Professional Documents
Culture Documents
Aysel Özakın Kanal Boyu Yazko Yayınları
Aysel Özakın Kanal Boyu Yazko Yayınları
Aysel Özakın Kanal Boyu Yazko Yayınları
öyküler
VAZKO
TDrkocaQı Cad. 17-19
CoQaloQiu-lstanbul
�7845
p
KANALBOYU
AYSEL ÖZAKIN
7
lıklarının rengine boyayan bu sanşm genç
kalabalığı ve kendi yabancı, ürkek, başörtülü
çocukluğuııu? Nasıl içiçe anunsayacak bütün
bunları? Genç ev işgalcilerinin kilisenin ar
kasındaki alanda düzenledikleri şenlikte onu
hep izledim. Kendi yurttaşı olan yaşıUarını
buldu. Çocuklar için açılmış masalarm önüne
koşarak gittiler. Masaların üstünde alçıdan
ve hamurdan yapılmış rengarenk bebekler
ve küçük hayvan figürleri vardı. Çocuklar.
istediklerini seçip alıyorlardı. Helezonlar bi
Çiminde, bakır tellerden yapılmış garip bir
müzik aleti vardı ve çocuklar çarnaklann ucu
na geçirdikleri madeni halkaları bu tenerin
üstünden geçirerek tatlı tınlamalar duyabili
yorlardı. Bu oyuncakların başına en çok üşü
şenler esmer çocuklardı. Daha çok Türk iş
çilerin yaşadığı bir semtti bu. Ev işgallerinin
de en çok olduğu bir semt ... Genç ev işgal
cileri küçük esmer çocukları çok hoş tutma
ya çalışıyorlardı. Onların oyuncaklar karşısm
daki açgözlülü�ünü, birbirleriyle çekişmele
rini, zaman zaman arsız ve kaba şakalarını
hoşgörüyorlardı. Boya şişeleriyle dolu bir ma
sa da vardı. İsteyen eline fırçayı alıp ağaca
asılı aynanın karşısına geçiyor ve yüzüne is
tediği resmi yapabiliyordu. Geometrik biçim
ler, çiçekler, yıldızlar, çizgiler ... Sanşın f
cuklar kendileri gibi yüzleri boyalı genç an
ne babalarının omuzlarında dolaşıyordu. Es
mer çocuklar da yüzlerini boyamaya giriış
ınişti. Onların anneleri babalan bu şenlikte
yoktu. Onlar tek başlarına, ya arkada§lany
la bu şenliğe katılmıştı.
Küçük başörtülü kız da eline bir fırça al
dı, boya şişesine çekingenlik ve ürkeklikle
daldırdı ve birden burnunun üstüne kırmızı
8
bir leke kondurdu. Aynaya baktı, gülümsedı.
Alnına sarı bir çizgi çekti. Yanaklarına mavi,
yeşil . . . Yeniden aynaya baktı. Gülümsedi. Ne
kadar tutuk bir gülümseme! Ne kadar eski,
ne kadar yalnız bir çocuktu o!
Hemen arkasında duruyordum. Bir süre
daha beklemek istiyordu. Onun karmakarı-
"'Şık, paramparça dünyasına girmek için .. . Ne
kadar üzgündüm ben de! Bu sarışınlığın, bu
,belki de umutsuz özgürlüğün insanı olamaz·
dım. Küçük kızın geldiği toplumdan gelmiş·
tim ben de. Ama o toplumun özgürleşme ola
nağı bulan kadınlarından biriydim. İstesem
bu alanda ben de şarkılar söyleyip dansedebi
lirdim. Ama onun bulunduğu bu alanda, kü
çük başörtülü kızın bulunduğu bu alanda
bağlıydım ben de. Uzak ve acılı bir ülkenin
insanıydım. Burada ise ürkek ve kapalı ya
şayan, bir topluluğun insanı . . .
Odun ateşinin alevleri neşeli, genç yüzleri
aydınlatıyordu. Gençliği, özgürlüğü sınırsız
yaşamak istiyordu onlar. İşgal ettikleri evier
den bakıp alay ediyorlardı mülk sahipleriyk.
hayatı da bir mülk gibi yaşayanlarla. .. O:
lardan hoşlanıyordum, ama hiçbir zaman on
lardan biri olamazdım. Gittim, küçük kızın
elinden tuttum. Alnını okşadım. Çok utandı
tenden. Yüzü kızardı. Türkçe konuştuğum
için çok utandı benden. Yüzünü boyadığı için,
· Alman çocukları gibi oynadığı için onu azar
layacağımı sanıyordu belki. Buradaki sarışın
genç insanların onu azarlamayacağını bili
yordu ama annesi,- teyzesi, babası gibi Türk·
çe konuşanlar böyle davrandığı için azarlat
yabilirlerdi onu. Eliyle yüzündeki boyaları
ovuşturtiyor, onları çıkarmaya çalışıyordu.
Oysa ben onu göğsüme bastırmayı, karışık-
lıktan kurtulması için ona yardımcı olmayı
istiyordum. Şaşırmıştı, bir anlam vermeye ça
lışıyordu ona gösterdiğim yakınlığa. İlerde
anılar acaba nasıl dikilecekti karşısına? O da
annesi gibi bir kadın olunca, belki de kocası
ve çocuklarıyla, yorgun bir kadın olunca. ..
Almanya'da bir işçi çocuğu olarak yaşadığı
çocukluğun u düşününce ...
Berlin'de ne kadar az görüyoruz güneşi!
Mayısın ilk akşamı ve neredeyse kar serpişti
recek bu alacakaranlık alana.
((Kalsın, dedim, bırak, silme yüzündeki bo-
yaları. Baban ne iş yapıyor? ıı
ccÇikolata fabrikasında çalışıyor.))
<rAnnen? ıı
ııBulaşık yıkıyor.ıı
ccSen? ıı
. ((Kuran kursuna gidiyorum.ıı
((Niye? »
((Babam 'git', diyor.ıı
ccBurayı seviyor musun? n
((Sevmiyorum.ıı
ccNeden? »
((Burası kötü.ıı
ccNeden kötü? »
<<Bilmem, kötü.>>
<'Peki bu insanlar kötü mü? Bak bunlar? n
((Onlar kötü değil. Ama burası kötü.»
cePeki ama niçin? >>
((Soğuk da ondan.>>
((Türkiye'de mi yaşamak istiyorsun? ıı
((Evet.>>
ıcNiçin? ıı
((Orada dedemgile gideriz.n
10
<<Nerede onlar?ıı
((Alacık köyünde.ıı
ccAlacık köyü hangi şehirde?ıı
ccBilmem.ıı
ccBüyüyünce ne olmak istiyorsun?ıı
ccBilmem.ıı
,, · · cc Annen gibi olmak ister misin ?ıı
ccİstemem.ıı
ccRüyanda en çok neyi görürsün?ıı
ccBizim tavukları.ıı
Onu çağırdılar; fırlayıp gitti. Öteki esmer
çocuklar çağırdı onu.
Sahnedeki genç erkek şimdi işgaller sıra
sında yakalanıp hapishaneye götürülüşünü
anlatıyo:ı.·. Hücrede geçirdiği günleri anlatı
yor. Sesten, insanlıktan, zamandan ayıran
beyaz duvarları ... Küçük başörtülü kıza duy
duğum sevgiyi birden ona da duyuyorum.
Baskılardan acı duymak birden birleştiriyor
hepimizi. Yeniden gitarını eline alıyor ve
haykırarak şarkı· söylüyor. Sık sık ccEmanzi
pationıı sözünü duyuyorum onun sınırsız, kız
gın, tatlı sesinden.
Alanda herkes dansediyor. H�rkes dilediği
·
ll
O cıa dansedlyordu. Küçük başörtülü kız
da Kuran kursuna giden küçük utangaç
.. .
12
OLANAKLAR AŞILABİLİR Mİ?
13
Gecenin ilerlemiş saatlannda iki gitarist
geldi. Dip taraftaki sofaya çıktılar. Yanyana
durarak gitarıarını ellerine aldılar. Gitarist
lerden biri ancak onaltı, onyedi yaşında var
dı. Yeleği, çeşitli sloganlar taşıyan rozetlerle
doluydu. Kumral saçlan henüz çocukluktan
kurtulamamış omuzlarına dökülüyordu. Rok
müziği çalarak şarkılar söylemeye başladılar.
Ev işgalcileri ellerindeki kumbaralarla ge
lip para toplayıp gidiyorlardı. Dergiler, bro
şürler satılıyor, duyurular dağıtılıyordu.
Sofanın dibinde beş ·erkek arkadaşıyla bir-·
likte oturan Sabine sürekli şakalaşıyor, kah
kahalar atıyor ve boşluk duygusundan kor
kuyormuş gibi ardarda bira. içiyordu. Birden
yanıbaşında oturan yumuşak, -dingin yüzlü
erkek arkadaşını dudaklarından öptü.
Hanna ise, uzaktan, genç gitariste bakıyor
du. Kırık bir anıyla · yüklü gulümseyişiyle,
dünle yarın arasında yaşadığı terkedilmişlik
duygusuyla...
Genç gitarist hayat karşısındaki derieysiz
liğini parmaklarını gitannın tellerini vura
rak aşıyordu sanki. O anda çekingen, çocuk
su yüzünü bir dayanıklılık, bir olgunluk kap
lıyordu. Geçmişle gelecekle ilgili çok şey bi
liyormuş gibi kayıtsız bakıyordu çevresine.
Hanna köşesinden gülümsedi ona.
Öteki masalarda arkadaşlarıyla, ya da sev
gilileriylc oturanlar ise, az önce plaklardan
yayılan rok müziğinin bir benzeri olarak, bir
fon müziğ� gibi algılıyorlardı iki gitaristin çal
dığı parçalan.
Gece uzakta akıp giderken kapı açıldı ve
Roland tekerlekli iskemiesiyle içeri girdi. Ro
land önceden kafayı bulmuştu. Kapanan bir
meyhaneden çıkmış, karlı kaldınmlarda, te-
14
kerlekli iskemiesini zorlukla sürerek açık bir
meyhane aramıştı. Açık mavi kot takım el
bisesiyle dolaşıyordu bu dondurucu soğukta.
Sarı saçlarının traşı bir devlet memurunun
traşını andırıyordu.
Roland içeri girer girmez masaların ara-
..sındaki boşlukta iskemiesini hızla sürerek iki
genç gitaristin bulunduğu sofanın tam kar
şısında durdu. Garsona burada bulunanların
seslenınediği bir biçimde seslenerek: «Büyük
bir biraıı diye haykırdı. Bira kadehi yanında
ki masanın üstüne konulur konulmaz Roland
kadehi kaptı, bir dikişte yarıladı, sert bir gü
rü.i.Lüyle yeniden masanın üstüne koydu ka
dehi. İri mavi gözlerini yumarak dudaklarıy
la bir daire çizdi: Ve «Oooo! oooo!>ı diye ses
ler çıkararak müziğe eşlik etmeye koyuldu.
Kollarını kaldırdı; iskemiesini sırtıyla ileri
geri hareket ettirerek dansetmeye başladı.
Belden aşağısı tutmayan bedenini olabildiği
kadar kıvırarak ... Olabildiği kadar ... Ama
Roland bu olabilenle yetinmemek için coşkun
bir çabayla çırpınıyordu. Sanki tek özlemi
buydu: Dansedebilınek ... Zaman zaman el
lerini çırpıyor, başını ileri geri, sağa sola,
hızlı bir tempoyla sanıyordu. Bir ara bir düş ·
ı
Roland'ın sigarasını yakmış olan kibriti önün
deki tabiaya bıraktı. Eğdi yüzünü. Bir daha
Roland'a bakmadı. Roland ise Hanna'nın ya
nında duran boş iskemleyi kavradı birden.
Tek eliyle iskemleyi havaya kaldınp hızla
arkaya koydu. Sonra tekerlekli iskemiesini
·· ağır ağır, özenle, boşalan iskemlenin yerine,
Hanna'nın yanına doğru sürdü.
İkisi de başları önlerinde, hiç konuşmadan,
öylece duruyarlardı şimdi.
BERLiN'DE Mİ YAŞLANACAÖIM?
19
ta kalkıyordu. Büyükada'da oturan her in
san son vapurun kalkışını bir odaya kilitle
nen bır çocuk kırgınlığıyla hissederdi. Bizleri
adanın ıssız eteklerinde bırakıp giderdi ışıklı,
beyaz gemi. Bizler denizin ortasında, sanki
dünyanın uzağında, martılarla birlikte kalır
dık. l3enim gibi yalnız yaşıyan insanlar ise
en çok duyardı bunu. Sokaktaki her sesi he
yecanla dinlerdim. İşte yılki atıarı tepeden
indiler. Soğuk havalarda bile dayanarnayıp
balkona çıkardım. Atlara bakardım. Sokak
lambasının aydınlığında, çiseleyen yağmur
da, atlar yelelerini ağır ağır sallıyarak yor�
gun, geçip giderlerdi.
20
dül) demekmiş gibi geliyor bana. Danay İs
tanbul'a indiği günler eski berelerinden bi
rini giyer ve dudaklarını boyardı. İstanbul'a
hep para sıkıntısı yüzünden inerdi. Antika
eşyalarından birini satmak için, yabancı bir
konsoloslukta bir daktiloya ihtiyaç olup ol
madığını sormak için. Tek gelirleri yazın bir
odasına sıkışıp, kiraya verdikleri ahşap ev
lerinden aldıkları kiraydı çüiıkü.
Gözlerimi bu iki sözcükten ayıramıyordum.
Berlin'den ona bir kart bile atmadım. Birden
Danay bu yüzden ölmüş gibi geldi bana.
Onun en yakın dostu olmuştum. Ona kendi
mi hiç bağışlatamıyacaktım. Küskünlüğünü
yanına alıp gitti o. Adada doğdu ve ellibir
yaşmda adada öldü. Ben belki yıllar sonra
adaya döneceğim, oturduğum küçük eve baş
kalan yerleşmiş olacak. Rum mezarlığına gi
deceğim. Danay'ı arayacağım.
Bulutlu gökyüzüne bakıyorum. Berlin'in
günleri, geceleri benim dışımda akıp geçiyor
sanki. Günlere, gecelere dokunamıyorum. Bu
raya gelirken eşya getirmedim, ama Türkiye'
nin yüzlerini, seslerini taşıdım; hergün on
ları gözden geçiriyorum, dinliyorum. İşte
Ada'dan Berlin'e geliyor Danay'ın sesi. Yaş
!anmayan, şımarmayan sesiyle bir şarkı söy
lüyor.· Eski bir Fransız şarkısı... Her zaman
ürkek, ve tedirgin olan siyah gözleri şarkıy
la birlikte yumuşuyor. Sesi avutuyor, okşu
yor onu. Danay bir Fransız ortaokulunda
okumuş; Lamartin'i, Alfred de musset'yi ta
nıyor. Bütün acısı bu. sanki. Yaşlı annesine
ve hasta kocasına bakarak geçirdiği bu yok
sul ve yorucu hayat onu genç kızlığında ta
nıdığı şairlerden, şarkılardan ayırmış. Benim
yazı makinama baktıkça iç geçiriyordu: «Sen
21
de sıkıntı Çekiyorsun biliyorum be kardeşim,
ama sen güzel şeylerle uğraşıyorsun. Ben bir
esirim.»
Danay'ın ölümüne ağlıyorum. Loş, soğuk,
eski mutfakta ocağın başında görüyorum
onu. Bahçedeki sarnıçtan su çekerken. Bir
yatakta annesinin, bir yatakta kocasının yat
tığı küçük odada, çini sobanın başında, tepe
lerden topladığı otları ayıklarken... Danay
donuk mavi bakışlarıyla tavana bakan koca
sının başını okşuyor. Bu iki düşkün insan
için yaşamaktan kimse kurtaramıyor onu.
Seferis'in Türkçeye çevrilmiş bir kitabını
götürdüm ona. Bir türlü yenileyemediği si
yah çerçeveli gözlüklerini taktı ve yüzü çe
kingen, duygusal bir anlamla doldu. Türki
ye'de doğup büyüdüğü halde Türkçe oku
makta zorluk çekiyordu. Bu yüzden yadırga
yabilirdim onu. Fransızca, İngilizce biliyordu
ama Türkçeyi önemsememişti. Dünyanın en
büyük hastalığı olan milliyetçi duygular bel
ki ona da bulaşmıştı; ama dilediği dili ö�ren
mek, dilediğini öğrenmernek hakkıydı onun
ve bu soruyu sormadım ona.
Danay adada benimle birlikte dolaşmaktan
hoşlanıyordu. İskeleye indiğimizde, birlikte
çarşıya çıktığımızda koluma giriyordu. B!.l
yakınlığı çevreye göstermek için çaba göste
riyordu sanki. Danay hasta bir kocası olan
ınutsuz bir Rum kadını olmaktan utanıyor
du sanıyorum. Manavın, bakkalın, balıkçıla
rın bile kendisini küçümsediğini düşünüyor
du. Rum tanıdıklarına rasıayınca da dostlu·
ğumuzu göstermek istiyordu onlara. Gizle
rini en çok açtığı insan bendim. Kendi ka
palı ve rahat hayatlarını yaşayan ve onunla
ilgilenmeyen rum arkadaşlarını da bana çe-
22
kiştiriyordu.
Danay'a Berlin'den bir kart atsaydım o kar
tı mutlaka radyonun üstüne kayacaktı Ge
lenlere gösterecekti. Dostunun vefasızlığın
dan yıkılmbŞ ve ölüvermiş gibi geliyor şimdi
bana. Eski okul arkadaşlarından kimi Yu-
. nanistan'a gidip yerleşmişti. Kimileri ise kı·
şın İstanbul'a taşınıyordu. Benim tanıdığım
rum kadınlar arasında onun kadar yoksul
yoktu. O kadar istediği halde bir televizyon
bile satın alamamıştı; bir çamaşır makinası
bile yoktu. Leğenin başına oturup yıkardı
çamaşırlarını. Babasından kalma arsayı ise
kullanamıyordu. Bu arsada bir ev yaptırma.
hakkı yoktu ve bir avukat bile tutamıyordu.
Arsa benim oturduğum evin yanıbaşındaydı;
baharda yeşilin çeşitli tonlarında otlarla do
luyordu. Sık sık koyunlar ya da atlar giriyor
du arsaya, otları yiyordu. Danay buna çok
kızıyar ve arsanın tahta kapısının kanatları
nı tellerle bağlıyordu. Çünkü bu otları kul
lanmak istiyordu o. Salata ve börek yapmak
için. Ama teller sık sık çözülüyordu ve yine
koyunlar tüketiyordu otları. Bu koyunların
sahibini biliyordu Danay. <<Hacı baba'nın oğ
lU>> diyordu. Hacı baba'nın adada iki dükkanı
ve bir kahvesi vardı. Bir zamanlar adaya yok
sul olarak gelip bahçıvanlık yapan bu adam
Türkiye'den göçeden bazı rumların evlerini
çok ucuza kapatmıştı. Bazılarına para bile
ödemediğini söylüyordu Danay. Danay ada
da mülk ve dükkan sahibi olan bir çok insa·
nın zenginlik kaynağını bilirdi. Onların yol·
suzluklarını ve acımasızlıklarını da... Danay'a
kendi konumunu anlatmaya çalışırdım bazen.
Bu bilince kavuşursa daha dayanıklı olacağı
nı sanırdım.
23
«Yazın -onlar sahneye çıkıyor, biz kuliste
kalıyoruzı> diyordu Daİıay, gürültücü ve gös
teriş düşkünü yazlıkçıları göstererek ...
Yiyeceklerdeki fiyat artışlarını ise çoğu za
man ondan öğrenirdim: «Biliyor musun be
yaz peynir kaça çıkmış? Artık bunları bile
yiyemiyeceğiz be kardeşim.»
Danay pazar sabahları kiliseye giderdi. Ev
deki loşluğu, hastalığı ve yoksulluğu geride
bırakarak, siyah klasik mantosunu giyer, ya
kasına altın iğnesini ve başına gri beresini
takardı. Gözlerine sürme çekerdi. Dudakları
nı boyardı. Nedense böyle süslü olduğu sa
bahlar sokaktan seslenirdi bana. Balkona çi
kardım. Ne istediğini sorardım. <cNasılsın?»
derdi ve gülümserdi. Ona güzel olduğunu
söylerdim. Danay kocasından başka hiçbir
erkek tanımaınıştı ve kocası yıllardır hastay
dı. Umutsuz bir hasta . .. Danay ellibir yaşın
daydı ve bakireydi. Ona soru sormaktan çe
kinmiştim. Duygusal ve utangaçtı. «Başka
hiçbir erkeği sevmedin mi? Gençkızlığında
aşık olmadın mı Danay?» Niçin Danay'ın giz
ierini deşmedim? Niçin onu daha iyi tanıya
madım?
Elinde bir kağıda sarılmış bir tabakla is
keleye doğru yürürken görüyorum onu. Kıyı
daki lokaııtaların arasında sıkışıp kalmış iki
katlı dar cepheli bir ev vardı ve üst katında
Madam Lili otururdu. Danay'ın anlattıkla
·
24
Birlikte fransızca konuşuyorlardı. Madam
Lili Tolstoy'u ·ve Balzac'ı okumuştu. Danay
onun evinden ayrılırken kendini arınmış ve
doygunluğa varmış hissettiğini söylüyordu
bana. Madam Lili onun gözünde bir erm1ş
gibiydi. Ama ev sahibi Madam Lili'nin yıllar
dır oturduğu evin kirasını arttırmak istiyor-
"'du. Danay gidip konuşmuştu ev sahibiyle.
Niçin. onların dayanışmasına, sohbetlerine
tanık olmadım? Acaba Madam Lili'yi hangi
·gömütlüğe koyacaklar? Onları yanyana yatır
mayı düşünecek bir insan çıkacak mı acaba?
Türkiye'den çıktım. Büyükada'dan uzak
laştım. Baskı büyük bir yer sarsıntısı gibi ür
küntü veriyordu. Danay ve Madam Lili Bü
yükada'da yaşadılar. Ya ben? Ben acaba Ber
lin'de mi yaşlanacağım? Berlin'de mi? Bü··
yükada'da güneşin ısıttığı mavi iskemlelerde
oturup kitap okumaya alışmış bir insan için
Berlin'de yaşamak ne demektir? Hava puslu
ve soğuk. Burada iş ararnam gerekiyor. Otur
ma izni sağlarnam gerekiyor. Ah Danay gü
zel elbiselerini, değerli kristallerini dolaplar
da saklıyordun. Onları kullanmıyordun. Duy
gulannı, güzel sesini, bildiğin yabancı dilleri
kullanamadığın gibi . .. Bense senden oldukça
gencim ve baskısız bir hayatı arıyorum. Ye
teneklerin tıkanmadığı bir hayatı. . .
Bu saatta kapımı ancak Danay çalabilir.·
Ada'ya İstanbul'dan son vapur çoktan geldi.
Kapıyı açıyorum. Danay küçük porselen kap
ta güzel kokulu portakal reçelini uzatıyor
bana. Az önce yaptığı portakal reçelini. .. Bu
saatta benim dostluğuma gereksinme duyu
§Unu bağışiatmak ister gibi.. .
«Girsene Danayıı diyorum.
Sana Berlin'den bir kart atamadığım için
beni bağışla.
25
HAMBURG'DAN SONRA?
27
men gerisinde bekliyor?
Hüseyin . .. Onunla güven içinde yürüyorum
şimdi. Hüseyin Alınaneayı okulda öğreniyor.
Bana yol göstereceği için hem çekiniyor, hem
de onur duyuyor. Kuyrukta beklerken don
durmasını bitirmek için acele ediyor. Enfor
masyon bürosundaki yaşlı Alman Hüseyin'in
sorusuna asık yüzle ve hızlı hızlı karşılık ve
riyor:
«Sekizinci perondan, 14.30'da.ıı
_
28
uBen oto tamircisi olmak istiyorum. »
«Başka bir şey olmak istemez misin?ıı
uBaşka?.. Ya fabrikaya gireriz. Ya ·da ser-
best zenatta çalışınz.ıı
Hüseyin duygularını belli etmeyen bir ço
cuk . . . Durgun.
, · · ·Kaldınınlar tıklım tıklım dolu. Fotoğraf
makirıalanyla turistler, sarmaş· dolaş sevgi·
liler, köpekleriyle yürüyenler, yaşlılar, işçiler,
memurlar cesur görünen genç kızlar, sarışın
insanlar .. .
uHüseyin sen .nerelisin?ıı
ııKahraman Maraş .. >>
.
29
cağım. Bu gizli duyguların bir glin nasıl bir
alevle tutuşacağını göremiyeceğim.
«Bu yüzden mi Almanya'ya geldiniz?ıı
«He.ıı
«Şu ara sokağa girelim mi?ıı
Ara sokak sessizdi. Eski I oş yapıların pen
cerelerinde saksılar vardı.
«Başka neler hatırlıyorsun? Sık sık o gfuı..
leri düşünüyor musun?ıı
<cElbet. İnsan düşünmez mi?ıı
O zaman ben utangaçlaştım birden. Onu
tanımaya çalışıp tanıyamadığım için, onun
dünyasına giremediğim için ... Bir süre soru
sormadım ona. Artık geri dönüyorduk. Blr
köprüden geçiyorduk.
«Öğleden sonralarını nasıl geçiriyorsun?
Okuldan çıkınca?ıı
Hüseyin'in bana mutlu anlarından sözet
mesını bekliyordum sanki. Oyunlanndan,
muzipliklerinden ...
<<Bazan eve giderim. Dersimi yaparım. Ba-
zan derneğe giderim.ıı
«Demekte ne yapıyorsunuz? »
«Kitap okuruz.ıı
«Ne kitapları okuyorsunuz? ıı
<ıBilimsel kitaplar okuruz.ıı
«Roman, hikaye, şiir, öyle şeyler de okur
":lUSUn?ıı
«Nasıl yani?ıı
((Yani böyle insaniann başından geçen
oiaylan hayallerle süsleyerek anlatan kitap
lar . . . ıı
<cBiz öyle hayaller falan okumuyoruz.»
(!Peki Hüseyin sen hiç hayal kurmaz mısın?
30
Mesela büyüyünce şöyle şöyle yapacağım,
şöyle şöyle yaşayacağım ... Bunları düşünmez
misin?))
«Bunları düşünürüm.»
ııPeki ne düşünüyorsun? Ne yapmak isti
yorsun ilerde? ıı
,, · <<Oto tamirciliği yapacağım. ))
«Peki işin o olacak diyelim. Mutlu olmak
için, hoş şeyler yapma, güzel şeyler yapmak
için, mesela yeni yerler görmek, gezmek için
neler hayal ediyorsun?))
cıBen tamircilik yapınca bir de kendime
bir otomobil alacağım. Onunla gideceğim. »
Hüseyin ilk olarak, belli belirsiz gülümsedi.
Yine sordum:
«Nereye gideceksin Hüseyin?»
31
- ,_ .
BİR KADIN HEYKELİ
Ka.Wı Boyu 33
nüz iyileşmiş bir yara i z L.. Sendeleyerek du
vaı:a tutundu ve içeri giren bir çiftin ardın
dan süzüldü o da. Kapının açılmasıyla ka
panması bir oldu. Yeniden güçlü iki el deli
kaniıyı omuzlarından kavrayıp dışarı fırlattı.
Bu iki güçlü elin bir kadının elleri olduğunu
gördüm. Eleni'ydi bu ...
<<Böyle meyhaneyi dünyanın hiçbir yerin
çle bulamazsın, dedi şair Cemal. Türk usulü
rakı sofrası. Şu akordeon çalan eski bir na
zi olabilir. Köşedeki iki genç belki de ev iş
galcilerinden ... Orada işçiler ...»
Akordeon çalan adamla yanındaki şişman,
yaşlı kadın birlikte eski, içli şarkılar söylü
yorlardı. İşleri buydu. Her gece birlikte bir
kaç meyhaneyi dolaşıyorlardı. Şarkıyı biti
rince Şair Cemal ve arkadaşlarının oturduğu
masaya dönüp gülümsediler. Şair Cemal eli·
ni cebine attı ve beş mark çıkarıp koydu yaş
lı adamın uzanan avucuna. Yaşlı kan koca
birlikte teşekkür ettiler. Gülümsediler. Yaşlı
kadın kocasının kulağına . doğru eğildi. Bu
nun üzerine adam bir tango çalmaya başlad1.
Eleni otuz yaşlarında bir Almanla barla
masaların arasındaki boşlukta dansetmeye
koyuldu.
Şimdi Kirov dalduruyordu bira kadehlerini.
Bir an gözucuyla baktı danseden Eleni'ye.
Sonra başını çevirdi. Şair Cemal'in yanına
geldi.
«Ey be koca Kirov!» dedi Cemal. Kolunu
Kirov'un omuzuna doladı:
«Kirov benim dostumdur. Benim en sevdi
ğim dostıarımdandır. Biz Kirov'la burada
oturup ne kadar dertleşmişizdir! Ben her
Berlin'e uğrayışımda Kirov'la Eleni'yi aranın.
Sabahlara kadar içip içip söyleriz. Öyle değil
34
mi ha Kirov?» ·
35
C<Ne derdin var senin?»
·
36
<<.N'apalım, dedi Hüseyin Efe. Bizim hanım
tembel çıktı. Pes etti. Biz de bu sebeple her
akşam buraya geliyoruz.» Çökkün, esmer yü
zünü muzip bir gülücük kapladı :
ııBizin1 hanım namaz kılıp durur. Herke
sin de başının etini yer. Ben oğlanlara kanş
mam. Gençtir derim. Biz yaşayamadık, bari
,siz yaşayın. Ama hanım onları rahat bırak
maz ki. Biz urloba gitmiştik bir seferinde.
Oğlanlardan biri eve bir Alman kız getirmiş.
Dönüşte komşular hemen hanıma yetiştirdi
ler. O da kıyameti kopardı. Burası kerhane
mi diye? Böyle yapma hanım dedim. Burası
Almanya. inatçı. İlle de oğlana bir Türk kı
zı bulup evermek ister. Bizim sözümüz geç
mez artık.»
<<Bak gördün mü? dedi Cemal Suna'ya. Bır
de kadının kurtuluşu diye kıyameti kopanr
sınız. Ben demiyor muyum erkek artık daha
zavallıdır diye? Erkek hapı yutmuştur.ıı
Hüseyin Efe düzgün takma dişlerini gös
tererek güldü .
«Ama, dedi Suna, Hüseyin Efe istediği saat
ta evden çıkıp istediği saatta dönebiliyor.n
«Öyle olsa ne çıkar? dedi Cemal. Hüseyin
Efe acaba keyfinden mi her akşam buraya
gelip kafayı çekiyor ? Öyle değil mi söylesene
be Hüseyin Efe? Bu okumuş kadınlar, erkek
ler kadınları eziyor diye ortalığı birbirine ka
tıyor.»
Hüseyin Efe sigarasının külünü silkip kur
naz kurnaz gülümsedi :
«E, pek de yalan değil hani. Bizim hanım
da gençliğinde bizden çok çekti . Ben eskiden
vazifesini yapmadı mı hanımı döverdim. Ço
cuğa bakınadı diye, komşuya gitt� diye . . . Çok
siıür:iiylllm.ıı
37
((Senin suçun değil ki Hüseyin Efe. dedi
Selim. ·sen de büyüklerinden öyle görmüştün.
Gelenek öyleydi . . . Ama sonra . . . »
«Kuranda da yazılıdır,» dedi Hüseyin Efe
g ülerek . . . «Şunu şunu yapmadı mı karını
döveceksin . . . Şöyle şöyle döveceksin. Halbuki
kadını niye dövüyorsun? O senin kölen mi ?
Bunları tabii sonra akıl ettik.»
«Gördün mü?» dedi Suna, Cemal'e döne
rek. «Hüseyin Efe senden daha gerçekçi.ıı
·
38
«N umaracı ! » dedi başını sallayarak. ııBu
raya gelince iltifatları yağdırırsın. Dostluk
dostluk diye naralar atarsın. Gider gitmez de
unutursun. Bir kart bile atmazsın be ! »
Cemal kolunu Eleni'nin beline doladı :
ııNe desen haklısın be güzelim i Ben berbat
,bir adamım. Ama bilsen şu mezarlık gibi
memlekette ne bunalımlar geçiriyorum ! Şu
Avrupa yedi bitirdi bizi ! Bombok ett i ! »
{ıMadem öyle a l sen d e karını git yerleş be
İstanbul'a ! ıı
Cemal öfke ve çaresizlik gösteren abartma
lı el kol hareketleriyle :
ııOrada karnımızı kim doyuracak be Ele
ni?» dedi.
Hüseyin Efe gülümseyerek başını salladı.
Onun. yüzünde ise karamsarlık yoktu . Nere
de olsa aynı hayatı yaşayacağını düşünüyor
du belki. Bu sofrada rakı içmekten başka
mutluluk tasarlayamıyordu sanki.
ııBeni de atacaklar yakında, biliyor musun?
Üç ay sonra polis oturma vermeyecek bana,ı>
dedi Eleni, yan umursamazlık, yarı hüzün
le. Sonra kahkahalarla gülerek konuşmasını
sürdürdü :
«Geçenlerde herifin birine yumruk attım.
Yere düştü . İki kaburga kemiği kınlmış.»
Masadakiler şaşkınlık içinde gülümsedi.
ııNe bileyim herifin o kadar hanım evildı
olduğunu? Burada kaç adamı dövdüm de
birşey olmadı. Dayağı yiyen kös kös gitti. Bir
daha da bu semte uğramadı. Bu seferki böy
le hanım eviadı çıktı işte. Halbuki şöyle it
tim herifi be Cemal.»
«Eleni bu be ! Eleni'yle kin:ı başa çıkabilir?
Kırdın herifin kemiklerini ha? Ne yaptı he
rifçioğlu?»
39
«Her zamanki hikaye. Burada bir türlü çe
kemediler bizi. Burası iyi iş yapıyor diye öte
ki knaypeler buraya adamlarını yollayıp de
falarca olay çıkarttılar. Kaç sefer pOlis geldt.
Karakonara düştük. Bu yüzden bir sürü mah
kememiz var. İnanmazsın her ay 1000 mark
avukat parası ödüyoruz.»
«Ama harbi kazandınız,ıı dedi Hüseyin Efe,
kac.i.ehinden bir yudum alıp:
«Ne kazanması be Hüseyin Efe? Üç ay son
ra beni apar topar alıp koymasınlar uçağa.ıı
ıcHiçbir şey yapamazlar. Hiçbir şeycik ya
pamazlar. Herşeyin bir kolayı bulunur,» de
di Hüseyin Efe.
Eleni Kirov'un uzattığı kadehteki rakıyı
bir yudumda içti ve :
cıVakit tamam» dedi, Suna'ya gülerek göz
kırpttı. Bara doğru yürüdü. Bann üstündeki
bir dizi karpuz biçimindeki ışık Sönüverdi
birden. Meyhanede bir kaç erkeğin kahka
halarla karışık itirazı yükseldi. Eleni gür se
siyle meyhanenin kapandığını ilan etti. Müş- .
teriler teker · teker kalkıp kapıdan çıkarken
Eleni'yle şakalaşıyorlardı. Kirov ise hep uzak
tı. Derin ve gururlu bakışlada süzüyordu
herşeyi. Sanki bakmasa da, herşeye sırtını
dönse de görürdü o. Kirov bu işin ustasıydı.
Uzaktan bakıp herşeyi sezmenin ustası . . .
Eleni bunu biliyordu.
Barda yalnız iki kişi kalmıştı şimdi. Moni
ka'yla Erol. . . Onlar da Eleni'yle Kirov'un
herkes dağıldıktan sonra içerde kalabilen
dostlarındandı. Erol dört düğmesl açık be
yaz frenkgömleğiyle geldiği ülkenin sıcak ik- •
limini taşıyordu sanki üstünde. Kavruk ince
bedeniyle korku . ve suçlarla yaşanmış bir ço
cukluğun izlerini taşıyordu. Kış günleri ç1-
40
rak olarak çalıştığı dükkanın önünde bir te
nekenin içinde ateş yakmaya uğraştığı ikin
di vakti, uzaktan sevdiği kızın evinin önün
de, bir duvarın kıyısında bayıltılıncaya kadar
dövüldüğü akşam üstü, evden kaçıp Kordon
boyunda arkadaşlarıyla ilk içkiyi içip bir san-
, . dalın içinde uyuya kaldığı şafak vakti . . . Erol
birbiri ardına bira içen, omuzuna yaslanan
Monika'nın yanında sık sık dalıp dalıp gidi
yordu.
Eleni fısıldadı Cemal'e :
!iBU Erol da aşık. İzmir'de karısı, üç çocu
ğu var. O burda Monika'ya sevdalandı.»
Monika Erol'un yanağına hafif bir öpücük
kondurdu. Erol oralı olmadı. Kendi yurttaş
larının bulun duğu yerlerde Monika'ya yakın
lık göstermekten sakınıyordu. Nasıl bir aşk
tı bu? Erol akşamüstü işten dönünce Mani
ka'ya ütülettiği frenkgömleklerinden birini
giyiyordu. Erol'un geceleri Monika'yla gide
bileceği tek yer burasıydı sanki. Suçluluk duy
gusundan kaçıyordu o. Monika'yla birlikte .
sarhoş oluyordu. Monika yirmibir yaşınday
dı. Sabahları Erol işe gittikten sonra o öğle
ye kadar yataktan çıkmıyordu . Ailesinden ve
Alman arkadaşlarından uzaklaşınıştı o da.
Işslzdi.
·
Kanal Boyu 41
lam kazandıramamıştı. Oysa Erol . . . Arzuyla
öfkeyle koruyordu onu. Ama gelecek neydi?
Monika biliyordu ki, gelecek başka bir şey
dir. Onun sırdaşı Eleni'ydi. Eleni gelecek kor
kusunu unutturuyordu ona .
Hüseyin Efe için ise Eleni bir merhemdl.
Ellibeş yıllık bir hayattan yenik çıkmak . . .
Buna karşı bir merhem işte. Kavuşamadığı,
kavuşamıyaca�ı herşey Eleni'deydi. Başörtü
lü kansı namaz kılıyordu. Bedeni ve neşesi
kaybolmuş bir kadın . . .
Şair Cemal için Eleni hayatın kendisi de
mekti. Her an kıpırdayan, fışkıran, şaşırtan
hayat . . . Eleni bir dinlenmeydi . Düşünüp qü
şünüp bir yol bulamamanın karşıtıydı . Bir
den bire belirip yiteri bir sağanak. . . Onun
Eleni'ye karşı duyduğu aşk anlık, anlamsız
bir aşktı. Yazdığı şiirlerin hangi imgesini an .
layabiiirdi Eleni? Bu sarhoşluk ve özlem an
larından başka hangi anlan Eleni'yle payla
şabilirdi? «Beni yurdum unuttu .» Eleni bu
nun acısını anlar mıydı? c<Düşünmekten kur
tar beni Eleni ! Acının şiirini yazmaktan beni
kurtar ! ıı
Suna Eleni'den ne bekliyordu? Bir kadının
yaratarak üreterek bağımsızlığına kavuşaca
ğına inanan, heykelleriyle kadının gücünü ve
güçsüzlüğünü anlamaya çalışan Buna . . . Şim
di Eleni 'yi sessizce gözleyerek neyi öğrenme k
istiyordu? Eleni hem nesne hem de özne ol
mayı nasıl birarada yaşayabiliyordu? Erkek
leri kışkırtırken bir nesne , becerikliğiyle, kor
kusuzluğuyla bir özne ... Eleni 'nin gizi neydi?
Bu taşkın neşenin, bu çevresindeki boşlukla
rı hızla, özenle doldurmasının gerisindeki gi
zi neydi Eleni'nin?
cıHeykelci hanım, ne o Karadeniz'de gemi-
42
Ierin mi hattı?ı>
Eleni Suna'ya bakarak yine kahkahalarla
güldü. Müşteriler gittiğinden beri Eleni Türk
müziğiyle doldurmuştu meyhaneyi. Kasetler
den klasik Türk müziği parçaları, oyun hava
ları, arabesk parçalar yayılıyordu.
Monika'yla Erol yandaki masada oturuyor
du şimdi. Aynı masaya gelip oturabUirlerd l,
ama Monika istememişti bunu. O hem bu
düşsel hayatın içinde erirnek istiyor, hem de
hayatı coşkulu bir gürültüye boğan bu grup
tan ürküyordu.
Eleni elindeki tepsiyi masanın üstüne
bırakıp bedeninin her noktasını birden bire
hareke te geçiren bir oyuna başladı. Siyah
·gür saçlarının dalgaları bile oyunun ritmiyle
titreşiyordu. Sırtından, omuzlarından, kolla
rından, dolgun karnından hızlı dalgalanma
lar yayılıyordu. Yüzü ise dingin ve güleçti .
Kirov Cemal'in yanına oturmuştu. Öne
doğru eğilmişti. Bir elini dizine dayamıştı.
öteki elinde ise hızla boşaltıp yeniden dol
durduğu küçük içki kadehini taşıyordu. Uf ·
43
yışı ! Ne kadar kendiliğinden, ne kadar ger
çek ! Gerçek, bizim gerçeğimiz ! . Biz Tür kiye'
nin aydınları, sanatçıları kendi zengin kay
naklarunızdan uzaklaşıyoruz. Va-r sa yoksa
batıda var sanıyoruz. Bu yüzden köreüyoruz.
Bırak batının sanatını batılılar yapsın t Sen
tarihine, halkına, doğuya sarıl ! Ben senin .
heykellerini niye seviyorum? Anadolu kadı
nını bütün inceliği, bütün anlaşılmamışlığıy
la yakalıyorsun da ondan . Bizim başka kay
nağımız yok işte ! Kendimize kendi kaynağı
mıza inanınayı başarmalıyız ! »
«Ama ! » dedi Suna . «Artık halkların kui ·
44
nika önce ürktü. Gizli bir ürküntüsü vardı
onun. Donuk bir meydan okumanın gerisin
de gizlenen körpe bir ürküntü . . .
. ııHadi, dedi, Erol, Almanca. Hadi bunlar
yabancı değil.»
Monika kollarını başının iki yanında kıvı-
. ·rarak düzgün bir daire çizdi. Küçük, gergin
karnma birden hızlı, ölçülü dalgalanmalat
verdi. Monika göbek dansını bu kadar usta
ca yapabilmek için ne kadar uğraşmıştı !
Videodan dansözleri seyrederek, aynanın
karşısında kendisini seyrederek, Erol'la bir
likte gittiği gazinoda dansözün bütün devi
nimlerini belleğine çizmeye uğraşarak . . . Mo
nika çok çalışmıştı. Göbek dansını başarınca
Erol'un karısını, çocuklarını terkederek gös
terdiği özverinin karşılığını öder gibi duy
muştu kendini. Erol'un duyabileceği bütün
özlemierin kaynağı Monika'ydı sanki artık.
Erol'un karısına karşı batılı oluşuyle üstün
lük taşıyordu, şimdi de doğunun tadıarını
karnının, kollarının, kalçasının titreşimlerin
de taşıyordu. Monika göbek dansına başlar
başlamaz dolgun dudaklarıyla bir daire çi
ziyordu. Hüseyin Efe mutfaktan mezelerle
dolu bir tepsiyle çıkageldi.
Kirov kuru yaprak kırıntılarını ufaladı. On ·
ları bir sigara kağıdına yerleştirdi. Huni bi
çiminde sardı. Ateşledi. İlk dumanı aldı. Son
rakül tablasının kıyısına yerleştirdi. Hep ses
siz törenler yaşıyordu sanki o. Hayat bir tö
renler dizisiydi onun için. Sonra Cemal . . . Su
na ilk olarak eline alıyordu, esrarlı bir teh
likeyi. . . Kirov'la kurulan ilk bağlantı . . .
«Güzel bir kokusu var,» dedi.
Cemal ona işaret etti. Onu tablaya, soğu
. maya . bırakmalıydı. Eleni sırasına yetişti.
45
Eleni herşeyi yapmak istiyordu. Her iyiliği,
her kötülüğü...
Herkes sabırla ve saygıyla sırasını bekli
yordu şimdi . Kirov ise töreni yönetiyordu.
Köpek geldi . Birdenbire geldi köpek. Arka
bölmedeki gizli yerinden. . . Herkesi teker te
ker kokladı. Kirov'un önünde durdu. Kirov
ellerini uzattı ona. Köpek ön ayaklarını Ki
rov'un avuçlarına bıraktı. Kirov yüzünü onun
y üzüne dayadı, kokladı ve uzun uzun öptti
onu. Köpek gözlerini kırptı.
ccBu köpek Kirov'un sevgilisidir, dedi güle
rek Cemal. Kirov'un bu dünyada iki sevgi
lisi vardır : biri köpeği, öteki Eleni . Hangisini
daha çok sever, orası bilinmez.»
ccBeni sever en çok» diye atıldı Eleni kah ·
kahalarla.
«Orası belli olmaz. Öyle değil mi ha Kirov ?;}
dedi Cemal Kirov'a dönerek.
Kirov hafif bir gülümsemeyle başını salla
dı :
ccBen üç ay bu köpekle başbaşa kaldım.
Evde . . . Başka kimse yok. üç ay tek başıma
evde işsiz oturdum. Kimseyle görüşmedim.
Bu köpek olmasaydı çıldıracaktım . »
Birden masada koyu bir sessizlik oldu . Ki
rov gizlerinin çölünde yalnız bir adamdı san. -
ki .
Eleni herkesi oyuna kaldırıyordu. Kimse
karşı koyamazdı. Karşı koymak kendini be
ğenmişlik demekti. Kimse Eleni'nin hatırını
kıramazdı. Doğu törelerinin hızla yaşandığı
bu yerde hatır kırmak batıtım bencilliğine
kaymak anlamına geliyordu .
Şimdi Erol bir Ege oyunu oynuyordu. Ce -.
mal de ona eşlik ediyordu. Cemal'in oyunu
karmakarışıktı. Onun oyunu rok müziğine de
4
uyabilirdi. Hızlı, coşkun, telaşlı oynuyordu o .
Erol ise sade, ölçülü ve dingin . . . Oyunun ku
rallarını bozmamak için özen gösteriyordu.
Erol'un bu oyuna, bu oyunun geçmişine
saygısı vardı. Egeli erkekler böyle oynardı bu
oyunu. Dar omuzları, çekingen gülümseyişiy
le sessiz sedasız oturan Erol oyuna kalkınca
zarif, kendine güvenli ve kişilikli bir insan
oluvermişti. Bu oyunu çok iyi tanıyordu. Su
na farketti en çok Erol'daki bu değişikliği.
Kaslann, beden kıvrımlarının dilini anlıyor
du o. Ne tükenmez bilgi kaynağıydı bedenin
dili !
Eleni kimseye birşey söylemeden kapıyq.
yönelince köpek de hemen arkasından gitti.
Köpekle Eleni dışarı çıkınca Kirov da ağır
ağır ayağa kalktı . Barın önünde durdu. Ka
pıya gitmedi. Kapıda bir tıkırtı olduğunu ilk
duyan Eleni olmuştu. Eleni oyun havasıyla
birlikte el çırparken, rakısını yudumlarken
tıkırtıyı nasıl duymuş ve o ağır bedeniyle na
sıl uçar gibi kapıya koşuvermişti? Kirov ise
sırasını biliyordu. Ne türlü bir hayat savaşı
ikisine bu kurallar demetini armağan etmişti
acaba?
<•Bak,ıı dedi, Cemal Suna'ya. «Kirov bekler
şimdi. Önce Eleni anlar, bilgi toplar . Kirov
da gerekeni yapar . Böyle işte. Şu dengeye
bak ! »
<<Niye bütün yorumlarını bana da kabul
ettirmek istiyorsun?ı> Erkeğin sözcülüğüne
kızıyordu Suna.
<<Anlatmak istiyorum ! Coşuyorum� şaşırı·
yorum ! Söylemek istiyorum. Şairim ben l ı> di·
ye bağırdı Cemal.
<<Ben de gören, anlayan: bir insanım ! ıı Su
na öfkeden titredi bir an.
7
�<Bireycisin,ıı dedi - Cemal.
«Erkeğin bireyciliğine karşı ç ıktığım için
mi?ıı
Suna'nın kocası Bekir gülümsedi. Bu ge
ceki değişikliğin tadını dinginlikle çıkarmak
istiyor ve çoğu zaman yanında oturan Hüse
yin Efe'nin anlattıklarını dinliyordu. Çalış
kan ve ölçülü bir bilim adamıydı. Cemal'in
sık sık heyecanlanmasını, bağırıp çağırması
nı, her duyguyu abartarak yaşamasını onun
şairliğine veriyordu.
Eleni kapıdaki Türk'ü geri çevirmedi. Adam .
yaşlıydı ve bir kolu sakattı. Eleni ve Kirov
ona da sık sık yakınlık göstermişlerdi. Yıkın
tı halinde bir evin bir odasında yaşıyordu.
Uyku tutmamıştı. Çıkıp gelmişti işte. Bu
saatte başka nereye gidebilirdi? Dışardan du
yuluyordu şarkılar ve Eleni'nin kahkahala
rı . . . Eleni onun gelişine hoşnut olmamıştı,
ama geri çevirememişti onu.
Yaşlı ve bir kolu sakat Türk köşedeki ma
sada tek başına oturdu, sabaha kadar hiç
söze karışmadı. Yalnızca rakısını yudumladı
ve zaman zaman gülümsedi.
Bu gece duygulardan örülmüş derin bir ku
yuydu.
Rakı şişeleri hızla boşalıyordu.
Eleni Kirov'un yanıbaşına oturdu. Sanki
aralarına girmiş olan şeyleri birden bire fırla
tıp atarak birbirlerine yeniden kavuştular.
Eleni Kirov'un yaşlı yüzünü, yaşlı boynunu
öpüyordu. Elini onun alnında, saçlannda,
omuzlarında gezdiriyordu. Kirov'un üstüne
örtülen bir ipek gibiydi şimdi Eleni. Bu göz
kapakları şiş, solgun, yaşlı yüzlü, kısa boylu,
ve gururlu kabadayıyı Eleni'den başka hangi
kadın bu kadar katıksız bir sevecenlikle ok-
48
şayabilirdi?
«Aşk ! diye bağırdı Cemal. Ne büyük aşk !
Kahramanlık bu işte. Siz birer kahramansı
nız ! »
Kirov başını önüne eğdi. Eleni Cemal'e
bakıp gülümsedi :
((Biz şair değiliz aslanım.»
Bu söz üzerine Kirov birden Eleni'nin gür,
dalgalı , siyah saçlarını iki eliyle kavradı ve
adeta öfkeli bir hırsla dudaklanna kapandı
onun.
Hüseyin Efe işgal ettiği küçücük yerinde
kendi kendine gülümsüyordu. Yaşlı Türk eli
ni çenesine dayamış, şaşkınlıkla Eleni'yle Kl
rov'a bakıyordu. Eleni'yle ilgili hayallerini
kim alabilirdi elinden? O uzak düşmüş bir
adamdı artık. Kendi bedenind em, Türkiye'de
ki torunlarından, bütün şehirlerden uzak
düşmüş bir adam . . .
Yeniden Monika oynuyordu. Cemal de fır
lRuı. Kendine göre oynuyordu yine. Kolları
nı Monika'nın koliarına doğru çapraz yaklaş
tırarak, göbeğini onun küçük karnma yak ·
J.�tırarak, uzaklaştırarak . . . Monika yeniden
dudaklarıyla bir daire çizmişti.
Birden Erol ayağa kalktı. O anda herkes
Erol'un Monika'yla gönül eğlendirmediğini
anladı . Sarhoştu. Monika'yı bileğinden yaka
ladı. ccYürüı> dedi Almanca. Eleni atıldı bir
den. Buna izin vermezdi. Cemal iri yarı bir
adamdı. Erol ise gergin ufak tefek ve hınç
lı . . . Monika soğuk kanlı davrandı. cc Gidelimıı
dedi yalnızca . Çok mutsuzdu. Gittiler. Eleni
Cemal'in yüzünü okşadı : ((Çocuk sinirli. Sen
büyüksün, onun kusuruna bakma. Hadi ko
ç uın ! »
Hüseyin Efe yeniden mutfaktan çıkıp gel-
49
di. Pastırina dilimlerini bir . tabağa çiçek gibi
dizmişti. öteki tabağa beyaz peynir, salatalık
ve domates dilimler ini . . . Tabakları sessizce
masaya yerleştirdi ve yerine oturdu. Kirov
ona derin bir dostıukla gülümsedi. «Yine baş ·
başa kalsak» der gibiydi bakışı.
Eleni 'nin anlatımı okşayışlarıydı artık. Ki
rov'un tenini anlıyordu. Onun yorgun, hırslı,
aç tenini . .. Kirov ise Eleni'ye doyamıyordu.
Çünkü hayatı bütün gözeneklerinden içeri
sokan Eleni'ydi. Kirov Eleni'yi kucağına
oturtmuştu şimdi . Onun kalçalarını hafif ha
fif okşuyordu.
«Ya yine gelirse?» diye mırıldandı Kirov.
«Gelirse ona haddini bildiririm,» dedi Ele
ni, Kirov'un alnını okşayarak.
«Senin peşini bırakmazsa onu öldürürüm»
dedi Kirov, Eleni 'nin gözlerinin içine baka
rak ... O anda Kirov masadakileri, Eleni'den
başka herkesi unutmuş gibiydi. Yeniden Ele
ni'yi saçlarından kavrayıp dudaklarına ka
pandı. Masadakiler ürperdi. Suna sonradan
öğrendi Eleni'nin genç bir erkekle evli oldu
ğunu ve bir çocuğu olduğunu . . .
Kadehler dolduruldu. Herkes aynı anda . : .
Aralık pencereden içeri ıssız bir mavilik sü
zülüyordu artık. Berlin'in erkenci maviliği,
serin saba}lları . . .
Herkes son olarak kadehini kaldıracaktı.
Bu kuyu ne kadar derindi l Herbiri dibe doğ
ru gidiyordu. Kimi aşka, kimi yalnızlığa, ki
mi derin pişmanlıklara . . . Hayatın sınırına
d oğru sanki , ölüme doğru sanki. . .
Eleni tam kadehini eline aldığı a n birden
duTdu. Kirov'un henüz masanın üstünde du
ran kadchine ilişti gözü. Kirov'un kadehi
iJyle doluydu ki, kıpırdarsa hemen taşacaktı.
50
Kirov kadehi · eline alırsa rakı ağzının kıyısın
dan sızacaktı. Bu da inatçı ve gururlu Ki
rov'a yakışmazdı. Eleni hafifçe başını eğdl.
Kirov'un kadehine dudaklarını değdirdi. İlk
yudumu aldı. Kadehin kıyısında bir boşluk
bıraktı.
'H
YUSUF
53
elma atıyordu. Bu d9ğrusu hoşuma gitmedi.
Sonra Yugoslavya'ya vardık. Ben garajda Sü
leyman'ı bırakıp ekmek almaya gittim. Dön
düm baktım bir herif Süleyman'ı kolundan
çekip duruyor. Geldim dedim ne var? Adam
bizden para koparmaya çalışıyor. Evine çağı
rıyor. Güzel karısı varmış. Ben o an şaştım
kaldım. Adamı zor başımızdan attık. O gece
bir otelde kaldık. Sabah uyandık. Çorba içi
yoruz. Adam dedi ki yarın yine burada sabah
çarbasını birlikte içeriz. Dedim neden? dedi
bu şoför sizi kandırıyor. Sahi de öyleymiş. Bu
adam iyi bir adammış. Bize yol gösterdi.
Trenle Varşova, ordan Doğu Almanya, yine
trenle Frederik Strase"den Batı B�rlin . . . Ada
mın sözünü dinledik. Şoförle gitmedik. O ge
ce biz yine Üsküp'de kaldık. O gece bayram
mış. İnsanlar sokakta. Lüks kızlar, lüks ka
dınlar dansediyor. Ama orada öpüşme yok
tur. Almanya'daki kadar yoktur. Otelde yı
kandık. Ben küveti de ilk orda görmüşüm.
Ertesi sabah da yola koyulmuşuz.n
Selim de aynı yolla Berlin'e girdiğini söy
lüyor. Doğu Almanya üzerinden . . . Türkiye'
de arandığı günlerde . . . Selim artık b u ger
gin bekleyiş içinde gücünü yitirmeye doğru
yol alıyor. Sığınma isteği kabul edilmeyecek,
bunu biliyor.
Yusuf çimenlerin üstünde koyunlarını ot
latan bir çobanın dinginliğiyle uzanmış, ka
nalın sularına, kanaldaki kuğulara bakıyor.
Selim gibi kitaplar okumamış o. Birgün ça
lıştığı kahveyi adamlar basmış, o da kansı
nı ve dört çocuğunu köyde bırakıp amcaoğlu
Süleyman'la birlikte düşmüş yola.
ı• Alışabildin mi?» diye soruyor ona Selim.
({Burada ağalar yoktur. Burada insanlar
54
birbirine karışmıyor. Bu bakımdan daha iyi
dir. Ama insanın kendi memleketinde yaşa
ması elbet daha iyidir.»
<<Peki, diyor Selim. Ailen, çoluk çocuğun
arda, sen burda . . . Zor olmuyor mu??ıı
«Ben şimdi ızdırap çekiyorum,» diyor Yu·
. suf. Dişlerinin arasında bir otu çiğniyor. «<z
dırap çekmiyorum desem yalan. Ailem de
düşünür ki ben burada belki Alman kadını
bulmuşum. Almanya bize yüzbinin üstünde
patladı. Tabii ki ailem zor durumdadır. >>
Yusuf'un siyah gözlerinden ılık bir sevgi
ışını yayılıyor. Kanalın karşı kıyısında ma
yolarıyla çimenlere uzanmış genç bir çift
öpüşüyor. Ilık yaz akşamlarında kanal boy
larını yumuşak bir mutluluk dolduruyor. Su
lara atıayan köpekler, koşuşan çocuklar, bir
birlerine sarılarak uzanan genç çiftler, kal
kola gezintiye çıkan yaşlılar ve çimenlerin
üstüne sofra serip .akşam yemeklerini yiyen
yabancı işçi ailMeri. . . Günün bu saatlarında
ışığın, suyun ahengi insanların içine doluyar
sanki. Birgün sonra loş, ıslak bir gün geri
alabilir bu mutluluğu. Berlin'lilerin içine iş
leyen bir tedirginlik: Güneşe doyaniamak.
Bu seyrek geleri güneşli günlerde hemen ini
yarlar çimenlere, kanal boylarına. Zaman za
man kanalın bulanık, kirli sularını geniş ku
laçlarla yaran genç bir erkek bedeni görülü
yor. Bu sularda kulaç atması için insanın n_;
kadar yalnızlık duyması gerekir !
Selim ise toprağından koparılmış, bir vazo
nun içinde solmaya, kurumaya mahkum bir
çiçek gibi duyuyor kendini. Arkadaşları on ·
daki bu umutsuzluğu kınıyor. Çoğu tartışı
yor. Selim ise kararusarlığının kabuğuna çe
kiliyor. Türkiye'deki hiçbir arkadaşından ha-
55
ber alamıyor. .
Ama şu anda Yusuf'u tanıdığı · içinde için
de hafif bir sıcaklık duyuyor. Yusuf'da bir
denge var, geçmişteki zorluklarla şimdiki
zorluklar arasında bir denge, az yaşamakla
az düş kurma arasındaki denge . . . Yusuf na
sıl oluyor da bu kadar değişik bir sürgün ha
yatı karşısındaki sarsıcı bir şaşkınlığa düş
müyor?
Yusuf esmer yüzÜnde belli belirsiz bir gü
lümsemeyle karşı kıyıda öpüşen çifte bakı
yor. . . Güzel, soyunuk bedeniere . . .
((Biz geçen gün şaşırıp çıplaklar kampına
girmişiz Süleyman'laıı diyor.
<'E, diyor, Selim, yadırganıadınız mı?ıı Yu
suf'un yanına, çimenlere uzanıyor o da. Yu
suf ona garip bir güven duygusu veriyor. Bir
baba gibi . . . Selim'in çocukluğu hep Anka
ra'da, küçük bir apartman dairesinde geçti.
Şimdi toprakla yoğrulmuş bu dayanıklı er
keğin yanında bir sevecenlik özlemi sızıyor
içine.
«Biz öyle yapamayız, ama ben yine de on
ları yadırgamam. Onlar öyle yetişmiş. Bura
da toplum bunu kabul ediyor,» diyor Yusuf.
<<Peki senin hamının burda olsaydı. Onun
la beraber öyle bir yere gitseydiniz o ne ya
pardı?ıı
«Utanırdı, ama biz başkalarına karışama
yız. Benim ailem başörtülü gezer. Bu da top
lum baskısıdır. Ben allerne demem ki şöyle
şöyle yap. O başörtülü gezer. Biz birgün Van
gölüne gitmişiz. Bir kaç arkadaşla. Onların
da aileleri vardı. Biz orada suya düşmüşüz.
Ama bunu başkalannın bulunduğu yerde ya
pamayız.ıı
((Sen kendini nasıl böyle yetiştirdin Yusuf?ıı
56
«Ben yirmi ya§ıma kadar ç_ok kötü yetiş
mişim. Çocukken medreseye gitmişim. Bizim
memlekette şehre giden, yüksek tahsil ya
panlar oldu. Ben onlarla da çok konu§muşum.
Ben kendim öğrenince aileme de öğrettim.
Bizim memlekette kadınlar köledir. Ama ben
· aileme eziyet etmem. Ben ne kadar yaşarsam
o da o kadar yaşar. Ama bende yok, onda
da yoktur. O benden razıdır. Çünkü görüyor.
Bizim komşularımız var. Onlar çok softadır.
Benim ailem onlara gider, onlarla konuşur.
Ben gidince onl�rın ailesi hemen örtünür.
Gider saklanır. Ben bir gün kızmışım : Artık
böyle şeyler kaldı mı? dedim. Niye saklanı
yorsun? Benim ailem saklanıyor mu? Ben
arncam kızıyla, yengemle oturur konuşurum.
Bizde şakalaşma çoktur. Aslında bizim orda
softalık kalksa insanlar başka türlü olabilir.
Benim on yaşında kızım benim karşıma çık
mış, · demiş baba ben hocaya gitmem. Ben de
onu hiç hocaya göndermemişim. »
Yusuf lacivert ceketinin i ç ceplerini karış
tırmaya başladı. Ve dört çocuğuyla, karısıyla
çekilmiş bir fotoğrafı uzattı Selim'e. O za
man Selim onun lacivert ceketini niçin hiç
çıkarmadığını, en sıcak günlerde bile niçin o
ceketle dolaştığını anlar gibi oldu.
Selim akşamın eflatun renkleriyle kapla
nan gökyüzüne bakarken birden aylardır duv
madığı belli belirsiz bir iyimserlik duydu.
57
BİR KÜÇÜK BURJUVANIN
ACILARI II
59
Mesela şu Kreuzbergtde de bir sürü serseri
türedi. Alkolikler, hipiler, işgalciler. Eve bi
raz geç dönsem yüreğim ağzıma geliyor. He'"
le şu Araplardan ödüm kopuyor. Son zaman
larda da kara kara Sirilankalılar doldurdu et
rafı. Bu Alman hükümeti onlara karşı ted
bir almakta haklı tabii. Kendi hükümetine
başkaldıran, suç işleyen soluğu Almanya'da
alıyor. Almanya da gitgide anarşi yuvası ha
line geliyor.
Selma boylu boslu bir kadındı. Tayyörleri
ni Türkiye'de diktirmişti. Boynuna ipekli
eşarplar bağlar, zarif, topuklu ayakkabılar gi·
60
yon seyrediyor, ya da dışarda arkadaşlarıyla
buluşuyordu. Selma ccBizim kadınlarımızı> di
ye sözettiği kadınları iyi kalpli buluyordu
ama «aradaki görgü, bilgi, sosyal seviye far
kı. . . ı> Selma'yı onlardan ayırıyordu. Birkaç
memur kadın arkadaşı vardı ama onlar da.
· biraz Almanlaşmışlardı. Randevularla görü
şüyorlardı. «Ayrıca her zaman fikirlerimiz
uyuşmuyor. Galiba burada hepimizin sinir
leri bozuldu. ı>
Selma evinin basamaklarını çıkarken nefes
nefese kalmıştı. Kırküç yaşındaydı ve çok ne
şesizdi. «Buraya hiç gelmemiş olsaydık ! ı> Ba
zı arkadaşları ona şöyle diyordu : «Selma'cı
ğım burada bu kadar çok sıkılıyorsan topar
lan git Türkiye'ye öyleyse.» Ama çocukların
okulu . . . Kocasının orada kendi "Jaşına bir iş
kurabilmesi için daha çok sermayeye ihtiya
cı var. Türkiye'de hayat pı:ı,halılığı yıldan yıla
artıyor.
Selma plastik torbaları duvara dayayıp ka
.pıyı açtı. Şimdi bu evden memnundu. Kalori- ,
ferliydi, sıcak suyu vardı. Daha önceleri tu
valeti dışarda olan evlerde bile oturdular.
Mobilyalar, halılar, perdeler, yatak odaları,
artık herşey Selma'nın zevkine göreydi. Evi
her zaman pırıl pırıldı. «Bir de Türklerin pis
olduğunu söylerler. Kendi hipHerine baksın
ıar ı n Selma kocası ve çocuklarıyla evin dü
zenini bozdukları zaman kavgaya tutuşurdu.
Ayakkabılarını çıkarıp girişteki ayakkabı
dolabına yerleştirdi. Terliklerini giydi. Üstü
nü değiştirdi. Yapacağı . yemekleri kaç gün
önceden tasarlamıştı. Üç dört saatta hepsini
lıazırlayabilirdi.
Elleri öylesine alışkındı ki . . . Hava kararır
ken yemekler mermer tezgahın üstüne sıra-
lanmıştı. ·
Selma banyoya koştu. Mizanplili, kabarık
·
62
onları. Bir kadınla bir erkeği yanyana oturt
maya özen göstererek. . . Modern bir Türk ka··
dım olduğu belliydi Selma'nın. Yoksa böyle
giyinmeyi, böyle davranınayı burada mı öğ
rendi?
((Türkiye'yi tanımayan Almanlar pekala
· böyle düşfuıebilirler .»
Selma'nnı kocası Kemal konuk ağırlama
konusunda kansı gibi telaşlı ve özenli değil
di. Daha çok Almanlar konuklarına nasıl dav
ranırlarsa o da öyle davranmaya çalışıyordu.
Almanların Türklerle ilgili görüşlerini de pek
umursamıyordu artık. Ne istediğini bilen bir
adamdı . Şimdiden Türkiye'de iki daireleri var
dı. En çok özlediği şey İstanbul'da gün doğ
madan sandaHa denize açılmak, balık avlamak,
bir de yaz akşamları halkonda rakı sofrasına
oturabilrnekti. Karısının yakınmalarına, has
talıklarına, sık sık Almanları çeki§tirip dur
masına da pek aldırdığı yoktu. Türkiye'de
yaşasalardı sanki daha mı mutlu olacaklar
dı? Karısı orada da yakınılacak birçok şey
bulurdu. Kemal burada da efkar dağıtmak
için arkadaşlarıyla buluşup tavla atabiliyor,
natta rakı sofrasına oturabiliyordu. Hayat
böyleydi işte. Ne eksik ne fazla. Alınteriyle
· yaşayanlar için böyleydi. İçinde birtek piş-\
manlığı taşıyordu yalnız : Şöyle saçlarını sa
vurarak kahkahalar atan, cckocacığım» diye
rek gelip gelip bir öpücük konduran, zaman
zaman da güzel sesiyle şarkı türkü söyleyen
bir kadınla hayatını birleştirernemiş olmak ..
aAma hakkını yememek lazım. Selma yuva
sına düşkün, namuslu ve hamarat bir ka
dındır .»
Zamanla heyecanlar kayboluyordu tabii.
Kemal Alman konuklara Türkiye'nin hava-
63
sından, turistik yerlerinden sözediyordu şim
di. Selma da yiyecekleri masanın üstüne yer
leştiriyordu. Genç kızlığında eve görücüler
gelmiş gibi heyecan içindeydi doğrusu. Böy
lesi bir ağırlamadan sonra belki iş arkadaş
ları artık onun görüşlerine, önerilerine biraz
daha önem verirler, ona aklı ciddi konulara
ermeyen bir kadın gibi davranmazlardı.
Yorgunluktan mı nedir, elleri titriyordu
Selma'nın.
<�Yardım edebilir miyim?» diye soruyordu
ıneslekdaşlarından birinin kocası.
((A yok teşekkür ederim. Herşey hazır. ıı
Eve gelen misafirlere iş göstermek Selma'
nın hiçbir zaman yapamayacağı bir şeydi
Hele bir erkek misafirin yardımı. . . Selma Al
manya'da daha yirmi yıl yaşasa Almanıann
davranışlarını taklid etmeyecekti. Türk örf
ve adetlerini en iyi şekilde temsil etmek ! Sel
ma nedense böyle bir görevle yükümlü bulu
yordu kendini.
Ne o? Niçin kimse çerkes tavuğunun tadı
na bakmıyor? Hay Allah bir tadına baksalar?
Selma'nın en değerli sanat eseri o. Börek yi
yorlar, salata alıyorlar, pilaki . . . Henüz sar
ınayla çerkes tavuğuna dokunan yok. «Buy
run)) diyerek çerkes tavuğunu gösteriyor Sel
ma. ııTeşekkür ederim» deyip yüzlerini çevi
riyorlar. Yoksa kirli birşey gibi mi görünüyor
gözlerine?
Birden Frau Braun uzandı yaprak sarma
sına. Tabağına aldı. Sonra ucundan ısırdı.
Selına göz ucuyla izliyor.
ıcAh, dedi, birden. Tanıdım. Dolma ! Yunan
yemeği değil mi bu?)ı
Selma o atalarından devraldığı misafir say
gısını bir an unutabilseydi elini masaya vu-
64
racak, Yunanlıların nasıl Türk yemeklerini
taklidedip turistlere Yunan yemeği diye yut
turduğunu, bunun gibi daha birçok şeyi, mü
ziğinden tut da, şarabına kadar nasıl Türk
lerden çaldıklarını bağıra çağıra söyleyecekti.
Ama Selma Türk kadının hanımefendiliğine
, , leke sürınemek için yalnızca alaycı bir gü
lümsemeyle :
«Hayır Fra Braun, dolma öz be öz Türk
yemeğidirıı diye karşılık verdi.
65
SABAH İLK METRO
67
Vagonun arka kanapesinde Nuran'la Bir
sen zaman zaman kavga eder gibi sert bir
sesle konuşuyorlar, zaman zaman da elleriy
le alınlarını tutarak gülüyorlar.
Birsen Simens Stand'daki lamba fabrika
sına gidiyor. Günde sekiz saat beyaz eldiven
lerle sıcak camları U biçimindeki kalıpların
içine yerleştiriyor. Birsen için mevsimler de
ğişmiyor sanki. Yakıcı bir yaz sıcağının için ·
de yaşıyor o.
cc Sen bu sabah niye Halleehes Tar'dan bin
din allahaşkına ?>> diye soruyor Birsen.
ccBana bakma sen, diyor Nuran. Ben bir
gün Nollendorf'dan binerim, birgün Hallec
hes Tor'dan. Benim eteğime yapışan mı var?
Ben bütün Berlin'i dolaşırım. Giderim bir ah
baba, televizyon seyrederken uykum gelir.
Uyuyup kalırım. Sabah da ardan giderim
firmaya.»
Birsen kurnazlıkla gülümsüyor. Halleehes
Tar'da İhsan'ın oturduğunu Birsen de bili
yor. . İhsan'la Nuran'ın kaçak aşkını herkes
biliyor artık. Bunu Nuran'ın yüzüne vunna�
istemiyor yine de :
ccSen o firmadan da bir türlü aynlmadın,
diyor. Almancan o kadar iyi. İsteseri ne işler
bulursun. Daha çabuk para yaparsın.»
cePara yapıp da ne olacak? diyor Nuran.
Sonunda dört metrelik kefenden başka neye
ihtiyacını olacak ki?»
Birsen başını önüne eğerek gülümsüyor.
Gülümseyişi çabucak sönüyor. Siyah gözle
rinden ince bir mahmurluk akıyor. Siyah ku.:
maştan ceketi, ekose eteğiyle temiz bir büro- .
da çalışan bir sekreteri andırıyor Birsen.
Türkiye'de lise ikiden ayrılmıştı. On yıl ön·
ce kocasıyla birlikte buraya gelmişti. Dönüş-
68
te bir daire satın alabilmek, bu dairede yor
gunluklannı unutup, kaygısız bir ev kadını
olmak umuduyla . . . Gerçekleşemeyen bir d:i
nüş. Onları buraya bağlayan güvence tutku
su . . . İki çocuğun geleceği . . .
Oysa Nuran . . . iri kalçasına dar gelen blu-
. ,cini artık çevresindeki kimseyi ne Almanları
ne de Türkleri umursamadığını göstermek
ister gibi sık sık gür kumral saçlarını savu
rup üstten bakışıyla, kahkahasının hemen
sönüveren yaşlı yüzüyle dönüş hayallerinden
kurtarmış kendini. Metrolarda sık sık açılan
bir konu bu. Dönmek mi? Ne zaman dönmek ?
Ne kadar yatırımla dönmek? Buradaki umut
sahnesinden ne zaman geri çekilmek? Perde
kapanıyor çünkü. Birsen'le Nuran da bundan
sözediyorlar şimdi.
«Ah ! diyor Birsen. Bari kovsalar da gitsek ! ıı
«Ne diye gidecekmişim?)) diye yanıtlıyor
Nuran. Kollarını göğsünde kavuşturup, başı
nı geriye yaslayarak. Kuru, öfkeli bir sesle
konuşuyor:
«En güzel günlerim burada geçti. Gençli .
ğim, en güzel yınarım burada geçti.H
Ayaklarını öne doğru uzatıyor. Bir kaş1
kalkıyor. Yüzü geriliyor.
(\Türkiye'de bu yaştan sonra ne yapayım?
Bütün gençliğimi, bütün kuvvetimi buraya
vermişim . . . Şimdi gidip de kimin bokunu yi
yeyim?))
Burnunu çekiyor. Yüzünde sert, kuru bir
gülümseme . . .
Birsen gülüyor. Bu Nuran dobra dobra ko
nuşuşuyla, açık saçık şakalarıyla her karşt
laşmalannda güldürüyor onu. Nuran başını
yine geriye yaslıyor. Gözlerini yumuyor. Sa
yJklar gibi konuşuyor :
69
ııKimse artık beni buradan çıkaramaz.
Eme:kli olurum. Alman moruklan gibi köpe
ğimi alır parklarda dolaşırım ben de . . >>.
70
Gazetenin ilk sayfası büyük güneş gözlük
leriyle, ensesine toplanmış saçlarıyla artık
orta yaşa gelmiş Rommy Schneider'in fotoğ
raflarıyla dolu. Havaalanında, arabaya biner
ken, otelin önünde . . . Yanında orta yaşlı bir
erkek . . . Erkek onu yanağından öperken . . .
Kim bu Rommy? Niçin gazete onun Ber
lin'e gelişine bu kadar önem veriyor? Rommy
kim acaba?
Yoksa? yoksa? .. Birsen bir çocukluk arka
daşına raslamış gibi heyecanıanıyor birden.
Artist Rommy değil mi? İnci sinemasır.ın da
yıllar önce gördüğü Sissi filminin artisti .
Rommy . . . Gülümseyerek Nuran'a çeviriyor
yüzünü. Sissi filmiyle ilgili anılarını onunla
payl aşmak istiyor. Oysa Nuran'ın çatlak ka
lın dudaklan sarkmış. Gerçektende artık Nu ·
ran'ı kim alır? Yaşı eliiye yaklaşmış . . . Nu
ran'ın şu hafifliği olmasaydı ! Belki o da şim
di çoluk çocuğuyla . . . Birden şu ara işsiz ol
duğu için sabahları geç kalkan kocası geldi
aklına. Birsen'in eve döndüğü saatlarda o
kahvede oluyordu çoğu zaman. Birsen yemek
yapıyor, çocuklara bağırıyor, bulaşıkları yı
kıyor, geceliğini giyiyor. . . Kaizer Dam'a ka
dar uyuyabilir Nuran. Kendileri dönecekler,
mutlaka dönecekler ve kaloriferli dairelerin�
yerleşecekler, arabalarını kapılarının önüne
park edeceklerdi. Ya Nuran? Yaşlı alman ka
dınları gibi yapyalnız . . . Yapyalnız . . . Birsen
yeniden gazeteye doğru çevirdi başını. Rom
my artık ağırbaşlı görünüyor. Oysa Sissi
fiiıninde ne kadar afacan, ne kadar sarışındı?
Omuzlarını açıkta bırakan karpuz kollu, ete
ği kasnaklı tuvaletiyle baloya gidiyordu. Bu
kadar güzel olmak ne büyük şanstı ! Sissi'yi
çok sevmişti Birsen. Yeni yetişen bir genç kız-
71
ken sarışın ve saraylı Sissi nasıl özlemler
uyandırmıştı içinde ! AlmanY,a'y_a gelirken de
Sissi'nin ülkesi diye düşünmüştü. Sissi'nln
ülkesi. . . Sissi'nin ülkesinde güzel binalar gü
zel ormanlar, güzel elbiseier . . . Oysa sekiz yıl
dır beyaz eldivenlerle sıcak ampülleri tutuyor
Birsen . . . Artık öyle güzel filmler çevrilm1yor
gibi geldi Birsen'e. Ya da artık filmler, artist
ler heyecanlandırmıyor onu. Şu Rommy'ye
bir rasıasa Berlin'de ! Hay Allah şu işe bak,
şu anda Sissi'yle aynı şehirde oturuyor. Ama
Sissi gazetede mahzun görünüyor ve eskisi
kadar sarışın değil. Yoksa mutlu olmadı mı?
Hangi semtte olduğunu bilse Birsen işten
çıkınca gidip uzaktan seyredecek onu. Ama
işten çıkınca eve gidecek, sofrayı kuracak,
çocuklara bağıracak, bulaşıkları yıkayacak,
geccliğini giyecek . . .
Adam Rommy'ye arabanın kapısını açıyor.
Onu yanağından öpüyor. Kimbilir bu kaçın- .
cı? Artistler böyle oluyor. Gömlek değiştirir
gibi adam değiştiriyorlar. Bari mutlu mu?
Sissi mutlu mu? Birden ne kadar yorgun ve
uykusuz olduğunu farkediyor Birsen. Hay
Allah ! Kayzerdam ! Az kalsın unutacaktı.
Birden dürtüyor Nuran'ı :
(ıNuran abla uyan ! »
72
.. �� ' .
KANAL BOYU
-�Kanal Boyu
kiliseye. gideceksin. Şu elbiseni giyeceksin . •>
. .
74
Rena'yı ne kadar sevdiğimi biliyor. Bir arka
daşıyla bira içmeye gideceğini söyledi. Bili
yorum kız arkadaşıyla gidiyordu. Ona öyle·
75
<'Sen de büyük şehirde yaşarsın. İş bulur
sını. Köye dönmezsin.»
ccAilem çok kızar. Türkiye'de hastabakıcı
olarak çalışmak da hoşuma gitmiyor. Hem
parası az, hem de hastabakıcıları küçük gö
rüyorlar.»
ıcÖyleyse burada :nutlu olmaya çalışmal ı ·
76
yapacağım, şu saatta alışverişe gideceğim, şu
saatta uyurnam lazım. Seninle ancak perşem
be aıtıda gürüşebilirim. Hep termin . . . ;Rena
·
,. ,, . , ·
,,. '
79
etni o kadar güçsüz duymuştu ki intiliara
kalkışınıştı. O zamandan bu yana da sık sık
hastaneye yatmıştı. Sevim şimdi Türkiye'ye
nasıl döııerdi? Parasız, iki çocuklu ve buna
lımlar içinde . . . Kocasından ayrılmış kadınla
rın yoksul olunca Türkiye'de dedikodtılarla
nasıl yıpratıldığını da biliyordu. Türkiye'de
burada bulabildiği koşulları da bulamazdı;
İşsizlik parası, sağlık sigortası, çocuk Heim'ı
ve ona yardımcı olmaya çalışan Gudrun'la
,
Gisela . . .
uAma önce Heim'a telefon etmelisin, dedi
Sevim. Belki de Gisela almıştır onu.» Giselıı
ev işgaleisi bir genç kızdı.
Sevim'i yaşlarla ısıanmış esmer yanakla
rından öptüm.
:ı Üzülıne dedim. Bir çare bulunur herhal
de.»
Küf kokulu, loş, taş basamaklan inerken
düşünüyordum : Nasıl bir çare? Sevim'in kız
lanyla birlikte biraz daha mutlu olabilmesi
için, Canan'ın bir türlü sevemediği Helm'dan
ayrılıp annesinin yanına dönebilmesi için na
sıl bir çare? Canan'a Heim'da niçin kalmak
i stemediğini sormuştum.
- «Çünkü evde annerne yardım etmek istiyo
rum, demişti. Kardeşime bakmak istiyorum.»
Gerçekten de Canan hafta sonları evde
olunca aşağıdan kovayla kömür taşıyor, kar
deşinin altını değiştiriyor, onu kucağına alı
yor, eline bisküit veriyordu. Hatta yıkanmış
çamaşırlan katiayıp dalaba yerleştiriyordu.
Henüz on yaşına basmaınıştı Canan. Türkçe
yi konuşurken yabancı bir dili konuş11r gibi
zorluk çekiyordu. Annesiyle de Almanca ko
nuşuyordu.
So:Kağa çıktım. Atkıını boynuma doladım.
8
Soğuk gözlerimi yaşartıyordu. Canan'la bir
likte kanal boyuna gidebilir, kuğulara, martı
lara, ördeklere yem atabilirdik. Sonra da bir
pastaneye gidebilirdik. Canan'a istediği pas
tayı alabilirdim. Ne kadar kısa mutluluk an-
. , ları ! Canan'ı Heim'a dönmekten, yalnızlık
duymaktan kurtarmayan küçük tadlar . . .
Canan yolda yürürken annesinin ya da an
nesinin bir arkadaşının elini tutmaktan çog
hoşlanıyordu. Heim'da yaşadığı olaylardan
birini ya da çıktıkları bir geziyi heyecanla
anlatmaya koyuluyordu.
Telefon kulübesine girdim. Birden neden.c;e
garipsedim bir çocuk Heim'ına telefon etme
yi. Hayatımda ilk olarak bir çocuk Heim'ına
telefon ediyordum. Evci çıkamayan çocuklar
kendilerine telefon edilmesinden hoşlanırlar
<.lı herhalde. Bu bir oyun gibi onları neşelen
direbilirdi. Arkadaşlarının yanında da bunun
la övünebilirlerdi. Telefonla aranmak . . . Cid
diye alınmak, önemsenrnek gibi bir şey olma
lıydı bu. Unutiılmamak gibi bir şey . . .
ccLütfen, dedim Canan'la görüşmek istiyo
rum.»
Telefondaki genç kız sesinin çevresinde ço
<; Uk sesleri duyuluyordu. Genç kız kim oldu
ğumu sordu. Almanya'da telefonlarda titiz ·
likle gözetilen bir kuraldı bu : Önce kim oldu
gunu sÖylemen gerekiyordu. Bu kuralın ço
cuk Heiın'ında da gözetilmesi bana hoş gö
ründü. Ayrım gözetmemek gibi bir şey . . . Ço·
cuklara ((Seni falanca arıyor>> demek gereki
yordu. Canan telaş, heyecan ve coşkuyla kar·
şıladı sesimi.
'<Seni gelip almak istiyorum>> dedim. Söz·
Jerimi anlamakta güçlük çekti. Almanca:
,, ((Lütfen tekrarlar mısın?>> dedi.
Kanal Boyu 81
<ıBugün seni geztneye götürmek istiyorum.
Nereye istersen . . . »
«Bak, bugün olmaz . İch gehe mit Gisela .» •
Canan Türkçe başladığı bir cümlenin so
nunu Türkçe getiremiyordu.
<<Peki dedim almanca söyle.»
Bundan sonrasını yalnız almanca konuş
Luk .
<<Bugün Gisela da bana telefon etti . Şimdi
gelecek. Belki kaymaya gideceğiz. İstersen
sen de bizimle gelebilirsin.»
<< Öy}eyse sen bugün Gisela'yla çık, benim
le de gelecek hafta çıkarsın,ıı dedim.
<<Yapmayın ! » diye azarladı Canan yakının
daki çocukları.
<•Rahat bırakmıyorlar beni» diye bana açık
ladı sonra. Arkasında çocuk gülüşmeleri du
yuluyordu.
((Sen ama başka gün de buraya gelebilir- ·
sin. Beni ziyaret etmeye gelebilirsin.ıı
((Tabii, dedim, gelebilirim.ıı
<<Bugün ama Gisela'yla gidiyoruz. Ben Gi
sela 'yla çıkınca annerne de uğramak istiyo
rum.ıı
<<Annen . biraz hasta. Bugün uğrama ister
sen. Gisela ile gez daha iyi . ıı
<•Hayır, dedi, hasta değil. Biliyor musun
annem işini kaybetti.»
Canan bu iki sözcük arasında ağladı bir
den. Kısacık ve telaş içinde ağlayıverdi.
..
82
,, , BOYU KADAR UZUNDU HÜZNÜ
83
ı.lOğuk odalarda, yer yataklarında tartışarak,
şakalaşarak, hüzünlenerek geçirdikleri uzun
bir kıştan sonra . . .
İsmail'in köylü kasketinin gölgesindeki yü
zünü çekingen, bir gülümseme kapladı :
«Evlilik yaptım. »
İsmail'in iri elleri pantalonunun ceplerimi
zorlukla sığıyordu. Bu yağmurlu havada in·
ce siyah kumaştan bir ceketle dolaşıyordu.
Boyunun uzunluğu birden hüzün verdi bana
«Almanla mı?» diye sordum.
Önüne bakarak : «Evet>> dedi.
«Nasıl gerçek mi, yoksa formalite mi?»
ccFormalite tabii.»
Bu dediğim çok yaygınlaşmıştı. Alman'la
her evlenen için aynı soru ortalıkta dolaşı
yordu.
ccİyi bari, dedim, oturma izni de almışsın ·
84
serneyle karşılık verdi:
ııBizim akrabalar, heınşehriler . . . Denkleşti
rlp verdik.»
İsmail'in yüzünde yumuşak, gösterişsiz bir
keder vardı.
«Ailem de ille beni aldır diye mektup ya
zıyor.ıı
, , , «Sen evli miydin?ıı
İsmail yine önüne bakarak gülümsedi. Her
şeyi yaşamaya hazır bir görünüşü vardı
onun. Her acıyı, her karışıklı�ı ya.§amaya . . :
lile garip bir güç bu?
ııGelmeden yirmi gün önce evlenmiştik.
Ama öyle resmi nikah değil. Bizim orda adet
tir, önce imam nikahı kıydırırlar. Ona dedim,
durumları düzelteyim seni aldırırım.»
ı<Resmi nikah da olmuş muydu?ıı
ııDoğrusunu istersen biz kaçtik. Kızın ba·
IJası razı gelmiyordu. Biz beş yıl bekledik. Kl
zın babası başlık parası istiyordu.»
<<Peki şimdi ona birşey yapmazlar mı?»
ııO şimdi benim akrabaların yanında du
ruyor. Hiç dışarı çıkmaz. Onu bulamazlar.»
;,Peki ya onu getirtemezsen?ıı
«Bekler o. Biz beş yıl birbirimizi beklemı-·
şiz. Oralarda konuşmak görüşmek serbest
değil. Buralar gibi değil.>ı
«Evet, dedim, buradakiler rahat bu bakım
dan.»
ıcAma burada da duygu yoktur,» dedi.
«Niye olmasın? Burada da birbirlerini se
venler çok.n
ııYok, dedi İsmail. Burada bağlılık _yoktur.»
Dört yol ağzına gelmiştik. Karşıya geçmek
için yeşil ışığın yanmasını bekliyorduk Ara
lıalar her yandan hızla kayıp gidiyordu. Met
ro istasyonunun tam altında durmuştuk. Bir
85
metro treni boğuk bir gürültüyle geçti üstü
müzden.
((Peki onu nasıl getirteceksin? »
İsmail sözlerimi duyamadı. Kulağını yak
laştırdı. Gürültülerin tedirginliği titreşti genç
yüzünde. Karşıya geçerken soruma karşılık
verdi:
<(Ona yazdım. Dedim, ben burada karnıını
cıoyuramadım. İş bulurum, o zaman seni . ge
tirtirim. Onun da burada bir akrabası vardır.
Onlarla konuşmuş. Razı gelmişler. Onu tu
rı&t olarak getirtiriz. Sonra belki ona da bu
.ı ada bir formalite evlilik yaptırmak lazım. •>
Yağmur dinmişti. Bulutların arasından si
lik bir güneş ışını süzülüvermişti birden. İs
mail'den ayrılınarn gerekiyordu. İsmail ise tı
için dolaşmaya gidecekti yine. Günlerce yal
nız bunun için dolaşacaktı. inşaatlarda, fab
rikalarda, yollarda . . .
(cPeki o bunu kabul edecek mi?ıı
((Kabul eder,» dedi İsmail. inanıyordu bu
na. Kendisi böylesi bir çözüm yolu buluyor
sa, bunu uygun görüyorsa, o da kabul ederdi.
« İş bulunca ikimiz de boşanırız. Burad�·
evlenil:izıı dedi.
Ben birden Türkiye'de işlenen cinayetıerl
anımsadım. Kıskançlık yüzünden, aşk uğru-
na işlenen cinayetleri . . . .
<r Herşey dilediğin gibi olsunıı dedim t3-
mail'e. Tokalaşmak için elimi uzattım. Saklı,
derin bir özlem va:rdı İsmail'in yüzünde. San
ki uzun yıllar sürmüş ve uzun yıllar sürecek
olan bir özlem . . .
86
İ Ç İ N D E K İ L E R
ÖNEMLi NOT