Akdeniz Raporu 24-06-2020

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 98

AKDENİZ’DE

DEVLET VE DÜZEN

RAPOR
AKDENİZ’DE
DEVLET VE DÜZEN
AKDENİZ’DE DEVLET VE DÜZEN

Hazırlayanlar
Prof. Dr. Mehmet ŞAHİN
Arş. Gör. Orhan ÇİFÇİ
Arş. Gör. Kübra Betül BİÇEN GÖREN
Arş. Gör. Emre ÖZTÜRK
Arş. Gör. Fatih TUNA
Arş. Gör. Birce BEŞGÜL

COPYRIGHT © 2020 Polis Akademisi Başkanlığı


Bu yayının tüm hakları Polis Akademisi’ne aittir. Kurumun izni olmaksızın
yayının tümünün veya bir kısmının elektronik veya mekanik yollarla
basımı, yayını, çoğaltılması veya dağıtımı yapılamaz. Bu yayının içeriği
Polis Akademisi’nin resmî fikirlerini yansıtmamaktadır. Raporda yer alan
bilgi ve fikirler hakkındaki sorumluluk tümüyle yazar(lar)ın kendi(leri)ne
aittir.

Polis Akademisi Yayınları: 95


Rapor No: 39
ISBN: 978-605-7822-42-0
Haziran 2020, Ankara

Sertifika No: 45724


Polis Akademisi Başkanlığı Basım ve Yayım Şube Müdürlüğü, Fatih Sul-
tan Mehmet Bulvarı No: 218 06200 Yenimahalle – Ankara

POLİS AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI


Necatibey Caddesi No: 108 Anıttepe 06400 Çankaya-Ankara/Türkiye
Tel: +90 (312) 4629085-92-93 / +90 (312) 4629075 / +90 (312) 4629035
www.pa.edu.tr
İÇİNDEKİLER

Yönetici Özeti 5

Giriş 11

Akdeniz’de Enerji Politikaları 19

Devlet ve Düzen Sorunu 39

Mülteciler Sorunu 57

Medya ve Jeopolitik 73

Kıbrıs 83

Sonuç 93
YÖNETİCİ ÖZETİ
Polis Akademisi Uluslararası Terörizm ve Güvenlik Araştırma- Tarihten
ları Merkezi (UTGAM) tarafından 22-24 Kasım tarihlerinde bugüne Akdeniz
“Akdeniz’de Devlet ve Düzen” başlıklı IV. Uluslararası Güven- uluslararası
lik Sempozyumu düzenlenmiştir. Üç gün boyunca süren sem- politikanın gerek
pozyumda Akdeniz bölgesinin sahip olduğu jeopolitik ve jeost- bölgesel gerekse
ratejik önem, bölgesel ve küresel güçlerin nüfuz mücadelesiyle
küresel anlamda
birlikte ele alınmıştır. Bununla birlikte keşfedilen doğal kaynak
gündeminin
rezervlerinin bölge dinamikleri ve uluslararası politika üzerinde
belirlenmesinde en
doğurduğu sonuçlar ayrıntılı bir şekilde tartışılmıştır. Bölgede
vuku bulan meselelerin Türkiye’ye yönelik güvenlik tehditleri
önemli alanlardan
boyutu da geniş kapsamlı bir şekilde analiz edilmiştir. birisi olmuştur.

Sempozyum kapsamında yurtiçi ve yurtdışından Akdeniz


bölgesi üzerine çalışmalar yapan bilim insanları, gazeteciler, si-
yasetçiler ve konu ile doğrudan ilişkili farklı alanlardan meslek
grupları, bölgeyle ilgili meselelerin tespit edilmesi ve çözüm
önerileri sunulmasında önemli bir katkı sunmuştur. Sempoz-
yumda katılımcılar, “Akdeniz’de Hukukî Sorunlar ve Düzen
Arayışı”, “Akdeniz’de Enerji Politikaları”, “Devlet ve Düzen
Sorunu”, “Büyük Devletler ve Akdeniz”, “Medya ve Jeopolitik”
ve “Kıbrıs” isimli oturumlarda bölgenin sahip olduğu güvenlik
yapısının, tarihsel ve güncel gelişmeler ışığında altını çizmiştir.
Sempozyuma yönelik bulgular ve değerlendirmeler aşağıda be-
lirtilmektedir:
• Tarihten bugüne Akdeniz, uluslararası politikanın gerek
bölgeyle alakalı gerekse küresel anlamda gündem oluş-
turmasında ve belirlenmesinde en önemli alanlardan birisi
olmuştur. I. Dünya Savaşı sonrası dönemde bölgenin coğ-
rafî konumu ve doğal kaynakların etkisiyle İngiltere ve
Fransa’nın kendi çıkarları doğrultusunda belirlediği po-
6 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Doğal kaynaklar litikalar, günümüzde Akdeniz’deki sorunların katlanarak


nedeniyle bölgesel büyümesinde en önemli etkenlerden birisi olmuştur. Ben-
ve küresel zer bir şekilde Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler
aktörler arasında Birliği’nin Akdeniz ve Ortadoğu’yu dış politika öncelik-
leri arasına yerleştirip bölge özelinde bir güç mücadelesi
yaşanan gerginlik,
içerisine girmiş olması, günümüzde devlet ve düzen soru-
Akdeniz’de
nunun oluşmasında diğer bir itici güç olmuştur.
uluslararası
• Tarihî yapısının getirisiyle beraber 2000’li yılların başın-
hukuk nezdinde dan itibaren Akdeniz’de keşfedilen doğal kaynak rezerv-
çeşitli tartışmaları leri, bölgenin güvenlik yapısını farklı bir boyuta taşımış-
beraberinde tır. Bahse konu kaynaklar, bölge ülkelerinin ve küresel
getirmiştir. güçlerin Akdeniz’de nüfuz alanını arttırma yönünde bir
politik yaklaşım belirlemesine ortam hazırlarken devlet-
ler arası düzeyde ekonomik ve siyasî çıkar çatışmaları-
nın daha görünür bir duruma gelmesine neden olmuştur.
Günümüzde devletlerin, gelişen sanayilerine ve artan nü-
fuslarına bağlı olarak doğal gaz ve petrol gibi geleneksel
enerji kaynaklarına olan talepleri, hızla artmaya devam
etmekte, dolayısıyla bu durum, bölgesel gerginliklerin tır-
manmasının önünü açmaktadır.
• Doğal kaynaklar nedeniyle bölgesel ve küresel aktörler
arasında yaşanan gerginlik, Akdeniz’de uluslararası hu-
kuk nezdinde çeşitli tartışmaları beraberinde getirmiştir.
Uluslararası hukuk norm ve kurallarının devletler tara-
fından farklı şekillerde yorumlanması ve bazı bölge ül-
kelerinin uluslararası hukuku göz ardı eden politikalara-
başvurması, çatışma ve gerginliğin artmasında belirleyici
bir faktör olmuştur. Benzer bir şekilde Akdeniz’in nev-i
şahsına münhasır yapısı, özellikle kıta sahanlığı, münha-
sır ekonomik bölge, kara suları ve buradaki kaynakların
paylaşımı gibi tartışmaları ön plana çıkarmıştır.
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 7

• 2010 yılında başlayan Arap Baharı süreci de Akdeniz böl-


gesinin siyasî ve ekonomik yapısında önemli gelişme ve
değişmelere sebep olmuştur. Bu dönem itibariyle bazı Or-
tadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri siyasî ve toplumsal istik-
rarsızlaşma sürecine girmiştir. Halk hareketleri sonucu bu
ülkelerin birçoğunda barış eksenli bir siyasî geçişin sağ-
lanamaması ve çoğunluğun taleplerinin günümüzde dahi
karşılanamayacak düzeyde olması, bölgedeki çatışma po-
tansiyelini etkileyen diğer bir neden olmuştur.
• Akdeniz’e kıyısı bulunan Ortadoğu ülkelerinin halk hare-
ketleri sonucu istikrarsızlaşma sürecine girmesinde ABD
ve Rusya gibi küresel güçlerin bölge politikaları, kriz du-
rumunu daha da çıkmaza sokmaktadır. Hem ABD hem
Rusya’nın bölgede etnik, dinî ve toplumsal yapıları hiçe
sayarak yaklaşımlarını belirlemesi, güvenlik problemle-
rinin daha da karmaşık hâl almasını beraberinde getir-
mektedir. Özellikle Suriye’de yaşanmakta olan iç savaşta
ABD ve Rusya’nın, bölge üzerinde hâkimiyet sahasını
arttırma motivasyonuyla askerî varlığını sürdürmesi ve
güç boşluğundan faydalanan terör örgütlerine siyasi ve
ekonomik destek sağlaması, Suriye içerisindeki kaos du-
rumunu derinleştirici bir etkiye sahip olmaktadır.
• Ortadoğu toplumunun etnik ve dinî çeşitliliğinin üst se-
viyede olması ve bu durumun bölge üzerinde etki sahibi
olmayı arzu eden diğer devletler tarafından kendi çıkar-
ları çerçevesinde kullanılması, bölgedeki bazı grupların
gerek dinî gerekse etnik bağlamda radikalleşmesine ne-
den olmaktadır. Ortadoğu’da özellikle İran ve Suudi Ara-
bistan gibi ülkelerin, Rusya ve ABD’nin desteğini alarak
bu grupları silahlandırması ve daha da radikalleşmelerini
sağlayacak yönde adımlar atması, güvenlik tehdidinin
8 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Günümüzde göç devlet dışı aktörler tarafından da oluşmasına neden olur-


ve mülteciler ken farklı alanlardaki tehditlere karşı mücadeleyi zorlaş-
meselesinde tırmaktadır.
Türkiye, küresel ve • Küresel yapıların bölge üzerine sert ve güç vasıtaları kul-
lanarak doğrudan müdâhil olması, vekalet savaşlarının
bölgesel boyutta
vuku bulmasına ve bunun sonucunda başarısız devletlerin
en cömert ve
ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Başarısız devletle-
yardımsever
rin kamu düzenini sağlayamayacak bir yapıya bürünmesi,
davranışlar bölgede bütünüyle bir güç mücadelesi alanının oluşma-
sergileyen ülke sına ve PKK/PYD/YPG ve DAEŞ gibi terör örgütlerinin
konumunda yer bölgesel düzene bir tehdit kaynağı oluşturmasına neden
almaktadır. olmaktadır.
• Ortadoğu’da farklı nedenlerle ortaya çıkan kaos ve istik-
rarsızlık durumları, göç ve mülteci problemlerini de be-
raberinde getirmiştir. ABD’nin 2001 yılında Afganistan
ve 2003 yılında Irak müdahâleleri sonucunda, Ortadoğu
bölgesinden başlayan göç akımlarına br yenisi eklenmiş,
2011 yılında başlayan Suriye’deki iç savaş, Akdeniz böl-
gesinde tarihin en büyük insanî krizlerinden birinin orta-
ya çıkmasına neden olmuştur. Özellikle 2011 yılı sonrası
yaşanan süreçte, Suriye’deki savaş şartlarından kaçmak
durumunda kalan milyonlarca Suriyeli, farklı ülkelerde
savaştan uzak yeni bir hayat ümidi taşımaktadır.
• Günümüzde göç ve mülteciler meselesinde Türkiye, kü-
resel ve bölgesel boyutta en cömert ve yardımsever dav-
ranışlar sergileyen ülke konumunda yer almaktadır. Bu
bağlamda Türkiye yaklaşık olarak 3.5-4 milyon Suriye-
li’ye geçici koruma statüsü altında ev sahipliği yapmakta
ve temel yaşam standartlarını sürdürme yükümlülüğünü
taşımaktadır. Öte yandan Avrupa Birliği ülkelerinin Su-
riyeli mülteciler konusunda üzerine düşen sorumluluğu
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 9

yerine getirmemesi ve sınırlarını mültecilere kapatması, Türkiye kendi


göç özelinde insanî krizin derinleşmesine sebebiyet ver- sınırlarında
mektedir. Avrupa Birliği’nin insan haklarını hiçe sayarak güvenlik tehdidi
belirlediği göç politikaları Akdeniz’de istikarar sorunu- oluşturabilecek
nun çözülmesinin önündeki en büyük engellerden birini unsurlara karşı
oluşturmaktadır.
önlemlerini
• Türkiye, Akdeniz’de gerek askerî ve ekonomik gücüyle
almakta ve
gerekse yumuşak gücü ve yürüttüğü kamu diplomasisi ile
gerektiği zaman,
bölgedeki en büyük güçlerden birisidir. Özellikle milyon-
larca Suriyeli’ye ev sahipliği yaparak göstermiş olduğu
sınır ötesi
insanî dış politika yaklaşımı ve bunlara ilaveten diğer operasyonlar
bölge ülkelerine maddî ve manevî alanda gerçekleştirdiği düzenlemektedir.
insanî yardımlarla da bölgedeki en aktif ülke konumunda
yer almaktadır.
• Türkiye, sahip olduğu yumuşak güç unsurlarının yanı
sıra kendi güvenlik ve ekonomik çıkarlarını koruma mo-
tivasyonuyla sert güç kapasitelerini de daima üst seviye-
de tutmaktadır. Bu bağlamda Türkiye kendi sınırlarında
güvenlik tehdidi oluşturabilecek unsurlara karşı önlemle-
rini almakta ve gerektiği zaman, sınır ötesi operasyonlar
düzenlemektedir. Bu çerçevede yürütülen Fırat Kalkanı,
Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekatları, Türkiye’nin gü-
ney sınırlarında terör devleti kurulmasını ve bölgeyi istik-
rarsızlığa itecek gelişmeleri engellemek amacına yönelik
başlatılan operasyonlardır.
• Türkiye’nin Akdeniz’de aktif olarak bir yaklaşım sergile-
diği diğer bir alansa doğal kaynaklar meselesidir. Ulusla-
rarası hukukun bir gereği olarak Türkiye’nin, kendi deniz
sınırları içerisindeki doğal kaynak rezervlerini çıkarabil-
me ve işletebilme hakkı bulunmaktadır. Buna rağmen Yu-
nanistan, GKRY, Mısır ve İsrail gibi bölge ülkeleri kur-
10 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

duğu ittifaklar aracılığıyla Türkiye’nin bölgesel haklarını


ihlal etmekte ve Türkiye’yi Akdeniz’de dar bir alana sı-
kıştırmak yönünde politika takip etmektedirler.
• Türkiye, sahip olduğu bölgesel güç kapasitesiyle ken-
disinin ve KKTC’nin ekonomik çıkarlarını ve haklarını
korumaya devam etmektedir. Buna rağmen GKRY’nin
kendisini, adanın tek temsilcisi olarak tanımlaması ve
KKTC’nin haklarını hiçe sayması, doğal kaynak paylaşı-
mı konusunda sorunları daha da derinleştirmektedir. Ben-
zer bir şekilde Kıbrıs’taki sorunun 1950’li yıllardan itiba-
ren çözüme kavuşturulamaması ve Birleşmiş Milletler’in
adadaki sorunun çözümü için defalarca ileri sürdüğü çö-
züm önerilerinin sonuçsuz kalması, günümüzde bölgesel
krizin katlanarak daha karmaşık bir hâle gelmesine neden
olmuştur.
• Türkiye, fiili anlamda 2006 yılında başlattığı Akdeniz
Kalkanı Harekatı ile bölgede aktif bir politika ortaya koy-
maya başlamıştır. Sonrasında TPAO’ya verdiği ruhsatla
birlikte kaynak arama faaliyetlerine başlayan Türkiye, bu
konumunu “Barbaros Hayrettin Paşa Sismik Araştırma
Gemisi” ve “Yavuz” ve “Fatih” isimli sondaj gemileriyle
konsolide etmiştir. Türkiye ayrıca bölgesel etkisini arttır-
mak amacıyla uluslararası hukuk çerçevesinde Libya ile
deniz yetki alanları sınırlandırılmasına yönelik bir anlaş-
ma imzalayarak karşı ittifakların Türkiye’ye yönelik hu-
kuk dışı yaklaşımlarına engel olmak istemektedir.
GİRİŞ
Akdeniz coğrafyası uygarlık tarihi açısından, tarihin özü niteli-
ğini taşımaktadır. Bu coğrafya neredeyse tarihin bütün inşa fikir-
lerinin, dinlerinin doğum ve yaşam alanı olmuştur. Tüm bunlar
birlikte ele alındığında, geçmişten günümüze uzanan yapısıyla
Akdeniz, Ortadoğu bölgesinde vuku bulan gelişmeler kapsamın-
da ele alınması gereken birçok unsuruyla küresel boyutta etki ya-
ratmaktadır. Bölgenin sahip olduğu söz konusu bu tarihî önemi,
2000’li yıllardan itibaren tekrar görünür duruma gelmiştir. Böl-
gedeki bazı ülkelerde siyasî istikrarsızlık durumlarının oluşması
ve devletler tarafından enerji talebinin önemli ölçüde arttığı gü-
nümüzde bölgede doğal kaynak rezervlerinin bulunması, Doğu
Akdeniz özelinde düzen arayışlarıyla birlikte ulusal ve ulusla-
rarası bağlamda hukukî meselelerin ön plana çıkmasına neden
olmaktadır.
Devlet kavramı ve olgusu ile ilgili olarak farklı perspektifte
yaklaşımlar bulunmasına rağmen genel bağlamda devlet, ulusal
düzeyde düzen sağlayıcı aktör olarak tanımlanmaktadır. Devlet,
ulusal alanda kurduğu hiyerarşik yapı ile hukukî, siyasî ve idarî
kurumlar aracılığıyla düzeni sağlamaktadır. Uluslararası alanda
ise devletin rolü farklılaşmakta ve bu rol, uluslararası hukuk te-
melinde oluşturulan kurum, norm ve kurallar üzerinden devam
ettirilmektedir. Buna rağmen uluslararası alandaki düzen kurma
araçlarının güç mücadelesinden ayırt edilebilmesi kolay değildir.
Bu durumun en önemli nedeni ise uluslararası hukuk çerçeve-
sinde oluşturulan normlar, değerler ve kurumların uluslararası
alandaki güç dağılımının oluşturduğu dış politika tercihlerinin
bir sonucu olmasıdır. Bu durumun son dönemlerde görünür bir
duruma evrildiği bölgelerden birisi ise Doğu Akdeniz’dir. Böl-
gede başarısız devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte siyasî istik-
12 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Doğu Akdeniz rarsızlaşma süreci sonucu küresel ve bölgesel terörizmin patlak


bölgesi, bir vermesi ve uluslararası hukuk boyutunda norm ve değerlerin bü-
kırılma noktası yük ölçüde etkisini kaybetmesi, Doğu Akdeniz’de devletler ara-
olması nedeniyle sı güç ve rekabet politikalarının daha fazla ön plana çıkmasına
neden olmuştur.
Ortadoğu ve
Kuzey Afrika Doğu Akdeniz bölgesi, bir kırılma noktası olması nedeniy-
bölgelerindeki le Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerindeki gelişmelerden ayrı
gelişmelerden ayrı düşünülmemelidir. Dolayısıyla hem Ortadoğu hem Kuzey Afri-
düşünülmemelidir. ka’daki gelişmeler, Doğu Akdeniz bölgesini siyasî olarak ve gü-
Dolayısıyla hem venlik bakımından bütünüyle etkilemektedir. Bölgedeki ulusal ve
bölgesel koşulları istikrarsızlığa götüren birçok etken bulunmak-
Ortadoğu hem
tadır. Bu etkenlerden en önemlisi küresel güçlerin ve bölge dışı
Kuzey Afrika’daki
aktörlerin çeşitli dış politika yaklaşımlarıyla bölgeye müdâhale
gelişmeler Doğu
etmesidir. Benzer bir şekilde Arap Baharı sonrası bölgede mey-
Akdeniz bölgesini dana gelen iç savaşlar ve merkezî hükûmetlerin çökmesi sonu-
siyasî olarak cu ortaya çıkan başarısız devletler, bölgenin siyasî ve ekonomik
ve güvenlik alanlarda istikrarsızlaşma sürecine girmesine neden olmaktadır.
bakımından Meydana gelen diğer bir probem ise bölgedeki devletlerin ulusal
bütünüyle alanda düzen kurma görevini gerçekleştirememesi sonucu insanî
etkilemektedir. kriz durumlarının ön plana çıkmasıdır. Bölge ülkelerinde beliren
siyasî tehdit durumları, mülteci sorununu gün yüzüne çıkarta-
rak bölgenin siyasî ve ekonomik düzenine müdâhale etmekte,
insanın temel haklarının ifasının olumsuz yönde etkilenmesine
neden olmaktadır. Mülteci meselesi özelinde bu süreç içerisin-
de Akdeniz, âdeta dünyanın en büyük mezarlığına dönüşmüştür.
Yaşanılan insanlık dramına sessiz kalan Batılı devletler, soruna
çözüm aramak yerine, hâlihazırda görünen tavırlarıyla sorunun
çözümünü imkânsızlaştırmaktadır.
44 farklı ülke donanmasının yer aldığı Doğu Akdeniz bölge-
sinde, özellikle büyük güçlerin de içerisinde bulunduğu jeopo-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 13

litik rekabet, çatışma üretme ve tırmandırma potansiyelini be- ABD, bölgesel


raberinde getirmektedir. Bu durum büyük devletlerin başarısız olarak Çin ve
devletler üzerinde vekalet savaşları sürdürmesine ve Akdeniz’de Rusya’nın Doğu
yeni bir Soğuk Savaş’ın başlamasına neden olmaktadır. ABD ön- Akdeniz’deki
celikle Rusya’nın bölgedeki nüfuz alanını daraltmak ve ardından hamlelerini
da Çin’in, doğal kaynak talebine bağımlılığının artmasına bağlı
kısıtlamaya
olarak Kuşak ve Yol Projesi aracılığıyla özellikle Yunanistan ve
yönelik politikalar
Mısır üzerinden etki alanını yaymasını engellemek istemektedir.
uygulamasına
Farklı bir politik yaklaşım ile ABD ayrıca NATO müttefikleriyle
birlikte Rusya’nın bölgesel pozisyonunu bozma gayreti içerisin-
rağmen hem
de bulunmaktadır. ABD, bölge özelinde politikasını Türkiye’den Çin hem Rusya
çok Yunanistan ve İsrail ile ilişkilerini yeniden şekillendirerek gerek bölgesel
oluşturmaya çalışmaktadır. ABD’de Trump yönetimi ayrıca böl- müttefiklerle
gesel düzeyde bir enerji doktrini belirlemiş ve söz konusu dokt- gerekse aktif
rin aracılığıyla Rusya’yı Avrupa Birliği’nden uzaklaştırmaya dış politika
yönelik bir yaklaşım sergileme yoluna gitmektedir. ABD, gerek yaklaşımlarıyla
Filistin-İsrail çatışması gerekse Kıbrıs meselesinde, bölgede keş- Doğu Akdeniz’de
fedilen doğal kaynakları bir araç olarak kullanarak çözüm arayı- etkin bir
şına gitmesine rağmen bölgedeki doğal kaynakların ve bunların rol almaya
paylaşımının, Doğu Akdeniz’deki siyasî krizler üzerinde çözüm çalışmaktadır.
üretme kapasitesi, mümkün görünmemektedir.
ABD, bölgesel olarak Çin ve Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki
hamlelerini kısıtlamaya yönelik politikalar uygulamasına rağ-
men hem Çin hem Rusya gerek bölgesel müttefiklerle gerekse
aktif dış politika yaklaşımlarıyla Doğu Akdeniz’de etkin bir rol
almaya çalışmaktadır. Çin’in yükselen bir güç olarak enerjiye
yüksek derecede bağımlı olması, Kuşak ve Yol Projesi özelinde
belirlediği politikalarla bölgedeki ülkelerle yoğun bir işbirliği
süreci başlatmasının önünü açmıştır. Rusya ise bölgedeki mese-
lelerde diğer bir hâkim güçtür. Rusya’da Putin yönetimi tarafın-
dan bölgeyle ilgili olarak Büyük Akdeniz yaklaşımı belirlenmiş
14 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

KKTC, kurucu ve bölgedeki hidrokarbon kaynaklarının araştırılmasına öncelik


anlaşmalar ve verilmeye başlanmıştır. Rusya’nın kendi topraklarında büyük
onun parçası olan ölçüde enerji kaynaklarına sahip olması ve enerji piyasası ba-
KKTC anayasası kımından özellikle bölgesel boyutta kendine rakip istememesi,
Rusya’nın bölgeye yönelmesinde önemli nedenlerden birisidir.
temelinde bölgede
Rusya, bölge üzerindeki etkisini özellikle 2015 yılından itibaren
hak sahibidir.
Suriye üzerinden şekillendirmeye başlamış ve bu süreç itibariyle
Karadeniz filosunu Akdeniz’e indirmesiyle bölgedeki etkinliği-
ni arttırmıştır. Benzer bir şekilde Rusya, bölge ülkelerine füze
savunma sistemleri satarak bölgedeki etki alanını arttırmaya ça-
lışmaktadır.
Türkiye ve KKTC, bölgedeki diğer önemli aktörlerdir. Do-
layısıyla hem Türkiye hem KKTC’nin uluslararası hukukun do-
ğası gereği meşru olarak bölgede siyasî ve ekonomik çıkarları
bulunmaktadır. Buna bağlı olarak Türkiye ve KKTC, bölgede-
ki çıkarlarını gözeterek politik yaklaşımlarını belirlemekte ve
Kıbrıslı Türklerin haklarını koruma amacı gütmektedir. KKTC,
kurucu anlaşmalar ve onun parçası olan KKTC anayasası teme-
linde bölgede hak sahibidir. KKTC’nin sahip olduğu söz konu-
su statünün garantörlerinden birisi de Türkiye’dir. Bu bağlamda
Türkiye, Libya Ulusal Hükûmeti Başkanlık Konseyi ile 27 Ka-
sım 2019’da Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin
Mutabakat Muhtırası’nı imzalamıştır. Bu antlaşma sayesinde
Türkiye, Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğini lehine çevirecek bir
pozisyon elde etmiştir. Böylece Türkiye aleyhine yapılan ittifak-
lar karşısında oyunun şartlarını değiştirmiştir. Söz konusu antlaş-
ma, Türkiye’nin hukukî ve siyasî açıdan Doğu Akdeniz’de yok
sayılamayacağının bir göstergesi olmuştur. Türkiye’nin Libya
ile yakınlaşması ayrıca büyük güçlerin Akdeniz’deki rolüne de
zarar vermektedir. Bu antlaşma ile Libya ve Türkiye arasında-
ki deniz yetki alanları belirlenmiş ve Yunanistan ve GKRY’nin
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 15

haksız talepleri engellenmiştir. Türkiye, hem bölgenin istikrar


ve düzeninin sağlanması motivasyonu hem de kendi menfaatleri
doğrultusunda politika üretmeye çalışmaktadır.
Doğu Akdeniz bölgesinde yaşanan deniz alanları konusu,
kıyıdaş ülkeler ve büyük güçler arasında çatışma noktasına dö-
nüşmesinin en önemli nedeni uluslararası hukuk kurallarının
bölge devletleri tarafından farklı yorumlanmasıdır. 1982 BM
Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre, kıta sahanlığı, jeolojik ola-
rak kıyı devletinin, kara ülkesinin denizin altında devam eden
doğal uzantısıdır. Bu alan, kıyı çizgisinden 200 deniz mili uzak-
lığa ve eğer kıta sahanlığı daha ileriye uzanıyorsa deniz derin-
liğinin 2000 metreyi bulduğu izobet çizgisinin 150 deniz mili
açığına kadar gidebilen ve üst sınırı her durumda 350 deniz mili
sayılabilen alandır. Münhasır ekonomik bölge (MEB), kıyı dev-
letine kara sularının ölçülmeye başlandığı hattan başlayarak 200
mil genişlikteki deniz alanında kalan su tabakası ile deniz yatağı
ve onun toprak altında münhasır ekonomik haklar ve yetkileri
sağlayan deniz alanına tekabül etmektedir. Kıyı devletinin MEB
üzerindeki hakları ekonomiktir. MEB ve kıta sahanlığının belir-
lenmesinde aynı prensipler çerçevesinde benimsenmişse de kıta
sahanlığı doğal oluşum iken MEB sunî bir yapıdadır.
Doğu Akdeniz’de yaşanan sorun, genel bağlamıyla Türk-Yu-
nan kıta sahanlığı sınırlandırılması ve Kıbrıs uyuşmazlığı nokta-
sında deniz yetki alanlarının sınırlandırılması meselesinde orta-
ya çıkmaktadır. Yunanistan Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis
hattı bazında ortay hat temelli bir sınırlandırma yapmak istemek-
tedir. Ancak böyle bir durum Türkiye’nin Akdeniz’de Antalya
Körfezi ağzında dar bir deniz alanına hapsedilmesi anlamına
gelmektedir ve bu koşullar uluslararası hukukun açık bir şekil-
de ihlal edilmesidir. Kıbrıs meselesinde olduğu gibi GKRY’nin,
16 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Kıbrıs adasındaki KKTC’nin haklarını gasp edercesine doğal kaynak rezervleri


tek meşru temsilci üzerinden çok uluslu enerji şirketleriyle işbirliğine giderek fa-
olmamasına aliyetlerini sürdürmesi, bölgesel düzeni olumsuz anlamda etki-
rağmen GKRY, leyen önemli diğer bir faktördür. GKRY’nin bölgesel anlamdaki
en önemli müttefikleri ise Yunanistan ve Mısır’dır.
adanın tek hâkimi
şeklinde hareket Kıbrıs adasındaki tek meşru temsilci olmamasına rağmen
etmektedir. GKRY, adanın tek hâkimi şeklinde hareket etmektedir. Bölge-
Bölgenin işletme nin işletme haklarını kendi lehine şekillendirmekte ve tek taraflı
haklarını ilan ettiği münhasır ekonomik bölgede hidrokarbon arama faa-
kendi lehine liyetlerinde bulunmaktadır. Bu ruhsatlara dayanarak çok uluslu
enerji şirketleri, sahada faaliyet göstermektedir. GKRY’nin, KK-
şekillendirmekte
TC’nin haklarını yok sayarak hareket ettiği bölgeyle ilgili olarak
ve tek taraflı ilan
dış politik yaklaşımlarından bir diğeri, Mısır’la imzaladığı anlaş-
ettiği münhasır
madır. Mısır ile GKRY arasında yapılan uluslararası antlaşma ve
ekonomik bölgede o anlaşmanın çizdiği sınır koordinatları, Mısır aleyhine güneye
hidrokarbon doğru kaymakta, Kıbrıs adası ile Mısır arasındaki ortay hatta
arama denk düşmektedir. Ancak ikili anlaşmalar tarafları bağlamakta-
faaliyetlerinde dır. Türkiye’ye ise bu anlaşma sonucu ortaya çıkarılan ortay hat,
bulunmaktadır. dayatılmaya çalışılmaktadır. Buna rağmen Mısır ve GKRY ara-
sında oluşturulan ortay hat, uluslararası hukukla bağdaşmamak-
tadır. GKRY benzer bir anlaşmayı Lübnan’la gerçekleştirmiş
fakat Türkiye’nin protestosu üzerine Lübnan parlamentosu bu
anlaşmayı yarım bırakmıştır. Normal koşullar altında kısa kıya-
lara küçük, uzun kıyılara ise büyük kıta sahanlığı tahsis edilmesi
gerekmektedir. Dolayısıyla denilmelidir ki devletler arasındaki
sınırlandırma anlaşmaları, hakkaniyet ölçüsünde oluşturulmalı
ve bu doğrultuda kabul edilebilir olmalıdır.
Sonuç olarak Doğu Akdeniz bölgesinde yaşanan düzen so-
runu ve bölge devletleri arasındaki çatışma durumunun, birçok
temel nedeni bulunmaktadır. Tarihî perspektiften bakıldığında
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 17

bölgenin sınırlarının Batılıların kendi tercih ve çıkarları doğrul- Türkiye hem


tusunda bir kıstasla çizilmiş olması, mevcut sorunların alt ya- askerî hem de
pısını oluşturmaktadır. Ayrıca bölgede kapsayıcı ve kapsamlı diplomasi yoluyla
bir güvenlik sisteminin olmaması ve bölge ülkelerini zorlayıcı gerek Doğu
mekanizmalarının bulunmayışı, Arap Birliği gibi bölgesel ku- Akdeniz’in gerek
rumların, istikrarın sağlanmasında rolünün başarısız kılmakta-
Ortadoğu’nun
dır. Son olarak, bölge dışı aktörler, bölgesel bir liderin varlığını
istikrara ve
istemediklerinden Doğu Akdeniz’deki devletlerin birbirleriyle
düzene kavuşması
olan çıkar uyumsuzluklarını ortaya çıkarmak amaçlı bir çaba
içine girmekte, böylelikle istikrarsızlığı pekiştirmektedir. Bütün
yönünde çaba
bunların yanı sıra son dönemlerde meydana gelen yeni dinamik sarf etmekte ve
ve gelişmeler de bölgeye olan ilginin artmasına neden olmuştur. politikalarını
Bölge, büyük güçlerin vekâlet savaşına sahne olmaktadır. Hâl bu doğrultuda
böyle olunca yeni bir Soğuk Savaş’ın Doğu Akdeniz de başladığı oluşturmaktadır.
görülmektedir.
Görüldüğü üzere, Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kay-
naklarının paylaşımında küresel ve bölgesel güçlerin rekabeti
öne çıkmaktadır. Bu rekabet sürecinde yaşanan askerî tatbikat-
lar ve bölgesel silahlanmanın artışı gibi gelişmeler, Akdeniz’de
istikrar ve düzen arayışının ayrıntılı olarak incelenmesi gerekti-
ği hususunda en önemli göstergedir. Bu çerçevede Türkiye bir
Akdeniz ülkesi olarak, ortaya çıkan enerji ihtiyacının en önemli
aktörlerinden birisi olmaktadır. Türkiye, enerji arz eden ülkeler
ile talep eden ülkeler arasında bir köprü işlevi görebilmekte-
dir. Türkiye hem askerî hem de diplomasi yoluyla gerek Doğu
Akdeniz’in gerek Ortadoğu’nun istikrara ve düzene kavuşması
yönünde çaba sarf etmekte ve politikalarını bu doğrultuda oluş-
turmaktadır.
Akdeniz’de Enerji Politikaları
Enerji konusu, son yıllarda yapılan arama çalışmaları ve keşifler Doğu Akdeniz
nedeniyle Doğu Akdeniz bölgesinde meydana gelen ve ulusla- Enerji Boru Hattı
rarası ilişkileri doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen en önemli Projesi tamamen
faktörlerden biri hâline gelmiştir. Dolayısıyla, bu konunun ulus- jeopolitik
lararası hukuk, jeopolitik ve jeostratejik bakış açılarının yanı sıra kaygılarla ortaya
ekonomi-politik perspektifinden de ele alınması gerekmektedir.
atılmış ve bariz bir
Bu bağlamda, Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi ve bu projenin
şekilde ekonomik
ekonomik fizibilitesi, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının
fizibiliteden
geliştirilmesinde bölgesel işbirliği mekanizmaları, keşfedilen
enerji kaynaklarının kıyıdaş ülkelerin dış politika ve enerji gü-
yoksun bir
venliğine etkisi ve yine kıyıdaş ülkelerin enerji politikalarının projedir.
ekonomi güvenliği bağlamında değerlendirilmesi, bölgesel istik-
rarı sağlayabilecek veya bozabilecek faktörleri anlamak açısın-
dan faydalı olacaktır.
Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji problemlerine Doğu Ak-
deniz Boru Hattı Projesi perspektifinden bakıldığında, bu proje,
Türkiye açısından riskleri ve fırsatları taşımaktadır. Yani Türki-
ye’nin Akdeniz’de karşı karşıya olduğu jeopolitik durumunun
uluslararası güvenlik, enerji güvenliği ve bölgesel güvenlik açı-
sından çeşitli fırsatlar ve riskler oluşturduğu gözlemlenmektedir.
Doğu Akdeniz Enerji Boru Hattı Projesi tamamen jeopolitik kay-
gılarla ortaya atılmış ve bariz bir şekilde ekonomik fizibiliteden
yoksun bir projedir. Yine de bu durum Türkiye açısından fırsatlar
oluşturduğu kadar Türkiye’ye yönelik riskleri de içinde barındır-
maktadır. Türkiye’nin dâhil olmadığı bir projenin ekonomik fizi-
bilitesinin olmaması, Türkiye açısından bir fırsattır. Öte yandan,
ekonomik anlamda pahalı olmasına rağmen Türkiye’yi dışarıda
tutarak bu projeyi ilerletmeye çalışan ülkelerin Türkiye’yi olum-
suz olarak etkileyebilecek bir gündemi olması ise Türkiye’ye
20 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

2017 yılında İsrail, yönelik bir risk teşkil etmektedir. Dolayısıyla, gerçekten hayata
GKRY, Yunanistan geçme şansı düşük olan bu projeye karşı, bizzat Türkiye tara-
ve İtalya enerji fından alternatif projelerin geliştirilebileceği Türkiye’nin Akde-
bakanları niz’deki enerji politikalarına yön verebilme kapasitesinin olduğu
bilgisi üzerinde önemle durulmalıdır.
ekonomik
fizibilitesi Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi gündeme gelmeden önce
olmayan önce enerji açısından bölgede daha farklı projeler değerlendirilmiştir.
Afrodit ve Levant Arap Baharı’ndan önceki dönemde, Mısır ve İsrail’in kendi kay-
bölgesinden naklarını keşfettikleri dönemde bölgede daha ciddi projelerden
GKRY’e, bu söz edilmiştir. Arap Boru Hattı Projesi’yle bütün bu keşfedilen
enerjinin Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına transferi düşü-
bölgeden
nülmüştür. İsrail ve Türkiye arasında da bu tür projeler gündeme
Girit’e, Girit’ten
gelmiş ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) de doğal kaynak
Yunanistan
keşiflerini ilan ettikten sonra Kıbrıs sorununun enerji perspekti-
ana karasına, fiyle çözülerek yine Türkiye üzerinden boru hatlarıyla bu enerji
sonrasında ise kaynaklarının transfer edilebileceği düşüncesi ortaya atılmıştır.
İtalya’ya uzanacak Ancak, Suriye’deki gelişmelerin beklenmedik biçimde şekil al-
bu boru hattını ması, Türk-Yunan ilişkilerindeki olumsuz gelişmeler ve ekono-
yapacaklarını ilan mi, enerji dışı kaygılar nedeniyle bu aktörlerin, pozisyonlarını
etmişlerdir. değiştirdikleri gözlemlenmiştir. Özellikle 2015 yılı sonrasında
konumlarını belirgin bir şekilde değiştirdiklerini ifade eden bu
aktörler, 2017 yılında bu projeyle ortaya çıkmıştır. 2017 yılında
İsrail, GKRY, Yunanistan ve İtalya enerji bakanları ekonomik fi-
zibilitesi olmayan önce Afrodit ve Levant bölgesinden GKRY’e,
bu bölgeden Girit’e, Girit’ten Yunanistan ana karasına, sonra-
sında ise İtalya’ya uzanacak bu boru hattını yapacaklarını ilan
etmişlerdir. Türkiye üzerinden geçmesi çok daha ucuz ve uygun
olmasına rağmen anlamsız bir şekilde birçok kompresör kulla-
nılarak birkaç kere denizden karaya geçecek, yaklaşık olarak
1900-2000 km uzunluğunda önemli ölçüde uzun bir boru hattı-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 21

nın doğalgaz fiyatlarının düştüğü bir dönemde ve maliyetleri art-


tıracak bir şekilde yapılması, akla yatkın olmayan bir seçimdir.
Ekonomi biliminin ilkeleri göz ardı edilerek ortaya atılan
böyle bir projeden vazgeçecekleri düşünülürken aksine 2019 yı-
lında bu ülkeler işi bir adım daha ileri götürerek aralarında an-
laşmalar yapmış, Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu oluşturmak su-
retiyle projeye bölgesel bir perspektif vermişlerdir. Türkiye’nin
foruma davet edilmeyerek bu faaliyetlerin dışarısında bırakılmış
olması da dikkat çekici bir konudur. Her ne kadar AB tarafından
bu proje, ortak menfaate dayanan bir proje olarak kabul edil-
miş, 10 yıllık program içine alınmış ve fizibilite çalışmaları için
başlangıç olarak 2 milyon Euro verilmekle kalmayıp aynı za-
manda 35 milyon Euro’luk fon sağlama iddiasında bulunulmuş
olsa da uzun vadede fizibilitesi olmayan bu boru hattı projesinin,
ne zamana kadar destekleneceği noktasında soru işaretleri söz
konusudur.Ayrıca Yunanistan tarafından bu boru hattının Arna-
vutluk üzerinden kuzeye doğru da gidebileceği şeklinde yeni
iddialar ortaya atılmaktadır. Boru hattı kapasitesinin ise ilk aşa-
mada yıllık 10 milyar metreküp, ikinci aşamasında ise yıllık 20
milyar metreküp olacağı düşünülmektedir. Çeşitli uluslararası
antlaşmalar yapmak, uluslararası forumlar kurmak gibi diploma-
tik çabalarda bulunmanın sonucunda ilan edilen kapasitenin çok
düşük olduğu açıktır. Bu projenin Türk akımı veya TANAP pro-
jelerinden çok daha küçük bir proje olduğu göze çarpmaktadır.
Böyle bir projeyle Avrupa’nın enerji güvenliğinin sağlanacağı
iddiası temelsiz bir iddiadır.
Bu projeye alternatif olarak Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC
Enerji Bakanlığı yetkilileri tarafından bir doğalgaz projesi ortaya
atılmıştır. Projeye göre, hâlihazırda uygulanmakta olan Türkiye
üzerinden KKTC’ye su transfer edilmesi projesi gibi yine aynı
22 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

İsrail, GKRY, şekilde ama bu sefer çift yönlü olarak Türkiye ile KKTC arasın-
Yunanistan ve da doğalgaz transferi sağlayacak bir hat yapılması öngörülmek-
İtalya tarafından tedir. Düşünülen bu proje, hem KKTC’ye enerji sağlamak hem
yapılacağı iddia de aslında Rum yönetimi ve Yunanistan’a neyi kaçırdıklarını
göstermek açısından önem taşımaktadır. Bu proje, hayata geç-
edilen boru
mesi durumunda bu ülkelere, kendi projelerinin ne kadar akıl
hattının akla
dışı ve ekonomik olarak rasyonalitenin dışında olduğunu somut
yatkın olmaması
olarak gösterme imkânı doğuracaktır.
ve bir ekonomik
fizibiliteden İsrail, GKRY, Yunanistan ve İtalya tarafından yapılacağı id-
yoksun olması dia edilen boru hattının akla yatkın olmaması vebir ekonomik
fizibiliteden yoksun olması nedeniyle maliyetlerinin yüksek
nedeniyle
olacağı aşikarârdır. Bunun haricinde karşılaşılacak bir başka
maliyetlerinin
problem ise projenin hedeflediği pazardır. Bu boru hattının he-
yüksek olacağı
def olarak belirlediği Avrupa ülkelerinde, özellikle Güneydo-
aşikarârdır. ğu Avrupa’da, yenilenebilir enerjiye ciddi miktarlarda yatırım
Bunun haricinde yapılmaktadır. Bu bölge, Güneydoğu Avrupa Enerji Topluluğu
karşılaşılacak bir projeleri çerçevesinde alternatif kaynaklarla enerji üretilmesi
başka problem düşünüldüğünden dolayı yapılan yatırımlarla doymuş durumda-
ise projenin dır. Diğer yandan, Türkiye ise enerjiyi her zaman tüketebilecek,
hedeflediği büyük ve gelişmekte olan bir pazardır. Ortaya atılan bu proje ile
pazardır. ilgili en büyük hata ise dünya doğal gaz piyasasındaki trendle-
ri takip etmemek, doğalgaz maliyetlerinin ABD’deki kaya gazı
faaliyetleri sebebiyle giderek ucuzladığı bir dönemde daha avan-
tajlı bir seçenek olan LNG’ye odaklanmak yerine boru hattını
tercih etmiş olmaktır.
Bu projeyle ilgili olarak dikkat edilmesi gereken önemli bir
konu ise Mısır’ın işin içinde olmamasıdır. Mısır, özellikle son
yıllarda yapılan keşiflerle hem İsrail’in hem de Rum kesiminin
önüne geçerek bu bölgedeki en önemli üretici konumuna gelmiş-
tir. İsrail’in dış politikasında ise son yıllarda ciddi tartışmaların
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 23

olduğu gözlemlenmektedir. BAE ve Suudi Arabistan gibi körfez


ülkelerine yönelik bir açılım yapan İsrail’in bu ülkelerle enerji iş
birliğini geliştirmesi düşünülürken bir anda Avrupa’ya yönelme-
si aslında kendi içinde çelişkili bir durum oluşturmaktadır. Gerek
İtalya’nın politikaları gerek Yunanistan’ın vizyonsuzluğu gerek-
se de İsrail’in herkese mavi boncuk dağıtma politikası, nereden
bakılırsa bakılsın hiçbir ekonomik temele dayanmamaktadır.
Buna rağmen ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun bizzat
katılımıyla bir imza töreni gerçekleştirilmesi ve AB’nin bu pro-
jeyi ortak bir proje olarak programına almış olması düşündürücü
konular olarak göze çarpmaktadır.
Bu noktada, enerji politikası ve ekonomik rasyonaliteden
yoksun olan bir projenin başka anlamlar taşıyabileceği akıllara
gelmektedir. Bahsi geçen boru hattı projesinin, jeopolitik taraf-
tan da değerlendirilmesi gerekmektedir. Güvenlik uzmanları, bu
tip boru hatlarını kritik enerji altyapısı olarak tanımlamaktadır.
Kritik enerji altyapıları da özel bir güvenlik tedbirine dayalı
olarak korunmaktadır. Projenin paydaşı olan ülkelerin bu boru
hattını kullanarak ve boru hattıyla ilgili özel bir güvenlik me-
kanizması düşünerek Türkiye’yi çevreleme politikası gündeme
getirmeyi amaçladıkları ihtimalini dikkate almak gerekmektedir.
Herkesin enerji maliyetlerini ucuza getirmek istediği bir
dünyada, ekonomik rasyonalitesi olmayan böylesine bir pro-
jenin özellikle bu yönünü Türkiye’nin etrafına daha çok anlat-
ması gerekmektedir. Aynı şekilde, bu açıdan son derece önemli
olarak değerlendirilen, KKTC ile yapılması planlanan ve yakın
zamanda basına yansıyan boru hattı projesinin hızlı bir şekilde
hayata geçirilip dünyaya gösterilmesi, Türkiye açısından son
derece faydalı olacaktır. Böylelikle Türkiye diğer ülkelere eko-
nomik olarak en az maliyetli transfer rotasının kendi toprakları
24 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Türkiye, LNG üzerinden geçtiğini gösterip bu ülkelere doğal gazı işbirliği içeri-
kapasitesini sinde değerlendirebilme mesajını verebilecektir. Diğer ülkelerin
arttırmak suretiyle özellikle LNG terminalleri vasıtasıyla yapacağı ticarete de odak-
diğer ülkelerden lanılmalıdır. Çeşitli çevreler tarafından dile getirilen geleceğin
LNG’de olduğu fikri dolayısıyla özellikle Doğu Akdeniz’deki
LNG alabilir
doğalgaz kaynakları geliştirilirken Türkiye de kendi LNG alt-
duruma geldiğinde
yapısını güçlendirmelidir. Şu ana kadar boru hattına çok fazla
Doğu Akdeniz’de
odaklanılmasına rağmen ve doğalgaz fiyatlarının da düşmekte
bir boru hattı olduğu bu ortamda Türkiye’nin LNG kapasitesini arttırmak su-
inşa edilmesine retiyle enerji portföyünü çeşitlendirmeye gitmesi, enerji altyapı-
yönelik cazibeyi sı açısından çok önemli bir fırsat olacaktır.
de kendi lehine
Türkiye, LNG kapasitesini arttırmak suretiyle diğer ülkeler-
çevirebilecektir.
den LNG alabilir duruma geldiğinde Doğu Akdeniz’de bir boru
hattı inşa edilmesine yönelik cazibeyi de kendi lehine çevirebi-
lecektir. Bir güvenlik stratejisi olarak, Türkiye LNG’ye ağırlık
verdiği ve kendi topraklarından geçen rotayı en ucuz alternatif
olarak ortaya koyduğu durumda diğer aktörlerin rasyonel olma-
yan projelerini zayıflatma şansına sahip olacaktır. Bu bağlamda,
Türkiye, her zaman iki dili aynı anda kullanması gereken bir ko-
numda bulunmaktadır. Türkiye’nin hem kendisinin hem de KK-
TC’nin hak ve menfaatlerini hukukî bakımdan ve sahada faaliyet
hâlinde olarak koruyup bu konudaki ciddiyetini ve kararlılığını
sürekli olarak teyit etmesi çok önemli bir konudur. Bununla eş
zamanlı olarak, Türkiye, bölgedeki enerji problematiğini Türki-
ye’nin enerji merkezi olacağı bir model ve diplomatik çözümle
ele almalı, dolayısıyla Türkiye’nin bölgedeki enerji kaynakla-
rının uluslararası pazarlara ulaştırılmasının daha etkili olabile-
ceğini ve özellikle Türkiye’deki doğalgaz pazarının daha cazip
ve bölgedeki üreticiler için en yakın yükselen piyasa olduğunu
vurgulayarak bu fikri uluslararası konferanslarla, yayınlarla ve
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 25

bölge ülkelerindeki konjonktürel kişilerin de Türkiye’ye davet Doğu Akdeniz’de


edilmesi suretiyle bir iletişim stratejisi geliştirmesi gerekmek- enerji politikaları
tedir. Bu bağlamda ayrıca Türkiye, ülkedeki akademisyen ve bağlamında
uzmanların da dikkatleriyle bu konunun özellikle ekonomik bo- küresel enerji
yutunu vurgulaması gerekmektedir. İngilizce ve Fransızca gibi talebindeki
Avrupa dillerinde değişik uzmanlar tarafından çalışmalar yapı-
tarihsel dönüşüm
larak ilgili çevrelere en doğru bilgiler anlatılmalıdır. Böyle bir
de dikkatle
dil kullandığı zaman Türkiye, hem bölgede çözümün bir parçası
incelenmelidir.
olacak hem de haklarından taviz vermeyecek bir aktör konumu-
na ulaşabilecektir.
Doğu Akdeniz’de enerji politikaları bağlamında küresel
enerji talebindeki tarihsel dönüşüm de dikkatle incelenmelidir.
Küresel enerji talebine tarihsel olarak bakıldığında fosil kaynak-
lara yönelik talebin giderek düştüğü ve bilindiği üzere alternatif
enerji kaynaklarına olan talebin yükseldiği görülmektedir. Bu
noktada, farklı yakıtlardaki ve yeni teknolojilerdeki dönüşüm
sürecinde kömür ve petrol talebine yönelik düşüş olmasına kar-
şılık enerji literatüründe geçiş veya enerjide dönüşüm olarak ad-
landırılan bu süreçte özellikle doğalgaza yönelik talebin devam
ettiği göze çarpmaktadır. Küresel iklim değişikliğinden dolayı
artan kaygılar ve AB’nin karbondioksit salınımlarını azaltması
nedeniyle doğalgaz bu geçiş döneminde önemini sürdürmekte-
dir. Doğalgazın önemini sürdürmesine neden olan devletin diğer
önemli görevlerinden biri enerji güvenliği noktasında düzenli,
altyapı anlamında da kesintisiz enerji arzını sağlaması ve düzen-
lemesini sağlayan bir enerji kaynağı olmasıdır. Bu anlamda, ye-
nilenebilir kaynaklar bir ülkenin özellikle elektrik dağıtımında
iniş çıkışlara neden olabildiği için düzenli bir enerji arz kayna-
ğının sistemde bulunması gerekmektedir. Mevcut durumda ise
düzenli enerji arzı kömür, nükleer ya da doğalgazdan sağlanabil-
26 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

İlerleyen mektedir. Nükleer konusunda, sorular ve kömür tüketimini azalt-


dönemlerde ma isteği nedeniyle doğalgaz bu geçiş döneminde önem taşımayı
gerçekleşmesi sürdürmektedir.
beklenen Bugün yaklaşık olarak 1.5 milyar ton petrole denk gelen
düşük doğalgaz küresel enerji talebinin 2040 yılına gelindiğinde 14.3 trilyon
fiyatlarıyla birlikte ton petrole denk gelen bir enerji talebine dönüşeceği öngörül-
doğalgazın elektrik mektedir. Sürekli bir rekabete neden olacak bu durumun, Doğu
üretimindeki Akdeniz’deki aktörlere ve bu aktörlerin bahsedilen dönüşüm sü-
rolünün gelecekte recindeki değişimlerine yansımaları olacaktır. 2000 yılında küre-
de önemini sel enerji talebinin yüzde 40’ının Avrupa ve Kuzey Amerika’da,
yüzde 20’sinin de özellikle ekonomik büyümelerindeki göreceli
koruyacağı
hızdan dolayı Asya kıtasındaki kalkınmakta olan ülkelerde ol-
düşünülmektedir.
duğu görülmektedir. 2040 yılına gelindiğinde ise mevcut pro-
jeksiyonla bu küresel enerji talebinin tam tersi bir şekil alacağı,
yani yüzde 40’nın Asya kıtasındaki kalkınmakta olan ülkelerde
yüzde 20’sinin ise Avrupa ve Kuzey Amerika’da olacağı hesap-
lanmaktadır. Asya’da artacak olan doğalgaz talebiyle birlikte bu
bölgedeki LNG pazarında da büyüme olacağı beklenmektedir.
Daha önce fosil kaynaklarıyla sağlanan enerji talebinin tek-
nolojik dönüşümle elektrik üzerinden sağlanması olarak tanım-
lanan, uluslararası literatürde “electrification” olarak bilinen
elektrikleştirme, akılda tutulması gereken bir kavramdır. Elekt-
rikleştirme kavramıyla açıklanan bu yapısal dönüşümün bazı so-
nuçları söz konusudur. Öncelikle petrole yönelik biraz azalarak
da olsa devam eden talebe karşılık elektriğe olan ihtiyacın çok
ciddi bir şekilde arttığı görülmektedir. İlerleyen dönemlerde ger-
çekleşmesi beklenen düşük doğalgaz fiyatlarıyla birlikte doğal-
gazın elektrik üretimdeki rolünün gelecekte de önemini koruya-
cağı düşünülmektedir.
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 27

Doğu Akdeniz konusuna bakıldığında ise bölgesel enerji dö-


nüşümünde ya da bölgesel işbirliği mekanizmalarında 3 farklı
öngörüde bulunulabilmektedir. İlk öngörüye göre, ticarî ve eko-
nomik çıkarların bölgesel işbirliğini artırması; bununla beraber
dış politikada kıyıdaş devletleri ortak hareket etmeye teşvik et-
mesi; artan devletler arası koordinasyonun ve kurumsallaşma
sonucunda ise gerekli hukukî normların ve yasal düzenlemelerin
etkisiyle bölgesel iş birliğinin artması beklenebilmektedir. Hâl-
buki son 10 sene içinde, 2009 yılında yapılan ilk keşiften bu yana
deniz yetki alanlarının sınırlandırılması temelinde bölge aktörle-
ri olan devletler arasında artan bir ayrışma görülmektedir. BM
Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin, adaların durumunu belirleyen
121. maddesi kıyıdaş devletler tarafından siyasî çıkarlar doğrul-
tusunda manipüle edilmektedir. Dolayısıyla, var olan ekonomik
çıkarlara ve ortak hareket etme ihtiyacına rağmen bu öngörünün
gerçekleşmediği görülmektedir.
Bir ikinci öngörü ise akademik kuramlar doğrultusunda dev-
let davranışları ve bölgesel işbirliği oluşturma çabalarının güç
ekseninde gerçekleşeceğini temel almaktadır. Bu öngörüde, ta-
rafların güç yeterlilikleri doğrultusunda birbirlerine etkileri in-
celenmekte ve her bir devletin güvenlik marjının arttığı sürece
bölgesel iş birliğinin artması veya bölgede işbirliği sürecinde
öncü bir güçlü devletin politikasına diğer devletlerin eklenmesi
beklenmektedir.
Bir başka senaryoya göre de kıyıdaş devletlerin bir araya ge-
lerek bölgede faaliyetleri artan veya güvenlik tehdit algısı yara-
tabilecek ABD; Rusya veya Çin gibi büyük güçlere karşı denge
oluşturma yönünde çaba harcayacağı beklenmektedir. Ancak son
10 yıl içerisinde yapılan analizlerde böyle bir denge oluşturma
çabası gözlemlenmemektedir. Bu senaryoya aykırı bir şekilde
devletlerin tek taraflı artan hareketleri göze çarpmaktadır. Fransa
28 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Mavi Vatan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un basına da yansıyan NA-


Tatbikatı bölgesel TO’nun “Beyin ölümü gerçekleşti.” gibi ifadelerinden de anla-
aktörlere şılacağı üzere NATO içinde bir ayrışmanın olduğu ve ABD’nin
Türkiye’nin askerî NATO içindeki etkisinin azaldığından da söz edilebilmektedir.
gücünü yansıtması Kaya gazı teknolojisinin gelişmesiyle aslında ABD’nin
açısından hem LNG’sinin Avrupa pazarlarına ihraç edilecek olması, Doğu Ak-
askerî hem de deniz’de çıkabilecek potansiyel gazın nereye transfer edileceği
diplomatik sorusunu akıllara getirmektedir. Türkiye ve AB gibi ideal ve ya-
bir mesaj kın olan pazarlara giden mevcut birtakım boru hatlarının varlığı,
niteliğindedir. yine bu pazarlara ABD tarafından başlayan LNG ihracatı, Doğu
Akdeniz gazının hangi pazara ihraç edileceği sorusunu jeopolitik
iş birliği mekanizmaları bağlamında yeniden düşünmeyi gerekli
kılmaktadır.
Suriye’de askerî varlığını arttıran, askerî gemilerinin liman-
larını kullanması için GKRY ile anlaşma yapan Rusya, Çin ile
birlikte 2015 yılının Mayıs ayında 10 gün boyunca Doğu Akde-
niz bölgesinde askerî tatbikat yapmıştır. Yine Rusya, 2018 yı-
lının Ağustos ayında tek başına çok kapsamlı olarak ve gövde
gösterisi niteliğinde, stratejik silahlarla yüklü 25 savaş gemisiyle
bir başka deniz tatbikatı daha icra etmiştir.
Türkiye ise bölgedeki kararlılığını ve kıta sahanlığındaki
haklarını vurgulamak amacıyla 2019 yılının Mart ayında Mavi
Vatan Tatbikatı’nı yaparak bölgedeki tüm oyunculara gayet ye-
rinde bir cevap vermiştir. Mavi Vatan Askerî Tatbikatı’nın bir
başka özelliği de aynı anda bölgedeki üç denizde birden yürü-
tülmüş olmasıdır. Bu anlamda, Mavi Vatan Tatbikatı bölgesel
aktörlere Türkiye’nin askerî gücünü yansıtması açısından hem
askerî hem de diplomatik bir mesaj niteliğindedir.
Bölgedeki enerji kaynaklarının kıyıdaş ülkeler arasında iş
birliğini geliştirmesi beklenirken, Doğu Akdeniz’de tek taraflı
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 29

ve güvenlik ekseninde ayrışmalar gözlemlenmektedir. Bunun


sonucu olarak da bölgede birtakım gayrîresmî ittifaklar oluş-
maktadır. Sonuç olarak, bir başka kuramsal analizde, aktörler ta-
rafından paylaşılan kimlik ve politik kültür etkenlerini bir araya
getiren güvenlik kültürünün bölgesel iş birliği mekanizmalarını
açıklayan önemli bir faktör olduğu söylenebilir. Güvenlik kül-
türü, özellikle dış politikada devlet davranışlarının siyasî elitler
ve liderlerin söylemleri üzerinden okunması şeklinde tanımla-
nabilmektedir. Burada liderlerin dünya görüşlerindeki ayrışma,
bölgesel anlaşmazlıklar ve dünya politikasında gözlemlenen dö-
nüşüm; enerji pazarındaki yapısal değişimler çerçevesinde as-
lında devletleri de yapısal olarak sınırlayan etkilerin etkileşimi
şeklinde yorumlanabilir.Bu politik kültürü şekillendiren lider
söylemleri, iç siyasette de meşruiyet arayışında farklı sosyal
güçler tarafından destek beklentisi doğurmaktadır. İsrail-GKRY
yakınlaşması ve Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin S. Arabistan ve
İsrail’in desteğiyle rejimini konsolide etme süreci buna örnek
olarak gösterilebilmektedir. Aynı şekilde, Mısır’ın LNG termi-
nallerini inşa etme süreci sonucunda gelişen ve şu an tek gayrî-
resmî kurumsallaşma olarak 18 Ocak 2015’te ilan edilen Doğu
Akdeniz Gaz Forumu göze çarpmaktadır. Bu foruma katılan ülke
ve enerji şirketlerinin çıkarlarının da bu çerçevede düşünülmesi
gerekmektedir.
Arap-İsrail uyuşmazlığının tarihsel dönüşümü de bölgesel je-
opolitik açısından değerlendirilmelidir. Özellikle 2006 Lübnan
Savaşı ve 2010 Arap Baharı sonrası süreçte gizli bir diplomasiy-
le yürütülen İsrail-S. Arabistan ikili ilişkilerinin, alenî bir şekil-
de kamuyla paylaşılması ve S. Arabistan önderliğinde birtakım
körfez ülkelerinin İsrail ile bölgede gayrîresmî bir ittifak içinde
hareket etmesi de Türkiye’nin bu bölgedeki çıkarlarını savunma-
da işini güçleştirebilecek bir süreçtir.
30 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Uluslararası Birbirinden kesin çizgilerle ayrılması mümkün olmamakla


Enerji Ajansı birlikte bir güvenlik mekanizmasının oluşturulması için, ekono-
tarafından yapılan mik anlamda beklenen getiri, güç hesaplamaları ve paylaşılan
tanımda ise enerji değerler sistemi olmak üzere üç farklı faktör bulunmaktadır.
Bölgesel iş birliği mekanizmalarında enerji pazarının gelişmesi
güvenliği kavramı
için gerekli olan finans, güvenlik ve alt yapının birlikte düşü-
sürdürülebilir
nülmesi gerekmektedir. Ortak hareket etmek için gereken, üstün
arz ve fiyatla
teknoloji ve finans isteyen altyapı yatırımları konusunda yeterli
ilişkilendirilirken tecrübenin olmaması nedeniyle bölgedeki birçok kıyıdaş devlet
enerji arzındaki çok uluslu şirketlerle iş birliği yapma ihtiyacı hissetmektedir.
kesinti ve yüksek
Doğu Akdeniz bölgesinde hidrokarbon rezervleri kapsamın-
fiyatların sebep
da meydana gelen gelişmelerin dış politika ve enerji güvenliğini
olduğu refah
etkilediği önemli ülkelerden bir tanesi de Ürdün’dür. Enerji gü-
kaybına da
venliği oldukça tartışmaya açık bir kavramdır. Farklı ülkelerin
değinilmektedir. içinde bulundukları duruma ve zamana göre değişiklik göster-
mesi dolayısıyla oldukça bağlamsal olan enerji güvenliği kav-
ramıyla ilgili olarak uluslararası literatürde 80’den fazla tanım
bulunmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yapılan ta-
nımda ise enerji güvenliği kavramı sürdürülebilir arz ve fiyatla
ilişkilendirilirken enerji arzındaki kesinti ve yüksek fiyatların
sebep olduğu refah kaybına da değinilmektedir.
Enerji güvenliği meselesi, 1973 yılındaki Arap petrol ambar-
gosuyla birlikte yeni bir siyasî boyut kazanmıştır. Bu ambargoy-
la birlikte ilk defa petrol siyasî bir silah olarak kullanılmıştır.
Ayrıca 2005-2010 yılları arasında ise Rusya ve Ukrayna arasında
doğalgaz konusunda anlaşmazlık yaşanmıştır. Bu anlaşmazlık,
özellikle AB’ye enerji güvenliği için hukukî zemin oluşturan bir
anlaşma olsa da bunun enerji akışını sağlayan geçerli bir garanti
olmadığını göstermiştir. Bu iki uluslararası kriz mevcut anar-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 31

şik yapıda olan çok kutuplu dünya sisteminde verimli, akıllı ve Enerji güvenliği
uyarlanabilir bir enerji sektörü geliştirmenin hiçbir ülke için ko- meselesi,
lay olmayacağını göstermiştir. 1973 yılındaki
Enerji güvenliği kavramı, esas olarak Irak Savaşı ve Rusya Arap petrol
ile Ukrayna arasındaki anlaşmazlık nedeniyle son 20 yılda daha ambargosuyla
da önem kazanmıştır. Bu durum, son yıllarda artış gösteren ener- birlikte yeni
ji güvenliğiyle ilgili olarak hayli sayıda yayınlanmış araştırma- bir siyasî boyut
larda da görülmektedir. Enerji güvenliği alanında yapılan çalış- kazanmıştır.
malarda genel olarak ya farklı ülkelerin performansları hakkında
karşılaştırmalar yapılmakta ya da herhangi bir ülkenin enerji
güvenliği noktasında sergilediği performansın zaman içerisinde
gösterdiği değişim değerlendirilmektedir. Ürdün hakkında yapı-
lan çalışmalarda ise yıllar içerisinde meydana gelen değişim ve
enerji sektörünün gelişimi hakkında yapılan çalışmalar ön plana
çıkmaktadır.
Ürdün net olarak enerji ithalatçısı durumunda olan bir ülke-
dir. Ürdün, enerji talebinin büyük çoğunluğunu, yurt dışından
ithal etmek suretiyle karşılamaktadır. Ülkedeki yerel enerji kay-
naklarının toplam enerji tüketimindeki oranı 2008 yılında yüzde
3’ten 2018 yılında yüzde 8’e ulaşmış olsa bile bu hâlâ düşük bir
seviye olarak göze çarpmaktadır. Enerji talebi giderek artmakta
olan Ürdün’de bazı yıllarda talep artışının yüzde 10’a ulaştığı gö-
rülmektedir. Jeopolitik konumu nedeniyle enerji ihracatçısı ülke-
lere yakın olması, Ürdün’e zengin enerji kaynaklarına ulaşmak
için fırsat sağlarken çatışma noktalarının ortasında bulunması ise
ülkenin enerji güvenliğini sorgulanabilir hâle getirmektedir.
2000 ve 2016 yılları arasında iki büyük çatışma Ürdün enerji
sektörü üzerinde büyük etki yaratmıştır. Bu çatışmalardan birin-
cisi 2011 yılında yaşanan Mısır’daki devrimdir. 2010 yılı sonu-
na kadar Ürdün’ün ürettiği elektriğin yüzde 80’i Arap Gaz Boru
32 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Hattı üzerinden ithal edilen Mısır doğalgazından sağlanıyordu.


Mısır Devrimi’nden sonra bu boru hattının birçok kez bombalan-
masıyla Ürdün, tek doğalgaz tedarikçisini de kaybetmiştir. Ür-
dün enerji sektörünü etkileyen bir başka çatışma da Suriye’deki
iç savaştır. Ürdün kendi topraklarında 1.4 milyon Suriyeli’ye ev
sahipliği yapmakta ve bu durum ülkedeki enerji talebinin daha
da büyümesine neden olmaktadır.
Elektrik sistemi, enerji güvenliğinin hayatî bir parçası ola-
rak görüldüğünden, yapılan araştırmalarda Ürdün’deki elektrik
sistemi üzerine yoğunlaşılmaktadır. Ürdün’de, tüketilen akarya-
kıtın yüzde 40’tan fazlası elektrik üretiminde kullanılmaktadır.
Son yıllarda bölgede meydana gelen çatışmalar Ürdün’ün en çok
elektrik sektörünü etkilemiştir. Elektrik sektörünün istikrarı ve
sürekliliği için enerji talebinin doğru tahmin edilmesi oldukça
önemlidir. Enerji üretim sektörünün sürekliliği ve esnekliğini
sağlamak için yenilenebilir enerji kaynaklarının oranı arttırıl-
malıdır. Ayrıca, özel sektörle yapılan işbirliği elektrik sektörü-
nün esnekliğini daha da kuvvetlendirecektir. Üretimde yakıtlar
için güvenlik payı olan çok yakıtlı enerji santralleri kullanmak
ve stoklarda yeterli miktarda yedek parça bulundurmak sistemin
esnekliğini arttıracaktır.
Ürdün enerji sektörünün güvenliğini ölçmek için, çeşitli
endeks ve göstergeler kullanılmaktadır. Bu parametrelere göre
2010 ve 2016 arasında Ürdün elektrik sektöründeki doğalgaz te-
darikçi sayısı, elektrik üretimi için kullanılan akaryakıt miktarı,
yerli akaryakıt oranı, yenilenebilir enerjinin payı ve stratejik de-
polama kapasitesi artarken, iletim kesintilerinin süresi ve terör
saldırıları azalmıştır. Bölgesel entegrasyonun arttığı da gözlem-
lenmektedir. Şu anda Türkiye ve Ürdün’ün elektrik sistemleri
arasında Suriye üzerinden bağlantı mevcuttur. Libya, Mısır, Irak,
Ürdün, Filistin, Suriye, Lübnan ve Türkiye birbirine bağlantılı
durumdadır.
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 33

Doğu Akdeniz’deki gaz keşifleriyle birlikte Ürdün kamuo- Doğu Akdeniz’deki


yunda “düşman gazı anlaşması” olarak bilinen bir konu gündeme gaz keşifleriyle
gelmiştir. 2010 yılında Filistin açıklarındaki Leviathan sahasın- birlikte Ürdün
da gaz keşfettiğini açıklayan Nobel Enerji firması, gazın çıka- kamuoyunda
rılıp ihraç edilmesi için gereken altyapı maliyetinin ekonomik “düşman gazı
olarak uygun olmaması nedeniyle bu gazı satın alacak müşteri
anlaşması” olarak
bulamamıştır. Aynı dönemde Ürdün ise Akabe’de LNG terminali
bilinen bir konu
inşa ederek ithalat ve ihracat için uluslararası enerji piyasasına
gündeme gelmiştir.
erişim sağlamıştır. Bu dönemde Obama yönetimi bir gaz anlaş-
ması yapılması için Nobel Enerji ile Ürdün hükûmeti arasında
aracılık rolü üstlenmiştir. Bu anlaşmanın, entegrasyonu hızlan-
dırarak bölgesel barış ve istikrara hizmet edeceği iddia edilmiş-
tir. Anlaşmanın imzalanmasından sonra Ürdün kamuoyundan
itirazlar yükselirken, birçok uzman Ürdün’ü bu anlaşmanın dış
politika ve özellikle Filistin sorunu üzerine sonuçları konusunda
uyarmıştır.
Uluslararası bağlamda Filistin meselesi, Ürdün için oldukça
kritiktir çünkü son yıllarda birçok uzman Ürdün’ü Filistinliler
için alternatif bir vatan olarak değerlendirmektedir. Bu durum
Ürdün için bir tehdit unsurudur. Birçok Arap yönetimi uluslara-
rası meşruiyet kazanmak veya kendi ülkelerindeki insan hakları
problemlerine uluslararası toplumun gözünü yummasını sağ-
lamak için Filistin yönetimine olan desteğini çekmiştir. Trump
yönetiminin Kudüs ve Batı Şeria hakkında almış olduğu kararlar
Ürdün’ü oldukça zor bir duruma sokmuştur. Hükûmetin Noble
Enerji firmasıyla imzaladığı bu anlaşma sonrasında Ürdün, Arap
ayaklanmalarında görülen en büyük gösteriye sahne olmuştur.
Yüz binlerce Ürdünlü sokaklara çıkıp bu anlaşmaya yönelik öf-
kelerini dile getirmiştir.Milyonlarca Ürdünlü, Facebook profil
resimlerini “Düşman gazı işgaldir.” yazan fotoğraflarla değişti-
rerek düşüncelerini beyan etmiştir. Ülkede bu gaz anlaşmasına
karşı birçok kampanya düzenlenmektedir.
34 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Mevsim koşulları Ekonomi ve enerji bağlamında özellikle son dönemde Doğu


ve enerji fiyatlarına Akdeniz’deki enerji kaynakları büyük tartışmalara neden olmak-
göre değişiklik tadır. Ancak, Doğu Akdeniz’de çok büyük miktarda bir enerji re-
göstermek zervi henüz keşfedilmemiştir. Bugüne kadar ispat edilen ve tah-
min edilen rezervler de bunu göstermektedir. Doğu Akdeniz’de
suretiyle, doğalgaz
ispat edilen rezervler dünyadaki toplam doğalgaz rezervlerinin
da dâhil olmak
yüzde 2’sinden, tahmin edilen rezervler ise en iyi tahminlere
üzere, Türkiye’nin
göre bile dünyadaki toplam doğalgaz rezervlerinin yüzde 10’un-
yıllık enerji ithalatı dan daha az olmasına rağmen Doğu Akdeniz bağlamında, olduk-
30 ila 50 milyar ça önemli tartışmaların yapıldığına tanık olunmaktadır.
dolar arasında
Mevsim koşulları ve enerji fiyatlarına göre değişiklik göster-
değişmektedir.
mek suretiyle, doğalgaz da dâhil olmak üzere, Türkiye’nin yıl-
lık enerji ithalatı 30 ila 50 milyar dolar arasında değişmektedir.
Tıpkı Türkiye gibi Doğu Akdeniz’deki Mısır, Lübnan, İsrail ve
Suriye de her yıl bu enerji ithalatını yapmaktadır. Özellikle iç
savaşın başlamasıyla beraber Suriye’de bambaşka bir tablo or-
taya çıkmıştır. 2011 yılında başlayan hükûmet karşıtı gösteriler
ve 2014 yılında DAEŞ’ın iç savaşta sahneye çıkması nedeniy-
le resmî verilere göre Suriye’de petrol üretimi durma noktasına
gelmiştir. Ancak bölgedeki gayrîresmî petrol ticareti gerçeğinin
unutulmaması gerekmektedir çünkü bölgedeki terör örgütlerinin
birincil finans kaynaklarını kendilerine müsaade edilen gayrî-
resmî petrol ticareti oluşturmaktadır. Bölgedeki çeşitli devletler
arasındaki ikili ilişkilerin belirleyici unsur olması sebebiyle eko-
nomik olmanın ve fizibilitenin ötesine geçerek boru hatlarının
mesafelerini uzatmak suretiyle bazı ülkelerin etrafından dolaşı-
larak enerji projeleri gerçekleştirmek zorunluluğuyla karşılaşıla-
bilmektedir.
Bu olumsuzlukların haricinde, şu an Doğu Akdeniz’de mey-
dana gelen gerginlik ve sorunlar Türkiye’yi ihmal ettiği bir alan
olan denizlere geri döndürmüştür. Deniz kuvvetlerinin güçlendi-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 35

rilmesi, Doğu Akdeniz’in yanı sıra Ege Denizi ve Karadeniz’de


de eş zamanlı olarak Mavi Vatan Tatbikatı yapma gücü açısından
bakıldığında Türkiye’nin uzun süredir ihmal ettiği bir konsept
olan denizlere döndüğü görülmektedir. Türkiye yıllardan beri
PKK terörü nedeniyle Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki gü-
venlik konularına odaklanmıştır. Türkiye’nin 1984 Eruh baskı-
nından bu yana PKK ile mücadele ve genel olarak terörle müca-
dele için yapmış olduğu harcamaların 300 ila 500 milyar dolar
arasında olduğu, hatta bu harcamaların dış etkenleri de hesap
edildiğinde Türkiye’nin şu andaki gayrisafi millî hasılasından
daha yüksek bir miktarı 40 yıldır terörle mücadeleye aktarmış
olduğu ifade edilmektedir. Karadaki güvenlik sorunları nede-
niyle denizlerden uzaklaşan Türkiye, Doğu Akdeniz meselesiyle
birlikte denizlere geri dönmüştür.
Denize kıyısı olan ülkeler, kıyılarının uzunluğu kapsamında
denizdeki münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı tartışma-
larına girebilmektedir. İsrail ise 1948’den bu yana Gazze Şeridi
haricinde Filistin’i tamamen Doğu Akdeniz’den uzaklaştıracak
bir strateji takip etmektedir. İsrail, Filistin topraklarını işgal et-
mek suretiyle başta Tamar olmak üzere aslında Filistin’in kulla-
nabileceği alanlarda gaz keşfi ve çıkartma çalışmaları yapmak-
tadır. Eğer Filistin toprakları, İsrail tarafından bu strateji sonucu
işgal edilmemiş olsaydı bu enerji kaynaklarıyla maddî olarak
güçlenecek olan Filistin, kendini ifade etme gücüne erişecek,
dolayısıyla İsrail Filistin arasında ilişkilerin nasıl gelişebileceği
sorusu günümüzden daha farklı şekilde cevap bulmuş olacaktı.
Doğu Akdeniz’deki Zohr alanında 2015 yılında yapılan ke-
şifte ilk olarak 2.5 trilyon metreküp doğalgaz olduğu tahmin
edilmiş, yalnız bu tahminin gerçek olmadığı ve ispatlanan re-
zervin 850 milyar metreküpte kaldığı görülmüştür. Doğu Ak-
36 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Yapılan deniz’de ne kadar doğalgaz ve petrol olduğu konusunda tahmin


araştırmalara göre edilen rakamla ispat edilen rakam ayrımı iyi yapılmalıdır. Yapı-
Doğu Akdeniz’de lan araştırmalara göre Doğu Akdeniz’de yüzde 95 olasılıkla 3
yüzde 95 olasılıkla arama sahasının toplamında 483 milyon varil; yüzde 5 olasılık-
la ise 3.7 milyar varil petrol olabileceği hesaplanmaktadır. Bu
3 arama sahasının
hesaplamaların ortalaması ise 1.4 milyar varildir. Aynı bölgede
toplamında 483
doğalgaz rezervi tahminlerine bakıldığında ise yüzde 95 olasıkla
milyon varil; yüzde
1.4 trilyon metreküp; ortalama olarak ise 3.6 trilyon metreküp
5 olasılıkla ise gaz olabileceği tahmin edilmektedir. Dolayısıyla, en yüksek tah-
3.7 milyar varil minler baz alınsa bile Doğu Akdeniz’de dünya enerji dengelerini
petrol olabileceği değiştirecek bir doğalgaz veya petrol rezervi bulunmamaktadır.
hesaplanmaktadır.
Doğu Akdeniz’de dünya enerji piyasalarını derinden etkile-
yecek büyüklükte doğalgaz veya petrol rezervi bulunmamasına
rağmen, son zamanlarda bu bölgede yeni gelişmeler görülmekte,
bunun nedenini anlamak ise önem arz etmektedir. Ayrıca dünya
enerji dengelerini değiştirecek bir doğalgaz veya petrol keşfinin
yapıldığı ama bunun gizlendiği gibi şehir efsaneleri de zaman
zaman gündeme gelmektedir. Oysaki, günümüz dünyasında
böylesine büyük bir keşfin uzun bir süre saklanması mümkün
değildir. Bölgedeki bu gelişmelerin nedenleri tespit edilmelidir.
Bu konu bütün olarak tüm Akdeniz’i kapsayacak şekilde jeopo-
litik bağlamda değerlendirilmelidir. Bu topraklar aslında dünya-
nın kalbinin attığı yer diye nitelenebilecek, Akad ve Asur gibi
tarihî imparatorluklardan başlayarak, İsrail’in de içinde bulun-
duğu Lübnan’ı, Suriye’yi, bugünkü Türkiye’nin güvenli bölge
hâline getirmeye çalıştığı İdlip ve Afrin’i de kapsayan, Türki-
ye’nin doğu ve güneydoğusunu, Fırat ve Dicle’yi içine alarak
Basra Körfezi’ne kadar inen, bereketli hilal diye tarihî kayıtlarda
belirtilen ve gıda örgütlerinin tahminlerine göre tüm dünyayı
besleyecek gıdanın üretilebileceği söylenen kıymetli topraklar-
dır. Tarihî, jeopolitik ve gıda güvenliği açısından taşıdığı önem
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 37

haricinde yine bu topraklarda bulunan Lazkiye Limanı, aslında Bölgede küresel


İpek Yolu’nun üzerinde bulunan ve özellikle denizlerin ticarette enerji jeopolitiğini
sık kullanılmaya başladığı dönemden itibaren kıymetli bir ticaret bütünüyle
rotası hâline gelmiş stratejik bir limandır. değiştirecek
Bölgede son dönemde kıyıdaş ülkelerin bir araya gelip ulus- bir rezerv
lararası hukuk kapsamında münhasır ekonomik alan tespitinin bulunmamış olsa
yapılarak paylaşımın tamamlandığı tek yer, Hazar Denizi’dir. da Türkiye, arama
Bir toplantı serisi neticesinde Hazar Denizi’ne kıyısı olan 5 ülke faaliyetini devam
bir araya gelmiş ve bir anlaşma imzalamıştır. Bu planın bir ben- ettirmelidir.
zerinin Doğu Akdeniz’de hayata geçirilmesi için Türkiye, Suri-
ye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, GKRY ve KKTC’nin bir araya
gelerek aynı masaya oturması gerekmektedir. Böyle bir seçene-
ğin gerçekleştirilmesi çok da olası gözükmemektedir. Belki de
Doğu Akdeniz’deki bütün bu gelişen dinamiklerle bu kıyıdaş
ülkelerin bir araya gelmemesinin kurgulanmış olabileceği de dü-
şünülmelidir.
Bölgede küresel enerji jeopolitiğini bütünüyle değiştirecek
bir rezerv bulunmamış olsa da Türkiye, arama faaliyetini devam
ettirmelidir. Bu aynı zamanda devlet egemenliğinin gösterilme-
si ve algı oluşturulması bakımından da son derece önemlidir.
Türkiye, KKTC konusunda asla geri adım atmamalıdır. Dönem
dönem KKTC’den gelen çok talihsiz açıklamalara karşın Tür-
kiye tarafının, son derece sakin, devlet aklı ve stratejik zekâyla
konuya yaklaştığı görülmektedir. Bölgedeki gelişmeler bir oldu
bitti çabasını da beraberinde getirmektedir. Bölgede çok ciddi
miktarda rezerv bulunduğu iddiasıyla Türkiye’yi panik havasına
sokarak aceleyle bir karar aldırmak akılcı değildir. Türkiye’nin
sakin olması ve sakin kalmaya devam etmesi stratejik zekâsının
bir ürünüdür. Bu da takdir edilmesi gereken bir konudur. Ayrıca
Türkiye’nin Libya’da elde etmiş olduğu koz, Türkiye’nin konu-
38 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

mu güçlendirmektedir. Doğu Akdeniz’de iddia edildiği gibi bir


rezerv varsa ve bu değerlendirebilir bir rezerv ise, ticarîleşmesi
noktasında Türkiye olmadan hiçbir alternatife izin verilmemeli-
dir. Aksine bir durum, Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesinden
bypass edilmesi demektir. Bölgeden bypass edilmesi ise Türki-
ye’nin hem kendi güvenliğini, hem sınır güvenliği, hem ekonomi
güvenliğini, hem enerji arz güvenliğini, hem de bütün bunların
toplamında ulusal güvenliğini tehdit eden bir hâl alabilecektir.
Artık enerjide önemli olan konu, arz güvenliği değildir çünkü
bütün ülkeler petrol boru hatları, doğalgaz boru hatları, LNG ter-
minalleri ve nükleer gibi seçeneklerle bir şekilde arz güvenliğini
sağlamaktadır. Enerjide artık bundan sonra konuşulacak önemli,
bir diğer konu fiyat güvenliğidir. ABD’nin ihracatçı bir oyun-
cu olarak sürece dâhil olmasıyla birlikte doğalgaz fiyatları bir
süredir düşmektedir. Fiyatı belirleyen ülke olma pozisyonu, son
derece önemlidir. Bir ürünün fiyatını koyabilmek için o ürünün
kendi topraklarınızdan çıkması veya yetişmesi gerekmemekte-
dir. Dünyada altının fiyatını Londra belirlemektedir ama Lond-
ra’da böyle bir altın bulunmamaktadır. Aynı şekilde, kakao Afri-
ka’da üretiliyor olmasına rağmen kakao borsası Chicago’dadır.
Dolayısıyla, enerji nakil hatları projeleriyle bir geçiş rotasından
daha ziyade teknik olarak “trading hub” olarak adlandırılan yani
ticarî olarak fiyatın konulduğu bir konuma gelmek Türkiye’nin
hem dış politika hem de ulusal politikasının mutlaka önemli bir
unsuru olarak değerlendirilmelidir.
Devlet ve Düzen Sorunu
Doğu Akdeniz bölgesi, son dönemde sıkça tartışılan enerji po- Özellikle son
litikalarının ötesinde, aktörlerin küresel boyutta etki alanına sa- yıllarda enerji
hip olduğu ve bölge devletleri arasında önemli çıkar çatışmala- çıkarlarına yönelik
rının yaşandığı bir konu başlığı olmasının yanında köklü tarihî uluslararası
geçmişiyle de medeniyetlerin beşiği olarak kabul edilmektedir. politikalarda
Özellikle son yıllarda enerji çıkarlarına yönelik uluslararası po-
adı sıkça
litikalarda adı sıkça duyulan bölge, esasında “mavi derinliklerin-
duyulan bölge,
de” birçok konu başlığını barındırmaktadır. Bu kapsamda, Doğu
esasında “mavi
Akdeniz bölgesi politikalarında buz dağının görünen yüzünde
derinliklerinde”
proaktif enerji stratejileri dikkat çekerken, ikinci planda yer alan
bölgesel sorunlar, aktörlerin rasyonel politika üretme süreçle-
birçok konu
rinde zorlandığı ve kaçındığı alanları işaret etmektedir. Bölge başlığını
devletlerinin başarısız konuma getirilmesi, karşılıklı çıkarlara barındırmaktadır.
dayanan anlaşmaların sonucunda güç dengesinin bozulması,
Arap Halk Hareketlerinin ardından, tabiri caizse Akdeniz’in göç
mezarlığına dönmesi, Doğu Akdeniz bölgesinin görünmeyen
veya görünmekten kaçınılan kısmını oluşturmaktadır. Bu kap-
samda Doğu Akdeniz bölgesine dair çalışmalarda buzdağının
alt kısmında yer alan devlet ve düzene dair konu başlıklarının
incelenmesi, devlet yapılarında hüküm süren istikrarsızlık ve
kaosun nedenlerinin çok boyutlu ele alınarak ortaya konmasını
sağlayacaktır.
Doğu Akdeniz Bölgesi, tıpkı Ortadoğu ve diğer bölge isim-
lendirmelerindeki gibi benzer tecrübelerle aynı kaderi paylaşa-
rak ortak bir sınır tanımlamasına sahip değildir. Her ne kadar
sınırları konusunda ortak bir karar bulunmasa da Doğu Akde-
niz’de –çoğunluğun tanımladığı sınırlardasadece geriye yönelik
bildiğimiz 10 bin yıllık tarihte ilk olan birçok gelişme ortaya
çıkmıştır. Doğu Akdeniz’in ev sahipliği yaptığı bu gelişmeler-
den kuşkusuz en kritik olanı, devletin ilk olarak çıktığı coğrafya
40 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Doğu Akdeniz olmasıdır. Devletlerin kaderlerini coğrafyanın belirlediği gerçeği


bölgesindeki göz önüne alındığında, Doğu Akdeniz’in uluslararası sistemdeki
devlet ve düzen çıkmazı, günümüz reel politiğinde şaşırtıcı bir etmen olmamak-
başlıklarının tadır. Son yüzyılda jeopolitik etki olarak adlandırılan bu durum,
coğrafyanın, devletin dış politikası esaslarını belirlediği üzerine
‘sorun’
kuruludur. Devletin hâlihazırda uyguladığı veya uygulayacağı
nitelemesiyle
dış politika sahip olduğunuz coğrafyaya ne kadar uygunsa, diğer
eşleştirilmesinde
bir deyişle rasyonelse, dış politikada o kadar başarılı olunacaktır.
Ortadoğu’nun
kritik konumu Doğu Akdeniz bölgesindeki devlet ve düzen başlıklarının
önemli bir paya ‘sorun’ nitelemesiyle eşleştirilmesinde Ortadoğu’nun kritik ko-
numu önemli bir paya sahiptir. Bölgenin hem kuzeygüney hem
sahiptir.
de doğubatı ekseninde dünyanın merkezinde yer alması, üç bü-
yük dinin doğuşuna ve yayılmasına ev sahipliği yapması, ticaret
hatlarının kritik bir konumda bulunduğu deniz ve kara hatlarının
önemli olduğu toprakları sınırlarında bulundurması ve bunların
yanı sıra petrol, fosfat, demir, altın gibi ticaret değeri yüksek
madenlerin bölge ötesine ticaretinin sağlanması gibi unsurlar,
Ortadoğu’nun olanaklarını kullanarak ihtiyaç sağlama ve çıkar-
ları ön planda tutma politikalarıyla soruna dönüşmesine neden
olmaktadır. Başka bir deyişle, Ortadoğu’nun imkânlarından pay
alma niyetinde olan bölge dışı aktörlerin, iç politikalara müdâ-
hil olması güvenlik sorunlarını beraberinde getirmektedir. Doğu
Akdeniz bölgesinin devlet ve düzeni kapsamında ele alınacak
olan her etmen, bu çerçevede, çoğunlukla güvenlik konularına
bağlanmaktadır. Günümüzde savaşın devam ettiği Suriye’nin,
Ortadoğu’daki gaz rezervleri açısından önemi, bu durumun en
belirgin örneğini oluşturmaktadır. Yine benzer olarak Yunanis-
tan, İsrail ve Mısır’ın bir araya gelerek, Türkiye’nin ve KKT-
C’nin haklarını göz ardı edecek şekilde anlaşmalar yapmaları,
Akdeniz’de savaş gemisi sayısının artması, devlet ve düzen so-
rununun gü-venlik politikalarındaki yerini imkân ve çıkar payla-
şımı denkleminde göstermektedir.
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 41

İran
İran, Doğu Akdeniz bölgesinde özellikle Suriye’deki iç sa-
vaşta aktif yaklaşımıyla bölgede öne çıkan ülkeler arasında yer
almaktadır. İran’ın Doğu Akdeniz politikaları mercek altına alın-
dığında bilinmelidir ki 2000 yıldır İran coğrafyasında kurulan
imparatorlukların da günümüz reel politiğine tarihî kodlarıyla
ikâme edilmeye çalışıldığı, deyim yerindeyse tarihin tekerrür et-
tiği, var olan coğrafya üzerinde tahkim kurmak ve güçlerini art-
tırma amaçlarıyla kendini gösterdiği herkesin malumudur. Doğu
Akdeniz coğrafyasında İran reel politiğinin bölgesel düzlemde
güç dengesi politikasının Suriye etrafında şekillenmesi şaşırtıcı
değildir. Bu bağlamda, son on yılda özellikle Suriye iç savaşın-
dan sonra ortaya çıkan resimde İran 2500 yıl önce kurabildiği
Basra ile Akdeniz arasındaki kara koridorunu tekrar oluşturmuş
durumdadır. İran’ın dile getirmekten kaçındığı Basra’dan Bey-
rut’a kadar otoyol planının Irak’taki temel sorunlarla ilişkili ol-
ması ise devlet ve düzen zemininin çok boyutlu güvenlik politi-
kalarıyla kesişimini göstermektedir.
İran’ın Doğu Akdeniz politikasında öne çıkan stratejilerinin
temel unsurunu devrim muhafızları oluşturmaktadır. İran devrim
muhafızlarının Irak, Suriye ve Lübnan’da ikinci kolluk kuvvet
gibi hareket etmesi, bölgesel güç dengesini bozmaktadır. Diğer
bir deyişle, İran, bölgedeki çıkarlarını ve etkisini sağlama hu-
susunda devrim muhafızlarının gücünü öne çıkarmaktadır. Bu
durumun belirgin örneğini ise Suriye ile devrim muhafızlarının
birlikte verdikleri mücadele, göstermektedir. Devrim muhafızı
komutanının “Suriye bizim için çok değerlidir, kaybedersek geri
alamayız.” Ifadesi, gerek Suriye’nin bölgesel düzen çıkmazını
gerekse İran politikalarındaki kritik konumunu ortaya koymak-
tadır. Bu koşullara benzer bir şekilde birçok ulema, rehberin
42 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Uzun tarihsel ofisinden Suriye’nin 35. İran vilayeti olduğunu ve hiçbir şartta
geçmişi bulunan çekilmeyeceklerini ifade etmişlerdir. Akdeniz Havzası, İran için
İsrail-Filistin hayatî olarak görülmektedir.
çatışması ve
İsrail’in 1948’den Filistin
itibaren hiçbir Ortadoğu bölgesinde Filistin meselesi, enerji kaynaklarının
meşru temele ötesin de gündeme acil olarak alınması gereken bir insanlık
oturmayan trajedisini göstermektedir. Uzun tarihsel geçmişi bulunan İsra-
Filistin’e yönelik il-Filistin çatışması ve İsrail’in 1948’den itibaren hiçbir meşru
uyguladığı aşamalı temele oturmayan Filistin’e yönelik uyguladığı aşamalı işgal
işgal politikası, politikası, günümüzde bölge özelinde düzen sorunlarının or-
günümüzde bölge taya çıkmasında en önemli etkenlerden birisi olmuştur. Doğu
özelinde düzen Akdeniz sınırlarında senelerdir İsrail’in baskı ve hatta zulmüne
sorunlarının tanıklık eden Filistinliler, Batı’nın bölgesel planlarının en acıklı
ortaya çıkmasında sonuçlarından birini ortaya koymaktadır. Diğer bir deyişle, Fi-
en önemli listin trajedisi, Batı’nın Ortadoğu olarak isimlendirdiği bölgede
kendi etkisini ve gerçek yüzünü her gün her saat gösteren sembol
etkenlerden birisi
bir ifadedir.Filistin trajedisi olarak ortaya koyduğumuz mesele
olmuştur.
aslında Batı’nın kendi sorununu Ortadoğu’ya enjekte etmesidir.
Batı politikalarının her geçen gün bir şekilde ortaya çıktığı var
olan bir gerçekliktir. Bu kapsamda, Filistin meselesi, bölgedeki
devlet ve düzen sorununun temel meselelerinden biri olmasına
rağmen göz ardı edilmektedir. 2018 yılında İsrail’in tartışmalara
yol açan anayasa kararı, Filistinlilerin self determinasyon hakkı-
nı yok saymaktadır. Filistin topraklarındaki hükmünü ve varlı-
ğını giderek Batı’nın desteğiyle arttıran İsrail, bugün Filistin’in
yaklaşık %88’ini kontrol etmekte ve İsrail’in Filistin’e yönelik
işgal politikaları sonucu birçok Filistinli, Filistin topraklarında
bulunan nüfustan daha fazla sayıda ve mülteci olarak başka ül-
kelerde yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 43

Cezayir
Doğu Akdeniz bölgesinde yer alan Cezayir’in bölgesel politi-
kası, 2011’den itibaren farklılık göstermektedir. Bölgesel düzen
ve istikrarı uluslararası sistemin düzenine nazaran önceleyen bu
politikada, askerî harekatların yerini politik çözümlerin alması
amaçlanmaktadır. Bu kapsamda, Cezayir’in Ortadoğu bölge-
sindeki son gelişmelerden ötürü ulusal güvenlik konusundaki
kaygıları öne çıkmaktadır. Ulusal güvenliğini sağlama ve bölge
dengesindeki yerini sağlamlaştırma hususlarında Cezayir için
öncelikli hedef Libya İç Savaşı’nın sona erdirilmesidir.
Cezayir’in meşru Libya Ulusal Uzlaşma Hükûmeti’ne deste-
ğine rağmen Libya’yı kimin kontrol edeceği konusunda herhangi
bir tercihte bulunmaması, denge politikasının bir parçasıdır. Bu
çerçevede, Cezayir, Libya’daki kaosun sona erdirilmesi ve kendi
geleceğinin tehlikeye atılmasını önlemek amacıyla Tunus, İtal-
ya, Türkiye ve Rusya ile birlikte hareket etmeyi planlamaktadır.
Böylece ordu, bölgesel ve yerel aktörlerin çatışmanın çözümüne
yönelik olarak ortaklaşa yardımcı olmaları için sağlam bağlara
sahip olacaktır. Libya Savaşı’na ek olarak Cezayir’in bölgedeki
ikinci politik amacı, bazı kesimlerin Ortadoğu bölgesi sınırlarına
dâhil ettiği, bazılarınınsa ayrı bir bölge olarak kabul ettiği Afrika
bölümünün güvenliğinin sağlanmasıdır. Bu bağlamda, Cezayir,
her iki tarafın -Ortadoğu ve Afrika bölgesinin- dengeleme rolünü
ulusal politikasına eklemektedir.

Büyük Devletler ve Akdeniz


Akdeniz Havzası, jeopolitik konumu nedeniyle tarih boyunca
devletler arası ilişkilere yön veren en önemli bölgelerden biri
olmuştur. Havza, özellikle son yıllarda ortaya çıkan gelişmeler
sonucunda daha da büyük bir stratejik öneme kavuşarak, ge-
44 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Akdeniz rek bölge ülkelerinin gerekse küresel güçlerin çıkar çatışmaları


Havzası’ndaki yaşadığı ve birçok alanda mücadele içinde olduğu bir konuma
istikrar ve düzen yükselmiştir. Arap Baharı süreciyle başlayan ve Akdeniz’e kıyısı
arayışını doğrudan olan Arap ülkelerini etkisi altına alarak bölge istikrarını doğru-
dan etkileyen olaylar zinciri; son yıllarda Doğu Akdeniz’de kay-
etkileyen
da değer büyüklükte enerji kaynaklarının keşfi ve bu bağlam-
bu olayları
da ortaya çıkan yetki alanlarına dair bölge ülkelerinin yaşadığı
anlamlandıra-
anlaşmazlıklar ve 2011 yılından bu yana devam eden Suriye İç
bilmenin Savaşı’nın neden olduğu yıkımdan kaçan göçmenlerin oluştur-
şartlarından duğu mülteci akını, bu gelişmelerden sadece birkaçıdır. Akdeniz
biri de şüphesiz Havzası’ndaki istikrar ve düzen arayışını doğrudan etkileyen bu
büyük güçlerin bu olayları anlamlandırabilmenin şartlarından biri de şüphesiz bü-
bölgeye yönelik yük güçlerin bu bölgeye yönelik politikalarını ele almaktır.
politikalarını ele
almaktır.
ABD
Öncelikle, ABD’nin Akdeniz politikasına bakıldığında belir-
tilmesi gereken hususların başında, ABD’nin bu başlık altında
ele alınabilecek ve resmî olarak ortaya konmuş belli başlı bir
politikasının veya strateji belgesinin henüz var olmayışı gelmek-
tedir. Nitekim ABD’nin Akdeniz bölgesine olan yaklaşımı daha
çok Ortadoğu politikasının sınırları içerisinde, bir alt başlık ola-
rak yer almaktadır. Fakat yine de ABD’nin bağımsızlığını kazan-
dığı 1776 yılından günümüze kadar, Akdeniz Havzası’na yöne-
lik politikasını, dört ana döneme ayırmak mümkündür. Bunlar;
bağımsızlığını kazandığı 1776 yılından İkinci Dünya Savaşı’nın
sona erdiği 1945 yılına kadarki dönem, dünya siyasetini Soğuk
Savaş’ın belirlediği 1945-1990 arası dönem, Soğuk Savaş’ın
sona ermek üzere olduğu 1990 yılından 11 Eylül Saldırılarının
yaşandığı 2001 yılına kadar olan dönem ve 2001’den de günü-
müze kadar olan dönem şeklindedir. Akdeniz’deki ABD politi-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 45

kası, bahsi geçen dönemler için farklılıklar barındırdığı kadar Bu dönemde


süreklilikler de içerdiğinden bunları keskin çizgilerle birbirinden ABD’nin Akdeniz’e
ayırmak mümkün olmamaktadır. Yalnız tarihî perspektif sunma- ilgi duymasındaki
sı ve günümüzdeki evrildiği noktayı görebilmek adına analiz ko- diğer bir neden
laylığı sağlayacaktır. Akdeniz’de
ABD’nin bağımsızlığını kazandığı 1776’dan İkinci Dünya devletlerin
Savaşı’nın sona erdiği 1945 yılına kadar olan birinci dönemde, faaliyetleri
ABD’nin Akdeniz Havzası’na ilgi duymasının bu dönem için hakkında
süreklilik arz eden bazı nedenleri olmuştur. Bunların en başında istihbarat
özellikle Cebelitarık ve Türk Boğazları olmak üzere uluslararası toplamaya
su yollarının geçiş serbestisine sahip olması ve Amerikan ticaret
yönelik adımların
gemilerinin güvenliğinin sağlanması yer almaktadır. Amerikan
atılabilmesi
donanmasının askerî tarihine bakıldığında dikkat çeken husus,
ve bölgede
başlarda bir donanmaya sahip olmayan ABD’nin ilk olarak do-
bir donanma
nanma kurmasının arkasında yatan saiklerden birisinin Ameri-
kan gemilerinin Akdeniz’deki güvenliğini sağlamak olduğudur.
bulundurarak
Nitekim Akdeniz’e kıyısı olan Trablus, Tunus ve Cezayir gibi gerektiğinde bölge
beyliklerden yapılan korsanlık faaliyetleri, ABD’yi Akdeniz’de ülkeleri üzerinde
yürütülecek savaşlar ve su yollarının güvenliğini sağlamak ama- bir baskı aracı
cıyla 1801-1805 yılları arasında ilk donanmayı kurmaya itmiş- olarak kullanmak
tir. Her ne kadar resmî olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra şeklinde
kurulmuş olsa da Amerikan 6. Filosu’nun kurulmasını mümkün sıralanabilir.
kılan ilk adımlar da bu şekilde bir yüzyıl öncesinde atılmıştır
denebilir. Bu dönemde ABD’nin Akdeniz’e ilgi duymasındaki
diğer bir neden Akdeniz’de devletlerin faaliyetleri hakkında is-
tihbarat toplamaya yönelik adımların atılabilmesi ve bölgede bir
donanma bulundurarak gerektiğinde bölge ülkeleri üzerinde bir
baskı aracı olarak kullanmak şeklinde sıralanabilir.
ABD, İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945 yılından iti-
baren ise yukarıda değinilen uluslararası su yollarının açık kal-
ması ve Amerikan ticaret gemilerinin güvenliğinin sağlanması
46 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

gibi saiklerin varlığını sürdürmesi yanında, küresel ve bölgesel


konjonktüre de paralel bir şekilde uluslararası petrol sevkiya-
tının güvenliği, bölgedeki petrol kaynaklarının kontrolü, Sov-
yetlerin bölgede nüfuz elde etme çabalarının önüne geçilmesi,
Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde Sovyetlerin de etkisiyle
oluşan Amerikan karşıtlığının engellenmesi ve bugün de Ame-
rikan politikasının temel taşlarından biri olan İsrail’in güvenli-
ğinin sağlanması gibi yeni saikler eklendiği görülmektedir. Bu
dönemde de öne çıkan hususlardan birisi, ABD’nin Akdeniz’e
yönelik münhasır bir politikasından ziyade, bölgedeki petrol
kaynaklarının kontrolü ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması ek-
seninde izlediği genel Ortadoğu politikasının gölgesinde kalan,
bir alt unsurdan bahsedilebiliyor olduğudur. 11 Eylül Saldırıla-
rının ardından Amerikan hükûmetinin başlatmış olduğu “Teröre
Karşı Savaş” stratejisi kapsamında daha büyük bir öneme kavu-
şan Ortadoğu bölgesinde attığı adımlar ile Akdeniz politikasına
terörle mücadele başlığının da eklendiği söylenebilir.
ABD’nin müstakil bir Akdeniz politikasının olmadığı gerçe-
ği günümüzde hâlâ geçerli olsa da aksi yönde bazı gelişmelerin
olmadığı söylenemez. Zira, özellikle Doğu Akdeniz Havzası’n-
da keşfedilen doğal kaynaklar ile bölge ülkelerinin yetki alan-
ları konusunda mücadeleye giriştiği, son yıllarda ABD’nin de
Akdeniz siyasetini, sınırları daha belirgin ve müstakil bir poli-
tikaya dönüştürmeye çalıştığı görülmektedir. Trump hükûmeti-
nin bu yönde beyan ettiği belli bir strateji olmasa da, özellikle
kongre içerisinde her iki kesimin de mutabık kaldığı Akdeniz
politikasına yönelik alınan birtakım kararlardan söz edilebilir.
Haziran 2019’da Doğu Akdeniz Güvenliği ve Enerji Ortaklığı
Yasası başlığı ile Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde kabul edilen
yasa tasarısı, en iyi örneklerden biridir. Burada dikkat edilmesi
gereken nokta, ABD’de bu yönde atılan adımların Türkiye’nin
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 47

çıkarları ile ters düştüğüdür. Nitekim bahsi geçen yasanın içeriği ABD’nin,
şu şekildedir; (1) Silah satışlarına ilişkin yasağın Kıbrıs Cumhu- önümüzdeki
riyeti (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) üzerinden kaldırılması, (2) süreçte de Akdeniz
ABD, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında enerji işbirliğini ko- siyasetinde, daha
laylaştırmak için ABD-Doğu Akdeniz Enerji Merkezi’nin kurul- özelde ise Doğu
masına izin verilmesi, (3) Yunanistan’a 3 milyon dolar değerinde
Akdeniz’deki enerji
askerî yardım sağlanması ve (4) yine Yunanistan ve GKRY’ne
denklemlerinde
2’şer milyon dolar Uluslararası Askerî Eğitim ve Öğretim Öde-
öne çıkan
neği’nin verilmesi. Görüldüğü üzere ABD, Doğu Akdeniz’de
doğalgaz arayışına Amerikan menşeli işletmelerle bizzat katıl-
aktörlerden biri
makla kalmayıp yetki alanları konusunda Türkiye’nin en çok ih- olmayı sürdüreceği
tilaf yaşadığı Yunanistan ve GKRY gibi ülkelerle işbirliği içeri- rahatlıkla
sinde hareket etmekte, bölgedeki en önemli müttefiki İsrail ile bu söylenebilir.
yönde atılan işbirliği adımlarına destek olmaktadır. Bu bağlam-
da ABD’nin, önümüzdeki süreçte de Akdeniz siyasetinde, daha
özelde ise Doğu Akdeniz’deki enerji denklemlerinde öne çıkan
aktörlerden biri olmayı sürdüreceği rahatlıkla söylenebilir.

Fransa
Fransa’nın Akdeniz politikası en az diğer ülkeler kadar önem
arz etmektedir. Gerek jeopolitik konumu gerekse Akdeniz ülke-
leriyle olan tarihî ve kültürel bağları, Fransa’yı özel bir konu-
ma yerleştirmektedir. Nitekim Fransa’yı Akdeniz bölgesindeki
önemli aktörlerden biri yapan özelliği, kolonyal geçmişi ve özel-
likle Tunus, Fas, Lübnan ve 1960’lardaki bağımsızlık savaşıyla
yara almış olsa da Cezayir ile korumaya devam ettiği siyasal ve
kültürel bağlardır. Fransa’nın bölgede uyguladığı kolonyal poli-
tikaların geride bıraktığı miras günümüzde bağımsız birer dev-
let olan bu ülkelerde hâlâ tartışmalı olsa da etki gücüne sahiptir.
Bölge ülkelerinin idarî, hukukî ve eğitim sistemlerinde kolonyal
48 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Nitekim Fransa’nın dönemin bırakmış olduğu yapılar ve uygulamalar, ayrıca dil un-
bölgeye yönelik suru hâlâ Fransa’nın hanesinde birer faktör olarak varlığını ko-
politikasındaki rumaktadır. Nitekim Fransa’nın bölgeye yönelik politikasındaki
zihin kodlarından zihin kodlarından birini de bu ülkenin Akdeniz’de lider olma ve
bölgeyi bir etki alanı olarak görme emelleri oluşturmaktadır.
birini de bu
ülkenin Akdeniz’de Fransa eski devlet başkanı Sarkozy tarafından 2008 yılında
lider olma ve öne sürülen “Akdeniz İçin Birlik (Union for the Mediterrane-
bölgeyi bir etki an)” Projesi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Hâlihazırda
alanı olarak 1995 yılında Avrupa Birliği bünyesinde başlatılan ve Birliğe üye
görme emelleri olmayan fakat Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle ortak bir ekono-
mik ve siyasî platform oluşturmayı amaçlayan Avrupa-Akdeniz
oluşturmaktadır.
Ortaklığı (Euro-Med) varken, Sarkozy tarafından öne sürülen
bu proje, Fransa’nın öncülüğünde ve güdümünde, bahsi geçen
ilk girişimden bağımsız yeni bir örgüt kurma hamlesi olmuştur.
Barselona süreci olarak da adlandırılan Euro-Med Projesi Fran-
sa tarafından vadettiği hedefleri yakalayamadığı ve beklentileri
karşılayamadığı yönünde eleştirilmiş, tıpkı yıllar önce Avrupa
Birliği’nin temellerini attığı gibi bugün de Fransa’nın kaderin
kendisine yüklediği sorumluluğu yerine getirmek için inisiyatifi
ele alarak Akdeniz ortaklığı adı altında Portekiz, İspanya, İtalya,
Yunanistan ve GKRY gibi ülkelerle bu yeni Akdeniz girişiminin
temellerini atmak zorunda olduğunu açıklamıştır. Avrupa Birliği
bünyesinde yürütülmekte olan Barselona sürecini sekteye uğrata-
bileceği endişesiyle İtalya ve İspanya gibi ülkelerin çekincesiyle
karşılaşan bu öneri, Fransa’nın bahsi geçen projenin AB gibi bir
entegrasyondan ziyade daha pratik alanlarda işbirliğini hedefle-
yen bir platform olacağı ve Barselona sürecine zarar vermekten
çok onu tamamlayıcı nitelikte olacağı yönünde açıklamalarıyla
yumuşatılmıştır. Nitekim 13 Temmuz 2008’de 43 ülkenin ka-
tılımıyla Akdeniz İçin Birlik örgütü hayata geçirilmiştir. Fakat
Fransa’nın kolonyal geçmişi, bölge ülkeleri ile sağladığı bağlar
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 49

ve Fransa’nın bölgeyi bir etki alanı olarak görmesi göz önün-


de bulundurulduğunda, ilgili proje Almanya başta olmak üzere
birçok ülkenin eleştirisine hedef olmaktan kurtulamamıştır. Öyle
ki, fikrin ortaya atıldığı yıllarda Almanya, Fransa’ya, Akdeniz’i
etki alanına dönüştürmeye çalıştığı, Barselona sürecine zarar
verdiği ve Akdeniz’e kıyısı olmayan AB ülkelerini dışladığı ge-
rekçeleriyle tepkisini dile getirmiş, hatta Merkel, Fransa ile olan
mutat görüşmelerini iptal ederek tepkisini ortaya koymuştur.
Fransa’nın Akdeniz politikasını şekillendiren tek faktör ko-
lonyal geçmişi değildir, çünkü Fransa, Doğu Akdeniz’de de var-
lığını sürdürmekte ve özellikle Yunanistan ve GKRY ile kurduğu
yakın işbirliği ile bölgedeki nüfuzunu artırmaya çalışmaktadır.
TOTAL başta olmak üzere Fransız şirketlerinin GKRY tarafın-
dan ilan edilen parsellerde lisans sahibi olduğu ve doğalgaz ara-
ma faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir. Bu açıdan bakıldı-
ğında Fransa’nın Doğu Akdeniz politikasının sac ayaklarından
birinin enerji güvenliği olduğu söylenebilir. 2006-2009 yılları
arasında Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan krizlerin bir sonucu
olarak ortaya çıkan ve Rusya’nın Avrupa’ya doğalgaz ihracında
yaşanan kesintiler, Almanya başta olmak üzere birçok Avrupalı
ülkenin enerji bakımından Rusya’ya ne kadar bağımlı olduğunu
gün yüzüne çıkarmıştı. Her ne kadar Fransa, Norveç ve Ceza-
yir gibi tedarikçiler nedeniyle Almanya kadar enerji konusunda
Rusya’ya bağımlı olmasa da enerji fiyatlarındaki artışlar, ülkenin
tarım sektöründe doğrudan karşılık bulmaktadır. Bu durum, gıda
fiyatlarının artmasına neden olduğundan enerji güvenliği, Fransa
için de hayatî derecede önemlidir. Yukarıda bahsi geçen Akde-
niz İçin Birlik Örgütü ve daha yakın zamanda Fransa’nın GKRY
ile yakınlaşması göz önüne alındığında, enerji akışının devam-
lılığının sağlanması ve bu akışta ortaya çıkabilecek tehlikelerin
önlenmesi amaçlarının güdüldüğü anlaşılabilir. Böylece Fransa,
50 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Fransa, hem Doğu Akdeniz’deki enerji rekabetinde Fransız şirketleri


sadece Kıbrıs aracılığıyla pay sahibi olmaya çalışarak enerji kaynaklarını çe-
özelinde Doğu şitlendirmeyi, hem de bölgedeki askerî varlığını artırarak bunu
Akdeniz enerji garanti altına almayı amaçlamaktadır. Nitekim Fransa, 2007’den
beri GKRY ile savunma anlaşması kapsamında askerî işbirliğini
denkleminde
sürdürmektedir ve 2017’de sona eren bu anlaşma bir başka 10 yıl
bir aktör olarak
için yeniden güncellenmiştir. Bu anlaşma ile Yunanistan ve Kıb-
kalmayıp bölgede
rıs Rum Kesimi, Doğu Akdeniz’deki enerji rekabeti kapsamında
bulundurduğu Türkiye ile ortaya çıkabilecek bir askerî karşılaşma karşısında
askerî varlığı ile Fransa vasıtasıyla bir Avrupa kalkanı elde ederken, Fransa da
de Suriye’deki Doğu Akdeniz’in güvenlik sisteminde kendine yer bulmuş ola-
iç savaşa sınırlı caktır. Dolayısıyla her iki taraf için bir kazanç işbirliğinden söz
hamlelerde etmek mümkündür.
bulunabilmektedir.
Fransa, sadece Kıbrıs özelinde Doğu Akdeniz enerji denkle-
minde bir aktör olarak kalmayıp bölgede bulundurduğu askerî
varlığı ile de Suriye’deki iç savaşa sınırlı hamlelerde bulunabil-
mektedir. Nitekim Nisan 2018’de Suriye’deki Esed ejimi’nin
kimyasal silah kullanması üzerine Fransa, ABD ve İngiltere ile
birlikte, bir harekat düzenlemiş, Doğu Akdeniz’de konuşlandır-
dığı bir harp gemisinden seyir füzesi atarak saldırıya katılmış-
tır. Fransa’nın Suriye politikasına bakıldığında günümüze kadar
yürüttüğü stratejide krizin başındaki tarafsız kalma ve Suriyeli
muhaliflere söylemsel destekten, Avrupalı ülkelerle uyumlu ola-
rak Esed Rejimi’ne karşı birtakım yaptırımlara katılmaya ve ni-
hayetinde DAEŞ tehdidinin kendi kapısına dayanmasıyla ABD
öncülüğündeki koalisyon içerisinde DAEŞ’la mücadeleye kadar
bir spektrum dikkat çekmektedir. Fransa’nın DAEŞ’la mücade-
lesinde Türkiye için önemli olan husus, ABD’nin yaptığı gibi
yanlış bir tercihle bir terör tehdidini bertaraf etmek için bir diğer
terör örgütü olan PYD/YPG/PKK ile işbirliğini seçmiş olması-
dır. ABD’den bağımsız olarak kendi inisiyatifiyle krizin çözümü
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 51

için hiçbir girişimde bulunamayan Fransa, Amerikan hükûmeti- Akdeniz, Rusya


nin himayesinde PYD/YPG/PKK terör örgütleri üzerinden böl- için sadece
gede görünür olmaya çalışmaktadır. Bu yüzden Fransa’nın Suri- günümüz dış
ye politikası mevcut hâliyle devam ettiği sürece Türkiye ile olan politikasında
ilişkilerine de zarar verecektir.Her ne kadar bu terör örgütlerine değil, Çarlık Rusya
askerî yardım da dahil olmak üzere maddî yardımların büyük bir
yönetimine kadar
çoğunluğu ABD tarafından sağlanıyor olsa da moral bakımından
uzanan tarihinde
desteğin Fransa’nın da dâhil olduğu Avrupa cephesinden geldiği
de önemli bir yer
unutulmamalıdır. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde teröre karşı
düzenlediği tüm operasyonlarda Fransa Cumhurbaşkanı Emma-
işgal etmiştir.
nuel Macron’un, Türkiye’yi kınayan ve YPG/PKK’yı masumane
gösteren açıklamaları da bu hususa dikkat çekmektedir.

Rusya
Akdeniz bölgesinde çıkarları olan bir diğer güç de Rusya’dır.
Akdeniz, Rusya için sadece günümüz dış politikasında değil,
Çarlık Rusya yönetimine kadar uzanan tarihinde de önemli bir
yer işgal etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir hanlık ola-
rak varlığını sürdüren Kırım’ın 1783 yılında Ruslar tarafından
ilhak edilmesi, Balkanlarda panslavist bir politika izlenmesi ve
Ortodoks Hristiyanların hamiliğini üstlenmesi, Boğazlar üzerin-
de söz sahibi olmaya çalışması, Kafkaslar üzerinde süren nüfuz
mücadelesi ve Yunanların bağımsızlık hareketinin desteklenmesi
gibi politikalar her ne kadar birbirinden bağımsız görünse de,
esasında Rusya’nın Akdeniz’e inme stratejisinin geçmişteki ön-
cül uygulamaları olmuşlardır. Sovyetlerin kurulmasıyla birlikte,
Çarlık politikasına ek olarak ideolojik unsurun öne çıktığı gö-
rülmektedir. Nitekim komünist rejimin ihracı gündeme gelmiş,
özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde görülen bağım-
sızlık hareketleri de özellikle Ortadoğu ülkelerinde nüfuz sahibi
olmak ve çevreleme politikası izleyen ABD’yi dengelemek için
Sovyetlere bir fırsat sunmuştur.
52 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Sosyalist Sovyetlerin dağılmasının ardından Rusya, 1990’la-


rın sonuna değin gerek ekonomik gerek siyasî anlamda istikrar-
sız bir dönem geçirmiştir. Özellikle 2000’lerin başından itibaren
Putin ile birlikte eski Sovyet coğrafyasına ve nüfuz alanlarına bir
geri dönüş politikası dikkat çekmektedir. Gürcistan ile yaşanan
çatışmalar, Ukrayna ile ülkenin doğusunda süregelen gerginlik-
ler ve nihayetinde Sovyetlerin dağılmasıyla elden çıkan Kırım’ın
tekrar işgal edilerek ilhak edilmesi bu politikanın örneklerinden-
dir. Her ne kadar Ukrayna ile aralarındaki sorun ve Kırım’ın sta-
tüsü henüz çözüme kavuşmuş olmasa da Rusya’nın bu hamleleri
Batılı güçler tarafından Rus ekonomisini hedef alan ağır yap-
tırımlarla karşılık bulmuştur.Enerjisini ve kapasitesini çıkma-
za girmiş bir krizden başka bir alana yöneltmek ve büyük güç
statüsü arayışında elini rahatlatmak için Arap Baharı, Rusya’ya
aradığı fırsatları sunmuştur denebilir. Zira Arap Baharı ile birlik-
te başlayan süreçle Rusya Doğu Akdeniz’de çıkarlarını yeniden
keşfetmeye başlamış, fakat bölgeye asıl kesin dönüşünü sağla-
yan fırsatı ise 2011’de Suriye’de patlak veren iç savaş ile yaka-
lamıştır. Günümüzde ABD’nin ve NATO’nun Suriye’de kararlı
bir tutum sergilemekten kaçındığı ve enerjisini başka bölgelere
yönelttiği bir konjonktürde Rusya, oluşan boşluğu büyük ölçüde
doldurmuş, Tartus’daki askerî deniz üssüne ek olarak Lazkiye’de
bulunan stratejik limandaki varlığını da garanti altına almıştır.
Bu bağlamda değinilmesi gereken hususlardan biri de şüphe-
siz Rusya Federasyonu tarafından 26 Haziran 2015’te yayınla-
nan yeni deniz doktrinidir. Dönemin savunma sanayisinden so-
rumlu Başbakan Yardımcısı Dmitry Rogozin’in ifade ettiği gibi,
yeni doktrin NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve ittifakın
Rusya’nın sınırlarına dayanmasına bir cevap niteliğinde olmuş-
tur. İlgili doktrinin “Atlantik Bölgesel Öncelik Alanı” başlığı al-
tındaki 58. Maddesi’nde Akdeniz Havzası’ndan da bahsedilerek
buradaki amaçları şöyle sıralanmıştır:
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 53

1. Bölgeyi bir askerî-siyasî istikrar ve iyi niyet alanına dönüş- Her ne kadar
türmek için kararlı bir politikanın takip edilmesi, günümüzde
2. Kalıcı olacak şekilde yeteri kadar Rus donanmasının bölgede Akdeniz’deki
varlığının garanti altına alınması, devletlerarası
3. Kırım ve Krasnador Limanlarından Akdeniz Havzası’ndaki ilişkilerde adını
ülkelere seyrüseferin genişletilmesi.
pek duymasak da
Doktrinde Akdeniz Havzası’ndan bahsedilirken askerî-siyasî
İngiltere, gerek fiilî
istikrardan söz edilmesinde dikkat çekici husus, ‘askerî’ vurgusu
olarak varlığını
ile Rusya’nın bölgede izleyeceği politikaya yönelik sinyal içe-
riyor olmasıdır. Rusya’nın bölgeye yönelik politikasının odak
sürdürmesi
noktasının tam olarak ne ve neresi olacağı açık bir şekilde belir- gerekse de buna
tilmemiş olsa da son yıllarda özellikle Suriye ve yakın coğrafya- dayanarak özellikle
sında attığı adımlara bakıldığında bunun Doğu Akdeniz olduğu Doğu Akdeniz
düşünülebilir. Bölgede kalıcı olma arzusu ise doktrinde açık bir konusunda yeni bir
şekilde belirtilmiştir. Bu, Rusya’nın, tüm doktrin esas alındığın- aktör olarak ortaya
da herhangi bir bölgede kalıcı olma arzusunu açık seçik beyan çıkma potansiyeli
ettiği tek kısım olması açısından da önem arz etmektedir. bakımından
önemli bir ülkedir.
İngiltere
Her ne kadar günümüzde Akdeniz’deki devletlerarası ilişki-
lerde adını pek duymasak da İngiltere, gerek fiilî olarak varlığını
sürdürmesi gerekse de buna dayanarak özellikle Doğu Akdeniz
konusunda yeni bir aktör olarak ortaya çıkma potansiyeli bakı-
mından önemli bir ülkedir.İngiltere’nin Akdeniz’deki varlığının
tarihî arka planına baktığımızda 16. yüzyıla kadar geri götürebil-
memiz mümkündür, zira bu yüzyılda Osmanlı Devleti’nden elde
ettiği kapitülasyonları korumaya ve o dönemde Akdeniz ticareti-
nin baş aktörlerinden Fransa ve Venedik’e karşı Osmanlı Devleti
ile birlikte hareket ederek buradaki konumunu güçlendirmeye
çalışan bir İngiltere görmekteyiz. 18. yüzyıl başlarına gelindi-
54 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

ğinde ise Akdeniz’e açılış kapısı olan Cebelitarık’ı ele geçirmesi


ve ardından Hindistan’daki konumunu güçlendirmesiyle Doğu
Akdeniz ve özellikle de Mısır’ın İngiltere için önemi giderek art-
mıştır. Bunun bilincinde olan Napolyon’un Mısır’ı işgal ederek
yani Hindistan yolu üzerindeki bu önemli durağı ele geçirerek
İngiltere’nin Akdeniz’deki üstünlüğüne darbe vurmayı amaçla-
mıştır. Benzer bir meydan okuma da bilindiği üzere 19. yüzyıla
gelindiğinde güneye doğru sistematik bir şekilde ilerleyerek İn-
giltere’nin Hindistan’daki varlığını tehdit edecek konuma gelen
Rusya’dan gelmiştir. Bu nedenle İngiltere, gerek Akdeniz’deki
konumunu güçlendirmek gerekse Fransa ve Rusya gibi rakip
ülkelerden gelecek meydan okumalara cevap olarak Osmanlı
Devleti’yle yakınlaşma yoluna gitmiştir ve Osmanlı’nın toprak
bütünlüğünden yana bir politika ortaya koymuştur.
1869 yılında Mısır’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla İngil-
tere’nin Doğu Akdeniz’deki varlığı daha da önem kazanmıştır
çünkü İngiltere Hindistan’a ulaşmak için Afrika’nın güneyin-
den dolaşma zahmetinden kurtularak, Kızıldeniz’den doğrudan
Hint Okyanusu’na geçerek güzergâhını %40 oranında azaltma
imkânına sahip olmuştur. Bu gelişme ayrıca Kıbrıs Adası’nın da
önemini İngiltere’ye hatırlatmıştır. Zira Rusya ile girdiği 93 Har-
bi’nde yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti üzerinde Rus nüfuzu
giderek artmaktaydı ve bu da İngiltere’nin bölgedeki varlığına
tehdit oluşturabilirdi. Nitekim İngiltere, Osmanlı Devleti’nin
toprak bütünlüğünün korunmasından yana olan politikasını bü-
yük ölçüde terk ederek önemli stratejik bölgeleri doğrudan kont-
rol etmeyi tercih etmiştir. Bu bağlamda 1878 yılında Osmanlı
ile imzaladığı bir anlaşma neticesinde Kıbrıs Adası’nın idaresini
üzerine almıştır. O dönemde askerî ve istihbarat personelinden
oluşan bir heyetin hazırladığı raporda Kıbrıs Adası’nın İngiltere
için olan hayatî önemine vurgu yapılarak, Kıbrıs’ı elinde tuta-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 55

nın İskenderun’u da kontrol edeceği, dolayısıyla İngiltere’nin Kıbrıs’ın idaresinin


bu adayı muhakkak kontrolü altına alması gerektiği sonucuna alınmasından
varılıyordu. sonra İngiltere’nin
Kıbrıs’ın idaresinin alınmasından sonra İngiltere’nin Ak- Akdeniz’deki ana
deniz’deki ana politikası, Kıbrıs’a yönelik aktif siyaset şeklin- politikası, Kıbrıs’a
de olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Suriye’de kuru- yönelik aktif
lan Fransız Mandası ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde siyaset şeklinde
1956’da patlak veren Süveyş Krizi’yle Mısır defterinin kapan- olmuştur.
ması, İngiltere için Kıbrıs’ın stratejik önemini artıran gelişmeler
olmuşlardır. İngiltere’nin Akdeniz’deki son toprağı olan Kıbrıs
Adası, 1960 yılında adada kurulan cumhuriyet ile her ne kadar
İngiltere’nin tam hâkimiyetini sonlandırmış olsa da garantör
devlet statüsünü korumuş ve ada toprakları üzerinde elde ettiği
askerî üsler ile varlığını garanti altına alabilmiştir. Burada de-
ğinilmesi gereken nokta, bu askerî üslerin 1960’larda yapılan
anlaşmalar uyarınca birer İngiliz toprağı olduğu gerçeğidir. Ni-
tekim bu tarihten sonra adada yaşanan ve adanın statüsünü gün-
deme getiren tüm krizlerde İngiltere’nin konumu, esasında statü-
konun bir şekilde korunması, bu mümkün değilse bile yapılacak
değişikliğin İngiliz üslerinin statüsüne zarar vermeyecek şekilde
sınırlı kalması olmuştur. Bu yüzden 1974’ten günümüze, İngil-
tere’nin Kıbrıs politikasının; Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki
konumunu adadaki üsler vasıtasıyla devam ettirmek, bu üsleri
tahkim etmek ve adadaki İngiliz nüfusunu korumak ve garanti
altına almak şeklinde olduğu söylenebilir.
Son yıllarda Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon re-
zervleri Kıbrıs’ı şüphesiz Doğu Akdeniz’deki devletler arası iliş-
kilerin odak noktası hâline getirmiştir. İngiltere’nin Kıbrıs’taki
varlığı düşünüldüğünde bugüne kadar Doğu Akdeniz’deki enerji
krizinde sessiz kalmış olması dikkat çekebilir fakat göz önünde
56 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

bulundurulması gereken nokta, Brexit süreci başta olmak üzere


son yıllarda İngiltere siyasetini meşgul eden başka konuların var-
lığıdır.Nitekim ileride, özellikle Doğu Akdeniz’de yeni bir enerji
denklemi söz konusu olduğunda, İngiltere’nin Ağrotur ve Dikel-
ya olmak üzere Kıbrıs’taki topraklarının kıta sahanlığı haklarını
savunması beklenebilir. Zira bunun ilk işaretlerini veren gelişme
de İngiliz parlamentosunun, İngiltere’nin Kıbrıs’taki egemen
toprak parçalarından ötürü kıta sahanlığı hakkı olduğu ve hem
Türkiye’nin hem de GKRY’nin bu alanlarda yapmış olduğu son-
daj faaliyetlerinin uluslararası hukuka aykırı olduğu yönündeki
kararı olmuştur. Dolayısıyla Kıbrıs ekseninde ileriki zamanlarda
şekillenecek yeni enerji denklemlerinde İngiltere’nin de öne çık-
maya başlayabileceği söylenebilir.
Mülteciler Sorunu
Kitlesel göçler, çökmüş devletler, doğal kaynakların keşfi veDünya nüfusuna
oransal açıdan
devlet dışı aktörlerin bölgede inisiyatif almaya başlıyor olması
sebebiyle bugün Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler ve Akdeniz’de he-
bakıldığında
sabı olan büyük güçlerin mücadele alanına dönen çok farklı bir
bugün kavimler
Akdeniz Havzası’yla karşı karşıya bulunulmaktadır. Bu bağlam-göçünden sonraki
da, bölgesel konular sığınmacı, mülteci, göçmen gibi kavramlar
etki alanı çok geniş
üzerinden ve daha da genel olarak mülteci sorunu başlığı altında
ve dramatik yapıda
ele alınması, bölgenin güvenlik boyutunun anlaşılması açısından
göçlerin yaşandığı
önemli yer tutmaktadır.
bir zaman
Dünya nüfusuna oransal açıdan bakıldığında bugün kavim- dilimine tanıklık
ler göçünden sonraki etki alanı çok geniş ve dramatik yapıda edilmektedir.
göçlerin yaşandığı bir zaman dilimine tanıklık edilmektedir. Bu
sürecin nasıl yönetileceği de insanlığın geleceğini yakından ilgi-
lendirmektedir. BM verilerine göre bugün dünya nüfusunun yüz-
de 3’üne denk gelen yaklaşık 300 milyon kişi, göçmen olarak
doğduğu ülkenin dışında yaşarken bu göçmenlerin 60 milyondan
fazlası ise mülteci, sığınmacı gibi koruma statüleriyle evlerini
terk etmek zorunda kalmış olan kişilerdir. İkinci Dünya Savaşı
döneminde en çok göç veren coğrafya olan Avrupa, bugün en
çok göç alan coğrafya hâline gelmiş; yine geçmişte en çok göç
alan ülkelerden biri olan Suriye ise bugün dünyanın en çok göç
veren ülkesi olarak tarihte yerini almıştır. İnsanlık tarihinin her
döneminde görülmüş olan göçün savaş, ekonomik sorun, gelir
dağılımı bozukluğu gibi geleneksel sebepler haricinde ekolojik
sorunlar ve iklim değişikliği gibi yeni sebepleri de bulunmakta-
dır.
Bugün çoğunlukla savaşlar dolayısıyla güvenlik boyutunda
ele alınan göç kavramının; sosyal, ekonomik, kültürel açılımla-
rının da olduğu unutulmamalı ve bu kavram fırsat ve kriz bo-
58 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Türkiye, konumu yutları ile birikte değerlendirilmelidir. Tek başına iyi ya da kötü
sebebiyle tarih olarak tanımlanamayacak olan göç, iyi yönetildiği zaman önemli
boyunca hem göç fırsatlar doğurabilir. ABD ve kıta Avrupası’nın göçlerle şekillen-
hareketliliklerinin dirilmiş olduğu unutulmamalıdır. Einstein ve dünyanın en büyük
şirketlerinden birinin kurucusu Suriyeli Abdulfettah’ın oğlu Ste-
geçiş noktası
ve Jobs, birer göçmendir. Artan sınır kontrolleri ve dikenli teller
olmuş hem de
gibi engelleme çalışmaları göçü önlemek yerine arttırmakta ve
milyonlarca
daha çok insanın hayatını kaybetmesine neden olmaktadır. İn-
göçmene ev sanlığın göçü engellemeye çalışırken kullandığı enerjiyi, kaynak
sahipliği yapmıştır. ülkelerde sorunu çözmeye ve uyum politikalarına harcaması ge-
rekmektedir.
Türkiye, konumu sebebiyle tarih boyunca hem göç hareket-
liliklerinin geçiş noktası olmuş hem de milyonlarca göçmene ev
sahipliği yapmıştır. Bugün 3.6 milyonu Suriyeli, 400 bini ulus-
lararası koruma statüsünde sığınmacı, 800 bini de ikâmet izni ile
yaşayan göçmen olmak üzere yaklaşık 4.8 milyon göçmen Tür-
kiye’de bulunmaktadır. Kilis’te 100 bin Türk vatandaşı ile 100
bin Suriyeli birlikte yaşarken, Suriye’ye sınır komşusu olan bir
başka il Gaziantep’te 350 bin Suriyeli sığınmacı toplumla uyum
içinde yaşamını sürdürmektedir. Kilis halkının Nobel Barış Ödü-
lü’nü hak ettiği ifade edilmektedir. 1923-2011 yılları arasında
1.5 milyon, 20112018 yılları arasında ise 4.8 milyon göçmene ev
sahipliği yapan Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi olmadan da
mazlumlara hem kapısını hem de gönlünü açmış bir medeniyetin
bugünkü temsilcisidir. Yaklaşık 1 milyonu bulan okul çağındaki
sığınmacılar, Türkiye’deki okullarda eğitimlerini sürdürmekte-
dir. Bu sayının Finlandiya ve Danimarka gibi ülkelerdeki öğren-
ci çağındaki nüfustan daha fazla olduğu unutulmamalıdır. Türki-
ye’de hayata gözlerini açmış 300 binden fazla sığınmacı bebeğe,
aşı dâhil olmak üzere sağlık hizmetleri sağlanmaktadır. Geçici
koruma statüsüyle yaşayan Suriyelilerin bir taraftan eğitim, sağ-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 59

lık, sosyal yardım, psikolojik destek ihtiyaçları karşılanırken


diğer taraftan istihdama erişim, bilgi ve beceri kurslarına dâhil
edilme, bankacılık ve haberleşme gibi hizmetlerden faydalan-
maları sağlanmaktadır. Biyometrik verilerle beraber kayıt altına
alınmış olan 3.6 milyon Suriyeli için her türlü uyum çalışması
yapılmaktadır.
Türkiye tarafından mülteciler için şimdiye kadar 35 milyar
Dolar’dan fazla kaynak harcanmışken Avrupa bu mültecilere
sadece 3 milyar Euro des tek verebilmiş, garanti ettiği diğer 3
milyar Euro konusunda ise taahhütünü yerine getirememiştir.
Türkiye ise 18 Mart 2016 tarihinde yapılan anlaşma kapsamında
Avrupa’ya mülteci geçişini günlük 8 binlerden 100’lerle ifade
edilebilecek kadar az sayıya indirgeyerek Avrupa üzerindeki bü-
yük yükü almıştır. Hem toplumsal kabule verdikleri katkı nede-
niyle hem de başarılı göç yönetimi nedeniyle BM’nin ve AB’nin
Türkiye Cumhuriyeti’ne teşekkür etmesi gerekmektedir.
2011 yılından beri uluslararası norm ve ilkelere bağlı kala-
rak başarılı bir göç süreci yöneten Türkiye, bir taraftan göçmen
kaçakçılığı ve düzensiz göçle ciddi mücadele ederken diğer ta-
raftan da insan ticaretiyle mücadele konusunda kararlı adımlar
atmaktadır. Yabancı terör savaşçılarına giriş yasağı uygulayan
ve sınır dışı süreçleri için çalışıp ulaştığı bilgileri uluslararası
kuruluşlarla aktif şekilde paylaşan Türkiye, Suriye’nin kuzeyin-
de PYD, DAEŞ ve PKK gibi terör unsurları ile mücadele eden
yegane ülkedir. Güvenli bölgeler oluştukça yerinden edilen Su-
riyelilerin ülkelerine dönmesi sağlanırken, toprak bütünlüğünü
sağlamış demokratik bir Suriye oluşturma konusunda çaba har-
canmaktadır.
Bugün Suriye, Orta Afrika ve Afganistan kırılma noktala-
rından gelen göç dalgası, yaşlı kıta Avrupa’yı büyük bir krize
60 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

BMMYK sokmuştur. Avrupa’nın siyasî geleceği göçmen dalgasından etki-


Türkiye Ofisi’nin lenmiş, göçmenlere yönelik ayrımcılık ve nefret söylemleri her
Ekim 2019’daki geçen gün daha da yükselmiştir. Aylan Bebeğin ölü bedeninin
rakamlarına fotoğrafı tüm dünya vicdanını hareketlendirmiş ama oluşan po-
zitif hava fazla uzun sürmemiştir. Avrupa’da göçmen düşmanlığı
göre, kayıtlı
yükselirken Avrupa değerleri ve Avrupa fikri ırkçı popülizmin
olmayanların
ağır baskısı altında ezilmektedir. Bazı Avrupa ülkelerinde sığın-
ve diğer mülteci
macılar zor koşullara mahkûm edilmekte ve sığınmacıların de-
ve sığınmacı ğerli eşyalarına el konulmaktadır. Avrupa’da kaybolan 10 binden
gruplarının fazla sığınmacı çocuğun hangi terör örgütü veya istismar şebeke-
haricinde, sinin kurbanı olduğu bilinmemektedir.
Türkiye’de kayıtlı
Son on yılda, göç yönetimi, Akdeniz bölgesinin önemli baş-
olarak 3.6 milyon
lıklarından birisi hâline gelmiştir. 2016’daki Türkiye-AB an-
Suriyeli mülteci
laşmasından da anlaşılabileceği gibi AB’nin dış politikası ve
bulunmaktadır. Türkiye ile özellikle sınır yönetimi, yük paylaşımı ve sığınma
konusundaki ilişkileri ve Avrupa’ya mülteci akışını azaltma ça-
baları uluslararası ilişkilerin ve bölgesel güç dinamiklerinin şe-
killenmesinde önemli rol oynamıştır. Jeopolitik konumu nede-
niyle uluslararası ilişkileri şekillendiren en önemli bölgelerden
biri olan Akdeniz Havzası, son gelişmeler nedeniyle daha da
stratejik bir konuma dönüşmüştür. Ayrıca, 1951 Cenevre Söz-
leşmesi’ne coğrafî sınırlama ile taraf olan Türkiye, coğrafî po-
zisyonu ve sığınmacılara yönelik politikalarının sonucu olarak
tarih boyunca Avrupa yolundaki sığınmacılar için çok önemli bir
merkez olma rolünü üstlenmiştir. Bunlara ilaveten 2011 yılından
bugüne, Suriye’de devam etmekte olan savaştan dolayı mülteci
krizinin yeni seviyelere ulaşmasıyla birlikte günümüz dünyasın-
daki en büyük mülteci nüfusu, şu anda Türkiye sınırları içerisin-
de yaşamaktadır. BMMYK Türkiye Ofisi’nin Ekim 2019’daki
rakamlarına göre, kayıtlı olmayanların ve diğer mülteci ve sığın-
macı gruplarının haricinde, Türkiye’de kayıtlı olarak 3.6 milyon
Suriyeli mülteci bulunmaktadır.
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 61

Uluslararası göç ve dış politikanın bağlantı noktasını şekil-


lendiren esas motivasyonların, BM ajansları ve uluslararası sivil
yardım örgütlerinin yanı sıra diğer devlet dışı aktörlerin göç yö-
netiminde oynadıkları rolün, ve bölgeye yapılan dış müdahâlele-
rin bir uzantısı olarak yönetim zihniyetinin daha iyi anlaşılması
gerekmektedir. Akdeniz bölgesindeki insanî söylemler ve mü-
dâhalelerin AB’nin göç yönetimi ajandasına ve diğer bölgesel
çıkarlarına nasıl hizmet ettiği sorusuna cevap aramanın bölgede
meydana gelen mülteci sorununu ve bu sorun etrafında şekille-
nen uluslararası ilişkiler dinamiklerini anlamak için önem arz
ettiği görülmektedir.
Mülteci kategorisi gibi insan topluluklarının oluşturulmasına
yönelik teorik çalışmalar, nüfus yönetişimi ve yönetim zihniyeti
hakkındaki mevcut literatür, politika dökümanları, söylem ana-
lizleri, Türkiye’deki mülteciler ve uluslararası sivil yardım örgüt
çalışanlarıyla yapılan mülakat ve etnografik saha çalışmaları,
Akdeniz’deki göç yönetimi ve yönetişim biçimlerini anlamaya
yardımcı olacaktır.
Yönetim zihniyeti, Nancy Ettlinger tarafından “sade vatan-
daşları toplumsal normlara uygun şekilde hareket etmeye yön-
lendiren hesaplanmış taktikler olarak tanımlanan yönetişim
zihniyetini araştıran çok yönlü bir analitik çerçeve” olarak ta-
nımlanmıştır. Yönetim zihniyeti kavramı, insan topluluklarının
kendi çıkarlarına yönelirken aynı zamanda yönetimin de çıkar-
larına uyduğu durumlarda da ortaya çıkabilmektedir. Tania Mur-
ray Li, böyle durumlarda insanların, kendi davranışları dışardan
yönetildiğinde farkında olamayabileceği iddiasında bulunmak-
tadır. Geleneksel olarak yönetim zihniyeti devlet aygıtlarıyla öz-
deşleşmiştir fakat Peter Redfield bu durumun değişerek insanî
yardım gibi daha ustaca uygulamaların da bu alanda kullanıl-
dığını belirtmektedir. Gerçekten de insanî yardım, savunmasız
62 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

grupların BMMYK gibi giderek “küresel nüfus polisi” hâline


gelen organlar aracılığıyla kontrol edilmesi için kullanılan bir
yönetişim teknolojisi olarak da kavramsallaştırılabilmektedir.
Kendilerine yardım sağlanan kişiler bu politikaların insanî yar-
dım kisvesi altında gerçekleşmesinden dolayı aslında kendilerini
yönetme çıkarlarıyla şekillendiğini farketmeyebilirler. Yönetim
zihniyeti kavramının insanî yardım bağlamında eleştirel olarak
incelenmek suretiyle siyasî çıkarları arttırmak ve mülteci akı-
mını yönetmek için insanî yardım söyleminin nasıl kullanıldı-
ğının incelenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, göç-dış politika
arasındaki bağlantı noktası ve Türkiye-AB ilişkileri bağlamında
kriz yönetimi ve savunmasız insanlara yardım söylemleri sorgu-
lanmalıdır.
Uluslararası örgütler ve medya tarafından büyük ölçüde
desteklenen kriz anlatımı, yanıltıcı olmanın yanı sıra olumsuz
sonuçlar da doğurmaktadır. BMMYK, UNICEF ve uluslarara-
sı medya tarafından kullanılan, mültecileri çaresiz ve korkmuş,
mülteci krizini ise daha önce eşi benzeri görülmemiş rekor sayı-
da mülteci olarak niteleyen söylem, mülteciler için gereken ka-
muoyu desteğini zayıflatmaktadır. Özellikle çaresizlik, güvenlik
kaygıları ve rekor sayıdaki rakamlar vb. kavramlara odaklanan
bu dil, tamamen nüfus yönetimi üzerindeki göç yönetimi söyle-
mine hizmet etmektedir. Haber kuruluşları ve STK’lar bunu far-
kındalığı arttırmak ve kamuoyunun dikkatini çekmek için yapsa
da bu durum, sonuç olarak ev sahibi ülkelerdeki mülteciler ve
vatandaşlar arasında daha fazla ayrım yaratmaktadır. Bu acıma
söylemi vatandaşlar ile mülteciler arasında hiyerarşik bir ilişki-
ye neden olmaktadır. Mültecileri ayrı bir nüfus kategorisi olarak
tanımlayan bu söylemin aslında kendi kendine hizmet ettiği de
unutulmamalıdır. Esasında bu söylemi oluşturan ve sürdüren bir-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 63

çok STK ve uluslararası örgüt, aynı zamanda mültecileri uzun Suriye’deki savaş
dönemde güçlendirmek yerine onları kısa vadeli yardımlarla 9. yılına girerken,
kendilerine daha da bağımlı hâle getiren örgütlerdir. mültecilere ev
Suriye’deki savaş 9. yılına girerken, mültecilere ev sahipli- sahipliği yapan
ği yapan ülkelerdeki göçmenlerin hem sosyal hem de ekonomik ülkelerdeki
açıdan uyum, adaptasyon ve entegrasyonlarını sağlamak için göçmenlerin
uzun vadeli kalıcı çözümlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu noktada hem sosyal hem
yönetim zihniyeti ve güç dinamikleri devreye girmektedir. Kriz de ekonomik
söyleminden kimin fayda sağladığı, fonlamanın nereye gittiği açıdan uyum,
ve hangi somut politika değişiklikleri ve eylemlerinin yerine adaptasyon ve
getirildiği sorularına cevap aranmalıdır. Bugün, Türkiye, Ür-
entegrasyonlarını
dün, Lübnan ve Yunanistan’da devam eden projelerden en çok
sağlamak için
fayda sağlayanlar, devlet teşekkülü dışındaki insanî yardım ör-
uzun vadeli kalıcı
gütleridir. Bu sırada ise Avrupa’ya mülteci akınını önlemek için
çözümlere ihtiyaç
AB’nin sınır güvenlikleştirmesini, dış etkilere karşı kontrollü
hâle getirmek adına politikalar daha da kısıtlayıcı hâle gelmiş-
duyulmaktadır
tir. Ulus-devletler, sınırların, politikaların ve güvenlikleştirme-
nin kaynağı iken uluslararası organ ve STK’ların da yönetişim
taktikleri kullanmaları dikkat çekicidir. Maurizio Albahari bu
durumu “yardım ve kontrolün bağlantı noktası” olarak tanımla-
maktadır. Gerçekten de, kriz söylemi büyük ölçüde siyasi gün-
demler, sınır güvenliği politikaları ve yapısal ihmalkârlık ile sür-
dürülmektedir.
Esas olarak, kriz söylemi ile devlet aygıtları askerî insancıl-
lığın konuşlandırılması için el ele çalışmaktadır. Kendisi tarafın-
dan isimlendirilen “askerî insancıllık” kavramıyla ilgili olarak
Albahari, 2013 yılında Akdeniz’deki İtalyan adası olan Lampe-
dusa kıyılarında mültecileri taşıyan bir botun batması sonucu ya-
şanan insanî trajedinin ardından mültecileri kurtarmak ve insan
kaçakçılarını tutuklamak için yapılan Mare Nostrum Operasyo-
64 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Akdeniz üzerinden nu’nu örnek olarak vermektedir. Avrupa Komisyonu operasyon


Avrupa’ya geçmeye için dış sınırlar fonundan 1.8 milyon Euro mali destek sağlamış-
çalışan mülteciler tır. İtalyan donanması tarafından yapılan ve 31 Ekim 2014’te
arasında ölüm sona eren Mare Nostrum’un yerini Frontex tarafından İtalyan
sahillerine yakın olarak yürütülen, arama kurtarma faaliyetleri
oranı 2014-2015
yerine sınır güvenliğine odaklanan Triton Operasyonu almıştır.
yılları arasında on
Sadece 1 yıl süren Mare Nostrum Operasyonu’nun sonlandırıl-
kat artmıştır.
masının en büyük nedeni çok maliyetli olmasıdır. Diğer AB üye
ülkelerinden Mare Nostrum Operasyonu’na devam etmek için
ek fon talep eden İtalya, gerekli desteği bulamayınca operasyonu
sonlandırmıştır.
Akdeniz üzerinden Avrupa’ya geçmeye çalışan mülteciler
arasında ölüm oranı 2014-2015 yılları arasında on kat artmıştır.
Bunu üzerine, 2018 yılının Şubat ayında AB üyesi olan ve olma-
yan 15 Avrupa ülkesi tarafından gönüllü olarak da fonlanan ve
desteklenen Themis Operasyonu, Triton Operasyonu’nun yerini
almıştır. Frontex tarafından Themis Operasyonu’nun arama ve
kurtarmayı çok önemli bir bileşen olarak dâhil etmeyedevam
ederken aynı zamanda operasyonun geliştirilmiş biçimde kol-
luk faaliyetlerine de odaklanacağı açıklanmıştır. Operasyonun
faaliyet alanı Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Türkiye ve Arnavut-
luk’tan gelen mülteci akımlarını kapsayacak şekilde Akdeniz’in
merkezini içermektedir. Yaptığı resmî açıklamada Frontex Di-
rektörü Fabrice Leggeri şunları söylemiştir: “Suç örgütlerinin
AB’ye fark edilmeden girmesini engellemek için daha iyi dona-
nıma ihtiyacımız var. Bu, AB’nin iç güvenliği için çok önemli-
dir. Ayrıca, Themis Operasyonu’nun bir parçası olarak, parmak
izi ve uyruk tespiti gibi işlemlerin yapılması için Frontex Ajansı
tarafından İtalya’nın sıcak noktalarına gönderilen birimler yerel
makamlara yardım edecektir”.
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 65

Bu operasyonların göç ve yönetim zihniyetini yansıtmasından Yeniden


anlaşılacağı üzere, tıpkı kalkınma politikası gibi göç politikası yerleştirme ve acil
da sömürge sistemlerinin çöküşüyle açılan alanda şekillenmek- yardım sağlama
te ve sömürgeci güçler tarafından icat edilen ana uygulamalar gibi kısa vadeli
çerçevesinde organize edilmektedir. Gerçekten de göç politikası; göç uygulamaları,
ulus devletleri güçlendirmek için nüfusların ve toprakların yö-
genellikle
netilmesi, dağıtılması ve yerinin değiştirilmesi yoluyla küresel
insanî yardım
nüfus üzerinde yaygın hâle gelen bir polis gücü kullanımı olarak
projelerinin bir
anlaşılabilmektedir. Ayrıca, son zamanlarda siyasî potansiyeli
gören devlet dışı aktörler de nüfus akımını manipüle etmektedir.
parçası olarak
görülmekte ve
Yeniden yerleştirme ve acil yardım sağlama gibi kısa vadeli
bir yönetişim
göç uygulamaları, genellikle insanî yardım projelerinin bir par-
enstrümanı olarak
çası olarak görülmekte ve bir yönetişim enstrümanı olarak çok
çok az eleştiri
az eleştiri almaktadır. Ancak, mültecilerin yeniden yerleşimi ger-
almaktadır.
çekten kimin hakikî bir mülteci olduğunu ve böylece korunma-
yı ve yeniden yerleşimi hak ettiğini belirleyen hiyerarşik seçim
süreçleri ve prosedürleri yoluyla insanî yönetişim için bir araç
olarak kavramsallaştırılmalıdır.
Stephan Scheel ve Philipp Ratfisch’in Fas ve Türkiye’deki
etnografik araştırmalara dayanan çalışması, mülteci koruması
alanındaki BMMYK ile göç yönetiminin siyasî rasyonalizmi
arasındaki ilişki hakkında fikir vermektedir. Bu araştırmaya
göre, BMMYK’nın mülteci koruma söylemi ve ortaya çıkan göç
yönetimi paradigması metodolojik milliyetçiliği temel almakta,
otoriter bir potansiyel paylaşmakta ve siyasetten arındırma etki-
lerine yol açmaya meyilli olabilmektedir. BMMYK’nın “küresel
nüfus polisi” olarak göç yönetimi paradigmasına aktif katılımına
yapılan bu vurgu, küresel insanî yönetişim rejiminin odak nok-
tasıdır.
66 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

BMMYK ve diğer insanî aktörler ve prosedürler, göç yöneti-


mi ve koruma çerçevesinde veri toplayıp belirli gruplara ayrıca-
lıklar tanırken diğerlerini olumsuz şekilde etkileyerek mültecile-
ri hiyerarşik olarak kategorize etmektedir. Örneğin, savunmasız
olarak tanımlanan gruplara yardım dağıtımı ve psiko-sosyal des-
tekte öncelik verilmekte, sadece bu gruplardaki kişiler şuanda
BMMYK tarafından yeniden yerleştirilmektedir. LGBT bireyler,
insan ticareti mağdurları, işkence mağdurları, zulüm gören dinî
azınlıklar, çocuklu dullar, küçük çocuklu aileler ve ev sahibi ül-
kelerde yeterince sağlık hizmeti alamayan sağlık durumu kötü
olan kişiler BMMYK tarafından belirlenen savunmasız durum-
daki vakalardır.
Bazı Batılı ülkelerin, yeniden yerleştirme konusunda diğer
mülteciler yerine, kendi ülkelerine yerleştiklerinde daha iyi en-
tegre olacaklarına inandıkları özellikle LGBTQ ve dinî azınlık
mensuplarını seçecek kadar ileri gittiği iddia edilmektedir. Sa-
vunmasızlık kisvesi altında yeniden yerleşim için seçme siyaseti
de yönetim zihniyeti yapısının bir parçasıdır. Seçme siyaseti Ka-
nada’nın yeniden yerleşim için özel sponsorluk programının da
bir parçası durumundadır. Bu program kapsamında aslında pek
de savunmasız durumda olmayan Suriyelilerin BAE ve Suudi
Arabistan gibi ülkelerden yeniden yerleşimi sağlanmıştır.
Mültecilerin farklı özelliklere sahip gruplardan oluşması ne-
deniyle çeşitli ve kapsamlı çözümlere ihtiyaç duyulmaktadır.
Mültecilerin ihtiyaçları da sürekli olarak değişmektedir. Suriye-
lileri, ev sahibi topluluklara entegre etmek için daha fazla çaba
gösterilmesi gerekmektedir. Entegrasyon, ekonomik güçenme
ile başlamaktadır. Birçok bağlamda acil ve insanî yardım için
çok kritik bir ihtiyaç olduğunu belirtmekle birlikte, daha güçlü
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 67

pozisyonlarda olanların acil ihtiyaç sahibi olanlara yardım sağ- Mültecilerin Bosna
lamasından dolayı hiyerarşi taşıyan bir kavram olduğunu kabul Hersek’i Avrupa
etmek de önemlidir. Birliği topraklarına
Avrupa’da yaşanan mülteci krizinden etkilenen ülkelerden ulaşmak amacıyla
biri de Bosna Hersek’tir. Suriyeliler ise son 2 yılda Bosna Her- transit ülke olarak
sek’e gelen mültecilerin yüzde 10’undan daha azını oluşturmak- kullandıkları
tadır. Ülkeye gelen mültecilerin çoğunluğu Pakistan ve Afganis- anlaşılmaktadır.
tan uyruklular oluşturmakla birlikte 2019 yılında Bangladeş’ten
gelen mülteci sayısı hızla artış göstermiştir. Son 2 yılda Bosna
Hersek’teki mülteci sayısının katlanarak arttığı görülmektedir.
2017 yılında sadece bin 200 mülteciye ev sahipliği yapan Bosna
Hersek’teki mülteci sayısı, 2018 ve 2019 yıllarındaki artış sonu-
cunda 50 bine ulaşırken bu mültecilerin sadece 4’te 1’i Bosna
Hersek’te kalmıştır. Mültecilerin Bosna Hersek’i Avrupa Birliği
topraklarına ulaşmak amacıyla transit ülke olarak kullandıkları
anlaşılmaktadır. Ancak, Hırvatistan’ın kendi sınırlarını sert bir
biçimde korumaya alması nedeniyle mülteciler, Avrupa Birliği
topraklarına ulaşmak konusunda sıkıntı yaşamaktadır.
2015 yılından itibaren Bosna Hersek’ten daha iyi durumda
olup kendilerini Güneydoğu Avrupa’dan kıtanın kuzeydoğusu-
na kadar uzanan mülteci rotasında bulan birçok ülke, düzensiz
göç sorununu çözmek için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. O
dönemde göç rotası Bosna’dan geçmeme sine rağmen durumu
takip eden yerel güvenlik ajansları diğer ülkelerin sınırlarını ka-
patmaları durumunda mültecilerin Avrupa Birliği topraklarına
ulaşmak için Bosna’yı kullanabilecekleri konusunda devletin en
yüksek otoritelerini uyarmışlardır. Doğru zamanda yapılan uya-
rıların ciddiye alınmaması sonucunda Bosna Hersek’in mülteci
kriziyle hazırlıksız olarak karşı karşıya kaldığı açıktır.
68 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Ülkedeki düzensiz göçmenlerin sayısının 2016’dan bu yana


her yıl artmasına rağmen, 2018 baharında başlayan krizin ne-
denlerinden biri de bazı ülkelerin göç karşıtı politikalarıdır.
Macaristan ve Hırvatistan’a uzanan göç rotalarının kapatılması
nedeniyle 2015’ten bu yana kitlesel düzensiz göçe maruz kalan
Bosna Hersek’in doğu komşuları Sırbistan ve Karadağ, kendi ül-
kelerinden ayrılarak batıya doğru geçmelerini hızlandırmak için
mültecilerin Bosna Hersek’e gitmesini kolaylaştırmıştır. Aynı
zamanda, Hırvatistan da kendi sınırlarında tedbirleri artırıp sınırı
bu tür girişimlere kapatarak mültecilerin kendi topraklarına ve
buradan Slovenya, İtalya ve Avusturya’ya geçmelerini engelle-
miştir.
2019 yılının son 11 ayında ülkeye gelen mültecilerin yüzde
99’u Bosna Hersek’e doğu komşuları olan Sırbistan ve Karadağ
üzerinden ulaşmıştır. Mülteci krizinin etkili bir şekilde yönetil-
mesi için ülkenin savunmasız durumda olan doğu ve güneydoğu
sınırlarının güçlendirilmesi gerekmektedir. Yapılan araştırma-
da, ülkedeki mültecilerin 3’te 2’sinin Bosna sınırlarını ilk de-
nemede, yüzde 25’inin ise 2 ila 4’üncü denemelerinde aştıkları
anlaşılmıştır. Sınırın kolay geçilme nedenleri sadece personel
eksikliği veya sınır polisinin yetersiz teknolojik ekipmanından
değil, aynı zamanda kritik sınır noktalarının geleneksel gözetle-
me yöntemleriyle ve yetersiz kontrol edilmesinden kaynaklan-
maktadır. Başta Sırbistan olmak üzere, doğu sınırındaki birçok
devletin kendi sınırlarını neredeyse hiç korumayamadıkları için
mültecilerin Bosna Hersek’e gitmesinin engellenemediği açıkça
görülmektedir.
Güvenlik ajanslarının temsilcileri ve mültecilerle yapılan
mülakatlar, esasında Pakistan ve Afganistan asıllı kişilerin Sır-
bistan’dan Bosna Hersek’e göçmen kaçakçılığında aracılık yap-
tığını göstermektedir. Ayrıca, göçmen transit rotasında birtakım
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 69

suç aktivitelerinde bulunan yerli şahısların kimlikleri de polis Göçün ortaya


tarafından bilinmektedir. Bosna Hersek’teki suç çetelerinden çıkardığı siyasî
önemli sayıda kişinin ise göçmen kaçakçılığına yöneldiği gö- kriz ve arkasındaki
rülmektedir. Daha önce silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı güvenlik krizi,
yanında fuhuş gibi yasa dışı faaliyetlerde bulunmuş bu kişiler, dikenli teller
mültecilerin gelişiyle birlikte daha az riskli ve daha kârlı olan
ve ötekileştirici
mülteci kaçakçılığına yönelmişlerdir. Uyuşturucu kaçakçılığı
siyasî politikalarla
yaparken yakalanmak, maddî olarak ağır külfet doğurmaktay-
çözülememektedir.
ken, mülteci kaçakçılığı yaparken yakalanmak hiç de önemli bir
cezaya bedel değildir.
Batı Balkan rotalarındaki gelişmeler, Arnavutluk-Kara-
dağ-Bosna Her sek ve Sırbistan-Bosna Hersek rotalarının önü-
müzdeki dönemde de faal olacağını göstermektedir. Mültecile-
rin Bosna Hersek’e gelmeden önceki ilk noktaları Sırbistan’dır.
Başkent Belgrad üzerinden kara veya su yoluyla transfer edilen
mülteciler için Drina Nehri en önemli kaçakçılık noktasıdır. Sır-
bistan polisinin sınırlarını koruma hususunda yetersiz kalması ve
Bosna Hersek sınırının geçirgenliğinin de yüksek olmasını göz
önünde bulunduran kaçakçılar, mültecileri Bosna Hersek üzerin-
den kaçırmanın en az riskli seçenek olduğunu değerlendirmek-
tedir. Irak ve Suriye’de savaş tecrübesi edinmiş olan kişilerin de
sığınmacı dalgasına katılarak ülkeye girme riski bulunmaktadır.
Uluslararası mülteci krizine çözüm bulmak için insanî de-
ğerlere sahip çıkılması, uyum konusunda daha fazla çalışma
yapılması ve kaynak ülkelerdeki sorunların giderilmesi gerek-
mektedir. Hak temelli yaklaşımlar gönül temelli yaklaşımlarla
güçlendirilmelidir. Göçün ortaya çıkardığı siyasî kriz ve arka-
sındaki güvenlik krizi dikenli teller ve ötekileştirici siyasî politi-
kalarla çözülememektedir. Teknik ve siyasî olduğu kadar insanî
ve evrensel bir mesele olan göçün, insanlık için bir yük değil
70 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Akdeniz, son 4 insanî değerler yönüyle sınavdan geçirileceğimiz bir fırsat ol-
yılda 20 binden duğu unutulmamalıdır. Sığınmacılar, dünyadaki sığınmacı soru-
fazla insanın göç nunun kaynağı değil mağdurlarıdır. Mülteci sorunu, sadece sınır
yolunda hayatını ülkelerine havale edilmek suretiyle çözülecek bir sorun değildir.
Bu sorunun yük paylaşımı noktasında kimse, kendisini daha az
kaybetmesiyle
sorumlu görmemelidir. Suriye krizinde; Lübnan, Ürdün ve Tür-
dünyanın en
kiye üzerinde kalan yükün paylaşımı konusunda Akdeniz’in ku-
büyük mezarlığına
zeyindeki ülkelerin sınıfta kaldığı ifade edilmektedir. Belki 100
dönüşmüştür. yıl önce 30 günlük bir mesafe olan Suriye ile Avrupa uzaklığı
bugün yalnızca 2 saate düşmüş, dünya artık küçük bir köye dö-
nüşmüştür. Bu sebepten dolayı sorunu, sınırların dışına iterek
çözme fikri, bir yanılgıdan ibarettir. Sığınmacı sorununda, göç
ve uyum konularında herkesin yeni inisiyatifler geliştirmesine
ihtiyaç duyulmaktadır.
Akdeniz, son 4 yılda 20 binden fazla insanın göç yolunda ha-
yatını kaybetmesiyle dünyanın en büyük mezarlığına dönüşmüş-
tür. İtalyan Şair Aldo Busi, bir şiirinde Akdeniz’den gelen hiçbir
balığı yemediğini belirtir, çünkü o balıklarla birlikte Somalili ve
Suriyeli sığınmacıları yemekten korkuyorum, der. Şiirin deva-
mında ise eskiden denizler kirlenip balıklar kıyıya vururken artık
vicdanlar kirlendiğinden bebeklerin kıyıya vurduğunu, bebekle-
rin öldüğü bu dünyada ise insanlığın sessiz kaldığını, oysa bebek-
lerin ölürken değil uyurken sessiz olunması gerektiğini duygulu
bir şekilde ifade etmektedir. Bu dramları durdurmak için kurulan
uluslararası örgütlerin çoğu, maalesef ölen sığınmacıların ista-
tistiklerini tutan birer kuruluş hâline gelmiştir. NATO savaş ge-
mileri kaynak ülkelerdeki savaşı durdurmak yerine bombalardan
kaçan insanların Akdeniz’den geçmesine engel olmak için görev
yapmaktadır. Tüm dünyada insanî yardım ve sığınma süreçleri
alarm verirken 1945’in paradigmasıyla kurulan BM ve ilgili ku-
rumlar, bu konudaki görevini hakkıyla yerine getirememektedir.
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 71

Atmosferin moleküler yapısını bozan ülkeler için bağlayı-


cı Paris şartı varken insanlığın kültürel yaşam kromozomlarını
etkileyen insanî dramlar ve insanî olmayan sığınmacı süreçleri
için inisiyatifler bulunmamaktadır. Mevcut sözleşmeler yetersiz
kaldığından dolayı 1951 Cenevre Sözleşmesi dâhil tüm inisiya-
tiflerin gözden geçirilip yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Yük paylaşımını, yeniden yerleştirmeyi içeren, herkesin yararına
göç yönetimi felsefesini benimsemiş kabul ve uyum ilkelerinin
bulunduğu bağlayıcı ve yeni bir sözleşmeye ihtiyaç duyulduğun-
dan dolayı 1951 Cenevre Sığınmacı Sözleşmesi’nin yenilenmesi
ve bu konuda yeni bir yaklaşım ortaya konulması önerilmektedir.
Kilis ve Gaziantep örneklerinde ortaya konulduğu üzere böyle
bir yaklaşımla, Türkiye’nin inisiyatif alarak Cenevre Sözleşme-
si’ne alternatif Gaziantep’te yeni bir sözleşme yapması, bunun
tüm insanlığa Gaziantep Sözleşmesi olarak armağan edilmesi
gibi yeni fikirlere ihtiyaç duyulmaktadır.
İbn-i Haldun’un da ifade ettiği gibi her medeniyet doğacak,
yükselecek ve nihayetinde ölecektir. Göçler, İbn-i Haldun’un
bu teorisini etkileyen olgulardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kötü yönetildiği durumda medeniyetin ömrünü kısaltan göçle-
rin, iyi yönetildiği durumda medeniyetin ömrünü uzatmaktadır.
Medeniyetin ilelebet yaşatılabilmesi ve küresel barışın gelece-
ğini temin etmek için etrafınıza güvenlik duvarları örmek veya
teller çekmek bir çözüm yolu değildir. Elbette göçlerin engel-
lenmesinden ziyade nasıl yönetilmesi gerektiği daha öncelik-
li konuşulmalıdır. Herkesin yararına olacak bir göç yönetimi
mümkündür. Uyum süreçleri, yük paylaşımı, kaynak ülkelerdeki
sorunların çözümü için özellikle asambleler, hükûmetler ve ilgili
kuruluşların devreye girmesi ve müdâhil olması gerekmektedir.
Hepsinden öte kaynak ülkelerdeki sorunların yerinde çözülmesiy-
le sürece sağlıklı bir şekilde başlanmalıdır.
Medya ve Jeopolitik
Doğu Akdeniz bölgesi, köklü geçmişinden günümüze uzanan Doğu Akdeniz’in
konumuyla birçok diplomasi hamlesine tanıklık eden ve her ge- sahip olduğu
çen gün derinleşen bir mücadele ağına sahne olmaktadır. Geç-
ilişki ve çatışma
mişte ticaret ağları nedeniyle devletlerin öncelikli politikaların-
çeşitliliği de dâhil
da yer alan bölge, günümüzde hukukî sorunlar ve düzen arayışı,
olmak üzere,
enerji politikaları, devlet ve düzen sorunları, mülteciler meselesi
ve Kıbrıs gibi birçok kritik konuya ev sahipliği yapmaktadır. Bu
devleter tarafından
bağlamda, Doğu Akdeniz, aktörlerin çıkarlarının çatıştığı ve her yumuşak güç
konunun bir diğeriyle kesiştiği çok boyutlu bir değerlendirme araçlarının ağırlıklı
ve çalışma alanı olarak mevcut uluslararası sistemde önemini bir biçimde
korumaktadır. Doğu Akdeniz’in sahip olduğu ilişki ve çatışma kullanılmaya
çeşitliliği de dâhil olmak üzere, devleter tarafından yumuşak güç başlaması, bölge
araçlarının ağırlıklı bir biçimde kullanılmaya başlaması, bölge dinamiklerinde
dinamiklerinde ulusal ve uluslararası medyanın rolünü de önem- ulusal ve
li ölçüde artırmaktadır. uluslararası
Doğu Akdeniz bölgesine dair çeşitlilik arz eden çalışma alan- medyanın rolünü
larının detaylı olarak ele alınması, reel politik çerçevede kaçı- de önemli ölçüde
nılmaz bir tabloyu göstermekte ve ortaya koymaktadır. Lakin, artırmaktadır.
her konunun detaylı biçimde ele alınması ayrı bir titizlik gerek-
tirmekte ve derinlikli çalışmayı şart koşmaktadır. Bu kapsam-
da, Doğu Akdeniz bölgesine dair oluşturulacak ve okuyucuya
takdim edilecek her çalışma ile, bölge dinamikleri ve aktörlerin
olası hamlelerine kısaca değinilmiş olacak, böylelikle bütünün
küçük bir cüz’ünü kendine has değerlendirmeyle literatüre kat-
ma hedefi güdülmüş olacaktır.
Günümüz dünyasında güç kavramı, stratejik caydırıcılık dip-
lomasisi olarak önem kazanan bir kavramdan öte ihtiyaç me-
sabesinde nitelendirilmektedir. Daha özele indirgendiğinde ise,
Doğu Akdeniz bölgesinde yer alan aktörlerin, temel stratejilerini
74 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

küresel bir güç olabilmek, bölgedeki askerî ve ekonomik varlığı-


nı güçlendirmek, hidrokarbon arz ve fiyatlarında etkin olabilmek
ve bölgesel güçler üzerinde ağırlığını korumak üzerine kurduğu
görülmektedir. Belirtilen bu etmenlerin stratejik amaçların ger-
çekleşmesinde Doğu Akdeniz’in ehemmiyeti öne çıkmakta, jeo-
politik konumu nedeniyle ticarî ve askerî alanlarda kritik roller
üstlenmektedir. Coğraf’îaçıdan da bölgeye sınırı olan Türkiye,
İsrail, Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, Lübnan, Suriye ve
Libya Doğu Akdeniz’de aktif politika yürütürken bölgeye sını-
rı olmamasına rağmen ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya
gibi aktörler de Akdeniz’deki enerji denkleminde yer almaktadır.
Diğer bir deyişle, bölgesel ve uluslararası aktörlerin çıkar çatış-
malarına sahne olduğu ve akıllı güç kullanımının giderek arttığı
Doğu Akdeniz bölgesinde, Ortadoğu siyasetinin de yer aldığını
belirtmek, denklemdeki görünmeyen ve ifade etmekten kaçını-
lan bir unsurun varlığını vurgulamak açısından önemlidir. Bu,
çalışmada kısa bir cümleden ziyade kritik bir etmenin belirtilme-
si olarak değerlendirilmelidir.
Diğer aktörlerin politikalarına benzer olarak daha yakın mer-
cekte incelenebilecek olan Rusya, Doğu Akdeniz politikaları ile
dikkat çeken bir konuma sahiptir. Ortadoğu, pek çok ülkenin ol-
duğu gibi Rusların da önemli ihtiyaç ve çıkarlarını sağlamayı
hesapladığı bir bölgedir. Bölgedeki enerji ve su kaynakları, böl-
genin uluslararası güç mücadelesinde önemli bir askerî lojistik
bölge olması ve bundan doğan jeopolitik değeri, uluslararası ti-
caretin gerçekleştiği önemli deniz ve hava yollarının varlığı gibi
nedenler dolayısıyla uluslararası aktörlerin Doğu Akdeniz’de
nüfuzunu arttırma arayışında olduğu açıktır. Bu duruma bölge
dışı aktörlerden biri olan Rusya da bir örnektir. Rusya’nın gü-
venlik stratejisi, askerî doktrini ve küresel siyaseti bu bölgede
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 75

etkili olmayı hedeflemektedir. Özellikle son 10 yılda Rusya’nın Rusya


başta Suriye olmak üzere Mısır, Libya ve İran sahasında öne Federasyonu,
çıktığını görülmektedir. Ulusal Dış Politika Konsepti’nde Rus- Ulusal Dış Politika
ya Federasyonu, Orta Doğu bölgesini küresel güvenlik sorunları Konsepti’nde
açısından öncelikli alan olarak gördüğünü ilan etmekte; nükle- Ortadoğu
er silahların ve kitle imha silahlarının yayılması olasılığını ve
bölgesini küresel
terör örgütlerinin bu bölgedeki faaliyetlerini öncelikli tehditler
güvenlik sorunları
arasında saymaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin
açısından öncelikli
(BMGK) beş daimî üyesinden biri ve Orta Doğu Dörtlüsü’nün
bir üyesi olarak Rusya, kendisini doğrudan Orta Doğu sorunları
alan olarak
konusunda taraflardan biri görmek suretiyle asıl çıkarlarını mas- gördüğünü ilan
kelemektedir. etmektedir.
Rusya Federasyonu, Ulusal Dış Politika Konsepti’nde Or-
tadoğu bölgesini küresel güvenlik sorunları açısından öncelikli
alan olarak gördüğünü ilan etmektedir. Moskova, gerek nükleer
silahların, kitle imha silahlarının yayılmasını gerekse uluslara-
rası terör örgütlerinin bu bölgedeki faaliyetlerini öncelikli teh-
ditler olarak değerlendirmektedir. Radikal ideolojilerin burada
büyüyüp gelişmesi ve dünyaya yayılması dolayısıyla, Rusya’nın
mücadele etmek durumunda olduğunu resmî olarak ifade ettiği
tehditler arasındadır.
Doğu Akdeniz sahnesinde Türkiye’nin konumu ve varlığı
bu çıkarlar çatışmasında özel öneme sahiptir. Bir yandan Kıb-
rıs Adası özelinde uluslararası hukuktan kaynaklanan hukukî,
siyasî, ekonomik hakları, diğer yandan KKTC ve GKRY uyuş-
mazlıklarının Doğu Akdeniz’in yükselen ve yenilenen enerji jeo-
politiğinin denklemleri ve parametrelerine dayalı olarak yeni bo-
yutlar kazanması, Türkiye açısından hususiyetle dikkatleri Doğu
Akdeniz’e yöneltmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu yönelişe Suriye
hatta Irak’taki askerî, siyasî ve stratejik gelişmeler ve seyir de
eklendiğinde Türkiye için Doğu Akdeniz, odaklanması hayatî
değer taşımaktadır.
76 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Doğu Akdeniz’in sıcak sularında doğal kaynak elde etme


motivasyonunun, yarım asrı aşkın bir maziye sahip olduğu söy-
lenebilir. Türk dış politikasında Doğu Akdeniz hamlelerinin,
1963’te Yunanistan’ın kendi karasularında petrol aramak isteyen
şirketlere ruhsat vermesiyle başladığı öncelikle belirtilmelidir.
Ancak yayılma politikaları kapsamında Ege Denizi’nin batı ve
kuzey yönlerinden doğu sularına doğru açılma girişimi ortaya
çıkınca 1970’lerden itibaren Yunanistan, Türkiye karasularında
kalan kısımlar için de arama ruhsatı vermeye kalkışmış, hası-
lı Türkiye’nin haklarını ihlal etmiştir. Türkiye ise buna karşılık
olarak Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nı arama faaliyet-
lerine yönelterek Yunanistan’ın ihlal ettiği, ancak kendine ait
olan sularda haklarını korumak gibi bir hamlede bulunmuştur.
Bu arama ruhsatlarının haritası, 1973’te Resmî Gazete’de yayın-
lanmış ve Yunanistan’ın tepkisiyle karşılaşmıştır. Bu bağlamda,
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki petrol arama girişimlerinin te-
meli, 1974’te kıta sahanlığı çalışmalarını yapmak üzere Çandarlı
gemisini Ege Denizi’ne çıkarmasıyla başlamıştır.
Türkiye, son yıllara kadar haklarını ağırlıklı olarak BM gibi
uluslararası kuruluşlarda arayıp diplomatik yolları tercih etmek-
te; sondaj gemilerini peş peşe Doğu Akdeniz’e göndermektedir.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de aktif politikasının bir sonucu
olarak Türk donanmasının refakatinde önce Fatih, ardından Ya-
vuz adlı gemiler, doğalgaz arama faaliyetleri için bölgede yerini
almıştır. Dışişleri Bakanlığı’nın, taraflara yönelik mesajlarında
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kararlılıkla ilerleyeceğinin altını
çizmesi, yeni aktif politikasının önemli hamlelerinden biri olarak
değerlendirilmelidir.
Doğu Akdeniz’de Mısır krizi ile ortaya çıkan süreç boyun-
ca Türk medyasının, yurtdışı basını tarafından sıkıştırıldığı ve
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 77

bu basın kuruluşlarının Türkiye aleyhinde haberler yaptığı gö- Doğu


rülmüştür. Bu haberler ise dünya kamuoyunda Türkler hakkında Akdeniz bölge
karşı algı oluşturmakta, yaratılan algı da ne yazık ki olumsuz dinamiklerinde de
bir portre çizmektedir. Doğu Akdeniz bölge dinamiklerinde de kendisini gösteren
kendisini gösteren medyanın yanlış algı yaratmaya dair attığı medyanın yanlış
adımlar, günümüz yumuşak güç kullanımı kavramı kapsamın-
algı yaratmaya
da incelenmesi ve önlem alınması gereken elzem konu başlıkla-
dair attığı
rından biridir. Bu ihtiyaca binaen medyanın algı yönetimindeki
adımlar, günümüz
etkisi, bu etkiyi nasıl gerçekleştirdiği ve buna karşı alınabilecek
olası diplomatik hamleler, devletlerin Doğu Akdeniz bölgesinde-
yumuşak güç
ki yaklaşımlarında önemli yer tutmaktadır. kullanımı kavramı
kapsamında
Medya, günümüzde stratejik bir sektör hâline gelmiştir. İle-
incelenmesi
tişimin hızlanması, derinleşmesi ve olayların neredeyse anlık
ve önlem
takibi, teknolojik gelişimlerle her bireyin sisteme anlık katılımı,
alınması gereken
siyaseti doğrudan ve derinden etkilemektedir. Bugün küresel
mücadelede, ekonomide ya da diğer alanlarda insanların fikirle-
elzem konu
rini etkilemek, politika belirlemek, rıza ve meşruiyet üretiminde başlıklarından
son derece önemli bir güç aracı hâline gelmiştir. Bu nedenle bü- biridir.
yük firmaların ötesinde devletler de örtülü ya da doğrudan med-
ya yatırımları yapmaktadır. Gözlerine kestirdikleri ülkeler başta
olmak üzere dünya genelinde kurdukları televizyon kanalları,
gazeteler ve haber siteleriyle kendi görüşlerini, kendi gerçekleri-
ni anlatmaya çalışmaktadır. Bu durum Türkiye’de adına pek de
uygun olmayan bir şekilde “dış habercilik” denilen iş ve mesle-
ğin ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir. Dış haberciler
aslında Türk kamuoyunun dünyaya açılan kapısı ve penceresidir.
Halk dünyayı onların mercekleriyle görmekte, bilmekte ve anla-
maya çalışmaktadır. Türk insanı Türkiye’nin önündeki riskleri
ve fırsatları onların bilgisi, görgüsü ve anlayışı üzerinden değer-
lendirmektedir.
78 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Sert güç Doğu Akdeniz meselesinde Türkiye’nin medya ve jeopolitik


kavramında yer çizgileri bakımından, özellikle yabancı basında baskı altında tu-
alan silahların tulmaya çalışıldığı ve aynı zamanda algı yönetimine dair ham-
etkin kullanımının lelerin açıkça gerçekleştirildiği görülmektedir. Küresel güçlerin,
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de petrol aramasının provokasyon
yerini yumuşak
olduğu yönünde tavır takınmaları ve bu çerçevede medya kanal-
güçle algı
larını kullanarak algı yönetimine başvurmaları ne yazık ki Tür-
yönetiminin
kiye için yeni durum değildir, Diğer bir deyişle, bu husus, tarihin
alması, medyanın tekerrürden ibaret olduğunu bir kez daha gözler önüne sermekte-
sadece Doğu dir. Türkiye’yle uzaktan yakından ilgisi olmayan haberlerde bile
Akdeniz meselesi çeşitli kasıtları içeren Türkiye fotoğraflarının kullanılması, Tür-
üzerinde değil, kiye’nin uluslararası hukuk ve angajman kurallarına uymadığına
birçok alandaki dair yanlış iddialar ortaya getirilmesi, ülke imajını zedelemeye
etkin ve bir o yönelik yumuşak güç kullanımının tehlikeli boyutunu gözler
kadar da tehlikeli önüne sermektedir.
bir raddeye Teknolojinin gelişimiyle ortaya çıkan ve medyanın etkin
ulaşabileceği kullanımının talihsiz bir sonucunu oluşturan bu bilgi kirliliği ve
“gücü” yanlış yönlendirmeler, Türkiye’nin uluslararası itibarını zedele-
göstermektedir. meye yönelik atılan adımlar arasında yerini almaktadır. Sert güç
kavramında yer alan silahların etkin kullanımının yerini yumu-
şak güçle algı yönetiminin alması, medyanın sadece Doğu Akde-
niz meselesi üzerinde değil, birçok alandaki etkin ve bir o kadar
da tehlikeli bir raddeye ulaşabileceği “gücü” göstermektedir. Bu
bağlamda, Türkiye’nin medya alanında gücünü arttırmak ve sal-
dırıları önleme kapasitesini üst seviyeye çıkarmak adına başvu-
racağı yeni stratejik hamlelere yönelmesi ve bunu uygulamaya
alması kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Özellikle uluslararası medya aracılığıyla Doğu Akdeniz’deki
konumuna karşı yürütülen algı yönetimine karşı Türkiye, farklı
diplomatik yolları kullanmaya özen göstermektedir. Doğu Akde-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 79

niz’de Türkiye’nin attığı adımlar proaktif, bütüncül ve stratejik Arabuluculuk ve


olarak tanımlanmaktadır. Yeni yollarla kuşatıcı, tabandan tavana kolaylaştırıcılık
sofistike olarak nitelenebilecek bu strateji, inşacı aksiyon kapsa- potansiyelini daimî
mında kozmopolit diplomasinin bir parçasıdır. Türkiye, silahla olarak ortaya
yan yana getirilmiş şiddet dilini değil, daima diyaloğu önceleyen koyan Türkiye,
tarafta yer almaktadır. Arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık potansi-
hükûmetler
yelini daimî olarak ortaya koyan Türkiye, hükûmetler seviyesin-
seviyesindeki
deki inisiyatifleriyle ve sivil toplum aktörleriyle siyasî çözüme
inisiyatifleriyle
katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Medya, düşünce kuruluşla-
rı, firmalar, STK’lar, kültür ve sanat programları, insanî yardım
ve sivil toplum
kuruluşları, turizm sektöründe yer alan kuruluşlar kozmopolit aktörleriyle siyasî
diplomasinin önemli araçları olarak kabul edilmektedir. Toplu- çözüme katkıda
mu yönlendirebilen ve değişim öncüsü olan yerel örgütlenmeler, bulunmayı
barış kültürü aşılayarak toplum kesimlerini bir araya getirmeyi hedeflemektedir.
amaçlar. Bu kapsamda kozmopolit diplomasinin tamamlayıcıları
olarak sivil toplum faaliyetlerini altı fonksiyon altında toplaya-
biliriz:
• Koruma: Sivil toplumun, fonksiyonlarını sağlıklı bir şe-
kilde gerçekleştirebilmesi ve çatışmaların tehdit ettiği ba-
rışı ve barışı koruma çabalarını yürütebilmesi için koruma
fonksiyonu hayatî önem taşımaktadır. Güvenli bölgelerin
oluşturulması, insanî yardımlar için güvenlik koridorla-
rı sağlanması ve, çatışan tarafların silahlarını bırakması
için çözümler üretme, çatışan tarafları ateşkese ikna etme,
uluslararası insan hakları organlarıyla işbirliği yapma,
barınak sağlama, mayınları temizleme gibi çalışmalar
koruma fonksiyonu kapsamındadır. Koruma fonksiyonu,
Doğu Akdeniz’de yer alan gemilerimizin güvenliğini sağ-
lamada hayatî bir role sahiptir.
• İzleme: İzleme yapan kuruluşlar çatışma, çatışmanın du-
rumu, insan hakları ihlalleri, çocuk asker sayısı, esir ve
80 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

tutukluların hakları konusunda gözlem yaparak uluslara-


rası topluma erken alarm düzeyinde bilgi verir. Böylece
uluslararası toplumun bölgeye erken müdâhalesi sağlanır-
ken insanî yardımlar için doğru stratejiler üretilmiş olur.
Yine Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin varlığını güvenli bir
şekilde sürdürebilmesi ve proaktif politikasına devam
edebilmesi gerekli izleme ortamının sağlanmasıyla temin
edilebilecektir.
• Savunuculuk: Çatışma bölgelerinde yaşayan halkın du-
yulmayan sesini duyurma amacı taşıyan savunuculuk
fonksiyonu, ulusal gündem oluşturma, ulusal projeler
üretme, STK’ların barış inşası kapasitelerini arttırma
amacıyla lobi faaliyetleri yürütme, hak ihlallerini ulusla-
rarası mahkemeye taşıma, STK’lar arası koordinasyonu
arttırma, çocuk asker ve çatışan taraflara silah satışı gibi
konularda uluslararası gündem oluşturma gibi faaliyetler
yer alır.
• Toplumsallaşma: Toplumsallaşma ve gruplar arası işbirli-
ği birbirine yakın kavramlar olsa da barış inşası ve toplum
düzeyinde farklı rolleri vardır. Gruplar arası etkileşim top-
lumda çatışan gruplar arasında işbirliğini arttırmayı ön-
görmektedir. Bu noktada STK’lar, ilişkiler arasında köprü
görevi görerek karşılıklı güven duygusu oluşmasına katkı
sağlar. Böylece toplumun farklı kesimleri çatışmayı çö-
zümleme adına bir araya gelirler. Yine Doğu Akdeniz’de
Türkiye’nin aktif politikasını sürdürme hususunda tüm
kesimlerin bir araya gelerek uzlaşmacı bir tavır sergile-
mesi, beraberinde ülke çıkarlarına hizmet edecektir.
• Arabuluculuk ve Kolaylaştırma: STK’lar; aralarında ça-
tışma olan bir grupla diğer grup arasında, çatışan grup-
lar ile halk arasında, devlet ile çatışan gruplar arasında
olmak üzere arabuluculuk rolü üstlenebilmektedir. Yerel
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 81

STK’lar, kapasiteleri sınırlı olduğundan arabulucu dev- Kozmopolit


letlere veya BM gibi uluslararası STK’ların desteğine diplomasi,
ihtiyaç duyar. Böylece kozmopolit diplomasi gereği iş- uluslararası
birliğine giden resmî, uluslararası ve yerel aktörler, ya- medya üzerinden
pıcı bir arabuluculuk süreci başlatabilir. Bu durum Doğu Türkiye aleyhine
Akdeniz’deki çatışma ortamında son derece kritik bir rol
yürütülen algı
oynayacaktır.
operasyonlarının
• Hizmet Dağıtımı: Koruma fonksiyonuyla ortak amaç taşı-
önüne geçme
yan hizmet dağıtımı fonksiyonu, ilkine göre daha dar bir
alanı kapsamaktadır. Bu bağlamda acil yardım malzeme-
ve ülkenin
lerinin ulaşması, sağlık kiti dağıtımı, teçhizatlandırma, Doğu Akdeniz
ilaç ve tedavi yardımı hizmet dağıtımı fonksiyonunun politikasında
kapsamında yer almakta ve gemilerde görevlendirilen etkinliğini
personelin çalışmaya devam etmesinde önemli bir paya sürdürmesinde
sahip olmaktadır. kritik unsurları
Kozmopolit diplomasi, uluslararası medya üzerinden Türkiye bünyesinde
aleyhine yürütülen algı operasyonlarının önüne geçme ve ülke- barındıran bir
nin Doğu Akdeniz politikasında etkinliğini sürdürmesinde kritik hamle olarak
unsurları bünyesinde barındıran bir hamle olarak görülmektedir. görülmektedir.
Bu bağlamda Türkiye, çıkar çatışmalarının birbirine geçtiği sis-
tematiğe sahip olan Doğu Akdeniz bölgesinde atacağı hamlele-
ri planlarken bu unsurları göz önüne alması, gerek medyadaki
asılsız haberlerin STK ve diğer kuruluşlarla önlenmesini gerekse
ülkenin güvenli bir şekilde varlığını sürdürmesini sağlayacaktır.
Sonuç olarak Doğu Akdeniz bölgesi, jeopolitik konumu ne-
deniyle geçmişten günümüze ticaret, ulaşım, enerji kaynakları
ve daha birçok etmenin bir araya gelerek ortaya çıkardığı çıkar-
lar çıkmazına ev sahipliği yapmaktadır. Bölgesel ve bölge dışı
birçok aktörün politik hamlelerinin çakıştığı günümüzde aktörle-
rin hamlelerinin önemi ve Türkiye’nin bu hamleler karşısındaki
tavrı ve diplomasisi giderek önem kazanmaktadır.
82 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Doğu Akdeniz bölgesinde yer alan politika dosyasının Orta-


doğu çıkarlarıyla ilintili olduğu ise aşikardır. Bölgede hâkimiyet
sağlamaya çalışan aktörlerin yüzlerini bu alana dönmesi, sert ve
yumuşak gücün birlikte uygulamasını içeren akıllı güç kullanı-
mını reel politiğe taşımıştır. Bu bağlamda, akıllı güç kullanımını
temel alan ülkelerden olan Rusya’nın Doğu Akdeniz’e karşı olan
ilgisinin tarihî geçmişiyle beraber günümüze kadar taşındığı gö-
rülmektedir.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikası, proaktif yapısıyla tari-
hinden bağımsız, farklı ve çıkarlarını rasyonel politikayla ortaya
koyma eğilimi doğrultusunda ilerlemektedir. Bu kapsamda, Tür-
kiye’ye karşı uluslararası medya tarafından başlatılan ve uzun
süredir süregelen yanlış haberlerin basında yer alması, bölge dışı
aktörlerin algı yaratmaya dönük çabalarının bir ürünüdür. Bu
konuda, Türkiye’nin yumuşak güç kullanımını arttırması ve bu
alandaki asılsız haberlerin engellemesine yönelik adım atması,
kaçınılmaz bir gerekliliktir. Kozmopolit diplomasi hamlelerinin
bu çizgide uygulanması, STK ve diğer kuruluşlar aracılığıyla ba-
şarılı sonuçlar doğuracaktır.
Kıbrıs
Sahip olduğu jeostratejik ve jeopolitik konumu nedeniyle Kıb- Adanın,
rıs, tarihsel süreç içerisinde gerek uluslararası politikadaki bü- günümüzde
yük güçlerin gerekse Akdeniz’deki bölgesel güçler ve diğer olduğu gibi
devletlerin doğrudan ilgi alanına dâhil olmuştur. Özellikle tüm
tarihî olarak
Akdeniz’in Sicilya ve Sardunya Adalarından sonra en büyük
da uluslararası
üçüncü adası olması özelliğini göstermesi başta ekonomik ve
politikanın en
askerî anlamda olmak üzere diğer farklı birçok alanda Kıbrıs’ın
önemini büyük oranda arttırmıştır. Kıbrıs’ın söz konusu bu öne-
sıcak bölgeleri
mi özellikle 2000’li yıllardan itibaren yeniden gündeme gelmiş olan Ortadoğu,
ve ada çevresinde önemli nitelik ve nicelikte doğal kaynakların Kuzey Afrika ve
bulunması adanın bölgesel ve küresel boyutta birçok devletin dış Avrupa arasında
politika öncelikleri arasına yerleşmesine ve bölgenin bilhassa bulunması, küresel
uluslararası hukuk nezdinde tartışmaya açılmasında önemli bir ticarette ise en
neden olarak öne çıkmıştır. Doğal kaynak rezervleri ve uluslara- önemli güzergâh
rası hukuk boyutunun yanı sıra 2010 yılında Arap Baharı süre- noktalarından
cinin başlamasını takiben Suriye ve Mısır gibi Ortadoğu ülkele- biri olan Süveyş
rinin siyasî istikrarsızlaşma sürecine girmesi, bölgesel güvenlik Kanalı’na yakın
boyutları bağlamında Kıbrıs’ın önemini arttıran diğer bir etken bir konuma sahip
olmuştur. Bu durum, Kıbrıs ve çevresinde farklı devletlerin as- olması, devletler
kerî ve ekonomik araçlarını daha fazla kullanmaya başlamasının,
arasındaki stratejik
bölge üzerinde nüfuz alanlarını arttırmaya yönelik politika yap-
önemini daha da
masının da önünü açmıştır.
arttırmıştır.
Kıbrıs’ın göz ardı edilemeyecek coğrafî konumu, tarihsel
süreç içerisinde devletler arasında farklı sorunların yaşanması-
na ve adanın farklı devletler tarafından özellikle bir üs olarak
kullanılmasına neden olmuştur. Adanın, günümüzde olduğu gibi
tarihî olarak da uluslararası politikanın en sıcak bölgeleri olan
Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrupa arasında bulunması, küresel
ticarette ise en önemli güzergâh noktalarından biri olan Süveyş
84 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Kanalı’na yakın bir konuma sahip olması, devletler arasındaki


stratejik önemini daha da arttırmıştır. Adanın devletler arasında
bir rekabet merkezine dönüşmesi, birtakım problemlerin doğma-
sına sebebiyet vermiş ve bu problemlerin birçoğunun çözümsüz
kalması ise sorunların büyüyerek günümüze ulaşması sonucunu
doğurmuştur.
Kıbrıs’ın, 1571 yılında Osmanlı’nın hâkimiyeti altına girme-
siyle, yaklaşık üç yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti egemenliğin-
de bulunmuştur. Buna rağmen 1800’lü yıllardan itibaren ulus-
lararası politikadaki süper güçler arasında sanayileşmenin bir
sonucu olarak sömürge yarışının hızlanması, Kıbrıs’ın özel ko-
numunu yeniden şekillendirmiş ve özellikle ekonomik ve askerî
anlamda önemini daha görünür kılmıştır. Söz konusu bu dönem
aralığında Kıbrıs özellikle Ortadoğu ve Afrika bölgeleri arasın-
daki özel konumu nedeniyle dönemin süper gücü İngiltere’nin
de bölgesel düzeyde dış politika öncelikleri arasına girmiştir. Bu
durumla bağlantılı olarak Osmanlı Devleti, 1877-1878 Osman-
lı-Rus Savaşı sonunda varılan anlaşma gereğince adanın hâkimi-
yetini İngiltere’ye bırakmıştır. Kıbrıs, bu dönemde İngiltere’ye
bırakılmıştır lakin bu durum, hukukî bir boyut kazanmamış ve
sonrasında ancak iade edilmesi şartıyla adanın kontrolü İngilte-
re’ye devredilmiştir.
1950’li yılların ortalarına dek İngiltere’nin siyasî nüfuzu al-
tında kalmaya devam eden Kıbrıs, bu dönemden itibaren ulusla-
rarası sistemin yapısının yeniden şekillenmesiyle küresel anlam-
da siyasî önemi yeniden mahiyet değiştirmiştir. Özellikle adayı
hâkimiyeti altında tutan İngiltere, süper güç konumunu yitirme-
sinin yanı sıra Ortadoğu ve Afrika üzerindeki etkinliğini kay-
betmeye başlamasının kaçınılmaz bir sonucu olarak da adadan
çekilme kararı almıştır. Bu dönemden itibaren Kıbrıs’ın önemi
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 85

Türkiye ve Yunanistan arasında daha görünür bir duruma evril-


miş ve iki devlet arasında bir rekabet alanına dönüşmüştür. Bu
dönemden itibaren Kıbrıs’ta yaşayan Türkler ve Rumlar arasında
ciddiyeti yüksek bir çatışma durumu baş göstermiş ve bu durum,
günümüze kadar çözüm üretilemeyen bir güvenlik problemi
hâline dönüşmüştür. 1950’lerin sonuna doğru adada siyasî ger-
ginliğin hızla tırmanması, tarafları bir çözüm arayışına mecbur
bırakmış, bu çerçevede yapılan görüşmeler sonucunda taraflar
arasında anlaşmaya varılmıştır. 1959 yılında imzalanan Zürich
ve Londra Anlaşmaları gereğince İngiltere garantörlüğü altında
Kıbrıs’ta yaşayan Türkler ve Rumların eşit düzeyde temsil edile-
ceği bir yönetim biçimi oluşturulmuştur.
Kıbrıs’ta taraflar arasındaki anlaşmazlık bu dönemden iti-
baren uluslararası hukuk boyutuna taşınmış ve adada konuya
doğrudan dâhil diğer devletlerin yanı sıra Birlemiş Milletler’in
girişimleriyle de çözüm aranmaya başlanmıştır. 1980’li yıllardan
2000’li yılların başlarına kadar BM Genel Sekreterlerinin Kıb-
rıs’taki sorunların çözümüne yönelik kapsamlı önerileri sonuç-
suz kalmıştır. 1984 yılında BM Genel Sekreteri Perez de Cueller,
1992 yılında Boutros Gali ve 2002 yılında Kofi Annan tarafın-
dan hazırlanan Annan Planı gibi metinlerin tümünün Yunanistan
ve Rum taraflarınca reddedilmesi, Kıbrıs’taki siyasî gerginliğin
artmasına neden olmuştur. Kıbrıs’ta siyasî çözüm önerilerinin
sonuçsuz kalması, daha başka sorunların oluşmasını da bera-
berinde getirmiştir. Kıbrıs’ta, günümüze kadar uzanan süreçte
siyasî bir çözümün bulunamaması, beraberinde ada ve çevresin-
de uluslararası hukuk sorunlarının doğmasına da neden olmuş-
tur. Bu sorunlar, özellikle günümüzde Kıbrıs çevresinde doğal
kaynak ve hidrokarbon rezervlerinin bulunmasıyla çevre ülkeler
arasında kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge ve kara suları
bölgelerinin çakışması neticesini doğurmuştur.
86 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Doğal kaynakların Özellikle Kıbrıs merkezli olmak üzere Doğu Akdeniz’in ye-
bulunması, niden bölgesel ve küresel güçler arasında bir rekabet alanına
bölgesel anlamda dönüşmesi, 2000’li yılların başına uzanmaktadır. İlk defa 2003
özellikle işbiriği yılında GKRY ve Mısır arasında münhasır ekonomik bölge an-
laşmasının imzalanmasıyla gerek Türkiye, KKTC, GKRY, İsrail
ve çatışma
ve Mısır gibi bölgedeki ülkeler gerekse ABD, İngiltere, Rusya
faktörlerini ön
ve İtalya gibi bölgede sınırı bulunmayan ülkeler, Kıbrıs üzerinde
plana getirmiş,
farklı politik yaklaşımlar sergilemeye başlamıştır. Bu dönemde
enerji arz Doğu Akdeniz ve özellikle Kıbrıs’ın çevresinde zengin doğal
güvenliğinin yanı kaynak ve hidrokarbon rezervlerinin bulunması, uluslararası
sıra askerî ve güvenlik ve politik ekonomi alanında bölgenin siyasî yapısının
ekonomik güvenlik yeniden şekillenmesinin önünü açmıştır. Doğal kaynakların bu-
boyutlarını da lunması, bölgesel anlamda özellikle işbiriği ve çatışma faktörle-
ortaya çıkarmıştır. rini ön plana getirmiş, enerji arz güvenliğinin yanı sıra askerî ve
ekonomik güvenlik boyutlarını da ortaya çıkarmıştır. Bu dönem-
den itibaren GKRY; Mısır, Suriye ve İsrail gibi Akdeniz’e kıyı
ülkelerle münhasır ekonomik bölge anlaşmaları imzalamıştır.
Uluslararası hukuk özelinde önemli ihlal durumları içeren GKR-
Y’nin bahse konu bu anlaşmaların imzalanmasında inisiyatif
almasına,Türkiye uluslararası hukuk kuralları içerisinde BM’ye
yasal itirazlarda bulunmuştur. Bu dönemde Türkiye, kendi siyasî
ve ekonomik çıkarlarını gözetmesinin yanında Kıbrıs’ta yaşayan
Türklerin ve Doğu Akdeniz’deki kendi haklarını koruma amacı-
na yönelik olarak itirazlarını temellendirmiştir.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs çevresinde münhasır
ekonomik bölge üzerine yaptığı haklı itirazlara rağmen GKRY
ve diğer ülkeler, bölge üzerindeki agresif dış politik davranışları-
na devam etmiştir. GKRY’nin 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi
olması, Birliğin diğer üyelerini de siyasî anlamda arkasına alma-
sına olanak sağlamıştır. 2007 yılının başı itibariyle GKRY böl-
gedeki doğal kaynakların çıkarılması için birçok sayıda arama
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 87

sahası ilan ettiğini duyurmuş ve bölgedeki kaynaklar üzerinde


daha fazla etki oluşturabilmek için küresel çapta güce sahip pet-
rol şirketleriyle anlaşma yoluna gitmiştir. Bu bağlamda GKRY,
2007 yılı içerisinde Lübnan ve Mısır’la imzaladığı anlaşmalar-
la özellikle KKTC’nin bölgesel haklarını yok saymak anlamı
taşıyan deniz yetki alanlarını belirlemiştir. Benzer bir şekilde
GKRY, Amerikan menşeili Noble Enerji Şirketi’yle anlaşmaya
giderek bölgedeki faaliyetlerini genişletmiştir. Buna cevaben
Türkiye, aynı yıl içerisinde KKTC ile yaptığı anlaşmaya bağ-
lı olarak TPAO’ya (Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı) bölgede
arama izni vermiştir. 2011 yılında ise yine KKTC ve Türkiye
arasındaki anlaşmaya bağlı olarak Türkiye’ye Kıbrıs çevresin-
deki doğal kaynak rezervlerinin işletilmesi hakkı verilirken 2013
yılında TPAO’nun bölgedeki hidrokarbon rezevrleri üzerindeki
hakları da genişletilmiştir. Türkiye’nin GKRY’ye temel itirazı
ise KKTC’nin varlığının ve sahip olduğu münhasır ekonomik
bölgenin, tamamen göz ardı edilmesidir.
Türkiye, Kıbrıs ve çevresindeki doğal kaynaklar özelinde
BM’ye yaptığı itirazların yanı sıra bölgede aktif bir politika ya-
pımında da inisiyatif almaya başlamıştır. Bu bağlamda Türkiye,
KKTC’yi göz ardı eden ülkelerin eylemlerine açık bir biçimde
karşı çıkarken son yıllarda kendi kıyı açıklarında doğal kaynak
arama faaliyetlerine başlamıştır. Fiili anlamda Türkiye, bölge-
deki varlığını hissettirmek ve çıkarlarını gözetmek amacıyla ilk
olarak 2006 yılında “Akdeniz Kalkanı Harekatı”nı başlatmıştır.
Bu harekat aracılığıyla Türkiye kendi egemenlik alanlarında eko-
nomik, askerî ve siyasî çıkarlarını gözetmektedir. Bu durumun
bir sonucu olarak Türkiye KKTC ile anlaşmaya giderek Türkiye
ve KKTC’nin haklarının bulunduğu bölgelerde doğal kaynak-
lar üzerinde arama ve sondaj faaliyetlerine başlamıştır. Bu bağ-
88 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Kıbrıs ve çevresi lamda Türkiye sahip olduğu Barbaros Hayreddin Paşa Sismik
özelinde aktif Araştırma Gemisi’nin yanı sıra “Yavuz” ve “Fatih” isimli sondaj
bir politika gemilerini yollayarak bölgede arama faaliyetlerine başlamıştır.
izleyen Türkiye, Kıbrıs ve çevresi özelinde aktif bir politika izleyen Türkiye,
uluslararası uluslararası hukuk kurallarını temel alan ve işbirliğini ön plana
hukuk kurallarını çıkaran politik yaklaşıma da özen göstermektedir. Bu çerçevede
temel alan ve Türkiye özellikle 2010 yılından itibaren bölge ülkeleriyle karşı-
işbirliğini ön plana lıklı müzakereler aracılığıyla bir iş birliği yoluna gitmeye çalış-
çıkaran politik mıştır. Buna rağmen başta GKRY olmak üzere bölgede üzerinde
yaklaşıma da özen hak iddia eden diğer ülkelerin iş birliğine yanaşmaması ve doğal
kaynaklar üzerinde Türkiye ve KKTC’yi yok sayan tek taraflı
göstermektedir.
bir politik yaklaşım sergilemesi, enerji kaynakları paylaşımı so-
rununu daha fazla derinleştirmiştir. Türkiye buna bağlı olarak
sorunun ilk çıkış tarihinden itibaren GKRY’nin bölge üzerinde
Türkiye’nin çıkarlarını yok sayarak ilan ettiği münhasır ekono-
mik bölgeyi tanımayacağını ve bölge üzerinde yapılacak arama
faaliyetlerine de izin vermeyeceğini belirtmiştir.
Doğu Akdeniz’de Kıbrıs çevresinde bulunan doğal kaynak-
ların siyasî boyutunun yanı sıra son dönemlerde en fazla öne
çıkan tarafı kaynakların ekonomik yapısı olmuştur. GKRY’nin
Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesini göz ardı ederek belir-
lediği ve uygulamaya koyduğu politikalar, Türkiye’nin bölgesel
anlamda ekonomik çıkarlarını da önemli ölçüde etkilemektedir.
Bunun neticesinde doğal kaynaklar üzerinde hak iddia eden ül-
keler, kaynakların işletilebilmesi ve satışının gerçekleştirilebil-
mesi için çok uluslu büyük petrol şirketleriyle anlaşarak işbirli-
ğine başvurmaktadır. 2019 yılında GKRY İtalyan Eni ve Fransız
Total şirketleriyle doğal kaynakların çıkarılması ve işletilmesi
konusunda anlaşmaya varmış fakat anlaşmaya varılan konum
üzerinde Türkiye ve KKTC’nin haklarının bulunması, bölge
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 89

üzerinde farklı kriz durumları sonucunu doğurmuştur.Bu duru- Eastmed


mun sonucu olarak Türkiye, GKRY’nin Total ve Eni ile işbirliği Projesi’nin
içerisindeki faaliyetlerini engellemiştir. tartışmaya açılan
Kıbrıs çevresinde bulunan doğal kaynakların çıkarılması ve diğer bir boyutu ise
işletilmesi dışında diğer bir önemli husus da kaynakların nasıl finansal fizibilite
kullanılacağı ve ihraç edileceği konusununun tartışılmaya açıl- ve rasyonelite
mış olmasıdır. Bu bağlamda konuya doğrudan müdâhil olan boyutuyla ortaya
ülkeler farklı projeler ileri sürerek doğal kaynakların farklı gü- çıkmaktadır.
zergâhlar aracılığıyla özellikle Avrupa ve diğer büyük pazarlara
ulaşımı konusunda inisiyatif almaya çalışmıştır. Söz konusu bu
projelerin başında GKRY, İsrail ve Yunanistan’ın ileri sürdüğü
Eastmed Boru Hattı Projesi yer almaktadır. Buna rağmen East-
med Projesi, başta Türkiye ve KKTC’nin haklarını yok saydığı
gibi bölgesel anlamda uluslararası hukuk kurallarını da birçok
açıdan ihlal etmektedir. Dolayısıyla Türkiye, bu projeye kendi
haklarını gözeterek açık bir biçimde karşı çıkmış, Libya ile im-
zaladığı deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasıyla
uluslararası hukuk kurallarını önemli ölçüde ihlal eden bu pro-
jeye de belirgin bir şekilde engel olmuştur. Eastmed Projesi’nin
Türkiye ve Libya arasında imzalanan anlaşmanın dâhil olduğu
bölgeyle çakışması, projenin anlaşmayı açık bir şekilde ihlal et-
tiğini göstermektedir. Türkiye’nin yanı sıra Eastmed Boru Hattı
Projesi’yle doğalgazın iletilmesi hedeflenen ülke olan İtalya da
bu projeye karşı çıkmıştır.
Eastmed Projesi’nin tartışmaya açılan diğer bir boyutu ise
finansal fizibilite ve rasyonelite boyutuyla ortaya çıkmaktadır.
Projenin yapımına açık bir şekilde ön alan Yunanistan ve GKR-
Y’nin önemli ekonomik sorunlarının bulunması ve yine ekono-
mik anlamda AB’ye önemli ölçüde bağımlı olmaları, Eastmed
Projesi’nin rasyonel olup olmadığını önemli boyutta tartışmaya
90 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Alternatif bir açmaktadır. Özellikle GKRY, İsrail ve Yunanistan tarafından or-


proje olarak, taya atılan ve Avrupa pazarını hedefleyen projelerin maliyetinin
merkezi Türkiye yüksek olması, bu projeleri ulaşılabilir kılmaktan uzak tutmak-
düşünülen farklı tadır. Eastmed Projesi’nin yanı sıra Mısır ya da İsrail gibi ülke-
lerden Avrupa’ya doğrudan yapılabilecek olan olası doğal gaz
boru hattı projeleri
satışları da ekonomik açıdan rasyonel olarak kabul görmemekte-
de bölgedeki
dir. AB’nin kendi gümrük birliğine dâhil olmayan diğer ülkelere
hidrokarbon
karşı gümrük vergisi uygulaması ve buna bağlı olarak boru hattı
rezervlerinin maliyetlerinin büyük oranda artması, Mısır gibi ülkelerin doğru-
diğer pazarlara dan Avrupa pazarına doğal gaz satmasını, fayda/maliyet açısın-
ulaştırılmasında dan mümkün kılmamaktadır.
ön planda
Alternatif bir proje olarak, merkezi Türkiye düşünülen farklı
tutulmaktadır.
boru hattı projeleri de bölgedeki hidrokarbon rezervlerinin di-
ğer pazarlara ulaştırılmasında ön planda tutulmaktadır. Özellikle
AB ülkelerinin doğal gaza yüksek oranda bağımlılık seviyesine
sahip olması ve enerji konusunda kendi ihtiyaçlarını tek başı-
na karşılayamayacak olması, buradaki ülkelerin farklı boru hattı
projelerini değerlendirmesine olanak sağlamaktadır. Bu bağ-
lamda alternatif projeler arasında Türkiye’nin merkez ya da ana
geçiş yolu olarak kullanılacak projeler, ekonomik anlamda en
rasyonel projeler olarak düşünülmektedir. Alternatifler arasında
Türkiye’nin ön plana çıkmasında diğer önemli etken ise Türki-
ye’nin geçmişte başlattığı ve sürdürdüğü boru hattı projelerinin
başarılı bir yapıda seyretmiş olmasıdır. Bunların altyapı kapasi-
telerinin gelişmiş olması ve coğrafi konumunun özel bir yapıya
sahip olması da bir diğer etkendir. Dolayısıyla alternatif projeler
açısından en rasyonel doğal gaz satışlarından birisi Kıbrıs üze-
rinden Türkiye’ye boru hattı inşası ile olabileceği varsayılmak-
tadır.
Türkiye’nin Kıbrıs ve çevresindeki doğal kaynaklar özelin-
de son dönemlerde attığı en önemli adımlardan birisi Libya ile
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 91

imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması


olmuştur. Söz konusu bu anlaşma Türkiye’nin Kıbrıs ve çev-
resinde hâlihazırda mevcut var olan hakları nı pekiştirmiş ve
Doğu Akdeniz’de enerji kaynakları paylaşım sorununu başka bir
boyutuyla yeniden tartışmaya açmıştır. Her ne kadar GKRY ve
Yunanistan gibi ülkeler anlaşmanın uluslararası hukuk kuralla-
rına aykırı olduğunu ileri sürse de Türkiye, Libya ile imzaladığı
anlaşmanın ve getirilerinin uluslararası hukuktan doğan bir hak
olduğunu vurgulamıştır.
Sonuç olarak Kıbrıs, sahip olduğu özel coğrafî konumu ne-
deniyle tarihsel süreç içerisinde ve günümüzde gerek uluslara-
rası sistemdeki büyük güçlerin gerekse Akdeniz’deki ülkelerin
dış politika öncelikleri arasında yer verdiği önemli bir kavram
alanıdır. Kıbrıs’ın, Akdeniz’de en büyük adalardan birisi olması
özelliği göstermesinin yanı sıra özellikle günümüzde uluslarara-
sı ve bölgesel güvenlik açısından en sıcak bölgelerden birisi olan
Ortadoğu’ya yakın bir konumda bulunması, askerî ve ekonomik
anlamda stratejik önemini daha görünür kılmıştır. Bu stratejik
önem geçmişte olduğu gibi 2000’li yılların başından itibaren
bölgede doğal kaynak rezervlerinin bulunmasıyla birlikte ge-
çerliliğini sürdürmüştür. Bölgede doğal kaynakların bulunması
münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı ve deniz yetki alanları
gibi uluslararası hukuk problemlerinin daha fazla ortaya çıkma-
sına neden olmuştur. Bunların yanı sıra, Kıbrıs’ın son dönem-
lerde önemini arttıran diğer bir önemli gelişme, 2010 yılında
ortaya çıkan Arap Baharı’nı takiben Ortadoğu bölgesindeki bazı
ülkelerin siyasî anlamda istikrarsızlaşma süreci içerisine girme-
si olmuştur. Özellikle Suriye’deki iç savaşın 2011 yılından beri
devam ediyor olması ve uluslararası güçlerin savaşa doğrudan
müdâhil olması, Kıbrıs’ın güvenlik ve askerî boyutlarda önemini
büyük ölçüde arttırmıştır.
Sonuç
İçerisinde barındırdığı özgün dinamiklerle birlikte Akdeniz böl- İçerisinde
gesi tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de dünya politikası, barındırdığı özgün
üzerinde büyük bir etki yaratabilme kapasitesine sahiptir. Böl- dinamiklerle
genin önemli ticaret yollarının geçiş güzergâhında bulunması ve birlikte Akdeniz
keşfedilen doğal kaynak rezervleri, devletler arasında ekonomik bölgesi tarih
rekabet ve işbirliği boyutlarını ön plana çıkarırken küresel ve boyunca olduğu
bölgesel güçlerin nüfuz alanını arttırma motivasyonuyla bir güç gibi günümüzde de
mücadelesi içerisine girmesi Akdeniz’de çatışma ve güvenlik
dünya politikası,
faktörlerinin doğmasına zemin hazırlamaktadır. Tüm bu geliş-
üzerinde büyük bir
meler birlikte ele alındığında devletler, belirlediği farklı politik
etki yaratabilme
yaklaşımlarla yeni bir bölgesel düzen kurma çabalarını sürdür-
meye devam etmektedir.
kapasitesine
sahiptir.
2010 yılında başlayan Arap Baharı ve devletlerin enerji ta-
lebinin hızla arttığı günümüz koşullarında Akdeniz’de doğal
kaynak rezervlerinin keşfedilmesi, bölgesel aktörlerin yanı sıra
küresel güçlerin de bölgeyi dış politika gündeminin öncelikleri
arasına koymasına neden olmuştur. Arap Baharı ile birlikte Su-
riye, Libya ve Mısır gibi ülkelerin siyas ve toplumsal istikrar-
sızlaşma sürecine girmesi sonucu oluşan güç boşluğu, ABD ve
Rusya gibi küresel güçlerin bölge üzerindeki etki alanını arttırma
çabalarına açık bir biçimde yol açmıştır. Bu gelişmelerin de birer
sonucu olarak istikrarsızlık koşulları, daha karmaşık bir duruma
bürünmüştür. Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin sorunla-
rın çözümünde etkisiz kalması, krizlerin derinleşmesinin önünü
açarken, devletler arası rekabet sonucu ortaya çıkan devlet dışı
aktörler ve terör örgütleri de kaos durumunu daha ileri boyutlara
taşımaktadır. Bu koşullar devletlerin nüfuz alanını arttırma moti-
vasyonuyla vekalet savaşlarına başvurmasına zemin hazırlarken
bölge ülkelerinde başarısız rejimlerin ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
94 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

Birbirinden farklı dinamikler sebebiyle vuku bulan bölgesel


istikrarsızlık ve güvenlik problemleri, insanî kriz durumlarını da
beraberinde getirmiştir. Başta Suriye olmak üzere kamu düzenini
sağlama konusunda yeterlilik gösteremeyen devletlerin toplum-
ları, geçmişten bugüne yurt edindikleri alanları terk etmek duru-
munda bırakılmıştır. Bu koşullar Akdeniz’de büyük bir mülteci
probleminin doğmasına neden olmuştur. Özellikle Avrupa Birliği
ülkelerinin mültecileri zor durumda bırakacak şekilde politikala-
rını oluşturması ve sınırlarını mültecilere kapatması, Akdeniz’de
düzen sorunun farklı bir boyuta evrilmesine yol açmıştır. Türki-
ye, başından itibaren mülteciler konusunda Avrupa Birliği’nden
farklı ve Birliğin ortaya koyduğu tavrın tam tersi istikâmetinde
hassas bir yaklaşım sergilemektedir. Yaklaşık olarak 3.5 yahut
4 milyon Suriyeli’ye geçici koruma statüsü kapsamında ev sa-
hipliği hakkı tanıyan Türkiye, bu kişilerin yaşam standartlarının
sağlanabilmesi amacıyla da yükümlülüklerini yerine getirmekte
ve bu doğrultuda büyük bir bütçe ayırmaktadır.
Doğu Akdeniz’de hidrokarbon rezervlerinin keşfi ise doğal
kaynak paylaşım sorunlarını gün yüzüne çıkartarak bölgesel
güvenlik perspektifinin yeni bir boyut kazanmasına neden ol-
muştur. Türkiye ve KKTC’nin, bölgede önemli iki aktör olarak
uluslararası hukuk temelinde ekonomik ve siyasî hakları bulun-
maktadır. Bu bağlamda Türkiye, KKTC ile işbirliği araçlarını
genişleterek kendi deniz sınırları içerisinde doğal kaynak arama
ve çıkarma faaliyetlerini sürdürmektedir. Diğer taraftan GKRY,
Yunanistan, İsrail ve Mısır arasında bölgedeki doğal kaynakların
çıkarılması ve elde edilenlerin farklı pazarlara ulaştırılması ko-
nusunda ittifak ilişkileri içerisine girmektedir. Buna rağmen baş-
ta GKRY ve Yunanistan olmak üzere bölgedeki diğer ülkelerin
KKTC’nin siyasî varlığını kabul etmemesi ve bu yönde politika-
lar belirlemesi Türkiye ve KKTC’nin çıkarlarına ters düşmekte-
Akdeniz’de Devlet ve Düzen 95

dir. Uluslararası hukukla bağdaşmayan bu politik yaklaşımlara Uluslararası


karşı Türkiye diplomatik alanda faaliyetlerini kararlılıkla sürdür- hukukla
mekte, bölgede askerî araçlarıyla tatbikatlar düzenleyerek siyasî bağdaşmayan
ve ekonomik çıkarlarını korumaya devam etmektedir. bu politik
yaklaşımlara
Öngörüler karşı Türkiye
• Uluslararası ve bölgesel güvenlik özelinde değerlendi- diplomatik alanda
rildiğinde Akdeniz bölgesinin günümüzdeki önemi, şüp- faaliyetlerini
hesiz ilerleyen dönemlerde de devam edecektir. Geçmiş kararlılıkla
dönemlerde bölgede var olan problemlerin çözüme ka- sürdürmekte,
vuşturulamamış olması ve birikerek günümüze ulaşması, bölgede askerî
kendi başına bir sorun olarak telakki edilmelidir. Bunun araçlarıyla
yanı sıra bölgede, devlet ve devlet dışı aktörlerin çatış- tatbikatlar
ma dinamiklerini sürdürmeye devam etmesi, hâlihazırda düzenleyerek
mevcut krizlerin gelecekte daha da derinleşeceği potansi-
siyasî ve ekonomik
yeli taşımaktadır.
çıkarlarını
• Arap Baharı süreciyle birlikte Ortadoğu ve Kuzey Afrika
korumaya devam
ülkelerinde vuku bulan siyasî ve toplumsal istikrarsızlık-
etmektedir.
lar tam olarak çözülememiştir. Kısa ve orta vadede çözüm
bulunamayacağı düşünülen bu istikrarsızlıklar, Akdeniz
bölgesi üzerindeki güvenlik problemlerinin daha fazla de-
rinleşmesi olasılığını ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda
özellikle gelecek dönemde Suriye, bölgedeki dinamikle-
rin yeniden belirlenmesinde en önemli ülkelerden birisi
olarak görülmektedir. Suriye’de, iç savaş dokuzuncu yı-
lına girmiş olmasına rağmen siyasî manada bir çözümün
bulunamaması, yine ilerleyen dönemlerde bölgesel ve
küresel güçlerin Akdeniz’i dış politika öncelikleri arasına
yerleştireceğini açıkça göstermektedir.
• Akdeniz’de keşfedilen doğal kaynak rezervleri, son dö-
nem bölge politikasını şekillendiren en önemli gelişme
96 Akdeniz’de Devlet ve Düzen

olmuştur. Günümüzde uluslararası politikada birçok dev-


let, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmasına
rağmen petrol ve doğal gaz gibi geleneksel enerji kaynak-
lara olan ihtiyacın artarak devam edeceği, bölge üzerinde-
ki kaynak paylaşım sorunlarının ise ilerleyen dönemlerde
de gündemden düşmeyeceği açıkça görülmektedir.
• Gelişen ekonomisi ve askerî gücü nazarıdikkate alındı-
ğında Türkiye, günümüzde olduğu gibi gelecekte de Ak-
deniz üzerindeki haklarını korumayı ve kendine çıkarla-
rına yönelik tehdit unsurlarına karşı güvenlik önlemlerini
almayı sürdürecektir. Bilhassa doğal kaynaklar özelinde
GKRY ve Yunanistan gibi ülkelerin, Türkiye’yi çevrele-
meye yönelik politikalar uygulamasına rağmen Türkiye,
gerek doğal kaynakların çıkarılması ve işletilmesi gerek-
se bölgedeki nüfuz alanını, askerî ve diplomatik araçlar
kullanarak koruması hususunda aktif roller almaya devam
edecektir.
• Dünya politikasında iki süper güç olarak ABD ve Rus-
ya’nın, Akdeniz’de aktif bir politik yaklaşım sergilediği
bilinmektedir yalnız yükselen askerî ve ekonomik gücü
bakımından Çin’in bölgede uzun vadede etkin roller al-
ması da güçlü ihtimaller arasındadır. Akdeniz politikası
özelinde ekonomik araçlarını daha fazla ön plana çıkaran
Çin, askerî varlığını ve diğer sert güç unsurlarını bölge-
de bulundurmamaktadır. Küresel çapta belirlediği Kuşak
ve Yol Projesi’nde Akdeniz’in büyük bir önemi olduğunu
vurgulayan Çin, bölge ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini
ileri boyutlara taşımakta ve uzun vadeli altyapı yatırım-
larını devam ettirmektedir. Dolayısıyla gelecek dönemde
Çin’in özellikle Akdeniz ekonomi politiğinde en baskın
ülkeler arasında yer alması kaçınılmazdır.
P O LİS A K A D E M İ S İ

You might also like