Professional Documents
Culture Documents
D2M3 Bi̇yoki̇mya
D2M3 Bi̇yoki̇mya
İmge Ergüder
Diyetteki besinlerin çoğu vücuda alınıp kullanılmak için daha küçük moleküllere parçalanırlar.
Besinlerin mekanik ve enzimatik olarak parçalanmaları ile oluşan ürünlerin emilmeleri topluca
sindirim olarak tanımlanır
SİNDİRİM
SEFALİK FAZ
GASTRİK FAZ
• Mukus hücreleri: Midenin tüm iç kısmını kapsar. Mukus salgılayarak mideyi asit ve
enzimlerin etkisinden korur.
• Esas hücreler: Pepsin pepsinojen olarak buradan salgılanır
• G hücreler: Gastirin salgılar.
• Pariatal hücreler: HCl ve intirinsik faktör üretmektedirler.
Mide özsuyu; berrak, açık sarı renkte, %0.2-0.5'lik bir HCl çözeltisidir. pH'ı 1.0 civarındadır. %97-
99'u sudan oluşur. Geri kalanı müsin ve inorganik tuzlar ile sindirim enzimleri olan pepsin,
rennin ve lipazdır.
Pepsinojen, HCl ile pepsine dönüştürülür ve asidik aminoasitlerin peptid bağlarını keser. Rennin,
bebeklerde sindirimde önemlidir. Ca+2 varlığında sütteki kazein proteinini parakazeine çevirir.
Bu dönüşümden sonra pepsin parakazeine etki eder. Yani kazeinin sindirilebilmesi için Ca+2
varlığında rennin gereklidir.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder
Çok minimal olsa da midede de lipatik bir etki görürüz. Lipaz; kısa, orta ve doymamış uzun
zincirli yağ asitlerini serbest yağ asitleri ve 1,2 diaçil gliserollere hidroliz eder. Kısa ve orta zincirli
yağ asitleri mide duvarından portal vene geçer. Uzun zincirliler duodenuma geçerler ve esas
sindirimleri pankreatik lipaz ile bağırsaklarda gerçekleşir.
Sindirim sisteminden salgılanan somatostatin, prostaglandin, gastirik inhibitör polipeptir (GIP),
vazoaktif intestinal polipeptid (VIP), dopamin ve seratonin asit salgısını engellemektedir.
Ayrıca dolaşımda pituiter, adrenal, tiroid ve paratiroid hormon düzeylerinin azalması asit
salınımını engelleyici rol oynar.
İNTESTİNAL FAZ
BAĞIRSAKTA SİNDİRİM
Kimus mideden duodenuma geçtiğinde pH alkali tarafa kayar (Pankreas ve bağırsak özsuyu)
Karaciğerde sentezlenen ve sonra safra kesesinde depolanan safra, kimus geçerken
duodenumdan salgılanan kolesistokinin sayesinde bağırsağa boşaltılır. Böylece miçel oluşumu
için ve sindirim için uygun ortam oluşturulmaya başlanır.
Bağırsaklarda Brunner ve Liberkhün isimli özelleşmiş bezler bulunur. Bunlar bağırsak özsuyunda
bulunan birçok enzimi salgılar:
*Aminopeptidaz, dipeptidaz
*Disakkaridaz, oligosakkaridaz, sükraz, izomaltaz, laktaz
*Fosfataz, polinükleotidaz, nükleozidaz, fosfolipaz
SAFRA TUZLARI: Emülsifikasyondan sorumludur.Asit nötralize
edebiliyor.Atılımda görevli (safra asitleri, safra pigmentleri
kolesterol, ilaç, zehir, bakır, çinko, civa) vücut için atılması
gereken ağır metallerin atılımında etkili
PANKREAS: Pankreas sıvısında esas olarak sodyum, potasyum,
bikarbonat, klor, kalsiyum, çinko, fosfat ve sülfat gibi inorganik
elementler bulunmakta. Sindirim enzimleri gibi organik
bileşikler yer alır. pH’ı 7.5-8.0 civarındadır.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder
Pankreatik Enzimler:
*Tripsin
*Kimotripsin
*Elastaz
*Karboksipeptidaz
*Amilaz
*Lipaz
*Fosfolipaz A2
Enzimlerin Fonksiyonları:
Karbonhidrat Sindirimi
-Karbonhidratlar ince bağırsaktan monosakkarid şeklinde emildiği için glikozidaz enzimleri
glikozid bağlarını parçalar.
-Disakkaridler disakkaridazlarla hidrolize olur:
*Maltoz, 2 glukoza maltaz ile
*Laktoz, galaktoz ve glukoza laktaz ile
*Sakkaroz, fruktoz ve glukoza sakkaraz ile hidrolize olur.
-Polisakkarid olan bitkisel kaynaklı nişastanın ve hayvansal kaynaklı glikojenin yapısında glikozlar
birbirine α1-4 bağları ile ve dallanma noktalarında α1-6 bağları ile bağlanmıştır.
*Tükürük ve pankreas α-amilazı α1-4 bağlarını parçalar.
Dallanma yapan α1-6 glikozid bağlarının hidrolizi ise ince
bağırsak epitel hücrelerinin salgısı olan 1,6-glikozidaz etkisiyle
olur
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder
Burada ise taşıyıcı proteinleri görüyoruz. Glukoz ve galaktoz içeri girebilmek için sodyum
symportera yani taşıyıcı proteinlere ihtiyaç duymakta. Bunu takiben içeriye giren sodyum Na/K
pompası sayesinde tekrar dışarı atılıyor.
Vücutta farklı hücrelerde glukozun transportunda rol oynayan taşıyıcı proteinler bulunmaktadır.
Bu taşıyıcılar hücrelerin plazma membranında bulunur ve GLUT 1’den GLUT 5’e kadar
numaralandırılmışlardır:
İnsülin, iskelet kasları ve adipoz dokuda glukoz transportunu uyarmaktadır. İnsülin reseptörüne
bağlandığında glukoz taşıyıcıları, kendilerini içeren veziküllerden hücre membranına göçerler ve
orada aktive olurlar
• Yağların parçalanması Ca bağımlı enzim olan pankreatik lipaz iledir. Bunun salgılanması
Kolesistokinin kontrolündedir. Kolesistokinin safra kesesi ve pankreasın kasılmasını
uyarmakta, midenin ise engellemektedir.
• İnce barsaktan salgılanan sekretin pankreastan bikarbonat içeriği fazla salgıya neden
olur
• Pankreatik salgıda bulunan kolesterol esteraz kolesterolu esterlerinden ayırır.
• Diyet kaynaklı fosfolipidler pankreastan salınan fosfolipazlarla hidroliz edilirler.
Mikrovillusların fırçamsı kenarı ile temas eden miçellerin kendini oluşturan bileşenlere ayrıştığı
ve bir yoğunluk gradiyenti oluşturarak hücre içerisine alındıkları savunulmaktadır. Safra asidleri
lumen içerisinde kalır. Hücre içerisinde ER’da yeniden esterifikasyon ile triaçilgliseroller
oluşmakta ve daha sonra şilomikronlar oluşmaktadır
gliserolün 3 tane hidroksiline bağlanmış açil gruplarını başlardan kopardı, Bu haliyle yani 2-
mono-açilgliserol haliyle emilim gerçekleşebilir veya izomeraz enzimi etki eder ve ortadaki açil
grubunu 1.karbona atar böylece 1mono-açilgliserol oluşur. Sonra 1.karbona pankreatik lipaz
etki eder, triaçilgliserolü bütün yağ asitlerinden ayırıp tam gliserole kadar indirger. Gliserol de
yine bağırsak epitelinden emilir. Yani mono-açilgliseroller şeklinde de, bütün açil gruplarının
kaybedilmesiyle oluşan gliserol şeklinde de emilim olabilir. Emildikten sonra bağırsaklarda
esterifikasyon işlemi görürler. Ayrılmış olan açil grupları gliserollere takılır, triaçilgliserollere
dönüşür ve şilomikron yapısı oluşturulur. Böylece lipidler kanda taşınabilir hale gelir, portal ven
aracılığıyla da direkt olarak karaciğere geçerler.
Polipeptid şeklinde alındığında bunlar mide asidi tarafından denatüre ediliyorlar. Böylece
oligopeptidler oluşmuş oluyor bunlarda bağırsakta dipeptid ve a.a.lere kadar parçalanıyorlar
bağırsak enzimleri tarafından. Sonra bağırsak lümeninden emiliyorlar bu emilim sırasında Na
transportunu kullanabilirler.
Oluşan peptidler ince bağırsak hücre membranına bağlı bulunan endopeptidazlar, dipeptidazlar,
aminopeptidazlar tarafından oluşturulan serbest a.a. di ve tripeptidler enterositlere özgün
taşıyıcı sistemler ile taşınmaktadır. Enterosit içerisinde serbest a.a. lere parçalanan yapılar
portal sisteme katılmaktadır.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder
Yukarıdaki şekilde ise bağırsak lümeninden emilimi görüyoruz. Aa'lerin emilimi glikoza benzer
şekilde gerçekleşiyor yine sodyumu takip ediyor. İçeri girdikten sonra portal sisteme
kolaylaştırılmış olarak geçiyor ve ilgili yerlere iletiliyor. Na kısıtlaması olayını görüyoruz burada:
Sodyumu glikoz ve protein emilimi takip ettiği için zayıflama diyetlerinde vs. sodyum kısıtlaması
önerilir.
Taşıyıcı proteinin özelliğine göre en az dört tip amino asit taşıma sistemi vardır:
1) Nötral amino asit taşıma sistemi: Na+-bağımlı nötral A sistemi ve Na+-bağımsız nötral L
sistemi olmak üzere iki tiptir. Na+-bağımlı nötral A sistemi alanini seçer ve geçirir; aynı
zamanda asidik ve bazik amino asitleri de taşır. Na+-bağımsız nötral L sistemi lösini ve
sisteinin geçişini sağlar, daha az iş görür.
2) Bazik amino asit taşıma sistemi: Bazik amino asitleri taşır.
3) Asidik amino asit taşıma sistemi: Asidik amino asitleri taşır.
4) Glisin ve imino asit taşıma sistemi: Glisin, prolin ve hidroksiprolini taşır.
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder
Bağırsak ve böbrek hücrelerine amino asitlerin alınmasında önemli rolü olan γ-glutamil
siklusu da tanımlanmıştır:
Gama glutamil transporterlar var hücre zarında. Glutatyon 3’lü a.a.dir. Glisin sistein ve
glutamattan oluşmaktadır. Glutatyon taşıyıcı prt. Yardımıyla gelen hücre içine gelen şeyi
hücre zarından içeriye taşımaktan sorumlu. Glutatyona a.a takılması için sistein ve glisin
glutatyon üzerinden ayrılıyor böylece gelen a.a’i kendi bünyesine dahil ediyor.İçeriye
girdikten, a.a’ini bıraktıktan sonra kalan glutamatımıza tekrardan sistein ve glisin ilave
edilerek yenileniyor.
HORMON YERLEŞİMİ ETKİSİ
ÇIKMIŞLAR:
Cevap:D
Sindirim Biyokimyası Prof. Dr. B. İmge Ergüder
Cevap: C
Dışarı çıkan hidrojene karşılık içeri potasyum giriyor olayda sodyum veya Na/K
pompası mevcut değil
Cevap:C
Cevap:B
İLAYDA YİĞİT
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1
Klinik Enzimoloji 1
Enzimler
► Biyokimyasal reaksiyonları katalizleyerek çok hızlandıran protein yapısındaki
biyolojik katalizörlerdir.
Enzimlerin Sınıflandırılması
Enzimleri katalizledikleri reaksiyon tipine göre sınıflandırabiliriz:
Kreatin Kinaz:
Enzimler klinikte:
-Çeşitli hastalıkların tanı ve izleminde vücut sıvılarındaki enzim aktivite veya
konsantrasyonunun ölçümü şeklinde kullanılır (Bu dersimizde enzimlerin bu
kullanımına yoğunlaşacağız.)
Substrat konsantrasyonu
arttırılınca başta hız artar,
belli bir noktadan sonra
substrat konsantrasyonu
ne kadar arttırılırsa
arttırılsın enzimin kataliz
hızı artmaz.
2. Sıcaklık
3. pH
4. Enzim konsantrasyonu [E]: Substrat konsantrasyonları doyurucu miktarlarda,
sıcaklık ve pH optimum düzeyde, kofaktörlerin bulunduğu durumda enzim
konsantrasyonu arttıkça tepkime hızı artmaktadır.
5. Kofaktörler
6. Aktivatörler/İnhibitörler
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1
► Belirli koşullar altında; birim zamandaki substrat azalma veya ürün oluşma
hızı enzim aktivitesiyle doğru orantılıdır.
-Reaksiyon hızı Ünite/Litre olarak ifade edilir. (Laboratuvar sonuçlarında 1 litre
kandaki enzim miktarını görürüz.)
Bir dakikada bir mikromol substratı değişime uğratan (katalizleyen) enzim miktarı bir
ünitedir. (U veya IU; internasyonel ünite; μmol/dk).
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1
► SI birim: “Katal” (mol/s): 1 saniyede 1 mol substratı değişime uğratan enzim
miktarıdır.
Bir önceki tablonun Türkçesini görmekteyiz. Bu tabloda tanısal enzimlerin temel doku
kaynakları belirtilmiş. Kalın olarak gösterilenler de bizim derslerde en çok üzerinde
duracağımız noktalardır.
! Serumdaki oranlarının düşük olması bu enzimlerin hücre içi enzim olduğunu bize
gösteriyor.
-AST en çok kalp, karaciğer, iskelet kasında karşımıza çıkıyor.
-ALT en çok karaciğer, böbrek ve kalpte bulunuyor.
-CK iskelet kasında, kalpte karşımıza çıkıyor.
Hücre organellerinin belirleyicisi olan enzimler: (Temel olarak bu dersin konusu değildir.)
Prof. Dr. Erdinç Devrim Klinik Enzimoloji 1
► Irk
İzoenzim
►Örnekler:
► İdrar genel olarak uygun bir örnek (numune) olmaz (ancak idrarda amilaz düzeyi
önemlidir).
► Beyin omurilik sıvısı (BOS) enzimatik analizler için oldukça kısıtlı olmakla birlikte
belirli bazı enzimlerin ölçümü tanısal olarak önemlidir.
Doku kaynakları
- Akut MI sürecinde AST düzeyleri 8-12 saat içinde yükselir, 24 saatte tepe değerine
çıkar ve 5 gün içinde normal değerlerine döner.
➔ Pulmoner emboli
➔ Konjestif kalp yetmezliği
➔ Akut hepatosellüler hastalıklar [Viral hepatit (üst referans
sınırının 100 katına çıkabilir.)]
➔ Siroz (orta düzeyde artış)
➔ Müsküler distrofiler
➔ İnflamatuvar durumlar
1. Sitoplazmik
2. Mitokondriyal
- Karaciğerin akut inflamatuvar hastalıklarında ALT artışı AST artışından daha fazla
olur (serum ALT/AST > 1).
► Yarı ömrü AST’den uzun olduğu için kanda daha uzun süre yüksek kalır:
a) Sitoplazmik 17 saat
b) Mitokondriyal 6 saat
► Fizyolojik işlevi kas hücrelerinde yüksek enerjili bileşik olan kreatin fosfat
molekülünün depolanmasını sağlayan reaksiyonu katalizlemesidir.
► İskelet kası, kalp kası ve beyin dokusu en yüksek aktivitede bulunduğu dokulardır.
► Dimer şeklinde bir protein olup 2 alt ünitesi vardır ve bu alt ünitelerin farklı
şekillerde bir araya gelmesi sonucunda 3 tane izoenzimi bulunur:
Total CK
<171 U/L (E)
<145 U/L (K)
CK-MB (CK-2) -> Aktivite olarak değil, kütle olarak ölçülen bir enzimdir.
TRANSAMİNAZLARIN ÖLÇÜMÜ
Aminotransferazlar olarak da bilinen transaminazlar bir amino asitten bir α-keto
aside bir amino grubunun taşınmasını katalizleyen enzimlerdir. Hücre içinde lokalize
olan bu enzimler, normal hücre döngüsü sırasında kana salınırlar. Sağlıklı bireylerde
kanda sabit miktarda bulunurla. Ancak bulundukları hücrenin hasarı/ölümünün
ardından kandaki miktarları artar. Sitoplazmada bulunan enzimler kanda daha erken
artar. Enzim analizleri hasaalı dokuyu belirlemede yararlıdır.
Aspartat aminotransferaz (AST) ve alanin aminotransferaz (ALT) klinik amaçla
en sık kullanılan transaminazlardır. AST hem sitoplazma hem mitokondride bulunur.
Başlıca kaynakları karaciğer, kalp, iskelet kası, böbrek, beyin ve eritrositlerdir. ALT
sitoplazmiktir ve doku dağılımı benzer olmakla birlikte karaciğer dışı dokulardaki
aktivitesi daha düşüktür. İskelet kası, böbrek ve kalpte daha az bulunur.
Deneyin yapılışı:
Substrat çözeltisi 1 mL 1 mL
Distile su 0,2 mL -
Serum - 0,2 mL
2,4-dinitrofenilhidrazin 1 mL 1 mL
0,4 N NaOH 5 mL 5 mL
Oda sıcaklığında 5 dakika bekletilir, örnek çözeltisinin absorbansı (optik dansitesi) 510 nm dalga
boyunda köre karşı okunur.
Bu yöntemle serumda ölçülen ALT enzim aktivitesinin referans değerleri: 6–37 U/L
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
2,4-dinitrofenil hidrazin 1 mL 1 mL 1 mL 1 mL
0,4 N NaOH 5 mL 5 mL 5 mL 5 mL
Oda sıcaklığında 5 dakika bekletilir. Standart çözeltiler 510 nm dalga boyunda köre karşı ölçülür. Bulunan
OD’ye karşılık gelen ALT aktiviteleri U/L cinsinden standart grafiğine yerleştirilir ve bir doğru elde edilir.
OD
0,4
0,3
0,2
U/L
20 30 40 60
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
Biyokimya Uygulama: Transaminazların ölçümü- Doç. Dr. Özlem Doğan
NOT: Biyokimya lab dersi olması kaynaklı herhangi ekstra bir şey koyamadım. Uygulama videosunu
izledim ve denilen herşeyi dikkatle dinledim. Hatta slaytlarla karşılaştırdım, hiçbir farklı şey olmadığı
için direkt bu slaytları ekleme kararı aldım. Lab föyünde grafik için ayrılmış olan kısmı da doldurdum.
KLİNİK ENZİMOLOJİ 2
Kreatin Kinaz (CK)
► Referans aralığı (serum için):
§ Total CK
► <171 U/L (E)
► <145 U/L (K)
§ CK-MB (CK-2)
► Total CK aktivitesinin % 6’sından az
► CK-MB (kütle): 0,6 – 6,3 ng/ML
Hoca referans aralıklarının sayısal olarak ezberlenmesine gerek olmadığını söyledi. Burada
kullanılan birimlere önem verdi. CK-MB kütle olarak çalışılması daha çok tercih edilen bir
enzimdir. Bu yüzden referans aralığı konsantrasyon olarak verilmiştir(ng/ML).
► Hemolizli serum örneklerinde yanlış yüksek sonuçlar çıkar (analitik interferans
nedeniyle).
► Serum karanlıkta saklanmalıdır (ışık enzimi inaktive eder).
► Yeni doğan döneminde total CK değeri yüksektir
(erişkin dönemin 3 katına kadar çıkabilir).
Laktat Dehidrogenaz
► Arttığı durumlar:
§ Miyokard infarktüsü (MI)
§ Hemolitik anemi : eritrositerde bol bulunan bir enzim olduğu için.
§ Megaloblastik anemi
§ Böbrek infarktı
§ Hemolizli örnek: eritrositlerin parçalanması sonucu eritrosit içerikleri
plazmaya geçer.
§ Pulmoner emboli
§ Lenfositoz
§ Akut pankreatit
§ Akut lenfoblastik lösemi
§ İskelet kası hasarı
§ Karaciğer hasarı
KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM
Arttığı durumlar:
• Biliyer sistem tıkanıklıkları
• Enzim indüksiyonu yapan ilaçların kullanımı (örneğin; fenobarbital)
• Alkolizm
KLİNİK ENZİMOLOJİ-2 PROF. DR. ERDİNÇ DEVRİM
Referans aralığı:
Serum 0 – 0,18 U/L
Eritrosit 7,9 – 16,3 U/g Hb (Birimini vurguladı.)
► Pankreatik amilaz
Hocanın slaytlarında anlattığı kısım buraya kadardı ancak 2024 ve 2023 notlarında bu dersin
sonunda hoca ek olarak 2 tane olgudan bahsetmiş ben de bakmak isteyenler için buraya
ekliyorum.
OLGU 1
OLGU 2
► Tanıda hangi enzim testleri yararlı olabilir? Amilaz ve serumda lipaz ölçümü
kullanılabilir. Amilaz yüksekse →pankreatik amilazda bakılabilir.
Tuğba KAYMAKCI
Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ
*Arkadaşlar merhaba. Dersin bir kaydı yok;sistemde yalnızca oldukça özet bilgi niteliği
taşıdığını düşündüğüm slaytlar var. 24 notunda da slayttaki bilgilere detaylı açıklamalar ilave
edilmiş. Dolayısıyla slaytlar,24 notu ve clinicalkey veri tabanında bulabileceğiniz Principles of
Medical Biochemistry kitabının 4.baskısından faydalandım. Kayıt olmadığından çok içime
sinen bir not olmadı,affınıza sığınıyorum. İyi çalışmalar ve kolaylıklar diliyorum.
• Slaytlarda direkt olarak geçmese de 24 notunun başında hemoglobinle ilgili bir kısım var.
Konu bütünlüğünün bozulmaması adına onu buraya koyuyorum,dilerseniz burdan da
başlayabilirsiniz fakat anlaşılmasının kolay olması adına bilirubin metabolizması
başlığından hemen önce okumak daha faydalı olur diye düşünüyorum. Slayt işleyişi ise
hem katabolizmasından başlıyor.
Hemoglobinin 4 tane globülin zinciri var, bunlar aminoasitten oluşmuş protein zincirleridir.
Her bir globülin zincirinin ortasında da hem grubu vardır. Hem gruplarında bulunan demir,
bağlarını mevzu bahis zincirlere bağlanmak ve ortamdaki oksijeni yakalamak için kullanır.
Hemoglobin yıkıldığı zaman, kendini oluşturan proteinler aminoasitlere parçalanır.
Globulin zincirinin yıkımıyla oluşan aminoasitler ya tekrar protein sentezinde kullanılır ya da
enerji eldesi için TCA Siklusu’na girer. Nihayetinde protein grupları hemoglobinden
uzaklaştırıldığında geriye sadece hem grupları kaldı, yani 4 pirol halkasıyla beraber ortada
demir molekülleri içeren yapı. Bu halkalı yapıyı yıkmak biraz zordur,zira suda çözünmediği
için hidrolizi yapılamaz;aksine bu yapı yağda çözünür.İşte bu,yağda çözünürlük özelliği, bizim
için problem çıkartır. Demir içeriği uzaklaştırılabilir,ancak geriye kalan halkalı grup; yağdan
zengin beyin dokusu,özellikle Thalamus ve Bazal Gangliyonlarda çökerek dejenerasyonlara
yol açar.*
Bu dersin ilk alt başlığı: Hem katabolizması
Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ
Hem halkası içeren proteinler parçalandığı zaman serbest kalan protein kısmı amino
asitlere yıkılır. Hem halkası demirden ayrılır ve bilirubine dönüşür. Yani bilirubin,hem
grubunun yıkım ürünüdür. Hem grubu ise 4 tane pirol halkasından ve demir grubundan
oluşmuş bir yapıdır,pirol halkaları daha fazla parçalanamadığı için bu haliyle
toksiktir;vücuttan uzaklaştırılması gerekir. Hem grubu kaynakları, %75 oranında yaşlanmış
eritrositlerin hemoproteinleri; %25 oranında ise başarısız eritropoez ara ürünleri ve eritrosit
yapısının dışındaki hemoproteinlerdir. Hemoprotein ise basitçe içinde hem grubu bulunduran
protein kompleksleridir. Bunlara hemoglobin,miyoglobin,katalaz, sitokrom örnek verilebilir.
Bu yapıdaki 4 adet pirol halkası bilirubine toksik özellik katıyor. Propiyonik asit grupları
da önemli. Bilirubin suda çözünür hale getirilirken kendisine Glukronik Asit bağlanacak.
Glukronatlar propiyonatlardan bağlanacak.
Demiri uzaklaştırılmış hem grubu,özellikle dalaktaki Retikülo-Endotelyal Sistem
tarafından parçalanarak bilirubine dönüştürülüyor. Retikülo-Endotelyal Sistem,lenf nodları
gibi yapılar tarafından hem grubu yıkımıyla oluşan bu bilirubin suda çözünmeyen
karakterlidir. Yağda çözünebildiği için bu yapı membranlardan kolayca geçebilir,toksik özelliği
bundan kaynaklanmaktadır. Suda çözünmediği için de doğal olarak kanda onu taşıyacak bir
proteine ihtiyaç duyar,bu da Albumin’dir. Albuminin görevi bilirubini karaciğere kadar
taşımaktır. Karaciğerde bilirubin,glukronik asitlerle konjüge edilecek (suda çözünür hale
getirilecek) safraya atılacak, ardından da bağırsak ve idrarla vücut dışına atılacak. Atımında
bir problem olması durumunda kanda biluribin seviyesi artar- hiperbilirubinemi- bu durum
akabinde Sarılık (İkter) denilen klinik semptoma yol açar.
Sarılıkta ilk olarak Skleralarda sararma görülür,normalde bilirubin kanda 1,2 mg
civarındadır,3’e doğru çıktığı zaman hastanın önce gözlerine bakmak gerekir.
Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ
Yenidoğanlar da doğumdan sonra ilk 1 hafta biraz sararırlar,bu fizyolojik bir sarılıktır.
Anne sütüyle beslenerek ilk haftanın sonunda sarılıklarından kurtulurlar. Bunun sebebi
bebeklerin Fetal hemoglobine [HbF] sahip olmasıdır,bu HbF yıkılıp yerine HbA(Yetişkindeki
hemoglobin) yapılmalıdır. Yıkılan HbF’ler bebeğin bilirubininde çok dramatik bir artışa sebep
olur. Eğer bebeğin karaciğer enzimleri tam gelişmiş olsaydı,HbF yıkım ürünü olan bilirubinler
açığa çıkar çıkmaz karaciğerde konjüge edilip uzaklaştırılırdı. Ancak durum böyle olmadığı için
konjügasyon 1 hafta gecikir.
Bilirubin,indirekt ve direkt olmak üzere 2 formda bulunur. İndirekt,ilk oluşan/suda
çözünmeyen/ankonjüge/glukronik asitle bağlanmamış/yağda çözünen formdur. Direkt
bilirubin ise karaciğerde glukronik asitle konjüge olmuş,suda çözünen formdur.
İndirekt Bilirubin:
ü Lipofiliktir.-yağda çözünür.
ü Hücre zarını kolayca geçebilir.
ü Sitotoksiktir.-hücreler için toksik etkiye sahiptir.Üstteki iki madde de bu durumu
perçinler.Bu noktada serum albuminine bağlanarak toksik etkisi önlenmektedir.
Albumin,bilirubini karaciğere getirene kadar bırakmaz. Karaciğerde suda çözünür
hale gelince de hücre zarından geçemeyecektir. Albumin bilirubini karaciğere
bıraktıktan sonra kan dokusunda dolaşmaya devam eder ve bilirubin metabolizması
adına albüminin görevi burada biter.
ü İndirekt bilirubin yenidoğanlarda fizyolojik sarılık durumunda 10mg’ye kadar
çıkar.Ancak karaciğerde bir problem varsa,bebekte glikojen depo hastalğı varsa ya da
hipotroidizm gözleniyorsa indirek bilirubin 25mg’ye ulaşabilir,çünkü bebeğin vücudu
indirekt bilirubini konjüge edememektedir.25mg kritiktir çünkü albüminin taşıma
kapasitesi 25mg’dir; bu değer aşıldıktan sonra kanda albüminin yakalayamadığı
bilirubinler dolaşmaya/diğer hücrelere kaçak yapmaya ve birikmeye başlar;en önemli
birikme tablosu ise kan-beyin bariyerini geçip ve bazal gangliyonlarda birikmesidir.
Bebeğin MSS gelişiminin gerçekleşeceği bu ilk 6 ayda birikme olması bebeği mental
retardasyona (zeka geriliği), hatta ölüme kadar götürebilir. Bilirubin birikiminin sebep
olduğu bu tabloya Kernikterus adı verilir.
• Bilirubinin günlük sentezi 250-300 mg civarıdır.Bu sentezin %80-85 kadarı RES’te
(retikülo-endotelyal sistem) parçalanan yaşlı eritrositlerden elde edilir. %15-20
kadarı ise kemik iliğinde yetersiz eritropoez sonucu parçalanan eritrosit öncüsü
olan hücrelerden ve hem grubu içeren miyoglobin, katalaz ve sitokromlardan
kaynaklanır.
BİLİRUBİN METABOLİZMASI:
Hem halkası Hem Oksijenaz enzimiyle (Kofaktör olarak O2 ve NADPH kullanır.)
Biliverdin’e dönüştürülür. Hem Oksijenaz enzimiyle,
Ø Hem yapısındaki α- meten köprüsüne bir hidroksil grubu eklenir.
Ø Fe yükseltgenir ve α- hidroksihemin oluşur
Ø Sonrasında otooksidasyon reaksiyonlarıyla biliverdin oluşur.
Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ
Bu işlem; UDP- Glukronik asidin 1. hidroksil grubu ile bilirubinin pirol halkalarındaki iki
propiyonik asidin karboksil grupları arasında bir ester bağı kurulmasıyla meydana gelir.
Konjügasyon işlemi sonrası oluşan suda çözünürlüğü artmış konjüge bilirubin,hepatositlerin
arasındaki kanaliküllere salgılanır.(ki bunlar daha sonra birleşerek bir safra kanalı yapısı
oluşturacaklar) Kanal yapısı dediğimiz Koledok Kanalı’dır. Konjügasyon ürünlerinin önce
safraya;sonra da safranın kasılmasıyla barsaklara geçişi Koledok Kanalı ile sağlanır.
Ürünler safradan ince bağırsağa,en son da kolon’a (kalın bağırsak) gelirler. Kalın barsakta ise
Mikrobiyata/Flora denen devasa bir bakteri kümesi yerleşmiştir. Bu bakterilerin salgıladığı
Beta-Glukronidaz enzimiyle konjüge bilirubin, glukronik asitten ayrılır. Hidroliz sonucu
serbestleşen bilirubin renksiz ürobilinojen ve sterkolobilinojene dönüşür. [-ojen eki
inaktiviteyi gösterir.)
Ürobilinojen:
İdrardaki bilirubin,glikoz,bakteri,keton vs
bileşenler STRİP yöntemiyle ölçülür. Temel
prensip,strip çubuklarının idrara daldırılmasıyla bir
renk almasıdır.
Bilirubin Metabolizması Bozuklukları:
Sağlıklı bir erişkinin plazma bilirubin düzeyi 0,3-1 mg/dl’dir. (rakamlardan ziyade
oranlar önemli.) Bunun 0,2 mg kadarı direkt bilirubin; kalanın ise indirekt bilirubindir. Yani
indirekt bilirubin kanda daha fazladır. Çünkü direkt bilirubin zaten konjüge olur olmaz büyük
çoğunluğu sterkobilin formunda dışkı olarak bağırsaktan atılıyor.Kanda gözlenen direkt
bilirubin ise barsakların etrafından emilen çok küçük bir kısımdır.(Hatta onun da bir kısmı
böbreklere ulaşarak ürobilin şeklinde idrardan atılıyor ve idrara sarı rengini veriyor.)Oysa
indirekt bilirubin,albümine bağlı şekilde kanda devamlı dolaşıyor,dolayısıyla kanda daha fazla
bulunacak.
Bilirubinin direkt/indirekt sınıflandırılması--Van den Bergh tepkimesi:
ü Bilirubin, sülfanilik asitin diazo türevi (diazo reaktifi) ile tepkimeye girerek kolorimetrik
olarak ölçülen pembe renkli bir bileşik oluşturur.
ü Sulu ortamda sadece serbest bilirubin bu tepkimeyi verir. (direkt bilirubin)-çünkü
direkt bilirubin suda çözünür ve extra organik bir çözücüye ihtiyaç duymaz.
ü Ortama etanol veya metanol eklenirse bağlı olarak bulunan (indirekt bilirubin) de
tepkime verir. serbest bilirubin de tepkime vermiştir zaten (dolayısıyla Total bilirubin
ölçümü) -direkt/indirekt kavramları da burdan gelmektedir.
ü Son yıllarda delta bilirubinden de söz edilmeye başlandı.*
Özetle:
Yenidoğan sarılığı: -normalde 4-5 mg/dl.48. saatte 10mg/dl’ye çıkabilir ancak 7-10
günde normale döner) 20-25mg’ı aştığında Kernikterus riski bulunmakta.-
* HbF’nin yıkılmasıyla çok yoğun bilirubin açığa çıkıyordu.Karaciğer enzimleri(UDP-
Glukronil Transferaz)/konjügasyon enzimi tam gelişmediği için konjügasyon 1 hafta
gecikiyordu ve bu gecikme boyunca bebekte sarılık görülüyordu.Eğer bu durum uzarsa
Kern-ikterus [Sarı-çekirdek,yani MSS’de bilirubin birikmesiyle beyin dokunun sararması]
gözlenebilir.
Tedavi:
Hem ve Bilirubin Metabolizması Prof. Dr. Aslıhan GÜRBÜZ
Görselleri çok yer kaplamaması adına küçük tutmak durumundayım,lütfen slaytlara
da bakın.
*umuyorum anlaşılır ve faydalı bir not olmuştur,eklemek veya değiştirmek istediğiniz bir husus
olursa lütfen benimle iletişime geçin.*
Tüm bunların dışında şiir okuyun,sezen dinleyin ve gözünüzden,gönlünüzden umudu eksik
etmeyin. kendine ve gökyüzüne iyi bakmayı ihmal etme sevgili okur,rötarlı iyi seneler
berivan polat-2.Y
Prof. Dr. Serenay Elgün Ülkar Bilirubin Profili ve Kanda Hemoglobin Ölçümü ( LAB)
( şimdi yazacağım kısmı özet gibi düşünebilirsiniz. Lab föyünde yok. Bilirubin ,
eritrositlerin parçalanmasıyla açığa çıkan hemoglobinden oluşuyor. Daha sonra kana
geçerek karaciğere gelir. Kanda albumine bağlı olarak taşınan bu bilirubin suda çözünmez.
Bundan dolayı idrara geçemez . bu şekline indirekt ( konjuge olmayan ) bilirubin denir. Bu
bilirubin , karaciğerde glukuronik asit ile bağlanarak suda çözünür hale getirilir. Bu şekline
de direkt ( konjuge ) bilirubin denir. Direkt bilirubin , safra ile bağırsağa atılır. Bilirubin,
bağırsakta ürobilinojen e redüklenir. Ürobilinojenin bir kısmı bağırsaklardan emilerek vena
porta yoluyla karaciğere gelir ve çoğu safra yollarına geçerek tekrar bağırsağa atılır.
Ürobilinojenin az bir kısmı ise sistemik dolaşıma geçerek böbreğe ulaşır ve burada ürobilin e
çevrilerek idrarla atılır. Ürobilinojenin absorbe edilmeyip bağırsaklarda kalan kısmı da
feçesle atılır.)
SARILIKLAR
1- Ankonjuge (indirekt) hiperbilirubinemi: En sık görülen nedeni, yeni doğandaki
fizyolojik sarılıktır. Eritrosit hemolizinin artması sonucu bilirubin üretimi artar ve bilirubin
metabolizması ve atılımındaki yetersiz maturasyon sonucunda geçici hiperbilirubinemi
görülür.
Hemolitik sarılık, hem yıkımının, bilirubin konjugasyonunun ve konjuge bilirubin
sekresyonunun artmasına bağlı olarak ortaya çıkar. Bilirubinüri olmaz.
Gilbert sendromu; glukuronil transferaz aktivitesinde azalma ve bazen membran
transportunda da bozulma vardır. Gebelik, alkol ve ilaç kullanımı, egzersiz, yüksek ateş ile
sarılık atakları olur.
Crigler-Najjar sendromu: Hepatik glukuronil transferazın yokluğuna/azlığına bağlıdır. Tip
I'de aktivite hiç yoktur, tip II'de azalmıştır. Bilirubin atılımı azalır, serum ankonjuge bilirubin
düzeyi artar.
Toksik hiperbilirubinemi: Kloroform, CCl4, asetaminofen, amanita mantar zehirlenmesi ile
çoğunlukla hepatik parankimal hücre hasarına bağlı konjugasyon bozulur. Bazen karaciğer içi
safra yolları tıkanması ile konjuge hiperbilirubinemi de eşlik eder.
2- Konjuge hiperbilirubinemi: Hepatobiliyer hastalıklarda bilirubinin karaciğer tarafından
alımı, depolanması ve atılımı bozulur. Hem konjuge hem de ankonjuge bilirubin yükselir.
Biliyer obstrüksiyon durumunda, biliyer pasaj bozulur, konjuge bilirubin ven ve
lenfatiklere geçer. Serum konjuge bilirubin, kolesterol, gama-glutamiltransferaz, alkalen
fosfataz ve safra asiti konsantrasyonları artar. Mekanik obstrüksiyon yapan, pankreas başı,
ortak safra kanalı ve ampulla vater kanseri, koledokolitiazis serum konjuge bilirubin düzeyini
artırır.
Alkolik hepatit ve akut viral hepatit, intrahepatik kolestaza örnektir.
Dubin Johnson sendromunda bilirubinin safraya atılımı bozuktur. Bilirubinüri olur.
Sentrilobüler hepatositlerde anormal siyah pigment vardır. Rotor sendromunda ise pigment
yoktur.
ü Bilirubinin diazo reaktifi ile verdiği renkli bileşiklerin renk şiddetinin ölçümüne
dayanan bir yöntemdir.
3. Absolü Metanol
Total Bilirubin Ölçümü:
Reaktifler Kör tüpü Örnek tüpü
1/10 sulandırılmış serum 2 mL 2 mL
Diazo Reaktifi
_ 0.5 mL
%1.5 HCl
0.5 mL _
Metanol
2.5 mL 2.5 mL
Tüpler karıştırılır, oda sıcaklığında 1 dk bekletilir ve 540 nm’de örneğin absorbansı köre karşı
okunur.
Diazo Reaktifi
_ 0.5 mL
%1.5 HCl
0.5 mL _
Distile Su
2.5 mL 2.5 mL
Tüpler karıştırılır, 1 dk sonra 540 nm’de örneğin absorbansı köre karşı okunur, sonuç
kalibrasyon grafiğinden mg/dL olarak belirlenir.
Bizim örneğimizde total bilirubin düzeyi = 1,22 mg / dL ve direkt bilirubin düzeyi = 0,105
mg / dL çıkmıştı. Buradan hareketle ;
Deneyin Prensibi:
2+ 3+
Hb (Fe ) + K3Fe[CN]6 metHb(Fe ) + KCN SiyanometHb
Deneyin Yapılışı:
Reaktifler:
Deneye başlarken spektrofotometre 530 nm’ye ayarlanır. Tüpler; kör, standart ve numune
olarak işaretlenir.
Drabkin çöz. 6 mL 6 mL 6 mL
Distile su 0.02 mL - -
Hesaplama: Örneğin Hb kons. (g/dL) = (St kons. x Ör OD) / St OD
Referans Aralıkları:
g/dL
12-15 yaş
E 12.0-16.0
K 11.5-15.0
15-18 yaş
E 11.7-16.6
K 11.7-15.3
18-65 yaş
E 13.1-17.3
K 11.7-16.0
Yüksek rakımlarda (1000 m ve üzeri) yaşayanlarda belirgin yüksek değerler elde edilir.
Selam yazacak yer kalmadı maalesef. Çok da zor olmayan bir lab olduğunu düşünüyorum .
Herkese iyi çalışmalar diliyorum. Umarım faydalı bir not olmuştur…
Kaynaklar:
➔ AZOT DENGESİ
Azot kaybı, alımdan fazlaysa negatif azot dengesi (doku kaybı (örneğin
malign hastalıkların son evresinde, çok yüksek ateşli seyreden hastalıklarda), açlık),
kazanç kayıptan fazlaysa pozitif azot dengesi (büyüme çağı, insülin ve
tiroid hormonları etkisi) söz konusudur.
Amino asit metabolizmasına geçebilmemiz için önce protein yıkımından söz etmeliyiz.
Bir besinler ile gelen proteinler var –ki bunların sindirimini kısaca hatırlayacağız- bir de
kendi endojen proteinlerimiz var. Bunların yıkımından da söz edeceğiz.
Endojen / kendimize ait proteinlerin yıkımı için iki yol tanımlanmış.
Otofaji (lizozom)
ATP gerekmez.
PEST dizisi (Bu proteinlerin yapısında genellikle tekrarlayan PEST dizisi bulunur.
Yani amino asit dizisine bakıldığında Prolin-Glutamat-Serin-Treonin dörtlüsü arka
arkaya tekrarlar.)
➔ PROTEİN SİNDİRİMİ
MİDE:
Rennin: Ca++ ile aktif, süt proteinleri (Özellikle çocuklarda daha aktiftir.)
PANKREASIN KATKISI:
(Tripsin bir kez aktiflendikten sonra zimojen şekilde salınmış olan diğer enzimleri
de aktifler.)
İNCE BAĞIRSAK:
Pankreastan gelen enzimler büyük oranda sindirimi gerçekleştiriyorlar ancak son bir
kaynak daha gerekiyor. O da ince bağırsağın kendi enzimleridir. İnce bağırsak mukoza
hücresinden salınan enzimler artık son parçalanmayı gerçekleştirir. Bu enzimler
aminopeptidazlar ve dipeptidazlardır.
Özel amino asit taşıyıcıları da vardır. Ör, böbrekte sistin, ornitin, arginin
ve lizinin geri emilimini sağlayan özel taşıyıcı sistemin bozulduğu genetik
geçişli sistinüride, bu amino asitler emilemediği için idrarla atılır.
➔ -GLUTAMİL DÖNGÜSÜ
Bir özel taşıyıcı sistemimiz daha var: -glutamil döngüsü. Bu döngü hem glutatyonun
sentezini sağlar hem de amino asitlerin taşınmasında görev yapar.
Amino asitler ister endojen proteinlerin yıkımı ister ekzojen (besinlerle gelen)
proteinlerin yıkımı sonucunda açığa çıksın, bundan sonraki aşama yıkım aşamalarıdır.
Eğer başka bir sentez işleminde, protein sentezinde veya azot grupları başka bir azotlu
bileşiğin sentezinde kullanılmayacaksa bundan sonra yıkıma gider. Amino asitlerin yıkım
aşamalarını 3 basamakta toplayabiliriz.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar
1. TRANSAMİNASYON
Yıkıma gönderdiğimiz bir amino asidin amino grubu, bekleyen bir keto
aside taşınır. Dolayısıyla çift substratlı bir reaksiyon. Yıkıma gidecek olan amino
asit ve yanında alıcı olarak bekleyen keto asit var. Amino asidin amino grubu bu
bekleyen keto aside transfer edilir.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar
Genel reaksiyon formülümüze bakacak olursak herhangi bir amino asidi formülde yerine
koyabiliriz. Amino asidin yanındaki alıcı olan keto asit hiç değişmez. Amino asit değişse bile
keto asit aynıdır, alıcımız daima α-ketoglutarattır. Bu neden böyle? Ürünlere bakarsak
bunun sebebini anlayabiliriz. Amino asit üzerinde çerçeve içine alınan kısım, kurtulmak
istediğimiz amino grubudur. Bu amino grubunu buradan alıyoruz ve yanda bekleyen α-
ketoglutarata naklediyoruz. Aslında bunun sonucunda yeni bir amino asit ortaya çıkıyor:
glutamat. Gördüğümüz gibi çerçeve içerisinde olan amino grubu şu an glutamatın içinde.
Peki yıkıma gönderdiğimiz amino aside ne oldu? Amino grubunu glutamata verdikten
sonra -geride kalan kısma keto asit adını veriyoruz- onun da keto asidi açığa çıkmış oluyor.
Bir sonraki dersimizde bu keto asidin nasıl kullanıldığından söz edeceğiz.
Geri dönüşümlü
COO− COO−
CH2 CH2
HC NH3+ + C O C O + HC NH3+
COO− COO−
HC NH3+ + C O C O + HC NH3+
Glutamat dehidrogenaz
Mitokondri
-> Enerjinin tükendiğini gösteren ADP ve GDP var ise reaksiyon hızlanır.
Reaksiyona bakıldığında glutamat ve içinde çerçeve ile gösterilmiş olan emanet amino
grubu görülüyor. Bu amino grubunu serbestleştiriyoruz, tamamıyla kesip oksidatif
deaminasyonla yapıdan ayırıyoruz. Geride kalan kısım α-ketoglutarat. α-ketoglutarat
yeniden açığa çıkıyor. Enzimimiz glutamat dehidrogenaz. Koenzimlerimiz NAD veya NADP,
NADH veya NADPH olabilir. Çift yönlü bir reaksiyondur. Normal işleyen bu gördüğümüz
yönde glutamat α-ketoglutarata yıkılır (amonyak ayrılarak). α-ketoglutarat böylelikle
yeniden elde edilmiş olur. α-ketoglutaratın yeniden elde edilmesi bizim için çok önemli.
Çünkü α-ketoglutarat sitrik asit siklusunun bir ara maddesi. Eğer biz bu reaksiyonu
yapmazsak, α-ketoglutarat hep glutamatın içinde kalacak olur ise sitrik asit siklusunun
işleyişi bozulabilir. O yüzden bu reaksiyonun gerçekleşmesi, hem amino asit yıkımı için
hem de sitrik asit siklusunun devamı için gerekli.
-> Bir taşıyıcıya ihtiyacı yoktur. Sentezlendikten sonra direkt kana verilir. Atılmak
üzere böbrek ve bağırsağa gönderilir. Suda çözünür olduğu için kanda serbest
dolaşır.
-> Üre molekülü (şekilde de görülebileceği gibi) minik bir molekül. 2 tane azotlu
grubu var.
Üre Molekülü
Toplam 4 ATP tüketilir. (1 üre molekülü oluşturmak için) 4 tane fosfat bağı
açılıyor da denilebilir. 4 fosfat bağını tekrar yerine koymak için her biri için birer
ATP harcamamız gerektiğinden sonuç olarak “4 ATP tüketilir.” diyebiliriz.
Üre döngüsüyle karaciğerde oluşan üre kana verilir. Suda çözünür olduğunu
söylemiştik. Kan yoluyla böbrek ya da bağırsağa gönderilir. Böbrekte idrar üzerinden
atılır (ki büyük oranda böbreğe gider). Bağırsağa gelen üre ise insanda bulunmayan ama
bağırsak bakterilerinde bulunan üreaz enzimiyle parçalanır. Bu sırada yeniden
amonyak açığa çıkar. Bu amonyak dışkı ile atılırken bir miktar da tekrar bağırsaktan geri
emilerek kana geçebilir.
➔ Ornitin ve sitrüllin iki tane amino asit ama 20 klasik amino asidimiz içerisinde
yer almıyor. Çünkü protein sentezine girmiyorlar ama vücutta kullanılıyorlar.
Bunlara non-protein amino asitler demiştik geçen yıl. Bu ikisi, üre
döngüsünde yer alan iki amino asit.
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar
Günde bu kadar çok kaynaktan amonyak açığa çıkıyor ama sağlıklı bir kişi zehirlenmiyor.
Bunun nedeni amonyak uzaklaştırma yolları, başta da üre döngüsüdür.
ATILIM YOLLARI:
1- Üre döngüsü
Glukoz-Alanin Döngüsü
Amino Asitlerden Azot Ayrılma Reaksiyonları ve Üre Döngüsü - Prof.Dr.Serenay Elgün Ülkar
CANLI DERS
Soru 1: Transaminaz enzimleri bir amino asidin hem yıkım hem de sentez
reaksiyonlarında kullanılırlar.
DOĞRU
Notumuz burada sona erdi arkadaşlar. Notu yazarken slayttaki özet bilgiler daha çok
göz önünde olsun istedim. Bu yüzden hocanın yaptığı açıklamaları farklı bir yazı tipiyle
slayttaki bilgilerin yanına ekledim. Slayttaki her görselin açıklaması, görselin altında
kutucuk içerisinde bulunuyor. Canlı derste verilen ek bilgileri de nota ekledim. Hocanın
canlı derste sorduğu 4 anket sorusunu da notun sonunda bulabilirsiniz.
Herkese iyi çalışmalar…
Aslıhan YILDIZ
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar
Konu canlı derste anlatıldı ancak hoca dersi kaydetti. Canlı dersler sayfasında bu konunun başlığına
girerek kayda erişebilirsiniz. İlk 29 dakika ‘’Aminoasitlerden Azot Ayrılması ve Üre Döngüsü’’, kalanı
ise ‘’Karbon İskeletlerinin Metabolizması’’. Slaytta olmasına rağmen derste bahsedilmeyenleri italik
şekilde yazdım.
Aminoasit Sınıflandırması
Kaynağına göre: Esansiyel (besinlerle almamız gereken, bizim sentezleyemediğimiz)
Non-esansiyel (kendimiz sentezleyebildiğimiz)
Metabolizmasına göre: Aminoasitlerin amino grupları ayrıldıktan sonra geride kalan karbon
iskeletinin metabolizması sonucu açığa çıkan bileşiğin, glukojenik veya ketojenik olmasına
göre 3 çeşit:
Glukojenik
Ketojenik
Hem glukojenik hem ketojenik
Okzaloasetat (glukojenik)
-ketoglutarat (glukojenik)
Piruvat (glukojenik)
Fumarat (glukojenik)
Süksinil koA (glukojenik)
Asetil koA (ketojenik)
Asetoasetil koA (2 tane asetil koA demek) (ketojenik)
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar
Asetil koA insanda pirüvata çevrilemez, dolayısıyla glikoz yapılamaz. Bu nedenle keton, yağ asidi ve
yağ asidi türevlerinin yapımına gider. Metabolizması sonucu asetil koA veren aminoasitlere ‘ketojenik
aminoasit’ denir.
Amino grubu ayrıldıktan sonra okzaloasetat, -ketoglutarat, piruvat, fumarat veya süksinil koA veren
aminoasitlere ‘glukojenik aminoasit’ denir. Bu ürünlerin hepsi sitrik asit siklusuna dolayısıyla
glukoneogeneze katılabilir.
Bazı aminoasitlerden ise iki cins ürün birden açığa çıkar. Bunlara ‘’hem glukojenik hem ketojenik
aminoasitler’’ denir.
Asparagin ve aspartat.
Arginin: üre döngüsünde arginaz ile ornitine çevrilir. Ornitin glutamat -ketoglutarata
dönüşür.
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar
Formiminoglutamat aslında glutamata eklenmiş bir formimino grubu. Formimino grubu tek
karbonlu bir grup. Dolayısıyla bu tek karbonlu gruptan kurtulursak glutamat açığa çıkar. Fromimino
grubunu, tek karbonlu birimlerin en çok kullanılan taşıyıcısı olan tetrahidrofolat(folik asidin aktif
koenzim şekli) alır. Yani burada folik asit kullanılır. Daha sonra da glutamattan -ketoglutarat
oluşturulur.
‘Figlu idrar testi’ folik asit eksikliğinin tanısında eskiden kullanılan bir test. Hastada folik asit
eksikliğinden şüpheleniliyorsa histidin verilir, folik asit eksikliği durumunda yıkım o basamakta
duracağından figlu idrarla atılır.
Özet olarak histidin metabolizmasında figlu denen bir ara madde açığa çıkar ve folik asit mutlaka
kullanılır. (Figlu, TUS’ta birkaç kez sorulmuş.)
Sistinüri: Böbrek tübüllerinde sistin, arginin, lizin ve ornitin geri emilim bozukluğu. En sık görülen
aminoasit taşınma/emilim bozukluğudur. Bu aminoasitler geri emilemez ve idrarla atılır. Ağır klinik
tablolar yoktur. Sistin kristalleri ve böbrek taşları oluşur. Tedavide idrar alkali yapılır, D-penisilamin
kullanılır.
Sistinozis: Lizozomal sistin depo hastalığı. Ender görülür. Sistinin lizozom dışına taşınmasında
işlevsel olan protein sisteminin eksikliği sonucu oluşur. Sistinler lizozomlarda depolanır. Böbrek
yetmezliği ve göz bozukluklarına neden olur. Ölümcül seyredebilir. Böbrek ve gözde sistin kristalleri
birikir. Tedavide sisteamin ve sodyum sitrat verilir.
1- Serin-hidroksimetiltransferaz ile serine çevrilir. (Çift yönlü bir reaksiyon.) Serin yolları üzerinden
yıkıma gidebilir.
2- Glisin parçalayıcı enzim ile CO2 ve NH4’e parçalanır. PLP, NAD, H4 folat ve lipoamid kullanılır. (Bu
reaksiyon geri çevrilerek glisin sentezinde de kullanılır.) (Glisinin en çok kullandığı yol)
3- D-amino asit (glisin) oksidaz ve FAD kullanılarak glioksilat
Okzalat, glisin metabolizmasının önemli bir ürünüdür. İdrarla okzalat atılırsa kalsiyumla birleşerek
taş oluşumuna neden olabilir. İnsanlarda en sık rastlanan idrar yolu taşı kalsiyum okzalat taşıdır.
İnsanlarda okzalat kaynağı glisin ve C vitaminidir. Fazla narenciye tüketiminden sonra idrar tahlili
verilirse idrarda okzalat çıkabilir.
Glisinüri: Glisinin renal tübüler geri emilim bozukluğu. Taş oluşur. Ölümcül değil.
Primer hiperokzalüri: Glioksilat katabolizmasında bozukluk sonucu aşırı okzalat birikimi. İki böbrekte
de taş oluşması ve çift böbrek tutulumuyla ağır seyreden, ölümcül olabilen bir hastalık.
Nefrokalsinozis, ürolitiyazis ve hipertansiyon ya da böbrek yetmezliğinden erken ölüm söz konusudur.
Nonketotik hiperglisinemi: Glisin parçalayıcı enzim eksikliği. Glisin ensefalopatisine yol açar. BOS’ta
glisin birikimi olur. Nörolojik bulgularla seyreden ağır bir hastalık. Zekâ geriliği ve epileptik nöbetler
görülür. Tedavide glisin yerine reseptöre bağlanan striknin ve atılımı kolaylaştıran sodyum benzoat
kullanılır.
1-Treonin aldolazla glisin oluşabilir ve asetaldehid (asetil koA) açığa çıkar. GlisinSerinPiruvat
Hem glukojenik hem ketojeniktir. (Hem asetil koA hem piruvat açığa çıkar.)
Triptofan: alanin üzerinden piruvata dönüşürken asetil koA açığa çıkar. Yani hem glukojenik hem
ketojeniktir. NAD sentezi de olur.
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar
Kişide pridoksal fosfat eksikliği varsa yani B₆ vitamini eksikse 3-hidroksikinurenin yan bir yola gider.
Ksantürenik asit denilen anormal bir metabolit açığa çıkar ve idrarla atılır.
Hartnup hastalığı: Triptofan ve nötral amino asitlerin bağırsak ve böbrekteki emilim bozukluğu. Geri
emilememeleri sonucu atılarak kaybedilirler. NAD, serotonin ve melatonin sentezi bozulur.
Gelişme bozukluğu, fotosensitivite, intermittan ataksi, nistagmus ve
tremor görülür.
Tanı konulmazsa veya geç kalınırsa ağır zekâ geriliği görülür. 1 yaştan sonra
kalıcılaşır.
Aminoasit metabolizma hastalıklarının en önemli belirtilerinden bir tanesi hastanın terinde veya
idrarındaki tipik kokudur. Bu hastalıkta idrarda küf kokusu vardır.
Tedavide: fenilalanin alımı kısıtlanır. Özel mamalar kullanılır, anne sütü tüketilemez.
Atipik fenilketonüri tanısı zor koyulur çünkü koenzim akla hemen gelmez, önce enzim eksikliği
düşünülür. Ancak atipik fenilketonürinin farklı bulguları da vardır. Mama verilerek tedavi edilemez,
zaten bu durumdan sonra koenzim bozukluğundan şüphelenilir.
Karbon İskeletlerinin Mekanizması Prof.Dr. Serenay Elgün Ülkar
İnsanda biopterin kullanılan 3 reaksiyon var. Üçü de hidroksilaz reaksiyonu. Aslında hidroksilazlar C
vitamini kullanılır ama bu istisnadır. Tirozin sentezinde fenilalanin hidroksilaz, katekolamin sentezinde
tirozin hidroksilaz ve serotonin sentezinde triptofan hidroksilaz vardır, üçü de biopterin kullanır.
Dolayısıyla biopterin eksikliği olduğu zaman sadece fenilalanin-tirozin dönüşümü değil, katekolamin ve
serotonin sentezi de etkilenir. Farklı bulgular vardır ve bu nedenle atipik fenilketonüri denir. Mama
tedavisi yeterli olmaz, biopterini mutlaka yerine koymak gerekir.
Tirozin Yıkımı
Tirozinemi tip I: Fumarilasetoasetat hidrolaz eksikliği. Hastaların terinde ve idrarında tipik lahana
kokusu bulunur. Diyet tedavisi uygulanır, aksi halde karaciğer yetmezliği gelişir.
-ketobütirat ------ propiyonil koA ------ metilmalonil koA ------ süksinil koA
Metiyoninin insanda kullanılan şekli S-adenozil metiyonindir (SAM). Metil vericisi olarak kullanılır.
Metil grubunu bir metil alıcısına verdikten sonra S-adenozilhomosisteine çevrilir. Buradan adenozin
kısmı ayrılır ve homosistein kalır. Homosistein serinle birleştirilir, sistatyonin açığa çıkar. Enzim
sistatyonin sentazdır ve pridoksal fosfat kullanılır. Sistatyoninin parçalanmasıyla sistein ve -
ketobütirat açığa çıkar. Yine pridoksal fosfat kullanılır, enzim ise sistatyonazdır. -ketobütirattan da
propiyonil koA, metilmalonil ardından da süksinil koA açığa çıkar.
Burada dikkat etmemiz gereken şeyler şunlar: homosistein; metiyonin metabolizmasında önemli bir
ara üründür, birikirse damarlara toksik olan bir maddedir. Homosistein normal yolunda giderse
serinle birleştirilir ve sistatyonin sentezlenir. Bir sonraki reaksiyonda sistatoninden sistein açığa çıkar.
Dolayısıyla sistein sentezleyebilmek için metiyonine ihtiyaç var.
Treonin
Valin ve izolösin: yıkım yolu tek sayıda karbon içeren yağ asitlerine benzer. Yani süksinil koA’ya
dönüşürler.
Valin saf glukojeniktir, sadece süksinil koA’ya dönüşür. İzolösin ise hem glukojenik hem ketojeniktir
hem süksinil koA hem de asetil koA açığa çıkar.
Önce transaminasyon ardından ortak enzimin kataliziyle oksidatif dekarboksilasyona uğrarlar.
Akçaağaç Şurubu İdrar Hastalığı (Maple şurup idrar hastalığı, dallı zincirli ketonüri): -ketoasit
dekarboksilaz (dehidrogenaz) enzimi eksikliği sonucu bu dallı zincirli aminoasitlerin metabolizması
yarım kalır. Kan, idrar ve BOS’ta bu amino asitler ve ketoasitleri birikir.
Beslenme güçlüğü, kusma ve metabolik asidoz olur. İleri derecede zekâ ve gelişme
geriliği ile ölüm olabilir.
Lösin: izovaleril koA ---- HMG koA ---- asetil koA. Saf ketojeniktir.
İzovalerik asidemi: İzovaleril koA dehidrogenaz eksikliği sonucu izovaleril koA birikimi ile ortaya çıkar.
Vücut sıvılarında terli ayak (peynir) kokusu vardır, asidoz ve komayla seyreder.
Konu buraya kadardı, şimdi derste sorulan soruları ekleyeceğim. Açıklamalar italik şekilde. Ders
‘’Aminoasitlerden Azot Ayrılması ve Üre Döngüsü’’ dersi ile işlendiğinden o konuyu da içeren sorular
olabilir.
1) Transaminaz enzimleri bir aminoasidin hem yıkım hem de sentez reaksiyonlarında kullanılırlar.
(Doğru)
7) Pridoksal fosfat eksikliğinde triptofan yıkımı ksantürenik asit ile sonuçlanır ve NAD sentezi
gerçekleşmez. (Doğru)
8) Fenilalanin ve tirozin, ortak yıkım yolu üzerinden piruvat ve asetil koA’ya dönüşürler. (Yanlış,
fumarat ve asetil koA’ya dönüşürler.)
9) Dallı zincirli bir aminoasit olan lösinin yıkımı sonucunda süksinil koA açığa çıkar. (Yanlış; lösin
ketojeniktir, metabolizması asetil koA ile sonuçlanır.)
Buse Bayrakçı
Kan ve İdrarda Protein Ölçümü ve İdrarda Aminoasit Metaboliti Arama Prof. Dr. Serenay Elgün Ülkar
• Protein, normal idrarda rutin arama yöntemleriyle belirlenemez ve pratik olarak idrarda protein olmadığı kabul
edilir. Aslında sağlıklı insanların idrarında çok az miktarda protein atılmaktadır (100-250 mg/24 saat).
• Proteinlerin çoğunun glomerüllerden süzülemeyecek kadar büyük olması, süzülen proteinlerin de böbrek
tübüllerinden geri emilmesi nedeniyle sağlıklı kişinin idrarında belirgin miktarda protein bulunmaz.
• Böbreğin filtrasyon yükündeki artışlar, tübüllerin geri emilim kapasitesindeki azalmalar veya postglomerüler
kaçak ve sekresyon sonucunda idrarda belirgin miktarda protein görülebilir. Bu duruma “proteinüri” denir.
Patolojik durumlarda en fazla idrarla atılan protein albumindir.
• İdrarda protein ölçümü için kullanılan yöntemler, asetik asitle kaynatma, triklorasetik asitle çöktürme, Tanret ve
günümüzde rutin laboratuarda kullanılan türbidimetri ve nefelometridir.
PROTEİNÜRİ TİPLERİ
Fonksiyonel proteinüri: Böbrek veya başka bir organ Organik proteinüriler
hastalığı ile ilişkilendirilemeyen proteinüridir. Prerenal: Esas hastalığın böbrekle ilişkisi yoktur,
Glomerüler kan akımı değişikliklerinde ortaya çıkar, böbrekler sekonder olarak katılırlar.
geçicidir ve miktarı 1 g/L’nin altındadır. • Kalp hastalıkları
• Ağır egzersiz • Karında sıvı birikmesi
• Gebeliğin son haftaları • Ateşli hastalıklar
• Ateş
• Uzun süre ayakta kalma (postürel)
• Uzun süre soğukta kalma Renal: Glomerüler ve tübüler hasara neden olan tüm
böbrek hastalıklarında proteinüri gözlenir.
• Akut ve kronik nefritler
• Nefrotik sendrom
Postrenal: Renal pelvis, üreterler, mesane, prostat ve
üretradaki enfeksiyon veya malignitelerden kaynaklanır.
TANRET DENEYİ
Deneyin Prensibi:
Deney prensibi, ısının, proteinleri denatüre ederek çöktürmesi ve Tanret reaktifinin (asit ve ağır metal içerir)
proteinlerin denatürasyonunu artırmasına dayanır.
Deney tüpündeki idrar üstten ısıtılır, bu sırada ısıtılan kısımda bir bulanıklık oluşup oluşmadığına bakılır. Isıtılan
bölgede bulanıklık gözlenmezse idrarda protein (−)’tir, ısıtılan bölgede bulanıklık oluşur ve Tanret reaktifi damlatınca
bulanıklık artarsa idrarda protein (+)’tir. Isıtılan bölgede bulanıklık oluşması, proteinlerin ısı etkisiyle denatüre
olmasından veya fosfat ve karbonatların suda çözünmeyen şekillere (Ca3(PO4)2 ve CaCO3) dönüşmesinden ileri
gelebilir. İçinde ağır metal ve asit bulunan Tanret reaktifi damlatınca proteinlerin denatürasyonu ve dolayısıyla
bulanıklık artar, suda çözünmeyen fosfat ve karbonatlar ise yeniden suda çözünen şekillere dönüşürler. Bu nedenle
ısıtma sonucunda fosfat ve karbonatlardan ileri gelen bulanıklık, Tanret reaktifi ile kaybolur.
Kan ve İdrarda Protein Ölçümü ve İdrarda Aminoasit Metaboliti Arama Prof. Dr. Serenay Elgün Ülkar
Deneyin Yapılışı:
1) Deney tüpünün 2/3’üne kadar idrar konur. Denatürasyon için tüpün üst kısmındaki idrar kısa bir süre ısıtılır.
2) Deney tüpüne 3-4 damla Tanret reaktifi eklenir.
3) Bulanıklık varsa idrarda protein vardır ve bulanıklığın şiddetine göre sonuçlar kalitatif olarak değerlendirilir
(eser, +, ++, +++, ++++)
Tanret Reaktifi: 36 g KI ve 13,55 g HgCl2 bir miktar distile suda çözüldükten sonra volüm 1000 mL’ye
tamamlanır. Daha sonra 200 mL glasiyal asetik asit ile karıştırılarak kullanılır.
• Sağlıklı bir erişkin insanda kan serum düzeyi total kan protein düzeyi 6-8 g/dL’dir. Bunun 3,5–5
g/dL’sini albumin, kalanını 1, 2, β ve globülinler oluşturur. (Albuminin kendisi karaciğerden sekrete
edilen proteinlerin yaklaşık %50’sini oluşturmaktadır. Bu sebeple karaciğer fonksiyon testi olarak
kullanılabilmektedir. Albumin saf yapıda bir protein olup; yağ asitlerinin, billurubinin, çeşitli ilaçların
anyonlarının ve katyonlarının taşınmasında görevlidir. Globülinler α, β ve γ (alfa, beta ve gama) olarak
sınıflandırılır. Globülinler, çeşitli enzimatik reaksiyonlarda pıhtılaşmadan sorumludurlar.)
• Serum total protein ölçümü için kullanılan yöntem Biuret yöntemidir. Lipemi veya hemoliz ile steroid,
insulin ve tiroid preparatları interferans verebilir.
• Referans değer 6.4-8.3 g/dL’ dir.
Plazmada total protein düzeyinin alçak ya da yüksek olmasının bazı sebepleri vardır. Plazmada total protein
düzeyinin düşük olmasının en önemli sebebi “hipalbuminemi”dir. Hipoalbuminemi’nin sebepleri arasında albumin
sentezinin düşük olması vardır. Albumin sentezinin düşük olmasına sebep olabilecek durumlara malnütrisyon,
malabsorbsiyon veya kronik karaciğer hastalığına bağlı albümin sentezi azalmasını örnek verebiliriz. Bunun
dışında dilüsyona bağlı albumin azalabilir. Örneğin; servista yatan hastalar fazla hidrate edilirse, ölçülen total
kan protein düzeyi normalden daha düşük çıkacaktır. Bunların dışında albumin kayba veya yıkıma bağlı olarak
düşük ölçülebilir. Bu duruma örnek olarak Nefrotik Sendromu, kanamaları, protein kaybettiren enteropatileri
veya yanıkları verebiliriz.
Plazmada total protein düzeyinin yüksek olmasının sebeplerine ise kronik inflamatuvar hastalıkları, kan alma
işleminin uzun sürmesi veya travmatik olması durumunda damar dışına protein bakımından fakir sıvının kaçması
durumunda yüksek miktarda kan proteini saptanabilir. Bunun dışında dehidrasyona bağlı aşırı kusma veya
ishalde kan protein düzeyi normalden biraz daha yüksek çıkabilir.
Total serum protein artışının nedenleri Total serum protein azalmasının nedenleri
• Sıvı kaybına bağlı dehidrasyon ve • Açlık
hemokonsantrasyon (kusma, diyare) • Malabsorpsiyon
• Kronik inflamatuar hastalıklar • Karaciğer hastalıkları
• Multiple myelom gibi gammopatiler • Nefrotik sendrom
• Ağır yanıklar
• Şiddetli kanama
• Protein kaybettiren enteropatiler
• Hemodilüsyon (sıvı verilen koldan kan alınması)
Kan ve İdrarda Protein Ölçümü ve İdrarda Aminoasit Metaboliti Arama Prof. Dr. Serenay Elgün Ülkar
Deneyin Prensibi:
Biuret reaksiyonu:
Alkali ortamda protein molekülündeki peptid bağlarının Cu++ iyonlarıyla mor renkli kompleks oluşturmasına
dayanır.
Biuret Reaktifi: 6 g potasyum sodyum tartarat (KNaC4H4O6), 1,5 g kristalize bakır sülfat (CuSO4), 300 mL
%10’luk NaOH içinde çözülür, hacim distile suyla 1 litreye tamamlanır.
Deneyin Yapılışı:
KÖR NUMUNE
Serum fizyolojik 1 mL 0.95 mL
Serum - 0.05 mL
Biuret reaktifi 4 mL 4 mL
Kör tüpünde Biuret Reaktifinin kendi rengi olan açık mavi renk görülürken, numune tüpünde protein
bulunduğu için mor renk gözlenir.
Hesaplama:
Numune OD = 0,37
Faktör = Std Konsantrasyon / Std OD = 20
Yenidoğanda FKÜ taraması için Guthrie testi kullanılır. Topuk testi de denir, bebeğin topuğunun
delinmesi ve 1 damla kanın özel filtre kağıdına emdirilmesi gerekir. Kanda yüksek fenilalanin varlığına
dayanır. Kültür ortamında üremesi beta-2-tienilalaninle engellenen Bacillus subtilis’in hasta kanı (yüksek
fenilalanin) eklenmesiyle hızla üremesinin gözlenmesine dayanır. Guthrie testi, bebek proteinle (anne sütü)
beslendikten sonra (doğumdan en az 48 saat sonra, en uygun olarak 5.günde) yapılır.
Kan ve İdrarda Protein Ölçümü ve İdrarda Aminoasit Metaboliti Arama Prof. Dr. Serenay Elgün Ülkar
Hasta izleminde demir-3-klorür testi kullanılabilir. İdrarda fenilpiruvat birikimi saptanır. Pozitif
sonuç vermesi için doğum ve beslenmenin ardından 10-14 gün geçmiş olması gerekir. Bu testin sensitifliği
yüksek spesifiklği düşük olduğu için FKÜ tanısı için kullanılmaz, diyet tedavisinin etkinliğini izlemek için
kullanılmaktadır. Bu amaçla ticari olarak kullanıma sunulmuş idrar stickleri bulunmaktadır. FKÜ
hastalarında fenilalaninin yanı sıra biriken metabolitler, kanda ve idrarda fenilpiruvat, idrarda fenilasetat,
fenillaktat ve fenilasetilglutamindir.
Notun lab dersi olmasından kaynaklı föye fazla bir ekleme yapamadım. Föyde bahsedilmeyen
ama ders kaydında olan kısımları bu yazı tipiyle aralara ekledim. Herkese iyi çalışmalar.
-Sinem Bahadır
Kas Dokusunda Metabolik Olaylar Prof.Dr.B.İMGE ERGÜDER
REZORPSİYON(BESLENME) FAZI
-Kanda glukoz konsantrasyonu belirgin bir şekilde yükselirken yağ asidi konsantrasyonu ise düşer.
Alınan glukoz, glikojen ve trigliserid depo şekillerine dönüştürülür. Amino asidler proteinleri
oluştururlar, enerji yönünden ön plana çıkmazlar.
- Besin alımından sonra kanda, glukoz düzeyi ile birlikte bir polipeptit hormon olan insülin seviyesi
de 4-5 kat artar, glukagon hormonu düzeyi ise düşer.
- Rezorpsiyon fazında ana enerji substratı glukoz, esas hormon insülindir.
POSTREZORPSİYON(AÇLIK) FAZI
Kanda glukoz konsantrasyonu düşük, yağ asidi konsantrasyonu ise yüksektir. Yağ asidleri enerji
birikimi olan trigliseridden sağlanırlar.
Şilomikronlar üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak bağırsak mukozası ile akseptör(götürdüğü
doku) organlar olarak yağ doku ve karaciğer arasında bağlantı bulunur. (Şilomikron:lipoproteinlerden
yağ içeriği en fazla olan,bağırsakta üretilen ,lipitleri taşıyan proteinlerimiz)
VLDL (preβLP) üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak karaciğer ile akseptör olarak yağ doku ve
kaslar arasında bağlantı bulunur.
Laktat üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak eritrosit, böbrek medüllası ve bazen kas ile
akseptör olarak kalp kası, karaciğer ve böbrek korteksi arasında bağlantı bulunur
Kas Dokusunda Metabolik Olaylar Prof.Dr.B.İMGE ERGÜDER
NOT: Kısa süreli açlıkta (gün içerisinde yemek yemediğimiz dönemlerde)beyin ve eritrositler glikozu kullanırken
kas; yağ asidi ve ketonu kullanır.
Glukoz üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak karaciğer ve böbrek korteksi ile akseptör olarak
santral sinir sistemi, eritrosit ve böbrek medüllası arasında bağlantı bulunur.
Laktat üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak eritrosit, böbrek medüllası ve çalışır durumdaki
kaslar ile akseptör olarak karaciğer,böbrek korteksi ve kalp kası arasında bağlantı bulunur Laktattan
glukoz glukozdan laktat oluşması şeklinde süren Cori döngüsü ön plandadır.
Yağ asidleri üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak yağ doku ile akseptör olarak karaciğer, kas,
kalp kası ve böbrek korteksi arasında bağlantı bulunur.
Keton cisimleri üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak karaciğer ile akseptör olarak santral sinir
sistemi, kas, kalp kası ve böbrek korteksi arasında bağlantı vardır. Çok uzun süreli açlıkta santral sinir
sistemi enerji gereksiniminin %60’ını keton cisimleri karşılar.
Amino asitler üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak iskelet kası ile akseptör olarak karaciğer
ve böbrek korteksi arasında bağlantı vardır.
Gliserol üzerinden dönüşümlü ilişkiler: Donör olarak yağ doku ile akseptör olarak öncelikle karaciğer
ve ayrıca böbrek korteksi arasında bağlantı bulunur.
UZAMIŞ AÇLIK DURUMLARINDA ORGANLAR ARASI DÖNÜŞÜMLÜ İLİŞKİLER
Kas Dokusunda Metabolik Olaylar Prof.Dr.B.İMGE ERGÜDER
☆ Uzamış açlık durumlarında glikojen depoları tükenmiştir. Kanda glikoz düzeyi çok düşüktür.
(İnsülin↓,glukagon↑)
☆Yağ dokusu trigliseritleri gliserol ve yağ asitlerine çevirerek glukoneogoneze katkı sağlamaya
çalışır..Az miktarda da olsa üretilen glikozun kullanımı eritrositlerin hizmetine sunulur.Çünkü
eritrositler glikozdan başka bir yakıtı kullanamazlar.
☆Beyin ne yapıyor peki?Keton cisimlerini kullanıyor. Keton cisimleri nereden gelmişti yağ
asitlerinden karaciğerde üretilmişti. Dikkat edelim artık keton cisimleri kasa değil beyne
yönlendiriliyor.
☆Bu dönemde artık kas proteinlerinin yıkımı durur ve üre sentezinin de durma noktasına geldiği
söylenebilir.Kas ise enerji için yağ asitlerini kullanmakta.
Notu yazarken ders kaydından ve 2024 notundan faydalandım.Hoca dersi çoğunlukla slaytı okuyarak ve
resimler üzerinden açıklayarak anlattı.Eksik bir şey kalmadığını umuyorum.Yanlış yazdığım bir yer olursa bana
ulaşabilirsiniz ,beraber düzeltiriz.
Gelelim selam kısmına 6 aylık üniversite yolculuğumda her daim yanımda olan şimdiyse burnumda tüten
Fatma’ya, konuşurken bana farklı pencereler açan Hatice Büşra’ya , yüz yüze tanışmayı çok istediğim Nurcihan
ve Emirhan’a , canlarım Kübra ,Beyza ve Aybeniz’e , bu notu okuyacak 2025 ve 2026 mezunlarına ve son olarak
Leyla ile Mecnun seven herkese kucak dolusu selam ve sevgiler.
ZEYNEP EROĞLU
https://youtu.be/LtMnaqlTY_0
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜ DER
ELEKTRON TAŞIMA ZİNCİRİ ve OKSİDATİF FOSFORİLASYON
Bizim ana beslenme moleküllerimiz protein , karbonhidrat ,lipid yağlar slayta bakacak
olursak her birinin yakıt molekülü olduğunu biliyoruz .Asetil Co-A sitrik asit siklusu
kavşaklarına gelerek sonuçta elektron üretimine katılıyor. Bu mitokondri üzerinde bulunan
ETZ ye katılarak ADP lerin ATP ye dönüşümüni ve oksijenin suya indirgenmesini sağlıyor.
(Biz şimdi ETZ nasıl işliyor? Bütün bu metabolizmadan gelen elektronlar nasıl ATP ye
dönüyor ? Bunu işleyeceğiz .)
Fe+3 + e- ↔ Fe+2
2- Hidrojen atomu şeklinde transfer; Hidrojen atomu bir proton (H+) ve bir elektron (e-)
içermektedir.
AH2 + B ↔ A + BH2
3- Hidrit iyonu şeklinde transfer (: H-); burada hidrojen iki elektron bulundurur. NAD
bağımlı dehidrojenazlarla meydana gelir
R-CH3 + ½ O2 → R-CH2-OH
NADH ve NADPH dehidrojenazlar ile işlev gören elektron taşıyıcısı koenzimlerdir. Bunlar iki
nükleotidin fosfat gruplarının birleşmesiyle oluşmuşlardır ve Niasin vitamini bu yapıdaki
nikotinamid kısmının kaynağını oluşturmaktadır.
Okside durumları ise NAD+ ve NADP+ (Nikotinamid adenin dinükleotid fosfat) şeklindedir.
Bu okside
formlar hidrit iyonu (iki elektrona sahip hidrojen) alarak indirgenirler, dolayısıyla
reaksiyonlar şöyledir;
NAD+ + 2 e- + 2 H+(proton) → NADH + H+
NADP+ + 2 e- + 2 H+(proton) → NADPH + H+
NAD+ ve NADP+nın indirgenmesi yapıdaki nikotinamid kısmında bulunan pozitif yüklü azot
içeren benzen halkasının yüksüz azot içeren kinon halkasına dönüşmesine neden olur.
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER
ETZ ile enerji elde edebiliyoruz dedik fakat bir de hiç ETZ’ye girmeden enerji verebilen
moleküller var.
Çok yüksek enerjili fosfat bileşikleri ve içerdikleri enerji büyüklükleri şöyle sıralanabilir:
PEP (fosfoenolpiruvat) > karbamoil-P >1,3 BPG > fosfokreatin > asetilfosfat > asetil koA >
SAM > ATP
Elektron Taşıma Zinciri 1 Prof.Dr.B.İmge ERGÜDER
Sıradaki şekil ise NADH ve FADH’lar sayesinde nerede kaç ATP kazandığımızı özetliyor.
Mitokondrinin iç zarında;
Kompleks I-II-III-IV
ADP-ATP translokaz (kompleks V de denilebiliyormuş)
ATP sentezinin yapıldığı komponent (ATP sentaz F0F1)
Diğer membran transporterları yerleşmiş olarak bulunur.
Mitokondri matriksinde;
Pirüvat dehidrojenaz kompleksi
TCA enzimleri
Yağ asitlerinin beta oksidasyonunda kullanılan enzimler
Amino asit oksidasyon enzimleri
DNA ve ribozomlar
ATP, ADP, P, Mg, Ca, K
Ve birçok ara metabolit bulunur.
Oksidatif Fosforilasyon
Notu yazarken ders kaydından ve 2024 notlarından yararlandım. Geçen senenin notundan çok
farkı yoktu dersin. Dersin kalan yarısı bir sonraki notta. İyi çalışmalar
Sabah akşam darladığım canımın içi Zeynepcim Eroğlu’na,Beyza’ya , Aybeniz’e,Merve’ye,Elif
Sude’ye ve notu okuyan herkese selamlar.
FATMA DEMİR
Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2
Sitokromlar:
✓ Mitokondri iç zarının demir içeren elektron transfer proteinleridir.
✓ Işık absorbsiyon özellikleriyle birbirinden ayrılan üç Sitokrom tipi
vardır.
✓ Sitokrom a ve b’deki hem grupları sıkıca fakat kovalent olmayan,
c’deki hem grubu ise kovalent bağla bağlıdır.
(Sitokrom c’de Bulunan Hem Grubu’nu yandaki resimde görüyoruz)
(Sitokrom hareketini tanımlamak için üçlü bir yapı olarak gösterilmiş aslında böyle değil.
Komplekslerden çıkan protonları görüyoruz.)
Elektronlar komplekslerden akarken Kompleks I’den giren NADH ve Kompleks II’den giren FADH2
elektronlarını Ubikinon’a veriyor. Sonra elektronlar Kompleks III’e geldi. Kompleks III elektronları
Sitokrom c’ye aktardı. Sitokrom c, Kompleks III’ ten aldığı elektronları Kompleks IV (sitokrom oksidaz)
yapısına taşır. Bu arada protonlar hep membranlar arası boşluğa çıkıyor. Kompleks I’den 4 tane proton
çıkmış Kompleks III’ten de 4 tane ve Kompleks IV’den de 2 proton; elektron geçişi sırasında
membranlar arası boşluğa pompalandığını görüyoruz. Kompleks II’den ise herhangi bir proton
pompalanması bulunmamaktadır.
(Sitokrom c ve Ubikinon’un hareketli olduğunu gördük. Kompleks I-II-III-IV ise hareketli değildir.)
Kompleks IV (sitokrom oksidaz), elektronların Sitokrom c’den O2’ne transferini ve böylece O2’in
suya indirgenmesini katalize eder; yapısında Sitokrom a ve Sitokrom a3 bulunur.
Kompleks IV vasıtasıyla Sitokrom c’den O2’e elektronların akışı da matriksten membranlar arası
boşluğa net proton hareketine neden olur. Kompleks IV’den de iki proton çıkışımız var demiştik.
Dolayısıyla Kompleks IV de bir proton pompası olarak fonksiyon görür.
İnhibitörleri:
Kompleks IV, H2S, CO, CN- ve Azid (N3-) tarafından inhibe edilir.
Solunum zincirinde elektron akımı, ATP senteziyle eşleşmiştir; elektronların aktarılması sırasında
elde edilen ve membran boyunca proton gradiyenti şeklinde depolanan enerji, ATP sentezinde
kullanılır.
Bir NADH molekülü 3 ATP oluşumunu sağlar; bir FADH2 molekülü ise 2 ATP oluşumunu sağlar.
MİTOKONDRİ
Membranlar arası boşlukta hem pH hem de voltaj gradiyenti oluşur (Elektrokimyasal gradiyent). Bu
gradiyent ATP sentezinin dışında moleküllerin transferi için de kullanılır.
Ayırıcılar, protonları geri transport ederek proton gradiyentini bozarlar ve böylece ATP sentezini
inhibe ederler. Bu olay solunumu uyarır ve sistem proton gradiyentini düzeltmek için daha fazla yakıtı
okside eder ve daha fazla proton pompalanır. Bu durumda oksijen kullanımı hızlıdır ve serbestleşen
enerji ısı şeklinde yayılır; vücut ısısı artar. Lipofilik bir proton taşıyıcısı olan 2,4-Dinitrofenol,
membranlar arası boşlukta protonları kabul edip kolaylıkla matrikse geçer ve orada daha az asidik
ortamda protonları salar; böylece eşlenmeyi bozarak ATP sentezini inhibe eder.
Arsenat da fosfat analoğudur ve ayırıcı olarak rol oynar fosfatı tutar fosfat yerine geçer.
Elektron akışı olurken protonların da birikmesi lazım. Bu iki olay birbiriyle eşleniktir. Eşleşmeyi
bozmaktan kastımız bu dolayısıyla bu protonların birikimi engellenmiş olunca elektron akıyor ama
sistemde proton birikimi olamıyor dolayısıyla da iki sistem birbirinden ayrılmış oluyor.
NADH kırmızı olarak işaretlenmiş zarlar arası boşlukta NADH NAD’a dönüşürken Oksaloasetat
Malata dönüşmüş. Malat zarı rahatlıkla geçiyor ve içeri giriyor. Malat içeride tekrar Oksaloasetat’a
dönüşürken NAD’ı NADH’a dönüştürüyor. Yani dışarıdaki reaksiyonun tersi oluyor. Dolayısıyla
dışarıdaki NADH içeriye geçmiş oldu diye düşünebiliriz. Oksaloasetat tekrardan Aspartat’a
dönüşüyor ve Aspartat dışarı çıkıyor Oksaloasetat’a dönüşüyor. Tekrardan böyle bir dengeyle bu
mekik sayesinde NADH’ın geçişini sağlayabiliyoruz.
Prof. Dr. B.İmge Ergüder Elektron Taşıma Zinciri 2
Mitokondriyal Hastalıklar:
✓ Leber’in herediter optik nöropatisi (LHON): Genç erişkin dönemde optik sinir ölümüne bağlı ani
görme kaybı şeklinde ortaya çıkar.
✓ Myoklonik epilepsi ve düzensiz kırmızı fiberler (MERRF) sendromu: Myoklonus, ataksi,
jeneralize güçsüzlük ve myopati şeklinde ortaya çıkar.
✓ MELAS: Mitokondriyal ensefalopati laktik asidozis. Beynin tutulumuyla oluşan ağır bir tablo
olarak görüyoruz.
✓ ATP Sentaz
✓ Adenozin Nükleotid Translokaz: ADP’nin mitokondri
içine geçişini ATP’nin mitokondri dışına çıkışını sağlayan
taşıyıcı
✓ Fosfat Translokaz: Fosfatın giriş çıkışını katalizler.
Berkayklc‘a, bebekim Selin’e, kuzum Beyza’ya, Atakan’a, Mustafama , yüzeysele, grup projeye, selam olsunn...
EYÜP KORKUT
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları
Tiroid bezi epitelyal follikül hücreleri ve folikül hücrelerinin tam ortasında glikoprotein
ağırlıklı bir bileşik olan kolloidden oluşan çok sayıda follikül içerir.
Folliküller arasında da kalsitonin hormonu üreten parafolliküler (C) hücreler bulunur.
Amino asit türevi olan hormonlar protein yapıda olmadıkları için suda çözünmezler.
Dolayısıyla mutlaka proteinle bağlanarak taşınmaları gerekir. Kalsitonin peptid yapıda
olduğu için böyle bir sorun oluşturmaz.
TİROİD HORMONU
Biyolojik olarak aktif olan 2 tiroid hormonu vardır. Aslında sentezlenen ve dolaşımda da
bulunabilen 3 tane tiroid hormonu var ama bunlardan sadece 2 tanesi biyolojik aktiviteye
sahip.
Bunlar: -tetraiyodotiroksin (T4; tiroksin) (4 iyot içerdiği için)
- triiyodotironin (T3) (3 iyot içerdiği için)
T3, 10 kat daha aktif.
~ 80 ug/gün kadar T4, 5 ug/gün T3
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları
İYOT METABOLİZMASI
Tiroid hormonu için gerekli olan iyot dışarıdan alınır. Başlıca kaynakları iyotlu tuz, iyotlu
ekmek, süt ürünleri gibi besinlerdir. Gastrointestinal sistemden emildikten sonra tiroid bezi
tarafından alınır ya da kullanılmayan kısmı böbrekler üzerinden atılır.
Nükleusta tiroid hormon etkisi. TR, tiroid hormon reseptörü; RXR, retinoid X reseptörü
-Lipid metabolizmasında sentezi de uyarır yıkımı da uyarır. Ancak net etkisine bakarsak
kandaki triaçilgliserol ve kolesterol düzeyini düşürür. Bu yüzden hipotiroidisi olan hastaların
kolesterolü yüksek olur ve ateroskleroz hastalığına daha yatkın olurlar.
-Aslında kolesterol sentezinde hız kısıtlayıcı enzim olan HMG koA redüktazı uyararak
kolesterolün sentezini arttırır ama atılımı daha çok arttırdığı için kolesterol düzeyini
düşürücü etki yapar.
HİPOTROİDİZM
Erişkinde yorgunluk, halsizlik, metabolik hızda düşme, mental fonksiyonda yavaşlama, soğuğa dayanıksızlık, kilo alma, guatr, saç
dökülmesi, cilt kuruluğu. Komayla sonuçlanabilir.Sebebi iyot eksikliği troidektomi ,otoimmün kaynaklı olabilir.
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları
HİPERTROİDİZM
Sinirlilik, sıcağa dayanıksızlık, metabolik hız artışı, taşikardi, guatr, gözlerin dışarı fırlaması,
kalp yetmezliğiyle sonuçlanabilir.
Aşırı TSH salınımı veya otoimmün kaynaklı olabilir. Radyoaktif tedaviyle tiroid hormonu
sentezini durdurma veya tiroid bezini çıkarma işlemi yapılır.
PARATİROİD HORMONU(PTH)
--84 aminoasitten oluşan bir polipeptidtir. Suda çözünebilir ve taşınabilir. -
-Kemiğin organik matriksi yıkıldığı için idrarda hidroksiprolin ve hidroksilizin atılımı artırır.
-En hızlı etkisi böbrek üzerinden olur. Yani Ca düzeyi düştüğü anda PTH ilk böbrekleri uyarır.
-Böbrekte α1 hidroksilazı uyararak aktif 1,25 D vitamini yapımını stimüle eder. -Proksimal
tüplerde fosfat atılımını, distal tüpler ve toplayıcı kanallarda Ca+2 geri emilimini artırır.
-D vitamininden farklı olan tek etkisi fosfatürik etki yapmasıdır. Ca tutulurken fosfat atılır
hâlbuki D vitamini ikisini birden tutar.
-Bağırsakta D3 vitamini aracılığıyla Ca+2 emilimini uyarır.
Prof. Dr. Serenay Elgün Elkar Tiroid ve Paratiroid Hormonları
KALSİTONİN
METABOLİK ETKİLERİ
-Kanda hem Ca+2 ve fosfat düzeyini düşürür.
Arkadaşlar yazdığım ilk not o yüzden hatalarım olabilir, bana iletirseniz birlikte çözebiliriz
...Hocamızın sesli slaytından ve 2024 notundan faydalanarak yazdım.
Selamlara gelecek olursak... Hemşerilerim Veli, Kamil, Mehmet Tuna ve Görkem’e
Henüz öğrenemesek de teşebbüsünde bulunduğumuz bağlama grubundan Emre , Sami
,Furkan ve Emirhan’a ve tandığım tanımadığım tüm dönemime selam olsuunn!
En kısa zamanda okulumuza dönmek dileğiyle...
ALİ EREN ÇAKMAK(1.YARI)
Doç.Dr.Özlem Doğan Katekolamin Sentezi ve Metabolizması
KATEKOLAMİ NLER
DOPAMİN
NOREPİNEFRİN (NORADRENALİN)
EPİNEFRİN (ADRENALİN)
Tirozin diyetten
sağlanabileceği gibi
olan fenilalaninden de
sentezlenebilir.
DOPA SENTEZİ
DOPAMİ N SENTEZİ
Hücre zarında bulunan reseptörlerine bağlanarak etkilerini gösterirler. İki tip dopamin
reseptörü ve 9 tip adrenerjik reseptör vardır: D1, D2, α1A, α1B, α1D, α2A, α2B, α2C, β1,
β2 ve β3. Hormon (epinefrin/norepinefrin) β reseptörlerine bağlandığında Gs proteini
aracılığıyla adenilat siklazı aktive ederek cAMP üzerinden etkisini gösterir.
β3 reseptörleri yağ dokusunda ve daha az miktarda da iskelet kasında bulunur, yağ asidi
oksidasyonu ve termogenezde rol oynar. Bu reseptörlerde norepinefrin epinefrinden
baskın agonisttir.
Tİ RAMİ N
FEOKROMASİ TOMA
•Çarpıntı ve taşikardi
•Baş ağrısı
•Hiperglisemi
Ruveyda ÖZTOPRAK
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan
α(Α): Glukagon
β(B): İnsülin
δ(D): Somatostatin
F(F): Pankreatit polipeptid.
İnsülin
İnsülin, ilk kez 1922 yılında pankreastan izole edildi. Etkisi ilk kez onaylanan hormondur.
(1926) İlk kez amino asit dizisi belirlenen hormondur. (1955) İlk kez kimyasal yöntemlerle belirlenen
hormondur. (1964) İlk kez büyük öncül molekül olarak sentezlendiği gözlenen hormondur. (1967) İlk
kez ticari kullanım için hazırlanan hormondur.
YAPISI VE SENTEZİ
Proinsülin 86 aminoasitli tek bir polipeptid zinciri şeklindedir. Yapısında üç tane disülfid bağı
bulunur. İnsülin 21 aa dan oluşan bir A zinciri ve 30 aa dan oluşan bir B zincirinden oluşur. Zincirler iki
disülfid bağı ile birbirlerine bağlanırlar. Üçüncü bir disülfid bağı A zincirinin kendi içinde bulunur.
gen transkripsiyonu
prekürsör mRNA’nın işlenmesi ve matürasyonu
matür RNA’nın translasyonu
preproinsülinin N-terminalindeki 23 aminoasitlik sinyal dizisi ayrıldıktan sonra endoplazmik
retikulumun sisternasına translokasyonu
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan
İnsülin salınınca Zn+2 serbestleşir. Salgı granülünde var olan proinsülinin tamamı insüline
dönüşmez. Dolayısıyla insülinin salgılanmasıyla bir miktar proinsülinde salınır. Proinsülin insülinin
sahip olduğu biyolojik aktivitenin %5’inden daha azına sahiptir.
C-peptidin herhangi bir fizyolojik fonksiyonu yoktur. Fakat C-peptid tayini insülinin endojen ve
eksojen kaynağının ayırt edilmesinde yardım eder. Diğer proteinlerin genlerinde olduğu gibi insülin
geninde de mutasyonlar olabilir. Sonuçta anormal ürün oluşabilir. Bu durumun hipoglisemi veya
insüline dirence dair herhangi bir bulgu olmayan hiperinsülinemi vakalarında olması muhtemeldir.
İlk iki mutasyonun gerçekleştiği insülinlerin biyolojik aktivitesi oldukça düşüktür. Üçüncü
mutasyonda ise anormal bir proinsülin formu ortaya çıkar ve sonuçta C-peptid A zincirine bağlı kalır.
Otozomal dominant bir genetik bozukluk olarak tarif edilir. (familial hiperproinsülinemi) Etkilenen
bireylerde insüline dirence dair herhangi bir belirti olmaz ve bazılarında hafif bir hiperglisemi ortaya
çıkabilir.
SALGILANMASI (SEKRESYONU)
Pankreasın Beta hücrelerinden insülin salgılanmasını düzenleyen pek çok faktör vardır.
Glukoz, aminoasitler, glukagon, asetilkolin ve beta adrenerjik ajanlar insülin salgılanmasını stimüle
ederken somatostatin ve alfa adrenerjik ajanlar inhibe edici etki gösterirler. En önemli insülin
salgılatıcı ajan glukozdur.
Normal açlık plazma glukoz seviyesi 70-105 mg/dl (3,89-5,83 mmol/L) arasında muhafaza
edilir. Glukoz, beta hücrelerine glukoz taşıyıcıları olan GLUT1 ve GLUT2 aracılığıyla girer. GLUT1
yapısal bir glukoz taşıyıcısıdır. GLUT2 ise beta hücrelerindeki glukoz konsantrasyonunu algılayabilen
düşük afiniteli bir glukoz taşıyıcısıdır.
Beta hücresindeki glukoz metabolizmasında, glukoz taşınması hız kısıtlayıcı bir basamak
değildir. Çünkü, glukoz girişinin fizyolojik hızıyla mukayese edildiğinde çok fazla miktarda taşıyıcı
vardır. Glukoz beta hücresine girdikten sonra glukokinaz tarafından glukoz-6-fosfat’a çevrilir.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan
Glukokinazın glukoza afinitesi düşüktür. Dolayısıyla glukoz metabolizması için hız sınırlayıcı
basamaktır.
Hızlı ve doğru bir şekilde glukoz seviyesini ölçen glikoza duyarlı cihaz glukokinaz’dır. Sonuç
olarak, glukokinaz glukoz tarafından düzenlenen insülin salgılanmasından sorumludur.
ATP’ye duyarlı K+ kanalı iki farklı tip protein alt ünitesinden oluşur. Bunlar sülfonilüre (SUR)
reseptörü ve bir K+ kanalıdır (Kir6.2). SUR, düzenleyici alt ünitedir ve ATP bağlayıcı proteinler ailesine
aittir. Kir6.2 alt üniteleri K+ iletiminde bizzat rol alırlar. Bir bütün olarak fonksiyonel K+ kanalının
oktamerik bir kompleks olduğu ve eşit sayıda SUR ve Kir6.2 alt ünitelerinden oluştuğu
düşünülmüştür.
Ekzositoz esnasında insülin ve C-peptidle birlikte amilin olarak bilinen 37 aminoasitli bir
peptid de salgılanır. Amilin 89 aminoasitli bir prekürsor molekülün proteolitik işlem görmesiyle
ilgilidir. Amilinin kesin fizyolojik rolü henüz anlaşılamamıştır.
Sülfonilüreler Tip2 DM’un tedavisinde kullanılan ilaçlardır. Diazoksit ise sülfonilürelerin zıttı
etkiye sahiptir. ATP’ye bağlı K+ kanalının kapanmasını engelleyerek veya açık kalma süresini uzatarak
insülin salgılanmasını inhibe eder ve hiperglisemiye neden olur.
Somatostatin Ca+2 un hücre içine girişini inhibe eder ve insülin salgılanmasını azaltır. Asetil
kolin sitozolik Ca+2 seviyesini artırır ve insülin salgılanmasını sağlar. Bunu Gq-protein, fosfolipaz C-
inozitoltrifosfat-Ca+2 ve proteinkinaz C aktivasyonu yoluyla yapar.
Norepinefrin ve epinefrin insülin salgılanmasını azaltır. Bunun için alfa adrenerjik reseptör
bölgesine bağlanarak inhibitör G-proteinini (Gi ) aktive eder, bu da adenilatsiklazı inhibe eder. Bu
durumda cAMP üretimi inhibe olur ve proteinkinaz A aktivitesi azalır. Azalmış proteinkinaz A
seviyeleri insülin sekresyonu için gerekli olan ekzositoz ile ilişkili fosforilasyonu belirler.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan
Stres esnasında epinefrin salınması anabolikten ziyade katabolik ihtiyacın sinyalini verir.
Egzersiz veya travma esnasındaki insülin sekresyonunun azalması da epinefrin (katekolamin)
salınmasıyla birliktedir.
Glukagon benzeri peptid (GLP) olarak bilinen bir gastrointestinal hormon G-proteini
aktivasyonu üzerinden insülin sekresyonunu sağlar. Bunu adenilatsiklaz-cAMP- proteinkinazA sistemi
üzerinden yapar. Pankreatik glukagon insülin sekresyonunu stimüle ederken somatostatin deprese
eder.
Beta hücrelerine gelen değişik düzenleyici komutlar optimal miktarlarda insülin salgısını
devam ettirmek ve glukoz homeostazisini sağlamak üzere entegre edilirler. Üç pankreatik hormonun
(insülin, glukagon ve somatostatin) koordinasyonlu aktivitesi yakıt (glukoz) homeostazisi için
vazgeçilmezdir.
İnsülin etkisi glukagon ve diğer karşı düzenleyici hormonlar (epinefrin, kortizol, büyüme
hormonu) tarafından azaltılır/baskılanır. Bütün bu hormonlar dokularda (beyin gibi yakıt olarak
sadece glukoz kullanabilen) glukozun yeterli seviyede kalmasını sağlarlar ve hipoglisemiyi önlerler.
Bazı aminoasitler de insülin salgılattırıcılar olarak fonksiyon görürler. Buna bir örnek olarak
lözin’i verebiliriz. Lözin glutamat dehidrogenazın allosterik aktivasyonu yoluyle insülin salınımını
stimüle eder. Mitokondrial bir enzim olan glutamat dehidrogenaz glutamatı alfa keto glutarat’a
çevirir.
Glutamat dehidrogenaz ADP ile pozitif modüle edilirken, GTP ile negatif modüle edilir. Alfa
keto glutarat ATP sentezlemek üzere oksitlenir böylece ATP’ye duyarlı K+ kanalını bloke eder ve
insülin salınımına neden olur. Glukokinaz-glukoz algılama mekanizması beta hücrelerinden glukoz
kontrollü insülin salgılanmasının primer düzenleyicisidir. Dolayısıyla insan glukokinazını etkileyen
mutasyonlar mekanizmayı etkiler.
Yakıt depolanmasında görev alan enzimlerin (hepatik glukokinaz) ekspresyonunda rol alan
genler indüklenir, katabolik enzimleri (hepatik fosfoenol piruvat karboksikinaz) kodlayanlar ise inhibe
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan
edilir. İnsülinin kan glukozu üzerindeki temel etkisi glukoz taşıyıcı 4’ü (GLUT4) kullanarak ve
translokasyonunu sağlayarak, glukozun kas ve yağ dokusuna alınmasını sağlamaktır.
İNSÜLİN RESEPTÖRÜ
İnsülin reseptörü tek bir polipeptid zincirinden elde edilir. Geni 19. kromozomun kısa
kolunda lokalizedir. Proreseptörde glukozilasyon ve proteolizisin yer aldığı yaygın posttranslasyonel
işlemler yapılır. Proteolitik kırılma sonucunda heterotetramerik bir kompleks şeklinde bir araya
gelmiş alfa (MA 135000) ve beta (MA 95000) alt üniteleri (2α, 2β) oluşur.
Alt üniteler hem disülfit bağlarıyla hem de nonkovalen interaksiyonlarla bir arada dururlar.
Heterotetramerik reseptörün alfa alt üniteleri ekstrasellüler boşlukta, beta alt üniteleri ise
transmembranöz olarak yerleşmişlerdir. İnsülin bağlayan bölge alfa alt ünitelerinde bulunur. Fakat
insülinin her iki alfa alt ünitesine bağlanıp bağlanmadığı bilinmemektedir.
Beta alt ünitesinin intrasellüler parçası tirozin kinaz aktivitesine sahiptir. Alfa alt ünitesine
insülinin bağlanmasıyla başlayan tirozinkinaz aktivitesi beta alt ünitelerindeki en az 6 tirozin
bakiyesinin otofosforilasyonu ile sonuçlanır. Diğer protein substratları da, aktive beta alt ünitesi
tirozin kinazı tarafından katalizlenen bir seri fosforilasyonun hedefidirler.
Fosforile edilen anahtar proteinlerden biri insülin reseptör substrat-1’dir. (IRS-1) Fosforile
edilmiş IRS-1 diğer proteinlerinde yer aldığı bir reaksiyon dizisini başlatır. IRS-1 deki fosfotirozin
motifleri fosfatidilinozitol-3-kinaz (PI-3-kinaz) gibi sinyal iletici proteinlerde bulunan SH2 domainleri
için bağlanma bölgelerine sahiptirler.
İnsülin aracılı IRS-1 fosforilasyonu aynı zamanda ras proteinlerinin aktivasyonuna da neden
olur. Ras proteinleri protoonkojen ürünlerdir. Hücre membran reseptörlerinden gelen sinyal yollarını
ve hücresel proliferasyonun, differansiyasyonun veya apopitozisin düzenlenmesini yürütürler. (hoca
burayı okumadan geçti.)
İnsülinin temel etkilerinden bir tanesi glukozun kandan kas ve yağ dokusu hücrelerine
taşınmasıdır. Bu GLUT4 reseptör moleküllerinin plazma membranında görevlendirilmesi ve lokalize
edilmesiyle sağlanır. İnsülin yokluğunda GLUT4 intrasellüler veziküllerde kalır.
GLUT4’ün insülin aracılı olarak hücre membranına yönlendirilmesinde çeşitli proteinler görev
alır. GLUT4 transportunun herhangi bir basamağındaki yetersizlik insüline direnç ve DM’ye (Diyabet)
neden olabilir. İnsülinin hedef hücrelerdeki biyolojik etkileri, reseptör fonksiyonunda yer alan 5
basamaktan herhangi birinde defekt olması durumunda önemini kaybeder.
İnsülin primer olarak karaciğer ve böbrekte (ve gebelikte plasentada) katabolize (inaktive)
edilir. Karaciğer, bu organdan ilk geçişte insülinin yaklaşık %50’sini parçalar. Bunda insüline spesifik
bir proteaz ve glutatyon-insülin transdehidrojenaz görev alır. İkinci enzim, A ve B zincirlerini ayırarak
disülfid bağlarını azaltır. Böylece zincirlerin hızla proteolizi sağlanır.
GLUKAGON
Proglukagon geni, pankreas α-hücrelerinde, intestinal L hücrelerinde ve primer olarak beyin
sapı ve daha az olarak hipotalamusta olmak üzere beynin özelleşmiş bölgelerinde eksprese edilir.
Memelilerde, tek bir prekürsor (proglukagon) farklı şekillerde işleme tabi tutularak, proglukagondan-
elde edilen peptidler sentezlenir.
Hem karaciğerde hem de adipoz dokuda; glukagon adenilat siklazı aktive eder, cAMP
seviyesini artırır, cAMP-bağımlı protein kinazı aktive eder ve değişik metabolik yolları kontrol eden
enzimlerin fosforilasyonunu artırır. Glukagonun sinyal iletimindeki ilk basamak hücre zarındaki
reseptöre bağlanmak ve Gprotein kompleksini aktive etmektir.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan
Atakan AYLAR
APELİN
Orijinal olarak sığır mide ekstraktından saflaştırılmış 36 aa’lı bir peptiddir.
Apelin ve reseptörü periferik dokularda yaygın olarak (akciğerler, kalp, meme, MSS) sentez
edilir.
Apelin, GIS’te en çok midede bulunur.
Kardiyovasküler sistemde vazodilatatör ve inotropik etkiler gösterir.
Apelin reseptörü invitro olarak HIV için bir koreseptör gibi fonksiyon gösterir ve apelinilişkili
peptidler invitro olarak HIV enfeksiyonu antagonistleri gibi davranırlar.
KOLESİSTOKİNİN (CCK)
CCK ilk defa safra kesesi kontraksiyonunu stimüle eden bir faktör olarak bulundu.
CCK gen ekspresyonu, proksimal ince barsak Ihücrelerinde ve gastrik ve kolonik myenterik
pleksus ve submukozal pleksus sinir dallarında gerçekleşir.
Sinir dallarında eksprese olan CCK nörotransmitter gibi davranır.
Temel aktif form olan CCK-8 bir oktapeptiddir ve sülfatlanmış bir tirozin bakiyesi ve C-
terminalinde amidlenmiş bir fenilalanin bakiyesi bulundurur.
CCK-33 insan plazmasındaki dolaşan baskın formdur.
CCK, CCK-A reseptörüne yüksek afinite ile bağlanır.
Yedi-transmembran domain’li bir GPCR (G Protein-Coupled Receptor) olan reseptörü,
pankreatik asiner hücrelerde, safra kesesinde, düz kasta, gastrik mukozanın esas ve D
hücrelerinde ve merkezi ve periferik sinir sisteminde bulunur.
Midede, antral ve pilorik kontraksiyonların gücünü artırırken, proksimal gastrik motiliteyi
inhibe eder. CCK aynı zamanda, yemeğin stimüle ettiği pankreatik enzim sekresyonunu ve
safra kesesi kontraksiyonlarını düzenler.
GALANİN
İnsanlarda 19 ve 30 aa uzunluğunda olan 2 moleküler formu vardır.
En az 3 farklı galanin reseptör alttipi tanımlanmıştır: GalR1, GalR2 ve GalR3. Bunlar yaygın
olarak gastrik ve intestinal düz kas hücrelerinde, pankreasta ve MSS’de bulunurlar (eksprese
edilirler).
Galanin, merkezi ve periferik sinirsisteminde, hipofizde ve ayrıca mide barsaklar, pankreas,
tiroid ve adrenal bezlerin nöral yapılarında bulunur.
Beyinde; gıda alımını, hafızayı, kognitif faaliyetleri ve antinozisepsiyonu düzenler.
Pankreatik ekzokrin sekresyonu ve intestinal iyon transportunu inhibe eder.
İncelenen türe göre değişmek üzere; intestinal düz kasın kasılmasını veya gevşemesini
indükler.
Midenin boşalmasını geciktirir, kolondan geçiş süresini uzatır.
İnsülin, PYY, gastrin, somatostatin, enteroglukagon, nörotensin ve PP’nin sekresyonunu
inhibe eder.
Salgılatıcı uyaranları ise intestinal distansiyon (gerginlik), intestinal mukozanın kimyasal
stimülasyonu, periarteriyel sinirlerin elektriksel stimülasyonu, sempatik sinirlerin ekstrinsik
uyarımı ve ağız yoluyla besin alınması (özellikle uzun zincirli yağ asitleri) olarak ifade edilebilir.
Glukoz-Bağımlı İnsülinotropik Polipeptid de denir. 42 aa’lı bir peptiddir.
Duodenumdan ve proksimal jejenumdaki nöroendokrin K hücrelerinden orijin alır.
Gastrik asit sekresyonunu ve gastrointestinal motiliteyi inhibe eder.
İnsülin salınımını artırır, glukoz ve lipid metabolizmasını düzenler.
Kemikte anabolik etkiler gösterir.
GASTRİN
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan
101 aa’lı bir prekürsor olan pre-progastrin tek bir m-RNA transkripti tarafından kodlanır, daha
sonra gerçekleştirilen posttranslasyonel işlemlerle biyolojik olarak aktif birden fazla
moleküler formu sentezlenir (34, 17 ve 14 aa’lı).
Gastrin, midede asit salgılayan (oxyntic) mukozanın enterokromafine benzer hücrelerinde
bulunan CCK-2 reseptörüne bağlanarak etkisini gösterir.
Ağırlıklı olarak mide ve duodenumun enteroendokrin G hücrelerinden orjin alır. Ayrıca; MSS
ve PSS, hipofiz, adrenal bez, genital yol, solunum yolu, fetal pankreastan da orjin alır.
Mideden asit sekresyonunu indükler.
Amidlenmiş gastrinler midenin asit salgılayan mukozası için trofik etkiye sahiptir (büyütücü,
çoğaltıcı).
Progastrin ve glisinle uzatılmış gastrin kolonda epiteliyal proliferasyonu indükler.
Lümen içeriği (özellikle kısmen sindirilmiş aromatik aa’lar, küçük peptidler, kalsiyum, kahve
ve etanol) ve humoral ve nöral etkiler (vagus, beta adrenerjik ve GABA nöronları ve GRP)
salgılatıcı uyaranlarıdır.
GHRELİN
Motilin’le ilişkili bir peptiddir. 28 aa’lı bir büyüme hormonu salgılatıcı faktördür.
MSS, mide, ince barsak, kolondan orjin alır.
Büyüme hormonu salınımını stimüle eder.
Gastrik kinetik aktiviteyi stimüle eder.
İştah açıcı etki gösterir.
Enerji üretimini stimüle eder ve hipotalamik düzenleyici çekirdeğe enerji homeostazisini
kontrol etmesi için sinyal gönderir.
Açlık durumunda salgılanır.
MOTİLİN
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan
NÖROPEPTİD Y (NPY)
Etkilerini en az 4 reseptör alt tipi üzerinden gösterir. Y1 ve Y2 reseptörleri NPY ve PYY (Peptid
YY)’ye karşı benzer afinite gösterirler. Y3 reseptörünün ise NPY’ye karşı afinitesi, PYY’den
daha yüksektir.
NPY ve PYY dipeptidil peptidaz IV enzimi tarafından N-terminallerinden parçalanırlar.
MSS, PSS ve pankreas ada hücrelerinden köken alır.
Ağız yoluyla gıda alımının potent bir stimülatörü
Glukozun stimüle ettiği insülin sekresyonunu inhibe eder.
GI sıvı ve elektrolit sekresyonunu inhibe eder.
Mide ve ince barsak motilitesini inhibe eder.
Splanhnik dolaşımda belirgin vazokonstriksiyona neden olur.
Ağızdan gıda alınımı ve sempatik sinir sistemi aktivasyonu önemli salgılatıcı uyaranlarıdır.
NÖROTENSİN (NT)
İlk olarak sığır hipotalamusunda tespit edilmiş 13 aa’lı bir peptiddir. Nöromedin (6 aa’lı NT’ye
benzer peptid), ksenin ve ksenopsin gibi NT ile ilişkilipeptidler pronörotensin’in içinde NT ile
birlikte kodlanırlar.
En azından 3 farklı NT reseptörü (bağlayıcı proteini) vardır (NTS1-3).
İnce barsak mukozasında (özellikle ileumda) bulunan N hücreleri, enterik sinir sistemi de dahil
olmak üzere MSS ve PSS, kalp, adrenal bez, pankreas, solunum sistemi köken aldığı yerlerdir.
Kolon epitelinin çoğalmasını stimüle eder.
Postprandial gastrik asit sekresyonunu ve pankreatik ekzokrin sekresyonu inhibe eder.
Kolonda motiliteyi stimüle ederken, mide ve ince barsak motilitesini inhibe eder.
Jejenum ve ileumdan yağ asidi alımını hızlandırır, mast hücrelerinden histamin salınımını
indükler.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan
İnvitro olarak bazı pankreas ve kolon kanser hücre serileri için tropik (çoğalmayı stimüle
eden)
Lümendeki besinler (aa ve karbonhidratlar değil, fakat özellikle lipidler), GRP ve Bombesin
salgılatıcı uyaranlarıdır.
Somatostatin sekresyonunu inhibe eder.
PEPTİD YY (PYY)
NPY ve PP ile birlikte pankreatik polipeptid ailesinin bir üyesidir. Bu peptidler 36 aa’lıdırlar,
yapılarında birkaç tirozin bakiyesi bulundururlar, aa içerikleri açısından önemli benzerlik
gösterirler ve C-terminal uçları amidlenmiştir.
Enteroendokrin hücreler, gelişmekte olan endokrin pankreas, olgun adacıklardaki pankreas
alfa hücrelerinin alt grubundan köken alır.
Midenin asit sekresyonunu ve motilitesini inhibe eder.
Barsak motilitesini azaltarak, barsaktan geçiş zamanını artırır.
Pankreastan ekzokrin sekresyonu inhibe eder.
Periferik vazokonstriksiyon ve mezenterik ve pankreatik vasküler kan akımında azalma.
Ağızdan besin alımını takiben: erken sekresyonu vagus tarafından ve hormonal etkilerle
sağlanır; sonra, sekresyon direkt L-hücre stimülasyonu sonucunda oluşur.
Safra asitleri ve yağ asitleri ve kolon içine aa verilmesi de salgılatıcı uyaranlarındandır.
SEKRETİN
Temel olarak beyin ve GI kanalda sentezlenen 27 aa’lı bir peptiddir.
MSS, fetal endokrin pankreas, duodenum ve proksimal jejenumda bulunan enteroendokrin S
hücrelerinden köken alır.
Pankreatik ve biliyer bikarbonat ve su sekresyonunun temel hormonal stimülanı.
Pankreatik enzim sekresyonunu düzenler
Mideden pepsinojen salinimini stimüle eder.
Alt özofagus sfinkterinin kasılmasını, midenin postprandiyal boşalmasını, gastrin salınımını ve
mide asidi sekresyonunu inhibe eder.
Mide asidi, safra tuzları ve lümende bulunan gıdalar (özellikle yağ asitleri, peptidler ve
etanol.) önemli salgılatıcı uyaranlarıdır.
Somatostatin sekresyonunu inhibe eder.
SOMATOSTATİN
İlk olarak, hipotalamik büyüme hormonu salınımını-inhibe edici faktör olarak izole edilmiştir.
Aynı zamanda ince barsak ve pankreasta da sentezlenir. Prosomatostatin’in
posttranslasyonel işlemlerden geçirilmesinden sonra, 14 ve 28 aa’lı iki tip biyolojik olarak
aktif formu sentezlenir. 28 aa’lı formu enteroendokrin D hücrelerinden, 14 aa’lı formu ise
mide ve pankreastaki D hücrelerinden salınır.
Beş adet somatostatin reseptör alt tipi tanımlanmıştır.
MSS, pankreatik delta hücreleri ve enteroendokrin D hücrelerinden orjin alır.
Pankreastan insülin, glukagon ve PP’nin sekresyonunu inhibe eder.
Gastrin, sekretin, VIP, CCK, GLP-1 ve GLP- 2’nin sekresyonunu inhibe eder.
Pankreatik ekzokrin sekresyonu inhibe eder.
G hücreleri, enterokromafine-benzer hücreler ve parietal hücrelere parakrin olarak etki
ederek mide asidi sekresyonunu inhibe eder.
Splanhnik kan akımını, barsak motilitesini ve karbonhidrat abzorpsiyonunu azaltırken, su ve
elektrolit abzorpsiyonunu artırır.
Lümendeki besinler, gastrin, CCK, bombesin, GLP-1 ve GIP salgılatıcı uyaranlarıdır.
PACAP, VIP ve beta adrenerjik agonistler gibi nöral etkiler sekresyonunu stimüle eder.
ACh sekresyonunu inhibe eder.
TAKİKİNİNLER
Takikininler ailesi Substance P, nörokinin A ve nörokinin B’den oluşur. Hepsinde biyolojik
aktivite için gerekli olan ortak bir C-terminal pentapeptid dizisi vardır.
Dört farklı takikinin reseptörü vardır.
MSS ve PSS, solunum yolu, deri, duyu organları ve ürogenital yol, GI kanalda; submüköz ve
myenterik pleksuslardaki nöronlar, ekstrinsik duyu lifleri ve barsak epitelindeki
enterokromaffin hücrelerden köken alır.
Pankreas ve Gastrointestinal
Sistem Hormonları 1-2 Doç. Dr. Özlem Doğan
Taşıyıcılar
GLUT2: Karaciğer, böbrek, pankreas beta hücreleri, ince bağırsak (yüksek Km)
Hücrelerde glikozun izlediği yollar: Glikoliz, TCA, glukojenez, yapıtaşı olarak, pentoz fosfat
yolu..
Lipidlerin Emilimi
Ø Duodenum ve jejenumda lipid yıkımının başlıca ürünleri serbest yağ asitleri, serbest
kolesterol ve 2-monoaçil gliseroldür.
Ø Safra tuzları ile birleşip miçel oluştururlar.
Ø Miçeller, bağırsakta fırçamsı kenardan geçerek absorbe olurlar. Pasif difüzyonla
emilirler.
Ø Safra tuzları emilmeden ileuma geçer. İleumda aktif transportla portal dolaşıma
geçerler.
Ø İntestinal mukoza hücrelerine alınan yağ asitlerinden uzun zincirli olanlar yağ asidi
bağlayıcı protein ile düz endoplazmik retikuluma taşınır.
Ø SER’de yeniden trigliserit sentezlenir.
Ø Yağ açil gliseroller tiyokinaz ile aktifleşerek monoaçil gliserole aktarılırlar.
Ø Bağırsak hücresinde uzun zincirlilerden trigliserit sentezlenirken kısa ve orta zincirliler
periferik dolaşıma geçip kanda dolaşabilirler.
Ø Emilen kolesterolden, kolesterol esteri sentezlenir.
BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ
Ø Bağırsak hücresi içinde sentezlenen trigliserit, kolesterol esteri, fosfolipid ve serbest
kolesteroller lipoprotein şeklinde paketlenir.
Ø Bu paketlere şilomikron adı verilir.
Ø Yapısında protein olarak ApoB48 bulunur.
Ø Şilomikronlar bağırsak hücresinden bağırsak laktealine aktarılır.
BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ
Ø Şilomikronlar ekzositozla bağırsak hücresinden bağırsak laktealine aktarıldıktan sonra
oradan lenfatik sisteme, ductus thoracicus’tan da sol subclavian ven yoluyla kan dolaşımına
geçerler.
Ø Şilomikronlar taşıdıkları trigliseritleri iskelet kası ve adipoz dokuya bırakırlar.
Ø Periferik damarlarda şilomikronları yıkan lipoprotein lipaz ile trigliseritler yıkılır.
Ø Yağ asitleri hücrelerce alınıp oksitlenir ve enerji elde edilir.
Ø Yapıtaşları olarak kullanılır, yeniden trigliserit sentezlenebilir, PG sentezinde
kullanılabilir.
Ø Gliserol de karaciğer tarafından alınıp glukoneogeneze gider
Ø Sentezlenen glukoz tekrar çeşitli amaçlar için kullanılır.
Enerji Oluşumuna Katkıda Bulunan Yollar:
Glikoliz, sitrik asit döngüsü, yağ asitleri beta oksidasyonu, amino asitlerin karbon
iskeletlerinin sitrik asit döngüsüne girerek NADH ve FADH oluştırması..
BESİNLER VE SAĞLIK
Ø Yeterli ve dengeli beslenme sağlığın temelidir.
Ø Beslenme açlık duygusunu bastırmak, karın doyurmak ya da canının çektiği şeyleri
yemek değildir.
BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ
Ø Beslenme; sağlığı korumak, geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun
gereksinimi olan besin öğelerini yeterli miktarlarda ve uygun zamanlarda almak için bilinçli
yapılması gereken bir davranıştır.
Ø Yeterli ve dengeli beslenen kişiler;
• Sağlam ve sağlıklı bir görünüştedir.
• Hareketli ve esnek bir bedene,
• Muntazam bir cilde, canlı ve parlak saçlara ve gözlere,
• Kuvvetli, gelişimi normal kaslara,
• Çalışmaya istekli kişiliğe,
• Boy uzunluğuna uygun vücut ağırlığına,
• Normal zihinsel gelişime,
• Sık sık hasta olmayan bir yapıya sahiptir.
Ø Yetersiz ve dengesiz beslenen kişiler ise;
• Hareketleri ağır ve isteksizdir.
• Sağlıksız genel görünüşe,
• Pürüzlü, kuru, sağlıksız cilt yapısına,
• Şişman veya zayıf vücut yapısına,
• İştahsız, yorgun, isteksiz bir yapıya sahiptir.
• Sık sık baş ağrısından şikayet ederler.
Temel Besin Grupları:
Süt Grubu:
Başta yetişkin kadınlar, çocuklar ve gençler olmak üzere tüm yaş gruplarının bu grubu her
gün tüketmesi gerekir.
Bu grupta yer alan besinler: Süt ve yerine geçen besinler; yoğurt, peynir ve süt tozu gibi sütten
yapılan besinler..
İçerdiği önemli maddeler: Protein, kalsiyum, fosfor, B12 vitamini..
Ø Her gün yetişkin bireylerin günlük 2 porsiyon, çocukların, adölesan dönemi gençlerin,
gebe ve emziren kadınlarla menopoz sonrası kadınların 3-4 porsiyon süt ve yerine geçen
besinleri tüketmeleri gerekir.
Ø Bir orta boy su bardağı (200cc) süt veya yoğurt ile iki kibrit kutusu büyüklüğünde
peynir bir porsiyondur.
Et-Yumurta-Kurubaklagil Grubu:
Bu grupta yer alan besinler: Et, tavuk, balık, yumurta, kuru fasulye, nohut, mercimek.. Ceviz,
fındık, fıstık gibi yağlı tohumlar da bu grupta yer alır.
İçerdiği önemli maddeler: Protein, demir, çinko, fosfor, magnezyum, B6, B12, B1 ve A vitamini,
posa…
BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ
Ø Etler iyi kalite protein kaynağıdır. Özellikle protein gereksiniminin arttığı, hızlı
büyümenin olduğu bebeklik ve çocukluk dönemlerinde diyette mutlaka yer alması gerekir.
Günlük 2-3 köfte kadar et-tavuk-balık-hindi tüketilmelidir.
Ø Yağlı etlerin doymuş yağ ve kolesterol içeriği daha yüksek olduğu için koroner arter
hastalığı, diyabet, hipertansiyon gibi hastalığı olanlar diyetisyen kontrolünde yağsız kırmızı et,
derisiz beyaz et ve balık etini tercih etmelidir.
Ø Omega-3 içeriği yüksek olduğu için sağlıklı beslenme için haftada en az 2 kez balık
yenilmelidir.
Ø Salam, sosis gibi et ürünlerini tüketirken yanında mutlaka C ve E vitamininden zengin
bir besine yer verilmelidir. Bu besinlerin yağ oranı yüksek olduğundan sınırlı sayıda
tüketilmelidir.
Ø Veteriner kontrolünden geçmiş etler tüketilmelidir. Kaçak kesilmiş etler hastalık
etkenlerini taşıyabilir, iyice pişirildikten sonra tüketilmelidir.
Ø Pişirmede haşlama, ızgara gibi yöntemler tercih edilmeli, kızartmadan kaçınılmalıdır. Et
kokan yemeğe yağ eklenmemelidir.
Ø Protein kalitesi yüksek olduğu için bebek ve çocuklar tarafından her gün bir adet
yumurta tüketilmesi yararlıdır.
Ø Diyette protein miktarının kısıtlandığı böbrek ve karaciğer yetmezliği gibi hastalıklarda
yumurta örnek protein içeriği nedeniyle önemli bir protein kaynağıdır.
Ø Çiğ yumurta tüketilmemelidir.
Ø Kalp-damar hastaları haftada 1-2 kez yumurta yiyebilirler.
Ø Et yemeyenler et seçeneği olarak yumurta yiyebilirler. Bir adet yumurta, besin değeri
açısından yumurta büyüklüğündeki ete eşittir.
Kuru Baklagiller:
• Posa içeriklerinin yüksek olması ve yağ içeriklerinin düşük olması nedeniyle özellikle
kalp-damar ve diyabet hastalarının diyetinde sıklıkla yer almalıdır.
• Özellikle kuru baklagillerin haftada 2-3 kez tüketilmesi önerilmektedir.
Yağlı Tohumlar:
• Yağlı tohumlar; B grubu vitaminlerden, minerallerden, yağ ve proteinden zengin olan
besinlerdir. Özellikle çocukların ve ağır işte çalışanların diyetinde yer alması gerekir.
• Yeterli ve dengeli beslenmede günlük miktar fındıkta 15-20 adet (30 gr) veya cevizde 5-
6 adet (30 gr) olmalıdır.
• Evde saklarken kabuklu ve kabukları ayrılmışları bir arada tutmamalı, nemsiz ve serin
ortamda saklamalıyız.
Yaşlılarda Beslenme:
Ø Haftada en az 2-3 kez balık tüketilmelidir. Hayvansal kaynaklı yağ tüketimi azaltılmalı,
bitkisel kaynaklı sıvı yağlar tercih edilmelidir.
BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ
Ø Az yağlı veya yağsız süt ve yoğurt tüketimine özen gösterilmelidir.
Ø Kan şekerini hemen yükselten şeker, şekerli ve hamurlu besinler yerine muhallebi ve
sitlaç gibi sütlü tatlılar tercih edilmelidir.
Ø Özel gün ve toplantılarda pasta, tatlı ve şekerleme tüketiminden olabildiğince
kaçınılmalıdır.
Ø Her gün imkan dahilinde 5-7 porsiyon sebze ve meyve ile haftada 2-3 kez kuru baklagil
yemeği tüketilmelidir.
Ø Kızartılmiş besinlerden uzak durulmalıdır. Haşlama, ızgara ve fırında pişirme yöntemleri
tercih edilmelidir.
Ø İçinde et bulunan yemekleri pişirirken ilave yağ konulmamalıdır. Mümkğn olduğunca
yaşa uygun olarak fiziksel aktivite artırılmalıdır.
Ø 65 yaş üzerindeki kişilerde yoğun olarak görülen beyin kanamaları ve ölümlere yol açan
yüksek tansiyondan korunmak için günlük tuz tüketimi kısıtlanmalıdır.
Ø Günlük sıvı tüketimini artırmalı ve günde 8-10 bardak sıvı tüketilmelidir.
Ø Sigara, alkol, aşırı çay ve kahve tüketimi herkes için özellikle yaşlı kişiler için sağlık
sorunlarına davetiye çıkarmaktadır. Ihlamur, taze sıkılmış meyve suyu, ayran ve çorba yaşlı
bireyler için uygun içeceklerdir.
Ergenlik Döneminde Beslenme:
Ø Ergenlik; fiziksel, biyokimyasal, ruhsal ve sosyal yönden hızlı büyüme, gelişme ve
olgunlaşma süreçleriyle çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir.
Ø Ergenlik çağı 12-18 yaş grubunu içerir.
Ø Ergenlik çağının genellikle kızlarda 10-12, erkeklerde ise 11-14 yaşlar arasında başladığı
kabul edilmektedir.
Ø Ergenlik çağında büyüme hızlıdır. Hızlı büyüme ve gelişme ise enerji ve besin ögelerine
ihtiyacı arttırır.
Ø Çocuk ailesinden çok arkadaşlarına yönelir, onlarla birlikte olmak ister. Yemek
zamanlarında arkadaşları ile birlikte olmaktan hoşlanır.
Ø Hızlı büyümeye ek olarak gencin sporla uğraşması enerji ve besin ögelerinde artışa
neden olur.
Ø Bu dönemde yanlış uygulanan zayıflama diyetleri yetersiz ve dengesiz beslenme
nedenidir.
Ø Bedensel hareketler arttırıldığı, yeterli ve dengeli beslenmeye dikkat edildiği sürece
kasların gücü artar ve şişmanlık önlenir, kemik mineral yoğunluğu artar.
Ø Diş çürükleri gençlerde önemli sağlık sorunlarındandır.
Ø Basit guatr besinler ve su ile iyodun yetersiz alınması sonucu çocuklarda ve gençlerde
önemli bir sağlık sorunudur. Bu nedenle iyotlu tuz kullanılmalıdır.
Ø Sağlıklı beslenmenin yanı sıra çocukların daha hareketli bir yaşam tarzı benimsemeleri,
fiziksel aktivite düzeylerinin arttırılması ve bu konuda desteklenmeleri çocukların sosyal,
zihinsel ve bedensel gelişimlerine önemli katkılar sağlayacaktır.
BESLENME BİYOKİMYASI 1-2 PROF.DR. ASLIHAN GÜRBÜZ
Okul Öncesi Çocuklarda Sağlıklı Beslenme:
Ø Çocukların özellikle kemik ve diş gelişimi için günde 2-3 su bardağı kadar süt veya
yoğurt, 1 kibrit kutusu kadar beyaz peynir tüketmeleri önemlidir.
Ø Günlük beslenme planı içine yüksek kaliteli proteinlerden 1 yumurta 500 ml süt veya
yoğurt, 1 köfte kadar et veya 1 porsiyon kuru baklagiller tüketiliyorsa çocuk için protein alımı
yeterlidir.
Ø Çocuklar için en önemli öğün kahvaltıdır.
Ø Peynir, haşlanmış yumurta, taze meyve suyu, birkaç dilim ekmek veya 1 bardak süt,
tahıllı ekmek, mandalina çocuklar için yeterli ve dengeli bir kahvaltı örneğidir.
Ø Günlük tüketilecek besinlerin 3 ana, 2 ara öğünde alınması en uygun olanıdır.
Ø Şeker alımı ile iştahsızlık ve diş çürümeleri arasında sıkı bir ilişki vardır.
Ø Şekerli içeceklerin, tatlıların, bisküvi, çikolata gibi besinlerin fazla tüketilmemesi
özellikle ara öğünlerde çocuklara verilmemesi, bu besinler yerine taze meyvelerin tüketilmesi
önerilmektedir.
Hoca ses kaydını sisteme yüklemediği için sadece slayttan yararlanabildim, 2024 notları da pek yararlı
değildi. Kolay bir konu olduğunu düşünüyorum. Herkese sınavda başarılar.
İnci tanem ve Beyzo’ya..
BENGÜHAN AKBULUT