Professional Documents
Culture Documents
Akdeniz Raporu 24-06-2020
Akdeniz Raporu 24-06-2020
Akdeniz Raporu 24-06-2020
DEVLET VE DÜZEN
RAPOR
AKDENİZ’DE
DEVLET VE DÜZEN
AKDENİZ’DE DEVLET VE DÜZEN
Hazırlayanlar
Prof. Dr. Mehmet ŞAHİN
Arş. Gör. Orhan ÇİFÇİ
Arş. Gör. Kübra Betül BİÇEN GÖREN
Arş. Gör. Emre ÖZTÜRK
Arş. Gör. Fatih TUNA
Arş. Gör. Birce BEŞGÜL
Yönetici Özeti 5
Giriş 11
Mülteciler Sorunu 57
Medya ve Jeopolitik 73
Kıbrıs 83
Sonuç 93
YÖNETİCİ ÖZETİ
Polis Akademisi Uluslararası Terörizm ve Güvenlik Araştırma- Tarihten
ları Merkezi (UTGAM) tarafından 22-24 Kasım tarihlerinde bugüne Akdeniz
“Akdeniz’de Devlet ve Düzen” başlıklı IV. Uluslararası Güven- uluslararası
lik Sempozyumu düzenlenmiştir. Üç gün boyunca süren sem- politikanın gerek
pozyumda Akdeniz bölgesinin sahip olduğu jeopolitik ve jeost- bölgesel gerekse
ratejik önem, bölgesel ve küresel güçlerin nüfuz mücadelesiyle
küresel anlamda
birlikte ele alınmıştır. Bununla birlikte keşfedilen doğal kaynak
gündeminin
rezervlerinin bölge dinamikleri ve uluslararası politika üzerinde
belirlenmesinde en
doğurduğu sonuçlar ayrıntılı bir şekilde tartışılmıştır. Bölgede
vuku bulan meselelerin Türkiye’ye yönelik güvenlik tehditleri
önemli alanlardan
boyutu da geniş kapsamlı bir şekilde analiz edilmiştir. birisi olmuştur.
2017 yılında İsrail, yönelik bir risk teşkil etmektedir. Dolayısıyla, gerçekten hayata
GKRY, Yunanistan geçme şansı düşük olan bu projeye karşı, bizzat Türkiye tara-
ve İtalya enerji fından alternatif projelerin geliştirilebileceği Türkiye’nin Akde-
bakanları niz’deki enerji politikalarına yön verebilme kapasitesinin olduğu
bilgisi üzerinde önemle durulmalıdır.
ekonomik
fizibilitesi Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi gündeme gelmeden önce
olmayan önce enerji açısından bölgede daha farklı projeler değerlendirilmiştir.
Afrodit ve Levant Arap Baharı’ndan önceki dönemde, Mısır ve İsrail’in kendi kay-
bölgesinden naklarını keşfettikleri dönemde bölgede daha ciddi projelerden
GKRY’e, bu söz edilmiştir. Arap Boru Hattı Projesi’yle bütün bu keşfedilen
enerjinin Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına transferi düşü-
bölgeden
nülmüştür. İsrail ve Türkiye arasında da bu tür projeler gündeme
Girit’e, Girit’ten
gelmiş ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) de doğal kaynak
Yunanistan
keşiflerini ilan ettikten sonra Kıbrıs sorununun enerji perspekti-
ana karasına, fiyle çözülerek yine Türkiye üzerinden boru hatlarıyla bu enerji
sonrasında ise kaynaklarının transfer edilebileceği düşüncesi ortaya atılmıştır.
İtalya’ya uzanacak Ancak, Suriye’deki gelişmelerin beklenmedik biçimde şekil al-
bu boru hattını ması, Türk-Yunan ilişkilerindeki olumsuz gelişmeler ve ekono-
yapacaklarını ilan mi, enerji dışı kaygılar nedeniyle bu aktörlerin, pozisyonlarını
etmişlerdir. değiştirdikleri gözlemlenmiştir. Özellikle 2015 yılı sonrasında
konumlarını belirgin bir şekilde değiştirdiklerini ifade eden bu
aktörler, 2017 yılında bu projeyle ortaya çıkmıştır. 2017 yılında
İsrail, GKRY, Yunanistan ve İtalya enerji bakanları ekonomik fi-
zibilitesi olmayan önce Afrodit ve Levant bölgesinden GKRY’e,
bu bölgeden Girit’e, Girit’ten Yunanistan ana karasına, sonra-
sında ise İtalya’ya uzanacak bu boru hattını yapacaklarını ilan
etmişlerdir. Türkiye üzerinden geçmesi çok daha ucuz ve uygun
olmasına rağmen anlamsız bir şekilde birçok kompresör kulla-
nılarak birkaç kere denizden karaya geçecek, yaklaşık olarak
1900-2000 km uzunluğunda önemli ölçüde uzun bir boru hattı-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 21
İsrail, GKRY, şekilde ama bu sefer çift yönlü olarak Türkiye ile KKTC arasın-
Yunanistan ve da doğalgaz transferi sağlayacak bir hat yapılması öngörülmek-
İtalya tarafından tedir. Düşünülen bu proje, hem KKTC’ye enerji sağlamak hem
yapılacağı iddia de aslında Rum yönetimi ve Yunanistan’a neyi kaçırdıklarını
göstermek açısından önem taşımaktadır. Bu proje, hayata geç-
edilen boru
mesi durumunda bu ülkelere, kendi projelerinin ne kadar akıl
hattının akla
dışı ve ekonomik olarak rasyonalitenin dışında olduğunu somut
yatkın olmaması
olarak gösterme imkânı doğuracaktır.
ve bir ekonomik
fizibiliteden İsrail, GKRY, Yunanistan ve İtalya tarafından yapılacağı id-
yoksun olması dia edilen boru hattının akla yatkın olmaması vebir ekonomik
fizibiliteden yoksun olması nedeniyle maliyetlerinin yüksek
nedeniyle
olacağı aşikarârdır. Bunun haricinde karşılaşılacak bir başka
maliyetlerinin
problem ise projenin hedeflediği pazardır. Bu boru hattının he-
yüksek olacağı
def olarak belirlediği Avrupa ülkelerinde, özellikle Güneydo-
aşikarârdır. ğu Avrupa’da, yenilenebilir enerjiye ciddi miktarlarda yatırım
Bunun haricinde yapılmaktadır. Bu bölge, Güneydoğu Avrupa Enerji Topluluğu
karşılaşılacak bir projeleri çerçevesinde alternatif kaynaklarla enerji üretilmesi
başka problem düşünüldüğünden dolayı yapılan yatırımlarla doymuş durumda-
ise projenin dır. Diğer yandan, Türkiye ise enerjiyi her zaman tüketebilecek,
hedeflediği büyük ve gelişmekte olan bir pazardır. Ortaya atılan bu proje ile
pazardır. ilgili en büyük hata ise dünya doğal gaz piyasasındaki trendle-
ri takip etmemek, doğalgaz maliyetlerinin ABD’deki kaya gazı
faaliyetleri sebebiyle giderek ucuzladığı bir dönemde daha avan-
tajlı bir seçenek olan LNG’ye odaklanmak yerine boru hattını
tercih etmiş olmaktır.
Bu projeyle ilgili olarak dikkat edilmesi gereken önemli bir
konu ise Mısır’ın işin içinde olmamasıdır. Mısır, özellikle son
yıllarda yapılan keşiflerle hem İsrail’in hem de Rum kesiminin
önüne geçerek bu bölgedeki en önemli üretici konumuna gelmiş-
tir. İsrail’in dış politikasında ise son yıllarda ciddi tartışmaların
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 23
Türkiye, LNG üzerinden geçtiğini gösterip bu ülkelere doğal gazı işbirliği içeri-
kapasitesini sinde değerlendirebilme mesajını verebilecektir. Diğer ülkelerin
arttırmak suretiyle özellikle LNG terminalleri vasıtasıyla yapacağı ticarete de odak-
diğer ülkelerden lanılmalıdır. Çeşitli çevreler tarafından dile getirilen geleceğin
LNG’de olduğu fikri dolayısıyla özellikle Doğu Akdeniz’deki
LNG alabilir
doğalgaz kaynakları geliştirilirken Türkiye de kendi LNG alt-
duruma geldiğinde
yapısını güçlendirmelidir. Şu ana kadar boru hattına çok fazla
Doğu Akdeniz’de
odaklanılmasına rağmen ve doğalgaz fiyatlarının da düşmekte
bir boru hattı olduğu bu ortamda Türkiye’nin LNG kapasitesini arttırmak su-
inşa edilmesine retiyle enerji portföyünü çeşitlendirmeye gitmesi, enerji altyapı-
yönelik cazibeyi sı açısından çok önemli bir fırsat olacaktır.
de kendi lehine
Türkiye, LNG kapasitesini arttırmak suretiyle diğer ülkeler-
çevirebilecektir.
den LNG alabilir duruma geldiğinde Doğu Akdeniz’de bir boru
hattı inşa edilmesine yönelik cazibeyi de kendi lehine çevirebi-
lecektir. Bir güvenlik stratejisi olarak, Türkiye LNG’ye ağırlık
verdiği ve kendi topraklarından geçen rotayı en ucuz alternatif
olarak ortaya koyduğu durumda diğer aktörlerin rasyonel olma-
yan projelerini zayıflatma şansına sahip olacaktır. Bu bağlamda,
Türkiye, her zaman iki dili aynı anda kullanması gereken bir ko-
numda bulunmaktadır. Türkiye’nin hem kendisinin hem de KK-
TC’nin hak ve menfaatlerini hukukî bakımdan ve sahada faaliyet
hâlinde olarak koruyup bu konudaki ciddiyetini ve kararlılığını
sürekli olarak teyit etmesi çok önemli bir konudur. Bununla eş
zamanlı olarak, Türkiye, bölgedeki enerji problematiğini Türki-
ye’nin enerji merkezi olacağı bir model ve diplomatik çözümle
ele almalı, dolayısıyla Türkiye’nin bölgedeki enerji kaynakla-
rının uluslararası pazarlara ulaştırılmasının daha etkili olabile-
ceğini ve özellikle Türkiye’deki doğalgaz pazarının daha cazip
ve bölgedeki üreticiler için en yakın yükselen piyasa olduğunu
vurgulayarak bu fikri uluslararası konferanslarla, yayınlarla ve
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 25
şik yapıda olan çok kutuplu dünya sisteminde verimli, akıllı ve Enerji güvenliği
uyarlanabilir bir enerji sektörü geliştirmenin hiçbir ülke için ko- meselesi,
lay olmayacağını göstermiştir. 1973 yılındaki
Enerji güvenliği kavramı, esas olarak Irak Savaşı ve Rusya Arap petrol
ile Ukrayna arasındaki anlaşmazlık nedeniyle son 20 yılda daha ambargosuyla
da önem kazanmıştır. Bu durum, son yıllarda artış gösteren ener- birlikte yeni
ji güvenliğiyle ilgili olarak hayli sayıda yayınlanmış araştırma- bir siyasî boyut
larda da görülmektedir. Enerji güvenliği alanında yapılan çalış- kazanmıştır.
malarda genel olarak ya farklı ülkelerin performansları hakkında
karşılaştırmalar yapılmakta ya da herhangi bir ülkenin enerji
güvenliği noktasında sergilediği performansın zaman içerisinde
gösterdiği değişim değerlendirilmektedir. Ürdün hakkında yapı-
lan çalışmalarda ise yıllar içerisinde meydana gelen değişim ve
enerji sektörünün gelişimi hakkında yapılan çalışmalar ön plana
çıkmaktadır.
Ürdün net olarak enerji ithalatçısı durumunda olan bir ülke-
dir. Ürdün, enerji talebinin büyük çoğunluğunu, yurt dışından
ithal etmek suretiyle karşılamaktadır. Ülkedeki yerel enerji kay-
naklarının toplam enerji tüketimindeki oranı 2008 yılında yüzde
3’ten 2018 yılında yüzde 8’e ulaşmış olsa bile bu hâlâ düşük bir
seviye olarak göze çarpmaktadır. Enerji talebi giderek artmakta
olan Ürdün’de bazı yıllarda talep artışının yüzde 10’a ulaştığı gö-
rülmektedir. Jeopolitik konumu nedeniyle enerji ihracatçısı ülke-
lere yakın olması, Ürdün’e zengin enerji kaynaklarına ulaşmak
için fırsat sağlarken çatışma noktalarının ortasında bulunması ise
ülkenin enerji güvenliğini sorgulanabilir hâle getirmektedir.
2000 ve 2016 yılları arasında iki büyük çatışma Ürdün enerji
sektörü üzerinde büyük etki yaratmıştır. Bu çatışmalardan birin-
cisi 2011 yılında yaşanan Mısır’daki devrimdir. 2010 yılı sonu-
na kadar Ürdün’ün ürettiği elektriğin yüzde 80’i Arap Gaz Boru
32 Akdeniz’de Devlet ve Düzen
İran
İran, Doğu Akdeniz bölgesinde özellikle Suriye’deki iç sa-
vaşta aktif yaklaşımıyla bölgede öne çıkan ülkeler arasında yer
almaktadır. İran’ın Doğu Akdeniz politikaları mercek altına alın-
dığında bilinmelidir ki 2000 yıldır İran coğrafyasında kurulan
imparatorlukların da günümüz reel politiğine tarihî kodlarıyla
ikâme edilmeye çalışıldığı, deyim yerindeyse tarihin tekerrür et-
tiği, var olan coğrafya üzerinde tahkim kurmak ve güçlerini art-
tırma amaçlarıyla kendini gösterdiği herkesin malumudur. Doğu
Akdeniz coğrafyasında İran reel politiğinin bölgesel düzlemde
güç dengesi politikasının Suriye etrafında şekillenmesi şaşırtıcı
değildir. Bu bağlamda, son on yılda özellikle Suriye iç savaşın-
dan sonra ortaya çıkan resimde İran 2500 yıl önce kurabildiği
Basra ile Akdeniz arasındaki kara koridorunu tekrar oluşturmuş
durumdadır. İran’ın dile getirmekten kaçındığı Basra’dan Bey-
rut’a kadar otoyol planının Irak’taki temel sorunlarla ilişkili ol-
ması ise devlet ve düzen zemininin çok boyutlu güvenlik politi-
kalarıyla kesişimini göstermektedir.
İran’ın Doğu Akdeniz politikasında öne çıkan stratejilerinin
temel unsurunu devrim muhafızları oluşturmaktadır. İran devrim
muhafızlarının Irak, Suriye ve Lübnan’da ikinci kolluk kuvvet
gibi hareket etmesi, bölgesel güç dengesini bozmaktadır. Diğer
bir deyişle, İran, bölgedeki çıkarlarını ve etkisini sağlama hu-
susunda devrim muhafızlarının gücünü öne çıkarmaktadır. Bu
durumun belirgin örneğini ise Suriye ile devrim muhafızlarının
birlikte verdikleri mücadele, göstermektedir. Devrim muhafızı
komutanının “Suriye bizim için çok değerlidir, kaybedersek geri
alamayız.” Ifadesi, gerek Suriye’nin bölgesel düzen çıkmazını
gerekse İran politikalarındaki kritik konumunu ortaya koymak-
tadır. Bu koşullara benzer bir şekilde birçok ulema, rehberin
42 Akdeniz’de Devlet ve Düzen
Uzun tarihsel ofisinden Suriye’nin 35. İran vilayeti olduğunu ve hiçbir şartta
geçmişi bulunan çekilmeyeceklerini ifade etmişlerdir. Akdeniz Havzası, İran için
İsrail-Filistin hayatî olarak görülmektedir.
çatışması ve
İsrail’in 1948’den Filistin
itibaren hiçbir Ortadoğu bölgesinde Filistin meselesi, enerji kaynaklarının
meşru temele ötesin de gündeme acil olarak alınması gereken bir insanlık
oturmayan trajedisini göstermektedir. Uzun tarihsel geçmişi bulunan İsra-
Filistin’e yönelik il-Filistin çatışması ve İsrail’in 1948’den itibaren hiçbir meşru
uyguladığı aşamalı temele oturmayan Filistin’e yönelik uyguladığı aşamalı işgal
işgal politikası, politikası, günümüzde bölge özelinde düzen sorunlarının or-
günümüzde bölge taya çıkmasında en önemli etkenlerden birisi olmuştur. Doğu
özelinde düzen Akdeniz sınırlarında senelerdir İsrail’in baskı ve hatta zulmüne
sorunlarının tanıklık eden Filistinliler, Batı’nın bölgesel planlarının en acıklı
ortaya çıkmasında sonuçlarından birini ortaya koymaktadır. Diğer bir deyişle, Fi-
en önemli listin trajedisi, Batı’nın Ortadoğu olarak isimlendirdiği bölgede
kendi etkisini ve gerçek yüzünü her gün her saat gösteren sembol
etkenlerden birisi
bir ifadedir.Filistin trajedisi olarak ortaya koyduğumuz mesele
olmuştur.
aslında Batı’nın kendi sorununu Ortadoğu’ya enjekte etmesidir.
Batı politikalarının her geçen gün bir şekilde ortaya çıktığı var
olan bir gerçekliktir. Bu kapsamda, Filistin meselesi, bölgedeki
devlet ve düzen sorununun temel meselelerinden biri olmasına
rağmen göz ardı edilmektedir. 2018 yılında İsrail’in tartışmalara
yol açan anayasa kararı, Filistinlilerin self determinasyon hakkı-
nı yok saymaktadır. Filistin topraklarındaki hükmünü ve varlı-
ğını giderek Batı’nın desteğiyle arttıran İsrail, bugün Filistin’in
yaklaşık %88’ini kontrol etmekte ve İsrail’in Filistin’e yönelik
işgal politikaları sonucu birçok Filistinli, Filistin topraklarında
bulunan nüfustan daha fazla sayıda ve mülteci olarak başka ül-
kelerde yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 43
Cezayir
Doğu Akdeniz bölgesinde yer alan Cezayir’in bölgesel politi-
kası, 2011’den itibaren farklılık göstermektedir. Bölgesel düzen
ve istikrarı uluslararası sistemin düzenine nazaran önceleyen bu
politikada, askerî harekatların yerini politik çözümlerin alması
amaçlanmaktadır. Bu kapsamda, Cezayir’in Ortadoğu bölge-
sindeki son gelişmelerden ötürü ulusal güvenlik konusundaki
kaygıları öne çıkmaktadır. Ulusal güvenliğini sağlama ve bölge
dengesindeki yerini sağlamlaştırma hususlarında Cezayir için
öncelikli hedef Libya İç Savaşı’nın sona erdirilmesidir.
Cezayir’in meşru Libya Ulusal Uzlaşma Hükûmeti’ne deste-
ğine rağmen Libya’yı kimin kontrol edeceği konusunda herhangi
bir tercihte bulunmaması, denge politikasının bir parçasıdır. Bu
çerçevede, Cezayir, Libya’daki kaosun sona erdirilmesi ve kendi
geleceğinin tehlikeye atılmasını önlemek amacıyla Tunus, İtal-
ya, Türkiye ve Rusya ile birlikte hareket etmeyi planlamaktadır.
Böylece ordu, bölgesel ve yerel aktörlerin çatışmanın çözümüne
yönelik olarak ortaklaşa yardımcı olmaları için sağlam bağlara
sahip olacaktır. Libya Savaşı’na ek olarak Cezayir’in bölgedeki
ikinci politik amacı, bazı kesimlerin Ortadoğu bölgesi sınırlarına
dâhil ettiği, bazılarınınsa ayrı bir bölge olarak kabul ettiği Afrika
bölümünün güvenliğinin sağlanmasıdır. Bu bağlamda, Cezayir,
her iki tarafın -Ortadoğu ve Afrika bölgesinin- dengeleme rolünü
ulusal politikasına eklemektedir.
çıkarları ile ters düştüğüdür. Nitekim bahsi geçen yasanın içeriği ABD’nin,
şu şekildedir; (1) Silah satışlarına ilişkin yasağın Kıbrıs Cumhu- önümüzdeki
riyeti (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) üzerinden kaldırılması, (2) süreçte de Akdeniz
ABD, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında enerji işbirliğini ko- siyasetinde, daha
laylaştırmak için ABD-Doğu Akdeniz Enerji Merkezi’nin kurul- özelde ise Doğu
masına izin verilmesi, (3) Yunanistan’a 3 milyon dolar değerinde
Akdeniz’deki enerji
askerî yardım sağlanması ve (4) yine Yunanistan ve GKRY’ne
denklemlerinde
2’şer milyon dolar Uluslararası Askerî Eğitim ve Öğretim Öde-
öne çıkan
neği’nin verilmesi. Görüldüğü üzere ABD, Doğu Akdeniz’de
doğalgaz arayışına Amerikan menşeli işletmelerle bizzat katıl-
aktörlerden biri
makla kalmayıp yetki alanları konusunda Türkiye’nin en çok ih- olmayı sürdüreceği
tilaf yaşadığı Yunanistan ve GKRY gibi ülkelerle işbirliği içeri- rahatlıkla
sinde hareket etmekte, bölgedeki en önemli müttefiki İsrail ile bu söylenebilir.
yönde atılan işbirliği adımlarına destek olmaktadır. Bu bağlam-
da ABD’nin, önümüzdeki süreçte de Akdeniz siyasetinde, daha
özelde ise Doğu Akdeniz’deki enerji denklemlerinde öne çıkan
aktörlerden biri olmayı sürdüreceği rahatlıkla söylenebilir.
Fransa
Fransa’nın Akdeniz politikası en az diğer ülkeler kadar önem
arz etmektedir. Gerek jeopolitik konumu gerekse Akdeniz ülke-
leriyle olan tarihî ve kültürel bağları, Fransa’yı özel bir konu-
ma yerleştirmektedir. Nitekim Fransa’yı Akdeniz bölgesindeki
önemli aktörlerden biri yapan özelliği, kolonyal geçmişi ve özel-
likle Tunus, Fas, Lübnan ve 1960’lardaki bağımsızlık savaşıyla
yara almış olsa da Cezayir ile korumaya devam ettiği siyasal ve
kültürel bağlardır. Fransa’nın bölgede uyguladığı kolonyal poli-
tikaların geride bıraktığı miras günümüzde bağımsız birer dev-
let olan bu ülkelerde hâlâ tartışmalı olsa da etki gücüne sahiptir.
Bölge ülkelerinin idarî, hukukî ve eğitim sistemlerinde kolonyal
48 Akdeniz’de Devlet ve Düzen
Nitekim Fransa’nın dönemin bırakmış olduğu yapılar ve uygulamalar, ayrıca dil un-
bölgeye yönelik suru hâlâ Fransa’nın hanesinde birer faktör olarak varlığını ko-
politikasındaki rumaktadır. Nitekim Fransa’nın bölgeye yönelik politikasındaki
zihin kodlarından zihin kodlarından birini de bu ülkenin Akdeniz’de lider olma ve
bölgeyi bir etki alanı olarak görme emelleri oluşturmaktadır.
birini de bu
ülkenin Akdeniz’de Fransa eski devlet başkanı Sarkozy tarafından 2008 yılında
lider olma ve öne sürülen “Akdeniz İçin Birlik (Union for the Mediterrane-
bölgeyi bir etki an)” Projesi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Hâlihazırda
alanı olarak 1995 yılında Avrupa Birliği bünyesinde başlatılan ve Birliğe üye
görme emelleri olmayan fakat Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle ortak bir ekono-
mik ve siyasî platform oluşturmayı amaçlayan Avrupa-Akdeniz
oluşturmaktadır.
Ortaklığı (Euro-Med) varken, Sarkozy tarafından öne sürülen
bu proje, Fransa’nın öncülüğünde ve güdümünde, bahsi geçen
ilk girişimden bağımsız yeni bir örgüt kurma hamlesi olmuştur.
Barselona süreci olarak da adlandırılan Euro-Med Projesi Fran-
sa tarafından vadettiği hedefleri yakalayamadığı ve beklentileri
karşılayamadığı yönünde eleştirilmiş, tıpkı yıllar önce Avrupa
Birliği’nin temellerini attığı gibi bugün de Fransa’nın kaderin
kendisine yüklediği sorumluluğu yerine getirmek için inisiyatifi
ele alarak Akdeniz ortaklığı adı altında Portekiz, İspanya, İtalya,
Yunanistan ve GKRY gibi ülkelerle bu yeni Akdeniz girişiminin
temellerini atmak zorunda olduğunu açıklamıştır. Avrupa Birliği
bünyesinde yürütülmekte olan Barselona sürecini sekteye uğrata-
bileceği endişesiyle İtalya ve İspanya gibi ülkelerin çekincesiyle
karşılaşan bu öneri, Fransa’nın bahsi geçen projenin AB gibi bir
entegrasyondan ziyade daha pratik alanlarda işbirliğini hedefle-
yen bir platform olacağı ve Barselona sürecine zarar vermekten
çok onu tamamlayıcı nitelikte olacağı yönünde açıklamalarıyla
yumuşatılmıştır. Nitekim 13 Temmuz 2008’de 43 ülkenin ka-
tılımıyla Akdeniz İçin Birlik örgütü hayata geçirilmiştir. Fakat
Fransa’nın kolonyal geçmişi, bölge ülkeleri ile sağladığı bağlar
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 49
Rusya
Akdeniz bölgesinde çıkarları olan bir diğer güç de Rusya’dır.
Akdeniz, Rusya için sadece günümüz dış politikasında değil,
Çarlık Rusya yönetimine kadar uzanan tarihinde de önemli bir
yer işgal etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir hanlık ola-
rak varlığını sürdüren Kırım’ın 1783 yılında Ruslar tarafından
ilhak edilmesi, Balkanlarda panslavist bir politika izlenmesi ve
Ortodoks Hristiyanların hamiliğini üstlenmesi, Boğazlar üzerin-
de söz sahibi olmaya çalışması, Kafkaslar üzerinde süren nüfuz
mücadelesi ve Yunanların bağımsızlık hareketinin desteklenmesi
gibi politikalar her ne kadar birbirinden bağımsız görünse de,
esasında Rusya’nın Akdeniz’e inme stratejisinin geçmişteki ön-
cül uygulamaları olmuşlardır. Sovyetlerin kurulmasıyla birlikte,
Çarlık politikasına ek olarak ideolojik unsurun öne çıktığı gö-
rülmektedir. Nitekim komünist rejimin ihracı gündeme gelmiş,
özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde görülen bağım-
sızlık hareketleri de özellikle Ortadoğu ülkelerinde nüfuz sahibi
olmak ve çevreleme politikası izleyen ABD’yi dengelemek için
Sovyetlere bir fırsat sunmuştur.
52 Akdeniz’de Devlet ve Düzen
1. Bölgeyi bir askerî-siyasî istikrar ve iyi niyet alanına dönüş- Her ne kadar
türmek için kararlı bir politikanın takip edilmesi, günümüzde
2. Kalıcı olacak şekilde yeteri kadar Rus donanmasının bölgede Akdeniz’deki
varlığının garanti altına alınması, devletlerarası
3. Kırım ve Krasnador Limanlarından Akdeniz Havzası’ndaki ilişkilerde adını
ülkelere seyrüseferin genişletilmesi.
pek duymasak da
Doktrinde Akdeniz Havzası’ndan bahsedilirken askerî-siyasî
İngiltere, gerek fiilî
istikrardan söz edilmesinde dikkat çekici husus, ‘askerî’ vurgusu
olarak varlığını
ile Rusya’nın bölgede izleyeceği politikaya yönelik sinyal içe-
riyor olmasıdır. Rusya’nın bölgeye yönelik politikasının odak
sürdürmesi
noktasının tam olarak ne ve neresi olacağı açık bir şekilde belir- gerekse de buna
tilmemiş olsa da son yıllarda özellikle Suriye ve yakın coğrafya- dayanarak özellikle
sında attığı adımlara bakıldığında bunun Doğu Akdeniz olduğu Doğu Akdeniz
düşünülebilir. Bölgede kalıcı olma arzusu ise doktrinde açık bir konusunda yeni bir
şekilde belirtilmiştir. Bu, Rusya’nın, tüm doktrin esas alındığın- aktör olarak ortaya
da herhangi bir bölgede kalıcı olma arzusunu açık seçik beyan çıkma potansiyeli
ettiği tek kısım olması açısından da önem arz etmektedir. bakımından
önemli bir ülkedir.
İngiltere
Her ne kadar günümüzde Akdeniz’deki devletlerarası ilişki-
lerde adını pek duymasak da İngiltere, gerek fiilî olarak varlığını
sürdürmesi gerekse de buna dayanarak özellikle Doğu Akdeniz
konusunda yeni bir aktör olarak ortaya çıkma potansiyeli bakı-
mından önemli bir ülkedir.İngiltere’nin Akdeniz’deki varlığının
tarihî arka planına baktığımızda 16. yüzyıla kadar geri götürebil-
memiz mümkündür, zira bu yüzyılda Osmanlı Devleti’nden elde
ettiği kapitülasyonları korumaya ve o dönemde Akdeniz ticareti-
nin baş aktörlerinden Fransa ve Venedik’e karşı Osmanlı Devleti
ile birlikte hareket ederek buradaki konumunu güçlendirmeye
çalışan bir İngiltere görmekteyiz. 18. yüzyıl başlarına gelindi-
54 Akdeniz’de Devlet ve Düzen
Türkiye, konumu yutları ile birikte değerlendirilmelidir. Tek başına iyi ya da kötü
sebebiyle tarih olarak tanımlanamayacak olan göç, iyi yönetildiği zaman önemli
boyunca hem göç fırsatlar doğurabilir. ABD ve kıta Avrupası’nın göçlerle şekillen-
hareketliliklerinin dirilmiş olduğu unutulmamalıdır. Einstein ve dünyanın en büyük
şirketlerinden birinin kurucusu Suriyeli Abdulfettah’ın oğlu Ste-
geçiş noktası
ve Jobs, birer göçmendir. Artan sınır kontrolleri ve dikenli teller
olmuş hem de
gibi engelleme çalışmaları göçü önlemek yerine arttırmakta ve
milyonlarca
daha çok insanın hayatını kaybetmesine neden olmaktadır. İn-
göçmene ev sanlığın göçü engellemeye çalışırken kullandığı enerjiyi, kaynak
sahipliği yapmıştır. ülkelerde sorunu çözmeye ve uyum politikalarına harcaması ge-
rekmektedir.
Türkiye, konumu sebebiyle tarih boyunca hem göç hareket-
liliklerinin geçiş noktası olmuş hem de milyonlarca göçmene ev
sahipliği yapmıştır. Bugün 3.6 milyonu Suriyeli, 400 bini ulus-
lararası koruma statüsünde sığınmacı, 800 bini de ikâmet izni ile
yaşayan göçmen olmak üzere yaklaşık 4.8 milyon göçmen Tür-
kiye’de bulunmaktadır. Kilis’te 100 bin Türk vatandaşı ile 100
bin Suriyeli birlikte yaşarken, Suriye’ye sınır komşusu olan bir
başka il Gaziantep’te 350 bin Suriyeli sığınmacı toplumla uyum
içinde yaşamını sürdürmektedir. Kilis halkının Nobel Barış Ödü-
lü’nü hak ettiği ifade edilmektedir. 1923-2011 yılları arasında
1.5 milyon, 20112018 yılları arasında ise 4.8 milyon göçmene ev
sahipliği yapan Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi olmadan da
mazlumlara hem kapısını hem de gönlünü açmış bir medeniyetin
bugünkü temsilcisidir. Yaklaşık 1 milyonu bulan okul çağındaki
sığınmacılar, Türkiye’deki okullarda eğitimlerini sürdürmekte-
dir. Bu sayının Finlandiya ve Danimarka gibi ülkelerdeki öğren-
ci çağındaki nüfustan daha fazla olduğu unutulmamalıdır. Türki-
ye’de hayata gözlerini açmış 300 binden fazla sığınmacı bebeğe,
aşı dâhil olmak üzere sağlık hizmetleri sağlanmaktadır. Geçici
koruma statüsüyle yaşayan Suriyelilerin bir taraftan eğitim, sağ-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 59
çok STK ve uluslararası örgüt, aynı zamanda mültecileri uzun Suriye’deki savaş
dönemde güçlendirmek yerine onları kısa vadeli yardımlarla 9. yılına girerken,
kendilerine daha da bağımlı hâle getiren örgütlerdir. mültecilere ev
Suriye’deki savaş 9. yılına girerken, mültecilere ev sahipli- sahipliği yapan
ği yapan ülkelerdeki göçmenlerin hem sosyal hem de ekonomik ülkelerdeki
açıdan uyum, adaptasyon ve entegrasyonlarını sağlamak için göçmenlerin
uzun vadeli kalıcı çözümlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu noktada hem sosyal hem
yönetim zihniyeti ve güç dinamikleri devreye girmektedir. Kriz de ekonomik
söyleminden kimin fayda sağladığı, fonlamanın nereye gittiği açıdan uyum,
ve hangi somut politika değişiklikleri ve eylemlerinin yerine adaptasyon ve
getirildiği sorularına cevap aranmalıdır. Bugün, Türkiye, Ür-
entegrasyonlarını
dün, Lübnan ve Yunanistan’da devam eden projelerden en çok
sağlamak için
fayda sağlayanlar, devlet teşekkülü dışındaki insanî yardım ör-
uzun vadeli kalıcı
gütleridir. Bu sırada ise Avrupa’ya mülteci akınını önlemek için
çözümlere ihtiyaç
AB’nin sınır güvenlikleştirmesini, dış etkilere karşı kontrollü
hâle getirmek adına politikalar daha da kısıtlayıcı hâle gelmiş-
duyulmaktadır
tir. Ulus-devletler, sınırların, politikaların ve güvenlikleştirme-
nin kaynağı iken uluslararası organ ve STK’ların da yönetişim
taktikleri kullanmaları dikkat çekicidir. Maurizio Albahari bu
durumu “yardım ve kontrolün bağlantı noktası” olarak tanımla-
maktadır. Gerçekten de, kriz söylemi büyük ölçüde siyasi gün-
demler, sınır güvenliği politikaları ve yapısal ihmalkârlık ile sür-
dürülmektedir.
Esas olarak, kriz söylemi ile devlet aygıtları askerî insancıl-
lığın konuşlandırılması için el ele çalışmaktadır. Kendisi tarafın-
dan isimlendirilen “askerî insancıllık” kavramıyla ilgili olarak
Albahari, 2013 yılında Akdeniz’deki İtalyan adası olan Lampe-
dusa kıyılarında mültecileri taşıyan bir botun batması sonucu ya-
şanan insanî trajedinin ardından mültecileri kurtarmak ve insan
kaçakçılarını tutuklamak için yapılan Mare Nostrum Operasyo-
64 Akdeniz’de Devlet ve Düzen
pozisyonlarda olanların acil ihtiyaç sahibi olanlara yardım sağ- Mültecilerin Bosna
lamasından dolayı hiyerarşi taşıyan bir kavram olduğunu kabul Hersek’i Avrupa
etmek de önemlidir. Birliği topraklarına
Avrupa’da yaşanan mülteci krizinden etkilenen ülkelerden ulaşmak amacıyla
biri de Bosna Hersek’tir. Suriyeliler ise son 2 yılda Bosna Her- transit ülke olarak
sek’e gelen mültecilerin yüzde 10’undan daha azını oluşturmak- kullandıkları
tadır. Ülkeye gelen mültecilerin çoğunluğu Pakistan ve Afganis- anlaşılmaktadır.
tan uyruklular oluşturmakla birlikte 2019 yılında Bangladeş’ten
gelen mülteci sayısı hızla artış göstermiştir. Son 2 yılda Bosna
Hersek’teki mülteci sayısının katlanarak arttığı görülmektedir.
2017 yılında sadece bin 200 mülteciye ev sahipliği yapan Bosna
Hersek’teki mülteci sayısı, 2018 ve 2019 yıllarındaki artış sonu-
cunda 50 bine ulaşırken bu mültecilerin sadece 4’te 1’i Bosna
Hersek’te kalmıştır. Mültecilerin Bosna Hersek’i Avrupa Birliği
topraklarına ulaşmak amacıyla transit ülke olarak kullandıkları
anlaşılmaktadır. Ancak, Hırvatistan’ın kendi sınırlarını sert bir
biçimde korumaya alması nedeniyle mülteciler, Avrupa Birliği
topraklarına ulaşmak konusunda sıkıntı yaşamaktadır.
2015 yılından itibaren Bosna Hersek’ten daha iyi durumda
olup kendilerini Güneydoğu Avrupa’dan kıtanın kuzeydoğusu-
na kadar uzanan mülteci rotasında bulan birçok ülke, düzensiz
göç sorununu çözmek için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. O
dönemde göç rotası Bosna’dan geçmeme sine rağmen durumu
takip eden yerel güvenlik ajansları diğer ülkelerin sınırlarını ka-
patmaları durumunda mültecilerin Avrupa Birliği topraklarına
ulaşmak için Bosna’yı kullanabilecekleri konusunda devletin en
yüksek otoritelerini uyarmışlardır. Doğru zamanda yapılan uya-
rıların ciddiye alınmaması sonucunda Bosna Hersek’in mülteci
kriziyle hazırlıksız olarak karşı karşıya kaldığı açıktır.
68 Akdeniz’de Devlet ve Düzen
Akdeniz, son 4 insanî değerler yönüyle sınavdan geçirileceğimiz bir fırsat ol-
yılda 20 binden duğu unutulmamalıdır. Sığınmacılar, dünyadaki sığınmacı soru-
fazla insanın göç nunun kaynağı değil mağdurlarıdır. Mülteci sorunu, sadece sınır
yolunda hayatını ülkelerine havale edilmek suretiyle çözülecek bir sorun değildir.
Bu sorunun yük paylaşımı noktasında kimse, kendisini daha az
kaybetmesiyle
sorumlu görmemelidir. Suriye krizinde; Lübnan, Ürdün ve Tür-
dünyanın en
kiye üzerinde kalan yükün paylaşımı konusunda Akdeniz’in ku-
büyük mezarlığına
zeyindeki ülkelerin sınıfta kaldığı ifade edilmektedir. Belki 100
dönüşmüştür. yıl önce 30 günlük bir mesafe olan Suriye ile Avrupa uzaklığı
bugün yalnızca 2 saate düşmüş, dünya artık küçük bir köye dö-
nüşmüştür. Bu sebepten dolayı sorunu, sınırların dışına iterek
çözme fikri, bir yanılgıdan ibarettir. Sığınmacı sorununda, göç
ve uyum konularında herkesin yeni inisiyatifler geliştirmesine
ihtiyaç duyulmaktadır.
Akdeniz, son 4 yılda 20 binden fazla insanın göç yolunda ha-
yatını kaybetmesiyle dünyanın en büyük mezarlığına dönüşmüş-
tür. İtalyan Şair Aldo Busi, bir şiirinde Akdeniz’den gelen hiçbir
balığı yemediğini belirtir, çünkü o balıklarla birlikte Somalili ve
Suriyeli sığınmacıları yemekten korkuyorum, der. Şiirin deva-
mında ise eskiden denizler kirlenip balıklar kıyıya vururken artık
vicdanlar kirlendiğinden bebeklerin kıyıya vurduğunu, bebekle-
rin öldüğü bu dünyada ise insanlığın sessiz kaldığını, oysa bebek-
lerin ölürken değil uyurken sessiz olunması gerektiğini duygulu
bir şekilde ifade etmektedir. Bu dramları durdurmak için kurulan
uluslararası örgütlerin çoğu, maalesef ölen sığınmacıların ista-
tistiklerini tutan birer kuruluş hâline gelmiştir. NATO savaş ge-
mileri kaynak ülkelerdeki savaşı durdurmak yerine bombalardan
kaçan insanların Akdeniz’den geçmesine engel olmak için görev
yapmaktadır. Tüm dünyada insanî yardım ve sığınma süreçleri
alarm verirken 1945’in paradigmasıyla kurulan BM ve ilgili ku-
rumlar, bu konudaki görevini hakkıyla yerine getirememektedir.
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 71
Doğal kaynakların Özellikle Kıbrıs merkezli olmak üzere Doğu Akdeniz’in ye-
bulunması, niden bölgesel ve küresel güçler arasında bir rekabet alanına
bölgesel anlamda dönüşmesi, 2000’li yılların başına uzanmaktadır. İlk defa 2003
özellikle işbiriği yılında GKRY ve Mısır arasında münhasır ekonomik bölge an-
laşmasının imzalanmasıyla gerek Türkiye, KKTC, GKRY, İsrail
ve çatışma
ve Mısır gibi bölgedeki ülkeler gerekse ABD, İngiltere, Rusya
faktörlerini ön
ve İtalya gibi bölgede sınırı bulunmayan ülkeler, Kıbrıs üzerinde
plana getirmiş,
farklı politik yaklaşımlar sergilemeye başlamıştır. Bu dönemde
enerji arz Doğu Akdeniz ve özellikle Kıbrıs’ın çevresinde zengin doğal
güvenliğinin yanı kaynak ve hidrokarbon rezervlerinin bulunması, uluslararası
sıra askerî ve güvenlik ve politik ekonomi alanında bölgenin siyasî yapısının
ekonomik güvenlik yeniden şekillenmesinin önünü açmıştır. Doğal kaynakların bu-
boyutlarını da lunması, bölgesel anlamda özellikle işbiriği ve çatışma faktörle-
ortaya çıkarmıştır. rini ön plana getirmiş, enerji arz güvenliğinin yanı sıra askerî ve
ekonomik güvenlik boyutlarını da ortaya çıkarmıştır. Bu dönem-
den itibaren GKRY; Mısır, Suriye ve İsrail gibi Akdeniz’e kıyı
ülkelerle münhasır ekonomik bölge anlaşmaları imzalamıştır.
Uluslararası hukuk özelinde önemli ihlal durumları içeren GKR-
Y’nin bahse konu bu anlaşmaların imzalanmasında inisiyatif
almasına,Türkiye uluslararası hukuk kuralları içerisinde BM’ye
yasal itirazlarda bulunmuştur. Bu dönemde Türkiye, kendi siyasî
ve ekonomik çıkarlarını gözetmesinin yanında Kıbrıs’ta yaşayan
Türklerin ve Doğu Akdeniz’deki kendi haklarını koruma amacı-
na yönelik olarak itirazlarını temellendirmiştir.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs çevresinde münhasır
ekonomik bölge üzerine yaptığı haklı itirazlara rağmen GKRY
ve diğer ülkeler, bölge üzerindeki agresif dış politik davranışları-
na devam etmiştir. GKRY’nin 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi
olması, Birliğin diğer üyelerini de siyasî anlamda arkasına alma-
sına olanak sağlamıştır. 2007 yılının başı itibariyle GKRY böl-
gedeki doğal kaynakların çıkarılması için birçok sayıda arama
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 87
Kıbrıs ve çevresi lamda Türkiye sahip olduğu Barbaros Hayreddin Paşa Sismik
özelinde aktif Araştırma Gemisi’nin yanı sıra “Yavuz” ve “Fatih” isimli sondaj
bir politika gemilerini yollayarak bölgede arama faaliyetlerine başlamıştır.
izleyen Türkiye, Kıbrıs ve çevresi özelinde aktif bir politika izleyen Türkiye,
uluslararası uluslararası hukuk kurallarını temel alan ve işbirliğini ön plana
hukuk kurallarını çıkaran politik yaklaşıma da özen göstermektedir. Bu çerçevede
temel alan ve Türkiye özellikle 2010 yılından itibaren bölge ülkeleriyle karşı-
işbirliğini ön plana lıklı müzakereler aracılığıyla bir iş birliği yoluna gitmeye çalış-
çıkaran politik mıştır. Buna rağmen başta GKRY olmak üzere bölgede üzerinde
yaklaşıma da özen hak iddia eden diğer ülkelerin iş birliğine yanaşmaması ve doğal
kaynaklar üzerinde Türkiye ve KKTC’yi yok sayan tek taraflı
göstermektedir.
bir politik yaklaşım sergilemesi, enerji kaynakları paylaşımı so-
rununu daha fazla derinleştirmiştir. Türkiye buna bağlı olarak
sorunun ilk çıkış tarihinden itibaren GKRY’nin bölge üzerinde
Türkiye’nin çıkarlarını yok sayarak ilan ettiği münhasır ekono-
mik bölgeyi tanımayacağını ve bölge üzerinde yapılacak arama
faaliyetlerine de izin vermeyeceğini belirtmiştir.
Doğu Akdeniz’de Kıbrıs çevresinde bulunan doğal kaynak-
ların siyasî boyutunun yanı sıra son dönemlerde en fazla öne
çıkan tarafı kaynakların ekonomik yapısı olmuştur. GKRY’nin
Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesini göz ardı ederek belir-
lediği ve uygulamaya koyduğu politikalar, Türkiye’nin bölgesel
anlamda ekonomik çıkarlarını da önemli ölçüde etkilemektedir.
Bunun neticesinde doğal kaynaklar üzerinde hak iddia eden ül-
keler, kaynakların işletilebilmesi ve satışının gerçekleştirilebil-
mesi için çok uluslu büyük petrol şirketleriyle anlaşarak işbirli-
ğine başvurmaktadır. 2019 yılında GKRY İtalyan Eni ve Fransız
Total şirketleriyle doğal kaynakların çıkarılması ve işletilmesi
konusunda anlaşmaya varmış fakat anlaşmaya varılan konum
üzerinde Türkiye ve KKTC’nin haklarının bulunması, bölge
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 89