Martin Heidegger Metafizige Giris Kitap

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 11

TC.

ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ


İNSAN ve TOPLUM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ
FELSEFE BÖLÜMÜ
VAROLUŞ FELSEFESİ ÖDEVİ

Konu: Martın Heıdegger’ in ‘’Metafiziğe Giriş’’ Kitabının


İncelenmesi

HAZIRLAYAN;
Ad-Soyad: Kübra NALBAT
1302012043

ANKARA
2017, MAYIS

0
METAFİZİĞE GİRİŞ

1. Yazar sizce neden böyle bir eser kaleme almış olabilir?

1935 tarihli dersi içeren ve 1953’ de okurlarıyla buluşan ‘Metafiziğe Giriş’ metni,
Heidegger’in dersleri arasında yayımlanan ilk metindir; kendisi tarafından yayına
hazırlanması bakımından da oldukça önemlidir. Bu metin Oradanlıktan varlığa doğru bir
dönüş, Oradanlığın fundamental ontolojisinden metafiziğine geçiştir. Bu eserde Heidegger,
töz metafiziğini bir kenara bırakıp süreç metafiziğine geçişini göstermektedir. Bu da çağdaş
felsefe içerisinde Heraklitios’un felsefesini bize hatırlatmaktadır. Heidegger, artık Varlığı
insandan da ya da insanın Oaradnlığından, açıklığından, Varlığın anlamını sormasından,
kısacası anlamasından hareketle değil, aksine insanı varlıktan hareketle yorumlamaya girişir
ve bunu pre-sokratik başka okumaları ile desteklemektedir.

Bu eser ilk olarak Akşam Diyarı felsefesine günümüzdeki durumuna dair bir teffeküre girişir.
Akşam diyarından kasıt Yunan felsefesidir. Büyük sistem filozoflarına karşı bir eleştiri getirir.
O güne kadar gelen felsefenin bir çok yanlışlar içerdiğini ve yanlışların bundan
kaynaklandığını söyler . Peki, bu sistem filozoflarını neden eleştiriyor? Şundan dolayı, gerek
Platon gerek Aristoteles gerek Fichte, Hegel olsun Heidegger’e göre varlığın üzerine çıkıp
konuşmaktadırlar. Ancak bir varlık olan varlığın bir cüzi olan insan ne aklı aşabilir ne de
varlığın üzerine çıkıp varlığın hakkında konuşabilir. Dolayısıyla varlık üzerine söz söylerken
varlığı aşmadan varlığın üzerine sıçramadan söz söylemek durumundayız. Daha da ilginci
insan varlığın üzerine sadece kendisi üzerinden hareketle söz söyleyebilir. Çünkü insan küçük
varlıktır, küçük varlık anlaşılmadan anlayamazsınız ve varlık üzerine konuşmak için varlığı
aşmak gerekir ama varlığı var olan olarak nasıl aşacağız? Aklıda aşamasınız, insan akıl
üzerine söz söylerken yine aklıyla konuşmaktadır. Dolayısıyla aklı aşmış olmuyor.

Felsefe tarihi büyük sistem filozoflarından hareketle anlaşılmakta ve onların üzerinden


gidilerek yeni fikirler oluşturulmaktadır. Heidegger buna karşı olarak, bu sistem filozoflarının
yanlışa düştüğü noktaları göstermek istiyor. Yunanca ve Latince kelimelerin birbiriyle
örtüşmediğini Yunaca da farklı anlamaları taşıdığını ve bundan dolayı sistem filozoflarının
yanlışa düştüğünü söylüyor. Bundan hareketle kendi literatürünü kurarak bu kavramları
yeniden açıklama yoluna gidiyor. Örneğin; ‘’techne’’ kelimesi onda ne sanat ne de modern
1
anlamda teknik anlamına gelir. Ona göre ‘’techne’’ bilmeyi ifade eder. Bu bilme öteden beri el
önünde aşarak başlangıçsal ve daima bir dışa doğru görmedir. (sf.180)

Yunan felsefesinde, Ortaçağ felsefesinde ontoloji ‘’töz metafiziği’’ ile oluşuyordu. Bu


metafizik anlayış Reform, Rönesans filozoflarını etkilemiştir. Fakat, çağdaş felsefeye
baktığımızda bu durumun değiştiğini görmekteyiz. Töz metafiziğinden ‘’süreç metafiziği’’ne
geçilmiştir. Heidegger’de ‘’süreç metafiziği’’nden hareketle bu metinini oluşturuyor.( töz
metafiziğine karşı çıkarak) ‘’Varolan genelde, neden [var]dır ve daha ziyade Hiçlik
değildir?’’ metafiziğin temel sorusu olarak gördüğü bu soruyla başlıyor eserine. Bu soru en
temel ve en derin sorudur.
Bu sorudan sonra varlığın durumu sorusunu öne atıyor. Bu soruyla ‘’varolanlar olarak’’ kendi
kendimize dair bilenleriz. İnsanı felsefesinin temeline yerleştiren Heidegger, insanı ve onun
varoluşunu anlamak ister.

2. Eserin en önemli üç temel teması nedir ve neden?

 VARLIK/HİÇLİK/ VAROLAN

Var olan genelde neden [var] dır ve daha ziyade Hiçlik değildir?

Varolan genelde neden [var] dır ve daha ziyade Hiçlik değildir? Sorusuyla başlamaktadır, asıl
soru budur. Sevilen bir soru değil ve besbelli ki tüm soruların ilkidir. Bu soru en derin, en
geniş ve en köklü bir sorudur.

Hangi türden olursa olsun hiçbir varolanda durmaz, bu soru tüm varolanı kapsar. (yani hem
var olmuşu hem de var olacağı) Bu soru hiç varolmayanda vardır. Tüm her şey hiçlik değildir,
bu soruya girer, hakkında konuştuğumuz hiçlik aslında bir şeydir yani bir varolandır.

Varolan vardır bir böylesi olarak ki o, vardır. Bu neden sorusu herhangi bir yüzeyde ve üst
yüzeyde hareket etmez aksine, temel içinde yatan alanlara girer daha doğrusu son olana sınıra
varır. En geniş ve en derin soru olarak temel sorusu nihayet en kökensel sorudur.

Varolan genelde, neden vardır ve daha ziyade hiçlik değil? Sorusunu kendi soru anlamında
doğru bir şekilde icra edersek, her tikel, tekil varolanın belirtilmesini ve de insana atfı
sürüncemede bırakmamız gerekir. Zira bu sorma sayesinde bütünlük halindeki varolan, her
şeyden önce bir böylesi olarak ve olanaklı nedensel temeline yönelimde yeni açılıp sormada
açık tutulur. Neden sorusu adeta bütünlük halindeki varolanın karşısına çıkar hiçbir zaman

2
tamamen olmasa da bu varolandan çıkarak belirir. Fakat sorma bilhassa bu sayede bir paye
kazanır. Bütünlük halindeki varolanın karşısına çıkıp ondan uzaklaşmayarak bu soruda
sorulanı sormanın bizzat kendisine doğru geri iter.

Varolan genelde neden vardır ve daha ziyade hiçlik değil? Sorusunun sorulup sorulmaması
varolanın kendisini katiyen reddetmez. Bu soru olmadan da gezegenler yörüngelerinde
hareket eder. Bu soru olmadan da yaşamın merkezkaç gücü, bitkilere ve hayvanlara sızıp
akar. Ancak bu soru sorulduğunda şayet gerçekten icra edilirse sorulup soruşturulan şeyden
sormanın kendisine bir geri tepme mecburen olur. Bu sorma bundan dolayı kendi içinde
gelişigüzel bir süreçsel olay değil, aksine mükemmel bir öne çıkarak beliriştir ki buna vuku
buluş deriz. Bu soru sadece, bu çok ucuz müşahedenin kurbanı olarak böylece her şeyin
bitmiş olduğuna inanıp inanmadığımız ya da neden sorusunun kendi kendisine bu geri
tepmesinde etkileyici bir vuku buluşu tecrübe edebilip edemediğimiz sorusudur. Bu soruyu
sorma sadece sıçrayışta ve sadece sıçrayış olarak vardır başka türlü katiyen yoktur. Birisinin
ya da bizim bu soruyu fiilen ve gerçekten sorup sormadığımız yani sıçratıp sıçratmadığımız
veya sadece bu tabirde asılı kalıp kalmadığımız hiçbir zaman nesnel belirlenemez. Sormanın
kökensel güç olarak ona yabancı kaldığı insanı tarihsel bir Oradanlığın çevresinde soru hemen
mertebesini kaybeder.

 AKŞAM DİYARI FELSEFESİ

Heidegger, gizlenen ve gizden sıyrılıp ifşa eden Hakikat düşüncesi bağlamında akşam vaktine
özel bir vurgu yapar ; çünkü ondan hareketle başlangıçsal başlangıcın gününün hasıl olduğu
geceyi hazırlayan diyarı kasteder ve bu Yeni Çağın modern Akşam diyarı olan Avrupa'dan
farklıdır. Tarih kavramlarını yakın ilişkisinde tarihte maruz kalma ve arazları içeren kısmet
kavramı ön plana çıkarıldı. ( Akşam Diyarının manevi kısmeti) Önceden belirlenme olarak
kader ve takdir, Heideggger’ ci bırakan özgürlük fenomenolojisine terstir ve burada kastedilen
önceden belirleme değil, bir maruz kalıştır.

Yani akşam diyarından kasıt, o günü kadar gelen Yunan temelli felsefedir. Heidegger, bu
felsefeyi o güne kadar gelme sürecini zorunlu ve maruz kalındığını söylüyor. Yunan felsefesi
tarihteki oaradalığını sağlam bir şekilde kurguladığını ve silemeyecek şekilde oluştuğunu
söyler. Bu bakımdan kendi oluşturduğu kavramlar ile yeniden tenkitte bulunuyor.

3
Akşam diyarı felsefe içinde; Herakliotos’u, Parmenides’i, Platon’u, Aristoteles’i
alıyor.Hepsine karşı çıkarak sistemi yeniden kurmaya çalışıyor.

 SORMA/ DÜŞÜNME

‘’Sorma, en yüksek mertebeden hareketle Oaradalığımızı güçte tutan şeyin değerinin


bilinmesinin hakiki doğru ve biricik tarzıdır. Bundan dolayı bu Varlık anlamamızı ve tam da
Varlığın kendisi, tüm sormanın en sormaya değer olmasıdır. En sormaya değerde ne kadar
aracısız azimle ve aralıksız dayanıp devam edersek o kadar daha hakiki sorarız, şöyle ki
varlık, tamamen belirlenmemiş ve yine de en yüksek biçim de belirlenmiş anlaşılandır.’’
(syf98)Bizim oaradalığımız doğumdan ölüme kadar olan yaşamımızdır.

‘’Sorabilmek bekleyebilmek, hatta bir ömür boyu bekleyebilmektir. Sadece hızlı dolaşıp iki
ekle kavranan şeyin, gerçek olduğu bir çağ ise, sormanın ‘’Gerçekliğe Yabancı’’ ve
ödenmeyen bir Böylesi olduğuna inanır. Fakat sayı değil, aksine doğru Zaman, yani doğru An
ve doğru sebattır Özlü olan. ‘’(syf228)
Biz exzistans sahada ne kadar sorma eğilimine girersek ve bu eğilim doğru zamanda
gerçekleşirse varoluşumuzu o derece tamamlamış oluruz.

3. Eserde önceki öğrenmeleriniz ile bir bağlantı kurabiliyor musunuz ve


bunlar nelerdir?

Heidegger'in felsefi çalışmalarında hocası Edmund Husserl'in ve fenomenoloji felsefesinin


etkileri açıkça görülür. Buna bağlı olarak felsefe-dışı sayılan pek çok kavramı felsefeye taşıdı
ve varoluşçu felsefecilerde (örneğin Kierkegaard'ın korku, umutsuzluk, kaygı vb. kavramlarla
yaptığı gibi) görülen tarzda analizlere yöneldi ve bunları derinleştirdi. Kaygı, sıkıntı, merak,
ölüm, korku gibi terimleri felsefe düzlemine taşıdı. Fenomenolojiyi Varlık sorunu bağlamında
yeniden yorumladı ve kullandı. Heidegger'in Husserl etkisi ile kendine özgü bir varoluşçu
felsefe oluşturduğunu söylemek mümkündür.

4
Kitabın dört bölüme ayırır, ve burada; Parmanides, Heraklitos, Aristoteles, Platon, Kant,
Fichte, Schelling, Hegel, Nietchze’den bahsetmektedir.

 Birinci bölümde metafiziğin temel sorusu bağlamında, Akşam Diyar'ının


günümüzdeki durumuna dair bir tefekküre giriştir.
 İkinci bölümde ‘’das Sein/ Varlık’’ kelimesinin grameri ve etimolojisi araştırılır ve
anlatılmaktadır.
 Üçüncü bölümde Varlığın öz belirlenimi konu edinilir.
 Son bölümde ise Varlığın Yunan temelli Batı kültür tarihinde nasıl tecrübe
edildiğine dair dörtlü bir sınırlandırmayı işler. Bunlar;
1.Varlık ve oluş (Herakleitos'tan hatırlarız)
2. Varlık ve görünümsü (bu da Parmenides üzerine)
Heidegger’e göre kendisinden önceki filozoflar kendi kendilerini kandırmışlardır ve yeni bir
metafizik ihtiyacı hâsıl olmuştur. Töz metafiziği iflas etmiştir süreç metafiziğine ihtiyaç
vardır. Bu bizi İlk çağ filozoflarından Parmenides ve Heraklitos’a götürmektedir. O savaşı
Aristoteles, platon tarafından Parmenides kazanmıştı. Gerçeklik dünyası görünüş dünyası.
Görünüş dünyası Parmenides’e göre akmayan gibi görünen dünyaydı, Heraklitos’a göre
sürekli akan bir dünyaydı. Gerçeklik dünyası Parmenides’e göre kendi başına sabit olan bir
dünyaydı, Heraklitos’ a göre sürekli değişmekte sürekli akmakta olan bir dünyaydı. Heraklitos
çağdaş dönemde kazanan taraf oluyor.
3. Varlık ve düşünme (felsefenin azılı suçlusu idealizm)
4. Varlık ve gereklilik (burada herkesi eleştiriyor)
Heidegger, insana insan demez. Onun için ‘’dasein’’ i kullanır. Sein, var olan; seinse ise
Hiçliktir, yoklaşma demektir. Peki, bunları nasıl anlayacak Heidegger. ( Aristoteles’in
metafizik eserinde; metafizik nedir? Varlığın varlık olarak bilinmesidir.) heidegger’in varlık
varlık olarak bilinemez. Heidegger varlığı varoluş üzerinden alamaya ve yakalamaya çalışır.
İnsan üzerinden anlamaya çalışır her şeyi neye indirgemiş olur( aynı Kierkegaard’daki gibi)

4. Sizce eserde neler eksik bırakılmıştır?

Heidegger, felsefe tarihi içinde kendisinden önceki sistemlerin hepsini yıkıyor ve kendi içinde
yeni bir sistem kuruyor. Kendi kavramlarıyla konuşur. Dolayısıyla da bu eserde de kendi
5
çizmiş olduğu kavram haritasından yola çıkarak, felsefede yapılan hatalara değinmiştir. Kendi
oluşturduğu kavramları, ilk çağ filozoflarıyla karşılaştırmış, orataçağ filozofalrnın, Rönesans,
reform, alman idalistlerinin yapmış olduğu hataları kavramlar yoluyla açıklayıp bize gösterir.
Fakat bu kavramlar tamamen zihnimde oturmadığı için eserde neler eksik bırakıldığını da
bulamadım.

5. Eserin sizi en çok cezbeden yeri ne anlatıyor ve neden sizi cezbetti?

‘’ Felsefe, özü gereği, şeyleri hiçbir zaman daha kolay yapmaz, aksine daha da
güçleştirir.’’ Felsefe de her daim bir problematikle karşılaşırız ve her filozof o
problemi çözmeye çalışır fakat onları getirdikleri düşünceler yeni problemleri
beraberinde getirir.

Felsefe bu yarıkları yeniden onarmak için uğraşmakta ve bu uğraşı kolay olmayacak kadar
güçtür.

Felseleme ‘’varolan genelde neden vardır ve daha ziyade hiçlik değil?


’sorusunu sormak demektir. Gerçekten de bu tarz sormak sormayı talep ettiği
şeyin ifşası sayesinde bu sorunun tüketilmez ligini tüketip bitirmeye
baştanbaşa sormaya cüret etmek demektir. Benzerlerinin vuku bulduğu
durumda, felsefe vardır.- 16syf) ‘’Felseleme, düzen dışına ilişkin sormadır.’’

Felseleme soramadığımız soruları sorma cüretini bize veriyor ve bu felseleme her daim çağın
bir ilerisinde olacaktır. Aynı çağda yaşayan insanlar bunu anlayamayacak ama gelecek
nesiller bu felselemenin ne anlatmak istediğini anlayacaklardır. Ama bu bur da bir fark ile
anlayacaklar o çağın ruhunu bilmedikleri için üzerinde konuşulan konuları anlayacak ama
sebeplerini sadece felseleme yapan kişi bilecektir. Dolayısıyla da felseleme hep bir düzen dışı
soru sorma olarak kalacaktır, her dönemde.

Yerkürenin manevi düşüşü o kadar ilerlemiştir ki [varlığın kısmeti bağlamında


kast edilen] düşüşü sadece görüp bir Böylesi olarak tahmin etmeye dair son
manevi gücü kaybetmeye başladılar. (syf47-48)

Bilim insanlar olsun, filozoflar olsun fizik alanında o kadar çok ilerlediler ki evrendeki
manevi işletişi göremediklerini, fiziğin yani maddenin içinde hapsolduğunu belirtir.

6
İlkesel olarak denilebilmelidir ki, Logos Yeni Ahit’ te başlangıçtan itibaren
Herakleitos’ ta olduğu gibi Varolanın Varlığını, karşı çabalı toplanmışlığını
kastetmez, aksine tikel bir varolanı, yani Tanrı’ nın Oğlu’nu kasteder ve bunu
da yine Tanrı ile insan arasındaki aracının rolünde yapar. Logos’a dair bu yeni
Ahit tasavvuru, Yahudi din felsefesinin tasavvurudur ki, yaratma öğretisinde
Logos’a aracı belirleniminin denk geldiği Philo’yu oluşturmuştur. Bu ne
ölçüde logos’tur. Çünkü logos eski ahit’in yunan çevirisinde, Sözün adıdır,
daha doğrusu emrin belirlenmiş anlamında ‘’Söz’’dür, Tanrı’nın on emri
demektir. Böylece işte, emir kanun ve emirleri aktaran müjdeci, haberci ulak
anlamına gelir. Logos ise Haç sözüdür. Haç’ı bildirme ve müjdeleme, İsa’nın
kendisidir. O selametin logosudur, logos’un edebi hayatın Logos’udur. Bir
dünya tüm bunları Heraklitos’dan ayırır. (syf155)

İncil’ de ve Tevrat’ da geçenlerin kökeni Herekliotos’ a kadar dayanmaktadır fakat bunu tüm
dünya görmezden gelmiştir. Benim zannımca bunun sebebi kendi dinlerine bağlı olan kutsal
kitaplarının Tanrı’nın sözü olarak almak istemeleri ve kitaplarının bozulmadığını göstermek
için bunu hala da görmezden gelmektedirler.

İdea ve kategori kendi hâkimiyetlerine başladıklarından beri felsefe, tüm olanaklı ve


olanaksız malumatlar sayesinde İfade ve Varlık ilişkisini açıklama ıstırabını boşuna
çekmektedir, çünkü Varlığa ilişkin soru, kendi temel ve zemininden hareketle
geliştirilmek için yetişip büyümüş kendi temel ve zeminine tekrar geri
getirilememiştir. (syf212) –

Aristoteles ve Kant kategorilerden yola çıkarak varlığı anlamaya çalışırlar. Aristoteles,


kategorileri varlık bakımından ele alırken, Kant zihnin kategorilerinden hareketle anlamaya
çalışır. Ama Heidegger’e göre bu anlama temel zeminde sıkıntı çıkardığı için boş bir uğraştır.
Bu iki anlama varlığı kendi temel zeminine getirilmediğini söylüyor.

19. Yy da değer düşüncesinin ne kadar inatçı yapışıp kaldığını bizzat Nietzsche’nin ve


bilhassa onun, mutlak suretle değer tasavvurunun bakış hattında düşündüğü
olgusundan hareketle anlarız. Güç İstemi adıyla planlanmış baş eserinin alt başlığı
‘’Tüm Değerlerin bir Yeniden Değerlendirilmesi’’ adını taşır. Üçüncü kitabın başlığı

7
ise, ‘’Bir Yeni Değer Koyma Denemesi ‘’ idi değer tasavvurunun karşılığına bulaşma,
bu tasavvurun şüpheli kökeninin anlaşılmaması, Nietzsche’nin felsefenin ortasına
neden varamadığının sebebidir. Ama gelecek nesilden biri bu orta varacaksa ki biz
bugünün insanları bunu sadece ön çalışmasını yapabilir, bu kişide bulaşmışlıktan,
sadece başka bir bulaşmışlıktan, kaçıp kurtulamayacaktır. Hiç kimse kendi gölgesinin
üzerinden atlayamaz.( syf221)

6. Siz esere bir son yazsaydınız sonunu nasıl bağlardınız?

Heidegger bu eseri Hörderlin’in fragmanıyla bitirir;

‘’Nefret eder çünkü düşünceye dalan sakin Tanrı zamansız büyümeden’’

Esere ben bir son yazsaydım;

‘’İnsan düşünen, hislerini aktarabilen, anlayan bir varlık olarak bu hayatta yaşadığı her anı iyi
değerlendirmelidir. Geçmişinden ders çıkarmalı, geleceğe ümitle bakmalı, şimdiki zamanı ise
asıl öz olanı yani existansı inşa ederek yaşam akışına doğru bir şekilde yön vermelidir. Gerçek
varoluş alanına sıçrayabilmemiz için zamanın içinde kendi özümüzü kavramamız
gerekmektedir. Yaşamı her an sorgulamamız bu hayata daha sıkı tutunmamızı sağlayacaktır.
Soktates’in deyimiyle ‘’Sorgulanmayan Hayat Yaşamaya Değmez’’. Bunun yanında insan ne
kadar çok bilirse acısı, derdi o kadar artacaktır. Bu insanı daha güçlü kılacak, ölüm anına
kadar hep bir şey ile uğraşmış olacaktır. Bu uğraşı bizi varoluşumuza götürecektir. Hakikat
sükûn içindedir, seslendirilmek için bizi bekler. Burada idrak edilmesi gereken nokta, insan
varoluşunun varlık ve hiçlik karmaşası içinde gerçekleşebileceği düşüncesidir.

7. Eserden altını çizdiğiniz beş cümleyi kaydediniz.

 ‘’ Felsefe varolanın temeline ilişkin daima ve her durumda sormuştur. Bu soruyla


(varolan genelde neden [var]dır ve daha ziyade hiçlik değil) felsefe başlıyor, bu soru
da felsefe sonlanacak, yeter ki güçsüz bir düşüş tarzında değil de büyük bir tarzda da
sona varsın. Varolana ilişkin sorunun başlangıcından beri felsefe için, Varolmayana,
Hiçliğe ilişkin soru kıyıda köşede durur. Fakat bu, bir yan görünüş olarak sadece

8
dışarıdan değilde, aksine mevcut genişlik, derinlik ve kökenselliğe göre ki
kökensellikte varolana ilişkin soru sorulur, bu Hiçliğe ilişkin soruyu şekillendirir ve
tersi de geçerlidir. Hiçliğe ilişkin sormanın türü, Varolana ilişkin sormanın türünün
karakteristiği ve ölçeği sayılabilir.’’ (sf.33)

 ‘’ ‘Varlık’ ; varlığın özünün Yunan kavranışını hatırlatan şu belirtilen anlama, yani


bize herhangi bir yerden denk gelmeyen, aksine tarihsel Oaradalığımıza öteden beri
hükmeden bir belirlenmişliğe sahiptir. Bir çırpıda, ‘Varlık’ ın kelime anlamının
belirlenmişliğine dair arayışımız açıkça, varolan neyse ona, gizlenmiş tarihimizin
kökeni üstüne anlamlandırıcı sükûnetle Düşünmeye dönüşür. Varlığın durumu nedir?
Sorusu kendi tarafında, tarihsel menzilini geliştirip korumak için varlığın tarihinin
içine doğru bizzat tutunmalıdır. Bununla birlikte yine varlığın söylemine tutunuruz.’’
(sf.107)

 ‘’Felsefenin tüm özü sorması mecburen çağa aykırı ve uygunsuz kalır. Ve bu şundan
dolayıdır ki felsefe ya mevcut bugüne geniş bir şekilde önceden atılmıştır ya da
bugünü daha öncesine ve başlangıçta varolmuşa yeniden geri bağlar. Felseleme
daima sadece çağa aykırı ve uygunsuz yapılamayan daha ziyade aynı zamanda çağı
kendi ölçüsünün altına koyan bir bilme olarak kalır. Felsefe özü gereği çağa aykırıdır,
çünkü kısmeti hiçbir zaman mevcut bugünde aracısız bir yankı bulamayan ve hiçbir
zamanda bulmasına izin verilmeyecek şey olarak kalan şu pek az olan şeylere
dâhildir. ‘’ (Sf. 17)

 ‘’ Hakikatin Tanrı-insan suretinde tecellisiyle beraber Yunan düşünürlerinin felsefi


bilgisi, Logos’un tüm varolan üzerindeki hâkimiyetince mühürlendi. Bu tasdik ve
mühürlenme, Yunan felsefesinin klasikliğini temellendirir.’’ (sf.147)

 ‘’Varolanda esere koyulan Varlığın açılışının gediği olarak, tarihsel insanın


Oaradalığı bir Ara-da-durumudur ki bu Ara-da-durumun içinde, Varlığın çözülmüş
üstün işleyen bütününü güçleri aniden yükselip açılarak esere tarih olarak geçerler.
Oradalığın bu anidenliği ve biricikliği hakkında Yunanlılar derin bir sezmeye sahipti
9
ki fusis, logos ve dike olarak onlara açılan Varlığın Kendisi sayesinde bu sezmeye
doğru icap edilmişlerdir. Yunanlıların, Akşam Diyarı’nın gelecek bin yılları için
kültür yapmak istediklerine ikna oldukları gerçeği akıl almaz kalır. Çünkü kendi
Oarada-lıklarının biricik Vecibesinde yegâne bir şekilde şiddetle işleyen bütüne
ihtiyaç duyup böylece Vecibeyi yok etmediler, aksine arttırdılar ki, hakiki tarihsel
büyüklüğün temel koşulunu kendi kendilerine dayattılar.’’ (sf.185)

10

You might also like