıklı bir ortam sağlamaktı. Anaokullarmın,
çocukların oyun aracılığıyla kendilerini geliş­
Pekin'deki b ir an ao kulu nd a m askeli o yu n gö sterisi tirebilecekleri ve dış dünyayı öğrenebilecekle­
yapan Ç inli çocuklar. ri özgür ortamlar olması gerektiğini düşünen
duruma göre esnek bir yol izlenir. Anaokulla- İsviçreli eğitimci Friedrich Froebel 1841’de ilk
rında kullanılan değişik biçimli tahta parçala­ kindergarterCı (çocuk bahçesi) kurdu. Froe-
rı, çeşitli boyalar, kâğıt, kil, renkli macun, bel’e göre sağlıklı ve güçlü olabilmeleri için
kum, su, bebek evi, bozyap kutuları, sayıları çocuklar da çiçekler gibi özen ve bakım gör­
öğrenmek için boncuklar, çubuklar ve değişik meliydi. Oyunların en iyi öğrenme yöntemi
kılıklara bürünmek için giysiler, çocukların olduğunu savunan Froebel resmi öğretim
zekâ ve yaratıcılığını geliştiren temel oyun yöntemlerine karşı çıktı.
gereçleridir. Okulöncesi eğitim alanındaki ünlü adlar­
Sınıflar aydınlık, havadar ve yeterince bü­ dan biri de, 1907’de İtalya’da ilk çocuk evini
yük olmalıdır. Kum havuzu, tırmanma, kay­ açan doktor Maria Montessori’dir {bak. MON-
ma ve jimnastik araçlarının bulunduğu bir TESSORI, M a r i a ) . Çocukları öğretim adına sıkı
bahçe ve kışlık, kapalı bir jimnastik salonu disiplin kuralları içine hapsetmek yerine, neyi
bulunmalıdır. Eşyalar çocukların boyuna gö­ ne zaman öğreneceklerini çocukların kendi
re, taşınması kolay, sağlığa zarar vermeyen kararma bırakmanın daha doğru olduğunu
maddelerden yapılmış olmalıdır. savunan Montessori, öğretmenlere oyun için
uygun ve gerekli araçları sağlamalarını ve
Okulöncesi Eğitim in Tarihi nasıl kullanılacağını öğrettikten sonra karış­
İlk kez 18. yüzyılda Fransa’nın kırsal kesimle­ madan çocuğu gözlemlemelerini öneriyordu.
rinde, 19. yüzyılın başlarında da İngiltere ve Gerek Froebel’in gerek Montessori’nin okul­
İtalya’da küçük çocuklar için bazı okullar öncesi eğitime ilişkin görüşleri tüm dünyada
açıldı. Ancak bu okulların, öbürlerinden pek etkili oldu.
farkı yoktu; oyuna çok az zaman ayrılıyor, ABD ’de anaokulları ilk kez üniversiteler,
dinsel eğitime, alfabenin ve gündelik ev işleri­ kolejler ve araştırma merkezleri tarafından
nin öğretilmesine ağırlık veriliyordu. çocuk gelişimi konusundaki çalışmalar için
ANATOMİ 261

laboratuvar oluşturmak amacıyla kuruldu. larının eğitimine yönelik bir işlevi vardı. Aynı
1930’daki ekonomik bunalım sırasında ise dönemde özel sektöre de anaokulu açma izni
federal hükümetler işsiz öğretmenlere iş ola­ verildi. Daha sonra en az 100 kadın işçi
nağı yaratmak üzere yeni anaokulları açtılar. çalıştıran fabrikalara, kreş ve anaokulu açma
zorunluluğu getirildi. Ne var ki işyerlerinde az
Günümüzde Anaokulları sayıda kadın işçi çalıştırılması yüzünden bu
Günümüzde pek çok ülkede yoksul ailelerin uygulama gerçekleşemedi. Bugün ilaç, tütün
çocukları ya da zihinsel ve bedensel özürü ve dokuma fabrikaları gibi kadın işçilerin
olan çocuklar için devlet desteğiyle açılmış yoğun olduğu işletmelerde, devlet ve özel
anaokulları vardır. Normal okulöncesi eğitim sektörce işletilen anaokulları vardır. İlkokul­
için kurulmuş anaokulları ise özellikle SSCB, larda, bazı kamu kuruluşlarında ve özel iş­
Raymond Levin yerlerinde de anaokulları bulunmaktadır.
Ama anaokullarının yaygın olduğu İstanbul’
da bile, 3-6 yaş arasındaki çocuklardan an­
cak yüzde 2’si bu okullardan yararlanabil­
mektedir.

AN ATO M İ. Doğa bilimlerinin bir dalı olan


anatomi canlıların temel yapısını ve organları­
nı inceler. Bu bilimin adı “kesmek” anlamın­
daki Yunanca bir sözcükten türetilmiştir.
Gerçekten de bir canlının hangi parçalardan
oluştuğunu ve bu parçaların nasıl bir araya
geldiğini görmenin tek yolu o canlıyı (insan,
hayvan ya da bitki) keserek parçalarına ayır­
maktır. Anatomi bilimi canlıların nasıl yaşa­
dıklarıyla ilgilenmez; daha doğrusu vücut
organlarının işleyişi ve çalışması bu bilimin
ilgi alanı dışındadır. Ama bitkilerin ve hay­
vanların nasıl solunum yaptıklarını, nasıl bes­
lendiklerini ve öbür yaşamsal etkinliklerini
nasıl sürdürdüklerini araştıran fizyoloji1yi an­
lamak için anatomi bilgisi gereklidir (bak.
FİZYOLOJİ).
Aydınlık, geniş ve özenle seçilmiş oyun araçlarıyla Anatomi, bütün bitki ya da hayvan türleri­
donatılmış bir Montessori sınıfı. nin genel yapısıyla ilgilendiği gibi, yalnızca
Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkeler, Küba ve belirli bir hayvan ya da bitki türünü de konu
Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaygındır. Günü­ alabilir. Bu bilim dalı dört temel alanı kapsar:
müz sanayileşmiş ülkelerinde anaokullarına Hayvan, insan ya da bitkilerin biçim ve
giden çocuk sayısı sürekli artmaktadır. Bunun yapısının bir bütün olarak incelenmesi; bu
nedenleri, çalışan kadın sayısının artması ve bütünü oluşturan bölümlerin ayrı ayrı ve
anaokullarının çocuğun toplum içinde uyumlu birbirleriyle ilişkileri açısından ayrıntılı olarak
olmasındaki etkisidir. ABD ’de beş yaşındaki incelenmesi; bu bölümlerin yapısındaki kasla­
çocukların yüzde 60’ı, dört yaşındakilerin ise rın, sinirlerin ve öbür dokuların araştırılması;
yüzde 40’ı anaokuluna gitmektedir. bütün canlıların temel yapıtaşı olan hücrelerin
mikroskopla incelenmesi.
Türkiye'de Anaokulları Doktorların bir insanın hasta olup olmadı­
Türkiye’de ilk anaokulu 1915’te açıldı. Cum­ ğını anlayabilmeleri için, önce sağlıklı bir
huriyet döneminde lyz meslek liselerine bağlı insan vücudundaki bütün bölümlerin bir ara­
olarak açılan anaokullarının öğretmen aday­ da nasıl uyum içinde çalıştığını bilmeleri
262 ANATOMİ

British Museum and Manşeti Collection


Üstte: VVilliam Harvey, kan dolaşımına ilişkin
görüşlerini bu kol çizimleri üzerinde açıklamıştı.

Altta: Leeuvvenhoek'un (1632-1723) geliştirdiği


mikroskop milyonlarca "küçük hayvan"ı ilk kez
gözleme olanağı sağlamıştır. Bu mikroskop
nesneleri 15 kez büyütebiliyordu.
Mansell Collection
Üstte: Rönesans'ın ünlü sanatçılarından Leonardo
da Vinci anatomi kesimleri yaparak olağanüstü
ayrıntılı çizimler gerçekleştirdi. Bir kadın vücudunu
gösteren bu anatomik çizim sanatçının
çalışmalarından biridir.

Altta: Leeuvvenhoek'un basit mikroskobu. Dikey bir


iğneye tutturulan nesne, düz bir levhaya yerleştirilen
küçük bir mercekle incelenebiliyordu.
Mansell Collection
ANATOMİ 263

gerekir. Bu nedenle anatomi çalışmaları tıp tanımlayan klasik kitaplara, örneğin Galenos’
açısından son derece önemlidir. un yapıtlarına dayanarak ders anlatmalarını
eleştiriyordu. Vesalius, o dönemin en ileri tıp
İnsan Anatom isinin Tarihi okulunu barındıran Padova Üniversitesi’nde
İÖ 2900’lerden kalma Mısır hiyeroglifleri ders vermeye başlayınca, Avrupa’nın her
daha o çağlarda bile insan anatomisine ilişkin yerinden öğrenciler onu dinlemek için İtalya’
bazı bilgilerin olduğunu gösterir. İÖ 500’lerde ya akın etti. Galenos’un ve kendisinden
Eski Yunanlılar anatomi çalışmalarını yazıya önceki öbür tıp bilginlerinin birçok yanlışını
dökerek derlemeye başladılar ve bir süre düzelten Vesalius çok sayıda anatomi kitabı
sonra Atina bu bilimin merkezi oldu. yazdı. Usta Rönesans sanatçılarının resimle­
Eskiçağın en büyük anatomi bilginlerinden diği bu kitaplar anatomi çizimlerinin doğrulu­
biri İzmir’in Bergama kentinde ya da o ğuyla ayrı bir önem kazandı. Vesalius’un en
zamanki adıyla Pergamon’da yetişmiştir. Per- ünlü yapıtı 1543’te yayımlanan yedi ciltlik De
gamonlu Galenos’un (İS yaklaşık 129-199) 16 humani corporis fabrica’dır (“İnsan Vücudu­
ciltlik ünlü yapıtı, ortaçağdan önce insan nun Yapısı Üzerine”).
anatomisi üzerine yazılmış en önemli ve en Bir süre Padova Üniversitesi’nde de öğre­
geniş kapsamlı inceleme sayılır. O çağlarda nim gören İngiliz tıp bilgini William Harvey
yasalar kadavraların (ölü insan vücutlarının) (1578-1657), 1628’de Exercitcıtio anatomica de
kesilip parçalanmasına izin vermediğinden, motu cordis et sanguinis in animalibus (“Hay­
Galenos anatomi çalışmalarını maymunlar ve vanlarda Kalbin ve Kanın Hareketi Üzerine
domuzlar üzerinde yapmıştı. Hayvan vücutla­ Anatomi İncelemesi”) adlı kitabını yayımladı.
rından edindiği bilgilerle insan anatomisinin Kanın, atardamarlar ve toplardamarlar ağıyla
sırlarını çözmeye çalışan Galenos’un yapıtları vücutta nasıl dolaştığını açıklayan bu incele­
1.300 yıl boyunca ders kitabı olarak okutuldu. me önemli bir dönüm noktası oldu. (.Ayrıca
Galenos’tan sonra, ortaçağdaki bilim düş­ bak. K a n .) Gene 17. yüzyılda, Italyan Marcel-
manlığı nedeniyle anatomi de ilerleyemedi ve lo Malpighi (1628-94) ile HollandalI Antonie
çalışmaların yeniden başlaması oldukça uzun van Leeuwenhoek (1632-1723), organların en
bir zaman aldı. 13. yüzyılda, İtalya’daki Bo- ince yapılarını inceleme olanağı veren mikros­
logna Üniversitesi’nin idam mahkûmlarının kobu geliştirdiler. Bu bilginlerin çalışmaları,
kadavralarını kesmek üzere mahkemeden izin organların hücre denen küçük birimlerden
alması önemli bir adım oldu ve böylece tıp oluştuğunun anlaşılmasına yardımcı oldu
okullarında anatomi kesimlerine başlandı. {bak. H ü c r e ).
Çok geçmeden Avrupalı sanatçılar resimle­ 17. yüzyıldan günümüze kadar birçok bilim
rinde ve heykellerinde insan vücudunu doğru adamı anatominin gelişmesine katkıda bulun­
işleyebilmek için anatomi çalışmalarına ağır­ du. Bunlardan biri de çeşitli hayvanların
lık verdiler. Örneğin ünlü İtalyan ressamı anatomisini inceleyen Fransız doğa ve anato­
Leonardo da Vinci (1452-1519) 30’dan fazla mi bilgini Georges Cuvier’dir (1769-1832).
kadavra üzerinde çalışarak anatomi alanında Bir tek kemiği inceleyerek o kemiğin hangi
uzmanlaşmıştı. Özellikle tablolarına hazırlık hayvana ait olduğunu anlayabileceğini öne
olarak çizdiği desen ve taslaklar bu bilimsel süren Cuvier, hayvanları iskelet yapılarına
çalışmalarının değerini yansıtır. Michelange- göre sınıflandıran ilk doğa bilginidir.
lo, Dürer ve Raffaello gibi ressamlar da Anatomi incelemelerinde büyük kolaylık
anatomiyle ilgilenmişlerdir. sağlayan en önemli buluşlardan biri de Rönt­
Andreas Vesalius (1514-64) da anatomi gen ya da X ışınlandır. 1895’te Alman fizik
tarihinin en önemli kişilerinden biridir. Belçi­ profesörü Wilhelm Conrad Röntgen’in (1845-
ka’da doğan Vesalius, henüz 23 yaşındayken 1923) bulduğu bu ışınlar, insan vücudundaki
İtalya’daki Padova Üniversitesi’nde anatomi organlan çalışırken izleyebilme olanağı yarat­
ve cerrahi profesörü oldu. Öğrenciyken hoca­ mıştır (bak. X IŞINLARI).
larının, hayvanlar üzerindeki anatomi kesim­ Ayrıca bak. İ sk elet ; K em İk l e r , E klem ler ve
lerinden derlenmiş bilgilerle insan vücudunu Ba ğ l a r ; V ü c u t .
264 ANAYASA

AN AY ASA bir devletin temel kurumlarmın mesi için yeterli değildir; çünkü bir anayasa­
nasıl işleyeceğini belirler. Aynca kişilerin nın işlerliği çeşitli etkenlere bağlıdır. Sözgeli­
temel hak ve özgürlüklerinin güvencesidir. mi ABD Anayasası’m örnek alan Latin Ame­
Türkiye’nin ve öbür ülkelerden çoğunun ana­ rika ülkelerinde demokratik hak ve özgürlük­
yasası yazılı ve bütünsel bir belgedir. Oysa lerin sık sık askıya alındığı görülmektedir.
İngiltere’de bu tür bir anayasadan söz edile­
mez. Çünkü devletin temel kurumlarmın işle­ Türkiye'de Anayasalar
yişi yüzlerce yıllık geleneklere, yasalara ve Türkiye’de ilk anayasa 1876’da yürürlüğe
belgelere göre belirlenir. girdi. O tarihten Osmanlı İmparatorluğu’nun
sona erişine kadar Kanun-i Esasi adıyla anılan
İlk Gelişmeler anayasa Kurtuluş Savaşı’nda ve sonrasında
Anayasal yönetim düşüncesi ilk kez İÖ 3. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (1921 ve 1924),
yüzyılda Aristo ve öbür Yunanlı düşünürlerce 1960’tan sonra da anayasa adını aldı. 1876
ortaya atıldı. Bu düşünürlerin yanıt aradığı Anayasası padişah yönetimini ve “din devle­
asıl soru, siyasal iktidarın az sayıda kişi ti” yapısını pekiştiren kurallan içeriyordu. Bu
arasında nasıl bölüşülmesi gerektiğiydi. Buna anayasada padişahın yetkileri kısıtlanmamış,
karşılık Romalılar, yasalar karşısında herke­ yurttaşlara düşünce, toplantı ve dernek kur­
sin eşitliği kavramını ortaya atarak anayasal ma özgürlüğü getirilmemiş, bireylere doku­
düşünceyi daha ileri götürdüler (bak. DEMOK­ nulmazlık hakları tanınmamıştı.
RASİ). Ortaçağ Katolik düşünürlerince öne II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, 1909’da
sürülen mutlak “Tanrı yasası” düşüncesinin bu anayasa değiştirilerek padişahın yetkileri
ardından, 17. ve 18. yüzyıllarda John Locke, azaltıldı. Hükümet artık padişaha değil, mec­
Thomas Hobbes ve Jean-Jacques Rousseau lise karşı sorumluydu. Kişisel hak ve özgür­
gibi hümanist düşünürler “toplum sözleşme­ lükler tanınmış, basın üzerindeki sansür kal­
si” kavramını geliştirdiler. Çağdaş anayasala­ dırılmıştı. Ama 1909 Anayasası da uzun
rın çoğu, halk ile siyasal iktidarı temsil eden ömürlü olamadı. Çünkü iktidardaki İttihat ve
hükümet arasında olması öngörülen bir anlaş­ Terakki Partisi 1913’ten sonra anayasa mad­
ma ya da sözleşme düşüncesinden kaynakla­ delerini çiğnemeye başlamıştı.
nır. Siyasal iktidarın herkesin iyiliği ve güven­ Kurtuluş Savaşı sırasında, 20 Ocak 1921’de
liği için çalışması karşılığında, bireyler yasala­ kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ege­
ra uymayı kabul ederler. Temel düşüncenin menliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu
aynı olmasına karşılık ülkeler arasındaki fark­ belirtiyor, bütün yasama yetkisini mecliste
lılıklar anayasalarına da yansır. Örneğin cum­ topluyordu. Bu anayasa ulusal birliğin sağlan­
huriyet ya da meşruti krallık, parlamenter masında önemli bir rol oynadı. Ama Kurtuluş
rejim ya da başkanlık rejimlerinin anayasalan Savaşı gibi olağanüstü koşullarda hazırlanan
birbirlerinden çok farklıdır. 1921 Anayasası önceki anayasalardan çok
Dünyada ilk yazılı anayasa, 1789’da yürür­ daha kısaydı ve yeni devletin örgütlenmesi
lüğe giren ABD Anayasası’dır. Bu anayasa­ için daha kapsamlı bir anayasa gerekiyordu.
nın temel ilkeleri bugüne kadar değişmemiş­ 20 Nisan 1924’te bu amaçla hazırlanan yeni
tir. ABD Anayasası’nı 1789 Fransız Devrimi’ anayasaya göre, yasama ve yürütme yetkileri
nin ürünü olan 1791 Fransız Anayasası izle­ Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindi. Meclis
miş, daha sonra öteki Avrupa ülkeleri de yasama yetkisini kendisi, yürütme yetkisini de
anayasalı bir düzeni benimsemişlerdir. cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu eliyle kul­
Günümüzdeki anayasaların çoğu yazılıdır. lanırdı. Cumhurbaşkanının onayıyla göreve
Fransız Anayasası örneğinde olduğu gibi ülke başlayan bakanlar kurulu meclise karşı so­
tarihinin koşullarınca belirlenen anayasaların rumluydu. Meclis bakanlar kurulunu denetle­
yanı sıra, Japon Anayasası (1947) gibi başka yip görevden alabilirdi. Yargı yetkisi ise ulus
ülkelerin baskısıyla kabul ettirilen anayasalar adına bağımsız mahkemelere tanınmıştı.
da vardır. Halkoylamasıyla yürürlüğe giren 1961 Ana-
Bir anayasanın yazılı olması, başarılı olabil­ yasası’nda Türkiye Cumhuriyeti insan hakla-
ANDAY 265

rina dayalı, milli, demokratik ve laik bir Anayasa Mahkemesi 11 asil ve dört yedek
sosyal hukuk devleti olarak tanımlandı. Ege­ üyeden oluşur. Bunlar, Yargıtay’dan iki asil,
menliğin ulusa ait olduğu ve ancak yetkili iki yedek, Danıştay’dan iki asil, bir yedek,
organlarca kullanılabileceği ilkesi benimsen­ Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mah­
di. Bu anayasa iki meclisli ve parlamenter bir kemesi, Sayıştay ve Yüksek Öğrenim Kuru-
rejim getirdi: Millet Meclisi ve Cumhuriyet mu’ndan birer asil üye olmak üzere, her
Senatosu. Millet Meclisi’ne Cumhuriyet Se- üyelik için gösterilen üç aday arasından cum­
natosu’ndan daha fazla yetki tanınıyordu. hurbaşkanınca seçilir. Yalnız Yüksek Öğre­
Yargı organlarının bağımsızlığı, kişi hak ve nim Kurumu’nca saptanan adayın bu kurum
özgürlükleri ile sosyal hakların güvence altına dışından bir öğretim üyesi olması koşulu
alınması ve Anayasa Mahkemesi, Danıştay, getirilmiştir. Cumhurbaşkanı ayrıca üst kade­
Yüksek Hakimler Kurulu gibi kurumlann me yöneticiler ve avukatlar arasından üç asil,
oluşturulması 1961 Anayasası’nın getirdiği bir yedek üye seçer.
temel yeniliklerdi. Anayasa Mahkemesi’ne cumhurbaşkanı, si­
12 Eylül 1980’deki askeri müdahaleden yasal partilerin meclis grupları ve Türkiye
sonra Milli Güvenlik Konseyi ile Danışma Büyük Millet Meclisi üye sayısının en az beşte
Meclisi’nin (Kurucu Meclis) hazırladığı yeni biri başvurabilir. Ama olağanüstü durum,
anayasa taslağı 7 Kasım 1982’de yapılan sıkıyönetim ve savaş nedeniyle çıkarılan yasa
halkoylamasıyla kabul edilerek yürürlüğe gir­ gücündeki kararnamelerin anayasaya aykırılı­
di. 1982 Anayasası, bazı hak ve özgürlüklere ğı iddiasıyla dava açılamaz. Ayrıca, mahke­
önemli sınırlamalar getirmiş, Anayasa Mah­ melerde görülmekte olan bir dava sırasında
kem esinin ve Danıştay’ın denetim yetkilerini uygulanacak yasa maddesinin anayasaya aykı­
azaltmıştır. rı olduğu taraflarca ileri sürülebilir. Bu du­
rumda mahkeme anayasaya aykırılık savını
ANAYASA MAHKEMESİ, yasaların anaya­ ciddi bulursa, sorunu Anayasa Mahkemesi’ne
saya uygunluğunu denetleyen yüksek ve özel aktarır. Anayasa Mahkemesi’nde açılan dava­
bir mahkemedir. Anayasanın üstünlüğü ilkesi lar beş ay içinde karara bağlanır. Bu süre
yasaların anayasaya uygun olması koşulunu içinde karar verilmezse dava yürürlükteki
ve yasama organını denetleyecek bağımsız bir yasaya göre yürütülür. Anayasa Mahkemesi’
yargı organının varlığını gerekli kılmıştır. Bu nin kararları kesindir ve bütün devlet organ­
denetime 1803’te ABD ’de başlandı. Avrupa’ ları ile özel kişileri bağlar.
da bu uygulamanın başlangıcı I. Dünya
Savaşı’ndan sonraki yıllara rastlar. ANDAY, Melih Cevdet (1915). Melih Cev­
Türkiye’de de 1921 ve 1924 anayasalarında det Anday, Orhan Veli ve Oktay Rifat T»ürk
bu denetleme yetkisi doğrudan Türkiye Bü­ edebiyatında “Garipler” adıyla anılır. Çünkü
yük Millet Meclisi’ne verilmiş, ayrıca bir yük­ Türk şiirine yeni bir içerik, yeni biçim ve
sek mahkeme kurulmasına gerek görülme­ deyiş özellikleri kazandıran bu üç şairin ilk
mişti. Anayasa Mahkemesi ilk kez 1961 Ana- ortak kitabı Garip adıyla yayımlanmış ve aynı
yasası’nca öngörülmüş ve Nisan 1962’de çıka­ adlı bir şiir akımının başlangıcı olmuştur.
rılan bir yasayla bu mahkeme kurulmuştur. (Ayrıca bak. G a r i p .)
Anayasa Mahkemesi yasaların, yasa gücünde­ İstanbul’da doğan Melih Cevdet Anday bir
ki kararnamelerin ve meclis içtüzüğünün ana­ süre Ankara Hukuk Fakültesi ile Dil ve
yasaya uygunluğunu denetler. Cumhurbaşka­ Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde okuduktan son­
nını, bakanlar kurulu üyelerini, yüksek mah­ ra, 1938’de sosyoloji öğrenimi görmek için
kemelerin başkan, üye ve başsavcılarını, burslu olarak Belçika’ya gitti. Ama II. Dünya
Cumhuriyet başsavcı vekilini, Hakimler ve Savaşı nedeniyle öğrenimini yarım bırakarak
Savcılar Yüksek Kurulu ile Sayıştay başkan 1940’ta yurda döndü. Milli Eğitim Bakanlığı
ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yayın Müdürlüğü’nde ve Ankara Kitaplığı’n-
Yüce Divan sıfatıyla yargılar. Ayrıca, siyasal da çalıştıktan sonra 1954-72 yılları arasında
oartilerin kapatılmasına karar verebilir. İstanbul Belediye Konservatuvarı tiyatro bö­
266 AND DAĞLARI

lümünde öğretmenlik yaptı. 1979-80 arasında mü (1975), Ölümsüzlük Ardında Gılgamış


Paris’te kültür danışmanı olarak görev yapan (1981) ve Tanıdık Dünya (1984) adlı şiir
Anday, gazetelerdeki deneme yazılarını kitaplarında yeni bir arayışa yöneldi. Bu
1961’den bu yana sürdürmektedir. şiirlerinde daha çok Yunan mitolojisi kahra­
İlk şiiri 1936’da Varlık dergisinde basılan manlarının yazgılarından yola çıkarak çağımız
Anday, lise yıllarında arkadaş olduğu Orhan insanının sorunlarım ele aldı. Yeni şiirlerinde­
Veli ve Oktay Rifat ile birlikte 1941’de Garip ki benzetmeler, kapalı anlatım ve soyutluk,
adlı bir şiir kitabı yayımladı. Geleneksel hece Garip dönemi şiirlerinden ayrılan başlıca
Ara Güler özelliklerdir. Gerçekten de son şiirlerinde
zaman, ölüm, ölümsüzlük, uygarlık ve insanın
kendi değerlerine yabancılaşması gibi soyut
temaları kapalı bir anlatımla işlemiştir.
Aylaklar (1965) adlı romanında, Osmanlı-
lar’dan kalma, köklü bir ailenin yaşamını
anlatan Anday, bu ailenin zamanla yozlaşma­
sını ve çöküşünü değişen yaşam koşulları
içinde ele alır. Gizli Emir (1970) ise cinayet­
ler, saldırılar karşısında bunalmış, polis ege­
menliğindeki bir kentin aydınlarının ve sanat­
çılarının romanıdır. İçerdekiler (1965) ve Mi­
kado’nun Çöpleri (1967) gibi tiyatro oyunla­
rında da insanlar arasındaki iletişim sorunları­
nı, kadın-erkek ilişkilerini, siyasal baskıları
işler. Akılcı bir yaklaşımla ele aldığı siyasal,
düşünsel ve topl’ msal konulardaki denemele­
rini Konuşarak ^1964), Maddecilik ve Ülkücü­
lük (1977), Yasak (1978), Paris Yazıları
Melih Cevdet Anday yalnız şiirleriyle değil tiyatro (1982) adlı kitaplarında toplamıştır.
oyunları, romanları ve denemeleriyle de tanınır.
AND DAĞLARI. Güney Amerika’nın Büyük
ve aruz kalıplarının, uyak düzeninin dışına Okyanus kıyıları boyunca uzanan And Dağla­
çıkarak doğal anlatıma ve konuşma diline rı 9.000 kilometreye varan uzunluğuyla
yaklaşan bu şiirler büyük yankı uyandırdı. dünyanın en uzun sıradağını oluşturur. And
Anday’m şiirlerinde şaşırtıcı buluşlar, ince Dağları kuzeyde Karayib Denizi yakınında
bir yergi, mizah öğeleri, yaşama ve doğaya başlar, Venezuela, Kolombiya, Ekvador, Pe­
hayranlık dolu bir bakış gözleniyordu. Bu şiir ru ve Bolivya’yı geçtikten sonra Şili-Arjantin
anlayışının ilk ürünü olan Rahatı Kaçan Ağaç’ sınırı boyunca uzanır. En yüksek tepeleri
ta (1946) çocukluk anılarına dönerek, yaşa­ kıtanın güney ucunda, Şili’dedir.
maktan duyduğu acı ve sevinçlerin yanı sıra And Dağları her zaman kâşifleri kendine
doğa, yolculuk, savaş ve barış gibi konuları çekmiştir. Aconcagua doruğunda 6.959 met­
işledi. Telgrafhane (1952) ve Yanyana (1956) reye ulaşan bu dağların yarısından fazlası
adlı kitaplarındaki şiirlerde ise toplumsal so­ 3.500 metreden yüksektir. And Dağları’nır.
runlara yergi dolu, alaycı bir dille yaklaştı. genişliği yer yer 80 kilometredir; Bolivya’da
Kentli insanın günlük konuşma dilindeki ise 700 kilometreyi aşar. Bazen köyleri yerle
deyimlerden yararlanarak daha da yalın bir bir eden depremler sırasında oluşan büyük
dille yazdığı bu şiirlerinde toplumsal çelişkile­ dalgalar okyanustaki gemileri And Dağları
ri, adaletsizliği, çıkarcılığı ve baskıcı yönetim­ nın eteklerine atar.
leri işledi. Kuzeye gidildikçe tropikal vadilerin görül
Anday, Kolları Bağlı Odiseus (1963), Gö­ meşine karşılık kayalık uçurumların yükseldi­
çebe Denizin Üstünde (1970), Teknenin Ölü­ ği güneyde, 3.000 kilometrelik bir kıyı şerid
ANDERSEN 267

rinde anlatmışlardır. Örneğin, 1825’te bu


dağlardan geçerek Arjantin’den Şili’ye giden
Yüzbaşı F.B. Head, “aşırı bir soğukla karşı­
laştık” diye yazıyordu. “Kar kalınlığı ve katır­
ların geçtiği patika olağandışıydı. Katırların
sürekli geçişi, derin ve dar bir geçit açmıştı
ama iki yandaki kardan duvarlar nedeniyle
binici ayaklarını katırın kulaklarının üzerine
koymak zorundaydı.”
Yüzbaşı Head’in zorlu yolculuğundan bir­
kaç yıl önce, A rjantin’in ulusal kahramanı
Tony & Marion Morrison Jose de San M artin’in ünlü Andlar Ordusu
And Dağları'nın yüksek kesimleri yıl boyunca karla A rjantin’den, Şili’deki İspanyollar üzerine
örtülüdür.
yürümüştü. Askerlerin birçoğu soğuktan öl­
hemen hemen hiç yağmur almaz. Şili’deki müş, binlerce at ve katır kaybedilmişti.
Arica gibi kentlere ancak 100 yılda bir yağ­ Dağları aşmanın güçlüklerine karşın, alçak
mur yağar. Ama dağların doğusundaki vadi­ yörelerin sıcağından kaçabilmek için insanlar
ler ve tarlalar, şiddetli yağmurlarla ve dağlar­ eski zamanlardan beri yüksekteki yeşil vadi­
dan çıkan birçok akarsuyla sulanır. Bu akar­ lerde yaşamışlardır. İlk Güney Amerika Yer­
suların bazıları dünyanın en büyük ırmağı lileri (bak. İ n k a l a r ) bu yörede Cuzco ve öteki
olan Amazon’a dökülür. Güneydeki soğuk ve kentleri kurdular. Sonradan, 16. yüzyılda
fırtınalı dağlarda hemen hemen kimse ya­ İspanyollar duydukları masalsı servet öyküle­
şamaz. rine kapılıp, bu eski kentleri yağmaladılar.
Dünyanın en yüksek gölü And Dağları’n- Günümüzde de dağlarda İnkalar’a benzer bir
dan geçen Bolivya-Peru sınırında 3.809 metre biçimde yaşayan Yerliler’e rastlanabilir.
yükseltideki Titicaca Gölü’dür. Gemilerin iş­ Kıyıya giden kervan yollarının yerini yavaş
lediği bu gölün uzunluğu 180 km, derinliği ise yavaş demiryolları almaktadır. Arjantin ile
281 metreye ulaşır. Bu yörede ağaçlar olmadı­ Şili arasında çok güzel bir yol vardır. Derin
ğından Yerliler kayıklarını kamışlardan ya­ boğazların eteklerinden geçen, döne döne
parlar. Titicaca Gölü’nün suları tuzlu bir göle dev gibi kayalıklara tırmanan bu yolun üç
akar. kilometreden fazla bir bölümü tünelden
And D ağlarinda altın, gümüş, çinko, kur­ geçer.
şun, bakır ve öteki değerli madenler bulunur;
ayrıca tepelerin yamaçlarında petrol çıkarılır. ANDERSEN, Hans C hristian (1805-75).
And D ağlarinda alçak yamaçlardaki tropi­ Bütün dünyada masallarıyla tanınan Ander-
kal palmiyeler ve yüksek eğreltiotlarından sen, Baltık Denizi’ndeki Fyen Adası’nda, eski
doruklardaki karayosunları ve likenlere kadar bir Danimarka kenti olan Odense’deki tek
çok çeşitli bitkiler vardır. Ormanlarda çok odalı bir evde doğdu. Babası bir ayakkabı
sayıda hayvan arasında jaguar, oselo, may­ tamircisiydi ve ailesi çok yoksuldu. Ailenin
mun, karmcayiyen, kolibri, yarasa, yılan, tek çocuğu olan Hans, kendi yarattığı parlak
kaplumbağa ve yükseklerde uçan kondor adlı düşler ve fantezilerle dolu bir hayal dünyasın­
büyük akbaba gibi hayvanlar yaşar. da yaşıyordu.
11 yaşındayken babası öldükten sonra oku­
Keşifler ve Çatışmalar lu bıraktı. Annesi evin geçimini çamaşır
Bu koskoca dağ sıraları üzerinden uçan yolcu­ yıkayarak sağlıyordu. Bu arada Hans zamanı­
lar, onların karlı doruklarına, büyük çukurla­ nın büyük bölümünü oyuncak tiyatrolar ve
rına ve buzullarına baktıkları zaman, insanla­ kuklalar yaparak geçiriyor, bulabildiği bütün
rın bu dağlarda yaya olarak ya da katır kitapları okuyordu. Annesi onun kitaplara
sırtında yolculuk ettiğine inanamıyorlardı. İlk duyduğu bu sınırsız açlığı anlayamıyor, çocu­
gezginler karşılaştıkları güçlükleri günlükle­ ğun bir terzinin yanında çırak olmasını istiyor­
268 ANDERSEN

du. Ama Hans’ın amacı bu değildi. O bir Hans Andersen bale, müzik ve tiyatro
opera şarkıcısı olmak istiyordu. Bu nedenle oyunculuğunda başarılı olamayacağını anla­
14 yaşındayken evinden ayrılıp Kopenhag’a yınca yazar olmaya karar verdi. Bir süre sonra
gitti. Kral VI. Frederik okula gitmesini sağladı.
Orada, Danimarka’nın en tanınmış dansçısı Ama öğretmenini sevmeyen Hans okulda
olan Bayan Schall’ı buldu. Ona tiyatroyu ne mutlu olamadı. Daha sonra da üniversiteye
kadar çok sevdiğini ve oyunculuk yapıp şarkı gönderildi.
söylemeye nasıl özlem duyduğunu anlattı. Andersen’in 1829’da sahneye konan mizahi
Silindir şapkasını bir tef gibi kullanarak dans oyunu büyük başarı kazandı. O sıralarda burs
edip şarkı söylemeye başladı. Odanın içinde kazanarak Avrupa’yı gezmesini sağlayacak
çılgın gibi dönüyor, “te f ’ine vururken ortalığı parayı elde etti. Bu gezisinde Türkiye’ye de
toza boğuyordu. “Tımarhaneden kaçmış bir gelen Andersen gezi anılarını yazmaya başla­
deli olmalı” diye düşünen Bayan Schall ona dı. İlk romanı Improvisatoren’den (1835;
durumunun umutsuz olduğunu söyleyince “Doğaçtan Söyleyenler”) hemen sonra ülke­
Hans ağlayarak oradan ayrıldı. Başvurduğu sinde çok ünlendi.
herkes aynı şeyleri söyledi. Koca bir burnu, 1835’te yayımladığı ilk masal kitabı başlan­
kocaman elleri ve ayakları, çatallaşmış çirkin gıçta pek ilgi görmedi. Romanları ve gezi
sesiyle, sırık gibi ve çok biçimsiz görünümüyle yazılan ise iyi satıyordu. 1838’de yeniden
Hans’ı herkes komik buluyordu. masallar yazmaya başlayan Andersen’in ma­
Mary Evans Picnıre Library
sal kitapları bu kez çok beğenildi. 1872’ye
kadar masallar yazmayı sürdüren Andersen
artık bütün Avrupa’da tanınıyordu. 1872’de
kazayla yatağından düşerek sakatlandı. Bir
daha da eski sağlığına kavuşamadı ve üç yıl
sonra öldü.
Hans Andersen, en çok bilinen masalların­
dan birinde anlattığı Çirkin Ördek Yavrusu’
na benzerdi. Ördek yavrusu yumurtadan
çıktığında o kadar çirkindir ki bütün kardeşle­
ri ondan nefret eder, çiftlikteki bütün kuşlar
ona güler. O da kaçar, gittiği her yerde yalnız
ve mutsuzdur. Uzun ve soğuk bir kışın ardın­
dan, kendisine doğru gelen üç güzel beyaz
kuğu görür. Onların karşısında başını eğdiğin­
de duru suda kendisinin yansısını görür ve
şaşırır. Artık çirkin ve tiksindirici, kirli gri,
hantal bir kuş değildir; o, bir kuğu olmuştur!
Çiftlikteki ördek yavrularından neden o ka­
dar farklı olduğunu şimdi anlamıştır; artık
onu gören herkes sevip övmektedir. Yüreği­
nin derinliklerinden şöyle haykırır: “Çirkin
Ördek Yavrusu’yken, böylesine büyük bir
mutluluğun olabileceğini hiç hayal etme­
miştim!”
Andersen’in masalları bütün Avrupa dilleri
yanında Türkçe, Çince ve Japonca’ya da
çevrilmiştir. Bu kadar yaygın bir üne sahip
oluşlarının nedeni, belki de onlan okumanın,
H. J. Ford'un, Hans Andersen'in masalları için çizdiği bütün dünyayı gösteren olağanüstü bir resme
bir resim: Karlar Kraliçesi, Kay'i çağırıyor. bakmaya benzemesidir. Bu masallarda yalnız­
ANDORRA 269

ca tuğladan evleri, ormanları ve bataklıkları Turizm önemli bir gelir kaynağıdır. Turist­
ile Danimarka’yı görmekle kalmıyoruz. Ku­ ler için çok sayıda otel vardır. Fransa ve
zey ülkelerinin donmuş çöllerini, göz kamaştı­ İspanya’ya bağlanan karayollarının yanı sıra
ran gün ışığı ile Ispanya’yı, Mısır’ı, İran’ı, dağ yollan da ulaşıma elverişlidir. Bununla
Çin’i ve denizkızlarının yaşadığı deniz dipleri­ birlikte, bazı bölgelerde insanlar yaya ya da at
ni de görüyoruz. sırtında yolculuk yaparlar. Andorralılar Kata-
Andersen’in masalları büyüyle ilgilidir; lan dili konuşur. Ülkede hem Fransız hem de
ama aynı zamanda bilgece yazılmış öyküler­ İspanyol parası kullanılır.
dir. Andersen bazen dünyayı keder dolu bir
yer olarak ele alır. Bazen de, Karlar Kraliçesi ANDORRA'YA İLİŞKİN BİLGİLER
öyküsünde olduğu gibi, sevginin ve iyiliğin
dünyadaki bütün kötülükleri ve mutsuzlukları YÜZÖLÇÜMÜ: 468 km2.
yenip kötü büyüleri bozacağını gösterir. Bu NÜFUS: 48.800 (1987).
YÖNETİM BİÇİMİ: Fransız cumhurbaşkanı ile İspanyol
öyküde Karlar Kraliçesi, Kay adındaki oğlan Urgel piskoposunun devlet başkanı olduğu ortak
çocuğunu soğuk kuzeydeki sarayına götürür. yönetim.
Kay orada evini ve kendisini seven Gerda’yı BAŞKENT: Andorra la Vella.
unutur; çünkü yüreğinde bir cinin kötülük DOĞAL YAPI: Yüksek tepelerin ve derin vadilerin
bulunduğu kayalık, dağlık bir bölge. Pireneler'in
aynasından alınmış bir cam parçası vardır. ortalama yüksekliği 2.700 metredir. Alçak bölgeler
Küçük Gerda onu her yerde arar; sonunda hayvan otlatmaya elverişlidir.
Karlar Kraliçesi’nin sarayının korkunç salon­ BAŞLICA İHRAÇ ÜRÜNLERİ: Kereste; ağaçtan yapılan
elişi ürünler; sigara, puro, deri.
larına gelir. Orada, yüreği bir buz parçasına
dönüşmüş olan Kay’i bulur. Ama koşup onu
öpünce sevgisi buzu eritir. Kay’in yüreği Andorra 8. yüzyılda İmparator Şarlman
yeniden ısınır ve birlikte evlerine dönerler. döneminden beri yarı bağımsız bir ülkedir.
Karlar Kraliçesi’nin sarayının bütün kötülüğü Günümüzde Fransa cumhurbaşkanı ile İspan-
ve soğuğu, kötü bir düş gibi kaybolur; çünkü ya’daki Urgel piskoposunun ortak denetimi
sevgi büyüyü bozmuştur. altındadır. Altı mahallenin her birindeki aile
Popperfolo
Andersen’in masallarından yapılan çeşitli
derlemeler Andersen Masalları, Masallar,
Seçme Masallar, Karlar Kraliçesi, Çoban
Prens, Parmak Kız gibi adlarla Türkiye’de
yayımlanmıştır.

ANDORRA dünyanın en küçük ülkelerinden


biridir. Fransa ile İspanya arasındaki Pirene-
ler’in yüksek vadilerinin arasına sıkışmış gibi
duran Andorra’da yalnızca 48.800 kişi ya­
şar. Bu küçük ülkenin başkenti Andorra la
Vella’nın nüfusu bile 16.000’i geçmez.
Andorra halkı çok eski zamanlardan beri
aynı yaşama biçimini sürdürmektedir. Andor-
ralılar dağlarda koyun ve keçi sürüleri besler­
ler. Kış boyunca vadilerde kurdukları köyler­
de oturur; nisan geldiğinde sürüleriyle birlikte
dağlara çıkarlar. Evlerinde ilkel dokuma tez­
gâhlarında yünden kaba giysiler dokurlar.
Yetiştirilen en önemli bitki tütündür. Önemli
tarım ürünleri buğday, çavdar ve patatestir.
Ülkenin sanayisi önemsiz olmakla birlikte, Andorra'da, Pireneler'in yüksek, sarp yamaçlarına
hidroelektrik enerji üretilir. bakan bir köy sokağı.
270 ANDROCLES

reislerinin seçtiği 24 kişilik bir kurul tarafın­ gizlenmişti. Bir gün, mağaraya bir aslan
dan yönetilir. Ordusu bulunmayan Andorra’ gelmiş ve yardım istermiş gibi pençesini uzat­
da yalnızca küçük bir güvenlik örgütü vardır. mıştı. Aslanın pençesindeki dikeni çıkaran
Ülke bir vergi cenneti sayılır; Andorra’daki Androcles yarayı iyileştirmişti. Böylece An­
kişi ve kuruluşlar devlete ya çok az ya da hiç drocles ve aslan arkadaş olmuş, üç yıl boyun­
vergi vermezler. Andorra’da satılan fotoğraf, ca aynı mağarayı paylaşıp; aynı yiyecekleri
film ve ses kayıt makineleri ile saat gibi mallar yemişlerdi. Aslan avladığı hayvanların en
vergilendirilmedikleri için çok ucuzdur. An- güzel parçalarını hep Androcles’e getirmişti.
dorra’ya her yıl kış sporu yapmak ve vergisiz Androcles de etleri kızgın öğle güneşinde
alışverişten yararlanmak için 10 milyondan pişirmişti.
fazla turist gelir. Sonunda bu yaşantıdan usanan Androcles
aslanın av için mağaranın dışında olduğu bir
ANDROCLES, bir Roma öyküsünün ve gün, geride bırakmış olduğu dünyaya doğru
George Bemard Shavv’un çok daha sonraları uzun bir yolculuğa başlar. Ne yazık ki, Roma­
yazdığı bir oyunun kahramanıdır. Öyküye lı askerler onu görürler ve yakalarlar; efendi­
göre Androcles eskiçağlarda yaşamış bir köley­ sinin dönmüş olduğu, denizler ötesindeki
di. Kölelerin yaşam koşulları ise zor ve Roma’ya götürürler.
acımasızdı. Kaçak köleler çarmıha gerilir ya Androcles Roma’da ölüme mahkûm edilir.
da izleyicileri eğlendirmek için vahşi hayvan­ İşte böylece arenaya getirilen Androcles eski
larla birlikte arenaya atılırdı. Bir gün, büyük arkadaşı aslanla karşılaşır.
bir arenadaki izleyiciler vahşi bir aslanın Öyküyü duyan halk Androcles’in özgürlü­
kurbanlardan birine doğru, sanki onu tanıyor- ğünün verilmesini ister. Aslan da armağan
muşçasına yürüdüğünü görürler. Aslan vahşi­ olarak Androcles’e verilir. O günden sonra
ce kükremek yerine, kölenin etrafında bir sık sık Androcles’i zincirinden tuttuğu asla­
köpek gibi oynayarak dolanır ve kölenin nıyla kentte dolaşırken görenler, ona para
bacaklarına sürtünür. Köle Androcles de, verir, aslanı da çiçeklerle süsler ve “İşte,
korkusu geçer geçmez aslana dostça bakar. adama evsahipliği yapan aslan; aslana doktor­
Sonradan anlaşıldığına göre, Androcles’in luk eden adam” derlerdi.
efendisi bir süre önce onu Afrika’ya götür­
müştür. Her gün kötü davranışlarla karşılaşan ANESTEZİ. Doktorlar, ameliyat sırasında
ve dövülen Androcles sonunda çeresizlik için­ ağrı duymaması için, ameliyattan önce hasta­
de kaçmış ve çölün kıyısında bir mağarada ya bir iğne yapar ya da solunum yoluyla bir

Androcles aslanın pençesindeki dikeni çıkardıktan sonra onunla arkadaş olur.


ANESTEZİ 271

gaz verirler. Hastanın bilincini yitirerek uyku­


ya geçmesine narkoz, böylece vücudundaki
ağrıları duyamayacak duruma gelmesine
anestezi, bu duyu yitimine yol açan maddele­
re de anestezik denir.
19. yüzyılda anesteziklerin bulunması tıp
tarihinin en büyük gelişmelerinden biridir. Bu
maddelerin bulunmasından önce, çok zorunlu
olmadıkça ameliyat yapılamıyordu. Çünkü
ameliyat edilecek kişiye, ağrı duymaması
için, bitki özlerinden elde edilen çeşitli ilaçlar
ya da alkol verilse bile ameliyatlar çok ağrılı Mansell Collection

oluyor ve genellikle şok nedeniyle ölümle Güldürücü gaz herkeste gülme isteği uyandırmaz.
Bu 19. yüzyıl oymabaskısında görüldüğü gibi
sonuçlanıyordu. Oysa bugün güçlü anestezik- bazılarını da uyutur!
ler sayesinde hastanın bilinci ve ağrı duyumu
tümüyle yok edilebildiği için, cerrahlar saat­ buluşların uygulama alanına geçmesi uzun
lerce süren en karmaşık ameliyatları gerçek­ yıllar aldı. 1842’de ABD ’li doktor Cravvford
leştirerek hastanın yaşamını kurtarabiliyorlar. Long, eter koklatarak uyuttuğu bir hastayı
Genel anestezi, omurilik anestezisi ve böl­ ameliyat etti. ABD’li diş hekimi Horace
gesel (lokal) anestezi olmak üzere üç tip Wells ise, diazot monoksit buharlarını soluya­
anestezi vardır. Uzun süren büyük ameliyat­ rak bilincini yitirdikten sonra bir meslektaşına
larda, hastaya bilinçsiz bir uyku veren genel dişini çektirdi.
anesteziye başvurulur. Omurilik anestezisi ise 1846’da gene ABD ’li diş hekimlerinden
genellikle doğumda, karın ve bacak ameliyat­ William Thomas Morton, çenesinde ur olan
larında uygulanır. Omurilik kanalına şırınga bir hastayı Massachusetts’deki bir hastanede
Mansell Collection
edilen bu anestezikler vücudun belden aşağı
bölümündeki ağrı duyumunu ortadan kaldı­
rır; ama ameliyat süresince hasta uyanık ve
tümüyle bilinçlidir. Çok kısa süreli ameliyat­
larda bir sinirin çevresine şırınga edilerek ya
da deri yüzeyine püskürtülerek kullanılan
bölgesel anestezikler vücudun neresine uygu­
lanırsa yalnızca o bölgeyi duyarsızlaştırır. Bu
yüzden diş hekimleri diş çekiminden ya da
dolgudan önce, doktorlar da ufak kesiklere
dikiş atmak ya da apse açmak gibi basit işlem­
lerde bölgesel anestezi uygularlar.
VVİlliam Morton, 1846'da Massachusetts'deki bir
hastanede ameliyata alınmak üzere olan bir hastaya
İlk Gelişmeler eter veriyor.
Anesteziklerin bulunmasında birçok kişinin
emeği geçmiştir. 1799’da İngiliz kimyacı Sir doktorların gözü önünde eterle uyutarak, bu
Humphry Davy, diazot monoksit buharlarını maddenin ameliyatlarda genel anestezi ama­
içine çektiğinde bilincini yitirdiğini ve garip cıyla kullanılabileceğini ilk kez kanıtladı. Çok
düşler gördüğünü fark etti. Aynı gaz başkala­ geçmeden ABD ve İngiltere’deki doktorlar
rında hafif bir sarhoşluk duygusu ve gülme bütün ameliyatlarda anestezi uygulamaya
isteği yarattığından, diazot monoksit daha başladılar.
çok güldürücü gaz adıyla bilinir. Birkaç yıl Doğum sancılarını hafifletmek için eter
sonra Davy’nin öğrencilerinden Michael Fa- kullanan ilk doktor İskoçyalı Sir James
raday, ağrı duyumunu yok etmek için eter Young Simpson oldu. Aynı doktor 1847’de,
kullanılabileceğini öne sürdü. Ama bu ilk dostları üzerinde denediği kloroform buharla-
272 ANGKOR

nnın da etkili bir anestezik olduğunu buldu. Eskiden görkemli bir görünümü olan Ang-
(Ama sonradan kloroformun tehlikeli olduğu kor’daki bütün ahşap saraylar ve evler 15.
anlaşılınca kullanımından vazgeçildi.) yüzyılda terk edildikleri için ya çürüdü ya da
beyaz karıncalara yem oldu. Kumtaşından ve
Anesteziklerin Kullanımı sert kızıl kayadan yapılmış olan dinsel yapıla­
Anesteziklerin kullanımında uzmanlaşmış rın birçoğu ise sağlam kaldı; ama bazı tapı­
olan doktorlara anestezi uzmanı ya da narko­ naklar sık ormanın, yapıların çatılarına kadar
zitör denir. Büyük bir ameliyattan önce, kökleri yayılan ağaçlarından çok zarar gördü.
hastayı uyutmak için kol damarına anestezik Tapmakların en büyüğü ve en güzeli Tanrı
bir madde şırınga edilir. Daha sonra hastanın Vişnu’nun onuruna yapılmış olan Angkor Vat
anestezik gazı soluyabilmesi için ağzına özel çok iyi bir biçimde korunmuştur. Bunun
bir maske takan anestezi uzmanı, bir makine­ nedeni eski Khmerler’in soyundan gelen
nin başına geçerek hastanın soluduğu gaz mik­ Kampuçyalılar için bu tapınağın hâlâ bir hac
tarını ayarlar. Aynca, ameliyat bitinceye kadar yeri olmasıdır. Bu tapmak 200 hektarlık bir
hastanın solunumunu izler ve genel durumu­ alanı kaplayan çok büyük bir yapı olduğu için
nu denetler. Hasta, anestezik gazı soluduğu “kent tapınak” anlamında Angkor Vat adı
sürece uyur ve hiç ağrı duymaz. Ama diazot verilmiştir. Bir kulenin çevresinde ve dikdört­
monoksit, siklopropan ya da halotan gibi gen biçimindedir; galerileri, yolları, terasları
anestezik gazlar uzun süre solunduğunda ölü­ ve çam kozalağı biçiminde kuleleri vardır. 200
me yol açabileceği için, hastaya bu gazlarla metre genişliğinde bir hendekle çevrili olan
birlikte oksijen de vermek gerekir. tapınağın, gerçek boyutlarında yapılmış hay­
van, bitki ve zarif kız oymalarıyla bezenmiş
ANGKOR. Çinhindi’nin güney bölümünde, duvarlan, resimli bir dokumayla kaplanmış
Kampuçya’nın tropikal ormanlarının ortasın­ gibi görünür.
da Asya’nın en büyük harikalarından biri yer Başkent 1177’de Çampa Krallığı’nın akınla-
alır. Bu bir zamanlar büyük Khmer İmpara­ rıyla yıkıldı. Ancak birkaç yıl sonra İmparator
torluğu’nun başkenti olan eski, yıkık Angkor VII. Jayavarman Çampalar’ı yendi ve yeni bir
kentidir (bfik. K am pu çy a ). İS 9. yüzyılda kent yaptı. Buda dinini benimseyerek Buda’
Angkor’u kuran I. Yaçovarman, Tonle Sap nın onuruna Bayon adı verilen çok büyük bir
Gölü yakınındaki bir tepede Hindu tannsı Şi- tapmak yaptırdı. Tapmağı çevreleyen 50 ku­
va’nın bir heykelini yaptırdı. Angkor kenti lenin her birinde doğuya, batıya, güneye ve
Khmer imparatorlarının gücünü simgeleyen kuzeye bakan, gülümseyen kocaman insan
bu heykelin çevresinde gelişti. yüzleri vardır. Bunlar tanrıların krallığa nasıl
French Embassy
ANGLOSAKSONLAR 273

baktığını göstermek amacıyla yapılmıştı. 25 ettikleri sırada Roma ordusu Avrupa’da sa­
metre yüksekliğindeki beş kent kapısının üze­ vaşmak üzere İngiltere’den çekiliyordu. Ro­
rinde de aynı yüzler görülür. Bu kapılara malılar, Britonlar’ı güneyden gelebilecek baş­
giden özel yollar boyunca tanrı ve şeytan ka kabilelerin saldırılarına karşı korumaları
heykellerinin desteklediği yılan biçimli sütun için Angıl ve Saksonlar’a toprak verdiler.
kalıntıları vardır. İmparatorun yarışları ve Ama daha sonra Angıllar ve Saksonlar çok
oyunları izlediği yer nerdeyse gerçek boyut­ güçlendi ve Britonlar’ı batıda Galler ve Corn-
larda fil heykelleriyle süslüdür. wall bölgelerinde yaşamaya zorladılar. İngil­
tere’de Anglosaksonlar’ın egemenliği İS 5.
ANGLOSAKSONLAR. Yüzlerce yıl önce yüzyıldan Normandiya Dükü William’ın
İngiltere’de farklı Germen kabileleri yaşardı. (1028-87) 1066’da İngiltere kralı olmasına
İngiltere’yi de kapsayan Britanya Adaları’nın kadar sürdü.
adı bu kabilelerin en eskilerinden olan Bri-
tonlar’dan, İngiltere adı ise Angıllar’dan Anglosaksonlar'ın Yaşam Biçimi
gelir. Anglosaksonlar ağaç, kamış ve çamurdan
Günümüzde Anglosaksonlar ortak adıyla yaptıkları tek odalı, dikdörtgen biçimli evler­
anılan Angıllar ve Saksonlar bugün Almanya de yaşarlardı. Evlerin duvarlarındaki ve çatı­
olarak bilinen topraklarda yaşayan Germen daki delikler, pencere ve baca işlevleri görür­
kavimleriydi. İngiltere’yi İS 5. yüzyılda istila dü. Odanın ortasında yemek pişirmek ve
British Museum

Yit*"'
£M f \
j. } *h*»cp0Tf

Solda: Canterbury'deki 11. yüzyıl Anglosakson elyazması, Babil Kulesi'nin yapılışını gösteriyor. Üstte
sağda: Sutton Hoo'daki batık gemiden çıkarılan, hayvan figürleriyle süslü mine, altın ve lâl taşlarıyla
işlenmiş para çantası kapağı. Anglosakson zanaatçılar bu malzemeleri özellikle mücevherlerde
kullanırlardı. Altta sağda: Boynuz biçimli içki kapları altın kabartmalarla süslenirdi. Bunlar Sakson
konaklarında sofralarda kullanılırdı.
274 ANGLOSAKSONLAR

ısınmak için bir ateş yanardı. Soylular daha broşlarla tutturulurdu. Uzun tunikler giyen,
büyük evlerde yaşarlardı. Bu evlerden bazıla­ omuzlarına pelerin alan kadınlar kıyafetlerini
rının duvarları altın iplikle dokunmuş kumaş­ cam ya da amber boncuklardan yapılmış
larla süslenirdi. Lord ve adamları yemeklerini kolyeler, bronz bilezikler, yüzük ve broşlarla
yedikten sonra masalar kaldırılır; aynı odada tamamlarlardı.
uyurlardı. Lord’un eşi (Lady) ayrı bir evde Anglosaksonlar’ın başlıca geçim kaynağı
yaşardı. Soyluların evlerinin çevresinde hiz­ hayvancılık ve tarımsal üretimdi. Yiyecekler
metçi yatakhanesi, mutfak, ambar gibi yapılar balla tatlandırıldığı için arıcılık çok gelişmişti.
da olurdu. Köylüler vergilerini Lordlar’ına ürün ve hay­
Anglosakson kralları ve soyluları basit bir van olarak öderlerdi. Bir köyün kirası birkaç
yaşam sürmelerine karşın, evlerinde gümüş öküz, koyun, kaz, tavuk, fıçılarla bira, bal,
kâse, kaşık ve içki kupaları ile özenle yapılmış tahıl, peynir ve yağdan oluşabilirdi.
British Museum

Meclisler, Yasalar ve Savaşlar


Anglosakson kralı halkını, tek görevi savaş­
mak olan soyluları topladığı meclise danışa­
rak yönetirdi. Ama meclisin önerilerine uy­
mak zorunda değildi. Anglosakson hukukun­
da iki geleneğe büyük önem verilirdi. Bunlar­
dan birincisi, köylülerin krala ve soylu Lord-
lar’a mutlak bağlılığı, buna karşılık Lordlar’ın
onları başka Lordlar’a karşı korumasıydı.
Ayrıca Lordlar’ın kendilerine bağlı köylüleri
doğrudan yargılama ve cezalandırma hakları
vardı. İkinci gelenek ise, aile üyeleri ve
akrabaların dayanışma ve yardımlaşmasıydı.
Akrabasını öldürmek, bir insanın işleyebile­
ceği en büyük suç sayılırdı. Birini öldüren
kimse, ölenin akrabalarına tazminat öderdi.
Bu tazminatın miktarı, ölenin toplumsal ko­
numuna ya da soylu olup olmamasına bağlı
olarak belirlenirdi.
Savaşmak kral ve soyluların işiydi. Köylüle­
rin savaşlar sırasındaki işi ise siper kazmak,
köprü yapmak, malzeme ve cephane taşımak­
tı. Anglosaksonlar’m başlıca silahları kılıç ve
mızraktı. Kendilerini korumak için kalkan
kullanır, miğfer ve zincirden yapılmış zırh
giyerlerdi. Kılıç kabzaları, miğfer ve kalkan­
İngiltere'de Sutton Hoo'da bulunan bir Anglosakson lar güzel oymalarla süslenirdi.
m iğferinin parçaları kullanılarak, özgün biçim ine
uygun m iğfer örneği yapılmıştır.
Dinler
cam eşyalar kullanırlardı. Sıradan insanların A n g lo s a k s o n la r İ n g ilte r e ’y e ilk g e ld ik le r in d e
kullandığı tencere, tava ve kâseler ise toprak­ p u tp e r e s tti le r (bak. İ l k e l D î n l e r ) . İ n g iliz c e ’
tan yapılırdı. d e b a z ı g ü n le r in a d la r ı b u ta n r ıla r ın a d la r ın ­
Anglosaksonlar’m giysileri yünlü kumaş­ d a n g e lm e d ir.
tandı. Erkekler ceket, uzun pantolon ve İS 597’de papa, Augustinus önderliğinde
pelerin, kimi kez de dize kadar uzanan bir grup misyoneri Roma’dan İngiltere’ye
tunikler giyerlerdi. Kralların kemer tokaları gönderdi. Augustinus ve 40 din adamı
altın ya da gümüştendi. Pelerinler büyük Kent’e ulaştılar. Kent kralı Canterbury’deki
ANGOLA 275

Britonlar’dan kalma eski kiliseyi yeniden ya Dükü William 1066’da İngiltere kralı
yapmalarına izin verdi. Bir süre sonra, İskoç- olarak taç giydi. Böylece Anglosakson döne­
ya kıyılarındaki bir adadan da Hıristiyan mi sona erdi.
misyonerler geldi. Misyonerlerin çabalarıyla
Hıristiyan dini yavaş yavaş ülkenin her yanma ANGOLA Afrika’nın güneybatısında, Atlas
yayıldı. Yeni kiliseler ve manastırlar kuruldu. Okyanusu’na kıyısı olan bir cumhuriyettir.
Keşişler bilgili kişilerdi. Oysa halkın çoğun­ Batısında Atlas Okyanusu, kuzeyinde Zaire,
luğu okuma yazma bilmiyordu. Manastır güneydoğusunda Zambia ve güneyinde Nami-
okullarında keşiş olacak erkek çocuklan ye­ bia ile çevrilidir. Kongo Irmağı halicinin
tiştirilirdi. Bilgin keşişler içinde en ünlülerin­ kuzeyinde Angola’nın Kabinda ili vardır. Bu
den biri Aziz Bede’dir. İS 8. yüzyılda, arala­ il ile Angola arasında Zaire topraklan dar bir
rında İngiliz halkının tarihinin de bulunduğu şerit biçiminde uzanır.
pek çok kitap yazmıştır. Din adamları kitapla­
rını Latince yazarlardı. Anglosaksonlar’ın ANGOLA'YA İLİŞKİN BİLGİLER
kendi ulusal dilleriyle söylenmiş şiirler ise
YÜZÖLÇÜMÜ: 1.246.700 km2.
kuşaklar boyu ağızdan ağıza aktarılarak yaşa­
NÜFUS: 9.105.000 (1987).
mıştır. Krallar ve soylular ziyafet sofralarında YÖNETİM BİÇİMİ: Sosyalist Cumhuriyet.
halk ozanlarından, kahramanlık öykülerini BAŞKENT: Luanda.
şiir ya da şarkı biçiminde dile getirmelerini BAŞLICA İHRAÇ ÜRÜNLERİ: Petrol, elmas, kahve.
isterlerdi. ÖNEMLİ KENTLER: Benguela Huambo, Lobito, Luanda
(başkent), Mosâmedes, Sâ da Bandeira (Lubango).
Anglosakson İngilteresi
Anglosaksonlar’m egemenliği döneminde Angola’nın kıyı ovası iç kesimlere doğru
krallıklar arasında sürekli savaşlar olurdu. 8. yükselerek, serin iklimi olan bir yaylaya
yüzyılda bunlardan biri çok güçlendi ve dönüşür. Ama ülkenin öteki bölgelerinde
Güney İngiltere’deki pek çok krallığı deneti­ sivrisineklerin üremesine elverişli sıcak ve
mi altına aldı. Bu güçlü krallık Mercia’ydı. nemli bir iklim görülür. Ülkenin büyük bölü­
Kralları Offa kendini “İngilizler’in kralı” ilan mü çayırlarla kaplı yüksek düzlüklerden olu­
etti. Britonlar’m Galler bölgesi sınırında çok şur. Kuzeydeki Kongo Irmağı’na katılan ır­
büyük bir hendek yaptırdı. Bu hendeğin makların vadilerinde ise sık ormanlar vardır.
kalıntıları, günümüzde de “Offa’nın Hende­ Ülke topraklarının yalnızca yüzde 3’ü tarıma
ği” olarak bilinmektedir. elverişlidir. Angola’da suaygırı ve timsahın
Anglosaksonlar daha sonraları Kuzeyliler yanı sıra aslan, pars, zürafa, gergedan, manda
ya da Danlar (DanimarkalIlar) olarak adlan­ ve fil gibi hayvanlar yaşar.
dırılan Vikingler’in istilasına uğradılar. Viking- Angola’daki başlıca kabileler Bantu dilleri­
ler önceleri kıyılara saldırıp, aldıkları gani­ ni konuşur. Ayrıca, ormanlık bölgelere sığı-
metlerle yurtlarına geri dönüyorlardı. Sonra­
ları geri dönmeyip ele geçirdikleri yerlere yer­
leşmeye başladılar. Anglosaksonlar ancak
871’de, Büyük Alfred’in Wessex kralı olmasın­
dan sonra Viking saldırılarına karşı durabildiler
(bak. ALFRED). Ama 10. yüzyılda Danlar İngil­
tere’yi yeniden istila etti ve bu kez Danlar’m
akıllı ve güçlü kralı Canute İngiltere’ye ege­
men oldu.
1035’te Canute’un ölümünden sonra taht
gene bir Anglosakson kralı olan dindar Ed-
ward’ın eline geçti (bak. E d w a r d , İNGİLTERE
KRALLARI). Edward’ın ölümünden bir yıl son­
ra İngiltere yeniden işgal edildi ve Normandi-
276 ANIT

nan ve Koisan dili konuşan 4.000 kadar San ANIT. Bir kişinin, olayın ya da tarihsel bir
ya da Buşman vardır. dönemin anısını yaşatmak amacıyla yapılan
Eskiden önemli bir kahve üreticisi olan heykel ya da yapılara anıt denir. Örneğin,
Angola’da bugün şeker, pamuklu dokuma ve Mısır piramitleri çok eski zamanda yaşamış ve
kereste sanayileri önem kazanmıştır. Mosâ- oraya gömülmüş olan firavunların (kralların)
medes limanında da balıkçılık sanayisinin D İ A T EK
soğuk hava depoları vardır.
Zengin bakır, manganez ve demir cevheri
yataklarına sahip olan Angola’daki en önemli
madencilik etkinliği elmas çıkarımıdır. Bunun
yanı sıra granit ve kuvars öteki ülkelere
satılır. Güneyde Kassinga’da demir cevheri
çıkarılır. Kuanza Irmağı’nın güneyinde çıkarı­
lan petrol de ülke ekonomisi için önem taşır.
Zaire’deki Katanga maden bölgesi ile Ben-
guela arasında demiryolu bağlantısı vardır.
Ayrıca kıyılar iç kesimlere dört demiryolu
hattıyla bağlanmıştır.

Tarih
Angola 15. yüzyılın sonunda Portekiz’in sö­
mürgesiydi (egemenliği altındaydı). Angola
adı bu yüzyılda Portekiz ile anlaşan Angola Kızılay Meydanı'ndaki Güven Anıtı 1935'te, Alm an
Kralı N ’gola’dan gelir. Afrika’nın önemli bir ve AvusturyalI sanatçıların işbirliğiyle yapılmıştır.
köle ticareti merkezi olan Angola’dan 19.
yüzyılın sonuna kadar Brezilya’daki Portekiz anılarım yaşatır. Roma’daki büyük zafer tak­
şekerkamışı işletmelerine çok sayıda Buşman ları Romalı generallerin, Paris’teki ünlü Zafer
köle olarak gönderilmiştir. Angola’daki halk Anıtı (Arc de Triomphe) ise Napolyon ordu­
ise Portekiz işletmelerinde zorla çalıştırıl­ larının zaferleri anısına yapılmıştır. Avrupa’nın
mıştır. hemen hemen bütün köy ve kasabalarında
1955’te Portekiz, Angola’nın kendi eyalet­ savaş sırasında ölen asker ve sivillerin anısına
lerinden biri olduğunu ilan etti. Bir yıl sonra adanmış savaş anıtları vardır. Batıda birçok
Agostinho Neto önderliğinde Angola Kurtu­ savaş anıtı taş sütun ya da haç biçimindedir.
luş Halk Hareketi ülkenin bağımsızlığı için Londra’da Whitehall’daki Kenotaf (boş lahit)
mücadeleye başladı. Bu tarihten sonra kuru­ en ünlü savaş anıtlarından biridir.
lan öteki örgütlerle birlikte, ulusal bağımsız­ Meydan ve caddelerdeki bazı anıtlar tek bir
lıktan yana olan Afrikalılar, Portekizliler’e kişinin anısına yapılmıştır. Ankara ve Türkiye’
karşı bir gerilla savaşı vermeye başladılar. nin öteki kentlerindeki Atatürk, Washing-
1974’te yönetim değişikliğinden sonra Porte­ ton kentindeki George Washington anıtları,
kiz (bak. Po r t e k iz ) denizaşırı topraklarından Londra’nın Trafalgar Meydam’ndaki Nelson
çekildi ve ertesi yıl Angola bağımsız oldu. Sütunu bunlardandır.
Ama hemen iç savaş çıktı; ardından da Güney
Afrika Cumhuriyeti Angola’ya saldırdı. Mezarlar ve Tapmaklar
1976’da SSCB ve Küba’nın desteklediği bir “A nıt” sözcüğü geçmiş zamanları anımsatan
yönetim iktidara geldi. 1980’lerde de Güney bir yapıt anlamına geldiği için, tarihöncesi
Afrika bu ülkeye saldırılarını sürdürdü. An­ çağlarda yaşamış olan insanların taş ya da
gola, Afrika’nın güneyindeki öteki bağımsız­ topraktan yaptığı yapılar için de kullanılır.
lık hareketlerini, özellikle de güney komşusu Avrupa’nın kuzeyinde ve batısındaki tarihön­
Namibia’daki bağımsızlık hareketini destekle­ cesi taş anıtların iki farklı tipi vardır. Bunlar
mektedir. ya mezar ya da tapınaktır. Mezarların üstü
ANITKABİR 277

başlangıçta bir toprak tepecikle kaplıydı, ama hi 12. yüzyıla kadar gider. Zengin insanlar
bunlar daha sonraki yıllarda ya yağmur sularıy­ taş lahitlerde kilisenin içinde gömülürlerdi.
la çözülüp sürüklenmiş ya da topraklar tarım 13. yüzyılın sonlarında, ölmüş kişilerin insan
alanlarına dönüştürülürken yok olmuştur. boyutunda heykelleri lahtin üzerine yatmış
Günümüzde bunlardan geriye kalanlar, içleri­ durumda, elleri dua eder gibi birleştirilmiş
ne ölülerin konduğu taştan yapılmış oda ya da olarak yapılırdı. Daha sonra kişiler, adları
bölmelerdir. Bu tür taş anıtlara megalitler pirinç levhalara yazılarak anıldı. Bu levhalar
denir. Megalit, Yunanca “büyük” anlamına kilisenin taş duvarına yerleştirilirdi.
gelen megalo ve “taş” anlamına gelen lithos
sözcüklerinden türetilmiştir. Dünyanın birçok Türkler'de A nıt
yerinde megalitler vardır ve yaklaşık 6.000 yıl Türkler, İslam dinini benimsemeden önce de,
önce yaşamış insanlarca yapılmıştır. yaşadıkları dönemlerin ünlü kişilerini, kazanı­
Bazı mezarlar galeri mezar olarak adlandı­ lan savaşları simgeleyen anıtlar yapmışlardır.
rılır. Çünkü ölülerin gömüldüğü yer alçak ve Bunlardan günümüze kalmış en ünlüsü Orta
uzun bir oda ya da galeri biçimindedir. Galeri Asya’daki Orhun A nıtlaridır (bak. O r h u n
mezarlar dikine konmuş taş bloklar ve bunla­ ANITLARI).
rın üzerine tavan diye yerleştirilmiş başka taş Türkler Anadolu’yu yurt edindikten sonra
bloklardan oluşur. da günümüze kadar ulaşan anıtsal nitelikte
Başka bir mezar türü de geçit mezarlardır. cami, köprü, han, hamam, medrese gibi
Böyle adlandırılmalarının nedeni, ölülerin yapılar yapmış, mezar taşları süslemelerine
gömüldüğü salonun dışarıya alçak ve uzun bir önem vermişlerdir. Selçuklu mezar taşlarının
geçitle bağlanmış olmasıdır. Geçit mezarları üzerinde insan, hayvan ve kuş figürleri vardır.
örten höyük büyük taşlarla çevrilidir. Geçit Osmanlı mezar taşları ise bitki ve mimari
mezarlar, galeri mezarlar gibi, birden çok ölü figürlerle bezenmiştir. Osmanlı mezar taşla­
için kullanılmıştır. Ama geçit mezarlar çok rından kişinin toplumsal konumu da anlaşıla­
daha sonra, maden kullanmaya başlamış in­ bilirdi.
sanlarca yapılmıştır. Geçit mezarların en gü­ Kurtuluş Savaşı’ndan sonra anıt yapımında
zel örneklerinden biri İskoçya açıklarında, hızlı bir çoğalma oldu. Hemen hemen bütün
Orkney Adaları’ndaki Maeshowe’dur. Bu­ kentlerde A tatürk’ü, Kurtuluş Savaşı’m, hal­
nun, kubbe biçiminde çatısı olan büyük bir kın savaştaki kahramanlıklarını simgeleyen
orta salonu ve bu salona açılan, içine ölülerin anıtlar dikildi. Çanakkale Zafer ve Meçhul
konduğu üç küçük odası vardır. Asker Anıtı ile A tatürk’ün gömülü olduğu
Megalitik anıtların bir başka türü de men- Anıtkabir (bak. ANITKABİR) bunların önde
hirlerdir. (Breton dilinde “taş” anlamına ge­ gelenlerindendir.
len men ve “uzun” anlamına gelen h i f den
türetilmiştir.) Bu anıtlar dik olarak yerleştiril­ ANITKABİR, A tatürk’ün Ankara’daki anıt­
miş büyük taşlardan yapılmıştır. Kuzey Fran­ mezarıdır. A tatürk’e bir anıtmezar yapma
sa’da, özellikle Bretanya’da ve Güney İngilte­ çalışmalarına ölümünden hemen sonra baş­
re’de görülen menhirler, bir ya da daha çok, landı. Yer olarak kentin kaleden sonra en
daire, yarım daire ya da elips biçiminde yüksek tepesi olan ve adı daha sonra Anıttepe
dizilmiş taşlardan oluşur; hendekle ve toprak olarak değiştirilen Rasattepe seçildi. 1941’de
setlerle çevrilidir. İngiltere’deki ünlü bir men- yapının tasarımı için açılan uluslararası yarış­
hir Stonehenge’dir. Cilalı Taş Devri (Neolitik maya yurtiçinden 22, yurtdışmdan 27 proje
Çağ) ve Tunç Çağı başlarında (yaklaşık İÖ katıldı. Uluslararası seçici kurulun seçtiği üç
2800) yapılmış tapmaklar zamanla onarılıp proje arasından, Emin Onat ile Orhan A rda’
genişletilmiştir. Bu taş tapmaklarda ne tür nın ortak projesinin uygulanmasına karar ve­
tanrılara tapıldığım ve nasıl dinsel törenler rildi. 9 Ekim 1944’te temeli atılan Anıtkabir’
yapıldığını bilmiyoruz. Günümüzde ölüler ba­ in yapımı dokuz yılda tamamlandı. 10 Kasım
zen eski tapınakların yakınma gömülür. 1953’te A tatürk’ün Etnografya Müzesi’nde
Hıristiyan dünyasında kilise anıtlarının tari­ bulunan naaşı törenle buraya taşındı.
ANKARA 279

ANKARA İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER Evliya Çelebi Ankara keçisi kadar beyaz bir
varlık görmediğini yazmıştır.
YÜZÖLÇÜMÜ: 30.715 km2.
NÜFUS: 3.306.327 (1985).
İL PLAKA NO: 06.
Doğal Yapı
İLÇELER: B üyük Şehir Belediyesi'rıe bağlı ilçeler: Altın­ Deniz düzeyinden yüksekliği ortalama 1.000
dağ, Çankaya, Keçiören, Mamak, Yenimahalle. Ö b ü r metre dolayında olan il dağlık ve ormanlık
ilçeler: Ayaş, Balâ, Beypazarı, Çamlıdere, Çubuk,
Delice, Elmadağ, Gölbaşı, Güdül, Haymana, Kalecik,
Kuzey Anadolu ile kurak Konya Ovası ara­
Kazan, Keskin, Kırıkkale, Kızılcahamam, Nallıhan, sında geçiş bölgesidir. İl topraklarının kuzeyi
Polatlı, Sincan, Sulakyurt, Şereflikoçhisar. yüksek ve dağlıktır. Batı Karadeniz’in Köroğ-
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Anıtkabir; Atatürk Orman Çiftliği lu Dağları yer yer ilin kuzey sınırlarından
ve Hayvanat Bahçesi; Gençlik Parkı; Ankara Kalesi;
Augustus Tapınağı; Caracalla (Roma) Hamamı; Julia- içeriye doğru sokulur. Bu dağlar üstündeki
nus Sütunu; Alaeddin Camisi; Aslanhane (Ahi Yıldırım Dağı (2.034 metre) ilin en yüksek
Şerafeddin) Camisi; Hacı Bayram Camisi; Ahi Elvan
Camisi; Cenabi Ahmed Paşa Camisi; Ulus Cumhuri­ noktasıdır. İdris Dağı (1.988 metre), Elma
yet Anıtı; Güven Anıtı; Zafer Anıtı; Türkiye Büyük Dağı (1.761 metre) ve Ayaş Dağları (1.668
Millet Meclisi, eski ve yeni binaları; Anadolu Mede­ metre) ilin öteki önemli yükseltileridir. Gü­
niyetleri Müzesi; Devlet Resim ve Heykel Müzesi;
Etnografya Müzesi; Çankaya Atatürk Müzesi; Tabiat neyde geniş bir alanı kaplayan, ortalama
Tarihi Müzesi; Çubuk Barajı; Gölbaşı; Kızılcahamam 1.100 metre yükseklikteki Haymana Yaylası
Soğuksu Milli Parkı ve kaplıcaları; Ayaş Karakaya
Kaplıcası; Haymana kaplıcaları; Gordion. genellikle ova, yer yer de yayla görünümün­
dedir. İlin başlıca ovaları Ankara, Çubuk,
Ankara ili üç sevimli hayvana da adını Mürtet, Beypazarı ve Polatlı ovalarıdır.
vermiştir. Bunlar Ankara kedisi, Ankara İlin akarsularını Kızılırmak ve Sakarya
tavşanı ve Ankara keçisidir. Ankara kedisinin ırmaklarıyla bunlara karışan çay ve dereler
çok ince, yumuşak ve ipek görünümünde, kar oluşturur. Kızılırmak’ın yaklaşık 250 kilomet­
gibi beyaz tüyleri vardır. Ankara tavşanının relik bölümü Ankara topraklarından geçer.
ve Ankara keçisinin uzun, parlak ve ipek Sakarya ise ilin batı sınırları boyunca akar.
yumuşaklığındaki tüylerinden yararlanılır. Çubuk ve Hatip (Bentderesi) çayları ile İnce-

S ^ ÇANKIRI /
^->ÇAMUDERE ( \
\ /
k iz il c a h a m a m \ _____ p
X K urtboğazı Ç u bu k II* f
Barajı Barajı «
NALLIHAN BEYPAZARI ® ® ÇUBUK S U L A K Y U R t'C ÇORUM
® GÜDÜL o KAZAN ® \
-s? A Çubuk I ®
Gökçekaya Sanyar ® SINC^ N t) Barajı KALECİK D E LİC E ) —
Barajı M AYAŞ ® g j ELMADAĞ
S ANKARA 2 2 2 d" ° T l ..... , Vyozgat

® KESKİN
ESKİŞEHİR

BALÂ
®HAYM ANA
Kesikköprü <
Barajı
KIRŞEHİR
iç Anadolu
Hirfanlı
Bölgesi'ndeki
Ankara ili,
yüzölçüm üyle
AFYONKARAHİSAR Ş.KOÇHİSAR Konya'dan sonra
ikinci sırayı alır. İlin
KONYA merkezi olan Ankara
kenti Türkiye'nin de
başkentidir.
280 ANKARA

su Deresi’nin birleşmesiyle oluşan Ankara Tarih


Çayı Sakarya’ya dökülür. Ankara ilinde yapılan kazılar ilk yerleşimlerin
Ülkemizin ikinci büyük gölü olan Tuz Taş Devri’ne kadar uzandığını göstermekte­
Gölü’nün doğu kıyıları Ankara ili sınırlan dir. Yöre İÖ 2000-1200 yılları arasında Hitit
içindedir. En derin yeri iki metreyi bulan egemenliğine girdi; daha sonra sırasıyla Frig-
gölün sularının tuzluluk oranı yüksektir. Yaz ya (İÖ 8.-7. yüzyıl) ve Lidya (İÖ 7. yüzyıl-
aylannda aşın buharlaşma ve kaynak yeter­ İÖ 547) toprakları içinde kaldı. İÖ 7. yüzyılda
sizliği nedeniyle gölün suları oldukça azalır. Anadolu’da başlayan bölgeler arası ticaretin
Göl alanının büyük bir bölümünde, kalınlığı ana ulaşım yolu üzerinde bulunan Ankara
Anadolu Yayıncılık Arşivi kenti ile çevresi büyük önem kazandı.
İÖ 547-331 arasında Persler’in yönetimine
giren yöre Büyük İskender’in doğu seferiyle,
Anadolu’nun pek çok yeri gibi Makedonya
İmparatorluğu’na bağlandı. Büyük İsken­
der’in bugün Polatlı ilçesinde bulunan Gordi-
on’daki düğümü kılıcıyla keserek çözmesi,
İsa Çelik

Bir bozkır kenti olan Ankara'da, Kuğulu Park gibi


yeşil alanlar ve yapay göller hep insan eliyle
düzenlenm iştir.

30 santimetreye varan tuz katmanları ortaya


çıkar. İlde aynca Mogan, Emir (Eymir) gibi
küçük göller ve ildeki akarsular üzerinde
kurulmuş Hirfanlı, Sarıyar, Çubuk 1 ve 2,
Bayındır, Kurtboğazı ve Kesikköprü barajla-
nnın oluşturduğu yapay göller vardır. An­
kara kentinde oturanların tatil günlerinde
kıyılannda piknik yaptığı bu göllerde su
sporlan yapılır, turna ve sazan balıklan av­
lanır.
Ankara ilinde kara iklimi egemendir. Yazla-
n sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı
geçer. İl daha çok ilkbahar ve kış aylarında
yağış alır. Kuraklık ise hazirandan ekime
kadar sürer. Dönem dönem ildeki kuraklığın
doğal afet boyutlarına ulaştığı da olmuştur.
Örneğin 1874’teki büyük kuraklığın yarattığı Augustus Tapınağı Roma dönem inden günümüze
kıtlık birçok insanın ölümüne yol açmıştır. ulaşmış yapıların en önem lilerinden biridir.
İl topraklarının orta ve güney bölümlerini
bozkır bitki örtüsü kaplar. Ormanlık alanlar her şeyin güçle çözüleceğini anlatan, günümü­
Kızılcahamam’dan kuzeye doğru giderek yo­ ze kadar ulaşmış bir' söylencedir.
ğunlaşır. Ormanlarda başta karaçam olmak Daha sonra, Balkanlar’dan geçerek Ana­
üzere değişik çam türleri ile meşe ve ardıç dolu’ya gelen Galatlar İÖ 278-189 yıllan
bulunur. arasında Ankara ve çevresine egemen oldu­
ANKARA 281

Yüksek bir tepenin


üstündeki Ankara Kalesi,
bugün çağdaş bir kent
görünüm ündeki başkent
Ankara'nın çekirdeğidir.

Ara Güler

lar. Sakarya ile Kızılırmak arasına yerleşen bu bağlı olarak şekerpancarı üretimi hızla artmış­
savaşçı kavimden dolayı burası Galada adını tır. Vadi boylarında ve sulanabilen topraklar­
aldı. Bölgeye İÖ 2. yüzyılda egemen olan da yapılan sebzecilik ve meyvecilik de son
Romalılar Ankara kentini yörede oluşturduk­ yıllarda gelişme göstermektedir. İldeki meyve
ları eyaletin başkenti yaptılar. Sonradan ağaçlarının büyük bölümünü elma ve armut
Bizans İmparatorluğu yönetimine geçen böl­ oluşturur; sulu ve kokulu Ankara armudu çok
ge 7. yüzyılda Sasaniler’in, 9 yüzyılda Abbasi- ünlüdür.
ler’in akınlanna uğradı. Büyük bölümü yayla özelliği gösteren A n­
1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan iki yıl son­ kara ilinin doğal yapısı hayvancılığa elverişli­
ra Selçuklular Ankara’yı ele geçirdi. Daha dir. Koyun ve dünyaca ünlü Ankara keçisi
sonra 1127’de Danişmendliler’in egemenliği­ ilde yetiştirilen hayvanların başında gelir.
ne giren yöre 1143’te Anadolu Selçukluları’ Ankara keçisinin beyaz, ince, doğal olarak
nın eline geçti. Anadolu Selçuklu Devleti’nin kıvırcık olan tiftiği nitelikli dokuma üretimin­
dağılma döneminde Ankara’yı bir süre Ahiler de kullanılır. 19. yüzyıl ortalarına kadar
(bak. AHİLİK) yönetti. İlk kez 1354’te Osmanlı dünyada tiftik bir tek Ankara’da üretilmektey­
egemenliğine giren yöre bir süre de Ka­ di. Günümüzde, Ankara’dan alman damız­
ramanlı yönetiminde kaldı. 1361’de yeni­ lıklarla dünyanın başka yerlerinde de tiftik
den Osmanlı topraklarına katıldı. İl 1402’de, üretilmekteyse de hâlâ en nitelikli tiftik An­
Yıldırım Bayezid ile Timur arasındaki Anka­ kara’da elde edilmektedir. A nkara’nın bir
ra Savaşı’na sahne oldu. başka ünlü hayvansal ürünü Beypazarı, Çu­
buk, Çamlıdere ve Kızılcahamam ilçelerinde
Ekonomi üretilen çok lezzetli, beyaz ve kokulu Ankara
Ankara topraklarının yarısından çoğu tarıma balıdır.
elverişlidir. Güneye doğru gidildikçe belirgin­ Türkiye’nin savaş sanayisi, ağırlığı Kırıkka­
leşen kurak İç Anadolu iklimi buğday, arpa, le’de olmak üzere Ankara’da toplanmıştır.
yulaf gibi kuru tarıma uygun tahıl ürünlerinin Kırıkkale silah fabrikalarında tabanca, tüfek,
yetiştirilmesine olanak verir. Ankara, Türki­ top gibi silahlar ile bunların mermileri üreti­
ye tahıl üretiminde yaklaşık yüzde 8’lik bir lir. Mamak’ta gaz maskesi, Elmadağ’da ba­
payla Konya’dan sonra ikinci sıradadır. rut, Kayaş’ta kapsül fabrikaları kurulmuştur.
İlde yetiştirilen öbür tarım ürünleri arasın­ Ankara’da 1988’de kurulan uçak fabrikasında
da fasulye ve mercimek de önemli bir yer F-16 savaş uçaklarının montajı yapılmaktadır.
tutar. Yörede şeker fabrikalarının açılmasına Tarımsal ve hayvansal ürünlerin işlendiği un,
282 ANKARA

ti’nin başkenti olan Ankara, Anadolu’nun en


eski kentlerinden biridir. Kentin kurulduğu
yer çok eski dönemlerden beri Anadolu’nun
en önemli ulaşım yolları üzerindeydi. Kentin
en eski bölümü olan ve sarp yamaçlı bir tepe
üzerinde bulunan kalenin, çok eski dönemler­
de, ovadan geçen yolu denetlemek amacıyla
kurulduğu sanılmaktadır.
Ankara adı bir söylenceye göre, kentin
kurucusu Frig Kralı Gordius’un oğlu Midas’
tan gelmektedir. Frig söylencelerine göre
Midas gemi çapasını bulan kişidir ve kentin
ilk adı olan Ankira gemi çapası anlamına
Anadolu Yayıncılık Arşivi
gelir. Birbirine yakın ama değişik birçok adla
Atatürk Orman Ç iftliği içindeki hayvanat bahçesi,
türlerinin çeşitliliği açısından Türkiye'nin en zengin anılan kente sonraları Engürü denmeye baş­
hayvanat bahçesidir. lanmıştır. Bu sözcük Farsça üzüm anlamına
gelen “engür”den türemiştir.
makarna, bisküvi, şeker, süt, yağ fabrikaları Tarih boyunca çok çeşitli uygarlıklara sah­
beili başlı besin sanayisi kuruluşlarıdır. ne olan Ankara kenti en görkemli yıllarını
Etimesgut’ta dokuma ve çimento, Atatürk Romalılar döneminde yaşamıştır. Ankara bu
Orman Çiftliğinde bira ve şarap fabrikaları dönemde içişlerinde bağımsız bir kent olarak
vardır. Öteki sanayi kuruluşları arasında trak­ yönetildi ve büyük anıtsal yapılarla bezendi.
tör ve çeşitli tarım araçları, metal eşya, boya Bunlardan günümüze ka.an en önemlileri
ve vernik fabrikaları bulunur. Sanayi Ankara Augustus Tapmağı (İÖ 25-20) ve Caracalla
ve Kırıkkale kentlerinde yoğunlaşmıştır. (Roma) Hamamı’dır (İS 217). İS 3. yüzyılda
İlde bulunan yeraltı zenginliklerinden linyit Ankara, Roma ordularının kışlık konaklama,
(Nallıhan, Beypazarı), manganez (Haymana) ordu için gerekli erzak ve gereçleri sağlama
ve demir (Balâ, Keskin) yatakları işletilmek­ yeriydi.
tedir. 11. yüzyılda Selçuklu egemenliğine giren
Ankara’daki en eski Türk yapısı 12. yüzyıldan
İl Merkezi: Ankara kalma Alaeddin Camisi’dir. Aslanhane (Ahi
Ankara ilinin merkezi ve Türkiye Cumhuriye- Şerafeddin) Camisi ise kentin en önemli
Anadolu Yayıncılık Arşivi Selçuklu anıtıdır. Osmanlılar döneminde kent
bir tür ipekli olan sof yapımında, dericilik ve
kunduracılıkta uzmanlaşmış bir ticaret mer­
kezi olarak gelişti. Önceleri Anadolu Beyler­
beyliğinin merkezi olan Ankara, Tanzimat’
tan sonra Ankara eyaletinin merkez sancağı
oldu.
Ankara kentinin Kurtuluş Savaşı’nda özel
bir yeri vardır. Mustafa Kemal ve arkadaşları
27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldiler. 16
Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilmesi ve
Osmanlı Mebusan Meclisi’nin silah zoruyla
dağıtılması üzerine Mustafa Kemal 23 Nisan
1920’de Ankara’da Millet Meclisi’ni topladı.
O günlerde Ankara ulaşılması ve yaşanması
güç, bakımsız bir kasabaydı. Almanlar tara­
Ulus Meydanı'ndaki Cum huriyet Anıtı Ankara'nın fından yaptırılmış olan istasyon, sol tarafı
sim gelerinden biridir. bataklık olan bozuk ve dar bir yolla Ulus
ANSİKLOPEDİ 283

Meydam’na bağlanırdı. Dikmen, Küçükesat, sında geniş ölçekli kent sorunlarıyla uğraşmak
Çankaya bağlıktı. Kent, kalenin çevresinde üzere Ankara Büyük Şehir Belediyesi ve
kümelenmiş dar sokaklı birkaç mahalleden bunun sınırlan içinde beş ilçe belediyesi
oluşmaktaydı. (Altındağ, Çankaya, Keçiören, Mamak, Yeni­
Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlanma­ mahalle) oluşturulmuştur.
sından sonra Ankara 13 Ekim 1923’te yeni Başkent olduğu için Türkiye Büyük Millet
devletin başkenti ilan edildi. Bu tarihten Meclisi, cumhurbaşkanı ve başbakan ile ba­
Anadolu Yayıncılık Arşivi kanlardan oluşan hükümet Ankara’da bulu­
nur. Yabancı devletlerin Türkiye büyükelçi­
likleri, kamu kurumlannın, siyasal partilerin,
silahlı kuvvetlerin yönetim merkezleri baş­
kentte toplanmıştır. Ankara’da çalışan nüfu­
sun yandan fazlası kamu kuruluşlarında çalış­
maktadır. Bundan ötürü halk arasında Anka­
ra’ya “memur kenti” denir.
Tüm yurda ve dünyanın önemli merkezleri­
ne hava, kara ve demiryolu bağlantısı olan
Ankara önemli bir kültür ve sanat merkezi­
dir. Başkent olduğunda, Ankara’da pek çok
şey gibi yükseköğretim kurumu da yoktu.
Bugün ise Ankara, Ortadoğu Teknik, Hacet­
tepe ve Gazi üniversiteleri ile birçok yüksek­
okul vardır. Ayrıca Devlet Tiyatroian, Devlet
Opera ve Balesi, Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Türkiye Büyük M illet Meclisi 1960'tan beri bu yeni Orkestrası, Devlet Konservatuvarı, Anadolu
binasında toplanmaktadır. Medeniyetleri Müzesi, Ankara Devlet Resim
ve Heykel Müzesi gibi pek çok kültür ve sanat
sonra Ankara kenti hızla gelişerek çağdaş bir kuruluşu bulunmaktadır.
görünüm kazandı. I. Dünya Savaşı yıllarında Atatürk Orman Çiftliği ve başta Çubuk
yaklaşık 30.000 olan kent nüfusu günümüzde baraj gölü olmak üzere göl kıyıları halkın
2.235.035’e (1985 sayımı) ulaşmıştır. Ankara sevdiği mesire yerleridir. Atatürk Orman
Kalesi’nin bulunduğu tepenin üstünde ve Çiftliği’nin içindeki hayvanat bahçesi ve
eteklerinde yer alan eski Ankara, dar sokakla­ Gençlik Parkı’ndaki lunapark özellikle çocuk­
rı ve kerpiç evleriyle geçmiş günleri anımsatır. lar için ilginç yerlerdir. Kurtuluş Savaşı’nm
Kentin başkent oluşundan sonra gelişen bölü­ önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhur­
mü ise geniş ve ağaçlıklı yolları, gökdelenleri başkanı A tatürk’ün anıtmezarı da Ankara’da­
ve parklarıyla çağdaş bir kent görünümünde­ dır (bak. ANITKABİR).
dir. Ama 1930’larda kentin çevresinde ortaya
çıkmaya başlayan gecekondular da bir yandan ANSİKLOPEDİ. Eski Yunanca’dan gelen
hızla çoğalmaktadır. 1985 sonunda kentte 290 “ansiklopedi” sözcüğü (enkyklios paideia) bü­
bin dolayında gecekondu olduğu tahmin edil­ tün bilimler ya da bilgilerin tümü anlamına
mekteydi. gelir. Günümüzde önemli konularda bilgi
Ankara’nın önemli sorunlarından biri hava veren ya da yalnızca bir konuda aynntılı
kirliliğidir. Kentin doğal bir çanak içinde yer bilgileri kapsayan kitaplar sık sık “ansiklope­
alması ve ısıtmada düşük nitelikte linyit kulla­ di” başlığı altında yayımlanmaktadır. Ansik­
nılmasının etkisiyle 1960’larda ortaya çıkan lopediler genellikle sözlükler gibi alfabetik
hava kirliliği 1970’lerde ciddi boyutlara ulaştı. düzende hazırlanır. Böylece herhangi bir
Son yıllarda yüksek nitelikte ithal kömür madde kolaylıkla bulunabilir. Ansiklopediler
kullanımının artmasıyla birlikte bu alanda ya birkaç ya da çok sayıda ciltten oluşur ve
belirli bir iyileşme sağlanmıştır. 1983 sonra­ genellikle sonunda dizin yer alır. Dizin oku­
284 ANTAKYA

yucunun aradığı bilgilerin, hangi maddelerde için hazırlanan bir ansiklopedi ise 5.020 cilde
olduklarını gösterir. ulaşmıştı.
Ansiklopedilerin güncelliğini koruması için 18. yüzyılda ilerici Fransız düşünür ve bilim
bilgiler belli aralıklarla gözden geçirilerek adamları, Diderot ve d ’Alembert’in öncülü­
yeni basımları yapılır ya da ek ciltler çıkarılır. ğünde Encyclopedie'yi hazırladılar. Cham-
Örneğin, tıp bilimi ya da uzay araştırmalarına bers’in Cyclopaedid’sının Fransızca çevirisi
ilişkin maddelerin kısa aralarla gözden geçiril­ olarak başlayan bu yapıt dünyanın en ünlü
mesi gereklidir. Çünkü bu konularda sık sık ansiklopedilerinden biri oldu. Encyclopidie
yeni buluşlar ortaya çıkmaktadır. yalnızca okuyucularına bilgi vermekle kalmı­
Günümüze ulaşan en eski ansiklopedi İS 1. yor, aynı zamanda onlann görüşlerini de etki­
yüzyılda Romalı Plinius’un yazdığı Historia lemeye çalışıyordu. Hem kilisenin hem de
Naturalis’tir (“Doğa Tarihi”). Plinius’un ver­ siyasal iktidarın görüşlerine ve uygulamaları­
diği bilgiye göre 37 ciltte, 100 yazarın 2.000 na karşı çıktığı için bu yapıtı çıkaranlar sık sık
kitabından derlenmiş 20.000 yazı içermek­ baskılarla karşı karşıya kaldı.
tedir. Encydopaedia Britannica ilk kez 1768’de
Ortaçağ boyunca çeşitli yazılar ve ilginç İskoçya’da haftalık fasiküller biçiminde ya­
bilgiler içeren çok sayıda kitap yazıldıysa da yımlandı. 1771’de tamamlandığında 2.689 say­
yazıların alfabetik bir düzen içinde hazırlan­ fadan oluşan üç ciltlik bir ansiklopedi oldu.
ması 17. yüzyıldan önce gerçekleşemedi. Yaklaşık 150 yıllık bir dönem içinde gözden
Fox Pholos geçirilerek 13 basım daha yapıldı. Bundan
sonra yayımcılar ansiklopedinin sürekli göz­
den geçirilip güncelleştirildiği yeni bir uygula­
maya başladılar. Encyclopaedia Britannica
1911’den beri ABD ’de yayımlanmaktadır.
1974’te çıkan 15. basım için ansiklopedinin
biçimi değiştirilerek üç bölüm olarak düzen­
lendi. Bu basım 1985’te yeniden gözden
geçirilerek yayımlandı.
19. yüzyılda yayımlanan öteki önemli an­
siklopediler arasında Fransa’da Pierre La-
rousse’un hazırladığı Grand Dictionnaire Üni­
versel du XIX* Siecle'i (1866-76; “19. Yüzyılın
Büyük Evrensel Sözlüğü”) ve Almanya’da
Friedrich Arnold Brockhaus’un yayımladığı
Brockhaus'u sayabiliriz.

ANTAKYA bak. H atay.

AN TALYA ili Akdeniz Bölgesi’nin batısında


yer alan Antalya Körfezi kıyıları ile Toros
Dağları arasında uzanır. Doğa güzellikleri,
uzun süren deniz mevsimi ve tarihsel zengin­
likleriyle gelişmiş bir turizm yöresidir. Man­
İlk kez 1768'de Iskoçya'da yayımlanan dalina, portakal ve muz gibi meyveler, kış
E n cyclo p a e d ia Britannica üç ciltten oluşuyordu. aylarında da yetiştirilen yaz sebzeleri Antalya
ilinin ürünlerindendir. İl ilkçağlardan beri,
Ephraım Chambers 1728’de iki ciltlik önemli kerestesinden en dayanıklı yelkenli gemilerin
bir ansiklopedi yayımladı. Chambers’e göre yapıldığı Lübnan sediri ormanlarıyla ünlüdür.
yapıtı “bilimler topluluğu” niteliğindeydi. Bütün dünya çocuklarının sevgilisi, Noel Ba­
Bundan kısa bir süre önce bir Çin imparatoru ba olarak bilinen Aya Nikola da Kale (Dem-
ANTALYA 285

re) ilçesinde yaşamıştır ve mezarını her yıl Antalya ilinin dörtte birini kaplayan ovalar
binlerce Hıristiyan ziyaret eder. daha çok kıyı kesiminde ve akarsu boylarında
toplanmıştır. İlin en geniş ovası Antalya
Doğal Yapı Körfezi’nin bitiminde yer alan ve doğuda
İl topraklarının dörtte üçünü Batı Toros Serik ve Manavgat ovalarıyla birleşen A n­
Dağları kaplar. Batıda denize dik yamaçlarla talya Ovası’dır. Ayrıca Antalya Körfezinin
inerek girintili çıkıntılı bir kıyı oluşturan bu batısında Finike ve Demre, doğusunda Alara,
dağlar doğuda denize paralel uzanır. Antalya Alanya alüvyon ovaları vardır. Tekeli Yayia-
kentinin batısı Tekeli Yaylası, doğusu Taşeli sı’ndaki Bozova, Korkuteli ve Elmalı ovalan
Yaylası olarak adlandırılır. İki yaylanın kesiş­ yüksek dağlar arasında yer alan çöküntü
tiği körfezin kuzeyinde Antalya Ovası yer ovalandır.
alır.
Muğla il sınırına paralel uzanan Akdağ, ANTALYA İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
♦sivri tepeler, küçük göller ve sulak çayırlarla
YÜZÖLÇÜMÜ: 20.815 km2.
bezenmiştir. En yüksek noktası 3.024 metre­
NÜFUS: 891.149 (1985).
ye ulaşan At Kuyruk Sallamaz Tepesi’dir. İL TRAFİK NO: 07.
Tepenin adı yörenin iklim özelliklerinden İLÇELER: Antalya (merkez), Akseki, Alanya, Elmalı,
kaynaklanır. Söylentiye göre, burası yazın Finike, Gazipaşa, Gündoğmuş, Kale, Kaş, Korkuteli,
bile öylesine serindir ki sinek yaşamaz. Bu Kumluca, Manavgat, Serik.
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Lâra, Karpuzkaidıran, Side, Konya-
nedenle de atlar sinekleri kovmak için kuyruk altı, İncekum ve Kaş plajları; Çıralı mesire; Düden ve
sallama gereği duymazlar. İlin en yüksek Manavgat çağlayanları; Antalya kıyı çağlayanları;
tepesi (3.069 metre) Tekeli Yaylasinm doğu­ Düzler Çamlığı, Demre içmesi; Damlataş, Kadıini ve
Karain mağaraları; Köprülü Kanyon, Sahil ve Ter-
sunda yer alan ve güney-kuzey doğrultusunda messos ulusal parkları; Aspendos, Perge, Side,
uzanan Bey Dağlan üzerindedir. Deniz kıyı­ Olympos, Ksantos, Termessos ve Myra antik kentle­
ri; Athena Tapınağı; Yivli Minare, Korkud, Murad
sında birdenbire yükselen bu dağlar birbirine Paşa ve Kale camileri; Karatay Medresesi; Evdür,
paralel iki sıradağ görünümündedir. Sedir Alara Şarapsa hanları; Antalya ve Alanya kaıeleri;
ormanlarıyla kaplı Bey Dağlan üzerinde Antalya Bölge Müzesi; Kalkan, Kaş ve Demre yöre­
sindeki Likya kaya mezarları.
2.500 metreyi bulan doruklar bulunur. Kıyı
sıradağlarının en yükseği, kıyıya dik yamaç­
larla inen Tahtalı D ağidır. İlin doğusunda, İlin dağlık bölgelerinden doğan akarsular,
kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda Geyik ormanlar arasındaki dar ve derin boğazlarda
Dağları uzanır. Kıyıya paralel uzanan bu köpürerek, çağıltılarla akar. Bunların suları
dağlar Konya ile Antalya arasında doğal sınır ilkbaharda Toroslar’daki karların erimesiyle
oluşturur. artar, yaz ortalarında ise azalır. Manavgat

Güneyde
Akdeniz, kuzeyde
Toros üağiarı
arasında yer alan
Antalya ili
T ürkiye'nin en
canlı turizm
merkezlerinin
toplandığı
yörelerden
biridir.
286 ANTALYA

bitkileri olan makilerden ve ormanlardan


oluşur. Otsu bitkiler, kekik, adaçayı, funda
gibi çalılar, kocayemiş, defne, mersin, yabani
zeytin gibi bodur ağaçlardan oluşan makiler
kıyılardan başlar, seyrelerek ormanlann içine
kadar sokulur. Antalya orman yönünden
Türkiye’nin en zengin illerinden biridir. İl
topraklannın yandan çoğunu kaplayan or­
manlar, Türkiye’nin tüm orman varlığının
yüzde 12’sini oluşturur. Meşe, çınar, ıhlamur,
sarıçam, servi, kayın, karaçam, dişbudak,
yükseklerdeki köknar ve kerestesi ünlü Lüb­
nan sediri başlıca ağaç türleridir.
Düden Çayı üzerindeki çağlayanlardan köpürerek
dökülen suların görünüm ü çok güzeldir.
Tarih
Çayı Türkiye’nin akışı en düzenli akarsuyu­ Antalya’nın tarihi ilk insanın Anadolu’da
dur. Çağlayanlarıyla ünlü Manavgat ve Dü­ görüldüğü çağlara kadar uzanır. Antalya ken­
den çayları kimi yerde yeraltında akarlar. ti yakınındaki Karain, Beldibi ve Alanya’daki
Söğüt Göiü, Karagöl Sazlığı ve Avlan Gölü D İATEK

ilin başlıca gölleridir. Sazlıklarla kaplı Kara­


göl yaz aylarında bataklığa dönüşür. Bu doğal
göllerin yanı sıra Oymapmar, Alakır ve Kor­
kuteli baraj gölleri vardır. Manavgat Çayı
üzerinde kurulu Oymapmar Barajı’ndaki hid­
roelektrik santral ilin elektrik gereksinimini
karşılar. Alakır ve Korkuteli barajları taşkın­
lan önler ve tanm alanlannın sulanmasını
sağlar.
Antalya ilinin kıyılarında tipik Akdeniz
iklimi yaşanır. Kışlar ılık ve yağmurlu, yazlar
ise uzun, çok sıcak ve kurak geçer. Denizden
uzak ve yüksek yerlerde kışlar soğuk ve kar Eskiçağların en gelişm iş kentlerinden birçoğu
yağışlıdır. İlin yaylalan yazın serin olur. Antalya yöresinde kurulm uştur. Bunlardan biri olan
Perge anıtsal yapı kalıntılarıyla turistlerin ilgisini
Antalya ilinde doğal bitki örtüsü, Akdeniz çeker.

AnuJolu Yayıncılık Arşivi


Kadıini başta olmak üzere yöredeki birçok
mağarada Yontma Taş Devri’nden (Paleolitik
Çağ) Bakır Çağı’na (Kalkolitik Çağ) kadar
uzanan kalıntılar bulunmuştur. Antalya ili,
eskiçağlardaki Pamfilya’nm tümü ile Pisidya,
İzorya, Kilikya ve Likya’nm bazı bölüm­
lerini kaplar. İÖ 1900-1400 arasında Hitit
İmparatorluğu’na bağlı olan yöre daha sonra
Lidyalılar’m ve Persler’in egemenliği altına
girdi. İÖ 4. yüzyılda, Büyük İskender’in
kurduğu Makedonya İmparatorluğu’na bağla­
nan bölgeye daha sonra Bergama Krallığı
egemen oldu. Yöre İÖ 67’de Roma toprakla-
Yivli Minare'si, lacivert denizi ve geride Bey
Dağları'nm sarp yamaçlarıyla A ntalya'dan tip ik bir nna katıldı. Yapılan kazılarda bölgede bu
görünüm . uygarlıklardan kalan 100’e yakın kent kalıntı-
ANTALYA 287

Eskiçağdaki Antiphellos
kentinin yerine kurulm uş
olan Kaş, yaklaşık 4.000
nüfuslu küçük bir
yerleşmedir. Ama doğal
güzelliğiyle yaz aylarında
yerli ve yabancı turistlerin
akınına uğrar.

DİA TEK

sı ortaya çıkarılmıştır. Başta Korakesion 1919-Temmuz 1921 arasında İtalyanlar’ın iş­


(Alanya), Side, Ksantos (Kınık), Perge, As- gali altında kaldı; Türkiye Cumhuriyeti’nin
pendos, Myra (Demre) ve Olympos (Çıralı) kurulmasıyla il oldu.
olmak üzere bu antik kentler hemen her
dönemde Anadolu’nun ticaret merkezleri ol­ Ekonomi
muştur. Antalya ilinde halkın en önemli gelir kaynağı
7. yüzyılın başlarında Müslüman Araplar’ın tarımsal üretimdir. İlin kıyı ovalarında man­
düzenlediği saldırılar birçok kentin boşaltıl­ dalina, greyfurt, limon, portakal gibi turunç­
masına neden oldu. Ticari ve askeri açıdan giller, muz ve malta eriği, çeşitli sebzeler ve
son derece önemli olan bu yöre 1085’te pamuk, susam, yerfıstığı gibi sanayi bitkileri
Anadolu Selçuklularının eline geçti. Antalya yetiştirilir. İlin kıyı yörelerindeki seralarda
ve Alanya Selçuklular’ın önemli deniz üsleri yürütülen turfanda sebze üretimi çok geliş­
ve limanları haline geldi. Selçuklular’dan miştir. Başta Elmalı Ovası olmak üzere,
sonra bir süre Tekeoğullarinın egemenliğine bölgenin batısındaki ovalarda yetiştirilen baş­
giren yöre 1426’da Osmanlı Devleti’ne bağ­ lıca ürünler buğday, yulaf, şekerpancarı, ayçi­
landı. Mondros Mütarekesi uyannca Nisan çeği, elma, armut, üzümdür. Deniz, hava ve
D İATEK
karayolu taşımacılığının gelişmesi, ürünlerin
bölge dışında pazarlanmasım kolaylaştırarak
tarımsal üretimi artırıcı bir etki yaratmıştır.
Buna karşılık, büyük ölçüde kıl keçisi ve
koyun yetiştiriciliğine dayanan hayvancılık
gelişmemiştir. Öte yandan, Toroslar’ın zengin
bitki örtüsü arıcılığın gelişmesine olanak sağ­
lamıştır.
Tarımdan sonra en önemli ekonomik etkin­
lik turizmdir. Akdeniz "kıyıları boyunca uza­
nan doğal plajları, uzun süren deniz mevsimi,
deniz kıyısına kadar sokulan ormanlarla kaplı
dağlan ve zengin tarihsel kalıntılarıyla Antal­
Bugün Kaş ilçesindeki Kınık köyünün bulunduğu ya turistlerin ilgisini çeken bir yöredir. Her
yerde bir zamanlar Likya'nın en büyük kentlerinden
Ksantos kurulm uştu. Fotoğrafta Ksantos'taki Roma yıl yüz binlerce turistin geldiği yörede Antal-'
tiyatrosu görülüyor. ya kenti, Alanya, Manavgat, Side, Kaş, Ke­
288 ANTALYA

mer, Finike, Kalkan ve Kekova başlıca turizm duğu için, eskiçağlardan günümüze kalan tek
merkezleridir. Uygulanmakta olan turizmi yapı Hadrianus Kapısı’dır (İS 130). Antalya
geliştirme projeleri kapsamında konaklama kenti Selçuklular ve Osmanlılar döneminden
olanakları hızlı bir artış göstermektedir. kalma tarihsel yapılar açısından çok zengin­
Önem bakımından tarım ve turizmi izleyen dir. Bunlardan en ünlüsü, Selçuklu Sultam
sanayinin temel özelliği tarıma dayalı olması­ Alaeddin Keykubad döneminde yapılmış olan
dır. Un, yağ, çırçır, konserve, kereste, iplik Yivli Minare’dir. Eski limana bakan, çevresi
ve dokuma fabrikalarının yanında ambalaj surlarla çevrili eski kent (Kaleiçi Mahallesi)
malzemesi, beton kanal, oto camı, metal eşya son yıllarda onarılarak bir dinlence merkezine
üreten işletmeler de vardır. Sanayi kuruluşla­ dönüştürülmüştür.
rı Antalya kenti çevresinde yoğunlaşmıştır. Kentin ekonomik yaşamında turizm ve
ticaretin önemi gittikçe artmaktadır. Kentte
Toplum ve Kültür ve çevresinde tarıma dayalı sanayi kuruluşları
Anadolu Yayıncılık Arşivi
Antalya yöresinin yaşam biçimini özgün kılan
etkenler arasında Yörükler’in gelenek ve
görenekleri önemli yer tutar. Göçer aşiretler,
yerleşik yaşama geçtikten sonra bile gelenek­
lerini, törelerini ve el sanatlarını büyük ölçü­
de korumuşlardır. Renkli giyimleri ve düğün
gelenekleriyle ilgi çeken Yörükler’in doku­
maları yurtiçinde ve dışında ün kazanmıştır
(bak. YÖRÜKLER). Antalya halk oyunlarının
en tanınmışı Teke zortlamasıdır. Türkmen
asıllı dağ köylerinde görülen semah oyunu
Orta Asya’daki Şamanizm’in izlerini taşır.
Noel Baba olarak bilinen Aya Nikoıa’nın My-
ra (Demre) antik kentinde yaşamış olması
Antalya’nın önemli bir özelliğidir. Bir söylen­
ceye göre Aya Nikola her yıl 26 Aralık günü
çevredeki çok yoksul üç kız kardeşe bir kese
altın armağan ederdi. Günümüzde Noel Ba­
ha’nın yeni yıl öncesinde çocuklara armağan­ Yeni limanın yapılmasından sonra önem ini yitiren
lar getirdiği inanışı bu söylenceye dayanır. eski liman. Antalya kentinin en güzel köşelerinden
biridir.
İl Merkezi: Antalya yaygındır. Çeliğin direncini artıran ve paslan­
Kent, Antalya Körfezi’nin en iç noktasında, masını önleyen ferrokromun Türkiye’de ilk
doğal limanın çevresinde kurulmuştur. Ken­ kez üretildiği Antalya Ferrokrom Sanayii
tin adı, burayı bir süre üs olarak kullanan İşletmesi 1957’de kurulmuştur. Ulaşım kara­
Bergama Kralı II. Attalos’un (İÖ 220-138) yolu ağırlıklıdır. Deniz ulaşımının giderek
adıyla bağlantılı olan Attaleia’dan gelir. Bir önem kazandığı kentte bir de havalimanı
söylenceye göre, yeni bir kent kurmak için vardır.
yer arayan II. Attalos adamlarına yeryüzün- 1982’de Antalya kentinde Akdeniz Üniver­
deki cenneti bulmalarını buyurur. Onlar da sitesi kurulmuştur. 12 salon ile bir açık hava
uzun aramalardan sonra yeryüzündeki cenne­ bölümünden oluşan Antalya Bölge Müzesi’n­
tin Antalya’nın bulunduğu yer olduğuna ka­ de yöredeki kazılardan çıkarılan eski yapıtlar
rar verirler ve böylece Attaleia kenti kurulur. sergilenir. İlk kez 1964’te gerçekleştirilen A n­
Daha sonra korsanların eline geçen kent, Ro­ talya Altın Portakal Film Şenliği ülkemizdeki
malılar döneminde büyüyüp gelişti; Bizans ilk yerel film şenliğidir ve 1975’ten bu yana
döneminde önemli bir liman haline geldi. Bu­ başka sanat etkinliklerini de kapsamaktadır.
günkü kent antik yerleşmenin üzerine kurul­ Kentin nüfusu 261.114’tür (1985).
ANTARKTİKA 289

ANTARKTİKA dünyanın beşinci büyük kıta­ ri, buradaki iklimin dünyanın öteki bölgeleri
sıdır. 14.200.000 km2’lik bir alanı kaplayan bu üzerindeki etkileri gibi konularda öğrenilmesi
kıta, dünyanın en soğuk ve en erişilmez yeri gereken daha pek çok şey vardır.
olan Güney Kutup Bölgesi’ndedir. Yüzeyi
buzlarla kaplı olan Antarktika’nın merkezin­ Dağlar, Rüzgârlar ve Buz
de Güney Kutup Noktası vardır. Çevresinde Güney. Kutup Noktası deniz düzeyinden yak­
büyük bölümü yüzen buz parçalarıyla kaplı laşık 3.000 metre yüksekliğindeki bir plato­
olan Güney Okyanusu bulunur. Atlas Okya­ nun merkezine yakındır. Çevresinde tepeleri
nusu, Hint Okyanusu ve Büyük Okyanus’un 5.000 metreyi bulan sıradağlar uzanır. Bu
en güney bölgeleri Antarktika’nın çevresinde dağların arasında Erebus ve Terror gibi etkin
birleşerek Güney Okyanusu adını alır. Yal­ yanardağlar da vardır. Antarktika, yüzey
nızca araştırma yapmak için gelen bilim kalınlığı yer yer 4.500 metreye ulaşan, ortala­
adamlarının yaşadığı Güney Kutbu, Kuzey ma kalınlığı ise 2.000 metreyi bulan bir buz
Kutbu’ndan çok daha soğuktur. tabakasıyla kaplıdır. Bu buzlar çok yavaş
İnsanlar yüzyıllardır dünyanın güneyindeki olarak merkezden çevreye doğru hareket
bu bölgenin nasıl bir yer olduğunu merak eder.
ettiler. Bölgeye düzenlenen birçok keşif gezi­ Kıyının alçak ve düzgün olduğu yerlerde
sinin sonunda Antarktika haritası aşama aşa­ buzlar katmanlar halinde denize taşar; yüksek
ma çıkarıldı. Bugün kıtanın yüzeyi oldukça ve dağlık yerlerde ise buzullar vadilerin ara­
ayrıntılı olarak bilinmektedir. Ama buzun sından denize akar. Böylece bütün kıtanın
altındaki karanın durumu, buzun oluşum çevresinde, denizden 15 ile 60 metre yüksek­
süreci, bu olağanüstü soğuk iklimde bitki ve likte sarp kayalar biçiminde yükselen buzdan
hayvanların yaşamlarını nasıl sürdürebildikle­ büyük bir duvar oluşmuştur.

G üneV Kutup O ai,


Güney Georgia Adi.
Falkland Adi.

Güney
Shetland
KRALİÇE m a u o
GÜNEY E N D E R B Y tr-x
<*<Sy ARAZİSİ NO
AMERİKA
KEM PV
KIYISI \ V
Weddel Denizi
M AC ROBERTSON)
KIYISI
Filch n e r
Ş e lf b u \u
ANTARKTİKA
LEOPOLD VE y
A S T R ID K IY IS lS

ELLSVVORTH GÜNEY KUTBU
^P LA TO S U

o, KRALİÇE
MARYBYRD ( \ MARY
S- KIYISI
A R A Z İS İ '\~Ross Şelfbuzt}

R o s s D e n izi

ULUSLAR AR ASI
JEOFİZİK YILI
İSTASYONLARI
( 1957 - 5 8 ) BallenyAdl.
290 ANTARKTİKA

Antarktika’da bazı böcekler dışında kara çevresinde kurardı. Yeni Zelanda’nın güneyi­
hayvanı yoktur ve çok az bitkiye rastlanır. ne düşen ve kıtanın içlerine kadar giren bu
Ama kıtayı çevreleyen denizler hayvan türleri büyük körfez, araştırmacılan Güney Kutbu’
açısından son derece zengindir. Birçok balık na en yakın yere ulaştınrdı. Bu denizi
türü, büyük balinalar ve fokların yanı sıra 1841’de Ingiliz James Clark Ross keşfetti ve
penguenler, martılar ve borankuşlan gibi bölgedeki Erebus ile Terror yanardağlarına
çeşitli kuşlar vardır. Ross’un iki keşif gemisinin adı verildi. Araş­
Hızı saatte 160 kilometreye erişen sert tırmaların başladığı çağımıza kadar, fok avcı-
rüzgârlar bazen günlerce durmaksızın eser. lannın dışında bölgeye pek kimse uğramadı.
Sıcaklık yazın bile (ocak ayında) genellikle Norveçli Roald Amundsen 14 Aralık 1911’de,
donma noktasının altındadır. Martta denizler Güney Kutbu’na ayak basan ilk kişi oldu.
de donmaya başlayınca kışın geldiği anlaşılır. Onu 35 gün arayla, bir İngiliz araştırma
Sonra bütün kıta sıkışarak ufalanmış buz grubuna başkanlık eden Kaptan Robert Scott
parçacıklarıyla örtülür. Rüzgârların ve okya­ izledi. Scott ve yanındakiler dönüş yolculu­
nus akıntılarının buzlar üzerindeki baskısı ğunda öldüler.
sonucunda yüksekliği 5 metreyi bulan buzdan 1929’da ABD ’li deniz subayı Richard Eve-
dağ sıralan oluşur ya da denizde, buzlar lyn Byrd, Ross Denizi’ndeki Balinalar Körfe-
arasındaki geniş su kanallan birkaç dakikada zi’nde Küçük Amerika adını verdiği kampını
kapanabilir. Büyük buzdağlan akıntıların et­ kurdu. Oradan üç kişilik ekibiyle Güney
kisiyle buz kütlelerinden kopar. Kutbu’na uçtu ve uçakla Güney Kutbu’na
Denizdeki büyük buz kütleleri yaz ayların­ giden ilk insan oldu.
da erimeye başlayarak parçalanır ve karadan Kıtanın öbür yanında kalan Weddell Deni­
kopan büyük buzdağlanyla birlikte kuzeye zi, yoğun buz kütleleriyle gemilere geçit
doğru hareket eder. vermediği için, daha az sayıda araştırmacı
tarafından incelenebildi. Kıtanın bu bölgesi­
Güney Kutbu Araştırmaları nin bir bölümünü 1928’de Sir Hubert Wilkins
Antarktika’ya yalnızca deniz yoluyla ulaşıla­ araştırdı. Wilkins ayrıca Antarktika üzerinde
bilen zamanlarda araştırmacılar bölgeye deni­ uçan ilk araştırmacıydı. Yedi yıl sonra A BD ’li
zin buzlarla kaplı olmadığı yaz mevsiminde Lincoln Ellsworth kıtayı bir uçtan öteki uca
gelir ve kışı geçirmek için bir kamp kurarlar­ uçakla geçmeyi başararak Weddell Denizi’n-
dı. İç bölgelerdeki incelemelerini bahar ve den Balinalar Körfezi’ne ulaştı.
yaz aylannda sürdürürler, böylece bir yıl Kıtayla ilgili araştırmalarda en büyük ilerle­
sonra başka bir gemi gelip onları alıncaya me 1957-58 Uluslararası Jeofizik Yılı’nda
kadar bilimsel çalışmalannı bitirirlerdi. Gelen gerçekleşti. Bu araştırmaya 12 ülke' 50’den
araştırmacılann çoğu kamplarını Ross Denizi çok bilimsel araştırma istasyonuyla katıldı.
C.J. Gilbert! British Antarctic Survey ABD istasyonlanndan birini tam Güney Kut-
bu’nda kurdu. Aynı dönemde İngiliz araş­
tırmacı Sir Vivian Fuchs da, ilk kez Weddell
Denizi’nden Ross Denizi’ne kadar bütün kıta­
yı aşarak Antarktika’nın her yanını araştırdı.
Uluslararası Jeofizik Yılı’ndan sonra da, ara­
larında SSCB’nin de bulunduğu birçok ülke
Güney Kutbu’nda bilimsel çalışmalar yapma­
yı sürdürdü.
Buradaki hava koşullannın incelenmesi,
yapılan araştırmalar, harita çizimleri ve jeolo­
jik bulgular Antarktika’nın bir zamanlar
Gondwanaland’ın bir parçası olduğu görüşü­
Antarktika'da yüzen buz kütlelerinin arasından
nü desteklemektedir. Gondvvanaland, bugün
geçmeye çalışan bir araştırma gemisi. bildiğimiz güney yanküredeki kıtalara birle­
ANTİBİYOTİKLER 291

şik olduğu düşünülen, ilkçağlardaki dev kıta­ ğu dönemlerde, büyük bir üretici olan kentin
nın adıdır. adıyla özdeşleştirilerek bu fıstığa şamfıstığı
Birçok ülke Antarktika’nın çeşitli bölgeleri denmişti.
üzerinde hak iddia etmektedir. Buzun altında Antepfıstığı (Pistacia vera) 10 metreye ka­
kömür, bakır, kurşun ve başka maden yatak­ dar boylanabilen ve sıcak iklimli kıraç toprak­
ları vardır. Ne var ki, bunların çıkarılması ve ları seven bir ağaçtır. Yaklaşık 2 cm uzunlu­
başka bölgelere ulaştırılması çok güç olduğu ğundaki oval meyveleri koyu yeşil yaprakların
için Antarktika daha uzun bir süre ekonomik arasında salkım biçiminde kümelenir. Bitki­
bakımdan fazla değer taşımayacaktır. 1959’un nin yenen bölümü meyveleri değil, meyvele­
sonunda 12 ülke Antarktika Antlaşması’m rin içindeki yağlı ve lezzetli tohumlarıdır.
imzaladı. Buna göre, kıta topraklarından Açık yeşil renkli olan bu tohumların üstünde
yalnızca barışçıl amaçlarla yararlanılabilecek, koyu kırmızı renkte ince ve zarsı bir kabuk,
burada askeri üs kurulamayacak ve silah onun üstünde de sert ve koruyucu ikinci bir
denemeleri yapılamayacaktır. Ayrıca Antark­ kabuk bulunur. Bu sert kabuğu saran kırmı­
tika’daki araştırmalardan elde edilen bilimsel zımsı renkli, yumuşak ve etli bölüm meyve­
sonuçların değiş tokuşu konusunda da anlaş­ dir. Dalından toplanan meyvelerin tohumları
maya varılmıştır. sert kabuğuyla birlikte kavrulur ve çatlayarak
Ayrıca bak. AMUNDSEN, ROALD; KUTUPLARIN ikiye ayrılan kabuğun içindeki yeşil bölüm
K eşfi ; Sc o t t , R o ber t F a l c o n . hem kuruyemiş olarak yenir, hem de çikolata,
pasta, dondurma ve tatlılarda kullanılır.
ANTEPFISTIĞI. Besleyici ve sevilen bir ku­
ruyemiş olan antepfıstığı adını Gaziantep’ten ANTİBİYOTİKLER vücuttaki mikropları öl­
alır. Çünkü dünya üretiminin büyük bölümü­ dürebilen ya da çoğalmalarını önleyebilen
nü başta Gaziantep, Şanlıurfa, Kahramanma­ ilaçlardır. Bu yüzden bu ilaçlara “canlılara
raş, Siirt ve Adıyaman olmak üzere Güneydo­ karşı” anlamındaki antibiyotik adı verilmiştir.
ğu Anadolu Bölgesi karşılar. Ortadoğu’da, Ama antibiyotikler bütün canlılara karşı ya da
İsa Çelik bütün canlılar üzerinde etkili değildir. Nite­
kim hastalık yapıcı virüslere karşı etkisiz
kalan bu maddeler, öbür mikropları, özellikle
bakterileri öldürürken bu minik canlıların
yerleşmiş olduğu vücut hücrelerine bir zarar
vermez. Bu nedenle kümes hayvanlarının ve
domuz yavrularının daha sağlıklı gelişebilmesi
için çoğu kez yemlerine antibiyotik katılır.
Hatta ABD’de hemen tüketilmeyecek etler,
tazeliğini uzun süre koruyabilmesi için, anti­
biyotiklere batınlarak depolanır.
Antibiyotiklerin ilk örneği olan penisilin
1928’de hemen hemen rastlantı sonucunda
Antepfıstığı ağacının dalında salkımlar halinde bulundu. Alexander Fleming, pelte kıvamın­
görülen meyveleri kırmızımsı renkte, yum uşak ve da özel bir maddeyle doldurulmuş bir kabın
etli bir bölüm ile içte sert bir kabuğun koruduğu yeşil
ve yağlı tohum lardan oluşur. içinde (besi ortamında) stafilokoklann geliş­
mesini inceliyordu. (Stafilokoklar, irinli çı­
özellikle İran ve Suriye’de bir zamanlar ken­ banların oluşmasına ve impetigo gibi iltihaplı
diliğinden yabani olarak yetişen antepfıstığı, deri hastalıklarına yol açan bakterilerdir.)
lezzetli tohumları nedeniyle bugün yalnız bu Fleming’in hazırladığı besi ortamına yanlışlık­
ülkelerde değil bütün Akdeniz kuşağında, la kanşan küf mantarları aynı ortamda çoğa­
Çin’de, Meksika’da ve ABD ’nin California larak stafilokoklan yok etmişti. Fleming,
yöresinde de üretilir. Bugünkü Suriye’nin mantarlarca salgılanan ve bakterileri öldüren
başkenti Şam’ın Osmanlı egemenliğinde oldu­ bu maddeye penisilin adını verdi. O tarihten
292 ANTİBİYOTİKLER

ancak 10 yıl sonra penisilin saf olarak elde gerektiği zaman yeterli dozda antibiyotik
edilebildi ve daha birçok bakteri türü üzerin­ kullanılmamasıdır. Böyle durumlarda genel­
de etkili olduğu saptandı. İlk kez 1957’de de likle hastalığı tedavi edebilecek başka bir
bir araştırma laboratuvarmda yarı sentetik antibiyotik denenir. Bakteriler üzerindeki et­
penisilin elde edildi (bak. F lem in g , F lo r ey ve kisine karşılık, antibiyotikler bugüne kadar
CHAIN; PENİSİLİN). virüs hastalıklarının tedavisinde etkili olama­
O günden bu yana, gerek başka tekhücreli mıştır (bak. VİRÜSLER VE VİRÜS HASTALIKLARI).
canlılardan, gerek laboratuvarlarda kimyasal
işlemlerle birçok antibiyotik üretilmiştir. Bazı Önemli A n tibiyo tikler
Penisilin ve streptomisin gibi bazı antibiyo­ Penisilin özellikle stafilokoklardan ileri gelen
tikler bakterileri öldürdüğü halde, tetrasiklin irinli çıbanların ya da apselerin ve zatürree,
ve kloramfenikol gibi bazı antibiyotikler yal­ menenjit gibi ağır iltihaplı hastalıkların teda­
nızca bakterilerin çoğalmasını önler ve bu visinde kullanılır (bak. MENENJİT; ZATÜRREE).
mikroplan öldürme işini vücudun doğal sa­ Bu tedavide penisilin kas ya da damar içine
vunma sistemine bırakır (bak. BAKTERİ). şınnga edilebileceği gibi tablet halinde ağız­
Doktorlar hastalarının tedavisinde antibi­ dan da alınabilir. Ama bazen stafilokoklar
yotik kullanacakları zaman, genellikle hastalı­ penisiline karşı direnç kazanır ve tedavi iste­
ğın hangi bakteriden ileri geldiğini, dolayısıy­ nen sonucu vermez. Bilim adamları, penisilin­
la en çok hangi antibiyotiğin etkili olacağını den türetilen ve penisilinin etkisiz kaldığı
saptamaya çalışırlar. Bu amaçla, içinde bakte­ bakterileri de öldürebilen yeni antibiyotikler
rilerin bulunduğu salgılardan, örneğin irin ya geliştirmişlerdir.
da balgamdan aldıkları örnekleri hastenelerin Streptomisin toprakta yaşayan bir bakteri
laboratuvarlarmda incelemeye gönderirler. türünden 1944’te elde edildi ve veremin teda­
Laboratuvarda, hastadan alman irin küçük visinde etkili ilk antibiyotik oldu. Rifampisin
bir kaba konur ve kabın üzeri belli miktarda gibi başka antibiyotikler de verem mikrobuna
antibiyotik içeren filtre kâğıtlarıyla kapatılır. karşı etkilidir, ama streptomisin bugün bile
Kısa bir süre sonra antibiyotik irinle karışır ve bu hastalığın tedavisinde çok kullanılır (bak.
kabın yüzeyinde bakterilerin ürevemediği boş VEREM). Streptomisin ayrıca penisiline direnç
bölgeler oluşur. gösteren bazı bakteriler üzerinde de etkilidir.
Bazen bakteriler antibiyotiklere karşı di­ Tetrasiklinler. Bu antibiyotik grubu tetra­
renç kazanır ve daha önce olumlu sonuç veren siklin, klortetrasiklin ve oksitetrasiklin gibi
bir antibiyotik aynı bakteri türünü etkileme- benzer antibiyotikleri içerir. Etki alanı geniş
meye başlar. Bunun nedenlerinden biri, çok olan (“geniş spektrumlu”) bu antibiyotikler
hafif atlatılabilecek mikroplu hastalıklarda birçok bakteri türünün çoğalmasını engelleye­
aşırı miktarda antibiyotik kullanılması ya da bilirse de, vereme ve besin zehirlenmesine yol
John Durham! Science Photo Library açan bazı bakterilere karşı etkili değildir.
Kloramfenikol de etki alanı geniş olan bir
antibiyotiktir. Tifo tedavisinde en etkili anti­
biyotik olduğu kadar, kuşlardan, özellikle
papağandan insana bulaşan psittakoz gibi
başka bakteri hastalıklarının tedavisinde de
olumlu sonuç verir. Yalnızca ağızdan yutula­
rak alındığında etkili olan kloramfenikol ayrı­
ca iltihaplı göz hastalıklarının, bakterilerden
ileri gelen besin zehirlenmelerinin, zatürree
ve menenjitin tedavisinde de kullanılır. Tek
sakıncası, çok ender de olsa kan hücrelerine
zarar verebilmesidir.
Bu besi ortamına konan altı antibiyotikten yalnızca Eritromisin de ağız yoluyla etkilidir ve
dördü bakterilerin çoğalmasını önleyebilecektir. konjunktivit gibi iltihaplı göz hastalıklarının,
ANTİKA 293

ayrıca menenjit, orta kulak iltihabı, zatürree, ANTİKA eskiçağlardan kalma değerli sanat
bronşit ve bademcik iltihabı gibi hastalıkların yapıtları ile ilgi çekici eşyalara denir. Günü­
tedavisinde kullanılır. müzde “antika” sözcüğü en az 100 yıllık
Sefaloridin ile gentamisin de yakın yıllarda yapıtları ya da eşyaları kapsar. Antikalar ünlü
üretilen, etki alanı geniş antibiyotiklerdir. bir kişiye ya da belli bir tarihsel döneme
ilişkin olabileceği gibi yalnızca iyi korunmuş
ANTIG UA VE BARBUDA. Karayib Deni­ eşyalar da olabilir. Resim ya da heykel gibi
zindeki bu küçük devlet Leeward A dalarin- sanat yapıtları ile mobilya ya da kap kacak
dan biri olan Antigua Adası’nın daha küçük gibi ev eşyaları antika değeri kazanabilir.
Barbuda ve Redonda adalarıyla bir araya Antikalar ender bulundukları için değerlidir.
gelmesinden oluşur. Bazı insanlar yalnızca güzel buldukları, bazı­
ları ise zaman geçtikçe değerleneceğini bildik­
ANTİGUA VE BARBUDA'YA leri için antika toplar.
İLİŞKİN BİLGİLER Antikalar yapıldıkları yer ve zamana göre
YÜZÖLÇÜMÜ: 442 km2. sınıflandırılır. Örneğin bir İngiliz antikası,
NÜFUS: 82.400 (1987). yapıldığı sırada hükümdar olan kral ya da
YÖNETİM BİÇİMİ: Parlamenter devlet; İngiliz Uluslar
Topluluğu üyesi.
kraliçenin adından ötürü George ya da Vic­
BAŞKENT: St. John's. toria, bir Fransız antikası XV. Louis ya da
Napolyon dönemiyle ilişkilendirilebilir. Ba­
Antigua’nın büyük bölümü, az ağaçlı alçak zen de döneminin önde gelen mobilya yapım­
arazidir. İklimi sıcaktır; adada akarsu yoklu­ cısı, usta ya da tasarımcıların adı kullanılır.
ğu da buna eklenince su azlığı sorun olmakta­ Bir antika ancak yapıldığı yer ve zaman
dır. Bir mercanada (atol) olan Barbuda An- kanıtlandığı zaman değer kazanır. Çoğu mo­
tigua’nın 40 km kuzeyindedir. bilya, gümüş eşya ya da porselen parçanın
Kristof Kolomb’un 1493’te keşfettiği Anti­ üzerinde, genellikle görülmeyecek bir yerin­
gua 1632’de adaya yerleşen İngilizler’in sö­ de hangi fabrikada yapıldığını ya da hangi
mürgesi oldu; bağımsızlığını 1981’de kazandı. ustanın elinden çıktığını belirten bir işaret
Uzun yıllar şeker üretiminden gelir sağlayan olur. İşaret olmasa bile, uzmanlar kullanılan
ülkenin günümüzdeki başlıca gelir kaynakları malzemeye, modele, renklere ve yapımındaki
pamuk üretimi ile turizmdir. Antigua ve ustalığa bakarak bir parçanın nerede yapıldı­
Barbuda bölgenin önemli bir iş ve ulaşım ğını anlayabilirler.
merkezidir. Koleksiyoncuların en çok ilgi gösterdikleri

Solda: Troubadour stilindeki bu masa 1843'te Bav-


yera'da yapılmış, renkli bağa ve sedef kakmalarla
süslenmiştir. Üstte solda: 1788'de İngiltere'de yapı­
lan, kurşun sırlı bir Staffordshire sürahisi. Üstte sağ­
da: 1680'lerde İngiliz saat ustası Thomas Taylor'ın
yaptığı sanılan antika saat.
294 ANTİL DENİZİ

Solda: 1770'te Fransa'da yapılan


XV./XVI. Louis stili komodin. Üstte:
1880'lerde Fransa'da yapılmış iki
oyuncak bebek. Yüzleri porselenden,
gözleri camdan, giysileri ipektendir.
b a z ı a n tik a la r ş u n la rd ır: C a m e ş y a (bak. C am kilogramı bulan dev boğa antilobudur (Tau-
ve CAMCILIK); s a a tle r (bak. Sa a t ); m e ta l e ş y a rotragus derbianus). Öbür iri antiloplar ara­
(bak. A ltin ; G ü m ü ş ; K ra l M a d e n î ; PİRİNÇ); m o ­ sında demirkır antilop (Hippotragus equinus),
b ily a (bak. MOBİLYA); s e ra m ik v e p o r s e le n büyük kudu (Tragelaphus strepsiceros) ve dağ
e ş y a (bak. Ç anak Ç ö m lek ); h a lı v e k ilim (bak. niyalası (Tragelaphus buxtoni) sayılabilir.
H ali ve K îlîm ). En küçük tür olan kral antilop (Neotragus
pygmaeus) hemen hemen bir tavşan büyüklü-
ANTİL DENİZİ bak. K arayîb D en İz İ. ğündedir. Omuz yüksekliği ancak 25 cm,
ağırlığı ise 2 kilogramdan azdır. Madoqua
ANTİLLER bak. B ati H înt A d a l a r i . cinsini oluşturan dikdikler biraz daha iricedir.
Postu yumuşak ve uzun tüylü olan bu narin
ANTİLOP. Sığır, koyun, keçi ve ceylanlarla antiloplann tepesindeki bir tutam dik ve
aynı familya (Bovidae) içinde sınıflandırılan kabarık tüy, erkeklerin kısa boynuzlannı ne­
100 kadar otçul memeli türüne antilop adı redeyse bütünüyle gizler.
verilir. Çok zarif yapılı olan antiloplar da
sığırlar gibi çifttoynaklı ve geviş getiren
hayvanlardır (bak. GEVİŞGETİRENLER; Siğ IR).
Fosillerinden anlaşıldığı kadarıyla bir zaman­
lar Asya ve Avrupa’nın birçok yerinde anti­
loplar yaşıyordu. Oysa bugün var olan antilop
türlerinin çoğu Afrika’da, yalnızca birkaçı
Asya’da yaşar. Bu hayvanların Kuzey Ameri­
ka’daki en yakın örneği olan Amerika antilo­
bu (Arıtilocapra americana) aslında gerçek
antiloplarla aynı familyadan değildir ve öbür
antiloplar çatallanmadan uzayan boynuzlarını
ömür boyu taşıdıkları halde, Amerika antilo­
bunun ikiye çatallanan boynuzlan her yıl
yenilenir. Antilopların boynuzları biçim ve boyut olarak türden
En iri antilop türü, yerden omzuna kadar türe değişir. Dev samur antiloplarında boynuzların
olan yüksekliği 2 metreyi, ağırlığı ise 700 uzunluğu 160 santim etreyi bulur.
ANTİLOP 295

Antiloplardan çoğunun postu sarımsı kah­ kekleri de çok hoş görünümlüdür; yüzü ve
verengi, kızılımsı ya da kurşuni renktedir. karnı açık renkte olan bu hayvanın sırtı siyah
Yüzlerinde, karınlarında ve kalçalarında ge­ üstüne beyaz çizgi ve beneklerle süslüdür.
nellikle beyaz lekeler bulunur. Bazı türler
postlarının rengi ve lekelerin dağılımıyla çok Ova ve Çöl Antilopları
göz alıcıdır. Örneğin dev samur antilobu Antilop türlerinin çoğu geniş ve açık araziler­
(Hippotragus niger variani) koyu kahverengi de, genellikle kalabalık sürüler halinde yaşar.
ve siyah desenli postuyla gösterişli bir hayvan­ Şişkin ve iri burnuyla garip bir görünümü olan
dır. Batı Afrika’da yaşayan bongonun (Boo- sayga (Saiga tatarica) Asya’nın batısındaki
cerus eurycerus) açık kestane rengindeki pos­ bozkırlarda barınır. Burnunun bu kadar iri
tu tam göğsünde beyaz bir hilalle süslüdür; olmasının ya hayvanın soluduğu havayı ılık ve
gövdesinin iki yanında da yukarıdan aşağıya nemli tutmaya yaradığı ya da çok gelişmiş
doğru 10-13 tane ince beyaz şerit uzanır. Kara olan koku alma duyusuyla ilişkili olduğu
antilobun (Antelope cervicapra) yetişkin er­ sanılıyor. Tibet antilobu ya da kiru (Pantho-

Afrika ve Asya'da birçok antilop türü yaşar. En üstte ortadan başlayarak saat yönünde: Keseliceylan
(Güney Afrika); dev boğa antilobu (Orta ve Güney Afrika); sayga (Orta Asya); kara antilop (Hindistan);
suni, kob ve gerenuk (Doğu Afrika).
296 ANTİLOP

lops hodgsoni) da sayga gibi sert iklimli özellikle Afrika’nın güneyinde çok bol bulu­
yerlerde, soğuk ve kuru Tibet yaylalarında nurdu. Bu topraklar tarıma açıldıkça öldürü­
yaşar ve onun gibi iri bir burnu vardır. len ya da yaşama bölgesinden uzaklaştırılan
Kara antilop, Hindistan ovalarında yaşayan bu hayvanlardan geriye ancak koruma bölge­
antilopların en tanınmışlarından biridir. Ge­ lerinde birkaç küçük sürü kalmıştır.
nellikle tek bir erkeğin yönettiği küçük sürü­ Kaya antilobu (Oreotragus oreotragus) sarp
ler halinde yaşayan bu hayvanlar, saatte 80 kayalıklarda bannır ve uçurumlan uçarcasına
kilometreyi aşabilen hızlarıyla tanınır. Eski­ aşarak kayadan kayaya inanılmaz bir ustalıkla
den Asya’nın bu bölgesinde çok fazla kara sıçrar. Sivri uçlu toynaklarının üstündeki den­
antilop yaşardı. Köpek yerine eğitilmiş çita­ geli gövdesi, parmaklarının ucunda yükselen
larla antilop avına çıkan soyluların en gözde bir balerin kadar zariftir. Orta büyüklükte bir
avlarından biri olduğu için artık sayılan iyice antilop olan boz duiker (Sylvicapra grimmia),
azaldı. 16. yüzyılda Moğol İmparatoru Ekber’ ekvatora yakın olduğu halde doruklarından
in kara antilop avı için eğitilmiş 1.000 kadar kar eksik olmayan dağlann yüksek kesimle­
çita beslediği söylenir. rinde, sık çalılıklar arasında yaşar.
O r ik ş le r in üç türü çöllerde ve yağış alma­
yan taşlık ovalarda yaşar. Yabani hayvanlan Bataklık ve Orman Antilopları
korumak amacıyla Londra’da kurulmuş bir Su antilobu (Kobus ellipsiprymnus), adından
dernek Arabistan oriksini (Oryx leucoryx) da anlaşılacağı gibi, suya yakın yerlerde ya­
kurtarmak üzere harekete geçtiğinde, bu zarif şar. O kadar suya düşkündür ki, su kıyısında­
hayvanın soyunun tükendiği sanılıyordu. ki topraklann kuru ve çalılık olmasına bile
1962’de başlatılan “Oriks Operasyonu” çerçe­ aldırmaz. Erkek su antilobu yaşadığı bölgeye
vesinde değişik hayvanat bahçelerinden top­ son derece bağlıdır ve 2,5 km2’lik bir alanı
lanan oriksler üretilmek üzere ABD’ye götü­ bütün yabancılara karşı var gücüyle savunur
rüldü ve ancak 20 yıl sonra ilk oriks sürüsü (bak. H a y v a n D a v r a n iş i) .
Umman’da doğal yaşam ortamına salındı. Sitatunga ya da bataklık antilobu ( Trage-
Addaks (Addax nasomaculatus) yalnızca laphus spekei) ise su kıyısında barınmakla
Büyük Sahra’da ve çevresinde yaşar. Avlana yetinmez, neredeyse bütün zamanını suda
avlana bu antilobun da soyu tükenmeye yüz geçirir. İyi bir yüzücü ve dalıcı olan bu hayvan
tutmuştur. Oriksin ve addaksın toprak ren- suyun içinde beslenir ve düşmanlanndan sak­
gindeki postlan kuru otlann ve çöllerin ren- lanmak gerektiğinde bütün vücudunu gizleye­
giyle uyum sağlayarak hayvanlann gizlenme­ cek kadar suya dalabilir. Toynaklannın uzun
sine yardımcı olur. ve yayvan, ayak eklemlerinin esnek olması da
İmpala (.Aepyceros melampus) ve keselicey- bataklık bitkileri arasında yürümesini kolay-
lan (Antidorcas marsupialis) yerden 3 metre laştınr.
havalanıp 15 metre kadar öteye sıçramalanyla Ormanlarda yaşayan bongo ürkek ve çekin­
tanınır. Gerenuk (Litocranius walleri) Afrika’ gen bir hayvandır. Ağaçların arasından süzü­
nm kuzeydoğusundaki çalılık ve kurak bölge­ len güneş ışıkları vurmuşçasına yol yol çizgili
lerde yaşar. Buralarda geniş otlaklar bulun­ olan postu hayvanın rahatça gizlenmesine
madığı için daha çok ağaçlann, yüksek çalıla- yardımcı olur. Bongonun erkeği de dişisi de
nn yaprak ve sürgünleriyle beslenir. Arka boynuzludur. Oldukça kalın ve geriye yatık
bacaklan üzerinde ayağa kalkıp ön bacaklan- olan bu boynuzlar, hayvan başını öne eğdiği
nı ağaca dayar ve uzun boynunu gererek zaman gövdesine paralel duruma gelir. Böyle­
yaprak ve sürgünlere kolayca ulaşır. 7.000 yıl ce bongo, orman ağaçlarının altında büyüyen
önce yapılmış bir resimden bu hayvanın Eski sık bitki örtüsünü yararak rahatça koşabilir.
Mısırlılar’ca da bilindiği anlaşılmaktadır. Batı Afrika ormanlarındaki en yaygın antilop
Çizgili ya da mavi gnuya (Connochaetes türü olan duikerler hemen her çeşit otla ve
taurinus) Doğu ve Güneydoğu Afrika’daki yere düşmüş meyvelerle beslenir. Gana or-
açık arazilerde bugün hâlâ rastlanır. Ak manlannda yaşayan kral antilobun adı, bu
kuyruklu gnu (Connochaetes gnoü) eskiden yörenin yerli halkı olan Asantiler’in folklo­
ANTİSEPTİK 297

rundaki bir masaldan kaynaklanır. Bu masala lerin bozulmasını önlüyordu. Bugünkü anti­
göre, bu minik antilop fille bir yarışmaya septikler ise Louis Pasteur’ün değerli çalışma­
katılmış ve kazanınca “ormanların kralı” ilan larının ürünüdür. Ancak mikroskopla görüle­
edilmiştir. bilen çok küçük canlıların hastalıklara yol
açabileceğini ilk kez Pasteur kanıtladı. Aynca
ANTİSEPTİK. Mikropları, yani insan, hay­ besinleri, örneğin çiğ sütü kaynatmanın has­
van ve bitkilerin dokulanna yerleşerek hasta­ talık yapan birçok mikrobu öldürdüğünü or­
lığa yol açan bakteri, virüs, mantar gibi taya koyan da Pasteur’dür. Bugün sütlerin
tekhücreli asalak canlıları yok etmek sağlıklı uzunca bir süre bozulmadan saklanmasına
yaşamın temel koşullarından biridir. Antisep­ olanak veren “pastörizasyon” işlemi bu buluş­
tik, antibiyotik ve dezenfektan gibi değişik tan doğmuştur. {Ayrıca bak. PASTEUR, LOUIS).
adlarla anılan birçok madde bu amaçla gelişti­ Pasteur’ün mikroplarla ilgili buluşunu açık­
rilmiştir. Ama genel olarak “mikrop öldürü­ lamasından yıllarca önce, Ignaz Philipp Sem-
cüler” denen bütün bu maddelerin bazı özel­ mehveis adında bir Macar doktor çok önemli
likleri ve kullanımları farklıdır. bir gözlemde bulunmuştu. 1840’larda, hasta­
Antiseptikler genellikle suyla kanştırılarak nelerde doğum yapan 10 kadından en az biri
(sulu çözelti halinde) kullanılan fenol, alkol, loğusa humması denen ağır bir hastalığa
klor ve formaldehit gibi kimyasal maddeler­ yakalanarak ölüyordu. Semmelweis 1847’de,
dir. Bu sıvılar doğrudan vücudun mikrop doktorlann hastaya dokunmadan önce elleri­
bulaşmış bölgelerine sürülerek dıştan uygula­ ni klorlu suda yıkamalannı önerince, loğusa
nır ve vücut dokulanna fazla zarar vermeden hummasından ölüm oranı yüzde 10’dan yüzde
o bölgedeki hastalık yapıcı mikropları öldürür l ’e düştü.
ya da çoğalmalannı önler. Antibiyotiklerin de 1860’larda, Pasteur’ün çalışmalanndan he­
etkisi aynıdır, ama ilaç olarak ya ağızdan men sonra İngiliz cerrah Joseph Lister, ameli-
verilir ya da kas ve damar içine şmnga edilir. Mansell Collection
Böylece kana karışan bu maddeler, vücudun
mikrop bulaşmış bölgelerine kan dolaşımıyla
taşınır {bak. ANTİBİYOTİKLER). Dezenfektanlar
da antiseptikler gibi dıştan uygulanan mikrop
öldürücü maddelerdir. Ama vücut dokulanna
zarar verecek kadar kuvvetli olan bu madde­
ler genellikle canlı dokularda değil, yer döşe­
melerindeki, tuvalet ve lavabolardaki zararlı
mikropları öldürmek için kullanılır. İçten ya
da dıştan uygulanan antibiyotik, antiseptik ve
dezenfektan gibi kimyasal maddelerin yanı
sıra, kızgın (basınçlı) buhar ve morötesi (ül-
traviyole) ışınlar gibi fiziksel etkenler de
mikropları öldürmek amacıyla kullanılmakta­
dır. {Ayrıca bak. MİKROPLAR.)

Antiseptiklerin Tarihi
İnsanlar, “mikrop kuramının” bulunmasın­
dan yüzyıllarca önce neden ve nasıl etki
yaptığını bilmeksizin antiseptikleri kullanı­
yorlardı. Örneğin çiğ etin bol tuz ve baharatla
yoğrularak sucuk biçiminde saklanması, seb­
zelerin yoğun bir tuz ve limon ya da sirke
İngiliz Joseph Lister, am eliyat sırasında antiseptik
çözeltisi içinde bekletilerek turşu yapılması, maddeler kullanarak hastalara m ikropların
bakterileri büyük ölçüde yok ederek bu besin­ bulaşmasını önleyen ilk cerrahtır.
298 ANTİSEPTİK

yatlı hastaların kaderini değiştiren önemli vücut dokularına çok zarar veren bu madde
deneyler yaptı. Pasteur’ün çalışmasını duy­ bugün ameliyat antiseptiği olarak hemen hiç
muş olan Lister, ameliyat sonrasında birçok kullanılmaz.
hastanın ölmesini, ameliyat amacıyla açılmış
olan dokulardan vücuda giren bakterilerin Asepsi
etkisine bağladı ve açık yaralardaki bakterile­ Çok geçmeden Lister, bakterileri ve öbür
ri öldürmek için antiseptik kullanmaya başla­ mikropları yaraya girdikten sonra öldürmeye
dı. Bir süre sonra, ameliyattan önce ellerini çalışmaktansa, yaraya bulaşmalarını önleme­
antiseptik sıvılarda yıkayarak, ameliyat alet­ nin daha iyi bir yöntem olduğunu anladı. Bir
lerini bu sıvılara batırarak, ameliyat salonu­ ortamda hiç mikrop bulunmaması anlamına
na, masasına ve hastanın derisine antiseptik gelen asepsi terimi ve bu amaca yönelik
püskürterek, ameliyat sonrası ölüm oranını mikropsuzlaştırma (sterilizasyon) yöntemleri
büyük ölçüde azaltmayı başardı. Lister’in Lister’in bu düşüncesinden doğdu.
antiseptik olarak kullandığı sıvı fenoldü. Mik­ Çağdaş ameliyat salonlarında doktorlar ve
roplar üzerinde çok etkili olmayan, üstelik hemşireler ellerini özel antiseptik sabunlarla
Mansell Collection

19. yüzyılda Iskoçya'mn Edinburg kentinde yapılan bir ameliyatta, m ikropları öldürm ek için yaranın
üstüne fenol püskürtülüyor.
ANTLAŞMA 299

yıkar, steril giysiler ve lastik eldivenler kulla­ engelleyebileceği gibi, mikrop hücresinin dış
nırlar. Havadaki toz parçacıkları süzülerek zarını eriterek de yıkıcı etki gösterebilir. Ne
temizlenir; bütün ameliyat aletleri, yatak var ki birçok antiseptik insan hücreleri üzerin­
örtüleri ve öbür gereçler basınçlı buharla ya de de aynı etkiyi yapar. Bu yüzden bu
da ışınlarla mikroplarından arındırılır. (Ba­ maddelerin dikkatli kullanılması gerekir. Ba­
sınçlı buharla sterilizasyon için kullanılan zı antiseptikler ağızdan alındığında ya da
“otoklav” düdüklü tencereye çok benzeyen vücuda şırınga edildiğinde ağır sonuçlara,
bir aygıttır.) Hastanın ameliyat edilecek böl­ hatta ölüme yol açabilir.
gesini kesmeden önce deriye kuvvetli bir
antiseptik sürülür. Böylece hastanın vücudu­ Antiseptiklerin Öbür Kullanım Alanları
na mikropların bulaşmasını engellemek için Kanalizasyon (lağım) ağındaki hastalık yapıcı
bütün önlemler alınır. mikroplan yok etmek için kuvvetli antiseptik­
Güneş ışınları da bazı bakterileri kısa süre­ lerden yararlanılır. İçme suyundaki zararlı
de öldüren etkili bir antiseptiktir. Bu etki, mikroplan öldürmek için de su dağıtım ağma
Güneş’in yaydığı morötesi ışınlardan kaynak­ çok düşük yoğunlukta klor kanştırılır. Yüzme
lanır. Bu ışınların bakteri öldürücü özelliğin­ havuzlannın suyuna da aynı işlem uygulanır.
den yararlanmak için, aynı dalgaboyunda Yiyecekleri bozulmadan saklamak için bu­
ışınları üretebilen özel lambalar geliştirilmiş­ laşan bakterilerin yok edilmesi ya da çoğal­
tir. Birçok hastanenin ameliyat salonlarında, malarının önlenmesi gerekir. Yiyeceklerin
hasta odalarında ve koridorlarında morötesi dondurulması bakterilerin üremesini hemen
lambalar kullanılır. durdurursa da, bu canlıları öldürmez. Yakın
yıllarda, yiyeceklere bulaşmış bakterileri öl­
Çağdaş Antiseptikler dürebilen çeşitli tipte ışınlar bulunmuştur.
Birçok kimyasal maddenin antiseptik özelliği Bilim adamlan, insan sağlığının korunmasın­
vardır, ama bunlardan bazısı sağlıklı vücut da büyük önemi olan antiseptikleri sürekli
dokularına zarar verdiği için kullanılamaz. İyi geliştirmek ve yeni antiseptikler bulmak için
bir antiseptiğin mikrop öldürücü etkisi güçlü, çalışmaktadırlar.
insan hücrelerini öldürücü etkisi az olmalıdır.
Gene de bütün koşullara uygun “en iyi” ANTLAŞMA. İki ya da daha çok devletin
antiseptikten söz edilemez. Doktorlar, bili­ karşılıklı olarak üstlendikleri yükümlülükle­
nen antiseptikler arasından o anki koşullara rin yazıya geçirilmesiyle oluşan belgeye ant­
en uygun olanını seçerler. laşma adı verilir. “Antlaşma” sözcüğü çoğun­
Herkesçe bilinen ve kullanılan antiseptik­ lukla çok önemli uluslararası antlaşmalar için
lerden biri sabun, öbürü alkoldür. Bir doktor kullanılır. Sözleşme, protokol, anlaşma ve
iğne yapacağı yeri önce alkole batırılmış bir pakt ise ikinci derecede önem taşıyan belge­
pamuk parçasıyla siler. Heksaklorofen gibi lerdir. Uluslar 3.000 yılı aşkın bir süreden beri
klorlu bileşikler ve iyot deri antiseptiği olarak antlaşmalar yapmakla birlikte, bunlann yapı­
kullanılır. Oksijenli su (hidrojen peroksit), lış biçimleri fazla değişikliğe uğramamıştır.
potasyum permanganat, cıva ve gümüş bile­ Önce siyasal iktidarlar karşı tarafla görüşme­
şikleri de yerine göre antiseptik olarak kulla­ leri yürütecek “tam yetkili elçi” adı verilen
nılan kimyasal maddelerdir. Günümüzde an­ resmi görevliler atar. Bu görevliler bir araya
tiseptiklerin yerini genellikle mikroplar üze­ gelip taraflarca benimsenen görüş birliğine
rinde daha etkili ve hasta için daha az zararlı varmaya çalışırlar. Konu ikiden fazla ülkeyi
olan antibiyotikler almıştır. ilgilendiriyorsa, koşullan tartışmak amacıyla
diplomatik görüşmeler düzenlenir. Böylece
Antiseptikler Nasıl Etki Yapar? bazen iki taraflı, bazen de çok taraflı antlaş­
Kimyasal antiseptiklerin mikroplar üzerinde malar imzalanır.
nasıl etkili oldukları tam olarak açıklanama­ Ülkelerin temsilcileri hükümetlerinin istek­
mıştır. Bu maddeler doğrudan doğruya mik­ lerini ve bunları elde etme karşılığında gerek­
rop hücresine girerek yaşamsal işlevlerini tiğinde nelerden vazgeçebileceklerini bilirler.
300 ANTLAŞMA

Türk Heyeti'nin
başkanı İsmet
İnönü Lozan
Barış
Antlaşması'm
imzalıyor (24
Temmuz 1923).

İnönü Vakfı

Uzlaşmaya varıldıktan sonra koşullar yazılır Millet Meclisi hükümeti ile İtilaf Devletleri
ve imzalanır. Antlaşmanın yürürlüğe girebil­ arasında imzalanan Lozan Barış Antlaşması;
mesi için taraf ülke hükümetleri ya da parla­ II. Dünya Savaşı’ndan (1939-45) sonra, Bir­
mentolarınca onaylanması gerekir. Her ülke leşmiş Milletler’in amaçlarını belirleyen Bir­
bir onay belgesi yazıp imzalar. Sonra bu leşmiş Milletler Sözleşmesi (bak. BİRLEŞMİŞ
belgeler taraflar arasında değiş tokuş edilir. MİLLETLER); 1949’da ABD ile 12 Batı Avrupa
Böylece her ülkenin elinde, öbürünün imzala­ devleti arasındaki, Kuzey Atlantik Antlaşması
dığı onay belgesi bulunur. Örgütü’ne (NATO) ilişkin antlaşma (bak.
Ülkeler çeşitli nedenlerle antlaşmalar ya­ N a t o ).
parlar. İki örnek vermek gerekirse, saldırıya Avrupa’nın yakın tarihinde yer alan Roma
uğrama durumunda birbirlerine karşılıklı yar­ Antlaşması, 1957’de Avrupa Ekonomik Top-
dım yükümlülüğünü üstlenebilirler ya da özel luluğu’nun kurucu üyeleri arasında imzalandı
ticaret sözleşmeleri yapmak isteyebilirler. Sa­ (bak. A v r u p a T o p l u l u k l a r i ). Nükleer dene­
vaş sonunda da antlaşmalar yapılır. Ne var ki, melerin atmosferi kirletmesi sonucunda
yenilmiş ulusun antlaşma koşullarını etkileye­ 1967’de atmosferde, denizaltında ve uzayda
bilirle olanağı çok azdır. nükleer denemeler yapılmasını yasaklayan bir
19. ve 20. yüzyıllarda zararlı ilaçların ulus­ antlaşma imzalandı. 1959’da uluslararası bir
lararası denetimi, posta hizmetleri için ulus­ antlaşmayla Antarktika yalnızca barışçı bilim­
lararası düzenlemeler, savaşları önleme giri­ sel amaçlarla kullanılabilecek uluslararası
şimleri, savaşan ülkelerin nasıl davranacağı, bölge ilan edildi. Bu antlaşma, uzay araştır­
savaş esirlerinin bakımı, uluslararası nitelikte­ malarının yalnızca barışçı amaçlarla yürütül­
ki suçları tanımlayan anlaşmalar, suçluların mesi gerektiğini savunan, 60 devletin imzala­
suç işledikleri ülkeye geri verilmesi ve tüm dığı başka bir antlaşmanın yolunu açtı.
ulusların yararına olan başka pek çok konuda Antlaşmalar çeşitli nedenlerle yürürlükten
anlaşmalar yapılmıştır. Günümüzde anlaşma­ kalkabilir. Ülkelerden biri işgal edilip ortadan
larla sonuçlanan görüşmeleri Birleşmiş Mil­ kaldırılmış ya da antlaşmanın amacı geçerliği­
letler gibi uluslararası kuruluşlar düzenlemek­ ni yitirmiş olabilir. Eskisini geçersiz kılan yeni
te ve birçok ülke bunlara katılmaktadır. bir antlaşma yapılabileceği gibi, ülkelerden
20. yüzyılın önemli antlaşmalarından bazı­ biri artık antlaşmaya taraf olmak istemediğini
ları şunlardır: I. Dünya Savaşı’nm (1914-18) bildirebilir. Bir antlaşma, taraf ülkeler arala­
ardından imzalanan 1919 Versailles Antlaş­ rında savaşıyorlarsa yürürlükten kaldırılmış
ması; 24 Temmuz 1923’te Türkiye Büyük sayılabilir.
ANTROPOLOJİ 301

ANTONİUS, Marcus. 2.000 yıl önce Ro- leri elinde toplayarak bir diktatör olmaya
ma’nm savaş ve çekişmelerle dolu fırtınalı bir yönelmesi tepkilere neden oldu ve Sezar
döneminde yaşamış Romalı bir komutan olan planlanmış bir suikast sonucu senatoda öldü­
Marcus Antonius, günümüzde iki nedenle rüldü.
çok ünlüdür: Birincisi Jül Sezar ile dostluğu Bundan sonra Antonius, Sezar’ın yetkileri­
ve Sezar’ı öldürenlerden öç alması; İkincisi ise ni de kendi elinde toplamaya çalıştı. Cenaze
Mısır Kraliçesi Kleopatra ile olan aşk ilişkisi­ töreninde bir konuşma yaptı ve halka Sezar’m
dir {bak. JÜL SEZAR; KLEOPATRA). vasiyetini okudu. Ama Sezar’m bir mirasçısı
vardı: Bu, daha sonra Augustus adıyla impa­
Antonius ve Sezar rator olan, Sezar’m yeğeni Octavius’tu {bak.
İÖ 83’te doğan Marcus Antonius 30 yaşma A u g u s t u s C a e s a r ) . Antonius ile Octavius’un
doğru Sezar’m Galya’daki (Fransa) ordusuna arası bozulduysa da, daha sonra Sezar’a
katıldı. Sezar’ı çok sevdi ve zaman zaman yapılan suikastı düzenlemiş olan Brutus ve
Mansell Collection Cassius’un yönetimindeki orduyla savaşmak
için bir araya geldiler. Yunanistan’da, Philip-
poi’da yapılan bu savaşı Antonius ve Octavius
kazandı.

Antonius ve Kleopatra
Bu olaydan sonra doğuya giden Antonius
orada karşılaştığı Kleopatraya’ya âşık oldu ve
onun peşinden Mısır’a gitti. O Mısır’dayken,
karısı Fulvia Roma’da karışıklık çıkartıyordu.
Octavius ile bozuşmak istemeyen Antonius,
onunla dost olmalarını sağlayacağı umuduyla
karısı Fulvia ölünce, Octavius’un kız kardeşi
Octavia ile evlendi. Ama Antonius kısa bir
süre sonra Kleopatra’ya döndüğü için bu
evlilik başarısızlıkla sonuçlandı. Antonius,
Mısır’da Kleopatra’yla lüks ve gösteriş içinde
yaşadı. Octavius daha sonra Antonius’un
üzerine bir ordu gönderdi. İÖ 31’de yapılan
Aktium deniz savaşında Antonius’un filosu
yenildi. Antonius ile Kleopatra Mısır’a kaçtı,
ama ertesi yıl Octavius gene ordusuyla Mısır’a
İÖ 1. yüzyılda Roma İm paratorluğu'nda iktidarı Jül geldi. Marcus Antonius, Octavius’un geldiği­
Sezar'la paylaşan Marcus A ntonius'un bu büstü ni öğrenince intihar etti.
Vatikan'dadır.
ANTROPOLOJİ bilim dalı insanlık tarihini
kendi zararına da olsa, onu her alanda destek­ öğrenmek girişimi olarak başladı. Gerçekten
ledi. Bir keresinde Sezar’a yardım için gücünü de Yunanca’dan gelen bu sözcüğün anlamı
kullanış biçimini halk doğru bulmadığından, insanın incelenmesidir. 19. yüzyılda Charles
Roma’dan kaçmak zorunda kaldı. Darvvin’in canlıların gelişme ve değişim süre­
Antonius ve Sezar İÖ 44’te konsül seçildi­ cine ilişkin evrim kuramını ortaya atmasından
ler. (O zamanlar Roma, her yıl seçilen ve sonra, bilim adamları bu alana ilgi duydu ve
“konsül” adı verilen iki kişi tarafından yöneti­ insanın evrimi üstüne yeni yeni düşünceler
lirdi.) Büyük bir kalabalığın önünde yapılan öne sürmeye başladılar {bak. Evrîm). En çok
bir törende Antonius, Sezar’ın Roma impara­ da, ilk atalarından başlayarak insanın vücut
toru olmasını önerdiyse de Roma halkı bunu yapısının ve öteki fiziksel özelliklerinin nasıl
onaylamadı. Daha sonra Sezar’ın bütün yetki­ geliştiğini merak ediyorlardı. Aynca insanla-
302 ANTROPOLOJİ

nn nasıl olup da bir araya geldiklerini, bu runlarla nasıl başa çıktıklarını araştınrlar.
toplulukların nasıl büyüdüğünü ve değişikliğe Bazı antropologlar dine özel bir ilgi gösterir,
uğradığını; insanların yeni becerileri nasıl bazılan ise aile düzeni, siyaset, müzik ya da
kazandığını; dinlerin, siyasal örgütlenmele­ hastalıkların nasıl iyileştirildiğine ilişkin ipuç-
rin, sanatın ve müziğin nasıl doğduğunu da lan bulmaya çalışır. Günümüzün kültürel
öğrenmek istiyorlardı. Bütün bu çabaların antropologlan, özellikle geleneksel yaşam bi­
sonucunda antropoloji biliminde insanlık tari­ çimlerini koruyan Büyük Okyanus Adaları
hinin değişik alanlarını inceleyen uzmanlık Yerlileri ile Afrika’nın kuytu köşelerine sığın­
alanları ortaya çıktı. mış kabileleri incelemektedirler.
Arkeologlar yüzyıllar öncesinin eski yerle­ Dilbilimciler dillerin ortaya çıkışı ve yapı­
şim yerlerini kazarak oralarda yaşamış olan sıyla ilgilenirler. Dili insan başarısının en
insanların neler yapmış olduklarını, nasıl ya­ belirgin örneği ya da insanı insan yapan
şadıklarını öğrenmeye çalışırlar. Yazılı belge­ başlıca etken olarak değerlendirirler. Günü­
lerden önceki insanlık tarihinin araştırılması müzde eski dillerin incelenmesi son dere­
onların işidir. ce zor ve aynntılı çalışmalar gerektirdiğinden
Fiziksel antropologlar insanın evrimini ve bu konu yepyeni bir uzmanlık alanı olmuş­
değişik insan gruplan arasındaki farklılıkları tur.
incelerler. Biyoloji uzmanı olan fiziksel antro­
pologlardan bazılan insan türünün ortaya çıkı­ Antropologların Bulguları.
şını, bazılan da insan biyolojisinin değişik alan- Eskiden antropologların çoğu insan topluluk­
lannı araştınr. Beslenme ile kişinin boyu ara­ ları arasında gerek fiziksel ve zihinsel bakım­
sındaki ilişkinin incelenmesi buna bir örnektir. dan, gerek örgütlenme biçimleri bakımından
Kültürel antropologlar insan topluluklan- büyük farklılıklar olduğunu sanıyorlardı. Bu
nın nasıl örgütlendiğini ve karşılaştıkları so- farklılıkların ise değişik toplulukların evrim
Bamaby's aşamalannı açıklayıcı nitelikte olacağını düşü­
nüyorlardı. Bazı insanların fiziksel yapıları
öteki insanlara göre daha az gelişmiş olduğu
için onlann zekâca da geri olmaları gerektiği­
ni öne sürüyorlardı. Oysa bu tür öngörüleri
tarihsel bulgular doğrulamadı. Çağdaş insanın
ataları olan, 200 bin ile 500 bin yıl kadar önce
yaşamış Homo sapiens fiziksel açıdan da gü­
nümüz insanına benziyordu.
Çağdaş dünyada ise insan toplulukları ara­
sındaki farklılıklar gerçekten çok azdır; hele
benzerlikler ile karşılaştırıldığında, nerdeyse
yok gibidir. Dünyanın neresinde olursa olsun,
insan aklı benzer düşünme süreçlerini izliyor.
İnsanların yaşadığı toplumlar değişik de olsa
yeni beceriler öğrenme yeteneği çok az farklı­
lık gösteriyor.
Toplumlar arasında gerçekten belirgin olan
farklılıklar insanlann edindikleri bilgilerle ve
davranış biçimleriyle ortaya çıkıyor. Bildiği­
miz hemen her şey bize öğretilmiştir. Demek
ki, insanlar arasındaki başlıca farklılıklar ne­
rede ve nasıl yetiştirildiklerine bağlıdır. Bir
insan, yabancı bir topluluğa genç yaşta katılır­
Bazı antropologlar sanayi toplum larına yabancı sa, eski öğrendiklerinden daha değişik şeyleri
halkların yaşamlarını incelerler. kolayca öğrenebilir. Bu nedenle, kültürel
ANVERS 303

farklılaşma ile fiziksel farklılıklar arasında rının çeşitliliği konularına önem vermeye baş­
bağlantı olmadığı öne sürülebilir. lamış, araştırmalarını bu yönde yoğunlaştır­
Bazı toplumlar ya da kültürler öbürlerin­ mışlardır.
den daha mı ileridir? Herhangi bir toplum
ANSİKLO PEDİN İN ANTROPOLOJİ İLE
belirli bir zamanda küçük ya da büyük, başka İLGİLİ ÖBÜR M AD D ELERİ
bir topluma bağımlı ya da bağımsız olabilir. AİLE GÖÇEBELİK
Öteki toplumlardan kopuk ya da onlarla ilişki BOŞ İNANÇLAR IRK
içinde yaşayabilir. Bu tür farklılıklar toplum BUMERANG İLKEL DİNLER
BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK İLKEL SANATLAR
üyelerinin varlıklı ya da yoksul oluşunu etki­ CENAZE TÖRELERİ İNSANIN KÖKENİ
leyebilir. Ama tarihsel bir süreç içinde pek DÖVMECİLİK MASKE
ETNİK GRUPLAR TABU
çok şey değişebilir. Örneğin Eski Mısır kral­ EVLİLİK TOTEM
lıkları bir zamanlar Ortadoğu’ya egemendi ve FOLKLOR YAMYAMLIK
Akdeniz uygarlığının yönetim, bilim ve sanat
merkezleriydi. Daha sonra Akdeniz çevresi ANVERS Belçika’nın en önemli limanı ve
başka toplumların etkisi altında kaldı. Roma Avrupa’nın önemli ticaret kentlerinden biri­
İmparatorluğu’nun yükselişiyle birlikte Ak­ dir. Çok eski bir kent olan Anvers deniz­
deniz toplumları Roma uygarlığından etkilen­ den 80 km uzaklıktaki Schelde Irmağı üzerin­
di. Bu imparatorluğun çöküşünden sonra, de kurulmuştur. Ortaçağda tüccarlar İstan­
yeni bir din olan Müslümanlık Ortadoğu’dan bul’dan ipek ve baharat, Karadeniz kıyıların­
Akdeniz yöresine doğru yayılmaya başladı. dan kürk yükledikleri kervanlarını Almanya
Akdeniz’in güneyini ve batısını ele geçiren üzerinden Anvers’e götürürler; bu malların
Müslümanlar yeni güç odakları oluşturdular. karşılığında kumaş alırlardı. 16. yüzyılın orta­
Bütün bunlar olurken Orta ve Kuzey Avrupa larında Anvers gerçekten çok zengindi. Kent­
kabuğuna çekilmiş, teknolojik bakımdan geri te 1.000’den fazla tüccar yaşar ve limana bir
ve dünya üzerinde hiçbir etkisi olmaksızın günde 500 kadar gemi girerdi.
yaşıyordu. Oysa yakın geçmişte bu bölgedeki Anvers tarihinde pek çok savaşa sahne
ülkeler dünyanın en büyük güçleri oldular. oldu. 1576’da ayaklanan İspanyol askerleri
20. yüzyılın ikinci yarısında ise Avrupa ülke­ kenti yağmaladı ve binlerce insanı öldürdü.
leri dünyanın en varlıklı ve güçlü ülkeleri ol­ 1648’de Otuz Yıl Savaşlan’na son veren Vest-
maktan çıktı. Asya ve Afrika toplumlarının falya Barış Antlaşması’yla gemilerin Schelde
tarihlerinde de benzer yükseliş ve çöküş dö­ Picturepoint

nemleri olmuştur.
Kültürel değişimin ve gelişimin yasaları var
mıdır? Teknolojik gelişmenin çok çabuk be­
nimsendiği ve yaygınlaştığı bir gerçek. Ayrıca
teknolojik gelişme toplumsal örgütlenmede
çok hızlı dönüşümlere neden olabiliyor. Bu­
nun en çarpıcı örneği bilgisayar teknolojisinin
günümüzdeki gelişimidir. Ama insanlık kültü­
rünün hiçbir alanında “ilerleme”ye ilişkin
yargıda bulunmak ya da gelişmişliğin belirli
göstergelerini saptamak olası değildir. Hiçbir
dil öbüründen daha “üstün”, daha “gelişmiş”
ya da daha “uygar” olamaz. Ayrıca herhangi
bir dinin öbüründen nesnel olarak daha iyi
olduğunu ya da belli bir aile yapısının en iyi
olduğunu kanıtlamak çok güçtür. Günümüz­
de antropologlar artık toplumların kültürleri­
ni sınıflamak eğiliminden vazgeçmiş, değişik Ressam Rubens'in Anvers'te, Nötre Dame Katedrali
kültürlerin ortak yanları ile insan davranışla­ önündeki heykeli.
304 ANZAVUR AYAKLANMASI

Irmağı’na girmeleri yasaklanınca Anvers’in rak oradaki silahlan ele geçirdi. Daha sonra
ticareti büyük bir darbe yedi Napol- Kuva-yı Milliye güçlerine saldırmak üzere
yon Savaşları sonrasında (bak. N a p o l y o n SA­ Bursa’ya yöneldi. Aynı ay içinde Kirmastı
VAŞLARI) Belçika’nın Hollanda’ya başkaldıra­ (Mustafakemalpaşa) yakınlanndaki Söğüt-
rak ayrıldığı 1830’a kadar kenti HollandalIlar alan’da Kuva-yı Milliye birliklerince kıstırılan
yönetti. Kentin bağımsızlığını kazanmasından Anzavur, Çerkeş Ethem ’in de yardımıyla
sonra Schelde Irmağı halici Hollandalılar’ın dağıtıldı. Manyas’a kaçan Anzavur’un ilk
elinde kaldı ve deniz ticaretine ağır vergiler ayaklanması başansızlıkla sonuçlandı.
getirildi. 1863’te vergilerin kaldırılmasıyla ti­ Anzavur Ahmed ikinci kez 1920 Şubat’ında
caret yeniden canlandı. ayaklandı. Gâvur İmam adlı bir başka ayak­
I. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafın­ lanmacının ele geçirdiği Biga’ya giden Anza-
dan kuşatılan Anvers, II. Dünya Savaşı’nda vur’u, İstanbul Hükümeti Balıkesir valiliği­
da gene Alman ordularının işgaline uğradı. ne atadı. Ayaklanma hızla çevreye yayıldı.
Bugün Anvers’teki başlıca sanayi dalları Anzavur üzerine gönderilen askeri birlikleri
elmas işlemeciliği, şeker üretimi, cam ve gemi yenilgiye uğrattı. Ayaklanmanın boyutlan bü­
yapımcılığıdır. Bunların yanı sıra otomobil yüyerek Gönen, Manyas, Ulubat, Susurluk,
fabrikaları, petrol antma kuruluşları, elektrik Bandırma ve Karacabey ayaklanmacıların eli­
ve elektronik sanayisi ile besin sanayisi de ne geçti. Çerkeş Ethem ve Demirci Mehmed
oldukça önemlidir. Efe gibi Kuva-yı Milliye güçleri Bursa üzerine
Anvers’in modern doklarının arkasında 16. yürüyen Anzavur’u Kirmastı-Susurluk yolu
yüzyılda zengin tüccarlar tarafından yaptırıl­ üzerindeki Yayaköy’de 15 Nisan 1920’de kar­
mış evlerin bulunduğu geniş caddeler ve şıladı. Zorlu bir savaştan sonra Anzavur’un
meydanlar görülebilir. Kentin en güzel yapısı kuvvetleri yenildi. Anzavur İstanbul’a kaçtı.
olan katedralin kulesi çok zarif bir biçimde Geride kalan adamlan direnmek istedilerse
oya gibi işlenmiştir. Katedralde Rubens’in de dağıtıldılar. Böylece, Batı Cephesi’nin
ünlü yapıtları vardır (bak. R u b e n s , PETER oluşturulmasını ve Yunan işgalinin durdurul­
P a u l ) . Anvers ayrıca çok güzel belediye masını geciktiren Anzavur Ayaklanması nisan
binası, 16. ve 17. yüzyıl Flaman ressamlarının sonunda kesin olarak bastınlmış oldu.
tablolarının bulunduğu resim galerileri ve
müzeleriyle ünlüdür. APENNİN DAĞLARI. İtalya’nın belkemiği
olarak adlandınlan Apennin Dağlan, kuzey­
ANZAVUR AYAKLANMASI, Kurtuluş Sa­ de Alp Dağlan’mn batı ucundan başlar; İtalya
vaşı sırasında Anadolu’daki direnişi kırmayı Yanmadası’m 1.300 km boyunca uzunlaması­
amaçlayan ayaklanmalardan en önemlisidir. na geçerek Sicilya Adası’na kadar uzanan
Sivas Kongresi sonrasında İstanbul Hükümeti geniş bir yay çizer. Sicilya Adası’nda, Nebro-
Kuva-yı Milliye karşıtı etkinliklerini artırdı. di Dağlan olarak yeniden ortaya çıkar. Birbi­
Kuva-yı Milliye’cilerin, I. Dünya Savaşı’ndaki rinden bağımsız dağ sıralanndan oluşan
yenilginin sorumlusu olarak görülen İttihat ve Apenninler ülkenin kuzeyi ile güneyi arasın­
Terakki’nin devamı olduğu, dine ve halifeye daki ulaşımı zorlaştınrsa da aralanndaki vadi­
karşı oldukları propagandasıyla halk Kuva-yı ler Akdeniz kıyılarından Adriya kıyılanna
Milliye’ye karşı kışkırtılıyordu. Bu amaçla, geçişi kolaylaştınr. Eskiçağda Romalılar’m
eski bir jandarma subayı olan Anzavur Ah­ bu vadilerde yaptıklan yollar günümüzde
med yönetiminde ayaklanma düzenlenerek demiryollarına ve geniş otoyollara dönüşmüş­
Kuzey Ege ve Marmara bölgelerindeki direni­ tür. Roma ve Floransa gibi bazı ünlü İtalyan
şin gücü kırılmaya çalışıldı. kentleri bu vadi yollan üzerinde oldukları için
Anzavur Ahmed Eylül 1919’da Biga, Gö­ önem kazanmıştır.
nen ve Manyas’ta halkı ulusal kurtuluşçu Kuzeyde Ligurya Denizi’ne doğru uzanan
güçlere karşı kışkırtma çalışmalarına başladı. Apennin Dağları’nın güneşe bakan güney
Balıkesir yöresinde çevresine topladığı eşkiya yamaçlarında güzel meyve bahçeleri ve üzüm
çeteleriyle 2 Ekim 1919’da Susurluk’u basa­ bağlan vardır. Bu bölge İtalyan Rivierası
APOLLON 305

olarak bilinir ve batısındaki Fransız Rivierası Önceleri çobanların tanrısı ve hayvanların


ile birleşir. Her iki yöre de sevilen dinlence koruyuçuşuyken, sonradan okçuluk, tıp, mü­
yerleridir. Apennin Dağlan’nın kuzey kesimi zik ve gelecekle ilgili bilgilerin tanrısı sayıldı.
Adriya Denizi’ne dökülen Po Irmağinın kol­ Aynı zamanda da ışık tanrısıydı. Bu yüzden
larınca akaçlanır. Yörenin verimli vadilerinde Yunanlılar ona, parlak ve saf anlamına gelen
tahıl yetiştirilir. Dağların alçak yamaçlarında Phoibos ek adını taktılar. Müzik tanrısı olma­
ise zeytinlikler ve üzüm bağları vardır. Bölge sının yanı sıra şarkı ve şiir tanrısıydı. Güzel
bol yağış alır, ama Apennin Dağları’nın hiçbir sanatların esin tanrıçaları olan Musalar’ın
kesiminde kar yağmaz. (bak. M u s a l a r ) önderiydi.
Apennin Dağları zincirinin ortasındaki Ab- Kızdığı zaman insanlara kötülük etse de,
ruzzi Dağlarinda İtalya’nın en ünlü ulusal bütün kötülüklerin ve karanlığın düşmanıydı.
parklarından biri vardır. Deniz düzeyinden Resimlerinde her zaman elinde yay ve lirle
2.900 metre yükseklikteki bu bölge yabanıl ve gösterilen Apollon, genç ve yakışıklı bir
kıraçtır. Bölgedeki kayın ve meşe ormanların­ erkek olarak düşünülürdü.
da kurt, yabandomuzu ve az sayıda ayı yaşar. Yunanistan’da Apollon’a tapmayan yoktu.
Geçmişte bu bölgede bulunan pek çok hayvan Onuruna sayısız tapmak yapıldı; kehanetleri­
hem spor amacıyla, hem eti için avlanmış, ni insanlara ulaştıran birçok bilicilik merkezi
birçok ağaç da yakacak odun kömürü elde oluşturuldu. Bunların en önemlisi Delfi’ydi
etmek amacıyla kesilmiştir. (bak. DELFİ KAHİNLERİ).
Batıda, Roma yakınlarında Apennin Dağ­ Bir söylenceye göre babası tanrılar kralı
ları, Akdeniz’e doğru akan Tiber Irmağı gibi Zeus’tur. İkiz kardeşi ise Artemis’tir. Apollon’
ırmaklarca akaçlanır. Bazı etkin olmayan un delikanlılığında, Delfi tapınağını koru­
yanardağların kraterlerinde derin ve güzel yan korkunç canavar Piton’u bir vuruşta öldür­
görünümlü göller oluşmuştur. Napoli yakının­ düğü söylenir. Bir başka söylence ise kardeşi
daki Vezüv Yanardağı, Avrupa kıtasının et­ Hermes’in buluşu olan lire nasıl sahip olduğu­
kin olan tek yanardağıdır. Vezüv’ün aşağı ya­ na ilişkindir. Açıkgöz Hermes, Apollon’un
maçlarındaki volkanik topraklar çok verimli Mansell Collection

olduğu için sebze ve meyve üretimi gelişmiş­


tir. Sicilya Adası’ndaki Etna Yanardağı ile Si­
cilya yakınındaki Stromboli Adası’nda bulu­
nan yanardağ öteki etkin yanardağlardır.
Apennin Dağlarinm güney kesiminde ge­
niş ve engebeli yaylalar vardır. Bu yöredeki
ağaçların çoğu Sicilya ve Yunanistan’da yapı­
lan gemilere kereste sağlamak amacıyla kesil­
diği için günümüzde sellere yol açan kış
yağmurları, yüzeydeki kil ve kumu kolayca
sürükleyip götürür. Bunun sonucunda tarım
alanlarında derin sel yatakları oluşmuş ve
altlarındaki toprağın çökmesi sonucu tümüyle
göçen köyler görülmüştür.

APHRODİTE bak. A fro d ît.

APOLLON. Aklın ve gerçeğin, adaletin ve


hekimliğin tanrısı sayılan Apollon, en büyük
Yunan tanrılarından biriydi; çünkü güçlülüğü
ve güzelliğiyle Yunanlılar’ın en çok hayranlık
duydukları ve kutsal saydıkları yetenekleri en En büyük Yunan tanrılarından biri sayılan A pollon
kusursuz biçimde kendinde toplamıştı. oku ve yayıyla.
306 APPALAŞ DAĞLARI

koruyuculuğunu yaptığı bir sığır sürüsünü ka’ya gelen göçmenlerin batıya doğru göçü
çalar. Hırsızlık ortaya çıkınca, Zeus sürünün önünde bir engel oluşturmuştur. Örneğin,
sahibine geri verilmesini buyurur. Ama Apol­ Virginia kıyısındaki yerleşim yerlerinin
lon Hermes’in lirinden çıkan seslere hayran 1607’de kurulmaya başlamasına karşın Yerli­
olur ve sürüden vazgeçerek liri alır. (Ayrıca ler’in yaşadığı Appalaş Dağlarindaki sık or­
bak. ARTEMİS; HERMES.) manları geçip, bugünkü Kentucky’ye gelme­
Apollon’un kutsal bitkisi defnedir. Daphne leri için 100 yıldan fazla bir zaman gerek­
adında bir kıza âşık olan Apollon kızı izler. miştir.
Kız bir ırmak tanrısı olan babasından yardım Appalaşlar, uzun ve birbirine paralel vadi­
ister. O da kızını bir defne ağacına dönüştüre­ lerle aynlmış dağ sıralarından oluşan bir
rek Apollon’dan kurtarır. Sevdiği kızın anısı kuşak görünümündedir. Doğuda, Pennsyl-
nedeniyle defne Apollon için kutsallaşır. vania’dan Georgia’ya kadar uzanan Blue Rid-
Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat ve bazı ge (Mavi Dağlar) kuşağı çok yaşlı bir dağ
araştırmacılar Apollon’un, başka bulguların sırasıdır. Kuzey Carolina’da Black Mounta-
yanı sıra, Likya yöresiyle ilişkisi üstünde de ins’daki (Kara Dağlar) Mitchell Dağı, Appa-
durarak, bu tanrının Anadolu kökenli oldu­ laşlar’ın bu bölgesindedir. Yüksekliği 2.000
ğunu savunurlar. metreyi aşan Mitchell Dağı, Kuzey Amerika’
nın doğusundaki en yüksek doruktur. Mil­
APPALAŞ DAĞLARI. ABD ’nin Atlas Okya­ yonlarca yıldır su, rüzgâr ve hava koşullannın
nusu kıyılarındaki ovaları, iç bölgelerdeki aşındırdığı Blue Ridge kuşağı, artık yüksek ve
düzlüklerden ayıran geniş dağ kuşağına Ap­ sarp değil, alçak ve yuvarlaktır. Great Smoky
palaş Dağlan denir. Appalaş Dağları, Alaba­ Dağları (Büyük Dumanlı Dağlar) Ulusal Par­
ma’nın orta kesimlerinden başlayarak, Kana- kı ünlü bir eğlence ve dinlenme yöresidir.
da’nın doğusundaki St. Lawrence Körfezi’ne Blue Ridge’in devamı olan New Jersey
ZEFA Dağları, Pennsylvania’dan Hudson Irmağı
vadisine kadar uzanır ve orada Hudson Dağ­
lan adını alır. Bu dağlar yaşlı ve aşınmış ol­
makla birlikte çok çekici bir görünüme sa­
hiptir.
Blue Ridge’in batısı, Alabama ortalarından
başlayıp kuzeydoğuya doğru, New York eya­
letinin içlerine kadar uzanan bir dağlar ve
vadiler kuşağıdır. Uzunluğu 1.600 km olan bu
kuşağın eni 22 ile 95 km arasında değişir. Bu
kuşağın doğusu, bölgede Shenandoah Vadisi
diye bilinen Büyük Appalaş Vadisi’dir. İlk
göçmenler bu verimli düzlükte yerleşmiş ve
çiftçiliğe başlamışlardır.
Bu dağ ve vadi kuşağının batısı ise, Alaba­
ma’dan, New York'taki Mohawk Irmağı’na
kadar uzanan ve genelde Appalaş Yaylası
diye adlandınlan geniş ve engebeli bir alan­
dır. Bu bölgenin doğusunda New York’un
Adını sık sık doruklarını kaplayan bulut ve sisten alan
Great Smoky Dağları (Büyük Dumanlı Dağlar).
güneyindeki Catskill Dağlan, Orta Pennsyl-
vania’daki Allegheny Dağları, Doğu Ken-
kadar, kuzeydoğuya doğru 1.900 km boyunca tucky, Tennessee ve Batı Virginia’yı kaplayan
uzanır. Bununla birlikte Appalaş Dağları ya Cumberland Yaylası yer alır.
da Appalaşlar adı yaygın olarak Hudson ve Appalaşlar, akçaağaç, meşe, laleağacı,
Mohawk ırmaklannın güneybatısındaki bölge huşağacı ve kışın yaprak dökmeyen bazı
için kullanılır. Appalaşlar 17. yüzyılda Ameri­ ağaçlann oluşturduğu sık ormanlarla kaplıy­
ARABİSTAN 307

dı. Bu orman örtüsünün büyük bölümü günü­ patlamayan apseleri ancak bir doktor dokula­
müzde de varlığım korumakla birlikte Büyük ra zarar vermeden hafifçe keserek boşaltabi ­
Appalaş Vadisi gibi daha alçak ve düz olan lir. İrinin boşalmasından kısa bir süre sonra
yerler tarım alanlarına dönüşmüştür. Bu alan­ dokular iyileşerek kapanırsa da bazen apsenin
ların dışındaki bölgelerde hindi, ayı, tilki, yerinde küçük bir iz kalabilir.
geyik ve yabankedisi gibi hayvanlara sıkça
rastlanır. ARABA YARIŞI bak. O to m o b il Y a riş i.
Bölgenin başlıca doğal kaynağı Pennsyl-
vania’dan Alabama’ya kadar uzanan yayla ARABİSTAN Asya’da, Basra Körfezi ile
bölgesinin büyük Appalaş kömür yatakların­ Kızıldeniz arasında yer alır. Kuzeyinde Ü r­
daki taşkömürüdür. Öteki önemli maden dün ve Irak’m bulunduğu çok büyük bir
kaynakları, New Jersey’de antrasit (sert ma­ yarımadadır. Hemen hemen Hindistan kadar
den kömürü) ve çinko, Tennessee’de bakır ve büyük olmasına karşılık büyük bir bölümü çöl
Alabama’daki geniş demir yataklarıdır. Penn- olduğu için nüfusu çok azdır. Yarımadada
sylvania’da Pittsburgh ve Alabama’da Bir­ akarsu yoktur; kuyular bile az ve birbirinden
mingham gibi büyük sanayi kentleri, bu ma­ uzaktadır.
dencilik bölgelerinin yakınında kurulmuştur. Suudi Arabistan Krallığı Arabistan’ın bü­
yük bir bölümünü kaplar. Güneyde Yemen
APSE. Bazı mikropların, özellikle bakterile­ Arap Cumhuriyeti ve Yemen Demokratik
rin yerleştiği vücut dokularında oluşan irin Halk Cumhuriyeti; güneydoğuda Umman
(cerahat) dolu şişliklere apse denir. Bu bakte­ Sultanlığı; Basra Körfezi boyunca Kuveyt,
riler, apsenin oluştuğu bölgeye ya doğrudan Bahreyn ve Katar gibi küçük devletler vardır.
doğruya derideki bir çatlaktan ve yaradan (Aynca bak. ADEN; BAHREYN; B a s r a KÖRFEZİ;
girerler ya da kan dolaşımıyla taşınarak, BİRLEŞİK A r a p EMİRLİKLERİ; KATAR; KUVEYT; U M ­
direnci azalmış olan bu bölgeye yerleşirler. MAN; SUUDİ ARABİSTAN; YEMEN ARAP CUMHURİYE­
Böylece, vücutta kendilerine uygun bir yer Tİ; Y e m e n D e m o k r a t ik H a l k C u m h u r îy e t İ.)
bulur bulmaz çevredeki dokulardan beslene­
rek hızla çoğalırlar. Ama vücudun da bakteri­ Çöl Hayvanları
lere karşı bir savunma sistemi vardır. Örneğin Kızıldeniz boyundaki ve Arabistan’ın güney
kandaki akyuvarların görevi hastalık yapıcı kıyılarındaki kumlu, dar düzlükler dik bir
mikroplarla savaşmaktır. Bu yüzden vücut, biçimde yükselerek yağış almayan yüksek
mikropların bulunduğu bölgeye bir akyuvar dağlarla birleşir. Arabistan’ın ortasındaki böl­
ordusu gönderir. Akyuvarları taşıyan kanın ge yalnızca kaktüs gibi bitkilerin yetişebildiği
bu dokulara hücum etmesiyle o bölgede bir geniş ve yüksek bir yayladır. Rüzgârın oluş­
kızarıklık ve yanma (sıcaklık artışı) olur; buna turduğu kumullar (kum tepeleri) bazen 150
iltihaplanma denir. İltihaplı bölgede biriken metre yüksekliğe ulaşır; bu yörede aynca
ve irin denen sarımsı renkte, koyu kıvamlı çıplak kayalarla kaplı büyük alanlar vardır.
sıvının içinde ölü mikroplar, akyuvarlar ve Vahalar çoktur ama birbirlerinden epey uzak­
doku parçacıkları ile serum denen kan sıvısı tadır. Vahalan su kaynaklannın çevresindeki
vardır. Biriken irinin dokulara yaptığı basınç hurma ağaçlan ve vadilerdeki büyük ekili
ağrıya neden olur. Eğer apse iç organlarda, alanlar oluşturur.
örneğin karaciğerdeyse ve irin dışarıya boşal- Bu büyük, kayalık ve kumluk yayla hafif
tılamazsa ağır sonuçlar doğabilir. Deri yüzeyi­ bir eğimle alçalarak dünyanın en sıcak yörele­
ne yakın olan daha küçük apseler, örneğin rinden biri olan Basra Körfezi kıyısına ulaşır.
sivilce ve çıbanlar ise kendiliğinden patlaya­ Türkiye’de İngiliz casusu Lavvrence olarak
rak boşalabilir. Ama olgunlaştığı halde patla­ bilinen İngiliz subayı ve yazar Thomas Ed-
mayan apseleri asla sıkarak patlatmamak ward Lawrence buraya ilk ayak bastığında
gerekir; çünkü apseyi sıkarken, vücut dokula­ “Arabistan’ın sıcaklığı kınından çekilmiş bir
rının bu iltihabın çevresinde oluşturduğu ko­ kılıç gibi saplanarak soluğumuzu kesti” diye
runma duvarları da parçalanır. Kendiliğinden yazmıştı (bak. LAWRENCE, T. E.). Gerçekten
308 ARABİSTAN

yalnızca güneybatı köşesindeki Yemen’de leşlerini arayarak dolaşırlar. Çöl hayvanlan


sebze ve meyvelerin yetiştirilmelerine yetecek arasında uzun arka ayaklarıyla kangurular
kadar su vardır. Bu yüzden Romalılar bu gibi sıçrayan araptavşanları çok ilgi çekicidir.
bölgeye Arabia Felix (Mutlu Arabistan) der­ Çorak bölgelerde bıldırcın ve ormantavuğu;
lerdi; çünkü yarımadanın geri kalan bölümü öteki yörelerde güvercin, kumru, toy ve
çöldü. turnalara sık rastlanır. Engerek yılanları yay­
Çölün özellikle kuzeyinde yaşayan ceylan­ gındır, kertenkele ve akrep de görülür. Za­
ların eti Araplar için çok değerlidir. Kurtlar man zaman büyük çekirge sürüleri zaten az
ve çakallar gece gündüz canlı hayvanları ya da olan ürünlere büyük zarar verir.
Topham

Suudi Arabistan'ın Mekke kentinde binlerce Müslüman Kâbe'de namaz kılıyor.


ARABİSTAN 309

Frank Spoor.er
Suudi Arabistan'da Riyad kentinde bir kapalı çarşı.

Arap atları güzellikleri, hızları ve dayanık­ Mürrüsafi ve akgünlük gibi ender bulunan
lılıklarıyla bütün dünyada ünlüdür. İÖ baharatlar güney kıyılarında üretilirdi. Basra
400’den beri bilinen bu at soyunun çağdaş Körfezi’nden ise inci çıkarılırdı.
evcil atların ataları arasında önemli bir yeri Ama o zamandan beri çok büyük değişik­
vardır. likler oldu. Suudi Arabistan’da ve Basra
Körfezi kıyısındaki Kuveyt, Katar, Abu Dabi
Çölde ve Kentlerde Yaşam ve Bahreyn’de zengin petrol yatakları bulun­
Çölün büyük bir bölümünde Bedevi aileleri du. Bir zamanlar çok az parası olan Arap
1.500 yıl önce Hz. Muhammed dönemindeki ülkeleri bugün yabancı şirketler ya da devlet
atalarının yaptığı gibi deve, koyun ve keçi eliyle üretilip satılan petrolden büyük bir gelir
sürülerine otlak bulmak için sürekli yer değiş­ elde ediyorlar. Zenginlik kadar güç de getiren
tirirler. Nüfusun geri kalan bölümünü kentli­ petrol gelirleriyle eski kentler yeniden yapılı­
ler ve yerleşik çiftçi toplulukları oluşturur; yor ve yeni sanayiler kuruluyor. Eğitim ve
hepsi Arapça konuşur ve Müslüman’dır. Hz. sosyal güvenlik hizmetleri geliştiriliyor. Oto­
Muhammed Mekke’de doğduğu için Arabis­ mobil ve uçak gibi çağdaş ulaşım araçları da
tan yüzyıllar boyunca İslam dininin beşiği insanların birbirleriyle yakınlaşmasını sağlı­
olmuştur (bak. A r a p l a r -, İ s l a m ; M e k k e ; M u ­ yor. Radyo istasyonları ağının yanı sıra, bugün
h am m ed, H z .). yarımadanın birçok bölgesi televizyon yayın­
1940’lara kadar pek az Arap bu kıraç larını alabiliyor. Düzenli uçak seferleri A ra­
ülkede iyi bir yaşam sürebildi. Yemen’de bistan’ı dünyanın birçok bölgesine bağlarken,
tütün, kahve ve meyve, Umman’da şeker ve demiryolları Suudi Arabistan’ın başkenti Ri-
pamuk, su olan bölgelerde hurma üretilir. yad’ı Basra Körfezi’ne bağlıyor. Eskiden çölde
310 ARAFAT

göçebe bir yaşam süren birçok Arap günü­ Hüseyin Bin Ali, kendini kuzeybatıdaki Hi­
müzde çağdaş kentlerde ya da petrol bölgele­ caz’ın kralı ilan ederek İngiltere ve Fransa ile
rinde yaşıyor. ittifak yaptı. Oğullan, sonradan Irak kralı
Artık yalnızca Riyad ve Mekke gibi eski olan Faysal ve Ürdün kralı olan Abdullah ile
kentlerde gezenler eski kent yaşamının izleri­ birlikte ve İngiliz subayı Lawrence’in yardımıy­
ni görebilirler. Bu kentlerde güneşte kurutul­ la ordulannı Hicaz’dan Şam’a götürdü; bu­
muş tuğlalarla yapılan, dışı beyaz badanalı rada Lord Allenby’nin Filistin’den gelen kuv­
evler, yüksek duvarlarla çevrili avlulara ba­ vetlerine katıldılar. İngiliz-Arap ittifakı sonu­
kar. Sıcaktan ve gece ayazından korunmak cunda Arabistan’ın kuzeyindeki topraklarda
için pencerelere cam yerine tahta panjurlar Osmanlı egemenliği sona erdi.
takılmıştır. Evler mangallarda yakılan odunla A r a b is ta n ’ın d a h a s o n r a k i ta r ih in i h e r ü lk e ­
ısıtılır; yemek, yerde bağdaş kurularak yenir. n in k e n d i m a d d e s in d e n o k u y a b ilirs in iz . (A y ­
rıca bak. A r a pl a r .)
Tarih
571 ile 632 yıllan arasında yaşayan Hz. ARAFAT, Yaser (1929). Yaser Arafat Filis­
Muhammed’in Medine’de ölümünden sonra tin halkının 40 yılı aşkın bir süredir sürdürdü­
halifeler onun getirmiş olduğu dini yaydılar ve ğü mücadelenin önderidir. Gerçek adı Ab-
yeni Müslüman devletler kurdular. İlk üç durrahman Abdürrauf el-Kudva olan Arafat,
halife Medine’de hüküm sürdü; sonraki hali­ Filistin Kurtuluş Örgütü (bak. F îlis tİn K u r t u ­
feler Şam (Suriye), Bağdat (Irak) ve Kahire’ lu ş Ö r g ü t ü ) içinde, “kurucu” anlamına gelen
yi (Mısır) başkent seçtiler. Araplar en parlak “Abu Ammar” adıyla anılır.
dönemlerini Binbir Gece Masalları’yla ünle­ A rafat’ın çocukluğu doğduğu kent olan
nen Halife Harun Reşid’in yönetimi altında Kudüs ile Gazze’de geçti. 1948-49 yıllarındaki
geçirdiler (bak. H a r u n R eşid ). Ama daha ilk Arap-İsrail Savaşı (bak. A ra p Î sra İl SAVAŞ­
sonra aralanndaki çekişmeler ve savaşlar LARI) sırasında Filistinliler’in önderi Abdülka-
sonucunda güçlerini yitirdiler. Abbasi halife­ dir el-Hüsseyni’nin genel sekreteri olarak
leri bir süre Büyük Selçuklu Devleti’nin savaşçı birlikleri örgütledi. Savaştan sonra
desteğiyle varlıklarım sürdürdüler. 1258’de yerleştiği Kahire’de mühendislik öğrenimi
Moğollar’ın Bağdat’a girmesiyle halifelik ku­ gördü. 1952’de Filistin Öğrenci Birliği’ni ku­
rumu Kahire’ye taşındı. Bu sırada Mısır’da, rarak başkanlığım üstlendi ve 1956’da üniver­
Suriye ve Filistin’i de egemenlikleri altında site öğrenimini tamamlayıncaya kadar bu
tutan Memlûklar bulunuyordu. Irak ise Ak- görevi sürdürdü. Aynı yıl katıldığı Mısır
koyunlular’dan sonra Safeviler’in sınırları ordusunda Fedayiin adlı gerilla örgütünü kur­
içinde kalmıştı. du ve yönetti. 1956’daki ikinci Arap-İsrail
1517’de Yavuz Sultan Selim Kahire’yi ala­ Savaşı’na patlayıcı madde ve sabotaj uzmanı
rak Mısır, Suriye, Filistin ve Hicaz’ı Osmanlı olarak katıldı. Savaştan sonra Kuveyt’e yerle­
topraklanna kattı. Bu tarihten başlayarak şen Arafat, Arap dünyasının her yanma
halifelik kurumu Osmanlı padişahlanna geçti. dağılmış Filistinliler’i tek bir örgütte topla­
Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise Os­ mak amacıyla çalışmalara girişti.
manlIlar Irak’ı, Yemen’i ve Araplar’ın yaşadı­ Arafat 10 Ekim 1959’da arkadaşlarıyla bir­
ğı Kuzey Afrika topraklannı ele geçirdi. likte el-Fetih’i (Filistin Ulusal Kurtuluş Hare­
18. yüzyılın ortalannda Vehhabilik denenketi) kurdu. El-Fetih’in 1964’te İsrail’e karşı
savaşçı bir dinsel hareket nedeniyle çıkan silahlı mücadeleyi başlatma kararı almasından
kanşıklıklar ve çatışmalar 19. yüzyıl boyunca sonra 1 Ocak 1965’te İsrail hedeflerine karşı
da sürdü. Vehhabiler İslam dininin doğuşu düzenlenen ilk askeri saldırıyı gerçekleştiren
sırasındaki ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalınması­ grubu Arafat yönetiyordu. 1967 Arap-İsrail
nı savunuyorlardı. Savaşı’ndan sonra İsrail’in işgal ettiği Batı
I. Dünya Savaşı’na Osmanlılar Almanya’Şeria’ya geçen Arafat buradaki direnme hare­
mn yanında katılınca, bu fırsattan yararlanan ketini örgütledi.
Arap emirleri ayaklandılar. Mekke Emiri Filistin Ulusal Konseyi’nin 1969’da yaptığı
ARAGON 311

konusunda büyük başarı sağladı. FKÖ 100’ü


aşkın devletle diplomatik ilişki kurdu.
İsrail işgali altındaki Batı Şeria ve Gazze’de
yaşayan Filistinliler’in Aralık 1987’de ayak­
lanması dünya kamuoyunun Filistin sorununa
ilgisini ve duyarlılığını artırdı. Arafat bu
durumdan yararlanarak yoğun bir diplomatik
çaba içine girdi. Aralarında Türkiye’nin de
bulunduğu birçok ülkeyi ziyaret ederek ba­
ğımsız bir Filistin Devleti kurulması konusun­
da destek sağlamaya çalıştı. Kasım 1988’de
Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi,
Bağımsız Filistin Devleti’nin kurulduğunu
ilan etti. Pek çok ülke, bu arada Türkiye de
bu devleti tanıdığını açıkladı. Arafat, Filistin
sorununu görüşmek üzere aralıkta Cenevre’
de toplanan BM Genel Kurulu’nda yaptığı
konuşmada İsrail Devleti’nin varlığını sürdür­
me hakkına saygılı olduklarını açıkladı. Bü­
A B C Ajansı tün bu gelişmeler ABD ile FKÖ arasında
Filistinli siyaset adamı Yaser Arafat, ülkesinin doğrudan görüşmelerin başlaması sonucunu
bağımsızlığı için savaşan Filistin Kurtuluş
Ö rgütü'nün lideridir. doğurdu. Böylece uluslararası alanda büyük
başarı sağlayan Arafat, devlet kurma kararını
toplantıda, bütün Filistin gruplarını bir çatı yaşama geçirmek için yoğun çabalannı sür­
altında toplayan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün dürmektedir.
(FKÖ) kuruluşuna öncülük etti ve örgütün
yürütme kurulu başkanlığına getirildi. 1970- ARAGON, LouİS (1897-1982). Aşk ve özgür­
71 yıllarında Ürdün’de yaşayan Filistinli geril­ lük üzerine şiirleriyle ünlü Fransız şair ve
laların burayı terk etmek zorunda kalma­ romancı Aragon Paris’te doğdu. Tıp öğrenimi
sı üzerine Arafat FKÖ’nün siyasal ve askeri gördükten sonra I. Dünya Savaşı sırasında
merkezini Beyrut’a taşıdı. 1982’de İsrail bir­ askere alındı. Askerlik arkadaşları arasında
liklerinin Lübnan’a girerek Beyrut’u kuşat­ geleceğin ünlü edebiyatçılan Andre Breton
maları üzerine Filistinli gerillalar kenti boşalt­ ve Paul Eluard da vardı. Bu arkadaşlanyla
tılar. Arafat da Beyrut’tan ayrılarak FKÖ’ dostluğunu ve daha başka sanatçıları Anicet
nün yeni merkezini Tunus’ta kurdu. (Anicet ou le Panorama; 1921) adlı romanın­
1969 sonrasında Arafat’ın çalışmalarının da anlatmıştır.
ağırlığı askeri alandan siyasal alana kaydı. Aragon arkadaşlarıyla birlikte Dada adlı
Filistin halkının haklılığını tüm dünyaya du­ edebiyat topluluğuna katıldı. Dadacılar, I.
yurma ve destek sağlama çabaları 1974’te ilk Dünya Savaşı’nın yarattığı umutsuzluk orta­
ürününü verdi. FKÖ’nün gözlemci olarak mında her türlü baskıya ve toplumsal kurala,
kabul edildiği Birleşmiş Milletler (BM) Genel özellikle şiirde anlama karşıydılar. Örneğin
Kurulu’nda Arafat bir konuşma yaparak Filis­ Aragon’un bu dönemde yazdığı bir şiir, alfa­
tin davasını anlattı. Filistin topraklan üzerin­ bedeki harflerin rasgele sıralanmasından olu­
de Müslüman, Hıristiyan ve Museviler’in bir şuyordu.
arada yaşayacağı, laik ve demokratik bir 1919’da Philippe Soupault ve Breton ile
Filistin Devleti kurulmasını savundu. Filistin birlikte Litterature adlı gerçeküstücü dergiyi
sorununa BM kararları çerçevesinde, görüş­ kurdu. Gerçeküstücülük Akımı her türlü sa­
meler yoluyla bir çözüm bulunması yolundaki nat ve düşünce anlayışını kökten değiştirmeyi
çabalarını artıran Arafat, FKÖ’nün Filistin amaçlıyordu (bak. GERÇEKÜSTÜCÜLÜK). Bir
halkının tek yasal temsilcisi olarak tanınması köylünün Paris izlenimlerini gerçeküstücü an-
312 ARAPÇA

II. Dünya Savaşı’nda Almanlar Fransa’yı


işgal ettiğinde Aragon direniş hareketine ka­
tılmıştı. Askere alınmasına karşın, şiirleri
direniş gazetelerinde takma adla yayımla­
nıyordu. Özgürlük temasını işlediği ve çoğu
şarkı ya da marş olarak bestelenen şiirleri
dilden dile dolaşarak yaygınlaşıyor, direniş
önderlerinden General De Gaulle, Cezayir
radyosundan Aragon’un şiirini okuyarak hal­
kı direnişe katılmaya çağırıyordu.
1928’de tanıştığı ve 1939’da evlendiği Rus
kökenli Elsa Triolet için yazdığı aşk şiirleri
Aragon’un şair olarak ünlenmesinde büyük
rol oynadı. Bu şiirlerde ana dilini ustalıkla
kullanıyor, yeni imgelerle büyüleyici bir hava
yaratıyordu. Aragon, geleneksel Fransız şiiri­
nin yanı sıra doğu şiirinden, özellikle de Arap
ve İran şiirlerinden esinlendi. Doğu şiirindeki
gizem ve tannsal güçleri yüceltme, Aragon’un
şiirinde Elsa’yı, Elsa’nın aracılığıyla da kadını
yüceltmeye dönüşüyordu. Türkiye’de Elsa’ya
Ara Güler Şiirler (Elsa; 1959), Elsa’nın Mecnunu (le Fou
Fransız şair Louis A ragon'un birçok yapıtı dilim ize de d ’Elsa; 1963) ve Mutlu A şk Yoktur (1988)
çevrilm iştir.
adlarıyla yayımlanan bu şiirlerde Aragon aşk,
özgürlük, mutluluk temalarını işliyordu.
layışla anlattığı le Paysan de Paris (“Parisli 1953-72 arasında Les Lettres Françaises
Köylü”) romanı 1926’da yayımlandı. dergisinin yayın yönetmenliğini yapan A ra­
1927’de Fransız Komünist Partisi’ne giren gon, makale ve denemelerinde Fransız ve
Aragon’un sanat ve düşün yaşamında köklü Sovyet edebiyatını inceledi. Elsa’nın 1974’te
değişmeler oldu. Toplumcu gerçekçi anlayışa ölümünden sonra evine çekilen şair, bütün
yönelerek gerçeküstücülerle ilişkisini kesti ve çabasını şiirlerini gözden geçirmeye harcadı.
sanat ve edebiyat konularında partinin sözcü­ 1982’de Paris’te öldü.
lüğünü üstlendi. Bu dönemde yazdığı roman­ Aragon’un öbür yapıtları arasında Feu de
larında Fransız toplumunun insan tiplerini, joie (1920; “Sevinç Ateşi”), le Mouvement
toplumsal gerçeklerini sergilemeye ağırlık perpetuel (1925; “Sonsuz H areket”), la Creve-
verdi. Le Monde reel (1933-44; “Gerçek Dün­ coeur (1941; “Büyük Acı”), les Yeux d ’Elsa
ya”) adıyla yayımladığı dört ciltlik roman dizi­ (1942; “Elsa’nın Gözleri”), la Diane française
sinde özellikle zenginlerin yaşama biçimi üze­ (1945; “Fransız Diana’sı”), II ne m ’est Paris
rinde duran Aragon, onların bencilliklerini, que d ’Elsa (1964; “Elsa’sız Paris Benim İçin
çürümüşlüklerini, işçilerin yaşam koşullarını Bir Hiçtir”) gibi şiir kitapları ile la Mise â
ve özlemlerini dile getirdi. Bu romanlardan mort (1965; “Ölüme Gönderme”) ve Blanche
ikisi Kibar Semtler (les Beaux guartiers; 1936) ou VOubli (1967; “Blanche ya da Unutuş”)
ve Çalardı Basel’in Çanları (les Cloches de gibi romanları sayılabilir.
Bâle; 1933) adıyla Türkiye’de de yayımlandı.
Partinin 1939-40 dönemindeki öyküsünü an­ ARAPÇA. İslam dininin ortaya çıktığı 7.
lattığı altı ciltlik roman dizisi les Communistes yüzyıl başlarında Arapça yalnız Arabistan
(1949-51; “Komünistler”) ve 1810’lar Yarımadasinın kuzey bölümünde konuşulu­
Fransa’sını konu alan la Semaine sainte (1958; yordu. Hz. Muhammed’in 632’de ölmesinden
“Kutsal Hafta”) gibi romanlarında toplumcu sonra İslam diniyle birlikte Arapça da Eski-
gerçekçi çizgisini sürdürdü. dünya’nın güney yarıküredeki bölümünde ya-
ARAPÇA 313

yıldı (bak. İSLAM). Günümüzde Arapça, Arap yardımıyla üç kısa ünlü ile birlikte okunur. Bu
Yarımadasındaki Suudi Arabistan, Yemen harflerin verdiği seslerin bir bölümü Türkçe’
Arap Cumhuriyeti, Yemen Demokratik Halk de ve başka dillerde bulunmaz. Ayrıca, çoğu
Cumhuriyeti, Birleşik Arap Emirlikleri, Ka­ dilde ve Türkçe’de tek harfle gösterilen ince
tar ve Kuveyt’in yanı sıra Ortadoğu’daki ve kalın k gibi bazı sesler için Arap alfabesin­
“Bereketli Hilal” ülkeleri (Suriye, Lübnan, de iki harf vardır. Örneğin kemal ve kasem
Ürdün ve Irak) ile Kuzey Afrika’daki Mısır, sözcüklerindeki k sesleri iki ayrı harfle ( k e f\c
Sudan’ın kuzeyi, Libya, Tunus, Cezayir ve kaf) yazılır. Arap alfabesinde z, s ve h
Fas’ın da ulusal dilidir. Bütün bu ülkelerde seslerini veren üçer ayrı harf bulunur (zel, ze,
Arapça konuşanların sayısı 120 milyonu ge­ zı; se, sin, sad ve ha, hı, he). 28 harfin
çer. Arapça, bu ülkelerin güneyinde ve doğu­ dışında, lâmelif adı verilen ve alfabede göste­
sunda bulunan komşu ülkelerin pek çoğuna rilmeyen bir harf daha vardır. Bu harf, lâm ve
da yayılmıştır. Ayrıca, Asya ve Afrika ülkele­ elif harflerinin birleşmesinden oluşmuştur
ri ile Avrupa’da yaşayan Müslümanlar ibadet (bak. A lf a b e ) .
dili olarak Arapça’yı kullanırlar. Arap harflerinin kısa ünlü olarak okunma­
Arapça bir Sami dilidir. Öteki Sami dilleri sını sağlayan harekelerden üstün (fetha ), har­
arasında İsrail’de konuşulan ve Yahudi dinsel fin üzerine konur ve a' ya yakın, açık bir e sesi
geleneğiyle Kutsal Kitap’ın Eski Ahit (Tevrat verir (kedi' deki değil, kendi’deki e sesi gibi).
ve Zebur) bölümünün dili olan İbranice (bak. Esre (kesra) harfin altına yazılır ve harfi i
İb r a n i E d e b İy a ti) ve Etiyopya’nın ulusal dili sesiyle birlikte okutur. Ötre (zam me) ise
olan Amhara dili bulunur. Sami dilleri, Kuşi harfin üzerine yazılarak u sesiyle okutur.
(örneğin Somali dili), Çad (örneğin Hausa Harekelere günlük kullanımda yer verilmez;
dili), Berberi ve eski Mısır dilleri gibi Afri­ bu işaretler daha çok Kuran’da, şiir kitapla­
ka’da konuşulan bazı dil aileleriyle de yakın­ rında ve çocuk yayınlarında, yanlış okumayı
dan ilişkilidir. önlemek için kullanılır.
Arapça’nın çok sayıda lehçesi vardır; bir Arapça’da uzun ünlüler, elif (uzun a için),
Yemenli Fas’ta bir pazar yerindeki günlük vav (uzun u için) ve ye (uzun i için) harflerinin
konuşmayı izleyemez. Arapça’nın günümüz­ yardımıyla ve bazen uygun bir harekeyle
deki lehçeleri, İslam’ın kutsal kitabı Kuran’ın birlikte gösterilir.
yazıldığı klasik Arapça’dan oldukça farklıdır. Arap yazısında Latin alfabesindeki gibi bü­
Bununla birlikte, bütün Arap dünyasında yük ve küçük harf ayrımı yoktur. Yalnız, söz­
iletişim ve yayıncılık gibi kamu hizmetlerinde cüğün başında, ortasında ya da sonunda oluş­
kullanılan çağdaş standart Arapça, klasik larına göre harflerin yazılışı değişir. Kendin­
Arapça’ya oldukça yakındır ve Arapça konu­ den sonra gelen harfle bitişmeyenler dışında­
şanların çoğu tarafından anlaşılır. ki bütün harflerin, sözcük içindeki yerlerine
göre üç değişik biçimi vardır.
Alfabe ve Yazı Arap yazısı, İslam dininin benimsendiği
Arapça sağdan sola doğru yazılır ve satırlar ülkelerdeki pek çok dilin yazılmasında kulla­
Türkçe’de olduğu gibi yukarıdan aşağıya doğ­ nıldı. Bunun için genellikle belli uyarlamalar
ru sıralanır. Arapça bir kitabın ilk sayfası, yapıldı. Örneğin Farsça’nın yazılabilmesi için
Türkçe bir kitabın son sayfasının yerindedir. Arap yazısına p, ç ve j (pe, çim ve je) seslerini
Arap alfabesindeki 28 harfin hepsi aslında göstermek üzere yeni harfler eklendi. Türkler
ünsüz olduğu halde, altlarına ya da üstlerine 10. yüzyılda Arap alfabesini kullanmaya baş­
konulan ve hareke adı verilen özel işaretler layınca, Türkçe’nin bazı seslerini gösterebil­
mek için Arapça’daki harfler üzerinde küçük
değişikliklerle yeni harfler türettiler. Türkçe
V t C /* *<Jp \ gibi Malay, Svahili ve Hausa dillerinin yazı­
mında da artık Arapça kullanılmamaktadır.
Arapça sağdan sola doğru yazılır. Bu örnek (Ehlen ve
sehlerı; merhabâ), "Safâ geldiniz, hoş geldiniz; Öte yandan, İran’da Farsça, Afganistan’da
rahatınıza bakın" anlamına gelir. Peştu ve Pakistan’da Urdu dillerinin yazımın­
314 ARAP EDEBİYATI

da günümüzde de Arap alfabesinden yararla­ Masalları'dır. Yüzyıllar boyunca toplanan ve


nılarak düzenlenmiş yazı sistemleri kullanılır. birçok dile çevrilen bu masallar Şehrazad,
Gemici Sinbad, Alaeddin, Ali Baba ve Halife
Arapça'nın Yapısı Harun Reşid gibi kimi düşsel, kimi gerçek
Arapça bükünlü dillerdendir. Bu yüzden kişiler olan kahramanlarıyla tanınır (bak.
Arapça sözcüklerin çoğu, büyük bölümü üç BtNBİR G e c e MASALLARI). 2 0 . yüzyıl Arap ede­
harften, geriye kalanları ise dört ya da beş biyatında roman ve kısa öykü gibi batı ede­
harften oluşan köklerden türetilir. Bunun biyatı türleri de yaygınlaşmıştır.
için, kök sözcüğün önüne, sonuna ve ortasına
çekim ve yapım ekleri getirilerek yeni sözcük­ ARAP EDEBİYATI, anadili Arapça olan ka­
ler türetilir, anlamı etkileyecek sözcük biçim­ vim ve ulusların ortaya koymuş oldukları
leri elde edilir. Bu ekler kısa ya da uzun ünlü, edebiyat yapıtlarını kapsar. Arapça Arabistan
bazen de ünsüzdür. Örneğin, “yazmak” mas­ Yarımadası’nda ilkçağlardan beri kullanılan
tarının kökü olan ketebe (o [erkek] yazdı) bir dildir. İslam dininin ortaya çıkışından
sözcüğünde k-t-b harfleri vardır. Bu köke sonra yayılarak İspanya’dan Endonezya’ya
belirli ekler getirerek üktüb (yaz), kitâb (ki­ kadar uzanan bir alanda 600 yıl boyunca
tap), kütüb (kitaplar), kâtib (kâtip, yazıcı), kültür dili durumuna gelmiştir.
küteyyib (küçük kitap, kitapçık), mektub (ya­
zılmış şey), istiktâb (yazdırmak), kitâbeyn (iki İslam Öncesi Dönem'de Arap Edebiyatı
kitap), mekteb (üstünde yazı yazılan eşya), Cahiliye Dönemi adı da verilen İslam Öncesi
ketebnâ (biz yazdık) gibi bütün isim ve eylem Dönem’de Arap edebiyatında şiirin özel bir
çekimleri, çoğullar, Türkçe’de olmayan er­ yeri vardı. Devesinin sırtında uzun çöl yolcu­
kek, dişi ve cinssiz isim ayrımları, hatta çok az luklarına çıkan Bedeviler’in söyledikleri tür­
dilde bulunan ikili çoğul biçimleri elde edile­ küler Arap şiirinin kaynağını oluşturur. Yiğit­
bilir. liği, sevgiyi, çöl yaşamını anlatan bu türkülere
“deveci türküsü” anlamına gelen hida denir.
Arapça'nın Bilim Geleneği Göçer çöl insanımn söylediği bu türküler kent­
Arapça’nın bilim geleneği çok zengindir. Fel­ lerde söylenmeye başlanınca belli değişiklikle­
sefe, matematik, doğa bilimleri, tıp ve filoloji re uğrayarak kesin ölçüler kazanmıştır.
gibi alanlarda Arap bilginleri klasik Yunan İslam öncesi Arap şiirinden günümüze ka­
geleneğini sürdürdüler. Ortaçağdan başlaya­ lan en önemli örnek Muallakatü’s-Seb’a'dır
rak Arapça kaynaklar Avrupalı bilginlerce (“Yedi Askı”). Bu şiirler Ukaz panayırında
incelendi ve batı dillerine çevrildi. Avrupa düzenlenen bir şiir yarışmasında beğenilerek
dilleri bu dönemde Arapça’dan pek çok terim Mısır ketenine yazılmış ve Kâbe’ye asılmıştı.
ve sözcük aldı. Alkol, cebir, şifre sözcükleri Hidalarla benzer konuları işleyen bu şiirlerde
bunlardan birkaçıdır. Bugün kullandığımız, gelişmiş bir dil ve anlatım görülür. Hangi
10 rakama dayalı sayma sistemi de Araplar yıllarda yazıldığı kesin olarak bilinmeyen
aracılığıyla bütün dünyaya yayılmıştır. Bu Yedi Askı şiirlerini İmruü’l-Kays (ölümü
yüzden, Roma rakamlarından tümüyle farklı 550), Tarafe ibnü’l-Abd (539-564), Haris bin
olan bu rakamlara Arap rakamları denir. Hilliza (ölümü 570), Amr bin Kulsum (ölümü
600’den önce), Antere bin Şeddad (ölümü
Arapça'nın Edebiyat Geleneği 600), Züheyr bin Ebu Sulme (ölümü 608),
Arap edebiyatında en eski tür şiirdir. İslam’la Lebid (ölümü 661) adlı şairler yazmıştır.
birlikte dinsel konular yaygınlaştı ve tutuldu. Yedi Askı şairleri dışında ünü günümüze
Daha yaygın bir tür ise yiğitlik öyküleriydi. kadar gelmiş başka şairler de vardır. Koltuğu­
Bunların en ünlüsü, iç içe girmiş şiir ve uyaklı nun altında uzun bir bıçak taşıdığı için Teab-
düzyazıyla yazılmış olan Siret Anter'dir (An- bata Şarran adıyla bilinen şair bunlardandır.
tername). Arap düzyazı edebiyatında, tanın­ Şiirlerinde üstüne binerek dolaştığı koçun­
mış öykü ve masallardan oluşan büyük diziler dan, hayal ettiği korkunç yaratıklardan söz
vardır. Bunlardan en ünlüsü Binbir Gece eder. Kurnazlığı ve savaşçılığı üzerine birçok
ARAP EDEBİYATI 315

öykü anlatılan Şanfara, karşılıklı söyledikleri şöhret duygularını dile getiren şiirler yazdı.
yergilerle ün kazanmış Evs el-Hadıra ile Ebu Temmam (804-845), kendinden önceki
Zabban İslam öncesi dönemin başlıca şairle­ şairler üzerine Hamse adlı büyük bir derleme
rindendir. hazırladı.
Bu dönemde muamma (bilmece), hayvan A raplar’ın en gözde şairlerinden biri olan
masalları, efsane ve halk öyküleri gibi düzyazı Ebu’l-Âlâ el-Maarri (973-1057) Suriye’de ya­
türleri de gelişmiştir. Şamar adı verilen ve şadı; saray şiirine karşı bir şiir anlayışı geliştir­
kent kent dolaşılarak anlatılan söylence ve di. Şiirlerinde dönemin toplumsal adaletsiz­
öyküler daha sonra yazıya geçirilmiştir. lik, acı ve ölüm gibi sorunlarını ele aldı.
Bilgiye ulaşmanın yolu olarak iman yerine
İslam'ın İlk Dönemi ve Emeviler aklı savundu. İslam’ın cennet-cehennem anla­
İslamiyet’in kurucusu Hz. Muhammed’in dö­ yışını yergi diliyle eleştirdi ve saray şairlerini
neminde, ölçülü ve uyaklı bir dili olan Kuran’ “cennet-cehennem bekçileri” diyerek alaya
ın özel bir yeri vardı. Seci denen uyaklı aldı.
Kuran dili özellikle ilk surelerde şiir düzenin­ Türk edebiyatını da etkileyen Tasavvuf şiiri
de, çok duygulu ve etkileyicidir. Önceleri de bu dönemde doğdu (bak. TASAVVUF).
şairlere karşı bir tavır içinde olan Hz. Mu­ Dinsel kurallar karşısında hoşgörü ve inanç
hammed daha sonra toplumdaki etkilerini özgürlüğünü savunan Tasavvufçular, halife-
görerek onlarla iyi ilişkiler içine girmiş, İsla­ lerce hoş görülmeyerek cezalandırıldılar. Ta­
miyet’in savunuculuğunu yapan şairlerle dost­ savvuf şairlerinin en ünlülerinden Hallac-ı
luk kurmuştur. Bunlardan Hassan bin Sabit Mansur (858-922) Tanrı’nın kendisinde yansı­
“Peygamber’in şairi” sanını almıştır. dığını söylediği için öldürülerek derisi yü­
Emeviler döneminde şiir dinsel konuların züldü.
dışına çıkarak gündelik yaşamla da ilgilenme­ Abbasiler döneminde seci denen ölçülü,
ye başladı. Ömer bin Abdullah (ibn Ebi uyaklı düzyazı yapıtları da hızla çoğaldı.
Rabia), Haris bin Halid, Abdullah bin Ömer Öncelikle Kuran ayetlerini ve hadisleri (Hz.
el-Arci, Kays bin Zerih (ölümü 710), Ahtal, Muhammed’in sözleri) yorumlamak amacıyla
Cerir (yaklaşık 650-729) ve Ferezdak (641-728 yazılan düzyazı, savaşları anlatan yapıtlarla
ya da 730) gibi şairler günlük yaşamla ilgili şiir gelişti. Bu dönem yazarlarının en tanınmışları
ve yergileriyle ün kazandılar. Ebubekir el-Harizmi (935-993) ve Hemedanî’
dir (969-1008). Harirî (1054-1122) makame
Abbasiler Dönemi (küçük öykü) türünün Arap edebiyatına gir­
Abbasiler döneminde Bağdat bir kültür ve mesini sağladı. Bu dönemde Basra ve Küfe
sanat merkezi oldu. Arapça çok geniş bir okulları ile Nizamiye medreselerinde dilbilim
alana yayılarak kültür dili haline geldi. Halife çalışmaları yapıldı. İlk Arapça dilbilgisi kitabı
ve zenginler bilgin ve sanatçıları destekledi­ bu dönemde yazıldı. Dilbilim alanında çalış­
ler. Zenginlerin koruması altına giren şairler malarıyla ünlü yazar Ebu Hayyan Türkçe
efendilerini öven şiirler yazıyordu. Şairlerin üzerine de dört kitap yazdı.
bir araya gelerek aralannda yarışmalar dü­ İspanya’da I. Abdurahman’ın kurduğu En­
zenlemeleri de şiirin gelişmesine katkıda bu­ dülüs Emevi Devleti (756-1031) döneminde
lundu. Beşşar bin Bürd (ölümü 873) ve Ebu de edebiyat, müzik, bilim ve sanat alanında
Nuvas (747-813) zevk ve eğlenceyi konu alan yeni gelişmeler görüldü. Arap edebiyatı batı
şairlerin önde gelen temsilcileridir. Halid ve edebiyatı ile tanışma olanağı buldu ve yeni
Sibeveyhi gibi dilciler Arapça’nın dilbilgisi kaynaklarla zenginleşti. Aşk, övgü ve ağıt
kurallarını saptadılar. Yunanca’dan yapılan şiirleriyle tanınan İbn Zeydun (1003-71),
çeviriler yabancı kültürlerle ilişki kurulmasını gülmece, aşk, şarap, kadın gibi konuları
sağladı. işleyen gezgin şair İbn Kuzman (1078 ya da
Bu dönemde, Bağdat dışında da önemli 1080-1160) bu dönemin en ünlü şairleridir.
şairler yetişti. Çoğunlukla geleneğe bağlı olan Endülüs döneminde düzyazı alanında da
bu şairlerden Mütenebbî (905-965) şan ve önemli yapıtlar verildi. İbn Tufeyl’in (1106-
316 ARAP EDEBİYATI

85) yazdığı Hayy ibn Yakzan adlı roman yazarları daha çok İngiliz ve Fransız edebiya­
Ortaçağ Avrupa’sında yaygın bir üne kavuştu tının etkisinde kalarak Romantizm’i (bak.
ve birçok batı diline çevrildi. R o m an tizm ) benimsediler. Bunun yanı sıra,
Arap-İslam dünyasında parçalanmaların Mısırlı Muhammed Teymur (1892-1921) ile
başlaması ve yeni odakların oluşmasıyla Bağ­ kardeşi Mahmud Teymur (d. 1894) ve Tahir
dat, Nişabur, Kahire, Kurtuba (Cordoba) Laşin gibi kısa öyküler yazan yazarlar ortaya
ayrı birer kültür merkezi durumuna geldi. çıktı. Mahmud Teymur yapıtlarında Mısır’ın
Tuğrai (ölümü 1119), Bahaeddin Züheyr toplumsal yaşamını, paşaların egemenliği al­
(1186-1258) gibi şairler, gezgin İbn Battuta tındaki ülkesinin insan ilişkilerini, düzenin
(1304-69) ve büyük bir İslam tarihçisi olan İbn bozukluklarını gerçekçi bir bakışla yansıttı.
Haldun (1332-1406) bu dönemin ünlü yazarla­ Lübnanlı Marun Abud (1886-1962) öykü ve
rındandır. Arap düzyazı edebiyatının en tanın­ romanlarında Lübnan köylülerinin yaşamları­
mış yapıtı Binbir Gece Masalları’mn da ilk kez nı yazdı.
14.-16. yüzyıllarda derlendiği sanılmaktadır. Lübnan’dan ABD’ye göçen bir grup aydın,
ABD’de İngilizce ve Arapça dergiler, kitap­
Uyanış Dönemi lar yayımladılar. Eski edebiyat geleneğini
Araplar’ın el-Nahda dedikleri uyanış dönemi yadsıyıp yeni bir anlatım biçimi oluşturmaya
19. yüzyılda başladı. Arap ülkeleri arasında çalışan bu aydınların en ünlüsü Halil Cib-
Mısır, batı uygarlığının ürünlerine yönelen ilk ran’dır.
ülke oldu. Modern okullar açıldı, kitaplıklar II. Dünya Savaşı’ndan sonra, yurtlan İsrail’
kuruldu, çeşitli yapıtlar Arapça’ya çevrildi. ce işgal edilen Filistin halkının direnişi edebi­
Mısır’da Batılılaşma akımını başlatanlar Lüb­ yatı da etkiledi. Halkının acılarını yansıtan
nanlı ve Suriyeli Hıristiyan Araplar’dı. 16. Filistinli şair ve yazarlar özellikle 1967’den
yüzyıldan beri batı okullarında eğitim görmüş sonra adlannı duyurmaya başladılar. Çağdaş
bir Hıristiyan aydın kuşağı yetişmişti. Halep Filistin şiirinin ilk öncüleri olan İbrahim
Hıristiyanları arasında 17. yüzyıl sonuna doğ­ Tukan, Fatva Tukan, Abdurrahim Mahmud,
ru arı Arapça akımı gelişmeye başladı. Ebu Salma gibi şairlerin açtığı yolu, günü­
1725’te Halep Marunileri’nin piskoposu Cer- müzde Mahmud Derviş (1941), Samih el-
manos Ferhat (ya da Cebril bin Ferhat), Kasım (1939), Tevfik el-Zeyyat (1940), Salim
kendi çevresinde bir edebiyat okulu kurarak Sabran (1938), Mahmud Sobh (1936), Favaz
Arapça dili üzerine araştırmalara girişti. Lüb­ İd (1940), Muin Besisso (1943), Ahmed
nan’da şairler ve yazarlar yeni bir edebiyat Dahbar (1946) ve Remi Derviş (1941) gibi
dili oluşturmaya başladılar. Mecma’el-Bah- şairler izlemektedir.
reyn (1850) adlı yapıtıyla Nazif bin Abdullah Günümüzde Arap edebiyatı, her ülkenin
el-Yazıcı (1800-71) bu şairlerin öncülerinden- ulusal özelliklerine göre gelişmektedir. Arap
dir. Ayrıca Butrus el-Büstani (1819-83) dilbi­ şair ve yazarlann ürünleri ülkelerinin toplum­
lim ve ansiklopedik kitaplarıyla bu akımın sal ve kültürel özellikleriyle sıkı sıkıya bağlı­
gelişmesine katkıda bulundu. Mısır’da Ah- dır. Bu edebiyatçıların başında Mısırlı Necip
mad Şauki (1868-1932) Mısır’ın kurtuluş sava­ Mahfuz gelir. 1988’de Nobel Edebiyat Ödülü’
şım yansıtan şiirleriyle, Suriyeli Corci (ya da nü kazanan Mahfuz 1911’de Kahire’de doğ­
Jirji) Zevdan (1861-1914) tarihsel romanlarıy­ du. İlk romanlarında tarihsel konuları işledi.
la bu akımın öncülüğünü yaptılar. Arap ede­ El-Kahira el-cedide (1945; “Yeni Kahire”),
biyatı rönesansı olarak da bilinen bu dönem­ Han el-Halili (1946) ve Arka Sokak (Sokak
deki gelişmelere karşın Arap edebiyatçıları el-Midak; 1947) gibi romanlarıyla ün kazandı.
çok zengin bir birikime dayanan eski Arap 1959’da El-Ahram gazetesinde yayımlanmaya
edebiyatının etkisinden kurtulamamışlardı. başlayan Evlad Haratina (“Mahallemizin Ço­
cukları”) romanıyla dinsel çevrelerin tepkisini
Çağdaş Edebiyat üzerine çekti. Mahfuz romanlannda kent ya­
İlk çağdaş edebiyat örnekleri 1. Dünya Savaşı şamını aynntılanyla betimler ve kahramanla-
sonrasında görülmeye başladı. Bu dönemin nnın ruhsal yapılanın ustalıkla anlatır.
ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI 317

ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI. 1948’den bu


yana Arap ülkeleri ile İsrail arasında çıkan
savaşların en önemlileri bu adla anılır.

Birinci Arap-İsrail Savaşı (1948-49)


Birleşmiş Milletler (BM) 1947’de, Filistin
topraklarının İsrail Devleti ile Filistin Arap
Devleti olarak ikiye bölünmesini öngören bir
karar aldı. Ama Arap ülkeleri 1948’de kuru­
lan İsrail Devleti’ni tanımadı. Mısır, Irak,
Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin’deki Arap-
lar İsrail’e savaş açtı. İsrail, “10 gün saldırısı”
A B C Ajansı-GAMMA
adı verilen bir saldırıyla Arap ordularını geri
Batı Şeria ve Gazze'deki Filistinliler'in 1987'de
püskürttü. Mısır ordusunu El-Ariş’e kadar başlattığı ayaklanma günümüzde de sürmektedir.
geriletip Necef ve Celile kentlerini ele geçirdi.
İsrail, BM kararıyla kendisine ayrılan Filistin Kuvveti’nin Aralık 1956’da Sina Yarımadası’
topraklarını yüzde 40 daha genişletti. Mısır’ın na yerleştirilmesinden sonra İsrail, 1949’da
anlaşma isteğini, Irak dışında kalan öbür kabul edilen Mısır-İsrail ateşkes sınırına çe­
ülkeler de benimseyince savaş sona erdi. 500 kildi.
bin Filistinli Arap, Ürdün, Suriye ve Lüb­
nan’a göç etmek zorunda kaldı. Böylece, top­ Üçüncü Arap-İsrail Savaşı ya da Altı Gün
rakları işgal edilen Filistinliler ile İsrail arasın­Savaşı (Haziran 1967)
da süregelen savaşlar da başlamış oldu. Mısır Devlet Başkam Abdünnasır’ın SSCB ile
yakınlık kurarak askeri ve siyasi alanda işbir­
İkinci Arap-İsrail Savaşı (1956) liği yapmass batı ülkelerini kaygılandırıyordu.
1956’da Mısır’ın devlet başkanı Cemal Ab- Bu arada Mısır, BM Acil Kuvveti’nin görevini
dünnasır, bir özel şirketin elinde bulunan Mısır ordusuna bırakmasını önerdi. BM bu
Süveyş Kanalı’nı millileştirdi. Bu kararla çı­ öneriyi kabul edince Mısır ordusu Sina’ya
karları zedelenen Fransa ile İngiltere, İsrail’i yerleşti. Suriye de kendi sınırlarına asker
de yanlarına alarak Mısır’a bir saldırı planla­ yığdı. Bu gelişmeler olurken, İsrail de saldırı­
dılar. 29 Ekim 1956’da İsrail ordusu, Sina ya hazırlanmıştı. 5 Haziran 1967’de İsrail’in
Yarımadası üzerinden Mısır’a saldırdı. İlk saldırısıyla başlayan ve altı gün süren savaş
saldırıda bozguna uğrayan Mısır ordusu, sırasında Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak savaş
Fransız ve İngiliz ordusunun da havadan ve uçakları, daha havalanmadan İsrail tarafın­
denizden başlattığı saldırıyla yenildi. BM Acil dan yok edildi. İsrail büyük bir hızla kazandı­
A B C Ajansı-GAMMA ğı savaşta Gazze, Sina, Şarm el-Şeyh ve Batı
Şeria’yı işgal ettiği gibi, Suriye’nin Golan
Tepeleri’ni de ele geçirdi. İsrail ordusu Suri­
ye’nin başkenti Şam’a doğru harekete geçer­
ken BM duruma müdahale etti ve BM’nin
girişimiyle ateşkes ilan edildi. BM, 22 Kasım
1967’de aldığı 242 sayılı kararla İsrail’in işgal
ettiği topraklardan geri çekilmesini, buna
karşılık İsrail’in Arap devletlerince tanınma­
sını ve Filistinli göçmenler sorununun uygun
bir biçimde çözülmesini istedi.

Dördüncü Arap-İsrail Savaşı ya da Yom


Sokak çatışmaları İsrail işgali altındaki topraklarda Kippur Savaşı (Ekim 1973)
günlükyaşam ın bir parçasıdır. BM’nin 242 sayılı kararı savaşan taraflarca
318 ARAPLAR

uygulanmadı. İsrail aldığı topraklan işgal lar Akdeniz’in güneyinden ve doğusundan


etmeyi sürdürdü, Arap ülkeleri de İsrail’i başlayarak Afrika’da Sahra Çölü ve Sudan’a,
tanımadılar. 1970’te Mısır Devlet Başkanı doğuda Irak’a ve Arabistan Yanmadası’na ka­
Abdünnasır ölmüş, yerine Enver Sedat geç­ dar yayılmıştır (bak. ARABİSTAN). Arapça konu­
mişti. Enver Sedat, ülke sınırlarını Altı Gün şulan ülkeler Arap ülkeleri olarak bilinir (bak.
Savaşı öncesindeki durumuna getirmeyi ve A r a p ç a ). Anadil olan Arapça’nın yanı sıra
İsrail’i tanıyarak barışı sağlamayı amaçlıyor­ Kuzey Afrika’da Berberi dili, Irak’ta Kürtçe,
du. Bunun için de 242 sayılı BM karannın Güney Arabistan’da ise buraya özgü yerel
uygulanmasını sağlayacak bir girişimi gerekli diller konuşulur. Orta Asya’da Semerkant
görüyordu. Enver Sedat’a göre, sonuç ne dolaylarında ve Kuzey Afganistan’da da
olursa olsun, bu girişim İsrail ile savaştan Arapça konuşan toplumlar yaşamaktadır.
geçiyordu. Mısır ve Suriye savaşa hazırlandı. Eskiden Arabistan’da Arap sözcüğü, yerle­
6 Ekim 1973’te, İsrailliler’in kutsal günü Yom şik halkın karşıtı olan “göçebe” anlamında
Kippur’da Mısır ve Suriye’nin başlattığı saldı­ kullanılırdı. Oysa Araplar’ın anayurdu A ra­
rıyı Irak, Ürdün, Fas ve Cezayir de destekle­ bistan’dır.
di. İsrail’i ise ABD destekliyordu. 24 Ekim’ Frank Spooner
deki ateşkes kararma kadar süren savaşta,
İsrail üstünlüğü ele geçirerek Arap ordularına
büyük kayıplar verdirdi.
Savaş daha da uzayabilirdi. Ama, 7 Ekim’
de petrol üreten Arap ülkelerinin Avrupa
ülkelerine ve A BD ’ye verdikleri petrolü azal­
tacaklarını açıklamaları BM’nin ateşkes kara­
rı almasında etkili oldu. 25 Ekim’de BM Barış
Gücü savaş bölgesine yerleştirildi.
18 Ocak 1974 ve 4 Eylül 1975’te İsrail ile
Mısır arasında iki barış antlaşması imzalan­
dı. Antlaşma gereğince İsrail, Sina’nın batısı­
na çekilecek, buna karşılık Mısır Süveyş
Kanalı’nın doğu yakasındaki güçlerini azalta­
caktı. İsrail 1975’te Suriye ile de anlaştı. Her
iki ülke, ordularını BM Barış Gücü’nün oluş­
turduğu tampon bölge dışına çıkarmayı ve sa­
vaş tutsaklarını değiştirmeyi kabul etti.
Bu antlaşmalara karşın, İsrail ile Filistinli­
ler arasındaki savaş sona ermedi. 5 Haziran
1982’de İsrail Beyrut’u ve Filistin Kurtuluş
Örgütü kamplarının bulunduğu Güney Lüb­
nan’ı bombaladı. 14 Haziran’da İsrail kuvvet­
leri Beyrut’u kuşatmıştı. Filistinliler uzun süre
direndiler. Ama sürekli İsrail bombardımanı
karşısında, çokuluslu kuvvetlerin denetimin­
de Beyrut’u terk ettiler. 14 Eylül’de İsrail
birlikleri yeniden Beyrut’a girdi. Hıristiyan
milislerin 16 Eylül’de iki Filistin mülteci
kampında gerçekleştirdiği katliam bütün
dünyada kınandı.

ARAPLAR sözcüğü günümüzde anadili Birçok Arap kadını yüzlerini yabancılara


Arapça olan toplulukları kapsar. Bu toplum­ göstermemek için peçe kullanır.
ARAPLAR 319

Arap Toplumu di. Göçebeler ise deve ve koyun güder,


Araplar aynı dili ve çoğunlukla da aynı dini hayvanları otlatmak için yılın büyük bir bölü­
(İslam) paylaşmakla birlikte, Arabistan dışın­ münü otlakları dolaşarak geçirirlerdi. Yazın
da yerleştikleri bölgelerin yerli halkıyla karı­ otlaklar kuruyunca, yerleşme bölgelerinde ya
şıp, onların geleneklerini benimsedikleri için da vahaların yakınlarında kendi dokudukları
töreleri birbirinden farklıdır. Buna karşılık çadırlarını kurarlardı. Öte yandan, pek çok
Afrika-Asya kurak çöl kuşağında yaşadıkları köylü de kış ve ilkbahar aylarında koyun
için aralarında büyük benzerlikler de vardır. sürüleriyle çöle gidip çadırlarda göçebe yaşa­
Bu yörelerde tarım yalnızca belli başlı birkaç mı sürerdi. Yerleşikler ile göçebeler her
ırmak çevresinde, vahalarda ya da daha bol zaman birbirlerine bağımlıydılar. Yerleşikler
yağış alan dağlık bölgelerde yapılır. Mısır’da göçebelerden et gereksinimlerini karşılamak
Nil, Irak’ta da kaynakları Türkiye’de olan için koyun ve keçi, ulaşımda kullanmak üzere
Dicle ve Fırat başlıca ırmaklardır. Fas’ın bazı deve satın alırlardı. Göçebeler de tarım ürü­
bölümleri ile Filistin, Lübnan ve Yemen daha nü, silah, giysi gibi gereksinimlerini kentler­
çok dağlık bölgelerdir. Doğu Arabistan ve den sağlar, yazın vaha ve derelerinden yarar­
Sahra Çölü’nün bazı kesimlerinde vahalar lanırlardı.
vardır. Çok eskiçağlarda Güney Arabistan baharat
Çok eski zamanlardan beri kurak çöl kuşağı ticaretinin önemli bir merkeziydi. Anadolu
iki tür topluluğa yurt olmuştur: Yerleşikler ve folklorunda da adı geçen Sebâ Melikesi Bel-
göçebeler. Yerleşikler çiftçiler ya da kentliler­ kıs, belki de Güney Arabistan’daki baharat
Frank Spooner

Suudi Arabistan'da sokak satıcıları


320 ARAPLAR

krallıklarından birinin kraliçesiydi. Baharat Reşid’in halifeliği sırasında (786-809), baş­


deve kervanlarıyla Arabistan’dan Akdeniz kent Bağdat önemli bir kültür merkezi oldu.
limanlarına taşınırdı. Deve güderek dolaşan Avrupa ve Doğu ülkelerinde tanınan üniver­
ve Bedevi adı verilen kabileler, Arabistan’ sitesiyle olduğu kadar mimarlık, astronomi,
dan geçen bütün baharat yollarını ellerinde tıp ve matematik alanlarında da ün kazandı.
tutuyorlardı (bak. BAHARAT Y o lu ). Bugün kullanmakta olduğumuz sayı sistemini
Kent dışında yaşayan Araplar’ın çoğunun Avrupa’ya Araplar tanıtmış, bir matematik
yaşam biçimleri birbirine benzer. Evlerin dalı olan cebir de onların katkılarıyla geliş­
başlıca eşyaları, üzerinde oturulan ve uyunan miştir. Mısır’da Kahire, İspanya’da Kurtuba
halılar, kilimler ve yastıklardır. Bir eve girme­ (bugünkü Cordoba) gibi Araplar’ın fethettik­
den önce konuklar halıları kirletmemek için leri öteki kentlerde de sanat ve bilim çok
ayakkabılarını çıkarır ve bir kenara otururlar. ilerledi. Ama Araplar’m ele geçirdikleri top­
Odanın ortasına oturmalan ya da sırtlarını raklar uzun süre tek bir yönetim altında
orada bulunanlardan birine dönmeleri uygun kalmadı. Mısır ve İspanya’da ayrı halifelikler
görülmez. Evler genellikle erkeklerin girip kuruldu. Orta Asya’dan gelen Moğollar
çıkabildikleri selamlık adı verilen bir dış bölme 1258’de Bağdat’ı ele geçirerek halifeliğe son
ve aileden kadınların yaşadığı harem adı veri­ verdiler. 11. yüzyılda Avrupa’daki Hıristiyan
len bir özel bölme olmak üzere ikiye ayrılmış­ ülkeler, Suriye ve Filistin’e Haçlı Seferleri
tır. Yemek haremde, erkek konuklara sunulan olarak bilinen seferler düzenlediler. Hıristi-
çay ve kahve ise selamlıkta pişirilir. yanlar burada yaklaşık 100 yıl süren krallıklar
Geleneksel konukseverlik özellikle kırsal kurdularsa da sonunda yenildiler ve bu top­
kesimde sürmektedir. Bugün bile, yörelerin raklardan uzaklaştırıldılar. Haçlı Seferleri,
önde gelenleri önceden tanımadıkları yolcula­ Avrupa ile Arap ülkeleri arasındaki ticaretin
rı evlerinin selamlık bölümünde ağırlarlar. gelişmesine, aynca Arap sanat ve biliminin
Günümüzde toplam Arap nüfusunun yüzde dünyaya yayılmasına yol açtı (bak. H a ç l i
5-10’unu oluşturan Bedeviler özellikle Suudi SEFERLERİ).
Arabistan’da yaşarlar. Kentlerde yaşayan 15. yüzyılda Osmanlılar’ın Anadolu’da güç­
Araplar’ın sayısı nüfusun yüzde 40’ını bul­ lü bir devlet kurmasından yaklaşık 100 yıl
maktadır. Geri kalanlar birbirlerinden uzak sonra, Araplar’m yaşadığı ülkelerin hemen
küçük köylerde yaşadıkları için geleneklerini hepsi Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği
daha çok korumuşlardır. altına girdi. Yavuz Sultan Selim döneminde
Mercidabık ve Ridaniye savaşlan sonucunda
Tarih 1517’de Mısır, Suriye ve Hicaz, oğlu Kanuni
Hz. Muhammed’in (İS 571-632) kurduğu İs­ Sultan Süleyman döneminde de Bağdat, Irak,
lam dinini ilk benimseyenler Araplar’dı (bak. Aden ve Yemen Osmanlı topraklanna katıl­
İ slam ). Kendilerine “T ann’mn iradesini kabul dı. Yalnızca Arabistan’ın iç bölgeleri Osmanlı
eden” anlamına gelen Müslüman adını verdi­ egemenliğinin dışında kaldı. Osmanlı İmpara­
ler. Dinsel bir coşkuyla harekete geçen ilk torluğu en parlak döneminde Avrupa devlet­
Müslümanlar, dinlerini başkalarına da benim­ leriyle yanşabilecek durumdaydı. Ne var ki,
setmeye çalıştılar. Birçok ülke ele geçirerek daha sonra Avrupa’daki teknik ve ekonomik
büyük bir imparatorluk kurdular. Hz. Mu­ gelişmelerin gerisinde kalan Osmanlılar, bu
hammed’in ölümünden sonra ona inananlar, topraklan yitirdiler ve 19. yüzyıldan başlaya­
kendilerine bir halife seçtiler. Halifeliğin yö­ rak Arap ülkeleri birer birer Avrupa devletle­
netim merkezi önce Mekke, sonra Suriye’de­ rinin yönetimi altına girdi. İngiltere, Arabis­
ki Şam kentiydi. Halifeliğin Emeviler’den tan’ın güney ve doğu kıyılannı, daha sonra da
Abbasiler’e geçmesiyle, 750’de Irak’taki Bağ­ Mısır’ı ele geçirdi. Fransa, Tunus ile Ceza­
dat kenti halifeliğin başkenti oldu (bak. ABBA­ yir’i, İtalya Libya’yı aİdı. Osmanlı İmparator­
SİLER; E m ev îler ). luğu’nun elinde yalnızca Suriye (Lübnan ve
Araplar askeri başarılarının yanı sıra, sanat Filistin ile birlikte), Irak ve Arabistan’ın bazı
ve bilime de büyük önem verdiler. Harun bölgeleri kaldı.
ARAS IRMAĞI 321

Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Sa- Araptavşanı toprağın altında yaklaşık 3


vaşı’na Almanya’nın yanında girmesi üzerine metre uzunluğunda oyuklar kazar ve kavuru­
İngiltere, Mekke Emiri Hüseyin bin Ali’nin cu çöl sıcağından korunmak için günün büyük
önderliğinde Araplar’ı kışkırtarak başkaldır­ bölümünü yuvasında uyuyarak geçirir. Yuva­
malarına yardımcı oldu. Arapça’yı anadili gibi sının girişini çoğu zaman toprakla örter, ama
bilen Albay T. E. Lawrence gibi bazı İngiliz tehlike anında kullanmak için ayn bir çıkış
subaylarının yardımıyla Araplar, Türkler’in yolu kazdığı da olur. Bazı türlerde birkaç aile
1918’de uğradığı yenilgide önemli rol oynadı­ büyük bir yuvada birlikte yaşar ve türlerin
lar (bak. L a w r e n c e , T. E.). Savaştan sonra çoğu kış uykusuna yatar.
bağımsız devletler oluşturmayı uman Arap­ Genellikle yılda iki kez yavrulayan araptav-
lar, Milletler Cemiyeti’nce İngiliz ve Fransız şanlan her seferinde ortalama üç yavru doğu­
mandası olarak kabul edilince aldatıldıklarını rur. Yavrular doğduklarında tüysüzdür ve bir
anladılar. Ayrıca İngiltere, Yahudiler’e Filis­ süre yalnızca ön bacaklan üzerinde sürükle­
tin’de yurt edinmelerine yardımcı olacağına nerek yürüyebilirler. Arka bacaklan ancak
söz vermişti. Verilen bu sözün doğuracağı so­ sekiz haftalık olduklarında gelişir. Türkiye’
nuçlardan kaygı duyan Araplar, Filistin’in nin Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
kendi yurtlan olduğuna inanıyorlardı. bölgelerinde araptavşanlannın üç türü yaşa­
I. Dünya Savaşı’nı izleyen 50 yıl içinde maktadır.
Arap devletleri birbiri ardından bağımsızlık-
lannı elde ettiler. Bu devletlerin birçoğu ARAROT özellikle hastalar ve çocuklar için
1945’te kurulan, Arap Birliği adıyla bilinen pelte, muhallebi gibi yiyeceklerin hazırlanma­
konfederasyona katıldı. Birliğin amacı Arap­ sında kullanılan sindirimi kolay bir nişastadır.
lar arasında ekonomik, siyasal ve askeri Ama çoğu kez patates unu, mısır unu, hatta
dayanışmayı sağlamaktı. bildiğimiz beyaz buğday unuyla kanştınlarak
Bugün Arap dünyasını ilgilendiren üç satışa sunulur.
önemli konu, petrol gelirlerinin en iyi nasıl Bu nişastanın ve elde edildiği bitkinin
değerlendirileceği (bu gelir bazı Arap devlet­ dilimizdeki adı, “ok kökü” anlamındaki İngi­
lerini çok zenginleştirmiştir); İslam felsefesi lizce arrowroot sözcüğünden gelir. Çünkü
ile çağdaş dünyanın nasıl bağdaştırılacağı ve Güney Amerika’nın ilk kâşifleri, gerçek ara­
İsrail sorununun nasıl çözüleceğidir. (Ayrıca rotun elde edildiği bitkiyi (Maranta arundina-
bak. ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI; İSLAM; İSRAİL; ORTA­ cea) Amerika Yerlileri’nin zehirli ok yaralan-
DOĞU; O smanli İ m pa r a t o r l u ğ u .) nı iyileştirmekte kullandıklan başka bir bit­
kiyle kanştırmışlardı. Sonradan Yerliler’in bu
ARAPTAVŞANI Kuzey Afrika’dan Orta bitkiden tadı güzel bir un elde ettiklerini
Asya ve Çin’e kadar uzanan bölgelerdeki öğrendiler. Bir başka açıklamaya göre de
çöllerde ve kurak düzlüklerde yaşayan küçük ararot sözcüğü, Amerika Yerlileri’nin bu
kemiricilerin ortak adıdır. 25 kadar türü olan bitkiye verdikleri araruta (“un kökü”) adın­
araptavşanlarmm aslında tavşanlarla hiçbir dan türemiştir.
akrabalığı yoktur. Bu kocaman gözlü, kum Ararot elde etmek için bir yaşını geçmiş
renginde yumuşacık kürklü ve uzun kuyruklu bitkilerin kökleri soyulur, suda rendelenir ve
hayvanlar büyük olasılıkla çok iyi sıçradıklan güneşte kurumaya bırakılır. Su buharlaştığın­
için tavşana benzetilmiştir. Gerçekten de da geriye ince, beyaz bir toz kalır. Bu toz çok
ancak bir fare büyüklüğünde olan araptavşa- hafiftir; parmakların arasında ovalandığında
nı, son derece uzun olan arka bacaklannm çıtırdar ve suyla pişirildiğinde iyice şişer.
üzerinde 3 metre ileriye sıçrayabilir. Bu ara­ Birçok ülkede başka cins bitkilerden gene
da, genellikle ucu püsküllü olan ince uzun ararot denen nişastalar elde edilirse de, en iyi
kuyruğuyla da gövdesini dengeler. Yiyebile­ ararot Batı Hint A dalarinda üretilir.
ceği tohumlan ve böcekleri ararken ya tavşan
gibi dört ayağıyla ya da kuyruğundan destek ARAS IRMAĞI, Doğu Anadolu Bölgesi’nde,
alıp arka bacakları üzerinde zıplayarak yürür. Erzurum ilinin güneyindeki Bingöl Dağı’nm
322 ARDIÇ

kuzey yamaçlarından doğar. Türkiye, İran ve da) ortaya çıkar. Ardıçların kozalakları üç
SSCB topraklarında akarak Hazar Denizi’ne puldan oluşan, 1 cm çapında küçük ve etli
dökülür. Türkiye topraklan içindeki uzunlu­ meyveler biçimindedir. Meyveler olgunlaştı­
ğu 548, toplam uzunluğu ise 1.059 kilomet­ ğında kararır ve üstleri gri-mavi renkte, mum-
redir. su bir maddeyle kaplanır.
Başlarda güneydoğu-kuzeybatı yönünde Ardıç türleri arasında ağaççıklara, hatta 30
akan Aras Irmağı daha sonra geniş bir yay metreye kadar boylanabilen ağaçlara rastla­
çizerek kuzeye yönelir. Pasin Çayı’yla birleş­ nırsa da türlerin çoğu dik ya da yere yatık
tikten sonra geniş tabanlı bir vadi içinde, yer olarak gelişen çalılardır. Yapraklan genellikle
yer menderesler çizerek doğuya doğru akar.
Horasan ve Karakurt arasında, derinliği kimi
yerde 1.000 metreyi bulan dar bir vadiden ARDIÇ
geçer ve daha sonra akışını geniş düzlüklerde ı f t t dal
sürdürür; önce Kağızman’a, ardından İğdır
Ovası’na ulaşır. Tuzluca’nın kuzeyinde Arpa­
çay’la birleşen ve suları iyice çoğalan Aras
Irmağı, Türkiye-SSCB sınınnın 150 kilomet­
relik bölümünü oluşturur. Daha sonra Türki­
ye topraklanndan çıkarak İran-SSCB sınırı
boyunca akar ve Kura Irmağı’yla birleşerek
Hazar Denizi’ne dökülür.
Aras Irmağı, kış mevsimi çok soğuk ve ^^^^m eyve
uzun geçen yüksek dağlarla kaplı bir bölgede­
dir. Bol kar yağışının düştüğü ve erimenin iğne biçimindedir, ama bazı türlerde dallara
olmadığı kasım ile mart ayları arasında, ırma­ sıkıca yapışmış küçük pul biçiminde yapraklar
ğın sulan azalır; yukan kısımları yer yer bulunur. Örneğin Avrupa’da ve ülkemizde
donar. Nisan ayında ilkbahar yağmurlan ve yaygın olan adi ardıcın (Juniperus communis)
eriyen karlarla beslenen Aras Irmağı’nın sula- yaprakları, dallann çevresinde halka biçimin­
n yükselir. Çok yağmur yağdığı ve karlann de dizilmiş birer iğneyapraktır. Oysa Kuzey
hızla eridiği zamanlarda, özellikle Pasinler Amerika’da yetişen kalem ardıcının ya da
Ovası’nda taşkın ve sellere yol açar. Akışı Virginia ardıcının (Juniperus virginiana) iki­
düzensiz olduğu için ulaşıma elverişsiz olan şer ikişer karşılıklı dizilmiş küçük pulsu yap­
ırmaktan İğdır, Pasinler ve Kağızman ovaları­ rakları vardır. 27 metreye kadar boylanabilen
nın sulanmasında yararlanılır. Kaynağına ya­ ve gövdesinin çapı 1 metreyi aşan Doğu
kın olan yukan bölümünde alabalık, aşağı Afrika ardıcının (Juniperus procera) gövde
bölümünde ise sazan balığı avlanır. Yörede, kabuklan lif lif aynlarak yere doğru sarkar.
Aras Irmağı’nın sularının hastalıklan iyi etti­ Ardıçlar güzel görünümlerinin yanı sıra
ğine inanılır. Bu inanış Aras’ın cennetten çeşitli ürünlerinden yararlanılan değerli ağaç­
çıkan dört ırmaktan biri olduğu söylencesin­ lardır. Adi ardıcın kozalaklarından eczacılıkta
den kaynaklanmaktadır. ve cin yapımında kullanılan keskin kokulu,
uçucu bir yağ çıkanlır. Aynca Laponya’da bu
ARDIÇ. Bütün kuzey yanküreye yayılmış ağacın lifli kabuklarından halat yapılır.
olan ardıçlar yaprak dökmeyen, hoş kokulu Yapraklannm ve mavi kozalaklarının güzel
ağaç, ağaççık ya da çalılardır. 60-70 kadar görünümü nedeniyle Kuzey Amerika’daki
türü olan bu iğneyapraklı ya da kozalaklı park ve bahçelerde süs ağacı olarak yetiştiri­
bitkiler servigiller (Cupressaceae) familyası­ len kalem ardıcının hoş kokulu kerestesi de
nın Juniperus cinsini oluşturur. İğneyapraklı- çok değerlidir. Bu ağacın kolayca yontulabi-
ların öbür büyük grubu olan çamgiller (Pina- len düzgün damarlı odunu öteden beri kur­
ceae) familyasının üyeleri ile ardıçlar arasın­ şunkalem yapımında kullanılır. Kalem ardıç-
daki en önemli fark meyvelerde (kozalaklar­ lannın giderek azalması nedeniyle son yıllar­
ARDIÇKUŞU 323

da Doğu Afrika ardıcının odunu da bu amaçla dan bazılan bahçelerin, çayırlann ve gölgeli
kullanılmaya başlanmıştır. ağaçlıkların alışılmış konuklandır. Kuzey en­
Birmanya’nın dağlık bölgelerinde ve Hima- lemlerinde yaşayan türler, bazen çok uzun yol
layalar’da yetişen Çin ardıcının (Juniperus alarak kışın güneye doğru göç ederler. H e­
chinensis) hoş kokulu kerestesi de Çin’de men hepsinin ötüşü hoş ve melodiktir; özel­
tabut yapımında kullanılır. Özellikle Akdeniz likle bazılan duru, akıcı ve çan sesini andıran
çevresinde yetişen katran ardıcından (Junipe­ çınlamalı ötüşüyle dikkati çeker.
rus oxycedrus), deri hastalıklarının tedavisin­ Ardıçkuşları ilkbaharda çiftleşir ve genel­
de kullanılan ardıç katranı elde edilir. Anado­ likle ağaç dallanna, çalıların arasına, hatta
lu’nun dağlık yörelerinde de çok yaygın olan bazen duvar çatlaklanna, ağaçlann oyuklan-
bodur ardıç (Juniperus nana) ise yere yayıla­ na ve yapılann saçaklanna çanak biçiminde
rak gelişen bir çalı olduğu için toprak kayma­ yuvalar yaparlar. Dişi kuş yuvaya beyaz ya da
sını önlemekte çok etkilidir. mavi renkte, bazen üstü benekli, üç ile altı
arasında yumurta bırakır. Bazı türlerde yalnız
ARDIÇKUŞU. Ardıçkuşları özellikle Avru­ dişi, bazılannda da erkek ve dişi sırayla
pa, Asya ve Amerika kıtalarında birçok türü kuluçkaya yatarlar. Ana babanın elbirliğiyle
yaşayan güzel ötüşlü kuşlardır. Turdidae fa­ besleyip gözettiği yavrular iyice büyümedikçe
milyasından olan bu kuşların uzunlukları tü­ yuvadan aynlmaz.
rüne bağlı olarak 10 ile 30 cm arasında Eskidünya, yani Avrupa ve Asya kıtalan,
değişir. Genellikle sırtları kahverengi, göğüs­ ardıçkuşlan açısından Yenidünya’dan daha
leri beyaz üstüne kara beneklidir. Gagalan ve zengindir. Avrupa’nın kuzeyinde üreyen ve
bacaklan oldukça ince olan ardıçkuşlannın yazı burada geçirdikten sonra kışın Türkiye,
kanatlan ve kuyruklan pek uzun sayılmaz. İtalya ve Yunanistan gibi güneydeki daha
Ardıçkuşları daha çok hayvansal, ara sıra sıcak ülkelere göç eden bayağı ardıçkuşu
da bitkisel besinlerle beslenir. Birçoğu böcek (Turdus pilaris) Eskidünya’da en çok görülen
ve solucan gibi en sevdiği yiyecekleri bulmak türdür. Aslında Türkiye’de ardıçkuşu dendi­
için yerde sıçrayarak dolaşırken, bazı türler ğinde ilk akla gelen bu kuş olur; bu yüzden
de bir ağaca tüneyip yerde gördüğü avın öbür türlerden ayırt etmek gerektiğinde baya­
üstüne hızla atlar. Avrupa’nın birçok yerinde ğı ardıçkuşu denir. Türkiye’de kışlayan türler­
ve Türkiye’de yaşayan ötücü ardıçkuşu (Tur- den biri de, adını kanatlannın altındaki tüyle­
dus philomelos), salyangozları yiyebilmek için rin bakır kırmızısı renginden alan paskanattır
hayvanı gagasıyla tutup bir taşa vurarak (Turdus iliacus). Gene Eskidünya’da yaşayan
kabuğunu kırar. Bazı türler yere düşmüş ökse ardıçkuşu (Turdus viscivorus), şubat
meyveleri gagalar, bazıları da ağaçlann ara­ başlannda ağaçlann çatallanmış dallanna yu­
sında uçarak dalındaki meyveleri yer. va yapar. Bu iri kuş, yuvasına ve yavrularına
Ardıçkuşlannın birçok türü ormanlann de­ yaklaşan davetsiz konukları kaçırmak için
rinliklerinde ya da çevresinde bannır, bir korkusuzca dalışa geçebilir.
bölümü de açıklık yerlerde yaşar. Bu kuşlar­ Avrupa ve Türkiye’nin birçok bölgesinde

Avrupa kıtasında
en çok görülen
ötücü Ardıçkuşu Ökse Ardıçkuşu ı Ardıçkuşu ardıçkuşu türleri.
324 ARDUVAZ

makta olduğu bölgelerde, örneğin okyanus


sırtlarının yakınındaysa, bu dağoluş sürecin­
den doğan basıncın ve sıcaklığın etkisiyle şeyi
katmanları arduvaza dönüşür. Bu sırada
kayacın yapısındaki kilin katmanlar halinde
yeniden yapılanması, arduvaza kolayca yap­
raklara aynlma özelliği kazandırır.
Türkiye’de en çok Nevşehir yöresinde bu­
lunan arduvaz açık taşocaklanndan çıkarılır.
Bunun için önce arduvazm çevresindeki kaya­
lar kara barutla parçalanır. Çok güçlü bir
patlayıcı olan dinamit arduvaz bloklarını çat­
latabileceği için bu işe elverişli değildir. Ocak­
tan çıkarılan arduvaz blokları, özel bir keski­
ye çekiçle vurarak daha küçük parçalara
ayrılır. Daha sonra döner çelik testerelerle
kesilerek 3 mm kalınlığında yapraklar elde
edilir. En sonunda da çelik bıçaklı makineler­
le yontularak istenen biçim ve boyutlara
Allan D. CruickshankINational Audubon Society getirilir.
Ardıçkuşları beyaz üstüne kara benekli göğüsleri ve Çok dayanıklı olan bu yapraklar özellikle
güzel, duru ötüşleriyle tanınır. çatıların kaplanmasında kullanılır. Arduvaza
damtaşı denmesinin nedeni budur. Ama bu­
g ö r ü le n k a r a b a k a l ile b o ğ m a k lı b a k a l d a gün, çok pahalı olan arduvaz çatı kaplamaları
g e r ç e k te b ir e r a r d ıç k u ş u tü r ü d ü r . A m a b iri yerini daha ucuz gereçlere bırakmıştır. Bilar­
k a p k a r a tü y le r i, ö b ü r ü d e b o y n u n d a k i y a k a lık do masalarının üstünü kaplamakta ve kara­
g ib i b e y a z le k e s i n e d e n iy le d e ğ iş ik a d la r la tahta yapımında da arduvazdan yararlanılır.
a n ılır. (Ayrıca bak. B a k a l .) Bir zamanlar okullarda yalnız yazı tahtası
olarak değil kâğıt yerine de küçük arduvaz
ARDUVAZ, ince ve düzgün yapraklar halin­ levhalar kullanılır ve üstüne yumuşak ardu­
de kat kat aynlabilen çok sert ve sağlam bir vazdan yontulmuş ince çubuklarla yazılırdı.
kay açtır. İyi bir arduvaz ince taneli ve ağır
olur. Rengi genellikle kurşuni, bazen de mor ARGO. Öğrenciler, askerler, denizciler,
ya da yeşildir. sporcular, sanatçılar gibi toplumdaki çeşitli
Arduvaz bir başkalaşım kayacıdır. Yeryü­ meslek gruplanndan insanlar, kendi araların­
zünde daha önce oluşmuş bir kayacın, özellik­ daki konuşmalann kapalı kalmasını istedikle­
le sıcaklık ve basınç gibi çevre koşullarının rinde yalnızca kendilerinin anlayabileceği söz­
etkisiyle yapısal değişikliğe uğraması sonu­ cükler ve deyimler kullanırlar. Çoğunlukla,
cunda oluşan yeni kayaçlara başkalaşım kaya­ toplumda kullanılan ortak dildeki sözcüklerin
cı denir. Arduvaz örneğinde, başkalaşıma anlamlarını değiştirerek türetilen bu tür söz­
uğrayarak zamanla arduvaza dönüşen ana cük ve deyimlerin oluşturduğu özel dile argo
kayaç genellikle şeyi gibi yumuşak bir kayaç- denir.
tır. Çamurtaşı ya da kiltaşı da denen şeyller, Argo aslında gizli bir anlaşma, konuşma
milyonlarca yıl önce, yağmur sularının ve aracı olarak kullanılan, bir toplumun genel
ırmakların aşındırdığı yaşlı bir kaya kütlesin­ dilinden ayrı, ama ondan türemiş özel bir
den kopan çok küçük kil parçacıklarının dildir. Hangi çevrede ya da meslek grubu
çökelip birikmesiyle oluşmuştur. Zamanla arasında türemişse yalnızca o toplulukça anla­
üstte biriken yeni çökeltilerin yaptığı basınçla şılır. Ama zaman içinde toplumun başka
alttaki tortullar sıkışır ve katı bir kayaç haline kesimlerince de benimsenerek kullanılabilir.
gelir. Eğer bu tortul kayaçlar dağların oluş­ Argo sözcükler, yaygın olarak kullanılan
ARI 325

ortak dildeki sözcükler gibi yazılır ve okunur. Argonun yazı diline geçmesi, gizliliğin orta­
Kullanım amacında gizlilik yatan argo, yapı dan kalkmasına neden olur. Argo sözcükler
bakımından genel düden ayrılmaz. Bu özel herkesçe kullanılır hale gelince argo olmaktan
dilde, ortak dilden bağımsız biçimler yaratıl­ çıkar. Kimi argo sözcükler yalnızca belli bir
maz, dilbilgisi kuralları da değiştirilmez. A r­ süre kullanılır, daha sonra kaybolup gider. Bu
gonun oluşması için, sözcüklerin alışılmışın değişkenlik ve kendini yenileme argonun
dışında bir anlamda kullanılması, yeni anlam­ başlıca özelliklerinden biridir. Buna karşılık
larla donatılması yeterlidir. Aktarılacak bilgi, kimi sözcükler de günlük dile kabul edilir.
sözcüklerin anlamlan değiştirilerek gizlenmiş Eskiden argo olan sözcükler zamanla günde­
olur. lik dilde kullanılmaya başlar. Örneğin, eski­
Argo sözcükler çoğu zaman, genel olarak den argo sayılan ve tembel, kaytarıcı anlamın­
kullanılan dilde var olan bir sözcüğe başka bir da kullanılan hayta sözcüğü günlük dilde
anlam yükleyerek türetilir. Örneğin çalışkan yaygın bir kullanım kazanarak argo olmaktan
ve saf öğrenci anlamına gelen inek ve para çıkmıştır. Bu olguya aşağı yukan bütün diller­
anlamına kullanılan arpa sözcükleri böyle de rastlanır. Tümü de Latince’den türemiş
türetilmiştir. Yabancı dillerdeki sözcük ya da olan Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca’daki
sözcük parçalarını değiştirmeden ya da boza­ pek çok sözcük, kitaplarda kullanılan klasik
rak alıp Türkçe’deki sözcük parçalanyla bir­ Latince’den değil, halkın günlük yaşamında
leştirerek türetilen argo sözcükler de vardır. kullandığı Latince’den ve Roma ordusunun
Örneğin, Türkçe’deki atma sözcüğünü Fran­ argo sözcüklerinden kaynaklanır. Sözgelimi,
sızca tion ekinden bozma syon'la birleştirerek Fransızca’da baş anlamına gelen tete sözcüğü
oluşturulan atmasyon, uydurma, yalan haber Latince’de baş anlamına gelen caput sözcü­
anlamına gelir. ğünden değil, Latince bir argo sözcük olan ve
Kimi argo sözcükler ise Türkçe’den ya da testi ya da toprak kap anlamına gelen testa’dan
yabancı dillerden yararlanıp uydurma, yakış­ türemiştir. Eskiden daha çok ağızdan ağıza
tırma, benzetme yoluyla türetilmiştir. Boş, yayılan argo sözcükler, günümüzde çeşitli
değersiz anlamına gelen p o f yoz, yalan karşılı­ kitle iletişim araçları aracılığıyla çok kısa
ğı kullanılan maval ya da aptal anlamındaki sürede yaygınlık kazanmaktadır.
keriz bu tür argo sözcüklerdir. Sözlük hazırla­ Argo yersiz ve zamansız kullanıldığında
yanlar, dilbilimciler, öğretmenler ve uzman­ kötü izlenim yaratır; çok sık kullanıldığında
lar arasında hangi sözcüklerin argo olduğu da tüm gücünü yitirir. Bu durum hem kaba,
konusunda bir anlaşma yoktur. Çünkü, argo­ küfürlü sözcükler, hem de “kibar” argo türle­
nun birçok sözcüğü öbür dil grupları arasına ri için geçerlidir. İlk kullanıldıklannda yeni ve
kanşmıştır. Ama, kesin bir aynm yapılamasa eğlencelidirler, ama sürekli kullanıldıklannda
da argoyu insanlar arasındaki senli benli sıkıcı olmaya başlarlar.
konuşmada kullanılan dilden, halk dilinden
ve kaba konuşmadan ayırmak gerekir. ARI. A nlann bütün böcekler gibi altı bacağı
Argo kullanımı Türkiye’de daha çok İstan­ ve bütün zarkanatlılar (Hymenoptera) gibi iki
bul’da ilgi çekmiştir. Kayış dili olarak da çift zarsı kanadı vardır. Uzunluğu 1-3 cm
adlandınlan İstanbul argosunun gelişmesinde arasında değişen gövdeleri baş, göğüs ve
külhanbeylerin, eski dönemlerin itfaiyecileri kann olmak üzere üç bölümden oluşur. Baş-
olan tulumbacılann ve ayaktakımmın büyük lannda üç tane basit, iki tane bileşik göz
rolü olmuştur. (petekgöz), duyu organı olan ipliksi uzantılar
Argo kullanımının nedenlerinden biri de, (duyargalar) ve ağız bulunur. Bacakları ve
konuşmaya ya da yazıya canlılık getirmesidir. kanatlan ortadaki göğüs bölümündedir. En
Pek çok argo sözcükte şaka ya da mizah arkadaki kann bölümü gövdenin öbür bölüm­
duygusu gizlidir. Edebiyat alanında argodan, lerinden daha uzundur ve halka biçimindeki
gülünç durumlar yaratma, gündelik dile yak­ bölütlerden oluşur.
laşma, dile yeni ve canlı bir boyut getirme gibi Dünyanın her yanında, özellikle çiçeklerin
amaçlarla yararlanılır. bol olduğu yerlerde yaşayan anlann 12.000
326 ARI

Arıların besini, çiçeklerin


ürettiği balözü ile
çiçektozudur; ama yalnız
işçi arılar çiçektozu toplar.
İşçi batanlarının arka
bacaklarında bir çiçektozu
kesesi vardır.
Gövdelerine bulaşan
çiçektozu taneciklerini bu
keseye doldurup,
kolonideki bütün arıların
beslenebilmesi için
kovana taşırlar. Çiçekten
çiçeğe konan arılar aynı
zamanda bitkilerin
döllenm esine de aracı
olur.

Athos Mıllington■Ward

kadar türü tanımlanmıştır. Bunlardan bir Çünkü çiçeklerden topladıktan çiçektozu ve


bölümü insan için değerli bir besin olan balı emdikleri balözüyle beslenirler. Balözü em­
üretir; bir bölümü ise başka anların yuvala- melerini sağlayan boru biçimindeki dilleri
nnda barınan ya da yumurtalarını bu hazır bazen gövdeleri kadar uzundur. Çiçektozunu
yuvalara bırakan asalak anlardır. yalnız dişiler toplar. Bu iş için başvurdukları
Bir an erişkin duruma gelinceye kadar dört yöntem son derece ilginçtir. Toprakanlarmm
gelişme evresinden geçer: Yumurta, larva, ve balanlanmn dişilerinde arka bacakların dış
pupa (krizalit) ve erişkin. Yumurtadan çıkan yüzeyi hafifçe çukurlaşarak bir oyuk biçimini
bir larva bol bol çiçektozu, balözü ve bal almıştır. Bu oyuğa çiçektozu kesesi denir.
yiyerek geliştikten sonra pupa evresine girer. Dişi arı, gövdesindeki tüylere yapışan çiçek­
Bu evredeyken biçim değiştirerek kanatlı ve tozlarını, arka bacaklarında bulunan ve çiçek­
erişkin bir anya dönüşür. tozu fırçası denen kıllarla fırçalayarak alttaki
Arılann gövdesi, özellikle arka bacakları ve çiçektozu kesesine doldurur. Böylece iri ve
kannlannın altı ince tüylerle kaplıdır. Arka sımsıkı bir çiçektozu topağı oluşturur. Yap-
bacaklanndaki fırça gibi tüyler temel besinleri rakkesen anlar ise çiçektozlannı kannlannın
olan çiçektozlannı toplamaya yarar. A nlar ile alt bölümünde toplarlar.
yabananlannı ayıran başlıca özellik, anlarda A r ı l a n n e n b ü y ü k y a r a r ı b itk ile r in to z la ş ­
bazı gövde tüylerinin çatallanmış olmasıdır. m a s ın a y a r d ım c ı o lm a la n d ır . Ç iç e k le r a r a s ın ­
Aslında yabananları anlar kadar tüylü değil­ d a d o la ş ır k e n e r k e k ç iç e k le r d e n a ld ık la rı çi-
dir. Ama bazı asalak anlar yabanarılanna ç e k to z la n n ı d işi ç iç e k le r e ta ş ır v e b ö y le c e
öylesine benzer ki, bu en yakın akrabalann- b itk ile r in d ö lle n m e s in e a r a c ılık e d e r le r . D ö l­
dan ancak göğüslerindeki çatallanmış tüy­ le n m e s o n u c u n d a o lu ş a n m e y v e n in to h u m la -
leriyle ayırt edilebilirler. (Ayrıca bak. Y a - n n d a n y e n i b itk ile r g e liş ir; b u b itk ile r d e
BANARISI.) a r ı l a n n g e le c e k k u ş a k la r ın a ç iç e k to z u v e
b a lö z ü s a ğ la r (bak. ÇİÇEK; T o zla şm a ).
Arılar ve Çiçekler Arılar çiçeklerden emdikleri balözünü “bal
Aynı familyanın (.Apidae) üyeleri olan balan- kursağı” denen özel bir kesede hiç sindirme­
lan ve toprakanlan genellikle bulutlu hava­ den biriktirir ve yuvaya döndükten sonra bu
larda çiçektozu toplamaya çıkarlarsa da, an- kesenin içindeki balözünü ağızlarından çıka-
lann çoğu gün ışığını sever. Bu böceklerin np ya yavrulannı besler ya da bal yapımı için
çiçeklerden uzakta yaşaması olanaksızdır. depolarlar.
ARI 327

Yalnız dişi anlann iğnesi vardır. Savunma­ bir yay oluşturarak iki kenarda yarıya kadar
sız olan erkek anlann tek işlevi üreme zama­ inen gözler bal doldurmak için aynlmıştır. Bu
nında dişileri döllemektir. Bunun dışında bal gözlerinin altındaki birkaç sıra petek
yuva yapmak ya da yavru anlar için besin, gözüne çiçektozu topakları yerleştirilir. Pete­
toplamak gibi herhangi bir görev üstlen­ ğin orta ve alt bölümlerindeki gözlere ise
mezler. anaan yumurtalannı bırakır. Büyük bir arı
A nlann çoğu, sanıldığının tersine, toplu kolonisinde 60 bin kadar işçi arı vardır ve
yaşama alışkanlığında değildir. Her dişi başka
arılardan yardım beklemeksizin ayn bir yuva
kurar ve yavrularının bakımını tek başına
üstlenir. Yuva yapmak için toprağın altında
tüneller kazar ya da ağaç gövdelerindeki
oyukları kullanırlar. Gene de yalnız yaşayan
arılardan bazıları yuvalarını birbirinden çok
uzağa değil yan yana kurar; hatta bazen ayrı
yuvalara açılan tünellerin girişi ortaktır.
A nlann yalnızca birkaç türü, örneğin
balarılan ile toprakarıları toplu halde yaşar.
Koloni denen arı ailesinde bir anaarı (anbeyi
ya da kraliçe) ile erkek ve işçi arılar vardır.
Çoğunluğu oluşturan işçi anlar koloninin
günlük işlerini yapan dişilerdir. Toplu yaşa­
yan anlar yalnız yaşayan arılardan farklı olarak
balmumu üretebilir. Bal kursağı çeperinden
salgılanan balmumu, arının kann bölütlerini
oluşturan parçalann arasından incecik pul­
lar halinde çıkar. Anlar, oldukça yüksek sıcak­
lıklarda bile erimeyen balmumuyla hazırladık­
tan peteklerde kışın kullanacaklan balı ve
çiçektozunu biriktirir, yumurta ve larvalan
banndınrlar. işçi Arı Anaarı Erkek Arı

Balarıları
İnsanlar balından yararlanmak üzere an yetiş­
tirmeye binlerce yıl önce başlamış ve bu
yararlı böceklerin bir türünü evcilleştirmiştir.
Kovanda beslenen evcil halanlarının bazen
yuvalanndan kaçtıkları olur. Ama doğaya
döndüklerinde bile ağaç kovuklannda yaptık- Üstte: Anaarı peteğin gözlerine küçük, beyaz
lan yeni yuvalarında alıştıklan kovan düzeni­ yum urtalarını bırakıyor (üstte solda). Bu
ni sürdürdükleri ve aynı biçimde yaşadıklan yum urtalardan işçi arılar, erkek arılarya da yeni
gözlenmiştir. Balansının hazırladığı petekler anaarılar çıkacaktır. Kovana yeni bir anaarı
gerektiğinde, seçilen larva özel bir petek gözünde
çift yüzlüdür ve her iki yüzünde yüzlerce göz bakıma alınır (üstte ortada) ve yalnız arısütüyle
ya da odacık bulunur. Çok ince balmumun- beslenir. Arısütü işçi arıların başlarındaki
dan yapılan petek gözleri düzgün altıgenler salgibezlerince üretilen beyaz, koyu kıvamlı ve çok
besleyici bir maddedir. Anaarı adayı gelişmesini
biçimindedir. Ancılar, kovandan kolayca çı­ tamamlayınca odacığından dışarı çıkar (üstte
karabilmek için petekleri tahta çerçevelerin sağda). Ortada: Anaarı ve çevresindeki işçi arılar.
arasına yerleştirirler (bak. ARICILIK). Anaarı, işçi arılarda bağım lılık yaratan özel bir
madde salgılayarak kovanda düzeni ve birliği sağlar.
B alanlan peteklerin içini rasgele değil belli Altta: Balarılarında işçi arı, anaarı ve erkek arının
bir düzene göre doldurur. Peteğin tepesinde orantılı boyutları.
328 ARI

Arıların dans dili.


Üstte solda: İşçi arı dikey
duran peteğin üstünde
yukarıya doğru
yöneldiğinde öbür işçi
arılara Güneş'e karşı
uçmalarını bildirir.
Üstte sağda: Güneş'i
arkalarına alarak
uçmalarını istediğinde
aşağıya doğru yönelir.
Belli bir zaman dilim indeki
gidiş geliş sayısı besin
kaynağının kovandan
uzaklığını gösterir.
Altta solda ve sağda:
Arının uçtuğu yön ile
düşey arasındaki açı da
besin kaynağının kovana
ve Güneş'e göre açısını
verir. Bu çizimlerde, gözcü
arıyı çevreleyerek
duyargalarıyla onun
hareketlerini izleyen öbür
işçi arılar gösteriİm em iştir.

bunlann hepsi dişidir. Bu işçi anların iğnesi­ dımcı olur. Daha sonra balmumu üretmeye
nin ucu olta iğnesi gibi kıvnktır. Bu yüzden başlar ve bununla yeni petek gözleri hazırlar.
saplandığı yerde kalır ve bir kez sokan balansı Üçüncü haftanın sonunda ilk kez kovandan
iğnesini yitirdiği için ölür. İşçi arılardan daha dışarı çıkarak çiçektozu ve balözü toplamaya
iri yapılı ve kocaman gözlü olan erkek arılann yollanır. Ama kovandaki işlerini, örneğin
tek görevi, sürü oluşturma (oğul verme) kanatlannı yelpaze gibi sallayarak kovanı
zamanında genç anaarıyı döllemektir. Yaz serinletme görevini de aksatmaması gerekir.
sonunda bu görevini yerine getiren erkek A nlar arasında yalnızca kovanda ya da yalnız­
arılar işçi anlar tarafından kovandan atılır ve ca dışarıda çalışan işçi aynmı yoktur; ne iş
işçi anlann bakımıyla yaşamaya alışkın olduk- yapılacaksa bütün işçiler görevlendirilebilir.
lan için çok geçmeden açlıktan ölürler. Kolo­ İşçi an bol balözü toplayabileceği bir yer,
ninin bütün yükünü taşıyan işçi anlar yazın o sözgelimi bir yonca tarlası bulduğunda taşıya­
kadar çok çalışırlar ki ancak altı hafta kadar bileceği kadar balözünü bal kursağına doldu­
yaşayabilirler. Ama yaz sonunda yumurtalar­ rur ve kovana döndüğünde öbür işçilere bu
dan çok sayıda işçi an çıkar ve bütün kış kaynağın yerini bildirir. Bu iletişim için iki
yaşayan bu işçiler koloninin bakımını üstlenir. ayn dans geliştirmişlerdir. “Çember dansı”nda
Bir işçi an erişkin duruma gelip petekteki işçi an peteğin üstünde önce bir yöne, sonra
gözünden dışarı çıktığı anda kovanda onu öbür yöne koşarak küçük bir çember çizer.
bekleyen pek çok iş vardır. Üç hafta boyunca Bu gösteri, besin kaynağının kovandan en
petek gözlerinin bakımını ve temizliğini üstle­ fazla 45 metre uzaklıkta olduğu anlamına
nir. Ardından anaarmm bıraktığı yumurtalar­ gelir. Kaynağın bulunduğu yer 90 metreden
dan yeni çıkan larvaların beslenmesine yar­ daha uzaksa, işçi an bu kez karın bölümünü
ARI 329

sallayarak peteğin üstünde sekiz çizecek bi­ Böylece, kendileri gibi bir işçi an olması gere­
çimde uçar. İşçi arının bu “kuyruk sallama ken herhangi bir larvayı bir anaanya dönüştü­
dansi’nı öbür işçi anlar büyük bir dikkatle rürler. Bir anaarı yıllarca yaşar ve bu süre
izler ve sekiz çizerken hangi yöne doğru içinde 1,5 milyon yumurta üretebilir. Erkek
uçtuğuna, karnını kaç kez salladığına bakarak balarılan genellikle anaannın döllenmemiş
besin kaynağının yerini ve uzaklığını sap­ yumurtalanndan çıkar.
tarlar.
Toprakarıları ve İğnesiz Arılar
Anaarı Yeryüzünün özellikle soğuk bölgelerinde ya­
A naan, işçi anlann ve bu dişilerin arasından şayan toprakanlan, Laponya gibi en kuzeyde­
seçilerek özel olarak yetiştirilecek yeni ana- ki ülkelere kadar yayılmıştır. Bu anlann genç
anlann çıkacağı yumurtalan yumurtladığı için anaarısı kışı toprakaltında uyuyarak geçirir.
kovanın hem en önemli, hem de en tembel Bahar geldiğinde yuvasından çıkar ve koloni­
üyesidir. Toprakarılannda anaan çiçektozu sini kuracağı bir yer aramaya başlar. Örneğin
toplarken, balarılannın anaarısı kendini bile bir farenin yeraltında kazdığı ve içini kuru ot­
besleyemez. Çevresinden hiç eksik olmayan la döşediği yuva bunun için uygun bir yerdir.
işçi anların ağızlanyla taşıdıklan besinleri Anaan bu yuvada balmumundan bir göz ha­
kendi ağzına vermelerini bekler. Son derece zırlar ve içine altı ya da yedi tane yumurta
ürkek olan ve dokunulduğunda bile sok­ bırakır. Aynca ürettiği ballan biriktirmek için
mayan anaanlar birbirleriyle karşılaştıklann- gene balmumundan genişçe bir kap yapar.
da kıyasıya dövüşürler. Yumurtadan çıkan larvalann çok fazla bes­
Anaannın yumurtalanndan çıkan larvalar lenmesi gerektiğinden, anaan gün doğumun­
arasından en sağlıklıları yeni anaan adaylan dan gün batımına kadar yavrulan için balözü
olarak seçilir. İşçi anlann hazırladıklan özel ve çiçektozu toplar.
petek gözlerinde beslenen bu genç adaylann Larvalar iki hafta sonra iyice gelişir ve sal­
öldürücü iğnelerine hedef olmak istemeyen gıladıktan ipeksi ipliklerle kendilerine sert bir
eski anaarı, 15 bin kadar anyla birlikte kovan­ koza örerler. A naan, birbirine bitişik otan bu
dan aynlıp yeni bir sürü oluşturmak üzere kozalara gövdesini iyice yaslayarak pupalannı
başka bir yere yerleşir. Bu arada petekteki ısıtır. Yaklaşık iki hafta sonra işçi toprakanla-
özel yuvalarında gelişmelerini tamamlayan n kozalannı delerek dışarı çıkarlar. Balanla-
genç anaarı adaylan da kalabalık bir sürüyle nnda olduğu gibi anaandan daha küçük yapılı
kovandan aynlabilir. Böylece kovandaki an otan bu işçi anlar hemen işe koyularak yeni
sayısı iyice azalıp, işçi an fazlası kalmadığında çıkacak anlar için olabildiğince çok yiyecek
oğul verme eylemi sona erer. O zaman işçi toplamaya girişirler.
arılar, büyük olasılıkla kovandaki yeni anaan­ Yaz sonuna doğru yuvadaki işçi an sayısı
lar dan birinin de yardımıyla, henüz petek 100’ü bulur. Bu arada larvalardan bazılan
gözlerinden çıkmamış olan bütün anaan aday- anaan, bazılan da erkek an olarak gelişir.
lannı öldürürler. Rakipsiz kalan anaan bir A naan erkek arılarla çiftleşip yumurtalarını
çiftleşme uçuşuna çıkarak kısa sürede 10 ka­ gözlere bırakır ve burada gelişen yeni anaan­
dar erkek anyla çiftleşir ve kovana dönerek lar gelecek bahara kadar bannacaklan yeri
koloninin başına geçer. seçmek üzere yuvadan aynlırlar. Geriye ka­
Bir arı kovanı her yıl oğul vermez. Bu olay tan bütün erkek anlar, işçi anlar ve eski ana­
büyük ölçüde kovanda biriken bal miktarına, an ölür. Balanlanndaki gibi yıllarca ve yaz-kış
kolonideki birey sayısına ve hava koşullanna sürebilen koloni yaşamı toprakanlannda yok­
bağlıdır. A naan öldüğünde ya da üretkenliği­ tur. Toprakansı yaşam çevrimini bir yılda ta­
ni yitirdiğinde, işçilerin kendileri için yeni bir mamlar ve baharda yeni kuşaklar için yeni bir
anaan yetiştirmesi balansı topluluklannın en çevrim başlar. Yalnız tropik bölgelerdeki top-
ilginç özelliklerinden biridir. İşçiler, larvalar rakarısı kolonileri balanlannda olduğu gibi
arasından seçtikleri yeni adaylan, tükürük oğul vererek bir yıldan çok sürebilir.
bezlerinden salgıladıklan ansütüyle beslerler. Balanlan gibi toprakanlannm da soktuğu
330 ARI

zaman ağn veren bir iğnesi vardır. Ama tro­ oyar. Daha sonra, keskin çeneleriyle kopardığı
pik bölgelerdeki toprakanlannm bir bölümü yaprak parçalanyla bu oyuğun içinde ayn ayn
iğnesizdir. Bu iğnesiz arılardan bazıları yuva­ odacıklar yapar. Büyükçe kesilmiş yaprak
larına zarar vermeye kalkışanların üzerine sü­ parçalan odalann duvan olur, daha küçük ve
rüler halinde saldırarak gözlerine ve kulakla­ yuvarlak parçalar da kapak olarak kullanılır.
rına üşüşür, bazen de yüzlerine yapışkan ve Üst üste yerleştirilen bu odacıklann her katı,
acı bir sıvı bulaştırırlar. Güney Amerika’da yakından bakıldığında ince uzun bir puroyu
yaşayan bazı iğnesiz anlar, insanlann oyuk andırır. Dişi arı bu odacıklara yumurtlar ve
kütükler içinde yaptıklan derme çatma ko­ yumurtadan çıkan larvaların beslenmesi için
vanlarda umulmadık kadar çok bal verir. Bu yanlanna bal ve çiçektozu karışımından hazır­
arılar peteklerini reçine, balmumu, hatta ba­ ladığı bir yiyecek topağı bırakır. Çiçektozlan-
zen çamur katılmış bir kanşımdan yaparlar. nı kannlannın altında toplayan yaprakkesen
Ama bu petekler, balanlannın düzgün altı­ anlann bazı türleri, yalnızca boş salyangoz
genlerden oluşan kusursuz petekleriyle karşı- kabuklannı yuva olarak kullanırlar.
laştmlamayacak kadar kabadır. Ilıman iklimlerde yaşayan duvarcı arılann
yuvası çimentodan yapılmış gibi sağlamdır.
Yalnız Yaşayan Arılar Bu anlann dişisi korunaklı bir yerde, genel­
Yeryüzünün hemen her yerine dağılmış olan likle kayaların ya da saçakların altında yarım
an türlerinin büyük bölümü topluluk oluştur- portakal büyüklüğünde bir yuva hazırlar. Bir
maksızm, ayn yuvalarda yaşar. Bu grubun en duvarcı ustasının elinden çıkmışçasına sağlam
tanınmış örnekleri madenci anlardır. Dişileri olan bu yuvanın içi çok sayıda odacığa bölün­
yeraltında 20 cm kadar derine inen yuvalar müştür. Bütün yalnız yaşayan anlar gibi bu
kazdıklan için bu anlara madenci an denmiş­ arılann dişisi de yumurtlamadan önce yuvası­
tir. Dişi annın genellikle seyrek otlar arasın­ na bal ve çiçektozu depolar.
daki çıplak bir alanda kazdığı bu yuva, kena- Yalnız yaşayan anlann en önemli ortak
nndaki küçük toprak tepeciğiyle hemen dik­ özelliği, yavrular için yeterince yiyecek bırak­
kati çeker. Kazılan tünelin sonunda hepsi ayn tıktan sonra yumurtalarla ve yavrularla bir
bir yöne giden yan tüneller bulunur. Bu tünel­ daha hiç ilgilenmemeleridir. Üstelik yavrula-
ler, bir annın yumurtadan çıkıp kanatlı bir nn bakımını üstlenecek işçi anlar olmadığın­
erişkine dönüşmesine yetecek genişlikte oda­ dan, yalnız yaşayan anlann yuvaya bıraktığı
cıklardır. Dişi arı bu odacıklardan her birine yumurta sayısı bir düzineyi geçmez.
bal ve çiçektozundan hazırladığı bir “an ek­
meği” ile bir yumurta bırakır, sonra yuvanın Guguk Arıları
girişini toprakla kapatır. Yumurtadan çıkan Yabananlan gibi göz alıcı renklerle bezenmiş
larvalar bu yiyeceklerle beslenip gelişerek pu­ olan bu arılar guguk kuşlanndan esinlenerek
pa evresine girer ve baharda kanatlı bir an böyle adlandınlmıştır. Çünkü yumurtalannı
olarak dışan çıkar. Toprakanlan gibi maden­ başka kuşlann yuvalanna bırakarak yavrula-
ci anlann yaşam çevrimi de bir yıllıktır. Yal­ nnın sorumluluğundan kaçan guguk kuşlan
nız yaşayan anlardan çoğu erişkin hale geldik­ gibi bu anlar da “yuva asalağı”dır. Dünyanın
ten sonra birkaç haftadan fazla yaşayamaz. hemen her yerinde görülen guguk anlannın
Topluluk oluşturmayan anlann ılıman iklim­ dişisi, yalnız yaşayan anlann yuvalan üzerin­
lerde yaşayan türleri kış aylannı olgun larva­ de yavaş yavaş uçarak yumurtalannı bırakabi­
lar ya da genç erişkinler olarak toprakaltmda- leceği bir yer arar. Uygun bir yuva bulduğun­
ki odacıklannda geçirirler. da hızla içeri süzülür ve annın kendi larvalan
Yalnız yaşayan anlardan çoğunun yuvası için topladığı yiyeceklerin üstüne bir yumurta
toprağın altında, bazılannınki de ağaçlann bırakır. Guguk ansının larvası hızla gelişir ve
oyuklanndadır; bir bölümü de başka böcekle­ yuvadaki yiyeceklerle yetinmeyip, yuva sahi­
rin açtığı oyuklarda yuvalanır. Bu grubun en binin larvalannı da yer.
yaygın örneği olan yaprakkesen anlann dişisi, Bazı guguk anlan toprakanlanna çok ben­
yaşlı ağaç kütüklerinin çürümüş odununu zer ve yumurtalannı bu toplu yaşayan anlann
ARICILIK 331

yuvalarına bırakmaya özen gösterir. Dişi gu­ Arıcılık yapmaya başlayan ilk insanlar a n ­
guk arısı baharda bir toprakarısının yuvasına larını ince ağaç dallarından örülmüş sepetler­
girmeye çalışırken işçi arılar onun yabancı ol­ de ya da ağaç kütüklerinin oyuklannda yetiş­
duğunu anlayarak saldırır ve yuvadan atmaya tiriyorlardı. Sonradan hasır sepetler kullan­
uğraşırlar. Ama guguk arısının sert derisi onu maya başladılar. Ama bütün bu bannaklarda
iğnelerden çok iyi korur. Böylece işçi arılar arılar peteklerini doğrudan duvarların yüzeyi­
bir süre sonra bu davetsiz konukla uğraşmak­ ne yaptıkları için, arı topluluğuna (koloniye)
tan vazgeçerler. Yuvaya yerleşen guguk arısı­ zarar vermeden bal almak olanaksızdı. Bu
nın ilk yaptığı iş anaarıyı öldürerek onun yeri­ yüzden, yaz sonunda en çok balla dolarak
ne geçmek olur. Ne olup bittiğini anlamayan ağırlaşan sepetler seçilir, arılar kükürt duma­
işçi toprakarılan, sahte anaannın yumurtala­ nıyla öldürülür ve duvarlardaki petekler kesi­
rına ve çıkan yavrulara tıpkı kendi kardeşleri­ lerek balını akıtması için ezilirdi. Ertesi yıl an
ne baktıkları gibi özenle bakarlar. Ama yeni yetiştiricisi öbür kolonilerden ayrılan ve
anaannın yumurtalarından çıkan larvaların “oğul” denen yeni sürülerle boş sepetleri
hiçbirisi işçi arı olmaz. Gelişmelerini tamam­ doldururdu.
layan erkek ve dişi guguk anları yuvadan uça­
rak ayrılır ve çiftleşirler. Yeni guguk anaarıla-
rı ertesi yıla kadar gizlenerek havaların ısın­
çıkış deliği
masını bekler ve baharda yeniden toprakarısı
yuvalannın üzerinde uçmaya başlar.

ARICILIK. Bal ve balmumu gibi değerli ürün­


ler veren arılar binlerce yıldır insan eliyle özel
kovanlarda yetiştirilir. Ama arıların bal ya da
balmumu üretmekten çok daha önemli bir
işlevi vardır ve yeryüzünde arıcılığa verilen
önem asıl bundan kaynaklanır. Gerçekten de
arılar olmasaydı birçok bitki döllenemeyeceği
için yeryüzünden silinirdi. Bitkilerin üreyebil­
mesi, çiçek tozlarını taşıyan böceklerin varlı­
ğına bağlıdır. Tozlaşma denen bu süreçte en
büyük görev de çiçekten çiçeğe dolaşan arıla­
ra düşer (bak. T o z l a ş m a ). B u nedenle, tarım
bitkilerinin tozlaşmasına yardımcı olarak in­
sanın, yabani bitkilerde tozlaşmayı sağlayarak
da hayvanların temel besin kaynaklarının
tükenmesini önleyen arıların bakımı ve yetiş­
tirilmesi büyük önem taşır.

Batanlarının Yetiştirilmesi
Balanlarmın Apis cinsini oluşturan dört türü
vardır. Ama balansı dendiğinde, dünyanın 1884'te VVilliam Broughton Carr'ın tasarladığı WBC
tip i arı kovanı. Kutuların içindeki çerçevelerde,
hemen her yerinde arıcıların yetiştirdiği evcil kenarları telle desteklenmiş balm um u kalıplar vardır.
balansı (Apis mellifera) anlaşılır. İnsanoğlu Arıların bu temel üzerinde yaptıkları gözler bal
bugüne kadar çok yararlı iki böceği evcilleş­ peteğini oluşturur. Anaarı engelinin küçük
deliklerinden geçemeyen anaarı, kuluçka odacığı
tirmeyi başarmıştır; bunlardan biri balansı, denen alt bölmedeki petek gözlerine yum urtalarını
öbürü de ipekböceğidir. Balansı, anayurdu bırakır. İşçi arılar ise üst bölm elere geçerek buradaki
Avrupa’dan dünyanın birçok bölgesine yayıl­ petekleri balla doldururlar; arı yetiştiricisi balı bu
bölmeden alır. Kışın içeriye soğuk girm em esi için
mış, Asya, Amerika ve Avustralya’ya götürü­ kovanın girişi küçültülebilir. A rılar çıkış deliğinden
lerek başka an ırklanyla melezleştirilmiştir. dışarı çıkabilir, ama içeri giremez.
332 ARICILIK

Bugünkü kovanlarda, alt ve üst yanı açık rişli bir yer ararlar. Oğul vermek koloniyi çok
olan dikdörtgen biçiminde tahta kutular kul­ sarsacağı gibi an yetiştiricisinin alacağı bal
lanılır. Üst üste yerleştirilen bu kutuların ya miktannı da azaltabilir. Ama yetiştiriciler
da bölmelerin sayısı koloninin büyüklüğüne arılarının oğul vermeye hazırlandığını önce­
göre artırılıp azaltılabilir. Örneğin kışın bir den anlayabilirler. Çünkü kovandaki arılar
kolonide bir anaan ile 8.000 kadar işçi an uzun süre anaarısız kalmamak için eski anaan
bulunur; ama yaz ortalarına doğru işçi arılann aynlmadan önce gerekli önlemleri almaya
sayısı 60.000’e ulaşabilir. A n yetiştiricisi ko­ başlarlar. Oğul vermeden önce yaptıkları ilk
vandaki bölmelerin içine yanyana ve dik iş, genç anaan adaylarının yetiştirileceği özel
duracak biçimde tahta çerçeveler yerleştirir. petek gözlerini hazırlamak olur. Anaarılar da
Bu çerçevelerin içinde, her iki yüzüne kabart­ işçi arılar gibi döllenmiş yumurtalardan geli­
ma olarak altıgen petek gözü kalıplan basıl­ şir. Ama larva evresindeyken işçi arıların
mış olan ince bir balmumu katmanı vardır. salgıladığı arısütüyle beslendikleri için öbür
İşçi anlar çerçevenin iki yanını petek gözleriy­ dişilerden farklı olurlar. Petekte bu özel
le doldurabilmek için, vücutlarındaki salgı- gözlerin belirdiğini gören yetiştirici, anlannm
bezlerinden daha çok balmumu salgılamaya oğul vermeye hazırlandığını anlar.
başlarlar. Oğul vermek arı topluluklarının doğal ço­
Arı yetiştiricisi bu çerçeveleri kovandan ğalma yoludur ve tümüyle engellenemez.
dışan çıkararak her peteği ayn ayn inceleyip Ama yetiştirici bu olayı bir süre geciktirebilir,
anlannm durumunu yakından izleyebilir. hatta en uygun bulduğu dönemde koloniyi
A nlar peteklerdeki gözlerin bir bölümünü bal bölerek oğul verme zamanını öne alabilir.
ve çiçektozu depolamak için kullanır, bir Böylece “yapay oğul” veren ve anaarısız
bölümünü de yavruların bakımına aymrlar. kalan koloni, işçi arıların çıkacağı larvaları
Kovandaki her bölmenin ortasına yerleştiril­ arısütüyle besleyerek yeni bir anaan üretebi­
miş olan peteklerin gözleri oldukça küçüktür. lir. A nlann doğal yollardan oğul vermesine
Oysa yanlardaki peteklerde, hatta öbür pe­ de, bal üretimini olumsuz etkilemeyecek ay­
teklerden çoğunun kenarlarında gözlerin da­ larda izin verilir. Yetiştirici, kovandan ayrılan
ha büyük olduğu kolayca görülebilir. Bu ve geçici bir konaklama yerinde kümelenen
büyük gözler yumurtalann ve yavrulann yu­ oğul sürüsünü silkeleyerek ya da bir fırçayla
vasıdır. A naan yumurtlama zamanı geldiğin­ süpürerek bir kutuya doldurur. Sonra da
de bütün petekleri dolaşır ve döllenmiş yu- içinde yeni çerçevelerin bulunduğu boş bir
murtalannı küçük gözlere, döllenmemiş olan- kovana yerleştirir.
lan büyük gözlere bırakır. Döllenmiş yumur­
talardan işçi anlar, döllenmemiş yumurtalar­ Bal ve Balmumu
dan ise erkek anlar çıkar (bak. Ari). A n yetiştiricisi kovandan bal almak için,
anaannın bütün peteklere yumurta bırakma­
Yeni Kovanların Kurulması sını engellemek zorundadır. Bunun için, ko­
Bir kovandaki an sayısı yalnız mevsime değil, vandaki bölmelerin arasına delikli bir levha
besinin az ya da çok olmasına da bağlıdır. yerleştirir. Daha küçük olan işçi arılar bu
Kovana ne kadar çok çiçektozu gelirse arı deliklerden geçebilir, ama anaan geçemediği
sayısı da o kadar artar. A naan yazın en sıcak için yumurtalarını yalnızca alt bölmedeki pe­
aylannda günde 1.500 yumurta yumurtlayabi­ teklere bırakmak zorunda kalır. Böylece işçi
lir. Yeterince kalabalıklaşan koloni, hava arılann bal depoladığı üst petekler alt bölme­
koşullan da elverişliyse, oğul vermeye hazır­ deki yumurtalara zarar vermeden dışarı çıka-
lanır. Kovandaki arılann hemen hemen yarısı nlabilir.
anaan ile birlikte kovandan ayrılır ve yakın­ Balın kaynağı çiçeklerdeki balözü ya da
daki bir ağacın dalında hepsi birbirine sımsıkı bitkilerin başka bölümlerinin, hatta bazı bö­
kenetlenerek bir oğul oluşturur. Ama bu ceklerin salgıladıkları tatlı sıvılardır. A nlar
geçici bir yerleşmedir. Bu arada gözcü arılar topladıklan balözünü kovandaki peteklere
sürekli çevrede dolaşarak yuva kurmaya elve­ taşır, içine bazı enzimler katarak bileşiminde­
ARICILIK 333

Australian News and Information Bureau

Arıcı maskesi ile duman körüğü arı yetiştiricisinin temel gereçleridir. Peteklerdeki arıları
uzaklaştırmak için bir fırça kullanılır.

ki su oranını yüzde 16-20’ye düşürür ve Arılardan Korunma Yöntemleri


böylece hazır olan balı gözlere doldurarak Arı yetiştiricileri kovanlarla uğraşırken, baş­
üstlerini balmumuyla örterler. Arı yetiştiricisi larını anlann iğnelerinden korumak için özel
çerçeveleri dışarıya çıkararak petek gözleri­ bir başlık giyerler. Arıcı maskesi denen bu
nin üstündeki balmumlannı bir bıçakla kazır başlık, peçeli ve geniş kenarlı bir şapkadır.
ve balı petekten ayıracak olan santrifüj maki­ Geniş kenarlı olması peçeyi yüzden olabildi­
nesine yerleştirir. Koyu kıvamlı bir sıvı halin­ ğince uzak tutmaya yarar. Bazı arıcılar aynca
de makineden akan bal süzülür ve hava eldiven giyerler; ama bu eldivenlerle çerçeve­
kabarcıklarının yüzeye çıkması için birkaç leri tutmak ya da gerekli aletleri kullanmak
gün bekletildikten sonra cam kavanozlara pek kolay değildir. A nlan yatıştırmak ya da
doldurularak saklanır. uzaklaştırmak için alınabilecek tek önlem de
Eskiden bütün yiyecekleri tatlandırmak üstlerine duman püskürtmektir. Arı yetiştiri­
için bal kullanılırdı. Bugün şekerpancarından cisi özel bir körükle kovanın tepesinden
ya da şekerkamışından şeker elde etmek daha içeriye duman gönderdiğinde, bunu bir yan­
ucuz olduğu için, dünyadaki bal üretiminin gın habercisi sanan anlar peteklerini yeniden
büyük bölümü kahvaltılık olarak tüketilir. kurabilmek için bol bol bal yutarlar. Bu bal
Boşalmış peteklerin eritilmesiyle elde edilen arılan sakinleştirir ve yetiştirici, belki bir iki
balmumunun ise, başta kozmetik sanayisi arının sokması dışında, tehlikesizce kovanda
(krem, ruj gibi maddeler), mum yapımı ve çalışabilir.
petek kalıplarının hazırlanması olmak üzere
çok geniş bir kullanım alanı vardır. Yabani Arıların Yetiştirilmesi
Arı yetiştiricisi, kovandaki balları aldıktan Bal elde etmek için dünyanın hemen her
sonra kışın açlıktan ölmemeleri için arılarını yerinde evcil balansı yetiştirilir. Bununla bir­
şekerli suyla besler. Anlara verilecek şurup likte bazı arı türlerinin, tanm bitkilerinin
miktan o bölgede kışın uzun ya da kısa tozlaşmasında evcil balansından daha etkili
sürmesine bağlı olarak değişir. Örneğin Avru­ olduğu saptanmıştır. Bu yüzden ABD’de ve
pa’nın kuzeybatısında kış boyunca 14 kg şeker Kanada’da yoncaların tozlaşmasını sağlamak
yeterli olurken, kuzeydeki daha soğuk ülke­ için yaprakkesen arılar beslenir. Öte yandan,
lerde bu miktar artar, Akdeniz ikliminde ise Meksika’nın Yucatan yöresinde yaşayan Ma­
çoğu kez arıları şurupla beslemeye bile gerek yalar da tarihöncesi çağlardan beri bal elde
kalmaz. etmek için bazı iğnesiz arıları yetiştirirler. Bu
334 ARIKUŞU

arılar içi oyuk ağaç kütüklerinden yapılmış


kovanlara alınır ve kütüklerin iki ucu tahta
levhalarla kapatılır. Ortadaki küçük bir delik­ jAr?
ten girip çıkabilen arılar, kütüğün iki ucunda
bal depolarlar. Böylece, kapak olarak kulla­
nılan tahta levhalar çıkarılarak bal kolayca
alınabilir. Mayalar’m bal alma mevsiminde
yaptıkları şenlikler dinsel bir tören niteliğin­
dedir.

ARIKUŞU. Avrasya, Afrika ve Avustralya’


nın ılıman bölgelerinde arıkuşlarınm 25 kadar
türü yaşar. Bunlar göz alıcı renklerle bezen­
miş çok gösterişli ve zarif kuşlardır. Bayağı
arıkuşunun (Merops apiaster) erkeği ile dişisi
birbirine çok benzer. İkisinin de sırtı kızıl
kahverengi, gerdanı sarı, karnı ise yeşilimsi
mavi renktedir. Uzun ve hafifçe aşağı kıvrık
olan gagalarının ucu sivridir. Kuyruklarının
tam ortasında, öbür kuyruk tüylerinden daha
uzun olan iki tüy bulunur.
Böceklerle beslenen ankuşlannm en sevdi­
ği yiyecek, adlarından da anlaşılacağı gibi S. C. Porter/Bruce Coteman
arılardır. Bu yüzden an kovanlarının çevresi­ Arıkuşu çoğu kez kuru bir dala tüner, uçan bir böcek
ne bazen 20-30 kadar arıkuşunun üşüştüğü gördüğünde atılıp onu yakalar ve tüneğine dönerek
olur. Kırlangıçlar gibi süzülerek uçan ankuş- yer.
lan küçük gruplar halinde avlanır ve uçarken
havada yakaladıkları öbür kanatlı böcekleri Bayağı arıkuşu yazın Avrupa’nın güneyin­
de yerler. Kuru dallara, telefon tellerine ve de, İspanya’dan Bulgaristan’a kadar olan
direklere tünemeyi çok seven bu kuşlar, yerlerde ve Türkiye’nin bütün bölgelerinde
konduklan yerden birden havalanıp bir böcek yuvalanıp kuluçkaya yatar. Sonbaharda kala­
yakalayarak yeniden tüneklerine dönerler. balık sürüler halinde Afrika ve Hindistan’a
Gagalannda tuttukları iri ve sokucu böcekleri göç ederler. Ayrıca Türkiye’nin Çukurova ve
öldürünceye kadar tüneğe çarpar, sonra bü­ Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yeşil arıku-
tün olarak yutarlar. Tek bir nota üzerinden şu (Merops supercilio.sus) denen bir tür daha
sürekli yinelenen ötüşleri flüt sesini andırır. yaşar.
Genellikle bir arada yaşamayı seven ve Arıkuşu türlerinin çoğu Afrika kıtasında
sürü halinde yuvalanan ankuşlan yumuşak dağılmıştır. Bunlardan kırmızı arıkuşu (Me­
kumlu toprağı gagalarıyla kazar ve çıkan rops nubicus) bazen toy ve leylek gibi iri
toprağı ayaklarıyla iterek geriye yığarlar. kuşların sırtında yolculuk yaparak, kuşlardan
Uzunluğu 2 metreyi bulabilen bu tünelin ürküp kaçışan çekirge gibi böcekleri yakalar.
ucunda yuva olarak kullanılan yuvarlak bir Aynı amaçla kamyonları izlediği de olur.
oda bulunur. Dişi ankuşu kumun üstüne beş
ya da altı tane beyaz yumurta bırakır. ARİF BEY (HACI) bak. H a c i A r İf B e y
Temel Britannica'nın
Aralık 1992 Baskısına
ek bilgiler.
AFGANİSTAN 1.1

ADANA AFGANİSTAN

YÜZÖLÇÜMÜ: 17.253 km2. RESMİ ADI: Afganistan Cumhuriyeti.


NÜFUSU (1990): 1.934.907. YÖNETİM BİÇİMİ: İki meclisli cumhuriyet.
İL MERKEZİ: Adana. YÜZÖLÇÜMÜ: 652.225 km2.
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Aladağ (23.207), Bahçe NÜFUS (1991): 16.922.
(27.983), Ceyhan (161.523), Düziçi (67.155), Feke BAŞKENT: Kâbil.
(21.751), İmamoğlu (33.565), Kadirli (114.091), Ka­ BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1988): Kâbil
raisalI (37.584), Karataş (26.450), Kozan (117.704), (1.424.400), Kandehar (225.500), Herat (177.300),
Osmaniye (174.875), Pozantı (23.040), Saimbeyli Mezar-ı Şerif (130.600).
(20.700), Seyhan (672.121; il merkezi olan Adana
kentinin büyük bölümü bu ilçededir), Tufanbeyli
(22.672), Yumurtalık (20.957), Yüreğir (369.529; il
merkezi olan Adana kentinin doğu bölümü bu Son yıllarda çok köklü değişikliklerin görül­
ilçededir). düğü ülkelerden biri de Afganistan oldu. Yıl­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Adana larca süren başarısız işgalin ardından Mayıs
(916.150), Osmaniye (122.307), Ceyhan (85.308),
Kadirli (55.061), Kozan (54.451). 1988’de Sovyetler Birliği (SSCB) Afganistan’
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Karanfil Dağı (3.059 m), Dibek daki kuvvetlerini çekmeye başladı. Son Sov­
Dağı (2.549 m), Misis-Cebelnur Dağı (769 m). yet askeri de Şubat 1989’da Afganistan’ı terk
SICAKLIK: Adana kentinde en düşük -8,4°C (20.1.1964), etti. Ama tahminlerin tersine, Kâbil’deki Mu-
en yüksek 45,6°C (24.8.1958), ortalama 18,8°C.
YAĞIŞ MİKTARI: Adana kentinde yıllık ortalama 641,6 hammed Necibullah yönetimi düşmedi. Bu­
mm. nun önemli bir nedeni çeşitli direnişçi güçler
(Mücahidler) arasındaki etnik kökenli çatış­
malardı. Necibullah Haziran 1990’da, yöne­
ADIYAMAN timdeki Afganistan Demokratik Halk Parti-
si’nin yerini almak üzere, Vatan Partisi adıyla
YÜZÖLÇÜMÜ: 7.614 km2. yeni bir parti kurdu. Ayrıca, ülkede çok parti­
NÜFUSU (1990): 513.131. li bir rejim kurmayı vaat ederek, Afganis­
İL MERKEZİ: Adıyaman. tan’ın Müslüman bir ülke olduğunu ilan etti.
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (175.647), Yönetimin iç savaşı sona erdirme ve soruna
Besni (88.531), Çelikhan (21.391), Gerger (32.587), barışçı çözüm bulma yolundaki önerilerini ka­
Gölbaşı (55.358), Kâhta (94.928), Samsat (11.451),
Sincik (19.524), Tut (13.714). bul etmeyen Mücahidler askeri alanda üstün­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Adıyaman lüğü ele geçirdiler. Eylül 1991’de ABD ile
(100.045), Kâhta (40.281), Gölbaşı (29.588), Besni SSCB’nin Afganistan’daki taraflara tüm aske­
(26.076).
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Akdağ (2.608 m), Nemrut Dağı
ri yardımı kesme karan alması Necibullah yö­
(2.206 m). netimini daha da zayıflattı. Necibullah’ın 16
Sıcaklık: Adıyaman kentinde en düşük -9,4°C Nisan 1992’de görevden alınmasının ardın­
(18.1.1964), en yüksek 42,6°C (19.7.1965), ortalama
16,8°C.
dan, oluşturulan yeni yönetimle vardıkları an­
Yağış Miktarı: Adıyaman kentinde yıllık ortalama 835,5 laşma uyarınca, Mücahidler 25 Nisan’da Kâ-
mm. bil’e girdiler. Ama bu kez de, Cemaat-i İslami
önderi Mesud Şah Ahmed’e bağlı kuvvetlerle

Adıyaman ili genel olarak dağlık ve


yaylalıktır.
1.2 AFRİKA

Kâbil’i kuşatma altına alan Gülbeddin Hik- SICAKLIK: Afyonkarahisar kentinde en düşük -27,2°C
metyar önderliğindeki Hizb-i İslami kuvvetle­ (30.12.1948), en yüksek 37,8°C (14.8.1960), ortalama
11,1°C.
ri arasında çatışma çıktı. Özellikle Pakistan’ın YAĞIŞ MİKTARI: Afyonkarahisar kentinde yıllık ortala­
arabuluculuk çabalarına karşın, iki Mücahid ma 444 mm.
grubu arasındaki çatışmalar sürmekteydi.

AFRİKA. Son yıllarda ekonomik sorunlar ile


Etiyopya, Somali ve Güney Afrika gibi ülke­
lerdeki çatışmalar Afrika’nın gündemindeki
en önemli sorunlar arasındaydı. Kuraklığın
görece azalması ve alman çeşitli ekonomik
önlemler nedeniyle kıtlık sorunu bir ölçüde
hafifletildi. Gene de, Etiyopya ve Somali’de
açlık sorunu önemini koruyordu. Giderek bü­
yüyen dış borç yükü de Afrika ülkelerinin
karşılaştığı sorunların başında geliyordu. An­
gola ve Mozambik’te iç savaşı durdurma yo­
lunda önemli ilerlemeler sağlandı. Buna kar­
şılık, Sudan, Etiyopya ve Somali’de iç çatış­
malar sürüyordu. Bu durum söz konusu ülke­
lere yapılan gıda yardımının açlık çekilen yö­
relere ulaştırılmasını engellemekteydi. Ceza­
yir’de İslamcı hareketin seçimlerin ilk turun­
da kazandığı başarı, ikinci tur seçimlerin be­
lirsiz bir tarihe ertelenmesine ve demokrasi­
nin askıya alınmasına yol açtı. Bu yalnız Ce­
AĞRI
zayir için değil, bütün Kuzey Afrika ülkeleri
için bir istikrarsızlık kaynağı oluşturdu. Son
YÜZÖLÇÜMÜ: 11.376 km2.
yılların en önemli gelişmesi ise Güney Afrika NÜFUSU (1990): 437.093.
Cumhuriyeti’nde, apartheid olarak bilinen ırk İL MERKEZİ: Ağrı (eskiden Karaköse).
ayrımı politikasını sona erdirme konusunda İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (103.797),
sağlanan gelişmeler oldu. Ama bu ülkede Diyadin (38.413), Doğubeyazıt (89.171), Eleşkirt
(41.748), Hamur (22.344), Patnos (85.698), Taşlıçay
Siyahlar arasındaki çatışmalar şiddetlenerek (21.976), Tutak (33.946).
sürüyordu. BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Ağrı
(58.038), Doğubeyazıt (35.213), Patnos (33.759),
Eleşkirt (9.871).
AFYONKARAHİSAR BAŞLICA YÜKSELTİLER: Küçük Ağrı Dağı (3.896 m),
Tendürek Dağı (3.660 m), Muratbaşı Tepesi (3.510
m), Büyükköse Dağı (3.432 m).
YÜZÖLÇÜMÜ: 14.230 km2. SICAKLIK: Ağrı kentinde en düşük -45,6°C (20 Ocak
NÜFUSU (1990): 739.223. 1972), en yüksek 39,9°C (10.8.1961).
İL MERKEZİ: Afyonkarahisar. YAĞIŞ MİKTARI: Ağrı kentinde yıllık ortalama 506 mm.
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (144.276),
Başmakçı (13.021), Bayat (9.080), Bolvadin (66.438),
Çay (43.582), Çobanlar (24.972), Dazkırı (16.528), Di­
nar (90.952), Emirdağ (55.543), Evciler (10.375), Ho­ AIDS. Son yıllarda bu hastalığa ilişkin önemli
calar (17.216), İhsaniye (30.034), İscehisar (22.143), yeni bulgular ortaya çıktı. Günümüzde bu
Kızılören (14.696), Sandıklı (57.250), Sincanlı
(52.206), Sultandağı (22.921), Şuhut (48.260).
hastalığa neden olan virüsün iki türü bilin­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Afyonkara­ mektedir. Eskiden HTLV3 adı verilen birinci
hisar (95.643), Bolvadin (44.969), Dinar (34.990), tür virüs artık HIV-1 olarak adlandırılmakta­
Sandıklı (22.359), Emirdağ (21.144). dır. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Emiroğlu Tepesi (2.307 m), Ki-
limatan Tepesi (2.247 m), Yellibel Tepesi (2.070 m), göre, ilk kez ABD ’de saptanmış olan bu virüs
Söğüt Dağı (2.033 m). dünya çapında 300 bin hastada bulunmakta,
AKDENİZ OYUNLARI 1.3

Ağrı il topraklarının hemen hemen


yarısı dağlık alanlardan oluşur.

ayrıca 5-10 milyon kişi de bu virüsü taşımak­ da İtalya 500 ve Fransa 322 madalyayla ilk iki
tadır. HIV-2 adı verilen ikinci tür virüs ise sırayı almakta, Türkiye ise 129 madalyayla 5.
daha çok Batı Afrika’da, daha seyrek olarak sırada yer almaktadır.
da dünyanın öteki bölgelerinde görülmekte­
dir. HIV-1 virüsünün başlıca kurbanları erkek
eşcinseller, damar yolu ile uyuşturucu kulla­ Akdeniz Oyunları
nanlar, sık sık kan nakli yapılan hastalar, eşle­ Yıl Kent Ülke Katılan Ülke
rine virüs bulaşmış olan kadınlar ve bunların Sayısı
doğurdukları çocuklardır. HIV-2 virüsünün 1951 İskenderiye Mısır 11
ise daha çok kadın ile erkek arasındaki cinsel 1955 Barselona İspanya 10
birleşme yoluyla bulaştığı sanılmaktadır. 1959 Beyrut Lübnan 13
1963 Napoli İtalya 13
Ama bu ikinci tür virüs üzerindeki araştırma­ 1967 Tunus Tunus 12
lar HIV-1 virüsüne ilişkin araştırmalara oran­ 1971 İzmir Türkiye 14
1975 Cezayir Cezayir 15
la çok yetersizdir. AIDS virüsünün üremesini 1979 Split Yugoslavya 15
durduracak ilaçların bulunmasında ise önemli 1983 Kazablanka Fas 16
bir başarı sağlanamamıştır. Bu alanda sık kul­ 1987 Lazkiye Suriye 18
1991 Atina Yunanistan 15
lanılan bir ilaç olan AZT bazı hastalarda virü­
sün çoğalmasını yavaşlatmakta, ama onu öl-
Akdeniz Oyunlarında Madalya Dağılımı
dürememektedir.
Ülke Altın Gümüş Bronz Toplam
AKDENİZ OYUNLARI. 11. Akdeniz Oyun­ İtalya 500 403 338 1.241
ları 28 Haziran-12 Temmuz 1991 tarihleri ara­ Fransa 322 316 228 966
sında Yunanistan’ın başkenti Atina’da yapıl­ İspanya 143 209 272 624
Yugoslavya 198 172 163 533
dı. On beş ülkenin katıldığı oyunlarda, 22 dal­ Türkiye 192 79 110 318
da yapılan yarışmalar sonunda İtalya 168, Mısır 92 143 152 387
Yunanistan 73 117 161 351
Fransa 139 madalya alarak başarı sıralamasın­ Fas 28 31 50 109
da ilk iki sırayı paylaştılar. Türkiye ise 23’ü Tunus 27 34 46 107
Cezayir 27 27 46 100
altın, l l ’i gümüş, 12’si de bronz olmak üzere Suriye 17 19 52 88
toplam 46 madalyayla 3. sırayı aldı. Lübnan 10 23 40 73
Bugüne kadar düzenlenen oyunlarda, aldığı Kıbrıs 3 2 1 6
Arnavutluk 4 6 10 20
toplam 1.241 madalyayla İtalya ilk sırayı alır­ Libya 0 1 6 7
ken, 966 madalyayla Fransa onu izlemekte, San Marino 0 1 0 1
Monako 0 0 1 1
Türkiye ise toplam 318 madalyayla 7. sırada Malta 0 0 0 0
bulunmaktadır. Altın madalya sıralamasında
1.4 AKSARAY

Uluslararası Akdeniz Oyunları Komitesi naklanır. Niğde ilindeki Melendiz Dağı’ndan


1987’de, Akdeniz Oyunlan’mn 1991’den son­ doğan Melendiz Suyu da Tuz Gölü’nü besle­
ra, ilki 1993’te olmak üzere gene dört yılda yen akarsulardan biridir. Bu akarsuyun adı
bir, Olimpiyat Oyunları’nı izleyen yıllarda ya­ bazı kaynaklarda Uluırmak ya da Beyazsu
pılmasını kararlaştırmıştı. Buna göre, 12. Ak­ olarak geçer. Melendiz Suyu’nun Güzelyurt
deniz Oyunları 1993’te Fransa’nın Languedoc ilçesindeki volkanik araziden geçerken açtığı
kentinde, 13. Akdeniz Oyunları ise 1997’de duvar gibi dik yamaçlı Ihlara Vadisi tarihsel
İtalya’nın Bari kentinde yapılacaktır. yapı kalıntılarıyla bezeli, son derece ilginç bir
doğal oluşumdur.
AKSARAY. Oldukça eski bir yerleşim alanı Aksaray ilinde haritada görülemeyecek ka­
olan Aksaray Türkiye’nin en yeni illerinden dar küçük birçok obruk gölü vardır. Tuz G ö­
biridir. İç Anadolu Bölgesi’nde, Orta Anado­ lü’nün güney bölümüyle Hirfanlı Baraj Gölü’
lu Platosu ya da Anadolu Yaylası olarak bili­ nün bir bölümü de il sınırları içindedir. Sula­
nen topraklar üzerinde yer alan il, adını mer­ ma amacıyla inşa edilen Mamasın (Mamasun)
kezi olan kentten alır. İl merkezinin bu adla ve Kültepe barajlarıyla sulama ve taşkın önle­
anılmasının nedeni Anadolu Selçuklularının me amacıyla inşa edilen Bozkır Barajı’nm ar­
12. yüzyılın ikinci yarısında burada beyaz kasında yapay göller oluşmuştur.
mermerden bir saray yaptırmalarıdır. İlin en İç Anadolu Bölgesi’nde görülen karasal ik­
önemli turistik yöresi Ihlara Vadisi’dir. Vadi­ limin etkisi altında olan Aksaray, Türkiye’
nin ilginç yüzey şekillerinin yanı sıra tüflü ya­ nin en az yağış alan illerinden biridir. Kışlar
maçlara oyularak yapılmış, fresklerle bezeli soğuk ve kar yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak
dinsel yapıları görmek için buraya her yıl bin­ geçer. Ormanlık alanların çok az olduğu ilde
lerce yerli ve yabancı turist gelir. doğal bitki örtüsü bozkırlardan oluşur.

Doğal Yapı Tarih


Aksaray ilinin topraklarının büyük bölümü Yapılan kazı ve araştırmalar sonucunda Ak­
orta yükseklikteki dalgalı düzlüklerden olu­ saray yöresinin oldukça eski bir yerleşim alanı
şur. İlin kuzeyinde Kızılırmak havzasını Tuz olduğu anlaşılmıştır. İl sınırları içindeki bili­
Gölü kapalı havzasından ayıran Kızılırmak nen en eski yerleşme yerleri Aşıkhöyük ve
masifi yer alır. Bu eski kütle kuzeybatı-güney- Acemhöyük’tür. Mamasın Baraj Gölü’nün
doğu doğrultusunda uzanır. İlin kuzeydoğu
kesimini doruğu 2.137 metreye ulaşan Eke­
cek (Ekecik) Dağı engebelendirir. Güney­
doğu kesimindeki volkanik alanın başlıca
yükseltileri Büyük Haşan Dağı ve Küçük Ha­
şan Dağı’dır. Büyük Haşan Dağı 3.268 metre­
ye erişen doruğuyla ilin en yüksek noktasıdır.
İlin güney kesimindeki fazla yüksek olmayan
dalgalı düzlükler Obruk platosu adıyla anılır.
Platonun adı tümü birer doğal kuyu olan yü­
zeyindeki çok sayıda obruktan gelir. Bu pla­
toyla Tuz Gölü’nün güney kıyıları arasında
Aksaray Ovası uzanır.
Aksaray akarsular ve göller açısından ol­
dukça yoksul sayılabilecek illerden biridir. İl
topraklarından kaynaklanan suların bir bölü­
mü Kızılırmak aracılığıyla Karadeniz’e, bir
bölümü de Tuz Gölü’ne ulaşır. Tuz Gölü’ne
doğru akan akarsulardan Peçeneközü (Beçe-
neközü) Deresi ilin kuzey kesiminden kay­
AKSARAY 1.5

pılardan biridir. Acemhöyük’te çok sayıda ça­


YÜZÖLÇÜMÜ: 7.626 km2. nak çömlek, alet ve eşyalar da bulunmuştur.
NÜFUSU (1990): 326.399. İÖ 17. yüzyılda Hitit toprağı olan yöre Hitit
İL TRAFİK NO: 68. İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra uzun
İL MERKEZİ: Aksaray. süre Tabal Krallığı’na bağlı olarak kaldı. D a­
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (189.256), ha sonra Asur, Med ve Pers yönetimi altına
Ağaçören (17.962), Eskil (22.110), Gülağaç (19.641),
Güzelyurt (17.182), Ortaköy (48.675), Sarıyahşi girdi. Yöre İÖ 4. yüzyılın sonlarında Kapa-
(11.573). dokya Krallığı’na bağlandıktan sonra gelişme­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Aksaray ye başladı. İS 1. yüzyılda Roma’ya bağlandı.
(90.698), Ortaköy (19.612), Eskil (16.462).
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Büyük Haşan Dağı (3.268 m),
Bizans döneminin başlarında Sasaniler’in sal­
Ekecek Dağı (2.137m). dırısına uğradı. Bizanslılar’la Araplar arasın­
SICAKLIK: Aksaray kentinde en düşük -26,4°C da birkaç kez el değiştiren bölge topraklarına
(18.1.1972), en yüksek 37,8°C (31.7.1971), ortalama 11. yüzyılın ikinci yarısında Türkmenler gel­
11,5°C.
YAĞIŞ MİKTARI: Aksaray kentinde yıllık ortalama 353,9 meye başladı. Aksaray yöresi 1076’da Anado­
mm. lu Selçukluları’nın yönetimine girdi. 13. yüz­
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Ağzıkara Han, Aksaray Ulucamisi, yıl ortalarında Moğollar tarafından yağmalandı
Alay Han, Eğri Minare, Sultan Han, Ziga Kaplıcası,
Zinciriye Medresesi. ve 1300’deki şiddetli kuraklık ve çekirge saldı­
rısının yol açtığı kıtlıktan büyük zarar gördü.
1365’te Karamanlıların eline geçen yöre
1398’de Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı
güneydoğusunda bulunan Aşıkhöyük’e günü­ topraklarına katıldı. 1402’de Ankara Savaşı’
müzden yaklaşık 10 bin yıl önce yerleşildiği nı kazanan Timur bölgeyi yine Karamanlı­
sanılmaktadır. Yeşilova bucak merkezi yakı­ la ra verdi. Aksaray yöresi 1466’da kesin ola­
nındaki Acemhöyük’ün ise İÖ 2000'lerin ba-, rak Osmanlı topraklarına katıldı ve Karaman
şında bir Asur ticaret kolonisi olduğu bilin­ Eyaleti’ne bağlı bir sancak yapıldı. O dönem­
mektedir. Buradaki en ilginç buluntu iki katlı de bölge halkının bir bölümü Rumlar’dan ve
olduğu sanılan bir saray kalıntısıdır. Bu, Ana­ Ermeniler’den oluşuyordu. 16. ve 17. yüzyıl­
dolu’da o dönemde inşa edilmiş en büyük ya­ lardaki Celali ayaklanmaları bölgeyi olumsuz

Firdevs Sayılan

Ihlara Vadisi'nin
tabanında sebze
bahçeleri,
yamaçlarında ise,
oyularakyapılm ış
birçok eski manastır
ve kilise vardır.
1.6 AKSARAY

A ksaray-N evşehiryolu üzerindeki


Ağzıkara Han 13. yüzyılda yapılmıştır.

Elif Erim

yönde etkiledi. Aksaray sancağı 1867’de Ka­ dan olan yoğun trafikli E-5 Karayolu ile
raman Eyaleti’nin yerine kurulan Konya vila­ Konya’yı Kayseri’ye bağlayan karayolu il top­
yetinin Niğde sancağına bağlı bir kaza yapıldı. raklarından geçer.
1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi yöneti­
minde bağımsız bir sancak oldu. Cumhuriyet’ İl Merkezi: Aksaray
in ilanından sonra il (vilayet) yapıldıysa da İlkçağda bugünkü il merkezinin bulunduğu
1933’te ilçe olarak gene Niğde iline bağlandı. yerde Garsaura adlı küçük bir Kapadokya ka­
Aksaray 1989’daki bir yasal düzenlemeyle ye­ sabası vardı. Garsaura önemli kervan yolları­
niden il oldu. nın kesiştiği bir noktada yer alıyordu. Son Ka­
padokya Kralı Arkhelaos İS 1. yüzyılda kasa­
Ekonomi banın yerinde yeni bir kent inşa ettirdi. Bu
İldeki başlıca ekonomik etkinlik tarımdır. tarihten sonra Arkhelais adıyla anılmaya baş­
Aksaray’da önemli miktarda tarımsal üretim layan yerleşme İS 1. yüzyılda bir Roma kolo­
gerçekleştirilir. Başlıca bitkisel ürünler şeker­ nisi, Bizans döneminde de piskoposluk mer­
pancarı, tahıl, baklagiller, patates, soğan, el­ kezi oldu. İzleyen yüzyıllarda çeşitli savaşlar
ma ve üzümdür. Yöredeki geleneksel uğraş­ nedeniyle yıkıntıya dönüştü. Anadolu Selçuk­
lardan biri olan küçükbaş ve büyükbaş hay­ lularının eline geçtikten sonra onarıldı ve ge­
vancılık da önemli gelir kaynaklanndandır. lişerek önemli bir konaklama merkezi duru­
En çok koyun, kıl keçisi, Ankara keçisi ve muna geldi. Kenti surlarla çevirten Anadolu
sığır yetiştirilir. Koçaş Tarım İşletmesi ilde ta­ Selçuklu hükümdarı II. Kılıç Arslan buraya
rımın gelişmesine katkıda bulunan başlıca ku­ medrese, cami, han, hamam, çarşı gibi yapılar
ruluştur. ve beyaz mermerden bir saray yaptırdı
Sanayi büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Sa­ (1170). Kent bu tarihten sonra Aksaray adıyla
nayi kuruluşlarının başında un, yem, süt anılmaya başladı. Aksaray’ı Osmanlı toprak­
ürünleri, rafine tuz, metalürji, makine, mo­ larına katan İshak Paşa, 15. yüzyılın ikinci ya­
tor, tuğla ve kiremit fabrikaları gelir. İlde ge­ rısında kent halkının bir bölümünü İstan­
leneksel kilim ve hah dokumacılığı sürmekte­ bul’a gönderdi. Bu kişilerin İstanbul’da yer­
dir. Taşpınar kasabası halılarıyla ünlüdür. leştiği semt Aksaray adını aldı.
Aksaray ilindeki en önemli uğraşlardan biri Aksaray’ın nüfusu Cumhuriyet ilan edildi­
de ticarettir. Eskiden beri önemli bir kavşak ğinde 10 binin altındaydı. 1985’e gelindiğin­
noktası olan Aksaray kentinde çevredeki ge­ de ise Niğde ilindeki en büyük merkez Niğde
niş tarım alanlarından gelen ürünler pazarla­ kenti değil, Aksaray kentiydi. Kentte bugün
nır. Türkiye’nin en önemli ulaşım kanalların­ bir devlet hastanesi ve Selçuk Üniversitesi’ne
ALMANYA 1.7

bağlı bir meslek yüksekokulu vardır. Aksa­


ray’ın eski tarihsel yapılarının çok azı günü­
müze ulaşmıştır.
Kent nüfusu 90.698’dir (1990).

ALMAN DEMOKRATİK CUMHURİYETİ.


Almanya Federal Cumhuriyeti (AFC) ile Al­
man Demokratik Cumhuriyeti’nin (ADC)
1990’da birleşmesiyle, A DC’nin varlığı sona
erdi. Birleşme süreci ve izleyen gelişmeler
için bak. ALMANYA.

ALMANYA

RESMİ ADI: Almanya Federal Cumhuriyeti.


YÖNETİM BİÇİMİ: İki meclisli, çök partili federal cumhu­
riyet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 356.957 km2.
NÜFUS (1991): 79.096.000.
BAŞKENT: Berlin.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Ber­
lin (3.376.800), Hamburg (1.606.600), Münih Jacques Witt-SIPA
(1.218.300), Köln (940.200), Frankfurt (628.800), Es­ Doğu ve Batı Berlin halkı 9 Kasım 1989'da açılan
sen (620.900), Dortmund (589.200), Düsseldorf
Berlin Duvarı'nda.
(570.200), Stuttgart (565.700), Leipzig (538.900).

Maiziere başkanlığında, Almanya Federal


Orta Avrupa 1989 sonbaharıyla 1990 ilkbaha­ Cumhuriyeti (AFC) ile birleşme yanlısı bir
rı arasında demokratik devrimlerle sarsıldı. hükümet işbaşına geldi. Mayısta imzalanan ve
Bunun en büyük yansıması, soluk kesici bir iki Almanya arasında para birliğini sağlayan
hızla yeniden birleşen Almanya’da görüldü. antlaşma 1 Temmuz’da yürürlüğe girdi. Buna
Alman Demokratik Cumhuriyeti (ADC) göre Doğu Alman M arkinin yerini Batı Al­
yönetimi 1989’da 40 yıllık yönetiminin en çal­ man Markı aldı. İki ülke arasındaki birleşme­
kantılı dönemine girdi. 1971’den beri ülkeyi nin siyasal ve toplumsal koşullarını belirleyen
yöneten Erich Honecker 18 Ekim’de görevin­ antlaşma ise 31 Ağustos’ta imzalandı. Antlaş­
den uzaklaştırıldı ve yerine Egor Krenz geçti. mayla Berlin yeniden başkent olarak belirlen­
Yeni yönetim gençlerin B atiya kitlesel olarak di. 12 Eylüide ABD, SSCB, İngiltere ve
göçünü ve değişim isteğiyle düzenlenen dev Fransa iki Alman devletinin temsilcileriyle bir
boyutlu kitle gösterilerini durdurmak için kol­ antlaşma imzalayarak bütün işgal haklarını ve
ları sıvadıysa da, çabaları sonuçsuz kaldı. sorumluluklarını bıraktılar. Böylece birleşik
Komünist yönetim 9 Kasım’da Batı Al­ Almanya’nın tam egemenliğini tanımış ol­
manya ile sınırları açma kararı aldı. Kararın dular.
üzerinden 24 saat geçmeden yüz binlerce Do­ İki Almanya 3 Ekim 1990’da resmen birleş­
ğu Alman ziyaret amacıyla Batı Berlin’e geç­ ti. A D C’nin varlığı sona erdi ve toprakları
ti. Soğuk Savaş’ın en büyük simgesi olan Ber­ AFC’ye katıldı. Ortaya çıkan birleşik Al­
lin Duvarı hafta boyunca dev bir şöleni andı­ manya Avrupa’nın rakipsiz en güçlü devleti­
ran görkemli gösterilere sahne oldu. Berlin dir. Ekonomik açıdan da dünyanın en güçlü
D uvarinın açılmasını izleyen ilk hafta sonun­ ülkelerinden biridir
da B atiya 3 milyon kişi geçti. Alman seçmenler kasımda birleşik Al­
ADC yönetimi sonunda serbest seçimlere manya’nın ilk genel seçimlerinde oy kullan­
gitme kararı almak zorunda kaldı. Mart mak üzere sandık başına gittiler. Seçimler bir­
1990’da yapılan seçimlerden sonra, Lothar de leşme öncesinde AFC’de yönetimde olan ko-
1.8 ALMANYA

KUZEY
Flensburg
DENİZİ

Rostock
Lubeck

Hamburg

Iremen

BERLİN
POLONYA
Hannover
Osnabrück
Braunschweig Magdeburg

Mûnster

\ Gelsenkirchen
Irhausen^ • # Dortmund
is b u r g .^ ^ e 'B o c h u m
Leipztg
VVuppertal Dresden
Düsseldorf

Aachen Chemnitz

BELÇİKA

Wiesbaden
Frankfurt
ÇEKOSLOVAKYA

MannheimU Nûmberg
LÛKSEMBURG \

Stuttgart

FRANSA Ujgsburg

Freiburg Alman
Demokratik
AVUSTURYA Cumhuriyeti ile
Almanya Federal
Cumhuriyeti
1990'da yeniden
BE •' birleşti.

alisyon ortakları Demokratik Birlik (CDU), da en kötü günlerini yaşamaya başladılar. Ba-
Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) ve Hür De­ tı’yla rekabet edemeyecek işyerlerinin kapan­
mokratik Parti’nin (FDP) zaferiyle sonuçlan­ ması nedeniyle yüz binlerce kişi işini yitirdi.
dı. Helmut Kohl’ün başkanlığındaki yeni hü­ Doğu Alman firmalarının yaklaşık yüzde 40’
kümet Ocak 1991’de kuruldu. inin iflas etmesi, bunun da yaklaşık 2,5-3
İki Alman cumhuriyetinin birleşmesi bütün milyon Doğu Alman’ın işsiz kalmasına yol aç­
Almanlar’ı derinden etkiledi. Doğu kesiminin ması bekleniyordu. Doğu’daki sanayi, ulaşım
yeniden kalkınması için gerekli kaynakları ve konut sektörlerinin modernleştirilmesi ve
sağlamak üzere, Batı’da yaşayanlardan ek bir çevre sorunlarının üstesinden gelinebilmesi
vergi alınması yoluna gidildi. Ayrıca, Batı’da için 10 yıllık bir dönemde 1 trilyon Alman
enflasyonda hızlanma görüldü. Ama birleş­ Markı gerekeceği tahmin edilmekteydi. Buna
menin etkisi tam bir dönüşüme uğrayan Do- karşılık, 1991’de görülen olumlu gelişmeler
ğu’da Batı’dakinden çok daha güçlü oldu. ekonomik alandaki karamsarlığın azalmasına
Doğu Almanlar daha 1990’da çalışma alanın- yol açtı.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 1.9

Almanya’nın yeniden birleşmesi ve elde et­ AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ


tiği büyük güç, başta Avrupa olmak üzere bir­
çok ülkede haklı bir korku uyandırdı. Korku­ RESMİ ADI: Amerika Birleşik Devletleri.
ların başlıca nedeni ırkçı hareketlerdeki yük­ YÖNETİM BİÇİMİ: İki meclisli çok partili federal cumhu­
selişti. Birleşmeden sonra Almanya’nın askeri riyet.
gücünü canlandırmayı ve yabancıları ülkeden YÜZÖLÇÜMÜ: 9.529.063 km2.
NÜFUS (1991): 252.177.000.
çıkarmayı amaçlayan Yeni-Naziler parlamen­
BAŞKENT: VVashington, D.C.
toya seçildiler. Yabancılara yönelik saldırılar­ BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): New York
da da büyük bir artış görüldü. Özellikle Doğu (7.322.564), Los Angeles (3.485.398), Chicago
Almanlar için bir başka kaygı konusu da suç (2.783.726), Houston (1.630.553), Philadelphia
(1.585.577), San Diego (1.110.549), Detroit
işleme ve uyuşturucu kullanım oranlarındaki (1.027.974), Dallas (1.006.877), Phoenix (983.403),
artıştı. San Antonio (935.933).

ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ. Al- ABD Başkanı Ronald Reagan’ın yardımcısı


man Demokratik Cumhuriyeti (ADC) ile Al­ George Bush, Kasım 1988’de yapılan seçimler­
manya Federal Cumhuriyeti (AFC) 1990’da de Demokratlar’ın adayı Michael Dukakis’e
yeniden birleşti. Almanya Federal Cumhuri­ karşı kolay bir zafer kazandı. Bush dönemin­
yeti bu birleşmeyle ortaya çıkan yeni devletin de ABD ile SSCB arasındaki ilişkiler daha da
resmi adı olarak kabul edildi. Birleşme süreci yumuşadı. Haziran 1990’da Stratejik Silahla­
ve izleyen gelişmeler için bak. A l m a n y a . rın Azaltılması Görüşmeleri (START) kapsa­
mındaki konularda ön anlaşmaya varıldı.
AMASYA Bush ve SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorba­
çov 31 Temmuz 1991’de START I Antlaşma-
YÜZÖLÇÜMÜ: 5.520 km2. sı’nı imzaladılar. Antlaşma ABD ve
NÜFUSU (1990): 357.191.
SSCB’nin nükleer güçlerinde yaklaşık yüzde
İL MERKEZİ: Amasya.
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (121.082),
25 ile yüzde 30 oranında bir indirimi öngörü­
Göynücek (20.992), Gümüşhacıköy (35.225), Ha- yordu. Doğu Avrupa’da sosyalist rejimlerin
mamözü (8.303), Merzifon (67.448), Suluova yıkılması ve 1991 sonunda SSCB’nin dağılma­
(49.374), Taşova (54.767).
sı A BD ’ye uluslararası planda belirgin bir üs­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Amasya
(57.288), Merzifon (40.431), Suluova (36.223). tünlük sağladı.
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Taşlıdağ (2.058 m), Akdağ Aralık 1989’da ABD birlikleri Panama’yı
(2.044 m), Tavşan Dağı (1.909 m). işgal ederek Manuel Noriega’yı devirdiler.
SICAKLIK: Amasya kentinde en düşük -20°C Irak’m Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgali üzeri­
(20.1.1972), en yüksek 43,2°C (18.7.1962), ortalama
13,7°C. ne başlayan Körfez Bunalımı’nda ABD işgale
YAĞIŞ MİKTARI: Amasya kentinde yıllık ortalama 430,8 karşı kesin tavır aldı ve müttefikleriyle birlik­
mm. te bölgede büyük bir askeri yığınak yaptı. So­
runun diplomatik yollardan çözülememesi
üzerine Ocak 1991’de başlayan Körfez Savaşı,
Irak’m ateşkes istemesi üzerine şubatta sona
erdi.
Körfez Savaşinın ardından, ABD Başkanı
Bush ve SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorba-
çov’un ortak girişimleri sonucunda Ortadoğu
Barış Görüşmeleri başlatıldı. Arap-İsrail
uyuşmazlığına son vermeyi amaçlayan görüş­
melerin ilk toplantıları Ekim 1991’de Mad­
rid’de yapıldı. Görüşmeler daha sonra Mos­
kova ve Washington’da sürdürüldü.
Son yıllarda ABD büyük ölçekli doğal afet­
lere sahne oldu. Eylül 1989’da Hugo kasırgası
1.10 ANDORRA

36 bin evin yıkılmasına ve yalnızca Güney Ca- Ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1975’ten be­
rolina’da 13 kişinin ölümüne neden oldu. Bir ri sürüp giden, yönetimdeki Angola Halk
ay sonra California’nın kuzeyindeki deprem­ Kurtuluş Hareketi (MPLA) kuvvetleri ile An­
de 67 kişi yaşamını yitirdi. Toplam zararın 10 gola’nın Tam Bağımsızlığı için Ulusal Birlik
milyar ABD Doları dolayında olduğu tahmin (UNITA) gerillaları arasındaki iç savaş
ediliyordu. Ağustos 1992’de ABD’nin güney 1980’lerin sonlarında da sürdü. Hükümet baş­
kıyılarını etkileyen Andrevv kasırgası 20 kişi­ kent Luanda yöresiyle kıyı şeridini, UNITA
nin ölümüne ve binlerce evin yıkılmasına yol ise ülkenin doğu ve güneyini kontrol ediyor­
açtı. Toplam zararın 20 milyar ABD Doları du. SSCB ile Küba’nın hükümet kuvvetleri­
dolayında olduğu tahmin edilmekteydi. Son ne, ABD ile Güney Afrika Cumhuriyeti’nin
yıllarda ABD ’de görülen öteki olumsuz geliş­ ise UNITA’ya askeri destek sağlaması savaşın
meler özellikle 1991’de yoğunlaşan ekonomik sürmesinin en önemli nedeniydi. Ama ABD
durgunluk, uyuşturucu kullanımındaki artış ile SSCB arasındaki ilişkilerin iyileşmesi bu
ve AIDS’in yaygınlaşması oldu. durumda köklü değişikliklere yol açtı.
1989’da, Namibia’nm statüsüne ilişkin ulus­
ANDORRA lararası anlaşma uyarınca Küba Angola’daki
askerlerini çekmeye başladı. Öte yandan G ü­
RESMİ ADI: Andorra Prensliği. ney Afrika artık UNITA’yı desteklemeyece­
YÖNETİM BİÇİMİ: Partilerüstü yasama meclisi yöneti­
minde prenslik.
ğini açıkladı. Ama iki taraf arasındaki ateş­
YÜZÖLÇÜMÜ: 468 km2. kes görüşmelerinde anlaşmaya varılamadı.
NÜFUS (1991): 55.400. 1990’da sağlanan ateşkes ise çok kısa sürdü.
BAŞKENT: Andorra la Vella. Sonunda, ABD ve SSCB’nin zorlamasıyla ta­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Andorra la raflar uzlaşmaya vardılar ve Mayıs 1991 so­
Vella (20.437), Les Escaldes (12.996), Encamp
(7.489). nunda Portekiz’in başkenti Lizbon’da ateşkes
anlaşması imzaladılar. Anlaşma ateşkesin
ABD, SSCB ve Birleşmiş Milletler tarafından
Ülkenin yasama organı olan Vadiler Genel denetlenmesini, iki tarafın kara kuvvetlerinin
Konseyi Eylül 1989’de Avrupa Topluluğu’yla birleştirilmesini ve 1992 sonunda çok partili
(AT) imzalanan gümrük birliği antlaşmasını seçimlerin yapılmasını öngörüyordu.
Mart 1990’da onayladı. Antlaşma AT ülkeleri
ile Andorra arasında mal ve hizmetlerin ser­ ANKARA
best dolaşımını öngörüyordu. Bu antlaşmaya
YÜZÖLÇÜMÜ: 25.706 km2.
dayanarak Haziran 1990’da gene AT ile imza­ NÜFUSU (1990): 3.236.626.
lanan ve 1 Temmuz 1991’de yürürlüğe giren İL MERKEZİ: Ankara.
ticaret antlaşması Andorra’nın ekonomik ba­ İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Ankara Büyükşehir Be-
kımdan dışa kapalılığını sona erdirdi. Ülkenin lediyesi'ne bağlı ilçeler: Altındağ (422.668), Çankaya
(714.330), Etimesgut (70.800), Keçiören (536.168),
ilk anayasasının hazırlık çalışmaları da Hazi­ Mamak (410.359), Sincan (101.118), Yenimahalle
ran 1990’da başladı. Ayrıca, Katalan dilinde (351.436). Öbür İlçeler: Akyurt (12.535), Ayaş
yayın yapan bir devlet radyosuyla bir ulusal (20.806), Balâ (37.612), Beypazarı (45.977), Çamlıde-
re (19.365), Çubuk (51.964), Elmadağ (38.032), Evren
televizyon kanalı da 1991’de hizmete girdi. (6.928), Gölbaşı (43.522), Güdül (18.698), Haymana
(55.527), Kalecik (25.043), Kazan (21.837), Kızılcaha­
ANGOLA mam (34.456), Nallıhan (36.779), Polatlı (99.965), Şe­
reflikoçhisar (60.701).
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Ankara
RESMİ ADI: Angola Halk Cumhuriyeti. (2.559.471), Polatlı (60.158), Şereflikoçhisar (37.534).
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili cumhuriyet. BAŞLICA YÜKSELTİLER: Harami Tepesi (2.034 m), İdris
YÜZÖLÇÜMÜ: 1.246.700 km2. Dağı (1.992 m), Aydos Dağı (1.879 m), Elma Dede
NÜFUS (1991): 10.284.000. Tepesi (1.761 m).
BAŞKENT: Luanda. SICAKLIK: Ankara kentinde en düşük -24,9°C
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI: Luanda (1988: (5.1.1942), en yüksek 40°C (1.8.1954), ortalama
1.134.000), Huambo (1983: 203.000), Benguela 11,6°C.
(1983: 155.000), Lobito (1983: 150.000), Lubango YAĞIŞ MİKTARI: Ankara kentinde yıllık ortalama 386,3
(1984: 105.000). mm.
ANTALYA 1.11

Ankara ili
Kuzey Anadolu
ile Konya Ovası
arasındaki geçiş
bölgesindedir.

ANTALYA

YÜZÖLÇÜMÜ: 20.591 km2. BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Antalya


NÜFUSU (1990): 1.132.211. (378.208), Alanya (52.460), Manavgat (38.498).
İL MERKEZİ: Antalya. BAŞLICA YÜKSELTİLER: Kızlarsivrisi Tepesi (3.069 m),
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (448.773), Uyluktepe (3.014 m), Tahtalı Dağı (2.366 m).
Akseki (30.229), Alanya (129.106), Elmalı (35.324), Fi­
SICAKLIK: Antalya kentinde en düşük -4,6°C (5.2.1950),
nike (34.576), Gazipaşa (40.840), Gündoğmuş en yüksek 44,7°C (16.7.1977), ortalama 18,4°C.
(20.409), İbradı (17.126), Kale (20.656), Kaş (40.469),
Kemer (23.268), Korkuteli (46-. 115), Kumluca YAĞIŞ MİKTARI: Antalya kentinde yıllık ortalama 1.057
(44.834), Manavgat (115.731), Serik (84.755). mm.

Akdeniz kıyısında
uzanan Antalya il
topraklarının dörtte
üçünü Batı Toros
Dağları kaplar.
1.12 ANTİGUA VE BARBUDA

ANTİGUA VE BARBUDA
RESMİ ADI: Antigua ve Barbuda. GÜRCİSTAN
YÖNETİM BİÇİMİ: İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi parla­
menter devlet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 442 km2.
NÜFUS (1991): 81.600.
BAŞKENT: St. John's. ® D A M A L ** 3 Aktaş
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI: St. John's (1986: - C - o (Hazapin) Gölü
36.000), Codrington (1982: 1.200). HANAK
ARTVİN ÇILDIR

Turizme dayalı Antigua ekonomisi son yıllar­ HAN A f§ 2 £ >


da da canlılığını korudu. Mart 1989’da yapılan
genel seçimleri kazanan Antigua İşçi Partisi
Arpaçay
iktidarda kaldı. Antigua’nın 1989’da İsrail’ Baraj Gölü
den Kolombiya’daki uyuşturucu madde ka­
ERZURUM
çakçılarına silah satışınâ karıştığını belirleyen
raporun Kasım 1990’da açıklanması, rüşvet ve
yolsuzluklara karşı kitle gösterilerine yol açtı.

ARDAHAN ili 27 Mayıs 1992’de çıkartılan bir illeriyle çevrilidir. Ardahan, Türkiye’nin 75.
yasayla kuruldu. Bu yasaya göre eskiden Kars ilidir.
iline bağlı olan Ardahan, Çıldır, Damal, Gö­
le, Hanak ve Posof ilçelerinin sınırları içinde, Doğal Yapı
merkezi Ardahan kenti olmak üzere yeni bir İl toprakları Doğu Anadolu’nun en dağlık ve
il oluşturuldu. en engebeli kesimlerinden birinde yer alır.
Doğu Anadolu Bölgesi’nin kuzeydoğu kö­ Büyük bölümünün yükseltisi 2.000 metreden
şesinde yer alan Ardahan ili, kuzey ve doğuda fazladır. Kuzey kesimini Yalnızçam Dağları,
Gürcistan, güneydoğuda Ermenistan, güney­ güneybatı kesimini de Allahuekber D ağlan’
de Kars, güneybatıda Erzurum, batıda Artvin nın uzantıları engebelendirir. Kuzeydoğu ke-

Anadolu Yayıncılık Arşivi

Ardahan ilindeki Çıldır


Gölü 12 km2'lik bir alan
kaplar.
ARDAHAN 1.13

YÜZÖLÇÜMÜ: 5.576 km2.


NÜFUSU (1990): 170.117.
İL TRAFİK NO: 75.
İL MERKEZİ: Ardahan.
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (52.574),
Çıldır (24.296), Damal (11.240), Göle (44.953), Hanak
(18.393), Posof (18.661).
BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1990): Ardahan (16.761).
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Kısır Dağı (3.197 m), Keldağ
(3.033 m).
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Karıncadüzü orman içi .dinlenme
yeri, Ardahan ve Şeytan kaleleri.

siminde Keldağ’ın (3.033 metre) ve doğu kesi­


minde Akbaba Dağı’nın (3.026 metre) yer al­
dığı Ardahan ilinin en yüksek noktası güney
kesimindeki Kısır Dağı’nın 3.197 metreye eri­
şen doruğudur. İlin orta kesiminde uzanan
yüksek düzlüklere Aradahan Yaylası denir.
Erzurum-Kars Yaylası’nın bir parçası olan
Ardahan Yaylasının ortalama yüksekliği
2.000 metreye yakındır. Karlar eridikten son­
ra yemyeşil çayırlarla kaplanan bu yayla
önemli bir hayvan otlatma alanıdır. Çevrede­
ki akarsuların bazı kesimlerde genişleyen vadi
tabanlarındaki ovalarda tarlalar vardır. Bun­
ların en önemlileri Ardahan ve Göle ovala­
rıdır.
Anadolu Yayıncılık Arşivi
Ardahan ilinden doğan akarsular Türkiye
sınırlan dışındaki Hazar Denizi’ne dökülür. Hanak Kalesi, Ardahan
Bu akarsulardan başlıcası Kura Irmağı’dır.
Bu ırmak, Allahuekber D ağlan’nın il sınırları duğu ilde kışın -30°C ’nin altına düşen hava
içindeki kuzey yamaçlarından çıkan bazı de­ sıcaklıklarına sıkça rastlanır. Türkiye’de en
relerin Göle Ovası’nda birleşmesiyle oluşur. çok yazın yağış al^n dar bir alanda bulunan
Türkiye’deki 189 kilometrelik bölümünün tü­ Ardahan iline yılda ortalama 500 mm kadar
mü il sınırları içindedir. Kısır ve Akbaba dağ­ yağış düşer.
larının güney yamaçlarından çıkan bazı dere­ İklim ve yükseklik nedeniyle ilin doğal bitki
ler ile Çıldır Gölü’nün gideğeni il sınırları di; örtüsü bozkır (step) görünümündedir. Yalnız­
şmda Aras Irmağı’nm kollarından Arpaçay’a ca Ardahan ve Göle yörelerindeki dağların
katılan Kars Çayı’nı besler. İlin güneybatı ke­ yüksek kesimlerinde ormanlar vardır. Bu or­
siminden çıkan bazı sular da Oltu Çayı’nın manlar soğuğa ve kuraklığa dayanıklı sarı­
katıldığı Çoruh Irmağı aracılığıyla Karade­ çamlardan oluşur. Yüksek kesimlerde yer
niz’e ulaşır. alan çayırlar karsız mevsimler boyunca yeşil
Ardahan ilinde iki doğal göl vardır. Bunlar­ kalır.
dan Çıldır Gölü’nün kapladığı alan 120
km2’dir. Daha kuzeydeki Aktaş Gölü’nün Tarih
yüzölçümü ise 14 km2’dir. Hazapin Gölü Yapılan araştırmaların sonuçlarına göre eski
adıyla da anılan Aktaş Gölü’nün doğu yarısı bir yerleşim alanı olan yöre, İÖ 9. yüzyılda
Gürcistan sınırları içindedir. U rartular’m egemenliği altındaydı. Daha son­
İlde çok sert bir karasal iklim etkili olur. ra Medler ile Persler’in yönetimine giren yö­
Yıllık ortalama sıcaklığın 5°C’nin altında ol- rede Gürcüler ile Ermeniler’in atası sayılan
1.14 ARDAHAN

halklar yaşıyordu. İÖ 1. yüzyılda Ermeni yö­ tarafından işgal edildi. 1921’de işgalden kur­
netici Dikran yöreyi de egemenlik alanına tulan Ardahan, öbür sancaklarla birlikte
kattı. İS 1. yüzyıldan sonra Romalılar ile Part- Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra il yapıl­
lar arasında el değiştiren yöre 3. yüzyılda Sa­ dıysa da 1926’da ilçe yapılarak Kars iline bağ­
saniler’in eline geçti. 7. yüzyıldan sonra Bi- landı.
zanslılar’ın ve Araplar’m egemenliğine giren
yöreye 11. yüzyılda Türkmenler gelmeye baş­ Ekonomi
ladı. Daha sonra Gürcüler’in yönetimine gi­ Ardahan ilinde en önemli geçim kaynağı hay­
ren bu topraklar 13. yüzyılda Moğollar’m sal­ vancılıktır. Yaygın olarak koyun ve sığır yetiş­
dırısına uğradı ve 14. yüzyılda Timur’un eline tirilir. Bu hayvanlar yazın sulak çayırlarda ot­
geçti. Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safe­ latılmak için yaylalara çıkanlır. Hayvanlar da­
viler tarafından da yönetilen yöre 1534’te Os­ ha çok canlı olarak satılmak amacıyla yetişti­
manlI Devleti’ne bağlandı. Yüzyıllarca Çıldır rildiğinden hayvansal ürünler üretimi oldukça
Eyaleti sınırlan içinde kalan yöre, birçok kez düşüktür. Yaylalarda hayvanlardan sağılan
Ruslar’m ve Safeviler’in saldmsına uğradı. sütlerin işlenip değerlendirildiği mandıralara
Bir bölümü de Kars Eyaleti sınırlan içinde “zavod” denir. Bu küçük işletmelerde üreti­
kalan yöre 1828 ve 1855’te Ruslar tarafından len yoğurt, tereyağı, kaşarpeyniri, gravyer ve
işgal edildi. Daha sonra Erzurum vilayetinin lorun önemli bir bölümü satılır. Bu yaylalar­
Çıldır sancağına bağlanan bu topraklar daki kovanlardan elde edilen çiçek balı ülke­
1876’da gene Ruslar’m işgaline uğradı. İşgal, nin her yanında aranır. Bitkisel üretime elve­
1917 Ekim Devrimi’nden sonra Rus ordulan- rişli alanlan çok kısıtlı olan yörede oldukça az
nın çekilmesiyle sona erdi. Sancak olarak yö­ miktarda ürün alınır. Yetiştirilen başlıca bit­
netilmeye başlayan Ardahan, çevresindeki kiler patates, arpa ve buğdaydır. Ardahan
Batum ve Kars sancaklanyla birlikte Elviye-i ilinde özellikle hayvancılığın gelişmesine kat­
Selâse adıyla anılıyordu. Ruslar’m çekilme­ kıda bulunan başlıca kurum Göle Tarım İşlet­
sinden sonra bu topraklann İngiliz desteğin­ mesidir. Süt işleme tesisleri, halı ve kilim do­
deki Ermeniler tarafından işgal edilmesini ön­ kuma tezgâhları, oto onarım ve bakım atölye­
lemek amacıyla Sovyet tipi yerel yönetimler leri dışında ildeki başlıca sanayi kuruluşu bir
kuruldu. Ama Kars Milli İslam Şûrası İngiliz­ et kombinasıdır.
ler, Ardahan Milli İslam Şûrası da Gürcüler Yeraltı kaynaklan açısından yoksul olan il-

Anadolu Yayıncılık Arşivi

Hayvancılık Ardahan ilindeki


en önem li geçim kaynağıdır.
ARDAHAN 1.15

Kafkas kara ormantavukları için Posof ilçe­


sinde kurulmuş bir av koruma ve üretme alanı
vardır.

İl Merkezi: Ardahan
Kura Irmağı kenarında kurulmuş olan A rda­
han kenti ilin batı kesiminde yer alır. Irmak
vadi tabanının genişleyip ova halini aldığı bir
kesimde bulunan kentin çevresinde tarlalar
vardır. Kura’nın kuzey kenanndaki ovaya
egemen bir tepede yer alan Ardahan Kalesi’
nin yapım tarihi bilinmemektedir. Bugünkü
görünümüne Kanuni Sultan Süleyman döne­
mindeki onanmla kavuşan kalenin dört kapısı
vardır. Kentin tarihsel çekirdeği ve eski bölü­
mü kale çevresindedir. Kentin yeni bölümü
ise ırmağın güney kenarındadır.
H am di M engi
Kafkasya’da bağımsızlığını yeni kazanan
Ardahan ve Göle ovaları ilin başlıca tarım devletlerin kurulmasından sonra il merkezi
alanlarıdır. yapılmasına karar verilen Ardahan kenti fazla
gelişmemiş bir yerleşme yeridir. Demiryolu
deki başlıca dinlenme alanı, Göle kasabası ya­ ulaşımından yararlanamayan kent, çevresin­
kınlarındaki Karıncadüzü orman içi dinlenme deki merkezlere karayoluyla bağlanır.
yeridir. İlin doğal varlıkları arasında yer alan Kentin nüfusu 16.761’dir (1990).

.•

V‘•: ••
*

r r
.♦»mı fr •

You might also like