Attila İlhan Kimi Sevsem Sensin İş Bankası Yayınları

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 126

■ basım

Genel Yayın: 567

ATTİLÂ İLHAN BİLİM, SANAT VE KÜLTÜR VAKFI

Başarı yalnız yetenek değil, disiplin, özveri, bağım sız ve


ödünsüz bir kişilik, içten bir yurt ve insan sevgisi gerektirir.
Ancak o zam an, gerçek ve hak edilmiş bir başarı olur. Attilâ
İlhan tüm yaşam ı ve eserleri ile bu başarıya iyi bir örnektir.
Attilâ İlhan’ın bu değerlerinin ve bunları tem sil eden
eserlerinin gelecek kuşaklara aktarılabilm esi için, onun is­
miyle anılacak bir vakıf kurulmuştur.
Bu vakıf, bilim, san at ve kültür alanında ülkemiz genç
kuşaklarının çalışm alarına destek sağlayacak; bu değerler
ışığında bir düşünce ve bilgi üretim , bir yardım merkezi
olm ayı am aç edinmiştir.
A ttilâ İlhan genç yaşların da, henüz bir lise öğrencisi
iken, kendisi için kişisel bir hedef belirlemiş ve son gününe
kad ar ideallerine ulaşm ak için özverili ve disiplinli bir y a­
şam sürdürmüştür. Geride bıraktığı eserlerin, kendisi gibi
yaşam idealleri doğrultusunda yürüyen gençlere destek ol­
m ası, İlhan Ailesi üyeleri için en büyük m utluluk olacaktır.

Cengiz İlhan ve Ç olpan (İlhan) Alışık

A ttilâ İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı


Adres : Sıraselviler C ad. N o : 25 K: 3
3 4 4 3 7 Taksim -İstanbul
Tel/Faks : (0212) 243 95 25 (3 Hat)
E-posta : bilgi@aibskv.org
Web : www.tilahan.net
TÜRK EDEBİYATI

ATTİLÂ İLHAN
KİMİ SEVSEM, SENSİN...

© TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2002

Sertifika No: 11213

GÖRSEL YÖNETMEN

BİROL BAYRAM

GRAFİK TASARIM UYGULAMA

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

XVII. BASIM: ŞUBAT 2007 , İSTANBUL

XXV. BASIM: ŞUBAT I O I 3 , İSTANBUL

ISBN 978-975-458-320-5

BASKI

KİTAP MATBAACILIK SAN. TİC. LTD. ŞTİ.


DAVUTPAŞA CADDESİ NO: 1 2 3 KAT: I

TOPKAPI İSTANBUL
(0 2 1 2 )4 8 2 99 10
Sertifika N o: 16053

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI


İSTİKLAL CADDESİ, MEŞELİK SOKAK NO: 2/4 BEYOĞLU 3 4 4 3 3 İSTANBUL

Tel. (0212) 252 39 91


Fax. (0212) 252 39 95
www.iskuitur.com.tr
kimi sevsem, sensin.
Attilâ İlhan

T Ü R K İY E ^ B A N K A SI

K ü ltü r Yayınları
İçindekiler

başlangıçta diyalektik vardı

sevmek için geç ölmek için erken 17


yalnızlığı denemek 19
nasıl olduysa 20
saklı sevda 21
sevmek için geç ölmek için erken 23

neydi o bir zamanlar? 25


kimi sevsem, sensin 27
aydınlık neyin oluyor? 28
süheylâ değildi adın 29
zorro / kamçılı kadın 30
neydi o bir zamanlar 31

her sabah, yanılmak!.. 33


her sabah, yanılmak!.. 35
yağmur gemileri 37
mevsimidir 38
yalan / şehir 39
yanılsama 41
uçuk kızlar balladı 42

bu nasıl sonbahar?.. 43
bu nasıl sonbahar?.. 45
ayaküstü a ş k ................................................... 47
ayaküstü intihar 48
ayaküstü cinayet 49
“ aranıyor” 50
ben tuzparça yerdeyim 51
çiftin çifte yalnızlığı 52
di’li geçmiş 53
di’li geçmiş 1 55
di’li geçmiş 2 56
di’li geçmiş 3 57
ne kadar İzmir I I 59
ne kadar İzmir 12 60
ne kadar İzmir 13 ........................................... 62
ne kadar İzmir / 4 64
ne kadar İzmir / 5 66

çağrışımlar 69
- 1. birbiri olmak 71
- 2. m’ba ........................................................ 72
- 3 . o kızlar 74
- 4. beykoz’a yolculuk 75
- 5. kanlıca’da mehtap 77
- 6. ikinizden hanginiz? 79
- 7. mustafa Su p h i’nin n eferi 80
- 8. yoksa "tecrit"te misiniz? ..................... 82
- 9. yazın son günleri 83

bana bir şimşek çak 85


sonra o güller 87
yani epeyce zindan 91
bu yaz da 92
hesap kitap 93
bana bir şimşek çak 95

meraklısı için ekler 103


başlangıçta
diyalektik vardı
O güne kadar, adını bile duymadığım “ bir Acem şa­
irin den; gergin ve gerilimli, bir “ yatılı” lise ortamın­
da, iki rubai okuyup, allak bullak olmuştum: Dilimi­
ze ‘Kilisli’ Rifat Bey, “ Divan” üslubuyla çevirmişti:
ne yağlı ne gevşek; felsefesi katı -hatta merhametsiz-
bir üslûp; son derece yoğun, bir “ beyhudelik hissi” !
Elinizdeki kitaba, bu iki rubaiden birisiyle giriliyor,
ötekisiyle çıkılıyor: Yarım yüzyıllık, üstelik Marksist
olduğuna inanan, “ toplumcu” bir şairin “ bıraktığı
mesaj” ; böyle “ bezgin” ve “ kötümser” mi olmalı?
Acaba sahiden kötümser mi? Soru bugün açıkça
sorulsa da, alnıma soğuk bir tabanca namlusu gibi
dayanışı, hayli eskidir: 40 karanlığı. Milli Şefin Tür­
kiye’si, İngiltere, Rusya ve Almanya arasına sıkışmış;
darlıklar, yokluklar içinde kıvranıyor; Nâzım hapis­
te, Dinamo sürgün; “ toplumcu” sanat dergileri, ya
çıkar çıkmaz kapatılıyor, ya mahkeme mahkeme sü­
rünüyor; Sansaryan Ham’ndaki iki tatsız ikamet ara­
sında, Şiir Demeti diye çıkan, şiir dergisini okuyoruz;
o dergide de, Nâsırüddin-i T ûsî’yi, yâni T û s’lu Nas-
reddin’i!
Rubailer beni, iki sebepten, fena vurmuştu. Birin­
ci sebep: Nâzım ’ın, o sıralar cezaevinde yazıp, el ya­
zısıyla çoğaltılmış “ serbest rubailer” inden bir nüsha-

9
sini, bulabildiğimiz için: Nâzım, yine pekâlâ Nâzım
Hikmet kalarak, Klasik Türk Şiiri’nin eşi az bulunur
ahengini, bu şiirlerine yoğunlaştırmıştır, ikinci se­
bep, “ beyhudelik hissi” nin, hele radyo bültenlerinde
her gece binlerce ölüden söz edilirken, insanın kolay
kolay yakasını kurtaramayacağı, adamakıllı “ beşeri”
bir his olmasından!
Simsiyah ve ürkütücü yankılarla dolu, çıkmaz;
işte o zaman, dipsiz bir kuyu gibi, önümde açılıyor­
du: “ Toplumcu gerçekçilik” , resmi ideolojide “ gele­
ceğin ruh mühendisliği” ve “ bilimsel bir iyimserlik”
olarak sunulmuştu; bununla, bin yıllık doğu tasavvu­
funun (mistisizminin) “ fanilik” düşüncesini, nasıl
uyuşturabilirdiniz? Bu soru, sanırım bugün de, aynı
derecede güncel, gerçekçi ve geçerli bir sorudur; yok­
sa o iki rubaiyi bu kitabın başına ve sonuna oturtup,
niye şu satırları yazmak ihtiyacını hissedeyim?

tohum / ağaç / orm an...


M am ak Muhabere Okulu’nda, subay namzetiyim,
sanırım 1956. Buz çıtırtılarının, görünmez böcekler
gibi gezindiği; kalın ve karlı bir gecede, 02-04 arası,
cephanelik nöbeti. Sesi partal, gün görmüş uzak kö­
pekler, yorgun ve münzevi havlıyor; soludukça, ağ­
zımda burnumda, buhar salkımları. G ar tarafından
beklenmedik bir tren düdüğü, ki nedense içime teh­
likeli ihtimalleri, başa çıkılmaz özlemleri salıveriyor:
Marşandiz katarı olmalı. Siyah cam yansımalı çıplak
gökyüzünde ne görüyorum, eşi az bulunur, pırıltılı

10
bir yıldız zenginliği: Nâzım Hikmet’i hatırlamamak
mümkün mü? O rubailerden en etkileyicisini:

bu bahçe, bu nemli toprak,


bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece
pırıldamakta devam edecek,
ben basıp gidince de,
çünkü o ben gelmeden,
ben geldikten sonra da,
bana bağlı olmadan vardı
ve bende bu aslın, ‘sureti’ çıktı sadece

(1945)

O dakika zihnimde, sanki çözüm belirmişti: “ beyhu-


delik hissi” , bireysel diyalektik çatışmada, tez’in, an-
ti-tez’e yenildiği; sentez’in bütünü içinde özümsenme-
ye başladığı an olamaz mı? Hayatımız (tez), ölüm’e
(antitez) yenilmek üzeredir; bunu bütün hücreleriniz­
de hissediyorsunuz, hâkim his, derin bir “ beyhude-
lik hissi” olmayacak mıdır? Metoduna sahip diyalek­
tik bir sanatçı, “ mecburi” bir “ siyasi” (parti) iyimser­
liğinin tutsağı değil; zaten, olması da gerekmiyor;
“ iyimserliğinin” , toplumsal diyalektik gelişmedeki,
tohum / ağaç / ağaçlar (orman) zincirinde saklı oldu­
ğunu bilmesi yeterli: Tohum, insan olur o ölüme ye­
nik düşer ama ondan insanlar üremiştir: Gelişme
devam eder.
İkinci (çıkış) rubaisinde Nâsirüddin-i Tûsî, top­
lumsal çatışmada, tez’in antitez’e başeğdiği dönem­
leri sıralıyor; monarşi, cumhuriyet’te kaybedecektir;

ıı
cumhuriyet, cumhuriyetler’e çoğalır; fakat demokra-
si’ye kaybeder; demokrasi, demokrasiler’e çoğalır,
sosyalizm’e başeğer; tabii, sosyalizmler de çoğalır ve
ilh... “ Formel” mantık, “ düğüm üstüne düğüm” ü
bir defada olmuş bitmiş kabul ediyor; o sabit, mut­
lak ve değişmezdir; oysa diyalektik mantığın değer­
lendirmesi farklı: Çözülmeyen düğüm yoktur, çözü­
mü belirleyecek olan, koşullardır. Sentez öncesi kö­
tümserliği hissetmek, anlamak, hatta paylaşmak, sa­
natçının görevi; ama onu “ sentez” e ve “ sentez” son­
rasının doğurgan çelişkilerine bağlamak da! Bu, “ di­
yalektik” sanatın, sanatçıya yüklediği “ toplumsal
sorumluluk” ; şu var ki asla Andrey Jdan ofu n “ yük­
lediği” handiyse “ askeri” vazifeyle karıştırılmamalı;
onunkisi, bir tercih imkânı değil, bir “ emir” di; oysa
sanatçının yaratma özgürlüğünü en geniş sınırlara
ulaştıran, diyalektiğin çevik ve sürekli değişkenliğidir:
Heraklitos’tan beri, “ akan suya kilit vurulamaya­
cağını” bilmiyor muyuz?
İçim genişlemiş, yüreğim ferahlamıştı: Artık ne
ayazın bilenmiş soğuğunu hissediyordum, ne nöbe­
tin ağırlığım! 04-06 nöbetçisi, devriye onbaşısıyla
birlikte nöbeti devralmaya geldiğinde, artık başka bir
adamdım. Kimi Sevsem, Şensin!., şiirleri, bu değiş­
kenliğin son on yılda Türk şiirine yansımaları; aynen,
ondan önceki on yıllarda okura ulaşmış, okurunca
paylaşılmış şiirler gibi.

o “ ses” ki bizimdir...
Bayburtlu Zihnî’nin en ünlü koşmasını, daha orta­
okulda iken, ezberime almıştım:

12
vardım ki yurdumdan ayağ göçürmüş,
yavru gitmiş, ıssız kalmış otağı;
camlar şikest olmuş, meyler dökülmüş
sakiler meclisten çekmiş ayağı
55

Şiirin tamamı, Türkçenin aynı şiir ahengiyle örül­


müştür; vezninden kafiyelerine, imgelerinden, onları
somutlaştıran kelimelerine, tam bir Türk şiir sentezi­
dir. Bunu “ günümüzün Türkçesine” çeviriniz; Bay­
burtlu Zihnî de, ondan önce Tevfik Fikret’in, Ce-
nâb’ın, Yahya Kemal ya da Hâşim’in uğradığı felake­
te uğrayacaktır; tatsız tuzsuz, bir metin! “ Yeni” Türk­
çe, şiirimizin “ klasiklerini” ; uydurulan kelimeler, bin
yıllık çağrışım yükünden mahrum olduğu için, derin­
liği olmayan “ metinlere” dönüştürmektedir.
Lise yıllarım da, Rûhi N âci Bey’in, Türk Şiir
Ahengi adlı eserini okumuştum; o ahenk, Batı Türk-
leri’nin - “ ümmet dilleri” nden, dolayısıyla “ şiirle-
ri” nden- geliştirdiği bir ahenktir; çeşitli katkılarla, İç
Asya’dan Ön Asya’ya taşınmış bir “ ses” . Şiir, avcılık­
ta, av öncesi; tarım toplumunda, ekim ya da hasat
öncesi “ törenler” de; musiki ve raksla (dans) doğ­
muştur; “ üretim ” le nasıl dolaysız bağlantılıysa,
ahenkle de öyle, dolaysız bağlantılıdır; ahenginden
soyutlanmış şiir, üçüncü boyutunu yitirmiş, zavallı
bir metine dönüşüyor; onu kimse ezberlemez, ez-
berleyemez; ezberlenemeyen şiirin, nesiller boyu ya­
şadığı görülmemiştir.
Divan Edebiyatı’nda, şiirin “ bestesi” aruzda giz­
li: Açık ve kapalı hecelerin örgüsü, kafiye ve redif-

13
lerin usturuplu seçimiyle desteklendi mi, unutulmaz
beyitler oluşturulur: Şeyhülislâm Yahya’yı kim ha­
tırlıyor:
.. sun sagarı sâki bana mestâne desünler / us­
lanmadı gitti gör o divâne desünler ... ”, ya da Nâ-
bi Efendi’nin, ünlü gazelinden, o şahane giriş: "...
Cem’in tamâma erüp devri, câm kalmıştır / o cam­
dan da bu mecliste nâm kalmıştır . . . ” Râsihgibi adı
az fakat gazeli çok bilinen bir şair bile, o sadece o gi­
riş beyitiyle, “ unutulmazlar” arasında sayılmıyor
mu? “ ... süzme çeşmin gelmesün müjgân müjgân
üstüne / ur ma zabm-i sineme pey kân peykân üstü-
ne ...
Bin senenin derinliklerinden süzüle süzüle gelen
bu “ ses” , hangi “ ses” tir tahmin edebilir misiniz?
Ezan’’daki, M evlîf teki; M ohaç Karargâhı ya da Vi­
yana Muhasarası’ndaki Mehterân’dan dağılan, ya da
ninelerin söylediği ninnilerle, Ramazan davulcuları­
nın beyitleriyle, Karagöz’le Hacivat’ın “ meselleri” ;
meddah’larm taklitleri ve âşıklar’ın üç telli sazıyla,
içimize sindirdiği o “ ses” ki; Türk kulağı onu daki­
kasında tanır, dakikasında özdeşleşir onunla. Türk
şairi, şiirine bu sesi “ göçüremezse” , Türk halkına
“ ecnebi” dir; Türk halkına “ ecnebi” bir Türk şairi
yaşayamaz: Kâğıt üstünde kalır.

Atillâ İlhan
15 Aralık 2000
(M açka) İstanbul

14
gözyaşlarım la o makbere girdim de çağladım
elden giden o dostları andım birer birer
bilmez ki nerdeler?’ diye sordum du onları
derhal o makbere dedi: bilmem ki nerdeler?’ ”

nâsırüddin-i tûsî
çeviren: hüseyin rifat
sevmek için geç
ölmek için erken

eksik olmaz gâmımız bunca ki bizden gâm olup


her gelen gamlu giden şâd gelip yanımıza . . . ”

fuzûlî
yalnızlığı denemek

gecenin ortasında ne işin var


yıldızlara dokunm a yanarsın
bak birazdan ay da batacak
karanlık bulaşm asın ellerine
tersin döner yolunu bulamazsın

içi dışı uzay tozu yansım alar


sahi mi yalan mı anlayam azsın
bir rüya gemisi iskele sancak
dokunup geçiyor hayallerine
ağlayasın gelir ağlayam azsın

sevmek insanın yüreği kadar


küçükse büyüğünü taşıyam azsın
yalnızlığı da dene oldu olacak
nasıl yankılanır derinden derine
iyi midir kötü mü çıkaram azsın

insanı ancak kendisi tam am lar


içinde başka dışında başkasın
eksiğin fazlana elbet bulaşacak
öbürü sığacak bunun derisine
yoksa sabaha sağ çıkamazsın

19
nasıl olduysa..

nasıl olduysa birden adımı unuttum


adını unuttuğum o sıcak şehirde
yıldız alacası yüzen bir zakkum
yanımda o hayal kız ikide birde
yolumu gözlerine bakıp bulduğum

sahi ben ne hırçın bir çocuktum


ele avuca sığmaz aklı fikri şiirde
mısra mısra başımı belaya soktum
İzmir cezaevi dokuz yüz kırk bir’de
kaşla göz arası liseden kovuldum.

inanm akta geç sevmekte çabuktum


bazen yaşadıklarım aklım a gelir de
kaç kere umutsuzluğun yolunu tuttum
istenmeyen adam hemen her devirde
hemen her devirde ateşten bir buluttum

binlerce umuttan belki bir umuttum

20
saklı sevda

cam yeşili bir kız çok kirpikli


saçları nasıl karanlık bir kızıl
örtülü bir güzellik benzeri olam az
dudaklarındaki kan etkiliyor asıl
duyarlığı alıngan gönlü ikircikli
ne yazsam ona tutsak
/ adı şehnaz

belki kadın belki çocuk iyice kuşkulu


hangi tutku buğulamış camlarını
bazen ne çok var bazen ne kadar az
kan kırmızı yaşayıp yaz akşam larını
okşam ası boğulm ak öpmesi uğultulu
sabah olsam ona tutsak
/ adı şehnaz

21
saklı sevda sevdaların en saklanmışı
birbirimizde çok fena kayboluyoruz
hiç kimse birbirimizin yerini tutam az
benimle yaşayam adığı ona uygunsuz
hiçbir şeye değişmem onunla yaşanmışı
uygunsam ona tutsak
/ adı şehnaz

saklı bir sevdadır bulduk sığındık


bu büyülü bir aşk çünkü yasak
gizli bir mutluluk ki ne söylesem az
bin yıl da yaşasak hiç de yaşam asak
varımız yoğumuz aşkımız artık
hayatım ona tutsak
/ adı şehnaz

22
sevmek için geç
ölmek için erken

akşam ın acı su karanlığı içinden


soğuk kadife temâsı yalnızlığın
şuh bir kahkaha balkonun birinden
gizli işareti midir bir başlangıcın

sevmek için geç ölmek için erken

başbaşa çay elele yürümek derken


boğaz vapurları mı iskele sancak
telefonda kaybolm ak sesini beklerken
insan insanı yeniler doğrudur ancak

sevmek için geç ölmek için erken

23
içimdeki gökkuşağı besbelli neden
bulutların içinden kuşlar yağıyor
bir şiire başlarsın birini bitirmeden
hiç kimse gözlerine inanamıyor

sevmek için geç ölmek için erken

sevmek sevildiğini bile fark etmeden


yaklaştıkça ölüm soğuk bir yağmur gibi
sevmek zehir zemberek ve yürekten
gecikerek de olsa vuruşur gibi

sevmek için geç ölmek için erken

24
neydi o bir zamanlar?

o bütün haneme teşrifini gûşetti meğer


sevk-i şürideyi gördüm gelür am m â ne gelür .

nedim
kimi sevsem, sensin...

kimi sevsem sensin / hayret


sevgin hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet


sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılm az yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zam an deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor

kimi sevsem sensin / senden ibaret


hepsini senin adınla çağırıyorum
arkam dan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum

27
aydınlık neyin oluyor?

aydınlık neyin oluyor senin


gökyüzü akraban filan mı
beni bulur bulmaz gözlerin
şimşek çakıyorum yalan mı
yüzünde yalazım gezdirdiğin
saçlarından tutuşm uş orm an mı
akla ziyan bir şey elektriğin

ayışığı mavisi dudaklarından mı


o ışık zenginliği mi giyindiğin
uzay tozları mı yıldızlardan mı
elime dokunduğu an elin
güneşler açıyorum sahi ondan mı
aydınlık neyin oluyor senin

28
süheylâ değildi adın

hangi bulutlara niçin sarındın


gözlerindeki mavi kimin gökyüzü
süheylâ değildi başkaydı adın
gülüşlerin donuk neş’e öksüzü
o erken sonbahar görüntüsü

inceden inceye boyanmaz miydin


kirpiklerinin lacivert örtüsü
süheylâ değildi başkaydı adın
ellerin buz gibi ağzının büzgüsü
kaç yalnızlığın gizli üzüntüsü

ne yapsan ne etsen anlaşılmadın


belki sebep kendini aşm ak dürtüsü
süheylâ değildi başkaydı adın
nabızlarında pişmanlığın gürültüsü
gülümsemen soğum uş çiçek ölüsü

29
zorro / kamçılı kadın

gözlerin kaç gece eder


dudakların kaç karanfil
gülünce sehpalar devriliyor
kızgınlığın kaç yanardağı

sevişmen savaştan beter


yenen yenilen belli değil
fena halde kayıp veriliyor
kimin kolu kimin bacağı

yalnızlığın simsiyah panter


vahşiliği zehirli bir yeşil
dişleri ısırdıkça sivriliyor
bilinmez ne zaman ısıracağı

yok yok elinde ölmek yeter


cam tozu kumsal soğuk sahil
şeffaf bir sonsuzluğa giriliyor
tanrının sizi bulam ayacağı

30
neydi o bir zamanlar

İstanbul ve sen / neydi o bir zam anlar


sanki gençliğime doğru yaşlanıyordum
Çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
hangi yanıma dönsem seni bulurdum
içimdeki lambanın kırıldığı anlar

İstanbul ve sen / sırsıklam yaşananlar


yanardöner bir ayna yeniden ruhum
Çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
gözlerinin sisinde sevdalı bir yolcuyum
hayal meyal gemiler dumanlı limanlar

İstanbul ve sen / ikinizden kalanlar


tekrar tekrar ısrarla yaşayıp durduğum
Çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
rüya mıdır gerçek mi kendi kendime sorduğum
İstanbul ve sen / neydi o bir zam anlar

31
her sabah, yanılmak!.

belâ budur ki alıştı belâlarınla gönül


gâmın da gelse dile bâis-i meserret olur . . . ”

nef’î
her sabah, yanılmak!..

sabah olm ak her gece kolay mı sanırsınız


bulutları dağıtıp güneş olarak doğm ak
denizle gök arasında çiy yorgunu şehre
kurşun kubbeleri buğulu minareleri ıslak
soğuk bir trenden inmiştiniz / yalnızdınız

bilmem kaçıncı defadır / yine yanılmıştınız

hiç uyumamıştınız / gözleriniz yanıyordu


yolculuk sanki bitmemişti / birdenbire
kendinizi vagonda unuttuğunuzu sandınız
sanki katar soluk soluğa tırmanıyordu
dumanlı ram paları / bir kılıç gibi çıplak
tiz çığlıklarıyla aydınlığı doğrayarak

bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız

35
jilet mavisi bir kadın elinde purosu
değdiği yer açılıyor çok fena keskin
kim olduğunu bilen yok / işin doğrusu
yüzünü kaybetmiş aynalarda arıyordu
amerikan bara tünemiş sek votka içiyor
geçmişinden rusça bir şarkı arayarak
sarhoş olam am ak en büyük korkusu

bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız

elbet en kötüsü sokaklarda tutuklanm ak


hani bir kere iki yanınızda iki sivil polis
beyoğlu’ndan çekilip nasıl koparılmıştınız
nabız gibi vuran o kötü ve karanlık his
yakanızı hâlâ bırakm adı asla bırakm ayacak

bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız

36
yağmur gemileri

o gemiler ki yağm ur taşır


gece sabaha karşı birden
korkularım ıza bulaşır
gök gürültüsüyle derinden
o gemiler ki yağmur taşır
gözümüz kam aşır şimşeğinden

o gemiler ki başkalaşır
çelişkinin diyalektiğinden
gücü çok sonra anlaşılır
insana eklediğinden
o gemiler ki başkalaşır
gelişir değiştirdiğinden

o gemiler ki şafağa ulaşır


ümitlerimizin ateşinden
devrimden devrime yanaşır
nasıl da büyür kendiliğinden
o gemiler ki şafağa ulaşır
bir çığlık gibi bedreddin’den

37
mevsimidir

mevsimidir
müphem bir meltem yoklar dal uçlarını
gizlice ürperir yaseminler
körfezde deniz dalgın
bilinmez hangi aşktan artakalm ış
vahim bir yalnızlığı dinler

mevsimidir
artık erken kararır sular
her biri bir bulut ardına sinmiş yıldızların
korular terk edilmiş
ağaçlar dum an duman
yalılar tenha
kanlıca ilk yağmurla serinler

mevsimidir
nedense ölmeye heveslenir insan
uzaya
bir avuç yıldız tozu gibi savrulmaya
rayından çıkmıştır yaşam ak
bir eskimişlik duygusu nereye baksan
gücü yetmez kimsenin kimseyi kurtarm aya
çünkü ne güzeller
zehir zemberek güzeldir artık
ne zehir zemberek çirkindir
yeni çirkinler

38
yalan / şehir

ne büyük bir yalan bu şehir


karşı sahil yağmur bulutları
ışıklar üstüne teyellenir
bir yanılsamanın ışıkları
epeyce titrek
hicranlı sarı

mâhur mu yoksa nihavent midir


eski bir şarkının rüzgârı
hangi bestekâr unutmuş kim bilir
yalnızlığa dağılmış mısraları
güftesinden
sonbahar akşam ları

39
nedim-î şeydâ’dan sanki bir şiir
ayaklandıran çağrışımları
“ kız mısın oğlan mısın kâfir” ?
kandilli küçüksu anadoluhisarı
bir yerde “ üç çifte kayık”
intizar eyler hünkârı

bir yalan ki durm adan eksilir


bakarsın o resim hicranlı sarı
inanılmaz bir hızla her an değişir
şirket-i hayriye’nin yorgun vapurları
toplar her iskeleden beyhude yolcuları
yalandan yalana kaç şehir eskitilir

40
yanılsama

hiç görmediğim gökler vahşi yeşil


ağır şehirler oturmuş altına
içinden sular geçiyor erimiş cam
parıltıdan göz gözü görmez olmuş

bu kız sevdiğim o kız değil


bir başka yüz takm ışlar suratına
kendisiyle kavgalı sabah akşam
kirpikleri maviymiş dudakları mormuş

insanlarla yanılmış eski sahil


şarkılar asılı günün her saatına
hangi rastladığım a kimi sorsam
kimin kim olduğunu bilmiyormuş

denizin üstü yıldız çil çil çil


dağların arkasında saklı fırtına
kötü bir rüyadaymışız tam am
ne yapsan bir sona ermiyormuş

41
uçuk kızlar balladı

uçuk kızlar sızıyor uykularına


soğuk elleri m osm or gözleri loş
fena halde sarhoş
içine ağlayan
ayılam ayacak bugünden yarına
hayatları nafile
hayalleri boş
donuk dudaklarının kıyısında kan

nasıl kayboldukları anlaşılamıyor

sanki hep borçludurlar başkalarına


en kral sebep mumya yalnızlıkları
sorular büyütürler
cevabı olmayan
baykuş kahkahaları bütün şakalarına
başlayıp korkudan
yarım bıraktıkları
aranıyor anonsu polis radyolarından

nasıl kayboldukları anlaşılamıyor

42
bu nasıl sonbahar?.

dilde gam var şimdilik lûtfeyle gelme ey sürür


olam az bir hanede mihman mihman üstüne . . . ”

râsih
bu nasıl sonbahar?..

böyle sonbahar mı olur


tadı kalm am ış
eylül akşam larını fena boşaltm ışlar
ne o kızlar hani
varla yok arası
bir tebessüm gibi
hayalimizde yaşar
sinem adan çıkmışız
yağmur başlam ış
ne vahim
bir korkunun birden anlaşılm ası
beyoğlu’nda karartm a
eflatun tramvaylar
o gizli hüzünler ki
hiç anlaşılm am ış

45
böyle sonbahar mı olur
yüreği titremiyor
asfalt beton ve cam her tarafı otom obil
bilançoda bir rakam
çektiğimiz acılar
bitmesiyle bir oluyor aşkların başlam ası
telefonda bozdurulup
duygular kirleniyor
mavi m ora dönüşmüş
sarılar çoktan yeşil
yanlış am a kim biliyor
bir de bu var
yaşam ak
doğruların yanlışlarda aranm ası

boğaziçi’nde sis
unutulmuş vapurlar

46
ayaküstü aşk

görünmez cam lara mı çarptım


dalgınlığın aynasında o akşam
bam başka bir şehre uçacaktım
yıldız yağm urundan sırılsıklam
yalnızlığımda o kadın bekliyordu

yanlış bir hayalin şehrinde kaldım


sevdiği ben değilim anlatam am
o aşk bu değildi tasarladığım
büyük bir tenhalık nasıl korkm am
korkularım bir canavar doğurdu

bilmem n’apsam nereye kaçsam


yeşil karanlığında ağır tutsağım
gözlerinden çıkmak başlıca tasam
saçlarının zincirinde elim ayağım
kirpikleri süngü takmış bir ordu

bütün saatler bir anda durdu

47
ayaküstü intihar

korkunun bıraktığı yerdeki kız


ölümünü o dakika tanıyor
bir m uamm a intihar nedeni
oysa genç az bulunur bir ağız
teni hiç kullanılmamış elleri yeni

korkunun bıraktığı yerdeki kız


yasaklarını mı aşam ıyor
bir başkası olmak mı isteği
yoksa kendine mi ulaşam ıyor
yok mu bir yürekten seveni

korkunun bıraktığı yerdeki kız


hızla karanlığa azalıyor
çizgilerinden çıktı bedeni
ortada kan kokusu kalıyor
ne geleni var ne gideni

48
ayaküstü cinayet

bira yeşili oğlan alaca bıyık


bir eli silahında uyur / neme lazım
m urassa bir kılıç gibi yakışıklı
çetrefil dili var anlayam adığım
kulağı tırmalıyor hayli çapaklı

yıldızlardan çok fena alacaklı


olanca aydınlığını yürütmüşler
dilinin altında bir şeyler saklı
zindan karanlığında öğütmüşler
galiba gün ışığına meraklı

bir yosm aya takılmış saçaklı


adamın aklını başından alan
kahkahası bol iyice çıngıraklı
allığı ruju yalnızlığına bulaşan
hele yürüyüşü nasıl tumturaklı

dolar yeşilinde yosmanın aklı


ne yapsa boş bira yeşili oğlan
bu işin sonu tabancalı bıçaklı
siyah beyaz bir film belki bir roman
ayaküstü cinayet suratı ağlam aklı

üsküdar paşakapısı izmir’li osman

49
“ aranıyor”

bak sözümü dinle çok fena ıslanmışsın


kirpiklerinde parlak su damlacıkları
yüzün bütün ıslak dudakların soğumuş
titremek geliyor içinden durmaksızın

yine silme bulut büyükdere açıkları


o şilep geçiyor yine siste boğulmuş
ortaköy’de görm üştük sahlep içerken
birbirimize sevdalı açıklamaksızın

biter mi hiç insanın kendine soracakları


hâlâ o kız mısın herkese meydan okumuş
afişlemeye giden kalkıp her sabah erken
fakültede tutuklanmış sınav çıkışı ansızın

dağdağalı yılların biz kayıp çocukları


aşkımız sabıka kaydı gençliğimiz uçurulmuş
ekmek al ben unutmuşum eve dönerken
gülümse tozu gitsin yalnızlığımızın

düşünme yakalanırsak olacakları


farkına varm asınlar arandığımızın

50
ben tuzparça yerdeyim

ben tuzparça yerdeyim o bir düğüm dolaşık


ne karanlık bir gece arkası görünm üyor
yıldızları dökülm üş yaptığımız yanlışlık
başladığım ız örgü nedense yürümüyor
model seçimi kötü hesaplam ası çok zor
halbuki bir zam anlar ne hızlı başlam ıştık

sanki o karanfiller vazosunda duruyor


boğaz’ın lacivertine aydan dağılan ışık
eli saydam bir büyü elime dokunuyor
ikimiz sanki hayal tepeden tırnağa âşık
asla görülmeyecek bir filmde yaşam ıştık
bugün vardığımız yer gözümü korkutuyor

o vücudunda rahat kendisiyle barışık


ben kendime kısayım bu aşk bana sığmıyor
neş’esi köpük köpük işi gücü taşkınlık
taşıdığım tasayı besbelli taşımıyor
benim varlığım her an korkudan aşınıyor
vehimlerim bir orman ıssızlığa alışık

51
çiftin çifte yalnızlığı

soğuk ağaçlar yaprakları buz tozu


fahişeler kırmızı ağzı burnu duman
hiç kimse bilmiyor kaybolduğum uzu
ne polis ne basın ne haber bir radyodan
tarlabaşı’ndaki yamuk bir oteldeyiz

asansörde küf kokusu koridor kimsesiz


kimliğimiz yakışmıyor başkasını denedik
ben dolu tabancayım o dalgalı bir deniz
cam lar sabah oluyor bütün gece seviştik
hâlâ duman tütüyor kalçalarından

en büyük kum ar ölmek hiç anlaşılam adan


yoksa deneyecek miyiz bu tatsız kumarı
kim kurtulmuş çiftlerin ağır yalnızlığından
biri öbürünün kazılm amış mezarı
çok gençtik belki ondan bunu kestiremedik

çiftin çifte yalnızlığı en büyük rezillik

52
di’li geçmiş...

ey meh leyâl-i vesvese hîz-i firâkta


sen gelmeyince hâtıra bilsen neler gelür . . . ”

nâbi
di’li geçmiş

1.
gecenin karanlığında uzun adam lar
yanlış bir yağmurun iplerine dolaşm ış
daha yanlış bir yalnızlığa doğru gidiyor

senin beklediğin gemiler hiç gelmeyecek

hiç gelmeyecek o uzun saçlı çocuk


hani geceleri dudaklarını boyayan
korkunç bir çetrefilliğin uçurumundaki

ne kimse onu bekliyor ne de o kimseyi

daha sonra kara trenler ışıksız trenler


uçuşur ateş böcekleri asker sigaraları
savaş henüz başlam am ış eli kulağında

herkes kimi öldüreceğini tasarlıyor

55
di’li geçmiş

2.

aydınlığı bu kadar soğutabilm ek ne zor


bulutları küçük cam lara sığdırabilmek
mahzun yolcuların baktığı pencerelerdeki

okullar erken tatile girdi çünkü savaş

sessizlikten uyanırsın gece sabaha karşı


alışık olmadığın bir saat üç buçuk
hiç üşümediğin bir rüzgâr sokaklarda

yalnız bir çocuk geceleri çok kalabalık

deniz kuşları mavi beyaz tuzlu rüyalarına


gülcemal yola çıkmış iki baca dört direk
uzak çan sesi gezinti güvertesinden

bütün bir ömür varılam ayacak o liman

56
di’li geçmiş

3.

boğaziçi’nde yağmur dumanı edebiyat-ı cedide


-uzakta bir piyano onu bişüphe bir kadın çalı-
yor-
cenap şahabettin’den kalktı “ inşirâh” kime
uğrayacak

intihar etti beşir fuat anlayan tek kişi çıkmadı

porselen vazoda yaseminler şevki bey hicâz


sedefli udundan dam la dam la azalan paşa kızı
peder bey merhûm selânik’de şehîd-i hürriyet

ah nerde mülâzimler o eski mülâzimler

57
teşkilât-ı m ahsûsa’dan kolağası fikri bey tırnova
tebriz’den getirmiş m utantan mahzunluğunu
iki kadeh rakı arkasından hain redifli gazeller

“ kantocu” peruz seyrânda seyr-ü sefer meflûç

berlin’den avdetinde hilm ipaşazade eflâtun bey


hicranını alm anca tekellüm edermiş rivâyet
hoelderlin nâm şâirden mahzumeler okuyarak

öğle ağır yalnızlığı herkese vermiyorlar

58
ne kadar İzmir / 1

akşam uçuşan o beste kürdili hicazkâr


bir genç kızın tam burundan hicranla dolu
mim ozalar çiçeğe durmuş civciv sarısı

yarasalar kara bir haber gibi dağıldılar

gözleri kalın sürmeli kirpikleri rimel


kumral saçlarını “ av ru pa” kestirmiş
o hangi kadın dudakları “ yürek” boyalı

yeknesak nal sesleri atlı tramvayın

İzmir p alas’da m iralay zeki bey çok sigara


kolu Sakarya’da kalmış “ mâlûlen m ütekait”
gâzi’yle rakı içmişliği var / hâlâ anlatırlar

kordon’da akşam kızıllığı tenha martılar

kapısı yaldızlı kupa arabası çifte at koşulu


pasaport iskelesi’nden İzmir p alas’a rahvan
hoş geldiniz nevnihal hanım bendeniz zeki

içindeki o harp ne yapsa bitmiyor ki

59
ne kadar İzmir / 2

ay ışığında donuk ince ve uzun


soru işaretleri midir gece leylekler
sabahlara kadar sordukları nedir

denizde yıldız zenginliği uzakta İzmir

müstesnâ açık balkon kılcal hammelleri


kristal nargilesiyle hemhâl şam ’dan getirmiş
zurefa-yı kirâm ’dan nurhayat hanım

saçını “ erkek” kestirmiş kravatı İtalyan

akşam sefalarına tenhada ud çalan kim


selim-i sâlis damlıyor kanlı mızrabından
“ hâlâ kanayan kalbimi aşk âteşi dağlar”

“ hizmet” gazetesi sermuharriri zeynel besim

60
sarhoş mandolinleriyle sandalda italyanlar
“ her çeşit m otor akşam ı ithal edilir”
feltrinelli ve şürekası’na rakip bulunamıyor

inciraltı’ndan son seferi “ u şak ” vapurunun

lim anda gece vardiyası kuru üzüm ve incir


pul pul terlemiş tahmil tahliye amelesi
çift atlı arabalar hangi rüyayı taşıyor

sırada alman şilebi var s/s brandenburg

61
ne kadar İzmir / 3

tuzlu ve uzak temmuz’ları osm anzade’nin


şu geçen son tram vay mıdır iskele’ye
çatalkaya’da yıldız yağmuru kızılca kıyamet

ilk incir mahsulü borsa’ya yarın geliyor

yazıhanenin camları yum uşam ış öyle sıcak


ter buharlaşıyor havada yeşil sinek vızıltıları
halim ağa çarşısı’nda ham allar İzmir’i taşıyor

banco di rom a’da ayrı bir hesap açılacak

“ m übadil” osm anidis’in evinde rumca konuşulur


bunlar yanya eşrafındanm ış çok zengin
uykularında sabaha kadar akdeniz çocukluğu

62
bütün karşıyaka kızı n ilü fer’e tutulm uştur

bacak ları mevzun beli ince burnu afrodit


çarşıda bisiklete binm iş beyaz bir kuğu
hayal defterinde sevgilisi ro b ert taylor

tavla rüzgârı sert esiyor hepyek ve düşeş

zeki bey’in kahvesi nargileler rafta lejyoner


yandan çarklı bir / ıhlam ur iki / adaçayı üç
“k ü çü k ” ta l’ât bey dalgın / k afk asy a’da m ıdır?

m ehtapta gülüm seyen alaycı yunuslar

63
ne kadar İzmir / 4

yağan güneş tozudur billûr palm iyelerden


ne ço k ağustos böceği / yalnızlığa uzayan
deniz süt lim an / yaprak kım ıldam ıyor

ispan ya’da iç savaş “ non p assa ra n !”

ışıktan süs k ılıçları ayna parıltısından


buz m avisi sürahiler aydınlığa doymuş
ışım adan boğulm uş üzüm taneleri

ne ço k ağustos böceği / yalnızlığa uzayan

nefesini tutm uş askıda kızlarağası hanı


new york b o rsası’nda buhran / fiyatlar düştü
bıçak açm az lövanten ihracatçısın ın ağzını

çünkü m atm azel raym on d e’la evlenecekti

64
k ara b ib er ağaçlarının yanına yaklaşılam az
ne ço k ağustos böceği / yalnızlığa uzayan
b o m b ilib om ’dan çik o lata alıyor / kim bu
çocuk

n ald ö k en ’de bir nefer atladı atlı tram vaydan

parlak yeşil k örfez’de cıvalı ışığın kalınlığı


sıcağın krallığı m utlak artık ne ses ne soluk
yalnız ağustos böcekleri / yalnızlığa uzayan

taze kesilm iş karpuz kokusu / tek ferahlık

65
ne kadar İzmir / 5

kalın son bah ar hüzünleri / m ektepler açık


“türküz cum huriyetin göğsüm üz tunç sip eri”
soğuk denize dalıp çıkan k a rab atak lar

zincirlem e şim şekler ki k ü f yeşili kilitlenir

yağm ur sersem idir taşlık ta ıslak serçeler


herkes u lu cak ’tan dönm üş m enem en yasak
“ hüküm et ö n ü ” nde ku bilây ’ı kesm işler

divan-ı h arb-i ö rfî / m enem en’de sehpalar / sehpalar

cam lard an b akan o baylan kız / habersiz m idir


bulutlarda kaybolm u ş bakışları / tah rirli ela
gram ofonda “ deniz kızı” eftalya / bestenigâr

karşıyaka sinem alarında nedense fransız film leri

66
dudaklarını kelebek boyam ış ferhunde hanım
balkonda kaşlarını alıyor elinde dev aynası
yüreği fena k aran lık / bu k açın cı sigara

kocasınd an tiksinirm iş sevdiği adam da ondan

iskeleden k alk tı cum huriyet vapuru / akşam


cam larında gözyaşları / giden çocukluğumuz mu?
k örfez’de sis yoğunluğu / İzmir görünm üyor

birden ışıktan kılıcı küstah p ro jek tö rü n

67
çağrışımlar

sunar bir câm -ı m em lû bin tehî peym âneden sonra


döner vefk-i m urâd üzre felek am m a neden sonra . . . ”

sâbit
- 1. birbiri olm ak!..

gece
ıssız bir m ağazada
yapayalnız
iki kız
boy aynalarına girm iş
sessiz sedasız
yüzlerini değişeceklerm iş
birbiri o lm ak için
hangisi hangisidir
artık anlayam adığım ız

on lar mı yalan söyledi


aynalar mı yalan
yüzlerinden mi bıkm ışlardı artık
yoksa
birbirine mi hayran
ne olursa olsun
neresinden bakılırsa bakılsın
artık tek bir şey kesin
bir daha çık am ay acak lar
girdikleri aynalardan

71
- 2. m ’ba

geceye saydam bir to k at


tutuştu kıpkızıl neonlar
“ hotel senegal”
dışarda soğuk bir yağm ur
gizlice buz tozu
içerden o vahşi tat
fildişi sahili’nden tam -tam lar
ne kadar gizemli
ne kadar derinden

in anılm ayacak kadar beyaz


yam yam dişleri arasında
m ısır sapından piposu
yassı ve küt
burun deliklerinden
salkım salkım dum anlar
ışık çak ın tıları pırıl pırıl kafasında
uyanır uyanm az
çünkü her sabah
saçlarım usturayla kazıtıyor

72
üstüne yoktur doğrusu
otelin cam d an terasında
m ’ba / başlı başına bir örgüt
konuştuğu kim varsa
o dakika anti-em peryalist
o d akika a frik a ’ya kazandırıyor

73
- 3. o kızlar...

o kızlar değil
bunlar
hani saçları kehribar
çalınm ış iki züm rüt ki gözleri
k abah atli bakar
onlar
asla gelm ez sana
sen kalkıp gidersin
her akşam
şehvetleri düzeltir yanlışlığını
harıl harıl
sabaha kadar

74
- 4. beykoz’a yolculuk

şirket-i hayriye’nin
en son bah ar vapuru
“ h a la sk a r”
sırtlan çığlığı bir düdük çalıp
su tozu bir dum anla k alk ar
galata köp rüsü ’nden
güverte soğuk
sigaraların ateşinden
rüzgârda kıvılcım lar
valde sizlere öm ür
beykoz’a yolculuk . . . ”

“ ... iyileşeceğinden
ne kadar um utluyduk
geçen ziyaretim izde
ud çalm ıştı bize
nihansın dideden
ey m est-i n â z ım !..’
nasıl da m utluyduk
dün gece
sabaha karşı
işte ansızın . . . ”

75
insan annesi ölünce anlar
içindeki çocuğun
hiç ölm eyeceğini
aklına geldikçe kahrolu r
bunu anlam akta
neden
bu kadar geciktiğini . . . ”

76
- 5. kanlıca’da mehtap

m ehtap denizde inceliyor


sanki uçuşan ateş böcekleri
en k ör en karanlık bak anların bile
görebilecekleri

m ih rabad ’da bülbüller


yüreklerine korku salan
yoksa bir şey mi gördüler
heyecanlı ötüşleri
kıvılcım lar halinde
yıldızlara yükseliyor

k a n lıca ’da unutulmuş


ahşap bir yalıda
belki edebiyat-ı cedide’den kalan
o pirinç m angaldaki
öylece kurum uş
sahur ateşleri
ve eşref ağ a’dan
bülbüllere inat
“ a şık an e” bir feryat
- k i uzaktaki
münzevi bir piyanodan
rüyalarım ıza giriyor

77
yankılı bir k aran lık ta
büyük su şarıltısı
gökyüzüne uzanm ış
lacivert serviler
sonra açıp devasa kanatların ı
ağır ağır dünyadan
bir ejderha havalanır
yıldızları örterek
m eçhul gezegenlere

78
- 6. ikinizden hanginiz?

ikinizden hanginizin
saçları gece laciverdi siyah
yıldız tozundan ışıltılı
ve zengin
b ak ır çalığı gözleri
derin
yer yer
eflatuna çalıyor

ikinizden hanginizin
nem li dudakları fuschia
kirpikleri kaşlarına dolaşık
ağzı fena halde âşık
başladığı her öpüşte kalıyor

ikinizden hanginizin
neyi noksan neyi fazla
ikinizden hanginize sorsan
her defasında
kendisini ötekisi sanıyor
ço k fena aldanıyor

sahi siz
hanginiz
hanginizsiniz

79
- 7. mustafa Suphi’nin neferi

aynalıçeşm e’deki bekâr odası


nem li soğuk o boşluk
o k ad ar tenha ki
insanın fısıltısı
yüksek tavanından yankılanıyor
cam ları sırılsıklam
donuk bir boşluk
dışarda / neredeyse akşam
“ h icra n lı” bir yağm ur yağıyor

uzun ve “ m atru ş” bir adam


kaybolm uş piposunun dum anları arasında
elinde bir k itabın rusçası
sanki b a k û ’dadır
“ doğu h alkları k u ru ltay ı”nda
kırm ızı gözleriyle dalm ış
salondaki “g aleyan ” a bakıyor
az önce kürsüden indi
zinovyef yoldaş
alkış kıyam et
bütün m illet ayağa kalktı
bu işin sonu se la m et!..”

80
aynalıçeşm e’deki “ bekâr o d ası”
cam ları sırılsıklam
dışarda / handiyse akşam
“ h icran lı” bir y ağ m u r yağ ıy or

vahim bir suç işler gibi konuşm aktayız


başbaşa bu defa
bir ben
bir de o
uzun ve m atruş bir adam
ne k ad ar da uzun
yorgun elleri
parm akları adeta
yerlere akıyor

m ustafa Suphi’nin “ n eferi”


“san ” mustafa

81
- 8. yoksa “tecrit”te misiniz?

siz kim siniz


yoksa kim sesiz m isiniz
neden soğuk böyle
soluk benziniz
yoksa h aftalard ır
“te crit” te m isiniz
kapı duvar sağır
arayan soran yok
o dipsiz boşluğa
düşm ekte m isiniz?

82
- 9. yazm son günleri...

ufkun sonsuzluğuna
hiç şaşm ıyorlar
rüzgârın gizli ıslığını
hiç kim se işitm iyor
hangisi anlayabilir
yazm son günlerinde
tenha plajın
ağır hüznünü

83
bana bir şimşek çak

" . . . leşger-i gazâ geldi dil şehrine kondu ço k çok


kop tu yer yer fitne vü âşüb-ü gavgâ sem t sem t . . . ”

bâkî
sonra o güller

sonra o güller
ay ışığında vahşi
bilinm ez hangi acıların k anattığı
sonra o saklı k oku lar
yapışkan ıslak ve dişi
insanı tepeden tırnağa
ter içinde bırak arak
sonra o sıcak
o çocu k gülüşleri uzaktan
içine sanki yıldızların aktığı

sonra bülbüller
yahya kem al bey’in
k a n lıca ’da bıraktığı
k arışır en ümitsiz yalnızlığa
sabaha karşı çırpınarak

87
sonra “ m elâl ve h icrân ”
ve çaresizliği boş bir silah gibi taşım ak
bakıp o yoksul kalabalığa
parm ak uçlarında kan
“ n obran ve derbeder”
sonra hayaller
hayaller
hayaller
“ k ü rt” m ustafa divan-ı h a rb i’nde sanık
“ k em alist” fedailerin yaşattığı
-k ö rü k lü çizm e avcı ceketi kayzer b ıy ık -
teşkilât-ı m ahsûsa “ a rtığ ı”

88
sonra m üstesna ölüler
“ m elali an lam ayan ” neslin tanıyam adığı
sultan galiyef m ollanur vahidof
ve m ustafa suphi ve ethem n ejat
görünür zam an zam an
saat o saat
kıvılcım yüklü bir dum an
etrafta barut kokusu
boş m erm i kovanları
boşalm ış fişeklikler
ve “m azlum m illetler” in uğultusu
bir dağdan öbür dağa yankılanan
asya’dan
a frik a ’dan

89
sonra boğaz’ın pusu
fecrin en dokunaklı anları
ezanlar dağılıyor eski İstanbu l’dan
beylerbeyi sarayı’nın
sabah m ahm urluğuna
şeker ahm et p aşa’nın
kayıp bir tablosundan
eflatun ve m or
m artılar uçurulm uş
bir yağm ur loşluğuna
kim se kim seyi anlam ıyor
yâkup cem il bey ço k tan
teşkilât-ı m ahsusa’dan kovulm uş
idam m angasının kurşunları yağıyor
göğsündeki “ liyâkat n işan ı” na

90
yani epeyce zindan

gelirdi devrilirdi nisan


m üstesna çiçek koku larıyla
insanın kafasını karıştıran

yukarda bir akşam


ebruli bir akşam ki
perde perde açılan
bir şaşaa bir şehrayin bir ihtişam
billur kadehlerde rakı
bulanık
dum an dum an
dudaklarda m ısralar
m ısralar ki nâzım ’dan
savaş yıllarının ağır karanlığında
ufkum uzu gizlice aydınlatan

gelirdi devrilirdi nisan


m üstesna çiçek koku larıyla
adam ın kafasını karıştıran
sonra b irk aç sansaryan hanı
birkaç duruşm a arkasından
sağırların dilsiz sükûneti
yani epeyce zindan

91
bu yaz da..

neden aynı kızlar


neden yine boğaz’da
bu yaz da
kirpikleri dargın
dudakları kırgın
gizli bir nazda
y oksa tenha m ıdırlar belki biraz da
neden aynı kızlar
neden yine boğaz’da
bu yaz da

geçm işle geleceğin


kesiştiği çaprazda
yine aynı sevdalar
aynı ihtirastan
aynı çıkm azda
hayali bir ferahnak
görünm ez incesazda

neden aynı kızlar


neden yine boğaz’da
bu yaz da

92
hesap kitap

hesap kitap
ne de olsa insanız
korktuğum uz da olm uştur
ne yalan söylem eli
dip çöküp ferane avlularında
soğuk duvar diplerine
çifte kelepçeyle cıgara içtiğim iz
peynir ekm ek yediğimiz
meyyus ve düşünceli
hesap kitap
ne de olsa insanız
korktuğum uz da olm uştur
ne yalan söylem eli

m apusanede m ehtap
bak ır çalığı
k ü f yeşili
ay ışığında şakırtısı
idam lık teşbihlerin
uykusunda sayıklayanlar
hafızanın perişanlığı
çağrışım ların seli

93
m apusanede gece
dışardakinden çok daha kalın
çok daha karanlık
fosforlu ve derin
sübyan koğuşu pejm ürde
kad ınlar koğuşu bitap
siyasiler vesveseli
m apusanede m ehtap
bakır çalığı
küf yeşili

hesap kitap
ne de olsa insanız
korktuğum uz da olm uştur
ne yalan söylem eli

94
bana bir şimşek çak ..

bana bir şim şek çak


o rtalık fena karanlık
yüreğim örtülüyor
ağır bir dalgınlığa genişliyorum
durm adan değişen o m evsim de
dağlarda kalın
omuz om uza bulutlar
çok fena k alabalık
ellerim çıplak
bana bir şim şek çak
k ötü bir tuzaktayım
bilm em ne yapsak
aklım da fikrim de onlar
yaşlı ve genç
erkek ve kadın
korku larım a tu tsak

95
bana bir şim şek çak
içim içim e sığm ıyor artık
vahim bir çağrışım dan
daha vahim ine atlam aktayım
bana bir şim şek çak
belki fena halde
yanılm aktayım
o ince kız çocuğu
gün doğm adan her sabah
bir hapishaneden bir nezarethaneye
kelepçeli götürülüyor
dudakları titrek
gözlerinde buğu
bilm em ki nasıl anlatayım
bağışlanm az suçu dünyayı sevmek
bir de o
adını bile bilmediği
kıvırcık saçlı “devrim ci” öğrenciyi
fakülte kapısında vurulm uş
yağm urun altında
çıplak

96
bana bir şim şek çak
ço k yanlış an laşılm aktayım
hesabım yanlış bir m ahkem ede görülüyor
içim deki zem berek
boşandı b o şan acak
yüreğim örtülüyor
yaşam ak mı gerek
yoksa unutm ak mı
şaşırm aktayım
galiyef “y old aş” ne olacak
galiyef “y old aş” sibirya sürgünü
sanki yalın bir bıçak
kayarak
bir kırlangıç hızıyla
bulutların arasından
karanlığın böğrüne saplanacak

97
galiyef “y old aş” ne o lacak
galiyef “y old aş” sibirya sürgünü
elinde bir m ektup eski yazıyla
artık yüzünü bile unuttuğu
karısından
burnunda sadece kokusu
ilkbah ar kadar m üşfik
son bah ar k ad ar yum uşak
galiyef “y old aş” ne o lacak
avrasya’da hâlâ “ m azlu m lar” ın uğultusu
kısa bozkır atlarının nallarından
gizli kıvılcım lar ki etrafa saçılıyor
“ a zad lık ” m erm ileridir
çekirdekleri çelik
cehennem gibi sıcak

98
ban a bir şim şek çak
salâ veriliyor görünm ez m inarelerden
İzm ir’de “istird a t”ı yaşam aktayım
bir yangın soluğu sokak içlerinden
k ord on b o y u ’nda m uzaffer atlılar
fahrettin p aşa’nın süvarisi
bana bir şim şek çak
yolum u aydın latacak
g azi’nin gözlerinden
m avi bir şim şek
kuva-yı m illiye m avisi
aynı em aneti taşım aktayım
“hürriyet ve istiklal benim k arak terim d ir”
çünkü hain sinsi ve k o rk ak
aynı düşm ana karşı
savaşm aktayım

99
o kavim ler ki h akiki yolu buldum sandı
erm eden doğru yola hepsini susturdu ölüm
öyle bir ukde ki hal etm edi bir kim se onu
vurdular hepsi düğüm üstüne bir başka düğüm .

nâsırüddin-i tûsî
çeviren: hüseyin rifat
meraklısı için ekler
A lıntılar, Zeynep A nkara’nın,
“ Yalnız Şövalye A ttilâ İlh an ” kitabındandır.
ATTİLÂ İLHAN ŞİİRİ’NDE
BİLEŞİMLER

M etin Celâl

Ciddi olarak okuduğum ilk şiir kitabı Tutuklunun


G ünlüğü’’dür. Bana şiirin ne kadar önem senm esi
gereken bir iş olduğunu öğreten d e... Sonraları sıkı
bir şiir okuyucusu olduğumda, büyük bir m erak ve
açlıkla okuduğum şairlerden biri de Attilâ Ilhan’dır.
Yine de geriye doğru dönüp baktığım da tek tek şi­
irleri hatta kitapları hakkında düşündüğüm halde,
bütün olarak A ttilâ İlhan şiiri hakkında yazmaya
nedense girişmemiştim. Belki okuyucu olarak onun
şiirini kendime çok yakın bulduğum için bu tip bir
yazı çalışm asının ona yabancılaşm am a neden o la­
bileceğini düşünmüş, içimden geçirm işim dir... Bel­
ki de gerçekçi bir şekilde A ttilâ İlhan şiiri h akkın ­
da düşünce üretem eyeceğim i, duygusal davrana­
cağım ı düşünmem beni alıkoydu.
Elli yılı aşkın süredir şiir yazıp yayım latan, 7 0
yıllık k oca bir çın ar gibi varlığını yaşadığım ız bir
şair hakkında yazmaya nereden başlamalıyım, onu
da bilm iyorum . Belki de onun yazılarında sık sık
değindiği “ bileşim ” kavram ından başlam ak ge­
rek. A ttilâ İlhan şiirinin ilk an ahtarı olarak bu
kavram ı görüyorum .
A ttilâ İlhan şiiri bileşim ’lerle oluşur. “ Aynı za­
m anda T ü rk ve B atılı o lab ilen estetik bir bile­

105
şim ” dir onun savunduğu. Am a bu estetik bileşime
ulaşabilm ek için birçok sarmal oluşturm ak, birçok
değişik bileşim i daha y aratm ak , bir araya getir­
m ek gerekir.
Bileşim lerden en önem lisi ve belki de tem elde
olanı “ulusal bileşim ” olsa gerek. A ttilâ İlhan, ulu­
sal bileşimi, H alk ve Divan Edebiyatı kaynakların­
dan yararlanarak bunlardan çağdaş bir içerik üret­
m ek olarak tanım lıyor. “A m acım , diyalektik bir
bakış açısıyla geçm iş edebiyat kaynaklarını eleşti­
rel bir gözle ele alm ak, içeriklerini irdelem ek, sa­
nat tekniğine ilişkin özelliklerinden yararlanm ak,
böylelikle çağdaş içeriğin daha yaygın, etkili olm a­
sını sağlam aktır,” diyor bir yazısında.
G erçekten de A ttilâ İlhan şiirinin bir boyutunu
bu özellik oluşturuyor. Sürekli o larak izlenen bir
dam ar aynı z a m an d a... Şiir k itaplarının yapısal
bir çözüm lem esini yapsak; her k itabı oluşturan
bölüm lerden en az birinin D ivan E d ebiyatı’ndan
biçim sel açıdan ve söyleyiş olarak yararlanan şiir­
lerden oluştuğunu, bir başka bölüm deki şiirlerin­
de halk şiirinden aynı şekilde yararlandığını görü­
rüz. İlk şiir kitabı Duvar ’ın ikinci baskısına (1 9 5 9 )
yazdığı önsözdeki “ ... h alk çı ve toplum cu şiir,
halk yığınlarını sarabilecek geniş soluklu bir k o ­
çak lam a şiiri tu ttu rm ak istiyordu. Böylelikle yeni
T ü rk şiiri yeni koşullara yerleşirken, hem yüzyıl­
lardır değişe değişe sürdürüp getirdiği m illi sesi
korum uş o la ca k , hem de halk şiiri geleneği aydın
şairlerin işe karışm asıyla yeni bir kan kazanıp de-
ğerlenecekti,” sözleri, bir anlam da da bu noktanın

106
daha o günden belirlendiğini işaretler. Y ine o ö n ­
sözde belirttiği gibi, D uvar ’daki şiirlerin yarısı bu
anlayışla yazılmış ve bu büyük halk şairlerine yas­
lanm ıştır.
A m a bu yaslanm a sadece biçim ya da söyleyiş
açısından değildir. Aynı zam anda şairin toplum cu
kişiliği nedeniyle, bu halk şiirinden kayn aklanan
ilk dönem şiirlerinde kendisinin “m em leket hava­
sı” diye tanım ladığı köye, köylülüğe, doğaya d ö ­
nüklük, A nadolu görüntüleri, yaşantısı hâkim dir.
M illi değerler, K urtuluş Savaşı’nın önem i, özgür­
lük tutkusu, bağım sız bir m illet olm ak gerekliliği
gibi konular bu şiirlerde işlenir. Tabii bu özellikler,
şairin 4 0 kuşağı içinde olm asından ve dönem in­
den de kaynaklanıyor. Büyük bir savaştan, İk in ­
ci Dünya Savaşı’ndan çıkılm ış, tek parti yıllarının
ağır siyasi baskılarından daha yeni kurtulunm uş
ve 6 0 ’lı yılların özgürlükçü havası solunm aya baş­
la n m ış...
“ Birden fark etm iştim ki, T ü rk iy e’de önem li
yapıcı güç soyut o larak değil som ut o larak bu
halktır, Kuvayı M illiye, bu halkı harekete geçirebil­
diği için başarılı olmuştur, bu halkı harekete geçi­
rebilm ek ise an cak ‘üretim de ve kültürde’ onunla
bir ve beraber olm akla o lasıd ır” der, Ben Sana
M ecburum ’un M eraklısı İçin N o tları’nda ve am a­
cının köylüleri, işçileri, aydınları yeni bir Kuvayı
M illiy e’ye çağırm ak olduğunu belirtir.
Ulusal bileşim anlayışının halk şiiri ayağının
böyle bir niyeti olm asına rağm en, D ivan Edebiya­
tı ayağında bence biçim sel tercih önce gelir. Şair o

107
biçim in üzerine kendi imge yapısıyla yepyeni bir
şiir kurm ayı dener. Aruzun içine aruza rağm en
yerleştirilen görkem li sesi yakalam aya çalıştığını
belirtir Yasak Sevişmek 'in M eraklısı İçin N o tla-
r ’ında.
H alk şiirini kutsayıp D ivan E d ebiyatı’nı k a ra ­
layanları uyarm ayı da ihm al etm ez. U lusal bileşi­
me ulaşm ak için her iki edebiyatın k ay n ak ların ­
dan da yararlanm ak gerektiğinin altını çizerek be­
lirten şair “ ... nasıl D ivan bir azınlık estetiğiyse,
onun gibi fo lk lo r da az gelişm işlerin estetiğidir.
H am fo lk lo rla sanat olm az, an cak yüceltilm iş bir
estetiğin m alzem esi fo lk lo rd an alınabilir. N asıl ki
saray ve kon ak sanatından da alınab ilir,” der ve
içeriğin çağdaş olm asının en önem li gereklilik o l­
duğuna işaret eder.
Şairin, dönem ine uygun bir şekilde kendini g ö ­
revli, bir m isyona sahip hissettiği, asıl görevinin şi­
ir yazm ak kadar, belki de ondan önce dünyayı,
özellikle T ü rk iy e’yi değiştirm ek olduğunu unut­
m am ak gerekiyor. Bence, D ivan E d ebiyatı’na y ö ­
nelm esi ve ondan da yararlan m ak gerektiğini dü­
şünmesi, O sm anlı’yı araştırm aya, tarihini sorgula­
m aya başladığı döneme denk düşer. A ttilâ İlh an ’ın
en önem li özelliği olan kuşkuculuğu, varolan la
yetinemeyip hep ötesini aram asıdır bunun nedeni.
R esm i tarihi de, toplum cu düşüncenin tarihini de
incelem iş, tartışm ıştır ve şimdi ötesine geçm ek is­
tem ektedir. Bu yaklaşım ının toplum cu bakış açısı
ile çeliştiğini sanm ıyorum . Ü stelik onun ulusallık
anlayışıyla da örtüşür bu. Bu ülkenin tüm değer­

108
lerini kendinde yoğurm ak, değerlendirm ek isteği,
D ivan E debiyatı’nı bilm eyi, O sm anlı tarihini de­
rinlem esine araştırm ayı gerektirir. Bu kez, “klasik
T ü rk şiirinin havasını yeni ve toplum sal içerikle
bağ d aştırarak verm e”nin y ollarını arıyordu. Ve
bu çab an ın “yeni ve çağdaş bir T ü rk şiirinin ku ­
rulm asında etkili bir y ön tem ” i bulm aya çalışm ak
olduğunu söylüyordu Tutuklunun G ünlüğü 'nün
M erak lısı İçin N o tla r’ında. A m a ilk dönemler, bu
tarz şiirlerinde daha çok O sm anlı tarihini sorgula­
dığını da unutm am ak gerek. B ir yerde biçim bazı
şeyleri b elirliy o rd u ...
Ö te yandan, şair N âzım H ik m et’in şiirinin b a­
şarısının tem elinde yatan etkenin sanıldığı gibi ta ­
m am en yeni, geçm işten kopuk bir söyleyiş değil,
aksine geçm işini sahiplenm esi ve bu şiirin üzerin­
de yeniyi oluşturm asından kaynaklandığının fa r­
kındadır. N âzım H ik m et’in “toplum sal gerçekçi
sanat yöntem ini hem halk şiiri, hem de D ivan şiiri
geleneğine bağlam ak başarısını gösterdiği” tespi­
tini yapar.
H er şiiri, her şairi öncelikle çıktığı dönem için ­
de incelem ek gerekiyor. A ttilâ Ilh an ’ı dönem inde
ele alm azsak, baştan beri anlattığım birçok özellik
pek de o kadar ilginç ve yeni gelm eyebilir insana.
A ttilâ İlhan, düşünsel yapısını, poetikasını 1 9 4 0 ’lı-
5 0 ’li yıllarda oluşturmuştur. Kendisinin “ inek to p ­
lu m cu ları” diye nitelediği şairlerin etkin olduğu,
tek bir şiir biçim inin bulunduğu, bunun da N âzım
H ik m et’in şiirini koşulsuz izlem ek ve sadece halk
şiirini kendine k ök olarak alm ak, bunun dışında­

109
ki tüm geleneksel birikim i hiçe saym ak, h atta k a ­
ralam ak olduğunu savunan anlayışın hâkim oldu­
ğu bir d ö nem d e... Ü stelik A ttilâ İlhan o dönem de
sadece düşünsel düzeyde değil, eylemli olarak da
bir toplum cudur. Toplum cu ö rgü tlere, partilere
k atılm ış, eylem leri yüzünden yargılanm ıştır. K en ­
dine has bir bakış açısını oluşturm ası ve bunu k a ­
bul ettirm esi, sırf bu koşullar yüzünden bile pek
kolay değildir.
Toplum cular arasında hâkim sanat görüşünün
Jd a n o v ’dan kaynakland ığı bir dönem de, bunun
karşısına Plehanov’dan kayn ak lanan bir toplu m ­
cu sanat görüşünü g etirebilm ek bile başlı başına
bir m ücadeledir.
A ttilâ İlhan, poetikasını oluştururken düşünsel
o larak da sağlam bir yere basm ak istiyor. O yüz­
den tartışm asız doğru sayılan tüm görüşleri bir
kez de kendi bakışıyla tartışıyor. “Toplum cu G er­
çek çilik ”! “Toplumsal G erçekçilik” olarak kendin­
ce yeniden teorileştiriyor. Estetik diye bir şey oldu­
ğu ve onsuz hiçbir sanat yapıtının anlaşılam ayaca-
ğı ilkesini getiriyor. Bileşim lerinden birinde de bu
toplum cu görüşle estetiği k ay n aştırm ak istiyor.
Belki de daha ilk şiirlerini yazm aya başladığında,
toplum cu düşünce-estetik bileşim in gerekliliğinin
farkına varm ası ona büyük bir avantaj sağlıyor.
D önem inin şairlerine göre N âzım H ik m et’ten çok
daha az etkileniyor. Çünkü onu taklit edip şiirinin
benzerlerini üretm ek yerine, N âzım H ikm et şiiri­
ni çözüm leyip gizine ulaşm ayı tercih ediyor.

110
Şiirlerini, şiir kitaplarını oluşturan dam arlardan
biri de, bu toplum cu düşünce-estetik bileşim inin
aranm asıyla oluşuyor.
“ İnek toplum culuğunu sanatım için bir çocu k
h astalığı sayıyoru m ,” diyen A ttilâ İlhan, “ D o ğ a­
sal ve toplum sal diyalektiği, bütün düzeylerde iç
içe ele aldığım gibi, o zam ana kadar zararlı diye
elimi sürmediğim ozan ve akım lardan gelen esin­
tileri de kişiliğim in özgün bileşimine yediriyorum .
Kim ler mi? Baudelaire’den R im bau d’ya, Apollina-
ire’den M a lla rm e ’ye bir sürü ozan! V aro lu şçu ­
lu k san G erçeküstücülük’ten Lettrism e’e kadar bir
sürü akım ! 4 0 ’lı yıllarda, İstan b u l’da toplum cu
ozan ağabeylerim iz, bu ‘bu rju va’ ozanlarını bize
yasaklardı. O ysa P aris’te çağdaş Fransız şiirinin
Baudelaire’le başladığını, A ragon’un ağzından işit-
m iştim . Z aten o da, Eluard da, Tristan T zara da
- k i partili o za n la rd ı- D adaism e’den, G erçekü stü ­
cü lü k’ten g eliy orlard ı,” diye sözünü tam am lar.
Bu anlayışa şair, 1 9 4 5 -5 5 yılları arasında ikin ­
ci kitabı Sisler Bulvarı’nı oluşturacak şiirleri yazar­
ken varmıştır. Cinayet Saati, Emperyal Oteli, Pia,
Sisler Bulvarı gibi hem şairin okuyucu gözünde
im ajını belirleyecek, hem de popüler olm asını sağ­
layacak kalıcı şiirler vardır bu k itapta. Bence, ilk
kitabı Duvar’la tanınm ıştır am a Sisler Bulvarı’yla
esas ününe ulaşmıştır.
A ttilâ İlhan’ın şiir dünyasını değiştiren bu Fran­
sız şairlerinin, aynı zam anda hem en hem en aynı
yıllarda ortaya çık acak olan İkinci Yeni şairlerini
de etkilediğini belirtm eliyim . Bu şairlerin , yine

111
Sisler Bulvarında yer alan birçok şiirden de etk i­
lendiğini biliyoruz. “H a liç’te bir vapuru vurdular
dört kişi / demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu”
türünden dizelerin İkinci Y eni’ye hiç de uzak o l­
m adığını belirtm eye gerek yok. Am a A ttilâ İlhan
belki de bu y akınlıktan rahatsız olduğu için İk in ­
ci Y eni’ye en sert tavrı koyan şairlerden biri o l­
m uş, yine de toplum cu çevrelerce bireyci şair o l­
m akla suçlanm aktan kurtulam am ış, uzun süre on­
larla da tartışm alara girmiştir. O nlara “ inek to p ­
lum cusu” demesinin nedeni de, 4 0 kuşağı şairleri­
nin bu aym azlıklarıdır. A ttilâ İlhan, “gerçek to p ­
lumsal şiir bileşimine, Doğu ve Batı klasiklerine ol­
duğu kadar, çağ d aşların a da uzanan k ök lü bir
kültür özümsenmesinden sonra ancak ulaşabilece­
ğini, büsbütün bulm uş çık arm ıştı” . D oğal olarak
onlarla bir ortak n okta bulm ası m üm kün değildi.
T ab an tab an a zıt bir konu m a gelm işlerdi.
D ah a ilk kitabınd an itibaren m ücadele şiirleri
kadar, aşk şiirleri yazan bir şair olarak toplum cu
çevrelerce kuşkuyla karşılanan A ttilâ İlh an ’ın, bir
de B atı şiiriyle kendi şiir anlayışını kaynaştırm a
çab asın a girince, dışlanm ası n orm al görülüyor.
İyi de olm uş. Sıradan bir 4 0 kuşağı şiiri yazacağı­
na, kendine has, Attilâ İlhan şiirini yazmış.
A ttilâ İlhan, 6 0 ’lı yıllara doğru, özellikle Tu-
tuklunun G ünlüğü ’ ndeki bazı şiirlerine de yansı­
yacak ve sonra sürecek yeni bir tespit daha yapar.
“ Sanat eserinin genel içeriği doğa, toplum ve bi­
reydir. Bu üç öğe iç içedir, k arşılıklı tepki ve k a r­
şı tepki ilişkileri içinde bulunurlar,” der ve ekler:

112
“ D iyalektik bir sanat yanlısı ozan ya da rom ancı,
kahram an larını toplum sal tanım lam ayla belirler­
ken eğer bireysel karşıtlıkların ı es geçerse, işini
yarım bırakm ış, doğm atik bir slogan toplum culu­
ğuna tekerlenm iş olu r.”
İnsanın bireysel çelişkilerinden en önem lisi de
kendi içinde yaşadığı cinsel çelişkileridir. Bu çeliş­
kiler, bunların ulaştığı en uç noktalar bir başka da­
m arı oluşturacaktır. A ttilâ İlhan şiirinin en ilginç
n ok taların d an biri, şairin alışıldığı şekilde bir da­
m ardan diğerine geçm ek yerine aynı anda, aynı
kitapta sözünü ettiğim dam arların nerdeyse tüm ü­
nü geliştiren, sürdüren şiirler yazmasıdır. Aynı k i­
tapta halk şiirinden ve D ivan E d ebiyatı’ndan ya­
rarlan an ulusal bileşim i arayan şiirleri, B a tı’yla
D o ğu ’yu buluşturm aya çalışan toplum cu içerikli
şiirleri, aşk şiirlerini ve bireyin diyalektiği m esele­
sinin araştırıldığı şiirleri ayrı ayrı bölüm ler h alin ­
de b ira ra d a b u lab iliriz. İşin ilginç ve de bence
olumlu yanı, bu şiirler birbirleriyle çelişm ez, para­
dokslar oluşturm az. Hepsi A ttilâ İlhan izini taşı­
yan şiirlerdir.
A ttilâ İlhan, bir yandan şiirinin düşünsel te ­
m elini k u rarken , biçim sel yapısını da ihm al et­
mez. H er şairin bir kim liği olm asının şart olduğu­
na ve buna bağlı olarak da kendine has bir imge
sistem i olm ası gerektiğine inanır. İmge sistem ini,
ozanın nesnel gerçeği öznel m erceğinden geçirip
kelim elere aktarış biçim i olarak tanım lar. İmge,
m ısra birim iyle birlikte som utlaşm ış olarak şiirin
özüdür. O n a göre kelim enin önem i, imgenin so-

113
m utlaşm asında oynayacağı role göre değişir; bu
rolü belirleyen ise kelim enin çağrışım yükü, anlam
boyutları ve imgeyle olan diyalektik bağ lan tısı­
dır. K ısacası şiir kelim elerle değil im gelerle yazılır.
D izenin getirdiği bütün olan ak lard an y ararlan ­
m ak ve getirdiği kısıtlam aları ise vezin, kafiye gi­
bi o lan akları çağdaş ve aykırı yaklaşım ları ku lla­
n arak aşm ak, biçim hakkındaki anlayışının tem e­
lini oluşturur.
A ttilâ Ilh a n ’ın şiir anlayışında can alıcı n o k ta ­
nın şiirin söylenm esi gerektiği tezi olduğunu dü­
şünüyorum . Şiirin oku nm asının, özellikle yüksek
sesle okunm asının, şiir olup olm adığını an lam ak­
ta önem li bir kıstas olduğunu söyler. Bir şiir o k u ­
nam ıyor, söylenem iyorsa şiir olm am ıştır. Ç ünkü
söylenebilm esi için m üzikalitesinin, ses uyum u­
nun olm ası gerekir. Bu m üziği yakaladığınızda,
im gelerinizin belleğe tam o larak yansım asını sağ­
layabileceğinizi düşünür. “ D em ek ki, ‘serbest ve-
zin ’le şiir söylem ek, ‘vezinsiz’ şiir söylem ek an la­
m ına gelm ez; tam tersine, şairin hazır k alıpları
kullanm ayıp, her şiir için ‘özel’ bir vezin yaratm a­
sı anlam ına gelir, bu da m ısradan vazgeçm eyi de­
ğil, ritim tutarlılığı sağlam , değişik ve özgün m ıs­
ralar üretmeyi gerektirir,” der Elde Var Hüzün’un
M erak lısın a E k le r’ine aldığı bir yazısında.
H em tek tek dizelerde bir şey anlatm ak, hem de
şiirin bütününde başka bir anlam a u laşm ak ... A t­
tilâ İlhan şiirinin çarpıcılığının kaynağı bence b u ...
H em şiir geleneğinden, tekniğinden en uç n o k ta ­
sına, en ince ayrıntısına k ad ar yararlan m ak , hem

114
de ona kendince yeni katkılarda b u lu n m ak ... Ö r­
neğin Tutuklunun G ünlüğü 'ndeki şiirlerde teleks
notlarında kullanılan söyleyiş biçim inden yararla­
nılm ası, birçok şiirde sinem a tekniğinden faydala­
nıp imgelerin adeta bir görüntüler yağmuru halin­
de verilm esi bu tip katkılardandır.
A ttilâ İlhan şiiri bir sürekli yeniliği arar ve su­
narken kazandığı değerleri, faydalı unsurları terk
etm ez. H ep varolan ın üzerine yeni yeni ekler y a­
par. Şiirinde elli yıldır süren bütünlüğün nedeni de
bu olsa g e re k ... O nun şiirinde tüm k olları aynı
anda ak an bir nehri görürüz.
A ttilâ İlh an ’ın k itap ların ın sürekli o larak yeni
basım larının yapıldığını, sürekli yeni okuyucular
kazandığını biliyoruz. Bu işin bir y a n ı... D iğer
yanda ise şiirle gerçek anlam da uğraştığını söyle­
yenler var. O n lara b akarsan ız, A ttilâ İlhan şiiri
sanki yeterince değerlendirilm iş, hak ettiği yere
konulm uş ve orada unutulm uş gibi bir hava h â­
kim . Yeniden okum alardan, bu şiir üzerinde dü­
şünm ekten nerdeyse özenle kaçılıyor. Bunun ne­
denlerine değinmek elbet bir başka yazının kon u ­
s u ... A ttilâ İlh an ’ın şiirleri tek rar ciddi bir şekilde
o k u n m a y ı, d eğ erlen d irm ey i bekliyor. B a k a lım
okurunu bulmuş bu şiir, 9 0 ’lı yıllarda eleştirm eni­
ni bulabilecek mi?

115
BÜYÜK ŞEHİR VE İMKÂNSIZ AŞK:
EMPERYAL OTELİ

D r. Y aku p Ç elik

emperyal oteli

ben hiç böylesini görm em iştim


vurdun kanım a girdin itirazım var
sım sıcak bir m erhaba diyecektim
başım ı usulca dizine koy acak tım
d ört gün dört gece susacaktım
yağm ur sönecekti yanacaktı
sam eland seferden dönecekti
duvardaki saat duracaktı
k albim kendiliğinden duracaktı
ben hiç böylesini görm em iştim
vurdun kanım a girdin itirazım var

em peryal o teli’nde bu sonbahar


bu cam ların n ok ta n ok ta hüznü
bu bizim berhava olm uşluğum uz
bir n ok ta bir h at kalm ışlığım ız
bu rezil bu çarşam ba günü
intihar etm iş kötü m ser yapraklar
öksürüklü aksırıklı bu takvim
ben hiç böylesini görm em iştim
vurdun kanım a girdin itirazım var

116
sesleri lim an sislerinde boğulur
gem iler yorgun ve uykuludur
sabahtır saat beş buçuktur
sen k ollarım ın arasm dasın
onlar gibi değilsin sen başkasın
bu senin gözlerin gibisi yoktur
adam ın rüyasına rüyasına sokulur
aklının içinde siyah bir vapur
kıvranır in saf nedir bilmez

otelin penceresinde duracaktın


şehri k aran lık ta görecektin
karan lık ta yağm uru görecektin
saçların ıslan acak ıslan acaktı
kış geceleri gibi uzun uzun
tek dam la gözyaşı dökm eksizin
m aria dolores ağlayacaktı
İstanbu l’u yağm ur tu tacak tı
bütün bir gün iş arayacaktım
sana bir türkü getirecektim
kulaklarım ız çın layacaktı

em peryal o teli’nin resm ini çektim


akşam saçaklarından dam lıyordu
kapısında durm anı söylem iştim
yüzün zam baklara benziyordu
cum huriyet bah çesi’nde insanlar geziyordu
tep ebaşı’ndaki küçük yahudiler
asm alım escit’teki rum kem ancı
böyle rüzgârsız kalm ışlığım ız
bu bizim çektiğim iz sancı

117
el ele tutuşm uş geziyordu
gazeteler cinayeti yazıyordu
h a liç’e bir avuç kan dökülm üştü
em peryal o teli’nde üç gece kaldık
fazlasına param ız yetm iyordu
gözlerin gözlerim den gitm iyordu
dördüncü gece sok ak ta kaldık
karan lık bir türlü bitm iyordu
sirkeci g arı’nda sabahladık
bilen bilm eyen bizi ayıpladı
halbuki kim lere kim lere başvurm adık
hiçbiri yüzümüze bakm ıyordu
hiç kim se elim izden tutm uyordu
ben hiç böylesini görm em iştim
vurdun kanım a girdin kabulüm sün

Attilâ İlhan
Sisler Bulvarı

Y u kard aki şiirde an latılan lar bir hikâye m idir?


Yoksa rom an mı? Veyahut bir insanın yaşadığı im ­
kânsız bir aşkın çeşitli çağrışım larla dile getirilm e­
si mi? Bu sorular Attilâ Ilhan’ın şair mi, rom ancı mı
olduğu sorularını da gündeme getirir. H atta “E m ­
peryal O teli” şiirinin, Sokaktaki Adam ve Zenciler
Birbirine Benzemez rom anlarıyla aynı dönem de
kalem e alındığı ve bu şiirdeki insanın Sokaktaki
A dam ' daki H aşan ile Zenciler Birbirine Benze­
mez’deki M ehm ed A li’ye çok benzediği düşünülür­
se, bu soru daha da karışık bir hal alır. Şiirdeki in­
san, H aşan ve M ehm ed Ali; gerilimin ve serüven

118
tutkunu bir m izacın kuşatm ası altında aşkı yaşa­
m aya çalışm aktadırlar.
A ttilâ Ilhan’ın gerek şiirlerinde, gerek rom anla­
rında, gerekse denem elerinde bu tip insanlara ait
problem lerin işlendiğini görm ekteyiz. O halde A t­
tilâ İlhan için 2 0 . yüzyıl insanının büyük şehirler­
de yaşadığı çelişkileri ve ıstırapları, estetik bir en­
dişe içerisinde şiir, rom an, deneme türünde dile ge­
tirm iş bir düşünce adam ıdır dem ek daha doğru
olacaktır.
Şimdi A ttilâ Ilh an ’ın şiirindeki güzelliği ve sö ­
zünü ettiğim iz insanın yaşadıkların ı “ Em peryal
O te li”nde görm eye çalışalım . Şiirde, şehir h ayatı­
nın insan üzerindeki etkisi ve bu etkinin getirdiği
ferde ait ıstıraplar yoğun bir biçim de ele alınm ak­
tadır. A ttilâ İlh an ’ın Sisler Bulvarı kitabında yer
alan “ Başka Yerde O lm a k ” ve “K ap tan ” serilerin­
deki şiirlerinde görünm eye başlayan bu insan, k a­
naatim izce “ K a p ta n ” serisindeki “ Em peryal O te­
li” ile doruk n oktasın da karşım ıza çıkar. Bu şiir­
de bir aşk hikâyesi, büyük şehirlerin ayrılm az bir
parçası kabul edilen otel çevresinde işlenir.
Bu insan ilk m ısradan itibaren görünm eye baş­
lar. Şiir “ b en ” zam iriyle başlam aktadır. “ B e n ” ,
şairin kendinden bahsedeceğini bildirm ekle bera­
ber, ferde ait duyguların ele alınacağını da haber
verir. “ H iç böylesini g ö rm em iştim ” söz grubu,
“ b en ”in geçmişine ait hayat tecrübesini dikkatlere
sunar, ço k şey görm üş bir insanı çağrıştırır. A ncak
bir olayın varlığını da bildirir. H em en alttaki m ıs­
ra “ bö y lesin i” kelim esinin açılım ını verir. K ötü

119
bir gelişme olmuştur, “Vurdun kanım a girdin” söz
grubu bunu belirtir. Vurm ak bir fiildir. Silahla ve­
ya yum rukla eylem söz konusudur. “ K an a g ir­
m ek ” ise duygusal bir etkileşim i hatırlatır. Ayrıca
“K an a girm ek” bir aşk bağlanm asını da b erabe­
rinde getirir. “V u rm ak” ve “kana girm ek” sözleri­
nin birlikte kullanılm ası, olayın birdenbireliğini,
beklenilm ediğini sezdirir. “ İtirazım v a r” ise bir
tepkidir. “ B e n ” in isyankâr özelliğini ifade eden
bu tepki, şiirin bütününe yön vermektedir. Bu tep­
ki niçin? K urulan h ayallerin yok o lm asına mı?
Sevgilisiz bir geleceğin kaçınılm azlığına mı? İkisi
de doğru.
İlk bölüm ün üçüncü m ısrasından itibaren sev­
gili ile ilgili ve sevgili için kurulan hayal vardır.
“ M e r h a b a ” , ilk k a rşıla şm a ân ın ı tem sil eder.
K alb in durm ası ise ölüm , yani sondur. Burada
sevgili ile ilk karşılaşm a ânından ölüm zam anına
kadar geçen süre vardır. M erhaba ve ölüm, başlan­
gıç ve son gibidir. Bu arada “ ben ” , sevgilisinin di­
zinde uyuyacak; zam an geçecek, yağm urlar yağa­
caktır. Yani bir öm ür geçecektir. Y alnız, bu öm ür
sevgiliyle beraber tasarlanm ıştır.
“ Sım sıcak bir m erh ab a” , tatlı bir karşılaşm a
dem ektir. “M e rh a b a ” dan itibaren belirli bir sıra­
nın da göz önünde tutulduğu görülm ektedir. “ B a­
şımı usulca dizine k o y acak tım ” m ısrası, ilk tan ış­
ma ânının devamıdır. “D ö rt gün dört gece” birlik­
te olunan zamandır. Bu zam an, “ su sacak tım ” ile
beraber düşünüldüğünde, ister istem ez rom antik
bir zam an dilim i ve sevişme akla gelir. B ir son ra­

nı)
ki m ısrada yer alan “yağm u r” , “ sön ecek ti” , “ ya­
n a c a k tı” sözleri, k an aatim izce uzun bir zam an
dilim ini anlatm aktadır. Y ağm urlar yağacak, dün­
ya aydınlanacak ve k araracak . Sönm ek ve yan ­
m ak, yok o lm ak ve ölm ek kavram larıyla eşan ­
lam da kullanılm ış da olabilir. H er sonun bir baş­
langıç olduğu unutulmam alıdır. Yani zam an geçe­
cektir. “ Sam eland seferden dönecekti” m ısrası da,
uzun zam an dilim ini anlatm aya hizm et etm ekte­
dir. Sefer sözünün savaş anlam ı düşünülürse, dış
dünyada gelişen savaşlardan veya geniş zam an
dilim lerinden söz edildiği düşünülebilir. Saatin
d u rm ası ise za m a n ın güzel g eçm esi dem ektir.
Z evk le geçen bir öm ürde, insan zam anın nasıl
geçtiğini bilmez. Şairin duvardaki saati ve zam a­
nı h atırlam ası ölüm k avram ın a zem in hazırlar.
Bunları biz şiirin bütününü de göz önüne alarak
söylüyoruz.
G örüldüğü gibi ilk bölüm de bir hayal kırıklığı
d ikkatlere sunulm aktadır. Bu bir a h ’tır. Bu ah,
bütün öm ür içindir. O tel ile ilk bölüm m ısraları
arasında bir ilişki aray acak olursak yalnızca gece
ve duvardaki saati gösterebiliriz. Ayrıca otel yaşa­
n anlara m ekân olm ası bakım ından dikkate de­
ğer.
İlk b ö lü m d e h a y al k ırık lığ ın ı görd ü ğü m ü z
“ b en ” in, şiirin bundan sonraki bölüm lerinde im ­
kânsız aşkının ayrıntılarını ve şehir hayatının ken­
disinde m eydana getirdiği yıkıntıyı yakalarız. İlk
bölüm de, tasarlanm ış aşkın hayal kırıklığı ile so ­
nuçlanm ası vardır. İkinci bölüm de hayal kırıklığı­


nın “ b e n ”de ve sevgilide m eydana getirdiği k a ­
ram sar ruh halini görürüz. “ C am ların n okta n o k ­
ta hüznü ” , “ berhava olm uşluğum uz” , “ bir n okta
bir hat kalm ışlığım ız” , “ in tih ar etm iş kötüm ser
y a p ra k la r” gibi söz grupları, bu ruh halini ifade
ederler. “ B en ” dünyasına hüzün hâkim dir. T ab iat
da, “ ben ”in ruh haline göre şekil almaktadır. “K ö ­
tüm ser y ap rak lar” , “ bu rezil bu çarşam ba günü” ,
“ öksü rü k lü ak sırık lı bir ta k v im ” gibi ifad eler;
hem tab iatın “ b e n ” in ruh haline göre değişim ini,
hem de “ b en ”in hayata sitem ini dikkatlere sun­
m aktadırlar. Z am anın sonbahar olm ası da, tabiata
hâkim olan hüznün, bozulmuşluğun sebebi o lab i­
lir. Yaşanmış bir aşkın çeşitli nedenlerle imkânsız­
laşmasından doğan acı, zamanın ve mekânın getir­
dikleriyle birleşerek, “b e n ”in gözlemleri de katıla­
rak sunulmaktadır.
“Em peryal O te li”nde üçüncü bölüm , serüvenci
kişiliğe uygun olarak, denize ait yaşantı çevresinde
şekillenmiştir. Lim an, im kânsız aşkın otelden son­
ra yaşandığı ikinci m ekândır. Burada, “ ben ”in se­
rüven tutkusu ve yaşadığı hayat tarzı, aşkla birleş­
tirilerek dile getirilm ektedir. Öyle zannediyoruz
ki, aşkın im kânsızlaşm asında, “ b en ”e ait yaşam a
tarzı da önemli rol oynam aktadır. Serüvenci kişilik
anlık aşkları barındırır. Bu da otellerde, sok ak lar­
da ve lim anlarda yaşanan kısa zam an dilimlerini
akla getirir.
Şiirde sürükleyici unsurlardan bir diğeri de p a­
rasızlıktır. D ördüncü bölüm , parasızlık ânının h i­
kâyesi o larak düşünülebilir:

122
“ otelin penceresinde du racaktın
şehri k aran lık ta görecektin
k aran lık ta yağm uru görecektin
saçların ıslan acak ıslan acaktı
kış geceleri gibi uzun uzun
tek dam la gözyaşı dökm eksizin
m aria dolores ağlayacaktı
İstanbu l’u yağm ur tu tacak tı
bütün bir gün iş arayacaktım
sana bir türkü getirecektim
kulaklarım ız çın la y a ca k tı”

Yukardaki m ısralarda önce sevgilinin görünüşü,


daha son ra “ b e n ” in sevgiliye ait hayali yer a l­
m aktadır. O telin penceresinde duran, k aran lık ta
şehri seyreden ve yağm uru dinleyen sevgili; İstan ­
bu l’da iş arayan “ ben ”i beklem ektedir. O tel, kim ­
sesiz ve yuvasız insanların mekânıdır. Otelde yaşa­
m ak için de para gereklidir. İşte şiirde hikâyesi
anlatılan im kânsız aşkın yediği ilk darbenin sebe­
bi de parasızlıktır. Paranın yerine türküyü koyma­
ya çalışmak, yağmur motifiyle birlikte düşünüldü­
ğünde serseri fakat romantik, parasız fakat gönlü
bol bir insanın varlığı hissedilir. Ayrıca yukard a­
ki m ısralarda sevgili anlatılm asına rağm en, “ ben ”
ön plana çıkm aktadır. Ç ünkü sevgiliyi gören, de­
ğerlendiren, yorum layan “ b en ” ; varlığını devamlı
sezdirm ekte, bir bakım a kendine de acındırm akta­
dır. Bunlardan başka tasarı tarzında oluşturulan bu
bölümde, “ ben”in ağzından dinlediğimiz hikâyede,
“m aria dolores a ğ lay acak tı” m ısrası gibi çağ rı­
şım lar da yer alm aktadır.

123
“K a p ta n ” bölüm ünde, özellikle “K a p ta n ” ve
“ Em peryal O te li” şiirlerinde “ b en ”e ait özellikler
d a im a ön p la n a ç ık a r ılm a k ta d ır . “ E m p e ry a l
O teli”nde “ ben”in kendi acılarını, isyanını ve zevk­
lerini görm ek mümkündür.

126
“ N e k a d ın la r sevdim zaten y o k tu la r” diye a n la ttı “ sev g ili” nin
h a y a tta so m u t b ir k a rşılığ ı olm ad ığ ın ı A ttilâ İlh a n . Şim di de “ K im i sevsem
sensin / h a y re t” d iy o r. Y aşad ığ ım ız h ay at k a rm a ş ık la ştık ça “ m ü m k ü n sü z”
h ale gelen aşk larım ızı m ısra la ra d ö k ü y o r, m ısra la rın ı, ruhum uzu h a fif b ir
m eltem gibi sa ra n , bizi d erin leştiren ,y âcıtan eşsiz b ir m ü zikle h a rm a n lıy o r
ve o n lard an h a y a tla rım ız a tem elli g iren , un u tu lm az şiirler inşa ed iy o r...
O n la ra b a k a lım , d o k u n alım diye; o n ları d u y alım , k o k la y a lım , o n la rla
içim izin ç o ra k lık la rın ı yeşertelim diye.

A ttilâ Ilh an 'ın aşk şiirlerinin çok ok u nm ası, nesnel karşılık kuram ını
ispatlam asınd an kay n ak lan ıy o r. G erçek ten de herkes onun aşk şiiri skalasında
kendini etkileyen, aşkıyla özdeşleşen b ir özellik bulur.
- D o C.an H ızı an

You might also like