Aysel Özakın Genç Kız Ve Ölüm Yazko Yayınları

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 201

GENÇ KIZ VE ÖLüM

roman
(3. basım)
YALKO

Türkocağı Cad. No· 17-19


Cağaloğlu- istanbul
2.? 78 45

Yazcır,ıı öteki kitapları :

Gllf:Bi'r YAVPUM. rnmorı


Sl:SSiZ BiN Olı VI(ANI.'·M!ı. ro•·ır.n
ALNIIVDA Mf'.>li KUŞU-ll?. ıoi.Ptı "J.'Ji9 Marı:,ca!ı O<iülü»
KANAL BOYU. öyl<ülor

Bu kitap Ağaoğlu Yayınevi Tesislerinde


diz/ldl, basıldı. c/lt/endi, 27 73 37
Kapak: Leyla Uçansu

Istanbul 1982
GENÇ KIZ VE OLOM

AYSEL ÖZAKIN

1. basım 1980
2. basım 1981

_,.·
/···1

Yazarlar ve Çevirmenlar Yayın Üretim


Kaoperallfl
NURA Y İLKİN'İN ROMANINDAN

I. BÖLÜM

«Karanlık koridorda terliklerimin çıkardığı


sesle irkildim. Annem de son gecelerinde böyle
dolaşıyordu. Gece, geç saatlarda, yaşadığımız o
güney şehri sessizliğe gömüldükten sonra ...
Adım atamıyordum. Karanlık bir boşlukta
bütün varlığım ışık ve ateş zerrecikleri halin­
de saçılıyordu sanki. Korkunun elektriği çarp­
mıştı beni. O geeeki gibi annem karanlıkta ba­
na bakıyordu. Durdu ve beni tanımadı: ·Kim
o?" Kulaklarım onun fısıltısıyla uğuldadı, .. oda­
na git... Bana doğru uzanmış parmağı bir bıçak
gibi parlıyordu.
Otuzüç yıllık yolu bir anda aşıp karşıma di­
kilen annell!den kurtulmak için gözlerimi sım­
sıkı kapadım. Elimi duvara dayadım. Hayatın
serin ve sert duvarı. O yeniden otuz üç yıllık
duvann gerisine döndü. Eektrik düğmesini an­
yordum. Birden açık bir kapının önünde bul­
dum kendimi. Karşımdaki penceredQ şehir bir
tabioyu andınyordu.
Işığı yakmaktan vazgeçtim. Az önce karan­
lıktan nasıl korktuysam şimdi de ışıktan kor­
kuyordum. Birden bir kedinin keskin, acı mi­
yavlayışı sessizliği yırttı. Ter içinde kalmıştım.
Pencereye doğru yürüdüm. Aşağıdaki cadde
lı\mbalann aydınlığında ıpıssızdı. Uzaklara
baktım. Köprüye, denize, karşı kıyıya... Gece-

5
nin karanlık duvarlarına tırmanan yalnız bir
böcek gibi duyuyordum kendimi. Şu anda iki ki­
şilik yataklarında pijamaları ve gecelikleriyle
uyuyan bütün karı kocalara kızıyordum. Hep­
sinin iki yüzlü ve bencil olduğuna inanıyor­
dum.
Gecenin üçü . . . Dört saat sonra giyinip soka­
ğa çıkmak zorundayım. Sabun ve tütün kokan
insanların arasında, ayakta, taşıtlarda, sarsı­
larak . . . Kaba ve yorgun insanlar arasında . . . Mü­
dür beni çağıracak. Toplantı tutanağını yazma­
mı isteyecek. Kırkiki yaşındayım. Annemden da­
ha uzun yaşamışım.
Dokuz yaşındaydım ve gece geç saatlerde
evin içine çöken neşesizliğin seslerini dinliyor­
dum. Annemin terliklerinin çıkardığı yumuşak
ve çabuk sesleri. . . Yatağımdan çıktım. Kapıyı
açtım. Yüzyüze geldik onunla. Annemin yüzü
karanlıkta böyle büyüyordu demek.
Oysa annem . . . Sabah erkenden pencereyi açı­
yor, çayı ateşe koyuyor, elini yüzüme değdiri­
yor: .. Günaydın", çıkıyor odadan, babama ses­
leniyor, evimiz annemin hızıyla doluyor, açılan
kapılar, akan su, bardakiara çarpan küçük ka­
şıklar, radyoda şarkılar, önlüğümü veriyor ba­
na, ütülü gömleğini veriyor babama, babam
traş olurken o beni eğitiyor; mendilim cebim­
de mi? kulaklarımı yıkadım mı? defterimin üs­
tündeki etiketi değiştirdim mi? teşekkür et, ce­
vap vermeden önce düşün, "be" deme, «lütfen»
de, başını dik tut. Öğüt demetini şöyle bağlı­
yor: «Örnek olmalısın, öğretmen çocuğusun. ,
Babam masaya geliyor, annemin uzattığı kö­
püklü kahveyi yudumluyor, annem içerde döp­
yesini giyerken babam uzun, dalgın yüzüyle
radyodaki şarkıyı dinliyor. Birşeylerden tedir·
gin oluyor babam, ya bayatlamış peynirden, ya
kahvenin köpüksüz oluşundan, ya da benim ek­
mek kırıntılarını yere dökmemden . . . Babam ben
ve annem köprünün öteki yanındaki okulumu­
za gidiyoruz. Annem okul yolunda neşeli... Öğ­
rencilerin selamlarını alıyor, rasladığı ahbapla­
rına hatır soruyor. Babam annemin bu dışa­
dönüklüğünden de tedirgin oluyor.
Sabah yüzüme değen elin parmaklan ağırdı
artık. Babamın kokusu . . . Sabahların hızı ve ka­
labalığı kaybolmuştu. «Uyuyor, dedi babam,
biraz hasta .. Masada babamın ekmek diliminin
üstüne reçel süremediğini gördüm . Herşeyi ta­
şırıyor, döküyordu. Beyaz yakarn buruşuyor­
du. Babam perdeyi açmayı bile düşünemiyor­
du. Herşey birden eksilmişti, güneş bile. An­
nem odasından çıkmıyordu. Okuldan dönerken
babamı geride bırakıp koşuyordum. Kapıda sa­
bahlıklı, sessiz kadın . . . Bakıyordum ona. An­
nem miydi? Gülümsayişin elimden kaçan bir
topaç gibi benden uzaklaşıyordu. uAnne, bütün
talebelerin geçmiş olsun diyor... Bana değil,
gökyüzüne bakıyordu. Annem sessizleştikçe bü­
yüyordu. Masanın üstünde ekmek kırıntıları. . .
Gözleri tavanda birşey arıyordu. uBaksana ba­
na .. dedi babam. Bir an korkmuş gibi babama
baktı: «Kirpilderim ağrıyor.. dedi. Ben tam gü­
lecekken annemin yeniden tavana baktığını
gördüm . Odama giderken, yazımı yazarken, ya­
tağıma girerken hep annemin kime kızdığını
düşünüyordum. Yine bayram gelecekti ve an­
nem anıtı ve bayram otomobilini çiçeklerle süs­
leyecekti. Ondan başka hiçbir öğretmen yapa­
mazdı bunu. Yeniden kürsüye çıkacaktı ve se­
si alanda toplanan bizlere dalgalanarak gele­
cekti.
Parmaklarımı ağzının iki kıyısına değdirip
gülümsemesine yardımcı olmak istiyordum.
Perde açılacaktı ve güneş ışınlan annemin diş­
lerinin arasına girecekti.
Sessizlik . . . Acı bir şurup kokuyordu sanki.
Annem öldü. Dünya başımın üstünde yırtıcı
bir kuş gibi döndü.
7
Öğretmenima bakıyordum. Yazı yazmayı, oku­
mayı, hesap yapmayı bana öğreten öğretmenim
ölümü de öğretmeliydi. Artık hiç yemek yemi­
yeceğim, hiç yeni elbise giymeyeceğim ve büyü­
miyeceğim gibi geldi bana. Ölmek küsmek mi
demekti?
Dokuz yaşında bir çocuğa intiliarı kim anla­
tabilir?
Kırkiki yaşındayım. İşimden ayrılmak istiyo­
rum, bu dört milyonluk hırslı ve boz� şehir­
den, suyu elektriği kesilen bu evden, üstüme
yapışan ev işlerinden, yaşadığım hayatın anl am
­

sızlığından . . .
Kızım: .. Kendini bir amaca bağlamalısın, di­
yor bana.
Annemin yazgısı ve kızımın öğütleri arasın­
da bocaladığımuykusuz gecelerimden birin­
de ...
"
1. B Ö LÜ M

« Polat l ı 'ya m ı geldik» diye sordu N u ray'ın yan ı n ­


da ot ura n genç kız.
Ka mpartmandaki kad ı n ların hepsi bi rden d ışa rı­
ya, d üzl ü kte küme küme ot u rm u ş askerlere baktı­
l a r.
<< Evet, dedi N u ray, Polat l ı . . . :.
N u ray' ı n öteki yanı nda, pencere kıyısında oturan.
k ı sa sarı saçlı, otuz, ot uz beş yaşlarındaki kadı n d a
askerlere d a l g ı n b i r biçimde baka ra k başın ı salladı .
Kampartmanda en az konuşan o olmuştu. Ya başı­
nı geriye yasiayıp uyumuş, ya da dizlerine koyduğu
mavi plastik kaplı defteri açıp okumuştu. O ku rken
defteri n N u ray'a doğru olan kabını kaldırıyor ve def­
terde yaz ı l ı olanları gizlerneye çalışıyordu. N u ray o­
n u n bu çabasına saygı gösterip deftere ba kmaktan
kendini a l ı koydu . «Acaba, diye geçird i i çinden, bir
a n ı defteri mi bu? Yoksa bir roman kara laması m ı?•
N u ray bir a ra onun cama çevri l m i ş beyaz yüzüne
baktı. Bu yüzde derin düşünceler ve kaygılar gizliy­
di sanki. Yorgun , ama anlamlı bir yüz . . . Böylece ya­
n ı nda oturan suskun kad ı n l a kendisi a rasında ort a k
özelli klerin bulunduğunu tasa riarnaya koyuldu. K a ­
d ı n zaman zaman defterden başı n ı kaldırıp kampa rt­
mandaki öteki kadınları süzüyordu.
Kadınlar birbi rleriyle i l g i l i kısa bilgiler edi nm işler­
d i . Herb i rinin Ankara 'da ya da i stanbul'da hangi
semtte ot u rd u klarını öğrenmişlerd i. Bu a rada herbi­
ri i stanbul ya da Ankara şeh riyle ilgili görüşleri n i de
dile get i rmişt i . I stanbul'un düzensizl iği, pisliği, de­
neti msizl iği falan . . . Ankara ' n ı n Ise o k i rl i havası, bu­
na karş ı l ı k d üzeni, yaşama kolayl ı kl a rı . . . Bu konuş-

9
ma böylece uzayıp gitti . Kadı n l a r i kiye a y rı l mış g i ­
biyd i l e r; herşeye karşın I sta nbul diyenlerle, Anka ­
ra'yı h içbir şeh re değ işmeyen ler. . . Bu ta rtışmadan
usa n ı p uzun süre susmuşl a rd ı sonra .
Tren y o l boyunca bircak istasyonda durmuştu ...

Sepetleri, t i l eleri, torbala rıyla köylü kadı n l a r ve er­


kekler trene bin iyor, kampartma n l a rın kapılarını açıp
boş yer olup olmad ığını soruyorlard ı . I çerde otura n ­
lar boş yer olsa da olmadığını söylüyorlard ı . Şeh i rl i
o l a n yolcular . . . Öteki ler ya sessiz b i r inatla g i rip otu­
ruyor ya d a koridorl arda d u rgu n , kendi h a l lerinde
yolculuk ediyorl a rd ı . Bir başka a ra istasyonda i n i ­
yo rla rd ı . Ü stü nde u z u n , b o l bir ma nto ve ayağında
çiçekli basmadan bir şalvar bulunan, baş ı örtülü bir
köylü kızı içeri girmiş ve N u ray'ın yanına il işiver­
mişti. Dışarda bekleyen, yanık yüzlü, kasketli, otuz­
beş yaşlarındaki adam babasıydı . Kız onaltı yaşı n ­
daydı. A l n ı n ı bir yemeniyle sı kmıştı. Küçücük b i r
burn u v e parlak, siyah. çocuksu gözleri vard ı . Baba­
sı hacaya götürmüştü onu. O radan dö nüyo rl a rd ı .
El iyle a l n ı n ı . ensesini gösterdi. Başı ağ rıyord u hep.
Hoca ona bir musko yazmıştı. Kız kınalı ve çatlak
deri l i elini koyn uno soka ra k muskoyı çıkard ı , gös­
terd i. Küçü k bir üçgen , pazenden bir bez pa rçası na
sa rı l mış, boynundo asılı d u ruyordu. Kadınları n ara ­
sında N u roy'lo aynı yaşlarda olon kadın öfkeyle çı­
kışm ıştı hemen:
«Hoca ne yapacak senin boş oğrına? Babana söy­
le, seni iyi bir doktora götürsü n.» Sonra do kampart­
mandaki öteki kadınla ra bakara k : «Hangi çağda ya­
şıyoruz? demişti. Hôlô k u rtulamadılar bu saçma sa­
pan şeylerden . . \)
.

Yaşlı bir kadın gibi sırtını komburloştı ro ro k otur­


muş olan köylü kız şaşkınlıkl a bo kmıştı ono. Son ra
do h i ç konuşmomıştı, bobası kopıyı açıp ona: <<Ho­
di» deyinceye kadar. Ayrı lırken utangoc ' bir g ü l ü m­
semeyle yüzü n ü onlara dönüp: << Hayı rl ı yolculuklor»
demişti.
Tren onları n indiği istasyonda epeyi oya lonmıştı.
B i r o rızo m ı vardı, yoksa karşıdon gelen treni mi
10
bekl iyordu kalabalık? Kasketl i, esmer, yoksul giyim­
l i erkekler bir d ireğin çevresine toplanmışla r, sigara­
ların ı tüttürerek tembel tembel konuşuyorl a rd ı . Baş­
l a rı güzel nakışlı yemenilerle örtü l ü siyah feraceli iki
kadın ellerinde sepetleri , a rkalarında çocukla rıyla
h ı zlı h ızlı yürüyüp istesyan u n arkasındaki köy yol u­
na g i rd i ler. Duvar d i binde ise carşaflı üç kadı n ve bol
pantalonlu, geniş kasketli b i r adam yere cömelmiş.
gazete kôğ ı d ı n ı n üstüne koydukları yiyecekleri­
ni yi yorl a rd ı . Küçük bir k ı z va rdı, sı rtı n ı istasyon du­
varına dayamış. a yakta bekl iyord u . Ö teki kadınlar
g i bi örtülüydü o da. B i r tek, küçük, al yanaklı yüzü
açı ktaydı. Onbir oniki yaşlarındayd ı . Trenle en çok
ilg ilenenler mavi blucinli, zayı f köylü del i ka n l ı la rd ı .
Sigara i çiyorlar v e pencereler boyu n ca g i d i p geli­
yorlardı . Aralarından biri bir şey söyl iyecekmiş g i bi,
b i r şey bek liyorm uş gibi sabırsızlıkla bakıyord u icin ­
de N u ray'ın da bulundu� u kad ı n l a r kompartmanına .
Solg un sivi lceli yüzü , dar omuzla rıyla . . . Arsız bir is­
tek ve hüzünlü bir özlemle bakıyordu. Beyaz sakal­
l ı , şa lva rl ı , başında yeşil bir takkeyle çok yaşlı b i r
d e d e paytok paytak yürüyerek uzaklaştı istasyon-
dan, s ı rtında heybesiyle . . .
N u ray' ı n sağ ya n ı nda otu ran gene kız ca ntasından
kapağı ya ldızlı c i ltli bir kita p çı karıp okumaya ko­
yuld u . N u ra y'ın onun yaşında bi r kızı vardı; ya n ı nda­
ki gene kıza da anaç bir biçi mde gülümseyip hang i
kitCi bı okuduğunu sordu. B i r roma ndı. Ad ı : Hü rriyeti
Seçc rke n . N u ray kitabın kapağına bakt ı . Bu yaza rı n
a d ı n ı dcıha önce h i ç duymamıştı.
Gene kızın üstünde d a r bir blucin vardı. Sık sık
koyu k ı rmızı ojeli t ı rnakları ndan birini ağzına sok u ­
yor. kem i riyordu . Trenin Polatlı 'ya geldiği ni öğren­
d i kten sonra kitabı çantasına koydu ve cantasın­
dan ·siya h , madeni bir kutu çı kardı . Açtı. Kutunun
ka pağ ında b i r ayna, icindeki bölmelerde ise mavi,
yeş i l , siyah, g ri göz kalemleri, çeşitli ton larda rujlar.
fon dö ten ler, cımbız, losyon ve sac fı rçası va rd ı . Ku­
tuyu dizlerine koydu. Losyonla ısiattığı bir pamukle
esmer yüzünü sllmeye koyuldu. Bir bankada calışı-
11
yordu ve Ankara' n ı n Ayrancı semtinde oturuyord u .
Nuray kollarını göğsünde kavuşt u rd u v e i ç geeir­
d i birden. Cantasından t a ra k ve ucuz b i r işport a ay­
nasından başka ma kyaj malzemesi taşımayan, her'
sabah yüzünü sabunla yıkayıp, omuzunda kit a p, ka­
ğ ıt dolu büyük bir bez cantasıyle sokağa çıkan kızı­
nı düşündü. Ona besled iği sevgin i n sızısı n ı duydu.
Pencere kıyısı ndaki sarışın, suskun kadın d a mavi
plôstik defteri n i kapayıp ferm uarlı kadife çantasına
koydu. Elinde bir paketle tuvalete gitmek üzere çık­
t ı . Kapının yanında otura n N u ray'la aynı yaşlarda
olan kadın kahverengi küçük benlerle kaplı elini ce­
nesine dayamışt ı . Bel l i belirsiz g ü l ü msedi N u ray'a.
Y üzüne ve yaşına en uyg u n sac model i n i seçrr ıişt i .
Geriye doğru taranmış kısa, kestane renginde döpi­
yes, deforme oi mayan bir kumaştandı. Yolculuk can ­
tası da siyah deriden bir cantaydı. Parmaklarındaki
yüz ü kler a rası nda plôt i n b i r evl i l i k yüzüğü vardı.
N u ray bu kadını tanıyormuş gibi bir d uyg uya ka­
pıldı. Onun sıkıntılarını ve düşünceleri n i bil iyordu
sa nki. Okul arkadaşı Necla . . . Kolları n ı göğsünde
kavuşt u ruşu , elini ensesine doğru göt ü rüp sacları ­
nı parmaklarıyla düzeltişi, boynunu okşayışı. s ı k sık
ü stünde toz birikiyormuş gibi üfleyişi, eteğindeki bir
i pliği cekiştirerek oya lanışı . . . Ne kada r benziyordu
Necla'ya! Koltukları n ı n üstü basma örtü lerle kaplıy­
d ı, büfede kullanılmıyorm uş gibi duruyordu l i kör ta­
kı mları , pasta takımları, cini tabaklar. . . Kitaplıkta
ansi klopedi ler. ciltli romanlar ve biblolar; dönen bir
m evlevi. ışıklandırılmış bir cami, Eyfel ku lesi . . . Gast ­
riti vard ı , nefes darl ı ğ ı çekiyordu. Oğ l u n u n sorum ­
suzca para harcayışı. kızı n ı n ev işi yapma k isteme­
yişi , kocasının uykuya düşkün oluşu sinirlerin i bo­
zuyordu. Hafta sonları arabalarıyla bahcelere gidip
meyve sebze al ıyorlardı . Gene kızlığında işlediği na­
kışlarla evine hazırla rnıştı kendini. Ü stü n ü başını te­
miz t utan, uslu bir gene kızd ı . Bir Anadolu kasa ­
basından göçetmiş dar gelirli bir ailenin kızı ... Öğ ­
retmenler örnek gösteririerdi onu: « istikrarlı b i r öğ-

12
renci . . . » N uray'la aynı yaştaydı o da; orta yaşlı bir
kadın . . . Konuşurken h ırçın bir hoşnutsuzlu k kaplı -
yor d u yüzünü. Asansör s ı k s ı k bozul uyordu . Kapıcı
«menfaat i nden başka b ir şey düşünmeyen• bir
adamdı. Su lar ancak gece akıyordu. «Fiyatlara ye­
t işmek mümkün değil.» "' i nsanlar d üzenbaz, egoist»
«Ev g ailesi . . . » Yine de şöyle söylüyordu N uray'a :
«Yuva n ı yı kmamalıydın. Bir kad ı n ı n tek ' b aşın a yaşa­
ması ne kadar zor! Nuray ona karşı kendini savun­
mayı gereksiz bul uyordu. Varlığını bir evle sı nırla­
mak, işte buna karşı çıkmıştı o.
Onun ta m karşısında oturan yaşlı kadın ise sık
sık bozmuştu sessizl iği. I lgi arayan bir cocuk gibi
kampartmanda oturanlar ı n yüzlerine bakarak sızla­
n ıyord u : Yol bir türlü bitmek bilmiyordu . Sacakları
sızlıyordu. Aya kları şişmişt l . Yine romatizma ları a z­
mıştı. Oğ l u nun yanından ayr ı l ı p, kızının yan ı n a gidi­
yordu. Gel ini onu istemiyordu. «Al lah ki mselere ver­
mesin . . & Kendisi kaç yıl kaynanasıyla , kaynatasıyla
.

oturmuş, on lara hizmet et miş, son zamanlarında ya­


talak olan kaynanasının a ltına sürgüsünü vermiş,
kendi eliyle onu beslemişt i , «Ama şimdikiler . . . » Kı­
zı onu karşılayacaktı. Onların da eli dardaydı. Kom­
partma ndakiler onun ya kınmalarından usa nıp pen­
cereye doğru baktıkları nda buruşmuş beyaz yüzü
titriyordu. Dualar mırıldan ıyordu. Küçük gri gözleri
acıyle doluyordu. Sık sı k raslanan yaşlı kadınlar­
dan biriydi o da. Dar kelime dağarcıklarıyla caresiz­
li k içi nde çırpınan, ilgi g öremedi kce ya h ı rçınlaşan
ya d a sessizleşen kadınlardan . . . Çalınacak tek ka­
pıları kalan . . . Tanrı'nın kapısı . . .
Yaşlı kadın k<?m partma ndakl kadı n ları n arasında
yal n ız, N uray'la aynı yaşla rda olan kadına «Hanım­
efendi» d iye h itabediyordu. O ise yapmacı k, küçü k
gülümsemelerle onu din liyor ya da ic geçirerek eli ­
n i a l n ı na dayıyor , gözler i n i yumuyordu.
'
Nuray bu kod ı n ı garda ince bıyıklı, kır saçl ı, ken­
disi gibi zevkli g iyinen b i r adamı n karşıtayacağını
tasarladı. Kolej öğrencisi sarışın bir gene kız ve
gözl ü klü, neşeli bir delikanlıyla . . . Hep birlikte, ga -
13
rın önünde bekleyen a rabalarına bineceklerdi.
Kapı acıldı ve kompartmandaki kadınlar çok şa­
ş ı rd ı lar. Az önce büzgülü, çiçekli bir elbiseyle a ra­
ları ndan ayrı lan sarı saçlı kad ı n şimdi göğsünde yıl­
d ızı, yakasında numarasıyle bir pol is ü n i forması için ­
de karşıları nda d u ruyordu . Kadın onlarda uya n d ı r­
dığı şaşkınlığı sezmiş olmalıydı. Ama umursamaz­
l ı kla, karşıya, pencereye bakarak içeri g i rd i ve ka­
pıyı güçlü bir el hareketiyle çekip kapadı . Elindeki
paketi çantasına yerleştirirkan kadınlar süzüyord u
onu. Omuzları n ı . dolgun kalçasını, k ısa ve ka l ı n ba ­
caklarını . . . Hepsi sanki bir pol is ü n iformasının icin ­
de bir kadın vücud unun nasıl göründüğünü merak
ed iyordu. Ü stü nü değiştird i kten sonra davran ışları­
na can l ı l ı k ve sertlik gelmiş g ibiydi . Saçlarını düm­
düz arkaya doğru taramıştı. Hafif b i r kolonya ko­
kusu yayıl ıyord u üstünden.
«Maşallah çok yakışmış» dedi yaşlı kadın.
«Ya evet,» dedi gülümsiyerek, N uray'la aynı yaş­
larda olan kadın. Demek h a n ı miara pol islik de ya­
kışıyormuş . . .
Polis g ü l ü msedi . B u gülü msayişi ona sorular sor­
ma cesa retini verdi kadınlara. O kolların ı göğsünde
kavuşturm uştu ve sorulara karş ı l ı k vermeden önce
d u ra ksıyor, kendisine soru yönalteni sa n ki biraz üst ­
ten bakara k süzüyo rdu. Haf i f gülümsayişinin geri­
sinde donuk bir kuşkuyu da her an koruyor gibiydi.
An kara'da kursa devanı ediyordu. Kursu bitirince
komiser olacaktı. Hafta sonları nı evinde, beş yaşın­
daki kızı, kayı nva ldesi ve meslekdaşı olan kocasıyla
geçi riyord u . i k i a yd ı r her hafta yinelenen bu yol cu­
l u klardan usanmıştı. Yolculu klarda ders çalışıyord u .
Mavi plastik kaplı defterde ders notl a rı vard ı . Tren
birbuçuk saatl i k bir gecikmeyle Anka ra 'ya varacak­
tı. i l k dersi kacırd ı ğ ı n ı ve bu yüzden cezalandırıl­
makta n çekindiğini söyledi .
«Ama s u ç sizde değil ki . . . dedi N u ray. Trenin rö­
tar yaptığ ı n ı söylersi niz.»
<<B u bir mazeret değil,» dedi polis. Yüzünde onun
bu saflığına şaşı rm ı ş gibi bir anlam belird i .
14
Makya j ı n ı bit ird i kten sonra siya h , cicekl i k utuyu
çantasına yerleştiren gene kız yumuşak ve özent i l i
bir sesle polise kendisinin de pol is olmayı arz u et­
tiğini söyledi . Sonra mesleğinde n memnun olup ol­
madığını sordu ona.
«Memnunum, fa kat bazı zorlukları var tabii» diye
karşıl ı k verdi polis.
«Ne gibi zorl u k l a r?» diye sordu N u ray. i yi niyet l i
görünmeye çalışıyordu.
Polis d u rgun bakışlarıyle süzdü onu, sonra sıkın­
tılı bir sesle :
«Gecel eri, ded i , baza n saat üçte kalka r, vazife ba-
şına koşa rız.>>
« Ne için?>> diye sordu N u ray.
«Aramalar olur.• dedi polis, kuru bir sesl e.
<<Yurtlar falan mı?»
«Evet, dedi yurtlar ve bazı evler. kız öğrencilerin
kald ığı . . . Bil iyorsunuz artık hanım kızla rı m ız da bu
işlere bulaşt ı . Erkeklerden geri ka lmadılar.» Alaycı
bir gülü mseme bel i rdi yüzünde.
N u ray bakışları n ı kacı rd ı ondan. Onu kızı n ı n bir
süredir a rkadaşlarıyla kaldığı evin kapısından iceri
h ızla girerken görür g i bi oldu. Kadın polis yatağın­
dan fırlamış kızı n ı bileğinden yakal ıyor, ona soru l a r
soruyor. y a d a onun solg un v e inatçı yüzüne b i r to­
kat atıyordu.
«Maddi d u rumu iyi mi?>> diye sordu esmer gene
kız.
<<Eh işte . . . tazminatlar falan . . '> dedi polis.
.

«Bankada çalışmak bana sı kıcı geliyor da . » de ­. .

d i genç kız. «Cak monoton. Ailem razı gelirse gele­


cek yıl başvuracağ ım. Zevklidir herhalde değil mi?�>
«Bana göre yorucu, ama zevkl i,» dedi polis.
«Ne ba kımdan?» diye so rd u N u ray.
«Bir kere, vatandaşın h uzuru icin çal ışıyorsunuz.
B i lm iyo ru m . bana zevkli gel iyor.»
Konuşmaktan yorulmuş gibi söyledi bu sözleri.
«Vazife aşkı olduktan son ra » dedi gülü msiye­
. . .

rek, Nuray'la yaşıt olan kadın. N u ray ona bir an öf­


keyle bakmaktan kend ini alamadı.
15
Bir süre sessizlik oldu. Sonra:
«Ne kadar ağır gidiyor ... )) diye mırıldandı polis.
«Ya, evet... � dedi Nuray'la aynı yaşlarda olan ka-
dın.
«Gazetenize bakabilir miyim?ı> Yanında otur'an
genç kıza gazeteyi işaret etti Nuray. Kampartman­
da elden ele dolaşmıştı gazete. Yalnız o gazeteyi
okuma isteğini duymamıştı. Artistierin renkli fotoğ­
rafları ve onların özel yaşayışla rıyla ilgili dedikodu­
lario dolu bu gazeteyi okumayı kendine yakıştıra­
mamıştı. Belki de kampartmanda bulunan öteki ka­
dınlardan kendini ayırmaya özen gösteriyordu. Yaz­
dığı bu lik roman onu birden bir dönüm noktasına
getirmişti. Gazeteyi istedi, çünkü bu da recık korn­
partmanda birden yalnızlık duygusuna kapılmıştı.
Okumaya koyuldu.
«ŞEN G Ü L Ö LD Ü R Ü LD Ü M Ü ?»
Şengül'ün mavi bikinili fotoğrafı sayfanın yarısı­
nı kaplamıştı. Sarı kısa saclarının percemi gözlerine
kadar iniyordu. Ellerini iri kalçalarına dayamıştı. Gü­
lümsüyordu. Öteki fotoğraf Şengül'ün bir elektrik di­
reğine çarpmış arabasını gösteriyordu. Sayfanın alt
tarafındaki fotoğrafta, şişman, başörtülü, ağlayan
yaşlı bir kadınla, sacları dağınık, yüzü makyajsız bir
gene kız görülüyordu. Şengül'ün annesi ve kızkarde­
şi... Annesinin sözleri yazılıydı fotoğrafın altında: .,Q
evimizin direğiydi. Bize o bakıyordu. Biz şimdi on­
suz nasıl yaşıyacağız?�
Nuray yazıyı okumaya başladı. Şengül onsekiz ya­
şındayken bir assubayla evlenmlştl. Kocası onun es­
kiden çok iyi kalpli ve yuvasına bağlı bir kız olduğu­
nu söylemişti, ölümünden sonra:
«Beraber çok mutluyduk, ama birgün Şengüt ev­
den kaçtı ve bir daha dönmedi. Sonradan onun ga­
zlnolarda dansöz olarak çalıştığını öğrendim.�
cŞengül herkese mavi bencuk dağıtırdı� diyordu.
son çalıştığı gazinanun patronu. Sevgililerinden bi­
ri ise: cŞöhret onun başını döndürmüştü, diyordu.
Şengül son günlerde büyük bir soygun olayına adı
karışan bir adamla ve büyük bir Ihracatçı olarak ta-
16
nınan bir başka adamla aynı zamanda Ilişki kurmuş­
tu. Bu iki adam arasında rekabet oldu�u söyleniyor­
du. Son gece Şengül'e bir telefon gelmişti. O da kız­
kardeşini yanına alıp arabasıyla dışarı çıkmıştı. Sar­
hoştu. Cenazesine yakın akrabalarından ve bir koc
kişiden başka gelen olmamıştı.
Saat onaltıda tren gara girdi. Oldukca sıcaktı ha­
va. Kompartımandaki kadınlar üstlerine başlarına
son bir çeki düzen vererek, cantalarını, volizlerini el­
lerine almışlar. ayakta beklerneye koyulmuşlardı. Es­
mer gene kız çevik, telôşlı ha reketlerle eşyalarını bir
kez daha gözden geçirmiş ve pencereye doğru atıl­
mıştı. Ayaklarının üstünde yükseliyor, başını hızla
sağa sola çevirerek peronda bekleyenler arasında
aradığı kişiyi bulmaya çalışıyordu. Nuray'la aynı yaş­
larda ola n kadın da pencere kıyısına doğru sokul­
muştu ve durgun. ölcülü bir biçimde gözden geçiri­
yordu dışarda bekleyenleri. Birden gene kız olduğu
yerde sıçradı ve kolunu hızla pencereden dışarı çı­
karırken dirseğiyle kadının burnuna carpıverdi. Ka­
dın irklidl, kaşlarını cattı, elini burnuna götürdü ve
gene kıza tersliyecek gibi baktı. Ama kız onunla il­
gilenecek, onu işitecek durumda değildi. Gülerek ba­
ğırıyordu: «Şükrü abi! Şükrü abi!» Esmer, tıknaz bir
adam pencereye doğru koşmaya başladı. Koştukca
açık. kıllı göğsündeki altın zincirli kolye sağa sora·
sallanıyordu. Adamın kalın, küt 'bir boynu vardı ve
kıvırcık sacları ensesine iniyordu. Pencereye Iyice
yaklaşınca gülerek elini uzattı ve ağzının kıyısında­
ki altın dişi parladı. Kadın ise elini burnundan çek­
mişti. Bir a n küçümser gibi kıza ve onun Şükrü abi­
sine baktı. Nuray oturarak bekliyordu. Kendisiyle'
aynı yaşlarda olan bu kadını kimlerin karşılayaca­
ğını merak ediyordu. Kad ı n donuk ve birden yaşlan­
mış görünen yüzünü pencereden çekti. Siyah deri
cantasını aldı ve belli belirsiz sıkıntılı bir gülümse­
meyle önce kadın pollsle sonra da ötekilerle veda­
laştı. Kampartımandan çıktı. Nuray kompartıman­
da yalnız kalınca ayağa kalktı: perondaki kalabalı­
ğa baktı. Ödülü veren Güzel Sanatlar Kulü'b Q'nden
17
bir kişi Yayınevine telefon ederek onu garda karşıla ­
yacaklarını bildirmişti. N u ray, kucoklaşan, volizleri
ellerine alıp çıkışa doğru yü rüyen. yü ksek sesle ko­
n uşan ya da ortalıkta kaygılı bakışlario aranan i n­
sanlar orasında sanatçı ve aydın görünüşlü kişileri
bulmaya çalışıyord u . Gözlüklü, sa kal l ı , pipolu ya da
süet ceketli, kadife pa ntalonlu birini . . . Dışarıda gö­
rülen erkekler daha çok küçük d uygularla heyecan­
lanıp, öfkelenen sı nadan erkeklerd i . Memurlar. köy­
l üler . . . B i rden kalabalığın arası nda kad ı n polisle, az
önce u m utsuzluğa kapı lan kadın ı gördü. Birlikte çı­
kışa doğru yürüyorlardı. Gözden kaybol madan önce
birbirlerine ba k ı p gülümsayerek bir şeyler söylediler.
Bel ki de birbirlerine adresleri n i verecekler ve yolda
başlayan bu yüzeysel ahbablığı koyulaşt ı racaklard ı .
N u ray pardösüsünü ik iye katiadı v e fermuarı bozuk
olon küçük yolculuk çantası n ı n üstüne bastı rd ı .
Trenden i n d i . Ki mse yanına ya klaşmıyor v e « N u ray
i l ki n siz m isiniz?» d iye sorm uyordu. Şimdi tek başı­
na Güzel Sanatlar Kulübüne gidip kendisini tanıt­
ması ve ödü l almak icin buraya geldiğini söylemesi
ne kadar güçtü! Oysa kızı kendisiyle birlikte gelsey­
di, bu h ew•f'l'""''· rııutıu olayı onunla paylaş saydı . . .
1-\Cab a kızı Anka ra'ya gelm eyi ve ödül tören
inde
bulun mayı ister miydi ? N u ray bunu ona soram
am ış­
tı bile. Bu ödülü aldığ ını öğ rendi kten sonra
kızı n ı n
gelip kendi sini kutlam asını bekle mişti
. Gaze tede
okum uş olma lıydı. i ki gün bekle di. Sonu nda
kendi si
gidip onu evind e buldu . Ev ka la'ba l ı kt ı . Kızını
n kız ve
erkek a rkada şları örtüs üz tahta masa n ı n
çevre sine
ot urmu şlard ı . i çerisi duma n doluy du, masa
n ın üs­
tünde kitapl arı n, kôğıtl arı n a rasınd a boşal
mış çay
barda kları ve izmorit dolu tablo lar vard ı . Seçki
n, dal ­
gı n lığınd on zorluk la sıyrı l ı yormu ş gibi:
«Hayrola anne? » demişt i güJüm seyer ek. Arkad
aş­
ları da d urgun ve çekin gen gülüm seme lerle
aya ğa
kalkıp elini sı kmışl ardı. N u ray kızını yanak
larınd an
öpmü ştü . Heye canl ıyd ı . Kızı n ı n herg ü n gazet
e oku­
duğu nu biliyo rdu. Ö yleys e n iye habe ri olma
mış gibi
davra nıyordu? Arka daşla rı da öyle . . . Nuray'
o masa -
18
n ı n çevresi nde. a ra l a rında yer acmışlard ı . M asanın
üstünde kôğ ıtlar, tükenmez kalemler ve bazı derg i­
ler va rd ı .
«Çalışıyorsunuz galiba,» demişti Nuray, «sizi a l ı­
koymıyayım.•
Başlarını h a fifçe eğerek susmuşlardı. O anda ney­
le uğraştıklarını kendisine de söyl iyeceklerini umu­
yordu Nuray. Nedense söylemediler. Nuray göz
ucuyla bir kôğıdın üstünde m ü rekkeple yazı lmış bir
yazı n ı n i l k sözcüğünü görebil mişti. «Halkımız . . �>
.

Son ra kacı rmıştı gözlerini . Ondan bile gizled iklerine


göre . . . Fazla otu ramayacağını ve kızıyle başbaşa
konuşamayacağını sezmişti. Kızı ona çay getirip:
d<arn ın oc mı?» diye so rmuştu. Kızı nın sesindeki
ya k ı n l ı k birden Nuray'ın içini buruk bir mutlı,ılukla
dol durmuştu.
«Yo hayı r,Y> demişti. Ben seni şey icin a radım . . .
Birkoc gün son ra Ankara'ya gid iyorum da. . . Duy­
m uşsundur herhalde . . . »
<< Duydum,» demişti Seçkin, başını sa l l ıyarak. Son­
ra oiağan, dingin bir sesle eklemişti: «Gözünayd ı n . Y>
«Kutla rız.» Masa n ı n çevresinde oturanlardan, çok
sigar::ı içtiği ve az beslendiği belli olan dar omuzlu.
solgun yüzlü bir delikanlı söylemişti bunu.
<<Sağolun.» demi şti Nuray. Nicin birden bir utan­
gacl ı k duygusuna kapı lmıştı? Bir masa n ı n çevresine
oturmuş, hepsi de solgun ve bakı msız görü nen ve
kızı yaşında olan bu cocukların karşısında nicin suc­
l u luk duygusunu andıran bir duygu doldurmuştu
içini? Onlara bazı sorular sormak ve kızına verdiği
öğütlerin benzeri öğütler vermek istiyordu. Nedense
onlar bazı şeyleri kendisinden daha iyi bil iyorlarmış
gibi gelmişti ona. Uykularını, sağlı klarını hice saya­
ra k o kadar cok düşün üyorl a r ve tartışıyorlardı ki . . .
Nuray kızıyle kapıda bir an yal n ız kalı nca cesa­
retini toplayarak sormuştu ona:
«Miting icin birşeyler m i 'h azırlıyorsunuz?�>
Seekin ciddi bir yüzle 'başını «eveh anlamı nda
sallamakla yetin mişt i .
�Ama . . . »
19
<<'Biliyoruz . . . »
«Cok kötü sonucla r doğabilir.•
«Düşünüyoruz işte.»
«Ben Ankara'da olacağım.•
« Ödül töreninde . • Gülümsemişti Seçkin bunu
. .

söylerken . Buruk, zorlama bir gülümseme . . .


« Merak edeceğim.•
« Etme . . . anne . . . »
N u ray yeniden yanaklarından öpmüştü onu. Sa­
bun ve gen elik kokuyordu 'teni.
Seçkin a nnesinin yazdığı bu romanı önemli bul ­
muyordu. Ö d ü l alışını da . . . «Ö dülü kimler veriyor?•
Bunu söylememişti, ama, N u ray onun bakışlarından
bunu söylemek istediğini sezmişti . Bu ödülün veri ­
lişi de öyle bir zamana rasiarnıştı ki . . . Nisan ayın ı n
son günlerı. . . Topl u m gergin l i k, bekleyiş, ü rküntü
içi nde . . .

Çevresine bakını rken birden a z ötedeki gar mü­


d ürlü(jünün önüne bir kalabalığın 'bl riktlğlnl gördü.
Insanlar telôşlı yüzleriyle oraya doğru koşuyorlardı.
Kapıda birikenler cam l ı kapıdan iceriyi görmeye ça­
lışıyorlar ve birbi rlerine birşeyler anlatıyorlardı. Nu­
ray oraya nicin biriktiklerlni hızlı adımlarla yanın­
dan gecen, orta yaşl ı , bir adama sordu:
«Bir genç yakalamışl ar,» dedi adam; bir an Nu­
ray'ın yüzüne 'baktı; sonra o da h ızla o yana yöneldi.
N u ray 'bütün varlığını bir tedi rginliğin kapladığını
duydu birden. Yaşanılan g ünleri n en beli rgin en sık
olaylarındandı bu. B i r gencin yakalanması . . .
Ü rpererek bekledi bir an. Sonra o d a kapıya doğ­
ru yürüdü. Erkekler, genç ve orta yaşlı erkekler, ye­
ni yetme erkekler, içerde olup biteni h ı rsla görme!)e
çalışıyorlard ı . Ayaklarının üstünde yü ksel iyorlar, bir­
birlerini Iterek kendil erine b i r yer cemaya çalır, ı ıyor­
l a rd ı . N u ray da bir an ele geçirdiği bir a ralıktcııı uör­
dü lçeriyi. Tı klım tıklım doluydu. Garın ünl lormalı
memurlarını ve Içeriye doluşmuş meraklıları Rece­
bildi yalnız. Yakalanan genel göremedl. Onu göre-
20
bilmek icin sabırsızlanıyordu.
« I yi benzettiler oğlanı ha!•
Elleri n i a rkasında kavuşturmuş. iri gövdeli bir
adamdı bunu söyleyen. Yanındaki adama göz ucuy­
le bakıp bir kah ka h a atarak . . . Yanındaki de gülerek
sal lıyo rdu başını.
c Haydi bastu!•
Gene bir sesti bu. Körpe ve keyifli bir ses . . . Saç­
ları kazınmış. yüzü kemikli ve esmer, dar alınlı bir
delikanlı . . .
«Keseceksin annadın m ı . Arabistan'daki gibi, böy­
lelerinin elini.•
Kendi bileğini bir testereyle kesiyormuş gibi yapa­
rak söylem işti bun u bir başkası, siyah takım elbisell,
otuz yaşları nda b i ri . . .
Nuray irkilerek sordu adama:
<�Ne yapmış?•
« Ya nkesici abla! .. �
Camlı kapıdan çıkıyorlardı şimdi. Nuray'ın I lgisi
aza ı m ı ştı biraz. «Onlardan biri• deği ldi.
Garın üniformalı bir memuru, ,bir bekçi, bir polis,
bir de kısa boylu , dazlak kafa l ı yaşlıca bir adam . . .
Adamın gözleri öfkeyle parlıyordu. Kapının önünde
bekleyen lerde bir an bir sessizlik oldu. Herkes suç­
luyu görmek istiyord u . Ta nımak istiyordu.
Küçük ve beyaz bir yüzdü bu. Henüz sakalı terle­
memiş bir yüz . . . Onbeş yaşından fazla olamazdı. Yü­
zü beyazdı ama yanaklarında kırmızı Izler vardı. To­
kat izleri. . . Bakışları merakla, şaşkı nlıkl a ve Inatçı
bir muziplikle gezindi kalabalığın üstünde. Bir poli­
sin eli onun ince kolunu sımsıkı kavramıştı .
Suçl u az ötede dönüp a rkasına bakmaya çalıştı.
Arkasından kim lerin geldiğini görmek Istiyordu san­
ki.
Bir tren düdüğünü calora k perona girdi. Bekleyen ­
lerden bazı ları, trene doğru koşuştu. Bir kadın sesi­
n i n yaptığı anons g ü rü ltüler Jelnde uğuldadı. N u ray
donakalmıştı. Coc u k gözden kayboldu.

Genç Kız ve Ölüm 21


NURA Y iLKiN'İN ROMANINDA N

«Bağların arasındaki tozlu ince yolcia yuru­


yorduk. Babamın elinde küçük bir vnliz vardı.
Hava toz ve incir kokuyordu. Sessizliktc ağus­
tos böceklerinin ötüşleri duyuluyordu. Sararmış
üzüm salkımları toprağa değiyordu. Babamın
yanmda yürürken onun beni bırakıp döneecği­
ni biliyordum. İnce sarı tozdan oluşmuş küçük
tümsekiere daldırıyordum ayaklanmı. Toz bu­
lutu babamla benim yüzlerimize doğru yükse­
liyordu.
«Yapma kızım, dedi babam.
Önüme bakıyor ve gözlerimle toz yığınlarını
arıyordum. Toz kümelerini bir balon gibi sön­
dürüyordum. Babam geri dönecekti ve ben
üzüm salkımları, ağustos böcekleri, incir koku­
ları. tozlu bağ yolları arasında kalacaktım. Bi­
zi ıssız istasyonda indiren tren hergün aynı sa­
atlarda düdüğünü öttürerek geçecekti.
Birden yaprakların arasında bir hışırtı, bir
kıpırdanma oldu. Yolun bir kıyısından öteki kı·
yısına bir ok gibi fırlayan ince, parlak bir yı­
lan gördüm. Babam durdurdu beni. İşte o za­
man babama: « Sen de burada kal baba, de­
dim .
«Kalamam, dedi. Ama seni görrneğe geliıim .
Burada bol bol üzüm, incir, armut ve erik yer­
sin. Sözlerini dinlersen halanla enişten seni ço­
cukları gibi severler. Çocuklarla bol bol oynar­
sm. Burada çok güzel oyunlar oynanır. Göre­
ceksin . "
Halarnı kuyunun başında bulduk. Beyaz şiş­
man yüzüyle gülümsedi. Beni kucakladı. Son··
ra gözyaşlarını sildi. Çevramizde arılaı· dolnşı·
yordu. Kuyunun yanında büyük, tahtadmı iı:.üm
dolu bir tekne vardı. Yerler ıslaktı. ll:ıl:ırııın
iki oğlu ağaçlardan inip yanıma gnlclılo•r. Az
sonra halarn ocağın başına gitti. Şalvıırlı. vı·nıe-

22
nili kadınlara ve erkeklere bakır tabaklarda ye­
mek koyup uzattı. Onlar da toprağın üstünde bir
çember olup oturdular.
Babam akşamüstü getirdiği valizi bırakıp git­
ti. Halarn valizi açtı. Annemin ölmeden önce
benim için diktirdiği elbiseleri çıkarıp incele­
di. Yeniden gözlerini sildi. Halamın iki oğlu be­
nim de ağaca tırmanmamı istiyorlardı. Bense
kuyunun yanında gülümsiyerek öylece duru­
yordu m. Tren düdüğünü duyunca birden ba­
bamın ne kadar üzgün olduğunu düşündüm.
Bence burada istediğim kadar üzüm yiyebile­
cektim. Öyle sanıyordum.
Halarn duvar kıyısındaki sedire, yanına oturt­
tu beni. Öğütler verdi. O bana öğütler verirken
hava karardı. Karşımızda gülen bir ay belirdi.
Çakallar ulumaya başladı. Halarn lüks lamba­
sını yakıp duvardaki çiviye astı. Halamın iki oğ­
lu da gelip yanımıza oturdu:
« Hep bizde mi kalacak?, diye sordular.
«Evet, dedi halam. O artık bizim kızımız ol­
du."
Kendileriyle birlikte oynamaını istediler. Ben
önce isteksiz davrandım. Sonra koşmaya baş­
ladım. Saklambaç oynuyorduk. Evin arka ta­
rafına doğru gittim ve duvar dibine çökerek
beklerneye koyuldum. Karşımda, karanlıkta,
ağaçların gölgeleri birbirine karışıyordu. Ayde­
de ise sarışındı. Birden bir tıkırtı duydum ya­
nıbaşımda. Titredim. Sonra ay ışığında çıplak
büyük bir erkek başıyla karşılaştım.
«Anne!, diye bağırdım birden.
Bana doğru uzanan haston karanlıkta bir yı­
lan gibi göründü bana.
« Gelir gelmez haylazlığa mı başladın?•• de­
di ve evin ön tarafına geçti. O zaman onun
eniştem olduğunu anladım. Yürüdüm arkasın­
dan. Eastonunu halama verdi. Hasır koltuğa'
oturdu. Anlıyamadığım bir şeyler homurdandı.

23
Halarn hemen bakır bir tencere getirip masanın
üstüne koydu.
Yemekte eniştem bana bakıp homurdandı yi­
ne. Ben de ürkerek baktım yüzüne. Ağlamak is­
tedim, ama sustum.
Yemekten sonra halamın oğulları beni sa­
manlı toprakla sıvalı üzüm sergisine götürdü­
ler. Üzümler serilmemişti daha. Sergi günün
sıcaklığını koruyordu. Onlar koşarken ben ayde­
deye bir sırdaşımmış gibi baktım. ..

«Ben de halamın oğullanya birlikte çekirge


ve kelebek avına çıkıyordum. Onları kavanoz­
lara kapatıp ölümlerini bekliyorduk. Kanatları­
nı son kez çırpışları annemi düşündürüyordu
bana. Ama artık burayı da seviyordum. Üzüm­
leri toplayıp kelterlere dolduran şalvarlı kadın­
lar, başlan sarı peştemallarla sarılı erkekler za­
man zaman şakalaşıyorlardı. Erkeklerden biri
türkü söylüyordu. Eniştemin ise külot pantalo­
nu ve hasır şapkasıyla zaman zaman araların­
da dalaştığını görüyordum. Eniştcmi görünce
hemen gizleniyordum. Nedense burada hep on­
dan izinsiz, gizlice yaşıyormuşuro gibi geliyor­
du bana. Tren düdükleri ise babamı bir türlü
getirmiyordu. Eniştem yemeklerini çoğu zaman
bizlerden ayrı, tek başına yiyordu. Bazan da
iki oğlunu dizlerine oturtuyordu. Bazı geceler
şehirde kalıyor, bağa gelmiyordu. Onun gelme­
diği gecelerden birinde halarn bizi toprağa,
ağaçların arasındaki bir açıklığa oturttu ve kar-·
şımıza geçerek bize bir şarkı öğretti. Başörtü­
sü ve iri gövdesiyle ayakta duruyor, ellerini bir
şarkıcı gibi oynatarak, ince, titrek bir sesle söy­
lüyordu:
«Gökyüzünde parlayan sayısız yıldızlar . .. "
Nedense halarn böyle karşımızda, sırtını ay­
dedeye vermiş şarkı söylerken bana ağlıyormuş
gibi göründü ve onu sevdiğimi anladım. Halarn
da toprağın üstüne yanımıza oturunca «Bir şiir
24
okuyayım mı?· dedim. Ayağa kalktım .ve anne­
min sınıfımızda öğrettiği bir şiiri, ellerimi iki
yanıma kavuşturarak okumaya koyuldum.

Bazı sabahlar evdekiler uyanmadan ben uya­


nıyor, bir süre gökyüzüne bakıyordum. Sonra
da halarnı uyandırmamaya çalışarak sessizce
yorganın altından süzülüyor, bağa doğru yü­
rüyordum. Çiğle ıslanmış, buğulu üzüm salkım­
larından en büyügünü arıyordum. Toprağa otu­
rup yiyordum. Tadı güzeldi, ama herşeyi giz­
lice yapıyormuşuro gibi geliyordu bana. Halarn
canım üzüm istediği zaman başka bağlardan
da koparabileceğimi söylemişti. Canımızın çek­
tiği bir meyveyi hemen koparıp eve getirmeden
yemek hırsızlık sayılmıyordu çünkü. Ben üzüm
tanelerini koparıp ağzıma atarken ince tozlu
yolda rengarenk bir kalabalık beliriyordu. Dal­
ların, yaprakların ardına gizlenip onların önüm­
den geçişini izliyordum. Ayaklarında tozlu, si­
yah lastik pabuçlar vardı. Çoğunun elbisesi ya­
malarla doluydu. Ellerinde küçük çıkınlarını tu­
tuyorlardı. Nedense ürküyordum onlardan. Ka­
labalıktılar.
Akşamları eğer üzümler hAla serilmemişse
halamın çocuklarıyla sergida koşuyorduk. Son­
ra da halamla birlikte orada, yer döşeğinde
uyuyorduk. Eniştem ise bağa geldiği günler yu­
karıda, odasında uyuyordu. Ben bir kez bile
onun odasına girmemiştim. Yalnız o yokken ko­
ridorda durup açık kapıdan içeriye bakmıştım.
Odada siyah meşin kaplı, ayınalı iki koltuk ve
bir sehpa vardı. Karyolası vişne renkli kadife
bir örtüyle örtülüydü. Duvardaki rafta kalın
ciltli kitaplar ve rafın üstünde Atatürk'ün, Fev­
zi Çakmak'ın ve eniştemin subay elbiseleri için­
de fotoğrafları vardı.

Kışın şehre, çarşı içindE'lti iki katlı eve taşı­


nıyorduk. Kuzenlerimle birlikte okula gidiyor-

25
dum. Okuldan gelince onlar sokakta aynarken
ben halamın öğrettiği kanaviça, çin iğnesi gibi
el işlerini yapıyordum.
Halamın oğulları hava karanneaya kadar
dışarda kalabiliyordu. Sokaklarda koşabiliyor­
lar, alanlarda top oynuyorlar, ağaçlara tırma­
nıyorlar, sapanlarla kuş vuruyorlar, öteki erkek
çocuklarıyla dövüşüyorlardı. Otomobillerin ya··
nma sokuluyorlar, markalarını öğreniyorlardı.
Çevik, inatçı hacakları heryere götürebiliyordu
onları. Bahçe duvarlarından atlıyabiliyorlar, yo­
kuş aşağı kayabiliyorlardı. Bana da oynarnam
için zaman zaman izin veriyordu halam. Ama
ya sofadaki divanın üstünde, ya da kapı önün­
de ... Bezden bebeğimi dizierirnde uyutarak ya
da ona elbiseler dikerek oynuyordum. Arkadaş­
larımla kendimizi annelere, kadınlara benzete­
rek oynuyorduk. Erkek çocukları ise çoğu za­
man alayla bakıyordu bize. Ellerinde kargılar­
la, sopalarla, hızla kayan bisikletleriyle geçi­
yorlardl yanımızdan. Onların oyunlarımızı boz­
masından, bebeklerimizi kapıp fırlatmasından
korkuyorduk. Onlar sokakların, ağaçların sa­
hibiydi. Biz ise bebeklerin, bebek elbiselerinin
ve büyüklerimizin bize öğrettiği el işlerinin...
Halarn bana çeşitli nakışlar öğretiyordu. Böyle­
ce büyüyordum. Bağa gideceğimiz yaz günleri­
ni özlüyordum. Ama on üç yaşıma gelince ha­
lam elime bir bıçak ve bir kelter verdi ve beni
işçilerin arasına gönderdi. Üzümün toplandığı
günlerde de yine işçilerle birlikte sergide üzüm
topluyor, ayıklıyor ve· çuvallara dolduruyordum.
Halarn büyük tahta teknenin i:çinde çıplak ayak­
larıyla üzümleri eziyordu. Sonra büyük kazanda
saatlarca kaynıyor ve koyulaşıyordu üzüm su­
yu. Eniştem odasında uyur ya da kitap okurken,
kuzenlerim ellerinde kargılarla ağaçların arasın­
da dolaşırken halamla ben işçilerin arasında olu­
yorduk.
Bazı geceler uyuyamıyordum ve doldurduğum

26
ağır kelteri almak için yanıma yaklaşan siyah
gözlü, en genç işçinin elmacık kemiklerinde par­
layan kırmızılığı ve kalın dudaklarındaki gü­
lümsemeyi gözlerimde canlandırıyordum. Yok­
sa diyordum, onunla mı evleneceğim? Çünkü
kızlar evlenmek için büyüyordu ve ben filmler­
deki gibi güzel siyah gözlü bir erkekle evlen­
mek istiyordum. Üzüm toplarken gözlerimle hep
onu anyordum, ama birgün öteki işçilerle şaka­
taşırken yakaladım onu. "K" sesini .c, olarak
söylüyordu. Vazgeçtim onunla evlenmekten.
Çünkü onlar akşam olunca halarndan para alı­
yorlardı. Bense almıyordum. Bu benim onlar gi­
bi işçi olmadığımı gösteriyordu. İşçiler kendi
aralarında şakalaşıyorlardı. Zaman zaman az
çalışanları gözetleyip halama bildirmek istiyor­
dum. Yalnızl ık duyuyordum.
Bir öğle sonrası kuzenlerimin koşarak dere­
ye doğru gittiklorini görd üm. Bacaklarımdan
tm· sızıyordu. Saçiarım enseme yapışmıştı. Bir­
den elimdeki bıçağı yere bırakıp arkalarından
gittim . Onlar dere kıyısına gelince soyundular
ve donlarıyla gird iler suya. Su alçaktı. Ben de
etoğimi dizleı·imde toplayıp suların içinde yü­
rüdüın. Bir an ayağım kaydı ve her yanım ıs­
la.ndı, göğüsterime kadar. Oğlanlar kahkahalar­
la gülüyorlardı. Ben de gülüyordum. Kıyıya çık­
tık. Kıyı ayva ve nar ağaçlarıyla doluydu. On­
lar: ·KoparaJım .. dediler. ·Hadi" dedim ben de.
Bulduğumuz uzun kargılarla meyveleri düşür­
meye başladık. Henüz olgunlaşmamışlardı. Ama
o an onların yaptığı herşeyi ben de yapmak is­
tiyordum. Toplad ığımız meyveleri eteğime dol­
dunıyordum. Birden kalın bir erkek sesiyle ir­
lcilcl ik. Onlar hemen koşarak dereye daldılar.
Bcns0 bocaladım. Meyveleri bırakmak istemi­
yordum. Adam ağaçların arasından çıktı. Çok
uzun, uçları yukarı doğru kıvrılmış bıyıklan
vardı. Eniştem gibi külot pantalon giyin mişti.

27
Koşmaya başladım. Derenin sulanna dizierime
kadar hattığırnda onun sesini duydum. «Tüh!"
diye bağınyordu. cBir de kız olacaksın!" Ağlı­
yacak gibi oldum. Ama hala eteğimdeki mey­
veleri sıkı sıkı tutuyordum. Çünkü yine de oğ­
lanlann başaramadığı bir şeyi başarma isteği
duyuyordurn. Beni yalnız bırakmışlardı. Öfke­
den titriyordum. Meyveleri" götürüp önlerine
atacak ve bir tekini bile yemiyecektim.
Kuyunun başına geldiğimde onları halamla
birlikte gördüm. Birşeyler anlatıyorlardı. Hala­
mın yüzü asılmıştı. Benim yaklaştığıını görün­
ce birden yürüdü bana doğru. Ürkütücü bir
sesle bağırdı: .. Terbiyesiz... Donup kaldım ve
eteğimdeki meyveleri yere bırakıverdim. Aynı
anda bacaklanmın arasında bir ıslaklık duy­
dum. Oğlanlar ise arkada, ellerini ağızlarına
bastırarak gülüyorlardı. Halamın ayağındaki
terliği çıkanp eline aldığını gördüm. Sırtımı
döndüm. Koşmak istedim. Ama kurtulamadım.
Terlik başıma çarptı. İşçiler o sırada gitmeye
hazırlanıyorlardı. Birden onların ardına takılıp
onlarla gitmek istedim. Ama onların arasında
ne yapardım? Ben de onlar gibi gündelikçi mi
olurdum? Bunu istemiyordum. Okula gitmek ve
öğretmen olmak istiyordum. Annem gibi . . . Ar­
kama hiç bakmadan koşuyordum. Soluk soluğa
kaldım. Yabancı bağlara gelmiştim. Adım ata­
mıyacak kadar yorulunca durdum ve bir asma­
nın arkasına saklandım. İşçiler şakataşarak toz­
lu yoldan geçip gittiler. Toprağa yüzükoyun
uzandım ve ağlamaya başladım. Bana niçin hak­
sızlık edilmişti? Yaramazlık ve oyunlar onların
hakkıydı da benim değil miydi? Az sonra sesle­
rini duydum. Halarn ve iki oğlu adımı bağırarak
beni anyorlardı. Bense bütün geceyi burada ge­
çinneyi istiyordum. Belki de ıslak elbiselerirole
geceyi burada geçirirsam hasta olur, ölebilirdim.
Annerne kızıyordum. Ondan öç almak istiyor­
dum. Yüzümü toprağa yaslamıştım. Hava kara-
28
rıyordu. Beni çağınyorlardı. Çakallar ulumaya
b�ladı. Korkdum. Bir kurdun gelip beni yiyebi­
leceğini ya da bir ayının üstümde yürüyebilece­
ğini .düşündüm. Kalktım ayağa. Fener ışıklanna
doğru: �Buradayım! • diye bağırdım.
Halarn o gece yanına yatırdı beni. Gökyüzü­
ne bakarak konuştu:
·Kızlara böyle şeyler yakışır mı?• dedi. ·On­
lar erkek. Sen onlara uyma. Bak görüyorsun
enişten çoğu geceler bağa uğramıyor. Geziyor.
İçki de içiyor. Ben burada işlerin başından hiç
ayrılmıyorum. Sen de benim kızımsın. Ayıp de­
ğil mi? dereye giriyorsun, elbiseterin ıslanıyor.
Erkek işçiler var... Ayışığında onun yüzüne ba­
kıyor, dinliyordum.
·Rahmetli annene benziyorsun, dedi. O da er­
keklerle yarışıp dururdu. Kadın kadınlığını bil­
mali. İşte annen sonunda . . . •
BÖLÜM

Kimsenin kendisini tanıyıp yanına gelmediğini gö­


rünce peronun basamakla rı nı inmeye koyu ldu. Bir­
den gözleri h a fifçe karardı . Başı dönüyordu. Başı­
nın içinde ağır, karışık bir yumak vard ı sanki. Garın
gürü ltüleri, tren düdükleri bir k ıskacla sıkıştırır gi­
biydi beğnini. Bir elini duva ra yasladı. Tansiyonu
yükselmiş olmalıydı. Birkaç yıldan beri s i n i rsel ta n­
siyon sık sık yokl uyordu onu. Çarpıntı lar ve ter . . .

O a nlarda sanki ka nlı bilekleriyle koşa n annesine


yetişmeye çal ışıyordu o da. Bu karabasandan kur­
tulabilmek için hayatını aşırı l ıklarla doldurmuştu .
Son zamanlarda ise bazı Cumartesi geceleri bütün
pişmanlıklarını kafasından sökü p atmak ve kendini
teh likeli bir uykunun ucurumuna bıra kmak icin sı ­
zıp kalı ncaya kadar iciyord u. Ama bir başarı kaza n­
mıştı şimdi.
Kısa bir süre eli duvara daya l ı öylece d u rd u loş
basa ma klarda. Yan ı başından insanlar kaba ve ben­
cil davranışlarıyiQ h ızlı hızlı geçip gidiyorlard ı . Bir­
den yakında bir yerde bir sazın çal ı ndığını duydu.
Elini hafifçe d uva rdan çekti. Gecidi n öteki yan ı ndan
sızan aydı nlıkta, yere cömelmiş on bir on iki yaşla­
rında bir erkek çocuğunu gördü. Başında büyü kçe
bir kasket vard ı . Catlak. yanık sesiyle saza eşli k edi ­
yordu. Nuray cocuğun iki gözünün de perdeli oldu­
ğ u n u gördü . Hızla geçip g idiyord u i nsan lar. Bazıları
koşar adım madeni bir parayı cocuğun önü ndeki
beze doğru savuruyordu.
Cıktı gardan. Bitkinliği sürüyordu. Ama kendini
An kara'da bul uvermek birden bir ürperti uyandır­
mıştı içinde. Sekiz yıldır gelmemişti bu kente. As-

30
faltlar genişlemişti. Vayalar ve otomobiller trafik işa­
retlerine uyuyord u. Gençlik pa rkının kapısından kü­
m e küme insanla r g i rip çıkıyordu. Kocası ve küçü k
kızıyle göl kıyısına oturup çay içtiği a kşam üstleri . . .
Ulus'a dolmuşla geldi. Alana doğru yürüdü . Du­
vorlar gazino ilônlorıyla doluydu. Yarı çıplak dan­
sözler, sarıya boya lı saçları ve takmo dişleriyle bü­
t ü n güçlerini cinsel çekici l i k için h a rcayarak poz
verm işlerd i . Birden Şengül'ün ölümü geldi aklına.
Acaba iş adamı olan sevg il isi çılgın bir kıskançlığa
kapılıp kiralık katil mi tutmuştu? Kiralık katil onun
başına sert bir cisimle vuru p a rabasını direğe mi
ça rptırmıştı? Yoksa bir başka a rabayle karşısına
ç ı k ı p onu ü rkütmüş müydü? Ö nceleri nasıl bir k ızdı
Şengül? Bir kenar ma'hallede kendini aynada seyre­
den, yoksu l l u ktan utan an, güzel liğine inanan bir kız
belki . . . Annesi zaman zaman on u saçl arından tutup
dövüyor. Şegü l ' ü n a rkası na kalfalar, şeförler takı­
lıyor. Şengül yolda a rkadaşla rıyla yürürken saçları­
nı savurarak gü lüyor ve kahvelere, dükkônlara göz
ucuyle bakıyor. Utanıyor, alt dudağını ısı rıyor. Ken­
d isine uzatılan bir mektubu alırken yüzü kızarıyor.
Para koparmak için annesine yalvarıyor. Kendisine
mektubu veren bir assubay. Şengül'ün gözünde gök­
yüzündeki her uçağın sahibi o. Şengül bir gece kaçı�
yor. Roman böyle sürebi lir.
Ö nü nden giden iki genç kıza Kızılay dolmuşları­
nın nereden kalktığını sord u . Kızların üstünde bu ba ­
h a r birden bire moda olan çiçekli, belden büzgülü
emprime elbiseler vard ı . Biri solgun, geniş gözenek­
li yüzüne ağır bir fondöten tabakası yaymıştı. Va­
na klarına da portakal rengi bir allı k . . . Gülümsiverek
gösterdiler ona dolmuşların yerini. Sonra kol kola
geçip gittiler. Canta larından, ayakkabılarından mo ­
daya bütünüyle uyacak güçte olmadı kları anlaşılı­
yord u . Ul us'taki iş hanlarındaki bürolarda daktilo
olara k çalışıyorl a rd ı belki. Akşamüstleri vitriniere
ba kıyorl a r. isteksiz isteksiz evlerine dönüyorl a rdı.
Birgün otobüste ya da çalıştı kları iş yerinde kendi­
leri gibi az maaşla geçinen, çekingen delikanlılar on-
31
la ro ilgi d uyabil i rd l . Daha ilk buluşmada kızlar erkek­
lerin niyetlerinin ciddi olup olmadığını a nlama ya ca­
lışacaklard ı . Cünkü bir tek hayatı düşlerneye alış­
mışlard ı : Mutlu bir yuva. Oysa bir süre son ra mutl u
yuva ev işlerinin, altı değiştiri lecek cocuğun ve ka­
rı sının bedeninde yorgun l u kları n ı un utmaya calışan
erkeği n kendileri n i beklediği bir yer o lacaktı.
Annelerinin babalarının ya nında yaşamaktan sı ­
kıldı kları için evlenen gene kızlar . . . «Sofrayı kur, bu­
laşıkları yıka, çamaşırları as. kardeşine bak.� «Bir
saat içinde dön, uzağa gitme, bir daha onlarla gö­
rüştüğünü görmiyeyi m , g ü l me yol larda, oturup kal ­
kışına dikkat et . . . � Bu sözlerin sıkı ntısıyle yatağı n ­
da d üşler kuran gene k ı z . . . Bir evi olacak, eşyaları
kocasıyla birli kte seçecek, evi nde dilediği yemeği
pişlrecek. birl i kte sinemaya, · gazinova gidecekler.
cocukları olacak ve evi kendisi yönetecek. Bu d üş­
lerle kurtuluş arayan kızlar . . . Yine d e kamyon ce­
h izlerini a lmaya gel ince i clerini bir h üzün kapl ıyor.
Annelerinin babalarının boynuna sarı l ı nca ağlıyor­
l a r. Bir önsezi ü rkütüyor on ları.
Nuray rasladığı ve hayatlarını tasarladığı kad ı n ­
l a rdan ayrı bir yazgı Içinde duyuyordu kend ini. Ne
ci nsel çekicilik çabaları, ne de mutl u yuva düşleri . . .
B u kaldırımlardan kaç kez Gernil'le kal kola geçmiş­
ti. Kol kola, ya n larında kızları . . . «Bal ı k mı a l a l ı m et
mi?• «taze fasulye pişireyim mi?•. «Ba k bak kıza
alalım m ı bu cizmelerden?� «Cevap versene!•
Dolmuş Sıhh ıyi'de d u runca Iki ayağı kesi k gene
bir adam sürüne sürüne bindi dolm u şa. Yüzü kıp­
kırmızı ve terliydl. Nuray'ın yanına otururken rahat­
sız etmekten cekiniyer g i biydi. Kısık bi r sesle özü r
d iledi . Nuray Kızı lay'da dolmuştan inerken o elleri
ve kesik ayakları üstü nde sürü nerek arka koltuğa
geçti. Hafifçe gülümsüyordu ve her an h eyecanlı g i­
biydi. Nuray dol muştan Inerken bir suc işlemiş gibi
duydu kendini.
Rasladığı ve etkilediği öteki i nsanlar gibi u n uttu
sakat gene adamı da. Kendisini buraya çağıra n Gü­
zel Sanatlar Kulübüne gitmeye karar verdi. Daireler,
32
işyerleri boşalmıştı. Kaldırımları dolduranlar birbirle­
rini ve vitrinieri sayrederek yürüyorlardı. Birçok ka­
dın mevsimin modasına uyarak giyinmişti hemen.
Emprime elbiseler ve spor ceketler. .. Deri ve süed
büyük çanta lar. . . Kalabalığın arasında askerler, be­
yaz miğferlerin i alınlarına indirmiş ikişer üçer küme­
ler halinde dolaşan polisler. . . Toplumu saran ger­
ginlik...
Kızı belki de bu yüzden onun sıkıntıları nı, arayış­
larını anlatan romanını önemsiz bulmuştu.

NURAY İ LKİ N' İN ROMANINDAN

« Gece yarısına doğru sınırdaki küçük taşra


şehrine inmiştik. Bakımsız, kirli bir garajdı bu.
Şehir uykudaydı. Bizi valizlerimizle birlikte gö­
türmesi için, yaşlı bir paytaneuyu uykusundan
kaldırdık Soğuk bir kış gecesi. . . Yeni diktiril­
miş siyah mantarnun yakasım kaldırıp Cemil'In:
omuzuna doğru sokuldum. Bir filmin içindeydik
sanki. Beni soğuktan ve faytonun sarsıntılann­
dan, sessiz, karanlık şehrin verdiği ürküntüden
korumak için koluyla sımsıkı sarmıştı.
Nereye gid iyorduk? Duygularımızın yolunda
ilerliyordulc Yabancı bir şehirde bir faytonda,
gecenin ıssızhğında . . . aBeyaz Geceler.. in kişi­
leri sanıyorduk kendimizi. Gerçeği duygulan­
mızia değiştirmek, gerçeği düşe çevirmek büyü­
lüyordu bizi.
Cemil adresi vermişti faytoncuya. Karanlık
sokaklardan, ay ışığında, tekerleklerin tıkırtıla­
rıyla, atların nal sesleriyle geçip gidiyorduk.
O faytoncuya parayı öderken ben görmeye
çalıştım evimizi. Aşağı doğru iniyordu basa­
maklar. Kaldırımdan aşağı doğru küçük bir ka­
pıya doğru . . . Cemil şehre daha önce gelip ki­
ralamıştı burayı. İ ndik basamakları. lşığı yak­
tı. Herşeyi güzel buldum. Tabanı karannış be-
ton olan salonu, iki küçük adayı, arkadakı kü­
çük bahçeyi. Artık kimseye benzernemeye çalı­
şarak, kitaplanmız ve duygularımızla bu evde
yaşayacak tık.
İ ki kişilik bir yatak ve kalın bir battaniye sa­
tın almış, döşemesi tahta olan odalardan birine
koymuştu. Pencereye çarşafı gerip yattık. Erte­
si gün başka eşyalar alacaktık. Az eşya. Çünkü
şiiriere ve aşka yerleşmek isiyorduk biz. Nikah
törenine gitmeden önce Cemil bir kadeh rakı
içirmişti bana. Nikah memurunun sorusuna
•evet» değil de -.tabii » demekte inadetmiştik. Tö­
ren bize göre gülünç, zavallı bir şeydi . Bütün gö­
reneklerden, çevremizi dolduran bütün alışkan­
lıklardan, hırsıardan soyunarak sarılmak isti­
yorduk birbirimize. Ne önemi vardı koltuklann,
mobilyaların, makinaların? Farklıydı.k biz ve
ölümsüz bir aşkı başarmak istiyorduk. İ ri fareler
dolaştı o evde. Kapı ve pencere aralıklarından
soğuklar girdi. Beceriksizce kurduğumuz soba
tüttü. Üstümde siyah mantomla mutfakta içki
soframızı hazırladım. Çeşmelerde su dondu. Mü­
zik dinledik, sarhoş olduk. Komşularla görüş­
mek istemedik. Birbirimizden başka kimse anlı­
yamazdı bizi. Kimse .. . »

·Sıkılıyorum dedim, ona yalnızlıktan çok sı­


kılıyorum. Niye bizim arkadaşlarımız yok? ..
aHirbirimize yetmiyor muyuz? diye karşılık
verdi. Kimlerle arkadaşlık edebiliriz? Doğan
Bey'lerle mi? Tuğrul Bey'lerle mi? GüngÖrler'le
mi? »
Ne söyleyeceğimi bilerneden baktım ona. Do­
ğan Bey'lerin, Tuğrul Bey'lerin, Güngörler'in
ezberlenmiş fıkralarla sınırlı keyiflerini, çocuk­
luk ve meslek anılanyla ilgili sohbetlerini, ba­
kan ve milletvekilleri üstüne yorumlarını ve fi­
kir tartışmalannı, kitaplıklanndaki ciltli, yal­
dızlı aşk ve polisiye romanlarla sınırlı zevkle­
rini düşündüm ben de. Onların bize yaptıklan
34
ziyaretiere karşılık vermek ıçın evlerine git­
miştik. Likör, çikolata ve kahve ik.ram etmiır.
!erdi. Doğan Bey genç bir çift olduğumuz için
bize tecrübeli, şakacı bir ağabey gibi davran­
maya çalışmıştı. Hemen Gernil'le aralannda or­
tak bir konu araştırdı ve hangi takımı tuttuğu­
nu sordu ona. Gernil'in gülerken yüzünün kı­
zardığını görüyordum. Doğan Bey şehir kulü­
büne üye olmasını salık veriyordu ona. Kansı
da bazı akşam yemeklerini ordu evinde yedik­
lerini söyledi. Bazan çok güzel programlar olu­
yordu. Biz de sık sık oraya gidebilirdik. Gene­
tik ve bu günleri sonradan çok arardık. Bura­
sı küçük şehirdi; ama sıkılmıyorlardı. Arkadaş­
lar, alıhaplar hep birbirlerine gidip geliyorlar,
aralarında oyunlar oynuyorlar ve oteldeki, or­
du evindeki eğlence programlarını, balolarını ka­
çırmıyorlardı. Doğan Bey'in hanımı bazan ha­
nımların da kendi aralarında konken aynaya­
rak çok güzel vakit geçirdiklerini anlatıyordu
bana.
Onlar kendi aralannda konuşmaya, birbirle­
rinin sözlerini pekiştirmeye koyuldukları ' anda'
Gernil'le birbirimize baktık. «Evimize gitsek ve
bütün bu sözlerle alay etsek" der gibiydik bir­
birimize.
«Hayır onlarla değil, ama bu şehirde anlaşa­
bileceğimiz hiç insan yok mu? » diye karşılık
verdim Cemil'e.
«Ben aramıyorum, dedi. Sıkılıyorsan hadi gel
ırmak kıyısında yemek yiyelim."
Irmak kıyısına gittik. Suların üstünde, sal bi­
çiminde, mavnaların üstünde değişik, s�imll
bir lokanta açılmıştı. Batan günün kızıllığı su­
lara yansıyordu. "

«Değişti hayatımız. Gemil şehir dışındaki otel


inşaatının mühendisi oldu. Ben ise beğenilmek
istiyordum. Saçlanını onun istediği gibi tanyor,
onun sevdiği renklerde elbiseler giyiyordum.
35
Onun sevdiği romanları okumak istiyordum.
Bütün gücümü, kendimi ona. beğendirmek için
harcıyordum neredeyse. Onun gözünde bütün
kadınlardan üstün olmayı başarmalıydım. Süs�
lenip aynaya baktığım zaman, eşyalarda bir de­
ğişiklik yaptığım zaman, kızıma yeni bir elbi­
se diktiğim zaman onun sevgisini biraz daha,
biraz daha arttırınayı istiyordum. Yollarda bir­
likte yürürken yanımızdan geçen göz alıcı ka­
dınları ürpertiyle inceliyordum. Cemil'in gö­
zünde benim üstünlüğümü zedeleyecek her ka�
dın bir düşman gibi görünüyordu bana. iri gö­
ğüslü, düzgün hacaklı bir kadın geliyorsa kar­
şıdan kaygılanıyordum. Cemil'in onu görme­
mesi için elimden geleni yapıyordum. Ya bir
soru soruyor ya da bir kitaptan sözediyordum.
Onun hacakları daha güzel, ama ben daha akıl­
lıyım demek istiyordum sanki. Eğer o anda Ce�
mil'in yüzünü bana çevirmesini sağlayamamış�
sam içime bir eziklik, ve yalnızlık duygusu do­
luyordu. Dünyada milyonlarca insan yaşıyordu
ve ben kocamın milyonlarca insan arasından bir
tek kjşiyi, yalnız beni beğenmesini istiyordum.

O gün çamaşırları yıkayıp halkona asmış,


döşemeleri silmiştim. Süslenmiş, kızıma da sa­
rı yün elbisesini giydirmiştim. Akşamüstü kapı­
da belirecek gülümseme için hazırlamyordu her�
şey. Yalnız onun için . . .
Önümüzde çocuk arabası, yürüyorduk düz�
gün kırlara ve dağlara yaklaşan güneşe doğru.
Küçük değişik kır çiçeklerini gösteriyorduk bir­
birimize.
Bilmiyorum nasıl oldu. Geride kaldım ve bir
çiçeği koparmak için eğildiğimde bir an duru­
verdim. İşte hayattan aldığım armağanlar, sev­
gi ve kırlar. . . O an n'oldu? Niye birden ne ol­
duğunu bilmediğim bir şeyi özler gibi oldum?
Kalktım ayağa. Cemil kızını kucağına almış

36
göğe doğru kaldırıyordu. Kahkahalarla gülüyor­
lardı. Onun sevgisine inanıyordum. Öyleyse ba­
şaramadığım şey neydi?
Uçsuz bucaksız gökyüzü ve kırlar. . . Niye bu­
lunuyordum ben acaba bu hayatın içinde? Onun ·
yaptırdığı duvarlar örülüyor, yükseliyordu. Ben­
se pencereden bakınca övünüyordum: Kocamın
yükselttiği duvarlar. . . Yalnızca onun kansıy­
dım. Peki ama nasıl bir insandım?
Cemil durdu. Kızını çimenlerin üstüne bırak­
tı ve dönüp bana gülümsedi. Arkada mor dağ­
lar. güneşin son ışmları. . . Herşeyimi ona bağ­
c

ladı m . .. dedim kendi kendime.

.. Pika.ba bir plak koymuştu Cemil. Akşam ye­


meğini yemiştik. Ben sofrayı toplamış, sonra
da bulaşıklan yıkamıştım. Ben mutfaktaykan
hemen hemen her akşam dinginlik içinde yer­
leştiği köşesinde yerini almıştı o. Pencerenin
kıyısmdaki koltukta. Salona döndüğümde şa­
rabını yudumluyordu. Dalgın bir gülümsemey­
le süzmüştü beni. Çoğu akşamlar olduğu gibi . . .
İşte herşey . . . Akşamüstü, i ş dönüş \1. . . Yemeği­
miz, şarabımız, mutluluğumuz, odasında uyu­
yan kızım ız ve bizi bekleyen sıcak yatağımız . • . .

Durgun ve ılık bakışları bunları söylüyor gibiy­


di. Yemek kokuları evin havasına sinmişti. Pen­
cereleri açamıyordum. Sabah başlayan kar ya­
ğıyordu ht\18. Çevreme bakındım. Salon ne ka­
dar küçüktü, birbirimize ne kadar yakın otur­
muştuk. Her akşam olduğu gibi . . . Az sonra bi­
raz daha yakın olmak için yatağa do_ğru gide­
cektik. Dışarısı ıssızdı. O anda şarabını yudum-·
layan. kocam olan bu erkeğe bakmaktan ve
müziğin açtığı düşsel yolda ilerlemekten baş­
ka yapabileceğim hiçbir şey yokmuş gibi geli­
yordu bana. Evimiz sıcaktı. Dışarda kar yağı­
yordu. Ben de gülümsiyerek ona baktım. Ta­
nıyordum onu. Her bakışını, yüzündeki her an"
lamı, kadehe uzanışını, şişeyi sehpanın yanına',

37
yere koyuşunu, boynunun kıvnmlannı, bütün
giyeceklerini, iç çamaşırlannı, çorap ve men­
dillerini, ellerinin ısısını, nemini, soluk sesleri­
ni, yatakta dönüşünü, yataktaki ağırlığını. . .
Sonra bakışlanın duvarlara doğru kaydı. Evi
de tanıyordum. Hangi köşede is olduğunu, han- ·
gi köşenin sık sık örümcek ağıyla kaplandığını,
koltukların nereden yıpranmaya başladığını, iğ­
ne ve ipliklerin, makasın hangi kutuda olduğu­
nu, hangi musluğun cıvatasının gevşediğini bi­
liyordum. Hepsini teker teker biliyor ve hep­
siyle teker teker ilgileniyordum. Kocaını da evi
de çok iyi tanıyordum ve onlara dair edindiğim
bilgilerle yaşayıp gidecektim.
Niçin hiçbir motor gürültüsü duyulmuyordu
bu gece? Niçin bir kamyonun, bir arabanın te­
kerlek sesi duyulmuyordu? Ne düdük sesleri, ne
çoğu akşamlar uzaklardan bize ulaşan köpek
havlamaları . . . Niye hiçbiri duyulmuyordu?
Yeniden kadehini doldurmuştu. Sofradan kal­
kıyor, yemekte yarılanan şarap şişesini sehpa­
nın yanına bırakıyordu. Pikaba bir plak koyu­
yordu. Sigarasını tüttürüyor ve göz kapakları
a.ğırlaşıncaya kadar o köşede oturuyordu. Böy­
le anlarda, acaba, diye düşündüğüm oluyordu.
Acaba bu mutlu yüzün gerisinde gizli bir keder
mi var? Zaman zaman başını arkaya yaslıyor­
du? Bazan da bir şiir kitabını eline alıyor ve se­
vecenlikle gülümsayerek benden okuyacağı şi­
irleri dinlernemi istiyordu.
Kendimi yorgun duyuyordum ve karın yağı­
şı içimde ne oldu@l.nu anlıyamadığım bir sızı
g
uyandırıyordu . Düz ün, parlak bir düzey delin­
mişti sanki. Bu pürüzsüz y üzeyin altında devi­
nen, kımıldayan bir karanlık . . .
Kalktım. Pencereye doğru yürüdüm. Elini uzat­
tı bana. Beni çağınyordu. Bildiğim kokusuna,
ısısına, aşka doğru . . .
Yavaşça geri çekildim. Bana dokunmasını en­
gellediın. Niye kızgındım ona? Çok iyi tanıdığım

38
için mi? Bu yakınlıkta bir tutsaklık sezdiğim
için mi?
Neydi beni çağıran? Beni tek başıma uzakla­
ra, karanlığa doğru çağıran?
Geceyansından sonra pa.ltomu giydim. Botla-'
rımı da . . .
uTek başına mı? .. diye sordu, kırılan, ürken
bakışla.rıyla.
"Hı hı . . . n

Çıktım. Ellerim ceplerimde . . . Kar birikmişti.


Bastım. Bir kez daha, bir kez daha. . . Yüzümü
serin, kaygan yumaklara verdim. Yürüdükçe bir
umut yıkanıyor ve parlıyordu sanki. . .
ilerde, karın aydınlığında yüzünü paltasunun
yakasına doğru gömmüş , şapkasını alnına. iyice
indirmiş bekçiyi gördüm. Neden bilmem, ona
doğru yürüdüm. Belki birbirimize bir şeyler an­
la.tınz diye. Onun anlatacağı değişik, bilmedi­
ğim birşeyleri duymak için . . . Ona çok yaklaştım,
ama uykudan uyanır gibi durdum birden. Ben
kadındım. Bir mühendisin karısı ve sıcak evim.:
den tek başıma çıkmış, karlı, sessiz alanda ge­
ziniyordum . Neyi arıyordum?n

«Bir akşam üstü, evimizde kızıma yüksek ses­


le bir kitap okuyor ve pencereden arabalan;
yolculan gösteriyordum ona. Bir yandan da ate­
şin üstünde yemeğin dip tuta.bileceğini düşüne­
rek telaşlanıyordum. Sofrayı ha.zırlamalıydıııı.
Kocam yorgun dönecekti. Sanşın kızlar araba­
larından çıkıp dolaşıyorlardı alanda. Kıskanç­
lığın ateşi sarıyordu her yanımı. Sofra.yı hazır­
la.malı, süslenmeliydim ben de. Güzel sanşın
kızlarm görüntülerini sllmem gerekiyordu onun
gözlerinden. Yabancı ve neşeli kızların . . .
Kızımla pencereden alana bakarken kaygılar
yumağı lçindeydim. Evin her köşesi beni bek­
liyordu. Tozu silkilecek örtüler, sık sık kannca­
ların baskınına uğrayan duvar dipleri, dolap

39
lann loşluğu, tencereler, kavanozlar, banyonun
bir köşesinde sessizce yığılan çamaşırlar, ma­
sanın üstüne konulacak çatal kaşıklar, mutfak­
taki ateş, çeşmedeki su . . . «Bir kadın işinden dö­
nen kocasını nasıl karşılamalıdır?" sorusu be­
ni bekliyordu. Aynanın önündeki ruj ve s�ç fır­
çası, «hoşgeldin» derken takınacağım gülümse­
me, beni bekliyordu. Bir korku sinsice sızıyordu
içime: Hayat bu mu?. Kızıının saçlarını okşu­
yordum. TIR Kamyonlan evi sarsarak geçiyor­
du altımızdan. Sıkılmamalıyım diyordum ken­
dime. Kızım büyüyecek.
Alana ağır ağır akşamın alacakaranlığı çö­
küyordu. Birden yabancı plakalı bir otobüs dur­
du. Çoğu sanşın, iri yapılı olan kadın ve erkek­
lerin indiğini gördüm. Hangi ulusun insanları
olduğunu çıkaramamıştım önce. Bir süre toplu
olarak konuştular ve gülüştüler otobüsün yanı­
başında. Sonra birden kolkola girdiler. Hepsi. . .
Aralarında biri bir akardean çıkardı ve çalma­
ya başladı. Müziği dinlemek için camı açtım. Kı­
zı m da dinledi müziği. Kolkala oynamaya başla­
dılar. Hepsi de gülümsüyor ve birbirlerine çe­
viriyorlardı yüzlerini. Az sonra biri, onlardan bi­
ri bir şişeyle katıldı aralarına. Şişe ağızdan ağı­
za dolaşmaya başladı. Akardean daha oynak
bir parça çaldı. Kadınlar, erkekler kahkahalarla
gülüyor ve oynuyorlardı.
O an bir şey bulmuş gibi içimde bir kıvıl c ım
parladı. İşte mutluluk!
Mutfaktan yanık kokusu geliyordu . ..
B Ö LÜ M

Seekin roman ı n ı n i l k okuyucusu ol muştu. Kapak


resmine bakarken dudağının kıyısında dalgın bir gü­
l ü mseme belirmişti. Bir köprü nün üstünde d u rmuş,
ça l kantılı sulara bakan, sacları ucuşan tek başına
bir kadın . . . Hemen okuyacağını söylemişti annesi­
ne, hemen o gece . . . Nu ray bir iki g ü n sonra sınav
sonucunu öğrenmeye giden bir öğrenci gibi uğra­
m ı ştı kızın ı n evi ne. Roman masanın üstünde, tırla­
tılmış gibi duruyord u . Seekin düşüncelerini söyle ­
mekte acele etmiyordu. Karşılıklı oturup çay icer­
ken siga rasından derin bir soluk alara k :
« B i r küçük burjuva kadı nının acıları . . . dem işti,
bel l i belirsiz, buruk bir gülümsemeyle.
<< Gerçek değil mi?»
<<Bugünün Türkiyesinde daha acı gercekler var
a n ne.ı>
Köylerde, kenar mahall elerde okullarda yaşanan
gerçekler . . .
Okuluna giderken, acılan a teş sonucu bel kemi­
ğ i nden vurulan, aylarca h a stanede sırtüstü yata n .
a rkadaşları n ı n topladığı parayla tekerlekli sandal ­
yeye kavuşa n ve ha yat boyu o sandalyede yaşaya ­
ca k olan y i rmibir yaşındaki a rkadaşını anla tmaya
koyul muştu, annesi nin gözleri nin içine bak a ra k .
<< Hiçbir kad ınla yaşayamayacak . � Seekin bunu söy­
. .

lerken başını ön üne eğmişti. Şimdi a rkadaşları ona


küçük bir ev satın alabilmek icin u ğ raşıyord u . Yal­
nız bırakmıyorlard ı onu. Ya sonra? Okullarda, yol ­
larda, evlerinde vurulup sakat kalan gen elerden yal­
nı zca biriydi bu. Şimdi a n l ıyor muydu an nesi bazı
kalı plardan sıkıntılar duyan bir kadının hayat h ika­
yesi nin onu niçin pek fa zla ilgilendirmediğini?

Gene K ı z v e öıum 41
Peki ama kızı istemiyor m uydu kadınla erkek a ra ­
sında yaşanan sıkı ntı ların g iderilmesini? Toplu m ya­
pısı n ı n kadına daha çok baskı yaptığını kad ı n ı n d uy­
gularını düşü nceleri ni ezd iğini kabul etmiyor muy­
du?
«Tek başına acılar duyma n ı n ve bu acılara tek b a ­
şına çözü m yol ları a ra ma nın ne anlamı var a nne?
Romanı nda hep ne kada r h a k l ı bul uyorsun kendi­
ni?>>
N u ray Güzel Sanatlar Kulübü'nü bulmak için bel ­
leğini zorladı. Cemil'le iki kez gelmişlerdi b u raya.
Camii'in bir arkadaşı n ı n resim sergisine ve bir şiir
gecesine . . . Nu ray bul maya çalış ıyordu Kulübün ye­
r; ni. O yıl la rda ayrı ı m ıştı yol ları. « Korkak!» Nuray ' ı n
Cenıil'e söylediği bu söz ş i m d i çınl ıyordu kulakları n ­
da . Yakınlarda l ü ks bir restoran vard ı ve kulübün
pencereleri kestane ağaçları n ı n bulunduğu sokağa
ba kıyordu. N u ray köşeyi döndü. Ö n ce restora nı son­
ra da Kulübün bulunduğu beyaz apartmanı buldu.
Ba�omakları çıkarken bir kahka h a mı atmıştı Ce­
mil? O n u g li ld ü ro n ne olm uştu? Hatı rlayanııyordu
N u ray. Cem i l ' l n kolu om uzundaydı, her zamanki gi­
bi sevgi ve incelikle . . . N u ray üçüncü katta tam cam­
lı kapıyı açarken yeniden gözterin i n karardığını duy­
du. Bir tansiyon i lCıcı o lmalıydı. Bir an kapı n ı n önün­
de durdu. Boyn unun h izasında 'bir ateş yan ıyor, y ü ­
z ü n ü yakıyordu sanki. O anda serin bir elin yüzüne
değmesi ne kadar iyi ol urdu! <<Ben kendi başıma var
olmak istiyoru m! Sevginle silme!<. ezmek istiyorsun
ben i! » Bu sözleri Cemil'e söylerken ne kadar geneti
ve cesaret. atılım, kahra m a n l ı k dolu bir h ayatı n a s ı l
da özlüyord ul «Züppece şeyler . . . l) demişti Cem il' e,
Kulüpde düzenlenen kokteyl ler, acıl ışlar, matineler
için .
N u ray terli avucuyla kavradı kapının kol u n u, ya­
vaşca itti. Salon boştu. Duvarlarda tablolar vard ı .
Kilimlerle k a p l ı kanapelerden birinde elli yaşlarında
bir adam oturmuştu. Ö n ün deki sehpanın ü stünde ya.
n sı dolu bir i eki kadehi . . . Yorg u n dalgın bakışl a rta
süzdü N u ray'ı. i lerdeki ba rda o ndokuz, yirm i yaşla-
42
rında, i nce, kum ral bir delika n l ı elindeki bezle ka­
deh leri kurula maktaydı. Nuray'a şöyle bir bakıp ye­
niden işine daldı. Nuray bir a n bu iki kişiden hangi­
sine durumunu a n latabileceğini düşündü. Cağrı l ı
olara k gel mişti b u ra ya . A d a m e l i n e kadehini a lmış,
başını çevirmişti , hafifçe g ü l ü mser gibi süzüyordu
Nuray'ı. Nuray bora doğru yürüdü birden . Del ikan ­
l ı ya adını soyad ı n ı söyledi. Del ikanlı elinde beyaz bez
ve bir bira kadehi şöyle bir durdu, baktı ona. Hafifçe
dudağını büktü. Bu isim h içbi r anlam taşımıyordu
onun için. O zaman Nuray i stanbul'dan buraya ödül
a l ma k için geldiğini söyledi. Del ikanlının yüzünde bu
kez bir şaşk ı n l ı k bel i rdi. El indeki bezi ve kadehi tez­
g a h ı n üstüne koydu. i cerdeki bölmeye geçti. N u ray
da cantası nı yere bıra ktı ve kapıldığı utanç duygu­
sunu yenebilmak icin duvardaki kaba rtma lara bak­
maya koyuldu. Delikanlı n e kada r kayıtsız davran­
m ıştı !
Oysa kaç gündür gazetelerde a d ı geçiyordu N u ­
ray'ın. K u l ü p üyeleri y a da sanatic i lgilenen başka­
ları h e rhalde barda içki i çerken bu yılın ödül lerin­
den. ödülleri alanlardan d a sözetm iş olmalıydılar.
kendi a ralarında. Hiç kulak misafiri olmamış m ıydı
delikan lı? N u ray salonun o rtası nda beceriksizce ka­
l ıvermişti. l<anapede oturan adam içkisin i yudumla­
yara k süzüyordu onu hôlô. Gözka pakları şişti ve du ­
dağı n ı n kıyısında bir serüvene hazır olduğunu sezdi­
ren kurnaz ve hüzünlü bir g ü lümseme va rdı. Boy­
nunda turunculu mavi l i ipe k bir fulôr göze çarpıyor­
du. B i r ressa mdı bel ki, ya da resim yapamayan . ne­
şelenmek icin a kşam üstleri n i bekleyen bir ressam . . .
Nuray öfkelendi onun yüzü ndeki anlama. Sıradan
bir kadın değildi. Bunu nasıl sezdi rmeliydi adama?
Erkekler kadınlara istedikleri anlamda bakabiliyor­
du. Bu hakkı kendilerinde görebiliyorl a rdı. Oysa bir
e rkeğe ilgi duyduğunu bel l i etmek kad ı n ı zedeleyen
bir şeydi. Kadın erkek tarafından seeil meye yargılan ­
ın ıştı sanki.
Kısa bir süre sonra icerdeki bölmeye giren deli ­
kanlı esmer, saka l l ı genç bir adamla tezgô h ı n gerl-
43
sinde bel irdi. Yanındaki gene adama gösterdi Nu­
ray'ı. Gene adam yaklaştı ve h afif bir g ü lümsemeyle
elini uzatt ı . Nuray gene adamın ondan bir açıklama
bek lediğini sezdi. Delikan l ı a nlatamamıştı demek.
Nuray bocaladı :
«Ben. . . diye kekeledi. Öd ü l i c i n gel mişti m. Ro­
man . . . öd ü l ü icin .'> O anda gülüne duru mda duydu
kendini. Gene adam gül ümsed i :
< Öyle m i ? Kutlarım efendim.»
Nuray ona teşekkür ederken kanapede oturan
adamın da yerinden kalkıp kendisine doğru geldiği­
ni gördü. Adam ceketinin d üğmesini i l i k liyordu. Ada ­
mın yüzündeki anlam değ işmişti şimd i. Sayı;ıı l ı ve
nazik bir g ü l ü msemeyle uzattı elini :
�Hanımefendi , izin verirseniz ben de sizi tebri k
edeyim .'>
«Buyrun biraz dinlenin» dedi sakallı gene adam.
«Ben şimdi telefon eder, geldiğinizi bildiri rim.»
ö teki cız önce oturduğu kanapeyi göstererek:
<< Şöyle buyurmaz mısı n ı z Hanı mefendi?» dedi, ka ­
d ı n lara nasıl devra n ı lacağını çok iyi bilen bir erkek
edasıyla . . . Gene adam telefon etmek icin salona
acılan bir odaya girerken Nuray adamın gösterdiği
yere oturdu.
Az önceki del i ka n l ı da hafifçe eğilerek saygılı ve
durgun görünüşüyle:
<< Ne al ırdınız hanımefendi?» diye sordu.
Bir konyak istedi Nuray.
Karşısında oturan adam telôşlı davra nışlarla pa­
ketinden bir sigara tuttu ve küçük camgöbeğ i ren-
-

ginde cakmağıyla yaktı slgarasını.


<< Efendim ben gazetede h aberi okuyunca bir hanı­
rnın bu başarıyı göstermesinden pek memnun ol­
dum. Bence bir memleketin medeniyet seviyesi o
memlekette erkekler kadar başarı gösteren kadın­
ların sayısıyla ölçülür. Kadın larımız a rtı k her sah a ­
da söz sah ibi ol maya başladılar. B u da ç o k müsbet
bir puan bence . . »
.

Adam söyledikleri n i n onayianması n ı bekler gibi


Nuray'ın gözlerinin içine bakarak, heyeca nla gülüm-
44
sed i. Nuray kısa ca başını sallayıp gersonun masa­
nın ü stüne bıra ktığı konya k kadeh ine uzandı. i l k yu­
dumunu aldı ve adamın i lgisine karş ı l ı k verebilmek
icin sordu:
«Siz de saneteısınız herhalde . . . Ressam mısınız?'>
Adam iki eliyle viski kadehini ovuşturarak cekin ­
genlikle gül ümsedi :
<<Sanatı v e sanatçıları c o k takdir eder beğeni rim,
ama maalesef sa natçı değilim. Yine de üzerinizde
böyle bir intibe bırakmak beni memnun etti . Ben rek­
Jômcıl ı kla meşgui J m h a nı mefendi.»
Adam son sözlerini cidd ileşerek söyledi. Buruk bir
g ü l ü mseme belirmişti yüzünde. Nuray şaşırmıştı .
Tam o sırada, oz önceki saka l l ı gene adam yak­
laştı yanlarına:
<<Hanımefendi, dedi, onlar da sizi merak etmişler.
Garda beklemişler sizi.•
Nuray heyecanla gülü msed i :
« Öyle m i ? Niye tanıyamadılar acaba?»
Gene adam elleriyle «bi lemem:. anlamı nda bir i şa ­
ret yaptı .
Son ra P. otelinde yerinin ayrıldığını söyledi Nu­
ray'a. Başkan Bey de az sonra gelecekti otele. Gene
adam otelin yakın bir yerde olduğunu ama isterse
h emen bir taksi çağırabileceklerini belirtti. Başkan
Bey üzgündü kendisini yordukları Icin . Karşılaştığı
bu yakınlık ve ilgi duyguland ı rdı Nuray'ı. B i rkoc kez
teşekkür etti ve zah met etmemelerini, kendisinin
otele yürüyerek gidebileceğinl, zaten Ankara'nın ya ­
bancısı olmadığını bel i rtti. Öteki adam da ayakta gü­
lümsiyerek bekliyordu:
«Han ımefendi sizi otelinize b ı rakabili riml) dedi. Nu­
ray ona da teşekkür ederek buna gerek olmadığını
belirtti. Erkeklerden a şırı bir i lgi ve incelik bekleyen
kadınlardan olmadığını gö�termeye çalışıyordu.
l cki Icin de teşekk ü r ederek vedalaştı onlarla. Ba­
samakları inerken heyecanlı ve mutlu duyuyordu
kendini . B i r g ü n l ü k tutuşuna gülmüştü Cemil. Şimdi
yine gü lebilecek miydi? Acaba romanını okumuş
muydu? Cem i l i ce kapa n ı k bir insa ndı, karısından
45
başka kimselerle fazla ya kınlık kurmaz, iç d ünyası­
nı, d uyguları n ı ve acıları n ı acmazdı. Birden içi suc­
l u l u k d uyg usuyla sızladı. Caddeye çıkmıştı. Cem i l'e
h a ksızl ı k mı etmişti yoksa? Onu yıllarca sevgiyle ku ­
şatmış ve sonra da h içbir kadınla benzeri bir yakın­
lık kurmamış i nsana . . . Son yılla rda kendisini para
kazanma tutkusuna ve ickiye kaptırmıştı Cemil. M ü ­
teahhidlik yapıyordu. Kızına da para yol luyordu. Kızı
ise babasından gelen bu parayı arkadaşla rı yla pay­
Iaşıyor ve cıkardıkları dergiyi paraca deste kliyord u .
Gernil'in haberi yoktu bundan. Kızı n ı n ayrı bir eve
çı ktığını öğrenince ev eşyası a l ması icin ona top­
l uca bir para yol lam ıştı. Oysa kızı bir koc eski is­
kemle, masa ve eski bir somya almakla yeti.nm işti .
Kızını görmeye gelince d u rumu a n lıyaca ktı Cemi!.
Otel in sokağa bakan terasına hasır yuvarlak ma ­
salar. hasır koltuklar konmuştu. Terasta i l kbahar gi­
yimleriyle oturanlar içkileri ni yuduml uyorlardı. B i rden
kad ı n l ı erkek li bir g rupdan ka h kaha sesleri yükseldi.
Yuvarlak masanın çevresinde otu ra n l a r a rasında
otuz otuzbeş yaşları nda, geniş a l ı n l ı , kumral bir
adam elinde yılan dcrisinden b i r kadın cantası tut­
ma ktaydı . Yanında oturan sarışın, düzg ü n boyun l u
güzel, beyaz elbiseli b i r kadın ise kendisine a it ol­
duğu bel l i olan centayı onun eli nden a l maya uğra­
şıyordu . Ara la rındaki bu çocu ksu ve yalandan çe­
k i şme yan l a n nda o!uranlar:n taşkın güiüşmelerine
yolacıyord u .
Adam centayı acma kta ısrar ediyord u. Kadın şa­
kadan küçük tokatlar a tıyordu onun e l i ne. Bi rden bu
g ü l üşmeler N u ray'ın icindeki ya lnızl ı k d uygusunu
depreşti rd i. Yürüdü otelin döner com kapısına doğru.
Com kapının öte ya nı nda bir adam g ü l ü mseverek
durdu ve onun geeişini bekledi. N u ray da başını ha­
fifçe sall ıyarak teşe kkür eti. Vişne rengi halılario
kaplı geniş salonu büyük saksı lar içinde kaktüsler,
deve tabanları süslüyordu. Ortada küçü k bir havuz
v a rd ı . Hafif müziğe fıskıyeden sacı lan suyun sesi
ka rı şıyord u . N u ray bir an eli ndeki fermuarı boz u k
cantası v e üstündeki moda d ı ş ı g ri e l bisesi yüzünden
46
bir pişma n l ı k duydu. Daha özenl i , daha şık giyin me­
yi niçin akıl edemem işti? Resepsiyandaki kıza yak­
laştı. Siyah gür sacları omuzlarına dökülen, gözleri
ve d udokla rı çok bel irgin bir biçimde boyanmış olan.
ince yapılı kız doldurması icin bir kart uzattı ono.
N uroy cantasını yere bıra ktı ve kimliğini yazmaya
koyuldu. Meslek kısmına gelince bir an dura ksadı.
Romanı yoyı nlonmomış olsaydı sek reter olduğunu
yazma ktan başka b i r çaresi ol mayocaktı. Oysa Nu­
ray'ın elinde parlak bir olanak va rdı şimdi: «Yazar . . � .

«Varl ığımı haklı cıkarmak icin yazıyorum bu roma­


nı» öyle demişti kendi kendine. Ama birden bütün
gazetelerde adı geeince nasıl güven d uygusuna ko­
pılmış, acılarının sonunda a radığı şeye kavuştuğu­
n u düşün müştü! Onu önemsemeyen, onu a nlayama­
yon , değeri n i bil meyen herkesden öc al mış ol uyor­
du sanki: Halası n ı n oğ ullarından, onu hep evin i n ka­
dını olarak görmek isteyen Cemil'den, ve onu b i r
k ü ç ü k bu rjuva olmakla suçlayan kızından . . . << Kızım­
don m ı ?» Nasıl d üşünebil iyordu bunu?
Kartı gene kıza uzattı. Kız hafif bir şaşkınlık ve
sayg ;ylc gül[i msedi . Ama N u ray'ın umduğu kadar
büyük bir ilgi göste rmedi. Odasının a nahtarını uzat­
tı ona. Birden N u ray'ın yon ı n da kolları ve yakası sır­
malı lacivert bir ü n i formo taşıyan yaşl ı bir adam be ­
l i rdi . N u roy'ın cantasını aldı yerden.
N u ray bir an b i r ted i rginlik. ve şaşk ı n l ı k içinde d uy­
d u ken dini. Şık giyimli, d i m d i k yü rüyen kadınlar ve
erkekler üstlerine u cak etiketleri yopıştırılmış voliz­
leri n i otelin kamilerine taşıtorak girdiler kapıdon ve
resepsiyandaki kız gülü msiverek hemen onlarla i l­
gilenmeye başladı. N uroy kendi eski cantası nı taşı­
yan yaşlı adamın a rkası ndan y ü rüyüp osansöre bin­
di. Adam asansörde gözucuyle inceledi onu. N u ray
gözleri ni kacırd ı . Asansör dördüncü kata gel ince
adam osonsörün kapısını a çtı ve sessizce önden ge­
ç i rdi N u ray'ı . Sonra do düzgün. alışkın, hızlı adım­
larla 427 numa ralı odaya doğru yürüdü. Adam hem
kayıtsız görü nüyor hem de bu yalnız ve gösterişsiz
kod ı n ın b u otelde niçin ka ldığı n ı mera k ediyor gibiy-
47
d ı . Actı kapıyı . Girdi ve centayı odanın ortasına bı­
ra kıp, başıyle hafifçe selôm verdi. Odadan çıkmaya
h azırlanıyormuş gibi yaptı. N u ray hemen eğilip yer­
den aldı cantasını ve elini sokup küçük para can­
tasını çı kardı. Bir pot kırmoktan, adamı yadı rgat­
maktan ü rküyordu , <<bi dakika� diye mırı ldandı ve
şimdiye kada r herh angi bir garsona, bir odacıya ver­
diği bahşişlerin en yüksaği n i verdi adama. Onun
kendisini öteki otel müşteri lerden farklı görmeme­
sini istiyordu . Yal n ızl ığının ayıbını örtmeye çalışıyor­
du sanki. Kapıyı içerden kilitledi ve inceledi adayı.
Pencere k ıyısı nda yuvarlak, alcak. ceviz bir masa,
klasik iki koltuk ve kıyıları sırmalı, yeşil kadife per­
deler . . . Oyma lı cevizden tuvaJet aynasın ı n önü nde
bir put. . . Pencereye doğru yürüdü. Perdeleri açtı.
Ankara irili ufaklı yapıl a rı caddeleri ve ko fesiyle uza ­
nıyordu önü nde. 4:Aşkımıza yeni bir kent giriyor» Ka ­
lede söylenmişti bu sözler, d uvarın üstünde, güneşli
bir günde . . . Cemil'in buğulanan sesi . . . B i rden s ı r­
tını döndü pencereye. Cem i l ' le yaşadığı o kapa l ı ,
d urg un evl i l i k düzeninden çıkmasaydı şimdi b u rada
olur muydu? Bu başarı basa mağı nda . . . Cemi l'in aş�ı
yaşar mıydı? Gitgide birbirlerine benzeyerek, aynı
alışkanlıkları edinip, birbirlerinde ortaya cıkabilecek
her değişiklikten korkara k , eski güzel g ü n lere yas­
lanıp, gelecek olara k yalnızca yeni bir eve taşınma­
yı, bir yolculuk yapmayı, kızlarının başa rısı nı gör­
meyi tasarlayara k . . . Hayır pişman değildi N u ra y.
Yazgıdan kacmıştı o. Köpüklü dalga la rı gören pen­
cerenin önündeki masaya oturu rlardı akşamüstlerl.
Annesi m u tfak önlüğüyle bakır tencereyl getlrirdi.
Sobaya odun atar üflerdi. Herşeyi en Iyi yapmak is­
terdi o . Ö ğ retmenliğinl a n neliğini, ev kadınhğını. N I ­
c i n birdenbire a rt ı k h içbirşeyi görmek, hiçbirşeye do­
kunmak istemiyormuş gibi birden gözlerini tavana
dikm iş, öylece saatla rca d u rm uştu annesi? Sessiz­
liğin bir hastalık sayıldığını şaşk ı n l ıkla öğrenmişti
küçük kız. Neydi onun umut ve Inanç selini birden
bire durd u ran şey? Sessizl iği neyin karşı lığıydı?

48
NURA Y İ L K İ N ' İ N ROMANINDAN

, A n nemin o t u z su kiz yıllık hayatı... İlk fotoğ­


raf baş ı nda bir fes ve göğsünde madalyalar ta­
ş ı y a n dede mi gösteriyor. Savaşta aç kalıp on
gün l< lil yiyen dedcm . . . S ürg ünde ölmüş Osman­
lı paşası .. A n n e m i n albüm ünde bi r tek fot oğra­
.

fı var onu n .
İ k i n c i fotoğrafta ninem, dedemin üçüncü ka­
rısı ... Siyah ça rş af ı n çev i rdiği yüzü yumuşak ve
d urgun . Ninemi çocukluk anılarımın kuyusun­
elan ç ı k armaya çalışıyordu m . Masallar anlatan
ve dualar oku y an i pe k s i sesi. .. Odaların loşlu­
gunda parlayan beyaz teni... Yer sofrasında yuf­
ka a ç an elleri.. . Beyaz n amaz t ülbenti, nakışlı
seecadesi . .. Bende bu silik görüntüleri bıraka­
rak birelen yok oluyor. Fotoğrafına bakarak an­
lamaya çalış ıyorum onu. Yüzü dingin, sağlam
b i r y üz\. y . . . Herşey dip te sanki, g ül ü m seme nin
ve sevecen bakışların çok gerisinde... B aşında
bir fes Ye göğsünde m adalyalar taşıyan sert
i ri siyah göz.lü erkekle
y üzli.ı , çarş afh kadın
başbaşa k alınca ne konuşurlard ı? Kutsal ve giz
dol u iki fotoğ raf...
An nemin ilk fotoğrafı: dokuz yaşında çarşafa
bürünmüş . . .
Öğre tmen okuluna girerken bütün kız lara
beyaz markizetten başörtüler verildi. Din ders­
lerinele ve erkek öğretmenierin derslerinde ör­
t üyorlardı başlarını. Birgün birden arbk baş­
larını örtmemeleri is tendi. Kızlar yatakhanele­
rinde beyaz markizet örtüleri japone kollu blüz­
lara çevirdiler. O gün bahçede fotoğraf çek tir­
diler, güneşi gören kolları nı birbirlerine dola­
yarak . . .
Sonra saçlan alagarson kesilmiş uasri» giyim­
li genç kızlar geliyor. Annemin öğretmen oku­
l u ndan arkadaşları . . . Ellerini bellerine dayaya­
rak ve başlarını dik tutarak poz veriyorlar. Yüz­
lerinde kafa tutma, disiplin ve gizlilik . . . Erkek-

49
çe duruşlar . . . Benzer sözlerle sunulmuş ves i lm ­
lık fotoğraflar. . . « Sevgili arkadaşım Şükra n · a , .
Bir tek fotoğrafta apayrı bir cümle: «Hayaller
arasında bir gölge . . . " Kasketini yana doğru ya­
t ı rmış, tombul yüzü hüzün ve cid d i yetle geril­
miş bir genç kı;;ı;. A n nemin hatıra defteri ise
mutlu an ları dile getiriyor: Piyano çalmak, j i m­
nastik yapmak, sahneye çıkmak, Paris modası­
n a uygu n elbiseler giymek v e şapkalar takmak ,
kırlara geziler yapmak, fotoğraf çektirmek . . . Sı­
nıfın yaramaz ve muzip k ı zı annem . . . Din dersi
hacası l\öpekleri n insanların göbeğinden meyd�­
n a geldiğini söylüyoı·. A nnem anlatıyoı· hatıra
defterinde: Teneffüste bir arkadaşıyla birlikte iri
bir köpeğe raslıyorlar. Kemerlerini bi rbiı-ine ek­
leyip köpeğin boynuna geçiriyorlar ve onu sü­
rüklüyorlar hocan ın yanına. Hoca başında sa­
rığı, bir ağacın gölgesinde d inleniyor. Annem
ona soruyor: -Hoca efendi acaba bu köpek h an­
gimizin göbeğindcn meydana gel el i ? B<m d i yo­
rum Hayri y e ' n i n göbeğ' i ndon. llal{sanıza ona da­
ha çok benziyor. � Hoca efendi tesbihini çekerek
baş ı n ı iki yanG sctl l ı yo r , k ı rgm , dalgın bal{ ı şla­
rıyla . . .
Babam ortaya çıkıyor annemin albüınünde.
Annemin okulu bi tince atandığı okulda iki be­
kar öğretmen var. B i ri babam.
İ kisin i n birlikte çektirdiği ilk fotoğraf. Siyah
takım elbisesi, yeleği, papyonu , kısacık, fırça
saçlarıyla babam . . . Duygularını açığa vurmuyor
ince yüzü. Sanki kendisi de o anda n e duydu­
ğunu bilemiyor. Çocukluğunda oyun yerine sa­
vaş yaşamış babam . . . «Kaç kaç, sesini duyar
duymaz, çocuklar ve kadınlar ceplerine bulgur,
nohut, ekmek, zeytin daldu rarak dağları aşı­
yorlar, köylere gizleniyorlar. Sonra yeniden şeh­
re dönüyorlar. Şehir i şgal altındayken, hasta­
nede çal ışan babasına sefertasıyla yemek götü­
rüyor babam. Ermenilerin oturduğu sokaktan
geçerken çevresine korkuyla bakınıyor. Yaşlı bir
50
ermeniyi kes tiriyor gozune. Onun peşinden gi­
diyor. Onu adamın çocuğu sansınlar ve öldür­
mesinler diye.
Babam sertti, çekingendi, beceriksizdi. Annem
yaşat.ırdı evi m izi. Babamın kucağına oturmaz­
dım. Yorgun hatı rlıyorum onu. A nnemin yap­
tıklarında sık sık kusur bu lurdu. Bazan da bir­
l ikte neşeli olurlardı misafirlerin yanında. Ba­
bam bir anısını anlatırdı. A tatürk erkek öğret­
men okulu na gel i y or. Geceden kararlaştırılmış
iş bölümüne g öre öğrenciler inceliyor onu. Biri
gözlerine, biri alnına, biri çenesine, biri ağzı­
na, b i ri burmı na, biri omuzlarına, biri ellerine
baloyor. Öyle lmrarlaş tırmışlar. Hm· biri ayn bir
yanını anlatacak, bctimleyecek , b öylece daha iyi
tanıyabilecekler onu. Babam Atatürk'ün gözle­
ri n e bakıyor. Sevgiyle g ülümsüyor bunu söyler­
ken . . . Odadakileri kutsal , ürkek bir sessizlik ku­
şat ı :ı or.
Ben yedi yaşındayken yeniden askere alındı
babam. İkinci d ünya savaşı yılları. .. Şehir ge­
celeri soluk mavi pencerelerle doldu. Karart­
ma . . . Annemle çıkıyorduk bazı geceler. Onun
elinde kısık mavi ışıklı bir fener... Evlerde ka­
dınlar ve çocuklar vardı. Pestil ve tatlı sucuk
yeniyordu. Annem tarihi bir roman anlatıyordu
bu gecelerde. Romanın uyandırdığı heyecan ya­
şanan hayatın heyecanını unutturabiliyordu.
Savaş ve kıtlık yıllarında annemin koynun­
da uyudum. Birgün açlar ve işsizler kaymaka­
mın evinin çevresine toplanıp bağırdılar: «Açız
açız ! " Annem ağlıyordu.
intihar etmek için sanki babamın askerden
d önmesini bekledi annem.
Annem alnını sımsıkı saran beyaz ipek du­
vağı ile cesur ve üstün duruyor babamın yanın­
da. Yine alagarson saçlarıyla... Sade bir gelin­
lik ... Koluna girmiş babamın. Çekingen değil.
Herşeyi gerektiği gibi yaptığına inanıyor. Du-

51
ruşu, bakışı öyle. Yeni bir başarı gösterir g i b i .
Ürkek olan babam, fotoğrafta . . . "

•Şimdi ancak filmlerde görülen esl< i bir ford


araba . . . Kordelalarla, çiçeklerlc, bir gelin gibi
süslendi. Arl{ada yürüyen küçük kızlar korde­
laların bir ucundan tutuyor. Araba n ı n üstün­
de oklar biçiminde yerleş tirilmiş kordelı:\ların . . .
Arabanın üstüne huni biçiminde bir şey yer­
leş tirildi. Beyaz, tüll ü , fırfırlı giysileri, çiçekten
taçlarıyla arabanı n üstüne melek kızlar yerleş­
tirildi. Piramid biçiminde . . . En üstte bir tek kız,
bayramın kraliçesi o. Elinde güneşi o tutuyor.
G üneşin içinde Atatürk'ün portresi . . . Bir güneş
yapmak ve güneşin rotasına Atatürk ' ü yerleş­
tirmek annemin buluşuydu . Ben o güneşi tuta­
madım, çünkü annem bana ayrıcalık _ tanımak­
tan sakınıyordu. Güneşi elinde tutan kızın aile­
si onur duyardı. Bazı aileler k ı zlarının seçilmesi
için ısrar ederlerdi . Araya aracı koyarlardı. Şeh­
rin en zengin ailesinin bu isteğini geri çevirmiş­
H annem. Çünkü küçük kızın babası savaş sıra­
s ı nda Fransızlada çalışmış ve servetini Halep'e
kaçırm ış bir işbirlikçiydi. Affa uğramış bir iş­
birlikçi . . . Annem affetmemişti onu. «Bu yurt
için canını bile esirgemeyen bir vatanperverin
kızı benim gözümde daha üstündür " . Ö yle söy­
lemişti annem . "

«Annem bazı geceler düşlerime giriyor. Ku­


laklannın bizasında kesilmiş, düz, parlak saç­
ları, sımsıkı kapanmış ince dudaklarıyla . . . Pan­
talan ceketi ve kravatıyla . . . Azarlıyor beni. Uzun
bir şiiri ezberliyemediğim için, pastayı elimle
yediğim için, sırtımı kamburlaştırarak oturdu­
ğum için . . . O beni azarlarken babam onun fo­
toğrafını çekiyor. Annem birden işaret parmağı­
n ı sallıyor ve bayramlardaki gibi konuşmaya
başlıyor. Bomboş alanda ellerimi iki yanıma

52
sım sıkı yapıştırmış duruyorum . Tek başıma din­
liyorum annemi. Sesi kürsüden göğe doğru ya­
yıl ıyor. Birden çişim geliyor ve korkudan titri­
yorum. Annemin konuşması bitmiyor. Birinin
gelip beni elimden tutmasını, götürmasini bek­
liyorum. Uçuşan kuşlar, kürsüden bağıran an­
nem ve alanda titreyerek bekleyen küçük kız.
Başımı �<aldırıyorum ve göremiyorum annemi.
Ses i n i n yanınsını duyuyorum ama artık göre­
m i yorum annem i. Kürsü bomboş. Yok annem . »
BÖ LÜM

Telefonun sesiyle irkildi birden.


Teletona doğru yürü d ü . G üzel Sanatlar Ku l ü b ü '
n ü n başkanı Tuğrul Bey tok ve dingin bir sesle ttHa­
n ımefendi hoşgeldiniz>> diyordu. Gcırda kendisini bek­
ledi klerini söylüyord u . H a t ta b i r kaç bayana sokulup
sormuşlard ı . Gü! üyordu Tuğrul Bey. N uray da g ü l d ü .
O n l a r kendisini a ra rken o yan kesici çocuğu görrnek
icin bi riken k a l a ba l ı ğ ı n i çind eydi bel ki. Zahmetleri
icin t eşek k ü r etti .
« N u ra y H a n ı m biz sizi aşağıda, salonda bekl iyo­
ruz.»
<< Hangi salon?» diye sordu N u ray, yumuşak bir
sesle.
<<Orta salon , dedi Tuğru l Bey. Asansöre binin. Sa­
lon yazılı katta i n i n . B e k l iyoruz h a n ı mefendi. Tek­
ra r te brik ederi m.'>
«Teşe k k ü r e de r i m Beş dakika içinde oradayım.»
.

Telefonu k a p a t t ı . Bir a n bocaladı: M utlu ve rahat


b i r yüzle i n me l iydi yanl a r ı n a . Kendini onlara k a rşı
borçlu d uyuyordu. A n ı l a rı n tuzağına d üşmen i n za­
manı değildi şimdi. Birden g ü l ü mseverek ayna n ı n
önündeki puta otu rd u. K u l a ğ ı n ı n h izasında kesilmiş
kısa saclarını el iyle dalgalandırmaya çalıştı. Saçla­
rı n d a ki beyaz teller ne k a d a r a rtm ı ştı ! Hemen, ilk f ı r­
satta boyata caktı saçları n ı . Niçin şimdiye kada r bo­
yatm a rn ı ş t ı ? Kızı a n lıyam ıyordu k ı rk ü c yaşında bir
kadın o l m a n ı n te d i rg i n l i kl e r i n i . O n u n eli nde kapağı
açılmamış b i r hazine vard ı : Gençl ik. N uray tara k
eli nde ü rperdi birden. Kızı n ı n yaşı nda insanlar öldü ­
rül üyord u . Evlerinde uyurken, okul kapısından çıkar­
ken . . . Nuray birden tarağı elinden fırlatıp tuvaJet
aynasının mermer masasına kapa n ı p h ı ck ırıklarla
54
a ğ l amamak icin kendini g üçlükle tuttu. Kızını kara­
rıyla başbaşa bıra k ı p, onu kararından cayd ı rm a k icin
hiçbirşey yapmadan gelm işti buraya. Bu lüks otel
odasında yeni bir mutl u l uğa başlam a k icin nasıl böy­
le bencilce hazırlanabiliyordu? Tara k kumral, kır
saçlarının üstün de yuka rd a n aşağıya doğru i nerken
d u ruverdi birden . «Her insa n ı n ayrı b i r h ayatı . . ı> «Her
.

insanın kendi hayatını see işi . . . >> Tarağı bıra ktı ve a l ­


n ı n ı n üstüne bir kahkül d ü ş ü r d ü . K ü ç ü k el çantası ­
nı a ç t ı . Rujunu buldu. Duda kları ne kadar solgundul
Gelmişti buraya ve bu g ü nlerin kendisi icin taşıdığı
a n l a m dan uzak d üşmemel iyd i . B i r yazar olacak, in­
sa n l a rı n acıları na, öz lemlerine sözcülük edecekti.
B i rg ü n k ı z ı n ı n da sevebi leceği bir roman yazabiljrdi
bel k i . Aşağıya, salona in meliydi. Odadan çıkarken
geceyi bu ra h at odada gecireceğini, yatmadan önce
ı l ı k bir duş alacağını düşün mek si nsi bir hoşn utluk
uyandırdı içinde. Kapıyı kil itledi, bir at ayağı biçi­
minde tahtadan oyma l ı bir anahta rl ı k . . . Elini doldu ­
ruyor, ısıtıyord u . . . Loş koridarda, ilerde, bir erkeğin
de bir odanın kapısını açnıa kta olduğunu terketti.
Nedense bir Amerikan filminden bir görüntü can­
Iandı belleğinde. Asansöre doğru yürü rken yine ote­
l i n ü n iformasrnı taşıyan orta yaşlı bir adam b e l i rd i
karşısında. Başıyla nazikce selômladı o n u : << i yi a k­
şcınılcır hanı mefendi .>> « i yi a kşamlar.» Açtı asansö­
r ü n kapısı nı. Bindi asansö re, adam yeniden gülüm­
severek selamladı onu ve kapıyı kapadı. Asansörde
yalnız kaldı N u ray ve aynaya baktı hemen. Yana
kay rn ı ş yakası nı d üzeltti. Yaşı i lerlemişti, ama beyaz
te n i , çıkık elmacık kemikleri, geniş alanı ve k ı rlaş­
mış açık ku mral saçlarıyla . . .
Salon . . . i ndi asa nsörden . Hafif bir müzik daldu­
ruyordu sa lonu. Yerler yumuşak ve parlak bir hal ıy­
le kaplıyd ı . Tava nda kristal avizeler parl ıyordu . Kah­
verengi koltu k l a ra göm ü l m ü ş bir sürü insan alcak
sesle konuşuyor, gülüyordu . N u ray çevresine bakı ­
nırken bir ürpertin i n içinde duydu kendini. O rtada
dolaşan papyonl u vişne rengi ceketl i gersonlar ve
siga ra dumanları a rasında gülü mseverek konuşan
55
insa n l a r onu yadırgayaca klarmış gibi geld i ona . Her­
kes on un. giyim inin silikl iğini, yüzündeki tedirginli ­
ği ve şaşkınlığı incel iyordu san k i . Nuray bu insanla­
rı n başaramadığı bir şeyi başa rmış olduğunu kendi
kendine hatırlatmaya çal ıştı. Duvarlar tabiolario ve
kabartmalarl a kapl ıydı . Geniş pencerele rde yere ka­
dar inen bej. kadife, ağır perdeler . . . N u ray dalları ve
yaprakları tavana doğru uzanan bir bitkiyle yüzyüze
gelince irkildi birden. Yanı ndan geçen beyaz elbisel i
ince , uzun. genç b i r kadına yol vermek ici n hafifçe
çekildiği nde neredeyse büyük sa ksıya çarpıp devi­
rece kti.
Bir m a n ken kada r gözalıcı gene kad ı n ı n berra k ,
kaygen yüzü nde h a f i f bir g ü l ü mseme vardı Nuray
yine terlemişti. Neredeydi onu bekleyen ı n sa nlar
acaba? Gözleri sanatçı u m u rsamazl ığını yansıtan in ­
san l a rı a rıyord u. Güzel Sanotlar K u l ü bü n ü n üyeleri
anca k böyle olabi l i rdi. On ları bulunca bu cekingen­
l iğini ve yabancı l ı k duygusunu geride b ı ra kacaktı.
Çünkü burada yal n ı z o i n sanlar biliyorl a rd : o n u n de­
ğeri n i . On lara kavuştuğu an ken d i s i n i yad; rgıyormuş
_
gibi süzen bütün bu i n sa n l a ra o da ü stten boka­
bi lecekti.
Birden sesieniidi ona:
<< N uray Hanım!>>
i ci sevine ve heyecanla d o l d u . Sesin geidiği yere
dön ü p bakı nca şaşırma ktan kendini a l amad ! .
M asada oturanlar a rasında i l k gözü ne çarpa n ,
u c u k mavi ince b i r l< u nıaştan ta kını elbise •1'2 beyaz
i pekten bir fre n k göm l eği giymiş. dinc ve i n ce yapı l ı .
uzun boylu, k ı r saçlı adam oldu. Tasa rladığı kalen­
der ve savru k sanatçı görünüşüyle h i ç de bağdaş­
nıayan bir görü n üşü vardı ada m ı n . Ona seslenen ise
gözl ü k l ü , siyah gür kıvırc ı k saçl ı , orta ooylu bir
adamdı. Kahverengi süetten bir ceketi v a rd ı . Ö nce
o ayağa kalkara k kendini tanıttı : Gazetec; N u ri Fı­
rat.
N u ray gazeteci N u ri Fı rat' la tokalaşırke,, J ı ı u i l k
olara k gördüğü ha lde ta n ı d ı k biriym iş g i b i rahat l ı k
duydu. Sonra mavi ta k ı m elbiseli, gösterişli adama
56
tam yönelecekken onun karşısında oturan kad ı n ı
farketti. Onun koyu bir rimelle çevri l i i ri yeşil gözle�
rini ve boyn undaki bir s ı ra Inciyi . . . Gazeteci Nuri Fı�
rat saygılı , yumuşak bir el h a reketiyle tanıttı onu:
<< Efendim, Asum a n Hanımefendi, sayın başkanımı�
zın eşi . . . »
Kadın oturduğu yerde başını hafifçe öne doğru
eğdi, elini uzattı. Dengeli, d u rgun bir g ü lümseme
beli rd i yüzünde:
<< Memnun oldum efendim . Tebri k ederiz.»
N u ray ondan yayı lan hafif, tatlı pa rtüm kokusunu
duydu ve çekingenl iğiyle savaşarak g ü l ümsed i . Te­
şekkür etti. Beyaz ipek gömlekli, kır saçlı adama
döndü: O d a kalkmıştı ayağa ve gazetecin i n ağzın­
dan kendi isminin dökü lüşünü dinleyerek ve g ü l ü m ­
sayerek elini uzatıyordu.
�Tuğrul Bey . . . Kul übümüzün başka nı . . . »
< Ha n ımefendi candan kutla rım.»
Gazeteci Nuri Fırat, son olarak, yüzünde sakin bir
a n l a m taşıyan . otuz yaşla rında, kum ra l , g ü r bıyıklı,
orta boyl u gene bir adamı tan ıttı :
«Gene şa i r arkadaşımız, Coşkun Bengü . . . Şiirle­
rinden ta n ı rsınız herh alde.'>
·'A evet .:> dedi Nu ray. Bel leğin i yoklayarak. üc
. .

ayda bir çıkan bir edebiyat dergisinde uyumsuz bir


adamın yalnızlığını anlatan bir şiirini anımsadı onu n·.
Adam ıssız bir adaya sığınıyor. sonra da bir türlü o
adadon kurtulamıyord u .
Ş a i r yeri n i verdi Nuray'a v e ken disi gazetecinin
ycı n ı ndaki koltuğa_ yerleşti . Ö tekilerden ayrı bir tutu ­
mu vard ı onun. Daha çok u m u rsamaz ve dalgın . . .
Bir a n hepsi hafi f bir gülümsemeyle sustul a r.
Asuman Hanım a rkasına yaslanara k kibar sesiyle
sessizliği bozd u :
«Nasılsınız hanı mefendi? Yol culuğunuz nasıl geç­
ti?»
Nuray da aynı incelik ve yumuşa k l ı kla karş ı l ı k ver�
meye çalıştı.
«Teşekkür ederim . i yi geçti.»
<< Hanı mefendi ne a l ı rsınız?>>

F.7
Kulüp başkan ı Tuğrul Bey işaret parmağın ı hafif­
ce oynatarak cağ ı rm ı ştı garsonu.
N u ray cam sehpanın üstündeki kadehlere göz gez ­
d i rdi.
<< Konya k . . . dedi, bir konyak rica edeyim.»
<< H a n ımefendi'ye bir konyak• dedi Tuğrul Bey ger­
sona, son ra ca n l ı bir gülü msemeyle Nuray'a dönd ü .
«Herhalde çok yorgunsunuzdur dedi. Sizi garda
çok a radık.»
Gazeteci N u ri Fırat, konyağından bir yudum a l ı p
kalın d udaklarını yoladıktan sonra söze g i rd i :
" Efendim, b e n bir a ra kitabınızı gerdaki bayide
a radım. Elimde kita bı n ızı tuta ra k dikkatinizi çekme­
yi düşünmüştüm. Ama kitabınız bayide yoktu. Bit­
mişti herhalde.>>
Gazeteci b i r övgüde bulunduğunu iyice belirtmek
ister gibi g ü l ü msedi N u ray'a. Sonra elinde kadeh ini
hafi fçe sa llayarak,
«Sizi anons da ettirdik,>> dedi gülerek.
«A öyle mi?ı> dedi N u ray, hoşnutl u k ve çekingen­
lik korışıını bir d uyguyla . . . Sonra d a Tuğrul Bey'in
ve eşi Asuman Hanımın yüzüne b a ka ra k :
«Yordum sizi, ded i . Ora l a ra kadar zahmet etme­
seydiniz. Ben Ankara'nın yabancısı değilim.»
«Olsun, dedi Tuğrul Bey. Sizi görkemli bir biçim­
d e karşı l a mayı isterdik. Değerl i bir yazarı mızı . . . »
N u ray bir kez daha teşekkür etti ve gülümseverek
başı n ı eğdi.
Bir süre sessizlik oldu . Son ra Asu ma n Hanım boz­
du yine sessizliği:
·
« I stanbul'da nerede oturuyorsunuz N u ray Ha­
n ım?»
«Cengel köy'de. dedi Nuray, tepede. >> . .

«A öyle mi? dedi Asu man H a n ı m . Bize yak ı n . Bi­


zim de bir evimiz var, Körfez'de. Ama ne yazık ki
ancak bir kaç ay kala'b iliyoruz. Yazları . . . Çengel köy
güzel bir yerdir. B i r sanatçı icin ideal . . »
.

Nuray başı n ı evet a n l a m ında sa l lamakla yetindi.


Bel l i belirsiz bir sıkı ntı duymuştu.
«Siz, dedi, Tuğrul Bey, Türkiye'nin Simone de
58
Beauvoir'i olacaks ı nız.,
« Evet, dedi Asuman Hanım, kadın sorunları n ı cok
güzel anlatıyormuşsun uz. Ben ne yazık ki henüz fır­
sat bulup okuyamadım.ı>
<<Ama erkek okurl a rınız size gücenebil i r» dedi şa­
kacı bir biçimde gazeteci N u ri Fırat.
«Hayıt, dedi Tuğrul Bey. Keyifli bir biçimde g ü l dü.
Doğrusu ben gücenmem . Çünkü hanım tarafı ndan
kadın hakla rı kon usunda epeyi eğitildim.»
Asuman Hanım elinde kadeh iyle bir kahkaha attı.
N u ray bu kahkaha n ı n çınlamaları a rasında dalgın ­
laştı birden . Sanki bir yerden ayağı kayı p düşüyor­
muş gibi . . . Bir a d ı m daha atarsa d üşecekmiş gibi . . .
Nedense kızını hızlı adımlarla, düşüneeli y�züyle yü­
rü rken görür gibi old u . Böyle h ızlı adımla rla nereye
gidiyordu?
Asuman Hanım kahkahasını bitirm iş kocasına gü ­
lünısiyerek bakıyordu. N u ray inceledi onu. Asuman
h a n ı m iri göğüsleriyle, rahatça koltuğa yasla nan yu ­
varak omuzlarıyla ve kal k ı k burn uyle bir başarısının
tcdını çıkarır gibi bak ıyordu kocasına. N u ray' ı n gö­
zü onun pa rmağındaki iri yeşil taşlı platin yüzüğe
takıldı.
« N u ray Hanım size bir soru sorm a k istiyorum,�>
dedi birden gazeteci N u ri Fırat. << Gerçi sizinle ayrı ­
ca bir kon uşma yapacoğız ama gazete için . . . Şim­
d i ben size ayrıca soruyorum. i zin verirseniz, mera­
kımı gidermek icin . . . »
N u ri Fırat kadeh i n i ellerinin a rasında tuta ra k iyi­
ce eğ ilmişti N u ray'a doğru. Kurnaz bakışlarıyle gü­
l ü msüyordu .
«Buyrun . . . »
« Romanın ızdaki kadın kahraman gercekten tanı­
dığınız bir kişi m i ? Yakı n ı n ız falan . . . Çok ilginç bir
kişiliği var. . . Yoksa siz misiniz?�>
N u ray bakışların ı eğerek hafifçe gülümsedi. Ma­
sada kiler sessizlik içinde onun vereceği karşılığı
bekl iyorlarrfı.
«Nasıl a n latsam . . . »
N u ray bir gizi saklamakla bir açıklamada bulun-

59
mak arasında bocalarken Kulübün baş ka n ı Tuğrul
Bey onun yardımına koşa r g i bi sözünü kesti birden:
<< Hanı mefendi siz bu sorunun karşıl ığını düşü n ü r­
ken ben bir şey a nlatayım izninizle . . . Yakup Kadri'y ­
le ilgili bir a n ı . . . Bilirsiniz Ya k u p Kadri'nin en önem­
l i romonlarından biri Nur Baba adlı roman ıdı r. Ya ­
zar bu romanı yazabiirnek icin uzun süre Bektaşi leri
i n celemiş, hatta onları n arasında da yaşa mış galiba .
Sonunda da çok gerçekçi diye ta nınan 'bu romanı
yazmış. Atatürk bu roma n ı pek sevm iş. B i r gün Ya­
kup Kad ri'ye romanda anlatılan Bektaşi'yi yakından
görmek isted iğini söylemiş. <<Hay hay� demiş Yakup
Kadri. Bektaşi'yi Ca nkaya'ya getirmiş . Atatürk o a k ­
şamki yemeğ i ne onu da kabul etmiş. Tabii Yakup
Kadri de var. Ata türk ada mı i ncelemiş, soru lar sor­
muş. Sonra bakmış ki bu bektaşiyle Yakup Kadri ' n i n
roma nında a n latılan bektaşi a rasında d a ğ l a r kadar
fark v a r. Yakup Kadri'ye bunun nedenini sorm uş.
Yazar d a bunu romancı mari fetiyle açıklamış gali­
ba. i şte böyle. Ne demek istediğimi a n latabild i m mi
acaba? Ho sonra efend i m , galiba bektaşi Atatürk'
den i dare Meclisi ozalığı fa lan istemiş.�
Gü ldü Tuğrul Bey. Gazeteci N u ri Fırat keyifli bir
kahkaha a ttı. N u ray da d üşüneeli d üşüneeli güldü.
Asuman Hanım ise a nlatılan bu olayı daha önce de
duymuş gibi kayıtsız bir biçi mde çevresine, salo n ­
daki insanlara göz gezdirdi. Şa ir Coşkun Bengü ise
gülüşmeleri n ardından gelen sessizl ikte boğ u k se ­
siyle ağır ağır konuştu.
«Sanatın ustalığı da buradadır zaten . . . Gerçeği
gercekliğin zincirlerinden k u rtaro' bilmesinde . . . ,
N u ray kararsızl ı k ve hafi f bir şaşk ı n l ı kla baktı ona .
Birden gene şai rin şiirleri n i n yayı n l a ndığı üc ayda
bir çıkan edebiyat dergisinde okuduğu bazı yazıları
anı msadı. Gal iba o yazıda da buna benzer şeyler
söyleniyord u . O yazıda sanatsal yaratıcılığın bazı
kuramsal bilgilerin boyunduruğuna g i rmesinden de
yakı n ı l ıyordu galiba. Sanat özgür bir alandır, kendi
yasaları, kendi acıları ve hazları olan bir alan . . . Bu ­
na benzer sözler. . . Tam tam ı na o sözleri anımsa-
60
yamıyordu Nuray. Ya lnız yine kızının yüzü belird i gö­
zünün önünde. << Ne diyor bunlar Allahaşkına ? » diye­
rek g ü len ve a n nesinin masasının üstündeki dergiye
küçü msemeyle b a k a n kızı . . .

<< Evet, evet . . ,, d iyordu Tuğrul Bey.


<<Şimdi bu açıklama l a rdan sonra benim serum da
ka rşı l ı ksız kalacak galiba.• dedi g ülerek Gazeteci
N u ri Fı rat ve başın ı <<Alacağın ız olsun» der gibi sal ­
ladı.
N u ray b i rden h a f i f b i r yorgunluk d uydu. B i r iç ka­
rı şıklığın ı n içinde buldu kendini.
« Evet, gal iba . . » dedi dalgı n l ı kla.
.

Yeniden sessizl i k oldu . Tuğrul Bey işaret pa rma­


ğ ı n ı kaldıra rak yine çağı rd ı garson u . N u ray da ba­
ş ı nı kaldırdığı anda birden karşıki masaya oturm u ş
bir a d a m ı n bakışlarıyle karşı laştı . Adam elleri n i ma ­
sada kavuşturmuştu. Karş ı sında oturana doğru eğil­
m i ş, alçak sesle kon uşuyordu. Adam N u ray'a dik­
katle bakıp susmuştu bir a n . Aşağı doğru sarkmış
yanakları. şiş gözkapa kları. ince seyrek bıyıkları ve
yapıştın larak taranmış seyrek saçlarıyla bu adam
b i r tedirginlik yarattı N u ra y'da. Yoksa onu daha ön ­
ce bir yerlerde görm ü ş müydü?
« N u ray Hanım bir konyak daha a l ı r mısınız?>>
Tuğrul Bey'in sesine doğru dön d ü N u ray.
<<Ha . . . Evet. evet al ı rı m . Teşekkür ederim . ». .

Tuğrul Bey şimdi daha yakın davranıyordu N u -


ray'a . Artık birbirleri n i tanımışlar v e b i rb i rlerinin d ü ­
şüncelerini paylaşmışlar gibi . Konyaklar tazelenin­
. .

ce Tuğrul Bey a rkasına yaslandı. bacak bacak ü s­


tüne attı ve gazeteci N u ri Fırat'la şair Coşkun Ben­
g ü'ye b i rgün sonra yapılacak törenle ilgili sorular
sormaya başladı.
Nuroy bir kez daha karşılaştı karşıki mosada otu­
ran adamın ba kışlarıyla. Hay Allah bir yerden tanı ­
yordu onu. Ama nereden?
« Elbette, diyordu N uri Fırat, Meh met Bey'i de da­
vet ettik.»
«Televizyondakl a rkadaşlar m utlaka gelecekleri­
ni söylediler• diyordu Coşkun Bengü.
Gene Kız ve Ölüm 61
Yoksa o mu? N uray yanındaki konuşmaları duya­
maz oldu birden.
Yıllar önce . . . Oniki yıl mı? Onüc yıl mı? Duman,
toz ve motor gürü ltüleri . . . Demir boşaltan bir kam-
yon . . . Evet . . . Şantiyede . . . N u ray lojma n ı n pencere-
sinden bakı nca , kamyonları. otele gelen müşterileri
ve a rabaları nı. bir de şantiyeyi , şantiyede ca l ı şan iş­
çileri görüyordu. Evet şimdi karşıdaki masada selörn
vermek ister gibi bakan adam . . . Şantiyen in çevre­
sinde asık bir yüzle dolaşırken görür gibi ol uyor
onu.
«Bir a kşam yemeği . . . »
Tuğrul Beyin sesi birden geri çekti onu .
«Nuray Hanım'a sora l ı m . Başka kimler cağ rılabi­
l i r?» dedi Gazeteci N u ri Fı rat.
N u ray gergin bir i pe tutunmuş gibi d uydu kendi­
ni . . . Geçmişle şimdiki a n a rasında gerilmiş bir i p . . .
« Ben m i ? B i . . . Bi lemem. Böyle şeyleri pek bile­
menı.>>
«Sizin çağırmak istediğiniz kişiler de var mı aca ­
ba? Yakın a rkadaşların ız?» dedi Tuğrul Bey.
«A tabii, vard ı r a rkadaşlarınız . . . » diye söze g i rd i
Asu man Hanım. Gülümsedi . «Sanatçı a rkadaşları­
nız . . . »
N u ray uzanıp kadeh ini a l dı eline. Bir an kendi
kendine neden sözedildiğini sordu. Ha evet, galiba
bir yemek vermek i stiyorlardı.
Asuman Hanım'a gülümsiverek bakmaya çal ı ştı :
« Pek yok, dedi, Ankara'da pek a rkadaşım yok. Ca ­
ğ ı rabileceğim . . »
.

« Ö yleyse biz sizi tanımadığınız bazı kişilerle tanış­


tıra lım, dedi Tuğrul Bey. Hem onlar da sizi tanımak
isterler. Ayrıca ödü l alan ressam a rkadaşımızı ve
tiyatro oyuncusu a rkadaşı mızı da tan ıyaca ksınız.»
Başını salladı N u ray:
« Evet, iyi olur,» ded i .
Karşıki masadaki a d a m yeniden karşısında otura ­
n a doğru eğilmiş, alcak sesle konuşuyord u.
Ktrmızı arabasryla akşamları şantiyeden ayriftp
şehre iniyordu. Arabasmm markasi neydi? Büyük
62
bir arabayd1. Şantiye gitgide büyüyor Nuray'm bel­
leğinde. Ağaçlar devriliyor. Mote/ inşaatmm yanma
uzun bir duvar örülüyor. Cemi/. . . Şantiyenin genç
mühendisi . . . Güneşten yanmlŞ, genç, ince esmer yü­
züyle görüyor onu. Niye Cemi/'in bakişfarmda bir
bezginlik var? Sonradan a ç1klad1 Cemi/. Müteahhi­
din toprak kaymas1 gerekçesiyle yaptirdiği b u duvar
gerekli değildi. Daha çok para kazanmak istiyordu
müteahhid. Nuray kocasma sormuştu: «Niye göz
yumuyorsun?» <<Burada çaiJşmak zorunday1m,» de­
mişti Cemi/. «Para biriktirinceye kadar . . ...
M üteahhid karşıdaki masada oturuyordu şimdi.
N u ray yine ellerini a rkasında kavuşturmuş dolaşı r­
ken görüyor onu.
Bazı akşamlar şan tiyenin karşısmdaki otele gider,
k1şsa şöminenin yanındaki, yazsa pencere kıyısmda­
ki masaya oturur, ya otel sahibiyle , ya da ağJT/ad1ğı
bazı kon uklanyla akşam yemeğini yer, içkisini içerdi.
Bazen onları da yemeğe çağmrd1. Nurayla kocasmı ..
Cemi/ eve döndükten sonra on unla yemek yemekten
sıkıldığmı söy/erdi. Nuray'la Cemi/ çoğu akşamlar
kızlarının elinden tutup ıss1z tariolar arasında dola­
şırlardı. iri köpekler havlardı. Şehirden otuz kilomet­
re uzaktı oturdukları loiman. Nuroy gün boyunca, ev­
de, yemek, temizlik, dikiş gibi işlerle, kızının bakı­
mıyla uğraşlf, öğleden sonraları da aşağwa, havuz
başına inerdi. Kitap okurdu. Bazan da alandaki otel­
de kalan aileler/e konuşurdu. Hep oynı görüntüler,
şan tiyede işçiler, ortalıkta dolaşan otel müşterileri,
motor gürültüleri ve Nuray'ın içinde neden doğdu­
ğunu bilmediği bir sıkıntı, kitap okuyarak unuttuğu
yalnızlık duygusu . . . Neyi özlediğini bilemiyordu.
O da baktı N u ray'a . . . M üteah hid . . . Gülü msemek
ister gibi yaptı. Tuğru l Bey Resi m ve Tiyatro ödülle­
rini alan öteki iki sanatçıdan sözediyordu şimdi.
M üteahhidin karşısı ndaki adam kalktı. Tam yan­
l a rından geçecekkan durd u . Coşkun Bengü'ye yak­
laştı gü lerek. Coşkun Bengü de ayağa kalktı. El sı­
k ı ştılar. Coşkun Bengü masadakileri teker teker ta­
nıttı ona. N uray'ın bu yıl kulübün edebiyat ödü l ünü
63
alan yazar olduğunu söyledi.
« Kutlarım han ımefendi» dedi adam. Başını h afifçe
eğip gülü mseyerek. Kı rkbeş yaşlarında, açık a l ı n l ı ,
kumral heyecanlı görünen b i r adamdı. Masadak i ­
lerle tanışlı kta n sonra Coşku n Beng ü ' nün kol u n u
tutup sordu ona:
<< Mesajımı aldın mı?»
<<A evet evet . . O iş tamam.» dedi Coşkun Bengü.
.

Sonra adam elini kal d ı ra ra k sıcak bir g ü lü şle masa­


dakileri selômlayıp ayrıldı. Müteah h id konuşulanl a ra
kulak vermişti oturduğu yerden . Şaşkınlı kla baktı
N u ray'a. Yeniden, bu kez daha belirg i n bir biçimde
selô m vermek isteyerek . . . N uray'ı n ka rşılık vermedi ­
ğ i n i görü nce dalgı nlaştı ve başını önüne eğd i .
Coşku n Bengü yeniden yeri ne otu runca Tuğrul
Bey'e bakara k :
«Selôhattin Bey avu kattır, d e d i . Ama şiire de me ­
ra kl ıdır. Hatta biraz resim de yapar. Cok yön l ü , ye ­
tenekli bir i nsandı r. Tek kusuru: fazla içer. . . »
Gülümsed i . Asuman Hanım sigarasının dumanını
ü flerken başını yuka rı doğru kaldırara k dinledi Coş­
kun Bengü'nün söyledikleri n i . Yüzü nde dalgın, ama
kurnaz bir anlam vardı şimdi.
« Sempatik bir i nsana benziyor>> dedi Tuğrul Bey.
«Arkadaşınız?» diye sordu, alçak sesle Nuray.
« Evet,:» dedi Coşkun Bengü. N uray' ı n dalgın bir
yüzle bu soruyu soruşu şaşırtmıştı onu. Bir süre
onun yüzüne bakara k öylece d u rdu.
Avukat az sonra geri döndü ve Arkadaşı Coşku n
Bengü ' n ü n omuzuna hafi fçe v u rup, masadakilere
cana yakın bir biçimde g ü l ü m severek geçti. Yerine
döndü. M üteah hidin karşısına oturdu. Başlarını bir­
birlerine yaklaştıra ra k alçak sesle konuşmaya başla ­
dılar. Gazeteci N u ri Fırat törenden sonra kokteyl ve­
ri l i p veri lmeyeceği n i soruyordu Tuğrul Bey'e. Tuğrul
Bey «Ya kokteyl, ya da akşam yemeği'> d iyordu. Ye­
niden karşıki masaya baktı N u ray. M üteahhid süz­
gün gözleriyle ve hafif bir alaycıl ı kla bir an ba ktı
onun kendisinden sözettiğini anladı. Ne söylüyordu
ona. Yeniden bir şeyler söyledi karşısındakine. N u -
64
ray acaba? Eskiden cok sessiz, kendi ha l inde, ev
çocuğunun ba kımıyle uğraşan, sıradan bir
i ş l e riyle,
kadın olduğun u mu söylüyordu? Yuvasına ortada
hic bir neden yokken bozan bir kadın . . . Bu kadının
onu tan ı mazlı ktan gelişine kırılmış g ibiydi. Yuvasına
bozmuş bir kadın, bir dul . . . i ster dansöz olsun, ister
bir yazar. . . i kisinin a rasındaki ayrıma fazla önem
vermiyorm u ş gibi bakıyordu şimdi N u ray'a. Akşam­
üstü . . . Genç işçinin beyaz çarşafa san/ıp götürülü­
şü . . . Bir konyak daha söyledi N u ray. M üteahhld isa
yine tazeliyordu ickisini. Buğulanmış gözleriyle bir
an meydan okur gibi baktı çevresine.
«Ben, dedi N u ray, izniniıle ada ma cıkmak isti­
yoru m . )
«Ta'bii tabii, dedi Tuğrul bey. Saat yedide resto ­
ra nda bekliyoruz.»
« H a n g i salon?>> diye sordu N u ray, b i rden içinde
b i ri k e n sıkıntıyı gizlerneye çal ı şa ra k .
« En a lttaki salon, dedi Tuğrul Bey. Merdivenlerin
yanından aşağı ineceksiniz. Ayrıca N uri Bey tiyat­
roda yer ayırtacak, hep birl i kte tiyatroya g idece­
ğiv>
Dönı.ip g ü l ümsedi Nura y gazeteci N uri Fırat'a.
,.Yarın törende konuşacaksınız, bel ki bu a kşam­
dan haz ı rlanmak istersiniz� dedi Tuğrul Bey.
•A evet, dedi Nuray. Konuşmayı da pek becere­
m em . )
<< Konuşursunuz konuşu rsun uz, dedi Tuğrul Bey, o
kadar güzel eser yazan i nsan konuşamaz mı?�
Nu ray'ın gözü yeniden il işti karşıdaki masaya. M ü­
tea h h i d sigara dumanları nı yukarı doğru üfleyerek
süzdü onu. N uray asansöre doğru yürüdü.
Asansör katları t ı rmanıyord u . Beyaz çarşafa sa­
rı l m ış gene adam . . .
Cemi/'in o akşamki acıy/a dolu, öfkeli yüzü . . . iş­
çiler, otel müşterileri, görevliler, yerde yüzükoyun
yatan, panta/onu s1va lekeleriyle kapli, gene, esrnet
adamm başma topfanm1şlard1. Gürültüleri duyup,
pencereye koşmuştu Nuray. Yere kapaklanmiş o yü­
zü tomm1şt1. Duvara dayall merdivenin basamaklafl-

65
m ttrmanan, elinde malayla türkü söyleyen işçiydi
bu. Koşarak inmişti basamakları. Cemi/ oradaydı.
Yüzü kıpkırmızıydı. O anda yerde yatan genç adam­
dan, başka hiçbirşeyi, hiçkimseyi görmüyor gibiydi.
Saçları dağiimış, gömleğinin yakası yana kaymıştı.
N uray kapının eşiğinde donup kalmıştı . Kalabalığa
yaklaşamıyordu. Yukarı, kızının yanına dönmüştü.
Yeniden pencereye sokulduğunda ölünün beyaz bir
çarşafa sarılı olarak götürüldüğünü görmüştü. Ka­
labalık dağıl:yordu. Alandaki kan lekesini sık sık ha­
tırlamıştı. Muslukta marul yapraklarını tek tek yı­
karken. aynada saçlarını tararken. masaya beyaz
örtüyü yayarken, sık sık . . .
<<Anlatsana» demişti Cemi/'e.
Gözlerini bir noktaya dikerek. kımıldamadan fısıl­
damıştı Cem//.
«Onun yüzünden . . . Gerekli tedbirleri aldtrmamış-
tı . . · "'
«Peki ne olacak?>> diye sormuştu Nuray.
ııPara . . . Para yedirir herhalde."
«Peki niçin ona /carşı çıkmıyorsun? Niçin bütün
bunlara göz yumuyorsun?'>
Cemi/ birden sarı/mıştı ona. Yüzünü boynuna yas­
lamıştı. Yüzü ıs/aktı . . .
<< Evet hanı mefendi dördüncü kat . . . '>
Otelin ü n i termasını taşıyan asansörcü gülümsü ­
.
yord u . N u ray b i r a n ada m ı n o n o n e söyled iğini a n ­
l ıyamcıdan baktı.
B Ö LÜ M

Saat tam yedide telefon caldığında Nuray yatak­


ta, boşu cundaki lömbanın ayd ı nlığında, törende ya­
pacağı kon uşmayı yazmaya çal ışıyord u . Duş almış­
tı.
<< i niyorum hemen, dedi. Hemen i niyorum.�>
Yeniden gri elbisesini sırtına geçird i . Yarım topuk­
lu aya k kabılarını giydi. Küçük siyah el çantasını a l ­
d ı . Yemekten sonra tiyatroya gidilecekti. Belki ora­
da seçiciler kurulunda romanı icin oy veren kişi leri
de tanırd ı . N u ray'ın kafasında bir soru uyanmıştı.
Az önce tanıdığı Güzel Sanatl a r K u l ü bü üyelerine
yak ı n l ı k d uyama mıştı. Pek i ya ona öd ülü veren se­
ciciler kuru l u üyeleri? N u ray bu kişilerin bir kocın ı
ismen tanıyordu. Gazeteci ve yazardı la r. Kulübün
üyeleriyle onların o rasında zıtlıklar yok muydu aca ­
ba? N u ray içinde uyanan bu kuşkulara karşın m ut­
l u d uyuyordu ken d i n i . Birdenbire, evini terkeden b i r
d u l , sıradan bir memur, m ilyon larca kadın a rasın­
da yaşianan bir kadın olma ktan kurtuluvermişti. Onu
önemsemiyenleri, ondan umudu kesenleri de şaşır­
taca ktı. 70 yıllarında siyasal bir derginin çalışmala­
rına bi reysel sorunlarından uza klaşmak icin katı lan
ve çabucak korkuya, yılgınl ığa ka pılıp kendi küçük
h ayatı na cekilen bir insa n olara k görül m ekten de
k u rtulabiiirdi belki.
Otel daha da h a reketlenmişti. Kapıdan gece elbi­
seleri giymiş kad ı n l a r, ta k ı m elbiseli, şık erkekler
gi riyordu . Kapının önüne a rabalar yığıl mıştı. Kadın­
l a r omuzlarına etol ler, şallar örtmüşlerd i . Ayak kabı­
l a rı cante ları parlaktı. i ceriyi güzel kokular dol d u r­
m uştu . Gelenler asansörün önüne yığı l ıyordu .

67
Nuray asansörün karşısındaki salona g i rdi. Büyük
kadife koltu klar ve sehpa l a rla bomboştu salon. Ote­
l i n birçok salonu vardı. Çıktı. Bir korniye rasla d ı .
<< Restoran nerede?� Çocu ğun bakışları başka yana
ta k ı l mıştı. Kapıdan g i renlere . . . Dalgınlıkla ilerdeki
bir kapıyı gösterd i :
«Aşağ ıda efen d i m . . »
.

«Teşekkür ederim'> dedi Nuray; çocuğun bakışla ­


rıyle karşılaşmaya çalışa rak. Çocuğun davran ışları
ağırdı. Belki de buraya yeni gelmişti . Kimbilir nere­
den? Hangi şeh i rden? Cocuğun iri siyah gözleri
vard ı . Ü stüne geçird iği, kolej l i öğrencilerin giydiği
ceketi andıran çivit mavisi ceket boldu. Ona g ü l ü m ­
sedi Nuray. Cocuk başını çeviri p kendisine ba ksa
ona bazı sorular sora b i l i rdi. Ö rneğin etelde rasiadı­
ğın insanlar hakkında ne düşündüğünü ya da, bura­
ya onu kimin geti rdiğini, b u rada çal ışmaktan hoşnut
olup olmadığını v.b . . . Lüks bir otele yeni gelmiş bir
halk çocuğ unu tanımak . . . Rasiantı ile geçen fır ­
satlardan bi riydi bu da. N u ray'ın çocuğa d uyduğu i l ­
g i y i cocuk h i ç de o n a d uymamış g i b i kayıtsızd ı.
Çıplak omuzları siyah kürkten bir şalla hafi fçe örtül ­
müş, sarı sacları omuzlarına dökülen bir kadının ka ­
pıdan girişini izl iyordu .
N u ray onun gösterdiği kapıya yöneldi. Basamak­
l a rdan ağır ağır indi. Halıyle döşeli yumuşacı k basa­
maklar ve d uvarlarda pembe, eflötun ışık saçan ap­
l i kler . . . Beyaz ö rtü l ü masaların çoğu doluydu. B i r­
birine eklenmiş bir koc mosada ise sarışın, uzun
boy l u kadın ve erkeklerden oluşan bir tu rist g rubu
oturuyordu. Tuğrul Bey uzaktan elini salladı ona.
Masada dört kişi olduklarını görd ü N u ray. Asuman
Hanım'ın yanında kumra l ve i ri ya rı bir erkekle, T u ğ ­
rul Bey'in yanı nda sarı sacları ensesinde buklelerle
toplanmış dolgun vücutlu bir kadın . . . Acaba Kulü­
bün üyeleri m iydi onlar da? N u ray onlara doğru yü­
rürken bir cekingen l i k ve yabancıl ı k d uydu yine. Kı­
sa bir a n otele yeni gelmiş komiyi düşündü, a z önce
rastladığı çocuğ u . . .
Gülü mseverek yürüdü onlara doğru. Dördü birden
68
başları n ı çevirmiş, ona g ü l ü msayerek bakıyorla rd ı .
Ensesinde sarı parlak bukleleri o l a n k a d ı n ı n gülüm­
semes:nin gerisinde mera k, çekingenlik ve küçüm­
seme karışımı garip bir anlam vardı.
« B uyrun efendim. Buyrun Nuray Hanım.ı> d iyerek
yarı a h babça, yarı saygıyla ayağa kalktı Tuğrul Bey,
Sonra da eliyle göstererek:
,, Efendim ta n ı ştırayım, dedi, Oktay Bey, şi rketi ­
m i z i n en büyük hissedarı hanımı i için Hanım. Kendi­
l e r i a y m zamanda değerl i bir sanatçıdır. Mask ustası
cl iyebi lir miyiz hanı mefendi?» I için Hanım'a bakarak
g ü l d ü Tuğrul Bey. ö tekiler de neşeyle g ü l d ü ler. Ok­
toy Bey d e ayağa ka l ktı: << Efendim başa rın ızı kutla ­
r ı z ,, . Gl.ı r ve kend ine g üven l i . kalın b i r sesi vard ı Ok­
tay B e y ; ıı . Ayaktaykan göğsü hafifçe dışarı çıkık,
'

d i m d i k du ruyord u . N u ray onunla tekelaşı rken sağ


y a n a ğ ı n d a ve dudağ ı n ı n kıyısında hafif bir seğ i rme
duydu. O n u n i ri ca n l ı , mavi gözleri nden gözlerini ka ­
c ı rdı .
<• Ş ö ·r l e buyrun hanımefendi» diyord u Oktay Bey,
g ü ç l ü sesiyle.
<• Hanı mefendi başarınız biz kadınların göğüsünü
kabartıyor> dedi i için hanım, bir sır veri r g i bi başı­
nı N uray'a yaklaştırarak. Sonra da ekled i :
«Çok ozü r dilerim, b e n h e n ü z kitabınızı okuyama ­
d ı m . Ama okuyan a rkadaşlar cak beğenmişler. Biz
b i r sured i r seya hatteydik. Ama hemen alıp okuya­
c a ğ ı m Çok g üzel olduğundan eminim.»
.

< G e rç e k te n cak güzel olduğunu söyl ü yorlar, dedi


A s u m c •ı hanım. Kad ı n ruh u n u cak gercekci bir şe­
k i l de o rtoya koyuyorm uşsun uz . . >>
.

N u ro·r d i rseğ i n i masaya dayomış, eliyle az önce


seğ i re n yanağını hafi fçe ovuştu ruyor, yeni bir seğ ir­
m e y i ö n l e meye hazırlanıyo rdu. Oktay Bey onun te­
cl i rginliğin; sezmi ş ve gidermek istiyorm uş gibi ra ­
h a t . bo i:ı o c a n bir sesle:
�E şimdi de karnımızı doyura l ı m bakalım, dedi, I s­
tanbul h cisretini şöyle nefis bir l ü ferle gidermeye ne
d e rsi n i z ? >
Okto'l Bey masadaki herkesin onayını a l ma k icin
69
h epsinin yuzune teker teker sorar gibi ba ktı.
«Şekeri m ben lüfer yemesam olmaz mı?� dedi i l ­
c i n Hanım; o anda babasından her hangi b i r şey icin
izin almak isteyen, a ma isteğinin yerine getirileceği­
ne i nanara k şı mara n bir gene kız gibi bakıyord u ko­
casına.
«Tabii, dedi Oktay Bey, sevecen l i kl e gülü msiye­
rek, ne istersen onu söyleyeyim şekerim .'> Bu sözleri
söylerken ka rısın ı n isteklerine, fikirlerine saygı gös­
terdiğini ve karısına hiçbir konuda baskı yapmadı­
ğ ı n ı göstermek istiyordu san k i .
<<Şinitzeli tercih ederim>> dedi i için H a n ı m . Sonra
da Asumon Hanıma hafif bir muziplikle g t; l ü mseye­
rek a rkasına yaslandı. Garsonu masaya çağı rma işi­
ni yine Tuğrul Bey üstlendi . Yine işaret p_a rmağ ıyla . . .
Oktay Bey'le Tuğrul Bey b irli kte seçti ler mezeleri .
Sonra da hazı rolda bek leyen gersona l ü ferleri n ve
şi nitzel in hazırlanmasını söyled il er.
Mezeler ve i çki ler so fraya yerleşti ri l i rken i için Ha­
nımla Asuman hanım kadın kad ı na konuşmak ister
gibi birbirlerine doğru uzattılar başla rı nı hafi fçe.
<<Seni çok iyi gördüm, dedi I için H a n ı m . epeyi kilo
vermiş gibisin.»
<< Evet.• dedi Asu man h a n ı m eliyle kendi boynunu
okşaya rak. Güldü ·
<< Mecburi bir rejim oldu. i ki ayd ı r k a d ı n ı m yok.
Böylece öğle yemekleri n i kaldırd ı m . Evde bazı işler
de bana ka ldı tabi i . Gerçi tem izliğe gelen bir başl<a
kadın var ama, yine de epeyi yoruldum.»
<<Ama iyi olmuş, dedi i i çin H a n ı m , sana yaramış.ı>
<<Ama sen d e iyisin>> dedi Asuman Han ı m g Cı l ü m ­
seyerek.
<< Hayatım ben Amerika'dan bir rej i m getird i m , onu
uyguluyoru m . Yirmi gün kada r sürüyor. Bayağı fay­
dasını görüyorum.>> Sonra i kisi de ölçülü bir biçim­
de gülümseverek N u ray'a çevirdiler yüzlerini:
<· Sizin, maşa llah rej i me h iç ihtiyacınız yok'> dedi
i için Hanım.
N u ray onların gül ümsemelerine karşı l ı k vererek
başını salladı. G ü l ü nçtü b u konuşmalar .
70
Tuğrul Bey içkileri kadehlere koymuş ve kadehini
kaldırmış, hanımların konuşmaları n ı n bitmesin i bek­
l iyordu.
« Ö nce, dedi, N uray Hanımın başarısına ... :)
ü cü de Nuray'a gülümsiyerek bakıp, kodahierini
h afifçe kaldırarak bir on beklediler. N uray da on­
lara teker teker ba ktı, başıyle teşekkür e der gibi
yaptı. Sonra da i çkilerinde n i l k yudumla rını aldılar.
Tam o anda Oktay Bey'i n derin b i r giz taşıyorm uş
g i bi görünen a n l a m l ı bakışıyle karşılaştı Nuray. Bu
bakışta köpük l ü dalgaları a n d ı ran b i r coşkunluk ve
herşeyi sezebilecek kadar i nce bir d uyarl ı k varmış
gibi görü ndü N u ray'a. Nedense bir kez daha ü rper­
d i . San k i i n sanı ü rküten ve etkileyen gizli bir gücü
vardı bu adamın . Geniş omuzları. g ü r kumral sac­
l a rı, ka l : n d udakları , derinden gel i p cesaretle yük­
selen kalın sesiyle . . .
Yemek i l erleyip, içkiler icild ikce, masadakiler bir­
birlerine daha ya kın, daha icten davranmaya baş­
ladı lcır. Anılar ve fıkralar anlatıldı. En az kon uşan
N u ray'dı. O da kendini bu sohbet havasına ka ptır­
mak istiyor, a nlatabileceği ilginç şeyler a rıyordu bel­
leğinde , bulamıyord u .
O sırada Asum a n H a n ı m bu Ankara sohbetinin
çok tatlı olduğunu söylüyor, yeniden kadehine uza­
nıp, kocasına mutlu bir yüzle gülümseverek kadeh
tokuşturuyordu. Oktay bey ise karısına karşı büyük
bir hoşgörü taşıdığını göstererek gülümsüyord u . N u­
ray' ı n suskunluğuna bir anlam vermek ve onu des­
t e lde nı e � ister gibi şun ları söyled i :
·< Efendim insanlar bazan söyled ikleriyle değil söy­
lemedikleriyle birbirleri n i daha iyi anlarlar. Ben h a ­
yatımın en tatlı, en samimi sohbetin i Ameri ka'da b i r
Afgan istanlı'yla yaptı m. Yaşl ı, güleryüzlü bir Afga­
nislon'lı . . . Uza kta n sempati d uydum . Sokuldum. i n­
g i l izce sordum. B i l mem, anlam ında başını sa lladı.
Fra nsızca, yine öyle . . . O zaman tuttu m, tü rkçe ko­
nuştum. Ada mcağ ız gülü msedi Ona «Sen beni m
memleketimdeki dedelere benziyorsun. Bana mem­
leketimi hatı rlatıyorsun� dedim. Ona h asretimi, h üz-
71
n ü m ü anlattım . Adam eliyle sırtımı sıvazladı ve o da
kendi d il iyle konuşmaya başladı. Belki inan maya­
caksınız a ma bütün söyledikleri ni anladım . Bel k i de
ki mseyi o kadar iyi a n lamamışımdır.'>
O ktay Bey son sözleri ni g izem l i, şiirl i bir sesle söy­
ledi ve kadehini eline a l ı p yeniden N ura y ' a a n l a m l ı
a n l a m l ı ba ktı :
«Hanımefendi. . . »
Kadeh i n i ağzına götürd ü .
«Güzel . . . » dedi Tuğrul Bey . O d a Oktay Bey" in söz­
lerine düşü neeli düşüneeli başı n ı sallad ı . S�r ra N u ­
ray'a :
<< Co k d uygul u bir insa n d ı r Oktay Bey i m ' z · ded i .
Yorulmuş ve duyg ulan nı ı ş bakışlarıyla s u z d ü kade ­
h i n i bir dik işte bitiren Oktay Bey'i. O s ı rada i için Ha ­
n ı m da hayra n l ı k ve ted i rginlik dolu ba kışlaı·. v ı a s ü z ­
d ü kocası n ı .
Oktay Bey ise artık coşmuş gi biydi v e ye�' i den b i r
tiyatro oyuncusu gibi konuşmaya koyuldu·
«Hanımefendi bizi Yahya Kemal'ler, Fa ru K N a f i z '
ler büyüttü ve mazur görün , ç oc u kl u ğ u m d a evinı : z ­
de konserler veril irdi. M üziğe d ü ş k ü n ü z ş i i re d uşl< ü ­
nüz . Ama işimiz bize neleri u n utturd u . A k � · f olmak
da tabii ki güzel . Bu memlekete borclarırn ! : vazife­
lerimiz var. Ö yle değil mi T u ğ r u l Bey?>>
<< Ö yle ta bii . . . Ö yle . . . >> dedi Tuğrul Bey. O i<: ta y Bey
ile ne zaman böyle bir soh bette bira ra)'C gelsek.
sohbetimizin baş köşesine şiir, sanat v. :ı rı uları n ı
oturturuz. Yoksa ya l nızca işlerle u ğ raşa c a � o l s a k
robotlaşır kal ırız.»
Nuray hangi şi rketten , hangi fabri kada:-. sbzed i l ­
diğini mera k etti birden. Ne gari p b i r d u ru m i J karşı­
laşm ı ştı? Ona ödül veren, onu buraya cağ ; rıp, ağır­
l ayan adamlar büyük bi r şi rketin orta k l o n m ı ydı?
Kulübün üyeleri . .. Şiiri sevdi klerini söyleyen b u i n ­
sa nlar . . . H i ç ummadığı şeylerle karşılaşıyorc h . N u ­
ray.
<t Efendim bizim fabri k a n ı n ya n ı başınd a 1ı : :ınacık
iki çiçek büyüyor. Ben her a kşam a rabama atlama­
dan önce d urup bir süre onlarl a sohbet ederim . Bir
birine sevdalı iki çiçek . . . Birbirlerine n eler f ı s ı ldadık ­
larını benden başka d uyan olmuyor. Deniz kabu kla­
rından bir avuç a l ı p yar)l'b aşlarına yerleştirdim. On­
lara : <'Sizleri insanları n kötül üklerinden koruyamı­
yorum. Rüzgôrlardan, tozlardan, kem gözden koru ­
ya mıyorum . Ama işte yanınıza nöbetçiler dikiyerum
ded i m . Böylece içim rahat.�
Oktay Bey sözlerini fısı ltıyla bitirip kadeh ine uzan­
dığı an karısı I Için Hanım güldü birden:
« N 'oldu bu akşam sana?» dedi, sevecenlik ve
a l ayla. '. i yice şa ir kesildin.»
ö tekiler Oktay Bey'in uyandırdığı tılsımlı havayla,
karısının safça şokası a ra sı nda boca layarak, gü ­
l ümseyerek sustular. Ama Oktay Bey karısın ı n bu
gizli küçü msemesine daha taşkın bir şiirsel l l kle kar­
şılık verd i :
« Bizler gönül adamıyız, dedi. Akla tapmanın ceza­
sı ise kuruyup kalmak, cora klaşmaktır. Bizler Efio ­
tun Baba ' n ı n çocuklarıyız. Dü nyayı yine gönül feth­
edecektir. Savaşımız bu olacak. Aklı savunanların
dünyanın d üzen i n i nasıl bozd uklarını görüyoruz. Ak­
l a yer olmayaca k mı diyeceksiniz? Olacak! Ama akıl
gön ü l h a m u runda yoğru lacak.�
'' Brovob dedi birden Tuğrul Bey. Asuman Hanım
da Oktay Bey'in coşkusuna kendisini kaptırmış gibi
h ü lya lı bakışlario onu süzerken:
<�Vallahi mükemmel bir felsefeniz var, beyefendi�
dedi.
O anda N u ray önüne baka rak dalgınlaştı. B i rden
ö fkeye kapıl ı p bir tuzaktan kend ini kurtarma k isteği
duyd u :
<< Beyefend i , dedi, Gön ül i nsanlara eşitlik dağıta bi­
Iecek mi acaba?»
Oktay Bey elinde kadehinl sal l ıya ra k , dirseği ma­
sada daya l ı , süzdü onu. Masada sessizlik oluşmuş­
tu. N u ray kalbinin atışlarının hızlandığını duydu.
Oktay Bey çarpı k bir gülü msemeyle önüne bakıp
dalgınlaştı bir a n . Sonra :
« Eşitlik . . . dedi. Eşitlik tablotta var m ı hanımefen­
di? Herbirim izdeki h ücre sayısı değişik değil mi?ıı
Nuroy düşünceleri n i açıklamak istedi o a n . Ama
73
nereden başlayacaktı. Bu masada onun düşü ncele­
rini payioşabiiecek 'b i r tek kişi var mıydı?
«Hanımefendi, dedi Oktay Bey, yeniden gür ve
kend ine g üvenli sesiyle:
«Biz biraz tarikat adamıyız. B iraz bekta�i . b i raz
mevlevi. Ka fka'yı da ta n ı rız.�
Oktay Bey susup a rkasına yaslanı nca Tuğrul Bey
birden mevlevi l i kten sözetmeye koyul muştu. M evlô ­
nanın insancı l l ığını. sabrını. <<geniş toleransı nı» an­
latıyord u.
«Efendim, m ü rid olmak isteyen bir kulu Mevlôna'
ya getirmişler. M evlôna: arneli nası ldır? diye sor­
muş. Hiç günah işlememiştir, demişler. M evlôna 'nın
cevabı: Hiç günah işlememiş. a ffetmeyi bilir mi?»
Tuğrul Bey' i n bu sözlerine en büyük h ayranlık gös ..
terisi i için Hanı m'dan geldi:
«Harika!» dedi birden. gıcıklayıcı bir sesle ve göz­
l erini kışkırtıcı bir a n la mda süzerek baktı Tuğrul
Bey' e.
Yemeğ i n sonuna yaklaşıl ıyord u artık. Sigaralarını
yakmışlard ı . O sırada Asuman Hanım birden aklına
gelmiş gibi, sakin. tatlı bir sesle N uray'a dönerek:
«Az önce eşitl ik, adalet üstüne kon uşunca benim
de a k l ı ma şunlar geldi: Yani adalet derken neyi kas­
tediyorsunuz? Maddi yönden m i ? Yoksa ma nevi yön ­
den mi? Yani şunu demek istiyoru m ; gal iba i kisi bir­
den olm uyor. Yani bilmem anlatabiliyor muyum? Bir
örnek verey i m : Ben birgün ço k sıkıntılıydım. B i rden
bana herşey boş. değersiz görünmeye başlamıştı. O
sırada pencereden bakarken fa kir bir evin bahçesi­
ni gördüm. Bir porta kal ağacının altında iki kadın
ça maşır yı kıyorlar. B i r yandan da babelerini uyutu ­
yorla r. Baktım baktı m . galiba dedim, şu anda onlar
benden daha m utlu . . . Ne demek istediğimi a n lata­
bildim m i b i l miyoru m .»
i için Hanım bi rden omuz sil kerek güldü. Asuman
Hanımın bu safça ve beceriksizce söylenmiş sözle­
ri ni küçümsemiş gibiydi. Tuğrul Bey pek ilgi göster­
medi. Ta bağına doğru eğmişti başını . Oktay Bey
küçük bir çocuğu dinler gibi d i niemişti Asumon Ha-
74
nımı. Biraz a laycı , biraz hayran . . . N u ray dörd ü n ü n
de birbirl eri ne karşı gizli d uygular besledi klerini
sezdi birden.
Oktay Bey yeniden karides uzatıyord u ona. Bir­
den bir gergi nlik kapladı Nuray'ın içini. «Ben siz­
den ödül almak istemiyorum. Beni bu lüks otelde
ağırlayorak benim kalbimi, bizlerin kalbini mi kazan­
maya çalışıyorsunuz?• B u sözleri söyleme isteği
d uyduğu anda eli karides tabağına doğru uzan ıyor­
du.
Birden a l d ı ğ ı bu ödülün birbirine z ı t iki a n l a m ı
varm ı ş g i b i geldi ona . Yücelme ve d üşüş . . . Yücelme,
çünkü, sönük olan varlığını birden bire parlatıyordu.
Düşüş, çünkü bir tuzak h azırlanmış g ibiydi ona.
Birden Tuğrul Bey bir fıkra an latmaya koyulmuş­
tu: « E fendim Bir Karadeniz fıkrası . . ».

Fıkra saf kocasını sürekli başka erkeklerle alda­


tan bir kad ı n ı a nlatıyordu.
N u ray başını çevirdi. Dalgınlı kla çevresine bakın ­
d ı . Az ilerdeki masada üç erkek ve bir kadın oturu ­
yordu. Kad ı n siyah dekolte bir elbise giymişti. Çok
boyanmış şişm a n bir kadındı . Darecık eteği i ri kal­
calarını sarmıştı. Kahkahalar atıyor ve gözlerin i sü ­
züyordu. Uzun dalgalı saçlarını sık sık geriye doğru
savuruyordu. Erkeklerden biri bir taşra zengin i n i an­
d ırıyordu. Kadına doğru eğilip, kulağına birşeyler fı­
sıldıyord u. Kadın da öteki i k i erkeğe bakarak yeni­
den bir kahkaha atıyordu.
Fıkranın son unda Nuray yanıbaşında da kahka­
halar duydu.
« i l ô h i Tuğrul Bey!�> Gülrnekten kendini a l ı koya m ı ­
yormuş g i b i gül üyord u i lcin Hanım . Gülrnekten göz­
leri yaşardı son unda. Yüzü klerle kaplı, ince uzun tır­
nakli parmağını göz pınarlarına değdirdi.
Nuray ise dalgın la ştı ve şakakları nda bir zon kla­
ma d uydu.
«Hah işte bizim sempatik gazeteci!�>
Tuğrul Bey kadehini sallayorak gösteriyordu res­
toranın g irişini . Hep birli kte gülü mseverek bal:�ı : c r
N u ri Fırıat'a. Nuri Fırat bir eli cebinde, kendine gü-
75
venl i bir adam izlenimi bıra kara k bakıyordu çevresi ­
ne. Onları farkedi nce elini zafer kazanmış bir spor­
cu g ib: kaldırarak gülümsedi. H ızlı adımla rla yak­
laştı:
« Efendi m afiyetler olsun! Merhabalar Oktay Bey!
Hanımefendi nasılsınız?»
i için Hanım sırtın ı dikleştirip, boy n u n u ölcülü bir
biçimde kıvırarak:
«Teşekkür ederim N u ri Bey. Siz nasılsı nız? Ha­
n ımefendi, çocuklar?»
«Co k şükür, çok şükür. . . Uğraşıp duruyoruz i şte.»
«Buyurmaz mıydınız?» dedi Oktay Bey, eliyle ma­
sayı göstererek.
N uri Fırat elini göğsüne götürd ü :
«Sağolun Beyefendi. Biz o işi az önce yaptık.>>
Tuğrul Bey'e döndü:
<ıTiyatroda yerleriniz ayrıldı efendim, eğer hazı r­
sanız . . »
.

«A evet. tabi i tabii,» dedi Tuğrul Bey . Eliyle sayg ılı


bir işaret yapara k Oktay Bey'i gösterdi :
«Bel ki Oktay Beyler de gelmeyi a rzu ederler. Ok­
tay Beyciğim, Danimarkalı bir yazarı n oyunu. Kome­
d i türünden . . . Oyuncular hari kaymış. Buyrun hep
birli kte gidel i m.»
Kısa 'bir an d u raksadıktan sonra:
«Hay hay . . . » dedi Oktay Bey.
i lcin Hanım da kocasın ı n bu kararına yapmacı k l ı .
neşeli b i r biçimde katı ldı:
«A tabii. Komediyi çok severiz, ama doğrusu
d ramlardan hoşlanmayız.»
B u nları söylerken kocasıyla a rasındaki uyumu sez­
d irmek fırsatı nı da yakalamıŞ gibiydi.
« M ü kemmel!» dedi N u ri Fırat, I Için Hanım'ı coş­
k uyla desteklemeye çaba göstererek.
« Peki bu saatten sonra yer bulmak olası m ı aca­
ba?» d iye sord u Oktay Bey, kullandığı bu yeni söz­
cüğün bıra ktığı etkiyi anlamak ister gibi N u ray'a
ba ktı gülü msiyerek.
cOiası efendi m,» dedi N u ri Fırat, bu sözcüğü hem
a laya alıyor, hem de pekiştiriyor gibi . . .
76
<eSen . . � dedi b i rden N u ray, durgun bir sesle.
.

<<Gelmesem olur mu acaba?.ı>


Nuri Fırat şaşkınlıkla baktı Nuray'a. Masada bir
an sessizl i k oldu. Sonra O ktay Bey anlayışlı, yumu­
şek bir cnlcmlc yüzünü Nuray'c doğru ycklaştırdı:
<• Hanıme fendi sizi istemeden incittik m i yoksa?•
<•Yoo rica ederim, dedi Nurcy, birden kaba l ı k et­
mekten ü rktü:
�vorgunum de . >>
. .

,, Fazla üstelemeyel im, dedi Tuğrul Bey. Nurcy Ha­


n ı m yorg u ndur elbette. Hem yarı n ki törende yapa­
cağı konuşmayı de sôkin bir kofayla h azırlamak is­
terler herhalde . . >>
.

«Tabii tabii» dedi Asuman Hanım N uray'ı savun­


maya kalkışır gibi.
« Gönül gelmenizi arzu ederdi, oma . �> dedi N u ri
. .

Fı rat, caresiz ve hafifçe kırılmış görünerek, buruk


bir gülümsemeyle ba ktı N u ray·a .
Tuğrul Bey gersonu çağırıp hesabı isted i. O ktay
Bey ağzınde sigcrasıyla. gözlerini h a fi fçe kısa rak
elini i c cebine götürdü.
<• Oktay Bey'ciğim çok rica edeceği m , dedi Tuğrul
Bey. Siz de bu gece kulübü müzün konuğusunuz.:.
Oktay Bey bir an karşı koyar gibi yaptıktan sonra
h oşgörüyle başını sallayarak, hesap ödeme işini
Tuğrul Bey'e bıra ktı. Nura y merakını yenerniyerak
göz ucuyle ba ktı tabağa bırakılan h esaba. Ayl ığına
co k ya kın bir para . . .
Masadan ka l ktılar. N uri Fırat'ın i için Hanım'a yol
verdiği onda Oktay Bey de N u ray'a öncel ik tan ıyor
ve gülümsiyerek yol veriyordu ona:
•• Hanı mefendi. . •
.

N uray bir an bocaladı. Odasına çı k ı p bütün bu in­


cel i k l erden kurtulmak icin sabırsızlanıyord u .
B e j ceketl i, papyonlu iki gerson ü rkek bir saygıy­
la selômladı onları.
Basamaklardan çı karken Oktay Bey Nuray'ın ya­
nı nda güvenli ve koruyucu bir edayla, dimdik yürü­
yo rdu :
<<Törende b u l u nmayı c a k isterd i m ha nımefendi.
77
Ama maa lesef bir randevuma gitmek zorundayım.
Fakat onurunuza veri lecek akşam yemeğinde bulu­
nacağım. Sizinle daha uzun sohbet etmeyi arzu ede­
ri m.� Göz ucuyle süzdü N u ray'ı. Bel li bel i rsiz gülüm­
sed i :
<'Kadın erkel< eşitliği konusunda sizi nle hemfiki ­
riz, ama bazı konulardaki görü şlerimiz farklı ola bi ­
l i r. Yine de sanat fark l ı görüşler taşıyan insanları da
'birleşti rebilir. Siz de aynı kanıda değil misiniz?>>
N u ray ba şını kaldırıp baktı ona:
«Sanmıyorum� diye mırıldandı, duyulur duyulmaz
bir sesle Hemen çevirdi baş ı n ı . Hafif bir müziğin
.

dalgaları a rası nda üst salona çıktı lar.


N u ray onlarla birl i k te çıkış kapısına kadar yürü­
d ü . Otel daha da kalaba l ı klaşınış, renklenmişti. Sa­
l o n u n ortasındaki küçük havuzun pembe, eflôtun
ışıkla rı fıskıyenin suyu nu aydınlatıyordu. Yeniden bir
düşte gibi duydu kendini Nuray. Karışı k bir düş . . .
'

Kanat ta kmış bir insan uçmaya davranıyor, ama tak ­


tığı kanatların uçmaya ya ramadığını görüyordu san­
ki.
<< I yi geceler . . . Teşekkür ederim.''
<<Yarın göreceğiz sizi» dedi N u ri Fırat. o n u yürek ­
lendirmek ister gibi babacan bir sesle .
« N u ray H a n ı m , bir h a n ı m olarak sizin l e iftihar ede ­
ceğiz>> dedi Asuman H a n ı m . Ezberlenmiş sözler gibi
söyledi bunu.
N u ray hepsiyle teker teker tokolaştı. Bakışları Ok­
tay Bey'in bakışlarıyle karşılaşınca ürperd i . O ktay
Bey'in Iri. yeşil gözlerinde bir meydan okuma sczd i
birden. i lcin Hanım'ın zorlama g ü l ü msayişinin geri ­
sinde ise bir kuşku ve küçü mseme . . .
Erkekler b u sözlere sevecenlikle g ü ldüler.
Kapıdan çı ktı lar ve bir Mercedes'e doğru yuru­
düler N u ray a rkalarından baktı . Oktay Bey'in Tuğ­
.

rul Bey'in kolunu tutara k bir kahkaha attığını gördü


b i rden. N u ri Fırat da, kısa boylu, t ı knaz gövdesiyle
iki hanımın a rasından yürüyordu.
N uray asa nsöre doğru yürü rken birden yanıbaşın­
d a yürüyen gene kadınla erkeğe ilişti gözü. Otelin
girişin de, terasta gördüğü kadınla erkek . . . Yılan de­
risi bir cantavı birbi rleri n i n elinden almaya çalışara k
ş a ka laşanlar. . . N u ray'ın ö n ünden yü rüyariardı şim­
di. Kadın ı n beyaz elibsesi n i n aşırı bol kolları vardı
ve eteği önden kısa, arkad a n uzundu. Yakası ise ol­
d u kca acı ktı. Onlarl a aynı asansöre bindi N u ray. Er­
kek i nce çerceveli gözlükl eriyle her an gülümsüyor­
muş ve kendi kendine bir şarkı m ırıldanıyorm u ş gi­
bi görünüyordu. Kadın asansöre biner bin mez elini
perce m i n e götü rd ü. Kirpikierine kadar inen sacları­
nı hafifçe şokaklarına doğru yaymaya çalıştı. Sonra
da ince beyaz işa ret parmağıyla erkeği n yakasında­
ki bir tozu sil keledi.
N u ray odasına g irdi . lşığ ı yakmada n , ayak kabıla­
rını cıka rtmadan yatağa y üzü koyun uzandı. Kori­
darda adım sesleri, acılan bir kapı, d u ran asansör,
bir erkek sesi . . . Caddeden geçen taşıtl ar. Kesi k ke­
sik duyulan bir müzik . . . Birden bütün sesler yaban­
cı, ü rkütücü geldi ona. Anlamsızl ığın derin kuyusu . . .
i ş yerinde, müdürü n verd iği bir toplantı tutanağını
daktiloya geçiri rken , b i rden kalemde calışan· gözl ük­
l ü , cdebiyata meraklı delika n l ı elinde gazeteyle gir­
mişti içeri . «Nuray h a n ı m isim benzerl iği m i ?» N u­
ray e l i daktilonun tuşları nda, bir an d u rup gözucuy­
le bakmıştı gazeteye , kalemde calışan delikanlının
gösterdiği yere. « Güzel Sanatlar Kulübünün roman
ödülünü . . . » Bir şi mşeğin ışığı gibiydi bu. O da ina­
n a mıvarak kendi kendine soruyord u : i sim benzerll­
ği mi? Birkaç kez okudu, delika n l ı n ı n parmağıyla
gösterdiği yazıyı. N e yapacaktı? Bu büyük m�:�tıuıu ­
ğu içine nasıl sığdıracak, n asıl taşıyacaktı? Aynı an­
da ağlamak istiyord u. Gül msiyerek kaldırdı başını
delikanııva doğ ru. Artık bu eski ve l oş yapıdaki tut­
sa klığı sona eriyord u san k i . Titreyen sesiyle: « Evet,
dedi ben i m . . �
.

<<Siz roman mı yazıyordun uz?.,


<< Evet. i l k olara k . . . >>
<< Ö yleyse . . . Cok kutlarım N u ray Hanım. Ne kadar
güzel bir şey! Hemen arkadaşlara h aberi ucurayım.•
N uray daktilodaki tutanağı yarım bıra ktı. Art ı k onu
79
yazmasa da olurd u . Sanki a rt ı k bu yanık, yıkık, eski
'bi r d uvara bakan, nemli, güneşsiz odadan bir daha
geri dönmernek üzere kaçabillrd i . Gözl üklerinin a l ­
tından ona bakan, donuk, neşesiz, s ı k s ı k öksüren
m ü d ü re h aber bile vermeden çıkıp gidebi l i rdi bura­
dan. Yemek salonunda aynı masaya otura n , tırnak­
l a rı m a n i kürlü, yüzleri boyalı, ellerinde megazin der­
gileri taşıya n. sekreter kızlara da haber vermeden . . .
N u ray zaman zaman onlarla yakıniaşmaya kara r
verip yemekte masa larına oturduğu zaman. televiz ­
yondaki fi lmlerden ezberlenmiş şakaları. a rtistiere
olan mera k l a rı, özenti l i flört h i kôyeleriyle sıkıntı ve ­
riyorl a rdı ona. Onlardan ayrı oturunca da kendi a ra ­
l a rında o n u çekiştirdi kleri n i seziyordu .
N u ray az sonra onların da haberi öğ renip kendi­
sini ezi k b i r biçimde, özü r diler gibi kutla malarından
ü rkmüştü . Müdürün ise onu k ı rmızı h a l ıyle döşe l i ,
kal ı n perdeli büyük odasına çağ ı rtıp i l k olara k baba ­
can b i r biçimde gülümsiyere k : «Tebrik ederim kı zım1>
demesinden . . . Kurtulmak istiyordu yal nızca . Bu oda ­
dan, bu tutanaklardan, d ilekcelerden, tarih ve nu­
meralardan, eti ketleri eskiyen siyah kl ôsörlerden.
her sabah üşüyerek bindiği eski, dem i r parmakl ı k l ı
l o ş asansörden. Hayatı nı kemiren i ş saatlarından
k u rtulmak istiyordu. Ö dül bi rden özgürlük olara k gö­
rünmüştü ona . Oysa şimdi, ona bu öd ü l ü , bu özg ü r­
lüğü sağlayan insanları tanıdıktan son ra . . . Bu ya ­
bancı otel odasında , ka ra n l ı kta bir uçurumun kıyı ­
sında duydu kendini. Kızı n ı n varlığı sert b i r rüzgôr
gibi yoladı zihnini.
<< Kend ini anlatıp d u rma» Yazdığı roman i ç i n böy­
le demişti kızı. Bir sıgara yakı yo r, dumanını tavana
doğru üfl üyordu . Çenesi nde küçük k ı rmızı sivi l eeler
bel i rm işti yine. Çok sigara içiyor, süt içmiyor d i ye
üzül üyordu N u ray. Yü rürken s ı rtını kam'b u rlaştı rıyor­
du ve tozlu, eski ayakkabılarıyla dolaşıyord u . Ona
artık sözünü nasıl dinletecekti ? Anesinden daha
bilgili olduğuna ina nıyord u . <(Kitlelerin yaza rı ;· olmak
istiyorsa önce yaşama biçimini değiştirmesi gerek­
tiğini söylüyordu an nesine . Fabrika l a rda oku l l a rda,
80
gecekondu semtleri nde, Anadolu'da neler yaşa nıyor­
d u ? Biliyor muydu bunu?
«B unları da orada yaşayanlardan biri anlota b i l i r»
demişti Nuray.
« Ö yleyse sen de önemsiz bir roman yazdığını ka­
bul et . &
. .

«Ama önemli olon varı l a n sonuçtur. Çeşitli konu­


l o rd a n çeşitli anlatımlardon varılabilir o sonuca.»
«Hangi sonuca?�
« B ütün insa n l a rın mutlu, özgü r bireyler olmaları
icin duyulan özlem . . . Bu özlemi besleyebilmek . . . i n­
so n kendi hayatından yola çıko ra k do bu özlemi on­
latabi l i r.>>
N u roy bundan dokuz y ı l kadar önce yaşadığı de­
neyi kızına anlotmıştı. O dönemde üstüne bir pa n ­
talonlo b i r kazak geçirip nasıl yürüyüşlere katıldığı­
nı ve evliliğin dar cemherin i n icin kırmak isted iğini . . .
Kendini özgü r b i r birey olarak h issedebiirnek icin
nos:l toplumsal br kaynoşmayı a radığ ı n ı . . .
«Bireyci b i r yaklaşım» dem işti Seçkin .
<< Bence topl umcu olmak insa n ı n b i rey olma hak­
k ı nı ortadan kaldıran birşey değil ki . I nsanlara b i rey
olma boşarısın ı taHırmadığı için bu toplumsol yapı ­
ya karşı değil m iyiz? i nsan kendi doyumsuzl uğun­
don , başarısızlığından yola c ı ko ra k do bu düşün ce- ·

lere u laşamaz mı?»


<< O zama n . sen çeşitli yollardan kişisel bir boşa rı
kazanı nca , ya da doyuma ulaşınca bu düşünceler­
den vazgeçeceksin demekti r.»
Bu sözler şimdi kara n l ı k otel odası nda b i r şimşe­
ğin ışığı gibi parladı N u ray'ın belleğinde. Yataktan
kalktı. !sığı a çmadon balkana doğ ru yürüdü. Seçkin
g itmişti birgün. Bundan üç oy önce . . . Kazokları n ı ,
ponto lonları n ı , iç çamaşırlarını dağın ı k b i r biçi mde
volizine dold u rara k . . .
Balkanun kapısı nı açtı . i ki hasır koltuk du ruyordu
balkondo. Yığıldı b i rine. Aya klarını parmaklıklara do ­
yodı. Işıklar. osfoltta koyan arabalar. yeni yapılmış.
ış ı l ışıl bir üst geçit, yüksek, ışıklı yapı lar. . .
« B u ödül ü verenlerl e uzlaşmodığımı göstermek
Ge n e Kız ve Ölüm 81
için geri çevirdim .>> B u sözleri söyleyebilse kızı gel ip
boynuna sarı l ı r mıydı? Ya sonra? Nuray yeniden es­
ki i şyeri ne dönecek, önünde yığılan dosyalara , ev­
ra klara tesl i m olaca ktı . Oysa alacağı ödül parası
onu iki yıl geçindirebi lird i . Sabah ları pencereyi açıp
havayı içine çekeb i l i r, çayını ağır ağır yLıdumlayabi ­
l i r ve bir roman daha yaza bilird i . Hem kızının »senin
hayatından daha anlamlı hayatlar» dediği hayatl a rı
da tan ıyab i l i rdi böylece; dolaşırdı, gözlemler yapar­
d ı . Yolcul uklara çıka rd ı . El inde kalan h a yat kumaşı n ı
son b i r tutkuyla kuşanabi l i rd i . Gitgide sol uyor, eri­
yordu kumaş. Kızı an layamazdı bunu. Hiçbir genç
i nsan yaş l ı l ığı an layamazd ı . Yaşianan bir insan için
ten ve zih in d i ri l i ğ i n i n ne büyük özlem olduğunu an ­
l ıya mazlardı . Kend ileri hep genç kalacak larmış g i ­
b i v e yaşl ı l a r h e r zaman yaşl ıymış g i b i . . . O ys� genç­
l i k sabun gibiydi. Köpürüyor ve her a n temizliyebi­
l iyordu i n san ı . Gen çl i k tasarı lar demekti, yaşl ı l ı k ise
yazı klanmalar . . . Gen elik herşeyi yen iden yapabilme
isteği . . . Yaş l ı l ı k daha iyi o l ma umudundan uzaklaş­
moktı. Yeni şeyler bulma umudu ndan . . . Gü çden ve
düşlerden . . . Gençl i k uçsuz bucaksız bir alan, yaş l ı ­
l ı k dar bir sokak . . . i şte N u ray a rtık her sokağa g i r­
mişti. Artık kendini çoğaltmayacağ ını bil mek, üreye ­
meyeceğ i n i bilmek; yalnızl ı k duymak demekti bu.
Bunun öfkesini, h ı rçı n l ı ğı n ı hoş göreb i l i r miydi kı­
z ı ? Boynunda yanan ateş yüzünü yakıyordu. i şte
boynunda yanan bu ateşin kızgı nlı ğıyla kızına bağ ı ­
rı p çağırdığı birg ü n kızı terketmişti onu. Şeh rin a k ­
ş a m kargaşasından bezg i n ve ezik döndüğü bir ak­
şa m . . . Kızı arkadaşlarını eve çağırmıştı yine.
Kızı anl ıyamamıştı onu. O da sanki büyük bir ba ­
şarı kazanarak öç a l ıyordu ondan. Başarı . . . B u ru k
b i r g ü l ü nısemeyle ışıklara ba ktı Nuray.
Kızına yaşia nmanın acılan ndan sözetmişti bir g ü n .
Kızı o n a öğüt vermişti : <<Ö nemli o l a n insanın dış gö­
rünüşü değil ki anne. Cirk i n l i k , yaşl ı l ı k önemli değil.
Ö nemli olan insanın taşıdığı bilinç. Yeter ki o yaş­
lanmosın. Ö nemli olan sen değilsin. Senin insa l a r­
la hangi il işkiler içinde bulunduğun öneml i.>>
82
Ama yaşlanmak insanlarla i l işkileri n i de azaltm ı ­
_
yo r muydu?
Tuğrul Bey törene televizyon kameramanlarının
da geleceğ ini söylemişti. Birden bazı tanıdık yüzler
caniandı gözünde. Mahal lede, yokuşun başındaki
iri yarı esmer kasap, d urağ ı n karşısındaki kahvade
birbi rleriyle yü ksek sesle konuşa ra k yalnız y ü rüyen
kadı nlara lôf atan a rsız, kabadayı adamlar, pence­
relerin kıyısından uzak ve derin bir merakla N u ray'ı
süzen ev kadınları , kızını ve eve gelen arkadaşla rını
kuşkuyle inceleyen komşular. . . Hepsi her a kşam ol ­
duğu gibi televizyonları n ı n başı ndalar ve şaşkı n l ı kla
açı yo rl a r ağızları n ı «Bu o değil mi? Şu 7 nurnarada
oturan dul . . . >>
B i r sigara yakıp h ı nçla g ü l ü msed i N u ray. Artı k es­
kisi gibi kuşkuyle ya da küçü msemeyle süzemiye­
ceklerdi onu. <<Beyiniz öldü mü?» diye soran bak ­
kal . . . Karşık i pencereden göğsü nü gererek ilgisini
göstermeye çalışan ve kaçak bir serüvene hazır ol­
duğunu bel l i eden, ü ç çocuklu komisyoncu . . . Eve
erkek geliyor mu d iye he r adım sesi duyduğunda
mutfa ğ ı n ı n penceresine koşup bakan ev sahibi ka­
dın . . Artı k cekineceklerdi ondan.

N U RA Y İ LK İ N' İ N ROMANINDAN

" Yaz geceleri balkonlardan, açık pencereler­


den, bahçelerden kadın erkek, çocuk sesleri yük­
seliyordu. Bu sesler insanların öfke ya da neşe
içinde birarada yaşadığını, birarada yaşam anın
gerekli olduğunu duyuruyordu bana. Perdeleri­
mi örtüyordum. Çevramdeki insanl ardan yalnız­
l ığıını saklamak istiyordum. Onlarla gözgöze ge­
lince hep bir kınama ve kuşku görüyord um ba­
kışlarında. Onlar d a beni kendilerinden uzak tut­
mak ister gibi davranıyorlardı. Yalnızlık tehli­
keli bir hastahldı sanki ve onun yayacağı mik­
roplardan korunmak gerekiyordu . İ şte balkan­
larda, teraslarda, bahçelerde akşam yemeği yi-

83
yen, televizyon seyreden aileler zaman zaman
pencereme çevrilen donuk bakışlaoyla bunu
sezdiriyorlardı bana. Yatağıma uzanıp elime bir
kitap alıyordum. Radyoda beni yatıştıracak bir
müzik arıyordum. Karanlık basınca sokaklar,
pastaneler, kahveler, lokan talar, evler yasak t ı
bana. Tek başıma çıkarsam h e r an bir saldırıya
uğrayacakmışım gibi tetikte durmam gerekirdi.
Kend i m i bildim bileli gazeteler kadınlara karşı
girişilen şiddet eylemleriyle doluydu. Bir erkek­
le görüldügü için erkek kardeşi ya da babası ta­
rafından öld ürülen kadınlar, bir erkekle k açtığı
i ç i n yak a l a n ıp sevdiğiy l e birlikte öldürülen k ız­
lar, tarlada çalışırken bir grup erkek tarafı ndan
dağa kaldırılan, dağlarda, yol kıyılarında cesedi
bulunan k ızlar, kadınlar . . . Kıskançlık yüzünden
kocası tarafından tabancayla, av tüfeğiyle , bı­
çakla, baltayla, keserle öldürülen kadınlar, evle­
rinde tek başlarına yaşarken tecavüze uğrayan
kadınlar, çok genç yaşta aldatılarak kaçırılan,
e rkcl\lerc satılan, bedenini sa tarak yaşamaya
mahkum edilen kadınlar . . . Bü tün bu şiddet olay­
l arı kadınların her an erkeklerin sald ırısına u ğ ­
rayabileceği ni öğretmişti bana. Saldırganları
haklı çıkaran düşünceler . . . Namus uğruna işle­
nen cinaye tleı- . . . Gece tek başına dolaşınayB; kal­
kışan bir kad ı n saldırganları çağı rmış, kışkırt­
nuş oluyordu. Nasıl alacaktım bu haksızlığın
öcünü? Yalnızl ı k ay ı p t ı neredeyse, yaln ızlığı gi­
dermek için evlilil{ dışı nda yollar aramak s uçiu .
Bir erkekle beni e v i mde başbaşa görseler daha
da artacaktı çevremdeki bakışların şiddeti. Bir­
birlerine şiküyet edeceklerdi beni. Hatta beni ma­
halleden uzaklaştırman ın yolları n ı arayacaklar­
cl ı. Böyle şeyler de olu yordu. Yal n ızl ığıma d u y ­
du kları lwşkuda biraz ac ıma p a y ı vard ı a m a
onları umursamay ı p erkeklerle arkadaşlık ede­
cek olsam b u acıma duygusu bir saidırma iste­
ğine dönüşecekti. Hep birlikte üstüme saldırma,

84
beni yoketme isteğine . . . Kadınların çoğunun
mutsuz da olsalar evliliğin koruyucu saçağının
altından çıkmaya neden cesaret edemediğini an­
l ıyordum.
Yaz geceleri sokakların serinliğine kendimi
bı rakabilme, kıyıda bir dondurma yiyebilme gi­
bi en ufak mutlulukl ardan bile beni yoksun eelen ­
Iere karşı sesimi yükseltmek istiyord um . »

Evlerin dışında d a erkeklerin egemenliği sü­


rüyordu. i nanmıştım buna. Yollarda, deniz kıyı­
larında, kahvelerde yüksek sesle konuşup güle­
bilenler, birbirleriyle çekincesizce şakalaşanl ar,
k ü fürler savurabilenler, kızınca dövüşebilenler,
bir yolda diledikleri kadar gidip gelenler, beğen­
dikleri kadını süzebilenler, dönüp bakanlar,
parklarda, kahvelerde, kıyıdaki duvar üstlerin­
de oturabilenler, gerinenler, şarkı söyleyenler,
toprağa uzanıp uyuyabilenler, her yere yalnız gi­
rebilenler, lokan talara, kuytulara ve kalabalık­
lara . . . deni zde tekneyle dolaşabilenler, balık tu­
tanlar ve ormanlarda d a avianınaya gid ebilenler,
eve sarhoş dönebilenler erkeklerdi.
Biz kadınlar eteklerim izi sıkı sıkı örterek on­
ların karşısında oturuyoruz. Bize bulaşmasın­
lar diye gözlerimizi onlardan kaçırarak . . . Başı­
boş dalaşmayı göze alamıyoruz. Konuş urken, gü­
lerken sesimizi onlardan gizlerneye çalışıyoruz.
Canımız sıkılıyor, canımız sıkılıyor. Biz erkek­
ler gibi dışarda çalışan kadınlar . . . Yalnız çalış­
ma hakkına kavuşmuşuz gibi, çalışma hakkı ve
evlerimizi yaşatabilme ödevi . . . Biz can sıkıntı­
mızı nasıl giderebiliriz? Biz yalnız ve kendine
güvenen kadınlar . . . Varlığımızın her noktasına
sanki bir ölçü aleti yerleştirilmiş. Yürürken şöy­
le, konuşurken şöyle, otururken şöyle, bakarken
şöyle, bu yüzden çok benziyoruz birbirimize. İ çi­
mizden geldi de kahkahalarla güldük mü erkek
başlan aşağılamayla ya da bencillikle çevril iyor

85
bize. Bir kahveye girip oturmak mı? Bir parkta
dintenrnek mi? Herşeye kızıp da sarhoş olmak
mı? B unlan deneyen kadın bu deneyden ürkün­
tüyle vazgeçiyor. E rkekler bu kentte de bizi iki
türe ayırdı. Ya kollanacak kutsa' aile kadınları
ya da erkeğin çeşitli niyetlerini hakeden ler. . .
Biz kadınlar bu haksızlığa dayanma gücünü ne­
reden buluyoruz?
Akşam yemeği yeniliyor ve kadınlar televiz­
yon ekranının karşısına gömülüyor. "
BÖ L Ü M

Ne kadar yorulara k, zamanın darlığıyle savaşa�


ra k yazabilmişti bu romanı! Saat beş olur ol maz
mantasu nu hızi sırtına geçi riyor, öteki kadınlar g ibi
aynanın önünde oya lanma hakkını kendinde gö­
remiyerek çı kıyordu nemli, loş yapıdan . Evindeki
daktiloya özlem d uyarak . . . Kalabalık, gürültülü cad­
deler, sı kışık sa lkıriı sacak otobüsler hep kend isiyle
evde bekleyen kô ğ ıtlan a rası giren engeller gibi ge�
l iyordu ona. Ya lnız o bekliyordu onu, roma nı . . . Evi­
nin kapısını açıp sırtı n ı bir an kapıya dayayarak yor­
gun bir hoşnutl ukla bakıyordu calışma masasına . . .
E l i ndeki fi leyi iskemlenin üstüne bırakıyor, mantasu­
nu asıyor, ışığı yakıyordu. Kendisine çabucak bir ye­
mek hazı rlamalı, bulaşıklannı yıkama l ı , sobasını yak­
malıydı . Uyuyuncaya kadar soban ı n üstünde kalma�
lıydı çaydanlık. Bazen de geceleri çamaşırlarını yı­
kamak, elbiseleri n i ütü lemek zorunda kal ıyordu. Bü­
t ü n bunlar sinsice giriyordu yorucu 'bir aşk ha line
gelen roman ıyle kendisi a rasına. Soba n ı n ağzı ndan
dökülen kül ler, ıslak odun lar, komşu evlerde a rdına
kadar açı lmış televizyonlardan yü kselen sesler, alt
katta ki kapıların ürkütücü bir biçimde carpı lışı . . .
Gözleri yanıyordu. Bütün g ü n gözleri ni yoran Iş ya­
zıları düşmandı ona. Yal nızlık hem dost hem düş­
mandı. Yüzünü gidgide daha çok kuşatan ya şlılık
çemberi, göz kapakları, cenesi, boynu . . . Yaşa mına
anlam verebi l me k icin başvurduğu son care . . . Ro­
manda a nl attığı hayat hem dost hem de düşmandı
ona . Sular sık sık kesi l iyordu. Kapıcısız bir evde
oturduğu icin sabah kara n l ığında çöp kovası n ı so ­
kaktaki bidona boşa ltması gerekiyordu . Parma kları ­
n ı sobaya yaklaştı rıyor, ısıtıyordu. Tek umudu par­
makları ndaydı a rtı k .
Bir y e r edineoekti kendine N u ray. Korunmasız b i r

87
kad ın olmaktan kurtulacaktı. ll ı k bir i l kyaz a kşamı . . .
Kendini bırakmak istiyordu h ayata , ışıklı görü n ü me,
yüzyüze geldiği gerceklere. Gençliği uyumsuzl u kla,
başkaldırmayle geçip gitmişti. Ne garip! Bu şeh irde
öğrenmişti başkaldırmayıl
Bu şehi rde öğrenmişti başkaldırmayı. Nuray bir­
den bu garip raslantıya şaştı . O ü ç katlı yapı bura ­
l a rda b i r yerde değil miydi? Kaldığ ı bu l ü k s otel in
ya k ı n ı nda? Bir sokak ötede mi? Şu sokağın köşe­
sinde mi? Dar ve loş basa maklardan cıkılara k varı­
lan ücüncü kat . . . Kapısında küçük bir yazı, derginin
adı . . . Yoksa şu ışıklı, sarı perdeli pencereler mi?
Belki de art ı k bir aile oturuyor orada. Otelin çatısı n ­
dan h a reketl i b i r d a n s müziği yayı lıyor. Dokuz yıl
oldu mu?

NURAY iLKiN 'İN ROMANINDAN

«Basamakları çıkıyorum. Heyecanımı, coşkun­


luğumu dindirrnek için duruyoruro sahanlıkta.
Daha önce yaşadığı m herşeyi geride bırakıyor­
muşum, daha önce kurduğum bütün bagları ko­
parıyormuşum gibi gel i yor bana. Buraya gelme­
den önce Yılmaz'ın bana verdiği kitapları der­
gileri okudum. Ona yeni bir insan olmak iste­
diğimi söyledim.
Üçüncü kattayım. Ürpererek çaldım kapının
zilini. Gür bıyıklı bir delikanlı kapıyı açtı ve
ciddi bir yüzle beni içeri aldı. Masanın çevre­
sinde ilk olarak gördüğüm y üzler . . . Tanıdığım
tek y üz Yılmaz'ın yüzü . . . Hafif bir selt\mla kar­
şıladı beni. Duman kokusu, çay kokusu, kağıt­
lar, dergiler, kitap dolu raflar. . . Aralarına otur­
dum. Tartışıyorlar, notlar alıyorlar . . . Düşünce­
lerle örülmüş bir ağın içinde arkadaşlık . . . O an
içimde bir özlem uyanıyor, gün ışığına çıkıyor .
Artık ev işlerinin, yetinmenin, bastırılan düş­
lerin, küçük bir çark gibi dönüp duran ve yol
almayan evlilik yaşamının kadını olamıyaca­
ğım ben. Derginin toplantı salonunda sanki dün­
yayla yeni bağlar kurmak istiyorum. Sert ve ber-

88
rak sesle r . . . Berraklık ve kafa tutma büyülüyar
beni . . . Yenilik ve inanç . . . Onlar kadar bilgili ola­
madığım için ve y ı llarım ı ev işleriyle geçirdiğim
i ç i n utanı yorum .
., Bi zimle çal ışmak istiyor musun?, diye soru­
yor Yılmaz.

,. s . yirmiiki yaşında bir kızdı. Siyah perçem i


alnını örtüyord u . M avi gözlerinde parlayan ze ­

kayla erkek arkadaşlarıyla finans kapital üs­


tüne tartışıyord u . F. ile A. evliydiler. Biri öğ­
renc i , öteki asistand ı. Birlikte dergi için bir ya­
zı hazırhyorlı:ı.rct ı . C. sık sık oportünistlcre kar­
şı m ücadele edilmesi g ereği üstünde duruyor­
du. Derginin yöne ticisi durumunda olan V. top­
lan tılarda topraksız köylülerden, m itingiere ka­
tılan küçük ü re ticilerden gelen mektuplan oku­
yordu. Yıl 69 . T ürkiye'nin çeşitli yerlerinde, iş­
. .

çile rle, köylülerle birlikte yeni yeni mitingierin


h a z ı rlıkları yap ı l ı yordu. Hepsinin yüzünde umu­
dun hafif tülü dalgalanıyordu. Yetişmek . . . Ye­
tişmek istiyord um. Eslü ve bulanık, tekdüzc ve
ezik o an herşeyden kurtulmak istiyordum. Da­
ha önce aşka sarılmıştım . Aşk bana bir güç, ve
bir anlam versin diye . . . Sonra l{adınlığımla,
yalnızlıkla çevrili buldum kendimi. Kocamla bir­
likte Ankara'ya gelıniştik. Sokaklardan yükselen
sesler çağırdı beni. Bir cumartesi öğleden sonra
Cem i ! evde yeni aldığımız plakları dinlerken ben
içi mde bir rüzgarın uğultusunu duyarak soka-·
ğa çıktım. I nsan olmak istiyoru m » diye yineli­
"

yordum kendi l{endime. « İ nsanların arasında, in­


sanlarla birl i k te olmak istiyorum. " Geride kalan
şeyler köhne ve küf içinde görünüyordu bana.
Bir erkekle bir kad ı n ın başbaşa olmaktan başka
bir şey be kl em emesi . . . Kendilerinin dışında ka­
lan herşeye göz yumması . . . Yeni düşünceler, ye­
ni insan ilişkileri sızmasın diye sımsıkı kapanan
perdeler . . . Dünya bir evin içine nasıl sığdınlır?
İ nfilak . . . Evet öyle çıktım evden. »

89
BÖL Ü M

Oteli n çatısı ndaki orkestra eski b i r valsi ca l ı yor.


Tuva letlerin dalga lanışını görür g i bi o l uyor N u ray.
Kad ı n la r catıda, otel in rufunda birli kte dans etti k­
leri erkeklerden güzel olduklarını i şitmek istiyorla r­
d ı r şimdi. En güzel olanıamanın korkusu icleri n i ü r­
pertiyord ur. Herbiri kend i n i değerli bir mücevher g i ­
bi duymak istiyordu r.
Bir sigara yakıyor. Dumanını üfl üyor köşedeki sa­
rı perdeli ışıklı pencerelere doğ ru.
Sarı perdeleri n ard ı ndaki ışık s ö n dü . Ü çi.ıncü kat
b i rden kara n l ığa gömüldü.
Birden Yılmaz'ın yüzü şeh rin ışı kları üstü nde tit­
reşti. Kızg ı n küle göm ü l m ü ş sevece n l i ğ iylc, parlak
bakışla nyla . . .
B u yüze niçin bir kez bile dokunanıamıştı ? N i çin
a ra ları nda bir topra k parçası bulunan iki ı rm a k g i ­
bi yanyana a kmışlar, ama birbirlerine doğru h i ç taş ­
m a m ışlard ı ? <<Burj uva benci l l iğine, i k iyüzl ü l üğü ne.
duygusa l l ığı na» ka pılmamak icin mi? Henüz koca­
sından mahkeme kararıyla aynlamamış bir kad ı n ­
la, pol itik soru m l u l uklar yü klenmiş bir erkek . . .
«Art ı k Cemil'le paylaşacağım h içbi r şey kalmadı.>>
demişti Nuray.
«Herşey d ü rüstlükle, açıkl ı kla, yapı lmalı» demişti
Yılmaz. Bir arkadaş karısı . . . Ağır bir engeldi b u . Ge ­
leneksel bir engel . . .
NURA Y İ LK İ N' İ N ROMANINDAN

.. o akşam üstü kapıyı açınca Cemil'in yanın­


da bir yabancının o l duğu n u gördüm. Gülümsü-

90
yordu. Bir ko nu k olduğunu anlamıştım onun.
Alışkın olmadığım birşeydi bu. Uzun boylu, yüz
çizgileri sert bir erkek. Ü stünde lacivert ekose
bir l<aban vard ı . Başında da küçük bir kasket . . .

Telt'tşlanmıştım. Yabancı bir erkeği konuk et­


mcğc hiç hazır değil m işim g i b i geliyordu ha ·
na. Evimiz üçümüz içindi. Bir gizin çevresinde
hep aynı biçimde yaşıyordu. Kocamın dışında
bütün crlwlder benim için yabancı ve ürkütü­
cüydü.
" Yılmaz, dedi kocam. Okuldan arkadaşım . . . »

Dönüp ona gülümsedi.


" Buy run" dedim. Acaba ev yeteri kadar top­
l u ve temiz miydi? Hemen bunu düşünr.ıüştüm.
,, Kusura bakmay ı n , " dedim, salonda ona yer
gösterirken . Sanki bizim eve alışkınmış gibi otur­
du o.
Yılmaz Almanya'dan geliyordu. Orada dokto-·
ı-a yapmıştı ve yurda dönüyordu artık. Alman­
ya'ya giden yabancı işçiler üzerine de bir ince­
l eme hazırlamış tı. O bunları anlatırken ben
m utfağa, yemeğin altını kısmaya gittim. Neler
ikram edebileeeğimi düşünüyordum. Yemeği bi­
ı-az geç yiyebilirdik:
.. Kahve içersiniz değil mi?" diye sordum, sa­
lana dönüp.
İ ri siyah gözlerini bir noktaya dikmiş, dalgın­
laşmıştı bir an. Cemil'e Türkiyeli işçilerin uyum­
suzluğunu ve içe l<apanıklığını anlatıyordu. Al­
man ekonomisinin onlara ihtiyaç duyduğunu
söylüyordu. Sonra daha başka şeyler. . . . Yarım
yamalak dinliyordum. Bana uzak geliyordu bu
konular bu sanki ben anlatılanları çok iyi anlı­
yamazdım. Konuğumuzu ağırlamalıydım. Koca­
mı h oşnu t etmeliydim böylece.
Yemekte bir rakı şişesi açtı kocam. Onun göz­
leri sevinçle parladı. Rakı içmeyi özlernişti. Ha­
zırladığım yemekleri coşkuyla yiyordu; bir yan­
dan da Cemil'e bilmediği şeyleri öğretmek ister
gibi davranıyordu. Cemi! zaman zaman dalgın-
91
!aşarak dinliyordu onu. Az sonra ben de onlar
gibi kendimi içkiye ve konuşmalara kaptınnca
hafifçe kolumu tutarak bana da anlatmaya baş­
ladı. Tüketim elwnomisinden falan sözediyorclu.
« Bak hacım . . . " diyordu bana. J)rküntüm aza­
lıyordu. Ben de okuduğum romanlardan sözet­
mek istiyordum ona. İşçilerin hayatından söz­
eden romanlar da okum u ş tum. Ev işlerinin dı­
şında düşünmeyi de bilen bir kadın olduğumu
göstermek i s tiyordum. Ama o Cemil'le ikim izin
bilmediği şeyleri de biliyordu. Almanya 'nın ta­
rihinden, nazilerin ruhsal durumlarından falan
da sözediyordu. O dönemde kadınlar H i tler'e ne
tür bir yakınlık duyuyol"!ard ı ? Erkekler H i tler'
in karşısında kendilerini nasıl hissetmişlerdi?
Bunları da anlatıyordu. Alman ırkının üstünlü­
ğü için yaşıyariardı ve sarhoşluk içindeydiler.
!rkçılık ortadan kalkmış mıydı? Çeşitli görünüm­
ler altında sürüyordu haliL Almanlar kendi so­
kaldarını süp ürrnek istemiyorlardı. Başkaları
yapmalıydı böyle işleri. Türkler, Portekizliler fi­
lan . . . Yeni şeyler öğrenmek hoşuma gitmiş ti.
Sofradan lmlkınca Yılmaz'la Cemi! karş ıl ıkl ı
koltuldara oturdular. Ben mutfağa gid i p gele­
rek dinliyord u m onları. Yılmaz Cemi l'e işiyle
ilgi l i sorular soruyordu. Cemil ona işinin sıkı­
cılığından sözediyordu. M ü teahhidin çeşitli yol­
suzluk larından . . . Ben onun bir süre önce bir iş­
çinin ölümüyle sonuçlanan i ş kazasından sözet­
mesini bekli yordum. Nedense bu olayı anlatmı­
yordu. O zaman ben bir an elimde bardaklarla
durdum ve aniatıverdim bu olayı. Yılmaz şaş­
kınlıkla baktı Cemil'e. Sigarasını kül tablasına
hastınrken şöyle dedi:
" İşçilerden yana olmal ısın . »
Cemil sustu. Yüzünün kızardığını farkettim.
«İşçi sınıfından yana ... " diye üsteleeli Yılmaz.
Birden Cemil'in suçlanışı; yargılanışı u tanca
benzer bir duygu verdi bana. Onun bu olaydan

92
ötürü acı çektiğini ve bu yolsuzluklara bizim
için para biriktirmek ve ailesine yardım etmek
için göz yumduğunu biliyordum. Bunu biliyo­
rum; yine de şu anda önüne bakan kocarnı be­
nim için henüz yabancı olan bu erkekle birlik
olup suçladığıını sezdim.
Kızım odasında uyuduktan sonra, biz üçümüz
dı şarıya, yürüyüşe çıktık. Dışarıda hafif hafif
kar serpiştiriyordu. Karanlığın içinde seçiyor­
d uk karın pırıl tıları n ı . Cemi! kolunu omuzuma
dolad ı . Hafifçe çektim kendimi. Kolundan sıy­
rılclım. Yürüyen v e tartışan üç ayrı insan olma­
mızı i s te m i ş tim birden.
Ellerimi cebime sokmuştum. Kararlı v e sert
adımlarla yürürnek istiyordum. Bütün geceler­
elen ayrı bir anlam taşıyan bir geceydi sanki bu.
Karanlık ıssız yolda düşüncelerimizle yürüyor­
d u k . Kar taneleriyle birlikte . . .
" A lmanya'ya yine gidecek m isin?» diye sor­
d u m Yılmaz'a.
" H ay ır , - dedi, « d öndüm artık. ..
Yılmaz o gece salondaki divancia uyudu. Be­
nim çarşafı sermeme engel oldu. Kendi hazırla­
mak istiyordu yatağını. Biz de qdamıza çekildik
Cemil tutkuyla sarıldı bana. Dalgındım.
Sabah m u tfaktan gelen çay kokusuyla uyan­
d ı m. Bu koku g ü v e n duygusuna benzer bir duy­
gu uyan d ı rm ı ş t ı içimde. Cam bardağın şıngırtı­
sını v e çeşmeden akıtılan suyun sesini duydum.
Yan ımda u y uyan Cem i l ' i uyandırd ı m . Tek ba ­
ş ı ma kalkıp Yıl m az'ın yanına gide ni edim.
Yıl maz öğleye doğru gitti. Giderken beni de
yanu klarımdan öptü. Bize Ankara'dan kitaplar
\'e dergiler yollı yacağını söyledi. Cemi! güldü:
·· Boş v e r , · der gibiydi. Kırgın gibiydi. Bense inat­
la:
" Ta bı i . de d im. Gönderi n . Bir daha bekleriz.
B u rada o kadar yalnızız ki . . . "

93
BÖLÜM

Ondan bazı sözler kalmıştı geriye: << Ö nce insa n


sonra kadın v e erkek olabilmeliyiz.»
Ö n ce insan olabilmek icin Yılmaz'ın verdiği, a n ­
dığı kitapları bütü n gücüyle zorlanora k okumuştu.
Bazı kavramlar. düşünceler bir taşla k ı rılara k ici
a l ı n a n çetin ceviz gibiydi onun icin: « Ö zg ü rl ü k zo run ­
l u ğ u n bllincidir.>> Daha önceleri bağlandığı özgürlük
kavra m ı n ı n ya nlış olduğ u n u söyl üyordu bu ta nım.
M a kyaj ça ntasını ve model i moda dergi lerinden
seçilerek di kilmiş el biselerini evde bıra kora k pon­
to lonu, kazağı ve omuzuno astığı büyü k contosıyla
ayrı lmaştı evden. B i r kız öğrenci yurduna yerleşmiş­
tL Kız öğrencilerin orasında da liseden sonra oku­
mamış, e rken evlenmiş, anne olmuş. y ı l ları n ı evli­
l i kle geçirmiş bir kadın alduğu icin uta nç duymuş­
tu. Ama herşeye yeni baştan başla mak istiyord u .
G ü rültülü yata khaneleri, k i r l i koridorl a rı . kalaba l ı k
kitapl ı kl a rı öğrenmek istiyordu. Yılmaz'la öğ renci
kentininde bul uşuyorlardı. Çoğu zaman yanları nda
boşko!arı da ol uyordu. Y ı l maz öteki arkadaşlarına
nasıl bokıyorsa öyle bakıyordu Nur!Jy'ın gözlerinin
içine . Kızgın k ü le gömülmüş sevecenliğ iyle, soru m ­
l u l uğunun sertliğiyle . . . N u ray d a kadınsı çizgileri ni
gizleyen bol e rkek kazağı , kadife pantalonu . k ısa­
cık kest i rdiği saçları, kamburl oştırd ığ ı sı rtı, pa rma k ­
l a rı n ı n o rasında siga rasıyla, v e ciddi leştirdiği yü­
züyle d i n liyordu onu. Özgü rl ü k başka bi rşeydi a rtı k
ve Yılmaz'la birl i kteliği Cem i l ' le olan birli ktel iğine
benzemiyecekti . Duygusallığın yerine daya n ışma.
sarhoşluğun yerine öğrenme, bencilce bir mutlulu ­
ğ u n yeri ne topl umsal bir kaynaşma . . . Nu ray h eye-

94
canla bekl iyordu bunu. Cemi! ise o n u a rayıp bulu­
yor, eski gün lerin a n ı ları n ı canlandırmaya çal ışıyor­
du. Çiçek getiriyordu ona ya da yeni çıkmış bir şiir
k itabı . . . N u ray sonunda onun aşağ ıda bekled iğini
öğreni nce i n memeye karar vermişti. Yeni kişiliği
Yılmaz'ın kendinde yansımasıydı a rtık. Geceleri ya­
takhanede küçük yatağ ında Yılmaz'ı düşünde gö­
rüyordu. Bir ağacın gölgesinde okşuyordu onun yü­
z ü n ü . Duygusa l l ığı düşlerine gömmüştü artık . Ger­
cek hayatta bir ağacın gölgesine hiç uza nmamışlar
ve bi rbirlerine fısıldamamışlard ı .
Otelin çatısı nda romantik, duygusal b i r aşk şar­
k ı sı d u y u : uyordu ş i md i . Hiç karşı laşmamışlardı bir
d a h a . Y ı lmaz ' ın d e rg i ye çeviriler yapan bir gene kız­
lo evlend iği n i d u y m u ştu. <<B i r omuzdaşla . >> . .

H ô l ô i ç e rd e olanları hatırla maya çalışıyord u : H . V.


A . . . Neyd i o n u n a d ı ? Ayağı ndan posta llarını, sırtın­
dan parko s ı n ı çıkarmayan, esmer, i nce yüzlü . . . Mi­
t i n g l e re katılmak için çeş itli bölgelere giden, toplan ­
tı ların dı şında ya l n ı z ve sessiz olan . . . Neydi onun
adı? E n a ğ ı r işken .c elere dayandığı söylenen . . . Dul
b i r g ü n d e l i kçi kadı n ı n tek oğlu olan . . . Neydi onun
adı?

� U R A Y İ L K İN ' İ N RO MAN INDAN

" B i r öğl e d en sonra gezetelerden, d erg ilerd e n


kesilmiş yazıları bana �ös te ril di g i g i b i kağıt­
l a ra yapıştırıyordum. G öre v i n b ü y üğü küçüğü
yol< tu. Öyle söyleniyord u . Bu işi benim iyi ya­
pabi leceğiın düşünülm üştü. A rşivleme işini . ..
K i m se ben den dergi için bir yazı hazırlamamı
i s teycınezdi ta bi i . «Şu dosyaları düzeltiver ha­
c ı m . .. G ülümsiyerek kabul ed i y o rd u m. O öğle
sonrası yan d a k i o dad a yazı kurulu bir to p lan­
tı yapı yord u . Ben gazete kupürlerini kağıtlann
üstüne y a pıştırmadan önce o ku yo rd um . Birden
basamaklarda ve alt katta gürültüler duydu m .
Yerimden fırlad ı m . K o ridora çıktım. Toplantı

95
odası boşal m ı ş tı. Koridorda da k i mse k al mamış ­
tı. Basarnaklara doğru atı l d ı m . Alt Imttaki ka­
p ıd a n birbirlerini yumruklayanları, birb i rleri ­
ne ellerindeki so pal arl a v u ran lan görd ü m . B i r
başka d e rg i çıkarılı Y:ordu al t katta. B u i k i ay­
rı s i yasa l dergide çal ı şanlar ş i m d i y e ka d a r bi r ­
bi rl eri yl e dostça selamlaşıyorlar, t a r t ı şı yo rl a rd ı .
Arl< adaşlarımın alt katta bu l u n a nlara böyl e bir­
den bire niçin saldırdıklarını anlayamamıştım .
Savrulan kağıtları, parç al an a n dergi sayfaları ­
nı gördüm. Birden kavga eden erl< e k l e ri n kar­
ş ısında tek başıma kalıverm i ş t i m . Dergiye ya­
zılar yazan b i r arl<adaş ı m ı n b u r n u n d an kan s ı ­
z ıyord u. Birşeyler y ap a bi l m e k , lwvgayı d u rd u ­
ra bi l m e k i s t i y o rd u m . Hepsi için acı d u y u y or­
d u m o anda. İki d e rgi de olanlar için de . . . Han­
gi nok talarda görüş ayrı l ı ğ ı n a d ü ş t ükl erin i de
bil miy ord u m . Yak ın olmal ı ydılar b i rbi rleri n e .
bu n a ina n ı yo rd um . Yollarda, b a z ı l olwntalarda
erkeklerin birdenbire birbirleri n e giı·ip J<avgA.
e tt i k l er i n i görıni"ı ş t ü m . B u rada ise d ü ş ü n eeye
saygıyı v e uygar davran ı � l a n a rı y u rcl u !ı1 .
« Sen yuka r ı ç ı k bacım . " Kavgad an sol u k so­
l uğa çıkan genç bir a ı·k a d a ş tı b u . Y u k ar ı ç ı k ­
t ı m . Gazete kupürl e rin i bi r dosya n ı n i ç i n e y e r
l eş t i rdim ve çan t a ın ı ald ı m . Ç ı k t ı m g i t t i m . --

« A n kara bi r şapka s ip e rl i g i n i n a l t ı n cia gözl<'­


ri n i b ir noktaya d i k m i ş d ü ş ü n ü y o rd u . JC: I d ı rı m
l arda, ağaç d a l la rı arası n da Jw şlaı· ö t ü ş üyord u .
Caddelerde işlerine giden bi r y ığ ı n insan . . .
Köşe ba şl arınd a bagı raral{ gazete. dergi sa­

tan , ince bedenl i , bıyıkl ı , pa rl< a l ı del i k a n l ı l a r ,- , �

süssüz, sol g u n genç kızlar yoktu a rt ı k . K e n d i ­


lerine yasa k lanan caddede koşarak gös teı·i y a
pan. polislerin, pol is arabal a n n ı n ko\· a ! a rl ı gı
gruplar da yok t u .
Apartman hacalarından y ü k selen boguın bo ­
ğ u m duman g öky üzü n ü kara bu l u t l arl a örtü-

96
yoı·d u .
Oturduğum mahallede v e çalıştığım i ş yerin­
de asık yüzlü bir dul olarak kalıveı·miş tim . Ka­
ranlık basmadan çatı katındaki bir o da bir hol
olan eve gelip kapanıyordum. A d ı m seslerini
d inl iyordum. Onlar hergün götürülüyordu. Oda­
larında herşey savruluyord u . Ki taplar, kağıtlar,
fo toğraflar, plaklar . . .
İ şyeri v e çatı katı arası n d a gidip geliyord um .
Birden cesaretim azalmıştı , Artık geç saatlerde
te){ başıma dolaşamazdım. ooÇevremdeki i n san ­
l a r benim için ne düşünürlerse düşünsünler .. di­
yemiyorum artık. Arkadaşlarımdan uzaklaşın­
ca sanki bird e n dul biı· kad ı n ol duğumu anla­
m ı ş t ı m . İşyerinde bazı erkeklerin bana bir boş­
l u k ta n sızınalt ister gibi baktıklarını farkettim.
O zaman bu i n sanların gözünde kadınların üç
türe ayrıldığını düşündüm. Bakire lnzlar, evl i
kadınlar ve dullarla, ötekiler . . . Ö tekiler bu üç
devreyi geçirdikten sonra, dulluk basamağından
atlayıp uçunıma y uvarlanmış olanlardı. Genç­
tim, yeniden i ldnci tür arasında yerimi alabilir­
d i m . Süslenmeli, sesi mi yumuşatmalı, neşeli ol ­
nıalıydım. Beklemeli ve erkekleri kollamalıydım.
Öfkeyle, u tançla doluyordu içim . .. Ben bi r dul
değilim, bir insanım bi r insan olarak var olmak
i stiyorum . · diye bağırmak geliyordu içimden.
Caddeler, işyerleri kadınları üç türe ayıran in­
sanlarla doluydu. Ankara'nın o suskun günlerin ­
de gi tgide azaldığıını hissetti m .
Hayattan bir yanık kokusu yükseliyordu.
Bir gece yarısından sonra duydum adım ses­
l eri ni. Demir, kösel e, ve erkek seslerini . . . Ka­
ranlıkta mantomu kaptım. Neml i , ağır bir koku,
uğultular ve şapka pırıltıları . . . Sesim inceydi.
Karşıma dikilmiş olan görevli .. N i ye yalnız ya­
şıyorsun?.. diye sordu bana.
Bir an benim yere saçılmış eşyalarıma va k i ­
taplanma bakarken parmağıyla çenesindeki bir

97
noktayı kaşıdı. Birden gerdam sarkmış, çatık
kaşlı bu yüzün bana bir başka yüzü anımsattı­
ğını sezdim. Sofra başında, peçetesiyle ağzını
s ilerken homurdanan ve oğullannı ya da ka­
rısını tersteyen eniştem . . . Bir hastonu ve k ırha­
c ı vardı onun. Bayramda karısı da elini öperdi.
Akşamları ise biri n i n onun çoraplarını çıkarıp
ay akl arını bir leğenin içinde yı kay ı p kurulaması
gerekiyordu. Bazan ben de ona bir bardak su ge­
ti ri r ve o, s uyunu ağır ağır, duraklıya duraklıya
bi lirineeye kadar dantel örtüyle örtülü küçük
k ristal tabak elimde, s ı kıntıyla beklerdiın. Her
zaman d uygularım ı gizledim ondan. Beyaz s aç l ı
başı yastıktan kalkamayınca da ağlayamad a n .
b aş ı n d a topl u nan ka labal ı ğ ın arasından sessizce
uzakl a ş t ı m.
Onl arın arasında basamaklardan i n d i m . Ken­
d i ine � a ş ı y o ı-d u m . Merakla bakıyord um. Ne ya­
pacaldarc l ı ? E rk e k le r, ü n iformalar, tüfekler ve
taba n cal a ı · bana ne yapacaktı?
Toplu m u n al ışmudığı yeni insanlarla arkadaş­
lık etmekten \'e on l a rl a arkadaşlık edebilmek
için on l arı n okuduğu k itaplardan bazılarını oku­
ınaktan başka ne suç u m vardı?
Mahalleden başkaları da toplanmıştı. Çoğu­
nu ta nı mıyord u m . Bazı yüzleri ise bir yerlerele
gördüğümü anımsıyord u m . Orta yaşlı, kır saç­
lı bir adamın yanına oturtuldum. Ceke ti n i n
içinden çizgili pijaması görü l ü yo rd u . Bir ara y ü ­
züme bakıp hafi fçe gü l ü m sed i Gözlüklerini sil- ·
.

di. Ötelü y a n ı m d a bir görev l i , dimdik oturuyor


ve zaman zaman başını ıslak asfaltın soluk pı­
rıltılarına doğru çeviriyordu .
Yılmaz içerden b i r tek mektup yollaınıştı ba­
na: « B u ilk yaz önceki ilk yaziara hiç ben ze me ­

d i . D urg u n u z , ağırbaşlıyız.
Toprak iyice ısın­
malıyd ı . Meyvelerimiz limonluklarda yetişti.
Isımız yalnız bize yetti. Oysa toprak ısınmalıy­
d ı . » Bir daha hiç haber almamıştım ondan . "

98
«Kızımı yanıma alarak İstanbul'a doğru yola
çıktım. Cemil eşyaların toplanmasında, kargo­
ya verilmesinde yardımcı oldu. Halamın oğlu
İstanbul'da bana bir şirkette iş bulmuştu. Ka­
bul etmiştim ben de. Bir süre kızımla birlikte
halamın evinde kalabilirdik. Gernil'le eşyaları
birlikte ambalaj larkan zaman zaman göz göze
geliyorduk. Bana hınç ve hüzünle bakıyordu
.. işte kazandın özgürlüğünü» Bense bir yandan
dönüş ü olmayan bir yolda olduğunu düşünü­
yor, bir yandan da suçluluk duygularıyla hır­
çınlaşıyordum . «Evlilik hayatından sıkılarak ko­
casını terkeden bir kadını kim haklı görebilir?
Sen meyhanelere gidebileceksin, başka kadınlar­
la kendini deneye bileceksin, geceleri sokaklarda
dolaşacak, kahvelere gidebilecek, elierin ceple­
rinde ıslık çalarak yürüyebilecesin. Bense kızı­
mı yetiştirecek, hayatımı sevmediğim bir işle ka­
zanacak, dul olduğumu gözlerden saklayabilmek
için giyimimde, yürüyüşümde, hatta gülümseyi­
şimde ağ;rbaşlı olacağım. Bütün bunları Cemil'e
söyliyemiyordum. «Öyleyse niye gidiyorsun?» di­
ye sorabilirdi bana. «Daha mutlu, daha özgür
olacağına i nanm ıyorsan niye üçümüzün de alış­
tığı hayatı değiştiriyor, bozuyorsun?» Herkesin
gözünde ben suçlu olacaktım, biliyordum, ama
insanların kurallara boyun eğmek için içlerin­
deki merakı, cesareti sevgiyi söndürerek yaşama­
larının suçlusu kim oluyordu?
Eşyaları birlikte toplarken Cemil'in ilk genç­
liğinden bu yana bireyin seçme özgürlüğünü
savunduğu halde bende böyle bir özgürlüğün
bulunmasını istemediğini düşünüyordum. Ka­
dınla erkek arasında eşitliği yüceltiyordu ama
öteki erkekler gibi ve babam gibi evin bütün
işlerini, çocuğun bakımını bana yüklemiş ve bir
erkeğin bunları yapabilecek yetenekte olmadığı­
nı savunabilmişti. Düşüneeye yapılan her türlü

99
baskıya karşı olduğunu belirtmiş, ama ondan
farklı düşünmeye başladığım zaman okuduğum
kitapları anlayamıyacağımı ileri sürerek beni
küçümseyebilmişti.
.. Kızına karşı sorumluluklarını
_ unutmazsın
değil mi?" dedi, toplanmış eşyaların başında,
ayakta, sigara içerken . . .
Başımı salladım, gözlerimi kaçırdım ondan:
.. unutmam . ..

Ne demek istediğini anlamıştım. Acaba ben­


den öc almanın yolları n ı aradığını biliyor muy­
du?
Bizi trene kadar geçi rdi Kızına acıyla bakar­
.

ken kendisinin suçsuz olduğunu ona anla tma­


ya çalışıyord u sanki . Benimle tokalaştı:
.. Hadi bakalım » dedi yumuşak bir sesle.
Bize u z un uzun el salladı.
Kızım yanıma, pencere kıyısına oturunca ba­
basının aldığı çikolatayı yedi. Saçlarını okşa­
dım . Saçlrırını okşayan elimden kurtulmak için
kendini yana çekti. Ben de kuru ıssız bozkıra
baktım: « Kendimi kızıma nasıl bağışlatacak­
tım? ..

.. t stanbul'a dönünce halamın evine gitmek


için Boğaz va p u r una bindik. Hava sisliydi ve ha­
fif bir yağmur çiseliyordu. Ankara'nın beton ya­
pıları arasında. unuttuğum bir şeye yeniden ka­
vuşuyorum gi bi geldi bana. Açıkl ı k . . . Vapur kı­
yı boyunca ilerliyord u . Deni zi, yeşillikleri , va­
purları özlemi ş ti m . Cem i l beni köprünün yakı­
nındaki pastan e ye götürmüşlü sık sık. O yıl li­
seyi biti rmiş ti m . i lk sigarayı Cemi! tutmuştu ba­
na, ilk i ç ki yi o içirmişti ve bana k i taplar vermiş­
ti. Tutkuyla koşmuştum yeniliğc doğnı . İ nsanın
saçma yazgısından ve özgürlüğünden sözeden
yazarların ki taplarına doğru . . Cemil'le vapur­
.

larda da bu düşüncelerden sözediyorduk ve bü­


y üklerimizin anlamadığı yeni sözcüklerle konuş­
maya çalışıyorduk.
1 00
Ankara'dan dönmüştüm şimdi de. Şaşkınlık­
la İ stanbul'un ahşap evlerine, saraylarına, sur­
larına bakıyordum. İ skelelerden bazı sakallı
yaşlı adamlar ve başlarını yünden şallarla ört­
müş, mantoltı yaşl ı kadınlar biniyordu. Kıyıda­
ki kahvelerde erkekler nargilelerini içerken gü­
l üyorlard.ı. Sandalların yanında balıkçılar var­
dı. KestaneeBer d umanı tüten ateşlerinin başın­
da ellerindeki maşalarla kestaneleri çeviriyor­
lardı. Lokantalarda pencere kıyılarına oturmuş
çiftler lwn u şuyorlardı . İ stanbul başka bir üikey­
di sanki. AnkarP.'ya uzak bi r ülke . . . Seyyar sa­
tıcılar bağırıyorlar ve kahvelerde erkekler şa­
kalaşıy orlardı. Yoksa en büyük iç acılarını du­
yan bizler miydik? geleneklerden kopmuş ve an­
laşılamayan bizler . . . Ortalıkta dolaşan çaycıdan
bir çay isted im. Karşımızcla bir !<arı koca otu­
ruyord u. Erkeğin a yağında lastik ve potin vardı .
Ü stündeki siyah pardösünün kollan kısa geli­
yord u . D u rgunlukla kıyıları seyrediyor, ara sıra
tığ işi yapan şişman, başörtülü karısına yüzünü
yaklaştınp bir şeyler söylüyordu. Yanmda ise
okuyup katladığı bir gazete duruyordu. Gazeteyi
isted im. İstanbul'da bir evin basıldığın ı iri harf­
lerle yazm ıştı . İ ki kişi öld ürülmüştü. Gazeteyi
ka tl ad ım Adama geri verdi m. Sonra bi r sigara
.

y aktı m . ..

· Halama. geri dönmüştüm. Herşey geride kal­


m ıştı. Ona karşı hınçla dolu olarak geçirdiğim
genç kızlık yıllanm , ondan öç almak ister gibi
bağlandığım evlilik yıllarım . . . Salonun bir köşe­
sinde oturup, sessiz sessiz izliyord u m onu. Tüy­
leri dökülmüş vişne rengi, kadife seecadesini se­
riyor, kenarları iğne oyasıyla işli beyaz yazma­
sıyla başını örtüyor ve kehribar tesbihini eline
alıyordu. Bütün yakınlıkların geçici, güvenilmez
olduğunu, ölüme kadar bağlanılacak tek güçlü
bağın ise Tanrı'ylcı kurolabileceğini d üşünüyor-

Gene Kız ve öı;im 101


du. Tek dileği vardı: Tanrı onu unutmasın. Adak­
lar adıyordu. Eyüp Sultan'& gidiyordu. Elinde
kalan hayatı ve parayı Tanrı için harcamak isti­
yordu. Dilencilere para veriyor, kandil günleri
lokma, aşure zamanı aşure yapıyor, bayramda
fitresini veriyordu. Halama sokulduğum zaman
onun bedeninden eski bir kokunun ve sıcak bir
buğunun yayıldığını duyuyordum. Yorgundum,
halama boyun eğiyordum ve onu belki de ilk ola­
rak seviyordum. Onun bağda canlı, güçlü bede­
niyle çalıştığı günleri düşünüyordum. Çıplak
ayaklarıyla teknede üzüm ezişi, ateşin karşısın­
da siyah kazandaki şırayı karıştırışı, kocasına
hizmet ediş i. . . Acaba onun bastırılmış istekleri,
gerçekleşmeyen özlemleri nelerdi? Tanrı tutku­
su ve bankadaki parası onları unutturmaya ye­
tiyor muydu?
Bir öğleden sonra kendisini Süleymaniye Ca­
mii'ne götürmemi istedi. On üç yaşımdan bu ya­
na hiç bir caminin içine girmemiştim. On üç
yaşımda mahalleli. kadıniann arasında camiye
gitmiştim. Kadınlar camide «sakal-ı şerif,i öpe­
ceğimizi söylüyorlardı. Avluda uzun bir kuyruk
vardı. Hava serindi. Sarıklı iki hoca duruyordu
önde. Birinin uzun, beyaz bir sakalı vardı. Ben
halama sormuştum: Onun sakalım mı öpeceğiz?
Halarn kolumu acıtarak sıkmıştı. «Tövbe de» Bir
tek kıldı bu. Hocanın elinde sarılıp sarmalanmış­
tL O an halarndan kuşku duymuştum. Şimdi ise
halamın dileğini yerine getirmek istedim. Bu bü­
yük caminin turistik bir yer olduğunu biliyor­
dum. Ö yleyse girip inceleyebitirdim içini.
Halarn kapının önünde ayakkabılarını çıkar­
dı. Bana da ayakkabılarımı çıkarınam için işa­
ret etti. Cami kapısının yanındaki küçük camlı
kulübeye bıraktık ayakkabılarımızı. Girdik. Ha­
lıların üstünde ürkek, kararsız adımlarla yürü­
meye koyuldum. Halarn benden ayrılıp dua et­
mek üzere mihraba doğru gitmişti. Başımı kal-

1 02
dırıp kubbeye baktım. Ne kadar yabancı ürkü­
tücü bir güzelliği vard ı ! Mavi ışıklı pencerelere
baktım. Üşüyordum. Mozayikler, eski yazılar,
mihrabın basamakları . . . Ne kadar büyüktü ca­
m i , ne l{adar çok insan alıyordu içine, yüzyılla­
ra karşı nasıl da dayanıklıydı!
Birden nasıl oldu bilmiyorum Camus'nün « Ya­
bancı .. romanını anımsad ım. On sekiz yaşım­
dayken okumuştum. Cemil'le bizi birbirimize
bağlayan kitaplardan biri olmuştu. Roman kah­
ramanı kendisini saran , çeviren herşeye yabancı
d uyuyordu kendin i , annesine bile . . .
Halıların üstünden ağır ağır geçerek bir tu­
ris t grubunun toplandığı köşeyc doğru gittim.
Bir rehber onlara camiyle ilgili bilgiler veriyor­
d u . Yanıbaşlarına oturdum ve dinlemeye başla­
d ı m ben de. İ çimdeki sorulara bir karşılık arı­
yoı·dum. Yüzyılların gizini kal ı n , serin d uvarla­
rına gömen camiler . . . ..
B Ö LÜ M

B i rden bir patl ama sesi duyuldu. N u ray i rkilerek


ayağa kal ktı . Eğ i l d i , çevreye bakındı. Sokaktan tek
tük a rabalar geçiyordu. Patla mayla i l g i l i hiç bir gö­
rüntü yoktu ortal ı kta. Neydi bu? Bir silôh sesi miy­
di? Uzaklarda patlayan bir bomba m ıydı? B i ri m i
vuru l muştu? Artık gecelerin a l ışılmış soruları . . . Ote­
l i n çatısından ise bir harmandalı havası duyul uyor­
du. Modern leşti ril m i ş bir harmandalı h avası . . . So ­
kakların gürü l tü l eri nden uza k otel çatıları . . .
Serinlemişti hava. Hafif bir rüzgôr esiyord u . Akıp
g iden zaman . . . Ardı ndan koşup yakalamaya çalış­
tığı şey bir kez daha köşe başında gözden kaybol u ­
yordu san k i .
Yeniden 'baktı gökyüzüne. Piyano çalmayı, dan ­
setmeyi, sa h neye çı kmayı öğrenen a nnesi niçin bir­
denbire yaşamanın anlamını kaybetmi şti? Neydi yü ­
reği nden kayıp g iden şey?

N URAY İLKİN 'İN ROMANIN DAN

« Te l e fon d a ba bamı n h astane ye kaldırıldığını


öğ renince hemen izin alarak ayrıldım işten. İlk
olarak bir babam olduğunu bu kadar derinden
duyuyordum.
Çok seyrek görüşüyorduk onunla. Torununa
beslediği sevgiyle küçük armağanlar alarak bi­
zi görrneğe gelirdi. Bazı pazar ikindileri. . . Çay
içer ve küçük şeylerden sözederdik. Evlerle, iş­
l erl e ilgili küçük şeyler. . . Eve badana yaptır­
mak gerekiyor, baca iyi çekmiyor, sular yine
kesik . . . Her gelişinde yan dairedeki komşula-

1 04
nndan yakımrdı. Sabahlara kadar kumar oyna­
nıyordu. Bazan karı koca gecenin geç saatla­
rında dövüşüyor ve ortalığı birbirine katıyor­
lardı. Babam çaresiz bir durumdaydı, çünkü
oturduğu daire kendisinindi. Yan dairede otu­
ranlar da kiracı değil ev sahibiydiler. Babam
daireyi satınayı bile düşünmüştü ama karısı
mahalleye alıştığını, ev değiştirmenin külfetine
dayanamıyacağını söyleyerek karşı koyuyordu.
Babam mutsuzdu, ince parmakları sapsarıydı .
Bazan d a avaz avaz şarkı söylüyorlardı . Babam
bir kaç !<ere onları karakota şikayet etmeyi dü­
şünmüştü. Ama karısı alıkoymuştu onu. Ada­
mın ne iş yaptığını da bilmiyorlardı. Kasayla
içki giriyordu evlerine.
Babam bizimle akşam yemeğine kalınıyordu.
Karısı beklerdi onu. Merak eder telaşlanırdı.
Çok evhamlı bir kadındı. Babam yokuşu iner­
ken arkasından bakıyordum. Bir çocuk gibi özen
ve ilgi bekleyen bu solgun neşesiz adam ne ka­
dar yormuştu annem i l Şiir yazan ve dikiş diken
;ın nemi . . . Caddeye inince yolun karşısına geç­
mek için uzun süre bekliyordu. Kendini tam bir
güven içinde duyabilmek için . . . Onu sevmiyor­
dum ama mutluluk duymayı bilmediği için de
acıyordum ona.
O öğleden sonra hastanedeki odasında onu
yalnız buldum. Karısı iç çamaşırlarını ve sev­
diği yiyecekleri getirmek için eve gitmişti. Ba­
bam başını yastığa koymuş, ellerini yatak örtü­
sünün üstünde kavuşturmuş bekliyordu. Eğildim
onu yanaklarından öptüm. Bağazım düğümlen­
di. Hiçbir şey onarılamazdı artık. Ona karşı bes­
lediğim hınç, onun bencil hayatı, bu erimiş, so­
guk erkek teninden duyduğum tiksinti . . . Bunun
için derin bir acı duydum ve:
« İyisin baba, dedim, hasta olduğun hiç belli
olmuyor. "
Bezgin yüzünü pencereye doğru çevirdi. Tan-

105
siyonunun çok düştüğünü, karaciğerinin de su
toplad ığını söyledi:
«Benden artık hayır yok. ..
« Böyle düşünme, dedim, iyileşmeye karar ve­
rirsen iyileşirsin. ,
« Hayır, dedi, biliyorum, artık annenin yanına
gitme zamanı geldi . »
Karşımdaki beyaz duvara baktım v e ona gös­
termeden ağladım. Bir süre öylece konuşmadan
kaldık. O yüzü hala pencereye dönük:
.. o, dedi, benim için en değerli varhktı . ..
Donakaldım birden. İlk olarak babam bana
annemle ilgili duygularını açıyordu. Ürpererek
bekledim, babam bana bütün gizlerini açs ı n , ara­
mızdaki duvarı yıksın ve fötr şapkayla, erkek el­
biseleriyle muzip fotoğraflar çektiren annem ya­
nımıza bir dost gibi gelsin . . . Ü çümüz de barı­
şalım . . . Ö lümle hayat barışsın . . . Sevgiyle hınç . . .
"Orada elma var dedi birden babam, soyar­
mısın? Verdikleri yemeği yiyemedim . ..
İçimde kabaran sular geri çekildi birden. Çan­
tamdan mendilimi çıkardım. Burnumu sildim ve
komodinin üstündeki kesekağıdından bir elma
çıkardım. Bıçağın nerde olduğunu sordum baba­
ma.
Babam on gün sonra öldü. Ölmeden iki g ü ı1
önce yanındaydım. Gözlerini kısarak, çok uza­
ğa bakar gibi bakıyordu herşeye. Bir ara kan­
sını bakkala gönderdi. Bisküvi istiyordu. Karısı
kapıdan çıkınca yüzünde şakacı bir gül ümseme­
nin gölgesini gördüm. Bisküvi falan istediği yok­
tu.
«Seçkin'e bir hesap açtırmıştım, dedi, Garan­
ti bankasında. Sürpriz olsun diye söylememi�­
tim. Vadel i . _ . Çehiz parası ...
Acıyla gülümsedim:
«Neler düşünüyorsun baba? dedim, sen iyileş­
meye bak . »
Her zamankinden daha dingin bir gülümse-

1 06
me gördüm yüzünde .
.. Güzel bir rüya gördüm, dedi, kaç gecedir
üstüste rüyamda hep onu görüyorum. O fııfırlı
elbiseleri vardı ya, önlüklü, isveç elbisesi. Hani
fotoğrafı var ya . . . Öğretmen okulunda çektir­
ıniş . . . İşte onu öyle gördüm. Başında beyaz dan­
telli başlığı . . . Dansediyordu. Kızlar mesire ye­
rinde karşılıklı dansediyorlar, şutz mu şoltz mu,
o dansın öyle bir adı vardı . . . .. Yorgun bir gü­
lümsemeyle sustu babam. Elimi yatağın kıyı­
sına koydum. Babamın alnını okşama.k istiyor,
yapamıyordum bunu.
" Biz de erkek öğretmen okulu olarak aynı ye­
re gitmişiz. Üstümüzde zamanın jimnastik kı­
yafetleri. Top oynuyoruz. Birden bir piyano ça­
lınd ı. Bak hala müzik kulaklarımda . . . Bir kız
bir ağacın al tında piyano çalıyor. Baktım gene
annen. Piyano çalınayı bilirdi. Okulda çalardı
tabii. Evimizde piyano olmadığı için sen belki
hatırlamazsın. ..
« Biliyorum ama, dedim, annemin piyano çal­
dığmı biliyorum. Galiba bir müsamerede çalmış­
tı. Hatırlıyorum . ..
«Neyse," dedi babam, ağzı kurumuş gibi du­
daklarını yaladı. S ustu bir an. Sonra yine gü-
lümsedi:
«Bir de baktım ben de annenle dansediyorum.
Mesire yerinde kızlada erkekler başladılar dans­
etmeye. Birden bir düdük çaldı. Hepimiz zınk
diye durduk. Kızlarm öğretmeni bağırıp çağır­
dı. Onları topladı. Gittiler. . . Uyandım. Böyle bir
olay geçmişti. Bizim başımızdan değil. Başkala­
rının başından geçmişti. Mesire yerinde kız öğ­
retmen okulunun öğrencileri ile erkek öğretmen
okulunun öğrencileri dansetmişti ve iki öğret­
men bu yüzden başka şehirlere sürülmüştü. De­
mek ki bu zihnimin bir köşesinde kalmış. Öyle
bir rüya gördüm . ...
Babam yatakta hafifçe kımıldadı. Bir an yü­
zünü acıyla buruşturdu. İç geçirdi ve da.lgınlaş-
1 07
tı. Yüzüne baktım. Onu sevmemekle haksızlık
etmemiş miydim acaba?
.. Anlatsana . . . .. dedim, yüzümü ona yaklaştı­
rarak
" Ne anlatayım? dedi, eliyle de sordu bun u .
..

Sonra yeniden yanına düştü eli. Gözlerini yum­


du. Uykuya dalmış gibiydi. Koroidinin üstünde
duran kağıt mendilden bir tane alarak kolon­
yayla ısıattım ve alnında teri hafifçe sildim.
Kirpiklerinin ıslandığını gördüm. Konuşmaya
başladı yeniden sayıklar gibiydi:
• Ne kadar iyi bir insandı! Kendimi hiç affe­
demiyorum. "
«Niçin öyle söylüyorsun? Sen . . . Sen ona bir·
şey yapmamıştın. Değil m i baba? ..
Kirpiklerinde biriken yaş yanaklarından sü­
zülüyordu. Dudakları titriyordu. Artık onun ha­
yatla bağları n ın çözüldüğünü seziyordum. Ne
ev değiştirme özlemi ne karısıyla alıbab ziyaret­
,

leri ne de düzenli, titiz bir yaşama düşkünlüğü . . .


Geçmişteki tatlarm ve acılarm içine gömülmeye
çalışıyordu. Karısı odaya girecek ve aramızdaki
tılsımı dağıtacak diye korkuyordum. Hiç sevme­
miştim hergün evini silip süpüren ve eşyaya do­
yamayan karısını . . .
"Baba, dedim, ben de sayıklar gibi . . . Acaba ni­
çin? Bunu anlamak istiyorum. Bilmernek beni
çok üzüyor. Niçin acaba? Öyle birden bire, or­
tada bir neden yokken . . . Hatırladığım kadar ile
iyi geçiniyordunuz. Pek öyle kavga falan da et­
mezdiniz . . . ..
Acı, karışık bir gülümsemeyle gözleri aralan­
dı. Sonra durgunlaşıp tavana baktı:
«Bir bunalım geçirdi, dedi. Çok yetenekli bir
insandı. Her işe yetişrnek isterdi. Bilmiyorum . . .
Belki ben ona layık olamadım . ..

108
B Ö LÜ M

N u ray içeri g i rd i . ışığı yaktı . Aynada gördü ken­


d i n i . Buraya gel i rken kazandığı başarı onun sımsıkı
saracak ve içindeki boşlu kları dolduracak gibi gel ­
mişti ona. Heı;ı k ı rı l ı p kala n bir sürü çizgi . . . Kızı ise
arkadaşla rıyla tartışırke n öfke ve umudun fırtı nası
içi nde yaşıyordu. Acaba o kırk üç yaşına gel ince na ­
s ı l bir hayat bıra km ı ş olacaktı geride? <<Bu gelip ge­
cici bir heves olmamalı a n ne. i nsan bütün hayatı nı
b u uğurda adayabilmeli.» Şimdi yarg ı layan kızıydı:
annesini. a n nean nesi ni ve dedesini yargılıyordu. Ö n­
ceki dönemlerin eksiklerini, ya nlışları n ı a raştı rıyor ve
onları aşma k istiyord u . Kendi bi reysel sorun ları
yokmuş gibi davra n ı yord u . Babasından ayrı kalma k
etkilememişti onu; güzel olmak, çirkin olmak u m u­
runda değildi. Bir erkeği kendisine bağlamak gibi
bi r kaygısı da yoktu. Bireysel sorunlar. . . i nsanın bi­
reysel güçl ü kleri göğüsleyebil mesi n i n tek koşu l u
göstereceği kara rl ı l ı ktı . Toplu msol yapıyı değiştir­
rnek için kararl ı l ı k . . . Kızı sık sık bunu acıklıyord u
ona: ' Hayatı ndaki yanrışlar h e p bu kara rsızlı kta n
i leri g e l i y o r anne.>>
Babasından ayrı l mosını haklı gösterebi l iyordu . Ya
s o n ra ? 1 2 Mart sonrası n ı n zor ve acı günlerinde
z e n g i n bir adamla evlen ivermesi?

:-.i URA Y İ LK İ N' İ N ROMANINDAN

.. M a v ı k an a tl arı parmaklarıının arasında kı­


pırd ıyord u . Uçmasına izin v e rm i yord um .
.. Bir h eli k opte r buldum.• dedim. Göle baktım.
Göl her şeyimi bağışlayan bir yüz gibiydi.

109
«Mavi bir helikopter. . . " dedim. ..Hiç gördün
mü?»
«Yoksa, dedi, sen de onun gibi uçmak mı is­
tiyorsun? »
Güneş gülüşterimi ısıtıyordu. Orhan'ın gam­
zelerinin çukurunda sevgi buğulanıyordu. Gece­
nin, sevişmenin ve suçun karanlığından çıkmış­
tım. Sabahtı. İ nsan bedeninin çocuklaşarak te­
mizliğine kavuştuğunu seziyordum. Geçirilen
geceyi unutmak için koşuyor ve oynamak isti­
yordum. Çünkü gecenin içinde beni bağlamış­
lardı. Erkek çocuklarıyla kapı önünde oynama­
mı istemeyen halam, bana erdemin yalnız bir
tek kişiye sonsuza kadar bağlanma olduğunu öğ­
retmek isteyen Cemil, bana yiğitliğin bedensel
bir özveriyi de gerektirdiğini ve özgürlüğü ya­
şamıyan bir toplumda bireysel özgürl üklerin bir
sonımsuzluğa dönüştüğünü sezdiren genç arka­
daşlanm, dışardaki hayatın bir üniformayla do­
laştığını yineleyen haberler ve benden annel ik
bekleyen kızım beni bağlamışlardı.
« Seni anlıyorum» demişti Orhan .
O şimdi az ilerde, beyaz bir iskemiade çayı­
nı yudumlarken ben çimenlerin üstünde, yeni
bir şeyler bularak ona karşı üs tünlük kazanma­
ya çalışıyord um.
Parmaklarıının arasındaki küçük ma·; i kanat·
lı halikopteri bıraktım . Neydi birden boğazımı
yakan acı? Geçirdiğim gee� içine düştüğüm bir
kuyu muydu?
«Çayın soğuyor" diye seslendi bana. Biı· ara­
bası, bir bürosu vardı. Ayakabılarını boyayan
çocukla, arabasına benzin koyan benzinciyle şa­
kalaşıyor, garsonlara bahşiş bırakıyordu. Bir za ·
manlar gençlik olaylarında yer almıştı o da. On­
bir yıl kadar önce, üniversite bahçesinde . . . De­
mokratik hukuk devletini özlediğini söylüyor ve
son gençlik eylemlerini aşırı, gerçekçilikten uzak
buluyordu. Kırlara açılmıştık şimdi.
Boş salıncaklar . . . Yakaladım zinciri . . . Ayak-
larımı yere vurdum ve uçtum. Halamın yaşlı yü­
züne doğru savuruyordum kendimi. Bana çocuk­
l uğu , kız çocukluğunu bir günah gibi yaşatan
halamın . . .
Orhan geniş yumuşak omuzları, çay bardağı­
nı kavray an sıcak elleriyle gülümsüyordu. Toz­

lu bağ yolunda sırtını dönüp giden babamı ni­


çin bir yabancı gibi ayda yılda bir görmüştüm?
İ ki büy ül< savaşı yaşayan ve kansının intiharı­
nı gören y orgun babamı . . . ..

" Bir pas tanenin kuytu bir köşesindeyd ik.


" He r i nsan bir yuva k u rmak ister.. diyordu
Orhan .
H a l a m ın evinde t üyl eri dökülmüş duvar halı­
s ı nınkarşısında mı yaşayacaktım? Yine bir ça­
tı kat ı bulacak ve yalnızlığıma çullanan ad ı m
seslerin i . demir g ürültülerini ve kumaş hışırtı­
l arını beldeyip korku mu duyacaktım?

·· Y ag m u r yağıyordu. B i r tentenin altındaydık.


Bir bardak daha bira içmek istediğimi söyledim
ona. köpüğü sağ parmağındaki parlak
Bira n ı n
a l t ı n y üz üge doğru sızdı. c İş te acıların üstünü
örten toprakta mutluluğumuz çiçek gibi açılı­
�'or . . . " Baı·d ak l arımızı tokuşturduk. Merakla
bak t ı k birbirimize. Belki o benim görevleriıW'
yerine g e t i rip, onu her zaman mutlu eıl, · �­
ın i y e cegi m i a n l am ak is tiyordu. Bense e eğlerı ­
o k udugum k i tap ları okumamış olan bir in .....nla
h a n g i anlamı bölüşebileceğimi merak ediyor­
d u m . O erkekti ve bir erkek bir kadından daha
bi lgi l i o l m a l ı ydı . Yoksa üstünlüğünü nasıl sağ­
l ı yab i l ird i ? Bu üstünlük sağlanamazsa kadını
n ası l kan atları altına alabilirdi? Kadın kendini
b u sert saldırgan ortamın içinde nasıl korun­
muş du y a bil i rdi ? Ancak güçlüye değer veren b u
ortamda . . .
Başı m ı önüme eğiyordum. Öğrend iklerim ney-

111
di benim? Şimdi kapatılmış ve mahküm edilmi
şeyler . . .
Tentenin altından çıktık. Şiddetli yağmurd
onun arabasına doğru gülerek koştuk. "

«Tepede, bir kır lokantasında, esmer. kum bi


kadın avucumu inceliyordu.
<<Bir vadeye kadar . . . " dedi. Orhan'a güliims(
di:
«Birbirinize çok yakışıyorsu nuz . ..
Orhan güldü.
Araba asfaltta kayıyordu.
"Sen iyi şeylere layık bir kacl ınsın ·· d e d i Oı
han.
<<Bütün bunlar saçma . . . " dedi m .
Orhan yoldan ayırdı balnşları n ı . B a na k ı rgı
bir gülümsemeyle baktı.

«Orhan'ın gömleklerini ütüledim. B ü feyı yen


den yerleştirdim. Akşam gelecek konu klar içi
yemekler hazırladım. Balkondaki saksıları sul�
dım. Sonra giyinip sokağa çıktım. Kö�edeki kf
dın berberine girdim. Mizanpili, manikür ve pc
dikür yaptırdım. Yeniden bir erkeği n istediği g
bi olmaya karar vermiştim. Ö teki k;:ı dınlar d
sırtlarını dikleştirip, bacak bacak üst ü ne ataral
berberle şakalaşıyor, saçlarının dökülmesinder
ya da . tırnaklarının kırılmasından sözediyorlaı
· · .ı .
�;ilven içinde ve tehlikelerden uzak görün i:
yoıl!Jrdı onlar. Kadın olarak görevlerimizi yer
ne getirmeye çalışıyorduk hepimiz. Erkeklerim
zin hoşuna gitmek, erkeklerimizin övünç duyf
cağı kadınlar olmak . . .
Bahşiş bırakarak berberden çıktım . Hava kıı
rarmadan önce eve döndüm. Artık be n i m ola
anahtarla kapıyı açtım. Ellerimi uzatı p man
kürlü parmaklarımı inceledim. Radyoyu açtm
Orhan'ın hoşlandığı şu eski şarkılar . . . Sanl<i n
çin onun sevdiği şeyleri küçümsüyordum? Ke
pıcının bıraktığı gazeteleri okumaya da vaktir
112
olmam ı�tı. Başlıklarına bir göz attım. ·Silahlı
çatışma sonucu . . . ", «Yataklık eden . . . " Salatayı
yapmalıydım artık. Orhan sofradaki eksikleri
bağışlamazdı. Gazeteleri koltuğun yanındaki se­
pete koydum. Mutfağa girdim . .. unut unut .. di­
yordum kendi kendime.
Asansör bizim katta durdu. Gülümsemeliydim.
Nereden geliyordu ağlama isteği? Vazoya çiçek
koymayı unuttuğumu düşündüm birden. Kapıyı
açmaya gittim:
«Artık tanıyorum senin adım seslerini. . . "

« Dansediyorduk. Aşağıda asfaltta ışıktan kor­


dela.lar birbirine dolanarak kayıyordu. Beyaz
masa örtüleri içinde, kristal tabaklarda renga­
renk salatalar, kristal kadehlerde köpüklü içki­
ler, beyaz çiçekli porselen tabaklarda buğulan
tüten et yemekleri. . . Çiftler masa başlarından
kalkıp piste doğru ilerliyordu. Orkestranın mü­
ziği danseden çiftierin gülümsemelerinde dalga­
lanıyordu. Tavandaki avizeden ışık yağıyordu ve
duygular, sesler, dokunuşlar, yumuşacıktı. Dans­
cderken köpükler arasında yüzüyormuşum gibi
geliyordu bana. Köpükler. . . Yine de köpüklerin
altında düşüncelerime, duygularıma çarpan sert
birşey vardı. Kahkahalar arasında sözler . . .
«Burada sıkılıyorum ama . . . " dedim.
« Niye? dedi. Bu insanlar kötü birşey yapmı­
yorlar ki, eğleniyorlar işte . . .
Biz d e eğlenmeliydik. Onunla birlikte eğlen­
mek görevlerimden biriydi benim.
Cemselerle ciplerle gıcırtılarla patlamalarla
dolu caddelerden alınmış bulutların arasına çı­
karılmıştım.
«Niye beni seçtin?» diye sordum.
« Öteki kadınlara benzemediğin için . . . .. dedi.•

·Deniz kıyısında da bir arsa satın almıştı, bir


villa yaptırmayı tasarıyordu. Yılın yansını ora-

1 13
da, ormanla deniz arasında geçirebilirdik.
Orada bir hamağa uzanıp kitap okumayı düş�
lüyordum ben de.
•Güzel giyinmelisin, saçlarını yaptırmalısın.
diyordu Orhan. Bu elbisenin altına siyah ya da
Uı.civert, topuklu ayakkabılar giymelisin. Niye
böyle şeyleri küçümsüyorsun?»
Güzel, bakımlı, alımlı kadınlara ilgiyle bakı­
yor, bana da gösteriyordu onları. İ şte böyle ol­
malıydım ben de.
uBir kadın kendini kadın olarak hissetmeli.
Çevresine de hissettirmeli bunu. Her şeyiyle, gi­
yinişiyle makyajıyla, yürüyüşüyle, oturuşu kal­
kışıyla, yumuşaklığıyla herşeyiyle . . .
»

« Öyleyse benimle niçin evlendin?» diye sor­


dum ona.
.. çünkü dedi beni aniayabilirsin sen. İ şlerim­
den, sıkıntılarımdan herşeyden sözedebilirim sa­
na . ..
«Ya ben?"
Yeni arabamızla kalabalık bir caddeden ge­
çerken düşündüm birden: Bir yıl önce tanıdı­
ğım arkadaşlarımdan biri beni böyle görse aca­
ba nasıl bir yargıya :varırdı?»

«Orhan' ın ortağı ve ortağının karısı akşam


yemeğine bize geldiler. Avrupa'ya birlikte gide­
cektik. Yol haritasını getirdi Orhan. Nerede ka­
çar gün kalabileceğimizi tartışmaya başladık.
Benim yemek kitabına bakarak yaptığım yeni
yemekler. başarılı bulunmuştu. Kadehleri kal­
dırıyor, sağlığa, başarıya, mutluluğa içiyorduk.
Orhan'ın ortağı serüven romanları, polisiye ro­
manlan okumayı seven bir adamdı. Karısı boy­
nundaki kireçlenmeden yakınıyordu. Küçük ço­
cukları ise biraz «problemli bir çocuk,tu. Adam
karısını herşeyi kendine dert etmekle suçluyor­
du. Günlük dertleri, sıkıntıları unutmak üzere
yeniden kadehler kaldırıyordu. Orhan'ın ortağı
kredi bulma olanaklannın arttığını söyledi. Açıl-
114
mak, büyürnek ve risklerden korkmamak gereki­
yordu. Güçleneceklerdi ve kendilerini emniyette
hissedeceklerdi ki yatırım yapabilsinler. Halkın
refah düzeyi de ancak böyle yükselebilir. Yatı­
rımlar artar, üretim artar, işsizlik azalır. . .
«Çabuk içme.. dedi bana Orhan. Şaşırmış gi­
bi baktım ona. Bir uykudan uyanır gibi . . . Kalk­
tı. Pikaptaki plağı değiştirdi. Suskunlukla yeni­
den doldurdum kadehimi.
«Hadi, var mısınız, dan- edelim?" dedi, Or­
han'ın ortağı.
Hep birlikte ayağa kalktık. O anda hayat üs­
tüme çok dar gelen bir elbise gibi sıkınıştı beni.
Orhan belimden kavradı.
«Bırak» diye mınldandım. Büyük yapılar, cad­
deler, dağlar, kalabalıklar, koşuşan insanlar ka­
famın içinde birbirine kanşmış, yıkılıyor, devri­
liyordu.
•Çok içtin» dedi Orhan.
Birden elini ittim. Ciliı. ve parfüm kokan ya­
tak odasına koştum. Balkon kapısına abandım.
Tekmelemek, devirmek, kırmak istiyordum. Ar­
dına kadar açtım. Çıktım. Annem gülümsüyor­
d ı.ı . Balkonun parmaklıklannı sımsıkı tuttum.
"Benim sonuro da öyle mi olacak?» soruyordum
kendime. Birden asfaltta iki karaltıyı seçebil­
dim. Sokak lambasının altından geçtiler. Elleri
ceplerinde iki genç erkek. . . İnce yapılıydılar ve
yüzleri birbirine dönük konuşuyorlardı. Saçları
çok kısa kesilmişti. Gözden kayboldular.
Döndüm odaya. Yıkıntılar arasında terkedil­
miş ve bir kez daha dünyayı büyük, yırtıcı bir
kuş sanan bir çocuk gibi ağlıyordum. Yüzüro
kuş tüyü yastığa gömülü, serin kadife yatak ör­
tüsünün üstünde, ne kadar başansız duyuyor­
dum kendimi! Kadınlann çoğunu boğan zayıf­
lığın içine gömülmüştüm ben de . . . Erkeğin gü·
cunun ıçıne . . . Erkeğin sağladığı konforun V'!
ı
süslerin içine •Her şeyi geri ver, dedim kenrl i­
me, kendini kazan. •

1 15
B Ö LÜ M

«Sanat bir başkal d ı rma yol ud ur.»


N u ray parlak bir ışığın içi ndeydi. Sahnenin kıyı ­
sındaki televizyon kamerası filme alıyordu onu.
Parlak giyimler, mücevh erler, partü mler icinde sa ­
lonu dolduran bir kalaba l ı k . . .
Sabah erkenden otelden cı kmış ve törenin başlı­
yacağı saate kadar Ankara'nın caddelerinde, u n ut­
tuğ u soka klarında dolaşmıştı. Caddede bir cukur
kazılmaktayd ı . Bir s u borusu onarılıyordu . Bir ma­
kina azgın bir gürültüyle uğulduyordu. l şcller, cuku ­
ru n içindeydi. Gene bir karı koca geçiyordu yanıba­
şından. Erkeğin başı dik, yürüyüşü gergindi. Kadı n
ise erkeğin kolunda, onun ba kışı n ı n çizgisine uydu r­
maya çalışıyord u kendi bakışını. Erkeğin bakmadığı
bir yere bakmaktan kacı n ıyordu . Hayatı onun gös­
terabiieceği kadar tan ı maya karar vermişti sanki.
Beyaz ten l i , süslü ve ü rkekti. Erkek ise şişkin göğsü
ve emin, sert adımlarıyla gösteriyordu kendini. <d şte.
dedi, Nuray, kendi kendi ne, bunu kazandım ben ,
hayata kendi gözlerimle bakabiliyorum.»
Ara soka klardan birinde, büyük bir ya pının önü­
ne bir grev çad ı rı kuru l m uştu. Cad ırın önünde iki
kadı n 'beyaz gözcü gömlekleriyle d u ruyord u. Başör­
tülüydüler. Eski manteları ve lôstik pabucları vard ı .
Biri şişmandı, orta yaşl ıyd ı , ayakta b i r t ı ğ i ş i yapı­
yordu . Öteki ise daha geneti ve başörtüsü a l n ı n ı ör ­
tüyordu . Yoldan gelip gecene asık bir yüzle bakıyor­
du. Gelenekiere bağlıyd ı l a r ama erkek işciler gibi
nöbet tutuyorlardı . Nası l acıklanabi lird i bu? N u ray'
ı n kadı n ı n varoluş Çabasını anlatmaya cal ı şan roma ­
nı birden bir yerde ası l ı kaldı san k i . Roma n ı n ı yazar­
ken görmediği, düşünmediği şeyler birden dikil iyor-

116
d u karşısı na.
N u ray buraya kadar gel ip törende bulunma inceli­
ğini gösteren k u l ü p üyelerine teşekkür etmeyi unu­
tarak bitirdi sözlerini.
« Söyleyeceklerim b u kadar» dedi. Alkış sesleri
arasında. bir an ön sırada oturan eski bakanlardan
Mehmet Bey'in ince d üz bıyıklarının altında sımsıkı
kapanmış ağzı nı ve boğazını sert bir biciı:nde kuşat­
mış beyaz gömlek yakasıyla, krcvetını secebildi.
Yanında oturan kadının i pekli etekliği dizleri ne yu­
muşak da lgalarla dökül üyord u. Kadın bir fotoğrafcı­
ya poz verir gibi gülümsüyord u . Salondakiler elleri­
ni hep birlikte ağır, d urg un bir tempoyla cı rptılar.
Kendisinden önce sahneye gelerek resim ve tiyat­
ro oyu nculuğu ödüllerini almış olanlar daha büyük
bir coşkuyla al kışlanmışlard ı . N u ray o anda salon ­
dakiler tarafı ndan kuşkuyle karşılandığını sezlyordu.
Basa rnaklara doğru yürüdü. Bu anın kendi hayatı­
nın üstü nden parlak bir damla gibi akıp gittiğini
duydu.
i lk basamağı i neceği sı rada Tuğrul Bey'in birden
ceviklikle basamakları çıktığını gördü. Tuğrul Bey
eliyle bir işaret yaparak onun sahneden inmesini en­
gelledi. Ö d ü llerini alarilar konuşmalarını yapmışlar­
d ı , ödüllerio verileceği an gelip catmıştı işte .
Tuğrul Bey Nuray'ı ha fifçe kolundan tutup sahne­
nin ortasına doğru yöneltti. Mi krofonu eline aldı ve
gülümsiverek daha önce konuşmalarını yapıp sah­
neden inmiş olan iki <<değe rl i sanatcıyı» yeniden sah ­
neye çağırd ı .
Ressam birşeyi kırıp in citmekten cekiniyormuş
gibi ineel i kle çı ktı sah neye. Kıvı rcık kumral sakalını
hafifçe karıştırarak , bir eliyle d i rseğini tutarak, Nu ­
ray'ın yanında d u rd u ; sahnedeki kalabalığa gülüm­
siverek baktı. Krem rengi bir takım elbise ve bordo
renkli bir gömlek giymişti. Otuz yaşlarında kadardı.
Yaptığı kon uşmada resim calışmaları n ı Paris'de s ü r­
d ü rdüğünü, ama konularını çoğu zaman anayurd u n
k ı rlarından, cilekeş ve sabırl ı lnsanlarından, canlı
parlak ren klerinden aldığını söylemişti.
117
Sonrı:ı da derin V ya kalı uzun bir el·blse g iymiş ti­
yatro oyuncusu yürüdü sahneye doğru. O yürürken
bütün başlar çevrllmiştl ona doğru ve a l kışlar bir­
den coşmuş, yükselmişti. Tiyatro oyuncusu siyah
saçlarını tepesinde toplamıştı . Geniş alnı mutl u l u k ­
la parlıyordu, i ri siyah gözleri herkesin gön lünü a l ­
mak ister gi·bi sevecen b i r pırı ltıyla doluydu. O sah ­
neye çıkınca a rka sıralardan birden «bravoJ> sesleri
yü kseld i .
Tiyatro oyuncusu bu sevgi gösterisi karşısında
birden hem bir genç kız gibi çekingenleşmiş, hem
de sırtını di kleştirmiş, çenesini hafifçe yukarı doğru
kaldırmıştı. Tuğrul Bey'in öteki yanında yer aldı ve
alışkın olduğu bir selômla başını hafifçe eğerek se­
lômladı salondakileri. Tuğrul Bey bir a ra elini or\un
omuzuna atıp onu hafifçe biraz daha öne aldı. Nu­
ray birden sahnede en sönük kalanın kendisi oldu ­
ğunu sezdi. Ö dül landirildiği bu anda cezalandırı l ı ­
yordu san ki . . .
Tuğrul Bey ödülleri sahiplerine vermek üzere Meh ­
met Bey'i çağı rdı sahneye. Meh met Bey yüzündeki
ciddi anlamı bozmadan, ön sı radaki yerinden kalktı
ve dimdik, ağır ağır çıktı basama kları . Elbisesi ke­
m i k gibi ütülüydü. Yüzündeki ciddi anlam mikrofo­
nu eline a l dığı anda h a fi fçe çözü l ü r gibi oldu. B i r
toplumun kalkınmasında sa natın, kü ltürün rolünü
anlatarak başladı konuşmasına. Atatü rk'ün sözünü
a kta rdı , sesin i gürleştirerek: «Sanatsız kalmış bir
mil letin hayat damarl arından biri kopmuş demektir.J>
Bu söz al kışiarın yeniden coşup yü kselmesine yol
açtı . O anda salonda bulunanları n hepsi ortak «'bir
ldeal:oin çevresinde toplanmış, i nançlı i nsanlar ola­
ra k görünüyorlard ı . Mehmet Bey ayrıca bir milletin
sanat ürünleriyle kend ini dü nya mil letleri ne tan ıtma­
sının ve kabul ettirmesi n i n önemi üstünde de d urdu.
Salondakller düşüneeli düşüneeli d i nliyorlardı sözle­
rini. Eski bakan o anda öğrencilerine düşüncelerini
a ktaran bir profesörü do andırıyord u .
Kon,u şması nı bitirip alkışiarın dinmasini bekledi ve

Tuğrul Bey'in kendisine uzattığ ı zarfları aldı eline.
1 18
Nedense zarfları elinde tutmak bir tedirginlik yarat­
mış gibiydi onda. 'B u kadar saygıdeğer bir konuşma­
dan sonra elinde maddi bir şeyi, para zarflarını tut­
mak . . .
Mehmet Bey i l k zarfı N u ray'a uzattı. Ö nce toka ­
laşacaklar mıydı? Yoksa Nuray önce zarfı alaca k
sonra mı elini uzatacaktı Mehmet Bey'e? O sırada
sah nenin iki yanında fotoğrafçılar birikmişti. Eski
bakan bil iyordu doğrusunu. ö nce elini uzatara k kut­
ladı N u ray'ı. O anda flaşla r hep birden parladı. Son­
ra da sarı zarfı uzattı Mehmet Bey ve sırtını dön­
müş tiyatro oyuncusuna gülümsiverek elini uzattı.
Nuray kimseye belli etmemeye çal ışarak yokladı zar­
t ı . Boş g ibiydi zarf. Cek vardı içinde demek ki. Bir­
den düğüm cözülmüştü. Kavuştuğu parayı benimse­
mişti. i ki yıla yakın bir zaman demekti bu. B i r başka
romanın hazırlığı, sabah ları saate bakmadan icllen
çay, öğleden sonraları gezintiler ve bir sanatçı sav­
rukluğu . . . Bu ödülü a l ışı bir boyun eğmeyse yaza­
cağı yeni romonla ödeyecekti boyun eğmeni n 'bede­
lini . . . Nuray yüzü nde parlayan flôşa doğru hafifçe
g ü l ü msüyordu artık.
Ö nde Behmet Bey, arkasından ödül alan sanat­
cılar ve Tuğrul Bey, indiler basamakları. Tiyatro
oyuncusu gene kadın salono iner i nmez hemen bir
kümeyle çevrildi. 'Kendisi n i kutlayonlorla öpüşüyor
ve heyecanla gülümsüyordu. Aynı kişiler Nuray'a d a
uzatıyorlordı elleri ni, a m a kısa süren b i r ilgiyle, ka­
rarsızl ıkla . . .
Bir a ra Tuğrul Bey uzun boylu, beyaz saçl ı, ama
d i nc. sağlıklı görü nen bir adam ve karısıyla tanıştır­
dı onu. Türkoloji p rofesörü Dr. Selim Karaaslan . . .
«Sayın hocamızın eserlerini okumuş muydun uz?•
Nuray i l k olara k duyuyordu bu ismi.
«Ne yazık ki okuyamadım.•
« Hangi fakülteden mezun olmuştunuz hanımefen­
di?»
Dr. Seli m Karaaslan Ince, babacan bir gü {Ü mse­
meyle sormuştu bunu.
« Lise mezunuyum efendim . . »
.

119
« Güze l . . . Demek kendi kendinizi yetiştirdiniv
Nuray cekingenl i kle gü lümsedi. Profesör Selim
Bey bir an dalgınlaşa rak bakın d ı çevresine; sonra
ağır ağır konuştu:
«Cak okumak gerekir h a n ı mefendi, dedi . Ne yazık
ki bizim yazarlanmızın en büyük eksiği derin bir kül­
türe sah i p olamayışlan. B u yüzden de ka lıcı alamı­
yor ve dünya çapında tan ı n a mıyorlar.»
Bu sözleri söylerken öğrencisine doğru yolu gös­
termeye calışa ı:ı . iyi niyetli ama titiz bir öğretmen
edası ta kınmıştı.
«Cok doğru ,» dedi Tuğrul Bey ve N u ray'a baka ­
rak başını salladı. << Hocomızı n öğütlerinden yarar­
lanmalısın ız» der gibiydi.
Dr. Selim Karaaslan elini N u ray'a uzatıp vedalaş­
tığında. sözleri nin unutulmamasını isteyen bir baba
gibi . salladı başın ı . Nuray'ı cekingenleştirmeyi ba­
şa rmıştı.
«Okuyacağım efendim kitapla n n ızr>> dedi Nuray
gülü mseyerek. Adam karısını sevecen l i k ve saygıy­
la önden geçirip kapıdan çıkarken Nuray dalgınlo­
şarak arkasından baktı onun. Kulübü n üyesi m iydi
yoksa o do?
N u ray daha başka i nsanlarla da tanıştı. Bir m i ­
maric , b i r manken l e , bir doktorla . . . Sonra şakacı b i r
psikiyatrla. kırlaşmış küçük t o p sokolı, gür bıyıklorı .
boğuk sesi, şa irone yüzüyle heykaltraş Yekta Bey v e
piyanist karısıyla . . . B i r a ra seciciler kurulunda yer
aldığını belirten ufak tefek, esmer bir adam geldi
yanına. Bir gazetede fı kra yazo nydı. N u ray'ı kutla d ı .
N u ray fısıltıylo, b u i nsanların sanotla ilgilen mesi n i n
kendisini şaşırttığını söyled i . Yazar da a l c a k sesle
karşılık verd i : « i şte böyle tuhaf bir yer burası. Ama
iyi oldu sizi n ödül alışınız. Başarılar . . . » Nu ray tam
bir şey soracaktı ona, kalabalığın o rasından sıyrılıp
kapıdan çı ktı ve uzakla_ştı o. Tuğrul Bey konuklar­
dan bazılarını a kşam otelde ödül alanların onuruna
verilecek a kşam yemeğine çağırıyordu. Nuray bir­
birlerine i neel ikle davra nan bir g rubun a rasında cık­
tr kapıdan.
1 20
«Hayır h ayatım.» Heykeltraş Yekta Bey karısın ı n
fısıltılarına bu karşı lığ ı veriyord u. Kapının karşısın ­
daki park yerine diziimiş a rabalar i l k yaz güneşinde
pırıl pırıldı. Az ilerde ise bir yapın ı n ya rı m d uvarları
arasında işçiler görül üyordu. Köşede bir çiçekci
dükkanı ve bir bankanın kapısının önünde omuzla­
rında tüfekleriyle iki er. . .
<< Buyrun Nu ray H a n ı m . . . » dedi Tuğrul Bey, elinde
anahtar demetiyle arabasına doğru yürürken , <<Sizi
otelin ize bırakırız. Biraz dinlenirsiniz.>> N u ray birbir­
leriyle akşama buluşmak üzere vedalaşanlara ve
a rabalarına doğru y ü rüyeniere gülü mseverek başını
çevirdiğinde birden donuk kaldı.
Çiçekçi dükka n ı n ı n yan ı nda dura n o adam . . . Şa­
ka kları beyaz bir bulutun gerisinde kalmış, elinde si­
g a rasıyla gözleri n i ona dikmiş olan . . . Nu ray içinde
i k i duygunun h ızla birbirine çarpışını duydu. Sucl u-
l u k d uygusu ve mutluluk . . . Ona doğru mu yürüme-
fiydi? Tanıdık ve yabancı . . . E l i n i uzatıp onunla to -
ka laşma l ı mıydı? Yıllarca beyaz bir yastığın pam u ­
ğ u nda yanyana iki çukur açan başla rı . . . Gernil'le
N uray birbirlerine gülümseyemediler bile .
Tuğrul Bey arabanın kapısını açmış 'bekliyord u .
Asuman h a n ı m ö n koltukta yeri ni a l mıştı bile. Psiki­
yatr da başı nı çevirdi ve N u ray'ın donup ka lmış gibi
baktığı yere baktı.
Araba Ankara'nın d üzgün asfaltından aşağılara
doğru kayıyordu. Şeh i r hafif bir sisin altı ndaydı. Du­
varlarından mor salkımlar sarkan bahçeleriyle i k i üç
katlı evler. . . Salkım söğütler. . . Kaldırı mlarda i ri kes­
tane ağaçl a rı . . . Şehrin yuka rı bölgelerinde bulunan
ba hcelere, posta nel.ere, evlere doğru bir tatil günü ­
n ü n öğle sonrası nı geçirmeye giden Ankara'lı l a r . . .
Büyük, bahçeli elçil ik binaları . . . Kaldırımlarda sar­
maş dolaş yü rüyen sevgil iler, bazı köşelerde bekle­
yen içieri pol is dolu mavi polis a raba la rı . . .
Galiba ş u soldaki binanın olduğu yerdeydi tiyatro
sa lonu, Kültür Şenliği üç g ü n sürmüştü . Açık otu ­
ru mlar, kısa film ler, konferanslar . . .

Gene Kız ve Ölüm 1 21


NURAY İ LKİN' İ N ROMANINDAN

.. Q gece tek başıma gitmiştim oraya. Dergide­


ki arkadaşlarımdan ikisi de açık oturumda ko­
nuşuyordu . «Ulusal Kültürün oluşturulması».
Konuşmacılar ülkede çevirilerle yaygınlaşan
batı edebiyatından ve onun olumsuz etkilerin­
den sözediyorlardı. Yoksul ve ezilen insanları
anlattığı için hayranlık duyulan Dostoyevski
mistik, gerici bir yazardı. Daha önceki kuşak­
ları sarmış olan Kafka bireyci, karamsar, umut­
suz bir yazar . . . Camus durmadan hayatın an­
lamsızlığını ve insanın saçma yazgısını dile ge­
tirip duran, Sartre insanın toplumsal ilişkilerin
ürünü olduğunu göz ardı eden, bireysel ve so­
yut bir özgürlüğü savunan bir yazar . . . Yıllardır
türk aydını bir eleştiri süzgecinden geçirmeden
benimsemişti bu yazarları ve onların gözüyle,
düşünceleriyle bakınıştı hayata. Artık aydınların
ülkemizde ulusal . değerlerimizle beslenen dev­
rimci bir kültürün oluşturulması için çalışmala­
rı zamanı gelmişti.
Toplantı çıkışında Cemil beni almaya gelmiş­
ti. Dile getirilen düşünceleri coşkuyla aktardım
ona. Alaycı bir gülümsemeyle yanıldıklarını
söyledi. Yıllardır sevdiği yazariara bağlıydı o
ve bu eleştirileri çocukça, acemi, dar bir görü­
şün ürünü olarak görüyordu. Bir kere daha yol­
larımızın ayrılmakta olduğunu düşündüm."

<< Ben A n k a ra ' y ı bu ayl a rda severim>> d e d i Tuğrul


Bey.
« Hadi şekerim ışık yandı,» dedi Asuman Hanım.
Nuray cicekci dükkônının yanında d u ran Cemi!'
den başka bi rşey düşünemiyordu o anda.

1 22
BÖ LÜ M

N u ray gersonu n b ı raktığı vlski kodahierinden bi­


rini eline aldı ve dalgınlıkla perdelere baktı. Perde­
lerin üstünde bir köy görün ü m ü . . . Küçük bir mina­
re, i n ce yollar, yanya na küçük evi er ve ağaçla r . . .
Perdelerin alt köşesinde ressam ı n i mzası . . . B i r koc
yıl önce ölmüş, ta n ı n mış b i r ressamdı bu. Nuray ser­
gilere pek gitmediği icin onun resimlerini ta nımıyor­
du, ama adını bil iyord u ; cünkü o öldüğünde gazete­
lerde dergilerde onunla i l gili birçok yazı çıkmıştı.
Hal ktan yana, yaşama sevinciyle, dostl u k duygula­
rıyle dol u, türk resminde b i r cığır acan, yeri doldu­
rulamaz bir ressam olara k tan ıtmışlardı onu.
«Mehmet Bey , efendim. Hoş geldin iz.»
Tuğrul Bey, gazeteci Nuri Fırat. Yekta Bey ve N u ­
ray'ın i l k olarak gördüğü, az önce Tuğrul Bey'in çağ ­
rısıyla bir başka masadan kalkıp gelen, Beyazıt Bey
hep birlikte ayağa kalkıp Meh met Bey'e saygı gös­
terisinde bulundula r. Meh met Bey önce hanımların
el leri n i sıktı. Karı sı nı oturttu. Kendisine gösterilen
saygıya h erkesin hatırını sorarak karşı l ı k verdi. Tuğ­
rul Bey ona televizyon haberleri iziandikten sonra
aşağıya yemek sa lonuna inileceği n i , elli kişi kada r
olacaklarını söyledi :
« Kendi aramızda samimi b i r yemek, beyefendi. Si­
zin resmi davetlerinizden farklı . . . »
Elleri n i b i rbirine doğru yaklaştıra rak, (.samımı>>
havayı, alcak gönüllülüğü an latmaya ça lışıyordu .
« Daha iyi , daha iyi,» dedi Meh met Bey ağır sesiy­
le ve sanki bir şeyler daha söyliyecekmiş gibi d ü­
şündü.
Oturma sa lonuna başkaları da geldi sonra. baş­
ka tanıdıkları, cağrı l ılar. . . Komiler koşuşuyord u . Ger­
sonlar aperetifleri taşıyordu.
1 23
Ö d ü l alan tiyatro sanatcısı yeni moda mavı i pek­
li şalvarı ve beyaz bl uzuyla daha da parlak ve göz­
a l ıcıydı şimdi. Kocasıyla birl i kte gülümseverek g i r­
diler salono. Ö d ü l alan gene ressam ı n yanında ise
kısa kıvırcık saclı sarışın bir kız vardı. Bol , uzun , Af­
rikal ı l a rın giydikleri ehramları andıra n bir elbisesi
vard ı . N uray'ın yanında oturan yaşlı ve bakımsız bir
kadın olan Berna hanım « Füsun'cuğ um, cancağızım»
diye seslen iyordu ona. Füsun Pa ris'li modacı Ch ris­
tian Dior'un ortadoğu temsilci liğinin ön hazı rlıkları­
nı yapıyord u . Berna hanım Fü sun'u böyle tanıtm ıştı
N u ray'a.
N u roy kadehinden bir yudum aldı. B ugün banka ­
ya gidip aldığı çeki bozdu rabilseydi şimdi bu birbi­
rinden ilginç giyimler taşıyan i nsanların orasında o
do mavi emprime bir elbiseyle oturuyo r olabi lird i .
Bir a n gözü kapıdan b i r a rkadaşıyle giren ş a i r
Coş kun Bengü'ye ta kıldı.
Gene şair salondaki kalabalığa doğru kayıtsız,
dalgın bir gü lümsemeyle ba ka rken ya nı ndakine bir­
şeyler a n latıyordu.
<<B i l iyor m usunuz N uray H a n ı m , en gıpta ettiğim
şeydi benim bir sdnatcı o labilmek.» Berna Hanım'ın
sesine doğru döndü N u ray.
Salondaki kalaba lık a rttıkca ve a peretifler a l ı n­
dı kça insanlar yanları nda oturan, önceden tanıdık­
l a rı ya da henüz ta nışlıkları kişilerle dostea konuş­
ma isteği duyuyorla rd ı . Kimi leri birbirlerine fı kra l a r
a n latıyor, k i m i leri de iş hayatl a rındaki zorl uklardan,
i şbaşındaki ,, orta nın sol u>> h ü kümetin başarısızl ı k­
larından, ya da kendi özel yaşa mlarındaki yen i l i kler­
den sözed iyorlardı . Yeni tanışmış olan kadın ve er­
kekler de bi rbirlerine karşı anlayışlı, uygar ve ince
davran maya çabal ıyordu.
Berna Hanım sarı boya lı sacl a rı n ı geriye doğru ka­
bartarak taratmıştı . Çevresindeki insanlara sık sık:
·

<< Efendim, cicim, cancağızım efendim•> gibi sözcük­


lerle sesleniyordu . Orada bulunan herkes de onu bir­
cak konuda akıl donışılabilen saygıdeğer bir kişi
olarak gördüğünü bel l i ed iyord u . Berna Hanım da
1 24
sevi m l i şakalarıyle çevresine neşe sacmaya çal ışı ­
yord u .
« Merh u m hariciyeci Suat Bey'in eşidir kendileri,
demişti, Tuğrul Bey, sohbetine doyum olmaz h a n ı m ­
efen dinin. Kültürlü, seekin bir hanımefendidir . . . »
Salondakiler b i rbirleriyle sohbete daldıklarında
Berna Hanım:
«Romanınızı okudum.» dedi Nuray'a. Gülümsedi.
Düşü ncelerini dile geti rmeden önce bir süre süzdü
onu. Nuray'ın başını önüne eğip kadehine uzandığı­
nı görünce Berna Hanım kollarını göğsünde kavuş ­
tura ra k :
«Gayet güzel yazılmış» dedi. << Evli liğe isyan eden
bir kadının romanı . >>
<< Evet . . . galiba . . » dedi Nuray. Ayn ı anda cicekci
.

dükkônının yanında tek başı na d ura n, sacları ağar­


mış adamı düşündü. Oraya n iye gelmişti Cemil? Bir
rasi antı ola mazdı bu. Yoksa tören boyunca salonun
bir köşesinde oturmuş ve izlemiş m iydi onu? Bir
meydan okuma mıydı bu? Romanda a nlatılan e rke­
ğin kendisi olduğunu anlamış olmalıyd ı . Yoksa yine
gel i p bulacak m ıydı onu? Belki de bu otelde kaldığı ­
nı da biliyordu ve uzun koridorda ya da asansörde
birden bire karşısına cıkacaktı: <<Bana h a ksızl ı k et­
tin.ı> << Kendisini her zaman h erkesden gizler gibi ya­
şamış olan bir insa n ı n hayatını kullandın. N için? Bir
başarı kazanmak icin mi?»
<<Sizce, dedi, Berna Hanım, kah ramanınız güçlü bi r
kadın mıydı?•
N u ray düşüncelerinin karışıklığı a rası nda i lgisini
Berna hanıma yöneltmeye çalıştı:
«Bilmem, dedi dalgınlıkla, güçlü olup olmadığını
d üşünmedim.:.
O sı rada Oktay Bey'i n eski bakan Meh met Bey'le
tokalaşıp öpüştüğünü gördü.
«Azizim, yeni d ünya ya ramış size. Bu ne tazelik!ı>
d iyord u Mehmet Bey, Oktay Bey'i n omuzuna h afifçe
vura rak.
O ktay Bey Berna Hanım'ı farkedince kollarını coş­
kuyla açarak yaklaştı :
1 25
«Oh oh, ne mutl ul uk! Güler yüzünüzü, tatlı sözle­
rinizi özlemişiz hanı mefendiciğim!,.
Berna Hanım Oktay Bey'le i için Hanım'ın yanak­
larından öperken:
«Amerika'nın kokusu sinmiş üstünüze, dedi, yol­
culuk hikôyelerinizi a nlatacaksınız, karışmam son­
ra !>>
«Bilemezsiniz, sizleri nasıl özledik!,. dedi i için Ha­
nım, duygulu bir yüzle.
«Ah ca nım; nosta l i iiYi benden daha iyi kim a n lıya ­
bil ir?» dedi Berna Hanım buruk bir gülü msemeyle.
Oktay Bey Nuray'ı göstererek:
<< N u ray Hanım sizin hayatınızı yazsa va liahi çok
i lginç bir roman ol ur.>>
«Ya ya , dedi Berna Hanım, biz yaşaya l ı m , roman ­
c ı l a r yazsınlar.» Bir kahkaha attı sonra. Oktay Bey
de gür ve rahat kahkahalarıyla güldü.
Sonra karısıyla birl i kte yine Meh met Bey'in yan ı ­
na gitti. Berna H a n ı m kadeh ini e l i n e alara k Nuray'a
doğru ka ldırd ı :
« Başa rınıza.» Sonra m a h m u rlaşmış gözleri b i r
noktaya takılıp kaldı v e a l ça k sesle :
« Nuray Hanım'cığım dedi, güçlü bir kadın isyan
etmez.>>
Berna Hanım çok görmü ş geçirmiş ve hayatın bü ­
yük gizlerin i çözmüş bir i nsan gibi başını evet a n ­
lamında sa lladı:
<<Ba kın, dedi, size kendi hayatımdan örnek vere­
yim. Ben hayatı dol u dolu yaşamış bir i nsanım. Ko­
camla çok gene yaşta evlendim. Aramızda epey yaş
farkı vard ı . Aşkın ne olduğunu anl ıya mamıştım bile.
Ama evl i l iğe adapte olmayı bildim. Cocuklarım oldu.
Koca mla yirm i yıl birbiri m izi ineitmeden yaşadık.
Cünkü şunu anlam ıştım k i evl iliği pek fazla ciddiye
a l mamak gerekir. Bu sözlerim sizi şaşırtabili r. Ev­
l i l i k cocuk yapmaya yarar. Onun d ışında h ayatı baş­
ka şeylerle doldurmak gerekir. Biz de kocamla bir­
biri mize cok büyü k tolera ns göstermeye kara r ver­
miştik. i yi bir karı koca birbi rlerine evl i olduklarını
unutturabilen bir çifttir bence. I ki taraf d a birbirleri-
1 26
nin istediği hayatı yaşa masına man i . olmamalıdır.
Mesela iki ta rafında baza n ortak, bazan ayrı bir
a rkadaş çevresi olmalıdır. i ki taraf da a rzu ettikleri
anda tek başlarına seyahatlara çıkabilmel idir. Son ­
ra bazı hobiler de bulmak lazım. Mesela kocam haf­
ta sonlarında balığa çıkmayı severd i . Ben de a rka­
daşlarla oyuna otururdum. Davetlerde ise çevremiz­
deki insa n l a rda hayra n l ı k uyandırmayı bilirdi. Onun
bazı güzel hanımiara kur yapması na da göz yumar­
d ı m doğrusu.»
Bern a Hanım N u ray'a a h babço göz k ı rpara k gü ­
l ü msedi. i nce uzun ağızlığını ağzına götürüp uzun
uzun içine çektikten sonra kendine d uyduğu g üven­
le sürdürdü konuşması nı:
�:Birbirimize y ü k olmadık sizin a n l ıyacağınız. Yani
isyan etmeğe h i ç ihtiyacım olmad ı.»
N u ray buruk bir gül ü msemeyle başı n ı sal la d ı :
« Bazı koşullar g ü çlendi rmiş olabilir sizi.»
«Anlıyorum N u ray Hanım, tabii, koşulları n d a öne-
mi büyük. Ya l n ız ba kın benim kocam öldü. i ki çocu­
ğumla birli kte dul ka ldım. Hayata küseb i l i rdim. Ama
öyle olma d ı . Kendi kendime, hayat devam ettikçe
kendime haksızlık etmeye hakkım yok, dedim. Ce­
miyet hayatından kopmadım. Fırsat buldukça yine
seynhatlara çıktım. B i l iyorsunuz bizim toplumda in­
sanlar dedi kod u yapmaya çok meraklıdır. Ama ben
şunu anladım ki güçlü görü n ü rseniz kimse sizi yıp­
ratamaz. I nsa n l a r sizi ürküteceğine siz onları ü rkü ­
teceksin iz. Ben koca mdan sonra başka erkekler ta­
nıdım. Her zaman haklı olduğuma inandırdım ken- ·

dimi. Cevremdeki i nsanları da . . . Böylece N u ray Ha­


n ı m'cığ ım, hiçbir zaman isyan etmeden hayatımı di­
lediğim gibi yaşadım. i syan etmek zayıf insan l a rı n
işidir çü nkü. Bilmem a n latabiliyor muyum? Merakı ­
mı h oşgörü n . Acaba roma n ı n kahramanı siz misi­
n iz?»
Tam o anda Coşku n Bengü yanında arkadaşıyla
N u ray'ın oturduğu masaya geldi. Soylu ve ra hat bir
i neelikle Berna Hanım'ın elini öptü .
«Nasılsınız?» dedi Berna hanım g ü l ü msiyerek.
1 27
Coşku n Bengü, N u ray'a elini uzatırken yanındaki
arkadaşı da Berna Hanım'a kendini tanıtıyord u : «E­
fendim M urat ben.»
«Memnun oldum efendim. Siz de Coşkun Bey gibi
saneteısınız herhalde.:.
Coşkun Bengü eliyle a rkadaşını göstererek,
« M u rat bizim derginin sahibi, dedi, denemeler de
yaza r . . . >>
<, Otu rmaz nııydınız? dedi Berna Hanım. Biz de N u­
ray hanımla başarı l ı romanı üstünde kon uşuyord u k.>>
<, Sen otu r istersen, dedi Coşk un Bengü, a rkada­
şına. Ben Tuğrul Bey'e bir i ki şey söyliyecektim.»
M u rat hafif bir sıkın ga nlıkla i lerdeki bir koltuğu
çekti ve Berna Hanım'la N u ray'ın arasına yerleştir­
di . Oturur oturmaz elindeki icki kadeh ini masaya
koydu. Gen iş pürüzsüz a l n ı ince bir terle örtülmüştü.
i ri siyah gözlerinde tedirg i n l i kle karışık bir seve ­
cen l i k vard ı . Sayg ı l ı , duyg u l u bir yüzle gülümsedi
N u ray'a:
« Ben sevd im romanı nızı,» dedi.
« Ben de . . . » diye söze girdi Berna Hanım. «Az ön ­
ce roman ka h ra ma n ı n ı n psikolojisi üstüne görüşle ­
rimi izah ettim.» Murat Berna Hanım'ı yapay bir gü­
lü msemeyle süzdü kten son ra döndü N u ray'a:
<<Bence romanınız Batı 'da yılla rd ı r sürmekte olan
Kadın h a reketini Türkiye'de başlatabilecek n itel i kte
bir roman .»
«Teşekkür ederim ,» dedi N u ray g ü l ümseverek ka­
dehine uzandı. Heyecanlanmı ştı:
<< Doğ rusunu isterseniz, ben romanı yaza rken bunu
düşü nmemişti m.»
« B u daha güzel ya,>> dedi Berna Hanım, kol ları n ı
göğsünde kavuştura ra k.
M u rat Berna Hanı m'a kulak vermeden sürdürd ü
kon uşması n ı :
<<O önemli deği l, dedi. S o n zamanlarda kad ı n ya ­
zarlarımız da kendilerini slogancı, şematik b i r an­
layışın, kolaylığına kaptı rmışlard ı . Bizim topl umu­
muzda kad ı n ı n birey olarak, içsel ve dışsal soru n ­
ları cak daha a ğ ı r olduğu halde bu kon uya icte n l i k-
1 28
le yaklaşmayı göze alam ıyorla rd ı . Siz ayrıca toplu­
mu muzda tabu konusu olan evl i l i k kurumuna da iç­
ten bir eleştiri get i rd i niz. Bence daha da açık, daha
dcı kararlı bir biçimde sürd ü rmsiisiniz bu çaba nızı.»
N u ray kadeh ine bakarak gülü msedi dalgı n l ıkla.
Romanına değişi k yoru m l a r. değişi k değerlendirme­
ler geliyord u .
<< Romanda bir s o n u c a u l a şa madım g i b i gel iyor ba­
na. Yani mesa jı . '>
. .

M u rat birden ba ş ı n ı sabırsız, sinirli b i r biçimde


sal layorak kesti onun sözü n ü :
<< Bakın, ded i, yazarları mızın, eleştirmen leri mizin
önemli ağır yanlışlarından biri ; bir yazar bir sonu ­
ca ulaşmak, bir mesaj vermek icin yazmaz. Böyle
b i r misyona ki mse zorl ayanıaz onu. B i r son uca var­
mak gibi b i r sınırl a madan, b i r zoru n l u ktan uza ktı r o.
i cten ve güzel a n l atsı n, ondan beklenen ya l n ızca
budur.»
<B u çok doğru M ı.ı rat Bey.>> Boğuk sesiyle, kendin ­
den emin b i r baş h a reketiyle söze girdi yine Berna
H a n ı m . ,< Bazı yaza rl a r, bilh assa bu tiyatroda görü ­
lüyor, i nsa n ı n kafası na adeta vura vura bir şeyler
öğretmeye çal ı şıyorl a r.
M u rat sıkkın, zorlama b i r g ü l ü msemeyle ona bakıp
başını sal l a d ı . B i r a n dalgınlaştı, son ra sigarası ndan
derin bir sol u k aldı ve işa ret parmağı n ı h uzursuzluk­
l a h a reket etti rerek:
<< Rom a n ı n ızda önemli bir nokta da 12 M a rt öncesi
h a reketlerin yapaylığını. özentili küçü k burj uva ya.:
n ı n ı vurgulamış olmanız. O dönemde tekdüze l i kten ,
çevre ve a ile bas k ı l a rından sıkılan bir çok h a n ı m k ı ­
zımız, ya da evl i barklı baya n l a r bu h a reketlere ve
k a h ramaniarına hayra n l ı k besledi. Okudukları b i r ya
da iki partizan romanındaki kadın kahramonla öz­
deşleşti rmeye kal kıştı l a r kendileri n i . Topl u l u muzda
kadınları n bir türl ü benli klerine kavuşama d ı k l a rı n ı
gösteren b i r o l g u b u . Ö zenti herşeyle ri . . . Çünkü do ­
yumsuzlar ve h azzı ken di leri n i n dışında o rıyorlar.»
N u ray birden sa rsı l d ı bu sözlerle. Kadeh i n i başına
d i kti. K a rma karışı ktı kafası n ı n içi. Gercekten roma-
1 29
nıyla bunları mı anlatmak istemişti?
<<Yoo, dedi birden. Böyle düşünmüyorum ben.
Ben . . . Doğrusunu isterseniz özel bir d u rumu an lat­
mak istemiştim. Yani yaşanmış . . . Sizi n Ileri s ü rdü ­
ğünüz gibi, o acıdan görmed im ben.>>
B i rden sinsi ve h ı nçlı bir gülü mseme gördü M u ­
rat' ı n yüzünde. Sigarasının dumanları arasından
dalgın bakışlarla, uzaklara bakarak:
« Ö zel ama tipik,» dedi. «Güzel olan da bu . . » Sır­
.

tını kamburlaştırarak eğ ildi N u ray'a doğru , bir sır


verir gibi. Hoş, temiz bir losyon kokusu geldi N u ­
ray'ın burnuna. M u rat' ı n şaka klarında tek tük ak
saçlar vard ı . Tok, kesin sesiyle konuştu:
«Sanatı, kü ltürü sığ laştı ran, daraltan donmuş , slo ­
gancı görüşlere daha cesaretle ka rşı koymak gere­
kir, dedi, çünkü yeni tabular yerleşti rme sevdasın­
'
dalar ve b ireyin üstü ne çıka n, bireye baskı yapa n
bütün tabu lar yıkı lmalıdır.))
«Harika ! h a rika düşüncelerini/ var dedi Berna Ha­
n ı m şaşk ı n l ı k ve hayranlıkla M u rat'ı süzerek, <<Dergi­
nize hemen a bone ed in ben i.»
N u ray başını eğd i . Nasıl cı kaca ktı bu karışıklığın
içinden? M u rat' ı n doğru gibi görü nen sözleri n i çin
bir suçlu l u k d uygusu yaratmıştı i çinde? Bireyi sa­
vunmak . . . Hangi bireyi? Hangi bireyleri? N u roy bak­
tı çevresi ne.
O a nda az önce Tuğrul Bey' in masaya çağ ırıp ta­
nıştırdığı Beyazıt Bey geld i yanlarına Berna Hanım'a
doğru eğ ildi.
«Hanı mefendi ben i hatı rladınız m ı ? dedi. Sekiedi
bir süre. Refik Bey'lerdeki davette . . . »
«A elbette! dedi Berna Han ı m . Ona di kkatle ba­
kıp gülümsiyerek,
«O gece yeni aldığınız bir gemi şerefine de kadeh
kaldırmamış mıydı k?»
«Ya, evet evet . . >> dedi Beyazıt Bey. «M oşailah h a ­
.

fıza nız çok kuvvetli.» Sonra ucuk mavi takım el bise­


si üstüne dar geliyormuş gibi kıpırdayıp rahatlamo­
ya çalıştı. Tombul elleri , kırm ızı yanakları ve kısa
baca klarıyla taşralı bir zengi ni andırıyord u. M u rat
1 30
uzak, küçü mseyici bakışlario süzdü Beyazıt Bey'i.
Sonra Nuray'a döndü: «Görüşürüz yine .. ,,. dedi. Say ­
g ı l ı bir biçimde g ü l ü msiverek uzaklaştı. Tuğrul Bey'
in yanına gitti o da . . .
Berna Hanım siyah uzun ağızlığından üstüste de­
ri n sol uklar a la ra k gözlerini k ısara k süzdü Beyazıt
Bey' i. Soğuk sesiyle:
«Nasıl gidiyor şimdi a rmatörl ü k?» dedi.
« Çok ş ü kü r, hanımefendi.• dedi Beyazıt Bey. Si ­
garasını k ü l tablasına best ı nrken pek önemsemiyor­
muş gibi:
<d şi genişletti k, diye ekled i . Şu anda dört gemimiz
var.>>
<<Şu ticaret işlerine bir türlü aklım ermemiştir»
dedi. Berna H a n ı m ve sanki N uray'la bir düşünceyi
pa ylaşmak ister gibi ona ba k ı p gülü msed i.
<< Efendim. dedi Beyazıt Bey, bizim işimizin çok en­
tercsaıı ta rafla rı vardı r.» Sonra a rkasına yasiandı ve
tombul el lerini koltuğ un koliarına bı raktı. N uray'a
g ü l ü msiverek baktı bir süre. Ya lnızlık duyan bir in­
san ı n h üznü gezi ndi bir an yüzünde . i nsanlarla kay­
naşmaya, ahbablar edin meye çaba gösteriyor gibiy ­
di.
« Kadınların aklı p e k ermez nedense ticaret işleri ­
ne,>> dedi , Berna Hanım; Beyazıt Bey'e üstü n l ü k duy­
gusu vermeye çal ışarak.
Beyazıt Bey koltuğunda yeniden kıpırdayıp siga­
rası n ı n k ü l ü n ü sil kalemek icin öne doğru eğildi ve
b i rden keyiflenerek:
«Hanı mefendi, ded i , Ticaret riskl i olduğu kadar
zevkli 'b ir işti r. Ba kın biz ilkin i h racat. ithalôt işle:.
riyle ticaret hayatına atı l d ı k . Şimdi ise Anadol u'da
bir fa brika kurduk. Ticarette işi genişietmezseniz ge­
rilersiniz. Biz şimdi gemilerimiıle birçok mal getiri­
yoruz memleketim ize.:ı>
Beyazıt Bey bun l a rı anlatırken çok memnun ve he­
yecan i ı görü nüyordu. I ri bedeni gevşemiş, sonunda
koltuğa rahatl ıkla yerleşmiş gibiydi.
« Bildiğim kadarıyla şu sıralarda döviz durlığı var,
d eğil mi Beyefendi?» dedi Berna Hanım, zorlama bir
131
safl ı k, belki de gizli bir alayla.
Beyazıt Bey gü lerek başını sa l l a d ı . Yine sırtını ar­
kaya yaslayarak ,
<< Efendim, dedi, ticaret h ayatın ı n bazı kuçük h i le­
leri de vard ı r tabi i.>> Kurnazlığıyla böbü rlenen bir co­
cuk gibi g ü l ü msed i.
Berna Hanım yine Nuray'a gizliden g izl iye anlaşı­
yorlarmış gibi bakarak gü lümsed i. O sırada Beyazıt
Bey, kısa bacakları n ı ayıra ra k , i ri göbeğ inden ötürü
zorl u kla eğilerek, yarısı içiimiş sigarasını kül tabla­
sına bastırd ı . El leri n i kenetliyerek g ü l ü msedi :
<<Hanımefend i , çok enteresandı r>> ded i . Meselô biz
i talya'dan mal alırız. Diyelim k i mobilya aldık . Bu
malın gü mrüğü var. Biz de malı a l ı r i talya'dan Kıb­
rıs'a götürürüz. Oradan da yurda . . . Nasıl ?:,.
Bu in ce b u l uşunun uyandırocağı hayra n l ı ğ ı bekler
gibi baktı gülerek Berna Hanım'la N u ray'a.
«A gercekten de çok enteresan!>> dedi Berna Ha ­
n ı m ve bir kah kaha attı. Sonra da N u ray'ı göstere­
rek :
«Ama dikkat edin beyefendi, dedi . yanınızda bir
romancı var.>>
Beyazıt Bey önce saf bir şaşk ı n l ıkla baktı N u ray'a.
Bir a n ne söyliyeceğ ini bilemiyormuş gibi bocaladı.
«Yaa. demek roma neısınız h a n ı metendi dedi. çok
güzel . Biz de sanata çok düşkündük vaktiyle; ama
ticaret hayatına atılmış bulunduk işte. Sanatkôr ol ­
mak harukulôde bir şey."b
Sonra yine istekleri n i n çoğ u n u elde etmiş, ama
yine de içinde ona acı veren bir eksi k l i k de taşıyor­
muş gibi hüzünle:
«Hayat, dedi, aslı nda b i r mücadele i şte. Hepimiz
ayrı ayrı sahalarda m ücadele edip d uruyoruz.'>
Onun b u sözleri Berna Hanım'ı dalgınlaştı rıverdi
birden.
« Cok doğru, dedi, yeter ki hiçbir sahada zayıf dav ­
ran mayalım.ı>
Yeniden uzun siyah ağızlığını götürdü ağzına. Ta­
şırı l a rak boya nmış parlak duda klarını büzerek de­
rin derin i çine çekti dumanı. Sanki gizli bir acısı dep-
1 32
reşm işti. Hayat bir mücadele, evet, yine de yaşl ı l ı k
gelip çatıyar işte. Bel ki de gizli b i r yalnızlık d u ygu­
su . . .
Beyazıt Bey Berna hanımın birden beliren h üznü ­
nü sezmiş gibi :
«Hanımefendi, insan günü gününe yaşamalı , dedi,
ben i m felsetem şahsen bud u r.»
<' Evet. öyle . . . » dedi Berna Hanım. Be l irsiz bi r nok ­
taya bakora k g ü l ü msed i. N u ray yeniden gizl i bir
alayc ı l ı k ve küçümseme sezd i bu gülümseyişte.
Bunun üzeri ne Beyaz;t Bey i k i rc i k l i bir gülü mse ­
meyle izin isteyerek yanlarındon kalktı. Ciddi bir tar­
t ışmayı başlatan Oktay Bey'le Meh met Bey'in ya n ­
l a rına gidip oturdu .
O ktay Bey, elinde kadeh i , hafifçe eğ i l mişti M eh­
met Bey 'e doğru.
<< Bence anarş i n i n kol gezd iği böylesine kritik bir
ortamda siyasi portilerin bira raya gelerek asgari
müştereklerde anlaşıp ortak çözüm a ramaları şo rt­
t ı r.»
Mehmet Bey donuk bak ı şlo rıyla süzüyordu Oktay
Bey' i :
<< Hükümetin fevkolôde büyü k gofları var beyefen­
d i . Ya ptıkları gofın haddi h esabı yo k.>>
Tuğrul Bey ise her za manki inceliğ iyle, hafifçe gü ­
lü msiyerek:
«Tü rkiye'de he rkesin gücünden ist i fade etmek ge­
re kir beyetendi >> d iyord u.
Beyazıt Bey bir süre di kkatle bu konuşma ları din­
led i kten sonra eski bakan Mehmet Bey'e ya ranma­
ya çalışırcosına ve çok önemli b i r gerçeği ayd ı nl a ­
t ı r gibi:
<< Beyefendi, ded i, en önem l isi şu günl erde ne dev ­

letten devlete. ne de özel ban kalardan kredi bulma


i m k ô n lorı kal m ı ştır.»
Meh met Bey üzgün üzg ü n baş ı n ı sallayorak onay­
ladı bu sözleri .
Tuğrul Bey bir süre dalgınlaşıp kadeh inden bir yu ­
dum aldı ve ağır ağır konuştu:
<<Aslında Türkiye'de son yıllara kadar özel sektör-
1 33
de son derece süratl i bir gelişme olmuştur. Bugün
Türk sanayi n i n yüzde yetmişbeşi üretim bakımından
özel sektörün kontrolündedir. B u bir ü l ke için sevi­
nilecek bir şeydir. Elde böyle bir güç varken kalkıp
da siz d urun size imkan vermiyeceğiz demek çok
yanlıştır.•
« Evet evet , dedi Meh met Bey, sonra da söylev ve­
rir g ibi parmağ ı n ı sallıyoro k :
«Cı kmozlardan biri de budur. politika bakı mından.
Bugün özel sektörün sıkı ntıya düşmesi n i n çına se­
beblerinden biri devlet teşebbüsleri n i n atıl d u rum­
larıdır.•
N u ray şaşkınlıkla dinl iyordu bu sözl eri . Anlatmak­
ta güçlük çekiyordu. Berna Hanım yorgunl ukla çe ­
virdi ona yüzünü ve onunla yeniden bir derdini pay­
laşır gibi:
<< Erkeklerin de hasta l ı ğ ı bu. ded i , h e r toplantıda
böyle bir müddet pol itikadan konuşurl a r. Oysa ma ­
dem ki ara m ızda sanatçı lar var. bugün sanatçıları
ağırl ıyoruz, sanattan bahsetmek daha münasip ol­
maz mı?•
N u ray: <<Ama. dedi, biz de konu ları a n layabi lsek . . •
«A evet. bel ki ikinci romanınııda kullanırsın ız>>
dedi Berna Hanım , kurnaz ve m uzip bir gülümse­
meyle. «Ama doğ ı usunu istersen iz ben b u konuş­
malardan bıktım. En iyisi erkekler kendi o ralarında
toplanıp bu konularda konuşsu nlar. Böyle biraraya
geldiğimiz gecelerde kad ı nlarla karar a lmıştı k. Er­
keklere politika konuşmayı yasak layocağız d iye. A­
ma yine de bildi kleri n i okuyorl a r. Baksan ıza öteki
hanımlar da nasıl sıkılıyorla r . . .
Berna h a n ı m karşısında oturan Asuman Hanım'a
«Ne haber?» gibilerden eliyle bir işaret yaptı va kar­
şı l ı k l ı gülmeye başladılar.
« Evladım televizyonu aç>> dedi Tuğrul Bey, az i l er­
de d u ran korniye parmağıyla işaret ederek .
M avi ceketli komi ü rkek bakışla rıyle başını salladı
ve televizyona doğru yürüdü. Düğmeyi çevird i . Tele­
vizyonun ya n ı nda bir s ü re bekledi. Son ra Tuğrul

134
Bey'in bir başka 'b uyruğu olup olmadığını a n lamak
için ya n ından geçerken di kkatle yüzüne ba ktı .
Ekranda hızla kayan bir a raba birden zınk diye
du ruveriyordu . S ü rücü öfke ve çaresizl i k içinde pat­
lamış lôstiğe ba karken sürücünün ya n ı ndaki sarışın
genç kadı n arabanın bagajını açıp, m uzipl i kle yep­
yeni bir lôstik çıka rı p uzatıyord u erkeğe. E rkeği n
m utl u v e şaşkın g ü l ü msemesiyle son bul uyord u rek­
l ô m filmi.
Saat 20.30'u gösterdi ve h aber spikeri bel i rd i ek­
ra nda . Salonda sessizl ik oldu. Spiker iyi a kşam l a r
di ledi kten sonra haberleri oku maya koyuldu: M itin­
g i n kesin bir biçimde yasa klandığı belirtiliyordu . Ya­
sakların uygulanması için her türl ü önlem a l ınmış
b u l u n uyord u. Güven l i k görevli lerinin uy_arı ları na ke­
s i n l i kle uyul ması gerekiyord u .
Mehmet Bey'in kısık ba kışları h ı nçla parlıyord u .
Boşa lan kadeh ini sehpa n ı n üstüne bıraktı. Kadeh i n
sehpada çıkardığı gü rültüye başı n ı çevirdi. B erna ,
« B i z kendilerini i kaz etmiştik. Aldırmadı lar. i şte
şimdi buyrun baka l ı m . . . » dedi Meh met Bey . Yanın ­
dakiler yüzleri n i çevirdiler ona. Beyazıt Bey sırtı n ı
arkaya dayamıştı. Yüzünde çocu ksu bir mah m u rl u k
v e sıkıntı vardı . O ktay B e y ise sarsı l maz görünen
bir güvenle bakıyord u ekrana.
« Niye sanki b u m i l letin h uzuru n u bozuyorlar?»
i için Hanım üzgün, h ı rç ı n bir genç kız gibi, tiz bir
sesle sormuştu bu soruyu.
Meh met Bey göz ucuyle i için Hanı m'a ba kıp iç
geçirdi , sönen piposunu ateşled i .
<< Beyefendi a rtık geçin ş u işlerin başı na da d üzel ­
tin ortalığı a l lahaşkına!» dedi b i rden Berna Hanım.
N u ray i rkilerek ba ktı ona. Berna Hanım karışık, be­
l i rsiz bir gülü msemeyle söylemişti bu sözleri . G izli
b i r alaycılık mı yoksa içtenlik mi? Anlamak zordu .
Meh met Bey bakışları n ı eğip kibi rli görü n ü şü n ü
gizlerneye çal ışara k başı nı ağır ağır salladı, bell i
belirsiz g ü l ümsedi .
Oktay Bey bir a n sıkınt ı v e dalgınlıkla süzdü Ber­
na Hanımı, sonra Mehmet Bey'e çevirdi yüzü n ü :
1 35
<<Beyefendi , dedi, iki büyük partinin ortak bir da­
vada birleşmeleri gerekiyor. Bence en iyi çözüm yo­
lu b u dur.»
Birden özellikle kad ı n l a r arasında neşeli bir kay­
naşma oldu. Tuğrul Bey, ekranda, geniş a l n ı , i nce
yüzü ve gamzeli çenesiyle konuşuyord u : «Sanattır
insanları ortak duygular etrafında birleştiren!�> Sa ­
londakiler gülü msiverek b i r ekrandaki Tuğrul Bey'e
bakıyorlardı, bir de salonda otu ran Tuğ rul Bey'e.
Asuman Hanım sevecenlikle kocasının eline vur­
du:
«Şekerim meşh ur oldun.»
Tuğrul Bey utangaçlaşmış gibi önüne bakarak
güldü. Yeniden ekrana doğru kald ırd ı başı n ı :
«Sanattır ya şantımıza anlam veren!»
« B rava!» Salonda a rka taraflarda oturan bir ya­
bancıdan yü kselmişti bu ses . Sarhoş, alaycı ve coş­
kulu bir sesti bu . Bir gül üşme doldurdu salon u.
Televizyon spi keri nin sesi duyuldu yeniden :
«Güzel Sanatlar Kulübünün edebiyat ödü l ü n ü alan
Nu ray i lkin . . . »
Bütün başlar salonda oturan Nuray'a çevrildi.
N u ray birden saldı rıya uğramış gibi duydu ken­
d i n i . Uğultular, kıvı lcımlar, gölgeler . . . Beyninin içi­
ni kavurur gibi dolaşan d üşü nceler. . .
<< N u ray Hanım düşü nsen ize ş u anda milyonlarca
in san sizi seyred iyor.» dedi Berna Hanım.
Kızı da seyred iyor muydu acaba? B i rgün son ra
miti nge katılacak mıydı? Kırgı nlıkla anıp annesini . . .
Birden Mehmet Bey'in h ı ncla parlayan yüzüne yayı­
lan bir gülümseme . . .
N u ray uğultula r. kıvılcıml ar. gölgeler a rasında
ayağa ka l kt ı .
Oktay Bey b u isya n ı sezmiş g i bi derinden gelen
koyu bir kuşkuyla bel l i bel i rsiz g ü l ü msiyerek baktı
kimseyle vedalaşmadan küskün bir yüzle çıkıp gi ­
den N u ray'ın a rkası nda n. M u rat da kendi kabuğuna
çekilmiş gibi dalgınlıkla baktı ona .
B i rkaç dakika sonra hep birlikte kalkıp aşağıya,
yemek salonuna ineceklerdi.
1 36
B Ö LÜ M

Kapıya bıra ktı ana htarı. Da n ı şmadaki kız onu şaş­


k ı n l ıkla süzdü. E l i ndeki eski çantayla naylon torba ­
ya baktı . Nu ray . kapıdan çı ktı. Zengin ışığın icinden
ıssız kara n l ı k bir sokağa doğru . . . Taksi şoförleri
ba ktı ona. N u ray yürüdü. Bayındırl ı k Baka n l ı ğ ı n ı n
misafirhanesine gitmeye kara r verdi. Ora n ı n işletme­
cisi tanıyordu on u . Kocasıyla birl ikte Ankara 'ya gel ­
d i kleri gün lerden . . . Çanta n ı n sapı terli eli nden kayı­
yordu.

NURAY İ LK İ N' İ N ROMANINDAN

« Gecenin bu saatinde nereye gideceksin? " di­


ye soruyordu Cemil.
Bir kış gecesiydi. Kalın siyah paltosuyla, acı-
dan ağırlaşmış yüzüyle yürüyordu yanımda:
"Anlayamıyorum. Aradığın ne?»
.. sıkıldım, diyordum . Bu hayattan sıkıldım . ..
.. serüven mi arıyorsun?"
"Kendimi bulmak istiyorum belki . . . Ne düşü­
neceğime, ne yapacağıma karar vermek istiyo-
rum. ))
.. Benim yanımda da karar verebilirsin . ••
«Hayır, diyordum . Sen iyi bir insansın, ama
aynı şeyleri beklemiyoruz hayattan. "
«Hırs insanı bozar, bilmiyor musun?»
" Kayıtsızlık bozmaz mı? ..
« Birlikte mutlu olmadık mı?»
" Senin mutluluk dediğin şeyden artık sıkılı­
yorum, sonraları daha çok sıkılacağım . ..
«Yalnız kalırsan sıkılmayacak mısın? ..
"Yalnız kalmıyacağım."
1 37
«Biliyorum ne yapmayı tasarladığını. Görmü­
yor musun nasıl ezildiler. Çünkü tabanları sağ­
lam değildi, hayalciydiler. Özentiliyd.iler. Halk­
tan kopuktular . . . ..
«Peki sen?" dedim ona öfkeyle, «Sen nesin? Se­
nin düşüncelerin neler? »
«Ben gerçekçiyim. Bu toplumu sizlerden daha
iyi tanıyorum.
Boş hayallere kendimi kaptırmayacağım ben.
Şimdilik kendi hayatımı yaşamak zorundayım . "
"Hayatından çok mu hoşnutsun?"
"Birlikte olursak ikimiz de hoşnut olabiliriz.
Hatırlıyor musun ilk zamanlar birbirimize ne
kadar benziyorduk. Aynı kitapları okuyorduk.
Aym şeyleri duyuyorduk . ..
«Evet dedim ilk zamanlar . . . ..
"Sonra? dedi, son zamanlardaki okuduğun ki ­
taplar yanıtttı seni. Başkalarını yanılttığı gibi.
Bilgi edinmek kolay, ama gerçekçi olmak zor. "
"Sen gerçBkçi misin? "
«Sizlerde n gerçekçiyim . Böyle dönemde hiçbir
şeyin başarıtaeağına inanmıyorum . ..
"Sen ve senin gibiler böyle düşündüğü için
belki . . . Sizlerin sorumsuzluğunuz ve korkaklığı­
mz yüzünden belki . . . ,.
«Korkmamayı kahramanlık mı sanıyorsun? »
« Bırak artık beni , ,. dedim hınçla ona.
" Büyük bir yanlışlık içindesin. Özenti içinde­
sin. Romanlardaki militan kadınlara benzemek
istiyorsun belki . . . Anlıyacaksın bir süre sonra.
Dönüp geleceği n e inanıyorum. "
«Hayır, dedim . Senden koptum. »
« Öyleyse aşkların d a olacak. Ama kimse se­

ni benim kadar sevemeyecek . . . Döriüp gelecek­


sin, inanıyorum . .,
"Hayır, dedim, mutsuz olsam da . . . "
Kolumu tuttu, sevecenlikle baktı bana:
« Kendini tehlikelere atma, dedi, kızını düşün.
Herşeyden önce bir annesin sen . ,

1 38
Bütün yoksunlukların, açlığın ve sevgisizliğin
ortadan kalkması için uğraşan insanlara katıl­
dığıma inanıyordum. Herkes yalnızca çocuğu­
na karşı duyduğu sorumluluğa bağlansaydı ve
başka sorumluluk tanımasaydı toplumlar ve
dünya değişebilir miydi? Böyle karşılık verdim
ona.
« İlerde kızına karşı haklı çıkabilecek misin? ..
Üzgündüm ama evden uzaktaşma nedenimi
yüceltiyordum. Beni bir araç durumuna getiren
ev işlerinden ve çocuk bakımından usandığımı
gizliyordum, kendimden bile . . . Dışarıya bakıyor­
dum ve gözlerim kamaşıyordu. Hakhlığıma ken­
dimi inandırmaya çalışıyordum. Niçin anne ol­
manın tadı sıkıntılı bir yükümlülüğe dönüşüyor­
du? Çünkü diyordum, kadınlara anne olmanın
dışında varolma haklan tanınmak istenmiyor.
Çocukların bakımı toplumsal kurumlarca des­
tekiense belki kadınlar bu kadar sıkılmazlardı.
Bu kadar hırçın ve ezik olmazlardı. Niçin diyor­
dum bir çocuğu yaşatmak için bütün yaşama
zenginliğini içine gömsün kadınlar? Hem çocuk­
lar yaşasınlar ve gelişsinler hem de kadınlar . . .
Annelik kutsal bir görev olarak benimsetiliyor­
du. Kendini adayış . . . Anneler çocuklarını büyü­
tüp onların kendilerinden uzaklaştığını görünce
kendilerini aldanmış ve değeri bilinmemiş duyu­
yorlardı. Çoğu anneler. . . Doyumsuz ve pişman­
dılar. Çoğu zaman karşılığını bulamayan bir
kendini adayış . . . Bir hayat kuralı gibi benimse­
tiliyordu bu. Kızımı babasına bırakıyordum.
Hem kendime güveniyor hem utanç duyuyor­
d um.
Cemil elimi tuttu:
"Hayal kırıklığına uğrayacaksın . . . ..
«Sana karşı düşmanlığım yok, .. dedim.
" Kalacağın yeri bilmeliyim. .. dedi. «Nereye gi-
deceksin? ..
«Hayır, dedim, bilmemen gerekiyor. ..

1 39
B Ö LÜ M
i ki yanı meyhaneler, lokantalar, birahanelerle do ­
l u loş soka ktan gecerken b i r an d u rdu, çevresine
ba kınd ı N u ray. Kimi leri yorgun, dalgın, kimile ri öf­
keli, sıkıntılı , kimileri keyifli ya da a rsız görünen çe ­
şitl i yaşlarda erkekler . . . Çoğu esmer ve bıyı k l ı . . . Ye­
mek kokularıyle birlikte bir uğultu yayılıyordu d ı şa ­
rıya, sokağa. Nuray bir a n bu lokantalardan ya da
meyhanelerden birinin kapısını açıp gi rmeyi, kendi­
sine bu erkeklerin a rasında bir yer bulmayı geçirdi
içinden.
Daha önce de b i rçok kereler b u isteğ i d uymuştu.
Akşamüst i e ri , iş dönüşü, tatil g ü nleri. yol kıyıları n ­
daki biraha nelerden b i rine, kahvelerden birine g i r­
mek . . . Hep bir korku a l ı koymuştu o n u : «Bu kad ı n
ara n ıyo r.'> Bir k a d ı n i c i n n e kadar küçültücü bir ya r­
g ı ! Ö yle olsa bile, yalnızl ı k d uyc:;ın bir i nsan ya lnız­
l ı ğ ı n ı n gideri l mesi ni rasla ntılardan bek lese bile ni­
cin kü çümseniyord u? Erkek de olsa kadın da . . . Acı ­
ya , yalnızlığa daya nmak b i r e rdem, mutlu olma n ı n
yol larını a ramak ise ayıptı sa nki. H e m N uray kimse­
yi a ramadığına inandırıyordu kendini. Biraz özgürl ü k
tad ı duyabilmek, dilediği şeyi yapabildiğini görmek.
buydu özlediği . . . Hep ayıplanma korkusu . . .
B u gece otelden kaçarak başlattığ ı başka l d ı rışını
sonuna kadar götü rme isteğ i duyuyordu . Mehmet
Bey'e, Oktay Bey'e, Berna Hanı m'a kafa tutmuştu.
Şimdi de bu sarı ışıkl ı , i kinci sınıf lokantaları dol­
d u ra n erkek kalabalığına kafa tutma k istiyord u . Bu
kafa tutma isteğ inin onu bu gece nereye kadar gö­
türeceğini de kestiremiyordu . Yorgundu. Tavanından
k u rutulmuş deniz yıldızları , deniz kestaneleri sarkan .
duvarları deniz rengine boya n m ı ş şu fokantaya g iri ­
verse, karn ı n ı doyursa, i cki icse, hatta gersonia ya
1 40
da yan ı başında oturan bazı erkeklerle çekingenl i k
ve şaşkı n l ı k duymadan rasgele konuşabilse ne olur�
du? Erkekler onu, küçümseyerek ya da öfkelenerek
süzerler miydi? Bel ki de içlerinden bir i kisi bu yal­
n ızlığı gidermek için davranmaya nlyetlenir, bazı
muzip, kurnozco taktikler orordı. Birden yıllardır gö.:
ze o lamadığı şeyleri bu gece yapabileceğini sezdi.
i çeriye girecekti. Hem de hiç bir kad ı n ı n bulun ma ­
d ı ğ ı duma n l ı , kaba bir meyhaneye . . . Onların zorba l ı ­
ğıyla, gerifiğiyle savaşacaktı.
Artık korkmuyordu. onlardan.
Karanlik yolda, köprünün altmda birden duran bir
taksi . . . icinden firlayan iki karaltJ . . . Nuray'a doğru . . .
<<Şöyle bir gezinti . . . Gel anam!" Biri kolunu kavra­
mrştJ hemen. Sarhoştu ve sürüklemeye çallŞlYOrdu.
Nuray bağmyordu: «Defolunl Ö yle kodm/ardan de­
ğilim ben!>> Gü/üyordu öteki. Nuray güçsüz yumruk­
lanyla direniyordu. Birden karş1 kaldmmda beliren
ince bir kara1t1 . . . Koşup gelmişti. Onun karanlikta
seeilen delikanfiiJğJ . . . Girmişti ara/anna. Nuray'1
kurtarmrşt1. Nuray caddeye doğru koşmuştu. Bir
'
kah venin önünde duran yabanci erkeklere doğru.
<< Yardim edin!" diye bağmyordu. Onlarla birlikte köp­
rünün altma döndüğünde ortal1k sessizdi. Taksi yok­
tu ve onu kurtaran delikanli yerde yüzükoyun yati­
yordu:
Tek başma evine döndüğü gecelerde . . . Durakta
beklerken bir sarhoş yüzünü yaklaştlfmJŞtJ ona. Or­
kütücü erkek karaltJ/an . . . Saldifon soluk/ar, sözler:
<< Yavrum!" « . . . . . . . . . seni!�. c. . .. . . . . . . . . yiyim!» Onlara
!< arşi içinde kabaran ac1 öfke . . .
Bir tren yolculuğunda, gece, tuva/ete gitmek için
koridora ClktJğmda, yüzünü aç1k pencereye, soğuk
havaya vermiş ve bir şark1 mui/danan genç bir adam
bedeniyle birden yaslanmlŞti ona. Gülümseyerek . . .
Nuray nerede olduğunu, kim olduğunu unutarak sa­
vurmuştu elini. Savurduğu tokat. . . Vurmuştu erke­
ğe. Karş1smda durmuştu. Koridorda hiçkimse yoktu.
Tekerleklerin sesinden başka bir ses duyu/muyordu.
Erkek de donup kalmlŞti. Yabanci, kafa ve ürkek bir
Gene Kız ve Ölüm 141
yüz . . . Nuray yürüyüp gitmişti. Dönüşünde bir sona
yaklaŞif gibi duymuştu kendini. Cinayet haber/en:
zorba/tk, tecavüz. . . Onuru kmlan erkek her türlü
şiddetle donanmiŞ bir şölen sunuyordu kendine. o ­
n u r kmkltğt iştahtnt arttmyordu. Doymuyor v e avmm
cantnt da altyordu . Oysa erkek trenin /oş koridorun­
da yoktu. Çekilmişti. Nuray kutluyordu başartstnt.
Erkeği ezebilmişti. Aynt anda bir buruk/uk . . . Erkek
yüzünü soğuk havaya vererek bir şarkt mmldantr­
ken neyi öz/üyordu? ince kumaştan, buruşuk bir ta­
ktm elbise üstünde . . .
E rkek yoksunluğuna başka ldırmak v e öcünü ka­
d ı ndan almak istiyordu. Ü rkek kadından . . . Yoksun
erkek gücünCı gösterebilmek icin kendisinden daha
yoksun varl ı ğ ı n üstüne çılgı nca atıl ıyordu. Oysa ka­
dın kendi yoksun l uğunun üstüne kapanıyordu çoğu
za man.
B u gece bütün varl ı ğ ın ı ' bir isyan duygusu içinde
tü ketmeye hazır d uyuyordu kendini.
N u ray göze a lacaktı h erşeyi. Meyhanenin kapısı ­
na doğru yürüdü. Ama b i rden nasıl oldu. yanında
sanki bir h ışırtı d uydu. i şte yine kızı, dudaklarını
büzmüş, kaşlarını catmış, tozl u, bağcıklı ayakkabı ­
larıyle geçiverdi ya nından:
«Sınıfl a r a rasındaki çel işkiler yerine kadınla erkek
arasındaki çel işkileri körü klemek . . .
Acaba an nesi nin b i r meyhanede e rkeklere kafa
tutara k olay çıkard ı ğ ı n ı duysa ne düşünürd ü ?
N u ray gizl ice, bu ışıklı v e d u m a n l ı yerlerde sıkı ­
şo ra k oturmuş erkekleri süzdü . B i rden alatu rka bir
müziğin. eski bir şark ı n ı n dolup taştığı küçük bir
meyhanede el lerinde kodah ierini tutarak, başların ı
h ü zünle salayı p kon uşan i k i erkek i l işti gözüne. Hü­
zün ve keyif a rasında bocalayan , eski bir şarkının
acı d uyarl ığına göm ü l mü ş bu erkekler. . . cı: Susayan
ı rmak a ra r . . . )) Şark ı n ı n koyu bir şerheti andıra n ez­
gi si akıp gidiyordu.
N u ray bir a n meyhanenin kapısı önü nde donaka l ­
d ı . Sanki b i r el kol u ndan tutup geriye çekivermişti
onu. Başını önüne eğdi ve yürüdü.
1 42
B i rden cantasının üstüne bestırdığı pardösünün
ön kol unun yerde süründüğünü terketti. Durdu. Nay­
lon torbayla, cantası nı bir d uvar dibine yaslad ı . Par­
dösüsünü aldı. Giydi. Hava da serinlemişti biraz. Ya­
n ı ndan geçen iki erkeği n ken � isine baktığını, sonra
g ü lerek bi rbirlerine birşeyler söylediğini görd ü . Ara­
baların a rasından karşı kaldırı ma geçti. ışıklı vitrin­
Iere baktı . Evlerine doğru giden insanlar. . .
I ki yanı kestane ağaçlarıyle çevri l i sokağa geldi.
Sokak ıssızd ı . Dudakları n ı büzdü, d i l i n i damağ ına
dayadı ve bir erkek g ibi ı s l ı k calora k bir soka kta yü­
rümenin tad ı nı duyrmık isted i. Küçük bir tad . . . Ağla­
mak istiyord u . J s l ı k -çalmak, şarkı söylemek, ağla ­
mak . . . Eskiden bu sokaktan geçerken düşüncelere
dolardı. Kendi hayatı nın seyircisi d u rumunda ka l­
mak dokunuyordu ona. Hayatı başka ları tarafından
d i kilmiş bir el bise gibi taşımak . . . Onu yetiştiren ha­
rası, okullar, i l k tanıdığı ve kendisine benzerneye
ça l ı ştığı bir erkek olan Cemi i . . . Cıkarmak istiyordu
b u elbiseyi üstünden ve ne yapmak Istediğini a n la­
mak istiyord u. Hayat sanki bunun icin veril m işti in­
sanlara: «Ne yapmak istediği mizi anlamak icin . . » .

Gökyüzüne baktı. Cantası yine ağır oğır kayıyor­


du terli elinden. Birden kalbi nde koşan bir atlı . . . Hız­
lanan ve uza klaşan b i r atlı . . . Son y ı llarda ona zama ­
n ı n d üşmanlığı nı hatırlatan carpıntı . . .
Bakanlığın misa firhanesine gelince Sefer'i a radı.
Havalar güzel leştiği icin lokanta yine bahçeye taşın­
mıştı. Baka nlı kta ça l ı şan çoğu yü ksek dereceli olan
memurlar her zamanki gibi dold u rmuştu masaları.
B i r tek kapıdan giri l iyordu bah çeye. Arka kapı ka­
patıl mıştı. Sefer N u ray'ı şaşkınlıkla karşıladı. Ona i l ­
gi gösterd i . Eski b i r yengeydl o. Sefer'in emrinde
şimdi garsonlar, komiler çalışıyordu . N u ray onu ger­
sonluk yaptığı günlerden tanıyord u . Göbek bağla ­
mıştı ve zaman zaman masaların arası nda dolaşıp
müşterilerle sohbet ediyordu. N u ray'ı d uvar k ıyısın­
daki , söğüt dallarının altındaki masaya oturttu. Ay­
ran getirtti. Uza klaştı . N u ray sırtını kamburlaştı rarak
bardağı el lerinin a rasına aldı. Masalarda oturanlar

1 43
süzüyord u onu. N uray ise yine davranışiarına ve yü­
züne erkeksi bir anlam vermeye çalı şıyordu. Ken d i ­
ne güvenen, kendine yeten bir k a d ı n . . . Yorgunluk
duyuyordu Nuray. Hep olduğundan başka türlü gö­
rünmeye çalışmak, erkek gibi güçlü görünmeye ça­
lışmak . . .
Kendisini merakla süzenleri görmemek icin. söğ üt
daliarına ve kara n l ı k sokağa baktı .
Sefer geldi oturdu ya n ı n a . Bir a partma n yaptı rmış
ve bir araba satın a l m ı ştı. Burada otura n çoğu yük­
sek dereceli memurlardan daha zeng indi. Sivas'ın ·

bir köyünden 1 4 yaşındayken ayrı l ı p b u raya, a k ra ba­


ları n ı n yanına gel mişti. Bir koc kışı paltosuz geçir­
mişti. Komi l i k , garsonluk. şefi ik . . . Gitgide yükse l m iş.
sonra da ucuz a rsa l a r al mıştı . Sefer buradaki müş­
terilerin coğuyla ahbab gibi ol muştu a rtık, ama bir
k ı rg ı n l ı k da taşıyord u onlara karşı. Sefer'in beş ço­
cuğu vard ı . Hepsin i «en iyi şekilde okutmak» isti­
yordu . En büyük kızını geçen yıl kolej sınaviarına
sok m u ştu. Kızıyla birl ikte sı nava g ittiğinde orada
buranın deva m l ı m ü şteri le ri nden bir kacına rasla ­
m ı ştı. Onlar da cocukları n ı sı nava sokacaklard ı . Se ­
fer'i orcıda görü nce şaşırm ışlard ı . «Sen ne a rıyorsun
burada?.� diye sorm uşlard ı . Sefer içten ice a l ı n m ı ştı.
O da onlara sormak istemişti : « Peki siz ne a rıyor­
sunuz burada?>) Gül üyord u bunları a n l atı rken . On�
ları iyi ta nıdığına inan ıyord u artı k. Onlara karş ı eski
cekingenliği kalmam ı ştı . Bazı ları garsonları tersliyor­
du. Bir de çok içip sarhoş ol unca kendi araları nda
sert tartışmalara giren leri , k ı rıcı olan ları görm üştü
Sefer. Yine de onların nazik ve iyi insanlar olduğu ­
na inan ıyordu. Yemekler pahalandığı icin öğrenciler
de ancak meşru bat içmeye gel iyorlard ı .
N u ray b i r ödCıl a ld ı ğ ı n ı söyledi. Cekingen bir g ü ­
lü msemeyle. Hafif bir şaşkı n l ı k bel i rd i Sefer'in yü­
zünde. Anlamadığı bir kon uda soru sormak. kon uş­
mak istemiyormuş gibi davrandı ve şu soruyu sord u
ona: ' Siz n iye ayrıldınız abla? V alla ben sizi iyi an ­
laşıyor görüyordu m .>) <<Boşver,>) dedi Nuray.
Sefer kuşku ve cekingen l i kle süzdü onu.
1 44
Bu sabah bir kasa l i mon icin 500 lira ödediğ ini
söyledi birden. M üşteriler durmadan l i mon istiyor­
l a rd ı . «Limon icin de ayrıca para istemeyiz kiı> dedi.
Sefer'e televizyonun nerede bulunduğunu sordu
N u roy . üst kattoydı. Çıktı basamakları. Eskiden ta­
nıdığı oturma salonuno gel i nce kapıyı actı. Bir ma­
san ı n çevresinde topla nmış bir erkek grubuyle kar­
ş ı l aştı birden. Çoğu orta yaşlarda ya do orta yaşın
ü stünde erkeklerd i . Kravatlorı n ı gevşetmiş olanlar,
ellerini alın larına dayamış olanlar, gü lenler ve tedir­
gin görünenler . . . <:Televizyon nerede acaba?•
Hepsi aynı a nda ba ktı l a r ona. B i ri ayağa kalktı.
Yorg u n ve alaycı g ü l ümseyişiyle yürüdü N u ray'a
doğru. «Yukarda hanı mefendi.»
Aynı anda eliyle kır sacları n ı karıştı ra n ı biri de:
<:Buyurmaz mısınız h a n ı mefendi?>> dedi, alaycı bir
gülümsemeyle. N u ray i rki lmiş gibi geri döndü .
Kapıdan cı kmaya hazırlanırken gözü i lişti yuvar­
lak masaya. Oyun kağıtları yayılmıştı. Ö zür diler gi­
bi teşek kür etti. Yuka rı doğru çıkan ilk basama kta
d uyd u onları n kahkahalarını. Bu kah kaha lar o n u n la
i l g i l i olmal ıyd ı . Ne düşündüler? Acaba ne düşündü ­
ler? Gecenin bu vaktinde serüven susuzluğu i çi nde
yalnız ve şaşkın bir kadın olduğunu mu düşündüler?
Ayağa kalkıp bir fırsatı kaçırmamak ister gibi g ü l ü m­
seyen arkadaşla rın ı n boşa giden 9irişimine m i gül­
düler?
Ü st salona ç ı ktı. Televizyon un karşısında dört kol­
luk vard ı . Koltu kların birinde kıvırcı k beyaz saçlı,
ince yapı lı bir adam gerinir gibi oturmaktaydı . Elin­
de b i r kadeh v a rd ı . Başı n ı arkaya yaslamıştı. Ö teki
üç koltuk boştu ve N u ray az önce biri ken öfkesiyle
meydan okumak istedi adamın ona yönelen şaşkın
ve kuşkucu bakışlarına. Arada iki boş koltuğu bıra ­
kara k otu rdu, başım o n a doğru cevirmemeye ça lış­
t ı . Dimdik oturd u; kol larını göğsünde kavuşturd u.
Bir ağırbaşl ı l ı k ka lıbına dökmüştü kendini. Salonun
dip tarafında bir kanepe vard ı ve orada da iki e rkek
hem konuşuyor hem de televizyon seyrediyorla rd ı .
Asık bir yüzle, d i m d i k oturdu N uray. Erkeklere ge-
145
reksinme d uymayan, onların a rasında tek başına
kalmakta n da korkmayan bir kadın . . . Hırs bürümüş­
tü içini . Değ işsinler diyordu, kendi d üşünce kalıp­
ları n ı n d ı şına çıksınlar a rtık! Evde bıra ktı kları karı­
ları nı n ya da dışard a gördükleri cekingen, çocuksu
güçsüz kadın ları n ve hayatları n ı yırtara k kendilerini
başıboşluğa bırakan kadınları n dışı nda başka kad ı n
kişi l i klerinin varolduğunu görsünler. «Onlara karşı
d ü şüncelerim ve sözlerim var ben im.\) Televizyon­
dan gözleri ni ayırmıyord u ama ekrandaki görüntüie­
rin farkına varamıyord u .
Birden yandaki a d a m ı n elinde kadehiyle başı n ı
ona do� ru uzattığını ayrımsadı. Konuşuyordu . Du­
man ve loşluk içinde, kaymış, yorgun g ü l ümseyişiy­
le. Birden i rkilerak çevirdi başını N u ray. öteki mırıl­
dan ıyord u :
« Deminden beri ba kıyorum size. K i m e benziyor­
sunuz diye. Sonunda buldum. Siz Annie Cirardot'yu
bilir misiniz? i şte o a rtiste benziyorsunuz . . . Ne içer­
siniz?»
N u ray öfkeyle çevirdi başını, «Bir erkek bir kadına
nasıl yaklaşmalı? Hangi oyunlarla, hangi kalıplara?
Bütün bunları öğrendiğini sanan bir erkek i şte . . >> .

«Hayır hayı r, teşekkür ederim.\) Bir a n adamın yü­


zünde birşeyi öğrenmek isteyen bir çocuğun şaşkın­
lığını gördü. Kendinden emin ama, mutsuz yüzünün
gerisinde .
N u ray kol ları n ı yeniden göğsü nde kavuşturd u ve
adamı umursamadığını belirtmek için televizyonda­
ki fil m i i lgiyle izliyormuş gibi göründü. Kadehi daha
h ızlı boşalttı adam. Gersondan yeni bir Içki istiyor­
du. Nuray ka l ktı ve ona yüzünü h i ç çevirmeden er­
keksi bir yürüyüşle çı ktı salondan. Basa makları inip
karanl ığa çıkı nca içten, yalansız bir ilginin özlemiy­
le yanıyordu içi. . .
Dolmuşta yanına otura n temiz v e uygar görünüş­
lü, orta yaşl ı bir erkekle yolların d üzensizliği ve ha ­
van ı n soğu k l uğuyle ilgili kısa bir konuşma geçmiş­
ti a ralarında. Küçük bir şaka sonra . . . Geçici. insan­
ca bir yakı n l ı k . . . yumuşak bir güven d uygusu . . . Has-
1 46
taneye gidiyordu N u ray. Dolmuş kalaba l ı k caddede
ilerlerken susmuştu i kisi de. N u ray birden cantası ­
n ı n üstünde d uran kendi eline değen elin varlığıy­
la irkilmişti. i çinde acı bir duygu, yeniden bir dü­
şüş, haya l kırıklığ ı . . . Erkek sanki aşağılıyordu onu.
Tan ı madığı bir erkekle bu kadar kolay konuşan bir
kadın . . . N u ray elini çekmiş ve yüzünü pencereye ce-
virm işti. Hep erkek tarafından aşağıla nma korkusu . . .
Erkeğin tensel yönel işinin uyandırdığı ü rküntü . . .

Hem bu ü rkütüyordu onu hem de h içbir erkeği n i l ­


g i s i n i çekmeyecek bir kadın d u rumuna gelmek . . .
i stanbulda, vapurlardaki, yol lardaki erkek kalaba­
l ı kları . . . Esmer, dağ ı n ı k yaban ı l . .. Erkeklerin bakış­
ları bir kadın bakışına konmaya calışan kuşlar gibi
a ranıyor. Taşralı, kaba , katı duruşlu erkekler. . . Te­
d i rgin şeh irli kadı n l a r. . . i clerinde gizli bir bekleyiş­
le ve çevredeki erkek bak ışları n ı n uya ndırdığı umut­
suzlukla uza klara ba kmaya caba l ı yorla r. Erkeği n
bakışına yakalanma maya . . . Deri n v e koruyucu bir
aşk gerekiyor onlara . . . Kibirl i , don u k, sıkıntılı bakış ­
lar. . . Nu ray bu ü rkek ve kaba kalaba l ı kların a rasın ­
da nasıl bir özgürlüğe kavuşmak istediğini bilemi­
yordu .
Odasına çıktı. Bir yatakla, bir masa nın a n c a k sığ­
dığı bir odaydı bu . Yatağın ayak dibi nde küçük bir
el bise dolabı vardı . Lüks otelde bel leğinde can l a n a n
görü ntüler yoktu ş i m d i . Daha çok kendi hayatı n ı n
parçacıkları kısa a nlar içinde belirip siliniyordu. An­
kara 'ya Gernil'le ilk geldi!;ii günler . . . Karanlık oda ­
da bir an pişma n l ı k l a sarsı ldı. Bir süre sonra yüzün­
deki çizgiler derin leşerek, bedeni daha da gevşeye­
cek, bozulaca ktı . Hiçbir erkek h ayra n l ı kla bakmıya- ·
caktı ona. Bunun acısını duyuyordu; yine de, genc­
l i ğin son basamağı nda ona ilgi gösteren erkeklere
karşı l ı k veremiyordu . Bu erkekler geri ve yan lışlar
içinde görünüyordu ono. E lbiselerin i çıkard ı , iskem ­
lenin üstü ne bıra ktı . Yatağa g i rd i . Beyaz çarşaftan
yayılan sabun kokusuna yüzünü gömdü.

147
B Ö LÜ M

Pencerenin önünden geçen bir kuş kümesi uyan ­


d ı rd ı onu. Oda sabah güneşiyle ısınmıştı . i lerde b i r
ağacın yaprakları titreşiyordu.
Geeeki sıkıntısı dağı lmıştı. Giyindi. Odadan çıktı .
Eli ndeki anahtar paslı bir a nahta rdı. Ama bu göste­
rişsiz loş koridorda l ü ks otelde olduğundan daha öz­
gür d uyuyordu kendini. i ndi basamakları. Otel ses­
sizd i. Aşağıdon ka pkacak gürültü leri ve su sesi gel i­
yord u . Komiler bahçeyi yıkamış, çayı demiemiş ol ­
malıydılar. N uray ağır demir kapıyı çekti ve bahçe­
ye çıktı.
Ayaklarının altındaki toprağa m ı h lanmış gibi do­
nup kaldı birden. Sulanmış boş bahçede, sabah gü­
neşinin a ltında , d uvar kıyısındaki masada tek başı­
na oturan kır saçlı adam!
Yıllar süren uza k l ı ktan sonra ona neyi hatı rlatmak
istiyordu? N u ray şaşkı n l ı k ve ürküntü içinde kala ­
kalmıştı.
Cemi! gülü msüyordu. Yirmi yıl öncesi n i n duygula­
rı, ilk ateş, ilk başkaldırış, Ilk erkek soluğu gülüm­
süyordu.
Cemi! ayağa kal ktı :
« Nuray . . l'> O n u bahçeden, odalardan , mutfaktan.
.

kapı önünden, beyaz bir tülün gerisi nden çağ ı ra n


ses:
«Merhaba .:.
Tokalaştılar.
N u ray dudağrnrn kıyısında bir titreme, gözlerinde.
bir bulanıklık la bir an baktı ona.

148
NURAY İLKİN'İN ROMANINDAN

.. Kıyı boyunca y ürümüş tük . Utangaçlığımızı


bastırmak için hemen kitaplardan sözetmeye
lwyulmuştuk. Camus'nün • Yabancı.,sından . . .
Kendimizi yaşadığımız çevrelerde birer yabancı
g i bi görmekten büyülü bir tad alıyorduk. Namaz
kılan büyüklere, çehiz hazırlayan genç kızlara,
çocuklarına karşı sinirli, kocalarına karşı kor­
kak, d ışa rı y a karşı utangaç kadınlara yabancı
d uyuyorduk kendi mizi. Ellerimiz ceplerimizde ,

önümüze bakarak d üş ün eeli gülümsemelerle yü­


ri.iyorduk.
Bir başka b u lu şmada ıssız bir tepeye çıkmış­
tık. Bir tümsekten atladı Cemil ve az ilerde du ­

rup beni bekledi. Onun gibi atıadım ben de,


.. sravo, dedi Cemi!, erkek kızsın sen."
H o şl an d ı m bu sözünden ve erkek kız gibi
davranma y a çal ıştım. «Aile kızları .. yla alay edi ­

yord u . K e ndine hiç yakın bul m u y ordu onlan . "

.. Yağm u r yağıyordu. Kışın sevgiiiierin ürkek


gezindiği o parktaydık. Hava kararıyordu. Su­
suyorduk. Ağaç dallan fısıldaşıyordu. Hava da­
ha da kararsın, ağaçlar daha da sıklaşsın yağ­
ın ur daha da hızlan sm ve aşkın n e ol duğun u

anlıyalım diye bekliyorduk sanki. Aşk neydi?


G ökyüzü ,.e toprak uzaktı birbirine. Yağmurdan
1\ onınmuyorduk. Hayatın gizlerine baş kaldırı­
,·or gibiydik. Yağm urdan, karanlıktan, sessizlik­
t e n korkmazsak bulabilirdik belki . Ama değil mi
ki yağmur altında birbirimize gülürnsüyorduk,
ôyleyse aynı şeyi bekliyorduk.
" K ardelenler" dedi o önüm üzden uçuşan kü­
�· ük siyah kuşları göstererek.
Ben korkuyor, susuyordum. Yürüyelim ve ilik­
le rimize kadar ıslanalırn. Hayatın büyük gizi çö­
l ü l ür belki. Caddeleri dolduran insanlar birbir-

149
lerinden kaçar gibi hızlı hızlı yürüyorlardı. Ço­
cukluğumda annemin kucağındaki sıcaklığı ta�
nımıştım ve o sıcaklığı hemen yitirmiştim. Ar­
tık onsekiz yaşındaydım ve dünya üşütüyordu
beni.
Durdu o. Beni kolumdan tuttu. Bir yerlerden
süzülen hafif ışıkta yüzüme baktı. Gizin çözül­
mesini hem bekliyor, hem de ürküyordum. San­
ki o anda dünya bir dinarnit gibi patlayacak,
parça parça dağılacaktı.
Herşey ıslak, sessiz, soğuktu. Yalnız onun so­
luğu saman yolu gibi geliyordu bana doğru . Ka­
ranlıkta . . .
.. sevgilim. "
.. Mavi puanlı bir frankgömleği vardı. Teni ya­
nıktı. Alnında ter damlacıkları beliriyordu. O za­
manlar upuzun gölgeli yollarıyla o park şehrin
geniş asfaltının üstünde sevgilileri gizliyordu.
Bir ağacın gövdesine sırtımı dayamıştım.
Hayat uçuk mavi, bulutsuz ye ürperişler için­
de görünüyordu bana. İkimiz de bir tek şey için,
yaşıyorduk: Aşk için.
Düzgün alınlarımızda ikindi güneşi parlı yor­
du. Ellerimiz korkak, ve telaşlıydı . "

.. Denizi gören tepede, bir ağacın gölgesinde


oturduk. Toprağın ve ağaçların kokusu, gökyü­
zünün maviliği, kuş sesleri, verilmişti bize. Bü­
tün güzellikler. . . Birbirimizin yüzüne bakıyor­
duk. Gernil'in eli yüzüme dokununca ürperdim.
Dünyada en çok onu seviyordum. Ama bu doku­
nuştan hoşlandığım için büyük bir korkuya ka­
pılmıştım. İçinde gizli bir kötülük taşıyan erkek­
lerden biri değil miydi o da? Bağda elinde bas­
tonuyla homurdanarak dolaşan eniştem, otobüs­
lerde kasıkiarını kadınlara değdirmeye çalışan
terli ve kaba erkekler. . . Gernil'in beni bütün kor­
kularımdan, bütün erkeklerden kurtarmasını is-

1 50
tiyordum. Utanç ve mutluluk içinde gerilmiş,
bekliyordum. Gernil'in yüzü yaklaşıyordu. Onun
olmak ve yok olmak . . . Eli boynumda, omuzla­
rımda dolaşıyordu . Hiç kimseye benzemed.iğimi­
zi, bu anı bizden başka kimsenin yaşarnarlığını
sanıyordum. Aşk buydu sanki: Kimseye ben­
zememek. u Terbiyeli aile kızları gibi davran­
mamalısın » diyordu GerniL « Özgür bir kız ol­
malısın sen . » Gernil'in rludakları bana yaklaşın­
ca, artı){ hayatın son anını yaşıyordum. Böyle bir
andan sonra yaşanacak başka bir an kalmıyor­
muşuro gibi geliyordu bana. Dudakları dudakla­
rıma değdi. Dünya kapkaranlıktı ve ben karan­
lığın içinde bir titreşimdim. Bir damlaydım. Ken­
dimin karanlıklarında yuvarlanan bir taştım.
Dudaklarımda yanan alevdim. Ağlamıyordum,
ama bütün varlığım bir ağlayış, bir haykınştı
sanki. Birden gökyüzü ve yeryüzü üstüroüze yı­
lulır gibi oldu. İ rkilerek birbirimizden koptuk.
K u ru , çatlak, acı bir erkek sesiydi bu. Başında
takkesiyle, ayaklarında yırtık pabuçlarıyla, uzun
boylu, otuz yaşlarında, esmer bir erkek . O an . .

bir ceza olarak belleğime çakılıp kalan gölge . . .


Cemil'c dikti kinle parlayan gözlerini:
.. Ar namus kalmadı mı artık?»
Cemil ürkek ama inatçı bir yüzle baktı ona.
"Bir daha sizi burada görürsem kemiklerinizi
k ırarım , dedi adam. Toprağa bakıyor, gömül­
ınek istiyordum. Gernil beni hafifçe kolurodan
t u t t u , kaldırdı. Adama durup baktı bir an, son­
ra şöyle mırıldandığını duydum:
"Biz kötü bir şey yapmadık ki.»
.. s . . . ol, hadi » Haykırıyordu adam, yüzünün ya­
rısını kaplayan bıyıkları titriyordu.
Tepeden inerken insan olmak, kadın ve erkek
o l mak artık çirkin görünüyordu bana. Gernil'den
de korkuyor ama ona bütün gizlerimi açtığıını
v e bu yüzden ondan ayrılamıyacağımı sanıyor­

cl u m . »

151.
Kıyıda dolaştık ve bir büfeden bir şişe kon­
yakla, iki sandviç aldı Cemil. Karanlık ıssız bir
yerde ağzına dikti şişeyi, sonra gülümsiyerek
bana uzattı. Erkek kız olduğumu, «aile kızı , ol­
madığımı gösterebilmek için tadını hiç bilmedi­
ğim bu içkiden bir yud�m aldım. Yüzümü bu­
ruşturduğumu gizlemek istiyordum. Cemil kolu­
nu omuzuma doladı ve kıyı boyunca ağzımıza
şişeyi dike dike gidip gelmeye başladık. Ne gü­
zel şeydi yoldan geçen arabaları, apartmanların
balkoniarında oturanları umursamamak! Aile
kızları annelerinin ve halalarının yanında ak­
şamları nakış öğrenirken ben uzakta, çevreme
yabancı ve bir erkeğe yakın, sarhoş oluyordum.
Cemil bana Ianesco'nun oyunlarından bazı sah­
neleri anlatıyordu. Gergedanı anıp anıp gülü­
yordu. Topluma, kurallara uyanlar gergedanla­
şıyor işte. Kurallara uymamak toplumdan uzak
kalmak için birbirimizi git gide daha çok sev i­
yorduk.
Kıyıdaki duvardan atladık ve çakılların üstü­
ne uzandık. Soluk soluğa öpüyordu beni. Sular,
denizin küçük dalgacıkları ayaklarımı ıslatıyor­
du. Ay ış}ğt gözlerime akıyordu. Kayıp gidiyor­
dum boşluğa, bilin mez bir yere doğnı . Ağlama­
ya başladım. "
B Ö LÜ M

<<Tabii, dedi otururum. Çok şaşırd ı m . Yoksa sen


de?>>
Parmağıyla oteli gösterd i .
Ceml l buruk v e yorgun g ülü mseyişle:
« Evet, ded i. Burada kaldı m.:.
«Ama . . '�>
.

« Gece geld i m . Sefer'den öğrendim . Sen odana cık ­


m ıştın .>>
«Nasılsın?>> d iye sordu Nuray. Şokaklara doğru
uzayan bu küçük oklar, a l ı ndaki beyaz sac teller!.
Yıllar . . .
«Eh . . . » Bu soruyu sormamalısın der gibi h afifçe
boynunu eğdi Cemi!: «Kutl a rım.�
<<Teşekkür ederim .»
N u ray ellerini nereye kayacağını bilemiyord u . Be­
deni sanki parcalara ayrıl ıyor ve o bu parcaları bir
araya getiremiyordu.
«Belki de yanyana iki odada · "
..

«Belki de . . . »
«Ne rasla ntı . »
. .

« Evet, öyle . . . '>


<< Kız nasıl?& d iye sordu Cemi l .
Şiddetli b i r yağmurdan korunmak i c i n Ikisinin d e
sığı nmaya çal ı ştığ ı bir sacak a ltı gibiydi kızları.
« i yi, dedi Nu ray. Sana yazıyordur. . . »
Kırık bir g ü l ü msemeyle uza klara baktı Cem i l :
« Evet, dedi, zaman zaman beni eleştirrnek ve ba-
na gercekleri a n latmak icin yazıyor.»
«Yalnız mısın?'> diye sordu sonra alcak sesle.
« Evet.>> dedi N u ray. Ö n ü ne baktı. «Ya lnızı m. Ya
sen?,
Başını salladı Cemil. Bir an gözleri n i kacı ı·d ı .

153
Sonra birbirlerine sessizl ik içinde baktı lar. O an
bir yerlerden düzg ü n aralıklarla bir su damlıyordu
sanki. I kisinin arası na, ikisinin içine . . .
«Ankara'ya niye geldin?� d iye sordu N u ra'r'-
0 a n «Seni n icin• sözünü bekliyor ve ürküyord u
bundan. Cemi! o n u görmek, onunla konu ş ma k icin
Ankara'ya geld iyse suçluluk duygularıyle ezi lecekti
N u ray. Ama bu sözü d uymayı da istiyord u . Bu sö­
zün sıcaklığını, coşkusun u gizliden g izl iye özlüyor­
du.
Oysa Gernil'in yüzünde eskiden görmed iği alaylı
ve a cı masız bir gülü msayişin dalaştığı n ı gördü:
«I flas etmemek icin . . .. dedi Cem i l . Sonra iskem­
lesine yasiandı ve bezgi n , tembel bir biçimde gerinir
gibi yaptı.
«Anlayamadım, dedi N u ray, Nasıl yani?»
i çinde birşeyler k ı rı l m ı ştı.
Cemi! kol ları n ı göğsünde kavuşturdu. Gözlerinde
garip bir pırı ltıyla süzdü N u ray'ı .
«Zor d urumdayı mı> dedi, kayıtsız görü nerek.
<< Durumun u iyi san ıyordum.:ıo
« Evet. iyiyd i, ama bozuldu.>> Sustu b i r a n . << Bir
ihale icin geldim . Alabi l i rsem . . . Bir banka i nşaatı . . .
I şte böyle . . . » Yine bezgin ve bozulmuş bir gülü mse­
me belirdi yüzünde, <<Zengin olmak istiyorum.'>
«Son ra?»
«Sonra . . . Sonra calışmadan yaşayacağım. Hayatı­
rnın son una kadar. Zaten n e kaldı ki?»
Baş ı n ı çevi rd i. Ağacl ı k l ı yola baktı. O sırada iki
gene kız gülerek geçiyordu ka ldırımdan. Birinin kı ­
zıla boyal ı saçları ince omuzları nda, gergin sırtın­
da dalgalanıyordu. Cem i! gözleri n i kısarak , hafif bir
gülümsemeyle baktı on lara. N u ray birden içinde bir
acı n ı n titreştiğini duydu . Birşey söylemek icin ağzı­
nı acaca kken Gern il'in gözleri n i hôlô onlardan ayı ra­
madığ ı n ı farketti. Eskiden hiç yapmadığı birşeydi bu.
Genç kızlar gözden kayboldular, ama Cemi! dalgın­
l ıkla kaldırıma bakıyordu hôlô. Ağzı n ı n i ki kıyısında
derin iki çizgi . . . Gülü msüyor gibiydi, ama um utsuz­
luğun i nce b u l utu geçiyordu yüzü nden . Esnedi bir-
1 54
den: oı:Ne güzel hava . . . �
«i şini bırakınca ne yapacaksı n?• diye sordu Nu­
ray. Az önceki k ı rgı n l ı ğ ı n ı n öcünü a l ı r gibi alaycı bir
sesle.
Cemil baktı ona, sonra boşın ı saliayarak alaycı
ve buruk bir biçimde güldü:
« Korkma, dedi. Ben aşkımızı anlatan bir roman
yazmam. Bağımsız olacağım ve herşeyden umudu
keseceği m .»
N u ray öfkeyle sarsıldı. El lerini masanın ü stünde
kenetledi. Parmaklarını sıktı. Ö nüne baktı.
«Telôşlanma, dedi Cem i ! . Seni suçlayacak deği­
lim. Aşkımızı güzel an latmışsın. Şiirsel bir a nlatım­
la . . . Ben de öyleyim işte. Romanda anlattığı n gibi . . .
Korkak, bireyci, içe kapa n ı k v e hôlô sana a ş ı k . . · "
<<Böyle konuşmamalısın� diye m ı rı ldandı Nuray.
Cemi ! yeniden yola bakarak gülümsed i :
« N iye tedi rg i n ol uyorsu n ? Gerçekçi olmarnı iste­
yen sen değil m iydin? i şte söylüyorum gerçeği . . . �
Çevirdi yüzü n ü . Ciddileşti:
<' Ya nlış anlama ama , dedi, bana dönmeni istemi­
yorum a rtık. Acılar insanı dolduruyor ama b i r yere
kadar . . . Daha öteye deği l . I nsan sınıra geliyor ve
donuyar herşey. Ö yle oldu. Para kazanacağı m a ma.
Epeyi . . . M i lyon lar vuracağ ı m ... » «Sonra?» dedi Nu-
ray. 1
<< Sonra . . . » Gern i l ' i n yüzünde yine o bezgin., kayıt­
sız g ü l ü mseme . . . << Gideceği m . . >>
.

« Nereye?,
«Her yere . . . Çok uzağa . . . Para tükenineeye ve
ölünceye kada r gideceği m .» Nuray dalgınlaştı:
« Nicin yazmayı düşünmüyorsun?� ded i, hafif bir
sevecen! i kle.
«Yazmak mı? Güldü Cem i ! . Benim yazdığımı kim­
se beğenmez ki. Tutup da erkeğ in kurtu luşu üzerine
bir roman mı yazayım 'ben de?ı> Yine güldü. «Ne ya­
zayım? Ben kah ramanları anlata mam ki! Yazsam
yazsam herşeyin gü lünclüğünü, anlamsızlığını değrr .
sizliğini v e geçiciliğini anlatırı m . Oysa insanl a r ter­
sini bekliyor artık. i yimserl i k, inanç, özveri, b : ; : ı ; ç ni-
1 55
bi şeyler. . . » Askasına yasiandı ve bacaklarını öne
doğru uzattı. Eliyle saçla rı n ı geriye doğru taradı:
«Boşver. A rtık en iyisi zengin olmak. Babamı en
iyi doktor! a ra göstereceği m . Londra'ya bel k i . . >> Sus ­
.

tu. Sonra yeniden gülümsedi ve öç a l mak ister gibi


üstten baktı N u ray'a :
«Şöyle genç ve güzel kadınlarla da oyalanırı m bi­
raz.»
Bir süre a raları nda sessizl i k oldu. N uray Camii'in
kendisini ezmeye çal ı ştığ ı n ı sezmişti. Bel ki artık bir
erkeğin i lgisini çekerniyecek kadar yaşlanmış ve çir­
kinleşmiş olduğun u h issettirmek istiyordu ona. Bir
süre sessizlik oldu aralarında.
« Ba ban nasıl oldu?• diye sordu N u ray. «Seçkin
art ı k onun ayağa ka l kamadığını söylüyord u . Ö yle
mi hôlô?»
« Evet, dedi, bir yıldır öyle . »
. .

N u ray önüne bakarak sustu . Cemi ! de bu konuda


daha fazla konuşmak istem iyormu ş gibi başın ı çe ­
virdi, yen iden sokağa baktı .
<<Konuşabiliyor mu?>> diye sordu N u ray.
« Konuşuyor. Zaman zaman. . . Günlerce susuyor.
Sonra beni yanına oturtuyor ve a n ı larını an latma­
ya başlıyor. Yuna n l ı lara karş ı çetecil i k yaptığı g ü n­
leri. kardeşlerini . . . Karma karışık şeyler anlatıyor.
Geçen gün fabri ka nın önünde an nerne nası l rasladı­
ğını anlattı. Annemin o zaman onaltı yaşı nda oldu­
ğunu söyledi . Annem de g ü lmeye başladı . Gülerken
bir yandan da gözlerini siliyord u . << Ne ağl ıyorsun
be?, diye çıkıştı anneme. «Bohça n ı alıp kaçmadın
m ı ?»
«Cok hoş . . » dedi Nu ray, buruk bir gülü msemeyle.
.

Cemi! de gül üyordu, ama birden gözlerini kısa ra k


kara n l ı k yola baktı. Sigarasından deri n b i r sol uk al­
d ı . Dalg ı n laştı.
«Ayağa kalkar mı acaba?» dedi Nu ray alçak ses­
le.
Yine kara n l ı k yolda bel i rsiz bir noktaya baktı .
«Bilmem . . . Geçen gün annerne «Yah u , dedi. ne
kulak asarsın doktorlara? Hazı rla sen bir çilingir sof-
156
rayı. Koy arkama bir yastık. Tokuştu ralım oi:jlanla
kadehleri. Senle de tokuşturalım be. Körkütük ola­
yım. Ondan sonra dalayı m ·huri kızlarının a rasına . . . ,
«Tövbe tövbe, dedi annem, bu adam ımansız gide­
cek. Allah taksiratını affetsin . . . )
Yeniden güldü i kisi de. Sonra elleri n i masaya uza­
tıp kadehleri n i tuttular. B i r an dalgınlaşara k öylece
kaldı lar.
N u ray kadeh i ağzına doğru götürürken tozlu elle­
riyle saçlarını okşayan Ali amca n ı n yaklaşan ölü ­
müne ağlayacak gibiydi. Beyaz d uvağıyla onun eli­
ni öptüğünde şöyle demişti ona:
«Sen ben im a rt ı k öz kızı msı n . Sen in kalbini kıra­
n ı n ben kafasını kıra rım.»
Ali omeayı dokuz yıldır görmemişti. Acaba ona
küskün müydü?
« Sabanı çok severdim» dedi bağazı ndaki düğümü
gidermek için kadehinden bir yudum daha alarak.
« O da, dedi, Cemil, buruk bir gülümsemeyle, o da
seni çok severd i . Sonradan annem, ya da a krabalar
sen i n a leyhine laf söyleyecek olsalar köpürü rdü.
Hepsin i sustururdu.»
« Peki. dedi N u ray. niye ayrıldığımızı sormuş muy-
du?»
«Hayır, ded i . bana hiçbir şey sormadı .»
«Torununu, Seckin'i görmek ister m i ? Bu , a ra?�
<< Cağı rmayın çocuğu diyor, üzülmesin . . . �
<<Ama Seçkin yine de gidip görmeli onu.�
Cemil sustu. Elini a l n ı n a götürdü. Bir süre dalgın­
laştı . Ellerini masa n ı n üstünde kavuşturup yüzünü
N u ray'a yaklaştırara k :
«Söylesene. d e d i Seçki n'in senden ayrı l masının
gerçek nedeni neydi?»
� sana yazmadı m ı ?»
«Yazdı . Annem sessizli i;i i seviyor, oturduğumuz ev
şehre çok uzak falan diyordu. Bir de a rkadaşlarıyla
b i rl i kte olmak istediğini söylüyordu.:&
Hafifçe g ü lü msedi N uray ve iç geçirdi. Bir süre
dalgın laştı . Cemil incel iyordu onu. N u ray dirsekie­
rini masaya dayadı. Ona doğru yakla şt ı rd ı yüzünü.
157
«Peki biliyor m usun, dedi, niye a rkadaşl a rıyla bir­
li kte olmak Istiyor?•
Cemi l üzgü n ba kışlarıyla başını salladı:
«Biraz, dedi , biraz biliyorum. O da a n nesi gibi kah ­
rama n l ı k düşlerine kaptırdı kendi n i . . · "
«Hayır, dedi N u ray ba kışları n ı ondan kaçıra rak.
Aynı şey deği l."
«Aynı şey değil,>> diye yineled i . Kendisin i n düşle­
re dolan eski gene yüzü caniandı gözlerinin önünde.
Hemen a rdından kızının, bir sınıfta bomban ı n pat­
ladığı günün akşamı suskun, ağır bir öfkeyle kap­
lanmış yüzünü gördü. Seçkin sını fı n yıkılan d uva­
rı n ı , kol la rı ve bir bacağı kopmuş bir kız öğrencinin
taşınışını, bir sedyede götürülen üstü örtü l ü et yığı­
nını, yerlerdeki et parça l a rını, bahçede marşlar ve
sloganlar söyleyerek toplanan öğrencileri. sürükle­
nen yara l ı la rı a n i atmıştı ona . Bir cocuk kadar şaş­
kın, bir yaşlı kadar acıl ıydı yüzü.
N u ray dalgınlığından zorl ukla sıyrı l ı p ba ktı Cemil'
In yüzüne:
«Onun yaşındaykan ben, okuduğum romanlarda­
ki aşkı, özgü rlüğü, başkaidı rışı yaşamak istiyord u m ,»
dedi.
I kisi de sustu. Cemi l onun ne demek istediğini a n ­
lamış gibi eğdi başı n ı .
Bire \- sigara yaktıl a r. Şu a nda ortak b i r tasanın a ğ ı
_
Içinde ' birbirlerine yaklaşmış g ibiydiler. Sonra ken­
d i kendine konuşu r gibi m ı rıldandı Cemi l :
«Acaba b i r süre sonra d uyguları düşü nceleri n a ­
s ı l olacak? ded i . Eksik bıra ktığı şeyler olmayacak.
mı?•
Seeki n'in a rkadaşları gel iyordu eve . N u ray onl ara
çayla birl i kte yaptığı kura biyalerden getiriyord u . Bu
anlarda yazılar üstü ne tartışmalarına, değerlendir­
melerine ara verip küçük şokalario kon uşuyorl a rdı.
Elleri nde çay kadehleri , bakışları h üzne doğru eğik,
gülüyorlardı, küçük, sınırl ı gülüşler. . . Nuray bu h a­
fif anlarda birbirleriyle bilgilerini, özveril erlni payla­
şan bu delika n l ı l a rla gene kızl a rı n bi rbi rlerinden
tenleriyle ilgili, düşleriyle Ilgili d uyguları nasıl gizli
1 58
tuttu karı nı seziyord u. Nereden geliyordu b u bakış­
l a rını, oturuşlarını, gülümsayişleri n i örten hüzünlü
terbiye? Kızlario erkekleri n birbirlerine yürek titre­
yişleri, sıcak alınlar ve ü rpertil i dokunuşlarla sevgi
d uyacakları bu genelik dönemini onlar buz gibi ber­
ra k bir ko rdeşlikle doldu rmayı yeğl iyor gibiydiler. Ce­
naze törenlerinde kolkala yürü yen bu kızlario er­
il.ekler . . .
«Halka kendi mizi benimsetmeliyiz).) d iyord u kızı.
<< Kendinize baskı yapıyorsunuz» demişti N u ray.
<<'Baskıları göğ üsleyebilmek icin» demişti Seçkin .
Ya yıllar sonra? diye düşünüyord u Nuray , i ce gö­
mülen, yaşanmayan serüvenler . . .
«Birbirlerini severlerse, aniaşıriorsa evlen i rler» di­
ye acıklam ıştı birg ü n Seçkin.
Kaşlarını cattı. Acıyla bu ruştu yüzü .
<< Onu frenlemeliydin, ded� Cemi!. Onu olayların
içine bu kadar itmemeliydin.»
«Ben mi?» dedi N u roy, içi öfke ve acıyla titreyerek.
«Onu ben mi ittim? Yan ı lıyorsun. Sağlığıyle i lgilen­
mesi, ğencliğini biraz da başka türlü yaşaması sa­
natla ilgilenmesi, gezip eğlenmesi icin razı etmeye
çalıştım onu. Ben böyle şeyler söyleyince beni kü­
cümsüyord u .»
«Ama, dedi Cemi!. birden beliren roman yazma
merakın ve daha bilmem neler yüzünden on �, yalnız
bıra ktın gibi geliyor bana. Kendini kurta rmak icin
yakınlarını gözden cıkarm ı ş olmıyasın . . ».

Cemil'in göz pınarlarında biri ken kini görd ü Nu­


ray. Birden beynini bir ateş kavuruyormuş gibi oldu:
«Ben dedi, beni hlc anlıyamadın. Belki kızını da
anl ıyamıyorsun.»
Kalktı .
«Gidiyor m usun?» dedi Cemi !. Sesi yumuşamıştı.
« Evet. > dedi N u ray. Masanın üstünden ca ntasını
aldı:
« Peki sen beni anlıyor musun?» dedi, Cemil .
N u ray hıncla baktı ona. Birden kendi mutsuzl uğu­
nun kaynağı gibi gördü onu, hayal kırıklıkları n ı n ,
yalnızlığının . . . Y ü rüdü. Bahçe kapısından çıktı.
159
BÖ L Ü M

Nuray' ı n romanında a n i atmayı isteyip de a n lata­


madığı çok şey vard ı . B u n ları yazma cesareti ni gös­
terebilseydi bir kadınla bir erkeğin a rasına g i ren
düşmanlığın, yabancılığın kaynağını da gösterebilir­
di bel ki. Nuray kendisinin de bir rom a n yazabilece­
ğine i na ndığı gün kendi h ayatı ndan başka bir konu
bulamamıştı . Ama kendi h ayatın ı n bütün g izlerini
açığa vurabi lir m iydi? Ö rneğin ona önceleri yumu ­
şak bir dost, özveri l i bir sevgi l i olara k davranan Ce­
mil'in evlendi kleri gece birden onun çıplaklığına bir
düşman gibi saldırdığını nasıl anlatabilirdi? Kendi­
sini vermemekte , korkmaktc direnirse ona eter kok­
latacağını, bayıltacağını söylemişti Cem i l . Cemil'i
birden bire bu kadar değ iştiren şey neyd i? B i rkaç
saat önce büyük bir kalaba l ı ğ ı n ta n ı kl ığında i mza
atm ışlard ı . Kalabal ığa ve n i kôh memuruna söz veri l ­
mişti sanki. Erkek ve kadı n oldukları n ı göstermeleri
lsteniyordu onlardan. Cemil başbaşa kaldıkları a n ­
da bu sözü yeri ne getirmek istemişti hemen. Bir ko­
caydı artık, bir sevgili, bir dost değil . . . Oysa o güne
kadar kurdukları yakın l ı ğ ı n eşsiz olduğuna inandır­
m a k istemişti onu Cemil. N u ra y i l k olara k çıpl a k be­
deniyle bir erkeği n karşısında varolduğu o geceni n
derin hayal kırı kl ı ğ ı n ı a n l atamamıştı romanında. Ro­
m a n ı n ı yazarken çevresinde kalemi ni gözetleyen , iti ­
raflarını aşırı bulan, açıklıi:jına sınır koyan bir sürü
gölge vard ı sanki. Kızı, a rtık ayrı da olsa kızı n ı n ba­
bası olara k kalacak olan Cemil, işyerinde onu say­
g ıdei:j er ve mazbut bir kadı n olara k tanıyan insanlar.
herg ü n karşılaştığı mahalle halkı, mahallenin mana­
vı, bakkalı . . . N uray bedeninin, gizleri n i açacak olur­
sa bir daha nasıl bakacaktı o n ların yüzü ne? Nura y
1 60
zaman zaman bu baskıya karşı koymaya karar ver­
mişti. Evde olmadığı satlerde kızı göz atmıştı onun
yazd ı klarına. «Ne o anne seks romanı m ı yazıyorsun
yoksa?» Nuray çıkarmıştı o bölümleri. Bir kadın ı n
evlilik hayatından n i ç i n sıkıldığını v e coşkun d uygu­
lari o başlayan bir aşkın nasıl söndüğünü anlatmak
istiyord u . Cemil ilk geceden başlayarak ona saldır­
maya hakkı olon bir erkek olarak çıkmıştı karşısı ­
na. Cemil'e olan güveni böyle sarsı l mıştı. Evlil ikle
birl i kte karısı n ı n bedeninin sah ibi olduğunu göster­
meye calışan bir erkek . . . i steyen, coşan , alan oydu.
Actı , i l k olarak bir kad ı n bedenine kavuşuyord u . Nu­
ray anlamal ıydı onu. Sevi ldiği icin gurur duymalıyd ı .
Gücünü onda deneyecek, erkekliğini o n u n beden i n ­
de kazanacaktı . N u ray i s e ondokuz yaşındaydı. Be­
den ü rkütücü , kara n l ı k geliyordu ona. Kendi bedeni,
erkeğin bedeni . . . Cemi l ' i n ağırlığı altında kara n l ığa
daha da fazla gömuldüğünü h issediyordu. Kendisi
sanki varlığının bir köşesine çekil iyor, büzülüyor ve
seyrediyordu. Bu yaboncı ne yapıyordu öyle? Bede­
n i n i pa rça l ıyor ve tutuyordu sanki. i şte böylece kor­
kuya a l ıştı ve aşk h oyallerinde, d uygularında kalsa
da terketti bedenini. Mahzun. ü rkek, içten ice ağla ­
yan bir kız çocuğu hep yaşadı içinde. Kadın olan
bedeni ise erkeğ i n ağzın dayd ı , yutuluyordu. Cemil
«Tad a l mal ısı n>> d iyordu. E rkek tad a l mak görevini
d e yükl üyordu ona . N u ray « N 'olur beni b i r kız çocu ­
ğu gibi sev, beni avut, beni beden ime al ıştır, bana
beden imi kazandır» demek istiyord u ona . Cemi l yir­
m i dört yaşı ndaydı ve o güne kadar ü rkerek, gizl ice,
uza ktan izlediği kadı n bedenine kovuşm uştu. Kad ı n
bedeni üstündeki h a kları n ı kazanmıştı a rt ı k . B u şö­
leni çılgınca kutl uyordu. Şiirleriyle kadını yücelten ,
bir sığınak olarak ta n ı mlayan Cemi l bir kadını i nce­
likle anlamak yerine ele geçirdiği bir ava saldırır g i ­
bi davranıyordu. N u ray onun kol larında yalnızlık
d uyduğunu kime an latabilirdi?

G (n e K ı z ve Ölüm 1 61
BÖ LÜ M

N uray omuz omuza yuruyen bir kalabalığın orta­


sı ndayd ı . Dev!et dairelerine doğru yü rüyen bir kala­
balık . . . Ö nü nden giden ta kım elbiseli, kravatlı iki
adamın önleri n i ilikleyerek ka rşıdan gelen bir başka
a d a m l a tokalaştıklarını görd ü . Ada m l a r başl arını
eğ ip, elleri n i ön lerinde kavuştura ra k g ü l ümsediler.
Yüzlerinde çocuksu bir uta ngaçl ık . . .
Yanından geçen bir adam yüksek sesle : «O nokta ­
ya gelmeyı başardı k>> dedi a rkadaşına. B i r söylev
cümlesi gibi söyledi bunu .
Büyük giyim mağaza ları . . . Vakko , 1 65, B ravo. Dol ­
fin . . . Güleç ve şaşkın yüzleriyle ince belli, cansız
ma nkenler in sa nları güzell iğe, güzellik düşlerine ça­
ğ ı rı r gibi, pembe ellerini uzatmışlard ı :
N u ray a z önce bankada çeki bozd urmuş yanına
bi raz para alıp gerisini ban kaya yatı rmıştı. Şimdi
vitrin iere bakıyordu. Maaşının dar s ı n ı rlarından kur­
tulmuş olma nın glivenini duydu birden. Deri den bir
çanta ve empri me desenli bir el bise a l m a k istiyor­
du kendine. Bankadaki parasıyla iki yılını işe g i d i p
gel meden geçirebi l i rd i . Son ra ? Kimbil ir? Evine ka­
pan ı p bol bol düşünerek belki de artık kızı n ı n öner­
diği gibi gece kondu semtlerine ve fab rika çevreleri­
ne gidecek ve ora l a rdan derled iği bi r konuyla ikin­
ci roma n ı n ı yazaca ktı . Bu kez başka l a rı ödül lendi r­
mel iydi onu . i şte iki yol : Biri Cem i l ' i n boşalan bir
kadehi a n d ı ran ha yatı na götü rüyordu. Öteki çevre­
sindeki topra � ı l'ıesleyerek akan ve insan l ı k denizi­
ne kavuşan suya . . . B i ri yaşl ı l ı k acılarına, öteki, h a ­
yatı insa n l ığa veri l m i ş v e yerine getiri l miş bir söz
gibi duymanın mutl uluğu na. . . Nu ray Cemil'e ka rşı
kend i n i haklı bul uyord u . Ayrıldıkları zamandan beri
1 62
bel ki ilk olarak bu kadar h a kl ı . . . Va rl ı kları n ı besle­
yen kayna klar ayrıydı a rtı k . Birden cok uzak b i r sa­
bahı o nı msodı N u roy.
2 7 mayıs saba h ı gözler; yoşormı ştı. O sabah yü­
reklerden ve zihinlerden ağır bir yük kalkmıştı son ­
ki. Pencerelerden içeriye toplumun sevinci dol uyor­
d u . Caddelerde a l kış sesleri. askerlere yaşlı gözler­
le sevine gösterisinde bulunanla r. . . Geçit törenini
izl eyen insanlar birbirlerine yo kın laşıyorlardı. Bir ko­
rabasandon uya n m ı ş gibi g ü l ü msüyorlard ı . N u roy
kucağında kı zıyle bu mu tl u kalaba lığın a rasına ka ­
t ı l m ıştı . Cemil evde kalmıştı . Akşamü stü fener a l a y ı ­
nı görmek i c i n birl i kte cıkm ışlord ı .
Vitrindeki b i r ce n toya i l işti gözü. i cine vopu rlo r­
do okuyacoğı kitapları , not netteri ni (Bir not defteri
taşı ması gerekiyordu artı k) ayrıca ayna , ruj ve ta­
rağını koyabi ieceğ i kadar geniş bir çanta . . . Onu yıl ­
l a rca k u l lanabilirdi. I çinde birden bir sızı: Centoyla
birli kte gitgide yoşla nacoktı o da. Saçları iyice ağar­
madon aynı a karsudan akacağı erkeğe raslıyomoya­
ca k mıydı? Ağaçl ı k l ı bir yolda kolkola yürü rken so­
n a yoklaşan hayatı n gizlerini çözmeye çalışan bir
kadınla bir erkek. i l k aşkı n ı n yaraları n ı soraca k olon
son bir aşk . . . Peki oma böyle bir mutlul uğun vere ­
ceği güven onu a rayışlardan a l ı koymıyacok m ıydı
acaba? Çünkü onu ilk roma n ı n ı yazmaya iten çöze­
mediği bir soru nun ve bir özleyişin acısıydı. Başlan­
gıçta öl ümsüz gibi gelen bir aşk geride küçük, k u ru
k ı rıntılar b ı ra kora k nasıl yokol uyord u ? Niçin kad ı n
olmak insan olman ı n karşı sına b i r engel gibi çı kıyor­
d u ? i ki kişinin dingin hayatı topl umu sarson fırtına­
do nasıl pa rça l a n ı p dağ ı l ı yord u ? N u ray erkeğin ho­
vosıyla dolu evden d ı şa rı çı kmasaydı bir kişi olmo­
n ı n zorl u klorını ve b u n a l ı m ı n ı bu kada r yoğu n yaşa­
yabilecek miydi? Tehl ikeler. zorluklar ve güvensiz ­
lik değil miydi onu yazmaya iten?
G i rdi ca m l ı kapıdan. Genç bir tezgôhtor kıza vit­
ri ndeki bej deri ce ntayı gösterdi . Tezgôhtor kız çok
süslüydü. Yapmac ı k gülü msevişinin gerisinde kuş­
kuyle i nceledi Nuray ' ı . Göz ucuyle onun elindeki mo-
1 63
dası geçmiş centaya ve g iyimine baktı. Cıkardığı
centayı tezgôhın üstüne bıra ktı. Kol larını göğsünde
kavuşturdu. Hareketli bir pop müziği doldurmuştu
içeriyi. Gene kız bu şarkıya tem po tutuyorm u ş gibi
bel l i belirsiz salladı başını. N u ray bir başka centayı
gösterdi ona. Gene kız gözlerını başka bir yere dik­
miş, dalgın laşmıştı. Nura y bir başka centaya ba k­
mak istedi ğ i n i bir kez daha söyledi. Gene kız bezgi n
bakışlarını o n a çevi rdi . Ağır a ğ ı r uzandı Nuray·ın·
gösterdiği çantaya. Onu da tezgôh ı n ü stüne bırak­
tı ve birden yürüdü, g itti. N u ray i k i centayı karşılaş­
tırır gibi incelerken genç kızı gözleriyle aradı. Az iler­
deydi ve g ü l ümsüyord u. Yüzündeki bezgin a n l a m
dağılmıştı. Konuşuyord u. N uray onun ilgi gösterdi ­
ği m üşteriye baktı . Otuz yaşlarında, sarışın v e uzun
boyl u bir kadındı. Kahverengi ipekli bluzunun yakası
bej ceketinin yakası na dök ü l üyord u . Küçük küpeleri,
kolyesiyle gülümsiyerek yokl uyordu elindeki cantayı.
Gene kıza sorular soruyord u . Genç kız gözlerinin
içine bakıyordu onun. Oysa az önce N u ray'a ilgi gös ­
terirken işinin çok olduğunu ve ona fazla zaman
ayıramıyacağını sezdirir g ibi davra n m ı ştı. B i r başka
tezgôhtarın gelip kendisiyle ilgilenmesi n i bekledi N u ­
ray. Ö teki gene k ı z v e erkek tezgôhtarlar da modern
davranışlar edinmişler ve hepsi de modaya uygun
giyinmişlerdi. Şık ve gösterişli müşteri lere g ü l ü msü­
yorla rd ı . Modadan habersiz görünen m üşterilere ise
ezici bir tutum tak ı nıyorla rd ı neredeyse. Nuray bir­
den kendisinin birg ü n önce televizyonda görüldü­
ğünün hatırlan masını istedi. Niçin onu tanıyan çık­
m ı yordu sanki? Bunu düşündüğü icin bir sıkıntı ka p­
ladı içini.
Centayı aldı. i çine kend i küçük eski el çantasını
da yerleştird i. Gitgide kalaba l ı klaşan mağazadan
çıktı. Güzel bir çantaydı ama birden içine dolan sı­
kı ntıyı gideremiyordu. Da lgın laştı. Kızı sanki koşarak
geçip gid iyord u ya nından. Çevik, ince bacaklarıy­
l a . . . Nereye gidiyordu? Yoksa yasaklanan mitinge
katılmakta n caymam ı ş mıydı?
N u ray içinde bir eziklikle bir başka mağazanın
1 64
vitri nindaki elbiselere baktı. Emprime desenli mavi
bir elbise . . . Çevresinde gördüğü kadınlar bu kadar
göz al ıcı giyimler içindeyken kendisi silik ve zevksiz
görünmeyi istemiyord u. Kadınlar yarışıyor g ibiydi.
Güzel ler önemli, çirkinler önemsiz görü n üyordu. Çir­
kinler güze l lerden daha çok ya lnızlık d uyuyordu.
Çirkinl ik, yoksulluk, yaşlılık d üşmanıydı kad ı n la rı n .
N uray vitrindeki el biselere baka rken birden kızının
bu saatl a rda yine a rkadaşlarıyla birl ikte çıplak tah ­
ta masa n ı n çevresinde oturup birgün sonra n ı n ha­
zırlı klarıyla uğraştı ğını düşündü. Caymamış mıydı?
Yasa klara karşın cayma mışlar mıydı? Kızı boşkal ­
d ı rmanın ü rkütücü güven i n i duyarken, belki kendini
ölüme bile h a zırla rken ve hayatı nı bir i nanç cekir­
değ i n i n çevresinde büyütü rken . . . «Ne yapıyorum
ben?� dedi N u ray kendi kendine. <<Vitri n lerin önün­
de ne yapıyorum?� « Nerede olma l ıyım? Nerede? »
Ne onların ya n ındayım ne de vitri niere işta h l a gü­
lü mseyen kad ınların yan ı nda . . . Ne eski nin yanında­
yım ne yen inin . . .
«B uyrun . . . »
Yirmi yaşlarında bir delikanlı gülü msi verek el iyle
iceriyi gösteriyordu ona. B u kara rsızlık içinde yoka­
lanıneo hafifçe i rkildi N u roy. Dudağı n ı n kıyısında
titrek bir gülümsemeyle teşekkür etti ve yürüdü. Ka­
labalığın a ra sına bıra ktı kendini. Eskiden kızı ve ko­
casıyla gelip çay içtiği porkın yanından geçti. M ut­
l uluğu başaramamıştı. Neyi boşa rmıştı?
B i rden yüzü d uvara çevri lmiş, el leri duvara dayo­
lı onyedi onsekiz yaşında beyaz gömlekli cel i msiz
bir del i ka n l ı n ı n üstünün orandığını gördü. Duvara
bakıyordu del i ka n l ı . Esmer pü rüzsüz ensesi . . . Uza k­
tan bakı nca kurşun a dizi l mek üzere olan bir i nsanı
o n d ı rıyordu. Ka ldırı mdan akıp g iden insanlar bak­
maktan ürker gibi şöyle b i r boşlarını çevirip geçip
g i diyorlardı. I çindeki küçük bir çığlığı zorl ukla bas­
tırd ı N u roy. Tek başınoyd ı del ikanlı ve yanıbaşındaki
tüfekler gerçek tüfeklerd i . Yüzünü görmeye ça l ı ştı
delika n l ının. Küçük, kumra l bir yüzdü bu. Onun ince
bedeninin her yanını yo kl uyorl o rd ı . Giyim mağaza-
165
ları ve pastaneler dolup boşa l maktayd ı . Yürüdü
N u ray. Duvara yüzünü dönmüş delikanlının bir koc
adım ötesinde bir pastanenin acılış töreni yapılıyor ­
du. Pastanen i n önüne beyaz örtü lerle kaplı uzun
masalar konmuştu. M asa larda kristal icki kadehle­
ri parlıyord u . Porselen taba klar ufak kanapelerle,
böreklerle, cerezlerle doluydu. Davetiiierin çoğu be ­
yaz elbiseler giymişlerd i . Geçip giden taşıtları n ve
kal d ı rımdan akan kalaba l ı ğ ı n ya nıbaşı ndaki bu gö­
rüntü eski soyl uluk çağları nda gecen bir til m i n bir
sahnesiydi sanki. Ve i nsanlar üstü aranan cel i msiz
del i kanlıyo yönelttikleri i lg iden daha büyü k bir ilg iy­
le izliyorlardı bu töreni. Küçük küçük cicekci bo ro ­
kaları sırolanmıştı kaldırıma. K ı r çiçeklerinden de­
metler. . . Mor. sa rı, beyaz . . . Yol u n kıyısındaki cimen­
ler de berraktı . Birden cimen ierin üstü ne oturm u ş
ya şlı b i r adamı farketti. Traşlı kafası i l k yaz gü nc­
şinde parlayan ası k yüzl ü bir adam . . . Nu ray biraz
daha yaklaşı nca adaının önünde siga ra paketlerinin
dizili olduğunu gördü. Sigara d izileri n i n iki yanında
ise korkun c bir düşü andıra n bir görü ntü . . . Birer ba l ­
t a . . . Yan l ı ş görmüyord u. D üşte değildi. Pırıl pırıl kes­
kin uçları ve beyaz odundan saplarıyla ku!la nı lma ­
m ı ş balta lar . . . Satışa çıkarı l m ı ş olmalıydılar. Ne k a ­
rı şık b i r h ayat b u ? N u roy a l lak bullak ol muştu. O ra ­
dan uzaklaşmak, kendini kurtarmak ister gibi oto­
mobi l lerin h ızla aktığı caddeye doğru atı l d ı .
Sol yanında kısacık bir a n d a madeni bir pırıltı
ve bir ağırl ı k . . . Bütün varl ığı kendi cığlığ ıyla doldu.
Kaldırıma doğru şaşkı nlık ve korku içinde geri çe­
kildi. Korna sesleri dol d u rd u caddeyi. Ona carpan
kırmızı Mercedes yolu tıka m ı ştı . Çevresinde biri ken
ama yaklaşmaya n bir kalaba l ı k . . . Herşey uzaklaş ­
m ı ştı. Göremiyordu yüzleri . . .
K ı rmızı mercedesteki iki erkek bir süre oturduk­
ları yerden süzdü onu. Yanıba şında ise bir başka
gene erkeğin sesi cınlodı: «Bas git abi, kabahat on­
da . . . » H ı rcın. a laycı bir ses . . . N u ray kıpırdayama ­
dan, baca kları titreyerek başını çevirdi. Düşünceleri
bir noktada toplandı . Esmer, solg u n ince delikanlıy-
1 66
la bakışlarının kesiştiğ i noktada . . . Düşünceleri bir
avın üstüne üşüşen yırtıc! kuşlar g i bi didikliyordu
sanki beyni n i :
A ç ı k b i r gökyüzü, ilerde pırılpırıl ç i menler v e kır­
mızı mercedes yolu tıkadığı için öfkelenen uzun a ra­
ba dizi leri . . .
«Ne kadar önemsizim!»
Acı onu don d u rm u ştu. kıpırdıyamıyoı du. Merce­
des in kapısı açıldı. Sürücü yanına geldi. Gülü msi ­
verek şöyle ded i : << Niçin bu kadar dalgınsın ız?>> �t8as
git a bi» diyen delikanlı ortadan kaybol m uştu. Sürü­
cünün ya nı nda otura n , d i rsağ ini camdan cıkarmış.
pembe, uygar yüzlü genç adam da sordu: « Niçin
bu kadar dalgınsın ız?» i kisine de karşı l ı k vermedi
N u ray. Niçin onun televizyonda görülen kadın oldu­
ğunu anımsamıyorlard ı ? O on ne kadar gerekl iydi
bu . . . Ondan özür dilemeleri icin, umursamaz, a laycı
g ü l ü msemelerinden utanmaları icin, bacaklarında kı ­
rı k falan olup olmadığını a nlamak için onu hastane­
ye götürmeleri, gerekirse hastane masroflarını k a r­
şılamaları icin, datgınlığına b i rden saygı gösterme­
leri icin . . . «Bir yeriniz ağrıyar mu?» Bir iki adım attı
N u ray, yürüyebil iyordu. Birden gaza basıp uzaklaştı­
lar yanında n . Caddedeki a ra ba seli yeniden a kmaya
başladı.

NURA Y İLKİN 'İN ROMANINJi)AN

«Ne güzel başlayan bir yolculuktu! Karlı ge­


ce . . . Otobüs karanlık karlı yollardan, dağların
arasından geçerek ilerliyordu. Umurumuzda de­
ğildi dışarıdaki tipi ve karanl ık. Birbirimizin yü­
züne bakmaya doyamıyorduk. Birbirimizin her
sözünü coşkunlukla karşılıyordllk. Sözler içi m i3-
deki ateşten sıçrayan kıvılcımlardı. Pı rıltılar için·
de görüyorduk bi rbi rimizi . Birbirine bu kadar
değer veren iki insan yoktu sa.n!< i yeryüzünde.
Bu yüzden çevremizdeki bütün insanları geride
bırakmış duyu yorduk kendimizi. Aynı ti treşim-
1 67
lerle gülüyor, aynı ışıkla görüygrd uk. Hayatın
her görüntüsüne verdiğimiz anlamda birleşiyor­
duk. Neredeydik? Yoksa göklerde kanat çırpan
bir çift kuş ınuyduk? Çünkü insanlar eŞyalardan,
yiyeceklerden, hastalıklardan sözederken biz şiir
ve aşkın kanatlarıyla yol al ı yord uk .
«Ah sakın öteki insanlara benzemeyelim. " Bir­
birimize bakarken içimizden hep bunu geçiriyor­
duk sanki. İ şte bizim hedefimiz . . .
«Senin her milimetrekareni tanımak istiyo­
rum . � diyordu Cemil. Birbirimizin varlığında
sonsuz, eşsiz bir yolculuğa çıkmıştık Her mili­
metrekarede bir ateş yakarak . . .
Gece yarısından sonra otobüsteki bütün yol­
cular uyumuştu. İnsanların uykusu gülünç ve
bayağı görünüyordu bize. Kıvrılan zavallı bo­
yunlar, eğrilen ağızlar, vahşi hırıltılar . . . Biz bir­
birimizin fısıltılarına dolanarak yükseliyorduk.
Hep insanları bayağılıkları içinde geride bırak­
ma arzusu . . . Bize bu arzuyu veren neydi? Bu
acımasız istek nereden geliyordu? Bize bu ölçü­
süz güveni veren aşk ve kitaplar mıydı? Çevre­
mizdeki insanların okuyamadığı, anlıyamad ı ğı
kitaplar!
Başımı onun omuzuna koydum. Birlikte, karın
aydınlığıyla parlayan dağların donıkiarına bakı­
yorduk.
Birden ay parçalandı. Karlı dağlar fırlattı bizi.
İ ş te ölüme doğru . . .
Otobüs dağlardan yuvarlanırken bir nokta
olarak d u y uy o rd u ı n
kendimi. Bir nokta: Yaşa­
mak arzusu . . . Bir insan yığını içinde yuvarlanı­
yor ve başımın, sırtırnın sertliklere çarptığını
anlıyordum.
Uzaklardan, karanlıktan bir ses geliyordu. Ni­
ye çağırılıyordum? Nereye çağınlıyordum? Göz­
lerimi açtım. Tepemde, bulu tların arasından gü­
len bir ay ve uçuşan kar taneleri. . . Nerede yatı­
yorum? anlamak istedim. Hayatın yatağında!

1 68
Ö lümün deği l ! Sese karşılık verdim. ..Nerede­
sin? ,. diye bağırıyordu Cemi!. Gökyüzünde, ka­
ran lık gövdemin içi nde onun sesi n i duyuyordum.
Seslerimiz yaklaş tı. Buldu ben i . Ü stümde sıcak
biı· ağırlık vard ı . Koliarımdan tuttu:
.. Yaşıyoruz! Herkes öldü! Yaşıyoruz biz! ,. Be­
n i ağırlığın altından tutkuyla çekip çıkarıyordu.
Sessizlik, ölüm, a.ş]{ ve i lk olarak bu kadar ya­
kın gördüğüm gökyüzü . . . Orada, cansız bedenie­
rin arasında birbirimize sarılmıştık.
Bir aral ı k tan önce o çıktı . Karla örtüldü ba­
şı. Beni çıl{ard ı. Kalktım ayağa. S u sesi duydum.
Yanıbaşımda gördüm suyu . Taşların üstünde
p::ırhyarak akıyordu. Ensemde gezinen sıcaldık
neyd i ? Dokun d u m . K arın aydınl ı ğında bak tı m .
Kan . . .
.. N i ye beni ö l d ürüyorsun ay dede? ,.
Parl ayan s u y u n k ı y ıs ı nda yüzükoyun uzanmış
kanmlıl{ bir i nsan gövdesi gördüm. Genç bir
ada m . . .
Bir kez daha sarı ldık biı·birimize. Ona kana-
yan başımı gösterdim .

.. Hayır! Hayı r! " dedi.


Yüksek bir tepenin eteklerinde durmuştuk .
Tepeyi tırm anmaya koyulduk Kar taneleri yü-
zümüze çarpıyordu. Beni lmcağına aldı.
«Deniz kıyısı ını burası?,. diye sordum ona.
Durdu. Birden ağlıyarak yüzünü �üzüme bas­
tırdı.
«Hayır! dedi, Hayır! Hiç ayrılmayacağız . ,
Sanki b u i l k yaz akşa m ında, ayışığında, deniz
k ıyısında gez i n 1iyc çıkmı şken niye ağlıyordu?
«Niye ağlıyorsu n ? " d i ye sordum gülümsiye­
rel< . "

169
BÖ L Ü M

N u ray kald ı rı rnda hafifçe topa l l ı yarak y ü rüyordu.


<<Zayı f olduğ umuzu görenl e r bizi ya küçü msiyecek­
ler ya da al aya alacaklar . . . Her an çevreye gücümü ­
zü göstermek . . . Ne büyü k bir bask ı 1 N u ray kaldı­
rımda dizierindeki acıyla y ü rü rken b i r düş sarıyar­
du onu: i nsa n l a r o rasında korku kaybol uyor. Yol­
dan geçen bir insana: Bana yardım eder m isin iz? d i ­
ye Eesleniyor. O do kuşkulanmodan, irkil meden yak ­
laşıyor. N u roy onun kol uno giriyor. Yürü mekte zorluk
çektiğini söylüyor. i kisi de insan, bu yüzden yaban­
cı değil ler. i nsanlar sanki b i rb i rlerine yardımcı ol­
'
mak, birbi rleri n i n mutluluğunu sağlamak için yaşı ­
yor. Birbirlerin den gizlern eye çal ıştıkları niyetleri,
açıklamaktan korktu kları düşünceleri yok. Yoldan
geçen boşka ları da onun acı duyduğ unu görünce
yaklaşıyor. Sözler. duyg u l a r kuşku ve gösteriş gibi
engellere çarpmadon birbi rine doğru akıyor. Güzel
de olsalar çirkin de. yaşlı do olsalar, gene de, zayıf
do olsalar güçlü de birbirlerine yakınlor. O onda ya l ­
n ızca dizlerinin acısı va r. Ne duyg uları n ı n ne d e d ü ­
şü ncelerin acısı . . .
Oysa ş u onda u puzun bir yılanın bağ umları gibi
caddeyi kaplamış a rabalar ve kald ırırnda ted i rgin,
alaycı , sıkkın, hınclı, dalgın i nsan yüzleri . . . B i rbi rle ­
rini tanıyon erkeklerle kadı n l e r kuşku ve çekingen­
likle selôml ıyorl a r b i rbirlerini. Aynı iş yerinde cal ı ­
ş a n , a y n ı mahal lede oturan y a da a y n ı apartmonda
oturan kadınlarla e rkekler, yol l a rda raslaşınca . . .
Yan l ı ş a n iaşılma korkusuyla, ya rı m , s i l i k gülü mse ­
yişler ve gizli duyg u l a rla . . . << Merhaba � . derken , to­
kalaşırken, << nasılsınız?,, d iye so ra rken . . . Aç ı k l ı ğ ı ,

1 70
neşeyi, g ü veni k ı s a n . geri çeken b i rşey v a r. K a l d ı ­
r ı m d a b i r e rkek a rk a d a ş ı n a sev i n e l e sa rı l a n . b i rşev­
l e r söy leyip k a h k a h cı l a r l a g ü l e n bir k a d ı n ı h emen n a ­
s ı l da kıstı rıyor çevredeki yadı rgay ı cı b a k ı ş l a r soğuk .

b a k ı ş l a r . . . Herşey ö l ç ü l ü . h e rşey kızik ve h ü z ü n l ü . . .


N u ra y g i tti ğ i evlerde d e b i rden b i re b i r i n i n ortaya
a t ı l ı p i n sa n l a �ı n i ç i n i ayd ı n l atan bir ı ş ı k sacm a s ı n ı
be k l iyordu s a n k i . Çay kadeh i n i tutan k a t ı . ö l ç ü l ü
par m a k l a r. dene t i m l i . tutu k g ü l ü mseyişler, uzak ba ­
kışlar . d ü z ve uyg u n sözlerle yinelenen ko n u l a r . . .
K i mse a ra d ı ğ ı şeyi b u l a rn ı ya r sa n k i . Televizyon sey­
red i l i y or. G ü ze l b i r yeme kten söze d i l i yor. Hayatın
zorl uğundan ya k ı n ı l ıyor. << Ne o l a c a k bu d u rum?»
Ha s t a l ı k l arda n , ö l ü m l e rden . . . Ko l t u k l a rd a k a l ı pl a r
h a l i n d e oturul uyor. El ler uyg u n , aya k l a r uygun d u ru ­
yor . H e rkes kendi e l l e r i n i a y a k l a rı n ı , gövdes i n i , sesi ­
,

n i , g ü l ü msay i ş i n i sıkı s ı k ı tutuyor. H e rkes k e n d i n i


b i r k u k i a y ı yö n e t i r g i b i yönetiyor. K ı rk yaş ı n dola ­
y ı n d a i n sa n l a r . . . Çeşitl i m e m u riyetleri va r. Apartma n
d a i re l e ri n de otu ruyorl a r. B el l i k u ra l a ra uyul a ra k dö­
ş e n m i ş yatak o d a l a rı ve sa l o n l a rı . . . G ü n l e r b i rb i ri n e
benziyere k a k ı p g i d i yor. B e l k i e n a ş ı r ı e ğ l enceleri
a r k a d a ş l a r l a top! a n ı p bir lokantaya g i tmek, i ç k i iç­
m e k . . . Baza n fıkralar a n latan b i ri o l uyor a rcı l a r ı n ­
d a . hoş sohbet b i ri . . . H o ş l a n ı yorlar ve kendi leri b u ­
n u yapamad ı k l a rı i c i n eksi k l i k d u y uyorl a r. N u ra y a r ­
k a d a ş l a rı n ı n koca l a rı y l a k o n u şu rken h e r za m a n k i n­
d e n d a h a fazla denetliyor kendi n i . Soğuk ve c i d d i
b i r k u k l a ol uyor o zaman . Ne kada r özlüyor b i rden
bu h a va n ı n değ i şti ri l mesi n i ! Dansedilse. he rkes di­
led i ğ i g i b i otursa , ya da cocu k l a r gibi o y u n l a r oy­
n a n sa . . . i n s a n l a r b i rbi rlerine d o k u n sa . . . «Biz n iye
böyle d a v ra n ı yoruz?» d i ye sorsa b i r i . Herkes kendi
sakıngenl ı ğ ı n ı g ü l ü n e bulsa . . . işleriyle evleriyle mo­
,

dern insa n l a r. a m a b i r terbiye n i n i ç i n d e don u p kal­


mışlar sa n k i . Ayrı l ı rken yorg u n ve h ü z ü n l ü . . . U m u ­
l a n o l m u yo r b i r t ü rl ü . K a rı koca l a r b ı k k ı n v e a rka­
daşl ı k l a r eksi k . . . Nu ray b u kaynaşma özle m i n i d u ­
y u rm a k i c i n yazm ı ştı sa n k i roma n ı n ı .
N u ray'ın kafası n ı n i ç i d i zlerinden d a h a ç o k a ğ r ı -

1 71
yord u şimdi. Birden caddeye doğru a t ı l d ı ğ ı a n ı , k ı r­
mızı m e rsedes' i n d izlerine değd i ğ i a n ı irkile rak d ü ­
ş ü n d ü . Yoksa b i l i n es i z b i r i n t i h a r isteği ara baları n
h ı z l a a ktığı caddeye m i itm işti o n u ?
Kaldığı misa fi rh a n e n i n bahçesi n e g i rerken çevre­
sine ba k ı n d ı . Akşam yemeği i c i n d o l m uştu masa l a r.
B i re ve ra k ı şişeleri, ızı;ıara etler, salata l a r, kavun d i ­
l i m l e ri . . . O a n d a C e m i l e s k i duyg u l u , sevecen yü ­
züyle d u va r kıyısı n d a k i m a sada oturuyor o l saydı N u ­
ray g i decekti ya n ı n a . Bu kez çağrı l m a y ı bekl eme­
den . Ç ü n k ü a rt ı k kamburlaşan sırtı, solg u n yüzü ve
gevşeyen beden iyle h a n g i erkek Cem i l kadar seve­
b i l i rd i o n u ? Şu anda topa l layan ayağ ı y l a . . . Cem i l
yoktu. i h a l e i c i n yarışıyar o l m a l ıydı . Z e n g i n o l m a k
v e dü nyayı dolaşmak i c i n . Herkesden v e kend i n de n
kaçmak i ç i n . H ayal k ı rı k l ı kları n ı n v e i n a n csızl ı ğ ı n ı n
öcü n ü a l m a k i c i n . Kendinden k a ç ı p k e n d i ne dönmek
için . . . H ı n cl ı , yorg u n g ü l ü mseyişle . . .
Kendine sokağa ya k ı n boş bir masa b u l d u . Titre­
yen parm a k l a rıyla bir sigara yaktı. B a k ı n d ı çevresi­
ne. K ı sa bi r doyg u n l u k a n ıy l e d i n l e n e n karı ş ı k ve
bezg i n yüzler, sabırsız, telô ş l ı , gergin yüzl er. bir
k a h ka hayla boşa l a n h ü z ü n . . .
B i rden bir şarkı doldurd u bahcey i : «Seni çok öz
led i m yavru kuşum meleğ i m « Radyodan genç bir er­
kek sesi . . . «Yavru kuşum . . . » Nu ray d u m a n ı n ı hı n cia
üfledi birden . Erkeğ i n avuçları n ı n a ra s ı nda yavru
kuş . . . Erkeğ i n koruya cağ ı , avucunda tutup okşaya ­
cağı bir kuş . . . Ka d ı n . Kuş beyi n l i . . . Erkek kad ı n ı n
k u ş bey i n l i o l u şuyle h e m a l a y eder h e m d e yavru
kuşa benzed i ğ i i c i n severdi on u . << Meleğ i m . . . » Melek
g i b i saf g ü zel ve kuş beyi n l i . . .
«'Bazan d a kızlar daha b i l g i l i daha zeki o l u nca er­
kek a rkadaş l a rı n ız ted i rg i n olm uyor m u ? >> diye sor­
m u ştu. k ı z ı n a .
« Kesin l i kle hayır. Daha zek i , daha b i l g i l i o l a n bu ­
n u n l a övü n ü p ça l ı m satmaz k i . Ken d i m i z i bazan tek
bir beğ i n g i b i duyarız. Bizim a r a m ı zda e z i l e n de ezen
de yoktur.»
K i ş i l i kleri n i , davra n ışları n ı okudu k l a rı kitaplard a n

1 72
ve birbirlerinden edinmeye çal ı şıyorl a rd ı onla r. On ­
lardan hangisi bu « Seni çok özledim yavru kuşum,
meleğim>) şarkısındaki erkeğin ya da kad ının d u ru­
munu ben imseyebil ird i ? O kızlardan hangisi a kşa m­
ları kocasıyla birli kte televizyonun karşısına gömü­
l üp, eline örgüsünü alara k bu şarkıyı d i nlemeyi öz­
leyebilirdi? i nsa n ların çoğ u belki de bu yüzden k ı ­
zıyordu onlara . B i r erkeğ in gösterebileceği başarı l a r­
dan daha üstün başarı lar göstermek icin didinen an­
nesini düşündü birden . H ı rsla kucaklamak istiyordu
hayatı o. Salonda b i r konuşma yapmıştı. « Etiler za­
manında h ü kümdar Kadeş a n laşması n ı karısıyla bir­
l i kte imzolamıştı. Amazon l a r Tü rk topraklarında ye­
tişmişti. i slômiyet döneminde ise eve kapa n m ı ştı
kadın ve i şte yeniden Türk kadını en yü ksek yere
ç ı ka rı l ıyor, m i l l etve k i l i bile olabil iyord u.» M ü fettiş
tebri k etmişti kendisini.
Nu ray kendini d ü şündü . Ne ann esi ne ne de kızına
benzeyebil iyordu . K ı rk üç yaşında bir kadın . . . Savaş
sı kıntıları ve birden kaybol an bir a nneyle yaşanan
çocuklu, geleneki e re bağ l ı , ü rkek bir halayla sü ­
ren gene kızl ı k , i sta nbu l ' u n küçük bir hastanesinde
öğrenilen özgürl ü k, varol uşcu! uk. 27 mayısın a l kış­
lanan coşkunluğu, topl u m u n hayatına uymayan b i r
aşk v e kapal ı b i r evl ilik, yetm i ş y ı l l a r ı n ı n patlaması . . .
i şte Nuray; kızı n ı n ted i rg i n l i kle ve bireyei l i kle sucla­
d ığı <<yitik kuşak� tan b i ri . . .
Kızı . . . Banyodan diş fı rcası n ı , tarağ ı n ı al m ı şt ı .
O k u l u n a v e a rkadaşlarına uzak o l a n qu mahal leden
sıkıldığını söyl üyord u , kitapları n ı , kitaplardan çıka r­
dığı notları, özetleri toplarken . . .
<< Gelirim yine anne seni görmeye.»
<<Bori sağ l ığına iyi baksa n>) demişti N u ray, kapıda.
« Koru ken dini, sa na bir şey olursa . . > . .

Çabuca k öpmüştü an nesinin yanaklarından , I nce,


kemikli omuzlarıyla onun kızıyd ı . Yirmi yıl önce bir
korku, bir gurur ve onun olan bi r ten olara k k uca­
ğ ı na almıştı onu. Onu emzi rirken önünde h ayatın
küçük bir kapıs ı n ı n açıldığını görmüştü, bembeyaz
bir ı ş ı k . . .
1 73
Gitti.
B a k m ı ştı a rkası n d a n . Serin b i r rüzgar g i biydi. So n ­
ra derin b i r sessizl i k . . .
N u ra y b i r biro istedi ga rso n d a n . Ce m i l ' i bekled i ­
ğ i n i k e n d i n d e n sakla maya çal ı ş ı yo rd u . O n a yen iden
yakl aşacak mıydı? <<Ş i m d i i n s a n o l mayı tatt ı m , ama
kork u yoru m . Yüzümde k i çizgi lerden ve y a l n ı zl ı ktan . . .
K i mse k i mseye yardım etm iyor. Y a l n ı z koca l a r k a rı ­
l a r ı n a . kad ı n l a r koca l a r ı n a yard ı m ediyo r. Ben i ya l ­
n ı z sen do ktora götürebi l i rsin, ya ş i a n m a n ı n ayıp b i r
şey o i ma d ı ğ ı n a s e n i n a n d ı ro b i l i rs i n beni . Beni ya l n ı z
sen hatırlıyo rs u n , d i ri l i ğ i m i , coş k u n l u ğ u m u . . . >>
B u n l a rı söyleyecek m i y d i Cem i l ' e? Boşa l a n b i ra
bard a ğ ı n ı masa n ı n üstüne b ı ra kt ı . B i r s i g a ra daha
yaktı . Cemi! . . . Ken d i n i h a rca m a k i c i n kaza n m a k is­
teyen Cem i ! . . . N e reye g i debi l i rd i o n u n l a ?
B a h çe n i n ı ş ı k ları ya n m ı ş t ı . Ağaç d a l l a rı o rasında
re n k renk a m pu l ler . . . Ka l k ı p odasına g i tmek, eşya ­
l a rı n ı topl a m a k ve hemen b i r gece otobüsüyle ista n ­
b u l ' a d ö n m e k geçti i ç i n d e n . Sabalı erkenden ca l o ­
caktı k ı z ı n ı n kapısı n ı .
« N uray!>>
i l k ti treş i m i nden ta n ı d ı bu sesi. Ama iJaşıııı ona
d o ğ ru çev i ri n ce şaş ı rd ı b i rd e n . Koşl arı çatı k t ı , yüzü
acıyla b u ruşm uştu. O d i n g i n , d uygu l u yü zden h i çbir
iz k a l ma m ı ştı . Oturur oturmaz ga rson u ça ğ ı rd ı ve
ra kıyla meze i sted i . N u ray'ın yüzüne b a k m a ktan ka­
cı n ı r g i b iydi . Kes i k kes i k ve ü r kekti davra n ı ş l a r ı . De­
rin b i r so l u k a l d ı . Sonra ça rpı k b i r g ü l ü m semeyle
d o l d u rd u N u ra y ' ı n ve ke n d i n i n kadeh i n i
<< O l m a d ı . d e d i , o l a m a d ı k .»
« Neyi? Ha evet . . . iha leden mi sözediyors u n ? >>
B a ş ı n ı s a l l a d ı Cem i ! :
« O l m a d ı . B u n u d a ba şora ma d ı k . >>
« B oşver, dedi N u ra y , g i z l i a laycı b i r g ü l ü msemey ­
le:
«Yine denersin şa nsı n ı . . . »
Kodah i nden büyük b i r yudum a l r:! ı Ce m i ! . B i r nok­
taya ta k ı l ı p k a l d ı gözleri:
«Ya k ı n d a iflôs edeceğ i m ."

1 74
« Nasıl olsa oc kal mazsı n .»
cıBari b u n u başa rsay d ı m . » Buruk bir g ü l ü msemey ­
le başını sa l l adı Cemil . Ekledi s o n ra . cıZe n g i n o l m a ­
yı . . .»
«Gari p . . . >> G ü l d ü N u ray. cı Sen i n g i bi bir i n sa n . . .
N i ye bu !<ad a r çok istiyors u n zeng i n olmayı?�
D i rsekieri n i masaya d a yayı p yüzü n ü yaklaştırd ı
Cem i l :
« B i l mem . . . Artık paraya bağ l a n m a k istiyorum.
Başka neye bağ l a n a b i l i r i m k i ? » Buruk b i r g ü l ü mse ­
meyle çata l ı n ı e l i n e a l d ı . Gözle r i n i pey n i r taba ğ ı n a
d i kt i :
«Öç a l m a k isti yoru m . ''
�Nasıl yani? Nasıl alacaksın öcü n ü ? »
« Ke n d i m i h e r t ü r l ü ç ı l g ı n l ı k la doyuracak. Parayla
satı n o l aca ktı m hcıyatı . Ka d ı n l a rı da . . . Gençliğ i mde
sa h i p o l a m a d ı ğ ı m ne varsa . . .
H ı n ç l a baktı N u ray'a ve kadeh i n i başına d i kt i .
« N için . dedi N u ra y h ı rç ı n l aşan b i r sesle, n i ç i n ya n ­
l ı ş o l d u k l a rı n ı b i l e bile y a n l ı ş l a rı seçiyorsun ?>>
« C ü n k ü . . . '' çata l ı n ı e l i n d e n b ı ra ktı . gözleri n i k ı stı
Cem i l :
« K imsen i n h e n ü z doğrutoro varamad ı ğ ı n ı görüyo ­
rum da o n d a n . Doğ rularda b i r sahte l i k görüyo r u m da
o n d a n . Herkes i n s ü rekli y a n ı l d ı ğ ı n ı . D ü n yada var­
o l a n hiç bir d ü ze n i n i n sa n ı n özüne u yg u n d ü şmedi ­
ğ i n e i n a n ı yorum b e n . i n s a n ı mutlu ve özgü r k ı l a n
b i r düzen göre m i yoru m . B a s k ı araçl b r ı n ı el lerinde
tuta n l a r değişiyor o kada r. Her düzende a y n ı şey:
Yöneten l e r ve yöneti l e n l e r . . » .

B i r s ü re k o n u ş m a d a n , d ü ş ü n ee l i ve dalg ı n . dur­
d u l a r. Sonra ta baklarına doğru eğ i l d i l e r. isteksiz yi­
y o rd u i k i s i ele. Ce m i ! çab u k içiyo rd u . N u ray ise Ce­
m i l ' i n söz l e ri n i s ı n ı yordu kendince . ikisi de a y n ı s u ­
l a rda kazoya uğra m ı ş i k i kazazade g i b i y d i : Cem i ! b ı ­
ra k ı yordu kend i n i . D i be doğru . . . N u r a y i s e d a ya n ­
m a k i st i yor. b i r k ı y ı a rıyord u . Ç ü n k ü k ı z ı , a ra l a rı n ­
d a k i uzcı k l ı ğ a k a rş ı n u m u t ve riyordu o n a . O n u k a ­
ra n l ı k bir k u y u g i b i h ep ayağı n ı n d i binde duyduğu
a n n e si n i n i n ti h a rı n d a n k u rtara ca k olan da kızına

1 75
duyduğu u m uttu. B a h çe seri n l iyord u . Güneş batm ı ş ­
t ı . B u g ü n bi r ö l ü m teh l i kesi atiatm ıştı ve birşeyi ya­
ka l a m ıştı, avucunda tutuyord u , ama h e n ü z avucun ­
da tuttuğu şey i n ne olduğunu tam olara k anlaya ­
mıyordu. An nesi n i n ve k ı z ı n ı n b i l i n ci nden derieyeb i l ­
d i ğ i b i r demet sanki . . . Elini alnına dayadı N u ray . Bir
an gözleri ni yumdu:
<< H a y ı r d e d i hayır . . . U m u t l uyum b e n . B ü t ü n bun-
l a r, bu a rayı ş l a r boşa gitmeyecek.>>
« U mutlu o l m a k g e rekti ğ i n i d ü ş ü n üyorsun.�
N u ray öfkeyle ba ktı o n a . K u ru bir sesle:
«Bence, ded i , insan ya u m u t l u olur ya d a . . . Ya d a
y ı kı l ı r.»
<< i şte dedi Cemi l , acı b i r g ü l ü msemeyle, ben de
aynı şeyi söy l ü yorum. Kaybolorak y ı k ı l m ayı i ste m i ş­
tim. Şöyle b i r u çtan bir uca okyanusl arı, yıldızları ,
karlı tepeleri ve çöl leri görerek . . . Ama olmadı işte.
i ha ley i kaçırd ı k . Bu işler de bir çeşit matyo ları n e l i n ­
d e a rt ı k . »
G ü l ü yord u Cemi ! . Ama ağl ıyor gibiydi yüzü. Ka ­
dehini yeniden d o l d u rd u . B i r s ü re d a l g ı n laştı . B a h ­
çed e k i masaları n çoğu boşa lmış, sesle r aza l mıştı .
G a rson masa l a rı dolaşıyor, h esapları a l ı yo rd u .
«Yorgunum , dedi N u ray. Şu i k i g ü nde birço k şeye
o kadar şaşırd ı m ki . . . G ü l ü m sed i . Evet, doğru söy­
lüyorsun, dünya matyoların e l i n d e . Neredeyse sa­
natı da ele geçirecekler. Şu öd ü l ü bana vere n l e r. . . >>
«Seni meşh u r etti ler. Al aycıydı Cemi l ' i n sesi . i y i de
para aldı n.))
« B i lmediğ im bazı şeyleri öğrettiler bana . Nasıl tu­
zağa düşü leceğ ini . . . »
« Demek aniadın romanı nda ha ksız l ı k ett i ğ i ni. »
« Ha y ı r,
o değil . Sen i n ne demek i ste d i ğ i n i a n l ı yo­
rum. Ama o değ i l . Ş un a şaşırd ı m : kadın özg ü r l ü ğ ü ,
bireysel başkaldırma falan gibi şeyleri deste k l i y o r
onlar . . . S e n d e . . . Sen de zengin olma i steğ inle bi­
reyci liğini, karamsarlığ ı n ı , umutsuzluğunu kaynaştı­
rıyorsun i şte.>>
Cem i ! şaşk ı n l ıkla baktı ona. O sırada bah çede ki

1 76
ı ş ı k lordan bazıları söndü. Gece yarısına ya klaşıyor­
du.
C e m i ! yorgun elini masanın üstüne b ı ra ktı. Başı n ı
önüne eğdi, acı d uyuyor gibi i k i yana salladı:
« i k i yüzlü değ i l i m 'ben . Hiç bir zaman da olma ­
dım. i nsanlığın kurtuluşunu istemiyor muyum sanı­
yorsu n? Gençliğimden beri istiyordum bt.tnu. Ama
i n sa n ı n evre n l e o l a n i l i ş k i si n i n saçmal ığını da dü­
şündüm her za m a n . Ş i m d i ise insan l ığın kurtuluşu
g i b i bir şeyi n o l a mayaca ğ ı na i n a n ıyorum . i nsan ben ­
c i l ç ü n k ü , z a l i m, i nsanlar birbirleri n e acı cektirrnek­
ten vazgeçmeyece kler h i ç b i r zaman ."
N u ray Cemil ' i n sesi n d e k i suclamayı sezdi b i rden .
« H e p sa n a h a k s ı z l ı k ettiğ i m i düşündün . Anlama­
dın beni.»
O s ı rada g e rson ya klaşt ı yanlarına. Ezik b i r g ü­
l ü msemeyle kapa n m a saa t i n i n geldiğ i n i bild i rd i . Ce­
mil cüzda n ı n ı ç ı ka rd ı . ışığa doğ ru tuttu para la rı . Zor­
l u kla seçiyordu gözleri. N u ra y birden ona karşı i c i n ­
de bir sevec e n l i ğ i n titreşt i ğ i n i duydu. Ne kada r çök­
m ü ştü! Eski d ü şleri n i n y a k ı c ı güzel görü ntüsü . . .
« Ko l ko l ı m>> dedi Cemi!. B i rl i kte yaşıyorl a rm ı ş g i b i
söyledi b u n u . B i rbirlerine bel l i belirsiz g ü l ü msedi ler.
ikisi de zorl u k l a yürüyordu. Gökyüzü acıktı, yıldız­
lario kapl ıydı. Duvann di binden yanık, buruk b i r i ğ­
de kokusu yayı l ıyord u . D izieri nd e k i sızı bütün be­
den i ne yayılm ıştı N u roy' ı n . Cemi! baş ı n ı gökyüzüne
doğru kal d ı rı p, deri n , h ü z ü n l ü b i r sol u k a l d ı . N u roy
göz ucuyle baktı ona. Yardım isteyebileceğ i , s ı rl a rı n ı
acabileceğ i t e k erkek oydu y i n e. Düşü n celeri n i pay­
leşmasa da . . .
«Sana söylemek istemed i m , diye m ı rı l d a n d ı . S ı k ı n -
t ı l ı ydı n zaten . . . Ben h a f i f b i r koza otl attım bugün . »
Cemi! d u rd u b i rd e n . Çok sarh oşt u . sendeliyord u .
« N e kazası? N a s ı l b i r kaza?»
G ü l ü msedi N u ray:
« Bi r şey olmadı. Araba ça rpt ı . Hafif . . . B i raz d izle ­
rime . . . >>
Cemi! birden k ol u n u tuttu o n u n :
« N iye söylemedin? Sonradan b i r şey o l m a s ı n ?
177
Ağrıyer mu hôlô? Doktora götürey i m mi sen i ?»
«Yok, dedi N u ray, bir şeyim yok. Ama cok y a l n ız­
l ı k d uydum. O anda. daha sonra . . . Yalnız ve önem ­
siz d uyd u m ke n d i m i .»
Cemi! birden k o l u n u doladı o n u n o m u z u n a . güle­
re k :
« H i c öne msiz o l u r m u s u n sen Televizyonda koc
m i lyon i n s a n izledi seni?»
N u ray da g ü l d ü . B i rden m u t l u b i r gene k ı z gibi
d uydu ke n d i n i :
«Dalga geçme . Kimse n i n u m u runda b i l e d eğ i l . i n ­
s a n l a r şarkıcıları. türkücü leri a rtistieri a kı l larında
tutuyorlar . . . ,,
Cem i l a c ı a c ı g ü l e rek sa l l a d ı ba ş ı n ı . Dem i r kapıyı
i tti eliyle. N u ray'ı koluyle sımsıkı sara ra k geçi rd i
eşi kten . N u ray sıcak so l u ğ u n u d u ydu o n u n . Basa­
m a k l arı kon uşmado n ç ı k t ı l a r. N u ray o n u n göster­
d i ğ i yakı n l ı ğ ı , seve cen l i ğ i i c i n e çekiyor. ü rperiyor­
d u ama bir yandan da bu h o ş n u t l u k a n ı n ı n kendi
hayatından cıkardığı son ucları yutmasına izin ver­
m i yeceğ i n i d ü ş ü n üyord u .
B i r i n c i kata geli nce d u r d u N u ray . hafi fçe geri çek­
ti kendi n i . Fısılda d ı :
«Odama g i d i yoru m . Teşe k k ü r ederi m . » Sessizdi
otel. Koridorda loş, mavi bir ışık ya n ı yo rd u . N u ray
yürü mek icin davra n d ı . Cem i l b i rden k o l u n u tuttu.
B i r an ö n ü n e bcı k t ı . Son ra k a l d ı rd ı ba ş ı n ı . Gözgöze
geldi ler. N u ray bir kez daha u za k laşmak i c i n dav ­
ra n d ı ğ ı nda Cem i l bi rden sarı l d ı ona . Y a n a n yüzü n ü
o n u n boy n u n a gömdü . D u d a k l a rı titriyord u :
<· Hayır. d i ye fısı ldcı d ı . B u n a h a k k ı n yok. i k i m i z d e
y a l n ı z l ı k d u yuyoruz v e a n c a k b i z . . . biz i k i m i z b i rbi ­
rimizi avutabi l i ri z . G itme. B i r l i k te k a l a l ı m n ' o l u r. . .
Sana söyl i yecekleri m var. O l u r m u ? Gitme.>>
Ya sonra? d i ye d ü ş ü n d ü N u ray. i ç i nde catl a m ı ş
o l a n t o h u m u yeniden toprağa m ı gömecekti? Başı
dön üyord u . Bedeni g ü çsüzd ü . O n u n l a b u g ü çsü z l ü ­
ğ ü paylaşma k . . . Karş ı s ı n d a k i k ü ç ü k pencereden
gökyüzü ne baktı .
«Yapma. d i ye fısı l d a d ı , böyle yapma . . . »

1 78
Cemil a ğ ı r a ğ ı r çekti yüzü n ü . Bir an yüzyüze k a l ­
d ı l a r. Bir ş e y söyl emek ister gibi k ı p ı rd a d ı Gerni l ' i n
d ud a kl a rr . B i rden kara n l ı ğ ı n örtüsü sert b i r sesle
parça landı . B i r kez daha, b i r kez d a h a . . . irk i l e re k
yüzleri n i pencereye doğru çev i rd i l e r.
«Yine pencereye dönük, a ğ ı r a ğ ı r başını evet a n ­
l a m ı n d a salladı C e m i l . Fısı ldadı y i n e :
« B u g e c e. . . istersen ya l n ı z bu gece . . . »

N u ray k u l a k l a rı n d a az önceki patl a m a n ı n sessiz


y a n k ı sı , gö kyüz ü n e baktı y i n e , d u d a k l a r ı k ı pı rd adı :
<< Peki."
Cemil kolunu yeniden onun omuzuna d o l a d ı . B i r­
l i kte o n u n k o l d ı ğ ı odaya doğru yürüdüler.
BÖLÜM

Yüzünü pen cereye doğru çev i rd i N u ray. D ı şa rd a n


süzülen sol u k ışı kta k i rpi kierine biriken damla t i t ­
reşti . Cemil d i rseğ i n i yast ığa daya m ı ş , öte k i e l i y l e
o n u n o m u z u n u h a fifçe o kşuyordu. Y a n d u rm u ştu
ve şaşırmış, üzgün yüzüyle N u ray'a ba k ı yord u :
« Sen, diye fısı l d a d ı , böyle değ i l d i n . . . >>
N u ray o m u z u n u okşaya n elden uza klaşmak ı ç ı n
çekti kend i n i v e o n a s ı rtı n ı döndü . O a ğ ı r, ürkütü­
c ü a n geçmişti . Cem i l i i t i p kısık b i r ç ı ğ l ı k l a k a rşı
koyduğu an: « i ste m i yoru m ! >> Kabuğ u n a çekil mişti
şimd i : << Neden, bile m i yorum . . . »
<< B i rbiri nı ize ya rd ı m cı o l a b i l i riZ>> dedi Ce m i ! : << B i r­
b i rimizin d ü ç; ü m l e ri n i çözebi l i ri z be l k i . . . »

Buruk b i r g ü l ü msemey l e . so k a k l a m b a s ı n a b a k a ­
ra k fısıldadı N u ray:
<< B u yaşta n sonra mı? Art ı k u n utmaya cal ı şıyo­
rum ken d i m i . Bazı şeyleri devra l d ı m bel k i . . . Annem­
den . . . O d a öyleydi herh a lde. Ken d i n i u n utmaya ça ­
l ı şıyord u , beden i n i , k e n d i n i . . .
« Nerden bil iyors u n ? K ü ç ü k t ü n o zaman .>>
« Öy l e sanıyorum . Sonradan roma n ı m ı o n u n h a ­
y a t ı n d a n görü ntüle rle başl atmaya karar verd i ğ i m za ­
m a n d ü ş ü n d ü m b u n u . Hep çabalayan ve sa n k i b ü ­
t ü n erkek soy uyla yarışan b i r k a d ı n . Gelişmesine
i z i n veri l m eyen ka d ı n soy u n u n ö c ü n ü o l ma k isti yor
sa n k i . Babamı sevdi m i a c a ba ? B i l m iyorum . << Or­
ta k idea l l e r>> besled i k leri icin evl e n d i l e r bel k i . Her
konuda i l erici a n n e m , ama bir erkekle bir k ı z ı n
i l i şki k u rması n ı cak a y ı p görüyor. K ı z l a r terbiye l i .
Erkekle görüşen b i r k ı z ı k ı n ı yorla r hemen . O k u ic a
d a yasa k . Kendimi bildim b i l e l i d ü ş ü n d ü m ve o n u n
n i ç i n ken d i n i ö l d ü rd ü ğ ü n ü . . . N i cin d a m a rl a rı n ı kes­
tiğini. . . »
1 80
Sesi titredi ve k i rpiklerinde b i ri ke n göz yaşı a ktı :
«Anlayamad ı m .»
«Ama . . . biz birbirimizi sevd i k . Evlenmeden ö n ce . . .
Ne g ü ze l g ü n l e r yaşa d ı k , hatırlıyor m usun?�
Deri n bir i ç geçird i N u ray . Döndü. S ı rtüstü yatt ı .
« B i r sigara . . . »
Hemen doğruldu Cemil. Yata ğ ı n ya n ı nd a k i korno ­
d i n i n üstünden pa keti a l d ı . i k i sig a ra çıkard ı . Yak­
t ı ğ ı ilk sigarayı N u ray'ın d ud a k l a rı a rasına yerleş­
tirdi. G ü l ümsüyord u . Son ra kendi sigarası n ı ya ktı
ve s ı rtüstü yattı o da. i k i s i d e bir s ü re tava n a ba­
karak d ü şü ncelere d a l d ı .
« K i ş i l i k l i bir k ı zd ı n , diye fısıldadı Cemi!, özg ü r o l ­
m a y ı beceriyord u n . E n ç o k bu yüzden seviyo rd um
seni . Geleneki ere başka l d ı rmayı b i l iyord u n .»
<< Evet. dedi N u ray, alaycı, k ı r ı k b i r g ü l ümsemey ­
l e . Özg ü r ol mayı, gelen � klere başka l d ı rmayı sen ­
den öğre n i yord u m . Senin bana okuttuğun kitaplar­
d a n . Fransız yaza rla rı n ı n kitapları nd a n . . . Siyah ba­
l ı k çı yaka l ı b i r kaza k giyiyo r ve sigara i çiyord u m .
Meyh a nelere de götürd ü n ben i . R u m meyha neleri ­
n e , pasta nelere . . . Sokakl a rd a bile içtik, hatırlıyor
musun? Kuytu yerlerde seviştik. Kahra m a n gibi h is­
sediyordum kendimi . Topl u m u n k u ra l ların ı h içe sa­
yabi l d i ğ i m i c i n . Bireyin seçme özgürlüğü . . . O zaman ­
l a r buydu slogan . . . D i l e d i ğ i m i z g i b i yaşaya b i l m e k . . .
Şimdi . . . g ü l ü n e sa n k i . »
Cemil sigara tablası n ı komod i n i n ü'stü nden a l d ı
v e uzattı N u ray'a doğru?
«Her insan istemez m i b u n u?»
« i steyebi l i r. Ama nasıl gerçekleşir b u ? B i reysel
özgürlüklerle topl u m u n özg ü rl ü ğ ü n a s ı l birleşir? Ka­
rışıyor kafam . . . Neyin y a n l ış, neyin doğru o l d u ğ u -'
nu c ı k a rm a k ne kadar g ü ç . . . Yorg u n u m .»
«Uyu istersen , >> dedi Cem i ! , yüzünü ona doğru
yaklaştıra ra k . «Sonra y i n e konuşuruz. Ya rı n . . . Ya­
rı n sabah . . . »
«Yarın.» Sigara s ı n ı tabiaya bastırdı N u ra y ve so­
luk a l m a kta zorl u k çekiyo rm u ş gibi el lerini yatağa
dayayara k doğ rulmaya çalıştı . . . «Yarın b u n l arı ko-
Ct•nc Kız ve Ölüm 181
n u şm ak . . . Öff . . . Saçma . . . Saçma geliyor b a n a . . .
Seç k i n ' i d ü ş ü n d ü kçe . . . O n u n n e yapacağı n ı d ü ş ü n­
d ü kçe . . . » Örtüyü ü stünden attı ve s ı rt ı n ı Cem i l ' e
dönerek oturd u yatakta, ayakları yerde k i döşeme ­
n i n seri n f iğ i ne değd i . Baş ı n ı e l l e ri a ra s ı n a a l d ı . B i r­
den yatakta böyle y a rı ç ı p l a k oturuşu u ta n ç verdi
ona. Ne kada r u n u t m u şt u b u n u , bir erkeğin ya n ı n ­
da böyle d u rm a k . soy u n u k . . . Oda kara n l ı k da olsa
ve b u erkek onun bütün g iz l e ri n i ele geçi rmiş o l a n
bir erkek de olsa . . . Düşü nceleri özg ü r o l sa da be­
deni bağ l ıydı sa n k i . U ta ngaç ve gelenekiere bağlı . . .
Cem if'in boğ u k , a ğ ı r sesini duyd u :
<" O n u a l ı koymalıy d ı n . B i r ya n ı l g ı i ç i nde olduğ u n u
a n l atma l ı ydın o n a . •>
« B e n i d i n le r mi s a n ı yors u n ? Hem n a s ı l ? Nasıl a n ­
l a ta b i l i ri m ona ya n ı l g ı içinde o l d u ğ u n u ? Ya n i daha
doğru şey leri ona n a s ı l göstere bil i ri m ? B i l e m i yo­
rum b u n u . Ne d iyebi lirim ona << Benim g i bi of . . . » Ki­
m i , neyi örnek gösterebi l i ri m ? B i l em iyorum . Hangi
t ü r kad ı n ı . h a n g i tür kızı o n a örnek d iye gösterebi ­
l i ri m ? i n a n ki bilemiyorum . Ya n ı l d ı k l a rı noktafar ne?
B u n u d a t a m olarak bilemiyorum . »
� Gerçeğe düz ba k ı yorlar, d ü z ve ezberden . . . » de­
di Ce m i ! . Gözleri tavanda, elleri n i enses i n i n a l t ı n d a
kav uştu rmuş . . .
«Yan l ı şl a rı ols::ı d a sonradan d ü zelti rler bel k i , sı­
nayara k , deneylerden geçere k . . . Sesi k ı rı l d ı : Acı de­
neylerden . . . »
<< Öyle h oşgörü süzler k i , dedi Cem i ! , dalgın bir
sesle. B u zihn iyetle kurulacak b i r d ü z e n i n s a n ı n b i ­
reysel önemini ve özgürl ü ğ ü n ü ta n ı moyan b i r baş­
ka otoriter d üzen olacaktır.�
«Ama sen . . . O n l a rı ilk gençliğinde edindiği n b i l i nc­
l e yarg ı l ı yors u n gibi geliyor b a n a . Nası l b i r b i re y­
sel özg ü rl ü k?»
Sust u bir an, acı acı g ü l ü msed i :
«Seçkin olsaydı ş i m d i . . . O n u n l a tartışsaydın . . .
Kimb i l i r neler söylerdi sana?»
Ayağa kal ktı N u ray. Üstü n e geçirecek bir şey a ra ­
d ı . lşığı yakmakton so k ı n ıyord u . Cemil 'fn iskemle-

1 82
n i n üstüne atı l m ış gömleğini b u l d u . Geçi rd i s ı rtına.
Sonra pencere n i n yanına gitti ve i sk e m ieye oturd u .
Cemil de çı ktı yata kta n . N u ray yarı kara n l ı kta
o n u n dalaba doğru g ittiğ i n i , bir şey a radığı n ı gör­
dü << N e arıyorsun?>>
« Konyak, dedi Ce m i l . Dü nden k a l mıştı.»
Cemil'in e l i n i n k o ra n l ı k d u varda gazi n d i ğ i n i fa rk-
ett i :
«Ya kma, d e d i . l ş ı ğ ı yakma.>>
Yeniden sessi z l i k . . .
«Ama, dedi Cemil, gömleği m i giymişsin . B i r şey
a rıyorum üstüme . »
Yarı kara n l ı kta yen iden dalaba doğru gitti . El yor­
d a m ı y l a bir gömlek b u l u p geeird i s ı rt ı n a . G ü l d ü :
« Es k i den b i rbirimizden utanm ıyord u k değ i l mi?»
E l i nde k o n y a k ş i şesi, masaya doğru ya klaştı.
N u ray pencereye doğru h a f i fçe çevirdi yüzü n ü ;
g ü l ü msedi o d a : « Y a ş l a n d ı k . . . »
Cemil masa n ı n öte k i ucunda k i iskemieye oturd u .
Ağ ı rl ığıyle g ı c ı rdadı iskemle . Konyak ş i şes i n i n ka ­
pağ ı n ı a ça rken:
«Ayrılmasa y d ı k , dedi, b e l k i de farketmiyece kti k
b u n u , b i rbirimizin ya ş l ı l ı ğ ı n ı . . . »
N u ray yüzünü çevirdi ona. B i r şey söyleyecek g i ­
bi o l d u , vazgecti . Cemil şişeyi N u ray'a uza tı rken :1
«Al, dedi, iç.,
N u ray şi şeyi a l ı rken gözgöze geldileı; ve g ü l ü m -
sed i l e r.
« Böyle icmiştik , h atırlıyor musun?'> dedi Cem i l .
« Evet. Yenikapı'da . . . »

«Sabaha doğru h a l a n ı n evine b ı ra k m ı ştım se n i .»


«Evet, dedi N u ray. K ı rı k bir k o h ka h oyla . . . Ayak-
l a r ı m ı n ucuna basarak odama g i rerken h a l a rn uyo­
n ıverm işti. Atı l m ıştı bana doğru : << Ben yaşıyorum
hôlô!» Öyle bağırm ı ştı. « O k i mse, a i lesi n i gönderip
istetsin se n i ! » Hah h a l ı>
G ü l ü ş ü b i rden b i r hüzne b ı rakt ı yeri n i :
«Sabaha kadar. . . Kusmuştum v e a ğ i a rn ıştı m.»
«Ama ben de b i r h a fta son ra annemi gönderip se-
n i istetmiştim.�

183
Gülerek N u ray'ın k o l u n u tuttu Cem i l .
« Böylece, t a n ı d ı ğ ı m i l k erkekle evlendim ben d e . . . :.
Cemi! bıraktı o n u n k ol u n u :
«Oysa s e n başka erkekler de ta n ı m a k istiyord u n
değ i l m i ? » Kötüydü sesi.
S ı kı ntıyla i c geeirdi Nu ray. Masaya doğru . eğdi
yüzü n ü . E l i n i a l n ı na daya d ı .
« Böyle kon uşma m a l ı s ı n .»
Cem i ! de iC geeird i ve pen cereye çevirdi yüzü n ü :
<<Y a l a n m ı ? »
Ayağa k a l ktı N u ray. D a l g ı n . d a ğ ı n ı k , d u rd u bir
s ü re. Cama y a k l a ş t ı . Al n ı n ı d a y a d ı . Bomboş sokak­
ta sokak l ô mbası n ı n ışığı a ğ a ç l a rı n yapra k l a rı n da
titreşiyord u . Kendi kend i n e k o n u ş u r g i b i :
« A n n e m i n h a t ı ra defteri ve a l b ü m ü . . . Açı yo rd u m
o n l a r ı , geceleri , u y k u m kaçı nta . . . B a k ı yordum a n ­
n e m i n fotoğrafları n a . H a l a m a değ i l a n neme benze­
mek i stiyord u m . H e m ona benzeme k istiyord u m .
hem de korkuyord u m b u n d a n . Sonra karşıma sen
ç ı kt ı n ve bana yeni bir yol gösterd i n : Var o l m a k ,
özgü r o l m a k , çevreye yabancı o l m a k . gelenekiere
başka l d ı rm a k ve kad ı nla ra benzememek . . . S o n ra . . .
Sonra ben de a n n e m g i b i d ü ş ü n celerini paylaştı ­
ğ ı m ve i l k ta n ı d ı ğ ı m erkekle evlen d i m . >>
<<Ama aşk v a rd ı bizim a ra m ı zda. B e l k i a n ne n l e
b a b a n a ra s ı n d a ol maya n b i r şey. O n ların ö ğ ren­
mediği b i r şey, aşk, a rkadaşl ı k . . . »
<<Vardı evet, dedi N u roy. A l n ı n ı camdan a y ı rd ı .
Gökyüzüne baktı. Aşk . . . Senin d ü ş ü n celeri n i . söz-
leri n i seviyord u m . Ş i i r i . . . Ş i i ri seviyoru m . N a s ı l a n -
latsam ? B i z i soran b i r sis sa n k i . . . B i z i başka i n sa n ­
l a rd a n a y ı ra n . . . B i r sığ ı n a k sanki . . . Öyleydi a ş k .
A m a s e n o i l k gece h a n i . . . B e n i n a s ı l ü rküttü ğ ü n ü
b i l i yor m u s u n ? O gece n a s ı l h a y a l k ı rı k l ığ ı y l e sar­
s ı l d ı ğ ı m ı . . . O an se n i n de otobüslerde, yollarda ka­
d ı n l a ra s ü rtü n e n , lôf atan ya da gazete haberlerin ­
de, filmlerde ka d ı n la r ı n ı rz ı n o geçen erkeklerden
bir fa rk ı n yokmuş gibi geldi bana . Beni. duygula­
rımı, düşüncelerimi unutmuştun sa n ki . Bedenime sal ­
d ı rıyord u n . Sonra l a rı da g özleri m i yumdum ve ken-
d i m i bu göreve a l ı ştı rmaya çalıştım. Sis gitgide d a ­
ğ ı l ıyord u .»
Cemil b i r süre karşı l ı k vermeden baktı N ura y'a.
M as a n ı n üstünden sigara paket i n i aldı ve bir si ­
g a ra yakıp d u m a n ı n ı pencereye doğru üfled i :
« B i l m i yo rd u m , d e d i . Seni m utl u edemed i ğ i m i b i l ­
m iyord u m . Ö y l e d a v ra n mıyord u n . Hatta , acı a c ı g ü ­
l ü msedi, ateşli b i r k a d ı n sanıyordum seni. Yeni he­
yeca n l a r tatmak icin benden ayrı l d ı ğ ı n ı düşünmüş­
tüm.»
<< Öyle de o l a b i l i rdi» dedi N u ray, k u ru b i r sesle .
«Böyle konuşm a» dedi Ce m i ! , e l i n i tuttu o n u n .
«Ha y ı r konuşaca ğ ı m . H ayal k ı rı k l ı k l a rı b i rb i r i n i
i z l e d i . Sonra d a bi r zırhla koru d u m k e n d i m i . lşye­
rimde, m a h a l lede, kızımın a rkadaşları n a karşı ken­
dimi mazbut b i r k a d ı n olarak kab u l ettirebi l d i m .
i yice i y i c e köralttim ken d i m i . A rt ı k b a n a h i ç b i r er­
kek heyeca n vermiyor. Ben de . . . Belki ben d e h i ç
k i m seye heyeca n vermiyorum.»
N u ray yorg u n düşmüş gibi oturdu iskem leye. S ı r­
tı k a m btı rlaştı.
Cemi l yüzünü y a k l a ştırdı ona. K u l a ğ ı na doğru fı ­
sıldadı:
«Ben . . . Ben h fı l ô . . . Se n i n l e . . . »
<< Hayır . '> N u ra y y u m u ş a k , k ı rı k b i r sesle söyledi
bunu ve ken d i n i g e riye çekti.
«Gördü n . . . Taş gibi olduğumu. . . Çünkü, a rt ı k
oyun d a oynaya m a m . » •

Cem i ! b i r an başı önünde, masaya doğru eğ i l m iş,


k a l a k a l d ı . Sonra konyak ş i şesi n i e l i ne aldı ve d i kti
başına . B i r sigara ya ktı v e kal ktı ayağa . Kapıya ka­
d a r yürüdü, sonra g e ri döndü, yarı k a ra n l ı kta, ö n ü ­
n e bakıyo rd u . B i rden o d a n ı n ortası nda d u rd u :
cı: H ı h . zava l l ı k a d ı n l a r . . . » dedi, g ü l d ü . Sustu. Se­
sini yü kseltti : << H e p erkekler h a ksızl ı k ediyor o n l a ­
ra . Sa l d ı rıyorl a r, o n l a rı n k i ş i l i klerini eziyorl a r. H ı h . . . »
N u ra y oturd u ğ u yerden şaş k ı n l ı kla baktı o n a .
«Ya erkekl er? dedi, Cem i ! . B u senin sa l d ı rg a n ve
bencil ded i ğ i n erkekler çok m u m u t l u ol uyor a ca -
ba? C o k m u doyu m l u ol uyorlar?» Sustu b i r s ü re.

1 85
Sonra pencereye yaklaştı . Sokak l ô m ba s ı na doğru
d i kti gözl e ri n i :
« Se n erkeklerden korkt u ğ u n u söyl üyors u n . B e n de
k a d ı n l a rd a n korkuyord u m . bil iyor m u s u n ? N e k a d a r
kork uyord u m kadı n l a rd a n . . . A l a y edecek l e r d i y e be ­
ni reddecekler d i ye . . . A n l ı ya mazsın sen b u n u . Se­
n i n le evien i neeye kadar h i çbir k a d ı n l a bir y a kı n l ı k
k u rmadım. Sana saldırd ı ğ ı m ı söy l ü yorsun . Pa n i k
içi nde olduğum icin saldı rıyord um bel k i . i l k ola ra k
b i r k a d ı n a h e m d e ç ı l g ı nca sev i l e n , tertemiz b i r k � ­
d ı n a sa h i p olma k . . . B u n u n coş k u n l u ğ uyla kendi m i
kaybederek saldı rıyord u m be l k i . B i r k a d ı n a sa h i p·
o l a b i l d i ğ i me i n a n m a k icin . . . >>

Deri n bir sessizl i k oldu odada. N u ray ba ş ı n ı el ­


l e ri a ra s ı n a a l d ı . i cinde bir t it remeyl e :
« H i ç bunları konuşmamıştık,» dedi. Sonra b a ş ı n ı
k a l d ı rd ı utangac b i r g e n e k ı z g i b i g ü l ü msedi . Ce­
mil. ona doğru geldi. E l l erinden tuttu. Ayağa k a l ­
d ı rd ı o n u v e sarı l d ı . Gözleri n i yumdu. N u ra y o n u n
bed e n i n i n n e m l i sıca k l ı ğ ı n a b ı ra ktı b i r a n kendini.
D i n l i yo rdu kendi n i . Ka b u k cotlosın d i ye kendi be ­
denine sa n k i yalva rıyord u . D uyguları y u m uşamıştı
a ma bedeni za l i m. i natçı ve k i ndard ı . Cemil yatağa
doğru götürüyordu o n u . N u ray s i l k i n d i b i rden.
« Hayır. dedi . Artık çok gee. Doğa terketmiş ben i .
öc a l ıyor sa n k i . >>
Gern i l eliyle a l n ı n ı okşadı o n u n v e :
« Bo no yard ı m e t . diye fısı ldad ı . A rt ı k hiçbir ka -
d ı n l a yata m ıyoru m .»
« Kendime yard ı m edemiyorum ki . . . >>

Yanyana o t u rd u l a r yatağ a .
<< K a d ı n l a rı severned i m ben. d e d i Cem i l . i şte ben
de sana s ı rrı m ı a c ıyorum . Kadın . . . Hesa p l ı , sahte­
kôr. Kadının makya j ı , modaya uyması, kiba rl ı k d ü ş­
k ü n l üğ ü , erkekten de kibarl ı k beklemesi. sigara s ı ­
n ı , yakaca k s ı n . man tasu n u tutaca ksı n . tuvalete gö ­
t ü receksin , her yerde o n u önden geçireceksi n , o n a
i l ti fa t edece ksi n , ona hed iyeler a l a c a k s ı n ç i ç e k gö­
t ü receksin sonra koruya caksın k a d ı n ı . Her zaman
bütün teh l i kelere k a rş ı k o ruyaco ksın k a d ı n ı ; b ü t ü n

186
erkeklere karşı , kara n l ığa k a rş ı , h atta yol l a rd a oto­
mobi llere, ta şıtlara karş ı . . . Erkeğ i n fonksiyonu bu
s a n k i . Sanki bir k a d ı n b u n u n i c i n bir erkekle b i rl i k ­
t e o l m a k ve evle n m e k istiyor. Kom i k görüntü b ü ­
t ü n bunlar bana kom i k ve sahte . . . »
<< Ben . . . d i ye fısıldadı Nu ray. Beklernedim g a l i ba
b u n u . Ters i n i yapmak isted i m . B i r erkeğin koruyu­
c u l uğ u olmadan bir şeyi gercekleştirebil mek . . . Var­
l ı ğ ı m ı yani . . . insan o la ra k varl ı ğ ı m ı . . >>
.

,«Sonu nda oldu i ş te. Roman yazd ı n . »


N u ray d a l g ı n laştı b i r a n . E l i n i çenesine daya d ı .
B u r u k b i r g ü l ü m semey l e :
«Ama eksik o l a n b i r ş e y v a r . ded i . Ka rşı ç ı ktığ ı m
değer ö l ç ü l e ri n i koruya n l a r öd ü l lendird j o n u . Öte­
k i l e r ise b i reyci b u l d u l a r. deger vermedi ler. Erkekle
ka d ı n ı n k u rtu l u şu ancak birli kte gerçe kleşir. Öyle
söyled i l er. Bir kez d a h a parca l a n d ı m sanki.»
« Evet, d e d i h ın ci a Cem i ! , önce a l t yapı değişme­
l i , sonra . . . ��e k a d a r meka n i kler!'>
«Ama sen . . . N i çin düşmanca bak ıyorsun o n l a ra?
B u düşünce l erden niçin uza ksın sen? Bir işei n i n
o ğ l u . . . N iye böyle koptun?»
« Be n kopmayı secmed i m , dedi Cem i l , a m a b ü t ü n
bunlar sığlıkları. d a r görü ş l ü l ü k l eri. h atta i k i y ü z l ü ­
l ü k leriyle b e n i kend i l eri n den uza k l a şt ı rd ı l a r. �
«Ha ksızl ı k ediyors u n .» dedi N u ra y . « i k i yüzl ü l ü k
göre m iyoru m ben. yani bu d ü ş ü n celerde. bu d ü ş ü n ­
celeri taşıyan insa n l a rda . . . »
« B e n hep öyle görd ü m ." Cem i ! ayağa kal ktı ve
bir sigara yaktı k e n d i n e . Geld i , aya kta karşısına
d i k i l d i N u ray' ı n :
«Sen dedi içten miyd i n ? B u d ü ş ü ncel eri ben i m ­
serken? H a h . . . Gercekleri birden b i re gören. b i l i n c­
lenen. evinden a y rı l ı p k e n d i n i toplumsal kavgaya
adayan bir kad ı n . . . Gerçekte ise benden b ı k m ıştı n
ve b i r serüven a rıyord u n . B i r kah ra m a n ı n sevg i l isi
olmak uğru n a epeyi kitap okudun . . . »
N u ra y gerg i n l i k icinde t ı k a n ı p kaldı bir a n . Son­
ra :
4: N e kadar sayg ı sız. bozuk bir i nsansın,» dedi,

1 87
k a l k m a k i c i n davra nd ı .
Cem i ! b i rden sert b i r el h a reketiyle o m u z u n u kav­
radı o n u n , a yağa ka l kması n ı engelled i .
« B ı ra k beni,» d e d i N u ray v e tiksintiyle çevirdi yü ­
z ü n ü . <<Se n . . . Sen beni i ş g a l etmişti n . . . Kara msar
edilgin d ü ş ü n celeri n l e , benci l l i ğ i n le . . . o ise bana i n ­
s a n o l m a n ı n yolları n ı açıyordu .»
« Ne g üzel b i r k ı l ı f!» dedi Cem i ! ve b i ra z geriye
çek i l d i . «Arkada ş ı n ı n ka rısı n ı ayartan bir ka h ra -
m a n . . . >>
« H ayır, dedi, h a yır, a n layamazs ı n sen o n u ! »
B i r za m a n l a r se n i sevd i m , şaşıyorum .
«O zama n l a r i cten d i n>> dedi Cem i ! , yüzünü cevir-
meden, d uvara bakara k . « H ı rslara ve benci l l iğe
ka ptı rma m ı ştın kend i n i .»
<< H ı h . . . Sen a l d ı n beni i k i k i ş i l i k bir benci l l i ğ i öğ­
retm e k iste d i n , d ü nyaya k ü s k ü n l üğ ü . . . Bunu k ı ra ­
b i l d i ğ i m icin k utl uyorum kend i m i.»
Acı , kesk i n b i r k a h ka h a attı Cemi ! :
« K i ş i l i ğ i n kutlu o l s u n ! dedi. Hah h a h . . . Ka d ı n l ı ğ ı ­
n ı kaybed i p b i r k i ş i l i k yapmışsın kendine. Şimdi k i ­
me özeniyorsun? Georges Sand'a m ı ? Simone d e
Beauvoi r'a m ı ? Aşağı l ı k duyguları n d a n k u rtu l m a k
icin şöh ret peş inde k oş a n b i r k a d ı n . . . B ü y ü k top­
l u m c u m u za bir holding sa h i p çık ıyor. B u rjuvazi ödül ­
len d i riyor! işte böyle o rtaya ç ı kıyor senin sahtekôr ­
l ı ğ ı n !»
«Senden nefret ed iyoru m , dedi N u ra y d i şleri n i n
a ra s ı n d a n . Kendi y ı k ı ntısıyla h e rşey i , her değeri
y ı k m a k isteyen bir i n san ol muşsun sen. Niçin gel­
d i m sen i n y a n ı n a nicin?»
« G it öyleyse,» dedi Cem i ! , gözle rini tava{la d i ke ­
rek. Taşia şmış yüzüyle. N u ray b i r a n . o d a n ı n orta ­
sı nda dona ka l d ı . Sonra yata ğ ı n üstündeki cantası­
nı aldı v e ağır ağır y ü rü d ü ka pıya doğ ru. Kapıya
g e l i nce b i r an dönd ü ; sol u k ı ş ı kta ba ş ı n ı el leri a ra ­
s ı n a a l m ı ş . hantal gövdesiyle masaya doğru eğ i l ­
m i ş Cemil'e b a kt ı . Çı ktı kapıdan . Kapıyı örtmedi a r­
kasından. ı ssız k a ra n l ı k korldorda d uvara tutuna
tutuna y ü rü d ü . Bayılacak g i biydi.

1 88
N u ray yatağa yüzü koyun yığıldı ve ağl ayışı n ı
yast ı ğ a gömdü. Gerni l ' i n son sözl eri: Kad ı n l ı ğ ı n ı yi­
tirip b i r kiş i l i k
yapmışsın kendine. Kırbaçlıyordu bu
söz bey n i n i . B i r k i ş i l i k . . . Yüzünü yastığa gömerken
gitg i de kendi içinin karanlığına yuvarlanıyordu. Ne
yapacaktı b u k i ş i l i ğ i ? Bir başka insana doğru u za n ­
madıkça . . . B i r başka kişi l i k l e kaynaşmadı kça . . .
Va rol uşu kendi kendi n i yiyor, t ü ketiyordu sa n k i . B i r
ya n l ı ş . . . N e y d i bu? Kendini korkusuzca t a n ı m a k ,
yapab i l m i ş m i ydi b u n u ? Y u m u ş a k , s ı c a k fısı ltılar,
h oşgörü l ü , dostea dokun uşlar . . . Hayrat b i r başkal ­
d ı rı ş l a değ i l . sevgi ve yete nekle konıtl a n m a k . . . Ken ­
d i n i kaza n m a k i c i n ken d i n i vermek . . . Berrak b i r kay ­
nak olabilmek. . . icindeki d uyguları özg ü r b ı ra k ­
mak. Kuşk u n u n . h ı ncın a ğ ı r zi ncirinden k u rt u l ­
mak . . . Varl ı ğ ı n i l k basamağı değ i l m i ydi acaba b u ?
Dağ ı n yomacı n ı ta n ı m adan ke n d i n i doruğa doğru
cekmeye calışa n bir dağcı . . . B i r an öyle gördü ken ­
d i n i . « Ka d ı n l ı ğ ı n ı yitiri p b i r k i ş i l i k yapmışsın k e n d i ­
n e.ı> i nsa n ı n k e n d i hayat ı n ı tanı ması n e k a d a r zord u !
Belleğin gerisi nde. k a ra n l ı kta kalan a c ı l a r neyd i ?
O n u kendi n den. k e n d i bede n i nden kaçıra n a c ı l a r. . .
« Ka d ı n l ı ktan değil. k a d ı n l ı ğ ı n konu mundan kocmak
istem iştim belki.» isted iği sevgiyd i , bunun icin yaşo ­
mı ştı sa n k i ve b u n u n icin bir roman yazmıştı. Ken ­
d i n i yücel terek yaşa mak ve sevmek . . . M u t l u l u k b u
olmal ıydı . O n a b u n u u n utturan neyd i ? B i rçok i n sa ­
na b u n u u n uttura n? Y a Cemil? O ke n d i n i yücelterek
yaşa m a y ı neden başara m ıyord u . O n u n varoluşu da
k e n d i n i yiyen v e tü keten bir varoluş değil miydi son ­
k i ? N a s ı l yırtma l ı bu k e n d i n e kapa n ı ş ı , bu k a ra n l ı ğ ı ?
B i rden b u k a ra n l ı ğ ı n i ç i n d e b i r kıvılcım ona kızı n ı h a ­
tı rlattı. Ne kadar u za k t ı ! An nesiyle baba sının a c ı l a ­
r ı n a . Ş i m d i n e redeyd i ? N e yapıyord u ? Acıları b i rbi­
rinden uzaklaşmışt ı , ü ç ü n ü n d e . . . Yıllar önce onun
ateşler içinde yanan küçük gövdesi n i n başında bü­
tün bir gece bek l e m işlerdi Ce m i l ' l e birli kte. Ş i m d i
ise kızlarıyle i l g i l i kayg ı l a rı bile paylaşa m ı yorlordı.
E rtesi g ü n . . . N u ray i rk i l e ra k kaldırdı yüzünü yas­
t ı k t a n . Radyoda , televizyon d a , haberlerde . . . Kızının

1 89
ismi . . . B i r an sol u ğ u kesi l i r g i b i oldu. N i çin ulaşa ­
m ı yordu ona? O n u yalnız b ı ra k ı p nası l gelebilmişt i
buraya? Kızı n ı n varl ı ğ ı na karşı olanları n verd i ğ i
parayı a l maya? O n l a rl a kaynaşmaya? K e n d i k u r­
t u l u ş u . . . H a k l ı çı kan k ı zı m ıydı yoksa? Aşkı, ayrı­
l ı ğ ı , ya l n ı z l ı ğ ı tatma m ı ş olan k ı z ı . . . Henüz bir gee­
miş edinememiş kızı . . . Çeşitli dönemlerde, çeşitli
d ü ş ü nce a k ı m l a rıyle parea l a n m a m ı ş kızı . . . Bu ay­
rı l ı k olmasaydı acaba Seekin şimdi a n nesiyle ba ­
bası n ı n kanotları altında, d uva rl a rı res i m l erle süs ­
lü b i r gene kız odasında düşler k u ran bir gene k ı z
olabilecek miyd i ? Sevg i l isiyle buluşma d ü şleri k u ­
ra n b i r g e n e k ı z ? K i m b i l ir?
N u ray k ı zı n ı n çevresinde görd ü ğ ü , f i l m l e rde gör­
d ü ğ ü ai l e mode l i d ı ş ı nd a yaşa m a kto n acı d u yduğu ­
nu seziyordu . H e n ü z gene k ı z l ı ğ a a d ı m ı n ı ata rken . . .

Yol l a rda ra sladığı oi l elere baka rken yüzü h ü z ü n l e


gölgelen iyord u . G i z l i bir h ı n clo v e yal n ı z l ı k l a . . . N u ­
ray o n u n iste kleri n i yerine geti rmeye çalı şıyordu.
i k i si başba şa. a kşa m yemek l e ri n i yerken N u ray öz­
g ü rlüğü seeiş i n i kızı n ı n o m u z l a rı n a b i r yük gibi bı ­
r a k t ı ğ ı n ı d ü ş ü n ü yord u ve soruyord u kendine «Bu­
n o h a k k ı m var m ı yd ı ? � Bütün b u n l a r ı n karşılığı ne
olnlL'ştu ? Özg ü r l ü k düşleri n i n yeri n i k a pa l ı lığa b ı ro­
k ı ş ı ve on i k i ya ş ı n da bir kız çocuğ u n u n mutsuz
l u­
ğu . . .
Oysa şimd i . . .
Kadınl ı ğ ı n k ü ç ü k i peksi gergeti n i n veri n e i n sa n ­
l ı ğ ı n büyü k d o k u n masına katı l ma k . . . K ı z ı d
o b u yo­
lu seemiş ti i şte . Ama n i ç i n k ı z ı y l e ara l a rı n d a k i uza

lık gideri l e m i yordu? Yapra k l a rı n h ı ş ı rtıs ı geldi k u ­
lağına. H a fif b i r esinti doldurm u ştu kara n l ı ğ ı . Az
sonra yakınd aki cam iden ezan sesi duyula cak ve
gökyü zü movi leşece kti . Sonra neler olacak
tı aca ­
ba? Şimdi bazı i n sa n l a r pankartları n ı hazırl
ı yo rl a r­
d ı . Onlar da bel k i mavile şen gökyüz üne bak yorl
ı a rdı.

1 90
BÖLÜM

A n k a ra ' n ı n upuzun caddesi sessizdi . D ü k k a n ia ­


rın kepen kleri örtül üydü. Vitrinlerdeki şeffaf, i n ce
m a n kenler şaşkı n l ı k l a ba k ı n ı yorlardı sanki. Göğ ü n
berra k maviliği . . . Sl'ı n g ü l e riyle bekleyen askerlerin
yüzlerinde kat kat d u y g u l a r . . . Ka l ı n ve koyu . . . Göl ­
geli ve kes k i n . . . Yaşları yoktu . Ne çocu k l u k, ne
gen ç l i k . . Y a l n ı z ü n i fo rm a l a rı ve süngü leri . . . Pem­
.

be, h ü z ü n l ü m a n k e n l e r ve o n l a r . . . Te n h a k a l d ı r ı m ­
da yanyanayd ı l a r , baza n yüzyüze . . . Askerler o n l a -·
ra baktıkca neler h a t ı r l ıyorl a rd ı k i m b i l i r? Doğuya,
g ü neye, batıya, kuzeye geri dönü.nce neler hotı rl ı ­
yaca k l a rd ı k i m b i l i r? K i m b i l i r? Kolt u ğ u n u n a l t ı nda
gazete tomarıyle bağıran çoc u k yanlarından geçer­
ken? Evinden ç ı k m ı ş ve s a n k i kocasıyla cocu kları
ici n a ç ı k bir d ü k k ô n arayan k ı sa saçl ı , yorg u n o r ­
ta yaşlı k a d ı n yanlarından geçerken . . . N u ra y . . . Baş­
k a l a rı d a vardı tek t ü k ve tenha otobüsler h ızla yol
a l ıyord u . Ş e h i r d ı ş ı n d a k i k ı rl a ra a ç ı l a n , şeh i rden k a ­
can a i lelerle d o l u a ra b a l a r . . . B i r apartma n k a p ı s ı -
n ı n ö n ü nde t e k b i r b e b e k ayak kabısı . . . Nasıl d ü ş -
nı ü ş t ü o :a y a ? S a r ı . ponpo n l u ve eski . . . Hangi d a l -
g ı n l ı k , h a n g i tclôşla d ü ş m ü ştü o raya, duvarların d i b i ­
ne? B i rden b ü t ü n a c ı l a r , b ü t ü n i n a n ç l a r sanki onda
topl a n d ı , sarı po n po n l u . m i n i c i k b i r bebek aya k k a­
b ı s ı . . . N u ra y ' d ı ona uzun uzun ba k a n . B i r an o n u
a v u c u n a a l ı p koru m a k i steyen . . . Nası l h atırla ncea k ­
tı b ü t ü n b u n l a r?
B i n d iği otobüs o n u Keciören'e götürdü . Orada
bir kır kahvesi b u l d u . Oturd u . Ya l n ız otura n erkek­
ler ve gene çiftler va rdı , ama yadırgatıcıydı o. « i ş ­
te ben ve hayat. . . B i r a racı yok a ra m ızda. B i r er­
kek, bir ev yok benimle hayat a rasında.,. Bir zafer

1 91
miydi bu, bir avunma mıydı yoksa?» Cemil'i oda­
da, k a ra n l ı k , sessiz odada son damlasına kadar tü ­
kenmiş bir içki şişesi gibi bırak ı p ç ı k m ıştı . Kızı v e
a rkadaşla rı ise yeni bir şo rk ı rı ı n nota l a rıydı l a r so n ­
k i . « Kimlere benimsetece ksiniz bun u?�> d i ye sorm uş­
tu o n a N u roy. << Ü rkütüyorsunuz savaş sloga n l a rı y l a .
istenmiyor savaşı> . S e e k i n uzun uzun a n latıyordu
a n nesine. N u roy, çabucak a n l ı yormuş gibi boşı n ı
s o l l ıyordu . N a s ı l inanabiiird i bütün bunl ara? O n l a r ı n
h a l k ı n desteğini kaza ndığına, gerçekçi oldu k l a rına,
kışkı rtmolora ve oyu n l a ra gelmediklerine nasıl i n a ­
n o b i l i rdi? Toplanıyorlar, götü rül üyorlar, i şkencelere
u ğ ruyorl a r, d uvar d i p lerinde, meza rl ı kl a rdo, denizin
sularında, oda larda cesetleri b u l u nuyord u . Gazete­
lerin ö l ü m ilanlarında h ergü n yeni fotoğraflar ve
<<A n ı s ı n ı y aş a t ac a ğ ı z . . . >> H e rb i ri n i n an ı s ı . . . Yüzle(
akılda ka l mıyordu a rt ı k . «Anısı n ı yaşata coğız,» «Ya ­
şatacoğ ız!» Nuroy nasıl dayanabi iirdi buna? Omu­
z u n a dökülen sacla rı v e s ev i m l i somurtkan yüzüyle
kızı n ! n fotoğ rafını kend isi nden i ste rlerse b i rg ü n . . .
Arkadaşları eve gelip . . . Ya bugün? Y a bugün? Var
g ü cüyle haykı rma k istedi b i rd e n : « Hayır!>> Garsqn ne
i ç mek i s te d i ğ i n i soruyordu ona. Bir an şa ş k ı n l ı k l a ,
ba ktı onun yüzüne «Hayı r>> diye fısıldamıştı N u ray.
Gözlerini kaçırdı birden. Soğ uk bir ter kapia rn ıştı
her ya nını . D u d a k l a rı titriyord u : ,, B i r çay . . . verir m i ­
s i n ?»

Bir an gersonun herşeyi a n la d ı ğ ı n ı sandı, a k l ı n ­


d a n geçen herşeyi . . .
Bir karşı l ı k bekler gibi ba ktı
ona. Esmer benizli b i r d e l i k a n l ı , beyaz gömleğ inin
m a n şetleri n i kıvırm ı ş . . . Bütün bunlara ne k a rş ı l ı k
verirdi acaba? N u ra y baktı o n u n a rkasından . Uça ­
rı, yorgun bir y ü rüyüş . . . Geri dönüp cay borda ğ ı n ı
masa n ı n üstüne b ı ra ktığında yodı rgomayla ge ri l miş ­
ti yüzü.
N u ray çayı n ı yudum l a rken bakıyordu uzayıp g i ­
den asfalt yola . Z i h n i b i r d üşü nceyi yako l a maya
calışırken birden kızıyle a n nesi bir a l bü mde yon ­
yana d u ra n iki fotoğraf g ibi canıandılar belleğlnde.

1 92
Sımsıkı kopalı dudoklorı ve kararlı lı kla parl a ya n
bakışlarıyle birbi rlerine benziyorlardı. Toplumsal
kaygıları kendi isteklerinden üstü n tutuşlarıyla da . . .
Ama a nne bir fra nsız kadını gibi giyinmeyi seviyor­
du, şapkasıyla, dekolte elbisesiyle. . . Kız ise mavı
bir blucin ve gri bir kaza k giyip, omuzunda b ü yük
eski b i r canta taşımayı. Nasıl bir başka yol göste­
rabi i i rdi ona? Bekleme n i n ve yaln ızca bir yandaş
o l m a n ı n yolunu? O k u m a n ı n ve gen cl iği n i yaşama­
n ı n yolunu? Nasıl inandırebiiirdi onu? Ah nasıl? I ş iş­
ten geçmeden . . . Evet. döner dönmez bir kez daha
deneveeekti N u roy bunu, k ı z ı n a bir başka yol gös­
te rm eyi . Evet . . .
Az ötedeki masoda ondokuz yaşl a rı n da bir deli ­
k a n l ı da
tek baş ı n a oturuyord u . A l n ı sivilceliyd i . G ü ­
neş ışığı nda sacları parl ı y o rd u . Ellerini mosa n ı n üs­
tüne koym u ştu ve parm a k l a rı yla oynuyordu . Beyaz
gömleğinin a ç ı k yakasından seyrek k ı l l a r g ö rü l ü­
yordu. Za man zaman çevreye koca m a k bakışlario
ba k ıyor, s o n ra yine s ı rtı n ı kamburlaştırarak kendi
içine kapa n ı yor, ö n ü n e bakara k düşünüyo rd u . Ba­
k ı şları d o n u ktu. «Birader bl çay versene• diye ses ­
lanişinden bir öğrenci olmadığı anlaşılıyordu. Cayı
ister istemez hemen sıkıntıyla bakm ıştı çevreye ve
bir a n Nuroy'a doğru kaymıştı bakışları. Hırcın ve
mutsuz g örü n üyo rd u . N u roy kendi düşGncelerinl
a n ı msodı b i rden. Kad ı n ı n k u rt u l uşuyle i l g i l i düşün­
celeri n i . . . Bu del i ka n l ı m u t l u l uğ u nasıl bulacaktı
acaba? Hangi g e n e k ı z y ü cel ta e e k t i ve y at ı şt ı racok -·

t ı o n u ? N u ray b i r a n o n u n ya n ı na gitmeyi ve onun­


l a kon uşmayı geçirdi içinden. Ama nası l onlaşılırdı
bu? O rada otura n l a r ta ra fı ndan; gersonlar tarafın­
d a n ve yaln ızlı ktan bunalan delikanlı tarafından?
Birden g ü rültü lerle kes i l d i d ü ş ü ncesi Karşıkl te­
.

penin eteğ i nde sesler ve bir kalabalık . . . Gene ol­


dukları seciliyordu. Bağırıyorlar ve koşuyorlardı.
Kahvade bütün boşlar cevrilmişti oraya doğru. Bir-·
den bi r polis orobosı bel i rd i . A rd ı ndan do mavı b i r
oto büs. . . Pol isler e l l eri nde coplorıylo otobü ::ıteıY

1 93
Inerken geneler de tepeye tırmanıp tep� deki küçü k
evlere doğru koştul a r. Birçoğu acılan kapılardan
içeri gird i . Bazı larının ise kapıları acılmadı. Pol isler
de tapeye tırma nmaya koyuldular. Buldukları n ı cop­
layara k, itip kakara k aşağı indiriyorlar, bazı kapıla­
ra yüklenip actırıyorla rdı. Bağınşlar birbirine karışı­
yord u . Bazı evierden genclerle birli kte bazı adamlar
da c ı karıldılar. Onlar da aşağıya doğru itilip ka kıl­
dılar ve otobüse bindirildiler.
N u ray gözlerini ayı ramıyordu tepeden. Başörtülü,
bol giysi li, ya da şalvarlı kadınlar bel irmişti kapı ön­
lerinde . Bazıları bağırara k pol islere birşeyler söylü ­
yorl ardı. Gene bir kadın kendisini engellemeye calı­
şan iki kadının kol larından kurtul u p aşağıya doğru
koşmak istiyordu. Sesleri birbirine karışıyar ve al­
ça l ı p yüksel iyordu.
B Ö LÜ M

Kahveden çıkıp gara g itmişti hemen : Gece treni


icin b i r b ilet . . . Dönü p hesabı ödemeli, cantasını ol­
ma lıydı. Cem il'le bir kez daha karşılaşırsa nasıl
davra nacaktı? O n u görmezlikten gelmek . . . Yapabi­
l i r miydi bunu? Ona. onun mutsuzl uğuna, kendi
mutsuzluğuna ayıra ca k zamanı yoktu sanki. Bağış­
lamak. bağışla n mak, suçl amak, kendini savunmak,
bütün bunlar a n la m sızdı a rtık. Koşa ra k, ucarak, ge­
riye dönüp bakmadan ulaşrrıak istiyordu l stanbul'a,
l<ızına. « İ nsa n ı n a rtık tek başına başarı kaza n maya
ya da tek başına acı d uymaya ha kkı yok sanki'>. Bu
sözleri söyleyebilmek icin hemen ayrılmak istiyordu
bu şeh irden. Yeter ki sabah evi nde bulabiisin onu.
Sabah çayını birli kte içebilsinler. En iyisi ona ba ­
basıyla a ra la rında gecen konuşmal a rdon h i c söz et­
memek. Koybol muş gencliklerine, kaybolmuş aşk­
Iarı n a yazıkianan annesiye babası . . .
N u ray çevresine bakmadan h ızla gecmek Istedi
otel in bahcesinden. Hızla odası na cı kmak ve basa­
makları koşarak i n i p bir taksiye atlamak . . . B i rden
bir d uvara toslamış gibi i rkllerek d u rdu. Cem i l , göz­
leri kan canağı gibi, traşı uzamış, sacları dağıl m ış,
cıkıvermişti karşısına. Bir a n donuk ve dalgın bokış­
:arla süzdü N u ray'ı . Cok sarhoştu. Zorlukla konu�m­
yord u : «Seni bekl iyordum.:.
« Niçin?� Ö fkeyle yükse l mişti N u ray'ın sesi: «Gi-
diyorum ben . . . i stanbul'a.'>
«Ben de . . '> dedi Cemil, ağır, gerg i n bir g ü lüm-
.

seme bel i rdi yüzünde. «Nicln?,


«Cü n kü . . . Belirsiz bi r noktaya ta kılıp kaldı c�­
mi l'in bakışları. Cünkü , kızımı özdedlm. Onu gör­
fYıek istiyorum.'>

1 95
«Git öyleyse. Bulabi lirsen onu . �
. .

Cemi! bir an afallamış gibi, kuşkuyle baktı ona.


Kendi kendine konuşur gibi:
«Bulurum, dedi . Bulurum. Adresi var bende.»
«Git öyleyse.:.
Cemi! birden kol u n u tuttu Nuray'ın. Yumuşak, yo l­
varan bir sesle:
«Senin le. . . dedi. B i rl i kte gidelim.» Sustu. Ö nüne
baktı . (<Dün gece icin . . . beni bağışlamanı istiyorum.»
«Artık konuşacağımız bi r şey kalmadı.:. N u ray
sokağa doğru çevirdi yüzünü. Birden kald ı rırnda
u cuşan aynı boyda küçük, beyaz kôğıtları gördü.
Kızına son uğrayışında masanın üstü nde gördüğü,
«Hal kı mıza» d iye 'başlayan yazıyı anımsadı birden.
Kalbinin çevresine küçük iğneler saplandı. Hôlô bu
şehi rde, Cemil'in yanında oluşuna şaşırır gibi tc­
Jôşla çevirdi ona yüzün ü :
«Un uttum bile, dedi, d ü n geceyi, konuşma ları m ı ­
z ı , a ramızda geçenleri, herşeyi . . . '>
B i r süre sessizlik oldu a ralarında. Çevrelerinde
yükselen sesler arasında birbirlerine tedlrglnllkle
baktılar.
«Bir daha beni h i ç görmiyeceksin ama. Son ola-
caktı bu. Daha iyi ayrı l a l ı m . Dostça . >>
. .

«Ne önemi var?»


«O kadar önemsiz m iyim? Senin icin?»
«Artık öyle . » dedi Nuray ve yürüdü. Arkasından
Cemil'in ölgün sesi ni duyd u : «Yazık.>>
N u ray koşar adım yetişti kapıya. i cindeki gücü
bir anda yitirmemek Için, bir kez daha kızıyle sabah
çayını birli kte i ceceğ ini düşündü. Basa makları çı­
karken titriyordu baca kları . Cemil'in yıkı m ı na kar­
şı nasıl bu kadar acı masız olabilmişti? Kaldığı kü­
çü k odan ın kapısını açtı. M usluğa doğru atı l d ı . Aç­
tı. Kendini suçluluk duygularından , pişmanlıklardan
kurtarmak ister gibi suyu h ızla, a rdarda yüzüne
çarptı . Aynada ıslak yüzüne baktı. Yen i kara rları,
yeni bir yaşama biçi mini, yeni düşü nceleri edinebil ­
mek, yeni insanlar tanıyabilmek i c i n d a h a cok za ­
mana ve daha cok güce sahip ol mayı ne kadar
196
Isterdi ! Dalgın laştı, bahçeye doğru çevirdi yüzünü.
Bahçe gitgida kalabalıkla şıyordu. Cemi! ise duvar
dibinde tek 'başına oturuyordu. Masaya doğru, el ­
lerini n a rasında tuttuğu kadehe doğru eğmişti yü­
zünii . Kıpırdamadan öylece duruyordu. Uyuya kal­
m ış, ya da ağlıyormuş g i bi . . . « Daha iyi ayrılalı m ,
dostça . . >> Bu kadar acıl ı , i çten bir d ileği nasıl geri
.

cevirebi l mişti N u ray?

NURA Y İLKİN 'İN ROMANINDAN

.. o, deniz kıyısı kasabasında, küçük tepede tek


başına bir çadır kurmuştu. Sağ elimizin parmak­
larında ince altın yüzükler pırıltılar saçıyordu.
Ben halamla bir akrabamızın evinde kalıyordum
ve sabahları gizlice onların yanından kaçıp kü- ·
çük tepeyi tırmanıyor, ·küçük çadıra geliyordum.
Onun düzgün, ince yüzünü seyrederek uyanma- ·
sını bekliyordum. Bir gece üstüne bir sofra kur­
muştu ve bana çay bardağıyla şarap sunmuştu,
AyışJğında şiirler okumuştu. «Hesap sorulmadı.
Sorulacak daha . . . ,. Bu dizeleri okurken onun se-·
si ne kadar inandırıcıydı. Bütün duyguları, bü­
tün düşünceleri ondan öğrenecekmişim gibi ge­
liyordu bana. O yıllarda gazetelerde İstanbul'dan
Ankara'ya kadar bir grup işçinin yürüdüğünü
okumuştuk. Gernil bir şiir yazmıştı onlar için:
" Bir galon şarap yüzlerinde öfke
Sırtlarında yoksulluğun dar açılı üçgeni ..
Onu dinlerken ayışığındaki ışıltılı sulara ba-·
kıyordum. Bu kadar duygulu, yetenekli, derin
bir insanın yanında ne kadar önemsizdim! Na­
sıl ulaşabilirdİm ona? Onun okuduğu bütün ki­
tapları okumalıydım. Güzel sözler söylemeyi öğ­
renmeliydim. Ona benzemeliydim. Çevremde
gördüğüm kadınlara değil, ona benzemeliydim.
O da bunu istiyordu. Bana kitaplarını veriyor­
du. Sevecenliğe susamış bir kıza güven aşıla­
mak, onu düşünceleri ve duygularıyla güçlen­
dirmf'k, yaratmak istiyordu. "

197
BÖLÜM

Birden içi bir suçl uluk d uygusuyla ezildi. Ca nta­


sını a l ı p inecekti yanına. Birlikte trene binecekferdi
ve sabah birlikte a rayqca k la rdı Seçkin'i. Onunla b i r­
l i kte sabah çayını iceceklerdi. Birbirlerine dostl u k
göstererek . . . B u kez öyle ayrılacaklardı.
Birden bu düşünce heyecanlandırdı onu. Yüzü n ü
kuruladı. Yerden cantasını a l d ı . Yatağ ı n üstü nde
d u ra n geceliğini, hı rkası n ı tı ktı içine. Odaya son
bir kez göz gezdi rdi. Hazı rdı, i necekti a şağıya. B u
d urumda 'bı ra kı p gidemezdl o n u . O n a en derin ilgi -
yi göstermiş insanı . . . Ona aşkla varo l mayı öğret-
miş olan ilk erkeği . . . Borcunu ödemeliydi şimdi. Ge-
eski fırtına dinmişti. Tre n de ka rşıl ı kl ı oturabil i r ve
yeniden bu kez suçlama ve savu nmanın tel ôşından
uzak, kadın ve erkek olarak değil iki eski mahalle
a rkadaşı gibi, cocu kluk a rkadaşı gibi konuşabilirdi.
Sana düşman değilim artık. Yan i ışiara düşmanım.
Kadın ve erkeği bi rbi rine ya k ı n olmakto n alı koya n
yanlışlara . . . Bizi kendimiz olma kta n alı koyan yan ­
lışlara, bizde suçl u l u k d uyguları yaratan, bu yüzler
a ramızda kin yaratan şeylere. Nedir bunla r? i nsa n ­
ları ü rküten nedir? Kadı n ları, erkekleri ü rküten . . .
B u nları konuşalım. Kızımızın yanlı şları doğrula rı ne­
ler? N için eleşti riyar bizi? l kimizi de . . . Belki bunla ­
rı konuşabilirsek . . .
Birşey unutmuş gibi d u rdu bir a n . Ca ntası nı ya­
tağ ın ü stüne bıraktı. Aynanın karşısına geçti . Sac­
larını toromak üzere tarağı eline aldı. << Dostça . . .
Kend imizden değil artık başka şeylerden sözede­
lim. Suçlular kim? suçsuzlar kim? Ken d i içinin ka­
ran l ı ğ ı na gömülmek de suc değil mi? Yaşlılığımız,
insanlığı mız nasıl daha anlamlı olabilir?»
1 98
Aynadaki yuzune gülümsedi . Yı lla rdır duymadıs1ı
bir şey . . . Bir düğümün çözü lmesi g ibi 'bir şey . . .
« Evet, dostça . . � Tarağı götürdü başına doğru. B u
.

mutl u l uğu anlatmalıydı ona. Birden aşağıdan yük ­


selen sert, madeni gürültülerle tarak elinde kala­
kaldı. Hızla pencereye doğru çevirdi yüzün ü . Önce
beyaz keskları gördü. Siyah copları . . . Sivilleri ve
ü niformalıları . . . Masalarda oturanlar ayaktaydılar
şimdi. Ko l ları yukarı doğru kalkmış, şaşk ı n l ı k, ür­
kekl i k içinde . . . Polisler onların ceketleri ni, panto ­
lonlarını yokl uyorlardı. Ağaçl ıklı soka kta, duvar kı­
yısında da mavi bir minibüs bekl iyordu. Gözleri
hızla, heyecanla Cemil'i a radı. l ık anda göremedl.
Ortadaki küçük havuzun . yanındaki masayı gördü.
Beyaz kasklar orada biri kmişti şimdi. Orada genç,
gergin, öfkeli yüzleri seçebildi. Birden uçuştu ka­
ğıtla r, küçük kağıtlar . . . Copların omuzlara, başla­
ro, sı rtiara inip kalkışını gördü. Tarağı elinden dü­
şürdü. i ki eliyle cama dayandı. Yüzünü de dayadı
cama. Titriyor, sarsılıyordu herşey. Ö teki masalar­
da ellerini kaldırmış bekleyenler don muş gibi, kı­
mılda madan ba kıyorlardı, inip kal kan coplara, iti­
len genç bedenlere . . . Masalarda buğulu kadehler
bekliyordu. Birden genelerden birinin kollarını sa-·
vurarak kendisini k u rtarmaya çalıştığını gördü. Po ­
l islere doğru bağı rıyordu. Ü ç dört polis üstüne a ban ­
dı. Coplar. tekmeler, devri fen iskemleler, kırılan bir
ta bak . . . B i rden bu kümenin, karışı klığın içine sızan
ak saçlı bir baş ı farkedebildi N uray . Alnını cam a
iyice bastırdı. Ağzı bir ismi. o n u n ismini söylemek
için a ralondı. Gözlerinin o anda gördüğü onun gör­
dü kleri miydi? Genci döven polislerden birinin ko­
lunu yakalamıştı Cemil ve çekiştiriyordu onu. Güç­
süzdü. Yüzü aşırı içkiden karma karışıktı, gözleri
mah murdu. Birşeyler mırı ldanıyordu kendi kendine.
Pol i s şaşkınlı kla dönüp baktı ona . Cemil dövülen
genci parmağıyla gösterip yü ksek sesle bir şeyler
söyledi birden . N u ray d uyam ıyordu onun sözlerini:
Pol i s birden kol u n u savurdu ve bir a n karşısında
d u ran Cemil'in. Sonra öfkeyle bağı rdı ve itti onu.
199
Cem i l sendeledi, tam y ı k ı lacakkan bird e n doğruldu
ve y ı rt ı l a n b i r sesle ba!) ı rd ı . B i rd e n pol is atı l d ı ona
d o ğ ru . Savru l a n b i r cop, birbiri n e dolanan kollar, ge ­
ri len bir eı . . . N u ray gözleri n d e k i b u ğ u n u n gerisinde
zorl u kl a ayı rdadebi l i yordu onları. Az önce d i re n i n
g e n e d e sürü k l enerek göt ü r ü l ü yordu ş i m d i . Kağıtl a r
yerlere sa cıl m ı ştı . Götürü len genel e ri n a rasındaydı
Cem i l , ağarmış sacları ve h a ntal, sarhoş gövdesiy­
le. . . Onlar kapıdan ç ı k a rken bahçede masaların ba ­
şı nda, ayakta d o n m u ş g ib i bekleyenler yeniden yer­
l e ri n e oturd u l a r ve g e rso n l a r � emen yerlere devri i ­
m i ş iskemleleri . kald ı rm a k ve k ı rı l m ı ş b i r taba ğ ı n
parca larını toplamak i ci n koşuştular. ötek iler kesta ­
ne ağaçlarının a rd ı nda gözden kaybo l d u l a r ve mavi
minibüs h a re k et etti.

Aralık 1979 istanbul

NURAY İ LKİ N' İN ROMANINDAN

«Tepeye doğru tırmandım. Pas rengi örtü çı­


tırdadı. Ayaklarım kuru yaprak yığınlarına gö­
müldü. Kendimi yere attım. Sırtüstü öylece kal­
dım. Uzakta sisli dağlan ikiye bölen bir fener . . .
Yanıbaşımda çıplak kavaklar gökyüzüne doğnı
dimdik uzanıyordu. Aşağıdaki evierden birinden
bir şarkı yükseliyordu. Esmer köy ekmeğini an­
dıran bir erkek sesi . . .
Uzaklardan gelen bir silah sesi ormanda yan­
kılandı.
Sis kurşunı ağaç gövdelerini sarmıştı . Cshim­
deki anahtan çıkardım. Bir kavağın gövdesini
çizdim. Açtım. Burnumu kavağa dayadım. Ka­
vağın gövdesinde açılan ve bir süt çocuğunun
ağzını andıran bu pencereden dünyayı görmek
istedim . ..

SON

200
ilcin-Hanım birden omuz silkerek güldü. Asuman
Hanımın bu safça ve becerik,si�ce söylenmiş sözle­
rini küciiınseniiş gibiydi. Tuğrul Bey pek ilgi gösterme­
di. Tabağına doğru eğmişti başını. Oktay Bey küçük
bir çocuğu dinler gibi dirılemj*ti Asuman Hanımı. Bi­
raz alaycı, biraz hayran ... Nuray dördünün de birbirle­
rine karşı gizli duygular beslediklerini sezdi birden.

ÖNEMLi NOT

Bu kitap' basti! fiyat/mn üzerinde sattlamaz.

220 Lira

You might also like