Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 177

Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B.

İmge Ergüder

Diyetteki besinlerin çoğu vücuda alınıp kullanılmak için daha küçük moleküllere parçalanırlar.
Besinlerin mekanik ve enzimatik olarak parçalanmaları ile oluşan ürünlerin emilmeleri topluca
sindirim olarak tanımlanır

Bizim makromoleküller olarak besinlerden aldıklarımız: proteinler, karbonhidratlar,nükleik


asitler, lipidler vitaminler ve liflerdir. Bu besinlerden proteinleri aminoasitere karbonhidratları
monosakkaritlere nükleik asiteri nükleobaz, pentoz, fosfat ve nükleositlere lipitleri ise monoaçil
gliserol, yağ asiti ve kolesterole kadar parçalayarak ancak bağırsaklardan emilebilir hale
getiriyoruz. Vitaminler çok küçük olduğu için direkt dolaşıma geçiyor, lifler dediğimiz
besinlerimizde bulunan diğer komponentlerimiz ise hiç sindirilmeden bağırsak içeriğindeki
selülozu arttırarak kolesterol emilimimizi engellediği için ve aynı zamanda bağırsak hareketlerini
hızlandırdığı için diyetlerimizde bulunmaktadır. Bu dersimizde esas olarak protein karbonhidrat
ve lipitlerin sindirimlerini inceleyeceğiz
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

Yukarıdaki görselde karbonhidratların disakkarit ve monosakkaritlere parçalandığını görüyoruz


Proteinler aminoasitler zincirleridir bunların önce peptidlere parçalanması gerektiğini sonra tek
tek aminoasitlere ayrılarak emilmesi gerektiğini biliyoruz. Lipidler serbest yağ asitlerine
monoaçilgliserollere ya da diaçilgliserollere parçalanarak emilir hale geliyor.

SİNDİRİM

Sıvılar ve emulsifikasyon ajanları ile etkileşim, pH değişimleri, enzimler ve özgün membran


substratları ile etkileşim işlemlerinin düzenli, özgün gerçekleşmesiyle oluşan olaylar dizisidir.
• Sefalik faz
• Gastirik faz
• İntestinal faz

SEFALİK FAZ

• Besinlerin görünümü serebral korteksi dolayısıyla vagal hücreleri uyarmaktadır.


Postganglionik parasempatik sinir uçlarından salınan asetil kolin ile oluşan uyarı ile
tükürük bezleri uyarılmaktadır.
• Tükürükteki müsin besinleri kayganlaştırmakta, amilaz (α1-4 bağları) karbonhidratları,
lingual lipaz (?) lipid sindirimini başlatmaktadır. (soru işaretinin sebebi ağızdaki lipid
sindiriminin minimal düzeyde olması asıl sindirim ileride pankreas tarafından
gerçekleştirilecek.)
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

GASTRİK FAZ

• Mukus hücreleri: Midenin tüm iç kısmını kapsar. Mukus salgılayarak mideyi asit ve
enzimlerin etkisinden korur.
• Esas hücreler: Pepsin pepsinojen olarak buradan salgılanır
• G hücreler: Gastirin salgılar.
• Pariatal hücreler: HCl ve intirinsik faktör üretmektedirler.

Midede HCl salgısı:

Pariatal hücrelerimizde karbonik anhidraz enzimi


varlığında karbondioksit ve su birleşir karbonik
asit sentezlenir. Karbonik asit, bikarbonat ve
hidrojen iyonlarına ayrılır. Hidrojen iyonları mide
lümenine verilirken potasyum içeri alınır. Aynı
zamanda klor iyonu plazmadan direkt olarak
lümene geçer ve HCl sentezlenir. Böylece mide
sıvısının asidik olması sağlanır.

Mide özsuyu; berrak, açık sarı renkte, %0.2-0.5'lik bir HCl çözeltisidir. pH'ı 1.0 civarındadır. %97-
99'u sudan oluşur. Geri kalanı müsin ve inorganik tuzlar ile sindirim enzimleri olan pepsin,
rennin ve lipazdır.

Pepsinojen, HCl ile pepsine dönüştürülür ve asidik aminoasitlerin peptid bağlarını keser. Rennin,
bebeklerde sindirimde önemlidir. Ca+2 varlığında sütteki kazein proteinini parakazeine çevirir.
Bu dönüşümden sonra pepsin parakazeine etki eder. Yani kazeinin sindirilebilmesi için Ca+2
varlığında rennin gereklidir.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

Çok minimal olsa da midede de lipatik bir etki görürüz. Lipaz; kısa, orta ve doymamış uzun
zincirli yağ asitlerini serbest yağ asitleri ve 1,2 diaçil gliserollere hidroliz eder. Kısa ve orta zincirli
yağ asitleri mide duvarından portal vene geçer. Uzun zincirliler duodenuma geçerler ve esas
sindirimleri pankreatik lipaz ile bağırsaklarda gerçekleşir.
Sindirim sisteminden salgılanan somatostatin, prostaglandin, gastirik inhibitör polipeptir (GIP),
vazoaktif intestinal polipeptid (VIP), dopamin ve seratonin asit salgısını engellemektedir.
Ayrıca dolaşımda pituiter, adrenal, tiroid ve paratiroid hormon düzeylerinin azalması asit
salınımını engelleyici rol oynar.

İNTESTİNAL FAZ

Duodenumdan salgılanan kolesistokinin hormonu safra kesesinin kasılmasını ve pankreatik


enzimlerin salınımını sağlar. Böylece bağırsaklardaki sindirim başlar.
Duodenumdan gastirik asit etkisiyle salgılanan sekretin, safra kesesi ve pankreas üzerine olan
CCK etkilerini artırır. Ayrıca pankreastan bikarbonat salgısını başlatır. Bikarbonat, mideden
asidik olarak gelen içeriğin daha bazik noktaya çekilmesini sağlar. Sekretin midede pepsinojen
salınımını artırırken gastirin ve gastirik asit salınmasını azaltır (gastirik asit ve gastirin pepsin
salınımını artırır). Böylece gastrik ve duodenal hareketi azaltmış olur.

BAĞIRSAKTA SİNDİRİM

Kimus mideden duodenuma geçtiğinde pH alkali tarafa kayar (Pankreas ve bağırsak özsuyu)
Karaciğerde sentezlenen ve sonra safra kesesinde depolanan safra, kimus geçerken
duodenumdan salgılanan kolesistokinin sayesinde bağırsağa boşaltılır. Böylece miçel oluşumu
için ve sindirim için uygun ortam oluşturulmaya başlanır.

Bağırsaklarda Brunner ve Liberkhün isimli özelleşmiş bezler bulunur. Bunlar bağırsak özsuyunda
bulunan birçok enzimi salgılar:
*Aminopeptidaz, dipeptidaz
*Disakkaridaz, oligosakkaridaz, sükraz, izomaltaz, laktaz
*Fosfataz, polinükleotidaz, nükleozidaz, fosfolipaz
SAFRA TUZLARI: Emülsifikasyondan sorumludur.Asit nötralize
edebiliyor.Atılımda görevli (safra asitleri, safra pigmentleri
kolesterol, ilaç, zehir, bakır, çinko, civa) vücut için atılması
gereken ağır metallerin atılımında etkili
PANKREAS: Pankreas sıvısında esas olarak sodyum, potasyum,
bikarbonat, klor, kalsiyum, çinko, fosfat ve sülfat gibi inorganik
elementler bulunmakta. Sindirim enzimleri gibi organik
bileşikler yer alır. pH’ı 7.5-8.0 civarındadır.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

Pankreatik Enzimler:
*Tripsin
*Kimotripsin
*Elastaz
*Karboksipeptidaz
*Amilaz
*Lipaz
*Fosfolipaz A2

Enzimlerin Fonksiyonları:

* Tripsinojen, bağırsaktan salgılanan enterokinaz ile aktif tripsine çevrilir.


* Tripsin; kimotripsinojeni, proelastazı ve prokarboksipeptidazı aktifleştirir.
(Bu enzimler aktif halde olursa pankreas dokusunu sindirebileceği için proenzim (zimojen)
halinde sentezleniyorlar. Sindirim başladığında aktifleşiyorlar ve birbirlerini aktifleştiriyorlar.) *
Tripsin, bazik aa'lerin peptid bağını parçalar.
* Kimotripsin, aromatik aa'lerin peptid bağını parçalar.
Elastaz, glisin ve alanin gibi küçük aa'lerin peptid bağını parçalar

Karbonhidrat Sindirimi
-Karbonhidratlar ince bağırsaktan monosakkarid şeklinde emildiği için glikozidaz enzimleri
glikozid bağlarını parçalar.
-Disakkaridler disakkaridazlarla hidrolize olur:
*Maltoz, 2 glukoza maltaz ile
*Laktoz, galaktoz ve glukoza laktaz ile
*Sakkaroz, fruktoz ve glukoza sakkaraz ile hidrolize olur.
-Polisakkarid olan bitkisel kaynaklı nişastanın ve hayvansal kaynaklı glikojenin yapısında glikozlar
birbirine α1-4 bağları ile ve dallanma noktalarında α1-6 bağları ile bağlanmıştır.
*Tükürük ve pankreas α-amilazı α1-4 bağlarını parçalar.
Dallanma yapan α1-6 glikozid bağlarının hidrolizi ise ince
bağırsak epitel hücrelerinin salgısı olan 1,6-glikozidaz etkisiyle
olur
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

Alfa 1-4 bağları görselde gördüğümüz gibi yan yana. Dallanma


bölgelerindeki bağlar ise alfa1-6 bağlarıdır. Alfa1-4 bağları
parçalandığı zaman limit dextrin dediğimiz içerisinde alfa 1-6
bağlarını içeren parçacıklar oluşuyor bu parçalanma
sonrasında ortamda maltotriozlar maltozlar glikozlar limit
dextrinler kalıyor.Limit dextrinler sonrasında tekrar
disakkaritlere parçalanıyor.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

*Tükürük α-amilazı, pankreas α-amilazı ve ince bağırsak 1,6-glikozidazı etkisiyle gerçekleşen


karbonhidrat sindirimi sonunda ince bağırsak lümeni içinde maltoz, izomaltoz, laktoz ve
sakkaroz disakkaritleri ile glukoz, fruktoz ve galaktoz gibi monosakkaritler bulunur. Disakkaritler,
ince bağırsak epitel hücresi zarında yerleşik uygun disakkaridazlar tarafından tutulurlar; geçiş
sırasında hidrolizlenerek monosakkaritlere ayrılırlar ve böylece oluşan monosakkaritler ince
bağırsak epitel hücresi içine ve oradan kana geçerler.

Yukarıda karbonhidratların ağızdan başlayarak sindirimlerini ve en sonunda bağırsak


lümeninden nasıl monosakkaritler halinde emildiğini görüyoruz.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

Karbonhidrat Emilimi ve Taşınımı


- Glikoz ve galaktozun emilimi kolaylaştırılmış difüzyon ve aktif sodyum bağımlı taşıma
sistemi ile olur. Sitozole konsantrasyon gradiyenti yönünde Na, konsantrasyon gradiyentine
karşı yönde ise glikoz taşınır. Na, Na/K ATPaz sistemiyle tekrar hücre dışına pompalanırken K
içeri alınır.
Fruktoz ise membrana bağlı proteinler yardımıyla kolaylaştırılmış olarak geçiyor. Direkt glikoz
veya fruktoz tüketmektense kompleks karbonhidratları tüketmek daha sağlıklı çünkü fruktoz
hızlı bir şekilde emilebilirken nişasta, glikojen gibi karbonhidratların sindirimi daha çok zaman
ister ve kan şekerini çok hızlı bir şekilde yükseltmez.

Glukoz sodyumu takip edebiliyor


fruktoz transporterları takip
ediyor. Glukoz taşınımı
sonrasında yine Na/K
pompasıyla sodyumun dışarı
pompalandığını görüyoruz.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

Burada ise taşıyıcı proteinleri görüyoruz. Glukoz ve galaktoz içeri girebilmek için sodyum
symportera yani taşıyıcı proteinlere ihtiyaç duymakta. Bunu takiben içeriye giren sodyum Na/K
pompası sayesinde tekrar dışarı atılıyor.

Vücutta farklı hücrelerde glukozun transportunda rol oynayan taşıyıcı proteinler bulunmaktadır.
Bu taşıyıcılar hücrelerin plazma membranında bulunur ve GLUT 1’den GLUT 5’e kadar
numaralandırılmışlardır:

• GLUT-1, kırmızı kan hücreleri, beyin, böbrek, kolon ve plasentada bulunur.


• GLUT-2, karaciğer, pankreatik β-hücreleri, ince bağırsakların bazolateral yüzünde
bulunur; yüksek kapasiteli, düşük affınitelidir ki Km l5mM ve üstüdür.
• GLUT-3, nöronlar, plasenta, testiste bulunur; Km düşüktür (~1 mM)
• GLUT-4, adipoz doku, iskelet kasları ve kalpte bulunur; insülin'le uyarılan glukoz alınıp
tutuluşunu sağlar.
• GLUT-5, ince bağırsaklar, testis, sperm, böbrek, iskelet kasları, adipoz dokuda ve düşük
düzeyde beyinde bulunur; fruktoz ve glukoz taşınmasında rol oynar.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

İnsülin, iskelet kasları ve adipoz dokuda glukoz transportunu uyarmaktadır. İnsülin reseptörüne
bağlandığında glukoz taşıyıcıları, kendilerini içeren veziküllerden hücre membranına göçerler ve
orada aktive olurlar

İnsülin kendi reseptörlerine bağlandıktan


sonra hücre sitoplazmasında bulunan glikoz taşıyıcı transporterlar zara doğru yönlendiriliyor ve
böylece glikoz geçişine imkan veriliyor.

YAĞLARIN SİNDİRİMİ VE EMİLİMİ


• Yağ sindirimi ince barsaklarda pankreatik lipaz ve safra asidlerinin yardımıyla gerçekleşir.
• KC’de sentezlenerek safra kesesinde biriktirilen taurin ve glisin ile tuz oluşturan safra
asidleri yağ emulsifikasyonunu sağlarlar. Safra tuzlarının hidrofilik yüzeyi suyla,
hidrofobik yüzeyi ise yağla temas edecek şekilde triaçilgliserollerin etrafını
çevrelemektedir. Böylece suda çözünen enzimlerin etki edebilmesi sağlanmaktadır.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

• Yağların parçalanması Ca bağımlı enzim olan pankreatik lipaz iledir. Bunun salgılanması
Kolesistokinin kontrolündedir. Kolesistokinin safra kesesi ve pankreasın kasılmasını
uyarmakta, midenin ise engellemektedir.
• İnce barsaktan salgılanan sekretin pankreastan bikarbonat içeriği fazla salgıya neden
olur
• Pankreatik salgıda bulunan kolesterol esteraz kolesterolu esterlerinden ayırır.
• Diyet kaynaklı fosfolipidler pankreastan salınan fosfolipazlarla hidroliz edilirler.

Mikrovillusların fırçamsı kenarı ile temas eden miçellerin kendini oluşturan bileşenlere ayrıştığı
ve bir yoğunluk gradiyenti oluşturarak hücre içerisine alındıkları savunulmaktadır. Safra asidleri
lumen içerisinde kalır. Hücre içerisinde ER’da yeniden esterifikasyon ile triaçilgliseroller
oluşmakta ve daha sonra şilomikronlar oluşmaktadır

Yağların bağırsak epitelinden geçişini inceleyelim. İntestinal lümende bir triaçilgliserol


görüyoruz. Pankreatik lipaz bunların açil gruplarını koparmakta. Bir tane açil grubunu ayırdı
(3.grup) serbest yağ asidi ayrıldı geriye ne kaldı 1-2 diaçilgliserol. Sonra pankreatik lipaz 1
numaralı açil grubunu parçalayıp serbest yağ asidi oluşturuyor. Pankreatik lipaz 3 tane
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

gliserolün 3 tane hidroksiline bağlanmış açil gruplarını başlardan kopardı, Bu haliyle yani 2-
mono-açilgliserol haliyle emilim gerçekleşebilir veya izomeraz enzimi etki eder ve ortadaki açil
grubunu 1.karbona atar böylece 1mono-açilgliserol oluşur. Sonra 1.karbona pankreatik lipaz
etki eder, triaçilgliserolü bütün yağ asitlerinden ayırıp tam gliserole kadar indirger. Gliserol de
yine bağırsak epitelinden emilir. Yani mono-açilgliseroller şeklinde de, bütün açil gruplarının
kaybedilmesiyle oluşan gliserol şeklinde de emilim olabilir. Emildikten sonra bağırsaklarda
esterifikasyon işlemi görürler. Ayrılmış olan açil grupları gliserollere takılır, triaçilgliserollere
dönüşür ve şilomikron yapısı oluşturulur. Böylece lipidler kanda taşınabilir hale gelir, portal ven
aracılığıyla da direkt olarak karaciğere geçerler.

• Kolesterol esterleri de kolesterol esteraz enzimiyle yıkılırlar.


• Fosfolipaz A2, gliserofosfolipidlerin 2. karbonundaki ester bağını hidroliz eder.
• Ribonükleaz ve deoksiribonükleaz ise diyetteki nükleik asitlerin yıkılımını sağlarlar.

Proteinlerin Sindirimi ve Emilimi

• Peptidazlar(Endopeptidaz,ekzopeptidaz)ile hidrolize olurlar.


• Midede HCl ile denatüre olan proteinler kolayca peptidaz etkisine maruz kalır.
• Pepsinojen A ve B olarak zimojen formda salgılanan ve HCl etkisiyle 5’den küçük pH’da
aktif olan pepsin, proteinleri a.a. ve peptid parçacıklarına ayırmaktadır. Bu protein
parçacıkları duodenumdan salınımına yol açtığı CCK pankreasdan ana sindirim
enzimlerinin salınımına yol açmaktadır.
• Pankreastan salgılanan ve tamamı zimojen olan enzimlerin aktivasyonu sırasında
duodenal enteropeptidaz tripsinojeni aktif tripsine, tripsin ise diğer tüm zimojen
enzimleri aktif formlarına çevirir.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

Çeşitli enzimler çeşitli peptid yapısında a.a.leri bölüp, kesebiliyorlar.


Mesela amino peptidazlar amino grubu tarafından kesmiş peptid zincirimizi ,
Karboksi peptidazlar karboksi ucundan kesmiş
Elastaz alanin glisin serin gibi küçük a.a bulunduğu taraftan kesebilmiş.
Kimotripsin fenil alanin, triptofan, lösin gibi a.alerin olduğu yerden
Tripsin arjinin lizin gibi bazik a.alerden kestiğini görüyoruz.
?Pepsinin ise daha aromatik olan a.alerin bulunduğu yerden kesiyor.(Hoca ses kaydında ne
kadar böyle demiş olsada aromatik aa. ler fenilalanin treonin ve triptofandır ve bunların
sindiriminden kimotripsin sorumludur bu detay çıkmışlarda da sorulmuş ilerleyen kısımda yer
verdim.)
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

Polipeptid şeklinde alındığında bunlar mide asidi tarafından denatüre ediliyorlar. Böylece
oligopeptidler oluşmuş oluyor bunlarda bağırsakta dipeptid ve a.a.lere kadar parçalanıyorlar
bağırsak enzimleri tarafından. Sonra bağırsak lümeninden emiliyorlar bu emilim sırasında Na
transportunu kullanabilirler.

Oluşan peptidler ince bağırsak hücre membranına bağlı bulunan endopeptidazlar, dipeptidazlar,
aminopeptidazlar tarafından oluşturulan serbest a.a. di ve tripeptidler enterositlere özgün
taşıyıcı sistemler ile taşınmaktadır. Enterosit içerisinde serbest a.a. lere parçalanan yapılar
portal sisteme katılmaktadır.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

Yukarıdaki şekilde ise bağırsak lümeninden emilimi görüyoruz. Aa'lerin emilimi glikoza benzer
şekilde gerçekleşiyor yine sodyumu takip ediyor. İçeri girdikten sonra portal sisteme
kolaylaştırılmış olarak geçiyor ve ilgili yerlere iletiliyor. Na kısıtlaması olayını görüyoruz burada:
Sodyumu glikoz ve protein emilimi takip ettiği için zayıflama diyetlerinde vs. sodyum kısıtlaması
önerilir.
Taşıyıcı proteinin özelliğine göre en az dört tip amino asit taşıma sistemi vardır:
1) Nötral amino asit taşıma sistemi: Na+-bağımlı nötral A sistemi ve Na+-bağımsız nötral L
sistemi olmak üzere iki tiptir. Na+-bağımlı nötral A sistemi alanini seçer ve geçirir; aynı
zamanda asidik ve bazik amino asitleri de taşır. Na+-bağımsız nötral L sistemi lösini ve
sisteinin geçişini sağlar, daha az iş görür.
2) Bazik amino asit taşıma sistemi: Bazik amino asitleri taşır.
3) Asidik amino asit taşıma sistemi: Asidik amino asitleri taşır.
4) Glisin ve imino asit taşıma sistemi: Glisin, prolin ve hidroksiprolini taşır.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

Bağırsak ve böbrek hücrelerine amino asitlerin alınmasında önemli rolü olan γ-glutamil
siklusu da tanımlanmıştır:

Gama glutamil transporterlar var hücre zarında. Glutatyon 3’lü a.a.dir. Glisin sistein ve
glutamattan oluşmaktadır. Glutatyon taşıyıcı prt. Yardımıyla gelen hücre içine gelen şeyi
hücre zarından içeriye taşımaktan sorumlu. Glutatyona a.a takılması için sistein ve glisin
glutatyon üzerinden ayrılıyor böylece gelen a.a’i kendi bünyesine dahil ediyor.İçeriye
girdikten, a.a’ini bıraktıktan sonra kalan glutamatımıza tekrardan sistein ve glisin ilave
edilerek yenileniyor.
HORMON YERLEŞİMİ ETKİSİ

gastirin mide antrumu, duodenum mide asit ve pepsin


Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder
salgılanması

kolesistokinin duodenum, jejenum pankreatik amilaz ve safra


salgılanması

sekretin duodenum, jejenum pankreatik bikarbonat salgısı

gastirik inhibitör polipeptid ince bağırsak mide asit salgısı inhibisyonu,


(GIP) insülin salınımını artırır

vazoaktif intestinal peptid pankreas düz kas gevşemesi, pankreatik


(VIP) bikarbonat salınımı

motilin ince bağırsak sindirim arası bağırsak


motilitesini başlatır

somatostatin mide, duodenum, pankreas inhibitör etkiler

pankreatik polipeptid (PP) pankreas pankreatik salgı inhibisyonu

enkefalinler mide, duodenum, safra kesesi opiyuma benzer etkiler

p maddesi tüm sindirim kanalı tam kesin değil

bombesin benzeri mide, duodenum gastrin ve kolesistokinin


immünreaktif salgısını uyarır

enteroglukagon pankreas, ince bağırsak etkileri bilinmiyor

ÇIKMIŞLAR:

1.Aşağıdaki sindirim enzimlerinden hangisi peptidleri aromatik aminoasitlerin olduğu


bağlardan hidrolize eder?
A) Pepsin
B) Tripsin
C) Amilaz
D) Kimotripsin
E) Elastaz

Cevap:D
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder

2.Besinlerin sindirim ve emilim sürecine ilişkin aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?


A) Amilaz, karbonhidratların α(1→4) bağlarını hidrolize etmektedir.
B) Midede parietal hücreler HCl ve intrensek faktör üretmektedirler
C) Mide asiditesinin sağlanmasında mide lümenine H+atılımı, Na+/K+pompası iledir.
D) Pepsin, zimojen olarak sekrete edilir ve asidik aminoasitlerin peptid bağlarını
hidrolize eder.
E) Lipaz kısa, orta ve doymamış uzun zincirli yağ asitlerini serbest yağ asitleri ve 1,2-
diaçilgliserol’e parçalar.

Cevap: C
Dışarı çıkan hidrojene karşılık içeri potasyum giriyor olayda sodyum veya Na/K
pompası mevcut değil

3.Kas ve yağ dokusu hücrelerine glikoz taşınmasını sağlayan glikoz taşıyıcısı


hangisidir?
1.Glut1
2.Glut2
3.Glut4
a)1
b)2
c)3
d)1-3
e)Hepsi

Cevap:C

4. hangisi safra tuzları ve fonksiyonları ile ilgili doğrudur?


1.Misel formasyonuna katılır
2.Bir kısmı duodenumdan diffüzyonla emilir.
3.Yağları detoksifiye eder.
4.Yağların sindirim hızını yavaşlatırlar.
a)1
b)1-2
c)2-3
d)3-4
e)Hepsi

Cevap:B

İLAYDA YİĞİT
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

Klinik Enzimoloji 1
Enzimler
► Biyokimyasal reaksiyonları katalizleyerek çok hızlandıran protein yapısındaki
biyolojik katalizörlerdir.

!​​İstisnai olarak ribozimler mevcuttur fakat biz klinik enzimolojiyi ele


alacağımızdan yukarıdaki tanımı benimsemeliyiz.
► Reaksiyonun aktivasyon enerjisini azaltırlar.

► Reaksiyonun denge sabitini değiştirmezler.

► Katalizledikleri reaksiyon sırasında net üretim veya tüketimleri olmaz ve yapısal


değişime uğramazlar.

Enzimlerin Sınıflandırılması
Enzimleri katalizledikleri reaksiyon tipine göre sınıflandırabiliriz:

1. Oksidoredüktazlar (Laktat dehidrogenaz)


2. Transferazlar (Aspartat transaminaz)
3. Hidrolazlar (Amilaz)
4. Liyazlar (Aldolaz)
5. İzomerazlar (Epimeraz)
6. Ligaz​l​ar (Pirüvat karboksilaz)

Kreatin Kinaz:

Enzyme commission​: Her enzimin sahip olduğu komisyon numarası


Class​: Enzimin bir önceki sınıflandırmada girdiği grup
Subclass​: Sınıf içindeki alt grup
Sub-subclass​: Alt alt sınıfı
Enzim numarası​: Enzimin son bulunduğu sınıftaki sırasını gösterir
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

Enzimlerin Klinikte Kullanımı

Enzimler klinikte:
-Çeşitli hastalıkların tanı ve izleminde vücut sıvılarındaki enzim aktivite veya
konsantrasyonunun ölçümü şeklinde kullanılır ​(Bu dersimizde enzimlerin bu
kullanımına yoğunlaşacağız.)

-Vücut sıvılarındaki çeşitli maddelerin ölçümünde analitik reaktif olarak kullanılırlar.


Örneğin glikoz ölçümü, idrar ölçümü, kolesterol ölçümü gibi durumlarda enzimler
analitik reaktif olarak kullanılır.

-Tedavi edici amaçlarla kullanılır.

Enzim Katalizli Reaksiyonun Hızına Etki Eden Faktörler

1. Substrat konsantrasyonu [S]:​ Enzim miktarı bolsa, ortam sıcaklık ve pH


uygunsa, gerekli kofaktörler bulunuyorsa, aktivatörler ve inhibitörler yoksa,
substrat konsantrasyonu ve enzim kataliz hızı arasındaki ilişkiyi Michaelis
Menten grafiği açıklar:

Substrat konsantrasyonu
arttırılınca başta hız artar,
belli bir noktadan sonra
substrat konsantrasyonu
ne kadar arttırılırsa
arttırılsın enzimin kataliz
hızı artmaz.

2. Sıcaklık
3. pH
4. Enzim konsantrasyonu [E]:​ Substrat konsantrasyonları doyurucu miktarlarda,
sıcaklık ve pH optimum düzeyde, kofaktörlerin bulunduğu durumda enzim
konsantrasyonu arttıkça tepkime hızı artmaktadır.
5. Kofaktörler
6. Aktivatörler/İnhibitörler
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

Enzim Düzeylerinin Laboratuvarda Ölçümü

► En sık kullanılan yöntem enzim katalizli kimyasal reaksiyonun hızının ölçülmesidir.

► Reaksiyon hızını etkileyen faktörlerden substrat konsantrasyonu doyurucu


miktarlarda, diğer faktörler de optimum ve sabit düzeylerde sağlandığında enzim
katalizl​i​ bir reaksiyonun başlangıç hızı enzim miktarıyla doğru orantılıdır. Bu orantı
doğrultusunda bir hesaplama yaparak enzim düzeyini ölçebiliriz.

Zamana karşı enzim katalizli reaksiyon hızının değişimi:

A. Substrat konsantrasyonu doyurucu seviyede tutulduğunda reaksiyon hızı tüm


çalışma boyunca sabittir.
B. Başlangıç oranından daha düşük olduğunu gözlemleriz.
C. Gecikme süresi ve substrat tükenmesi evreleri mevcuttur. Ortalarda başlangıç
hızına yakın bir duruma ulaşılır.

Laboratuvardaki çalışmalardan ideal olan A durumu sağlanmaya çalışılır.


Enzim miktarıyla başlangıç hızı arasındaki ilişki doğrusal olduğunda
hesaplama yapılabilir.

► Belirli koşullar altında; birim zamandaki substrat azalma veya ürün oluşma
hızı enzim aktivitesiyle doğru orantılıdır.
-​Reaksiyon hızı Ünite/Litre olarak ifade edilir. ​(Laboratuvar sonuçlarında 1 litre
kandaki enzim miktarını görürüz.)

Bir dakikada bir mikromol substratı değişime uğratan (katalizleyen) enzim miktarı bir
ünitedir. (U veya IU; internasyonel ünite; μmol/dk).
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

►​ ​SI birim: “Katal” (mol/s): 1 saniyede 1 mol substratı değişime uğratan enzim
miktarıdır.

► Enzim miktarı aktivite olarak birim hacimde ifade edilir:


§​ ​Katal/L veya U/L birbirine çevrilebilir. Laboratuvar sonuçlarında genelde birlikte
verilir fakat klasik birim olarak U/L kullanılır.

NADH oksidasyon redüksiyon tepkimlerinde


kullanılan bir moleküldür.

Kesikli çizgi NAD+’nın, düz çizgi NADH’ın farklı


dalga boylarındaki absorbanslarını verir.

280 nm civarında hem NAD+ hem de NADH


yüksek absorbans vermektedir. Bu nedenle 280
nm ölçümlerinde ayırt edilmeleri zor olur.

340 nm civarında NADH’ın yüksek bir


absorbans verdiğini, NAD’ın yüksek bir
absorbans vermediğini gözlemliyoruz. Bir
çözeltide NADH’ın tükenmesini veya artmasını
gözlemleyerek enzim miktarını ve reaksiyon
hızını ölçebiliriz. Laboratuvarda sıklıkla
kullanılan bir moleküldür.

Aşağıdaki tabloda rutinde en çok çalışılan enzimlerin enzim komisyon numaraları


mevcuttur. Bu numaraların ezberlenmesi beklenmemektedir. Enzimlerin günlük
kullanımdaki isimleri yaygın olarak bilinmektedir.
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

Bir önceki tablonun Türkçesini görmekteyiz. Bu tabloda tanısal enzimlerin temel doku
kaynakları belirtilmiş. Kalın olarak gösterilenler de bizim derslerde en çok üzerinde
duracağımız noktalardır.

Aspartat transamilaz, Alanin aminotransferaz, Kreatin kinaz enzimlerinin bazı insan


dokularının serum arasındaki konsantrasyon oranları verilmiş.

!​ Serumdaki oranlarının düşük olması bu enzimlerin hücre içi enzim olduğunu bize
gösteriyor.
-AST en çok kalp, karaciğer, iskelet kasında karşımıza çıkıyor.
-ALT en çok karaciğer, böbrek ve kalpte bulunuyor.
-CK iskelet kasında, kalpte karşımıza çıkıyor.

Bu enzimler esas olarak hücresel enzimler olmalarının yanında dokudaki bir


harabiyet durumunda serumdaki miktarları artabilmektedir. Bu artışlar gözlemlenerek
kişinin hasarlı dokuları kestirilebilmektedir. Bu enzimlerin klinikteki kullanımı bu
nedenle çok önemlidir.

Hücre organellerinin belirleyicisi olan enzimler​: ​(Temel olarak bu dersin konusu değildir.)
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

Kanda Bulunan Enzimlerin Sınıflandırması

Kanda bulunan enzimleri iki ana gruba ayırabiliriz:

1) ​Plazmaya özgü enzimler​-> İşlevleri plazmada olan enzimlerdir.


Koagülasyon faktörleri arasında bulunan enzimler bunlara örnek olarak
gösterilebilir.
Serin proteaz prokoagulanlar, trombin, faktör XII, faktör X, vd.

2) ​Plazmaya özgü olmayan enzimler​-> İki alt gruba ayrılabilir:

​ a)​ ​Salgılanan (sekretuvar) enzimler-> GİS’te bulunan enzimler örnek verilebilir.


Birtakım hücrelerde sentezlendikten sonra GİS’e salınırlar. Bunun yanında prostat
dokusunda sentezlenip prostatik sıvıya salınan enzimler de örnek verilebilir. Bu
enzimlere kanda görevleri olmadığından plazmada rastlanmaz, bu nedenle
plazmaya özgü olmayan enzimler sınıflandırmasına dahildirler.
Lipaz, α-amilaz, tripsinojen, prostatik asit fosfataz, PSA (prostat spesifik antijen)

​ b) ​Hücr​es​el enzimler-> Temel işlevleri vücut içinde olmakla birlikte


kaynaklandıkları dokuların harabiyeti durumunda kanda miktarları artabilir. Tanıda
fikir vermiş olurlar.

LD (laktat dehidrogenaz), AST (aspartat transaminaz),

ALT (alanin transaminaz), ALP (alkalen fosfataz), vd.

Enzimlerin Kan Düzeyini Etkileyen Faktörler

►​ ​Enzimlerin sentezlendikleri hücreden dolaşıma geçiş hızı


​ nzimlerin hücreden sızma hızı
§​ E
§​ E​ nzim üretimindeki değişiklikler
►​ ​Enzim sentezi artışı
►​ ​Enzim sentezi azalması
►​ ​Enzim​l​erin dolaşımdan temizlenme hızı

►​ ​Enzimlerin sentezlendikleri hücreden dolaşıma geçiş hızı arttıkça ve dolaşımdan


temizlenme hızı azaldıkça kandaki enzim miktarı artar.
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

Plazmaya özgü olmayan enzimlerin plazma düzeyini etkileyen faktörler:

Plazmadaki miktarlarının artmasına yol açan faktörler:


-Dokuların normal yıkımları
-Hücre zarından sızma
-Doku nekrozu
-Enzim sentezinin artışı
Plazmadaki miktarlarının azalmasına yol açan faktörler:
-Dolaşımdan temizlenmesi
-Dokular tarafından alınması ve yıkıma uğratılması
-Reticuloendotelyal sistem tarafından uzaklaştırılması
-(Düşük molekül ağırlıklı enzimler için) Zarla atılma
-Hücre içi inaktivasyon
Enzimatik Aktiviteyi Etkileyen Özgün Olmayan Bazı Etkenler:

► ​Yaş​: Bazı enzimler yaşa göre farklılık gösterir.

► ​Gebelik​: Birçok biyokimyasal olayı etkilediği gibi enzimleri de etkiler.


► ​Cinsiyet​: Kreatin kinaz gibi bazı enzimler cinsiyete göre fark
edebilir.

► ​Irk

►​ ​Fiziksel aktivite​: Kas aktivitesinin artmasıyla ilgili olarak farklılık


gösterebilir.

► ​İlaç ve alkol kullanımı​: Bazı enzimlerin sentezinin artmasını indükleyerek


miktarlarını arttırabilir.

► ​Hemoliz​: Bazı enzimlerin ölçümünü etkileyebilir. İnhibitör hemoliz laboratuvarda


dikkat edilmesi gereken bir tanı olarak karşımıza çıkabilir. Kanda eritrositlerin
parçalanması sonucu eritrosit içeriğinin açığa çıkmasıyla serum veya plazmada
ölçtüğümüz bazı enzimler etkilenmektedir.
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

İzoenzim

►Katalitik aktiviteleri (katalizledikleri reaksiyon türleri) aynı; elektroforetik göç hızları,


doku dağılımları, ısıya, inhibitör ve aktivatörlere yanıtları farklılık gösteren enzim
formları olan izoenzimler, biyolojik aktif proteinlerdir.

►Örnekler:

Laktat dehidrogenazın beş tane izoenzimi vardır: (LD): LD-1 – LD-5

Kreatin kinazın üç tane izoenzimi vardır: (CK): CK-1 – CK-3


Rutinde çalışılan izoenzimler vardır. Doku dağılımlarının farklı olmasıyla bazı
tanıların konulmasınıda yardımcı olurlar.

Enzimatik Analizlerin Çalışılması

► Kanda enzim aktivitelerinin belirlenmesi için en uygun ortam SERUM/PLAZMA.

Enzimleri en çok kanda ölçüyoruz ve bu ölçümü serumdan yapıyoruz. Plazma


kullandığımızda ise plazmayı elde ettiğimiz antikoagülanın önemi oluyor ki genellikle
antikoagülan olarak heparin kullanılıyor.

► İdrar genel olarak uygun bir örnek (numune) olmaz (ancak idrarda amilaz düzeyi
önemlidir).

► Beyin omurilik sıvısı (BOS) enzimatik analizler için oldukça kısıtlı olmakla birlikte
belirli bazı enzimlerin ölçümü tanısal olarak önemlidir.

► Bazı doku örnekleri ve kan hücrelerinde özgün enzimatik analizler


yapılabilmektedir. Örneğin Glukoz 6 Fosfat Dehidrogenaz enzimin ölçümü
eritrositlerden yapmak daha uygun olabilir.

► Enzimatik analizler örnek(numune) alındıktan sonra mümkün olan en kısa


zamanda çalışılmalıdır.

► Çalışılamayacaksa örnekler uygun koşullarda saklanmalıdır. Koşullar örnek türüne


ve çalışılacak enzime göre değişkenlik göstermektedir.

Aspartat Transaminaz (AST) (EC 2.6.1.1)

► Aspartat aminotransferaz adıyla da bilinir.

► Eski terminolojiyle glutamik okzaloasetik transaminaz (GOT) olarak da kullanılır.

► Koenzim olarak pridoksal fosfat kullanır.


Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

► α-ketoglutarat ile aspartatı okzaloasetat ve glutamata dönüştürür. Çift yönlü bir


tepkimedir.

► Transaminasyon reaksiyonu olarak bilinen bu reaksiyon amino asitlerin sentez ve


yıkımında rol alır.

Doku kaynakları

! Bu enzimlerin klinik kullanımına odaklandığımız için doku kaynakları bizler için


önemlidir.

- En yüksek konsantrasyonlarda kalp dokusu, iskelet kası ve karaciğerde;

- Daha düşük konsantrasyonlardaysa böbrek, pankreas ve eritrositlerde bulunur.


Klinik kullanımı

- Miyokart infarktüsü (MI) -kalp krizi-, hepatosellüler hastalıklar ve iskelet kası


tutulumu gösteren hastalıkların tanısında değerlidir.

- Akut MI sürecinde AST düzeyleri 8-12 saat içinde yükselir, 24 saatte tepe değerine
çıkar ve 5 gün içinde normal değerlerine döner.

​Arttığı diğer durumlar

➔ Pulmoner emboli
➔ Konjestif kalp yetmezliği
➔ Akut hepatosellüler hastalıklar [Viral hepatit (üst referans
sınırının 100 katına çıkabilir.)]
➔ Siroz (orta düzeyde artış)
➔ Müsküler distrofiler
➔ İnflamatuvar durumlar

► AST hücre içinde 2 izoenzim şeklinde bulunup farklı yerleşim gösterir:

1. Sitoplazmik
2. Mitokondriyal

► Sitoplazmik izoenzim serumda daha çok bulunandır.


► Karaciğer sirozu gibi durumlarda mitokondriyal izoenzimi serumda belirgin olarak
artar.
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

Referans aralığı​ (serum için) ​ -hastemizde kullanılan referans aralıklarıdır, kullanılan


yöntem ve cihazlara göre değişmektedir. Ezberlenmesine gerek yoktur.- Laboratuvar
sonucu iletirken referans aralığıyla birlikte iletmelidir.
< 50 U/L (E)
< 35 U/L (K)
► Yenidoğan döneminde fizyolojik olarak yüksektir (üst referans sınırının 3 katına
kadar çıkabilir).

► Hemolizli örnek çalışılmamalıdır. (Hemolizli serumda AST düzeyi gerçek


değerinden 10 kat yüksek çıkabilir.)

Alanin Transaminaz (ALT) (EC 2.6.1.2)

► Alanin aminotransferaz adıyla da bilinir.

► Eski terminolojiyle glutamik piruvik transaminaz (GPT) olarak da kullanılır.


► Alaninden α-ketoglutarata amino grubunun taşındığı tepkimeyi katalizler.

► Koenzim olarak pridoksal fosfat kullanır.

► Bir çok dokuda bulunmakla birlikte en yüksek konsantrasyonda bulunduğu organ


karaciğerdir.

► Karaciğere özgü transaminaz olarak bilinir.

► Hücre içi yerleşimi yalnızca sitoplazmiktir.

► Klinikte en çok karaciğer hastalıklarının değerlendirilmesinde kullanılır.


► Normalde serum ALT/AST < 1

- Karaciğerin akut inflamatuvar hastalıklarında ALT artışı AST artışından daha fazla
olur (serum ALT/AST > 1).

► Yarı ömrü AST’den uzun olduğu için kanda daha uzun süre yüksek kalır:

-ALT (Plazma yarı ömrü 47 saat)

-AST (Plazma yarı ömrü 12 saat)

a) Sitoplazmik 17 saat
b) Mitokondriyal 6 saat

►Referans aralığı (serum için)


< 50 U/L (E)
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

< 35 U/L (K)


►Hemolizden AST kadar önemli oranda etkilenmese de hemolizli örnek
çalışılmamalıdır.

Kreatin Kinaz (CK) (EC 2.7.3.2)

► Fizyolojik işlevi kas hücrelerinde yüksek enerjili bileşik olan kreatin fosfat
molekülünün depolanmasını sağlayan reaksiyonu katalizlemesidir.

► Kreatin fosfokinaz olarak da adlandırılır.

► İskelet kası, kalp kası ve beyin dokusu en yüksek aktivitede bulunduğu dokulardır.

► Mesane, plasenta, gastrointestinal sistem, tiroit, uterus, böbrek, akciğerler, prostat,


dalak, karaciğer ve pankreas daha az miktarda bulunduğu diğer dokulardır.

► Dimer şeklinde bir protein olup 2 alt ünitesi vardır ve bu alt ünitelerin farklı
şekillerde bir araya gelmesi sonucunda 3 tane izoenzimi bulunur:

1. CK-BB​ (Beyin tipi); CK-1


2. CK-MB​ (Karışık tip); CK-2
3. CK-MM​ (Kas tipi); CK-3

★ CK-BB​; beyin, mesane, akciğerler, prostat, uterus, kolon, mide ve tiroit


dokularında,
★ CK-MB​; kalp ve daha az oranda iskelet kasında,
★ CK-MM​; kalp ve iskelet kasında daha çok bulunur.

Serumda asıl bulunan CK-MM’dir, CK-MB total CK’nın % 6’sından az bulunurken,


CK-BB ise çoğu yöntemle serumda saptanamaz.

Serumda total CK artışına yol açan durumlar:

➔ Akut miyokart infarktüsü


➔ İskelet kası hastalıkları
● Müsküler distrofi
● Polimiyozit
➔ Hipotiroidi: Tiroit bezinin az çalışması
➔ Fiziksel aktivite/egzersiz
➔ İntramüsküler enjeksiyonlar
➔ Malign hipertermi
➔ Merkezi sinir sistemi hasarı
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1

Referans aralığı (serum için): (Jas dokusundaki miktarı önemli olduğundan


erkeklerde daha yüksek görülür.)

Total CK
<171 U/L (E)
<145 U/L (K)
CK-MB (CK-2) -> ​Aktivite olarak değil, kütle olarak ölçülen bir enzimdir.

Total CK aktivitesinin % 6’sından az


CK-MB (kütle): 0,6 – 6,3 ng/mL

► Hemolizli serum örneklerinde yanlış yüksek sonuçlar çıkar. (Eritrositlerde bu


enzimin bulunmasından kaynaklanmaz. Açığa çıkan başka moleküllerin bu enzimin
ölçümü sırasında yarattıkları analitik interferans nedeniyle olur.)

► Serum karanlıkta saklanmalıdır (ışık enzimi inaktive eder).

► Yenidoğan döneminde total CK değeri yüksektir (erişkin dönemin 3 katına kadar


çıkabilir).
Kullanmayan spotify hesapları ve Serdar Ortaç ‘Tut ki’ sevdası, gülünce turuncuya çalan
yüzler ve bolca network, birilerinin üst komşusu ve seçici film zevki, bazı akran eğitimleri ve
çizimler, günlük şarkı eklemeli playlist mimarlığı ve ebedi hediye danışmanlığı herkesi en iyi
tanımacalı, bir kere başlayınca kesinlikle durmayan hapşuruklar, sonsuz hayvan sevgisi ve
okuma kulüpleri, her an her yerde yatılan uykular, tuhaf anılar zinciri ve Antalya’nın Elmalı
ilçesi, şimdiden hastanede geçirilen saatler ve Kıbrıs şivesi vardır! Ve hepsi iyi ki benim
hayatımda var olmuştur. Kocaman sevgiler, sarılmalar…
İdil Sivaslı
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan

TRANSAMİNAZLARIN ÖLÇÜMÜ
Aminotransferazlar olarak da bilinen transaminazlar bir amino asitten bir α-keto
aside bir amino grubunun taşınmasını katalizleyen enzimlerdir. Hücre içinde lokalize
olan bu enzimler, normal hücre döngüsü sırasında kana salınırlar. Sağlıklı bireylerde
kanda sabit miktarda bulunurla. Ancak bulundukları hücrenin hasarı/ölümünün
ardından kandaki miktarları artar. Sitoplazmada bulunan enzimler kanda daha erken
artar. Enzim analizleri hasaalı dokuyu belirlemede yararlıdır.
Aspartat aminotransferaz (AST) ve alanin aminotransferaz (ALT) klinik amaçla
en sık kullanılan transaminazlardır. AST hem sitoplazma hem mitokondride bulunur.
Başlıca kaynakları karaciğer, kalp, iskelet kası, böbrek, beyin ve eritrositlerdir. ALT
sitoplazmiktir ve doku dağılımı benzer olmakla birlikte karaciğer dışı dokulardaki
aktivitesi daha düşüktür. İskelet kası, böbrek ve kalpte daha az bulunur.

SERUMDA ALT ENZİM AKTİVİTESİNİN ÖLÇÜMÜ


(REITMAN-FRANKEL YÖNTEMİ)

Deneyin prensibi: ALT’nin kataliziyle gerçekleştirilen transaminasyon reaksiyonunda


substrat olan alanin ve alfa-ketoglutarattan, ürün olarak pirüvat ve glutamat meydana
gelir. Oluşan pirüvat, ortama konulan 2,4-dinitrofenilhidrazin ile reaksiyona girerek
alkali ortamda kahverengi hidrazon bileşiğini oluşturur. Bu bileşiğin spektrofotometrede
510 nm dalga boyunda ölçülen optik dansitesi (OD), ALT aktivitesiyle doğru orantılıdır.

Deneyin yapılışı:

KÖR ÖRNEK (NUMUNE)

Substrat çözeltisi 1 mL 1 mL

37 C0 su banyosunda 3 dakika bekletilir.

Distile su 0,2 mL -

Serum - 0,2 mL

37 C0 su banyosunda 10 dakika bekletilir.

2,4-dinitrofenilhidrazin 1 mL 1 mL

Oda sıcaklığında 5 dakika bekletilir.

0,4 N NaOH 5 mL 5 mL
Oda sıcaklığında 5 dakika bekletilir, örnek çözeltisinin absorbansı (optik dansitesi) 510 nm dalga
boyunda köre karşı okunur.

ALT aktivitesini hesaplamak için standart grafiği kullanılır. Numunenin OD’si Y


eksenine yerleştirildiğinde X ekseninde karşılık gelen değer ALT aktivitesinin ünite/litre
(U/L) cinsinden değeridir.

Bu yöntemle serumda ölçülen ALT enzim aktivitesinin referans değerleri: 6–37 U/L
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan

Standart grafiğinin oluşturulması:

KÖR STANDART 1 STANDART 2 STANDART 3


Substrat 1 mL 0,9 mL 0,8 mL 0,7 mL
Distile su 0,2 mL 0,2 mL 0,2 mL 0,2 mL

Sodyum piruvat _ 0,1 mL 0,2 mL 0,3 mL

2,4-dinitrofenil hidrazin 1 mL 1 mL 1 mL 1 mL

Oda sıcaklığında 5 dakika bekletilir.

0,4 N NaOH 5 mL 5 mL 5 mL 5 mL

Oda sıcaklığında 5 dakika bekletilir. Standart çözeltiler 510 nm dalga boyunda köre karşı ölçülür. Bulunan
OD’ye karşılık gelen ALT aktiviteleri U/L cinsinden standart grafiğine yerleştirilir ve bir doğru elde edilir.

Okunan OD - 0,2 0,4 0,6

Karşılık gelen ALT


- 20 40 60
aktiviteleri (U/L)

OD

0,4

0,3

0,2

U/L
20 30 40 60
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan

NOT: Biyokimya lab dersi olması kaynaklı herhangi ekstra bir şey koyamadım. Uygulama videosunu
izledim ve denilen herşeyi dikkatle dinledim. Hatta slaytlarla karşılaştırdım, hiçbir farklı şey olmadığı
için direkt bu slaytları ekleme kararı aldım. Lab föyünde grafik için ayrılmış olan kısmı da doldurdum.

Aden Begüm ÜÇGÜLER


KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM

KLİNİK ENZİMOLOJİ 2
Kreatin Kinaz (CK)
► Referans aralığı (serum için):
§ Total CK
► <171 U/L (E)
► <145 U/L (K)
§ CK-MB (CK-2)
► Total CK aktivitesinin % 6’sından az
► CK-MB (kütle): 0,6 – 6,3 ng/ML
Hoca referans aralıklarının sayısal olarak ezberlenmesine gerek olmadığını söyledi. Burada
kullanılan birimlere önem verdi. CK-MB kütle olarak çalışılması daha çok tercih edilen bir
enzimdir. Bu yüzden referans aralığı konsantrasyon olarak verilmiştir(ng/ML).
► Hemolizli serum örneklerinde yanlış yüksek sonuçlar çıkar (analitik interferans
nedeniyle).
► Serum karanlıkta saklanmalıdır (ışık enzimi inaktive eder).
► Yeni doğan döneminde total CK değeri yüksektir
(erişkin dönemin 3 katına kadar çıkabilir).

Laktat Dehidrogenaz (LD veya LDH) (EC 1.1.1.27)


► Anaerobik glikolizin son aşamasında laktat ve piruvat moleküllerinin birbirine
dönüşümünü katalizler, tüm hücrelerde bulunur. Tepkimesi sitoplazmada gerçekleşir

Laktat Dehidrogenaz

Laktat + NAD+ Piruvat + NADH + H+


► Kalp, karaciğer, iskelet kası, böbrek ve eritrositler en yüksek miktarda bulunduğu
dokulardır.
► Akciğer, düz kas ve beyinde de az miktarlarda bulunur.
► 4 tane alt ünitesi vardır ve bu alt üniteleri oluşturan 2 farklı polipeptit zinciri
bulunur. (H ve M)

Bunun sonucunda 5 izoenzimi vardır:


• LD-1 (HHHH) LD-1 elektroforezde anoda en hızlı
• LD-2 (HHHM)
LD-5 ise anoda en yavaş göç eden
• LD-3 (HHMM)
izoenzimdir.
• LD-4 (HMMM)
• LD-5 (MMMM)
KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM

Bu izoenzimlerin doku kaynaklarına bakarsak;


► LD-1 ve LD-2, kalp, eritrositler ve böbrek korteksinde,
► LD-3, akciğerler, lenfositler, dalak ve pankreasta,
► LD-4 ve LD-5, iskelet kası ve karaciğerde bulunurlar.
Oransal olarak baktığımızda ise;

LD-2 ve LD-3 ün öne çıktığını


görmekteyiz.

► Arttığı durumlar:
§ Miyokard infarktüsü (MI)
§ Hemolitik anemi : eritrositerde bol bulunan bir enzim olduğu için.
§ Megaloblastik anemi
§ Böbrek infarktı
§ Hemolizli örnek: eritrositlerin parçalanması sonucu eritrosit içerikleri
plazmaya geçer.
§ Pulmoner emboli
§ Lenfositoz
§ Akut pankreatit
§ Akut lenfoblastik lösemi
§ İskelet kası hasarı
§ Karaciğer hasarı
KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM

► Referans aralığı (serum için)


(L P) <248 U/L (E)

<247 U/L (K)


(P L) 240-480 U/L
Enzim reaksiyonu iki yönde de katalizlediği için iki durumda farklı sonuçlar verir. Laktat tan
piruvata olan tercih edilmektedir.
► Hemolizli örnek çalışılmamalıdır.
Çünkü hemolizden en çok etkilenen enzimdir. Hemolizli bir örnekte çalışılması durumunda
referans değerinin üzerinde bir değerle karşılaşmak olasıdır.
► Örnek hemen çalışılamayacaksa oda sıcaklığında (25 C o) saklanmalı ve 48 saat
içinde, eğer izoenzim analizi yapılacaksa da 24 saat içinde çalışılmalıdır.

Alkalen Fosfataz (ALP) (EC 3.1.3.1)


► Alkali pH’de (9-10) organik fosfomonoesterlerin hidrolizini katalizler.
► Bağırsaklar, karaciğer, kemik, dalak, plasenta ve böbrek en yüksek konsantrasyonda
bulunduğu dokulardır.
► Değişik yöntemlerle belirlenen çok sayıda izoenzimleri vardır, en çok çalışılanları;
karaciğer, kemik, intestinal ve plasental izoenzimleridir.

Klinik önemi olan durumlar (ALP artışı)


§ Hepatobiliyer hastalıklar (ekstrahepatik ve intrahepatik kolestaz)
§ Artmış osteoblastik aktivite gösteren kemik hastalıkları (örneğin; Paget
hastalığı)
► Fizyolojik olarak kemik gelişiminin hızlı olduğu çocukluk döneminde yüksektir
(büyüme dönemi).
Çocukluk çağında yetişkin döneme ait referans değerinin kullanılması yanlış yorumlanmaya
neden olabilir. Özellikle bu enzim için yaşa ve cinsiyete bağlı referans değerlerinin
kullanılması önemlidir.
► Gebeliğin 3. trimesterinde yüksek bulunabilir.
Plasental bir enzim olduğu için.
► Referans aralığı (serum için) 30 – 120 U/L (>17 yaş)
► Hemolizli örneklerde hafif yüksek sonuçlar ölçülebilir.
► Örnekler bekletilmeden çalışılmalıdır.
(buzdolabında bekletilme sonucu serum ALP aktivitesi günde % 2 kadar artar)
KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM

Asit Fosfataz (ACP) (3.1.3.2)


► Asit pH’de (~5) organik fosfomonoesterlerin hidrolizini katalizler.
► En yüksek aktivitede bulunduğu doku prostat bezidir.
► Kemik, karaciğer, dalak, böbrek, eritrositler ve plateletlerde de bulunur.
► Serum total ve prostatik ACP aktiviteleri prostat kanseri tanı ve izleminde geçmişte
kullanılmıştır.
☼ Günümüzde prostat kanseri tanı ve izleminde, glikoprotein yapıda bir serin proteaz olan
prostat spesifik antijen (PSA) kullanılmaktadır.

Serum ACP aktivitesinin arttığı diğer durumlar:


► Kemik hastalıkları (osteoklastik aktivite)
► Kemik metastazı
► Gaucher hastalığı

Referans aralığı (serum için)


► Total ACP
► 2,5 – 11,7 U/L (erkek)
► 0,3 – 9,2 U/L (kadın)
► Prostatik ACP
► 0,2 – 5,0 U/L (erkek)
► 0,0 – 0,8 U/L (kadın)
► Hemolizli örnek çalışılmamalıdır.
► Serum kanın şekilli elemanlarından olabildiğince çabuk ayrılmalıdır.

Gama-Glutamil Transferaz (GGT) (EC 2.3.2.2)


► Gama-glutamil peptitlerden aminoasitlere gama-glutamil gruplarının transferini
katalizler.
► Peptit ve protein sentezi, doku glutatyon düzeylerinin kontrolü ve aminoasitlerin hücre
zarlarından geçişinde rol oynadığı düşünülmektedir.
► Esas olarak böbrek (proksimal renal tübül), karaciğer, pankreas ve bağırsakta bulunur.
► Özellikle karaciğer ve biliyer sistemi hastalıklarının değerlendirilmesinde kullanılır.

Arttığı durumlar:
• Biliyer sistem tıkanıklıkları
• Enzim indüksiyonu yapan ilaçların kullanımı (örneğin; fenobarbital)
• Alkolizm
KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM

* Artmış ALP düzeylerinin değerlendirilmesinde GGT ölçümü önemlidir, çünkü kemik


hastalıkları ve gebelikte GGT düzeyleri normaldir. Yani ALP artmış GGT normal ise
karaciğer ile ilgili sorunları eleyebiliriz.

Referans aralığı (serum için)


§ <55 U/L (E)

§ <38 U/L (K)

► Hemolizsiz serum tercih edilen örnektir, EDTA’lı plazmada da çalışılabilir.


► Buzdolabında 1 ay, -20 Co’de 1 yıl aktivitesini korur.

5’-Nükleotidaz (NTP) (EC 3.1.3.5)


► Nükleozid-5’-fosfatlardan (örneğin; AMP) inorganik fosfatı koparan bir fosfatazdır.
► Hepatobiliyer hastalıklarda serum değeri üst referans sınırının 3-6 katına çıkar.
► Bu nedenle hepatobiliyer hastalıkların tanısının konmasında çok değerlidir.

Referans aralığı (serum için):


2 – 17 U/L

Kolinesteraz II (CHE) (EC 3.1.1.8)


► Serum kolinesterazı veya psödokolinesteraz
► Klinikteki kullanımı;
§ Karaciğer fonksiyon testi: karaciğerde üretilen bir enzim olduğu için.
§ Organik fosfor zehirlenmeleri; enzim inhibe olur. Serumdaki aktivitesinin
düştüğü gözlemlenir.
§ Ameliyatlarda kas gevşetici olarak kullanılan süksinildikolin ve mivacurium
bu enzim tarafından hidroliz edilir; enzimin eksikliği durumunda uzamış
apne görülür.

α-Amilaz (AMY) (EC 3.2.1.1)


► Nişasta ve glikojeni, α-1,4 glikozit bağlarını kırarak glukoz, maltoz ve dekstrine yıkar.
► Serumdaki amilaz enziminin en önemli doku kaynakları pankreasın asiner hücreleri
ve tükürük bezleridir.( tükürük bezinden kaynaklanan amilaz s-amilazdır rutinde pek
çalışılmaz.)
► Serumda total amilaz ve pankreatik amilaz (pankreatik izoenzim) olarak çalışılır.
► İskelet kası, ince bağırsak ve Fallop tüplerinde de bulunur.
► MK( moleküler kütlesi) 50000-55000 olan amilaz idrara geçer.
İdrarda ölçümü klinik bir öneme sahip olan bir enzimdir.
KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM

Serum amilaz düzeyinin arttığı durumlar:


§ Akut pankreatit: cerrahi bir müdahale gerektiren bir durumla karşı karşıya
kalınır. Serum amilaz düzeyinin hem total hem pankreatik olarak ölçülmesi
gerekir.
§ Tükürük bezi hastalıkları
► Kabakulak
► Parotit
§ Perfore peptik ülser
§ Bağırsak tıkanması
§ Kolesistit
§ Rüptüre ektopik gebelik
§ Mezenterik infarkt
§ Akut apandisit
§ Böbrek yetmezliği
§ Diyabetik ketoasidoz
§ İlaçlar (örneğin; morfin) : ilaç kaynaklı bir durum olması, artışa neden olan
diğer durumlardan farklı olmasını sağlar.
§ Makroamilazemi : amilaz enziminin, immunoglobin A ve G ile komplex
yapması sonucu idrarla atılması önlenir ve kanda amilaz düzeyi artar.
► Hiperlipemik kişilerde serum amilaz aktivitesi akut pankreatit gibi amilaz
yüksekliğine yol açması gereken durumlarda bile normal sınırlarda kalabilir.(amilaz
aktivitesi triaçilgliserol tarafından inhibe edildiği için)
► Enzim oldukça dayanıklıdır, serum ve idrar örneklerinde, oda sıcaklığında 1
hafta,buzdolabında 2 ay süreyle, amilaz aktivitesinde çok az kayıp olur.

Referans aralığı (serum için):


§ 28 – 100 U/L

Lipaz (LIP) (EC 3.1.1.3)


► Tam adı: Triaçilgliserol (TAG) Açilhidrolaz
► Yağlardaki ester bağlarının hidrolizini katalizler.
► TAG molekülünün 1. ve 3. karbon atomlarındaki ester bağlarını kırar.
► Reaksiyon sonunda 1 TAG molekülünden 2 tane yağ asidi ve 1 tane 2-açilgliserol
oluşur.
► Esas doku kaynağı pankreas.
KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM

► Mide ve ince bağırsakta da bulunur.


► Klinikteki en önemli kullanım alanı akut pankreatit tanısında yararlanılmasıdır.

Referans aralığı (serum için):


<67 U/L
► Oda sıcaklığında 1 hafta, buzdolabında 3 hafta aktivitesini korur.
► Hemolizli örnekte yanlış düşük sonuçlar ölçülür.

Glukoz 6-fosfat Dehidrogenaz (G6PD)


(EC 1.1.1.49)
► Pentoz fosfat yolunun ilk basamağını katalizleyen enzimdir.
► Pentoz fosfat yolunda NADPH sentezlenmektedir.
► Enzimin en önemli doku kaynakları; eritrositler, adrenal korteks, dalak, timus, lenf
düğümleri ve laktasyondaki meme bezleridir.
► Eritrositlerin oksidatif strese karşı korunmasında önemli rolü vardır.
► Eritrositlerde G6PD eksikliği bu enzime bağlı en önemli klinik durumdur:
► Eritrositler oksidan ajanlara duyarlı hale gelir,
► Bunun sonucunda hemolitik anemi gelişir.

Referans aralığı:
Serum 0 – 0,18 U/L
Eritrosit 7,9 – 16,3 U/g Hb (Birimini vurguladı.)

Adenozin Deaminaz (ADA) (EC 3.5.4.4)


► Adenozin yıkımında görev alır.
► Eksikliği “Şiddetli Kombine İmmün Yetmezlik” nedenidir.
► Çeşitli vücut sıvılarında ölçümü yapılabilmekle birlikte, en sık serum ve plevra
sıvısında ADA ölçümleri yapılır.
► Plevra sıvısında ADA aktivitesinin yüksek bulunması tüberküloz (Tbc) tanısında
değerlidir.
► Serum ADA aktivitesinin yüksek bulunması da Tbc tanısında önemlidir.
► Referans aralığı (serum): <15 U/L
(plevra sıvısı): <30 U/L
Eksiklik: Şiddetli Kombine İmmün Yetmezlik yükseklik: tüberküloz
KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM

Anjiyotensin Konverting Enzim (ACE) (EC 3.4.15.1)


► Anjiyotensin I’in anjiyotensin II’ye dönüşümünü katalizler.
► Akciğer ve böbreklerdeki damar endotel hücrelerince üretilir.
► Bradikinini de yıkan enzimdir.
► Enzim inhibisyonu hipertansiyon tedavisinde kullanılır (ACE inhibitörleri).
► Serumda artmış ACE aktivitesi sarkoidozda görülür, bu nedenle sarkoidoz tanı ve
izleminde yararlanılır.
► Böbrek hastalıkları, obstrüktif akciğer hastalığı ve hipotirodide enzimin serum
aktivitesi azalabilir.
Hocanın bahsettiği enzimler bu kadardı. Referans değerleri öğrenmemize gerek olmadığını
söyledi. Daha çok birimlerini vurguladı. Şimdi hangi enzimleri hangi klinik durumlarda
kullanmamız gerekir, enzimler bize nasıl yol gösteriyor bakalım.

AMİ:Akut Miyokard İnfarktüsü

Tabloda özet şeklinde;

AMİ sonrası enzimin


yükselmeye başlama
zamanını
• Enzimin en yüksek
düzeye ulaşma
zamanını
• Normalin üst
sınırına göre kaç kat
daha artış
gözlemlendiğini
• Normale dönüş
zamanını görmekteyiz.

CK-MB bu hastalıkta en çok kullanılan enzim.


AST ve total LD nin çok geç yükselmeye başladığını görmekteyiz. Normalde bu hastalıkta
çok değeri yoktur ancak geç gelen AMİ hastalarında CK-MB normale döndüğü halde bu
değerler yüksek gözlenebilir. Böyle durumlarda önem kazanır.
KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM

► Günümüzde akut miyokart infarktüsü (AMİ) tanısında kullanılan en değerli


biyobelirteç troponinlerdir (TnI veya TnT).
► Troponine ek olarak CK-MB izoenzimi de değerlendirmedeki önemini
sürdürmektedir.
► Yüksek duyarlıklı troponin (hsTn) testlerinin kullanıma girmesiyle birlikte diğer
kardiyak belirteçlerin önemi azalmıştır ve tanıda esas olarak hastanın öyküsü (göğüs
ağrısı), hsTn ve EKG bulguları kullanılmaktadır.

Karaciğer Hastalıklarında Artan Enzimler


► Hepatosellüler hastalıklar: karaciğer hücresi ile ilgili hastalıklar
§ ALT
§ AST
§ Total LD ve LD-5
► Biliyer sistem hastalıkları: safra kesesi ve/veya safra yolları enfeksiyonu
§ ALP
§ GGT
§ 5’-NT
KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM

İskelet Kası Hastalıklarında Artan Enzimler


► CK
► AST
► LD
► Aldolaz ( rutinde çok kullanılmaz ancak burada önem kazanmıştır.)

Kemik Hastalıklarında Çalışılan Enzimler


► ALP (özellikle kemik izoenzimi)
► ACP

Akut Pankreatit Tanısında Enzimler


► Amilaz (serum ve idrar)
► Lipaz
► Amilaz klirensi/kreatinin klirensi oranı

► Pankreatik amilaz
Hocanın slaytlarında anlattığı kısım buraya kadardı ancak 2024 ve 2023 notlarında bu dersin
sonunda hoca ek olarak 2 tane olgudan bahsetmiş ben de bakmak isteyenler için buraya
ekliyorum.
OLGU 1

► 11 y, erkek çocuk. Artmış iştah ve bacaklarda kas ağrısı yakınmaları var.


Ergenlik belirtileri var, yüzde sakal bıyık, seste kalınlaşma, bacak ve kollarda
kıllanma, vb. FM: Normal.

§ CK: 60 U/L (30–160)

§ ALP: 140 U/L (30–90)

§ Glukoz: 85 mg/dL (65–110)

§ Amilaz: 75 U/L (60–180)


► Olası tanı? Yaş aralığına uygun referans aralığı kullanılmamış

► Neden ALP yüksek? Hastanın bu yaşlarda ergenliğe başladığı düşünülürse ALP


değerinin yüksek çıkması normaldir.( ağrıları da büyüme ağrılarıdır)

► Başka testler gerekir mi? Gerekmez


KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM

OLGU 2

► 56 y, Afrika kökenli Amerikalı kadın. Karın ağrısı, halsizlik ve iştah kaybı


yakınmalarıyla başvuruyor. Son aylarda herhangi bir seyahat öyküsü yok.
Yakınmaları günlerdir sürüyor.

► Apandisiti ekarte etmek için ne yapılmalı? Muayene veya takip yapılabilir.

► Tanıda hangi enzim testleri yararlı olabilir? Amilaz ve serumda lipaz ölçümü
kullanılabilir. Amilaz yüksekse →pankreatik amilazda bakılabilir.

► Tedavi? Bizim işimiz değil ama desteleyici tedavi uygulanabilir.

Tuğba KAYMAKCI
Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ

*Arkadaşlar merhaba. Dersin bir kaydı yok;sistemde yalnızca oldukça özet bilgi niteliği
taşıdığını düşündüğüm slaytlar var. 24 notunda da slayttaki bilgilere detaylı açıklamalar ilave
edilmiş. Dolayısıyla slaytlar,24 notu ve clinicalkey veri tabanında bulabileceğiniz Principles of
Medical Biochemistry kitabının 4.baskısından faydalandım. Kayıt olmadığından çok içime
sinen bir not olmadı,affınıza sığınıyorum. İyi çalışmalar ve kolaylıklar diliyorum.

HEM VE BİLİRUBİN METABOLİZMASI

• Slaytlarda direkt olarak geçmese de 24 notunun başında hemoglobinle ilgili bir kısım var.
Konu bütünlüğünün bozulmaması adına onu buraya koyuyorum,dilerseniz burdan da
başlayabilirsiniz fakat anlaşılmasının kolay olması adına bilirubin metabolizması
başlığından hemen önce okumak daha faydalı olur diye düşünüyorum. Slayt işleyişi ise
hem katabolizmasından başlıyor.
Hemoglobinin 4 tane globülin zinciri var, bunlar aminoasitten oluşmuş protein zincirleridir.
Her bir globülin zincirinin ortasında da hem grubu vardır. Hem gruplarında bulunan demir,
bağlarını mevzu bahis zincirlere bağlanmak ve ortamdaki oksijeni yakalamak için kullanır.


Hemoglobin yıkıldığı zaman, kendini oluşturan proteinler aminoasitlere parçalanır.
Globulin zincirinin yıkımıyla oluşan aminoasitler ya tekrar protein sentezinde kullanılır ya da
enerji eldesi için TCA Siklusu’na girer. Nihayetinde protein grupları hemoglobinden
uzaklaştırıldığında geriye sadece hem grupları kaldı, yani 4 pirol halkasıyla beraber ortada
demir molekülleri içeren yapı. Bu halkalı yapıyı yıkmak biraz zordur,zira suda çözünmediği
için hidrolizi yapılamaz;aksine bu yapı yağda çözünür.İşte bu,yağda çözünürlük özelliği, bizim
için problem çıkartır. Demir içeriği uzaklaştırılabilir,ancak geriye kalan halkalı grup; yağdan
zengin beyin dokusu,özellikle Thalamus ve Bazal Gangliyonlarda çökerek dejenerasyonlara
yol açar.*
Bu dersin ilk alt başlığı: Hem katabolizması
Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ

Hem halkası içeren proteinler parçalandığı zaman serbest kalan protein kısmı amino
asitlere yıkılır. Hem halkası demirden ayrılır ve bilirubine dönüşür. Yani bilirubin,hem
grubunun yıkım ürünüdür. Hem grubu ise 4 tane pirol halkasından ve demir grubundan
oluşmuş bir yapıdır,pirol halkaları daha fazla parçalanamadığı için bu haliyle
toksiktir;vücuttan uzaklaştırılması gerekir. Hem grubu kaynakları, %75 oranında yaşlanmış
eritrositlerin hemoproteinleri; %25 oranında ise başarısız eritropoez ara ürünleri ve eritrosit
yapısının dışındaki hemoproteinlerdir. Hemoprotein ise basitçe içinde hem grubu bulunduran
protein kompleksleridir. Bunlara hemoglobin,miyoglobin,katalaz, sitokrom örnek verilebilir.


Bu yapıdaki 4 adet pirol halkası bilirubine toksik özellik katıyor. Propiyonik asit grupları
da önemli. Bilirubin suda çözünür hale getirilirken kendisine Glukronik Asit bağlanacak.
Glukronatlar propiyonatlardan bağlanacak.
Demiri uzaklaştırılmış hem grubu,özellikle dalaktaki Retikülo-Endotelyal Sistem
tarafından parçalanarak bilirubine dönüştürülüyor. Retikülo-Endotelyal Sistem,lenf nodları
gibi yapılar tarafından hem grubu yıkımıyla oluşan bu bilirubin suda çözünmeyen
karakterlidir. Yağda çözünebildiği için bu yapı membranlardan kolayca geçebilir,toksik özelliği
bundan kaynaklanmaktadır. Suda çözünmediği için de doğal olarak kanda onu taşıyacak bir
proteine ihtiyaç duyar,bu da Albumin’dir. Albuminin görevi bilirubini karaciğere kadar
taşımaktır. Karaciğerde bilirubin,glukronik asitlerle konjüge edilecek (suda çözünür hale
getirilecek) safraya atılacak, ardından da bağırsak ve idrarla vücut dışına atılacak. Atımında
bir problem olması durumunda kanda biluribin seviyesi artar- hiperbilirubinemi- bu durum
akabinde Sarılık (İkter) denilen klinik semptoma yol açar.
Sarılıkta ilk olarak Skleralarda sararma görülür,normalde bilirubin kanda 1,2 mg
civarındadır,3’e doğru çıktığı zaman hastanın önce gözlerine bakmak gerekir.



Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ

Yenidoğanlar da doğumdan sonra ilk 1 hafta biraz sararırlar,bu fizyolojik bir sarılıktır.
Anne sütüyle beslenerek ilk haftanın sonunda sarılıklarından kurtulurlar. Bunun sebebi
bebeklerin Fetal hemoglobine [HbF] sahip olmasıdır,bu HbF yıkılıp yerine HbA(Yetişkindeki
hemoglobin) yapılmalıdır. Yıkılan HbF’ler bebeğin bilirubininde çok dramatik bir artışa sebep
olur. Eğer bebeğin karaciğer enzimleri tam gelişmiş olsaydı,HbF yıkım ürünü olan bilirubinler
açığa çıkar çıkmaz karaciğerde konjüge edilip uzaklaştırılırdı. Ancak durum böyle olmadığı için
konjügasyon 1 hafta gecikir.
Bilirubin,indirekt ve direkt olmak üzere 2 formda bulunur. İndirekt,ilk oluşan/suda
çözünmeyen/ankonjüge/glukronik asitle bağlanmamış/yağda çözünen formdur. Direkt
bilirubin ise karaciğerde glukronik asitle konjüge olmuş,suda çözünen formdur.
İndirekt Bilirubin:
ü Lipofiliktir.-yağda çözünür.
ü Hücre zarını kolayca geçebilir.
ü Sitotoksiktir.-hücreler için toksik etkiye sahiptir.Üstteki iki madde de bu durumu
perçinler.Bu noktada serum albuminine bağlanarak toksik etkisi önlenmektedir.
Albumin,bilirubini karaciğere getirene kadar bırakmaz. Karaciğerde suda çözünür
hale gelince de hücre zarından geçemeyecektir. Albumin bilirubini karaciğere
bıraktıktan sonra kan dokusunda dolaşmaya devam eder ve bilirubin metabolizması
adına albüminin görevi burada biter.
ü İndirekt bilirubin yenidoğanlarda fizyolojik sarılık durumunda 10mg’ye kadar
çıkar.Ancak karaciğerde bir problem varsa,bebekte glikojen depo hastalğı varsa ya da
hipotroidizm gözleniyorsa indirek bilirubin 25mg’ye ulaşabilir,çünkü bebeğin vücudu
indirekt bilirubini konjüge edememektedir.25mg kritiktir çünkü albüminin taşıma
kapasitesi 25mg’dir; bu değer aşıldıktan sonra kanda albüminin yakalayamadığı
bilirubinler dolaşmaya/diğer hücrelere kaçak yapmaya ve birikmeye başlar;en önemli
birikme tablosu ise kan-beyin bariyerini geçip ve bazal gangliyonlarda birikmesidir.
Bebeğin MSS gelişiminin gerçekleşeceği bu ilk 6 ayda birikme olması bebeği mental
retardasyona (zeka geriliği), hatta ölüme kadar götürebilir. Bilirubin birikiminin sebep
olduğu bu tabloya Kernikterus adı verilir.
• Bilirubinin günlük sentezi 250-300 mg civarıdır.Bu sentezin %80-85 kadarı RES’te
(retikülo-endotelyal sistem) parçalanan yaşlı eritrositlerden elde edilir. %15-20
kadarı ise kemik iliğinde yetersiz eritropoez sonucu parçalanan eritrosit öncüsü
olan hücrelerden ve hem grubu içeren miyoglobin, katalaz ve sitokromlardan
kaynaklanır.
BİLİRUBİN METABOLİZMASI:
Hem halkası Hem Oksijenaz enzimiyle (Kofaktör olarak O2 ve NADPH kullanır.)
Biliverdin’e dönüştürülür. Hem Oksijenaz enzimiyle,
Ø Hem yapısındaki α- meten köprüsüne bir hidroksil grubu eklenir.
Ø Fe yükseltgenir ve α- hidroksihemin oluşur
Ø Sonrasında otooksidasyon reaksiyonlarıyla biliverdin oluşur.
Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ

Biliverdin,memeli olmayan canlılarda hem metabolizmasının son ürünüdür, yani memeli


olmayanların retiküler sistemleri hem grubunu ancak biliverdine kadar indirgeyebilir.
Memelilerde ise Hem katabolizmasının son ürünü bilirubindir. Biliverdin memelilerde
biliverdin redüktaz (kofaktör olarak NADPH kullanır) ile bilirubine dönüşür. Bu oluşan
bilirubin, indirekt/non-konjüge bilirubindir.
Bile+Vert→Biliverdin=Yeşil Safra
Bile+Ruber→Bilirubin=Kırmızı Safra

v Biliverdin redüktaz,görevi;
Biliverdinin yapısındaki gama-meten köprüsünün hidrojen alarak indirgenmesini ve
bilirubin oluşmasını sağlamaktadır.Burada redüktaz enziminin antioksidan bir ajan olan
NADPH kullanması önemli çünkü Verdin’in indirgenmesi gerekiyor. -kofaktörler
önemli- !


Yandaki resimde biliverdin’deki çift bağ yapısının


Redüktaz enzimiyle tek bağa indirgendiği bilgisi
önemli.Ayrıca Rubin’de açığa çıkan iki adet
Propiyonat grubu var, bunlara Glukronat bağlanarak
bilirubini suda çözünür hale getirecek-
konjügasyon/karaciğer- bu da çok kritik bir işlem.

Bilirubin yapısında altı adet molekül içi hidrojen
köprüsü varken biliverdinde bulunan çifte bağlar
hidrojen bağı oluşumuna engel olur.

Glukronik asit, bilirubinin suda çözünürlüğünü
arttırıyor. Bu işlev Fototerapi adlı tedavi yönteminde
de kullanılır. Fototerapide serbest bilirubindeki
hidrojen bağları yıkılarak çözünürlüğü artırılır.






Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ

RES (retikülo-endotelyal sistem)’te Oluşan Bilirubin:


ü Sulu ortamda çözünmez.
ü Albuminle bağlı olduğu için dokulara geçişi azdır.
ü Bir albumin kovalent olamayan bağla iki molekül bilirubin bağlayabilir.
ü Albuminde bilirubin bağlayan yüksek ve düşük affiniteli bölgeler vardır.
100 ml plazmada ortalama 25 mg bilirubin yüksek affiniteli bölgeye bağlanır. Yani
albuminin non-konjüge bilirubin yakalama kapasitesi 25 mg’dir. Kan bilirubin düzeyi daha da
artıkça bilirubin dokulara kaçmaya başlar. Sülfonamidler, salisilatlar (Aspirin’in yapıtaşı olan)
ve kolanjiografik maddeler bilirubinin albumine bağlanmasını önler. Bu ilaçlara dikkat
edilmeli,sarılık gözlenen birisine Aspirin verirsek onu öldürmemiz mümkün.
KARACİĞERDE;
Albuminden ayrılan bilirubin hepatositlerin sinusoidal yüzünden kolaylaştırılmış
difüzyonla alınmakta ve glukronik asitle bağlanmak için Granülsüz ER’e (SER) taşınmaktadır.
Taşınmayı sağlayan proteinler:

• Z proteini (=yağ asidi bağlayan protein)


• Y proteini (=ligandin)
Düz endoplazmik retikulumda bilirubinin glukronik asitle konjugasyonu meydana gelir.
(Konjügasyon olayı bilirubin’deki Propiyonik asitlerden gerçekleştirilir.)
Glukronik asit:
ü Glikoz’un 6.karbonundan okside olmasıyla oluşan bir karbonhidrat. Karbonhidratlar
suda çok iyi çözündüklerinden bilirubini konjüge eden yapıdır.

Yandaki resimde de görüldüğü üzere,
bilirubinde 2 tane propiyonat açıkta kaldığı için
2 molekül glukronat bağlayabilir. Sonuçta da
konjügasyon işlemiyle Bilirubin Di-glukronid
oluşur. Ancak tamamı bu şekilde değildir. %85
Diglukronid, %15 Monoglukronid şeklinde
konjügasyon yapılır.

Ayrıca glukronik asitle konjügasyon yapılması
için bu asidin yüksek enerjili,onu aktive edecek
bir moleküle bağlı bulunması gereklidir.

Bu molekül UDP’dir. (ÜridinDifosfat) UDP-Glukronat’ları bilirubin’e; UDP-Glukronil Transferaz
bağlar. (konjugasyonu sağlayan,klinikte de önemli bir enzimdir.)
Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ

Bu işlem; UDP- Glukronik asidin 1. hidroksil grubu ile bilirubinin pirol halkalarındaki iki
propiyonik asidin karboksil grupları arasında bir ester bağı kurulmasıyla meydana gelir.
Konjügasyon işlemi sonrası oluşan suda çözünürlüğü artmış konjüge bilirubin,hepatositlerin
arasındaki kanaliküllere salgılanır.(ki bunlar daha sonra birleşerek bir safra kanalı yapısı
oluşturacaklar) Kanal yapısı dediğimiz Koledok Kanalı’dır. Konjügasyon ürünlerinin önce
safraya;sonra da safranın kasılmasıyla barsaklara geçişi Koledok Kanalı ile sağlanır.
Ürünler safradan ince bağırsağa,en son da kolon’a (kalın bağırsak) gelirler. Kalın barsakta ise
Mikrobiyata/Flora denen devasa bir bakteri kümesi yerleşmiştir. Bu bakterilerin salgıladığı
Beta-Glukronidaz enzimiyle konjüge bilirubin, glukronik asitten ayrılır. Hidroliz sonucu
serbestleşen bilirubin renksiz ürobilinojen ve sterkolobilinojene dönüşür. [-ojen eki
inaktiviteyi gösterir.)
Ürobilinojen:

ü Enterohepatik dolaşıma girer.


ü Barsakların etrafı çok yoğun
kanlanmıştır,Urobilinojen’in yalnızca %10’u etraftaki
kan dokudan emilir ve dolaşıma çıkar.Bu şekilde
dolaşıma geçen Urobilinojen nihayetinde böbreklere
de ulaşır.Bu sayede idrara katılarak böbrekten dışarı
atılır,idrara karakteristik sarı rengini veren de;
havaya temas ederek aktifleşmiş form, yani
Urobilin’dir.(en alt paragraf) Emilmeyen %90’lık kısım
ise büyük çoğunlukla,sindirim kanalından ilerlemeye devam ediyor ve bunlar da
sterkobiline dönüşerek dışkıya katılıyor. Labaratuvar testlerinde ürobilinojenin (Direkt
bilirubinin türevi) kana emilerek dolaşıma çıkan,sadece %10’luk kısmını ölçebiliyoruz.
özetle
ü Küçük bir bölümü kolondan geri emilerek vena porta aracılığıyla karaciğere gelir.
ü Karaciğer tarafından alınmayan ürobilinojen genel dolaşıma ve oradan böbreklere
geçer.
ü İdrarla günde 1-4 mg atılır.
ü Dışkıyla atılan miktarı ise 40-280 mg arasında değişir.
*** Ürobilinojen ve sterkobilinojen hava ve dolayısıyla oksijen ile temas ettiklerinde
oksitlenerek aktifleşir ve turuncu-kırmızı renkli ürobilin ve sterkobiline dönüşürler. Bu aktif
formları idrara ve dışkıya karakteristik renklerini verir. Oluşan Sterkobilinojen dışkıya katılarak
sindirim kanalı yoluyla uzaklaştırılır,bu şekilde dışkıya karakteristik kahverengini veren de
aktifleşmiş Sterkobilin’dir. Bilirubin oranca en çok dışkıyla,Sterkobilin formunda atılır. İdrarla
atılan bilirubinler oranca çok daha azdır. ***

STERKOBİLİNİN MOLEKÜL YAPISI:

Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ


İdrardaki bilirubin,glikoz,bakteri,keton vs
bileşenler STRİP yöntemiyle ölçülür. Temel
prensip,strip çubuklarının idrara daldırılmasıyla bir
renk almasıdır.




Bilirubin Metabolizması Bozuklukları:
Sağlıklı bir erişkinin plazma bilirubin düzeyi 0,3-1 mg/dl’dir. (rakamlardan ziyade
oranlar önemli.) Bunun 0,2 mg kadarı direkt bilirubin; kalanın ise indirekt bilirubindir. Yani
indirekt bilirubin kanda daha fazladır. Çünkü direkt bilirubin zaten konjüge olur olmaz büyük
çoğunluğu sterkobilin formunda dışkı olarak bağırsaktan atılıyor.Kanda gözlenen direkt
bilirubin ise barsakların etrafından emilen çok küçük bir kısımdır.(Hatta onun da bir kısmı
böbreklere ulaşarak ürobilin şeklinde idrardan atılıyor ve idrara sarı rengini veriyor.)Oysa
indirekt bilirubin,albümine bağlı şekilde kanda devamlı dolaşıyor,dolayısıyla kanda daha fazla
bulunacak.
Bilirubinin direkt/indirekt sınıflandırılması--Van den Bergh tepkimesi:
ü Bilirubin, sülfanilik asitin diazo türevi (diazo reaktifi) ile tepkimeye girerek kolorimetrik
olarak ölçülen pembe renkli bir bileşik oluşturur.
ü Sulu ortamda sadece serbest bilirubin bu tepkimeyi verir. (direkt bilirubin)-çünkü
direkt bilirubin suda çözünür ve extra organik bir çözücüye ihtiyaç duymaz.
ü Ortama etanol veya metanol eklenirse bağlı olarak bulunan (indirekt bilirubin) de
tepkime verir. serbest bilirubin de tepkime vermiştir zaten (dolayısıyla Total bilirubin
ölçümü) -direkt/indirekt kavramları da burdan gelmektedir.
ü Son yıllarda delta bilirubinden de söz edilmeye başlandı.*
Özetle:

Ortamda su varsa sadece direkt’in değerini ölçebiliriz. Ancak organik çözücü


eklediğimizde direkt+indirekt toplam konsantrasyonunu hesaplayabiliriz. Bulunan iki
değerin farkı da bize indirekt konsantrasyonunu verecektir. *

son olarak konuyla ilgili klinik tablolar;




Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ

Kandaki; İndirekt/Suda Çözünmeyen Bilirubin Formunu Arttıranlar:

Yenidoğan sarılığı: -normalde 4-5 mg/dl.48. saatte 10mg/dl’ye çıkabilir ancak 7-10
günde normale döner) 20-25mg’ı aştığında Kernikterus riski bulunmakta.-
* HbF’nin yıkılmasıyla çok yoğun bilirubin açığa çıkıyordu.Karaciğer enzimleri(UDP-
Glukronil Transferaz)/konjügasyon enzimi tam gelişmediği için konjügasyon 1 hafta
gecikiyordu ve bu gecikme boyunca bebekte sarılık görülüyordu.Eğer bu durum uzarsa
Kern-ikterus [Sarı-çekirdek,yani MSS’de bilirubin birikmesiyle beyin dokunun sararması]
gözlenebilir.
Tedavi:

• Fototerapi (bilirubinin çözünürlüğü artar,mekanizma önceki sayfalarda var.)


• Fenobarbital kullanımı. (Karaciğerde enzim sistemini uyarır,klinikte sık kullanılan
bir madde.)
• Kan Transfüzyonu (sağlıklı ve antijenik olarak uygun birinin kanının bebeğe
aktarılması)

Gilbert Hastalığı- Bu hastaların kanlarında bilirubin düzeyi 1,2-3 mg/dl kadar.


Sarılık açlıkta ve hastalık durumunda artmaktadır.-
Karaciğer hücreleri tarafından bilirubin alımında yetersizlik vardır. Buna ek olarak da
Bilirubin-UDP-Glukronil Transferaz (indirekt bilirubini konjüge eden enzim) aktivitesi de
düşüktür.

Craigler-Najjar Sendromu: Tip1 ve Tip2’si vardır. Tip1:


-Otozomal resesif geçişlidir. Karaciğerde’ UDP-glukronil transferaz tamamen yoktur.
Hayatın ilk 15 gününde ölüm gerçekleşir-
Tip2:
-Konjugasyon enzimi vardır fakat kapasitesinde bozukluk vardır.Bilirubin
monoglukronidler oluşmakta fakat diglukronidlerin oluşumunda bozukluk vardır.
Bilirubin miktarı kanda 6-20mg/dl olabilmekte.-
Tip2’lere Fenobarbital verilerek tedavi sağlanır.

Kandaki; Direkt/Suda Çözünen Bilirubin Formunu Arttıranlar:


Kolestaz[Chole-Stasis=Safra-Hareketsiz]; Karaciğer ürünlerini safraya ileten
Koledok Kanalı’nın tıkanmasıdır. Bu durum; safra taşı,parazit birikimi gibi birçok
sebepten gelişebilir. Konjüge bilirubinler karaciğerden safraya geçemiyor,yani
safradan bağırsaklara da geçemiyor. Dolayısıyla bağırsaktaki bakteriler bunları
sterko/urobilinlere dönüştüremiyor,çünkü konjüge bilirubinler hiç bu bakterilerin
menziline giremiyor. Sonuç olarak da ne idrar ne de dışkı kendilerine özgü
Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ

renklerine sahip olabiliyor.Renksiz bir idrar ve dışkı görüyoruz.(Çok önemli bir


semptom,stajlarda sorulacak ilk şeylerden biriymiş.)
Karaciğerden safraya geçemeyen direkt bilirubinler ise karaciğerde birikir ve kandan geri
emilir,bu yüzden de kandaki direkt bilirubin konsantrasyonu artar. -Klinikte önemli bir hastalık-
Dubin-Johnson Sendromu: -Otozomal resesif geçişli. Konjuge bilirubinin safraya
atılımında bir bozukluk söz konusu. Kan bilirubin düzeyi: 3-10 mg/dl.
Karaciğerde melanin benzeri bir pigment biriktiği saptanmış.-
Hastalığın en önemli noktası karaciğerde biriken direkt-bilirubinlerin Melanin benzeri
bir pigment oluşturmasıdır.
Rotor Sendromu: Konjuge bilirubinin safraya atılımında bir bozukluk söz konusu. Ancak
DubinJohnson’dan tek farkı bu sefer melanin benzeri pigmentin oluşmaması.

-özet görseller-




Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ


Görselleri çok yer kaplamaması adına küçük tutmak durumundayım,lütfen slaytlara
da bakın.

*umuyorum anlaşılır ve faydalı bir not olmuştur,eklemek veya değiştirmek istediğiniz bir husus
olursa lütfen benimle iletişime geçin.*

Tüm bunların dışında şiir okuyun,sezen dinleyin ve gözünüzden,gönlünüzden umudu eksik
etmeyin. kendine ve gökyüzüne iyi bakmayı ihmal etme sevgili okur,rötarlı iyi seneler
berivan polat-2.Y
Prof. Dr. Serenay Elgün Ülkar Bilirubin Profili ve Kanda Hemoglobin Ölçümü ( LAB)

Eritrositler, dolaşımda yaklaşık 120 gün kaldıktan sonra RES ( retiküloendotelyal


sistem ) tarafından parçalanırlar. Hemoglobinin hem ve globin olarak ayrılmasından sonra,
hem yıkımındaki ilk basamak, hem oksijenazla katalizlenir. Porfirin halkası açılır ve yeşil
renkli bir pigment olan biliverdin meydana gelir. Biliverdin, biliverdin redüktaz ile
indirgenerek, sarı-turuncu renkli bilirubini oluşturur. Bilirubin ve türevlerine safra
pigmentleri denir.
Bilirubinin plazmadaki çözünürlüğü az olduğundan, albumine bağlanarak taşınır.
Ancak bu bağ nonkovalent ve zayıftır. Bilirubinin zayıf bağlanan kısmı ayrılıp dokulara
difüze olabilir. Karaciğere gelince albuminden ayrılarak kolaylaştırılmış transportla
hepatositlere girer. Bilirubinin çözünürlüğünü artırmak amacıyla ER'de glukuronik asit
eklenir. Enzim glukuronil transferazdır.
Bilirubin diglukuronid (konjuge/direkt bilirubin), aktif transportla safra
kanaliküllerine verilir. Ankonjuge (indirekt) bilirubin , safraya verilemez.
Terminal ileum ve kalın bağırsakta bilirubin diglukuronid, bakteriyel beta-
glukuronidazla önce hidroliz edilir, sonra indirgenir ve renksiz bir bileşik olan ürobilinojen
meydana gelir. Ürobilinojenin az bir bölümü bağırsaktan geri emilir ve enterohepatik
dolaşımla karaciğere gelerek yeniden safraya verilir. Az bir miktar da böbreklere gelerek, sarı
renkli ürobiline çevrilir ve idrarla atılır. Ürobilinojenin çoğu dışkıyla atılır ve dışkıya rengini
veren sterkobiline (L-ürobilin) çevrilir.

( şimdi yazacağım kısmı özet gibi düşünebilirsiniz. Lab föyünde yok. Bilirubin ,
eritrositlerin parçalanmasıyla açığa çıkan hemoglobinden oluşuyor. Daha sonra kana
geçerek karaciğere gelir. Kanda albumine bağlı olarak taşınan bu bilirubin suda çözünmez.
Bundan dolayı idrara geçemez . bu şekline indirekt ( konjuge olmayan ) bilirubin denir. Bu
bilirubin , karaciğerde glukuronik asit ile bağlanarak suda çözünür hale getirilir. Bu şekline
de direkt ( konjuge ) bilirubin denir. Direkt bilirubin , safra ile bağırsağa atılır. Bilirubin,
bağırsakta ürobilinojen e redüklenir. Ürobilinojenin bir kısmı bağırsaklardan emilerek vena
porta yoluyla karaciğere gelir ve çoğu safra yollarına geçerek tekrar bağırsağa atılır.
Ürobilinojenin az bir kısmı ise sistemik dolaşıma geçerek böbreğe ulaşır ve burada ürobilin e
çevrilerek idrarla atılır. Ürobilinojenin absorbe edilmeyip bağırsaklarda kalan kısmı da
feçesle atılır.)

SARILIKLAR
1- Ankonjuge (indirekt) hiperbilirubinemi: En sık görülen nedeni, yeni doğandaki
fizyolojik sarılıktır. Eritrosit hemolizinin artması sonucu bilirubin üretimi artar ve bilirubin
metabolizması ve atılımındaki yetersiz maturasyon sonucunda geçici hiperbilirubinemi
görülür.



Hemolitik sarılık, hem yıkımının, bilirubin konjugasyonunun ve konjuge bilirubin
sekresyonunun artmasına bağlı olarak ortaya çıkar. Bilirubinüri olmaz.
Gilbert sendromu; glukuronil transferaz aktivitesinde azalma ve bazen membran
transportunda da bozulma vardır. Gebelik, alkol ve ilaç kullanımı, egzersiz, yüksek ateş ile
sarılık atakları olur.
Crigler-Najjar sendromu: Hepatik glukuronil transferazın yokluğuna/azlığına bağlıdır. Tip
I'de aktivite hiç yoktur, tip II'de azalmıştır. Bilirubin atılımı azalır, serum ankonjuge bilirubin
düzeyi artar.
Toksik hiperbilirubinemi: Kloroform, CCl4, asetaminofen, amanita mantar zehirlenmesi ile
çoğunlukla hepatik parankimal hücre hasarına bağlı konjugasyon bozulur. Bazen karaciğer içi
safra yolları tıkanması ile konjuge hiperbilirubinemi de eşlik eder.
2- Konjuge hiperbilirubinemi: Hepatobiliyer hastalıklarda bilirubinin karaciğer tarafından
alımı, depolanması ve atılımı bozulur. Hem konjuge hem de ankonjuge bilirubin yükselir.
Biliyer obstrüksiyon durumunda, biliyer pasaj bozulur, konjuge bilirubin ven ve
lenfatiklere geçer. Serum konjuge bilirubin, kolesterol, gama-glutamiltransferaz, alkalen
fosfataz ve safra asiti konsantrasyonları artar. Mekanik obstrüksiyon yapan, pankreas başı,
ortak safra kanalı ve ampulla vater kanseri, koledokolitiazis serum konjuge bilirubin düzeyini
artırır.
Alkolik hepatit ve akut viral hepatit, intrahepatik kolestaza örnektir.
Dubin Johnson sendromunda bilirubinin safraya atılımı bozuktur. Bilirubinüri olur.
Sentrilobüler hepatositlerde anormal siyah pigment vardır. Rotor sendromunda ise pigment
yoktur.

SERUM BİLİRUBİN ÖLÇÜMÜ (MALLOY-EVELYN DENEYİ):


ü Bilirubinin diazo reaktifi ile verdiği renkli bileşiklerin renk şiddetinin ölçümüne
dayanan bir yöntemdir.

Reaktifler: 1 .Diazo Reaktifi (10 mL Diazo A + 0.3 ml Diazo B)

• Diazo A: 26.2 mmol Sülfanilik asit/0.702 M HCl.


• Diazo B: 2.9 M Sodyum nitrit

2. % 1.5’luk HCl çözeltisi

3. Absolü Metanol

Referans aralıkları : Serum total bilirubin: 0.2-1 mg/dL

Serum direkt bilirubin: 0-0.2 mg/dL



Total Bilirubin Ölçümü:


Reaktifler Kör tüpü Örnek tüpü
1/10 sulandırılmış serum 2 mL 2 mL
Diazo Reaktifi
_ 0.5 mL

%1.5 HCl
0.5 mL _



Metanol
2.5 mL 2.5 mL

Tüpler karıştırılır, oda sıcaklığında 1 dk bekletilir ve 540 nm’de örneğin absorbansı köre karşı
okunur.

Sonuç( mg/dL) = (Örnek OD- Kör OD) x Faktör ( faktör = 5 )

(0,347 – 0,103 ) x 5 = 1,22 mg/ dL

Direkt Bilirubin Ölçümü:

Reaktifler Kör tüpü Örnek tüpü

1/10 sulandırılmış serum 2 mL 2 mL

Diazo Reaktifi
_ 0.5 mL

%1.5 HCl
0.5 mL _

Distile Su
2.5 mL 2.5 mL



Tüpler karıştırılır, 1 dk sonra 540 nm’de örneğin absorbansı köre karşı okunur, sonuç
kalibrasyon grafiğinden mg/dL olarak belirlenir.

Sonuç( mg/dL) = (Örnek OD- Kör OD) x Faktör ( faktör = 5 )

(0,081 – 0,060 ) x 5 = 0,105 mg/ dL

v Total Bilirubin = Direkt bilirubin + İndirekt bilirubin


Bu formül kullanılarak indirekt bilirubin düzeyi hesaplanabilir.

Bizim örneğimizde total bilirubin düzeyi = 1,22 mg / dL ve direkt bilirubin düzeyi = 0,105
mg / dL çıkmıştı. Buradan hareketle ;

1,22 = 0.105 + indirekt bilirubin indirekt bilirubin = 1,11 mg/ dL


olacaktır.

KANDA HEMOGLOBİN DÜZEYİ ÖLÇÜMÜ

Kan hemoglobin konsantrasyonu ; kanama, hemoliz (eritrositlerin parçalanması)


yoluyla ya da kemik iliğinde kan oluşumundaki bozukluk sonucunda azalabilir ya da bazı
fizyolojik (yüksek rakımda yaşamak gibi) ve patolojik (akciğerde gaz alışverişinin bozulduğu
hastalıklar gibi) durumlarda artabilir. Kan hemoglobin konsantrasyonu ölçümü, anemi
(azalmış hemoglobin konsantrasyonu) ya da polistemi (alyuvar sayısında ve hemoglobin
konsantrasyonunda artış) tanısında yapılacak ilk incelemedir.

Deneyin Prensibi:

Hemoglobin ölçümü için Drabkin çözeltisi kullanılacaktır. Drabkin çözeltisi,


potasyum ferrisiyanür, potasyum siyanür ve sodyum bikarbonat içerir.

Ferrisiyanür, hemoglobindeki demiri (Fe+2) oksitleyerek, methemoglobine (Fe+3)


dönüştürür. Siyanür ise, methemoglobine bağlanarak siyanomethemoglobin oluşumuna yol
açar. Sodyum bikarbonatın kullanılma amacı, siyanomethemoglobin oluşumunu
hızlandırmaktır.


Siyanomethemoglobinin absorbansı spektrofotometrede 530 nm dalga boyunda
ölçülür.

2+ 3+
Hb (Fe ) + K3Fe[CN]6 metHb(Fe ) + KCN SiyanometHb

Deneyin Yapılışı:

Bu deneyde en az 0.02 mL kan gereklidir. Kanın disodyum EDTA ile pıhtılaşması


önlenebilir ya da antikoagülan kullanmadan parmak ucundan veya topuktan alınabilir.

Reaktifler:

1- Drabkin çözeltisi: Sırasıyla 0.20 g potasyum ferrisiyanür (K3Fe[CN]6 ), 0.05 g KCN ve 1g


NaHCO3 distile suda çözülür ve 1 litreye tamamlanır.

2- Siyanomethemoglobin standardı: Bilinen konsantrasyonda hemoglobin çözeltisi


kullanılacaktır.

Deneye başlarken spektrofotometre 530 nm’ye ayarlanır. Tüpler; kör, standart ve numune
olarak işaretlenir.

Kör tüpü Örnek tüpü Standart tüpü

Drabkin çöz. 6 mL 6 mL 6 mL

Kan örneği - 0.02 mL -

Standart çöz. - - 0.02 mL

Distile su 0.02 mL - -

Tüpler hemoliz olması ve hemoglobinin siyanomethemoglobine dönüşmesi için


karıştırılır ve 5 dk. bekletilir.



Hesaplama: Örneğin Hb kons. (g/dL) = (St kons. x Ör OD) / St OD

(Standart konsantrasyonu = 14,9 g/dL )

Deney sırasında : Standartın OD ‘ si = 0,520 ve numunenin OD ‘si = 0,466 çıktı

Hemoglobin konsantrasyonu = ( 14,9 x 0,466 ) / 0,520 = 13.3 g/dL olur.

Referans Aralıkları:

Deniz seviyesinde yaşayan insanlar için hemoglobin konsantrasyonunun referans


aralığı şöyledir:

g/dL

12-15 yaş

E 12.0-16.0

K 11.5-15.0

15-18 yaş

E 11.7-16.6

K 11.7-15.3

18-65 yaş

E 13.1-17.3

K 11.7-16.0

Yüksek rakımlarda (1000 m ve üzeri) yaşayanlarda belirgin yüksek değerler elde edilir.

Selam yazacak yer kalmadı maalesef. Çok da zor olmayan bir lab olduğunu düşünüyorum .
Herkese iyi çalışmalar diliyorum. Umarım faydalı bir not olmuştur…

DİLARA NUR KARAHAN (2. YARI )




Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

AMİNO ASİTLERDEN AZOT AYRILMASI ve ÜRE DÖNGÜSÜ

Kaynaklar:

1- Harper’s Biochemistry, Lange 2015

2- Tıbbi Biyokimya, Prof.Dr.S.Elgün Ülkar Hipokrat 2017

3- Lippincott’s Illustrated Reviews, LWW 2014

Bugünkü dersimizde ve bundan sonraki iki dersimizde amino asit metabolizmasını


işleyeceğiz. Bu dersimizde amino asitlerden azotlu grupların (amino gruplarının) nasıl
ayrıldığını ve üre döngüsünü göreceğiz. Bir sonraki dersimizde amino grubu ayrıldıktan
sonra geri kalan kısmın -ki biz buna karbon iskeletleri diyoruz- metabolizmasından söz
edeceğiz. Son dersimizde ise amino asitlerin sentezinden ve amino asitlerden
sentezlenen azotlu bileşiklerden söz edeceğiz.
Proteinler hakkında genel bilgilerle notumuza başlayalım. Besinlerle neden protein
almamız gerekiyor, proteinler ne işimize yarıyor?

❖ Besinsel proteinler özellikle esansiyel amino asit içerikleri bakımından


değerlidir. Çünkü esansiyel amino asitleri sentezleyemiyoruz ve bunların mutlaka
besinlerle alınması gerekiyor.
❖ Azot kaynağıdırlar. Özellikle azotlu diğer bileşiklerin sentezi için bize devamlı azot
kaynağı sağlar. Protein sentezinde de bu amino asitleri kullanıyoruz.
❖ Amino asitler öncelikle, biyosentez reaksiyonlarında (özellikle endojen
proteinler) kullanılırlar.
❖ Yakıt olarak kullanımları ikincil önemdedir. Karbonhidrat ya da yağ asidi gibi
yakıt olarak kullanımları hemen başvurulan bir yol değildir. Bu yüzden depo
edilmezler.
❖ Depo edilmezler. Glikojen, trigliserit gibi depo formu yoktur. Dolayısıyla fazla gelen
amino asitler eğer kullanılmayacaksa, kullanılabilecek miktarın üzerinde alınmışsa
yıkıma gönderilir; depo edilmeleri söz konusu değildir.
❖ Amino asitlerin, karbon iskeletleri glukoz veya yağ/ketona, amino grupları
da amonyağa çevrilir. Amonyak daha sonra vücuttan uzaklaştırılır. Amino asitlerin
amino grupları ayrıldıktan sonra geriye kalan karbon iskeletleri diğer adıyla α keto
asitler (ana karbon atomu, karboksil grubu, bir Hidrojen ve R ile gösterilen yan zincir)
atılmaz, karbon içerikleri açısından bizim için çok önemlidir. Bunlar glukoz, yağ asidi,
yağ asidi türevleri, keton cisimleri yapımında kullanılırlar.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

Amino Asit Yapısı

➔ AZOT DENGESİ

 Sağlıklı bir erişkinin vücudunda toplam protein miktarı sabittir. Bu durum


yapım-yıkım döngüsünün sabit tutulmasıyla sağlanır. Yapım-yıkım döngüsü 300-
400 g/gündür.

 Sağlıklı ve uygun beslenme durumunda idrar, deri ve dışkıyla kaybedilen


günlük azot miktarı, alınan miktara denkse, azot dengesi söz konusudur.

 Azot kaybı, alımdan fazlaysa negatif azot dengesi (doku kaybı (örneğin
malign hastalıkların son evresinde, çok yüksek ateşli seyreden hastalıklarda), açlık),
kazanç kayıptan fazlaysa pozitif azot dengesi (büyüme çağı, insülin ve
tiroid hormonları etkisi) söz konusudur.

➔ HÜCRESEL PROTEİN YIKIMI

Amino asit metabolizmasına geçebilmemiz için önce protein yıkımından söz etmeliyiz.
Bir besinler ile gelen proteinler var –ki bunların sindirimini kısaca hatırlayacağız- bir de
kendi endojen proteinlerimiz var. Bunların yıkımından da söz edeceğiz.
Endojen / kendimize ait proteinlerin yıkımı için iki yol tanımlanmış.

Enerji bağımlı olmayan lizozomal enzimatik sistem:

 Uzun ömürlü proteinler: Hücre dışı (ör. plazma proteinleri), zarda


bulunanlar (ör. reseptörler (protein veya glikoprotein yapısındaki birçok
reseptör)) ve bazı hücresel proteinler (gün-hafta)

 Otofaji (lizozom)

 ATP gerekmez.

Enerji bağımlı ubikitin-proteozom mekanizması:

 Kısa ömürlü proteinler: Anormal veya hatalı katlanmış proteinler (Dokuya


ya da hücreye zararlı olabilecekleri için hemen yıkıma gönderilmeleri gerekir.),
düzenleyici endojen proteinler (hız kısıtlayıcı enzimler gibi → Etkisini
gösterdikten sonra hemen ortadan kaldırılması gereken enzimlerdir. Çünkü eğer
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

ortamda kalmaya devam ederlerse o metabolik yolun hızını o yönde etkilemeye


devam edeceklerdir. Dolayısıyla hemen etki gösterip ortamdan temizlenmeleri
gerekir.) (dk-saat)

 PEST dizisi (Bu proteinlerin yapısında genellikle tekrarlayan PEST dizisi bulunur.
Yani amino asit dizisine bakıldığında Prolin-Glutamat-Serin-Treonin dörtlüsü arka
arkaya tekrarlar.)

 Sitozol, ATP, ubikitin, proteaz kompleksi (proteozom)

 Amino ucunda Met-Ser (Metionin-Serin) varsa ubikitine bağlanma zor, Asp-


Arg (Aspartat-Arginin) kolay olur.

 Hedef proteindeki lizillerin -amino grubuna enzimatik olarak kovalent


bağlanan ubikitin, proteini (proteozom sistemine) yıkıma götürür.

Ubikitin - Proteozom sistemi → Proteinin yıkım aşaması

➔ PROTEİN SİNDİRİMİ

MİDE:

 G hücrelerinden gastrin → parietal hücrelerden HCl, seröz hücrelerden


pepsinojen (zimojen) (Protein sindirimi midede başlar. Proteinli gıdalar mideye
geldiği anda G hücrelerinden gastrin salınır. Gastrin bir hormon olduğu için kana çıkar,
kan yoluyla tekrar gelip mide mukozasına etki eder. Parietal hücreleri uyararak
hidroklorik asit (HCl) ve seröz hücreleri uyararak da pepsinojen salınmasına yol açar.
Pepsinojen, zimojen halde yani inaktif halde olan sindirim enzimimizdir. Pepsinojenin
aktif şekli pepsindir.)
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

 Pepsinojen, HCl ve (ortamda bulunan az miktarda) önceden aktiflenmiş pepsin


ile pepsine çevrilir.

 Pepsin: aside-dayanıklı endopeptidaz (Bir polipeptit zincirini düşünecek olursak


amino (N) ve karboksil (C) uçlarındaki amino asitleri değil de molekülün ortasındaki
peptid bağlarını açarak proteinleri parçalar.) ; aromatik amino asitler ile Met
(Metionin) ve Leu (Lösin) ’in katıldığı peptid bağları

 Rennin: Ca++ ile aktif, süt proteinleri (Özellikle çocuklarda daha aktiftir.)

PANKREASIN KATKISI:

Mideden sonra bağırsağa (duodenuma) geçiyoruz. Burada pankreasın katkısı devreye


giriyor. Mideden gelen asitli ve yarı sindirilmiş, tam sindirilmemiş protein içeriği bağırsak
mukozasını uyararak hemen 2 tane gastrointestinal sistem (GIS) hormonunun salınmasını
sağlar. Birisi sekretin, diğeri kolesistokinin.

 Sekretin: (pankreastan) Bikarbonat salınımı (Böylelikle mideden gelen asidite


tamponlanmış olur.)

 Kolesistokinin: Pankreasın asiner hücrelerinden proenzim (zimojen/inaktif)


endopeptidaz ve karboksipeptidaz salınımı

 Tripsin: enteropeptidaz (enterokinaz = bağırsak enzimi)/aktif tripsin


ile aktiflenme, en spesifik (substrat spesifikliği en yüksek olan enzim);
Arg/Lys (Arginin/Lizin) olan bağlar

(Tripsin bir kez aktiflendikten sonra zimojen şekilde salınmış olan diğer enzimleri
de aktifler.)

 Kimotripsin: Tripsinle aktiflenme, hidrofobik-aromatik amino asit


olan bağlar

 Elastaz: Tripsinle aktiflenme, küçük nötral alifatik amino asit olan


bağlar

 Karboksipeptidaz A ve B: Ekzopeptidazlar (Protein zincirinin karboksi


(C) ucundaki peptid bağlarını keserek amino asitleri ayırırlar.), tripsinle
aktiflenme, A hidrofobik, B bazik amino asit olan bağlar

➢ Tripsin, Kimotripsin, Elastaz → Endopeptidaz


➢ Karboksipeptidaz A ve B → Ekzopeptidaz
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

İNCE BAĞIRSAK:

Pankreastan gelen enzimler büyük oranda sindirimi gerçekleştiriyorlar ancak son bir
kaynak daha gerekiyor. O da ince bağırsağın kendi enzimleridir. İnce bağırsak mukoza
hücresinden salınan enzimler artık son parçalanmayı gerçekleştirir. Bu enzimler
aminopeptidazlar ve dipeptidazlardır.

 Aminopeptidaz ve dipeptidazlar: Ekzopeptidazlar

➢ Aminopeptidaz N ucundaki amino asidi ayırırken dipeptidazlar sadece iki amino


asitten meydana gelen dipeptidleri parçalar.
 İnce bağırsak lümeninde parçalanma gerçekleştikten sonra bağırsak epitel hücresine
geçiş olur. İnce bağırsak epitel hücresine serbest amino asitler ile
di/tripeptidler geçer.

 Sitozolde dipeptidler, aynı enzimlerle amino asitlere yıkılır, portal kana


yalnız serbest amino asitler geçer.

➔ AMİNO ASİTLERİN HÜCRE İÇİNE TAŞINMASI

Amino asitler → bağırsak hücresine → kana → dokulara taşınır.

 Bağırsak hücresine Na+-bağımlı aktif taşınma

 Hücreden interstisyuma kolaylaştırılmış difüzyon, kandan hücrelere Na +-


bağımlı aktif taşınma ve daha az oranda kolaylaştırılmış difüzyon

 Özel amino asit taşıyıcıları da vardır. Ör, böbrekte sistin, ornitin, arginin
ve lizinin geri emilimini sağlayan özel taşıyıcı sistemin bozulduğu genetik
geçişli sistinüride, bu amino asitler emilemediği için idrarla atılır.

➔ -GLUTAMİL DÖNGÜSÜ

Bir özel taşıyıcı sistemimiz daha var: -glutamil döngüsü. Bu döngü hem glutatyonun
sentezini sağlar hem de amino asitlerin taşınmasında görev yapar.

 Glutatyon (-glutamil-sisteinil-glisin = tripeptid) sentezi (Bazı dokularda


transpeptidaz/transferaz ve oksoprolinaz yok)

 Amino asit taşınımı (prolin ve OH-prolin dışında)

 Başlıca böbrekte kullanılan taşıyıcı bir sistem


Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

Marks’ Basic Medical Biochemistry,


A Clinical Approach, 2nd ed.

Üstteki şekilde -glutamil döngüsünü görebiliriz. Bu sistemin gerçekleşebilmesi için bize


glutatyon gerekir. Glutatyon minik bir peptiddir. Bu döngü dışında antioksidan görevi de
vardır. O yüzden glutatyon bütün hücrelerde bulunur.

• Bu döngünün başında hücre zarında bulunan kısaca GGT dediğimiz -glutamil


transpeptidaz (-glutamil transferaz) enzimi görev alır. Bu enzim yardımıyla sistein
ve glisin, sisteinilglisin şeklinde glutatyondan ayrılır; geride kalan -glutamat bakiyesine
taşınacak amino asit bağlanır. Yani GGT enzimi transfer yapar. -glutamilamino asit
şeklinde hücre içine geçiş sağlandıktan sonra oxoprolinaz enzimi aracılığıyla içeride
amino asit serbestleştirilir. Böylelikle amino asit dışarıdan içeriye taşınmış olur.
• Bundan sonraki kısım glutatyonun yeniden sentez edilmesidir. Tek başına kalan
glutamata sırasıyla sistein ve glisin eklenir. Bu sırada ATP de harcanır. Sonuçta glutatyon
yeniden elde edilmiş olur.
• Bu bir döngü şeklinde sürekli devam eder.

➔ AMİNO ASİTLERİN YIKIM AŞAMALARI

Amino asitler ister endojen proteinlerin yıkımı ister ekzojen (besinlerle gelen)
proteinlerin yıkımı sonucunda açığa çıksın, bundan sonraki aşama yıkım aşamalarıdır.
Eğer başka bir sentez işleminde, protein sentezinde veya azot grupları başka bir azotlu
bileşiğin sentezinde kullanılmayacaksa bundan sonra yıkıma gider. Amino asitlerin yıkım
aşamalarını 3 basamakta toplayabiliriz.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

1. α-amino gruplarının amonyak olarak ayrılması: transaminasyon ve


glutamatın oksidatif deaminasyonu (2 aşamada gerçekleşir.)

2. Amonyağın zararsızlaştırılması: üre döngüsü, glukoz-alanin döngüsü,


glutamin sentezi

3. Karbon iskeletlerinin metabolizması

HATIRLATMA: Amino grubu/amonyak ayrıldıktan sonra geride kalan kısma karbon


iskeleti ya da keto asit adını veriyoruz.

Burada amino asit yapısını tekrar


hatırlıyoruz. Ana karbon atomunu ortada
görüyoruz. Ana karbon atomuna amino
grubumuz bağlı, bir tane Hidrojen bağlı, bir
karboksil grubu var. Tabii ki bir de yan
zincir olacak bu şekilde gösterilmemiş olan.
Öncelikle amino grubunu ayıracağız.
Geride kalan kısma karbon iskeleti adını
veriyorduk. Ardından da karbon
iskeletlerinin nasıl kullanıldığını göreceğiz.

I. AMİNO ASİTLERDEN AZOT AYRILMA REAKSİYONLARI


1- TRANSAMİNASYON

2- GLUTAMATIN OKSİDATİF DEAMİNASYONU

1. TRANSAMİNASYON

Transaminasyona neden başvuruyoruz? Çünkü amino asitlerin hepsinden (20 tane


amino asidimiz var.) direkt amino grubunu kesip amonyak olarak serbestleştirecek enzim
yok. Bu enzim insan vücudunda sadece glutamat için var. Dolayısıyla biz de önce yıkıma
soktuğumuz herhangi bir amino asidin amino grubunu alıp glutamatın içine transfer
ediyoruz. Ardından glutamatı oksidatif deaminasyona uğratıp amino grubunu buradan
serbestleştiriyoruz. Yani önce bir transfer işlemi gerçekleştiriyoruz. Buna
“transaminasyon” adını veriyoruz.

 Yıkıma gönderdiğimiz bir amino asidin amino grubu, bekleyen bir keto
aside taşınır. Dolayısıyla çift substratlı bir reaksiyon. Yıkıma gidecek olan amino
asit ve yanında alıcı olarak bekleyen keto asit var. Amino asidin amino grubu bu
bekleyen keto aside transfer edilir.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

 Serbest amonyak çıkışı olmaz.

 Transaminaz/aminotransferaz (katalizleyen enzimler)

 Koenzim → pridoksal fosfat (PLP = Vitamin B6’nın aktif koenzim formu)

Kaynak: Tıbbi Biyokimya, S. Elgün, 2004.

Genel reaksiyon formülümüze bakacak olursak herhangi bir amino asidi formülde yerine
koyabiliriz. Amino asidin yanındaki alıcı olan keto asit hiç değişmez. Amino asit değişse bile
keto asit aynıdır, alıcımız daima α-ketoglutarattır. Bu neden böyle? Ürünlere bakarsak
bunun sebebini anlayabiliriz. Amino asit üzerinde çerçeve içine alınan kısım, kurtulmak
istediğimiz amino grubudur. Bu amino grubunu buradan alıyoruz ve yanda bekleyen α-
ketoglutarata naklediyoruz. Aslında bunun sonucunda yeni bir amino asit ortaya çıkıyor:
glutamat. Gördüğümüz gibi çerçeve içerisinde olan amino grubu şu an glutamatın içinde.
Peki yıkıma gönderdiğimiz amino aside ne oldu? Amino grubunu glutamata verdikten
sonra -geride kalan kısma keto asit adını veriyoruz- onun da keto asidi açığa çıkmış oluyor.
Bir sonraki dersimizde bu keto asidin nasıl kullanıldığından söz edeceğiz.

Transaminasyon reaksiyonu çift yönlü bir reaksiyondur. Enzimler aminotransferazlar


ya da transaminazlardır. PLP olarak kısaltılmış olan ise pridoksal fosfat yani koenzimdir.
Bu reaksiyon çift yönlüdür demiştik. Eğer şu anda söylediğimiz yönde işlerse amino asidi
yıkmış oluruz. Eğer geri çevirecek olursak, o zaman amino asidi yeniden sentezlemiş
oluruz. Dolayısıyla transaminasyon reaksiyonu, amino asitlerin hem yıkımında hem
de sentezinde kullanılabilen elverişli bir reaksiyondur.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

 Geri dönüşümlü

 Sitoplazma/mitokondride (Hücre içerisinde özel bir yeri yoktur. Sitoplazmada


olabilir veya hem sitoplazma hem mitokondride olabilir.)

 Alanin aminotransferaz (ALT) ve aspartat aminotransferaz (AST)

20 tane amino asidimiz var. Hepsinin transaminasyonunu bilmemiz mümkün değil


ama 2 tanesini çok iyi bilmemiz gerekiyor: alanin ve aspartatın transaminasyonu.
Enzimleri ise alanin için ALT ve aspartat için AST’dir. ALT’nin eski adı GPT, AST’nin eski
GOT idi. Bunların neden böyle adlandırıldıklarını bir sonraki slaytta göreceğiz.

 Prolin, OH-prolin, lizin ve treonin dışındaki tüm amino asitler yıkımları


sırasında transaminasyona girerler. Bu 4 amino asidin ise yıkımı daha farklı şekilde
işler. Bir sonraki derste göreceğiz.

COO− COO−

CH2 CH2

CH3 CH2 CH3 CH2

HC NH3+ + C O C O + HC NH3+

COO− COO− COO− COO−

alanine -ketoglutarate pyruvate glutamate


Aminotransferase (Transaminase)

COO− COO−

COO− CH2 COO− CH2

CH2 CH2 CH2 CH2

HC NH3+ + C O C O + HC NH3+

COO− COO− COO− COO−

aspartate -ketoglutarate oxaloacetate glutamate


Aminotransferase (Transaminase)

➔ Bu enzimler karaciğer ve kalp hastalıklarının önemli göstergesidir.


Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

Burada 2 önemli transaminasyon reaksiyonunu görüyoruz. Yukarıda alaninin


transaminasyonunu görebiliriz. Genel formülümüzde amino asit yerine alanini
koyuyoruz. Alıcı olarak α-ketoglutarat var, değişmez demiştik. α-ketoglutarat amino
grubunu alınca glutamata dönüşüyor. Alaninden geriye kalan karbon iskeletine pirüvat
adını veriyoruz. Enzimin kısa adı ALT, eski adı GPT. GPT ismi ürünlerden geliyor:
Glutamat-Pirüvat Transaminaz.
Alttaki şekilde aspartatın transaminasyonunu görüyoruz. Aspartat ile α-ketoglutarat
giriyor, glutamat ve okzaloasetat açığa çıkıyor. O halde aspartattan açığa çıkan α-keto
asit ya da karbon iskeleti okzaloasetattır. Enzimin eski adı GOT idi: Glutamat-
Okzaloasetat Transaminaz. Enzimin yeni adı kısaca AST dediğimiz Aspartat
Aminotransferaz.
Bu iki enzimi bilmemiz gerekiyor. Çünkü bunlar hem metabolik hem de klinik olarak
bizim için önemli.
Metabolik önemi: Birinden pirüvat, diğerinden okzaloasetat çıkıyor. Pirüvat ve
okzaloasetat üzerinden biz amino asit metabolizmasını, enerji metabolizmasını ve
karbonhidrat metabolizmasını rahatlıkla bağlayabiliriz. Pirüvat ve okzaloasetattan
glukoneogenez yapabiliriz ya da her ikisini de (pirüvatı asetil CoA’ya çevirerek,
okzaloasetatı da direkt) sitrik asit siklusuna sokabiliriz.
Klinik önemi: Özellikle bu iki transaminaz karaciğer ve kalp hastalıklarının (özellikle
Miyokard Enfarktüsünde (MI) çok yüksek düzeylere çıkarlar, karaciğer hastalıklarında,
hepatitlerde) hem tanısında hem tedavinin/hastanın takibinde çok önemlidir.

2. GLUTAMATIN OKSİDATİF DEAMİNASYONU

Glutamatı oluşturduk. İçinde amino grubumuz var ama amino grubundan


kurtulamadık. O halde ikinci aşamada glutamatı oksidatif deaminasyona uğratarak
serbest amonyak çıkaracağız. Enzimi tektir; çünkü sadece glutamat bu reaksiyona girer.

 Glutamatın yapısına giren emanet amino grubu serbestleşir.

 Serbest amonyak çıkışı olur.

 Glutamat dehidrogenaz

 Koenzim NAD(ileri)-NADP /NADH-NADPH (geri)

-> Dehidrogenazların koenzimleri → NAD, FAD… vb.


-> Transaminasyon gibi çift yönlü bir reksiyondur.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

 Mitokondri

-> Mitokondriye özel bir enzimdir. Mitokondrinin belirtecidir.


-> Dolayısıyla bu reaksiyon sadece mitokondride gerçekleşir.

 ATP ve GTP allosterik inhibitör, ADP ve GDP allosterik aktivatör

-> Kontrol edilebilen bir reaksiyondur.


-> Enerji çok ise reaksiyon yavaşlar.

-> Enerjinin tükendiğini gösteren ADP ve GDP var ise reaksiyon hızlanır.

Kaynak: Tıbbi Biyokimya, S. Elgün, 2004.

Reaksiyona bakıldığında glutamat ve içinde çerçeve ile gösterilmiş olan emanet amino
grubu görülüyor. Bu amino grubunu serbestleştiriyoruz, tamamıyla kesip oksidatif
deaminasyonla yapıdan ayırıyoruz. Geride kalan kısım α-ketoglutarat. α-ketoglutarat
yeniden açığa çıkıyor. Enzimimiz glutamat dehidrogenaz. Koenzimlerimiz NAD veya NADP,
NADH veya NADPH olabilir. Çift yönlü bir reaksiyondur. Normal işleyen bu gördüğümüz
yönde glutamat α-ketoglutarata yıkılır (amonyak ayrılarak). α-ketoglutarat böylelikle
yeniden elde edilmiş olur. α-ketoglutaratın yeniden elde edilmesi bizim için çok önemli.
Çünkü α-ketoglutarat sitrik asit siklusunun bir ara maddesi. Eğer biz bu reaksiyonu
yapmazsak, α-ketoglutarat hep glutamatın içinde kalacak olur ise sitrik asit siklusunun
işleyişi bozulabilir. O yüzden bu reaksiyonun gerçekleşmesi, hem amino asit yıkımı için
hem de sitrik asit siklusunun devamı için gerekli.

Sonuçta açığa amonyak çıkıyor ama amonyum şeklinde. Bu da hücrenin kendini


koruma yollarından bir tanesi. Fazladan bir protonu olduğu zaman (yani amonyak,
amonyum şeklindeyken) yüklü olduğu için hücre içine geçişi zor oluyor. Serbest amonyum
olarak açığa çıkarttığı zaman hücre kendini birazcık daha korumuş oluyor.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

II. ÜRE DÖNGÜSÜ


Bahsettiğimiz reaksiyonlarla amino asitlerden amino grubunu ayırdık. Amonyak ya da
amonyum olarak açığa çıkardık ama tabii amonyum olarak bulunmasına da çok
güvenemeyiz. Çünkü protonunu üzerinden bırakabilir. Dolayısıyla bu amonyaktan kesin
kurtulmamız gerekiyor, vücuttan atmamız gerekiyor. Çünkü amonyak hücreler için toksik.
O halde nasıl atacağız vücuttan? En çok kullandığımız yol üre döngüsü. Amonyağın
başlıca atılım yoludur.

 Amonyağın atılım yolu, idrarla atılan azotlu bileşiklerin %90’ı üre

 Üre suda çözünür.

-> Bir taşıyıcıya ihtiyacı yoktur. Sentezlendikten sonra direkt kana verilir. Atılmak
üzere böbrek ve bağırsağa gönderilir. Suda çözünür olduğu için kanda serbest
dolaşır.
-> Üre molekülü (şekilde de görülebileceği gibi) minik bir molekül. 2 tane azotlu
grubu var.

 Bir azotu az önce açığa çıkardığımız serbest amonyaktan, diğeri


aspartat amino asidinden, karbon ve oksijeni de CO2 (HCO3 = bikarbonat
= CO2 vericisi) den gelir.

Üre Molekülü

 Reaksiyonlar karaciğerde, mitokondri ve sitozolde olur.

-> Üre döngüsü reaksiyonları toplam 5 tanedir.

-> Reaksiyonlar sadece karaciğerde gerçekleşir.


-> Reaksiyonların ilk 2’si mitokondride, son 3’ü sitozolde/sitoplazmada
gerçekleşiyor.

 Hız kısıtlayıcı enzim karbamoil fosfat sentetaz I’dir. İlk enzimdir.

N-asetilglutamat → hız kısıtlayıcı enzimin allosterik uyaranı


Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

 Toplam 4 ATP tüketilir. (1 üre molekülü oluşturmak için) 4 tane fosfat bağı
açılıyor da denilebilir. 4 fosfat bağını tekrar yerine koymak için her biri için birer
ATP harcamamız gerektiğinden sonuç olarak “4 ATP tüketilir.” diyebiliriz.

 Arginin sentezi olur.

Üre döngüsüyle karaciğerde oluşan üre kana verilir. Suda çözünür olduğunu
söylemiştik. Kan yoluyla böbrek ya da bağırsağa gönderilir. Böbrekte idrar üzerinden
atılır (ki büyük oranda böbreğe gider). Bağırsağa gelen üre ise insanda bulunmayan ama
bağırsak bakterilerinde bulunan üreaz enzimiyle parçalanır. Bu sırada yeniden
amonyak açığa çıkar. Bu amonyak dışkı ile atılırken bir miktar da tekrar bağırsaktan geri
emilerek kana geçebilir.

Mitokondrideyiz şu anda. İlk 2 reaksiyon mitokondride, son 3 reaksiyon sitozolde


gerçekleşecek. Serbest amonyak ya da amonyum ile CO2 yi birleştirerek karbamoil
fosfat elde ettik. Enzimimiz karbamoil fosfat sentetaz-1 (CPS-1 → hız kısıtlayıcı
enzim). Hız kısıtlayıcı enzimimiz, N-asetilglutamat tarafından uyarılıyor. Özellikle
proteinden zengin beslendiğimiz zaman N-asetilglutamat sentezi artıyor. Bu
reaksiyonda 2 ATP → 2 ADP’ye iniyor. Yani aslında bu reaksiyonda 2 tane fosfat
gidiyor. 2 fosfat demek 2 ATP demek olduğu için neticede 2 ATP harcanıyor
diyebiliriz.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

Ornitin transkarbamoilaz (OTC) enziminin kataliziyle karbamoil fosfatı alıp


ornitin ile birleştiriyoruz ve sitrüllin elde ediyoruz. Bu reaksiyonda da aslında enerji
kullanmak gerekir. Çünkü birleştirme reaksiyonu yapıyoruz ama karbamoil fosfat
yüksek enerjili bir bileşik olduğu için onun enerjisi bu reaksiyonu yürütmeye
yetiyor ve sitrüllin elde ediyoruz. Elde edilen sitrüllin sitoplazmaya taşınıyor.
Bundan sonraki reaksiyonlar sitoplazmada devam edecek.
➔ Mitokondri iç zarında taşıyıcı bir sistem, bir değiş tokuş mekanizması var.
Sitrüllini sitoplazmaya çıkarırken karşılığında ornitini içeri alır. Üre
döngüsünün sonunda göreceğiz.

➔ Ornitin ve sitrüllin iki tane amino asit ama 20 klasik amino asidimiz içerisinde
yer almıyor. Çünkü protein sentezine girmiyorlar ama vücutta kullanılıyorlar.
Bunlara non-protein amino asitler demiştik geçen yıl. Bu ikisi, üre
döngüsünde yer alan iki amino asit.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

➢ Argininosüksinaz = Argininosüksinat liyaz

• Peki sitoplazmada neler oluyor?


Amonyak kullandık, CO2 kullandık. Bir de aspartat kullanacağız demiştik. İkinci
azotlu grup aspartattan gelecek. O halde sitrüllin sitoplazmaya çıktıktan sonra
hemen aspartat ekliyoruz. Argininosüksinat sentetaz enzimi yardımıyla kocaman,
kalabalık bir molekül oluşturuyoruz: Argininosüksinat. Argininosüksinat sentetaz
enzimi, yeni bir madde sentezlediği için ATP kullanıyor. Burada ATP’yi AMP’ye
kadar yıkıyoruz yani 2 tane fosfat bağı dolayısıyla 2 ATP harcamış oluyoruz.
Üre önceden de bahsettiğimiz gibi küçük bir molekül ve döngünün en sonunda
açığa çıkacak. Dolayısıyla minik bir molekül olan ürenin açığa çıkabilmesi için
argininosüksinattan sonraki 2 reaksiyon parçalanma reaksiyonları olacak.
Argininosüksinaz, diğer adıyla argininosüksinat liyaz enzimi aracılığıyla
argininosüksinattan fumarat ayrılacak. Geride arginin kalacak. Fumarat, sitrik asit
siklusuna gidecek. Biz de bu arada arginin sentezlemiş olacağız. Üre döngüsünün
bir amacının da arginin sentezlemek olduğunu, üre döngüsünün özelliklerinden
bahsederken söylemiştik.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

Arginin, hücrenin gereksinimine göre buradan ayrılıp başka yerde kullanılmak


üzere gidebilir ya da yoluna devam edebilir. Yoluna devam edecekse eğer arginaz
enzimiyle parçalanır ve içinden üre çıkarken ornitin yeniden açığa çıkar. Yeniden
açığa çıkan ornitin, sitrüllin ile değiş tokuş yaparak tekrar mitokondriye geçer ve
burada yeni bir üre döngüsüne katılabilir.
➔ 1 tane ornitinle sonsuz kere üre döngüsü çevirebiliriz. Tıpkı sitrik asit
siklusundaki okzaloasetat gibidir. Başta girip en sonda hiç değişmeden çıkar.

➔ ÜRE DÖNGÜSÜ BOZUKLUKLARI

• Klinikleri benzer; hiperamonemi, ensefalopati, kusma, proteinli


gıdalardan tiksinme, intermittan ataksi, letarji ve zeka geriliği vardır.

→ Hiperamonemi: Kanda amonyak veya bileşenlerinin düzeyinin artması.


→ İntermittan: Devamlı olmayan, aralıklarla görülen (intermittent)
→ Letarji: Yorgunluk, halsizlik

• Amonyak zehirlenmesi ilk 2 enzim eksikliğinde daha ağırdır.

• Hepsinin tedavisinde, düşük proteinli beslenme (özellikle arginin


desteği -> Üre döngüsü gerçekleşemeyeceği için arginin eksikliği olabilir.) ve
hemodiyaliz yapılır.

• X’e bağlı geçen hiperamonemi tip II dışındakiler otozomal resesiftir.

• Hiperamonemi tip I: Karbamoil fosfat sentetaz I eksikliği (hız kısıtlayıcı


enzim eksikliği), kan amonyak düzeyi çok yüksek

• Hiperamonemi tip II: Ornitin transkarbamoilaz eksikliği, en sık


görülen. Kan, idrar ve BOS'ta glutamin, amonyak ve orotik asit
yüksektir. Biriken karbamoil fosfat, pirimidin sentezi üzerinden (orotik
asit artışı sebebiyle) orotik asidüriye yol açar. Pirimidin metabolizmasında
tekrar konuşacağız.

• Sitrüllinemi: Argininosüksinat sentetaz eksikliği. Kan, BOS ve idrarda


sitrüllin yüksek

• Argininosüksinik asidüri: Argininosüksinat liyaz (Argininosüksinaz)


eksikliği. Kan, BOS ve idrarda argininosüksinat yüksek, trikoreksis
nodosa (topaklaşmış ama kolay kırılan saçlar)
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

• Hiperargininemi: Arginaz eksikliği. 2-4 yaşına kadar semptom yok. Kan,


BOS ve idrarda arginin yüksek, sistinüriye benzer amino asidüri
(İçlerindeki en iyi huylu olanı diyebiliriz bu hastalık için.)

III. DİĞER AMONYAK UZAKLAŞTIRMA YOLLARI


AMONYAK KAYNAKLARI:

1- Amino asit metabolizması (en büyük amonyak kaynağı)

2- Böbrek ve bağırsakta glutamin yıkımı

3- Bağırsakta ürenin bakteriler tarafından parçalanması ve açığa çıkan


amonyağın tekrar kana karışması

4- Hormon, nörotransmitter, nükleotid gibi azotlu bileşiklerin yıkımı

Günde bu kadar çok kaynaktan amonyak açığa çıkıyor ama sağlıklı bir kişi zehirlenmiyor.
Bunun nedeni amonyak uzaklaştırma yolları, başta da üre döngüsüdür.

ATILIM YOLLARI:

1- Üre döngüsü

2- Serbest amonyağın glutamin içinde taşınması ya da depolanması (beyin)

3- Kas ve karaciğer arasında gerçekleşen glukoz-alanin döngüsü


Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

Elimizde glutamat var. Zaten glutamatı α-ketoglutarata bir amonyak naklederek


yapmıştık. Şimdi bu glutamata bir amonyak daha ekleyerek glutamin sentezliyoruz.
Geçen yıldan hatırlayacak olursak, glutaminin yan zincirinde de bir amino grubu
bulunur. İşte bu amino grubu, serbest amonyaktan geliyor. Bu şekilde glutamin
sentezleyerek glutamini kana verebiliyoruz. Kana verilen glutamin, özel atılım
yerleri olan böbrek ve bağırsağa gidiyor. Buralarda glutaminaz enzimleriyle
karşılaşınca içinden amonyak açığa çıkarılıyor. Açığa çıkan amonyak, böbrek ve
bağırsak üzerinden atılıyor.

Glukoz-Alanin Döngüsü
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

Diğer amonyak uzaklaştırma veya zararsızlaştırma yolumuz kas ve karaciğer


arasında gerçekleşen glukoz-alanin döngüsü. Bu döngüde egzersiz yapan kas
dokusunda bir yandan glukoz kullanılırken bir yandan da proteinler kullanılıyor.
Aslında proteinleri enerji olarak çok kullanmadığımızı söylemiştik ama egzersiz
sırasında kasta kullanılıyor. Kas proteinleri yıkıma uğratılıyor, daha sonra dinlenim
durumunda yeniden sentezlenip tekrar yerine koyuluyor. Bir yandan egzersizin
başında aerobik glikoliz gerçekleşiyor ve glikoliz sonucunda pirüvat açığa çıkıyor. Bir
yandan da proteinler, amino asitler yıkılıyor ve içine amino grubu nakledilmiş olan
glutamat açığa çıkıyor.
İkisini nerede buluşturabiliriz? Glikolizden gelen pirüvat ve amino asitlerden gelen
glutamatı –ki içinde kurtulmak istediğimiz amonyak var- birlikte sokabileceğimiz
reaksiyon ALT reaksiyonu. ALT reaksiyonunu tersten işletiyoruz. Pirüvat ile
glutamattan alanin ile α-ketoglutarat açığa çıkartıyoruz. α-ketoglutarat, sitrik asit
siklusuna katılabilir. Bu sayede enerji sağlanır ve kasılma sırasında devam eder.
Alanini ise kana veriyoruz. Aslında kana verilen alaninin içinde hem amonyak var hem
de glikolizden gelmiş olan pirüvat var. Bu şekilde alanin karaciğere geliyor. Karaciğere
giren alanin, karaciğerde (ki karaciğerin durumu iyi şu anda. Çünkü kasılmakta olan
ve sıkıntıda olan kas dokusu sadece. Karaciğer zaten depolarımızın bulunduğu,
metabolizmamızı düzenleyen ana organ) α-ketoglutarat ile birleştiriliyor. Bu kez ALT
reaksiyonu normal yönde işliyor. Pirüvat ile glutamat açığa çıkıyor.
Glutamat aslında kasta kurtulmak istediğimiz amonyağı taşıyordu. Hemen
glutamatı oksidatif deaminasyona uğratıp amonyak açığa çıkarıyoruz, üre
döngüsüyle üreye çeviriyoruz ve atılıma gönderiyoruz. Bir yandan da pirüvat açığa
çıktı. Bu pirüvatı da glukoneogeneze sokuyoruz. Yine başlıca karaciğer yapabiliyor
bunu. Pirüvattan glukoz elde ediyoruz. Glukozu kana veriyoruz. Kan yoluyla glukoz
tekrar kasa geliyor. Kas kasılmasına enerji sağlamış oluyor.
➔ Bu yolla hem kasa yeniden glukoz sağlamış oluyoruz hem de kas proteinlerinin
yıkımından açığa çıkacak olan amonyaktan karaciğer aracılığıyla üre yaparak
kurtulmuş oluyoruz.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

Glukoz-Alanin ve Cori Döngüleri

➢ Glukoz-Alanin Döngüsü → kas-karaciğer arasında → egzersizin başında, kas


kasılması sırasında → aerobik glikoliz ile
Egzersiz devam ederse bir süre sonra oksijen yetersiz kalmaya başlıyor. O zaman
aerobik glikoliz bitiyor, anaerobik glikolize geçiyoruz. Karbonhidrat dersinde biraz
bahsetmiştik. Kaslarda anaerobik glikolize geçildiği anda pirüvat değil de laktat
açığa çıkıyor. O zaman glukoz-alanin döngüsü duruyor, cori döngüsü devreye
giriyor. Burada artık amino asitler işin içinde yok. Sadece laktatı kana veriyoruz.
Karaciğerde glukoza çevirip tekrar kasa gönderiyoruz. Buna da “Cori Döngüsü” adını
veriyoruz. Bu döngü anaerobik koşullarda çalışıyor.
➢ Cori Döngüsü → kas-karaciğer arasında → egzersiz devam ederse →
anaerobik glikoliz ile

CANLI DERS
Soru 1: Transaminaz enzimleri bir amino asidin hem yıkım hem de sentez
reaksiyonlarında kullanılırlar.

DOĞRU – Çünkü transaminasyon reaksiyonu çift yönlü bir reaksiyondur.

İleri yönde → amino asidin yıkımı

Geri yönde → amino asidin yeniden sentezi


Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar

Soru 2: Alanin aminotransferazın katalizlediği reaksiyon sonucunda


okzaloasetat ve glutamat açığa çıkar.

YANLIŞ - Alanin aminotransferazın katalizlediği reaksiyon sonucunda pirüvat


ve glutamat açığa çıkar.

Aspartat aminotransferazın katalizlediği reaksiyon sonucunda


okzaloasetat ve glutamat açığa çıkar.

Soru 3: Aminotransferazlar için aşağıdaki bilgilerden hangisi doğrudur?

A) Mitokondri yerleşimli enzimlerdir.

B) Kullandıkları çift substrattan birisi glutamindir.

C) Katalizledikleri reaksiyon geri dönüşümsüzdür.

D) Reaksiyon sırasında koenzim olarak pridoksal fosfat gerekir.

E) Esansiyel amino asitlerin transaminasyonunu katalizleyemezler.

A → Bu enzimlerin mitokondriye yerleşeni de var, sitoplazmada olanı da var,


ikisinde birden bulunanı da var.

B → Glutamin değil, glutamattır.

C → Çift yönlü bir reaksiyondur.

E → Sadece 4 amino asidin transaminasyonunu katalizleyemezler: Prolin, OH-


prolin, lizin ve treonin. Bunları “esansiyeller” olarak gruplandırmak doğru
değildir.

Soru 4: Üre döngüsünde azot kaynakları serbest amonyak ve aspartattır.

DOĞRU

Notumuz burada sona erdi arkadaşlar. Notu yazarken slayttaki özet bilgiler daha çok
göz önünde olsun istedim. Bu yüzden hocanın yaptığı açıklamaları farklı bir yazı tipiyle
slayttaki bilgilerin yanına ekledim. Slayttaki her görselin açıklaması, görselin altında
kutucuk içerisinde bulunuyor. Canlı derste verilen ek bilgileri de nota ekledim. Hocanın
canlı derste sorduğu 4 anket sorusunu da notun sonunda bulabilirsiniz.
Herkese iyi çalışmalar…
Aslıhan YILDIZ
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

Konu canlı derste anlatıldı ancak hoca dersi kaydetti. Canlı dersler sayfasında bu konunun başlığına
girerek kayda erişebilirsiniz. İlk 29 dakika ‘’Aminoasitlerden Azot Ayrılması ve Üre Döngüsü’’, kalanı
ise ‘’Karbon İskeletlerinin Metabolizması’’. Slaytta olmasına rağmen derste bahsedilmeyenleri italik
şekilde yazdım.

Aminoasit Sınıflandırması
 Kaynağına göre: Esansiyel (besinlerle almamız gereken, bizim sentezleyemediğimiz)
Non-esansiyel (kendimiz sentezleyebildiğimiz)

 Metabolizmasına göre: Aminoasitlerin amino grupları ayrıldıktan sonra geride kalan karbon
iskeletinin metabolizması sonucu açığa çıkan bileşiğin, glukojenik veya ketojenik olmasına
göre 3 çeşit:
Glukojenik
Ketojenik
Hem glukojenik hem ketojenik

20 aminoasidin 10 tanesi esansiyel, 10 tanesi non-esansiyeldir.


Arginin ve histidin aslında yarı esansiyeldir. Dönemsel olarak
ihtiyaç artması sonucu (büyüme çağındaki çocuklar, ağır hastalar,
büyük cerrahi operasyon geçirenler) sentezi yetişmeyebilir. Üretime
rağmen yetersiz kaldığından esansiyel kabul edilir. Sağlıklı bir
yetişkinde ise non-esansiyeldir. Histidin direkt olmasa da dönüşümle
sentezlenebilir.

Histidin insanda sentezlenmez, kasta bulunan karnozinden elde


edilir.

Esansiyel aminoasitler için ‘’PVT TIM HALL’’ kodlaması akılda tutulabilir.

Aminoasitlerden Açığa Çıkan Karbon İskeletleri


Aminoasitlerden amino grubu gittikten sonra geriye kalan metabolizmadan açığa çıkan maddeler:

 Okzaloasetat (glukojenik)
 -ketoglutarat (glukojenik)
 Piruvat (glukojenik)
 Fumarat (glukojenik)
 Süksinil koA (glukojenik)
 Asetil koA (ketojenik)
 Asetoasetil koA (2 tane asetil koA demek) (ketojenik)
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

Asetil koA insanda pirüvata çevrilemez, dolayısıyla glikoz yapılamaz. Bu nedenle keton, yağ asidi ve
yağ asidi türevlerinin yapımına gider. Metabolizması sonucu asetil koA veren aminoasitlere ‘ketojenik
aminoasit’ denir.

Amino grubu ayrıldıktan sonra okzaloasetat, -ketoglutarat, piruvat, fumarat veya süksinil koA veren
aminoasitlere ‘glukojenik aminoasit’ denir. Bu ürünlerin hepsi sitrik asit siklusuna dolayısıyla
glukoneogeneze katılabilir.

Bazı aminoasitlerden ise iki cins ürün birden açığa çıkar. Bunlara ‘’hem glukojenik hem ketojenik
aminoasitler’’ denir.

Lösin ve lizin ketojeniktir. Oksidasyonları sonucunda


yalnız asetil koA açığa çıkar.

Fenilalanin, tirozin, triptofan, izolösin ve treonin


hem glukojenik hem ketojeniktir.

Kalan aminoasitler ise glukojeniktir.

Şimdi hangi aminoasitten hangi ürün çıkar bir bir inceleyeceğiz.

Okzaloasetat Açığa Çıkartanlar:

Asparagin ve aspartat.

Asparagin, önce asparaginazla aspartata çevrilir. Aspartat, AST(aspartat aminotransferaz) ile


okzaloasetat açığa çıkartır. Okzaloasetat, glukoneogenez ve SAS’a katılır.

-ketoglutarat Açığa Çıkartanlar:

Glutamin: glutaminazla glutamata çevrilir.

Glutamat: glutamat dehidrogenazla -ketoglutarata çevrilir.

Prolin: prolin dehidrogenazla glutamat--semialdehid  glutamat  -ketoglutarata çevrilir.

Prolin dehidrogenaz eksikliğinde hiperprolinemi tip I, glutamat--semialdehid dehidrogenaz


eksikliğinde Tip II olur.

(Prolinin -ketoglutarata dönüştüğünü bilmek yeterliymiş.)

Arginin: üre döngüsünde arginaz ile ornitine çevrilir. Ornitin  glutamat -ketoglutarata
dönüşür.
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

Histidin: metabolizmasına bakalım.

Histidin; formiminoglutamat (Figlu) ve glutamat üzerinden, folik asit kullanılarak -ketoglutarata


çevrilir. (Histidaz, figlu ve tetrahidrofolat önemli)

Histidin  Ürokanat (Histidaz enzimiyle)


Ürokanat  İmidazolon propiyonat
İmidazolon propiyonat  Formiminoglutamat (Figlu)
Figlu + Tetrahidrofolat  Glutamat + Formiminotetrahidrofolat
Glutamat  -ketoglutarat

Formiminoglutamat aslında glutamata eklenmiş bir formimino grubu. Formimino grubu tek
karbonlu bir grup. Dolayısıyla bu tek karbonlu gruptan kurtulursak glutamat açığa çıkar. Fromimino
grubunu, tek karbonlu birimlerin en çok kullanılan taşıyıcısı olan tetrahidrofolat(folik asidin aktif
koenzim şekli) alır. Yani burada folik asit kullanılır. Daha sonra da glutamattan -ketoglutarat
oluşturulur.

‘Figlu idrar testi’ folik asit eksikliğinin tanısında eskiden kullanılan bir test. Hastada folik asit
eksikliğinden şüpheleniliyorsa histidin verilir, folik asit eksikliği durumunda yıkım o basamakta
duracağından figlu idrarla atılır.

Özet olarak histidin metabolizmasında figlu denen bir ara madde açığa çıkar ve folik asit mutlaka
kullanılır. (Figlu, TUS’ta birkaç kez sorulmuş.)

Histidaz eksikliğinde ‘histidinemi’ olur. Ağır veya hafif seyredebilir.

Kanda ve idrarda histidin artar.

Asemptomatik kalabilir ya da zekâ geriliği, hiperaktivite, konuşma ve öğrenme bozukluğu, gelişim


geriliği olabilir.

İdrarda imidazolpiruvat, imidazollaktat ve imidazolasetat bulunur, FeCl3 testinde fenilketonüriyle


karışabilir.

Piruvat Açığa Çıkartanlar:

Alanin: ALT(alanin aminotransferaz) ile piruvata çevrilerek glukoneogeneze gider.

Serin: yıkım için 2 ayrı yol tanımlanmış.

1-Serin-hidroksimetiltransferaz enzimi, folik asit ve PLP(piridoksal fosfat) kullanılarak glisine


çevrilir. Sonrasında glisin nasıl yıkılıyorsa oralardan yıkıma girer.

2- Transaminasyonla 3OHpiruvat + gliserat  3-fosfogliserat  piruvata çevrilir.


Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

Sistein: yıkım için 2 ayrı yol tanımlanmış.


1-Sistein dioksijenaz enzimi ile sistein sülfinat oluşur. Sistein sülfinat; taurin sentezinde
kullanılabilir(taurin, safra asidi konjugasyonunda kullanılan bir aminoasit) veya yıkıma gider, piruvat
ve sülfata dönüşür.

Transaminasyonla sülfinilpiruvat  Piruvat ve serbest sülfat

2- Transaminasyonla merkaptopiruvat oluşur. Merkaptopiruvattan kükürtlü grup (H₂S) ayrılır ve


piruvat açığa çıkar.

Kükürt idrarla atılır. Yani idrarla atılan kükürdün kaynağı sisteindir.

Sistinüri: Böbrek tübüllerinde sistin, arginin, lizin ve ornitin geri emilim bozukluğu. En sık görülen
aminoasit taşınma/emilim bozukluğudur. Bu aminoasitler geri emilemez ve idrarla atılır. Ağır klinik
tablolar yoktur. Sistin kristalleri ve böbrek taşları oluşur. Tedavide idrar alkali yapılır, D-penisilamin
kullanılır.

Sistinozis: Lizozomal sistin depo hastalığı. Ender görülür. Sistinin lizozom dışına taşınmasında
işlevsel olan protein sisteminin eksikliği sonucu oluşur. Sistinler lizozomlarda depolanır. Böbrek
yetmezliği ve göz bozukluklarına neden olur. Ölümcül seyredebilir. Böbrek ve gözde sistin kristalleri
birikir. Tedavide sisteamin ve sodyum sitrat verilir.

Glisin: 3 alternatif yol tanımlanmış.

1- Serin-hidroksimetiltransferaz ile serine çevrilir. (Çift yönlü bir reaksiyon.) Serin yolları üzerinden
yıkıma gidebilir.
2- Glisin parçalayıcı enzim ile CO2 ve NH4’e parçalanır. PLP, NAD, H4 folat ve lipoamid kullanılır. (Bu
reaksiyon geri çevrilerek glisin sentezinde de kullanılır.) (Glisinin en çok kullandığı yol)
3- D-amino asit (glisin) oksidaz ve FAD kullanılarak  glioksilat

Glioksilat ya katabolize edilir ya da okzalata dönüşerek idrarla atılır.


Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

Okzalat, glisin metabolizmasının önemli bir ürünüdür. İdrarla okzalat atılırsa kalsiyumla birleşerek
taş oluşumuna neden olabilir. İnsanlarda en sık rastlanan idrar yolu taşı kalsiyum okzalat taşıdır.

İnsanlarda okzalat kaynağı glisin ve C vitaminidir. Fazla narenciye tüketiminden sonra idrar tahlili
verilirse idrarda okzalat çıkabilir.

Yandaki tabloda glisinin yıkım yolları görülüyor.


Serin-hidroksimetiltransferaz enzimi ile glisinle
serin arasındaki çift yönlü dönüşüm.

Glisinden glisinoksidaz enzimiyle glioksilat


oluşumu. Glioksilat ya yıkılır ya da okzalata
dönüşür.

Glisin parçalayıcı enzimle karbondioksit ve


amonyak oluşabilir. (Amonyum çok rahat bir
şekilde amonyağa disosiye olabildiğinden ikisi
birbiri yerine kullanılabilir.)

Glisinüri: Glisinin renal tübüler geri emilim bozukluğu. Taş oluşur. Ölümcül değil.

Primer hiperokzalüri: Glioksilat katabolizmasında bozukluk sonucu aşırı okzalat birikimi. İki böbrekte
de taş oluşması ve çift böbrek tutulumuyla ağır seyreden, ölümcül olabilen bir hastalık.
Nefrokalsinozis, ürolitiyazis ve hipertansiyon ya da böbrek yetmezliğinden erken ölüm söz konusudur.
Nonketotik hiperglisinemi: Glisin parçalayıcı enzim eksikliği. Glisin ensefalopatisine yol açar. BOS’ta
glisin birikimi olur. Nörolojik bulgularla seyreden ağır bir hastalık. Zekâ geriliği ve epileptik nöbetler
görülür. Tedavide glisin yerine reseptöre bağlanan striknin ve atılımı kolaylaştıran sodyum benzoat
kullanılır.

Treonin: yıkım için 2 ayrı yol tanımlanmış.

1-Treonin aldolazla glisin oluşabilir ve asetaldehid (asetil koA) açığa çıkar. GlisinSerinPiruvat

Hem glukojenik hem ketojeniktir. (Hem asetil koA hem piruvat açığa çıkar.)

2- -ketobütirat üzerinden süksinil koA’ya çevrilebilir.

Triptofan: alanin üzerinden piruvata dönüşürken asetil koA açığa çıkar. Yani hem glukojenik hem
ketojeniktir. NAD sentezi de olur.
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

Yandaki şekilde triptofanla başlanır,


3-hidroksikinurenine kadar önemli bir
şey yok. 3-hidroksikinureninin yoluna
devam edebilmesi için pridoksal fosfat
gerekir. Pridoksal fosfat varsa alanin ve
3-hidroksiantranilat açığa çıkar. Alanin
zaten piruvat demek. 3-
hidroksiantranilat da ya NAD sentezi
gerçekleştirir ya da asetil koA’ya
dönüşür. (NAD sentezinin yalnızca
niasin vitamininden değil de
triptofandan da sentezlendiğini
görmüş olduk.)

Kişide pridoksal fosfat eksikliği varsa yani B₆ vitamini eksikse 3-hidroksikinurenin yan bir yola gider.
Ksantürenik asit denilen anormal bir metabolit açığa çıkar ve idrarla atılır.

Hartnup hastalığı: Triptofan ve nötral amino asitlerin bağırsak ve böbrekteki emilim bozukluğu. Geri
emilememeleri sonucu atılarak kaybedilirler. NAD, serotonin ve melatonin sentezi bozulur.
Gelişme bozukluğu, fotosensitivite, intermittan ataksi, nistagmus ve
tremor görülür.

Pellegra tablosu vardır. (Semptomları 3D: dermatit, diyare, demans)


İdrarla indol (triptofanın halkasının adı) türevleri atılır.

Tedavide proteinden zengin diyet, nikotinamid verilir.

(İdrarda indol türevleri varsa triptofan, imidazol türevleri varsa


histidin bozukluğu vardır diyebiliriz.)

Fumarat Açığa Çıkartanlar:

Fenilalanin: fenilalanin hidroksilaz enzimi ve tetrahidro-biopterin koenzimi kullanılarak tirozine


çevrilir. Daha sonra tirozin normal yıkıma devam eder ve sonuçta fumarat ve asetil koA oluşur.

Tirozin: transaminasyon ve bir dizi reaksiyon sonucunda fumarat ve asetoasetata dönüşür.


Asetoasetattan asetil koA açığa çıkar.

Fenilalanin ve tirozin hem glukojenik hem ketojeniktirler.


Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

Öncelikle fenilalaninin tirozine çevrilmesi


gerekiyor. Bu işlemi fenilalanin hidroksilaz
enzimi gerçekleştirir. Koenzim ise tetrahidro-
biopterin. ( bu enzim ve koenzim çok
önemliymiş, bilmemiz gerekiyormuş.)
Tetrahidro-biopterin; insan vücudunda
sentezlenebilen, besinlerle alınabilen vitamin
benzeri bir madde.(vitamin değil.)

Fenilalaninden tirozin sentezi sonucu ise


tetrahidro-biopterin, dihidro-biopterine
dönüşür. Tetra şekline tekrar çevirmek için
dihidropteridin redüktaz enzimi kullanılır.

Fenilketonüri (FKÜ): fenilalanin hidroksilaz eksikliği (klasik FKÜ) veya tetrahidro-biopterin


sentez/indirgenme bozukluğu (atipik FKÜ) sonucu görülür. Görülme sıklığı diğer aminoasit
metabolizma bozukluklarına göre fazladır.

Tüm yenidoğanların taranması zorunludur. Guthrie testi (halk arasında


topuk testi) yapılır. Bu test ile fenilalanin birikimine bakılır. İzlemde ise
FeCl3 idrar testi kullanılır.

Tanı konulmazsa veya geç kalınırsa ağır zekâ geriliği görülür. 1 yaştan sonra
kalıcılaşır.

Aminoasit metabolizma hastalıklarının en önemli belirtilerinden bir tanesi hastanın terinde veya
idrarındaki tipik kokudur. Bu hastalıkta idrarda küf kokusu vardır.

Yürüme-konuşma bozukluğu, hiperaktivite, tremor, mikroensefali, büyüme geriliği, hipopigmentasyon

Tedavide: fenilalanin alımı kısıtlanır. Özel mamalar kullanılır, anne sütü tüketilemez.

İlk 1 hafta içinde başlamalı.

Atipik fenilketonüri tanısı zor koyulur çünkü koenzim akla hemen gelmez, önce enzim eksikliği
düşünülür. Ancak atipik fenilketonürinin farklı bulguları da vardır. Mama verilerek tedavi edilemez,
zaten bu durumdan sonra koenzim bozukluğundan şüphelenilir.
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

İnsanda biopterin kullanılan 3 reaksiyon var. Üçü de hidroksilaz reaksiyonu. Aslında hidroksilazlar C
vitamini kullanılır ama bu istisnadır. Tirozin sentezinde fenilalanin hidroksilaz, katekolamin sentezinde
tirozin hidroksilaz ve serotonin sentezinde triptofan hidroksilaz vardır, üçü de biopterin kullanır.
Dolayısıyla biopterin eksikliği olduğu zaman sadece fenilalanin-tirozin dönüşümü değil, katekolamin ve
serotonin sentezi de etkilenir. Farklı bulgular vardır ve bu nedenle atipik fenilketonüri denir. Mama
tedavisi yeterli olmaz, biopterini mutlaka yerine koymak gerekir.

Fenilketonüride idrarla atılan birtakım metabolitler


var. Fenilalanin tirozine normal şekilde
dönüşemediği için başka anormal metabolitlere
dönüşür. Fenilpiruvat, fenillaktat, feniletilamin,
fenilasetikasit, fenilasetil glutamin gibi. Bunlar
idrarla atılırlar. (Sınavlarda sorulurmuş.)
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

Tirozin Yıkımı

Tirozin transaminasyona girer ve p-Hidroksifenil-piruvat oluşur. p-Hidroksifenil-piruvat, p-


Hidroksifenil-piruvat hidroksilaz kullanarak homogentisata dönüşür. (Bu enzim klasik hidroksilazlar gibi
C vitamini kullanır.) Homogentisat, homogentisat oksidaz ve birkaç basamak sonra
fumarilasetoasetada dönüşür. Fumarilasetoasetattan fumarilasetaoaset hidrolazla fumarat ve
asetoasetat çıkar. Asetoasetattan da asetil koA açığa çıkar.

Transaminasyon, p-Hidroksifenil-piruvat hidroksilaz, homogentisat oksidaz, fumarilasetaoaset


hidrolaz (tabloda kırmızı renkle yazılanlar) bilinmesi gereken maddelermiş. Eksikliklerinde hastalıklar
ortaya çıkar.
Tirozinemi tip II: Tirozin transaminaz eksikliği. Göz ve deri lezyonları ile orta dereceli zekâ geriliği
görülür, diyette fenilalanin–tirozin kısıtlaması yapılır.

Neonatal geçici tirozinemi: p-Hidroksifenil-piruvat hidroksilaz eksikliği. Yenidoğanda görülür, bebeğin


tam gelişmemesi ile ilişkili. Aralarında en iyi huylu olan hastalık.

Tirozinemi tip I: Fumarilasetoasetat hidrolaz eksikliği. Hastaların terinde ve idrarında tipik lahana
kokusu bulunur. Diyet tedavisi uygulanır, aksi halde karaciğer yetmezliği gelişir.

Alkaptonüri: Homogentisat oksidaz eksikliği sonucu homogentisat birikir


ve idrarla atılır. İdrar beklemekle siyah döner. (Homogentisik asitin
oksidasyonu ile alkapton oluşumu) Bu nedenle ‘siyah idrar hastalığı’ da
denir.

Aminoasit metabolizma hastalıkları yenidoğanlarda 1-2 hafta içerisinde


kendini gösterir. Bebek huzursuzdur, kusar, anneyi ememez, kilo alamaz,
gelişemez. Bu şekilde hemen fark edilir. Ancak alkaptonüri böyle fark
edilebilen bir hastalık değildir. Orta yaşlara gelindiğinde kıkırdak ve bağ
dokusunda pigmentasyon (okronozis) ile ağrılı artrit ve ortaya çıkar.
Ölümcül bir hastalık değildir, hastayı rahatlatıcı tedavi uygulanır.
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

Süksinil koA Açığa Çıkartanlar:


Metiyonin: ATP ile reaksiyona girip SAM’e dönüşür. Pridoksal fosfat kullanan iki reaksiyonun ardından
sistein açığa çıkarken, propiyonil koA üzerinden süksinil koA oluşur.

S-adenozil metiyonin (SAM)------ S-adenozilhomosistein + CH3-alıcısı

S-adenozilhomosistein ------- Homosistein + adenozin

Homosistein + Serin ------- Sistatyonin (PLP, sistatyonin sentaz)

Sistatyonin ------- Sistein + -ketobütirat (PLP, sistatyonaz)

-ketobütirat ------ propiyonil koA ------ metilmalonil koA ------ süksinil koA

Metiyoninin insanda kullanılan şekli S-adenozil metiyonindir (SAM). Metil vericisi olarak kullanılır.
Metil grubunu bir metil alıcısına verdikten sonra S-adenozilhomosisteine çevrilir. Buradan adenozin
kısmı ayrılır ve homosistein kalır. Homosistein serinle birleştirilir, sistatyonin açığa çıkar. Enzim
sistatyonin sentazdır ve pridoksal fosfat kullanılır. Sistatyoninin parçalanmasıyla sistein ve -
ketobütirat açığa çıkar. Yine pridoksal fosfat kullanılır, enzim ise sistatyonazdır. -ketobütirattan da
propiyonil koA, metilmalonil ardından da süksinil koA açığa çıkar.

Burada dikkat etmemiz gereken şeyler şunlar: homosistein; metiyonin metabolizmasında önemli bir
ara üründür, birikirse damarlara toksik olan bir maddedir. Homosistein normal yolunda giderse
serinle birleştirilir ve sistatyonin sentezlenir. Bir sonraki reaksiyonda sistatoninden sistein açığa çıkar.
Dolayısıyla sistein sentezleyebilmek için metiyonine ihtiyaç var.

Homosistinüri: Sistatyonin sentaz eksikliği sonucu homosistein kalıyor. Bu homosisteinden


kurtulabilmek için ya pridoksal fosfat verilebilir(bazen koenzim verilerek enzim indüklenebiliyor.), B6
vitamini kullanılabilir ya da homosisteini metiyonine çevirmek için folik asit ve B12 verilebilir. Lens
dislokasyonu, tromboza yatkınlık, osteoporoz, zekâ geriliği. Tedavide metiyonin içermeyen ancak
sistein içeren bir diyet.

Sistatyoninüri: Sistatyonaz eksikliği. Tedavide B6 vitamini verilir.


Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

Treonin
Valin ve izolösin: yıkım yolu tek sayıda karbon içeren yağ asitlerine benzer. Yani süksinil koA’ya
dönüşürler.

Valin saf glukojeniktir, sadece süksinil koA’ya dönüşür. İzolösin ise hem glukojenik hem ketojeniktir
hem süksinil koA hem de asetil koA açığa çıkar.
Önce transaminasyon ardından ortak enzimin kataliziyle oksidatif dekarboksilasyona uğrarlar.

Yandaki şekilde dallı zincirli 3 aminoasit


görüyoruz. Üçü de önce kendi enzimleriyle
transaminasyona girerler, -ketoasitler
oluşur. Daha sonra -keto asit
dehidrogenaz enzimi üçünün ortak
reaksiyonunu katalizler, oksidik
dekarboksilasyona uğratır.

Valinden önce izobütiril koA, sonra


propiyonil koA oluşur. Propiyonil koA,
biotinle metilmalonil koA’yı; metilmalonil
koA, B12 ile süksinil koA’yı oluşturur.

İzolösinden arada asetil koA, sonuçta yine


süksinil koA çıkar.

Lösin saf ketojeniktir. Dolayısıyla yıkım


yolunda izovaleril koA açığa çıkar. İzovaleril koA’dan HMG koA oluşur. HMG koA’dan da asetoasetat
oluşur -asetoasetat bir keton cismidir- ve asetil koA açığa çıkar.

Akçaağaç Şurubu İdrar Hastalığı (Maple şurup idrar hastalığı, dallı zincirli ketonüri): -ketoasit
dekarboksilaz (dehidrogenaz) enzimi eksikliği sonucu bu dallı zincirli aminoasitlerin metabolizması
yarım kalır. Kan, idrar ve BOS’ta bu amino asitler ve ketoasitleri birikir.

İdrarda yanmış şeker benzeri koku vardır.

Beslenme güçlüğü, kusma ve metabolik asidoz olur. İleri derecede zekâ ve gelişme
geriliği ile ölüm olabilir.

Erken tanı ve tedavi (diyet) gereklidir.


Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

Asetil koA Açığa Çıkartanlar:

Lösin: izovaleril koA ---- HMG koA ---- asetil koA. Saf ketojeniktir.

İzolösin: hem asetil koA hem süksinil koA

Fenilalanin ve tirozin: hem asetil koA hem fumarat

Triptofan: hem asetil koA hem piruvat

Lizin: krotonil koA üzerinden asetil koA ve CO2’e dönüşür. Ketojeniktir.

İzovalerik asidemi: İzovaleril koA dehidrogenaz eksikliği sonucu izovaleril koA birikimi ile ortaya çıkar.

Vücut sıvılarında terli ayak (peynir) kokusu vardır, asidoz ve komayla seyreder.

Doğum sonrası beslenme güçlüğü ve kusma ile kendini gösterir.

Olguların yarısında klinik hafif seyreder.

Tedavide diyet önerilir.

Konu buraya kadardı, şimdi derste sorulan soruları ekleyeceğim. Açıklamalar italik şekilde. Ders
‘’Aminoasitlerden Azot Ayrılması ve Üre Döngüsü’’ dersi ile işlendiğinden o konuyu da içeren sorular
olabilir.

1) Transaminaz enzimleri bir aminoasidin hem yıkım hem de sentez reaksiyonlarında kullanılırlar.
(Doğru)

2) Alanin aminotransferazın katalizlediği reaksiyon sonucunda okzaloasetat ve glutamat açığa


çıkar. (Yanlış. Piruvat ve glutamat açığa çıkar.)

3) Aminotransferazlar için aşağıdakilerden hangisi doğrudur?


A) Mitokondri yerleşimli enzimlerdir. (Hayır. Mitokondri, sitoplazma veya her ikisinde de yerleşmiş
olabilirler. Mitokondriye özgü enzimler değiller.)
B) Kullandıkları çift substrattan birisi glutamindir. (Hayır, glutamattır.)
C) Katalizledikleri reaksiyon geri dönüşümsüzdür. (Hayır, çift yönlü reaksiyonlardır.)
D) Reaksiyon sırasında koenzim olarak pridoksal fosfat gerekir.
E) Esansiyel aminoasitlerin transaminasyonunu katalizleyemezler. (Sadece 4 aminoasidin
transaminasyonunu katalizleyemezler, bunları esansiyel olarak gruplayamayız.)

4) Üre döngüsünde azot kaynakları serbest amonyak ve aspartattır. (Doğru)


Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar

5) Glutamin, prolin ve histidin; piruvata dönüşen aminoasitlerdendir. (Yanlış, -ketoglutarata


dönüşen aminoasitlerdir.)

6) Okzalat, histidin metabolizmasının ürünlerinden birisidir. (Yanlış, glisinin metabolizmasının


ürünüdür.)

7) Pridoksal fosfat eksikliğinde triptofan yıkımı ksantürenik asit ile sonuçlanır ve NAD sentezi
gerçekleşmez. (Doğru)

8) Fenilalanin ve tirozin, ortak yıkım yolu üzerinden piruvat ve asetil koA’ya dönüşürler. (Yanlış,
fumarat ve asetil koA’ya dönüşürler.)

9) Dallı zincirli bir aminoasit olan lösinin yıkımı sonucunda süksinil koA açığa çıkar. (Yanlış; lösin
ketojeniktir, metabolizması asetil koA ile sonuçlanır.)

10) Aşağıdakilerden hangisi doğrudur?


A) Tüm esansiyel aminoasitler glukojeniktir. (Hayır.)
B) Diyetle yeterli tirozin alınıyorsa fenilalanin esansiyel değildir. (Fenilalanin alınması gerekiyor ki
tirozin yapabilelim. Tirozin almamıza rağmen fenilalanin eksikse yine olmaz.)
C) İzolösin yalnız ketojeniktir. (Hayır, hem glukojenik hem ketojeniktir.)
D) Metiyonin içermeyen bir diyetle beslenenlerde sistein esansiyeldir. (Metiyonin yoksa sistein
sentezleyemeyiz.)
E) Glutamin, SAS’a okzaloasetata dönüşerek girer. (Hayır, -ketoglutarat üzerinden girer.)

Buse Bayrakçı
Kan ve İdrarda Protein Ölçümü ve İdrarda Aminoasit Metaboliti Arama Prof. Dr. Serenay Elgün Ülkar

İDRARDA PROTEİN ve AMİNO ASİT METABOLİTİ ARANMASI ve SERUMDA


TOTAL PROTEİN ÖLÇÜMÜ

İDRARDA PROTEİN ÖLÇÜMÜ


• Sağlıklı bir insan idrarında günlük en fazla 150 mg’a kadar protein bulunması normal kabul edilir. Bu 150
mg’a kadar olan proteinin büyük bir kısmını Henle Kulbu’nun distal kısmından salgılanan Tom- Horsfall
proteinleri oluşturmaktadır. (Tom- Horsfall proteinlerinin antimikrobiyal özelliği bulunmaktadır). Bunun
dışında 150 mg’a kadar olan proteinin 30 mg’a kadar olanını albumin oluşturabilir.
• Normal şartlarda albüminin glomerüllerden filtre edilmesini ve ultrafitrata geçmesini beklemiyoruz. Çünkü
albumin negatif yüklü bir molekül. Glomerül bazal membranındaki glukoproteinler de negatif yüklü olduğu
için bu iki negatif yük elektrostatik olarak birbirini iter. Böylelikle albumin, ultrafitrata geçmez. Ancak çeşitli
patolojiler sonucu idrarda protein görülebilmektedir. Bu duruma proteinüri diyoruz.

• Protein, normal idrarda rutin arama yöntemleriyle belirlenemez ve pratik olarak idrarda protein olmadığı kabul
edilir. Aslında sağlıklı insanların idrarında çok az miktarda protein atılmaktadır (100-250 mg/24 saat).
• Proteinlerin çoğunun glomerüllerden süzülemeyecek kadar büyük olması, süzülen proteinlerin de böbrek
tübüllerinden geri emilmesi nedeniyle sağlıklı kişinin idrarında belirgin miktarda protein bulunmaz.
• Böbreğin filtrasyon yükündeki artışlar, tübüllerin geri emilim kapasitesindeki azalmalar veya postglomerüler
kaçak ve sekresyon sonucunda idrarda belirgin miktarda protein görülebilir. Bu duruma “proteinüri” denir.
Patolojik durumlarda en fazla idrarla atılan protein albumindir.
• İdrarda protein ölçümü için kullanılan yöntemler, asetik asitle kaynatma, triklorasetik asitle çöktürme, Tanret ve
günümüzde rutin laboratuarda kullanılan türbidimetri ve nefelometridir.

PROTEİNÜRİ TİPLERİ
Fonksiyonel proteinüri: Böbrek veya başka bir organ Organik proteinüriler
hastalığı ile ilişkilendirilemeyen proteinüridir. Prerenal: Esas hastalığın böbrekle ilişkisi yoktur,
Glomerüler kan akımı değişikliklerinde ortaya çıkar, böbrekler sekonder olarak katılırlar.
geçicidir ve miktarı 1 g/L’nin altındadır. • Kalp hastalıkları
• Ağır egzersiz • Karında sıvı birikmesi
• Gebeliğin son haftaları • Ateşli hastalıklar
• Ateş
• Uzun süre ayakta kalma (postürel)
• Uzun süre soğukta kalma Renal: Glomerüler ve tübüler hasara neden olan tüm
böbrek hastalıklarında proteinüri gözlenir.
• Akut ve kronik nefritler
• Nefrotik sendrom
Postrenal: Renal pelvis, üreterler, mesane, prostat ve
üretradaki enfeksiyon veya malignitelerden kaynaklanır.

TANRET DENEYİ
Deneyin Prensibi:

Deney prensibi, ısının, proteinleri denatüre ederek çöktürmesi ve Tanret reaktifinin (asit ve ağır metal içerir)
proteinlerin denatürasyonunu artırmasına dayanır.
Deney tüpündeki idrar üstten ısıtılır, bu sırada ısıtılan kısımda bir bulanıklık oluşup oluşmadığına bakılır. Isıtılan
bölgede bulanıklık gözlenmezse idrarda protein (−)’tir, ısıtılan bölgede bulanıklık oluşur ve Tanret reaktifi damlatınca
bulanıklık artarsa idrarda protein (+)’tir. Isıtılan bölgede bulanıklık oluşması, proteinlerin ısı etkisiyle denatüre
olmasından veya fosfat ve karbonatların suda çözünmeyen şekillere (Ca3(PO4)2 ve CaCO3) dönüşmesinden ileri
gelebilir. İçinde ağır metal ve asit bulunan Tanret reaktifi damlatınca proteinlerin denatürasyonu ve dolayısıyla
bulanıklık artar, suda çözünmeyen fosfat ve karbonatlar ise yeniden suda çözünen şekillere dönüşürler. Bu nedenle
ısıtma sonucunda fosfat ve karbonatlardan ileri gelen bulanıklık, Tanret reaktifi ile kaybolur.
Kan ve İdrarda Protein Ölçümü ve İdrarda Aminoasit Metaboliti Arama Prof. Dr. Serenay Elgün Ülkar

Deneyin Yapılışı:

1) Deney tüpünün 2/3’üne kadar idrar konur. Denatürasyon için tüpün üst kısmındaki idrar kısa bir süre ısıtılır.
2) Deney tüpüne 3-4 damla Tanret reaktifi eklenir.
3) Bulanıklık varsa idrarda protein vardır ve bulanıklığın şiddetine göre sonuçlar kalitatif olarak değerlendirilir
(eser, +, ++, +++, ++++)

Tanret Reaktifi: 36 g KI ve 13,55 g HgCl2 bir miktar distile suda çözüldükten sonra volüm 1000 mL’ye
tamamlanır. Daha sonra 200 mL glasiyal asetik asit ile karıştırılarak kullanılır.

SERUMDA PROTEİN ÖLÇÜMÜ

• Sağlıklı bir erişkin insanda kan serum düzeyi total kan protein düzeyi 6-8 g/dL’dir. Bunun 3,5–5
g/dL’sini albumin, kalanını 1, 2, β ve  globülinler oluşturur. (Albuminin kendisi karaciğerden sekrete
edilen proteinlerin yaklaşık %50’sini oluşturmaktadır. Bu sebeple karaciğer fonksiyon testi olarak
kullanılabilmektedir. Albumin saf yapıda bir protein olup; yağ asitlerinin, billurubinin, çeşitli ilaçların
anyonlarının ve katyonlarının taşınmasında görevlidir. Globülinler α, β ve γ (alfa, beta ve gama) olarak
sınıflandırılır. Globülinler, çeşitli enzimatik reaksiyonlarda pıhtılaşmadan sorumludurlar.)
• Serum total protein ölçümü için kullanılan yöntem Biuret yöntemidir. Lipemi veya hemoliz ile steroid,
insulin ve tiroid preparatları interferans verebilir.
• Referans değer 6.4-8.3 g/dL’ dir.

Plazmada total protein düzeyinin alçak ya da yüksek olmasının bazı sebepleri vardır. Plazmada total protein
düzeyinin düşük olmasının en önemli sebebi “hipalbuminemi”dir. Hipoalbuminemi’nin sebepleri arasında albumin
sentezinin düşük olması vardır. Albumin sentezinin düşük olmasına sebep olabilecek durumlara malnütrisyon,
malabsorbsiyon veya kronik karaciğer hastalığına bağlı albümin sentezi azalmasını örnek verebiliriz. Bunun
dışında dilüsyona bağlı albumin azalabilir. Örneğin; servista yatan hastalar fazla hidrate edilirse, ölçülen total
kan protein düzeyi normalden daha düşük çıkacaktır. Bunların dışında albumin kayba veya yıkıma bağlı olarak
düşük ölçülebilir. Bu duruma örnek olarak Nefrotik Sendromu, kanamaları, protein kaybettiren enteropatileri
veya yanıkları verebiliriz.
Plazmada total protein düzeyinin yüksek olmasının sebeplerine ise kronik inflamatuvar hastalıkları, kan alma
işleminin uzun sürmesi veya travmatik olması durumunda damar dışına protein bakımından fakir sıvının kaçması
durumunda yüksek miktarda kan proteini saptanabilir. Bunun dışında dehidrasyona bağlı aşırı kusma veya
ishalde kan protein düzeyi normalden biraz daha yüksek çıkabilir.

Total serum protein artışının nedenleri Total serum protein azalmasının nedenleri
• Sıvı kaybına bağlı dehidrasyon ve • Açlık
hemokonsantrasyon (kusma, diyare) • Malabsorpsiyon
• Kronik inflamatuar hastalıklar • Karaciğer hastalıkları
• Multiple myelom gibi gammopatiler • Nefrotik sendrom
• Ağır yanıklar
• Şiddetli kanama
• Protein kaybettiren enteropatiler
• Hemodilüsyon (sıvı verilen koldan kan alınması)
Kan ve İdrarda Protein Ölçümü ve İdrarda Aminoasit Metaboliti Arama Prof. Dr. Serenay Elgün Ülkar

Deneyin Prensibi:

Biuret reaksiyonu:
Alkali ortamda protein molekülündeki peptid bağlarının Cu++ iyonlarıyla mor renkli kompleks oluşturmasına
dayanır.

Biuret Reaktifi: 6 g potasyum sodyum tartarat (KNaC4H4O6), 1,5 g kristalize bakır sülfat (CuSO4), 300 mL
%10’luk NaOH içinde çözülür, hacim distile suyla 1 litreye tamamlanır.

Deneyin Yapılışı:

KÖR NUMUNE
Serum fizyolojik 1 mL 0.95 mL
Serum - 0.05 mL
Biuret reaktifi 4 mL 4 mL

Kör tüpünde Biuret Reaktifinin kendi rengi olan açık mavi renk görülürken, numune tüpünde protein
bulunduğu için mor renk gözlenir.

Tüpler karıştırılarak 10 dakika sonra köre karşı 550 nm’de ölçülür.

Hesaplama:

Numunenin optik dansitesi x Faktör = Protein Konsantrasyonu (gr/dL)

Numune OD = 0,37
Faktör = Std Konsantrasyon / Std OD = 20

Protein Konsantrasyonu = 0,37 x 20 = 7.4 g/dL

İDRARDA AMİNO ASİT METABOLİTİ ARANMASI


Amino asit metabolizma bozuklukları içinde, fenilketonüri (FKÜ, hiperfenilalaninemiler), tirozinemi,
alkaptonuri, homosistinüri, histidinemi, Akçaağaç şurubu idrar hastalığı ve üre döngüsü enzim eksiklikleri
önemli yer tutar.

FKÜ hastalığında, normalde fenilalanin aminoasitinden, tirozin oluşumunu katalizleyen


fenilalanin hidroksilaz basamağında bir bozukluk, aktivitede bir azalma olması sonucu kanda fenilalanin
düzeyinde artış görülür. Kanda artmış olan fenilalanin, aminotransferazları aktive ederek fenilpirüvata
dönüşüyor. Fenilpirüvattan ise fenilasetat, fenillaktat ve fenil asetil glutamin maddelerini oluşturuyor. Bu
hastalıkta idrarda artmış fenilalanin ve fenilpirüvat miktarı tespit edilir.

Yenidoğanda FKÜ taraması için Guthrie testi kullanılır. Topuk testi de denir, bebeğin topuğunun
delinmesi ve 1 damla kanın özel filtre kağıdına emdirilmesi gerekir. Kanda yüksek fenilalanin varlığına
dayanır. Kültür ortamında üremesi beta-2-tienilalaninle engellenen Bacillus subtilis’in hasta kanı (yüksek
fenilalanin) eklenmesiyle hızla üremesinin gözlenmesine dayanır. Guthrie testi, bebek proteinle (anne sütü)
beslendikten sonra (doğumdan en az 48 saat sonra, en uygun olarak 5.günde) yapılır.
Kan ve İdrarda Protein Ölçümü ve İdrarda Aminoasit Metaboliti Arama Prof. Dr. Serenay Elgün Ülkar

Hasta izleminde demir-3-klorür testi kullanılabilir. İdrarda fenilpiruvat birikimi saptanır. Pozitif
sonuç vermesi için doğum ve beslenmenin ardından 10-14 gün geçmiş olması gerekir. Bu testin sensitifliği
yüksek spesifiklği düşük olduğu için FKÜ tanısı için kullanılmaz, diyet tedavisinin etkinliğini izlemek için
kullanılmaktadır. Bu amaçla ticari olarak kullanıma sunulmuş idrar stickleri bulunmaktadır. FKÜ
hastalarında fenilalaninin yanı sıra biriken metabolitler, kanda ve idrarda fenilpiruvat, idrarda fenilasetat,
fenillaktat ve fenilasetilglutamindir.

DEMİR-3-KLORÜR (FeCl3) TESTİ


Deneyin prensibi ferrik (Fe+2) iyonlarıyla fenilpiruvatın mavi-yeşil renk veren bir kompleks
oluşturmasına dayanmaktadır.
Reaktif:
FeCl3 çözeltisinin hazırlanışı: 10 gram FeCl3 . 6H2O distile suda çözüldükten sonra toplam hacim
distile suyla 100 mL’ye tamamlanır.
Deneyin yapılışı:
Taze idrardan 4 mL alınıp üzerine 2-3 damla derişik HCl katılarak ortam asitleştirilir. Bunun üzerine
2-3 damla FeCl3 çözeltisi damlatılır ve her damladan sonra renk değişimi izlenir. Birkaç dakikada kalıcı bir
koyu yeşil-mavi arası renk oluşursa sonuç (+) olarak değerlendirilir.

Notun lab dersi olmasından kaynaklı föye fazla bir ekleme yapamadım. Föyde bahsedilmeyen
ama ders kaydında olan kısımları bu yazı tipiyle aralara ekledim. Herkese iyi çalışmalar.
-Sinem Bahadır
Kas Dokusunda Metabolik Olaylar Prof.Dr.B.İMGE ERGÜDER

KASTA ENERJİ ÜRETİMİ(AÇLIKTA VE TOKLUKTA)


Günlük diyet %50 karbonhidrat %25 protein ve yağdan oluşmaktadır.Buna göre
rezorpsiyon(beslenme) fazında ana enerji substratının glukoz olduğu kabul edilir.

REZORPSİYON(BESLENME) FAZI

-Kanda glukoz konsantrasyonu belirgin bir şekilde yükselirken yağ asidi konsantrasyonu ise düşer.
Alınan glukoz, glikojen ve trigliserid depo şekillerine dönüştürülür. Amino asidler proteinleri
oluştururlar, enerji yönünden ön plana çıkmazlar.
- Besin alımından sonra kanda, glukoz düzeyi ile birlikte bir polipeptit hormon olan insülin seviyesi
de 4-5 kat artar, glukagon hormonu düzeyi ise düşer.
- Rezorpsiyon fazında ana enerji substratı glukoz, esas hormon insülindir.

İnsülin, glukozun değerlendirilmesini sağlarken


trigliseridlerden yağ asidlerinin serbest kalmasını da inhibe
eder.

Glikozun bolca alındığı rezorpsiyon döneminde kasın


glikozu aldığını, fazla glikozun yağ dokusunda yağ asitlerine
ve trigliseritlere dönüştüğünü görüyoruz.Aminoasitler yapı
taşları olarak kullanılmak üzere karaciğer ve kas dokusuna
iletilmiş.

POSTREZORPSİYON(AÇLIK) FAZI

Kanda glukoz konsantrasyonu düşük, yağ asidi konsantrasyonu ise yüksektir. Yağ asidleri enerji
birikimi olan trigliseridden sağlanırlar.

Açlık fazında kanda, bir polipeptit hormon olan glukagon


seviyesi yükselir. Glukagon, adrenalin (epinefrin) ve
kortizol, insüline zıt etkili hormonlardır.Aynı zamanda bu
hormonların açlık döneminde etkili olup kan şekerini
yükseltmeye yönelik hormonlar olduğunu biliyoruz.
Kas Dokusunda Metabolik Olaylar Prof.Dr.B.İMGE ERGÜDER

- Glukagon, yağ asidlerinin trigliseridlerden serbest


kalmalarını sağlar. Ama kas dokusuna bir etkisi yoktur.

-Postrezorpsiyon fazında ana enerji substratı yağ asidleri,


esas hormon da glukagondur.

-Motor aktivite halinde esas hormonlara ek olarak adrenalin


ve noradrenalin gibi katekolamin hormonlar da etkili olurlar.

Katekolaminler, glukagon gibi etki göstererek yağ


asidleri ve glukozun trigliserid ve glikojen depolarından
serbestleşmelerini sağlarlar.

Yandaki şekilde epinefrinin glikojen depolarından


glikoz çıkışını nasıl sağladığını, yağ dokusundan yağ
asidi ve gliserolün serbestleştiğini , karaciğere geçen
glikozun glikojene çevrilip sonrasında tekrar kana
glikozun verildiğini görüyoruz.Bu olaylar kan şekerini
yükseltmek içindir.

Glukokortikoidler de yağ dokuda lipolizi ve kas


proteinlerinden amino asitlerin serbestleşmesini
uyarırlar.Bazı kortizol tedavilerinde kasların
erimesinden ve kan şekeri yükselmesinden söz
edebiliriz. (klinik)

Büyüme hormonu (GH), yağ dokuda lipolize neden


olur;karaciğerde glikoneojenez ve glikojen sentezini
uyarır.Kasta glikoz alımını azaltır,protein sentezini
uyarır.Çocukluk çağında yüksektir.
Kas Dokusunda Metabolik Olaylar Prof.Dr.B.İMGE ERGÜDER

-Kasların bu kadar çok enerji ihtiyacı


göstermesi büyük kütleleri
En yüksek enerji gereksinimi olan organlar yüzündendir.Zayıflama diyetlerinde enerji
sırasıyla; tüketimi sağlanması için mutlaka egzersiz ve
kas hareketlerini diyete eklememiz gerekir.
1-Kas(dinlenme fazında bile) - Karaciğer, kas, kalp ve böbrek dokuları enerji
2-Karaciger ve santral sinir sistemi gereksinimlerinin %60’ını yağ asitlerinden
3-Kalp dokusu karşılarlar.
4-Böbrek -Santral sinir sistemi açlık fazında dahi enerji
gereksiniminin %80’ni gibi yüksek miktarını
glukozdan karşılar.
-Açlıkta glukoz, kısa vadede karaciğer glikojeninin yıkılımından ve akabinde özellikle kasta enerji
deposu proteinlerin proteolizi sonucu oluşan amino asidlerden karaciğerde yeni glukoz yapımı
(glukoneojenez) ile sağlanır. Ayrıca laktat ve keton cisimleri de enerji kaynağı olarak kullanılabilirler.
Genel tanımları ve açlık-tokluk durumlarını öğrendiğimize göre kas dokusuna geçebiliriz.

Kas Hücresi Metabolizması


1)REZORPSİYON FAZI:
☆ Glukozdan glikojen sentezi yapılır. İnsülin, beslenme durumunda, istirahat halindeki kasta
glukozun hücre içine girişini ve glikojen sentezini uyarır.
☆Rezorpsiyon fazında kasların enerji gereksinimi genelde glukozun oksidasyonuyla kısmen de yağ
asidlerinin oksidasyonuyla karşılanır. Glikojen, birden bire olabilecek kuvvetli bir iş potansiyeli için
rezerv substrattır.
2)POSTREZORPSİYON FAZI:
☆Proteinlerin bir kısmı amino asidlere hidroliz olur.
☆Postrezorpsiyon dinlenme durumunda kasların enerji gereksinimi, daha çok yağ dokudan gelen yağ
asidlerinden ve kısmen de karaciğerden gelen keton cisimlerinden karşılanır. Glikojen, birden bire
olabilecek kuvvetli bir iş potansiyeli için rezerv substrattır.
☆Postrezorpsiyon motor aktivite durumunda kasların enerji gereksinimi, kısa süre için kan
glukozunun laktata veya karbondioksit ve suya yıkılmasıyla karşılanır. Kan glukozu, kısa süreli motor
aktivite için önemli enerji substratıdır. Birden bire kuvvetli bir yüklenme halinde, rezerv substrat
glikojen de enerji karşılanmasına katkıda bulunur. Uzun süreli motor aktivitelerde kasların enerji
gereksinimlerini karşılayan yağ asitleridir.

Yanda kasların glikojeni O2’li solunumla karbondioksit ve suya


parçalayarak anaerobik solunumdan daha verimli bir şekilde
kullandığını görüyoruz.Anaerobik solunumda ise laktat oluşumu
görülmekte.
Kas Dokusunda Metabolik Olaylar Prof.Dr.B.İMGE ERGÜDER

❖Hafif aktivitede yağ asidi, keton


cisimcikleri ve kan glikozu kullanılarak
ATP elde edilir ve bu ATPde kasın
tekrardan çalışması için ve enerji eldesi
için kullanılır.
❖Ağır aktivitede kas glikojeni kullanılıp
laktata dönüştürülür.Enerji verimi
yüksek bir dönüşüm değildir.
❖Ağır aktivitede fosfokreatinin
kreatine dönüşümünde de ATP elde
edilir fakat ürün olan kreatin böbrekler
için yüktür.Hafif-ağır egzersiz için ayırıcı
ölçüt nabzın hızlandığı fakat egzersiz
yaparken konuşulabilen aktivite hafif;
konuşamayacak kadar yoğun nefes
alımı olan aktivite ağır egzersiz olarak
tanımlanır.(2024)

Rezorpsiyon(tokluk) Fazında Organlar Arası Dönüşümlü İlişkiler

Şilomikronlar üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak bağırsak mukozası ile akseptör(götürdüğü
doku) organlar olarak yağ doku ve karaciğer arasında bağlantı bulunur. (Şilomikron:lipoproteinlerden
yağ içeriği en fazla olan,bağırsakta üretilen ,lipitleri taşıyan proteinlerimiz)

VLDL (preβLP) üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak karaciğer ile akseptör olarak yağ doku ve
kaslar arasında bağlantı bulunur.

Laktat üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak eritrosit, böbrek medüllası ve bazen kas ile
akseptör olarak kalp kası, karaciğer ve böbrek korteksi arasında bağlantı bulunur
Kas Dokusunda Metabolik Olaylar Prof.Dr.B.İMGE ERGÜDER

Önceki sayfadaki son resmi açıklıyoruz şimdi;


-Beslenme durumunda bağırsaklardan emilen glikoz kan şekerini yükseltir.(insülin ↑, glukagon ↓).
Emilen glikozlar karaciğer,beyin ,kas ve eritrositlere alınıyorlar.Fazlası ise Adipoz dokuda trigliserit
deposu olarak saklanıyor.
-Peki beslenme sırasında emilen yağlarımız ne oluyor? Şilomikron olarak alınıyor ve VLDL sentezi gibi
olaylarda kullanılıyorlar.
-Emilen amino asitlerimiz ise çeşitli dokular tarafından alınıp yeniden protein haline getirilebilir ya da
önemli kan proteinleri üretiminde kullanılabilirler, TCA’ya girip enerji üretiminde de kullanılabilirler.

Beslenmeyle aldığımız TGlerin şilomikronların yapısına


katıldığını ,karaciğerde VLDL sentezlediğini
görüyoruz.Lipoprotein lipaz enzimi sayesinde dokulara
yağ asitleri sağlarlar.

Postrezorpsiyon(açlık) Fazında Organlar Arası Dönüşümlü İlişkiler


-Kan glikoz düzeyi düşüktür.(insülin↓, glukagon↑)
-Karaciğerde glikojene glikoza döndürülererek kana glikoz verilir. Bu elde edilen glikoz eritrosit beyin
tarafından kullanılır.Eritrositler glikozu kullanarak laktat üretirler , laktat ise karaciğere giderek
glukoneogeneze katkıda bulunurlar.
- Kastaki proteinler parçalanıp aminoasitlere dönüşür ve glukoneogeneze gönderilir.Bu esnada amino
gruplarını uzaklaştırmak için üre sentezi artar
-Kas dokuda proteinlerden glukoneogeneze katılım olur.
-Karaciğer yağ asitlerini Asetil CoAya dönüştürüp sonrasında kas dokusunda kullanılmak üzere keton
cisimciklerini üretir.
-Yağ dokudan trigliseritler serbestleşerek gliserol ve yağ asidi şeklinde kana verilir.Gliserol karaciğere
giderek glukoneogeneze katılır,yağ asitleri de kasta enerji sağlarlar.
Kas Dokusunda Metabolik Olaylar Prof.Dr.B.İMGE ERGÜDER

NOT: Kısa süreli açlıkta (gün içerisinde yemek yemediğimiz dönemlerde)beyin ve eritrositler glikozu kullanırken
kas; yağ asidi ve ketonu kullanır.
Glukoz üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak karaciğer ve böbrek korteksi ile akseptör olarak
santral sinir sistemi, eritrosit ve böbrek medüllası arasında bağlantı bulunur.
Laktat üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak eritrosit, böbrek medüllası ve çalışır durumdaki
kaslar ile akseptör olarak karaciğer,böbrek korteksi ve kalp kası arasında bağlantı bulunur Laktattan
glukoz glukozdan laktat oluşması şeklinde süren Cori döngüsü ön plandadır.

Yağ asidleri üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak yağ doku ile akseptör olarak karaciğer, kas,
kalp kası ve böbrek korteksi arasında bağlantı bulunur.

Açlık döneminde yağ dokusunda trigliseritler parçalanarak gliserol


ve yağ asitleri oluşturur.Gliserol karaciğere gidip glukoneogeneze
katkı yapıp glikozun kana verilmesini sağlar.Yağ asitleri kas dokusuna
giderek Asetil CoA ‘ya sonra da CO2 VE H2O’ya kadar parçalanarak
enerji sağlar. Aynı zamanda yağ asitleri karaciğere giderek keton
cisimleri sentezleyebilirler,keton cisimleri de yine açlık döneminde
kas için iyi bir yakıt molekülüdür.

Keton cisimleri üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak karaciğer ile akseptör olarak santral sinir
sistemi, kas, kalp kası ve böbrek korteksi arasında bağlantı vardır. Çok uzun süreli açlıkta santral sinir
sistemi enerji gereksiniminin %60’ını keton cisimleri karşılar.
Amino asitler üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak iskelet kası ile akseptör olarak karaciğer
ve böbrek korteksi arasında bağlantı vardır.
Gliserol üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak yağ doku ile akseptör olarak öncelikle karaciğer
ve ayrıca böbrek korteksi arasında bağlantı bulunur.
UZAMIŞ AÇLIK DURUMLARINDA ORGANLAR ARASI DÖNÜŞÜMLÜ İLİŞKİLER
Kas Dokusunda Metabolik Olaylar Prof.Dr.B.İMGE ERGÜDER

Bir önceki sayfanın son resmine bakıyoruz;

☆ Uzamış açlık durumlarında glikojen depoları tükenmiştir. Kanda glikoz düzeyi çok düşüktür.
(İnsülin↓,glukagon↑)

☆Yağ dokusu trigliseritleri gliserol ve yağ asitlerine çevirerek glukoneogoneze katkı sağlamaya
çalışır..Az miktarda da olsa üretilen glikozun kullanımı eritrositlerin hizmetine sunulur.Çünkü
eritrositler glikozdan başka bir yakıtı kullanamazlar.

☆Beyin ne yapıyor peki?Keton cisimlerini kullanıyor. Keton cisimleri nereden gelmişti yağ
asitlerinden karaciğerde üretilmişti. Dikkat edelim artık keton cisimleri kasa değil beyne
yönlendiriliyor.

☆Bu dönemde artık kas proteinlerinin yıkımı durur ve üre sentezinin de durma noktasına geldiği
söylenebilir.Kas ise enerji için yağ asitlerini kullanmakta.

UZAMIŞ AÇLIK DURUMUNDA


Karaciğerde glikojen depoları tükenir.
Keton cisimleri oluşumu↑
Kaslar keton cisimlerini kullanmaz BEYİN KULLANIR.
Kaslarda protein yıkımı↓
Karaciğerde glukoneogenez↓
Karaciğerde üre oluşumu↓

Notu yazarken ders kaydından ve 2024 notundan faydalandım.Hoca dersi çoğunlukla slaytı okuyarak ve
resimler üzerinden açıklayarak anlattı.Eksik bir şey kalmadığını umuyorum.Yanlış yazdığım bir yer olursa bana
ulaşabilirsiniz ,beraber düzeltiriz.

Gelelim selam kısmına 6 aylık üniversite yolculuğumda her daim yanımda olan şimdiyse burnumda tüten
Fatma’ya, konuşurken bana farklı pencereler açan Hatice Büşra’ya , yüz yüze tanışmayı çok istediğim Nurcihan
ve Emirhan’a , canlarım Kübra ,Beyza ve Aybeniz’e , bu notu okuyacak 2025 ve 2026 mezunlarına ve son olarak
Leyla ile Mecnun seven herkese kucak dolusu selam ve sevgiler.

ZEYNEP EROĞLU

https://youtu.be/LtMnaqlTY_0
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜ DER
ELEKTRON TAŞIMA ZİNCİRİ ve OKSİDATİF FOSFORİLASYON

Bizim ana beslenme moleküllerimiz protein , karbonhidrat ,lipid yağlar slayta bakacak
olursak her birinin yakıt molekülü olduğunu biliyoruz .Asetil Co-A sitrik asit siklusu
kavşaklarına gelerek sonuçta elektron üretimine katılıyor. Bu mitokondri üzerinde bulunan
ETZ ye katılarak ADP lerin ATP ye dönüşümüni ve oksijenin suya indirgenmesini sağlıyor.
(Biz şimdi ETZ nasıl işliyor? Bütün bu metabolizmadan gelen elektronlar nasıl ATP ye
dönüyor ? Bunu işleyeceğiz .)

Aerobik organizmalarda karbonhidratların, yağların ve aminoasitlerin yıkılmaları sırasında


NAD+ (Nikotinamid adenin dinükleotid) ve FAD’ın (Flavin adenin dinükleotid) üzerine
elektron alarak indirgenmesiyle oluşan NADH ve FADH2 gibi indirgenmiş kofaktörler
mitokondri iç zarında yerleşmiş olan elektron transport zincirine (ETZ) elektronlarını
aktararak ATP sentezlenmesine yol açarlar. Böylece yakıt moleküllerinden gelen enerji ATP
yapısında bağ enerjisine dönüştürülür ve organizmanın ihtiyacı doğrultusunda kullanıma
sunulur.
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER

Oksidasyon (yükseltgenme) biyolojik sistemlerde çoğunlukla dehidrojenesyon


reaksiyonları ile gerçekleşir.
*Oksidasyon reaksiyonlarını katalizleyen enzimler dehidrojenazlardır.
Elektronlar elektron vericisi molekülden elektron alıcısı moleküle dört farklı şekilde
taşınabilir:

1- Elektronların doğrudan transferi; Fe+3’ün Fe+2’ye redüklenmesinde olduğu gibi.

Fe+3 + e- ↔ Fe+2
2- Hidrojen atomu şeklinde transfer; Hidrojen atomu bir proton (H+) ve bir elektron (e-)
içermektedir.

AH2 + B ↔ A + BH2

3- Hidrit iyonu şeklinde transfer (: H-); burada hidrojen iki elektron bulundurur. NAD
bağımlı dehidrojenazlarla meydana gelir

4- Organik bir redükleyicinin oksijenle birleşmesi şeklinde; bir hidrokarbonun alkole


oksidasyonu örnek verilebilir.

R-CH3 + ½ O2 → R-CH2-OH

Solunum zincirinde ilk üç taşınma şeklinin her biri kullanılabilir.

NADH ve NADPH dehidrojenazlar ile işlev gören elektron taşıyıcısı koenzimlerdir. Bunlar iki
nükleotidin fosfat gruplarının birleşmesiyle oluşmuşlardır ve Niasin vitamini bu yapıdaki
nikotinamid kısmının kaynağını oluşturmaktadır.
Okside durumları ise NAD+ ve NADP+ (Nikotinamid adenin dinükleotid fosfat) şeklindedir.
Bu okside
formlar hidrit iyonu (iki elektrona sahip hidrojen) alarak indirgenirler, dolayısıyla
reaksiyonlar şöyledir;
NAD+ + 2 e- + 2 H+(proton) → NADH + H+
NADP+ + 2 e- + 2 H+(proton) → NADPH + H+
NAD+ ve NADP+nın indirgenmesi yapıdaki nikotinamid kısmında bulunan pozitif yüklü azot
içeren benzen halkasının yüksüz azot içeren kinon halkasına dönüşmesine neden olur.
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER

Resimde NAD+ ve NADH yapısını görüyoruz. Nükleotid ve niasin vitamini içerdiğini


bilmemiz yeterli.
Ayrıntı bir bilgi olarak NAD+ ve NADP+ üzerindeki pozitif simge molekülün artı yüklü
olduğunu değil, yapıdaki azotun yükünü temsil eder.

FMN (Flavin mononükleotid) ve FAD (Flavin adenin dinükleotid) riboflavin vitamininden


kaynaklanmış kofaktörlerdir. Bunlar yapılarına bir veya iki hidrojen atomu (proton) ve
elektron alabilmektedirler ve tam indirgendiklerinde FMNH2 ve FADH2 şekline
dönüşmektedirler.

FMN + e- + H+(proton) → FMNH+


FMNH+ + e- + H+(proton) → FMNH2

FAD + e- + H+(proton) → FADH+


FADH+ + e- + H+(proton) → FADH2

ETZ ile enerji elde edebiliyoruz dedik fakat bir de hiç ETZ’ye girmeden enerji verebilen
moleküller var.
Çok yüksek enerjili fosfat bileşikleri ve içerdikleri enerji büyüklükleri şöyle sıralanabilir:
PEP (fosfoenolpiruvat) > karbamoil-P >1,3 BPG > fosfokreatin > asetilfosfat > asetil koA >
SAM > ATP
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER

Düşük enerjili fosfat bileşikleri ise:


ADP> Glu-1-P > fruktoz-6-P > AMP > glukoz 6-P > gliserol-3-P > triaçilgliserol > glutatyon

Bunlar içerisindeki fosfat bileşiklerinin kırılmasıyla bulundukları yerde yani ETZ’ye


girmeden enerji verebiliyorlar.
*ATP eğer ETZ’de değil de bir reaksiyon sırasında yüksek enerjili fosfat bağının kırılmasıyla
ortaya çıkıyorsa buna substrat düzeyinde fosforilasyon diyoruz.

Hücre enerji metabolizmasında ATP oluşumu, esasen bir redoks sürecidir.


Redoks tepkimeleri, eşlenmiş indirgenme (redüksiyon) ve yükseltgenme (oksidasyon)
tepkimeleridir. Yani tepkimede hem indirgenen hem de yükseltgenen taraf vardır. Redoks
tepkimelerinde, elektron kaybeden madde oksitlenmiş (yükseltgenmiş), elektron kazanan
madde ise indirgenmiştir ki reaksiyonun tümü oksidoredüksiyon reaksiyonu olarak
adlandırılır; canlı organizmada gerçekleşen oksidoredüksiyon reaksiyonları da biyolojik
oksidasyon olarak bilinir.
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER
Organik maddelerin oksitlenmesinde elektronla beraber H+ iyonunun da molekülden
ayrıldığı görülür ki bu olay, dehidrojenizasyon olarak adlandırılır. Organik maddelerin
indirgenmesinde ise elektron alınması, proton (H+) alınmasıyla birlikte olur. Yani organik
maddelerin oksidoredüksiyon reaksiyonlarında, bir organik molekül hidrojen donörü
(vericisi) olarak rol alıp yükseltgenirken bir başka molekül ise hidrojen akseptörü (alıcısı)
olarak rol alıp indirgenmektedir

Sıradaki şekil ise NADH ve FADH’lar sayesinde nerede kaç ATP kazandığımızı özetliyor.

Birinci bölümde ATP kazanılmasına substrat düzeyinde


fosforilasyon, ikinci bölümde ATP kazanılmasına da
oksidatif fosforilasyon (elektron transport fosforilasyon,
solunum zinciri fosforilasyon) denir.
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER

Substrat Düzeyinde Fosforilasyon


Substrat düzeyinde fosforilasyon iki aşamadır.
Birinci aşamada dehidretasyonla de novo enerjice zengin ara ürünler oluşur.
İkinci aşamada enerjice zengin ara ürünlerdeki enerji ADP’nin ATP’ye veya GDP’nin GTP’ye
fosforilasyonu için kullanılır. Birkaç molekülden örnek vermek gerekirse:

Sitozolde gliseraldehit-3-fosfat, gliseraldehit-3-fosfat dehidrojenaz vasıtasıyla 1,3-


bisfosfogliserata dönüştürülür. Böylece bu yüksek enerjili ara ürünü oluşturarak birinci
basamağı tamamlamış olduk.
Daha sonra 1,3-bisfosfogliserat fosfogliserat kinaz vasıtasıyla 3-fosfogliserata
dönüştürülür. Yüksek enerji ADP’yi ATP’ye dönüştürmekte kullanılıyor. Sitozelde oluşuyor
mitokondriye,ETZ’ ye girmedi.Böylece substrat düzeyinde fosforilasyon gerçekleşmiş
oluyor.

Mitokondri matriksinde, -ketoglutarat -ketoglutarat dehidrojenaz vasıtasıyla süksinil-


KoA’ya dönüşür. Daha sonra süksinil-KoA, süksinat tiyokinaz ile süksinata dönüşürken GDP
ve Pi’dan GTP oluşmaktadır; GTP de organizmada ATP ile dengededir.
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER

*Dikkat ederseniz dehidrojenaz devredeyken kofaktör NAD.Enerjice zengin fosfoenol


pirüvat, kreatin fosfat, açil-KoA, açil-karnitin gibi bazı enerjice zengin bileşiklerin
potansiyelleri, yeniden ATP yapımına hazır durumdadır; bu bileşikler enerji
metabolizmasında kullanılırlar.

Kreatin fosfat da yine kasta yüksek enerjili bir


molekül. Ü zerindeki fosfat enerjisini ATP
oluşumunda kullanırken sonuç olarak kreatin
oluşuyor.

Substrat düzeyinde fosforilasyonu tamamladık. Elektron taşıma zincirine NADH’lar ve


FADH’lar gelip ATP oluşumunu sağlayacaklar. Şimdi asıl konumuz mitokondriye geçebiliriz.

Mitokondri hücre içi kendine has


dMa DNA’sı olan bir organel.

Dış ve iç zarı, cristaları var.


Dış zarı geçirgen
İç zar çok geçirgen değil ve içinde
elektron taşıma zinciri komplekslerini
barındırıyor.
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER

Mitokondrinin iç zarında;
Kompleks I-II-III-IV
ADP-ATP translokaz (kompleks V de denilebiliyormuş)
ATP sentezinin yapıldığı komponent (ATP sentaz F0F1)
Diğer membran transporterları yerleşmiş olarak bulunur.

Mitokondri matriksinde;
Pirüvat dehidrojenaz kompleksi
TCA enzimleri
Yağ asitlerinin beta oksidasyonunda kullanılan enzimler
Amino asit oksidasyon enzimleri
DNA ve ribozomlar
ATP, ADP, P, Mg, Ca, K
Ve birçok ara metabolit bulunur.

Mitokondriyal iç membranın deterjanlarla dikkatli bir


şekilde işlenmesiyle dört elektron taşıyıcı kompleks elde
edilir ki bunlar, elektron transport zincirinin (solunum
zinciri) fraksiyonlarıdırlar.
Mitokondriyal solunum zincirinin protein
komponentlerini oluşturan dört kompleks, kendilerine
özel bileşime sahip multienzim kompleksleridirler.
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER

Sitokrom c, enzim komplekslerinden biri


değildir ; kompleks III ve kompleks IV arasında
hareketli solubl bir proteindir.

TCA döngüsü ve diğer metabolik


yollardan elde edilen enerjinin
büyük kısmı indirgenmiş
koenzimler olan NADH ve FADH2
halinde saklanır. Mitokondride
Elektron Taşıma Zinciri (ETZ)
NADH ve FADH2’ı okside eder ve
elektonları O2’e aktararak suya
indirger. O2’nin indirgenmesinden
gelen enerji ADP’nin ATP sentaz
(F0F1ATPaz) tarafından ATP’ye
çevrilmesinde kullanılır.

Oksidatif Fosforilasyon

Oksidatif fosforilasyon, moleküler


oksijene elektron transferi yolunda
ATP sentezidir.Oksidatif
fosforilasyon, aerobik organizmaların
anaerobiklere kıyasla solunum
substratlarından daha fazla bir
oranda serbest kullanılabilir bir
enerjiyi yakalamalarına olanak verir.
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER

Kompleks I (NADH dehidrojenaz kompleksi)


- Kompleks I (NADH dehidrojenaz kompleksi), iç mitokondriyal membrana
gömülmüştür; NADH bağlayan yeri matriks tarafındadır ki burası, matrikste
oluşan NADH ile etkileşebilir Kompleks I, elektronların NADH’den ubikinona
(UQ, koenzim Q) transferini katalize eder (enzimimiz NADH dehidrogenaz ve
prostetik grupları FMN ve FeS’ü, elektronlarını ubikinona aktradığını
bilmemiz gerekiyor)
- Ubikinonun tamamen indirgenmiş formu olan UQH2, membranda kompleks I’den
kompleks III’e diffüze olur.
- Elektronların kompleks I yoluyla kompleks III’e akışı, protonların
mitokondriyal matriksten membranlar arası boşluğa hareketiyle eşleşmiştir
ki böylece bir proton gradienti oluşur; bu proton gradienti de mitokondriyal
ATP sentezi için önemlidir.

1.kompleksin içine baktıgımızda NADH sisteme geliyor .NADH elektronları


FMN’ye veriyor.FMN indirgendi.FMN demir sülfürleri indirgiyor .İndirgenmiş
demir sülfürler CoQ indirgeyerek CoQ üzerinde elektronların toplanmış
olması sağlanıyor.
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜ DER

Demir Kükürt Proteinleri


Bu proteinlerdeki demir, sitokromlardaki gibi
hem’in içinde değildir. Bunun yerine inorganik
kükürt atomlarıyla ve/veya proteindeki sistein
bakiyeleriyle bağ yapmış durumdadır.
Yapıdaki bu demir-kükürt merkezlerinde tek bir
demir atomu bulunabileceği gibi iki ya da dört
demir atomu içeren daha kompleks merkezler
de olabilir.
Bu proteinlerin hepsi tek elektron transferi
yapabilirler.

Kompleks I, bir barbitürat olan amytal


(amobarbital), bir insektisit olan rotenone
ve bir antibiyotik olan piericidin A
tarafından, elektronların Fe-S’den ubikinona
aktarılması aşamasında inhibe edilir.

Kompleks II (süksinat dehidrojenaz kompleksi)

Kompleks II (süksinat dehidrojenaz kompleksi), sitrik asit döngüsünde membrana


bağlı enzimdir; elektronların süksinattan ubikinona (UQ, koenzim Q) transferini
katalize eder. FADH2 yapısındaki elektronlar, kompleks II tarafından ubikinona
(koenzim Q) aktarılır.

Kompleks II elektronlarını ubikinona veriyor. Kompleks I de böyle yapmıştı. Daha


sonra ubikinon üstüne aldığı elektronları kompleks III e götürecek. FAD‘lar
kompleks II den sisteme katılırken NADH’lar kompleks I den sisteme katıldılar.
İçerde yine hem ve demir sülfürleri görüyoruz bunlar birbirine elektronları
aktarıyorlar.
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER

Ancak, yağ açil-CoA ve sitozolik


gliserol-3-fosfattan elektronların
ubikinona transferi kompleks II
yoluyla olmaz. Yağ açil-CoA için açil-
CoA dehidrojenaz, elektron-transfer
eden flavoprotein (ETFP) ve ETFP-
UQ oksidoredüktaz görev görür;
gliserol-3-fosfat için gliserol-3-
fosfat dehidrojenaz görev görür.

Notu yazarken ders kaydından ve 2024 notlarından yararlandım. Geçen senenin notundan çok
farkı yoktu dersin. Dersin kalan yarısı bir sonraki notta. İyi çalışmalar
Sabah akşam darladığım canımın içi Zeynepcim Eroğlu’na,Beyza’ya , Aybeniz’e,Merve’ye,Elif
Sude’ye ve notu okuyan herkese selamlar.
FATMA DEMİR
Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2

Kompleks II (süksinat dehidrojenaz kompleksi):

Kompleks II (süksinat dehidrojenaz kompleksi), sitrik asit


döngüsünde membrana bağlı enzimdir; elektronların
süksinattan ubikinona (UQ, koenzim Q) transferini katalize
eder.
(Kompleks I de elektronlarını Ubikinon’a veriyordu.)

Daha sonra Ubikinon üstüne aldığı elektronları Kompleks III’e


götürecek.

FADH2 yapısındaki elektronlar, kompleks II tarafından


Ubikinon’a (koenzim Q) aktarılır.
(NADH ise Kompleks I tarafından sisteme katılıyordu.)

Ancak, yağ açil-CoA ve sitozolik Gliserol-3-fosfattan elektronların


ubikinona transferi kompleks II yoluyla olmaz.

Yağ açil-CoA için Açil-CoA dehidrojenaz, Elektron-transfer eden


flavoprotein (ETFP) ve ETFP-UQ oksidoredüktaz görev görür.

Gliserol-3-fosfat için Gliserol-3-fosfat dehidrojenaz görev görür.

Süksinattan Kompleks II yapısına elektron aktarılması,


Oksaloasetat ve Malonat (yapısal olarak süksinata benzer ve
onunla yarışır) tarafından inhibe edilir; Karboksin ve
Thenoiltrifluoroaseton (TTFA) ise elektronların kompleks II’den
UQ’a (koenzim Q) aktarılmasını inhibe ederler.

Ubikinon (koenzim Q), aldığı elektronları kompleks III’e


taşır; hareketli elektron taşıyıcılarından birisidir.

Zar üzerinde hareket edebilen bir moleküldür.


Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2

Ubikinon (Koenzim Q veya UQ):

✓ Çok uzun bir yan zinciri bulunan yağda çözünen bir


benzokinondur. (Üzerinde kinon halkası vardır.)

✓ Tek elektron alarak semikinon radikali (UQH•) veya iki


elektron alarak tam indirgenmiş Ubikinon hali olan
Ubikinol (UQH2) ‘e dönüşebilir.

✓ Ubikinon hem küçük hem de hidrofobik olduğu için


mitokondri iç membranının lipit çift katmanı arasında
serbestçe diffüze olabilir. Dolayısıyla elektronları
membrandaki diğer daha az hareketli elektron taşıyıcıları
arasında rahatça taşır.

(Yan tarafta Ubikinon’un yapısını ve iki kez indirgendiğini


görebiliyoruz.)

Kompleks III (sitokrom bc1 kompleksi, ubikinon-sitokrom c oksidoredüktaz):

Kompleks III elektronları Ubikinon’dan alıyor ve Sitokrom c’ye


transfer eder ki Kompleks III içinden geçen elektronların yolu,
“Q siklusu” denilen bir döngü oluşturur

Kompleks III, bir proton pompası olarak fonksiyon görür;


kompleksin asimetrik oryantasyonunun bir sonucu olarak,
UQH2’nin UQ’a okside olmasıyla serbestleşen protonlar,
membranlar arası boşluğa salınırlar ve böylece bir proton
gradienti oluşur ki bu proton gradienti, mitokondriyal ATP
sentezi için önemlidir. Kompleks III yapısında bulunan sitokrom
c1, elektronları sitokrom c yapısına aktarmaktadır.

Ubikinon iki kez indirgenmiş UQH2 şeklinde de yapıya geliyor.


Sitokrom Kompleks III’ün yanına geldiğinde protonları hücre zarları
arası boşluğa gönderiyor. Elektronlardan biri Sitokrom b562’ye
geçmiş. Bir diğer elektron ise yeniden Sitokrom b566 dediğimiz
Sitokrom ile tekrardan bir döngü yaptırıp zara çıkıp tekrardan dönüş
yaparak ikinci siklusa geçiyor ve bir elektron Sitokrom c’ye
aktarılıyor. Yani şunu demek istiyoruz Ubikinon’un üzerindeki iki
elektronun ikisi de birden Sitokrom c’ye aktarılmıyor. İlk girişte bir
elektron aktarılıyor diğeri ise döngü yapıp daha sonra aktarılıyor.
Ubikinon tekrar sisteme dönüp bu elektronu alıp dışarı çıkıp tekrar
indirgenmiş olup tekrar Kompleks III’ün içerisine girip yeniden bir
elektron daha Sitokrom c’ye verebilir. Sitokrom c de yine Kompleks
III’e gelmiş yanaşmış durumda dikkat ederseniz.
Sitokrom c de yine bir hareketli elektron taşıyıcısıdır.
Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2

Kompleks III yapısında bulunan Sitokrom c1, elektronları


Sitokrom c yapısına aktarmaktadır. Sitokrom c içerisindeki
elektronların Kompleks III içerisinde aktarılarak Sitokrom
c’ye verilişini görüyoruz

Sitokromlar:
✓ Mitokondri iç zarının demir içeren elektron transfer proteinleridir.
✓ Işık absorbsiyon özellikleriyle birbirinden ayrılan üç Sitokrom tipi
vardır.
✓ Sitokrom a ve b’deki hem grupları sıkıca fakat kovalent olmayan,
c’deki hem grubu ise kovalent bağla bağlıdır.
(Sitokrom c’de Bulunan Hem Grubu’nu yandaki resimde görüyoruz)

(Sitokrom hareketini tanımlamak için üçlü bir yapı olarak gösterilmiş aslında böyle değil.
Komplekslerden çıkan protonları görüyoruz.)
Elektronlar komplekslerden akarken Kompleks I’den giren NADH ve Kompleks II’den giren FADH2
elektronlarını Ubikinon’a veriyor. Sonra elektronlar Kompleks III’e geldi. Kompleks III elektronları
Sitokrom c’ye aktardı. Sitokrom c, Kompleks III’ ten aldığı elektronları Kompleks IV (sitokrom oksidaz)
yapısına taşır. Bu arada protonlar hep membranlar arası boşluğa çıkıyor. Kompleks I’den 4 tane proton
çıkmış Kompleks III’ten de 4 tane ve Kompleks IV’den de 2 proton; elektron geçişi sırasında
membranlar arası boşluğa pompalandığını görüyoruz. Kompleks II’den ise herhangi bir proton
pompalanması bulunmamaktadır.
(Sitokrom c ve Ubikinon’un hareketli olduğunu gördük. Kompleks I-II-III-IV ise hareketli değildir.)

Kompleks III inhibitörleri:


Kompleks III tarafından elektronların Sitokrom c1’den
Sitokrom c’ye aktarılması Antimisin A, Miksotiazol,
Stigmatellin ve Dimerkaprol (BAL) tarafından
engellenmektedir.
Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2

Kompleks IV (sitokrom oksidaz):

Kompleks IV (sitokrom oksidaz), elektronların Sitokrom c’den O2’ne transferini ve böylece O2’in
suya indirgenmesini katalize eder; yapısında Sitokrom a ve Sitokrom a3 bulunur.

Kompleks IV vasıtasıyla Sitokrom c’den O2’e elektronların akışı da matriksten membranlar arası
boşluğa net proton hareketine neden olur. Kompleks IV’den de iki proton çıkışımız var demiştik.
Dolayısıyla Kompleks IV de bir proton pompası olarak fonksiyon görür.

İnhibitörleri:
Kompleks IV, H2S, CO, CN- ve Azid (N3-) tarafından inhibe edilir.

İnhibitörlerin bazılarını bakteriler için antibiyotiklerde


kullanıyoruz. Bir hücrenin elektron taşıma zincirini durdurursanız
oksijenini, solunumunu, enerjisini durdurmuş ve dolayısıyla
öldürmüş olursunuz. Bu maddelerden bazıları biyolojik savaş
malzemesi olarak bile kullanılıyor.

Kompleks I, III ve IV içinden elektronun akışı,


matriksten membranlar arası boşluğa proton akışıyla
eşleşmiştir. Elektronlar, Kompleks I ve II’den geçerek
UQ’a ulaşırlar. UQH2, elektronların ve protonların bir
mobil taşıyıcısı olarak görev görür; Kompleks I ve
II’den aldığı elektronları Kompleks III’e taşır.
Kompleks III de elektronları bir başka bağlayıcı mobil
zincir halkası olan Sitokrom c’ye geçirir. Sitokrom c de
elektronları Kompleks IV’e aktarıyor. Kompleks IV,
indirgenmiş Sitokrom c’den elektronları alıp O2’e
transfer eder. Oksijen üzerine elektron veriliyor ve su
oluşturuluyor.

(Sağ alt kısımda su çıkışını görüyoruz.)


(Kompleks I’den 4 tane proton çıktığını söylemiştik aşağıdaki şekilde hatalı yazılmış.)
Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2

Solunum zincirinde elektron akımı, ATP senteziyle eşleşmiştir; elektronların aktarılması sırasında
elde edilen ve membran boyunca proton gradiyenti şeklinde depolanan enerji, ATP sentezinde
kullanılır.
Bir NADH molekülü 3 ATP oluşumunu sağlar; bir FADH2 molekülü ise 2 ATP oluşumunu sağlar.

ATP Sentaz (F0F1ATPaz):

✓ ATP Sentaz, iç mitokondriyal membranın ATP sentezleyen enzim


kompleksidir; elektron transportu ile ATP oluşumunu eşleyen
Kompleks V olarak da bilinir. ATP Sentaz, Fo (integral protein) ve
F1 (periferal protein) olmak üzere başlıca iki komponent veya faktöre
sahiptir. Şekilde de görüldüğü gibi dönüş yapan bir yapısı var.
✓ Fo iç membrana gömülüdür ve matriksteki F1 ile etkileşir.
✓ Fo subünitinden proton akışı sırasında F1’de meydana gelen rotasyon
hareketi, ADP’ye yüksek enerjili fosfat(Pi) gruplarının transferini
katalizleyerek ATP sentezini sağlar (oksidatif fosforilasyon).

Matrikse yollanan 4 proton başına 1 mol ATP sentezlenir.


Kompleks I’den 4 tane proton çıkmış Kompleks III’ten de 4 tane ve
Kompleks IV’ten de 2 proton akışı oluyordu. Buna göre:

Her 4 H+ bir ATP’ye karşılık


✓ 1 mol NADH-→ 2,5 (3)mol ATP
✓ 1 mol FADH2-→1,5 (2)mol ATP
✓ 1 mol ATP sentezi için 7,3 kcal gerekli
✓ 3 mol ATP sentezi için 18,5 kcal gerekli
✓ 1mol NADH’ın oksidasyonuyla 52 kcal elde ediyoruz.
✓ Geri kalan enerji membranda taşınım gibi hücresel olaylarda
kullanılır.

Yanda ATP oluşumuyla ilgili Kemiozmotik


hipotez tarif edilmiş. Mitokondrinin iç ve
dış zarlarını görüyoruz. İç zarda Elektron
taşıma zinciri ve ATP Sentaz yerleşmiş
durumda. Elektronlar elektron taşıma
zincirinde kompleksler arasında akarken
komplekslerden membranlar arası
boşluğa protonlar pompalanıyor ve
burada birikiyorlar. Daha sonra bu
birikim sonrasında ATP Sentaz’ın içinden
geçerken de ATP Sentaz’ın dönüş
hareketleri bir enerji üretip ATP’nin
sentezlenmesine katkıda bulunuyor. Bu
Kemiozmotik model olarak ATP sentezini
açıklayan bir hipotezimiz.
Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2

Solunum zincirinde elektronların Kompleks I, III ve IV


üzerinden aktarılması sırasında protonların matriksten
membranlar arası boşluğa pompalanması sonucunda iç
membranda bir proton gradienti oluşur.

MİTOKONDRİ

Membranlar arası boşlukta hem pH hem de voltaj gradiyenti oluşur (Elektrokimyasal gradiyent). Bu
gradiyent ATP sentezinin dışında moleküllerin transferi için de kullanılır.

Voltaj Gradiyenti (ADP/ATP antiportu): Matrikste toplanan ATP (-4),


ADP (-3)’ye göre daha negatif olduğundan membranlar arası boşluğa
ve dolayısıyla sitoplazmaya geçer.

Protonlar yüklü partiküller oldukları için proton gradientinin


elektriksel özellikleri bulunmaktadır; matriks negatif membranlar
arası boşluk pozitif yüklü olduğu için voltaj farkı meydana gelir.
Oluşan Elektrokimyasal gradient (pH gradienti ve elektriksel
gradient), protonların matrikse geri dönmeleri için proton hareket
ettirici güç ortaya çıkarır. Bu güç etkisiyle protonlar matrikse geri
dönerler.

Elektrokimyasal gradiyentteki enerji, protonların


matrikse geri dönmeleri sırasında ATP oluşumunda
kullanılır. Oksidatif fosforilasyon olarak bilinen bu olay,
ATP Sentaz (kompleks V) tarafından katalizlenir.

Elektron transport zinciri ve oksidatif fosforilasyon


tepkimeleri, iç mitokondriyal membranda yer
almaktadırlar.
Protonların membranlar arası boşluktan matrikse
dönüşünde ATP Sentaz’ın F alt birimi görev alır; ATP
o
Sentaz’ın F alt birimi ise ADP ve P kullanılarak ATP
1 i
sentezini gerçekleştirmektedir.
Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2

Fo, ATP Sentaz’In Oligomisine ve


Disikloheksilkarbodiimide (DCCD)
duyarlı kısmıdır. ATP Sentaz’a bağlanan
Oligomisin, proton kanallarını
kapatarak protonların matrikse geri
dönmesini engeller ve sonuçta ATP
sentezini inhibe eder.
F1 de Venturisidin (Auroventin) ile
bloke olmaktadır.

Ayırıcılar, protonları geri transport ederek proton gradiyentini bozarlar ve böylece ATP sentezini
inhibe ederler. Bu olay solunumu uyarır ve sistem proton gradiyentini düzeltmek için daha fazla yakıtı
okside eder ve daha fazla proton pompalanır. Bu durumda oksijen kullanımı hızlıdır ve serbestleşen
enerji ısı şeklinde yayılır; vücut ısısı artar. Lipofilik bir proton taşıyıcısı olan 2,4-Dinitrofenol,
membranlar arası boşlukta protonları kabul edip kolaylıkla matrikse geçer ve orada daha az asidik
ortamda protonları salar; böylece eşlenmeyi bozarak ATP sentezini inhibe eder.

Arsenat da fosfat analoğudur ve ayırıcı olarak rol oynar fosfatı tutar fosfat yerine geçer.
Elektron akışı olurken protonların da birikmesi lazım. Bu iki olay birbiriyle eşleniktir. Eşleşmeyi
bozmaktan kastımız bu dolayısıyla bu protonların birikimi engellenmiş olunca elektron akıyor ama
sistemde proton birikimi olamıyor dolayısıyla da iki sistem birbirinden ayrılmış oluyor.

Kahverengi yağ doku mitokondrilerinin iç membranında yer


alan bir integral membran proteini olan Termogenin (UCP,
eşlenmemiş protein) doğal bir ayırıcıdır. Termogenin,
protonların membranlar arası boşluktan matrikse ATP
sentaz kompleksinden geçmeden dönmesi için bir yol
sağlar. Protonların bu kısa turunun sonucu olarak
oksidasyon enerjisi ATP oluşması suretiyle tutulmaz; ısı
olarak dağılır ve bu ısı da vücut sıcaklığını sürdürür.
Eşlenmenin bozulduğu fizyolojik durumlar, bebeklerde kış
uykusundan uyanan hayvanlar, soğuk havaya uyum sağlamış
memeliler ve kahverengi yağ dokunun mitokondrilerinde
görülür.

İyonoforlar, spesifik katyonlarla kompleks oluşturabilen ve bu yolla biyolojik membranlardan


transportunu kolaylaştıran, lipofilik karakterde moleküllerdir. İyonoforlar, eşlenmeyi bozarak ATP
sentezini inhibe ederler. Bir iyonofor olan Valinomisin, mitokondriyal membrandan K+ geçişini
kolaylaştırarak mitokondri iç ve dıştaki membran potansiyelini değiştirir. Gramisidin A ve Nigerisin
gibi bir grup antibiyotik de K+ iyonları için iyonofordurlar, ancak beraberinde H+ iyonlarını da
etkilerler. Hem Valinomisin hem de Nigerisin beraber bulunduğunda hem membran potansiyeli hem
de pH gradienti bozulduğundan ATP sentezi tamamen inhibe olur.
Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2

Atraktilozid, Bangkroik asit ve


Karbonilsiyanid-p-
trifluorometoksifenilhidrazon (FCCP)
ADP’nin mitokondri içine geçişini ATP’nin
mitokondri dışına çıkışını sağlayan taşıyıcıyı
(Adenin nükleotid translokaz) inhibe
ederler ve böylece ATP oluşumunu
önlerler. Bu durumda mitokondri içi ATP
artar ve sentez için gerekli olan ADP azalır.

Oksidatif fosforilasyon için sitozolik NADH’nin mitokondriye alınışı:

Sitoplazmik NADH’ın solunum zincirinde değerlendirilmek üzere mitokondriye alınışı,


Malat-Aspartat mekiği ile veya Gliserol-3-fosfat mekiği ile olur.

✓ Malat-Aspartat mekiği: Karaciğer, böbrek ve kalp mitokondrilerinde fonksiyon görür.

NADH kırmızı olarak işaretlenmiş zarlar arası boşlukta NADH NAD’a dönüşürken Oksaloasetat
Malata dönüşmüş. Malat zarı rahatlıkla geçiyor ve içeri giriyor. Malat içeride tekrar Oksaloasetat’a
dönüşürken NAD’ı NADH’a dönüştürüyor. Yani dışarıdaki reaksiyonun tersi oluyor. Dolayısıyla
dışarıdaki NADH içeriye geçmiş oldu diye düşünebiliriz. Oksaloasetat tekrardan Aspartat’a
dönüşüyor ve Aspartat dışarı çıkıyor Oksaloasetat’a dönüşüyor. Tekrardan böyle bir dengeyle bu
mekik sayesinde NADH’ın geçişini sağlayabiliyoruz.
Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2

✓ Gliserol-3-fosfat mekiği: İskelet kasları ve


beyinde fonksiyon görür; özellikle böceklerin
uçmalarını sağlayan kaslarında aktiftir. Bu
mekik, elektronların NADH’dan Kompleks I
yerine Kompleks III’e aktarılmasını ve
dolayısıyla bir elektron çifti için 2 ATP
oluşmasını sağlar.

Gliserol-3-fosfat, Gliserol-3-fosfat Dehidrogenaz


enzimi ile Dihidroksiaseton-fosfot’a dönüşürken;
Gliserol-3-fosfat Dehidrogenaz enzimi
NADH-NAD dönüşümünü sağlıyor.
Bu sırada da FAD, FADH’a dönüşüyor. Oluşan
FADH Ubikinon üzerine aktarılmış oluyor.
Yukarıdaki NAD, FAD formunda Ubikinon’a
aktarılmış oldu.

Oksidatif Fosforilasyonun Düzenlenmesi:


✓ Oksidatif fosforilasyon, hücrenin enerji
gereksinimi vasıtasıyla düzenlenir.
✓ Mitokondride solunumun hızı yani oksijen
tüketimi, genel olarak, fosforilasyon için bir
substrat olan ADP’nin elde edilebilirliği
tarafından kontrol edilir
✓ Ortamda ADP bulunmadığı zaman elektron
akışı devam etmez; ATP oluşumu ve oksijen
harcanması düşüktür.
✓ Bir iş yapıldığında ATP, ADP’ye çevrilir; bu,
daha fazla solunumun meydana gelmesini
sağlar ve bu da ATP depolarını yeniden
doldurur. Ortamda ADP artışı ile hücre
solunumu da 5-10 kat artar. O yüzden spor
yaparken nefes nefese kalıyoruz.
✓ ATP olarak tutulmayan serbest enerjinin geri kalan kısmı,
ısı şeklinde salıverilir. Bu, bütün olarak solunum sisteminin
denge halinden yeterli ekzergonik halde olmasını
sağlayarak devamlı tek yönlü bir akışa ve sabit bir ATP
eldesine olanak verir; sıcak kanlı hayvanlarda vücut ısısının
sürdürülmesine katkıda bulunur.
Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2

Mitokondriyal Hastalıklar:

✓ Leber’in herediter optik nöropatisi (LHON): Genç erişkin dönemde optik sinir ölümüne bağlı ani
görme kaybı şeklinde ortaya çıkar.
✓ Myoklonik epilepsi ve düzensiz kırmızı fiberler (MERRF) sendromu: Myoklonus, ataksi,
jeneralize güçsüzlük ve myopati şeklinde ortaya çıkar.
✓ MELAS: Mitokondriyal ensefalopati laktik asidozis. Beynin tutulumuyla oluşan ağır bir tablo
olarak görüyoruz.

Mitokondri iç membranındaki transport


sistemleri:

✓ ATP Sentaz
✓ Adenozin Nükleotid Translokaz: ADP’nin mitokondri
içine geçişini ATP’nin mitokondri dışına çıkışını sağlayan
taşıyıcı
✓ Fosfat Translokaz: Fosfatın giriş çıkışını katalizler.

Berkayklc‘a, bebekim Selin’e, kuzum Beyza’ya, Atakan’a, Mustafama , yüzeysele, grup projeye, selam olsunn...

EYÜP KORKUT
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları

Notumuza troid bezinin histolojik yapısını hatırlayarak başlayalım;

Tiroid bezi epitelyal follikül hücreleri ve folikül hücrelerinin tam ortasında glikoprotein
ağırlıklı bir bileşik olan kolloidden oluşan çok sayıda follikül içerir.
Folliküller arasında da kalsitonin hormonu üreten parafolliküler (C) hücreler bulunur.

! ​Tiroid hormonları amino asit türevi, protein değildir​


. Kalsitonin ise peptid yapılıdır.

Amino asit türevi olan hormonlar protein yapıda olmadıkları için suda çözünmezler.
Dolayısıyla mutlaka proteinle bağlanarak taşınmaları gerekir. Kalsitonin peptid yapıda
olduğu için böyle bir sorun oluşturmaz.
TİROİD HORMONU
Biyolojik olarak aktif olan 2 tiroid hormonu vardır. Aslında sentezlenen ve dolaşımda da
bulunabilen 3 tane tiroid hormonu var ama bunlardan sadece 2 tanesi biyolojik aktiviteye
sahip.
Bunlar: -tetraiyodotiroksin (T4; tiroksin) (4 iyot içerdiği için)
- triiyodotironin (T3) (3 iyot içerdiği için)
T3, 10 kat daha aktif.


~ 80 ug/gün kadar T4, 5 ug/gün T3 ​

 
 
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları

Bunlara ek olarak az miktarda reverse T3 hormonu üretilebilir ama biyolojik aktivitesi


yoktur. Bu hormon hastalık durumunda da ortaya çıkabilir.
Az üretilmesine rağmen asıl aktif olan T3 hormonudur. Çünkü reseptörlerin en çok ona
affinitesi vardır. İlginç olan durum da bu az üretiliyor ama aktif olan hormon bu. Bunun
açıklaması da T4 üretilip kana karışdıktan sonra özellikle karaciğerde ve böbrekte periferik
dokularda deiyodinasyona uğrayarak T3’e çevriliyor.(ilerleyen sayfada ayrıntılı göreceğiz.)
. Böylelikle tiroidin periferindeki dokularda T4’ün T3’e dönüştürülmesiyle daha fazla T3
oluşuyor ve aktif olan hormonun miktarı artmış oluyor. (25 mikrogram T3 periferik
monodeiyodinasyonla elde edilir)
​TİROİD HORMONLARININ YAPISI
Öncelikle ​tiroglobulin​ dediğimiz bir protein yapıyoruz. Tiroglobulinin üstünde çok sayıda
(130 kadar) tirozin aminoasidi bulunuyor. Bu tirozinlere iyot bağlayarak tiroid hormonlarını
yapıyoruz. Bu hormonlar tiroglobuline bağlı olarak sentezlenip uyarı geldiğinde buradan
ayrılarak kana veriliyor.
Suda çözünürlükleri azdır. Büyük oranda (%99’dan fazlası) proteinlere bağlı olarak taşınırlar.
Kanda çok az miktarda serbest bulunabilirler. Asıl reseptörle aktivite gösteren kısım bu az
miktardaki serbest kısım ve ileride değineceğimiz albüminle bağlı olan kısımdır.
Başlıca 3 proteine bağlanırlar:
1. Tiroksin-bağlayıcı globulin: Büyük oranda bu proteine bağlanırlar (%70). T4 için yüksek,
T3 için orta derecede afinitesi vardır. Yani T4’ü daha çok bağlar.
2-Tiroksin bağlayan prealbumin (Transtretin): (%10-15) T4’ü, ayrıca retinolü (A vitaminini)
taşır.
3- Albumin: (%10-15) T4’ü bağlar. Çok az miktarda da T3 bağlanır.
Albümine bağlanma diğerlerine göre daha zayıf böylece kolay ayrılabiliyor ve reseptöre
giderek etkisini gösterebiliyor.
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları

T4 yapacaksak her iki tirozine 3. ve 5. pozisyonlarda iyot ekliyoruz. T3 yapacaksak birinci


tirozine 3 ve 5’te, ikinci tirozine de 3’te iyot bağlıyoruz.​Reverse T3 ‘te ise bağlanan iyotlar
yer değiştirmiş. Aktif olan T3’te ilk halkada iki iyot varken reverse T3’te ilk halkada tek iyot
bulunuyor.
T4 daha yüksek oranda proteinlere bağlı olarak taşındığı için T4’ün plazma yarı ömrü T3’e
göre 4-5 kat fazladır. Yani T4, T3’ün depo formu gibi düşünebiliriz.

İYOT METABOLİZMASI
Tiroid hormonu için gerekli olan iyot dışarıdan alınır. Başlıca kaynakları iyotlu tuz, iyotlu
ekmek, süt ürünleri gibi besinlerdir. Gastrointestinal sistemden emildikten sonra tiroid bezi
tarafından alınır ya da kullanılmayan kısmı böbrekler üzerinden atılır.

TİROİD HORMONLARININ SENTEZİ


Tiroid hormonlarının sentezi 5 aşamada işler. Sentezi için iki substrat gerekir: ekstrensek ve
intrensek substrat. İntrensek substratımız tiroglobulindir. Follikül hücrelerinde sentezlenen
kocaman bir glikoproteindir. Kolloidi büyük oranda tiroglobulin oluşturur. Üzerinde tiroid
hormonu sentezinde kullanılmak üzere 130 kadar tirozin aminoasidi beklediğini söylemiştik.
Ekstrensek substratımız da dışarıdan aldığımız iyot.

1.BASAMAK: İyodun folliküler hücrelere taşınması (İyot uptake basamağı)


Gastrointestinal kanaldan kana geçen iyodun folliküler hücrelere alınması gerekir. Bu da
Na-K ATPaz pompası kullanan bir Na/I simportkotransport sistemi yardımıyla olur. Yani Na
önce pompayla dışarı atılarak bir gradiyent oluşturulur sonra içeri iyotla birlikte girer.
Burada içeri alınan iyot (-1) yüklü olduğu için (- 1) yüklü bazı anyonlar bu noktada iyodun
yerine geçerek inhibisyon yapabilirler.
Bunların bazıları tiroid hastalıkları test amacıyla kullandığımız maddeler. Ör: perklorat,
perteknetat, tiyosiyanat, ovobain (ovobain Na-K ATPaz inhibitörü)
Hız kısıtlayıcı basamaktır.
Tiroid bezi, haftalarca yetecek kadar tiroid hormonunu TG’e bağlı olarak depolar. İyot
alınmasa bile hormon eksikliği olmaz.
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları

2. BASAMAK: İyodu okside etme


İyodu (-1) yüklü halden (+1) yüklü hale çevirmemiz gerekiyor. Bu aşamada tiroid hormonu
sentezinin yegâne enzimi olan tiroperoksidaz görev alır. Bu iş için hidrojen peroksit ve
NADPH kullanır.
Tiroperoksidaz çok önemli bir enzimdir. Bundan sonraki basamakları da hep bu enzim
katalizler. Aynı zamanda bir hemoproteindir.
Na-I simportuyla kandan iyot alınır. Follikül hücresi içine girer. Bu sırada follikül hücresinde
de tiroglobulin sentezi olur ve kolloide gönderilir. İyot, hücreden kolloide geçerken pendrin
adlı bir taşıyıcı kullanır. Pendrin, iyot-klor değiştokuşu yapan bir taşıyıcıdır. Sonrasında iyot
okside edilir ve DIT, MIT sentezlenir. Bu DIT ve MIT’lar oluştuktan sonra da konjuge
edilerek T3 ve T4 sentezlenir.

(İyot alımı; oksidasyon; organifikasyon; konjugasyon)


Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları

3. BASAMAK: Organifikasyon (iyodinasyon): TG’deki tirozinlere iyot


bağlanması
Okside edilmiş iyotları tiroglobulin yapısında bekleyen tirozinlere bağlama aşamasıdır.
Enzim yine ​tiroperoksidazdır.
İlk bağlanma tirozinin halkasının 3. pozisyonuna olur. Böylece 3- monoiyodotirozin (MIT)
oluşur.
İkinci bağlanma 5. pozisyonda olur ve 3,5-diiyodotirozin (DIT) meydana gelir.
Dolayısıyla TG üzerinde çok sayıda DIT ve MIT sentezlenmiş olur.

4. BASAMAK: İyotlu tirozinlerin birleşmesi (konjugasyon)


Bu basamakta, sentezlenen DIT ve MIT’lar birleştirilerek hormon üretilmiş olur. Enzimi
yine tiroperoksidaz.
2 DIT birleşirse: 3,5-3',5'-tetraiyodotironin (tiroksin, T4) oluşur.
Uzun adlandırmada önce birinci DIT, ardından ikinci DIT söylenir. İkinci DIT olduğunu
belirtmek için de ‘üssü’ ifadesi kullanılır.(üç, beş, üç üssü, beş üssü tetraiyodotironin)
1 DIT ve 1 MIT birleşirse: 3,5-3'-triiyodotironin (T3) oluşur.
Bu adlandırmada daima önce DIT söylenir. Eğer önce MIT söylenirse aktif olmayan reverse
T3’ü belirtmiş oluruz. (3-3’,5' triiyodotironin (rT3))
Böylece DITlarımız, MITlarımız, T3 ve T4’lerimiz kolloidde tiroglobuline bağlı şekilde
TSH uyarısı gelene kadar bekliyolar

m​IT, DIT ve tiroid hormonları


Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları

5​.BASAMAK: TSH uyarısı, lizozomal kolloid yıkımı


Bu aşamada TSH uyarısı gelir ve kolloid, içindeki tiroglobulinlerle birlikte büyük
lizozomların içine alınarak yıkıma götürülür. Sonrasında da MIT, DIT, T3 ve T4’ler TG
üzerinden ayrılarak serbestleşir. Kullanılmayan DIT ve MITlar iyodotirozin deiyodinaz ile
iyotları ayrılarak yeniden kullanılmak üzere geri dönüşüme gönderilir. T3 ve T4 ise dolaşıma
geçer.

MIT, DIT, T3 ve T4 sentezi


​  
Tiroperoksidaz inhibitörleri:​ Tiyoüre, tiyourasil, propiltiyourasil (hipertiroidizm tedavisi) ve
imidazol grubu (karbimazol, metimazol)
TİROİD HORMONU SENTEZİNİN KONTROLÜ
İyot düzeyleri: Düşük iyot düzeyi iyot transportunu arttırır, yüksek iyot düzeyi düşürür.
Tiroid hormonu sentezindeki tüm aşamalar ön hipofizden gelen TSH tarafından uyarılır.
TSH da hipotalamustan salgılanan TRH ile uyarılır
. TSH artışı, TRH salınımını inhibe eder. Kandaki T3 ve T4 fazlalığı, TSH ve TRH salınımını
negatif feedback mekanizmasıyla baskılar.
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları

T4’ÜN T3’E DÖNÜŞÜMÜ VE METABOLİZMA

Başlıca karaciğer ve böbrekte olmak üzere periferik dokularda deiyodinaz (veya 5’


deiyodinaz) enzimi T4’ün 5’ ucundan iyot ayırır. Böylece 3,5-3’ triiyodotironin (T3) elde edilir.
Deiyodinaz enziminin en önemli özelliklerinden bir tanesi kofaktör olarak Selenyum
kullanmasıdır. Se eksikliğinde de tiroid hormonu eksikliği görebiliriz. Dolaşımdaki T3'ün
%90‘ı bu periferik dönüşümden gelir.
Eğer deiyodinaz enzimi herhangi bir nedenle inhibe olursa (hastalık, ilaç kullanımı vs.), onun
yerine geçen 5-deiyodinazla T4'ten reverse T3 üretilir. Ancak daha önce de söylediğimiz gibi
rT3 etkili değil. Siroz ve böbrek yetmezliği, Se eksikliği, kortizol kullanımı durumlarında,
propiltiyourasil tedavisi görenlerde ve fetüste(fizyolojik olarak rT3düzeyleri sağlıklı erişkine
göre yüksektir) bu olayla karşılaşabiliriz.
Tiroid hormonları karaciğere gelir ve burada birkaç farklı yolla metabolize edilebilir.
Karaciğerde sülfat ve glukuronidle konjuge edildikten sonra safrayla atılabiliyorlar. Veya
oksidatif deaminasyon, dekarboksilasyon gibi yollarla direk de parçalanabiliyorlar.
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları
ETKİ MEKANİZMASI
​ ükleer reseptörü vardır. DNA’nın internükleozomal bölgesinde bulunan ​nonhiston
N
nükleoprotein reseptörü.
Reseptörün T3’e affinitesi 10 kat fazladır. T3’ü T4’ten daha çok bağlar. Reseptörü bir
reseptör süper ailesinin elemanı. Bu reseptör super ailesinde steroid hormon, retinoik asit, D
vitamini reseptörleri var.

 
Nükleusta tiroid hormon etkisi. TR, tiroid hormon reseptörü; RXR, retinoid X reseptörü

TİROİD HORMONUNUN METABOLİK ETKİLERİ  


-Oksijen tüketimini arttırır. ETZ’yi hızlandırır. Dolayısıyla ATP üretimi artar. Aynı zamanda
elektron taşınması sırasında ısı açığa çıkacağı için vücut sıcaklığı artar. Termojenik etki
gösterir. Hipertiroidisi olan hastalarda bu yüzden sürekli sıcak basması şikâyeti vardır.
-ATP yapımını arttırır ancak yıkımını da arttırır. Bunu bütün Na-K ATPaz pompalarını uyararak
yapar. Yani bazal metabolizmayı hızlandırır.
-Glukozun bağırsaktan emilimi arttırarak kan şekerini yükseltici etki yapar. Karaciğerde
glikojen yıkımını arttırır ancak bunu direkt olarak değil β2-adrenerjik reseptörler üzerinden
yapar.
- Anabolik etkisi vardır. Büyüme çağında DNA ve RNA, doku büyüme faktörlerinin sentezini
artırır, büyüme hormonunu (GH) uyarır.
-Sinir myelinizasyonu ve gelişimi (geç fötal, erken neonatal dönemde), prepubertal
dönemde lineer kemik büyümesi ve iskelet matürasyonu etkileri vardır. Gelişim döneminde
tiroid hormonu eksikliği fiziksel deformite, cücelik ve zekâ geriliğine yol açabilir: kretenizim
(konjenital hipotiroidizm). - Protein sentezini uyarır, pozitif azot dengesi sağlar.
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları

-Lipid metabolizmasında sentezi de uyarır yıkımı da uyarır. Ancak net etkisine bakarsak
kandaki triaçilgliserol ve kolesterol düzeyini düşürür. Bu yüzden hipotiroidisi olan hastaların
kolesterolü yüksek olur ve ateroskleroz hastalığına daha yatkın olurlar.
-Aslında kolesterol sentezinde hız kısıtlayıcı enzim olan HMG koA redüktazı uyararak
kolesterolün sentezini arttırır ama atılımı daha çok arttırdığı için kolesterol düzeyini
düşürücü etki yapar.

-Safra asidi sentezini artırır.

-LDL metabolizmasını hızlandırır.


-Lipoprotein lipazı aktive eder. Böylece kandaki trigliseridler parçalanır ve trigliserid düzeyi
düşmüş olur.
Adipoz dokuda hormona duyarlı lipazı uyarır. (yine β1-adrenerjik reseptörler üzerinden
yapar.) Dolayısıyla kandaki serbest yağ asidi miktarı artar.

-Keton yapımı da artar. Yani aynı zamanda ketojenik bir hormondur.

-Dokuların β-adrenerjiklere yanıtını da artırır

HİPOTROİDİZM 
Erişkinde yorgunluk, halsizlik, metabolik hızda düşme, mental fonksiyonda yavaşlama, soğuğa dayanıksızlık, kilo alma, guatr, saç 

dökülmesi, cilt kuruluğu. Komayla sonuçlanabilir.Sebebi iyot eksikliği troidektomi ,otoimmün kaynaklı olabilir. 

 

Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları 

HİPERTROİDİZM
Sinirlilik, sıcağa dayanıksızlık, metabolik hız artışı, taşikardi, guatr, gözlerin dışarı fırlaması,
kalp yetmezliğiyle sonuçlanabilir.
Aşırı TSH salınımı veya otoimmün kaynaklı olabilir. Radyoaktif tedaviyle tiroid hormonu
sentezini durdurma veya tiroid bezini çıkarma işlemi yapılır.

PARATİROİD HORMONU(PTH)

--84 aminoasitten oluşan bir polipeptidtir. Suda çözünebilir ve taşınabilir. -

-Ribozomda preprohormon şeklinde üretilir, ER lümeninde pre kısmı ayrılır prohormon


kalır, golgide de aktif hormon haline gelip salgılanır.
-Tiroid hormonunda olduğu gibi depo edilmesi söz konusu değil. PTH’ın sürekli sentezlenip
salınması gerekir.
Hedef organları kemik ve böbrektir. Bağırsakta da D vitamini üzerinden dolaylı etki gösterir.
-İkincil habercisi cAMP

-Kandaki iyonize Ca ve fosfat konsantrasyonlarını düzenler.


METABOLİK ETKİLERİ
-En güçlü etkiyi kemik üzerinden gösterir.
-Kemik resorpsiyonunu artırır (Ca ve fosfat salınımı) ve yeni kemik oluşumu uyarır.
(Fizyolojik dozlarda kemik oluşumuna etkisi daha baskındır. Kemik kaybına yol açacak
düzeyde bir Ca salınımı yapmaz, böyle bir fizyolojik etkisi yoktur.)
-Üstelik fizyolojik düzeyde, resorpsiyon yapmadan kemikteki ekstrasellüler Ca+2
havuzundan Ca+2 salınımını da uyarabilir. Kan Ca düzeyini artırır.
-Osteoklast sayısını artırır, osteoblasta dönüşümü baskılar. Osteoklastik kollagenaz ve
lizozomal hidrolaz enzimlerini artırır.
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları


-Kemiğin organik matriksi yıkıldığı için idrarda hidroksiprolin ve hidroksilizin atılımı artırır.

-En hızlı etkisi böbrek üzerinden olur. Yani Ca düzeyi düştüğü anda PTH ilk böbrekleri uyarır.
-Böbrekte α1 hidroksilazı uyararak aktif 1,25 D vitamini yapımını stimüle eder. -Proksimal
tüplerde fosfat atılımını, distal tüpler ve toplayıcı kanallarda Ca+2 geri emilimini artırır.
-D vitamininden farklı olan tek etkisi fosfatürik etki yapmasıdır. Ca tutulurken fosfat atılır
hâlbuki D vitamini ikisini birden tutar.
-Bağırsakta D3 vitamini aracılığıyla Ca+2 emilimini uyarır.

PTH SALGISININ DÜZENLENMESİ


-En önemli kontrol mekanizması kan Ca düzeyidir. Hipokalsemi olursa salınımı 
uyarılır, hiperkalsemi olursa baskılanır. 

-Hiperfosfatemi PTH salınımını artırır. (böbrekten fosfat atılır) 

-Kalsitriol yani aktif D3 vitamini de PTH salınımını baskılar. (negatif feedback)  

-PTH, başlıca paratiroid bezinde ve karaciğerde katepsinlerle yıkılır. 

 
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları

KALSİTONİN

-32 aminoasitten oluşan peptid yapılı bir hormondur.

-Tiroidin parafolliküler C hücrelerinde sentezlenir.


- PTH gibi değil, depolanması vardır.

-Öncüsü prokalsitonindir. Daha sonra hücre içi proteolizle kalsitonine çevrilir.


-Başlıca hedefi kemik ve böbrektir.

--İkincil habercisi cAMP (bazı etkilerde Ca+2-IP3 sistemini de kullanabiliyor)


-PTH’a zıt etkilidir.
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları

METABOLİK ETKİLERİ


-Kanda hem Ca+2 ve fosfat düzeyini düşürür.

-Kemikte Ca+2 ve fosfat tutulmasını artırır, mobilizasyonu baskılar.

-Osteoklastları baskılar, osteoblastları aktive eder.


-Hidrolitik enzimleri baskılar.

-İdrarla hidroksiprolin atılımını azaltır.

-Böbrekte Ca+2 ve fosfat geri emilimini azaltır.

-Hiperkalsemi ile salınımı uyarılır.

Arkadaşlar yazdığım ilk not o yüzden hatalarım olabilir, bana iletirseniz birlikte çözebiliriz
...Hocamızın sesli slaytından ve 2024 notundan faydalanarak yazdım.
Selamlara gelecek olursak... Hemşerilerim Veli, Kamil, Mehmet Tuna ve Görkem’e
Henüz öğrenemesek de teşebbüsünde bulunduğumuz bağlama grubundan Emre , Sami
,Furkan ve Emirhan’a ve tandığım tanımadığım tüm dönemime selam olsuunn!
En kısa zamanda okulumuza dönmek dileğiyle...
ALİ EREN ÇAKMAK(1.YARI) 
Doç.Dr.Özlem Doğan Katekolamin Sentezi ve Metabolizması

KATEKOLAMİ NLER

Katekolaminler 3 çeş ittir.

DOPAMİN

NOREPİNEFRİN (NORADRENALİN)

EPİNEFRİN (ADRENALİN)

Katekolaminler tirozin amino asitinden sürrenal bez


medullasında ve nöronlarda türetilirler.Suda çözünür
moleküllerdir. Nörotransmitter ve hormon olarak görev
yaparlar.Kan-beyin bariyerini geçemezler.

Tirozin diyetten

sağlanabileceği gibi

esansiyel bir amino asit

olan fenilalaninden de

sentezlenebilir.

DOPA SENTEZİ

• L-tirozinden karma-fonksiyonlu oksijenaz (oksidoredüktaz) olan tirozin


hidroksilaz (tirozin3-monooksijenaz) ile dopa (dihidroksifenilalanin) sentezlenir.
• Bu reaksiyon katekolaminlerin sentezinde hız kısıtlayıcı basamaktır.
• Tetrahidrobiopterin tirozin hidroksilazın kofaktörü olarak görev yapar.
• Burada sentezlenen L-dopa kan beyin bariyerini aş abilir.
Doç.Dr.Özlem Doğan Katekolamin Sentezi ve Metabolizması

NÖRONLARDA Tİ ROKSİ N Hİ DROKSİ LAZ AKTİ Vİ TESİ Nİ N DÜZENLENMESİ

• Enzim sitozolde bulunan serbest katekolaminler


tarafından inhibe edilir (enzimin aktif bölgesinde
BH4 için yarışırlar).

• Sinir terminalinin depolarizasyonu tirozin


hidroksilazı aktive eder.

• Ayrıca, depolarizasyon sonucu aktive olan protein


kinazlar, tirozin hidroksilazı fosforile ederek enzimin
kofaktörüne daha sıkı bağlanmasına ve son ürün
inhibisyonuna daha az duyarlı hale gelmesine yol açar.
Sonuç olarak enzim fosforile iken aktiftir.

• Sempatik nöronal aktivitenin uzun süreli yüksek


kalması durumunda nöron hücresindeki tirozin
hidroksilaz ve dopamin β-hidroksilaz enzimlerini
kodlayan mRNA miktarı artar.

DOPAMİ N SENTEZİ

• DOPA dekarboksilaz tüm dokularda bulunan bir


enzimdir.
• Pridoksal fosfat (PLP) bağımlıdır (koenzim olarak
kullanır).
• Ürün olarak oluşan dopamin bir katekolamindir ve
nörotransmitter olarak işlev yapar.
• Dopaminerjik nöronlarda sentez buraya
kadardır.İlk iki basamak sitozolde gerçekleşir.
Doç.Dr.Özlem Doğan Katekolamin Sentezi ve Metabolizması

NOREPİ NEFRİ N SENTEZİ

• Dopamin β-hidroksilaz (DBH) askorbik asiti


(C vitamini) elektron vericisi olarak kullanan karma-
fonksiyonlu bir oksijenazdır.Fumarat enzimin
modülatörüdür (uyarıcı etki).
• Enzimin aktif bölgesinde bulunan bakır
elektron transferi için gereklidir.
• Reaksiyonda yan zincirde hidroksilasyon
gerçekleşir.
• Reaksiyon sekretuvar granüllerde meydana
gelir.
• Ürün norepinefrindir.

EPİ NEFRİ N SENTEZİ

• Feniletanolamin N-metiltransferaz (PNMT)


enzimi metil vericisi olarak S-Adenozilmetiyonin
(SAM) kullanır.
• Reaksiyonda yan zincirde N-metilasyon
gerçekleşir.
• Reaksiyon sadece adrenal medulla
hücrelerinde ve epinefrini nörotransmitter olarak
kullanan az sayıda nöronda meydana gelir.
• Sitozolde gerçekleşen reaksiyon sonucunda
ürün olarak epinefrin oluşur.PNMT, kortizol
tarafından indüklenen bir enzimdir.
• Epinefrin sentezi de sitozolde gerçekleşir.
Doç.Dr.Özlem Doğan Katekolamin Sentezi ve Metabolizması

NÖRONLARDA KATEKOLAMİ NLERİ N DEPOLANMA VE SALINMA


MEKANİ ZMALARI

• Katekolaminler son halleriyle sentezlenir ve


sekretuvar granüllerde (veziküllerde) saatler
boyunca yeterli olacak düzeylerde depolanırlar.

• Vezikül içi konsantrasyon sitozoldekinin yaklaşık


100 katıdır.

• Vezikül içinde katekolamin molekülü ATP ve asidik


proteinler olan kromograninlerle kompleks halinde
bulunur.

• Veziküller çift role sahiptir:Katekolaminleri


salınmaya hazır halde depolarlar ve salınma sürecini
(ekzositoz) yönetirler.

KATEKOLAMİ N HORMONLARININ SALINIMI

• Katekolaminler (epinefrin ve norepinefrin) akut veya kronik stres durumlarına


vücudun uyum sağlamasında önemli rol oynarlar.
• Ağrı, korku, kanama, soğuk, egzersiz, hipoglisemi ve hipoksi gibi çeşitli stres
durumlarında adrenal medulladan katekolaminler salınır.(savaş veya kaç-akut
durumlar)
• Stres sonucu uyarılan hipotalamustaki adrenerjik nükleuslardan çıkan sinir
uyarıları adrenomeduller hücrelerdeki preganglionik nöronlardan asetilkolin
salınmasını sağlar.
• Asetilkolin bu hücreleri depolarize ederek Ca+2 iyonunun hızla hücre içine
girmesini sağlar ve bunun sonucunda katekolaminlerin hücre dışına ekzositozla
salınması gerçekleşir.

KATEKOLAMİ N HORMONLARININ ETKİ MEKANİ ZMASI

Hücre zarında bulunan reseptörlerine bağlanarak etkilerini gösterirler. İki tip dopamin
reseptörü ve 9 tip adrenerjik reseptör vardır: D1, D2, α1A, α1B, α1D, α2A, α2B, α2C, β1,
β2 ve β3. Hormon (epinefrin/norepinefrin) β reseptörlerine bağlandığında Gs proteini
aracılığıyla adenilat siklazı aktive ederek cAMP üzerinden etkisini gösterir.

α reseptörlerinin doku dağ ılımına örnekler: α1 reseptörleri post-sinaptik reseptörler


olup vasküler ve düz kas kontraksiyonunda görev yaparlar, ayrıca metabolik olarak
karaciğerde glikojenolizin düzenlenmesinde de rolleri vardır.
Doç.Dr.Özlem Doğan Katekolamin Sentezi ve Metabolizması

β reseptörlerinin doku dağ ılım ve özelliklerine örnekler:β1 reseptörleri kalpte bulunur


ve primer olarak norepinefrin tarafından uyarılır.

β2 reseptörleri karaciğer ve iskelet kasında bulunur ve yakıt metabolizmasından


sorumludur, ayrıca vasküler, bronşiyal ve uterin düz kas kontraksiyonunda rol oynar;
epinefrin bu reseptör tipi için norepinefrinden daha baskın agonisttir.

β3 reseptörleri yağ dokusunda ve daha az miktarda da iskelet kasında bulunur, yağ asidi
oksidasyonu ve termogenezde rol oynar. Bu reseptörlerde norepinefrin epinefrinden
baskın agonisttir.

ETKİ MEKANİ ZMALARI

Hormon α1 reseptörlerine bağlandığı zaman fosfatidilinositol bisfosfat sistemi


üzerinden Gq proteini ve fosfolipaz C-β’yı aktive ederek etkisini gösterir. Hormon α2
reseptörleri üzerinden etkisini ise adenilat siklaz inhibisyonuyla cAMP düzeyini
düşürerek gösterir.
Doç.Dr.Özlem Doğan Katekolamin Sentezi ve Metabolizması

EPİ NEFRİ N: Fİ ZYOLOJİ K VE METABOLİ K ETKİ LERİ (SAVAŞ VEYA KAÇ)

Kalp hızını, kan basıncını artırarak; solunum


yollarını dilate ederek dokulara giden
oksijen miktarını artırır. Glikojen yıkımını,
glukoneogenezi artırıp glikojen sentezini
yavaşlatarak yakıt olarak glikozu artırır.
Kasta glikolizi hızlandırarak ATP üretimini
artırır, yağ dokusundan yağ asitlerinin
mobilize olmasını indükler. Bunları yaparken
kendi etkilerini pekiştirmek için endokrin
pankreas üzerinde de etkiler gösterir,
glukagon sentezini artırırken insülini azaltır.
Doç.Dr.Özlem Doğan Katekolamin Sentezi ve Metabolizması

KATEKOLAMİ NLERİ N YIKIMI

MAO: Monoamin oksidaz (mitokondriyal


enzim)

COMT: Katekol-O-metiltransferaz (sitozolik


enzim)

Katekolaminlerin dolaşımdaki yarı ömrü 20 sn


kadardır.MAO ve COMT enzimleri
katekolaminlerin yıkımından sorumludurlar,
katalizledikleri reaksiyonlar herhangi bir
sırayla gerçekleşebilir. MAO birçok hücrede
bulunup dış mitokondri zarında yer alan bir
enzimdir.MAO-A ve MAO-B olmak üzere 2
tiptir.MAO-A esas olarak norepinefrin ve
serotonini deamine eder.MAO-B çoğu
feniletilaminler üzerinde etki gösterir.COMT
eritrositler dahil olmak üzere çok sayıda
hücrede bulunur ve metil vericisi olarak SAM
kullanır. MAO ve COMT'un hangisinin önce işlev gösterdiği önemli değildir, her iki
durumda da epinefrin ve norepinefrin için son ürün vanillylmandelic asittir. Dopaminin son
ürünü yine aynı enzimlerle homovanillic asittir. Bu yıkım ürünlerini idrarda ölçerek hangi
katekolaminin kanda daha yüksek olduğunu anlayabiliriz.
Doç.Dr.Özlem Doğan Katekolamin Sentezi ve Metabolizması

Tİ RAMİ N

• Tirozin amino asidinin yıkım ürünüdür.Kandaki miktarı artarsa


hipertansiyon, baş ağrısı, çarpıntı, bulantı ve kusmaya neden olabilir.
• Norepinefrinin depo veziküllerinden ve epinefrinin adrenal
medulladan salınmasına yol açarak yukarıdaki etkilere neden olmaktadır.
• MAO-A tarafından inaktive edilir.
• MAO inhibitörü kullananlar tiramin içeren yiyecek (peynir) ve
içecekleri (kırmızı şarap) tüketmemelidirler.

PARKİ NSON HASTALIĞI

Merkezi sinir sistemi hastalığıdır.Nörodejeneratif hareket bozukluğu ile


karakterizedir.Beyinde dopamin üreten hücrelerin idiyopatik kaybı sonucu ortaya çıkan
dopamin sentez eksikliği vardır.Tedavide L-DOPA (levodopa) kullanılır.

FEOKROMASİ TOMA

Adrenal medullanın katekolamin salgılayan tümörüdür.Kana periyodik olarak yüksek


miktarlarda epinefrin ve norepinefrin salınması sonucu aşağıdaki semptom ve bulgular
görülür:

•Yüksek kan basıncı

•Çarpıntı ve taşikardi

•Baş ağrısı

•Uygunsuz ve aşırı terleme

•Hiperglisemi

•Kanda katekolaminler, yıkım ürünleri ve kromograninlerin; 24 saatlik idrarda


katekolaminler ve yıkım ürünlerinin yüksekliği feokromasitoma tanısı için çok değerlidir.

Ruveyda ÖZTOPRAK
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

Pankreas ve Gastrointestinal Sistem Hormonları


Pankreas Hormonları
Pankreas, sindirim işlevine ilave olarak vücudumuzun hormon salgılanmasında da görev alır.
Pankreasta iki tip hücre vardır:

Asinar hücreler: Ekzokrin işleve sahiptir.


Sindirim olayında kullanılan enzimler ve iyonları
salgılar.
Langerhans adacıkları: Endokrin işleve sahip
olup dört farklı hücre tipi vardır.

 α(Α): Glukagon
 β(B): İnsülin
 δ(D): Somatostatin
 F(F): Pankreatit polipeptid.

İnsülin
İnsülin, ilk kez 1922 yılında pankreastan izole edildi. Etkisi ilk kez onaylanan hormondur.
(1926) İlk kez amino asit dizisi belirlenen hormondur. (1955) İlk kez kimyasal yöntemlerle belirlenen
hormondur. (1964) İlk kez büyük öncül molekül olarak sentezlendiği gözlenen hormondur. (1967) İlk
kez ticari kullanım için hazırlanan hormondur.

YAPISI VE SENTEZİ
Proinsülin 86 aminoasitli tek bir polipeptid zinciri şeklindedir. Yapısında üç tane disülfid bağı
bulunur. İnsülin 21 aa dan oluşan bir A zinciri ve 30 aa dan oluşan bir B zincirinden oluşur. Zincirler iki
disülfid bağı ile birbirlerine bağlanırlar. Üçüncü bir disülfid bağı A zincirinin kendi içinde bulunur.

İnsülin biyosentezi diğer eksport proteinlerinin (hormonların) sentezine benzer:

 gen transkripsiyonu
 prekürsör mRNA’nın işlenmesi ve matürasyonu
 matür RNA’nın translasyonu
 preproinsülinin N-terminalindeki 23 aminoasitlik sinyal dizisi ayrıldıktan sonra endoplazmik
retikulumun sisternasına translokasyonu
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

 proinsülinin katlanması ve disülfid bağlarının oluşması


 proinsülinin sekresyon granülleri içine paketlenmesi
 proinsülinin ekimolar miktarlarda insülin ve C-peptid’e (connecting peptide) enzimatik
parçalanmayla çevrilmesi adımları sonucunda sentez basamakları ilerler.

İnsülin monomerleri nonkovalent olarak birbirlerine bağlanan dimerler oluştururlar. Lisproinsülin


(28 ve 29 numaralı aminoasitlerin yer değiştirdiği analog insülin) dimer oluşturmaz. 3 insülin dimeri
Zn+2 nin varlığında birleşerek hekzamer oluşturur. Çinkolu hekzamerik yapıdaki insülin muhtemelen
Beta hücre granülüne, sahip olduğu değişik morfolojik karakteristiği verir.

İnsülin salınınca Zn+2 serbestleşir. Salgı granülünde var olan proinsülinin tamamı insüline
dönüşmez. Dolayısıyla insülinin salgılanmasıyla bir miktar proinsülinde salınır. Proinsülin insülinin
sahip olduğu biyolojik aktivitenin %5’inden daha azına sahiptir.

C-peptidin herhangi bir fizyolojik fonksiyonu yoktur. Fakat C-peptid tayini insülinin endojen ve
eksojen kaynağının ayırt edilmesinde yardım eder. Diğer proteinlerin genlerinde olduğu gibi insülin
geninde de mutasyonlar olabilir. Sonuçta anormal ürün oluşabilir. Bu durumun hipoglisemi veya
insüline dirence dair herhangi bir bulgu olmayan hiperinsülinemi vakalarında olması muhtemeldir.

Varlığı ortaya konan 3 anormal insülin şu şekildedir:

1. B 24’deki Phe yerine Ser


2. B 25’teki Phe yerine Leu
3. Lys-Arg aminoasit çifti yerine Lys-X (X=bazik olmayan aminoasit)

İlk iki mutasyonun gerçekleştiği insülinlerin biyolojik aktivitesi oldukça düşüktür. Üçüncü
mutasyonda ise anormal bir proinsülin formu ortaya çıkar ve sonuçta C-peptid A zincirine bağlı kalır.
Otozomal dominant bir genetik bozukluk olarak tarif edilir. (familial hiperproinsülinemi) Etkilenen
bireylerde insüline dirence dair herhangi bir belirti olmaz ve bazılarında hafif bir hiperglisemi ortaya
çıkabilir.

SALGILANMASI (SEKRESYONU)
Pankreasın Beta hücrelerinden insülin salgılanmasını düzenleyen pek çok faktör vardır.
Glukoz, aminoasitler, glukagon, asetilkolin ve beta adrenerjik ajanlar insülin salgılanmasını stimüle
ederken somatostatin ve alfa adrenerjik ajanlar inhibe edici etki gösterirler. En önemli insülin
salgılatıcı ajan glukozdur.

Normal açlık plazma glukoz seviyesi 70-105 mg/dl (3,89-5,83 mmol/L) arasında muhafaza
edilir. Glukoz, beta hücrelerine glukoz taşıyıcıları olan GLUT1 ve GLUT2 aracılığıyla girer. GLUT1
yapısal bir glukoz taşıyıcısıdır. GLUT2 ise beta hücrelerindeki glukoz konsantrasyonunu algılayabilen
düşük afiniteli bir glukoz taşıyıcısıdır.

Beta hücresindeki glukoz metabolizmasında, glukoz taşınması hız kısıtlayıcı bir basamak
değildir. Çünkü, glukoz girişinin fizyolojik hızıyla mukayese edildiğinde çok fazla miktarda taşıyıcı
vardır. Glukoz beta hücresine girdikten sonra glukokinaz tarafından glukoz-6-fosfat’a çevrilir.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

Glukokinazın glukoza afinitesi düşüktür. Dolayısıyla glukoz metabolizması için hız sınırlayıcı
basamaktır.

Hızlı ve doğru bir şekilde glukoz seviyesini ölçen glikoza duyarlı cihaz glukokinaz’dır. Sonuç
olarak, glukokinaz glukoz tarafından düzenlenen insülin salgılanmasından sorumludur.

Glukoz-6-fosfat’ın glikoliz üzerinden oksidasyonu, TCA siklusu, elektron transport zinciri ve


oksidatif fosforilasyon, beta hücresinde ATP seviyesinin artmasına (ya da artmış ATP/ADP oranına)
neden olur. ATP seviyesindeki artış ATP’ye duyarlı K+ kanalının kapanmasına, dolayısıyla hücre dışına
K+ çıkışının inhibisyonuna ve beta hücresi membran potansiyelinin depolarizasyonuna neden olur.

ATP’ye duyarlı K+ kanalı iki farklı tip protein alt ünitesinden oluşur. Bunlar sülfonilüre (SUR)
reseptörü ve bir K+ kanalıdır (Kir6.2). SUR, düzenleyici alt ünitedir ve ATP bağlayıcı proteinler ailesine
aittir. Kir6.2 alt üniteleri K+ iletiminde bizzat rol alırlar. Bir bütün olarak fonksiyonel K+ kanalının
oktamerik bir kompleks olduğu ve eşit sayıda SUR ve Kir6.2 alt ünitelerinden oluştuğu
düşünülmüştür.

ATP’ye duyarlı K+ kanalının kapanmasıyla oluşan beta hücre membranı depolarizasyonu


voltaja duyarlı Ca+2 kanalını aktive eder ve Ca+2 iyonlarının hücre içine girişine (influx) neden olur.
Bu da sonuç olarak depolanmış insülin granüllerinden insülin salınımını sağlar. (Potasyum kanalları
kapandı, potasyum çıkışı engellendi,Ca+2 kanallarının aktivasyonu sağlandı ve böylece Ca+2 hücre
içine girdi. Granüllerden İnsülin salındı.) İnsülinin ekzositozunda hem fosforilasyon hem de
ekzositozla-ilişkili ATPaz’lar (basamaklar) rol alır.

Ekzositoz esnasında insülin ve C-peptidle birlikte amilin olarak bilinen 37 aminoasitli bir
peptid de salgılanır. Amilin 89 aminoasitli bir prekürsor molekülün proteolitik işlem görmesiyle
ilgilidir. Amilinin kesin fizyolojik rolü henüz anlaşılamamıştır.

Glukoz metabolizması dışında, Beta hücrelerindeki sitozolik Ca+2 seviyesini değiştiren


mekanizmalar da insülin salınımını etkiler. Örnek olarak; ATP’ye duyarlı K+ kanalıyla birleşik bir
düzenleyici proteine sülfonilüre bağlanınca K+ un hücre dışına atılması (efflux) inhibe olur ve insülin
salgılanır.

Sülfonilüreler Tip2 DM’un tedavisinde kullanılan ilaçlardır. Diazoksit ise sülfonilürelerin zıttı
etkiye sahiptir. ATP’ye bağlı K+ kanalının kapanmasını engelleyerek veya açık kalma süresini uzatarak
insülin salgılanmasını inhibe eder ve hiperglisemiye neden olur.

Somatostatin Ca+2 un hücre içine girişini inhibe eder ve insülin salgılanmasını azaltır. Asetil
kolin sitozolik Ca+2 seviyesini artırır ve insülin salgılanmasını sağlar. Bunu Gq-protein, fosfolipaz C-
inozitoltrifosfat-Ca+2 ve proteinkinaz C aktivasyonu yoluyla yapar.

Norepinefrin ve epinefrin insülin salgılanmasını azaltır. Bunun için alfa adrenerjik reseptör
bölgesine bağlanarak inhibitör G-proteinini (Gi ) aktive eder, bu da adenilatsiklazı inhibe eder. Bu
durumda cAMP üretimi inhibe olur ve proteinkinaz A aktivitesi azalır. Azalmış proteinkinaz A
seviyeleri insülin sekresyonu için gerekli olan ekzositoz ile ilişkili fosforilasyonu belirler.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

Stres esnasında epinefrin salınması anabolikten ziyade katabolik ihtiyacın sinyalini verir.
Egzersiz veya travma esnasındaki insülin sekresyonunun azalması da epinefrin (katekolamin)
salınmasıyla birliktedir.

Glukagon benzeri peptid (GLP) olarak bilinen bir gastrointestinal hormon G-proteini
aktivasyonu üzerinden insülin sekresyonunu sağlar. Bunu adenilatsiklaz-cAMP- proteinkinazA sistemi
üzerinden yapar. Pankreatik glukagon insülin sekresyonunu stimüle ederken somatostatin deprese
eder.

Beta hücrelerine gelen değişik düzenleyici komutlar optimal miktarlarda insülin salgısını
devam ettirmek ve glukoz homeostazisini sağlamak üzere entegre edilirler. Üç pankreatik hormonun
(insülin, glukagon ve somatostatin) koordinasyonlu aktivitesi yakıt (glukoz) homeostazisi için
vazgeçilmezdir.

İnsülin etkisi glukagon ve diğer karşı düzenleyici hormonlar (epinefrin, kortizol, büyüme
hormonu) tarafından azaltılır/baskılanır. Bütün bu hormonlar dokularda (beyin gibi yakıt olarak
sadece glukoz kullanabilen) glukozun yeterli seviyede kalmasını sağlarlar ve hipoglisemiyi önlerler.

Bazı aminoasitler de insülin salgılattırıcılar olarak fonksiyon görürler. Buna bir örnek olarak
lözin’i verebiliriz. Lözin glutamat dehidrogenazın allosterik aktivasyonu yoluyle insülin salınımını
stimüle eder. Mitokondrial bir enzim olan glutamat dehidrogenaz glutamatı alfa keto glutarat’a
çevirir.

Glutamat dehidrogenaz ADP ile pozitif modüle edilirken, GTP ile negatif modüle edilir. Alfa
keto glutarat ATP sentezlemek üzere oksitlenir böylece ATP’ye duyarlı K+ kanalını bloke eder ve
insülin salınımına neden olur. Glukokinaz-glukoz algılama mekanizması beta hücrelerinden glukoz
kontrollü insülin salgılanmasının primer düzenleyicisidir. Dolayısıyla insan glukokinazını etkileyen
mutasyonlar mekanizmayı etkiler.

Glukokinazın hem fonksiyonunu olumlu etkileyen hem de olumsuz etkileyen mutantları


bilinmektedir. Aktive edici glukokinaz mutasyonu (glukoza afinitenin arttığı) açlık hipoglisemisine
neden olan hiperinsülinizme neden olur. Glukokinaz aktivitesini yetersizleştiren diğer mutasyonlar da
bulunmuştur.

Hiperglisemi ve DM ile sonuçlanan bu defektler MODY (maturity-onset diabetes of the young)


olarak bilinir. MODY, hepatosit nükleer faktörleri olan 1α, 4α, 1β, insülin promoter faktör 1’i
kodlayan genlerdeki mutasyonlardan da kaynaklanabilir.

Hiperinsülinemik hipoglisemi K+ kanalının SUR/Kir6.2 komponentlerindeki mutasyonlardan


da kaynaklanabilir. Anormallikler glutamat dehidrogenaz fonksiyonundaki defektlerden de
kaynaklanabilir. (İnsülin üretimi ve salgılanmasından kaynaklanan herhangi bir basamaktaki defekt
bu tür patolojilere yol açabilir.)

İNSÜLİN BİYOLOJİK ETKİLERİ


İnsülin hemen hemen her dokuyu etkiler. İnsülin anabolik bir sinyaldir ve glikojen ve triaçil
gliseroller şeklinde yakıtın depolanmasını tetikler. Bu arada bu iki yakıt kaynağının yıkılmasını da
inhibe eder. Birkaç genin ekspresyonu insülin tarafından (pozitif veya negatif yönde) düzenlenir.

Yakıt depolanmasında görev alan enzimlerin (hepatik glukokinaz) ekspresyonunda rol alan
genler indüklenir, katabolik enzimleri (hepatik fosfoenol piruvat karboksikinaz) kodlayanlar ise inhibe
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

edilir. İnsülinin kan glukozu üzerindeki temel etkisi glukoz taşıyıcı 4’ü (GLUT4) kullanarak ve
translokasyonunu sağlayarak, glukozun kas ve yağ dokusuna alınmasını sağlamaktır.

İnsülinin etki mekanizması komplekstir ve üç bölüme ayrılır.

1. . İnsülinin hücre membranınındaki reseptörüne bağlanması


2. . Post reseptör olayları
3. . Biyolojik cevaplar

İNSÜLİN RESEPTÖRÜ
İnsülin reseptörü tek bir polipeptid zincirinden elde edilir. Geni 19. kromozomun kısa
kolunda lokalizedir. Proreseptörde glukozilasyon ve proteolizisin yer aldığı yaygın posttranslasyonel
işlemler yapılır. Proteolitik kırılma sonucunda heterotetramerik bir kompleks şeklinde bir araya
gelmiş alfa (MA 135000) ve beta (MA 95000) alt üniteleri (2α, 2β) oluşur.

Alt üniteler hem disülfit bağlarıyla hem de nonkovalen interaksiyonlarla bir arada dururlar.
Heterotetramerik reseptörün alfa alt üniteleri ekstrasellüler boşlukta, beta alt üniteleri ise
transmembranöz olarak yerleşmişlerdir. İnsülin bağlayan bölge alfa alt ünitelerinde bulunur. Fakat
insülinin her iki alfa alt ünitesine bağlanıp bağlanmadığı bilinmemektedir.

Beta alt ünitesinin intrasellüler parçası tirozin kinaz aktivitesine sahiptir. Alfa alt ünitesine
insülinin bağlanmasıyla başlayan tirozinkinaz aktivitesi beta alt ünitelerindeki en az 6 tirozin
bakiyesinin otofosforilasyonu ile sonuçlanır. Diğer protein substratları da, aktive beta alt ünitesi
tirozin kinazı tarafından katalizlenen bir seri fosforilasyonun hedefidirler.

Fosforile edilen anahtar proteinlerden biri insülin reseptör substrat-1’dir. (IRS-1) Fosforile
edilmiş IRS-1 diğer proteinlerinde yer aldığı bir reaksiyon dizisini başlatır. IRS-1 deki fosfotirozin
motifleri fosfatidilinozitol-3-kinaz (PI-3-kinaz) gibi sinyal iletici proteinlerde bulunan SH2 domainleri
için bağlanma bölgelerine sahiptirler.

İnsülin aracılı IRS-1 fosforilasyonu aynı zamanda ras proteinlerinin aktivasyonuna da neden
olur. Ras proteinleri protoonkojen ürünlerdir. Hücre membran reseptörlerinden gelen sinyal yollarını
ve hücresel proliferasyonun, differansiyasyonun veya apopitozisin düzenlenmesini yürütürler. (hoca
burayı okumadan geçti.)

İnsülinin temel etkilerinden bir tanesi glukozun kandan kas ve yağ dokusu hücrelerine
taşınmasıdır. Bu GLUT4 reseptör moleküllerinin plazma membranında görevlendirilmesi ve lokalize
edilmesiyle sağlanır. İnsülin yokluğunda GLUT4 intrasellüler veziküllerde kalır.

GLUT4’ün insülin aracılı olarak hücre membranına yönlendirilmesinde çeşitli proteinler görev
alır. GLUT4 transportunun herhangi bir basamağındaki yetersizlik insüline direnç ve DM’ye (Diyabet)
neden olabilir. İnsülinin hedef hücrelerdeki biyolojik etkileri, reseptör fonksiyonunda yer alan 5
basamaktan herhangi birinde defekt olması durumunda önemini kaybeder.

Mutasyonlar şunlara neden olabilir:

1. . Yetersiz reseptör biyosentezi


2. . Reseptörlerin hücre yüzeyine yetersiz taşınması
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

3. . İnsülin bağlanmasına olan afinitede azalma


4. . Yetersiz tirozin kinaz aktivitesi
5. . Artmış reseptör parçalanması

İnsülin reseptör genindeki mutasyonlarla ortaya çıkan hastalıklara örnek olarak;


leprechaunizm ve tip A insüline direnç’i verebiliriz. Leprechaunizm’in ciddi bir formu, insülin reseptör
geninin her iki alelinde mutasyonların olmasıyla ortaya çıkar. Bu hastalarda insüline direnç,
intrauterin büyümede gecikme ve pek çok diğer metabolik anomaliler görülür. (Aslında insülin var
ama reseptörlerdeki defekt nedeni ile görevini yerine getiremiyor.)
Tip A insüline direnç’i olan hastalarda, insüline direnç, akantozis nigrikans ve
hiperandrojenizm bulunur. Yukarıda sayılanlardan son ikisi, insülinin deri ve overler üzerindeki toksik
etkilerine bağlanmıştır. İnsüline direnç, hiperandrojenizm ve polikistik over hastalığı sendromu ile
birlikte de görülür.

İnsülin primer olarak karaciğer ve böbrekte (ve gebelikte plasentada) katabolize (inaktive)
edilir. Karaciğer, bu organdan ilk geçişte insülinin yaklaşık %50’sini parçalar. Bunda insüline spesifik
bir proteaz ve glutatyon-insülin transdehidrojenaz görev alır. İkinci enzim, A ve B zincirlerini ayırarak
disülfid bağlarını azaltır. Böylece zincirlerin hızla proteolizi sağlanır.

GLUKAGON
Proglukagon geni, pankreas α-hücrelerinde, intestinal L hücrelerinde ve primer olarak beyin
sapı ve daha az olarak hipotalamusta olmak üzere beynin özelleşmiş bölgelerinde eksprese edilir.
Memelilerde, tek bir prekürsor (proglukagon) farklı şekillerde işleme tabi tutularak, proglukagondan-
elde edilen peptidler sentezlenir.

Bunlardan glukagon pankreas α-hücrelerinde; glisentin, oksintomodülin, GLP-1 ve GLP-2 ise


GIS enteroendokrin L hücrelerinde sentezlenir. Glukagon 29 aa’lı tek zincirli bir polipeptiddir.
Glukagon sekresyonu glukoz tarafından inhibe edilirken, arginin ve alanin tarafından stimüle edilir.
Glukozun barsaklardan absorpsiyon yoluyla alınabildiği durumlarda, plazma glukagon seviyesindeki
düşüş, karaciğerden glukoz çıkışında azalmaya neden olur. Glukagon sekresyonu, insülin
salgılanmasının etkilerini karşılar. Glukagonun dengeleyici etkisinin olmaması durumunda
hipoglisemi ortaya çıkabilir.

Glukagon sekresyonu gastrin ve kolesistokinin tarafından da stimüle edilir. Stres ve


katekolaminler glukagon sekresyonunu provoke ederler; böylece artan enerji ihtiyacını karşılamak
üzere karaciğerden glukoz ve adipositlerden yağ asitlerinin çıkışı artar.

Glukagon için primer hedefler, karaciğer ve yağ dokusudur. Glukagon karaciğerde


glikojenoliz, glukoneogenez ve ketogenezi stimüle ederken, glikojen sentezini inhibe eder. Glukagon
adipositlerde lipolizisi stimüle eder, böylece yakıt olarak glukoz kullanma zorunluluğu olmayan
dokulara yağ asidi temin eder.

Hem karaciğerde hem de adipoz dokuda; glukagon adenilat siklazı aktive eder, cAMP
seviyesini artırır, cAMP-bağımlı protein kinazı aktive eder ve değişik metabolik yolları kontrol eden
enzimlerin fosforilasyonunu artırır. Glukagonun sinyal iletimindeki ilk basamak hücre zarındaki
reseptöre bağlanmak ve Gprotein kompleksini aktive etmektir.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

İnsülin ve glukagonun temel fonksiyonu yakıt homeostazisini sürdürmektir. Glukagon


insülinin etkilerine ters etkiye sahip olduğu için, [insülin]/[glukagon] oranı, uygun enzimlerin
indüklenmesi veya baskılanmasına göre yakıtların metabolik akıbetlerini belirler. (Yani enerji
ihtiyacınız varsa glikoz elde etmek için kullanılır.)

Atakan AYLAR

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HORMONLARI


AMİLİN
 Pankreas beta hücrelerinde ve mide ve proksimal ince barsakta dağılmış vaziyette bulunan
endokrin hücrelerde üretilen 37 aa’lı bir hormondur.
 Amilin eksojen olarak verildiğinde kemirgenlerde ve insanlarda midenin boşalmasını ve
glukagon sekresyonunu bloke eder.
 Amilin fizyolojik etkilerini kalsitonin reseptörü ile etkileşerek gösterir.
 Mide-barsaktan elde edilen amilinin insan fizyolojisindeki rolü tam olarak ortaya
konamamıştır.
 Ancak, amilin analoğu olan pramlintid’in Tip 1 ve Tip 2 diyabetin tedavisinde insülinle birlikte
kullanımı kabul edilmiştir.

APELİN
 Orijinal olarak sığır mide ekstraktından saflaştırılmış 36 aa’lı bir peptiddir.
 Apelin ve reseptörü periferik dokularda yaygın olarak (akciğerler, kalp, meme, MSS) sentez
edilir.
 Apelin, GIS’te en çok midede bulunur.
 Kardiyovasküler sistemde vazodilatatör ve inotropik etkiler gösterir.
 Apelin reseptörü invitro olarak HIV için bir koreseptör gibi fonksiyon gösterir ve apelinilişkili
peptidler invitro olarak HIV enfeksiyonu antagonistleri gibi davranırlar.

KALSİTONİN GENİ-İLİŞKİLİ PEPTİD (Calcitonin Gene-Related Peptide – CGRP)


 CGRP; kalsitonin, amilin ve adrenomedullin gibi hormonları da kapsayan büyük bir peptid
ailesinin üyesidir.
 İnsanlarda, CALC-A ve CALC-B adlı iki farklı gen hem kalsitonini hem de CGRP’yi kodlar.
 CGRP, α-CGRP ve β-CGRP olmak üzere C- terminalinden amidlenmiş 37 aa’lı 2 tip nöropeptid
olarak sentezlenir.
 İntestinal CGRP, glukoza cevap olarak ve mide asidi sekresyonuyla salınır.
 CGRP, nitrik oksit salınımını stimüle ederek mide, splanhnik bölge ve periferik dolaşımda
belirgin vazodilatasyon sağlar.
 Somatostatin salınımını stimüle ederek, gastrik asit ve pankreas ekzokrin salgılarını inhibe
eder.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

KOLESİSTOKİNİN (CCK)
 CCK ilk defa safra kesesi kontraksiyonunu stimüle eden bir faktör olarak bulundu.
 CCK gen ekspresyonu, proksimal ince barsak Ihücrelerinde ve gastrik ve kolonik myenterik
pleksus ve submukozal pleksus sinir dallarında gerçekleşir.
 Sinir dallarında eksprese olan CCK nörotransmitter gibi davranır.
 Temel aktif form olan CCK-8 bir oktapeptiddir ve sülfatlanmış bir tirozin bakiyesi ve C-
terminalinde amidlenmiş bir fenilalanin bakiyesi bulundurur.
 CCK-33 insan plazmasındaki dolaşan baskın formdur.
 CCK, CCK-A reseptörüne yüksek afinite ile bağlanır.
 Yedi-transmembran domain’li bir GPCR (G Protein-Coupled Receptor) olan reseptörü,
pankreatik asiner hücrelerde, safra kesesinde, düz kasta, gastrik mukozanın esas ve D
hücrelerinde ve merkezi ve periferik sinir sisteminde bulunur.
 Midede, antral ve pilorik kontraksiyonların gücünü artırırken, proksimal gastrik motiliteyi
inhibe eder. CCK aynı zamanda, yemeğin stimüle ettiği pankreatik enzim sekresyonunu ve
safra kesesi kontraksiyonlarını düzenler.

GALANİN
 İnsanlarda 19 ve 30 aa uzunluğunda olan 2 moleküler formu vardır.
 En az 3 farklı galanin reseptör alttipi tanımlanmıştır: GalR1, GalR2 ve GalR3. Bunlar yaygın
olarak gastrik ve intestinal düz kas hücrelerinde, pankreasta ve MSS’de bulunurlar (eksprese
edilirler).
 Galanin, merkezi ve periferik sinirsisteminde, hipofizde ve ayrıca mide barsaklar, pankreas,
tiroid ve adrenal bezlerin nöral yapılarında bulunur.
 Beyinde; gıda alımını, hafızayı, kognitif faaliyetleri ve antinozisepsiyonu düzenler.
 Pankreatik ekzokrin sekresyonu ve intestinal iyon transportunu inhibe eder.
 İncelenen türe göre değişmek üzere; intestinal düz kasın kasılmasını veya gevşemesini
indükler.
 Midenin boşalmasını geciktirir, kolondan geçiş süresini uzatır.
 İnsülin, PYY, gastrin, somatostatin, enteroglukagon, nörotensin ve PP’nin sekresyonunu
inhibe eder.
 Salgılatıcı uyaranları ise intestinal distansiyon (gerginlik), intestinal mukozanın kimyasal
stimülasyonu, periarteriyel sinirlerin elektriksel stimülasyonu, sempatik sinirlerin ekstrinsik
uyarımı ve ağız yoluyla besin alınması (özellikle uzun zincirli yağ asitleri) olarak ifade edilebilir.
 Glukoz-Bağımlı İnsülinotropik Polipeptid de denir. 42 aa’lı bir peptiddir.
 Duodenumdan ve proksimal jejenumdaki nöroendokrin K hücrelerinden orijin alır.
 Gastrik asit sekresyonunu ve gastrointestinal motiliteyi inhibe eder.
 İnsülin salınımını artırır, glukoz ve lipid metabolizmasını düzenler.
 Kemikte anabolik etkiler gösterir.

GASTRİN
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

 101 aa’lı bir prekürsor olan pre-progastrin tek bir m-RNA transkripti tarafından kodlanır, daha
sonra gerçekleştirilen posttranslasyonel işlemlerle biyolojik olarak aktif birden fazla
moleküler formu sentezlenir (34, 17 ve 14 aa’lı).
 Gastrin, midede asit salgılayan (oxyntic) mukozanın enterokromafine benzer hücrelerinde
bulunan CCK-2 reseptörüne bağlanarak etkisini gösterir.
 Ağırlıklı olarak mide ve duodenumun enteroendokrin G hücrelerinden orjin alır. Ayrıca; MSS
ve PSS, hipofiz, adrenal bez, genital yol, solunum yolu, fetal pankreastan da orjin alır.
 Mideden asit sekresyonunu indükler.
 Amidlenmiş gastrinler midenin asit salgılayan mukozası için trofik etkiye sahiptir (büyütücü,
çoğaltıcı).
 Progastrin ve glisinle uzatılmış gastrin kolonda epiteliyal proliferasyonu indükler.
 Lümen içeriği (özellikle kısmen sindirilmiş aromatik aa’lar, küçük peptidler, kalsiyum, kahve
ve etanol) ve humoral ve nöral etkiler (vagus, beta adrenerjik ve GABA nöronları ve GRP)
salgılatıcı uyaranlarıdır.

GASTRİN-SERBESTLEŞTİRİCİ PEPTİD (GASTRINRELEASING PEPTIDE- GRP) VE


İLGİLİ PEPTİDLER
 Bombesin peptid ailesi, orijinal olarak kurbağa derisinden elde edilmiştir ve bombesin,
gastrinserbestleştirici peptid (GRP; bombesin’in memelilerdeki homologu), nöromedin
B(NMB) ve nöromedin C (NMC)’yi içerir.
 GRP 27 aa’lı, NMB ve NMC ise 10 aa’lı peptidlerdir.
 Bu peptidlerde ortak olarak biyolojik aktivite için gerekli, C-terminalinde yer alan birbirinin
aynısı bir heptapeptid yapı yer alır.
 Üç adet GRP reseptör alt tipi klonlanmıştır.
 Yedi-transmembran domain’li GPCR (G ProteinCoupled Receptor) yapısındadırlar ve
bombesin’e benzer peptidleri bağlarlar.
 Alt tiplerden biri GRP’yi bağlar ve ince barsaklar boyunca bulunur.
 İkincisi, NMB’yi bağlar ve özofagus ve ince barsak muskularisinde bulunur.
 Üçüncü alt tipe ise ‘bombesin reseptör subtip 3’ adı verilir ve tercihan GRP’yi bağlar.
 Bu alt tip, testisler ve küçük hücreli akciğer kanserinde bulunur.
 MSS, enterik sinir sistemi, nörotransmitter olarak görev aldığı gonadlar ve akciğerler,
pankreasta dağılmış bulunan nöronlardan orjin alır.
 Mide, ince barsak ve safra kesesinde düz kas kontraksiyonunu stimüle eder.
 CCK, gastrin, GIP, glukagon, GLP-1, GLP-2, motilin, PP, PYY ve somatostatin salınımını stimüle
eder.
 G hücrelerine direkt etki ile gastrik asit sekresyonunu stimüle eder.
 Beyinde; iştah, hafıza, termogenezis ve kardiyak fonksiyonu düzenler.
 Pankreasın büyümesini stimüle eder.
 Akciğerlerde; normal ve neoplastik doku için büyüme faktörüdür.
 Salgılatıcı uyaranı ise kolinerjik stimülasyondur.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

GHRELİN
 Motilin’le ilişkili bir peptiddir. 28 aa’lı bir büyüme hormonu salgılatıcı faktördür.
 MSS, mide, ince barsak, kolondan orjin alır.
 Büyüme hormonu salınımını stimüle eder.
 Gastrik kinetik aktiviteyi stimüle eder.
 İştah açıcı etki gösterir.
 Enerji üretimini stimüle eder ve hipotalamik düzenleyici çekirdeğe enerji homeostazisini
kontrol etmesi için sinyal gönderir.
 Açlık durumunda salgılanır.

GLUKAGON BENZERİ PEPTİD (GLP-1)


 İleum ve kolonda bulunan enteroendokrin L hücreleri ve MSS’den rjin alır.
 Ağız yoluyla gıda alınmasını takiben glukoz uzaklaştırılmasını hızlandırır. Bunu, gastrik
boşalmayı inhibe ederek, insülin sekresyonunu stimüle ederek ve glukagon sekresyonunu
inhibe ederek yapar.
 Gıda alımını inhibe eder.
 Pankreas adacıklarının neogenezini ve proliferasyonunu stimüle eder.
 Sahte besleme ile indüklenen gastrik asit sekresyonunu inhibe eder.
 Ağız yoluyla gıda alınması, özellikle karbonhidratlar ve yağdan zengin gıdalar; vagal uyarım,
GRP, GIP, asetil kolin ve nöromedin C salgılatıcı uyaranlarıdır.
 Somatostatin sekresyonunu inhibe eder.

GLUKAGON BENZERİ PEPTİD (GLP-2)


 33 aa’lı bir peptiddir ve enteroendokrin hücrelerden GLP-1, oksintomodülin ve glisentin ile
birlikte salgılanır. GLP-1 ve GLP-2’nin etkileri farklı reseptörler üzerinden iletilir, ancak her
ikisi de dipeptidil peptidaz-4 enzimi tarafından hızla inaktive edilirler.
 İleum ve kolonda bulunan enteroendokrin L hücreleri, MSS’den orjin alır.
 Kript hücre proliferasyonunu stimüle etmek ve apoptozisi inhibe etmek yoluyla, ince barsak
ve kolon mukozasında büyümeyi (çoğalmayı) indükler.
 Merkezi olarak indüklenen antral motiliteyi ve yemekle-stimüle edilmiş gastrik asit
sekresyonunu inhibe eder.
 İnce barsak epiteliyal bariyer fonksiyonunu artırır.
 İntestinal heksoz transportunu stimüle eder.
 Besin alımının kısa süreli kontrolünü inhibe eder.
 Ağız yoluyla gıda alınması, özellikle karbonhidratlar ve yağdan zengin gıdalar; vagus uyaranı,
GRP, GIP, asetil kolin ve nöromedin C salgılatıcı uyaranlarıdır.
 Somatostatin sekresyonunu inhibe eder.

MOTİLİN
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

 22 aa’lı bir peptiddir.


 Motilin reseptörü, büyüme hormonu reseptörüne %52 oranında benzerlik gösterir. Motilin
reseptörü eritromisini de bağlar. Başlıca, düz kaslar ve enterik nöronlarda olmak üzere, GI
kanalın birden fazla bölgesinde bulunurlar (eksprese edilirler).
 Beyin, bronkoepiteliyal hücreler ve duodenum ve proksimal jejenumda bulunan
enteroendokrin M hücrelerinden köken alır.
 Midede faz III kontraksiyonlarını indükler.
 Gastrik ve pankreatik enzim sekresyonunu stimüle eder.
 Safra kesesi, Oddi sfinkteri ve alt özofagus sfinkterinde kontraksiyonu indükler.
 Duodenal alkalinizasyon,yalancı besleme,gastrik distansiyon ,opioid agonistleri ise salgılatıcı
uyaranlardır.
 Çoğu GI hormonun aksine, duodenumda gıda varlığı motilin salınımını baskılar.

NÖROPEPTİD Y (NPY)
 Etkilerini en az 4 reseptör alt tipi üzerinden gösterir. Y1 ve Y2 reseptörleri NPY ve PYY (Peptid
YY)’ye karşı benzer afinite gösterirler. Y3 reseptörünün ise NPY’ye karşı afinitesi, PYY’den
daha yüksektir.
 NPY ve PYY dipeptidil peptidaz IV enzimi tarafından N-terminallerinden parçalanırlar.
 MSS, PSS ve pankreas ada hücrelerinden köken alır.
 Ağız yoluyla gıda alımının potent bir stimülatörü
 Glukozun stimüle ettiği insülin sekresyonunu inhibe eder.
 GI sıvı ve elektrolit sekresyonunu inhibe eder.
 Mide ve ince barsak motilitesini inhibe eder.
 Splanhnik dolaşımda belirgin vazokonstriksiyona neden olur.
 Ağızdan gıda alınımı ve sempatik sinir sistemi aktivasyonu önemli salgılatıcı uyaranlarıdır.

NÖROTENSİN (NT)
 İlk olarak sığır hipotalamusunda tespit edilmiş 13 aa’lı bir peptiddir. Nöromedin (6 aa’lı NT’ye
benzer peptid), ksenin ve ksenopsin gibi NT ile ilişkilipeptidler pronörotensin’in içinde NT ile
birlikte kodlanırlar.
 En azından 3 farklı NT reseptörü (bağlayıcı proteini) vardır (NTS1-3).
 İnce barsak mukozasında (özellikle ileumda) bulunan N hücreleri, enterik sinir sistemi de dahil
olmak üzere MSS ve PSS, kalp, adrenal bez, pankreas, solunum sistemi köken aldığı yerlerdir.
 Kolon epitelinin çoğalmasını stimüle eder.
 Postprandial gastrik asit sekresyonunu ve pankreatik ekzokrin sekresyonu inhibe eder.
 Kolonda motiliteyi stimüle ederken, mide ve ince barsak motilitesini inhibe eder.
 Jejenum ve ileumdan yağ asidi alımını hızlandırır, mast hücrelerinden histamin salınımını
indükler.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

 İnvitro olarak bazı pankreas ve kolon kanser hücre serileri için tropik (çoğalmayı stimüle
eden)
 Lümendeki besinler (aa ve karbonhidratlar değil, fakat özellikle lipidler), GRP ve Bombesin
salgılatıcı uyaranlarıdır.
 Somatostatin sekresyonunu inhibe eder.

PİTUİTER (HİPOFİZ) ADENİLAT SİKLAZI AKTİVE EDİCİ PEPTİD (PACAP)


 Beyin, solunum yolu ve enterik sinir sisteminden orjin alır.
 Mideden histamin salınımını stimüle eder.
 Pankreas sıvısı, protein ve bikarbonat sekresyonunu artırır.
 İnsülin ve katekolamin salınımını stimüle eder.
 Gastrik asit sekresyonunun nöral düzenlemesini yapar.
 MSS’nin aktivasyonu salgılatıcı uyaranıdır.

PEPTİD YY (PYY)
 NPY ve PP ile birlikte pankreatik polipeptid ailesinin bir üyesidir. Bu peptidler 36 aa’lıdırlar,
yapılarında birkaç tirozin bakiyesi bulundururlar, aa içerikleri açısından önemli benzerlik
gösterirler ve C-terminal uçları amidlenmiştir.
 Enteroendokrin hücreler, gelişmekte olan endokrin pankreas, olgun adacıklardaki pankreas
alfa hücrelerinin alt grubundan köken alır.
 Midenin asit sekresyonunu ve motilitesini inhibe eder.
 Barsak motilitesini azaltarak, barsaktan geçiş zamanını artırır.
 Pankreastan ekzokrin sekresyonu inhibe eder.
 Periferik vazokonstriksiyon ve mezenterik ve pankreatik vasküler kan akımında azalma.
 Ağızdan besin alımını takiben: erken sekresyonu vagus tarafından ve hormonal etkilerle
sağlanır; sonra, sekresyon direkt L-hücre stimülasyonu sonucunda oluşur.
 Safra asitleri ve yağ asitleri ve kolon içine aa verilmesi de salgılatıcı uyaranlarındandır.

PANKREATİK POLİPEPTİD (PP)


 PP etkilerini Y4 reseptörü aracılığıyla gösterir. Y4 reseptörü insanda; mide, ince barsak, kolon,
pankreas, prostat, enterik sinir sistemi ve belli MSS nöronlarında bulunur.
 Pankreas başı ve uncinat çıkıntıdaki adacıkların periferindeki pankreas endokrin
hücrelerinden köken alır.
 CCK’nın indüklediği mide asidi sekresyonunu azaltır.
 Midenin boşalmasını ve üst intestinal motiliteyi azaltarak, barsaktan geçiş süresini uzatır.
 Vagus-bağımlı yolla, postprandial ekzokrin pankreas sekresyonunu inhibe eder.
 Besinler, hormonlar, nörotransmitterler, mide distansiyonu, insüline-bağlı hipoglisemi, direkt
vagal sinir stimülasyonu önemli salgılatıcı uyaranlarıdır.
 Hiperglisemi, bombesin ve somatostatin sekresyonunu inhibe eder.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

SEKRETİN
 Temel olarak beyin ve GI kanalda sentezlenen 27 aa’lı bir peptiddir.
 MSS, fetal endokrin pankreas, duodenum ve proksimal jejenumda bulunan enteroendokrin S
hücrelerinden köken alır.
 Pankreatik ve biliyer bikarbonat ve su sekresyonunun temel hormonal stimülanı.
 Pankreatik enzim sekresyonunu düzenler
 Mideden pepsinojen salinimini stimüle eder.
 Alt özofagus sfinkterinin kasılmasını, midenin postprandiyal boşalmasını, gastrin salınımını ve
mide asidi sekresyonunu inhibe eder.
 Mide asidi, safra tuzları ve lümende bulunan gıdalar (özellikle yağ asitleri, peptidler ve
etanol.) önemli salgılatıcı uyaranlarıdır.
 Somatostatin sekresyonunu inhibe eder.

SOMATOSTATİN
 İlk olarak, hipotalamik büyüme hormonu salınımını-inhibe edici faktör olarak izole edilmiştir.
 Aynı zamanda ince barsak ve pankreasta da sentezlenir. Prosomatostatin’in
posttranslasyonel işlemlerden geçirilmesinden sonra, 14 ve 28 aa’lı iki tip biyolojik olarak
aktif formu sentezlenir. 28 aa’lı formu enteroendokrin D hücrelerinden, 14 aa’lı formu ise
mide ve pankreastaki D hücrelerinden salınır.
 Beş adet somatostatin reseptör alt tipi tanımlanmıştır.
 MSS, pankreatik delta hücreleri ve enteroendokrin D hücrelerinden orjin alır.
 Pankreastan insülin, glukagon ve PP’nin sekresyonunu inhibe eder.
 Gastrin, sekretin, VIP, CCK, GLP-1 ve GLP- 2’nin sekresyonunu inhibe eder.
 Pankreatik ekzokrin sekresyonu inhibe eder.
 G hücreleri, enterokromafine-benzer hücreler ve parietal hücrelere parakrin olarak etki
ederek mide asidi sekresyonunu inhibe eder.
 Splanhnik kan akımını, barsak motilitesini ve karbonhidrat abzorpsiyonunu azaltırken, su ve
elektrolit abzorpsiyonunu artırır.
 Lümendeki besinler, gastrin, CCK, bombesin, GLP-1 ve GIP salgılatıcı uyaranlarıdır.
 PACAP, VIP ve beta adrenerjik agonistler gibi nöral etkiler sekresyonunu stimüle eder.
 ACh sekresyonunu inhibe eder.

TAKİKİNİNLER
 Takikininler ailesi Substance P, nörokinin A ve nörokinin B’den oluşur. Hepsinde biyolojik
aktivite için gerekli olan ortak bir C-terminal pentapeptid dizisi vardır.
 Dört farklı takikinin reseptörü vardır.
 MSS ve PSS, solunum yolu, deri, duyu organları ve ürogenital yol, GI kanalda; submüköz ve
myenterik pleksuslardaki nöronlar, ekstrinsik duyu lifleri ve barsak epitelindeki
enterokromaffin hücrelerden köken alır.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan

 Vazomotor ve GI düz kas kontraktilitesini düzenler.


 Kemotaksis ve immün hücrelerin aktivasyonu, mukus sekresyonu, su abzorpsiyonu ve
sekresyonu
 Viseral inflamasyon, hiperrefleksi ve hiperaljezide rol alır
 Nöronların direkt ve/veya indirekt aktivasyonu önemli salgılatıcı uyaranlardır.

TİROTROPİN SERBEST BIRAKAN (RELEASİNG) HORMON (TRH)


 İlk olarak, bir hipotalamik düzenleyici peptid olarak izole edilmiştir.
 MSS ve enterik sinir sistemi, kolon, midenin G hücreleri, pankreatik beta hücreleri kökenlidir.
 Pentagastrince stimüle edilen mide asidi sekresyonunu baskılar.
 Kronik olarak verilmesi pankreatik hiperplaziyi indükler ve amilaz salınımını inhibe eder.
 CCK’nın indüklediği safra kesesi düz kas kontraksiyonunu zayıflatır.
 Barsak mukozasında kolesterol sentezini inhibe eder.
 Midede, histamin ve serotonin salgılatıcı uyaranlarındandır.
 Endojen opioidler sekresyonunu inhibe eder.

VAZOAKTİF İNTESTİNAL PEPTİD (VIP)


 28 aa’lıdır. Üyelerinin hepsi (PACAP, PHI, PHM) enterik sinir sisteminin nörotransmitterleri ve
nöromodülatörleri olan bir peptid süperailesinin üyesidir.
 MSS ve PSS (enterik sinir sistemi dahil) kökenlidir.
 Vasküler ve nonvasküler düz kaslarda gevşemeyi indükler.
 Alt özofagus sfinkteri, Oddi sfinkteri ve anal sfinkterde gevşeme sağlar.
 Gevşemeyle birlikte olan barsak kontraksiyonlarını düzenler ve muhtemelen ince barsaktaki
refleks vazodilatasyonda rol alır
 Mide asidi sekresyonunu inhibe eder.
 Biliyer su, bikarbonat, pankreas enzimleri ve barsaktaki klor sekresyonunu stimüle eder.
 Mekanik stimülasyon, MSS ve PSS’nin aktivasyonu salgılatıcı uyaranlardır.

Semanur Tokalaç 2. YarI


BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ

BESİN MADDELERİNİN EMİLİMİ, TAŞINIMI VE METABOLİZMASI

Proteinlerin Emilim ve Taşınımı

Ø Proteinler, ince bağırsaklardan emilemeyecek kadar büyüktürler.


Ø Mideden, pankreastan ve bağırsak mukoza hücrelerinden kaynaklanan enzimler ve
gerekli optimum pH şartlarında amino asitlere kadar yıkılırlar.

Lümenden bağırsak hücresi içine taşınımları Na bağımlı kotransport ve gama glutamil


döngüsü ile gerçekleşir.

Na- Bağımlı Kotransport:

§ Hücre içi aminoasit konsantrasyonu daima dışarıdan yüksek olduğundan, taşınma


konsantrasyon gradientine karşı olur.
§ Na/K pompası ve ATP harcanarak Na önce hücre dışına atılılır.
§ Na, tekrar hücre içine girerken beraberinde amino asit de hücre içine girer.

Gama Glutamil Döngüsü:

§ Hücre zarında bulunan gama glutamil transferaz (GGT) enzimi ve hücre içinde bulunan
glutatyon kullanılır. Glutatyon= Glutamil sisteinil glisin
§ Önce taşınacak olan amino asit hücre zarına bağlanır.
§ Sonra glutatyondan sistein ve glisin ayrılır.
§ Serbest kalan glutamat kalıntısına taşınacak olan amino asit bağlanır.
§ Hücre içine geçiş olduktan sonra glutamat tekrar sistein ve glisine bağlanıp glutatyonu
oluştururken amino asit serbest kalır.
§ İşlem sırasında 3 ATP harcanır.
§ Özellikle böbrek ve bağırsakta amino asit taşınmasını sağlar.
§ Glutatyon sentezi sitozolde olur, ribozom varlığı gerektirmez.

Bağırsaktan Kan Dolaşımına Geçiş:

§ Bağırsak hücresine alınan amino asitler interstisyuma kolaylaştırılmış difüzyonla


geçerler.
§ Kana geçen amino asitler ise periferik hücrelere Na bağımlı kotransport ve az miktarda
da kolaylaştırılmış difüzyonla geçerler.

Periferik hücrelerde aminoasitlerden tekrar sentezlenen proteinler( yapıtaşı,
nörotransmitter) yapılabilir. Uzun ömürlü proteinler lizozomlarda ATP kullanılmadan

BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ

katepsin denilen proteazlarca yıkılır. Kısa ömürlü olanlarda PEST (prolin,


glutamat,serin,treonin) dizisi bulunur. Bu amino asitler proteini yıkıma yönlendirir.

Amino Asitlerin Yıkımı:

1. Amino asitlerden ‘’N’’ ayrılması


a) Transaminasyon
b) Oksidatif deaminasyon ile olur. Açığa çıkan azotlar üre döngüsüne girer.

2. Karbon iskeletlerinin metabolizması. TCA döngüsünün ara metabolitlerine dönüşerek
enerji elde edilir. Örneğin arginin, prolin, histidin ve glutamin alfa ketoglutarata dönüşürler.

Karbonhidratların Emilimi

Ø Duodenum ve jejenumdan büyük bir kısmı absorbe olur.
Ø İntestinal hücrelere glukoz alınması için insülin gerekmez.
Ø Galaktoz ve glukozun emilimi 2 şekilde olur:
• Aktif transportla: Önce ATP harcanarak Na/K ATPaz pompasıyla sodyumlar dışarı
atılır. Dışarı atılan sodyumlar tekrar hücre içine dönerken her 2 Na ile birlikte 1 glukoz
geçer. Konsantrasyon gradientine karşı taşınmadır.
• Kolaylaştırılımış difüzyon: Bu tipte özel bir taşıyıcı ile konsantrasyon farkıyla birlikte
taşınım olur. (GLUT2 ve GLUT5)

Fruktozun Emilimi:
Ø Glukoz ve galaktozdan daha yavaş emilir.
Ø Kolaylaştırılmış difüzyon ile olur.(GLUT5 aracılığıyla)

Portal Dolaşıma Geçiş:
Ø Glukoz ve galaktoz bağırsak hücresinden portal dolaşıma kolaylaştırılmış difüzyon veya
basit difüzyonla geçerken fruktoz kolaylaştırılmış difüzyonla geçer.

Glukozun Kandan Periferik Hücrelere Geçişi:
§ Kolaylaştırılmış difüzyon (GLUT1-5) (Sitokalazin B ile inhibe edilebilir.)
§ Na bağımlı kotransport ( Aktif transport) ( Florhizin ile inhibe edilebilir.)

Taşıyıcılar

GLUT1: Beyin, böbrek, eritrosit, kolon, plasenta (düşük Km)

GLUT2: Karaciğer, böbrek, pankreas beta hücreleri, ince bağırsak (yüksek Km)

GLUT3: Beyin, böbrek, plasenta, fötal kas (düşük Km)


BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ

GLUT4: İskelet ve kalp kası, adiposit (insüline cevap veren)

GLUT5: İnce bağırsak, testis ( fruktoza yüksek afinite gösterir.)

Hücrelerde glikozun izlediği yollar: Glikoliz, TCA, glukojenez, yapıtaşı olarak, pentoz fosfat
yolu..

Lipidlerin Emilimi

Ø Duodenum ve jejenumda lipid yıkımının başlıca ürünleri serbest yağ asitleri, serbest
kolesterol ve 2-monoaçil gliseroldür.
Ø Safra tuzları ile birleşip miçel oluştururlar.
Ø Miçeller, bağırsakta fırçamsı kenardan geçerek absorbe olurlar. Pasif difüzyonla
emilirler.
Ø Safra tuzları emilmeden ileuma geçer. İleumda aktif transportla portal dolaşıma
geçerler.

Ø İntestinal mukoza hücrelerine alınan yağ asitlerinden uzun zincirli olanlar yağ asidi
bağlayıcı protein ile düz endoplazmik retikuluma taşınır.
Ø SER’de yeniden trigliserit sentezlenir.
Ø Yağ açil gliseroller tiyokinaz ile aktifleşerek monoaçil gliserole aktarılırlar.
Ø Bağırsak hücresinde uzun zincirlilerden trigliserit sentezlenirken kısa ve orta zincirliler
periferik dolaşıma geçip kanda dolaşabilirler.
Ø Emilen kolesterolden, kolesterol esteri sentezlenir.

BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ

Ø Bağırsak hücresi içinde sentezlenen trigliserit, kolesterol esteri, fosfolipid ve serbest
kolesteroller lipoprotein şeklinde paketlenir.
Ø Bu paketlere şilomikron adı verilir.
Ø Yapısında protein olarak ApoB48 bulunur.
Ø Şilomikronlar bağırsak hücresinden bağırsak laktealine aktarılır.





BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ



Ø Şilomikronlar ekzositozla bağırsak hücresinden bağırsak laktealine aktarıldıktan sonra
oradan lenfatik sisteme, ductus thoracicus’tan da sol subclavian ven yoluyla kan dolaşımına
geçerler.
Ø Şilomikronlar taşıdıkları trigliseritleri iskelet kası ve adipoz dokuya bırakırlar.
Ø Periferik damarlarda şilomikronları yıkan lipoprotein lipaz ile trigliseritler yıkılır.
Ø Yağ asitleri hücrelerce alınıp oksitlenir ve enerji elde edilir.
Ø Yapıtaşları olarak kullanılır, yeniden trigliserit sentezlenebilir, PG sentezinde
kullanılabilir.
Ø Gliserol de karaciğer tarafından alınıp glukoneogeneze gider
Ø Sentezlenen glukoz tekrar çeşitli amaçlar için kullanılır.

Enerji Oluşumuna Katkıda Bulunan Yollar:
Glikoliz, sitrik asit döngüsü, yağ asitleri beta oksidasyonu, amino asitlerin karbon
iskeletlerinin sitrik asit döngüsüne girerek NADH ve FADH oluştırması..

BESİNLER VE SAĞLIK
Ø Yeterli ve dengeli beslenme sağlığın temelidir.
Ø Beslenme açlık duygusunu bastırmak, karın doyurmak ya da canının çektiği şeyleri
yemek değildir.

BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ

Ø Beslenme; sağlığı korumak, geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun
gereksinimi olan besin öğelerini yeterli miktarlarda ve uygun zamanlarda almak için bilinçli
yapılması gereken bir davranıştır.
Ø Yeterli ve dengeli beslenen kişiler;
• Sağlam ve sağlıklı bir görünüştedir.
• Hareketli ve esnek bir bedene,
• Muntazam bir cilde, canlı ve parlak saçlara ve gözlere,
• Kuvvetli, gelişimi normal kaslara,
• Çalışmaya istekli kişiliğe,
• Boy uzunluğuna uygun vücut ağırlığına,
• Normal zihinsel gelişime,
• Sık sık hasta olmayan bir yapıya sahiptir.
Ø Yetersiz ve dengesiz beslenen kişiler ise;
• Hareketleri ağır ve isteksizdir.
• Sağlıksız genel görünüşe,
• Pürüzlü, kuru, sağlıksız cilt yapısına,
• Şişman veya zayıf vücut yapısına,
• İştahsız, yorgun, isteksiz bir yapıya sahiptir.
• Sık sık baş ağrısından şikayet ederler.

Temel Besin Grupları:
Süt Grubu:
Başta yetişkin kadınlar, çocuklar ve gençler olmak üzere tüm yaş gruplarının bu grubu her
gün tüketmesi gerekir.
Bu grupta yer alan besinler: Süt ve yerine geçen besinler; yoğurt, peynir ve süt tozu gibi sütten
yapılan besinler..
İçerdiği önemli maddeler: Protein, kalsiyum, fosfor, B12 vitamini..

Ø Her gün yetişkin bireylerin günlük 2 porsiyon, çocukların, adölesan dönemi gençlerin,
gebe ve emziren kadınlarla menopoz sonrası kadınların 3-4 porsiyon süt ve yerine geçen
besinleri tüketmeleri gerekir.
Ø Bir orta boy su bardağı (200cc) süt veya yoğurt ile iki kibrit kutusu büyüklüğünde
peynir bir porsiyondur.

Et-Yumurta-Kurubaklagil Grubu:
Bu grupta yer alan besinler: Et, tavuk, balık, yumurta, kuru fasulye, nohut, mercimek.. Ceviz,
fındık, fıstık gibi yağlı tohumlar da bu grupta yer alır.
İçerdiği önemli maddeler: Protein, demir, çinko, fosfor, magnezyum, B6, B12, B1 ve A vitamini,
posa…

BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ

Ø Etler iyi kalite protein kaynağıdır. Özellikle protein gereksiniminin arttığı, hızlı
büyümenin olduğu bebeklik ve çocukluk dönemlerinde diyette mutlaka yer alması gerekir.
Günlük 2-3 köfte kadar et-tavuk-balık-hindi tüketilmelidir.
Ø Yağlı etlerin doymuş yağ ve kolesterol içeriği daha yüksek olduğu için koroner arter
hastalığı, diyabet, hipertansiyon gibi hastalığı olanlar diyetisyen kontrolünde yağsız kırmızı et,
derisiz beyaz et ve balık etini tercih etmelidir.
Ø Omega-3 içeriği yüksek olduğu için sağlıklı beslenme için haftada en az 2 kez balık
yenilmelidir.
Ø Salam, sosis gibi et ürünlerini tüketirken yanında mutlaka C ve E vitamininden zengin
bir besine yer verilmelidir. Bu besinlerin yağ oranı yüksek olduğundan sınırlı sayıda
tüketilmelidir.
Ø Veteriner kontrolünden geçmiş etler tüketilmelidir. Kaçak kesilmiş etler hastalık
etkenlerini taşıyabilir, iyice pişirildikten sonra tüketilmelidir.
Ø Pişirmede haşlama, ızgara gibi yöntemler tercih edilmeli, kızartmadan kaçınılmalıdır. Et
kokan yemeğe yağ eklenmemelidir.
Ø Protein kalitesi yüksek olduğu için bebek ve çocuklar tarafından her gün bir adet
yumurta tüketilmesi yararlıdır.
Ø Diyette protein miktarının kısıtlandığı böbrek ve karaciğer yetmezliği gibi hastalıklarda
yumurta örnek protein içeriği nedeniyle önemli bir protein kaynağıdır.
Ø Çiğ yumurta tüketilmemelidir.
Ø Kalp-damar hastaları haftada 1-2 kez yumurta yiyebilirler.
Ø Et yemeyenler et seçeneği olarak yumurta yiyebilirler. Bir adet yumurta, besin değeri
açısından yumurta büyüklüğündeki ete eşittir.

Kuru Baklagiller:
• Posa içeriklerinin yüksek olması ve yağ içeriklerinin düşük olması nedeniyle özellikle
kalp-damar ve diyabet hastalarının diyetinde sıklıkla yer almalıdır.
• Özellikle kuru baklagillerin haftada 2-3 kez tüketilmesi önerilmektedir.

Yağlı Tohumlar:
• Yağlı tohumlar; B grubu vitaminlerden, minerallerden, yağ ve proteinden zengin olan
besinlerdir. Özellikle çocukların ve ağır işte çalışanların diyetinde yer alması gerekir.
• Yeterli ve dengeli beslenmede günlük miktar fındıkta 15-20 adet (30 gr) veya cevizde 5-
6 adet (30 gr) olmalıdır.
• Evde saklarken kabuklu ve kabukları ayrılmışları bir arada tutmamalı, nemsiz ve serin
ortamda saklamalıyız.

Sebze ve Meyve Grupları:

İçerdiği önemli maddeler: Mineraller ve vitaminler bakımından zengindirler. Folik asit, A


vitamininin ön ögesi olan beta-karoten, E, C, B12 vitaminleri, kalsiyum, potasyum, demir,
magnezyum, posa ve diğer antioksidan özelliğe sahip bileşiklerden zengindirler.
BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ

Ø Büyüme ve gelişmeye yardım ederler.


Ø Hücre yenilenmesini ve doku onarımını sağlarlar.
Ø Deri ve göz sağlığı için temel ögeler içerirler.
Ø Diş ve diş eti sağlığını korurlar.
Ø Kan yapımında görev alan ögelerden zengindirler.
Ø Hastalılara karşı direncin oluşumunda etkindirler.
Ø Doygunluk hissi sağlarlar.
Ø Dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlık ve kronik hastalıkların oluşma riskini azaltırlar.
Ø Bağırsakların düzenli çalışmasına yardımcı olurlar.
Ø Tüm sebze ve meyveler besin değeri, içeriği ve ekonomik olması açısından mevsiminde,
bol ve ucuz bulunduğu dönemlerde en az 5 porsiyon tüketilmelidir.
Ø 1 porsiyon meyve= 1 orta boy elma veya 1 orta boy portakal veya 1 büyük boy
mandalina
Ø 1 porsiyon sebze= 4-5 yemek kaşığı sebze yemeği veya 1 kase salata
Ø Çimlenmiş patateslerde kabuğa yakın kısımda bulunan ve zehirleyici etkisi bulunan
solanin (bir alkaloid) maddesi miktarı artar.
Ø Bu nedenle patates çimlenmekten korunmalıdır. Aşırı çimlenmiş patatesler
tüketilmemelidir. Solanin zehirlenmesi sindirim sistemi bozuklukları, terleme ve halsizlik vb
bulgularla ortaya çıkar.

Ekmek ve Tahıl Grubu:
Bu grupta yer alan besinler: Buğday, pirinç, mısır, çavdar ve yulaf gibi tahıl taneleri ve
bunlardan yapılan un, bulgur, yarma, gevrek ve benzeri ürünler bu grup içinde yer alır.
Ø Tahıl ve tahıl ürünleri vitaminler, mineraller, karbonhidratlar (nişasta, lif) ve diğer besin
ögelerini içermeleri nedeniyle sağlık açısından önemli besinlerdir.
Ø Tahıllar B12 dışındaki B vitaminlerinden zengin, özellikle B1 vitamininin en iyi
kaynağıdır.
Ø Bu vitaminler tahıl tanelerinin çoğunlukla kabuk ve özünde bulunur.
Ø Mineraller ve vitaminler bakımından zengindirler. Folik asit, A vitamininin ön ögesi olan
beta-karoten, E, C, B2 vitamini, kalsiyum, potasyum, demir, magnezyum, posa ve diğer
antioksidan özelliğe sahip bileşiklerden zengindirler.
Ø Tam tahıl ürünleri tüketilmelidir.
Ø Tüketilecek miktar bireyin ağırlık ve bedensel çalışma durumuna göre değişir. Az
hareketli, şişman bireylere günde 3 ince dilim ekmek (75g) yeterli iken zayıf bireyler, ağır işte
çalışanlar bunun3-5 katını yiyebilir.
Ø Protein ve vitamin içeriğini arttırmak için diğer besinlerle (kuru baklagiller, süt ve süt
ürünleri) birlikte tüketilmelidir.

Yaşlılarda Beslenme:

Ø Haftada en az 2-3 kez balık tüketilmelidir. Hayvansal kaynaklı yağ tüketimi azaltılmalı,
bitkisel kaynaklı sıvı yağlar tercih edilmelidir.
BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ

Ø Az yağlı veya yağsız süt ve yoğurt tüketimine özen gösterilmelidir.
Ø Kan şekerini hemen yükselten şeker, şekerli ve hamurlu besinler yerine muhallebi ve
sitlaç gibi sütlü tatlılar tercih edilmelidir.
Ø Özel gün ve toplantılarda pasta, tatlı ve şekerleme tüketiminden olabildiğince
kaçınılmalıdır.
Ø Her gün imkan dahilinde 5-7 porsiyon sebze ve meyve ile haftada 2-3 kez kuru baklagil
yemeği tüketilmelidir.
Ø Kızartılmiş besinlerden uzak durulmalıdır. Haşlama, ızgara ve fırında pişirme yöntemleri
tercih edilmelidir.
Ø İçinde et bulunan yemekleri pişirirken ilave yağ konulmamalıdır. Mümkğn olduğunca
yaşa uygun olarak fiziksel aktivite artırılmalıdır.
Ø 65 yaş üzerindeki kişilerde yoğun olarak görülen beyin kanamaları ve ölümlere yol açan
yüksek tansiyondan korunmak için günlük tuz tüketimi kısıtlanmalıdır.
Ø Günlük sıvı tüketimini artırmalı ve günde 8-10 bardak sıvı tüketilmelidir.
Ø Sigara, alkol, aşırı çay ve kahve tüketimi herkes için özellikle yaşlı kişiler için sağlık
sorunlarına davetiye çıkarmaktadır. Ihlamur, taze sıkılmış meyve suyu, ayran ve çorba yaşlı
bireyler için uygun içeceklerdir.

Ergenlik Döneminde Beslenme:
Ø Ergenlik; fiziksel, biyokimyasal, ruhsal ve sosyal yönden hızlı büyüme, gelişme ve
olgunlaşma süreçleriyle çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir.
Ø Ergenlik çağı 12-18 yaş grubunu içerir.
Ø Ergenlik çağının genellikle kızlarda 10-12, erkeklerde ise 11-14 yaşlar arasında başladığı
kabul edilmektedir.
Ø Ergenlik çağında büyüme hızlıdır. Hızlı büyüme ve gelişme ise enerji ve besin ögelerine
ihtiyacı arttırır.
Ø Çocuk ailesinden çok arkadaşlarına yönelir, onlarla birlikte olmak ister. Yemek
zamanlarında arkadaşları ile birlikte olmaktan hoşlanır.
Ø Hızlı büyümeye ek olarak gencin sporla uğraşması enerji ve besin ögelerinde artışa
neden olur.
Ø Bu dönemde yanlış uygulanan zayıflama diyetleri yetersiz ve dengesiz beslenme
nedenidir.
Ø Bedensel hareketler arttırıldığı, yeterli ve dengeli beslenmeye dikkat edildiği sürece
kasların gücü artar ve şişmanlık önlenir, kemik mineral yoğunluğu artar.
Ø Diş çürükleri gençlerde önemli sağlık sorunlarındandır.
Ø Basit guatr besinler ve su ile iyodun yetersiz alınması sonucu çocuklarda ve gençlerde
önemli bir sağlık sorunudur. Bu nedenle iyotlu tuz kullanılmalıdır.
Ø Sağlıklı beslenmenin yanı sıra çocukların daha hareketli bir yaşam tarzı benimsemeleri,
fiziksel aktivite düzeylerinin arttırılması ve bu konuda desteklenmeleri çocukların sosyal,
zihinsel ve bedensel gelişimlerine önemli katkılar sağlayacaktır.

BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ

Okul Öncesi Çocuklarda Sağlıklı Beslenme:
Ø Çocukların özellikle kemik ve diş gelişimi için günde 2-3 su bardağı kadar süt veya
yoğurt, 1 kibrit kutusu kadar beyaz peynir tüketmeleri önemlidir.
Ø Günlük beslenme planı içine yüksek kaliteli proteinlerden 1 yumurta 500 ml süt veya
yoğurt, 1 köfte kadar et veya 1 porsiyon kuru baklagiller tüketiliyorsa çocuk için protein alımı
yeterlidir.
Ø Çocuklar için en önemli öğün kahvaltıdır.
Ø Peynir, haşlanmış yumurta, taze meyve suyu, birkaç dilim ekmek veya 1 bardak süt,
tahıllı ekmek, mandalina çocuklar için yeterli ve dengeli bir kahvaltı örneğidir.
Ø Günlük tüketilecek besinlerin 3 ana, 2 ara öğünde alınması en uygun olanıdır.
Ø Şeker alımı ile iştahsızlık ve diş çürümeleri arasında sıkı bir ilişki vardır.
Ø Şekerli içeceklerin, tatlıların, bisküvi, çikolata gibi besinlerin fazla tüketilmemesi
özellikle ara öğünlerde çocuklara verilmemesi, bu besinler yerine taze meyvelerin tüketilmesi
önerilmektedir.



Hoca ses kaydını sisteme yüklemediği için sadece slayttan yararlanabildim, 2024 notları da pek yararlı
değildi. Kolay bir konu olduğunu düşünüyorum. Herkese sınavda başarılar.
İnci tanem ve Beyzo’ya..

BENGÜHAN AKBULUT

You might also like