Professional Documents
Culture Documents
Martin Heidegger Metafizige Giris Kitap
Martin Heidegger Metafizige Giris Kitap
Martin Heidegger Metafizige Giris Kitap
HAZIRLAYAN;
Ad-Soyad: Kübra NALBAT
1302012043
ANKARA
2017, MAYIS
0
METAFİZİĞE GİRİŞ
1935 tarihli dersi içeren ve 1953’ de okurlarıyla buluşan ‘Metafiziğe Giriş’ metni,
Heidegger’in dersleri arasında yayımlanan ilk metindir; kendisi tarafından yayına
hazırlanması bakımından da oldukça önemlidir. Bu metin Oradanlıktan varlığa doğru bir
dönüş, Oradanlığın fundamental ontolojisinden metafiziğine geçiştir. Bu eserde Heidegger,
töz metafiziğini bir kenara bırakıp süreç metafiziğine geçişini göstermektedir. Bu da çağdaş
felsefe içerisinde Heraklitios’un felsefesini bize hatırlatmaktadır. Heidegger, artık Varlığı
insandan da ya da insanın Oaradnlığından, açıklığından, Varlığın anlamını sormasından,
kısacası anlamasından hareketle değil, aksine insanı varlıktan hareketle yorumlamaya girişir
ve bunu pre-sokratik başka okumaları ile desteklemektedir.
Bu eser ilk olarak Akşam Diyarı felsefesine günümüzdeki durumuna dair bir teffeküre girişir.
Akşam diyarından kasıt Yunan felsefesidir. Büyük sistem filozoflarına karşı bir eleştiri getirir.
O güne kadar gelen felsefenin bir çok yanlışlar içerdiğini ve yanlışların bundan
kaynaklandığını söyler . Peki, bu sistem filozoflarını neden eleştiriyor? Şundan dolayı, gerek
Platon gerek Aristoteles gerek Fichte, Hegel olsun Heidegger’e göre varlığın üzerine çıkıp
konuşmaktadırlar. Ancak bir varlık olan varlığın bir cüzi olan insan ne aklı aşabilir ne de
varlığın üzerine çıkıp varlığın hakkında konuşabilir. Dolayısıyla varlık üzerine söz söylerken
varlığı aşmadan varlığın üzerine sıçramadan söz söylemek durumundayız. Daha da ilginci
insan varlığın üzerine sadece kendisi üzerinden hareketle söz söyleyebilir. Çünkü insan küçük
varlıktır, küçük varlık anlaşılmadan anlayamazsınız ve varlık üzerine konuşmak için varlığı
aşmak gerekir ama varlığı var olan olarak nasıl aşacağız? Aklıda aşamasınız, insan akıl
üzerine söz söylerken yine aklıyla konuşmaktadır. Dolayısıyla aklı aşmış olmuyor.
VARLIK/HİÇLİK/ VAROLAN
Var olan genelde neden [var] dır ve daha ziyade Hiçlik değildir?
Varolan genelde neden [var] dır ve daha ziyade Hiçlik değildir? Sorusuyla başlamaktadır, asıl
soru budur. Sevilen bir soru değil ve besbelli ki tüm soruların ilkidir. Bu soru en derin, en
geniş ve en köklü bir sorudur.
Hangi türden olursa olsun hiçbir varolanda durmaz, bu soru tüm varolanı kapsar. (yani hem
var olmuşu hem de var olacağı) Bu soru hiç varolmayanda vardır. Tüm her şey hiçlik değildir,
bu soruya girer, hakkında konuştuğumuz hiçlik aslında bir şeydir yani bir varolandır.
Varolan vardır bir böylesi olarak ki o, vardır. Bu neden sorusu herhangi bir yüzeyde ve üst
yüzeyde hareket etmez aksine, temel içinde yatan alanlara girer daha doğrusu son olana sınıra
varır. En geniş ve en derin soru olarak temel sorusu nihayet en kökensel sorudur.
Varolan genelde, neden vardır ve daha ziyade hiçlik değil? Sorusunu kendi soru anlamında
doğru bir şekilde icra edersek, her tikel, tekil varolanın belirtilmesini ve de insana atfı
sürüncemede bırakmamız gerekir. Zira bu sorma sayesinde bütünlük halindeki varolan, her
şeyden önce bir böylesi olarak ve olanaklı nedensel temeline yönelimde yeni açılıp sormada
açık tutulur. Neden sorusu adeta bütünlük halindeki varolanın karşısına çıkar hiçbir zaman
2
tamamen olmasa da bu varolandan çıkarak belirir. Fakat sorma bilhassa bu sayede bir paye
kazanır. Bütünlük halindeki varolanın karşısına çıkıp ondan uzaklaşmayarak bu soruda
sorulanı sormanın bizzat kendisine doğru geri iter.
Varolan genelde neden vardır ve daha ziyade hiçlik değil? Sorusunun sorulup sorulmaması
varolanın kendisini katiyen reddetmez. Bu soru olmadan da gezegenler yörüngelerinde
hareket eder. Bu soru olmadan da yaşamın merkezkaç gücü, bitkilere ve hayvanlara sızıp
akar. Ancak bu soru sorulduğunda şayet gerçekten icra edilirse sorulup soruşturulan şeyden
sormanın kendisine bir geri tepme mecburen olur. Bu sorma bundan dolayı kendi içinde
gelişigüzel bir süreçsel olay değil, aksine mükemmel bir öne çıkarak beliriştir ki buna vuku
buluş deriz. Bu soru sadece, bu çok ucuz müşahedenin kurbanı olarak böylece her şeyin
bitmiş olduğuna inanıp inanmadığımız ya da neden sorusunun kendi kendisine bu geri
tepmesinde etkileyici bir vuku buluşu tecrübe edebilip edemediğimiz sorusudur. Bu soruyu
sorma sadece sıçrayışta ve sadece sıçrayış olarak vardır başka türlü katiyen yoktur. Birisinin
ya da bizim bu soruyu fiilen ve gerçekten sorup sormadığımız yani sıçratıp sıçratmadığımız
veya sadece bu tabirde asılı kalıp kalmadığımız hiçbir zaman nesnel belirlenemez. Sormanın
kökensel güç olarak ona yabancı kaldığı insanı tarihsel bir Oradanlığın çevresinde soru hemen
mertebesini kaybeder.
Heidegger, gizlenen ve gizden sıyrılıp ifşa eden Hakikat düşüncesi bağlamında akşam vaktine
özel bir vurgu yapar ; çünkü ondan hareketle başlangıçsal başlangıcın gününün hasıl olduğu
geceyi hazırlayan diyarı kasteder ve bu Yeni Çağın modern Akşam diyarı olan Avrupa'dan
farklıdır. Tarih kavramlarını yakın ilişkisinde tarihte maruz kalma ve arazları içeren kısmet
kavramı ön plana çıkarıldı. ( Akşam Diyarının manevi kısmeti) Önceden belirlenme olarak
kader ve takdir, Heideggger’ ci bırakan özgürlük fenomenolojisine terstir ve burada kastedilen
önceden belirleme değil, bir maruz kalıştır.
Yani akşam diyarından kasıt, o günü kadar gelen Yunan temelli felsefedir. Heidegger, bu
felsefeyi o güne kadar gelme sürecini zorunlu ve maruz kalındığını söylüyor. Yunan felsefesi
tarihteki oaradalığını sağlam bir şekilde kurguladığını ve silemeyecek şekilde oluştuğunu
söyler. Bu bakımdan kendi oluşturduğu kavramlar ile yeniden tenkitte bulunuyor.
3
Akşam diyarı felsefe içinde; Herakliotos’u, Parmenides’i, Platon’u, Aristoteles’i
alıyor.Hepsine karşı çıkarak sistemi yeniden kurmaya çalışıyor.
SORMA/ DÜŞÜNME
‘’Sorabilmek bekleyebilmek, hatta bir ömür boyu bekleyebilmektir. Sadece hızlı dolaşıp iki
ekle kavranan şeyin, gerçek olduğu bir çağ ise, sormanın ‘’Gerçekliğe Yabancı’’ ve
ödenmeyen bir Böylesi olduğuna inanır. Fakat sayı değil, aksine doğru Zaman, yani doğru An
ve doğru sebattır Özlü olan. ‘’(syf228)
Biz exzistans sahada ne kadar sorma eğilimine girersek ve bu eğilim doğru zamanda
gerçekleşirse varoluşumuzu o derece tamamlamış oluruz.
4
Kitabın dört bölüme ayırır, ve burada; Parmanides, Heraklitos, Aristoteles, Platon, Kant,
Fichte, Schelling, Hegel, Nietchze’den bahsetmektedir.
Heidegger, felsefe tarihi içinde kendisinden önceki sistemlerin hepsini yıkıyor ve kendi içinde
yeni bir sistem kuruyor. Kendi kavramlarıyla konuşur. Dolayısıyla da bu eserde de kendi
5
çizmiş olduğu kavram haritasından yola çıkarak, felsefede yapılan hatalara değinmiştir. Kendi
oluşturduğu kavramları, ilk çağ filozoflarıyla karşılaştırmış, orataçağ filozofalrnın, Rönesans,
reform, alman idalistlerinin yapmış olduğu hataları kavramlar yoluyla açıklayıp bize gösterir.
Fakat bu kavramlar tamamen zihnimde oturmadığı için eserde neler eksik bırakıldığını da
bulamadım.
‘’ Felsefe, özü gereği, şeyleri hiçbir zaman daha kolay yapmaz, aksine daha da
güçleştirir.’’ Felsefe de her daim bir problematikle karşılaşırız ve her filozof o
problemi çözmeye çalışır fakat onları getirdikleri düşünceler yeni problemleri
beraberinde getirir.
Felsefe bu yarıkları yeniden onarmak için uğraşmakta ve bu uğraşı kolay olmayacak kadar
güçtür.
Felseleme soramadığımız soruları sorma cüretini bize veriyor ve bu felseleme her daim çağın
bir ilerisinde olacaktır. Aynı çağda yaşayan insanlar bunu anlayamayacak ama gelecek
nesiller bu felselemenin ne anlatmak istediğini anlayacaklardır. Ama bu bur da bir fark ile
anlayacaklar o çağın ruhunu bilmedikleri için üzerinde konuşulan konuları anlayacak ama
sebeplerini sadece felseleme yapan kişi bilecektir. Dolayısıyla da felseleme hep bir düzen dışı
soru sorma olarak kalacaktır, her dönemde.
Bilim insanlar olsun, filozoflar olsun fizik alanında o kadar çok ilerlediler ki evrendeki
manevi işletişi göremediklerini, fiziğin yani maddenin içinde hapsolduğunu belirtir.
6
İlkesel olarak denilebilmelidir ki, Logos Yeni Ahit’ te başlangıçtan itibaren
Herakleitos’ ta olduğu gibi Varolanın Varlığını, karşı çabalı toplanmışlığını
kastetmez, aksine tikel bir varolanı, yani Tanrı’ nın Oğlu’nu kasteder ve bunu
da yine Tanrı ile insan arasındaki aracının rolünde yapar. Logos’a dair bu yeni
Ahit tasavvuru, Yahudi din felsefesinin tasavvurudur ki, yaratma öğretisinde
Logos’a aracı belirleniminin denk geldiği Philo’yu oluşturmuştur. Bu ne
ölçüde logos’tur. Çünkü logos eski ahit’in yunan çevirisinde, Sözün adıdır,
daha doğrusu emrin belirlenmiş anlamında ‘’Söz’’dür, Tanrı’nın on emri
demektir. Böylece işte, emir kanun ve emirleri aktaran müjdeci, haberci ulak
anlamına gelir. Logos ise Haç sözüdür. Haç’ı bildirme ve müjdeleme, İsa’nın
kendisidir. O selametin logosudur, logos’un edebi hayatın Logos’udur. Bir
dünya tüm bunları Heraklitos’dan ayırır. (syf155)
İncil’ de ve Tevrat’ da geçenlerin kökeni Herekliotos’ a kadar dayanmaktadır fakat bunu tüm
dünya görmezden gelmiştir. Benim zannımca bunun sebebi kendi dinlerine bağlı olan kutsal
kitaplarının Tanrı’nın sözü olarak almak istemeleri ve kitaplarının bozulmadığını göstermek
için bunu hala da görmezden gelmektedirler.
7
ise, ‘’Bir Yeni Değer Koyma Denemesi ‘’ idi değer tasavvurunun karşılığına bulaşma,
bu tasavvurun şüpheli kökeninin anlaşılmaması, Nietzsche’nin felsefenin ortasına
neden varamadığının sebebidir. Ama gelecek nesilden biri bu orta varacaksa ki biz
bugünün insanları bunu sadece ön çalışmasını yapabilir, bu kişide bulaşmışlıktan,
sadece başka bir bulaşmışlıktan, kaçıp kurtulamayacaktır. Hiç kimse kendi gölgesinin
üzerinden atlayamaz.( syf221)
‘’İnsan düşünen, hislerini aktarabilen, anlayan bir varlık olarak bu hayatta yaşadığı her anı iyi
değerlendirmelidir. Geçmişinden ders çıkarmalı, geleceğe ümitle bakmalı, şimdiki zamanı ise
asıl öz olanı yani existansı inşa ederek yaşam akışına doğru bir şekilde yön vermelidir. Gerçek
varoluş alanına sıçrayabilmemiz için zamanın içinde kendi özümüzü kavramamız
gerekmektedir. Yaşamı her an sorgulamamız bu hayata daha sıkı tutunmamızı sağlayacaktır.
Soktates’in deyimiyle ‘’Sorgulanmayan Hayat Yaşamaya Değmez’’. Bunun yanında insan ne
kadar çok bilirse acısı, derdi o kadar artacaktır. Bu insanı daha güçlü kılacak, ölüm anına
kadar hep bir şey ile uğraşmış olacaktır. Bu uğraşı bizi varoluşumuza götürecektir. Hakikat
sükûn içindedir, seslendirilmek için bizi bekler. Burada idrak edilmesi gereken nokta, insan
varoluşunun varlık ve hiçlik karmaşası içinde gerçekleşebileceği düşüncesidir.
8
dışarıdan değilde, aksine mevcut genişlik, derinlik ve kökenselliğe göre ki
kökensellikte varolana ilişkin soru sorulur, bu Hiçliğe ilişkin soruyu şekillendirir ve
tersi de geçerlidir. Hiçliğe ilişkin sormanın türü, Varolana ilişkin sormanın türünün
karakteristiği ve ölçeği sayılabilir.’’ (sf.33)
‘’Felsefenin tüm özü sorması mecburen çağa aykırı ve uygunsuz kalır. Ve bu şundan
dolayıdır ki felsefe ya mevcut bugüne geniş bir şekilde önceden atılmıştır ya da
bugünü daha öncesine ve başlangıçta varolmuşa yeniden geri bağlar. Felseleme
daima sadece çağa aykırı ve uygunsuz yapılamayan daha ziyade aynı zamanda çağı
kendi ölçüsünün altına koyan bir bilme olarak kalır. Felsefe özü gereği çağa aykırıdır,
çünkü kısmeti hiçbir zaman mevcut bugünde aracısız bir yankı bulamayan ve hiçbir
zamanda bulmasına izin verilmeyecek şey olarak kalan şu pek az olan şeylere
dâhildir. ‘’ (Sf. 17)
10