Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 18

FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ

SANAT TARİHİ BÖLÜMÜ

BİZANS SANATINA GİRİŞ

ÖĞRETİM ÜYESİ

DR. OSMAN ÜLKÜ

HAZIRLAYAN

EVRİM SAVRAN

202513059

NİSAN 2021
APSİS (APSİD)
Apsis sözlük anlamı olarak; Kiliselerde doğrultuyu belirleyen yarım daire ya da yarım çokgen
şeklinde ve dışa taşkın olan unsurdur. Camilerde mihrabın karşılığıdır. Apsisler çoğu zaman apsidiyollerle
çevrili olurlar. Romalılar yapı dışına taşan yarım daire şeklindeki gözlere absida derlerdi. Kiliselerdeki
apsislerin kökeni de buradan gelmektedir.
Erken Hıristiyanlık döneminde, kubbeli apsis kilise planının standart bir parçası haline geldi ve I.
Konstantin döneminden itibaren, bazilikanın batı ucuna yerleştirildi (ör. Eski Aziz Peter). 6. ve 7. yüzyıllar
arasında Katolik Kilisesi'nin Roma şubesi, Bizans kiliselerinin daha önce yaptığı gibi apsisin doğuya yönünü
değiştirdi. Apsis, kilisenin en özenle dekore edilmiş kısmıydı, duvarları mermer kaplamalı ve tonozun bir
düzenlemesini tasvir eden mozaikle süslenmiş tonoz.
7. yüzyılın başında, değişen liurjik uygulamalar ya yan koridorların ya da transept'in sonuna apsis
eklenmesine neden oldu. Buna ek olarak, din adamları oturmalarını apsislerden koroya taşıdılar ve daha önce
din adamları ve kilisenin ana kısmı arasına yerleştirilen sunak apsis içine itildi. Rönesans döneminde sunak
genellikle arka duvara yaslandı. Bu düzenleme, kitlenin kurban edilmesini cemaatten çıkardı, sonunda 17.
yüzyılda uzak sunakta kütle ile kilisenin nefesinde vaazın artmasına neden olan bir ayarlama.
Apsiste varyasyonlar Romanesk döneminde de gelişmiştir. Apsisin şekli İtalyan mimarisinde basit
kalsa da -dış süslemesini duvar kemeri, kornişler ve payandalardan- İtalya dışında, özellikle Fransa'da elde
etmek, karmaşık yapıyı oluşturmak için ana yapıya bir ayaktan ve apsis şapelleri eklendi.
Apsis, özellikle geleneksel Latin haçından veya merkezi planlardan tasarlanan kiliselerde, 20.
yüzyıl boyunca dini mimarinin standart bir parçası olarak kalmaktadır.
BAZİLİKA
Bazilika sözlük anlamı olarak; Uzunlamasına gelişmiş mekân düzenine sahip, sütun dizilerince
taşınan bir yapı türü, ilk bazilikalar Romalılar tarafından yapılmıştır. Bunlar din dışı kamusal işlevlere hizmet
eden yapılardı. Kilise işlevi gören Hıristiyan bazikaları bunları örnek almıştır. Bunlarda paralel sütun
dizileriyle uzunlamasına neflere ayrılmış ahşap çatılı strüktürlerdi. Ortadaki nef geniş ve yüksek olur, bunun
yanlarında birer ya da ikişer yan nef bulunurdu. Ana nef yarım daire planlı bir apsisle sonlanır, tam karşısında
ana giriş yer alırdı. Erken Hristiyan mimarlığının ana yapı tipi olan bazilika, ileriki dönemlerde uygulanmıştır.
Bununla birlikte, kilisenin uzunlamasına gelişmiş mekân düzeni bazilikaya büyük ölçüde sadık kalmayı
sürdürmüştür.
Kentsel yaşam üzerine odaklanılması Roma mimarisinde yepyeni yapı tiplerinin, kamusal
kullanım için kapalı mekân yapılarının geliştirilmesini gerektirdi. Yönetsel işlemler ve adli işlemler
için yargıçların davalara baktığı, davacıların sıralarını beklediği ve halkın davaları izleyebildikleri
büyük kapalı mekanlar gerekiyordu. Bazilika ilk olarak bu ihtiyacı karşılamak üzere tasarlanmıştır.
Eski roma kentlerinde bazilikalar, foruma bitişik olarak yerleştirilen dikdörtgen şeklinde uzun bir
plana sahipti. Bir ucunda ya da iki ucunda yargıçların oturması için tasarlanmış silindirik bir çıkıntı (apsis)
yer alıyordu. Yarım daire şeklindeki apsisin merkezinde ise imparatorun tinsel mevcudiyetini ifade eden bir
sunak vardı, çünkü davalara ancak imparatorun simgesel huzurunda bakılabilirdi. Bazilika Ulpia, tipik eski
roma bazilika örneklerinden biridir.
Hristiyanlık resmi din olarak kabul edildiğinde hem işlevsel hem de simgesel açıdan kamusal
tapınmaya uygun bir yapı ihtiyacı ortaya çıktı. Eski tapınak formu, büyük kitleleri barındırmak için yeterli iç
mekanlara sahip değildi. Ayrıca, Pagan tanrılarına ve Roma imparatorlarına dair simgelerle doluydu. Bu
sebeple, büyük halk topluluklarını içine alabilecek kamu yapıları olan bazilikalar, uygun hale getirilerek
ibadet için kullanılmaya başladı.
BAZİLİKAL PLAN
Erken Hıristiyan ve Orta çağ mimarisinde, yan geçitleri bulunan, galerili veya galerisiz
kiliselere bazilikal planlı kilise denilmektedir. Bazilikal planda ölçü birimi genellikle transept karesidir. Pek
çok romanesk kilise bu ilke üzerine kurulmuştur. Transept karesinin ölçülerine-bazen küçük sapmalarla-
koronun, transept kollarının, orta nefin kemer gözlerinin ölçülerinde rastlanır. Bazilikal plan tipi gotik
mimari döneminde doruk noktasına ulaşmıştır.
Dikdörtgen şeklinde uzun bir yapı olan bazilikal planlı kiliselerin içi, iki sütun dizisiyle üç nefe
ayrılmıştır. Bir bazilikanın biçimi; ortada uzun ve yüksek bir koridor, iki yanda daha alçak iki koridor
şeklindedir. Doğu ucunda yarım yuvarlak biçiminde dışarı taşan apsis bulunmaktadır. Batı yönünde ise
narteks adı verilen bir giriş holü bulunur.
CATAKOMPT (KATAKOMP)
Katakomp sözlük anlamı olarak; ilk Hristiyanların kayaları oyarak içinde ya da toprağı kazarak yeraltında
yaptıkları, ölülerini gömdükleri ya da kimi kez tapınak olarak kullandıkları, uzun dehlizler biçiminde
gömütlük.
Sayıca en büyük katakomplar, Roma ve Paris’tedir. İtalya’nın çeşitli kentlerinde, Kuzey Afrika’da,
İskenderiye ve Malta’da da katakomplar vardır. Bu mezarlara doğrudan cesetler konduğu gibi, başka
mezarlardan taşınan kemikler de konuyordu.
4. yüzyılda Barbar saldırıları sırasında, kutsal kişilerin kemik ve mezar kalıntılarını kurtarmak için,
Papalar binlerce katakompu başka yerlere taşıttılar. Paris katakomplarıysa, gerçekte Paris’in başka
mezarlıklarındaki kemik yığınlarının taşındığı taşocaklarıdır. Kazılarla ortaya çıkarılan İtalya katakomplarında
büyük aziz mezarlarına rastlanmıştır.
Katakomp sözcüğü ilk kez Roma
yakınlarında yer alan San Sebastiano
Bazilikasındaki yeraltı mezarları için
kullanıldı. Daha sonraları sözcüğün
kapsamı genişlemiş ve ölülerin
gömüldüğü yeraltı mezarlarının tümü
için kullanılmıştır. Ölüleri yeraltına
gömme geleneği yalnızca Romalılara
ya da Hristiyanlara özgü değildir.
İtalya'nın başka kentlerinde, Sicilya'da,
Malta'da, Mısır'da, Lübnan ve Tunus'ta
da birçok katakomp vardır. Bir bölümü
gezmeye açılan Roma katakomplarının
ünü, bilinen katakompların en büyüğü
olmasından gelir.
Hristiyanlığın ortaya çıkışından
sonraki ilk iki yüzyılda başta Neron
olmak üzere bazı Roma imparatorları yeni dini yasaklayarak Hristiyanları cezalandırdı. İnançları uğruna
ölümü göze alan ilk Hristiyanlar katakomplarda gizlice ibadet etmeye başladılar. 3. yüzyılın ortalarında
katakomplar güvenilirliğini yitirince, Hristiyanlar katakomp girişlerini duvarla örerek gizlediler.
Hristiyanlık Bizans İmparatoru Constantinus zamanında yasallaşınca, katakomplar hacıların ziyaret
ettiği kutsal ibadet yerleri olarak kullanılmaya başlandı.
410'da Gotların Roma'yı istilası sırasında katakompların girişi Hıristiyanlarca mühürlenerek kapatıldı.
Bu yeraltı mezarlarının girişi öyle büyük bir ustalıkla gizlenmişti ki, girişlerden biri ancak 1578'de bir
rastlantı sonucu ortaya çıkarıldı. Günümüzde katakompların çoğu açık olmakla birlikte, keşfedilmemiş daha
birçok katakomp olduğu sanılmaktadır.
Katakompların bazıları birkaç katlı, Roma yakınlarındaki San Sebastiano Katakompu ise dört katlıdır.
Galerilerde, yapıldığı dönemden kalma mihraplar, kabartma desenlerle süslenmiş mezarlar, duvarlarında
çeşitli kabartma resimler ve ölülerin gömüldüğü oyuklar vardır. Bu oyuklar o dönemde tuğla ya da taşlarla
örülerek kapatılmışsa da zamanla çoğu yıkıldığından, katakompu gezenler iki sıra iskelet arasından
yürüyerek dolaşırlar.
İKONA- İKONACLASMA-
İKONASTASİS
İKONA: Yunanca “eikon sözcüğünden alınmıştır. Ortodoks
kiliseleri ve evlerinde tahta üzerine, yumurtalı veya mumlu
boyalarla yapılmış olan Hz. İsa Meryem ya da azizleri betimleyen
resimlere verilen addır.
İKONACLASMA: “İkon kırıcılık” anlamında Yunanca sözcük.
Bizans tarihinin her tür dinsel tasvirin kaldırılması için girişilen
çatışmalarla geçen dönemi 8.yy. ikonoklazma döneminde sanat
figüratif resim yasaklandığından ötürü, üsluplaştırılmış bitkisel ve
geometrik örgelere yönelmiştir. Elde o dönemden kalma pek az
sanat yapıtı bulunmaktadır. Bizans resim sanatı ikonaclasma
döneminden sonra, yine kendi figüratif geleneğine dönmüştür.
İKONASTASİS: Bizans kiliselerinde ana nefi apsis kesiminden
ayıran ikonlarla bezeli bölme duvarı. Mekânı tümüyle bölmez
yerden ancak 2-3 metre kadar yükselir.

İkonanın Gelişim Süreci


Hristiyanlığın başlangıç yıllarında ikona konusunda sanat anlamında ifade edebileceğimiz belirli
bir tarz oluşmamıştı. Hıristiyanlığın Romalıların zulmünden kaçtığı ve devlet dini olarak kabul görmediği
yıllarda, ilk Hıristiyan sanatçıların tasvirlerini katakomplarda yaptıklarını görüyoruz. Bu dönemde yaşayan
Hristiyanların ölülerine saygılarını sunmak üzere ziyaret ettikleri yeraltı mezarları olan katakomplar aslında
erken Hristiyan sanatının başlama noktalarıdır. Hristiyan inançlarının özgürce ifade edilemediği dönemlerde,
Hristiyanlar inançlarını tasvir ederken tehlikelerden dolayı sembolik bir dil kullanmayı tercih etmişlerdir.
Örneğin Grekçe de beş adet harften meydana gelen balık sözcüğü Lesous Christos Theou Yios Soter (İsa—
Mesih, Tanrı ‘nın Oğlu: Kurtarıcı)anlamına gelmekteydi. İsa ‘nın sembolik anlatımları ilk kez birinci
yüzyılda, Meryem ‘in sembolik anlatımlarını ise ilk kez ikinci yüzyılda Roma katakomplarında görülmüştür.
Kilise, 4. yüzyılda yeni bir döneme başladı.
Bizans İmparatoru Konstantin ‘in (306–337) İstanbul ‘u başkent ilan etmesinden sonra, Hıristiyan
dünyası açısından Roma ‘nın siyasi ve dini gücü azaldı. Bu sayede Konstantin ‘in korumasında bir doğu dini
olan Hıristiyanlık, Doğu Roma İmparatorluğunun hâkimiyetinde olan bölgelerde hızla yayılmaya başladı.
İmparatorluğun geniş bir coğrafyada yayılmış olması nedeniyle Ortodoks Kilisesi antik dünyaya kadar
uzandı. İnananların sayısının hızla artması yeni ihtiyaçlarında beraberinde getirdi. Daha büyük alanlara,
mekânlara ve yeni öğretilere, bakış açılarına ihtiyaç duyulmaya başlandı. Hıristiyanlığın ilk dönemimde
Hıristiyan sanatçıların kullandığı sembolik tasvirler, bu dini yeni kabul edenlere yabancı gelmeye başladı,
çünkü antik dünyada insanlar dolaysız anlatımı tercih ediyorlardı. Böylece, 4 ve 5 yüzyıllarda yavaş yavaş
kutsal kitaplarda geçen kutsal olaylar, anlatımı daha anlaşılabilir tasvirler olarak kilise duvarlarında
görülmeye başlandı. Ayrıca bu dönemlerde paganist inançların canlılığını devam ettirmesi ve ikonaların aynı
dönemde ortaya çıkması, antik dönemin inançlarının etkisinde olan Hıristiyanlığa yeni inanmaya başlayanlar
arasında ikonalar farklı olarak benimsenmiş, ikonalara farklı bir görev yüklenmiş hatta put olarak algılanmaya
başlanmıştır. İznik Konsilinde bu konular ortaya atılmış ve ikonalar konusundaki bu karışıklığa bir açıklık
getirilmiştir.
İKONOKLAZMA

I. İKONOKLAZMA DÖNEMİ
6. yüzyıl ile 7.yüzyılda imparatorluğun varlığını tehdit eden en önemli unsur yönetimdeki
istikrarsızlık idi. Karanlık çağ diye adlandırılan bu dönemde Bizans mali ve askeri bakımdan çökmüş ve
üstüne üstelik doğuda İranlılarla, kuzey ve kuzeybatıda Slavlar, Bulgarlar ve Avarlarla, batıda ise Roma’yı
istila eden Lombardlarla sorunları vardı.
İkonoklazmanın ilk belirtileri Ermeni asıllı Philippicos Bardanes döneminde ortaya çıktı. Daha
öncesinde de ikona karşıtı monofizitler vardı ancak imparatordan korktukları için çok fazla ses
çıkaramazlardı. Bardanes ise monofizitliğe meylediyordu ancak bunu olabildiğince gizlemeye çalışmıştı. VI.
Ökümenik konsilin kararlarını reddetti ve bu konsili tasvir eden resimleri ve Milion Kapısındaki yazılı
levhayı kaldırttı. Papa Konstantin buna büyük bir tepki gösterdi ve misilleme olarak Aziz Petrus
Bazilikasının duvarlarına konsilleri betimleyen resimler yaptırdı. Bu Papa ve İmparator arasındaki ilk
sürtüşme pek tabi ki değildi ancak ikona açısından yaklaşınca ikonoklazmanın kıvılcımları olarak
kabullenildi. Neyse ki 713 yılında Bardanes tahtta on dokuz ay kaldıktan sonra askerleri tarafından gözleri
çıkarılarak öldürüldü.

II. İKONOKLAZMA DÖNEMİ


“Kiliseyi papazlar ve üstatlara bırak ve devlet işleri ve ordu ile uğraş. Eğer dediğimi yapmaz ve
inancımı mahvetmeye yeltenirsen, bil ki bizi doğru yoldan ayırmak için gökten melek bile inse, onun dediğini
yapmayız. Hele senin dediğini hiç yapmayız.”
Studios Manastırı Başrahibi Theodoros’un İmparator Leon’a sözleri
775’te Konstantin Kopronymos’un ölümüyle durulan ikonoklazma hareketi V. Leon’un tahta
geçmesiyle birlikte yeniden hareketlendi. Doğu’nun monofizit kültüründen nasibini almış, Ermeni asıllı bir
imparator olan V. Leon ikona karşıtlığını unutturmaya pek de niyetli değildi. III. Leon fazlasıyla dindar bir
adamdı ve onun tasvir karşıtlığı kolayca buna bağlanabilirdi ancak V. Leon dine çok fazla kafa yoran bir
adam değildi. V.Leon’un ikonalarla ilgili derdi tamamen siyasiydi ve iç barışı korumaya yönelikti. İşe
öncelikle alçak yerlerdeki ikonaları kaldırtarak başladı. 726’da Leon tarafından yıkılan ve İrene döneminde
yeniden yaptırılan Khalke kapısını gözüne kestirmişti ve ilk iş tekrar burayı yıktırtmaya çabalamıştı. V.Leon
zekice bir şekilde bunu doğrudan yapmamış; sahte bir kargaşa çıkarılmış, insanların ikonalara zarar vermesi
sağlanmış ve o da gelip ikonaları kurtarmak için indirilmesini emretmiştir. Bu hareket yeni ikonoklazmanın
öncüsü olmuştur.
İKONASTASİS

İkonastasis Duvarı’nın üstündeki ikonlara baktığımızda;


Hz. İsa, Hz. Meryem, Vaftizci Yahya, o kilisenin kime yapıldığını gösteren koruyucu aziz veya
azize ikonaları birinci sırada gelir.
Tahtında oturmuş Pantokrator İsa sağında Meryem ve solunda Vaftizci Yahya varsa bu tabloya
Deisis Tablosu denir. Eğer Vaftizci Yahya yoksa bu tabloya da Yarım Deisis denir. Deisis Tablosu
kilisedeki en önemli tablodur ve genellikle kiliselerin en yüksek noktasında yer alır.
Pantokrator İsa, sağ eliyle ‘takdis’ hareketi yaparken ve sol elinde de İncil tutarak ikonada yer
alır. Pantokrator ‘göklerin hâkimi İsa’ anlamına gelir. Ayrıca Pantokrator Yunan Tanrısı Zeus için de
kullanılmıştır.
Deisis tablosunun sağ ve sol taraflarında ‘on iki yortunun’ yani kutsal günlerin ve bayramların
ikonları yer alır.
CATHEDRAL (KATEDRAL)
Piskoposluk kilisesi. Her piskoposluk bölgesinde zorunlu olarak bir katedral bulunur. Mimari
açıdan diğer kiliselerden daha büyük olmak dışında çok önemli bir farkı yoktur.
İlk Katedrallerin Ortaya Çıkışı
Katedrallerin tarihi, imparator Büyük Konstantin’in Hristiyanlığı şahsen kabul ettiği ve Kilise
Barışını başlattığı 313 yılına dayanmaktadır. 4. yüzyıldan önce Katedral yapıları bulunmuyordu. Çünkü,
Hıristiyanlıkta cemaat ibadetine liderlik ederken piskoposlar asla oturmazlardı. Bunun yerine yükseltilmiş
bir platform veya kürsüde ayakta dururlardı.
Konstantin’in Hristiyanlığa yönelik imparatorluk lütfu Roma’daki Hristiyan yaşamının tüm
yönlerini değiştirdi. Başlangıçta bir azınlık dini olan Hristiyanlık, tüm sınıfları kapsayarak, şehirden kırsala
kadar büyük bir kitleye ulaştı. Sonuç olarak, 4. yüzyıl boyunca Kilise yapılarında, finansmanında ve
personelinde büyük bir artış meydana geldi ve böylece katedral yapıları ortaya çıktı.
İlk katedrallerin yeri ve düzeni, şehirden şehre önemli ölçüde farklılıklar gösteriyordu.
Çoğunlukla, şehir surlarının içerisinde ancak şehir merkezinden uzakta yer alıyorlardı.
BAPTİSTHERİUM (VAFTİZHANE)
İçinde vaftiz töreni yapılan ve genellikle merkezi planlı Hristiyan dinsel yapısı.

Vaftizhanelerin Gelişimi
Vaftiz işleminin yapıldığı mekân için kullanılan vaftizhane kelimesinin Latince karşılığı olan
“baptisterium” Roma hamamlarında frigidarium’da yer alan bir havuz ya da hazne için kullanılan bir
sözcüktür. Baptisterium ’un mekân olarak Hristiyanlıkta vaftiz işlemi için en erken kullanımına ait bilgi ise
5. yüzyıl ortalarına aittir. Hristiyanlığın yasallık kazandığı 313 yılından sonra bazı yapıların işlevlerinin
değiştirilerek kilise olarak kullanılmaya başlandığı bilinmektedir. Bunlar arasında boyutları itibariyle daha
çok insanı içine alabilecek hamamlar en çok tercih edilen yapılar arasında olmuşlardır. Ülkemizde tümden
değilse dahi kısmen kiliseye dönüştürülen hamamların en iyi örneklerinden birine Hierapolis’te
rastlanmaktadır. Öte yandan hamamlar, vaftiz işleminde ihtiyaç duyulan suyu sağlayacak olan altyapıya
sahip olmaları sebebiyle vaftizhane olarak da kullanılmışlardır. Bir hamam üzerine ya da yakınına inşa
edilmiş erken dönem vaftizhanelerinin çok sayıdaki örneklerinin bazılarına İtalya’da Roma Laterano,
Nocera ve Ravenna Ortodokslar vaftizhanesinde; Cezayir’de Bir Ftouha ve Djemila’da rastlanılmaktadır.
Dünyanın en eski vaftizhanesi yaklaşık 240 yılına tarihlenmektedir ve Dura Europos’tadır. Bu
vaftizhane şekil itibariyle arcosolium tipi bir mezarı andırmaktadır. Bunu izleyen dönemde inşa edilen
vaftizhanelerin büyük kısmının dikdörtgen ya da kare planlı olduğu bilinmektedir. Bunun yanı ısıra
vaftizhane binalarının her zaman bir kilise içinde ya da bitişiğinde olmadığı, kilise yakınında ancak ayrı
olarak inşa edilmiş oldukları da bilinmektedir.
DEİSİS SAHNESİ
Bizans sanatı ve doğu Ortodoks sanatında pantokrator İsa veya benzeri ikonlarda diğer figürlerin ona
yöneldiği İsa’nın merkezde olduğu sahne. İsa tacıyla tahtında oturur, bir kitap taşır, Meryem ve Yahya iki
yanında olur ve bazen diğer azizler ve meleklerde tasvir edilir. Meryem, Yahya ve diğer figürler, elleriyle
insanlık adına dua ederken mesihe doğru bakmaktadırlar. Erken dönem örneklerinde templorn kirişinin ya
da kapıların üzerinde görülüyor olsa da ikon ve ibadet için kullanılan fil dişi objelerde karşılaşmak
mümkündür.

DEİSİS SAHNESİ TARİHSEL GELİŞİMİ


Deisis sahnesi, şefaat anlamına gelen, kıyamet günü Hz. İsa’dan merhamet dileme sahnesidir.
“Kıyamet Günü Yakarması” olarak da anılır. Doğu Roma’da Rönesans'ın başladığı sahne olarak
nitelendirilen sahne, Hz. İsa, Hz. İsa’dan af ve merhamet dileyen Hz. Meryem ve Vaftizci Yahya
üçlüsünün hükmünde gerçekleşiyor. İnsanlık için, ümmet için af diliyor Hz. Meryem ve Yahya. Eskiden
insanlar tanrılara doğrudan ulaşmak yerine, tanrılara yakın olanları aracı olarak görüp onlardan yardım ve
af dilerlermiş. Tanrıya en yakın insanın Hz. Meryem olduğu kanaatindelermiş. Bu yüzden, sahnede Hz.
Meryem en önemli arabulucu olarak yer almakta. İkinci en önemli arabulucu olarak ise Vaftizci Yahya
görülmekte, bunun sebebi de İsa’nın gelişini müjdeleyen ve onu vaftiz eden insan olması. En kutsal
kişilerin, İsa’dan ümmet adına af dilemesinin sahnesi, eserlere dökülmüş zamanında. Kariye Müzesi’nde,
Son Yargı kompozisyonunda gördüğümüz Deisis Sahnesi, Ayasofya’da da mozaiğiyle yer alıyor. Birçok
yerde de farklı örnekleri bulunmakta.
AMBON

Ambon, kiliselerde vaaz verilen ve birkaç basamak ile çıkılan bölümdür. Camilerdeki minber ile benzer
bir işlevi vardır. Genellikle orta nefin güneyinde yer alır.

AMBONLARIN TARİHSEL GELİŞİMİ


Delvoye’nin belirttiğine göre kayıtlara geçen ilk ambonlar 4. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir ancak
bugüne ulaşabilmiş olan örnekler en erken genellikle 5. ve 6. yüzyıllardan kalanlardır. Bunlardan en bilineni
Ayasofya Müzesi’nin bahçesinde Beyazıt A Bazilikasından 6. yüzyıla tarihlenen, çift rampalı çıkışı ile
döneminin yaygın bir tipolojisi olan ambondur.
Yukarıda görülen bu ambonun korkulukları profillerle çevrelenmiş, ortalarına Latin haçının
çeşitlemeleri işlenmiştir. Platform korkuluğunun ortasında kolları uçları geniş, çift çizgili Latin haçı yer
alırken, bunun iki yanında uçları geniş Latin haçı bulunur. Merdiven yanı levhalarında ise yine eş merkezli
iki adet Latin haçının iç içe geçirildiği ancak uçları dışbükey olan motif görülür. Buradan anlaşılacağı üzere
ambonu oluşturan levhaların her birinde tıpatıp aynı bezeme unsurlarının olması gerekmemektedir.
HAGİA-HAGİOS

Erkekler için Aziz, kadınlar için Azize Kullanılırken, Katolik, Ortodoks ve Anglikan Hristiyanlıkta
iyilikleriyle tanınmış kutsal kişileri karşılayan terimlerdir. Bu unvan Hristiyan otoriteleri tarafından sonradan
(genellikle kişi hayatta değilken) verilir.
Hristiyanlığın ilk yüzyılı boyunca Aziz terimi yalnızca iman şehitleri için kullanılmıştı (Yunanca tanık
kavramı). Şehitlik, bugüne dek bizlere ulaşan ve resmi anlamda kanonize edilen bir durum olmaya devam
ediyor. Havarilerin İşleri Kitabı'na göre Kilise tarafından kabul edilen ilk Aziz, İsa Mesih'e olan bağlılığı
nedeniyle ölümü kabul eden, Yahudi iken din değiştiren ve diyakoz olan Aziz Stefan. Hapsedilen veya
işkence gören tüm Hristiyanlar iman şehidi olarak ölmedi. Hayatta kaldıktan sonra toplumsal yaşamına dönen
ve inancını açık bir biçimde ilan eden, Kilise hizmetinden sonra bulunan kişiler de doğal biçimde ölmelerine
rağmen aziz olarak kabul edildi.
Hristiyanlıktaki azizlik kavramının kaynakları Yeni Ahit'te bulunmaktadır. Pavlus kaleme aldığı
mektuplarında, İbranilere mektupta ve vahiy kitabı’nda, Azizlerin kilisenin üyelerini belirlediğini
görüyoruz. Bireylerin “kutsal” kişiler olması, “Mesih'e sadık” olmalarına ve inananların kardeşlik
duygusundan kaynaklanır.
FRESKO

Sözlükte yaş sıva üzerine suda çözülmüş boya pigmentleri kullanarak yapılan duvar resmi.
Antikit’den beri bilinen bir tekniktir. Pompeie’de çok sayıda roma freski örneği bulunmuştur. Sonraki
çağlarda hiç ortadan kalkmamış sayılabilir. Freskin bir de kuru sıva üzerine yapılan türü vardır ki, yaş sıvalı
tekniğe oranla daha dayanıksız sonuçlar verir. Bu tekniğe “frescosecco”ya da “kuru fresk” denilir.

FRESKO’NUN TARİHSEL GELİŞİMİ


Aslında freskin tarihi, sanat amacıyla çizilmiş olmasalar da prehistorik çağlarda mağara duvarlarına
yapılmış figürlere kadar uzanmaktadır. Mezopotamya ve Girit uygarlıklarından; Mısır, Yunanistan ve
İtalya’ya kadar yayılan fresk sanatı, tarihin pek çok döneminde ve birbirinden farklı uygarlıklarda varlığını
sürdürmüştür. Fresk tekniği ilk kez Giotto geleneğinden gelen ve Rönesans ressamlarından olan Cennino
Cennini tarafından ustanın elkitabı adıyla yazıya dökülmüştür.
Fresk tekniğinin en yaygın yapıldığı dönem Rönesans’tır. Fresk bu dönemde Erken Rönesans
öncülerinden Giotto ile adeta yeniden yaratılmıştır. Assisi Kilisesi’ne Aziz Francesco’nun yaşam öyküsünü
resmederek fresk alanında ün kazanan Giotto resme perspektif, üçüncü boyut ve duyguları yansıtan ifadeler
kazandırmıştır. Freskleri ile devrim yaratan Giotto’nun açtığı çığır, Gaddo, Simone Martini, Orcagna
Masaccio, Ambrogio Lorenzetti gibi sanatçılar tarafından da takip edilerek geliştirilmiştir. Dönemin dini ve
resmi binalarına yapılmış bu freskler resim sanatında çok önemli bir yere sahiptir.
MOZAİK

Küçük boyutlu renkli parçacıkların bir düzlem üzerinde birbirlerine bitişik olarak
yerleştirilmesiyle oluşturulan bezeli yüzey. Uruk kazılarında ortaya çıkarılan M.Ö 2600 ‘e ait bazı kalıntılar,
mozaik tekniğinin Mezopotamya sanatı ‘nda bile uygulandığı kanıtlanmıştır. Bunların bir kısmı taban kesimi
renkli sivri konilerin duvara çakılmasıyla yapılmıştır. Diğer bir uygulama ise, geometrik biçimlerde kesilmiş
küçük, renkli öğelerin bir yüzeye bitümle yapıştırılması tekniğiyle gerçekleştirilmiştir. Küp biçimli öğelerin
sıva üzerine yapıştırılması tekniği, yani gerçek mozaik, ancak antik roma ‘da ortaya çıkan. Bunlar duvar ve
zemin kaplaması olarak kullanılmışlardır. Mozaik tekniği bu dönemden sonra pek değişmeden, Bizans’ta ve
Rönesans öncesi dönemi İtalya’sında geniş ölçüde uygulanmıştır. Türk sanatında hiç görülmez.

MOZAİK SANATI TARİHÇESİ


Mimari dekorasyon bağlamında mozaik ilk defa Sümerler tarafından M.Ö. 3 binden itibaren
uygulanmıştır. Bugünkü Irak sınırları içerisinde yer alan antik Uruk kentinin bina duvarlarında külah
şeklinde kurutulmuş çamurların duvarlara gömülmesiyle oluşmuştur. Diğer antik mozaik örnekleri ise
Mısır'dadır. Tapınakların ve mezarların farklı renklerde taş tabletlerle kaplandığı görülmektedir.
Doğuda ve Akdeniz kıyılarında bulunan en eski mozaikler çakıl taşının yerde ve kaldırım amaçlı
kullanıldığını göstermektedir. Bazı yazarlara göre, çakıl mozaiği önce Mezopotamya, Frigya ve Perslere
(eski İran'da) kullanılmış doğu kaynaklı bir tekniktir. Bu teoriye karşı olan yazarlar ise, çakıl mozaiğinin ilk
defa Girit'te uygulandığını ve mozaiğin Helenistik bir süsleme biçimi olduğunu öne sürmektedir. Yer
kaplamada estetikten çok fonksiyonel amaçlı kullanılan çakıl mozaik, ilerleyen tarihlerde kamu binalarında,
tapınaklarda ve galerilerde dekoratif etki için ve genellikle geometrik desenlerle kullanılmıştır. M.Ö. 5.
yüzyılda çakıl mozaik tekniği son derece gelişmiştir ancak takip eden yüzyılda teknik kullanım açısından en
yüksek noktaya ulaşmış bir sanat dalı olma özelliği yakalamıştır.
KİBORYUM
Kiborium sözlükte Dört ya da altı sütunlu, kubbe veya
piramidal bir üst örtüye sahip çardak şeklindeki yapılara
kiborium denilmektedir.

KİBORYUM TARİHÇESİ
Kiborion mimari bir form olarak daha çok mezarların,
sunak ve tahtların üzerinde yükselir ve bu mekanları
çevreleyerek içine alır. Burada önemli olan formun içindeki
kişi veya eşyadır. Kiborionun kendisi ikinci derecede önem
taşır. Çevrelemesi gereken alandan daha fazlasını kaplamayan
kiborion, açık ya da kapalı bir mekânda bulunabilmektedir.
İlk kültürlerin hepsinde gökyüzü, bir sembolizme bağlı
olarak görülmüştür. Bu kozmik kavram daima bir çadır ile
bağlantılı olmuş ve yine bu toplumlarda taht-tapınak çadırlar
kutsal bir muhafaza olarak kabul edilmiştir. Erken tipi ortası şişkin bir çadır formu olan kiboriona, çok eski
kültürlerden itibaren kozmik bir anlam yüklenmiştir. Kozmos ’un bir tasviri olan kiborion, mezar
yapılarında altarın, hükümdar tahtlarında ise kral veya imparatorların üzerinde gökyüzünü temsil etmekte ve
böylece altında bulunan kişi ya da eşyayı yüceltip onu kutsal bir sonsuzluğa ulaştırmaktadır. Göçebe
geçmişleri olan bütün doğu kültürlerinde çadır geleneği bulunduğundan kiborionun kökeninin hangi
medeniyette olduğunu tespit etmek oldukça zordur.
Kiborion, Doğu medeniyetlerinde ve Antik sanatta olduğu gibi
Bizans kültüründe de geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Bizans
sanatının değişik kollarında karşımıza çıkan kiborion, kiliselerde litürjik
eşya, mimaride bir form, minyatür kitaplarında süsleme ve mobilya
üzerinde örtü olarak çok farklı kullanımlarda ancak benzer biçimlerde ve
en önemlisi, hepsinin üzerinde, altında bulunan kişi veya eşyaya evrenin
mutlak hâkimi unvanını veren kozmik ifadesiyle yer almıştır.
Bizans döneminde kiborion, mimari bir form olarak en yaygın
şekilde Erken Hıristiyanlık döneminin önemli dini yapıları olan
martyrionlarda kullanılmıştır. Günümüzde çok az örneği bulunan bu
kiborion formlu martyrionların tasvirleri minyatürlerde, fildişi ve madeni
eserler üzerinde görülebilmektedir. İsa’nın Golgotha tepesindeki
mezarını tasvir eden fildişi eserlerde bina, kübik bir alt yapı üzerinde
yüksek kasnaklı ve kubbeli bir kiborion olarak gösterilmiştir.
KAYNAKÇA
1. Metin SÖZEN, Uğur TANYELİ, Sanat Kavramları ve Terimleri Sözlüğü,
Remzi Kitapevi, 20. Basım, İstanbul 2010.
2. Adnan TURANİ, Sanat Terimleri Sözlüğü, Remzi Kitapevi, 19. Basım,
Kasım 2020.
3. Hatice Özyurt Özcan, Bizans Sanatında Kiborion, Sanat Tarihi Dergisi,
Nisan 2004.
4. Haluk ÇETİNKAYA, Güneş Karadeniz’den Doğar, Süner Atasoy' a
Armağan Yazılar.
5. HÜSEYİN HAKAN GAZİOĞLU, Bizans İkonalarına Genel Bir Bakış.
6. Başeğmez Ş. İkonalar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,1989
7. G. Ostorgosky, Bizans Devlet Tarihi, Türk Tarih Kurumu, çeviren
Profesör Doktor F. Işıltan, Ankara 2011.
8. Doğan Hasol – Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü
9. Meltem Çavdar- Kırklareli Vize’den Geç Antik, Bizans Dönemi Mimari
Plastik Taş Eserler
10. www.sanatinyolculugu.com

You might also like