Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 59

A T A T Ü R K K Ü L T Ü R , D İL V E T A R İH Y Ü K S E K K U R U M U

T Ü R K T A R İ H K U R U M U Y A Y I N L A R I

X X V . D izi — Sa. 4

TÜRKLERİN ANADOLU’YA
İLK GİRİŞİ

(XI. YÜ ZYILIN İKİN Ct YARISI)

CLAU DE CAH EN

Çeviren
Y A Ş A R Y Ü C E L - B A H A E D D İN Y E D İY IL D IZ

T Ü R K T A R İ H K U R U M U BA S I M E V 1 — A N K A R A

1 9 8 8
TÜ R K LE R iN AN ADOLU’YA tLK GÎRtŞÎ *
(XI. Y Ü Z Y IL IN ÎK İN C Î YA R ISI)

CLAU D E CAHEN

Çeviren
Y A Ş A R Y Ü C E L - B A H A E D D iN Y E D Î Y I L D I Z

T ü rklerin B atı A sya’y a girişi, d ü nya tarihinde, M üslüm anlar için ol­
duğu k ad a r H ıristiyanlar için de çok önem li bir yer tutar. A n cak , derinli­
ğine bir inceleme yapılm am ış olan bu konu üzerinde çalışm alara yeni yeni
başlanm aktadır. Ç ok uzun süre T ü rk tarihi, kam uoyunu ve h atta bilim
adam larını ancak A vru p a tarihiyle m ünasebetieri ölçüsünde ilgilendirmiş-,
tir. N etice itibariyle, batıh kayn aklardan istifade edildiğinden bu konuda
A vrupalIların bakış açılarına bağlı kalınmıştır. Şüphesiz, İslam araştırıcı­
ları, T ürklere yolları üzerinde rastladılar, fakat bir taraftan A ra p ça ve
Farsça kaynaklarının H ıristiyan kayn aklarına nazaran daha az araştırılmış
olması, diğer taraftan İslam tarihçilerinin T ü rk tarihini kendi bütünlüğü
içinde ayrı tutm aya pek titizlik gösterm em eleri ve yeniçağ O sm anlı İm p a­
ratorlu ğu üzerinde çalışan bazı tarihçilerin, ortaçağ Türklerinin menşe-
lerine inm ek için büyük bir m eraka sahip olm am aları gibi sebepler y ü ­
zünden bugün h âlâ gerçeklere uygun,m ükem m el bir T ü rk tarihi m evcut
değildir.

O sm anlılan n menşeleri tarihinde, M oğol sonrası dönem kesin bir d ev­


reyi teşkil ederse de, şurası d a bir gerçektir ki, T ü rk iskânının, toplum unun
ve müesseselerinin ilk tecrübesi, X I . yüzyılın ikinci yansından X I I I . y ü z­

* Bu makalenin aslı, “ La premiere penetration turque en Asie-Mineure (Seconde moitie


du X I ' s.)” adıyla Byzantion (i948)’de neşredilmiştir. Cl. Cahen’in bu makalesi, Türklerin
Anadolu’ya girişi hakkında,yapılmış en önemli araştırmalardan birisidir. Gerçi, bizzat Cl.
Cahen’in daha sonraki araştırmaları veya diğer yabancı ve Türk ilim adamlarının çalışmaları,
söz konusu makalenin bazı eksikliklerini tamamlamakta veya buradaki bir takım görüş ve
hükümleri düzeltmektedir. Böyle olmasına rağmen, büyük ölçüde değerini hâlâ koruması,
ayrıca Anadolu’nun Türkler tarafından fethi konusunda yapılan araştırmalar tarihinde önemli
bir yer tutması bakımından, bu makalenin olduğu gibi Türkçeye tercüme edilmesinin yararlı
olacağı düşünülmüştür. Konuyla ilgili diğer makaleler de Türkçeye çevrilecektir. Bunlar da
yayınlandığı zaman, konu hakkındaki araştırmaların tarihî seyri ve meselenin aslı daha iyi
anlaşılacaktır (V.Y. — B.Y.).
4 Cl. CAHEN - Y. YÜ C EL - B. Y E D ÎY IL D IZ

yılın ortalarına k ad ar süren Selçuklular dönem inde vu ku bulm uştur. İşte,


bu deneme, söz konusu dönem in başlangıcını incelem eye hasredilmiştir.
Bu çalışm a, bilhassa siyasî-askerî olgu lann açıklanm asından ibarettir.
Yoksa, yazar, b izzat bu olguların ifade ettiği alaka üzerinde kendi kendini
aldatm a niyetinde değildir ve asıl açıklanm ası gereken hususun, T ürklerin
Batı A sy a ’y a yerleşm elerinin sosyal yönü olduğun u da çok iyi bilm ektedir.
Fakat, vesikalar bu açıdan son derece kısırdır, herhalükârda siyasî-askerî
hikâyelerden ibaret kalm aktadır. E ğer sosyal konu larda yeteri ölçüde des­
teklenmemiş genel bilgilerle sınırlı kalınm ak istenmezse, bu olguların ciddi
bir tetkikinden hareket etmek son derece güçtür. Esas olan, bu siyasî-askerî
olgular çerçevesinde, onların ortaya çıkardıklan temel sosyal belirleyicileri
araştırm a arzusuna sahip olm aktır. O halde, araştırm a m etodu, bir nizam ı
yeniden kurm ak için açıklam anın yerine geçm ektedir.
D iğer taraftan, bu m akale, kabaca, Suriye ve K ü ç ü k A sy a ’y a ait olay­
larla sınırlıdır. X I . yüzyılda birbirinden a y n düşünülm esi m üm kün
olm ayan bu iki ülke, X I I . yü zyıld an itibaren, çok farklı bir biçim de gelişme
göstereceklerdir. Y a z a r, askerî yayılm alar açısından olduğu kad ar müessese-
lerin yayılm ası açısından da, İran Selçuklularının ilk dönem leri hakkındaki
doğru bir bilgi birikim inden hareket edilmesi gerektiğinin şuuru içindedir.
Bu konuda yoğunlaştırdığı araştırm alarını pek yakın d a yayım lam ayı üm it
etmektedir. A y n bir araştırmaya değer olm ak bakım ından, T ürklerin A k ­
deniz’e doğru yayılm asındaki şartiar, Bağdat ve İran ’ın fethedilmesindeki
şartlardan pek farklı değildir^.

‘ Her yerde sık sık tekrarlanması gerektiği için, makalemizin dipnotlannda


zikredilmeyecek olan aşağıdaki eserlere kaı^ı duyduğum şükran hislerimi burada dile getirmek
istiyorum:
Joseph LA U R E N T , Byzance et Us Turcs seldjoucides des origines â lo S ı, Paris-Nancy, 1914.
Mükrimin H A L İL (YİNANÇ), Türkiye Tarihi: Selçuklu Devri, I, Anadolu’ nun Fethi,
İstanbul, 1934.
Genellikle Paul VVITTEK’in bütün eserleri. Onun, daha önceki incelemelerine atıf yapan
The rise o f the Ottoman Empire (Londra 1938) adh küçük kitabıyla en iyi bir umumi görüş
kazanılacaktır.
L’ Etuyclopidie de L ’ Islam. Türk Tarihi için, gözden geçirilmiş ve genişletilmiş Türkçe
baskısına başvurulması gerekir.
Tarihi topografya yönünden, Ernst H O N IG M A N N ’ın Die Osigrenze des byiantimschen
Reiches (A. Vasiliev, Bycıuue et les Arabes, H. Gregoire, M. Canard, v.s. nin yönetimi altında
neşredilmiş olan Corpus Brusellense historiae byzantinae, C. I IL Bruxelles, 1935) adlı eserini
ilave edelim.
G O R D L E V S K Y ’nin X IIL yüzyılda Anadolu Selçuklularına ait müesseseleri teferruatlı
bir şekilde inceleyen ve bu bölümden sonra ele alınan olayları hızlı bir şekilde geçen Gosudartsvo
Seldjukidov Maloi Asü (Moskova, 1941) adlı eseri.
T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G İR İŞ İ 5

Bununla birlikte, burada ele alınan tarihi, belli bir zem ine oturtm ak
için birkaç sayfalık giriş kaçınılm az görülm üştür. Bu sayfalar, çok genel
olduğu için kesin atıflar ihtiva etm em ektedirler. Ç ok tabii olarak da, hiçbir
surette ne îra n Selçuklu tarihini ne de özellikle Selçukluların T ü rk ve îra n lı
cetlerinin m ükem m el bir tetkikinin yapıldığını ve hatta ne de problem lerin
kâfi derecede v a z’edildiğini iddia etm ektedirler.
Batı A sy a ’ya X I . yüzyıldaki T ü rk nüfuzu H azar D en izi’ nin gü ney ve
kuzeyinden henüz çok az iskân edilmiş, bozkırlara yönelik geniş bir göç
hareketinin sonuçlarından biridir. B izzat bu hareket, d ah a öncekilerde
olduğu gibi, O rta A sy a ’daki diğer nüfus hareketleriyle alakalıdır. Zaten
Türklerin, B atı A sy a ’y a göçetm e hareketi, daha önceki d iğer iki nüfuz
biçim iyle birleşir: Bunlardan birisi, hüküm darların m uhafız birlikleri için,
fert fert elde edilmiş ve aşağı yu kan “ özümlenmiş” , neticede birçok M üslü­
man beyliğin askerî kadrolarının tem elini teşkil eder hale gelm iş kölelerin
nüfuzu; diğeri ise, İslam ülkelerinin diğer sm ırlannda ve eskiden R o m a
îm p a ra to rlu ğu ’nda olduğu gibi komşu “ barbar” halk gru p lan n ın yerleşti­
rilmiş olduğu, T ü rkistan ’ın askerî sınır kolonilerinin nüfuzu idi Bu hudut
boyları, diğer taraftan bütün İslam ülkelerinden gelm iş,, gönüllü im an
mücahitleri, “ gazi” teşkilatlarının seçim bölgeleri idi. T ab iatıyla, sınır boy-
lan n a yerleşmiş T ü rk çiftçileri, bu teşkiladarla sıkı m ünasebeder kurm uş­
lardı. A y n ı zam anda, ferdî ve dağıtılm ış kölelerin aksine, b u ralara gruplar
halinde yerleştikleri için, kendi ö r f ve âdederini koruyorlardı. X . yü zyıld a

Tabiatıyla, genel olarak hususî bir çalışmasına aüf yapmadan edemediğim Fuad
Köpriilü’nün eserlerini ve Barthold’un çalışmalarını, özellikle onun, buradaki konumuzun
dışında, fakat genel manada ilham kaynağı olma açısından son derece zengin, Turkestan douın to
the Mongol insaşion (İngilizce bsk. 1928) adlı eserini unutmaktan kaçınacağım.
Nihayet, bu makalenin hazırlanışında sayısız uyarı ve düzeltmeleri ile bana yardımcı
olmak zahmetinde bulunan M.P. VVITTEK’e şükranlarımı ifade etmek isterim. Hatalarımın
bulunduğunu gizleyemem. Ancak, onun sayesinde bu hatalar, oldukça azalmıştır. îlerki
sayfalarda, SIB T İBN A L -C E V Z İ’nin Bibi. Nat.’deki 1506 nolu Arapça yazması; K E M Â L
AD -D ÎN’in aynı yerdeki 1666 nolu yazması; İBN ŞA D D Â D ’m Brit. Mus. Add. 23334’ teki
yazması; İBN A L-ESÎR (kısaltılmışı, l.A .)’in Tornberg baskısı (aynca bir hatırlatma yok
C.X); A BU ’L-F A R A C BAR-HEBRAEUS (kısaltılmışı, B.H.) Budge tercümesi kullanılmıştır.
ANNE C O M N E N E dahil Bizatıslı yazarlar ise Bonn’da yapılan sayfa numaralanışına göre
zikredilmiştir.
^ Bu meselenin bazı cephelerini aydınlatan en yeni katkı R. Frye ve Aydın Sayılı’nmdır:
“ Selçuklulardan önce Orta Şark’da Türkler” , Belleten, V II, 1946. Bu mesele aynı yazarların bir
çalışmasında yeniden ele alınmıştır (J. Am. Or. Soc. L X III, 1943)
’ Daha çok “ U c” (asıl manası, sınır) diye anılırlar. Mesela, K E M Â L , 82 v ° ’da, Ibn
Han’ın ordusunu Türk, Uc, v.s. den müteşekkil olarak tasvir etmektedir.
6 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C EL - B. Y E D iY IL D IZ

merkezî T ürkistan T ü rklerin in M üslüm anlığı k ab u l etmeleri, bir taraftan


T ü rk unsurlarının ve sınır gazilerinin çok daha yoğu n bir şekilde iç içe
girm elerine diğer taraftan, İslam sım rlarm daki askerî teşkilatın çözülm e­
sine, A m u d erya ve H orasan gazilerinin “ işsiz kalm ası” na ve b u n lan n iş
bulm aya m ecbur old u k lan H in t veya Bizans sınırlarına doğru göç ederek
kurtulm ayı denedikleri sosyal bir bunalım a yol açtı. H a tta aynı faktörler,
A m u d erya’ nın diğer yakasındaki göçebe kardeşlere bir çağrı iklim i yaratan
bir istikrarsızlığa, belki de b azan H orasan bölgelerindeki boşluklara sebep
oldu.
X I . yüzyılın ilk yirm ili yıllarında, G azneli M ahm ud, T ürkistanlı K a -
rahanlılara karşı kuzey sınırını sağlam laştırm a gayretleri sırasında, sınır­
larını göçebe T ürkm enlerin akınlarına m aruz bırakm aktansa, onlardan
b azılarım a isteklerini k ab u l etm ek için onlara devletlerinin sınır bölgelerin­
de otlaklar tahsis ederek m ahallî kavgalardan yararlanm ayı d ah a avantajlı
bulm uştu. Belli başlı beyleri rehin tutarak Türkm enlerin kendisine sadık
kalm alan n ı temin ediyordu. Bu yeni gru plar (colons), bağım sız kabUe
teşkilatlarını olduğu gib i m uhafaza ediyorlardı. A n ca k bundan dolayı,
K a ra h a n lı hüküm darlarının yakın çevresinde yaşam akta olan Türkm en
beylerinin yerleşik yönetim m efhum unu tam am en bilm edikleri sonucunu
çıkarm am ak gerekir. Bu T ürkm enler misafir edildikleri toprakları bir sı­
ğınak veya d aha ziyad e serbest bir hayvan yetiştirm e sahası olarak kabul
ediyorlardı. F akat, yerleşik topluluklarla temas sonucunda, sınır, m ülkiyet,
ticaret kavram larının basit h a y at ta rzla n yla tezada düşmesi kaçınılm azdı.
En ufak bir yönetim gevşekliği, ortaya çıkan bu uyuşm azlıkları yaygın hale
getirebilirdi. Bu göçebe topluluklar için, hemen silaha sarılm ak, teneflus
ettikleri havanın kullanıhşı kadar tabii idi. T ü rkm enler, biz toprağı feth­
etmek fikrine sahip olm adan önce, kendilerini o yerin efendileri olarak
görüyorlardı.
D ah a, M ah m ud zam an ında (1029), G azneli yöneticilerle anlaşm az­
lığa düşen bazı T ürkm en toplulukları, îra n bozkırlarına kovalanm ışlar,
bazıları A ze rb a y ca n ’d a yen ik düşmüşlerdi^. M a h m u d ’ un ölüm ünden
sonra, onun vârisi M es’ ud, bir kardeşiyle taht kavgası yap m ak üzere G az-
ne’ ye gitm ek için, askerî birliklerini bütün H orasan’dan geri çekti. D ah a
sonra, H indistan üzerindeki emellerini gerçekleştirm eye girişti. Ü lkenin
kuzeyinde, yerleşik olarak o, yerleşiklerin d ayanak noktalarını elinde tutan

* Urfa’h M A T H IE U tarafından 1018 olarak belirtilen -ki bu imkânsızdır- Vaspuragan’a


yapılan Türkmen taarruzunu, hatta Çağn Bey’in daha sonra anlatılacak olan efsanesini belki
de bu tarihe çıkarmak gerekir.
T Ü R K L E R IN ANADOLU’YA IL K G İR İŞ İ 7

tâbi top lulu klann sadakatini temin ederse, her şeyi yapabileceğine inan ı­
yordu. Y e terli askerî kuvvetin m evcut olm am ası, Türkm enlerin cüretini
artırıyordu. Bu durum , m ahalli sıkıntılara yol açabilirdi, M es’ud, dilediği
zam an, sükûneti yeniden temin edem eyeceğini ve bunun özellikle, siyasî
neticeler d oğurabileceğini düşünm üyordu. F akat, em niyet kuvvetinin nok­
sanlığı karşısında, Türkm enlere düşm anlık beslemeyen ve çok kere G azn e
m âliyesinin yüklediği vergilerden şikâyet etm eye m ecbur kalabilen toplu­
lukların bir kısmı, göçebelerin beyleri ile anlaşm a yoluna giderek günlük
hayatların ı em niyet altına alm ayı tercih ediyorlardı. G a zi teşkilatları, olay­
ların gelişmesini kolaylaştırdı. M es’ ud, önceden hiç hesap edem ediği bir
zam anda, H orasan bölgesinin bir kısmını kaybetm işti. 1033’ ten 1040 yıhna
kadar, T ü rkm en akınları, kısa zam an önce ve dolayh olarak G aznelilerin
hâkim iyeti altına geçmiş olan tran top raklan üçgeninde yayılm aktadır.jB u
üçgen, H a za r D enizi, Isfahan bölgesi ve U rm iye G ölü bölgesi arasını k ap ­
sam aktadır. Bu akınlar, Türkm enleri rakiplerine karşı kullanm ayı deneyen
m ahallî beylerin kavgalan n d an yararlanılarak gerçekleştirilm iştir. Bu b ey­
ler, T ürkm enleri disiplin altına alam azlarsa, onları geriye püskürtm eyi
düşünüyorlardı. Bu T ürkm en topluluklarının ayn im asıyla sahipsiz kalan
zenginliklerin ye otlaklan n cezbettiği, ikinci ye d aha önem li bir T ü rkm en
grubu, 1035’e doğru, M es’u d ’la anlaşarak, kuzeyde H orasan’ı çevreleyen,
H a za r D en izi’nden M erv bölgesine k ad ar uzanan bozkırların eteğine gelip
yerleştiler.

Bu toplulu klar arasında, en azından yayılm a hareketlerinin şefi sıfa­


tıyla, son derece etkili olan aile, Selçu k’un soyundan gelen ailedir. Bu aile­
nin üyelerinde biri M ah m u d ’ un yakınhğım kazanm ış bir gru bu n beyi idi;
fakat M a h m u d ’un ölüm ünden sonra, onun ailesine evlilik ilişkileriyle bağh
bulunan b o y beyleri bile, kendi hür teşebbüslerinden başka hiçbir otorite
tanım adılar. Ö y le görülüyor ki, aralarındaki yakın dayanışm aya rağm en,
bu beylerden hiçbirinin diğerleri üzerinde herhangi bir otoriteye sahip
olduğu da söylenem ez. İkinci boy, D av u d Ç ağ rı B ey ve M u h am m ed T u ğ ­
rul Bey adlı iki Selçuklu kardeşin yönetim i altındaydı. B oy beyi ve gazilerin
kum andanı olarak, bu iki bey, K a ra h a n h Türklerinin ve G azn eli T ü rk
hüküm darlarının da sahip olam adıkları, bir gü ce ulaştılar. 428/1036-1037
yılında, Ç a ğ n Bey M e rv’i, 429 yıhnda da T u ğ ru l B ey N işabur’ u ele geçirdi.
N eticede, 432/1040 yıhnda, D an d anakan bozkırlarında, G a zn eli ordusu
H orasan’ın kesin olarak kaybedilm esi, İra n ’ın m uhtem el hiçbir direnci
kalm ayan açık bir ülke durum una düşmesi m anasına gelen, b ü yü k bir
bozguna uğradı.
8 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C EL - B. Y E D İY IL D IZ

ilk Selçuklu beylerinin, özellikle T u ğ ru l Bey’in şahsında, sadece ko­


m utanlık sanatıyla değil fakat ulaşılacak nihai neticenin olm asa bile en
azından bir faaliyet yönünün, bir m etodun, birbirini takip eden hedef­
lerin, nihayet feüh ve devlet kurm a iradesinin açık şuuruyla dolu insanlar
karşısında bulunulduğundan kesinlikle şüphe edilemez. Bu şuur d ah a D an-
danakan akşamı kendini göstermişti, hatta daha önce, T u ğru l B ey’in, ken­
disine istediği yardım da b u lu n m alan şartıyla bağım sız olarak yönetilm ele­
rine n za gösterdiği yerli halkleınn idaresine uyum sağlayam ayacağına inana­
rak veya inanm ış gibi gözükerek, törenle hüküm dar elbiselerini giydiği,
N işabur’ da belli olmuştu; ve bu fetihden itibaren, daha sonraki fetihlerin
takip edeceği üç safha göze çarpar: H alkı tâbi olm aya m eylettiren yıkıcı
akınlar safhası; karşılaşılabilecek tehlike anında, gerekli tedbirleri alan bir
vekile, buradaki özel durum da, T u ğ ru l B ey’in üvey kardeşi İbrahim în a l’a
boyun eğmeleri safhası; nih ayet hüküm darın girişi ve ülkeyi kesin olarak ele
geçirmesi safhası. D iğer taraftan Selçuk ailesinin üyeleri, yayılm a alanını
taksim etmişlerdi. Ö zellikle Ç ağ rı Bey, m erkezî H orasan civarında, büyük
kardeş olm a vasfına uygu n düşecek ehem m iyette gözüken, T ü rklerin üs
bölgesini m uhafaza etm eye çalışıyor; T u ğ ru l Bey ise, N işabur’ dan itibaren
aslında çok büyük bir gelecek vaadeden b atıya doğru açık bir yayılm a
bölgesine sahip bulunuyordu. Z a ten şurası da bir gerçektir ki, doğru olarak
sebebi izah edilem emekle birlikte, T u ğ ru l Bey, ailenin tam am ı üzerinde,
bütün üyeleri tarafından kabul edilen bir üstünlükten kısa zam an d a yarar­
lanacaktı.
Sadece bozkırların değil fakat H orasan şehirlerinin de elde edilmesi,
T u ğ ru l Bey iktidarına, ikili bir m ahiyet kazandırm aktadır ki, onun kendi
anlayışına göre bu m ahiyetin şuurunda olduğu sam im aktadır: T u ğ ru l Bey,
bir taraftan, herhangi bir zam anda, Selçuklu ailesinden ve m üm künse,
başka ailelerden bir beyin yönetim ini, b izzat kendi aralarındaki her türlü
anlaşmazlığı etkisiz kılm ak gayesiyle, kabul eden bir takım insamn, d ah a doğ­
rusu T ürkm en kabilelerinin beyidir. Bu insanlar, hangi bölgede bulunur­
larsa bulunsunlar, etkili oldukları topraklar üzerinde b izzat hiçbir hâkim i­
yet fikri taşım ayan kişilerdir. D iğer taraftan, T u ğ ru l Bey, kendisine bağlı
T ürkm enlerle ilgisi olm ayan ülke beylerinin ve idari kuruluşların, h atta
askerî hareket vasıtalarının (M em lûk ordusu, kuşatm a m akin alan) vârisi­
dir. Ç ok daha önceleri, bu beyler, T u ğ ru l B ey’in iktidarını ancak hisselerini
alabilecekleri bol ganim et kazan m aya yönelik hareketlerle ilişkili gördük­
leri için tanıyorlar, eğer anlaşm azlık ortaya çıkarsa, veya başka şeldide
daha iyi bir başarı üm idi doğarsa, onu terketm ek için u ygu n bir zam an
T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G tR tŞ t 9

kolluyorlardı. Şim di T u ğ ru l Bey, artık sadece bir T ü rkm en lideri d eğil­


dir. T u ğ ru l B ey’in etrafını kuşatan yerleşik İdarî kadro yüzünden göçebe
Türkm enlerin kendisine karşı sistemli nefreti, h a tta Türkm enlerin ücredi
veya köle menşeli askerleri hor görm eleri, Türkm enlerle T u ğ ru l Bey a ra ­
sında gittikçe artan güçlükler yaratm aktadır. Buna rağm en, T u ğ ru l Bey,
Türkm enlerden vazgeçm eyi, şimdilik düşünem iyordu. Zira, kendisi de onlar­
dan biriydi. B aşkaları üzerindeki üstünlüğünü ancak onlarla sürdürebili-
yordu. M es’ u d ’a karşı kullandığı ve Büveyhîlere karşı kullanacağı gücün,
kendisine karşı yara taca ğı tehlikeyi tecrübe ile çok iyi biliyordu. T ü rkm en-
1er, kendiliklerinden akına kalkıştıkları zam an bile, T u ğ ru l B ey’e k ılavu z­
luk ediyor, onun yolları üzerinde bulunan engelleri kaldırıyor, asker top­
lu yor ve fetihlerin ön hazırlıklarını yapıyorlardı. Bu durum da T u ğ ru l B ey’
in am acı, onları eksiltmek değil, yönlendirm ekti. D iğer taraftan, T u ğ ru l
Bey, îslam iyetin ilk yıllarından bu yan a Iran üzerinde hak iddia eden dinî
grupların çatışm alarına dahil olmuş bulunuyordu. Selçuklular, koyu H a ­
nefi idiler ve hak m ezheplere a y k ın bir düşünceye sahip olanlara karşı faal
bir şekilde m ücadele edenleri destekliyorlardı. T u ğ ru l Bey, gelecekte sultan
olacağı fikrine şim dilik kesinlikle sahip olm aksızın, çok önceleri, vicdanî
kan aat veya siyasî zekâsıyla, H alife nezdinde bir nevi m üttefik-tebaalığm
tanınmasını istedi ve elde etti. Böyle bir siyaset, dinî bir politikadan d aha
çok ganim eti düşünen ve din konusunda A b b asî Sünniliğinden ziyad e Şiiliğe
yakınlık duyan Türkm enlerin anlayışına a yk ın düşüyordu. F akat, tslam
H alifesi’yle ittifak kurm anın başka bir cephesi d ah a vardı ki, o d a kâfirle
cihad geleneği idi. B urad a anlaşm a, akın veya ga za yani M üslüm an ve
T ü rkm en gazinin savaşı ile kolaylaşıyordu. A y n c a , bu yolla, T ü rkm enlerin
çıkardığı kargaşanın yönlendirilm esi m üm kün olabiliyordu.
O devirde, harplerin dört çeşidine şahit olunur: B irin cisi, hüküm darın
b izzat kendisinin yap tığı savaşlar, İkincisi, doğru d an doğruya onun siyaseti
hizm etinde, aşağı y u k a n m uhtar beylerin savaşlan, üçüncüsü, söz konusu
politika çerçevesinde bu beylerin, Türkm enlerin aşırı iştahlarını ve akın
duygu ların ı beslemek veya ba^ka yönlere çevirm ek gayesiyle yaptıkları
savaşlar; ve nihayet dördüncüsü, Türkm enlerin, her türlü Selçuklu m ü d a­
halesi dışında, h atta onlara karşı isyan halinde yaptıkları savaşlar. Zaten,
son iki tür arasında sıkı bir m ünasebet vardır. Bu tür savaşlar, aynı böl­
gelerde, Selçuklu fethinin ekseni üzerinde değil, cenahlarda veya fetihten
çok d aha önce yapılırdı; ve genellikle Selçuklu hüküm darının açtığı sefer­
ler, başka yerlerde kendi ik tid an n a karşı kullanılabilecek bir gü ç oluştur­
m alarını istem ediği kaçak asileri takip etme gayesine m atuftu. Selçuklu-
■° Cl. CAHEN - Y . Y Ü C E L - B. Y E D İY IL D IZ

larm hizm etinde çalışan m etbu beylerin savaşlarıyla isyanlar arasında da


sıkı bir ilişki vardır. Z ira, hiç şüphe yoktur ki, Türkm enlerin yağm a d u y­
gusu, her isyan için, derhal emre hazır bir birlik oluşturabiliyordu. Ancak,
ilk Selçuklular onları ita at altın a alm ak için, her zam an kendi yanlarında
yeterli bir kuvvet bulundurm ayı başarmışlardır. Buna m ukabil, istikrarlı
fetihlere hasredilmiş ilk iki savaş türü ile diğer ikisi arasında köklü farklılık­
lar bulunm aktadır. Son iki savaş türü, hiçbir fetih düşüncesi taşımaksızın
sadece beslenm eyi am açlayan, ganim et çekmeye yönelik, en fazla geçici bir
konaklam a yeri elde etm ek için yapılan savaşlardır.
Bu genel özellikler, T u ğ ru l B ey’in İra n ’ı fethinde açıkça görülür. Ç ağrı
Bey’in oğu llan , m erkezî çölde, ve geride, amcası Baj|fgu Sistan’da G azneli-
lerin baskınlarına karşı b atıy a doğru T ü rk akm lanm korudukları sırada,
hiç şüphesiz, T u ğ ru l Bey, başlangıçtan itibaren, N işab u r’ un fethi sırasında
uyguladığı m etodlara aynen riayet ederek, şuurlu bir biçim de, B ağdat yolu
üzerinde ilerliyordu. Ö n ce T ü rkm en biriikleri, y o lla n açtılar. T aberistan ’ın
stratejik kavşağı em niyet altına alındıktan sonra, İbrahim in a l tarafından
işgal edildi. Sonra T u ğ ru l Bey bizzat, B ağdat ve Erm enistan yollarının
ayrıldığı noktada bulunan R e y ’i başşehir yaptı. H em en ardından, B ağd at
yolu üzerinde, Iran yaylasının diğer uç noktasında b ulunan H em edan’ı
teslim aldı (1043). Bu ilerlem e, T u ğ ru l Bey’e bağlı kalm aktan vazgeçm iş
olan, öncü T ürkm en birlikleri için bir tehlike teşkil etm eye başlamıştı.
T ürkm enler, bu sefer C ezire’ye doğru indiler ve orad a ananevi akın lan na
yeniden başladılar. A n cak, orad a her türlü destekten ve geri çekilm e im kâ­
nından tam am en m ahrum kaldıkları için, A ra p lar tarafından hemen he­
men tam am en yok edildiler^. Bu durum , bir m anada T ü rklerin kuvvet
kaybetm esi, öğretici tecrübe kazanm aları, ülkenin tanınm ası, T ü rk mesele­
sinin M ezop o tam ya politikasına dahil edilmesi ve dağınık vaziyette ne
yapacağını bilem eyen halkların T u ğ ru l B ey’i davetleri neticesini doğurdu.
T u ğru l Bey, m etodlu bir biçim de, elde edilmiş neticeleri tam am ladı ve
sağlam laştırdı. Cezire Türkm enlerinin imhası, İra n ’daki direnişin ilk y ılla ­
rına rastladığından, T u ğ ru l Bey, m etbu beylere bırakılm ış beylikleri d oğ­
rudan yönetilen eyaletler haline getirdi ve B üveyhoğulları, Fars ve aşa­
ğı Irak liderleri arasındaki anlaşm azlıklardan yararlanarak, diplom atik
faaliyederi sayesinde, m üttefiklerinin ve taraftarlannın çem berini son dere­
ce genişletti. M usul U kaylîlerine oyun oynam ak için, hem en yeni iktidar

’ Onlardan, belki de sadece, Araplar tarafından Mervanoğullanna teslim edilmeden


önce, Bizans topraklarmda, savaşlarına devam eden, “ Gazi Avşar” kaldı. (ÎBN A L-C E V Z Î,
Haydarabad baskısı, yıl 439. Kısım V III, s. 131)
T Ü R K L E R ÎN ANADOLU’YA IL K G lR t Ş l 'ı
adın a hutbe okutm ayan M ervan oğu llarm a göz yum du. Z aten T u ğ ru l Bey,
sadece siyasî faaliyetle yetinm edi. İbrah im în a l onun nam ına, uzun seneler
süren zorlu uğraşlardan sonra, M ezop o tam ya’y a ve özellikle B ağ d at’ a ula­
şan y o lla n denetim altına aldı (1043-1054).
O devirden itibaren ve aynı zam an d a hem yan cepheler üzerinde hem
de özellikle Erm enistan istikam etinde askerî harekât vardı. îşte burada, biz
asıl konum uza geçiyoruz. R e y şehrinin ele geçirilm esinden hem en sonra,
T u ğ ru l Bey, D eylem liler ülkesinde ve Z encân ’ a doğru bir sefer düzenledi.
Bu arad a, Bizans Erm enistanı’na karşı, birisi İbrahim İn a l tarafından (440 /
1048) diğeri, b izzat T u ğ ru l Bey tarafından (446/1054) gerçekleştirilen iki
harekâta şahit oluyoruz. H iç şüphe yoktur ki, henüz ayrıntıları iyice
bilinem em ekle beraber, T ü rkm en kuvvetlerinin askere alınm ayışı A ze rb a y ­
can ’ın küçük beylerine, özellikle G en ce R avvad îlerine ve A rra n Ş addadî-
lerine, Erm enilere karşı kendilerini ahşılmamış bir yıpratm a gücüne sahip
olduklarını gösterm e im kânı sağlamıştı. D ahası, 1039-1043 yılları arasında,
Bizans İm p aratorlu ğu um um iyetle Bizans sm ınnı sağlam laştıran ve N icep-
hore Phocas ve J ea n Tzim isces’den beri R u m ordularının prestiji nazarı
dikkate alın dığında b izzat A ze rb a y ca n ’ı tehdit edecek nitelikte gözükebilen
savaşlar sonucunda, AnivErm eni K r a lh ğ ı’ nı doğrudan doğruya i l h ^ etmiş
ve Şad d adî em iri A b u ’l-A svâr’ı geri püskürtm üştü. F akat söz konusu ede­
ceğim iz bu savaşların iç sebepleri vardır. Selçuklu beylerinin sağladığı
zaferler, bu b eylerin özellikle İbrahim İn a l’ın etrafında, M ezopotam ya
yenilgisinden a rta kalan T ü rkm en birliklerinden başka, kalabalık ve yeni
T ü rkm en birliklerinin toplanm asına vesile olmuştu®. Bilhassa T u ğ ru l
B ey’in B üveyhîlerle ve H alife yönetim iyle m ünasebetlerindeki geniş görüşlü
politikası, m erkezî Batı İran istikam etinde yağm a hareketlerine im kân ver­
m ediği için bu bölgede T ü rkm en birliklerini barındırm ak ve beslemek pek
m üm kün değildi. O halde, m erkezde hiçbir işe yaram ayan T ürkm enleri
m u tlaka başka yerlerde kullanm ak, veya hiç olm azsa, kendilerine daha fazla
kâr getirecek zam an aralıkları verilem ediği takdirde, kendilerini m em nun
hissetmeleri için sarp dağların sert düşm anlıklarına yeterli ölçüde karşılık
verem em elerinden yararlanm ak gerekiyordu. G ü n ey cephesinde yine de
bazı m üd ah aleler oluyordu. Fakat, şurası bir gerçektir ki, coğrafî açıdan
A zerb ayca n , H em edan üzerinde geçici olarak kesintiye uğram ış olsalar bile
H orasan’dan itibaren dağlann eteğindeki otlak yollarım takip eden göçe­
belerin norm al olarak ulaştıkları kavşaktı. Bu sebeple, orada kendiliğinden
oldukça çok sayıda T ürkm en toplanıyordu ve b u n lan kendi başlarına

* I.A., 372, İBN A L -C E V Z Î, 137,


'2 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C E L - B. Y E D iY IL D IZ

bırakntektansa çalıştırm ak d aha iyiydi; ve nihayet, m uhtem eldir ki, coğrafî


açıdan olduğu kadar siyasî açıdan da parçalanm ış ve ananevî olarak savaşa
veya en azından R u m H ıristiyanına karşı uyanık olm aya alışmış bu bölgenin
sosyal yapısı, askerî birliklerin biraz da yeni bir tarzda yerleşmesine İran ’ın
diğer bölgelerine nazaran d aha üstün kolaylıklar sağlıyordu. H er halü kâr­
da hiç şüphe yoktur ki, A zerb aycan , İra n ’ın T ü rkler tarafından işgal edi­
lişinin başlangıcından itibaren o günden bu yana, olduğu gibi kalmıştı.
Y a n i ülkenin dış faaliyetleri, iç yapısı ve rolü açısından ihtiva ettiği her-
şeyiyle, Türkm en halkın bir yığın ak bölgesi halini almıştı. Bir Selçuklu
beyinin ^ yönetim i altında kendi başına harekete geçen ve V asp u ragan ’da
kendisini yok ettiren ilk akıncı gru bu nd an sonra, Aras akm larının norm al
yolunu takip eden İbrahim İnal tarafından idare edilen büyük bir askerî
birlik E rzurum ’a ulaştı, oradan itibaren yelpaze biçim inde T ra b zo n ’un iç
kesimlerine kadar uzanan bölgeleri ve kuzeyde Ib ery a ’yı, güneyde M u rat
Suyu vadisine kadar uzanan sahaları yağm aladı. Erzurum , korkunç bir
yağm aya m aruz kaldı. Bizans m üdafaası, İm p arator Costantin M onom a-
que’ın ciddi bir isyanı bastırm ak için, geri çağırm ak zorunda kalmış old u ­
ğu birliklerin hareketi sonucu çok z a y ıf düşmüştü. Iberya, V aspuragan ,
“ M ezopotam ya” (K arasu ve M u ra t Suyu arası) R u m yöneticileri ile Iber-
ya prensi L ip arit, T ürkleri hiç olm azsa, geri dönüşlerinde durdurm ak am a­
cıyla, kuvvetlerini birleştirdiler. T ü rkler, geçiş yollarını açarak, savaşta
Liparit’i esir aldılar. T arihçiler, bu seneyi, Bizans topraklarına, T ü rk akın-
larmın başlangıç tarihi olarak belirtirler ®. Ö n cü harekâtları, iki sene evvel
A rran ’daki Şaddadîleri itaat altına alm ak için, T u ğ ru l B ey’in yeğeni K u -
talmış tarafından yönetilmişti. A n cak , bu harekât bir R um ordusunun
yaklaşması yüzünden durdurulm uş olm alıdır ®. 440/1048 akınından sonra,

’’ CED RENU S (S. 574) tarafından Sağır Asan diye anılan ve Tuğrul Bey’in yeğeni
olduğu söylenen biridir (Krş. I.A., IX , 373). Bu kişi Alp-Arslan olamaz. Zira Asan orada
öldürülmüştür, B U N D A R I’nin (S. 8) Doğu Horasan’da tanıdığı Baygu’nun oğlu Haşan
olabilir. Asan adı da mevcuttur (K q . H A L İL EDH EM , Düveli îslamiye, İndeksi: Fakat
Selçuklu ailesi içerisinde bugüne kadar bu isimle bilinen bir kimse yoktur.
* I.A., X I, 372-373; SIBT 393 yılı, 340; A R ISD A G U E S, 74-85; M A TH IEU , 83-88;
BROSSET (M.F), Histoire de Giorgie, I. 323; CED R E N U S, 575-580. A T T A L IA T E , 44-45.
®A ZÎM Î, 438 yılı: B R O SSET, 323 (Liparit’in esir edilişinden sonra?); M A TH IE U , 83,
Kutalmış’ı, İbrahim İnal’la birlqtirir; CED R E N U S 434 ve 43g’daki Ermeni ve Cizre
olaylarını karıştırır. R Â VE N D Î, 104, 44S’e kadar Sistan’da olduğunu bildiğimiz Yâkûtî’nin
başlangıçtan beri Azerbaycan’da yaladığını yazar ( Ta’rtkh Sislan. Behar baskısı, Tahran, 1935,
s. 375). Bütün bu olayların müphem bir hatırası, Kars şehrinin de zikriyle birlikte A N tL Î
BURHÂN AD -D ÎN ’in 608/121 ı ’de yazılmış Enisü’ l-Kulûb adlı eserinde yer alır (Belleten, V II,
1943> S' 475)-
T Ü R K L E R IN ANADOLU’YA İL K G tR tŞ l '3

yeterli bir karşı ku vvet h azırlayam ayan Constantin M onom aqu e, barışçı
m ünasebetlerin tesisi için, T u ğ ru l B ey’e bir elçi gönderdi. T u ğ ru l Bey,
niyederinin teminatı olm ak üzere L ip arit’i serbest bırakarak, olum lu cevap
verdi. Bu elçinin İstan bu l’a gelişi esnasında, M üslüm an bölgesindeki cam i­
de, hutbenin, Bizans’ın çok iyi m ünasebetlerde bulunduğu Fatim iler yerine
T u ğ ru l Bey adın a okunmuş olması m üm kündür. B izanslılann etkisinde
olan M ervan oğlu N asru’d-devle, arabuluculuk görevini yapm ış, h atta o
andan itibaren hutbeyi T u ğ ru l Bey adına okutm uştu. T a b ia tıy la hüküm ­
darlar arasındaki m üzakereler, T u ğ ru l B ey’in, bazen haklı bazen haksız
olarak, asi uyru k lar tarafından gerçekleştirildiğini beyan ettiği T ü rkm en
akm lan n a engel olm adı
F akat, 446/1054 yılında, b izzat T u ğ ru l Bey’in Bizans Erm enistanı’na
karşı bir sefer düzenlediğini görüyoruz. Ö zellikle M ezopotam ya hakkm da-
ki raporlara d ayan an ne H ıristiyan ne de M üslüm an kaynakları, A ze rb a y ­
can ’ın durum u hususunda, m esela T ürkm enlerin yoğu nlukta olm aları he­
sabiyle A zerb aycan ’daki durum un bu yeni seferi izah etmeye katkıda bulu­
nup bu lun m ayacağını bilme konusunda bizi yeterli ölçüde ayd ın latm ak­
tadır.
T u ğ ru l Bey, T eb rizli R a v v a d î V a su d â n ’ın ve D ovin ve G enceli A b u ’ l-
A sv â r’m kendisine bağlılıklarından em in olm aya ihtiyacı vardı. Bu sebeple
ilk defa bu kişilere karşı sefere çıkar. O n la n Bizans’ a karşı güçlendirerek
kendisine bağlam ayı düşünür. T u ğ ru l B ey’in kendisi için de, özellilde Irak
üzerindeki tasarılarını gerçekleştirebilm esi am acıyla, kendilerine ve disip­
linlerine ihtiyacı olacağı sırada onun faaliyet sahası dışında kalm ış T ü rk ­
men birliklerini sağlam bir şekilde elde tutması son derece önem li g ö ­
zükm ektedir. A y rıca bü m ukaddes savaş onun için bir siyasî hazırlık da
olabilirdi. T u ğ ru l B ey’in götürdüğü savaş araç ve gereçleri -filler, arabalar,
kuşatm a aletleri- kendisine bağlı olan A b u ’l-Asvâr’ın yönetim inde olan
A rran üzerindeki Bizans ilerleyişine, sınırın düzeltilmesi yoluyla cevap verm e
arzusunu gösterm ektedir. B ununla birlikte T u ğ ru l B ey’in bu arzusunda
ısrarh olduğu d a söylenemez. O , h afif birliklerini, hem en hemen V a n G ölü,
Erzurum O vası, T ra b zo n ’ un iç kesim indeki dağlar, Horsen ve H an zit ve
nihayet M u ra t Suyu havzası arasında kalan bütün ülkeyi yağ m alam a­
y a gönderdi. Sonra, bizzat kendisi Bergri ve Erciş’i zaptederek, Bizans
topraklarına girişi sağlayan iki bü yü k yoldan, M u rat Su yu yoluna hâkim

I.A., IX , 380-381 (buradan naklen B.H. 206); İBN H A L L İK A N , III, 227;


C ED REN U S, 578; A T T A L ., 45. L A U R E N T , o tarihten itibaren İstanbul’da hutbenin Tuğrul
Bey adına kesin olarak okunup okunmadığından, haklı olarak şüphe eder (Byzantion, II, 109).
'4 Cl, CAHEN - Y, Y Ü C EL - B. Y E D tY IL D IZ

m üstahkem bir m evki olan, M a lazg irt’i kuşatü; fakat, bir aylık sürenin
bitim inde değerli kum andanlarından birinin ölüm ünden ve bü yü k
m ancm ığm m hasar görm esinden sonra, kuşatm adan vaz geçti ve A ze rb a y ­
can ’a geri döndü.
Bizans’m D oğu A n a d o lu ’da kalmış takviye kuvvetleri, Türkm enlerin
batı uç m üfrezelerini durdurm uştu. Erm enistan’daki R u m kuvvetleri, kale­
lerinden çıkm am ışlardı ve yıpranm am ış bir gü ç olarak bekliyorlardı. T u ğ ru l
B ey’in geri dönüşünden hem en sonra, R u m lar A b u ’l-A sv âr’ı cezalandırm ak
ve onu yeniden sulh y ap m ay a zorlam ak için harekete geçtiler*^.
D ah a önce de olduğu gibi düşm anlıkları, elçiler teatisi takip etti.
T u ğrul Bey belki de prensip olarak M üslüm anların elinden alınmış şehir­
lerin iadesini -1071 anlaşm asına göre onun M alazgirt, U rfa ve A n ta k y a ’yı
kastettiği düşünülebilir- veya, m uhtem elen d aha pratik olarak, îm p ara-
toriçe T eo d o ra ’nın ödediği yıllık haracı istiyordu. T u ğ ru l B ey’in elçisi,
M ervanoğulları B eyliği’nde tutuklanışından sonradır ki, bu arad a T u ğ ru l
B ey’in B ağd at’a girdiği haberini aldı. E vvelce olduğu gibi, hüküm darlar
arasındaki m üzakereler, özel birliklerin mesela T u ğ ru l B ey’in öz yeğeni
Ç ağrı B ey’in oğlu Y â k û tî’nin akınlarım engellem iyordu. B uralardan başka,
güvenliklerini sağlam ak am acıyla, H ıristiyan derebeylerinin em rine girm iş
asi birlikler de bulunm aktaydı; ve T u ğ ru l B ey’in kuvvetleri, bunları yola
getirm ek için Bizans topraklarına girm eye m ecbur oluyordu. G erçek barış
m üm kün değildi
T u ğ ru l B ey’in Bizans H ıristiyanlığına karşı bir asırdan beri kesintiye
uğramış taarruza resmen başladığını ilan etmiş olduğu bu seferi takip eden
yıl içinde, yeni gü cü n ü kesin olarak tahsis etm ek ve genişletm ek m ecburiye­
tinde olduğu bir teşebbüste bulundu. Bu teşebbüs, onun sabırlı bir diplo­
masi hazırlığı sonucunda B ağ d at’a girişidir. Bu diplom aside o, şüphesiz
güçlü T ü rk kom şuluğu rolünü oynam ıştır; fakat T u ğ ru l B ey’ in B ağd at’ a
girişi şiddet yolu yla fetih karakteri taşım am aktadır. H alife hüküm eti, Şii

" A R ISD A G U E S bu kumandanı Ordilmez, M A T H IE U , Osguedzen (Ermenice altın


renkli uzun saçlı) ve CED R E N U S “ Harezmli Han” diye adlandırır; SIBT, 99 v °, Tuğrul
Bey’in (karısı Harezmli idi) bir oğlunun ölümüne imada bulunmaktadır, daha önce kaybettiği
yeğeni ile kanştınyorsa o başka?
I.A., IX , 410 (B. H., 207) A R ISD ., 90-103. M A TH ., 98-101. A T T AL. 45, CED R., 590-.
594 -
ARISD ., 1 0 3 - 1 0 4 , 107; B.H., 207; SIBT, 25 v°. SIBT, 195 v ° Bağdat’ta yapılmış bu
anlaşmanın veya Rumlar ve Müslümanlar arasında yapılmış b^ ka anlaşmalardan birinin
yazıcısı olarak Fatima bint Ali al-Muadhdhab adlı bir kadın kâtibeden söz eder.
T Ü R K L E R IN ANADOLU’YA tL K G İR iŞ t '5

B üveyhoğullarım n baskısından, onların içine düşürdükleri m addî sefalet­


ten, onların başıboş askerlerinin kargaşalarından bitkin düşmüştü. Halife,
nizam ı yeniden tesis edecek ve dinin yayılm asını sağlayacak, kendisine
uygun bir h a y at seviyesine kavuşm a im kânı verecek, teşebbüsleriyle im anın
tebcil edilmesine katkıda bulunacak olan ve üstelik, Ira k ’a nisbî bir m uh­
tariyet tan ım aya hazır olduğunu beyan eden Sünni bir hüküm darın him a­
yesini talep etm eyi kaygı duym ad an düşündü. Buna m ukabil, şimdiye
kad ar sın ırlan üzerinde tutm ayı başarmış olduğu korkunç T ü rkm en b ir­
liklerini B ağ d at’ a karşı saldırtabilecek olan bir hüküm darı m em nun etm e­
mek, tehlikeli olabilirdi. Aslında T ürkm enler Irak’ ı k u zeybatıd an gü n ey­
d oğuya k ad a r kuşatmışlar ve B ağd at’a bir T ü rk garnizonu yerleştirmişlerse
de, H alife’nin şehrinin ve ona bağlı bölgelerin norm al bir Selçuklu eyale­
tine dönüşmesini önlemek için her şey yapılm ış oldu. T a b ia tıy la bu tedbir,
zıtlıkları etkisizleştirm eye yetmedi. T im arları ellerinden alınmış B üveyhî
görevliler, Şii savaşçılar, T ürkm enlerin kom şuluğundan otlakları için en­
dişe du yan A ra p la r Büveyhîlerin eski bir T ü rk kum andam olan Basâsîrî’ nin
yönetim i altında, yeni iktidara karşı birleştiler. Bu birlik, özellikle bütün
C ezire’yi k ap layan geniş bir harekete dönüştü. Fatim i H alifesi’ nin dinî
liderliği etrafında toplanılm asına karşılık, M ısır’dan yardım talebinde bu­
lunuldu. E n azından kendilerine m alî ve diplom atik yardım gönderildi.
M e zo p o tam y a ’daki T ü rk iskânının bile bile z a y ıf bırakılm ası da, Basâsîrî’
ye orad a K u ta lm ış’ı yenm e im kânı sağladı ve M usul ve çevresini kesin ola ­
rak elde etm ek için în a l’ın ve tam o sırada doğudan yetişen Y â k û tî’nin
yardım ları gerekti; M usul ve çevresine sahip olm aksızın Irak’ın em niyetini
sağlam ak m üm kün değildi.
F akat, çok geçm eden vaziyet ciddileşti. Zaferler T ü rkm enlerin hoşuna
gitm iyordu; çünkü bu zaferlerin kazanıldığı seferlerde, yağm a serbest bı-
rakılm anuşü, a yrıca İran ’da olduğu gibi b uralara yerleşm eyi düşünm edik­
leri için kadınlarını H em edan’da bırakan T ürkm enlerin onlardan ayrı kalış
süreleri son derece uzamıştı. H atta, T u ğ ru l B ey’in akrabaları olan beyler
bile, zaferleri sonucunda T u ğ ru l Bey’inki nispetinde güçlerini artıran top­
rak elde edem edikleri için m em nun değillerdi. Bu beyler, T u ğ ru l B ey’ in ik­
tidarının m ahiyetinde m eydana gelen değişm e sonucunda, onun etrafının
sadece tran lıla rla -uzun zam andan beri İran toplum uyla m ünasebette ol­
m alarına rağm en tran lılar onlar için ancak y a n yab an cılar idi- değil M e­
zo p otam ya’y a inildiğinden beri A ra p larla d a kuşatılm asına kızıyorlardı.
K u talm ış’ ın kardeşi Resûl-Tekin, H uzistan’d a isyan etti. Yenilgisinden beri
b izzat K u ta lm ış da Basâsîrî’ ye karşı son derece ihtiyatlı davranıyordu.
16 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C EL - B. Y E D İ Y IL D IZ

N ih ayet, daha önce bir kere, H em edan’ı ele geçirm eyi denemiş olan İbrahim
tnal, T uğru l B ey’i, Batı İra n ’daki Türkm enleri ayaklan d ıracağı sırada,
C e z ir e ’ n in ortasında düşm an bölgesinde yalnız bırakarak, Basâsîrî’ye karşı
isyan etti. T eh d it çok ciddi idi. Bu tehdit, T u ğ ru l B ey’i, T ü rk ku vvet­
lerini bütün M ezop o tam ya’dan geri çekm eye m ecbur ettiği için, Basâsîrî’ye
B ağd at’ a dönm e im kânı sağladı. Bununla birlikte, T u ğ ru l B ey fevkalade
isabetli v e çabuk karar verm e yeteneği sayesinde. Ç ağ rı Bey’ in o ğu llan ve
kendi yeğenleri olan Y â k û tî, A lp-A rslan ve K irm an lı K a v u r t’ un yard ım la­
rıyla, isyanı bastırm ayı, İbrahim Inal’ı y akalam ayı -sonra boğularak öldü­
r ü l m ü ş t ü r - sonra kaçm akta olan Basâsîrî’nin öldürüldüğü B ağd at’ a dön­

meyi, nihayet, M u su l’da T u ğ ru l B ey’in m uhtar naibi pozisyonunun ken­


disine sağlayacağı gücün zam anında farkına varabilen U kaylîlerden M u -
sullu Kureyş gibi A rap beylerinin desteği ile M e zop o tam ya’da sükûneti
sağlamcıyı başardı. Bu zor bir tecrübe olmuştu.
Bu tecrübe, T u ğ ru l B ey’i önemli noktalan kuvved e ele geçirm e yoluna
sevk ettiyse de, onun şahsen Ira k ’taki A ra p entrika yu valan m h dışında
kalma ve M ezop o tam ya’da yerli beylerin kendisine bağım lılıklarıyla yetin ­
me arzusunun doğruluğunu ortaya koym uştu.
Halife tarafından tanınm ası T u ğ ru l B e y ’e, başlangıçtaki Türkm en
b e y liğ in d e n , h atta herhangi bir bölge krallığından çok daha başka bir
h ü r riy e t kazandırdı. Resm en sultan diye adlandırılan, hutbede H alife’nin
a r k a s ın d a n bu sıfaüa zikredilen, “ doğunun ve batının hakanı” derecesine
y ü k s e ltilm iş olan T u ğ ru l Bey, gerçekten, A b b asî H alifesi’nin tanındığı her
yerde, Müslüman cemaatin devlet işleriyle görevlendirilmişti; ve onun cihan­
g ir faaliyetine, o andan itibaren bir hed ef çizilm işti. İslam dünyasının
A b b asîle rd e n kopan bölgelerini yeniden onların itaati altına alm ak, iç
k a r g a ş a n ın sürekli propagan da kaynağı olan rakip halifenin yan i K a h ire ’
deki Fatimi H alifesi’nin ortadan kaldırılm asını sağlam ak. Şüphesiz, b izzat
İran’ı ve İran ’ın A ra p sınır boylarını tam m anasıyla elde tutm adıkça, o
kadar uzakta henüz m aceraya atılm anın söz konusu olam ayacağm ı şartlar
açık seçik ortaya koym uştu. T u ğ ru l B ey’in, halefleri tarafından sefere giri­
şilm ed en evvel, hed ef hiç de kesin değildi. Fırsat düştükçe bir bir vaaz te­
ması olarak H alife’yi ilgilendiren Bizans karşıtı cih at planlarıyla T u ğ ru l
B e y ’ in ilgisi yoktu. Z ira Bizans, T u ğ ru l Bey için bir tehlike teşkil etm iyordu.
T u ğ r u l Bey, A ze rb a y ca n ’da toplu bir biçim de yığılm ış T ürkm enlerin tabii
y a y ılm a istikam etiyle şöyle böyle uyuşan bir taarruz istikam eti çiziyordu.
T u ğ r u l Bey için, yeni seferlerin ulaşılabilir nitelikte olduğunu gösterdiği ilk
hedef Bizans Erm enistanı’ydı. B urada, Selçuklu hüküm darlarına düşen
gölrev, bu iki zorunlu girişimi, belli bir düzen içinde yerine getirm ekti.
T Ü R K L E R IN ANADOLU’YA İL K G tR İŞ Î 17

T u ğru l Bey’in hayatının son yıllanndaki askerî faaliyeti, K u zeyb atı


İran ’da iktidarını sağlam laştırm akla sınırlı kalmıştı; çünkü In al’ın isyanıyla
bu bölgenin kendisine gösterdiği sadakat tehlikeye düşmüştü. T u ğru l Bey,
tabiatıyla H orasan’da Ç a ğ n Bey’in yerine yeğeni A lp-A rslan’ın geçmesine
göz yum du; K irm an ’da, Ç a ğ n Bey’in diğer oğlu olan ve Fars bölgesini de
fethetmiş bulunan K a v u r t’un kendisi adına hutbe okutm asıyla yetindi. Bu
sırada Tuğrul Bey şahsen, D am agan bölgesinde başkaldırmış olup R e y ’i de
tehdit, Kutalm ış ile savaşm ak ve T e b riz ’in, D eylem ’in, K h u v ai ve N ahcıvan
gibi D oğu Erm enistan şehirlerinin küçük beylerini ita at altına alm akla
meşguldü. Bu beyler kendisini daha önce tanım ışlardı; fakat T u ğ ru l Bey, bu
bölgeleri şimdi doğrudan doğruya kendi otoritesi altına aldı^ “*.
T u ğ ru l B ey’in ölüm ü ve yeğeni A lp -A rslan ’ın onun yerini alm ası,
Selçuklu siyasetinin tem el özelliklerini, tam olarak o rtaya koyar. A lp -A rslan
şahsında, erkek evlat bırakm adan ölen T u ğ ru l B ey’in ve babası Ç ağrı
B ey’in, çifte m irasım taşım aktadır. B undan, onun kuvvetlerinin sayı b ak ı­
m ından arttığı sonucundan başka, faaliyetinin bir kısmını D oğu İra n ’ a
tahsis etme zarureti de ortaya çıkar. Bu bölgede o, dikkafalılara boyun
eğdirm eye m ecburdu ve buradan T ü rkistan sınırını göz altında b u lu n d u r­
ma zorunda kalacaktı. G ü n ey İran ’da, T u ğ ru l B ey’den, hiçbir miras ala m a ­
dığı için pek m em nun olm ayan K a v u r t ile m ünasebetler son derece nazik idi.
K u z e y İran ’da K u talm ış, tehlike arzediyordu. O n u n la savaşm ak zo ru n ­
da kalındı ve K utalm ış bu savaşta öldü. N ih ayet A lp -A rslan, Ir a k ’ta,
casuslarının çalışm alarıyla işi sıkı tutm asaydı, daha sonra Suriye-M ısır
m acerasına atılacağı veya Bizans İm p aratoru na karşı m uzaffer olacağı
zam an bile şahsen Ira k ’a ayak basam ayacaktı.
N e var ki K u ze y b a tı İran ’ın d aha sıkı bir şekilde tasarruf altına alın ­
ması, kesinlikle Bizans sınırları üzerindeki T ü rk baskısının azalm ası an la ­
m ına gelm ez. V a z iy e t bunun tam aksidir. Sultanın y ap aca ğı savaşlar için,
b undan böyle, üsler em indir. M eşguliyet içinde bulundurulm ası gereken
uyruklardan veya bir sığınak arayan henüz itaat altına girmemiş gru p ­
lard an oluşan Türkm enlere gelince, bu konudaki çözüm yolu da onları
Erm enistan’ a doğru itm ekten ibaretti. İn a l’ın isyanının d oğurduğu b u ­
nalım , belki bir an T ü rkm en birliklerinin İra n ’da silah altına alınm asına
vesile olduysa da, doğrusunu söylemek gerekirse, bunun asıl sebebi, T u ğ ru l

** I.A .,X I,4 48 v e X , 15; SIBT, 7o v°-7i r ° ,8 ı v°-82 r°, 84,r°,84v°-85r° (Hoy'daki yerel
çatışmaların ayrıntıları). Ayrıca 455 /1063 yılının başında Halifenin kızını Sultana almak için
girişimde bulunulur. Bağdat’a bir daha gidilir. Yolunun üstünde, Tuğrul Bey, Ukaylîler ve
Mervanoğullarından geriye kalanları haraca bağlar (SIBT 84 v°).
18 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C EL - B. Y E D İY IL D IZ

Bey’in bundan böyle Hıristiyan toprjıklarma yap ü ğı akınlann hemen hemen


arkası kesilmeden devam edişini belirleyen 446/1054 seferidir. B ağ d at’ a
girildiği sırada, daha önce de görüldüğü gibi, öyle çok sayıda T ü rkm en
silah altına alınmamıştır. C ezire harekâtında, d aha çok sayıda T ü rkm en
askeri vardı; fakat, herhalde bu sayı fazlalığının, Erm enistan’a yap ılan
akm larla ilgisi bulunm aktaydı. İn al B ey’in isyanı yüzünden, M ervan -
o ğ u lla n ve K u reyş’le yap ılan uzlaşm alarda, T ü rkm enler yardım a çağ rıl­
mıştı. N e var ki, Türkm enlerin büyük bölüm ü H em edan ile A zerb aycan
arasında toplu olarak kalm ışlardı. Y â k û tî’nin yap tığı gibi yeni topluluklar
belli bir am aç için doğudan gelm eye devam ediyorlardı. Hepsinin gayesi,
Erm enistan’dan ganim et toplam aktı.
B ir öncekilerin verdiği bilgilerden yararlanarak ve böylece hiçbir y a ­
n ılgıya düşmeksizin, her sene yeni bir ilerleme kaydedip, ganim et paylarını
alıyorlar ve arkadan gelenler her seferde, ganim et kazanabilm ek için daha
u zaklara doğru gitm eye m ecbur kalıyorlardı. B izans’ taki isyanlar, özellikle
Isaac C om nene’in isyanı, sınırlardaki askerlerin geri çekilmesine sebep
oluyordu. G erçekten, îb e ry a V alisi K atakalon , hem en hem en Erm enistan’
daki bütün birlikleri tsaac C om nene’in isyanım bastırm aya götürm üştü
(1057). Zaten Erm enistan’daki iç anlaşm azlıklar, çok d ah a önceden T ü rk -
lerin yolunu açmıştı. 1055 veya 1056 yılm a doğru, H ıristiyan yaza rla r
tarafından Sam uk(t) d iye adlandın lan , bir T ü rk em irinin birliği, A ra s’ ın
ve M u ra t S u yu ’ nun y u k a n bölgelerini yakıp yıkar İsyancı, parah Frank
askerlerinin kom utanı H erve, önce onunla birleşir, çok kısa süre sonra,
araları bozulur ve onu A h la t’a doğru geri püskürtür ve M ervanoğlu
N asru’ d-devle, şüphesiz Bizans’ı hoşnut etmek için, onu hapseder^®. D ah a
sonra, Isaac Com nene’le birlikte isyan ederek, K a ta k a lo n ’a karşı direnişe
geçen. L ip arit’in oğlu Ivan e Türkleri yardım a çağırır. Bu, T ü rkler için yeni
bir fırsat olur. T rab zo n ’ un güneyinde Pontus zincirinin arkasını ve iki
F ıra t’ın (M urat-su ve K ara-su) birleşme noktası yakın ın d a H an zit’ i y a ğ m a ­
layarak, onun yardım ına yetişirler (1057) A y n ı senenin son­
baharından itibaren çok d aha uzaklarda, kuzey yolu üzerinde K em a h ve
Şarkikarahisar’a (K ögonia, C o lo n ia ^ e D in ar isimli biri tarafından kor­
kunç biçim de yağm alanan M a la ty a ’nın gü ney yoluna ulaşırlar D önüşte
birçok tehlike ile karşılaşıldığı da doğrudur. E m ir D in a r’ın birliği, Sasun

ARISD ., 107; CED R, 617-620.


* * ,C E D R ., aynı yer.
” ARISD ., 110-116.
ARISD ., 120-122; M A T H IE U , 107; M IC H E L, 159 ( = B .H . 213).
T Ü R K L E R ÎN ANADOLU’YA İL K G t R iŞ l 19

D ağ ı Ermeni Reisi T h o rn ig tarafından im ha edilir Bu, taarruz edenlerin


cesaretini karmak ve onları yıldırm ak için, çok istisnai bir olaydır. Bütün
Ermenistan fiilen yağm alanm ıştır. 1059-1061 yılların da Sam uk ve diğer­
leri Erm enistan’ ı bir ham lede geçerek, Sivas’ı zorlam aya başladılar. 1062-
1063 yıllarında, yeni bir yön tayin ederek, C em cem ve Y u s u f gibi
diğer kom utanlar, başlarında “ Sâlâr-ı H orasan ” -m uhtem elen Y ak û tî-,
D icle’nin kayn akları ve F ırat arasındaki R u m topraklarını istila ettiler ve
(R um ların bu harekâtta M ervanoğullarım n ilişkisi olduğunu düşünerek,
hücum edecekleri), A m id ’de esirlerini sattılar ve y o llan üzerinde çobanlık
yap an dağlı aşiretleri de itaat altına aldılar. H erve, Y u s u f un birliğini yok
etti, ancak diğerleri, bir engelle karşılaşm aksızın geri döndüler
Alp-A rslan, iktidarını güçlendirdikten hem en sonra, Erm enistan’ a bir
sefer teşebbüsünde bulunur. Bu seferin, sınırı tahkim etm ek ve A ze rb a y ca n ’
daki tâbi beyler ile sınır boylarındaki T ü rkm enler üzerinde d evlet nüfu­
zunu sağlam laştırm ak gibi, iki am acı vardı. A lp -A rslan, fethetm ek istediği
bölgeyi, bir baştan bir başa dolaşarak, tanınm ış olan T u ğ tek in isim li bir
Türkm en beyinin tecrübesinden yararlanır. B ağlılık duygu ların ın yenilen­
mesi gereken K h u v a i, Salm as, N ah cıvan ’dan hareket eder. Sonra seferine
düzenli bir biçim de devam eder. O rdu nu n ismen A lp -A rslan ’m kendisi­
ne vâris tayin ettiği genç oğlu M elik-Şah tarafından, fakat fiilen vezir
N izâm ü ’l-M ülk tarafından yönetilen bir bölüm ü, tedricen. Araş vadisini
açtığı sırada, bizzat Sultan’ın, A n i’nin kuzeyindeki dağlık ülkelerden G ürcis­
tan sınırlarına k ad ar m üstahkem m evkileri işgal eder, ik i ordu A n i’nin
altında karşılaşır, şehir çetin bir kuşatm adan sonra ele geçirilir (456/1064-
1065). K om şu H ıristiyan beylerinin itaat altına alınışı v e y a ittifakı, aynı

A T T A L ., 78.
M A TH IE U (III), onu Amer K aph’er (Emir-i kebir, büyük emir) ve Kicacıc veya Kic-
Aziz(?) diye adlandırır.
M A TH IE U eserinin 115-120. sayfalarmda Enough (?) adlı bir beyden söz eder.
Cemcem bir Iranlı adıdır. Çok dikkadi bir tarihçi olan Mükrimm Halil tarafından Yâkûtî-
Sâlâr-Horasan kimliği verilmiştir; fakat kaynaklannm yetersizliği, bana bunu doğrulama
imkânı vermemiştir. Yâkûtî’nin artık doğuda olmadığı kesindir; ve öyle görülüyor ki, ailesi
Azerbaycan’da belli bir taraftarlar grubunu muhafaza edecektir; nitekim oğlu İsmail vali
olarak bu gruptan yararlanacaktır. Z'^detü’ t-Tevârih, ahbârü’ d-devUti’s-Selçxikiyye’ nm yazan
(Muh. İkbal basımı, Lahor 1933, s. 31-32, ve buradan özet olarak I.A ., X , 25), Alp-Arslan’ın
seferlerine katılan, fakat bizim Sâlâr’ımızla ilişkisi bulanmayan Iranh bir memur olan Amid
Horasan’ı tanımaktadır. Horasan’ın askerî komutanı manasına gelen Sâlâr-ı Horasan unvanı,
Samânîler’den beri mevcuttu ve Selçuklular zamanında da korunmaktaydı; çok daha sonra, bir
başkası, Mekke’de, mesleye yeni giren biri sıfatıyla, Melik-Şah’ın temsilcisi olarak ortaya
çıkmaktadır (SIBT, sene 466).
20 Cl. CAHEN - Y . Y Ü C E L - B. Y E D İY IL D IZ

zam anda, A lp -A rslan ’ın bir G ü rcü kralının kızıyla evlenmesi sayesinde
garanti altına alınır. D ah a önce şehri yağma edilmiş olan K a rs prensi,
topraklarını Bizans’ a terk eder^^. Ü ç veya d ört yıl sonra, A lp-A rslan
yeni bir sefer daha yapm ıştır ki, bu seferin özellikleri hususunda nadir
kaynaklarım ızı birbiriyle uyuşturm ak m üm kün değildir. Bu kaynaklarda,
bir taraftan, G en ce’de A b u ’l-A svâr’ın halefi olan ve A lp -A rslan ’ a bağh
bulunduğu sırada ondan T iflis’i alan F ad lu n ’a karşı düşm anlıklar, A lp -
A rslan ’ın G ürcü karısından bahsedilm eksizin, anlatılm aktadır. Bu olaylar­
dan sonra, Fadlun saldırıya uğram ış ve bir m üddet G ü rcü K ra lı B agrat
tarafından hapsedilmiştir. D iğer taraftan, Berdaa üzerine bir G ü rcü saldı­
rısı ve Tiflis üzerine ve G ürcülere karşı A lp -A rsla n ’ın bir saldırısı söz konu­
sudur. K ayn aklarım ız, ayrı ayrı bu o la yla r hakkında ittifak halinde old u k­
ları halde, onların sırası hakkında m üttefik değildirler. A lp -A rsla n ’ın seferi
sırasında, Sahot ve y a Şeki Erm eni kralı topraklarını m uhafaza etm ek ve
G ürcülere karşı T ü rk yardım ını sağlam ak için, M üslüm an oldu^^.
Bu sırada, B izans’ın, H alife hü kü m etin in ara cıh ğ ıyla , yeniden A lp -
A rslan ’la anlaşm a p azarlık la rın a girişm esine rağm en, b a tıy a doğru bü yü k
istila hareketleri devam eder^^. Sâlâr-ı H orasan yeniden gü neybatı
istikam etine yön elir (1065), D ic le ’nin k ayn ak ların ın ötesinde, U rfa ve
A n ta k y a R u m la rın ın şefleri arasınd aki rekabetten yara rla n a ra k , U rfa
sınırlarına k ad ar ulaşır; ve yeniden M e y y â fa rik în ’ den geçerken, M ervân î
beyinin kalleşliği sonucu, orad a ölür Sonra, 1067’de, H acip G üm üştekin
-ki, o, 451 / 1058’de Basâsîrî’yi takip etmiş ve öldürm üştür-, Hısn-ı M an sû r’
un güneyinde H arran ve F ırat arasında harekâta girişir A d ı geçen kişiler,
özellikle Güm üştekin, resmi kom utanlardır, fakat bu, kesinlikle onların

35-38; kısmen Nizâmü’l-Mülk’ten gelen malzemelerle IX ./X V . asırda telif edilmiş


olan Ves^â’da. buna çok yakm bir anlatım vardı, krş. H. Bowen,JRAS, 1931. Şu anda British
Museum’da bulunup, ulaşılması imkânsız olan bu metni tanımamda lütüfkârlık gösteren
Bovven’e minnet borçluyum, Gatfârî’nin Mgaristan’ ından kaynaklanır (benzer hikâye
için bkz. M.F. Brosset’nin tercümesi, Vojıage au Catuase vs., I, s. 147); l.A . X , 25-28 (bir bölümü
/^sAı/e’yegöredir). B U N D A R I 31, S IB T g 8 v °, 99 v °; M ATH ., 121-125; A R ISD i3g;B.H . 216-
218; BROSSET, Giorgie, 327; A T T A L IA T E , 79-82. Daha sonraki tarihçiler, bunlar arasında
Mustafa Kazvînî, bir yürüyüş sırasında, Melik-Şah’ın Rum birlikleri tarafından, tarihi belli
olmayan, bir yakalanışının, ve Nizâmü’l-Mülk’ün bir hilesiyle hürriyetine kavuşmasının
hikâyesini kaydetmiştir.
SIBT, 111 v°; B R O SSET, Giorgie, 331-335; B.H., 218; ^übde, 43-48 (Hıristiyan yazarlar
gibi, bu din değiştirme olayını teyid eder).
“ SIBT, lo ı r ° - v ”
M A TH ., 130-133; B.H., 217-218; İBN A L -A Z R A K , 143-144.
“ M A TH ., 157.
T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G İR İŞ İ 2'

seferlerinin de resmî olduğu anlam ına gelmez; Bununla birlikte, Alp-A rslan’
ın 1070 seferini h azırlayan bu h arekâdan n , Bizans ülkesinin iç kesimlerine
nüfuz etme am acını gütmeksizin bu ülkenin sınır boylarında sürdürülmesi,
çok dikkat çekicidir. O layla r, beklenin aksine bir gelişme gösterir. Güm üş-
tekin, yardım cısı Afşin’e yerleşik bir yer b u lm ak için uğraşırken, bir tar­
tışma sonucunda, Afşin onu öldürür. Afşin b ir ham lede, seleflerinden daha
uzaklara giderek, 1067 yılında K ayseri’yi za p t eder, ancak orada kalam a­
dığından ve kendinde d oğu ya dönm e cesareti de bulam adığından K ilik y a ’
ya iner. A m anos d a ğlan n ı aşarak, H alepli H an oğlu H arun ile birleşir.
A n ta kya ve D u lû k ülkelerini istila eder. S on ra o, ıo6 8 ’de Suriye’ye in­
miş bulunan Bizans ordusunun artçı birliklerinin peşinden N iksar’ı y a ğ ­
m alayacak, n ih ayet K a p a d o k ya sınırını aşarak Iç A n ado lu toprakları olan
A m urriye (A m o riu m )’ye ulaşacaktır.’ Bü harekâtı sayesinde Sultan tarafın­
dan affedilir ve d oğu ya dönm e hakkım elde eder^^.
Bu a rad a S u riye’de başka bir nüfuz etm e biçim i gerçekleştirilmişti.
D ah a önceleri, Erm enistan ve H uzistan’d a yerli yöneticiler Türkm enleri
yardım a çağırm ışlardı. O devirlerde tehdit unsuru olan “ barbarlar” ın tam a­
mını ve y a bir kısm ını, ordunun bünyesine katılan ücretli askerler ile kendi
teşkiladannı m uhafaza eden yabancı gru plar arasında herhangi bir ayırım
gözetm eksizin, hizm ete alm ayı denem ek, benzer d u rum d a bulunan bütün
hüküm etler gib i Bizans îm p arato rlu ğu ’nun d a yay g ın bir uygulam asıydı.
N itekim Bizans Im p aratorlu ğu ’nun bir T ü rk ham nm oğlu olup^® babası­
nın yan ından kaçan ve yukarıda adı zikredilen H arun hakkm daki u y gu ­
laması bu idi. G erçekten, İm parator C onstantin D oukas, onu birliği ile
birlikte hizm etine almış, bir kom plo şüphesi sonucu sınır dışı etmiş, sonra
D iyarbakır hu d u d u n d a T ü rk kardeşlerine karşı savaşm ak üzere yeniden
görevlendirm işti. İşte bu görevde iken H aru n , yeğeni M a h m u d ’a karşı
savaş halinde olan M irdâsî Emiri A tiy y a tarafından H a lep ’e çağrılm ıştı.
H arun usulsüz b ir biçim de BizanslIların hizm etinden ayrıldı ve A tiy y a ’nın
yardımına koştu (455-56/1063-64). Fakat, memlekederine akıncı Türkm en-
lerin yerleşm esini istem eyen H aleplilerin saldırısına uğradığından, canını
Fırat nehrinin ötesine geçerek kurtarm ak zoru nd a kaldı. A ra p lar ve U rfa ’

A Z ÎM Î, 451; K E M Â L ., 84 r ”; İBN ŞAD D ÂD , 95 r°; SIBT., 118 r"-v°, B.H. 218;


M ATH . 156-7; A T T A L ., 93, 105, 121. Amuriyye akınıyla şaşıran Araplar, Afjin bu seferden
dönerken Kilikya’yı yağmalamış olduğunu zannetmektedirler; fakat bu olay daha Romain
Diogene’in seferinden önce cereyan etmişti. Niksar’a yapılan akının başka Türklerin eseri
olmadığı kesin değildir. Afşin “ Bekçi” diye adlandırılmıştır.
Mükrimin Halil’e göre bu Tamgaç’dır. Ancak Mükrimin Halil’in bu kanaate vanşında,
bu sırada Semerkand’da bir Tamgaç Han’ın mevcudiyetinden ba§ka bir sebep göremiyorum.
CI. CAHEN - Y. Y Ü C EL - B. Y E D İY IL D IZ

daki BizanslIlar tarafından sıkıştırılmış olan kuvvetierinin bir kısmını kay­


betti. Sonunda, ücredi olarak M a h m u d ’ un hizm edne girdi. M ahm ud, onun
sayesinde H a lep ’i aldı (457/1065) ve M a ’ arratü ’n-N um ân bölgesini ikta
olarak kendisine verm ek suretiyle onu m ükâfatlandırdı. Böylece H alep
politikası, kom şularına karşı, yan i M ahm ud ve H an -oğlu’nun H am a böl­
gesinde saldırdığı, m erkezi S u riye’deki M ısırlı yöneticilere ve ellerinden
A rtâh sınır bölgesini aldıkları A n ta k y a Bizanslılarm a karşı daha tehlikeli
hale geldi. K ısa bir süre sonra, Afşin’in yardım ını sağlayan H an-oğlu,
Bizansh D ük N icephore B otaniate’in nüfuzunu kırm ayı başardı
T ü rk tehdidinin yoğunlaşm ası, o sırada, askerî feodaliteye düşman
olan Constantin D oukas’ın yerine G eneral R o m ain D iogene’in geçm esinden
sonra, Bizans’ın tepkisine yol açtı (1067). R om ain D iogene ıo6 8 ’in yaz
aylarında, alelacele kurduğu devşirm e bir orduyu, K a p a d o k ya ’ya şevketti.
Geçeceği ülkelerin tahrip edilmesi yüzünden bu ordu za y ıf düşm eye m ah­
kum dur. B ununla birlikte, bu ordunun Suriye’ ye inen bölüm ü, M ah m u d ve
H an-oğlu’nun karşı sa ld ın lan n a rağm en, H alep ’in kuzeydoğusunda M en-
b ic’in elde edilmesi ve A rtâ h ’ın tekrar zaptedilm esiyle, zahirî bir başa­
rıya ulaşmıştı. Böylece, A n ta k y a korum aya alınmış, H alep tehdit edilmiş,
A n takya ve U rfa arasındaki ulaşım em niyet altına sokulmuştu. M evcu t
kuvvetier, T ürkm en birlikleri karşısında dağılm ış Bizans ordusuyla birlikte
olduğu zam an hemen hemen hiçbir işe yaram ayan N icephore Phocas ve
Seylîi’d-devle’nin ordularından ibaret olsaydı, büyük faydalar sağlayan çok
şey elde edilebilirdi. D ah a önce, yaz a y la n süresince N iksar’ı yağm alam ış
olan Türkm enleri takip etmek için seferin geciktirilm esi m ecburiyetinde
kahnmıştı. Sonbaharda, Bizans ordusu M e n b ic’de iken, sıra A m u riyye’nin
yağm alanm asına gelmişti Bunun üzerine, R om ain, M a latya ’y a takvi­
ye kuvvetleri gönderdi. D ah a sonra, ertesi yılın ilkbaharında, G enerali
Philarete’i, M a la ty a ’nın giriş ve çıkışını savunm ak üzere orada bıraktı.
Bizans’ın ortalarda gözükm em esinden yararlan arak isyana kalkışan Frank
Crispin’e karşı Erm enistan’a bir sefer düzenledi. R om ain, bir T ürkm en
birliğini K a p a d o k y a ’da Larissa yakınlarından geçtiği sırada yok etm eyi

A ZÎM Î, 455-457 yıllan; K E M Â L , 81 r°-84 r°; SIBT, 90 r°, 102 r"; A T T A L ., 93, n o ,
Han-oğlu’nu Amerikes diye adlandınr (Emir...? Humartekin?). Onun menşeleri hakkında
yapılan açıklamalar ve Menbic kuşatmasının hikâyelerinde oynadığı rol sebebiyle, şimdiye
kadar iyi bilinmeyen hüviyeti konusunda şüphe yoktur.
A ZÎM Î, 461 yıh; İB N -K A LÂ N lSÎ, 98; I.A., 40-42; K E M Â L ., 84 v ”; SIBT, 118 v°; İBN
A L-C E V Z Î, 254; B.H., 217; A T T A L ., 105-119. M A T H ., 161-2; M ICH E L, 168-170. SIBT,
Amuriyye’nin yağmalanmasını bir Rum şefinin ihanetine atfeder. Diğer Bizans yazarlannda
böyle bir durum söz konusu değildir.
T Ü R K L E R IN ANADOLU’YA iL K G iR iŞ l -'3

başardı; fakat Philarete, K o n y a ’yı yağm alayacak olan bir başka T ürkm en
birliğinin geçişine m üsaade etti ki, bu birliği, K ilik y a ’dan geri döndüğü
sırada, yeni A n ta k y a D ü k ü K a ça tu r yok edememiştir^^. N ih ayet 1070
yılında, Y â v u k î aşiretini yöneten ve T u ğ ru l B ey’in eniştesi olan Arîsîgî^^
adlı bir T ü rk beyi, Sultan ’la arası açıldığı için, A n a d o lu ’ya kaçtı ve Sivas
yakının da G eneral M an u el C om nene’i sıkıştırdı ve esir aldı. A lp -A rslan onu
A fşin’e takip ettirdiğinden, A rîs î^ esirini serbest bıraktı ki, o d a kendisini
İstan bu l’a götürdü. Arîsîgî orad a Bizans’ın hizm etine girdi. Y ılla rc a sonra
onunla orada tekrar karşılaşacağız. Önceleri hiçbir yağm a hareketine giriş­
meyen Afşin, A rîsîgî’ yi teslim alam ayınca, o zam ana k ad ar ulaşılabilecek
en u zak nokta olan Şon ay’ a (Chonai) kad ar yolu üzerinde bulun an herşeyi
alt üst etti; öyle ki, çağ d aşlan üzerinde “ İstanbul D en izi” ne ulaştığı inti­
baını bıraktı. D önüşte, kış yüzünden T oroslarda kaldığından, ancak 10 71’
in ilk b a h an n d a tekrar d oğu ya ulaşabildi
1070-1071 yılların da ilk defa bütün Suriye’ye büyük bir T ü rkm en
kitlesinin gelişiyle karşılaşıyoruz ki bu kalabahk içinde ^insanın kendisini
bulması son derece güçtür. H alep ve H am a arasında sert davranışlarda
bulunan d aha sonra M a la zg irt’ te A lp -A rslan ’m çevresinde tekrar karşılaşa­
cağım ız ve dolayısıyla asi olm ayan Sanduk gibi bir kısım T ü rkm en ler
bu raya A n a d o lu ’dan gelm işlerdi Suriye’de, A n a d o lu ’dan kaçarak,
A rîsîgî ile birlikte B izans’ın hizm etine girm ek istememiş olan Y â v u k îlere de

“ A T T A L ., 132; S K Y L ., 403.
SİBT ta ra fm d a n ^ ^ jl, B U N D ARI, 28 tarafından ,R Â V Â N D Î, 85 tarafından
jl, Bibi. Nat. Suppl. persan 1553’deki Târiki Selçuk 3 r tarafındanji_;jl şeklinde yazılmıştır.
BRYEN NE, 32 ve 117, tarafından Chrysosculos (Arîscul ...? için transkripsiyon) ve
M A T H IE U tarafından Guedridj diye adlandırılmıştır. Bu zat, Tuğrul Bey ve K avurt’un
kızkardeşi Cevher Hatun’un kocasıdır. K ardq ler arasındaki kavgalara karışmış olduğunu
görüyoruz (SIBT, 99 r °) ve 466’da, Kavurt’un isyanı ve ölümünden sonra, Bizans’a kocasının
yanına kaçmak isterken, Melik-Şah tarafından öldürülmüştür (SIBT, 154 v °). Arîsîgî (?), 1070
yılından önce ancak 45i/ro5g’da Basâsîrî’ye karşı yürütülen harekâtlara iştirak etmiş
bulunmaktan ve Tuğrul Bey’in ölümü sırasında Süleyman’a karşı Alp-Arslan’ın önde gelen
taraftarlarından biri olmaktan dolayı tanınmıştır (BUNDARI, 8). Tarih-i Selçuk’ a., göre, Yûnis
b. Selçuk adlı birinin oğlu oirnalıdır; fakat aynı yazar İbrahim Inal’ı Yusuf b. Selçuk’un oğlu
dediğinden, verdiği bilginin ağırlığı çok azdır. Bununla birlikte, Râvendî, s. 85’de ilk bilgiye
sahiptir.
Diğer taraftan, yardımcısı Atsız’ın Harezmli oluşundan hareketle, onun da Harezrali
olabileceğine ve belki de Tuğrul Bey’in Harezmli kansma akraba olabileceğine inanılmıştır.
Onun aşiretinin adı her he tür okunursa okunsun, Oğuz kabileleri listesinde tanınmış
gözükmüyor. Yâvûkîlerin büyük bir kısmı Anadolu’da kalmıştır (SIBT, 154 v °, 159 v°).
SIBT, I 2 7 v °;B .H . 219.
K E M Â L , 86 v°.
M Cl. CAHEN - Y. Y Ü C EL - B. Y E D İY IL D IZ

rastlanmaktaydı; diğer taraftan A lp -A rslan ’ın hazırladığı seferin h a b e r­


cileri olarak, doğrudan doğruya doğudan gelenler de vardı. A lp -A rslan
Anadolu’ya doğru ilerlerken, Türkm enlerin bir kısmı onun etrafında bir-
le§iyor, diğer bir kısmı, G üney Suriye’ye doğru kaçıyorlardı. A lp -A rsla n
tekrar harekete geçince, bir kısım T ürkm en onunla yola koyu lu yo r d iğer
bir kısmı oldukları yerde kalıyorlardı. Bu grupların hepsini de, ilk T ü rkm en
beyliğinin teşekkülü neticesini doğuracak, ve a yrıca ilk defa bizi F atim i
yönetiminde bulunan M ısır’daki kargaşalıklara dahil edecek ola yla ra k a ­
rışmış olarak bulmaktayız.
Sur ve Safad Valisi A li b. U kayi, isyana kalkıştığından sonra da F atim i
komutanı Bedrü’l-Cemâlî’nin saldırısına uğradığından, O r ta S u riye’de b u ­
lunan ve Sayda’da Bedrü’l-C em âlî’ye saldıran T ü rkm en Beyi K a r a lu ’yu,
sonra da Mahmud ile kavga etmiş olan, ancak Bedr tarafından satın alın ­
dığından Ali tarafından katledilm iş bulunan H an -oğlu ’ nu hizm etine aldı.
İki birlikten geriye kalanlar, H arzem ’ li A tsız b. U v a k ’ ın kum anda ettiği
Yâvukîlerle birlqtiler. Bedevileri yola getirm ek için Bedr tareıfından ken­
disine görev verilen, fakat um duğu ücret kendisine ödenm eyen A tsız, Fati-
miler adına hutbe okutmayı reddetmeksizin, bir T ü rk valinin de yardım ını
sağlayarak, Kudüs, Remle ve bütün Filistin’ i işgal etti^®.
Bu arada, Alp-Arslan, ilk defa büyük bir sefer düzenlem işti. Seferin
amacı, Bizans sınırında em niyeti sağladıktan sonra, asi AH b. H a m d an ’m
kendisini davet ettiği M ısır’a saldırm aktı. Bu d avet, T u ğ ru l Bey’in B a ğ d a t’
a girişinden itibaren tespit edilmiş olan program ı yeniden ele alm ak için iyi
bir fırsattı. Tuğrul Bey, sözde hâlâ Bizanslılarm sayılan, fakat T ü rkm en ­
lerin dolaşıp durduğu bir ülkenin tam ortasında savunm asız bir h alde
bulunan Erciş ve M alazgirt’i işgal etmekle işe başladı. D ah a sonra, Salâr-ı
Horasan ve Gümüştekin’in keşfetmiş olduğu yolla, U rfa istikam etine indi.
Siverek gibi yol üzerindeki küçük R um m evkilerini ele geçirdi. H a raç
almaktan başka bir niyeti olduğunu açığa vurm aksızın U rfa ’y a saldırdı.
Fakat şehrin direnişi karşısında ısrar etmedi. M en b ic yolu n d a da kim seyi
şüphelendirmeksizin, doğrudan H alep ’e ulaştı, bunun la birlikte H a le p ’
teki mültecileri, aynı zam anda Bizans sınırına komşu A ra p kabilelerinin
(Numeyrîler, Kilâbîler) birliklerini ordusuna katmıştı

IBN-KAL., 99; I.A.,X. 42, 46; K E M Â L , 85 r ”, 90 r°; SIBT, 123 r° - v°, 134 r°-v
ÎBN MÜYESSER, 20. Zehebî, ondan Atsız b. Abak diye söz eder. Yirmi yıl sonra,Tutuş’un
emrinde, Yusuf b. Abak diye birine rastlanmaktadır. Fakat hiçbir yazar, onun Atsız’ın akrabası
olduğundan bahsetmezler.
MATH, defter, CII; B.H., 219; SIBT, 127 r°; Histoire des PatriaTches (PAlexandrie, Bibi.
Nat. Arabe, 502, s. 165-167.
T Ü R K L E R ÎN ANADOLU’YA ÎL K G İR İŞ İ “5

Bir taraftan bu gelişmeler devam ederken, Alp-Arslan’la Rom ain Diogene


arasındaki m üzakereler de sürdürülmüştü. Belki 1070’de bu ateşkes andlaş-
ması da aktedilm işti. A lp -A rslan ’ın seferi sırasında, R u m la r yeni tekliflerde
bulunm uşlardı. Bu teklifler, vergi verilmesi, M a lazg irt ve Erciş’e karşı
M enbic’in takas edilmesi ve Türkm en akm lannm durdurulm asından ibaretti.
Alp-A rslan, Suriye ve Mısır Seferi sırasında arkadan BizanslIların ani bir
saldınsına uğram am ak için, Türkm enlerin yapılarına hiç uym am akla bir­
likte, bir tem inat olarak Türkm en akm lanm n durdurulacağına söz verdi.
R om ain’in, M alazgirt’e hücum etmesi, A lp-A rslan için gerçekten şaşılacak bir
olay olacaktır.
A lp -A rslan ’m am acı, M ısır’a ulaşm adan önce, orada bulunan A rap
Şeyhlerini kesin olarak kendisine bağlam aktı. B ağd at’a girilişinden daha
önceleri Selçuklular adına hutbe pkunan D iyarbakır’da hiçbir güçlükle kar­
şılaşılmadı. M ervan oğu llan n d an Nasr, A lp -A rsla n ’ı yolda karşıladı ve onu
“ Emirlerin Sultanı” diye tavsif ederek bağhlığım bildirdi. T u ğ ru l Bey za ­
manında aksi bir isteğe rağmen Halep, hutbeyi daim a Fatimiler âdına okutu­
yordu. K ilâb îlerin durum u da aynıydı. K endisiyle ittifak kurm ak isteyen
H alife, M a h m u d ’ a A lp -A rslan ’m projelerini anlattığı andan itibaren, M ah-
m ud, beyliği açısından endişeye düşerek boyun eğdi. Ö y le ki, M ahm u d , bu
tâbiiyeti, hutbenin Fatim iler değil Selçuklular adına okunm aya başlandığı
gün karşı koyanları ölüm tehdidiyle korkutarak, H an -o ğlu ’nun birlikleriyle
cam ide kuşatm a altına alm ak zorunda kaldığı ayan ve eşrafın m uhalefetine
rağm en k ab u l etti (1070). Bununla birlikte, A lp -A rslan son andaki bu
dönüşten m em nun olm adı. H arekâtlarının devam ı için H a lep ’in doğrudan
elde bulundurulm ası kendisi için büyük önem arzeden ve şüphesiz orayı
stratejik bir yer olarak değerlendiren A lp -A rslan şehri kuşattı; ve kendisine
tâbi olm ayı kabul etmesi ve Erm enistan’d a Bizans saldırısına karşı koyması
şartıyla, sadece M a h m u d ’un işin içinden sıyrılm asına m üsaade etti (1071).
R o m aine D iogene, gerçekten, sayı bakım ından olduğu kad ar askerî
nitelik ve m anevî birlik açısından da güçlü ve bu sefer doğrudan M alazgirt
ve Erciş’in yeniden fethine yöneltm iş olduğu yeni bir ordu toplam ıştı. Alp-
Arslan, süratle hareket ederek. C ezire yoluyla, A ze rb ay ca n ’a döndü. M u h ­
telif T ürkm en kabilelerinden toplayabildiği k ad arıyla bir ordu kurdu ve
BizanslIlarla karşılaşm ak üzere yola çıktı. Afşin’den elde etmiş olduğu bil­
giler cesaretini artırm ış olm ahydı. T ü rkler, ilk defa, bü yü k bir Bizans ordu­
suna karşı savaşm ak tehlikesini göze alıyorlardı.
Bu savaş T ürklerd e her zam an kullanılan yalan d an geri çekilm e ve
pusu kurm a taktiği sayesinde, Bizans ordusunun tam am en yok edilmesi ve
26 Cl. CAHEN - Y . Y Ü C E L - B. Y E D ÎY IL D IZ

Bizans’ın M üslüm anlar tarafından esir edilen ilk im paratoru Rom ain Diogene’
in ele geçirilişiyle sonuçlandı (Ağustos 1071)
A lp -A rslan ’ı, belki iki veya üç m üstahkem m evki dışında, en azından
bütün Ermenistan’ı fethetmekten hiçbirşey engelleyemezdi. Rom ain D iogtee
den yıllık bir haraç ödemesini, gerektiğinde takviye ku vvet gönderm esini,
eskiden R u m lar tarafından M ü slü m an lan n elinden alınmış, M alazgirt,
Erciş, U rfa ve A n ta k y a ’dan başka M ü slü m anlar tarafından kaybedilen
yerlerin ileride m uhtem el yeniden fethini tanım asını istedi. N etice itibariyle
bu, sınınn sağlam laştırılm asıydı. D a h a sonra fidye vaad i ve prensip olarak
aktedilmiş olan bir evlilik karşılığında, A lp-A rslan, ilerde anlaşm ayı tanı­
m ayabilecek bir rakip tarafından İstan bu l’da iktidarın ele geçirilişini en­
gellem ek gayesiyle R om ain D iogen e’ i serbest bıraktı. A n a d o lu ’nun fethinin
çok kolay olacağını bildiği halde, A lp -A rslan ’ın gayesi bu değildi. O n u n
am acı M üslüm an dünyasının siyasî bütünlüğünü sağlam aktı. Bu sebeple,
Bizans Im p aratorlu ğu ’nun yıkılm ası değil, fakat B izanslılann tarafsızlığı
veya ittifakı, A lp -A rslan için d ah a yararlı olacaktı. Asilerin mesafenin
uzaklığı sayesinde ve düşm an yard ım ıyla b ağlılık duygusundan uzaklaşm a
im kânına kavuşm aları değil, fakat akın cılann ın yab an cı topraklara yağm a
yap m aya gitm eleri, A lp -A rslan ’ın işine geliyordu ve bu konu da da Ba-
sileus’un ittifakından yararlan abiliyord u . N etice itibariyle, A lp -A rslan ve
N izâm ü ’l-M ülk, M üslüm an im p aratorlu ğu ile H ıristiyan im paratorluğunu
eşit bir ebediliğe sahip iki müessese olarak telakki ediyorlardı. B ununla
birlikte, T ürklerin A n a d o lu ’yu fethi ne onlar ne de T ürkm enler tarafından
d a h a önceden düşünülm eksizin vu k u bulm uştu. İk tid a n ele geçirm iş olan
M ich el D oukas ve K a p a d o k y a ’ y a sığınan R om ain D iogene arasındaki
savaş, A n a d o lu ’ nun fethini hızlandırdı; zira R o m ain T ü rklerd en yardım
istedi ve ele geçirildiği ve öld ü rü ld ü ğü zam an, A lp -A rslan onun intikam ını
alm ak için yem in etti. Şüphesiz bu, T ü rkm en akıncılarının yoğu n tah­
riklerine açık kapı b ırakm ak için bir bahaneydi. R om ain D iogene olayı
olm asaydı bile, birkaç ay zarfında hadiselerin akışı değişm eyecekti. Askerî
açıd an Bizans, artık hiçbir şeye karşı koyam ıyordu; ve ister m erkezde olsun,
ister tecrit edilmiş birkaç m ahallî b ölgede olsun, elinde tuttuğu az sayıdaki
kuvvetler, kendi aralarınd a k av ga ediyorlar, T ü rkleri im d ad a çağırıyor­
lardı. Ermenistan halkları, hatta K a p a d o k y a ’ nmkiler, çoğun lukla d a Erm e-

Aynntılı bilgi için krş. Byzantion (IX , I934)’de benim “ Campagne de Mantzikert” adlı
makalem. Orada i;aretlenmi; olan kaynaklara Hisioire des Patriarches <PAlexaTdrie (ı68),
Chronique Anorym e syriaque, 46 (Chabot bas.)’ı da ilave etmek gerekir. Bütün Arap ve Fars
kroniklerindeki notlar. Ayrıca îbn Ebî Randaka, SırâtU’l-mülûk 178.
T Ü R K L E R ÎN ANADOLU’YA İL K G İR İŞ İ

niler ve kısmen b izzat Bizans tarafından geri çekilm iş olanlar, T ü rklere karşı
hiçbir şey yapam adılar, genellikle onları kendi istekleriyle kabu l ettiler,
b azan onlara katıldılar. T eferru at gözüm üzden kaçm aktadır. B ununla bir­
likte, ruhban sınıfının ve Erm eni asillerinden bir kısm ının, yoktan k avga
çıkaran dinî politikasının kendilerini öfkelendirdiği Bizans’a karşı sistemli
düşm anlığı, vergi sistemi, halka yab an cı yöneticilerin ve birliklerin gön ­
derilmesi gibi hususlar bilinm ektedir. T ü rklere karşı güçsüzlükleri sebe­
biyle ve Bizans’ın askerî baskısı sonucunda, topraklarını Basileus’a terket-
mek m ecburiyetinde kalanlar ve ondan K a p a d o k y a ’da verdiklerini telafi
edici avantajlar sağlamış olanlar bile bu dâhili çizgi istikam etinde çe­
kişmelerini ve R u m lara düşm anlıklarını yaygınlaştırm aktan başka bir şey
yapm ıyorlardı. A ra p ülkelerinin sınırlarındaki halkın alt tabakaları arasın­
da sayısı oldukça kabarık olan ve triniteyi kabu l etm eyip Isa’y a tek tabiat
atfeden Suriyeli monofîzitler, artık B izans’a hiçbir bağlılık gösterm iyor­
lardı. D ört asırdan beri kavgası yap ılan sınırlarda banş veya savaşla ge­
çirilen sınır hayatının alışkanlığıyla, Slavların ve Frankların yanında
m uhtelif T ü rk aşiretlerini de ihtiva eden berikiler ve ötekiler ve evleviyetle
yabancı askerî koloniler, aslında K u m lard an d ah a çok M üslüm an kom şu­
larına benziyorlardı. Erm eniler onlardan hiçbirinin dillerini bilm iyorlardı,
Suriyeliler A ra p ça konuşuyorlardı. E vlilikler, tabii bir şekilde A zerb ayca n
ve A rra n ’ın Erm eni krallannı ve M üslüm an beylerini birleştiriyordu.

Türkm enler, sanıldığı kad ar olm am akla birlikte, bazı bakım lardan
yeni bir unsur getirdiler. Y ağm acılık, gerçekten büyük bir felaketti; fakat
ondan korunm ak için, uzakta bulunan ve hor görülen K u m lard an daha çok
M üslüm an emirlerine, hatta b izzat T ürkm enlere itaat etm eye um u tla bakı­
lıyordu. Türkm enler hiçbir zam an vergi talep etm iyorlardı; çünkü, devlet
teşkilatına sahip değillerdi ve ananevi olarak hayatın ı akınlarla geçirm eye
alışmış bir halkın her kesimi için, kendilerine fa yd a sağlayan nim etlerin,
nereden geldikleri pek önemli değildi. D iğer bir ifadeyle, Bizansh “ A krites”
ve M üslüm an “ g a zi” ile T ü rk “ uc” u arasında anlaşm a kolaydı. 1072
yılından itibaren, K a p a d o k ya ’ nın doğusunda kalan (Toroslardaki m üstah­
kem m evkiler hariç) Bizans tm p aratorlu ğu ’na ait topraklan n tam am ı, artık
eskiden olduğu gibi, akınlarından sonra A ze rb a y c a n ’a çekilm ek ihtiyacın da
olm ayan Türkm enler tarafından işgal edilm ekle kalm am ış, b u ralar Bizans’
m kalbinden koparılıp alınmıştı. Asiler oralard a kendilerini em niyette hisse­
diyorlardı. K ısaca, denilebilir ki, M a la zg irt Savaşı, daha önce Erm enistan’
28 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C E L - B. Y E D iY IL D IZ

ın Bizans ilhakıyla dengesi bozulm uş Bizans sınır m ekanizm asının tahribine


yol açmış ve toplulukların içeriye doğru transferi sonucunu doğurm uştur
Fakat Bizans’ın iç çekişmeleri, kısa sürede Türkm enlere sadece akın-
larını K a p a d o k y a ’nm batısında yoğunlaştırm a im kânı verm ekle kalm am ış,
onların bu bölgelere yerleşmesini de sağlamıştır. C risp in ’in Franklardan
oluşan paralı askerleri, onun ölüm ünden (1073) sonra, selefi gibi dikkafalı
olan Roussel de Bailleul’ün emrine geçmişlerdi. 1073 yıhnda, Isaac Com nene’
le birlikte K a yseri’ye doğru T ü rklerle savaşm ak üzere gönderildiği zam an,
onu terketmişti, öyleki Isaac esir edilmiş ve kardeşi Alexis, T ü rkler tara­
fından bozguna uğratılm ış olan orduyu, binbir gü çlü kle A n k a ra ’nın b atı­
sına, geri çekebilmişti. V I I . M ichel, am cası Cesar D ou k as’yı Roussel’e karşı
gönderdi. Roussel, D oukas’yı kendi tarafına k azan dı ve onu taht iddiacısı
olarak M ich el’ e karşı tahrik etti, tşte o sırada, M ich el, A rtu k lu hanedan ı­
nın atası olan ve ilk defa tarih sahnesine çıkan A r tu k ’un T ü rklerd en oluşan
birliğini yardım a çağırdı N icom edie (İzm it) yak ın ların d a, Roussel ve
Cesar yakalanm ışlardır; fakat A rtu k , B izans’a rağm en, Roussel’i serbest
bırakır ve halkın kendisini çok iyi tanıdığı d oğu ya d oğru geri çekilir. Alexis
Com nene, ikinci bir T ü rk beyi T u ta k ’ı(?) kendisiyle son derece iyi ilişkiler
içinde bulunan Roussel’i hile ile yakalam ası için satın alm ak zorunda kahr.
T u tak , R ousseri A m a sy a ’da A lexis C om nene’ e teslim eder. F ak a t bu,
A m asya’dan B oğaz’ a uzanan yolun serbest old u ğu an lam ın a gelm ez, zira
T ü rk birliklerini b ertaraf etm ek için, Alexis, K a sta m o n u ’d a yakalan m a
tehlikesini göze alarak gem iye binm ek üzere H eraclee (E reğli)’ye gitm ek
zorunda kahr'*^^, ve tam o sıralarda, T ü rkler M ile t yak ın ların d a ve
T ra b zo n ’da gözükm eye başlamışlardır"*'^.
A n adolu Türkm enleri ve G ü n ey Suriye T ü rkm en leri arasında. K u z e y
Suriye, Türkm enler tarafından d ah a az ziyaret edilm iş gözükm ektedir.
M alazgirt Savaşı sırasında M ahm ud, A lp -A rslan ’ın em riyle, Ş am ’daki Mısır-

Bu konular için bk. P. W IT T E K , “ Deux chapitres de l’Histoire des Turcs de Rum ” ,


Byzantion, X I, 1936. Tek başına veya Türklerle birleşen yerli halkm akınlan konusunu, krş.
Özellikle M İCH EL, 162-165. Melik-Şah’ın emrinde yer alabilmek için ihtida eden bir Rum
hakkında, I.A., X , 215.
Artuk, daha sonra Melik-Şah’m hizmetine girmiştir. O halde, onun emrime gönderilmiş
olabilir. “ Artuk” un okunuşu hk. krş. K Ö P R Ü L Ü Belleten, I (Benim Diyar-Bakr adlı
çalışmamın tanıtma yazısı). Bu olaylarla ve Melik-Şah ve Artuk arasında Mervanoğlu’na
Michel tarafmdan gönderilmiş aracılık talebinin ilişkisi,bulunabilir (SIBT , 148 r°.)
Bu şahıs, o zamanlar henüz çok genç olan, M elik-Şah’ın kardeşi. Tutuş olamaz.
A T T A L ., 189-199; ANN E (Bonn), 15-17; BRYEN N E, 57-95.
M IK L O S IC H , Ada (L A U R E N T ’in eserinde zikredilmiştir, Turcs, 98); AN N E, 147.
T Ü R K L E R ÎN ANADOLU’YA İL K G lR ÎŞ l 29

lılara saldırmıştı. Fakat, A n takyalı R u m ların tehdidiyle karşı karşıya oldu­


ğundan, ancak on lan K a ra lu ’nun, A tsız’ın ve H an -oğlu ’nun yeğeninin
yard ım larıyla geri püskürtebilm işti. Bu başarıda, A n ta kya lıla n n faaliyetine
ara verdiren, Bizans’ın felakete uğram ası haberinin de rolü olm uştu
fakat, T ü rkler yeniden güneye doğru hareket ettiler. D ah a sonraki yıllarda,
mesela M a h m u d ’un belli başlı em irlerinden biri iken, fiilen T rip o li’ nin
bağım sız em iri Şii kadı Ib n A m m ar’ın yan ına sığınacak olan îb n M u n k iz’in
kaçışı sırasında, H alep’ te halkın, Abbasîlere katılm asını ayıpladığı M ah m u d ’
un durum unun ne kadar nazik olduğu hissedilm ektedir. M ahm ud, F ırat
N ehri boyunda N um eyrîlerle, A z a z ’da R u m la rla savaşm aktadır. Fakat,
ancak 1075 yıhnda, yeni bir T ü rk kom utanı olan A h m et-Ş ah ’ın gelişinden
sonradır ki M a h m u d ’un halefi Nasr, M en b ic’i R u m ların elinden geri alm a­
yı başarabilecektir. Türkm enlerden büyük b ir kısmını d oğuya çeken A lp -
A rslan ’dır. O , 1072’de T ü rkistan ’a bir sefer düzenlem iş ve orada ölm üştü.
H alefi M elik-Şah, K irm an h amcası K a v u r t’un bir isyanını bastırm ak zo­
runda kalmıştı ve uzun zam an b atıd a gözükem eyecekti. O halde Batı
Türkm enleri tam am en serbest kalmışlardı ve geniş A n adolu ’yu dar Suriye’
ye tercih etmeleri tabii idi. A tsız’ın Filistin’de sağladığı başarı, komşu
M ısır’ın zenginliklerinin cezbettiği Türkm enleri yerinde alıkoydu, ö n ce d e n
tahm in edileceği gibi, hutbenin Fatim iler ad ın a okunm ası,/Türkm enlerle
M ısır’ın zoraki komşuluk m ünasebetleri içinde bulunm alarını engellem i­
yordu, öyleki, 1073’te, M elik -Ş ah ’ın tahta çıkışından yararlanarak Atsız,
Sultan ’la barışm a yollarını aradı ve hutbeyi A b b asîler adına okutm aya
başladı. 1075’ te, M elik-Şah sayesinde M em lû k Türklerinin desteğini sağ­
ladı A yn ı zam an da önce isyan etmiş olan sonra Erm eni dönmesi eski Şam
valisi, şimdi ise Fatim i hüküm etinin yeni reisi olan B ed rü ’l-C em âlî tara­
fından yenilgiye uğratılm ış bulunan M ısır T ü r k M em lûkleri tld en iz’in
yönetim i altında A tsız’ın yanına koşarak ona yardım da bulunm uşlardır**.
1074 yılında Ild en iz’in yard ım cılann dan Şöglü, A kka (Acre) ve T a b a riy y e
(Tiberiade) ’yi ele geçirdi Bir bunalım , bu ilerleyişleri inkıtaa uğrattı, zira
Şöglü bağım sızlığa kavuşm ak istemekte ve Selçuklu ailesine duyduğu
saygıyı öne sürerek K utalm ış’ın oğullarını yard ım ın a çağırmaktadır'^^.

K E M Â L , 90 r° ve B U G H Y A (Bibi. Nat. 2138) 187 v°. Bu son eserde, kaynaklar


gösterilmektedir: îbn Zurayk ve Ali B. Munkiz; SIBT, 134 r°.
I.A., X , 62; SIBT, 146 v °, 155 v°.
İBN M Ü YESSE R , 22.
İBN M Ü YESSE R , 23-24; ÎBN ŞAD D ÂD , Leyde 233.
SIBT, 155 v°: Şöglü
30 Cl, CAHEN - Y . Y Ü C E L - B. Y E D iY IL D IZ

Aslında K u talm ış’ın o ğ u lla n A n a d o lu ’y a ulaşm ış bulunuyorlardı


Babalarının yenilgisinin hem en ard ınd an, K a v u r t ’un iki oğlunun yaptığı
gibi, onlar da saltanat değişikliğinden y ara rla n a ra k , gizlice kaçm ışlar mıyt
Yoksa, ailenin şehzadelerine um um i bir siyaset çerçevesinde has dağıtm a
am acıyla, -T ak aş’m T ü rkistan ’a gönderilm esi (A lp -A rsla n tarafından ora
ya yerleştirilmiştir), K a v u r t’un oğulların ın K ir m a n ’d a tanınm aları, daha
sonra T u tu ş’un Ş am ’a gönderilm esi gibi- o n ların yıkıcı ihtiraslarını d iz­
ginlem ek veya askerî sınırların ve m erkezden u z a k eyaletlerin en iyi yönetim
biçim ini tesis etmek gayesiyle, b izzat M e lik -Ş a h tarafın d an m ı gönderilm iş­
lerdi? Resmî bir unvan verm e biçim inde su n u lan , bu ikinci anlatım tarzı,
şüphesiz A n adolu Selçukluları veya onların h alefleri tarafından ilham edil­
miş olan geç Iran tarihçiliğinin anlatım tarzıd ır. F akat, bazı bilinen nadir
olaylar, aksine K utalm ış’ın oğullannı, sonuncusunun ölüm üne kadar, bağım ­
sız ve Iranh am ca çocuklarının d ü şm an lan o la ra k gösterm ektedirler.
Bu olayların ilki Ş öglü ’ nün yard ım çağrısın a olum lu cevap verilmiş
olmasından ibarettir; zira Şöglü tabii olarak K a h ir e ’nin de yardım ını talep
etti. K utalm ış’ın o ğu llan n d an ikisi F atim ilere sa d âk a t yem ini ederek, şimdi
Sultan ’m müttefiki olan A tsız’la Ş öglü ’nün y a n ın d a savaşm ak üzere, T a b e-
riyye’ye gelirler'^®. Fakat, A tsız, savaştan ga lip çıkar, Ş öglü öldürülür.
K u talm ış’m iki oğlu, tutsak edilir ve M e lik -Ş a h ’ a gönderilirler G eride
A n ta k y a ’nın Bizans eyaleti sınırlarına sığınmış olan ve H a le p ’e karşı akınlar
düzenleyen üçüncü kardeşin onları hürriyetlerine kavu ştu rm a denemesi,
boşa gitm iştir Bu üçüncü kardeş ile dördüncüsü, kısa zam an sonra
A n ad o lu ’da buluşurlar.
Beş seneden beri Şam eyaletini kırıp geçiren A tsız’ a gelin ce, o, yaln ızlık
ve sefaletten bitip tükenm iş ve üstelik M ısırlı yön eticilere karşı isyan etm eye
alışmış halkın yard ım ıyla bu şehri işgal eder (1076). M elîkü’ l-mu’ azzam

SIBT, 155 v°; A Z ÎM Î, 67 yılı, onların daha o tarihte Nicee (İznik)’yi işgal ettiklerine
inanır. Bu tarihî sıralamaya aykırıdır. Ayrıca, onların, bu tarihte Anadolu’ya geldiklerini
bildiğini telkin etmektedir.
SIBT (155 v °)’in verdiği bilgilerin anlaşılmaz bir yanı yoktur. Fakat, burada, devlete
karşı isteyerek fesat çıkaniması sessizce geçiştirilmektedir. Kutalmış’m oğullarının bu işe
karışmalarına ait başka hiçbir kaynakta herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. Bununla
birlikte, ÎBN M Ü YE SSE R , ÎBN Ş A D D Â D ve K E M Â L gibi birçok kaynak onların evveliyatını
çok iyi bilmektedirler.
SIBT, 160 r°; bu iki şehzade, galip gelenlerin eline düşmesin diye kanlarını
öldürmüşlerdi. Bu iki şehzadeden birisi (M ATH IE U 2 11, krş. M IC H E L , 179.) 1095’te bilinen
Alp-tlek, diğeri (A Z ÎM Î 516, 1122 ?) Dolab olabilir.
SIBT, 155 v°; İbn Dumlac, belki onlardan birisidir.
T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G İR İŞ İ 3‘

unvanını alır. Sur (Tyr) ve Trablusşam (T rip oli)’ın bağımsız valileri, A tsız’
m Türkm en askerlerine kendi pazarlarında, barış yoluyla alış-veriş yapm aya
gelme hakkım tevcih ederler. Atsız, kardeşi Ç a v lı’nın Ahm et-Şah tarafından
m ağlup edilmiş olduğu, M irdâsî Beyliği’ nin gü ney sım rlanna saldırır, nihayet
düşünceli bir bey olarak kendi ülkesinin gelirlerini yönetm eye gayret gösterir.
Başlangıçtan itibaren, köylülere güven verm eye, mahsulü onlara dağıtm aya
çalışmıştır; çünkü bu ülkede yerleşip kalm ayı düşündüğünden, soygun ve
yağm a m enfaatına uygun düşm üyordu. Ç ok sefil bir durum da bulunan
şehirleri, hatta nüfusunun dörtte üçü boşalmış Ş am ’ı bile vergiden m u af tutar.
Bununla birlikte, S ıbt’ın dediğine göre, “ şehrin değil, kır kesiminin refahına
daha çok dikkat eder”

Böylece güç kazan ın ca, kesin olarak M ısır’la hesaplaşm ayı tasarlar; ve
Ilden iz’i B edrü’l-C e m âlî’ye karşı gönderir. B unun la birlikte Atsız, kuvvet­
lerine çok güvenm iş veya yağm a yap m ak ta zam an kaybetm işti. Bedr bir
ordu toplam ayı, A ra p ları ve Ş öglü’ nüri arkadaşları olan Türkm enleri on ­
dan ayırm ayı, Ild en iz’i ve A tsız’m kardeşi M e ’m un’ u öldürerek, A tsız’ı
yenm eyi başarır ve onu kaçm aya m ecbur eder (1077). Bu sırada, K u d ü s’ te
ve bütün Filistin’ de b ü yü k bir isyan patlak verir. Bu isyan yine terörle
bastırılabilir^^. F akat, 1077 yıhnda, bir M ısır ordusu Filistin’i istila eder,
h atta Şam ’a saldırır. Bu sırada, M elik -Ş ah , kardeşi T u tu ş ’u, S u riye’ye
gönderiyordu. A tsız başlangıçta bu durum u bir güvensizlik işareti sayarak
karşı çıkarsa da, sonunda, başka çaresi olm adığından onun yardım ına razı
olur=^
S uriye’nin kuzeyinde, Ç a v h ’yı m ağlup eden A h m et-Ş ah ’ın N asr ile
arası açıhr ve Nasr, A h m et-Ş ah ’ı tutuklar. A n cak , bir T ü rk ayaklanm ası
sırasında N asr ölür. Trablu sşam ’dan geri gelen kardeşi Sâbık, A h m et-Ş ah ’ı
serbest bıraktı. F ak a t K u z e y Suriye’yi T ü rkm enlerd en kurtarm ak am acıyla
bir K ilâ b î koalisyonu teşekkül etti.
îb n D um lac tarafından yönetilen ve yolunu A n a d o lu ’y a çevirmiş b u lu ­
nan başka bir T ü rk birliğinden takviye alan A hm et-Şah, söz konusu koalis­
yonu büyük bir yen ilgiye uğrattı. A hm et-Ş ah , A n ta k y a ’y a karşı savaştığı

” İB N K A L Â N ÎS Î, 108-109; İB N A S Â K IR , II, 131; SIBT, i3 4 v “, I56r°, 160 v°; 162 v°:


K E M Â L ., 95 r°.
” A Z ÎM Î, 469; İBN K A L Â N IS Î, 110-102; İBN H A M D Û N 469 yılı; I.A., 70-71; ÎBN
A S Â K tR II, 131; Patr. AUx. 183; SIBT, 166 r°-ı68 r°; iB N M Ü YE SSE R , 25.
A Z ÎM Î, 471; İBN K A L Â N IS Î, 112; I.A., 75-76; SIBT, Saray, 2906 B, 13. 50 r°; İBN
A S Â K İR II, 131; ÎBN M Ü YESSE R , 26.
32 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C EL - B. Y E D ÎY IL D IZ

sırada, k açıp kurtulm uş olan K ilâ b î reisleri M elik-Şah’ tan yardım isteyecek­
lerdir
G en ç M elik-Şah, herşeyden önce İra n ’daki vaziyetini sağlam laştır­
m akla m eşgul olduğundan ve orduları yönetm eye m uktedir olm asına rağ­
men diplom asiye daha yatkın olan N izâm ü ’l-M üik’ün tesiri altında babasın­
dan d aha ço k kaldığından henüz ne M ezopotam ya veya Erm enistan’da ne
de özellikle Suriye veya A n a d o lu ’da gözükm üştü. Bununla birlikte, 1075
yılında, A tsız’a gönderm iş olduğu takviye kuvveti, onun o bölgelerle ilgisiz
olm adığını ispatlam aktadır. İşte o andan itibaren, orada bağım sız bir ikti­
d ar k azan m aların ı istemediği T ürkm enlere el atm ak gayesiyle, kardeşi
T u tu ş’ u o r a y a yerleştirm eyi kararlaştırm ıştı. N izâm ü ’l-M ülk, belki de A t-
sız’ın isyan edeceği korkusuyla, bu kararı kabul eder K ilâb îlerin daveti,
A tsız’ın M ısır’d a yenilmesi, bu k arard a etkili oldu. T utuş, M usul U k aylî-
lerinin A r a p em iri K u reyş b. M ü slim ’i, T ürkm en beylerinden, A hm et-
Ş ah ’la bozuşan İb n D u m lac’ia, eski tam dıklanm ız Sanduk ve Afşin’le, İbn
T a v ta v ve İb n B arik’le birleşen K ilâb îleri biraraya getirdi. Bu, karm a­
karışık ve tezat dolu bir koalisyondu; çünkü K ilâb îlerin gayesi, T ü rklerin
bu bölgelerden dışarı atılm asıydı. T u tu ş tarafından kuşatılan Sabık da,
A h m et-Ş ah savaşta öldürülm üş olduğundan, şimdi m alum bir “ H orasan
Em irlerinin E m iri T ürkm en (?) T ü r k ’ü n ” T u tu ş’a götürdüğü kuşatm a
birliğini M ü slim ’le yok etm eye giden A ra p ları T u tu ş’ tan ayırm akta güçlük
çekm edi ve T u tu ş’ un d a D iya rb a k ır’a çekilm ekten başka çaresi kalm adı (kış
1078-1079). İlk b a h a rd a geri döndü. H alep vilayetinin kuzey ve gü ney
bölgelerini işgal etti ve şehri yeniden kuşattı. Fakat bu sırada A tsız’m
d avetine uyarak, A tsız’ın kendisine teslim ettiği Şam ’ a gitü*®. T u tu ş, kısa
bir süre sonra, A tsız’ı tutuklattı ve öldürttü. D ah a sonraki yıllarda, Tutuş,
A tsız’ın topraklarının, K u d ü s, Y a fa , S ay d a da dahil geri kalanını ele geçir­
di ve B aalb ek ’i de elde ederek kuzeye d oğru yayıldı Tutuş, A n a d o lu ’y a

” K E M Â L ., 96 r°- 97 r°.
“ SIBT, 161 r “.
Bu şahsın, Osman olması mümkündür; çünkü 1072 yıLnda, bu addaki bir “ Horasan
Emirlerinin Emiri” bilinmektedir ki o da, Melik-Şah’m amcasıdır (t.A., 53).
tB N K A L Â N lS Î, 112-U3; A Z ÎM Î, 470-472; I.A., 75-76; K E M Â L., 97 r°, 100 v°; tBN
M Ü YE SSE R , 27; SIBT, Saray yazması, 2907, B. 13, 504; İBN A S Â K İR II, 131, III, 340;
M IC H ., 178; M A T H .’nün 1081 yılı olayları arasında "Hüsrev” in Müslim’e yenilgisinden
bahsederken, Türkmen (?)’in yenilgisine atıf yapmıj olması muhtemeldir (185-186).
A Z ÎM Î, 475; SIBT, İstanbul Evkaf yazması, 476 (Millî Kütüphane metninde boşluk
vardır); ÎBN Ş A D D Â D , SO BE R N H E IM tarafından Centenano di Amari’ de zikredilmiştir, s. 59;
Î.A., 78.
T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G İR İŞ İ 33

m üdahalesinden bu yan a, B ah reyn K arm atîlerin i M elik-Ş ah ’m egem enliği


altına sokmuş (1077) ve şimdi kendisine gönderilm iş olan A rtu k ’un şahsm-
d a çok kıym etli b ir yardım cı bulm uştu
H a lep ’in durum un a gelince, Afşin, bütün güney eyaletini ve aynı
zam an d a A n ta k y a ’nın Bizans’ a bağlı kısım larını korkunç bir şekilde yağ-
malam ıştı. T a m o sırada A h m et-Ş ah ’ın kom utanlarından K u tiu k da d oğu ­
daki işleri üstlenmiş bulunuyordu. D iğer taraftan H alep ’te korkunç bir kıt-
hk hüküm sürüyordu. M üslim , bu durum dan yararlanm asını bildi. T u tu ş’
un, Afşin’i F ıra t’ın ötesine sürm ek üzere başka bir T ü rk kom utanı olan
A slantaş’ı görevlendirm esi, bir sonuç verm edi; M üslim , H alep ’e erzak gön ­
deriyor, asillerin teveccühünü kazanıyordu. 1080 yıhnda, Halepliler, M üslim ’
in kendilerini him aye edebilecek tek A ra p emîri olduğuna k an aat getirerek,
ona b ağlılık lan n ı bildirdiler. M irdâsîler pek direnm ediler, ik tala n kabul
ettiler. M üslim , N um eyrîlere ait H arran ve Suruç’ u işgal etti. Böylece,
T u tu ş’u tecrit eden, M e zo p o tam y a ’dan S u riye’ye kadar bütün yolları hü­
küm ranlığı altına alan yeni bir A ra p em irliği kurulm uştu. M üslim , evvelce,
M elik -Ş ah ’ın kız kardeşi ile evlenm işti ve M usul’da, onun tebaası olarak
hüküm sürm ekteydi. Bu sebeple, durum u M elik-Ş ah’ a yazm akta ve olayları
ona an latm akta son derece itin a göstermişti; öyle ki. Sultan onu şim dilik
b astıram ayacağı bir isyana itm e tehlikesiyle karşı karşıya kalm aktansa, bir
vergi gönderilm esi karşıbğm da olayı b ir oldu bitti olarak kabul e tti* ^
A y n ı günlerde, M üslim ’in A ra p devletinin yan ında yer alan, Toros
boyunca, bir R um -E rm en i devleti kurulm uştu. R om ain D iogene’in kom u­
tanlarından, Erm eni asıllı, O rtodoks Philarete, M a lazg irt yenilgisinden ve
R o m ain ’in ölüm ünden sonra, diğer soydaşları gibi b atıya doğru çekilmemiş,
im paratorluk tahtı için rakipleri arasında henüz rolünü oynam am ıştı. O ,
T ü rkm enlerin dolaşıp durduğu yolların uzağında, M a lazg irt m ağlubiyeti­
nin zarar vermem iş olduğu, üstelik T ü rklerin elde etm eye m uktedir ola­
m adığı kalelere sığınarak yerinde kalm asını başarmıştı. M ichel D oukas’ı
tanımam ıştı; fa k a t R o m ain D iogen e’e b orçlu bulunduğu resmî otoritesiyle
övünüyordu. Hısn-ı M an surlu idi; ve bu bölgede, Elbistan ve M araş’ tan
H a n zit’e kadar uzanan yörelerde etkiliydi. D oğuda, Sasun’lu T h o rn ig ’i

SIBT. Bibi. Nat., 165 v ° - 166 r° ve Saray, 174 r°, 177 r°. DE G OEJE’nin “ La fin des
Qarmates” (J. As. 1895, s. 14-22) adlı çalışmasında zikredilmiş olan tbnü’l Mukarrab’in
yorumcusu.
A ZÎM Î, 471-473; İBN K A L Â N ÎSÎ, 472 yılı; ÎBN H AM DÛN, Tezkire, 12. kısım (tarih)
472 yılı; K E M Â L , lo ı v°-ıo2 r°, SIBT, Saray, 50 v°-5 i v°, 53 v°: İBN ŞADDAD, Londra, 82
34 CI. CA H EN - Y. Y Ü C EL -B . Y E D iY IL D IZ

İtaat altına almayı dener, ancak, bu m acerada, R im b a u d ’nun em rindeki


paralı Frank askerlerini kaybeder. Ö teden beri B izan slılann etkisinde kalan
Mervanoğullan ve (1067’de bu yöreye gelmiş olan) T ü rkm en beyi “ Em îr-i
Kebîr” ile anlaşarak, Em îr-i K e b îr’in T h o rn ig’i yenmesi ve öldürm esinden
istifade eder. 1078 yılında, Im p aratorlu k’ ta N icephore B otan iate’in isyanı
ortaya çıkar. Bu şahıs, D oukas’ın düşm anı ve P hilarete’in eski asker arkadaşı
olduğundan ve Doğu A n a d o lu ’nun bazı yörelerinde, M a la z g irt’te yenilen
ordudan arta kalan birlikleri toparlam ak ve geriye çekm ek gib i bir ihtiyaç
içinde bulunduğundan, Philarete’i, “ curop alate” yani T o ro s’un çevresin­
deki bütün ülkeler için bağım sız bir vasal olarak resmen tanıyordu. Bu
arada, Philarete’in, M a la ty a ’ yı, U rfa ’yı ve K ilik y a ’yı işgal ettiğini görm ek­
teyiz. İşgal öncesinde, M alatya, Bizans taht k avgaların a karışmış olan
Nicephore Melissene’in karargâhı idi. U rfa ’yı, Philarete adına, G ürcü
Aboukab oğlu Vasil, T avan d an o s’ tan ele geçirm işti ki, V asil, Constantin
Doukas’tan beri Tavand anos’un valisi iken Philarete’in em rine girmişti.
Antakya’da, MichMe’in saltanatının başlangıcından beri, Philarete, D oukas’
lann rakîbi olan Patrik E m ilien Partisinin üm idi olmuştu. Bu parti, A n ta k y a
dükü olan Isaac Com nene’in Em ilien’i sürerek, baskı altın a almış olduğu,
fakat Isaac Comnene, Botaniate tarafından geri çağırıldığından, onun halefi
Vasag Bahlavuni’yi katleden ve Philarete’i d avet eden bir parti idi.
Philarete’in buradaki ilk endişesi, katilleri idam etmek olm uştur. N ihayet,
Philarete tarafından K ilik y a ’ nın işgali, K a p a d o k ya ve Toros Erm eni
prenslerinin belki de bü yü k bir talih eseri ortadan kayboluşları sayesinde
gerçekleşmişti. Bu prensler, uzun zam andan beri R u m la rla açık savaş h alin ­
de bulunan ve diğer prensler tarafından öldürülen A n i K â k ig (H a yık )’i;
Kars Kâkig’i; Vaspuragan krallarının soyundan gelen A rd zou n i sülalesi; ve
Bizans’ın meşru hüküm darlık hakkını şahsî gücüyle birleştiren insanın h âki­
miyetine direnemeyen diğer küçük senyörler idi
Philarete önce C ah a n bölgesindeki H oni’de Erm eni kilisesi için ken­
di durumlarına elverişli bir genel din liderine (C ath olicos) sahip olm ayı
başanr, sonra, bu eyalet kaybedildiği ve söz konusu din liderinin M a raş’ a
gelmeyi reddettiği vakit, bu şehirde m ahallî bir din liderine sahip olm akla
yetinir, açıkçası, Ermenistan, her zam an, ısrarla eski ruhanî liderine b a ğ ­
lılığını muhafaza etmiştir. H atta Philarete patrikleri kendi bölgelerinde

“ ATTAL., 301; BRYENNE, II, ag; M IC H E L, 173, 174; M A T H IE U , 173-183; krş.


LAURENT, Jlevue des Etudes ArmMieraus’de 1929, A D O N T Z, Byzantion’da 1934, s. 378-382.
Philarhe’in bir Frank subayı hakkında, I.A., X , 296.
T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G tR ÎŞ l 35

o tu ran m onafizit kilisesinde seçmenleri baskı altına aldı D inî inanışları


farklı bütün yazarlar, aristokrasiye karşı katılığı yüzünden, Philarete
hakkında, hiçbir zam an iyi kan aat beslem iyorlardı. F akat, K a p a d o k ya
Erm enileri, K ilik y a ’da ve ülkesinin her yerinde, T ürklere karşı birleşi-
yorlardı
Siyasî durum ve davranışları benzer bir anlaşm azlığa d ayan an M üs­
lim ve Philarete, acaba, Türklere karşı birbirlerine yakınlık gösterdiler mi?
M üslim ’ in U rfa ’da yeniden cami açılm asını ve kendi adın a para basılm a­
sını sağladığı, Philarete’le bir m ülakat yapm ış olduğu, fakat P hilarete’in
selefleri tarafm dan M irdâsîlere ödenm ekte olan vergiyi ödem eyi reddetmesi
sonucunda birbirlerine karşı entrika çevirm eye giriştikleri, M üslim ’in hi­
leyle A n ta k y a ’ya girm ek istemiş olabileceği; P hilarete’in M ısır’la m ünase­
betler kurduğu sırada Sultan ’a onu ih b ar ettiği kayn aklard a nakledilm ek­
tedir®^. B ununla birlikte, işlerin iyi m ünasebetler tesisiyle sonuçlandığı
inkâr edilem ez; zira H ıristiyanlar, P h ilarete’i M elik-Şah nezdinde daha
sonraki girişim inden önce bile, İslam ’a karşı aşın sem patisinden d olayı hep
birlikte suçlam aktadırlar. Philarete, T u tu ş ile de dostluk kurm uş olabilir.
H er ne olursa olsun, Müslim, Sultan’la ilişkilerini koparm aktan dikkade
kaçınarak, onun nâibi olduğunu h atırlayarak, gitgide S u ltan ’ın diğer n aip­
lerine karşı ve her şeyden önce de T u tu ş’ a karşı dolaylı yollard an m ü d a­
halelerde bulunuyordu. T a b ia tıyla , T u tu ş, M üslim ’in H a lep ’i kendisinden
önce işgal etmiş olm asına çok bozulm uştu ve o M üslim tarafından iktaları
U kaylîlere verilm ek üzere ellerinden alın an M irdâsılerden, K ilâb îlerden ve
Türklerden; kısa zam an önce Ş eyzer’i her türlü yard ım dan m ahrum Bizans
piskoposunun elinden almış bulunan îb n M u n k iz’den -ki b u rayı şimdi
kendisinden M üslim istemekteydi- ve nihayet M ısır’a bağlı Hum s’ un bağım ­
sız valisi, fa ka t kendisini tehdit eden M ü slim ’in de düşm anı olan îb n
M u lâ ’ ab ’dan yardım alm ayı üm it edebiliyordu. T u tu ş, A rtu k ’ un yard ım ıy­
la, H alep eyaletini taarruza hazırlayarak, A n ta k y a sınırlarına yerleşti. M üs­
lim de, F ıra t’ın ötesinde, U kaylîlerden, K ilâb îlerden , N um ayrilerden, diğer
A ra p lard an vs. oluşan bir ordu topluyor, M ısır’la bir ittifak andlaşm ası
yap ıyo r ve Bâlis yolu yla kestirmeden d oğru ca Şam üzerine yürüyordu.

“ M IC H ., III, 175, 177; M ATH., Defter C V II, C X V , C X X IV , C X X V I.


M A T H , defter C X V III.
A Z ÎM Î ve ÎBN K A L Â N tS t, 475 yılı için aynı şeyleri yazarlar. SIBT 171 v °, i7 6 r°-v °;
Î.A., 78-79. Urfa hakkında yazılan kısım, bu şehrin Philarhe’e kaı^ı isyanı içinde yer alabilir
(M ATH . 186). Zira B.H., 1394 yılı için Philarfete’in Urfa’yı Türklerin elinden aldığından
bahseder.
36 Cl. CAHEN - Y . Y Ü C E L - B. Y E D ÎY IL D IZ

H alep saldm sım doğru bulm ayan M elik-Şah, A rtu k ’ u geri çağırınca, za y ıf
düşen T u tu ş, alelacele, Ş am ’ a doğru geri çekilm ek zorunda kaldı. Bununla
birlikte M üslim de çarçabuk geri dönm ek m ecburiyetinde kaldı; zira H arran’
d a M üslim ’in ulaşım yollan nı tehdit eden bir isyan paü ak vermişti. Harran’
ın Sünni olan N um eyrî halkı, M üslim ’in kendilerine zorla kabu l ettirmiş
olduğu U k a y lî Şii valid en şikâyet ediyor, K arm îsinli T ü rkm en Ç u bu k’ u
y ard ım a çağırıyordu . Ç u b u k , halkı ita at altına aldı ve kanlı bir bastırma
hareketi gerçekleştirdi
Bu sırada, Ç u buk, ciddi sonuçlar doğuracak olan bir ça ğ n alır. Ç ubuk’
un hâzinelerini tanıdığı ve ülkesinde sayısız m ülklere sahip bulunduğu,
eskiden M ervan îlerin veziri iken şim di H alife’nin veziri olan îb n C ahîr,
uzun zam an d an beri, çok bağım sız hareket ettiğini söylediği Sultan ’a bağlı
M e rv ân î B ey’ini devirm ek ve tâbi’ sıfatıyla onun yerine geçm e hakkını
S u ltan ’ dan elde etm ek için onun nezdinde entrika çeviriyordu. M elik-Şah,
bu hakkı ona tanıdı ve kendisine birlikler verdi. 1084’ te tb n C a h îr saldırıya
geçti, fakat M eyyafârik în ve A m id m üstahkem m evkilerini kıştan önce
teslim alam adı; ilkb ah ard a A rtu k ’ un takviyesiyle tekrar döndü. M ervan-
o ğ u lla n ’n dan M an su r, M ü slim ’e çağrıd a bulundu; A m id ’in kendisine veri­
leceği vaad iyle cezbedilen M üslim , onun yard ım ın a koştu ve kesin bir
yen ilgiye uğradı. B unun la birlikte, A rtu k, onun hapsedilm iş bulunduğu
A m id ’den kaçm asına m üsaade etti. îb n C ah îr, uzun süren b ir kuşatm adan
sonra D iya rb a k ır’ı işgal etti ve kendisine yard ım da bulunm uş olan Ç u bu k ’a
d a H a rp ut ( K h a rtp ert)’u verdi. M elik-Şah H orasan ’d a kardeşi T a ka ş’ın
isyan ettiğini öğrendiği sırada, M üslim ’in esir edildiğini sanarak, M usul’u
teslim a lm aya gelm işti. O zam an , M üslim , kendisine yalvarıp yakararak
affedilmesini sağlayabildi. A rtuk, Sincar’ı işgal etmişti; sonra M usul’a Sultan’
m yan ına döndü. Su ltan , kendisine iktalar verdi, veya elindeki iktalann
kendisinde kalm asını onayladı*^ .
A y n ı yıllard a, S u riye’de üçüncü bir gü ç oluşm uştu. Bu, T rablusşam ’da
önce C eb ele’yi sonra T u tu ş’ un hediyesi olarak T a r t u s ^ o r t o s e ) ’u ele geçir­
miş olan îb n A m m a r’ın beyliği idi. îb n A m m ar, deniz ve d ağlarla korunan
şehrine, iç Suriye’ nin felakeüeriyle tezat teşkil edecek şekUde, belli bir ticari
ve entelektüel gelişm e ve refah sağlamıştı; veya m evcu t refahı korumuştu.
A ra p lard an îb n M u n k iz, T ü rklerd en de T u tu ş ve Süleyrnan bin Kutalm ış

iB N K A L Â N ÎS Î ve A Z ÎM Î, 473-476: I.A., 82-84: SIBT, 176 v ° îbn Munkiz’in


mektubu; K E M Â L , 104 v °- 106 r°.
*■' İBN K A L Â N lS Î, 477 yılı; I.A., 86-87 ve 98; SIBT. 183 r ” ve 188 v '; K E M Â L . ıo 6 r°-
v°; ÎBN A L -A Z R A K , A M E D R O Z , 146-147; B.H. 278.
T Ü R K L E R tN ANADOLU’YA IL K G tR iŞ l 37

Üzerinde büyük bir etkisi bulunuyordu. E ğer M üslim tarafından istenen


M ısır yardım ı ulaşırsa, Ş am ’ın m aruz kalabileceği tehlikeden endişelenen
Tutuş daBedrü’l-Cem âlî’ye yaklaşmayı deniyordu. Böyle bir ittifakın gerçek­
leşmesi halinde bağım sızhğından endişeye düşen îb n A m m ar, öbürleri
arasında tasarlanan birleşm eye engel olm ayı başardı®*.
K u talm ış’m o ğu llan M an sur ve Sü leym an ’a gelince, 1075 felaketine
bulaşmamış olan bu iki kişi A n a d o lu ’y a dönmüşlerdi. Bizanslı liderlerin
kavgaları, onları zenginleştirm eye d evam etti. 1078 yılında, N icephore
B otaniate V I I . M ich el’e karşı isyan etti. D ah a önce görüldüğü gibi, R u m
birliklerinden kendisine kalanların en b ü yü k bölüm ünü b oğazlara doğru
götürerek A n ad o lu ’yu boşalttı. C om n en e’in arabulucuğu ile, A vru p a
yakasının Bizanshsı olmuş olan Arîsîgî-Chrysosculos’u kendi davasına kazan­
dı. F ak at daha iyi gelişmeler de oldu. M ichel, Botaniate’e karşı K u talm ış’m
oğullarına başvurdu. B otaniate, on lard an kurtulm ayı başardı ve onların
akrabası Arîsîgî-Chrysosculos’ un aracılığıyla onları da kendi tarafına ge­
çirdi. K utalm ış oğulları B otaniate’e, sanki kendi sultanları im ş gibi, şük­
ranlarını bildirdiler ve böylece R u m ülkesinin dokunulm az kişileri oldu­
lar. K u talm ış’m oğulları, bu tehlikenin artm asıyla, tabiî olarak İznik etra­
fındaki bütün ülkeleri tutm alarından d a h a az bağım sız değillerdi. Ü sküdar
(C h ry so p o li^ ı bir akın yuvası haline getiriyor, geçilem ez B oğaz’m A sya
yakasına girişi m üm kün kılıyorlardı; kısacası bir ham lede, eskiden geri döne­
rek gerçekleştirm eyi başarmış oldukları gibi akınların uç noktası olarak
değil, fakat yarı resmî yerleşm e yeri olarak hem en hemen İstanbul surları­
nın dibine kadar ulaşmışlardı. A rtık eskisinin aksine oradan geri gitm eyecek­
lerdi. Z ira henüz yeni im parator olmuş olan Botaniate, kendisiyle aynı
zam anda A v ru p a ’da isyan etmiş olan B ryenne’ e karşı savaşm ak zorunda
kalmıştı: K utalm ış’ın oğulları tarafından gönderilen yardım lara başvurdu
ve tabiatıyla bu yardım ların bedeli de ödendi. K ısa bir zam an sonra,
A sy a ’da hemen hemen sırtı T ürklere dayanm ış olan ve m uhtem elen K u ta l-
m ışoğulları’ nı da kendi tarafına çekmiş b ulunan N icephore Melissene isyan
eder. T ü rkler için şu veya bu tarafı tutm anın pek önem i yoktu, çünkü onlar
için her iki taraftan da sağladıkları m enfaat aynıydı. G alatia ve F irikya’nm
bütün şehirleri, C yziq u e ve N icee (İzn ik )’ye kadar Melissene tarafından
T ürklere açıldı. T ü rkler kırlardaki savaşlarda kesin üstünlüğe sahiptiler,
şehirler nispeten direnebiliyorlardı. Y erleştikleri şehirler onların d ayanak
noktalarını teşkil ediyordu. K endisi de b ir isyancı olan Alexis C om nene’in

SIBT, 170 r 180 r 183 r Krş. G. W IE T, Inscription i ’ un Prince de Tripoli (Memorial


Henri Basset, II).
38 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C E L - B. Y E D İY IL D IZ

tahta çıkışı da hiçbir şeyi değiştirm edi. O da başansını T ü rklere borçluydu.


Melissene ile barış yapm ış olm asına rağm en, N icee (İzn ik)’liler onu
tanımıyorlardı. Com nene, M a rm a ra ’nın h a tta T ü rklerin Ü sküdar kesimini
ellerinde bulundurdukları B o ğa z’ın kıyı bölgelerini, İzm it yolunu yeniden
açan gemi tayfalarının cesur ve ani ta aru zlan y la k u rtarm aya m ecbur k al­
mıştı. Bu çaba boşa gitti, zira N orm an d iyah lan n E pir’ e saldınsı, onu daha
önce savaştığı bu T ürklerle, onlardan yard ım elde etm ek için, anlaşm aya
mecbur etti. Com nene Batılı istilacıları geri püskürtecektir; fakat tabiatıyla
bu sefer de M arm ara sahillerini yeniden T ü rklerin elleri arasında b u lacak­
tır Şüphesiz bütün bunlar, M elik -Ş ah ’ın bilgisi dahilinde değildir. M elik-
Şah’ın aşağı yukarı asi durum unda bulunan yeğenlerinin yeni bir
güç kazanmalarını görm ekten hiçbir m enfaati yoktur. Aksine, Bizans’ tan
bu iki tehlikeli şahsın yak alan arak gönderilm elerini taleb eder; ve bu taler
bini, Tuğrul Bey zam anında, B ağd at’ ın eski askeri yöneticisi olan (Şihna)
Emir Bursuk tarafından yönetilen bir ord u yla destekler. Bursuk, düelloda
Mansur’u öldürür. A n cak M an su r’un taraftarları Sü leym an ’ın etrafında
toplanmış olduklarından onlara karşı hiçbir şey yap am az Süleym an bir
ara Dorile (Eskişehir)’de, kısa bir zam an sonra da N icee (İzn ik)’de kendisini
hükümdar olarak telakki eder. T akrib en 1080 yılın dan itibaren, Süleym an’
dan “ Sultan” diye söz edilm ektedir. Bu durum da M elik -Ş ah ’ın hiç hoşuna
gitmemektedir. Zira o, sultanlığın ikiye bölünebilirliğini kabu l etm iyordu.
Ne var ki, bu durum, Süleym an ’ın ölüm ünden sonra vu ku b u la c a k tı’ ^.
Kısacası Rumlar, Süleym an’ı Bizans Im p aratorlu ğu ’nda bir sultan yapm ış­
lardı.
Süleyman’ın siyasî kuruluşunun hususiyetlerinden biri, bu kuruluşun
bir hamlede Türk birliklerinin büyük bir kısmının binlerce kilom etre ileri­
sine taşınmış olmasıydı. Süleym an, Bizans hudutları içindeki faaliyetiyle
yeni bir kuvvet ortaya çıkarm ıştı; fakat menşeini ve ailesinin Selçuklu

BRYENNE, 117-119, 130-144, 158-160; A T T AL. 215-306; ANNE, 25, 90, 109, 171,
178-181,191,299; B.H., 227; Aziz Christodulos, önce Ege Denizi’ndeki Meandre’dan sonra da
Eubee’den kaçar.
Şüpheli bir hikâye: Bu olaylan 1077-1078 yılları arasına yerleştiren tek kaynağımız
B.H., 227, 1064’te ölmüş olan Kutalmış’ın söz konusu olduğuna inanır. Bryenne tarafından
1078’de hâlâ tanmmakta olan Mansur, daha sonra kaybolur. Anne Comnfene, Bursuk’un
Anadolu’da Süleyman’ın haleflerine karşı daha sonraki bir müdahalesinden bahseder.
BUNDARI, 70, (krş. Z^bde 65) Bursuk’un Rumlara 300.000 dinar vergi yüklediğinden söz
eder.
BRYENNE, 160; ANNE, 178, Süleyman, o andan itibaren, resmen sultan olmamıştır.
Bu unvan ona, ancak X IL yüzyılda Halife tarafından resmen verilmiştir.
T Ü R K L E R tN ANADOLU’YA İL K G lR ÎŞ t 39

yeğenleriyle rekabetini unutmamıştı. Sadece Bizans’ ta bağım sızlığını elde


tutmak istese bile, T ü rk dünyası ile ilişkisini m uhafaza etmesi gerekiyordu.
Süleym an, topraklarını artırm ak için olm asa dahi hiç olm azsa, kendisini
takviye eden T ürkm enlerin yolunu açık tutm ak için ve kendisini üslerinden
ayıracak olan düşm an beyliklerin kuruluşunu engellem ek gayesiyle d oğuya
yönelm eye de m ecburdu.
Süleym an ’ın doğuda da Bizans’ın resmî kom utanlık sıfatından y ara r­
lanabildiği sanılm aktadır ve hatta Alexis C om nene’nin, büyük zararı
önlem ek için küçük bir fedakârlıkta bulunarak, Sü leym an ’ı B oğazlardan
uzaklaştırm a üm idi içinde, onun, İstanbul’la ilişkileri çok z a y ıf olan D oğu
Bizans topraklarından hoşuna gidecek bölgeleri işgal etmesine müsaade
etmek m ecburiyetinde kaldığı intibaına da sahip olunulm aktadır. A n takya’
dan direkt olarak İzn ik ’ te bulunan S ü leym an ’a yapıldığı sanılan bir d a ­
vetin rom am m sı hikâyesi bize nakledilmektedir. A n cak , öyle sanılm aktadır
ki, Süleym an, yardım cılarından biri olan A b u ’l-K âsım ’ı İzn ik ’ te bıraka­
rak, d aha 1084 yıhndan önce, sahip olması gerektiği K o n y a ’mn ötesinde,
Philarete’in topraklarının merkezden uzak olan K ilik y a bölgesini onun
elinden almıştır. D ikk at çekici bir olay d a şudur: Süleym an, bu bölgeye bir
kadı tayin etmek için T rip olili îb n A m m ar’a başvurm uştur ki, şüphesiz Ibn
A m m ar’ın donanm ası bu bölgenin lim anlarına gidip geliyordu işte
Süleym an, bu olaylar sırasındadır ki, P hilarete’in yoklu ğu n da onun
naibinin A n ta k y a ’dan kendisine gönderdiği daveti alır. S ü leym an ’a daveti­
ye çıkaran bu kişi, belki de Philarete’in öz oğluydu. Ç ü n k ü o, Philarete’in
son derece İslam taraftarı eğilim lerine karşıydı. Bu sebeple, o günlerde
Bizans’ ın naibi gözüken Süleym an’a başvuruyordu. D oğru veya yanlış, ilk
bakışta zıt gözüken bu izahın, teklif edilmiş olması ilgi çekicidir. Süleym an
fırsatı kaçırm am ak için, bir avuç insanla koşarak bölgeye geldi ve geceleyin
şehre girdi (A ralık 1084). Iç kaleye sığınmış olan birlikler, Philarete
kendilerine yard ım edem ediğinden, birkaç gü n sonra esir alındılar
H erhangi bir yağ m a olayına girişilmedi. Fetih tabiatıyla İslam dünyasında,
büyük bir yankı yaptı; R u m olm ayan H ıristiyanlar arasında da fena karşı-

A Z ÎM Î 476 yıh; SIBT, 184 r°. Arada bir bu fethe atıf yapan başka kaynaklar, onun
Antakya’nın fethinden daha önce olduğuna inanırlar; Ibn Ebî T ayyî (İBN ŞAD D AD , Londra,
82 r°)’nin onu Müslim’e atfettiği görülür. Türkler, 1087 yılından önce Myra (Likya)’ya
girmişlerdir.
İBN Ü ’Ş-ŞÎNNE, a ı ı ’de, papaz Michel olayın şahidi olarak gösterilir. Bütün yazarlar
ondan söz ederler. Özellikle krş I.A., 89; SIBT, 184 v°; K E M Â L , 107 r°-v°; M ICH ., 173;
M A T H IE U , 187; AN N E GOM NENE, 300; Lazkiye (Laodicee) aynı günlerde düştü.
Cl. CAH EN -Y. Y Ü C E L -B . Y E D İY IL D IZ

lanmadı. Çünkü Bizansh din ad am lan m n yerlilere verm eyi reddetm iş o l­


dukları kiliseleri tabiaüyla cam i olan k ated ral hariç, S ü leym an ken di­
lerine bağışladı. Süleyman’m şimdi fethinin M elik -Ş ah tarafm d an resm en
tanınmasını beklemiş olması ve onun da şim dilik m eseleye m üd ah ale ed e­
mediğinden tabiatıyla saltanat meselesini de söz konusu etm eksizin bu fet­
hin Süleyman’a ait olduğunu kabullenm iş olm ası m uhtem eldir.
Aym devirde, K üçük A sya’ya bü yü k ölçüde başka T ü r k beyleri tayin
edilmiştir. Güney yollanna hâkim olan beyler, S ü leym an ’ın n aipleriydi.
Cahan ve Kapadokya’da A b u ’l-K âsım ’ın kardeşi Buldacı vard ı M a la ty a ’
nın yakınında, adı geçen Buldacı veya D an işm en d’le aynı kişi olu p olm adı­
ğı bilinmeyen, Süleyman’ın dayısı olan ve kendisiyle yeniden karşılaşaca­
ğımız bir Türkmen beyi^® ve daha sonra S ü leym an ’ ın kardeşi A lp -lle k

MICHEL, 174.
” MATHIEU, 191; ANNE, 304. Haçlılar (FO U C H E R , 342) “ Pulagit” isimli bir
kimseyle karşılaşacaklar. Buldacı’nin okunuşu, Pulagit’mn de aynı kişi olduğu ihtimalini
doğurmaktadır (Î.A., X, 226, 362).
IBN HAMDÛN, 477 yılı ve oradan naklen SIBT, 476 yılı, Süleyman’m sadece bir
dayısından söz etmektedirler. İBN ŞADDÂD, Londra, 66 r°, bunların aynı kişi olduğunu
söyler, fakat tarih olarak, Danişmend’in M alatya’yı aldığı 495 yılını belirtir. 477’de bu şehre bir
taarruz yapılır, fakat olayı nakleden B.H., Süleyman’ın dayısım Michel’in vekayinâmesine göre
bu döneme yerlqtirdiği Danişmend’den açık bir şekilde ayırır. Onların haber verdiği M alatya
seferi ile Hıristiyan kaynakları tarafından zikredilmiş olan Cahan’ın işgali arasında zaman
birliği mevcuttur. Abu’l-Kâsım ve Buldaa’nm Süleyman’m akrabaları olabileceklerine
inanmak güç değildir, fakat delil yoktur.Michel tarafından bu andan itibaren Danişmend’in de
olayların içine dahil edilişi hiçbir teminat arzetmez, zira onun kronolojisi son derece katışıktır.
Danişmend, Türk hanedan beylerine ait bir listede Şah-Armen’le, Sultan Sancar’Ia ve daha
sonraki olaylar içinde gözükmektedir. Aksaray! ve Osmanlı tarihçileri Hezarfen, Âlî, Cennâbi
tarafından toplanmış olan Danişmend-nâme’nin efsanevî geleneği, diğer beyliklerin başka
kurucuları gibi, Anadolu’da Danişmend’in ilk silahlı güçlerini tabiatıyla bizzat Malazgirt
savaşına yerieşürirler; ve Danişmend-nâme’ye göre, Halife, Sultan’la anlaşarak onu Süleyman’ın
ordusunun başına geçirir ve onu Süleyman’m kız kardeşiyle evlendirir. Akrababk mümkündür ve
bu, Bohemond’un Danişmend’in yanındaki esareti hakkında Orderic Vital, 23’in hikâyesiyle de
telkin edilmiştir. Hezarfen, 479/1087’de, Danişmend’in oğlunun Süleyman’ın ölümünde, her
halükârda daha sonra kendi sahası olacak olan Kapadokya bölgelerini ele geçirmiş olduğu
intibaına sahiptir; fakat, eğer bu imkânsız değilse, işaret etmek gerekir ki, olay
493 ve 523 yıllarının diğer iki olayı arasına sokulmuştur. Bu da, Arap yazısında kolayca
yapılabilecek olan 7 ve 9 arasında bir karıştırmayı düşündürmektedir, dolayısıyla tarih 499
olacaktır ki, bu, (Süleyman b. Kutalmış’ın oğlu Süleyman diye de adlandırılan) Kılıç-Arslan’ın
ölümündeki fetihlerin yaklaşık tarihidir, ki bu fetihler gerçek fetihlerdir. Aslında, ilk Haçlı
Seferi’nin bütün hikâyeleri bu sırada Anadolu’da Danişmend’i tanıyorlarsa da, 1095 yılından
önce ciddi kaynaklarımızda onun hakkında kesin hiçbir bilgi yoktur. Kabul edilebilecek olan
husus, Danişmend’in Danişmend-nâme’nin tanıdığı ve Haçlı Seferi’nden önce geldikleri
T Ü R K L E R IN ANADOLU’YA ÎL K G İR İŞ İ 4>

bulunm aktaydı. D a h a kuzeyde, K aratekin adın da biri Sinop’ u işgal eder


ki, bu K a ra tek in ’in M e lik -Ş ah ’ın D iyarbakır’ a gönderm iş olduğu K a ra -
tekin’le aynı kişi olup olm adığı bilinmemektedir^^. Sivas, K ayseri, v.s.’nin
d aha bu tarihten itib aren işgal edilmemiş olduğuna inanm ak için hiçbir
sebep yoktur, ancak b u nların fethini o andan itibaren, her halükârda on
sene sonra b uralara sah ip olacak olan D anişm end’e atfetm ek veya bunun
tersini söylemek hakk ın a da sahip olunam az.
M üslim ’in sınır kom şusu olan Süleym an, M üshm ’in de iyiden iyiye
hissettiği, ikili d u ru m u n u ilan eder. Zira, M üslim , R um ların ödediği ver­
giyi Süleym an ’dan talep etm ekte ve Süleym an bu teklifi, kendi ifadesiyle,
M üslüm an ve S u ltan ’ın sadık uyruğu olarak gururla reddetm ektedir; ve
A n ta k y a valisi olarak Süleym an, kısa zam an önce H alep M üslüm anları
tarafından B izanslIlardan alınan bu şehrin m ülhakatım istemekte ve ta­
biatıyla M üslim , b u ra ları teslimi reddetm ektedir”^®. D iyarb ak ır m acera­
sından beri, d uru m u n u n sarsılmış olduğunu hisseden M üslim , büyük bir
oyun oyn am aktayd ı. Sam sat’ı Philarete’in elinden almıştı. M ısır’la geniş bir
A rap koalisyonunun p azarlığın ı yapıyordu; ve M elik -Ş ah ’ın T a k a ş’a karşı
seferine iştirak ettikten sonra, D iyarb ak ır’a dönen, orad a îb n C a h îr’le
savaşan ve M elik-Ş ah tarafından geriye dönmesi kendisine bildirildiğinde,
Süleym an’ a karşı S u riy e’yi savunm a zaruretini ileri sürerek özü r dileyen
A rtu k ’un bu konu ya ilgisini çekm e im kânını buluyordu. Gerçekten bu sıra­
da Süleym an H alep için tehlikeli gözüküyordu. M üslim ’e düşm an A raplar,
Ç u bu k gibi ganim ete susamış Türkm enler, yenilgisinden sonra M üslim
tarafından terhis edilmiş askerler, Süleym an’ın hizm etine girmişlerdi. D u ­
rum böyle iken, M üslim Süleym an’ a saldırdı, fakat m ağlup edilerek öld ü ­
rüldü. Süleym an, H a lep ’i kuşattı Buradaki U k ay lî vali Suriye’ye bir sefer
hazırlığı içinde old uğu n u bildiği M elik-Şah’ı, sonra da, d aha yakınında

tarihen bilinen Karatekin, Ç aka gibi, Süleyman zamanında Anadolu’ya gelmiş olan beylere
katılmak mecburiyetinde olduğu hususudur. Krş. Mükrimin Halil, “ Danişmend” , t.A.;
L A U R E N T {Byzantion, I924)’ın ve C A SA N O V A {Resue Numismatique, ı894-ı896)’nın eksik
vesikalı makaleleri. Danişmend’in menşei ve soykütüğü daha sonra tartışılacaktır.
ANNE, 300; SIBT, 188 v °. O, Sultanın iktidarını tanıyordu (daha sonra bilgi verilecek).
Öyle görülüyor ki Selçuklulardan beri Hemedan önünde orduların kamp kurduğu ova Merc-i
Karatekin diye adlandınimaktadır; Bu da onun meşhur bir bey olduğu ihtimalini ortaya koyar;
fakat bizimki midir?
■'» A Z ÎM Î, İBN K A L Â N lS Î ve İBN H AM D Û N, 4 7 8 -4 7 9 y>lları; I.A., 90-91; SIBT, 187
v°- 9 v°; K E M Â L , 108 r°, 109 v°; M ICH E L, 179; M A T H IE U , 190; vs..
■'5 A Z ÎM Î ve tBN K A L Â N lS Î, 479; I.A., 96-98; SIBT, 189 v°, 192 v"; K E M Â L , 109 v°-
I 10 v .s .
42 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C EL - B. Y E D İ Y IL D IZ

bulunan ve bel bağladığı ittifaktan yardım görem eyen M ısır’ın saldırısını


geri püskürtmüş olan T u tu ş’ u yard ım a çağırdı. M üslim ’in ölüm ünde, M ısır
saldırısı hakkında haber beklediği C ezire’den Şam ’ a sığm ak aram aya gel­
miş olan A rtuk, yeniden T u tu ş’ a katılm ıştı. H alep yakınında, A rtu k ’ un baş
rolü oynamış olduğu bir savaşa girişildi; Süleym an öldürüldü (1086). Böy-
lece, iktidarları b atıda M e lik -Ş ah ’a gölge düşürebilen belli başlı iki bey
ortadan kalkıyordu. M elik -Ş ah ’a, onların mirasını ele geçirm ek kalıyor­
du
M elik-Şah bunu hiç zahm et çekmeksizin gerçekleştirdi^ zira bu k ar­
gaşalardan bıkmış usanmış olan halklar, ancak Sultan’ a teslim olm ak için
can atıyorlardı. H ıristiyanlar nezdinde®^ olduğu kadar M üslüm anlar
nezdinde de, S u ltan ’ın gücü ve iyi yönetim deki şöhreti, on lara, norm al bir
hayata dönüş üm idi olarak gözüküyordu. M elik -Ş ah ’m m uhtem elen 1084’
ten beri hazırlanm ış olduğu ve T a k a ş’ın isyanı yüzünden vazgeçm eye m ec­
bur kaldığı sefer -ki tb n C a h îr’in harekâtı bu seferin yan korum ası olarak
telakki edilmiş olabilirdi- ıo 8 6 ’da gerçekleştirilebildi. Bu sefer, bir gezi
niteliğinde idi. M usul ve H arran ile F ırat’a kadar bütün C ezire kapılarını
bizzat kendileri açtılar. T op rak lan m n büyük bir kısmı elinden giden Philarete
de Sultan’dan yana tavır k oym aya başlamıştı. Bu onun için tek çareydi.
Philarete H ıristiyanların kendisini din değiştirerek elde etmiş olm akla
suçladıkları bir bağım lılık karşılığında, eUnde kalan bölgelerin resm en tas­
dikini um uyordu. U rfa isyan etmiş olduğundan, o, sadece M a ra ş’ı elinde
tutmaktaydı ki, kjsa zaman sonra orada ölecektir®^. M eJik-Şah sonra,
Müslim’in halefine verdiği, G âber K alesi’nin F ırat geçidini elde etti; U k aylî
valisinin elinden H alep ’i, Ş a y za r’m kendisinde kalm asını on aylam a karşılı­
ğında tb n M u n k iz’den L azk iye (Laodicee) ve A p am ea ’yı, k ü çü k oğlu K ıh ç-
Arslan’m m uhafızı S ü leym an ’ın vezirinden A n ta k y a ’yı teslim aldı. A tm a
Akdeniz’in suyunu içirm eye gitti ve doğu denizinden batı denizine kadar
uzanan bir im paratorluğu yönetm ek üzere kendisine bağlam ış olan A lla h ’a
şükretti

“t’ A ZÎM Î ve IBN K A L Â N lS Î, 479; I.A., 96-98, SIBT, 189 v°, 192 v°.
M A TH IEU , 196, 208 ve S A R C A V A G , Samuel d’Ani’ At, ZO H R A B baskısı, 75-76, lirik
yazıJardır. Ayrıca, B R O SSE T-O R PE LIA N , 182.
M A TH IEU , 128-130; M IC H E L, 173; B.H., 281; I.A., X , 296.
A ZÎM Î, İBN K A L Â N tS Î ve iBN H AM D Û N , 479; I.A., 97-8; SIB T 194 r°; K E M Â L ,
I I I V ° - I I 2 r°; M IC H E L, 179, Ckron. Anon. Syriague, Chabot baskısı, 48-49; v.s. Kısaca,
Râvendî, 128’nin yarariandığj ^ahirü’d-Din Nijâpuri’yi takip eden bütün Iran’lı tarihçiler.
Rivayet edilir ki, Nizâmü’l-Mülk, geleceğini güvence altına almak için, Türkistan’da bir sefer
sırasında, Antakya’nın yıllık vergisini Melik-Şah’a gönderttirir. SIB T’de de görüldüğü gibi,
T Ü R K L E R ÎN ANADOLU’YA İL K G İR İŞ İ 43

T u tu ş’a gelince, ne kalm aya, ne de, A rtu k ’a rağm en direnm eye cesaret
edem ediğinden, A rtu k ’ u K u d ü s’e yerleştirerek, Ş am ’a gitd
M elik-Şah, o zam an, A n ta kya ’ya H açlıların orada karşılaşacakları
Y ağı-B asan b. A lp ’i, H alep’e Zengîlerin atası A ksun gur’ u vali tayin ederek
ve d aha önceki seferlerine katılmış olan en değerli em irlerinden B ozan ’ a
U rfa’ nın kuşatılm ası işini tevdi ederek, Ira k ’ a gitti. Bozan U rfa ’yı ele ge­
çirdi. B u raya sivil vali olarak G rek dinine mensup Erm eni “ cu rapolate”
T horos’ u bıraktı (1087). A yn ı şekilde, M a la ty a ’da, Philarete’in kom utam
E rm en i-R um asıllı G abriel, muhtem elen Süleym an b. K u talm ış’ın kardeşi
A lp -tle k ’in m urakabesi altında, yerinde kaldı
M elik-Ş ah , Erm enistan’ a hiç gitm edi. O n u n iktidarı orada şüphesiz
teorik olarak kabul edilmişti. F akat, İran Erm enistanı ile D oğu Toroslar
arasındaki bölgeler hususunda hiçbir şey bilm em ekteyiz. Bildiğim iz tek şey,
M elik -Ş ah ’ın, G ürcülere karşı Erm enistan’a doğru, A rra n ’da, A ze rb a y ca n ’
m ve A ras yolunun kuzey örtüsünü sağlam laştırm akla meşgul olduğudur.
Ö yle görülüyor ki, daha saltanatının ilk yılların da M elik-Şah, artık A b u ’l-
A svâr’ın oğlu F adlun ’ un kaypak ve şüphesiz dengesiz bağım lılığından m em ­
nun kalm adığından, G ence’yi işgal etmiş ve burayı ikta olarak, T u ğ ru l Bey
ve A lp -A rsla n ’ın büyük emirlerinden biri olan S arh an g Savtekin’e vermişti.
Fakat G ürcüler, saldırganlıklarından vazgeçm eyerek K a rs’ı işgal etmişlerdi;
ancak A h m et isimli bir Türk, K a rs’ı geri aldı Beyliğini, 40.000 dinar
vergi karşılığı tekrar elde etmiş olan Fadlun, belki de S arhang’ın ölüm ü
üzerine, yeniden isyan etmişti. A n adolu seferine çıkm adan önce, 480/1087
ve 4 8 4 /1091 yılla n arasında, kuvvetlerinin bir kısmı Erm eni olan, Bozan,
F ad lu n ’a karşı gönderildi. Bozan G en ce’yi geri aldı ve ülkeyi askerî iktalara
ayırdı ve kendi hissesini Antakyah Y ağı-B asan ’ a verdi ki onun oğlu daha
sonra bu raya sığınm ak zorunda kalacaktır. A zerb aycan , T ü rk iskânının
kifayetsiz olduğu bölgelerde T ürklerin ileriye ayrılm ış İktisadî bir üssü
olarak kalıyordu. A y n ı devirde B ozan ’m hem U rfa ’da hem A n a d o lu ’da
hem de A ze rb ay ca n ’daki m evcudiyeti, onun bir nevi H ıristiyan cephesin­
deki harekâtın um um î kum andanlığına sahip olduğu intibaını verm ektedir.
Berkyaruk, tahta çıkışında, daha açık bir şekilde, kendi bütünlüğü içinde
A ze rb a y c a n ’ı ve uzakta bulunan bütün toprakları veya T ü rk birliklerini

Süleyman’ın Antakya’daki temsilcisi, “ Amîd” diye adlandırılır. Bu unvan, İran’da merkezî


hükümet yöneticilerine ve valilere verilen ortak addır.
I.A ., 96, g8.
M A T H IE U , 2 iı; M ICH E L, 179; Chron. An. Syr., 49-52.
** Hezarfen, onun ilk adının Danişmend olduğunu yazar.
44 Cl. CAHEN - Y . Y Ü C E L - B. Y E D tY IL D IZ

dayısı Y â k û tî oğlu İsm ail için kom u tanlık haline getirm ek zorundaydı.
İsm ail’in ailesi şüphesiz bu bölgedeki taraftarlarını m uhafaza etmişti. O
zam an İran Selçukluları’nın iç tekâm ülü, A zerbaycan ’da duraklayan savaş­
çı kuvvetlerin faaliyetini içeriye doğru çevirm iş olm asına rağm en, A ze rb a y ­
can ’d a şüphesiz ona h a lef olan Selçuklu beyleri de vardı
A n ad o lu ’da M elik-Ş ah , A lexis’nin yardım ıyla, A b u ’l-K âsım ’ın devam
eden gücünü kırm ak için, Süleym an’m ölüm ünden yararlanm ayı denemişti.
Selçuklulann ayrılışı, A b u ’l-K âsım ’m, yerlilerin yardım ıyla, yayılışım sür­
dürm ek için yeteri kad ar kuvveti m uhafaza etmesini engellememişti. O sm an­
lIlardan ve on lan n E ge D enizi sahillerindeki çağdaşlarından iki asır önce,
A b u ’l-K âsım , kendi donanm asını kuruyor. Bu defa Alexis, Bizans’ın hizm e­
tine girmiş bir T ü rk olan T atikio s’un ku m an da ettiği bir ordu ile denizde ve
karada onu emri altın a alm ayı başarıyor. M am afih bu hazırlığın asıl sebebi,
M elik-Ş ah’ın Suriye’de kendisine refakat eden, Bursuk kum andası altında
yeniden göndermiş olduğu bir ordunun yaklaşm ası oldu. M elik-Şah, daha
önce bir elçi (çavuş. Bu kelim eyi A n n e özel isim olarak kullanm ıştır)
vasıtasıyla, Alexis C om nene’e, kendisiyle ittifak kurm ası karşılığında,
A n adolu kıyılan n d an T ü rkleri geriye çekm eyi teklif ederek, durum u daha
önceden bildirmişti. Alexis, itim at etm edi ve din değiştirttiği ve Bizans dükü
yaptığı elçiyi satın alarak ve Sultan adın a Sinop’u ele geçirm ek için onunla
işbirliğinden istifade ederek kendisinin d aha kurnaz olduğunu zannetti.
Fakat, Bursuk geldiği vakit, onu bir istilacı olarak telakki etti ve A b u ’l-
K âsım ’dan daha tehlikeli gördü; İstanbul’a kabul edilmiş olan A b u ’l-K âsım ’
m barışm a tekliflerini kabul etti ve n ih ayet İzn ik ’te, Bursuk’a karşı, onun
yardım ına koştu. Bursuk, geri çekilm ek zorunda kaldı. B unun la birlikte,
M elik-Şah, K ü çü k A sy a ’da yaşayan T ü rkleri emri altına alm ak düşüncesin­
den vazgeçm em işti. Böyle uzak bir mesafede bu sonuca ulaşm anın tek
çaresinin A lexis’nin desteği ile gerçekleşeceğine inanıyordu. Bizans toprak­
larında gözü yoktu. F akat, Bizans top raklan nd a bile olsalar, onları itaati
altına alm ak için ve fetih fikrine kapılm aksızm , netice itibariyle onlara karşı
m üdahaleye yetkili olduğundan, kendisini bütün Türklerin lideri olarak
telakki ediyordu. Bu fikir bilhassa, Süleym an misalinin göstermiş olduğu,
daha sonra onun halefi örneğinin de ispat edeceği gibi, A n ad o lu T ürkleri,

M A TH IE U , 199, 207; B RO SSET, 243-348; I.A., X , 194; B U N D A R I, 140; 63.


Aksungur, kendisini Suriye’de yerleşmiş addetmiyordu. Karısı ölünce, tabutunu doğuya
götürdü (AZÎM Î, 481; IBN K A L Â N ÎS Î, 1 19, vs...) Şirvanşah, Melik-Şah’a düzenli bir vergi
ödemeye razı olmuştu (BU ND ARI, 140.)
Bu kelimenin çoğulu SIB T ’de şâuşiya olarak yazılmıştır, 193 v°.
T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G ÎR lŞ l 45

bu ülkede elde ettikleri gücü Selçuklu îm p a ra to rlu ğu ’nun hayatî bölge­


lerine doğru dönm ek gayesiyle kullanabilecekleri için, son derece lüzum lu
idi. M elik-Şah, 1092 yıhnm başm da, A b u ’l-K âsım ’ı zararsız hale getirm ek
ve A lexis’ ye bir öncekine nazaran d ah a m ükem m el bir ittifak kurm ayı teklif
etm ek gibi iki görevle Bozan’ı A n a d o lu ’y a gönderdi. A lexis’nin bir kızıyla
S u ltan ’ın bir oğlu evlenecekler, A n ado lu topraklarının A n ta k y a ’y a kadar
olan kısmı, diğer bir deyişle, Süleym an ’ın bütün top raklan Bizans’ a iade
edilecekti. N ihayet, Sultan Basileus’ün ihtiyaç d uyacağı askerî birlikleri
onun em rine am ade kılıyordu. Bu, hiçbir vakit taham m ül edilm ez T ü rk-
m enlerini geri döndürm ek için iyi bir çareydi. Bozan, Izn ik ’i ita at altına
alam adıysa da, en azından A b u ’l-K âsım ’ m topraklarından bir kısmını işgal
etti. A b u ’l-K âsım , M elik-Şah’ın yan ına gitti. M elik-Ş ah da onu B ozan’la
anlaşm ası için geri gönderdi, ancak dönüş yolunda yakalan dı ve boğdurul­
du. A lex is’ye gelince, H ristiyanhk inancına ters düştüğü için evlenm e fikrini
kabul etmeksizin, hiç olmazsa bu sefer elçiye cevap verdi. F ak at M elik-
Ş ah ’ın elçileri, evlenmesi söz konusu olan şehzadenin ölüm ünü öğrendikleri
zam an henüz M elik-Şah’ın yanına dönm em işlerdi. B ozan’ın U rfa ’y a ulaş­
tığı sırada onlar d a geri döndüler. A b u ’l-K âsım ’ın K a p a d o k y a ’dan geri
gelen kardeşi Buldacı, İznik’ te onun yerine geçti. K ısa bir zam an sonra,
M elik -Ş ah ’m ölüm ünde birbirini takip eden karışıklıklardan yararlanarak,
d ah a önce A n ta k y a ’dan götürülm üş olduğu İra n ’dan kaçan Süleym an ’ın
oğlu K ılıç-A rslan A n ado lu ’ya geldi ki o, b ab a m irasının A n adolu kesimini
hiç gü çlük çekmeksizin yeniden ele geçirecektir, o halde bu bölgede değişen
hiçbir şey yoktu
Bizans için tehlike değişmemişti. Şahsen K ılıç-A rslan , d ah a çok doğu
ile olan ilişkilerini sağlam laştırm akla meşgul gözüküyorsa da, onu nâipleri,
Bizans’ı karadan ve denizden h ırpalam aya devam etm ekteydiler. O n la r­
dan biri olan Beylerbeyi Îl-H an, A p ollon ia ad R h yn d acu m ve C y z iq u e’i
işgal etti, oraları geri alm ak için Alexis, iki sefer yap m ak zorunda kaldı. Bir
başka kom utan Ç ak a Bey®°, Bizans direnişinin güçlü olduğu boğazların
yakın çevrelerinden uzaklaşarak, K lazom en , F oça ve İzm ir’i işgal eder,
yerli denizcilerin yardım ıyla bir donanm a ku rar ve denizin kollarını aşa­
rak, h a tta Bizans’ın askerî m ünasebetlerini de tehlikeye sokarak, Sakız,
M id illi, Sisam ’a yerleşir. Birinci yenilgisinden sonra, bir R u m donanm ası,

Tek kaynak, ANNE, 302-311 ve 313-319; îmâ yollu anlatım için, M A TH IE U , 208;
K E M Â L , III r ”.
Rumca: TÇaj^âç Benim okuyuşum Danişmend-nâme’deki Çaka ile ayniyeti
hipotezinden kaynaklanmaktadır.
46 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C EL - B. Y E D İ Y IL D IZ

adaları geri almayı başarır; fakat A b id os’ ta Ç an akkale B oğazı’ nı kapatan


ve Avrupa’da Peçeneklerle m ünasebet kuran Ç a k a ’nın korsan faaliyetini
ortadan kaldırmaya m uvaSak olam az. Alexis, kendisiyle barış halinde bu­
lunduğu Küıç-Arslan’a başvurur. Alexis, K ılıç-A rslan ’ ın aynı zam an d a
kayınpederi olan naibinin ihtirasıyla kendisini korkutur. K ıhç-A rslan, Ç ak a ’
yı bir şölene davet eder ve onu öldürtür. F ak at bu sürekli bir çözüm teşkil
etmiyordu. Zira Ç ak a ’nm halefleri olacaktı. Belki de Ç a k a ’nın faaliyetinin
Dâniimend-nâme’d t bıraktığı hatıra, bunun önem ine işaret edecekti. T arih en
bilinen tek olay olarak Sinop’un işgahnden çok d ah a fazla savaş başarıları­
nın, Dâni§mend-nâme'ût K aratek in ’in müspet faaliyetleri arasm da sayılması,
şüphesiz aym sebeple yerden göğe kadar haklı görülecekti. U za k ta, pratik
olarak bağımsız olan T rab zon , d aha çok G ü rcistan ’la m ünasebet halinde
bulunan Thedore G au ras’m yönetim inde, h â lâ Bizans ülkesi olarak
duruyordu Haçlı Seferleri olm asaydı, Bizans Im p aratorlu ğu ’ n da d aha
şimdiden, X III. asır sonu ve X I V . asır başında yeniden sahip olacağı
hususiyetleriyle ortaya çıkan T ü rk yayılışı, iki asır sonra elde edeceği neti­
celere bu dönemde ulaşmış olacaktı.
Suriye’de, doğrudan Selçuklu hâkim iyetinin kurulm ası, T ü rk nüfuzu­
nun arttğı anlamına gelmemektedir, ister akıncı istilacılar niteliğinde olsun,
ister yerli beylerin askerî kuvvetlerinin unsurları niteliğinde olsun, ister
fatihler niteliğinde olsun, şimdiye kadar tek başına T ü r k nüfuzunu temsil
etmiş olan Türkmenler, püskürtülm üşler ve yerlerini M e m lû k garnizonları
almıştı. Bunlardan bazıları şüphesiz A n a d o lu ’d aki kardeşlerinin sayılarını
artınrken, mesela Çubuk gibi diğerleri, az çok Selçuklu politikasım n plan-
lanna hizmet etmek için M ekke ve Y em en ’e doğru m aceraya koştular.
Ancak bunlar, M ısır’ın karşısında, dün A tsız ik tid an m n bugün ise A rtu k
iktidarının üssü durum unda olan Filistin’de k ald ılar ve öyle görülüyor ki,
burada kendilerini çevreleyen Bedevi K elbilerle (kalbites) çarpışm aya girm e­
diler. Buna karşıhk, sayı bakım ından az önem li fakat etkili olabilen bir
unsur, Iranlı kişiliğinde yeni hâkim iyete eşlik eder.

Melik-Şah’ın T u tu ş’ un naiplerinin kuvvete b aşvu rarak onlarla anla­


şan hükümeü, yeni bir yayılm a hareketi olarak değil, fa k a t nizam ın yeni­
den tesisi olarak değerlendirilebilir. Sünni tarihlerin b ir kervan eşkiyası
olarak telakki ettikleri ve İran ’ a esir olarak gönderilen, H u m s’un ve bir ara
da Fâmiya (Apam ee)’nın Şii beyi H a la f b. M u lâ ’a b ’ın etkisiz hale
getirilmesine, bu açıdan bakm ak gerekm ektedir. B ir ara M e lik -Ş ah ’ın nâip-

ANNE, 320, 361, 423-435-


T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G İR İŞ İ 47

leri, Trablusşam (T rip oli)’a saldırırlar, fakat Ib n A m tnar, T u tu ş’ a rağm en,


şehrinin kendi adına M elik-Şah tarafından onaylanm asının çaresini bulm uş
olduğundan, saldırıdan vazgeçerler. T u tu ş bir ara, bağım sız M ısır n aip­
lerinin tasarrufunda bulunan S ayda, Sur, A k ra ve B eyrut’ u ele geçirir.
F akat B edrü’l-C em âlî’nin yeniden teşkil ettiği M ısır ordusu tarafından
buraların geri alınmasını engelleyem ez. Süregelen bu ufak tertip çarpışm a­
ları, M elik -Ş ah ’ın ölüm ünden sonra, M ısır’a k a q ı uzun zam an d an beri
hazırlıkları yapılm ış olan büyük bir sefer takip edecektir. Ş artlar uygun
olm adığından üç çeyrek yüzyıl bekletilen, büyük M ısır seferi, N ureddin ve
Salahaddin tarafından gerçekleştirilecektir M ısır’a karşı kutsal şehirleri
ve Y em en ’i A bbasî hâkim iyetine çekm ek için yap ılan girişim ler de henüz
sonuca ulaşmamıştır.
A n a d o lu ’d a oluşa gelenlerin aksine, M elik -Ş ah ’m ölüm ü, Suriye T ü rk-
leri için kötü sonuçlar doğurdu. M elik -Ş ah ’ın vârisi B erkyaru k ’a karşı,
K u ze y Suriye’ nin ve U rfa ’nın Selçuklu nâipleri Y ağı-B asan , A ksu n gu r ve
Bozan tarafından desteklenen T u tu ş, taht üzerinde h ak iddia etm eye baş­
ladı. Yağı-B asan , seferi sırasında, S u riye’y e geri giden A ksu n gu r ve Bozan
tarafından terkedildiğinden, o d a oraya geri dönm ek zoru nd a kaldı. F akat
onlan yakalam ayı ve öldürm eyi başararak, C ezire’nin sistemli b ir şekilde
fethini yeniden ele aldı. C ezire’ de, bir U k a y lî’nin yönettiği A ra p isyanını
bastırdı ve İran’a girdi. O rad a yenilgiye uğradı ve öldü (488/1095). O ğu llan
Dukak ve Rıdvan, Suriye’de tutunabildiler; fakat birlikte kalmalarının
kötü sonuçlar doğuracağım anlayınca, birisi H alep ’ e öteki ise Ş am ’a yer­
leşti; ve bu d a yetm iyorm uş gibi, her ikisi de gençti, kendileri için birer vasî
“ atabek” tayin edilmişti, R ıd van vasîsi ile anlaşam adığından, H um us’ta
kendisine ait bir beylik kurdu. T a b ia tıy la , B edrü’l-C em âlî’nin nizam ı yen i­
den tesis ettiği ve orduyu yeniden teşkilatiandırdığı, M ısır, b u durum dan,
sırf bağım sız hale gelmiş güney sahil şehirlerini tekrar ita at altına alm ak
için değil, fakat H açlıların kuzeye yaklaşm asının kendisine A rtu k lu lard an
K ud üs’ ü alm a im kânı vereceği Filistin’de tekrar görünm ek için yararlandı.
O halde, Selçuklu sahasının küçülm esi v e im paratorluğun parçalanm ası söz
konusuydu. B una paralel olarak. K u z e y Suriye’ de Fatim i tesiri de artı­
yordu. Bu bölgede bulunan A p am e a ’y a M ısırlı naip olarak H a la f b. M u -
lâ ’ab yeniden yerleşiyor ve yine bu bölgede, R ıd van , d ah a sonra, “ Haşşâşiy-

ÎBN K A L Â N İS Î, 120-121; A Z ÎM Î, 482-483; I.A., 119, 136; K E M Â L , 113 r°; SIBT,


202 r°, 204 r°-v°; İBN M Ü YESSE R , 28-29. Yemen ve Mekke için bk, I.A ., 135, 137.
48 a . CAHEN - Y. Y Ü C EL - B. Y E D İY IL D IZ

yûn s* assassins” Ismâililerin terörist milis kuvvetine çağrıda bulunmanın


bekleyişi içinde, bir ara, Fatimiler adına hutbe okutuyordu
Fakat, bu olay, henüz en vahim olam değildi. Doğudaki faaUyeti için
Tutuf, henüz Suriye’ye sağlam bir şekilde yerleşmeye zam an bulamamış
olan ve başka yerlerde keşfedilmiş daha geniş umutların oraya dönme
düfüncesinden vazgeçirdiği Türk unsurları, Suriye’den götürmüştü. M elik-
Şah’la aynı sıralarda ölmüş olan Artuk’un oğullan, birbirlerine kaı^, Rıdvan
ve Dukak arasındaki kavgalara kabldıktan sonra, Filistin’i kaybedince,
tekrar Mezopotamya’ya döndüler. O raya vardıklannda, kardeşlerden biri
Sökmen, Suruç’u işgal etti, diğeri yani llg azi ise, bir m üddet Berkyaruk’un
hizmetinde askerî kumandanhk görevi yaptı. Neticede her ikisi, bu bölgede,
Selçuklu valilerinin olduğu kadar diğer Türkm en beylerinin de zararına
uzun bir geleceğe sahip bir beylik kuracaklardır®*. Aslında, Suriye’de,
Atsız’a bağh olanlann neslinden gelen veya başka Türkm enler kalmıştır.
Fakat bunların sayısı çok azdır, hatta kuzeyde hiç yoktur. M ahalli küçük
bir beyin kaynaklan da, eskiden bütün Selçuklu tm paratorluğu’nun hâki­
minin gönderebilmiş olduğu ölçüde. M em lûk Türklerinin ihtiyaçlanm kar­
şılamaya imkân vermemektedir, ve bizzat bu im paratoriuk,,M dik-Şah’m
halefleri arasındaki rekabeder yüzünden parçalandığı için, ondan yardım
talebinde bulunulması artık çok nadiren mümkün olabiliyordu. Zaten yar­
dım geldiği zaman da şüphe ile karşdamyordu, zira Suriyeli emirlerin
mallarını ellerinden alma arzusuna sahip değiller miydi? Haçh Seferleri
döneminde, Dukak’tan daha çok Rıdvan’da dikkati çeken husus, gerçek bir
ordu hazırlamadaki kabiliyetsizlikti. Dukak ve R ıdvan, Suriye’de hâlâ
kamp kurmuş havasmdaydılar. Türk kuvvetleri D iyarbakır’da idiler. Bu
bölgede, Mervanoğullarmm ve Ukaylîlerin düşüşü ve Tutuş’un fethi, bir
Türk valinin Musul’a yerleşmesine yol açmıştı; ve bilhassa, kalabahk Türk­
men birlikleri sarp dağlardan Diyarbakır’a inmişlerdi. Bir ihtiras yüzünden
değil fakat zaruret dolayısıyladır ki, Dukak ve onun Atabeyi Tuğtekin’in
hakimiyetlerini ve Rıdvan’ın da Fırat’ın girişlerini elde etmek için onlarla
uğraştığını görüyoruz ve bu Türkmenler şimdi kendilerine uygun bir ülke­
ye yerleştiklerinden, onları artık bir takım maceralar için umduklarını bula­
mayacakları uzak memlekedere kalıcı olarak götürmek kolay bir işe ben-

»î İBNKALANİSÎ, ıaı.133; İBNÜ’L -A Z R A K , 152; tB N Ü ’L-EStR , 486-490 yıllan;


KEMÂL, 113 vd.; M ATHIEU, ao8; ANNE, 315; v.s.
** Ki?' Cl. Chane, “ Diyar Bakr au temps des premiers Artuqides” , Journal Asiatigue, 1935
ve IBN KALÂNİSÎ, 127; I.A., 167, 168; K E M Â L . 1 ,7 v °, 118 r°. Yukanda görülen İbn
Dumlac’ın soyundan gelenler Diyar-Bakır’da Erzen’e de yerleşeceklerdir.
T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G İR İŞ İ 49

zem iyordu. A rtık T ü rkm en beylerini düşündüren husus, d ayanak nokta­


larının ve çevrelerindeki toprakların elde edilmesi, kısaca beyliklerin kurul­
masıdır. Birçok bey, D iyarb ak ır’d a rekabete giriştiler, sonunda A rtu klu lar
tarafından X I I . asnn ilk çeyreğinde elendiler veya onlara boyun eğmek
zorunda kaldılar. B ununla birlikte V a n G ölü yolu üzerinde bir başka bey,
K ız ıl Arslan, en şöhretli günlerini yaşıyordu®^. U rfa ve Toros bölgesine
gelince, T ürklerin oralardaki çekim serliği, boyun eğmiş fakat yok olmamış
olan Erm eni şeflerinin bağım sız beyler olarak yeniden ortaya çıkm asına yol
açmıştır. T ürkm enlerin, Süleym an ve M elik -Ş ah zam anında bile, geçip
gitmekten başka bir şey yapm adıklan, M araş, orta ve doğu Toros böl­
gesinde, H açlılar buralara geldikleri zam an, Philarete’in veya başkalannm
eski nâipleri olan bağım sız beyler bulunuyordu. B ozan’m ölüm ünden sonra,
T u tu ş’un daha önce M a latya ’ya hâkim olan A lp -îlek b. K utalm ış’ı yer­
leştirdiği samlan U rfa’da bile, Thoros, M a la ty a ’da G abriel’in yaptığı gibi,
onun birliklerinden kurtulm ayı başarmıştı. T horos’a saldıran Kılıç-Arslan,
H açlılar tarafından durduruldu. Sadece Sam sat’ ta T ü rk Balduk kaldı
K ü çü k A sya’da da dışarıdan gelen göç hareketi durm uş gözükmektedir.
A zerbaycan, ikinci derecede de D iyarbakır vasıtasıyla, tran ve Anadolu
Türkm enleri arasındaki münasebet devam ediyordu. İran Selçukluları için
A nadolu, “ bilinm ez bir ülke” (terra incognita) idi. Berkyaruk belirsiz bir
biçim de blok halinde İsmail’i ‘ tra n ’ın sınırlan dışında bulunan ülkelerin
sahibi” tayin eder®®. Birkaç yıl sonra, kardeşi M uham m ed ile saltanatı
paylaştığı vakit, M uham m ed’in sahip olduğu A zerbaycan dışında, Suriye,
Cezire ve Erm enistan’da hutbenin kendi adına okunacağı kararlaştırıldı ve
bunun ötesinde hiçbir şeyden bahsedilmemektedir. Sınırlan ne kadar belirsiz
olursa olsun “ Ermenistan” deyim i asla, esas itibariyle A n adolu’dan müte­
şekkil olan “ R u m ülkesi” ni içine almamıştı. Ermenistan Türkm enlerinin
A rtuklu Belek’e karşı T rabzon lu G avras’ la ittifak kurduklan, veya A zerb ay­
can birlikleriyle A rtuklu D iyarbakır birliklerini b iraraya getirmekle birlikte

Bu şahıs, Suriye’de Haçlılara kar5i yapılan savaşlarda ve Azerbaycan’daki


çarpışmalarda, göze çarpmaya başlar; ve şüphesiz bu, Chanson d'Antioehe’ un “ Lion Rouge”
(Kızıl Arslan’ın Fransızca tercümesi)’udur.
Bu kişinin İbnü’l-Esir’in birkaç yıl sonra Bağdat’ta tanıdığı Baldukıya Türkleri ile
münasebeti olabilir (X, 393); Çünkü ChnniqueSyriagtu 59, onu Baldukıya diye adlandınr. Onun
Arapça ismi Süleyman’dı ve bir “ gazi” nin oğlu idi. Ancak onun Danişmend’in oğlu “ G azi”
plup olmadığını belirten başka bir belgeye rastlanmamaktadır (M A T H IE U , 210; K E M Â L ,
118 r°). Onun, henüz yeni doğmuş olan Süleyman b. Ilgazi ile de ilişkisi olamaz.
M ICH , 179; M A T H IE U , 2 11; CAron.yİBon. Sjır.,^ı-64 (sonderecedetaylı); ANN E, 319.
M A TH IE U , 207.
50 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C E L - B. Y E D ÎY IL D IZ

Gürcü aleyhtarı olan koalisyonda yer alm adıkları görüldüğünde, bunlann


yani Ermenistan Türkm enlerinin A zerb aycan Selçuklulanyla olduğu kadar
T rabzon’un ve G ürcistan’ın komşu H ıristiyan devlederiyle de aralarının iyi
olup olmadığını sormak da yerinde olur. A zerb aycan ’ı tasarrufu altında
bulunduran Sultan’m belli belirsiz hâkim iyeti, V a n G ölü üzerinde A h la t’a,
bir müddet sonra bağımsız olarak, belki de 496/1 1 13 ’ te M u h am m ed ’in kaçak
olarak dolaştığı E rzuru m ’ a kad ar uzanıyordu. D oğrusunu söylem ek gere­
kirse, Ermenistan d ah a şimdiden “ İra n ’ın sınırları dışındadır” ; yani,
Ermenistan, İran veya M ezopo tam ya halkının kendisiyle m ünasebette
bulunduğu yerli M üslüm an halka sahip olm adığından, Iran halkı onlar­
dan hemen hemen tam am en habersizdir ve tarih kitapları on lard an tek
kelime bahsetmem ektedirler. B ununla birlikte, oraya yerleşen T ü rkm en
gruplannın ve beylerin büyük bir gü ce veya önem li bir faaliyete sahip
oldukları az da olsa ihtim al dahilindedir; herşeye rağm en bu faaliyet, b a ­
zen İran tarihleri ve d ah a sık olarak da, daha batıda, R u m Selçukluları­
nın ve D anişm endoğullarının tarihinden haberd ar olan Erm eni ve S ü ry a ­
nî kronikleri tarafından duyurulacaktı. Söylenebilen hususlar şunlardır;
Erzurum ’d a Saltukluların, E rzin can -D ivriğ i’de M engü cekoğu llarm m iki
küçük beyliği X I . asrın sonu X I I . asrın başına doğru kurulhıuşlardır. Bu
beyliklerden ilk olarak bir defa 496/ 1103’t e i k i n c i defa d a 518/
ı i 2 4 ’te^®° bahsedildiğini anlıyoruz ki, bu beylikler, X I I I . asrın başına
kadar devam edeceklerdir. G örünüşe göre E rzu rum ’ un ilk beyi olan
Saltuk’ un oğlu A li’nin halk içinde belli bir şöhrete ulaştığı anlaşılıyor^®^.

D aha batıda. H açlı Seferleri sırasında, A n ad o lu bozkırının kuzey çev­


resinde, hemen hem en A n k a ra ’dan K ayseri ve Sivas’ a uzanan yolu işgal
eden D anişm endoğulları ile karşılaşıyoruz. Bu sırada Selçuklular, îzn ik -
K on ya (ve oradan K ilik y a -A n ta k y a ve b ir ara C a h a n -M ala ty a) y o lla n y la
birlikte, söz konusu bozkırın batısına ve güneyine sahip bulun uyorlardı.
Zira, henüz bu yarı göçebelik safhasında ve bilhassa T ü rklerin arkada
bıraktıkları ülkelerle ilişkilerin ehem m iyet arzettiği bu dönem lerde, söz
konusu olan, ülkelerden daha çok, yollardı.

Î.A., 247 a.
M ICH., 205; IBN K A L Â N lS Î, 504.; İB N Ü ’L -F U R A T (Viyana), I, 153 v°.
Bu şahıs, şüphesiz Erivanh Mkhitar’ın 90, (kronolojik açıdan sayfa yerinde değildir)
“ Erzurumlu tiran Ali Armeni” si, Orderic V ital’in, 247 vd., Harput prensinin komşusu,
“ Medlerin kralı A li” sidir.
T Ü R K L E R IN ANADOLU’YA İL K G ÎR İŞ I 5'

D anişm endoğullanm n menşei hakkında çok m ürekkep akıtıldı


A n ad o lu ’y a geliş tarihleri üzerinde de bir h ayli tartışm a yapıldı. E ğer H açlı
Seferleri’nde uzun zam andan beri önem li bir rol oynam ışlarsa, bu seferlerin
arifesinden önce onlardan bahsedilmesini istem enin izahını yapm ak zor
olacaktır. D anişm endlilerin ilki, ancak Sü leym an ’ın ölüm üne doğru gerçek
bağım sız bir bey olabildi. Belki Süleym an onu tanıyordu ve belki de ona
evlilik yoluyla hısım da olmuştu. Bütün eski L atin , A ra p , G rek, Süryani ve
Erm eni kaynaklarım ız, D anişm end’i, H açlıların karşılarında bulacakları
bir bey olarak ad landırm akta m üttefiktirler ve H ıristiyan k ay n ak lan onun
1104’e doğru öldüğün ü söylemektedirler^®^. Sad ece Îb n ü ’l-Esir (ve onun
takipçileri) ile H ezarfen, onun daha erken öldüğünü (H ezarfen’ e göre 479/
ıo86’dan önce), fa k a t buna m ukabil oğlunun h ayatın ı 1104’ün ötesine,
bütün diğerlerinin onun fiilen öldürüldüğü hususunda anlaştıkları çok daha
aşağı bir tarihe ( 1 1 43’e doğru) kad ar u zatırlar. D iğer taraftan, sadece
Ib n ü ’l-Esir, başkalarının A ra p ça M uh am m ed ism iyle, veya E m ir-G azi un­
va n ıyla ad lan d ırd ıklan , bu oğlun T ü rk çe ad ı olan G üm üştekin’i tanım ak­
tadır. Y in e sadece Îb n ü ’l-Esir, hanedanın kurucusunun T ü ı^ çe adını T a y lu
olarak belirtir ki, H ezarfen onu A ra p ç a ismi olan A h m et ve diğer bütün
kayn aklar D anişm end u nvanıyla adlandırır. Îb n ü ’l-Esir bu G üm üştekin’i
ı ı o o ’den itibaren zikreder; fakat hiçbir şey, Îb n ü ’l-Esir veya kaynağının
Güm üştekin adını söz konusu tarihte karşılaştıkları D anişm endli adına
farazî olarak uygulam am ış olduklarını ispat etm ez, çünkü on lar Daniş-
m endliyi d aha sonra tanıyorlardı

X i n . yüzyılda henüz karanlıktı (İBN BÎBÎ, 3).


M IC H E L, 192; M A T H IE U , 74.
Hezarfen, Danişmend’in bir gümüj madeni fethetmesiyle, oğlunun adının Gümüştekin
olması arasında ilişki bulunduğunu söyler. İstanbul Müzesi Katalogundaki parada, IV , no ı o ı ,
s. 84, Danijmend’in ölüm tarihinin V /X I. yüzyıla kadar götürülmesini mecburi kılan bir delil
bulunduğuna inanılmıştır. Bu tarih şöyle izah edilmiştir; ( ı ) /jV (2) ÎBTOVÇ ifâde eden A A (3) O
r i O C v e arkada: (ı) T O T A I E if l) rAAOYM E (3) A H K I A M E (4) T F A Z H . Kendi niteliği
icabı imkânsız olmayan bir yaklaşımla, Ahmed Tevhid, birinci satırı Gümüştekin’in tahta
çıkışının başlangıç yılının işareti (indiction I) olarak, İkinciyi ise saltanat süresinin 31 yılı olarak
anlamaktadır (indiction, önemli bir olaydan sonra geçen 15 yıllık süre demektir. Yani bir
indiction yılı 15 yıla tekabül eder). Ahmet Gazi 1134’te öldüğünden, bir indiclion’ un I yıh ancak
I I 22 veya 1107’ye tesadüf eder; ve netice itibariyle onun tahta çıkışı 1091 veya 1076 olacaktır.
Fakat başka türlü anlaşılması gerektiği sanılmaktadır. Oğul manasına gelen O TIOC, normal
şekliyle, bu oğulun adının önünde yer almak zorundadır. (Bu ana kadar Danişmend-
oğullannda olmamakla birlikte) çok iyi tanınan bir isim vardır: înal. İkinci satınn I saltanat
yılı manasına gelecek olan A harfi fazlalık gözükecektir.’etouç ile /4 ’nm arasına .4 ’nın eklenmesi,
böylesine iptidaî bir şekide yapılmış bir parada küçük bir engeldir. O halde bu engel kaldınimış
gözüküyor. İsmail b. Danişmend adlı biri, 495’te Azîmî tarafından ve 493 ve 495’ te I. A., X , 204
ve 242 tarafından bilinmektedir.
52 Cl. C A H EN -Y . Y Ü C E L -B . Y E D iY IL D IZ

Ü stelik tarihen bilinen ilk D anişm endlinin baba ve y a oğul olması


bizce pek önemli değildir. D ah a önemlisi, onun meşei meselesidir. Efsane,
onun ailesini Bizans savaşlannm A ra p kah ram an ı B attal G a z i’ nin ailesiyle
birleştirerek ve netice itibariyle onun M a la ty a menşeli olduğunu ilan ede­
rek, meseleyi anlaşılm az hale sokmuştur. Bu iddia çok k olay bir şekilde kabul
edilmiştir. M a la ty a ’da doğduğundan Danişm end, bu tarihte Bizans’ın uyru­
ğu ve şüphesiz H ıristiyan olacaktı. H iç şüphesiz, din değiştirmiş hatta
Tü rklere karışmış yerlilerden örnekler vard ır F ak a t diğer yazarlar,
onun İran Erm enistam ’ndan -yani A ze rb a y c a n ’dan- gelm iş olduğunu söy­
lem ektedirler ki, bu durum bizi, dışarıdan gelen T ü rkm en göçünün hareket
üssüne götürm ektedir. O halde, oranın yerlisi midir? E ğer kendisini Arsas-
lıların (Arsacides) soyundanm ış gibi gösterm ek istediği doğruysa, belki de
o yerli uyruklarını onlardan biri olduğun a inandırm aktan hoşlanıyordu.
Bilhassa H orasan’da çok sık olarak kullanıldığına rastlanılan ve Farsça bir
deyim olan D anişm end unvanını ona T ü rkm enler vermiş olabilirler. F akat,
Türkm enlerden biri olm asaydı, onlar arasında böylesine başarı kazanm ası
m üm kün olabilir miydi? V e nihayet, başka yerlerde bilinm em esine rağm en,
iptal etme hakkına sahip olunulam ayan bu T a y lu adı d ah a ziyade bir T ü rk
adı olarak gözükm üyor mu? D anişm end’in, gazilerin başkanının bir
unvanı olması da m üm kündür
H er halükârda gerçek olan şudur: D anişm end, A n a d o lu ’da T ü rkm en
beyini temsil etm ektedir. A n an e bu durum u tespit etm eye yetm ektedir; ve
A n n e C om nene’in çağdaş tanıklığı da bu hususu desteklem ektedir
D anişm end adının dinî olduğu kadar askerî menşeli bir gücü ifade ettiği
sonucuna varm ak hiç de m übalağa sayılm az, çünkü gazve her iki hususiyeti
bütünleştirm ektedir. D anişm endliler ve Selçuklular arasında X H . yü zyıld a
genişleyecek olan bir rekabet vardır. Söz konusu rekabet daha bu asrın
başında başlamıştır; “ F ran k” Bohem ond’ un onun esareti hakkında naklet­
tiği hatıralardan biri bu dönem e aittir^ ” ®. D iğer taraftan, şurası d a bir
gerçektir ki, Süleym an ’ın fetihleri ve K d ıç-A rsla n ’ın siyaseti, sırf Türkm en-

Mesela, Diyarbakır’da Siverekli Banû Bogusag’lar (M ICH EL, 244, 260); yukarıda not
38’e bkz.
Tabiatıyla anane, Türkmenlerle yerliler arasındaki kaynagmayı tasdik etmekle menfaat
bulmaktadır. Danişmed’in yerli bir hanımı vardı (Orderic Vital. X , 23; Miracles de St. Uonard,
AASS, Novembre 3, 160 vd.)
Gazneli Mahmud zamanında, gazi liderlerinden birinin Danişmend unvanını taşıdığına
tesadüf olunmaktadır (Mübarek Şah, tere. I.M . SHAFI, Islamic Calture, 1938, s. 219).
ANNE, 447.
‘ O’ O R D E R İC , X , 23.
T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G İR İŞ İ 53

lerin yay ılm a ihtiyaçların a değil, fakat Bizans veya Selçuklu im paratorluk­
ları kadrosu içinde siyasî planlara d a uygu n değildi. Bununla birlikte, daha
başlangıçtan itibaren, bu rekabetten D anişm endliler ve Selçuklular arasın­
daki rejim çatışmasına vanidığı sonucunu çıkarabilm ek için komşular arasın­
da benzer savaşların çokluğuna işaret etm ek gerekir. Bu rejim çatışması,
Selçukluların, Türkm enlerden kopuk bir şekilde, İran usulü bir hüküm et
teşkil ettikleri ölçüde, gitgide daha gerçek bir vaziyet alacaktır. Fakat, X I.
yü zyıld a T ürkm enler, A n a d o lu ’da Selçukluların faaliyetine katıldıkların­
dan, bu çatışm a ancak yeni tasarlanm ış olm ak zorundadır. H açlılara karşı
yürütülen savaşlarda, Kıhç-Arslan’m M em lûklardan veya paralı asker­
lerden oluşan birliklere sahip olduğu görülm ez. D anişm end’inkiler gibi onun
askerleri de Türkm enlerden ibaretti. K opukluk, beylerin menşe fark-
hhğından d aha çok -zira Selçuklular d a başlangıçta T ürkm en beylerin­
den idiler- T u ğ ru l B ey’den itibaren İra n ’da kendini gösterm eye başlayan
gelişmeye paralel olarak hüküm etlerin kaçım im az tekâm ülünden kayn akla­
nıyordu.
Bu birinci safha sonunda bilinmesi gereken husus, T ü rk iskânının
yoğu nluğu ve o dönem den itibaren m evcut olan oym aklardır. Y e r ad la n
üzerinde çalışanlar, X I . ve X I I I . yü zyıllard a gerçekleşen iki göç dalgasının
sonuçlan hakkında bir takım bilgiler verirlerse de, bunlar aradaki farkı
anlam am ıza yetm em ektedir. A n adolu , bilinm eyen bir grup olan Y âvû kî-
lerin sahası gözükü yor D iğer boy ad ların d an hiçbiri, A n a d o lu ’da X I I I .
yüzyıld an önce bilinmemektedir*^^. A fşarlar gibi bazıları, X II. yüzyılda
İran v e y a Irak ’ tadırlar, ancak bu durum , söz konusu b oylara ait unsurların
A n a d o lu ’ya d aha önce göç etmiş olabileceklerini b ertaraf etmez
Söylenebilecek olan şey şudur: İskânın birinci dalgası, M elik-Şah’ın hü­
küm darlığının ikinci yarısından itibaren b ü yü k ölçüde son bulmuştur; ve
işin ilgi çekici yanı, bu ilk iskânın, d aha o dönem lerde hemen hemen,

Mukrimin Halil’in “ Yavuk” şeklindeki okuyuşunu benimsedim; fakat yazmalar daha


çok nâvuk jeklindedirler (Azîmî, 534 yıhnda, Rum ’da, Yâvûkîlerle aynı olması gereken
Bâdukiveleri tanımaktadır. 513 yılındaki Bağdat’ın Baladukiyalannı onlara yaklaştınrsa o
başka, l.A . 393). Şüphesiz Samsat’lı Balduk onlara bağlanıyordu (yukarıda s. 1421).
Danişmend-nâme, Çaka’mn, bir Çavuldur olduğunu söyler; fakat tabiatıyla aynı Çaka
söz konusu olsa bile, bu bağlılık, eskiliğin teminatı olamaz.
Artuklular, Düğerlerdendir, (kr5. Gezeri, Bibi. Nat. Ar. 6739, 179 r°. Köprülü, Islâm
Aruiklopedisi’mn Döger maddesinde bu hususa işaret etmiştir). Artuk’un göçleri sırasında
kabilesini arkasından, en azından büyük sayıda sürüklemiş olduğu sanılmamalıdır; mamafih
Dögerlerden büyük bir bölüm, Artuk’un oğulları zamanmda Diyarbakır’a yerleşeceklerdir.
Not: 5’de kendisine dikkat çekilen “ Gazi Afçar” bir Afşar mıdır?
54 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C E L - B. Y E D İY IL D IZ

M ezopotam ya ve S u riye’de, T ü rk halkının günüm üze kad ar m uhafaza


edeceği sınırlara sahip olm asıdır. Bu durum özellikle yukarı C ezire’de son
derece açıktır. Ö yle görülüyor ki, T ü rkm enler her yere, A ra p lar dışında
Ermenilerin, R um ların ortasına yerleşebilm işlerdi. Ç oban ların rekabeti,
sıcağa d ayanm a güçlüğü (sıcaklık faktörüne K irm a n tarihinde ispat edilmiş
olduğu gibi başka yerlerde de rastlanm ıştır) belki de bu yerleşm enin belli
başlı sebeplerindendir.

H açlı Seferi, uzun bir zam an için, A n ado lu ’da T ürk tarihinin karakter­
lerini belirleyerek son bulur. O n u bir kere daha, hatta dürbünün diğer
ucuyla gözleyerek, anlatm akla gülünç durum a düşm eyeceğiz. H açlı Seferi
herşeyden önce, sırf H açlılar tarafından İzn ik ’in almışı v e Eskişehir (D orile)’
de zafer kazanılm ası sebebiyle değil, fa k a t d oğuya geri çekilen K ılıç-A rsla n ’
m bir müdahalesi tehlikesinden kurtulm uş olan A lexis Gom nene,
sahildeki korsan yuvalarını, mesela İzm ir’de Ç a k a ’nm haleflerininkini ve
Efes’te T anrıverm iş’inkini yok etm eye özenle çalışabildiği, T ü rklerin kesin­
likle nüfuz edememiş oldukları gü ney sahiliyle ve bu yolla d a Frankların
elinde bulunan K ilik y a ile ilişki kurabildiği, M enderes bölgesini yeniden ele
geçirebildiği içindir ki T ü rklerin Batı A n ad o lu vadilerinden geriye itilm e­
leriyle sonuçlanmıştı Böylece, tarihî süreç içinde A n a d o lu ’yu paylaşan
iki eğilim den, yani B oğazlar çevresinde oluşmuş bir im paratorluk içinde
bütünleşme ve bağım sız bir kıta bünyesi teşkil etme eğilim lerinden, O sm an ­
lIların idaresi altında görüleceği gibi zafere ulaşacak intibaim uyandırm ış
olan birincisi, şimdilik b ertara f edilmiştir.

H açlı Seferinin ikinci neticesi, E rm eniler tarafından daha önce elde


edilmiş m evkiler sağlam laştinlarak, T oros engelinin hem en hem en geçil­
mez hale getirilmiş olm asıdır. H açlı Seferi sırasında. H aşan adında birinin
B uldacı’y a h alef olduğu C ahan bile, geçici olarak F ranklar tarafından istila
edilecekür. Y a rım y ü zy ıl sonra engel yıkılacak hale gelecek, fakat bazı
alışkanhklar kazanılm ış olacakür. Bu durum , her şeyden önce, Suriye ve
A n adolu Türkleri arasındaki m übadeleler im kânsız olduğundan ve A n a d o ­
lu ’nun iç ülkeyle ilişkilerinin, sırf M ezo p o tam ya ’y a veya bilhassa A z e r­
baycan ve İra n ’a doğru götüren uzun yollarla tem in edilmiş olm asından,
nisbî bir tecrit anlam ına gelm ektedir. B uralardaki kiUt n oktalann , özellikle
M a la ty a ’nın em niyet altında tutulm ası m ecburiyetinde kalınm asının önemi

Alexis’nin Anne tarafından isimlerde ciddî hatalar yapılarak anlatılmış olan sonraki
seferlerini burada incelemedim. Zaten bunlar Kılıç-Arslan’m ölümünden sonradır. Kılıç-
Arslan’ın ölümü de bu çalışmanın sınırını teşkil etmektedir.
T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G İR İŞ İ 55

de buradan gelm ektedir. A y n c a bu durum , A n ad o lu “ T ü rk iy e ” olduğu


sırada A ra p kalan S uriye’de T ü r k nüfusunun zayıflığının bir diğer sebebini
ifade etm ektedir. N ihayet, A rap ortam ında tekâm ül eden Suriye T ü rkleri
ile yerli tesirlere ancak Îran-Fars M üslüm an m edeniyetini ekleyen A n a ­
dolu T ü rkleri arasında açıkça m edeniyet kopukluğu vardır. Bundan böyle,
Hıristiyan baskısının, varlığı sürüp giden beylerini daha önemsiz hale getir­
diği Suriye T ü rklerinin tarihi ile A n ad o lu T ü rklerin in tarihi, birbirinden
ayrı gelişeceklerdir.
H açlı Seferini, A n ado lu T ü rklerinin kısmen d oğu ya dönüşünün ve
özellikle M a la ty a için yap ılan bir savaşın takip eder gözükm esi tabiidir.
A n a d o lu Türklerinin, yeni yerleştikleri top raklan nihaî bir iskân yeri olarak,
v e y a en azından d oğu d a kalmış yeğenlerinin yan ın a dönüş veya on lara
m uhtem el bir m üdahale im kânı fikrini k afalan n d an silen bir unsur olarak
telakki edip etm ediklerini bilm ek ayrı bir konudur. Şüphesiz K ılıç-A rsla n ’ın
durum u böyle değildir, diğerleri için herhangi bir şey söyleyem iyoruz.
H açlı Seferi, K ılıç-A rsla n ’ın M a la ty a ’y a tekrar el koym asını engelle­
mişti. Bu sefer onu muhtemelen Danişmend’den daha fazla zayıflattı. C ahan ’
d a Frankların m evcudiyeti de G ü n ey A n a d o lu ’nun doğu ilişkilerini son
derece tehlikeye sokuyordu. D anişm end bu d urum dan etkilenm iyordu.
H a tta D anişm end’in uzun süre direnebilm ek için Frank-Erm eni bölgeleri­
nin uç kesimiyle son derece ilgisiz bulunan G a b riel’e karşı m üdah ale etti­
ğin i görüyoruz. Bir d efa Bohem ond’un ve UrfaU Baudouin’in m ü d ah ale­
leriyle kurtulan, bununla birlikte B ohem ond’u hapsetmiş olan D anişm end,
1102’de bitkin hale geldi. Danişmend ve Kdıç-Arslan arasmda Mara§ isti­
kametinde düşmanhklar vuku buldu. Bu sürtüşmelere Alexis’nin Bohem ond’
un kendisine teslim edilmesi isteği de karıştı. D anişm end B ohem ond’un
A lexis’nin düşmanı olduğunu bildiği için , onu serbest bıraktı. Bunun üzerine
A lexis ile K ıhç-A rslan , Bohem ond’a karşı a ra lan n d a anlaştılar; ve hatta
K ıh ç-A rsla n ’m A lexis’ ye E pir’de B ohem ond’a karşı takviye kuvvetleri
gönderdiği görülecektir. D anişm end’ in halefi konusundaki güçlükler, neti­
cede K ıh ç-A rsla n ’ a n o 6 ’d a M a la ty a ’y a el koym a im kânı sağladı.
işte o zam an , T u tu ş örneğinde olduğu gibi, K ıhç-A rslan , yeğenleri
arasındaki geçimsizliklerden ve onlann emirlerinin itaatsizliklerinden yarar­
lan m a hayaliyle, belki de d ah a önce atası K u talm ış’ın A lp -A rslan ’ın elinden
alm ayı arzu ettiği Ira k -îra n saltanat tahtını zaptetm ek arzusuna kapıldı.
Sultan M u h am m ed ’ in C ezire’ye el koym a çabasının tehdit ettiği, H arran ve
M usul emirlerinin d aveti üzerine, K ılıç-A rslan , M eyyâfarikîn ve M u su l’u
kolayca işgal etti. Fakat, takviye kuvvetlerini Alexis’ye göndermesi ve M u-
56 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C EL - B. Y E D tY IL D IZ

ham m ed’in iktidarına düşm an olanlar kad ar onun iktidarına da düşm an


em irlerin m evcut olm ası gibi sebepler yüzünden zayıflam ış bulunan K ılıç-
A rslan, 1 1 07 H aziran ın d a, H a b u r üzerinde ölmüş ve ordusu dağılm ıştır ^
H ab u r felaketi, E rm eni-Cezire bölgesinde yeni beyliklerin ortaya çı­
kışı, b atıd a H açlı Seferiyle başlayan olayları tam am lam aktadır. Bu b ey­
likler, n o ı yılın d a H açlılara karşı kazandıkları zaferleri sayesinde, en
azından bu bölgeyi m uhafaza etmiş olan A n ado lu T ü rklerini, yerleşik bir
A n ad o lu devleti ku rm aya zorlam aktadırlar. Bu devletin kuruluşu, X I I .
yü zyılın olayları içinde yer alacaktır, ki bu konuda yakın d a bir araştırm a
yap m ayı üm it ediyorum .
Türkm enlerin R u m ülkesine gerçek bir şekilde yerleşmesinden daha
evvel, A lp -A rslan için yazılm ış M elikn âm e’de nakledilen eski bir efsane
İra n ’a göçlerden ve kesin nüfuzdan önce, bir sığınak arayışı içinde olan
Ç ağ rı B ey’in A n a d o lu ’ ya bir akın gerçekleştirmiş olduğunu ayn ntılarıyla
anlatm aktadır. Belki geçm işte Erm enistan’ a doğru ilk T ü rkm en akm lannm
yansım ası, A v ru p a ’ y a doğru m aceraya giden T ü rk halkından eski gru p­
ların ve Bizans ordusu hizm etine girmiş sayısız T ürklerin hatırası, her
halükârda, Bizans İm p aratorlu ğ u ’nun başlangıçtan itibaren, bir sığınak
yeri olarak Türkm enlerin zihnini etkileyen bir cazibe gücüne tanıklık
etm ektedirler. D iğer taraftan, hiç şüphesiz, B izanslılann, T ü rkm en birlik­
lerini ve Selçuklu politikasını hiçbir zam an birbirinden ayıram adıkları,
buna karşılık uzun zam an d an beri paralı asker olarak tanıdıkları, ara­
larından bazılarını bünyelerinde eritmiş oldukları, tanıdıkları k ad a n yia
d aim a M üslüm anlıktan uzak buldukları T ü rkleri, asla A ra p lara benze­
yen düşm anlar olarak değerlendirm edikleri sanılm aktadır. T ü rk ğazileri ve
Bizans akritai’\a.n arasındaki son derece önem li yakınlıkları da unutm am ak
gerekir.
Bu şardar içerisinde, T ü rklerin, A n ad o lu ’y a yerleşmesi, hem en hemen,
bir Türk-Bizans anlaşmasımn sonucu olarak gözükmektedir. Türkler Anadolu’

^ Bu olayların ayrıntıları ve referanslar için krf Cl. Cahen Sjrrie du Jıford 228, 230-231,232,
234-235, 247-248, Kapadokyalı Haşan, aynı eserde (s. 209) 1097 yılında geçer; Anne Comnene
de onu tanımaktadır, 421; onun A N N E ’ın, 479, Haşan Katoukh (Kutluk ?)’uyla aynı kişi olup
olmadığı söylenemez; o, Cahan’ın kaybından beri Batı Anadolu’da faaliyet göstermektedir.
Habur Savaşı için, krş. Cl. Cahen, “ Diyar Bakr” , 231.
B.H., i 9 6;M IR K H O N D (Vullers) II; K E M Â L , B i b i . Nat. Ar. 2138, ı8 9 r°.B u
eser hakkında bir araştırma hazırlıyorum.
Krş. Tuğrul Bey tarafından tehdit edilen Türkmenlerin cevapları, IBN AL-C E V Z Î,
V III, 131 ve I.A., IX , 272: Onlar Rum ülkesine gideceklerdir.
T Ü R K L E R İN ANADOLU’YA İL K G ÎR tŞ l 57

y a yerleştiler ve beyliklerini Bizans İm paratorluğu çerçevesinde kurdular.


V a k tiy le İslam topraklarm m uzantısı olan R u m ülkesi üzerinde hiçbir hak
iddia etm eyen tran-Selçuklu hüküm eti, bu konuda başka düşünceye de
sahip değildi. A n cak bu onların A n a d o lu ’yla ilgilenm edikleri m anasına
gelm ez. Z ira, Büyük Selçuklular, A n a d o lu ’y a sığınmış bulunan ve büyük
kısmı isyankâr veya en azından ita at alu n a girmemiş olan insanlarla ilgisiz
değildi. H atta onlar, elverişli durum olursa, A n a d o lu ’da bir tam pon bölge
elde etmenin, veya özellikle yakıp yıkm alarına terkedilem eyecek olan veya
onları geçindirm eye kâfi gelm eyen komşu M üslüm an m em lekeüere sefere
götürülm üş birlikleri A n ad o lu ’y a sürm enin lüzum lu olduğuna inan ıyor­
lardı. B üyük Selçuklular, M üslüm anların ilk dönem lerde Bizans îm p arato r-
lu ğu ’nu yok etm ek şeklinde tezahür eden eski arzularına hiçbir zam an
kapılm adılar; A n ad o lu ’da M üslüm an bir devlete, bir İslam ülkesine sahip
olabileceklerini asla düşünm ediler. Bizans im p arato rlu ğu ve İslam dünyası,
on lara ebedî ve ilk ve son defa olm ak üzere coğrafî açıdan belirlenm iş iki
müessese olarak gözüküyordu.
A n a d o lu ’ daki T ü rk beylerinin ve T ü rkm enlerin düşüncesi, tam am en
başkaydı: G a za esprisi, cihad arzusuyla yüceltilm iş İktisadî ih tiyaç ve aynı
zam an d a ne kadar zıt gözükürse gözüksün, sığınacak bir toprağa kavuşa­
b ilm e arzusu. Bu düşüncelerle T ü rkler, A n a d o lu ’d a karar kılm aktadırlar;
ve X I I . yüzyılın ilk çeyreğinden sonra, onların Bizans’a karşı gazvesi artık
sadece yer yer cereyan eden bir olay olm aktan çıkacaktır.

Selçuklu ordusunun ve toplum unun yapısı, bir fetih faaliyeti gerektiri­


yordu. Ç ünkü bu ordunun bakım ı, ancak toprak tevcihleri esasına göre
sağlanabiliyordu ki, devletin, intihar etm eksizin, kendi öz k ayn ak lan n d an
durm aksızın toprak vermesi m üm kün değildi. A n cak, bir kere yerleşik
düzene geçmiş olan aşiret bey veya gruplarında, artık fetih gayreti yok
olm aktadır; çünkü, yeni kazan çlar sağlam a arzusu ancak, kişileri d aha önce
tasarruf altına aldıkları tarım işletm elerinden uzaklaştırm ayan topraklar
söz konusu olursa bir anlam kazanm aktadır. B üyük Selçuklu Im parator-
lu ğ u ’nu yıkacak olan ülke içinde toprak edinm e arzusu, bu rad an kayn ak­
lanm aktadır. Türkm enler, Selçuklu rejim inin resmî kadrolarından çok d aha
uzun bir zam an yayılm alan n a devam edeceklerdir. Bundan dolayı baş­
lan gıçta söz konusu yayılm a, daim a y a teşkilatlanm ış y a da her halükârda
Selçuklu beyleri tarafından yakından takip edilmiş olduğu halde, d aha
sonra gitgide onların dışında cereyan etm ektedir. Aksine, Selçuklu beyleri
öncü birlikler halinde, T ürkm en yayılışının hedefini teşkil etm ediğinden,
İslam ülkesine gönderildikleri vakit, onların siyasî fetihleri, artık İran ’da
58 Cl. CAHEN - Y. Y Ü C E L - B. Y E D l Y IL D IZ

olduğu gibi, kendilerini ayak ta tutacak olan T ü rk halkının iştirakine m az-


har olamanuştır. Suriye’ nin T ü rkler taraûndan ele geçirilişi, aynen A n ado lu ’
nunki gibi başlamıştı. Bu iş, y a m ahallî iktidariar tarafından hizm ete alınmış
birlikler ya da büyük ölçüde bağım sız Türkm enlerin a kın lan yolu yla ger­
çekleşiyordu. F ak at İslam ülkesinde bulunuluyordu. K a ld ı ki çok uzakta
olm ayan Selçuklu hüküm eti, onlara el atmıştı. C oğrafî açıdan çok sıkışık bir
durum da olan nüfus azaldı ve neredeyse hem en hemen kayboldu.
Şüphesiz, A n a d o lu ’da da yerli halk bulunm aktaydı. T ü rk fethinin
doğru bir tetkiki, T ü rk a kın lan arifesinde söz konusu yerlilerin yoğunluğunu
ve dağıhm ını anlam ayı zaruri kılacaktır. M esela Erm enilerin büyük ölçüde
göçürülm eleri ve hatta R om ain D iogene’in seferlerinin hikâyesi, yerli nüfus
yoğunluğunun fazla olduğu intibaim verm em ektedir; fakat yine de bu
hususun araştırılm ası gerekm ektedir. Sadece yerlilerin diğer bölgelere n aza­
ran Erm enistan’da daha kalabalık oldukları kabul edilebilir
D inî açıdan, İran ve Irak ’ taki Selçuklu siyaseü, Sünniliğin hizm etin­
dedir; ve A ra p dünyasında m uhalifler um um iyetle Şiilerdir; t ran havzasın­
da ise bu m uhalifler d aha sonra aşın tsm aililer olacaktır. D ah a önce,
Suriye’deki Selçuklu beylerinin, m ahallî ortam daki zayıflıklan sebebiyle,
Sünniliğe d ah a az riayet ettiklerini gözlem ekteyiz. Ç ok d aha yerinde bir
hareketle. A tsız, A rtu k ve K u talm ış’ın oğ u llan , şüphesiz her türlü dinî fırka
meselesine ilgisiz kalıyor ve m enfaatleri gerektirdiği vakit, sadece zararsız
Şii tb n A m m ar ile değil fakat Fatim ilerin yayılm acı tsm ailiye m ezhebi
ile dahi işbirliği yap m akta tereddüt etm iyorlardı. B ununla birlikte K ılıç-
A rslan’ın daim a düşüp kalktığı kişiler arlısında bir H anefi fakih b u lu n u ­
yordu (Hanefilik, T ü rk beylerinin hâkim m ezhebiydi).
H ıristiyanlar hakkında, Selçuklu hüküm eti, Bizans kilisesinin b ertara f
edildiği Ermeni ve Süryani bölgelerinde bile, yerli kiliselerin durum unu
güçlendirm ekle sonuçlanacak bir tarzda, İslam ’ın ananevi m üsam ahasını
uyguladı. Süleym an bu hususta A n ta k y a ’da aynı şekilde hareket etti. T ü rk -
menler, bir kere akım gerçekleştirdikten sonra, artık oradaki halkın dinini
değiştirme arzusuna kapılm ıyorlardı. A rtu k tarafından St. Sepulchre’ün
çatısına atılan meşhur ok, ne bir m eydan okum a ne de bir yıpratm a, fakat
bir hâkim iyetin ilanı iradesinin işaretiydi H ıristiyan hacdann, T ü rk-

‘ ’ Bu meseJeJer hakkındalti göriijler için bkz. B O G IA TZ ID E S, Istorikai Meletai I, ı . K j s j u i ,


Thessalonikai 1932; LA N G E R ve BLA KE , “ The rise of the ottaman Turks and its historical
background” , Am. Hist. Xes. X X X V II . 193a; Köprülü, Les Origines de l’Empire Otlaman, Paris
•935 -
Okun anlamı hakkında, krş. Cl. Cahen, “ L a Tughra seldjuqide” Journa/j4ııaft‘yu«, 1943-
1945. Histoire des Patriatches ( Kıpti) d’AUxtuuhie adlı eserde Haçhlar hakkındaki olumsuz intibaa
T Ü R K L E R ÎN ANADOLU’YA IL K G İR İŞ İ 59

menlerin gelişinden önce Bedeviler tarafından m aruz kalm jş olduklarına


benzer bir şekilde karşılaşabildikleri sert m uam eleler, yağ m a içgüdüsünden
ve um umi kargaşalıktan kaynaklanan bir olgudur; yoksa sistemli bir hoş­
görüsüzlüğe bağlı değildir.
Bir kere askerî işgal yolu yla ihtiyaçlarını tem in ettikten sonra, T ü rk-
menler, artık yerli h alklan n -ister M üslüm an olsunlar ister H ıristiyan-
m ahallî idarelerini değiştirme düşüncesi taşım ıyorlardı. X I I . yüzyılda, Hıris­
tiyan bölgesinde, Bizans geleneğindeki paraların m evcudiyeti buradan k ay­
naklanm aktadır. Selçuklu idarecileri de farklı niyetler taşım adılar. O n la n n ,
ele geçirdikleri yeni ülkeye gönderdikleri yeni şahsiyet, sadece §thna yani
garnizon kum andanı idi. Bununla beraber işaret etm ek gerekir ki, onlarla
birlikte tran h bir görevli de geliyordu, X I I . yü zyıld a, H alep yönetim inin en
üst kademesinde yer alan Banû B adî’ler gibi aileler, oraya A ksun gur za ­
m anında gelm işlerdi. X I I . yü zyıl boyu nca H alep ’ te İran müesseselerinin
veya âdetlerinin etkisi kendisini gösterecektir. X I . y ü zy ıld a n itibaren
İran ’ın Suriye üzerindeki etkisi, aynı dönem lerde Irak üzerindeki etkisi
kadar değildir. O zam an dan beri, A n a d o lu ’ya, benzer b ir görevlinin, en
azından devlette önem li bir yer tutacak ağırlıkta b ir kişinin girm iş olması
şüphelidir. B ununla birlikte, A n ta k y a ’ da S ü leym an ’ın H aşan b. T a h ir
Şehristanî adında Iranh bir veziriyle karşılaşıyoruz
Burada müesseselerin bir tablosunu çizme niyetinde değiliz; Bu mües­
seseler A n a d o lu ’d a ancak X I I . yü zyıld a istikrar bulacaklar, teşkilatlana­
caklardır. A y rıca bu müesseseleri tanım ak için X I I I . yü zyıl öncesine ait çok
az m alzem eye sahip bulunm aktayız.
Y u k a rıd a bahsedilen birkaç gözlem in, fetih ruhunun özelliklerini be­
lirtmekten başka b ir gayesi yoktur. Netice itibariyle şurası b ir gerçektir ki,
T ürkm enler başlangıçta H orasan ve T ü rkistan ’daki kendi ö r f ve âdetlerini
A n ad o lu ’y a taşım ışlardır. Bunların yeni ülkelerinde ne hale geleceklerini
araştırm ak başka bir incelem enin konusudur.
Elinizdeki araştırm ayla sadece, A n a d o lu ’da T ü rk fethini gerçekleş­
tiren farklı unsurları bazı ayrıntılarıyla fark ve takip etm eye im kân sağlamış
olm ayı ümit ediyoruz.

kargılık Türkler hakkında yansıtılan olumlu intibaı görmek son derece ilgi çekicidir (s. 191,
207).
K E M Â L , t ı ı v°

You might also like