Sabataycilik

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 251

SABATAYCILIK

Web’den Derleme

SAHTE MESĐH SABATAY SEVĐ’NĐN MÜRĐTLERĐ;


SELÂNĐK DÖNMESĐ
TAKĐYYECĐLER

Takiyye esasen lisanımızda önceden mevcut ikiyüzlülük mânâsına kullanılıyor. Ancak bu kelimeye yeniden
hayat verenlerin maksadı, dilimize bir kelime daha kazandırmak değildi. Đslâm’a ve müslümanlara cepheden
saldırmak yerine, önce onlar için bir “marka” icad edip sonra bu kelime üzerinden düşmanlıklarını icra etmeyi
düşündüler. Gerektiğinde “Ben Đslâm düşmanlığı yapmıyorum, takiyye yapılmasına karşıyım” diyebilmenin
rahatlığını kazanmak istiyorlardı. Elbette islâmî görüşü savunanlar arasında üç-beş takiyyeci bulunabilir. Lâkin
Türkiye’de bu sıfatı en kâmil mânâsıyla hakkedenler sabatayistlerdir. Tam üç asırdan fazla bir zaman
aramızda Türk ve müslüman gibi görünerek yaşayan, esasında kendi inançlarını gizlice sürdüren, üstelik
müslümanların dinlerinden uzaklaşması için her türlü faaliyetten geri kalmayan bir topluluk böyle bir vasfa
fazlasıyla lâyıktır. Tabiî hepsini ayni terâzide tartmak da doğru değildir. Đçlerinde gerçekten ihtida edenler,
asimile olanlar, yeniden kendi dinlerine rücu edenler ve ülkemize faydalı hizmette bulunanlar vardır. Hele
hele zeki, kültürlü, tahsilli ve başarılı oluşlarına söylenecek sözümüz olamaz. Bütün mesele kimliklerini
saklayıp, müslüman Türk görünümünün avantajıyla büyük mevkiler, servetler, şan ü şöhretler elde edip, bu
yolla gizli emellerine vâsıl olmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu bir paranoya değildir, bu endişeler
dînî fanatizmle izâh edilmemelidir, anti-semitizm suçlaması ucuz bir demogoji olur, ırkçılığın yanına ise hiç
yaklaşmayız. Türkiye’de yaşayan “dönmemiş” Yahudilerle hiçbir problemimiz yoktur, hatta onların Đslâm’a
muhâlif olmaları bile kendi dinlerinin gereği sayılarak geçiştirilebilir. Ancak müslüman Türk sandığımız
insanların gizli veya açık din aleyhtarlığı yapmalarını, gayr-i Îslâmî bir hayat tarzını bize dayatmalarını
hazmedemeyiz. Türkiye ve Türkler bugün ne haldeyse, sabataycıların bunda güçleri oranında payı vardır.
Sabataycılığın esrârı artık çözülmeli, hakikat neyse gözler önüne serilerek, şaibelerden, süphelerden,
endişelerden, korkulardan ve suçlamalardan kurtulmalıyız. Bu kamuflaj ilânihaye sürüp gidemez!
Tarihçilerimiz, araştırmacılarımız, ilâhiyatçılarımız bu konular üzerinde incelemeler yapmalı, kitaplar
yayınlamalı, konferanslar vermeli ve insanlarımızı aydınlatmalıdırlar. Bizim bu sitede yaptığımız ipuçları ve
fikir vermekten ibârettir. Asıl iş konunun uzmanlarına düşmektedir. Selâm, hürmet ve muhabbetler .

NOT: Değerli Ziyaretçiler, bu sitede bulunan sayfalar yanda gördüğünüz linklerden ibâret değildir. Siteyi
tümüyle gezebilmeniz için her sayfanın altındaki “ileri” veya “bir sonraki sayfa” linklerine tıklamanız icap
ediyor. Ayriyeten sayfaların içinde döküman, resim ve yazılara yönlendirilen linkler mevcuttur. Dikkatinize
sunulur.

Türkiye Yahudilerinin 500. Yılı

Đspanya kraliçesi Đsabella'nın 31 Mart 1492 tarihinde tüm yahudilerin ülkeden kovulmaları için ferman
çıkarması bu ülkede yaşayan yahudileri oldukça zor durumda bırakmıştı. Bu ferman üzerine Đspanya'yı terk
etmek zorunda kalan 300 bine yakın yahudi çeşitli Avrupa ülkelerinden sığınma hakkı istedi ama bütün
kapılar yüzlerine kapandı. Bu durum karşısında tamamen yok olma noktasına yaklaşmış olan Đspanya
yahudilerine Osmanlı Đmparatorluğu kapılarını açtı.

Yahudilerin Đspanya'dan kovulmalarını hazırlayan gelişmeler 1391 yılında başladı. Egice başpiskoposunun
çalışmalarıyla başlatılan yahudi aleyhtarı hareket, çok sayıda hıristiyan papazın da destek vermesiyle hızla
yayıldı. Bu hareketin etkisiyle ülke çapında çok sayıda yahudi cemaati yok edildi. Bazı yahudiler de varlıklarını
sürdürebilmek için hıristiyanlığı kabul etmiş görünerek gizlice kendi inançlarını sürdürmeye başladılar. Ancak
daha sonra hıristiyan papazları, kendilerine marranolar (dönmeler) adı verilen bu yahudi asıllıların
hıristiyanlıklarından şüphe etmeye başladılar. 1464 yılında devlet ile kilise bir araya gelerek bu yahudi asıllı
hıristiyanların gerçekten hıristiyanlığı kabul edip etmediğini araştırmaya karar verdi. Bu amaçla üç kişilik bir
engizisyon heyeti oluşturuldu ve mahkemeler kuruldu. Daha sonraki dönemde Kastilla kraliçesi Đsabella ile
Aragon kralı Ferdinand devletlerini birleştirdiler. Đsabella ve Ferdinand engizisyon mahkemelerinin yetkilerini
artırarak çok sayıda yahudinin bu mahkemeler tarafından ağır şekilde cezalandırılmalarına imkan tanıdılar. O
dönemde baş engizitör olarak tayin edilen Thomas de Toquemada'nın kararıyla çok sayıda yahudi yakıldı. En
son kraliçe Đsabella'nın kararıyla 31 Mart 1492 tarihinde bütün yahudilerin Đspanya'yı terk etmelerini isteyen
ferman çıkarıldı. Aynı yılın Mayıs ayında yürürlüğe sokulan ferman ülkedeki bütün yahudilerin 2 Ağustos 1492
tarihine kadar Đspanya'yı terk etmelerini istiyordu. Đşte bu yahudiler kendilerine yeni bir yurt bulabilmek için
bir çok ülkenin kapısını dövdüler ama sürekli kalmaları üzere kendilerine Osmanlı Đmparatorluğu'ndan başka
kapıyı açan olmadı. Đspanya'dan sürgün edilen yahudilerin 150 bin kadarı ilk etapta Osmanlı topraklarına
sığındılar. Diğerlerinin de önemli bir kısmı Polonya ve Rusya'ya geçtikten sonra Osmanlı topraklarına
sığındılar. Kendilerine "Sefarad" adı verilen bu yahudilerin büyük çoğunluğu Selanik ve Đstanbul'a
yerleştirildiler. Göç olayının yaşandığı sırada Osmanlı Đmparatoru olan Sultan II. Bayezid yahudilerin iyi
karşılanmaları için bütün illere haber göndermiş, hatta bunlara zarar verenlerin idamla cezalandırılacaklarını
duyurmuştu.

Osmanlı Yahudilerinin Geçmişi

Osmanlı topraklarında yahudi varlığı Đspanya yahudilerine sığınma hakkı tanınmasıyla başlamaz. Osmanlı'nın
bir beylikten devlet haline dönüşmesinin ardından başkent edindiği şehir olan Bursa'da daha önceden yahudi
bir cemaat bulunmaktaydı. Osmanlılar'ın Bursa şehrini almak için yürüttükleri çarpışmalar sırasında
hıristiyanlarla birlikte kaçan yahudiler daha sonra geri döndüler. Osmanlı yönetimi bu yahudilere büyük bir
hoşgörü ile muamele etti ve Osmanlı devletinin ikinci padişahı olan Orhan Bey o zaman henüz ayakta duran
Ets Hahayim sinagogunun yeniden faaliyete geçirilmesine izin veren bir ferman çıkardı. Osmanlılar
yahudilerin ticaret alanında da, devlet kademelerinde de ilerlemelerine fırsat vermişlerdir.

Osmanlı'nın bütün azınlıklara olduğu gibi yahudilere de büyük bir hoşgörü ile muamele etmesi Avrupa'daki
bazı yahudilerin Osmanlı şehirlerine göç etmelerine vesile oldu. Hatta Edirne'nin Osmanlı Đmparatorluğu'nun
başkenti yapılmasından sonra Edirne baş hahamı Đshak Sarfati Avrupa'daki dindaşlarına bir mektup yazarak
onları "haçın gölgesinden hilalin gölgesine sığınmaya" çağırmıştır.

Fatih Sultan Mehmed'in 1453 yılında fethetmiş olduğu Đstanbul'da miladın ilk yüzyıllarından itibaren yahudiler
yaşamaktaydı. Ancak Bizans Đmparatorluğu döneminde bunlar sürekli horlanmış ve aşağılanmışlardır. Bizans
Đmparatoru I. Konstantin hıristiyan olan yahudilere baskı yapan yahudilerin idamla cezalandırılmasına
müsaade eden ve yahudiliğe geçmeyi suç kabul eden bir kanun çıkardı ve yahudilere yeni vergiler koydu. I.
Konstantin'in oğlu Konstantius'da yahudilerle hıristiyanlar arasındaki karışık evlenmelere ölüm cezası koydu.
Sonraki dönemlerde de Konstantinople (Đstanbul) yahudileri sürekli zulüm gördüler. II. Teodosius yahudilerin
nefret edilmesi gereken insanlar olduklarını duyurarak onları şehrin dışına çıkarak, bugünkü Galata semtine
yerleşmeye zorladı. I. Justinianus ise hakimiyeti altındaki topraklarda yahudiliği tamamen yasakladı.

Fatih Sultan Mehmed'in Đstanbul'u kuşatmaya aldığı sırada bu şehrin yahudileri genellikle Galata semtinde
oturmaktaydılar. Bazı tarihi kaynaklarda geçtiğine göre Fatih yahudilerle gizlice bağlantı kurarak Bizans
yönetiminden memnun olmayan bu cemaatin içerden kendisine yardım etmelerini sağladı. Fatih, Đstanbul'u
fethettikten üç gün sonra da yahudileri bu şehre davet etti. Fatih bu çağrısı ile yahudilerin bazı alanlarda
kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendirmek, ellerindeki bazı imkanlardan devlet adına yararlanmak
istiyordu. Çünkü, tarihçilerin de ifade ettiklerine göre, Osmanlı Đmparatorluğu'na karşı kin dolu olan
hıristiyanlara güvenemezdi. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı yahudiler Osmanlı Đmparatorluğu'nda imtiyazlı
bir statü elde ettiler.

Mal varlıklarının çoğunu Đspanya'da bırakan, yanlarına aldıkları malları da Đtalya'da uğradıkları limanlarda
soyulan Đspanya yahudileri (Sefaradlar) Osmanlı topraklarına elleri boş olarak geldiler. Ancak Osmanlı'nın
kendilerine sağlamış olduğu imkanlardan yararlanarak kısa zamanda durumlarını düzeltip yüklü sermayeler
biriktirmeyi başardılar. Bunun yanı sıra devlet içinde de bazı önemli kademeleri ele geçirebildiler.

Yahudi Đhaneti

Osmanlı Devleti'nin gölgesinde gördüğü hoşgörü ve fırsat eşitliğini iyi değerlendirerek gerek toplum içinde ve
gerekse devlet kademelerinde büyük bir güce ulaşan yahudiler Osmanlı Đmparatorluğu'nun yıkılmasında da
önemli rol oynamışlardır. Yahudiler Osmanlıların zayıfladığı dönemde yabancı güçlerle ve ideolojik akımlarla
işbirliği içine girdiler. Bu döneme kadar kendilerini gizlemeye çalışan ve siyasi gelişmeler karşısında sessiz
kalan yahudiler, Osmanlıların zayıflama dönemlerine girmesiyle birlikte Batı yanlısı siyasi akımlara destek
olmaya başladılar.

Osmanlı Đmparatorluğu'nun önemli şehirlerinden olan Selanik'te küçümsenemeyecek bir yekün oluşturan ve
bu şehirde büyük bir ekonomik güce ulaşan yahudiler, batı yanlısı Đttihad ve Terakki Cemiyeti'nin
kuruluşunda ve ilerlemesinde aktif rol oynadılar. Nissim Masliyah, Alber Ferid Aseo, Alber Fuaa, Rafael
Benuziya ve Avram Galanti isimli yahudiler Đttihad ve Terakki Cemiyeti'nin militan kadroları arasında yer
almaktaydılar. Bilindiği üzere Đttihad ve Terakki Cemiyeti Osmanlı devletinin yıkılmasında en önemli rol
oynayan bir siyasi akımdır. Yukarıda adı geçen Nissim Masliyah aynı zamanda Jöntürkler (Genç Osmanlılar)
hareketini başlatanlardan ve bu hareketin faal elemanlarındandı. Bu hareketi başlatanların arasında onun
dışında çok sayıda yahudi bulunmaktaydı. Bunların ünlülerinden birisi Nissim Russo adlı yahudidir.
Jöntürklerin içinde önemli bir fonksiyonu olan Emanuel Karasu, Đspanya asıllı yahudilerdendi. Emanuel
Karasu Đttihad ve Terakki Cemiyeti' nin de ileri gelenlerindendi. Daha sonra Osmanlı devletine ihanet
etmesinden dolayı Đtalya'ya kaçmak zorunda kalan Emanuel Karasu Osmanlı vatandaşı olduğu sıralarda
Makedonya'daki Rizolta mason mahfilinin de üstadı a'zamı (en büyük lideri) idi. Emanuel Karasu, Libya'nın
Đtalyanlar tarafından işgal edilmesine yardımcı olmuş ve bu yardımından dolayı Osmanlı topraklarından
kaçınca kolaylıkla Đtalyan vatandaşlığı hakkı alabilmiştir.

Yahudiler aynı zamanda Yunanistan ve Bulgaristan'ın henüz Osmanlı sınırları içinde olduğu sırada ortaya
çıkan Yunan ve Bulgar komünist partilerine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Komünist cereyanların ortaya
çıkardığı Selanik Đşçi Federasyonu içinde de yahudiler önemli bir güce sahiptiler.

Dinlerini ve inançlarını terk etmeleri için kendilerine hiç bir baskı yapılmadığı halde sırf kendilerini topluma
kabul ettirmek ve siyasi planlarını rahatça uygulamaya koymak amacıyla dıştan Müslüman görünüp içten
inançlarını saklayan dönme yahudileri de Osmanlı Đmparatorluğu'nun yıkılmasını hızlandıran çalışmalarda
bulunmuşlardır. Dönmeler, Đttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jöntürkler (Genç Osmanlılar) hareketi içinde
Osmanlı aleyhtarı faaliyetlerde bulundukları gibi Osmanlının parçalanmasını hızlandıran kavmiyetçi hareketleri
de kışkırtmışlardır. Hatta Türk milliyetçiliğinin teorisyenleri arasında önemli sayıda yahudi dönmesi vardır.
Đttihad ve Terakki Cemiyeti'nin "milli iktisat" politikasının teorisyeni, Cumhuriyet döneminde de CHP'nin
ideologlarından olan Tekin Alp (Mois Kohen) bunlardan biridir. Pantürkist (aşırı Türkçü) olarak bilinen Tekin
Alp (Mois Kohen), Cumhuriyet döneminde Atatürk'ün sağ kolu durumundaydı.

Siyonizm, Türkiye Yahudileri ve Osmanlı Devleti

Siyonizm bir fikri ve siyasi akım olarak, Teodor Hertzl'in çalışmaları sonucu 1897 yılında Đsviçre'nin Basel
şehrinde toplanan ünlü konferanstan sonra kendini göstermeye başladı. Bilindiği üzere siyonizmin ilk
toplantısında belirlemiş olduğu ana hedef dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış olan yahudileri bir araya
getirecek bir yurt bulmak ve böyle bir yurt üzerinde bir yahudi devleti kurmaktı. Çeşitli tekliflerden sonra
planlanan yahudi devletinin Filistin toprakları üzerinde kurulması ve yahudilerin gruplar halinde bu topraklara
yerleştirilmesi için çalışılmasına karar verildi.
Siyonizm hareketi, aslında Avrupa'daki yahudi düşmanı (antisemitist) hareketlere ve özellikle devletlerin
yahudiler üzerindeki baskılarına bir tepki olarak ortaya çıktı. Bu bakımdan kendilerini Osmanlı topraklarında
gayet rahat hisseden yahudiler başlangıçta siyonizm hareketine fazla ilgi göstermediler. Hatta Türkiye
yahudileri içinde, kendi rahatlarını bozabileceği düşüncesiyle siyonizme karşı çıkanların sayısı az değildi. II.
Abdülhamid de, Rusya'da zulüm gören yahudileri kabul ederek Đstanbul ve Anadolu'ya yerleştirdi. Ancak
siyonizm düşüncesini teşkilatlı bir şekilde sahneye çıkaran yahudi ileri gelenleri zaman içerisinde Osmanlı
topraklarında yaşayan yahudilerin ileri gelenlerini de yanlarına alarak belirlemiş oldukları hedef
doğrultusunda çalıştırmaya başladılar.

Sultan II. Abdülhamit ve Yahudiler

Siyonizmin belirlemiş olduğu hedefe ulaşılabilmesi için ilk olarak Filistin topraklarını elinde tutan Osmanlı
Devleti'nin yönetimine yanaşılması yolu denendi. Siyonizmin babası Teodor Hertzl başta olmak üzere
siyonistlerin ileri gelenleri yahudilerin Filistin'e göç etmelerine ve orada yerleşim merkezleri kurmalarına izin
veren bir belge elde etmek için zamanın Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamid'e önce büyük para
tekliflerinde bulundular; bu yolla bir şey elde edemeyince de çeşitli baskılara giriştiler. Bu amaçla Đngilizler ve
Almanlar Sultan Abdülhamid'i etkilemeye çalıştılar. Fakat bütün bu çabalar boşa çıktı ve Sultan II.
Abdülhamid siyonistlere hiçbir taviz vermedi.

Sultan II. Abdülhamid 1900 yılında bir bildiri yayınlayarak bütün yabancı devletlerin temsilcilerine şöyle bir
tebliğde bulundu: "Yahudi hacılarının Filistin'de üç aydan fazla kalmalarına müsaade edilmeyecektir. Bunlar
Filistin topraklarına girerken pasaportlarını girdikleri liman kapısında bulunan Babıali görevlilerine teslim
edecekler ve bu görevlilerden oturma izni alacaklardır. Bu üç aylık zaman içinde memleketi terk etmeyenler
zorla sınır dışı edileceklerdir".

II. Abdülhamid, 1901 yılında da yahudilerin Filistin'de herhangi bir yer satın almalarını yasaklayan bir
emirname yayınladı. Siyonist yahudiler, 1902 yılında kendileriyle görüşmeyi kabul etmeyen Sultan II.
Abdülhamid'e başbakanı Tahsin Paşa yoluyla oldukça cazip bir teklifte bulundular. Sundukları teklifte şu
maddeler bulunuyordu:

"Yahudiler aşağıda bulunan hususları taahhüt ederler:


1.Osmanlı devletinin otuz üç milyon Đngiliz altınına ulaşan borçlarının tamamını ödemeyi,
2.Đmparatorluğu korumak için 120 milyon altın franka mal olacak deniz filosu yaptırmayı,
3.Devletin mali durumunu canlandırmak için otuz beş milyon altın lira faizsiz borç vermeyi.
Bütün bunlar yahudilerin, yılın herhangi bir gününde Filistin'e ziyaret maksadıyla girmelerine müsaade
edilmesine ve yahudilerin Kudüs-i Şerif'te kendi dinlerine mensup olanların ziyaretleri esnasında içinde
kalabilecekleri bir müstemleke (kanton) kurmalarına izin vermesine karşılıktır".

Yahudilerin bu teklifine Sultan II. Abdülhamid'in cevabı şu olmuştur:

"Tahsin! Onlara de ki:


Devletin borçları onun için bir ayıp değildir. Çünkü, Fransa gibi başka devletlerin de borçları vardır ve borçları
onlara zarar vermemektedir.
Kudüs-i Şerif'i Đslam'a ilk önce Hz. Ömer (r.a.) fethetmiştir. Burayı yahudilere satma kara lekesini ve
Müslümanların korumam için bana tevdi ettikleri emanete ihanet etme suçunu yüklenemem.
Yahudiler, mallarını kendilerine saklasınlar. Devleti Aliye'nin Đslam düşmanlarının mallarıyla yapılan kalelerin
arkasına sığınması mümkün değildir.
Emret çıksınlar! Bir daha benimle görüşmeye veya buraya girmeye uğraşmasınlar".

Siyonist lider Teodor Hertzl de anılarında, Sultan II. Aldülhamid'in kendilerine şu cevabı verdiğini
yazmaktadır: "Doktor Hertzl'e bu konuda yeni adımlar atmamasını öğütleyin. Çünkü ben bir karış toprak dahi
veremem. Orası benim kendi mülküm değil milletimin mülküdür. Milletim bu yer için savaşmış ve orayı kanı
ile sulamıştır. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de Đmparatorluğum parçalanırsa işte
o zaman yahudiler, Filistin'i para ödemeden alabilirler. Fakat ben sağ olduğum müddetçe bedenimin neşterle
yarılması Filistin'in Đmparatorluğu'mdan koparılmasından benim için daha kolay bir hadisedir. Bu imkansız bir
şeydir. Ben daha sağ iken bedenimizin üzerinde otopsi yapılmasına asla müsaade edemem".

Siyonistler, Osmanlı'dan Filistin'de bir toprak koparma çabalarının tümünün başarısızlıkla sonuçlandığını
görünce Osmanlı devletini yıkma girişimlerini başlattılar. Đşte yukarıda sözü edilen Dönmeler hareketi, Đttihad
ve Terakki Cemiyeti, Jöntürkler (Genç Osmanlılar) Hareketi hep Osmanlı devletini yıkma girişimlerinin
ürünleridir.

Đttihad ve Terakki Cemiyeti, 1908 yılında Osmanlı iktidarını ele geçirmeyi başardı. Böylece yahudilerin
Filistin'deki faaliyetleri de tırmanmaya başladı. Çünkü yeni yöneticiler yahudilerin Filistin'den yer almalarına
ve oraya göç etmelerine izin vermişlerdi.

Şunu da belirtelim ki, Đttihad ve Terakki Cemiyeti'nin Osmanlı yönetimini ele geçirmesi ve bu olayın
üzerinden on sene geçmeden Osmanlı devletinin tamamen dağılması yahudilerin Filistin'de mülk edinme
amaçlarına ulaşmalarını kolaylaştırdıysa da bir yandan da çeşitli sıkıntı ve zorluklarla karşı karşıya gelmelerine
sebep oldu. Çünkü Osmanlı'nın gölgesinde kendilerini gayet rahat ve güven içinde hisseden yahudiler
Osmanlı'nın parçalanması ile birlikte bu rahat ve güvenlerini kaybettiler. Bizzat yahudilerin körüklediği
milliyetçi hareketlerden Müslümanlarla birlikte yahudiler de zarar gördüler. Tarihçi Prof. Juston Mc Carthy'nin
yazdığına göre Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya'da ortaya çıkan milliyetçi hareketler gerek Müslümanlara
ve gerekse yahudilere hayli eziyet ettiler. Yunanlar yakaladıkları Müslümanları ve yahudileri katlettiler. Yine
ABD'nin Colombia Üniversitesi öğretim görevlilerinden Prof. Stanford Shaw'ın belirttiğine göre Osmanlı
imparatorluğunun parçalanma dönemine girmesiyle birlikte yahudilerin durumu da buna bağlı olarak
bozuldu.

Sultan II. Abdülhamit, hatıralarında da yahudilerin Filistin'e yerleşme fikirleri hakkında oldukça ilginç
noktalara parmak basmaktadır. Şöyle diyor Sultan II. Abdülhamit:

"Yahudiler, Avrupa'da Doğu'da olduğundan daha fazla bir kudrete sahiptirler. Bu sebeple de birçok Avrupalı
devlet çok artmış olan Semit (yahudi) ırkından kurtulabilmek için Yahudilerin Filistin'e muhaceretini iyi
karşılayacaklardır. Fakat bizim memleketimizde kafi yahudi vardır. Eğer Filistin'de Müslüman Arap unsurunun
faikiyetini (üstünlüğünü) muhafaza etmesini istiyorsak, Yahudilerin yerleştirilmesi fikrinden vazgeçmeliyiz.
Aksi takdirde yerleştirildikleri yerde çok kısa zamanda bütün kudreti elde edeceklerinden dindaşlarımızın
ölüm kararını imzalamış oluruz.... Siyonistler Filistin'de yalnız ziraat yapmak değil, orada hükümet kurmak,
siyasi temsilcilerini seçmek gibi şeyler de arzuluyorlar." (13)

Sultan II. Abdülhamit, yukarıda sözünü ettiğimiz Đttihat ve Terakki Cemiyeti'nin çıkardığı ve tarihe 31 Mart
Vak'ası diye geçen isyandan sonra tahttan indirilmiştir. Bu olayda ilginç olan bir şey şuydu: 31 Mart isyanını
çıkaranlar ve kışkırtanlar Đttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları veya onların yönlendirdiği kimselerdi. Daha
sonra padişahın tahttan indirilmesine de yine bu cemiyet karar verdi ve bu kararında padişahı 31 Mart
isyanına sebep olmakla suçladı. Yani kendi suçlarını padişaha yükleyerek bunu onun tahttan indirilmesi için
gerekçe olarak kullanmışlardı. Padişahın hal'ine (yani saltanattan indirilmesine) dair kararı ona tebliğ eden
heyetin arasında yer alanlardan biri de yukarıda sözünü ettiğimiz Emanuel Karaso idi. Bu kararı tebliğ eden
heyetin içinde bir tek Türk yoktu. Osmanlı ahalisini temsilen padişahın karşısına çıktığını iddia eden böyle bir
heyette, ahalinin ana unsurunu teşkil eden ve devletin yönetimini resmiyette elinde tutan önemli bir etnik
unsuru temsil eden bir tek kişinin bulunmaması dikkat çekiciydi. Padişah da bu durum karşısında şu ifadeyi
kullanmıştı: "Bir Türk padişahına, 33 sene bu makamda bulunmuş Đslam halifesine hal' kararını bildirmek için
bir yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?" (14)

Ne yazık ki, Filistin topraklarının yahudilere satılması için rüşvet teklifinde bulunduğunda Sultan II.
Abdülhamid tarafından kovulan yahudi Emanuel Karaso bu kez sultanın hal' kararını tebliğ için onun karşısına
çıkmıştı. Đşte bu ihanetin şartlarını hazırlayan teşkilat da Đttihat ve Terakki Cemiyeti'ydi.

Bu arada Đsrail'in ilk başbakanı Ben Gurion'un da II. Abdülhamid döneminde Đstanbul Hukuk Fakültesi'nde
okuduğunu ve Đttihat ve Terakki Cemiyeti'nin bünyesinde padişah aleyhine çalışmalara katıldığını hatırlatalım.
Ben Gurion Birinci Dünya Harbi'nin patlak vermesinden sonra Kudüs'e döndü. (15)
Türkiye Cumhuriyeti ve Yahudiler

Osmanlı Đmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra onun mirası üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin
benimsemiş olduğu Türk milliyetçiliği anlayışının teorisyenleri arasında yahudilerin de bulunduğunu yukarıda
belirtmiştik. Bu arada bazı yahudilerin yeni kurulan cumhuriyetin ileri kademelerinde görev aldıklarını da
belirtmeliyiz. Yukarıda kendisinden söz etmiş olduğumuz pantürkist Tekin Alp (Mois Kohen) bunlardan
birisidir. Lozan görüşmelerine Đsmet Đnönü ile birlikte katılan hahambaşı Hayim Nahum'un görüşmelerin seyri
üzerinde önemli etkisi olmuştu diyebiliriz. Atatürk'ün doktoru milletvekili Abravaya Marmaralı, TBMM 7.
dönem milletvekili Avram Galante de yeni kurulan devlette çeşitli roller üstlenmiş olan tanınmış
yahudilerdendi.

Türkiye Cumhuriyeti ilk dönemlerinde yahudilerin Avrupa'daki nüfuzlarından yararlanmak istedi. Bu amaçla
Türkiye'deki yahudilerin ileri gelenlerine ve özellikle de Osmanlı devletinin parçalanmasını hızlandıran
hareketlerde rol almış olanlara çeşitli yetkiler verdi. Cumhuriyet yönetimi yahudilerden ithalat, ihracat
alanlarında ve dışarıdan borç bulma konusunda da yararlanmak istedi.

Cumhuriyet yönetimi bazı yahudilerin ekonomik alanda ilerlemelerine ve bu alanda önemli birtakım pazarları
kapmalarına da fırsat tanıdı. Ayrıca siyasi ve sosyal alandaki bazı reformlar ekonomik alanda atak yapmaya
çalışan bazı yahudilerin işlerini kolaylaştırdı. Önceleri Đstanbul'un Mahmutpaşa semtinde ve Kapalı Çarşı'sında
tezgahtarlık yapan Vitali Hakko, Şapka Kanunu sayesinde büyük kazançlar elde etmiş ve bugün tekstil
sanayii alanında bir dev haline gelmiştir.

Bunun yanı sıra devlet bazı ihaleleri özellikle yahudi işadamlarına vererek bunların ekonomik yönden
güçlenmelerini sağlamıştır. 1954 yılında Galata'da yahudi işadamları Üzeyir Garih ile Đshak Alaton'un beş bin
lira sermaye ile kurdukları Alarko Holding'in bugünkü gücüne ulaşmasında, 1958'de dönemin başbakanı
Adnan Menderes'in kendilerine Ankara'da kurulacak olan bir para matbaasının havalandırma tertibatının
ihalesini vermesinin önemli rolü olduğunu kimse inkar edemez. Elektirifikasyon ve elektrik malzemelerinin
satışı ile piyasaya giren yahudi Burla Biraderler'in de gerek devletten aldıkları ihalelerle ve gerekse Türk
işadamlarıyla yürüttükleri ortak çalışmalarla kısa zamanda büyük güce ulaştıkları ortada.

Bugünkü Türkiye'de Yahudiler

Bugünkü Türkiye'de yahudiler, iş dünyasının ileri gelenleri arasında yer almaktadırlar. Bugünkü Türkiye
Yahudileri sanayi ve ticaret alanında önde gelen birçok şirketin sahibi durumundadırlar. Bunun yanı sıra
sayıları oldukça az bir azınlık olmalarına rağmen yahudilerin devlet yönetimi üzerinde önemli etkileri vardır
diyebiliriz. Bunun birinci sebebi sahip oldukları ekonomik güç. Đkinci sebebi yahudilerin özellikle gelişmiş Batı
ülkelerinde gerek ekonomik ve gerekse siyasi alandaki etkinlikleri ve bu durumun Türkiye'deki yahudiler
açısından da önemli bir avantaj olması. Üçüncü sebep ise yahudilerin dış dünyada olduğu gibi Türkiye'de de
basite alınamayacak derecede etkinliği olan lobi faaliyetleri. Aşağıda üzerinde duracağımız "500. Yıl Vakfı" bu
lobi faaliyetlerini organize eden kuruluşların en önemlileri arasında yer almaktadır. Yahudilerin mason locaları
ile yakın ilişkiler içinde olmaları ve yahudi cemaatinin ileri gelenlerinin bu localara üye olmaları da siyasi
çevreleri etkilemelerine imkan sağlamaktadır. Bunun yanı sıra yahudiler iş çevreleriyle olan yakın ilişkilerini
de yöneticileri etkilemede değerlendirmektedirler.

Türkiye'deki yahudi nüfusa gelince: Đkinci Dünya Savaşı'na kadar Türkiye'de 150 bine yakın yahudi olduğu
tahmin edilmekteydi. Ancak bugün Türkiye'de yaşayan yahudilerin sayısı 25 bin kadardır. Bu azalmanın en
önemli sebebi Türkiye'den siyonist Đsrail yönetiminin işgal etmiş olduğu Filistin topraklarına göçtür. Bu arada
Türkiye yahudilerinden Avrupa ülkelerine göç edenler olduysa da bunların sayısı oldukça azdır. Türkiye
Cumhuriyeti'nin siyonist Đsrail devletini tanıyan ilk devletler arasında yer alması ve bu devletle sürekli şekilde
iyi ilişkiler içinde kalmaya çalışması da Türkiye' den Đsrail'e yahudi göçünü kolaylaştırmıştır.

Bugünkü Türkiye yahudilerinin çoğunluğu Đstanbul'da yaşamaktadır. Bunun yanı sıra Đzmir, Adana, Ankara,
Çanakkale, Bursa ve Kırklareli'nde yaşayan yahudiler de vardır. Yahudi cemaatinin Đstanbul ve Đzmir'de ilk ve
ortaöğretim okulları olmakla birlikte yahudi çocuklarının çoğunluğu Türkçe ya da yabancı dille eğitim veren
devlet okullarında veya özel okullarda okumaktadırlar.
Türkiye yahudileri son yıllara kadar kendilerini kamuoyundan saklamaya çalışıyorlardı. Hatta toplumdan tecrit
edilme kaygısıyla kendilerinden yahudi olarak söz edilmesini bile hoş karşılamıyorlardı. Özellikle ekonomi ve
sanayi alanında ilerlemiş olan yahudiler yahudiliklerinin bilinmemesini arzuluyorlardı. Bunda azınlık
psikolojisinin yanı sıra, siyonist Đsrail yönetiminin sürdürdüğü işgal politikasının ve işgal ettiği topraklardaki
insanlara reva gördüğü gayri insani uygulamaların da etkisi vardı. Ancak son yıllarda Türkiye yahudilerinin bir
kısmı geçmişteki kendini saklama politikasını terk ederek şeffaflık politikasını tercih etmeye başladılar. Bu
politika özellikle 500. Yıl Vakfı'nın çalışmaları ile iyice gün yüzüne çıktı. Şu da var ki, bu politika Türkiye'deki
bazı yahudiler tarafından hala kaygıyla karşılanmaktadır. Dolayısıyla bazı çevrelerce bu politikanın Türkiye
yahudilerini ikiye böldüğü ileri sürülmektedir. Bazı yahudiler şeffaflık politikasının ve çeşitli vesilelerle
yürütülen kutlamaların kendilerini ön plana çıkardığını, bazı çevrelerin boy hedefi haline getirdiğini ileri
sürüyorlar. Bu görüşte olanlar Türk toplumunun yahudilere karşı kininden vazgeçmediğini, hatta yahudi
firmaların mallarını kullanmamaya özen gösterdiklerini ve Đsrail'in Ortadoğu'daki fanatik tutumu değişmeden
kendilerini Türk toplumuna kabul ettirmelerinin mümkün olmayacağını söylüyorlar. Şeffaflık politikasından
yana olan yahudiler ise Türk toplumunda yahudilere "kafir gözüyle bakma" imajının kaybolduğunu ve hatta
parlamentoda yahudi temsilcilerin bulunmasının gerektiğini ileri sürüyorlar.

Đsrail'deki Türkiye Yahudileri

Türkiye'deki yönetiminin siyonist Đsrail devleti ile sürekli iyi ilişkilerde bulunmayı tercih ettiğini ve bu
politikasının bir gereği olarak Türkiye'den yahudi işgali altındaki Filistin topraklarına yahudi göçünü
kolaylaştırdığını yukarıda belirtmiştik. Bugün Filistin topraklarında Türkiye' den göç etmiş yüz bin kadar
yahudinin yaşadığı bilinmektedir. Bu yahudiler kendi aralarında bazı dernekler de kurmuşlardır. "Türkiyeliler
Birliği" bunlardan biridir. Türkiyeliler Birliği, "Dostluk" adında Türkçe bir dergi de yayınlamaktadır. Dört ayrı
yerde şubesi bulunan Türkiyeliler Birliği, Türkiye'den göç etmiş olan yahudilere yönelik kültürel etkinliklerde
bulunmaktadır.

Filistin topraklarında yaşayan Türkiyeli yahudilerle ilgilenen bir başka dernek de Morit Derneği. Bu derneğin
ileri gelenleri Türklerle yahudilerin ortak geçmişlerini araştırmayı amaçladıklarını söylüyorlar. "Morit" adı da
"Türk - Yahudi Geçmişi" kelimelerinin Đbranice karşılıklarının baş harflerinden çıkarılmış bir ad.

500. Yıl Vakfı ve Yahudi Lobiciliği

Türkiye yahudileri, yahudilerin Đspanya'dan sürülüp Osmanlı topraklarına kabul edilmelerinin 500.
yıldönümünü kendi açılarından bir fırsat kabul edip bu fırsatı iyi değerlendirmek amacıyla 1989 yılında 500.
Yıl Vakfı' nı kurdular. Vakfın kurucuları arasında yahudi olmayıp da yahudilerle yakın ilişkiler içinde bulunanlar
da vardı. Ünlü işadamlarından Sakıp Sabancı, Anavatan Partisi Đstanbul milletvekili Bülent Akarcalı, eski
dışişleri bakanı Vahit Halefoğlu'nun eşi Zehra Halefoğlu, gazeteci Nezih Demirkent, Yavuz Donat, Altemur
Kılıç, tiyatro sanatçısı Yıldız Kenter, emekli amiral A. Sezai Orkunt 500. Yıl Vakfı'nın yahudi olmayan
kurucularından bazıları. Vakfın yahudi kurucularının bazılarının adları da şöyle: Jak Kamhi (Profilo Holding'in
başkanı), Đshak Alaton (Alarko Holding'in ortaklarından), Üzeyir Garih (Alarko Holding'in ortaklarından), Vitali
Hakko (Vakko'nun sahibi), Eli Acıman (Manajans'ın sahibi), Sami Kohen (gazeteci, Milliyet gazetesinin
yazarlarından). Vakfın başkanlığına Đktisadi Kalkınma Vakfı'nın da başkanı olan, yahudi işadamlarından Profilo
Holding'in sahibi Jak Kamhi getirildi.

500. Yıl Vakfı'nın yetkilileri amaçlarının 500 yıllık tarihin ve Türklerin tanıtımını yapmak ve böylece Türkiye'ye
olan minnet borçlarını ödemek olduğunu ileri sürüyorlardı. Ancak vakfın kuruluşunu gerçekleştirdikten sonra
başlattığı, özellikle de Đspanya yahudilerinin kovuluşunun 500. yılı olan 1992 yılı içinde yürüttüğü faaliyetler
asıl amacın daha farklı olduğunu ortaya çıkardı.

Bizce 500. Yıl Vakfı'nın en önemli amacı siyonist Đsrail yönetiminin izlediği ırkçı politika ve gerçekleştirmiş
olduğu gayri insani uygulamalar dolayısıyla gerek Türkiye gerekse dünya kamuoyunda oluşmuş olan
siyonizm ve yahudi aleyhtarı imajı tamamen silmek veya en azından hafifletmekti. Vakıf da bu amacını
gerçekleştirebilmek için Osmanlı hoşgörüsünden söz etmeyi insanlara yanaşmak ve onların ilgilerini çekmek
için bir vasıta olarak kullandı. Vakfın bütün programlarında, konuşmacıların Osmanlı hoşgörüsünü dile getiren
yapmacık cümlelerini sürekli şekilde yahudiyi hoş ve sevimli göstermeyi amaçlayan konuşmalar izliyordu. Bu
arada 1492 sürgününden ve yahudilerin Ortaçağ Avrupa'sında görmüş oldukları zulümlerden özene özene
söz edilmesi de gönüllerde yahudiye karşı bir acıma duygusunun oluşturulması amacına yönelikti. Yıllarca
Đsrail yönetiminin güçlenmesi için büyük maddi fedakarlıklarda bulunmuş olan yahudi trilyonerleri ve
milyarderleri bu kez Đsrail ve siyonizm aleyhtarı imajı silmek için her türlü maddi fedakarlıktan çekinmediler,
dolayısıyla 500. Yıl Vakfı'nın önceden belirlemiş olduğu programların uygulamaya konulması konusunda
herhangi bir aksama olmadı.

500. Yıl Vakfı, belirlemiş olduğu amaç doğrultusunda yürüttüğü umuma açık kültürel faaliyetlerin yanı sıra
çeşitli lobi faaliyetlerinde de bulundu. Bu lobi faaliyetlerinin en büyük başarılarından birisi Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu'nun 10 Kasım 1975 tarihinde kabul etmiş olduğu, siyonizmi bir ırkçılık olarak değerlendiren ve
bu yüzden kınayan kararın geri alınmasını sağlamak oldu. Bu kararın geri alınmasında ABD başkanı Bush'un
seçim hesapları dolayısıyla çeşitli ülkelere baskı yapmasının rolünün büyük olduğu inkar edilemese de, 500.
Yıl Vakfı'nın böyle bir baskının yapılabilmesi için şartları oluşturduğu da bir gerçektir. Đşin gerçeğinde 1975
Đsrail'i ile 1992 Đsrail'i arasında ve bu süre içinde siyonizmin amaçlarında herhangi bir değişiklik olmamıştı.
Đsrail'de hala "vatandaşlık", "yahudi olmak" olarak tanımlanıyor ve dünyanın hangi ülkesinden gelirse gelsin
"yahudi" olan bir kişi Đsrail'de vatandaşlık hakkına sahip olabiliyordu. Bunun yanı sıra Đsrail yahudi
olmayanlara hala hor bakıyor, işgali altındaki topraklarda yaşayanlardan yahudi olmayanlar üzerindeki baskı
ve zulüm uygulamalarını aynen sürdürüyordu. Kısaca Đsrail "Korku Devleti" özelliğini aynen koruyordu. Bütün
bunlara rağmen Birleşmiş Milletler'in ABD başkanı Bush'un da baskıları ile 10 Kasım 1975 tarihli ve 3379
sayılı, "siyonizmin bir çeşit ırkçılık ve ırk ayrımı olduğu" yolundaki kararını geri almasında 500. Yıl Vakfı
yoluyla yürütülen çalışmaların ve dünyadaki çeşitli güç merkezlerine yakınlıkları ile bilinen yahudi lobilerinin
önemli rol oynadığı bir gerçektir.

Gerek Türkiye'de ve gerekse Türkiye dışında basın - yayın organları üzerinde küçümsenemeyecek bir
etkinliğe sahip olan yahudi lobileri için 500. Yıl Vakfı'nın çalışmaları iyi bir propaganda malzemesi olarak
kullanıldı. Mesela Türkiye'de çok sayıda yayın organı, bu vakfın kuruluşu ve yürüttüğü çalışmalar dolayısıyla
yahudilerden övgüyle söz eden dizi yazılar ve makaleler yayınladılar. Bu yazı ve makalelerde Osmanlı
hoşgörüsünün vurgulanmasından çok yahudinin sevimli gösterilmesine çalışıldığı hemen dikkat çekiyordu.

Asıl Şükran Borcu Kime?

500. Yıl Vakfı'nın kuruluşu sıralarında, vakfın yurtdışında Türkiye' yi tanıtmayı amaçladığını ileri süren başkan
Jak Kamhi "Biz, Türkiye'ye minnet borcumuzu ödüyoruz" demişti. Biz de, "Asıl minnet borcu Osmanlı'nın
mirası üzerine kurulmuş sonra da Batı'nın angaje etmiş olduğu laikliği ve Osmanlı aleyhtarlığını kendisi için
resmi politika olarak benimsemiş olan bir yönetime karşı mı yoksa her yerden kovulan ve kapı dışarı edilen
biçare yahudileri gölgesine almasını sağlayan hoşgörünün sahibi Devleti Aliye'ye ve ona bu hoşgörüyü
kazandıran yüce Đslam dinine karşı mı olmalı?" sorusunu sorma hakkımızın bulunduğuna inanıyoruz.
Kafamıza takılan bir diğer soru da "Türkiye'deki yahudi vatandaşlarımız, beş yüz yıl önce hıristiyanların
engizisyon zulümlerinden kaçan dedelerini 'insanlığa örnek' olacak bir davranışla kucaklayan ve gölgesine
alan büyük Osmanlı devletinin parçalanmasına sebep olan çalışmalarda bulunan ve bu konuda Batılı
hıristiyanlarla işbirliği içine giren Emanuel Karasu, Nissim Masliyah, Alber Ferid Aseo, Mois Kohen vs. gibi
dedelerinin yaptıklarının bir hata olduğunu bugün kabul ediyorlar mı?" sorusu. 500. Yıl Vakfı yetkililerinden
bu konuda herhangi bir açıklama duymadığımız için böyle bir soru sorma gereği duyuyoruz.

500. Yıl Vakfı ve Türkiye Yönetimi

Türkiye yönetimi, 500. Yıl Vakfı'na gerek kuruluşunda gerekse programlarını uygulamaya koymasında her
türlü kolaylığı gösterdiği gibi maddi yönden destek de sağladı. Türkiye hükümetinin böyle bir maddi destek
sağladığı bizzat vakfın başkanı Jak Kamhi tarafından şu şekilde dile getirilmişti: "Devlet desteği yalnız
uluslararası tanıtım vb. faaliyetlerde oluyor. Tabii bu arada bütün dünya yahudi liderlerini bir araya getirip bir
konser adı altında 'Evrensel Yahudi Đttifakı' girişimleri de bu faaliyetlerin arasında yer alabiliyor".
Türkiye hükümetinin 500. Yıl Vakfı'na bu desteği sağlamasında yukarıda "Türkiye Cumhuriyeti ve Yahudiler"
başlıklı kısımda üzerinde durduğumuz unsurların yanı sıra hükümetin, bu vakfın Türkiye adına dünya çapında
lobi faaliyetlerinde bulunacağı ümidinin de önemli rolü olmuştur. 500. Yıl Vakfı' nın şartnamesinde, vakfın
amaçlarından "Türklerin devlet ve toplum olarak üstün insanlık vasıflarını her türlü olanaktan yararlanarak
tüm dünyaya tanıtmak, din ve vicdan hürriyetlerini korumak için bağnazlık ortamından kaçarak Türk
toprağını vatan seçen yahudilere kucak açan Türk milletinin insancıl yaklaşımını en geniş şekilde yurtiçinde
ve yurtdışında duyurmak ve Musevi yurttaşlarımızın şükran ifadelerinin açıklanmasına yardımcı olmak..."
şeklinde söz edilmesi hükümeti oldukça memnun etmişti. Osmanlı hoşgörüsünün, Osmanlı'nın yüce tuttuğu
manevi değerlere sırt çeviren Türkiye yönetimine mal edilmesi de bu yönetimin hoşuna gitmekteydi. Bu
bakımdan Türkiye'deki yönetim, iki yıl içerisinde üç hükümet değişikliğine gidilmesine rağmen 500. Yıl
Vakfı'nı destekledi ve birbirini izleyen bu üç hükümetin söz konusu vakıfla ilgili politikalarında herhangi bir
değişiklik olmadı.

500. Yıl Vakfı'nın Türkiye'nin siyonizmi ırkçılık olarak kabul eden BM kararının geri alınması konusuyla ilgili
tutumunu etkilediği de söylenebilir. Bu etkinin bir sonucu olarak Türkiye, söz konusu kararın geri alınması
konusunda çekimser kalmayı tercih etti. Başbakan Süleyman Demirel konuyla ilgili açıklamasında, Đsrail'in
barış masasında tutulabilmesi için eski kararın iptalinin gerektiğini söylemiş, dışişleri bakanı Hikmet Çetin de,
"Bizim farklı bir durumumuz var, en makulü çekimser kalmaktı" demişti.

Birbirlerinin ellerini sıkmayan cumhurbaşkanı Turgut Özal ile başbakan Süleyman Demirel'in, Đsrail
cumhurbaşkanı Haim Hertzog'un Türkiye'yi ziyareti esnasında gerçekleştirilen "500. Yıl Vakfı'nın Galası"nda
bir araya gelebilmeleri de bu vakfın gücünün ve Türkiye'deki yönetimin bu vakfa verdiği önemin bir
göstergesiydi.

Bu yazının hazırlanmasında yararlandığımız kaynaklar:

1.Sultan Abdulhamid es-Sani ve Filistin, Refik Şakir en-Neteşe, Riyad, 1985


2.Filistin Üzerine Emperyalizmin Gizli Planları, Cüneyd Hekimoğlu, Vahdet yayını, Đstanbul, 1988
3.Siyonizm ve Irkçılık, (Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın 10 Kasım 1975 tarihli kararıyla ilgili raporlar) Çeviren:
Türkkaya Ataöv, Birey-Toplum yayınları, Ankara, 1985
4.Meşrutiyet Đslamcılığı ve Siyonizm, Sadık Albayrak, Araştırma yayınları, Đstanbul, 1990
5.Dünya Siyonist Kongreleri ve Türkiye, Ali Uğur, Ocak yayınları, tarihsiz.
6.Türkiye ve Siyonizm, Süleyman Kocabaş, Vatan yayınları, Đstanbul, 1987
7.Yahudilerin Şükran Yılları, Tempo dergisi, 6-12 Ocak 1991 tarihli sayısı, sh.26-34
8.Yahudi Patronlar, Ekonomik Panorama dergisi, 10 Aralık 1989 tarihli sayısı, sh. 32-45
9.500. Yılla Keşfettiklerimiz, Altınoluk dergisi, Ağustos 1992, sh. 46-47
10.Yahudi Tehciri ve Osmanlı Hoşgörüsü, Mehmet Yale, Zaman gazetesi, 18 Ağustos 1991
11.Yahudiler Đki Parça, Ali Şahin, Zaman gazetesi, 9 Nisan 1992
12.Siyonizm Aklandı, Fehmi Koru, Zaman gazetesi, 19 Aralık 1991
13.Türklere 500 Yıllık Şükran, Đskender Sorgun, Milliyet gazetesi, 7 Mart 1990
14.Yahudiler ABD'de Türkiye'yi Tanıtıyor, Milliyet gazetesi, 10 Mart 1990
15.Đsrail'deki Türk Dostu Yahudiler, Milliyet gazetesi, 7 Mart 1990
16.Museviler 500 Yıldır Đstanbul'da, Ayşe Önal, Sabah gazetesi, 29 Temmuz 1990

Türkiye'de Yahudi Lobiciliği

Bugün Đslam ülkeleri içinde Đsrail işgal devletiyle en sıkı münasebetleri olan ülke Türkiye'dir. Öyle ki Türkiye
Đsrail'le ortak askeri tatbikat yapacak kadar ilişkilerini sıkılaştırmıştır. Türkiye'nin 54 adet F-4 Phantom 2000
savaş uçağı Đsrail işgal devletindeki şirketler tarafından modernize edilmektedir. Đlginçtir ki bu 54 adet savaş
uçağının modernize edilmesini de içeren ve savaş sanayisiyle ilgili muhtelif ihalelerin Đsrail şirketlerine
verilmesine imkan sağlayan "Savunma Sanayi Đşbirliği Anlaşması" hükümetin Refah Partisi'nde olduğu bir
dönemde imzalanmıştır. Bunun sebebi Refah Partisi'nin hükümete gelmekle aslında iktidara gelememesiydi.
Çünkü devletteki karar mekanizması hükümeti aşıyor, yerine göre halkın oylarıyla seçilmiş siyasi partilerin
kurduğu hükümetler bile önlerine geleni kabul etmenin ötesinde bir şey yapamıyorlar.
Türkiye-Đsrail ilişkilerinin bu kadar gelişmesinin arkasındaki en önemli unsur Türkiye'deki yahudi lobiciliğidir.
Bu itibarla Türkiye'deki yahudi lobiciliğinin geçmişinin ve bugününün gözden geçirilmesinde yarar görüyoruz.
Đşte bu dizi yazımızda bu konuyla ilgili birtakım özet bilgiler vermeye çalışacağız.

Türkiye'deki yahudi lobiciliğinin üç kanadı bulunmaktadır. Bunların birincisi bizzat yahudilerin oluşturduğu
kanattır. Đkinci kanat yahudi kökenden gelen ama Müslüman olduklarını söyleyen gerçekte ise yahudi
kimliklerini koruyan ve yahudilerle irtibatlarını sürdüren kesimin oluşturduğu kanattır. Bu kanattan olanlara
Dönmeler veya Sabetaycılar denmektedir. Üçüncü kanadı ise köken itibariyle yahudi olmayan ama birtakım
çıkar hesaplarından veya benimsemiş oldukları anlayıştan dolayı yahudi kökenlilerle irtibat içine giren ve
onların planlarına hizmet eden kimselerin oluşturduğu kanattır. Bu kanadı oluşturanların başında gelenler ise
masonlardır. Fakat mason olmayanlardan da pek çok kimse kişisel çıkarlarından veya makam davalarından
dolayı onlarla içli dışlı olmuş, onlara hizmet etmiştir.

Yukarıda söylediğimiz kanatlardan yahudi kimliklerini koruyanlar ve bu kimliklerini açığa vuranlar yani
"yahudi olarak kalanlar" genellikle ekonomik alana ağırlık vererek kendilerini zenginleştirmiş ve paralarıyla
başkalarını etki alanlarına çekmiş, onların kendilerine hizmet etmelerini sağlamayı başarmışlardır. Ama bu
kesim çoğunlukla yönetimde fiilen görev almayı tercih etmemiştir. Bu kesimin yönetimde fiilen görev almak
istememesi: "Türkiye'de yahudi kesim yönetime girmemiş, bunun yerine ekonomik alana ağırlık vererek lobi
faaliyetlerini daha çok paranın sultasına dayanarak yürütmüşlerdir" şeklinde bir yanlış hüküm verilmesine
sebep olmuştur. Oysa işin gerçeğinde yahudiler Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu günden buyana etkin bir
şekilde yönetimde rol almış, oldukça üst makamlara kadar yükselmiş ve çoğu zaman da devlet politikasını
belirleyici roller oynamışlardır. Ama bunu "yahudi" kimliklerini gizleyerek yapmışlardır. Yani bu işi yapanlar
yukarıda sözünü ettiğimiz kanatların ikincisinden olanlardır.

Biz bu yazı dizimizde yukarıda sözünü ettiğimiz üç kanadın bu ilk ikisinden yani yahudi kökenli olanların
oluşturduğu kanatlardan söz edeceğiz. Çünkü üçüncü kanat oldukça geniş bir ekseni oluşturmaktadır. Onlar
ve faaliyetleri hakkında yeterli bilgi verebilmemiz için yazı dizimizi bir hayli uzatmamız gerekir.

Bugün Türkiye'deki mevcut hükümette Dışişleri bakanlığı görevini yürüten Đsmail Cem Đpekçi yahudi kökenli
bir aileden gelmektedir. Bu aile Sabetaycı kesime mensuptur. Yani yahudi kimliklerini gizleyen ama bununla
birlikte o kesimle ilişkilerini sürdüren kesime. Başbakan Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit'in de Sabetaycı
aileden olduğu bizzat bu kesime mensup yazar Ilgaz Zorlu tarafından dile getirilmiştir. Rahşan Ecevit'in eşi
Bülent Ecevit üzerinde büyük bir etkisinin olduğunu, onun bütün kararlarını etkileyebildiğini bugün Türkiye'de
bilmeyen kalmamıştır. Bu ikisi sadece örnek. Onlar gibi daha birçok kişi yönetimi doğrudan ya da dolaylı bir
şekilde etkilemektedir. Bu durum işaret ettiğimiz lobi faaliyetlerinin ne kadar etkin durumda olduğunu gözler
önüne sermektedir.

Yahudilerin Đspanya'dan Kovuluşu: Osmanlı Ağacının Gövdesine Kurt Sokulması

Đspanya kraliçesi Đsabella 'nın hıristiyan kilise ile işbirliği yaparak 31 Mart 1492 tarihinde ülkedeki bütün
yahudilerin, 2 Ağustos 1492 tarihine kadar ülkeyi terk etmeleri üzere ferman çıkarması 300 bin kadar
Đspanya yahudisini iyice zor durumda bırakmıştı. Đspanya yahudileri bu ferman üzerine çeşitli Avrupa
ülkelerinden sığınma hakkı istediler ama Osmanlı Đmparatorluğu'nun dışında onlara sürekli kalmaları üzere
kapıları açan olmadı. Osmanlı Đmparatoru Sultan II. Bayezid 'in kendilerine sığınma hakkı tanıması üzerine
150 bin kadar Đspanya yahudisi Akdeniz yolu üzerinden doğrudan Osmanlı topraklarına geldi. Diğerleri de
Rusya üzerinden Osmanlı topraklarına geldiler. Kendilerine "sefarad yahudileri" denilen Đspanya yahudilerinin
büyük çoğunluğu Selanik ve Đstanbul'a yerleştirildi.

Mal varlıklarının çoğunu Đspanya'da bırakan, yanlarına almış oldukları malları da Đtalya'da uğradıkları
limanlarda soyulan sefarad yahudileri Osmanlı topraklarına eli boş gelmelerine rağmen, Osmanlı devletinin
kendilerine sağlamış olduğu imkanlarla kısa zamanda durumlarını düzelttiler. Bunların bazıları ticari alanda
ilerlerken bazıları da devlet kademelerinde önemli mevkilere geldiler.

Osmanlı'nın Avrupa karşısındaki yenilgisinin alt yapısının oluşturulması işleminin 1492 yahudi göçüyle
başladığını söylemenin yanlış olmayacağını sanıyoruz. Çünkü kuvvetli bir ihtimalle Avrupa 1492 sürgününde,
yahudileri özellikle Osmanlı ağacının gövdesine bir kurt gibi sokmayı hedeflemişti. Bilindiği üzere
Müslümanların büyük bir medeniyet merkezi haline getirdikleri Endülüs'ü Đspanyollar işgal edince
Müslümanları toplu katliama tabi tutmuşlardı. Ama yahudileri her hangi bir katliama tabi tutmadan sürgün
etmeyi tercih ettiler. Zira yahudilerin fitne çıkarma, devletleri içinden yıkma konusundaki maharetleri onların
tarihlerinden biliniyordu. O zaman Osmanlı'nın sürekli genişlemesinden ve güçlü bir dünya devleti haline
gelmesinden rahatsız olan Avrupa, hiçbir savaşta bu devletin karşısında tutunamamıştı. Osmanlı, 1453'te
Đstanbul'u fethederek hıristiyanlığın köklü bir devleti olarak görülen Bizans Đmparatorluğu'nu ortadan
kaldırmıştı. Avrupa'nın ortalarına kadar uzanmıştı. Dıştan savaşlarla yıkılması ve yıpratılması mümkün
olmayan bu devletin içten yıpratılabilmesi için içine kurt sokulmasına ihtiyaç vardı. Bu işi en iyi yapabilecek
güruhun ise bu konuda binlerce yıllık tecrübeye sahip oldukları bilinen yahudiler olduğu düşünülmüş olmalı.
Bu yüzden Đspanya krallığı Endülüs'ü ele geçirdikten sonra Müslümanları topluca katletmesine rağmen
yahudileri katletmeyerek Osmanlı topraklarına sürgün etmeyi tercih etti.

Yahudiler, 1492'de Đspanya'dan çıkarılınca Avrupa ülkelerinin hiçbiri onları kabul etmedi. Olayı inceleyenler
bunu genellikle Avrupa ülkelerinin onları istememesine veya bu ülkelerin yönetimlerinin insafsızlığına
bağlamaktadırlar. Oysa bunun bu ülkeler arasındaki gizli bir ittifak sebebiyle yapılmış olması da muhtemeldir.
Kudüs'ü ve Filistin topraklarını işgal için aralarında haçlı ittifakı oluşturan Avrupa ülkelerinin göçe zorlanan
yahudileri kabul etmeme konusunda aralarında ittifak sağlamaları zor değildi. Yahudiler Avrupa devletlerinin
hepsi tarafından reddedilince varacakları yer Osmanlı topraklarıydı. Osmanlı devletinin onları reddedip geri
çevireceği veya Đran'a ya da Yemen'e doğru ilerlemelerini isteyeceği ihtimalinin olmadığı tahmin ediliyordu.
Çünkü Osmanlı'nın o zaman kendi topraklarında yaşayan ama henüz çok küçük bir azınlık olan ve devlete de
herhangi bir zararları olmayan yahudilere gayet iyi davrandığı biliniyordu. Osmanlı biraz da bunu haçlı
zihniyetine karşı bir politika olarak yapıyordu.

Yahudiler, Đspanya'dan kovulduktan sonra muhtelif Avrupa ülkelerine uğradılar. Ama bu göç esnasında
yahudilerin üstlerindeki elbiselerine varıncaya kadar bütün her şeyleri alındığı halde bir tek kişinin canına
dokunulmadı. Üstelik sürgün edilen yahudilerden bir tek kişinin herhangi bir Avrupa ülkesine yerleşmesine de
fırsat verilmedi. Bizce bunun iki sebebi vardı: Avrupa, sürgün edilen yahudilerin her şeylerini soyarak onları
miskin ve ilgiye muhtaç bir halde Osmanlı topraklarına sokmak istiyordu. Çünkü bu halde gitmeleri Osmanlı
devletinin onlara ilgi göstermesi ve kendilerine bazı imkanlar vererek durumlarını düzeltmeleri için onlara
yardımcı olması zorunluluğunu doğuracaktı. Yahudiler ise kendilerine sağlanan imkanları ileriye dönük
hesapları için değerlendireceklerdi. Çünkü onların bir yere kazık çaktıktan sonra oraya çiftlik kurma
konusundaki maharetleri biliniyordu. Đkinci olarak bir tek yahudinin canına dokunulmamış, bunun yanı sıra
bir tek yahudinin uğradığı Avrupa ülkelerinden birine yerleşmesine de fırsat verilmemişti. Çünkü Osmanlı
ağacının gövdesine ne kadar çok kurt sokulursa o kadar iyi sonuç elde edileceği umuluyordu.

Bu göçte dikkatimizi çeken bir husus da yahudilerin göçte iki farklı yolu kullanmalarına rağmen sonuçta
hepsinin Osmanlı topraklarında toplanmasıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere bunlardan bazıları deniz yoluyla
Đtalya üzerinden direk gelirken, diğerleri Rusya üzerinden geldiler. Ama hepsi uğradıkları ülkelerden
kovularak Osmanlı topraklarına toplanmaya zorlandılar.

Osmanlı Devleti'nin çöküş ve yıkılma süreci incelendiği zaman bu tespitlerimizin realiteden hiç de uzak
olmadığı görülecektir. Çünkü Osmanlı Devleti, dış güçlerle yaptığı savaşlar yüzünden değil içerden
yıpratılarak yıkılmıştır.

Bu görüşlerimizi doğrulayan önemli bir husus da Avrupa'nın kendi topraklarından kovduğu, kovarken
üstlerindeki elbiselerine varıncaya kadar her şeylerini aldığı yahudilerle onların Osmanlı devletine
girmelerinden sonra sıkı bir irtibat içine geçmesidir. Osmanlı'nın çöküş ve yıkılma döneminde yaşanan olaylar
incelenirse içeride özellikle yahudilerin ve dönmelerin kışkırttığı olaylar yaşanırken başta Đngiltere olmak
üzere muhtelif Avrupa ülkelerinin bu olaylarda yahudilerle sıkı bir irtibat içinde oldukları görülür.

Osmanlı Döneminde Yahudi Lobiciliği ve Osmanlı Devleti'nin Đçten Yıpratılmasında Yahudilerin Rolü

Đspanya'dan göç eden Yahudiler, Osmanlı Devleti bünyesinde lobi faaliyetlerini fazla vakit kaybetmeden
başlatmışlardır. Onların ilk lobi faaliyetlerinde öne çıkan isimlerden biri 1520'de Portekiz'de dünyaya gelen
1553'te de Đstanbul'a göç eden Yasef (Joseph) Nassi'dir. Bu kişi Đstanbul'a gelir gelmez devlet yetkililerine
yanaşma çabalarını başlattı. Bu çabalarında Şehzade Selim'in (Sarı Selim olarak da bilinen II. Selim'in) karısı
ve III. Murad'ın annesi olan yahudi asıllı Nurbanu Sultan'dan yararlandı. Onun sayesinde o zamanki padişah
Kanuni Sultan Süleyman'la da tanışmayı başaran Nassi yahudi azınlıkla devlet yönetimi arasında bir köprü
oluşturdu. Nassi zaman içinde Kanuni Sultan Süleyman'la arasındaki bağı o kadar kuvvetlendirdi ki Kanuni
onu özel müşavir tayin etti. Böylece ona şehzadelerle doğrudan ilgilenen "müteferrika" unvanı verildi.
Yasef'in kardeşi Samuel Nassi de Kanuni'den özel aylık alan elemanlar arasına seçildi. (1) Böylece yahudiler
saltanat sarayıyla irtibat kurmuş oldular. Đşte bu irtibatlarını bazı seçkin yahudileri önemli konumlara
getirmek için değerlendirdiler.

Yasef Nassi'nin Osmanlı Sarayı'yla bu kadar sıkı bir münasebet içine girmesinden sonra yürüttüğü bazı
faaliyetler dikkatimizi çekiyor: Nassi, Avrupa devletleriyle Osmanlı Sarayı arasında bir köprü görevi görmeye
başladı. Bu kişi özellikle Đspanya kralı II. Philip ile Osmanlı Sarayı arasında arabuluculuk görevi görmesiyle ün
kazanmıştı. (2) Bu, yahudilerin Osmanlı devletinin içerden yıpratılması için gönderilmiş olması kanaatini
destekleyen bir durumdur. Yahudileri Đspanya topraklarından sürgün eden Đspanya krallığının Osmanlı
topraklarına yerleşen yahudileri Osmanlı Sarayı'yla irtibat için değerlendirmeleri bu açıdan son derece
düşündürücüdür. Nassi, sadece Đspanya krallığıyla irtibat kurmakla yetinmiyor diğer Avrupa ülkeleriyle
Osmanlı Sarayı arasında köprü görevi görmeye de çalışıyordu. Hatta Venedik yönetimiyle Osmanlı Sarayı
arasında aracılık etmesinden dolayı Venedik yönetiminden rüşvet aldığı tarihi kayıtlara geçmiştir.

Bu dönemde Osmanlı Devleti güçlü olduğundan yahudilerin Osmanlı Sarayı'yla Avrupa ülkeleri arasında
irtibat kurmaları Osmanlı Devleti'ne bir zarar vermiyor belki yarar sağlıyordu. Ama zaman içinde Osmanlı
Devleti'nin içine iyice sızınca artık devleti içten çürütmeye, yıkıma doğru sürüklemeye başladılar. Bunda da
Osmanlı yönetiminin onların geçmişlerini iyi tahlil edememesinin ve onları Avrupa karşısında kullanmanın
Osmanlı devletine sağlayacağı yararlara öncelik vermelerinin büyük rolü olmuştur.

Osmanlı Devleti'nde Đlk Yahudi Lobisi Nassiler

Sözünü ettiğimiz Yasef Nassi, Osmanlı Sarayı'yla bu kadar yakın irtibata geçince devlet yönetimi üzerinde
etkinliği olan bir yahudi lobisi oluşturdu. Đşte bu lobi yani Nassiler, Osmanlı Devleti'nde kurulmuş ilk yahudi
lobisidir.

Yasef (Yusuf) Nassi aynı zamanda dünyanın değişik yörelerine dağılmış durumdaki yahudileri Filistin
topraklarına toplama fikrini taşıyordu. Bu yüzden o, siyonizmin Teodor Hertzl'den önceki asıl fikir babası
olarak bilinmektedir. Bu idealini gerçekleştirmek için de Kanuni Sultan Süleyman'la iyi ilişkilerinden
yararlanarak kendisine Filistin'in Taberiye gölü çevresinde bir miktar arazi verilmesini sağladı. Bu toprak
parçasını alınca bölgede büyük bir yahudi yerleşim merkezi kurma çabaları içine girdi ve yahudileri oraya göç
etmeye çağırdı. O orada kuracağı yahudi yerleşim merkezine Sultan tarafından muhtariyet verileceğini
umuyordu. Ancak idealini gerçekleştiremedi. (3)

Osmanlı Devleti'nin Çöküşe Geçmesi ve Bunda Yahudi Lobicilerin Rolü

Osmanlı devletinin kendilerine sağlamış olduğu imkanlardan yararlanarak kısa zamanda büyük bir güce sahip
olan yahudiler Osmanlı Đmparatorluğu'nun yıkılmasında önemli rol oynamışlardır. Osmanlı Đmparatorluğu'nun
yıkılmasında büyük fonksiyon icra etmiş olan Đttihad ve Terakki Cemiyeti 'ni kuranlar ve Jöntürkler (Genç
Osmanlılar) hareketini başlatanlar arasında çok sayıda yahudi vardı. Şimdi yahudilerin, Osmanlı Devleti'nin
yıpratılmasında ve yıkılmasında ne gibi roller oynadığının daha iyi anlaşılması için bazı ayrıntılı bilgiler vermek
istiyoruz.

Osmanlı Devleti'nde çöküş döneminin belirgin bir şekilde başlaması 2 Kasım 1839 tarihinde ilan edilen
Tanzimat Fermanı'yla olmuştur. Bu ferman Sultan Abdülmecid döneminde ilan edilmiştir. Bu fermanın ilanı
ise Hariciye Nazırı (Dışişleri bakanı) Mustafa Reşit Paşa'nın çabalarıyla gerçekleşmiştir. Mustafa Reşit Paşa'yı
böyle bir ferman yayınlamaya iten en önemli unsur ise Batılılaşma ve ümmet kimliğinden millet (kavim)
kimliğine geçme fikridir. Batılılaşma ve ümmet kimliğinden millet (kavim) kimliğine geçme fikrinin alt yapısını
hazırlayanlar ise Osmanlı topraklarına yerleşen yahudilerdir. Mustafa Reşit Paşa, Tanzimat Fermanı'nı
hazırlarken Đngiltere'yle sıkı temas içindeydi. Đngiltere, böyle bir fermanın yayınlanmasından memnun
olduğundan yine kendisiyle temas halindeki Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın Osmanlı yönetimiyle
uzlaşmasını sağlamıştır. (4) Bu ferman, yahudilerin o zamana kadar giremedikleri önemli bazı okullara
girmelerini sağladı. Örneğin Tıbbiye Mektebi'ne (Tıp Fakültesi'ne) o zamana kadar giremeyen yahudiler bu
fermanın yayınlanmasından sonra girmeye başladılar. Hatta yahudi hahambaşının müracaatı ile Sultan
Abdülmecid yahudilere özel olarak: "Yahudiler, dinleri üzere Tıphane'de yiyecekler, içecekler ve diledikleri
gibi ayin ve ibadet yapacaklar" diye ferman yayınladı. (5) Đlginçtir ki bu okula yahudilerin girmesinden sonra
burası Osmanlı Devleti'nin altını oyan Đttihad ve Terakki Cemiyeti, Jöntürkler gibi hareketlerin beşiği
olmuştur.

Osmanlı Devleti'nin içten yıpratılmasında en büyük rol oynayan teşkilatların başında Jöntürkler (Genç
Osmanlılar) Hareketi gelmektedir. Bu hareket, yahudilerin Tıbbiye'ye (Tıp Fakültesi'ne) girme hakkı elde
etmelerinden sonra 1865'te Tıbbiye'de doğdu. Tıbbiye'de Jöntürklerin ortaya çıkışını ve güçlenmesini kendisi
de bir Jöntürk olan eski Đstanbul belediye reisi Cemal Topuzlu şöyle anlatıyor: "Son sınıf talebeleri koğuşlarda
yatmazlar, dörder, beşer yataklı odalarda bulunurlardı... Geceleri arkadaşlar bir araya gelince padişah
aleyhinde ihtilale davet eden birtakım yazılar yazar, şapirgrafla (bir baskı aleti) basar, bunları gizlice sınıftaki
diğer arkadaşlara hatta harice bile dağıtırdık... Jöntürklük Hareketi orada (yani Tıbbiye'de) doğmuştu." (6)
Yine Cemal Topuzlu, Jöntürkler Hareketi'nin Đstanbul'daki merkezinin Beyoğlu'nda olduğunu belirttikten
sonra: "Bu merkeze devam edenler arasında benden başka Türk ve Müslüman yoktu" diyor. (7) Bu bilgi söz
konusu hareketi tümüyle yahudi, ermeni gibi gayri müslimlerin ve yine yahudi kökenli olan Dönmeler'in
kurduğu hakkındaki diğer tarihi bilgileri doğrulamaktadır.

Bu hareketi başlatanların arasında çok sayıda yahudi bulunmaktaydı. Bunların ünlülerinden birisi Nissim
Russo adlı yahudidir. Yine aşağıda sözünü edeceğimiz Emanuel Karaso da bu harekete öncülük eden
yahudilerden biridir.

Jöntürkler Hareketi'ni Avrupa'daki mason locaları da kucakladı ve desteklediler. Bu hareketin ileri


gelenlerinden Kazım Nami şöyle diyor: "Hiçbir sahada birleşememiş, daima çekişmiş, didişmiş olan bizdeki
muhtelif ırk, milliyet ve dinler, masonluk çatısı altında tam anlaşma halinde idiler." (8)

Osmanlı Devleti'nin altını oyan akımlardan biri de Đttihat ve Terakki Cemiyeti'dir. Bu cemiyeti de aslında
Jöntürkler Hareketi doğurmuştur. Bu cemiyetin de temeli 1889 tarihinde Tıbbiye'de (Tıp Fakültesi'nde)
atılmıştır. Ancak bu cemiyetlerin ortaya çıkışında önemli rol oynayanlar yahudiliklerini açığa vuran kesimden
değil kendilerine "Dönmeler" denen ve yahudiliklerini gizleyen kesimden idiler. Bu cemiyetin Selanik
temsilciliğini yapan Talat Paşa bir masondu ve Selanik'teki mason locasına üyeydi. (9)

Gerek Jöntürk Hareketi'nin ve gerekse Đttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ortaya çıkmasında ve yayılmasında
önemli rol oynayanlardan biri yahudi Emanuel Karaso'dur. Emanuel Karaso aynı zamanda Makedonya Rizorta
Locası adlı mason locasının üstad-ı azamıydı. (10) Bu locanın merkezi, o zaman nüfusunun yarıya yakın bir
kısmı (180 bin kişiden 80 bin kişi) yahudi olan Selanik'teydi ve Đtalya'daki mason localarına bağlıydı. Karaso,
Đttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli işlerinde paravan ve kurye görevi görüyordu. Yani gizli işlere perde
oluyor, onların üstünü örtmekte kendi kişisel ilişkilerinden yararlanıyor, bunun yanı sıra Osmanlı Devleti
içinde yaşanan gelişmeleri Avrupa ülkelerine ve Avrupa'daki mason localarına bildiriyordu. Emanuel Karaso,
sonraki dönemlerde 1908, 1912 ve 1914 yıllarında gerçekleştirilen seçimlerde üç kez ard arda milletvekili
seçilmiştir. Bu seçimlerde önce Selanik'ten sonra da Đstanbul'dan milletvekili oldu. Karaso, savaş esnasında
da kendini iaşe müfettişliğine seçtirmeyi başardı. Bu görevini yürütürken değişik hilelerle çok büyük servetler
edindi. Savaş iaşe müfettişi olduğu halde Libya'nın Đtalyanlar tarafından işgal edilmesine yardımcı oldu. Bu
yardımının ortaya çıkması üzerine Osmanlı topraklarından kaçma ihtiyacı duydu. Bu yüzden 1919 yılında
gayri meşru yollarla edindiği servetle birlikte Đtalya'ya göç etti ve çok zengin bir Đtalyan vatandaşı olarak
ömrünün kalan kısmını o ülkede geçirdi. Emanuel Karaso aynı zamanda çok katı bir siyonistti ve siyonizmin
Osmanlı topraklarındaki en üst düzey temsilcisiydi. O aynı zamanda katı bir Türk düşmanıydı. Siyonizmin fikir
babası Teodor Hertzl'le birçok kez bir araya gelmiştir.

Đttihat ve Terakki Cemiyeti'nde öne çıkan tek yahudi Emanuel Karaso değildi tabii ki. Nissim Masliyah, Alber
Ferid Aseo, Alber Fuaa, Rafael Benuziya ve Avram Galanti isimli yahudiler de bu cemiyetin militan kadroları
arasında yer almaktaydılar. Bunlardan Nissim Masliyah aynı zamanda Jöntürkler hareketini başlatanlardan ve
bu hareketin faal elemanlarındandı.
Masonlukla ittihatçılık o kadar iç içe girmişti ki mason localarına girenler aynı zamanda Đttihad ve Terakki
Cemiyeti'ne de üye kabul edilmişlerdir. (11) Özellikle Selanik'teki mason localarının üyelerinin çoğunluğunu
yahudiler veya yahudi kökenli Dönmeler oluşturuyordu. Jöntürkler aynı zamanda Selanik'teki mason
localarını gizli görüşmeleri için kullanıyorlardı.

Şair Eşref gerek Jöntürkler'e gerekse Đttihat ve Terakki Cemiyeti'ne yahudi kökenlilerin hakimiyetini dile
getirmek için çok anlamlı bir dörtlük söylemiştir. Bu dörtlüğünde şöyle diyor:

"Avdetiler ile hükümetimiz,


Benzedi devlet-i Yehuda'ya,
Bab-ı fetvayı da çıfıtlık edip
Verdiler en-nihaye Musa'ya" (12)

Açıklaması:
"Hükümetimiz Dönmeler yüzünden, adeta Yehuda devletine dönüştü.
Fetva makamını da yahudilerin kontrolüne sokup, sonunda Musa'ya verdiler."

Osmanlı devletinin çökertilmesinde önemli rol oynayan I. ve II. Meşrutiyet ilanları da yukarıda sözünü
ettiğimiz iki teşkilat tarafından gerçekleştirildiğinden bu olaylarda da yahudilerin ve masonların önemli rol
oynadıklarını söylemek mümkündür.

Yahudiler sadece sözünü ettiğimiz iki cemiyette rol oynamakla kalmamış Osmanlı Devleti'ne zarar veren
bütün fitne organlarının oluşmasında ve yayılmasında etkili olmuşlardır. Örneğin Yunanistan ve Bulgaristan'ın
henüz Osmanlı sınırları içinde olduğu sırada ortaya çıkan Yunan ve Bulgar komünist partilerine önemli
katkılarda bulunmuşlardır. Komünist cereyanların ortaya çıkardığı Selanik Đşçi Federasyonu içinde de
yahudiler önemli bir güce sahiptiler.

Đttihat ve Terakki Cemiyeti ve Filistin'e Yahudi Göçü

Yahudilerin ve masonların Sultan II. Abdülhamid'e son derece düşman olmalarının en önemli sebeplerinden
biri onun yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmelerine engel olmasıydı. II. Abdülhamid yahudilerin gizli
yollardan gidip o topraklara yerleşmelerini engellemek için de çeşitli tedbirler almıştı. Bu tedbirlerden biri de
Filistin topraklarındaki kutsal mekanları ziyaret etmek için oraya giren yahudilerin pasaportlarının gümrük
kapılarında alınması ve dönüşte iade edilmesiydi. Yine yahudilerin Filistin'de herhangi bir şekilde toprak satın
almaları da yasaklanmıştı.

Đttihat ve Terakki Cemiyeti'nin başını çeken Ahmet Rıza, Enver Paşa, Talat Bey ve Nazım Bey Filistin'e yahudi
göçünün Osmanlı devletine yarar sağlayacağını iddia ediyorlardı. Oysa onların bu iddiaları mason
localarından aldıkları telkinlere dayanıyordu. Zaten Selanik'teki mason localarının temel hedeflerinden biri
Filistin topraklarına yahudilerin yerleştirilmesinin önündeki engelleri kaldırmaktı. En büyük engel ise Sultan II.
Abdülhamit'ti. O tahttan indirilince yahudi göçünün önündeki bu en büyük engel kaldırılmış oldu.

Đttihat ve Terakki Cemiyeti, sultan II. Abdülhamit'i tahttan indirince yerine Sultan Reşat'ı getirdi. Sultan
Reşat, ittihatçıların karşısında genellikle pasif kalmıştır. Dolayısıyla devlet yönetiminin iplerini onlar almış
oldular. Onlar da Filistin topraklarına yahudi göçünü kolaylaştırdılar. Đttihatçılar, II. Abdülhamit'in
yabancıların Filistin'den arazi almalarını yasaklayan kanunlarını uygulamadan kaldırarak, yahudilerin Filistin
dahil memleketin her tarafından toprak satın almalarına imkan sağlayan kanunlar çıkardılar.

1909'da II. Abdülhamid'in hal'inden sonra iktidara gelen hükümette birkaç yahudi kökenli bakan
bulunuyordu. Bu konuda Encylopedia Judaica'da şöyle denmektedir: "1909 Jön Türkler Đnkılabından sonra
iktidara gelen ilk hükümette, aralarında Baruchiah Russo ailesinin ahfadı (torunu) olan ve fırkanın
liderlerinden biri olarak faaliyette bulunan Maliye Bakanı Cavit Bey'in de bulunduğu birkaç Dönme mevcuttu."
(16)

Yahudilerin ve onların gizli kanadı durumundaki Dönmeler'in etkinliklerini gören ve siyonizm tehlikesinin
memleketi uçuruma doğru sürüklediğini fark eden Gümülcine mebusu Đsmail Hakkı Bey, ittihatçılara karşı 21
Şubat 1910'da Ahali Fırkası'nı kurarak muhalefete başlamıştır. Đsmail Hakkı Bey, Şubat 1911'de Meclisi
Mebusan'da yaptığı bir konuşmada siyonizm tehlikesine dikkat çekmiş ve siyonistlerle ilişki içinde olan
ittihatçıların memleketi yahudilere sattıklarını dile getirmiştir. Bu gerçeği dile getirenlerden biri de Beyrut
mebusu Rıza Salih Bey'di. Rıza Salih Bey, Đsmail Hakkı Bey'in ardından Meclis kürsüsünden yaptığı
konuşmada şunları söylemişti: "Yahudiler devletlere mahsus bayrak ve aralarında kullanılmak üzere pul
çıkardılar ve para bastılar. Para ve bayrak için elimde şu anda vesika yok ise de pul örneğini Şükrü Bey
göstermişti. Museviler Filistin'de bin kuruş demeyin tarlayı elli kuruşa alıyorlar. Birçok araziyi satın alıp
koloniler haline getirmektedirler. Đki yüz bin nüfusa yaklaştılar. Bu bölgenin ekonomisi tamamen ellerine
geçmiştir." (17) Yahudilerin Filistin'de o zamanki nüfusları henüz iki yüz bine ulaşmamıştı. Ancak sanıyoruz
Rıza Salih Bey bu sayıyı tahmini olarak söylemiştir.

Önceleri Đttihatçılarla birlikte olan ancak onların siyonistlerle işbirliği içinde olduklarını yakinen görünce onlara
karşı cephe alan Miralay (Albay) Sadık Bey de siyonizm tehlikesine şu şekilde dikkat çekiyordu: "Bugün
siyonistler nazarında Osmanlı Devleti'nin çökmesi, hiç değilse Kudüs'ün ve Filistin'in bizden kopması
istenmektedir. Masonlar da onlarla beraberdir. Buralarda bir yahudi hükümeti kurmak istiyorlar." Miralay
Sadık Bey bu uyarıyı Đttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kongresine sunduğu bir raporda yapmıştı. (18) Fakat
Đttihatçılar onun raporunu derhal ortadan kaldırmış ve kendisini de istenmeyen adam ilan etmişlerdir.

Bütün bu bilgiler Đttihatçıların Osmanlı Devleti'nde ipleri ellerine almalarından ve Sultan II. Abdülhamid'i
bertaraf etmelerinden sonra Filistin'e yahudi göçünün kolaylaştırıldığını gözler önüne sermektedir.

Osmanlı Devleti'ni Ekonomik Yönden Çökerten Bir Tabaka: Galata Bankerleri

Đspanya'dan göç eden yahudilerden Đstanbul'a yerleşenlerin birinci derecede yaptıkları iş tefecilik yani faizli
para alış verişiydi. Hatta tefecilik işinde "Galata Bankerleri" diye bilinen bir tefeci tabakası oluşturdular.
Đstanbul'un Galata semtinde bulunan Komisyon Hanı ve Havyar Hanı adı verilen iki ayrı handa bu işi yürüten
yahudi tefeciler devlet memurlarından ziraatçılara varıncaya kadar para sıkıntısına düşen herkese yüksek
faizle borç para veriyor ve bu işten büyük kazançlar sağlıyorlardı. Zamanla işi o kadar büyüttüler ki birtakım
devlet kurumlarına bile faizle kredi vermeye başladılar. Bunun yanı sıra devletin yabancı ülkelerden borç
bulmasında da aracılık ediyor ve bu iş için komisyon alıyorlardı. Öyle ki devletin milli geliri ve dışarıdan aldığı
borçların önemli bir miktarı borsa oyunları, tefecilik ve faizcilik işlemleri ile büyük çoğunluğunu yahudilerin
oluşturduğu Galata bankerlerine gidiyordu. Galata Bankerleri tabakasını oluşturan bu yahudiler faizcilikle
kendi sermayelerini sürekli büyütürken devleti ekonomik yönden ciddi sıkıntıya soktular. Diyebiliriz ki Osmanlı
Devleti'ni ekonomik yönden çökerten en önemli etken dış borç ve onun getirdiği faiz yüküydü. Bu borçların
getirdiği faiz yükünün yüksek olmasının en önemli sebebi ise Galata Bankerleri'nin tefecilik oyunlarıydı. (19)

Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluşu Döneminde Yahudi Lobiciliği

Yahudiler, Osmanlı Devleti'nde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde de yoğun bir şekilde
lobi faaliyetleri yürütmüşlerdir. Bu lobi faaliyetlerinin etkisini öncelikle eğitim çalışmalarında görüyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal'in ilk eğitimini yahudi dönmesi bir kişinin okulunda
almasında da belki onların eğitime bu derece ağırlık vermelerinin etkisi olabilir. Mustafa Kemal, ilk eğitimini
yahudi dönmelerinden (Sabetaycılardan) olan Şemsi Efendi'nin kurduğu okulda almıştır. Şemsi Efendi'nin asıl
adı ise Şimon Zwi'ydi.

Mustafa Kemal, yahudilerin nüfusun önemli bir kesimini oluşturdukları ve oldukça yoğun bir faaliyet içinde
oldukları Selanik şehrinde 1881 yılında dünyaya gelmişti. Onun, Nutuk adlı kitapta anlattığına göre çocukluk
yıllarında annesiyle babası arasında nerede okutulacağı konusunda tartışma çıkar. Annesi onu mahalle
mektebine göndermek isterken babası modern sistemle eğitim veren Şemsi Efendi Mektebi'ne göndermek
ister. Sonuçta babasının isteği kabul edilir ve Mustafa Kemal, Şemsi Efendi Mektebi'ne gönderilir.

Đşte bu Şemsi Efendi'nin kim olduğunu kendisi de bir Dönme olan Ilgaz Zorlu'nun "Evet Ben Selanikliyim" adlı
kitabından öğrenelim: Şemsi Efendi, 1852'de aslen Sabetaycı (yahudi dönmesi) olan bir ailenin ferdi olarak
doğdu. Yaşadığı dönemin en büyük Sabetaycı kabalistlerindendi. Kabalist, yahudilerin önemli dini
kaynaklarından olan Kabbala'yı yorumlayabilen, tefsir edebilen kişilere denmektedir. Bir ara Feyziye
Mektebi'nde yahudi dönmelerin çocuklarına Akaid-i Diniye (yani Sabetaycı akımın inanç esaslarını) öğretti.
Dönmelerin iki ayrı grubu durumundaki Karakaş ve Kapancı kollarını birleştirmek için yoğun çaba sarf etti,
ama buna muvaffak olamadan öldü. (20)

Yahudi lobicilerin cumhuriyetin kuruluşu merhalesinde hemen sahneye çıktıklarını görüyoruz. Öyle ki
yahudiler, daha cumhuriyetin kuruluş aşamasından önce gerçekleştirilen Lozan görüşmelerine doğrudan
müdahale edebilmek için görüşmelerin yapıldığı şehre kadar gidip Türk tarafını temsil edenlerle irtibat
kurmaya çalışmışlardır. Lozan görüşmelerine katılanlardan olan Dr. Rıza Nur, "Hayat ve Hatıratım" adlı
eserinde onların müdahalelerinden şöyle söz ediyor: "Bir müddettir Đstanbul eski hahambaşı Naum (Haim
Naum) bizim otelde (Lozan görüşmeleri esnasında kaldıkları otelde) görülmeğe başladı. Baktım bir gün
Đsmet'le (Đsmet Đnönü'yle) görüşüyor. Ne yapmış, kimi vasıta yapmış bilmem. Đsmet'e yanaşmış. Yaman
yahudi!.. Artık Đsmet'ten ayrılmıyor. Yemek zamanını biliyor ya, asansörün yanında bekliyor (yemek zamanını
bildiği için tam o vakitte asansörün yanında bekliyor). Derhal Đsmet'in koltuğuna giriyor, belinden yakalıyor.
O da onun. Đsmet'i lüzumu yokken holde dolaştırıyor. Sonra yemek salonunda, Đsmet'le şakalaşıyor, gülüyor.
Anlaşılıyor ki, herkese: "Đsmet benim samimi, teklifsiz arkadaşımdır" diye göstermek istiyor ve gösteriyor.
Nihayet bütün yahudi sırnaşıklığı (yapışkanlığı) ile yanaştı. Đsmet'in yakasını bırakmıyor. Şimdi odasından da
çıkmıyor. Đsmet bunu müşavir tayin etti. Yevmiye vermeye de başlamış. Bana da söylemiyor. Heyet-i
murahhasa çiftliktir, kullanıyor (görüşme heyetini, bu heyet için tahsis edilen parayı adeta kendi çiftliği gibi
kullanıyor). Ne diye kandırdı bilmem, bu sadedil (saf, kolay aldanabilen) Đsmet, Yahudinin dolabına girdi.
Derken hahambaşını soframıza da aldı. Bu vakte kadar sesimi çıkarmamıştım.

Đsmet'e dedim ki: "Bu yahudi de başımıza nereden çıktı? Senin böyle bir yahudi ile laubali görüşmen
haysiyetini ve Türk milletinin, heyetinin haysiyetini kırar. Bu kadar yüz verme! Hiç olmazsa herkesin içinde
yüz verme!" Bana kızdı.

Herif derken azdıkça azdı. Heyetten şuna buna herkesin içinde kumanda ediyor. Benim önüme geçip
önümde yürüyor. Đhtimal Đsmet benim sözlerimi ona söyledi. Fakat ben durur muyum? Zaten yahudileri hiç
sevmem. Hahama önüme geçtiği vakit hakaret ettim ve kolundan tutup arkama çektim. "Bir daha burada
yürü!" dedim....

Đsmet'e tekrar dedim: "Bu bir yahudidir. Yahudiler çok adi şeylerdir. Bunun kim bilir ne fena işleri vardır?
Bundan bir hayır bekleme! Onun tanıdığı muhit yahudi sarraf alemidir...

Hahambaşı Đsmet'e bütün Đngiliz ve Fransız ricalini tanıdığını, hepsi ahbabı olduğunu, işleri istediği gibi
yaptıracağını söylüyormuş. Tabii Đngiliz, Fransız ve Đtalyan delegelerine de Đsmet'in avucunda olduğunu
söylüyordu... Lozan muhitinde dolaşıyor, herkese: "Đsmet teklifsiz ahbabımdır, sözümden dışarı çıkmaz"
diyormuş.." (21)

Lozan görüşmelerine katılan Türk heyetinin başında Đsmet Paşa (sonraki adıyla Đsmet Đnönü) bulunuyordu.
Bu heyetin içinde yer alan Dr. Rıza Nur'un hatıralarında geçen ve yukarıda verdiğimiz ifadeler yahudilerin
cumhuriyetin kuruluşu aşamasında ne gibi lobi faaliyetleri yürüttüklerini, ne tür dolaplar çevirdiklerini
anlamak için çok önemli ipuçları içermektedir. Onlar Lozan görüşmeleri esnasında çevirdikleri bu dolapları
sonraki dönemlerde de çevirmekten geri kalmamışlardır. Bu dolapları çevirirken de özellikle kendilerinin
zamanın güçlü devletlerinin yöneticileriyle olan irtibatlarını, bağlarını kullanıyorlardı.

Hahambaşı Haim Naum'un Lozan görüşmeleri esnasında yürüttüğü lobi faaliyetleri bu kadardan ibaret
değildi. Đngilizlerin dayatmalarının Türk heyetine kabul ettirilmesinde onun önemli rolü olduğu çeşitli tarihi
kaynaklarda yer alan bilgilerden anlaşılıyor. Bunun da ötesinde hilafetin kaldırılması Türk tarafına Lozan
görüşmeleri esnasında kabul ettirilmişti ve bunda da Haim Naum'un önemli rolü olmuştu. Şimdi bu konudaki
bilgileri gözden geçirelim:

Lozan görüşmeleri esnasında Türkiye'de başvekil (başbakan) olan Rauf Orbay'ın belirttiğine göre hahambaşı
Haim Naum Đngilizler adına Đsmet Paşa ile görüşmüş ve gizli pazarlıklarla halifeliğin kaldırılmasını kabul
ettirmişti. Rauf Orbay bu konuyla ilgili olarak Feridun Kandemir'e şunları söylemişti: "Đsmet Paşa,
anlaşıldığına göre, Lozan'da Đngilizlerle bir çeşit gizli arabuluculuk rolü oynayan Đstanbul Yahudi Hahambaşı
Haim Naum Efendi'nin telkinleriyle, hilafetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye'de devamına müsaade
edilmeyip, derhal kaldırılması fikrini tamamıyla benimsemiş bulunuyordu." (22)
Tanınmış Đslamcı yazar Necip Fazıl Kısakürek de halifeliğin kaldırılması fikrinin bu gizli görüşmelerde
kesinleştiğini ve olayın kahramanının söz konusu yahudi Hahambaşı Haim Naum olduğunu belirtmektedir.

Oysa Lozan görüşmelerinin yapıldığı günlerde Mustafa Kemal, Anadolu'da yaptığı konuşmalarda hilafet
müessesesinin korunacağını söylüyordu. Mustafa Kemal işte bu günlerde Ankara'daki Meclis-i Mebusan'da
(Mebuslar Meclisi'nde) yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: "Türkiye'nin vazifesi makam-ı hilafeti
kurtarmaktır. Bu bizim için bir davayı mahsustur (özel davadır). Bunu makam-ı hilafet olarak nihayetine
kadar göstermek ve onun kurtarılmasına çalışmak bizim için hayırlı bir davadır. Bizim için bu dava Alem-i
Đslam nazarında fevkalade takviye eden bir meseledir. Bunu sarsmak doğru değildir." (23)

Cumhuriyet Döneminde Yahudi Lobiciliği

Önceleri Selanik'i kendilerine çalışma merkezi edinen yahudilerin ve onların kimliklerini gizleyen kanatları
durumundaki Dönmelerin önemli bir kısmı Cumhuriyet'in kurulmasından sonra Türkiye'ye özellikle de
Đstanbul'a taşınma yolunu seçtiler. Bu göç ise 1924'te gerçekleştirilen Ahali Mübadelesi işlemiyle oldu.

Yahudiler lobi faaliyetlerini Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu tamamlamasından sonra da yoğun bir şekilde
sürdürdüler. Bu faaliyetlerde öne çıkan isimlerden biri Türk milliyetçiliğinin teorisyenlerinden olan Munis
Tekinalp idi. Tekinalp, Dönmeler yani Sabetaycılar kesimine mensup bir ailedendi ve asıl adı Mois Kohen'di.
Kohen'ler Dönmeler içinde tanınmış bir ailedir. Đşte Mois Kohen de bu aileye mensuptu. Belirttiğimiz üzere bu
kişi Türk milliyetçiliği ideolojisinin fikir babalarından olduğundan dolayı Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi
ideolojisi üzerinde de önemli tesiri vardı. Çünkü kurulan yeni cumhuriyet bir milli devlet niteliği taşıyordu ve
milliyetçiliği de resmi ideoloji olarak benimsemişti. Mois Kohen aynı zamanda Mustafa Kemal'in özel
doktorlarındandı.

Bu dönemde öne çıkan yahudi lobicilerinden biri de yine Mustafa Kemal'in özel doktorlarından olan Abravaya
Marmaralı'ydı. Bu kişi aynı zamanda Meclisi Mebusan'a milletvekili olarak girmişti. Öne çıkan bir diğer yahudi
lobici de yedinci dönem milletvekillerinden Avram Galanti'ydi. Avram Galanti Osmanlı döneminde de Đttihad
ve Terakki Cemiyeti'nin aktif ve ileri gelen elemanlarından biriydi.

Türkiye Cumhuriyeti ilk dönemlerinde yahudilerin Avrupa'daki nüfuzlarından yararlanmak istedi. Bu amaçla
Türkiye'deki yahudilerin ileri gelenlerine ve özellikle de Osmanlı devletinin parçalanmasını hızlandıran
hareketlerde rol almış olanlara çeşitli yetkiler verdi. Cumhuriyet yönetimi yahudilerden ithalat, ihracat
alanlarında ve dışarıdan borç bulma konusunda da yararlanmak istedi.

Cumhuriyet yönetimi bazı yahudilerin ekonomik alanda ilerlemelerine ve bu alanda önemli birtakım pazarları
kapmalarına da fırsat tanıdı. Ayrıca siyasi ve sosyal alandaki bazı reformlar ekonomik alanda atak yapmaya
çalışan bazı yahudilerin işlerini kolaylaştırdı. Örneğin önceleri Đstanbul'un Mahmutpaşa semtinde ve Kapalı
Çarşı'sında tezgahtarlık yapan Vitali Hakko, Şapka Kanunu sayesinde büyük kazançlar elde etmiş ve bugün
tekstil ve konfeksiyon sanayii alanında bir dev haline gelmiştir. Çünkü Şapka Kanunu çıkarılınca Vitali Hakko,
Has Şapka markalı bir şapkayı piyasaya sürdü. Şapka Kanunu'na göre erkeklerin şapka giymeleri zorunlu
kılındığından Vitali Hakko'nun Has Şapka'sı da büyük satışlar gerçekleştirdi ve bu sayede o büyük kazançlar
elde edebildi.

Yahudiler, cumhuriyetin kuruluşu aşamasında ve ilk yıllarında yürüttükleri lobi faaliyetleriyle önemli köşe
başlarını tutmayı başardılar. Bu köşe başlarını tutmaları onların sonraki dönemlerdeki lobi faaliyetlerini
kolaylaştırdı. Tabii bu arada Avrupa ülkeleri nezdinde elde etmiş oldukları siyasi kazançlarını ve elde ettikleri
statüleri de Türkiye'deki konumlarını sağlamlaştırmak için çok iyi değerlendirmişlerdir. Bu çalışmaları onların
ekonomik alandaki güçlerini artırmalarına da imkan sağlamıştır. Örneğin 1954 yılında Galata'da yahudi
işadamları Üzeyir Garih ile Đshak Alaton'un beş bin lira sermaye ile kurdukları Alarko Holding'in bugünkü
gücüne ulaşmasında, 1958'de dönemin başbakanı Adnan Menderes'in kendilerine Ankara'da kurulacak olan
bir para matbaasının havalandırma tertibatının ihalesini vermesinin önemli rolü olduğunu kimse inkar
edemez. Elektirifikasyon ve elektrik malzemelerinin satışı ile piyasaya giren yahudi Burla Biraderler'in de
gerek devletten aldıkları ihalelerle ve gerekse Türk işadamlarıyla yürüttükleri ortak çalışmalarla kısa zamanda
büyük güce ulaştıkları ortada. Bunlar sadece birer örnek. Bunların dışında daha pek çok örnek sıralamak
mümkündür.
Cumhuriyet döneminde yahudiliklerini açığa vuranlar daha çok ekonomik alana ağırlık vermiş, Dönmeler ise
sadece bu alana ağırlık vermekle kalmamış zaman zaman siyasete de girmiş ve muhtelif devlet
kademelerinden görevler almışlardır. Bu duruma dayanılarak yahudilerin devlet kademelerinde görev
almadıkları kanaatinin hakim kılınmasına çalışılmıştır. Oysa "Dönmeler" diye bilinen akıma mensup olanlar da
aynı amaca hizmet etmişlerdir. Bu vesileyle cumhuriyet döneminde devlet kademelerinde görev alan
dönmelerden bazılarından söz etmekte yarar görüyoruz:

Süleyman Kani Đrtem: Đstanbul eski valisi


Muvaffak Benderli: Đstanbul eski baro başkanı
Ahmet Đsvan: Đstanbul eski belediye başkanı
Ali Kenan Gökart: Emekli büyükelçi
Cavit Yenicioğlu: Emekli general
Đsmail Toker: Emekli Amiral
Coşkun Kırca: Emekli büyükelçi. Kırca şimdi bir gazetede köşe yazarlığı yapmaktadır.
Đsmail Cem Đpekçi: Eski TRT genel müdürü halen Dışişleri bakanı. Đsmail Cem Đpekçi'nin 1974'te TRT genel
müdürlüğüne getirilmesi özel bir kanunla sağlanmıştır. Bunlar sadece öne çıkan birkaç isim. Bunların dışında
da Dönme kökenli birçok kişi değişik devlet kademelerinde görev almıştır.

Yazı ve Fikir Alanında Dönmeler

Cumhuriyet döneminde Dönmeler yazı ve fikir alanında da öne çıkmaya çalışmışlardır. Bu alanda öne çıkan
isimlerden biri daha önce adından söz ettiğimiz Munis Tekinalp'ti. Bu kişi aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin
teorisyenlerinden ve fikir babalarından biri olarak bilinir. Diğer bazıları da şunlardır:

Ahmet Emin Yalman: Dönmeler'in yazı ve fikir alanındaki önemli elemanlarındandı. Milletlerarası Basın
Enstitüsü'nün Yönetim Kurulu üyeliğini yaptı. Bir dönemin etkili gazetelerinden olan Vatan gazetesinin sahibi
ve başyazarıydı. Yalman yazılarında Dönmeler'i savunmasıyla ün kazanmıştı. Bu yüzden adı Dönmeler'le
özdeşleşmişti. Hicivleriyle ünlü Neyzen Tevfik'in onun hakkında yazdığı şu dörtlük oldukça anlamlıdır:

"Şu bizim dönme dolap Ahmet Emin,


Milletin din ü imanına çatmadadır.
Ağrımaz başım etsem de yemin
Vatanı on kuruşa satmadadır" (24)

Cumhuriyet döneminin öne çıkan yazarlarından bayan Halide Edip Adıvar da Dönmeler'dendi. Halide Edip
Adıvar özellikle Cumhuriyet ideolojisinin fikri yönden oturtulması ve topluma mal edilmesi için hikaye, roman
ve hatıra türü kitaplar yazmasıyla ün kazanmıştı. Halide Edip Adıvar'ın kendisi gibi yazar olan eşi Ahmet
Adnan Adıvar da Dönme kökenliydi.

Yine tanınmış yazarlardan olan Abdi Đpekçi de Selanik göçmeni Dönmeler'dendi. 1964'te Ahmet Emin
Yalman'dan Uluslararası Basın Enstitüsü Yönetim Kurulu üyeliğini devralan Abdi Đpekçi, Milliyet gazetesinde
uzun yıllar köşe yazarlığı yaptı. Abdi Đpekçi, Papa II. Jean Paul'e suikast girişiminde bulunmasıyla ün kazanan
Mehmet Ali Ağca'nın gerçekleştirdiği cinayetle öldürülmüştür.
"Đzmir'de düşmana ilk kurşunu atan kişi" olarak tarihe geçen gazeteci Hasan Tahsin de Dönme kökenliydi.
Dönme kökenli tanınmış yazarlardan biri de Zekeriya Sertel'dir.
TRT'de yöneticilik yapan Emin Galip Sandalcı da medyanın Dönme kökenli elemanlarındandı.
Yine Batı yanlısı görüşleri toplumda yayma yönünde çaba sarf etmesiyle ün kazanan Ahmet Ağaoğlu da
Dönme kökenli yazarlardandı.
Halen Milliyet gazetesinde Dış Politika üzerine makaleler yazan Sami Kohen de Dönme kökenlidir. Bu kişi
Amerika'da da Sam Kohen adıyla yazı yazmaktadır.

Bunlar yahudi ve Dönme kökenli gazeteci ve yazarların Türkiye çapında ün kazanmış olanlarından bazıları.
Ancak hepsi bu kadar değil tabii ki. Yahudi ve Dönme kökenli yazarların ve fikir adamlarının çalışmaları iyi
tahlil edilirse özellikle Cumhuriyet döneminin ideolojik ve fikirsel alt yapısının oluşturulmasında ve bunun
topluma kabul ettirilmesi çalışmalarında önemli rol üstlendikleri görülür.
Dönmeler sadece yazı yazmakla ve fikir üretmekle yetinmemiş medyada patron olarak etkin olmaya da
çalışmışlardır. Bu amaçla muhtelif yayın organları çıkarmışlardır. Günümüzde de başta Türkiye'nin en çok
satan gazeteleri arasında yer alan Sabah gazetesi olmak üzere birçok yayın organı çıkaran ve atv adlı bir
televizyon kuruluşu bulunan önemli bir medya holdinginin sahibi durumundaki Dinç Bilgin "Dönme" kökenli
medya patronlarından biridir.

Eğitim Alanında Dönmeler

"Dönmeler" adı verilen grup normalde yahudiliklerini gizleyen ve kendilerini Müslüman olarak lanse eden
cemaat olmalarına rağmen gizli inançlarını koruyabilmek ve bu inançlarını yetişen nesillerine de aynen
aktarabilmek için kendi eğitim kurumlarını kurmaya büyük özen göstermişlerdir. Dönmeler'in eğitim
alanındaki üstatlarından biri daha önce kendisinden söz ettiğimiz Selanikli Şemsi Efendi'dir. Şemsi Efendi,
kendi imkanlarıyla Selanik'te ilkokul seviyesinde bir eğitim kurumu kurmuştu. Kendisi de bir Dönme olan
Ilgaz Zorlu'nun "Evet Ben Selanikliyim" adlı kitabında Şemsi Efendi ve okulu hakkında verdiği bazı bilgileri
aktarmakta yarar görüyoruz: "Bu çabaların (yani Sabetaycı neslin eğitimi için verilen çabaların) hiç kuşkusuz
ki en önemlisini o yılların aslında bilgin bir Kabbalisti (Kabbala yorumcusu) ve din adamı olan Şemsi Efendi
(Şimon Zwi) yapmaktaydı. Cemaat gençlerinin ne denli bir sorunla karşı karşıya kaldığını gören Şemsi Efendi,
bir müddet sonra kendi düşüncelerini Sabetaycı topluluk içinde duyurma çabasına girişti. Bu çaba bir anda o
denli taraftar topladı ki insanlar adeta onun fikirlerine yapıştılar. Ancak kendisi tamamen kendi imkanları ile
Selanik'te ilkokul seviyesinde bir kurumu da kurdu... Almış olduğu Batılı eğitimin etkisiyle bir süre sonra
okulu Selanik'te önemli başarılar kazanmıştır. Atatürk de sadece cemaat üyesi kişilerin kabul edildiği bu
okulda bir süre okumuş ve orada verilmeye çalışılan Batılı anlayıştan etkilenmiştir; bunu daha sonraki
fikirlerinde de görmekteyiz."(25)

Dönmeler Selanik'teki eğitim kurumlarının yanı sıra Đstanbul ve Đzmir'de de önemli eğitim kurumları
kurmuşlardır. Bunların başta geleni ise Đstanbul'daki Feyziye Mektebi idi. Feyziye Mektebi'nin de temeli
aslında Selanik'te atılmıştır. Đlk olarak 1885'te Selanik'te Feyzi Sıbyan adıyla bir okul kuruldu. Balkan Harbi
sırasında ekonomik krize giren bu okulu, Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra iş başına
gelen hükümette Maliye Bakanı görevini alan Cavit Bey'in yardımları kurtarmıştır. Bir Maliye bakanının bu
okulu kurtaracak yardımları ise devletin hazinesinden yaptığı şüphe götürmeyecek bir gerçekti. (Bu Cavit Bey
daha sonra Atatürk tarafından idam ettirilmiştir). Đstanbul'daki Feyziye Mektebi bugün Işık Lisesi adıyla
faaliyetini sürdürmektedir. Feyziye Mektebi'nin ve onun yerine geçen Işık Lisesi'nin asıl amacı Dönmeler'in
çocuklarının Müslümanların çocuklarına karışmalarını ve böylece gizli olarak sakladıkları Sabetaycı (gizli
yahudi) inançlarını korumalarını sağlamaktı.

Bugün halen varlığını sürdüren Ulus Musevi Lisesi ise özellikle yahudilerin yani yahudiliklerini açığa vuran
azınlığın çocuklarının okuduğu bir eğitim kurumudur.

Ekonomik Alanda Yahudiler ve Dönmeler

Türkiye yahudilerinin ve onların gizli kanatları durumundaki Dönmeler'in en çok ağırlık verdikleri alan
ekonomik alandır. Bu alanda hem yahudiliklerini açığa vuranlar hem de bu kimliklerini gizleyerek "Dönmeler"
kitlesi içinde yer alanlar etkin faaliyet içine girmişlerdir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde onlara bu sahada bazı
kolaylıklar sağlandığını daha önce belirtmiştik.

Cumhuriyet döneminde ekonomik alanda önemli noktalara gelen yahudi ve Dönme kökenlilerin bazıları
şunlardır:
Üzeyir Garih ve Đshak Alaton: Alarko Holding'in ortakları. Her ikisi de yahudi kimliklerini açığa vuran
kesimdendir. 1954'te küçük bir sermaye ile kurulan şirketleri Alarko Holding ise devletten aldığı ihalelerle
bugün büyük bir dev firma haline gelmiştir. Garih - Alaton ikilisi aynı zamanda aşağıda sözünü edeceğimiz
"500. Yıl Vakfı"nın kurucularındandır.
Alarko Holding'in başkanı Üzeyir Garih'in otuzdan fazla vakıf ve derneğe üye olduğu bizzat kendisiyle yapılan
bir röportajda dile getirilmişti. Bu vakıf ve derneklerin tümü Türkiye'deki yönetimi etkileme, Türkiye-Đsrail
ilişkilerini güçlendirme, Türkiye'deki yahudi azınlığın çıkarlarını koruma, Türkiye'den Đsrail'e menfaat sağlama
gibi muhtelif lobi faaliyetleri yürütmektedir. Garih, Panorama adlı bir ekonomi dergisinin kendisiyle yaptığı
röportajda, üyesi olduğu kuruluşlar yoluyla bir çıkar elde edip etmediği sorulunca şu cevabı vermişti: "Tabii
üyesi olduğum kuruluşlardan çıkarım var. Dernek yoluyla sesimi son merciye kadar duyururum" demişti. (26)

Jak Kamhi: Profilo Holding'in yönetim kurulu başkanı. Profilo Holding, Türkiye'nin beyaz eşya (buzdolabı,
çamaşır makinesi, bulaşık makinesi vs. gibi ev aletleri) üreten en önemli sanayi kuruluşlarından biridir. Jak
Kamhi aşağıda sözünü edeceğimiz 500. Yıl Vakfı'nın kurucu başkanıdır. Kamhi'nin aynı zamanda uluslararası
siyonist teşkilat B'nai B'rith'e üye olduğu çeşitli kaynaklarda dile getirilmiştir. Jak Kamhi, Đktisadi Kalkınma
Vakfı'nın da başkanıdır. Onun bu kuruluş vasıtasıyla da önemli lobi faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir.

Haftalık 2000'e Doğru dergisi Kamhi'nin koruma görevlilerinin MOSSAD ajanı olduklarını iddia etmişti. Kamhi,
Türkiye'deki yahudi lobiciliğinin başını çekenlerden biridir. O bu konuda bazı uluslararası oluşumlarla ve
devlet yönetimleriyle olan irtibatını da çok iyi değerlendirmektedir. Kendisine eski Fransa cumhurbaşkanı
François Mitterand tarafından Legion d'Honneur (Onur Madalyası) ve "Chevalier (şövalye)"lik payesi
verilmiştir. Kamhi, Marie Claire dergisine yaptığı açıklamada: "Đsrail'e karşı bağlılığım var" (27) ifadesini
kullanmıştı.

Haftalık 2000'e Doğru dergisinin 28 Haziran 1992 tarihli sayısında çıkan bir habere göre Jak Kamhi'nin sahibi
olduğu Profilo Holding Genelkurmay başkanlığına yeni bir elektronik haberleşme sistemi satma teklifinde
bulundu. Ancak daha sonra bu sistemin MOSSAD tarafından da dinlenmeye müsait olduğu ortaya çıkınca
teklif reddedildi. Jak Kamhi'nin oğlu Cefi Kamhi yahudi kimliklerini gizlemeyenlerin geleneklerini bozarak
Meclis'e giren kişidir. Çünkü Dönmeler Meclis'e girerek ve devlet kadrolarında görev alarak yönetimde söz
sahibi olma yollarına giderken yahudi kimliklerini gizlemeyenler genellikle ekonomik alanda kalarak lobi
faaliyetleri yürütmeyi tercih etmektedirler. Cefi Kamhi bu geleneği bozarak bir dönem DYP listesinden
parlamentoya girdi. Jak Kamhi'nin kardeşinin MOSSAD ajanı olduğu International Herald Tribune gazetesinin
24 Mayıs 1993 tarihli sayısında iddia edilmiştir. Jak Kamhi hakkında 1983 yılında toplu kaçakçılık yapma
suçundan dava açılmıştı. Bunun sebebi ise onun sahip olduğu Tüpko adlı şirketin Türkiye'ye kaçak yollarla
televizyon tüpü sokmasıydı.

Vitali Hakko: Vakko adlı konfeksiyon şirketinin sahibi Vitali Hakko, Şapka Kanunu sayesinde büyük primler
yapmıştır. Önceleri Đstanbul'un Mahmutpaşa semtinde ve Kapalı Çarşı'sında tezgahtarlık yapan Vitali Hakko,
şapka giyilmesini zorunlu kılan Şapka Kanunu çıktıktan sonra çıkardığı Has Şapka ile büyük gelirler elde etti.
Vakko bugün Türkiye'nin en zengin konfeksiyon kuruluşları arasında yer almaktadır. Vakko'nun ürünlerini de
daha çok zengin kesim giyebilmektedir. Çünkü lüks ve pahalı ürünler piyasaya sürdüğünden fakir ve orta
tabakanın onun ürünlerini satın alması zor olmaktadır.

Bezmenler Ailesi: Bu aile Dönmeler kesimine mensuptur ve Türkiye'nin oldukça zengin ailelerinden biridir.

Eczacıbaşı Ailesi: Bu aile de Dönmeler'dendir. Türkiye'nin en büyük ilaç sanayi kuruluşu olan Eczacıbaşı Đlaç
Holding bu aileye aittir. Bu ailenin en tanınmış ismi ise Eczacıbaşı Đlaç Holding'inin kurucularından olan Nejat
Eczacıbaşı'dır. Nejat Eczacıbaşı da aşağıda sözünü edeceğimiz 500. Yıl Vakfı'nın kurucularındandır ve aynı
zamanda uluslararası siyonist kuruluşlardan Bilderberg'in üyesidir.

Bunlar Türkiye'nin zengin tabakası içerisinde yer alan yahudi veya Dönme kökenlilerin sadece bir kısmını
oluşturuyor. Biz sözü fazla uzatmamak içen özellikle büyük sanayi kuruluşlarının sahibi olanlardan söz
etmekle yetinmek istedik. Ancak bu kişilerin Türkiye yönetiminin üzerinde önemli bir etkinliklerinin
olduğunun bilinmesinde yarar görüyoruz.

Yahudi Kökenlilerin Cumhuriyet Döneminde Çektikleri Bazı Sıkıntılar

Türkiye yahudilerinin ve Dönmelerin Cumhuriyet döneminde her zaman çok rahat oldukları da söylenemez.
Cumhuriyetin ilk yıllarında bazı dönmelerle yönetim arasında birtakım problemler de yaşanmıştır. Örneğin II.
Abdülhamid'in hal'inden sonra iş başına gelen hükümetin Maliye bakanı Cavid Bey, Mustafa Kemal
döneminde idam edilmiştir. Bu sürtüşmenin sebebi yahudilerin ve Dönmelerin kontrolü tümüyle ellerine alma
çabası içine girmiş olmaları olabilir. Hatta Cumhuriyet döneminde Sabetaycı kökenlilere yönelik baskılar
hakkında kendisi de Sabetaycı kökenli olan bir yazar şu iddialarda bulunmaktadır: "Sabetaycılara yönelik
baskılar genel olarak Cumhuriyet ile beraber olmuştur. Gariptir ki Osmanlı Devleti'nin dinsel kurallarının en
katı uygulandığı dönemlerinde bile cemaat (yani Sabetaycı cemaat) üyelerine karşı resmi bir tavır
sergilenmemiştir... Yine ilginçtir, Sabetaycılara karşı en yoğun baskılar kendilerinin de kuruluşunda önemli rol
üstlendikleri Cumhuriyet Türkiyesi'nde olmuştur. Nitekim bunun en somut örneği 1946'da yaşanan Varlık
Vergisi olayında görülmektedir. (Varlık Vergisi'nin başlama tarihi 1942'dir. Kitapta bu tarih yanlış yazılmıştır.)
Kendilerini tamamıyla Türk addeden Sabetaycı aileler "D" sınıfı altında belirlenmişler, Bezmenler, Atabekler,
Dilberler gibi bilinen aileler korkunç parasal miktarlar ödemek durumunda bırakılmışlardır." (28)

Varlık Vergisi ve Türkiye'den Filistin'e Yahudi Göçü

Yukarıda da belirttiğimiz üzere 1942'de başlayan ve yahudi kökenlilere karşı uygulanan bir Varlık Vergisi olayı
dikkatimizi çekmektedir. Bu uygulamaya göre yahudilerden ve Dönmeler'den Müslümanlardan alınan verginin
iki katı alınıyordu. Görünüşte bu vergi yahudilere yönelik bir baskı uygulaması niteliği taşıyordu. Ancak
gerçekte yahudilerin Filistin topraklarına göç etmelerini sağlamak için konulmuş bir vergi olabilir. O zamanın
cumhurbaşkanı Đsmet Đnönü'nün ta Lozan görüşmelerinde yahudilerin başhahamlarıyla bir dostluk ilişkisi
içine girdiğinden daha önce söz etmiştik. Onun bu kez yahudileri ve Sabetaycıları ekonomik yönden sıkıntıya
sokacak katı bir vergi uygulamasına başvurmasında onları göçe zorlama amacının bulunuyor olması hiç de
ihtimal dışı değildi. Bilindiği üzere aynı dönemde Avrupa ülkelerinin çoğunda yahudiler sistemli bir baskıya
maruz bırakıldılar ve bu baskılar Filistin topraklarına göçü hızlandırdı. Bu göç sayesinde Filistin topraklarında
bir "yahudi devleti" kurmaya yetecek insan potansiyeli oluşturuldu. Eğer söz konusu zorlamalar olmasaydı,
yahudiler genellikle bulundukları ülkelerde kalmayı tercih edecek, bu yüzden de Filistin'e göç az olacak ve
hedeflenen "Đsrail devleti"nin kurulması için yeterli insan potansiyeli oluşmayacaktı. Buna binaen yakın tarihi
incelediğimizde bir dönem yahudilere yönelik olarak uygulanan sistemli baskıların sadece siyonizmin
amaçlarına hizmet ettiğini görürüz. Bu açıdan bakarsak 1942'de başlatılan Varlık Vergisi uygulamasının da
siyonistlerin Filistin'e yahudi göçünü hızlandırma amacına yönelik olması ihtimalini göz önüne almamız
gerekir. Söz konusu vergi uygulamasının sebep olduğu göç olayı da bu kanaati doğrulamaktadır. Çünkü söz
konusu göç sebebiyle çok sayıda yahudi Filistin topraklarına göç etmiştir. Özellikle Đsrail işgal devletinin
kuruluşunun ilan edilmesinden sonra azımsanamayacak sayıda Türkiye yahudisi işgal altında tutulan Filistin
topraklarına göç etmiştir. II. Dünya Savaşı'na kadar Türkiye'de toplam olarak 150 bin civarında yahudi
yaşadığı tahmin ediliyordu. Ancak günümüz Türkiye'sinde bu sayı 25 bine düşmüştür. Đşte bu azalmanın
sebebi işgal altındaki Filistin topraklarına göçtür. Göçün en hızlı şekilde gerçekleştiği dönem ise Varlık
Vergisi'nin uygulandığı yıllardı.

500. Yıl Vakfı ve Günümüz Türkiye'sinde Yahudi Lobiciliği

Türkiye yahudileri, yahudilerin Đspanya'dan sürülüp Osmanlı topraklarına kabul edilmelerinin 500.
yıldönümünü kendi açılarından bir fırsat kabul edip bu fırsatı iyi değerlendirmek amacıyla 1989 yılında 500.
Yıl Vakfı' nı kurdular. Vakfın kurucuları arasında yahudi olmayıp da yahudilerle yakın ilişkiler içinde bulunanlar
da vardı. Ünlü işadamlarından Sakıp Sabancı, Anavatan Partisi Đstanbul milletvekili Bülent Akarcalı, eski
dışişleri bakanı Vahit Halefoğlu'nun eşi Zehra Halefoğlu, gazeteciler Nezih Demirkent, Yavuz Donat, Altemur
Kılıç, tiyatro sanatçısı Yıldız Kenter, emekli amiral A. Sezai Orkunt 500. Yıl Vakfı'nın yahudi olmayan
kurucularından bazıları. Vakfın yahudi kurucularının bazılarının adları da şöyle: Jak Kamhi (Profilo Holding'in
başkanı), Đshak Alaton (Alarko Holding'in ortaklarından), Üzeyir Garih (Alarko Holding'in ortaklarından), Vitali
Hakko (Vakko'nun sahibi), Eli Acıman (Manajans'ın sahibi), Sami Kohen (gazeteci, Milliyet gazetesinin
yazarlarından). Vakfın başkanlığına yahudi işadamlarından Profilo Holding'in sahibi Jak Kamhi getirildi.

500. Yıl Vakfı'nın yetkilileri amaçlarının 500 yıllık tarihin ve Türklerin tanıtımını yapmak ve böylece Türkiye'ye
olan minnet borçlarını ödemek olduğunu ileri sürüyorlardı. Ancak vakfın kuruluşunu gerçekleştirdikten sonra
başlattığı, özellikle de Đspanya yahudilerinin kovuluşunun 500. yılı olan 1992 yılı içinde yürüttüğü faaliyetler
asıl amacın daha farklı olduğunu ortaya çıkardı.
Vakfın kuruluş amacı hakkında Jak Kamhi'nin şu sözleri önemli fikirler vermektedir: "500. Yıl Vakfı projesini
ortaya koyan hahambaşılıktır. Bu proje çok daha önceden hahambaşılık tarafından düşünülmüştü. Bunun bir
vakıf tarafından yürütülmesi hahambaşılık tarafından benimsenmiş ve bu şekilde bir yol çizilmiştir. Bu işin de
esas patronu hahambaşı ve hahambaşılıktır. Bu itibarla bizim hahambaşılıkla herhangi bir fikir ayrılığımız
yoktur. Etkinliklerin ise büyük bir çoğunluğu zamanında hahambaşılık tarafından düşünülmüş etkinliklerdir."
(29)

Bizce 500. Yıl Vakfı'nın en önemli amaçlarından biri siyonist Đsrail yönetiminin izlediği ırkçı politika ve
gerçekleştirmiş olduğu gayri insani uygulamalar dolayısıyla gerek Türkiye gerekse dünya kamuoyunda
oluşmuş olan siyonizm ve yahudi aleyhtarı imajı tamamen silmek veya en azından hafifletmekti. Tabii ki
bunun gerçekleştirilmesi ikinci önemli amacın yani Türkiye-Đsrail ilişkilerinin geliştirilmesi amacının
gerçekleştirilmesine zemin hazırlayacaktı. Vakıf da bu amacını gerçekleştirebilmek için Osmanlı
hoşgörüsünden söz etmeyi insanlara yanaşmak ve onların ilgilerini çekmek için bir vasıta olarak kullandı.
Vakfın bütün programlarında, konuşmacıların Osmanlı hoşgörüsünü dile getiren yapmacık cümlelerini sürekli
şekilde yahudiyi hoş ve sevimli göstermeyi amaçlayan konuşmalar izliyordu. Bu arada 1492 sürgününden ve
yahudilerin Ortaçağ Avrupa'sında görmüş oldukları zulümlerden özene özene söz edilmesi de gönüllerde
yahudiye karşı bir acıma duygusunun oluşturulması amacına yönelikti. Yıllarca Đsrail yönetiminin güçlenmesi
için büyük maddi fedakarlıklarda bulunmuş olan yahudi trilyonerleri ve milyarderleri bu kez Đsrail ve siyonizm
aleyhtarı imajı silmek için her türlü maddi fedakarlık göstermekten çekinmediler. Dolayısıyla 500. Yıl Vakfı'nın
önceden belirlemiş olduğu programların uygulamaya konulması konusunda herhangi bir aksama olmadı.

500. Yıl Vakfı, belirlemiş olduğu amaç doğrultusunda yürüttüğü umuma açık kültürel faaliyetlerin yanı sıra
çeşitli lobi faaliyetlerinde de bulundu. Bu lobi faaliyetlerinin en büyük başarılarından birisi Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu'nun 10 Kasım 1975 tarihinde kabul etmiş olduğu, siyonizmi bir ırkçılık olarak değerlendiren ve
bu yüzden kınayan kararın geri alınmasını sağlamak oldu. Bu kararın geri alınmasında ABD başkanı Bush'un
seçim hesapları dolayısıyla çeşitli ülkelere baskı yapmasının rolünün büyük olduğu inkar edilemese de, 500.
Yıl Vakfı'nın böyle bir baskının yapılabilmesi için şartları oluşturduğu da bir gerçektir. Đşin gerçeğinde 1975
Đsrail'i ile 1992 Đsrail'i arasında ve bu süre içinde siyonizmin amaçlarında herhangi bir değişiklik olmamıştı.
Đsrail'de hala "vatandaşlık", "yahudi olmak" olarak tanımlanıyor ve dünyanın hangi ülkesinden gelirse gelsin
"yahudi" olan bir kişi Đsrail'de vatandaşlık hakkına sahip olabiliyordu. Bunun yanı sıra Đsrail yahudi
olmayanlara hala hor bakıyor, işgali altındaki topraklarda yaşayanlardan yahudi olmayanlar üzerindeki baskı
ve zulüm uygulamalarını aynen sürdürüyordu. Kısaca Đsrail "Korku Devleti" özelliğini aynen koruyordu. Bu
"Korku Devleti" özelliği de birinci derecede ırkçı anlayışına dayanıyordu. Bütün bunlara rağmen Birleşmiş
Milletler'in ABD başkanı Bush'un da baskıları ile 10 Kasım 1975 tarihli ve 3379 sayılı, "siyonizmin bir çeşit
ırkçılık ve ırk ayrımı olduğu" yolundaki kararını geri almasında 500. Yıl Vakfı yoluyla yürütülen çalışmaların ve
dünyadaki çeşitli güç merkezlerine yakınlıkları ile bilinen yahudi lobilerinin önemli rol oynadığı bir gerçektir.

Gerek Türkiye'de ve gerekse Türkiye dışında basın - yayın organları üzerinde küçümsenemeyecek bir
etkinliğe sahip olan yahudi lobileri için 500. Yıl Vakfı'nın çalışmaları iyi bir propaganda malzemesi olarak
kullanıldı. Mesela Türkiye'de çok sayıda yayın organı, bu vakfın kuruluşu ve yürüttüğü çalışmalar dolayısıyla
yahudilerden övgüyle söz eden dizi yazılar ve makaleler yayınladılar. Bu yazı ve makalelerde Osmanlı
hoşgörüsünün vurgulanmasından çok yahudinin sevimli gösterilmesine çalışıldığı hemen dikkat çekiyordu.

500. Yıl Vakfı ve Türkiye Yönetimi

Türkiye yönetimi, 500. Yıl Vakfı'na gerek kuruluşunda gerekse programlarını uygulamaya koymasında her
türlü kolaylığı gösterdiği gibi maddi yönden destek de sağladı. Türkiye hükümetinin böyle bir maddi destek
sağladığı bizzat vakfın başkanı Jak Kamhi tarafından şu şekilde dile getirilmişti: "Devlet desteği yalnız
uluslararası tanıtım vb. faaliyetlerde oluyor. Tabii bu arada bütün dünya yahudi liderlerini bir araya getirip bir
konser adı altında 'Evrensel Yahudi Đttifakı' girişimleri de bu faaliyetlerin arasında yer alabiliyor."

Türkiye hükümetinin 500. Yıl Vakfı'na bu desteği sağlamasında Türkiye'deki yahudi azınlığın ve Dönme
kökenlilerin lobi faaliyetlerinin yanı sıra, bu vakfın Türkiye adına dünya çapında lobi faaliyetlerinde
bulunacağı ümidinin de önemli rolü olmuştur. 500. Yıl Vakfı' nın şartnamesinde, vakfın amaçlarından:
"Türklerin devlet ve toplum olarak üstün insanlık vasıflarını her türlü olanaktan yararlanarak tüm dünyaya
tanıtmak, din ve vicdan hürriyetlerini korumak için bağnazlık ortamından kaçarak Türk toprağını vatan seçen
yahudilere kucak açan Türk milletinin insancıl yaklaşımını en geniş şekilde yurtiçinde ve yurtdışında
duyurmak ve Musevi yurttaşlarımızın şükran ifadelerinin açıklanmasına yardımcı olmak..." şeklinde söz
edilmesi hükümeti oldukça memnun etmişti. Osmanlı hoşgörüsünün, Osmanlı'nın yüce tuttuğu manevi
değerlere sırt çeviren mevcut Türkiye yönetimine mal edilmesi de bu yönetimin hoşuna gitmekteydi. Bu
yüzdendir ki söz konusu vakfın en faal olduğu iki yıl içerisinde üç hükümet değişikliğine gidilmesine rağmen
Türkiye yönetimi 500. Yıl Vakfı'nı destekledi ve birbirini izleyen bu üç hükümetin söz konusu vakıfla ilgili
politikalarında herhangi bir değişiklik olmadı. Bu tutum sonraki dönemlerde de aynen devam etmiştir ve
hükümet değişiklikleri adı geçen vakfın konumunu değiştirmemiştir.

500. Yıl Vakfı'nın Türkiye'nin siyonizmi ırkçılık olarak kabul eden BM kararının geri alınması konusuyla ilgili
tutumunu etkilediği de söylenebilir. Bu etkinin bir sonucu olarak Türkiye, söz konusu kararın geri alınması
konusunda çekimser kalmayı tercih etti. Başbakan Süleyman Demirel konuyla ilgili açıklamasında, Đsrail'in
barış masasında tutulabilmesi için eski kararın iptalinin gerektiğini söylemiş, o zamanki Dışişleri bakanı
Hikmet Çetin de: "Bizim farklı bir durumumuz var, en makulü çekimser kalmaktı" demişti.

O zaman birbirlerinin ellerini sıkmayan cumhurbaşkanı Turgut Özal ile başbakan Süleyman Demirel'in, Đsrail
cumhurbaşkanı Haim Hertzog'un Türkiye'yi ziyareti esnasında gerçekleştirilen "500. Yıl Vakfı'nın Galası"nda
bir araya gelebilmeleri de bu vakfın gücünün ve Türkiye'deki yönetimin bu vakfa verdiği önemin bir
göstergesiydi.

Dipnotlar:
1) Süleyman Kocabaş, Türkiye ve Siyonizm, sh. 52, Vatan Yayınları, Đstanbul, 1987
2) Süleyman Kocabaş, a. e., sh. 52
3) Bilim Araştırma Grubu, Yehova'nın Oğulları ve Masonlar, sh. 62-63, Araştırma Yayıncılık, Đstanbul, 1993
4) Yakın Tarih Ansiklopedisi, C. 1, sh. 15, Vakit Yayınları, Đstanbul, tarihsiz
5) Prof. Dr. Đhsan Süreyya Sırma, Birkaç Sahife Tarih, sh. 225, Selam Yayınevi, Konya, tarihsiz
6) Cemal Topuzlu, 80 Yıllık Hatıralarım, sh.18, Đstanbul, 1939; Đhsan Süreyya Sırma, aynı eser, sh. 225-226
7) Aynı eser, sh. 69
8) Büyük Đslam Tarihi, C. 7, sh. 246, Çağ Yayınları, Đstanbul, 1990
9) Ömer Faruk Yılmaz, Masonlar ve Đngilizlerin Tertibi 31 Mart Hadisesi, Akit gazetesi, 15 Nisan 2000, sh. 2
10) Angelo Jacovella, Jöntürk-Mason Đşbirliği, Tarih ve Medeniyet dergisi, sayı: 63, sh. 28, Haziran 1999
11) Doç. Dr. Şükrü Karatepe, Meşrutiyet ve Anayasa, sh. 84-85, Yeni Şafak Yayını, Đstanbul, 1995
12) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, YEE; 18, 525/622, 128, 30
13) Sultan II. Abdülhamit, Siyasi Hatıratım, sh. 76, Dergah Yayınları, Đstanbul, 1984
14) Lütfi Simavi, Sultan Mehmed Reşad Han'ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim, sh. 1
15) Ali Uğur, Dünya Siyonist Kongreleri ve Türkiye, sh. 72-73, Ocak Yayınları, 1986
16) Doç. Dr. Abdurrahman Küçük, Dönmeler Tarihi, sh. 543, Rehber Yayınları, Ankara, 1990; G. Scholem,
Doenmeh, Encyclopedia Judaica, VI/150-151
17) A. N. Ölçen, Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda Kuvvetler Ayrımı ve Siyasal Đşkenceler, sh. 49, Ankara, 1982
18) Eski Bahriye Vekili (Deniz Kuvvetleri Bakanı) Topçu Đhsan, Resimli Tarih Mecmuası, Haziran 1991, Sayı:
18, sh. 780,
19) Bilim Araştırma Grubu, Yehova'nın Oğulları ve Masonlar, sh. 65; Haydar Kazgan, Galata Bankerleri, sh.
45
20) Ilgaz Zorlu, Evet Ben Selanikliyim - Türkiye Sabetaycılığı, sh. 17-21, Belge Yayınları, Đstanbul, 1999
21) Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, C. 3, sh.1049-1050, Altındağ Yayınevi, Đstanbul, 1967
22) Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri Đle Rauf Orbay, sh.96-97; Hasan Hüseyin Ceylan,
Büyük Oyun, C. 2, sh. 22-23, Rehber Yayınları, Ankara, 1995
23) H. Hüseyin Ceylan, a. e., C. 3, sh. 36; Çetin Özek, Türkiye'de Gerici Akımlar, sh. 31-34, Varlık Yayınları,
Đstanbul 1964
24) Abdurrahman Küçük, Dönmeler Tarihi, sh. 544
25) Ilgaz Zorlu, a. e., sh. 115-116
26) Bilim Araştırma Grubu, Yehova'nın Oğulları ve Masonlar, sh. 692
27) Marie Claire, Ocak 1992, sh. 38
28) Ilgaz Zorlu, a. e., sh. 132
29) Şalom, 22 Mayıs 1991
Founders of the QuIncentennIaL FoundatIon (500. YIL VAKFI KURUCULARI)
(http://sephardichouse.org/500a.html)

Izak Abudaram, ELI Acman, BuLent AkarcaLI, Ishak ALaton, Yako ALguadIs, Avram ALkas, Yakup ALmeLek,
Jak Amram, NIno SaLamon AnavI, Reha Arar, Rauf ArdIttI (§), DavIt Asseo, BekI LuIza Bahar, IzIdor
Barouh, Yakup Barouh, Fuat BayramogLu (§), SeLIm Beceren, ELIas Behmoaras, YILmaz Benadrete, Davut
Benardete, NesIm Benbanaste (§), MorIs Bencuya, MIdat BenhayIm (§), MIseL Benrey, SeLahattIn BeyazIt,
SaLamon BIcIrano, ALber BILen, Ahmet BInbIr, SerbuLent BIngöL (§), MIseL BorItzer (§), VIktor
Braunstayn, LorI BurLa, Irfan CerrahogLu, Dr. ALev Coskun, Teddy Danon, M.NezIh DemIrkent, FredI
SaLom DevIdas, Yavuz Donat, Nejat EczacIbasI (§), Hasan SerIf EgeLI, Orhan EraLp (§), Ishak FaracI,
Rober FILIba, EmIL Franko (§), MarIo Frayman, UzeyIr GarIh, Yomtov GartI, Yusef Gerez, Abram
GoLdenberg, Leon Grunberg, NaIm GuLeryuz, AydIn Gun, HaLIL KemaL Guruz, VItaLI Hakko, Zehra
HaLefogLu, Mose HaLeva, Leon HananeL, EroL Avram HasId, RIfat Hassan, Izzet Hatem, SamI Herman, Jak
KamhI, SeLIm KanetI (§), Oguz Karahan, Izzet Kayan, IsmaIL Necdet Kent, YILdIz Kenter, Izzet KerIbar,
ALtemur KILIc, ALI Coskun KIrca, Yavuz KIrec (§), SehabettIn Kocatopcu, Recep Koc (§), HayIm Kohen,
HayIm E. Kohen, SamI Kohen, Jak KornfILt, ALI Mansur, DanyaL Navaro, Fanny MotoLa, Bernar Nahum (§),
SeLcuk E. OnuLduran, LeyLa Navaro, Aaron Nommaz, SILven S. Ovadya, SInasI OreL (§), Ahmet SezaI
Orkunt, Jozef OzeL (§), Umran Oyman, TuLay Oney, MIthat PerIn, RemzI Pensoy, ELIyahu Perahya, (§),
SeLIm PInhas, BensIyon PInto, ALbert Razon, RIfat Saban, SeLIm Razon, RafaeL RodItI, TevfIk SaracogLu
(§), SakIp SabancI, VItaLI Saporta, Ogan SoysaL, SILvIo Saya, Mukadder SezgIn, UnaL TekInaLp, Fuat
Suren, Mehmet SuhubI, Yako VeIssId (§), RafaeL ToreL, Behcet Turemen, ELIa Ventura, Vakur M. Versan.
(§) Represents persons whom we Lost.

Further PartIcIpants
Ahmet BacaksIzLar, TugruL ErkIn, Aaron HabIp, NedIm Yahya (§)

Honorary Members
ELI AcIman, NesIm Benbanaste (§), SInasI OreL (§), Yako VeIsId (§)

FIrst Board of DIrectors


ChaIrman Jak V. KamhI; VIce ChaIrman: NaIm GuLeryuz, TevfIk SaracogLu (§), Yako VeIsId (§); Members:
ELI AcIman, ALber BILen, Dr. ALev Coskun, UzeyIr GarIh, AydIn Gun, VItaLI Hakko, Coskun KIrca, SamI
Kohen, TuLay Oney, RIfat Saban, Mukadder SezgIn, Ogan SosyaL, Vakur Versan; Secretary-GeneraL:
Behcet Turemen; CoordInator: NedIm Yahya (§);

ActuaL Board of DIrectors


ChaIrman: Jak V. KamhI; VIce ChaIrman: Yakup Barouh, NaIm GuLeryuz, TevfIk SaracogLu (§); Members:
BuLent AkarcaLI, UzeyIr GarIh, VItaLI Hakko, Coskun KIrca, SamI Kohen, LeyLa Navaro (resIgned), TuLay
Oney, SeLIm PInhas, RIfat Saban, Mukadder SezgIn, UnaL TekInaLp, Behcet Turemen, Vakur Versan;
CoordInator: NedIm Yahya (§); AdvIser: Harry OjaLvo
The QuIncentennIaL FoundatIon USA ExecutIve CommIttee (SeLf-dIssoLved upon compLetIon of Its
functIon)
Honorary PresIdent: Haham Dr. SoLomon Gaon; PresIdent: Jeffrey SteIner; VIce-PresIdent: Ahmet Ertegun;
VIce PresIdent: Leon Levy; ChaIrman: Ivan SchIck; VIce-ChaIrman: PauL S. Berger Esq.; Treasurer: NedIm
Sadaka, ExecutIve DIrector: Ed ALcosser

Yahudiler Đspanya ve Portekiz'den tard edildikten sonra, Osmanlı Devleti'ne sığınmalarının 400 üncü sene-i
devriyesi münasebetiyle EL TIYEMPO adlı Yahudi gazetesinde neşrolunmuş bir şiir:

Mûsevîler bir zaman Đspanya'da mağdur iken


Terk-i din ü can ve mâle mübtelâyı zor iken
Ser ü vebâlini sefâlet, mihnet ü zulme esir
Türlü türlü darbe-i şiddetle makdûr iken
Zar ü giryân ü perişân ve metlûl ü bîaman
Cümlesi bîtâb ü kudret ölmeğe mecbur iken
Yaş dökerdi Mûsevîler zulm ile şam ü sefer
Anları mazlûm eden düşmanları mesrûr iken
Etti ibzâl-i himâyet Bayezid-i Hân-ı Veli.
Nice bin dermândeler o ednâ maddeten dûr iken
Asitân-i devlete geldi sığındı âcizân
Gördü envâ-i avâtıf cümlesi mağdûr iken.

Members

AydIn CagInaLp Esq., Dr. Isaac Cohen, SaLomon GarazI, Joan Jacobson, ArIf MardIn, VaLLIa ShapIro,
RonIe ShapIro, HuseyIn Unver,. ExecutIve DIrector, Ed ALcosser

Honorary Board
Shoshana CardIn, Stuart E. EIzenstat Esq., Abraham H. Foxman, CharLes Goodman, RabbI ALfred
GottschaLk, RabbI IrvIng Greenberg, DavId HarrIs, Morton KornreIch, Senator Joseph LIeberman, Norman
LIpoff, RabbI HaskeL LoksteIn, Ruth PopkIn, Edmond Safra, Andre G. Sassoon, RabbI ALexander SchIndLer,
Professor Stanford Shaw, Aden E. Shenker Esq., Henry SIegman, Abraham D. Sofaer Esq., Howard M.
Squadron Esq., Amb. Robert Strauzs-Hupe, Dr. SamueL ThIer, Peggy TIshman, Maynard WIshner, HarrIet
MouchLy-WeIss.
AdvIsory Board (SeLf-dIssoLved upon compLetIon of Its functIon)
Isaac AssaeL, Max CandIotty, Leonard CoLchamIro,Dr. MartIn ELIas, SaLomon GarazI, JuLIus KamhI Esq.,
Joe NessIm, Jak Pesso, Professor Aron RodrIgue, IrvIng L. Rousso, Bernard WuzIeL.

Mason ve Dönmelerin dümen suyundaki Đttihat ve Terakki´nin iktidarda olduğu 1912 senesine ait Nazilli´den
postalanmış bir mektubun üzerindeki bir Osmanlı posta pulu. Padişah tuğrası iptal edilip üzerine hilâl ve
davudî yıldız basılmış. Kurmayı hayal ettikleri devletin bayrağı böyle mi olacaktı acaba

YAHUDĐLĐK VE ANADOLU'DAKĐ GELĐŞMESĐ


Doç.Dr. Baki ADAM

Doç.Dr. Baki Adam, 1962 yılında Denizli'nin Tavas ilçesine bağlı Balkıca köyünde doğdu. 1987'de Ankara
Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. 1988'de aynı Fakültenin Dinler Tarihi Anabilim Dalı'nda
araştırma görevlisi olarak göreve başladı. 1989'da "Dinlerde Hacc Đbadeti Üzerine Bir Araştırma" isimli teziyle
Yüksek Lisans öğrenimini bitirdi. 1990'da Dinler Tarihi Anabilim Dalı'nda doktora çalışmalarına başladı. 1991-
1992 yılları arasında sekiz ay süreyle Đsrail'de Tel-Aviv Üniversitesinde kaldı. Haziran 1994'te "Yahudi
Kaynaklarına Göre Tevrat ve Yahudi Hayatındaki Yeri isimli doktora teziyle doktor unvanını aldı. 27 Kasım
1997'de de Doçent oldu. Halen Ankara Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı'nda
çalışmaktadır.

Yahudiliğe mensup olanlar, tarihten günümüze, Đbranî, Đsrail ve Yahudi isimleriyle anılmışlardır. "Đbranî" ve
"Đsrail" tarihî anlamda, "Yahudi" ise özel ve yaşayan bir kavmi tanımlamak için kullanılmıştır. Bunlardan
"Đsrail" ve "Yahudi" isimleri daha çok kullanılmıştır. Tarih içinde bu iki isim, karakterle ilgili bir muhteva
kazanmıştır. "Đsrail" olumlu karakteri, "Yahudi" ise olumsuz karakteri belirtir olmuştur. Bugün Yahudiler,
"Đsrail" ve "Yahudi" ismini kullanmaktadırlar. 1948'de Filistin'de kurulan devletin adı Đsrail'dir. Bu devletin
vatandaşlarına, etnik kökenine bakılmaksızın "Đsraelî" (Đsrailli) denilmektedir. Yahudi ismi ise, ırken ve dinen
Yahudi olanlar için kullanılmaktadır. Musevi ismi, Osmanlı'nın son dönemlerinde kullanılmaya başlamıştır. Bu
isim, bugün sadece Türkiye'de kullanılmaktadır. Yahudi ismiyle aralarında hiçbir fark yoktur. Bununla birlikte,
Türkiye'deki Yahudiler Musevi adını tercih etmektedirler. Bu tercihte, Yahudi isminin taşıdığı olumsuz anlam
etkili olmaktadır. Yahudi din adamlarının belirlediği kurallara göre, Yahudi olmanın bazı ırkî ve dinî şartları
vardır. Yahudi olmanın temel ön şartı, Yahudi bir anne-babadan veya Yahudi bir anneden doğmaktır. Sadece
babası Yahudi olan bir kimsenin Yahudi sayılabilmesi için Yahudi dinine de girmesi gerekir. Milliyeti
bakımından Yahudi olmayıp sonradan Yahudiliğe giren kimse de Yahudi sayılır. Bu bakımdan "Yahudilik"
terimi; belli bir ırka, kültüre ve dine mensubiyeti ifade eden çok kapsamlı bir anlam ihtiva etmektedir.
YAHUDĐLĐĞĐN DOĞUŞU VE GELĐŞMESĐ

Yahudiliğin tarihi Hz. Đbrahim'le başlar. Yahudilerin büyük atası olan Hz. Đbrahim, Tevrat'ın ifadesine göre
Keldanîlerin Ur şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Terah (Đslam kaynaklarında Azer), ailesini alarak Harran'a
göç etmiştir. Tanrı, daha sonra, Hz. Đbrahim'e Kenan bölgesine gitmesini emretmiştir. Bunun üzerine Hz.
Đbrahim, ailesini ve kardeşinin oğlu Lut'u yanına alarak Kenan'a gitmiştir. Daha sonra, Kenan'da kuraklığın
baş göstermesi üzerine Mısır'a giden ve orada bir süre kalan Hz. Đbrahim, Mısır firavunun verdiği hediyelerle
zengin olarak tekrar Kenan'a dönmüştür. Yanında, eşi Sara'nın cariyesi Hacer (Hagear) de vardır.

Hz. Đbrahim'in yaşı ilerlemiş olmasına rağmen, eşi Sara'nın kısırlığı sebebiyle bir çocuğu olmamıştır. Bu
durumdan rahatsız olan eşi Sara, Hz. Đbrahim'e cariyesi Hacer'le evlenmesini teklif etmiştir. Hz. Đbrahim,
Hacer'le evlenmiş ve bu evlilikten Đsmail dünyaya gelmiştir. Hacer'in Hz. Đbrahim'e bir oğul vermesi Sara'nın
kıskançlığına yol açmıştır. Bunun üzerine Tanrı, meleklerini misafir kılığında Hz. Đbrahim'e göndererek
Sara'nın bir erkek çocuk doğuracağını müjdelemiştir.

Sara, kendi oğlu dünyaya gelince Hacer'e ve oğlu Đsmail'e daha fazla kıskançlık duymaya başlamıştır. Bu
kıskançlığı yüzünden Hz. Đbrahim'den, Hacer ve oğlu Đsmail'i yanından uzaklaştırmasını istemiştir. Tanrı, Hz.
Đbrahim'e, Sara'nın sözünü dinlemesini, soyunun Đshak'ta yüceleceğini bildirmiştir. Ayrıca onunla bir de ahit
yapmış, Đsmail'in soyunu mübarek kılıp bir millet yapacağını vadetmiştir. Bunun üzerine Hz. Đbrahim, Hacer
ile oğlu Đsmail'i Paran denilen yere götürüp bırakmıştır. Đsmail, oraya yerleşmiş ve Arapların atası olmuştur.

Tevrat'a göre Hz.Đbrahim'in neslini devam ettiren Đshak'ın da iki oğlu vardı. Bunlardan birinin adı Esav,
diğerinin adı Yakup'tur. Esav ile Yakup arasında doğdukları günden beri çekişme vardı. Bu çekişme, ilk oğul
olmakla ilgiliydi. O zamanlar Đbraniler'de ailenin ilk oğlu olmak ayrıcalık taşımaktaydı. Babanın otoritesi ve
malının büyük bir kısmı ilk oğula kalıyordu. Đshak yaşlanıp gözleri görmez olunca, ilk doğan Esav için bereket
duası etmek istedi. Fakat Yakup, annesinin de yardımını alarak babasına kendisini Esav olarak tanıttı ve
bereket duasını aldı. Böylece, Esav'ın hakkı olan ilk oğulluğun imtiyazını ele geçirmiş oldu. Tanrı, Yakub'un ilk
oğulluğunu onaylayarak onu mübarek kıldı. Onu, büyük bir neslin atası yaptı. Bu durum, Esav'ın Yakup'a kin
beslemesine yol açtı. Esav'ın öldürmesinden korkan Yakup Harran'a, dayısı Laban'ın yanına gitti. Orada
dayısının iki kızıyla evlendi. Yakub'un, dayısı Laban'ın iki kızından ve cariyelerinden on iki oğlu oldu.
Đsrailoğullarının on iki kabilesinin kökeni, Yakub'un bu on iki oğluna dayanmaktadır.

Yakup, Harran'da uzun bir süre kaldıktan sonra tekrar atalarının yurdu Kenan'a geldi. Yakub'un küçük oğlu
Yusuf'a karşı derin bir sevgisi vardı. Kardeşleri Yusuf'u kıskandılar ve onu bir kuyuya attılar. Mısır'a mal
götüren bir ticaret kervanı Yusuf'u kuyudan çıkardı ve Mısır'da firavunun memuru Potifar'a sattı. Daha sonra
Yusuf, Tanrının yardımıyla firavunun sarayına maliye nazırı oldu. Mısır'ın bütün ekonomisi Yusuf'a teslim
edildi.

Hz. Đbrahim zamanında olduğu gibi Kenan'da tekrar kıtlık baş göstermişti. Mısır'da erzakın olduğunu haber
alan Yakup, oğullarını Mısır'a gönderdi. Bunlar, Mısır'da Yusuf'la karşılaştılar. Yusuf, Mısır'a gelmesi için
babasına haber gönderdi. Bunun üzerine Yakup, kabilesini de yanına alarak Mısır'a gidip yerleşti. Fakat,
Yusuf'un ölümünden sonra Mısır'da durum değişti. Tahta geçen yeni firavun Đsrailoğullarını köleleştirdi.
Đsrailoğulları, dört yüz sene Mısır'da köle olarak kaldılar.

Đsrailoğullarının bu esareti sırasında, dönemin Mısır firavunu bir rüya gördü. Rüyayı yorumlayan kahinler
yakında Đsrailoğulları arasından bir erkek çocuğun dünyaya geleceğini ve bu çocuğun firavunun tahtını
elinden alacağını söylediler. Bu haber, firavunu telaşlandırdı. Firavun, o yıl doğacak olan bütün erkek
çocuklarının öldürülmesini emretti. Hz. Musa da o yıl dünyaya gelmişti. Hz. Musa'yı gizlice dünyaya getiren
annesi, Tanrı'nın vahyi üzerine onu bir sepetin içine koyup Nil nehrine bıraktı. Firavunun adamları sepeti alıp
saraya götürdüler. Firavun, çocuğu evlat edindi.

Firavun'un sarayında büyüyen Hz. Musa, bir gün şehre gitti. Şehirde dolaşırken bir Đsrailli ile bir Mısırlının
kavga ettiğini gördü. Musa, Đsrailliye yardım etmek amacıyla kavgaya müdahale etti ve Mısırlıya bir tokat
vurdu ve kazaen Mısırlı öldü. Firavunun kendisini cezalandırmasından korkan Hz. Musa, Mısır'ı terk edip
Medyen'e kaçtı. Orada, Medyen kahini Yetro'nun (Şuayb) yanında çalışmaya başladı. Bir süre sonra onun kızı
ile evlendi.
Tanrı, bir gün Yetro'nun koyunlarını otlatırken Horeb dağında yanan bir çalılığın içinden Hz. Musa'ya hitap
etti ve ona, Đsrailoğullarını Mısır esaretinden kurtarma görevi verdi. Kardeşi Harun'u da ona yardımcı yaptı.
Bu aynı zamanda Hz. Musa'nın peygamberlik görevinin de başlangıcıydı.

Hz. Musa Tanrıdan bu görevi aldıktan sonra Mısır'a gitti ve firavundan kavmi Đsrailoğullarını serbest
bırakmasını istedi. Kur'an-ı Kerim'e göre onu tek bir Allah'a inanmaya da davet etti. Fakat firavun,
Đsrailoğullarını serbest bırakmama konusunda inat etti. Bunun üzerine Mısır'ın üzerine bir çok felaket geldi.
Sonunda, Mısırlıların da baskısıyla firavun inadından vazgeçti. Hz. Musa, Đsrailoğullarıyla birlikte Mısır'dan
çıktı. Üç ay sonra Sina'ya vardı. Orada Tanrı, Yahudiliğin temel ilkelerini oluşturan On Emir'i iki levhaya
yazılmış halde Hz. Musa'ya verdi. Bu levhalarda, tek tanrıcılığın temel ilkeleri ile genel ahlak ilkeleri yer
almaktaydı.

Sina'daki bu vahiy olayından sonra Hz. Musa, ataları Đbrahim'e, Đshak'a ve Yakub'a vadedilmiş olan kutsal
topraklara, Arz-ı Mevud'a gitmek için Đsrailoğullarıyla birlikte yola çıktı. Đsrailoğulları bu göç esnasında sık sık
isyan ettiler, Hz. Musa'ya zorluk çıkardılar. Tanrı, isyanları sebebiyle bir çok kez onları cezalandırdı. En büyük
ceza ise kırk yıl çölde dolaşmalarıydı. Mısır'dan çıkan ilk nesil çölde telef oldu. Bunlar, hem Tevrat'ta hem de
Kuran-ı Kerim'de detaylı olarak anlatılmaktadır. Mısır'dan çıkan ilk nesilden sadece iki kişi, Yefunne oğlu
Kaleb ile Nun oğlu Yeşu vadedilen kutsal topraklara ulaşabildi. Tevrat'ın ifadesine göre, Hz. Musa bile işlediği
küçük bir suç yüzünden kutsal toprakları göremedi.

Hz. Musa, peygamberlik görevi süresince Tanrının kendisine bildirdiği ayetleri bir kitap haline getirdi ve onu
iki levhayla birlikte Ahit Sandığı'nın (Tabutu'l-âhd) içine koydu. Bu Ahit Sandığı'nı Đsrailoğulları göç yolunda
daima yanlarında taşıdılar. Hz. Musa, yüz yirmi yaşında iken Moab diyarında öldü ve oraya gömüldü.

Hz. Musa'nın peygamberliği döneminde Yahudi dini büyük ölçüde teşekkül etti. Đtikat, ibadet, ahlâk ve
hukukla ilgili kurallar belirlendi. Ayrıca, Đsrailoğulları kutsal topraklara yerleştikleri zaman kurulacak devletin
yapısı da tayin edildi.

Hz. Musa'dan sonra onun yerine Nun oğlu Yeşu geçti. Yeşu, kutsal topraklara göç yolunda Đsrailoğullarına
hem liderlik hem peygamberlik yaptı. Ona da Tanrı tarafından yeni hükümler gönderildi.

Yeşu'dan sonra Đsrailoğulları bir süre lidersiz kaldı. Kabileler "şoftim" denilen hakimler tarafından idare edildi.
Bu dönem, din tarihinde ve Đsrailoğullarının tarihinde farklı durum göstermektedir. Kabilelerin başında bir
peygamber bulunmamasına rağmen Tanrı onlara vahiy göndermeye devam etmiştir. Bu, o dönemdeki
olayları ihtiva eden Eski Ahit'in Hakimler kitabında anlatılmaktadır.

Daha sonra Đsrailoğullarına peygamber olarak Samuel gönderildi. Halkın isteği üzerine Saul (Kur'an'daki ismi
Tâlut), onlara kral tayin edildi. Saul zamanında Đsrailoğulları Filistinlilerle savaştılar. Hz. Davud, bu savaşta
büyük başarılar gösterdi ve Đsrailoğullarının zafer kazanmasını sağladı.

Saul'un ölümünden sonra Davud, Đsrailoğullarının başına kral olarak geçti. Yahudi kutsal kitabına göre onun
peygamberlik görevi yoktu. Onun zamanında Natan gibi peygamberler görevlendirilmişti. Davud, Kudüs'ü
fethedip orasını başkent yaptı. Böylece Đsrailoğulları kutsal toprakları ele geçirdiler. Davud, Kudüs'te büyük
bir mabet inşa etmek istedi, fakat Tanrı bu işin oğlu Süleyman'a nasip olacağını söyleyerek vazgeçmesini
sağladı.

Bir peygamber sayılmamakla birlikte Davud, kral olarak Yahudi tarihinde önemli bir isimdir. Onun zamanında
Đsrailoğulları en ihtişamlı dönemlerini yaşamışlardır. Tarih boyunca Yahudiler, hep onun zamanındaki
ihtişamlı yaşamı özlemişler, Davud soyundan bir mesihin gelip onları kurtarmasını ve kutsal topraklara
toplayıp o ihtişamlı krallığı kurmasını beklemişlerdir. 1948'de bağımsız Đsrail devletinin kurulmasına rağmen
dindar Yahudilerin hepsi hâlâ o mesihi beklemektedir.

Davud'un ölümünden sonra yerine oğlu Süleyman geçti. Tanrının vadettiği gibi Süleyman, Kudüs'deki Moriah
dağında büyük mabedi inşa etti. Böylece, Yahudi tarihinde I. Mabet Dönemi başlamış oldu. Bu mabet, Bet-
Hamikdaş (Kutsal Ev) adıyla bilinmektedir. Đslam tarihinde ise adı Mescid-i Aksa'dır.
Süleyman'ın ölümünden sonra Đsraioğulları arasında huzursuzluk meydana geldi. Bunun nedeni, Davud'un
işlemiş olduğu bir günah idi. Đsrailoğulları, Süleyman'dan sonra bölünmekle cezalandırıldı. Biri kuzeyde Đsrail,
diğeri de güneyde Yahuda olmak üzere iki ayrı krallık ortaya çıktı. Bunlardan Đsrail krallığı putperestliğe
yöneldi. Bu krallık, M.S. 722'de Asur'lular tarafından ortadan kaldırıldı. Asur'lular, bölgedeki kontrollerini
sağlamak için Asur'dan bir grup insanı buraya getirip yerleştirdiler. Bu grup, daha sonra Yahudi inançlarını
benimsedi. Fakat Yahudiler, Đsrail ırkından olmamaları yüzünden bunları samimî Yahudi kabul etmediler.
Onları daima dışladılar.

Yahuda krallığı bir süre varlığını devam ettikten sonra o da M.S. 587'de Babil kralı Nabukednazar tarafından
yıkıldı. Kudüs'deki mabet Babilliler tarafından tahrip edildi ve halk Babil'e sürüldü. I. Mabet Dönemi de
böylece sona ermiş oldu. Bundan sonra Đsrailoğulları M.S. 1948'e kadar bağımsız bir devlet kuramadılar.
Daima sürgün hayatı yaşadılar.

Đsrailoğulları Babil'de yetmiş yıl kaldılar. Babil'deki sürgün hayatları, Perslilerin Babillileri yenmesinden sonra
sona erdi. Pers kralı Koreş (Cyrus) Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve mabedi yeniden inşa etmelerine izin
verdi. Ezra'nın önderliğinde mabet yeniden inşa edildi ve Yahudiliğin kurum ve kuralları hayata geçirildi.
Böylece, Yahudi tarihinde II. Mabet Dönemi başlamış oldu.

II. Mabet Dönemi, M.S. 70 yılına kadar devam etti. Romalıların idaresi altında yaşayan Yahudiler, çeşitli dinî
ve siyasî baskılar altındaydılar. Yahudi isyanları yüzünden M.S. 70 yılında Romalılar Kudüs'ü tamamen işgal
ettiler ve Babil sürgünü dönüşünde inşa edilen Mabedi yıktılar. Yahudilerin bazılarını da sürgüne gönderdiler.
Böylece, ilk defa Asur sürgünüyle başlayan Yahudi diasporası dünyanın bir çok bölgesine yayılmış oldu.

YAHUDĐLĐĞĐN TEMEL ÖZELLĐKLERĐ

Yahudiliğin bir takım temel özellikleri vardır. Bu özelliklerin en başında geleni, onun bir ahit dini olmasıdır.
Tanrı, Yahudilerin atası Hz. Đbrahim, Đshak ve Yakup'la bir ahit yapmıştır. Bu ahit, Đsrailoğullarının tanrının
seçkin milleti olmasıyla ilgilidir. Tanrı, Đsrailoğullarının atalarına, onların soylarını büyük bir millet haline
getireceğini ve süt ve bal akan kutsal toprakları onlara vereceğini vadetmiştir. Tanrı, daha sonra bu vaadini
Hz. Musa zamanında tekrarlamıştır. Bu yüzden Yahudilikte din ile milliyet iç içe girmiştir.

Yahudiliğin başka bir özelliği, kutsal bir toprakla kimlikleştirilmesidir. Yahudilik, bütün kurum ve kurallarıyla
ancak kutsal topraklarda yaşanabilir. Bu kutsal topraklar da Filistin'dir. Yahudiliğin diğer özellikleri ise mabet
ve mesihçiliktir.

Seçilmişlik

Yahudilere göre Tanrı, ataları Đbrahim, Đshak ve Yakup'la bir ahit yapmış ve onların soyunu kendisi için özel
millet olarak seçmiştir. Bu yüzden Tanrı, tarihte onlara daima yardım etmiştir. Dört yüz yıllık Mısır
esaretinden onları kurtarmak için Hz. Musa'yı görevlendirmiş ve kendisi de onların kurtuluşuna müdahalede
bulunmuştur. Kutsal kitabı Tevrat'ı diğer milletlere vermemiş, onu özel milletine teslim etmiştir.

Seçilmişlik fikri, Yahudileri tarih boyunca daima diğer milletlerden farklı kılmıştır. Yahudiler, her türlü baskı ve
zorlama karşısında millî ve dinî kimliklerini bu fikir sayesinde koruyabilmişler ve ideallerini canlı tutmuşlardır.
Bu sayede onlar, yaklaşık iki bin yıllık sürgün hayatından sonra, 1948'de kutsal topraklarda bağımsız bir
Yahudi devleti kurmayı başarmışlardır.

Dindar Yahudiler, seçilmişliği bir imtiyaz değil, külfet olarak görürler. Çünkü, tarlanın nasıl ekilip
biçileceğinden, elbisenin rengine ve biçimine kadar hayatın her alanını kurallara bağlayan bir dini yaşamak
ve yaşatmak zorunda olduklarını düşünürler.

Yahudilerin bu seçilmişliği, Kur'an-ı Kerim'de Bakara Suresi 47. âyette de söz konusu edilmektedir. Allah
Yahudilere, bir zamanlar kendilerini seçtiğini, diğer milletlere üstün kıldığını ve onlara çeşitli nimetler
verdiğini hatırlatmaktadır.
Kutsal Toprak Ve Mabet

Yahudilik, diğer dinlerden farklı olarak, belli bir toprakla kimlikleştirilmiş bir dindir. Yahudiliğin en temel
kurum ve kuralları bu topraklara göre belirlenmiş ve şekillenmiştir. Tanrının seçip belirlemesi nedeniyle kutsal
sayılan bu topraklar, Filistin topraklarıdır. Yahudilik bu toprakların dışında tam olarak yaşanamaz. Zorunlu
sürgün hali hariç, Tevrat'ın buyruklarına kulak veren Yahudilerin mutlaka bu topraklarda yaşamaları gerekir.
Yahudi din bilginleri, şartları uygun olup ta kutsal topraklarda yaşamayan Yahudileri Tevrat'ın buyruklarına
karşı gelmiş bir asi olarak değerlendirmektedirler.

Yahudi geleneğine göre, kutsal topraklar içinde yer alan Kudüs, dünyanın merkezidir. Öldükten sonra tekrar
dirilme buradan gerçekleşecektir. Dünyanın değişik bölgelerinde gömülmüş olan Yahudiler tekrar dirilme
gününde yer altındaki kanallar yoluyla kutsal topraklara gelecek ve oradan dirileceklerdir

Đşte bu nedenlerden dolayı Yahudiler, zorunlu kalmadıkça kutsal toprakların dışında yaşayamazlar. Hatta bu
topraklardan başka bir yerde devlet kurmaları bile caiz değildir. Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, XIX.
yüzyılda böyle bir teşebbüste bulunmuş, fakat dinî otoritelerin tepkisiyle karşılaşmıştır.

Yahudilik, kutsal sayılan Filistin topraklarıyla kimlikleştirilmiş bir din olduğu gibi aynı zamanda mabet merkezli
bir dindir. Yahudilikteki bir çok kuralın mabette gerçekleştirilmesi gerekir. Bu mabet de her hangi bir mahalli
sinagog (havra) değildir. Yerini Tanrının seçmiş olduğu ve onun istemesiyle Kral Süleyman tarafından
yaptırılan Kudüs'deki meşhur mabettir. Süleyman Mabedi olarak da bilinen bu mabedin Yahudiler nezdindeki
adı Bet-Hamikdaş'tır (Kutsal Ev). Bir çok defa tahribata uğrayan ve en son M.S. 70 yılında tamamen yıkılan
Süleyman Mabedi'nden geriye bugün sadece batı duvarı kalmıştır. Mabedin yerine daha sonra Müslümanlar
tarafından Mescid-i Aksa inşa edilmiştir. Süleyman Mabedi'nden kalan batı duvarı Yahudiler için önemlidir.
Adı, Đbranice'de "Kotel"dir. Yahudiler, bu duvarın önünde Mabedin durumu için ağıt yakarlar ve en kısa
zamanda yeniden inşa edilmesi için Tanrıya yakarırlar.

Yahudiler, 1967 yılındaki savaş sonucunda Kudüs'e tamamen hakim olmalarına rağmen Mescid-i Aksa'yı yıkıp
yerine Süleyman Mabedi'ni tekrar inşa etmemişlerdir. Bunun iki nedeni vardır. Bunlardan biri Müslümanların
tepkisi, diğeri ve en önemlisi Yahudiliğin mesihçi karakteridir. Đsrail devleti, Đslam dünyasının tepkisinden
çekindiği için şimdiye kadar bunu plânlamamıştır. Đsrail devletinin bu tutumunda dinin de önemli katkısı
vardır. Çünkü, Ortodoks Yahudiliğe göre Süleyman Mabedi'nin yeniden inşa edilmesi, mesihin gelmesine
bağlıdır. Mesihin gelmesinden önce girişilecek böyle bir faaliyet, dinî otoritelerin tepkisini çekecek, din ile
devlet karşı karşıya gelecektir. Bu nedenle Yahudiler, Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa etme teşebbüsünde
bulunmamaktadırlar.

Mesihçilik

Mesih bir kurtarıcıdır. Uzun süre sıkıntıyla karşılaşmış, kendi çabalarıyla sıkıntıdan kurtulamamış tüm
milletlerde bir mesih beklentisi olmuştur. Yahudilerdeki mesih beklentisi, M.S. 70 yılında Roma istilasından
sonra belirgin hale gelmiştir. Romalılar, Yahudilerin Kudüs'deki mabedini yıkmış, önemli dinî kurumlarını
ortadan kaldırmış ve Yahudiler üzerinde büyük bir baskı uygulamışlardır. M.S. 70 yılındaki bu yıkımdan sonra
Yahudiler bir daha toplanma fırsatı bulamamışlar ve 1948 yılına kadar devamlı başka milletlerin egemenliği
altında yaşamışlardır. Bu durum onlarda, Davud soyundan gelecek ve kendilerini kurtaracak olağan üstü
güçlere sahip bir mesih inancının doğmasına yol açmıştır. Yahudi din adamları bu inancın temelini kutsal
kitaplara dayandırmışlardır. M.S. XII. yüzyılda meşhur Yahudi bilgini Maimonides (Đslam dünyasında Musa
bin Meymun olarak bilinir), Yahudiler için belirlediği on üç maddelik iman esasları arasına mesih inancını da
koymuştur. Yahudiler, her sabah ibadetinde "Geciktiği halde mesihin geleceğine inanırım" cümlesini iman
ikrarı olarak tekrar ederler.

Mesih inancı, özellikle Ortodoks Yahudiler arasında yaygındır. Ortodoks Yahudilere göre, Yahudiliğin bir çok
kurum ve kurallarının yeniden işlerlik kazanması mesihin gelmesine bağlıdır. Hatta bazı dinî gruplara göre
devletin kurulması bile mesihle bağlantılıdır. Bu gruplar, mesih gelmeden kurulduğu için bugünkü Đsrail
Devleti'ni küfür devleti olarak değerlendirirmektedirler. Doğu Avrupa Yahudileri, her doğan erkek çocuğun
mesih olabileceği beklentisi içerisindedirler.
Bu mesih beklentisi Yahudi tarihinde bir çok sahte mesihin çıkmasına neden olmuştur. XVII. yüzyılda
Sabatay Sevi isimli biri Đzmir'de mesihliğini ilan etmiş ve onun hareketleri dünya Yahudileri arasında heyecan
uyandırmıştır. Fakat onun, sonradan bu iddiasından vazgeçip Mehmet ismini alarak Müslüman olması hayal
kırıklığı yaratmıştır. Onun bu hareketinden sonra Türkiye'de Dönmeler adıyla bilinen bir dinî cemaat ortaya
çıkmıştır. Bu cemaat, Sabatay Sevi'nin görünüşte Müslüman, içten Yahudilik temeli üzerine oturtulmuş
ilkelerine bağlıdırlar.

TÜRKĐYE'DE YAHUDĐLĐK VE YAHUDĐLER

Yahudilerin Türkiye topraklarındaki mevcudiyeti oldukça eski tarihlere dayanır. Ege bölgesinde yapılan
arkeolojik kazılarda M.Ö. IV. Yüzyıla ait Yahudi yerleşim bölgelerine rastlanmıştır. Đzmir civarında Sart'ta,
M.Ö. 220 yılına ait eski bir sinagog kalıntısı bulunmuştur. Ayrıca, Marmara'da, Akdeniz'de ve Karadeniz sahil
şeritlerinde de eski çağ Yahudi yerleşim yerleri tespit edilmiştir. Yahudi tarihçi Josephus (M.S. 37-100?), Ön
Asya seyahatlerinde Yahudilerle karşılaştığını ve onlarla görüş alış verişinde bulunduğunu yazmıştır.
Osmanlıların Yahudilerle ilk karşılaşmaları, 1324 yılında olmuştur. Orhan Gazi Bursa'yı fethettiğinde, Bizans
idaresinde yaşayan Bursa Yahudileri Osmanlıları kurtarıcı olarak karşılamışlardır. Orhan Gazi, Bursa'nın
fethinden 50 yıl kadar önce çıkan bir yangın sonucu yok olan Etz-Hahayim (Hayat ağacı) sinagogunun
yeniden yapılmasına izin vermiştir. XIV. Yüzyılın ilk yarısında Avrupa'daki soykırımdan kaçabilen Aşkenaz ve
Karay Yahudileri Osmanlı'nın başkenti Edirne'ye sığınmışlardır. XV. Yüzyılda Sicilya'dan ve Selanik'ten kaçan
Yahudiler de huzuru Osmanlı topraklarında tatmışlardır. Türkiye topraklarındaki Yahudi nüfusunun
çoğalması, 1492 yılında meydana gelen Đspanya sürgününden sonra gerçekleşmiştir. Đspanya'yı
Müslümanların elinden alan Hıristiyanlar, Yahudileri ve Müslümanları göçe zorlamışlardır. Đspanya'yı terk
eden Yahudiler Osmanlı topraklarına sığınmışlardır. Osmanlı idarecileri de onlara kucak açmışlardır. Dönemin
Padişahı II. Beyazıt, eyalet valilerine ve sancak beylerine gönderdiği fermanda Yahudi göçmenlere yardımcı
olunmasını istemiştir. Daha sonraki dönemlerde de Hıristiyan baskısından kaçan Yahudilerin Osmanlı
topraklarına sığınması devam etmiştir. XVI. yüzyılın ortalarında Đstanbul'daki Yahudi nüfusu sekiz bini
aşmıştır. Bu sayı, Đstanbul'un toplam nüfusuna oranla oldukça yüksek bir rakam teşkil etmektedir. Osmanlı
topraklarında rahat bir yaşam süren Yahudiler, dinlerini ve kültürlerini geliştirmeye devam etmişlerdir.
Đstanbul, Đzmir, Selanik ve Safed gibi Osmanlı Türk şehirleri Sefarad Yahudilerinin kültür merkezleri haline
gelmiştir. Yahudiler, sanat ve ticaretin yanında devlet işlerinde de görev almışlar, dışişleri ve maliyede önemli
mevkiler edinmişlerdir. Saray hekimlerinin çoğunluğunu da Yahudiler teşkil etmiştir. Yahudiler, Osmanlı
yönetiminin bu hoşgörülü ortamında özellikle dinî edebiyat alanında dünyaca ünlü eserler vermişlerdir. Yosef
Karo, Yahudilerin temel dinî hukuk kitabı olan Şulhan Arukh'u Đstanbul'da tamamlamıştır. Yahudiler,
Osmanlı'nın adil ve hoşgörülü yönetiminden her zaman memnun olmuş, Türklerin yönetiminde yaşamayı
başka yönetimlere tercih etmişlerdir. Bu nedenle de, I. Dünya Savaşı'nın sonunda Türklerin elinden çıkan
bazı bölgelerdeki Yahudiler, bugünkü Türkiye topraklarına göç etmişlerdir. Örneğin; Suriye yönetiminde
kalmak istemeyen Yahudiler, Şam ve Halep'ten ayrılarak Türkiye'ye gelmişlerdir. Aynı dönemde, Kırım'da
yaşayan Karay Yahudilerinden birkaç yüz aile de Türkiye'ye giriş yapmıştır. 1933 yılında, Hitler yönetimindeki
Almanya'da görevlerinden uzaklaştırılan Yahudi akademisyenler Türkiye'ye sığınmışlar ve Türk
üniversitelerinde görev yapmışlardır. II. Dünya Savaşı sırasında Doğu Avrupa'dan da Türkiye'ye Yahudi göçü
olmuştur. 1948 yılında Filistin'de bağımsız bir Đsrail devleti kurulunca, Türkiye'deki 70.000 Yahudinin yarıya
yakını Đsrail'e göç etmiştir. Anadolu'daki Yahudilerin çoğu ya Đsrail'e gitmiş veya Đstanbul'a yerleşmeyi tercih
etmiştir. Bu tarihten itibaren Anadolu'daki Yahudi nüfus, bazı yerlerde tamamen yok olmuştur.

Sabataycılık ve Sabataycılar

Osmanlılar döneminde Yahudiler arasında meydana gelen en önemli olay, Sabatay Sevi hareketidir. XVII.
Yüzyılın ortalarında Đzmir Yahudilerinden Sabatay Sevi, kendisini Yahudilerin kurtarıcı mesihi ilan etmiştir.
Onun bu davranışı, Ortadoğu ve Avrupa Yahudileri arasında heyecan uyandırmış ve bir çok taraftar
toplamıştır. Sabatay Sevi'nin bu davranışını bir isyan hareketi olarak gören Padişah IV. Mehmet onu sarayına
getirtmiş ve mesihliğini mucize göstererek ispat etmesini istemiştir. Sahte Mesih Sabatay Sevi, padişahın bu
isteğini yerine getiremeyince, kendisinden Müslüman olmakla ölüm arasında tercihte bulunması istenmiştir.
Sabatay Sevi, görünürde Müslüman olmayı tercih etmiştir. Bunun üzerine Sabatay Sevi'ye Mehmet adı
verilmiş ve kendisine maaş bağlanmıştır. Sahte Mesih Sabatay Sevi, görünüşte Müslüman olmakla birlikte
eski inançlarını gizlice sürdürmüştür. Ölümünden sonra, taraftarlarından bir kısmı onun yolunu devam
ettirmişlerdir. Bunlar Selanik'e yerleşerek Sabataycılığı devam ettirmeye çalışmışlardır. Sabataycılar,
Müslüman görüntüsü altında Ortodoks Yahudilik'ten farklı olarak Tevrat-Kabbala ekolüne bağlı bir sistem
geliştirmişlerdir. Sistemlerinin özünü mesih beklentisi oluşturmaktadır. Sabataycılara göre, Mesih Sabatay
Sevi'nin tekrar geri gelmesiyle vadedilen kutsal topraklara gidecekler ve gerçek Đsrail'i kuracaklar ve
dünyanın idaresi onlara kalacaktır. Đnançları ve uygulamaları bakımından Ortodoks Yahudiler tarafından
sapkın olarak görülen Sabataycılar, bazı durumlarda Yahudilerin yanında yer almışlardır. Đstanbullu
Yahudilerin destek vermediği Siyonizm hareketine, Sabataycılar idealleri doğrultusunda desteklemişlerdir.
Sabataycı olduğu iddia edilen dönemin etkili isimlerinden gazeteci Ahmet Emin Yalman Đsrail'in kuruluşunu
destekleyen yazılar yazmıştır.

1924 nüfus mübadelesi sonucunda Đstanbul'a gelip yerleşen Sabataycılar, Selanikliler ve Dönmeler adıyla da
anılmaktadırlar. Özellikle "Dönmeler" adı literatüre girmiştir. Sabataycılar kendilerini gizledikleri için nüfus
sayıları bilinmemektedir.

Günümüzde Türkiye Yahudileri

Bugün Türkiye'de yaşayan Yahudilerin sayısı yaklaşık 26.000 kadardır. Bunların 22.000'i Đstanbul'da ve
2500'ü Đzmir'de, diğerleri Ankara, Bursa, Edirne, Çanakkale, Kırklareli, Adana ve Hatay'da yaşamaktadır.
Bunların %96'sı Sefarad (Đspanya kökenli), diğerleri Aşkenaz'dır. Türkiye Yahudilerinin yasal temsilcisi
Hahambaşı'dır. Hahambaşına görevlerinde danışmanlık yapan iki meclis vardır. Bunlardan biri dinî konsey,
diğeri de fahri danışmanlar kuruludur. Dört hahamdan oluşan dinî konsey dinî konularda Hahambaşına
yardımcı olmaktadır. Otuz beş kişiden oluşan fahrî danışmanlar kurulu cemaatin işlerini yürütmektedir.
Cemaatin Đstanbul'da Bet-Din denilen bir dinî mahkemesi vardır. Evlenme, boşanma, miras ve nesep tespiti
gibi davalar bu mahkemede görülmektedir. Yahudilerin halen Đstanbul'da bir ilköğretim, diğeri lise olmak
üzere iki okulu, Đzmir'de de bir ilköğretim okulu bulunmaktadır. Eğitim dili Türkçe'dir, haftada 3-5 saat
Đbranice dersi verilmektedir.

YAHUDĐLĐK AÇISINDAN TÜRKĐYE'DEKĐ ÖNEMLĐ YERLER

Türkiye, tarihin bilinen en eski dönemlerinden beri çeşitli dinlerin ve kültürlerin beşiği olmuştur. Çatalhöyük
ve Hacılar gibi önemli arkeolojik ören yerlerinde yapılan kazılar, Türkiye'deki insan yaşamının tarihinin
milattan önce sekiz bin yılına kadar geriye gittiğini göstermektedir. Hititler uzun süre Türkiye topraklarında
hüküm sürmüşlerdir. Urartular, Frigler, Lidyalılar, Likyalılar, Yunanlılar, Romalılar, Đranlılar ve daha pek çok
kavim bu topraklarda iz bırakmışlardır. Onların dinlerine ve kültürlerine ait Türkiye'nin bir çok yerinde çeşitli
kalıntılar tespit edilmiştir. Ayrıca Yahudilik, Hıristiyanlık ve Đslâm gibi günümüzün yaşayan dinleri açısından
da Türkiye önemlidir. Hıristiyanlığın inanç ve düşünce yapısını şekillendiren pek çok önemli olay Türkiye
topraklarında meydana gelmiştir. Bu bakımdan, Antakya, Đznik, Đstanbul, Efes, Kapadokya bölgesi, Antalya,
Konya gibi bir çok yer Hıristiyanlık tarihinde önem göstermektedir. Türkiye toprakları, sadece bir kısım
Yahudi'nin yaşadığı sıradan topraklar değildir. Yahudi kutsal kitabı Tevrat'ta bugün Türkiye sınırları içinde
bulunan bir çok yerin ismi geçmektedir. Bu yerlerin başında Dicle ve Fırat nehirleri gelmektedir. Tevrat'a
göre, Tanrı Adem'i yarattıktan sonra "doğuya doğru Aden'de" bir bahçe yaratmış ve Adem'i buraya
yerleştirmiştir. Buradan bir ırmak çıkmış ve daha sonra bu ırmak dört kola ayrılmıştır. Bu dört koldan ikisi
Dicle ve Fırat'tır. Dicle ve Fırat nehirleri, kaynaklarını Doğu Anadolu Bölgesi'nden alan iki akarsuyumuzdur.
Tevrat'ta ismi geçtiği için bu iki nehrin bulunduğu bölge Yahudiler açısından kutsaldır. Çünkü Tanrı, Mısır'daki
Nil nehrinden Fırat'a kadar olan bölgeyi Yahudilere vadetmiştir. Bu bölge, "arz-ı mev'ud" (vadedilen
topraklar) adıyla da anılır. Yahudilik açısından önemli diğer bölge, Harran'dır. Tevrat'a göre Hz. Đbrahim bir
müddet Harran'da yaşamıştır. Kardeşlerinden biri de Haran adını taşımaktadır. Daha sonra Hz. Yakup,
Harran'a gitmiş orada bir süre dayısı Laban'ın yanında kalmıştır. Hz. Đbrahim ve Hz. Yakup, Yahudilerin
büyük atalarındandır. Bu nedenle, bugünkü Harran'da Yahudi tarihine ait herhangi bir kalıntı bulunmamakla
birlikte burası Yahudiler açısından kutsallık taşımaktadır. Tevrat'taki "ayağınızın bastığı her yer sizin olacak"
ifadesinden hareketle Harran'ın da Yahudilere vadedilen topraklara girdiği söylenmektedir.
Osmanlı Musevilerinin mesihi ve onun Türkiye Cumhuriyetindeki izleri - Marc David Baer
Üç yüz yıl önce Đzmir'deki bir sinagogda, Sabatay Sevi isimli bir haham Musevilerin mesihi olarak ilan edildi.
Mesihlik fikrinin Musevilerin hayatında büyük rol oynadığı on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda bir Musevinin
mesih olarak ilan edilmesinde şaşırılacak bir taraf yoktu. Sabatay Sevi'yi o dönemde yaşayan diğer
mesihlerden ayıran tarafı, tüm insanlığı kurtaracağına dair iddiaları reddetmesine ve öldürülmek yerine
Müslüman olmayı seçmesine rağmen insanların onun mesih olduğuna yüzyıllar boyunca inanmasıydı.
Yirminci yüzyılın başlarına kadar Sabatay Sevi'nin peşinden Müslüman olan takipçileri onun mesih olduğuna
inanıyor, on yedinci yüzyılda Sevi'nin okuduğu Musevi tasavvuf dualarını tekrarlıyor ve Sevi'nin âdetlerini
uyguluyordu. Bu nedenlerle Sevi'nin ve takipçilerinin yaptıkları bugüne kadar pek çok araştırmacının ilgisini
çekti.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Osmanlı Musevileri kendilerine "Sabataycılar'' ya da "Maaminim"
(Mü'minler) adını veren, ancak Müslümanlar tarafından küçümseyici bir tavırla "Dönmeler'' olarak adlandırılan
topluluk hakkında makaleler yayımladılar. (Yakın zamanda bu makalelerden önemli birisi Fransızcadan
Türkçeye çevrildi: M. Danon, Yahudi-Müslüman Mezhebi.) Sabataycıların geniş kitleler tarafından ilgi gören
bir konu halini alması ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra oldu. 1920'li yıllarda Vatan, Vakit
ve Resimli Dünya gazetelerinde Sabataycılar hakkında dizi yazılar yayımlandı. Bu kişilerin yeni Cumhuriyet'e
kabul edilmesi gereken gerçek Türk ve Müslüman mı yoksa asimile edilmesi ya da topraklardan atılması
gereken yabancı ve gizli Museviler mi oldukları hakkında tartışmalar çıktı. Bu tartışmalara büyük ilgi
gösterenlerden biri de Đstanbul Makriköy'de (Bakırköy) Sabataycılar tarafından kurulmuş yatılı bir kız
okulunun müdürü olan Đbrahim Alâettin Gövsa (d. 1889- ö. 1949) idi.
Fakat Gövsa sıradan bir okul müdürü değildi. Kültür Bakanlığı'nın Türk Büyükleri Dizisi serisinde Đbrahim
Alâettin Gövsa isimli kitaptan Gövsa'nın kırka yakın eser yazdığını, genç Cumhuriyet'in edebiyat ve eğitiminde
rol oynayan bir yazar ve pedagog, ayrıca da milletvekili olduğundan söz ediliyor (Zeki Gürel, Đbrahim Alâettin
Gövsa, Ankara, 1995). Gövsa bir vatanperver olarak hayatı boyunca yeni kuşak Türk gençlerinin Türkçesini,
terbiyesini, eğitimini ve milli duygularını geliştirmeye çabaladı. Bu nedenle Çocuk Şiirleri, Đlk Gençlik, Sevimli
Alfabe, Türk Meşhurlar Ansiklopedisi, Elli Türk Büyüğü, Meşhur Adamlar Ansiklopedisi, Yeni Türk Lûğatı, ve
Yeni Talebe Lûğatı gibi kitaplar yazdı. 1949 senesinde Cumhuriyet Bayramı'nda Hürriyet gazetesi için bir
makale yazdığı sırada vefat eden Büyük Türk Milliyetçisi Gövsa, 1910'da Đstanbul'daki Haham Mektebi'nde
Türkçe ve hukuk dersleri vermişti ve bir Sabataycı olan Ahmet Emin Yalman'ın en yakın dostlarından biriydi.
Gövsa, Sabatay Sevi adlı kitabının önsözünde Sabataycı pek çok yakın arkadaşı olduğunu, Türkiye'nin iş ve
kültürel dünyasına değerli katkıları olan pek çok Sabataycı bulunduğunu, bütün vatandaşların diledikleri gibi
düşünmek ve inanmakta özgür olduklarını ve pek çok Sabataycının da artık Türklerle evlenerek kimliklerini
kaybettiklerini yazmıştı (s. 6-7). Aynı zamanda "bir buçuk sene aralarında yaşamak suretiyle Sabatay
Sevi'den kalan an'ane ve âdetlerin onların hayatında hâlâ ne kadar hâkim olduğunu bizzat gördüm'' demişti
(s. 6). Müdürlüğü sırasında yedi-sekiz yaşlarında Sabataycı çocukların defterleri arasında yarı Đbranice yarı
Đspanyolca dualar bulmuştu. Gövsa'nın bu kitabı kaleme alış nedeni, Sabataycıların Türk basınında
yazdıklarının aksine Sabatay Sevi'nin hatırasının 1930'larda topluluğun genç üyeleri arasında hâlâ canlı
kaldığını görmüş olması idi. Gövsa, ayrıca Sevi'nin mesihlik hareketinin Osmanlı Đmparatorluğu'nda
gerçekleşmiş ve Türkiye Cumhuriyeti'nde önemli izler bırakmış olmasına rağmen Türkçede Sevi'nin kim
olduğunu, amaç, inanç ve başarılarını, hikâyesinin nasıl başlayıp geliştiğini, üç yüzyılda nasıl bir iz bırakmış
olduğunu inceleyen bir çalışma bulunmadığı için bu kitabı yazmıştı. Bu insanların kökenlerini inceleyen
Gövsa, çok uluslu ve çok dinli bir imparatorlukta kabul görmüş ama milli devlete geçildiğinde varlığı
savunulamaz duruma düşmüş bu topluluğun tarihine ışık tutmayı umut etmişti.
Sabatay Sevi kitabının üçte ikilik bölümünde Gövsa okura, mesihin hayatı hakkında aşağıdaki bilgileri veriyor.
Sevi, 1626'da Đzmir'de Đspanyol-Musevi kökenli tüccar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Haham olmak
için eğitim gördü ve on beş yaşında bu eğitimin bir parçası olarak Musevi tasavvuf hareketi Kabbalah'nın
yoluna girdi. On sekiz yaşına geldiğinde karizmatik bir haham olan Sevi, artık kendisi mutasavvıf öğrenciler
yetiştiriyordu. Öğrencilerinin gözünde sahip olduğu üstün güçler ve sebep olduğu mucizeler sayesinde pek
çok insan onun ruhani rehberliğine başvuruyordu.
Çeşitli ruhani ve tarihi nedenlerle, o çağda yaşayan pek çok Musevi, mesihlerinin 1648 yılında ortaya
çıkacağına inanıyorlardı. Sevi de kendisinin mesih olduğunu iddia ediyordu. Buna karşı çıkan Đzmirli
hahamların onun öldürülmesini istemeleri üzerine, Sevi Đzmir'den ayrılarak büyük Musevi cemaatlerinin
yaşadığı Osmanlı şehirlerini gezmeye başladı. Ancak Đstanbulda da Sevi'yi Đzmirdekine benzer bir durum
bekliyordu: Onun mesih olduğuna burada da çok az kişi inanmıştı. Sevi daha sonra Musevi hahamlar ve
mutasavvıfları için dünyanın en önemli şehirlerinden biri olan Selanik'e gitti. Orada daha büyük bir ilgi
görmüş olmasına rağmen herkesi mesihliğine inandıramayarak Đzmir'e geri döndü.
Đlk turu başarısız sonuçlanan Sevi'nin 1660'lardaki ikinci mesihlik çağrısı farklı bir yanıt buldu. 1663'te
Kudüs'e doğru yola çıkan Sevi, Kahire'den geçerken buradaki zengin ve önemli Musevilerle iyi ilişkiler kurdu.
Sonunda Kudüs'e ulaşan Sevi, buradaki Musevileri maddi ve manevi anlamda ümitsizliğe düşmüş bir
durumda buldu. Kudüslü Musevi cemaatinin çoğunu Ukrayna'daki katliamlardan kaçan mülteciler
oluşturuyordu. Bu kişiler çok yoksul oldukları halde Osmanlıların Kandiye kuşatmasının masraflarını
karşılamaları için hükümet tarafından ağır vergiler ödemek zorunda bırakılmışlardı. Bu Museviler, hayatta
kalabilmelerini sağlayacak parayı toplaması için Sevi'yi Kahire'ye geri gönderdiler.
1665'te Sevi ilginç bir tesadüfle karşılaştı. Doğu Avrupa'da Musevi kıyımından kaçan Sara adlı genç bir kadın,
Đtalya'nın Livarno şehrine gelmiş ve kendisinin mesihle evlenecek kişi olduğunu iddia ediyordu. Sara
Kahire'ye geldiğinde Sevi hemen onunla evlendi. Kudüs'e geri dönerken, Sevi mesihliğinin kabulü yolunda
ikinci büyük adımı attı: Gaza'lı Nathan adlı bir Musevi mutasavvıf, Sevi'yi mesih, kendisini de peygamber ilan
etti. Nathan dünyadaki bütün Musevi cemaatlerine bunu ilan eden birer de mektup yazdı.
Daha sonra Đzmir'e dönen Sevi eskisinden çok daha farklı karşılandı. Avrupa, Balkanlar ve Akdeniz'den gelen
Museviler mesihin yakınında olabilmek için Đzmir'e gelmişlerdi. Bunu üzerine Sevi'ye 1665'te mesihlik tacı
giydirildi. Dünyanın sonunun geldiğine inanan Museviler kendilerini arınma ibadetlerine ve çağın önemine ait
dualar okumaya verdiler. Bu harekete katılan yalnızca Museviler değildi; Sabataycıların iddiasına göre, bir
Bektaşi Şeyhi ve onun müridleri de Sevi'nin mesih olduğunu kabul etmişlerdi.
Sevi kendini dünya kralı olarak ilan edip, tüm imparatorlukların krallıklarını da arkadaşları arasında dağıtarak
Osmanlı hükümranının geçersiz olduğunu iddia edince, bu durum Osmanlı otoritelerini tedirgin etti. O tarihte
Osmanlılar Girit'te, Kandiye'yi fethetmek için çok uzun sürmüş bir kuşatma ile meşguldü ve bu nedenle
Đmparatorluk'ta sık sık ayaklanmalar, başkaldırılar oluyordu. Bu yüzden Osmanlılar bir başkaldırıya daha, hele
de padişahın yerine geçtiğini iddia eden bir harekete izin veremezlerdi. 1666 yılı başında Sevi tutuklandı ve
Đstanbul'a getirildiğinde padişahı tahtından etmeye yeltenmek suçuyla hapse atıldı. Sevi'nin kapatıldığı
zindanın önünde büyük kalabalıkların toplanması nedeniyle Sevi, Çanakkale'de Aydos/Kumkapı kalesine
götürüldü. Burada da dünyanın dört bir tarafından gelen ve mesihlerinin yanında olmak isteyen Museviler
Sevi'yi yalnız bırakmadı.
Sonunda Sevi, Sultan IV. Mehmed'in zamanını geçirmekten hoşlandığı, Edirne'deki sarayda Divan-ı Hümayun
karşısına çıkarıldı. Sultan olayı bir pencere kafesi arkasından seyrederken sadrazam, kaymakam, şeyhülislâm
ve sultanın vaizi Vani Efendi Musevi mesihi sorguya çekti. Sultan'ın Đslâmı kabul etmiş bir Musevi olan özel
doktoru Hayatizade sorgulamada tercümanlık yaptı. Zamanın Osmanlı kayıtlarına göre, Sevi Müslüman olmak
veya öldürülmek arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılmıştı. Sevi, bir mesihten beklenenin aksine, şehit
olmak yerine Đslâma geçmeyi seçti.
Müslüman olan Sevi, Mehmed Efendi adını alarak sarayda memur oldu ve Vani Efendi'den Đslâmın esaslarını
öğrenmeye başladı. Eşi Sara da Müslüman olarak Fatma adını aldı ve Sevi'ye sarayda eşlik etti. Sevi,
Müslüman olmasına rağmen Musevi tasavvufuna ait âdetleri sürdürdü ve kendi takipçilerini de Müslümanlığa
geçmeleri, ama aynı zamanda da kendisinin mesih olduğuna inanmaları ve onlara öğrettiği tasavvuf
âdetlerini uygulamaları konusunda ikna etti. Sevi bu şekilde Musevi âdetlerini yerine getirdiği için sadrazam
tarafından Arnavutluk'a sürüldü. 1676'da ölmeden kısa bir süre önce Sevi, Selanik'li Musevi bir kadınla
evlenmişti.

Gövsa'nın kitabının son üçte birlik bölümü, Sabataycılar'ın Sevi'nin ölümünden sonraki iki yüzelli yıllık
hikâyesine ayrılmış. Sevi'nin ölümünden sonra onun Selanik'li kayınbiraderi ve halifesi Yakup Kerido ya da
Müslüman olduktan sonraki adı ile Abdullah Yakup Çelebi, Selanik'e dönerek orada Sevi'nin peşinden
Müslüman olmuş ve Sabataycı inanış ve âdetleri korumuş 200 kadar aileyi bir araya getirdi. Böylece 1690'da
gittiği bir hac sırasında ölmeden önce Abdullah Yakup Çelebi, Sabataycıların Yakubi grubunu oluşturdu. Bu
grup sünnet, evlilik, hac ve ölü gömme gibi konularda Müslümanlığın gereklerini yerine getirmede çok hassas
davranmaları ile ün kazanmıştı, ancak diğer Sabataycılar gibi evde Musevi tasavvuf âdetlerini uyguluyorlardı.
Yakubiler, aralarından Selanik'in belediye başkanı Hamdi Bey gibi pek çok hükümet görevlisi çıkarmışlardı.
Sabataycılar arasında en radikal grup, 1689-1690 yılında Mustafa Çelebi önderliğinde Yakubilerden koparak
kuruldu. Karakaş adını alan bu grubun inanışına göre, Sevi'nin ölümünden dokuz ay sonra doğan Osman adlı
bir çocuk, mesih Sevi'nin ruhunu taşıyordu. Mesihin dünyaya geldiği devirde süregelen kuralları takip
etmenin gereksizliğine inanan bu grup, Yakubiler kadar açıkça Müslümanlığın kurallarını da izlemiyorlardı.
1720'de Sevi'nin ruhunu taşıdığına inanılan Osman öldüğünde, Karakaş grubunun üyeleri arasından
Kapancılar, grubu ortaya çıktı. Kapancılar Osman'ın mesih olduğu görüşünü reddettiler ve onun yerine
yalnızca Sevi'nin mesihliğine inanarak onun inanç ve âdetlerinin en sadık takipçileri oldular. Bu üç grubun
üyeleri de görünürde Müslüman olarak yaşadıkları halde, diğer hiçbir Müslümanın sahip olmadığı inançlara
sahiptiler. Aynı zamanda, Sevi'nin mesih olduğuna inandıkları ve Müslümanlığı kabul ettikleri için
Musevilerden de farklıydılar. Aile ağaçlarına çok önem veren Sabataycılar yalnızca grup içi evlilikler yaptılar
ve ne Müslüman ne de Musevi olarak tanımlanabilen kimliklerini bu şekilde korudular. Sabataycılar aynı
zamanda içlerindeki üç grubun farkını da korudular; öyle ki her grubun kendine ait bir lideri, âdet ve
kuralları, giysi ve saç şekilleri vardı. 1920'lerde Sabataycılar tarafından çıkarılan Vatan gazetesinde, artık
uygulanmadığı iddia edilen bu davranış şeklinin ardında yatan ilke şu sözlerle ifade ediliyordu: "Ötekilere
karışmayın, yalnız kendi aranızda evlenin, Müslimlerin âdetlerinden ve ayinlerinden ancak gözle görülenleri
yaparak gözlerini örtülü bulundurun" (s. 83).
Đki yüzyıl boyunca üç Sabataycı grup devrin otoriteleri tarafından hiçbir baskı hatta ilgi görmeden Selanik'te
huzur içinde yaşadılar. Yalnız on dokuzuncu yüzyılda başlarından iki küçük olay geçti. Selanik'e vali olarak
atanan Midhat Paşa göreve geldiğinde, memurlarından bazılarının saçlarını kazıtmış olması onu şaşkınlığa
düşürdü. Bu kişilerin Sabataycıların Yakubi grubundan olduğunu öğrenen Midhat Paşa memurların saçlarını
kazıtmasını yasakladı (s. 74-5). Hüsnü Paşa adlı başka bir Selanik valisi de bir evde Sabatay Sevi'ye ve
Sabataycı iki lidere ait kutsal eşyaların saklandığını duyunca o eve baskın yaptı, ancak bir şey bulamadı. Bu
iki hareket de Sabataycıların genel bir baskı görmesine neden olmadı.
Sabataycılar ilk defa 1880'lerde, kendileri hakkında yazılar yazınca ilgi çekmeye başladılar. 1920'lere
gelindiğine Sabataycılar hakkında yaygın tartışmalar yapılıyordu. 1924'te bazı Sabataycılar Vakit ve Vatan
gazetelerinde kendi tarih ve dinlerini anlatan yazı dizileri yayımladılar. Vatan gazetesinde yayımlanan 10
bölümlük "Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi" adlı dizide, artık yalnızca 70-80 yaşlarındaki Sabataycıların eski
âdetleri sürdürdükleri iddia ediliyor, Sabataycıların Türklerle evlenmesi sonucunda Sabataycılık artık "tarihe
karışmış veya karışmak üzere" deniyordu (s. 82). Ancak bu makalelerin yayımlandığı yıl Karakaşzade
Mehmed Rüşdü adlı bir Sabataycı, Selanikli Sabataycılar'a yazdığı açık bir mektupta onları ayrı kimliklerini
sürdürmekle itham etti (s. 88-91). Rüşdü Efendi de Vatan gazetesinde yazan diğer yazarlar gibi Sabataycı
kimliğinin sürdürülmesine karşıydı, ancak onlardan farklı olarak bu kimliğin hâlâ sürdüğünü iddia ediyordu. O
sıralar Selanik'te yaşayan on ya da on beşbin Sabataycı'ya Türklerle karışıp evlenmeleri ve kendilerine has
âdetleri uygulamayı bırakmaları gerektiğini söylüyordu. Gövsa da Vatan gazetesinde çıkan makaleleri
eleştiriyor ve Sabataycıların tarihe karıştığı iddialarına rağmen, müdürlük yaptığı yatılı Makriköy okulunda
gördüğü üzere bazı Sabataycıların hâlâ kendi âdetlerini sürdürdüklerini yazıyordu (s. 86). Ona göre "deniz
kenarına veya ırmak kenarına giderek mesihi beklemek ve 'Sabatay Sevi esperamo a ti' demek yani 'Sabatay
Sevi seni bekliyoruz' diye seslenmek eskiden olduğu gibi şimdi de riayet edilen bir âdettir" (s. 97).
Gövsa kitabının önsözünde Sevi hakkında o güne kadar yazılmış olanlardan daha iyi ve geniş bir kitap
yazacağına inandığını söylüyor. Daha iyisini yazacağını söylediği yazılar arasında Osmanlı/Türkiye Musevisi
Abraham Galanté'nin konu hakkında kitabı, Danon'un makalesi, çeşitli gazete ve ansiklopedi makaleleri ve
kendisinin Meşhur Adam Ansiklopedi'sine (1931) ve 7 Gün dergisine yazdığı makaleler bulunuyor. Oysa
kendisinden önce yazılmış araştırma kitapları ile karşılaştırıldığında Gövsa'nın kitabı oldukça yetersiz kalıyor.
Hatta Gövsa'nın on dokuz bölümden oluşan kitabının on iki bölümü doğrudan Galanté'den alınmış ve kalan
yedi bölüm de Türk basınında çıkan makalelerin bir derlemesinden ibaret.
Ancak Gövsa kitabı yazışındaki diğer amaçlarını başarıyla gerçekleştirmişti. Đlk olarak Sabataycıların ve
Galanté'nin iddialarının aksine, Sabataycılığın yalnızca yaşlılar arasında yaşayan bir gelenek olmadığını ve
1930'larda yaşayan Sabataycı çocukların da bu gelenekleri sürdürdüğünü göstermişti. Sabataycıların asimile
mi oldukları yoksa hâlâ farklı bir topluluk olarak mı yaşadıkları tartışmaları sürerken Gövsa, bu tartışmalara
Sabatay dininin Cumhuriyet'in ilk yıllarında genç kuşaklar tarafından uygulandığına dair delil gösterek
katılıyordu.
Đkinci olarak, Gövsa'nın kitabı dönemin tartışmalarına önemli bir katkıydı. Sevi'nin mesihlik hareketi Osmanlı
Đmparatorluğu'nda gerçekleşmiş ve önemli izler bırakmış olduğu halde, o dönemde Sabatay Sevi hakkında
yazılmış Türkçe bir kitap bulunmuyordu. 1920'lerde yeni Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Türk Ulusunun
birliğini kurma çalışmalarına başladığı dönemde Sabataycıların kimliği genç cumhuriyet için önemli bir soru
haline geldi: Sabataycılar kimdi? (Galanté, s. 57). Diğer bir deyişle Türk ve Müslüman mıydılar? Türkler ve
Yahudiler ve Vatandaş Türkçe Konuş kitaplarının vatanperver yazarı Galanté, bu konunun hassasiyetini fark
ettiği için bu konuda Fransızca yazmayı seçmişti. Gövsa, Galanté'nin araştırmasını Türkçeleştirerek o güne
kadar konu hakkında yazılmış en doğru ve kapsamlı araştırmayı Türk okurlarına sunmuş oldu.
Gövsa'nın kitabının önemi, bu kitabın baskısının tükenmiş olduğu son elli yılda Sevi ve Sabataycılar hakkında
çıkan daha yeni kitaplarla karşılaştırıldığında ortaya çıkıyor. Gövsa Sabataycıların yaşayan mı, yoksa yok olan
bir topluluk mu olduğu tartışmasına katılmış olsa da onları kendi tarih ve dinleri içinde anlamaya çalışmıştı.
Ne onları inançları nedeniyle yargılamış ne de kitabını onlara karşı açık bir önyargıyla yazmıştı. Sabataycılar
asimile olup değişik âdetlerini bir tarafa bıraktıkları halde, son elli yıl boyunca Türkiye'de çeşitli yazarlar
tarafında saldırıya uğradılar. Bugün Türkiye'de kitapçılarda bu konuda yaygın olarak satılan kitaplar komplo
teorileri ve hâlâ varlığını sürdüren çok sayıda kötü niyetli Sabataycının bulunduğu iddiaları ile dolu. Ne yazık
ki Prof. Dr. Abdurrahman Küçük'ün Dönmeler ve Dönmelik Tarihi de (şimdi Dönmeler Tarihi adı altında ikinci
baskısında, Hamle Basın, Đstanbul, 1997) konu hakkında yazılmış tek akademik kitap olmasına rağmen,
açıkça Yahudi ve Sabataycı karşıtı bir yaklaşımla yazılmış. Öyle ki, Küçük'ün kitabının bibliyografyası Nazi
Almanyası döneminde yazılmış anti-Semitik kitaplarla dolu. Bu yaklaşım da kitabı, objektif bir araştırmanın
sahip olabileceği entelektüel değerden yoksun bırakıyor.
Gövsa'nın çoktan baskısı tükenen Sabatay Sevi adlı kitabı, Türkçe'de Osmanlı Musevileri'nin mesihi ve onun
Türkiye Cumhuriyeti'ndeki izleri üzerine yazılmış ilk ve tek ciddi çalışma olması nedeniyle yeniden basılmayı
hak ediyor. Objektif ve hatta özgün olmayan, çoğu Galanté'nin yazdıklarına dayandırılan kitap, bugün konu
hakkında Türk okuruna sunulan diğer kitaplardan çok daha iyi.

Sefardik Yahudiler'in (ki bunların arasında Türkiye'deki Sabetayistler de bulunuyor) kullandığı soyisimler

Aaron Aaroni Aaronson Abadi Abadie Abady Aband Abandond Abarbanel Barbos Abastado Abayu Abbate
Abbot Abdala Abdellatif Abdon Abecasis Abecassis Abehssera Abela Abelansky Abels Abelsohn Abelson
Abemayor Abend Abendana Abensur Abenyskas Abergel Abesuse Abigador Abikzer Abitbal Abitbol Aboab
Aboaf Abolafia Abolnik Abolofia Aborn Abouaf Aboud Aboudaram Aboudi Abouf Abouganem Abouharoun
Aboulaffia Aboulafia Aboulafie Aboushaar Aboushdid Abouskela About Abouzaglo Abrabanel Abraham
Abrahams Abram Abramov Abramovitch Abramowitz Abrams Abramson Abrand Abravanel Abravaya
Abrevaya Absaradel Abstado-Ariel Abu Abuaf Abuaff Abuas Abudara Abudaram Abudarham Abudiente
Abuelafia Abuisac Abuizak Abulafia Acar Acco Aceifus Aceituno Acenzio Acevedo Acher Achkenazy Achouche
Achout Ackerman Acobas Acosta Acre Acrich Acriche Adair Adam Adamek Adams Adani Adar Adato Adatto
Adda Addison Adellson Ades Adevah Adini Adjiman Adjmi Adjoubel Adler Adolphe Adroxi Aduk Adut Adwar
Aelion Affoumado Affras Aflalo Afnaim Afoumado Afriat Agami Ageman Aghion Agi Agiman Agnes Agnone
Agoado Agoudo Aguayo Aguilar Aguilera Aguja Agunin Aharon Aiken Ail Aires Aitan Aiza Ajalvo Ajami
Ajouelo Ajzensarb Akad Akers Akihote Akman Akohan Akouka Akoun Akounis Akrat Akrish Aksoy Akunis
Aladjem Alagem Alagin Al-Akhras Alalouf Alalu Alaluf Alanati Alazraki Alba Albagli Albahe Albala Albalak
Albalas Albali Alban Albaugh Albeda Albelda Albeldas Albenda Alberdas Alberk Albert Alberts Albo Albohaire
Albohar Alboher Albohor Albolafia Albouker Albukrek Alcabes Alcalay Alcana Alchadef Alchanati Alchanatis
Alcheck Alcouloumre Alculumbre Alder Alderoqui Aldoraty Aldoroti Aldoroty Aleh Alel Aleneri Alevy Alexan
Alexander Alexandre Alexandrovitch Alfandari Alfandary Alfaro Alfasi Alfassa Alfassi Alfasso Alfesi Alfia Alfici
Alfie Alfieri Alfred Algace Algava Algaze Algazi Algazy Algerin Alghazi Algranati Algranatti Algrante Algranti
Alguadis Alhadef Alhadeff Alhalel Alhanati Alhante Alhassid Alianak Alichihon Aliman Aljadef Aljadeff Aljanati
Alkabes Alkalay Alkana Alkas Allalouf Allaluf Allame Allami Allatini Allaud Allel Allen Allende Allesina Allez
Allgnadish Alliance Alloun Allweiss Alma Almagor Almalech Almaleh Almaleh-Newton Almelech Almeleh
Almelich Almeliech Almelik Almer Almo Almog Almoshino Almoslino Almquist Al-Nekaveh Alon Alouan Alouf
Alpern Alperstein Alpert Alphandary Alscher Alt Altabe Altabef Altabet Altalef Altaras Altawitz Altchech
Altchek Altenberg Alterman Alterras Altimar Altinug Altman Altscheh Altschul Altzoya Aluf Alva Alvarado
Alvares Alvarez Alves Alvo Alvy Amado Amador Amar Amaral Amariglio Amarilio Amateau Amato Ambar
Amber Amchi Amdur Amedio Amera Ameri Amick Amico Amiel Amine Amira Amiras Amirez Ammar Amodio
Amoial Amon Amram Amsellem Amsterdam Amzallag Anahmias Anassimoo Anav Anavi Anavy Ancel Anchors
Ancona Anders Anderson Andre Andrews Androvandi Andruet Andry Anehalim Angel Angenieux Aniye
Annenberg Anonson Anreder Ansion Ansot Anspach Antar Antebi Anteby Anter Antika Antoine Anton
Antonelli Antouville Anzarout Anzarouth Anzarut Aobdia Apanian Apel Apelbaum Apollinaire Aponte Appel
Applebaum Appleton Aqueda Aquila Arad Araf Aragon Araja Arakanchi Arama Araneda Aranoff Aranovich
Arao Arary Arata Arato Arav Arave Arazi Arbit Arcaria Ardit Arditi Arditti Arditty Arellano Arena Arensburg
Arenz Aresani Aresty Argendeli Argi Argy Arich Arie Ariel Arieli Arinos Arivas Arizandel Arizpre Arking Arkless
Arman Armoni Armstrong Arnaldes Arneau Arnergi Arnesty Arnold Arnone Arnow Arnstein Aroeste Aroesty
Arogeti Arogueti Aroguetti Aronesti Aronis Aronoff Aronson Arony Aroshia Aroueste Arougheti Arouh Arousi
Arouty Arriaga Arroyo Arrua Arsin Artenchstein Artieda Artopoeus Artz Aruch Arueste Arugeti Arugheti
Aruguete Aruj Arulanantham Aruty Arwas Arzi Asa Asael Asal Ascer Asch Ascher Asciozi Asfari Ashbal Ashe
Ashear Asher Ashkenazi Ashoush Ashworth Askanasi Askenase Askenazi Askinazi Aslan Assa Assael Assaraf
Assathiany Assayag Assayas Asseo Assi Assia Assine Assor Assou Assouline Astardji Aste Asteratakis Astle
Astley Astman Astruc Astudillo Ater Atias Atkins Atlan Atlas Attanasio Attas Attias Attie Atun Atwater Atzour
Aubrey Auclair Auday Audisso Auerbach Augenblick August Aumann Auquier Aussant Avayou Avayu
Avdalovo Averdy Averko Avery Aveson Aviel Avigdor Aviscisi Avissar Avnaim Avnayim Avner Avraham
Avrameto Avril Avron Avzaradel Awlas Axelrad Axelrod Ayash Ayoun Azar Azari Azaria Azevedo Azicre Azicri
Azieri Azikri Aziz Azizollahoff Aznoff Azori Azos Azose Azoulai Azoulay Azouz Azra Azrael Azrak Azran Azria
Azriel Azta Azubell Azulai Azulay Azus Azuvi Azuz Azvaradel Azzazi Baak Baarir Babai Babani Babayoff Babb
Babor Babour Bachall Bachar Bacher Bachrach Bacilieri Backer Bacola Bacquart Bader Badulato Baena Baeu
Baeurle Baez Bagdadi Bagley Bagnato Bahar Bahar-Juda Bahgat Bahm Baigun Bailey Bailitosky Baille Bain
Bainbridge Bait Baitel Bajari Bajarlia Bajocchi Bajona Bajtner Bajuk Bakal Bakelman Baker Bakish Bakke
Balbach Baldenburg Balderama Bale Balestra Bali Balint Ballato Ballestas Ballul Balmer Balsley Balzarini
Bambadji Bambali Bamberger Bambira Ban Banasky Bangerter Bank Banner Banning Banoun Baquedano
Bar Bar Tov Baracas Baradon Barak Baralya Baran Baranoff Baransky Barat Barazani Barazanie Barbagon
Barbaimon Barbakoff Barbanel Barbanon Barbera Barbou Barbour Barbouth Barboy Barbut Barcilon Barcsa
Barda Bardavid Bardichewsky Bardin Bardot Bardovi Bareis Bar-El Barelli Barer Baret Barfi Barios Barish
Barizak Barkaiy Barkenmeyer Barkey Barki Barklow Barlett Barlia Barmaimon Barmamimon Barmass
Barnatan Barnes Barnett Barnhart Barocas Baroch Baroh Barokas Barokass Baron Bar-on Barooch Barouch
Barouh Barouth Barqui Barr Barragan Barrandeguy Barrat Barrazoni Barreto Barrett Barrientos Barrocas
Barron Barros Barroso Barrow-Sicree Barry Barselai Barsher Barsilay Barsimantov Barskey Barsoum Bart
Bartan Bartel Barthau Bartolotto Baruch Baruchel Barugel Baruh Barush Bar-Zakai Barzel Barzilai Barzilay
Basan Baschuk Bashi Bashore Basilio Baskin Basrawi Basri Bass Bassan Bassano Bassat Bassell Basser Basso
Basson Bastien Bathsuni Batievsky Batistone Batshaw Baty Baubie Baudts Bauer Baum Baumgarten Bauskin
Baxter Bayar Bayard Bayer Baylen Bayles Bayliss Bayowitz Bayrd Bazalel Bazan Bazar Baziz Bazyljan Beahar
Beaka Beale Bean Bearman Beau Beaufils Bechar Becher Bechetrit Bechor Beck Becker Beckler Beckmann
Beda Bedarides Bedford Beer Beeri Beerman Bega Begas Begerano Beghe Beha Behar Behenna Behmoaras
Behmoiram Behmuaras Behr Behrens Behrman Beida Beil Beim Beinstock Beiser Beispel Beja Bejach Bejar
Bejarano Bejot Beke Bekerman Bekham Bekhor Belflower Belhassen Belifante Belilos Belinfante Belir Bell
Bellaiche Belleli Bellio Bello Belofsky Belohovsky Belsky Beltran Belur Bemaor Bembanister Bemeras Ben Ben
Abu Ben Amou Ben Avi Ben Jacob Ben Joya Ben Mayor Ben Rahamin Ben Shmuel ben Yakar Ben Yehuda
Ben Yossef Benabib Benaboudi Benaderet Benadonne Benador Benadrete Benain Benalt Benaltabe
BenAltabef BenAltabet Benardete Benardo Benardout Benardut Benargyo Benaroya Benatar Ben-Atia
Benator Benayem Benayim Benbanaste Benbassa Benbassat Benbasset Benbenishti Benbeniste Benbenisti
Benbenisty Benbuhar Bencangey Benchimol Benchoam Benchoan Bencuya Bendat Bendavid Bendayan
Bender Benderski Bendetovich Bendicha Bendija Bendjouia Bendjoya Bendjuya Benedick Benedict Benesiglio
Benevet Benezra Benforado Benghiat Bengiat Bengio Bengiya Benguiap Benguiat Benguigui Benhabib
BenHaim Ben-Haim Benham BenHammo BenHamou Ben-Hooren Beniacar Beniada Benieres Benio Benis
Benistri Benita Benitah Beniyacar Benjacar Benjamin Benjanzu Benjian BenJuda Benkish Benmaor Ben-Meir
Benmussa Benn Ben-Natan Ben-Nathan Bennatyne Bennehoff Bennet Bennett Benno Benny Benoliel Benon
Benosiglio Benosilio Benot Benoun Benout Benowitz Benozilio Benquis Benrey Benroubi Benrubi Benrubie
Ben-Rubin Benruhe Bensal Bensan Bensason Bensasson Bensen Bensenior Bensenor Benshabat BenShimon
Benshushan Bensimon Bensinyor Bension Bensoam Benson Bensonana Bensousan Bensoussan Bensusan
Bensusen Bensussan Bensussen Bentata Bentnick Bentob Benton Bentov BenTovim BenTzion Benun
BenUzilio Benvenaste Benveniste Benvenisti Benvenisty Benyacar Benyaech Benyakar Benyamini Benyona
BenYosef Benzadon Benzakein Benzaken Benzaki Benzaquen Benzaquin Benzekri Benzick Benzimra Benzion
Benzo Benzon Benzonana BenZur Ber Beraca Beracha Beraha Berberian Berchtold Berconsky Berdugo
Berebeiski Berechit Berelowitz Berenson Berenstein Berent Beresford Bereshit Beressi Berg Bergamaschi
Berge Berger Bergik Bergman Bergsen Beri Berinhout Berk Berke Berkewitz Berkley Berkman Berkovatz
Berkowitz Berkus Berl Berlasky Berliansky Berliausky Berliavsky Berlin Berman Bern Bernal Bernard Bernardo
Bernardout Bernath Berns Bernson Bernstein Berrebbi Berrebi Berretta Berro Bertelli Beruhyel Berzilai
Besalel Bessiene Besso Besson Betancourt Betesh Betito Beton Betsill Bettis Bettonagli Betzalel Beucus
Bevas Bevash Bewaggi Beya Beyda Beyhan Beza Bezes Bezrano Bharier Biaggiolli Biagioli Bialack Bianchi
Bianco Biar Biazioli Bicaci Bichachi Bick Bidjerano Biemer Bien Bienn Bienstock Bierbrier Bierman Bierre Biers
Biesecker Bigio Bijaoui Bijou Bile Bilkis Billante Billets Billhymer Billi Bilu Bindel Binder Biniski Binoun Birch
Birdsall Birger Birioti Birnbaum Birns Bisanti Bishop Bishopverder Bismuth Bistri Bisu Bitchatchi Bitchatcho
Biton Bitran Bitton Bitty Bitzazo Bivas Bixon Bizzarri Bjornstad Blacher Black Blacker Blackwell Blair Blairon
Blanc Blanchard Blanchor Blanco Blatnik Blatt Blattner Blau Blaustein Blazek Blazevic Bleakley Blechner
Bleckman Bledscoe Bledsoe Bleier Blevins Bliche Bloch Block Blockman Bloedel Blok Blond Bloom Blotner
Blum Blumberg Blumen Blumencranz Blumenfeld Blumenthal Blunk Bluntschli Blutstein Boatright Bobadilla
Bobo Boca Bocarsky Boccara Bochara Bochi Bochoeyer Bock Bockman Bockstein Bodson Boenavida
Boettigheimer Bogart Bogdan Boghdadi Bogorotty Bohler Bohr Boinet Bokay Bokobza Bokser Bolafi Bollati
Bollet Bolocan Bolomo Boloschin Bolster Bolter Bolton Bomba Bomchel Bond Bonderoff Bondi Bondy Boneh
Bonere Bonfante Bonfanti Bonfil Bonham Boniface Bonito Bonjoti Bonjour Bonn Bonnavida Bonner Bono
Bonomo Bonsignore Bontenbal Boodman Boorst Borada Borba Bordo Boreda Borekes Borelli Borello
Borenstein Borez Borielo Boris Borkum Borla Bornstein Borod Boroda Boronow Borrano Bortnick Bortnik
Boruchowicks Bosboom Boshi Bosiger Boss Bossidan Botcham Botchan Botek Botkin Botman Boton Botton
Bouba Boubay Boublil Bouchnik Boukai Boulafia Boulicou Boulton Boura Bourbon Bourges Bourke Bourla
Bousso Bouton Bouzada Bowen Bowman Boxter Boyd Boyer Boyle Boza Bozdag Bozza Brachman Brack
Bradley Bradshaw Brady Bragazzi Braha Braier Brakha Brami Bramlett Bramy Bran Branch Brandeburg
Branden Brandes Brandt Branicki Brantley Braude Braudo Braun Braunfeld Braunstein Braunwell Brautigam
Braver Braverman Bredowsky Breen Bregman Breibart Breitbart Breitenbach Breitstein Brender Brenner
Breslaw Breslow Brewer Brewster Brhami Bridges Brigagao Brikman Brillhart Brimberg Brinberg Brinkman
Briscoe Britaniski Broadhead Brocato Brockway Brod Broda Brodeen Broder Broderek Broderick Brodman
Brodsky Brody Brofstein Broida Broizman Brok Bromberg Bronstein Brook Brookes Brooks Brosh Brossier
Brothers Brown Browne Browning Brownstein Brozowski Bruck Brudo Bruehl Bruell Bruk Brunier Brunswick
Bruschi Bruter Bryan Bryant Bryerton Bteish Btesh Bubier Buca Bucay Buchuk Buciuk Buck Buckei Buckhold
Buckley Buckman Bucknoff Bucks Budine Budlow Budnick Buduch Buduch-Armoni Buenavida Bueno Buenos
Buffett Bugara Bullard Bulle Bullock Bumgardner Bump Bundi Bunia Burback Burdman Bure Burger Burgess
Burgoyne Burla Burnes Burnham Burns Burnstein Burnstine Burstein Burton Busby Buschman Busetto Bush
Buskila Busnik Busson Bustein Bustos Butcher Butler Buton Butrimovich Butruille Buttrey Butz Buxbaum
Buys Byborski Byers Bysinsky Caana Cababille Caballero Cabaritti Cabascango Cabeli Cabello Cabib Cabili
Cabral Cabrera Cacopardi Cadeau Cadeaux Caden Cadesky Cadik Cadis Cadranel Cadwell Caesar Caffe Cagil
Cagnia Cahan Cahen-d'Anvers Cahn Cahuas Caiazza Cain Caire Cakuh? Cala Calabrese Calabrez Calani
Caldenty Calderon Calderone Caled Calef Caleno Calfuss Callahan Callaway Calliotte Callisen Callo Calo
Calomite Calvert Calvo Calzolari Camacho Camarasa Camhi Camino Camjalli Camji Camondo Campagnaino
Campbell Campeas Campfield Campos Canais Canales Cancado Cancellera Candee Candell Candioti Candiotti
Candiotty Canepa Canestrino Canetti Canfield Canham Cannelle Cannepin Canning Cantarides Cantenys
Cantor Cantos Capel Capell Capello Capellouto Capelluto Capeloto Capelouto Capeluto Capes Capilouto
Caplan Capon Capouano Capouya Capp Capritti Capron Capsouto Capsuto Capuano Capuia Carabel Caraco
Carako Carasso Carassu Carballo Cardona Cario Carlbom Carlebach Carlson Carlton Carmel Carmi Carmona
Carneiro da Lunha Carnell Caro Carothers Carpenter Carpentier Carpine Carrabie Carrillo Carroll Carsch
Carson Carter Cartwright Carvajal Casado Casagrande Casalia Casdai Casella Cases Cash Caspi Cassab
Cassato Cassavi Casserd Casson Cassorla Cassuto Castaneda Castanon Castel Castell Castellanos Castelliano
Castello Casteneto Castevens Castiel Castillo Caston Castoriano Castro Castrone Casvin Catalan Catan
Catarivas Catran Cattan Cattaneo Cattaui Catula Caudron Caufino Caufman Cava Cavalier(o) Cavaliero
Cavallaro Cavariva Cazan Cazes Cazez Cebek Ceccarelli Celabi Celestina Celetzki Celi Celikkanat Cepeda
Ceresa Cerny Cerruti Cersofio Cervantes Cesarman Cestare Cevidalli Cezanna Chabbott Chabott Chabre
Chace Chachter Chadash Chahon Chai Chaia Chaiken Chaim Chaino Chais Chait Chaitchik Chaki Chalem
Chalena Chaleuwie Chalier Chaligne Chalik Chaljon Chalme Chalmers Chalom Chalon Chaluh Chama Chamaa
Chambers Chame Chames Chametz Chami Chamian Chamla Chamma Chammaah Chammah Chancelor
Chang Chanin Chankin Channon Chanolu Chanoska Chaoulli Chapan Chapman Chara Charabi Charbani
Charbit Charhon Charkhon Charlmers Charon Chase Chasen Chasid Chason Chasson Chasteen Chatel
Chatelet Chaufan Chaves Chavez Chaviv Chayette Chayo Chayon Chebar Cheferrino Chehebar Cheja
Cheleby Chelli Chemoula Chemtob Chen Chenge Cheni Chenkin Cheps Cherazi Cherbier Cherem Cherez
Cheriko Cherkas Cherki Chernefsky Chernin Chernostrovsky Chertkow Chertok Chest Chester Chetelat
Chetrit Cheweke Chiadini Chiavarini Chiche Chicron Chicurel Chikiar Chilton Chin Chinnis Chinook Chipman
Chiprot Chiprut Chips Chira Chittel Chizner Chlau Chlimper Chlomo Choate Chocron Chodorovsky Cholerton
Chomer Choremi Chouah Choueka Choueke Choupeau Christaud Christev Christian Christianson
Christodoulidis Chroman Chudacoff Chuel Church Churchill Chylinski Cicino Cicourel Cicurel Ciggian Cinamon
Cioban Ciocco Cionini Ciply Ciravegna Ciufo Clark Clarke Clausen Clay Clayman Clayton Clemen Clemens
Clementine? Clements Cleveland Clewans Clodfelter Cloonan Close Clover Clumeck Cobb Coch Cockinos
Cockrel Cocorula Codiga Codron Coe Coen Coenca Coffee Coffen Coffin Coffino Cohan Cohen Cohen Dorra
Cohenca Cohen-Cole Cohene Cohen-Hallak Cohen-Hemsi Cohen-Levy Cohen-Penias Cohen-Solal Cohen-
Soullal Cohen-Tabach Cohn Cojab Colas Cole Colelo Coleman Coletti Collaro Collett Collins Collman Collodow
Colodro Colombo Colonomos Colvin Combes Combier Comerchero Comfi Comforti Comi Commanday Comras
Comrie Comroe Conae Condiotti Condiotty Condouriades Cone Confidential confidential) Confino Conforte
Confortes Conmy Conner Connors Conorte Conquy Conrad Consolo Constantine Contente Contopoulos
Contreras Cook Cooke Cooler Coons Cooper Cooperman Coopmans Copeland Copio Coplan Coplon
Copperman Corbin Cordahi Cordier Cordoba Cordova Cordoval Cordovero Cordovi Corenopolis Corey Cori
Corkiddi Corkidi Corne Cornell Cornet Corning Cornwell Corquidi Corry Corsanegro Cortes Cory Cosa Coscas
Coskey Coskun Costa Costi Costis Coty Couchesfahani Coull Coulter Couriel Court Courvoisier Coval
Covarrubias Covitz Covner Covo Covos Cowan Craig Crain Crammone Crampton Crane Craner Crasson Crave
Crawford Crespi Crespin Crespy Crevi Crispin Cristal Crocker Cronin Crook Crosby Croshik Crosier Croson
Cross Crosslin Croudo Crowe Crown Crownover Crudo Cruz Crystal Csuka Cucinotta Cueva Cuevo Cugno
Cugnu Cullen Cuneo Cunin Cunningham Curat Cure Curi Curiel Curiello Curran Curshen Curtis Curtz Cushner
Cusick Cuzzeli Cuzzer Cyferman Cygielman Czerniuk Czerwinski Da Costa Da Costa Cortiss Da Costa
D'Aandra da Silva Dabah Dabbah Dabby Dabiel Dabush Dadson DaFano Dagan Dagen Dagpinar Dahan Dahl
Dahwan D'Alberto Dale Dallal D'Allegio D'Allesandro Dalmedico Dalton Dalva Dalyot Damari D'Amaro
Damasceno Damgard Damiano Damvouneli Dana Dandouf Dandrieux Danes Daniel Daniels Danino Daninos
Dankner Danon Dansker Danyalzade Danz Danzker Darmon Darr Darsa Darwich Darwish Darzi Dasa Dassa
Daucort Daugherty Dauvin Davaroft David Davidas Davidoff Davidson Davies Davis Dawer Day Dayan de
Benedetti de Botton de Bourquenay De Cardose de Carrillo de Cuencas de Freitas de Giorgio De Gunzburg
De Haro De La Pena de la Pineda De La Rosa de la Sagne De Lemos De Leon De Lespess de los Rios de
Menasce De Roo de Sheines De Sidi De Solis de Spon De Surville de Taste de Toledo De Vidas De Villiers De
Windt Dea Deakin Deal DeAryan Debas Debbah Debbane Debelak DeBellis DeBoer Debono Debordeaux
Debroux DeBurle Decaro DeCastro DeCelle Decker DeCoch Dee Defez Defontaine Degan Degrassouvre
Dehasse Dehoop Deitsch Deitz DeJaegher DeJaen Dekalo Dekel DeKorte Del Boccio Del Gado Del Portillo
Del Valle Dela Reyna Deland Delange Delaure Delauz Delborgo Delbourgo Delburgo DeLeeuw DeLeon
Delgadillo Delgado DelGigante Delhalle DeLin Dellagana Deloro Delourme Delvigne DeMaios DeMayo
Demeester Demeulenaer Demirci DeMondesir DeMore DeMotte Dempster Demri Denari Dendal Deneuve
Denis Dennery Denslow Dente Dentes Denti Derenzi Derfler Derkazez Dermer Dern Derrab Derwin Desaban
Desausois Descamp Descamps descendants Deshays Desorche Desouza Desseno DeToledo Deuer Deutch
Deutsch Deutsche Deutschman Devine DeVol DeVoli Devore Devos Deweik Dhlamini Di Bella di Castelnuovo
Di Russo Diamant Diamond Diamonte Diaz Dibben Dibos Dichy Dickerson Dickinson Dickstein Dideo Didier
Didierjean Diels Diena Dienti Diethelm Dietz Dignastia Dikfeld DiLeno Diliscia Dilks Dilsky Dinapoli Dinar
Dindur Dinerman Dinis Dinsky DiPinto DiPrima Director Dirven Dishey Dishon Div Diwan Dixon Djeddah
Djemal Djerassi Doberman Docivsky Dockx Doctorman Doctors Dodai Dodo Doe Doenyas Doff Dognos
Dogruel Dokes Dolberg Dole Dolezal Dolfino Doli Dominelli Dominguez Donahue Dongiovanni Dongo Donguy
Donine Donion Donna Donnell Donoas D'Onofrio Donovan Donyo Dopet Dora Dorfan Dorin Doring Dormer
Dorner Dornstreich Dorsky Doss Dostal Dotan Doty Doubine Doucette Doueck Douek Douenas Douenias
Doughtery Douieb Doukhan Dov Dowek Dowell Downie Doye Doyle Dozetas Dozeto Dozetos Dragone Draize
Dramer Dreizler Drescher Dresner Drexler Dreyer Dreyfus Driggs Drilling Drisdell Drohojowski Dror Drori
Drucker Druker Druxman Duac Duarte Dubin Dubins Dubnul Dubois DuBord Duc To Ducheman Dudman
Due Dueck Duegnas Duek Duenas Duer Duff Dufrasne Dujovne Duker Dumanlar Dumb Duncan Dunham
Dunis Dunlevy Dunphy Dunsworth Dupire Dupuis Duran Durastanti Durat Durham Durrant Durrell Durst
Dusanchet Dushey Dussaussoy Duwell Dvoskin Dweck Dwek Dyer Eagle Easley Eastern Eastman Eaton Ebbo
Ebeni Eberstein Ebert Ebram Eckstein Edde Edelmoro Edelsberg Edelstein Edery Edgell Edlin Edwards Edy
Efe Effune Efner Efraty Efrom Efstis Egon Egosi Ehrlich Eichenbaum Eichenwald Eicherberger Eichler Eichner
Eigner Eil Einhorn Eisaman Eisen Eisenberg Eisenhardt Eisenstein Eisse Eithan Elalouf Elan Elardo Elaustein
Elbaz Elberg Eldad Eldridge Elgin Elhadef Elhadif Elhai Elhay Eli Elia Eliahu Eliakim Elias Eli-Brahimi Eliezer
Elkaim Elkaslassy Elkin Elkins Elkrieff Ellel Ellen Ellenbogen Ellenby Ellia Ellinsky Ellis Ellison Ellissen Ellman
Ellsworth Elman Elmelekh ElMistekawi Elnadav Elnecave Elnekave Elo Elson Elstein Eltabet Elterman Elumba
ElYachar Emanuel Emanuelli Emden Emerson Enault Encina Ender Enfiyecioglu Engbeck Engel Engelhardt
Engle English Engueda Enriquez Entebi Entin Entrekin Eonk Ephrati Epistol Epperson Epps Epstein Epstien
Equiotz Erani Erdberg Erdrich Eremian Erera Erez Ereza Ergas Erlman Ernani Errera Erruahs Erscovitch
Erskovitz Ertel Ertle Eryol Escanazi Eschardies Escogido Escolera Esculies Esel Esformes Eshkenazi Eskanasi
Eskanazi Eskelson Eskenasi Eskenasie Eskenasy Eskenazi Eskenazie Eskenazy Eskinazi Esko Eskogido
Eskojido Esperanca Esperanza Espie Espiedra Espigares Espir Esquenazi Esral Esratty Esses Esskinas Estella
Estes Eston Estrati Estroti Estrugo Etkes Etkin Etlinger Etting Ettlinger Etuacvili Evans Evera Ewing Exley
Eytan Ezquenazi Ezra Ezran Ezratty Ezraty Ezri Ezron Faaola Fabbro Fagan Fagnocchi Faiman Fainstein
Fairchild Faist Fakuda Falack Falah Falay Falcon Falk Falken Falkenstein Falkin Falkon Fanan Fanni Faraci
Faradgi Faradji Farag Faraggi Farago Faraj Farances Farash Farb Farber Farberof Farbman Farell Farera
Fargion Farhi Farin Farji Farkus Farmbraugh Farmer Farner Farnham Farnow Farnum Faro Farry Faust
Fauviau Favarge Favish Faye Fazio Fazzani Febres Feder Feferkowicz Feighel Feiles Fein Feinberg Feine
Feinman Feinstein Feldbaum Feldbrugge Felder Feldman Feliz Feller Fellman Fellous Felzer female Fend
Fendel Fendrick Fenster Feraca Feregi Ferera Feretti Ferezi Ferezy Ferhnan Feridun Ferizi Ferman Fermon
Fernandes Fernandez Fernley Ferrandini Ferreira Ferrer Ferrera Ferrier Fertig Fessler Fetaya Fetchik Feycal
Fhurman Fialkow Fibelman Fidanque Fiddler Fieganbaum Field Fielder Fieldman Fields Figelman Figurelli
Fihma Fiks Filiba Filinick Filis Fillus Filos Fils Filus Finan Fine Fineberg Finegold Finer Finesod Finger Fingeret
Fingold Fink Finkel Finkelman Finkelstein Finley Finn Finneran Fins Fintz Fintzy Finz Finzi Fior Fioranelli
Firestone Fis Fisch Fischer Fischgrund Fishel Fisher Fishman Fisk Fiss Fisse Fisse-Karr Fitoussi Fitzgerald
Fitzsimmons Fizzolio Fladell Flan Flash Flashner Flatin Flax Flaxis Fleischman Fleishman Fleiss Fleitman
Fleming Fletchman Flexer Flockhart Flood Florenhin Florentin Florentine Flores Flott Flournoy Flowers Fluke
Foa Fogel Fogg Foguel Foh Folds Follini Fonaroff Fonstein Fooks Forgey Forlader Forman Fornari Forni
Forrest Forte Forti Fortune Fosen Foskolo Foss Foster Fournier Fout Fowler Fox Foy Fradkin Fraim Fraley
Francaise Frances Francis Franciscarco Francken Franco Franco Mendes Francois Franges Frangoulis Franji
Franjnd Frank Frankel Frankenburg Frankl Franklin Franko Franses Franun Franz Frascaria Frasier Frasko
Frass Frederickson Fredrickson Freebirm Freed Freedland Freedle Freedman Freedom Freeman Freidman
Freilich Freiser Freitas Freizer French Frenkel Fresco Fresko Fresoli Freund Freva Freydont Friang Frid
Fridman Fried Friedan Frieden Friedlander Friedman Frieman Friend Friis Frisch Frischoff Frister Frncini
Froelich Frohnapfle Frolic Fromberg Frome Fromme Frommer Frost Fruchtman Frycke Fryer Fua Fuah Fuchs
Fuchsman Fudge Fuerst Fuhr Fujita Fulkerson Fuller Funaro Funes Funis Funk Fuqua Furer Furgang Furman
Furst Furstein Fus Gabai Gabay Gabbai Gabbay Gabel Gabilondo Gabin Gabizon Gabriel Gaczes Gadacz
Gadeloff Gadlin Gadol Gaffni Gafni Gage Gaguine Gaillard Gainvil Gakas Galamidi Galanos Galanski Galante
Galanti Galanty Galatan Galbraith Galdjie Gali Galico Galicot Galiko Galimidi Galindo Galipoliti Galipolitti
Gallagher Gallant Gallardo Gallegos Gallico Gallimidi Gallindo Galloway Gallup Galmudi Galope Galperin
Galvan-Aquilar Galvez Galvin Gamal Gambowa Gamez Gamil Gamliel Gamlil Gammal Gams Ganah Gandrud
Gani Ganis Ganon Ganter Gantov Ganz Gaon Garay Garber Garbi Garcia Gardner Gareta Garfield Garfinkel
Gargano Garger Garih Garland Garmanian Garnet Garoux Garrett Gartenlaub Garty Garza Garzi Garzolo
Garzon Gasman Gasnac Gass Gaston Gat Gate Gategno Gatenio Gateno Gatenos Gatenyo Gates Gathegnio
Gattegno Gatz Gaulke Gaunt Gautheron Gauthier Gautier Gavarry Gavijon Gavreaux Gaydos Gayera Gayle
Gaylor Gedalia Geduldig Gefen Geiger Gelband Gelbard Gelbardt Geler Gell Geller Gellert Gelman Gelstein
Gendloff Gendry Genni Gensberg Gentili Gentry Geojala George Georgi Gerard Gerbic Gerchon Gerecht
Gereoux Gerhardt Gerlitz German Geronymos Gershon Gershuny Gerson Gerstner Gertler Gertz Geshwind
Gesua Getz Getzen Geula Geva Geyer Ghea Ghekiere Gherson Ghez Ghislain Ghodsian Gia Giammona
Giannitsis Gibgot Gibson Gideon Gidley Gielbart Gien Gil Gil-ad Gilbert Gilet Gill Gillain Gillis Gilman Gilodo
Gilstrap Gimpel Gimplin Gindi Gini Ginni Ginsburg Ginter Ginzberg Ginzburg Gior Girard Girault Girlando
Giron Girson Gitsin Gittman Giussani Gladstein Gladstone Glas Glass Glasser Glassman Glasstone Glatzerman
Glay Glazer Glenn Glick Glouberman Glover Gluck Gluckman Gmur Goar Gochin Godart Goeta Goff Goffin
Gofstein Gogick Gohar Goin Goitia Golan Goland Golbert Gold Goldbaum Goldberg Goldbort Golden
Goldenberg Goldfarb Goldfard Goldfein Goldfinger Goldfrad Goldhaber Gold-Hall Goldheimer Goldin
Goldinger Goldman Goldmeier Goldpaint Goldrich Goldring Gold-Roditi Goldschlager Goldschmidt Goldsheft
Goldsmidd Goldsmith Goldstein Goldstien Goldsztein Goldzweig Golfarb Golinsky Golivesky Golleher Gollop
Golomb Golombek Golson Golstein Goluman Gomas Gomberoff Gomel Gomes Gomez Gompertz Goncales
Goncher Gondek Gonsenhauser Gonzales Gonzalez Gonzawa Good Goodglass Goodman Goodrich Gopien
Gorali Gorden Gordon Goren Gorenbein Gorenstein Gorgoulis Gorgoulotis Gorin Gorjoux Gorlic Gorman
Gormez Gormezano Gormizano Gorschman Gosser Gostin Gotesman Gotlieb Gotschalk Gottesman Gottfried
Gotthilf Gottlieb Gottschalk Gottstein Gould Gourbih Gourdin Gouverne Gower Goyer Gozlan Graber Gracia
Graciani Grad Gradow Graff Grafstrom Graham Grajzewski Granados Granahan Granard Grandi Granier
Grant Grantham Grass Grassie Grassini Grathvohl Gratta Gratton Grau Graubard Grauer Grauman Gray Grazi
Grazian Graziani Greben Greber Greco Greek Green Greenberg Greenblatt Greene Greenebaum Greenfield
Greengrass Greenman Greenspan Greenstein Greenwood Gregoire Gregory Gregos Grenberg Grenley Grevot
Grey Greybow Grichter Grier Grieve Grife Griffin Griffith Griffiths Grille Grinspan Grinstein Griswold Gritzman
Grizer Groben Groberman Grodstein Groenendijk Groger Groissman Gromisano Gronik Gronski Gross Grosset
Grossi Grossman Grossmark Grosswald Groves Gruber Gruberg Gruen Grunbaum Grunberg Grundberg
Grunfeld Grunor Grunstein Grupel Gruszka Grynbaum Gryner Guakil Guarano Guardin Gubana Gubbai
Gubbay Guedalevich Guedes da Conseisas Guela Guerbilsky Guerchenzon Guerlitz Gueron Guerra Guerrero
Guershon Guest Guetta Guevara Gueventer Gugenheim Gugliermino Guiard Guigui Guillen Guinault Guindy
Guiney Guini Guinle Guishner Guldbeck Gulzari Gumbiner Guner Gunson Gunther Gupnick Gur Gur-Arie
Gureshnik Gurevich Gurfinkel Gurovich Guss Gustav Gutenberg Guterman Gutierrez Gutkin Gutman
Gutmann Gutta Guttman Guzinski Guzman Haarhoff Hababou Haban Haber Habert Habib Habibo Habif
Habip Habousha Habshush Hacco Hachuel Hackman Hacky HaCohen Hadar Hadara Haddad Hadid Hadida
Hadim Hadjedj Hadjes Hadjez Haeck Haelyon Haerinck Hafeitz Haff Haffif Haftel Hagag Hagenmeyer Hagez
Haggard Haggerty Haghaghi Hagley Hagouly Haguel Hahmauli Hahn Haiat Haig Haiken Haim Haime Haims
Haines Hairston Hakaka Hakanen Haker Hakim Hakin Hakkak Hakko HaKohen Hakoun Haky Halabe Halaby
Halah Halan-Palri Halawani Halegua Halela Haleva Halevi Halevy Halewa Halfon Halife Halio Haliva Hall
Hallac Hallak Hallake Hallem Haller Hallett Halley Hallpern Halon Halper Halperin Halpern Ham Hamami
Hamarat Hamer Hamilton Hamit Hamlin Hammel Hammer Hamoui Hamu Hamui Hamwy Han Hana Hanan
Hananel Hanchow Hanckel Handel Handelman Handl Handley Handmacher Hanein Hanen Hanim Hanin
Hanna Hannagan Hannan Hanne Hannois Hannon Hanoh Hanoka Hansen Hanshew Hanza Happe Haquim
Hara Harari Harary Harash Hardoon Hardy Harel Hares Har-Even Hargreaves Harib Harlig Harmel Harosh
Harouche Harouvi Harper Harriman Harrington Harris Harrison Harriton Harsey Hart Hartal Hartsell Hartstein
Harunzade Harvengt Harvey Harward Harwood Hasan Hasdai Hasday Hasid Haskel Haski-Paredes Hason
Hasqui Hassan Hassanein Hassid Hassidof Hassison Hasson Hassone Hassoun Hastings Hatam Hatchuel
Hatchwell Hatem Hatherley Hatllee Hattem Hatten Hatton Hatwell Haug Haulli Haupt Havdala Haver Havluca
Hawel Hawell Hawkes Hawkinson Hawrita Hay Hayat Hayden Haydu Hayes Hayim Haym Hayman Haymann
Haymes Hayon Haysman Hazak Hazan Hazary Hazdai Hazen Hazon Hazzan Hazzot Heath Hechst Hecht
Heckingridge Heckler Hedaya Hedman Hefer Hefez Heiberg Heidrich Heilbrun Heiman Heinblum Heines
Heiney Heinrich Heiser Heitzman Helale Helbing Helborn Helbronner Held Helfman Helfon Helholc Heller
Helton Helwany Hemmat Hemmo Hemo Hemphill Hemraj Hemsi Hemsy Henandez Henchey Henderson
Henig Henkin Henley Hennessi Hennessy Hennezel Henri Henriquez Henry Heppes Hepworth Herber
Herberger Herbert Herbes Herkowitz Herman Hernandez Herrera Herricks Herringman Hershel Hersher
Hershker Hershkowitz Herskovitz Hertz Hertzl Hervey Herwitt Herzog Hess Hesse Heth Hetter Hewlett Heyer
Heymann Hidana Hightower Hildeman Hilel Hill Hillel-Manoach Hillen Hills Himes Hines Hirsch Hirsch-Kahn
Hirshberg Hirshorn Hitchcock Hitner Hitra Hittner Hitzig Hizami Hizme Ho Hoagland Hochart Hochberg
Hochmann Hockman Hod Hodara Hodari Hodes Hodges Hoffenberg Hoffman Hofman Hogan Hogue Hohfeld
Holcenberg Holder Holland Hollander Holli Holliman Hollister Holmes Holstein Holton Holtzclaw Holz Holzman
Homsany Honan Honeo Hong Honickman Honig Honikman Hook Hooker Hopcroft Hope Hopkins Hopp
Hopper Horel Horesh Horihan Horn Horowitz Horrell Horvat Hosholder Hosking Hoskyns Hossni Houck
Houglin Hougnou Houli Houlli Houllou Hoully Houlou Hounio Housman Houyomdji Houziel Howard Howell
Howington Hoyberger Hubbard Huberman Hubman Huckabone Huerin Huerta Huerth Huey Huff Hughes
Hughson Hugnu Hugues Huino Huli Hull Hulli Hulting Hulting-Cohen Humphrey Humphreys Hunerwedel
Hunio Huniu Hunnald Hunt Hunter Hupper Huppin Hurbich Hurdelbrink Huri Hurst Hurvich Husereau Husney
Huson Hussein Hussey Hussney Hutchinson Hutchison Hutton Huxley Hyatt Hyed Hyman Hymi Iacovino
Iaradi Ibarra Ichay Icy Ides Idy Igual Igval Ilan Ileri Illassid Ilouz Imberman Inconnue Indiveri Ines Ing
Ingber Ingberg Ingram Ini Inman Intract Intrator Iny Iriarte Irmgard Ironi Irvine Irving Isaac Isaacs
Isaacson Isack Ischah Ishai Isis? Islatan Ismaloun Ismalun Isman Ison Israel Israele Israeli Issayiek Itach
Iteld Itzhack Itzhak Itzhaki Jabes Jabilis Jablinowitz Jachel Jachiel Jacklin Jackson Jacob Jacobi Jacobo
Jacobovitch Jacobowitz Jacobs Jacobsen Jacobson Jacoby Jacqueron Jadro Jaeger Jafe Jaffa Jaffe Jafif Jager
Jahiel Jahn Jaimovich Jakob Jakobus Jakovljevic Jalles James Jamous Jamus Jankiewicz Janssen Jarasi
Jarolin Jaron Jarvo Jasen Jaslow Jason Jasper Jasperson Jassen Jasson Jax Jayat Jays Jazan Jeffers Jelin
Jenkins Jennings Jenny Jensen Jerassi Jermyn Jerusalme Jerusalmi Jerushalmi Jerussalmy Jesner Jessurun
Jessurun Lopes Jester Jicker Jilek Jimenez Jiminez Jini Jinich Jiron Joanidis Jobe Jodara Joel Joffe Jofre
Johanson Johnson Johnston Jollien Joly Jonas Jonat Jones Jorch Jordan Jordon Jose Josef Joseph Josephs
Josephson Joss Jossipovici Joulus Juarez Juda Judovits Julian Jun Junio Junquera Junyk Jurin Jurus Kabbani
Kabice Kabili Kabrossi Kacyn Kaczor Kader Kadoch Kadosh Kahana Kahn Kain Kaire Kairey Kaiser Kaiserman
Kakokota Kalaitzogloy Kalderon Kaldess Kalef Kalentic Kalfa Kalifa Kalinowski Kaliser Kalley Kalman Kalmi
Kalomiti Kalson Kalt Kalter Kaltoun Kalvo Kam Kamalei Kamar Kamchi Kamel Kamens Kamenshine Kamer
Kamhaji Kamhi Kaminski Kaminsky Kaminy Kamkhaji Kamlet Kamm Kamperman Kamri Kan Kanaki
Kancepolsky Kandel Kandioti Kandiyoti Kane Kanel Kanelti Kaner Kanfer Kaniel Kanner Kannes Kanter Kantor
Kapach Kapiluto Kapin Kaplan Kapland Kaplinsky Kapon Kappari Kapuya Karabel Karagula Karako Karaso
Karavil Karayan Karbachi Karesh Karikis Karlik Karlin Karlinsky Karman Karnapiate Karnofsky Karp Karped
Karr Karsh Karter Karther Kartin Karyuk Kasar Kasavi Kashaiov Kashani Kashare Kashri Kasner Kassimir
Kassin Kassis Kastel Kastiyel Kastoriano Kastoryano Kastriner Kasuto Kasvin Kaswan Katalan Katan Katash
Kates Katran Kattan Katz Katzaf Katzav Katzenburg Katzman Kaufer Kaufman Kaufmann Kauftheil Kavnat
Kawamura Kay Kaye Kazar Kazel Kazes Kazez Kazilsky Keats Kedar Kehat Kehoe Keisler Keissar Keits Keller
Kelly Kenmore Kennard Kennedy Kenny Kent Kentridge Keplinger Keres Keribar Keril Kerimoglu Kern Kerner
Kernitsky Kersh Kerszberg Kerszenberg Kertzman Kerzner Kesler Kesselman Kessler Kessous Kestelman
Kestler Ketan Kezner Khafif Khaled Khalfon Khan Khanlari Khashi Khaskelevich Khayat Khayatt Khiat Khmani
Khneider Khoderi Khorayef Kibil Kibrit Kibritt Kief Kierath Kijl Kika Kiker Kilcawley Kilim Killinger Kim
Kimberlin Kimberling Kimbrough Kimmel King Kipnis Kirberg Kirkenda Kirkus Kirsch Kirschbaum
Kirschenbaum Kirsh Kishk Kislassi Kissilov Kissous Kitley Kizner Klafter Klahr Klang Klapholtz Klarmann
Klasjna Klatzker Klausman Klauzner Klee Kleiman Klein Kleinberg Kleiner Kleinman Kleitman Klempner
Klerman Kletzky Klevansky Kleyff Kliegerman Klifa Kliger Kligerman Kligman Kline Klingensmith Klinhoff
Klinman Klip Klisher Klockner Kluger Kluk Klynas Knafo Knapp Knepler Knight Knoblock Knoff Knoller Knoop
Knox Knudtson Koblenz Kobrin Koch Kochen Kodack Koen Koenig Koenigsberg Koepenick Koff Koffler Kohan
Kohen Kohen-Balikpazarli Kohl Kohler Kohn Kok Kokachoeli Kokinopoulos Kolbar Kolbauer Kolensky Kolesar
Kolker Kolkey Kolnick Kolodkin Kolonimus Kolsin Komendant Komercero Kon Koncius Konfidan Konfino
Kopeikin Kopelman Kopp Koppel Kopperman Kopstein Korb Kordova Korern Kori Koriat Korkidhi Korkos Korn
Kornblatt Korngold Kornguth Kornitzer Koronyo Kosansky Kosh Koskas Koskin Koslin Koslovsky Kosokoff
Kossmann Koster Kostianovsky Kosto Kotler Kotovsky Kotrozo Kouhana Koulia Kouperman Kourland Kourtis
Koutsoulis Kouyumdjulu Kovalsky Kovin Kowalsky Kowit Kozuck Kraft Krainin Krakauer Krakovtsky Kraman
Kramer Kranisky Krantzman Krashniker Krasner Krasnowsky Krass Krauberg Kraus Krausz Kravetz Kravitz
Krayem Krebs Kredi Kreiger Kreizman Krell Kremen Kremins Krentzman Krespin Kressesski Kressh Kriedman
Krieger Kriezelman Krig Kriger Krikler Krin Krispal Krispi Kritz Krochmal Krombein Kronfeld Kroot Kroub
Krouse Kroytoro Kruger Kruglak Krugman Krumholz Krys Kubayoff Kubler Kuffer Kuffner Kuhlman Kunin
Kunis Kunkel Kuperman Kurach Kurchy Kuri Kuriel Kuris Kurlat Kurth Kurtz Kurtzman Kuschner Kusevitsky
Kushner Kushynski Kusulus Kutiyel Kuzniecky Kvashny Kvasnik Kwintner Kyte Labarde Labarre Labaton
Labatut Labe Labelle-Rojoux Labok Laborde Labounsky Lacayo Laccai Lachman Lachterman Lacoste Ladin
Lagardere Lagnado Lagrotteria Laham Lahat Lahmi LaHoy Laibow Laino Laird Lalor Lalouette Lalush
LaMarche Lambert Lamberto Lamell Lamonica Lampart Lancar Lancaster Lanchano Lancri Landau Landby
Lande Lander Landerud Landesman Landholm Landman Landolfi Landrum Landshout Landy Lane Lanesman
Laney Lang Langer Langevitz Langinger Langley Langman Laniado Lannon Lanzbom Lapaco LaPaz Lapidus
LaPierre Lardaucher Lardizabal Laredo Larkin LaRocca Laron LaRosa Larose Laroze Larrive Larsen Larson
Laski Laskow Lasofsky Lassner Latin Latino Latka Latouche Lattes Lauderdale Laufer Lavi Lavinthal Lavis
Lawrence Lawton Laycock Lazar Lazare Lazarus Lazerson Le Gal Leach Leal Lear Leary LeAve Leaver Leavitt
Leavy Lebar Lebedin Lebhar Lebis Lebowitz Lebrija Leburg Lechana Lechter Leclercq Lecointre Lecompte
Lecourt Lecoys Lecroq Lecuyer Lederman Ledford Ledoux Ledroit Leduc Lee Leeds Lees Lefebvre Lefevre
Leff Leffert Lefkow Lefkowitz Legrand Lehman Lehrer Leiberman Leibert Leibowich Leibowitz Leifer Leima
Leinwand Leiterfuter Lejman LeLiberte Lemaire Lemar Lemat Lemieux Lemire Lemke Lempert Lenahan
Lenasky Lenga Leoff Leon Leonard Leonetti Leonhardt Lepastier Lequeux Lerda Lerea Lereah Lerera Lereya
Lerman Lerner Leroy Lerra Lersten Lery Lesicnik Lesman Lesser Lessick Lester-Card Leszinsky Letard Letau
Letellier LeTournaux Leucht Leuchter Lev Levacov Levanon Levens Levenstein Levent Leventer Leventhal
Levey Levhar Levi Levie Levin Levine Levinkind Levinson Levinthal Levis Levit Levitan Levitas Levitt Levitus
Levitz Levy Levy Gerboua Levy-Finger Levy-Yaer Lew Lewenstein Lewin Lewinsky Lewis Lewitton Lewitz Ley
Lhoir Liakhovetzky Libbrecht Libenson Liberman Libman Lichenstein Licht Lichtenstein Lichtman Lici Licitri
Lidgi Lidinya Lidu Lieb Lieberman Liebman Liebowitz Liechtenstain Liedenberger Lief Liener Lifland Lifshitz
Lifton Light Lighter Lightman Ligon Lilette Lilford-Powys Lilienthal Lill Lilly Lilos Lima Limbaco Lin Linares
Linder Lindheim Lindner Lindsay Lindsey Liniado Link Lion Lior Lipchak Lipeles Lipkin Lipman Lipnack Lipnick
Lipow Lipperman Lippitt Lippman Lippmann Lipschit Lipsen Lipsitz Lipsky Lipson Lipszyc Lisbona Lisbonna
Liss List Litchi Litinski Litmanovich Littleton Litvak Litvinoff Livanos Livant Livingston Livnat Livor Lizra Loafea
Lobel Lobos Locantore Lock Locketz Loeb Loebl Loen Loeterman Loew Loewe Loewenheim Loiseau Loke
Lomita London Long Longo Longobardi Longuemare Lonn Lonza Loon Lopata Lopatin Lopes Lopes Alvin
LoPiccolo Lopis Lorbert Loren Lorenz Loria Lorrea Losinsky Lotshaw Lott Louchouran Louie Louk Louria
Lourie Louza Louzoun Love Lovejoy Lowe Lowell Lowenstein Lowenthal Loya Lubetzki Luboff Lubowitz Lucas
Ludmir Ludovise Lueb Luetgerath Luicha Lum Lummer Luna Lunders Lunsky Lupnicki Lupo Luppi Lupton
Lurie Lustgarten Lutfy Lutz Luvollo Luxenberg Luz Luza Luzzatto Lynn Lyon Lyons Maaz Mabille Macaulay
MacCoby MacDonnell Machel Machlich Machorro Macintosh MacIntyre Mack Macken MacKiernan MacKimmie
MacKinney Macomber Macready Macron Madans Madar Mader Madigan Madsen Maduro Maeroff Maestro
Maffar Mafu Magedman Magen Maggar Maggio Maghid Magid Magnoni Magor Magrisso Magristo Mahler
Maimon Maimoun Mainardis Mainet Maio Mais Maisels Maish Maissa Maitlin Majule Majuri Majyskie
Makiyama Malabel Malachi Malalel Malalou Malamed Malavsky Malbo Malcus Maleh Malel Malfitani Malhouf
Malik Malis Malka Malki Malkumus Malky Mallah Malle Mallel Mallen Maller Mallet Malley Mallory Malloul
Mallucci Malnor Malorotsky Maloul Malow Malta Maltz Malusa Mamane Mamelak Manaloe Manasse
Mandalman Mandas Mandel Mandell Mandelli Manders Mandl Mangeon Mangin Mangini Mani Manin
Maniquet Mankin Mankoff Mankovski Mann Mannah Mano Manoach Manochian Mansano Mansour Mantis
Manuck Manuel Manzino Marache Marachi Maratchi Maravent Marchal Marchant Marciano Marco Marconi
Marcos Marcovici Marcus Marder Mardy Maree Marek Margoles Margolian Margolin Margolis Margulis
Marietta Marin Marincik Marini Mario Mark Markado Markis Markovitch Markowitz Marks Marlowitz Marmer
Marmion Marrache Marsh Marshall Marsherli Marsland Marteen Martella Martiano Martin Martines Martinez
Martino Marvan Marvin Marx Masaraki Masarano Masciotti Mascoop Maseda Mashta Masiach Masin Masino
Maslia Masliah Mason Masri Massa Massarano Massey Massimo Masson Massoth Massouda Massre Massuda
Mastbaum Masters Mastrangelo Matalon Mataraso Matarasso Matathia Matatia Matatias Matcha Matejka
Mathalon Mathers Mathios Mathisen Matifieri Matini Matlick Matorin Matsas Matsil Matton Mattox Matulic
Matz Matza Matzinger Matzliach Mauas Mauer Maul Mawas Mawawi Maxie Maxwell May Maya Maybar Mayer
Mayerhardt Mayerovitch Mayesh Mayfield Mayo Mayor Mayson Maytek Mazal Mazaltov Maziar Mazigh
Mazliah Mazlin Mazor Mazza McAuliffe McBride McCann McCarren McCarthy McCaughey McCleod McCollum
McConville McCord McCorkle McCullin McCune McDonald McDonough McDowell McElroy McEntee McGaffey
McGill McGillicuddy McGinley McGovran McGrady McHutchinson McInnes McKeand McKee McKeehan
McKellar McKenzie McKibben McKinley McKnight McKowan McLain McLane McLaren McLaughlin McLean
McLeod McManous McManus McMichael McMinn McNair McPherson McQuillan McRae McVoy Mead Meadoff
Meadows Mechoulam Medan Medeiros Medina Medini Medlin Medlyn Mednikoff Meeks Meeroff Mefford Mega
Mehl Mehlman Mehres Mehrez Meier Meilerman Meir Meirson Meisner Meitlis Mejalelaty Melamed Melamud
Melchior Melendez Meleo Meler Meli Melka Melkenstein Mella Melli Mello Mellul Melnick Melnik Melo Melsohn
Meltz Meltzer Melul Memberg Menache Menachem Menadiet Menapace Menasce Menasche Menase Menash
Menashe Menasse Mendec Mendel Mendelow Mendels Mendelshon Mendelsohn Mendelson Menders Mendes
Mendes France Mendez Mendizabal Mendlovic Menendez Mensian Meranchick Meranda Merav Mercado
Mercan Mercier Merdjan Merei Alsina Merenfeld Mergian Merics Merighi Merikansas Merino Merjan Merle
Merlin Mermelstein Mermiams Mernes Merolla Merrill Merriman Mersereau Merson Merte Merzan Merzel
Meschemberg Meseka Mesguin Meshoulam Meshulam Meshulum Mesjuich Messeri Messerman Messica
Messinger Messiqua Messistrano Messulam Mesulam Meta Metais Metrani Metta Metzon Meucci Mevorach
Mevorah Meyer Meyerbruhl Meyers Meyerson Meyohas Meyuchas Meyukhas Mezistrano Mezrah Mezrahi
Miani Miano Micha Michaan Michael Michaeli Michaelow Michaels Michailidis Michailidou Michally Michalov
Michalski Michanie Michaud Michulam Michyk Mickleshaner Mickleshanski Miculinsky Middledorf Mieli Mifano
Migliaccio Mihael Mihalis Mijan Mijean Mikaeloff Mikulsky Milchior Mildred Miles Milhaud Milheim Milhem
Milhomme Millar Millard Miller Milloul Mills Milman Milmerstein Milner Milstone Miman Mimmi Mimouni Minar
Minard Minch Minchovsky Mindelsohn Mindlin Minehan Minerbo Minkin Minkove Minkowitz Minne Minor Mintz
Mintzer Minuk Miodownik Mioduser Mioni Miquelon Miramontes Miranda Miroff Miron Mirsky Mis Misdrahi
Mishaan Misikou Misner Misrachi Misrahi Misraje Misraji Misri Misroichi Misseri Missistrano Mistrano Mistriel
Mitacek Mitchell Mitchnik Mitnick Mitrani Mitrany Mittleman Mitzel Mizan Mize Mizhraji Mizikowski Mizistrano
Mizrachi Mizrah Mizrahi Mizraji Mizraki Moadel Moates Moattar Moatti Mobray Moccata Moceinco Moche
Mochkatel Modai Modiano Modig Modona Moffat Mogel Moghrabi Mohadeb Mohammed Mohar Moicescu
Molcha Molcho Molho Molienta Molina Molinari Molinas Molko Molnar Molo Molotch Moltack Momotides
Mondolfo Mondt Monk Monllor Monneger Monroe Montagna Montaigne Montekio Monteko Montel
Montenegro Montgomery Montillas Montlake Montque Moody Moon Moore Mora Morad Morahan Morales
Moran Morano Morantz Moravenik Morax Mordechai Mordehae Mordehay Mordo Mordoch Mordoh Morduch
Morea Moreau Morecraft Moreinis Moreira Morel Morelli Morenc Moreno Morer Morgado Morgan Morgana
Morganstern Morgenstern Morhaim Morhaime Morhayem Morhayim Morisset Morley Moron Moroni Morpurgo
Morrezi Morris Morrison Morselli Mortensen Morton Morzinsky Mosaffer Mosafir Moscatel Moscona Moscowitz
Mose Moses Moshcatel Moshe Moskona Moskovitz Moskowitz Moss Mossafer Mossafir Mosse Mosseri Mosses
Mostkoff Moterman Motier Motola Motro Mott Motta Motte Moubayed Mouchabac Moully Moultrie Moura
Mourad Mousafir Mousalam Moussafir Moussali Moussatchi Mousseri Moutal Mouton Mouyal Mowe Moya
Moyal Moyse Mozorosky Mselati Muchas Muller Munchik Mundt Munoz Munro Munter Murad Murai Murino
Murphy Murray Murrell Musachi Musafir Muscatel Mushabac Mushabak Musikantow Mussafa Mussafer
Mussafir Musseri Mutal Mutzmajer Muvchar Muzzall Myers Myrans Naaman Naar Nacach Nacamuli Nacar
Nacawa Naccache Nachbar Naches Nachman Nachmias Nachum Naci Nadaf Nadda Nadel Nadiv Nadjari
Nadjary Nadn Naessens Naffziger Naftalion Nafusi Nagar Nagel Nager Naggar Naggiar Nagmias Nahama
Nahari Naharia Nahem Nahman Nahmani Nahmias Nahmod Nahon Nahoum Nahum Naiditz Naiez Naiguz
Naim Naimark Najar Najenson Najmias Nakab Nakache Namer Namir Naness Nanos Naon Naor Naoum
Napoles Napoli Napper Naquet Narbona Narury Nash Nassi Nassie Nassima Nassiri Nassy Nataf Natan
Nathan Natowitz Natzari Naude Naumann Navaro Navarro Navic Navick Navon Nayir Naylor Nayon Neads
Nechama Nedkova Neely Neeman Neer Nefussi Negri Negrin Neguelouart Nehaissi Nehama Nehmad
Neibarger Neimark Neiss Nekoukar Nelken Nelms Nelson Nemerowski Nemeth Nemirovski Nemirovsky
Nemoy Nemsoff Nepom Ner Nerenbaum Nerenberg Nero Nesselrode Nesser Nessim Nessler Nestle
Nestlebaum Neubach Neubauer Neufeld Neuhaus Neuhoff Neujean Neuman Neumann Neveh Nevel Nevo
New Newberg Newcomb Newell Newfield Newhouse Newman Newton Nichols Nicotra Niegel Niego Nielsen
Niemi Nierow Nifco Nigrin Nikraftar Ninio Niniou Nino Ninyo Nippert Nir Niram Nirenberg Nischli Nisley
Nisrachi Nissenbaum Nissim Nissimov Nitsche Nivo Nizard Noar Nobil Nochomovitz Noddle Nodvin Noe Noel
Nof Nolan Noll Noonan Noor Normand Northcutt Nosanov Notrica Nott Noujeim Noury Novack Novak Novatt
Novick Nowalski Nudelman Nueman Nummy Nun Nunez Nuriel Nuslein Nussbaum Oaks Obadia Obediente
Ober Obermeisster Obluda Obrein O'Brien Ocal Ochana O'Connell O'Donnell Offenheim Ofman Ofner O'Gara
O'Gorman Ohaffotte Ohalvo Ohana Ohayon Ohiwa Ohnon Oisnali Ojalvo Okrent Oksenberg Olaechea Olcese
Oldershaw Olian Olin Olins Oliveria Oljavo Oller Olmuth Olsen Olshina Olson Onchando O'Neill Oneto
Opatowski Oppenheim Opsimoulos Orbegozo Ordonez Orebi Oren Orfali Oringher Orkin Orliesky Orlin
Ormand Orr Orras Ortasse Ortega Ortiz Ortubey Ory Osbi Osborne Oser Osher Oshinsky Osiglieri Osmo
Osmond Osmos Osorio Osrin Ostroff Ostronoff Ottenstein Ouahnon Ouaki Ouenka Oulman Oulman-Cohen
Oumano Ouziel Ovadia Ovadya Oved Overall Overcash Overton Oviatt Ovitsky Owen Owens Oxhorn Oz
Ozcan Ozdamar Ozdemir Ozdirik Ozdogan Ozelli Ozen Oziel Ozkohen Ozturker Ozyel Pacelli Pacheco Pachkes
Pacifici Packham Padawer Padlubne Padva Pagaduan Page Paillard Pait Paker Pakula Palacci Palachi Palaggi
Palatchi Paley Paller Palma Palmer Palmero Palombo Paltenghe Palty Palumbo Pancaldi Panczuch Pangallo
Panigel Panza Panzieri Paoletta Paoli Papadogonas Papantonakis Paparo Papernik Paplanus Papo
Papouchado Pappas Pappolla Papusado Paquet Paquette Paradiso Pardes Pardo Pardre Paredes Parente
Parets Pariente Paris Parish Parisi Pariyente Parker Parks Parnes Parris Parsons Parter Partouche Pas Pasarel
Pascale Pascoe Pasharell Pashkes Paskesz Paslicenni Pasol Pass Passamaneck Passer Passi Passo Passy
Pasternak Paterson Patrochino Patsones Pattengill Patterson Pattillo Paul Paulero Pauls Pauwels Pavia Pavid
Pavlavin Pavon Paz Pazanti Pearce Peare Pearl Pearlman Pearson Pechman Pecho Peck Pecker Pecoraro
Peden Pedinoff Pedott Peecock Peha Peisel Peiser Pekiner Peled Peleg Peleuia Peliowski Pelosof Pelosoff
Pelossof Pelossoff Pelt Peltier Peltz Pelvin Pena Penas Penchassoff Penhas Penkinsky Penkovitch Penn
Pennartz Penny Penprase Penso Pensoy Penton Penzo Pepitone Peppi Perahia Peralta Perassoli Perche
Percowicz Percy Perdue Pereira Perel Perelis Perelson Peres Perets Peretz Perez Pergament Peri Perini Perkel
Perkins Perl Perla Perlino Perlman Perlmutter Pernidji Perotti Perpignan Perpinyal Perrault Perrera Perrin
Perry Persitz Persky Perth Perushalmi Pesach Pesachovitch Pesah Pessah Pesserilo Pesso Pessoa Pesti
Petchnik Peters Peterson Petiger Petit Petitjean Petofa Petrakis Petranker Petrette Petriello Petrillo Petroff
Petrolo Petroviz Petschek Petty Pezet Pezzi Pfeffer Pfeiffer Phelps Philipson Phillipon Phillips Phinzy Piacenza
Pica Picard Picchi Picciano Picciotto Picha Pichiotto Pichotto Pickard Pickles Picot Piczenik Pieniek Pierce
Pierucci Piha Pihas Pilas Piliavin Piller Pilo Pilosof Pilosoff Pilossof Piluso Pinchas Pincus Pineda Pinero Pines
Pingas Pinhas Pinkowski Pinkusiewicz Pinnejas Pinnock Pinsky Pinto Pinza Piot Pipano Pipco Piper Piperno
Pirenne Pisante Pisanti Piserillo Pisserello Pissirelo Pitcher Pitchon Pitluk Pitman Pitschon Pitson Pitt Piva
Pizante Pizanti Pizanty Pizer Pizzalato Plaskowski Plat Plata Platon Platt Platter Platzky Plonski Plotkin Plum
Plusquin Pnina Podheiser Pogorelsky Pohl Pohoral Pointet Polack Polaner Polanski Poldelmengo Polgar
Policar Polichar Polikar Polinsky Polit Politi Politis Poll Pollack Pollak Pollan Poller Pollock Polne Polombo
Polonsky Polumbo Polymeris-Salvago Pomerance Pomerantz Ponce Pongracz Ponomareva Ponter Pontix
Pontremoli Ponza Poock Pope Popick Popkin Popowcer Poppe Porath Porcela Porcello Porper Porrati Port
Porter Portillas Portnoi Portnoy Portos Posner Postlewaite Poteat Potter Poulain Poulos Powell Poymeris
Poznansky Pozo Prashner Preminger Prendergast Prentice Presberg Presente Pressley Pressman Preta Pretti
Preuss Price Priel Primo Prital Pritchard Private Proctor Profeta Proffetta Proffitt Prosser Protti Prouty Provout
Prusak Pruzan Przyszwa Puffer Puglisi Puhovich Pujol Puleo Pulido Punch Punsing Pupi Pupkin Puw Quain
Quartim Queken Quen Quetta Quimby Quine Quinn Quiroga Rabbie Rabin Rabinovitch Rabinovitz Rabinowitz
Rable Rabuna Raccah Rachel Rachmany Rackner Rada Radana Radke Radna Radosky Radvinsky Raegos
Rafael Raff Ragan Ragazzo Ragins Rahamim Rahamin Rahimov Rahmani Rahme Rahmer Rahmey Raig Rain
Rainer Raiton Rajman Rakoff Rakosi Ram Ramaglia Ramer Ramirez Ramis Ramon Ramsey Ranch Rankin
Ransom Rapaport Raphael Rappaport Rasdolsky Rashkin Rashti Raskin Rasmussen Rath Ratner Raton
Ratusni Rava Ravachi Raveu Ravivo Ravouna Rawas Ray Raybin Raymond Raz Razinovski Razon Read Real
Reap Reating Rebi Reboul Recanati Reccah Reches Record Redders Redpath Rees Reese Regenbaum Regev
Reguera Reich Reicher Reichstein Reid Reidlich Reif Reiff Reiffe Reifler Reighley Reina Reinach Reinberg
Reiner Reinich Reinstein Reisman Reiter Reitlinger Reitzas Remano Remba Renard Renker Renner Rennert
Reno Rensen Requejo Requiz Resler Resnick Resnik Ressofele Rest Restis Revach Revah Revital Reyer
Reyes Reynolds Reyre Reznick Reznik Rgitfkopf Rheeders Rhinehart Rhodes Riahi Riano Riba Riback Ribboh
Ribeiro Ribi Ricardo Ricci Rice Rich Richard Richards Richardson Riche Richenstein Richert Richman Richter
Rickels Rickles Rickoff Rico Ricroft Riddell Ridley Riemer Rietti Rifkin Riga Rigby Riggs Rignano Riley Rime
Rimini Rimler Rind Rindler Rineberg Ringo Ringwood Riolet Riques Risdon Rishky Riskey Risley Risopatron
Ritch Riter Ritzinger Rivera Rivkin Rizanski Robbins Roben Robert Roberts Robertson Robes Robey Robine
Robino Robinson Robledo Robman Rodan Rodas Rodd Rodi Rodier Rodin Roditi Roditti Roditty Rodman
Rodosky Rodrich Rodrigues-Pereire Rodriguez Rodrigus Rodriquez Roe Roehler Roer Rofe Roffe Rogers
Rohling Rohr Roice Roif Roifer Roisman Roistacher Roiter Roitman Roizman Rojas Rolfe Rollin Rolo Roman
Romano Rome Romero Romey Romi Romm Romy Ron Ronai Rondi Ronk Rood Roos Rooth Roque Rosa
Rosales Rosalina Rosalis Rosanes Rosbach Roschko Rose Roselius Roseman Rosemund Rosen Rosenbaum
Rosenberg Rosenberger Rosenblat Rosenblatt Rosenbloom Rosenblum Rosenbluth Rosenboin Rosenfeld
Rosenfield Rosenman Rosensky Rosenstein Rosenswalb Rosental Rosenthal Rosenwald Rosenzweig Rosi
Rosignol Rosinger Rosio Roskovensky Rosler Rosner Ross Rossand Rossanis Rossano Rosseli Rosselson
Rosser Rossi Rotem Rotemberg Roten Rotenberg Rotenstreich Rotfeld Roth Rothaus Rothchild Rothenstein
Rothfeder Rothlein Rothman Rothstein Rotman Rotmansh Rotner Rotstein Rotter Rottersman Rottmann
Rouchou Roud Rousseau Rousso Roux Rovero Rovinsky Rowinski Rowland Rowsell Rowstoski Rozanes
Rozanis Rozenblat Rozin Rozintam Rozio Rozner Rub Ruback Ruben Rubena Rubenfeld Rubenstein Rubert
Rubin Rubinfeld Rubino Rubinoff Rubinstein Rubnitz Ruchinskas Rude Rudiac Rudin Ruditz Rudman Rudolph
Rudy Ruelle Rugen Rugeti Rugetti Rugirello Ruhl Ruhr Ruiz Rumman Runyan Rusczowitz Ruskin Rusoff Russ
Russeau Russel Russell Russin Russo Rutig Rutman Ryan Rychner Rylski Ryman Rymill Saad Saada Saadia
Saady Saal Saavedra Sabag Sabah Sabaj Saban Sabatieh Sabatiya Sabbag Sabbagh Sabbah Sabetai Sabin
Sacal Sacchi Saccocci Sachs Sack Sackler Sackrider Sada Sadacca Sadak Sadaka Saddy Sadicario Sadik
Sadikario Sadis Sadker Sadler Sadoch Sadok Sadot Sadovnik Sadrinas Safaty Safdeah Safdie Safdieh Safdiye
Saffan Safier Safran Safrin Sagal Sagar Sager Sages Saglio Sagol Saidon Saig Saitz Sajon Sakal Sakinofsky
Sakoun Saks Sal Salama Salami Salamon Salas Salcedo Saldinger Salem Salerni Sales Salesbury Salfati
Salido Salinas Salis Sallis Salmona Salmoni Salmun Salom Salomon Saloniko Salti Saltiel Saltoun Saltz
Saltzman Salvaria Salvo Salz Salzberg Salzburg Salzedo Salzman Salzmann Samaan Samanon Samarel
Sambursky Samech Samet Sami Sampson Sams Samsolo Samter Samuel Samuelov Samuels San
Christophoro Sanabria Sananes Sanberg Sanders Sanderson Sandlar Sandler Sando Sanger Sanglar Sankari
Sanocki Sanseviro Sansino Sansola Sansolo Sanson Santana Santos Santrell Sanua Saperstein Sapharti
Saphir Sapir Saporta Sapriel Saragosi Saragossey Saragossi Saragosti Sarakinsky Saran Saranga Sarango
Sarano Sarao Saraquse Saray Sarda Sardal Sardas Sardell Sardi Sarfati Sarfatis Sarfatti Sarfatty Sarfaty
Saridaro Sarides Sarig Sarnicola Sarnoff Sartain Saruba Sarue Saslow Sason Sasoon Sass Sasso Sasson
Sassou Sassoun Saud Saudan Sauer Saul Saunders Saur Savage Savard Savariego Savdie Savignic Sawdaye
Sawyer Sax Saya Sayag Sayak Saydun Sayegh Sayres Sbocci Scagliotti Scapa Scarborough Scemaria
Schacher Schaeffer Schaff Schaffer Schafritz Schain Schame Schammah Schantz Schapiro Schargorodski
Scharhon Scharlin Schartz Schatz Schauffer Schechter Schechtman Scheck Scheier Schein Schenasi Scher
Scherer Scherr Schertz Schidlovsky Schiewe Schiff Schiffer Schild Schilizzi Schimmel Schinasi Schinazi
Schindler Schiner Schivenzi Schkolne Schkopinsky Schlaff Schlanger Schleifer Schlesinger Schlingbaum
Schlosberg Schlossberg Schlussler Schly Schmal Schmalhorst Schmeltzer Schmid Schmidt Schmitt Schmitz
Schmutz Schnabl Schnee Schneider Schneiderman Schneidman Schnieder Schnitzer Schnitzler Schnur
Schoenfeld Schofield Schomaker Schonberg Schor Schotten Schoushanna Schoutetten Schpre Schreiber
Schreibman Schroder Schron Schuchalter Schueur Schuler Schulhof Schulman Schulslapper Schultz
Schulwolf Schumacher Schuman Schumer Schuster Schutes Schwabe Schwaldenest Schwartz Schwartzman
Schwarz Schwegal Schweizer Schwenkmeyer Schwob Sciachì Sciaky Scialom Sciama Sciamama Sciamanna
Sciamhi Sciami Sciarcon Scioti Sciotti Sciuto Sclavouris Scolnic Scott Scotti Scriffer Scrivinich Scudder Sebbo
Sebring Secim Sedacca Sedaka Sedenic Sedikaro Seeger Seeley Sees Sefami Sefiha Segal Segall Segers
Seggev Seglin Segre Segrè Segreto Seguin Segura Seidel Seiden Seidenberg Seidleman Seidman Seiler
Seixas Sela Selahattin Selam Selanikio Selber Seleker Seles Seligman Seligmann Seligson Selk Sell Sellam
Selter Selway Selznick Semach Semana Semaria Sen Sencocila Sendk Sendowski Senensib Seneor Senior
Senkal Senova Senteno Senzell Seraita Serano Serfati Serlin Seror Seroussi Serouya Serra Serralvo Serrano
Serror Sertel Setti Setton Sever Sevgi Sevi Sevilla Sevillia Sevilya Sevy Sewell Sezer Sfez Sha'afat Sha'Altiel
Shababo Shabetai Shabetay Shabot Shacalo Shachar Shafer Shaffer Shafrir Shaftman Shahak Shaham
Shahon Shaio Shakarov Shaked Shalam Shalamus Shalem Shalev Shalit Shalmi Shalom Shaltiel Sham Shama
Shamaa Shamah Shamai Shama-Levy Shames Shami Shamir Shamis Shamlah Shamma Shammah Shamy
Shanafelt Shandling Shane Shani Shank Shanley Shannon Shapira Shapiro Shappell Sh'ar Sharbit Sharhon
Sharkon Sharnar Shasha Shashua Shattah Shattenstein Shaul Shavot Shaya Shayo Shchar Shea Shear
Sheby Sheiker Sheinfeld Sheinker Shelby Shelev Shelli Shemaria Shemarya Shemesh Shemia Shems
Shemtov Shem-Tov Sheng Shenker Shepard Sher Sherer Shermak Sherman Sherovich Sherry Sherwood
Shetzen Shevelew Shewfelt Shields Shiffman Shifman Shiftel Shilo Shilton Shimon Shimron Shimshon
Shintob Shirazi Shluker Shlush Shmal Shneider Shneor Shocron Shoel Shoenfeld Shohet Shonshol Shonwald
Shoolman Shor Shore Shorr Shoshan Shoshani Shoshany Shoueka Shouela Shoulder Shragger Shrem
Shroyer Shtern Shternberg Shtivi Shtolz Shufelt Shugart Shulemson Shulkin Shulman Shun Shunshul Shure
Shusham Shuster Shwartz Shwayder Shweber Shwisha Sialo Sibona Siboni Sichel Sicignano Sicurel Sidbon
Side Sidel Sidell Sides Sidi Sidies Sidis Sieder Siegal Siegel Siengentale Sifnugel Sigal Siggson Sigman
Sigoura Sigrist Sigura Sikli Sikowitz Silber Silberman Silberstein Silicaro Siliverdis Sillam Siller Sills Silus Silva
Silveira Silver Silvera Silverberg Silverfield Silverhardt Silverman Silverstein Silvertown Simcha Simha Simhon
Simmons Simon Simonovitch Simons Simplice Simpson Sims Simsolo Simtov Sinai Sinclair Sinda Sindel
Sinderbrand Sinerjan Singer Singleton Singley Sinigaglia Sinkoe Sion Siorana Siprut Siran Sirota Sirras Sislian
Sissa Sisso Sit Sitbon Sitruk Sitt Sittion Sitton Siva Sivan Sivin Sizemore Skajoa Skala Skapura Skenazi
Skendi Skinazi Sklar Sklofsky Skolnick Skolnik Skorka Slakman Slamovich Slaney Slatoff Slaughter Slavin
Slayen Sleseris Slessinger Slingbaum Slink Sloan Sloate Slodowitz Slohn Sloman Slone Slotnick Slotow Slott
Slubsky Sluckman Slud Slutske Slutzky Smadja Smales Smalinsky Small Smaller Smalley Smardan Smilovitz
Smirnoff Smith Smoha Smouha Smud Smulson Sneouar Snipeliski Snitter Snow Snyder Snyderman Soada
Soares Sobel Sobell Sobri Socolosky Soel Soens Sofer Soffa Soffarti Soffer Softness Soguel Soiberman
Soichet Soji Sokel Solam Solarz Solis Soll Solo Soloman Solomon Solursh Somarya Somech Somek Somlo
Sommer Sommers Sonderling Sondheim Sondik Sonies Sonina Sonn Sonne Sonsino Sonsol Soofer Sopher
Soprano Soref Sorella Soria Soriano Sorin Sorrel Soshafat Soslau Sosnowski Sosti Soto Sottile Sotto Souccar
Soued Souery Souhami Souied Soulam Souriano Sourmani Sourmany Souss Soussam Soussan Soustiel
Sovieraj Sovrado Sowinski Soydan Spack Spanier Spanjian Spector Spellens Spencer Sperber Sperling
Speyer Sphink Spiaggi Spiegel Spiegelman Spielberg Spigel Spilky Spilsinger Spinelli Spiner Spitesky Spitzer
Spivak Spizzichoro Sprague Spratlin Spring Springael Sprinson Sprung Spungin Srour Srubis Srugo St Ores
Stabinsky Stachan Stacy Staffieri Stahl Stalawitz Staley Stalnaker Stambler Stambouli Stamm Stark Starna
Starovinsky Starr Stater Stavans Stavicki Steel Steensman Stefanak Stein Steinbach Steinberg Steinberger
Steinbock Steinbrecher Steiner Steinfl Steingold Steinhardt Steinhauer Steinkeler Steinman Stephau
Stephens Sterman Stern Sternberg Sternlich Steveley Stevens Stewart Stickel Stickels Stien Stier Stiff Stiffel
Stiller Stillman Stillwell Stine Stiverman Stoch Stock Stockton Stoke Stolarski Stolleman Stollerman Stollman
Stoltz Stombouli Stone Stoner Stoppel Storey Storman Stornani Stowski Strahilevitz Strakosh Strasfeld
Strassberg Strauss Streit Streminski Stricklin Strieck Strobel Stromquist Strote Strotthe Strougo Strouk
Strozer Strube Strugo Strum Strumsa Strumza Strumzah Stryck Stuart Stubbings Stubblefield Stueve Stufft
Sturdivant Stusser Stylianidis Suares Suarez Suazo Subotnik Sucari Succar Suchggher Sudari Suede Sueke
Suero Suetz Suez Suhami Suisa Sula Sulam Sula-Menashe Suli Sulich Sulimon Sulkes Sullam Sullenberger
Sullivan Sultan Sultani Summers Sumra Suna Sundock Sura Surgon Surkis Surmani Surmany Surridge
Surugeon Suryano Susan Susi Susman Sussan Susset Sussi Sussman Suster Sustiel Sutherland Sutterman
Sutton Suzin Svart Svartz Svirsky Swanberg Swartz Swayde Swed Sweda Swedock Sweitzer Swerdlik
Swerdlin Swift Swingle Swire Switzea Synnott Sytman Szaikowski Szajowitz Szeinkier Szklarowsky Szmuk
Sztutwojner Szwarc Taaragan Tabah Tabbakh Taboh Taboush Tabush Tache Tacher Tacher-Castanon Taffel
Taffet Tafuri Tagger Tagliacozzo Taherzadeh Tai Taieb Tailor Taitz Taksey Tal Talansky Taleb Talgam
Talgham Cohen Talley Talman Talsky Talvi Tam Tamir Tamir-Turgeman Tanneau Tanner Tanowitz Taourel
Tapajos Tapiero Tarablus Taraboulos Taragan Taranto Taratoot Tarica Tarika Tarrab Tarragano Tarry
Tarshis Tartakovsky Tartarini Tass Tastassa Tat Tatom Taub Tauber Taubi Taubman Tauby Tavares Tavil
Tawil Tayar Taylor Tazartes Tbeil Tchicourel Tchniyo Tchukran Teasta Teboul Teckenborg Tedeschi Tehan
Teicher Teirlinck Teitel Teitelbaum Teixeira Teixeiria Tejera Telias Telles Da Costa Tello Telson Telyas
Temkin Tempkin Temple Tendrich Tenenbaum Tensen Tepper Tepperman Teragano Teregno Terer TerKuile
Termechi Termin Terracina Terragano Terrah Terwilligier Terzano Tessel Testa Teubal Texeria Thal Tharp
Thatcher Theobald Thiel Thiko Thimann Thomas Thompson Thomsen Thornborough Threets Thurman Thys
Tiano Tichman Tiegerman Tiger Tignee Tikvah Tilche Tillem Tillery Tillinger Tishkowsky Tissembaum Tivoli
Tiwoli Tjoyas Toal Tobal Tobey Tobin Tocatli Todd Toegell Tofik Togo Toister Toledano Toledo Tomasulo
Tompakov Tonchin Topalaski Toperek Toplan Topyalin Toranto Torbey Torelli Toriel Torjman Torres Totah
Totolano Touatti Toueg Tourial Touriel Toussieh Touvi Touzard Tovi Tovil Tovyon Towill Towner Townsend
Trackman Traina Traksbetrygian Tran Travis Treadwell Treff Treger Treibitz Treizman Treppel Treves Trevis
Treystman Trieger Triffault Trigo Trisano Trompeter Trotman Trouillet Trucke Tsai Tsarfati Tshala Tsou'ela
Tuaty Tuby Tucker Tuers Tuffly Tuler Tunis Turgeman Turiel Turkieh Turner Turobiner Turtledove Tush
Tusia Tutera Tuvi Tuvim Twersky Twinings Twito Tyger Tyni Tzach Tzanes Uffer Uhl Ukuzoglo Ullman Ulloa
Ulmer Unger Ungerovich Untalan Urbaitis Urbana Urowski Urrutia Urwitz Usher Uslaner Ustilovsky Uthoff
Uzan Uzel Uzeviel Uzieb Uziel Vacerella Vacknin Vaghmaria Vainboim Vaknin Valadji Valdivia Valencia Valensi
Valenti Valenzin Valera Valero Valiquette Valonsi Valorz Van Van Ausdall Van Beversluys Van de Beld Van De
Vorde Van De Walle Van der Haegen Van Der Zward Van Laere van Lingen Van Wendel VanBuren
VanDenEeckhout Vanderfluit Vandeshirtz Vandevelde VanDijk VanLip Vanloan Vann Vannier Vannoy
Vanweste Vanzini Varkalis Varnen Varnes Varol Varon Varrone Varsano Varzan Vaspi Vataro Vaughan
Vaughan-Williams Vaugoyeau Vaz Vazquez Vega Veiga Veinberg Veinbergs Vekselman Velarde Velasquez
Velelli Venelle Ventimiglia Ventura Vera Verberg Verdera Verderber Vergara Veringa Verirrame Vermeer
Vernick Verskuren Veselak Vester Vezzani Vicenti Victor Vidal Vidon Viecedegabriel Viena Viens Viera Viesse
Vieyra Vilaca Vile Villacensio Villareal Villescas Vincendon Vincent Vines Viness Vineyard Vinikoor Vinograd
Virviescas Visotsky Visser Vitale Vitas Viterbo Vitoulis Vivante Viza Vizcaino Vlosky Vojkovich Volen Volovitch
Volpert Volpi Von von Bayern Von Haas Von Quistorp Von Riedlich VonBuol Voorhis Vossler Wachsberger
Wachtel Wachter Wacks Wade Wadsworth Wagenberg Waggoner Wagner Wahba Wahl Wahrhaftig Wainer
Waiswain Waizel Wajdenbaum Wakefield Walden Waldheim Waldman Wales Walisa Walker Wallace Wallach
Wallenchek Waller Walpin Walsh Walters Waltham Walton Wand Wanderscheid Wanon Ward Warden Ware
Warech Warner Warnick Waronker Warren Warrington Wasan Washington Wasileski Wasserman Waterman
Waters Watkins Watson Waxler Weaver Weber Webster Weeks Wegh Weigart Weil Weill Weiller Weinberg
Weinberger Weiner Weingarten Weinger Weingort Weinish-Krantz Weinman Weinroth Weinstein Weinstock
Weintraub Weis Weisbeker Weisberg Weiser Weisleder Weisman Weiss Weissi Weissmann Weitzen Weitzner
Welch Welge Welk Welna Vel Welner Welner Welt Weltz Wender Wendling Wendrownik Wennerberg
Wentzel Weprinsy Werber-Winbotel Werner Werngren Wershoven Wertman Wesel West Westenberg
Westerfield Wexler Weyl Whaba Whalen Whaley Wheeler Wheelright Whidbee Whillier Whitaker White
Whitehead Whitesell Whitmore Whitney Wice Wicks Wickstrom Widom Wieder Wiener Wienir Wieseneck
Wiet Wikander Wilder Wiles Wilk Wilkerson Wilkinson Willenz Williams Williamson Willis Wills Wilner Wilson
Wind Wineck Winesanker Wing Wingrave Winick Winieswki Winikow Winn Winograd Winser Winter
Wintergate Wisch Wisdom Wisnia Wistrich Witenberg Witt Wittenberg Witts Witz Wiviott Wohl Wolbrum
Wold Wolesker Woletz Wolf Wolfe Wolfenson Wolff Wolfson Wolin Wolkow Wollenberger Wolloh Wood
Woodcock Woods Woolen Woolton-Wooley Worley Wormser Worth Woznica Wright Wyley Wynberg
Wynhausen Wynick Wyss Xanthopoulos Yabes Yablok Yack Yacob Yacobi Yacoel Yadan Yadgard Yadid
Yaech Yaes Yafet Yaffe Yagaloff Yahech Yahir Yahni Yahya Yair Yaish Yajia Yakir Yakov Yakuppur Yamali
Yambol Yanarocak Yanarocak-Elhadef Yandeman Yannay Yanni Yannier Yannir Yanta Yaras Yardeny Yarhi
Yarish Yarmak Yarmus Yaron Yaskoir Yassen Yatchie Yattah Yatzkan Yauger Yeager Yedid Yedlin Yehia
Yehoshua Yeini Yekutlelli Yellen Yellin Yellinek Yemin Yenis Yensarfati Yep Yerouchalmi Yerusalmi
Yerushalmi Yeshurun Yeyni Yifrach Yitzhak Yoakum Yofan Yoffe Yohai Yohay Yoller Yolles Yomtov Yonah
Yonks Yorinks Yorohan Yosafat Yosha Yoshiana Yoshida Young Yousha Youshah Yudelowitz Yuksek Yurman
Yusafin Yusem Yusen Zaafrani Zabin Zaccai Zacharia Zacks Zacuto Zadikow Zadok Zafrani Zagdoun Zagha
Zagouri Zagoursky Zaitz Zaken Zalcman Zalk Zalma Zalosh Zalta Zamarani Zamary Zamero Zamir Zana
Zanadrea Zananiri Zanetti Zanine Zanuck Zapata Zara Zaragoza Zarcon Zardukas Zarka Zarkon Zarmati Zaro
Zatuchni Zayan Zayat Zburov Zcharia Zebede Zebelman Zecatlian Zegarra Zeister Zeitler Zeitling Zeitoun
Zeitouni Zeitune Zeitz Zelaya Zelevianski Zeller Zellik Zemmol Zerah Zerbst Zercie Zerkin Zetooney Zettler
Zialovsky Ziberman Zibershlag Zibil Zichlinsky Zick Zickermann Zidell Ziegenbein Zietzew Zikri Zilbervart Zilka
Zilocchi Zilversmied Ziman Zimbler Zimerman Zimmelman Zimmer Zimmerman Zimnavoda Zindanopoulou
Zinder Zine Zinsmeister Zion Ziontz Zipilivan Zipper Zipperman Ziri Zirulnik Ziskind Zito Zive Zlochevsky
Zlotovinsky Zlowe Zober Zoeckler Zomer Zonana Zonenshine Zouray Zuboff Zuckerman Zukerman Zuniga
Zunino Zusman Zweier Zwern Zwiebach Zwillenberg Zwirn Zylberberg Zylberstein Zymet Zyskind

Aşkenaz Yahudileri

Museviler, Đstanbul’a yerleşmelerinin kronolojik sıralamasına göre dört ana grupta toplanıyor: Romanyot,
Karay, Aşkenaz ve Seferad... Romanyotlar, Roma ve Bizans döneminden beri var olanlar, diğerleri ise
sonradan gelenlerdir.
‘Bir kültürler mozaiğidir Anadolu.’ Bu tanıma uygun, sihir dolu, şiir dolu ülkenin başkenti de Đstanbul... 500
küsur yıl önce Đspanya’dan, engizisyonun zulmünden kaçıp Osmanlı’ya sığınan Yahudiler’den söz edilir. Genel
olarak bilinen bu gerçeği, kamuoyunun ortalama aklında ve bilincinde daha sahici biçimde kalıcı kılan da,
özellikle son zamanlarda yapılan müzik çalışmaları olmuştur. Folklörik bir çalışma örneği olarak Janet-Jak
Esim’in yaptığı çalışmalar ve etnomüzikoloji örneği olarak Seferad müziği yapan Yavuz Hubeş ve
arkadaşlarından bahsedilir. Doğu orijinli Aşkenaz Yahudileri’nden daha az haberliyizdir ve yazımız aslolarak
onlarla ilgili olacak.
Museviler, Đstanbul’a yerleşmelerinin kronolojik sıralamasına göre dört ana grupta toplanıyor: Romanyot,
Karay, Aşkenaz ve Seferad... Romanyotlar, Roma ve Bizans döneminden beri var olanlar, yani yerliler.
Diğerleri ise, ‘sürgün’ veya ‘kendiliğinden gelenler’dir. Karaylar 11. ve 15. yüzyıllarda Rusya’dan, Aşkenazlar
16. yüzyıl ortalarından başlayarak Balkanlar, Orta ve Doğu Avrupa’dan, Seferadlar ise, 1492 sonrasında
Đspanya ve Portekiz’den gelip yerleşenlerdir. Gerek konuştukları diller, gerekse de dini inanç, yönelim ve
tapınma biçimleri birbirinden farklı olan bu cemaatlerden Romanyot ve Karaylar, yüzyıllar boyu Rumca;
Aşkenazlar Ortaçağ Almancası-Đbranice karışımı olan ‘Yidiş’çe; Seferadlar ise Katalan Đspanyolcası ile Đbranice
karışımı olan ‘Ladino’ dilini konuşagelmiştir.
Đstanbul’da Seferadlar nüfusça çoğunluktayken, Aşkenazlar yüzde beşler dolaylarında imiş. 1831’de ilk olarak
Büyük Hendek’te yapılıp, 1866’da Yüksekkaldırım’a taşınıp, daha sonra da 1900’de büyütülerek kâgir olarak
yapılan ve Yidiş diliyle ibadet edilen bir ahşap sinagog kurarlar. Aşkenazlar, bugün konu edeceğimiz binayı
da ‘elit’ cemaatten (onların psikolojik baskısından) ayrılmak için yapar. ‘Schil fun di Schneider’ adı verilen ve
terzilere ait bir Aşkenaz sinagogu kurarlar. 1894’te hizmete açılan sinagog 1960 başlarına kadar faal kalır.
Süreç içinde sayıları 1000’in de altına düşünce, burası harap olmaya başlar. 1999’da ise onarılarak kültürevi
olarak hizmet görmeye başlar.
Galata’da, Bankalar Caddesi üzerindeki Kamondo Merdivenleri’nden çıkınca sağdaki Banker ve Felek
sokaklarına açılan bir yapı, Schneidertempel Sanat Merkezi... Aşkenaz Vakfı’nın yöneticisi, karikatürcü Đzel
Rozental bilgi veriyor: ”Vakfın üst katlarında aile büyüklerimin gittiği bir sinagogun bulunduğunu öğrenmiş
olmam, beni zaten çok heyecanlandırmıştı. Çıkıp binayı görünce burada neler yapılabileceği hemen gözümde
canlandı. Başta Aykut Köksal olmak üzere mimar dostlarımız hemen işe koyuldu. Restore etmek yerine
onarmak fikriyle hızla finansman temin etmeye çalıştık. Aslında işletmesi için de para gerekliydi. Cemaat içi
kadar dışından da katkılar oldu. Bu yıl ve 2001 için planlar yaptık. Sanat danışmanımız Tan Oral’ın ve benim
karikatürcü olmamız nedeniyle, galiba biraz karikatür ağırlıklı işlere yer verdik. Đlk etkinliğimiz, ‘Yeni Bir
Binyılın Eşiğinde Đnançlar’ başlıklı sergimiz oldu. 14 Aralık’ta ‘Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri’ sergisi yaptık.
2001 programı da belirlendi: Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden ‘21. yy’da Eğitim Sorunları’ başlıklı başka bir
karikatür sergisi... Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla Ali Ulvi Ersoy’dan retrospektif sergi. Nisan ayında ise bir
soykırım (holokost) sergisi var. Fransızlar’ın ciddi ve çeşitli belgelerden oluşan bu sergisini, Çapkınof’un
mizahî heykel sergisi izleyecek. Gene Ferruh Doğan’dan bir retrospektif ve Latin Amerikan’dan bir karma
karikatür sergisi daha...” Çok kültürlü, çok kimlikli Türkiye’nin seçkin ve değerli unsurları Aşkenaz
Yahudileri’nin söz konusu sanat merkezlerine gidin, sergileri izleyin. Balkon katlarından birinde satılan
kitaplara göz atın. Mutlaka ilginizi çekecek bir yayın vardır.

Adnan Genç

Yahudi beşeri ve teolojik tarihine dair*

Kaynaklar:
Ahd-i Kadim, Kitab-ı Mukaddes içerisinde, Đstanbul:93
El-Kitabu’l-Mukaddes, Mısır, ty.
Tora, Nebiim, Ketubim; Jerusalem: 97
E. Judaica I-XX, Samuel Brandon, Menahem Mansoor, Jerusalem: 72-78
El-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvai ve’n-Nihal I-V, Đbn Hazm, Beyrut
Mevsuatu’l-Yehud ve’l-Yehudiyye ve’s-Suhyuniyye I-VIII,
Prof. Dr. Abdulvahhab el-Mesiri, Kahire:99
Yahudi Tarihi, Will Durant; Đstanbul:92
Dinler Tarihi, Mircea Eliade; Đnsan:99
Yahudileşme Temayülü, Mustafa Đslamoğlu, Đstanbul:94
Musa I, II, Gerald Messadie; Đstanbul: 99

Başta Kur’an olmak üzere Mukaddes Kitaplar, Đsrailoğulları soyunu, ”Allah’ın kulu” ya da ”seçilmiş: Mustafa”
anlamına gelen ve Tevrat’ta Allah tarafından verildiği dile getirilen (Tekvin, 32/28) ”Đsrail” lakaplı Hz.
Yakub’la başlatırlar. Yine, mukaddes metinler Yakub’u babası hz. Đshak kanalıyla Hz. Đbrahim’e bağlarlar.
M. Esed’e göre Hz. Đbrahim’in atalarının MÖ 3000 yılın başlarında, Arabistan savanalarında başgösteren
yaygın kuraklık sonucunda Mezopotamya’ya göç eden kabilelere mensuptur. Aynı isim Đbranileri Arapların bir
kolu, Đbraniceyi de arkaik Arapçanın bir diyalekti olarak görür. Martin Bernal de Black Atena’sında bu görüşü
destekler. Eliad’a göre, ”belki kısmen Amoritler ve Hapiru (ya da Apiru)’larla özdeşleştirilebilir. Gerald
Messadie’ye göre bu isim Mısırlıların Đsrailoğulları için kullandığı isimdir. (Asurlurarın Araplar için kullandığı
Arap sözcüğünün ilk kullanım zamanını veren Aribu ismiyle yakınlığı dikkat çekici) MÖ üçüncü bin yılın
sonlarında, Kalde’nin Ur şehrinden göç eden Đbrahim ve kabilesi, Musa’dan yaklaşık 1000 yıl önce Filistin’e
yerleşir.
Yarı göçebe bir halde hayvancılık yapan Đsrailoğulları, anayurtları Filistin’den, yine bir kuraklık nedeniyle göç
ederek Mısır’a yerleşirler. Bu göçün başlangıcını teşkil eden Yusuf Peygamber kıssası, Đsrailoğullarının Mısır’a
geliş sorununu da aydınlatan dramatik bir öyküdür. Tarih olarak MÖ 1770-1580 arasında hüküm süren
kolonyalist Hiksos (eski Mısırca hik şasu, ya da heku şovset: Çoban Krallar) hanedanı dönemine denk
gelmektedir. (Esed)
Önceleri, kendileri de bölgeye kolonyalist olarak dışardan gelmiş olan Hiksos Hanedanı’nın himayesinde
özgür bir toplum olarak Mısır’da yaşayan Đsrailoğulları, bu hanedanın yönetimine Mısır milliyetçilerince son
verilmesiyle birlikte artık zor bir döneme girerler. Kur’an’ın da tasik ettiği gibi başından beri ehl-i tevhid olan
Đsrailoğulları, çok tanrılı bir inanç sistemine mensup olan Mısırlılar tarafından, biraz da Hiksos Hanedanı’na
olan intikam hisleri nedeniyle dışlanırlar ve sistematik bir biçimde köleleşirilirler.
Messadie’ye göre MÖ 1307, Eliad’a göre 1260 yıllarında, ismi Mısır kökenli olan Mos olan Musa Peygamber,
Đsrailoğulları’nı jenoside tabi tutan Mısır yönetiminin elinden kurtarır. Hz. Musa Kur’an’a göre firavunun
sarayında büyümüş bir prenstir. Tora (ilk beş kitap) da bunu destekler. Bir görüşe göre Musa’yı sarayda
büyüten kraliçe Haçepsut’tur. Messadi, bu firavunun I. Seti olduğunu söyler. Öyle anlaşılıyor ki, o ölüp yerine
muhalifi III. Tutmes geçince Musa saraydan kaçmıştır. (Leiden Đsl. Ans.)
Sina’da vahyi alan Hz. Musa, bir yandan da Đsrailoğullarının Kur’an’ın ”maymunlaşma” (2:65, 7:166) olarak
nitelendirdiği yabancılaşmasının önüne geçmek için çırpınır. Bu dönemde, Mısırlıların Hotor (Đnek) tanrısına
tapmadan tutun da, özgürlüğü soğan ve sarımsakla takas etmek istemeye, bahşedilen nimetlere
nankörlükten tutun da ”Allah’ı açıkça görmedikçe sana iman etmeyeceğiz” demeye kadar, bir dizi azgınlık ve
sapkınlık örnekleri sergilerler. (Đslamoğlu)
40 yıl yeni bir neslin doğmasının yanında eski neslin ikiye kadar kırılmasını da bekleyen Hz. Musa, ilahi
talimatların klavuzluğunda Đsrailoğulları’nın vahyi yeryüzünde temsil ve tebliğ misyonunu gereği gibi ifa
edebilmesi için terbiye eder.
Kenan’a yerleşen Đsrailoğulları 3’ü yönetici 9’u etba kabile olmak üzere 12 kabileden oluşur. MÖ 1050’lerde
peygamber Samuel Saul’u (Kur’an’daki adıyla Talut’u) kral olarak atar ve ünlü Krallar Dönemi, böyle başlar.
Hz. Musa’nın vefatıyla Kral Talut dönemi arasında Đsrailoğulları tam 7 kez tevhid akidesinden inhiraf edip
yeniden ihtida etmişlerdir. (Đbn Hazm)
Đsrailoğulları’nın altın çağı Davud ve oğlu Süleyman (961-922) dönemleridir. Kaybolan Ahit Sandığı (Tabut)
bulunur, Kudüs dini merkez olarak inşa edilir. Mukaddes Mabed inşa edilir. Hz. Süleyman’ın ölümünden sonra
devlet Kuzey Krallığı (Đsrail) ve Güney Krallığı (Yahuda) olarak ikiye bölünür Đsrail, Yahuda’nın da lojistik
desteğiyle MÖ 722’de Asur tarafından yerle bir edilir. MÖ 587’de sıra Yahuda’ya gelmiştir. Babil kralı II.
Nabukadenossor Kudüs Mabedi’ni yerle bir ederek tüm Yahudileri Babil’e sürgün olarak götürür. Bu döneme
Apokaliptik dönem adı verilir. Bu dönemde Ezra (Uzeyr) tamamen ortadan kaybolmuş olan Tevrat’ı,
insanların hafızasından yeniden derler. Ezra II. Musa olarak lakaplandırılmayı hak etmiştir. Tevrat
tomarlarına bir zeyl olarak daha sonra gelen peygamberlerin hayatını ve mesajlarını da ekleyen Ezra’nın bu
biyografileri, daha sonra Kitab-ı Mukaddes metinleri arasında yerini alacaktır.
539’da Mezopotamya’yı işgal eden Pers imparatoru Kirus, Yahudileri Babil esaretinden kurtarır. Kirus’un
yardımıyla Mukaddes Mabed yeniden inşa edilir. MÖ 339’da Đskender’in Afrika’ya çıkışıyla, Yahudiler arasında
Helen kültürü hakim olur. Birkaç kuşakta, dil Đbraniceden Yunancaya döner, Tevrat’ın ilk Yunanca tercümesi
bu dönemde yapılır. Yunan felsefesinin etkisiyle, Torah (Şeriat) te’vile açılır. Bu işi daha sonra Filon
tamamlayacaktır. Bu dönemde, Yunan işgaline karşı milliyetçi duygularla ayaklanmalar olur.
Đskender’in MÖ 323’de ölümünden sonra, Yahudi, Mısır’a hakim olan Ptolemiler’in, önemli bir Yahudi nüfusu
barındıran Đskenderiye’yi başkent yapmalarından itibaren topraklarının bir parçası haline gelir MÖ 198’de
Yahuda, Selevkoslar’ın eline geçer. MÖ 167’de Roma imparatoru IV Antiokhus Yahudi Şeriatı’nı yürürlükten
kaldırır ve Mabed’e tanrı Zeus’un heykelini yaptırır. Buna tepki olarak Makkabe isyanları başlar. Mabed
isyancılar tarafından 164’te geri alınır ve heykellerden temizlenir. Hanukkah’ın sekizgün bayramı bu isyanın
anısına hala kutlanmaktadır.
Đşgaller karşısında Yahudiler Bu tavırlar geliştirirler. Bu farklı tavırlar farklı mezhepler olarak kemikleşir:
Ferisiler, Sadukiler, Zealotlar ve Esseniler bunların belli başlılarıdır.
MÖ 40’da Romalılar adına Yahuda’nın yöneticisi olan Herod, Roma tarafından Yahudilerin Kralı ilan edilir.. MS
6’dan itibaren yarı sömürge durumuna son verilerek resmen Roma mandası altına giren Yahuda, doğrudan
bir Roma valisi tarafından idare edilir fakat iç işlerinde nisbeten özerk bir yapıya da izin verilir. MS 66’da
Romalı vali Florus’un şiddete varan uygulamalarına isyan eden Yahuda halkı, Romalılaşmış Yahudileri de
cezalandırma noktasına gelir. Bunu yapan Zelotlar (Sicarii)’a mensup milliyetçi güçlerdir. Bu isyanı bastırma
görevi 69’da imparator ilan edilen Vespasien tarafından oğlu Titus’a verilir. 28 Ağustos 70’te mabed yakılarak
yok edilir, Ekim’de tüm Kudüs yerle bir edilir. 74’te son kale olan Masada da düşer. Bu tarih yaklaşık 2000 yıl
sürecek bir diaspora (gurbet)’in başlangıcıdır.
Arabistan Yahudilerinin bölgeye göçünün bu olayın akabinde gerçekleşmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Önce Necran’a yerleşen Yahidiler daha onra Medine, Hayber, Fedek vs. gibi yerlere dağılmışlardır.
(Đslamoğlu)
133’te Mesih’lik idiasıyla ayaklanan Bar Kohba ve taraftarları, Romalılar tarafından korkunç bir şekilde
cezalandırılır. Yine de MS III. Yüzyıla kadar yerli bir haham tarafından sözde özerk bir biçimde sürdürülen
Yahuda yönetimi, bu yüzyılda Hıristiyanlığın Roma tarafından resmi din olarak kabul edilmesiyle birlikte
Yahuda, şeklen de ortadan kalkar.
Yahudiler 70 yılındaki bu büyük soykırımdan kaçarak Güney Arabistan, Kuzey Afrika, Güney, Batı ve Doğu
Avrupa, Suriye, Đran’a kadar geniş bir coğrafyaya dağılırlar. 1492’de Hıristiyan egemenliğine geçen Đspanya
tarafından kovulan Sefarad Yahudileri Fas’a, Hollanda’ya ve Osmanlı topraklarına sığınırlar. Sonrası malum.
Şeriat anlamına gelen Torah, Hz. Musa’ya gelen 5 kitaptan oluşur: Bereşit (Tekvin), Şemot (Çıkış), Vayikra
(Levililer), Be-Midbar (Sayılar), Devarim (Tesniye) Eldeki Eski Ahid’de, Torah dışında peygamberlerin
hikayelerinden oluşan Nebiim ve azizlerin biyografilerinden oluşan Ketubim (Hajiyograflar) bölümleri yer alır.
Bu üç bölümden oluşan Eski Ahid ”tanah” diye kısaltılır.
Tevrat’ın aslının kaybolduğunu, yine kendisinden öğreniyoruz. II. Krallar’da, kaybolan Tevrat’ı mabedin
restorasyonu sırasında Hilkiya adlı bir görevlinin bulduğu dile getirilmektedir. (22/8) Bu kayboluş tek değildir.
Babil sürgünü sırasında, Babillilerin sistematik takibi sonucu elde hiçbir nüshası kalmayan Tevrat’ı, daha
sonra hafızadan ve eldeki verilerden yola çıkarak derleyen Ezra’dır (Uzeyir). Bu hizmetinden dolayı Ezra II.
Musa lakabını kazanmışır.
Tevrat’ın, bugün elde bulunan metninin asıl metinden değil de hafızadan derlendiğinin göstergesi, Tevrat’ta
anlatılan olayların hep iki varyantla anlatılmış olmasıdır. Bu iki metinden biri Yahvist (J) metindir ki, bu
varyantta Tanrı’nın adından Yhvh olarak söz edilir (MÖ X yy). Đkincisi Elohist Metin’dir ki, bu varyant da Tanrı
için Elohim çoğul ismini kullanır ve birinciye göre daha sonra kaleme alınmış (MÖ VII yy) bir varyanttır.
Bunlardan ayrı olarak D ile simgelenen Dötoronomist metindir ki, Tesniye’nin bir kısmının redaksiyonundan
ibarettir ve MÖ 622’ye tekabül eder. P ile simgelenen Rahipler Metni ki, kaynağı Levililer olan bir gurup
haham tarafından kaleme alınmıştır.
Nebiim (Peygamberler) ”eskiler” ve ”yeniler” olarak ikiye ayrılır. Eskiler, tarihi kıssalar içeren altı kitaptan
müteşekkildir: Yeşu, Hakimler, I. Samuel, II. Samuel, I. Krallar, II. Krallar isimli kitapların biyografisini
verdiği isimler Hz. Musa’nın halefleri olan Yeşu, Samuel, Saul Talut), Davud, Đlyas, Elyesa peygamberlerdir.
Yeniler’de ise Đşaya, Yeremya, Hezekiel, ve 12’ler diye anılan peygamberlerin vahiyleri ve hayat hikayeleri
vardır. Ketuvim (Kitaplar)’de ise 150 ilahi ve duadan oluşan Davud’un Mezmurlar’ı (Zebur), Meseller, Eyüb
gibi değişik çağlara ait değişik kitaplardan müteşekkildir.
Daha sonraları farklı versiyonları ortaya çıkan Tevrat’ın toplam kaç farklı nüshası olduğunu bilmiyoruz. Ancak,
el-Fasl’ında, An’anilerin, Rabbanilerin, Đsevilerin Tevratı ve Filistin’den çıkarılması yasak olan Samirilerin
Tevratı diye 4 ayrı nüshadan söz eden Đbn Hazm, dördüncüsünü göremediğini, fakat ilk üçünü görüp
incelediğini ve bazı bölümlerinin edisyon kritiğini yaptığını söyler. Bu konuya eserinde bir tam cilt ayırarak bu
alandaki derin bilgisini kanıtlar.
Kitab-ı Mukaddes’in, yukarda verdiğimiz bölümlerine ek olarak ortaya çıkan ilk eksiksiz versiyonu MÖ II.
Yüzyılda tamamlanmış olan Yetmişler adı verilen Grekçe versiyondur. Bu versiyonda, Apokrifler adı verilip
Kutsal Kitab’a dahil edilmeyen materyaller vardır.MÖ III. Yüzyıldan itibaren Kitab-ı Mukaddes’e Apokaliptik
metinler ilave edilir. Yahudi mistisizminin ilk yazılı kaynaklarına MS 1. Yüzyılda rastlanır. Birincisi Tekvin’in
mistik yorumu (ma’aseh bereshit), ikincisi Hezekiel Peygamber’in Arş’ı taşıyan semavi araçı tasvir eden
”Merkabah”sıdır.
Filon, Kitab-ı Mukaddes’i Eflatun’un Sudur Nazariyesi’ne uyarlayarak te’vil eder. Ona göre beden ruhun
hapisanesidir. MÖ 150’den itibaren Ölüdeniz yakınlarındaki Yahuda çölünde Çileci bir hayat süren Esseniler'e
ait literatür 1947’de Kumran’daki 11 mağarada bulunur.
Yahudi literatürü Mişna ve ona ilave edilen iki Talmud (Kudüs ve Babil Talmudu) ile genişler. Mişna,
”halakah” yani hukuki bir yorumdur. MS 200’de tamamlanan altı bölümde tasnif edilen 63 kitaptan
müteşekkildir. MS V. Yüzyılda tamamlanan Filistin Talmudu Babil Talmud’una göre daha eski fakat üç kez
kısa bir hukuki tefsirdir. Amoraların çalışması Gemara isimli uzun bir tefsire sahip iki derlemedir.
Talmud’un halakaik (hukuki) tefsiri, Rabbinik literatürün sadece bir kısmıdır. Diğer kısmı ise hem halakaik
hem de haggadik (kelami ve tarihi) metinlerden oluşan midraş (tefsir)’lardan oluşmuştur. Hemen hatırlamak
gerekir ki, medine’deki Yahudi mabedinin adı da Beytu’l-Midras(ş)’tır. Buradan, Medine Yahudilerinin üçüncül
kaynaklardan beslenen bir geleneğe sahip olduğunu çıkarsamakta bir mahzur olmasa gerek.
Haggadik (kelami ve tarihi) midraşlar külliyatı MS 13. Yüzyıla kadar gelip dayanır. Bunlar arasında Tekvin
tefsiri olan Midraş Rabbah, Rav Kahana’nın vaazlarından oluşan Pesikta’sı, 6. Yüzyılda yaşamış Filistinli bir
hahama ait olan Midraş Tanhuma bunlardan belirgin olanları.
Bu tefsirler, yazıldıkları dönemin tipik özelliklerini taşırlar. Babil sürgününde yazılanlar Babil dininin
özelliklerini ve gizemini Yahudiliğe taşırken, Helenist dönemde kaleme alınanlar Yunan Çoktanrıcılığını
içselleştirir. Diaspora döneminde ortaya çıkan tefsirler, bir kurtarıcının (maşiah) gelip Yahudileri tekrar eski
altın çağlarına döndüreceklerini işler. Bütün bu geleneksel tefsirler, gittikçe aslın yerini alacak ve Yahudi dini
geleneği ”im kabbalah na kabbal” (gelenek değilse kabul etmeyiz) aforizmasında ifadesini bulan bir mantık
üzerine inşa edilecektir. Kur’an’da Ehl-i Kitab’la ilgili eleştiriler sırasında ”atalar” eleştirisi, işte bu mantığın
reddidir.
Bizim burada özel bir önem vermemiz gereken gelenek Kabbala diye adlandırılan, hurufi (gramatolojik),
rakamcı (nümerik), teosofik mistik ve gizemci Yahudi geleneğidir.
Kabbala geleneğinin çıkış noktası Sefer Yetzirah (Yaratılış Kitabı)’dır: 10 sephirot muhtemelen 10 Emir’e
tekabül eder. Bunları bir araya getiren 22 yol ise Đbrani alfabesinin 22 harfine denk düşer. Böylece Yaradılış
bu 32 unsurdan hareketle vuku bulur. (Đlginçtir; Bahailiğin kurucusu Bahaullah da 32 rakamı üzerine
oturtmuştu öğretisini.) Sefer Yetsirah’ın bu hekhalotik (hurufi) yorumu, Alman Hasidim Eşkenaz’ların (Alman
ve diğer Batı Yahudileri) düşüncelerinin merkezinde yer alır. Kabalist geleneği zirvesine taşıyan Zohar’ın ilk
habercileri Kastilyalı Yakub ve Đshak Kohen kardeşler olur. Bunlar helenistik gibi görünen alfabe harflerinin
yer değişikliği ve uyuşumu ile (bir metnin harflerini değiştirerek elde edilen kombinezonlardan anlamlı
kelimeler üretmek ve bunlardan yola çıkarak yorumlar yapmak) mistik nümeroloji tekniklerini ortaya
koyarlar.
Josef ben Abraham Gikatilla (1248-1305) ve Leonlu Moise (1250-1305) Simon bar Yohai’ye atfedilen
”sahteyazı” metin olan Sefer ha-Zohar’ın (Đhtişamın Kitabı) yazarıdır. Kabbalistin bütün faaliyetleri,
tasarlanan üç amaçtan birini gerçekleştirir: 1 Tikun: Zahidin kişiliğinde ve dünyada vahdet-i vücudun ve
uyumun yeniden canlandırılması, 2 Kavvanah: Kendi iç dünyasına doğru gerçekleştirilen deruni seyahat, 3
Devekut: Ruhlarla vecd halinde birliktelik. Zohar kitabı, bazı yorumlara göre, 1648 yılında beklenen Mesih’in
geleceğini haber vermektedir. (el-Mesiri) Bu Kabbalist hurufi panteizmi, devrimci bir zemine taşıyan ve
Yahudi tarihinde bizce dönüm noktası sayılması gereken bir isim Polonya Yahudisi Đshak Luria’dır.
Burada bir nokta koyup, 32 yılını bir Yahudi, Yahudilik ve Siyonizm ansiklopedisi hazırlamaya vakfederek
Jaques Derrida’nın yapıçözüm yöntemini kullanarak mevcut tüm Judaik kavramları tamamen bozup-dağıtarak
yeniden inşa eden Abdulvahhab el-Mesiri şöyle der: Konu üzerinde 12 yıl çalıştıktan sonra 1984 yılına
geldiğimde, akademik kariyerimin ve ilim hayatımın en önemli gerçeklerinden biriyle karşılaştım. Polonya
tarihi bilinmeden modern Yahudi tarihi ne bilinebilir, ne yazılabilir.” Buna, el-Mesiri’den esinlenerek şunu da
ekleyebiliriz ki: Đshak Luria bilinmeden de Polonya yahudiliği ve dolayısıyla Sabataycılık ve Siyonizm
bilinemez. El-Mesiri Đshak Loria’nın Kabalistlerin el kitabı Zohar’ı devrimci bir yoruma tabi tutmasının sosyal
ve siyasal nedenlere dayandığını söyler. Bunlardan birincisi Mesih’in geleceği yıla tekabül eden Ukrayna’daki
Çiftçi Ayaklanması, ikincisi ise 1655’te gerçekleşen Rusya Đsveç savaşıdır. Ona göre, bu ve buna benzer
olaylar Polonya Yahudilerini derinden sarsar. (el-Mesiri)
Aşkenazi Rabbi Đshak, bu isimlerin baş harflerinden oluşan (ARĐ) bir sentezi temsil eden ”ARĐ ha-Kadoş
(Safed’in Kutsal Aslanı) felsefesini ortaya atar. Bu felsefe, yaratılışı Tanrının bizzat kendi içindeki karşıt/zıt
faaliyetler süreci olarak tanımlar ve kötülüğü de bir takım şeyleri içinde bulunduran ”vazonun kımıldamasıyla”
düşen manevi parçaların aktif bir varlığı olarak düşünür. Bu kozmik bir dramdır ve negativite pozitif enerjiyi
ortaya çıkartacaktır. Luria Kabbalacılığı 1630-1640 yılları arasında tüm Yahudi muhitlerini bir yangın gibi
sarar ve topyekün kurtuluş düşüncesini onlarda uyandırır.
M. Eliade’a göre, bu teorinin kendisinde gerçekleşeceğini düşünerek, kötülük eğilimlerini farkettiği Đzmirli
Sabatay Zvi’yi ilk farkeden (keşfeden) Luriacı Kabbalist Gazzeli Nathan’dır (1643-1680). El-Mesiri de aynı
görüştedir. Yalnız o 1664 yılını gösterir. El-Mesiri’ye göre tam da bu sırada Đngiltere Yahudileri arasında,
”anavatana dönüş” düşüncesi Hıristiyanlar arasında dahi Yahudiler tarafından yayılmaktadır: 1666 yılı,
Yahudilerin Filistin’e dönüşlerinin gerçekleşeceği iki bininci yılının başlangıcını teşkil edecektir.
Sabatay Zvi, Sara isimli, Ukrayna’da bir bölgenin mali işlerinden sorumlu olan birinin kızıyla evlenir. Bu kötü
şöhreti olan bir kadındır ve o bu evliliği de Luriacı Kabbalacılığın yorumuna uygun bir biçimde ”dışardan kötü
görünüp içerde yücelmek” (Melami tarzı) öğretisine uygun olsun diye yapmıştır. Dahası şeriatın tüm formel
emirlerini alenen çiğnemeyi, yasakları işlemeyi özendirecek sözler söylemeye başlamıştır. (1648) Bu
tavrından dolayı Đzmir’den Hahamlar tarafından kovulur. Selanik’e gider, orada ve mücavir kentlerde tüm
haramları helal eden, tüm helalleri haram eden öğretisini Yahudileri çağırır. Birkaç ay Đstanbul’da kalır.
Kahire’ye gider ve Kabbala öğretimi halkasına katılır. O halkanın üyelerinden biri de Devlet Hazine Müdürü
Yahudi Cemaati liderlerinden Rufail Yusuf Çelebi’dir. Sonra Filistin’e gider.
Gazzeli Nathan tarafından beklenen Mesih olduğu ilan edilen Sabatay Zvi, hüzün bayramlarını sevinç
bayramları olarak kutlanmasını söyler. Mesih Sultan’ın tacını da ele geçirecektir. El-Mesiri’ye göre Luria
Kabbalası’nın temel fikirlerinden birine dayanmaktadır bu talep. 1665 yılının Mayıs ayında Kudüs’e giren
Sabatay Zvi, tüm evrende tek yönetici kudretin kendi olduğunu ilan eder. Bir ata binerek Kudüs’e 7 kez tavaf
eder. Şiddetli saldırılarla karşılaşır ve şehirden çıkarılır. Zvi, 1666 yılında Đstanbul’a giderek Sultan’ı tahtından
indireceğini ilan eder. Şubat 66’da Đstanbul’a varır ve yakayı ele verir. Gelibolu Kalesi’nde mahkum edilir.
Yavaş yavaş mahkumiyet gevşetilir. Bu sırada her taraftan ”hacılar” gelmektedir ziyaretine. Bu yılın Eylül
ayında Kabbalacı Polonyalı Haham Nehemya ziyaretine gelir. Onun uçuk iddialarını reddetmekle kalmaz,
Sultan’a etkin bir şikayet dilekçesiyle başvurur. Mahkeme edilir ve ölüm cezasına çarptırılır. Tek kurtuluş yolu
vardır müslüman olmak. O da sureta müslüman olarak, ölümden kurtulur ve Kabalist gelenekte Mesih’in
vasıflarından biri olan sureta dinden çıkma yorumuna da uygun hareket etmiş olur. Kapıcıbaşı payesi
verilerek Arnavutluk’ta mecburi ikamete tabi tutulur. 1676’da koleradan ölür.
Adamlarından bir kısmı onu terkidir. Fakat çoğunluğu ona sadık kalır. Tevrat’ın Mesihçi bir yorumla reddi,
Sabatay Zvi’nin ruhunun kendisine girdiğini savunan Jakop Frank (1726-1791) tarafından Polonya’da
Sabataycılık yayılmasını hızlı bir biçimde sürdürür. Polonya Hasidizmi, Zvi’nin fikirleri etrafında bir senteze
gider. Sabataycı Hasidîler, cinsel birleşme sırasında, yemek ve ayak yoluna çıkmak gibi aktiviteler sıraında da
ibadet etme tarzını övünerek uygularlar.
El-Mesiri, Sabatay Sevi’yi ortaya çıkaran krizin, Hahamlar tarafından Yahudiliğin sokulduğu kimlik krizi
olduğunu söyler. Ona göre ortaçağın tipik bir özelliği olan skolastik yönelişlere karşı gelişen akılcı ve yorumcu
atak Yahudilik içerisinde de ses getirmiştir. Klasik Hahamlık kurumu’nun sonunu getirmiştir bu yöneliş. Aynı
isim der ki: ”Sabatay Sevi, bu konuda çağdaşı Spinoza’ya benzemektedir. Đkisi de aynı krizden
sözetmektedir, ikisi de Kutsal Yasalara (halakah: şeriat) karşı meydan okumakta, ikisi de tüm dikkatleri bu
dünya üzerinde yoğunlaştırarak laik/seküler bir özden yola çıkmaktadır. Ne var ki, Zvi içerden meydan
okurken Spinoza dışardan meydan okumaktadır. Đkisi de, hululidir, yani tabiatçı panteisttir. Tabiatla Tanrı’yı
aynileştiren bir düşünceye sahiptir. Varlık birdir ve mükemmeldir. Varlıklar bir olan’dan derece derece
inmekle çeşitlenirler. Bu yönelik, Zvi’de dini bir kimliğe bürünürken, Spinoza’da laik ve felsefi bir kimliğe
bürünmüştür.” (el-Mesiri 5/20)
Đsrailiyyat adı verilen Yahudi geleneğinin hadise etkisi araştırılmışır da, Kabbalist Yahudiliğin Đslam Teosofik
sufizmi üzerindeki etkileri hala araştırılmayı bekleyen bakir bir alandır. Tıpkı, Yunan düşüncesinin teosofik
sufizm üzerindeki etkisinin araştırılmayı beklediği gibi.
*NOT: Bu çalışma, Đslami Araştırmalar Vakfı başkanı Prof. Dr. Ali Özek ve arkadaşlarının talebi üzerine
ĐSAV’da sunulmuş bir tebliğdir. MĐ

Ansiklopedilerim geleli çok oldu


Filistin asıllı Mısırlı Profesör Abdulvehhab el-Mesirî’nin, büyük bir yardımcı kadro ve çeyrek yüzyıllık çabasının
bir ürünü olan Yahudi Yahudilik ve Siyonizm Ansiklopedisi, Mısır devlet başkanı tarafından açılışı yapılan bir
gala ile ilim ve kültür dünyasının istifadesine sunulduğunda, uluslararası kamuoyunda ‘yılın kültür olayı’
olarak nitelenen bu çalışmayı, biz de bu sütunda Türkiyeli okuyucuya duyurmuştuk..
Uluslararası basında, alanında uzman isimlerin ansiklopedi hakkında yazdığı makalelerden yola çıkarak
kaleme aldığımız sözkonusu yazıda, ısmarladığımız bu ansiklopedi gelince, içeriğiyle bir kez daha ele
alacağımıza da söz vermiştik. Aslında ansiklopedi geleli çok oldu; fakat bugüne kadar ele almak kısmet
olmadı.
El-Mesiri, eserini tanıtırken, ansiklopedi yazımını iki kategoride değerlendiriyor: 1. Kurucu ansiklopedi, 2.
Malumat ansiklopedisi. Kendisininkini, malumat ansiklopedisi olarak değil, yerleşik paradigmaları sorgulayıcı
ve bilgiyi yeni paradigma üzerine inşa eden ‘te’sîsî ansiklopedi’ olarak tanımlıyor. (1/35)
Gerçekten de, el-Mesiri, sorgulayıcı yaklaşımı ve engin tecessüsüyle judeo-grek felsefesi üzerinde yükselen
Batılı paradigmaları sorgulayarak işe başlıyor. Bu nedenli 8 ciltlik ansiklopedinin 400 sayfalık 1. Cildini sırf
teoriye ayırmış.
Mesela, bu çerçevede Derrida’yı ve onun yapıçözümcü hermenötiğini (Derrida ve Hermenötik sayfalar tutan
iki başlık altında detaylıca irdelenmiş) işliyor ve kendisi de tüm Judeo-Grek temeline dayalı terim ve
kavramları yapıçözümü yöntemiyle sil baştan ele alıyor. Sadece terim ve kavramlar düzeyinde kalmıyor el-
Mesiri bu yöntemi kullanırken, aynı zamanda, o terim ve kavramlar üzerine bina edilen düşünceleri de
çözüyor ve kendince olması gereken yerine yerleştiriyor.
Bu alanda verdiği ilk Arapça eseri olan ”Tarihin sonu: Siyonist Düşüncenin Yapısı Alanındaki Araştırma lara
Giriş” adlı kitabını hazırlarken ”Kibbutz”, ”Ben Gorion” gibi maddeler üzerinde sil baştan uzun uzun
durduğunu dile getiriyor. (1/33) Bu arada ilginç bir şey daha söyler el-Mesiri:
”1984 yılına geldiğimde, ilmi hayatımın en önemli gerçeklerinden biriyle karşılaştım... Polonya tarihi
bilinmeden modern Yahudi tarihi ne bilinebilir, ne yazılabilir.”
Konu üzerinde çalışmaya başladıktan 12 yıl sonra keşfettiği bu gerçek üzerine, tüm mesaisini Polonya Yahudi
aileleri –özellikle de Ukrayna’da yerleşik olanlar- üzerinde yoğunlaştırır. Çünkü o, bilim, ekonomi ve siyasi
alanda modern zamanlara damgasını vurmuş ünlü Yahudi’lerin hep Polonyalı Yahudi ailelere mensup
olduğunu hayretle müşahade eder. Bu keşfi kadar, onun Siyonizmin doğuşunda romantik bir rol üstlenen bir
tür Yahudi mistisizminin el kitabı Luriya Kabbalası’nı yı ve onun mistik yazarı Đshak Luria’yı keşfeder. (1/32
vd.)
Ansiklopedisinin, teoriye ayırdığı ilk cildinde Kapitalizmi ve Sosyalizmi derinliğine inceleyen el-Mesiri şu tesbiti
yapar: ”Đkisi de laik tabiatlı ideolojilerdir çünkü ikisi de maddeci ve seküler bir dünya görüşünden neş’et
etmişlerdir.” (1/234)
el-Mesiri, şu tesbiti yaparken meselenin can damarını yakalamıştır: ”Tanımlamacı laisizm, sadece Avrupa’yı
değil, tüm dünya tarihini tanımlama (tanıma değil MĐ) çabasına girdi.”
Bu çabanın aynı zamanda bir ”kutsaldan arındırma çabası” olduğunu da dile getiren Mesiri (1/235) modern
bilimlerin ‘üfürükçü’ tabiatını da şu cümlelerle dile getiriyor: ”Dondurulmuş dışsal ve maddi ‘gerçekliklerin’
gözleminden elde edilen veriler önce varsayıma, sonra ”teori”ye, ve en sonunda ”bilimsel” bir ”yasa”ya
dönüştürüldü...” (1/237) Bilimsel gerçekliğin yegane ölçütünün, maddi doğa yasaları olduğunun modernite
tarafından ilanını seküler dünya görüşünün eseri sayan el-Mesiri, bu anlamda bir laisizmi ise ”Maddî
panteizm” olarak niteler. (1/239)
El-Mesiri, bu sapmanın izini sürerek, bu paradigmanın sonunda gelip dayandığı yerin ”insanı maddeye, forma
indirgeme” (naturalizasyon) olduğunu söyleyerek, bu sapmayı şöyle formüle eder: ”Đnsan: maddedir;
maddeninse amacı olmaz...” Ona göre bunun adı ”küresel değersizleştirme” (Tahyidi’l-alem –neutralization of
the world)’dir.
Bu tesbitler üzerinde, yaşadığımız ülke ve bu ülkenin resmi ideolojisi bağlamında bir de siz düşünün bakalım;
belki bazı tanıdık noktalar yakalayabilirsiniz.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
~~~

”Yahudi problematiğine” nasıl yaklaşmalı?

Ne tesadüf; Đsrail Başbakanı Ehud Barak’ın Türkiye’yi ziyaretiyle, etnik ve dini kökeni kamuoyunda sürekli
tartışılan 28 Şubat Süreci’nin kudretli bir generalinin (annesi Selanikli, babası Manastırlı) kendisine Musevi
Ulusal Güvenlik Teşkilatı (Jinsa) tarafından verilen ”LĐDERLĐK” ödülünü alma amacıyla gerçekleştirdiği
Amerika ziyareti aynı günlere denk geldi.
Sözkonusu general, ayrıca ünlü Yahudi stratejist Alan Makovsky’nin bünyesinde çalıştığı Yahudi kuruluşu
Washington Enstitüsü’nde bir konuşma yapacak ve ardından da Yahudi Đnsan Hakları Örgütü (ADL)’nü
ziyaret edecekmiş. Aynı ismin kısa bir süre önce Sabataycılar’ın kurduğu Fevziye ve Işık mekteplerinin bir
devamı olan özel Işık Üniversitesi’nin açılış dersini verdiği de bir kenara not edilmeli.
Đşe ne yanından bakarsak bakalım, dünya tarihinde bir ”Yahudi problemi ” (daha doğrusu ”problematiği”)
olduğunu inkar edemeyiz. Böyle bir problemin çözümü öncelikle bizzat Yahudileri ilgilendiriyor. Onun içindir
ki Kur’an’ın bazı ayetleri doğrudan Đsrailoğulları’na yöneliktir (Ya Beniisrail!) ve onları kendi problemlerini
çözmeye çağırır. Kur’an’ın Đsrailoğulları’nı çözmeleri için çağırdığı ahlaki sorunlar listesinin başında ”değer
yıkıcılık ve dünyevileşme” sorunları gelir.
Ancak ”Yahudi problemi”, tarihte sık sık Yahudi olmayan dünyanın da problemi olagelmiş ve bu problemi
çözme adına Yahudi olmayan dünya kimi zaman Yahudilere karşı korkunç ve acımasız yöntemler kullanmıştır.
MÖ VII. yüzyıldaki Asur, V. yüzyıldaki Babil, III. yüzyıldaki Helen, MS. I. ve III. yüzyıllardaki Roma, XV.
yüzyıldaki Hıristiyan Đspanya, XVII. yüzyıldaki Polonya, XX. yüzyıldaki Nazi uygulamaları, ”Yahudi sorunu”nun
kimi zaman soykırım, kimi zaman toplu sürgün gibi şiddet yöntemleriyle çözülmeye çalışıldığı dönemler
olmuştur.
MÖ XIII-XII. Yüzyıl Mısırındaki firavun hanedanının Đsrailoğulları’na yönelik soykırımını yukarıdaki listeye dahil
etmedim. Çünkü o menfur soykırım Đsrailoğulları’nın ”Yahudileşmeden önceki” dönemlerine aitti ve ”değer
yıkıcılık” görevini o dönem Firavun hanedanı üstlenmişti.
”Yahudi sorununu” gayrı insani ve gayrı ahlaki yöntemlerle çözmeye çalışmanın tasvip edilecek bir yanı yok
elbet. Ancak, Hz. Musa’ya indirilen ‘islam’ın deforme edilmiş hali olan Yahudiliğin ”değer yıkıcı” tabiatına
yönelik her eleştiriyi ”anti-semitizm”le eşitlemek de, eğer ”soykırım sömürüsü” değilse, klasik bir ”Yahudi
pazarlamacılığı” olarak nitelendirilebilir.
Yahudi sorunu, hemen her zaman ve mekanda olduğu gibi Türkiye’de de sloğanlar çerçevesinde
değerlendirilen ve kutuplarda algılanan ‘duygusal’ bir sorun olmaktan öteye gidemedi. Müslümanların, soruna
Filistin ve Kudüs davası çerçevesinde yaklaşmaları anlaşılabilir bir şey. Fakat, Türkiye’de müslümanlığa karşı
konuşlandığını örtük ya da açık bir tavırla ortaya koyan yabancılaşmış sınıfların ”Yahudi’den fazla Yahudicilik”
yapmalarını duygusallıkla izah etmek de hayli zor.
Bir zamanlar hayli hakim olan marazi yaklaşımlardan biri, Yahudiler’i her şeyi gören ve bilen, her taşın
altından çıkan, her şeye gücü yeten, sevdiğini aziz sevmediğini zelil eden bir yarı-tanrı gibi, ya da
Zerdüştlüğün ”kötülük tanrısı” olan Ehrimen gibi algılayan anlayıştı.
Bu aşırı anlayışa karşı çıkıp da ”ayağı bir taşa takılsa onu Yahudiden bilecek kadar komplo teorilerine kendini
inandırmış”, ”Yahudi fobisine yakalanmış” gibi nitelemelerle bu tavrı eleştiren ‘ılımlı muhafazakarları’ da tarih
doğrulamadı. ”Komplo teorisi” diye dudak bükülen bir çok şeyin hiç de komplo teorisi olmayıp düpedüz
”komplo” olduğu, ayağa takılan hemen tüm taşların aynı eller tarafından döşenmiş olduğu biraz geç
kalmışlığın verdiği şaşkınlık ve biraz da ‘diyorduk ama biz bile inanmıyorduk’ sözünde ifadesini bulan dehşetle
anlaşılacaktı.
Biz, sırf bu konuya hasrettiğimiz bir kitabımızda; ”Yahudilerden değil Yahudileşmekten korkun”, ”Allah ne bir
kavmi salt ırki kimliğinden dolayı seçip üstün kılmış, ne de lanetlemiştir. Lanetlenmiş olan bir ‘ırk’ ya da
‘inanç’ değil, bir ‘eğilim’, bir ‘yöneliş’tir” demiştik. Kur’an’ın öğretisiyle uyumlu olan bu tesbitlerimizde hâlâ
ısrarlıyız. Fakat Yahudileşme ile Yahudilik arasındaki farkı, Yahudilik’le Đsrailoğulları arasındaki farkı,
Kabbalacı geleneğin Zoharcı yorumu tarafından ”devrimci” ve ”kötü olanı kutsayıp içselleştirici” bir kimliğe
bürünen bir kökün iki sapma açısı olan Sabataycılık ile Siyonizm arasındaki ilişkiyi kavramadan, sözkonusu
tanıma eylemi gerçekleşmeyecektir.
Bu ve bundan böyle bu konuda kaleme alacağımız yazıların mümkün olduğunca ” tanımlamaya” değil
”tanımaya” matuf olmasını istediğimizden ‘tanıyıcı’ sorular soruyoruz: ”Yahudilik nedir? Bir dini kimliğin mi,
yoksa etnik kimliğin mi göstergesidir? Değilse, etno-teolojik, hilkat garibesi bir kavram mıdır?
Gelecek yazıda bu sorulara cevap arayalım.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
~~~

Zor soru: Yahudilik nedir?

Önceki yazımızda, ”3000 yıllık ‘Yahudi sorunu ’nu anlamak için Yahudiliği anlamanın gerekliliği” üzerinde
durmuştuk.
Öncelikle söyleyelim ki, ”Yahudi” isimlendirmesi, doğru ve manipülatif olmayan bir isimlendirmedir. Çünkü,
Yahudilerin kendileri için benimsedikleri isim budur. Yahudilerin kendileri için benimsediği ismin ‘olumsuz’
olduğu önkabulünden yola çıkarak, ısrarla ‘Yahudi’ yerine ‘Musevi’ ismini ikame etmeye çalışmak, bir
kamuflaj değilse, ‘tanıyıcı’ değil ‘tanımlayıcı’ bir mantığın ürünüdür; manipülasyonun ‘olumlu’ gerekçelerle
yapılması, onun manipülasyon olduğu gerçeğini değiştirmez.
Musevilik, belki Đsrailoğulları’nın Yahudileşmeden, yani ‘gelenek’ oluşmadan önceki otantik dönemlerine
verilebilecek bir isimdir. Gelenek kavramı Yahudiliğin, son 400 yıl hariç tüm Yahudi tarihine damgasını vuran
‘merkezi kavram’dır.
Yahudilik bir dini kimlik midir, etnik kimlik midir? Yalnızca ”dini kimliktir” dersek, Yahudi bir anadan
doğmayanın neden Yahudi olamadığını, Yahudilikte neden Đslam’da olduğu gibi bir ‘davet’ ya da
Hıristiyanlıkta olduğu gibi bir ‘misyoner’ kurumu olmadığını açıklayamayız. Onun içindir ki, Yahudilik,
‘misyoner’ boşluğunu ‘Masonluk’ gibi, Yahudiliğe değil ”Yahudiliğe hizmete” davet eden taşeron örgütler
aracılığıyla doldurmaya çalışmıştır. Esasen, genel kurala göre Yahudi bir anadan doğmayan Yahudi olamaz.
Yahudiliğin, genel etnik anlayışın aksine ‘anne merkezli’ olması hayli anlamlıdır.
Hiç kuşku yok ki, Yahudi tarihi konusunda eser veren hemen tüm uzmanların da kabul ettiği gibi, Hz.
Musa’nın Mısır’dan çıkışında ardına takılan mü’min topluluğun içinde Đsrailoğulları soyuna mensup
olmayanların sayısı hayli yekun tutmaktaydı. Kur’an’ın aktardığı Mısırlı sihirbazların iman etme olayından da
bu sonuç çıkmaktadır.
Bu tarihi gerçeklerden, Hz. Musa’yı ve mü’minlerini ‘Yahudi’ diye isimlendirmenin doğru olmadığı anlaşıldığı
gibi, Hz. Musa’nın mesajını salt dini olmaktan çıkarıp etnik kimliğe dönüştürme sürecini ‘Đsrailoğulları’nın
Yahudileşme süreci’ olarak algılamanın doğru olduğu da anlaşılmış olur. Yahudiliği, ırki-dini bir kimliğe
dönüştüren, Yahudi fıkhının/hukukunun kaynağı ‘Talmud’ merkezli bir gelenektir.
Peki, bu durumda Habeşistan’ın zenci Yahudileri Falaşaları, Yahudi olan Karaim Türkleri’ni nasıl
açıklayacağız?
Bunlar ‘baba’ yoluyla ‘Talmudcu geleneğe’ rağmen, hatta onu reddederek Yahudileşen kavimlerdir.
Falaşaların Talmud’u bilmemeleri, Karaimlerin 8. Yüzyılda, Talmud’u inkar eden bir yaklaşımla Yahudiliği
benimsemiş olmaları, açıklayıcı bir gerekçedir.
Hz. Peygamber dönemi Medine’sindeki Yahudileşen Arap kökenliler, bu sorunu daha bir anlaşılır kılmaktadır. ‘
Miklat’ adı verilen çocuksuz kadınlar, çocukları olursa bir ‘adak’ olarak Yahudilere vereceğine dair söz
verirlerdi. Bir çok Arap çocuğu bu yöntemle Yahudileşmişti. Nadiroğulları Yahudileri sürgünle cezalandırılınca,
onlarla beraber bu şekilde Yahudileşmiş bir çok Arap çocuğu da gitti. Bu çocukların Müslüman olan
ebeveynleri Rasulullah’a başvurup çocuklarını geri alma taleplerini ilettiklerinde, Hz. Peygamber, seçimin
sözkonusu çocukların özgür iradelerine bırakılması gerektiğini söylemekle yetinecektir.
Başa dönecek olursak şu tesbiti yapmak tarihi verilere uygun düşecektir: Yahudilik, Hz. Musa’ya ve ondan
sonra gelen Đsrailoğulları peygamberlerine gelen ilahi mesajı deformasyona uğratan, islamın aslından
uzaklaşmış bir formudur ve bu şekliyle bir ‘gulat-ı islamdır’. Olay, Kur’an’ın bakışaçısıyla, müslüman
Đsrailoğullarının Yahudileşmesi olayıdır.
‘Yahudileşme’, hiç kuşkusuz bir sapma açısıdır. Ne ki bu sapma kendini Yahudi kabul edenlerin sorunudur.
Đslamın heretik bir versiyonu olan Yahudiliği, üzerine oturduğu gelenekten saptırarak, sapmayı katmerli hale
getiren şeyse; Kabbalacı ekolün Zoharcı yorumuyla, hem ‘devrimci’ hem ‘makyavelist’ bir nitelik kazanarak
‘kötülüğü içselleştirici’ ve ‘değer yıkıcılığı kutsayıcı’ bir misyona büründürülmesidir. Đsrail devletinin üzerinde
yükseldiği Siyonizmi ya da bugün bu ülkede ‘değer yıkıcılığın sembolü’ haline gelmiş Sabataycılığı, 3000 yılık
Yahudi tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden bu ‘ikinci büyük sapmanın’ felsefesini bilmeden, anlamak
mümkün değildir.
Đşte, modern çağın Yahudilikle ilgili en çaplı ve güvenilir kaynağını çeyrek yüzyıllık bir çalışmayla ortaya
koyan Prof. Dr. Abdulvahhab el-Mesiri’nin şu itirafı bu gerçeğin bir göstergesidir:
”Konu üzerinde 12 yıl çalıştıktan sonra 1984 yılına geldiğimde, akademik kariyerimin ve ilim hayatımın en
önemli gerçeklerinden biriyle karşılaştım: Polonya tarihi bilinmeden modern Yahudi tarihi ne bilinebilir, ne de
yazılabilir.”
el-Mesiri’nin bu tesbitine, yine kendi yazdıklarından esinlenerek şunu ekleme cür’etinde bulunabilirim:
Zoharcı yorum ve Đshak Luria bilinmeden de, ne Polonya tarihi, dolayısıyla ne de o felsefenin uzantıları olan
Sabataycılık ve Siyonizm bilinebilir.
Bunları bildiğinizde, Sabatay Zvi ’nin tüm haramları helal kılan laik-mistik ‘ibahi’ anlayışıyla çağdaşı Yahudi
filozof Spinoza’nın laik-felsefi ‘naturalist panteizmi’, Siyonistlerle Hitler arasındaki, Hepsi de Yahudi olan
Freud, Marx ve Durkheim’in psikolojik, siyasal ve sosyal tezlerinin arkasında yatan temel mantıkla
Kabbalacılık arasındaki, Sabra ve Şatilla katliamlarıyla eski Sabataistlerin ”mum söndü geleneği” arasındaki
girift ve garip ilişkiyi keşfedeceksiniz.

Yahudiler, Yahudilik ve Siyonizm Ansiklopedisi

Mısırlı ünlü felsefeci Hasan Hanefi nicedir hayıflanır durur; ”Oryantalizme (doğubilim) en iyi karşılık
oksidentalizmdir (batıbilim)” diye. Tabi, bu haklı tesbite katılmakla birlikte kimi rezervler koymayı da gerekli
buluyorum. Bunların başında, oryantalizmin çıkış noktası gelir.
Oryantalizm ”tanımak” için değil ”tanımlamak” için yola koyuldu ve genelde tüm doğuyu, özelde Đslam’ı
kendine göre yeniden tanımladı. Bu, tabiatıyla manipülasyona dayalı bir ”imaj bozma” ameliyesiydi; bunun
da temelinde, Batı sömürgeciliğine direnecek medeniyet havzalarına boyun eğdirme niyeti yatıyordu. Modern
Batı felsefesinin üzerine oturduğu insan-doğa zıtlığı tezindeki doğanın yerini, bu kez öteki/Đslam almıştı.
Kur’an, farklılıkların varlık sebebinin ”tanışma” olduğunu dile getirmekle, böylesi gayrı ahlaki bir çıkış
noktasını baştan dışlamıştı. Bu nedenle, Müslümanların kurucu öznesi olacakları bir ”batıbilim”, ”tanımlamak”
değil, ”tanımak” üzerine oturmalıydı.
Ancak, oksidentalizmden önce yapılması gerekli olan şey, Doğuya ait din, kültür ve medeniyetlerin
tanınmasıydı. Yalnızca Đslam’ı değil, Batının tanımladığı Doğuya ait diğer dinleri birinci elden tanımamız
gerekiyordu. Tanımamız gereken bu dinlerin başında Yahudiliğin geldiğinde sanırım kimsenin itirazı olmasa
gerek.
Đşte bu alandaki büyük boşluğu dolduran bir ansiklopedinin çıktığı müjdesini, konuyla ilgilenen ilim
adamlarıyla paylaşmak istedim bugünkü köşemde. El-Hayat gazetesi, Cumartesi günkü nüshasında,
başyazısını bu esere ayırmış. Oradan öğreniyoruz ki ”Yahudilik Yahudiler ve Siyonizm Ansiklopedisi: Yeni Bir
Yaklaşım Tarzı” isimli eseri, Aynuşşems üniversitesi hocalarından Prof. Dr. Abdulvehhab el-Mesiri hazırlamış.
El-Mesiri, 25 yıl önce sırf bu eseri hazırlamak için üniversitedeki görevini dondurmuş ve mesaisinin tamamını
bu ansiklopediye ayırmış. Anlayacağınız, ansiklopedi çeyrek yüzyıllık bir çalışmanın mahsulü. 8 cilt halinde
Daruşşuruk tarafından basılan bu eser ilk kez Kahire Uluslararası Kitap Fuarında görücüye çıkmış durumda.
El-Hayat’ın başyazısını okuduğumda heyecanlanmadım desem yalan olur. Çünkü, Yahudileşme Temayülü’nü
yazarken bu konuda çektiğim kaynak sıkıntısını ancak ben bilirim. Bazı maddelerde Judaica (Encyclopaedia
Judaica)’dan başka kaynak bulamayarak Başhahamlığa başvurduğumda, onlar da yine Judaica’ya havale
etmişlerdi beni. Judaica, nisbeten iyi yazılmış bir ansiklopedi olmakla birlikte, Yahudilik ve Yahudi tarihiyle
ilgili benim merakımı celbeden noktaların ya gözden kaçmış, ya da kaçırılmış olduğunu gördüm. Judaica, bir
bakıma Leiden Đslam Ansiklopedisi’ne benziyor. TDV Đslam Ansiklopedisi nasıl Leiden Đslam ansiklopedisine
alternatifse umarım ”Mevsuatu’l-Yehud ve’l-Yehudiyye ve’s-Suhyuniyye” de Judaica’ya alternatif olur.
Bu meseleye bunca önem vermemin nedeni, Yahudiliği ve Yahudileri, popüler ”lanetli kavim” ucuzculuğuna
kaçmadan, daha içerden ve yakından tanımaya olan ihtiyacımızdır. Bu noktada, ĐSAM’ın, ihtisas alanı olarak
Kitab-ı Mukaddes’i seçen kimi doktora öğrencilerini Đbranice öğrenmek maksadıyla yurtdışına göndermesini,
gelecek için sevindirici bir gelişme olarak anmak durumundayım. Kitab-ı Mukaddes’i Türkçesinden okumak
için dahi yaklaşık üç buçuk asır önce yapılmış, Polonya mühtedisi Ali Ufki Bey’in (ö. 1675) tercümesine
mahkum oluşumuzdan yola çıkarak, bunların, ilgi duyanlar için ne denli sevinilecek gelişmeler olduğunu
çıkarabilirsiniz. Yeni ansiklopediden ben de bir adet ısmarladım; gelince, okuyucularımı eserin içeriğinden de
haberdar etmeye çalışacağım.
Yiğit ölünce yiğitlik ölür mü?
Yahudi, Yahudilik ve Siyonizm Ansiklopedisi ’ni kaleme alan el-Mesiri, benim yaklaşık olarak ”küresel
değersizleştirme” diye tercüme ettiğim, insanın varoluşunu anlamlı kılan tüm bağlardan arındırılıp (kutsaldan
koparma) basit bir ”doğa objesi” konumuna indirgenmesini, insanın ”amaçsızlaştırılması, gaye, ilke ve
hedeften yoksun bırakılması” olarak niteliyordu.
Bu tür bireylerden oluşan bir ”teknoloji toplumu” (el-müctemau’t-teknuluci/ technologial society)
amaçlayanların hedefinin ”insan” değil ”sayborg” yetiştirmek olduğunu dile getiren el-Mesiri, bu tür bir
toplum için rehberlik eden akademik çevreleri de ”teknokrat” olarak tanımlıyor ve onlar için şu tesbitte
bulunuyordu:
”Teknokrat insan tipi, sınırı belirlenmiş dar bir alanda uzmanlaşmıştır. Alanının dışındaki alemi kavramaktan
acizdir. Tüm dikkatini uzman olduğu alanda tikeller üzerinde yoğunlaştırdığı için onların bağlı olduğu
tümelleri kavramaktan fersah fersah uzaktır... Bu nedenle de, bu tip toplumsal değişimi aklına dahi getirmez.
Çünkü gerçek bir değişim, kapsamlı bir bakış ister. Özetle teknokrat, statükocu ve donuk bir tiptir.” (1/241)
Kant ’ın ”eleştirel aklının” yanında durup ”enstrümental aklı” eleştiren el-Mesiri, Descartes ve onun devamı
gördüğü Frankfurt Okulu’nu, Yunan mitoloji kahramanları ”Đlyada ve Odissea”dan yola çıkarak ”insan-tabiat”
ilişkisini ”uyum” değil ”çatışmaya” dayandırdıkları için ”insanın insanlığını heder etmekle” suçlar. Bu
yaklaşımın, tabiat ”bütününden”, insan ”parçasının” koparılıp ayrılması olduğunu, bunun da ”insan
hürriyetinin ve tabiat emanetinin intiharıyla” sonuçlanacağını, çünkü her ikisinin de anlam ve kutsiyetini
yitireceğini dile getirir. (1/243)
El-Mesiri, bütün bu insanı insanlığından ve mutluluğundan uzaklaştıran ”izm” ve ”ideolojileri” hep getirip
sekülerleşmeye ve dünyevileştirmeye bağlar. Çünkü el-Mesiri sekülarizm ve laisizmi, tam bir ”yahudilik”
olarak tanımlar. Bu nedenle, modern zamanların, bir tür ”küresel Yahudileşme” zamanları olduğunu ne
zaman Siyonistlerle ve onların destekçisi Đngilizlerle çatışmaya girsek, bizi gelişmiş silahlarından çıkan
kurşunlarla biçiyorlardı; tıpkı bu evin yeni kaybettiğimiz yavrusu gibi. Bununla beraber biz her gece
köyümüzden çıkıp işgal edilmiş topraklarda geziniyorduk.”
”Niçin?” diye sordum. Kısa bir sükutun ardından dudakları hareket etti bu Filistin dağı gibi duran ihtiyarın:
”Topraklarımızı unutmamak için, direnişi unutmamak için...
”Ebu Said’i kaybettiğimiz gün, hastaneden çıktığımızda kendi kendimize soruyorduk: Yiğit ölünce yiğitlik de
ölür mü? Direnenlerin bir kısmı göçtüğünde direniş tükenir mi?”
Bu satırların ardından el-Mesiri, emek mahsulü eserini şu kişilere ithaf etmiş: ”Ebu Said’e (Allah rahmet
etsin); tüm zulme direnenlere; ve Allah’ın izniyle gelecekte direnişi sürdürecek herkese...”

Hazarlar ve Karaylar
Hazar devletinin yıkılmasından sonra Musevî Hazarların bir kısmı Kıpçaklar tarafından Rusların içine sürüldü.
Ruslara karışan bu Musevî Hazarlar, misyoner propagandaları sonunda Hristiyanlığı kabul ettiler. Ancak,
bunlandan bir kısmı Hristiyanlığı kabule yanaşmayınca Ruslar bunları baskı ve işkence yolu ile
Hristiyanlaştırdılar. Bunlar dış görünüşleri itibarı ile Hristiyan gibi idilerse de uzun süre gizlice Musevîliklerini
sürdürdüler. Yahudi kaynakları, ondokuzuncu yüzyılda Çarlık Rusyasında Pazar günleri kiliseye gittiği halde
Cumartasi günü de Şabat'ı kutlayan bu gizli Yahudilerden bahsetmektedirler.
Sürgüne gönderilenlerin dışında kalan Hazar Yahudileri bir süre sonra kendileri için daha emin olarak
gördükleri Kırım'a göçettiler. Kırım'a toplanan cemaate Kıpçaklardan, Kalizlerden Musevîlği kabul etmiş
olanlar da katılarak toplumu büyüttüler. Kırım'da bu şekilde ortaya çıkan yeni cemaatin içinde Hazar asıllılar,
Kıpçaklar, Kalizler vb. boylardan insanlar vardı. Ortaya çıkan bu yeni cemaat, karma bir cemaat olduğundan
Hazar veya Kıpçak adı ile değil de bağlı bulundukları mezhep adı ile anılmaya başlandılar.
Bilindiği üzere Hazarların kabul etmiş olduğu Yahudi mezhebinin adı Karaim idi. Dolayısı ile yeni ortaya çıkan
bu topluluk, Karaim cemaati olarak anılmaya başlandı. Karaim isminin yoğun olarak kullanılması XV. asırdan
sonra olmuştur.
Bu topluluğun esası Hazarlara dayanmakta olup, çoğunluğu Hazar Musevîleri teşkil ediyordu. Ancak,
Kıpçakların Hazar Devleti yıkıldıktan sonra bölgeye iki asır hakim olmalar sebebi ile topluluk, Hazar lehçesi
yerine Kıpçak lehçesi ile konuşmaya başladı. Fakat konuşulan dil tam bir Kıpçakça değildi,Hazarca kelimelerin
de içinde bulunduğu, ama Kıpçakçanın hakim olduğu farklı bir Kıpçak lehçesi ki, buna dilciler Karaim Türkçesi
ismini vermektedirler. Karaim kelimesi aslında Đbranice bir kelime olup, orta çağlardaki bir Yahudi
mezhebinin ismidir.
Bu mezhepte başlangıçta sadece Đsrail kavminden insanlar vardı, ancak kısa sürede başka ırklardan insanlar
bu mezhebe girmeye başladılar ve bu başka ırklardan insanlar giderek çoğunluğu sağladılar. Bir süre sonra
israil kökenliler tamamen yok oldukları gibi, Türklerin dışındakiler de zamanla azınlığa düştüler. XIX. yüzyılın
sonlarına doğru mezhep mensuplarının nerede ise tamamını Türklerden oluşturmaya başladı. Dolayısıyla
kelime artık bir dini veya mezhebi ifade etmekten çok, bir Türk kavmini temsil etmeye başladı.
Karaim kelimesi, Đbranice çoğul bir kelimedir, tekili "Karai" şeklinde olup, sona takılan "im" eki çoğul ekidir.
Bazen kelimenin yanlış bir şekilde iki çoğul eki ile "Karaimler" şeklinde de kullanıldığına rastlanıyor.Arap
alfabesi ile yayınlanan bazı eski Kırım Kaynaklarında kelimenin Karaim değil, Karayım şeklinde geçmesi
neticesinde genel olarak Yahudi mezhebinden bahsedildiği zaman Karaim kelimesinin, Mezhep değil de belli
Türk boyu kastedildiği zaman onların kullandıkları gibi çoğul olarak Karayım, tekil olarak Karay kelimelerinin
kullanılmasının daha uygun olduğuna inanıyor ve bu yüzden biz Yahudiliğin Karaim mezhebine mensup olan
Türk cemaatine Karay ismini veriyoruz.
Büyük çoğunluğu Hazar asıllı olan, Kıpçakçanın farklı bir şivesini konuşan ve bağlı bulunduğu mezhebin ismi
ile anılan Karay Toplumu, asırlar boyu Kırım'da varlığını sürdürmeye muvaffak olmuştur. Bunlar büyük
nisbette Hazar kanı taşıyan, Hazarların etnik ve kültür yönünden varisleri olan insanlardır. Bunların sayıları
bilinen ilk tarihlerinden beri pek fazla değildir.
Karay toplumundan bazıları XIV ve XV. Yüzyıllarda Litvanya ve Polonya'ya göçettiler ve oraya yerleşerek bir
cemaat oluşturdular. Ayrıca Hazar Devletinin yıkılmasından sonra hiçbir yere gitmeyip Kafkas dağlarında
kalan ve varlığını orada sürdüren, anti Tamudist, Karaim Yahudilerinin var olduğunu ve bugün onların Dağlı
Yahudiler olarak adlandırıldıklarını da biliyoruz.
Kırım'dan ayrılan Karayların bir kısmı direkt olarak Đstanbul'a gelip yerleşirken, diğer bir kısmı Kırım'dan ,
önce Romanya'ya, oradan Edirne'ye ve oradan da Đstanbul'a gelip yerleşmişlerdir. Dolayısı ile Đstanbul'da da
bir Karay cemaati oluşmuştur. 1917 Ekim ihtilaline kadar bütün Rusya'daki Karaylar çok rahat idiler, ancak
ihtilalden sonra bunların rahatları kaçtı ihtilal sonrası bir kısım Karaylar Kırım ve Rusya'yı terkederek Avrupa
ülkelerine, Amerika'ya ve Mısır'a göçettiler. Mısır'a göçedenlerin hemen hemen tamamı 1947 Kanal
savaşından sonra Đsrail'e giderek Ramle lydda bölgesine yerleştiler. Bugün Đsrail kaynaklarının verdiği bilgiye
göre Đsrail'de 15 bin civarında Karay Türkü yaşamaktadır. Kendileri ile görüştüğümüz Đsrailliler, Mısır'dan
gelen göçmen Karayların Türk kökenli olmadığını söylediler.
Halbuki Mısır'dan gelen Karayların kahir ve ekseriyeti daha önce Kırım'dan Mısır'a göçetmiş Türk Karaylarıdır.
1917 yılında Ruslardan büyük bir darbe yiyen Kırım Karay Türkleri, Đkinci Dünya Savaşında Ruslardan daha
büyük bir darbe yemişler ve en az 30 bin Karay Türk'ü Sovyet coğrafyasının değişik yerlerine sürgüne
gönderilmiştir.
Bugün, A.B.D. Avrupa'nın çeşitli ülkeleri, Türkiye, Đsrail ve eski Sovyet coğrafyasında olmak üzere bütün
dünyada 30.000'in üzerinde Karay yaşamaktadır. Ancak, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra daha önce
tespit edilen rakamların eksik kaldığı da anlaşılmaktadır. Bugünkü Azerbaycan coğrafyasında yaşayan Dağlı
Yahudiler Karay olmalıdırlar. Azerbaycan'ın Kusar, Bakü, Gence gibi şehirlerinde varlığı tespit edilen Dağlı
Yahudilerin sayıları bu rakamı daha da yukarı çıkarmaktadır.
Halen Đsrail'de yaşayan Karayların tamamı Đbraniceyi öğrenmiş ve günlük konuşmalarında bu dili
kullanmaktadırlar. Đsrail'de Karayca gitgide çocuklar tarafından unutulmaya başlanmıştır. Karaim
mezhebindeki evlilik kurallarının sıklığı ve bu mezhebin yakın akraba evliliklerini yasaklaması sebebi ile
Đsrail'deki Karay gençleri genellikle Talmudist Yahudilerle evlenmekte, bu durum da cemaatin küçülmesine
sebep olmaktadır.
Türkiye'deki Karayların sayısı 1985 yılında 150 civarında iken bu sayı 1993 yılında 95'e düşmüştür. 1960'lı
yıllarda sayılan 1000'den fazla olan Polonya Karaylarının sayıları da bugün hayli düşmüştür. Ayrıca, Avrupa
ve Amerika'daki Karay nüfusunda da gözle görülen bir azalmaya şahit olmaktayız. Daha önceleri kendilerinin
Hazarların devamı olduklarını iftiharla söyleyen Kafkasya ve Azerbaycan'lı Dağlı Yahudiler, Amerika, Avrupa
ve Đsrail'den gelen Talmudist din adamlarının telkinleri ile kendilerinin Hazar asıllı olmadıklarını, Karaim
mezhebi ile de bir ilgilerinin bulunmadığını, dolayısıyla kendilerinin Đsrail kökenli ve Talmudist olduklarını
söylemeye başlamışlardır.
Karaylar, Türk tarihinde önemli bir yeri bulunan Hazarların, torunları ve onların devamıdırlar. Karay kültürü
Türk kültürünün bir parçasıdır. Öyle ise Türk dünyası Karaylara gereken ilgiyi göstermelidir. Ayrıca, Türkiye
Cumhuruyeti Devleti de kendi milletinin ve kültürünün bir parçası olan Karayları ve onların kültürlerini
korumaya almalıdır.Son Türk Musevileri Đstanbul’da sayıları her geçen gün azalan bir cemaat Karaimler. Bu
Türk Musevi cemaati, bugün 100 kişi bile değil. Museviliğin bir mezhebi olarak kabul edilen Karaizm’e inanan
bu küçük topluluğun Hasköy’de Kenesa ismi verilen bir de mabed var. Diğer Museviler gibi Sinegog’da değil,
Kenesa’da ibadet eden Türk Museviler’in aynı zamanda Okmeydanı’nda kendilerine padişah fermanıyla
verilen mezarlıkları da mevcut.

Evlenmek büyük sorun

Tarih olup kaybolmaktan korkan Türk Museviler, Hasköy’deki ibadethanelerini koruyamamaktan dertli.
Sayılarının azalmasında en büyük etken evlenme sorunu. Şişli Diabet Hastanesi’nde çalışan Dr. Senya Yaf
Karaim, evlenmek için Kırım’a gitti. Akraba evliliği yapmak istemeyen Dr. Senya Yaf evlilik hikayesini şöyle
anlattı: ”Türkiye Musevi Hahambaşısı Musevi bir kızla dini nikâhımızı kıymıyor. Đsrail’de reformist
hahambaşıları ancak bir Karaim ile bir Musevi’nin nikâhını kıyıyor. Bizi azınlık olarak görüyorlar. Dinim ve
ırkımdan biriyle evlenmek için Kırım’a gittim."
Đstanbul’da Karaimler, bayramlarını Hasköy’deki Kenesa’da ayin yaparak geçiriyor. Ayini Hazan ismi verilen
din adamı yönetiyor. Đstanbul’da Hazan olarak Yusuf Sadık var. Kendisini din adamı olarak görmediğini
belirten Yusuf Sadık, ”Medrese okumadan kendimi bu olayın içinde buldum" dedi.

ABD’den gelenler var

Ailesi Kırım’dan gelen Michael Örme, ”200 yıllık tarihi olan Kenesa’yı görmeye ABD’den gelenler oluyor.
Çünkü dünyada sadece iki yerde Kenesa var. Biri Đstanbul’da, diğeri Kırım’da." Fatih Sultan Mehmet
döneminde Đstanbul’a Kırım’dan getirilen Karaimler önce Karaköy’e yerleştirilmiş. Hatta Karaköy isminin
buradan geldiği, Karaim köyü olarak adlandırılan yerin zamanla Karaköy olarak değiştiği söylenenler
arasında.

Büyükelçi de Karaim

Eşi Litvanya Karaimleri’nin başındaki Hazan olan Litvanya’nın Ankara Büyükelçisi Dr. Halina Kobeckaite,
dünyadaki Karaim Türkleri’yle ilgili olarak şunları söyledi: ”Litvanya’da 260 kişi, Polonya’da 100 kişi, Kırım’da
800 kişi, Đstanbul’da 100 kişi, Rusya’nın çeşitli kentlerinde dağılmış Karay Türkleri ile birlikte toplam bin 500
kişi bulunuyor. Đkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler çok sayıda Karaim Türkü’nü katletti. Bana göre bunları
Yahudi olarak gördüğünden değil, Türk olduklarından öldürdüler. Atatürk 1934 yılındaki Đkinci Dil Kurultayı’na
Karaim Türkleri’ni de çağırıyor. Biz kendi aramızda Karaim Türkçesi’ni konuşuyoruz."

Benzer adetler

Kenesa’ya ayakkabı ile girilmez. Evlilik öncesinde nişanlılık süresi var. Düğün öncesinde gelin hamamı yapılır.
Kız tarafı hamama götürülür. Düğün yemeklerinde dolma, etli yemekler, börek, pirinç pilavı ve komposto
yaygındır. Ölülerin arkasından helva yenir. Yine ölümden yedi gün sonra mevlit yapılır.

Bilinçli propaganda

Dr. Arif Hacaloğlu Bilgi Üniv. Öğretim Üyesi: Karaim Türkleri’nin dünyadaki sayısı bin 500 civarında.
Sayılarının azalmasında en büyük etken eski Sovyet rejimi dönemindeki baskılar. Ben kayıp 13. kabile olarak
Karaimler’in gösterilmesini kabul etmiyorum. Çünkü Karaimler’in soyu Hazarlar’a dayanıyor. Burada bilinçli bir
propaganda ile Yahudiler’in Hazar devletine sahip çıkmaları var.

‘Hitler katletti’

Arthur Koestler’in ”Onüçüncü Kabile" kitabında ortaya attığı Doğu Avrupa Yahudileri Türktür iddiasının
temelini oluşturan Karaim’ler Museviliği kabul eden Hazar Devleti döneminde Karaizmi benimsedi. Kitabında,
”Doğu Avrupa Yahudileri Türktür" iddiasını daha da ileriye götüren Koestler, Hitler’in Yahudi katliamı yerine
Kafkasya’dan gelen bir ırkı yok ettiğini ileri sürüyor.
ÖMER ERBĐL

Bir Karaim Duası


Atamyz, ki kiokliardia,
machtavlu bolhej birligi adyjnyn
da kip bolhei bijligij
da kliagij kiokliardia johartyn
da jer ustiunia ashahartyn.
Kiundiagi otmiagimizni biergin bizgia
da boshatchyn bar jazychlarymyzny.
Tiuz jollaryjdan azashtyrmahyn bizni,
ancach kutcharhyn bizni azhyrtuvcudan,
Amien.

aşağıda Karayca bir metin

XX. YÜZYIL BAŞLARINDA KIRIM KARAìMLERìNìN TÜRKìYE ìLE MÜNASEBETLERì* Yazan: N. A. ZìNÇENKO-
KEFELì Türk. Çev.: Doç. Dr. Hakan KIRIMLI

Uzun dönemler boyunca Kirim ile Türkiye arasinda siki diplomatik, ticarî- ekonomik ve dinî münasebetler
mevcut olagelmistir. Bu münasebetlerin mahiyeti, Kirim'daki etnik gruplarin ve dinî cemaatlerin aralarindaki
ortama ve Kirim'in Rusya'ya ilhakindan sonra da Türkiye ve Rusya arasindaki devlet seviyesindeki iliskilere
siki bir sekilde bagli olmustur.
XX. yüzyilda Rusya diplomasisi Türkiye ile olan iliskilerinde, mümkün mertebe önceki tarihî dönemin tecrübe
ve yanilmalarini nazari dikkate alarak, yalnizca ticarî-ekonomik menfaatler esasinda kurulmus baglantilara
degil, etno-dinî mensubiyetler temelindeki muhtelif aktif temaslara da pek mani olmamaktaydi. Bu sekilde,
Kirim'in sözü geçen millî cemaat sahsiyetlerini âzamî ölçüde Rusya'ya "baglamak" amaçlanmaktaydi.
Kirim'da inkilâp öncesi dönemde az olmayan sayida Türkiyeli Türk ve bu meyanda Türkiye tebalari da
yasamaktaydi. Bunlarin sayilari ilkbahar ve güzde balik avi mevsimlerinde, yazin da ticaret döneminde kayda
deger sekilde artardi.
Kirim'in baslica sehirlerinde bulunan Türkiye konsolosluklari, diger fonksiyonlarinin yanisira Türkiye
uyruklularin isleriyle mesgul olurlardi. Bu konsolosluklar iki devlet arasindaki iliskilerin güçlenmesinde büyük
rol oynamistir. Kaide olarak, konsolosluk görevlileri Kirim'in ve Türkiye'nin özelliklerini gayet iyi bilirlerdi. Bu
faaliyetlere daima Kirim Karaim Türkleri (Karaylar) de katilirlardi. Su cümleden olarak, bu yüzyilin baslarinda
Akmescit, Gözleve ve Kefe'deki Türk konsolosluklarinda Karaimler de görev almislardi. Karaimlerin bu tür
görevlere istirakleri, kökü Kirim Hanligi'na kadar giden eski bir gelenege dayanmaktaydi.
Çesitli dönemlerde Rusya-Türkiye münasebetlerinin güçlenmesinde Karaim cemaatinin ruhanî ve dünyevî
liderlerinden olan Baboviç ve Pampulov önemli roller oynamislardir. Muhtelif göç dalgalariyla Kirim'dan
ayrilmis olan ve Kirim'da kalanlarin kendileriyle aktif iktisadî baglarini muhafaza ettikleri muhacirler arasinda
Kirim Karaimleri de vardi ki, bu gibi ekonomik iliskiler meyaninda, meselâ, tütüncülük gibi (hammadde ile
nihaî ürün arasinda daimî mübadele yapilan) önemli bir kol da bulunmaktaydi. Stambolidi ve Hasköylü gibi
Türkiye'den gelen bazi Karaim ailelerin kökeni de bu ise dayanmaktadir.
ìki ülke arasindaki iliskilerin gelismesinde Rusya'nin güneyinden çikarak Türkiye üzerinden mukaddes
mahallere giden hacilarin seyahatleri de önemli role sahipti. Kirim'dan ayrilmak mecburiyetinde kalisini
müteakip, Karaim Hahambasi Haci Seraya Sapsal Türkiye'ye sigindi (Sapsal, Kemal Atatürk ile görüstü,
ìstanbul Üniversitesi'nde ders verdi ve orada Kirim Karaim Türkleri hakkinda kitap yazdi.*).
XX. yüzyil baslarinda Kirim Karaimleri tarafindan devlet ve sahis seviyelerinde yürütülen Kirim ve Türkiye
arasindaki aktif temaslar, bu bölgelerde yasayan etnik gruplar ve dinî cemaatler arasindaki münasebetlerin
güçlenmesine ve devletler arasindaki iliskilerinde düzelmesine vesile olmustur. Bu hususta bir çok somut
örnekler vardir.
Ne yazik ki, Sovyet hakimiyetinin baslangiç dönemini müteakip bu iliskilere Sovyetler Birligi'ndeki "yeniden
insa" (perestroyka) devrine kadar sürecek olan uzun bir ara verilmistir. Halen kesilmis olan bu iliskilerin
tedricen de olsa her iki tarafin da menfaatine olacak sekilde yeniden kurulmaktadir. Bu tebligin yazarinin
yayinlari ve sahsî intibalari bunu göstermektedir.
* Rusça aslindan Türkçeye çevirdigimiz bu metnin asli 26 Mayıs 1995'de Akmescit'de düzenlenen "XX.
Yüzyılda Kirim'da Milliyetlerarasi ìliskilerin Meseleleri" konulu ilmî konferansa teblig olarak sunulmus ve söz
konusu konferans tebliglerinin toplu olarak yayinlandigi Problemi politiçeskoy istorii Krima, Bölüm: I
(Akmescit, 1996) adli kitabin 6.-8. sayfalari arasinda derc olunmustur (Çevirenin notu).
* Haci Seraya [Süreyya] Sapsal Türkiye'de bulundugu yillar içinde Karaimler (Karaylar) hakkinda müstakil
kitap yazmamis, ancak 1928'de ìstanbul'da yayinlanan Türk Yili. 1928 adli derleme kitapta onun tarafindan
kaleme alinan "Kirim Karay Türkleri" baslikli uzun bir makale yer almistir (Hakan Kırımlı).Son Osmanlı Sultanı
kim?

Yıllardır bildiğimiz gibi Sultan Vahdettin mi, yoksa Kanuni Sultan Süleyman mı?
Türk asıllı Hazarya Yahudilerinin Osmanlı Sarayı üzerindeki planları, tarihi yeniden sorgulamamıza yol açacak
cinsten girişimler .
En çarpıcı olanı ise Ülkü'nün Hürrem Sultan ve oğlu II. Selim'le ilgili iddiaları Cahit Ülkü'nün yeni çıkan
romanı 'Son Hazaryalı' çok konuşulacak ve tartışılacak. "Bu bir tez roman" diyen Cahit Ülkü, Arthur
Koestler'in Orta Avrupa Yahudilerinin 8. yüzyılda bu dine geçen Hazaryalılar olduğu teorisinden yola çıkıyor.
Ardından da Hazarya Yahudilerinin, devlet kurmak için Osmanlı Sarayı'nı da içine alan planlarından söz
ediyor. Bu planlar içinde, aslında bir Hazarya Yahudisi olan Hürrem Sultan'ın Saray'a satılmasından, II.
Selim'in tahta geçirilmesine kadar bir dizi olay var. Soluk soluğa okunan romanda, Osmanlı tarihçilerinin II.
Selim'in babasına hiç benzemediğini neden sık sık vurguladıklarını, Hürrem'in Kanuni üzerindeki etkilerinin
gerçek nedenini bulacaksınız. Cahit Ülkü, kafalarda çok ciddi soru işaretleri bırakıyor. Çünkü onun teorisine
göre, Osmanlı Hanedanı, Kanuni Sultan Süleyman'la birlikte sona erdi. Ülkü'yle 'Son Hazaryalı'yı konuştuk.

Bunun kurgu değil, bir tez roman olduğunu söylüyorsunuz. Ancak yine de bazı konular bana komplo
teorisiymiş gibi geldi (örneğin Rosa'nın -Hürrem- belirli bir ideal için Đvan tarafından planlı olarak
kaçırttırılması). Bunları neye dayandırıyorsunuz?

Öncelikle şunu belirtmeliyim: Bu roman, Arthur Koestler'in tezine dayanmamaktadır; ancak bu tezle ortaya
konan tarihsel gerçeği de malzeme olarak kullanmaktadır. Koestler, kendisinden önce de zaman zaman öne
sürülen tarihsel bir gerçeği, bütünlük içinde tespit etmiştir. Benim yakınmam, Hitler'in aslında Yahudi değil,
Türk soykırımı yaptığına ilişkin çok önemli bir iddianın Türk edebiyatına yansımayışıdır. 'Son Hazaryalı' ile
ortaya konan temel tez ise, On Birinci Osmanlı Padişahı II. Selim ile ilgilidir. Pek çok söylencede,
makalelerde, tarih kitaplarında değinilip geçilen ve ilk bakışta insana garip gelen bazı noktalardan hareketle,
bu garipliklere açıklık getiren roman, işte bu özelliğiyle bence bir tezin romanıdır. Öte yandan 'Son Hazaryalı',
ileri sürdüğü temel ve ikincil tezlerin yanı sıra bir romandır. Burada yaptığım, bazı tespit ve bulgularımla ilgili,
ana teze destek veren hipotezler üretmektir. Romanın dokusu içinde, tarihsel kanıtları olmayan olası
çözümlemeler tarihsel kanıtlarla taban tabana zıt değilse, hipotez üretmekte başarılı, aksi takdirde başarısız
olmuşum demektir. Bu nedenle, Roza'nın Đvan tarafından kaçırılması tez değil, yazarın hayal gücünü de
kullanarak bilinenleri açıklama, ilişkilendirme çabasını yansıtan ve bence tezle çelişmeyen bir hipotezdir.

- Yahudilerin, Osmanlı Sarayı'ndaki etkileri nelerdi? Hazar Yahudilerinin devlet kurma hayallerinin başarısız
olmasını neye bağlıyorsunuz?

Yahudiler yalnızca Osmanlı Sarayı'nda değil, tarih boyunca pek çok sarayda az ya da çok etkin olmuşlardır.
Toprak edinemedikleri için çiftçilikle uğraşamayan bu kesim, ticarette, kuyumculukta, tıpta ilerleyen
mensuplarının gayretleriyle bu etkilerini geniş bir alanda sürdürmüşlerdir. Ne var ki, dinsel baskılarla Batı'da
küçümsenen konumları, dinsel ayrımcılık yapmayan Osmanlı Sarayı'nda önemsenmiştir. Osmanlı tarihi
incelendiğinde Kanuni ve II. Selim dönemlerinde bu etkilerinin kuvvetlendiği ve yaygınlaştığı görülecektir.
Gelecek romanda bu sorularınızın yanıtları ayrıntılarıyla verilecektir. Orada II. Selim'le ilgili yeni ve başka
sarsıcı iddialar da yer alacağı gibi Hazar Musevilerinin devlet kurma hayallerinin neden başarısız olduğu da
açılığa kavuşacak.

- Avrupa Yahudileri (Askenazlar), Türk asıllılık, dolayısıyla Koestler'in tezi konusunda ne düşünüyorlar?

Kitabımın yazılma aşamasında Musevi asıllı bir basın mensubuna "Aşkenaz kime derler?" diye sorduğumda,
ondan "Almanyalı Yahudilere denir" yanıtını almıştım. Oysa Aşkenaz ismi Eski Ahit'te geçer ve bu kişi,
Türklerin de atası olan Yasef soyundan gelir. Aslında bu kadarı bile, Avrupa Musevileri'nin bu teze bakışını
yeterince sergiliyor. Özellikle Amerikalı Yahudiler, Arthur Koestler'in incelemesini kitapçı vitrinlerinden ve
kütüphanelerden toplamışlardır. Yahudiler, Musevi-Yahudi ayrımına da tepkiyle yaklaşmaktadırlar. Sanırım bu
tepkilerinin nedeni şudur: Hitler'in Yahudi soykırımı yaptığı ve 'Vaat Edilmiş Topraklar' inancı, Đsrail devletinin
temel varoluş nedenidir.

- Bundan sonraki romanınız, devam niteliğinde mi olacak?


Gelecek romanımın adı, belki 'Sarı Selim', belki de 'Son Osmanlı' olacak; adı için şu anda kesinleşmiş bir
kararım yok. Daha önce açıkladığım gibi, gelecek romanda, Selim'in yaşamı izlenecek. Tabii bu yaşam
öyküsünde bir yandan trajik kardeş kavgaları işlenirken, öte yandan bazı tarihsel olaylara, çok kimseye
çarpıcı gelebilecek yorumlar da getirilecek. Kıbrıs'ta Yahudi Devleti kurma girişimlerinden Hazarya Başkenti
Đtil'e yapılmış tuhaf sefere dek nice ilginç olaylar... Bu roman, hem 'Rüstem Paşa' hem 'Son Hazaryalı'nın
bilinçli olarak bırakılmış boşluklarını da sanırım dolduracak. Kendisi de aslen Yahudi olan Nurbanu ile Selim
arasındaki aşk, Selim'le Yasef Nassi'nin tarihçilerce pek açıklanamayan derin ilişkileri, bu romanın yan, ama
önemli öğeleri.

Nuray Soysal Tempo Dergisi1924 Mübadelesinin bir cilvesi:


SÜRGÜNDEKĐ ORTODOKS TÜRKLER

Hıristiyanlık ve Türklük. Yakın tarihimizde ve günümüzde bu ikisi, birbirine o kadar uzak mefhumlar olarak
algılandı ki.. Daha "dün"e kadar Anadolu'da önemli miktarda Hıristiyan Türk topluluğunun yaşadığından,
bunların Kurtuluş Savaşımıza canla başla katıldıklarından ve sonrasında başlarına gelenlerden bugünün
Türkiyesinde kaç kişinin haberi var?
Onlar, Anadolu'nun değişik bölgelerine dağılmış olarak kendi hallerinde yaşarken, Batılılar Osmanlı'yı
parçalayıp yutma planlarını uygulamaya koymuştu ve mutlaka Batılıların dikkatini çekmişti bu topluluk.
Onlara Osmanlı'ya karşı mücadele teklifi götürmekte gecikmedi Yunanlılar. Fakat Anadolu'nun Hıristiyan
Türkleri, hem de görkemli bir kongreyle, Kurtuluş Mücadelesinin yanında olduklarını beyan ettiler ve her Türk
gibi Đstiklal Savaşında üzerlerine düşeni fazlasıyla ifa ettiler. Sonra mı? Đnönü, Lozan görüşmelerinde Türk
Hıristiyanların da mübadeleye tabi tutulması kararına imza attı ve zorla trenlere bindirildiler.
Bu çalışmayla, çoğumuzun belki hiç bilmediği hazin ve ibretlik konuyu bir nebze olsun günışığına çıkarmak
istedik. Đslamiyeti tanıyıncaya kadar totemcilik, animizm(canlıcılık), şamanizm, budizm, manheizm gibi Asya
kökenli (Asyatik) dinler arasında bocalayan Türkler, ilahi dinlerin gelmesiyle birlikte bu dinlerin en büyük
koruyucu, savunucu ve yayıcıları oldular. Sosyolog Dr. Dursun Ayan'a göre bugün bile edebiyatımızda izleri
olan Türkler'deki "Gök Tanrı" inancı onları ilahi dinlere daha yatkın kılmıştı. Göçeden Türklerin ilk önce
Hıristiyanlıkla daha sonra Đslam'la tanıştıklarını Harizmilere ait belgelerden anlıyoruz.

Karamanlılar her zaman ilgi çekti


Karaman yöresinde bulunan "Binbirkilise" bu bölgenin 1922 yılına kadar Türk Hıristiyanlar için yurt
edinildiğini ortaya
koyuyor. Konya, Niğde, Nevşehir, Kayseri, Ankara civarları Hıristiyan Karaman Türklerinin yaşadığı yerler.
Bunun dışında bir kısmının Đstanbul, Đzmir ve Trabzon'da varlıklarını sürdürdüğü biliniyor. Đsimleri Türk olan
ve Türkçe Hıristiyan tapınış gösteren, Türkçe konuşan, Grek harflerini kullanarak Türkçe dini ve edebi eserler
verip yayın yapan ancak karşılıklı değişime tabi tutularak Anadolu'dan göç ettirilen Hıristiyanlardı bunlar.
"Kavimler Kapısı-1" kitabının yazarı Hale Soysü, 1924 yılına kadar Aksaray, Ihlara Vadisi, Ürgüp, Göreme,
Derinkuyu, Akşehir, Ereğli, Ermenek, Đçel, Antalya ve Fethiye'de Hıristiyan Karaman Türklerinin yaşadığını
belirtiyor. Evliya Çelebi, Seyahatname'sinde, "Alanya-kadim eyyamından beru Urum (Rum) keferesi bir
mahallededir... Amma Urum lisanı bilmeyub, batıl Türk lisanı bilirler. Ve Antalya, dördü Urum keferesi
mahallesidir. Amma keferesi asla Urumca bilmezler, Batıl Türkçe lisan üzre kelamet ederler" diyerek
bölgedeki Hıristiyan azınlığın Türk kökenli olduğunun ve dillerinin de bozulmadığının altını çiziyor. Hıristiyan
Türkler içinde Karamanlıların yeri ayrı bir öneme sahip. Tek kelime Rumca bilmeyen ve ibadetlerini Türkçe
yapıp, yazı dilinde Grek alfabesini kullanan Karamanlılar'ın Türk soyundan geldiklerini hemen hemen tüm
tarihçiler kabul ediyor. Hıristiyan Türklerin kendi durumlarını anlatmak için yaktıkları bir ağıt onları bütün
yönleriyle anlatmaya yetiyor:

"Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz


Ne Türkçe yazar okuruz, ne de Rumca söyleriz
Öyle bir mahludi haddı tarikatımız vardır
Hurufumuz (harflerimiz) Yunanice, Türkçe meram eyleriz"

Bazı Yunan tarihçiler hariç Hıristiyan Türkler tarih boyunca Rumlarla yani Helen-Grek-Đyon kökenli insanlarla
hep karıştırıldı. Oysa Rumluk, bir ırk veya ulus adı olmayıp bir imparatorluğun adıydı. Bu konuları 1932'lerde
yeniden gündeme getiren Abdülkadir Baykurt Cami de Đstanbulluların "Karamanlı Rum" diye özel bir ayrıma
tabi tuttukları Karaman yöresindeki Hıristiyanların; Yunancayı hiç bilmediğini, Müslüman Türklerden daha
temiz bir Türkçe konuştuklarını vurguluyor. 1922-1923 yılları arasında 16 sayı yayınlanan "Anadolu'da
Ortodoksluk Sadası" adlı gazete, Karamanlıların Hıristiyan Türkler olduğunu ısrarla savunuyor. Prof. Dr. J.
Eckmann'a göre Karamanlılar, Hıristiyanlığı benimsemiş Selçuklu Türklerinden başkası değil. Gagavuzlar
üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Atanas Monof da aynı görüşe sahip olduğunu söylüyor.

Herşey Yunan işgaliyle başladı


Orta Anadolu ve Karaman bölgesi Türkleri ile Doğu Karadeniz Türkleri, daha Đslamiyet gelmeden Hıristiyanlığı
seçmiş Türk boyları olarak, Kurtuluş Savaşına kadar varlıklarını ve benliklerini koruyorlar. Ancak, Yunanlıların
Anadolu'yu işgali, Anadolu'da yaşayan Hıristiyanların sonunu hazırlayan en önemli etkenlerden biri.
Emperyalist güçlere ve Yunanistan'a karşı başlatılan Kurtuluş Savaşı, Anadolu'daki Türk kökenli ve diğer
Hıristiyanların birbirinden ayrılması için tam bir turnusol kağıdı işlevi yaptı. Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara
Hükümetine başvurarak, Hıristiyan Ortodoks olduklarını, ancak soyları yönünden Türk olduklarını sık sık
vurgulayan Türk Hıristiyanlar, Fener Rum Patrikliğinin etkisini kırmak için kendilerine bağımsız bir kilise
kurulmasını talep ettiler. 11 Nisan 1921'de Kastamonu Valisi Sami Bey, Ankara'ya gönderdiği telgrafında,
"Anadolu'da bir Türk Ortodoksluğunun kurulmasını isteyen Taşköprü Rumları dilekçelerini sundu" ifadesini
kullanıyor. Trabzon Ortodoks Cemaatinin Ankara Hükümetine telgraf çekerek Ankara'da bir Türk Ortodoks
Patrikhanesinin kurulmasını istediği de Doç Dr. Zeki Arıkan'ın yaptığı araştırmalardan anlaşılıyor. Dr.
Sabahattin Özel, Maçka Rumlarının da benzer bir girişimde bulunduklarını söylüyor: "Anadolu'da tarihen dahi
müspet olduğu üzere Rum-Elenik namıyla hiç bir millet yoktur. Mevcut Rumlar yalnız asırlarca Türk
Müslümanlarla birlikte yaşayan Türk Ortodokslardır."

Fener Rum Patrikhanesine isyan


Türk Ortodoks olduklarını ısrarla vurgulayan Kayseri bölgesindeki Hıristiyanlar, Kurtuluş Savaşının
başlamasıyla birlikte, diğer Hıristiyanlardan oldukça farklı bir strateji takip ediyor. Sosyolog Dr. Dursun Ayan,
1870'li yıllarda Bulgarların, Rumlarla karıştırılmaktan ve Rumlaştırılmaktan korktukları için padişahtan milli bir
kilise kurma izni aldıklarını hatırlatarak, "Bulgarların bu kaygısını Anadolu'daki Türk Hıristiyanlar da taşıyor.
Onlar da aynı dönemde milli bir kilise kurulması için başvuruda bulunuyorlar ama sonuç alamıyorlar" diyerek
Ortodoks Türklerin Rumlarla karıştırılma endişelerinin 1870'li yıllarda başladığını söylüyor. Ankara ve Đç
Anadolu Bölgesindeki Hıristiyan Türklere ise Papa(baba) Eftim liderlik yapıyor. Atatürk, Papa Eftim'e her
zaman Baba Eftim olarak seslendiği için, çoğu zaman ismi Baba Eftim olarak anılmıştır. Teoman Ergene'nin
"Đstiklal Harbinde Türk Ortodokslar" adlı eserinde, Türk asıllı Hıristiyan Ortodokslardan Baba Eftim'in
Kırıkkale'nin Keskin ilçesi Metropoliti olduğunu ve Anadolu'nun çeşitli yerlerine dağılmış olan Türk
Ortodokslarla sürekli haberleştiğini belirtiyor. Kayseri Erciyes Üniversitesi'nden Doç. Dr. Mustafa Ekincikli,
"Türk Ortodoksları" adlı kitabında Baba Eftim'in Bağımsız Türk Ortodoks Kilisesi'nin kurulması için girişimlerde
bulunduğunu dile getiriyor.
Kurtuluş Savaşının henüz yeni filizlendiği dönemde Türk kökenli Ortodoks Hıristiyanlar bu amaçla, TBMM'den
ve Adalet Bakanlığı'ndan izin alarak Kayseri'de bir kongre topladılar. Kongreye, Gümüşhane Episkoposu
Yervasyos, Konya Metropoliti Prokobios, Antalya Episkoposu Meletios ile Anadolu ve Trakya'nın diğer
bölgelerinden gelen 72 temsilci katıldı. 21 Eylül 1922'de toplanan kongrede Türk Hıristiyanlar Türk Ortodoks
Patrikliğinin kurulmasını kararlaştırdılar. "Milli Mücadelede Kayseri" adlı çalışmasında Zübeyir Kars, bu
toplantıya Mutasarrıf Muammer Bey, Mevki Kumandanı ve Kalem Reisi Miralay Abdullah Bey ve sonraki
yıllarda TBBM'de Eskişehir Milletvekili olan Türk asıllı Ortodoks Umumi Katip Bodrumi Đstimad Zihni Özdamar
Efendi'nin de katıldığını belirtiyor.
Yunanistan'ın Batı Anadolu'da işgal faaliyetlerine girişmesiyle birlikte Đstanbul Fener Rum Patrikhanesi,
Anadolu'daki tüm Hıristiyanları Yunanistan lehine faaliyette bulunmaya davet ediyor. Dr. Dursun Ayan, Fener
Rum Patrikhanesinin Anadolu'daki Hıristiyanlara yaptığı çağrının ciddiyetini Atatürk'ün Nutku'ndaki önemli bir
ifade ile açıklıyor: "Atatürk Nutuk'ta Mavri Mira'nın Fener Rum Patrikhanesinde hazırlandığını söylüyor. Fener
Rum Patrikhanesi, Ortodoks ders kitaplarının içeriğinde Türk aleyhtarı düzenlemelere giderek Milli Mücadele
safları oluşmadan Yunanistan'ı desteklemeye karar vermişti zaten. Rum kökenli olmayan diğer kiliselere de
bunu kabul ettirmeye çalıştı. Ancak bir kısmı bu oyuna gelmedi."

Çerkez Ethem tanıştırdı


Kayseri'deki toplantıda Türk Hıristiyan Ortodokslar, Fener Rum Patrikhanesinin baskılarına rağmen Kurtuluş
Savaşında Milli Mücadele saflarını seçtiler. Türk Ortodoksların Anadolu'daki bu hareketi Atatürk'ün takdirine
mazhar oldu. Papa Eftim'le tanışmak isteyen Atatürk, 4 Eylül Sivas Kongresinden önce Papa Eftim'i Sivas'a
davet ederek uzun uzun sohbet etti. Mustafa Kemal ile Papa Eftim'in biraraya gelmesini ise çok ilginç bir isim
sağlamıştı: Çerkez Ethem. Papa Eftim'in oğlu ve Türk Ortodoks Cemaati Lideri Selçuk Erenerol, "Atatürk,
Anadolu Hıristiyanlarının Kayseri'deki toplantısını yakından takip ediyor. Babamla tanışmak isteyince,
Akdağmadeni'nden (Yozgat) yakın komşumuz Çerkez Ethem bu görüşmeyi sağlıyor" diyerek anlatıyor bu
konuyu.
Kiliseden çıkıp Đstiklal Harbine gittiler
Kayseri'deki kongreye katılan Hıristiyan Türk çevreleri Milli Mücadelede Atatürk ve arkadaşlarının yanında yer
alırlar, gerekli desteği verirler. Türk Hıristiyan Ortodoksların önderi Baba (Papa) Eftim'e, Kurtuluş Savaşına
verdiği destekten ötürü bizzat M. Kemal Atatürk tarafından Đstiklal Madalyası verilir. Büyük Taarruzdan önce
Ankara'da ilk toplanan TBMM bahçesinde, Atatürk'ün de hazır bulunduğu bir miting sırasında halka seslenen
Papa Eftim, Đncil'den bir pasaj okur: "Düşmanlarımızın herşeyi var, ancak bizim silah ve cephanemiz yok.
Fakat göğsümüzde imanımız var, mutlaka kazanacağız. Yaşasın muzaffer Türk Ordusu!" Bağımsız Türk
Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol'un babası olan Papa Eftim, Kurtuluş Savaşına verdiği destekten sonra
Atatürk'ün şu sözlerine mazhar oldu: "Baba Eftim, bu memlekete bir ordu kadar hizmet etmiştir."

Atatürk- Papa Eftim dostluğu


Çerkez Ethem'in Yozgatlı olduğunu bilen çoktur ancak onun Türk Ortodokslarının dini lideri Papa Eftim'in
hane komşusu olması ilginç bir tecelli. Fener Rum Patrikhanesinin Yunanistan'ı destekleme konusundaki
baskılarına ve çabalarına rağmen Papa Eftim ve 72 kilisenin Milli Mücadele saflarına katılmasının Mustafa
Kemal'i bir hayli etkilediği biliniyor. Çerkez Ethem aracılığı ile Papa Eftim ile Sivas'ta tanışma imkanı bulan
Mustafa Kemal, Selçuk Erenerol'a göre 1924 yılında Papa Eftim'den Fener Rum Patrikhanesinin başına
geçmesini istiyor. Cemaatin halen dini lideri görevini yürüten Selçuk Erenerol, babasının Atatürk ve
arkadaşlarının bu teklifini, "Benden üstün dini ruhbanlar dururken, benim o makamı doldurmam mümkün
değil" diyerek geri çevirdiğini söylüyor. Ancak Papa Eftim, Atatürk ve arkadaşlarına Yunanistan'ın
göndereceği patriğin özelliklerinin ne olması gerektiği konusunda 11 maddelik bir rapor veriyor. Papa
Eftim'in, patrik için birinci şart olarak Yunanistan'da kral taraftarı olması gerektiğini ileri sürmesi dikkat
çekiyor. O dönemde Kral taraftarı din adamlarının Yunan Hükümetinden farklı görüşlere sahip olduğu
biliniyor. Papa Eftim'in, atanacak patriğin Yunan Hükümetinin kirli emellerine alet olmaması için böyle bir
istekte bulunduğu tahmin ediliyor. Ancak Atatürk'ün ısrarından sonra Papa Eftim, yardımcısı Yakup ile birlikte
Fener Rum Patrikhanesine giderek, bir anlamda yönetime el koyuyor. Ankara Hükümeti dış baskılara
dayanamayıp kendisini geri çekinceye kadar orada kalıyor.

Lozan'da verilen ödül!


Kurtuluş Savaşında dindaşlarını değil de, kendi ırkından olan Türkleri destekleyen Türk Hıristiyanlarını,
savaşın kazanılmasından sonra büyük ve acı bir sürpriz bekliyordu. Đsmet Đnönü'nün Türk delegasyonuna
başkanlık ettiği Lozan görüşmeleri sırasında 30 Ocak 1923 tarihinde varılan anlaşmayla, Anadolu'daki
Hıristiyan Ortodoksların, ırkına ve kişisel isteklerine bakılmaksızın karşılıklı değişime tabi tutularak
Yunanistan'a gönderilmesine karar verildi. Mübadeleye tabi tutulan insan sayısı konusunda abartma
olmadığını belirten Dr. Dursun Ayan, "Mübadeleye tabi tutulan nüfusun küçük gösterilmesi her iki ülkenin de
işine geliyordu. Bu insanlık dramında Türkiye kendi yüreğine su serperken Yunanistan kendi demografyası
açısından bu konuda tartışma bile yapmadı. Rakamın fazla olma ihtimalı elbette var" diyor. Doğan Avcıoğlu,
"Türkler'in Tarihi" adlı eserinde Karamanlıların değişime tabi tutulmasının tartışmaya açık bir konu olduğunu
ve mübadelenin yapıldığı yıllarda da bu tartışmanın yaşandığını belirtiyor. Bernard Lewis'ye göre, 1924 ve
1930 yılları arasındaki değişimin, Türk-Grek değişimi değil, Grek Ortodoks-Osmanlı Đslam değişimi olduğunu
söylüyor: "Bu değişim Anadolu Ortodoksları için vatana kavuşma değil, gurbete sürgündür."
Kayseri, Karaman, Trabzon, Sivas, Konya, Yozgat ve Ankara'da toplanan Hıristiyan Türkler trenlerle
Yunanistan'a gönderiliyorlar. Yürek paralayan sahneler yaşanıyor; "Biz sizdeniz, göndermeyin" yalvarmaları,
Lozan Anlaşmasının kararlılığında Ankara'ya kadar ulaşmıyor bile. Đçlerinden sadece bir aileye özel bir
ayrıcalık tanınıyor. Bir tek Baba Eftim ve ailesi (Erenerollar) bu zorunlu göçten muaf tutuluyor. Atatürk'ün
isteği ile o dönemde TBMM'den şu özel kanun çıkarılıyor: "3 Ağustos 1924 tarihli Papa Eftim teskeresi. Papa
Eftim efendinin harekat-ı milliyenin gidişatından beri Türkiye davasıyla alakadar görülmesi ve Patrikhane ile
arasındaki vaziyet nazarı itibara alındığı takdirde efrad-ı ailesinin mübadeleye tabi olması düçar-ı felaket
olacağı muhakkak bulunduğundan bir karar ittihazı talebini havi Dahiliyet Vekale-i Celilesinin 2.8.1340 tarih
ve Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti'nin 3798 nolu teskeresi üzerine mumaileyh Papa Eftim ve ailesinin
Đstanbul'da yerleşmesine müsaade itası icra vekilleri heyetinin 3.8. 1340 tarihli ictimasında karargir
olmuştur."
Ancak Baba Eftim'in kendi ırkdaş ve dindaşlarının gönderilmesine neden tepkisiz kaldığı da tam olarak
bilinmiyor. Zaten bir süre sonra Anadolu'da Hıristiyan Türk azınlığı kalmadığı için Anadolu Türk Ortodoks
Patrikliği Kayseri'den Đstanbul'a taşınmak zorunda kalıyor.

Atatürk'ün üzüntüsü
"Hamdullah Suphi Tanrıöver'in Anıları"nda ismi geçen Mahmut R. Kösemihal, Hıristiyan Türklerin zorunlu
göçüne ilişkin, "Biz Anadolu'nun bir miktar Hıristiyan Türk'ü ile Hıristiyan Elen'ini ayıran farkları incelemeye
vakit bulamadan, mübadele, bir miktar Türk unsurunu Yunanistan'a göçtürdü.." değerlendirmesinde
bulunuyor. Hamdullah Suphi'nin anılarında Celal Bayar'la aralarında geçen bir diyalog bu konuda Atatürk'ün
üzgünlüğünü ortaya koyuyor: Celal Bayar bir gün Hamdullah Suphi'ye, "Bilir misin Hamdullah, Atatürk'ün son
yıllarda en büyük üzüntüsü ne idi?" diye sorar. Hamdullah Suphi bilmediğini söyleyince, cevabı kendisi verir:
"Anadolu'dan binlerce Hıristiyan Türk'ü göndermiş olmasıydı. Paşam yapmayın, yollamayın, bunlar özbeöz
Türktür dedim. Kendisine kitaplar gönderdim, fakat dinlemedi." Yunanistan'a gönderilen Türk Hıristiyanlar
Türkiye'de Rum olarak adlandırılıp mübadeleye tabi tutulurken, Yunanistan'da da "Turko Sporos-Türk
tohumu" diye aşağılanarak Yunanlı olarak kabul edilmediler. Gittikleri Batı Trakya'da, biraz da Anadolu'yu
hatırlamak için olsa gerek, "Karaman" adını verdikleri bir yerleşim birimi kurdular. Yunanistan'da Batı Trakya
Türklerinden daha fazla horlanan ve ayrıma tabi tutulan Türk Ortodoks Hıristiyanların bir çoğunun daha
sonra Avrupa'nın çeşitli ülkelerine dağıldığı biliniyor. Bilinen bir gerçek var ki, mübadele sonucu Yunanistan'a
gönderilen Türk Hıristiyanlar, bu ülkede de artık yok denecek kadar az.

Hamdullah Suphi Tanrıöver'in maceraları


Đstanbul'da cemaat bulmakta güçlük çeken Türk Ortodoks Patrikliği Hamdullah Suphi Tanrıöver'in
girişimleriyle Galata Merkez Grek Ortodoks topluluğu ile birleştirilerek cemaat haline getirildi. Hamdullah
Suphi'nin bundan sonraki uğraşı, büyükelçilik yaptığı Romanya'daki Hıristiyan Türkleri Marmara Bölgesine
yerleştirmek oluyor. Ancak ll. Dünya Savaşının patlak vermesi Tanrıöver'in bu hayalini suya düşürüyor. Buna
rağmen Hamdullah Suphi, büyük düşlerini gerçekleştiremese de 1935 yılında Romanya'dan 10'u kız 70
Hıristiyan Türk gencini getirip Türkiye'deki çeşitli okullara yerleştiriyor. 16 Eylül 1943'te nüfus kağıtlarına
kavuşan 70 Hıristiyan Türk genci, kendilerinin diğer Hıristiyanlarla karıştırılmasını istemedikleri için "Türk
Ortodoks" yazılmasını istiyor ve Hamdullah Suphi de bunu sağlıyor.
Türkçe dini eğitim yapan bu gençler iş hayatına atılmaya başlarken Hıristiyan olmaları engeliyle
karşılaşıyorlar. Çevresel şartların da etkisiyle Đslamiyeti seçen bu gençler, Müslüman kızlarla evlenerek
çoğunluğa adapte oluyorlar. Hürgün Gazetesi'nden Osman Balcıgil'e göre ithal cemaatini de kaybeden Papa
Eftim bu gelişmeler üzerine Hamdullah Suphi'yi arayarak, "Hamdullah bey, hani ya benim yetmiş kişilik
cemaatim? Müslümanlığın defterinde 70 kişi mi eksikti?" diyerek sitem ediyor. Zaten o tarihten sonra da ne
Anadolu'da ne de Đstanbul'da Türk Hıristiyanların sayısı 1000'i geçmiyor. Bazı tarihçilere göre ise Türk
Hıristiyanların sayısı 100'ü bile bulmuyor. Tarihçi Barker'e göre ise Türkiye'deki Türk Hıristiyanların sayısı
sıfıra yaklaşmış durumda. Dr. Dursun Ayan'nın yaptığı araştırmalar Đstanbul'da yaşayan Hıristiyan Türklerin
sayısının 250'yi bulmadığını ortaya koyuyor. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde çeşitli vesilelerle din
değiştirerek Hıristiyan olan Türklere Presbiteryen adı veriliyor. Presbiteryenlerin ünlüleri arasında ilk sırada
Tevfik Fikret'in oğlu Haluk yer alıyor. Sanatçı Barış Manço'nun da zaman zaman Presbiteryen Hıristiyan
Türklerle ayinlere katıldığı biliniyor.

Đkincisi "Tehcir"di
Atatürk'ün özel izni ile mübadeleden ayrı tutulan Papa Eftim ve 50 kişiyi bulan yakınları önce Ankara'ya
getirildiler. Ardından Đstanbul'a götürülerek Karaköy yakınlarına yerleştirildiler. 1964 yılına gelindiğinde
Anadolu'da Türk kökenli Ortodoks kalmamıştı. Ancak mübadeleden uzak tutulan Đstanbul'da Türk kökenli
Ortodoksların sayısı azımsanmayacak kadar fazlaydı. Üstelik bu insanların büyük bölümü ticaret ve sanatta
Müslüman Türklerle kıyaslandığında çok daha zengin durumdaydı.
Yunanistan ve yerli işbirlikçileri Kıbrıs'ta kanlı olayları başlatınca dönemin başbakanı Đsmet Đnönü,
Yunanistan'a iyi bir ders olur niyetiyle Đstanbul'daki Rumların sınırdışı edilmesini gündeme getirdi. Papa Eftim
Đsmet Paşa ile Taşlık'taki evinde görüşerek ikinci bir Lozan faciasının yaşanmamasını istedi. Đsmet Paşa ile
Papa Eftim arasında sert tartışmaların yaşandığı da biliniyor. Ancak Đsmet Paşa kararlıydı. Tıpkı Lozan'da
olduğu gibi 1964 yılında da insanların kökenine bakılmaksızın, din unsuru dikkate alınıp yaklaşık 70 bin kişi
sınırdışı edildi. Selçuk Erenerol'a göre bu rakam 86 bin olup 15-20 bini hariç hepsi Türk'tü. Ağırlık kazanan
rakam ise 50 bin. Mübadeledeki gibi toplu halde trenlere bindirme değil, tek tek toplayıp sınırdışı etme vardı
bu defa.
Papa Eftim Türkiye lehine yaptığı çalışmalardan sonra Yunanistan'da istenmeyen adam ilan edilmişti artık.
Đstanbul'daki diğer Hıristiyan cemaatlerin aksine Türk Ortodoks Kilisesi mensuplarının Yunanistan'la ilişkileri
bugüne kadar düzelmedi. Selçuk Erenerol, babasına Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanistan'ın yanında yer
alması için çok büyük baskılar yapıldığını söylüyor: "Eğer babam Yunanistan'ın istediğini yapmış olsaydı,
bugün Atina'da heykeli dikilmiş olacaktı."
Đstanbul'da kalan Türk Ortodokslar Yunanistan'daki akrabalarının durumunu bir kaç kez dünya gündemine
getirmeye çalıştılarsa da başarılı olamadılar. Çünkü Yunanistan'a gönderilen Türk Ortodokslar, orada üçüncü
sınıf vatandaş muamelesi görüyordu. Papa Eftim, 1960'lı yıllara gelindiğinde Yunanistan'daki dindaşlarının
trajik öykülerinin de etkisiyle felç geçirdi. Yunanistan'a gönderilen Türk Ortodoksların daha sonra Đsviçre,
Fransa, ABD gibi ülkelere göç ettikleri biliniyor. Bu ülkelere göç eden Türk kökenli Hıristiyanların Rumlardan
kız almamak için özen gösterdikleri de kendilerinin ifadesi.
Yunanistan'a gönderilen Türk Ortodoksları her yaz, Kayseri'nin Zincirdere yakınlarındaki ilk Türk Ortodoksları
kongresinin yapıldığı kiliseyi hala ziyaret etmeye devam ediyorlar.
*Katkılarından dolayı Dr. Dursun Ayan'a teşekkürler.(E.Y)

Dr. Dursun Ayan (Sosyolog): Türkler semavi dinlere ilgi gösterdi


Türk Kültür tarihini daha gerilere ve Anadolu dışına götürdükçe din temelinde bazı ayrımları hem kronolojik
olarak hem de coğrafi olarak gözden geçirmek gerekir. 8-9. yüzyılda Đslamiyeti kabul eden Türkler,
Anadolu'yu fethederek Đslam tarihinin seçkin bir cephesini Selçuklu, Osmanlı desteği ile oluşturmuşlardır.
Müslümanlık ile Türklüğün beraber anılması bu tarihi gelişimin sonucudur. Anadolu'nun Müslüman Türkler
tarafından fethinden öncesine gidildiğinde Türklerin Đslamiyet öncesi tarihi karşımıza çıkar. Türk
Hıristiyanlığının kökleri burdadır. Kaldı ki Malazgirt öncesi göçlerde Anadolu'da Türklerin Hıristiyanlık gibi bir
semavi dini kabul etmesi normaldir. Semavi dinler Türk milletinin kültürel anlayışına uygundu. "Her dini bir
alfabe izler" ilkesi dikkate alınırsa Grek alfabesinde yazılmış belgeler buna güzel bir örnektir. Đster Đslamiyet
döneminde olsun, isterse daha önceki bir dönemde, Anadolu'daki Türklerin tarihi Karadeniz'in kuzeyinde
dikkate değer bir canlılık göstermiştir. Hazar Türklerinin bir diğer semavi din olan Museviliği kabulü, her ne
kadar tüm Hazar federasyon nüfusu Musevi olmasa da tarih ve kültür açısından ilginç bir olaydır ve bakiyeleri
hala vardır. Bugün dünya Türkleri büyük bir çoğunlukla Müslümandır ve Đslam kültürüne katkılarıyla tarih
oluşturmuşlardır.

Selçuk Erenerol (Bağımsız Türk Ortodoks Cemaati Lideri): Đnönü, babamı dinlemedi
Osmanlı'dan kalma bir yanlış olarak Rumlukla Hıristiyanlık hep karıştırıldı. Biz Türküz ve Milli Mücadelede
Fener Rum Patrikhanesinin baskılarına rağmen Atatürk ve arkadaşlarının yanında yer aldık. Babamın
Atatürk'le arası iyiydi. O dönemde Fener Rum Patrikliği babama teklif edildi ama babam kabul etmedi. Ancak
Lozan'da Đsmet Đnönü büyük bir hata yaptı; Anadolu'daki tüm Ortodokslar toplanıp Yunanistan'a gönderildi.
Bu insanlar orada daha feci şekilde aşağılandı ve dışlandılar. Atatürk'ün özel izni ile babam ve aile efradı
Türkiye'de kaldı. 1964 yılında Đsmet Đnönü ikinci hatasını yapıp Đstanbul'daki 86 bin Hıristiyanı Yunan uyruklu
diye bu ülkeye gönderdi. Kıbrıs'taki gerilime karşılık bunu yaptığını söylediğinde babam, Taşlık'taki evinde
Đnönü'ye, "Lozan'da bir hata yaptın, ikinci hatayı yapma" dedi ama dinletemedi. Oysa gönderilen 86 bin
kişiden sadece 15-20 bin kişi Yunan uyrukluydu. Şu anda cematimiz 250 kişi. Fener Rum Patrikhanesi ile
ilişkilerimizin çok sağlıklı olduğunu söylemek güç ama bir iki defa görüştük. Protestan Kilisesi ile ilke olarak
ayrıldığımız noktalar var. Bugün onların 2 bin 500 civarında misyoneri Anadolu'nun dört bir yanında
Müslüman çocukları din değiştirmeye zorluyor. Baba nasihati olarak biz bunu hiç yapmadık ve yapmayız.
Babam bize böyle nasihat etti. Ateistlerin bir dini benimsemesi önemli. Müslüman çocukların değil. Onların
zaten bir dini var.

ERCAN YAVUZ YUNANĐSTAN’DAKĐ ORTODOKS TÜRKLER

ŞĐMDĐ SĐZE ÖNEMLĐ BĐR KONU BĐLDĐRECEĞĐM: YUNANĐSTAN’DA SAYILARI 1.500.000'E (YANLIŞ DEĞĐL
BĐRBUÇUK MĐLYON) ULAŞAN KARAMAN’DAN GĐTME (ORTODOKS) TÜRKLER VAR. "KARAMANLILAR"
OLARAK ADLANDIRILIYORLAR. BUNLAR ÖZ BE ÖZ TÜRKTÜRLER. SELÇUKLULARDAN ÖNCE ANADOLU’YA
GELDĐKLERĐ ĐÇĐN BĐZANS ETKĐSĐYLE HRĐSTĐYANLAŞMIŞLARDIR. BU ĐNSANLARIMIZ TÜRKÇE KONUŞURLAR,
KĐLĐSELERĐNDE TÜRKÇE ĐNCĐL OKURLAR.. YUNANLILAR BU SOYDAŞLARIMIZI ASĐMĐLE ETMEYE
ÇALIŞIYOR. BU KONUYLA ĐLGĐLĐ ÇEŞĐTLĐ ARAŞTIRMALAR VE TEZLER MEVCUT... DETAYLI BĐLGĐYĐ TÜRK
ORTODOKS PATRĐKHANESĐNDE "SEVGĐ ERENEROL" HANIMEFENDĐDEN ALABĐLĐRSĐNĐZ. YUNANĐSTAN
KARADENĐZ’DE PONTUSÇULUK YAPIYOR DA, BĐZ NĐYE YUNANĐSTAN’DAKĐ TÜRKLERE SAHĐP
ÇIKMIYORUZ... SĐTENĐZDE KARAMANLILARI DA "KARAMANLILAR" ĐSMĐYLE GÖRMEK ĐSTĐYORUZ.
NOT: BU ĐNSANLAR 1924'YE KADAR TÜRKĐYE’DE YAŞARLARKEN MÜBADELE ZAMANI ZORLA YUNANĐSTAN’A
GÖNDERĐLDĐLER ... NE ACAĐP BĐR ĐŞTĐR KĐ TÜRK HÜKÜMETĐ, RUMDUR (!) DĐYE TÜRKLERĐ ZORLA
YUNANĐSTAN’A GÖNDERĐP, YUNANĐSTAN’DAN TÜRK (!) DĐYE YAHUDĐ DÖNMELERĐNĐ GETĐRDĐ"

HAKAN ÖZTÜRK

Kabala Đncelenmesine Giriş


Yazan Dr. William Wynn Westcott

Altın Şafak Hermetik Cemiyetinin üç kurucusu arasında Dr. W.W. Westcott ayrıca Kabala konusunda diğer
kurucular, Dr. Woodman ve MacGregor Mathers gibi tanınmış bir uzmandı. Westcott ayrıca Oluşum Kitabı
"Sepher Yetzirah"ı Đngilizce'ye tercüme etmişti. Westcott ayrıca Đngiliz Gül Haç Cemiyeti SRIA (Societas
Rosicruciana in Anglia) başkanıydı, Teosofik Cemiyetinin ezoterik okulu ve Framasonluğa mensuptu.
Giriş
1. Okült bilimlere açık olan edebiyat, felsefe ve din araştırmacıları eski çağ Rabbinlerinin (hahamlarının)
Kabalası üzerinde biraz durmayı deneyebilirler, çünkü din veya inançları ne olursa da, böylelikle sadece bilgi
değil, fakat içinde doğdukları ve büyüdükleri veya muhakeme güçleri geliştiğinde yeni uyarladıkları din ve
doktrinleri farklı olanlarla karşılaştırdığında yaşam ve insan kaderi konusundaki görüşleri genişler.
2. Bu konuda kazanılacak yarar konusunda emin olarak eski Đbrani Kabala doktrinlerine dikkatinizi almak
isterim. Bu deruni incelemeye erken yaşta girme şansına sahip oldum ve sonraki yıllarda bu Đbrani dini
felsefe üzerinde biraz bilgi biriktirebildim ve Gül Haç cemiyetinde üyeliğimle bu konuda bilgim daha da
geliştirdim. Ancak Kabalistik kitaplar o denli fazla ve denli kapsamlı oluşu, bir çoğunun sadece Rabbini
Đbranice veya Keldanice incelenmesi gerekmesi, bu konuda öz güvenimi yirmi yıl öncesi bu yazımın 1888
yılında Hermetik öğrencilerinin bir cemiyetinde konuşma olarak ilk yayınladığım zamana kıyasla azalmasına
neden olmuştur. O tarihten sonra Jean de Pauly "Zohar"ın Fransızca tercümesi ve Arthur E. Waite'in "Kabala
Edebiyatı ve Tarihi" ("The Literature and History of the Kabalah") yayınlanmıştır. Yine de bu küçük yazının
Kabalanın daha kapsamlı eserlerine hakim olmayı zaman bulamayanlar için yararlı olacağı düşüncesindeyim.
Gerektiği gibi Eski Ahit'e referans edilmiştir, ancak kasıtlı olarak Yeni Ahit'e veya Đsa'nın öğrettiği inanç ve
doktrinlere iliştirme yapılmamıştır ve eğer Kabalada iddia edilen Kutsal Üçlem bağlantısını irdelemek isteyen
varsa Zohar ii, 43, b ve C.D. Ginsburg'un "Kabbalah"ta bulunan Đngilizce'sine danışabilir. WM. WYNN
WESTCOTT, M.B., vs.
Kabala
3. Đtiraf edilmelidir ki Kabalanın menşei kadim çağların sislerinde kaybolmuştur, hiç kimse onu kimin
çıkardığını veya ilk öğretmenlerin kim olduğunu ortaya çıkaramamaktadır. Kökenlerinin M.Ö. 515, Đkinci
Mabet dönemine bulunan Đbrani hahamlara dek indiği konusunda epey kanıt bulunmaktadır.
4. Bu felsefenin, Yahudilerin Babil'de esaret dönemi sırasında Keldani öğretilerinin Yahudi geleneklerine
etkileşiminden doğduğu önerilmiştir. Şüphesiz ki, öğreti erken dönemlerinde tamamen sözlü aktarılmaktaydı,
bundan dolayı Kabala veya Đbranice imla olarak QBLH kelimesi QBL kabul etmek, almaktan anlamına geliyor
ve şüphesiz öğreti olarak aktarıldıkça elinden geçtiği kişilerce değiştirilmiştir. Asırlar sonraya dek onun
herhangi bir bölümünün yazıya döküldüğüne dair herhangi bir kanıt yoktur. Musa'nın zahiri Pentateuch
[Latince Musa'ya atfedilen "Beş Kitap", Tevrat], üzerinde giderek kabaran şerh ve tefsirler ve Mişna ile
Gemara'yı içeren Talmud'dan ilginç bir şekilde ayrı tutulmuştur. Bunların Kabalanın derin ve gizemli
doktrinlerinden etkilenmeden Đbrani teolojide geliştiği gözükmektedir. Benzeri bir şekilde, Hindistan'da
ezoterik bir dizi yazıtlar Upanişadlar'ın genel halkın kullanımı için talimatlar içeren zahiri Brahmanalar ve
Puranalar ile yan yana geliştiklerini görürüz.
5. Halen mevcut olan en eski Kabalistik kitapların iddia edilen yazılış tarihini reddeden eleştirici araştırmacılar
arasında çeşitli tartışmalar sürmüştür ve onlara atfedilen yazarlarının bunları yazamayacaklarını öne
sürmüşlerdir. Ancak eserlere bir tarih veya yazar saptamaya gelince, bu aynı eleştirmenler büyük fikir
ayrılıkları gösterip birbirleri ile çelişkiye girmektedirler. Yıkıcı eleştiri gerçek bilgiyi elde etmekten çok daha
kolaydır.
6. Eski Kabalistik eserlerinin en önemlisine göz geçirelim:
7. "Sepher Yetzirah" veya "Oluşum Kitabı" en eski eserdir ve dini atalardan Đbrahim'e atfedilmektedir. Bu
eserin bir Đngilizce tercümesinin yapmış bulunuyorum, bir kaç baskısı yayınlanmıştır. Bu eser Yaratılış
konusunda çok ilginç bir felsefi tema açıklamakta. Dünya, güneş, gezegenler, elementler, insanın kökeni ve
Đbrani alfabenin yirmi iki harfi arasında bir paralellikten söz etmekte. Harfleri bir triad/üçlü, Heptad/yedili ve
bir Dodecad/on ikiliye bölmekte. Üç ana harf A, M ve Sh (Ş) ilksel Hava, Su ve Ateş olarak tanımlamakta;
yedi çift harf gezegenlere ve zamanın yedi bölmelere vs.; on iki tek harf ise aylara, Zodyak burçları ve beden
organlarına eşleştirilmektedir. Modern araştırmacılar bu eserin mevcut kadim yazıtlarının ilk M.S. 200
tarihinde derlendiğini kabul etmeyi eğilimleri vardır. "Sepher Yetzirah" hem Kudüs, hem de Babil Talmudları
tarafından söz edilir. Aynı Mişna gibi Yeni-Đbrani dilinde yazılmıştır.
8. Đbranice'de ZHR veya ZUHR olarak yazılan "Zohar" veya" Sohar" olarak bilenen "Đhtişam Kitabı" veya "Işık
Kitabı", Tanrı, Melekler, Ruhlar ve Kosmoloji konularını içeren bir çok farklı metinin derlenmesinden meydana
gelmiştir. Kitabın yazarı 160 yılında yaşayan Rabbi Simon ben Jochai'ya atfedilmektedir. Kendisi Lucius
Aurelius Verus, Đmparator Marcus Aurelius Antoninus'un valisi tarafından zulme uğradı ve bir mağarada
yaşamaya zorlandı. Bu eserin önemli bölümleri sözlü geleneklerden derlenmiş olabilir. Ancak başka bölümler
şüphesiz zamanla, hatta 1290 yılı civarlarında Đspanya, Guadalajara'lı Rabbi Moses de Leon tarafından
yayınlandığı zamanda dahi ilave edilmiştir. Yayınlandıktan sonra tarihsel gelişi bilinmektedir. Kitap baskısı
Mantua'da 1558 yılında, Cremona'da 1560 yılında ve Lublin'de 1623 yılında çıkarılmıştır; bunlar "Zohar"ın
Đbrani dilinde yazılı üç ünlü kodeksleridir. Đbranice okumayanlara için Zohar'ı etüt etmenin en pratik yolu
Baron Knorr von Rosenroth'un 1684 yılında "Kabbala Denudata" başlığı altında Latince'ye yaptığı kısmi
tercümeleri ve S. L. MacGregor Mathers tarafından bunların Đngilizce'ye tercümeleri olacaktır ("Siphra
Dtzenioutha" - "Book of Concealed Mystery" - "Gizli Sır Kitabı"; "Ha Idra Rabba," "Greater Assembly" -
"Büyük Meclis"; ve "Ha Idra Suta," "Lesser Assembly," "Küçük Meclis"- Not bu kitabın Giris Bölümü ve Önsöz
Bölümü sitemizde yayınlanmıştır). Bu üç kitap, Zohar'ın tonu, stili, içeriği konusunda iyi bir fikir vermektedir,
ancak sadece kısmi, bir görüş verir. Zohar'ın diğer metinleri: Hikaloth - Saraylar, Sithre Torah - Kanunun
Sırları, Midrash ha Neelam - Gizli Tefsir, Raja Mehemna - Đtikatlı Çoban, Saba Demishpatim - Yaşlıların
Sözleri, Peygamber Elias ve Januka, Genç Adam; ve Tosephta ve Mathanithan başlıklı notlardır.
9. Şu anda Jean de Pauly tarafından Zohar'ın eksiksiz ve son derece skolastik bir Fransızca tercümesi
basılmak üzeredir.
10. Diğer ünlü Kabalistik eserler arasında: Rabbi Azariel ben Menachem'in "On Sephirtoh'un Şerhi", M.S.
1200; Rabbi Akiba'nın "Alfabe"; " Cennet Kapısı" ; "Enoch Kitabı"; "Pardes Rimmonim, veya Nar Bahçesi";
"Tecelliler Üzerinde Bir Çalışma"; Chajim Vital'in "Otz ha Chiim, veya Hayat Ağacı"; Isaac de Loria'nın
"Rashith ha Galgulim, veya Ruhların Devri" Isaac de Loria; ve özellikle 1070 yılında ölen ve ayrıca Avicebron
olarak bilinen ünlü Đspanyol Yahudisi Ibn Gebirol'un yazıları, onun başyapıtı "Hayatın Pınarı" veya "Krallığın
Tacı" eseridir.
11. Kabala öğretisi her biri bir süre ünlü olan birkaç okulla sınıflandılılmıştır: 1190 - 1210 yılları arasında
Rabbi Kör Isaac, Rabbiler Azariel ve Ezra, ve Moses Nachmanides'in Gerona Okullu. Rabbiler Jacob, Abulafia
(ölüm 1305), Shem Tob (ölüm 1332), Akko'lu Isaac'ın Segovia Okulu. Rabbi Isaac ben Abraham Ibn Latif
okulu, yaklaşık 1390. Abulafia (ölüm 1292) ve Joseph Gikatilla (died 1300) okulu; ayrıca of Rabbiler Moses
de Leon (ölüm 1305), Menahem di Recanti (ölüm 1350), Isaac Loria (ölüm 1572) ve Chajim Vital'in (ölüm
1620), "Zoharistler" okulları. Ünlü Alman Kabalistler arasında John Reuchlin veya Capnio, ikiünlü eser
yazmıştır: "De Verbo Mirifico," ve "De arte Cabalistica."
12. Genelde Kabalistler arasında iki meyil vardır: biri tamamen doktrin ve dogma koluna; diğeri de pratik ve
mücizevi harikalar işine koyulmuştur.
13. En ünlü harikaları uygulayan Rabbinler arasında ayrıca Ari olarak bilenen Isaac Loria, ve ne garip ki
Müslümanlığa dönen Sabatay Sevi idi. Bu her iki Rabbinin çıkardığı okült külliyatının yaşayan temsilcileri
vardır. Genelde bunlar dağılmış bireylerdir, inisiye gruplarını bulmak enderdir. Orta Avrupa'da , özellikle
Rusya'nın belirli bölgelerinde, Avusturya ve Polonya'da halen Kabalaya atfettikleri garip şeyler yapabilen ve
"Harikalar Yapan Rabbinler" olarak bilinen Yahudiler vardır, ve açıklanması çok zor şeylerin Đngiliz Kabalistik
ritüel ve tılsım öğrencileri tarafından yapıldığı görülmüştür.
14. Eski metinlerle ilgili Rabbini Tefsirlerin çoğu birbirine dolanan o denli kabarık bir Kabalistik külliyat
oluşturur ki kavranması neredeyse imkansızdır. Her halde, ülkemizde eski yazmalarda halen saklı olan ne
doktrinler bulunduğunu bilen ne bir Yahudi, ne de Hıristiyan vardır.
15. Dogmatik veya Teorik Kabala Tanrı, Melekler ve insandan daha ruhani varlıklar; insan Ruhu çeşitli yönleri
ve parçaları; doğum öncesi yaşam, reenkarnasyon ve çeşitli ince alemler ve varlık boyutları konusunda
felsefi kavramlar sunmaktadır.
16. Pratik Kabala, Eski Ahit'te her cümle, kelime ve harfi inceleyerek mistik ve alegorik yorumlar
getirmektedir. Harf, rakam ve onların karşılıklı ilişki türleri; Gematria, Notorikon ve Temura ilkeleri; ilahi ve
meleksel isimlerinin tılsımlara uyarlanması; sihirli karelerin (vefkler) hazırlanması; ve sonradan ortaçağı
majisinin temelini oluşturacak çeşitli konulara giren çok kapsamlı bir külliyat.
17. Belirli bir Kabalistik eseri okumak yerine, onun felsefesi konusunda genel bir fikir edinmek isteyenler için
mevcut üç standart eser vardır. Bunlardan ikisi Đngilizce'dir, biri Dr. C. Ginsburg, 1865 yılında yayınladığı
eserdir. Bu doktrinlerinin resmi ve kapsamlı bir özetidir. Diğeri Arthur E. Waite'in [ A.E. Waite önemli bir Altın
Şafak üyesiydi]1902 yılında yayınladığı mükemmel "Kabalanın Doktrin ve Edebiyatı" ("The Doctrine and
Literature of the Kabalah") eseridir ve ayrıca Fransızca olarak Adolph Franck'ın 1889 yılında yayınladığı eser
vardır. Ancak bu daha çok betimleyici özelliktedir ve ayrıntılara pek girmez.
18. Đbrani sistemde Hint dini felsefesinin birçok noktalarına değinmemektedir veya farklı mahiyeti oluşundan
dolayı dışlanmaktadır. Örneğin, yok edilen Dengesiz Güç Alemlerinden başka alemlerin kozmolojisine pek
değinmektedir; sarsılmaz Karma yasası göz alıcı bir özellik değildir; reenkarnasyon öğretilir, ancak yeniden
doğuş genelde üçe yaşama sınırlıdır.
19. Kabalistik doktrinin küçük bir parçası Yahudi Talmud'da bulunmaktadır, ancak bu metinlerde gerçek
Kabala'da bulunmayan biraz kaba bir anlayış vardır; örneğin insanların önceki yaşamların günahlarından
dolayı hayvan biçimlerinde veya erkeklerin kadın olarak yeniden doğmaları gibi.
20. Unutmamak gerekir ki birçok doktrin birkaç Rabbinin öğretileriyle sınırlıdır ve belirli bir konuda eski bir
doktrin ile yeni bir doktrin arasında bazen büyük farklar ortaya çıkmaktadır, bu değişik devir ve okulların
Rabbinlerin Kitaplarında açıkça görülmektedir. Bazı Kabalistik öğretiler daha hiç basılmamıştır ve günümüze
dek sadece mürşitten müride aktarılmıştır. Hiç bir Đbrani kitapta bulunmayan ve Gül Haç ve Hermetik
Localarda öğrettiğim konular da vardır. Bu eski Đbrani kitapların dikkatli bir incelemesi bazı dogmaları sadece
layık olan öğrencilerle sınırlamak, bilinçsizce yayılıp cahil veya çıkarcı kişilerden istismar etmelerini önlemek
amacıyla bazı kasıtlı "perdeler"in konulduğu göstermektedir.
21. Kabalistik doktrin külliyatına herhangi bir önemli ilave konulmadığı yaklaşık olarak iki üç asır geçmiştir.
Ancak bundan önce felsefi temayı açıklamak veya uzatmaya yönelik uzun bir şerh ve tefsir silsilesi
üretilmiştir.
22. Daha önce belirttiğim gibi Kabalanın ne zaman bir somut bütün ve felsefi sistem olarak ilk oluştuğu belki
de hiç bir zaman ortaya çıkmayacaktır, ancak eğer onun Đbrani dinin Ezoterizmi olarak kabul etsek, ki bunun
doğru olduğunu inanıyorum, esas öğretileri şüphesiz Jehovah, Yahveh ibadetinin esas ilkelerinin çıkışına
yaklaşık olarak eş zamanlı olması gerekir.
23. On iki kavimin oluşu tarihi bir gerçek olup olmadığını veya Musa ve hatta Kral Sülyeman'ın bile gerçekten
varolup olmadıklarını tartışan bazı şüpheci araştırmacıların iddialarına göze atmaya çaba göstermeyeceğim
[Bu yazının hazırlandığı zamandan geçen bir asır süresince arkeolojik bulgular eski ahit tarihinde geçen
birçok olayın doğruluğunu saptamıştır]. Bu çalışmamızın maksadı açısından, Yahudi ulusun, Đkinci
[Süleyman] Mabedin zamanında (M.Ö. 536) Asya hakimi Kirus'un, M.Ö. 587 yılında [Babil] Kral
Nebuchadnezza tarafından zorla tutsak edilen bazı Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve Đbrani dinini icra
etmelerine izin verdiğinde Yahveh teolojisi, bir rahip sınıfı sistemi ve elle tutulur bir doktrinleri olduğu yeterli
olacaktır.
24. Kudüs'e bu dönüşten sonra, M.Ö. 450 yılında Ezra ve Nehmeniah, Đbranilerin Eski Ahitlerini edit edip
derlediler veya Musa'nın Tevrat'ı yazdığını ve Kral Süleyman hükümdarlığını inkar edenlere göre o zaman
Pentateuch'ı [Latince 5 kitap, Tevrat, Torah] yazdılar.
25.Yenilenmiş din, Kudüs'ün Ptolemy Soter tarafından işgal ettiği, ancak Yahudi dinin temellerini yıkmadığı
M.Ö. 320'ye dek devam edebilmişti. Hatta, halefi Ptolemy Philadelphus yaklaşık olarak M.Ö. 277 yılında
Đbrani metinlerin revize edilmelerine ve yetmiş iki alim tarafından Grekçe'ye tercüme edilmelerine sağladı. Bu
tercüme asırlardır Eski Ahit'in Septuagint uyarlaması olarak bilinmektedir.
26. Bundan sonra Yahudilerin üzerilerine başka belalar geldi ve Kudüs M.Ö. 170 yılında Antiochus tarafından
işgal edilip yağma edildi. Bunu Makkabilerin uzun savaşları takip etti ve Romalılar Judai, Yudeya'yı işgal
ettiler. Sonra Yahudilerle çekişen Pompey şehri işgal etti ve kısa süre sonra M.Ö. 54 yılında Romalı general
Crassus tarafından yağma edildi. Yine de Yahudi dini muhafaza edildi ve Đsa'nın yaşadığı devirde bütün dini
kutlama ve bayramların bulunduğunu görüyoruz. M.S. 70 yılında sonradan Roma Đmparatoru olan Titus
tarafından Kutsal Şehir işgal edildi, yağmalandı ve yakıldı.
27. Đbrani Eski Ahit bütün bu çilelere rağmen muhafaza edildi, ancak kaçınılmaz olarak birkaç eserine birçok
değişiklik ve ilaveler olmuştur. Bir rahip sınıfı silsilesi tarafından aktarılan halka sunulan Eski Ahit'e dahil
edilmeyen daha ezoterik öğretiler de değişik öğretmenlerin etkileriyle değişime uğramış olabilir.
28. Bu devreden kısa bir süre sonra Eski Ahit kitapların ilk şerh ve tefsirleri dizileri hazırlanıp günümüze dek
gelmiştir. Bunların arasında en eskileri yaklaşık olarak M.S. 100 yılında yazılan "Kanun" üzerinde "Targum of
Onkelos" ve "Peygamberler" veya "Nebiler" üzerinde Jonathan ben Uzziel'in eseridir.
28. Yaklaşık olarak M.S. 141 yılında Judai'lı Rabbilerin ünlü eseri "Mishna" yazıldı ve "Talmud" denilen çok
kapsamlı ve kabarık Đbrani doktrinlerin derlemesine temel oluştu. Bunların iki versiyonu vardır, en önemlisi
Babil'de ve diğeri Kudüs'te derlenmiştir. Esas "Mishna"ya Rabbiler "Gemara" denilen tefsirleri ilave ettiler. Bu
zamandan itibaren Judai literatürü epey genişledi ve en azından 1500 yıla dek dini eserler çıkaran bir sürü
Đbrani Rabbin vardı. Đki Talmud ilk kez Venedik'te 1520 ve 1523 yıllarından sırayla basıldılar.
29. Eski Ahit kitapları Yahudiler için asırlardır yön verici bir meşale olmuştur, ancak bilgili Rabbinler sadece
bunlarla yetinmediler ve onları iki paralel literatür dizisiyle takviye ettiler. Đlki Talmud'a dayalı olarak Eski
Ahit'i açıklamak ve halkı eğitmek üzere Musa tarafından verilen On Üç Tartışma Kuralı'nın tefsiridir, diğeri ise
gizli doktrin ve ezoterik anlamlarını açıklamaya yönelik uzun, daha karmaşık ve derin bir metindir. Oluşum
Kitabı, Sepher Yetzirah ve Đhtişam Kitabı, Zohar, eski Rabbinlerin ehil olduklarından övündükleri ve hatta
Tanrının Musa'ya rahiplerin halka ifşa edilen yazılı kanundan ayrı olarak, ifa etmeleri için verdiği "Gizli Bilgi"
olduğunu dahi iddia ettikleri sözlü geleneğin özü, cevheri temsil etmektedir.
30. Kabalanın başlıca ilkelerinden biri de, ruhsal bilgeliğin On Sayı ve Yirmi Đki Harften oluşan Otuz Đki Yoldan
elde edildiği kavramıdır. Bu On Sayı, Đlahi Tecelli, Sephiroth'u,Yüksek Ana, Binah'ın Büyük Denizi, Kristal
Denizin Kutsal Sesler Korosunu simgeler. Üç esas Element, Yedi Gezegen ve güneşin yıllık seyrinde beşeri
yaşama yön veren semanın On Đki Zodyak etkisi ile Evrenin, Doğanın Yirmi Đki okült gücü simgeler. "Sepher
Yetzirah" tercümemin sonunda Otuz Đki Yolun adları ve açıklamalarını vermiştin.
31. Kabala ve Ortodoks Yahudilik arasındaki bağın göstergesi, Rabbinlerin Eski Ahit kitaplarını ruhsal yaşamın
kültürü için Yirmi Đki (harfler) diziye sınıflandırdıklarını görüyoruz. Bu sınıflandırma Eski Ahit'in otuz dokuz
kitabından on iki ikincil peygamberin kitaplarını bir diziye; Rut'u Hakimler'e; ve Ezra'yı Nehemya'ya ilave
ederek, ve ikişer kitaptan oluşan Samuel, Krallar ve Tarihler kitaplarını birer kitap sayarak elde ettiler. Otuz
dokuz kitap Ezra'nın zamanında saptanmıştı.
32. Kabalayı açıklayan kitaplara dönersek, onların atfedilen kökenlerinin doğruluğu, otantikliği ne olursa da,
kadim eserler Sepher Yetzirah ve Zohar'ın mesafeli görüşlü bir kozmolojiyi ima eden, açık ve berrak bir
ruhsal felsefe içerdikleri reddedilemez ve teolojik bir doktrin külliyatını kuran özel bir adın onuruna layık
görülmeli - Kabala.
33. Umumi Đbrani dininin esas dayanağı ve temeli her zaman Yahveh'in (Jehova) seçilmiş halkına ifşa ettiği
Kanunları beyan eden Pentateuch, Musa'a atfedilen beş kitap olmuştur. Bu kitaplarla başlayan Eski Ahit,
tarihi kitaplar, peygamberlerin şiirsel öğretilerini içeren kitaplar takip etmiştir, ancak birçok bölümler maddi
ve dünyevi özellikler hakimdir ve Büyük Din kitaplarında beklenen ruhsal tertip yoksunluğu gözükmekte,
hatta bazen günümüzün ahlaki değerlerle çakışmaktadırlar.
34. 3000 yıl önceki bir küçük ulusa hayati önem taşıyan Musevi Kanunları hijyen hususlarını düzenlemeye
yönelik çok sayıda ayrıntılı kurallar getirmiştir, ancak hatalı kullara karşı çok kıyıcı cezalar ve acımasız
muamelelerde bulunmaktadır. Oysa, bunlar modern görüşe göre milyonlarca dünyalarıyla Evreni Yaratan bir
Tanrıdan tecelli edilecek şeylere pek uymuyor. Ayrıca, ölüm sonrası bir beşeri yaşamdan neredeyse hiç söz
edilmemesi, Đsa'dan gelecek yeni ifşaları gerekli kılan bir maddecilik göstermektedir. Oysa, muhafazakar
Đngilizler bu sözleri kuşkuyla bakıyorlar, ancak onlardan Eski Ahit'te ölüm sonrası yaşam veya ruhun ıslahı
için bir dizi yaşamdan geçmesi ve ruhun ölümsüzlüğü açıklayan bir metini göstermeleri istenildiğinde onları
bulamazlar ve papazların: "Eğer açıkça konmamışsa da ima edilmektedirler" demeleri ile yetinmektedir.
Ancak gerçekten öyle mi? Eğer öyleyse nasıl oluyor da modern bir yazar şunu söyleyebilmiştir: "Eski Ahit'e
refah iyi işlerin ödülüydü, oysa Yeni Ahit'e ödül geçimsizliktir"? Bu sadece gelecek yaşam olmadığında veya
Eski Ahit'te düşünülen ödül ve cezalandırma yoksa mümkün olabilirdi.
35. Ancak bu gözlem doğrudur ve Eski Ahit'te insanın hayvan kadar ölümlü olduğunu öğretmektedir, örneğin
(Vaiz/Ecclesiastes, iii. 19): "Çünkü adem oğullarının başına gelen, hayvanların başına gelir; ve başlarına
gelen şey birdir; bu nasıl ölüyorsa, öteki de öyle ölüyor; hepsinin bir soluğu var; ve adamın hayvana
üstünlüğü yoktur; çünkü hepsi boş. Hepsi bir yere gidiyorlar; hepsi topraktandır, ve hepsi yine toprağa
dönüyorlar... Ve gördüm ki, adamın kendi işlerinde sevinçli olmasından daha iyi bir şey yoktur; çünkü onun
payı budur; çünkü kendisinden sonra olacak şeyi görmek için onu kim geri getirecek?" Kendi Ego, Ruh veya
Yüksek benliğinden başka kim olabilir.
36. Ancak belki de bu kitap adı şanı belirsiz bir Yahudi veya yarı Keldani veya Babil'linin kaleminden çıkmıştır.
Bu hiç de öyle değil, zira bütün Yahudi alimler bu kitabı Yahudilerin en görkemli döneminin kralları
Süleyman'a atfediyorlar. Eğer ruhun ölümsüzlüğü Halkın anlayışına açık olan Yahudiliğin özünde varsa, o
zaman Süleyman bunu o denli kaba bir şekilde inkar etmezdi.
37. Yine de, Tekvin'de Yaratılışın öyküsüne baktığımızda aynı hikayeyi görürüz. Hayvanlar topraktan
yapılmıştır, insanlar topraktan yapılmıştır, Havva Adem'den yapılmıştı ve her birinin sureti içine hayat nefesi
"Nephesh Chiah" (Nefes Hiyah), can üflendi. Ancak, Adem'in bir süre içinde barınacak, deneyim kazanacak,
ıslah olacak, sonradan farklı bir gelişim evresine geçecek ve nihai olarak Đlahi kaynağa dönecek Yüce
Zeka'dan bir Işın aldığına dair herhangi bir ima yoktur. Ancak, onlar her kimse, bu eserlerin yazarları, insanın
daha yüksek bir tarafı, Ruh Varlığı olduğu konusunda herhangi bir kavramdan yoksun olmaları herhalde olası
değildir. Eleştirel görüşe göre belirli bir dönemde dini felsefe Eski Ahit'ten çıkarılmış ve imtiyazlı bir sınıfa
ayrılmıştı. Bu durumda halka kabulü için sadece katı ve kesin kanun ve gelenekleri içeren dış katmanı
kalmıştı. Dini kitap olarak Eski Ahit'te yoksun olan ruhsal felsefe Kabala'nın esas özü olabilir; zira bu
Kabalistik dogmalar Đbrani'dir, ruhsal ve görkemli bir yüceliğe sahiptir. Eski Ahit onların ışığında
okunduğunda bir ulusun kabulüne layık bir eser olmaktadır. Burada Kabalanın öz esasları ve kadim alt-
temelinden söz ediyorum. Kabul ediyorum ki bir çok mevcut eserde bu asli hakikatler asırlarca derleyiciler,
düşsel ve çoğu zaman kaba ilaveler ve şarklı imajlar tarafından örtülmüştür. Ancak bütün bunların ardından
saklı bir Đlahi Gücün kilit ilkeleri, onun tezahür eden Tecellileri, insan yaşamı diriltmesi, ruhların öte
yaşamları, dünyevi yaşamın faniliği burada tam anlamıyla açıklanan temel doktrinlerdir ve bu Yahudilerin
Kabalası ve sözde doğunun ezoterik Budizm ve Hinduizm öğretileri arsındaki temas noktalarıdır.
38. Olası olarak Protestan kilisesinin koptuğu Katolik kilisesi ilk başında Kitabi Mukaddes'in kasıtlı dışrek,
zahiri mahiyetinin sırrına ve çoğu kez aslında alegorik içerikli tarihi olaylar kapsayan Yahudi kitapların gerçek
manalarına varmanın anahtarı olarak Ezoterik Kabalayı anlamanın ruhban sınıfı ait yöntemine vakıftı. Eğer
bunu kabul edersek, asırlardır Katolik kilisesi neden ruhban sınıfının haricindekilerin Eski Ahit'i irdelemelerine
karşı caydırıcı tavır aldıklarını açıklar. Ayrıca bu Protestanların hırçın rahip sınıfının Reformasyonu ile birlikte
ruhban sınıfı haricindekilerin Eski Ahit kitaplarını okumalarını teşvik etmekle hatta işlediklerini ima eder.
39. Musevi ve diğer Eski Ahit kitapları sürekli bir şekilde zalim ve kıyıcı sistemleri desteklemek için
kullanılmıştır. Bunun dikkat çekici bir örneği, yüz yıl önce kadar yakın bir zamanda cereyan etmiştir ve
Protestan ülkelerin rahipleri oybirliğiyle Yahudilere zorunlu olan Yahweh kanunlarına dayanarak köle
ticaretinin devam etmesini desteklediler.
40. O zamanlarda çoğu kez serbest düşünürler ezilen ve zülüm gören ırkları kollamaktaydı ve asırlardır en
bilgeli insanlar, en büyük bilim adamları Đbrani yazıtlardaki talimatlar, iddialar ve öykülere atfedilen
yanılmazlığı karşı verdikleri mücadelelerde hep başarıdan başarıya koşmuşlardır.
41. Eski Ahit bir bakıma binlerce Hıristiyan'ı bir arada tutmaktadır, zira Đsa doktrinini Yahudi halkının
doktrinleri üzerine inşa etmiştir, ancak günümüzde türeyen sonsuz Hıristiyan mezhep ve fırkaların hemen
hemen hepsi Kitabi Mukaddes'e kendi kişisel yorumlarını katma hakkını iddia ederek ortaya çıkmıştır, oysa bu
kitabın tefsir anahtarları kayıp veya en azından eksiktir ve onların yardımı olmadan kritik hatalar olacağı
kaçınılmaz olduğu bilinse, her kafasına esen onu yorumlamaya kalkışamaz.
42. Kitabi Mukaddes'in farklı yorumlarının muazzam birikintisi abes, fuzuli ve beyhude olmasına rağmen,
önem arz etmektedir, çünkü yüzlerce mezhep ve fırkanın takipçileri kendilerine sadece kişisel yorum hakkını
değil, aynı zamanda kendi dışında olanları kınama hakkına da el koymuşlardır -- sanki Kitabi Mukaddes için
iddia ettikleri yanılmazlık kendi kişisel propaganda veya kilise servisleri üzerine yansıması elzemdir. Dini
hoşgörüsüzlük her kasabayı lanetlemiştir ve başkalarından kendilerini farklı sayarak kendi dar çevrelerinin
dışındakileri eleştirmek, hatta zulmetmek veya cehenneme havale etmek hemen hemen hepsinde yaygındır.
43. Mistikler, Okültistler ve Teosofistler bütün dinlerin ortak temel ve kökenini göstererek mevcut müşterek
aydınlanma olasılığını açıklamakla gerçekten büyük ve iyi bir hizmet sunuyorlar. Hoşgörü ve müşterek
takdirle çok iyilik doğabilir, ancak dincilerin ayrışmacı mücadeleleriyle bütün inançlar zarar görür ve din,
hoşgörüsüzlük, çekişme ve kibirlik anlamına gelen farklı isim olur. Hırslı bir fırkacının göstergesi ve işi artık,
Đsa'nın "Yargılamayın ki, siz de yargılanmayın" sözüne tam ters düşerek, başkalarının eforlarını kınamaya her
an hazır olmasıdır.
44. Yahudilerin bir tarikatı, Saddusilikten gelişen bir kol Caraites tarih boyunca Kabalayı reddetmişlerdir ve
ülkemizin [Đngiltere] günümüzdeki Đbrani hahamları pratik Kabalayı izlememektedirler ve Dogmatik Kabalanın
doktrinlerini kabul etmemektedirler. Diğer yandan, bir çok ünlü Hıristiyan yazar Dogmatik Kabalaya karşı çok
sempati ifade etmiştir.
45. M.S. 420 yılında ölen St. Jerome "Marcella'ya metup"ta On Sephiroth'a atfedilen bütün Kabalistik Đlahi
isimleri vermektedir. Diğerleri arasında Raymond Lully, 1315; Dördüncü Papa Sixtus, 1484; Pic de Mirandola,
1494; Johannes Reuchlin, 1522; H. Cornelius Agrippa, 1535; Jerome Cardan, 1576; Gulielmus Postellus,
1581; John Pistorius, 1608; Jacob Behmen, 1624; ünlü Đngiliz Gül Haç mensubu Robert Fludd, 1637; Henry
More, 1687; ünlü Jesuit Athanasius Kircher, 1680; ve Knorr von Rosenroth, 1689, vardı. Bunlara ayrıca
Eliphaz Lévi ve Edouard Schuré, ikisi de Okült Bilimler üzerinde modern Fransız yazarlarıdır, ayrıca Đngiliz
yazarlar Dr. Anna Kingsford ve Edward Maitland ilave edilmelidir. Ünlü Alman filozof Spinoza, 1677, Kabala
öğretilerine çok önem vermiştir.
Pratik Kabala
46. Dogmatik Kabaladan önce Pratik Kabalayı ele alalım. Teorik Kabaladan önce gelişi, belki de ilk başta
Pentateuch'un her cümle, kelime ve harfinin Đlahi Đlhamdan kaynaklandığı ve en ufak zerresinin ihmal
edilmemesi gerektiği kurama dayan bir inceleme içermesinden kaynaklıyordur. Rabbinler her kelime ve hafi
saydılar ve sayıları harfleriyle temsil edildikleri için, bütün Tanrı isim ve sıfatların, ayrıca ilahi emirleri içeren
bütün sözleri sayısal değerlerini hesapladılar.
47. Đbrani harfleri ve sayılar şöyledir :

Aleph A 1
Beth B, V 2
Gimel G, Gh 3
Daleth D, Dh 4
Heh H 5
Vau O, U, V 6
Zayin Z 7
Cheth Ch [H, Ç] 8
Teth T 9
Yod I, Y 10
Kaph K, Kh 20
Lamed L 30
Mem M 40
Nun N 50
SamekhS 60
Ayin Aa, Ngh70
Pe P 80
Tzaddi Tz 90
Qoph Q [K] 100
Resh R 200
Shin Sh [Ş] 300
Tau T, Th 400

48. Ayrıca birkaç son harfi vardır, son K, 500; son M, 600; son N, 700; son P, 800; ve son Tz, 900. Đlahi Đsim
Jah, JH'ın sayısal değeri 15'dir ve 15 her zaman genel kullanımda 9 ve 6, ThV, Teth ve Vau. ile temsil edilir.
49. Kabalistik Rabbinler Eski Ahit'in kanun kitapları "Torah"ın sözlerini yaşamda uygun davranış bilgisine bir
kılavuz ve Sinagog ve evde uygun okunacak metinler olarak tanımlardı. Ancak her söz, öykü, kanun ve
olayın ayrıca daha derin mistik bir anlam taşıdığını ve bunların Gematria, Notorikon ve Temuria kurallarına
göre hesaplama, çevirme, devşirme ile bulunabileceğini iddia etmişlerdi. Bu uygulamadan ilki Grekçe, ikincisi
Latince ve Üçüncüsü Đbranice kelimedir ve MUR kökünden TMURH, devşirme anlamına gelir.
50. On yedinci asrın en önemli Rabbini, Menasseh ben Israel, Musa kitaplarını insan bedenine, Mishna
adındaki tefsirleri ruha, Kabala ruhun özüne benzetmiştir: "cahil insanlar ilk olanı irdeleyebilirler, bilgili
olanlar ikinciye, ancak en bilgeli olanlar tefekkürlerini üçüncüye yöneltirler."Kabalistleri, kutsal yazıtlarda
yaygın sırlara erişim sağlayabilecek on üç kuralla sahip ilahi teologlar olarak tanımlamıştır.
51. Birçok Kabalist doktrin ve metotlarının ilkel insanlara Cennetten Melekler tarafından indirildiğini iddia
ederler ve Pentateuch'in ilk Dört Kitabın anlatılan tarihleri ve ifşa edilen kanunların dışında özgün
doktrinlerini de içerdiğini inanırlardı.
52. Zohar şöyle der: "Eğer Torah'ın bu kitapları sadece Esau, Hagar, Laban ve Balgaam hakkında öyküler ve
söyledikleri sözleri içeriyorsa, neden onlara "Mükemmel Kanun, Hakikat Kanunu, Tanrının Hakiki Şahidi"
denilir -- gizli bir anlamı olmalıdır. "Kanunun (Torah) sadece basit deyişler ve masallar içerdiğini söyleyen
insana yazıklar olsun. Eğer bu doğru olsaydı, zamanımızda bile daha saygın bir doktrin kitabı derlerdik. Oysa
olay farklı, her kelimenin ilahi bir manası vardır ve semavi bir sırdır. Kanun bir meleğe andırır, burada
bilinmesi ve anlaşılması için ruhsal bir melek bir kılıfa bürünmelidir, aynı şekilde, Kanun insanların kabul
etmeleri için bir beden olarak kelimelerden oluşmuş bir kılıf giymiştir, ancak bilgeli olanlar kılıfın, kıyafetin
içine bakarlar."
53. Belirli dönemlerde hem basit Yahudi ve hatta Hıristiyan Pederler/Öncüler de kutsal yazıtların hem harfi,
hem de mistik anlamları olmaları konusunda benzeri bir beyanda bulunmuştur. Talmud'un "Sanherin"
kitabında Israel Kralı Manasseh, Musa'nın cariye Timnah ile adam otlarıyla Raşel hikayelerinden daha değerli
anlatabileceği bir şey olup olmadığını sorduğunda, Musa bu hikayelerin içinde saklı anlamlar olduğunu
açıkladı.
54. Hıristiyan Öncü Origen (M.S. 253), "Homilies"inde herkesin dünyanın altı günde yaratılması, bitkilerin
Tanrı tarafından ekilmesi gibi hikayeleri arkasında daha derin manalar saklı mecazi anlamda görmeleri
gerektiğini yazmıştır. Origen manalara üçlü bir anlam kabul etmişi - bedensel, psişik ve ruhsal, veya kutsal
metinlerin bedeni, ruhu ve özü.
55. 1340 yılında ölen Nicholas de Lyra, dört yorum yordamı kabul etti: harfi, alegorik, ahlaki ve batıni veya
mistik.
56. Bu görüş Zohar'daki temayı yakın bir şekilde izlemektedir. Zohar ii. 99'de Kutsal Kanun sevgilisine
kendini açan aşık bir kadına benzetilir. Đlk kez bunu işaretlerle (ramaz), sonra fısıltılarla (derush), sonra yüzü
peçeli konuşmayla (hagadah) ve sonunda yüzünü açarak aşkını beyan eder, bu da sod'dur, gizlilikte iletişim,
sır.
57. Merhum Dr. Anna Kingsford ve Edward Maitland, sürekli olarak Đbrani metinlerin arkasında gizli
anlamların saklı olduğunu ısrar eden dikkate değer Kabalistlerdi. Merhum H.P. Blavatsky kadim dinlerdeki
gerçek kadim kutsal metinlerinin yedi düşünce düzeyinde açıklamaya tabi olduklarını söylerdi.
58. Kabalistler normal ve sonlu biçimi ile her Đbrani harfte derin anlamlar bulmuşlardır. Ayrıca büyük harf,
yanlış yerleşmiş harfler ve olması gerektiğinden farklı imlalı kelimelerde sırlar bulmuşlardır. Değişik
zamanlarda Tanrıyı Aleph, A; veya Yod, I, veya Shin, Sh, Nokta, daire içinde Nokta, hatta üçgen ve on
yod'da oluşmuş bir Dekad ile temsil ettiler.
59. GEMATRIA, belirli bir sayısal değeri olan bir kelimenin, aynı sayısal değeri taşıyan başka bir kelimelerle
ilintili olduğunu kabul eden bir yorumlama metodudur. Böylece belirli sayılar birkaç fikri temsil etmektedir ve
bunlar birbirini yorumlayabilir olduğu düşünülmektedir. Örneğin, "Mesih", Messiah, MShICh olarak yazılır ve
sayısal değeri 358'dir ve IBA ShILH, Shiloh gelecektir ile aynı sayısal değerle taşır, dolayısıyla Tekvin 49 V,
10, Mesih konusunda bir kehanet olarak kabul edilirdi. Ayrıca NChSh, Nachash, "Musa'nın Yılanının" değeri
de 358. Shin (Şin), Sh harfinin değeri 300 olduğu için bir kutsal amblemi haline gelmiştir, zira RUCh ALHIM,
Ruach Elohim, "Yaşayan tanrının Ruhu" aynı sayısal değerdedir.
60. NOTORIKON, veya kısaltma iki şekildedir, birinde bir veya birkaç kelimenin ilk ve son harflerinden bir
kelime oluşturulur; ikincisinde tek bir kelimenin harfleri alınır, harflere ek harfler eklenir ve bundan bir cümle
üretilir. Örneğin, Tesniye 30 V. 12: "Musa sorar, kim bizim için Cennette çıkar?" MI IOLH LNV HShMILH, bu
cümledeki kelimelerin ilk harfleri sünnet anlamına gelen MILH, mylahkelimesini oluşturur ve son harfleri
IHVH, Yahweh, kelimesini oluşturur: dolayısıyla sünnet Tanrının gösterdiği cennet giden yolun bir özelliği
olduğu önerildi.
61. Amen, AMN'in baş harfleri "Adonai melekh namen", "Efendi ve itatkar Kral" oluşturur. Rabbinlerin
tılsımlarında kullanılan ünlü güç kelimesi AGLA,"Ateh gibur leolam Adonai," "Ebedi Güçlü Efendi" (veya Tu
potens in saeculum Dominine) baş harflerinden oluşmuştur.
62. TEMURA daha da karmaşık bir yöntemdir ve çok sayıda ilginç divinasyon (kehanet) yöntemine yol
açmıştır. Bir kelimenin harfleri belirli kural ve sınırlar içerisinde devşirir, veya çoğu kez bir diyagramla
gösterilen belirli bir şemaya göre bir kelimenin harfleri başka harflerle değiştirilir. Örneğin, yaygın bir form
alfabenin yarısını ters sırada diğer yarısı üzerine yazmaktı. Böylece ilk harf A, son harf T ile yer değişir, B
harfi Shin (Ş) harfi ile yer değişir vs. Bu uygulama ile Yeremiah 25 v. 26'da Sheshak kelimesi aslında Babil
anlanımına geldiği söylenir. Bu permütasyon ATBSh, atbaş olarak bilinir. Bu ilkeye bağlı olarak diğer başka
yirmi bir olası biçim görüyoruz, sırasıyla Albat, Abgat, Agdat: tam diziye "Tziruph bileşimleri" denilir. Diğer
biçimler: rasyonel, sağ, ters ve düzensizdir ve her yönü 22 hücreden oluşmuş, 484 hücreli bir dik dörtgen
meydana getirirler. Sonradan hücrelerin içine aşağı ve yukarı serisine göre harfler dizilir ve yandan veya
çapraz olarak vs. okunur. Bu türe Mark Masonların "Dokuz Hücre Kabalası" denilir.
63. Sayısal sanatların diğer bir uyarlaması Kısaltma ve Uzatma biçimlerinde gözükmektedir. Böylece Jahweh,
IHVH 26, uzatılarak VD-HA-VV-HA elde edilirdi, ve 10, 5, 6, 5 veya 26 yerine 20, 6, 12, 6 veya 44 elde
edilirdi. Zain, Z.7'yi uzatarak 1, 2, 3, 4, 5, 6 ve 7 veya 28 elde edilirdi; veya 28 da 2 artı 8 veya 10 olurdu.
Tetragrammaton, Yahweh 26 aynı zamanda 2 artı 6 veya 8 olarak görülürdü: dolayısıyla El Shaddai, Kudretli
Tanrı, AL ShDI, 1, 30, 300, 4, 10, veya 345'e elişti, ama ayrıca 12 ve 3'e, bir üçlem. Đlginç bir hesaplamam
yorumunda yola çıkarak Tevrat'a söz edilen Abram adının Abraham'a [Đbrahim] değiştirilmesini ele
almaktadır, ilk başta Abram ABRM ve Sarai ShRI, ABRHM ve ShRH oldu: onların yaşları 100 ve 90'dır ve
kısırdılar: şimdi H, Heh, bereketli bir harf sayılıyordu, ve dolayısıyla H harfi ABRAM'e ilave edilmişti, Sarai'daki
ve Yod I, H'a çevrilmişti.
64. En eski "Sepher Yetzirah"ta gezegenlere atfedilen bir dizi harf bulunmaktadır. Bu kaynaktan parşömene
yazılan, pirinç veya taşlara kazılanbir tılsım hazırlama yöntemi geliştirildi ve her gezegenin bir harf ve sayısı
olduğu için, her gezegen için bir belirli sayıda hücreleri olan kareler, vefkler hazırlandı. Dolayısıyla, Jüpiter'in
sayısı 4, ve harfi Daleth idi ve Jüpiterin vefki içinde 16 küçük kare, hücre içeriyordu. Her birine 1'den 16'ya
bir sayı yerleştiriliyordu, böylece her satır toplandığında 34 sayısını veriyordu ve sayıların toplamı 136 idi.
65. Hazırlanan her tılsım onu kutsamak için en azından bir Tanrı Đsmi içeriyordu. Dikkate değer Đsimler
arasında IH, Jah; ALH, Eloah; then IHVH; ve sonra önemli 42 harfli Đsim, ki aslında Aheie asher aheie (Ben
benim) Jah, Jehuiah, Al, Elohim, Jehovah, Tzabaoth, Al Chai ve Adonai.
66. Shemhamphorash, ve Ayrıştırılmış Đsim, önemli bir Güç Kelimesiydi; Üç çarpı 72 harften oluşarak Çıkış
XIV'nin 19., 20. ve 21. mısranın kelimelerinin harfleri alınarak 19. mısranınkiler doğru sırdan, 20. ters ve 21.
doğru sıradan yukarıdan aşağı yazılmışlardı. Böylece 72 harften oluşan üç sıra ortaya çıkmıştı ve bu sıralar
yandan okunduğunda her biri üç harften oluşmuş 72 kelime ortaya çıkmıştı. Bunarlın arkalarına Al veya IH
koyarak dünyadan cennete çıkan Yakub'un merdiveninin 72 melek adları oluştuğu farz edilirdi. Sonradan bu
adlar madalya veya parşömen ruloların ön ve arka yüzlerine yerleştirilirdi ve 36 tılsım ortaya çıkardı.
67. Bazı Kabalistlere göre, Kral Davut ve Kral Sülyeman Kabalistik Majikal Sanatlar ile harikalar
yapabiliyorlardı. Pentagram Sülyeman'ın mührü ve Heksagram Davud'un kalkanı olarak bilinirdi. Pentagramın
köşelerine Ruh ve Dört Element atfedilmişti ve Heksagramın köşelerine Gezegenler atfedilirdi. "Sülyeman'ın
Anahtarı" olarak bilnen eser tabii ki ortaçağda yazılmıştır ve gerçek Kral Sülyeman ile ilgisi yoktur.
68.Đbrani harfler ayrıca tarotun yirmi iki arkana major'u ile iliştirilmektedir. Bu kartların divinasyon
(keghanet) için kullanımı oldukça yaygındır. Güney Avrupa çingeneler bu kartları fal bakmak için kullanır.
Fransız yazar Court de Gebelin (1773-1782) arkana major kartlarını Kadim Mısır'ın majisinden kaynaklanan
mistik semboller olarak kabul etmiştir. Okült bilimler her karta bir Sayı, bir Harf ve doğal bir nesne veya güç
tahsis eder: Gezegenler, Zodyak burçları, elementler vs. Derlediğim "Arkana Major Tarot'un Sanctum
Regnum" eserine başvurabilirler.
69. "Papus" takma adı altında yazan Paris'li Dr. Encausse, ayrıca Tarot konusunda bir kitap yazmıştır, ancak
kartlara eşleştirmiştir, ancak bu tekabülleri Gül Haçlılar yanlış bulmaktadır.[Westcott'un kastettiği Altın Şafak
Hermetik Cemiyetinin tarot tekabülleri başka bir yazıda verilecektir]
70. Bildiğim kadarıyla, Kabalanın bir majikal sanat olarak uygulanması sadece Polonya ve Rus Rabbinlere, ve
ayrıca Hıristiyan oldukları halde bazılarının sürekli Kabalistik tılsımlar giyen ülkemizde birkaç okült öğrenciye
sınırlıdır.
Dogmatik Kabala
71. Ginsburg'e göre: "Teorik Kabalanın büyük doktrinleri esas olarak şu sorunları çözmeye tasarlanmıştır: (a)
Đlahi Varlığın özelliği; (b) evren ve dünyamızın yaratılışı; (c) melek ve insanların yaratılışı; (d) dünyanın ve
insanın mukadderatı ve (e) Đfşa edilen Kanunun içeriği."
72. Kabala'da şu Eski Ahit beyanları teyit edilir: Tanrının Birliği, manevi biçimi (Tesniye, bölüm iv., v. 15);
edebilik, değişmezlik, mükemmellik ve iyilik; Tanrının iradesiyle dünyanın yaratılışı; evrenin hükümranlığı ve
insanın Tanrının suretinde yaratılışı. Sonsuzluktan mahduda geçişi sürecini, birlikten doğan çokluğu,
maddenin Ruhsal Zihinden zuhuru ve Yaratıcı ve yaratılan arasındaki ilişkiyi Tecelliler doktrini ile izah etmeye
çalışır. Bu teosofik öğretide ex nihil nihilo fit, ruh ve madde tek bir varlığın zıt kutuplarıdır ve hiçlikten hiç bir
şey gelmediğine göre, hiç bir şey yok olmaz.
73. Aşağıda verilen yedi Kabalistik ideal, dünya ve insanlığın menşeini irdeleyen öğrenciler için büyük önem
arz eder:
(1) Tanrı, Kutsal Olan, Yüce Anlaşılmaz Olan, AIN SUPh, Grek apeiros. (Zohar iii. 283) Dünyayı doğrudan
yaratmadı; ama bütün şeyler Đlk Kaynak'tan her biri bir öncekinden daha az mükemmel ardı ardına fışkıran
Tecelliler şeklinde meydana geldi, dolayısıyla evren "Tanrının Tezahür" eden şeklidir ve son ve kaynaktan en
uzak hasılat madde veya mükemmelliğin mahrumiyetidir.
(2) Algıladığımı veya bildiğimiz her şey Sephiroth türlerinde şekillenmiştir.
(3) Beşeri ruhlar şimdiki dünyamızdan önce varolan yüksek alemde önceden vardılar
(4) Doğumdan önce insan ruhları Üst Oda veya Hazinede mekan ederler, burada her bir ruh veya egonun
hangi fizksel bedene mekan edeceği karar verilir.
(5) Dünyevi yaşam veya yaşamlardan sonra her bir ruh sonunda Tanrıyla birleşmek üzere arındırılır.
(6) Tek bir dünyasal ender olarak yeterlidir, neredeyse herkes için iki dünya yaşamı gereklidir, eğer ikinci
yaşam başarısızsa, üçüncü bir yaşam günahkarı saflığa çeken daha güçlü bir ruhla ilişkilendirilir. Bu
reenkarnasyon, Metempsychosis, ruh göçü veya yeniden doğumun bir şeklidir.
(7) Önceden varolan bütün ruhlar doğup, enkarne olup mükemmelliğe eriştikten sonra, Şerk Melekler de
yüceltilir ve bütün varlıklar Kutsal Olanın Aşk Öpücüğüyle Tanrıyla birleşir ve Tezahür olan Evren Đlahi Plan
(FIAT) tarafından yenileninceye dek yok olur.
74. Araştırmacı yazarlar tarafından Kabalistik fikirlerin Đskenderiye felsefesi ve Gnostik inançlara benzediği ve
hatta Pitagorcu, Platoncu, Hint Brahmancı ve Budist fikirlerine benzerlik arz ettikleri kaydedilmiştir.
75. Şimdi Đlahiyat kavramlarına biraz irdeleyelim. Isaac Myer şöyle yazar: Tanrı dört açıdan görülebilir: Ebedi
Olan veya AIN SOPh, Ain Soph; Ben Benim AHIH, Aheie; önceden, şimdiden ve sonra Ezeli Varolan IHVH,
Jehovah, Yahweh; ve Adonai veya Efendi, Doğadaki Tanrı ALHIM, Elohim olarak.
76. Đngilizce Eski Ahit'te IHVH "Lord" veya Efendi olarak, Elohim de "God" veya Tanrı olarak tercüme edilir.
Boutelli Jah'ın Jehovah, Yahweh'in bir aykırısı olduğunu söyler.
77. Eski Ahit'teki Jehovah, Yahweh, seçilmiş halkına güç ve ihtişamını gösteren, uluslara istediğini yapması
için zulmeden, uygarlığımızın Ruhsal mevkiye layık göremeyeceği insanları habercileri ve temsilcileri olarak
seçen kişisel özelliklere sahip bir kavim ilahı olarak Đbrani Gizli Doktrininde temsil edilmemektedir.
78. Kabala gerçekten Jehovah, Yahweh, IHVH, Kutsal Dört Harfli Đsim, Tetragrammaton iie doludur, ancak
bir grup Đlahi Kavramların Đsmi, merkezi Ruhsal bir Işıktan Tecelliler olarak vardır. Mutlak Tanrıdan Yüksek
Anna Binah'ın Đlahi Olanı Jehovah, Yahweh'e inen bir sıra Tecelli vardır; diğer bir dizi Tecelli TiperethĐn
güneşi ile ilintili Kutsal özellikler Đlahi Olanı Elohim'e iner.
79. Diğer bir görüşe göre, Yahweh Tanrısal kaynaktan zuhur eden On Sephiroth denilen Tecelli grubu:
"Cennetten Sesler"dir. Birincisi Sonsuz Işık, Ain Soph Aur'ın yoğunlaşmış Đhtişamı olan bu On Sephiroth, Đlk
Alemde Tanrısallığın Gökkuşağı olarak tanımlanır. Bu ilk Alem, insan algılayabileceğinin ötesinde en yüksek
varlık düzeyidir. Aydınlığı giderek azalan ardı ardına yansımalarla, insan en yüksek ruhsal vizyonunun
kavrayabileceği bu plana, bir varlık düzeyi Atziluth alemine ulaşılır. Bu plandaki On Đlahi Kalite, Đlahi Dörtlü,
Tetrad olarak gruplaşması, Yodi Heh, Vau, Heh, Tetragrammaton, Kabalistik Jehovah, Yahweh olarak
simgelenir. Bu zahiri kitaplardaki Jehovah ile aynı değildir, ama yansıması Eski Ahit'te bir ulusunun hamisi
olarak biçimlenmiştir. 0 "Söylenmez Đsim"dir, hiç bir zaman telaffuz edilmez, gerçek sesi kaybolmuştur.
Yahudiler onun yerine Adonai, ADNI kullanırlar. O telaffuz edilmez çünkü gerçek sesli harfleri bilinmiyor.
Sesli harfleri gösteren noktalar kullanılmadan önce sözlü ifadesi durmuştu. (Note onuncu asırdan önce sesli
harf noktaları kullanan hiç bir Đbrani eser yoktur- A.E. WAITE)
80. Kabalada bir zamanlarda bir kaos devresinin varolduğu düşünülmüştür. Bu tezahüratın olmadığı bir
dinlenme dönemiydi ve burada negatif hükmeder. Hindulara buna Pralaya derler. Tecelliler ile pasiflikten
hareket doğdu ve Tezahür eden Tanrı ortay çıktı. Negatif dinlenme Ain'den Ain Soph, Sınırsız, Sonsuz,
Bilinemeyen Ezeli ve Ebedi Baki, yine de Tecelli ile tezahürata yoğunlaşarak "Sınırsız Işık", Ain Soph Aur
ortaya çıktı ve bir noktaya yoğunlaşarak Kether, Tezahüratın Tacı ortaya çıktı. Bundan sonra en Yüksek
Alemde Kutsal Sesler, Sephiroth tecelli etti. Bunlar ilahi bir kavrama yoğunlaştılar, insanın kavramaya çalıştığı
bir ruhsal varoluş evresi ve tanımlamakla, sınırlandırmakla, açıklamakla tapması için Đlahi bir kişilik yaratır...
Tanrısı, Yahudiler ona isim verdiler -- Yahweh.
81. Kademe kademe gelişmeyle her biri asli kaynaktan daha uzak güçler ortaya çıkar, bunlara da Başmelek,
Melek, Gezegen Ruhları, ve insanın koruyucuları adları verilmiştir, Tanrıdan daha da uzak, insan Ruhları
buluruz, bunlar Desteksiz Đlahi Işıktan fışkıran Işık Kıvılcımlarıdır ve uzun bir değişim ve deneyim sürecinden
geçmek üzere Ego varlığı olarak biçimlenerek evrenin çarkından dönerek geçmektedirler. Onlar varoluşun
bütün evrelerine, ilahi pınardan ayrılığa katlanırlar ve sonunda büyük hacca çıktıları kaynakları Tanrı ile,
Babaları ile yineden özleşirler. Đlahi Olan nasıl düzenli nefes alış ve veriş, Tezahürat ve Dinlenme dönemleri
geçirirse, onlar da düzenli bir evrim ve gerileme dizisini takip ederler.
82. Đlahi dinlenme veya Kaos konusunda insan aklı hiç bir kavram algılayamaz ve sadece ruhsal yönünden
gelişmiş insan Tezahüratın yüksek ve yüce evrelerini konusunda ufak bir fikir oluşturabilir. Dünyevi insan için
bu tür fikirler sadece düştür ve onları kavrayıp ifade etmeye yönelik herhangi bir çaba sadece akli dengeyi
şüpheye götürür. Metafizikçi için bu temalar yoğun bir ilgi alanı arz eder. Teosofist için yabancı bir kaynaktan
zamanı geçmiş bir çağın ruhsal geleneklerini gösterirler ve bu ruhsal kavramlarının zaman zaman
bulunduğumuz varoluş evreden farklı evrelerde Büyük bir Zihin tarafından tedarik edildiklerini akla getirir.
Belki de onlar uzun bir zaman önce bizden daha ruhsal ve daha yüksek varoluş düzeylerinin Kutsal
varlıklarına iletişim kurmaya daha açık ırkların yok olan inanç ve bilgeliklerin arta kalan parçalarıdır. Ruhsal
bilgelik sadece daha yüksek seyyal kürlere erişebilen dünyevi varlıklara veya insanlara açıktır. Yukarılarda
olan bir Ruhsal Varlık, kendimizi daha yüksek varlık düzeylerine yönelmeğe ve yükselmeye uygun bir biçimde
arındırmadıkça bize yardım edemezler.
83. Yeni başlayan Kabala öğrencisi için en büyük güçlük, sözde maddenin gerçeklik, özdekçi ve materyalist
izlenimlerini hükmedebilmektir. Kabala öğretir ki, maddeyi Ruhtan ayrı bir nesne olarak kabul etme
düşüncemizi tamamen yok etmemiz gerekir. Maddenin Ruhtan ayrı olarak varolduğu ve onun Ruhun,
Ruhların Tanrısı yarattığı düşüncesi herhangi bir gelişmenin söz konusu olması için reddedilmesi gerekir.
Eğer madde varsa, o bir şeydir ve bir nesneden gelmesi gerekir, ama Ruh bir nesne değildir ve yaratıcı Ruh,
en yüksek Ruhsal kavram en düşük nesne olan maddeyi hiçten yapması söz konusu olamaz, dolayısıyla
yapılmamıştır ve madde yoktur. Her şey Ruh ve zuhurattır. Ex nihilo nihil fit. Varolan herşey sadece Ruhtan,
Đlahi Özden gelebilir. Varlığın varolmayandan türemesi mümkün değildir. Maddenin kendisini yaratması
mümkün değildir. Madde Ruhtan zuhur edemez. Đki söz tamamen farklı kavramlardır. Dolayısıyla madde
varolamaz ve madde dediğimiz şey sadece fiziksel duyularımızın bir yönü, kavramı, illüzyonu ve hareket
tarzıdır.
84. Kabala dışında, aynı gerçek birkaç müstesna Hıristiyan ve Filozof tarafından tanınmıştır. "Đdeal Teori" 140
yıl önce Đrlanda'nın Cloyne Piskoposu Berkeley tarafından ortaya atılmıştı ve Kabalistlerin her şeyin Đlahi bir
kaynaktan zuhur eden Tecelliler olduğu ve maddenin bunun sadece bir yönü olduğu fikriyle neredeyse
farksızdır. Diğer filozoflar aynı teoriyi Nominalizm ve Realizm arasındaki tartışmada dile getirmişlerdir. Her
hangi bir şey sıfatı dışında aslında var mıdır? Herhangi bir şeyin sıfatı altında varlık temeli var mıdır? Böyle bir
bazı önerme gereği var mıdır? Kabalaya göre her şey Ruhtur ve bu varlık düzeyimizde sonsuz, yaratılmamış,
zihinsel ve duyarlıdır, yaşam ve hareket içerir. Ardı ardına aktif ve pasif dalgalarla, desteksiz olarak vardır. Bu
Ruh gerçek Tanrısalıktır, veya Sonsuz Varlık, "Ain Soph", bütün nedenlerin nedeni ve bütün etkilerin
nedenidir. Her şey "O"ndan Tecelli eder, "O"nun içindedir. Evren milyonlarca değişik biçimlerde tezahür eden
Đlahinin ezeli zuhurudur. Bir etkinin nedeninden farklı olduğu gibi, Evren yine Tanrıdan farklıdır, ancak ondan
ayrı değildir, o geçici bir etki değildir, Nedenin içinde bakidir. O insan içinde tezahür eden Tanrıdır. Madde
sadece bizim kavramımızdır, o Ruhun en düşük tezahüratını temsil eder veya Ruh maddenin en yüksek
tezahüratıdır. Ruhu yegane cevherdir. Kabalist der ki: "Madde sadece tecellinin tortusudur, ancak varlığı
yokluktan sadece biraz daha yüksektir." Hint filozof maddeye Maya, illüzyon der.
85. Daha önce belirtildiği gibi Kabala'da Yüce Varlık birden fazla yön göstermektedir. Bir dönemde Anlaşılmaz
Ebedi Kudret ardı ardına zuhur eden Tecellilerle beşeri algılamaya daha yakın varoluşa inmiştir ve
nitelliklerini Bilgelik, Güzellik, Kudret, Merhamet ve Hükümranlık kavramlarına büründürdü. Bu nitelikleri ilk
olarak bütün ruhlar, melekler ve insanların ötesinde yüksek evrensellik düzeyi, ilk alem, Atziluth aleminde
gösterdi. Sonra aynı yüce özlerin yansımasını yine insanların algılaması ötesinde Saf Ruhlar varlık düzeyi,
ikinci alem, Briah aleminde gösterdi. Yansıma yeniden tekrarlanır ve yüce vasıflar grubu ile Đlahi Öz, Meleksel
Güçler, Üçüncü veya Yetzirah Aleminde gösterdi. Son olarak da Kutsal On Sephiroth'un Đlahi soyutlamaları
son bir tecelli ile daha da sınırlandırılır, yoğunlaşır ve insan zihni tarafından idrak edilir kılınır. Çünkü insan
Dördüncü Alem Assiah'ta Onuncu Sephira Malkuth veya maddi cisimler veya Kabuklar Alemi Krallığın
gölgesinde yaşar. Bunları düşünürse, Đnsanın Đlahi Olan konusunda ne denli zayıf bir fikri olabileceği hiç de
tevekkül değildir.
86. Diğer zamanlarda metafizik soyutlamaların bir kenara bırakıldığını görürüz ve Tanrı tasviri için şark
hayalinin getirdiği bütün imajlar serilmektedir. Bu betimler her ne kadar yüceltilmiş bir insanlık etrafında
dönüyorsa da, o denli abartılıdır ki, Semavi Adam ilahi söz portresinin ihtişam ve inceliliği içinde
kaybolmuştur. Bu belki de ilahi antropomorfizmdir, ancak ihtişamından dolayı o kadar ince ve seyrek bir
antropormorfizm ki, benzetmeyi el veren beşeri unsurlar ilahi tahayyüllerinin Semavi Adamı içinde yok olur.
87. Böyle düşsel bir tanrısal tasvir konusunda size bir örnek sunmama izin verirseniz:
"O bu bütünleyici düzen ile bilinir: O Ebedi Olanların Edebi Olanıdır; Kadim Olanların Kadimidir; Gizli
Olanların Gizlisidir; sembolleri ile bilinebilir, ancak O bilinemez. Kıyafetleri beyaz, görüntüsü vâsi enginliği ile
müthiş bir Yüz gibidir. Parıltılı ışınlarına yön vermek üzere ışıldayan alevli bir taht üzerinde oturmuştur.
Yüzünün parlaklığı binlerce dünyaya çevrilmiştir ve parlaklığının Işığı ile adil olanlara öte yaşamlarında
mükafat ve mutluluk alemleri verir. Kafatası içinde sürekli binlerce kez binlerce dünya desteklenip Ondan
varlıklarını sürdürmektedir. Başında bir Çiy damıtılır ve dünyalara akan bu Çiyden ölüler diriltilip öte
yaşamlara ve alemlere kaldırılırlar."
88. Kabalanın Tanrısı "Sonsuz Varoluş"tur. O sadece "Yaşayanların bütünü" veya "Vasıflarının bütünü" olarak
tanımlanamaz. Ancak bütün yaşayanları Ondan olduğunu ve bütün vasıflarının evrensel olduğunu kabul
etmeden, o insan tarafından bilinemez. O özünün tecellilerinin zuhurundan önce de vardı, O varolanların
hepsinden önce, fizik planımızdaki bütün yaşamlardan önce, hatta onun bir üst planının, ve onun da üstü
veya Saf Ruhlar Aleminden, ve Algılanamaz Varoluş planından önce de vardı. Ancak bu durumda hayal
edebileceğimiz hiç bir şeye benzemezdi ve Ain Soph'tu; ve en yüksek soyutlamada Ain, negatif varoluş veya
hiçlik hali. Ancak tezahürat zuhur olmadan önce, bütün varoluş onun içindeydi, Bilinen "Günlerin Kadimleri"
olan Bilinmeyenin içinde önceden vardı.
89. Ancak Kabala'da sergilenen bu düşsel ve şiirsel fantezi yönü daha fazla açıklamak yerine, Tanrının
vasıflarının felsefi yönüne dönelim. Çünkü bu bütün doktrinin esasıdır.
90. O halde, Tanrı konusunda esas beşeri kavram AIN, Negatif Varoluşun Pasif halidir, aktif hali değil.
Bundan sonra insan aklı AIN SUPh, Sınırsız, Ayrışmamış, Sonsuz Olan, Tanrı kavramına ve üçüncü evrede
Sınırsız Işık, Evrensel Işık, AIN SUPh AUR'a geçer - "Işık Olsun" denildi ve "Işık Oldu". Pasif Aktife, harekete
geçti, Şuurlu Tanrı uyanır. Şimdi bu ışık yoğunlaşmasını algılamaya çalışalım, bu aydınlığın ışınlarının bir
araya gelerek ihtişam parlaklığından bir taç oluşturduğunu idrak etmeye çalışalım. Bu KTR, Kether, Taç, Đlk
Sephira; Anlaşılmaz Tanrının Đlk Tecellisi, baki ve tezahür olan Tanrının ilk idrak edilir vasfı. Ayrıca ona ADM
OILAH, Adam Oilah, Semavi Adam ve Autik Yomin, Günlerin Kadimi denilir. Đmanlı Rabbinler başını eğer ve
ilahi kavramı taparlar. O Eski Ahit'te Đlahi Đsim AHIH, Aheieh, "Benim" ile temsil edilir. (Çıkış Bab iii, beyit 5)
91. Şuurlu Tanrı enerjisiyle ortaya çıktıktan hemen sonra, iki Tecelli daha zuhur eder ve Üçlü bir üçgen
sembolü şeklinde parlar. Đkinci Sephira ChKMH, Chokmah, Bilgelik [Đbranice Hokmah = Arapça Hikmet],
Kral'dır, ve Đlahi Đsmi IH, Jah'dır; Üçüncü Sephira BINH, Binah, Anlayış, Kraliçe'dir ve Đlahi Đsmi IHVH,
Yahweh'tir (Jehovah),-- Yüksek Üçlüyü oluşturur.
92. Bundan sonra da CHSD, Chesed, Merhamet olarak bilinen ve Đlahi Đsmi AL, El olan GDULH, Gedulah
Sephirası ve sonrada aksisi ayrıca Pachad, korku denilen ve Đlahi Đsmi ALH, Eloaholan GBURH, Geburah
Sephirası gelir ve yansıyan üçgeni ilahi Đsmi AQLHIM, Elohim olan Altıncı Sephira, Güneş, TPART, Tiphareth,
Güzellik Sephirası ile tamamlanır. Bu ilk üçgenin üçgenin bir yansıması olarak aşağa doğru bakar. Üçüncü
üçgen de aşağı bakan ikinci bir yansıma olarak görülebilir. O Yedinci, Sekizinci ve Dokuzuncu Sephiroth'tan
oluşmuştur. Bunlar sırasıyla: NTzCh,Netzach, Sağlamlık veya Zafer, Đlahi Đsmi Jehovah Sabaothm ile; HUD,
Hod veya Hud, Đhtişam, Đlahi Đsmi Elohim Sabaoth ile; ve ISUD, Yesod, Temel, Đlahi, Đsmi AL ChAI, El Chaiile.
93. Son olarak, bütün bu fikirler tek bir biçimde, Onuncu Sephira MLKUT, Malkuth, Krallık, Shekinah'ta
devam eder. Bu Sephira ayrıca Tzedek, Doğruluk olarak bilinir. Decad, Onlunun tamamı "Adam Kadmon,"
"Arketip Adam/Đnsan" ve harika OTz ChIIM, "Hayat Ağacı"dır. Kadim Adam Kadmon resimlerinde Kether,
Taçı alının üzerinde görürüz; Chokmah ve Binah düşünen beynin iki yarısıdır; Gedulah ve Geburah hareket
organları, sağ ve sol koldur; Tiphareth kalp ve göüğüsün hayati organlarıdır; Netzach ve Hod sağ ve sol
bacaklardır; Yesod sindirim ve üreme organlarıdır ve son olarak Malkuth, insanın yeryüzü veya en alt planda
temeli olarak ayaklarına benzetilir: Adam Kadmon ve Arşetip Adam veya Đlk Adam resmine bakınız.
94. Bu Triadler, Üçlüler, Eril ve Dişil güçler ile Birleştirme Prensibinden oluştuğu varsayılırdı, böylece bir
Denge, MTQLA, Methequela vardır.
95. Bütün bu Kabalistik Fikirleri özgün bir biçimde betimleyen Sephira diyagramları hemen hemen Kabalistik
Sephiroth, Zekalar veya Tecelliler doktrini kadar eskidir ve bunlar her konuda bu fikirleri şema şeklinde
açıklayan amblemlerdir. Böylece her Tanrısal kavram, Melek Toplulukların yapıları, insan özelliklerinin yapısı,
gezegenler, metallik elementler, Yıldırımın Zigzag şeklinde inişi, toplamı 26 sayısı olan IHVH, Yod, Heh, Vau,
Heh, Mistik Yahweh, kutsal Tetragrammaton'un yapısı gösterilebilir. I., II., III., IV., V., ve VI. numaralı
resimlere bakınız [Not: Bu resimler Internette yayınlanmamıştır, ancak elimize geçer geçmez bu sayfaya
iliştirilecektir.] Bu Đlahi Tecelli Dekadı (Onlu), ilk başta tamamen zihinsel erişimimizin ötesinde olan Đlk
planda, Atziluth Aleminde zuhur olduğu düşünülmelidir. Sonra da Đkinci Saf Ruh planı Briah Aleminde yansır
ve aynı Dekad şekli koruyarak Üçüncü Oluşum planı Yetzirah Aleminde ve nihai olarak insan aklı tarafından
idrak edilecek kadar yoğunlaşarak varlığımızı sürdürdüğümüz Dördüncü plan Assiah Aleminde ortaya çıkar.
Kendi açımızdan "Hayat Ağacını" birçok türden ilahi süreç ve tezahürat şekli olarak görebiliriz. Ancak bunlar
fikirlerimizi sınıflandırmak için kullandığımız sembollerdir. Đlahi Tecellileri konusunda bu fikirlerin gerçek
olduklarını iddia ederek onları aşağılamamız gerekir, sadece insan tarafından öyle idrak edildiklerini
söyleyebiliriz.
96. Örneğin, Kabala On Sephiroth'u Üç Sütuna gruplaştırır: Merhamet Sütunu; Metanet (Sertlik) Sütunu ve
aralarındaki Ilımlılık Sütunu. Bu sütunlar ayrıca Üç Ana Harf, A, M ve Sh ile iliştirilebilir. Yine de, iki yatay
çizgi ile üç grup çıkarabiliriz ve bu Sephiroth'ın Đnsan Doğasının üç tiplemesi, Entelektüel, Ahlaki ve Nefsi
(fizik bedeni temsil eden Malkuth dışında), böylece Kabalayı Akli, Ahlaki ve Etik Felsefe ile bağ kurmuş
oluruz. Yine üç çizgi ile Sephiroth'u Dört Plan/Aleme bölebiliriz. Ancak daha önce belirtiğim gibi bu alemlerin
her birinde on Sephiroth'un bütünü yansımaktadır. Altı çizgi ile Sephiroth'u Yedi Gezegensel güce iliştirebilir
Yedi plana gruplaştırmış oluruz, böylece Kabala ile astroloji arasında bir bağ kurmuş oluruz. (W. Gorn Old
yakın tarihte "Kabalistic Astrology" adında bir eser yayınladı).
97. Briah'te her Sephira'ya özel bir başmelek ve Yetzirah'ta bir Melek topluluğu veya ordusu atfedilir. Bunlar
Kabalayı Talismanik (tılsım) maji ile ilişkilendirir. Ayrıca eski Kabalistik teoloji ve simya ile bir bağ vardır.
Assiah'ta her Sephira metallerden birinin alegorik amblemi olmakta. Tamamen simya ile ilgili "Asch
Metzareph" adında özel bir Rabbini eser vardır. Đngilizce adı "Arındıran Ateş" anlamına gelir. Bu kitabın
yaptığım Đngilizce tercümesini mevcuttur. A.E. Waite Kabala üzerindeki eserinde Rabbin Azariel ben
Menachem'in "Sephiroth Tefsiri" kitabında her bir Sephira'ya bir renk atfettiğini yazar, ancak bunlar Zohar'da
Kether'i renksiz, Tipareth'i mor ve Malkth'u safir mavisi bulduğumuz renklere uymamaktadır.
98. Bu On Sephiroth'un resimde gösterilen yirmi iki "Yol" ile bağlandıkları düşünülür. Onlar her biri hem harf,
hem de sayı olan Đbrani Alfabenin harfleri ile numaralandırılmaktadır. Tarot (Tarocchi) destesinin 22 Arcana
Major kartları ayrıca bu Yollarla ilgilidir. 22 Yola 10 Sephiroth ilave edildiğinde Bilgeliğin insana kademe
kademe indiği ve insanın 32 yoldan Bilgeliğin kaynağına adım adım geçerek tırmanabileceği ünlü "Otuz iki
Tarz"ı oluşturur. Bu zihinsel Soyutlama yöntemi Hinduların misik tefekkürle öze döndükleri Yoga, Đlahi ile
birleşme sistemin Rabbini şeklidir.
99. Sıkça kullanılan Kabalistik sözler arasında, Taç Kether'in sıfatı olan Arikh Anpin, Makroprosopos, Büyük
(Vasi) bulunmaktadır; ve ayrıca Merkezi Güneş Tipereth'in sıfatı olan Zauir Anpin, Mikroprosopos, Küçük Yüz,
Hıristiyanlıktaki Tanrı Oğlu Đsa, Hıristos'a fikir yakınlığı olduğu söylenebilir (Bunlardan ilki profili bir yüz,
ikincisi ise tam bir yüz ile temsil edilmektedir, M. Mathers). Binah Yüksek Ana Aima'dır, Malkuth Aşağı Ana
Mikroprosopos'un Gelinidir. Daath ve Bilgi, Chokmah ve Binah, Bilgelik ve Anlayışın birleşimidir. Merkabah,
Ezekiel'in (bölüm i vre x) vizyonunda Tanrının Tahtlı Arabasıdır. O tekerlekler üzerindeydi ve dünyanın Dört
istikameti ve insanlığın Dört türüne ilişkin olan Đnsan, Aslan, Boğa ve Kartala benzeyen Kutsal Hayvan
Biçimleri, Dört Cherubim tarafından taşınırdı.
100. IHVH, Jehovah [Yahveh] Đsmin Dört harfi Yod, Hé, Vau, Hé, Kabalistler tarafından özel bir şekilde
Sephiroth'a atfedilirler ve böylece halk tarafında telaffuz edilemez ve gerçek telaffuzu Yahudiler tarafından
unutulduğu ve Hıristiyanlar tarafından hiç bir zaman bilinmediği kabul edilen Đlahi ismin Tetragrammaton'un
esrarengiz kavramı ortaya çıkar.
101. Kabalistlerin Kosmoloji konusundaki fikirleri kolay açıklanamaz, ancak daha önce belirtildiği gibi, Yüce
Sonsuz Tanrı, "Ain Suph" dünyanın doğrudan Yaratıcısı değildi, dünya da hiçlikten yaratılmadı.
102. En yüksek Üçlü olarak "Taç, Kral ve Kraliçe" Đlahi Tecelli olarak zuhur etmiştir ve güçleri Yedi Alt
Sephiroth'a inerek ve genişleyerek Evreni onlu güçler bütünü ADM QDMUN Adam Quadmun, veyar Adam
Kadmon, Önsel Adam ve Arketip Adam olarak kendi suretimizde yaratmıştır; ortaya çıkan dünya algıladığımız
varolan Evrendir, Evrene "Tanrının Giysisi" denilir. Bu alt dünya Đlahi Dünyanın suretidir, her şeyin yukarıda
prototipi, aslı vardır. (Zohar ii. 20.)
103. Bazı Kabalistik metinler Đlahi Kral ve Đlahi Kraliçenin birleşmesinden ortaya çıkan daha eski dünyalardan
söz ederler. Bu dünyalar hiçlik içinde yok oldular. Bu dünyalardan "Daha öncede Đsrail'de hükmeden Edom
Kralları" diye Tekvin 36, v. 31-40'de söz edilir. Bunların ardı ardına yok oldukları söylenir. Bu dünyalar
sağlandılar, parçalandılar ve yok oldular.
104. Đlahi Tecellileri ve Evrenin kökenini ele almış olarak, Dört Alemin ruhsal varlıklarına deyinmem
gerekiyor. Đlk, en saf ve en yüksek Atziluth Aleminde sadece mükemmel ve değişmez Adam Qilah veya
Arketipin Önsel On Sephiroth'u bulunur.
105. Đkinci Briah Aleminde, azametli yüceliği ile Kether'e ilintili olan "Metraton" başkanlığında Başmelekler
yer alır. O Tanrının görünür tezahüratı Al Shaddai'nin kıyafetidir. Her ikisinin sayısı 314'dür (Zohar iii. 231a).
Metraton kelimesi "Ulu Öğretmen" anlamına gelir. Bu kelime Grekçe'de Tanrının tahtı yanında veya altında
anlamına gelen met thronon sözüne ilginç bir benzerliği vardır. Ancak türevi kesin olarak bilinmemektedir. O
bütün semavi küreleri ve üzerindeki sakinlerinin evrimlerini hükmeden evrenin diğer Başmeleklerini
hükmeder. Kabalistler göre Metraton dünyamızın Tanrısı [Rab-ül Alem] -- Grek Demiourgos'tur. MacGregor
Mathers'a göre diğer Başmelekler [Sephiroth sırasına göre] Ratziel, Tzaphkiel, Tzadquiel, Kamael, Michael,
Haniel, Raphael, Gabriel, ve Sandalphon'dur.
106. Üçüncü Yetzirah Aleminde Meleksel varlıkların toplulukların yer alır ve her Sephira için ayrı bir topluluk
sınıfı vardır. bunlar ışık kıyafetlerine bürünmüş zeki bedensiz varlıklardır ve çeşitli semavi mekanlar,
gezegenler, elemental güçler, mevsimler, zaman birimleri vs. başında dururlar. Bunlar belirli yüce
Başmeleklerin altında görev alırlar. Sephiroth'un Melekler Topluluğu [Sephiroth sırasına göre] Chaioth ha
kodesh, Auphanim, Arelim, Chashmalim, Seraphim, Melakim, Elohim, Beni Elohim, Cherubim ve onuncusu
mükemmelleşmiş erkek ve kadın insan ruhları, Ishim.
107. Dördüncü Assiah Alemi en düşük varlıklar, Şer Đfritler, kabuklar Kliphoth veya Qliphoth ve sözde maddi
nesneler ile doludur ve bu alem insanların, fiziksel beşeri bedenlerde hapsolmuş Egolar veya Ruhların
alemidir. Bu alemin de, her biri yüksek güç ve biçimlerden kademe kademe daha uzak, kademe kademe
daha karanlık ve gayri saf on derecesi vardır. Đlk başta erken evrenin THU, Tohu, Şekilsizliği; sonra BHU,
Bohu, Boşluğu, üçüncü olarak ChShK, Karanlığı gelir ve bunlardan bizim dünyamız gelişti ve şimdi haliyle
vardır. Sonradan sakinleri bütün insan günahlarını temsil ettiğ yedi cehennem gelir. Başkanları Samael veya
Satan, ölüm meleği, ve Lilith, Faşiliğin Kadını Asheth Zenunim ve bu ifrit çiftine ayrıca "Canavar" [Beast]
denilir (Zohar ii. 255). Samael'in ayrıca telaffüz edilmez bir ismi vardır o da IHVH'in tersidir, çünkü "Demon
est Deus inversus" [Latince: "Şeytan Tanrının tersidir"].
108. Evren sadece küçük evren, Mikrokozmos, "Arketip Adam"ın sureti Dünyevi Adem denilen insanın
yaratılışı ile tamamlandı. Mddi bedeninin Assiah Aleminde demirlenmiş olmasına rağmen onda bütün
Sephiroth ve Alemlerinkine benzeşen ilke, biçim ve melekeler vardır.
109. Tanrı, Melekler ve Dünya konusundan şimdi de Kabalanın Đnsan, beşeri Ruh veya Ego konusunda
öğrettiklerine daha yakın bakalım.
110. Daha önce Tecelli doktrinin farklı varlık plan veya düzeylerinde [alem] varolduğu düşünülebilen ardı
ardına Đlahi Ruhun tezahür edilen evreleri içerdiği açıklanmıştık. On Sephiroth enerjilerini Üç Ruhsal plan ve
bir Objektif veya Maddi plandan meydana gelen dört planda yoğunlaşırlar. Bu On Sephiroth ve planların her
biri bir öz ibraz ederler ve bu özlerin sürekli farklılaşan oranlarda toplamında insan oluştururlar. Bu kökende
bilim adamların "Arketip Adam" veya "Arketip Đnsan" diyebilecekleri ve kabalistlerin ADM QDMUN, Adam
Kadmon, ve Greklerin protogonos dedikleri oluştu. Bu türün varlık evreleri planlarda kademe kademe aşağı
inen bir gerileme sürecinde bireye her türlü yaşam deneyimi sağlar, sonradan bir yukarı tekamül, evrim
tırmanışına geçerek beşeri mükemmellik sağlanır ve nihai olarak arınmış ruhun haccını tamamlamış olmasının
sonucunda Đlahi ile tekrar birleşme sağlanır.
111. Đnsanın güncel durumunu ele almadan önce, Kabalanın insanın asli durumundaki hali konusundaki
görüşlerini ele almamız gerekir.
112. Đnsan Yaratılışın son Kelimesiydi, bütün biçimlerin tekrarıydı, dolayısıyla vasıflarından dolayı melekleri
aşıyordu. Đlk insanın eti, fiziksel kılıfı, bedeni yoktu. Adam ve Havva sadece sadece seyyal bir kılıfla
giyinmişlerdi ve iştah veya ihtiraslara tabi değillerdi. Onlar huzur ve sükunet içinde Işıkta, GN OiDN, Aidin,
Aden Bahçesinde bulunuyorlardı (Zohar ii. 229b). Dünyaya inişlerinden önce, erkek ve kadın androjen, tek
bir vücuttaydılar, enkarne olduklarında cinsiyetlere ayrıldılar. Đlk insan çifti ilk emre karşı itaatsiz davrandı,
günah işlediler sonuçta maddeye tam olarak indiler. Tanrı onlara "deriden kıyafetler" yaptı. Onlara fiziksel
bedenler verdi ve bunlarla yemek ihtiyaçları ve bir dizi yeni fiziksel bedenleri üretecek ihtiraslar doğdu.
113. Ancak insan yine de Tanrının yeryüzünde suretidir. Şekli IHVH, Jehovah ile bağlantılıdır, çünkü resimde
Yod kafadır, heh kollardır, Vau gövdedir ve son Heh'de bacaklardır (Zohar ii. 42a). Đlk çift düşük huyların
alegorik Kişiliği ve dünyevi yaşamı deneyimleme, güç ve biçimin sürekli değişimlerine katılmak arzusunu
veren Samael tarafından baştan çıkarıldı. Onları saf psişik varlıklarını tehlikeye sokacak şeyi yaptılar, maddi
biçimlerin içine tam olarak batılar, Malkuth'un kabalığını üzerine aldılar ve böylece üzerinde madde lekesi
bulunmayan Sephiroth Ağacından, Yüksek Güçlerden ayrıldılar. Bütün madde sürekli biçimini değiştirir,
dolayısıyla bedenleri de değişmelidir, bütün enkarne olan Egoların gibi bedenleri öldü. Ölümde kişilik
dinlenmeye çekilir, sonradan ya yine bir yaşam deneyimine, ya ceza küresine, ya da mutluluk diyarına gider.
114. Dünyevi biçimleriyle kendileri gibi bedenler doğurdular ve tanrı o bedenlerde mekan edecek, yaşamı
günahları ve çileleriyle deneyimleyecek, düşebilecekleri veya yükselip kayıp miraslarından pay
kazanabilecekleri sınavlardan geçecek ve nihai olarak Sephiroth'un içinden yükselerek Đlahi Varlıkla tekrar
birleşecek başka ruhlar gönderdi.
115. Unutmayın ki ilk başta Sephiroth Tacı vardı, sonra bir eril güç Chokmah, daha sonra dişil bir güç Binah
vardı. Onların birleşimi ile melekler, insanlar ve dünyadan oluşan yaratılmış evren zuhur etti, ancak "yukarısı
aşağıdaki gibidir", dolayısıyla Tekvin'de bir Adamın, sonradan bir Kadının zuhur olduğunu ve onlardan bütün
diğerlerinin zuhur ettiğini görürüz.
116. Tekvin kadara alegorik "Tekvin'deki Yaratılışın Tefsiri"nde şöyle denmektedir: -- "Cennette GUP, Guph
adında bir hazine vardır ve Đlahi Olan başlangıçta yaratılan ve sonradan dünyada doğacak bütün Ruhları
buraya koymuştur. Bu hazineden alıp Kutsal Olan rahimlere çocuklar eker."
118. Diğer bir tefsir sembolik dille Kutsal Olanın bir çocuğun bedeninin şekillendiğini görmüş ve onu mekan
edecek uygun bir Ego gönderir.
119. "Kutsal Olan, mübarek olsun, bedensiz ruhların üzerinde duran Meleğe yönlenir ve "şöyle bir ruh
gönderin" der ve dünya varolduğunda beri bu böyle gider. Ruh, Kusal Olan'ın önüne çıkar ve onun
huzurunun tapar. Ebedi Olan ona " Bu bedene gir" der. Anında ruh izin isteyerek şöyle der: "Ey Dünyanın
Efendisi. uzun süredir bulunduğum alemden memnunum. Eğer lütfederseniz bu tiksindirici bedene
girmemeye arz ederim, çünkü bir Ruhum." Mübarek olsun, Kutsal Olan şöyle yanıt verir: "Đçine
göndereceğim dünyaya ihtiyacın vardır. Seni Kendimden biçimlendirmenin nedeni ondan geçmen içindir."
Böylece ruh maddenin on hapsedeceği, çile çekeceği ama baş edip yineden yükselmesi gerektiği dünyaya
enkarne olmaya ve ona batmaya zorlanır. Zohar şunu ilave etmektedir: "dünyevi yaşamında insan ne
öğrenip sergilerse onu enkarnasyonundan önce bilirdi."
120. Buna paralel bir doktrini Budistlerin reenkarnasyon kavramında görürüz. Burada ebedi Karma yasası
Tanrının işini görür ve bireysel Egoyui yine bir dünyevi yaşama iteler.
121. Christian Ginsburg "Ruh Göçü", reenkarnasyonun Pharisee'ler, Farizilerin Josephus, Yusufus zamanında
doktrinleri olduğunu ve bu doktrinin Yahudiler tarafından 9. asra dek inanıldığını inanıldığını yazmıştır.
Caraite Yahudiler buna 7. asırdan beri inanmışlardır. St. Jerome, bunun sadece seçkin birkaç kişiye öğretilen
Erken Kilisenin bir doktrini olduğunu yazmıştır ve [Đlk Kilise Babalarından ] Origin reenkarnasyon olmadan
doğumlarından önce Esau ve Jakob, Yakup arasındaki mücadelede geçen olaylar, Tekvin 25, v. 22, ve
Jeremiah'i anasının rahimdeyken söz edilmesi, Jer. i. 5, açıklanamaz.
122. Böylece Kabala Egoların Ruh Pınarında geldiklerini, deneyim ve mükemmelliğe ulaşılıncaya dek tekrar
ve tekrar reenkarnasyon geçirdiklerini ve nihai olarak Đlahi Kaynağa geri döndüklerini öğretir. Zohar i. 145,
168; ii. 97.
123. O halde, geçici bir süre için Tekvin 3, v. 21'de söz edilen bu "Deriden Kıyafet"te, sözde maddi bedende
bir süre mekan eden nedir? Bu Jehovah'ın sembolik Dört parçası, ve Üç Alemden oluşan Đlahi Kıvılcımdır, bu
da Dördüncü Etkiler Alemi, Mddi Evrende oturmuştur. Aslında birkaç Kabalistik okulda bu Özlerin sayıları ve
adları değişmektedir, ancak temel fikir aynıdır. Aynı şekilde değişik Hint kitaplarında Đnsanın Yapısındaki
ilkeler de değişmektedir, ancak hepsinde kök fikir aynıdır
124. Beşeri ilkeler Üçlü olarak ve beden ile Dörtlü olarak ele alınabilir. Ayrıca astralı ve fiziksel bedeni ele
alırsak Beşli olarak, ilahi ilkeyi bölersek Yedili olarak ve Sephiroth'a karşılaştırırsak Onlu olarak ele alınabilir.
Bunlar tam olarak açıklamak çok uzun bir yazı ve birçok karmaşık anlamlı Đbrani kelime ortaya dökmek
gerekir ve konuya alışıl olmayanı zorlar. Bu konuda iki örnek verebilirim:
125. Yod, Jehovah'ın Je'si, Đlahinin en ulu ve yüksek tarafıdır ve Hint felsefesinde Âtmâ'ya benzetilebilir. Hé,
Jehovah'in Ho'su, Neshamah'tır ve Hint felsefesinde Buddhi, öz ruhtur. Vau, Jehovah'ın v'si Ruah'tur ve Hint
felsefesinde Manas, Akıldır. Son Hé, Jehovah'in ah'ı, Nephesh'tir ve Hint felsefesinde Kâma, nefs, iştah ve
ihtiraslardır. Bütün bunlar maddi nesnelere etki yapan bir cihaz olan fizik bedeninin kalıbı astral kabukta
yerleşiktir.
126. Insan ruhu ayrıca "On Sephiroth"a tekabül eden farklı ve belirli şuur tezahürlerinde dağılmıştır. Değişik
kabalistik eserler hepsi de birbirleri ile tutarlı olan farklı sınıflandırmalar uygularlar, en yaygın olanı üçlü bir
ayrımdır: Nephesh, nefs, ihtiraslar Malkuth'a, Ruah, akıl Tiphereth güneşi etrafında gruplaşmış altı
Sephiroth'a ve Neshamah, Karliçe, Kral ve Taç, Yüksel Üçlüsü ile ilintili ruhsal arayışlar.
127. Bu Beşeri ilkeler Dört Alemde, Đlahi, Ahlaki, Entelektüel ve Duygusal Alemlerde işler. bu esaslardan
herhangi biri bir insana hakim olabilir ve sürekli değişken oranlarda olurlar. En yüksek prensip alttakileri
gölgeler ve ortadakiler üste çıkabilirler veya fırsat eksikliği veya tutarsız hareketlerden dolayı bedenin
maddeselliğine yaklaşıp aşağı ve daha aşağı düşebilir. Neshamah ruhsal mükemmeliyetçiliğe çekerken,
Nephesh fiziksel zevke doğru çeker.
128. Diğer bir sembolizm şeklinde, Kabalistler insanın iki yoldaşı veya rehberi olduğunu aktarır. Biri sağında
yer alır ve iyi işleri teşvik eden etzer ha Tob'dur, o daha yüksek Sephiroth'tandır. Diğeri ise solunda yer alıp
Samael ve Canavarın ajanı olarak şer cazibeleri, zevk, arzu ve ihtirasları teşvik eden Yetzer ha Ra'dır. Zohar
95 b'e göre insan çok talihsiz bir konumdadır, zira orada yazar ki Kötülük Meleği ona doğumdan itibaren
bağlanır, oysa Đyilik Meleği sadece 13 yalında bağlanır.
129. Ölüme gelince, daha önce belirttiğimiz gibi, yaşantısı olağanüstü eksiksiz ve mükemmel olması dışında
insan Egosu veya Ruhu değişik bir biçimde yeniden doğması gerekir, ancak bütün dinlerin kabul ettiği gibi
ölümde büyük değişiklikler olur. Kabalaya göre, görünen fiziksel beden, Guph çürür ve ruhun hayvani tarafı
nefs, Nephesh ondan sadece kademeli olarak dağılır. Ruh, Ruah, insani yön Assiah Aleminden ayrılır ve öz
ruh, Neshamah yeniden doğmanın ötesinde mükemmelleşmiş bir biçimde ruhsal diyarlara erişir ve Cennetin
Hazinesi Gan Oidin'e tekrar döner. "Sepher jareh chattaim" eserine göre insan öldüğü saatte yargılanır ve
Đlahi Varlığın vekili Shekinah üç Melekle birlikte ona yanaşır. Bu meleklerin başı Sessizlik Meleği Dumah'tır.
Eğer ruh cezalıysa Sessizlik Meleği onu bir sonraki doğuşundan evvel Cehenneme, Gai-Hinnom'e belirli bir
ceza süresi için götürür. Eğer Ruh onay alırsa Oidin veya Cennette geçer. Evrenimizin bu tezahürat
döneminde bütün ruhlar çile ile ıslah edilip mükemmelleşmiş ve cennette kutsanmış ve geldikleri Tanrı ile
yeniden birlik içinde olacaklar.
130. Đnsanın yapısı, kökeni ve mukadderatı konusunda Kabalistik teori, modern Hıristiyan görüşünden çok
farklıdır, ancak Hint görüşünden farkı, ilkeden daha ziyade sunuş biçimdedir, bu ikisi uygun bir şekilde yan
yana etüt edilebilir ve her biri diğerini aydınlatır. Aslında, Batı mistik doktrinleri kapsamına alan Mısır
Hermetizm ve benzeri Ortaçağı Kabalizmi ile diğer yandan Hint Ezoterik Teosofi arasında kesin bir hudut
yoktur. Onlar insanlara ruhsal fikirler insanlığa sunma amacında kullandıkları dil, tanımlama ve tasvirlerde
farklıdırlar. Ancak herhangi bir ekolün diğerini suçlaması için gerekçe yoktur. Entelektüel kültür dünyası her
birini yan yana barındıracak kadar geniştir. Her ikisinin insan algılamasına açık felsefi sistemler oluşu, her
ikisin saf ve açık hakikatleri barındırabileceğinin kanıtıdır. Biz halen her şeyi ancak koyu bir filtreden
görebiliyoruz ve Tanrı ile yüz yüze gelmeyi ve hakikate olduğu gibi tanımayı ummadan daha çok ilerlememiz
gerekir.
131. Öğrencilerin yaptığı gibi kademe kademe ilerlemekle yetinmemiz gerekir. Her derecede asli gerçekler
değişik bir şeklide yeniden ifade edilmektedir. Onlar müridin zihinsel haline uygun dil ve sembolizm ile ifşa
edilirler veya açımlanırlar. Dolayısıyla, bir öğretmen, mürşit ve önceden yolu izlemiş ve kişisel deneyim ve iç
çağrışımlarıyla öğrencinin eriştiği seviyeyi tanıyacak bir rehberin ihtiyacı aşikardır. Mistisizmde yüksek ergiye
her hangi bir asil, kolay veya kestirme yol yoktur. Yorulmadan çaba göstermek ve temiz bir yaşam hayati
değer taşır. Đnsan aklı sadece zihinsel gözlerinin herhangi bir zamanda algılayabileceği şeyleri idrak edebilir.
Bu işlem zorlanamaz. Mistik bilgi gasp edilemez. Eğer bir öğrenci kendi derecesinden daha yüksek bir
Derecenin bilgisine el koyarsa da, bu onun için sadece hezeyan, abes, hayal kırıklığı ve karanlık olur.
132. Bir çok kez öğrencilere mantıklarının kabul edemeyeceği veya batıl inanç olarak reddedeceği doktrin,
iddia veya açıklamalar sunulmuştur. Oysa aynı doktrinleri yaşamlarının daha geç bir evresinde itibar
göstererek uyarladıkları görülmüştür. Bu açıdan Okültizm Framasonluğa benzemektedir. Ya gizli bilgiyi
almaya kabul ediliriz, ya da edilmeyiz. Kabul edilmediğimiz taktirde onun sırrı bize sunulsa bile inanmayız.
Okültizm sırları Framasonluk gibidir. Aslında bir bakıma Framasonluğun kayıp ettiği sırlarıdır. Onlar doğası
itibarıyla istismara kapalıdır, çünkü sadece kişisel evrimle, tekamülle elde edilebilirler, onlar hariçten birine
açıkça anlatılabilir, ama anlaşılmazlar. Çünkü herhangi birisi böyle bir sırra erişip ulaşabilmişse de en yakın
dostuna söylemez. Bunun sebebi de basit olarak eğer arkadaşı kendi başına bunu algılayamıyorsa, basit
sözlerle onun iletişimi gizli anlamını aktaramayacaktır.
133. Kabalistik teori külliyatı Framasonluk sırlarına benzer özelliği vardır. Hiç bir zaman yazılmamış veya
basılmamış çok doktrinler vardı. Bu eserler çoğu kez ilk bakışta abes gibi gözüken tasvirler ve absürd
gelebilecek doktrinler içermektedirler. Ancak bunlar kısaca özetlediğim yüksek ruhsal öğretileri taşırlar. Bu
eserleri sadece okumak yeterli değildir. Ruhsal şeyleri görebilmek için ruhsal gözün açık olması gerekir ve
eski büyük Kabalistler cahil, ham ve tutarsız insanların önüne bilgelik incilerini sermediler, temiz olmayanları
Bilgelik Mabedine sokup kirletmediler. Ciddi öğrenci Hakiki Okültizmin yüksek yaşam tarzına ulaşmak için
azimli bir şekilde çaba göstermesi gerekir. Bundan sonra belki de, ileri bir gelecekte geri çevrilen cazibe
unsurları ile özverili bir yaşamın kayıtları Büyük Kralın Sarayına girmek için parola görevini görebilecektir

SABATAY SEVĐ KĐMDĐR, SABATAYCILIK NEDĐR ?

Sabatay Sevi, mesihligini ilan ettikten sonra dünyadaki tüm Yahudiler arasinda büyük bir yanki uyandirmis ve
Yahudi din adamlari yogun tepki göstermislerdi. Osmanli yönetimi basgösteren kargasayi gidermek için
Sabatay Sevi’nin önüne iki tercih koydu; ya hayati ya da Müslüman olup kurtulmasi. Sevi, Müslüman olmayi
kabul ettigini açikladi ve Mehmed Efendi ismini alarak Sarayda bir süre maasli memur olarak çalismaya
basladi. Bu dönem ve daha sonra taraftarlari ile birlikte Selanik ve diger birtakim sehirlerdeki ikameti
boyunca zahiren Müslüman görünmekle birlikte, gizlice kendi yorumuyla Yahudilikten evirme yeni bir inanç
sistemini dar bir taraftar toplulugu arasinda yaydi.

Sabataycilar ya da dönmeler olarak bilinen ve bu Yahudi mesihine inananlar tarafindan günümüze kadar
sürdürülen inançlar manzumesi; adet, gelenek ve göreneklerinin neler oldugunu bu bölümde ele alacagiz.
Ancak, Sabataycilar tamamen kapali ve gizli bir topluluk oldugundan tüm yönleriyle ortaya koymak epey zor.
Birçok konu ve özellik gizli kalmaya, esrarini sürdürmeye devam decektir.

Osmanli’dan günümüze Sabataycilar Yahudi haham Sabatay Sevi’nin 1648 yilinda Mesih’ligini ilan ettikten
sonra Yahudiler arasinda büyük çalkantilar meydana geldi. Çünkü, Ispanya’dan sürülme ve dogu Avrupa’da
yasadiklari sikintilar üzerine basgösteren bunalimlar bu dini topluluk arasinda bir Mesih beklentisi yaygin bir
hal almisti. Fakat Sevi’nin 1666’da Müslüman olmasi üzerine, Yahudilerde bir rahatlama görülmesiyle birlikte,
Sevi’nin bu yeni durumunu tevil ederek bagliliklarini sürdürenler de oldu. Bunlarin basinda Gazze’li meshur
haham Nathan gelmektedir. Nathan, yeni din yorumu ve Sabatay’in fikirlerinin kabul görmesinde etkin bir rol
oynamistir.

Sabatay Sevi’nin Müslüman olmasindan sonra eski inançlarini ve Mesih’lik iddialarini birakmadigi, gizlice
kendisine bagli dini bir cemaat olusturma yoluna gittigi birçok kaynakta belirtiliyor. Ancak Osmanli yönetimi
onlari “ihtida etmis’, “hidayete ulasmis’ yani Müslüman kabul ettigi için tarih belgelerinde haklarinda pek bilgi
yer almiyor. Sabatay Sevi’nin görünürde Müslüman olduktan sonra, Yahudi mistizminin kaynagi Kabbala’yi
kendi yorumladigi biçimiyle bir nevi yeni bir mezhebi insa ettigi günümüzde yasayan Sabataylilar tarafindan
da belirtilmektedir. Ibrahim Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi isimli eserinin 68. sayfasinda bir olayi anlatiyor:

Sabatay Sevi’nin (Mehmed Efendi adi ve Müslüman kiyafeti ile) Istanbul’da yine eski müritlerinden bir kismini
toplayarak ayinler yaptigini, Girid seferinden dönen Sadriazam Fazil Ahmed Pasa’ya haber verdiler.
Sadriazam kendini çagirtarak Bu ne istir? Sen hala uslanmadin mi? diye tenbih ettigi zaman Sabatay agiz
kalabaligina basladi ve meshur olan kurnazligi ile Aman Sultanim, ben birtakim akrabami, dostlarimi
Müslüman yaptigim gibi bunlari da dini celil Islam’a celb ve davet etmege ugrasiyorum yolunda cevaplar
verdi ve bu sözlerle bir müddet takibden kurtuldu. Sadriazamin adamlari onu bir gün Bogaziçi’nde
Kuruçesme’de müridleriyle birlikte Ibrani bir dua okurken buldular. Bu hadise üzerine Izmirli Mesih kendisini
unutturmak ve izini kaybettirmek için Kuruçesme’yi birakarak Kagithane civarinda issiz bir köseye çekildi.
Fakat müridlerinin bir müddet sonra orada da etrafina toplanip ayinler yapmaga devam ettikleri görüldü. Is
tekrar Sadriazam’a haber verilince Fazil Ahmed Pasa kizdi ve onun adamlari ile birlikte Arnavutluk’taki Berat
kasabasina sürülmesini emretti. Sabatay Sevi, orada asil adi Yoheved olan Selanikli bir Musevi kadin ile
evlenmistir ki Sabatayligi kabul eden bu kadina da Ayse Hanim adi verilmistir. Kayinbiraderi Josef Kerido da
Abdullah Yakup ismini almistir.

Prof. Ilber Ortayli, Selanik sehrinin, cemaatin baslica yerlesme yeri oldugunu, Osmanli Imparatorlugu’nun
son döneminde özellikle egitime önem verdiklerini belirtiyor. Osmanli arsivlerinde ve tarih kaynaklarinda pek
bir bilgiye rastlanmadigini belirten Ortayli, Osmanli’nin son döneminde modernlesmenin önemli tasiyicilarinin
Sabataycilarin arasinda çiktigini belirtiyor. 19. yüzyilda Selanik’de bu cemaatin iktisadi ve kültürel bakimdan
bütün diger topluluklardan üstün olduklari anlasiliyor. Nitekim Mayis 1901’de Selanik’e vali olan Mehmet
Tevfik Bey, hatiralarinda, Fevziye Mekteplerinin (mektepleri bu cemaatin kurdugunu zikretmiyor ve belki
bilmiyor) diger mekteplerin fevkinde oldugunu ve iyi memur yetistirdigini belirtmektedir. Bu okullar hakkinda
önemli bir noktayi belirtelim; Selanik sosyal hayati içinde, bu okullar genis kabul gördüler.

Sabatayci gençleri egitmeyi amaçlayan bu okullar, nihayet kurucularinin da ideoloji ve dünya görüsü
degisikligi geçirmesine sebep oldu. Artik bütün Osmanlilari, bilhassa Müslüman Türk çocuklari egitmekten
memnun oluyorlardi. Nitekim çocuk Mustafa Kemal (Atatürk) modern egitim veren böyle bir ilkokula giden
Müslüman Türklerdendir. Kendisinin anlattigina göre annesi geleneksel bir Kur’an okuluna, babasi ise Semsi
Efendi’nin kurdugu bir okula gitmesini istemisti. Semsi Efendi Sabatay’cidir. Kapanî grubundan oldugu
söyleniyor. Fakat Karakas grubu ile isbirligi yapiyor ve egitimle bu rakip iki dönme grubunun birligini
saglamak istiyormus. (Ilber Ortayli, Alevi Kimligi, S.120)

Sabataycilarin özellikle Mevlevi tarikati çatisialtinda örgütlenmeleri de dikkat çekici. Esin Eden ve Nicholas
Stavroulakis tarafindan yazilan ve su anda Türkiye’de de piyasada satilmakta olan Salonika, A Family
Cookbook ‘Selanikli Bir Ailenin Yemek Kitabi’ isimli eserde Sabatayci ailelerin Mevlevi tarikatini benimsedikleri
belirtiliyor ve kendi aile fertleri hakkinda da bilgi veriliyor. (Sayfa 15-49) Laiklik ve Ittihadçiligin öncüleri
Sabatayci Selanik’li Sabataycilarin bilinen tek yayini olan Gonca-i Edep’te Mevlevilik’ten övgüyle
bahsedildigini belirten Ortayli, dergide egitim konusuna özel bir ilgi gösterildigini vurguluyor:

Sabataycilarin, batililasma ve egitim yoluyla, durumlarini düzeltme ve özgürlesme konusunda Musevilerin


önüne geçtigi açikça görülüyor; bir anlamda Bati Avrupa’da Musevilerin kendi cemiyetlerine yaptiklari kültürel
katkiyi, Türk cemiyetinde Sabataycilar yaptilar. Nitekim bir müddet sonra kurularak Fevziye ve Terakki gibi
gerçek anlamdaki gymnasium’lar laik egitime önem vermistir. Onlarin bugünkü devami olan Isik Lisesi de
(Istanbul) kanuni zorunluluk olan din derslerini laik bir retorik ile sürdürmektedir.(...) Selanik Sabataycilar’i
Istanbul’a göç ettiklerinde benzer mektepler kurdular ve laik-ulusalci bir Türk egitim sisteminde öncü oldular.
Kendisi de Sabatayci bir aileye mensup Ilgaz Zorlu da, Evet, Ben Selanikliyim isimli kitabinda bu okullarin
Ittihad ve Terakki Hareketi’nin ortaya çikmasinda önemli rol aldigini ve Ittihadçilarin bir çogunun bu
okullarda yetistigini belirtiyor. (S.115)

Osmanlinin son döneminde Sabataycilarin devlet bürokrasisinde etkin konuma geldiklerini görüyoruz.
Yabanci dil bilmelerinden de kaynaklanan arti yeteneklerle dis ticaret ve hariciyede kilit noktalara kadar
yükselen Sabataycilarin bu alanlardaki etkinligi günümüzde de sürmektedir. Bu arada dönme denen
Sabataycilar laik bir ulusalciligi benimseyen grup olarak Jön Türk hareketi ve Ittihat Terakki içinde de yer
almislardir. Nitekim imparatorlugun ünlü Maliye Naziri Mehmed Cavid Bey -ki ayni zamanda kuvvetli bir
iktisatçi idi- Sabataycidir. Diger bir maliye naziri olan Nüzhet Faik, dahiliye nazirlarindan Mustafa Arif, maarif
müstesari ve hukuk profesörü Muslihiddin Adil (Taylan), Sabatayci kökenliydiler. Türk matbuatinin önemli
simasi, Vatan gazetesi sahibi Ahmed Emin (Yalman) da Sabatayci idi ve bu konuda ilk tefrika 1924 Ocak
ayinda onun gazetesinde yayimlandi. Orduda, matbuatta ve Ittihat ve Terakki çevrelerinde Sabataycilar
vardi. (Ilber Ortayli, Alevi Kimligi, S.123) Gelecek bölümde varliklari günümüze kadar uzanan Sabatayci
firkalar ve Cumhuriyet döneminde etkin olan Sabataycilari ele alacagiz.

Dönmelerin inanç ve ritüelleri Sabatayciligin temel dini inanç kaideleri, Yahudiligin mistik ekollerinden
Kabbalistik metodun Levi yorumundan olusmaktadir. Gerek ayinler ve gerekse ritüeller tamamen gizli
tutuldugundan bilimsel arastirmalara kaynaklik edebilecek bilgileri elde etmek imkansiz gibi. Sabatayci din
adamlarinin açiklamalari bu konuda yapacaklari açiklamalar toplumun aydinlanmasina yardimci olabilir
ancak. Ilgaz Zorlu, Kabbala’nin esaslarini anlattigi kitabinda, Yahudiligin mistik yorumlarini özetledikten sonra
sunlari belirtiyor: Genellikle iddia edildigi üzere Sabatayci hareket Yahudilige karsi ve ondan kopuk bir yapida
da degildir, sadece mistikYahudiligin vazgeçilmez yapisi onu ister istemez farkli kilmistir. Günlük dua ve
ritüellerde Yahudiligin temel prensipleri korunmakla birlikte, özellikle gece yarisi sonraki zaman araliginda
bunlar daha da arttirilmistir. (Zorlu, Ben Selanikliyim, S.112)

Sabatay Sevi’nin taraftarlarina inanç esaslari olarak 18 maddelik bir nizamname biraktigi çesitli kitaplarda yer
almaktadir. Ibrahim Alaettin Gövsa’nin Sabatay Sevi isimli eserinde Avram Galante’nin Ibranice’den
Fransizca’ya terüme ettigini belirttigi bu ilkelerden bazilarini özetliyerek buraya aliyoruz:
Iste Efendimiz, kralimiz ve Mesihimiz Sabatay Sevi’nin on sekiz emri bunlardir.
Serefi müzdad olsun!
*Halikin birligine dair iman muhafaza olunsun.
*Mesihin hakiki Mesih olduguna, ondan baska halaskar (kurtarici) bulunmadigina, efendimiz, kralimiz,
Sabatay Sevi’nin Davud neslinden geldigine iman edilsin.
*Ne Tanri’nin, ne de Mesih’inin adina yalan yere yemin edilmesin. Çünkü Tanri’nin adi da onda mündemiçtir.
*Mesih’in sirrini anlatmak için içtimadan içtimaya gidilsin.
*Davud’un Mezamiri hergün gizli olarak okunsun.
*Türklerin adetlerine, onlarin gözlerini örtmek maksadi ile, dikkat edilsin. Ramazan orucunu tatbik için sikinti
gösterilmesin.
*Onlarla (yani Müslümanlarla) nikah akdedilmemesi lazimdir. (Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi, S.59-61)

Sabataycıların bayramları
Gövsa bunun disinda Sabataycilarin bayramlari da oldugunu belirtiyor. Bunlar yilin çesitli günlerinde ve her
biri ayri bir anlam tasiyan 16 tanedir.

Bunlarin içinde en ilginci ise Mart 22’de yani baharin birinci gününde kutlanan Kuzu Bayrami, Dört Gönül
Bayrami veya diger bir deyisle Mum Söndü diye bilinen gizli bayram. Bu kuzu bayrami hakkinda Sabatay
zümresi mensuplarindan Karakaszade Rüstü, 1924 tarihinde Vakit gazetesi muharririne su izahati vermisti:
Kuzu bayrami 22 Adar’da (Mart) yapilir. Bu bayram geceye mahsustur. Ve her sene kuzu eti ilk defa bu
bayram münasebeti ile ve hususi merasimle yenir. Bu merasimde en asagisi ikisi erkek ikisi kadin olmak
sartile evli dört kisinin bulunmasi lazimdir. Bu çiftlerin sayisi artirilabilir. Kadinlar iyi giyinmis ve elmaslar ile
süslenmis olduklari halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eglenilir ve muayyen zamanda
isiklar söndürülerek karanlikta kalinir... Bu bayram vesilesi ile dogacak çocuklar bir nevi kudsiyeti haiz
taninirlar. Ona (Dört Gönül Bayrami) adi verilir. (Gövsa, Sabatay Sevi, S. 64)

Sabataycilarin kendilerine has 16 bayram ve ritüelden ayri olarak diger Musevi’lerle müsterek birtakim
bayram ve yortular da sözkonusu. Bunlar, Yusuf Bayrami, Meyva bayrami, Fecir bayrami gibi isimlerle anilir.
Ayrica Sabatayci her grubun da kendi içinde gelistirmis oldugu bayramlar da var. Bunlardan Osman Aga
bayrami en önemlilerindendir. Karakaslar grubunun kurucusu Osman Aga, (daha sonra soyadi kanunu
çikinca bu aile fertleri Ogan soyadini almislardir) için bu ritüel düzenlenir.

Shema Israel, Adonai Elohenou, Adonai Ehad Duy ey Israil! adona tanrimizdir ve tanri birdir (Yahudi-
Sabatayci sehadet kelimesi.) Izmir’li Yahudi hahami Sabatay Sevi’nin görünürde din degisitirerek Müslüman
oldugunu ilan etmesinden sonra kendi ögretileri dogrultusunda bir cemaat olusturmasi görünürde Müslüman
ama inanç ve yasam boyutlarinda Yahudi olan yeni bir topluluk ortaya çikarmis oldu.

Yazimizin geçen bölümlerinde Sevi’nin hayati, inanç temelleri ve ölümünden sonra cemaatinin geçirmis
oldugu evreleri özetlemistik. Benzet-benzeme ilkesi geregi kendilerini hep gizlemis olan bu dini cemaat
mensuplarinin, Osmanli dönemindeki etkinlikleri diger bir husus. Özellikle Osmanli’nin son dönemindeki
olaylarda çok etkin rol oynamis olmalari da dikkat çekici. Jön Türkler, Ittihad Terakki, Mesrutiyet gibi
bugünümüzü de etkileyen olaylar zincirinde Selanik hep merkez olmus ve Selanik’in bu etkinligi de
Sabataycilarin siyasi, askeri, fikri alanlarda hep basi çekmelerinden kaynaklanmistir.

Konuyu arastirmaya basladigimizda böylesine derin bir toplumsal ve siyasal tablo ile karsilasacagimizi
dogrusu biz de tahmin etmiyorduk. Ancak uzun bir arastirmadan sonra karsilastiklarimiz bizi sasirttigi gibi bir
çok gerçegin bu gizlilikten dolayi bilinmezligini sürdürdügünün de farkina vardik. Elbette simdilik kamuoyuna
yanitilmasinda mahsur gördügümüz noktalar da söz konusu. Amacimiz dini bir toplulugu kötülemek,
sansasyon yaratmak degil. Toplumumuzu derinden etkileyen bu cemaat mensuplarinin kimler oldugu, neler
yaptiklari, bugüne kadar nasil bir seyir izlediklerinin bilinmesi gerekmektedir. Bunlari bilmek halkimizin hakki.
Gizem her zaman merak uyandirmistir. Fakat dogrularin ve gerçeklerin kapali kalmasinin da bir anlami yok.
Ileride daha kapsamli arastirmalarin yapilacagini ümit ediyoruz.

Gizlilik, baskalarinin merakini daha da kamçilayacagindan, bu alandaki gerçeklerin oldugu gibi halkimiza
yansitilmasi alaninda görev, en çok, bu cemaate mensup kisilere düsmektedir. DERGAH + LOCA + SINAGOG
= IKTIDAR Ulasabildigimiz kaynaklardan elde ettigimiz bilgiler, Sabatayci veya dönme denilen bu toplulugun
hala Yahudi mistizizminin ögretileri dogrultusunda dini ritüellerini gizlice sürdürdükleri, adet, gelenek ve
göreneklerini koruduklari, bir nevi masonik yapilarini devam ettirdiklerini gösteriyor.

Arastirmada ilgimizi çeken diger bir husus ise gizli yahudi tarikati mensuplarinin ekonomiden, politikaya ve
egitime kadar birçok alanda etkin olmalarinin yanisira Islam’in mistik yorumu kabul edilebilecek Sünni ve
Alevi tarikatlarinin içine sizmis olmalari. Özellikle Mevlevi, Melami ve Bektasi tekkelerinde 19. yy’dan itibaren
seyh, mürsid, dede, dedebaba gibi en üst makamlara kadar ulastiklarini görüyoruz. Sabatayci seyh ve
müritler Sevi müslüman olduktan sonra baglilarina müslümanlarin görünürdeki adet ve geleneklerine riayet
etmelerini ögütlemistir. Bu da onlarin kendilerini en rahat ifade edebilecekleri çesitli tarikatlarin dergah,
hanekah, tekke ve zaviye gibi mekanlara ragbet etmelerine yol açmis. Merkezi Selanik olan bu cemaatin
Selanik’teki özellikle Mevlevi ve Bektasi dergahlarinda yogunlastiklarini görüyoruz.

Ilgaz Zorlu, Sabatayci cemaatlerin Islam mutasavviflariyla iliskilerinin özellikle Istanbul, Izmir ve Selanik’te
yogunlastigini belirtiyor. (Bkz. Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.40-41) Istanbul’de Yenikapi Mevlevihanesi,
Kasimpasa Mevlevihanesi, Aziz Mahmud Hüdai’nin Üsküdar’daki dergahi Sabataycilarin etkin oldugu
dergahlar olarak dikkat çekmektedir. Yahudi mistizizmi olarak tanimlanan Kabbala ögretisine dayanan
Sabatayci yorum, Islam’in gevsek mistik yorumu olarak Mevlevilik, Bektasilik ve Melamilik ile paralellikler
arzeder ve ortak bulusma noktalari bulur. Yunan asilli Sabatayci yazar Starolakis, Salonika, jews and
dervishes isimli kitabinda Yahudi-Sabatayci kökenden olup Selanik’teki dergahlarda etkili olan ve hatta bir
kisminin uzantilari Istanbul’a kadar gelen dönme seyhlerden bahsediyor. Bunlardan biri de su anda
Amerika’da yasayan müflis isadami Halil Bezmen’in dedesi Esad Efendi’dir. Esad Efendi 1920’lerde Kasimpasa
Mevlevihanesi’nin seyhidir. Ankara Bektasi Dergahi’nin su andaki Dedebaba’si yani seyhi de Sabatayci. Yine
Dedebabalardan Bedri Noyan da Yahudi dönmesi. Kardesi Engin Noyan da bir tv’de program yapimci ve
sunucusu.

Sabataycilar ve Masonlar Osmanli döneminde etkin konumdaki masonlarin arasinda Sabataycilarin önemli bir
yekün tutmasi da dikkat çekmektedir. Osmanli topraklari içindeki ilk mason locasinin Selanik’te kurulmasi
tesadüf olmasa gerek. Avrupa’daki gelismeleri yakindan takip etme imkanina sahip Sabataycilar bu alandaki
gelismelere de öncülük etmisler. Hem mason hem de Sabatayci olan ünlülerden sadece birkaç ismi burada
zikrediyoruz. Bunlar, son Maliye Naziri Cavid Bey, Yeni Asir gazetesinin kurucusu Fazli Necip Bey, bir dönem
bakanlik yapmis olan Faik Nüzhet... Zorlu, Türkiye’deki Hür ve Kabul Edilmis Mason Locasi’nin üstadi azam’i
ya da büyük amir’inin hep Kapancilar cemaatine mensup bir aileden geldigini belirtiyor. Mason Locasi’na üye
diger ünlüler ise sunlar: Osman Adil, Faik Nüzhet, Talat Ismail ve Mehmet Servet. (age.S.58)

Günümüz mason localarinda da Sabatayci çok ünlü kisilerin varligi devam etmektedir. Su anda Hür ve Kabul
Edilmis Masonlar Büyük Locasi’nin Büyük Üstadi Sahir Talat Akev de Sabatayci. Mimar Sinan Locasi’nin eski
üstadi muhteremi Resat Atabek, yine üstadi azamlardan Cumhur Ferman da Sabataycilardan. Resat
Atabek’in Masonluk Üzerine adli kapsamli eseri Masonluk hakkinda önemli bilgiler ihtiva ediyor. Sabatayci
ünlü gazeteci Ahmed Emin Yalman’in ve Cavid Bey’in ayni zamanda Mason da olduklarini Loca’nin disa
açilirken açikladigi isimlerden ögreniyoruz.

Selanik+Istanbul+Israil = Ankara-Washington Israil’in kurulus döneminde ve su anda ülkemizin Israil ile


tarihde görülmemis sicak iliskiler içine girmesinde Sabataycilarin önemli rol aldiklarini görüyoruz. Sabatay
Sevi birçok yahudi tarafindan siyonizmin kurucusu olarak bilinir. Çünkü Sevi, mesihligini ilan ederken bütün
yahudileri Kudüs’te toplayip Büyük Israili kuracagini vadetmisti.

Ittihad Terakki ve mason localarinda etkin olan Sabataycilar’in Israil’in kurulusunu da desteklediklerini
belirten Zorlu, 1924 mübadelesi sonuu Türkiye’ye getirilen alilerden bir kisminin 1948’de kurulusundan
itibaren Israil’e gittiklerini söylüyor. Bunlarin en meshuru ise Israil’in ikinci Cumhurbaskani Izak Ben Zwi’dir.
Prof. Yalçin Küçük, Aydinlik gazetesinde yayinladigi makalelerinde, Türkiye’nin tamamen Israil ve Amerika
rotasina girdigi bu dönemde Sabatayci Ismail Cem’in Disisleri Bakani olmasina dikkat çekiyor. Küçük, ayrica
Israil’in Hospro firmasi vasitasiyla Türkiye’ye hibe ettigi silahlarla ilgili bir ayrintiya daha dikkat çekiyor.
Bilindigi gibi Susurluk skandali ile ortaya çikan iliskilerde bu silahlarin kayip oldugu iddia edildi. Kayip silahlar
Susurluk Çetesi olarak nitelenen ekip tarafindan kullanilmisti. Bu silahlari teslim alan kisi ise Ertaç Tinar.
Yalçin Küçük, Tinar’in Sabatayci oldugunu belirtiyor ve Mossad’in dönmelerle is tutmasinin tehlikesine dikkat
çekiyor. Dönmeler Dönmezler aksiyonu geçerli ise bu bulgu ürperticidir diyor, Küçük. (Y. Küçük, Nasil
Görüyorum-3, Aydinlik, 14 Mart 1999)

Tarikat-Siyaset-Medya-Sermaye alanlarinda etkili olan Sabataycilar hakkinda bilgiler dizi yazimizin gelecek
bölümlerinde yer alacaktir. Sabataycilarda cinsel hayat ve saplantilar, ayrica Sabatayci mezarliklari gelecekte
ele alacagimiz konulardan birkaçi.

GĐZLĐ AMA ĐÇĐMĐZDE; DÖNMELER


Benzet-benzeme prensibi geregi görünürde müslüman ama aslinda yahudi olan Sabatayci cemaat
mensuplari, bu kamuflaj sayesinde ülkenin kaderinde belirleyici olmayi özellikle son yüzyilda becerebilmis bir
topluluk olarak yer almaktadirlar. Kendilerine has yemekleri, kendilerine ait egitim kurumlari, gizli tapinaklari,
kendilerine özgü ibadet, inanç ve adetleri olan bu cemaatin bazi mensuplari, resmi ideolojinin olusumu ve
bugünkü jakoben-din düsmanligi üzerine kurulu yapisini sürdürmesinde etkin olmuslardir. Bu dini akimin
merkez üssünün Selanik olmasi da enteresan. Mesrutiyetten günümüze, tüm siyasi olusumlarda adina sikça
rastladigimiz Selanik’in bu etkinligi bir tesadüf mü? Elbette hayir. 19. yy biterken batililasmanin rüzgarinin bu
sehirden esmesinin temel etnik bir etkeni vardi: Sabataycilar.

Türkiye’de ilk mason locasi Selanik’te kurulmus, Abdülhamid yönetimine karsi baslayan baskaldiri burada
tasarlanmis, Sultan iktidardan indirildikten sonra buraya gönderilmis, ilk özel Türk okullari burada kurulmus
(unutulmamalidir ki, Galatasaray Lisesi Sultan’in himayelerinde kurulmustur ancak Feyziye ve Terakki
mektepleri Sabatayci cemaat okullari olarak burada kurulmuslardir), ilk kadin hareketleri burada sekillenmis,
Hareket Ordusu’nun merkezi (padisahi tahttan indirip, Ittihad ve Terakki firkasini iktidara tasiyan ordu. S.K.)
Selanik olmus ve en önemlisi Türkiye’nin önde gelen kuruculari hep Selanik kökenli olmuslardir. Bunlari birer
rastlanti olarak görme egilimi ne yazik ki çok baskindir. Halbuki bu kente bu önemi yükleyen Sabatayci
kökenli kisilerdir. (Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.166)
Sabataycı mezarlıkları
Sabataycilar gerek ilk dönemde yogun olarak yasadiklari Selanik’de, gerek daha sonralari Türkiye’nin basta
Istanbul olmak üzere izmir ve Bursa gibi sehirlerine yerlestikten sonra ölülerini ayri mezarliklara defnetmeyi
tercih etmislerdir. Selanik’te mahalle olarak da diger dinlere mensup insanlardan ayri bir yerlesim düzeni
kurmuslar. 1924 ahali mübadelesi geregi geldikleri Türkiye’de de belli merkezlere yogun olarak ilgi göstermis
ve içe kapanik bütünlüklerini böylece korumaya çalismislardir. Ancak zamanla farkli mahalle ve sehirlere
yerleserek bir nevi fiziki asimilasyona ugramakla birlikte cemaat yapilarini koruduklari görülmektedir.

Istanbul’da, Karakaslar cemaatinin mezarligi, Üsküdar Bülbülderesi’nde yer aliyor. Sabatayciligi sürdürme
konusunda diger cemaatlerden daha aktif oldugu belirtilen bu cemaatin mezarlik konusunda da hassas
davrandigi görülmektedir. Bülbülderesi mezarliginda az sayida da olsa bazi Kapancilar’in yer aldigi belirtiliyor.
Yakubiler ise Maçka’daki mezarliga ölülerini defnetmektedirler. Yakubiler’in yogun olarak Izmir’de yasadiklari
belirtiliyor. Medya patronlarindan Bilgin ailesi bu gruba mensuptur. Kapancilar cemaatinin ise Feriköy
mezarliginda satin almis olduklari ayri bir bölüme ölülerini defnettikleri biliniyor. Sabataycilarin mezar sekli ve
taslarin islemesi tamamen farkli. Genellikle seramik üzerine çikartma resim bu mezar taslarinda yer alir.
Yazilarin üslubu da farklilik arzediyor. Dikkat çeken nokta ise Ey zair diye baslamasi. Sekil olarak da dönem
dönem farklilik arzetse de kendilerine özgü çiçek islemeler ve müslüman mezarlarindan farkli geomektrik
sekil vermeler dikkat çekmektedir.

Ibadethanelerinin ayri, mezarliklarinin ayri olmasinin yanisira bu cemaat mensubu ailelerin zengin ve farkli
bir mutfak kültürleri sözkonusu. Esin Eden, Yunanistan’da Ingilizce olark yayinlanan Bir ailenin yemek kitabi
isimli eserinde, kendilerine özgü yemeklerden bahsediyor ve ailesi Türkiye’ye geldikten sonra da biraraya
gelerek adet ve geleneklerini yasatmaya çalistiklarini belrtiyor. (a.g.e. S.42) Ilgaz Zorlu da bu yemeklerin salt
Akdeniz veya Yahudi mutfagindan oldukça farkliliklar arzettigini belirtiyor.

Sabataycılıkta cinsi sapıklıklar


Sabataycilarin sikça gündeme getirilen bir bayrami var: Kuzu Bayrami. Mesih Sevi’nin dogum günü olduguna
inanilan, Mart’in 21. gününü 22’ye baglayan gecesi mum söndü olarak nitelenen kutlama, bir yönüyle toplu
seks olarak degerlendirilmektedir. Bu Kuzu Bayrami’nin artik kutlanmadigina dair iddialar varsa da Alaettin
Gövsa kendi sahid oldugu bir örnegi Sabatay Sevi isimli kitabinin 97. sayfasinda anlatmaktadir. Ilgaz Zorlu
ise bu konunun üzerine, çok fazla ele alindigini belirttigi kitabinda, toplu seks ve mum söndü olayinin
Tanah’taki birtakim dualardan kaynaklandigini da vurgulamaktadir: Ancak surasi bir gerçektir ki Sabatayci
dua kitaplarinin özellikle bugün Israil’de bulunan nüshalarinda serbest seksin Tanah’a dayandirilan ayetlerle
desteklendigi bilinmektedir. (Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.51)

Sabataycilarla ilgili eserlerin, özellikle dua ve Kabbala yorumlarinin Israil’e götürülüp özel bir mekanda
gizlendigini belirten Zorlu, bu kaynaklarin arastirmacilarin incelenmesine açik olmadigini da vurgulamaktadir.
Türkiye’de yasayan bir cemaate ait dini kaynaklarin Israil tarafindan kaçirilmasi konuyla ilgili esrar perdesini
daha da dikkat çekici kilmaktadir. Israil devletinin bunlari gizlemekte ne gibi çikarlari oldugunun arastirilmasi
gerekmektedir. Toplu seks ve hatta ensest iliskiler dini kaynaklarda mesrulastirici yorumlarla ele
alinmaktadir: ... bazi Sabatayci din adamlarinin Lut örneginden hareketle ensest iliskiyi mesru kabul eden
kararlar verdiklerini bilmekteyiz... (Zorlu, a.g.e.S.62)

Günümüzde de mum söndü ritüelinin uygulandigina dair bir cemaat üyesi tarafindan açiklama yapildigini da
Zorlu belirtiyor. Zorlu, bütün cemaatlerde ayni uygulamanin var olup olmadiginin belgelenemedigini ve bu
konunun istismar edildiginden de yakinmaktadir. Dini yorumlar tarafindan mesru gösterilen bir uygulamanin
o dini benimseyen kisilerce sürdürülmesi kadar dogal bir sonuç olamaz. Ne derece yaygin oldugunun da
elbette arastirilmasi gerekiyor.

Internet’te Sabataycılık
Sabataycilik-dönmelik ve Türkiye’deki Sabataycilar üzerine, çogu Amerika ve Israil menseli onlarca makale ve
arastirmanin internet sitelerinde yer almaktadir. Internet sitelerinde konuyla ilgili yazilarin yer aldigi bazi
yayin organlari: Jarusalem Post, Forward, Jewish Exponend, The New Republic, The Journal of the American
Oriental Society, Canadian Geographic, Baltimore Jewish Times...

Genellikle Yahudi Kabbalizmi -mistisizm- üzerine yazilmis bu makaleleri görünce, varliklari Türkiye’de olan
ama Türkiye’de tartisilip konusulmayan Sabatayciligin, dünyada a’dan z’ye her boyutuyla arastirilmasindaki
gariplik net olarak önümüze çikti. Ilgaz Zorlu’nun kitabinda birkaç yerde vurguladigi korku tek sebep olabilir
mi? Böyle bir bahanede haklilik payi olsa bile kesinlikle inandirici gelmiyor.

Bu gizli yahudi cemaatinin veremeyecegi hesap mi sözkonusu? Internet sitelerinde yer alan yazi ve
arastirmalar incelendiginde ortaya birkaç önemli nokta çikmaktadir: Birincisi, Türkiye disinda bu konu, gerek
üniversitelerde ve gerekse medyada etraflica arastiriliyor ve arastirmalar kamuoyuna sunuluyor. Sadece son
bir yil içerisinde internet sayfalarinda yer verilen arastirma ve belge sayisi yüzün üzerinde. Bu alanda
yazilmis ellinin üzerinde kitabin ismi geçiyor bu yazilarda.

Buna karsilik Türkiye’de bir iki kitap ve üç dört makale disinda kaynak bulmak imkansiz. Ikincisi,
Sabatayciligin Yahudiligin özellikle mistik yorumu olarak görülen Kabbala anlayisindan kopuk olarak
anlasilmasinin mümkün olmadigi. Bütün ritüeller, bayramlar, ilahiyat anlamindaki anlayislari Yahudiligin bir
parçasi. Üçüncüsü ise özellikle Israil menseli yazilarda Sabatayciligin yahudiligi tahrif ettigi iddialari öne
çikmaktadir. Netice olarak Sabataycilik müslüman kisvesi altinda, yahudiligin kabbalistik yorumu’nun hayata
geçirilisi olarak karsimiza çikmaktadir. Yazi dizimizde de bunun kaynaklara dayali örneklerinden böyle bir
sonuç çikmaktadir.

BĐTTĐ
Forward’in ilginç iddiasi Amerika’da Yahudilerin 1897’den beri yayinladigi Forward dergisinin Subat 99
sayisinda Mustafa Kemal Atatürk hakkinda ilginç bir makale yayimlandi. Ayni zamanda derginin internet
sitesinde yer alan makalede, Sabataycilikta cinsellik’ konusuna da kisaca deginiliyor.

Makalenin yazari, derginin bir dönem Israil temsilciligini de yapmis olan Amerika’nin yahudi kökenli ünlü
arastirmaci yazarlarindan Hillel Halkin. Halkin, makalesinde M.Kemal’in yahudi kökenli oldugunu ve hatta
Sabatay Sevi’nin neslinden geldigini iddia ediyor ve Mum söndü olarak bilinen Kuzu Bayrami’ni söyle
anlatiyor:

Senede bir kez (Dönmelerin yillik kuzu bayrami esnasinda) Sabatay Sevi’nin dogum günü gecesi, çilgin
danslar esligindeki aksam yemegi sirasinda, mumlar söndürülür, hanimlarin degistirilmesi seansiyla (orgies,
toplu sex) ayinler gerçeklestirilir... Bu tür birlesmelerden dogan çocuklarin kutsal sayilacagina inanilir. (Hillel
Halkin, When Kemal Ataturk Resited Shema Yisrael: It’s My Secret Prayer, Forward Subat 1999, New York)

ĐLK TEPKĐLER
Bu arastirmayi yayimlamaya basladigimizda menfi-müsbet birtakim tepkilerin olabilecegini düsünmüstük.
Toplumumuzun, siyasi, ekonomik ve diger bir çok hassas alanlarinda özellikle son yüzelli yillik dönemde
etkinlik saglamis bu gizemli dini cemaat hakkinda yayimlanan bir arastirmanin yanki bulmasi da normal
karsilanmalidir. Okurlarimizdan gelen olumlu tepkiler ve böyle bir konuyu açtigimiz için gelen tesekkür
mesajlari bizleri elbette memnun etti. Çogu insan, hayretini de ifade etmekten geri kalmadi. Anlasildigi
kadariyla çogu insan birçok meseleden haberdar degil. Böylece önemli bir boslugu doldurucu hayirli bir
hizmeti de baslatmis olmaninmemnuniyetini paylasiyoruz. Öte yandan kökeni itibariyla Sabatayci ailelere
mensub bir kaç kisi de özellikle böyle bir diziyi yayimlamamizinamacinin ne oldugunu anlamaya çalismak için
aradi. Gazetemizde verilen bilgilere, hiç birinin bir iki ayrinti disinda itirazlari olmadi. Bizler de kendilerine
toplumsal bir gerçek olarak konunun bir gazetecilik olayi oldugunu anlatmaya çalistik.

Ileride daha detayli ve ayrintili yazilarin da yayinlanacagini belirttik. Ismini burada açiklamayi uygun
görmedigimiz ama siyaset alaninda etkin bir kisinin söylediklerinden, bu cemaat mensubu olanlarin
geçmisten gelen derin bir korku psikolojisi içinde olduklari anlasiliyor. Fakat, Türkiye’de yakin tarihte
yasadiklarimiz ülkeyi derinden etkileyen Selanik ve dönmeler faktörünün bilimsel olarak net bir sekilde
orataya konmasini gerektirmektedir. Bu alanda en çok da sorumlulugun Sabataycilara ait oldugunu ilk
bölümde belirttigimiz gibi yine tekrarliyoruz. Arastirmalarimiz devam etmektedir. Bu dizi ile tarihsel süreci ve
günümüze dair bir iki noktayi okuyucularimiza duyurmayi amaçlamistik ve bunun da hasil oldugunu
görüyoruz. Ileride Sabataycilarla ilgili daha ilginç yazilarimiz gazetenizde yer alacaktir.

Sinem Karaağaç
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

KABALACILAR Online: 1 Hits insg.: 2935 Hits


heute: 9
Önceki birkaç bölümde Rönesans (1350 ile 1650 yılları arasında) olarak bilinen dönemde Yahudi tarihindeki
olayları ele almıştık .

Bu zaman döneminde gördüklerimiz: klasik bilginin yeniden doğuşu ve Kilise’nin gücünün azalması; Đspanyol
Engizisyonu ve Yahudilerin çeşitli ülkelerden kovulması; Protestanlığın Hıristiyanlığın yeni bir dalı olarak
büyümesi; Polonya Yahudilerinin Altın Çağı ve Bogdan Chmielnicki’nin Ukrayna katliamları (Bkz 48, 49 ve 50.
bölümler).

Rönesans sona ererken Yahudi alemi ne durumdaydı peki?


Coğrafik olarak Yahudi nüfusunun yarısı kadarı, Türkiye ve Osmanlı Đmparatorluğu topraklarında büyük bir
yoğunluk göstererek, Ortadoğu’da yaşıyordu. Yaklaşık diğer yarısı ise Doğu Avrupa’da (Polonya, Ukrayna,
Litvanya) büyük bir yoğunluk göstererek, Avrupa’da yaşıyordu.

Bu, tüm Yahudilerin orada yaşadığı anlamına gelmez. Aslında Hindistan ve Çin dahil, dünyanın dört bir
yanında yaşayan Yahudiler vardı. Ancak Yahudi Tarihi açısından Yahudilerin toplu olarak yaşadığı geniş
merkezlere odaklanıyoruz.

OSMANLI ĐMPARATORLUĞU
Halife Ömer’in Yeruşalayim’in işgal ettiği 638 yılından itibaren (Hz. Muhammed’in ölümünden altı yıl sonra)
Yisrael toprağı -Haçlı Seferleri sırasında kısa bir istisna dışında (1099’dan 1187’ye)- Müslümanların elinde
kaldı ve bu, I. Dünya Savaşı’nın 1917’de sona ermesine kadar böyle sürdü.

Rönesans yılları sırasında (1516’dan itibaren) bu Müslüman gücü Đstanbul’u merkez alan Osmanlı
Đmparatorluğu’na aitti. Müslüman oldukları halde Osmanlıların Arap olmadığını, Türk olduklarını belirtmek
önem taşımaktadır.

Türkler Yahudilere karşı geleneksel olarak iyi davranmıştı. Đspanya’dan kovulduklarında Yahudilerin Sultan II.
Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına kabul edildiğini ve “Bana bu Đspanyalı Ferdinand’ın akıllı olduğunu
söylüyorlar ama aslında aptal biri. Hazinesini alıp bana gönderiyor” dediğini daha önceki bölümlerde
aktarmıştık.

Osmanlı Đmparatorluğu yayılırken Türkler Yisrael’e geldi ve “Muhteşem Süleyman” olarak bilinen Osmanlı
sultanlarının en büyüğü, Yeruşalayim’in bugün bile ayakta duran şehir duvarlarını yeniden inşa etti.

Büyüleyici olan şudur ki Süleyman Şlomo’nun Türkçe’sidir ve günümüzde Eski Yeruşalayim Şehri’ni
belirleyen, onun duvarlarıdır. Bu zaman döneminde çok sayıda Yahudi Yisrael toprağına, özellikle de Tsfat
(Safed) şehrine geri dönmeye başladı. 100 yıldan kısa bir sürede Tsfat’ın nüfusu 300 aileden 10.000 kişiye
çıktı. Ve bu dönem zarfında Tsfat, Yahudi bilginliğine şaşırtıcı katkılarda bulundu.

En başta Rabi Yaakov Berav’dan (1475-1546) söz etmeliyiz. Yahudi aleminde 1.000 yılı aşkın bir süredir
yapılmayan bir şeyi yapmaya çalıştığı için çok önem taşımaktadır. Semiha’yı, yani “rabinik atama ve
kutsamayı” yeniden oluşturmaya çalıştı. Semiha, Moşe’ye kadar geriye doğru izlenebilen, öğretmenden
öğrenciye direkt bir hat halinde giden “doğru” bir rabinik atama ve kutsamadır. Semiha Roma zulümleri
sırasında kesilmişti. Rabi’ler hâlâ atanıyor ve kutsanıyor ama bu, Yahudi kanununun gerektirdiği şekilde ne
“doğru”, ne de “resmi” idi; yalnızca sembolikti. Rabi Berav bunun yeniden doğru bir şekilde yapılabileceğini
düşündü ve kendini ve bir başka kişiyi atadı ve kutsadı ama girişimi başarılı olmadı. Yeruşalayim’in rabi’leri
bunu tanımadı. Günümüzde bile rabinik atama ve kutsama yalnızca semboliktir.

Rabi Berav’ın atayıp kutsadığı diğer kişi, Đspanya’dan kovulan Yahudilerin arasında bulunan ve Avrupa’dan
Türkiye’ye oradan da Tsfat’a gelmiş olan Rabi Yosef Karo (1488-1575) idi. Orada Yahudiliğin en önemli
kitaplarından birini yazdı: bugün bile uyulan Yahudi kanunnamesi Şulhan Aruh “Hazırlanmış Masa”.

Kendisinden önce başka bir Đspanyol rabi, Rabi Yaakov ben Aşer, Yahudi kanununu Arba Turim (“Dört
Bölüm”) adlı bir kitapta düzenlemeye yeltenmişti. Rabi Yosef Karo Arba Turim’i aldı, bir yorumlama yazmak
için 32 yılını harcadı ve Bet Yosef (“Yosef’in Evi”) adını verdi, sonra da Şulhan Aruh’a indirgedi.
Rabi Karo Sefarad idi. Rabi Moşe Isserles (Ramah olarak bilinen) ise Krakowlu Polonyalı bir rabi idi, Şulhan
Aruh’a bir Aşkenaz yorumlama yazdı (Bkz. 49. bölüm). Günümüzde Yosef Karo’nun Moşe Isserles tarafından
düzeltilen Şulhan Aruh’u, Yahudi kanununu belirler.

Yosef Karo bugün daha çok kanun kitabı sayesinde tanınsa da, bir mistik idi. Tsfat’a yerleşmesi de rastlantı
eseri değildi çünkü onun zamanında Tsfat Yahudi mistikliğinin merkezi oldu.

YAHUDĐ MĐSTĐKLĐĞĐ
Yahudi mistikliği nedir? Yahudi mistikliği daha çok Kabala olarak bilinir.

Kabala (“alınmış olan”) Tora’nın sözcük ve harflerinin derin, gizli anlamına odaklanan bir yorumudur. Yahudi
geleneğine göre Tora’yı anlamanın bu seviyesi Sinay Dağı’nda ortaya çıkarılmıştı ama karmaşıklığı yüzünden
yalnızca birkaç “inisiye” (sırları bilen) ile sınırlı kalmıştı. Zamanla bu gizli yorumlama daha yaygın bir şekilde
bilinmeye başladı ve sonunda yayımlanarak herkese açıklandı (ama sadece pek azı bunları anlayabiliyordu).

Kabala’nın anahtar eseri Zohar’dır “Đhtişamın Kitabı”. Bu kitabın içeriği ilk olarak Rabi Şimon bar Yohay
tarafından yaklaşık M.S. 100 yılında, bir mağarada Romalılardan saklanırken ortaya çıkarılmıştı. Birçok
akademisyen bu kitabın Rabi Moşe de Leon (1240-1305) tarafından yazıldığını ileri sürer.

Đspanyol bir rabi olan Rabi Moşe de Leon gerçekten de Zohar’ı yayımlayan ilk kişiydi ama hiçbir zaman yazarı
olduğunu iddia etmedi. Dahası yayımlamış olduğu öğretiler tutarlı bir bütün şeklinde düzenlenmemişti ve
önceden olduğu gibi az sayıda kişi içeriğini anlayabiliyordu.

Daha sonra Ramak olarak bilinen Tsfatlı Rabi Moşe (1522-1570) devreye girdi. Ramak o zamana kadarki tüm
Kabalistik düşünceyi, özellikle de Zohar’ın öğretilerini akılcı bir şekilde sistematize etti. Ramak, eseri Pardes
Rimonim’de (Nar Bahçesi) çeşitli, çoğu zaman görünürde çelişkili öğretileri tutarlı bir sisteme dönüştürerek
Kabalacı geleneğin birliğini kanıtladı.

Ramak’ın sisteminin çekirdeği, Tanrı’nın gerçeği on sefirot-Đlahi enerji kanalları- ile nasıl yarattığının ayrıntılı
bir tanımından oluşuyordu. Bu on kuvveti anlamak günümüzde Kabala öğreniminin anahtarıdır.

Ancak bugün bildiğimiz şekliyle Kalaba’nın gelişimindeki en ünlü kişi belki de, Ari olarak çağırılan Rabi Yitshak
Luria (1534-1572) oldu. Ari Yeruşalayim’de doğmuş, sonra Tsfat’a yerleşmiş, oraya Ramak’ın cenazesinin
yapıldığı gün gelmişti. Tsfat’ta yalnızca iki yıl yaşadı, 38 yaşında öldü ama bu kısa zaman içinde Kabala
öğreniminde devrim yaptı. Gerçekten de öğretileri -öğrencisi Rabi Hayim Vital tarafından toplanmış olan-
Kabala öğrenimini güçlü bir şekilde yönlendirir.

Ari’nin sistemi Ramak’ınkini geliştirdi ve sefirot’u tek boyutlu noktalar olarak algılamak yerine, dinamik olarak
etkileşen, her biri simgesel insancıl karaktere sahip partzufim “şahsiyetler” olarak gördü.

Onun anlayışına göre insan eylemleri Đlahi enerjiyi dünyaya kanalize eden sefirot’u etkileyebilir, yaradılışın
amaçlanan mükemmellik durumuna ilerleyişini kolaylaştırır, ya da engeller.
Ari, Sha’ar He Gilgulim “Reenkarnasyonun Kapısı” adlı eserinde açıkladığı reenkarnasyon etüdünü de
geliştirdi.

Bu zaman döneminde çok sayıda kişi Tsfat’ta Kalaba öğrenmeye geldi. Efsaneye göre beyazlar giymiş olan
Kalabacılar Şabat akşamları kırlarda dolaşır Şabat Kraliçesi’ni karşılayan şarkıyı söylermiş: Lecha Dodi Likrat
Kallah “Gel Sevdiğim, Gelini Karşılayalım.” (Bu ünlü şarkı/şiir Rabi Şlomo HaLevi Alkanetz tarafından
yazılmıştı.)

SABETAY SEVĐ, SAHTE MESĐH


Mistiklik her zaman Mesihsel beklenti ile birleştirilir. Ama Mesihsel beklenti -Maimonides tarafından
belirlenmiş olan Đnancın On Üç Prensibi’inden biri- bazen yanlış olabilir ve Yahudi halkı için büyük sorunlara
yol açabilir.

Bu olay 1600lü yılların sonunda oldu ve önceki 150 yılın Yahudi tarihi -kovulmalar, engizisyon ve Chmielnicki
katliamları- sahneyi hazırladı. Yahudilerin morali bozuktur. Đşler ancak daha kötüye gidecek gibi
görünmektedir. Kuşkusuz Mesih’in kurtarmaya gelme zamanı gelmiştir artık.
Bu anda Sabetay Sevi adında sözde bir mistik ün kazanmaya başladı. 1626 yılında Đzmir’de doğmuş,
duygusal olarak istikrarsız da olsa, kuşkusuz her bakımdan parlak, karizmatik bir kişiydi. 20 yaşında iken
kendisine cemaatinin üyeleri tarafından haham “bilge kişi” unvanı verilmiş ancak kısa zaman sonra,
davranışları tutarsız olmaya başlayınca insanlar akıllı olduğu halde zihinsel olarak istikrarsız olduğunu anlamış
ve onu aralarından uzaklaştırmıştı.

Ortadoğu’da dolaşmaya başladı ve 1651’de Yisrael’e, tam olarak Gaza’ya gitti. Orada destekçisi olan Gazalı
Natan adında başka bir sözde mistik ile tanıştı. Sabetay Sevi’yi Mesih olduğuna ikna eden ve tüm Yahudi
cemaatlerine Mesih’in Yisrael’e geldiği konusunda mektuplar yollamaya koyulan odur.

Daha sonra olanların anlatısı ilk elden, Almanya’da yaşayan “Hamelinli Glukel” adlı ve anıları 17. yüzyıl
Avrupa Yahudiliğinin yaşamı hakkında fikir veren Yahudi bir kadından gelmektedir. Şöyle yazar:

“Đnsanlar Sabetay Sevi’den konuşmaya başladı ama vah bize, günah işledik ve duyduğumuzu ve inandığımı
hiçbir zaman göremedik. Dünyanın her yerinde hizmetkarlar ve çocuklar pişmanlık, dua ve hayır işi ile uğraştı
ve iki, hatta üç yıl boyunca sevgili Yisrael halkı bekledi ama hiçbir şey ortaya çıkmadı.

“Đzmir’den mektuplar gelmeye başladığında sevincimiz anlatılamaz. Çoğu Sefaratlara hitaben yazılmıştı.
Mektuplar gelir gelmez sinagoga götürdüler ve yüksek sesle okudular. Genç ve yaşlı Almanlar da Sefarad
sinagoglarına koştu.

“Birçoğu kurtarılacakları günün umuduyla evlerini, topraklarını ve tüm sahip olduklarını sattı. Kayınpederim
Hamelin’deki evini terk etti, evini, topraklarını ve güzel eşyalarını bıraktı. Çok iyi biliyoruz ki En Ulu bize söz
verdi ve o kadar kötü değiliz, kalbimizin derinliklerinde gerçekten dindarız, eminim Tanrı bize merhamet
edecektir. “Komşunu kendin gibi seveceksin” emrine uyabilirsek. Ama Tanrı bizi affetsin. Yaşamlarımıza
hakim olan kıskançlık ve düşüncesiz nefretten iyilik gelemez...”

Bu anlatıdan Yahudilerin o kadar çok zulümden sonra Mesih’in gelişini ne kadar hevesle beklediğini ve Mesih
coşkusuna ne kadar kolay kapıldıklarını görebiliyoruz.

Ancak, Sabetay Sevi’nin Yahudi aleminde muazzam sayıda takipçisi olduğu halde (Đsa’nın sahip olduğundan
çok daha fazlası) Avrupalı rabi’lerin kanmadığını ve halkı ona karşı uyardıklarını belirtmek gerekir.

Bu arada kendi hikayesine inanan Sabetay Sevi Osmanlı Đmparatorluğu’nun Sultanı’nı ziyaret etti ve Mesih
olarak tanınma talep etti. Sultan’ın Yisrael toprağını ona vermesini de istedi.
Etkilenmeyen Sultan onu hemen hapse attırdı ve Đslam’ı kabul etmezse onu ölünceye kadar işkence ile tehdit
etti.

Sabetay Sevi böylece din değiştirdi. Đşbirliği nedeniyle ona bir kraliyet unvanı, Aziz Mehmet Efendi ve
“Sultan’ın Kapısında Kapıcı” konumu verildi. Mesih olduğunu iddia etmeyi sürdürdü ve sonunda Sultan onu
sürgün etti.

Tabii Đslam’ı seçer seçmez Yahudi alemi Mesih olduğuna inanmayı bıraktı. Ancak birkaç Yahudi
kandırıldıklarını kabul etmedi ve onunla birlikte din değiştirdi. Bu grup -Dönmeler- Türkiye’de özel bir
Müslüman mezhebi olarak I. Dünya Savaşı’na ve Osmanlı Đmparatorluğu’nun düşüşüne kadar ayakta kaldı.

KARŞI TEPKĐ
Sabetay Sevi ile olanların sonucunda bir karşı tepki ortaya çıktı. Mesihsel coşku Yahudi alemini kasıp
kavururken Sabetay Sevi’nin kimsenin dinlemediği karşıtları, özellikle Haham Tzvi olarak bilinen Amsterdamlı
Rabi Tzvi Ashkenazi ve oğlu Rabi Yaakov Emden, bu fiyasko yüzünden Yahudi mistikliğini suçladı. Bu kez
insanlar onları dinledi. Bu karşı tepkinin sonucunda bazı parlak Kabalacılar haksız yere suçlandı, şehirden
kovuldu, kitapları yakıldı.

Bunlardan biri Ramhal olarak bilinen Đtalyan rabi Moşe Hayim Luzetto (1707-1747) idi. Büyük bir Kabalacı,
derin bir düşünür idi. Günümüzde de yoğun bir şekilde okunan Mesilat Yesharim “Doğrunun Yolu” adlı
kitabın yazarıdır. Ama Kabalacı olduğundan Đtalya’dan kovuldu, Yisrael’e gitti ve 40 yaşında öldü.
Yahudi öğrenimine katkıları ölümünden sonrasına kadar takdir görmedi. Rabi Elijah ben Shlomo Zalman,
Vilna Gaon’u (Vilna Dahisi) daha sonra Ramhal’in eserleri hakkında, Yahudilik konusundaki anlayışının
mükemmel olduğunu, Ramhal Vilna Gaon’un zamanında hayatta olsaydı, Vilna’dan Đtalya’ya yürüyerek
Ramhal’ın ayaklarına oturacağını ve öğreneceğini söylemiştir.

Ne var ki Vilna Gaon Ramhal’ı överken, öğretileri Kabala’ya dayanan başka bir parlak rabi’yi, Hasidik
hareketin ünlü kurucusu Ba’al Shem Tov’u yermiştir.
Bu Yazı Sevivon Post Sitesinden AlınmıştırMASONLUK NEDĐR
Đnsanlar arasında din, dil ve ırk farkı gözetmeden kardeşlik, hürriyet, eşitlik ve adalet ilkelerini savunduğunu
iddia eder, Yahudi milli ve dini felsefesine bir yan felsefe olarak oluşmuştur ve Avrupa'ya taşınmasıyla
Hıristiyan felsefesinden de büyük ölçüde etkilenmiştir fakat temel gayesinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
Temel gayesi dünyayı gelecek zaman da var olacağına inandıkları bazı olaylar için ,kontrol altına almak, bir
nevi ele geçirmektir. Bunun içinde insanları insan yapan ,onların benliğinin ve direncinin asıl kaynağı olan
milli ve manevi değerleri bozmayı gaye edinmiştir.
Bunun yanında çağlar boyu insan hayatının büyük ölçüde kontrol edicisi halini almış Ekonomik, Siyasi ve
Toplumsal olayların kontrolünü de ele geçirmek amaçları arasındadır. Bunun için Masonluğun hedef kitlesi
üst düzey kesimdir.
Bu üst düzey kesimin önemli bir dilimi Mason dayanışması ve maddi menfaatler uğruna , bu gurubun üyesi
olmuş iş çevreleridir. Bu çevreler tepeden gelen emirlere uyarak dünya ekonomisinin tek elden yönetilmesine
araç olurlar.
Diğer bir dilim ise Siyasilerin dilimidir, ki ekonomik ve toplumsal olayların en etkili kontrolü yönetici
kadronun elindedir. Bir başka dilim ise MEDYA dilimidir, bu bana göre en önemli dilimdir.
Toplumsal, siyasi ve ekonomik olaylar birbiriyle daima etkileşim içindedir. Bu etkileşimi topluma yansıtan
araç ise medyadır. Medyayı kontrol altına almakla toplumu yönlendirmek ,yerine göre uyutmak ve
düşünemez hale getirmek, yerine göre de ayaklandırmak kaosa sürüklemek mümkündür. Çünkü insanlar
gerçeği görüp duyduklarından ibaret sanma gibi bir yanılgıya sıkça düşerler. Gelecek bölümlerde masonlukla
ilgili iddialarımızı tek tek ele alacağız...
Masonlukla ilgi diğer bir nokta ise ciddi bir gizlilik anlayışıdır. Bu gizlilik anlayışı Masonik sırların ve öğretilirin
gizli kalmasını sağlamak. Bu yolla temel amaçlarının deşifre edilmesini engellemek istenmiştir. Masonluğun
gizlilikle ilgili genel prensibini şu şekilde ifade etmek mümkündür : "Masonluk kendini her yerde hissettirmeli
fakat hiçbir yerde görülmemelidir ." Ve görüyoruz ki masonluğun bu gizlilikle hedeflediği bir başka şeyde
toplum üzerinde psikolojik bir etki oluşturmaktır. Çünkü Đnsan Psikolojinde var olduğu bilinen ,hissedilen
fakat görülemeyen, gizlenen şeylerin etkisi büyüktür. Masonik sırları saklı tutmayarak masonluğa ihanet
eden kişlerin başlarının kesilip, diğer masonlara ibret olması açısından çubuklarara saplanıp sergilenişi tasvir
eden bir çok resim mevcuttur. Bu tip örnekler çağımızda olmamakla birlikte, ortaçağ da sık sık
yaşanmaktaydı.
Masonlara göre ise kendilerini çok daha farklı ifade ederler. Örneğin " Masonluğa saldıranların ve masonları
kötüleyenlerin en büyük korkusu, Masonluğun ne olduğunun ve ne olmadığının toplumda iyice ve açıkça
anlaşılmasıdır." sözleriyle masonluğun aslında "açıkça ve iyice anlaşılmak " istediğini, fakat art niyetli kişilerin
bunu engellediklerini ifade etmeye çalışmışlardır .
Bu söze cevabımız şu olacak. Eğer masonluk "açıkça ve iyice anlaşılmak "isteseydi, elinde ki imkanlarla bunu
pek ala yapabilirdi. Fakat günümüze kadar süslü cümlelerle dolu EDEBĐ(!) açıklamalarla masonluk
olduğundan farklı gösterilerek hep gizlenmeye çalışılmış. Burada söz oyunlarının aslı muhatabı masonlardır,
asıl onlar "açıkça ve iyice"tanınmaktan korkarlar. Bu nedenle hep gizli örgütlenirler, çoğu insan Masonluk
diye bir kurumun varlığından bile habersizdir. Toplantılarını kapalı kapılar ardında yapıp gizlilikten taviz
vermezler,birbirleriyle "LEMS" denilen özel işaretlerle anlaşırlar. Tüm bunlar masonluğun ne derece
tanınmaktan korkan bir kurum olduğunu gözler önüne seriyor. Bu nedenle masonluk üzerlerindeki meraklı
gözlerin baskısını az da olsa azaltmak için Türkiye masonları son zamanlarda göstermelik etkinlikler, sergiler
düzenlemişlerdir.
Masonlar Masonluğu şöyle de tarif ederler ; "Masonluk, tüm insanların ve tüm toplumların barış ve
mutluluğunu amaçlayan, bireylerin bu yolda ilerlemelerini sağlayan bir sistemdir." Yukarıda insanlık,dünya
vatandaşlığı ve enternasyonalizm gibi ülküleri benimsediği, Masonların barış ve mutluluk için çalıştıkları öne
sürülüyor.
Uygulamada ise masonlar sadece aynı teşkilat mensuplarını kardeş görür ve ancak aynı teşkilata
bağlananlara yardımcı olurlar,burada hedeflenen insanlığın değil masonluğun mutluluğu ve barışıdır.
Masonlara göre masonluğun birbaşka amacı ise; " Özgür düşünceli, iyi ahlâklı, bilgili, erdemli, kendi
toplumlarını ve insanları seven, onların evrimsel doğrultuda gelişmeleri ve mutlulukları için özveriyle çaba
gösteren, adaleti öncelikli tutarak savunan, kendi sahip oldukları değerleri başkalarına da kazandırmaya
çalışan insanların giderek daha çok sayıda yetişmelerinin sağlanması."olarak ifade edilir.
Yukarıdaki sözlerle şunu da anlıyoruz ki masonluk çok sayıda edebiyatçıya sahip .Tüm toplumca taktir edilen
bir çok değer burada süslü cümlelerle masonluğun amacına dönüşmüş. Gerçek ise bundan çok farklıdır.
Cümle cümle ele alalım. Özgür düşünceden bahsediliyor, yıllarca masonluk tabiri ile "tıpkı bir küp taş gibi
yontulmuş", kontrol altına alınmış,şekillendirilmiş, masonluğa uygun olmayan düşünceler(!)den arındırılmış
beyinlerin özgür düşünceli olduğundan bahsedilmesi mantık dışıdır. Masonlukta özgürlük insanın manevi ve
milli kimliğinden "bağımsız kalarak" kendini masonik değerlere bırakması, her zaman önceliği masonik
değerlere tanımasından ibarettir.
Đyi ahlak, bilgi ve erdemden bahsedilir, bunlar tüm insanlarca takdir edilen değerler olduğu için, burada
cümleyi süslemek için kullanılmıştır. Günümüzde masonluk maddi menfaatleri amaç edinmiş,
politik,ekonomik ve kişisel hırslarına kapılmış, insanların topluluğudur. Zaten masonluk kurumu da "Maşa
olarak " kullanabileceği kişileri kabul eder. Hiç bir zaman bir kasap, manav, ilkokul öğretmeni mason olamaz,
ne derece ahlaklı, bilgili, erdemli olursa olsun. Fakat bunun yanında bir holding patronu yada politikacı, ne
kadar pis meziyeti olursa olsun mason olabilir. Buradan da şu sonucu çıkarabiliriz ki Masonluk menfaatlerine
uygun kişiler seçer, kişiler menfaatleri için mason olur.
"Kendi toplumlarını ve insanları seven, onların evrimsel doğrultuda gelişmeleri ve mutlulukları için özveriyle
çaba gösteren" ifadesi ise başlı başına çelişkidir, çünkü mason kardeşliği, masonik amaçlar her zaman milli,
manevi toplumsal anlayışın her zaman önünde tutulur . Dil ve ırk ayrımı yoktur sözlerine karşılık mason
localarında bilhassa Yahudilerin ve dönmelerin en önemli mevkilerde bulunduğu görülmektedir. Türkiye
masonluğunun temellerini Selanikli sabetaycılar(gizli yahudiler) atmışlardır. Bu günde sabetaycılar ve
masonlar arasındaki dayanışma devam etmektedir, bu hal yahudilik ve masonluk ilişkisini gözler önüne
seren örneklerden biridir.

Hazırlayan: Abdülhamit Ergüler

KAYNAKLAR:
YENĐ REHBER ANSĐKLOPEDĐSĐ 13. CĐLT TÜRKĐYE GAZETESĐ ĐSTANBUL 1994 SF 279-280 - MEYDAN
LAROUSSE 13. Cilt 214-15-16. Sayfa -T.BIRITANNICA 12.CĐLT 1993 92-93 HÜRRĐYET - YENĐ MASONĐK
DÜZEN-HARUN YAHYA - YAHUDĐLĐK VE MASONLUK- HARUN YAHYA -DÜNYA VE TÜRKĐYE'DE MASONLUK VE
MASONLAR -ĐLHAMĐ SOYSAL Yayınları Đstanbul 1980 -ĐNTERNET ÜZERĐNDEN GAZETE ARŞĐVLERĐ -YERLĐ VE
YABANCI BĐR ÇOK MASONĐK SĐTE - ANTĐ-MASONĐK SĐTELER
Ötüken.Net www.kocakurt.gq.nu

Đttihat ve Terakki’nin Masonlukla Bağlantısı


Gizlilik Dönemi

Komplocular (Jön Türkler), kısa zamanda etkinlik merkezi Selânik'te kurulu diğer bir kuruluştan,
Masonluk'dan, yararlanabileceklerini düşündüler...Mason locaları bu şehirde, açıktan açığa olmasa bile,
kesintisiz çalışmaktaydılar ve aralarında Abdülhamit'in devrilmesini sevinçle karşılayacakların sayısı hayli
kabarıktı."

"Dolayısıyla, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti üyeleri, Selânik mason localarının davaları için biçilmiş kaftan
olduğunu kısa zamanda farkettiler. Anlaşılan Cemiyet, mason localarının hemen hepsini toplantı yeri olarak
kullanmış, masonlardan çoğuna kendi davalarını kabul ettirmiş ve masonların yeni adayları denemek için
uyguladıkları yöntemlerin çoğunu benimsemişti. Öte yandan, Selânik masonlarıyla karşılaşmaları sonucu,
Cemiyetin çalışmalarının hız kazandığı da anlaşılmaktadır." (E. E. Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 Đhtilâli)

"Önce, Ramsaur'un Masonluk'tan yararlanmanın Cemiyet'in kuruluşundan sonra düşünüldüğü fikrine


katılmadığımıza işaret etmeliyiz.. ..Vardığımız kanı, daha Cemiyet kurulmadan, Masonluk içinde bunun
fikriyatı yapılırken, localardan nasıl yararlanabileceği düşüncesinin belirmiş olduğu yolundadır. Cemiyete
alınanla Masonluğa alınan arasındaki farklar, giriş farklılıkları, Cemiyet'in karma yapısı (mason olan ve
olmayan), gizli evrakın büyük bir güvence altına alınması, özellikle Cemiyet'in bazı şubelerine hafiyelerin
sızmasına karşılık bunların hiç tehlikeye düşmemesi, önceden tasarlanmış ve mükemmel bir örgütlenmenin
gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor. Bu da mason localarının görevlerinin önceden saptanmasıyla mümkündü."
(Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve Masonlar)
"...Selânik'te oturanların Masonluğu çekici bulmalarına şaşmamak gerek. Çeşitli millet ve inançlara sahip
liberal düşünceli, eğitim görmüş kişilerdi Selânik'liler, oysa Türkiye'deki mutlakiyetin dünyada bir eşi yoktu.
Masonluk ya da benzeri bir örgüte yaklaşmaları çok normaldi. Selânik'te bir çok Musevi vardı ve bunların
çoğu masondu. Bu da Masonluğu "Uluslararası Yahudilik" yoluyla dünyaya hakim olma çabası olarak
yorumlayanlar için kuşkulu bir durum yaratıyordu."

"Sonuç olarak, Jön Türk hareketini masonların ve Musevilerin hazırladıkları "dünya ihtilâli" nin bir parçası
olarak niteleyen yayınların sayısı hayli kabarıktır." (E. E. Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 Đhtilâli)

"Kesin olarak söyleyebiliriz ki, Türk ihtilâli, hemen hemen tümüyle bir mason-Musevi komplosudur."
(The Morning Post (London 1920), The Cause of World Unrest)

"Jön Türk hareketi, Đtalyan Büyük Doğusu'nun yönetimi altındaki Selânik mason locaları tarafından
başlatılmıştır ve aynı makam daha sonra Mustafa Kemal'in başarıya ulaşmasına da yardımcı olmuştur."
(Nesta H. Webster, Secret Societies and Subversive Movements)

"1900 Yıllarında Fransız Büyük Doğusu, Abdülhamit'in devrilmesine karar verip, gelişmekte olan Jön Türk
hareketini bu yöne çevirmiştir." (Friedrich Witchl, Weltfreimaurei, Weltrevolution, Weltrepublik)

"Mustafa Kemal Vedata (?) locasına alınmıştı. Kendisini hoşlanmadığı bir hava içersinde buldu. Loca,
uluslararası Nihilist bir örgüte bağlıydı. Yahudilere baskı yapan Rusya'nın kötülüğünden, Yahudilere zengin
olma imkanlarını tanıyan Viyana'nın iyiliğinden söz eden hiç bir millete mensup olmayan adamlar vardı
etrafta. Bunlar kaypak, güvenilmez, renkleri belli olmayan kişilerdi. Mustafa Kemal,...yıkıcı yeraltı
faaliyetlerinde bulunan uluslararası bir takım örgütlerin ağına düştüğünün farkındaydı, ama bunların
mahiyetini tam olarak bilmiyordu. Mason törenlerine de aldırdığı yoktu, bunlardan alayla sözediyordu."
(Harold Armstrong, Grey Wolf: Mustafa Kemal, An Intimate Study of a Dictator)

"Hareketin asıl beyinleri Yahudi ya da Dönmelerdi. Selânik'in zengin Dönmelerinden ve Yahudilerinden,


Viyana, Budapeşte, Berlin'deki uluslararası kapitalistlerden mali yardım görmekteydiler."
(R. W. Seton-Watson, The Rise of Nationality in The Balkans)

"1908 Đhtilâlinin hazırlanışında masonlara daha fazla pay tanımak, eldeki belgelere aykırı düşer, çünkü
ihtilâlin gerçek hazırlayıcıları olan Üçüncü Ordu subaylarının hepsinin mason olmadığı muhakkaktı;
Selânik'teki bütün Jön Türklerin Masonlukla ilgisi olduğu iddia edilemez. Đttihat ve Terakki Cemiyeti 1908'de
gücünü, Selânik çevresindeki kırsal kesimden almaktaydı ki, Masonluk buralarda hiç de etkili değildi." (E. E.
Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 Đhtilâli)

Đttihat ve Terakki'yi kontrol eden kişiler, kendilerini mason localarının karmaşık ritüellerinin perdesi ardına
gizlemekteydiler." (Harold Armstrong, Grey Wolf: Mustafa Kemal, An Intimate Study of a Dictator)

"Topluluk, yüzyılın başlarında kurulmuş olan Đtalyan Carbonari cemiyetini örnek alarak
örgütlenmiştir....Napoli'de geçirdiği günlerde, Đbrahim Temo, bir arkadaşı eşliğinde bir mason locasını ziyaret
etmiş ve Carbonari'nin Đtalya tarihindeki rolü ve örgütlenmesi üzerine bilgi edinmişti ki, daha sonra,
Türkiye'de benzer bir gizli cemiyet kurmaya karar verdiğinde, bu ziyaretin etkisi görülecektir."

"Daha sonra "Đttihat ve Terakki" olarak anılacak olan, ancak o zamanlar "Terakki ve Đttihat" adını taşıyan ilk
Jön Türk örgütlenmesi üzerinde Carbonari etkisi, üyelerin birbirlerini ancak kesirli sayılar olarak tanımalarında
en belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kesirler, örgütün her hücresine ve hücredeki her üyeye birer sayı
vererek elde edilmekteydi...Örnek olarak, yedinci hücrenin beşinci üyesi "5/7" olarak tanınmaktaydı.
Hareketin kurucusu olan Đbrahim Temo "1/1" idi." (E. E. Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 Đhtilâli)

"Baskının arttığı yerde özgürlükler konusunda konuşabilmek için gerekli ortamı Masonluk sağlamaktadır.
Örgütün şemsiyesinin altındaki gizlilik ve art düşüncelerden arınmış şekilde konuşup dinleme olanağı güven
verir. Türkiye'de de böyle olmuştur. Ancak burada, ırkların ve siyasal hedeflerin çeşitliliğinin mason
çalışmaları için aşılmaz bir engel olduğu sanılıyordu...Oysa Masonluk ırk ve din farkına rağmen insanları
birleştirmeyi amaçlıyordu."
"Bütün bunlara rağmen, 1903'te Makedonya'da Sultan'ın baskısına tepki gösteren Jön Türklerden bazı
masonlar Selânik'te partilerinin merkezini kurmayı başardılar. Jön Türk komitesinin propogandası Selânik'ten
ülkenin her köşesine, vatanseverlikle dolu beyannameler yağdırdı ve gerçek Osmanlıları ülkeyi meşruti bir
rejime kavuşturmak için savaşmaya çağırdı....Ve sonunda 24 Temmuz 1908'de ihtilâl patlak verdi."
(Albert Emanoel Karasso, Rivista Masonnica'da Aralık 1913'te yayınlanan makale)

"Baruh Kohen adındaki Volter'ci, özgür fikirli bir düşünür, 1880'den 1905'e kadar, Selânik'te bir havari gibi,
fikir özgürlüğü vaaz etti. Havariliğini bazı arkadaşları ile kurduğu, Đskoç Ritine bağlı bir Đtalyan mason
locasında sürdürdü. Bu loca bir kaç yıllık faaliyetten sonra kapandı. 1901 Kasım'ında "Macedonia Risorta"
adıyla yeniden açıldı ve her inançtan insanları içinde topladı. Đttihat ve Terakki'ye yataklık eden loca budur."
(Joseph Nehema, Histoire des Israelites de Salonique)

"Selânik'te, 1903 Yılında tek olan "Macedonia Risorta" nın yanına, 17 Eylül 1904'te Fransız "Veritas", 1906'da
Đtalyan "Labor et Lux", 1907'de Yunan Büyük Doğusu'na bağlı "Philippos", Đspanyol Büyük Doğusu'na bağlı
"Perseverencia" ve Romanya Milli Büyük Locasına bağlı "Steaoa Saloniculiu" locaları kuruldu."
(Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve Masonlar)

"Veritas'ın üyelerinin .....arasındaki en ilgi çekici kişi, Selânik'in en etkili Türkçe gazetesini kurmuş olan Fazlı
Necip idi. Đttihat ve Terakki'nin gizli faaliyetlerine aktif olarak katılıyordu. 1908 Temmuz'unda Cemiyet
tarafından Selânik'teki eylemleri ve propogandayı düzenlemekle görevlendirilmişti." (Orhan Koloğlu,
Đttihatçılar ve Masonlar)

"Balkan'lardaki subaylardan en az ikibini Đttihat ve Terakki'ye üyeydi." (Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa)

"Osmanlı ordusundaki 7000 subaydan 5000'i Đttihatçıdır." (Eugene Lautrier, Figaro Gazetesi (11 Ağustos
1908)

"1909 Yılından itibaren, mason tartışması gündeme geldiğinde her Đttihatçının mason olduğu şeklinde
abartmalar bol keseden piyasaya sürülmüştür. Bunda bir gerçeklik payı olduğunu sanmak safdillik olur."
(Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve Masonlar)

"Đttihat ve Terakki üyelerinin pek azı masondu. Zaten, ihtilâl sadece masonlara dayansaydı asla başarılı
olamazdı." (Sir Edwin Pears, Forty Years in Constantinople 1873-1915)

"Devrim öncesinde Đttihat ve Terakki'nin ünlü ve ünsüz isimlerinden hangileri aynı zamanda masondu? Çok
belirli isimler dışında kesin bir liste vermek mümkün değil. Talât (Paşa), Cavid, Manyasizade Refik, Mithat
Şükrü, Naki, Kazım Nami, Cemal (Paşa), Hüseyin Muhittin, Faik Süleyman (Paşa), Đsmail Canbolat hemen
söylenebilecek isimler." (Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve Masonlar)

"Emmanul Karasso Efendi'nin hayatı güzel bir örnektir. Selânik'li bir Yahudi olan Karasso "Macedonia
Risorta"nın Üstad-ı Azâm'ı idi ve Jön Türklere mason localarında toplanmayı önerenin o olduğu söylenir."
(E. E. Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 Đhtilâli)

"Đttihat ve Terakki ile Masonluğun bağını kuran ve bunda önemli rol oynayan üç kişinin yaşam öykülerini
incelersek, belki bu bağın niteliğine bir ışık tutabiliriz. Bu üç kişi, sonradan sadrAzâm olan Talât Paşa,
Emanoel Karasso ve Manyasizade Refik Bey'lerdir."

"...Üç mason-Đttihatçı öncü arasında,...Masonluğa en ilkesel yaklaşıma sahip olanın Manyasizade olduğu
söylenebilir. Ancak devrimciliğinin eylemci niteliği, masonluğunu çok ikinci planda bırakmıştır. Talât,
kuşkusuz herşeyden önce devrimciydi, onda Masonluk Manyasizade'den de geri kalır. Karasso ise öncelikle
masondu, ama kendi locasını Đttihatçılara yataklık için açmakla o da ilk ikisinin çizgisine gelmiş oldu."
(Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve Masonlar)

"Cemiyetin gizli toplantılarından bir çoğu "Macedonia Risorta" locasında yapılmıştır. Fransa Büyük
Doğusu'ndaki bir belgeye göre E. Karasso ihtilâlden önceki iki yıl boyunca cemiyetin gizli arşivlerini locada
saklamayı kabul etmiştir." (Paul Dumont, 20. Yüzyıl Başlarında Selânik'teki Fransız Obediyanslarına Bağlı
Masonluk)
"Jön Türkler Makedonya garnizonlarındaki subaylar arasında yandaşlar bulmaya ve bir örgüt kurmaya
başlayınca, ...ünlü Emanoel Karasso efendinin tavsiyesiyle Yahudi locaları onlara kapılarını açtılar. Talât,
Cavit, Dr. Nâzım, Bahattin Manastırlı ve daha bir sürü önemli Jön Türk böylece farmason oldular ve güven
içinde, ismen Đtalyan ya da Đspanyol olan evlerde suikastlarını hazırladılar."
(Đngiliz Arap Bürosu Raporu, Arap Bulletin No.23 (26 Eylül 1916), Notes on Freemasonry)

"Cemiyet'in üyeler arası işaret ve parola sistemi ile üye giriş töreninin mason örneğini andırdığı ileri
sürülmüştür. Gözü bağlı götürülüş, simgesel davranışlar, karanlıkta mesaj veren sesler, maskeli insanlar
mason tekris töreninden esin almış olabilir. Ya da birbirini tanımak için sağ eli göğse koyup hilâl işareti
yapmak da ...Masonlukla bağlantılı görülebilir. Ancak iki kurumun hedefleri arasındaki büyük farkı göz ardı
etmek olası değildir. Birinin teorik olarak evrensellik iddiasına karşılık, Cemiyet vatanseverliği ön planda
tutmuştur. Giriş yemini, bayrak üstündeki Kur'an ve tabancaya el koyup "vatanı kurtarmak ve yükseltmek
için icabında hayatını feda etme" sözünü içerir. Ayrıca, yine Masonlukla bağdaşmayacak, "yeminden
dönmenin cezasını kabul" şartı vardır. Üyeler, hainler hakkında Cemiyet'in vereceği kararları infazı ve kendi
haklarında verilebilecek karara da kanını helâl etmeyi bu yeminle peşinen kabul ederler. Bunlar kanıtlıyor ki,
Cemiyet localardan tamamen farklıdır ve onları belirli bir amaç için kullanmaktadır." (Orhan Koloğlu,
Đttihatçılar ve Masonlar)

Açığa ve Đhtilâli
"Padişah 23 Temmuz akşamı, ...anayasanın yeniden yürürlüğe konması ve meclisin toplanması için gereğinin
vilâyetlere bildirilmesi yolunda Dahiliye Nezaretini görevlendiren iradeyi çıkardı. Ve bu telgraflarla her tarafa
bildirildi." (Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve Masonlar)

"...24 ve 25 Temmuz'da Selânik'te yapılan büyük gösteriler sırasında bütün obediyanslara bağlı masonlar
yanyana bayrakları ile sokaklarda yürümüşler ve herkesce vatanın kurtarıcıları arasında alkışlanmışlardır.
Aralarında en fazla alkış alanlar, başta Emanoel Karasso olmak üzere, Macedonia Risorta locasının üyeleriydi.
Programda Karasso'nun bir nutku da vardı" (Paul Dumont, 20. Yüzyıl Başlarında Selânik'teki Fransız
Obediyanslarına Bağlı Masonluk)

"Jön Türklerin anayasaya doğru ilerlemesinde, Doğu'nun kapılarında yeşeren mason localarının tahrikleri az
rol oynamadı." (Giornale d'Italia (31 Temmuz 1908)

"...Jön Türklere destek veren Masonluk oldu. Selânik'teki mason locası Jön Türklerin genel merkezi oldu.
Ordunun davaya kazanılması, para toplanması, Paris, Londra, Đsviçre, Đtalya ve dünyaya yayılmış sayısız
sürgünün liderliğe gelmesi hep orada hazırlandı...Yazışmalar, mücadele kasası, üyeler ve komitelerle ilişkiler
hep Selânik locasının kontrolundaydı. Đttihat ve Terakki'nin liderlerinden biri olan Enver Bey haber ve
mektuplarını localardan alıyordu...Selânik locası, bu tarihi anın temelini ve kıymetli belgesini oluşturan Đttihat
ve Terakki arşivini güvenli bir yere yerleştirmekle görevini tamamlamış oldu." (Giornale d'Italia (12 ağustos
1908)

"Artık Đttihatçı-mason bağlantısı sır olmaktan çıkmıştı. Le Temps gazetesi yazarı Jean Rodes'in Manyasizade
Refik Bey'le yaptığı bir söyleşi (20 Ağustos 1908) konuya tam açıklık kazandırdı."
(Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve Masonlar)

"Masonların, özellikle Đtalyan masonlarının bizi mânen destekledikleri bir gerçektir. Đki Đtalyan locasının,
"Macedonia Risorta" ve "Labor et Lux", büyük yardımları dokundu, bize toplantı yeri sağladılar. Bize sığınak
teşkil ettiler. Localarda mason olarak toplandık; zaten aramızda hayli mason vardı, ama asıl örgütlenmek için
toplanıyorduk. Beraber çalışacağımız arkadaşlarımızın çoğunu da bu localardan seçtik, çünkü adaylarla ilgili
soruşturmalarda masonlar çok titiz davranıyorlardı, eleme işlemini hemen hemen tümüyle üzerlerine
almışlardı."
(Le Temps Gazetesi (20.08.1908), Manyasizade Refik Bey ile röportaj)

"Abdülhamit'in karşısındakilerin farmasonlar olduğu gürültüsünün kopması pek çok Türkte mason olma
arzusunu yarattı ve ülkede Farmasonluk hiç bir zaman rastlanmadığı bir gelişme gösterdi."
(Sir Edwin Pears, Forty Years in Constantinople 1873-1915)
"Mevcut Alman ve Đngiliz locaları Jön Türklere el koymazdan önce, onları Fransa bayrağı altında toplamamız
gerekiyor. Bu bakımdan acilen Istanbul'da bir loca kurulmalıdır. Alman politikasının kötü etkilerini bildikleri
için bize canı gönülden iltihak edeceklerdir."
(Grand Orient de France arşivleri, Prrodos locası üyesi Marakyan'ın 27 Temmuz 1908 tarihli mektubu)

"Kuşkusuz o andaki rağbet doğrudan Masonluğa değil, Đttihatçıların bulunduğu mason localarınaydı. Nitekim
Dumont herkesin Macedonia Risorta locasına girmeye çalıştığını belirtiyor." (Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve
Masonlar)

"Jön Türklerin uyguladıkları fikirlerini aldıkları kaynak Kilise değildir. Dinci ve Kral'cı Fransa'nın değil,
demokratik ve masonik Fransa'nın fikirleridir. Jön Türklerin çoğu masondur ve siyasal ilkelerini çıkardıkları
kaynak da localardır."
(Acacia (Fransız Mason Dergisi) Kasım 1908 sayısı)

"Đttihatçıların Selânik düzeyini bırakıp bütün ülke boyutunda bağımsız Masonluk düşünmelerinde mutlaka
Devrimle birlikte karşılaştıkları şu veya bu ülkenin obediyansına katılma önerileri etken
olmuştur...Bağımsızlıklarına aşırı bir tutkuları vardı. Kuşkusuz bu Masonluk konusunda da geçerliydi. Fra
nsızın, Đngilizin ya da Đtalyanın etkisi altında görünmek istemiyorlardı." (Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve
Masonlar)

Yüksek Şûra ve Büyük Loca Kuruluşu


"Türkiye'de Türk Masonluğunun milli teşkilatını kurmak için ilk hazırlık toplantısı 1908 Ağustos ayında, yani
Meşrutiyetin ilanından hemen bir ay sonra Beyoğlu'nda Splandit kahvehanesi üstündeki Tokatlıyan otelinin
salonunda...yapılmıştır."

"...Đttihatçıların çabaları, Eski ve Kabul Edilmiş Đskoç Riti üzerine çalışan bir Yüksek Şûra kurulması amacına
yönelikti."

"Bu çabalar sonucunda 3 Mart 1909 tarihinde yapılan toplantıyla "Şûra-ı Ali-i Osmani" kuruldu. Bunun için
Talât , Mithat Şükrü , Cavit, Rıza Tevfik, Mehmet Arif, Nesim Masliyah, Mehmet Galip, Mişel Noradunkyan,
David J. Kohen, Osman Adil, Fuat Hulusi ve Asım'a, Yüksek Şûranın kurulması için gereken çoğunluğu
sağlamak amacıyla 33. derece verildi. Böylece...Eski ve Kabul Edilmiş Đskoç Riti'nin Osmanlı ülkesinde en
büyük yüksek ve hakim kudreti olan Yüksek Şûra Kurulmuş oldu...Şûranın kuruluşu ittihada dahil diğer
Yüksek Şûralara derhal bildirildi."
(Kemalettin Apak, Ana Çizgileriyle Türkiye'de Masonluk Tarihi)

"Osmanlı Yüksek Şûrası ve daha sonra Osmanlı Büyük Doğusu'nun kuruluşunda amaç, yabancı locaların
çoğalması ile, kısa bir süre sonra, Osmanlı Đmparatorluğu'nun yabancı Masonlukların bir sömürgesi haline
gelmesini önlemekti."
(Paul Dumont, 20. Yüzyıl Başlarında Selânik'teki Fransız Obediyanslarına Bağlı Masonluk)

"9 Mart'ta Yüksek Şûra'dan patent alarak, Istanbul'da ilk Türk locası "Vatan" kuruldu. Üstadı Aziz Hasan Paşa
idi ve üyelerinin çoğunluğu da milletvekilleri ve ayanlardı." (Kemalettin Apak, Ana Çizgileriyle Türkiye'de
Masonluk Tarihi)

"Kendi milli ve öz obediyanslarını kurmak isteği, Yüksek Şûra'nın kuruluşu ile canlanmış, çeşitli girişimler
başlamıştır. Tarihe geçen girişim ve Yüksek Şûra'nın kendi ikmal kaynağını düşünmesiyle dört ay sonra
Türkiye'deki tüm localara ve masonlara hitaben yayınladığı fransızca sirkülerle, onları Osmanlı Büyük
Maşrıkı'nın kurulmasına davet etmiştir."
(Abdurrahman Erginsoy, Türkiye'de Masonluğun Doğuşu)

"Osmanlı Đmparatorluğu Yüksek Şûrası,...Rit'in yegane nâzım kuvveti olmak selâhiyeti ile bütün biraderleri 13
Temmuz 1909 Salı günü sabah saat onda Galata'da Noradunkyan hanında Viktorya dö Berlin Sigorta
Şirketi'nin mümessili David J. Kohen'in yazıhanesinde hazır bulunmaya davetle...Istanbul'da nizami bir
Maşrık'ın (Doğu, Büyük Loca) kurulması ile Rit'in icabat ve kanunlarının uygulanmasının gerekli olması
sebebiyle, aynı hissiyat ile mütehassis ve masonik kuvvet için çok hayırlı bir vazife ifasına hakişkâr olan
kardeşlerin iştirak edecekleri bu içtimada Osmanlı Büyük Maşrıkı'nın tesisi ve vazifedarların seçimi hususları
görüşülecek olup.....locaların ikişer temsilci göndermeleri icap etmektedir."
"13 Temmuz'da yapılan toplantıda,....Büyük Doğu'nun hemen kurulması onaylanmakla birlikte, ileride
itirazlara sebep olmamak için daha geniş bir katılımla seçim yapılması için 1 Ağustos'ta tekrar toplanılması
kararlaştırıldı. Bir yandan da Büyük Doğu'nun kurulması için usulen varlığı gereken yedi locanın kuruluş ve
katılma işlemlerinin tamamlanmasına girişildi."

"...Yüksek Şûra'ya bağlı dört loca kurulmuş bulunuyordu ki, bunlar "Vatan, Muhibban-ı Hürriyet, Vefa ve
Şafak" mahfilleri idi. Biraz sonra Mısır obediyansına bağlı "Resne" locasının iltihakıyla bu sayı beşe çıktı.
Arkasından Fransız Maşrıkı'na bağlı Rönesans locasından ayrılan bazı biraderler "Đttihat ve Terakki'nin Hakiki
Muhipleri" namı altında bir Türk locası kurdular...Mısır obediyansına bağlı "Uhuvvet-i Osmaniye" locasının
iltihakı da temin edildiğinden, yedi remzi loca tamamlanmış oluyordu. 1 Ağustos günü yapılan toplantıda, ilk
üç remzi derecenin yegane nazım kudreti olarak Maşrık-ı Azâm-ı Osmani unvanıyla bir Büyük Loca'nın
tesisine karar verildi."
(Kemalettin Apak, Ana Çizgileriyle Türkiye'de Masonluk Tarihi)

"Formaliteleri tamamlamak için gereken, Yüksek Şûra ile Büyük Doğu arasındaki ilişkileri ve karşılıklı yetkileri
düzenleyen konkordato da 1 kasım 1909 günü Amir-i Hakim-i Azâm (Prens Aziz Hasan Paşa) ve Üstad-ı
Azâm (Talât Paşa) arasında imzalanmıştır." (Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve Masonlar)

"31 Mart olayında Masonluğun etkisi pek zayıftır. Çok başka sebeplere dayanan "din elden gidiyor" feryadına
pek sınırlı bir gerekçe oluşturur. Ciddi olarak Masonluğa tepki, 1909'un ikinci yarısından sonra - Osmanlı
Yüksek Şûrası ve Büyük Doğusu'nun kuruluşlarının ardından - kısmen iç iktidardan pay alamayanların
kızgınlığı ve kısmen de dış çıkarcı çevrelerin (Mısır'ın elden çıkacağı korkusu içindeki Đngilizler) kışkırtmaları
ile belirgin hale gelir. Bu iki çevre,

Masonluğu Siyonizm ile özdeşleştirerek Đttihatçıları yıpratmanın ve devirmenin yollarını ararlar."


(Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve Masonlar)

Sonuç
"...Dünyadaki sayılarla karşılaştırıldığında, bunun (mason sayısının) son derece sınırlı bir yapı oluşturduğu
görülür. Buna karşılık, masonlar işgal ettikleri mevkilerle çok etkili bir kadro oluşturmaktadırlar.""Yine de,
ülke yönetiminin salt bir mason ağının elinde bulunduğunu iddia abartma olur...(1908-1913 arasındaki beş
yıllık sürede) Đttihat ve Terakki Cemiyeti ne ülke yönetiminde, hatta ne de kendi örgütü üzerinde tam bir
kontrola sahip değildir....Đttihat ve Terakki'nin tam iktidarı ...1913'ten sonra başlar ve 1918'in üçüncü
çeyreğine kadar beş yıl sürer."

"...1908-1913 arasında, Cemiyetin yönetimi sivil kanadın elindedir. Masonluğun ulusal düzeyde örgütlenme
çabaları da bu döneme rastlar, ama bu dönem tamamlanmadan 1912'de durgunluğa girer....1912'de Balkan
savaşı çıkıncaya kadar, Đmparatorluğu, çeşitli unsurların (ulusların) işbirliğiyle (Đttihad-ı Anasır ile) ayakta
tutmanın mümkün olacağına inanılıyordu...1913-1918 arasındaki tam iktidar döneminde yönetimde ağırlık
askeri kanattadır. Đşin ilginci, Đttihatçıların iki mason sadrazamının (Sait Halim Paşa ve Talât Paşa) aralıksız
beş yılı doldurmalarına ve yine Cemal Paşa ve Cavid Bey gibi mason nazırların çok etken olmasına karşılık, bu
ikinci dönemde Masonluk çok durgundur. Üstelik, Dünya Savaşı sırasında, Masonlukla hiç bağdaşmayan bir
eylemin, "Cihad-ı Ekber" ilanı ile Panislâmcılığın doruğa varması, ayrıca kademe kademe Panturancılığa
varacak olan Türkçülük akımının doruğuna bu yıllarda erişilmesi, Đttihatçıların...hiç de Masonlukla damgalı
olmadıklarını gösterir." (Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve Masonlar)

"Farmasonluğun, Jön Türk Đhtilâlinin hazırlanması ve uygulanmasında bir rol oynadığına dair inandırıcı bir
kanıt yoktur. Masonluk, dolaylı olarak da ihtilâli etkilememiş, asıl Đttihatçılar Masonluktan yararlanmışlardır."
(Jacop Landau, The Politics of Pan-Islam Ideology and Organization)

"Masonluğun, Đttihat ve Terakki üzerinde bazı etkileri olmuşsa da, Đttihat ve Terakki-Masonluk ilişkisinde
başlıca güdü, Masonluğun istibdat ortamında özgürlükçülere güvenli bir çalışma ve örgütlenme ortamı
sağlaması olmuştur. Yani, daha çok Đttihatçıların Masonluğu araç olarak kullanmış olmaları söz konusudur."
(Sina Akşin, Jön Türkler ve Đttihat ve Terakki)

"Jön Türkler, Avrupa'da tartışılmakta olan fikirlerin popülarize edilmiş şekillerinin etkisi altında kalmışlar ve
büyük teorisyenlerle halk arasında mutavassıt rolünü oynayan ikinci derecede düşünürlerin görüşlerini kendi
fikirlerine intikal ettirmişlerdir...Uzun zaman fikirsizlikten kendileri de şikayet ettikten sonra, ...ihtilâlci
muhitlerin dışında geliştirilmiş bazı siyasi ve sosyal dünya görüşlerini kabul etmek zorunda kalmışlardır."
(Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908)

"...Đtalyan filozofu Croce'nin 1910'larda Đtalyan Masonluğunu değerlendirişi....:


"Masonluğun doktriner içeriğine ve idealinin zaafına bakınca, herşeyi soyutladığını ve basitleştirdiğini
farkederiz. Tarih karmaşık, felsefe zor, bilim kesin sonuçlara olanak vermez, ahlak ise çelişki ve kuşku ile
doludur. Masonluk bütün bunları akıl, özgürlük, insanlık, kardeşlik, hoşgörü adına zaferle aşıyor. Ve bu
soyutlamayla, bir bakışta iyiyi kötüden ayırabileceğini iddia ediyor, olayları ve insanları dış görünümleri ve
formüllerle sınıflandırıyor. Tüccarlar, küçük meslek erbabı, ilkokul hocaları, avukatlar için en mükemmel
kültürdür, zira ucuz kültürdür. Ama ruhun, toplumun, gerçeğin sorunlarını derinleştirmek isteyenler için pek
kötü bir kültürdür Masonluk. Sadece fikren değil, moral açıdan da kötü." (A. A. Mela, Storia della Masonneria
dall'Unita alla Republica)

"Croce'nin fazla basitleştirici ve kolaycı bulduğu Masonluğun, fikirlerin popülarize edilmiş şeklinden ileri
gidememiş olan Đttihatçıların doktrin ihtiyacını ilk adımda karşılaması doğaldı. Gerçekten akılcılık, özgürlük,
insanlık, kardeşlik ve hoşgörü Đttihatçıların da işini görecek, Osmanlı'yı parçalamadan vatan ve devleti
kurtarmanın formülü olabilecekti. Özellikle Masonluğun savaş ve şiddete karşıtlığı, Đttihatçıların da işine
uygundu. Böylece, "Anasır" arasında birleştiricilik, bütünleştiricilik rolünü üstlenebilirdi...Masonluğun temsil
ettiği beynelmilelciliğin (Balkan Savaşı sayesinde) iflâsıyla "Đttihad-ı Anasır" suya düşünce, Đttihatçılara
ulusçuluğa yönelmekten başka seçenek kalmadı."
(Orhan Koloğlu, Đttihatçılar ve Masonlar)

Derleyen: Thamos (GEOMETRI)

SABETAYCILIK OLAYI ve SĐYONĐZME HĐZMETĐN BELGESĐ!

Burada size Türk yetimlerinin hakkının nasıl 'Siyonizme, Yahudiliğe ve Đsrail'e hizmet icin kullanıldığını
gösteren belgeler sunuyorum: (Kaynak: http://www.hadassah.org/ ) Öncelikle 'HADASSAH' nedir bilelim:
Hadassah, 'the Women's Zionist Organization', yani 'Kadınların Siyonist Organizasyonu'dur (Siyonizm:
Yahudilerin dünyaya hakim olma idealidir. http://www.otuken.net/siyonizm/ ) .
Aşağıda ingilizce orjinalini geçtiğim ve www.hadassah.org adresinde tüm detaylı bilgilerin yeraldığı,
HADASSAH isimli, Kadınların Siyonist Organizasyonu, 1912 yılında kurulmustur.. Asıl amacı, Siyonizme,
Yahudiliğe ve Đsrail'e hizmet olan bu örgütün, 'Diplomat veya Diplomat Eşleri' için olan kısmını 1994 yılında o
zamanki Türkiye'nin Đsrail Büyükelçisi Onur Gökçe'nin hanımı Aytul Gökçe kurmus, Ve bu hanımefendi,1998
yılındaki http://www.hadassah.org/news/augsep98/global.htm adresinde gördüğümüz habere göre,
faaliyetlerine kocasının yeni görev yeri olan Helsinki'de devam etmekte, ve Hadassah için, Türkiye'nin
yetimlerinin haklarıyla masrafları karşılanan, elçilik imkanlarını, Siyonizme, Yahudiliğe ve Đsrail'e hizmet
etmek için seferber etmektedir..
'Meclis Đdari Amiri Sayın Ahmet ÇAKAR nerdesin? ' diyesim geliyor! Tam sana göre çakılacak bir durum daha!
Sayın Ahmet Çakar'ın bunlara 'Vatan Haini' demesi normal!
http://www.hadassah.org/news/augsep98/global.htm internet sayfasındaki 'Hadassah International Taking
Heart and Soul Global' haberinde Eski Đsrail ve Helsinki Büyükelçisi Onur Gökçe'nin eşi Aytul Gökçe'nin bu
sionist organizasyonda kurucu-yönetici olduğunu göruyoruz. Bakın ne yazıyor? :
"The traditional gala Ambassadors Banquet was attended by virtually the entire diplomatic corps Gokce,
founder of Hadassah-International Corps Diplomatique for women who are diplomats or wives of diplomats.
Married to Turkey's former ambassador to Israel, now serving in Finland, Gokce was returning to Helsinki to
launch Hadassah-Finland. 'Why shouldn't I work for Hadassah? ' she asked."
Eğer bir Büyükelçi hanımı Suudi Arabistan, Đran, Libya veya Rabita'ya hizmet ettiği anlaşılsa ne olur? Elçilik
Rezidanslarında Müslümanlar için yemekler çaylar verse, kıyamet kopmaz mı? Siyonizme hizmet edenler ise
ödüllendiriliyor!
Hani yurtdışında, özellikle Balkanlardaki zulümden kaçan, Türkiye'ye bir ağabey gibi bakan, Finlandiya'da da
sayıları binlerce olan, eski Osmanlı Milletinin müslümanları için (Bosnalı Müslüman Türkler - Sancaklılar -
Boşnaklar), bir yemek veya organizasyon düzenleseydi ya bu hanımefendi?
Siyonizme, Yahudiliğe ve Đsrail'e açıkça hizmet icin kurulmuş HADDASSAH isimli 'Kadınların Siyonist
Organizasyonu'na kurucu üye olarak hizmet ediyorlar.. Etsinler, nasılsa meydanı boş buldular.
1912 yılında kurulmuş bir Sionist kuruluş olan HADDASSAH'a hizmet etmeye devam eden Aytul Gökçe'nin
kocası eski Helsinki Büyükelçisi Onur Gökçe'nin ismi de http://www.sephardichouse.org/turks2.html
adresinde de görüldüğü gibi, Yusuf Basalel'in kaleme aldığı 'Osmanlı ve Türk Yahudileri' 1999 baskılı
kitabında 'Ünlü Bir Yahudi' olarak yer almaktadır (Spiker Nedim Saban da bir Yahudi olarak bu kitapda var..
Hani başörtülü kızların başörtülerini tartışan Nedim!) .
Siyonizme hizmet edenler, niçin kendilerini Müslüman-Türk olarak tanıtıyorlar ve kimlere hizmet ediyorlar
bilelim? Bunların hepsi kendilerini Türk-Müslüman, Atatürkçü-Laik olarak tanıtırlar. Atatürkçülük, Siyonizme
hizmet edenlere ne ceza veriyor? Bunlar kendilerini 'Türk-Müslüman' olarak tanıtıyorlar, sözde oruç
tutuyorlar, bayram namazlarına bile iştirak ediyorlar. Öte yandan Siyonizme, Yahudiliğe ve Đsrail'e hizmet
ediyorlar."Döndükçe, dönüyor Dönmeler!"

Gazeteci Emin Çölaşan yolsuzluk arar hep.. Bundan büyük yolsuzluk olur mu? Türkiye Cumhuriyeti'ni
yurtdışında temsil eden Büyükelçilik, Siyonizme, Yahudiliğe ve Đsrail'e hizmet etmek icin seferber olmuş
(Belgeler yukarıda) . Buyurun Hadassah'ın Đngilizcesini de kaynaklarıyla okuyun:
'HADASSAH', Women's Zionist Organization':
Kaynak: http://www.hadassah.org/

HADASSAH'S MISSION STATEMENT


HADASSAH, the Women's Zionist Organization of America, is a volunteer women's organization, whose
members are motivated and inspired to strengthen their partnership with Israel, ensure Jewish continuity,
and realize their potential as a dynamic force in American society.

Founded in 1912, Hadassah retains the passion and timeless values of its founder, Henrietta Szold, Jewish
scholar and activist, who was dedicated to Judaism, Zionism, and the American ideal.
...
In the United States, Hadassah enhances the quality of American and Jewish life through its education and
Zionist youth programs, promotes health awareness, and provides personal enrichment and growth for its
members.

Eh artık, şapkayı önümüze koyup düşünelim artık. Yurtdışındaki Türkler, bu dönmelerin icraatlarını görüp;
'Devlet buysa, ben böyle devlete...' deyip, hem devletten hem de devlet adamından soğuyor.. Böylece,
kucaktan kucağa düşüyorlar.. Düşene değil, düşürene bak.. Bu Dışişleri böyle Dönmeleri Yurtdışına Büyükelçi
diye gönderirse, 4 milyonu bulan Yurtdışındaki vatandaşlarımızı tamamıyle kaybedeceğiz. Çünkü, çoğu
Anadolu'nun bağrından kopmuş gelmiş, dinine diline sadık vatandaşlarımız, böyle siyonist hizmetçilerinin
sayesinde, kendi başlarına dini organizasyonlarını kurmaya çalışıyorlar, ve bu organizasyonlarda da bazan
Suudi Arabistan parasal olarak finans sağladığından, Vahabilik hızla yayılıyor..
Özellikle Balkan Müslümanları, mülteci olarak bulundukları ülkelerde, genellikle Vahabilerden organizasyon
için yardım aldıklarından, onlar daha çok etkileniyorlar.. Türkiye Cumhuriyeti'nin yurtdışında bulunan 4
milyon insanına yönelik, doğru dürüst eğitim ve dini proğramı yok.. Ayrıca, sizlere Gregoris'un Vasiyeti'ni
yerine getirenlere karşı dikkatli olmanızı da tavsiye ediyorum.
Nedir Fener Patriği Gregorius'un Vasiyeti? 1821 yılı Nisan ayında Padişah II.Mahmut tarafından, Yunan
azınlığı ayaklandırmaya yönelik yazdığı mektup ele geçirildiği için, 'üzerindeki dini elbiseleriyle', Fener
Patrikhanesi önünde astırılan, Fener Patriği Gregorius, Rus Çari Alexander'e göndermiş olduğu ve 'Gregorius
Vasiyeti' olarak bilinen mektubunda ne diyor?
"Türkler'i maddeten ezmek ve yıkmak imkansızdır. Çünkü Türkler, Müslüman oldukları için çok sabırlı ve
mukavemetlidirler.
Bu hasletleri dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, devlet büyüklerine itaat duygusundan
gelmektedir. Türkler'de evvela itaat duygusunu kırmak, manevi bağlarını parçalamak, dini duygularını
zayıflatmak icabeder. Bunun da en kısa yolu, milli geleneklerine ve manevıyatlarına uymayan yabancı
fikirlere ve hareketlere onları alıştırmaktır. Yapılacak şey, Türklere birşey HĐSSETTĐRMEDEN bünyelerindeki
tahribatı tamamlamaktır."
Ne dersiniz Gregorius'un Vasiyeti hemen hemen yerine getirildi mi? Benim fikrime göre, Gregorius'un gözleri
arkada kalmamıştır artık.. Vasiyet hemen hemen yerine getirildi ve bizler, etek kısaltma, sakal traşı olma ve
Avrupa'nın en lüks diskolarına sahip olmakla 'Çağlar Atlıyoruz'!
1948'de Đsrail'in ilk Başbakanı olan BEN GURION : "Türkler bize her zaman metresleri gibi davranmışlardır,
bir izdivacın ortağı gibi değil.”
Aman dikkat edelim de aramıza, Müslüman -Türk vs. maskeler altında giren, Ben Gurion'un dindaşları ve
ırkdaşları tarafından metres yapılmayalım. Kalın sağlıcakla, 'Dönme Mikrobuna' karşı dikkatli olun!
YAKUP YILMAZ , (Sabetaycılık üzerine deneyimli Bir Müslüman -Türk)Siyonistlerle Sabataistler el eleYahudi
sorunu, yeni bir sorun değildir. Bu sorunun geçmişi 3000 yıllıktır. Bu sorunun, neden "dünyanın en uzun
süren müzmin sorunu" olduğunu anlamak için, sadece Yahudi inanç sistemini ve tarihini bilmek yetmez. Aynı
zamanda Yahudi felsefesini de çok iyi bilmek gerekir.
Hayatının yarısını Yahudi felsefesini kavramaya ayıran ve bu konuda yüzyılın en çaplı ansiklopedisini
yayımlayan Prof. Dr. Abdulvahhab el-Mesiri, Yahudi felsefesinin arkasında yatan nihai amacın "küresel
değersizleştirme" (tahyidi'l-'âlem/neutralization of the world) olduğunu söyler.
El-Mesiri'nin bu yargısı, çala kalem varılmış bir yargı değildir. Geçmişi binlerce yıla uzanan yahudi dini
metinlerinin tamamını, bu metinlerden doğan Talmud, Mişna, Gemara ve Kabbala'yı, Kabbala'dan doğan
Zohar Ekolü'nü ve bu ekolün efsanevi ismi Đzak Luria'yı ve onun simgesel eserini iyiden iyiye incelemiştir.
Bütün bu inceleme sonucunda dönmelerin ünlü 'mehdi'si Sabatay Zvi'nin tüm haramları helal kılan laik-mistik
'her şey mübah' anlayışıyla, çağdaşı Yahudi filozof Spinoza'nın laik-felsefi 'naturalits panteizmi' arasındaki
ilişkiyi, hepsi de Yahudi olan Freud'un psikolojik, Marx'ın siyasal ve ekonomik, bizdeki 'milliyetçilerin' fikir
babası Durkheim'in sosyolojik tezlerinin arkasındaki temel mantığı anlamakta zorlanmıyorsunuz.
Tabiî anlamakta zorlanmadığınız bir başka konu da Yahudiler'in tarihte neden bu kadar kanlı olayların
muhatabı oldukları; toplu kıyımlara, sürgünlere, jenositlere ve baskılara maruz kaldıkları. Sadece 'maruz
kalmalarını' mı?
Aynı zamanda zulümlerini, değer yıkıcılıklarını, insanlığın başına bela oluşlarını, birlikte ya da komşu olarak
yaşadıkları hemen tüm ülkelerin halkları tarafından nefretle hatırlanıp ilk fırsatta üzerlerine çektikleri bu
nefretin gazabına uğramalarını, başka insanlara ve uluslara karşı acımasızlıklarını da...
Ve bir de Filistin'de Filistinliler'e karşı yaptıkları katliamları... Deyr Yasin, Hayfa, Sabra ve Şatila, Beyrut,
Gazze, Eriha ve Ramallah... Siyonizm'in ve Sabataizm'in (Dönmelik) ikisinin de kendisinde birleştiği ana
halka, Luria'nın Zoharcı yorumudur. Đsrail'in kuruluş felsefesi olan Siyonizm ve tarihleri bilinmeden Türkiye
Cumhuriyeti tarihi yazılamayacak olan Sabataizm, "tikun (=onarım) felsefesi" adını verdikleri bir felsefeye
dayanırlar.
Bir tür Yahudi metafiziği olan bu felsefe, bizce Eski Mısır Hermetizmine aittir ve putperest bir kökene dayanır.
Aslen Mısır Yahudisi olan Haham Luria da zaten bu felsefenin en ünlü yorumcusu sayılmaktadır.
Tikun felsefesine göre, âlemin yaratılışında bir miktar tanrısal ışık (=nur) kaynağına geri dönememiştir.
Hatta, fizik dünyanın varlık sebebi de budur. Bu hapis kalan tanrısal ışıkların kaynağına dönmesi için sıkışıp
kaldığı 'vazonun' kırılması gerekmektedir.
Sanırım bu felsefenin sahipleri, bu ışığın kurtarılması görevinin Yahudiler'e verildiğini düşünmektedirler. Onun
için de ışığın serbest kalması için her türlü kırıp-dökme, yakıp yıkma, asıp-kesme mübahtır. O halde yakın-
yıkın, dünyaya yalan söyleyin, günah işleyin, kan dökün, dünyayı zulme bulayın!.. Yani, amacınıza ulaşmak
için her şey mübah, her şey helaldir.
Mesih'lik iddiasıyla çıkan Dönmeler'in lideri Haham Sabatay Zvi'nin "her şey mübah" yaklaşımı Tikun
Felsefesi'ne dayanır. Konunun uzmanları onun fuhuş yaptığı bilinen bir kadınla beraberliğini de bu felsefesine
bağlarlar. Sabetaycı yazar Ilgaz Zorlu da eserinde "serbest seks" dediği "mum söndü" geleneğini bu
felsefeyle ilişkilendirir.
Bugün Filistin'de olanlar, "Tikun felsefesinden" bağımsız anlaşılamaz. Đsrail nasıl olur da 21. yüzyılın
Naziliğine soyunur? Đsrail'i yönetenler nasıl binlerce insanı bir arada katlettikleri kanlı katliamlara imza
atarlar?
Dün mesaj kutuma dört kare fotoğraf düştü, ABD'nin günahlarının tamamını yüklendiği korsan Đsrail
devletinin askerlerinin işlediği korkunç bir cinayete ilişkin...
Birinci karede bir Filistinli delikanlı görülüyor. Askerler üzerini arıyorlar, silahı yok.
Đkinci karede elbiselerini soyuyorlar. Neredeyse çırıl çıplak...
Üçüncü karede, çıplak haliyle yere yatırılıp kafasına silahlar dayanmış.
Ve dördüncü kare: Otomatik silahla beyni parçalanmış, kanlar içinde bir ceset.
Bütün bu cinayetleri işleyen Siyonist Đsrail'le, Türkiye'yi korsan bir biçimde halkından çalıp yöneten
Sabataistler şimdi el ele. Đsrail'e bir milyar dolarlık bir ihale vererek korsan devletin terörünü finanse
ediyorlar. Ve biz ABD'deki Yahudi örgütü Jinsa'nın bir generalimize verdiği "LĐDERLĐK" ödülünün neyin
liderliği olduğunu ve ne karşılığı verildiğini yeni yeni anlıyoruz. Alan Makovski'nin Washington Enstitüsü'nde
hitabetme şerefinin kendisine niçin bahşedilip Yahudi Đnsan Hakları örgütü "ADL"i neden ziyaret ettiğini de...
Osmanlı sonrası "uzun fetret dönemi"nde olan bitenlerin hiçbirinin hesabı görülmedi. Hafızasıyla dalga
geçilen bu millet, bunu da hafızasının bir tarafına kaydediyor.
BÜLBÜLDERESĐ

"Sakladım, söylemedim derdimi, gizli uyuttum ..."


Geçtiğimiz günlerde entel softalardan Mehmet Şevki Eygi 'nin "Đki kimlikli, gizli, esrarlı ve çok güçlü bir
cemaat-Yahudi Türkler yahut Sabetaycılar" adlı kitabının piyasaya çıkışının ardından, aportta bekleyen Kanal
7'nin sakallı-gözlüklü spikeri, Selaniklilerin -kendisi her ne kadar 'Dönmeliğini' saklasa da- örnek temsilcisi
olan Abdi Đpekçi'nin kızını konuk etti. Kötü niyetli bu söyleşinin iki amacı vardı: Kızının ağzından Abdi
Đpekçi'nin dini kimliğini "itiraf" ettirmek ve (asıl amaç); Đpekçi soyadından işaret ederek Dışişleri Bakanının bir
"Dönme" olduğunu göstermek... Sakallı amacına ulaştı, zaten harc-ı alem olanı bir kere daha keşfederek
cemaatinden aferin aldı, Bu arada Eygi'nin kitabını da tanıtmış oldu.

Selanikliler'in önyargısız ve antisemit gerçek hikayesini öğrenmek için Đslam Ansiklopedisi'nin ilgili maddesi ve
Đbrahim Alaeddin Gövsa'nın "Sabetaycılık" kitabının rehberliğinde sizi bir mezarlık ziyaretine davet ediyoruz.
Bülbülderesi-Fevziye Hatun Cami'sinin avlusundan başlayarak ta Fıstıkağacına kadar tırmanan yokuşun
sağında özel bir mezarlık bu...

Kimler yatmıyor ki burada... Azra Erhat orada, Yusuf Atılgan orada, "Đzmir'de Yunana ilk kurşunu atan"
Hasan Tahsin de orada... Meşrutiyette ve Cumhuriyette sanatta, sinemada, basında (Selanik-Đzmir Yeni Asır-
Sabah), tekstilde, tütün ticaretinde, külliyen ithalatta başı çeken ünlü aileler de orada; Đpekçiler, Dilberler,
Bezmenler... Mısırlı, Bilgin, Kaptana, (Katibi Umumi Mithat Şükrü) Bleda, Boran, Đrişik, (Elçin-Ergin) Telci,
Đnsel, Ogan, Somay, Duhani, Öğütmen, Kapancı ailelerinin yedi ceddi bu mezarlıkta uyuyor. Mezartaşlarının
hemen hemen hepsi resimli. Kahverengi-beyaz sepya fotoğrafların çoğunda "Foto Osman Hasan" imzası
okunuyor. 1930-1950 yılları arasında çok misafir kabul etmiş bir mezarlık bu. Şimdilerde ayda yılda bir
gömüleni var.

Selanik'ten, Şam'dan, Đzmir'den, Mısır'dan, gelip de orta hallileri Selamsız, Fıstıkağacı, Bağlarbaşı gibi
Üsküdar'ın iç semtlerini mesken tutan, zenginleri ise, Bakırköy, Nişantaşı, Teşvikiye'de takılan "Dönmeler"e
ait özel bir mezarlık bu. Kitabeti de hitabeti de farklı, "fatiha" talep etmeyen, şekli şemali bir olmayan,
"fotoğraflı" bu mezarlıkta halen tükenmiş bir tarikatin 300 yıllık tarihi uyuyor.

Selanik mezarlığına Şeyh Mahmud Hüdai hazretlerinin müridi, 1627 tarihli "Asadar Baba" yatırına selam
verilerek giriliyor. Mezarlığın altından yukarı doğru tırmanan yokuşun adı da Selanikliler sokağı.
Mezartaşlarının çoğunda ortak şu "itiraf" var: "Sakladım, söylemedim derdimi, gizli uyuttum.. ." Ve kitabeleri
genellikle "Ey zair (ziyaretçi) ben Selanikli falanca..." şeklinde başlıyor. Kimilerinde ölünün mesleğini temsil
eden semboller kazınmış: Gemi çapası, berber makası, pergel, makas (Terzi Ayşe Hanım 1953)... kimilerine
ise, kelebek, pancar, buhurdanlık, kırlangıç, yılan motifleri işlenmiş. Bir tanesi var ki, sigara paketi şeklinde:

Dumanla karışık nefesin / Bırakamadın sanki sevgilin / Şimdi artık yanında dostun sigara senin / Nur içinde
yat sevgili Güzekin.

Bir başka mezartaşından ise, Selaniklilerin kültür düzeyini, ticari hedeflerini, aile ideallerini gösteren acıklı bir
roman gizli (aynen aktarıyoruz):

"Hayatım birçok hastalıkların ıztırabına göğüs gererek mütemadi çalışmakla geçti. Đngiliz, Fransız, Alman
lisanlarını edebiyatına vakıf olarak öğrendim. Mancester'de büyük babamızdan tevarüs ettiğimiz ticari mevkii
pek az zaman sonra kardeşim Nuri'ye terk ettim. Muvaffakiyatımın varisi hakikisi olan Nuri ailemi yükseltti.
Ben 22 yaşında Selanik topraklarında gömüldüm. Şimdi kemiklerim bile kalmadı. Đsmimi yad için Nuri'nin
mezarına resmimi koydular. Babam kardeşlerim Hüsnü ve Nuri'nin kemiklerini benim de resmimi sinesinde
taşıyor."

Mezarlıkta zifaf! 20 yaşında yaşama veda etmiş bir genç kızın (Rabia Zafer Göksu 1921-1942) hislerine
yakınları (muhtemelen annesi) şöyle tercüman olmuş:

Zafer işte budur... / Gelinlik çağıma yakışsın diye / Bu taştan çelengi ördüğüm için /
Gözünüz yaşlarla beni yadedin / Zifafı burada gördüğüm için /
Anneme uğrayın size okutsun / Bir kitap yazıldı öldüğüm için...
Bugüne kadar Türk sandığımız bir kahraman da meğer bir "Dönme"ymiş... Buyrun:
"Đzmir'de işgalci düşmana ilk kurşun atan hürriyet kahramanı mukaddes şehit gazeteci Osman Nevres
(HasanTahsin Recep) 1888-1919"...

Bazı mezarlar heykel güzelliğinde, bazıları çok pahalı, mesela 12 yıl önce gömülen Osman Yümnü Mısırlı'nın
(1929-1989) mezarı. "Muharrir Selanikli Tevfik" (1871-1955) bütçesine göre daha makul bir
istirahatgahta.Yazgan ailesi, Atamanlar yukarılarda, asırdide sedirlerin altındalar. Karanfil ailesi, Hatice Atiye-
Suzi Bleda, Jale Dilber (1913-1987) hiç yıkılmayacak zannıyla yapılmış şık mezarlarında komşuluk ediyorlar...
Merdivenlerin başında "Sönmüş Manolya Saliha Nedret", Ferdi Nihat (1917-1913), Atatürler, Birenler,
Ülgerler, Đşmenler, Đdemenler... Karadenizin derinliğinde kaybolan Millet vapuru süvarisi Besim Kaptan da
(2.12.1936) orada yatıyor...

Kimdir bu Dönmeler? Ne kadar Yahudi ne kadar Müslüman bir cemaat bu? Duaları, ibadetleri, inanışları
nedir? Bu sır, bu gizlik, bu esrarengiz hava niye? 17. asırdan itibaren, bilhassa Đzmir ve Selanik'te yaşayan,
Müslüman adı ve kıyafetiyle dolaşan "gizli Müslüman-Yahudi cemaati" üyelerine, Osmanlı Türkleri tarafından,
din değiştirdiklerini başlarına kakmak için "Dönme" denmiş. Bu lafı lisanına yakıştıramayanlar ise, nezaket
kasdı ile onlara "avdeti"derlermiş. Bu da 'dönme' demek...

Bir meczub: Sabetay Sevi


Bu gizli mezhep, Đzmir'de Türkler arasında Kara-Menteş lakabıyla anılan Đspanyalı muhacir yahudi Modehay
Sebi (Geyik) oğlu Sabetay Sevi (1632-1675) tarafından kuruldu. Hahamlık tahsil ederken "Zahor"
yorumuyla"Kabbala" adı altında toplanan teosofik fikirlere merak sardıran bu genç Yahudi, o asırda zuhuru
beklenen Mesihin kendisi olduğu iddiasıyla ortaya çıkmış ve Đzmir'de 1648 senesinde mesihliğini ilan etmişse
de, bu iddiasında fazla ısrar etmemiş, fakat Mısır, Kudüs ve Atina'ya bir yaptığı bir geziden sonra "1666"da
(bu tarih Hıristiyanlar arasındada Mesihin zuhur tarihi diye kabul edilir) mesihliğini tekrar ilan etmişti. Đzmir
yahudilerinden etrafında pekçok taraftar toplanmış ve şöhreti bir taraftan ta Budin'e, diğer taraftan Lehistan,
Almanya, Hollanda, Đngiltere, Đtalya ve Kuzey Afrika'ya kadar yayılmıştı. Hatta Đran'a kadar varan bu şöhret
ve nüfuz, Acem Yahudileri arasında bile bir hareket uyandırmış ve onlar: "Bizim mesihimiz geldi, artık toprak
bellemeyiz" diye ayaklanmışlar.

Dönmeler kendilerine "Ma'aminim" (Müminler) ve "Haberim" (Ortaklar) veyahut "Ba'alemilhamah"


(Mücahidler) isimlerini vermişlerdi. Bu cemaat mensuplarına yalnız Edirne'de "Sazannicos" (Küçük sazan
balıkları) derler. Rivayete göre, bu gizli cemaat mabedinin Balık Pazarı yakınından bulunmasından veyahut
cemaat mezhebinin mesihi ve başı olan Sabetay Sevi'nin bir kehanetinden kaynaklanıyordu. Kehanete göre;
Yahudilerin kurutuluşu Hut (Balık) burcu altında vaki olacaktır!..

Musevi inanış ve ibadetinde farklar yapmaya kalkışan bu hahamın hareketini Đstanbul Hahambaşılığı
hoşgörmeyerek, kendisini aforoz etmeye ve hatta -bir rivayete göre- öldürtmeye kalkışmış ve diğer
taraftanYahudilerin her günkü dualarında padişahın adı geçen fıkrayı, "Padişahlar padişahı" ve hatta
"Davud'un oğlu Süleyman" şeklinde değiştirmesi Osmanlı hükümetinin de dikkatini çekmiş ve genç haham
ancak bundan sonra takibe alınmıştı.

Đzmir Yahudileri arasında türlü kargaşalara neden olan bu hahamı Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa
önce Đstanbul'a getirip hapsetti. Burada da faaliyetini sürdürünce Çanakkale'ye naklettirip Kumkale'de
(Abydos) kalebend etti. Ama bu defa da Kumkaleye Avrupa'nın çeşitli yerlerinden ziyaretçi akını başladı.

Đkinci bir mesih olmak iddiasıyla Kumkaleye gelen ve uzun münakaşalardan sonra fikrini kabul ettiremeyen
Nehemya Cohen adlı bir Lehli haham, Sabetay'ı fesatçılık töhmetiyle hükümete ihbar etti. Bunun üzerine
Sabetay Edirne'ye getirilmiş ve IV. Mehmed'in "kafes arkasından" iştirak ettiği bir divanda Sadaret
Kaymakamı ve Şeyhülislamı tarafından, Moşe ben Rephael Efendi'nin tercümanlığında sorgulandı.

Hakkında ileri sürülen ithamları reddetmiş ve "Đslamiyeti kabul etmek veyahut idam olunmak" arasında tercih
yapmak zorunda bırakılınca Müslüman olmuş ve Mehmed Efendi adını almıştı. Kendisine 150 akça "kapı
ortası tekaüdü" ihsan edildiği gibi müslüman olan arkadaşına da "çavuşluk" rütbesi verilmişti. Sorgulama
sırasındaki hazır cevaplığı, dilbazlığı ve cesaretiyle padişahı bile etkilemişti. Bu yüzden olsa gerek Edirne
Sarayı'na yerleştirildi. Artık Mehmet (Aziz) Efendi ismini taşıyan Sabetay; Vanizade Mehmed Efendi'den
Đslamı öğrenirken eski kanaatlerinden vazgeçmiş değildi. Hiçbir zaman da vazgeçmedi. Ülkenin uzak
köşelerinden, Kudüs'ten, Şam'dan, Bağdat'tan gelipona katılan Yahudiler vardı. Padişah her nedense,
Sabetay'ın faaliyetini genişletmesine ve havralarda vaaz etmesine göz yumuyordu.
Ona inananlar kendisine alenen mesih gibi tapmaya cesaret edemeyerek, Müslüman kisvesine bürünmeyi
uygun görüyorlardı. Esasen Sabetay'ın "18 emrinden" 16.'sında, "göz boyamak için müslüman gibi görünmek
lüzumu" tavsiye edilmişti. Bir müddet sonra Hahambaşılığın da bastırmasıyla Sabetay'ın propagandadan
menedilerek, Đstanbul'a çağrıldığı ve Kuruçeşme'de ikamete zorlandığı biliniyor.

Buradan sonra Kağıthane'de bir yere gizlenen Sabetay, yine Yahudilerin şikayeti üzerine, Arnavutlak'ta Berat
şehrine sürülmüş ve beş sene yaşadığı bu şehirde veyahut -bir rivayete göre- hava değişimi için giittiği
Ülkün'de (?) 30 Eylül 1675'te öldü. Sabetay'ın bu kadar maceradan sonra iddiasından vazgeçerek Müslüman
olması arkasından gidenler arasında şiddetli gazap ve hiddet uyandırmış ve ancak sınırlı sayıda müridleri asıl
mesihin göğe çıkıp, Müslüman kıyafetinde dolaşan zatın onun "hayali" olduğuna inanarak, kendisine sadık
kalmışlardır.

Đşte bunlar Sabetay'ın vefatından sonra, yalnız "zahiri" değil aynı zamanda "batıni" olduğunu iddia eden ikinci
eşi Ayşe kadın etrafında Selanik'te toplanmışlardı. Bunların aralarında Türkler ve Makedonyalılar da vardır.
Bu kadın; kendi öz kardeşi Yakup'u, güya mezarından çıkan Sabetay'dan hamile kalıp, 12 yaşına erişmiş bir
oğlan boyunda (Yakup) doğurmuş olduğu iddiası ile ortaya çıkmıştı...

Yakubilerin ve Bevvab Baba'nın zuhuru


Bu kadın, o devirde dünyada hüküm süren mesih özlemi sevkiyle Selanik'te oğlunun mesih şeklinde alemde
yeniden zuhur ettiğine inanan ve ona Allah imiş gibi tapan birçok taraftar bulabildi. Bunlar Yakup Sevi'ye
Đspanyolca "Querido" (sevgili) unvanını da takmışlardı. Hepsinin bir Musevi adı bulunmakla beraber daima
Müslüman adlarıyla çağrılan ve hemen hemen tamamiyle Đspanya göçmeni Yahudilerden müteşekkil bulunan
bu cemaat, cumartesi günleri ateş yakmamak müstesna olmak üzere, bazı Musevi ibadet ve ayinlerine sadık
kalmışlarsa da asıl Yahudilerden tamamen ayrılmış ve onlara "koferim" (kafirler) ismini vermiştir. Neşredilmiş
bazı dualardan anlaşıldığına göre ibadet dilleri Đbranice, Ladino ve Latinceden mürekkep bir dildedir.

1875-77 seneleri arasında bir zamanda Selanik'te bir dönmenin tamir edilmek üzere terziye bıraktığı
yeleğinin cebinden çıkan bir kağıtta bulunmuş ve ilk defa oradan Selanik gazetecilerinden Saadi Levy
tarafından kopya edilmiş bir vesikaya dayanır. Böyle tesadüfen ele geçen bir başka vesika da Đbrahim
Alaeddin Gövsa'nın Bakırköy'ünde bu cemaata ait bir kız mektebinin müdürüyken, bir kızın defteri arasında
bulduğu Đbranice ve Đspanyolca Şabbetay Sebi'nin adı ile başlayan bir besmeledir. (Bknz. Đ. A. Gövsa-
"Sabatay Sevi")

Selanikte bitişik nizam ve birinden diğerine kolaylıkla geçilebilen evlerde yaşayan bu cemaat efradının
evlerinden birinde yeşil abajurlu lambaların zayıf ışığıyla aydınlatılmış gizli toplantı yerleri vardı. "Kahal"
denilen bu yerlerde "Payyetan" adı verilen din uluları tarafından dualar okunur ve "Ab-bet-din" denilen reisler
tarafından vaaz edilirdi.

Bu vaazlarda daima Sabetay'ın adı yüceltilirdi. Hem bu mesihin ve hem Yakup Querido'nun günün birinde
ümmetlerini kurtaracakları inanışı üzerinde ısrar olunduğu gibi, genellikle iyiliğe, hayra ve fıkaraya yardıma
teşvik olunurdu ki, çoğu çalışıp zaruret ve ihtiyaç derdinden kurtulmuş bir halde yaşayan cemaat efradı kendi
aralarında fakirlere iş bulurlar ve çalışmayanlara ise doğrudan doğruya yardım ederek dayanışırlardı.

Kimi kaynaklar Dönmeleri üç zümre halinde inceler. Bunlardan bir görüşe göre;
1. Doğrudan doğruya Sabetay Sevi'ye iman edenler ki, bunlara "Đzmirliler" (2 bin 500 kişi) denilir.
2. Yakup'un taraftarları ki, bunlara "Yakubi" (4 bin kişi) derler.
3. On sekizinci asırda ölen Osman Ağa (Bevvap Baba) müridleri ki, bunlara da "Kuniosos" (3 bin 500 kişi)
ismi verilir.
Birinci zümredekiler dönmeler sakallarını, ikinciler başlarını traş ederler. Üçüncüler ise, sakallarını da saçlarını
da traş etmezler.

Cemaat içi koltuk savaşları neticesinde, günün birinde Mustafa Çelebi adlı bir haham Đzmirli Yakubileri böldü.
Ayrılan zümre Sabetay'ın ölümünden tam 9 ay sonra Abdurrahman Efendi adında birinin sulbünden dünyaya
gelen Osman isminde bir çocuğun vücudunda Sabetay'ın göründüğünü, çünkü çocuğun mesihin vefatından
tam 9 ay sonra doğduğunu, halbuki Yakup'un onun vefatından çok evvel doğmuş olduğunu iddia ediyordu.
Đşte bu Osman adındaki çocuktur ki, sonradan Osman Ağa-Osman Baba-Osman Bevvap isimleri ile
mezhebin hakim ve bir dereceye kadar hurafevi bir şahsiyeti olmuştu.
Osman Bevvab'ın adına 18. asırda kurulan zümre, ticaret yoluna girerek, dünya ile temasları arttırmış ve
büyük düşünceye, gelişmeye taraftar gibi görülmüştür. Velhasıl zümreler arasında iki asır evvelinden
başlayan çekişmeler, 19. asrın sonuna kadar kin ve nefret dalgası içinde cereyan etmiştir ki, birbirleri ile
dostane temastan kaçınmışlar ve birbirlerini küçük görmeye ve alaya almaya kadar varmışlardı. Bu ayrı ve
gayrılık birine mensub bir ahçı veya bakkaldan yiyecek alıp yemek, diğeri için haram sayılacak kadar ileri
gitmişti.

Yakubilerde cemaatin esrarlı hayatı bir tarikat hayatı vaziyetini koruyordu. Gerçi çocuklar Türk ve müslüman
olarak terbiye görüyordu. Ortalıkta bir ayrılık ve bir cemaat hayatı bulunduğu kendilerinden şiddetle
gizleniyordu. Đzahat isteyen çocuklar ve gençler kati bir inkar şeklinde karşılık görüyorlardı. Yakubilerde
cemaat esrarını öğrenmek hakkı ancak evlenmek ile kazanılırdı. Halbuki Osman Baba müridleri, 13 yaşına
gelen çocuklarına ibadetleri ve dini merasimleriyle inançlarını öğretirlerdi.

Son zamalara kadar bu üç zümre varlığını korumuş, ama aralarındaki ayrı ve gayrılık devam edip gitmiştir.
Kendi içlerinde de "aristokrat-avam" ayrımı vardı. Cemaat dışından evlenenler aforoz edilir, böyleleri
"Kararmış" diye anılırlardı. Bu üç zümreyi 19. asırda üç ünlü ve zengin aile temsil etti. "Đzmirliler", Selanik
Belediye Başkanı Hamdi Bey'in ismine, "Yakubiler" Karakaş ailesine, "Osman Babacılar" ise Kapancılar'a biat
etmişti. Hepsi eğitime çok önem veriyordu. Selanik'te kurdukları (sonradan Đstanbul'a naklettikleri) Fevziye,
(Şişli) Terakki ve Işık adında açtıkları okullarda üst düzey eğitim veriliyordu. Meşrutiyete öncülükte, Masonik
örgütlenmelerde, Đttihat ve Terakki Partisi içinde de hep etkin oldular...

Balkan savaşı ve ardından gelen göç nedeniyle bu cemaat fiilen dağıldı. Toparlanma çabaları sonuçsuz
kaldı.1924'te Rüştü Karakaş, Selaniklileri temsilen Büyük Millet Meclisine verdiği bir dilekçe ile "bu gizli
cemaat ve mezhebin feshini Türk ve Müslüman nüfusla harman edilmesini" talep etti. Yeni nesil kendi günah
ve kusuru olmadan, mazinin üstlerine bastığı bu ayrılık damgasından ve işitmeyi hiç sevmedikleri "Dönme"
unvanından bir an evvel kurtulmak istiyordu. Hatta eski zümrelerden kız alıp vermemeyi taassub derecesine
çıkardılar. Diğer taraftan sosyal devrimler dolayısıyla ve azınlıkları Türkleştirme, azınlık sermayesine el koyma
politikaları sonucu uygulanan Varlık Vergisi v.s, bu esrarengiz cemaati, Şeyh Hüdai Hazretlerinin hemen
berisindeki Bülbülderesinde ebedi uykusuna tevdi etti.
Ümit Bayazoğlu
Not:
(1) Yahudi yazarlar, Sabetay hareketini, merkezi Yahudiliğe toz kondurmadan Osmanlı Đmparatorluğu'na
karşı bir hareket gibi gösterirler. Yani "dini olmaktan ziyade padişahın otoritesine karşı siyasi bir hareket" ve
bu hareket Yahudilere karşı "bugün de var olan güvensizliğin başlangıç miladı" olarak kabul edilir.
(2) 1828-29 yıllarında Bergama civarında dolaşan Mac Farlane adlı bir seyyah, "Trahalla" adında bir Dönme
köyü gördüğünü yazıyor. Tip itibarıyla Sami ırkına mensup bu köylülerin buraya iş gereği Đzmir'den göç
ettikleri tahmini yürütüyor. (Yukaridaki yazi CHIVI dendir)

BÜLBÜLDERESĐ KABRĐSTANINDAKĐ MEZAR TAŞLARINDA YERALAN SOYADLARI LĐSTESĐ

Acar, Acıman, Acuner, Ağaoğlu, Adar, Akagün, Akal, Akaltın, Akan, Akaslan, Akbaş, Akbay, Akbil, Akbörü,
Akçil, Akdinçer, Akduran, Aker, Akgün, Akkanat, Akkum, Akman, Akosman, Akoy, Aksel, Aksoy, Aktel,
Aktepe, Akyol, Akyüz, Alever, Alfan, Alp, Alpaslan, Alpgünay, Alsancak, Altav, Altıner, Ambarcı, Anafarta,
Antmen, Arasıl, Arabacı, Arcan, Arman, Arığ, Arslan, Arısal, Atak, Atakol, Atalar, Atam, Ataman, Atamer,
Atatür, Atay, Ateş, Atiker, Atuk, Atılgan, Avcı, Ayaz, Ayfer, Aykan, Ayker, Aykoler, Aykut, Aytun, Ayzit,
Babacan, Baha, Bakal, Bakar, Balcı, Baler, Balkan, Balkanlı, Baran, Barda, Barutçu, Basmacı, Başal, Başaran,
Başaraner, Başer, Başkurt, Başol, Baydar, Baydın, Bayer, Baykal, Bayraktar, Baysal, Baytar, Belgü, Beller,
Bengisu, Beri, Berker, Betil, Beykont, Biber, Bilan, Bildacı, Bilen, Biler, Bilge, Bilget, Bilgili, Bilgin, Bilgör,
Bilimli, Bilkur, Billisoy, Birben, Birced, Bircet, Birder, Biren, Birincikonuk, Birol, Bitek, Bleda, Boduroğlu,
Boysan, Büke, Bumin, Bursin, Büyükdoğanay, Büyükol, Büyüktankaya, Büyüktunca,
Çağdaş, Çağrıcı, Çakır, Çaldıran, Çamuran, Canal, Canıtez, Çankaya, Çankayaoğlu, Canlısoy, Çavuşoğlu,
Çeçener, Çelik, Çeliker, Çelikkol, Çenikçi, Cercis, Ceylaner, Cezzar, Çiçek, Çifçioğlu, Cinoğlu, Ciyavil, Çıkrıkçı,
Cizer, Coşkuner, Cömert, Çubukçu, Cüman, Cümbüşel, Çınar, Dağlı, Darman, Dayıoğlu, Değerli, Demir,
Demirel, Denel, Denizmen, Derman, Dertli, Devirdi, Dikmen, Dikmenoğlu, Dilber, Dilmaç, Dişmen, Dolunay,
Dorman, Dorsay, Dörtköşe, Duhani, Dündar,
Eğinler, Edgüer, Edis, Ediş, Egemen, Ehat, Ekemen, Ekin, Ekinci, Elçin, Elibol, Elöve, Emilli, Eminoğlu, Emsel,
Emsem, Erpul, Er, Eralp, Eraltan, Erbelger, Erbiber, Erbütün, Ercan, Erdal, Erel, Erem, Eren, Erenler, Erer,
Eresen, Eresin, Ergay, Ergin, Ergüç, Erhat, Eriş, Erkorkut, Erkun, Erkut, Erler, Erman, Ersin, Ersunay, Ertan,
Ertedemir, Ertek, Ertem, Ertetik, Erşahin, Erşan, Erşen, Ertürk, Esgeç, Esim, Esin, Esrigün, Etan, Etkin, Evin,
Evizi, Evren, Evrenk, Ezel,
Felek, Ferman, Fişekçi, Fikriğ, Fırat,
Gemici, Gen, Genç, Gencer, Gençer, Gençoğlu, Gençoğuz, Ger, Gerçel, Geren, Germen, Gevgilili, Girgin,
Gökçen, Göker, Göksel, Göksu, Göksun, Gökşen, Gökşingöl, Gönç, Gonca, Gönüllü Görgül, Görk, Görüngeç,
Gözen, Gül, Gülleci, Gültekin, Gün, Günay, Güner, Güney, Günkut, Günsav, Günseli, Güratay, Gürdal,
Gürdemirel, Gürışık, Gürsan, Gürsel, Güventürk, Güzekin,
Harmancı, Hamarat, Hascan, Hekiman, Hısım, Hoşgel, Hun, Hürol,
Içözü, Idemen, Ilkin, Imili, Imre, Imren, Ince, Insel, Ipekçi, Irışık, Işmen, Iyibilek,
Kadı, Kadıoğlu, Kafadar, Kahya, Kalyoncu, Kandel, Kaner Kanul, Kapancı, Kaptana, Kaptanoğlu, Kara,
Karaakın, Karaaslan, Karakaş, Karanfil, Karaokçu, Karul, Karyüz, Kasapoğlu, Kavrem, Kaya, Kayatür,
Kaymak, Kaymakcı, Kaynak, Kazmirci, Kent, Kermen, Kılıç, Kılıççı, Kılıçerli, Kızıltuğca, Kibar,Kireççi, Kocaoğlu,
Koçer, Kökmen, Kor, Koray, Korman, Köse, Kösem, Köseoğulları, Koyuncu, Koyuncuoğlu, Könik, Köylüoğlu,
Kubilay, Kublay, Külahlı, Kunal, Kızılgül, Kuşcu, Kuşçu,
Laçin, Laleli, Madra, Malta, Mayadağ, Melek, Mesci, Mescioğlu, Mesciye, Mestçi, Mete, Minisker, Moran,
Mörekli, Müftüoğlu, Mutlu, Mısırlı, Mısırlıoğlu,
Narter, Nasır, Nazlı, Nevber, Nilli, Növber, Nurtopu,
Öder, Öge, Öğet, Öğüt, Öğütmen, Ogan, Öget, Okandan, Okay, Olcay, Ölçer, Olgun, Onbaşıoğlu Onbiner,
Öncel, Öncü, Önder, Öndoğan, Onuk, Onur, Önür, Oray, Örer, Ortaç, Oruntak, Osmanoğlu, Oymak, Ötgünç,
Özaltan, Özant, Özaral, Özatay, Özbabacan, Özbaydar, Özbel, Özberk, Özbilek, Özbilgin, Özbiricik, Özcengiz,
Özçubukçu, Özdal, Özdemirler, Özden, Özdikmen, Özdiren, Özen, Özer, Özerdem, Özeren, Özerman, Özgen,
Özgirgin, Özgörener, Özgül, Özkaynak, Özmen, Özmete, Özören, Öztaş, Öztürk, Özver,
Pakelli, Pakin, Pakman, Pakerman, Pakoy, Paksever, Paksoy, Pakyüz, Palacan, Pamuk, Payzın, Pekin,
Peymançakır,
Sağ, Sakarya, Sakaryalı, Saker, Sakman, Saldak, Salma, San, Sancaktar, Sandalcı, Santur, Sargun, Sarp,
Sarıdeniz, Sarıer, Satkın, Saygın, Saygun, Seferoğlu, Selem, Seler, Serpen, Serpil, Seval, Sevand, Sever,
Sevinç, Seviş, Seyal, Seydi, Seynur, Sezen, Sezerman, Sezgin, Silman, Sirman, Sirmen, Sirmay, Sofyalılar,
Solakoğlu, Somay, Somer, Somman, Sonal, Sonant, Soner, Soyarslan, Soydan, Soysal, Subaşı, Sunam,
Suner, Suntay, Suntekin, Sunter, Sürel, Süser, Süslü, Susmuş, Susmuşoğlu, Sütmen, Şencan, Şengül,
Şensoy,
Tabuman, Talu, Tamel, Tamtürk, Tan, Tanca, Tangüner, Tanır, Tanga, Tangı, Tanju, Tankaya, Tansu, Tarı,
Taşbaş, Tegin, Tekant, Temel, Tendar, Tercanlı, Tezcanlı, Tolu, Şahinalp, Şamlı, Şamlıoğlu, Şefkati, Şercan,
Şişli, Şuhubi, Tamer, Tameroğlu, Togay, Tokay, Toker, Tokses, Tolunay, Toner, Toparlak, Topçu, Topçimen,
Töredi, Törüsel, Tuğlan, Tuğlay, Tuğtekin, Tüfekmen, Tuncel, Tuncelli, Tuncer, Tur, Turaç, Tünel, Türedi,
Türel, Turhan, Türkölmez, Türüdü, Tüyel, Tüzecan,
Uçkan, Uçman, Uğurel, Ulcay, Ülgen, Ülger, Ülkenli, Ulukut, Uluöz, Uluman, Ulusan, Uluskan, Ulusoy, Ulutaş,
Ünel, Ünlüsoy, Uras, Ürer, Ürkün, Ürün, Usmangil, Üstüngör, Uşen, Uysal, Üzenli,
Veral, Yal, Yalınçetin, Yalman, Yaltı, Yalın, Yasa, Yassıtepe, Yayalar, Yazgan, Yenen, Yeşildal, Yeter,
Yılmazer, Yonsel, Yönter Yurtbay, Yuvalıoğlu, Yücesan, Yücel, Yücer,
Zadiş, Zeybek, Zeybeker, Zekavet, Zeren, Zorlukol, Zorluuysal (Derleyen: Istanbul SEVI)

MODERN MEZAR TAŞLARI - VEFAT ĐLÂNLARI

2. Dünya Savaşı yıllarıydı. Türkiye savaşa girmemiş ama ciddi bir ekonomik bunalıma sürüklenmişti. Karneli
günler başlamış, enflasyon, vurgunculuk, karaborsa, rüşvet almış başını yürümüştü. Kaynaklarının neredeyse
tamamını savunmaya ayıran Türk hükümetleri ise savaş yıllarını bütçe açığını nasıl kapatırız diye düşünerek
geçiriyordu.

Işte tam bu günlerde, dönemin hükümetinin aklına bir fikir geldi. Zenginden alıp fakire vermeyeceklerdi ama
devlet borçlarını kapatabilecekleri bir çare düşünmüşlerdi. Hükümetin hedefi o günün parası ile 315 milyon
liranın en geç 30 gün içinde toplanmasıydı. Bu amaçla, Sükrü Saraçoğlu hükümeti, 12 eylül 1942 de
deftarlıklara bir yazı gönderdi. Zenginlerin mal varlıklarının tespitini istiyordu. Zengnleri ise müslümanlar,
gayrimüslümler yani Rumlar Ermeniler ve Yahudiler, Dönmeler yani sonradan müslüman olmuş vatandaşlar
ve yabancılar olmak üzere 4 gruba ayırıyordu. Tüm zenginler mal varlıklarına göre değil kimliklerine göre
paylarına düşeni ödeyeceklerdi. Müslümanların payına paralarının %12, 5, gayrimüslümlerin yani azınlıklar
%50 si, dönmelerin %25 i, yabancıların ise %12 si düşüyordu. Ancak kimin ne kadar ödeyeceğini asl olarak
komisyonlar belirliyordu. Komisyonların belirlediği miktara itiraz yolu ise tamamen kapalıydı. Yasa kısa
zamanda mecliste görüşüldü ve 11 Kasım'da da kabul edildi. Adına da Varlık Vergisi dendi. Yani servet ve
kazanç sahiplerinin servet ve olağanüstü kazançları üzerinden bir kereye mahsus alınacak olan vergi. Yasa
metninde azınlık aleytarı hiçbir şey olmamasına rağmen uygulama çok farklı oldu. Zira ipler komisyonların
elindeydi.

Vergi mükelleflerinin %87 si gayrimüslüm azınlıklardan oluşuyordu ve dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu
yasayla açıkça belirtilmeyen, gizli amaçlananı CHP grubunda yaptığı konuşmada şöyle savunuyordu.

"Bu kanun...bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız.
Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz."

Azınlıkların korkuyla bekledikleri başına gelmişti. Komisyonlar kısa zamanda çalışmalarını tamamladılar. Artık
Rumlar, Ermeniler Yahudiler tek tek gidip vergi dairelerinin camlarına asılı listelerde korkuyla adlarını
arıyorlardı.

Isimlerini bulanlar tam bir şok geçirdi. Zira ortada bir haksızlık vardı. Kimisi ödeyebileceğinin 3 misli bir
vergiyle cezalandırılmış, kimisinin ise mal varlığı neredeyse görmezlikten gelinmişti.

Herkese vergisini ödemek için yalnızca 15 gün süre tanınmıştı. Sonrası ise gayrimüslümler için tam bir
bilinmeyendi. Parası olan veya komisyonların biraz olsun insaflı davrandıkları azınlıklar vergilerini
ödedeyebildiler. Ancak bu arada neredeyse tüm mal varlıklarını elden çıkardılar. ve çoğu da iflas etti.
Ödeyemeyenleri ise çok daha zor bir süreç bekliyordu.

Vergisini ödeyemeyenler gazetelerin yazdığına göre sürgüne gönderilecekti. Sürgün yeri ise azınlıkların hiç
tanımadıkları, hiç bilmedikleri Erzurum ve ilçeleri idi. Borçluların önce evlerine işyerlerine gidildi mallarına el
konuldu o da yetmeyince başka bir çare bulndu. Varlıkları yetmeyenler borçlarını çalışarak ödeyeceklerdi.
önce sirkeci'de sevk merkezlerine götürüldüler. Sürülecekleri günü ve saati beklemeye başladılar.

Ilk kafile 27 ocak 1943 yılında önce Sirkeci’den Haydarpaşa'ya, oradan da trenlerle Anadolu'ya doğru yola
çıktılar.

Resmi rakamlara göre 1400 kişi Aşkale’ye yollandı. Ancak oraya gidip dönenlerin anlattıklarına göre ise 5, 6
bin kişi odaydı. Erzurum'da onları soğuk, karlı bir kış ve çalışma kampları bekliyordu. Önce kendilerine tahsis
edilen yerlere yerleştirildiler. Kimisi şehir merkezinde kaldı, kimisi Aşkale’ye, kimisi köylere gönderildi. 5 er 6
şar kişilik gruplar halinde o zamanın Erzurum’unda çalışıp devlete borçlarını ödeyeceklerdi. Kimi iddilara göre
sürgünler, taş kırdılar, yol yaptılar, bazılarına göre ise sadece küreklerle yolları açtılar. Ama kimisi 6 ay kimisi
1 yıl Erzurum'da azınlık olmanın bedelini ödediler.

Bu uygulama azınlıkları tam bir paniğe sürükledi. Herkes ödeme süresini kaçırmamak için mallarını bir an
önce elden çıkarmak istiyordu. Tabii bu da gayrimlenkul fiyatlarının hzla düşmesine ve iflaslara yol açtı ve
belki de en önemlisi bir çok kişiyi kimlik bunalımına sürükledi.

Aşkale’de 21 gayrimüslüm hayatını kaybetti. Zira oraya gönderilenlerin yaş ortalaması 50 civarındaydı. Coğu
karla kaplı yollara, dağlara yani Erzurum'un soğuğuna dayanamadılar. Azınlıkların Erzurum günleri yaklaşık 2
yıl sürdü. 1943 yılının Haziran ayına gelindiğinde sağlanması düşünülen gelirin %80 e yakını toplanmıştı.
Gayrimüslimlerden 166 milyon, yabancılardan 33 milyon, ve müslümanlardan ise 1115 milyon TL gelir
sağlanmıştı. 17 eylül 1943 te toplanan TBMM borçları silmeye başladı. O tarihten itibaren de Varlık Vergisi
uygulamadan kalkmaya başladı. Aşkale’dekiler bir bir evlerine dönüyorlardı. Yaşadıkları, gördükleri,
hissettikleri ise yanlarına kalıyordu. 15 mart 1944 te çıkan bir kanunla Varlık Vergisi tamamen ortadan kalktı.
Ancak hiçbirşey eskisi gibi olmayacaktı.

Bu vergi azınlıkların ülkeyle bütünleşmesini engelledi. Ve asıl amacına da büyük ölçüde ulaştı. Zira arzulanan
Milli Sermayenin önü açılmıştı. Koçlar, Sabancılar artık bir bir adlarını duyurmaya başlıyorlardı. Daha sonraki
yıllarda da azınlıkların çilesi sürdü, coğu Türkiye'den göç etti. Örneğin 1948 ile 50 yılları arasında yaklaşık
300000 Türkiyeli Yahudi Israil’e yerleşti. Yani azınların bitmeyen sürgünlüğü yıllar boyu devam etti.
MEDYADAKĐ VARLIK VERGĐSĐ ŞARLATANLIĞI
Varlık Vergisi, Kasım 1942-Mart 1944 tarihleri arasında, ticaret erbabı, çiftçi, esnaf ve ücretlilere tarh edilerek
bir defaya mahsus olmak üzere toplanan olağanüstü bir vergidir.

Đkinci Dünya Savaşına girilmediği halde ülke yüksek bir enflasyonla sarsılmış; karaborsa ve stokçuluk,
toptancı tüccarın ve pazara açılmış büyük çiftçilerin kazançlarını çok şişirmişti.

Yürürlükteki vergi sistemi, vergi yükünü esasta ücretli kesimlere yüklediğinden, vergilendirilmemiş büyük
gelir ve servet sahiplerini vergilendirme amacıyla acele olarak hazırlanan Varlık Vergisi Kanunu, 11 Kasım
1942 tarihinde onaylanarak hemen yürürlüğe girdi. Varlık Vergisinin matrahı esas olarak savaş sırasında
gerçekleştirildiği kabul edilen gelirleri ve serveti içeriyordu.

Vergi matrahları ile oranlarının tespitinde, mahalli mülkü amirler ve maliyecilerden oluşan vergi taktir
komisyonları yetkili kılınmıştı.

Vergilerini 30 gün içinde ödemeyenler, tutuklanabilecek, çalışma kamplarına gönderilebilecek ve hiçbir dava
hakkı tanınmaksızın mülklerine haciz konulabilecekti.

Maliye Bakanlığı dört tür vergi yükümlülüğü belirlemiş ve bunları belirli harflerle tanımlamıştı. Bu
tanımlamada Müslümanlar (M) belirlenen matrahın % 12,5'unu gayrimüslimler (G) %50'sini, dönmeler (D)
%25'ni vergi olarak ödemekle yükümlüydü.

Ecnebi olarak (E) anılan yabancı ülke vatandaşlarının vergi oranı başlangıçta yüksek iken yabancı elçiliklerin
araya girmesiyle Müslümanlarla aynı düzeye, %12.5'a indirilmişti. Çiftçilere ise %5 oranı belirlenmişti

Müslüman mükellefler de vergilerini ödemekte fazla güçlük çektiler. Yüksek vergi borcunu ödemeyen
gayrimüslimler, Ocak 1943'te kovuşturmaya tabi tutuldular ve 1380 kadarı Erzurum ilinin Aşkale ilçesindeki
bir çalışına kampına gönderildiler. Orada demiryolları ve karayollarında çalıştırıldılar.

1944 yılının Haziran ayına kadar, planlanan Varlık Vergisinin %80'i toplandı. Eylül ayında ise yoksul
gayrimüslimlerin çoğunun kalan vergi borçları affedildi. 1944 yılının Martında ise Varlık Vergisinin
uygulanmasına son verildi ve ödenmemiş tutarlardan vazgeçildi. Müslüman mükellefler genellikle borçlarını
ödediklerinden, vergi borçlarını en uzun süre geciktiren gayrimüslimler verginin kaldırılmasından en büyük
kazancı elde ettiler.

Müslümanlar dışındakilere yüksek oranda vergi tarh edilmesindeki gerekçe, Osmanlı'da eli silah tutan her
ferdin savaşa gitmesi sonucu Türklerin, savaşta gerek maddi, gerekse manevi olarak çok zarara
uğramalarına karşılık, askere alınmayan gayrimüslimlerin ve dönmelerin, savaş gerisinde yaptıkları ticaret
sonucunda elde ettikleri fazla kârlardı.

Gerçekten de ülkenin kurtarılması için ailenin her ferdini feda eden Türklerle, savaşa alınmadıklarından ötürü
ailesinden bir ferdi dahi kaybetmeyen gayrimüslimler arasında savaş sonucunda elbette bir fark olması
gerekiyordu.

Nitekim tarh edilen vergiyi ödemedikleri için, Aşkale'ye sürülen bazı gayrimüslimlerin, şimdi ne kadar çok
zengin oldukları ve ülke ekonomisini kontrol ettikleri göz önüne alındığında, o tarihlerde ne kadar zengin
oldukları anlaşılacaktır.

Ancak özellikle son günlerde, Marksist, bölücü , liberal ve Đslam'ı siyasete alet eden bazı kişiler tarafından
film, yazı, haber, sohbet, makale vb. şekilde 57 yıl sonra Varlık Vergisi dramatik bir şekilde gündeme
getirilmekte, gayrimüslimlere haksızlık yapıldığı ileri sürülerek Türk Devleti ırkçılıkla suçlanmaktadır

Bunun sonucu olarak ta, Varlık Vergisinin gayrimüslimler üzerinde yaptığı olumsuz etki duygusal bir şekilde
işlenerek, ülke topraklarının dörtte birini alarak ayrı bir devlet kurmak isteyen PKK'ya ve onun lideri Abdullah
Öcalan'a aftan başlayarak, Kürtçe televizyon kurulması ve kültürel haklar verilmesi gibi ülke ve millet
bütünlüğünü tehlikeye sokabilecek bazı konular gündeme getirilmeye çalışılmaktadır.
Đşin ilginç yönü ise Varlık Vergisi ile haksızlık yapıldığı söylenen gayrimüslim vatandaşlarımızın ve cemaat
liderinin özellikle de Yahudi asıllı vatandaşlarımızın vecemaat liderlerinin, iletişim araçlarında yer alan
beyanları incelenecek olunursa, medyadaki şarlatanların aksine Varlık Vergisini anlayışla karşıladıkları
görülecektir.

Nitekim, Toplumsal Tarih dergisinin Eylül/I996 tarihli 33. Sayısındaki araştırmacı yazar Rifat N. Bali'nin,
Osmanlı / Türk Yahudiliği Tarihi ile ilgili Yayınlar ve Đçerdikleri Tarih Söylemi-II isimli incelemesi tetkik
edildiğinde ,yazarın, Yahudi Cemaati liderleri ve yazarlarının, Varlık Vergisi konusundaki düşüncelerini :

a)Derginin 57. Sayfasında, Yahudi Cemaat Lideri ve tarihçi Avram Galanti ile ilgili olarak; "Galanti
kitaplarında Türk Yahudiliği tarihi açısından çok önemli olan 1927 yılında meydana gelen Elzo Niyago olayı,
1934 Trakya olayları gibi olayları ya birkaç satırla değinerek geçiştirir veya Varlık Vergisinde olduğu gibi hiç
söz etmez. Galanti'nin savunmaya yönelik ve özür dileme kısmının çok ağır bastığı tarih söylemini iyice
anlamak için dönemin Sanayii Tetkik Heyeti Başkanı olan Şevket Süreyya Aydemir ile Varlık Vergisi
konusunda yaptığı görüşmeyi okumak gerekir. Bu görüşmede Galanti, Aydemir 'in yanına Varlık Vergisinin
haksızlığını şikâyet etmek için gider. Aydemir'in ona Yahudilerin "Orduya asker dahi vermediklerini" sadece
para ve sermaye biriktirdiklerini dolayısıyla bu verginin bu yapılmayanların yanında az olduğunu ve bir nevi
"Kan Vergisi" olduğunu hatırlatmasına ve "Sizin şu bir avuç vergi fazlanızı karşılaştıracağımıza, sizin biriken
servetlerinizle bizim biriken kan ve askerlik haklarımızı teraziye koyarak hesaplaşalım" sözlerine karşılık
Galanti haykırarak şu yanıtı verir: Asla! Böyle bir hesaplaşmaya gidemeyiz. Çünkü o zaman yalnız bütün
malımızı, mülkümüzü değil, cemaatımızın bütün fertlerinin canlarını da teraziye koyarsak, biz sizin asırlık kan
ve askerlik haklarınızı ödeyemeyiz. Aldığınız vergi helâl olsun. Bu vergi,ve senin dediğin işler teraziye
dökülünce, bizim ödememiz lâzım gelen, bir zerre bile değildir."

b)Derginini 58. Sayfasında; Yahudi yazar Moshe Sevilla Sharon'un Türkiye Yahudileri adını taşıyan eseri ile
ilgili olarak : "... Duyarlı konularda "tatsız olaylar" diye nitelendirilmiş ve "devrim yaşayan her ulusun için de
oluşan geçici bunalımlar göz önünde tutularak değerlendirilmelidir" cümlesi ile geçiştirilmiştir. Herhalde bu
"tatsız" olaylardan kasıt kitapta yüzeysel olarak söz edilen Varlık Vergisi olayı, Elzo Niyago olayı, hiç
değinilmeyen 1934Trakya Olayları, Cevat Rıfat Atilhan'ın önderliğini yaptığı Yahudi karşıtı akımlar ve benzeri
olaylardır."

c)Yahudi Yazar Moşe Grosman'ın Dr. Markus adlı kitabıyla ilgili olarak: "Galanti'nintarih yazımı ve geleneğine
uygun olarak kitabın içeriğinde olmasa da kapağında Osmanlı / Türk devlet adamlarının devlete sadakatlarını
teyit eden sözleriyle, Yahudilerin devlete karşı minnet duygularını ifade eden sözlerine yer verilmesi ihmal
edilmemiş, aynı araştırmacı kitabında Varlık Vergisine niye hiç yer vermediği konusundaki bir eleştiriye
getirdiği açıklamada "birlikte yaşanmış'' ve "huzurlu bir geçmişin izleri" ni taşıyan bir birliktelikte bu tür
olaylardan "hiç söz edilmemelidir" deyip bunlardan söz etmeninin de "hiç bir yararı olmayacağını"
vurgulamaktadır),

Derginin 6l.sayfasında ise bu konuya ilişkin değerlendirme "..Tarih Vakfının 3l Mart 1994 tarihinde
düzenlediği "Varlık Vergisi" panelinde Yahudi Cemaatini temsil eden kişinin ağzından şöyle ifade edilmiştir.
`Bu çalışmalarda Türkiye'yi karalamaya çalışan malum odaklar için, malzeme teşkil etmeyecek şekilde
dengeli ve dikkatli olunmasını da temenni ederim" biçimindeki örneklerle ortaya koyduğu görülecektir.

Yine son günlerde televizyonlarda, radyolarda açık oturumlarda ve panellerde, Varlık Vergisi gündeme
getirilmekte, bu verginin o tarihlerdeki gerekçesi dikkate alınmadan, herolayın kendi şartlarında
değerlendirilmesi gerektiği gerçeği göz ardı edilerek, olumsuz görüş belirtenler medyada yer bulabilmektedir.
Fakat bütün bu çarpıtma gayretlerine rağmen çoğu gayrimüslim vatandaşlarımız, bu etkinliklerde Varlık
Vergisini o günkü şartlarda normal bulduklarını söylemektedirler.

Görüleceği üzere, Yahudi Cemaati liderleri ve yazarlarının, her olayı o günkü şartlarında değerlendirerek
Varlık Vergisi konusunda Türkiye'yi anlayışla karşılamalarına rağmen, adı geçen yazar ve medyada bazı
köşeleri işgal etmiş bir kısım Marksist, bölücü, liberal ve Đslam'ı siyasete alet eden yazarlar, 57 yıl sonra
konuyu üzücü bir şekilde canlı tutarak gayrimüslim vatandaşlarımızı rahatsız ve tahrik ve çalışmaktadırlar.

Gayrimüslim ve Müslim vatandaşlarımızım, mezkûr bozguncu şarlatanlara itibar etmeyip, ülkemizin uygar
devletler düzeyine çıkarılmasını sağlamak için gerekli çalışmayı canla ve başla yapacakları hususunda
ümidimiz sonsuzdur.
Sümer KÜRŞAD - Yeni Hayat, Mart 2000

Pandora'nın kutusu
Azınlıklara yapılan haksızlıklar çalışma kampı, icra ve haciz demek olan Varlık Vergisi'yle sınırlı değildi
Kutu bir kez açıldı. Tarihte yaşananlara dair bütün olumsuzluklar, toplumsal hafızaya nakşetmiş anılar birer
birer canlanıyor. Kimileri yaşadıklarını, kimileri de yorumlarını anlatıyor. Đlk kez sınırlı bir tarih tartışmasının
ötesinde, daha kamusal alanda Cumhuriyet döneminde yaşanan 'Türkleştirme politikaları' gündeme geliyor.
Bu politikalar sadece Varlık Vergisi'nden ibaret değildi. Sadece Varlık Vergisi ile azınlıklara dönük
ayıp/haksız/yanlıß/ırkçı (bunlardan istediğinizi seçebilirsiniz. Zira her bir yorum bir ideolojik bakışı yansıtıyor)
politikalar uygulanmadı. Bu politikaların geçmişi ve sonrası vardı. Dolayısıyla Pandora'nın kutusu açıldı.
Đçinden mağdurlar çıkıyor. Tarihi yargılıyor. Kutudan şöhret ve popülarite çıkacağını umanlar ise telaşla
yeniden kapağını kapatmaya çalışıyor. Artık çok geç.
Neydi Varlık Vergisi?
Varlık Vergisi ilk bakışta bir iktisat politikasıydı. Đkinci Dünya Savaşı yıllarında ekmeğin fiyatı yüzde 284, etin
yüzde 336, şekerin yüzde 1107, odunun yüzde 255 arttığı günlerdi. Vurgunculuk ve karaborsanın piyasayı
ele geçirdiği bu dönemde Meclis'te bir konuşma yapan milletvekili Kazım Duru, vekillerin bile stokçuluk
yaptığından yakınıyordu. Ülkede verimli işgücünden bir milyon kişi askerdeydi ve hükümetin gelirlerinin yarısı
milli savunmaya gidiyordu.
Đşte bu kaotik günlerde Rüşdü Saraçoğlu hükümeti, gizliden gizliye bir önçalışma başlattı. 1942 yılının eylül
aylarıydı. Maliye Bakanlığı azınlıklarla ilgili bilgileri defterdarlıklardan istemeye başladı. Bu bilgilere dönemin
Milli Đstihbarat Teşkilatı olan Milli Emniyet tarafından elde edilen veriler, vergi daireleri, bankalar, CHP il ve
ilçe örgütlerinin raporları ve 'güvenilir' işadamlarından alınan istihbaratlar eklendi. Fişleme tamamlanmıştı.
Saraçoğlu projesini hayata geçirmeden önce cepheyi genişletmek istiyordu. Tek parti dönemiydi. CHP'nin
gizli oturumunda milletvekillerine projesini açtı. Söylediği şuydu: "Piyasaya hakim olan yabancılar ortadan
kaldırılarak, Türk piyasası Türklere verilecekti."
Seçmenlerinden gelecek tepkiden çekinerek vergiye tavır alabilecek milletvekilleri böylece uygulamanın
azınlıklara dönük olacağını öğrenerek ikna edilmiş oluyordu. Ancak bu projeden azınlık cemaatleri de
haberdar olmuştu. Gidip Saraçoğlu'nun kapısını çaldılar. "Siz ne kadar vergi toplamak istiyorsunuz? 300
milyon mu? Siz bunu bize bırakın kendi aramızda toplayıp verelim" dediler. Ancak Osmanlı'nın millet sistemini
çağrıştırabileceği kaygısıyla Saraçoğlu bu teklifi reddetti. Zira parayı toplasa bile 'piyasa Türkleşmiş'
olmayacaktı.
1942 yılının kasım ayında kanun çıktı. Kanunun çok önemli özellikleri vardı.
1. Kimin ne kadar Varlık Vergisi ödeyeceğine takdir komisyonları karar verecekti. Daha sonra bu
komisyonların bütünüyle Müslüman-Türk işadamı, bürokrat ve politikacılardan oluşturulduğu görüldü.
2. Takdir komisyonunun belirlediği vergiye 'kesinlikle' itiraz hakkı yoktu.
3. Takdir komisyonu kimin ne kadar vergi ödeyeceğine 15 gün içinde karar verecek, mükellefler de 15 gün
içinde 'nakit olarak' parayı vergi dairelerine yatıracaktı.
4. Vergisini öde(ye)meyenlerin bütün mal varlıkları, ev eşyaları hatta birinci dereceden yakınlarının servetleri
haczedilecek ve icra marifetiyle satışa çıkarılacaktı.
5. Vergisini öde(ye)meyenler zorunlu çalışmaya tabi tutulacaktı. Günlük 2.5 lira karşılığı çalışacaklar. Bu
paranın yarısı barınma ve yemek masraflarına sayılacak, yarısı da vergiden mahsup edilecekti.
Kanun, Meclis'te oy birliğiyle kabul edildi. Oylamaya sonradan Demokrat Partisi'ni kuracak olan kadrolar
katılmamıştı. Kanunda "bu kanun azınlıklara daha yoğun uygulanacaktır" gibi bir madde yoktu.
Ancak uygulama neredeyse bütünüyle azınlıkları içeriyordu. Vergi mükelleflerinden 4.195'i Müslüman (yüzde
7), 54.377'si gayrimüslim (yüzde 87) ve 4.003'ü de (yüzde 6) ecnebi - Müslüman ve gayrimüslim şirketleri ve
şahıslardı.
Vergi sadece gayrimüslimleri kapsamıyordu. Özellikle Nazi Almanya ve mihver ülkelerinden (Bulgaristan,
Romanya, Avusturya vd.) Türkiye'ye sığınan başka ülkelerin vatandaşlarına da gayrimüslimler kadar vergi
konmuştu. Dönmeler yani Sabetay Sevi'yi mesih olarak gören, sonradan Musevilik'ten Müslümanlığa geçmiş
ve Selanikli olarak bilinenlere de Müslümanların iki misli vergi konmuştu.
Varlık Vergisi ile 465 milyon lira toplanması öngörülmüştü. 315 milyon lira toplandı. Bu paranın yüzde 53.5'ini
nüfusun yüzde 2'sini oluşturan gayrimüslimler, yüzde 36'sını Müslümanlar ve yüzde 10.5'ini de ülkedeki
yerleşik yabancılar ödedi.
Varlık Vergisi'nin en dramatik uygulamaları çalışma kampı ile icra ve haciz süreci oldu. Kamplara sadece
gayrimüslimler yollandı. Resmi verilere göre 1.400, kamplarda yaşayanlara göre 5-6 bin kişi Aşkale ve daha
sonra da Eskişehir Sivrihisar'daki kamplara gitti. Bunlardan 21'i orada yaşamını yitirdi. Vergisini
öde(ye)meyenlerin ev eşyaları dahil bütün servetleri icrada haraç-mezat satıldı. Dönemin basını evlere
hücum eden ve koltuklara, masalara ayaklarıyla basarak açık artırmaya katılan 'açıkgözlerden' söz etti.
Varlık Vergisi sadece 'varlıklı' olanlara uygulanmadı. Amele, hizmetçi, kapıcı, seyyar satıcı olan
gayrimüslimlerden 26 bini de bu vergiyi ödedi. Oysa aynı alanlarda çalışan Müslümanlar vergiden muaf
tutulmuştu.
Varlık Vergisi bir duraktı
Bir duraktı zira geçmişte de azınlıklara yönelik politikalar vardı. 1932'de çıkan bir kanunla, emek - yoğun bazı
işlerde sadece Türk olanların çalışması kararı alındı. Bu işler amelelik, kapıcılık, garsonluk, hademelik
türünden işlerdi. Kentlere göçü hızlandıracak ve burjuvaziye ucuz işgücü sağlayacak bu karar nedeniyle 35
bin Rum Türkiye'yi terk etti.
1934'te Trakya'da Turancıların kışkırtmasıyla 15 bin Yahudi'ye dönük vandalizm uygulandı. Evleri yakıldı,
yağmalandı ve kadınlar taciz edildi.
1938-1940 yıllarında azınlıkları terörize eden "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları düzenlendi. Kimi
yazarlara göre o dönemde azınlıklara saldırılar oldu.
1940'da anti-semit bir kararla 26 Musevi kökenli Anadolu Ajansı çalışanı işten atıldı. Bu dönemde, Nazi
Almanyasının işbirlikçisi Romanya'dan kaçarak Türkiye'ye sığınmak isteyen 778 Yahudi'nin Türkiye'ye girişine
izin verilmedi. Bir yıl boyunca Struma gemisinde izin bekleyen bu insanlar gerisingeri açık denize gönderildi.
Açık denizde bekleyen bir denizaltı gemiyi torpilledi. Biri dışında hepsi öldü. Dönemin Başbakanı Refik
Saydam, "Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mekân olamaz" diyordu.
1941'de 25 ile 45 yaş arasındaki bütün gayrimüslim erkekler aynı anda askere alındı. 500'er kişiden oluşan
"amele taburlarında" çalışmaları istendi. Çoğu birlik bulaşıcı hastalıklarla boğuştu. Azınlıklara "beşinci kol"
muamelesi yapıldı. Đsrail resmi arşivleri bu kararın Nazi Almanyasının isteği üzerine alındığını yazdı.
1942'de Varlık Vergisi uygulandı.
1955'te Đstanbul'da emekli bir generalin itirafıyla "özel harp dairesi" 6/7 Eylül olaylarıyla ilk deneyimini
yaşadı. Azınlık vatandaşlarının yaşadığı 4.348 dükkân, 2.000 ev, 73 kilise, 110 restoran, 26 okul, 5 spor
klubü tahrip edildi. Üç kişi öldü, yüzlercesi yaralandı.
1964'te 12 bin Yunan pasaportlu Rum sınırdışı edildi. Oysa onların Türkiye'de kalması kararı 1930'da Atatürk
ve Venizelos tarafından imzalanan bir anlaşmayla garanti altına alınmıştı. Bu insanların da gitmesiyle
Türkiye'den ayrılanların sayısı 40 bini buldu. Bu insanların bütün mal varlıklarına, bankalardaki paralarına el
kondu. Sadece 20 kilo kişisel eşya ve 22 dolar da para götürmelerine izin verildi.
Bugün hâlâ 1936 yılından sonra mülk edinen gayrimüslim vakıflarının malları yağmalanıyor. 1936'da
verdikleri servet beyannamesi baz alınarak son 63 yılda bu vakıfların edindiği gayrimenkuller ilk sahiplerine
iade ediliyor.
Son söz
Varlık Vergisi, uygulanan ilk ve son "azınlık karşıtı" devlet politikası değildi. Bütün bu anlatılan olayların filmi
yapılacak mı bilinmez ama hepsi gerçekti. Yaşandı.
Ancak bu tarihsel gerçekleri ifade ettiğimiz bir televizyon programında ANAP milletvekili Yılmaz Karakoyunlu
bunları "kişisel fantezilerim" olarak niteledi. Fantezi sözlüklerde, "eğlenceli, eğlendirici davranış" ya da
"tabiattan ve gerçekten çok hayale dayanan eser" olarak tanımlanıyor. Geriye tek soru kalıyor. Bu olaylar
"hayal miydi?"
Karakoyunlu, Pandora'nın kutusunu açmak cüretini gösterdi. Şimdi içinden çıkanlardan rahatsız oluyor. Zira
ufku, ikbali ve dünya görüşü daha fazlasına tahammül edemiyor.
O nedenle de "Varlık Vergisi'nin olumlu tarafı Müslüman-Türk kitlesine yeni iş sahaları, yeni bir güç kattı"
(Hürriyet- 28.11.1999) ya da "Varlık Vergisi'ni hazırlayan kadro çok milliyetçi, vatanperver insanlardı...
Vergiyi uygularken bunu ırkçı bir yaklaşımla değil de, 'aman devlet biraz daha para alsın bunlardan' fikriyle
milliyetçi bir yaklaşım içinde yaptılar... Tekrar ediyorum, bunların hiçbiri ırkçı değildi" (Şalom - 1.4.1992)
diyebiliyor.
Oysa dönemin Başbakanı Saraçoğlu bile Karakoyunlu kadar "itidalli" değildir. Zira Saraçoğlu, "Biz Türküz,
Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar - altını biz çizdik.
R.A. bir kültür meselesidir" diyordu.
Şimdi Karakoyunlu, "ayıp" diye eksik - kusur haline getirdiği bir tarihsel olayın "ırkçı" olarak nitelenmesinden
rahatsız oluyor. Zira Đshak Alaton'un dediği gibi "Yılmaz Karakoyunlu'nun bulunduğu pozisyon itibariyle böyle
konuşması normal. Çünkü devletin devamlılığı var, devlet de bugüne kadar açık ve kabul eder pozisyonda
konuşmadı" (Hürriyet-28.11.1999).
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
lllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Gene aynı şey
Medyamız Salkım Hanım tartışmasını yürüttüğü üslupla kendini bir kere daha kanıtladı.
Tartışmayı MHP'nin milletvekili, o zaman da yazdığım gibi, erişilmesi güç bir üslupla açmıştı. Ama medyamız,
en güzel başlıkları seçmeyi bilen yazı işleri uzmanlarıyla ve bu konuyu ele alan nice tanınmış yazarıyla, bu
konulara gelindiğinde öyle MHP'liye filan da pabuç bırakmayacağını gösterdi.
Hamidiye Paşası'ndan girmiştik konuya, hangi etnik kökenden gelen paşaların ırza geçebileceğini,
hangilerinin geçemeyeceğini tartışmaya başlamıştık (MHP milletvekilinin katkısıyla). Medya bu konu üstünden
nahoş sonuçları olabildiğini sezdi
-sezgileri kuvvetlidir- ve Etyen Mahçupyan'a açmaya kararlı olduğu davayı başka maddeden açtı: Yahudi'yi
Ermeni yapma maddesinden. Bu konu, film yeni piyasaya çıkmışken de tartışılmıştı. Ama ne gam! Unutkan
Türk milleti nasıl olsa çoktan unutmuştur. Üstelik bu sefer Yahudi cemaatinden de kaçınılmaz bir pas
gelmişti.
"Romanda Yahudi olan iki kardeşin Ermeni'ye çevrilmesi, ucunda Ermeni Kıyımı olan bir komplonun bir
aşamasıdır" dendi bir kere. Birkaç gazete açıkça 'Yalancı' diye yazmaktan çekinmedi- 'birkaç'tan fazla kalem
ve sütun sahibi de.
Bugün Đshak Alaton Yahudi cemaatinin bu filmle ilgili herhangi bir rol oynamaktan titizlikle kaçındığını
açıkladı. Ben de söyleyeyim: bunun böyle olduğunu ben de izledim o günlerde (izlemeden önce de böyle
olacağını tahmin ediyordum). Yahudi tiplerden Ermeni tiplere dönüşün tamamen bu nedenle verildiğini
biliyorum.
Buna itiraz etme hakkına sahip dünyada tek bir kişi var: romanın yazarı! O, bu seçimi beğenmezse, sözgelişi,
"Benim romanımdan senaryo yazdığınızı söylüyorsunuz. O halde romanıma bağlı kalın. Ben şu şu nedenlerle
o iki kardeşin Yahudi olmasını uygun gördüm" diyebilirdi. Ama Karakoyunlu kendisine yapılan açıklamayı
yeterli buldu ve bu değişikliğe ses çıkarmadı.
Ondan başkasının bu değişikliğe itiraz etmeye hakkı yok. Biri yazıyordu: "Nazilere Yahudi yerine Ermeni
öldürten film çekilse ne olurmuş?" Bu bir mugalata! Naziler Ermeni öldürmediler. Varlık vergisi Ermenilere
çıkartılmadı mı? Aşkale'ye Ermeniler sürülmedi mi? Varlık vergisi üstüne bir filmde, bu zulme uğrayanların
Ermeni veya Yahudi veya Rum olması neyi değiştiriyor, neyi 'tahrif' ediyor?
Ha, bir de bunu estetik düzeyde tartışabilirsiniz. Gadre uğrayan üç ana unsur varken (dördüncüsü de
Selanikliler ama onların ödediği yüzde daha düşüktü) filmde birinin biraz fazla öne çıktığı ya da öteki iki
unsurun da anlatıma dahil edilmesi için yeterince çaba gösterilmediği için eleştirebilirsiniz.
Ama böyle bir şey yapıyorsanız, bu zaten kendi başına 'düzeyli' bir şeydir. Şu kaç gündür yürürlükte olan
üslupla olmaz bu. Ve dediğimiz gibi yazarın itirazı yoksa, sütunundan bar bar bağıran beylerin böyle bir
gerekçeyle onu bunu 'yalancı' diye suçlamasının âlemi yoktur. Karakoyunlu kendisi böyle yazmış olamaz
mıydı? Onun Nora'sı da bir Ermeni olamaz mıydı? O zaman neye takacaktı bu beyler?
Bulurlardı, neye takacaklarını. Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz. Çünkü burada olan, şu bu roman
kahramanının etnik kökenindeki isabeti tartışmak falan değil. 'Büyük Türk Milleti'nin büyüklüğüne
yakışmayan bir iş olmuş. 'Olmadı' diyemiyorlar, ama 'oldu' denmesinden de hoşlanmıyorlar- hele diyenler
arasında bir de haddini bilmez Ermeni varsa! Onun için, öyle olmazsa böyle, bir kulp bulunacak ve 'vatan
haini' edebiyatı yapılacak.
Ki Büyük Türk Milleti büyük kalsın. Nasıl olacak bu? Büyük Türk Milleti'nin işlediği ayıpları örterek ve
saklayarak... Bununla sorun çözdüğüne inanmak ne kadar acınası ve ne kadar 'küçük' bir şey. Aynı zamanda
korkunç bir şey, çünkü bugün böyle konuşan insanlar, dün o işleri yapanların yaptığını tekrarlamaya her an
hazır olduklarını gösteriyorlar.

Murat Belge, Radikal 08/12/2001

YAHUDĐ SALKIM HANIM T.C.’YĐ SALLIYOR1940’lı yıllarda konan ve adına "Varlık Vergisi" denen kanun, 60
yıl sonra T.C.’yi sarsmaya başladı. Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu’unun romanı üzerine çekilen, ve
1940’lı yıllarda azınlıkların mal varlıklarının ellerinden çıkmasına yolaçan tatbikatı eleştiren "Salkım Hanımın
Taneleri" isimli film, düzenin yapısını oluşturan, Dönme- Sabataist unsurlarla Millici Kemalst unsurlar
arasındaki kavgayı iyice hızlandırdı. M.K. döneminde onunu Selanik’li olmasını vesile kılarak ve devrim(!)
tatbikatlarının getirdiği zoraki uygulamalarla köşeyi dönen başta, Yahudi - Sabataist dönmeler olmak üzere
tüm Đstanbul’un ve T.C.’nin kaymağını yiyen azınlıkların ekarte edilip, yerine Millici-Kemalist burjuvazi
oluşturmayı hedefleyen Varlık Vergisi tatbikatı, aynı zamanda, Mustafa Kemal ile Đsmet Đnönü arasındaki
kavganın da bir uzantısıdır. Nitekim, bugün varlık vergisini bir zulüm tatbikatı olarak gören-gerçekten bir
zulme dönüşmüş ve Anadolu halkı bu zulümden de çok çekmiştir- basındaki Yahudi-Sabataisler, bu
uygulamaya gerçekte bir zulüm olduğu için değil de kendilerinin iktidarına ket vurulmaya çalışıldığı için karşı
çıkmaktadırlar. Nitekim, Đnönü’nün ölümünden beri ilk defa bir C.başkanı -Sezer- geçen yıl onu mezarı
başında anmıştır. Bugün basındaki Sabetaycıların Sezer’e karşı çıkmalarının arkasında yatan en önemli
sebeblerden birisi de onun Đsmet Đnönü ile aynı zihniyete sahip olmasından dolayıdır. Yani düzenin yapı
taşları birbir çatlamaya devam etmektedir.

Sal

Radikal Iki'de önceki hafta yayimlanan yazimda 'Salkim Hanimin Taneleri' filmindeki tarihsel hatalarin altini
çizmis, romanin filme uyarlanmasi sirasinda senaryoda yapilan degisikliklerin gerekçesini anlayamadigimi
belirtmistim. Filmin senaristi -ve siyasi komiseri- Etyen Mahçupyan bana geçen hafta önce bir TV kanalinda
ve daha sonra da Radikal Iki'de yanit verdi. Ne sasirtici ki 'baktiklari nesneye mesafe koymasini bilmeyen
entelektüellerden' sikâyetçi olan Mahçupyan, kendi yazisinda her türlü nezaket ve hakkaniyet mesafesini
sifirlamis görünüyor. Simdi, bu düsündürücü ve hazin yanitlara bakalim:
1. Mahçupyan, roman ile film arasinda pek bir iliski olmadigi konusundaki elestirilere, 1 Aralik tarihinde Prima
TV'deki konusmasinda söyle cevap verdi: "Karakoyunlu'nun romanini sadece bir kez -ama çok siki (!)-
okudum, bir daha da etkilenmemek için romana bakmadim!" (Tembellige övgünün bu kadari fazla!) Benim
sorum su: Peki, o zaman neden yepyeni bir senaryo yazip ona uygun bir film çekmediniz de, filmin basina
büyük harflerle 'Eser: Yilmaz Karakoyunlu' yazdiniz? Toplumda belli sayginligi olan bir iktidar partisi
milletvekilinin isminin getirecegi koruma semsiyesine mi sigindiniz?
2. Romandaki Yahudi Lui'nin, filmde neden Ermeni Levon oldugunu sormus ve bu degisikligin filme bir
derinlik katmadigini belirtmistim. Cevap su: "Yahudi Lui, filmde Ermeni Levon oldu; çünkü Yahudi
cemaatinden bu filme destek saglanamadi, sinagogda ve mezarlikta geçecek olan sahnelere izin alinamadi."
Peki, bu filme Ermeni cemaati de destek vermeseydi de, örnegin Süryaniler veya Yehova Sahitleri yardim
etseydi ne olacakti? O zaman, Varlik Vergisi 'Süryanileri veya Yehova Sahitleri'ni ezmek için çikarilmis bir
vergi' olarak mi sunulacakti? Filmde azinliklardan bir tek Musevi Moiz var, hiç Rum da yok! Bu islerden hiç
anlamayan birisi, filmi görüp kolayca "Bu vergi Ermenileri ezmek için çikarilmis herhalde" sonucuna varabilir.
Nitekim, Musevi cemaatinin gazetesi Salom'da çikan bir yazida söyle deniliyor: "Ermeni asilli senaristin,
anlasilir nedenlerle romanin Musevi kahramanlarini, Ermeni vatandasina dönüstürmesi, senaristin kendi
tasarrufu olmasi nedeniyle bizi ilgilendirmemekle beraber, bu 'dönüstürme'nin sonuçlarini gözlemlemek ayri
bir ilginç noktaydi... (filmde) Yahudilerden hiç bahsedilmemis olmasinin yorumunu, senarist hariç herkese
birakiyorum!" (Ivo Molinas, 1.12.1999) Mahçupyan açisindan tatsiz bir elestiri, ama maalesef Molinas hakli!
Varlik Vergisi'nin bir bütün olarak azinlik - karsiti nitelikleri agir basan bir uygulama oldugu bilinirken, bu
tarihsel gerçek Mahçupyan tarafindan tiplerin çiziminde ve diyaloglarda göz ardi ediliyor. Varlik Vergisi'ni
uygulayan Faik Ökte anilarinda Askale'ye gidecek ilk kafileye dahil edilenlerin listesini verir. Listedekilerin dini
kökenlerine göre dagilimi söyle: 24 Yahudi, 11 Rum ve 10 Ermeni! Kusura bakilmasin, ama tarihsel gerçek
böyle!
Peki, Yahudiler filme yardim etmediler, malum onlar 500. Yil Vakfi ile memleketimizin yurtdisinda tanitimini
üstlenmisler. Bu konularin tartisilmasini istemiyorlar. Rumlar da zaten 1500 tane kalmis, onlarin da önemi
yok. O zaman, filmde bir tek Ermenilerden bahsedelim! Bu nasil bir mantik? Mahçupyan, yasanmis tarihi
çarpitmak konusunda züccaciyeci dükkanina girmis bir fil gibi davranma cüretini nereden aliyor?
Mahçupyan, Yahudi cemaatinin mezarlikta yapilacak çekim için izin vermedigini belirtiyor. Romanda ise o
bölüm aynen söyle: "Nora'yi, Ortodoks Merasimi ile gömdüler ... Musa'nin kollarina atilmak isteyen inançli
Yahudi Kizi, Isa'nin ellerine teslim edildi. Balikli Ihtiyar Evi'nin ... pencerelerinde, bir akibet izleyen yasli
gözlerin çogu islakti." (s. 124) Silivrikapi çikisindaki Balikli Hastanesi'nin Rum Ortodoks cemaatine ait
oldugunu herkes bilir. Eger Nora'nin cenazesi romana uygun olarak filme çekilmek isteniyorsa, izin için
Yahudi cemaatine degil, Rum cemaatine basvurulmasi gerekiyordu! Mahçupyan yanlis adrese gitmis! Malum
'büyük entelektüeller' biraz dalgin olurlar, ne de olsa roman bir kez okundugu için pek akilda kalmiyor!
3. Yazimda, 'Selanik Dönmeleri' ile din degistirenlerin (mühtedi) karistirildigini belirtmistim. Buna verilen
cevap da pek komik: filmde 'Selanik Dönmesi' denirse, Atatürk http://www.ataturk.org üzerinden bagnazlik
üretilen bir ülkede bu yanlis anlasilirmis! Aman efendim, Atatürk'ün hocasi Semsi Efendi'nin torunu oldugunu
söyleyen Ilgaz Zorlu, "Evet, Ben Selanikliyim" diye kitap yazdi. Bir sey olmadi. Bu bana biraz asiri 'birinci
cumhuriyetçi hassasiyet' gibi görünüyor.
4. Gelelim Mahçupyan'in deyimi ile kendimi önemseyerek 'Varlik Vergisi konusunda otorite olarak' görmem
konusuna. Bilmem kendisi farkinda mi, ama filmin basin için hazirlanmis tanitim brosürlerinde benim
yazilarimdan alintilar var! Ayrica, 9 Aralik 1997 tarihinde STV'deki 'Açik Görüs' programinda Mahçupyan, Ali
Bayramoglu ve Kürsat Bumin ile birlikte Varlik Vergisi'ni tartismistik. Bu konuda ben yayin yaptigim için,
Karakoyunlu da roman yazdigi için programa davet edilmistik. Filmi elestirmeseydim otoritem pek
tartisilmayacakti, ama saniyorum yazi yazinca isler degisti!
5. Mahçupyan yazisinda, "kimse elestiri adina aldigi tutumun ahlaki sorumlulugundan kaçamaz" diyor.
Burada esas sorun ahlaki sorumlulugun kime veya neye karsi olduguna karar vermek. Varlik Vergisi
konusunda arastirma yaparken azinliklardan birçok yasli insanla konustum. Hem maliyecilerin hem de
mükelleflerin hayatlarinda pek hatirlamak istemedikleri bir dönemi sorguluyordum. Yasli insanlar, bazen o
tatsiz günleri tekrar yasadilar. Içim bulanarak dönemin gazetelerini okudum. Ingiliz ve Amerikan arsivlerinde
çalistim. Bu isten kimlerin kârli çiktigini tespit edebilmek amaciyla tapu kayitlarina baktim. Bütün bunlarin
sonunda, entelektüel olarak, konuya ve sadece bu konunun dogru anlatilmasina karsi ahlaken kendimi
sorumlu görüyorum.
Son olarak sunu söylemek istiyorum. Bugüne kadar Varlik Vergisi konusunda resmi görüsün hamliklariyla
ugrasiyorduk. Simdi ise baska bir asamaya geçtik galiba: bir azinlik grubuna mensup entelektüellerin 'bu
vergi sadece bize karsi çikarildi!' türü iddialari! Bu yaklasimi o azinlik grubunun yasli üyelerinin bile
benimsemedigini ben biliyorum. Renan'in milliyetçilikle ilgili güzel bir sözü var: "Bir millet olusturmanin
ayrilmaz parçasi da tarihi yanlis anlamaktir." Yanlis anlama ve anlatmalardan 'Türk milleti' çok çekmistir,
baskalarinin da ayni hatayi tekrar etmesinde bir yarar yoktur. Tarihin sinema yolu ile yanlis anlatilmasina
karsi çikmak lazim geldigini düsünüyorum. Tartisma benim için bitmistir. Etyen Mahçupyan'a seçtigi yolda
basarilar dilerim.

Doç. Dr. Ayhan Aktar


MÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası Đlişkiler Bölümü

Đstanbul defterdarının itirafları


Faik Ökte, "Göreve yeni başlamıştım. vekaletten gelen bir yazıda harp ve ihtikar dolayısı ile kazanılan
fevkalade kazançların vergilendirileceği, bu sebeple bilhassa ekalliyetlerin servetlerinin araştırılması
isteniyordu."

26 Ağustos 1942 tarihinde Maliye Bakanlığı'ndan gizli bir emir aldığını anlatan Faik Ökte, Đstanbul Defterdarı
oluşuna ilişkin sürecin bir tesadüften çok kurban seçilişi ile açıklıyor. Đstanbul Defterdarı Şevket Adalan'la
okul yıllarında tanıştığını ve Adalan'ın Maliye Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü görevine getirilmesinden sonra
kendisine Đstanbul Defterdarı olması için telkinlerde bulunduğunu söylüyor.

12 Eylül 1942 yılında göreve başladığını yardımcılarının ise Đrat ve Servet Gelirleri Müdürü Mehmet Đzmen ve
Defterdar Yardımcısı Muhittin Gürün olduğunu anlatan Ökte, "Daha göreve yeni başlamıştım. O akşam geç
vakit odama gelen Mehmet Đzmen bana 15 gün evvel vekaleten gelen bir yazı gösterdi.

Yazıda harp ve ihtikar dolayısı ile kazanılan fevkalede kazançları kanunlarımızın vergilendirmemekte olduğu,
bu sebeple bilhassa ekaliyetlerin (azınlıkların) büyük servetler iktisap ettikleri belirtildikten sonra, piyasada
acele tetkikat yaptırtılarak, kimlerin bu şekilde fevkalede kazanç temin ettiğinin tespiti, ekaliyetlerin ayrı bir
cetvelde gösterilmesi belirtilmekte idi" diyordu. Savaş esnasında kimin ne kadar haksız kazanç edindiğine
gelince, "Bu emir üzerine irat ve servet müdürlüğü şubelerden gizli malumat istemiş, birkaçından istediği
malümatı alamamıştı.
Gelen cetvellerde bir kısım vatandaşın isim, adresleri, san'at nevileri tespit edildikten sonra harpten evvelki
servetleri, harp içindeki kazançları gösterilmişti. Đzmen'e servet ve kazançlara ait rakamların nasıl tespit
edildiğini sordum. Gülerek, 'Sadece tahminde bulunmuşlar' dedi. Hakikaten rakamların mesnedi, ipe sapa
gelir tarafı yoktu. Benim dikkatimi çeken nokta, vekaletin yazısındaki tefrik idi. O güne kadar bu yolda bir
ikiliğe şahit olmamıştım" diyerek ilk ayrımcılığın bu yazı ile başladığını anlatıyordu Ökte.

Saraçoğlu: Fiyat politikası da var


Varlık Vergisi'nin Şükrü Saraçoğlu'nun dikte ettirmesi ile bir CHP milletvekili tarafından kaleme alındığını
anlatan Ökte, ancak anılarında bu milletvekilinin ismini vermiyordu. Đstanbul'da hazırladıkları raporun dikkate
alınmamasından sonra Maliye Bakanı Fuat Ağralı ve Özel Kalem Müdürü Şevket Adalan ile dönemin
Başbakanı Şükrü Saraçoğlu ile görüşmek üzere Ankara'ya gittiklerini vurgulayan Faik Ökte, "Benim gibi
defterdar olarak Đzmir'e gönderilmekte olan Mümtaz Tarhan ile Saraçoğlu'nun karşısına çıktık. Saraçoğlu,
hazırlanan kanunu beğenip beğenmediğimi sordu. 'Bazı itirazlarım var' dedim. 'mesela' dedi.

'Benden 300 milyon isteniyor. Kanuna göre bu paranın 15 gün içinde, nihayet bir ayda tahsili lazım.
Mükelleflerin bu müddette likid para bulamamalarından endişe ediyorum' dedim. Başbakan'ın yüzü
karmakarışıktı. 'Bu işin içinde fiyat politikası da var delikanlı. Malları piyasaya dökeceğim. Senin düşündüğün
bir yandan varittir. Ben bu ihtimali de nazarı dikkate aldım. Fiyat hakkındaki emellerimiz tahakkuk ettikten
sonra sana istediğin muhletleri zamanında vereceğim" dediğini anlatıyor.

Ve bu son görüşmenin ardından, 12.11.1942 tarih ve 4305 sayılı kanunla Varlık Vergisi uygulanmaya
başlanıyor. Önce tek bir kanun olarak düşünülen Varlık Vergisi Kanunu'na ileveten 17.9.1943 tarihinde 4501
ve 15.3.1944'te 4350 sayılı kanunlar da ekleniyor. Varlık Vergisi Kanunu'nun çıkarılmasına ilişkin kanun
teklifinin altında Şükrü Saraçoğlu, Numan Menemencioğlu, Ali Rıza Artunkal, Recep Peker, Fuat Ağralı, Hasan
Ali Yücel, Ali Fuat Cebesoy, Hulusi Alataş, Raif Karadeniz, Şevket Raşit Hatipoğlu, Fahri Engin, Behçet Uz'un
imzaları bulunuyordu. Đstanbul'daki Varlık Vergisi uygulamalarını CHP adına Suat Hayri Ürgüplü denetliyordu.
Daha sonra Başbakanlık da yapan Ürgüplü'nün verginin uygulanışı sırasında, müdahalelerinin de olduğu
Ökte'nin anılarından anlaşılıyor.

Vergiye direnenler tespit edildi


Yoğun bir çalışmanın ardından Varlık Vergisi ile ilgili listeler Đstanbul Valisi Lütfi Kırdar'a tasdik ettirildikten
sonra Emniyet Müdürlüğü'ne gönderiliyor. Vali Yardımcısı Muzaffer Akalın'la biraraya gelen istanbul
Defterdarı Faik Ökte, vergiye direnenlerin tespit edilmesini istiyordu. Gayrımüslimlerden Gad Franko, Şekip
Adut, Faracci Đlh listeye en büyük tepkiyi gösteren zenginlerin başında geliyor.

Gayri müslimler 6 gruba ayrılırken; Fevkalade sınıf, orta sınıf, beyannameliler, iratlılar, seyyarlar ve hizmet
erbabı olarak adlandırılıyor. Müslümanlar ise fevkalade sınıf, orta sınıf, beyannameliler ve iratlılar olmak
üzere 4 grupta toplanıyor.

Bunun dışında anonim şirket sahipleri(AŞ), büyük çiftçiler(BÇ) ve emlak sahipleri(ES) de ayrı bir tasnife tâbi
tutuluyor. Vergi mükelleflerinin belirlenmesinde nasıl bir tasnifin yapılacağına ilişkin oluşturulan komisyonda;
Halil Alan, Sami Şehbenderler, Şükrü Birgili, Bülent Yazıcı, Sait Ergin, Arif Arıkan, Memduh Aytür, Burhan
Ulutan, Cahit Kayra, Fahri Tigrel, Münir Mostar, Yekta Teksel, Rıfat Onan, Barık Uluğ, Esat Gürsü, Necmi
Tanşu ve Derviş Gılavayer alıyor. Savaş sırasında 5000 liranın üzerinde emlak edinenlerin haksız kazançlarını
ise Fazıl Ayanoğlu, Ekrem Türkay, Hayati Savran, Hilmi Đmre, Tevfik Demiroğlu, Selahattin Cin, Cemalettin
Tunç, Đrfan Aktan, Zekeriye Sezer, Ali Ege, Đbrahim Güneş, Fazıl Tüzün, Hilmi Kıratlı, Saim Temiz, Yekta
Teksel, Barık Uluğ ve Derviş Gılava belirliyor.

Dönmeler nasıl listeye eklendi?


Gayrimüslim ve Müslümanlar'la ilgili listelerin hazırlanmasından sonra Maliye Bakanı Şevket Adalan, listeleri
Ankara'ya götürüyordu. Adalan'ın Ankara temasları sırasında listeye yeni bir sınıf eklenmesi icap ediyordu:
Dönmeler... Bunun üzerine 'Salkım Hanımın Taneleri' filmindeki Halit Bey gibi sonradan Müslüman olmuş
dönmeler bir anda kendilerini fevkalade zenginler grubunda buldu. Đsyan bu noktadan sonra kontrol
edilemiyordu bile. Ökte, dönmelerle ilgili kararı anılarında şu sözlerle özetliyordu: "Bir kelime ile sinir
manzumemizden Hitler'in isterik raşaları geçmeye başladı.

Hepimiz soğukkanlılığımızı, bilhassa maliyecinin farik vasfı olan ölçüyü kaybettik. Bu ruh haleti tahsilatın ilk
aylarından bile az çok hepimize hakim oldu." Bu dönemler arasında haksızlığa uğrayanların sayısı gözden
kaçmazken bazıları ise bu süreçte büyük servet edinmenin yolunu bulmuştu. Dönmelerden bazıları
Ankara'daki nüfuzlarını kullanarak gayrimüslimlere ait fabrika ve arsaları yok pahasına satın alarak, daha
düşük bir vergi ödeyerek büyük servetlere konmaya başlamıştı. Ökte, anılarında bunlara oldukça ilgniç
örnekler verirken, kargaşadan doğan zenginlerden birçoğunun bugünün ünlü aileleri olması dikkatlerden
kaçmıyor.

YUNUS NADĐ SON ANDA YIRTTI


Đstanbul'daki tıp merkezlerinin önemli bir kısmı gayrimüslimlerin elinde olduğu için doktorların ve diş
tabiplerinin de gelirlerindeki artışla Rıfat Onat görevlendiriliyordu.

Denizcilikten servet edinenlerden Bülent Yazıcı, avukatlardan Suat Hayri Ürgüplü, yağcılar, keresteciler ve
celeplerden ise Muhtar Sinanoğlu sorumlu tutuluyordu.

Azınlıklardan toplanan paraların maliyeye kaydından ise Ali Alaybek, Mehmet Ali Adalan, Fikri Ökte, Saim
Atmaca, Tevhid Rasim Duru, Muhtar Diyadin, Emin Süleyman Erguz, Faruk Ömer Berk, Nezihi Tüzünay ve
Hayrettin Saraçoğsorumluydu. Bu ekip içinde Saraçoğlu ailesinden ve Adalan ailesinden isimlerin konmuş
olması dikkatlerden kaçmıyordu.
Vali devreye girdi
Defdarlığın hesaplamalarına göre Đstanbul'dan toplam 300 milyon vergi toplanması hedefleniyordu. Ancak
Đstanbul'daki komisyonun verginin hangi oranda alınacağına ilişkin kararı Ankara'da onaylanmasına rağmen
vergi daha da artırılmıştı. Başbakanlık'tan gelen gizli emirlerde özellikle Yahudiler'in genel ortalamanın
üzerinde vergiye tâbi tutulması isteniyordu.

Bunun üzerine Đstanbul Valisi Lütfi Kırdar Ankara'ya giderek Milli Şef Đsmet Đnönü, Başbakan Şükrü Saraçoğlu
ve Maliye Bakanı Fuat Ağralı ile görüşerek fevkalade Müslümanlar ile gayrimüslimlerin, beyannameli
Müslüman (M)ve Gayrmüslim(G) gruplarının vergisinde yüzde 10'lük bir indirim sağladı.

Kırdar bununla da kalmayarak meslektaşları olan doktorlara da bir kıyak geçti. Faik Ökte'nin anılarında
oldukça ilginç bir cümle yer alıyor:

"Bu arada Yunus Nadi'ye tarh edilen milyonluk vergi de suya düşmüştü." Böylece Cumhuriyet Gazetesi'nin
sahibi devlete büyük oranda vergi vermekten kurtarılmış oluyordu. Ancak Nadi ile birlikte bazı CHP'ye yakın
bazı gazetelere de benzer kıyakların çekildiği biliniyordu.

Vergiye kriter zor bulundu...


Kimden ne kadar vergi alınacağına ilişkin listelerde oldukça ilginç kriterler vardı. Gayrimüslim ve
Müslümanlar'a ait anonim şirketlerden ayrım yapılmaksızın, 1941 yılı net kazancının o yılın vergi ve zamları
çıkarıldıktan sonra toplam kazancın yarısı Varlık Vergisi olarak alınıyordu. Savaştan olağanüstü kazanç
sağlayan Müslüman grubun vergisi, son yıllarda elde ettikleri kazancın 1/8 oranındaydı. Gayrimüs-limlerden
savaşın son yılında kazancın yarısı kadar vergi alınması benimsenmişti. Gayrı safi gelir üzerinden kazanç
vergisi veren Müslümanlar'ın Varlık Vergisi, 1941 yılı kazancının vergisi ve zamlarının toplamı kadardı. Büyük
çiftçilerin varlıklarının yüzde 5'ine el konulması öngörüldü. Emlak sahibi gayrimüslimlerden fevkalade sınıfına
girmeyenler emlak vergisinin 1500 lirasının üstünde kalan kısmı kadar vergi verecekti. Bunun anlamı 500 lira
mülkü olan gayrimüslimlerden 3500 lira vergi alınmasıydı. 3000 liradan aşağı gelir vergisi olan Müslüman
emlakzedelerden ise hiç vergi alınmadı. Seyyar tüccarlara ise 500 lira vergi salındı. Aylığı 40-50 lira olanlar
vergiden muaf tutuldu. Mihver teba olarak anılan Yahudiler, mühtekirler, dönmeler, G M arası bir muameleye
tâbi tutuldu.

Yüce Divan'lık rezaletler ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


Ülke insanı çok fakirdi. Türkiye'de fevkalade zengin müslümanların sayısı 460 kişiydi. Fevklade gayri müslim
zengin sayısı 2563 kişi idi ve bunlara 189 milyon liralık vergi salındı.
Milli Şef Đnönü'nün vergiye itirazı yoktu. Yalnız vergisini ödemek için birikimlerini satmak zorunda kalan
insanların piyasayı olumsuz etkileyebileceği uyarısında bulundu.
Gelir gruplarına göre yapılan tasnifte ise 1-100 lira maaş alanlardan 500 lira, 101-150 lira maşa veya ücret
alanlardan 750 lira, 151-200 arası maaş ve ücret alanlardan 1000 lira, 201-250 lira maaş veya ücret
alanlardan 1250 bin lira, 251-350 bin lira alanlardan 1500 bin lira...601-700 lira maaş veya ücret alanlardan
4000 lira ve 701 ile 800 lira maşa veya ücret alanlardan 5000 lira varlık vergisi alınacaktı. Müslümanlarla
gayri müslimlerin ortak şirket kurmaları durumunda ise vergi önce gayrimüslime(G) göre ardından
Müslümana(M) göre hesaplanarak yarısı kadar alınması kararlaştırılmıştı. Ölenlerin mirası reddedilmiş olsa
bile kanun mirasçılarından vergi istendi. Hatta bu noktada öylesine komik örnekler yaşanıyordu ki, Faik Ökte,
bir Türk kızı ile evlenen ve annesi tarafından reddedilen bir Ermeni gencin başına gelenleri hatıralarına
almaak zorunda kalıyordu:
"..Gevregiyon isimli gence 150 bin lira vergi konmuştu ve Aşkale'yi boylamak üzere idi. Vergiyi itiraz ederek
vaktiyle annesiyle aynı apartmanda oturduğu için bu verginin kendisine çıkarıldığını söyleyerek Aşkale'ye
gitti. Đşi tahkik ettirdim. Gevregiyon eglenceyi seven bir gençmiş. Bir Türk kızı ile seviştiği için annesi
kendisini reddetmiş. Neticede annesinin tasarruf altında bulunan muazzam apartman sattırılıp Gavregiyan'ın
borcunu kapattık ve kendisini Aşkale'den geri getirttik."
KURŞUN KALEMLĐK REZALETLER
Hiç bir cetvele yerleştirilemeyen gayrimüslim müteahhitler, komisyoncular gayrimüslimlere çıkarılan en
yüksek vergiye tabi tutuldu. Azınlıkları ait mekteplere 227 bin 500, dini kurumlara 119 bin 200, hastaneler
ise 86 bin 750 lira olmak üzere toplam 433 bin 500 lira vergi salındı. Varlık vergisi'nden en fazal nasibini alan
ise 69 bin lira ile Balıklı Rum Hastanesi oludu. Rum Kilisesi, Amerikan Dil ve Sanat Okulu, Fransız Okulu,
Musevi Đlkokulu'na 157er bin lira, Robert Koleji, Sebük N. D. Dösyon Fransız Kız Lisesi, Aya Dimitri Kilise'sine
de 10'ar bin lira vergi salındı.
Ancak, sağlık eğitim ve dini kurumlardan sadece 16 bin 210 lira tahsilat yapılabildi. 227 bin 550 lira ödemesi
gereken azınlıklara ait okullardan sadece 5 bin 700 lira, 119 bin 200 lira alınması planlanan kiliselerden 10
bin 10 lira, 86 bin 750 lira alınması planlanan hastanelerden ise 500 lira vergi toplanabildi. Bu konuda bir
başka gerçek ise, zar zor ayakta kalan bu kurumların vergiden sonra kapanmak zorunda kalması oldu.
Faik Ökte'nin anılarında hazırlanan Varlık Vergisi listelerinin kurşun kalemle tutulması zorunluluğu da olaya
daha enterasan bir boyut kazandırıyor: "Cetveller bu haliyle Varlık Komisyonu'na tevdi edilmekte,
komisyonca takdir olunan rakamlar kurşun kalemle yazılan rakamın yerine mürekkeple yazılmakta idi.
Komisyondan çıkan cetvel bu haliyle büroya gelmekte, her cetvel bürodan bir mütehassısın nezareti altında
daktilo servisinde, diğer üç nüsha cetvele makine ile işlenmekte idi. Bu suretle komisyondan çıkan ve vergi
rakamları mürekkeple yazılmış bulunan asıl cetveller verginin esas kütüğünü teşkil etmekte idi.
VARLIK KOMĐSYONU'NDA BUGÜNÜN ÜNLÜLERĐ...
CHP'nin kontrolünde oluşturulan ve Đstanbul Ticaret Odası tarafından Varlık Komisyonu'na aday gösterilen
isimler arasında, bugünün ünlü ailerinin yer alması dikkatlerden kaçmıyordu. Birinci komisyonda Vali Lütfü
Kırdar, Faik Ökte, Mithat Nemli, Nuri Dağdelen, Bican Bicanoğlu, Ferit Hamal yer aldı. Đkinci komisyonda Halil
Ayan, Muhittin Alemdar ve Vakıf Çakmur görevlendirildi. Üçüncü komisyon Fatih Kaymakamı Rebii Karatekin
Mühiddin Gürün, Hilmi Naili Barlo, Mehmet Sipahi'den oluştu. Komisyon çalışmalara başladığında oldukça
komik olaylar yaşanmaya başlamıştı. Nuri Dağdelen, maliyecilerin kendisine biçtiği serveti ve buna göre
çıkarılan vergiyi az bularak iki katına çıkarılmasını istedi.
Bican Bicanoğlu, Beyoğlu'nda komşusu olan bir gayrimüslim bakkala çıkarılan vergiyi fazla bularak aşağı
çektirdi. Ancak sonrada kendisinin bu bakkalla ortak olduğu ortaya atıldı. Devlete karşı açtığı davaları sırası
ile kazanan Avukat Đbrahim Ali'ye komisyon tarafından 100 bin lira vergi konmuştu. Maliye Bakanı Özel
Kalem Müdürü ve Varlık Vergisi'nin mimarlarından Şevket Adalan, rakamı görünce 200 bin liraya çıkardı.
Daha sonra Gelirler Umum Müdürü Emin Tekeli'nin bir telefonu ile rakam 300 bin liraya çıkarıldı. Hepsinin
Ali'den pek hoşlanmadıkları ortaya çıkıyordu. Ökte'nin hatıralarından bu olay, "Yavaş yavaş çıldırıyorduk!"
sözleri ile yer aldı.
MALĐYE BAKANI AĞRALI'NIN ĐNTĐKAMI...
Komisyonun gayrimüslim zannettiği B. H. Köri isimli bir müteahhit, o günlerde Maliye Bakanı Ağralı ile
kavgalıydı. Kori'ye 90 bin lira vergi çıkarıldı. Cafer Tüzel diye bir maliye memuru Köri'yi tanıdığını ve Türk
olduğunu söyledi. Nüfus kütükleri incelendiğinde Kori'nin Türk olduğu anlaşıldı. Listeler üzerindeki tek doğru
dürüst inceleme bununla sınırlı kaldı. Ancak beş parasız olan Kori, küçük bir vergiyi de ödeyemeyince
Aşkale'ye gönderildi. Örnekler öyle çoktu ki, Faki Ökte hatıralarının önemli bir bölümünü bu olaylara ayırdı.
Vali Lütfü Kırdar'ın terzisi Đzzet Ünver'e 20 bin lira vergi çıkarılmıştı. Bu kez Vali Kırdar ve Faik Ökte devreye
girerek vergiyi 10 liraya düşürdü. Maliye Müfettişi Vefik Pirinççioğlu, büyük problemlerle ablasını boşayan
eski eniştesi Avinelli isimli bir müteahhite büyük bir vergi koymuştu. Yine bu vergi de Ökte tarafından beş kat
indirildi. Sırf bu olay yüzünden Đstanbul Defterdarlığı'nda ciddi kavgalar yaşandı. Đş öylesine zıvanada
çıkarılmıştı ki Ökte, "Kırdar'ın hanımının terzisi, şapkacısı, berberi dolayısı ile bayan Kırdar'ın kocasından
şefaat istediğini biliyordum. Bunlardan çoğu baremli idi, kendilerine yalnız tahsil sırasında kolaylıklar
gösterebildik. Hepsi de vergilerini ödediler. Orta sınıfa alınmış olan terziyi baremlilere iade ettik. Necmettin
Molla'ya fevkalede grubundan 15 bin lire vergi konmuştu. Suat Hayri Ürgüplü'nün emri ile Prens Halim'e
çıkarılan Alemdağ'daki av çiftliği vergisini kaldırdık" itirafından bulunuyordu.
S. ÖMER MADRA'YA BÜYÜK ĐLGĐ!..
Varlık Vergisi'nin Đstanbul'daki birinci komisyonunun vergi tarhını belirleme aşaması sırasında Ayvalık Mal
Müdürlüğü'nün üst üste telgraflar geliyordu: "Sezai Ömer Madra'yı biz teklif edeceğiz. Size bize bırakın".
Yatırımlarının büyük bölümünü Balıkesir, Ayvalık ve Đzmir'de yapan Madra Đstanbul'da ikamet ediyordu. Ve
Ankara'daki bazı yakınları kendisi için devreye girmişti. Ökte; anılarına bu skandalı şu kelimelerle yerleştirdi:
"Valinin odasında idik. Madra, 'Fevkalede M'lere mahsus cetvelde gösterilmişti... Derken şehirlerarası telefon
çaldı. Başvekil Saraçoğlu, Kırdar'la(vali) bir kaç kelime konuşarak hal hatır sordu. ...Telefon kapandıktan
sonra vali ne konuştuklarını birbir anlattı. ... Bütün bu feverana rağmen vergi 70 bin liraya indirildi. Bu ara
Şevket'in(Adalan) odada olmadığı dikkatimi çekti. Anlaşılan başvekilin zamanında bizi bulmasını o temin
etmişti...
Fevkalede zengin müslümanlar 460 kişiydi ve bunlara 17 milyon 249 lira vergi çıkarıldı. Fevkalede
Gayrimüslimler 2563 kişiydi ve bunlara da 189 milyon 969 bin 980 lira vergi tarh edilmişti. Baremli
müslümanlar 924, Baremli Gayrimüslimler 1259, Đratlı Müslümanlar 2589, Đratlı Gayrimüslimler 24151,
Anonim şirketler 159, Müteahhitler 22, Emlak satanlar 1937 ve kazalar ise 788 kişiydi. 10991 hizmet erbabı
ve 15413 Gayrimüslim-Müslüman ortaklıkları ile birlikte toplam 61673 kişiye vergi çıkarıldı.
MĐLLĐ ŞEF ĐNÖNÜ VARLIK VERGĐSĐNE KARŞI DEĞĐLDĐ
Maliye Bakanlığı, Varlık Vergisi'nden 309 milyon 586 bin 172 lira gelir elde edilmesi umuyordu. Türkiye
genelinde mükellef sayısı 62 bin 675'e beklenen vergi ise 349 milyon 988 bin 922 liraya bağlanmıştı. Verginin
büyük bölümü Đstanbul'dan toplanmasına rağmen Đzmir, Antakya, Balıkesir, Bursa ve Ankara'da da Varlık
Vergisi'ne muhatap tutulan azınlıklar mevcuttu.
Listeler açıklandıktan sonra Milli Şef Đnönü, Đstanbul'a giderek son durum hakkında bilgi aldı. Đstanbul
Defterdarı Faik Ökte ve yakın çalışma arkadaşlarını kabul ederek gelişmeleri öğrendi. Đnönü'nün vergiye
itirazı yoktu, ancak vergisini ödemek için birikimlerini satmak zorunda kalan insanların piyasayı olumsuz
etkilebiyebileceği uyarısında bulundu.
ĐLK ĐSYAN, ĐLK SKANDAL...
Defterdar Faik Ökte, Varlık Vergisi'ne ilk isyanın Eşref Sami Ölçer'den geldiğini hatıralarında şu ifadelerle
anlatıyor: "Eşref Sami Ölçer, üç beş kuruşluk sermayesi ile mekteplerin küçük teahhütlerde bulunurdu.
Kendisine 15 bin lira vergi tarh edilmişti. Bu para sermayesinin üç misli idi. Komisyondan çıkan ana nushaya
baktırdım. Hata yoktu. Müsveddelere bakınca tüylerim diken diken oldu. Müsveddedeki rakam bir sıfır
noksanı ile 1500 lira idi. Derhal alakalı müfettişi buldurttum. Rakam müsveddeden birinci cetvele
nakledilirken bir sıfır hatası yapılmışti düzelttirdim"
GAYRĐMENKUL ZENGĐNLERĐ TÜREDĐ
Varlık Vergisi çerçevesinde Đstanbul'da satılan gayrimenkullerin toplamı 885 adetti. Toplam değeri ise 2
milyon 700 bin 883 lirayı buluyordu. Bunlardan 330'u ev, 97'si dükkan, 190'nı arsa, 80'i de apartman, 42'si
depo, 7'i han, 8'i fabrika idi. Bu gayrimenkullerin ihale veya gazete ilanı ile satılmaması da Varlık Vergisi
konusundaki adaletsizliği gözler önün esermeye yetiyor. Hangi gayrimenkulun nerede ve kaça satılacağını
komisyon ve satıcının dışında sadece cüzdanında para bulunan bir kaç kişi dışında bilen olmuyor. Ökte'nin
Parseh Gevegiyon isimli bir gayrimüslimle ilgili anısı 'Salkım Hanımın Taneleri' romanındaki Durmuş karekteri
ile yüzde yüz örtüşüyordu. Prof. Dr. Necdet Tekin'e göre ise, Salkım Hanımın Taneleri romanının yazarı
Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu, Ökte'nin kitabında Mikail Çuhaciyen'ın Kuyumciyan'ın apartmanlarının ve
Tarantoların fabrikasının Bezmenler tarafından satın alındığını itiraf ediyordu. Varlık Vergisi ile ilgili gerçekler
incelendiğinde bu vergiye büyük tepki göstermesine rağmen Đzmir'deki azınlıkların bu konuya çok fazla
deşmeye yanaşmadıkları gözlenir. Bunun nedenini tarihçiler Varlık Vergisi'nde birinci hedefinin Yahudiler
olması ile açıklasalar da, Rumların da vergiden bir hayli etkilendikleri bir gerçek. Bu konudaki ikinci bir gerçek
ise Rumlarla ecnebi olarak kabul edilen Yunanlı tüccarların isim benzerlikleri. Sadece Türkiye'ye giriş
çıkışlarda iki kalem gümrük vergisi ödeyen Yunan tüccarların, kimlik ve adres kargaşası yaratarak
soydaşlarının daha az vergi ödemelerini sağladıklarını bizzat Faik Ökte anlatıyor.
"YÜCE DĐVAN'DA YARGILANMALIYDIK"
Günahları ve sevapları ile Türk Mali tarihinin yüz karası olarak tanımlanan Varlık Vergisi ile ilgili bir başka
gerçek ise, bu verginin tek başına sadece azınlıklardan alınmamış olmasıydı. Vergisini ödeyemeyip te
Aşkale'ye gönderilen azınlık sayısının hiç bir zaman 1500 kişiyi bulmamış olması da bu gerçeği gözler önüne
seriyor. Bazı tarihçiler ise Aşkale'de asıl çalışanların Toprak Mahsülleri Vergisi'ni ödeyemeyen Türkler
olduğunu iddia ediyor. Ancak bu iddia bile azınlıkların Aşkale'ye götürülüp; tren istasyonlarında bir lira
yevmiye ile çalıştırıldıkları gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Varlık Vergisi'nin bir numaralı uygulayıcısı olan
Đstanbul Defterdarı Faik Ökte hatıralarının sonunda okuyucusunun karşısına şu sözlerle dikiliyor:"Varlık
Vergisi'nin en affedilmez tarafı, ecnebi vergileri üzerinde bize cebren yaptırılan tadillerdi.... Ecnebi vergiler
üzerinde yapılan demarşlar, alınan kararlar, kararların beğenilmeyip yeniden tetkike tabi tutulması, muaddel
vergilerin de ödenilmemesi, bizim icraya gidemeyişimiz, kapitülasyonlar devrinin karanlık günlerini hatırlatan
hacelet levhalarıyle doludur. Varlık Vergisi ile hazineye 221 milyon lira sağlanmıştı. Tespit edilen bütün
kanunsuzluklar ve nizamsızlıkların karşılığı işte budur. Buna mukabil bu vergi ile devlet çok şey kaybetmiştir.
...Ben kendi hesabıma bu mevzuda devletin vekar ve haysiyetine vurulan bu darbe dolayısı ile başta
Başbakan olmak üzere, hepimizin toptan Yüce Divan'a sevk edilmeyişimize hala hayret ediyorum"
ERCAN YAVUZĐskender'in başarısı
Bostan ve Gülistan kitabinda Sadi Sirazi söyle bir kissa anlatir:
Cihan hükümdari Iskender'e sorarlar:
- Dogu ve bati memleketlerini ne ile aldin? Önceki hükümdarlarin hazineleri, varliklari ve askerleri çok daha
fazla oldugu halde, onlara böyle bir fetih nasip olmamisti. Bu basarinin sirri nedir?
Cevap verir:
- Hangi memleketi aldimsa, halkini incitmedim ve büyüklerinin adini ancak iyilikle andim. Her millet,
kendilerine benden kötülük gelmeyecegine inanmisti. Benden sadece iyilik beklerlerdi.
Iste, bir devleti, milleti ayakta tutan en önemli düstur bu... Bu düstura uyan ayakta kalmis, uymayanin
yerinde yeller esmis...Tarih böyle söylüyor. Iste size bir iki örnek:
Bundan binüçyüz sene önce yeryüzünde iki süper devlet vardi: Iran Sahligi ve Roma Imparatorlugu...
Iran Sahi bir gün bir meydanda konusurken, ciliz bir ses duyar:
"Hükümdarimiz, kurumus kuyulardan, meyve vermeyen agaçlardan, ekin bitmeyen tarlalardan daha ne
zamana kadar vergi alacaksin; bu insanliga sigar mi?"
Halkin gözü önünde yapilan bu konusmayi hakaret kabul eden Iran hükümdari, zavalli fakiri kalabaligin
gözleri önünde atese attirarak yaktirir. Ne kadar hakli ve suçsuz olursa olsun, dilek ve rica sahibinin canina
kiymakta tereddüt göstermez...
O günkü Dogu Roma Imparatorlugu'nun merkezi olan Istanbul'da ise, durum bundan farkli degildir...
Üstünlük taslamak için Imparator Ayasofya'nin insâsini baslatir. Bütün halkini kamçi zoru ile çalistirir; bu
cebrî çalismaya katilmayanlar, simdiki Sultan Ahmed Meydani'ndaki Hipodromda yagiz atlarin kuyruklarina
baglanarak paramparça edilir... Bu vahsetleri derin bir çâresizlik içinde seyreder diger isçiler...Isterseniz bir
de yakin tarihimizden bir örnek vereyim. Vakko'nun sahibi, Vitali Hakko'nun hatiratindan alinti yaparak:
"Beterin beteri var, demisler. Ülkenin üzerine öylesine kara bir bulut çökmüstü ki, bundan kurtulmanin
imkani yoktu. Bu kara bulutun adi 'Varlik Vergisi'ydi.
"Vergi Takdir komisyonlari" isadamlarinin ödeyecekleri vergileri önceden tespit ediyordu. 1942'nin
sonbaharinda islemeye baslayan Varlik Vergisiyle mükellefler dörde ayrilmislardi: Müslüman Türklerle
yabancilar bir tutulmus, servetlerin 1/8'ini ödemeye "mahkûm" edilmislerdi. Dönmeler ise1/4'ünü, biz
gayrimüslimler ise,servetimizin1/2'sini, evet, yarisini ödeyecektik. Bana takdir edilen, Varlik Vergisi'nin hiç
degilse bir bölümünü nasil bulabilecegimi düsünmeye baslamistim. Çok zordu. Çünkü basvurabilecegim hiçbir
dostum yoktu. Hepsinin durumu bizimkinden kötüydü ve herkes kendi basinin çaresine bakmaya çalisiyordu.
Baslarini duvarlara, magazalarindaki kasalarin kapisina vuran, aglayan insanlari görüyordum çevremde.
Hükümet, vergisini ödeyemeyenleri yasina basina bakmadan tas kirmaya Askale'ye sürüyordu. Askale'ye
1400'e yakin kisi sürülmüstü. Para bulmak için Ankara'ya gittim.Varir varmaz müsterim, Hacibaba'ya
ugradim. Sabah sabah, beni dükkâninda gören Hacibaba, sorgu sual etmeden bir bardak çay ikram etti. Çayi
içtigim sürece hiç konusmadik. Bardagimi tezgâhin üstüne koydugumda ellerini dizlerine vurup, "Duydum,
dedi. Allah büyüktür, üzülme." Benim bir sey söyleyecek gücüm yoktu. Oraya niçin geldigimi bile
unutmustum. Bu ihtiyardan nasil, ne kadar bir avans isteyebilirdim ki? Biraz konustuk. O siparis listesini
verdi. Bense, yalnizca veda edebildim kendisine. Çikarken, cebime bir zarf koydu. Saskin bakislarim
karsisinda omzumu oksayip, "Hadi simdi git. Göreceksin Allah büyüktür" dedi yeniden. Cebimde zarfla
dükkândan çiktim. Ama uzun bir süre açip içine bakamadim. Açtigimda ise, içinde, bize biçilen verginin tam
beste biri tutarinda banknot saydim ve gözyaslarimi tutamadim...Hacibaba gibi insanlar var olduguna göre
bu badireyi atlatacaktik."
Iste, bugün; ne bu iki devlet kalmis ne de 40'li yillarin iktidari...ÜZEYĐR GARĐH VE VARLIK VERGĐSĐ

Üzeyir Garih'in nerelerden tırmanarak "seçkin" bir inan olduğunu, Varlık Vergisi'nin ne olduğunu bilmeden,
hakkıyla, değerlendirebileceğimizi sanmıyorum. Aşağıda, üç sene metin yazarı olarak her vilayetin 19. Yüzyıl
tarihini yazdığım Yurt Ansiklopedisi'nin, "Đstanbul" bahsindeki ilgili maddesini aynen aktarıyorum:
Varlık Vergisi ve Đstanbul... II. Cihan Harbi yıllarında çıkarılan ve uygulanan Varlık Vergisi ile, genellikle
Đstanbul tüccarı, özel olarak da azınlık tüccarının harp senelerinde edindiği spekülatif kazançların bir
bölümünün hazineye aktarılması amaçlanmıştı.
Varlık Vergisi'nin çıkarıldığı dönem, enflasyonun hızlı bir tırmanış gösterdiği, büyük kentlerin ve ordunun
günlük gereksinimlerinin karşılanmasında darboğazların söz konusu olduğu, ayrıca bu gereksinimlerden
devletçe karşılanana bölümünün kamu gelirleri ile sağlanamayacak denli arttığı yıllardı.
Varlık Vergisi'nin uygulanmasında, vergi yükümlüleri dört grupta toplanıyordu. (M) Müslüğmanlar, (G) Gayrı
Müslimler (ya da, azınlıklar), (D) Dönmeler, (E) Ecnebiler idi. Bu grupların her biri için farklı ölçütler
kullanılıyordu. Kural olarak, kişiler, savaş yıllarına elde ettikleri öngörülen kazanç miktarına göre
vergilendirilmişti. "Müslümanlar" ve "Ecnebiler" bu miktarın 1/8'ini, "Dönmeler" ¼'ün, "Gayrı Müslimler" ise
½'sini vergi olarak ödeyeceklerdi. Ancak, politik tepkiler sonunda, Ecnebiler'e uygulanan oran gözden
geçirilerek % 35 oranında azaltılmıştı. Kanun kapsamında görülmekle birlikte, çiftçiler için çıkarılan vergi
oldukça düşüktü.
Türkiye çapında Varlık Vergfi ödemesi gereken yükümlü sayısı 114.368 olarak saptanmıştı. 465.4 milyon TL.
Dolayında vergi toplanması hedeflenmişti. Ancak, toplanan vergi 315 milyom TL. düzeyinde kalmıştır. Bu
miktarın yaklaşık % 70'i, yani 221.3 Milyon TL.'si Đstanbul'daki 34 bin dolayındaki yükümlüden alınmıştı.
Đstanbul'un ve Türkiye'nin en ağır Varlık Vergisi'ni Barzilay ve Benjamin firması ödemiştir. Şirket, Đstanbul'da,
Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri, vapur işletmeciliği ile uğraşmaktaydı.
Vergi dolayısı ile Đstanbul'da satılan 885 gayrı menkulün büyük çoğunluğu şunlardı: Ev 330, dükkân 197,
arsa 190, apartman 80, depo 42.
Bu gayrı menkullerin büyük bir bölümü, savaş yıllarında Đstanbul'a yerleşen Anadolu tüccarlarından satın
alınmıştır. Yasa, verginin ödenmesi için tanınan 15 günlük sürenin kik hafta daha uzatılmasından sonra,
borcunu tümünü ödemeyenlere çalışma zorunluluğu da getirmişti. Uygulamada bu zorunluluk, ek süreler
tanınmasıyla, vergi borcunun belli bir oranını ödemiş olan ve kalanın belli taksitlere bağlamayı kabul edenlere
uygulanmamıştır. Bu koşullara uymayan Gayrı Müslim borçluların çalışmaya gönderilmesinde, borcun
büyüklüğüne göre belirlenen bir sıra izlenerek, vergi komisyonlarınca karar verilmekteydi. Listeler
saptandıktan sonra, ilgili kişiler, emniyetçe Aşkale'ye çalışma kampına gönderiliyordu. Dönemin Đstanbul
Defterdarı Faik Ökte, "Varlık Vergisi Faciası" adlı yapıtında, her on ya da on beş günde yeni bir liste
hazırlandığını, borçluların önce kamplarda toplanıp sonra grup grup Erzurum Aşkale'ye yollandığını
yazmaktadır.
Varlık Vergisi'nin yürürlükte kaldığı süre boyunca, kampa alınan kişi sayıcı 2.057; Aşkale'ye gönderilen sayı
ise, 1.400 idi! Đstanbul'lu azınlıklar, yaklaşık olarak bunun % 90'ını oluşturuyordu. Bunların 21'i Aşkale'de
ölmüştü.
Bazı yorumculara göre, Varlık Vergisi yalnızca Türk-azınlık ayırımına dayana bir uygulama olarak kalmamış;
çiftçi ile kent sermayesi, Anadolu tüccarı- Đstanbul tüccarı arasında da birinciler yararına, belli bir ayırım
izlenmiştir. Aynı yorumculara göre, azınlıklar için Varlık Vergisi'nin yıkıcı bir etkisi olmuştur. Ama, büyük
kentlerin Türk sermaye çevreleri de, oldukça ağır vergiler ödemiştir. Ancak, aradaki fark, çok daha hafif
oranda vergilenen Türkler'in, kendilerine sağlanan ödeme kolaylıklarından da yararlanarak, işleri
bozulmadan, gayrı menkullerini satmak zorunda kalmadan, bu yükün altından kalkabilmeleri; azınlıkların ise,
önemli bir bölümünün varlıklarını paraya çevirerek elden çıkarmaya zorlanmaları olmuştur."
Üzeyir Garih'in babası her şeyini satmak zorunda kalmıştı. Varlık Vergisi, ne yazık ki, Đnönü devrinin iftihar
edilecek safhalarından bir değildir. Demokrasinin "d"sinin bile telaffuz edilemeyeceği bir savaş ortamında,
tüm keyfiliklere izin veren uygulaması ile, gayrı müslimlere yönelik bir "tırpan" olarak işledi. Çok değerli
insanlarımızı mahvetti. Garih Ailesi de bunlardan biriydi.

Tek yanlı çalışan edebiyat borsası

Geçtiğimiz üç-beş ay içinde ülkemizde iki büyük roman pazarlamasına şahit olduk. Neredeyse edebiyat-sanat
camiaları bu hadiseyle yatıp kalkar hale gelmişti. Zira oturup kalktığınız her mecliste bu mevzu konu ediliyor;
okuyan okumayan herkes, ucundan kıyısından bu roman veya yazarlarına ilişkin üç-beş cümlelik bir fikir serd
etmeden kendilerini alamıyorlardı.

Herhalde Yılmaz Karakoyunlu’nun Salkım Hanımın Taneleri ile Orhan Pamuk’un Kar romanını kastetmiş
olduğumuzu tahmin etmişsinizdir. Birincisi yılbaşından önce, ikincisi de yılbaşından sonra olmak üzere,
neredeyse bütün Türkiye, bu iki roman ve romancının etrafında oluşturulan sun’î bir aktüalitenin kurbanı
olmak durumunda kaldı. Anlaşılan o ki, bu tür mevsimlik pazarlamalardan, bundan böyle kendimizi kolay
kolay alamayacağız. Derken, Kar romanı etrafındaki spekülatif meşguliyetlerin sonu geldi ve “tipi dinmek
üzere” derken, bir de baktık ki Nazım Hikmet’in mezarı meselesi, kartel medyası ile birlikte Đslâmî televizyon
ve basın organlarından haftalar boyu sağanak gibi boşanıverdi.

Yani, önce Salkım Hanımın Taneleri ile Kar romanı, sonra da Nazım Hikmet tartışmaları! Öbür gün, belki
daha başka bir mesele! Đşte böyle sunuş ve pazarlamalarla oluşturuluyor “best-seller” listemiz. Siz bu
romanları ister okuyun, ister okumayın, onlar hakkında iyi veya kötü muhakkak ki bir fikir sahibi olacaksınız
demektir. Falanın fikrine itiraz veya diğer birinin mülâhazasına iştirak ederken, farkında olarak veya
olmayarak bir girdabın içinde bulacaksınız kendinizi.

Salkım Hanım'dan Kar'a


Meselâ salkım hanımın taneleri’ni hatırlamaya çalışalım: Halen kendisi devlet bakanı olan ve TRT’den de
sorumlu bulunan Yılmaz Karakoyunlu’nun bu romanı, biliyorsunuz, film haline getirildi. Roman olarak fazla bir
ilgi çekmese de, filme dönüştürülünce kızılca kıyamet koptu. Çünkü Türkiye’nin uluslararası düzlemde köşeye
sıkıştırılmaya çalışıldığı bir mevzuda zülfiyâre dokunacak bir eksen üzerinde gelişiyordu bu roman. Sanki
Ermeniler, Cihan Savaşı içinde Rusların ve Đngilizlerin tahrik ve vaatleri ile bağımsız bir devlet kurmak için
isyan etmemişler, bölgesel bir temizliğe kalkışarak ekseriyeti Kürtler olmak üzere yaygın katliamlara
girişmemişler gibi, tam aksine, nâhak yere Ermeni tehciri gerçekleştirilmiş gibisinden hisler tevlid etmek!
Sonra da, romanda cereyan eden ırza tasallut hadiselerini, Cumhuriyet paşaları ile değil de, Hamidiye
paşaları ile izah kolaycılıkları!

Kuşkusuz böyle bir roman yazılabileceği gibi, filmi de çekilebilir. Fakat orta yerdeki garabete bakın ki, Salkım
Hanımın Taneleri filminin finansörlüğünü TRT gibi resmî bir kamu kurumu ile, Đş Bankası gibi yarı örtülü bir
başka resmî kurum yapıyor. Dolayısıyla, bırakın siz siyasî partileri veya iktidarı da, Türkiye’nin yıllardır köşeye
sıkıştırıldığı bir dış politika mevzuunda, devletin kendi içinde düştüğü bir âhenksizliğe bakın.
Meğer hadise, sırf Salkım Hanımın Taneleri ile de sınırlı da değilmiş. Đkide bir, millî ve Đslâmî olarak
tanıdığımız bazı kuruluşlar tarafından açış konuşmaları yapmaya, ödül veya takdir belgeleri sunmaya davet
edilip duran ilgili bakanın, 6-7 Eylül olaylarını işleyen diğer bir romanının daha film veya dizi olarak çekilmesi
düşünülmüyor muymuş? Malûm, Salkım Hanımın Taneleri’nde Ermeniler ve Đsmet Paşa’nın varlık vergisi
dolayısıyla da diğer azınlıklar, bütünüyle mazlum pozisyonunda. Sanki varlık vergisi sırf azınlıklar için, daha
ziyade de Sabataistler için çıkarılmış gibi bir hava veriliyordu o romanda. Buna karşılık aynı vergi dolayısıyla,
Đkinci Dünya Savaşı içinde Anadolulu esnaf ve köylünün neler çektiğini ise ne anan, ne de yazan var. Đşte
son roman da aşağı yukarı böyle. Menderes iktidarı yıllarında gerçekleşen 6-7 Eylül olayları nedeniyle
Đstanbul’u boşaltan Rumlar, aynen birinci romandaki bir hava içinde anlatılmıyor mu?

Yapılan bunca tartışma, eleştiri ve savunma hepsi bir yana! Bıyık altından hafif bir gülümseme ile izleniyor
bütün bunlar. Ve denilmek isteniliyor ki, kamuoyunun havası böyle alınır, sonunda da sel gider, kumu kalır!
Eğer böyle düşünülmüş olmasa idi, 6-7 Eylül olaylarını hayli çarpık bir bakış açısı ile anlatan yeni bir romanın
daha filme çekilmesi düşünülebilir miydi?

Ama öyle, ama böyle, bu tartışmalardan yılan veya çekinen birileri yok. Çünkü edebiyat-sanat pazarında yeni
bir “romancı” ihdas ediliyor, şaka mı sanıyorsunuz? Zira bu yazıyı kaleme alırken aklıma geldi de baktım;
Behçet Necatigil’in yeniden gözden geçirilmiş ve yeni ilâvelerle zenginleştirilmiş Edebiyatımızda Đsimler
Sözlüğü’nde (13. baskı), Karakoyunlu ismine tesadüf etmiyoruz. Halbuki Sayın Karakoyunlu yıllardır yazar.
Demek ki, yeterince dikkat çekmiyormuş. Fakat son yıllarda, özellikle de içine girdiğimiz Avrupa Birliği
sürecinde bu türden aykırı tezleri işleyen eserlerin anlı-ansız, yoğun bir gündem ve aktüalite ile, ayrıca da
yüksek pazarlama teknikleriyle ıttılaımıza arz edilmeye başlandığını görüyoruz. Ama siz neye sayarsanız
sayın, büyük bir romancımız vardır artık. Bir değer inşa edilmiş ve köşeye bir levha dikilmiştir. Önemli olan
da burası değil mi?

Kollektif Orhan Pamuk okumaları


Orhan Pamuk vak’asına gelince, neresinden bakarsanız bakın, o da tam bir şirket işi. Kanal 7’de saatlerce
süren bir konuşmasında söylemişti sanıyorum. Sayın Pamuk romanını yazmış ve—geçmiş gün on mu, yirmi
mi ne—ehli vukuf kişilere okutmuş. Bana göre, bu fikir, yazarından ziyade, arka planda eseri ve yazarı
pazarlamaya hazırlanan derin mekanizmanın teşebbüsü olmalı. “Roman, farklı düşünce ve kültür
muhitlerinde, ne tür bir etki ve tepki üretebilir?” Đşte bu açıdan eseri okutmak ve müştereken yeni yeni
restorasyonlara girişmek... Zira kolay mı? Neredeyse bütün Türkiye afişlerle donatılacak, liberal veya Đslâmî
televizyon ve gazetelerde daha haftalar, aylar öncesinden köşeler tutulacak. Eğer kendileri davet
etmiyorlarsa, bu iş için tahsis edilmiş maddî kaynaklar kullanıma hazır hale getirilecek.

Kar romanının on-yirmi uzman yahut muhtemelen kamuoyu oluşturma birimi veya imaj tezgâhçıları
tarafından okunmasının ve yeniden restoresinin sebebi işte buralarda yatıyor olmalı. Aksi halde, daha ilk
romanını yenice kaleme almış, sanat ve edebiyat çevrelerinde eserinin nasıl karşılanacağını hesap dahi
edemeyen acemi bir romancı olarak düşünmemiz gerekir Orhan Pamuk’u. Böyle olmadığına göre, Kar
yazarının ağzından kaçırdığı bu masum cümleleri, kendi konsepti içinde düşünmekten başka çaremiz
kalmıyor. (devamı dergide)
NECMETTĐN TURĐNAY

GĐZLĐ BĐR SAVAŞ: YAHUDĐLER ERMENĐLERE KARŞI

Sizlere bu yazımda gözlerinizdeki perdeleri biraz olsun indirmek amacıyla Ermeni Meselesi ile ilgili hakikatleri
anlatmak istiyorum:

Osmanlı Đmparatorluğu içinde yüzyıllardan beri birbirlerine rakip iki büyük azınlıktan bahsetmek istiyorum
sizlere. Yani, Yahudiler ve Ermeniler’den. Bu iki azınlik arasındaki çekişmeler Jön Türkler ve daha sonra da
Đttihat ve Terakki Partisi kurulana dek toprak kavgasından değil, iki zümrenin ticari çıkarlarının çatışmasından
kaynaklanıyordu. Ermeniler, her zaman Yahudilerden çok daha zanaatkar olmuşlardı ve toplum kültürlerinde
olmadığı ve öğretilmediği için hile hurda yollardan veya rakibi hakkında türlü fitneler uyduraraktan ticaret
yapmazlardı. Yahudiler ise böyleydi, öğretilerinde vardı, Yahudi dediğin işte böyle olmalıydı.
1870’li yıllarda Yahudiliğin iki kolu, yani Sabetaycılar ve Museviler, kendi içlerinde toparlanmaya ve
güçlenmeye başladılar. Fransız, Đtalyan ve diğer dış güçlerin de yardımıyla iktisadi alanda kendi birleşmiş
güçlerinin boyutlarının farkına vardılar. Đmparatorluğu yıkıp, sistemlerini tamamen kendilerinin kuracağı yeni
bir devlet kurmanın tohumlarını atmaya başladılar. Ancak, planları arasında en büyük rakipleri olan
Ermenilerle dost olmak tabii ki de olamazdı. Bu yüzden, Jön Türkler, ve Đttihat ve Terakki’nin içinde
Ermenileri göremezsiniz. Ermenileri bir çeşit eritmek ve yoketmek için hazırlıklara giriştiler. Amaçlanan,
Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde, merkezlerde yüzyıllardir güçlü bir azınlık toplumu kurmus olan Ermenileri
yokedip, tüm egemenliğin ve yönetimin kendilerinin elinde olacağı bir devlet kurmaktı. Sabetay Sevi’nin 17.
Yüzyılda amaçladığı buydu, Hıristiyanlar yokedilecekti. Zamanı gelmişti ve amaçlara uygun haraket edilecekti.
Ermeniler yok edilecek, Anadolu’ya Balkanlardan kendileri yani çoğu zengin ve güçlü Sabetaycılar gelip
yerleşecekti. Yahudiler, imparatorluk içindeki en güçlü rakiplerini böylece bertaraf edeceklerdi.

Sabetaycılar, Balkanlardaki diğer toplulukların içerisinde kendilerini diğerlerine hissettirmeden geldiler. Diğer
topluluklar, Sabetaycıların farklı olduklarını hissetseler de bir şey yapamazlardı. Diğer topluluklarda ekseriyet
çok fakirdi. Güç ve para, Sabetaycıların elindeydi. Sabetaycılarda görülen davranış ve özellikler, diğer
milletlere sanki onların maddi zenginliklerinden kaynaklanan davranışlar gibi geliyordu. Halbuki, tam tersiydi.
Sabetaycılar kültür olarak çok farklıydı ve Musevilerle ortak haraket etmelerinden ve aslen Yahudi oldukları
için zenginleşmişlerdi.

Ordu da komutanlık ve üst rütbeler elde eden Sabetaycılar da vardı. Ordu, Türk milletinin gözünde
kurtarıcıydi, dolayısıyla ne yapıldığını ve maksadı bilmeden üst rütbeli askerlerin emirlerine boyun eğinildi.
Đttihat ve Terakki’nin emriyle, Ermenilerin çoğu ya köylerinde öldürüldü, ya da sefalet içinde Lübnan ve
Suriye’ye sürülürken yolda öldüler.

Ermeniler, atalarını öldürenlerin aslında Jön Türkler/ Đttihat ve Terakki, yani Yahudi soyundan gelen
Sabetaycılar ve Museviler olduğunu hep bildiler. Katillerin dişi Türktü, içi aslen Yahudiydi. Sabetaycıların
tamamen Türk isimli olmalarına ve Müslüman kimliğine bürünmelerine rağmen, bu ayrımı yapabildiler çünkü
Osmanlı Đmparatorluğunda yüzyıllardır Müslüman Türklerle aralarında hiçbir sürtüşme olmadı. Onlar, kimlerle
sürtüştüklerini hep çok iyi bildiler ve gözlerinde perde yoktu. Ermeniler, Sabetaycılık ortaya çıktığından beri
Sabetaycılar hakkında kitaplar bile yazdılar. Đşte bu yüzden, Fransa’da geçen sene Soykırımı anmak için
açtıkları anıtta da, bu farkı bildiklerini dile getirmek için de anıtın üstüne bu soykırımı Türklerin değil de,
Đttihat ve Terakki ya da Jön Türklerin (yani Sabetaycıların ve Musevilerin) yaptığını yazdılar.

Sizler farkında mısınız bilmiyorum ama ASALA hiç Müslüman kökenden gelen bir Türk’ü öldürdü mü? Dışişleri
Bakanlığı’na sadece ve sadece Sabetaycıların alındığı söyleniyor. Bunu bilmeyen yok. Kökeni Müslüman olan
Türk gençleri, Sabetaycıların varlığını anlamasın, oyunlarını farketmesin, dişarıdan kişilere anlatmasın diye
senelerdir Dışişlerine Müslüman kökenli Türk genci alınmamaktadır. Şimdi bir düşünün, ASALA geçmişte
neden sadece Dış Đşleri Diplomatlarımıza ve çalışanlarına saldırmıştır? Nedeni basit. Atalarının soykırımından
sorumlu ve bu emri verenlerin torunlarının Dış Đşlerinde çalıştıklarını bildikleri için.

Geçen seneden beri Ermeni Soykırımı ile ilgili ATV, Show TV, NTV, Kanal D ve BRT’de türlü paneller yapılır.
Nedense, konuşmacı olarak çağırılanlar hep Sabetaycılardır. Örneğin, Prof. Eser Karakaş.. Đlginçtir, kendisi
Sabetaycıların üç kolundan biri olan Karakaş gurubunun ismini de taşımaktadır. Bu zatın, Ermeni Soykırımı ile
bilgisi ve ilgisi nedir? Biz işletmeci bilirdik, tarih üzerine de mi ihtisas yapmıştır? Kendisi aynı panelde
Hürriyet’in Fransa’dan bildiren gazetecisi Bn. Bernard’in ‘Dış Đşlerine daha çok genç başvursun, daha çok kişi
alınsın’ sözlerine neden şiddetle karşı çıkmıştır?

Ayrı bir ilginç nokta da, medya tarafından Harvard’lı süper milliyetçi genç kızımız olarak lanse edilen
öğrencinin de Sabetaycı bir aileden geliyor olmasıdır. Hatırlanırsa, kendisi göya Fransız parlamentere kafa
tutmuştur! Fransız parlamentere dersini vermiştir! Fransız parlamenter, kızın ne dediğini bile duymuş mudur
acaba? Türkiye milletinin ne güzel gözlerine perdeler indirilmiş, perde indirenler o gözleri ne de güzel
boyamışlardır.

Ermeniler, özellikle son 10 senedir süre gelen Sabetayist-Rum yakınlaşmasını da bilmektedirler. Masonluk
içinde filizlenen bu yakınlaşmanın bir örneği, Show-TV’de yaşanmaktadır. Bakalım bizler bu yakınlaşmayi ne
zaman farkedeceğiz?

Hakan ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Ermeni Kırımını Yöneten Aile ve Mazhar Germen ile Oğlu Bülent Fenmen

"Diyarbakırlı toprak ağası Ali Ağa'nın oğlu, 1. ve 2. Meclis üyesi, 1922—25 arasında Bayındırlık Bakanlığı
yapmış Fevzi Pirinçcioğlu'nun (aile pirinç ektiği için bu soyadını almıştır) torunu olan Yasemin Pirinçcioğlu'nun
babası da Ali Fethi Bey'dir.

Ziya Gökalp, Süleyman Nazif ve Cahit Sıtkı Tarancı (halasının oğlu) ile kuzen olan Arif Fevzi Pirinçcioğlu'nun
Çerkez eşi Nazime Hanım'dan, Ali Fethi ile birlikte yedi çocuğu gelir dünyaya. Çocuklarından Vefik
Pirinçcioğlu, 12 ve 13. dönem Diyarbakır ve Kahramanmaraş milletvekilliğinin yanında, 1963—64'teki Đnönü
kabinesinde de devlet bakanlığı görevi üstlenir. Hiç evlenmeyen Vefik, Nedim, Nezihe, Remziye (Fikri Alpay
ile evlenir), Hikmet (o da yine TBMM'nin ilk üyelerinden Mazhar Germen'in büyükelçi Şefik Fenmen ile Yüksel
dışındaki çocuğu Türkan Hanım'la evlenir….

Ali Fethi Pirinçcioğlu, daha sonra eşi olacak Hayrünnisa Đnci(Arkan)'yle üniversite yıllarında tanışır:
"Zannediyorum imtihanda tanışıyorlar. Annem Üsküdar Amerikan, babam Robert Kolej mezunu. …
Hayrünnisa Đnci Hanım ise, Dr. Ekrem ve Saadet (Arkan) çiftinin iki kızından biridir (diğeri de Kırlangıç
zeytinyağlarının eski sahibi Sevinç Özer'le evlenen ve Kazım ile Ekrem adında iki çocukları olan Gülören
Hanım'dır). Yasemin Pirinçcioğlu'nun anneannesi Saadet Hanım aslen Rodoslu'dur. Tütün rejisinin başında
bulunan Bayramzade Đzzet ve Vus'at çiftinin çocuğu olan Saadet Hanım'ın kızkardeşi, Durmuş Bey'le evlenen
ve sanayici olarak tanıdığımız Selçuk ile Selman Yaşar'ın da annesi olan Hikmet Yaşar'dır. Saadet Hanım'ın bir
diğer kardeşi ise, Sultanahmet'teki Đktisadi ve Ticari Đlimler Akadamesi'ni kuran ve ilk ticaret ansiklopedisini
yazan kişi olan Đsmet Alkan'dır. Vecahat Hanım ise, Dr. Mazhar Paşa'nın torunu ile evlenip Oranus soyadını
alan Saadet Hanım'ın başka bir kardeşidir " (Cemal Kalyoncu, Rana Pirinçcioğlu Röportajı)

Pirinçcioğlu Ailesi Diyarbakır'da Ermeni Kırımı'nı yöneten aile; insanlık suçları o kadar açık ki, Bilal Şimşir bile
kitaplarında savunamamış.

Mazhar Germen ya da Doktor Mazhar, Aydın Doğumlu, Fransa’da uzman olmuş; 1920’de milletvekili yaplımış
ve bu milletvekilliği 1946’ya kadar sürmüş. Mustafa Kemal’in Sağlık Bakanı (1925) CHP Yöneticisi ve TBMM
Başkan Vekilliği yapmış. Her nedense büyükelçi oğlu Yüksel’in soyadı Germen değil Fenmen. Bülent Fenmen
mason.

Röportaj yapılan Yasemin Pirinçcioğlu’nun dedesi Arif Fevzi Pirinçcioğlu’nun babası ile Ziya Gökalp’in annesi
kardeş. Arif Fevzi Bey, Ziya Gökalp’in dayısının oğlu. Anlatıma göre, Arif Fevzi’nin babasının kız
kardeşlerinden, diğer üç kız kardeşten olan çocukların birisi Cahit Sıtkı Tarancı, diğeri Ziya Gökalp ve
Süleyman Nazif. Demek ki, Cahit Sıtkı, Süleyman Nazif ve Ziya Gökalp üçü teyze çocukları.
Yasemin Pirinçcioğlu’nun annesinin, geçenlerde ölen Halide Edip’in asistanı da olan Hayrunisa Đnci Hanım,
teyzesi Selçuk Yaşar’ın annesi. Yani, Hayrunisa Đnci Hanım’la, Selçuk Yaşar teyze çocukları. Hayrunisa Đnci
Hanım yakın zamanlarda vefat etti ve Teşvikiye’den kalkan cenaze Zincirlikuyu’ya gömüldü.

Gokyuzu - MaveraErmeni Patriği Şunork Kalustyan’ın üvey kardeşi Diyanet Đşleri Başkanı Lütfi Doğan
(...)
Yıllar önce, 1965 yılıydı. 1915’in 50. yıldönümüydü. Soykırım anıtı fikri doğmuş, basın mensupları, dönemin
Đstanbul Ermeni Patriği Şunorhk Kalustyan’ın kapısına dayanmıştı: ”Soykırım oldu mu?” Soru basit, cevabı
zordu. Çünkü Đstanbul’da, Patrik de olsanız, bir Ermeni olarak yaşamak kolay değildi. Patrik, o yıllarda şimdiki
Cumhurbaşkanı’nın verdiği cevabı tercih etti: ”Soykırım meselesini tarihçilere bırakalım.”

Basın mensupları tatmin olmadı. Türk gazetelerinin, ”Ermeni Patriği dedi ki: Soykırım olmamıştır!” manşetine
ihtiyacı vardı. ”Kişi olarak ne düşünüyorsunuz?" diye sordular.

”1915’de yedi yaşındaydım.” dedi, Yozgat ili, Đğdeli köyünde doğan Kalustyan, ”Yetmiş kişilik ailemden bir
annem, bir de ben kaldık. Sürgün sırasında annemi de kaybettim. O zamanlar genç bir kadın olan annem,
Müslüman bir Türk ile evlenmeye mecbur bırakıldı… Şimdi siz bana cevap verin: Benim akrabalarım
neredeler? Siz bu sorunun cevabını bulursanız, soykırım olmuş mudur, olmamış mıdır sorusunun cevabını da
aydınlatmış olursunuz.”
1990’da vefat eden Kalustyan’ın sözlerini, 35 yıl sonra Köln’de Ermeni Kilisesi Almanya Başpiskoposu Karakin
Bekdjian’dan öğreniyoruz. Onunla görüşmemizin amacı, Türkiye’de ”Anti- Ermeniciliğe” dönüşen yüz kızartıcı
kampanyanın Almanya’da yaşayan Ermenileri nasıl etkilediğini öğrenmek.
(...)

Görüşmemiz bitiyor, Başpiskopos’un sözleri ve kulağımıza çalınan kederli bir ezgi, faciayı 300 bin, 800 bin, 1
buçuk milyon gibi rakamlar olmaktan çıkarıyor. Katliam, yetmiş kişilik bir aileden bir oğul ile annesinin sağ
kalmasına, annenin bir Müslümanla evlenmesine, bu mecburi evlilikten bir oğlunun daha olmasına ve yıllar
sonra, Şunork Kalustyan ’ın, kendisi Đstanbul Patriği iken, üvey kardeşinin aynı dönemin Diyanet Đşleri
Başkanı Lütfü Doğan olduğunu öğrenmesine dönüşüyor! Bugün Ermenilere karşı seferberlik ilan edenler
benzer sürprizlere hazır olmalıdırlar. Çünkü, kırımın yaşandığı topraklarda doğanlar, kimliklerinden asla emin
olamazlar.

Berivan Aymaz & Doğan Akhanlı 2000/07


Osmanlı'dan bugüne kadar sürekli tartışılmış, haklarında çeşitli iddialar ileri sürülmüş bir dinî azınlık ve o
mistik yolun ilginç ritüelleri ilk dönemlerinde olduğu gibi bugün de merak uyandırıyor. Đşin özü; hikâyeyi
ilginç kılan ve sürekli çeşitli spekülasyonların ortaya çıkmasına neden olan aslında onların takındıkları "özel"
tavır. Tarih boyunca ne tam yahudi, ne de dışarıya yansıttıkları gibi gerçek bir müslüman oldular. Kendi
aralarında devam ettirdikleri gizli ve esrarengiz ritüellerle mistik, Kabalacı ve mesihçi bir Yahudi tarikati
olarak devam ediyorlardı. Vakıa onlar vardı ve bir saklı boyutta bu varoluş tüm eylemleriyle gerçekleşiyordu.
Buna rağmen rağmen var olup olmadıkları konusunda tartışmalar bugüne kadar sürdü. Selanikliler yahut
Dönmeler ya da orijinal tabiriyle Sabetaycılar bugün hâlâ hayatiyetlerini devam ettiriyorlar mı? Bu soruya
bugüne kadar Yahudi cemaati ve Hahambaşılık net bir cevap vermedi; vermek de istemedi. Konuyla ilgili
olarak görüşlerine müracaat ettiğimiz Musevî kesimin önde gelenleri bu cemaati "yadsımayı" ve "yok"
farzetmeyi tercih ediyorlar. Üstelik onların artık hiçbir önemlerinin kalmadığını, daha ötesi böyle bir cemaat
yapısının hayatiyetini çoktan kaybettiğini ısrarla vurgulama ihtiyacı hissediyorlar.
Peki, 1666 yılından beri süren bu reddediş, kabul etmeyiş daha ne zamana kadar devam edecek? Ve devam
edemedi de. Sonunda Sabetaycı kesimin içinden çıkan Ilgaz Zorlu yazdığı kitapla tüm bu perdeleri
paramparça etti. Bu meydan okuyuş mesajını kitabın başlığına taşıyor: Evet, Ben Selanikliyim. Türkiye
Sabetaycılığı...
Kitap çıkar çıkmaz dilden dile dolaşmaya başladı. Kimdi bu yazar ve Türkiye'nin belki de en 'tabu' konusunda
nasıl böyle bir kitap yazmaya cesaret edebiliyordu. Üç buçuk asırdır bozulmamış gizlilik prensibini niçin aşma
ihtiyacını hissediyordu?
Đçerden konuşan ve yazan Ilgaz Zorlu'nun yazdıkları ve söyledikleri, M. Ertuğrul Düzdağ ve M. Şevket
Eygi'nin senelerdir yazılarıyla anlattıkları iddiaları tümüyle doğrular nitelikte. Bütün bunlardan anlıyoruz ki,
Sabetaycılar geçmişte olduğu gibi bugün de "şuurlu" bir biçimde varlıklarını sürdürüyor.
Aslında salt Sabetaycı cemaatin varlığı yahudilere karşı olduğu gibi müslümanlar için herhangi bir rahatsızlık
kaynağı değil. Olayı rahatsız edici kılan; bir iki yüzlülük, bir içi-dışı başka oluş ve Đslâmî tanımlamasıyla
"münafıkça " tavır almak. Ilgaz Zorlu da içinde bulunduğu bu sahte dünyayı sorguluyor. Sabetaycılar ya da
'gizli yahudiler' tarih boyunca Yahudilerin içimizdeki ajanları olarak görüldü. Son yüzyılda ise Batılılaşma
adına yapılan her türlü icraatın başında hemen hemen tamamen onlar vardı. Mason teşkilâtlarında hatırı
sayılır ağırlığa sahiptiler. Zahiren müslüman isimli ancak iç dünyalarında değişik dinî duyguların
takipçileriydiler.
Sabetaycılıkla ilgili ilk ciddi tartışma 1924 ve 1925 yıllarında hem de basın önünde cereyan etti. Karakaşzâde
Mehmed Rüşdü adlı Selanikli bir dönmenin ifşaatlarıyla başlayan ilk tartışma yaklaşık bir sene sonra yine
Karakaşzade'nin bütün sözlerini geri alan müthiş "dönüşüyle" son buluyordu. Aradan geçen yetmiş küsur
yılın ardından bugün Ilgaz Zorlu kitabıyla hiç de Karakaşzade ile kıyaslanmayacak bir samimiyetle önemli
açıklamalarda bulunuyor. Öyle görünüyor ki, Sabetaycıların 332 yıl süren esrar perdesi onun kitabıyla büyük
ölçüde aydınlanacak ve bu konuda yapılacak "ciddi" tartışmalar gerçekten değerli araştırmalara zemin
hazırlayacak.
Şemsi Efendi'nin 6. batından torunu olan yazar Zorlu, 1969 Đstanbul doğumlu. Zorlu, "Yaşanan iki yüzlülüğe
artık bir son verilmesi gerektiğini" ve cemaatinin artık "dışa açılması" gerektiğini belirtiyor.
Meleklerin âhirzamanda yeniden döneceğine inanılan Sabetay Sevi'ye Mesih'lik tacını taktıkları bir gravürün
kapağa alındığı kitapta, "Sabetaycılık ve Yahudilik", "Sabetaycılık ve Osmanlı mistisizmi", "Sabetaycılık ve
masonluk ve Kabbala'nın mistik aleminde" gibi oldukça ilginç makaleler yer alıyor. Yazarının kimliği göz
önüne alındığında, konuya merak duyanların mutlaka edinmeleri gereken bir kitap Türkiye Sabetaycılığı...
Bu arada konuyla ilgili son ilginç gelişme haftalık haber dergisi Aksiyon'un 181. sayısında yaşandı. 500. Yıl
Vakfı yöneticilerinden Harry Ojalvo dergiye verdiği mülâkatta, 350 yıllık alışılagelmiş suskunluğu bozarak
Türkiye'de birbuçuk milyona yakın Sabetaycı bulunduğunu belirtiyordu: "Yahudi kökenli olarak Sebati
(Sabetay Sevi) devrinden gelme nitekim hepimizin tanıdığı bugün Dışişleri Bakanımız olan Đsmail Cem Đpekçi
var. O Sebati'dir. Coşkun Kırca var. Epey insan var. Canım yani bir çoğuna 'sen oradan gelmesin' dediğin
zaman kendisi bilmiyor bile. Ama bu öyle bir şey ki gizlenemez. Bu ortada." (Aksiyon, 23-29 Mayıs 1998,
sayı: 181, s. 13)
Ilgaz Zorlu ile kitabı ve kendisi hakkında görüştük. Anlaşılan o ki bu kitap çok ses getirecek.
Sabetaycılar bugüne kadar gizlilik prensibini hiç bozmamıştı ama siz yazdığınız kitapla bunu açıkça ihlal
ettiniz. Amacınız nedir?
Amacım bir ayrımcılık değil, farklılığın tadını bulmak. Sabetaycıları bugün nasıl ayıracaksınız. Türkiye'den
ayrılamaz ki. Benim ana lisanım Türkçe. Ben hiçbir lisanı Türkçe kadar iyi kullanamıyorum ve bilmiyorum.
Đbranice'yi de çok iyi bildiğim söylenemez. Ama bir şey söylüyorum: ister kabul etsinler ister etmesinler
Türkiye'de bir Sabetaycı topluluk var. Bu insanlar ister biz yokuz desinler, isterse inkâr etsinler ama var.
Çünkü en azından ben varım ve söylüyorum. Kimler var kimler yok derseniz ona girmem; ama ısrarla da var
olduğunu iddia ediyorum.
Dışardan bakıldığında sizden başka kimse yok gibi.
Çünkü bir tek ben açıklıyorum. Ama bunu çok güzel şöyle görürsünüz. Abdi Đpekçi'nin anılarında bu yer aldı.
"Bana dönme çocuğu derlerdi, ben onun için Đpekçi soyadını kullanmamayı düşündüm" diyor meselâ.
Türkiye'de eğer rahat konuşulabilecek bir ortam sağlanırsa, insanlar kendilerini özgür biçimde ifade
edebilirse, bir zaman sonra bu işler çıkar ortaya. Đslâmcı basında 70'li 80'li yıllarda gördüğümüz şey hep
şuydu; bir dönme laik-solcu-sosyalist vesaire olabilirdi ancak, o hep dönmelikle suçlanırdı. Đşte bu bir suç
değil. Adam köken olarak belki öyle ama o da ne olduğunu bilmiyor ki. Sabetaycı kökenli pek çok insan
bugün Sabetaycılığın ne olduğunu bilmiyor. Okunup öğrenilsin diye bu konuyu araştırıyorum ve
konuşuyorum. Nitekim pek çok insanla tanıştım. "Ilgaz bey bizim ailemizde de böyle bir şey var. Gerçi biz
dualara bakmıyoruz, dinle de pek bir ilgimiz yok ama biz isteriz ki sizinle bir görüşelim" diyorlar. Evlerine
gidip eski kitapları varsa onları inceliyorum. Bu ilişkilerle çok dokümana ulaştım. Meselâ bugün bir ailenin
elinde Sabetay Sevi'nin anıları var. Ben bunu buldum. Buldum ama bu anılar eğer doğruysa çok büyük bir
olay olacak. Đsrail'deki Sabetaycılıkla ilgili bütün yazılanları çürütecek. Çünkü genel inanç Sabetay Sevi'nin bir
cahil olduğu, hayatı boyunca da hiçbir şey yazmadığı idi.
Sabetay Sevi'yi nasıl görüyorsunuz?
Sabetay Sevi'yle ilgili araştırma yapıyorum. Sabetay Sevi'nin mesih olduğuna ve bir mesih olarak yeniden
geri döneceğine inanan bir grup, her ne kadar olmadığı ileri sürülse de, bugün Türkiye'de var. Ben bu
gruplardan birine dahilim. Yekpare bir grup yok. Üç grup var. Bu üç grubun içinde de alt gruplar var. Ben bu
gruplardan Kapancılar'a dahilim. Kapancılar, Karakaşlar ve Yakubiler'in birleşmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Kültürel bağlılıkları olduğunu düşünüyorum.
Türkiye'de Sabetaycıların varlığından ziyade gizli bir yapılanma içinde oluşları rahatsız edici bulunuyor.
Sabetaycıların müslüman kisvesi altında görünüp, müslüman kimliğine sahip olup böyle bir ikinci farklılığa
sahip olmalarına karşıyım. Bunu açık söylüyorum. Sabetaycılık bir din değildir. Nasıl Müslümanlıkta Alevîlik bir
farklı düşünceyse, Sabetaycılar da Yahudilikte aynı konumdadır. Alevîler müslüman değildir deyip bir kenara
atılabilir mi, Sabetaycılık da aynı şekilde. Sabetaycıların içinden birisi Müslümanlık aleyhinde bir yazı yazdığı
zaman bu bana çok ters geliyor.
Türkiye kamuoyuna sunulan bilgi Selanikli dönmelerin artık Yahudiliği bıraktığı ve asimile olarak
müslümanlaştığı idi. Siz müslüman olmadığınızı Sabetaycı bir kitlenin hâlâ mevcudiyetini koruduğunu
söylüyor ve bunu kitaplaştırıyorsunuz.
Ben Sabetaycılığın Türkiye'de araştırılmasını sağlayacağım. Ve Sabetaycılık Türkiye'de literatüre girecek.
Dönmeler konusu olarak söz edilen bu konuyu kimse araştırmıyor bilmiyordu. Đstanbul Ansiklopedisi'nde
"Selanikliler" maddesini yazdık. "Varlık Vergisi Olayı"nda Dönmeler de ayrıma uğradılar. Bizi o zaman "D"
grubu adıyla ayırdılar. Müslümanlardan farzedelim 12 binbeşyüz lira, Yahudilerden 50 bin lira vergi alındıysa,
Dönmelerden de 25 bin lira vergi alındı. Bu vergiyi ödeyen Sabetaycılardan hâlâ hayatta olanlar var. Bunun
belgelerini ortaya çıkarabiliriz.
Bugün bir ayrım olduğunu düşünüyor musunuz?
Geçmişte olmuştur. Şimdi olduğunu iddia ediyor değilim. Sadece şunu söylüyorum: Sabetaycılar Türkiye'nin
bir parçası olduğu kadar Yahudi kültürünün, Đsrail devletinin değil fakat Đsrail düşüncesinin de bir parçasıdır.
Đsrail devleti Sabetaycıları Yahudi kabul etmiyor. Gidin Ankara'daki büyükelçiye sorun, "Sabetaycılar Yahudi
değildir" diyecektir. Bana kimse Đsrail'in Sabetaycıları Yahudi kabul ettiğini söyleyemez, o lâfı ona yediririm.
Niçin?
Çünkü ben Đsrail'de bu konunun en uzmanı olan ve bir başka dinden Yahudilik dinine geçiş konusunda karar
veren din değiştirme Hahambaşısı ile görüştüm. Adam dedi ki, "Biz sizi kabul etmiyoruz". Niye? Çünkü
Đsrail'in temel politikası şu: "Ülke dışındaki, diasporadaki bir Yahudi cemaatinin Yahudiliğiyle uğraşmamak."
Bu çok önemli bir şey. Onu hiç ilgilendirmiyor. Eğer bir problemin varsa gelirsin buraya, burada Yahudi olup
olmadığın tartışılır diyor. Bu konuda resmî bir karar alındı ve bu Türkçe'ye de çevrildi.
Siz de Đsrail'i Yahudiliğin devleti olarak görmüyorsunuz.
Evet ben kişisel olarak görmüyorum. Đsrail bir Yahudi devleti değildir, Yahudi ülkesidir. Đsrail'deki bazı dinî
gruplar da aynı görüştedir.
Bu Sabetaycıların da genel kanaati mi?
Đşin gerçeği Sabetaycılar Đsrail'le fazla ilgilenmiyorlar. Çünkü Sabetaycıların çok büyük bir bölümü ekonomik
olarak çok iyi durumdalar. Türkiye'deki yabancı okullarda eğitim alıyorlar, hayat standartları oldukça yüksek
ve onlar için Đsrail'in çekici bir tarafı yok. Ama bunun yanında Đsrail'deki dinî ortama girmek isteyen
Sabetaycılar da var ve onlar da gidiyor zaten. Nasıl gidiyor turist olarak gidiyor. Bir Yahudi Đsrail'e gidip
vatandaşlık alabilir, ama bir Sabetaycı vatandaş olarak kabul edilmez.
Siz olmak istiyor musunuz?
Ben kişi olarak Yahudiliğe geri dönmek için 1992 yılında böyle bir başvuruda bulundum ve bütün kapılar
yüzüme kapandı. Bana dediler ki "Yahudi olmak istiyorsan iki sene kursa gitmen ve bir sınavdan geçmen
gerekir." Ama ben Yahudiliğin dışında değilim ki bu işlemi bana niye uyguluyorsun? Ben bu noktada
Sabetaycılar için bir karar çıkması gerektiğini iddia ediyorum. Denmeli ki: Sabetaycılar da Karay'lar gibi
Yahudiliğin bir mezhebidir. Sabetaycıların içinde bazı kimseler Yahudi olduklarına inanıyor. Đşte bu insanlar
kolaylıkla Yahudi olabilmeliler. Bu arada bazı insanlar da, "Biz Dönmeyiz ama Yahudi değiliz hatta Sabetaycı
da değiliz" diyor. Ben onlara bir şey demiyorum. O da ayrı bir konu.
Sonuç olarak Türkiye'deki Yahudi cemaati de Sabetaycıları kabul etmiyor yani.
Hahambaşı'ya sorun Sabetaycılar "teknik olarak Yahudi değildir" diyecektir. Bunu eleştiriyorum. 'Teknik
olarak Yahudi olmak' nasıl bir şeymiş acaba? Hahambaşılık gibi bir makamda oturan kişinin bu denli politik
bir dinî karar vermesi çok yanlıştır. Fakat zaten bugünkü Türkiye Hahambaşılığı dinî kararlar açısından
Sabetaycıları bağlamamaktadır. Ben kurum olarak hahambaşılık makamına da karşıyım. Özel bir kanunla
kamu görevlilerinin seçilmelerinden farklı olarak hem ömür boyu işbaşına gelmektedirler hem de seçim ikinci
bir kez yenilenmemektedir. Her kamu görevlisi 65 yaşında emekli olmak zorunda iken bu makamdaki kişinin
ömür boyu seçilmesi hususu sizce demokratik bir yöntem olarak kabul edilebilir mi? Bu makam Sabetaycıları
tamamen yokmuş gibi ele almaktadır. Tabiî bu da onun ne kadar politik bir makam olduğunu belirler.
Türkiye'de önemli bir Sabetaycı grup var diyebiliriz o zaman.
Evet
Ve kendilerinin Sabetaycı olduğunu kabul ediyorlar.
Hayır kabul etmiyorlar.
O halde böyle bir grup yok!
Olur mu Halil Bezmen meselâ Amerika'ya gitti ve dönmeliğini ilan etti.
O zaman müslüman kamuoyundaki genel kanaat doğrulanmış oluyor.
Doğru tabiî. Ama gerçek böyle.
Siz diyorsunuz ki, artık yeter, bu gizliliğe ve ikili tavra bir son verilsin.
Ben açık olarak söylüyorum ki Sabetaycılık Müslümanlık dininin bir mezhebi değildir. Sabetaycılık Yahudi
dininin bir parçasıdır. Ve Yahudilik Sabetaycıları kabul etmek zorundadır. Ama hahamlar diyor ki, 'Siz 350
sene önce defoldunuz gittiniz, artık bizimle hiçbir ilginiz yok!' Günü kurtarmaya çalışıyorlar.
Karakaşzade Mehmed Rüşdü 1924 yılında ilk ifşaatları çok ilgi çekti. Ancak bir sene sonra bir şekilde ikna
edilmiş ya da korkutulmuş olacak ki söylediği herşeyi geri aldı ve inkâr etti.
Ona bakarsanız ben de aynı şeyi yapıyorum.
O bazı iddiaları gündeme getirmişti. "Kuzu bayramı-mum söndü" merasimleri, cemaat içinde evlilik ve
benzeriyle ilgili.
Herkes bana bunu soruyor. Ben bu konuda özel bir çalışma yaptım. Kuzu bayramı konusu kitabımda yer
alıyor. Benim kendisiyle görüştüğüm 1900'lü yılların başında doğan bir hanım bana Kuzu Bayramı'nda 'Mum
Söndü' merasimi yapılmadığını söyledi. Fakat Abdurrahman Küçük 'ün kitabında ve Karakaşzade Rüşdü'nün
açıklamalarında böyle iddialar var. Karakaşzadenin sözleri gazetelerde yayınlanırken bir yaşlı dönme 'Efendim
bu bizim zamanımızda yapılıyordu, şöyle oluyordu böyle oluyordu' diye anlatmış.
Karakaşzade Rüşdü'ye baktığımızda önce herşeyi açıklıyor. Ardından demek korkutuluyor ki, bir sene
geçmeden bütün sözlerini geri alıyor ve bunlar gerçekdışı sözlerdi diyor. Siz de aynı karanlık noktada bir
tehditle karşılaşmayacak mısınız?
Ben 1992 yılından beri bu konudaki fikirlerimi açıkça söylüyorum. Beni herkes eleştirebilir. Ancak herhangi
bir yerden destek aldığımı söyleyemezler. Çünkü ben hiçbir yerden destek almıyorum. Hiçbir Sabetaycıdan
veya hiçbir Musevîden maddî ya da manevî hiçbir destek almıyorum. Karakaşzade Rüşdü'den ben farklıyım.
Bana tabiî ki çok büyük baskılar geliyor cemaatin içinden. 'Konuşma', 'yazma', 'açıklama' diyenler oldu. Beni
deli olarak görenler, benim Mesihlik iddiasıyla ortaya çıktığımı iddia edip araştırmalarımı küçük düşürmeye
çalışanlar var. Diyorlar ki bu adam kendini Sabetay Sevi gibi görüyor, tıpkı onun gibi deli, bizim başımızı
belâya sokacak.
Sabetaycı düşünce yapısı içinde sizin bu açıklamalarınız çok zararlı şeyler değil mi?
Dışarıdan bakınca öyle. Şimdi bakın Karakaşzade gibi benim düşüncelerimde geriye döneceğim ne olabilir.
Ben bunları yazıp ortaya koymuşum. 'Ben bunların hiçbirini yazmadım, yok sayın' diyemem ki. Bir kere bir
kısmını belgeleriyle yazmışım zaten. Meselâ soyağacı konusunda yazmış olduğum yazıda Yeni Asrın Selanik
Yılları kitabındaki iddiayı açıkça çürüten bir insanım.
Kitapta ne var?
Kitapta çok önemli şeyler var. Türkmen Parlak adlı yazar orada bir ailenin soyağacını yazıyor ama o kadar
komik yazıyor ki. Efendim, diyor bu aile Ortaasya'nın bilmem neresinden kalkmış Selanik'e gelmiş diyor. Ben
onun canına okudum makalemde. Ve nitekim de o yazıdan sonra başıma gelmedik kalmadı.
Ne gibi?
Đzmir'de Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Sabetaycılıkla ilgili küçük bir konferans verecektim, o ailenin Đzmir'deki
gazetesi beni engelledi, Atatürk Araştırmaları'nda anlatabildim. Aslında Amerikan Kültür Merkezi'nde, Alman
Kültür Merkezi'nde konuşacaktım, fakat engellendi. Sabetaycıların bana bu şekilde engellemeleri var. Evet bu
yönde baskılar gelebiliyor. Bu insanların içinde beni desteklemeyenler bana karşı olanlar kimler, Türkiye'de
belirli bir maddî servete ulaşmış insanlar. Bunlar tabiî ki rahatsız olacaklar benim açıklamalarımdan.
Mevcut durumlarını kaybetme tehlikesi olarak mı görüyorlar?
Tabiî bu çok önemli bir nokta. Düşünebiliyor musunuz Türkiye'de en yüksek noktaya gelmiş bir insanın
Sabetaycılığı tartışılırsa ve üzerine gidilirse bu bir felaket olur onun için, herşeyini kaybeder. Gizleniyorlar
ama şunu düşünemiyorlar. Tarihi açıp okuduğunuz zaman, Yahudilerin hep büyük yükselişlerden büyük
çöküşlere gittiğini görürsünüz. Örneğin Alman Yahudileri... 30'larda 35'lerde Almanya'nın kaymak
tabakasıydılar. Ne oldu, bir anda hepsi kaybolup gittiler. Tanrı'nın ne yapacağını hiç bilemezsiniz. Gelinen
nokta önemli değildir, en son nerede olduğunuz önemlidir. Bir anda iniverirsiniz aşağıya. Ben onun için hiçbir
şeyden korkmuyorum. Ben bu yüzden tamamen bağımsız çalışıyorum, hiçkimsenin yönlendirmesi altında
değilim.
Cemaatinizin sayısı tahmini olarak ne kadar?
Cemaatin sayısı hakkında bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü isbat edemem. Bir rakam söylesem bile
bunun dayanağı ne olacak? Ben size 'Türkiye'de organize bir Sabetaycı grup var. Bunlar dinî dersler alıyorlar,
sürekli toplanıyorlar' dediğim zaman bunu ispat edemem. Kim bu tanınmış Sabetaycılar derseniz benim elim
kolum bağlanır. Çünkü ben kimsenin ismini verme hakkına sahip değilim. Ben bir isim veririm, siz gidip
adama sorduğunuzda o, 'Ben Sabetaycı değilim' derse bu bir yalan haber olur. Ama şunu çok iyi iddia
ediyorum ve söylüyorum; Türkiye'de Sabetay Sevi'nin dinî düşüncelerine bağlı olan ve bu inancı sürdüren
insanlar var. Günün birinde bu insanlar çıkacaklar ortaya. Yani bir tek ben olmayacağım. Ama mesela Pamir
Bezmen 'Varlık Vergisi' olayında ayrı bir grup olarak değerlendirildiklerini söyledi ama çıksın bakalım 'ben
Sabetaycıyım' desin, söyleyemezler. Çünkü onlar bu konuya manevî açıdan bakmıyorlar. Ben manevî olarak
bakıyorum. Sadece sayı olarak bugüne kadar yayınlanan makalelerde 60 bin ve 100 bin rakamları telaffuz
edildi.
Sizi niçin engelleyemiyorlar?
Beni engelleyemezler çünkü benim ailem 17 kuşak boyunca haham olarak geliyor ve aslında Sabetaycılığın
dinî karakterini oluşturan insanlar. Şimdi bakın benim büyükbabamın büyükbabası olan Şemsi Efendi üç
cemaati birleştirmeye çalışmış. Kapancılardan olduğu halde gitmiş Karakaşlarda din dersi vermiş. Onların
okullarını kurmuş. Ve bunun sonucu olarak Bülbülderesi mezarlığında öyle bir yerde yatıyor ki, başka biri o
şekilde gömülemez. Mezarlıkta böyle bir ayrım vardır, merdivenin sağ tarafında Kapancılar yatar, sol
tarafında Karakaş aileleri yatar. Hiçbir Kapancı Karakaş'ların olduğu yerde yatmaz.
Bülbülderesi Mezarlığının özelliği nedir?
Talmud'a göre Mesih bülbüllerin sesine gelecek. Ve inanç o ki Mesih tekrar geldiği zaman bülbüller şakıyacak
ve bütün o ölülerin ruhları ayağa kalkacak. Onun için oraya gömülüyor ve ismi de oradan geliyor.
Sabetay Sevi'nin fikirlerinde Yahudi düşüncesinden ayrılan taraf nedir?
Sabetay Sevi'nin dinî düşüncelerinin Yahudi Kabalizmindeki yerini kimse ortaya koymuyor. Ne Karakaş Rüşdü
yazdı bunu ne de başkası. Bunu ben ortaya koyuyorum. Bu tamamen, Tevrat'ın içinde gizli mânâlar
olduğunu ifade eden Kabbalistik düşüncenin bir aşılımıdır. Đzak Luria adlı bir kişi vardır ve bu Kabbalistik
düşüncenin temelini atmıştır. Nitekim Sabetay Sevi de "Ben Luria'nın atmış olduğu temelin üzerinde bir bina
kuruyorum" diyor. Bu konularda araştırma yapıyorum ve bazı şeyleri ben de yeni öğreniyorum.
Nasıl öğreniyorsunuz?
Karşılıklı konuşmalarda sohbetlerde ortaya çıkıyor. Geleneksel Yahudilikte de böyledir, gidip bir okulda
öğrencilik yapmaktan ziyade bu konular sohbet ortamında öğrenilir. Kabala nasıl öğrenilir, bir masanın
etrafında Tanrı inancı bulunan, dinî kurallara sonuna kadar bağlı dört kişinin toplanmasıyla oluşan sohbet
ortamında öğrenilir. Çünkü biz şuna inanıyoruz Kabala ile herkes uğraşamaz ve uluorta konuşamaz.
Yahudilikte en önemli noktalardan biri Tanrı'nın tetragram olan adının ağıza alınması yasağıdır. Eğer bir insan
dinî kuralları tam olarak uygulamıyorsa, hırsızlık, zina işliyorsa o zaman bu adamın katıldığı araştırmalarda ve
toplantılarda bir negatif enerji çekmesi sözkonusudur. Çünkü Yahudilik Tanrı'nın büyük bir enerji olduğuna
inanarak yaklaşıyor olaya. Siz negatif enerji çektiğiniz zaman size öyle bir felâket gelir ki, bu felâket Tevrat'ta
sık sık geçen bir vebadır, bir yangındır, bir yok olmadır falan. Tabiatıyla Kabala hep böyle gizli kalmıştır.
Uluorta konuşulmamıştır. Kabalistler mistik olmuşlardır ve benim gibi fazla konuşmazlar!
Kitabı yazmaktaki gerçek niyetiniz ne?
Ben araştırmacı bir kişilik olarak ortaya çıkıyorum ve diyorum ki "nedir Sabetay Sevi'nin düşüncesi?" Bugün
Türkiye'de herkes kendi kültürünü araştırıyor. Neden ben gizleyeyim? Kötü bir amacım yok ki. Benim sadece
yapmış olduğum bir şey var farklı bir kültürü araştırmak. Siz tartışmazsanız, konuşmazsanız bu ilmî düşünce
nasıl ortaya çıkacak? Bakın Türkiye'de solcular müslümanları ciddiye almıyorlardı. Ama bugün Türkiye'de
artık bir Đslâmcılık olgusu var. Gazeteleri, televizyonları var ve hükûmet bile oldular. Biz bu adamlarla bugüne
kadar konuşmayı denememişiz. Ee bundan sonra "Türkiye'de anti-semitizm var" diyorsunuz. Var ve olacak
tabiî. Biz herşeyi tartışacağız. Ve biz böyle bulacağız doğruyu. Bu zaten başka türlü de olamaz. Şimdi ben sizi
yok sayarsam nereye varabilirim ki? Solcu arkadaşlar üniversite yıllarımda Nurcuların derslerine gidiyorum
diye benimle alay ediyorlardı. "Yav sen deli misin, Tabiat Risalesi'ni öğrenmenden ne çıkacak?" diyorlardı.
Halbuki ben Said Nursî'nin düşüncelerinde bulmuş olduğum derinliğin üzerine gittim. Çünkü bana göre mistik
insanların, dine inanmış insanların yolu birdir.
Bediüzzaman'la ilgilenmeniz ilginç. Kabalizm sizin için çok önemli bir nokta. Peki Bediüzzaman'ın ebced
hesabıyla ilgili çalışmalarını biliyor musunuz?
Evet biliyorum ve o konuya girmeyeceğim. Enteresan ifadeleri var. Bence Said Nursî yazmak istediği şeylerin
çoğunu yazmamış bir insan. Özellikle cifir konusunda bir hayli bilgisi var. Bunu açık bir şekilde yazmamış. Bu
çok önemli. Said Nursî'yi okuduğumda karşımda sıradan bir köy imamı olmadığını gördüm. Din konusunda
hakikaten derinliği olan bir insan. Ben çok açık olarak söylüyorum, onun fikirlerinden pek çok şeyin kafamı
kurcaladığını kabul ederim. Ve bundan da mutluluk duyarım. Çünkü bunda bir şey yok. Zira bu insanın
yazmış olduğu eserler var, ortada bir vakıa var. Gerçi ben onun bütün risalelerini okumadım, çoğunu da
anlayamadım. Benim zaten onun derslerine gitmemin nedeni de oydu. Çünkü bir Tabiat Risalesi'ni, Haşir
Risalesi'ni aldığınızda ağdalı ifadelerle karşılaşıyorsunuz. Dinî duyguları anlatmak zaten çok zordur. Fakat
onun ben pek çok şeyi yazmadan gittiğine inanıyorum. Cifir dediğimiz beşbin yıllık bir olay... Şimdi bunu
basit bir tartışma konusu da yapamazsınız. Demek ki, onu konuşabilmek için mürşid-i kâmil olmanız lâzım,
üstün insan olmanız lâzım, yani bizim Kabala'da tanımlanan adam kadmon olmanız; mistik olmanız lazım ki,
bunun üzerine gidebilin.
Bediüzzamanın eserlerinin sizde ne gibi tesiri oldu?
En çok ilgimi çeken Tabiat Risalesi. Dinsizlik ve materyalizm karşısında bu insan çok sağlam delillerle bu
kitabı atıyor ortaya ve ben onun vermiş olduğu örnekleri kendi dinî tartışmalarımda kullanıyorum. Diyorum ki
Bediüzzaman Said Nursi de böyle söylüyor. Ve ben bundan bir hicap duymuyorum. Niye duyayım? Çünkü o
da aynı yola gidiyor. Şimdi burada esas olan bir şey var, Mistik insanların temelinde var olan şey "Bir"e
ulaşmaktır. Đster Yahudiliğe, ister Hıristiyanlığa, ister başka bir yere gidin amaç "Bir"e ulaşmak için nefsi
terbiye etmektir. Gerçi din olarak Yahudiliği çok seviyorum, Yahudilik üzerine çok araştırma yapıyorum ama
bu benim Bediüzzaman'ı araştırmayacağım anlamına gelmez. Eminim ki Bediüzzaman yaşasaydı ondan
öğrenceğim daha çok şey olurdu.
Bediüzzaman'la kesişmeniz nasıl oldu?
Üniversitede iken her gruba girdim. Tanıştığım insana "bakın ben Yahudi asıllıyım" diye baştan söylerim,
hiçbir zaman da bunu gizlemem. Her insanla her şeyi konuşurum, hiçbir şeyi gizlemem. Benim bundan bir
korkum yok. O zaman arkadaşlar beni iftarlarına davet ettiler. Çeşitli Nur cemaatlerinden insanlarla tanıştım.
Ve ben onlarla hep mistik konuları konuştum. Onlar sanıyordu ki ben sıkılacağım. Ama hayır ben hep sordum
ve araştırdım.
Đslam'ın bir "Mehdi-Mesih", bir de "Deccal" inancı vardır. Aynı şey Hıristiyanlar, Yahudiler ve siz Sabetaycılar
için de geçerli. Siz Sabetaycısınız, Bediüzzaman ise sizin dinî görüşünüze sahip ya da fikren yakın insanlarla
hayatı boyunca mücadele etmiş, bir insan. Şimdi sizin ondan istifade etmeniz bir çelişki değil mi?
Bu bir çelişki değil. Önce şunu sormak lâzım, acaba ben Sabetaycıların cumhuriyette üstlenmiş oldukları rolü
benimsiyor muyum? Bu çok önemli. Ben o tarzı onaylamıyorum. Ben bir kere dinî bir insanın politik olmasına
karşıyım. Sabetaycılar Türkiye'de niye bu hale geldiler? Bir kere Dönme denilen insan da Sabetay Sevi'yi
tanımıyor. Sadece ona diyorlar ki, sen farklısın sen başkasın. Sadece bununla yetiştiriyorlar çocuğu. O çocuk
büyüyor Türkiye'de bir yere geliyor. Siz şimdi hangi kültürü görürseniz o kültürün izlerini getirirsiniz
yaşantınıza. Sabetaycıların Batıcı olmasının nedeni de budur. Siz hiç Adıyaman'lı, Malatya'lı bir Sabetaycı
gördünüz mü? Adıyaman'da yirmi sene orada yaşayıp da orayı anlamış bir Sabetaycı gördünüz mü? Zaten
Türkiye'deki en büyük problemimiz bu oldu. Biz Türk halkını tanımadık. Benim atalarımı almışlar 1924'te
buraya getirmişler. Düşüncesiyle, yaşantısıyla, fikriyle kısacası her şeyiyle Anadolu Türkünden farklı bir kitle
buraya gelmiş. Onların sizinle çok farklı noktaları var. Yani şimdi bugün Türkiye'den bir grubu alsalar
Rusya'ya götürseler, aynı şey onların başına gelse, ne olacak, Rusya'daki insanlar karşı çıkacak.
Kitabınız çıkana kadar kimse Sabetaycılığın hâlâ devam ettiğini kabul etmiyordu. Herhalde bundan sonra
bazı konular daha da netleşecek. Yakın tarihe baktığımızda dönmelerin Türkiye masonluğundaki yeri de çok
ilginç.
Kitabımda var. Sabetaycı niçin mason oluyor, çünkü orada kendini manevî olarak tatmin ediyor. Bakın dinsiz
insan olmaz. Ateistlere falan inanmıyorum ben. Çünkü insanın içinde bir nur vardır ve o nur mutlaka açılır.
Onu ama Masonlukta açar, ama başka bir yerde açar önemli değil,mutlaka açılır. Ama Masonluk da artık
sulanmış bir felsefeye dönüştü. Ben mason değilim onu söyleyeyim. Bunları yazıp söylüyorum diye benden
de hoşlanmazlar zaten. Masonluk bugün bir çıkar örgütlenmesi halinde. Öyle bir hale gelmiş ki, adam Đslâmî
çevrelerde de saygıyla karşılanıyor. Çok garip.
Sizin kendi cemaatinizde kullandığınız ikinci bir isminiz var mı?
Annemin ailesinin soyadı Ben Zwi. Ama benim durumum biraz farklı. Babam Erzurumlu bir Türktür. Düşünce
olarak da muhafazakâr ve milliyetçi bir insandır. Annem Sabetaycı kökenden gelir ama o da bunu
önemsemez. Ben anneannemle büyüdüm. O bu konuyu çok iyi bilen ve inanan bir insandı. Ve aile içinde
kendince Đspanyolca bir isim söylerdi bana. Ama bu tarz bir ismim olmadı. Verilemezdi çünkü babam
müslüman zaten.
Annenizle nasıl evlenmiş?
Annem ona Selanik'li olduğunu söylememiş. Bu bir de bir sevgi meselesi herhalde. Annem de zaten bu
konulara girilmesini pek istemez. Hatta size çok ilginç bir şey söyleyeyim Fehmi Koru annemin uzun yıllar
beraber çalıştığı Musevî bir işadamı ile ilgili bir yazı yazdığında ona bir cevabî yazı yazıyor ve orada kendisinin
müslüman olduğunu belirtir üslûp kullanıyor. Çünkü o kendini bir müslüman olarak görüyor. Ben
anneannemle ve onun çevresinde büyüdüğüm için bu kimliği seçtim.
Đlginç bir olay var karşımızda. Sabetaycı kimliğini açık bir şekilde ortaya koyan ve bunu deklare edip
savunan ilk isimsiniz. Kimse bunu bugüne kadar Selanik dönmelerinin aslında hiçbir zaman müslüman
olmadığını, kendi içlerinde Yahudiliğin bir mezhep ya da tarikatini gizlice devam ettirdiklerini söylemedi.
Söylemekten ziyade bu hiçbir zaman ciddiye alınıp da kabul de görmedi. Bunu Sabetaycı cemaatin içinden ilk
olarak siz ifşaa ediyorsunuz.
Hiçbir zaman söylemedi, hiçbir zaman da belki bu kadar net bir şekilde söylemeyecek. Ama bir zaman sonra
söyleyenler de olabilir, bilemem. Ben açık olarak size söylüyorum, Sabetay Sevi'nin dinî görüşlerini
benimseyen ve buna gerçekten bağlı inançlı bir kitle var. Ve bunlar hiçbir zaman gerçek anlamda Müslüman
olmadılar.
Başınızda bir tek lider mi bulunuyor?
Birden çok hoca var. Ben size şunu söyleyeyim. Đbraniceyi Türkiye'de öğrenmiş ve Tevrat'ın Sabetaycılık
açısından manalarını takip eden bir değil, birden fazla hocalar var. Bunu iddia ediyorum ben. Ama buna
inanıp inanmamayı benim sözlerimin sizde bırakacağı intibaa bırakıyorum. Bu arada hiçkimsenin ismini
açıklama hakkım yok. Çok da ters bir şey olur yani.
Sabetay Sevi'nin canını kurtarmak için müslüman olması rahatsız edici değil mi?
Canını kurtarmak için Müslüman olmadı, dışarıdan bakanlar böyle görebilir. Şimdi ben Yahudiliğe dönmek
istedim ama kabul etmediler. Ben Sabetaycıların Đspanyol Konverzolarından (dönme) ayrı tutulmasına
karşıyım. Ayrıcalık falan da istiyor değilim. Yahudi kültüründen gelen bir insan sanki bu kültürden gelmeyen
bir insanmış gibi nasıl değerlendirilebilir anlamıyorum.
Đsrail niçin böyle davranıyor?
Đsrail devleti diyor ki, sen beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyorsun. Sabetay Sevi olayından sonra sen başka bir
hal aldın, bu yolda gidiyorsun. Ben de diyorum ki sen bütün dünya Yahudi kültürünün temsilcisi olduğunu
söylüyorsun. Ben Yahudi kültürünün bir parçasıyım. Hatta şöyle ifade edeyim, Đsrail'de Yahudi Tarihi
Müzesi'nde Sabetaycılarla ilgili bir köşe vardır. Eylül 96'da Đsrail gazetelerinde bu konuda bir yazı çıkarttım.
Sizinle yaptığım bu görüşmenin bir benzerini Đsrail'li bir gazeteciyle yaptım. Ortalık karıştı. Açıklamalarım
kabul edilmedi. 'Bu tek başına bir kişi, böyle bir cemaat yok falan' dendi. Şunu gözden kaçırdılar ben o
mülakata bir arkadaşımla gitmiştim. O arkadaş bana tercümanlık yaptı. Demek ki yalnız değilim ikinci bir
Sabetaycı yani bir cemaat var. Türkiye'de de Aytunç Altındal bey konuyu gündeme getirdi. Yahudilik
konusunda bir şey daha var. Endülüs'te bundan 500 sene evvel Türkiye'ye gelmemiş, orada kalmış,
Hıristiyanlaşmış fakat Yahudi geleneklerini sürdürmüş insanlar var. Bunlara Hıristiyan dönmeleri, yani
konverzo denir. Sabetay Sevi ile de bir ilgileri yoktur. Ancak onlar Đsrail'de Yahudi kabul edilirler. Yahudiliğe
dönecekleri zaman Giyur li Humra denilen bir işleme tâbi tutulurlar. Siz sinanoga gidersiniz orada basit bir
dua okunur, ruhun temizlenmesi için bir banyoya girer çıkarsınız ondan sonra Yahudiliğe geri kabul
edilirsiniz. Bu uygulanan bir dine dönüş merasimidir. Benim istediğim tek şey Türkiye'li Sabetaycılara da bu
giyurun uygulanması. Bizim Đspanyol konverzolarından bir farkımız yok ki. Ben 21 yaşında cebimde 100 dolar
ve bir sırt çantasıyla gittim Đsrail'e. Đkinci gidişimde başvuruda bulundum fakat kabul edilmedi. Bu konuda
Đsrail'in aldığı bir karar var.
Đsrail bu hakkı tanısa Türkiye'deki Sabetaycılar vatandaşlık başvurusunda bulunur mu?
Ben gidecek insanların olduğunu söylüyorum. Kaç kişi olduğu önemli değil.
Sabetaycı bir cemaat olduğunu söylüyorsunuz ama ortada kimse yok.
Türkiye'deki bütün Bahailer ortaya çıkıyor mu? Sadece temsilcisi çıkıyor konuşuyor. Türkiye'deki Yahudiler
çıkıyor mu ortaya? Türkçe isimler kullanıyorlar, Yahudiliklerini bile gizliyorlar ve sormadınız mı söylemiyorlar.
Gizleme Türkiye'de hep olmuş bir olay, garip bir şey değil ki. Türkiye'de bizim bilmediğimiz adını sanını
duymadığımız ne gruplar var bir bilseniz. Özellikle Anadolu'da. Benim mesela en çok ilgimi çeken şey
Alevilerin içerisindeki bazı gruplar. Çünkü onların mistik inançlarıyla Yahudilik arasında o kadar çok
paralellikler var ki. Bektaşilikle Sabetaycılık arasında bir ilinti ve bağlantı vardır mesela. Ben kitabımda bunu
"Osmanlı Mistisizminde Sabetaycılık" başlığı altında inceledim ve bu arada Melamilikle Sabetaycılık arasında
bir bağlantı olduğunu tesbit ettim.
Nasıl oluyor?
O dönem şer'î hükümlerin egemen olduğu bir dönem. Adam kalkmış Müslüman bir tarikata girmiş. Girmiş
olduğu tarikat yükümlülük olarak en hafif olanı. Mesela Bektaşiliğe girmiş, üçüncü devre Melametilikte de
Sabetaycılar var ve bu çok önemli. Abdülbaki Gölpınarlı da bunları yazıyor. Hatta diyor ki Seyyid Abdullah
Nur isimli kişi yani üçüncü devre Melametiliği kuran kişi Balkanlarda ortaya çıkıyor. Ve bunun Selanik'teki
dergahını Yahudi cemaati finanse ediyor. Ben tek tek isimleri çıkarttım oradan. Hem de nereden çıkarttım
biliyor musunuz, Yeni Asrın Selanik Yılları adlı kitaptan. Adam diyor ki, 'Bizim bir akrabamız da çok
Müslümandı, Melametilik dergahında şunları şunları yetiştirdi.' Komediye bakın, kardeşim senin büyük atanın
kim olduğunu ben biliyorum. Bu adamın Yakubi olduğu çok açık. Ama ben yine de çok fazla yazmadım
korkumdan. Karşımdaki adam da basit bir adam değil sonuçta.
Bazı çok tanınmış insanların Sabetaycı olduklarına dair söylentiler dolaşıyor. Özellikle basın dünyasında.
Geçmişte mesela bir Ahmet Emin Yalman bu konuyla ilgili olarak çok şey yazdı.
Ama Yalman dönmeliği tartışmış, bu konuyu yazmış ve reddetmemiş bir insandır. Ben kişisel olarak
inanıyorum ki insanlar yavaş yavaş belirli aşamalardan geçecekler. Bildiğimi kimseden saklamıyorum. Siz çok
daha uç bir kesimden de gelseniz yine konuşurdum. Ben konunun tartışılmasını istiyorum. Konuşmaktan
korkmuyorum.

SABATAYĐST ĐSĐMLERĐNĐN MENŞEĐ


KANIMCA GEYIK YAYINLARI TARAFINDAN BASILAN ABRAHAM GALANTE’NIN SABETAY SEVI ÜZERINDEKI
KITABINA ASAGIDAKI BILGILER ILE BIR BASLANGIÇ YAPILMIS OLSAYDI, OKURLAR KONUYU DAHA IYI
ÖZÜMSEYEBILIRLERDI:

IbranIcede topLam 22 harf vardIr. Her harfIn bIr manasI ve hIkayesI vardIr. KabaLaya göre, her harfIn bIr
sIra numarasI ILe temsIL ettIgI sayIsaL bIr gücü buLunmaktadIr. IbranIcedekI harfLerIn IsImLerI ve sIra
numaraLarI verILmIstIr. Parantez IçIndekI rakkam Ise harfIn sayIsaL gücünü temsIL etmektedIr. BIr
IsImIn topLam sayIsaL gücüne buna gematrIa denIyor. TanrInIn söyLenmesI yasak oLan IsmInI oLusturan
harfLerIn topLam sayIsaL gücü 26ya esIt ve bu sayI YHVHyI temsIL edIyor. AyrIca 13 ve katLarInIn da bIr
anLamI var çünkü 26 TanrIyI temsIL eden 26 sayIsInIn tek böLünenI 13tür. Buna mukabIL, BIR anLamIna
geLen ECHAD keLImesInI oLusturan harfLerIn sayIsaL gücü 13tür. Bu sebepLe TanrInIn tekLIgInI temsIL
edIyor. TürkIyede SabetaycILarIn Ehad ya da BIr ILe basLayan soyIsmI kuLLanmaLarInIn sebebI budur.
BöyLeLIkLe, TanrInIn bIrLIgInI ve tekLIgInI tasdIk etmek IçIn GematrIa kuLLanILabILInIr.

Zohara göre, TanrInIn dünyayI yaratma zamanI geLdIgInde, IbranI aLfabesIndekI tüm harfLer TanrIya
kendILerInI ters sIrayLa sunduLar. HepsI TanrIdan kendIsInI ILk oLarak yaratmasInI IstedI ama TanrI
bunu kabuL etmedI. Daha sonra BeIt harfI TanrIya gIderek kendIsInIn ILk harf oLmasInI çünkü Brachot
duasInI temsIL ettIgInI söyLedI. TanrI bunu kabuL ettI ve BeIt dünya yaratILIrken ILk harf oLarak
yaratILdI. BeItIn TanrI tarafIndan ILk harf oLarak seçILmesIndekI sebep Ise, sekLInIn yukarI, asagI ve
saga dogru kapaLI oLmasIydI. Torah BeIt ILe basLar. Bunun sebebI Ise, BeItIn soLa dogru açIk oLmasI,
IbranIcenIn soLa dogru yazILmasInda etkIn oLmustur. Bu harf bIz SabetaycILara hayatImIzda devfamLI
ILerIye bakmayI ögretmeLIdIr.
Torah, BereshIt yanI basLangIçta anLamIndakI IbranIce keLImeyLe basLar: BereshIt bara ELohIm et
hashamayIm veet haarets.. BereshIt keLImesI Bara ve sheet keLImeLerInIn bIrLesImInden meydana geLIr
ve TanrInIn 6 seyI yarattIgI anLamIndadIr. Bu 6, dünyanIn 6 günde yaratILdIgI mIdIr? Ya da 6 yönü mü
temsIL eder yanI kuzey, güney, dogu, batI, asagI, yukarI. Ya da 6 sefIrot mu yanI vav-hesed, gevurah,
tIferet, netzach, hod, yesod vardIr?

DaLet dördüncü harftIr ve mIstIk bIr sayIdIr. KabaLa AksIyon, OLusum, YaratILIs and ÇIkIs/YayILIs adInda
dört dünyadan bahseder ve Pesah bayramInda 4 bardak vIskI ve, 4 oguL and 4 sorudan bahsedILIr. EskI
bIr kabaLa tekstI oLan BahIre göre, DaLet, WIsdomI AnLayIs ve SevgIye bagLar.

Dört dünya paradIgmasInda YUD, yayILIs ya da çIkIs düzeyInI, ILk HEY harfI yaratILIsI, VAV harfI
oLusumu ve IkIncI HEY harfI Ise the aksIyonu dünya ILe bagdastIrIr.

BIr çaLIsmaya göre Ise, IbranIce harfLer üç kategorIye ayrILabILIr: 3 ana harfLer – ALEPH, MEM, SHIN, 7
çIftLer – BET, GIMEL, DALET, KAF, PEY, RESH, TAVE ve 12 basIt temeL harfLer – HEY, VAV, ZAYIN, CHET,
TET, YUD, LAMED, NUN, SAMECH, AYIN, TSADE, KUFtur. BunLar evrendekI 12 takImyILdIzI, bIr yILdakI 12
ayI ve can, erkek ve kadIn IçIndekI 12 yönü temsIL edIyor. TanrI, dünyayI bu harfLer vasItasIyLa ortaya
çIkarIp yaymIstIr. SHIN, üç ana harfLerden bIr tanesIdIr, bu harfLerIn temsIL ettIkLerI evrenIn oLustugu
üç seyI yaratmIstIr. SHIN, ATESI ortaya çIkarmIstIr. MEM Ise SUyu, ALEPH Ise HAVEyI yaymIstIr. CENNET
ya da GÖK ATESten, YERYÜZÜ ya da DÜNYA SUdan ve RUH ya da RÜZGAR Ise HAVAdan ve evren Ise
bunLarIn arasIndakI dengeden yaratILmIs.

Harf dIzInIndekI sIra. Harf IsmI (SayIsaL gücü) SIMGELEDIGI ANLAM:


1. aLeph (1): (sessIz bIr harftIr) THOUSAND, MASTER, TEACHING, OXEN
2. beIt (2): (b sesInI verIr) HOUSE, HOME, CONTAINER
3. gImeL (3) (g sesInI verIr) CAMEL, RECOMPENSE, REWARD.
4. daLet (4) (d sesInI verIr) DOOR
5. hey (5) (h sesInI verIr) BEHOLD, DALET+YUDtan oLusur, IsIm arkasIna geLInce dIsIL yapar, ayrIca
beLIrtgen THE anLamI vardIr, Torah scroLLdakI en küçük harftIr.
6. vav (6) (v sesInI verIr) HOOK, IsIm önünde AND, ALSO, BUT, THEREFORE. HerseyI bIrLestIrIcI bIr
görevI vardIr.
7. zayIn (7) (z sesInI verIr) SWORD, TO ORNAMENT, TO SUSTAIN. ZoharIn ILk harfIdIr.
8. chet (8) (bach keLImesIndekI ch sesInI verIr)
9. tet (9) (t sesI verIr) TOV
10. yud (10) (y sesI verIr) ALfabedekI en ufak harftIr. EMANATION reLated wIth the hIghest LeveL In the
Four WorLd paradIgm of KabbaLah. Tetragrammatonun (yanI TanrInIn dört harfLI IsmInIn = YHVH) ILk
harfIdIr. Zoharda Ise YuD tüm canLILarIn basInI temsIL eder. MIsne Toraya göre meLekLer 10 katta
yaratILmIstIr. MeLekLerden Chayyot, Chet Yud Vav Tav, Ha Kodesh dIgerLerInIn üstündedIr.
11. caf (20) (noktaLIysa K sesInI noktasIzsa chet ILe aynI sesI verIr) PALM OF THE HAND, SPOON,
CONTAINER. Ön takI Ise AS, LIKE, WHEN, AT, ABOUT or ACCORDING TO anLamIna geLIr. GeneLde bükük
cIsImLerI sImgeLer. CAF IkI bIçImde kuLLanILan 5 harften bIrIdIr – bunLar: CAF, MEM, NUN, PEY, TSADE.
BIr sekLI keLIme basInda ya da ortasInda gerIye dönük bIr C oLarak kuLLanILIr; dIger bIr sekLI Ise
keLIme sonunda düz CAF oLarak kuLLanILIr.
12. Lamed (30) (L sesI verIr) TO LEARN, TO TEACH. En uzun boyLu harf. MIstIk bIr harftIr çünkü
GematrIasI 26dIr. Ögretme ve ögrenme YahudI GeLenekLerInde vardIr ve gematrIanIn 26 oLmasI TanrI,
Lamed ve ögrenme arasInda bIr bagLantI oLusturur.
13. mem (40) (m sesI verIr) WATER, MOTHER Mem, caf ve vavdan oLusur ve gametrIasI 26ya esIttIr. Bu
da TanrInIn kutsaLLIgIyLa ILgIsI vardIr. KapaLI ve AçIk MEM vardIr. TaLmuda göre, açIk MEM reveaLed
teachIng and kapaLI MEM conceaLed teachIngI temsIL eder.
14. nun (50) (n sesI verIr) SHINE, SPOUT, SPREAD FISH, NOURISHMENT. IkI sekLI vardIr. CümLe basInda
ve ortasInda kuLLanILdIgInda BahIre göre bükük sekLIyLe beyInI ve vücudu besLeyen omurILIgI
temsILeder. CümLe sonunda Ise en son harf oLarak kuLLanILIr.
15. samech (60) (s sesInI verIr) SUPPORT, TO TRUST, TO RELY ON.
16. ayIn (70) (sessIz bIr harftIr) EYE, FOUNTAIN. YUD+ZAYIN= 17 = Tov (IyI) InsanLara IyI ve hayIrsever
gözLe bakmayI ögretIr.
17. pey (80) (p ve f) FOOD, CAF+YUD
18. tsade (90) (ts sesI verIr) RIGHTEOUS, NUN+YUD, BahIr e göre: rIghteous person Is bent (humbLe) In
thIs worLd and straIghtened In the worLd to come!
19. kuf (100) (k sesI verIr) TO SURROUND, TO TOUCH, MONKEY, HOLY. KAF+VAV, GametrIa =26
20. resh (200) (r sesI verIr) BEGINNING, HEAD, EXISTENCE, SUBSTANCE, BEING, REALITY, DaLet harfIyLe
çok benzestIkLerInden bIrbIrLerIne karIstIrmamaLIdIrLar. BIr basLangIç vardIr anLamIndadIr. ASHER
means WEALTH, or SHINRESH Is MINISTER. GametrIa = 510
21. shIn (300) (nokta sagdaysa s sesI verIr, nokta soLdaysa ss sesI verIr) TOOTH, YEAR, REPEAT, TEACH.
22. tav (400) (t sesInI verIr) MARK, SIGN, DALET+NUN, Shabbatta da bu harf geçer.

EMET yanI DOGRULUK, ALEPH+MEM+TAV harfLerIyLe yazILIr ve bu keLIme aLfabenIn uzak harfLerIyLe
yazILIr: 1, 13, 22 – çünkü GERÇEK, Tevrata göre çogunLukLa bIrbIrInden uzak araLIkLarda
buLunur.because. GERÇEK, ALEPHten TAVa, BASLANGIÇtan SONa, DOGUStan ÖLÜMe herseyI kapsar:
ALEPH+MEM= EEMAH (ANA, DOGUS)ü ve MEM+TAV= MEMTAV (ÖLÜM)ü temsIL eder.

TanrInIn bIr IsmI oLan ADONAI, Lord anLamIndakI ADONdan geLIr. (AYIN+DALET+VAV+ NUN+YUDdan
oLusur) Baska bIr IsmI oLan EL Ise ALEPH ve LAMEDden yazILIr. HEY+YUD+ MEM harfLerI HAYAM yanI
denIzI oLusturur ve bu da TanrInIn bIr baska IsmI oLan ELOHEIMI oLusturmaktadIr. Yüksek suLar erILdIr
ve aLçak suLar dIsIdIr. Yüksek suLara ELOHEIM ve aLçak suLara ADONAI denIr. BIr dIger IsIm oLan
HASHEM Ise HEY+SHIN+MEMharfLerIyLe yazILIr.

KADDISH (Kuf+DaLet+Yud+ShIn )
TEFILAT (DUA) (Tav+Pey+Yud+Lamed+Hey)

TürkIyede SabetaycILar ve MusevILer IsImLerInI bes türLü seçILmIstIr:


1- IbranIce ve Türkçe arasIndakI ses benzesmeLerI vasItasIyLa en yakIn IsIm aLInarak,
2- Tevratta geçen IsmIn Arapça IsmIn Türkçe karsILIgI oLarak,3- IbranIce ve Türkçe aynI sessIz
harfLerden oLusan IsImLer yakInsatarak (çünkü IbranIce, sadece sessIz harfLerLe de (yanI sesLI harfLerI
temsIL eden noktaLarI koymadan da) yazILabILIyor böyLecene sessIz harfLer aynI oLdugundan okunusLar
aynI kabuL edILebILIyor)
4- SoyIsImLer, bIr sonrakI jenerasyonda IsIm oLarak seçILerek,
5- LadIno dILIndekI MusevI IsImLerIn TürkçesI kuLLanILarak,

Isim ve soyisim seçme ile Tevrat arasindaki iliskiler ve Ladino, Ibranice ve Türkçe üçgeni hususundaki
arastirmalar pek yakinda…
Istanbul SEVIA STUDY ON SABBETEAN GYNAECOLOGYThe Jewish names come from all the countries of the
exile (Roman, Greek, Araméen, Arabic, Berber, French, English, Spanish, German, Polish, Russian,
Portuguese, etc.). Often one of these words enters the composition of multiple names, also, there are
several sources which explain the same name. They are names of objects, subject, plants, feelings,
professions, symbols, food, animals, currencies, wishes, appreciation or contempt, moral, physical and
physical characteristics, city names, etc. (http://hebreunet.ovh.org/nfja.htm) ;
(http://home.earthlink.net/~dchapin/list1.html), There are several Yiddish female names which are colors,
referring to complexion, hair color or eye color:

Türkiyede Sabetaycilar ve Museviler isimlerini gayet sistemli olarak toplam sekiz türlü seçmislerdir:

1- Ibranice ve Türkçe arasindaki ses benzesmeleri vasitasiyla en yakin isim alinarak,


2- Tevratta geçen ismin Arapça ve Türkçe karsiligi olarak,
3- Ibranice ve Türkçe ayni sessiz harflerden olusan isimler yakinsatarak (çünkü Ibranice, sadece sessiz
harflerle de (yani sesli harfleri temsil eden noktalari koymadan da) yazilabiliyor böylecene sessiz harfler ayni
oldugundan okunuslar ayni kabul edilebiliyor)
4- Soyisimler, bir sonraki jenerasyonda isim olarak seçilerek,
5- Ladino ve Yiddish dilindeki Musevi isim ve soyisimlerin Türkçesi kullanilarak,
6- Sabetayciligin yayildigi ve yasatildigi (Misir, Cezayir, Sam, Kirim, Izmir, Manisa vb) yerlerin isimleri ve
Selanik ve çevre köy ve ilçelerinin (Poroy, Topçular, Kayalar, Kavala, Vidinli) isimlerini tasiyarak.
7- Tevrat’ta varolan isimlerin örnegin Abraham (Ibrahim), Jacob (Yakup), Yahya, Ilyas, sonuna -zade, -gil, -
han, -kara, -oglu vb. getirerek. Bu Musevilerde de yaygin bir soyisim koyma biçimidir.
8- Bircogu anlam bakimindan birbirine baglaniyor; cünkü manaca iyi, güzel, sevimli, güçlü, ulu, yüce, zengin,
akilli, ugurlu, soy, aslan, kaplan, tek, işsik, coşskun kelimeleri çevresinde dönmüstür. Özellikle Mogol, Ilhanli
ve Avar, Hazar, Nogay, Kazak, Çeçen, Tatar ve Lezgi gibi eski Türk Boylarindan alinan kelime ve isimler göze
carpmaktadir. Bu eklerden bircogu Öztürkçe degil de, Mogolca ve diger dillerden alinan ve ayni anlamlar
veren eklerdir. Örnegin, Sehir kelimesi yerine kullandigimiz Kent kelimesi gibi. Veya transfer edilen Onur
kelimesi gibi.

Sabetaycilar, isim ve soyisimlerinin bazilarini ya da bunlari olusturan ekleri Tevrattan alinan isimlerin direk
olarak ya da Türkçe manalari olan isimlerden seçmislerdir. Tüm soyisimleri Ibrani harfleriyle yazilabilir
olmalidir. Bu isimlerin Ingilizcelestirilmis karsiliklarini A.B.Dde, Yiddish dilindeki karsiliklarini Avrupada
örnegin Hollandada, Ibranicelestirilmis karsiliklarini Israilde, Ispanyolca/Ladinolasirilmis karsiliklarini ise
Ispanyada ve Latin Amerika ülkelerinde kullaniyorlardir. Kullanilan tüm bu isimlerin birbirine benzer nitelikte
ve manada olmasi ortak bir kültürü temsil eder. Bu sebeple SABETAYCILIK, YAHUDI KÜLTÜRÜNÜN
VAZGEÇILMEZ BIR PARÇASIDIR.

Tevratta geçen ve tüm dünyada kullanilan Yahudi isim ve soyisimleri (ve var ise Türkçeleri, eger yok ise
Türkçe anlamlari yanindadir) asagidadir:

Selma (Salmia), Semra (Samra), Moshe (Mustafa), Semiha (Semanntha), Serra (Sarah), Seyna (sheina),
Sema (Sima), Simla (Simcha), Suzan (Susan,Shoshana), Sumru (Schmuela), Siir (Shir, poem, sir-man),
Timur (Tamar, Teymour, Temür), Ilgaz (Ignaz), Kerem (Carmit, Kerem), Karol (Karel, Carol, Egon, Oz, On,
Güçlü), Nur (Ner, Or, Barak, Bazak, Isik), Nehir (Nahar, Yuval), Neslihan (Nesichah), Nimet (Nimah, Ninet),
Nisa (Nitza), Ofra (Zwi, Ceylan, Geyik), Esra (Ezra, Azra), Kenan (Kenan), Denker (Denker), Gür (Gur, Leon,
Aslan, Arslan), Babür (Hint aslani), Asaf (Asaf), Bereket (Zümrüt), Barkan (Diken), El (Tanrinin bir ismi), Atar
(Tzeri, Taç), Kohav (Ester, Yildiz), Baris (Shalom, Shlomo, Salomon),Yusuf (Jose, Yosef, Joseph), Nisan
(mucize), Çil (Nemesh), Senih (Seneh, Bush), Shalev (Güvenli); And, Ant (Nidre, Yadah, Sheba), Us
(Navon), Sarp (yalçin), Murat (Marad), Hamarat (Ha’marad), Ün (Sem), Ünlü (Neda), Reha (Rea, Recha),
Kent (Ir), Morten (Tamar, Çam), Çam (Tannenbaum, Oren), Savas (Mark, Mordehay=Mentes), Yön (Nativ),
Günes (Samson, Soley), Baris (Shalom, Noah), Meron (Erler), Mim (Mem, -den, -dan), Tidhar (Karaagaç),
Tarik (Tarik, Barkay), Rishon (ilk), Echad (Bir, Ehad, Tek, Yek), Kuscu (Erkus, Rashba), Ran (Sarki
söylemek), Gomer (Tam), Yildirim (Raam), Tzelil (Ton), Palat (-Kaç-, Polat, Pulat), Palti (Ver), Sopher
(Yazar), Tzur (Sela, Kaya), Shaviv (Alev), Tal (Sebnem), Nazli (Noaz), Basar (Netzach), Ot (Tzemach), Peer
(Zafer), interior (girgin), Oath (-ant, -and, -söz), Vadim (Bil-mek), Dor (Soy, nesil), Nuri (Esh, Ates, Atesim),
Nun (Parla, Yizrach); Oral, Orel (Imre, Söz), Norman (Kuzeyman, Kuzeyli), Sibel (Yafet, Yafit), Joshua (Falk,
falcon), Newman (Numan), Ilan (agaç), Yachel (Ümit, Güven), Bilge (Renan, Freud, Simcha, Sasson, Sevinç,
Haz), Sheleg (Kar), Asher (Zelig, happy, joyful, mutlu, sen); Yaar (Orman, Wald), Cascon (Tolga), Yafe
(Edel, Degerli, Deger, Baha), Dervish (Dervis), Frieda (Feride), Sultan (Sultana), Yomtov (GünIyi), Eser
(10,on), Er (Yehudanin oglu), Onan (Yehudanin diger oglu), Kal (ibadethane, sinagog), Ogan (Din adami,
haham), Peytan (Din adami), Roseman (Gülman), Barak (Simsek), Cavit (Javid), Yam (Deniz), Nisa (Nisa),
Ran (Singer), Ari (Deborah), Yael (Keçi), Demir (Barzel), Serra (tepe), Melamed (Mehmet), Uzan (Güç, Oz),
Kerem (vineyard), Beker (Genç deve), Erez (Cederbaum, cedar = sedir), Stahl (Çelik), Ner (Isik), Shachar
(Tan, Morgenstern), Fisher (Balikçi), Tov (edgü, bueno, bon, iyi, -gut, -güt, yahsi, Tova, Gitel, Dobra), Civa
(Quecksilber, Caspit), Kasap (Shechter, Resnick, Shochat, Katsav), Tas (Stone, even, stein), Dag (Har),
Segor (Kapali), Altin (gold, -paz, Zahavi), Shushan (Susen, Süsen, Susan, Süsan, Rosen), Kristal (Gavis), -is
(fried-), Tanrikulu (Gottesdiener, Ovadia), Us-lu (bilge, Kluger, Chacham, Navon), Içli (Lapid), Mese (Eich,
Eichler, Alon (Har), Segor (Kapali), Altin (gold, -paz, Zahavi), Shushan (Susen, Süsen, Susan, Süsan, Rosen),
Kristal (Gavis), -is (fried-), Tanrikulu (Gottesdiener, Ovadia), Us-lu (bilge, Kluger, Chacham, Navon), Içli
(Lapid), Mese (Eich, Eichler, Along (Har), Segor (Kapali), Altin (gold, -paz, Zahavi), Shushan (Susen, Süsen,
Susan, Süsan, Rosen), Kristal (Gavis), -is (fried-), Tanrikulu (Gottesdiener, Ovadia), Us-lu (bilge, Kluger,
Chacham, Navon), Içli (Lapid), Mese (Eich, Eichler, Along (Har), Segor (Kapali), Altin (gold, -paz, Zahavi),
Shushan (Susen, Süsen, Susan, Süsan, Rosen), Kristal (Gavis), -is (fried-), Tanrikulu (Gottesdiener, Ovadia),
Us-lu (bilge, Kluger, Chacham, Navon), Içli (Lapid), Mese (Eich, Eichler, Alonz, yüce, bayar), tamar (damar),
babür (kaplan), kut (iyi, zengin), kutlu (ugurlu), zeren (zeki, akilli, eke, bilgili, uslu), yalkin (ince), yalvaç
(Tanri elçisi); tekin (biricik, tek), varol (yasa), kunt (sert), tokay (dolunay), ger- (gök-), gökçe (güzel,
sevimli, melih), sevin (cos, gönen, mutlu ol), erk (güçlü), esen (güçlü, saglikli, saglam), ülgen (metin, ulu,
yüce), Hard (Hart, güç, zor; kati, sert), Nesrin (Negrin), Moises (Muazzez), Ami (ülkem), par (boga), tsipor
(kus), gamal (deve), dag (balik), sus (at), namer (kaplan), zev (kurt), tolat (kurtçuk), ayin (göz), ozen (ear),
panim (yüz), rosh (bas), iktisat (kalkala), av (baba), sayar (artist), Ash+er, Bin+ya+min (Yakubun ogullari),
get (edin, -al), Pekar (baker), Farbe (renk), Sandler (Schuster, Çizmeci, Postalci), Okin (Kon-mak), Ruby
(Roth, Ruben, Kizil veya Yakut), Ish-Shalom (Man of Peace), Kutay (ipek kumas), Chiram (Yüce, ulu), Terzi
+ Terzioglu (Schneider, Kravitz, Chayat), Ilker (Shneur, Shneior, Bechor), Artzi (kara-, -yurt, Toprak), Bahar
(Herbst, Stavi, Güz), Bülbül (Zamir, Nachtigall) , Güneyman (Benyamin), Nadav (Veren), Avunduk
(Nahmias), Dogulu (Mizrahi), Timur (demir), Zuker (Seker), Fevzi (Viktor, Zafer), Nejat (Necati, Güvenli),
Tarik (yol,is), Lev (Gönül, Kalp, Fuat), Levi (Gönüllü, Gönülden), Kol (Tüm, bütün), Tüfekçiman (Silahtar),
Zadok (Adalet), partzufim = faces (yüzler), Sefirot (yay-mak), Keter (taç), Adam kadmon (ilker), Tikkun
(onar), Tzimzum (kap-mak), Gar (Mora, ikamet etmek), Dal (fakir), Yasar (Dogru), Mar (aci), Semih-a (kati,
sert, yorgan), Kar (soguk), tok (sevea, ladino: arto), Güç (ladino:dura), Bas (Rosh), Dis (Sen), Arya (Leib,
lion), Ze'ev (Volf, wolf), Dov (Ber, bear), Devorah (ARI, bee), Tzipporah (Feiga, bird, KUS), Grease (yag),
Kesten (Ceviz), ebru (kas), Ender (Elder), Durata (Doreta, Dorothy), Hasan (Hassan), Liba (Sevimli), Gold
(altin), Golden (Sari), Breina (brown, KAHVE-RENGI), Charna (black,KARA,SIYAH) Gella (SARI, yellow,
blond), Gruna (YESIL, green), Roza (red, KIZIL), Weiss (Beyaz), Gross (büyük-, koca-), Rosen (Gülden),
Malka (Belkis, Türkan), Berrin (soylu), Bülent ile Baran’in yüce, ulu ve yüksek anlamlari vardir. Baydar
(Zengin), baysal (baris), barlas (savasçi), aker (dürüst), verda (gül), Yissakhar (Kinay, Ber)

Benzesmelere örnekler:

Cassab (Kasap), Tchitchek (Çiçek), Ajiman (Aciman), Cattan (Kattan), Bulak (Bulakia), Dumani (Duman),
Ciprut (Çiprut), Kan (Ca’an, Cohen, Kohen, Kogan, Kaan, Kagan, Kohn, Kaplan), Veli (Eli, Eliyahu), Eltas
(Elstein), Erzan (Ezran), Tabak (Tabbakh, Tabak), Faiman, Feiman (Feyman), Furman (Fhurman), Akerman
Akkerman (Ackerman, Ackermann), Shamli (Samli), Mansoor (Mansur, Mansour), Güven (-hoff), Nil (Nir,
Nil), Tchelebi (Çelebi), Bakish (Bakis), Alaçam (Aladjem, Alucam), Amir (Emir), Oran (Orhan), Khalifat
(Kalafat), Lyla (Leyla, Leila), Salomon (Selim, Ismail), Oz (Öz), Rahsan (Rasel), Ümit (Amit), Polat (Porat),
Yasar (Yasha), Uziel (Uzel, Uzyel), Perla (Pearl, Inci), Edi (Edip), Acker (Aker, Eker), Hayim (Ömür, Hayati),
Yoel (Yücel), Eda (Ida), Saatçi (Saatchi), Kemal (Kemml, Kemmel, -trak, Tarak), Kemmelman (Tarakçioglu,
Tarakcioglu), Kanner (Kaner), Kent (Urban, Medina), Dagli (Berger, Harar), Aci (Bitter), Berkai (Berkay),
Ades (Edes), Nuh (Noah), Muchtar (Muhtar), iskandar (iskender), Melih (Meli, Kevin), Oguz (Oz), Korad
(Conrad, Konrad), Nedim (arkadas), Tekin (Güvenli, secure, safe)

Ibranicede sadece sessiz harflerin sayisal güçleri vardir ve kelimeler sadece sessiz harfle yazilir. Bu bakimdan
sessiz harfleri ayni fakat aralarina farkli sesli harfler yerlestirilmis isimler Gemetrialari ayni olacagindan dolayi
kullanilabilir. Isimlerin yazilislarinda kullanilan harflere bazi örnekler:Karol = KRL = caf+resh+lamed.
Nur, Ner = NR= nun+resh
Damar, Demir = DMR = Dalet+mem+resh
Tamar, Tamur, Tomor, Timur = TMR = tet+mem+resh
Tarmur, Tarmar = TRMR = tet+resh+mem+resh
Yosef, Yusuf = YSF
Bilgin, Bilgen = BLGN
Barakat, Bereket = BRKT
Rifat, Rafet = RFT
Kemal, Kamil = KML
Güney, Günöy, Gönöy= GNY Vb...
(Gematria ile ilgili olarak: http://www.emanuelnyc.org/bulletin/archive/124.html)
Soyisimlerde göze çarpan baska bir hususta, iki sessiz harfin tek hece yaratarak çogunlukla soyisim sonunda
tek hece içerisinde arka arkaya gelmesidir, -NT, -ND, -NG, -NÇ, -NK, -RK, -RT, -RD, -TR, -ST, -RÇ, -RG, -RG,
-RH, -RP, -YH, -LP (KUNT, KENT, AND, NART, NENG, ENÇ, GENÇ, CONK, YURT, YURD, TRAK, ÜST, BERK,
BARK, KORK, BERG, TINÇ, TUNÇ, DINÇ, SARP, ZIRH, SEYH, ALP vb.) Buna benzer sekilde, tek heceli
soyisimler de dikkati çekmektedir. Ilginçtir, soyisimler birbirine ve hepsi birden de bir yere baglaniyor
olmalidir. Örnegin, tümü bir Sabetayci texte baglaniyor ya da bir kutsal kitaptan (kabbala, Tevrat vb.)
alinmis olabilir. Hatta, bu garip bir raslanti da olabilir ama su-bay, tug-gen-er-al, or-gen-er-al, tüm-gen-er-al,
yar-bay, bin-basi, kur-may al-bay, yüz-basi, on-basi, üst-teg-men, çav-us, bas-çav-us, ku-man-dan, kar-a,
ha-va (gök), den-iz, ’in eklerinden bile geliyor olabilir. Ya da tam tersi, bu kelimeler böylece olusturulmus ve
Turkceye girmis olabilirler.

Askenaz soyisimlerinde çok yaygin olarak ve al-mak / ol-mak fiilinden (ingilizce: get) türetilerek cümle basi
veya cümle sonunda -AL ve -OL eki de yayginlikla kullanilmaktadir.

Karakaslarda, dogan ilk erkek cocuguna Osman ismi verilirdi. Sabetaycilarda gunumuzde yaygin olan bir
gelenek ise, dogan cocuga annesinin ya da baba-annesinin kizlik soyismini vermektir. Burada onemli olan
kokenini ya da soy agicindaki aile icinde kaybolmak uzere olan soyisimleri, yeni dogan cocuga ön isim olarak
vererek o soyismini yasatmaktir.
Sabetaycilar sadece Selanikli degillerdir. Üsküp, Kavala, Kirim, Sofya ve Varna sehirlerinden de göç edenleri
vardir. Halen, Makedonya’da bazi köylerde yasayanlar bulunmaktadir. Amerika Birlesik Devletleri, Israil,
Almanya ve Fransa’da, Türkiye’den giden Türk isimli Sabetaycilar bulunmaktadirlar. Turkiyede su anda basta
Istanbul olmak üzere, Izmir, Bursa, Edirne, Hatay (Kilis, Iskenderun), Adana, Gaziantep, Ankara, Manisa,
Giresun, Balikesir, Canakkale’de yasarlar. Kirklarelinde Karakas Mahallesi ve Ulukonak vardir. Istanbul’da
Tesvikiye-Sisli-Nisantasi’nda yasayan cemaatler ile birlikte Moda, Göztepe, Etiler, Maçka ve Bakirköy de
yasayan guruplar da mevcuttur.

Karakas cemaatinden Aleviligin içine girenler olmustur. Mevlevi cemaatinin çok kilit noktalarinda varliklarini
sürdürenlerde vardir. Bu cemaatte, Orta Asya’dan göç etmis kanisi uyandiracak sekilde aldatici bir çekik
gözlülüge rastlanir.

Benzet/Benzeme prensibi vasitasiyla bazi soyisimlerdeki TÜRK eki TÜR seklini almistir. Fonotik olarak c/ç,
t/d, g/g/k, s/z/s, b/v/m vb. gibi sesçe benzesen harflerin birbirlerinin yerine kullanildigi hatta normal türkçe
soyisimlerinden harflerin düsürülerek kullanildigi bazi soyisimlerine de raslanmistir. Isimlerdeki ‘J’ harfi
ilginçtir.

Sabetayci aileler ve Museviler genelde ayni Türk ilk ismi kullanabilirler. Cunku bu isimlerin Ibranice karsiliklari
vardir. Yine de Sabetaycilar isim olarak daha genis bir yelpaze de isim secerler. Ornek olarak: Leyla, Sena,
Verda, Beril, Yasemin, Yildiz ve Sibel isimlerini her iki gurupta kullanirken, Bahar, Irem, Feriha, Zuhal, Selin,
Nesrin, Nil, Pamir, Suzan, Siret, Nük(h)et, Sevil, Nur, Zerrin, Berrin, Nevin, Esin, Beyza, Güzin, Dilek, Melike,
Nazli, Esra, Suna, Rana, Inci, Simin, Jale, Rez(z)(s)an, Deniz, Fulden, Banu, Belkis, Ipek, Zeynep, Halide,
Sev-gi, Bedia ve Naile ismini Sabetaycilar kullanir. Erkek isimlerinde de ornegin Sabetayci gurup eski
jenerasyonda cogunlukla Niyazi, Nejat, Bülent, Üstün, Haluk, Ender, Mehmet Ali, Ferdi, Feridun, Ilter, Çetin,
Fevzi, Coskun, Ilhan, Can, Ömür, Emin, Baha, Fatin, Atalay, Pertev, Sahir, Taha, Tahir, Talat, Nail, Erdal,
Faik, Vedia, Süreyya, Veli, Korel, Reha, Ünal, Cihat, Cahit, Hayri, Yahya, Üstün, Haluk, Ender, Sevi-n,
Mehmet Ali, Asaf, Serif, Babür, Edhem, Ibrahim Ethem kullanirken, Museviler bu isimleri kullanmazlar. Bu
isimlerle birlikte, Sabetaycilar birbirine sesçe oldukça benzeyen Nazim, Cazim, Kazim isimlerini de
kullanmislardir. Hasan göbek ismine de sikça raslanir. Simdiki cenerasyonda ise en yaygin olarak Emre, Emir,
Kaan, Kerim, Kerem, Berk, Cem, Akin, Eren, Alp, Ömer, Oral, Ender, Tunç, Ugur, Hakan, Haluk, Ata vb
isimler kullanilir.

Sabetaycilar, yabanci dilden Yahudi soyisimlerini tercüme ederken, Türkçede es anlama gelen ekler ve
soyisimler kullanmislar ve böylece soyisimlerinin hepsi manaca ayni yere baglanmistir. Gür (Coskun), Alp
(Yigit, güçlü, acar, çevik, erkli, er), Sarp (Yalçin, dik), Dinç (Güçlü, Baran), Talih (sans, kut, ugur, ongun);
Ulu (Yüce), Sert (kati), Güç (zor), Ak (Kir), Kara (Koyu), Or (Isik, Nur), Soy (Kök, Dor, Nesil, Nejat), Ata
(min, soy, ben (bin), ogul), Altin (Som), Bar (Par, Son, oglu), Berk (Bark, Berg, bek), And (ant, söz), Tay
(Ci, Ci, , Er, ans, kut, ugur, ongun); Ulu (Yüce), Sert (kati), Güç (zor), Ak (Kir), Kara (Koyu), Or (Isik, Nur),
Soy (Kök, Dor, Nesil, Nejat), Ata (min, soy, ben (bin), ogul), Altin (Som), Bar (Par, Son, oglu), Berk (Bark,
Berg, bek), And (ant, söz), Tay (Ci, Ci, , Er, ans, kut, ugur, ongun); Ulu (Yüce), Se(Kamis), Susmus
(Söylemez), Güvenli (tekin), ates (kivilcim), çift (ikiz), coskun ak-mak, and iç-mek, vb.

Ek bir bilgi olarak =


Cok sayida Musevi, soyadi kanunu ciktigi zaman nufus memuruna gidip Kohen, Levi ve Eskenazi gibi
Yahudilikte önemli soyisimleri almak istemis, fakat bu talepleri nufus memurlari tarafindan geri cevrilmistir.
Bunun yerine MOR- ve TAM- eklerini kullanarak ornegin Mor-levi, Tam-kohen soyismini almislardir. Ayni
gelenek Sabetaycilarda da vardir. MOR- ve TAM- ekli Tamtürk, Moran vb. soyisimleri almislardir. Ayrica,
Sabetaycilarin Musevilerin kullandigi bazi soyisimlerinin benzerlerini aldigini gördüm: Yohay ve Yokay gibi,
Kavi, Kavci, Kavçin, Kavadar, Kavadarli, Kavrem, Kavrak, Kavran, Kavak, Kavuk, Egrikavuk, Kavur, Enkavi ve
Ennekavi gibi. AK-, DOR-, ORTA- -DINÇ, DAL-, CAN-, ER-, -YOL ve ÖZ- eki de Levi, Kohen, Eskenazi, Sarfati,
Varon gibi soyisimlerin önüne gelmistir. Sabetaycilarin ve Musevilerin kullandiklari bu ortak ekler de ortak
kültürün belirlenmesinde önemli bir yer tasir. Soyisimlerin tümü, Ibranice harflerle yazilabilir olmalidir.

Yavuz, Cengiz, Atilla, Oguz, Timur, Altemur ismini kullanan birçok Sabetayci vardir. Ergene, Ergeneman,
Ergenetürk, Ergenekon, Ergenekan, Ergenemen soyisimli Sabetaycilari da var. Sabetaycilarin iki ismi (göbek
isim + orta isim) vardir, bunlardan biri yahudi ismini temsil eder. Mehmet ismi de Islamiyetle beraber bu ismi
alan Sabetay Sevi yi simgelemekteydi. Özellikle göbek isim olarak kullanilir. Mehmet Ali, Mehmet Aziz,
Mehmet Bülent vb.

-EL- eki, Israili simgeliyor. Elbizim soyisminin manasi Israil bizim anlamindadir. Soyisimlerinden, Fis = Finz,
Mentes= Mordehay ve Yildiz= Ester oldugu biliniyor. Necip, Edip, Birep, Necip, Irep, Darip, Rodop, Sekip,
Cenap, Nasip, Mirap, Irdelp, Celep, Irepoglu gibi -p ile biten isimlere Sabetaycilarda rastlanir. Sabetayci
isimleri ve soyadlari Ibranice harf ve ses düzenine uygun olarak seçilir ve konur. Örnek olarak, hem
Museviler hem de Sabetaycilar tarafindan sikça kullanilan Sumru ve Semra isimleri verilebilir. Iki isimdeki
sessiz harfler aynidir ve iki isimde SMR harfleri içeren Ibranice baska bir isme benzedikleri için kullanilirlar.
Ayrica, Ibranice isimler Ari (Ali), Albert (Alper), Leon (Aslan), Aaron (Harun), Izak (Izzet), Murat (Marat),
Omer (Ömer), Selim, Rifat, Kemal, Erol, Yusuf, Yakup, Yahya, Nedim, Deha, Metin, Hakan, Cem, Melih,
Cüneyt, Hayati, Sami, Sinan, Semih vb. parantez içinde Türkçeleri verilmistir.

Sabetayci soyisimlerini olusturan ekler, Sabetayci soyisimlerin büyük bir kisminda görülmektedir. Asagidaki
soyisimlere sahip Müslüman kisilerde bulunmaktadir. Onlar bu tespitlerden tenzip tutulmuslardir. Bu
çalismada amaçlanan, kisilerin kimligi degil, ortak bir kültürü olan insanlarin soyisimlerinin de ortak
köklerden geldigini göstermektir.

KOL, DAL (ZWEĐG, BRANCH, RAMA):


Tandal, Dal, Daldal, Altindal, Esendal, Dalokay, Dalkıran, Dalay, Dalar, Dallı, Erdal, Ardal, Sidal, Südal,
Gürdal, Dalman, Dalayman, Dalar, Dalbudak, Dalbaşar, Dalibar, Dalyan, Dalyanoğlu, Dalbudak, Dalkır,
Sandal, Sandalcı, Gümüşdal, Badal, Salkim, Zorlukol, Çelikkol, Babakol, Atakol, Pakol, Berkol, Akol, Karakol,
Kolday, Bekol, Kolman, Kolcu, Birekol, Erkol, Kolak, Kolverdi, Kolveren, Kolbaşı, Büyükol, Kolip, Kolay,
Kolday, Zarakol, Özkol, Kolot, Koloğlu
KUNT-, KUT-: Kut, Tankut, Kuter, Kutay, Kutbay, Günkut, Kutman, Soykut, Erkunt, Kunt, Kuntel, Kuntasal,
Turkunt, Orkunt, Özkunt, Kuntman, Kunter, Ulukut, Erdikut, Baskut, Beykont, Kutmangil, Kutadgu,
Kutadgubilik, Cankut, Taykut, Burkut, Kutsan, Aykut, Arıkut, Özkut, Kutlu, Kutri, Kutlar
UĞUR (GOOD-LUCK, FORTUNA):
Uğurlu, Uğurel, Uğurluer, Uğural, Özuğurlu, Uğurluol, Uğurdağ, Oğur, Uğur, Uğurul, Uğurbil
YURT, YURD (ARTZĐ, HEĐM): Tütenyurd, Yurtsever, Yurtbilen, Yeşilyurt, Yurt, Kocayurt, Safyurtlu, Yurttaş,
Yurtman, Yurdabaş, Yurdagül, Yurdakul, Yurdakuler, Yurdaün
KURT, KURD (WOLF, ZEV, LOBO): Karakurt, Özkurt, Kipkurt, Kurtsan, Taykurt, Kurtcan, Bozkurt, Bozkurtlu,
Kurttepeli, Kurtkaya, Bakkurt, Cankurt, Kurdoğlu
BAŞ-, BAŞI: (KOPF, HAUPT, HEAD, CABEZA)
Başar, Başaran, Özbaşar, Özbaşaran, ilkbaşaran, işbaşaran, Başari, Kırbaş, Kabaş, Baş, Akbaş, Acunbaş,
Hürbaş, Başer, Minibaş, Başdaş, Eczacibaşı, Başarel, Baştunç, Başlamışlı, Kabaş, Üçbaşaran, iyibaş, Başkök,
Beşkök, Kökbaş, Başgök, Topbaş, Başbay, Kulabaş, Başoğlu, Dinçbaş, Humbaracıbaşı, Đlbaş, Başol, Saybaşılı,
Çatalbaş, Başidinç, Taşbaş, Başipekçi, Başlamışlı, Başiplikçi, Başik, Kocabaş, Subaşı, Başal, Tarlabaşı,
Pınarbaşı, Erginbaş, Başalp, Dökmecibaşı, Kolbaşı, Baştüzel, Kayabaş, Bölükbaşı, Bölükbaşıoğlu, Başat,
Usmanbaş, Acarbaş, Başgül
ATA, BEN, SOY, KÖK (ZERAT, ROOT, RAĐZ):
Ata, Atabek, Ataizi, Atakan, Ataol, Atakani, Atatür, Atatüre, Atagök, Atakandan, Atakandır, Atagün, Atagür,
Ataben, Atamen, Atam, Atamtürk, Ataz, Atanisay, Atansev, Ataner, Atambay, Atamer, Atanç, Atanel,
Ataoğuz, Atameriç, Ataokay, Ataöver, Ataöv, Eratam, Ataman, Atasü, Atagündüz, Atar, Ataay, Atav, Özatav,
Altav, Atakli, Atasever, Atanan, Ayata, Atakol, Ataöv, Ataer, Atakaş, Ataergin, Ataç, Ataoğlu, Ataoğuz, Atalar,
Atalik, Atansoy, Atagök, Atafırat, Atalay, Atalayman, Özatacan, Gökçeatam, Avciata, Uluatam, Utkuata,
Bengi, Benli, Bengü, Bengün, Bengür, Bengil, Benk, Bener, Benata, Bender, Begen, Bensin, Benşin, Benderli,
Benian, Benadam, Bengisu, Bensu, Benice, Benson, Bentürk, Benk, Benayar, Benjenk, Bensan, Benne,
Benker, Benol, Benler, Bensin, Benokan, Bendes, Ülben, Özben, Seben, Şehbenderler, Bendivar, Köksoy,
Kökey, Soysal, Soyalp, Soyaslan, Soysev, Soyak, Soydan, Soydanbay, Soyen, Soyugazi, Canlisoy, Cebesoy,
Önsoy, Yazansoy, Sürenkök, Bekata, Atauz, Birkök, Karaben, Bengül, Teksoy, Yükselsoy, Ogansoy, Assoy,
Aksoy, Aksoyer, Ünlüsoy, Eremsoy, Erimsoy, Arigsoy, Oguzsoy, Göksoy, Gençsoy, Enginsoy, Polatsoy,
Köksal, Köklü, Köksaloğlu, Köktürk, Kökmen, Pinarsoy, Ulusoy, Uzsoy, Erksoy, Egesoy, Şerifsoy, Min, Ermin,
Bumin, Bümin, Mümin
BĐN (THOUSAND, GET ON):
Binak, Binark, Binay, Binzet, Binat, Binatlı, Erbin, Binışık, Binbay, Binkaya, Binbir, Binbaşgil, Binnet, Binlik
TOK (SATIATED, FULL, TAM, BÜTÜN):
Tokay, Toker, Tokemir, Tokses, Tokgoz, Tokman, Toksoy, Toksöz, Tokar, Tokalp, Artok, Tokad, Tokmen,
Tokus, Erentok, Aytok, Tokyay, Toktay, Toksarı, Aktok, Pektok, Toköz, Baytok, Toksü, Tokatlıoğlu,
Tokmakoğlu, Tokaslan, Tokgöz, Tokgözoğlu, Tokgören, Gürtok, Tokuz, Tokuzlu, Tokta, Tokuzlu
SAY-: (GRAFF, ROSEN, ROZEN, COUNT, CONTAR)
Say, Gönensay, Saymen, Sayman, Saydan, Sayar, Sayın, Ayınsoy, Sayımer, Sayıner, Saygun, Sayıt, Sayit,
Saygan, Saylav, Saylan, Saymen, Türsay, Önsay, Birsay, Saydon, Sayer, Saydar, Saydam, Saylam, Saysel,
Kutsay, Saygı, Saygılı, Sayarı, Oransay, Oransayoğlu, Sayü, Orhonsay, Sevsay, Türesay, Altınsay
TEZ (PROMPT, QUICK, PRESTO) :
Tezel, Öztezel, Tezelli, Tezer, Tezelman, Tezeren, Tezci, Tezsever, Tezman, Tezcan, Tezkan, Teziç, Tezmen,
Tezvaran, Tezerdi, Tezcaner, Tezkeser, Tezgör, Tezkeser, Tezol, Tezver, Layıktez, Tezavci, Tezver, Tezören,
Tezgören, Tezoran, Cantez, Canıtez, Elitez, Tezgen, Tezuçan, Tezonar, Tezulaş, Tezgider, Tezbaşar
KOCA, BÜYÜK, KÜÇÜK, MĐNĐ, KOCA, UZUN (GROSS, GREAT, LARGE, LITTLE, LONG):
Büyük, Büyükol, Büyüközer, Büyüközdemir, Büyükkarabiber, Büyükerk, Büyükaksoy, Büyükerdem,
Büyükkayalar, Büyükinal, Eruzun, Uzun, Uzunoğlu, Büyükuzun, Kocaer, Kocadağ, Kocayurt, Kocabora,
Kocacıklıoğlu, Kocamaz, Kocaoğlu, Kocatopçu, Kocapınarlı, Küçükaltan, Küçükersoy, Küçük, Küçükoğlu,
Küçükçalık, Küçükeren, Küçükekşioğlu, Küçükay, Minican
ĐNCE (ADEN, THIN, FLACO):
Đnce, Özince, Đncecik, Đncemen, Đncediken, Đnceoğlu, Đnceer, Đnceman, Đncer, Đncealemdar, Đncealemdaroğlu
DOĞAN, ŞAHĐN, TOĞAN, KARTAL, ATMACA (HAWK, ADLER, EAGLE, FALCON):
Doğan, Öndoğan, Başdoğan, Gökdoğan, Akdoğan, Bildoğan, Gökdoğan, Alpdoğan, Mutludoğan, Yenidoğan,
Şahinkaya, Şahinbaş, Özşahin, Şahingiray, Kartal, Akkartal, Atmaca
TEL (WIRE, STRING), TAL, TĐL :
Tel, Telyaz, Telimen, Telmen, Telci, Telman, Kortel, Aktel, Artel, Sertel, Büktel, Bartel, Ertel, Kantel, Ortel,
Telatar, Telgeren, Telimer, Telyar, Altintel, Kestel, Kestelli, Bakirtel, Antel, Çataloğlu, Çatalgil, Çatalbaş,
Talman, Talu, Taluy, Atalay, Talay, Talayman, Talatpaşaoğlu, Til, Betil, Bertil
BAY-: (RĐCH, REĐCH)
Bayar, Bayer, Emirbayer, Orbay, Baytin, Akbay, Erbay, Uzbay, Tanbay, Kılıçbay, Baydak, Baybakan, Baykara,
Baydar, Baydarli, Özbaydar, Baytok, Baysoy, Baydur, Baysal, Kırbay, Canbay, Özbay, Bayru, Baylan, Baysal,
Soydanbay, Bayman, Bayur, Baygın, Baygün, Baykan, Bayarlar, Baykal, Baykalöz, Karabay, Đlbay, Acarbay,
Bayru, Gökçebay, Baykara, Boranbay, Baydan, Batıbay, Bayduralp, Baygüç, Baykut, Baykutay, Baysu,
Baytüzün, Bayri, Bayruk, Baykent, Baybek, Baytaş, Baysungur, Aybar, Baykaner, Akbaygil, Akbayar, Bayrav,
Soruşbay, Albay
AK-: (LAVAN, WEĐSS)
Akbarlas, Akbarut, Akbasan, Akman, Özakman, Aksu, Ak, Atak, Atuk, Akbay, Akgüngör, Akdevelioğlu,
Akgün, Akgüner, Akgül, Aktunç, Akar, Aker, Akersoy, Akdamar, Akbal, Akev, Akarca, Aksoy, Akdağ, Akay,
Akmansoy, Akdikmen, Akdor, Akhan, Akalan, Akdora, Akdoruk, Akyel, Akmanligil, Akdoğu, Akbaş, Akkaş,
Akkan, Akkerman, Akerman, Akin, Aktay, Akbil, Aksen, Akbayar, Akgerman, Akata, Akderi, Akkuzu, Akbaşak,
Akarun, Aköz, Akseli, Akpek, Aktün, Akgür, Aktin, Akyüz, Aktel, Aksal, Akçan, Akçor, Akbel, Aksoley,
Akyalçin, Akiş, Aktulga, Aktaş, Aktaşlı, Özaktaş, Akyiğit, Akosman, Aknar, Aktari, Aktav, Akpay, Akçer,
Akbaşoğlu, Akküçük, Yüzak, Aközer, Akiç, Aksongar, Akışın, Aksekili, Akyollu, Akol, Akbeğ, Akül, Akris,
Aktolga, Akkanat, Akarı, Akkoçoğlu, Akkoyun, Akkoyunlu, Yüzak, Akbenlioğlu, Aksüs, Akoğlu, Akincier,
Akbagci, Akil, Akin, Aki, Duysak, Đrmak, Akiz, Akkaynak, Akadan, Akyildiz, Aktansel, Akser, Aksungar,
Akbayrak, Akkuş, Akbiyik, Akbıyıkoğlu, Akriş, Akkirpik, Akmehmet, Akfırat, Akdere, Akzambak, Akgüç, Akçali,
Akil, Sazak, Yasak, Büyükakarsu, Azak
KARA: (ARTZĐ, SOIL, KARA-KASH, BLACK, DARK, NEGRO)
Karakaş, Karakaşlar, Karahan, Karataşlı, Özkarakaş, Karakaşoğlu, Erkarakaş, Karakaşli, Karanis,
Karaosmanoğlu, Karaibrahimoğlu, Karaali, Karaata, Karasu, Karabenli, Karaağaç, Karaağaçlı, Karabuda,
Karabatı, Çaykara, Karabıyık, Acikaraoğlu, Karakurt, Karatepe
KIR- : (FĐELD, FELD, SADEH)
Kır, Kırcı, Kırman, Kıray, Kırca, Kıroğlu, Kırtay, Kıraç, Kırol, Kırgız, Kırımlı, Özkırımlı, Kırım, Kırbaş, Balkır,
Bozkır, Bakır, Kırdar, Kırsan, Zincirkıran, Taşkıran, Taşkıranel, Kırtıl, Kırmanoğlu, Kıribrahim, Kırtunç, Kırhan,
Kıroğulları, Sade
AĞA, BABA, DEDE (OSMAN):
Azizağaoğlu, Osmanağaoğlu, Agah, Ağabay, Ağaman, Ağasoy, Ağasan, Ağatan, Ağazat, Ağan, Ağalar,
Ağaoğlu, Baba, Babaç, Baban, Babat, Babakol, Babahan, Babacan, Özbabacan, Dedemen, Dedeman,
Dedeoğlu
AR, ARI (BEE, ABEJA):
Arman, Arbek, Aroğuz, Arbay, Arcıman, Arbatlı, Araz, Arakon, Arun, Akarun, Arpaç, Argaç, Arkaç, Arsel, Arik,
Arıklı, Arda, Arsoy, Ardiç, Arbel, Arsey, Arda, Arseven, Arığ, Arsever, Arcan, Arığtekin, Arpad, Arpat, Arpad,
Arka, Arkök, Aral, Argon, Artun, Arar, Arol, Arısel, Arıyak, Arısal, Arat, Arpacı, Arpacıoğlu, Artel, Aran, Aratan,
Ardan, Arbak, Arcak, Armagan, Artüz, Arisan, Arin, Arel, Artok, Arson, Arsava, Aren, Arslan, Arf, Arkon,
Arkun, Arlihan, Arkan, Aşkar, Afşar, Oktar, Aktar, Candar, Özar, Yarar, Arar, Ararad, Azar, Sayar, Hakarar,
Açar, Kibar, Đbar, Đblar, Đpar, Darmar, Yakar, Armay, Sakmar, Bayraktar, Kaynar, Kafadar, Sarar, Senvar,
Senver, Bayraktar, Cezzar, Zorlular, Tamar, Seffar, Dalar, Arkun, Tokar, Çinar, Basar, Özbasar, Dindar,
Akdindar, Arolat, Koçsar, Erbayar, Argüden, Dizdar, Arhon, Arbag, Adivar, Adinvar, Artemir, Artam, Ariyel,
Çakar, Umar, Tacar, Acar, Acarsoy, Eracar, Özacar, Acarla, Acarçiçek, Acaröz, Acargün, Arısal, Arıdağ,
Arıksoy, Aripek, Çağlar, Kosar, Özargun, Arıkoğlu, Ardaç, Arsin, Otar, Ozar, Sorar
-TAR, -DAR:
Tarı, Tarım, Tarıman, Tarıoğlu, Tarınç, Tarımcioğlu, Aktarı, Tardu, Tarmur, Tara, Oktar, Aktar, Artar,
Canatar, Tarmar, Çavdar, Alantar, Altar, Antar, Đltar, Tarcan, Bayraktar, Bayraktaroğlu, Lostar, Targan,
Çuhadar, Tarzi, Alemdar, Alemdaroğlu, Targit, Çandarlı, Haydar, Haydaroğlu
KAR:
Karman, Kartopu, Karanfil, Kardelen, Özkar, Kargün, Kardağlı, Karpat, Karsan, Karsanbaş, Karul, Karlıbel,
Öztarkar
DAMAR: (DMR, VEIN, VESSEL, VENA)
Damar, Özdamar, Erdamar, Akdamar, Çetindamar, Darmar, Draman, Darman, Uludamar, Gürdamar,
Ardamar
ON (ESER, ON-YOL-LU-LAR, SEFĐROT ):
Onat, Eronat, Demironat, Onbaşı, Onbaşıoğlu, Eser, Onan, Onar, Onarcan, Ongan, Onsun, Onsan, Onay,
Berkon, Onuk, Ona, Danon, Onarli, Onaner, Onanç, Onguner, Ongun, Ongunsu, Onart, Onger, Onur,
Onartaç, Onor, Oner, Özonat, Önüralp, Önür, Onur, Onurlu, Onurer, Onursal, Onurad, Onurkan, Onural,
Onurgil, Onurman, Onuralp
OR: Or, Orbay, Orkunt, Orman, Orçun, Orkerman, Orcan, Ortaç, Ortaçgil, Ortaçdağ, Orel, Ortaçlıgil, Oray,
Orbey, Orak, Beşorak, Oral, Oralalp, Orhon, Orbaşlı, Orgül, Đçor, Orol, Oraltay, Ortan, Orsoy, Ordemir, Oralı,
Ordan, Ortekin, Oransayoğlu, Üçoral
IŞIK (LIGHT, LUZ): Işık, Alışık, Akışık, Selışık, Işıkalan, Saygınışık, Özışık, Işıklarlı, Işıkman, Işıksal, Danışık,
Binışık, Đkiışık, Işıklar, Işıklıoğlu
-GĐ, -Gi, GA, GE:
Tangi, Mengi, Bengi, Yengi, Kaygi, Lezgi, Tangı, Vargı, Yargı, Kargı, Cingi, Birgi, Kaplangı, Yurga, Orga, Örge
GEN, GAN, KEN, GON, KON:
Đlgen, Berilgen, Bayülgen, Ülgen, Gen, Özgen, Güngen, Güngenli, Aygen, Erözgen, Özgener, Mzgenalp,
Özgentürk, Öngen, Örge, Örgen, Ergen, Ötügen, Osken, Bayülken, Ülken, Üstügen, Evirgen, Gençler, Elgen,
Mergen, Bitgen, Algan, Atıgan, Atılgan, Ogan, Ugan, Alpogan, Özogan, Ogansoy, Togan, Oğan, Oğhan,
Özergon, Argon, Ergenekon
GENÇ (NA’AREH): Genç, Gence, Gencel, Gençer, Gençoğlu, Gençsü
GUN, GÜN: (YOM, DAY)
Aygun, Orgun, Ergun, Erguner, Argun, Özargun, Argün, Aygün, Ergün, Elgün, Bengün, Yenigün, Đyigün,
Mutlugün, Saygun, Saygün, Güney, Güneyman, Günç, Günsel, Atagün, Gün, Đlgün, Günsav, Görgün,
Avciergun, Günyüz, Gündüz, Özgündüz, Evgün, Günsoy, Günaydin, Günal, Günaltay, Atasagun, Günbay,
Yeygün, Güner, Günermengi, Günsunan, Güneri, Güneray, Atagün, Urgunlu, Günergin, Günol, Günenç,
Okaygün, Đrengün, Günsar, Süngün, Günöy, Künutku, Tongün, Ertegün, Günver, Günür, Türgün, Sabah,
Günaçar, Dai, Day, Hoyi
KAN, CAN (CA’AN, KOHEN):
Kan, Kanbay, Tezkan, Kaner, Akkan, Pekkan, Canözkan, Erkan, Pekerkan, Ökkan, Berkan, Turkan, Özkan,
Atakan, Gürkan, Dikkan, Alkan, Aykan, Gözkan, Özmenlikan, Atikkan, Abkan, Kant, Kantar, Timurkant,
Etikan, Kanpulat, Süelkan, Acarkan, Ödekan, Kanca, Balkan, Ulukan, Polatkan, Kankat, Kanpulat, Okandan,
Parkan, Arkan, Demirkan, Kanoğlu, Oralkan, Kanoğlu, Đlkan, Hoşkan, Kanipak, Dikkanoğlu, Kanadoğlu,
Kanat, Baskan, Avarkan, Hakan, Kandak, Soykan, Sukan, Sükan, Kandel, Güçkan, Onurkan, Savaşkan, Đlkan,
Özbekkan, Utkan, Kutkan, Celkan, Polatkan, Can, Canlı, Canlısoy, Canbula, Arcan, Akcan, Gürcan, Gürcaner,
Gökcan, Gülcan, Sakarcan, Cankat, Canatay, Soycan, Gençcan, Alcan, Ercan, Cansev, Cankur, Canbek,
Yilmazcan, Caner, Severcan, Canbay
CĐN, ÇĐN:
Cin, Cinman, Ciner, Cinel, Cinal, Cingi, Cıngıllıoğlu, Cinisli, Cindemir, Cinoğlu, Cıngı, Çintav, Çintaş, Cintan,
Cinpolat
KĐN, KIN, GĐN:
Kin, Akın, Akin, Ekin, Ekinoğlu, Okin, Alkin, Kınay, Kınlı, Erkınay, Kınaytürk, Kınayyiğit, Akınay, Özkınay,
Uzkınay, Alkın, Đlkin, Keskin, Erkeskin, Eskin, Seçkin, Yetkin, Aşkın, Erkin, Avkıran, Taşkın, Yarkın, Yakın,
Sepkin, Septekin, Birgin, Sezgin, Sezgintaş, Sezginman, Şensezgin, Girgin, Girginer, Girginkaya, Tigin, Kırkın,
Kınk, Đskir, Đşkin, Đskin, Đçkin, Yalkın, Bergin, Yeğin, Yeğinsü, Yeğinobali, Özyeğin, Taçkın, Taçkin, Özgin,
Yalgın, Ağın, Atkin, Öztekin, Kapkın, Tomakin, Aykın, Akkın, Engin, Argın, Kın, Kindap, Özerengin, Ankın,
Tökin, Şavkın, Pişkin, Pekin, Erpekin
BĐR: (EHAD, EĐN, HAYYĐM):
Birsel, Birkan, Birden, Birder, Birmen, Birman, Birkel, Birand, Birced, Birol, Birgör, Birgi, Birgili, Birder,
Birkent, Birbil, Birdel, Birgin, Birben, Biriz, Birkök, Bircan, Birsan, Birer, Biret, Birgen, Biricik, Birsay, Birekol,
Birgören, Birkandan, Birgit, Birban, Ehad, Ehat, Biran, Birtaç, Biriken, Biraniş, Birten, Birtek, Birsoy, Birkök,
Birkırgız, Birsin, Birim, Birgün, Birgül, Birce, Birbil, Birhekimoğlu, Hepbir, Birtürk, Onbir
BAR (PAR):
Barlas, Aybarlas, Baran, Baraner, Baranta, Baransel, Barda, Baray, Barut, Özbarut, Özbarutçu, Barutcuoğlu,
Barutçugil, Barutbaş, Akbarut, Barutçugil, Akbarut, Bars, Barshan, Barutçu, Barha, Barka, Bar, Barlass,
Barlok, Özpar, Tlabar, Parman, Barkan, Barkana, Đbar, Đpar, Özbarlas, Đlbars, Barin, Barlin, Barlo, Bar,
Parscan, Barim, Barakat, Barlan, Bartu, Barak, Baras, Pars, Barslan, Paralı, Parla, Parar, Parlar, Parim,
Parlaöz, Parmaksızoğlu, Bara, Dalibar, Çağpar, Barmanbek, Barkay, Keribar, Tulpar, Ribar, Alpar, Barakazi,
Bardak, Barca, Barça, Barkoçi, Barkut, Barman, Baraz, Barsbay, Bartan, Baru, Baruer, Baruter, Bariman,
Baradan, Barbut, Barista, Barışak, Bargu, Bargut, Gülbaran, Parlak, Barlı, Parlatan, Toparlak, Barin, Baruk,
Barlin, Barun, Bardakçı, Bardakçıoğlu
BEK- PEK- BERK- BARK-, PAK-, PERK-, ERK, ARK, PAR-, -BER-:
Atabek, Ataberk, Atapek, Berk, Berkman, Berkmen, Berkkaş, Barmanbek, Berkarda, Pekcan, Pekman, Peker,
Pekkan, Pekerkan, Özbek, Özberk, Paker, Paksoy, Pakhuylu, Pekpak, Paki, Pakiş, Pekkip, Pekelman,
Özpaker, Pekelmen, Pakman, Pakol, Pakalin, Pak, Pakar, Beker, Berkten, Berkin, Beken, Özbeken, Bekata,
Bekdik, Bekensir, Berkol, Berksoy, Berksan, Berkiten, Berkok, Canberk, Arberk, Berkün, Berkalp, Berktin,
Berksun, Berki, Pekak, Dibek, Suberk, Pakay, Akpek, Berkson, Berkaltay, Tanberk, Suberk, Berkkan, Berak,
Banberk, Erenberk, Pakdil, Olpak, Orbek, Barkan, Berksu, Berkand, Berkalp, Berktav, Berkal, Berkel, Berkiz,
Bergin, Parkan, Pakkan, Pekedis, Pekdik, Perk, Perkin, Pekdeğer, Ülgenerk, Usberk, Kurtbek, Beken, Akbek,
Perkün, Barkın, Pakın, Bekol, Gökberk, Pekerten, Pertan, Pektas, Özpek, Esberk, Eserpek, Perksoy, Berkis,
Bereket, Barker, Berkes, Berent, Berkon, Berköz, Berktaş, Berand, Berant, Berkez, Berket, Berkiler, Berduk,
Berkyer, Berktas, Berkmener, Bernay, Tasbek, Tunçberk, Erk, Erkoğlu, Erksan, Büyükerk, Gürerk, Perkcan,
Berkok, Soyberk, Gözberk, Güdeberk, Nigizberk, Bekter, Orberk, Özberker, Berkyer, Berkok, Pakakar,
Karpak, Pakyürek, Perez, Bavbek, Büyükberker, Albek, Erkel, Beral, Aybek, Bekyel, Đzberk, Kutberk, Barsbek,
Pekand, Pakter, Bekçe, Bekmezi, Bekmezci, Peremeci, Par, Kenber, Perin, Özarpak, Canberk, Kalpakçıoğlu
BĐL (SABER, VADĐM):
Bilgili, Bilgin, Bilginer, Bilmen, Bilmener, Bilman, Bilgisoy, Bilginsoy, Bilgisu, Bilgüvar, Bilge, Bilbay, Bilgincan,
Erbil, Erdebil, Erdenbil, Ulubil, Ulubilgen, Bilgen, Özbilgen, Bilget, Bilbasar, Kodatgobilik, Özbilen, Bilen,
Bilensoy, Bilengil, Yurtbilen, Erbilgin, Bilsel, Bilal, Bilaller, Akbil, Bilger, Bilsay, Bilan, Bilgi, Bilgil, Bilbay, Bildi,
Bildir, Bilecik, Biler, Bil, Bilbasar, Bilgici, Elbir, Billi, Billikaya, Bildoğan, Billisoy, Tunçbil, Arbil, Biltekin, Bilgör,
Orhunbilge, Özbil, Bilyay, Embil, Bilimer, Bileydi, Bilton, Bilsev, Bilgincan, Bilginoğulları, Özbilgin, Özbilgi,
Bilhan, Bilego, Özbiltekin, Özbilge, Bildaci, Bilgebay, Bilen, Bilkur
SEN (SAN, ŞAN) :
Đlsen, Göksen, Aksen, Cansen, Gürsan, Gürsen, Ansen, Tonsan, Somersan, Berksan, Beksan, Erksan, Aksan,
Önsan, Orsan, San, Örsan, Köksan, Kutsan, Atsan, Yücesan, Ersanli, Alsan, Sander, Sanbay, Sanduraç,
Türsen, Ulusan, Baysan, Özsan, Aysan, Ösen, Arsan, Göksan, Ersan, Tursen, Gürsan, Türksan, Ansen,
Evsen, Sengel, Baysan, Dersan, Ersan, Günsan, Sandal, Sandalcı, Özsandıkcı, Sandıkçıoğlu, Sanberk,
Şanlıman, Santur, Evsen, Göksan, Sengel, Sanberg, Bergsan, Sanerk, Bergson, Boysan, Besen, Karsan,
Karsanbas, Korulsan, Sanön, Sürelsan, Ekesan, Sanlı, Şanlı, Şanlık, Şankaya, Sanburkan, Kurtsan, Eresan,
Bellisan, Güvensan, Ünlüsan, Fersan, Persan, Adisanoğlu, Sangar
TAN-: (SHACHAR, ALBA, DAWN)
Tan, Tankut, Tanman, Tanatar, Tantug, Tanverdi, Taner, Taneri, Tanerk, Tanındı, Ortan, Tangüç, Tansan,
Tanar, Tansal, Tansu, Tanju, Tanık, Tanyolaç, Tangi, Tansi, Tanor, Tanör, Tanla, Tanbay, Tanju, Tanburaci,
Tanberk, Tunçtan, Tanir, Tanıl, Alatan, Bertan, Utkutan, Tanaltay, Tangün, Tansever, Tanrisever, Tanzer,
Tangör, Tanyol, Tansel, Sultan, Dotan, Katan, Tansen, Örstan, Tanel, Tansev, Yonatan, Tansel, Tantekin,
Arıtan, Tanç, Tanör, Tangil, Tanca, Tangöze, Gürtan, Kostan, Tanci, Tanan, Tanlak, Tanyalçin, Tansuğ,
Güntan, Partan, Tangüner, Kayatan, Başartan, Tanergeç, Tanyel, Türktan, Öntanir, Özkutan, Hektan, Tanşu,
Tanli, Tandal, Tangül, Tanak, Tanes, Akaltan, Öztangut
TĐN, DĐN, SĐN, TEN, DEN, DAN, DUN, TON, TUN, TÜN, SUN, SON (FROM, de, VON, STONE, PĐEDRA):
Okandan, Birkandan, Atakandan, Ertin, Mardin, Bursin, Özden, Đçten, Erden, Arden, Carden, Atadan, Avdan,
Abadan, Erten, Erden, Koten, Kotan, Erdun, Soydan, Gençten, Kanten, Üreten, Alatan, Erdenler, Henden,
Camadan, Çamuroğlu, Çamurdan, Çamurdanoğlu, Akten, Sinenden, Sonüstün, Emden, Candan, Erktin,
Ulutin, Bütün, Özbütün, Kürtün, Tiniç, Kökten, Berdan, Ayden, Taştan, Etan, Erenten, Tinel, Voltan, Tonguç,
Cansen, Tongal, Neptün, Kaston, ilden, Gönensin, Yazdan, Arson, Erson, Ekesan, Ceydan, Koştan,
Demirden, Furtun, Furtunzade, Seltün, Oytun, Öndün, Arson, Bastan, Tekson, Yücelsin, Güçlüten, Pilten,
Tinin, Aytun, Denel, Flordun, Florentin, Feridunoğlu, Arsan, Örsan, Badan, Sander, Göydün, Fidan, Herdan,
Epirden, Platin, Belton, Toner, Tonsan, Ton, Alaton, Siton, Tonbul, Biton, Alton, Tonla, Sonder, Kalden,
Ketenoğlu, Özketen, Tonak, Yelten, Teksin, Klanten, Seden, Aydın, Ayaydın, Günaydın, Sinkil, Yeldan,
Aydıncıoğlu, Özaydın, Özalpaydın, Aydinalp, Aydınlandı, Çetin, Tingir, Tönel, Tengir, Karadan, Süden,
Özerden, Sinem, Sinemoğlu, Ersin, Betin, Bahadan, Dinler, Beningtan, Aratan, Uydan, Kutun, Sanlav,
Ayerden, Madanoğlu, Tekson, Đyison, Sonman, Soner
TRAK: Trak, Öztrak, Ertrak, Gürsoytrak
MEN:
Atamen, Küçümen, Telimen, Tüzemen, Ökmen, Öğmen, Dermen, Bermen, Öymen, Könümen, Göymen,
Övütmen, Bilgimen, Herkmen, Üzmen, Tülümen, Pekelmen, Yelmen, Yermen, Erkmen, Berkmen, Bekmen,
Cermen, Đnelmen, Tükmen, Đymen, Nermen, Sungumen, Örsmen, Delemen, Türemen, Degirmen, Ögütmen,
Övetmen, Ekemen, Sirmen, Evcimen, Ülkümen, Tezmen, Bilmen, Bikmen, Süzmen, Sezmen, Tümen,
Türkmen, Đsikmen, Kermen, Köymen, Dikmen, Dedemen, Göymen, Özidimen, Pekmen, Sözmen, Ekmen,
Görkmen, Germen, Denizmen, Hergülmen, Ökmen, Elemen, Erenmen, Birismen, Gökmen, Ergökmen,
Gökmener, Ecemen, Epikmen, Gökçimen, Gürmen, Bermen, Gülmen, Đyimen, Sümen, Ölçmen, Bikmen,
Eymen, Dinçmen, Gökçümen, Gümen, Yesilmen, Ketizmen, Herkmen, Đncimen, Yelmen, Aymen, Akdikmen,
Uygurmen, Đzmen, Çekmen, Vidinlimen, Dizmen, Çöremen, Demirmen, Esmen, Epikmen, Bikmen, Örmen,
Çirmen, Tüzmen, Girmen, Girismen, Göçmen, Hakmen, Hasmen, Hemen, Uzmen, Herkmen, Hökömen,
Hükümen, Hükümenoğlu, Uzmen, Çermen, Dermen, Uzmen, Eramen, Sermen, Dökmen, Saymen,
Serpemen, Üzmen, Sehmen, Örmen, Ergemen, Emen, Yegmen, Mengü, Esemen, Salmen, Antmen, Dilgimen,
Keymen, Berirmen, Armen, Ekermen, Sürmen, Yitmen, Tecimen, Tülmen, Mennan, Erikmen, Gümen,
Öziçmen, Đzmen, Çimen, Gökmen, Sütmen, Barkmen
ÜL:
Ülben, Ülsever, Ülman, Ülgen, Erülgen, Ülger, Ülgez, Ültan, Ülevman, Ülgener, Ülgenalp, Ülgezen, Ültay,
Ülgür, Ülken, Ülke ULU-, YÜCE-, ÜST-, ÜSTÜN: (ADAR)
Ulusoy, Ulusan, Uluöz, Uluand, Uluant, Uluman, Ulucan, Ulutin, Ulukut, Ulubilgin, Uludan, Ulugür, Ulubil,
Ulukaya, Ulualp, Ulubay, Uluçevik, Ulu, Uludağ, Çokuludağ, Ulukan, Uluçay, Uluata, Uluçelebi, Ulagay,
Uluergüven, Ulubelen, Uludamar, Ulugtekin, Ulusel, Ulusu, Ulutan, Ulusarslan, Uluyazman, Uluyilmaz, Ulutaş,
Uluer, Uluengin, Uluöz, Uluisik, Ulutay, Yücesoy, Yücesan, Yücemen, Yüceöz, Yücelman, Yücekan, Yücekök,
Yüceyar, Yücaoğlu, Yücetin, Ülgüray, Üst, Üstün, Üster, Üstel, Enüstün, Üstünel, Üstünelli, Üstünol, Üstüner,
Üstünkaya, Üstünbaş, Üstünipek, Üstünes, Peküstün, Üstündağ
CĐ, ÇĐ (SHOWS PROFESSION, MAKER):
Arpaci, Abaci, Kirci, Mesci, Mescioğlu, Tarakçi, Yalmancı, Kuzucu, Koyuncu, Deveci, Balikçi, Denizci, Sepici,
Kuyumcu, Kuyumculu, Kuyumcuoğlu, Çerçi, Kalyoncu, Yelkenci, Zabci, Bayçu, Avci, Avcioğlu, Atici, Aticioğlu,
Geveci, Basmaci, Savci, Firinci, Firincioğlu, Uncu, Pabuçcu, Pabuçcuoğlu, Papuçcuoğlu, Papuçcu, Çizmeci,
Çizmecioğlu, Çizmecioğullari, Postalci, Postalcioğlu, Merzeci, Çorbaci, Kalleci, Bürümcekçi, Değirmenci,
Değirmencioğlu, Masaraci, Kimyaci, Kitapçi, Kitapci, Terci, Hamamci, Mengenecioğlu, Elçioğlu, Kaşikçi,
Çubukçu, Çubukçuoğlu, Peynircioğlu, Saatçi, Saatçioğlu, Tülbentçi, Kaymakçı, Meseretçi, Dondurmaci,
Camcıgil, Camcıoğlu, Çakmakçı, Boyacıgil, Leblebici, Leblebicioğlu
CĐV, CEV- (JEW) : Cev, Ciliv, Civici, Civan, Civaoğlu, Civelek, Civelekoğlu, Civre, Cevahir, Cevahiroğlu
VAR (SEIN): Var, Varoğlu, Varlier, Envarli, Varuy, Varal, Varol, Avar, Avaroğlu, Avarkan, Alvar
ALAN: Alan, Hızalan, Ünalan, Alanocak, Akalan, Öçalan, Köksalan
VEREN (NADAV), VER; SEVER, SEV (SEVĐ)
Tansever, Tanrisever, Ülsever, Tezsever, Cansever, Cansevergil, Göksever, Alver, Alever, Verdi, Verdigil,
Verdioğlu, Kolverdi, Ayverdi, Erverdi, Hakverdi, Hakverdioğlu, Konuksever, Ünsalver, Vatansever, Versan,
Sanver, Senver, Verter, Tanriöver, Sever, Sevil, Đssever, Ünver, Tever, Yasasever, Tansever, Tanriseven,
Arsever, Đşseven, Erseven, Ataseven, Barişsever, Türksever, Suveren, Severcan, Yurtsever, Özveren,
Sevand, Özveren, Akseven, Seval, Coşkunseven
EREN, REN, RAN, GEYĐK, CEYLAN (ZWĐ=TSEVĐ=SEVĐ=TSEBĐ) (HĐRSCH, CLERVO, VENADO):
Eren, Erenler, Erener, Özeren, Erentok, Zeren, Zerenman, Erzeren, Geren, Erenman, Erenberk, Erensoy,
Güneren, Erenten, Erenyol, Erenel, Erendor, Erendağ, Öneren, Zerenler, Ereniş, Erengüç, Eneren,
Gönüleren, Alperen, Atukeren, Ulueren, Ekren, Ereren, Erem, Erengül, Erengil, Ereney, Erenli, Erenyol,
Küçükeren, Tözeren, Erenoğlu, Beceren, Ren, Ran, Egeran, Özran, Özren, Geyik, Geyikdağı, Geyikçi, Đren,
Đrengün, Müren, Biren, Türen, Sevindiren, Şeren, Evren, Evrenos, Özerengin, Ören, Düzgören, Rendeci,
Gören, Diren, Rengiz, Sindiren
AND, ANT (SHEVA, OATH, JURAMENTO):
And, Ant, Berkand, Barkand, Berand, Birand, Türkand, Yüceland, Uluand, Orkand, Brant, Erand, Birant,
Birlant, Sant, Berkant, Tekant, Andsoy, Aland, Güzelant, Okant, Sevand, Kant, Kantoğlu
ĐÇ (INNER, INSIDE, INTERIOR): Đçli, Đçil, Đçelli, Đçöz, Đçözü, Đçinsel, Đçor, Đçbilen, Đçoğlu
ÇĐL (PĐKAS, FRINKLE, NEMESH): Çil, Çilli, Erçil, Çiller, Çiloğlu, Çilan, Đçil, Çiloğulları
SÖZ (WORD, PROMISE, SAY, ĐMRE): Sözer, Sözeri, Sözen, Sözat, Sözmen, Sözerman, Sözüer, Demirsöz,
Sözbir, Toksöz, Doğrusöz, Đmren, Đmre, Đmregün
KAP-, KEP-, KĐP- (KAP-ANCĐ, KAP-ANDJĐ):
Kapani, Kapancı, Kapanlı, Kapancıoğlu, Kapanman, Kapel, Kapeluto, Kapelman, Kapan, Kapanalan, Kaplan,
Kapot, Kaptaç, Kaptan, Kaptana, Kaputanoğlu, Hatapkapulu, Kaplangı, Kaptaner, Kapralı, Kapçak, Kapuya,
Kapman, Kaptanoğlu, Kaplancalı, Kapdan, Kapkın, Kapıcıoğlu, Kaplama, Alacakaptan, Özkap, Kip, Kepkep,
Özkepçe, Kafkep, Erkip, Kipman, Kipmen, Özkiper, Kiper, Kiperman, Kipkurt, Dorkip, Ekip, Karnap
KASAP (BUTCHER, SHECHTER, RESNĐCK, SHOCHAT, KATSAV, CASSAB):
Erkasap, Kasaboğlu, Kasapoğlu, Özkasap, Kasaplıgil, Çetinkasap
DOR (ibranice erkek ismi): Dorman, Dormen, Doralp, Doral, Dorkan, Dorken, Dorsan, Dorkip, Dorsoy,
Dortunç, Dora, Akdora, Ardor, Arindor, Dorer, Doran, Akmandor, Erendor, Koçdor, Vuraldor, Tunador,
Avigdor, Dördüncü, Tekindor, Armador, Özdor, Kayador, Dorkan
TÜR: Tür, Türen, Türsen, Türe, Büyüktür, Töredi, Türüdü, Türedi, Türeyen, Türesel, Türgün, Türüng, Türalp
ÇĐÇEK (BLUM, FLOWER, BLOSSOM, FLOR):
Çiçek, Çiçekoğlu, Akçiçek, Özçiçek, Çiçekdal
ÇAM (TANNENBAUM, OREN, TAMAR, MORTEN, PINE, PĐNO) : Çamkerten, Çam, Alaçam, Akçam, Karaçam,
Çamlı
ÇINAR (PLANE-TREE, PLATANO): Çınar, Akçınar, Çınaroğlu, Dağçınar, Çınaral
KAMIŞ, ÇUBUK, KÜTÜK (REED, CANE, ROD, LOG):
Kamış, Altinkamış, Çubukçu, Çubukçuoğlu, Kütük, Özkütük, Kütükçüoğlu
COŞ-, COŞKUN (ENTHUSIASTIC):
Coşkun, Coşkuner, Özcoşkun, Ercoşkun, Coşar, Coşkan, Coşkundeniz, Akcoşkun
GÜR (ibranicesi: GUR, ABUNDANT), GÖR (Ladino: AVAR):
Gür, Gürsoy, Gürman, Gürkan, Gürüz, Gürmen, Gürak, Gürakar, Güraçar, Güray, Günay, Gürsu, Gürsay,
Gürsel, Gürdogan, Güraltay, Güreli, Güran, Gürani, Gürbüz, Gürata, Gürzumar, Büyükgürel, Gürelman, Gürel,
Gürelsel, Gürsey, Gürcan, Gürler, Gürlen, Gürsen, Gürelli, Güredin, Gürül, Gürsal, Gürdil, Güroğlu, Gürbüzsel,
Gürsan, Gürtay, Gürvit, Güral, Gürdoğan, Đrmegür, Gürpinar, Gürdal, Gürlesel, Gürkan, Gürtük, Gürkaynak,
Tunagür, Gürtunca, Gürtav, Engür, Gürtan, Gürden, Gürzap, Gürsan, Güres, Güremen, Gürgey, Gürarda,
Gürgen, Gürgöze, Gürtin, Gürtürk, Gör, Güngör, Sezgör, Sezdegör, Görcelioğlu, Görey, Görüney, Gördebil,
Göreç, Öngör, Öngören, Özgörener, Deringör, Gördürür, Avar, Avarkan, Sezavar, Koncavar, Gürkök,
Gürengir, Gürocak, Gürs, Gürsey, Ergür, Erzin, Unugür, Ünügür, Özgür, Yünten, Yönten
ATEŞ (FIRE, FUEGO): Ateş, Ateşoğlu, Ateşim, Ateşmen, Ateştürk, Ateşdağlı
SU, SÜ (WATER, WASSER, AGUA): Çoskunsu, Karasu, Aksu, Göksu, Gürsu, Cansu, Nirsu, Kansu, Arsu,
Vardarsu, Arsu, Subarlas, Ilıcasu, Suberk, Suda, Sualp, Zapsu, Susam, Ongunsu, Yeginsü, Aksü
DENĐZ (SEA, MAR): Denizel, Erdeniz, Denizer, Denizman, Denizhan, Denizli, Denizmen, Đldeniz
GÜNEŞ (SUN, SOLEY, SOL): Güneş, Güneşli, Özgüneş, Sol, Solakoğlu, Solhan, Solman, Solmaz, Soliçikoğlu
DAĞ (BERG, HAR, MOUNTAIN, MONTANA):
Dağlı, Ateşdağlı, Uludağ, Uludağlı, Dağ, Kardağlı, Üstündağ, Dağlar, Bingöldağ, Şardağ, Arıdağ, Demirdağ,
Dağada, Dağıstanlı, Dağdelen, Göldağ, Uğurdağ, Kocadağ, Dağçınar, Akdağ, Ortaçdağ, Erendağ, Dağsöz,
Tümdağ, Yamandağ, Çetindağ, Yalçındağ, Dağyaran, Dağaltı, Kocadağ
GÖK (SKY, HĐMMEL, CĐELO):
Gökçen, Gökmen, Göksu, Göksel, Gökçe, Gökçeli, Gökçeoğlu, Gökalp, Göksu, Gökgöl, Göker, Gökdemir,
Gökçer, Gökbuget, Göksever, Göknil, Gökbilgin, Gök, Gökten, Gökengin, Gökçeer, Göktürk, Özgökçen,
Göksun, Gökkır, Gökgürler, Gökpınar, Gökçay, Göktalay, Gökçeler, Özgökçe, Gökçebay, Gökyar, Göksan,
Gökşin, Göktaş, Göksoy, Gökşinoğlu, Gökkule, Gökel, Göknel, Gökdoğan, Yergök, Gökkibar, Gökyildiz,
Gökbakan
YILDIZ (STAR, ESTER):
Yıldız, Akyıldız, Yıldızman, Yıldıztan, Yıldıztekin, Eryıldız, Yıldızlar, Ayyıldız, Yıldızak, Yıldızıpek
GER (STRETCH):
Ger, German, Germen, Gerçel, Gerçek, Geron, Geren, Telgeren, Dülger, Dülgerbaki, Erbelger, Belger,
Belgerden
DĐNÇ: Dinç, Dinçel, Dinçer, Dinçkök, Dinçmen, Dinçay, Dinçsoy, Dinçsan, Dinçkaya, Başdinç, Dinçgör,
Dinçman, Özdinçer, Atadinç, Birdinç, Erdinçler, Dinçol, Tınç, Tinç, Tiniç, Dindiç
ALP-: Alp, Alptekin, Alper, Alpman, Alpmen, Alpar, Alpsan, Alppay, Alpay, Özalpman, Aralp, Eralp, Kayaalp,
Tekinalp, Alpsoy, Alpkaya, Tunçalp, Hizlialp, Akyüzalp, Arslanalp, Kuneralp, Mutalp, Yıldızalp, Tokalp,
Küçükalp, Timuralp, Onuralp, Ömüralp, Tüzünalp, Demiralp, Sualp, Sarialp, Süalp, Ulualp, Özalp, Özalpaydın,
Yalçınalp, Kuneralp, Uguralp, Yavuzalp, Alparda, Soyalp, Kuntalp, Ülgenalp, Özgenalp, Güneralp, Alpçelebi,
Alperen, Akalp, Akıalp, Kıralp, Cenalp, Alpdoğan, Uzalp, Aydınalp, Alpogan, Yavuzalp, Alpgünay, Alpaslan,
Akıalp, Alpöge, Önüralp, Selçukalp, Türkalp
ÇEVĐK (AGILE, LĐGERO): Çevik, Uluçevik, Çeviker, Çevikkal, Çeviköz, Çevikman, Çokçevik
GÜÇ: (ĐBRANĐCESĐ = OZ, UZAN, STERNGTH, POWER, FUERZA)
Güçer, Gücüyener, Gücüyenen, Gücün, Gücüm, Güçüm, Demigüç, Demirgüç, Erengüç, Güçyılmaz, Uyguç,
Mengüç, Güçkan, Arıgüç, Gücüyetmez
YILMAZ (UNDAUNTED, ĐNTREPĐDO): Güçyılmaz, Gençyılmaz, Özyılmazel, Yılmazer, Yılmazcan, Uluyılmaz,
Şenyılmaz, Yılmazişler, Hiçyılmaz, Yılmaz, Özışıkyılmaz
-ER, ERĐ:
Acuner, Dilber, Dülger, Önder, Önderer, Erbil, Bayer, Erkoç, Ersoy, Küçükersoy, Erkunt, Yararer, Denker,
Paker, Aker, Tamer, Tameroğlu, Tümer, Mater, Tomer, Toner, Taner, Kaner, Ers, Eroğlu, Tutkuner, Baraner,
Atiker, Đnceer, Bezer, Daner, Alev, Alver, Alever, Kunter, Sunter, Germaner, Germener, Kalender, Çeliker,
Dilaver, Er, Erkol, Erkuş, Dönmezer, Erker, Becer, Beceren, Güner, Yukseler, Alper, Narter, Eren, Ertaner,
Diker, Ergin, Beller, Tacer, Tecer, Viter, Ülgener, Erler, Benker, Uzer, Uzeroğlu, Belger, Erbelger, Belgerden,
Ander, Ader, Oder, Erdener, Seber, Kibarer, Besler, Kanter, Filmer, Somer, Soner, Erhat, Deymer, Pasiner,
Sarter, Özer, Marter, Conker, Yiğiter, Yenier, Pasinler, Eröz, Erdemoğlu, Haker, Kuruner, Erbahar, Erim,
Erdal, Erdost, Erdogdu, Üçer, Üster, Đkier, Armaner, Kender, Nomer, Ülger, Diner, Dinler, Geyer, Güçer,
Vuraler, Sander, Ertürk, şeker, User, Kuzer, Sirer, Teker, Eker, Eter, Eriç, Erpamir, Erakay, Ersari, Erakkaya,
Ermaner, Ertek, Ersek, Erseber, Erbaran, Erakman, Eral, Eran, Eranay, Eranil, Erataç, Eratalar, Polater, ilter,
Dümer, Eryalçın, Erbeş, Yetişener, Yükseker, Dörter, Hüner, Ersek, Ader, Yuner, Serbester, Suner, Güneri,
Savaşeri, Taneri, Türkeri, Đşeri, Sueri, Erelçin
ALTIN, SOM, GÜMÜŞ: (GOLD, SĐLBER, SĐLVER, SĐLVA, CASPĐ, ZEHAVĐ)
Altın, Altınkök, Altınbaran, Altınay, Altınbaş, Altınlı, Altınışık, Altındal, Gümüş, Gümüşgerdan, Gümüş,
Gümüşoğlu, Gümüşsu, Gümüştaş, Gümüşlügil, Gümüşkemer, Altınkemer, Som, Somay, Somel, Somer,
Someralp, Somaysoy
TUNÇ, KALAY (BRONZE, TIN) : Tunç, Tuncel, Tuncay, Tuncer, Tunçer, Aktunç, Tunçaslan, Tunçsoy,
Bartunç, Tuncacı, Tunçman, Tunçbil, Öztunç, Tunçcan, Sütunç, Tunçbilek, Tunçalp, Baştunç, Tunçoku,
Tunçtan, Tunç
DEMĐR: (DMR) (BARZEL, -FELD, PELED) Demiralp, Gökdemir, Demirden, Gördemir, Gürdemir, Akdemir,
Aldemir, Alademir, Soydemir, Demirgüç, Demiröz, Demirsay, Demirkök, Demirsoy, Esendemir, Demirkaya,
Demiraslan, Demirağ, Hasdemir, Artemir, Demirtaş, Demirhan, Demiren, Demirkan, Demiraslan, Demiriz,
Demiriş, Demiralp, Demirmen, Demircioğlu, Demirci, Ordemir, Uzundemir, Cindemir, Gündemir, Toydemir,
Demiresen, Demirbağ, Taşdemir, Çiftdemir, Sertdemir, Demirer, Demirhan, Özdemirler, Özdemircan,
Özdemirel, Özdemirer, Özdemirtaş, Demirdelen, Demir, Demirören, Demirçay, Demirelli, Demirsöz,
Demirdaş, Demirdal
ÇELĐK, ÇEL-: (STAHL)
Çelikkol, Çeliker, Çelikel, Çelikman, Çelikmen, Erçel, Çerçel, Gökçel, Arçel, Çelikoğlu, Özçelik, Tamçelik,
Çeliköz, Gerçel, Çelikiz, Çelikkan, Çelikezer, Akçelik, Çelikkaya, Çelikyol, Çelikörs, Soğukçelik, Gülçelik,
Sertçelik, Çeliksoy
GÜVEN (SHALEV): Güven, Güvenir, Güvendiren, Güvengiz, Güventürk, Özgüven, Ergüven, Soyergüven,
Güvengil, Đşgüven, Güvensan, Uluergüven, Güvendik, Güvenç, Güvenirgil
TEKĐN (SHALEV): Tekin, Saftekin, Tekinalp, Gültekin, Yıldıztekin, Alptekin, Dirimtekin, Tuğtekin, Tekindor,
Arığtekin, Ortekin, Öztekin, Biltekin, Özbiltekin, Septekin, Tantekin, Uluğtekin
ÇETĐN: Çetindamar, Özçetin, Çetin, Çetinkaya, Çetinok, Çetiner, Çetinörge, Çetinel, Çetinoğlu, Çetintürk,
Çetinkasap, Pekçetin, Çetindağ, Çetintaş
DUR: Dural, Özdural, Erduran, Duru, Durusoy, Dur, Durul, Dursun, Durukan
DEL: Demirdelen, Yardelen, Dağdelen, Kayadelen, Kardelen, Đrdel, Đrdelp, Erdeler
ACU, ACI (BITTER): Acu, Acun, Acuner, Acunbay, Acuntas, Acunbaş, Acunaş, Özacun, Otacı, Acıman
DÜZ (PLAIN): Düzgit, Düzenli, Gündüz, Düzova, Düzcü, Düzgören, Düzgün, Özgündüz, Atagündüz
KOÇ, KOYUN: Koç, Koçman, Morkoç, Koçibey, Koçkaya, Koyuncu
SERT, SART, ESEN, ESER (HARD, RIGID, BLOW):
Sarter, Sart, Sert, Serter, Sertöz, Sertoğlu, Özsertel, Sertel, Sertelioğlu, Serter, Sertdemir, Sertesen,
Serteser, Esen, Đlkesen, Esentürk, Esendemir, Esendal, Esener, Esenalp, Esenbel, Esensoy, Esgin, Esiner,
Eser
SARP (STEEP): Sarp, Sarpel, Sarper, Sarpman, Sarpkaya
YALÇIN: Yalçın, Yalçınkaya, Akyalçın, Tanyalçın, Eryalçın, Yalçıntaş, Yalçıngöz
YAL(YAR=CLEAVE, DEVEKUT):
Yalman, Yalaman, Yalvaç, Yaltı, Yalgın, Dalay, Talay, Yalter, Yalkı, Yalçı, Yaltırım, Yalın, Yalınes, Yalıntaş,
Yarman, Yalhak, Yarbağ, Yargıcı, Yalbaz, Yardelen, Yargı, Yarsuvat, Yarkutay, Yalıç, Yardım, Yardımcı,
Özyar, Bayar, Sayar

RENK ĐSĐMLĐ
AL, KIZIL (RED, ROTH, RUBY):
Kızıl, Kızılok, Kızılkaya, Kızıltepe, Kızılyar, Kızıltaş, Kızılgül, Kızıldemır, Kızılot
MOR (PURPLE, VIOLET):
Moral, Moran, Mortan, Morgil, Morova, Morçimen, Morel, Morsaloğlu, Moripek, Morda, Moroğlu, Akmoran
SARI (YELLOW):
Sarıoğulları, Sarıoğlu, Sarıtepe, Sarı, Sarıer, Sarılar, Sarıkaya, Sarıaltın, Sarıgöl, Sarıkadıoğlu, Sarıkaya,
Toksarı, Sarıalp, Ersarı
YEŞĐL (GRÜN, GREEN, KHIDR) : Yeşilçay, Yeşilada, Yeşilmen, Yeşil, Yeşilova, Yeşilyurt, Yeşilay
KAHVE (BROWN): Kahveci, Kahvecioglu

YER ĐSĐMLĐ: (WITH PLACE NAMES)


Mısırlı, Mısırlıoğlu, Manisalı, Manisalıoğlu, Balkan, Balkanlı, Kırımlı, Özkırımlı, Kırımsoy, Selanik, Selanikli,
Kavala, Kavalalı, Vidin, Vidinli, Vidinligil, Vidinlioğlu, Cezayirli, Cezayirlioğlu, Adali, Gevgili, Gevgilili, Teselya,
Egeli, Özrodop, Rodoplu, Rodopluman, Borovalı, Tırnovalı, Şamlı, Şamlıoğlu, Vodina, Vodinalı, Topçu,
Kocatopçu, Topçular, Poroy, Kaya, Moralı, Moralıoğlu, Moralıgil, Girit, Giritli, Giritlioğlu, Giritligil, Gönen,
Gönenli, Gönenç, Gönençer, Gönençtürk, Gönöy, Gönensay, Gönensin, Gönenden, Ergönen, Nizipli, Tuzlalı,
Tuzlacı, Malta, Üsküplü, Balikesir, Cebeci, Anafarta, Fındıklı, Manyaslı, Maltepe, Veznikli, Bursalı, Sofyalı,
Sofyalılar, Đnegöllüoğlu, Saruhan, Fas, Faslı, Fesli, Yemenli, Varnali, Üsküdarli, Serez, Serezli, Kesriye,
Kesriyeli, Egeli, Đzmirli, Seyhanli, Aksekili, Kosova, Seyhan, Seyhanli, Mardin, Mardinli, Bartin, Söğütlü,
Söğütlügil, Ergene, Ergeneman, Ergenetürk, Ergenekon, Ergenekan, Ergenemen, Ergeneli, Hendekli
ADA (ISLAND, ADAH = ORNAMENT, SÜS): Ada, Adaman, Adali, Özada, Adan, Dağada, Adaoğlu, Alada,
Yeşilada
KENT (ĐR, MEDĐNA) :
Kent, Kentmen, Birizkent, Akkent, Taşkent, Öztaşkent, Birkent, Yarkent, Kenter, Kirent, Bolkent, Demirkent
VARDAR:
Vardar, Ervardar, Vardarlı, Vardarcı, Vardarlıman, Vardarsu, Vardarsuyu, Özvardar, Özvardarlı, Vardarbaşı,
Vardarman, Vardarlılar
TUNA, DUNA:
Tuna,Tunali, Zorlutuna, Öztuna, Öztunali, Tunalılar, Tunalıgil, Furtuna, Tunaman, Duna, Tunacı, Ertuna,
Tunagür, Tunador, Tunator, Tunakan, Soytuna, Sütuna, Aktuna, Sontuna, Karatuna, Tunaya, Üntuna,
Paktuna
SEL (FLOOD, SELANĐK’Đ DE HATIRLATIYOR, ĐNUNDACĐON, RĐADA):
Gürlesel, Sel, Selcan, Göksel, Seltün, Đlksel, Arsel, Đksel, Đzisel, Atasel, Baransel, Đnsel, Akansel, Baysel,
Selisik, Ulusel, Yonsel, Selçuk, Türesel, Yüksel, Devrimsel, Eryüksel, Gürsel, Güryüksel, Mürseloğlu, Özensel,
Dinsel, Tünsel, Evrensel, Erkansel, Etensel, Đçinsel, Gürensel
KAV (KAVALA’YI HATIRLATIYOR, KAV’Đ=KUVVETLĐ):
Kavi, Kavcı, Kavçın, Kavadar, Kavadarlı, Kavrem, Kavrak, Kavran, Kavak, Kavuk, Eğrikavuk, Kavur, Enkavi
KAY: Tokay, Paşakay, Akay, Akayoğlu, Oskay, Aroskay, Eroskay, Toskay, Akoskay, Voskay, Kaynak,
Boronkay, ilkay, Gökay, Okay, Özokay, Göçkay, Nokay, Kayı, Kayılı, Kayran, Kaynar, Kaytan, Kaymak,
Kaymakçı, Kayar, Rutkay, Kaylan
KAYA-: (TZUR, SELA, NiEL)
Kayaalp, Alpkaya, Kayatan, Kaya, Kayaman, Kayaer, Erkaya, Üstünkaya, Karakaya, Alkaya, Kayalı, Kayalar,
Alpkaya, Girginkaya, Dikkaya, Gümüşkaya, Özkaya, Başkaya, Yelkenkaya, Kayaköy, Kayalıoğlu, Binkaya,
Demirkaya, Sarikaya, Kayalar, Alkaya, Çetinkaya, Billikaya, Kayadan, Kayabaşı, Yaltkaya, Başkaya, Koçkaya,
Kayacık, Kayakurt, Kayalıbay, Kayadelen, Kayalıoğlu, Kayaarası, Kayaoğlu
SAV:
Sav, Gürsav, Save, Saver, Savaş, Savaşkan, Savaşır, Savaşeri, Savaşçın, Savgüç, Savguç, Savcı, Savan,
Savaşman, Kosava, Savatlı, Savur, Savun, Savran
TOP (BALL):
Öztop, Top, Topcu, Topçu, Topbaş, Ertop, Toparlak, Toptaş, Toptan, Toplar, Topkaya, Topoğlu, Karatop,
Topal, Kocatopçu, Kartopu, Nurtopu, Topçubaşı, Topsever, Toplusoy, Toplandı, Topparmak, Topuz
OK (ARROW, FLECHA, MIZRAK):
Okçuoğlu, Ok, Okay, Özokay, Okayer, Erokay, Okman, Kızılok, Okçun, Üçok, Okberk, Özok, Okan, Okumuş,
Okumuşoğlu, Altıok, Altıoklar, Ateşok, Tunçoku, Güçok
KILIÇ (SWORD, ESPADA):
Kılıç, Kılıçel, Kılıçoğlu, Kılıçerlı, Kılıçay, Kılıçlıoğlu, Kılıçcı, Kılınçcı, Kılıçbay, Erkılınçoğlu
LEVENT, AKINCI, SĐPAHĐ, NĐŞANCI, TÜFEKÇĐ vb:
Levent, Levend, Leventer, Leventoğlu, Fişek, Fişekçi, Sipahi, Sipahiler, Akın, Akıncı, Akıncılar, Nişancı,
Tüfekçiman, Tüfenk, Süngü, Süngün, Onbaşı, Onbaşıoğlu, Yüzbaşıoğlu, Çavuşoğlu, Başçavuşoğlu,
Karatopçu, Topçu, Topçuoğlu
-DA, -TA: Bleda, Suda, Arda, Berkarda, Poda, Yuda, Barda, Menda, Erda, Ayda
TAV: Atav, Özatav, Altav, Oktav, Maktav, Eroktav, Tavil, Taviloğlu, Berktav, Tavman, Aktav, Çintav, Gürtav,
Öztav, Güntav
TAY: Kortay, Kuntay, Küntay, Asutay, Toktay, Kırtay, Erkırtay, Tayşi, Taylan, Öztaysi, Canatay, Tayman,
Atay, Altay, Antay, Özatay, Ortay, Taylan, Kutay, Berktay, Gürtay, Ülkütay, Aktay, Üstay, Apatay, Otay,
Polatay, Karatay, Karataylı, Karataylıoğlu, Güntay, Tay, Oraltay, Cantay, Tuntay, Taykurt, Arutay, Bulutay,
Kantay

SESÇE BENZESEN SOYĐSĐMLER:


Aktam, Atam, Eratam, Öktem, Öktemgil, Öktemberk, Öke, Ökte, Ökten, Öktenberk, Öktenoğlu, Ökter,
Öksoy, Öksüzoğlu, Öksüzcü, Yetimoğlu, Suhubi, Esi, Esin, Esinli, Esingüner, Derves, Devres, Ades, Ergunes,
Tanes, Sedes, Edes, Eder, Eden, Edin, Özedincik, Edil, Edis, Ediz, Đdiz, Erez, Özerez, Ezel, Ezer, Ezen,
Kamercan, Kamözüt, Özüt, Ogut, Ogud, Ögüt, Önengüt, Ögütverici, Ögütveren, Öngüt, Öget, Büget, Bigat,
Öget, Övet, Övütmen, Tenolcay, Erolcay, Olcay, Orcay, Olcaysoy, Ulcay, Olcaytu, Olcayto, Seval, Özseven,
Sever, Sevi, Seviğ, Sevil, Selvili, Urasman, Uras, Uraz, As, Asi, Özasi, Us, Uz, Eliuz, Uzman, Uzgören, Öz,
Erus, Usel, Uzel, Uzyel, Eliuz, Özel, Uzer, Uzeroğlu, Güz, Güzel, Güzey, Nayman, Ulunay, Dolunay, Tolu,
Tolunay, Tulunay, Dolun, Tolun, Tolon, Tolan, Kapanli, Sapanli, Sapan, Basan, Saban, Özbasan, Özsaban,
Özsapan, Sabaner, Akbasan, Erdoğdu, Erdoğmuş, Tonsir, Tongsir, Sirman, Alemdar, Alemdaroğlu,
Đncealemdaroğlu, Atiker, Atik, Atok, Atuk, Artuk, Susmus, Susmusoğlu, Çebi, Çelebi, Çelebioğlu, Gezmiş,
Engez, Ender, Enderoğlu, Artunkal, Kalafat, Kalafatoğlu, Avci, Avcioğlu, Doral, Dürüst, Çandar, Çandarli,
Çavdar, Çavlı, Çamlı, Çöl, Kazaz, Kazez, Gazezoğlu, Kazazoğlu, Madra, Madran, Pasiner, Pasinli, Pasinler,
Ertüzün, Tüzüner, Tüzün, Tözüm, Keribar, Kehribar, Onat, Sonat, Donat, Eronat, Arolat, Arulat, Polat, Pulat,
Saver, Saber, Key, Keyder, Keylan, Keysan, Morsaloğlu, Mürseloğlu, Mursaloğlu, Erte, Ertek, Ertegi, Ertegün,
Ertem, Antebi, Entebi, Yazgan, Yazganç, Basyazgan, Alav, Alev, Alever, Alvar, Alver, Yiğit, Üçyiğit, Yiğitalp,
Gökyiğit, Cön, Cöner, Cönerdem, Cönker, Conker, Cönkeroğlu, Cumali, Başcumali, Yelkenkaya, Yelkenci,
Đmren, Đmre, Đmregün, Emre, Güney, Küney, Yunt, Kunt, Kant, Aka, Akant, Türkant, Türkan, Türkkan,
Tamar, Tarmar, Tamur, Tomor, Tarmur, Seğban, Sekban, Özsekban, Korzay, Koral, Korel, Koryürek,
Cankorel, Bali, Balkar, Balkan, Balkanli, Baran, Baraner, Altinbaran, Gülbaran, Talu, Taluy, Uysal, Enuysal,
Pekuysal, Uysaler, Uysalman, Salor, Saltuk, Saltik, Göksaltik, Salman, Hun, Hunca, Akhun, Kor, Korman, Fer,
Ferman, Feridunoğlu, Gör, Görgü, Görgülü, Narin, Pamuk, Özpamuk, Pamukçu, Pamukoğlu, Tarzi, Terzi,
Terzioğlu, Özcan, Peközcan, Özcanoğlu, Erözcan, Dağsöz, Ünlü, Ünlüsoy, Canli, Canlisoy, Sir, Sirel, Sirer,
Sirman, Sirmalı, Silman, Sirmen, Şimşir, Şirvan, Melek, Akmelek, Almelek, Arkon, Bezarkon, Konik, Kanik,
Cebesoy, Cebecik, Fas, Faks, Fansa, Benderli, Benderlioğlu, Deriş, Derviş, Dervişoğlu, Mesci, Mesçi, Mestci,
Mestçi, Mescioğlu, Mesçioğlu, Mestcioğlu, Mestçioğlu, Nart, Narter, Karatay, Karataylioğlu, Akyol, Yolaçar,
Yolum, Yolageldili, Dabak, Tabak, Tabakoğlu, Tünay, Tünayman, Đde, Đdemen, Đrtem, Ertem, Boren, Boran,
Albant, Alkim, Alkin, Alsaç, Saçkan, Fosforoğlu, Oba, Tanoba, Kobal, Çehre, Çehreli, Hürcan, Hürman,
Hüroğlu, Hürbaş, Tanalay, Tanaltay, Erşahin, Şahinli, Şahinoğlu, Sarç, Seral, Seraç, Saraç, Saraçoğlu,
Saraçer, Güngör, Ergüngör, Đyigüngör, Đyigün, Güngören, Đyimen, Đyibaş, Đyitaş, Đsçimen, Đsçimenler, Bahar,
Đlkbahar, Baharoğlu, Beker, Zeybeker, Celep, Ercelep, Yarbağ, Arbağ, Arbağli, Akbağli, Albağli, Akbeğ,
Akbağci, Bağci, Đnselbağ, Dural, Kural, Ural, Urul, Uralcan, Moran, Doran, Boran, Oran, Özoran, Tezoran,
Bodur, Boduroğlu, Görkey, Özgörkey, Otman, Otyam, Otag, Otaci, Edlem, Eldem, Đren, Đrengün, Akkaya,
Akkayagil, Usman, Usmangil, Cümbüş, Cümbüşel, Đncedayi, Özdayi, Dayioğlu, Dayigil, Dayicioğlu, Dai,
Dalyan, Dalyanoğlu, Ekmekçi, Ekmekçioğlu, Acunduk, Avunduk, Avundur, Koşar, Koşaroğlu, Özçer, Çerçi,
Çerçioğlu, Agalday, Ağalday, Büyükol, Emirol, Özemir, Emiroğlu, Kolip, Darip, Enbiyaoğlu, Evliyaoğlu,
Evliyazade, Taskonak, Konakçi, Sabunis, Sabuncu, Sabuncular, Sabunoglu, Sabuncuoglu, Özsabuncuoglu,
Köprülü, Köprülüoglu, Paker, Özpaker, Özpak, Atlas, Barlas, Doguman, Dogusoy, Dogulu, Akdogu,
Doguoglu, Akal, Aral, Özaral, Serdengeçti, Gelirgeçer, Yolageldili, Piyade, Piyale, Kagitçi, Kagitçibasi, Çolak,
Çolakoglu, Aksoy, Eraksoy, Aksoyer, Basat, Basut, Ergin, Erginbas, Ataergin, Bergin, Erginler, Ülergin, Dirim,
Dirimtekin, Dal, Daldal, Altindal, Esendal, Dalokay, Dalkiran, Dalay, Dalar, Dalli, Erdal, Gürdal, Magden,
Magdenli, Kadioglu, Sarikadioglu, Müftüoglu, Mollaoglu, Müezzinoglu, Seyhoglu, Resuloglu, Islamoglu,
Sagun, Atasagun, Zaim, Zaimoglu, Erzaim, Abi, Abaci, Afra, Almas, Elmas, Özelmas, Yildirici, Nemli, Zirh,
Zirhlioglu, Kosal, Kosal, Kosagan, Yöntem, Yöner, Yöney, Yönerman, Yönder, Yenel, Yenal, Yenen, Yener,
Yenerden, Yenerman, Yenersu, Yenercik, Yengi, Yentürk, Yenseni, Yen, Fenik, Sunay, Sonoy, Sanay, Abut,
Batur, Karabatur, Atuk, Batuk, Atakol, Kolay, Sahinbozkir, Sahingiray, Ören, Kuyulu, Koyutürk, Türkölmez,
Türkömer, Gögüs, Gögdün, Sag, Sagman, Sagisman, Abdikoglu, Yakupoglu, Ibrahimiye, Ibrahimzade,
Karaibrahimoglu, Ismailoglu, Talatpasaoglu, Konakçi, Konuk, Konuklar, Konuksever, Konukman, Konukbay,
Konuksay, Yagci, Yagtug, Göle, Göldag, Gölpinarli, Taspinar, Noyan, Nuyan, Alpnoyan, Zor, Zorlu, Zorlukol,
Zorlutuna, Zorluman, Özruso, Öztuzcu, Tuzcu, Külür, Külürbasi, Kutadgu, Kosif, Sifoglu, Babür, Babüroglu,
Evren, Evrenol, Bakay, Parla, Parlaöz, Zafir, Köni, Köner, Könü, Könümen, Könüman, Acim, Çelem, Kuseyri,
Kuseyrioglu, Kuseyiroglu, Reçber, Rençber, Cakcak, Çakçak, Taktak, Mumtas, Mumcu, Mumcuoglu,
Mucuoglu, Sucuoglu, Kertmen, Süar, Süer, Özsüer, Soyugazi, Gazioglu, Zara, Zagra, Zuvin, Zuvarikli, Arikli,
Levin, Nevin, Neciboglu, Necipoglu, Necifoglu, Kazak, Kirgiz, Çeçen, Çeçener, Oguz, Gençoguz, Ataoguz,
Aroguz, Oguzman, Oguzoglu, Oguzlu, Özoguz, Karaoguz, Karauguz, Uguz, Mete, Dagistanli, Hale, Kehale,
Akyürek, Pakyürek, Koryürek, Özkalp, Kavrem, Kademoglu, Sava, Kosava, Kosova, Bati, Batili, Batibay,
Süsoy, Süslü, Ongun, Ungun, Küsefoglu, Kefeli, Ergüder, Öçgüder, Üçgüder, Kayran, Kavran, Davran,
Devran, Kozan, Kozanoglu, Tamel, Temel, Öztemel, Artemel, Sat, Satir, Özkur, Özkun, Kunday, Albant, Aral,
Ural, Erural, Akant, Kant, Kunt, Kont, Kent, Zent, Ortaç, Önortaç, Gönültas, Aydintasbas, Akbiyik, Karabiyik,
Kocabiyik, Kocabiyikoglu, Terem, Korle, Pasin, Pasiner, Pasinli, Çoban, Çobanli, Çobanoglu, Karaca,
Karacaoglu, Özkaraca, Karacabeyli, Gedik, Gedikoglu, Göknel, Köknel, Firat, Özfirat, Yesilfirat, Firatligil,
Akfirat, Korkmaz, Özkorkmaz, Dönmez, Dönmezoglu, Sönme, Sönmez, Sönmezler, Sönmezates,
Sönmezocak, Bingöl, Bingöllü, Sagay, Ulagay, Nogay, Çelenk, Çelen, Bahar, Yesilbahar, Yasalar, Güneyli,
Ogüst, Agustos, Dizdar, Dizdaroglu, Özdoyuran, Sonal, Deger, Degerli, Büyükönder, Özcay, Anafarta,
Anabolu, Laç, Laçin, Laçiner, Burla, Bursin, Iren, Irengün, Kahya, Kahyaoglu, Emilsili, Malki, Maliki, Özkam,
Kamman, Paçaci, Özpaçaci, Paçalioglu, Paçaman, Baç, Abaç, Babaç, Bapçun, Bapçum, Tüfekçiyasar, Yasar,
Yasaroglu, Agirman, Agirdemir, Hekiman, Birhekimoglu, Hekimoglu, Müderrisoglu, Müderrisler, Müderrisgil,
Kalem, Baskalem, Yirmibes, Yirmibesin, Yirmibesoglu, Celasun, Ercelasun, Mer, Mergen, Meriç, Atameriç,
Meriçata, Meriçelli, Karabiber, Büyükkarabiber, Tatarli, Tatarmat, Bük, Bükey, Büktel, Böke, Özdöl, Erdölen,
Dölen, Döler, Dölay, Pamir, Erpamir, Pamirtan, Mazon, Konrat, Kurat, Kazgan, Önge, Koca, Kocatas, Eksigil,
Çeyrekgil, Burdu, Özerdem, Neyzi, Pilen, Bilen, May, Mey, Nalbant, Zobu, Derman, Dermancioglu, Ölç, Ölçer,
Ölçmen, Erölçer, Ölçüm, Kocaölçüm, Hizlan, Hizalan, Alan, Ikiz, Ikis, Ikizler, Iman, Inan, Inanli, Kulin, Kulen,
Uyar, Dogruoglu, Erdogru, Dogruer, Dogruman, Fatura, Tekaüt, Tefe, Tefeci, Gorbon, Yahsioglu, Diriker,
Dirikman, Beriker, Berikman, Lök, Zenginoglu, Zenginobuz, Zengin, Enç, Gönenç, Göyenç, Özenç, Tirmandi,
Tirmandioglu, Tilkicioglu, Ürkün, Kolay, Kalayoglu, Kalaycioglu, Özkalay, Umur, Solak, Solakoglu, Soliçikoglu,
Sohtorik, Yemni, Cural, Kural, Dilek, Erdilek, Duyulmus, Argaç, Olgaç, Olgaçman, Sagirzade, Sagiroglu,
Sagiroglu, Sagman, Sagmanli, Refig, Nakiboglu, Asmaz, Yenisey, Börteçen, Gözüm, Kender, Kenber,
Çarmikli, Berber, Berberoglu, Atlig, Atli, Savatli, Eyüpoglu, Eyüboglu, Cirit, Ciritoglu, Köstem, Ast, Üst,
Çoban, Çobanli, Çobanoglu, Çigdem, Anildi, Anilmis, Adam, Kadam, Benadam, Sungur, Sunguroglu,
Baysungur, Elçioglu, Özelçi, Çikinoglu, Kandir, Atakandir, Öge, Ögeer, Öget, Ögel, Alpöge, Aldikaçti, Gülez,
Oyal, Sedet, Irdel, Irdelp, Ertör, Aytöre, Demirdelen, Yardelen, Dagdelen, Kayadelen, Kardelen, Dönmez,
Erdönmez, Dönmezoglu, Korkmaz, Korkmazer, Özkorkmaz

EV (HEIM): Evci, Evciman, Evcimen, Evinman, Akev, Özev


GÜLER (LAUGH,): Güler, Özgüler, Tangüler, Ergüler, Sengüler, Gülerman, Gülercan, Güleryüz
BULAK: Erbulak, Yaybulak, Akbulak, Albulak, Demirbulak, Onbulak, Dalbudak
KÖSE (BEARDLESS): Köse, Kösemen, Kösebay, Köseoglu, Karaköse, Akköse
IMER: Telimer, Bilimer, Özimer
TUG : Altug, Ertug, Öztug, Tugsel, Aktug, Aktuglu, Aslantug, Tuglu, Tugcu, Tugsuz, Tugay, Tugay,
Tugayoglu, Yagtug, Tugman, Atatug, Tugbay, Tuglay, Tantug, Tugtan, Tugtekin
IPEK (HARAER), IP, IPLIK: Özipek, Ipeker, Ipekçi, Ipekoglu, Ipekel, Akipek, Moripek, Basipek, Iplikçioglu,
Öziplik, Iplikçi, Darip
IZ: Ataizi, Izisel, Izdar, Izel, Idiz, Ediz, Demiriz, Duruiz, Filiz, Çiftfiliz, Meniz, Izer, Öziz, Izerel, Izet, Izibelli,
Izmen, Izli, Izcan, Izber, Iz, Biliz, Kurtiz
MUT: Mut, Muter, Mutman, Mutalp, Mutlu, Mutlugün, Yamut, Mutluay, Mutludogan
BORA: Özborali, Borak, Kocabora, Boran, Bora, Özbora
ÇIL: Çil, Çilli, Erçil, Çiller, Çiloglu, Çilan, Içil, Çilogullari
IN: Insel, Inselel, Inan, Inel, Inelmen, Inselbag, Inbar, Inkaya, Ingeç, Inada, Inci, Inç
-IS-: Dervis, Fis, Ismen, Isbil, Iscil, Akis, Pakis, Berkis, Isman, Iskin, Girisken, Anis, Isgüven, Issever,
Demiris, Isseven, Beris, Isbecer, Yakis, Isgör, Özis, Tezis, Dezis, Eris
ÇELEBI: Çelebioglu, Akçelebi, Çelebi, Çelebican, Bayçelebi, Çeleboglu, Alpçelebi
DIL : Dilhun, Zadil, Özdil, Idil, Dilemre, Dilman, Akdil, Midil
GIZ (RAZ): Giz, Gizel, Elgiz, Tingiz, Tengizman, Dengiz
IL: Ilel, Ilhan, Ileri, Ilter, Ilgi, Ilbay, Ilgaz, Ildem, Ilmen, Ilman, Göçgil, Nil, Karanfil, Tavil, Serpil
HAK: Haker, Hakses, Hakman, Haksever, Hakmen
-EL (ISRA-EL): Özyilmazel, Cümbüsel, Yararel, Sasmazel, Arel, Uzel, Denizel, Tükel, Türkel, Eliyesil, Keskinel,
Tamel, Temizel, Tüzel, Tuzel, Elbeyli
UÇ/ÜÇ (FLY, THREE): Uçansu, Uçuran, Uçman, Uçarer, Uçaroglu, Uçak, Uçtum, Uçal, Üçer, Üçok
ALA: Alabora, Alagöz, Alacakaptan, Bala, Alam
ÜN: Yurdaün, Ünalan, Ünal, Ün, Üngün
GÜL, OVA, DUR, YEN, AL-, -TRAK, KAL-, SIR, SIN, -ANT, -YÜZ-, -KANT, KUS, KILIÇ-, TAV-, -ELI, DIK-, -YOL,
ACI, -EV, -LA, BAG, YESIL, IÇ, -AÇ, -AT-, TÜR, DER, AS, ÖN, ÜN-, ÖR-, GÜVEN, CAN, LI, SAF, ES, SAV, SEV-
sikça rastlanan diger eklerdir.SABATAYCI ĐSĐMLERSabetaycıların iki isim taşıdıklarını yazmıştım, yazanlar var.
Bunun sebebi pek bilinmiyor ; nedeni Yahudi geleneği olmasıdır. Yahudilerin bir ismine şemi hakodeş
deniyor. Anlamı kutsal isim demektir.
Şem: Đsim
Ha: Đbranicede belirten anlamı var yani Đngilizcedeki the, Fransızcadaki le, la gibi
Kodeş : Kutsal
Diğer isime ise kinnui deniyor. Buna Yahudi olmayan ya da seküler isim deniyor.
Bir Yahudi, mutlaka kutsal bir isim taşıyor ve bulunduğu ülkeye göre ikinci bir isim alıyor. Đkinci isim inanca
göre bir "duy" isimi, diğer isim ise batıni (ezoterik, içerik) anlamı var. Bunun kaynağı Mısır’daki Hermes’in
öğretisidir.
Diasporadaki Yahudiler, örneğin Osmanlıda yaşıyorlarsa bu kinnui ismi Arapçadan seçmişler, cumhuriyetle
birlikte bu isim Türkçülük çağıracak isimlerden seçilmiş. Altemur, Cengiz vs. ABD’de yaşayanlar da Đngilizce
kinnui isim seçiyorlar. Orada bu isime "gentile " yani Yahudi olmayan, isim deniyor.
Öldürülen Üzeyir Garih’in büyük olasılıkla bir "kutsal ismi" daha olması gerekir. Kendi aralarında bu isimle
çağırıyorlar zaten.

Yahudi inancına göre isim çok önemli. Birincisi, ismin çocuğun kaderi, kişiliği, hayatı üzerinde çok tekili
olacağına inanılıyor ve isimlerin hiç birisi rastgele seçilmiyor. Đkincisi, seçilen isimler asla kaybetmedikleri
soyağaçlarını takip etmede, soyu bulmada, soyu anlama çok önemli. Đnternet’te siteler var ve soyadından
size soyağacını çıkarabiliyor. Bir Yahudi veya Sabetaycı asla soyağacını kaybetmez. Aradan yüzlerce yıl geçse
de hangi bölgedeki, hangi kabileden geldiğini kaybetmez.
Bu isimlerin ilk çıkışı Yaakov'un Rahel ve Leada'dan olan ve 12 Kabilenin isimlerini taşıyan çocuklarının
isimleridir.Ruben (Rubi, Robi, Bakın bir oğul)
Simeon (Duyma)
Levi (Bağlanma)
Dan (Dani, Daniel, Hükmetti, Adalet)
Naftali (Nafi, Benim güreşim)
Gad (Uğurlu)
Aşer (Mutlu)
Yisahar (Satın Alınmış)
Zebulun (Đkamet eden)
Yosef (Josi, Jef, Jerfi, Jozef, Yusuf, Jeri, toplasın, arttırsın)
Binyamin (Sağ Kolum)

Yahudi geleneklerine göre çocuklara şu kuralla isim konulur :

Đlk erkek çocuğa baba dedesinin ismi,


Đkinci erkek çocuğa anne dedesinin ismi,
Đlk kız çocuğa babaannesin ismi,
Đkinci kız çocuğa anneannesin ismi,
Üçüncü erkek çocuğa amcasının ismi,
Üçüncü kız çocuğa halasının ismi,
Dördüncü erkek çocuğa dayısının ismi,
Dördüncü kız çocuğa teyzesinin ismi veriliyor.
Üzeyir Garih’in babasının ismi Üzeyir Ezra Garih’miş. Dedesinin isminin de Üzeyir olduğu söyleniyor. Demek
ki, babası da , öldürülen oğlu da ilk erkek çocuklar ve Üzeyir ismi böylece devam ediyor. Üzeyir, bir "kinnui"
isimdir ve nüfusunda olsun, olmasın mutlaka bir şemhakodeşi vardır.

Ezra, Kohen kabilesinden bir peygamberin ismidir. M.Ö 5. Yy’de Yahudileri Babil’den Yeruşalem’e getiren kişi.
Ezra, Moşe Rabenau’nun öğretisini kaleme alan kişi ve Yahudilikte büyük bir değer taşıyor, Tora bilgisi
uzmanı kabul ediliyor.

Yahudilikte isimlerin önemi Adem’in önce hayvanlara sonra Havva’ya isim koymasından başlıyor. Kişinin
durumunda önemli bir değişiklik olduğunda ismi de değişebiliyor. Örneğin, ciddi bir hastalığa yakalanmış
çocuğun iyileşmesi durumunda ona Hayim(Hayat) , Vitali (Hayat) Rofe (Hekim) , Rafael (Allah onu iyi
edecek) vs gibi isimler verilebiliyor. Hatta hasteyken, ölüm meleğini şaşırtmak için de bu isimler verilebiliyor.
Bir insanın isminin değişmesinin onun kaderini etkileyen dört şeyden biri (diğerleri hayırseverlik, dua, ve
davranışlarını değiştirmek) kabul ediliyor.

Erkek çocuklarına isim sünnetinde, kızlara ise ilk Tora okunduğunda konuyor. Đsim konusu o kadar önemliki,
pek çok isim uzmanı ve pek isim hakkında kitap, site vs var.

Bu isimlerin dediğim gibi hem dini yönü var hem de soylarını bulmak açısından çok önemli. O yüzden isim
anlam/köken/ kaynaklandığı yer konusunda çalışan pek çok uzman var.

Ayrıca isimlerin daha pek çok açıdan incelenecek yönü var. Örneğin, isim seçimlerinin nasıl olduğu, aileden,
yaşanan bölgeden, Tevrat’tan, ses benzeşimleri, harf değişilikleri, gematriya yani bir kelimeyi oluşturan
harflerin sayısal toplamı ve dolayısıyla kutsal sayılara ulaşan isimler) vs var. Bunun dışında bilhassa Kabalacı
oldukkarı için Sabetaycılarda bunlara ilaveten Notarya, yani bir sözcüğün harfleriyle yeni sözcükler elde
edilmesi. Örneğin ayak sözcüğünün harfleriyle kaya da elde edilebilmesi ve bu elde edilen yeni sözcüğün
Đbranice ve/veya Ladino dilinde kutsal, mistik anlamları olması ya da temurya, yani sözcüğün içindeki iki
harfin yer değiştirmesiyle yeni bir sözcük elde edilmesi. Örneğin, gökyüzü sözcüğünde k ile z’yi
değiştirdiğimizde oryaya çıkan gözyükü sözcüğünün yine bir kutsal, mistik anlamı olması gibi bir şey çok
yaygın. Sabetaycıların isim seçimleri başlıbaşına bir büyük araştırma konusu. Daha pek çok kıstasları var isim
seçmekte.

Gökyüzü --------------------------------------------------------------------------------------------------

KIRMIZI
"...It is interesting to note that this hierarchy is syncretistic, that is, composite, taken from different sources
and built up into a unity. Seraphim and Cherubim are from the Hebrew. This plural word Seraphim comes
from a Hebrew root meaning to "burn with fire," hence, to be inflamed with love. Cherubim is a curious
word, but scholars generally think that it means "forms." The Seraphim are mystically believed to be red in
color, and the Cherubim dark blue. The Thrones, the Dominations, the Virtues, the Powers, the
Principalities, are all taken from the Christian teachings of Paul in the Epistles, Ephesians 1:21, and
Colossians 1:16, and are distinctly mystic. The two last, the Archangels and the Angels, are not at all
Christian in their origin, but are derived in indirect and tortuous descent from the ancient Greek and Asiatic -
- especially old Persian -- system of thought which recognized messengers or ministers or transmitters
between man and the spiritual world; the Greek word angelos (angel) originally meant "messenger," and
the highest type of these were called Archangels, or Angels of the highest
degree..."http://www.theosociety.org/pasadena/fund/fund-7.htm

Mistik olarak Separdim'in 'kırmızı' olduğu inancı var.


Yazınızda belirttiğiniz içerik dahilinde herhangi bir anlam ifade eder mi bilmiyorum.A.H. --------------------------
----------------------------------------------------------------------------
SEFARAD=ĐSPANYA
Çok teşekkür ederim, bu çok yararlı bilgi benim için. Sezgim doğruymus. Sefarad (Ibranicesi Sefardi, çoğulu
Sefardim) Đbranice Đspanya demek. Bu zahiri anlamı demek. Mistik olarak da kırmızıysa eğer, Orhan Pamuk,
Benim Adım Sefardim, Benim Adım Đspanya demek istiyor olabilir. Birincisi, kökenini kastediyor olabilir.
Đkincisi ve daha aklıma yatanı Orhan Pamuk'un sem hakodesi yani kutsal ismi, cemaat içinde kullanılan ismi
bu olabilir.

Böyle "oyunları" çok seviyorlar. Bu inançlarından geliyor zaten. Yalçın Küçük, Vitali Hakko'nun kitabının ismi
olan "Hayatım Vakko"nun aynı zamanda Vitali Hakko anlamına geldiğini çözmüştü. Yani adam kendi ismini
kitaba veriyor. Vitali Hakko = Hayatım Vakko

Sefarad’ın Đspanya demek olduğu gibi Eşkenaz da Đbranice Almanya demek. Eşkenazi de Almanya Yahudicesi
olarak biliniyor. Konuştukları dile de Yidiş dili deniyor. Dünyadaki Yahudilerin %80’i Eşkenazi. Seferadlara
göre daha katı, daha tutucular. Dışarıya açıkça söylenmese de, Eşkenaziler Seferadları küçümsüyorlar.
Seferadların esmerliği (Araplara atfen) bir küçümseme niteliği, Eşkenazilerin büyük çoğunluğu açık tenli.

Osmanlıya gelen Yahudiler Seferad, ancak Seferadların engizisyondan kaçıp Osmanlı topraklarına
gelmelerinden önce de Eşkenaziler var. Bizdeki Yahudilerin de tümü Seferad değil zaten.

Sinagogları farklı ve normalde mezarlıkları da farklı, ancak bazı durumlarda birbirlerinin mezarlıklarına da
gömülebiliyorlar. ODTÜ’de öğretim üyesi , çok değerli bir felsefeci olan Teo Grünberg mesela Eşkenazidir.
ABD’de idam edilen Rosenbergler de öyle.

Seferadlar, Đspanya'daki Endülüs-Emevi egemenliği nedeniyle Arap kültürüne yakındırlar. Konuştukları dile
kendileri Judeo-Espanyol diyorlar. Đspanyolca, Đbranice, Arapça karışımı. Đspanyolca'nın da arkaik bir biçimi.

GökyüzüYALÇIN KÜÇÜK'TEN ORHAN PAMUK 'A AĞIR SUÇLAMALARGeçtiğimiz günlerde tarihçi Reşat Ekrem
Koçu’nun ‘alkolik ve eşcinsel’ olduğu yolundaki açıklamalarından ötürü Prof. Dr. Semavi Eyice’den büyük
tepki gören Orhan Pamuk’a, Prof. Dr. Yalçın Küçük’ten de ağır eleştiriler geldi. “Kar” adlı romanında
Mevlana’ya ağır eleştirilerde bulunan Pamuk’la ilgili, ünlü yazar Yalçın Küçük’ün kısa süre önce yayımlanan
Şebeke adlı kitabı, edebiyat dünyasını sarsacak nitelikte, son derece ilginç argümanlar içeriyor.
Bilindiği gibi Orhan Pamuk’un “En renkli ve en iyimser romanım.”, dediği “Benim Adım Kırmızı”, 1591 yılında,
yani III. Murat döneminde, Đstanbul’da karlı dokuz kış gününde geçiyor. ‘Benim Adım Kırmızı’, ilk bakışta,
herkesin kendi sesiyle konuştuğu, ölülerin, eşyaların dillendiği, ölüm, sanat, aşk, evlilik üzerine bir kitap gibi
gözüküyor. Oysa Yalçın Küçük’e göre durum son derece farklıdır. Küçük, Orhan Pamuk’un kitabını analiz
edebilmek için, Đbranice öğrenmeye başlamıştır, zira, ‘Benim Adım Kırmızı’ tamamıyla bir tür Yahudi
mistisizmi olan Kabalistik Sabetaycılık’ın etkisiyle yazılmıştır ve Pamuk’un bu kadar popüler ve ünlü olmasının
ardında, Sabetaycı kimliği yatmaktadır: “Yahudi mistisizmi, Kabala ve bunu ayrı bir din olarak geliştiren
Sabetayizm’de, ölümden sonra yaşam, eskatoloji, çok güçlü bir külttür ve bu, Pamuk’un incelediğim iki
kitabında da nerede ise temel anlatım olmaktadır.’ (Şebeke, sf. 37)
Kitabın isminin ‘Benim Adım Kırmızı’ olması tamamıyla bir Yahudi manifestosudur. Zira romandaki hikayenin
geçtiği III. Murat döneminde, ekonomik güçlüklerin baş gösterdiği bir sırada Yahudi bir kadının 40.000 duka
değerinde bir elmas takıp gezmesinin yarattığı büyük tepki üzerine Sultan, 27 Nisan tarihli bir fermanla
Yahudilerin bundan böyle kırmızı bir şapka giymelerini emreder. ‘Üçüncü Murat dönemiyle ilgili bir roman
yazma iddiasındaki bir kimsenin Murat’ın bu çok yankı yapan icraatını bilmediğini düşünmek çok zordur. Bu
ayrı, Lizi Behmoras’a “Yahudilerle birlikte büyüdüm.” diyen ve yurtdışında “Sen Yahudi misin?” ve yurt içinde
“Sen Selanikli misin” sorularıyla pek sık karşılaştığını açıklayan birisinin de Yahudi tarihinin bu çok kaba
olayını bilmemesi imkansızdır.’ (Şebeke, sf. 41)
“Bu nedenle Pamuk’un bu kitabını görenlerin, kitabın içindeki kısa ve hiç anlaşılmayan ‘Benim Adım Kırmızı’
bölümünü açıp, ‘Kırmızı olmaktan mutluyum! Đçim yanıyor, kuvvetliyim, fark edildiğimi biliyorum, bana karşı
koyamadığınızı da.’ veya bunun arkasından ‘Ohh ne güzel kırmızı olmak.’ cümlelerini birer dinsel metin
tarzında okuduklarını tahmin edebiliyoruz. Pamuk’u bir dinsel metin olarak saymak verimlidir.” (Şebeke, sf.
43)
Yalçın Küçük’e göre, Pamuk’un romanının önce Đbraniceye çevrilmesi ve Yahudi Ansiklopedisi Yayınevi
tarafından basılması da rastlantı değildir. Küçük’e göre Pamuk, Türkiye’nin en çok okunan yazarı değil,
aksine hiç okunmayan belki de tek yazarıdır. Küçük şöyle diyor: “Bu kitabı yazmak için zorla ve zorlanarak
okuduğum iki kitabından çıkardığım sonuç; Pamuk, Türkiye nüfusu içinde yazar olacak en son birkaç kişiden
birisidir. Türkiye’de hiç okuyucusu yoktur.” Küçük, diğer taraftan Orhan Pamuk’un ‘ben yarattım’ dediği
pekçok yerde, Yahudi rivayetlerini okuyucusuna ‘kaktığı’ sonucuna varıyor. Örneğin romanın
kahramanlarından Ester, Pamuk’un yarattığı bir karakter değil, Yahudi Ansiklopedisi’nde geniş yer ayrılan
gerçek bir kişidir. Küçük, kitapta kullanılan isimlerin de tamamıyla Đbrani literatüründe karşılıklarının
olduğunu iddia ediyor. Kitabın 113. sayfasında ise Pamuk’un, Güncel Yayıncılık tarafından Ocak 1996’da
yayımlanan Fuad Carım çevirisi “Pedro’nun Zorunlu Đstanbul Seyahati” adlı kitaptan yaptığını iddia ettiği
intihaller bulunuyor ki bir yazar için en ağır itham herhalde bu olmalı.
Peki Orhan Pamuk bu iddialara ne diyor? Telefonla görüştüğümüz Pamuk, Yalçın Küçük’ün kitabını
okumadığını, iddialara cevap vermeyeceğini, bu tartışmalara girmeyeceğini söyledi.
Aydoğan Vatandaş 24.05.2002 -ZAMANT&D FORUMUNDAN BĐR AKTARMA
Sayin Berktay,
Foruma hoşgeldiniz demeye fırsat kalmadan, hemen birilerini itham ederek başlamanız hoş olmadı. Şahsen
hiçbirisini tanımasam da, okuduklarımdan anladığım kadarıyla, burada yazan arkadaşların çoğu -ben hariç-
eğitim seviyeleri yüksek insanlar. Toptan herkesi sabataycılık araştırmalarında "bilimsellik"ten uzak olmakla
suçlamak biraz haksızlık oluyor. Sabataycılık gibi gayet önemli bir konunun Türkiye'de akademik olarak
araştırılması gerekirdi, ama yapılmadı. Niye? Çünkü bütün yüksek eğitim kurumları da onların ellerinde.
Temelinde gizlenmek yatan bu cemaatin kendi elleriyle açığa çıkarılmasını beklemek safdillik olur. Bu
takdirde tarihin esrarlı bir perdesini aralamak birtakım amatör araştırmacılara kalıyor. Başta Gökyüzü olmak
üzere bu mevzu ile alâkalı araştırma yapanların çalışmaları bence takdire değer.
Soyadınızın -eğer müstear değilse- Berk'li oluşundan ve bu kelimeyle sabataycilik arasında ilgi kurulmasından
dolayı hassas olmanızı anlayışla karşılıyorum. Berktay soyadı taşımak illâ sabataycı olmak demek değildir.
Sabaytaycı da olabilirsiniz, bu da kötü birşey değildir, hattâ daha bilimsel katkılarda bulunmanız açısından
memnuniyet verici olurdu. Yanlış olan, aslını gizleyip başka bir kimlikle görünmek.
Berk/berg kelimesine gelince: Her ne kadar günlük konuşma ve yazi dilinde pek kullanılmasa da, lûgatların
bir yerinde, şimdi kimsenin anlayamadığı şiirlerin bir mısraında Türkçe karşılığına tesadüf edilebilir. Đyi de
Allah aşkına Berker, Berger, Berkman, Berkarda, Berkan, Berkand, Berkant, Berktan, Erberk, Sanberk gibi
kelimelerin Türkçe anlamı var mı? Ama yabancı dillerde pekâlâ karşılıkları mevcut. Goldberg, Spielberg
Batı'da Yahudiler'in sıkca kullandıkları soyadları içindedir. Değerli musevi karikatüristimiz Đzel Rozental'in
soyadı Türkçe olmayıp Almanca'da Güller Vadisi demek. Anadolu'da halk Birand veya Brant kelimesinden ne
anlar? Amma bir Alman'a musevi asıllı olduğu söylenen eski şansölye Willy Brandt'ı çağrıştırır. Hâkezâ
bilhassa sabataycılar tarafından soyisim olarak kullanılan şu kelimerin Türkçe ile ne alâkası var;
Kermen, Binay, Alisbah, Akerman, Akerson, Çerman, Baransel, Perin, Ekemen, Kulin, Öymen, Parman,
Sirman, Surman, Taylan, Tokar, Vardarman, Yalman, Erkman, Somersan, Gökart, Etan, Etiman, Erhat,
Đsvan, Azra, Sander, Yükman, Zival, Yeker, Dilmen, Oşan, Akıman, Arsel, Çelem, Osmay, Đnsel, Dorman,
Dormen, Nasman, Ediş, Türkand, Deriş, Tarıman, Perk, Beriker, Bayal, Başık, Bayru, Alpay, Tavman,
Sagular, Alanson vs.
Fonetik olarak Türkçe'ye benziyorlar, tamam. Hattâ hecelere bölseniz ayrı-ayrı Türkçe mânâları da var. Fakat
tamlama olarak bir mânâ ifade etmiyorlar. Bu ve benzeri kelimelerin kulağımıza türkçeymiş gibi çınlamasına
dayanarak "biz Türk'üz" diyorlar, taşıdığı gizli ve sembolük anlamları dolayısıyla da birbirlerini tanıyorlar.
Sabataycılık konusu bir muammâdır ve araştırma yolunda önümüzde aşılması gereken çok "dağ"lar var.
Foruma hoşgeldiniz sayın Berktay.Aman filitire aman sansör ey gaaziler!Aziz kaariilerim bilürsünüz ki ben
şahsan bizzat kendim olarak, kuşluktan sehere kadar tilevizyon seyredüben bilahire “vay efendim felan
pırokıram şöyle, fülanca böyle” mealinde mekaale tahrir eden takımından değilimdir; lâkin şaşurmayınız,
bugünkü mekaale-i müfîdem bu hususlara dairdir.
“Bir kısım mediya” diye tâbir olunan nâşir-i efkâr heyetinin mârifetleri mâlumunuzdur. Serlevha üzerine iffeti
meşkûk, eski zemanlarda mahalle muhtarından eyihal kâğıdı almaları dahi mübhem birtakım fecerenin
cıbıldak resimlerini basuben altına “felanca manken mahbûbunu terk eyledi... fişmekân muganniye feşmekân
erkeğe benzemedikle felân mahalde görüldü” kabilinden abuk-sabuk şeyler yazarlar. Arka sahifelerinde
münasebet alsın-almasın yine bir üryan hatun fotogırafisi neşredüb, “kilo aldı..., cep tilefonunu kayıbetti...,
kedisi evden firar etti...” deyu garipliklerden bahs iderler. Haydi deyelim ki bunların ahali nezdinde gördüğü
itibar, cem’an bir milyon civarında bir rakkamdan ibarettir fekat ey ihvân-ı güzin, bu herifler aynı zemanda
tilevizyon neşriyatına dahi germî vererek hemen her hânede zoraki mihmân olayorlar. Bin türlü men’iyyat,
binbir türlü kepâzelik. Çenesi düşük bir kısım ihtiyarlar gibi ortalığa düşüp, “nedir bu rezalet, ahlâk kalmadı”
diye sızlanan takımına iltihak etmekten içtinâb eylerim fekat işte şoracığa derc edeyorum; tehdid ciddidir:
Mazbut bir aile reisinin tilevizyon denilen menhus cihazı bir kerre evden içeri aldıktan sonra çoluğunun
çocuğunun terbiyesine hâkim ve müdahil olabilmesi ihtimâli yoktur. Zira ey azizler bu bir kısım tilevizyonlar
resmen ve alenen necib milletimizin huyunu, ahlâkını, an’anesini ve tarz-ı hayatını kendi menfaatleri
istikaametinde tebdil itmek içün olmadık rezilliklere müracaat edeyorlar. Aman dikkat, aman dikkat!
Bazen bizzat kendi kendime düşünürdüm, “Yahu Recai, bu tilevizyonları tesis edüb pırokıram yapan zevatın
çoluğu-çocuğu, ailesi veyahut kim muhafazaya değer buldukları bir kısım kıymet hükümleri yok mudur ki
cemiyetin ahlâk civatalarını yalama itmek içün bu derece aşk ü şevk ile neşriyatta bulunayorlar? Bir insan
nasıl olur da mensub bulunduğu cemiyete karşı bu kadar fenalık irtikâb ider” deyû içimden geçerdi de bir
cevab bulamazdım. Vakıa öteden beri, “Farmasonlar, komonistler, dönmeler Türk milletinin ahlâkını ifsâd
içün senelerden beri sinsi bir fealiyet içindedir” şeklinde yazub çizen bazı zümreler var idiyse şahsan bana
pek mâkul görünmez idi. Geçenlerde bir emekli pırofösür bu mevzuda, “Şebeke” nâmıyla bir kitap yazmış.
Bilürsünüz ben bizzat okunmaya sezâ birkaç kitab haricinde neşriyat takiyb itmem; netekim mevzuubahs
edilen kitabı da henüz görmüş değilim.
Yatsudan sonra mahalle mescidini ihyâ derneğinin içtimaı vardı. Oradan dağıldıktan ba’da Şükrü’nün çay
ocağında bir teşehhüd miktarı duraklayıp birer limonlu çay içelim denildi. O esnada tilevizyondan gördüm. Bu
pırofösür Yalçın Bey deyor ki, “Türkiya’da dönmeler, yani Sabetayist camiaya mensup bulunanların hepisi
değil fekat bir kısımı siyasetten matbuat âlemine, ticaretten senayiye su başlarını tutub bir “Şebeke” teşkil
etmişler imiş; kendilerinden veyahut kim kendilerine yakın olan insanlardan başkasına fursat vermeyeye
çalışub geriden geriye melmekete istikaamet verir imişler. Bahusus bir kısım kazata ve tilevizyonlarda dahi
bunların gaayet faal mensupları her daim kilit yerlerde bulunup, öteden beri şekvâ ettiğimiz gariplikleri
teşviyk ile milletin ahlâkını ifsâda yeltenirler imiş!
Ba ba ba ba; bakınız ekl olunan nâneye! Böyle dedikoduları hep eşitiriz fekat bu defa aklıma yatar gibi oldu;
zira adam hayli mâkul şeyler söyleyor ve müdellel konuşayor idi. Vâkıa vaktiyle Mehmed Şevket Eygi
beyefendinin bu güruh hakkında kaleme aldığı bir kitabını görmüş ve haylice okumuş idim, lâkin kazata
yazılarından mürekkep olduğu ve dahi sıkça mükerrer ifadeler geçtiği içün şöyle enine-boyuna bir kanaat
sahibi olmak mümkin olmadı idi. Orada okuduklarımla Yalçın Beğden dinlediklerim ekser itibariyle birbirine
denk düşücek vahâmeti fark ettim. Demek ki iş ciddidir ve bu fitne-fesat neşriyatının ardında temamen
değilse bile kısmen bu güruh vardır.
Ee, n’aapacağız ey yârenler? Bu bir kısım mediyanın elinden gelse Türkiya’da mazbut aile bünyesini yıkub,
kız evlatlarımızı evvelâ şarkıcı-manken nâmıyla ortalığa düşürüp tefessüh ettirecekler, erkek evlâtlarımızı ise
“cinsî sapıklık heç de fena bir şey değildir netekim” terânesiyle soyumuzu-sulbümüzü kurutup cemiyetimizi
“iffet” nokta-i nazarından on paralık hale getirecekler.
Tehlike büyüktür aziz dâvâ ve silah arkadaşlarım; şimdilik yapabileceğimiz en eyi çare müdafaa düzenine
geçerek bu kabil neşriyat hakkında evde sıkı bir “filitire” tatbikatına müracaat eylemektir. Sansör ise sansör
bilader! “Çocuklara karşı anlayışlı olunuz; onları sık sık ruhiyat hekimine götürünüz, fazlaca sert
davranmayınız” yollu terânelerin maksadı artık anlaşılayor.
Taarruz pek şedid, cephe pek geniş, düşman pek kavîdir fekat biz Türkler, pıçak kemiğe dayandığında
âdetimizdir; şâhâne müdafaa yaparız. Đmdi zeman teyakkuz ve müdafaa zamanıdır. Aman evlatlarınıza eyi
sahip çıkınız ey ihvânlar; bunların derdi dâvâsı mevcudun sulbünü münkariz hale getirüb ahlâkını ifsâd ile
milli mukavemetimizi “yumuşatmak”tır!
Yumuşamayacağız bire! Aman filitire ve sansör meselesine kemâl-i ciddiyetle devam ediniz ey azizler;
mesele, resmen ve alenen nesli, ırzı ve aile nizamını elakadar itmektedir.
Vakıa ihtiyacınız yoktur fekat yine de cümlenizi müteyakkız bulunmaya dâvet ederim vesselâm!
Recai Güllapdan 02.06.2002S A B A T A Y L I S T
Türkiye’de Sabatay Sevi’nin târikatına bağlı yüzbinlerce insan yaşamaktadır. Bunlar tarihte ve günümüzde
hâdiselerin gelişmesinde önemli rol oynayan çok tesirli bir güç teşkil ediyorlar. Gizli bir cemaat oldukları için
kimliklerini ortaya çıkarmak oldukça zor olmakla beraber zamanla yapılmış bazı ifşaatlar, olaylar karşısındaki
tutum ve davranışları, mevki ve ünvanlari ile kullandıkları tipik isimler bize bâzı ipuçları verebiliyor. Bu şekilde
deşifre olan yüzlercesinin arasından, kamuoyunun tanıdığı sabatayist isimleri aşağıda sunuyoruz. Bu bir “kara
liste” değildir. Onları kimliklerinden ötürü yargılıyor da değiliz. Antisemitizm yapmak gibi bir niyetimiz asla
yoktur. Maksadımız sadece gerçeklerin gün ışığına çıkarılması ve insanların hakiki kimliklerini saklamadan
rahatça yaşabilecekleri bir toplum oluşmasına katkı sağlamaktır. Bu listeyi uzatmak mümkündür, zaten ileride
onu da yapacağız. Bu konuda araştırması olanların yardımlarını bekliyoruz.SĐYÂSĐLER
 Rahşan Ecevit
 Đsmail Cem
 Tansu Çiller
 Şükrü Sina Gürel
 Ercan Karakaş
 Bülent Tanla
 Coşkun Kırca
 Kemal Derviş
 Câvid Bey
 Nuri Conker
 Ahmet Đsvan
 Osman Kibar
 Hayrettin Erkmen
 Turan Güneş
 Sebâti Ataman
 Emre Gönensay
 Naim Talû
 Salih Bozok
 Aka Gündüz
 Turhan Kapanlı
 Mithad Şükrü Bleda
 Sümer Oral
 Ali Dinçer
 Ekrem Alican
 Cem Kozlu
 Fatin Rüştü Zorlu
 Sabiha Sertel
 Ş. Hüsnü Değmer
 Kıbrıslı Kâmil Paşa
 Ahmed Vefik Paşa
 Faik Nüzhet
 Tayyibe Gülek
 SĐNEMA-TĐYATRO
 Haldun Dormen
 Hulûsi Kentmen
 Ayhan Işık
 Kenan Işık
 Aziz Rutkay
 Doğa Rutkay
 Aziz Basmacı
 Yıldız Kenter
 Müşfik Kenter
 Leyla Gencer
 Halûk Bilginer
 Memduh Yükman
 TELEVĐZYON
 Ali Kırca
 Ali Baransel
 M. Ali Birand
 Murat Birsel
 Deniz Arman

 BÜROKRASĐ
 Gazi Erçel
 Metin Yalman
 Osman Olcay
 Osman Kulin
 Sadun Terem
 Kaya Toperi
 Gaazi Yaşargil
 S. Kâni Đrtem
 Onur Öymen
 Özdem Sanberk
 Hüseyin Poroy

 GAZETECĐLER
 Güneri Civaoğlu
 Cüneyt Arcayürek
 Ahmed Emin Yalman
 Nazlı Ilıcak
 Cengiz Çandar
 Canan Barlas
 Altan Öymen
 Örsan Öymen
 Abdi Đpekçi
 Nail Güreli
 Güngör Mengi
 Yusuf Ziya Ortaç
 Ali Sirmen
 Aydin Emeç
 Çetin Emeç
 Ülkü Arman
 Sedat Simâvî
 Erol Simâvî
 Ali Nâci Karacan
 Nadir Nâdi Abalıoğlu
 Yunus Nâdi Abalıoğlu
 Ali Gevgilli
 Ruhat Mengi
 Leyla Umar
 Đlker Sarıer
 Hasan Tahsin
 Murat Birsel
 Fazlı Necib
 Necmi Tanyolaç
 Yılmaz Çetiner

 EĞLENCE
 Sezen Aksu
 Nilüfer
 Burak Kut
 Neco
 Sibel Egemen
 Ciğdem Talu
 Egemen Bostancı
 Murat Arkan
 Perran Kutman
 Harika Avcı
 Ozan Orhon
 Işıl Özışık

 SERBEST MESLEK
 Atilla Dorsay
 Cemil Đpekçi
 Uğur Civelek
 Yıldırım Mayruk
 Muvaffak Benderli

 KARĐKATÜRĐSTLER
 Cemal Nadir Güler
 Semih Poroy
 Ali Ulvi Ersoy
 Altan Erbulak
 Tekin Aral
 Oğuz Aral
 Piyale Madra
 Bedri Koraman

 SANAYĐCĐ - ĐŞADAMI
 Nejat Eczacıbaşı
 Bülent Eczacıbaşı
 Feyyaz Berker
 Feyyaz Tokar
 Cem Boyner
 Ali Koçman
 Dinç Bilgin
 Can Paker
 Ömer Çavuşoğlu
 Halil Bezmen
 Dilber Ailesi
 Rona Yırcalı
 Selahattin Göktuğ
 Fuad Sâdıkoğlu
 Ferdi Vardarman
 Öner Akgerman
 M. Cemil Merzeci
 Ziya Taşkent
 Cem Uzan
 Ali Koç

 YAZARLAR
 Hâlide Edip Adıvar
 Orhan Pamuk
 Yaşar Kemal
 Muazzez Berkand
 Nâzım Hikmet Ran
 Azra Erhat
 Vedat Nedim Tör
 Yaşar Nâbi Nayır
 Celal Sâhir Erozan
 Emil Galip Sandalcı
 Ali Cânip Yöntem
 A. Hamid Tarhan
 Şinasî

 ÜNIVERSĐTE
 Kemal Gürüz
 Kemal Alemdaroğlu
 Nermin Abadan-Unat
 Sulhi Dönmezer
 Talât Halman
 Gündüz Gedikoğlu
 Eser Karakaş
 H.Veldet Velidedeoğlu
 Sıddık Sâmi Onar
 Đlhan Arsel
 Sâhir Erman
 Bülent Tanör
 Nur Serter
 Tunç Erem

 ASKERLER
 Çevik Bir
 Ali Fuad Cebesoy
 Am. Sait Halman
 Tuğg. Halit Göktuğ
 Yarb. Selim Soley
 Tümg. Ömer Z. Dorman
 Kur.Alb. Osman Köksal
 Tümg. Sırrı Öktem
 Gen. Cahid Tokgöz
 Gen. Zeki Soydemir
 Güven Erkaya
 Refik Tulga
 Đsmail Toker
Hariciyemiz Sabataycılara Teslim !

Dışişleri Bakanlığımızca Başkonsolos, Konsolos ve Büyükelçi olarak atanmış, aralarında Sabetayistlerin de


bulunduğu diplomatlar:

Saleh AHSAN (Afganistan)


Ahmet Rifat OKÇUN (Arnavutluk)
Ümit PAMĐR (Cezayir)
Erhan YĐĞĐTBAŞIOĞLU (Arjantin)
Umut ARIK (Avustralya)
Ömer ERSAN (Avusturya)
Kadri Ecvet TEZCAN (Azerbaycan)
Engin TÜRKER (Bahreyn)
K. Özcan DARAZ (Bangladeş)
Şule SOYSAL (Beyaz Rusya)
Temel ĐSKĐT (Belçika)
Volkan VURAL (Birleşmiş Milletler)
Ahmet EROZAN (Bosna)
Doğan ALPAN (Brezilya)
Mehmet Ali ĐRTEMÇELĐK (Bulgaristan)
Erhan ÖĞÜT (Kanada)
Sadi ÇALIŞLAR (Şili)
Daryal BATIBAY (Çin)
Deniz ÜZMEN (Kongo Dem. Cum.)
Selahattin ALPAR (Hirvatistan)
Mehmet GÜNEY (Küba)
Gün GÜR (Danimarka)
Yaşar YAKIŞ (Mısır)
Onur GÖKÇE (Finlandiya)
Tanşuğ BLEDA (Fransa)
Burak GÜRSEL (Gürcistan)
Tugay ULUÇEVĐK (Almanya)
Ali TUYGAN (Yunanistan)
Halil Naci AKINCI (Fas)
Bedrettin TUNABAŞ (Macaristan)
Yusuf BULUÇ (Hindistan)
Sevinç DALYANOĞLU (Endenozya)
Turan MORALI (Iran)
Sönmez KÖKSAL (Irak)
S. Günaltay SIBAY (Irlanda)
Ahmet ÜZÜMCÜ (Israil)
Necati UTKAN (Italya)
Yaman BAŞKUT (Japonya)
Süha UMAR (Ürdün)
Manzu BÜYÜKDAVRAS (Kenya)
Halil DAĞ (Güney Kore)
Ahmet ERTAY (Kuveyt)
Metin GÖKER (Kırgızistan)
Nazım DUMLU (Lübnan)
Müfit ÖZDEŞ (Libya)
Erkan GEZER (Litvanya)
Yalçin ORAL (Lüksemburg)
Fazli KEŞMĐR (Makedonya)
Koray TAYGAR (Malezya)
Ergün PELĐT (Meksika)
Mümin ALANAT (Moldova)
Mehmet YILDIRIM (Moğolistan)
Bilgin UNAN (Hollanda)
Ahmet ERMĐŞOĞLU (Yeni Zelanda)
Ömer ŞAHĐNKAYA (Nijerya)
Burhan ANT (Norveç)
Vulkan BOSKIR (Romanya)
Nabi ŞENSOY (Rusya)
N. Murat ERSAVA (Umman)
Ali Vural ÖKTEM (Pakistan)
Veka ĐNAL (Filipinler)
Ateş BALKAN (Polonya)
Deniz BÖLÜKBAŞI (Portekiz)
Türkekul KURTTEKĐN (S. Arabistan)
Selçuk TARLAN (Katar)
Ayhan KAMEL (Rusya)
Mehmet GÖRKAY (Senegal)
Aydin ŞAHĐNBAŞ (Slovakya)
Đlhan YĐĞĐTBAŞIOĞLU (Slovenya)
Đrfan SARUHAN (Tayland)
Hikmet SARIGENÇ (Somali)
Erhan TUNÇEL (Suriye)
Riza TÜMEN (Đsviçre)
Erdinç ERDÜN (Sudan)
Altan GÜVEN (Tunus)
Acar GERMEN (Ukrayna)
Nüzhet KANDEMĐR (A.B.D.)
Ali ARSĐN (UAE)
Volkan ÇOTUR (Yemen)
Nazim BELGER (Venezuela)
Berhan EKĐNCĐ (Yugoslavya)
Daha evvelkiler:
Teoman SÜRENKÖK (Yeni Zelanda)
Sarp Tevfik TANIN (Moldova)
Salih Zeki KARACA (Afganistan)
Metin ÖRNEKOL (Arnavutluk)
Sencar ÖZSOY (Arjantin)
Orhan AKA (Avustralya)
Filiz DĐNÇMEN (Avusturya)
Altan KARAMANOĞLU (Azerbaycan)
Muammer TUNCER (Bangladeş)
Tansu OKANDAN (Beyaz Rusya)
Yildirim KESKĐN (Belçika)
Şükrü TUFAN (Bosna)
Tahsin TARLAN (Brezilya)
Osman Faruk LOĞOĞLU (Danimarka)
Üstün DĐNÇMEN (Çek Cumhuriyeti)
Đldeniz DĐVANLĐOĞLU (Şili)
Candemir ÖNHON (Mısır)
Tuncer TOPUR (Finlandiya)
Özden SANBERG (Đngiltere)
Önder ÖZAR (Fas)
Onur ÖYMEN (Almanya)
Hüseyin ÇELEM (Yunanistan)
Murat SUNGAR (Hindistan)
A. Mithat BALKAN (Iran)
Sönmez KÖKSAL (Irak)
Ömer AKBEL (Italya)
Süha NOYAN (Makedonya)
Yalçin TUĞ (Malezya)
Erhan TUNCEL (Lüksemburg)
Aydan KARDAHAN (Lübnan)
Mehmet Nuri EZEN (Kuveyt)
Kaya G. TOPERĐ (Güney Kore)
Cüneyt YAVUZCAN (Kenya)
Mustafa AŞULLA (Kazakistan)
Nurver NUREŞ (Meksika)
Orhan KULĐN (Nijerya)
Ömür ORHUN (Norveç)
Emin GÜNDÜZ (Umman)
Candan AZER (Pakistan)
Can GÜNDOĞDU (Portekiz)
Hamit BATU (Đtalya)
Şefik FENMEN (Norveç)
Erkut ONART (Lüksemburg)
Turgut TÜLÜMEN (Polonya)
Oktay ĐŞCEN (Almanya)
Üstün GÜNDOĞDU (Irlanda)
Hikmet ÖZKAN (Demokratik Almanya)
Oktay CANKARDEŞ (Rusya)
Rahmi Kamil GÜMRÜKÇÜOĞLU (Đngiltere)
Haluk ÖSGÜL (Đsveç)
Doğan TÜRKMEN (Đsviçre)
A. Suat BĐLGE (Portekiz)
Osman BAŞMAN (Macaristan)
Nihat ÖZGÜR (Romanya)
Nazmi AKIMAN (Yunanistan)
Haluk KURA (Belçika)
Selçuk TOKER (Arnavutluk)
Erdem ERNER (Avusturya)
Ömer LUTEM (Bulgaristan)
Berduk OLGAÇAY (Çek Cumhuriyeti)
Asaf ĐNHAN (Danimarka)
Metin KARACA (Finlandiya)
Adnan BULAK (Fransa)
Senbir TÜMAY (Senegal)
Füsun ÇETĐNTAŞ (Singapur)
Nurettin NURKAN (Slovakya)
K. ÖZGÜVENÇ (Güney Afrika)
Uğurtan AKINCI (Đspanya)
Ali Engin OBA (Sudan)
Solmaz ÜNAYDIN (Đsveç)
Erdal TÜMER (Đsviçre)
Uğur ZIYAL (Suriye)
Aydin ĐDĐL (Tacikistan)
Kurtuluş TAŞKENT (Kazakistan)
Hüseyin PAZARCI (Tunus)
Alp KARAOSMANOĞLU (Ukrayna)
Ercan ÖZER (Birleşik Arap Emirlikleri)
Korkmaz HAKTANIR (Đngiltere)
Baki ĐLKĐN (A.B.D)
Zeki ÇELĐKKOL (Venezuela)
Sanli TOPÇUOĞLU (Yemen)
Alev KILIÇ (Yugoslavya)
Bilge CANKOREL (Ukrayna)
Türel ÖZKAROL
Ayşenur ALPARSLAN (Şili)
Salah KORUTÜRK
Ömer ALTUĞ (Estonya)
Celalettin KART (Lübnan)
Haydar BERK (Bulgaristan)
Tahsin BURCUOĞLU (Bulgaristan)
Mehmet TAŞER (Makedonya)
Ünal ÇEVĐKÖZ (Azerbaycan)
Nezihi ÖZKAYA (Umman)
Yiğit ALPOGAN (Yunanistan)
Bozkurt ARAN (Pakistan)
Ferhat ATAMAN (Malezya)
Önder ALAYBEYĐ
Erdinç ULUMLU
Ahmet YILDIZ (Houston-ABD)
Ahmet ARSAN (Hong Kong)
Ahmet DAVAZ (Almanya-Essen)
Hüseyin KOZANLI (Almanya-Essen)
Mehmet DÖNMEZ (Almanya-Köln)
Mustafa AKŞĐN (Birleşmiş Milletler)
Sekih BELEN (Arjantin)
Ömer ERSUN (Cezayir)
Metin KUSTALOĞLU (Brezilya)
Reşat ARIM (Çin)
Nurettin KARAKÖYLÜ (Şili)
Đnal BATU (Çek Cumhuriyeti)
Ekrem Esat GÜVENDĐREN (Đsrail)
Oktay AKSOY (Ürdün)
Turhan FIRAT (Güney Kore)
Güner ÖZTEK (Kuveyt)
Đbrahim DĐCLELĐ (Lübnan)
Erdim TÜZEL (Libya)
Erdoğan SANALAN (Lüksemburg)
Hatay SAVAŞÇI (Polonya)
Aydın YEĞEN (Đsviçre)

Sabetayistler, Türkiye’deki çeşitli illerde bulunan Fahri Konsoloslukları da kimselere kaptırmıyorlar. Fahri
Konsolosluklar, genelde büyükelçilik ve konsolosluk bulunmayan illerde, o ülkeleri temsilen kuruluyor. Bu
ülkeler, çoğunlukla, Türkiye ile şimdiye kadar pek de diyalog kurmamış ülkeler. Đşte büyük bir çoğunluğu
Sabetayist olan Fahri Konsoloslar:
Rifat ÇULHA (Almanya Fahri Konsolosu)
Tevfik KISACIK (Almanya Fahri Konsolosu)
Yaşar SELÇUK (Danimarka Fahri Konsolosu)
Tuna KÖPRÜLÜ (Monako Fahri Konsolosu)
Đsmail Tamer TAŞKIN (Güney Afrika C. Fahri Konsolosu)
Üzeyir GARĐH (Filipinler Fahri Konsolosu)
Nilgün YÜCAOĞLU (Belize Fahri Konsolosu)
Yahya Murat DEMĐREL (Yeni Zelanda Fahri Konsolosu)
Sahip AKOSMAN (Dominik Cumhuriyeti Fahri Konsolosu)
Ali Nihat GÖKYĐĞĐT (Gürcistan Fahri Konsolosu)
Nurettin ÇARMIKLI (Gürcistan Fahri Konsolosu)
Ömer SABANCI (Avusturya Fahri Konsolosu)
Armağan ÖZGÖRKEY (Romanya Fahri Konsolosu)
Nazif Can PAKER (Estonya Fahri Konsolosu)
Nusret ARSEL (Malezya Fahri Konsolosu)
Nuri SABUNCU (Finlandiya/Tunus Fahri Konsolosu)
Mustafa Şefik SEÇKĐN (Cibuti Fahri Konsolosu)
Abdülbari KOŞAY (Gambia Fahri Konsolosu)
Faruk OKANDAN (Đzlanda Fahri Konsolosu)
Halim DEMIRKAN (Moğolistan Fahri Konsolosu)
Đ. Celasin EGEL (Sri Lanka Fahri Konsolosu)
Yüksel ERIMTAN (Uruguay Fahri Konsolosu)
Sözer ÖZEL (Sierra Leone Fahri Konsolosu)
Metin GÜRKANLAR (Almanya Fahri Konsolosu)
Ali Rıza BALCI (Avusturya Fahri Konsolosu)
Hasan Sıtkı PIRILTI (Đngiltere Fahri Konsolosu)
Hasan YILDIRIM AKINCIOĞLU (Đspanya Fahri Konsolosu)
Salih ÇOPUR (Đsveç Fahri Konsolosu)
Işık DOLANAY (Đtalya Fahri Konsolosu)
Sevinç BUMIN ATAY (KKTC Fahri Konsolosu)
Yusuf Ata KUNER (Norveç Fahri Konsolosu)
Đzzet KIRIMLI (Rusya Fahri Konsolosu)
Kamuran ÇÖRTÜK (Romanya Fahri Konsolosu)
Halit Davut CURA (Almanya Fahri Konsolosu)
Oya ĐZMIRLI (Đtalya Fahri Konsolosu)
Sedat DINIZ (Avusturya Fahri Konsolosu)
Ergun KAĞITÇIBAŞI (Đngiltere Fahri Konsolosu)
Sezgin GÖKMEN (Đngiltere Fahri Konsolosu)
Ali Ferruh VERDĐ (Irlanda Fahri Konsolosu)
Ömer ARAS (Đtalya Fahri Konsolosu)
Erol BARAZ (Đtalya Fahri Konsolosu)
Süleyman ÖZDUYGU (Polonya Fahri Konsolosu)
Erol BALKAN (Romanya Fahri Konsolosu)
Bekir Engin GÜRDENIZ (Belçika Fahri Konsolosu)
Mahmut Cengiz SÖNMEZ (Brezilya Fahri Konsolosu)
Saim ZENGINOĞLU (Fransa Fahri Konsolosu)
Numan OLCAR (G.Afrika Cum. Fahri Konsolosu)
Besim Atalay MÜLAYIM (Almanya Fahri Konsolosu)
Mehmet Rasim SENGIR (Bangladeş Fahri Konsolosu)
Cemil Fuat GANDUR (Burkino Faso Fahri Konsolosu)
Ender KITAPÇI (Kosta Rika Fahri Konsolosu)
Đlkay BILGINSIN (Danimarka Fahri Konsolosu)
Jak Đzzet HATEM (Ekvador Fahri Konsolosu)
Semih TEZCAN (Endonezya Fahri Konsolosu)
Atilla YURTÇU (Etiyopya Fahri Konsolosu)
Atilla DONAT (Fas Fahri Konsolosu)
Ural ATAMAN (Finlandiya Fahri Konsolosu)
Ekmeleddin ĐHSANOĞLU (Gambia Fahri Konsolosu)
Mehmet Celal SÖZEN (Gine Fahri Konsolosu)
Kazım Münir HAMAMCIOĞLU (Đzlanda Fahri Konsolosu)
Banu TESAL (Kanada Fahri Konsolosu)
Erol USER (Kamerun Fahri Konsolosu)
Ertürk DEĞER (Kazakistan Fahri Konsolosu)
Ali KIBAR (Kore Fahri Konsolosu)
Ersin BORTEÇEN (Letonya Fahri Konsolosu)
Tayfun UZUNOVA (Litvanya Fahri Konsolosu)
Nihat BÖYTÜZÜN (Maldivler/Senegal Fahri Konsolosu)
Faruk CENGIÇ (Mali Fahri Konsolosu)
M.Oğuz TEOMAN (Malta Fahri Konsolosu)
Ahmet Hamdi DEĞER (Mauritus Fahri Konsolosu)
Varol Ziya DERELI (Meksika Fahri Konsolosu)
Turan ÇAKIM (Monako Fahri Konsolosu)
Behiç ÖNEL (Nepal Fahri Konsolosu)
Selim BILGIŞIN (Norveç Fahri Konsolosu)
Mustafa TATLICI (Umman Fahri Konsolosu)
Osman Burak AKDIKMEN (G.Afrika Cum.Fahri Konsolosu)
Mehmet Aykut EKEN (Paraguay Fahri Konsolosu)
Mehmet Bercis MOROVA (San Marino Fahri Konsolosu)
Pınar ARAN (Singapur Fahri Konsolosu)
Eşref Mehmet CERRAHOĞLU (Sri Lanka Fahri Konsolosu)
Ersin ARIOĞLU (Slovenya Fahri Konsolosu)
Mordo DINAR (Şili Fahri Konsolosu)
Ziya KARAHAN (Tanzanya Fahri Konsolosu)
Sahip Đhsan TANSUK (Tayland Fahri Konsolosu)
Eser TÜMEN (Uruguay Fahri Konsolosu)
Đsmet ÖZBEK (Ürdün Fahri Konsolosu)
M.Muammer ERBOY (Avusturya Fahri Konsolosu)
Mehmet Refik SOYER (Belçika Fahri Konsolosu)
Erdem Ahmet ÖZSOY (Çek Cumhuriyeti Fahri Konsolosu)
Ali Nail KUBALI (Danimarka Fahri Konsolosu)
Salim HÜRDOĞAN (Dominik Fahri Konsolosu)
Nalan RIMER (Endonezya Fahri Konsolosu)
Ethem Altan ÜNSAL (Fildişi Sahilleri Fahri Konsolosu)
Ergun ÖZAKAT (Finlandiya Fahri Konsolosu)
Melih ÖZAKAT (Đspanya Fahri Konsolosu)
Turgut KOYUNCUOĞLU (Hindistan Fahri Konsolosu)
Mehmet Haluk ÖZSARUHAN (Đsveç Fahri Konsolosu)
Enis ÖZSARUHAN (Norveç Fahri Konsolosu)
Erdal KERESTECI (Macaristan Fahri Konsolosu)
Hüsamettin ŞINLAK (Malezya Fahri Konsolosu)
Kemal ÇOLAKOĞLU (Meksika Fahri Konsolosu)
Melih GÜRSOY (Pakistan Fahri Konsolosu)
Mustafa Ahmet ÖZSOY (Slovakya Fahri Konsolosu)
Abdullah Necdet GÖKTEPE (Türkmenistan Fahri Konsolosu)
Feyzi HALICI (Pakistan Fahri Konsolosu)
Đsmet GÜRAL (Macaristan Fahri Konsolosu)
Ali Doğan TUGAY (Đngiltere Fahri Konsolosu)
Turhan AKÇA (Almanya Fahri Konsolosu)
Erdoğan ERKEN (Macaristan Fahri Konsolosu)
Arianda A.De GÜRKÖK (Panama Fahri Konsolosu)

SABETAYCILAR CHP'DE AKTĐFLEŞĐRKEN

Sabetaycı cemaat liderlerinden Yuda Levi Tobah (Derviş Efendi) nin ailesinden gelen ve su an kapancılarda
önemli roller üslenen bir ailenin ferdi olan Kemal Derviş Sabetaycı Rahşan Ecevit tarafından bir kurtarıcı
olarak Türkiye'ye getirildi ve alel acele ekonominin başına geçirildi.
Bir kişinin sabetayci kökenli olmasi önemli olmamali ama sadece kendisi ile aynı kokenden gelen kisileri
örgütleyerek siyasi bir sonuca ulaşma amacını güdüyorsa bence bu hareket bir suç olarak telakki edilmeli.
Ne yazık ki şu anda kabinede bulunan Đsmail Cem ve Sükrü Sina Gürel ekibi ile birlikte bir sabetaycı darbe
yapılmaya çalışılmaktadır. Kısa bir sure zarfında bu kişiler DSP ile CHP'yi birleştirme amacındadırlar. Bu ekibin
içinde bulunan Şişli Terakki Lisesi Yönetim Kurulunda görev alan Bülent Tanla, Haluk Arığ , Can Paker ve
Lütfü Paker bu kadroların başını çekmektedir. Kendisi sabetaycı olmadıgı halde bu işi organize eden Asaf
Savaş Akat da bu okulun yönetim kurulunda bulunmaktadır.
Ne yazık ki üzülerek yazıyorum Türkiye acı bir sona götürülmektedir. Aynı acı sayfaları biz 31 Mart vakası ve
1918 yılından sonra da yaşamıştık. Koskoca bir imparatorluk yok oldu, bizler Türkiye'yi seven ve inanan
sabetaycılar ve bu kökenden gelenler, biliyoruz ki, ülkemizin içine düşeceği yoksulluk bizleri de ilk etapta
etkileyecektir, halkta bizlere karşı, sadece para hırsı ile yanıp tutusan bu kişiler tarafından yapılacak işlerden
dolayı nefret uyanacaktır.
Bir aydın olarak bu durumu bilgilerinize sunarım.

Saygılarımla, Ilgaz Zorlu

YUNANLI ĐLE DOST OLMAK ÇOK ZOR…

ATINA (INAF)- Yunanlı ile dost olmak çok zor. Yunanlı en iyi dostunu bile acımasızca harcayabilen bir
millettir. Đşte bunun taze bir örneği. Türkiye'de, Türk-Yunan dostluğu için savaş verenler, Yunanliların saldırı
hedefi haline geldiler.

Yunan Đstihbarat Örgütü ile yakın ilişkileri olduğu bilinen bir yayınevi tarafından yayınlanan ve şu sıralarda
ikinci baskısı piyasaya çıkan, yazar Kiryakos Velopulos'un "Yunanistan Kan Kaybediyor" adlı kitabı,
Yunanistan ile dost olmak isteyen Türkleri "Selanikli Yahudi dönmeleri" şeklinde çirkin bir ifade ile adeta
hakaret ediyor.

Kitabin 175.sayfasında yer alan bir bölümün tercümesi söyledir:


"Bugün Türklerin devleri olan (Koç, Bezmen, Atabek, Dilberler vs.) Yahudi dönmeleridir. Türk isimleri
taşıdıkları için onları kimse Müslümanlardan ayıramaz.

Yazar Ilgaz Zorlu bunların sayısının 60.000 olduğunu ve ülkeyi yönetenler, sanayiciler, tüccarlar ve Türk
sermaye piyasasını ellerinde tutanların bunlar olduklarını iddia ediyor.

Unutmayalım ki, Uğur Mumcu, Abdi Đpekçi de (meçhul kişiler tarafından öldürüldüler) dönmeydiler.
Türkiye’nin bugünkü Dışişleri Bakanı Đsmail Cem, Abdi Đpekçi'nin yeğenidir. Dönme damgası yememek için
Đpekçi soyadını kullanmıyor.
"SABAH" gazetesinin ve daha birçok yayın organı ile Tv kanalının sahibi olan Dinç Bilgin de bir dönmedir.

Yılmaz iktidarını deviren ve Türk basınının önemli bir bölümünü ele geçirmeye çalışan Korkmaz Yiğit de bir
dönmedir. Milliyet,Yeni Yüzyıl ve Genç Tv'yi satın almaya hazırlanırken bir suçtan yakalanarak yargılanmıştı.

Đslamcılar dönmeleri siyonizm'in bir kolu olarak suçluyorlar."


"Yunanistan Kan Kaybediyor" adlı kitabın ana konusu Yahudi düşmanlığıdır.

SABATAYCILIK ÜZERĐNE BAZI MÜTEALÂLARSayın Pavlus Bey,


Sizin burada yazdıklarınızı çok daha mantıklı ve gerceklere yakın buluyorum. Ali Rıza Beyin de doğru bazı
tesbitleri var ise de argümanları maalesef sathî. Atatürk'ün devletin adını başka türlü koymamış olması, onun
illâ ki saf Türk ırkından geldiğini isbata kâfi değildir. Tıpkı, oğul Gandi'nin Đtalyan asıllı eşi başbakan olsaydı
Hindistan'ın devlet ismini değiştirmesinin beklenemeyeceği gibi. Veya Đran'da asırlarca Türk Kaçar hanedanı
hüküm sürdüğü halde devlete herhangibir Türk adı vermediler. Lâtin Amerika'da Japon asıllı birisi devlet
başkanı olabildi. Munis Tekinalp Yahudi ırkındandı ama Türkçüydü. Agop Dilaçar Ermeni soyundan geliyordu,
Türk Dil Kurumuna başkanlık yaptı. Eski doğu Alman SPD reisi Đbrahim Böhme ismine rağmen katıksız
Almandır. Bunun yanısıra; insanlar aynı ırktan, aynı dinden, aynı görüşten, aynı cemaatten, aynı gruptan
olunca birbirleriyle ihtilâfa düşmezler, canlarına kastetmezler diye bir kaide yok. Bunu mason localarının
kapatılması ve Cavid Bey vakası için söylüyorum. Hepsinden öte bir husus var: Đnsanların ne olduklarından
ziyade ne yaptıkları önemlidir. Ancak yapılanlar değerlendirilirken o şahsın kimliği ve kişiliği de asla yok
farzedilemez. Gerçekler olduğu gibi meydana çıkarılmalı, kimsenin hiçbirşeyi istismar etmesine fırsat
verilmemelidir. Bunlar çok uzak olmayan bir gelecekte mutlaka ortaya çıkacak amma hakikatleri gizleyenlerin
adı-sanı, şerefi, fikriyatı tarümar olacaktır. Son birşey; Türk sayılmak için Türkçeyi güzel konuşup doğru
yazmak da gerekir. Pavlus Bey bu noktaya dikkat etmiş. Burada fikirlerini beyan eden herkese selâm ve
hürmetler.

Faruk
=================================================================
============

Sayin Faruk Bey,


Selam. Yolladığınız mesaj için çok teşekkür ederim efendim. “Türkçeyi güzel konuşup doğru yazdığım”
şeklindeki iltifatınız ve üslubunuzdaki nezaket için de ayrıca çok teşekkür ettiğimi belirtmeme izin verin.

Sizin de tespit ettiğiniz gibi, maalesef, Sayın Ali Rıza Beyin argümanları sathi, yapay bir çizginin dışına
çıkamamaktadır. Herkesin fikirlerinin aynı olması elbette beklenmemelidir, ama en azından bir tartışma
yapıldığında, bazı somut gerçeklerin de üstünün örtülmemesi, görmezden gelinmemesi gerekir. Sizin gibi
düşünmeyen insanların söyledikleriyle fikri olarak mücadele etmektense, o kişinin kendisine yönelik suçlayıcı
iftiralara başvurma yoluna gidilmemesi icap eder. Objektif olmak budur. Umarım ki zaman içinde, üzerinde
tartışmaya çalıştığımız bu konu daha rasyonel bir şekilde ele alınabilecektir.

Mesajınızda ifade ettiğiniz üzere, hakikaten de bir millete bağlılık, o milletin “ırki” çoğunluğundan gelme
koşuluna bağlı değildir. Sizin örneklerinize ilaveten, 1506 yılında Saraybosna yakınlarındaki Sokoloviç
kasabasında doğan Sokollu Mehmet Paşa’yı da gösterebiliriz. Boşnak kökenli Müslüman olan Paşa, Osmanlı
Đmparatorluğu’nda, Kaptanı Derya ve Rumeli Valisi olmuş, Tameşvar kalesinin fethi ile gösterdiği başarıyla da
1564'te sadrazamlığa yükseltilmiştir. Daha o yıllarda Süveyş kanalını açmayı düşünmüş, Don ve Volga
ırmakları arasında bir kanal açma fikrini savunmuştur. Osmanlı’da devlet teşkilatında önemli düzenlemeler
yapmıştır. Bu kişi ırken Türk değildir. Irken Slav’dır. Ama onun Slavlığı ve Boşnaklığı, Osmanlı’ya ve
Müslümanlığa büyük hizmetlerde bulunmasına engel olmamıştır.

Pek çok kökenden gelen insanın beraber yaşadığı Osmanlı Đmparatorluğu’nun mirasçısı durumundaki Türkiye
Cumhuriyeti de, bu kültürel zenginlikten nasibini almıştır. Bu utanılacak değil, tam aksine övünülecek bir
şeydir. Atatürk de “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” diyerek bu çeşitli kökenden gelen insanların kendilerini Türk
olarak kabul ettikleri takdirde Türklüklerinden şüphe duyulamayacağını kabul etmiştir. Yani Türk olmak bir
ırka ait olmaya bağlı değil, onu kabul etmeye bağlıdır.

Bu kavram, ifade edildiği 1923’lerin dünyası için bile fazlasıyla ileri görüşlüdür. Düşünsenize, 1933-1945
arasında iktidarda bulunan Nazilerin ideolojisine göre Alman kabul edilmek için Aryan soyundan gelmeniz
şarttı. Gelmiyorsanız o zaman hayatta kalmanızın da bir anlamı yoktu, sadece yok edilmesi gereken ikinci
sınıf insan, Aryan soyunun düşmanı bir virüs ve bir parazittiniz. Hayvanlar kadar bile bir değeriniz olamazdı,
kurtulunması gereken yabancı unsurlardınız. 6 milyon Yahudi’yi, 500,000 Çingeneyi sırf Aryan olmadıkları için
gaz odalarına, ölüm kamplarına yollamaktan çekinmemişlerdi.
Türkiye’nin utanacağı böylesine kara bir tarihi geçmişi yoktur, çok şükür. Neden yoktur? Çünkü Türk milleti
hoşgörülüdür. Bunun da en önemli nedenlerinden biri Müslümanlığın hoşgörüye açık bir din olmasıdır. Diğer
dinlerin de özünde bir hoşgörüsüzlük yoktur elbette ama zaman içinde farklı insanlar dinleri kendi
ihtiraslarına alet etmek suretiyle insanlığa zarar verebilmişlerdir. Haçlı seferlerini buna örnek gösterebiliriz.
Halbuki Türk milletinin bağrından Mevlana, Yunus Emre gibi insanlığa dost, başkalarına karşı hoşgörülü
olmayı savunan sayısız insan yetişmiştir. Bu tarih övünülecek bir tarihtir.

Fakat bugün bu tarihimize sahip çıkmayan, insanları ırklarına göre değerlendiren, ortaçağ karanlığından
kalma bir anlayış, çok küçük bir azınlıkta olmakla beraber, vardır. Bu son derece tehlikeli bir gelişmedir.
Hepimizin el birliğiyle bu ideolojinin ülkemizde yeşermesine engel olmamız gerekmektedir. Milliyetçi olmak
ayrı bir şeydir, ırkçı olmak ayrı bir şeydir. Bunun ayrımına dikkat etmeliyiz. Saygılarımla,

Pavlus
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Sayın A.R.S,
Ne yazık ki bilmeden ve konuyu araştırmadan, sanki Yahudiler ve Sabetaycılar hakkındaki bilgilere bütünüyle
vakıfmışşınız gibi tuhaf iddialarda bulunuyorsunuz. Neresinden başlayayım.

Ben Hıristiyanların Kutsal Kitap dedikleri Tevrat, Zebur ve Đncil’den oluşan üç kitabı da okumuş, incelemiş bir
insanım. Allah aşkına Tevrat’ın neresinde, hangi ayetinde "Yahudi ırkının dünyayı yönetmek için, diğer
ırkların ise yönetilmek için yaratıldığına” dair bir inançtan söz ediliyor ? Beni aydınlatırmısınız lütfen. Böyle bir
ayet yok. Siz de Tevrat’ı okursanız böyle ne bir ayet ne de bir inancın olmadığını keşfedebilirsiniz. Ama niye
zamanınızı boşa harcayasınız ki ? Antisemit binlerce kitap, ırkçı bir perspektifle uydurulmuş, saptırılmış
yüzlerce eser elinizin altında dururken siz sadece bunlardan beslenir ve atılan iftiraları birer dogma olarak
kabul ederseniz herşeye inanırsınız. Biraz olayın derinine inip, şüpheci bir yaklaşımla iftiralara konu olan
Tevrat ayetlerini okuyacak ve anlamaya çalışacak cesareti bulun. Sonra karar verin.
Kaldı ki 14 milyonu geçmeyen dünya Yahudi nüfusu nasıl 6,000,000,000 insanı yönetebilir ya da bu yönde
bir çabaya girişebilir ? Ayrıca bir konuya daha açıklık getirmek gerekiyor. Yahudiler bir ırk değildir. Sarışın
mavi gözlü bir Yahudi bulunabileceği gibi siyah derili bir Yahudi de bulunabilir. Sanılanın aksine Yahudilik
sadece anneden geçmez. Yahudi kökenli olmadan da Musevilerin dinini benimseyen kişiler Yahudi olabilir.

Örneğin Hazar Türkleri 10. yüzyılda bu şekilde Yahudi olabilmişlerdir. Bugün Đsrail’de Falaşa adı verilen
yüzyıllar önce Museviliği kabul etmiş Etyopyalı zencilerden oluşan bir cemaat vardır. Bu yüzden Yahudilik dışa
kapalı bir din değil, Hıristiyanlık ve Müslümanlık gibi dini hükümlerini kabul eden herkese açık bir dindir.

Tarih boyunca pek çok zulme ve katliama uğramış ve 2000 yıldır kendilerini koruyacak bir devletten yoksun
olan Yahudilerin dinine geçmek avantajlı bulunmadığından sayı göreceli olarak düşük kalmıştır ama yok
değildir.

Đkinci husus, 1900’lerin başındaki Selanik’in kozmopolit nüfus yapısının tarafınızca yeteri ölçüde anlaşılmamış
olması. O yıllarda Selanik’te 70,000 Yahudi, 22,000 Rum, 17,000 Sabetayci , 15,000 Müslüman (Türk,
Pomak, Çerkez, Boşnak, Arnavut, Çingene), binlerce de Bulgar, Batılı Levanten ve küçük bir Ermeni cemaati
yaşıyordu. Yani Selanik, imparatorluğun en az Müslümanı barındıran büyük kenti değil, en az Türk olanıydı
da...
(Bakınız : Selanik 1850-1918, Gilles Veinstein, Đletişim Yayınları, 1999)

Daha sonra Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, 1924’deki zorunlu nüfus mübadelesi, 1943 Nazi katliamı gibi
nedenlerden dolayı bugünkü Selanik, neredeyse tümü Anadolu’dan göçmüş olanların torunu 1 milyon
Yunanlıdan oluşmaktadır.

“O devrin en ileri okulu Sabetaycıların idiyse ve babası da onu oraya verdiyse sabetaycı mı olmuş oluyor? Şu
anda Işık Üniversitesinde okuyanların tamamı Sabetaycı mıdır? Böyle saçma teori olur mu?” diyorsunuz.

Bunu söyleyen yok ki. Atatürk’ün Şemsi Efendi’nin kurduğu okulda okuması, Itamar Ben Avi’ye yaptığı itirafın
doğruluğunu kuvvetlendiren bir yan bilgi o kadar. Üstelik Ilgaz Zorlu adlı Sabetayci olduğunu açıklayan bir
yazarın yazdığı “Evet, Ben Selanikliyim” adlı kitabında, Şemsi Efendi’nin kurduğu okulun yalnızca Sabetaycı
çocuklara hizmet vermek için kurulmuş bir cemaat okulu olduğunu yazmaktadır. Tabii ki sonraki onyıllarda
bu anlayış değişmiş ve Sabetaycı olmayan kişilere de kapılar açılmaya başlanmıştır. Ama Atatürk okulun ĐLK
öğrencileri arasındadır.

Yukarıda değindiğim gibi, Selanik’te Müslüman kabul edilen cemaatin yarısından fazlası Sabetayci idi. Halbuki
Đstanbul’un 10 milyonluk nüfusunun belki 30,000-40,000’i Sabetayci kökenlidir. Yani 1880’lerin başında
Selanik’te Şemsi Efendi mektebinde okuyan öğrencilerin Sabetayci olma olasılığı, 2001’lerin Işık
Üniversitesinde okuyanlara nispetle çok çok daha fazladır.

Üçüncü husus “Bozkurt kitabında Selanik'in Türk Mahallesi'ndeki evinden bahsediliyor” şeklindeki cümlenizle
ilgili. Öyle bir izlenim veriyorsunuz ki sanki Selanik Dönme ve Türk olmak üzere birbirleriyle kesin çizgilerle
ayrılmış iki ayrı yerleşim alanına bölünmüş gibi. Pek çok Sabetayci zaten Türk Mahallesinde yaşıyordu.
(Bakınız: Atatürk’ün Đlk Öğretmeni Şemsi Efendi, Azmi Koçak, Eylül, 2000)

Şemsi Efendi’nin babası Abdi Efendi ile annesi Rabia Hanım bir Türk Mahallesi olan Koca Kasım Paşa
Mahallesinde ikamet etmekteydiler. Dolayısıyla Atatürk’ün ailesi de benzeri bir şekilde bir Türk Mahallesinde
pekala yaşayabilirdi.

Dördüncü husus “Bu metin esasen Yahudi Ansiklopedisinde yayınlanmış, cevabı verilmiş eski bir tartışmadır”
ifadesinin yanlışlığıdır. Forward adlı gazetede yayınlanan yazının Yahudi ansiklopedisindeki iddiayla hiçbir
ilişkisi yoktur. Ansiklopedideki iddia, Selanik Musevi cemaatinin Atatürk’e sahip çıkması olayını konu
almaktadır.

Itamar Ben Avi’nin anılarında yer alan Atatürk’ün “ben Sabetay Sevi’ye inananların soyundan geliyorum”
itirafı Yahudi ansiklopedisinde yer almamaktadır, dolayısıyla Türk devletinin tekzip ettiği yazı bu değildir.
Kaldı ki tekzip edilmiş olsaydı bile, bu çok doğal değil mi? Hangi devlet kurucusunun halkın çoğunu oluşturan
bir etnik kökenden gelmediğini kabul etmek ister? Devletin her tekzip ettiği şey doğru mudur ? Daha düne
kadar Kürtlerin varlığını da inkar etmiyor muydu?

Beşinci husus eğer bir Yahudi beğenmediğiniz, hoşunuza gitmeyen bir şey söylüyor ya da açıklıyorsa illa da
yalan mı söylüyordur? Đtamar Ben-Avi’nin Yahudi olması, söz konusu makalenin bir Yahudi gazetesinde
yayınlanması yalan söylediklerinin bir göstergesi, bir delili midir? Böyle bir mantık hatası olabilir mi?

SABATAYCILIK ÜZERĐNE BÂZI MÜTEALÂLAR

Sonuç olarak benim anlatmaya çalıştığım şey Atatürk’ün Sabetayci kökenli olmasının Türklüğünden hiçbir şey
götürmeyeceğidir. Zaten kendisi de Itamar Ben-Avi’ye “Yahudi değilim, Sabetay Sevi’ye inananların
soyundan geliyorum” demiştir. Yani kendisini TÜRK olarak algılamıştır.

Türklük bir ırka verilen ad değil, bir milletin adıdır. Ve o milletin içinde “ırken” Türk olmayan ama kendisini
Türk gören, hisseden ve kabul eden ve Türkiye’yi daha ileri bir çizgiye götürmek, milletin refahı ve mutluluğu
için gösterilen çabalara ortak olan farklı etnik kökenli insanlar da bulunmaktadır.Bu Türkiye’nin gücüdür.

Nasıl ki Japon asıllı ya da Đtalyan asıllı bir Amerikan vatandaşı, “ben önce Amerikalıyım, sonra Japon veya
Đtalyan asıllıyım” diyebiliyorsa, Türkiye’deki bir Kürt, Laz veya Çerkez asıllı bir Türk vatandaşı “ben öncelikle
Türk’üm , ama Kürt, Laz, Çerkez kökenli bir Türk’üm” diyebilmelidir. Ve dediği takdirde doğal karşılanmalıdır.
Bu söylem ülkeyi bölmez, aksine kuvvetlendirir.

Fakat etnisitelerin kontrol altında tutulmaya çalışılması, farklı olanlara bölücü gözüyle bakılması ve kendi
kültürel kimliklerine sahip çıkma haklarının tehlikeli görülmesi ve buna tahammül edilmemesi, uzun vadede
ülkeyi bölmese bile çok yıpratır ve Türkiye’nin istikbaline bir yarar sağlamaz.
Bir noktayı daha belirteyim. Ben hiçkimsenin uşağı değilim, kendi aklımdan başka.

Pavlus
================================================================

Sayın A.R.S,
“Üç dini kitabı okuduğunuzu ama benim okumadığımı söylüyorsunuz. Bunu nereden çıkarıyorsunuz?
Başkalarını bilmezlikle, okumazlıkla itham etmenize ne demeli? ” diyorsunuz.

Sayın Emre beye de ilettiğim üzere kimi zaman önyargısal tepkilerde bulunabilirim. Bunu itiraf da ediyorum.
Hatta hatasız kul olmaz ben de kusurlu olabilirim meyanında bir cümle sarfettim. Kusursuzluk Allah’a
mahsus. Ben ise sade bir insanım. Ama bir noktayı hatırlatmakta fayda görüyorum. Durup dururken bana
“Merhaba sayın Pavlus uşağı” diye hitap eden siz değil miydiniz ? Eğer ben size “Ali Rıza uşağı” diye hitap
edecek olsam siz de bana normalden daha ateşli bir cevap yollamaz mısınız? Bu insanın doğası gereği gayet
kolay anlaşılabilecek bir psikolojik vakıadır. Sizin aşağılayıcı bir üslupla şahsıma yönelttiğiniz bu söz bir itham
ve de önyargı değil midir? Sizin Tevrat, Zebur ve de Đncil’I okumadığınızı varsaymam bana reva gördüğünüz
muamelenin yanında oldukça masum kalmıyor mu?

Yani siz yaparsanız tamam oluyor da, ben yapmaya kalkışırsam önyargılı mı oluyor? Çok ilginç bir bakış açısı.
Kimileri buna çifte standart ismini takıyor. Acaba haklı olabilirler mi?

Mesajlarınıza her cevap vermeye kalktığımda acaba nereden başlasam diye düşünmek zorunda kalıyorum. O
kadar çok farklı şeylerden bahsediyorsunuz, o kadar çok sizin gibi düşünmediğim için karalamalarınıza maruz
kalıyorum ki tüm bunlara cevap yetiştirebilmem için düzinelerce sayfa yazmam gerektiğine hükmediyorum
ama ne yazık ki bunların hepsine ayıracak zamanım yok.

Yine de istediğim her şeyi tek bir mesajda açıklamam mümkün olmadığına gore bir yerlerden başlayayım.
Emre beye tabii ki seçtiği cümlelerin o kitapların hangi bölümünün hangi numaralı ayetlerinde yer aldığını
sormak mecburiyetindeyim. Aksi halde durum samanlıkta iğne aramaya benzeyecek. Ayetleri ezbere
bilmiyorum. Eski Ahit denilen kitap, birbirinden farklı toplam 39 alt bölümün bir araya gelmesiyle
oluşmaktadır. Konu edilen ayetlerin yalnızca bazılarını hatırlıyorum. Fakat cımbızla ayıklanarak seçilmiş
ayetlerden bir anlam çıkarmak doğru olmaz. Yani, ayetlerin öncesini ve sonrasını okumadan onlara bazı
manalar yüklemek en azından etik olarak yanlıştır. Ayetlerin metnin bütünlüğü içerisinde değerlendirilmeye
tabi tutulmaları lazım.

Bilirsiniz bir hikaye vardır.


“Sarhoş bir Bektaşi'ye, "niçin namaz kılmadığı" sorulduğunda buna Kur'an'dan delil getirir: "Kur'an'da
namaza yaklaşma." denilmektedir. Oysa burada Bektaşi'nin yaptığı bir tür montajdır. Gerçekten Kur'an'da
böyle bir ayet vardır; fakat Bektaşi sadece ayetin işine gelen kısmını kullanmaktadır. Ayetin tamamını
bilmeyenler ise bunu duyunca "Kur'an'ın gerçekten namazı yasakladığını" düşünecektir. Oysa ayetin tamamı
"Sarhoşken namaza yaklaşmayındır.” Aynen bunun gibi.

Tevrat, Zebur ve Đncil’I seneler evvel, kendi çabalarım ve yazılanları anlamaya yardımcı Đngilizce birkaç
kitabın eşliğinde okumuş ve incelemiştim. Ben nihayetinde bir ilahiyat uzmanı, teolojide doktora sahibi biri
değilim. Tabii ki bir haham ya da konunun uzmanı herhangi bir din adamı seviyesinde konuları bilmem
beklenemez. Çünkü geçimimi bu yoldan temin etmiyorum. Ama Tevrat’ın bütününe baktığımda ırkçı bir
izlenim edinmediğimi söylemek zorundayım. Hatta, sözü edilen ayetlerin, en azından bazılarının, bizim ilk
bakışta anladığımızdan çok farklı anlamlara bürünebildiğini biliyorum. Bu açıdan çabucak yorum yapmadan
once konuyu detaylarıyla araştırmalı, daha sonra bir kanaate varmalıyız.

Gelelim başka bir konuya. Sizin nereli olduğunuzu bilmiyorum. Örneğin Laz kökenli olduğunuzu farzedelim.
Ben bir başkasına sizin hakkınızda bahsederken “ya biliyor musun Ali Rıza da Lazmış” desem, ben şimdi sizin
aleyhinizde bir iftirada mı bulunmuş oluyorum? Laz kökenli olmak bir suç mudur ?

Bu örnekten hareketle, eldeki bulgulara dayanarak, Atatürk’ün Sabetayci olmasının kuvvetle muhtemel
olduğunu öne sürmem nasıl bir iftira olarak tanımlanabilir ? Đftiranın sözlük anlamı, kasıtlı veya asılsız olarak
yapılan suçlama; bir suçu, ilgisi olmayan birinin üzerine yıkmaktır.

Atatürk, Sabetayci bir aileden doğmak suretiyle bir suç mu işlemiştir?


Đnsanlar kendi ana babalarını seçemiyorlar ki bu konuda onlara bir sorumluluk yükleyebilelim. Kaldı ki
Atatürk Sabetayci olsa ne olur, olmasa ne olur ? Allah’ın isteği bizim insanları hasbelkader sahip oldukları aile
bağlarına gore ayrıma tabi tutmamız mıdır? Bu düşünce tarzı nasıl izah edilebilir? Sizin için Atatürk’ün Türk
ırkından gelmesi bir zorunluluk mudur?

Adaşınız Ali Rıza Efendi’nin, oğlu Mustafa’yı , Selanik’te yeni açılmış Şemsi Efendi mektebinde okutmaktaki
ısrarının o okulun en ileri okul olmasının ötesinde bir başka sebebi daha olamaz mıydı? Bunu nereden
bilebilirsiniz? Atatürk, 1911 yılında Filistin’de Itamar Ben-Avi’yle görüşmeler yaptığında, ben yanlarında
değildim, siz de değildiniz. Bu görüşmelerden birinde Atatürk’ün kendisine “ben Sabetay Sevi’nin soyundan
geliyorum” şeklinde ifade ettiği aile kökenini açıkladığında yine yanlarında değildik. Ben Avi bu sohbetten
kendi otobiyografisinde bahsetmeseydi hiç haberimiz olmayacaktı. O halde Itamar Ben Avi’yi daha
tanımadan, bilmeden, sadece hasbelkader Yahudi doğduğu için mi tanıklığını hükümsüz sayacağız?

Atatürk’e hayali bir etnik köken yakıştırma peşinde değilim. Böyle bir şeye ihtiyacım da yok. Çünkü benim
için Atatürk, Çingene asıllı dahi olmuş olsaydı yine de aynı Atatürk’tür. Beni insanların geldikleri ırklar değil,
yaptıkları işler ilgilendirir. Ve benim için Atatürk, ülkeyi düşman boyunduruğundan kurtararak, kimseye
muhtaç etmeden, başımız dik bir şekilde yaşamamıza imkan sağlayan Ulu Önder’imizdir.

“Senin Đngilizce yazında Atatürk'ün Yahudi olduğunu yazıyor” diyorsunuz. Şimdi gelin de sizi o yazıyı
okumamakla itham etmeyeyim! Daha üzerinde tartıştığımız metni okumamışsınız ki Tevrat, Zebur ve Đncil’I
okuduğunuza inanayım.

Söz konusu cümleyi tekrar nakledeyim ;


Kemal confided: "I'm a descendant of Sabbetai Zevi - not indeed a Jew any more, but an ardent admirer of
this prophet of yours.”

Tercümesi ;
Ve Kemal itiraf etti: “Ben Sabetay Sevi’nin ecdadındanım - tabii ki artık Yahudi değilim, fakat sizlerin bu
peygamberinin şevkli bir hayranıyım.”
Yani gördüğünüz gibi Atatürk, Yahudi olduğunu inkar ediyor. Makale de Atatürk’ün Sabetayci Dönme kökenli
olduğunu belirtiyor.

“Atatürk kendisini Türk kabul ediyor, siz inatla hayır Sabetaycı idi diyorsunuz.”
Atatürk’ün kendisini Türk kabul ettiği konusunda ikimiz de hemfikiriz. Bunun aksini iddia etmiyorum .Hiçbir
yerde Atatürk kendisini Türk kabul etmiyor demedim. Ama kendisini Türk kabul etmesi, Sabetayci kökenli
olmadığını da göstermez ki. Sizin inatla o Sabetayci kökenli bile olamaz yaklaşımınızı anlayamıyorum.

“Atatürk isteseydi Türklük ve Türk milliyetçiliği üzerine bir devlet kurmazdı. Kendisine "Atatürk" soyadı
almazdı. En çağdaş anlamdaki milliyetçilikte "insan kendisini nasıl tanımlıyorsa öyledir" kuralı vardır”
diyorsunuz.
Doğru. Bunun tersi bir şey söylemedim ki. Atatürk’ün Sabetayci kökenli olması, niye Türk milliyetçiliği üzerine
bir devlet kurmasına engel teşkil etsin? Buradaki mantık nedir?

Đsterseniz tarihten birkaç örnek sıralayayım.


Napolyon Bonaparte, 1769 yılında, Korsika adasının Ajaccio kentinde doğmuştur. Bu adam Fransızlardan
tamamen farklı olan ve kendine has bir kimliğe sahip Korsikalılardan biriyken Fransa’da krallığın
yıkılmasından sonra, ilk Fransız Đmparatoru olmuş, pek çok savaşa katılmış, tarihteki en ünlü savaş
kumandanlarından biri haline dönüşüp, 1821 yılındaki vefatına kadar daima ülkesi adına yeni başarılar
kazanmak için uğraşmış, didinmiş ve de çok da başarılı olmuş bir devlet adamıdır. Tüm Fransızlar övgüyle
Napolyon’dan söz eder. Fransız kimliğinin bir simgesi durumundadır. Ama Fransız kökenli değildir. Korsika
kökenli bir Fransızdır. Yani şimdi onun Korsikalılığı, milliyetçi bir Fransız olmasına engel mi olmuştur?

Aynı şekilde George Washington adlı Amerikan bağımsızlığını sağlayan adamın kendisi Đngiliz kökenlidir. Yani
Đngiltere’ye karşı, öz yurdu olarak kabul ettiği Amerika’yı savunmuştur. Onun Đngiliz kökenli olması,
Amerika’yı kurmasına engel mi olmuştur ?

Yine aynı şekilde Hasan Tahsin adıyla da bildiğimiz (Osman Nevres) adlı gazeteci, 15 Mayıs, 1919 yılında,
Đzmir’I işgale gelmiş Yunan askerlerine karşı ilk kurşunu sıktıktan hemen sonra şehit düşüp , yaşamını
vatanın bağımsızlığı uğruna feda eden ilk kişi değil midir ? Bu kişi Kurtuluş Savaşı’nın ateşini başlatmamış
mıdır ? Bu şahıs Sabetayci kökenli değil midir? Onun bu kökeninin Türk milliyetçisi olmasına engel olduğunu
bu davranışından sonra hala nasıl iddia edebilirsiniz ?

Son mekanı bugün Đstanbul’daki Bülbülderesi Mezarlığı’nda bulunmaktadır. Mezar taşında "Izmir'de isgalci
düsmana ilk kursun atan hürriyet kahramani mukaddes sehit gazeteci Osman Nevres (Hasan Tahsin Recep)
1888-1919" ibaresi bulunmaktadır.

Bir zamanlar Sabetayci kökenli insanların gömüldüğü bu mezarlıkta, soyadında Türk kelimesi bulunan onlarca
mezar taşına rastlayabilirsiniz. Atatürk’ün ailesinin Sabetayci geçmişinin, Türk milliyetçisi olmasına engel
teşkil ettiğini hala inandırıcı buluyor musunuz?

Gelelim başka bir konuya. Đster inanın ister inanmayın, Yahudi dininin hükümlerini kabul eden herkes Yahudi
olabilir. Bunu bilmemeniz Tevrat’I okumadığınızın açık bir delilidir. Eski Ahit’in Writings adlı bölümünün içinde
Ruth adlı bir kitap vardır. Ruth, Moablılar soyundan gelen bir dul kadındır.

Kitapta bu kadının Đsrailoğullarına katıldığı, Yahudiliği benimsediği ve hatta Hz. Davud peygamberin büyük
annesi olma şerefine ulaştığı ayrıntılarıyla kaydedilmiştir.
Hani Yahudiliğe geçilmez idi? Hani Yahudilik sadece soydan ibaret bir dindi?

Yahudiler, kendileri için en önemli peygamberlerden Hz. Davud’un büyük annesinin Yahudiliği kabullenmiş
Moablı bir kadın olmasından gurur duyarlar. Dayanaksız iddialarda direnmek, o iddiaları gerçek kılmaz.
Üstelik galiba önemli bir haber de atlamışsınız..

http://www.yenigundem.com/2001/01/08/haber005.html
“Sabetay kökenli bir aileden gelen Ilgaz Zorlu, Đstanbul 9. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtığı davayı
kazanarak, Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdi Nüfus cüzdanındaki "din" hanesinde "Đslam" yerine "Musevi"
yazdıran Zorlu, şimdi de Sabetaycıların Musevi olduğunu kanıtlamak için mücadele başlattı…”
Demek Yahudi olunamıyordu? Tüm iddialarınız birer birer çürüyor.
Zahmet edip “Commentary Magazine”’in Sept, 2000 sayısında yer alan “Wandering Jews-and Their Genes”
adlı makaleyi okuyabilirseniz, orada size bir önceki mesajda belirttiğim Falaşa adı verilen Etyopyalı zenci
Yahudilerin genlerinin Đsrail’deki diğer Yahudi grupların genleriyle hiçbir benzerlik taşımadığının bilimsel
olarak kanıtlandığını öğrenebilirsiniz.

Bu ne demektir? Yahudiler bir ırk değildir demektir.


“Yahudi soyunu belgeleyen herkes Đsrail vatandaşı olabilir” diyorsunuz. Đşte talihsiz bir iddia daha. Bugün
Amerika’da , Hz. Đsa’yı Mesih olarak kabul ederek Hıristiyanlığı benimsemiş Yahudi kökenli yarım milyonu
aşkın insan yaşamaktadır. Bu kişilerden bazıları sizin gibi düşünmüş, Đsrail’e gitmiş, Đsrail vatandaşı olmak
için müracat etmiş, Đsrail Yüksek Mahkemesi de bu kişilerin Yahudi soyundan geldiklerini teslim etmiş, fakat
Musevi inancını terkedip, Hıristiyanlık dinini benimsemeleriyle birlikte kendilerini Yahudilerden sonsuza dek
soyutladıklarını, dolayısıyla vatandaş olma yönündeki isteklerinin kabul edilemeyeceğini hükme bağlamıştır.

Bu Yüksek Mahkeme kararı iddianızı tamamıyla çürütmektedir.


Buna ilaveten 1990’lı yıllarda Rusya’dan Đsrail’e göç eden 1 milyona yakın Rus Yahudisinin üçte birinin Yahudi
bile olmadıkları, Rus soyundan Hıristiyan oldukları anlaşılmış, içlerinden birçoğu Musevi dinine geçmek
istediklerini belirtmiş ve bu istek Đsrail’deki hahambaşılıklarca kabul edilerek Yahudi olmuşlardır.

Yani Yahudi soyundan gelmene rağmen, Musevilik dışında bir dini inanca sahipsen, Đsrail vatandaşı
olamıyorsun. Ama Yahudi soyuyla hiçbir alakan olmasa bile, Museviliği kabul edersen Đsrail vatandaşı
olabiliyorsun.

Đsrail’I dincilikle suçlayabilirsiniz ama Yahudileri ırkçılıkla suçlayamazsınız.


Sizin objektiflik anlayışınız insanı hayretlere düşürüyor. Doğru bulduğunuz iddiaları kabul eden kaynaklar
objektif, düşünce biçiminize aykırı olan kaynaklar taraflı ve de subjektif. Siz de yalnızca ırkçı bir bakış açısıyla
bezenmiş iddialarınızı sunup ahkam kesmeyin.

Eminim ki, Atatürk, Itamar Ben Avi’ye, “ben Altay Dağları’ndan göç etmiş, şanlı, şerefli Oğuz Türklerinin
soyundan geliyorum” deseydi ve Itamar Ben Avi, bu olayı anılarında yazsaydı, siz onu, Yahudi olmasına
rağmen, bağrınıza basıp, “bak adam ne güzel yazmış, elin Yahudisi bile bunu kabul ediyor, daha bizim
Türkiye’de halen çatlak sesler çıkıyor” der ve bu yazıyı OBJEKTĐF bir kaynak olarak savunurdunuz.

Bu kadar çifte standart pes doğrusu!


Bu arada kendi dinimden çok memnunum Sayın Ali Rıza Bey. Ben “olmayan Yahudi ırkının” “inanmadıkları
üstünlüklerini” kabul etmiş değilim. Ama maşallah, 14 milyonluk Yahudi nüfusunun koskoca 6 milyar nüfuslu
bir dünyaya hükmedebilecek güce sahip olduğunu düşündüğünüze göre siz onların üstünlüklerini kabul
ediyorsunuz demektir. Saygılarımla

ĐPEKÇĐLER

Bir Tartışma Üzerine

Geçenlerde, dumanı üzerinde bir romandan hareketle, Abdi Đpekçi cinayeti fâili Mehmet Ali Ağca'nın,
Roma'da, Sen Pierre Meydanı'nda, Papa'yı öldürmeye kalkışma macerasının arka-planını yazdığımı
hatırlayacaksınız. Đtibarlı bir gazeteci olan Tad Szulc, romanını, "Vatikan'nın ricası üzerine CIA tarafından
yürütüldüğünü" söylediği bir soruşturmaya dayandırmış; romanda işlediği şu tez gerçekmiş: "Papa'yı Vatikan
içi iktidar mücadelesine giren bir Katolik grup öldürtmek istedi; Ağca, Fransa'daki örgütler aracılığıyla
Türkiye'den ödünç alınan bir tetikçidir..."
Tad Szulc'un romanıyla ilgili Kulis Ağca Ailesi'nin de dikkatini çekti; "Romanın Türkçesi var mı?" diye
sordurdular. Ali Cevat Akkoyunlu'nun titiz çevirisi şu yakınlarda Doğan Kitapçılık (Tel.: 212- 677 0620, Faks:
212- 677- 0749) tarafından 'Papayı öldürmek' adıyla yayımlandı. Ağca da, karmaşık 'Roma macerası'
ardındaki gerçeği bu sayede öğrenir; belki küçük ayrıntıları birleştirerek daha geniş fotoğrafı da gözünde
canlandırabilir...
Abdi Đpekçi cinayeti ise, tetikçisi bilinse bile, gerisindeki motif ve azmettirenlerin kimliği yönünden gölgede.
Nükhet Đpekçi'nin, 'Đskele-Sancak'ta, "Babamın öldürülmesiyle ilgili kırk değişik senaryo var" dediğini
unutmayınız. Nükhet Hanım, programda, Ağca için önce "Kâtil" dedi, sonra "Kâtil olduğu söylenen" diye
düzeltti cümlesini; en iyi bilindiği sanılan konuda bile durum bu...
Abdi Đpekçi'nin kızı babasının uğradığı suikasti tartışmaya çıkmamıştı ekrana; istediği değişik kaynaklarda
"Dönme" veya "Sabetaycı" olarak tanımlanan Abdi Đpekçi'nin bu tanıma pek uymadığını anlatmaktı. Cinayetin
ardında bu tür ucuz yaftaların da etkisi bulunduğuna inanıyor galiba... Selânik'ten Türkiye'ye göçmüş ünlü
Đpekçi ailesinin bir ferdiydi babası, annesi sebebiyle öteki ataları da yine 'Selânik kökenli' Dilberler ailesi;
ancak kendisinin 'Sabetaycı' olduğunu babasıyla ilgili yayınlar sırasında duyduğunu anlattı Nükhet Hanım...
Yüzyıllar boyu 'gizli bir din' olarak taşınmış bir inancın son nesilde kopmaya uğraması doğal... Bazıları
bütünüyle kopmuş ve aldıkları telkinleri kendi çocuklarına geçirmemişler... Abdi Đpekçi ve eşi Sibel Hanım'ın
bunda başarılı oldukları anlaşılıyor...
Türk basınında bir 'efsane'ydi Abdi Đpekçi... Erhan Akyıldız ile Tufan Türenç'in ‘Gazeteci' adlı kitabında, "Abdi
Đpekçi dönmeler mezarlığına gömülmemesini vasiyet etti" cümlesi ilgimi çekmişti... Aynı aileden soyadını
mahkeme kararıyla değiştirenler de çıktı. Sanıyorum, bunlar köklerle irtibat koparma mesajları... Nükhet
Đpekçi Sabiha Sertel'e şükran borçlu olmalı; kızı Yıldız Sertel, 'Annem' adlı kitabında (YKY), Sabiha Hanım'ın,
"Dönme olmayan biriyle evlenmesine izin verilen ilk dönme genç kız" olduğunu yazıyor çünkü... Programa
katılan bir bayandan, bazı ailelerin, 'Sabetaycı' ilkelere hâlâ sadakat gösterdiklerini de öğrenmiş olduk...
Programda 'araştırmacı-yazar' sıfatıyla yer alan Şevket Eygi, makalelerinde izlediği üsluptan şaşmadı ve en
kritik sorulara, "Bu yaştan sonra hapse girmek istemem" gibi kaçamak cevaplar verdi. Oysa, tezinin temeli
olan "Đslâm'a saldıranların bir bölümü Sabetaycı" iddiasını ispat için bir fırsattı program, onu -nedense-
kullanmadı... Genellemeler hem bu işle ilgisiz kişileri (sözgelimi Nükhet Đpekçi'yi) üzüyor, hem de ithamı
yönelttiği kişilerin kimliği kafa karıştırıyor...
Şevket Bey, "Đslâm'a saldıran iki yüksek hukukçu" sıfatıyla kimleri kast etmiş olabilir? Bu sıfata uyan fazla kişi
yok kamuoyu karşısına çıkan... Afyonlu olan ve Đslâm'a saldırdığı bilinmeyen Ahmet Necdet Sezer değil
herhalde; Konyalı Sami Selçuk da bu tanıma uymuyor... Acaba Danıştay'ın şu yakınlarda emekli olan başkanı
Erol Çırakman ile her adli yıl açılışında konuşma yapan Türkiye Barolar Birliği başkanı Eralp Özgen mi bu iki
hukukçu? Eygi ithamını açmadığı için doğru cevabı bilemiyoruz...
Son zamanlarda konuyu ülke gündeminde tutan şu sırada Gebze'de hapis yatmakta olan Yalçın Küçük oldu.
Sonradan kitaplaşan yazılarında, Küçük, Selânik kökenli ailelerin soyadı seçerken veya çocuklarına ad
koyarken içinde 'er' veya 'ar' geçmesine dikkat ettiklerini yazdı. Sözgelimi, bir hanım şarkıcı ile reklâmcı
ağabeyinin 'dönme' olduklarından kuşkulu Yalçın Küçük... Tabii bu kuralın istisnaları da olmalı; çünkü
kamuoyunda 'dönme' bilinen pek çok kişinin ad veya soyadında 'er' veya 'ar' bulunmuyor...
Ben de Hatemiler gibi bir şeyi anlamakta zorlanıyorum: Bu kadar gevşek yaklaşılan bir konuyu şu sırada
sıcak tutmanın âlemi ne?
Konuya her dem tazelik katan Ilgaz Zorlu adlı bir genç. 'Zvi-Geyik' adıyla yayınevi kurup Şevket Eygi'nin
'dönmeler' üzerine kitabını yayımlayan Ilgaz Bey 'Sabetaycı' olduğunu öğrendiğinde konuya eğilmiş ve
kendisinin 'Yahudi' kökenine önem vermiş... Atatürk'ün de okuduğu Selânik'teki okulun kurucusu Şemsi
Efendi ("Yahudi adı 'Şimon Zvi'ydi" diyor Ilgaz Zorlu) dedesiymiş. Ilgaz Zorlu Đsrail'e kadar gidip Yahudiliğinin
tescil edilmesini istedi; ancak, başka ülkelerde din değiştirmeye zorlandıklarını ispatlayanları hemen bağrına
basan Đsrail, talebine olumsuz cevap verdi. Konuyu Türkiye'de sıcak tutarak, Đsrail'i sonunda dize getirmeyi
mi düşünüyor ne?
Bana sorarsa, biraz ters ve hayli uzun bir yol bu.

Taha Kıvanç 28 EYLÜL 2000


Cem’in dedesi Haham!“Evet Ben Selanikliyim” adli kitabiyla taninan Sabetayci Ilgaz Zorlu, Cumhurbaskanligi
tartismalarini AKIT’e anlatti... Ilgaz Zorlu, “Ismail Cem Ipekçi, köklü bir Sabetayci aileye mensuptur... Büyük
dedesi Haham’dir ve Sabetay Sevi’nin de yakin arkadasidir” dedi

CEM VE DIGER SABETAYCILAR


“Cumhurbaskani adaylari arasinda yer alan çok kiymetli Ismail Cem’in kendisi pek kullanmasa da Ismail Cem
Ipekçi, Ipekçi ailesine mensuptur. Dini geçmisi olan ve cemaat içinde hahamlik yapmis bir ailedir. Ipekçi’nin
ailesinin en basindaki isim, Sabetay Sevi’nin çok yakininda yer alan bir kisidir. Cem’in yanisira, adaylik
tartismalarinin yapildigi ilk günlerde ismi gündeme gelen baska Sabetaycilar da vardi. Mesela, büyükbabasi
hem Haham, hem Mevlevi Seyhi olan Emre Gönensay... Sabetayci oldugunu reddetse de, bir Fransiz
gazeteciye Sabetayci kökenini itiraf eden Coskun Kirca... Bu isimleri saymakta hiçbir beis görmüyorum.
Çünkü, bunlari Yahudi cemaati de açiklamistir, bu cemaatin önde gelen isimlerinden Hario Ocalyo da
açiklamisti. Sahit onlardir.”

KARAKAŞLAR, KAPALI BIR KUTUDUR


“Ipekçi, Karakaslar kolundandir. Bu grup çok kapali oldugu için size fazla bir sey söyleyemem. Ancak,
Sabetayciligin felsefesine ve ruhuna en sadik gruptur. Distan bakildiginda müslüman gibi görünürler, ama
içlerine girdiginizde Yahudi inancini desteklediklerini görürsünüz. Bunlar açik açik konusulmalidir. Aksi halde,
gerçek ortaya çiktiginda zor durumda kalinir. Kim olursa olsun, Sabetayci biri bütünlestirici olmalidir. Coskun
Kirca gibi, Islamcilara karsi çok açik bir tavir alinirsa, bu, hem cemaate, hem de Türkiye’ye zarar verir.”
-Bağlı bulunduğunuz cemaatin içinde ilk defa siz ortaya çıkarak, bugüne kadar Sabetaycılıkla ilgili bilinmeyen
gerçekleri kamuoyunun gündemine taşıdınız. Neden ortaya çıktınız ve cemaatin bilinmeyen gerçeklerini
bütün ayrıntılarıyla anlattınız?
Ben Sabetayciyim, fakat bu kimligimi uzun yillar Türkiye’de açikça ortaya koyamadim. 400 senedir çok
önemli isimlerin içinden çiktigi bir cemaatin mensubuyum. Bu cemaatin mensuplarinin Türkiye tarihinin
sekillenmesinde önemli rolleri oldu. 1924 Türkiye’sinde Türkiye’nin kurulusunda Sabetaycilarin çok ciddi
rolleri var. Bunun için geriye dönüp baktigimizda ittihat Terakki dönemi hareketinin bir Sabetayci hareketi
oldugunu görüyoruz. Bunu her zaman ispatlamak mümkün. Hareket ordusu kalkip Selanik’ten geliyor. Ilk
Mason localari Selanik’te kuruluyor. Demiryollari Selanik’te, isçi hareketleri Selanik’te. Selanik’te ne var,
Sabetaycilar var. Ben büyük bir sorunu tespit ettim. Sabetayci olanlar, Sabetayciligin ne oldugunu
bilmiyorlar, en büyük problem burada. Kitaba ilgi oldugu için mutlu oldum ama ben bu kitabi aslinda kendi
cemaatim için yazdim. Çünkü cemaatten gizleniyordu gerçekler. Cemaatin 90’lardaki temel felsefesi suydu:
Bu konuyu konusmayalim. Bu konu kapansin. Nasilsa Türkiye’de bir noktaya geldi, pota olarak olustu.

“LAIKLIGI DIN HALINE GETIRDILER”


-Cemaate ağır elestirilerde de bulunuyorsunuz. Eleştirilerinizin en önemli noktasını cemaati temsil eden
kişilerin katı laiklik anlayışı.
Cumhuriyete karsi degilim, ben demokrasiye karsi degilim, ben laiklige de karsi degilim. Ben bu kavramlarin
olmasi gibi yerine oturmasini istiyorum. Laiklik bir din degildir, fakat Sabetaycilar laikligi bir din haline
getirdiler. Asiri insanlar görüyoruz bugün Türkiye’de. Bu insanlar cemaati temsil etmiyorlar. Yaptiklari sadece
kendilerine baglamasi gerekiyor. Fakat böyle olmuyor. Kavgalar bizim cemaatimizin yok olmasina neden
oluyor.
-Sabetaycılık nasıl doğdu?
Sabetaycilik 1700’lerden sonra 1800’lerin sonlarina kadar olan 150 senelik süre içerisinde tamamen kapali bir
sekilde yasamis. 3-4 kusak sonra insanlar Sabetayciligin temel felsefesini kaybettigi için bu insanlar bir nevi
ortada kaldilar ve bir nevi arayislara girdiler. Basta Yakubi Cemaati olmak üzere Selanik’in batiya yakin olma
özelliginden kaynaklanarak Fransa’ya ögrenci göndermeleri basladi. Fransa’ya giden ögrenciler
döndükdüklerinde Fransiz ihtilalinin düsüncelerini getirdiler. Sabetaycilik içinde bunlar bir grup haline geldiler
ve Sabetaycilar içerisinde bölünme basladi. Bu bölünmeler bir süre sonra cemaatin yenilikçilerin eline
geçmesine neden oldu. 1900’lerin basina geldigimizde Yakubiler ve Kapancilar’daki dini teskilat hemen
hemen yari yariya çökmüstür. 1900’lü yillarin basinda ise Yakubi ve Kapancilar’in dini esaslara göre
yönetildiklerini söylemek mümkün degil. Karakaslar için ayni seyi söylemek mümkün degil. Onlar halen
devam ediyorlar dini düsüncelerine. Halen organizeler ve halen din adamlari yetistiriyorlar. Fakat ben
Yakubiler’in ve Kapancilar’in bu dini organizasyonlarinin bittigini düsünüyorum.
-Türkiye Cumhuriyeti topraklarına gelişleri de ilginç galiba.
Türkiye’ye Lozan Anlasmasi’nda yer alan mübadele hükmü geregince geldiler. 1925’te geldikleri zaman,
Türkiye küçük bir ülke degil büyük bir ülke. Fakat ülkenin nüfusu kalifiye degildi. Savaslarla yokolmus,
Anadolu harap halde, perisan. Istanbul, Izmir, isgalden yeni çikmis. Ve buraya bir topluluk geliyor. Bu
toplulugun rakaminin 25 bin oldugunu düsünüyorum. Bu topluluktaki insanlarin hepsi yurtdisinda okumuslar,
her biri birkaç lisan biliyor. Hepsi burjuvaziyi olusturmus, isadami kökeninden geliyor. Sanayiciler var
aralarinda Bezmenler, Ipekçiler örneginde oldugu gibi. Bu insanlar Türkiye’ye geldiginde ülke onlar için
bombos bir alan. Bu nedenle çok kisa zamanda Türkiye’de belirli bir yerlere gelmeleri rastlanti olmadi.
-Türkiye’de köşebaslarını nasil ele geçirdi Sabetaycılar?
O dönemde basin ellerine geçti. Aksam bugünkü Bilgin ailesinin elinde, Yeni Asir ise yine Bilgin ailesinin.
Vatan Gazetesi Ahmet Emin Yalman’in elinde. Yalman Yakubi’dir. Tan gazetesinin sahibi Serteller’e bakinca
onlarda Sabetaycidir ve Kapanci koluna mensuplardir. Bu ekolden gelen sol tandasta Ahmet Emin Yalman’in
yaninda yetisen Abdi Ipekçi’yi görüyoruz. Yalman’in çizgisindeydi. Basin Sabetaycilarin Türkiye’de etkinlik
kazanmasinda çok etkili oldu.
- Sabetaycılar’in nüfus kağıtlarında Müslüman yazıyor, gerçekte Müslüman mısınız?

“SABETAYCILARIN ÇOĞUNUN DINI LAIKLIKTIR”


Müslüman degildir Sabetaycilar, çünkü Müslümanligi hiç görmediler hiç yasamadilar. Belki içlerinde çok az
tarikata girmis insanlar olabilir. Ama bunlar hiçbir zaman Islam dinine gerçek anlamda inanmadilar. Yahudi
kabalizmine bagli inançlarini sürdürdüler. Laiklik bu insanlar için bir düsünce olarak hep varoldu. Bunu bir din
haline getirdiler. Bana göre Sabetaycilarin dini laikliktir. Ben cemaatin en basindaki insanlara sunu söylemek
istiyorum: Sabetay Sevi’nin cemaatin yasamasi için verdigi emirler ortadayken, bir Yahudinin yok olmamasi
için verilen emirler Tevrat’ta verilmisken, nasil ki Sabetayci hahamlar veya Sabetayci ileri gelenler bu isin
bitmesi hakkini kendilerinde görebiliyorlar. Iste ben buna karsiyim. Basta yalnizdim. Fakat cemaatin içinde
bu kitabi okuyan, benim gibi düsünen insanlar var. Bugün Sabetaycilarin içinde büyük bir gençlik grubu bu
isin bitmemesini, Sabetaycilarin kendi inançlarini sürdürmelerini istiyorlar. Kitapta amaçladigim en önemli
noktalardan biri de suydu. Sabetaycilar 70 sene boyunca hiç tanimadiklari bir grupla düsman oldular. Onlar
Islamcilardi. Hiç tanimadilar bu insanlari. Çünkü Sabetaycilar Anadolu kökenli bir topluluk degil. Anadolu
kökenli bir topluluk olmadiklari için Anadolu’nun içinde meydana gelen olaylardan bihaberler. Yasadiklari
çevreler Nisantasi-Maçka-Osmanbey üçgeni. Bu üçgen içinde yasamis insanlar nasil kalkip da diger insanlara
düsman olabilirler. Çünkü Sabetaycilarin önüne getirilen olaylar 1930’larin Türkiye mantigidir. 30’larin,
40’larin Türkiye’si çok açik söylemek gerekiyor, kuvvetli bir iktidarin oldugu bir yönetimdir. Iktidarin insanlara
belirli ideolojileri bastirarak kabul ettigi bir dönemdir.
-Sabetaycıların Türkiye’ye gelişinin üzerinden 75 yıl geçti. Türkiye’deki Sabetaycılık şu anda hangi noktada?
Cemaatin ideolojik tercihleri nasıl?
-Sunu çok çok açik olarak söylüyorum, Yakubi ve Kapancilar’in arasinda dini taraf hemen hemen çok
azalmistir. Kendi cemaatim olan Kapancilar Sisli Terakki yolsuzlugunda oldugu gibi, cemaatin birtakim vakif
mallarini ele geçiren hirsizlar, cemaat adina bir takim kararlar vererek, kendilerinin hem Sabetayci oldugunu
kabul etmemektedirler, hem Sabetayci vakif mallari üzerinde tasarrufta bulunmaktadirlar, olay tamamen
paraya dönmüstür.

“YOLSUZLUKLAR CEMAATE KAN KAYBETTIRIYOR”


Cemaatteki en aci olay Halil Bezmen olayidir. Çünkü Halil Bezmen cemaatten ve piyasadan topladigi
muazzam bir servetle ABD’ye kaçmistir. Zaten ben inaniyorum, Sisli Terakki Lisesi’nin yöneticisi olan insanlar
da uzun vadede ayni seyi yapacaklar. Bu insanlar, bir çizgi çiziyorlar Türkiye’de. Bu genelde Kemalist bir
çizgi. Fakat bunu yaparken, sol partilerde yer aliyorlar. Fakat bunu yaparken cemaatin içerisinde bir takim
olaylarin içerisine giriyorlar. Sisli Terakki Lisesi’nde baglantili olmayan kisiler sadece Sabetayci olduklari için
okul yönetimindeler. Orasi bir cemaat okuludur. 2000’li yillarda Sabetayciligin cemaat organizasyonu
kayboldugu için birtakim mallarini ele geçiren kisiler, kendilerinin cemaati yönetiyormus izlenimine kapilarak,
kendi istediklerini yapiyorlar.
-Sabetaycılık yıllar geçtikçe nasıl nesilden nesile geçiyor? Dini eğitim cemaat içerisinde nasıl veriliyor?
-Sabetaycilarin içerisinde her zaman din egitimi konusu çok önemli. Dini egitim bugün sabetaycilarda
veriliyor, kimse verilmiyor diyemez. Nerelerde verildigini de biliyoruz, kimlerin verdigini de biliyoruz. Bence
bu vicdani bir olaydir, insanlar istedikleri gibi dini egitim alabilirler. Karakaslar’da da, Yakubiler’de de,
Kapancilar’da da dini egitim veriliyor. Bunun haricinde yurtdisinda yasayan pekçok Sabetayci var ki, bunlar
zaten yahudi cemaatlerine basvuruyorlar ve orada yahudilik egitimi aliyorlar.
-Dini eğitim noktasında Sabetaycılık ile yahudilik arasında paralellik var mı? -
Hayir yok. Türkiye’deki yahudiler kendi egitim kurumlarina Sabetaycilari kabul etmiyor.
-Đsrail devletinin Sabetaycılara bakış açısı nasıl?
-Bence bunu Israil Baskonsolosu’na sorun. Israil Sabetaycilik konusunda konusmuyor. Çünkü bu onlar için
vicdani bir hatadir. Israil bugün dünyada yahudi düsmanligindan ve anti-semitizmden sikayet eder. Israil
devletine sunu söylemek istiyorum. Baskalarindan beklediginiz hosgörüyü siz de Sabetaycilara gösterin.
Sabetaycilara karsi hiçbir hosgörüsü hiçbir destekleyici tutumu yoktur. Sabetaycilari dini olarak hiçbir sekilde
kabul etmemektedir.

“ISRAIL IÇIN SABETAYCILAR SAVASMAYA GITTI”


-Yani Sabetaycilar Israil’in çikarlari dogrultusunda çalisan bir dini grup degil size göre? -
Hayir bu olamaz. Söyle bir olayi görmek lazim. Sabetaycilik felsefe olarak Ortodoks Yahudiliginin disinda olan
bir olay. Bu noktada ulasma mümkün degil. Sabetaycilar mistik yahudilerdir. Israil de mistik Yahudiyi
dislayamaz benim iddiam bu. Sabetaycilar hiçbir zaman açikça Israil’i desteklemedi. Fakat bazi Sabetaycilar
destekledi. Bazi Sabetaycilar Israil devleti için savasmaya bile gittiler. Israil’in Ramle kentinde bugün yahudi
olan çok sayida Sabetayci yasamaktadir.
-Masonlukla Sabetaycılık arasındaki bağlantı nedir?
-Çok fazla sayida Sabetayci mason tanidim. Ben sunu gördüm. Masonluk bir anlamda Sabetaycilar için bir din
haline gelmis. Bir dinin seromoni kismini masonlukta buluyorlar. Nitekim pekçok Sabetaycinin da mason
olmasinin sebebi bu.
-50 sonrasinda dönem dönem Sabetaycıların hangi siyasi akımları desteklediği konusunda nasıl bir tablo
karşımıza çıkıyor? -
Cemaat direkt olarak hiçbir partiyi desteklemedi. Gruplasma kalktigi için böyle bir destekleme olmuyor
açikça. 2000 yilina giriyoruz, bugün sabetaycilar birbirinden habersiz. Cemaat karari alarak destekleme
olmamistir ama, ayni kültürel evreni paylasan insanlarin, ayni siyasi egilimleri gösterdigi konusunda kusku
duymuyorum. Bu zaten bilimsel olarak üzerinde çalisilan bir konu. Demokrat Parti döneminde Fatin Rüstü
Zorlu Sabetayciydi. Demokrat Parti deneyimi 60 ihtilali ile bozulmustur. Cemaat 60 ihtilalini desteklemistir.
70’lerde siyasi sahneden biraz biraz çekilmeye basladilar. Çünkü siyaset Anadolu kökenli bir hal almistir.
1930’larin elitist halktan kopuk devlet adami fikri halkin daha fazla katiliminin oldugu döneme birakti.
70’lerde büyük sol hareketlerin içinde Sabetaycilarin oldugunu görüyoruz.
-12 Eylül darbesinin ardından cemaatin siyasi tercihleri hangi doğrultuda oldu?
-80’lerden sonra Sabetaycilik Özalizmle bagdasti. Özal’in Sabetaycilari çok ciddi olarak etkiledigini
görüyorum. Ondan sonra zaten Türkiye’nin siyasi ve ahlaki yapisi degismistir. Sabetaycilar Özalizmin içinde
erimislerdir.

“IPEKÇI AILESI HAHAMLIK DAHI YAPMISTIR”


-Son ayların en önemli konusu olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gelirsek, DSP’nin adaylarından Đsmail Cem
ile ilgili yapılan yorumlar Sabetaycı olduğu yönünde. Đsmail Cem Sabetaycı mıdır?
-Evet Sabetaycidir. Cumhurbaskani adaylari arasinda yer alan çok kiymetli Ismail Cem’in kendisi pek
kullanmasa da Ismail Cem Ipekçi, Ipekçi ailesine mensuptur. Dini geçmisi olan ve cemaat içinde hahamlik
yapmis bir ailedir. Sabetay Sevi’nin çok yakininda yer alan bir kisidir Ipekçi’nin ailesinin en basindaki isim.
Cem’in yanisira adaylik tartismalarinin basladigi ilk günlerde ismi gündeme gelen baska Sabetaycilarda vardi.
Büyükbabasi hem haham, hem Mevlevi seyhi olan Emre Gönensay. Ve her ne kadar Sabetayci oldugunu
reddetse de, geçmiste bir Fransiz gazeteciye Sabetayci kökenini itiraf ettigine dair bilgi gelen Coskun Kirca.
Bu isimleri yazmakta hiçbir beis görmüyorum. Zaten bunlari Yahudi cemaati de açiklamistir. Türk Yahudi
cemaatinin önde gelen isimlerinden Hario Ocalyo açiklamistir bütün bu isimleri. Bu isimlerin Sabetayci
oldugunun sahidi onlardir.
-Sabetaycı bir ismin Cumhurbaşkanlığı’na sıcak bakıyor musunuz? -
Ben suna karsiyim. Yahudi cemaatinin içinde aman suna, aman buna karismayalim, konusmayalim. Ben
açikliktan, her seyin açiklikla konusulmasindan yanayim. Yalan söylendiginde, gerçekler saklandiginda,
gerçekler bir sekilde ortaya çikacak. Gerçekler ortaya çiktiginda da zor durumda kalacaksiniz.
“EĞER ĐSMAĐL CEM CUMHURBAŞKANI OLURSA...”
Eger bir Sabetayci Türkiye’de Cumhurbaskani olursa, ben buna sevinirim. Fakat benim sevincimin devam
edebilmesi ve benim ve diger Sabetaycilarin da mutlu olabilmesi için, Cumhurbaskanligi makamina gelecek
olan Sabetayci kisinin, öncelikle devletin içerisinde bütünlestirici özelligi olmasi gerekir. Eger bu kisi
1930’larin elitist mantigiyla yaklasirsa ve Coskun Kirca örneginde oldugu gibi Islâmcilara karsi çok açik bir
tavir alip, bir takim baska siyasi hesaplar yaparsa, hem cemaate zarar verecek, hem de Türkiye’ye zarar
verecektir. Eger Ismail Cem Cumhurbaskanligi seçimini kazanirsa, Türkiye’de yasayan Sabetayci bir vatandas
olarak Çankaya Köskü’nde nasil cuma namazlarina sayin Demirel gidiyorsa, Cumartesi günleri de Çankaya
Köskü’nde Sabak Defilesi yapilmasi için ben bizzat Cumhurbaskanligi’na ve Meclis’e basvuracagim. Bunu çok
arzu ediyorum. Hatta Cumhurbaskani’nin Yahudilerin dini bayramlarinin oldugu günlerde, çalismamasi
gerektigini düsünüyorum. Hatta hatta, sayin Cumhurbaskani’nin bu takdirde kafasina kipa takarak dolasmasi
da gerekebilir. Çünkü bu onun dini inancidir, bunu yapmasi gerekir. Sabetayci Cumhurbaskani bunu yaparsa
Türkiye’de diger insanlar ne yapar bu da ayri bir konu olur.
-Ismail Cem Ipekçi’nin cemaat içindeki konumu nedir? Cemaatin hangi koluna mensup?
-Sayin Ipekçi, Karakaslar kolundan. Karakaslar grubu çok kapali bir grup oldugu için size fazla bir sey
söylemem çok zor. Karakaslar Grubu Sabetayciligin felsefesine ve Sabetayciligin hâlâ organizasyon olarak
devam etmesine en sadik grup. Ipekçi ailesi hakikaten hususiyeti olan bir ailedir. Ailenin geçmisinde çok
dindar insanlar da çikmistir. Böyle bir dini ortamda yetisen bir kisinin kalkip da dindisi hareket etmesi biraz
zor gibi gözüküyor. Karakaslar hiçbir zaman açik olmadilar. Insanlarla Sabetayciliklari konusunda hiç
konusmazlar. Disaridan baktigimizda Müslüman gibi gözükürler. Içlerine girdiginiz zaman kuvvetli bir Yahudi
inancini desteklediklerini görürsünüz. Ve çok açik olarak söylüyorum, Türk diplomasisinin yakindan tanidigi 4-
5 diplomatin ailesi Karakas grubundandir.O da aşirettenCOŞKUN ALĐ KIRCA VE AĐLESĐ"Hepimiz kendi
kaderimizden çok bir başkasının kaderi üstünde etkili oluyoruz, ne garip değil mi, bazen düşünüyorum da,
başkalarının müdahale edemediği bir hayatı ve kaderi yaşayabilseydik herhalde hepimizin hayat hikayesi çok
değişik olurdu ama ne yazık ki bu mümkün değil, Yaradan sanki hepimizi birbirimize bağlamış, birimiz
kıpırdayınca hepimiz kıpırdıyoruz."
"Hepimiz kendi kaderimizden çok bir başkasının kaderi üstünde etkili oluyoruz, ne garip değil mi, bazen
düşünüyorum da, başkalarının müdahale edemediği bir hayatı ve kaderi yaşayabilseydik herhalde hepimizin
hayat hikayesi çok değişik olurdu ama ne yazık ki bu mümkün değil, Yaradan sanki hepimizi birbirimize
bağlamış, birimiz kıpırdayınca hepimiz kıpırdıyoruz."
Yazar Ahmet Altan'ın çok satan romanı Đsyan Günlerinde Aşk'tan bir bölüm. Cümlenin sahibi, Reşit Paşa,
Abdülhamid'in doktoru. Gerçekten de böyle mi? Darağacına gönderilen Adnan Menderes, Deniz Gezmiş,
Fatin Rüştü Zorlu ve daha nicelerinin kaderlerinde kimler rol almıştı? Đdam kaderleri miydi?
Geride kalan ağır savaşların ülkenin üzerindeki ağır koku ve izlerini belki yeni terk etmeye hazırlandığı
yıllarda, 1927'de Đstanbul Şişli'de, bir taraftan Orta Asyalı, diğer taraftan Selanikli bir anne babanın çocuğu
olarak dünyaya gelecek bir çocuk, Reşit Paşa'nın söylediği gibi başkalarının kaderinde nasıl etkili olacaktı?
Đlerleyen yıllarda hariciyede görev yapacak, büyükelçi ve milletvekilli olacak Coşkun Ali Kırca, doğduğunda bu
soru doğal olarak kimsenin aklına gelmemişti bile.
Filibe'nin tanınmış tüccarlarından ve Kırca aşiretinden Ali Efendi'nin torunu olan Coşkun Ali Kırca'nın
babaannesi Mesrure Hanım da Rumelilidir. Ali Efendi ile Mesrure Hanım'ın biri kız (Servet Hanım) beş çocuğu
gelir dünyaya. Đkisi Bulgarlar tarafından katledilir. Fikret ve ailenin üçüncü çocuğu Mehmet Ali Haşmet Kırca,
hayatta kalan diğer çocuklardır. Coşkun Kırca'nın da babası olan Mehmet Ali Haşmet Kırca, Filibe'de rüştiyeyi
bitirdikten sonra meşrutiyetten önce Galatasaray Sultanisi'nde okumak için Đstanbul'a gelir. Okuldan sonra
Maarif Nezareti'ne bağlı birimlerde göreve başlar. Sonra Almanya'da, Türkiye'ye gelecek Alman ve Avusturya
subaylarına Türkiye ve Türkçe dersleri veren bir kürsüde görev alır, lektör olur. Bu arada Almanya'da felsefe
doktorasını tamamlayıp mütareke yıllarında da Türkiye'ye döner. Bir gün tramvayın Galatasaray durağında,
bir Đngiliz subayının Türk kadınını yerinden kaldırması ile başlayan tartışma sonucu tevkif edilir, hapse atılır,
oğlu Coşkun Kırca'nın anlattığına göre gözleri kapalı olarak bir Đtalyan şilebine bindirilip yurtdışına gönderilir.
Bir daha Đstanbul'a gelişi 1922 veya 23'leri bulacaktır. Döndükten sonra Şişli Terakki Lisesi'nin kurucu
müdürü olur. Çok uzun yıllar bu görevi ifa eder. Buradan ayrıldıktan sonra bu sefer Yeni Kolej'in kurucu
müdürlüğünü üstlenir. 1889'da doğan, Đstanbul Erkek Lisesi'nde de Fransızca dersleri veren Kırca, Şişli
Halkevi'nin de uzun yıllar başkanlığını yapar. Mehmet Ali Haşmet Kırca, 1926'da hayatını Celile Hanım'la
birleştirir: "Benim annem Selanikli. Annem bu Selanikli laflarını duyduğu zaman fevkalade sinirlenirdi. Bu
lafları duyduğu insanlarla da görüşmezdi. Anneannem Atabey diye bir zatla evlenmiş. Çok uçarı bir adammış,
iki kız çocuğu olduktan sonra anneannemi terk etmiş. Nereye gittiği belli değil. Uzun seneler sonra Hatay'da
ortaya çıkmış. Bu zatın Hatay'ın Türkiye'ye ilhakında büyük hizmetleri geçmiş. O sırada anneannemle tekrar
barışmak istedi ama anneannem reddetti onu." Aile Đstanbul'a, Selanik'in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi
ile önce Đzmir'e yerleştikten sonra gelir.
'Niçin hep bana soruyorlar?' Bu Site Đçinde
Arama Yap
Türk Masonları Büyük Üstadı ve Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Derneği Ankara Şubesi idarecilerinden Nafız
Zeki Ekemen'in yeğeni (Nafız Zeki, annesinin dayısıdır) olan Coşkun Kırca'nın aynı isimli kuzeni Zeki Ekemen
de, ünlü Bezmen ailesinden Ali Refik Bezmen'in kızı Vedia Hanım'la evlenmiş birisidir. Birinci evliliğini
Demokrat Parti'nin kurucularından Fuat Köprülü'nün kızı Beyhan Hanım'la yapan (1964'te ayrılırlar. Bugün
Jeran Baile ile evli olan Gönül Hanım, bu evlilikten doğar) Coşkun Ali Kırca, ikinci evliliğini de Bige (Ergüder)
Hanım'la gerçekleştirir. Çiftin, bu evlilikten de Selcan (bir Amerikalı ile evlenir) ve Gülcan (o da Ankaralı bir
işadamı Ferit Bey'le birleştirir hayatını) adında iki kızı daha olur. Bige Hanım, Đzmir eski Belediye Başkanı
Osman Kibar'ın yeğeni Sevil (Dilber) Hanım'la evlenen Özcan Ergüder'in kardeşidir. O Sevil Hanım'ın
kızkardeşi Ayla Hanım ise Đpekçi ailesinden Abdi ve Sibel Đpekçi'nin yengesidir. Bunu niye anlattım? Coşkun
Kırca, 'Selanikli' olmanın taşıdığı bir anlamdan rahatsız olmaktadır hep: "Anası babası Selanikli, kimse Đsmail
Cem'e bunu sormuyor, Nüzhet Kandemir'e sormuyor. Bana geldiği zaman Hadi Uluengin Bey ki büyük bir
fikir adamı olarak görülüyor bazı kişiler tarafından, 'Coşkun Kırca'nın annesi Yahudi'dir' diyebiliyor. Benim
annem ne Yahudi ne Sabeyat Sevi'ci. Benim annem Müslüman mezarlığında yatıyor, babamın yanında. Aile
içinde, yahut babamın arkadaşlarının, şunların bunların, bir tek gün bu konuların açıldığını ve bana böyle
telkinler yapıldığını bilmiyorum."
- Niye onlara sorulmuyor da size soruluyor peki?
"Đsmail Cem herhalde, meslek itibariyle olmamakla beraber benden daha diplomat. Münasebetlerini iyi idare
ediyor ki ona söylemiyorlar. Belki ters düşüyorum onlarla, beni tehlikeli görüyorlar."
-'Sabetaycı gelenekler Cumhuriyet'e kadar yoğundu ama artık uygulanmıyor. 1920'lerde belgeler yok edildi'
deniyor.
"Belgelerin yok edildiğine kani değilim. Bunların çoğu sinagoglarda duruyor. Bunların sinagogu yok ama bu
belgeler hep şeylerin elinde. Bunun gizlenecek bir tarafı da yok. Ama benim bildiğim... Ben size söyleyeyim,
bugün üç tane ailede gizli gizli bunun devam ettiği söyleniyor."
- Bilinen üç aile mi? Dilberler, Atabekler, Bezmen'ler..
"Atabekler'in Selanik'ten geldikleri muhakkak ama Atabekler'de böyle şeyler yok. Tamamen Türkleşmiş,
Yahudilik, Sabetay Sevi'cilik kalmamış onlarda. Bezmen denilen adam da... Halil Bezmen ilk defa anasının
babasının Selanikli olduğunu hatırladı, ne zaman? Amerika'dan iltica talep ettiği zaman. Şimdi üç aile dediğim
zaman bu isimleri kimse bilmez. Ben de söylemeyeceğim.
- Bilinenlerin dışında üç aile mi?
"Siz bilmiyorsunuz. Bunu da söylemiyorum. Bu söylentiyi biliyorum."
- Nereden öğrendiniz?
"Bilemem."
- Siz nereden öğrendiniz?
"Söylenir mi bu böyle dedikodu halinde? 'Bunlar kendi aralarında ayin yaparlar, bilmem ne yaparlar' derler.
Derler de derler yani. Ben bu üç aileye mensup birtakım insanlar da tanıdım. Hiç böyle şey görmedim. Hiç bir
şey görmedim. Onun için söylemiyorum, yoksa söylerdim üç ailenin isimlerini. Yok böyle bir şey, bu bitmiş,
bunlar tamamen entegre olmuş insanlar."
Neyse, biz yine hikayemize dönelim. Celile-Mehmet Ali Haşmet Kırca'nın iki çocuğundan biri olarak 1927'de
(diğeri Gönül Güvenç-1930) Đstanbul'da doğan Coşkun Ali Kırca'nın çocukluğu Teşvikiye ve o muhitte geçer.
O yıllardan hatırladığı, babasının onlara hissettirdiği otoriter yapısıdır: "Ben evlenmiş, çocuk sahibi olmuş,
milletvekili seçilmişim, babam daha yaşıyordu. (Babası 1969'da vefat eder). Đçeriden Coşkun dediği zaman
ben toplanarak giderdim. Babam çok otoriter bir adamdı. Ondan bana geçmiş şeyler var, meslek hayatımda
çok otoriter olduğumu söylerler." O kadar ki, babasının müdür olduğu Şişli Terakki Lisesi'nin bahçesinde
oynarken, babası da teftiş yapmaktadır. "Baba baba" diye koşan Coşkun'u babası kolundan çeker ve ona
"Burada müdür var, baban yok" der. Sonrasında Şişli Terakki'den daha önemli bir okula kaydı yapılır
Coşkun'un. Yedinci sınıfta Coşkun Kırca, "Beni aydınlanma felsefesine yaklaştırdı" dediği Galatasaray Lisesi'ne
girer (1939). Đyi bir öğrencilik dönemi geçirir. Galatasaray'da, Larroumets adlı felsefe hocası onun üzerinde iz
bırakır. Fen bölümünde okuyacakken, 11. sınıfta edebiyat bölümünü tercih etmesinin sebebi belki de bu
hocasıdır. Larroumets ile bir tiyatro ekibi kurup Fransızca tiyatrolar sergileyen Kırca, babasının isteği ile
Galatasaray'da yatılı okuduğu için farklı yerlerden gelen halk çocukları ile de kaynaşma imkanı bulur. Paris
Büyükelçisi iken ölen Adnan Bulak, emekli Büyükelçi Đlter Türkmen, Fahir Alaca, Prof. Hüsamettin Gökalp gibi
sınıf arkadaşları ile 1945'te Galatasaray'dan mezun olan 'solucan' lakaplı Coşkun Kırca'nın amacı hariciyeye
girmektir: "Benim neslim daima devlette görev alma hevesiyle yetişmiştir." Ancak Kırca, mülkiye değil de
Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okumayı tercih eder. Ebul'ula Mardin, Ali Fuat Başgil, idare
hukukunda Sıddık Sami Onar, anayasa hukukunda Nail Kubalı ve yabancı kaliteli hocalardan da ders alarak,
gazeteci Altemur Kılıç, yazar Şiar Yalçın, Prof. Đsmet Giritli gibi sınıf arkadaşları ile birlikte 1949'da mezun
olduktan sonra, masterini de Paris Hukuk Fakültesi'nde milletlerarası hukuk alanında yapar ve bir yılın
sonunda Türkiye'ye geri döner. Girdiği imtihanda ikinci olarak Hariciye'ye adımını atar: "Beni Đkinci Siyasi
Daire 4. Şube Müdür Vekili yaptılar girer girmez. Çok olan bir şey değildi." Bu daire, daha çok Đran,
Afganistan, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerle ilgili siyasi işlere bakan Yakındoğu Siyasi Şubesi'dir.
Hariciye'nin mühim isimlerinden Muharrem Nuri Birgi de o sırada burada daire başkanıdır. 1951 sonunda
askere gidene kadar bu şubede kalan Kırca, 6 ay yedek subay okulu 6 ay da subaylık eğitimi alır, Erzurum
kurası çekmesine rağmen, dil bildiğinden Genelkurmay Başkanlığı'nda yapar askerliğini. Dönüşte bu sefer
Milletlerarası Güvenlik Dairesi Planlama ve Yardım Şubesi Müdürlüğü'ne getirilir. 1954'e kadar, NATO ile olan
münasebetleri icra eden bu şubede bulunan Coşkun Kırca, daha sonra Paris'te NATO nezdinde Daimi
Temsilcilik Altyapı Komiteleri Temsilcisi olarak görevli bulunur: "Nejdet Üruğ Paşa, o sırada Lojistik
Başkanlığında Kurmay Binbaşı idi. O vesile ile daha sonra Türkiye'nin devlet hayatında adı çok geçecek
birtakım askerlerle de çok yakın münasebetler kurdum. Güven Erkaya'yı Cenevre'de Daimi Temsilci iken
tanıdım."
'Ukalasın'
Coşkun Kırca, burada görevli olduğu dönemde, altyapı yatırımları için NATO'nun fonlarından yapılan ihaleler
konusunda, devlet bakanı, başbakan yardımcısı olan Fatin Rüştü Zorlu ile ihtilafa düşer: "Telgraflar geliyor
gidiyor. 'Şunu şöyle yap' diyor, olmaz diyorum. Hadise böyle çıktı. Ondan sonra geldi bana dedi ki 'Sen en iyi
memurlarımdan birisin ama senin büyük bir kusurun var.' Nedir kusurum dedim. 'Ukalasın' dedi. Çok
teşekkür ederim dedim. 'Niye teşekkür ediyorsun?' dedi. Ukala, Arapçada en akıllı demektir, bana en akıllı
dediniz, teşekkür ederim. Aramızda o da geçti." Daha sonra bu ikili bir kez daha karşı karşıya gelecektir.
Sonunda Kırca istifa eder ve bir yandan Mülkiye'de asistan olur, bir yandan da Forum dergisinde yazı yazarak
basında yer almaya başlar. O zamanlar üniversite hocalarının tayinleri bizzat hükümet tarafından
yapıldığından, bir Turan Feyzioğlu hadisesi çıkar. Feyzioğlu azledilir. Bunun üzerine o da istifa eder. 1957
senesinde Kırca, önce Vatan gazetesinin Ankara mümessili olur. Dış politika yazıları yazar, o yıllarda DP'li
ünlü politikacı Fuat Köprülü'nün damadı olmasına rağmen DP iktidarının da aleyhinde bir duruş sergiler:
"Adnan Menderes o zaman beni Fuat Köprülü üzerinde büyük bir etki sahibi sanmış. Fuat Köprülü ve diğer
kurucu arkadaşları istifa ettiğinde de bunu benim yaptırdığım kanaatine varmış."
6-7 Eylül hadiseleri olduğunda Dışişleri Bakanı olan Fuat Köprülü de, 27 Mayıs 1960'tan sonra hapse atılır.
Olaylarda suçu olduğu için değil, olaylar hakkında bilgi sahibi olduğu fakat konuşmadığı için bu yola
başvurulmuştur: "Tabii bu ailevi bir mesele oldu. Evde hanım ağlar durur. Kurtarmayı ben bir görev bildim.
Avukatı ile birlikte çalıştık ve bu münasebetle bir mesele çıktı." 6-7 Eylül Olayları ile ilgili olarak Coşkun
Kırca'nın şahitliğine başvurulur. Suçlanan kişi, daha önce kendisine 'ukala' diyen DP'nin önde gelenlerinden
Fatin Rüştü Zorlu'dur: "Fatin Rüştü'nün telgraf çektiği söyleniyor. Ve telgrafta 'Đngilizler eninde sonunda
Kıbrıs'ı Yunanlılar'a verecek. Bunu yapmamaları için çok kuvvetli bir gösteriye ihtiyaç var' diye Adnan
Menderes'e, Paris'te NATO'dan bir telgraf çekmiş. Fakat Fatin Rüştü bu telgrafı hatırlamadı, yahut hatırlamak
istemedi. Hatırlamayışı da mümkündür. Ben şehadetimle telgrafın var olduğunu söyledim. Nitekim telgraf
sonra bulundu. Fakat o telgrafın anlamının 6-7 Eylül hadiselerinin bu adamlar tarafından düzenlendiği
manasına gelmeyeceğini de ifade ettim. Bunu söyleyince benim görevimi yapmadığım ve tevkifim istendi.
Neyse Salim Başol 'Ne demek görevini yapmıyor? Telgrafta bu yazıyor, bunun manası budur' dedi."
Fatin Rüştü, 27 Mayıs 1960 darbesinin yol açtığı infial sonunda asılan üç kişiden biri olur: "Faks olayından
dolayı öyle bir söylenti yayıyorlar. Hâlâ buna inananlar var. Fatin Rüştü anayasayı ihlalden asıldı. Aşırı
Demokratlardaki genel kanı bu." "Hepimiz kendi kaderimizden çok bir başkasının kaderi üstünde etkili
oluyoruz"diyen II. Abdülhamid'in doktoru Reşit Paşa haksız mıydı acaba?
"Fatin Rüştü'yü astırdı bizi de astırır"
Kırca o dönemde, siyasete atılmaktan başka çare kalmadığını düşünerek daha sonra CHP ile birleşecek
Hürriyet Partisi'ne girer. Birleşme gerçekleşince o da CHP Araştırma Bürosu'nda bulur kendisini. Doğan
Avcıoğlu da, Kırca ile birlikte bürodaki iki uzmandan birisidir: "Ben Doğan Avcıoğlu'na Keynesci Marksist
derdim. Modern iktisat teorisini çok iyi bilen bir adamdı. Ama siyasi planda Marksizm geçerli değildi.
Yollarımız bu yüzden ayrıldı."
Coşkun Kırca, 1960 Đhtilalinin ardından CHP kontenjanından Kurucu Meclis'e seçilir, Anayasa Komisyonu'nda
katip üye olarak görev alır. Anayasa Mahkemesi, Siyasi Partiler, TRT, Sendikalar ve Toplu Đş Sözleşmeleri ve
Grev Kanunu gibi kanunlara bu komisyon imza atar: "Rahatça ben yazdım diyebilirim. Komisyon yazdı ama
büyük ölçüde bunları yazan bendim. "Darbeden sonraki ilk seçimler olan 1961 seçimlerinde Kırca CHP
Đstanbul Milletvekili olarak Meclis'te sandalye sahibi olur. Đki dönem, 1969'a kadar Meclis'te kalan Kırca, CHP
Yönetim Kurulu Katip Üyesi seçilir. Danışma Meclisi Üyeliği, Avrupa Konseyi, NATO Parlamenterler Birliği,
Türkiye Ortaklık Parlamento Karma Komisyonu Üyeliği yapar. 1967'de ise Bülent Ecevit'le aralarında çıkan
anlaşmazlık zirveye ulaştığı için partiden kopar: "Ben Đnönü CHP'sinde kaldım, isterseniz dinozor deyin."
Kırca, Ecevit'le yollarını ayırıp Güven Partisi'nin kurucu üyesi olur. 1970 Mart ayında eski mesleğine dönüş
yaparak Süleyman Demirel'in inisiyatifi ile üçüncü derecede bir rütbe ile (ikinci sınıf elçi demektir) Cenevre'ye
Daimi Temsilci tayin edilir. Kırca'nın Cenevre'ye gitmeden önce yaşadığı bir anısı daha vardır. Dışişleri Bakanı
Đhsan Sabri Çağlayangil, Türkiye'nin OECD ülkelerine olan borçlarının tasfiyesi ile ilgili bir görev verir ona.
Borç tasfiye işlemleri tamamlanır ama bir pürüz çıkar: "Sakarya civarında ilk büyük barajı inşa eden Fransız
Rar Şirketi'nin Türkiye temsilcisi Đsmail Bey, Fatin Rüştü Zorlu'nun çok yakın arkadaşı idi. Bu zat Rar şirketi
adına 'konsolidasyon anlaşmasında bu zararın tazminini istiyorum' diyor. Fakat tüm bu meseleler kapandı,
borçlar tasfiye edildi. Bunun hakemliği yok artık. Buna rağmen adam 'vardır' diyor ve taraflardan hakem
tayini istiyor. DSĐ ne yapacağını şaşırıyor. Bu meseleyi bana havale ettiler, çöz diye. Hakem kararının geçerli
olması için Ankara Ticaret Mahkemesi'nin tasdik etmesi lazım. Mahkeme reddediyor. Yargıtay'a gidiyor,
Yargıtay kabul ediyor. Bu korkunç bir hadise. Türkiye o devirde tam bir iflasa gidecek. Neyse o kanunla bunu
hallettik. Onun üzerine bu Đsmail Bey, Çağlayangil'e gidiyor 'Siz' diyor 'Fatin Rüştü Bey'in muhalifi olan bir
kişiyi bu komisyonun başına getirdiniz. Bu adam ki Fatin Rüştü'yü astırmıştır. Çağlayangil'in cevabı çok ilginç.
'Đsmailciğim' diyor, 'Coşkun Kırca Fatin Rüştü'yü astırmışsa bizi de astırır. Kapatalım bu işi.'
Kırca, Kıbrıs görüşmeleri sırasında Dışişleri Bakanı olan Turan Güneş'in istifadan nasıl vazgeçtiğinin de birinci
derecede tanığıdır. Kırca'ya göre, genel kanının aksine Đngilizler, çıkarlarına öyle elverdiği için Kıbrıs
konusunda Türkiye'ye destek vermektedir. Bunun için, bir öneri getirecekse önce Türk tarafına bildirmekte,
Türk tarafı kabul ederse ondan sonra Yunan tarafına konudan bahsetmektedir. Dışişleri Bakanı Turan Güneş,
'hassas' gelişmeleri vakit geçirmeden zamanın başbakanı Bülent Ecevit'e rapor eder, ancak gizli kalması
gereken bilgiler, belki de gazeteci kökenli olduğundan Ecevit tarafından Başbakanlık'ın kapısında açıklanınca
işler de zora girer. Bunun üzerine Turan Güneş, henüz müzakereler devam ederken istifa kararını Ankara'ya
faksla bildirmek ister: "Turan Güneş dayanamadı, ben anladım istifa edeceğini. Bir kaide vardır, Numan
Menemencioğlu koymuştur bunu. Bir telgraf çekerken misyon başının parafı şarttır. Oraya cumhurbaşkanı
gelse, misyon şefinin parafı olmadan çekemez mesajı. Bir Burhan Bey vardı şifre müdürü. Ona 'Sayın bakan
sana bir şey getirebilir çek diye, ama benim parafım olmadan çekme' dedim. Bir süre sonra getirdi. Olacak
şey değil, hem Türkiye'de hem dışarıda görülmemiş bir kriz çıkacak. Çekmedik telgrafı. Sayın Bakan 'Seni
azlediyorum' dedi. Ben de beni azletmek kolay değil, Ankara'ya gider, bakanlar kurulu kararı çıkarıp öyle
alırsınız beni görevden dedim. Neticede istifadan vazgeçti."
Orgenerallikten tümgeneralliğe
1976'da Nato'da görev alan Kırca, 1978'de geri döner ve Hariciye'de Yüksek Müşavir olur: "Gündüz Ökçün,
Ecevit'le geçinemiyor diye beni kadrodan silmek istedi." Danıştay kararı ile görevine iade edilen Coşkun
Kırca, Süleyman Demirel'in yeniden başbakan olmasından sonra 1980 Temmuz'unda Birleşmiş Milletler
nezdinde Büyükelçi, Daimi Temsilci atanır. New York'ta beş yıl görev yapar. 1985'te Ottawa Büyükelçiliği'ne
getirilir: "Askerlikle kıyaslarsanız beni orgenerallikten alıp tümgeneralliğe tayin ettiler. Kenan Evren'i ziyaret
ettim. Kızlarımın eğitiminden dolayı bir sene sonunda istifa edeceğim dedim." Ottawa'da Ermeniler'in
suikastine maruz kalır. Ottawa'nın ilk binası olan bu elçilik binasında, Kırca çifti yatak odasının yerini
değiştirdikleri için suikastçıları da şaşırtmış olurlar. Kanada gizli servisi, aslında suikasti haber almıştır: "Ne
yapmışlar biliyor musunuz? Belçika'daki NATO Komutanlığı'na bildirmişler, onlar bizim Genelkurmay'a,
Genelkurmay hariciyeye, hariciye de bana bildiriyor."
1986'da emekli olan, Forum, Vatan, Akis, Kim, Yeni Vatan, Yeni Forum, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Sabah
ve Akşam'da yazılarını devam ettiren Kırca, 1991'de DYP'den milletvekili seçilerek yeniden Meclis'e girer.
1995'te Tansu Çiller'le anlaşamadığı için yollarını ayırır. Büyük Kulüp üyesi olan, Klasik Batı müziği dinlemeyi
seven, Galatasaray Üniversitesi'nde siyasi düşünceler konusunda ders veren Coşkun Ali Kırca, darbelerden
fayda uman birisidir. Ecevit'e ve Özal'a kızan, Demirel'e yakın duran Kırca'nın kendi görüşlerine yakın
düşmeyenler arasında çok daha sevmedikleri vardır, tıpkı...SABATAYCILIK HAKKINDA MUHTELĐF
GÖRÜŞLERSabetaycılar Ne Olduklarını BilmiyorOnların Sabetaycılık inancından uzaklaştıklarına inanıyorum.
Bir Selaniklilik var belki, ama onda da seçkinci ve elitist bir yaklaşım var. 'Biz Selanikliyiz, biz daha Batılı,
daha kozmopolitiz' gibi bir bakış açıları var. Bir insanın böyle düşünmesi yanlış. Bugün Sabetayistlerin bir
kimlik problemi var bana göre. Ne olduklarını bilmiyorlar. Dinden uzaklaşmış bir kitle olarak görüyorum
onları."
"Dönmeler, Đslam ve milliyetçiliğin gözünde dayatmacı bir Batılı hayat tarzını temsil ediyor. Sağ-sol
çatışmaları döneminde komünizmi ve Marksizmi de temsil ettiler bir yerde. Kozmopolitizimle ve Batıcılıkla
özdeş hale geldiler ve Batının ahlak düşkünlüğüne ve onu muhafazakar bir hayat tarzının üstüne dikte
etmeye taraf oldular. Problem bu"
Sabetaycılık konusu son dönemde daha bir fazla Türk medyasının gündemine girer oldu. Hemen hemen her
gazetede konuyla ilgili bir haber ya da röportaj çıktı konuyla ilgili olarak. Bütün bu tartışmaları başlatan Ilgaz
Zorlu'nun "Evet Ben Selanikliyim: Türkiye Sabetaycılığı" isimli kitabı. Herkes bu konuyu bir yerinden tutup
gündeme getirirken Türkiye'deki Yahudi cemaati ve yayın organları belki de haklı olarak bu süreçte sessizliği
tercih etti.
Onlar her ne kadar bir parçası olarak değerlendirilse de Yahudi kamuoyu -ta başından beri- onların
Yahudilikleerini kabul etmiyor. Đsrail ve Türkiye hahambaşılıkları başka ülke 'converzo'larına gösterdikleri
anlayışa rağmen, Türkiye'li Dönmelere ya da Sabetaycılara oldukça soğuk bakıyor. Çünkü bu görüşe göre
Sabetaycılar artık Müslümanlık dini içinde değerlendirilmesi gereken bir akım.
Türkiye ve dünya Yahudilerinin Sabetaycılara bakış açısı ile ilgili olarak Yahudi araştırmacı-yazar Rıfat Bali ile
bundan üç sene önce görüşmüştük. Kısmet bugüne imiş. Rıfat Bali'nin bazı değerlendirmeleri genel Yahudi
bakış açısını yansıtsa da oldukça önemli noktalara da temas ediyor. Bali, araştırmacı kişiliğiyle cemaatinin
son dönemde yetiştirdiği en önemli fertlerden.
Đletişim'den çıkan son kitabı kendi cemaatinin asırlık söylemleriyle hesaplaşması açısından da gerçekten
önemli bir çalışmaydı. (Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri, Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945)
Đletişim, Đstanbul, 1999)
Bu röportaj son dönemde ilk kez bir Yahudi'nin Sabetaycılığı "dini ve teknik" anlamda tartışabilmesi ve
soğukkanlı değerlendirmelerde bulunabilmesi açısından özel bir önem taşıyor.

Genel olarak Sabetaycıları nasıl değerlendiriyorsunuz?


Sabetay Sevi bundan 300 yıl önce ortaya çıktı. Mesihliğini ilan etti. Sonra can korkusuyla Aziz Mehmed Efendi
oldu. Devamı artık bilinen hikaye... Dönmeler, Đslam ve milliyetçiliğin gözünde dayatmacı bir Batılı hayat
tarzını temsil ediyor. Yetmişli yıllarda sağ-sol çatışmaları döneminde komünizmi ve Marksizmi de temsil
ettiler. Bugün baktığımızda Ilgaz Zorlu dışında biri çıkıp da ben Sabetayistim demiyor ama dönmelerle ilgili
olarak etrafta bir sürü söylenceler var.
Geçmişte Halil Bezmen ortaya çıkmıştı.
Ahmet Emin Yalman da Dönmeydi, Nazım Hikmet'i savunur yazılar yazdı diye eleştirildi. Bence bugün
Dönmelik konusu Türkiye gündeminden düşmüştür. Çünkü Dönmeliği temsil eden, tartışmalı, ateşli polemik
yapan insanlar kalmadı. Bir Yalman'ın eşdeğeri bugün yok. Đslami basında Selanik kökenli olması nedeniyle
Coşkun Kırca'nın Dönme olduğu iddia edilmektedir. Kırca'nın ateşli Atatürk milliyetçisi tavrından da yola
çıkılarak Ahmet Emin Yalman dönemini andırır bir Sabetayist-Đslam kutuplaşması ara sıra gündeme
gelmektedir. Ama bu da bir yerde anlamsızdır, zira Coşkun Kırca hiçbir zaman kendisinin Sabetayist
olduğunu deklare edip kendisine uygun görülen bu kimliği savunmadı ki. E, o zaman kiminle neyi
tartışacaksınız? Bence Dönmeliğin artık önemi kalmamıştır. Problem aslında başka. Sabetaycılar bir yerde
Türk toplumunda taraf oldular. Neye taraf oldular; Batıya, Batılı yaşam tarzına taraf oldular ve bu yaşam
tarzını Türk toplumuna getirmeye uğraştılar. Örneğin Đpekçilerin ilk sinema salonlarını açmaları ve burada
Batılı yaşam tarzını gösteren filmlerin gösterimi ve Yalman'ın ateşli ve saldırgan bir laik oluşu... Tüm bunlar
Dönmeleri kozmopolitizmle, Batıyla özdeşleştirdi ve bir yerde Đslami-geleneksel-muhafazakar değerlere bağlı
olarak yaşamak isteyen toplumun çoğunluğuna bu yaşam tarzını dayatmakla suçlandılar. Çünkü akşamları
foxtrota, çaylara, balolara gitmeyen, kısa etek giymeyen, başını açmayan, Đslami değerlere bağlı
muhafazakar kadınlar ve toplumun çoğunluğunu teşkil eden bu tarz aile ve toplum yapısı, dönemin basını ve
kamuoyunun önde gelen ve bir çoğu Selanikli olan yazarları tarafından "yobaz ve gerici" olarak
nitelendirildiler. Bütün mesele buradan ortaya çıkmaktadır ve bugün de Türk toplumunda yaşanan gerilim ve
gerginlik aynı nedenlere dayanmaktadır. Neye taraf oldular, Batıya... Đslami görüşe göre Batının ahlak
düşkünlüğüne ve onu muhafazakar bir hayat tarzının üstüne dikte etmeye taraf oldular. Problem bu.
Problem özünde dinsel değil ki. Problem gizli Yahudilik de değil bir yerde.
Dönmelerin çifte kimlikli oluşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Đslami bakış açısı ile Dönmelere olumsuz bakılması Đslami düşünce dünyasının iç kurgusu açısından gayet
doğal ve anlaşılabilir bir tepki. Ben Müslüman olsam, ben milliyetçi-muhafazakar bir görüşe sahip olsam bu
tepkiyi gayet normal bulurum. Bu benim şahsi görüşüm, herhangi bir kesime şirin görünmek için
söylemiyorum. Düşünün ki adamlar "Elhamdülillah Müslümanım" diyorlar fakat değiller. E, tabii gerçek bir
Müslüman, "Ha bak işte bunlar Yahudinin gizli ajanlarıymış" diyecek. Buna Ahmet Emin Yalman'ın 1950'li
yıllarda Necip Fazıl Kısakürek ve Büyük Doğu'cularla olan şiddetli polemikleri ve bir dönme olan Sabiha
Sertel'in eşi Zekeriya Sertel ile birlikte milliyetçi ve Turancılarla olan polemiklerini de eklerseniz resim
tamamlanıyor. Ortaya çıkan resimde Đslam'ı içten yıkmaya çalışan ve özellikle 1970'li yılların sağ-sol çatışma
atmosferi içinde Đslam'ın da içinde yer aldığı geniş sağ cepheyi çökertmeye çalışan "Yahudiliğin gizli ve aynı
zamanda "kızıl ajanları" sembolü ön plana çıkmaktadır. Çok kötü bir efsane haline geldi bu konu. Đşin asıl
tartışılması gereken ilmi, dini ve mistik yanı tamamen bir kenara atıldı. Sadece siyasi ve popüler yanı ele
alınıyor. Belki Ahmet Emin Yalman bu türden tartışmalara girmeseydi bu konu bu kadar dejenere
olmayacaktı.
Böyle bir yapıyı önemsemiyorsunuz ama eleştiriyorsunuz.
Đslami bakış açısıyla bir yerde mantıki bir tavır var aslında. Bugün Dönmelik var mı? Ilgaz Zorlu o cemaatten
olduğuna göre bir bildiği var ki 'var' diyor. Bana sorarsanız belki var, ancak artık Sabetayistler açısından da
bir önemi olduğuna inanmıyorum. Çünkü onların Sabetaycılık inancından uzaklaştıklarına inanıyorum. Bir
"Selaniklilik" var belki, ama onda da seçkinci ve elitist bir yaklaşım var. 'Biz Selanikliyiz, biz daha Batılı, daha
kozmopolitiz' gibi bir bakış açıları var. Bir insanın böyle düşünmesi yanlış. Bugün Sabetayistlerin bir kimlik
problemi var bana göre. Ne olduklarını bilmiyorlar. Dinden uzaklaşmış bir kitle olarak görüyorum onları.
Bugün hala çifte kimliğini sürdüren kişiler varsa -ki Ilgaz Zorlu var diyor-, onların daa azınlıkta olduğuna
inanıyorum.
Dünya ve Türkiye Yahudileri Sabetaycılığa nasıl bakıyor?
Dünya Yahudiliği Sabetaycılığa bir mezhep olarak, bir mistik yaklaşım olarak bakıyor. Sabetaycıların
Yahudiolamamaları gibi bir meseleleleri yok. Herkes Yahudi olabilir. Bir Hıristiyan da, Budist de Yahudi
olabilir. Ancak bunun bir ritüeli vardır. Đslam'da nasıl kelime-i şehadet getirip bir Hıristiyan Müslüman
olabilirse, Yahudilikte de ona benzer bir ritüel vardır. Bir eğitimin sonucunda bir sınavdan geçersiniz, dinin
icaplarını yaparsınız ve Yahudi olursunuz.
Ilgaz Zorlu bunun bu kadar kolay olmadığını söylüyor.
Onun meselesi ayrı. O diyor ki, "Ben Yahudi kökenliyim. O zaman beni ayrı bir kategoriye koyacaksın. Yani
ben bir Hıristiyan gibi, bir Budist gibi değilim. Onlar o süreçten geçsin, beni özel ayrıcalıklı bir odadan
geçireceksin ve Yahudi kabul edeceksin" diyor. Bu mümkün değil. Yani ben çok dindar bir insan
olduğumdan, dinin vecibelerini bildiğimden söylüyor değilim. Fakat bu Yahudi dininin mantığına aykırı bir
şey. Siz kendiniz Yahudiliğin kabul etmediği bir Mesih'e inanmışsınız, başka bir yola sapmışsınız, bugün şimdi
yeniden Yahudi olmak istiyorsunuz. Yahudilik dini ayrıcalıklı muamele kabul etmiyor. Diyor ki, 'Madem sen
Yahudisin ve bu dinin icaplarını biliyorsun, demek ki bu yol senin için daha kısadır, yap o ritüelleri gel Yahudi
ol'. Diyelim ki, Đsrail'de Türkiye'de var olduğu iddia edilen Sabetaycıları Yahudiliğe kabul eden bir karar çıksa
zannediyor musunuz ki Türkiye'deki Sabetaycılar "Allah Allah" diyerek Yahudi olmak için Đsrail'e koşacaklar?
Hayır, Ilgaz Zorlu'nun dışında gidecek bir kişi daha olacağını hiç sanmıyorum. Ilgaz Zorlu geçmek isteyenlerin
olacağını söylüyor. Türkiye'de Dönmelerin ciddi dini temele dayanan cemaatsal bir yapısının bulunduğuna
inanmıyorum. Çıksınlar efendim o zaman ortaya.
Türkiye Yahudi cemaatinin Dönmelere bakışı nasıl?
1950'li yıllardan günümüze dek gelen Dönme-Đslam çatışmasının sonucu olarak "gizli Yahudi ajanı" olarak
görülmelerinden dolayı Türkiye Yahudileri Sabetaycılara fevkalade soğuk ve uzak dururlar. Bu dediğim
imajdandolayı hiçbir platformda beraber olma ihtimalleri yoktur. Sabetaycılar Yahudileri sevmez, Yahudilerin
de Sabetaycılara çok fazla sempatiyle baktıklarını söyleyemem. O açıdan Đslami düşünce dünyasının
"Yahudiler, Dönmeler ve Farmasonlar" üçlü sacayağı düşüncesinin doğru olduğuna inanmıyorum.
Dönmelerin bugünkü dini durumu nedir sizce?
Yahudilik açısından kabul edilecek bir yönü yok. Müslümanlar içinde konforlu bir konumda olacaksın ve
Yahudilik iddiasında bulunacaksın. Bunun pek de etik bir davranış olduğuna inanmıyorum. Yahudiliğe
dönmek istiyorsanız, bunun ritüelleri var. Kimse size mani değil, olmaz.
Etkin masonlar hep bu gruplar arasından çıkıyor.
Yahudiler ve Sabetayistler arasından çok mason çıktığı doğrudur. Ama bu durumun da kendi kurgusu içinde
birtakım anlaşılabilir mantıki nedenleri vardır. Masonluk bir yerde evrensel bir felsefeyi, eşitliği, kardeşliği
savunuyor ve yaymaya çalışıyor ama dini arka plana atıyor. O zaman zaten dinden uzaklaşmış olan
Sabetaycılara masonluk çekici gelmektedir. Tarih boyunca ayrımcılığa uğramış bulunan Yahudiler de
kardeşlik, eşitlik ilkeleri çerçevesinden dolayı masonluğa sempati ile yaklaşmaktadırlar. Ancak bir gerçek var;
tüm dernekler gibi masonluk da bana göre bir lobi ve toplumda ağırlığı olan bir sivil toplum kuruluşu ve her
sivil toplum kuruluşu gibi bir baskı grubudur. Ancak kardeşlik ve eşitliği ilke diye benimsemiş bulunan bu
baskı grubu siyasete alet ve taraf olmamalıdır.
Kanal-7'deki gizli mason ayiniyle ilgili yayınlar üzerine masonların kendi aralarındaki yazışmaları
gazetelerdeyayınlandı. Son derece talihsiz mektuplar onlar. Yani bir kere o mektupları her kim bulmuşsa ve
şayet doğruysa büyük bir gazetecilik olayı yapmış.
Fevkalade talihsiz olan hadise, raporun Fransız Büyük Locasına Đsrail Büyük Locasından gelmesi ve orada
"işte şunları yapın" diye emirler verilmesi. Çok yanlış şeyler yani. Komplocu görüşü dile getirenler de
zannediyorum bu noktalardan hareket ediyor. Ancak tekrar ediyorum; bu sözlerim belgelerin özgün olmaları
kaydıyla geçerlidir. Aksi halde bu kez bunu yayınlayan gazeteler hatalı davranmış olacaklardır.
Rifat N. Bali - Aksiyon
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Sabetaycılar en çok nerede bulunurlar?

Dışişleri, doktorlar, üniversiteler (özellikle Đşletme, Đktisat, Uluslararası Đlişkiler, Sosyoloji, Tarih, Kimya, Fizik,
Matematik), YÖK, Amerikan Hastahaneleri, işadamları, Koc Grubu, gazeteciler özellikle Hürriyet, Sabah,
Milliyet'te ve bu gazetelerin bağlı olduğu diğer ufak gazete ve dergilerde. TV spikerleri, mesela Gülgun
Feyman, Mr. Reha. Mankenler, televizyon dizileri, Haluk Bilginer'in dizisinde koyun sürüsü gibiler, Memoli'de
de varlar. Eski Türk filmlerini izliyor musunuz? Ayhan Işık, Hulusi Kentmen, Perran Kutman. Şarkıcılar Neco,
Harika Avcı, Burak Kut, Ozan Orhon. Program sunucuları: gıcık Aziz Üstel, kim 500 milyar ister Kenan Işık
sadece birkaç tanesi. Örnekler çok. Bu arada Show-Tv bir atılım yaptı. Dadı isimli Sabetayist Kenan Işık,
Seray Sever ve Haldun Dormen vb.'nin oynadıkları ve anında Sabetayist medya tarafından popülerleştirilen
diziden sonra simdi de, başrollerini Haluk Bilginer, Neco ve Emre Altuğ'un paylaştıkları ikinci bir Sabetayist
dizi gosterime girdi. Hayırlısı.

Yazan: Mehmet
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Sabetaycılıkla ilgili yeni sorular (*)

Sabetaycilikla ilgili yayinlardan biri, Tarih ve Düsünce dergisinin Kasim 2000 sayisi ve bu sayidaki çok sayida
yazi ve roportajdir.
Bu dergide, Sabetayci oldugunu açiklayan ve son dönemdeki tartismalarin yapilmasina sebep olan ve Ilgaz
Zorlu ile yapilan bir ropörtajda su ilginç konular dikkatimi çekti:
1- Eski Israil Cumhurbaskani olan "Izak Ben Zwi, 1960'lara kadar Türkiye'de çok faal olmus bir adamdir.
Türkiye'deki Israil konsoloslarina Sabetaycilar hakkinda raporlar tutturmustur. Bu raporlar Israil arsivlerinde
mevcuttur." (s.43)
Zorlu'nun tirnak içinde verdigimiz bu ifadesinden, Ben Zwi'nin Israil Cumhurbaskani olacak kadar Yahudi
emellerine sadik birisi olarak, Türkiye'deki Sabetaycilarin örgütlenmesi ve Israil'e hizmetleri konusunda
önemli hizmetler yapmis olmasi ihtimali vardir. Zira Israil, Rusya'dan Yahudi soylularin herhangi basvurusunu
kabul ederek Yahudilige kabul ederken, Sabetaycilari kabul etmemektedir. Zorlu bizzat basvurdugiu halde
kabul edilmemektedir. Buradan sabetaycilarin Türkie'de kilit mevkilere gelen kisiler olarak çok daha önemli
hizmetler vermis olabilecekleri akla gelmektedir.
2- Osmanli'nin son kabinesinde "Maliye Naziri Cavit Bey'in Osmanli Devleti'nin borçlanmasini Yahudi
bankalari üzerinde yaparak Imparatorlugu zarara ugrattigi; böylece Israil'e kaynak aktardigi konusunda
iddialar var, bunlarin arastirilmasi lazim." (s.43)
Zorlu'nun bu ifadesinden Cumhuriyet döneminin ilk kabinesinde de Maliye Vekili olan ayni sahsin, Atatürk
tarafindan Izmir Suikasti ile ilgisi gerekçe gösterilerek astirildigi biliniyor. Zorlunun verdigi ayrinti dogrusu çok
ilginç.
3- Zorlu'nun bir ifadesi aynen söyle: "Tüm bunlara karsilik çalismalarim sirasinda tanimaktan mutluluk
duydugum dört kisinin tutumlarinin bambaska oldugunu belirtmek zorundayim. Bunlardan ilki adini
açiklamak istemedigim müzisyen bir arkadasimdir."(s.13)
Digerleri Mose Grosman, Dr. Gad Nasi ve Rifat N. Bali olarak açiklanirken neden bu müzisyen
açiklanmamaktadir. Bu kisi, sakin Yahudi (veya Sabetayci) olusuyla ilgili Taha Kivanç'in bir yazi yazdigi ve
buna atif yapan M. Sevket Eygi'nin bir baska yazisina konu olan, bir süre STV'de Kapilar ve Köprüler
programini yaptiktan sonra simdi de kanal 7'de iftar programlari sunan Engin Noyan olmasin.(?)
4- "Ayrica çok önemli bir Hukuk Fakültesi Profesörünün de 970'li yillarda bir kaç arkadasiyla beraber Israil'de
ayni taleplerde (Yahudilige kabul talebi) bulundugunu kendi ailesinin fertlerinden ögrendim" (s.15)
Bu kisi sakin Sabetayci oldugu hatirat kitabindanm anlasilan Resat D.Tesal'in kizkardesi ile evlenen, en genç
Ordinaryüs Profesör Sulhi Dönmezer olmasin. (*)
Sadece aklimiza gelenler bunlar.

Gani Gönüllü Sabataycılık ve Siyaset Yazısını Okumak Đçin


Tıklayınız
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Sabetaycılık ile ilgili gizlilik kalkmalı ve gerçekler ortaya çıkmalıdır.

Çünkü bu insanlarin nüfus kagidinda Müslüman yaziyor, ancak gizli din tasiyorlart ve Müslüman degildirler.
Bunlarin içlerinden bazilari Mevlevi seyhi, Melami muridi gibi Müslüman kisvelere girmis ve Müslümanlari
yönlendirmislerdir. Bu tür gizlilikler demokrasi bakimindan mahzurludur.
Eskiden zorlama karsisinda dinlerini gizlemek zorunda kalmis olabilirler, ancak artik ayni sartlar geçerli
degildir. Dinlerini açiklasinlar, Müslümanlari artik kandirmasinlar.
Kendi inancini yasamak ve haklarini sonuna kadar kullanmak arzusunda olan Sabetaycilara hiç kimsenin bir
sey demeye hakki yoktur. Insan olan herkes insan haklarindan sonuna kadar faydalanmalidir. Ancak kimligini
gizleyerek, baska türlü görünüp insanlari kandirarak ve gizli örgütler kurup Devlet'i perde arkasindan idare
etme imkani da kimseye verilmemelidir.
Oral Çalislar Eygi'yi suçlayacagina, Cumhuriyet gazetesinde ve CHP'de bolca olan Selanikli arkadaslarina rica
etsin de konu hakkinda kamuoyunu birinci agizdan bilgilendirsinler. Selamlar.
Online: 1 Hits insg.: 3134 Hits heute:
97
Ali Rıza SAKLI
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Müjdemi isterim

Ne kadar sevindiğimi anlatamam; bir tarafından benim de iliştiğim bir konuda, Đsrail hükümeti, nihayet
yumuşama alâmetleri vermeye başladı. 'Dönmeler' arasında içinden geldikleri ırkla bağlantılarını yenilemek
isteyen bir gruba göç etme hakkı verme yolunda bir adım attı Đsrail... Bakalım kapıları sonuna kadar açacak
mı?
Hatırlayacaksınız: Epey önce, bizdeki dönmelerin bir benzerini Đran'da keşfettiğimi yazmıştım Kulis'te.
Đsrail'de çıkan Jerusalem Post gazetesinde okuduğuma göre, bundan 100 yıl kadar önce, Tebriz'de meydana
gelen bağnazlıklar yüzünden, Museviler din değiştirme ihtiyacını hissetmişler; açıkta Müslüman göründükleri
halde dinlerini gizlice sürdürmüşler. Đçlerinden Mekke ve Medine'yi ziyaret edip hacı olanlar, beş vakit namazı
camide kılanlar bile görülmüş; ama gazete, eski dinlerine bağlılığı içlerinde taşıdıklarını yazıyordu.
Dönmelik, gizli din taşımak, gerçekten zor zanaat. Đsrail Avrupa üzerinden 'anavatana' gelen Đranlı dönmelere
hiç itiraz etmeden vatandaşlık hakkı vermiş; vaktiyle Müslüman görünürken Đsrail'e gidip vatandaşlık elde
eden dönmeler arasında ülkede önemli görevlere gelenler bile varmış... Ben de, Đranlı dönmelere kapıyı açık
tutup bizimkilere sımsıkı kapayan Đsrail'i ayıplamış ve "Ayıp ediyorsun" diye yazmıştım.
Bizdeki dönmelere farklı muamele ediyor Đsrail. Đsrail devleti kurulduktan hemen sonra Đsrail'e göç edip
vatandaşlık almak isteyen bazı dönmeler çıkmış, ama Đsrail onları kabulde istekli davranmamıştı. "Evet, Ben
Selanikliyim" kitabının yazarı Ilgaz Zorlu ve bazı arkadaşları birkaç yıldır "Vatana göç hakkı" talep ediyorlar,
ama fazla bir anlayış görmüyorlar... Ilgaz Zorlu, kitabında, bir süre gidip kaldığı Đsrail'de başına o küçük
takkelerden takıp dolaştığını, ilgi de gördüğünü, ama meramına eremediğini yazıyor.
Şimdi ona bir müjdem var. Musevi Cemaati'nin 'Şalom' gazetesi, "Bazı Müslümanlar Đsrail'e göç etme
haklarını istiyorlar" başlıklı bir haber yayımladı. Haberde, daha önce reddedilen 'göç hakkı'nın bu defa
tanınacağı anlamına gelecek olumlu bir hava var. 28 kişinin bu yolda yapılmış başvurularını, Đsrail içişleri
bakanlığı, uzun yazışmalardan sonra reddetmişti; o insanlar, bunun üzerine, Yüksek Adalet Mahkemesi'ne
başvurmuşlar... Đşler süratlenmiş...
Şalom, başvuru sahiplerinin kimliği ve konunun hukukî yönü hakkında şu bilgiyi veriyor: "Geri dönüş yasasına
göre, dinini kendi arzusuyla değiştirenler hariç bir Yahudi'nin çocukları, torunları veya eşleri göç vizesi
alabilirler. Dilekçe sahipleri, kendilerinin aslında zorla dinleri değiştirilmiş insanların çocukları olduklarını, bu
yüzden din değiştirenlerle ilgili maddenin kendilerine uygulanamayacağını söylüyorlar. Eğer Đsrail'e göç
edebilirlerse Yahudiliğe geri dönmeye istekli olduklarını ve Yahudi dininin zorla değiştirmiş insanlarla ilgili
durumlara ya da Anusim'e fırsat verdiğini belirtiyorlar." (Şalom, 1 Eylül 1999)
Başvuranların nereli olduklarını açıklamamış Şalom; Đsrail Yüksek Adalet Mahkemesi, başvuru sahipleri zor
duruma düşmesinler diye, adresleri üzerine ambargo koymuş çünkü. Đyi de yapmış. Sevinmemin sebebi,
Ilgaz Zorlu ve arkadaşlarının bu yönde ilk ciddi başarıyı kaydetmeleri. Daha önce bu tür başvuruların dikkate
alınmadığı Đsrail'de, mahkemenin konuyu görüşme takvimine alması bile bir başarı.
Osmanlı Tarihi'nin Museviler arasında ciddi sürtüşmeler yaşanan ilginç dönemlerinden birinde, fitneyi önleme
amaçlı bir müdahale sonucu ortaya çıkmıştı dönmelik. Kendisinin 'beklenen mesih' olduğuna inanılan Sabatay
Zvi adlı din bilgini, baskılar üzerine din değiştirmek zorunda kalmış, ancak Zvi ve bağlıları eski inançlarını
korumuşlardı. 350 yıl boyunca, Müslüman görünüp Musevi inançlarını sürdüren bir grup oldu dönmeler.
Cumhuriyet kurulup yoğunluk teşkil ettikleri Selânik'ten Türkiye'ye göçtüklerinde özelliklerini burada da
sürdürdüler.
Galiba bir vesileyle yazmıştım: Đmparatorlukta ilk eli yüzü düzgün, modern eğitim kurumlarını dönmeler
kurdu. Atatürk'ün de okuduğu ilkokulun kurucusu Şemsi Efendi bir dönmeydi (Ilgaz Zorlu "Dedemdir" diyor
ve esas adının Şimon Zwi olduğunu yazıyor). Dönmeler Đstanbul'da da eğitim kurumları açtılar. Şemsi
Efendi'nin izinden gidenlerin açtığı Şişli Terakki Lisesi ve Işık Üniversitesi onların eseridir. Hani Faik Bulut
adındaki sözde 'araştırmacı'nın, adındaki 'ışık' sözcüğüne bakıp 'ışık evleri' ile arasında irtibat kurarak "Đrticaî
eğitim kurumları" arasında saydığı, sonra da özür dilediği Işık Üniversitesi...
Dönmelerin bir bölümü, hiç değilse yüzeyde, Müslüman gibi yaşamaktan mutlu görünüyorlar. Kültür, eğitim,
medya, sanayi, ticaret ve siyaset hayatında ön planda olan çok sayıda dönme var. Türkiye bu konuda o
kadar geniş ki, önümüzdeki mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde dönme bir aday bile
çıkabilir.
Ancak, bazıları da, bütün dünyada etkisini hissettiren, Hıristiyanları 'yeniden doğmuş Hıristiyan',
Müslümanları 'daha dindar' yapan rüzgârlardan etkilenerek 'köklerine dönme' arzusundalar. Yıllardan beri,
"Biz aslında Yahudi'yiz, tarihin garip bir cilvesiyle dönmüş gibi görünmüşüz, anavatana gelmek istiyoruz" diye
çaba gösteriyor bunlar...
Müjdeyi onlara veriyorum, istediklerine kavuşurlarsa sonucu size de duyururum.

Taha KIVANÇ Yeni Şafak 14 Eylül 1999 SalıSabetaycılık, Sabah Gazetesi ve Çevik Bir
28 Subat 1997 tarihli MGK toplantisi ile baslayan "yari askeri yönetim" sürecinin en önemli Pasalarindan biri
daha emekli odu. Üzerinde Türk Ordusunun üniformasi varken, Orduya zarar verme kaygisi ile yapilamayan,
ertelenen elestirilerin ilgili kimse emekli olduktan sonra yapilmasi elbette mantiklidir. Biz de, 30 Agustos 1999
tarihli Yüksek Askeri Sura toplantisinda yas haddinin dolmasi sebebiyle emekli edilen Orgeneral Çevik Bir
hakkinda simdi yazi yazmayi daha uygun buluyoruz. Orgeneral Çevik Bir'in kamuoyunda fazlaca
tartisilmasina sebep olan, belki de darbe yapip -yapmama karari öncesinde nabiz yoklama amaciyla gittigi
ABD ziyareti esnasinda "balans ayari yaptik" seklindeki sözleri idi.

Bununla birlikte, esas ilginç olan ve bizim dikkatimizi çeken, Sabah Gazetesinin her firsatta Çevik Bir'i
mansete tasimasi ve sürekli desteklemesidir. Gerçekten de 28 Subat sürecinde Sabah Gazetesi çok sayida
Çevik Bir'li mansetlerle yayinlandi ve 28 Subatçi Generaller içinde Çevik Bir'e özel bir yer yarildi. Sabah'in
Çevik Bir'den yana olan tavri, normal terfilerde önü kapali olan Çevik Bir'e, Ordu gelenekleri göz ardi edilerek
Genel Kurmay Baskanligi yolunun açilmasi yönünde de kendini gösterdi, ancak basarili bir sonuç elde
edemedi. 2000 yilinin Mayis ayindaki Cumhurbaskanligi seçiminde Sabah grubunun adayi da Çevik Bir olarak
kendini gösterdi. Seçim tarihi yaklastikça bu anlamda ilginç gözlemler yapma imkâni da bulabiliriz saniyorum.
Bu noktada esas sorulmasi gereken soru sanirim sizin de akliniza gelmistir. Evet, Sabah neden Çevik Bir'i bu
derece kesin ve sürekli biçimde desteklemektedir? Çevik Bir ile Sabah arasindaki iliski elbette basit bir
menfaat iliskisi olamaz. Peki bu iliskinin mahiyeti ne olabilir?

Sabah Gazetesi sahibi Dinç Bilgin ve Sabah'in önemli bazi köse yazarlari Sabetayci, yani Selanik Dönmesi'dir.
Sabetaycilar, bundan bes yüz küsür yil önce Ispanya'dan Türkiye'ye göç eden Yahudiler'in bir grubu olup, dis
görünüste Müslüman kendi aralarinda ise gizlice Yahudi-Sabetayci bir hayat sürmektedirler. Bunlarin
meshurlari Ipekçi ailesi (Abdi Ipekçi, Ismail Cem Ipekçi, modaci Cemil Ipekçi vb.), Dilber ailesi ve Atabek
ailesi fertleri arasindan çikmistir. Hürriyet Gazetesi eski sahipleri Erol Simavi ve Sedat Simavi de Sabetayci
kökenli idiler.

Selanik sehri, Ispanya'dan göç eden Yahudilerin yerlestirilmesiyle çogunlukla Yahudi Ispanyolca'si konusulan,
daracik sokaklari ile mimari açidan da kendine has özellikler gösteren tipik bir Yahudi sehri görünümü
tasiyordu. Daha sonra Sabetayciligin kurucusu Yahudi Hahami Sabetay Sevi'nin yolunu takip eden 200
ailenin buraya yerlesmesi ile sehir Selanik Dönmeleri diye de adlandirilan bu grupla birlikte anilir olmustur.
Kendi aralarinda Ortodoks Yahudilikten ayrilarak Sabetay Sevi'nin kurallarini koydugu Sabetayciligi yasayan
bu Dönmeler, dis görünüsleri bakimindan Müslüman imaji vermeye özen göstermekte, hatta bazen
Müslüman görüntüsü vermek için namaz da kilmaktaydilar.

Simdi gelelim Çevik Bir'e... 2 Ekim 1999 tarihinde gazeteci Ismet Solak'la NTV'de yaptiklari sohbette emekli
Orgeneral söyle demektedir: "Babam Manastir'li, annem Selanikli'dir." Diger bütün kavim ve kültürlerin
aksine Yahudilikte soy anneden devam etmektedir. Yani Yahudiler, babasi Yahudi olani degil, annesi Yahudi
olani kendilerinden saymaktadirlar. Böylece Sayin Çevik Bir'in annesinin Selanik Dönmesi olmasi kendisinin
Yahudi kabul edilmesi için yetmektedir.
Elbette her Selanikli muhakkak dönmedir, yahut bir baska deyisle Sabetaycidir demek istemiyoruz. Nitekim
Mustafa Kemal Atatürk de Selaniklidir, ama dönme degildir. Peki Çevik Bir için neden ayni seyi söyleme
imkânini bulamamaktayiz? Su sebeple; Çevik Bir sabah Gazetesi tarafindan öylesine kayitsiz ve sartsiz bir
biçimde desteklenmektedir ki, ister istemez onun da Sabah sahibi Dinç Bilgin gibi Selanik dönmesi oldugu
akla gelmektedir. Evet, bu destegin anlami, Sabetaycilar arasinda mevcut olan kuvvetli dayanisma ile açiklik
ve anlam kazanmaktadir.

2 Ekim 1999 tarihli Hürriyet'te Ertugrul Özkök, 28 Subat sürecinde Genel Kurmay'ca verilen brifnglerin
sonuncusuna katilmis ve sonrasini anlatiyor: "Brifingden sonra Çevik Pasa'nin odasina gittik. Randevuyu
rahmetli Gülçin Telci aldi. Aramizda cep telefonundan Çevik Bir'e ulasabilen tek kisi oydu." Gülçin Telci'nin
Sabetayci oldugu ise biliniyor. Ölüm ilaninda Bezmen ailesinin kuzenleri oldugu yazilmisti. Bu arada, Çevik
Bir'in "Musevi Ulusal Güvenlik Sorunlari Enstitüsü" adli kurulus tarafindan, kendisine "Türkiye'nin ABD ve
Israil iliskilerinin gelismesine yaptigi katki" sebebiyle bir ödül verimek üzere ABD'ye davet edildigini ve 30
Agustos'ta emekli olan Bir'in Ekim ayi içinde ABD yolcusu oldugunu da eklemek gerekir.

Yine Ekim ayi içinde egitim-ögretim sezonunu açan "Isik Üniversitesi"nin açilisina katilan Çevik Bir, ilk dersi
veren kisi olmus... Sabetaycilara ait Feyziye Mektepleri'nin devami niteliginde olan Isik Üniversitesi'ne Bir'in
bu yakinligi da ilginç degil mi?
Önemli oldugunu düsündügüm bir baska husus, Genel Kurmay bünyesinde kurulan "Hasan Tahsin Bilgi
Merkezi"dir. Bilindigi gibi gerçek adi Osman Nevres olan Hasan Tahsin Sabetaycidir ve Yunan'a ilk kursunu
onun atip atmadigi çok tartismalidir. Zira, Sabetaycilar ve diger azinliklar ne I.Dünya Savasi esnasinda ne de
Kurtulus savasi esnasinda Türk'ten yana tavir almamislardir. Sonraki dönemin meshur gazetecisi Sabetayci
Ahmet Emin Yalman da o tarihlerde Amerikan Mandasini savunuyordu. Genel Kurmay'da açilan basin
merkezine Hasan Tahsin adi verilmesini ille de kötüye yormak istemiyorum. Yani bu Çevik Bir'in
yönlendirmesi ile de olabilir, ama olmayabilir de...

Benim burada dikkat çekmek istedigim sey; Türk Ordusunda subay olabilmek için yapilan soy-sop, dini
mensubiyet ve milli baglilik arastirmalarindan bu insanlarin nasil olup da geçtikleridir. Hele kurmay olabilmek
için çok daha hassas ölçülerin kullanildigi bilindigi halde, bu ölçüler sanki sadece dindar olanlari ayiklamaya
indirgenmis gibi görünüyor. Dedesi imam olanlari subay yapmayan sistem acaba neden zor duruma
düstügümüzde bizi arkadan vuranlari bas taci yapmaktadir?
Bu ülkede, Rahmetli Necip Fazil'in Sakarya siirinde söyledigi "Öz Yurdunda esirsin, öz vataninda parya"
misraini hakli çikaran daha ne kadar örnek yasayacagiz? Ülkenin asli unsuru Müslüman-Türkler sistem için
tehlike görülürken, asil tehlike olanlar bas köseye kurulmuslar.
Kemal Gürüz de Dönme mi?
Üniversitelerdeki basörtüsü zulmünün planlayicisi, kamuoyu önünde pek konusmayan ama perde arkasindan
yapacagini yapan YÖK Baskani Kemal Gürüz'den bahsediyorum. 28 Subat sürecinde YÖK Baskanligi ile
üniversiteleri 28 Subat çizgisine esir eden, "irticaci" olduguna kanaat getirdigi ögretim üyelerini isten atmayla
yetinmeyip, hiçbir sekilde Profesör ve Doçent gibi unvanlarini kullanmalari yasaklayan meshur yasakçi... Hani
Türkiye Üniversitelerinin basinda dururken, "Türkçe bilim dili degildir" diye cevherler yumurtlayabilen zat...
KTÜ Rektörlügünden TUBITAK Baskanligina atanan ve bu kurumu perisan eden, KTÜ Rektörü iken
Yahudilerin Ispanya'dan Türkiye'ye göçlerinin 500.yildönümünü kutlama komitesi üyesi olan kimse...
Her ne hikmetse röportajda Nuriye Akman soruyor: "Dönme oldugunuz dogru mu?" Cevap: "Sosyolojik
anlamda Müslümanim". Simdi bunu nasil degerlendirelim. Nuriye Hanim acaba neden bu soruyu sorma
geregi duymus? 500 Yil Kutlama Komitesindeki herkes Yahudi veya Sabetayci (Yahudi dönmesi) miydi ki
buradan bir sonuç çikardilar? Cevabi bilmiyorum, ama Kemal Gürüz'ün cevabi yeterince kuskulandirici... Bir
kere "dönme degilim" diyerek bin belayi defetmek; dedikodulari önlemek varken, dönme olmayan birinin
böyle bir cevabi vermesi hiç mantikli degil. Eger dönme ise o zaman en uygun cevap bu verdigidir, çünkü
dönme degilim dese muhakkak bir sekilde ortaya çikar, dönmeyim dese aleyhine kullanilir.

Cevaptaki ikinci ipucu Müslümanliginin "sosyolojik" oldugunu söylemesi. Yani kendisi Mü'min (inanan) degil,
toplum içinde Müslüman sifatini aliyor, bu sekilde niteleniyor. Iste Sabetaycilik tam da budur, yani
"inanmadigi halde inaniyormus gibi Müslüman görünmek"... Toplumsal yasantida Müslüman göründükleri
için sabetaycilar için en uygun Islami niteleme; "sosyolojik olarak Müslüman" ifadesidir. Ben bu cevaptan
Kemal Gürüz'ün çok büyük ihtimalle dönme oldugu sonucunu çikariyorum. Sunu da söyleyeyim ki, hiç
kimsenin ne kökenini ne de inancini kinamiyorum, ancak kendisi imanli bir Müslüman olmadigi halde,
Müslümanlari basörtüsü sebebiyle en temel insan haklarindan biri olan "egitim hakki"ndan yoksun birakmaya
hakki olmadigini düsünüyorum.

YÖK Baskanligi döneminde en önemli icraatlarindan bir baskasi da, "aydin din adami yetistirme" amaciyla
açilmis olan iki yillik "Imam-Hatip Meslek Yüksek Okulu" adli okullari kapatmasidir. Iste size bir baska icraat;
Dekanligini Yasar Nuri Öztürk'ün yaptigi Istanbul Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi bünyesinde Heybeliada Papaz
Okulu benzeri bir Ortodoks Ilahiyat Bölümü açmaktalar. Elbette ülkemizdeki Hiristiyanlarin ihtiyaci nisbetinde
gerekli din adami da bu ülkede yetismelidir, fakat Türkiye'de imam yetistiren okullari kapatirken, ülke disi
ihtiyaç ve çogunlukla da politik maksatlarla papaz okulu açilmasini iyi düsünmek gerekir. MHP ve ANAP'in da
Hükümette olduklari bir dönemde, 1997 yilindaki bir MGK kararina istinaden, Hükümet karariyla bu
uygulamaya geçildigi söylenmektedir.
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<
>><<>><<>><<>><<>>

Dönme ve dönmeler
Sahabe-i Kiram müşriklikten döndü. Đslam tarihi devam ettikçe Hıristiyanlar, Yahudiler, Mecusiler, Hindular,
Şamanistler, Moğollar daha neler neler, döndüler, Đslam'la şereflendiler Müslüman oldular. Đslam tarihi
dönmelerle doludur; 610 yılında ilk ayet inzal buyurulduğunda Sasani Đmparatorluğu, Bizans Đmparatorluğu
ve Müşrikler Đmparatorluğu vardı; Müslüman olanlar hep bu imparatorluklardan geldi, yani hepsi dönmeydi.
"Oğuz boyundanız" derken, dönme olduğumuzu da söylüyoruz. Karahanlılar onunca asırda, hicretten üç yüz
elli sene sonra Đslamiyet'le şereflendiler.
Dikkat etmeli, her ırkı, her dini bağrında barındıran devletler büyürken, bir dine yahut bir ırka bağlı devletler
hep küçük kaldı.Osmanlı Devleti'nde gayrimüslimler yarıya yakındı. Đttihad ve Terakkiciler, Jön Türkler Türktü
ve Müslümandı. Hadis-i şerifte buyurulduğuna göre: "Her milletin iyisi iyidir." Bugün ABD, yüzden fazla ırkı
ve dini bünyesinde toplayarak güç kazandı, hâlâ topluyor...
Ahmed Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiya'sında: "Đslam'da köle almak, köle olmaktır" diyor. Çünkü Resulullah
buyurmuş: "Kölelerinize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin." Böylece Đslam'ı onlara sevdirdiler.
Đslamiyet, kölelere bu kadar hak tanırken, zimmilerin de malını, canını ve namusunu korumuştur.
Bir zamanlar "siyonistler, masonlar" diye tutturdular. Onlar dünyayı parmağında oynatıyormuş, peki biz ne
yapıyorduk? Türkiye'de kayıtlı masonların adedi bin beş yüzü geçmez. Eğer bu ülkeyi onlar yönetiyorsa,
Müslümanlar işe yaramıyor demektir. Peki dindarlar ne yapıyor? Sabataycılar varmış, bunlar bu milleti bu
hale getirmiş... Yani kahvede oturan, meyhanede içen, sanatı, işi olmayan, cahil, beceriksiz Müslümanlar iyi,
sabataycılar kötü imiş...Siyonizm, masonluk, sabataycılık, lions kulüpleri, rotary kulüpleri, bunların bütünü
Yahudi idealiyle ilgilidir.
Keşke Müslümanlar da Yahudiler kadar birbirini tutsaydı, keşke Müslümanlar da Yahudiler kadar ekonomide,
politikada ve kültürde birbirine yardımcı olsaydı... Keşke Yahudiler birbirine "birader" derken, bizimkiler de
kardeşliğin gereğini yapsaydı.
Dönmelerden değil, dönen çeklerden, senetlerden, kalitesiz mallardan, atılan imzaya sahip çıkmamaktan
korkmalı... Yahudilerden değil, artık Yahudileşen (Müslümanları aldatan) Müslümanlardan korkmalı... Bir
avuç Yahudi dünya ticaret imparatorluğunu kurarken iki milyar Müslüman'ın ekonomik esaretine gözyaşı
dökmeli... Her Yahudi birkaç lisan bilirken Đstiklal Marşı'nı, Nutuk'u anlamayan, Türkçeyi bilmeyen Türkler'e
acımalı.
Dönmelere karşı çıkmayın, o yol açık kalsın, Almanlar'dan, Amerikalılar'dan pek çok kimse dönüp Müslüman
oluyor. Keşke Türkler'in, Sünnîler'in hepsi gülsuyuyla yıkanmış olsaydı da suçluyu dışarda arasaydık.Irkların
birbirine üstünlüğü yoktur, insanları üstün kılan prensiplerdir.

Hekimoğlu ĐSMAĐL
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<
>><<>><<>><<>><<>>

DÖNME OKULLARI
Siz hiç, herhangi bir Đslam tarikatı adına kurulmuş bir okul gördünüz mü? Peki, böyle bir şeye izin verirler mi?
Hiç sanmam. "Bir başbakan tarikat şeyhlerine iftar verdi" iddiası ile bu ülkede yer yerinden oynar, ama
mesela masonik tarikatlar için hiçbir şey yapılmaz. Bu ülkede darbelerle meclis, siyasi partiler kapatılır; ama
mason localarının kapısına kimse kilit vuramaz. Darbecilerin bile onlara güçleri yetmez. Darbelerden sonra
kurulan hükümetlerde hep kilit noktalarda masonik isimlerin yer alması da bu işin bir başka yanı.
Sn. Benoit, Sn. Joseph liseleri birer kilise okulu, hatta tarikat okulu değil mi? Ecevit'in de okuduğu Robert
Koleji niye açıldı, asıl amacı neydi?
Hani, Çalıkuşu romanında anlatılan şu Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi, laik Fransa'nın Türkiye'deki
kilise okulu değil mi? Hala bu okulda başörtülü rahibelerin ders verdiklerini biliyor musunuz?
Bilirsiniz; Çalıkuşu romanı, bu okulda okuyan bir kızın başından geçen olayları konu alır. Reşat Nuri, mahalle
mektebi ve medrese ile bu okulu kıyaslar. Mahalle mektebi ve medrese, ilkel ve çağdışı birer eğitim
kurumudur. Romandan çıkan sonuç bu. Zaten bu roman da bir Amerikalı yazarın eserinden bu amaçla
uyarlanmış. Reşat Nuri, yer yer cami ve cemaat hakkında olumlu birkaç cümle kullanmış. O zaman romanın
bu satırları Đslam'a karşı toplumda ilgi uyandıracağı endişesi ile sansür edilmiş.
Đstenen mesaj şu: Đslam ve Đslami değerler ile semboller çağdışı; Batılı değerler ve kilise ise, iyi ve güzel. Bu
tarikat okulları hala faal. Ne 28 Şubatçılar ve ne de BÇG'nin bu konuda bir kaygısı yok. Sabatayların okulları
da öyle.
Hemen belirtelim ki, ben hiçbir zaman insanları seçtikleri din ya da doğdukları ana baba sebebi ile
kınamadım. Ama insanların olduklarından başka türlü görünmelerine her zaman karşı çıktım. Kimsenin evli ya
da bekar olduğu beni ilgilendirmiyor, ama herhalde herkes evleneceği kızın dul mu bekar mı olduğunu da
bilmek ister. Ben de beni yönetenlerin, topluma malolmuş insanların kimliklerini ve temel referanslarını bilme
hakkına sahibim. Bunu bir kınama ya da yüceltme sebebi saymıyorum, ama bilmek istiyorum.
Ben iyi bir otomobil almak isterken, sizin çok iyi ve aynı değerde bana iş makinası satmaya hakkınız yok.
Sözü Sabataylara getirmek istiyorum. Hani şu Sabatayların yerinde bir Đslam tarikatı olsaydı, devletin zinde
güçleri ne yapardı acaba? Fethullah Efendi'nin mekteplerinden duyulan kuşkunun kaçta kaçı Sabataycıların
etkin oldukları Fevziye Mektepleri, Işık Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Terakki Lisesi'ne gösterildi?
Bakın, Türkiye'deki Yahudiler 3 temel gruba ayrılıyor. Birinci grubta Sefarad ve Eşkenaziler var. 2. grubta
Osmanlı'dan bize miras kalan Sabataylar. 3. grupta ise Karaim Türkleri. Buna son zamanlarda Kürt ve Ermeni
Yahudileri de ekleniyor. Karaimler çok örgütlü değil, ama gelecekte adlarından daha çok söz ettireceğe
benziyorlar. En etkin konumda olanlar, Sabataylar. Daha doğrusu ekonomide Sefarad ve Eşkenaziler, siyaset
ve kültürde Sabataylar.
Sabatayların bir diğer adı "Dönme" ya da "Selanikli". Đsmail Cem, Rahşan Ecevit, Tansu ve Özer Çiller,
Coşkun Kırca, Altan Öymen, Ercan Karakaş bu ekipten olarak bilinir. Bunlar kendilerini zahiren Müslüman
olarak takdim etseler de, gizli olarak Yahudi dini, ritüelleri ve geleneklerine bağlıdırlar. Yani takiye yaparlar.
Sorduğunuzda ise, "Türk olduklarını" daha doğrusu "kendilerini Türk hissettiklerini" söylerler. Radikal birer
kemalist ve laiktirler. Mustafa Kemal'in okuduğu Şemsi Efendi Mektebi, Kabbalist Yahudiler tarafından açılan
bir cemaat mektebi idi. Şemsi Efendi de Sebatay Sevi öğretisine bağlı dini bir liderdi. Kabbalanın en önemli
yorumcularından biri idi. Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok Sabatayist, Mustafa Kemal'in yanında yer aldı ve
kemalist devrimin şekillenmesinde önemli katkılar sağladılar. Halide Edip'ten Hasan Tahsin'e kadar birçok
Sabatay da ekonomi, sanat, edebiyat, bürokrasi ve siyaset dünyasında önemli yerlere geldi. Moiz Kohen'in
kemalist ideolojinin ve Türk milliyetçiliğinin şekillenmesindeki katkısı bilinen bir gerçek. Ahmet Emin Yalman
da o ailedendi. Đlginçtir, kapatılan mason locasının meşrik-i azamı M.Kemal Öke, Mustafa Kemal'in en yakın
müşaviri ve özel doktoru idi. Mustafa Kemal'in ifadesi ile mason locasının kapatılmasının asıl sebebi, aynı
gayeye hizmet eden iki ayrı kuruluşa gerek olmaması idi. Çünkü CHP, aynı idealleri tesis için vücut bulmuştu.
Tabii bu yoruma göre; Kuvayı Milliye ve Müdafayı Hukuk hareketinin bir devamı olduğu söylenen CHP'nin bu
iki referansı arasında da bir çelişki olmaması lazım gelirdi. Yani, Kuvayı Milliye ve Müdafayı Hukuk hareketi
masonik idealleri tesis için gerçekleştirilmiş hareketlerdi.

Tabii, bu iddia ile bu hareketlerin bildirilerinde ifadesini bulan mesajlar arasında nasıl bir uyum sağlanabilir,
onu bilmiyorum. Bu Sabatay tarikatının, (Din demiyorum. Cumhurbaşkanlarından Ben Zwi'nin de Sabatay
olmasına rağmen Đsrail bu gerçeği kabul etmese de bunların dini, Đbrahim'i bir öze sahip olan Yahudilik
dinidir.) Belki Sabataycılık, Yahudiliğin mistik ve Hermetik bir yorumu olarak bir mezhep ya da köklü bir
tarikattır. Sabataycıların şeriatı ile öteki Yahudilerin şeriatı aynı olmakla birlikte yorumları farklıdır. Mezhep ya
da tarikat, Sabataylar bugün kendi içlerinde de 3 ayrı alt gruba bölünmüş gözükmektedirler. Karakaşlar,
Kapaniler ve Yakubiler. Kendi aralarında ciddi bir şekilde çıkar çatışmaları, yöntem farklılıkları ve teolojik
ihtilafları bulunmaktadır.
Aslında Türkiye'de Cumhuriyet dönemi içinde biçimlenen Alevi geleneği ve son 2 asır içinde Sünni tasavvuf
geleneği içinde bazı grubların nasıl dejenere edildiğini anlamak ve Sabatay etkilerini görmek için uzmanların
bu konu ile yakından ilgilenmeleri gerek.
Aslında bir hukuku savunma adına, insan hakları adına, bu topraklarda doğup gelişen bu dini inanışa mensup
insanların temel hak ve özgürlüklerini, kendilerini ifade etmelerini sağlayıcı şartları oluşturmak gerek.
Kuşkusuz, önce çifte standartları ortadan kaldırarak ve bu gizli tarikat içindeki sapma ve cemaatin mal
varlığını ele geçirmek isteyen çeteleri de sistemin dışına iterek yapılmalı bu iş. Gizli bir tarikat ve cemiyet
olarak ekonomi, siyaset, bürokrasi ve basın dünyasındaki etkilerini, arkasına, gücü ve bu cemaatı kullanmak
isteyen çevrelerin karanlık hesaplarını ortaya çıkartmak hem Türkiye ve hem de bu cemaatın geleceği
açısıdan önemlidir. Kimse ne Đslam'ı ne de Sabataycılığı istismar etmemeli. Eğer birileri bu cemaatın içine
sızarak buradan kendilerine iktidar ve servet üretmeye kalkıyor ve cemaat içinden de bu konuda sızlanmalar
yükseliyorsa, sanırım bu konuda bir şeylerin yapılması gerekir.
CHP ile bu parti arasındaki ilişkinin araştırılması gerek. Đddialar son derece mide bulandırıcı. Bilgin ailesi
gerçekten Terakki Vakfı'na ait mal varlığının denetimini ele geçirerek, cemaati kendi siyasi ve iktisadi çıkarları
için kullanmak mı istiyor? Can Paker bu işin neresinde. Bülent Tanla ve Haluk Arı'nın ortak reklam şirketi
CHP'nin seçim kampanyasını alarak, bu cemaatle parti arasında iktisadi manüplasyonlarda mı kullanılıyor?
Tanla, Arı ve Đlhan Selçuk ortak şirketi Medya C malum sermaye ile Cumhuriyet ve bazı gazeteler arasında
haber politikalarına endeksli reklam dağıtımı mı yapılıyor? Bu soruları soruyorum, çünkü bu tür söylentiler
artık kulak tırmalamaya başladı. Hatta CHP Đstanbul il yönetiminden bazı isimler, laik CHP'nin bir tarikatın
arka bahçesi gibi kullanıldığı iddialarının yaygınlaşmasından son derece rahatsız. CHP mi Sabatayları
kullanıyor, Sabataylar mı CHP'yi, o da belli değil.
Sabatayların güvenlik sistemi içindeki yargı ve istihbarat birimleri ile üst düzey bürokraside ve kurumlarda
yer alan Sabataylarla ilgili söylentiler de her geçen gün yaygınlaşıyor. YÖK Başkanı'ndan futbol takımlarının
yöneticilerine, birtakım sanatçılardan diplomatlara, yazarlara, ADD ve ÇYDD gibi sivil toplum örgütlerinden
Lions, Rotary kulüplerine, masonik kuruluşların yöneticilerine kadar her köşedeki birçok ünlünün Sabatay
olduğu iddiası, zaten sayıları binlerle ifade edilen bu topluluğun ekonomi, siyaset ve toplum hayatı üzerinde
nasıl bu kadar etkin hale geldiği sorusunu gündeme getiriyor.
Anlayacağınız, bilir bilmez herkes Sabatay muhabbeti yapıyor. Sabatay muhabbeti yanında Adnan Hoca
rivayetleri, ana okulu çocukları için masal uyduran teyzelerin hikayesi kadar sıradan bir şey.
Şu Adnan Hoca muhabbetine de bayılıyorum hani. Hele şu "Çarşaflı Kayakçı" haberinden sonra, Hizbul-
kartelin düştüğü durum amma matrak bir hal oldu. Alın gazetelerin hafta sonu eklerini ya da magazin
gazetelerini, Aykut Işıklar'ın sosyete dedikodularını okuyun ve sonra da bu manken kızların iffet, namus
muhabbetini dinleyin. Đnanın, Matild hanım "Namus ve Đffet" üzerine bir TV programı yapsa, ancak bu kadar
anlamlı olurdu.
Sabataycılarla ilgili bir ön bilgi için bakınız: Ilgaz Zorlu: Evet Ben Selanikliyim-Belge Yayınları.. Vaktiniz varsa
Üsküdar'a geçerseniz Bülbülderesi Dönmeler Mezarlığına bir uğrayın. Selam ve dua ile.
Abdurrahman Dilipak Online: 1 Hits insg.: 3134
Hits heute: 97
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<
>><<>><<>><<>><<>>

Dönmeler'le ilgili gizli bir belge


Son günlerde özellikle Đslamcı medyada (bu tanımlamadan rahatsız olurlarsa geri alabilirim) bir Dönmelik
türküsü söylenip duruyor. Bir zamanlar sallanan her yaprağın arkasında Yahudi parmağı aramayı alışkanlık
haline getirenler sanki bu sıralar 'Dönmelik'e aynı işlevi yüklemiş gibi görünüyor.

Kanal 7 televizyonunda Đskele-Sancak programındaki Dönmeler'le ilgili program, bu kadar çok söz edip de
Dönmelik ve Dönmeler'le ilgili ciddi birşey söylememenin nasıl mümkün olabileceğinin örneğini sundu. Şevket
Eygi tıpkı kitabında olduğu gibi, Dönmeler'in ne kadar tehlikeli, güçlü bir grup olduğunu tekrarlamaktan
öteye hiçbir şey söylemedi. Niçin yayınlandığı anlaşılmayan ve ciddi hiçbir şey söylemeyen kitabındaki
hakaretamiz ifadeleri "masum Anadolu çocuğu" tavrıyla okuyan Abdi Đpekçi'nin kızı da ailesine (dolayısıyla
Sabetaycılar'a) bu ülkede ne kadar acımasız davranıldığına hepimizi inandırdı (!) Meğer Dönmeler bu ülkede
ne kadar mağdur edilmiş... Ahmet Hakan da Sabetayçılar'ın masumiyeti konusunda Nükhet Đpekçi'ye elinden
gelen yardımı esirgemedi doğrusu. Hüseyin Hatemi'nin işin siyasi yönünü ihmal ederek ihtida ile Dönmelik
kavramlarını karıştıran konuşması yine en düzeyli ifadeleri içeriyordu. Tek siyasi duyarlılığı ise, 'Dönmelik'in
gündeme getirilişindeki tezgaha dikkat çektiği nokta düşünmeye değer.

Program boyunca hep sorulan ama bir türlü başta Şevket Eygi olmak üzere cevaplanmayan Sabetaycılar'ın
çift kimlikli oluşları, gerçek inançlarını gizlediklerinin nereden belli olduğu sorusu hep havada kaldı. Bu soruya
tutarlı cevap verilmediği sürece iddiaların havada kalması kaçınılmazdı. Đşin tarihî, siyasî ve sosyolojik boyutu
ihmal edilerek yapılacak her tartışma 'Dönmelik'in gizemini daha da derinleştirecektir. Ahmet Hakan'ın sık sık
"Gizli inançlarının olduğunu nereden biliyorsunuz?" türü sorularına Đpekçi ve Eygi'nin verdikleri tarihî
perspektiften uzak cevapları, iddianın, gerçek hayatta karşılığı olmayan 'Müslüman fanatizminin evhamı'nın
ürünü olduğu yönündeki ithamları haklı çıkarmaya hizmet edecektir.

Müslümanlık, "Müslümanım" diyenin niyeti ne olursa olsun beyanını kabul etmeyi gerektirir. Dönmeler de bu
genel prensibe uyularak Osmanlı döneminde sosyal hayatta Müslüman olarak muamele görmüştür. Osmanlı
arşivlerinde, Selanik'le ilgili nüfus kayıtlarında Avdetiler'le ilgili farklı tanımlamanın olmaması, Müslüman
sayılmaları bunun resmi ifadesidir.

Selanik'te hâlâ ayakta kalan Dönmeler'e ait binalar ekonomik ve sosyal olarak bu cemaatin ne durumda
olduğunu göstermeye yetiyor. Çok iyi korunmuş durumda bulunan ve 1908 Selanik Belediye Başkanlığı'nı
yürüten ünlü Kapancı ailesine ait villalar buna iyi bir örnek olabilir.

Sabetaycılık'ın esasları
Selanikli bir Dönme yeleğini tamir ettirmek için bir terziye bırakır. Yeleğin cebinde Đspanyol Yahudicesi ile
yazılmış bir belgenin unutulmuş olduğunu gören terzi belgeyi Journal de Salanique'in yayın yönetmeni Sadi
Levy'e gösterir. O da belgenin bir kopyasını hemen kaydeder. Belge, çok kapalı bir cemaat olan Dönmeler'le
ilgili ele geçen ilk yazılı belgelerden biridir. Ve bu belge 1897 yılında Paris'te Şarkiyat Kongresi'nde tebliğ
olarak sunulmuştur. (Bu tebliğin Türkçe metni için Tarih ve Toplum dergisinin 168. sayısında M.Danon
imzasıyla yayınlanan çevrisine bakılabilir)

Bu belgede maddeler halinde 'Sabetaycılık'ın gizli esasları ve gizli rituelleri ile ilgili son derece açıklayıcı
bilgiler bulunuyor. Selanikli Dönme'nin cebinden çıkan belge üç bölümden oluşuyor. Bunlar oruçla ilgili
dualar, inançla ilgili esaslar, üçüncüsü ise Sabetaycı bayramlarına ilişkin esasları belirliyor. Tam 18 maddeden
oluşan bu emirlerin üç maddesini buraya aktarıyorum:

Ondördüncüsü, her gün gizlice Mezmurlar'ın okunmasıdır.


Onaltıncısı, Türkler'in örfleri hakkında dikkat edilmesidir, zira oralarda gözleri kör ediyorlar. Ramazan orucu
için, hiçbir (vicdani) rahatsızlık duymasınlar. Böylece onların (Türkler'in) şeytanlara yaptıkları kurbanlar
yapılmasa da olur. Dikkati çeken her şey yapılmalıdır.
Onyedincisi, onlarla (Müslümanlar'la) ne hayatlarında ne de ölümlerinde hiçbir bağlantıya girilmemesi ve
hiçbir ilişkide bulunulmamasıdır. Zira onlar itici olup eşleri de tehlikelidir ve bu konuda Kutsal Kitab'ın bir
deyişi vardır: Bir dört ayaklı ile yatana lanet olsun.

Belgeden alıntı yaptığımız kısım bu kadar. Sabetaycılar bugün de esaslara hâlâ uyuyorlar mı? Muhtemelen bir
kısmı, cemaatin dinî boyutunu terketmiş olabilirler. 'Müslümanlık'a dönenlerin sayısı yok denecek kadar az
olsa gerek. Bir kısmının ise laikleşerek Sabetaycılık dahil herhangi bir dinle bağlantıları kalmamış olabilir. Her
şeye rağmen evlilik gibi önemli günlerde cemaatin dinî havasından uzak gençlere bile Sabetaycı esasların
telkin edildiği ve ritüellerin yaptırıldığı biliniyor. Ancak, sosyolojik bir vakıa olarak cemaatin ekonomik, siyasi
dayanışma içinde olmadığını düşünmek fazla iyimser bir yaklaşım olur.

Akif Emre - Yeni Şafak 24 EYLÜL 2000 aemre@yenisafak.com


<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<
>><<>><<>><<>><<>>

Bir "Sabetaycı"nın problemli düğünü

Kendisinin, bir "dönme" ile evlenen ilk Türk oldugunu söyleyen Zekeriya Sertel, Sabetayci karisi Sabiha
Zekeriya Sertel ile olan evliliginde kiz tarafindan herhangi bir problemle karsilasmasa da, bu izdivaç, Sertel'in
iddiasi hilâfina bir Türk'le bir "Selânikli"nin kurdugu ilk yuva olma özelligini bu belgeyle kaybetmis bulunuyor
Sabetaycilar, 1666'da mehdiligini isbat edemedigi için Müslüman oldugunu söyleyip, Seyh Mehmed Efendi
adini alan ve böylece cezalandirilmaktan kurtulan, gizlice Yahudiligini ve kendi koydugu prensipleri yasamayi
sürdüren Yahudi Haham Sabetay Sevi'nin yolunu izleyen cemaate verilen genel addir. Osmanlilar döneminde
"Avdetî", Cumhuriyet döneminde de bu kelimenin karsiligi olan "Dönme" ismi ile taninmaktadirlar(1).
Bu cemaatin önemli bir bölümü Selanik'te yasadigi için "Selanikliler" olarak da adlandirilmislar, hattâ cemaate
mensup bir yazar olan Ilgaz Zorlu, cemaati ile ilgili olarak yazdigi kitaba, "Evet, Ben Selanikliyim, Türkiye
Sabetayciligi" adini vermistir(2). Sabetaycilar, 1666'dan sonra asirlarca Osmanli ve Cumhuriyet dönemlerinde
-çogu zaman gizleseler ve içe kapansalar da- kendi inanç ve geleneklerini serbestçe yasamislar; gerek
Osmanli devleti, gerekse Cumhuriyet döneminde hiç bir takibata ugramamislardir. Her ne kadar degerli
hocamiz Prof. Dr. Ilber Ortayli, Sabetaycilara, Osmanli'nin "adi konmamis bir asimilasyon" uyguladigini ve bu
sebeple de Osmanli belgelerinde onlarin adinin geçmedigini ileri sürse de(3), Sabetaycilar'in da kendilerini
açikça ifadede çok istekli olmadiklari açiktir. Çünkü, Müslümanlar'dan çok Yahudiler, onlarin açik kimligine
tepki gösterebilir; hattâ Sabetay Sevi olayinda oldugu gibi, Sabetaycilar'i Osmanli yönetimine ihbar edip,
olayi Yahudiler'in bir mezhep sorunu gibi takdim ederek, kendi düsünceleri dogrultusunda müdahale
isteyebilirdi. Dogrusu Ermeni, Rum, Bulgar vb. azinlik problemlerinden bikan Osmanli'nin da "Sabetayci" ya
da "Avdeti" adli yeni bir probleme çok sicak bakmayacagi açiktir. Elimizde bulunan belge, Osmanli
yönetiminin "Avdetîleri" Müslüman kabul etmedigini; hattâ Müslümanlarla onlarin kiz alisverisi yapmadiklarini
bile bildigi halde, Batili devletlerce istismar edilebilecek ve Sabetayistleri tahrik edecek uygulamalardan
kaçindigini ve yine bu konuda oldukça hassas davrandigini ortaya koymaktadir. Belgeye göre, Sabetaycilar'in
Semseddinzâde Osman Efendi taifesine mensup Ali Efendi'nin 18-20 yaslarindaki kizi Râbia, Manastirli Haci
Feyzullah Efendi'ye kaçmis, dönmeligi birakarak Müslüman olmak ve onunla evlenmek istedigini bildirmistir.
Israrli girisimlere ragmen kizin babasi Ali Efendi bu evlilige razi olmamis, bunun üzerine durum Selanik
Valiligi tarafindan Babiâli'ye bildirilmistir. Osmanli Bakanlar Kurulu, 29 Aralik 1891 tarihinde yaptigi
toplantida, kiz babasinin, bu izdivaca muvafakat vermemesine ragmen, kizin resid ve kendi evliligine karar
verebilecek yasta oldugunu gerekçe göstererek, bu evliligi onaylamis; ancak Selanik'te olaylar çikmamasi için
genç çiftin ilk vapurla ve gizlice Istanbul'a getirilerek, evliligin Selanik'ten uzakta yapilmasini istemistir(4).
Belgenin bir baska önemli yani da, kendisinin bir "dönme" ile evlenen ilk Türk oldugunu söyleyen Zekeriyya
Sertel'in, "dönme" Sabiha Zekeriyya Sertel ile evlenmesinden yillar önce böyle bir evliligin gerçeklesmis
olmasidir. Ancak iki benzer örnekte büyük bir fark mevcuttur. Ilk evlilikteki gelin, Müslümanligi seçip onda
devam ederken, ikincisindeki dönmeligini sürdürmüstür(5).

Dipnotlar:
1- Abdurrahman Küçük, Dönmeler ve Dönmecilik, Istanbul, Tarihsiz, Ötüken Yayinlari.
2- Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, Türkiye Sabetayciligi, Istanbul 1998, Belge Yayinlari.
3- Ilber Ortayli, "Osmanli Modernlesmesi ve Sabetaycilik", Alevi Kimligi, (Ed. T. Olsson), Istanbul 1999, Tarih
Vakfi Yayinlari, S. 117-126.
4- Meclis-i Vûkela Mazbatasi (MV), 68/44
5- Zekeriyya Sertel, Hatirladiklarim, 1905-1950 Istanbul 1968, Yaylacik Matbaasi, S. 61-62

Meclis-î vûkelâ Müzakerâtina Mahsus Zabit Varakasidir


Tarihi: 17 Tesrini sani: 1307
26 CA 1309 (29-12-1891)
Hülasa-i meali:
Selanik'de mine'l-kadim mütevattin bulunan Avdetilerden Semseddinzâde Osman Efendi'nin hafidesi ve Ali
Efendi'nin kerimesi, 18-20 yaslarinda bulunan Rabiâ'nin münâsebet peydâ etmis oldugu Manastirli Haci
Feyzullah nâm kimesnenin delâletiyle Nâib-î serif'in hânesine firar ederek, ilân-i ihtidâ ile Avdetîlikten ebâ ve
hükümet-i ser'iyyeye iltica etmesi üzerine vilâyetçe cereyan eden muâmeleden ve merkûmenin Meclis-i
Belediye Reisi Ibrahim Bey'in hânesine misâfir edilmis oldugundan bahisle, bu babda edilecek muâmelenin
istifsârina dâir Selanik Vilâyeti Valiliginden mebus tahrirât olundu.
Kararnâmesi: Tahrirât-i Mebuse'de mezburenin ebeveyni nezdine gitmekten katiyyen ve musirren imti'na
etmekte oldugu ve ebeveynine mütavaat etmesi hakkinda mükerreren icrâ edilen nesâyiha muvafakât
eylemedigi ve mezbûrenin bu firardan maskadi dâhi merkûm Haci Feyzullah ile tezevvüc'den ibâret
bulundugu gibi, is bu Avdetiler Islâmiyet nâm-i celîli altinda bulunduklari cihetle, bu babda bir sey
diyememeleri lâzim gelir ise de, simdiye degin Islâmdan kiz alip-vermedikleri bahanesiyle icrây-i icâbi istizân
olunmustur. Sûret-i is'ara nazaran merkumenin resîde ve faileyi muhtar oldugu anlasilmis ve bundan men
edilemeyecegine binaen bir gûne mahzûr-u mahâl ve mâni-i ser'i olmadigi hâlde kizin tâlibe oldugu
Manastirli Haci Feyzullah ile âkdi icrâ ettirilerek ve en evvel hareket edecek vapura konularak Dersaadet'e
i'zami ve sâyet oraca akdinde mahzûr oldugu takdirde burada akdi icra ettirilmek üzere kizin vâsita-i
mü'temine ile ve kezâlik ilk vapurla Istanbul'a gönderilmesi zimninda vilâyete cevâben telgrafnâme-i sâmi
kesîdesi ve sûret-i karardan bahisle kizin vürudunda ale'l-usul mü'temin bir mahâl'de zapt-i nazar altinda
müsarefet suretiyle bulundurularak, keyfiyetin vüsulünün bildirilmesi için dâhi Zaptiye Nezâretine tebligât
ifâsi kararlastirilmistir.

Cevad-Mahmud Celâleddin-Riza-Hasan Riza-Zühdü-Ali-Zühdü

(Tarih ve Düsünce, Temmuz 2000) Hazirlayan: Ahmet Uçar


<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<
>><<>><<>><<>>><<>

1917’de Selânik halkını anlatan bir eser

22 Eylül günü Kanal 7’de yayınlanan Đskele Sancak’taki fikir ve görüşler üzerine, size bir eserden
bahsedeceğimi bildirmiştim.
Balkan Harbi’nden, 31 Mart vak’asından, Sultan Abdulhamid’in “hal”inden tutarak tarihimizin çok karışık ve
hazin bir devrini ele alan bu eserin adı “Selanik’te Bir Đsmail”dir.
1915-1917’lerde, Selânik’te görevli olduğu anlaşılan, Fransız zabiti Jean-Jose Frappa’nın yazıp 1917’de
Paris’te yayımladığı “A Salonique Sous l’oeil Des Dieux!” adlı bu eser Musa Doğan Bey tarafından
Türkçeleştirilmiştir.
Bu yazımda tarihimizin bir dönemini aydınlanmış bulacaksınız. Bu çekici eserin nitelikleri ile birlikte, o yılların,
Türk, Dönme, Yunanlı, Yahudi ve Makedon çevrelerini de tanıyacaksınız. Yine bu romanda çeşitli ve karışık
Balkan kavimleri ile (o zaman Osmanlı olan ülkeye) yerleşmeye başlayan ecnebileri (Fransız, Đngiliz vs.) de
gerçek gözlemler içinde okuyacaksınız.
Bu sebeple, Selânik’in 1850-1930 arasındaki Türk, Dönme, Yahudi, Bulgar nüfusuna ait din, ırk ve mezhep
bilgilerini romanın sonuna ekliyoruz.
Türklük, Yahudilik, Yunanlılık, Makedonluk vs. ile ilgili çok önemli bir kitap karşısındayız. Ayrıca bu romanın
dinî, tarihî, coğrafî çevresi hakkında gözlemlere ve gerçek olaylara dayalı bilgiler de bu eserde takdim
edilmektedir.
A Salonique sous I’oeil des Dieux! adlı bu kitap 1913-1916 arası dönemi ele alıyor. O zaman bir Türk şehri
olan Selânik’te bulunduğu anlaşılan bir Fransız subayı (genç yaşlarda bir teğmen veya yüzbaşı olabilir)
tarafından hâtıralara ve müşahedelere malzeme olarak yazılmıştır.
Yazar, ön sözünde şunları söylemektedir:
Bu eserde çok tipik, çok değişik Makedonya’nın insanlarını ve diğer şeylerini elimden geldiğince aslına uygun
olarak tasvir etmeye uğraştım.
Elinizdeki kitap antisemit (Yahudi aleyhtarı) bir eser değildir.
Bu kitap ne bir tezli eserdir, ne de bir kilit romandır.
Genç Đsmail ile tatlı Ayşe’nin macerasını tamamiyle art niyetsiz sevgili okuyucularıma sunuyorum.
Halen Türkiye’de bilinmeyen, adı hiçbir yerde geçmeyen, Paris’te dahi yeni baskılarını görmediğim 1917’leri
gözlemlerle anlatan ilgi çekici bir eserdir bu.
Tarihimizin Balkan Harbi dönemi gibi çok önemli bir safhası içinde bütün renkleriyle Selânik’i yansıtan
dokümanlar dolu bir kitaptır. Şimdi yeniden okuduğumda son derece değerli ve faydalı bulduğum bu kitabın
milletimize, önemli bir sanat, müşahede, hatıra eseri kazandırdığına inanıyorum.
Bu eserin yazıldığı tarih Jön Türk hareketinin bilgisizlik, sorumsuzluk ve yabancı parmaklarıyla Makedonya ve
tekmil Rumeli’yi parça parça elden kaçırdığı günlere rastlar.
1909’lardan itibaren Sultan Abdülhamid türlü entrikalarla tahttan indirilmiş, ittihatçılar dirayetsiz
yönetimleriyle ülkeyi çığrından çıkarmıştır. O tarihlerde Fransız, Đngiliz ve Yunanlılar, Selanik ve
Makedonya’da başıboş sömürge düzeni kurmuşlardı.
Bu eser ilk okunuşta kolayca anlaşılacak ve sevilecek kadar rahat bir roman tekniği ile yazılmıştır. Eser
sahibinin genç bir Fransız subayı olması ve her halde resmi bir görevde bulunması, onun birkaç yıl içinde
bütün insanları inançları ve entrikalar ile Selânik ve çevresini tanıması sonucunu doğurmuştur. Genç adam,
bu şehrin ve Makedonya’nın yerli ahalisi olan Türkler, Yunanlılar, Yahudiler, Dönmeler, Bulgarlar vs. den
başka... Balkan savaşları dolayısiyle (Büyük kozmopolit bir şehir haline gelen) Selânik’i dahi dünyaya
tanıtmaktadır.
Hatta romanda anlattığı vakalardan ve kahramanlardan anlaşılacağı üzere Selanik’in zevk, sefahat, eğlence
ve ticaret çevrelerini renklendirmektedir.
Roman özet olarak, babasının kim olduğunu bilmeden bir Türk hamal Muhammed Osman tarafından
büyütülen Đsmail adındaki bir çocuğun hayat ve maceralarını anlatır. Çocuk Türk müdür, Dönme midir,
Yahudi veya Yunanlı mıdır? Bunları asla bilmemekte ama, asıl kimliğini çok merak ederek harkese ısrarla
sormaktadır. Onu yetiştirmekte olan Muhammed Osman fakir, namuslu bir Türk’tür. Ayrıca onu iyi müslüman
olarak yetiştirmeye çalışan bir mahalle imamı Muhammed Ali vardır.
Fakat hayata boyacılıkla başlayan Đsmail, Türkler’in karakter ve hayatlarına pek uymayan eğilimler
göstermektedir. Delikanlı yaşına gelince tanışıp sevişmeye başladığı Ayşe ve onun ablası Leylâ aracılığı ile
bazı patronların çevrelerine girip uzun zaman alışveriş, oyun ve hilelerini öğrenir. Zamanla her çeşit kirli
işlere bulaşarak zengin olan bu Đsmail, sonradan Selânik’in yine vurgunculuk yolu tutan ünlü patronları ve
hahamları vasıtası ile Türk değil, Dönme de değil, ancak Yahudi olduğunu öğrenir. Ayrıca bunlar Ayşe’nin
güzelliğini de araya koyarak Đsmail’e Yahudiliği benimsediği takdirde zengin olabileceğini telkin eder.
Sonunda haham Levy’nin telkinleri ile Yahudiliğe döner ve adı Đsmail iken Đsrail’e çevrilir.
Eşi Ayşe’yi ve baldızı Leylâ’yı dahi çok para kazanmak için herkese ve ecnebi subaylara da peşkeş çekecek
kadar düşük ahlâklı olan Đsrail, sonunda bir gece artık çok zenginleşen evine dönerken kendisini “baba gibi
büyüten Muhammed Osman’a (gece sokakta dilenirken) rastlar.”
Bu romanda Fransız zabiti JEAN JOSE FRAPPA Selanik ve Selanik’teki halklar üzerine bazı önemli noktalara
da dikkat çekmektedir. Bunların birkaçı şunlardır:
- Selanik’te Türk kabristanları asla süslü mezarlarla dolu değildir. Şatafatlı Yunan, Rum, Musevi kabirlerinin
zıttına bu mezarlar yazara göre insana huzur vermektedir. Yazar buralarda yatan ölülerin de gösterişsiz,
külfetsiz, sakin ve dolayısiyle daha mutlu olduğunu düşünmektedir.
- Muhammed Osman Đsmail’in Yahudi mi, Türk mü, Dönme mi olduğuna dair bilgi vermiyor, onu Osmanlı
hoşgörüsü ile evlâdı gibi büyütüyor.
- Yazarın gözlemlerine bakarsak Yahudiler ve Dönmeler bozuk huylu olmalarından ziyade memnun
olmadıkları ve aldatmak istedikleri Osmanlı memurlarına karşı bilerek “Takıyye” yani entrika yapmaktadırlar,
kendilerini sömürdüğünü sandıkları Osmanlı devletine karşı hile ve düzen kurmaktadırlar.
Not: Bu eser 0212 526 16 15 nolu telefon ve 513 77 49 nolu fakstan istenebilir. Adres: Divan Yolu Cad. No:
14 Sultanahmet/Đstanbul

Ahmet Kabaklı Türkiye Gazetesi, 1.10.2000


<<>><<>><>><<>><<>><<>
><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

Sabetaycılık - Mehmet Şevket Eygi ve Nükhet Đpekçi

22 Eylül cuma gecesi Kanal 7’nin “Đskele Sancak” programında sayın Ahmet Hakan’ın yönettiği Türkiye’de
kimlikleri çok konuşulan bir zümrenin mahiyeti üzerinde görüşmeler yapıldı. Đlmi dilde “Sabetaycı” halk
dilinde ise “Dönme” diye anılan ve eski tarihlerden beri sözü edilen bu zümreyi iki kişi tartıştı. Münakaşaya
esas olan kitap, sayın Mehmet Şevket Eygi’nin yeni yayımlanan “Sabetaycılar ve Yahudi Türkler adlı
eseriydi.” Tartışmaya kendi isteğiyle katılan ise değerli gazeteci merhum Abdi Đpekçi’nin kızı Nükhet Đpekçi
hanımefendiydi.
Gece saat 11’lerde başlayıp ertesi gün üçbuçuk’a kadar süren bu görüşmeler sayın Ahmet Hakan’ın ve
karşılıklı tartışan iki değerli zatın konuşmalarıyla gerçekten nezih ve kibar fikir tartışmalarına vesile oldu.
Türkiyemizi yıllardan beri hâlâ üzüntü ve ıstıraplar içinde bırakan merhum Đpekçi’nin acılı kızı Nükhet
hanımefendi cidden olgunluk göstererek babası ve ailesi hakkında söylenenleri ve bu ünlü yazarın
katledilmesinden duyduğu acıları dile getirmek konusunda dinleyenlerin takdirini topladı.
Bir defa mesele Türkiye’de hürriyet ve demokrasi üstünlüğünün bir anlamda, televizyona çıkabilen ilk
yansıması idi. Đkincisi Nükhet Hanım kendilerinin “Sabetaycı” bir soydan geldiklerini fakat babasının ve
kendisinin asla “Sabataist” olmadıklarını yani gizli din taşımadıklarını açık ve seçik bir dille ifade etti.
Sayın yazar Şevket Eygi bey ise Sabetaycılar hususunda, kendi görüşlerine Sabataist dostu Ilgaz Zorlu’nun
görüş ve iddialarını da ekleyerek yazdığı kitabında görüşlerini açıkladı. Bazı militan “Dönme”lerin gizli ve
zararlı saydığı faaliyetlerini nazik sözlerle ortaya koydu.
Sayın Nükhet Đpekçi’nin son derece makul düşünceler ifade ettiğini görmek, bizi sevindirdi. Ancak bu
konuşmaları arasında belki beş, belki altı defa hiç tanımadığı ve muhtemelen hiç okumadığı “Ahmet Kabaklı”
isminden biraz da kınayıcı bir dille söz etmesi bana son derece hayret verdi ve üzüntülere düşürdü.
Dört saat boyunca ismimin Nükhet Hanım tarafından sürekli tekrarlanmasını büyük ıstırapla dinledim.
Söylediklerini her ne kadar tekzip etmeğe çalıştımsa da ne yazık o toplantı boyunca bunu başaramadım.
Çünkü tekzip hakkımı kullanmak için Kanal 7 santralına yaptığım başvurular maalesef ihmale uğrayarak sayın
yönetmen Ahmet Hakan Coşkun’a iletilememişti. Saat 3’e kadar yaptığım bu çırpınışlar zaten rahatsız olan
vücudumu bir hayli sarstı.
Aslında Nükhet Đpekçi hanımın benim adımı kasıtlı olmayarak tekrarladığını ümit ediyorum. Çünkü kendileri
sözünü ettiği 1977 yıllarında zaten 13 yaşında bir öğrenci olduğunu ifade ediyor. O yıllarda benim adım
milliyetçiliğe karşı olan zümrelerin şiddetli öfke ile karşı oldukları bir isimdi. Bu bakımdan “sağ”ı şiddetle
savunan bir yazar imajı Nükhet hanımda da meydana gelmiş olabilir.
Oysa benim, öldürülmesini hâlâ içime sindiremediğim Abdi Đpekçi beyle hiçbir ırk, dönmelik vs. tartışması
yapmadığımı son derece iyi hatırlıyorum. Bilakis Abdi Đpekçi beyle dostluk içinde bir çok iç ve dış
seyahatlerde bulundum. Đki büyük gazetenin önde gelen yazarları olarak daimi selamlaşma içinde olduk.
Hatta Merhumun yine o yıllarda beni övmek lütfunda bulunan hoş yazılarını da hatırlıyorum.
Anladığım şu ki: Nükhet Hanım 13 yaşlarında bir çocuk öğrenci olarak kulaktan duyduklarını ve
çevresindekilerin bazı sohbetlerini aklında tutmuş. Hiç gereği yokken de yanlış bir sembol olarak benim
ismimi bir gecede altı defa tekrarlamak yanlışlığına düşmüştür.
Ama elbette ki benim adımı (delilsiz ispatsız hem de biraz husumetle) anarken bir çok kitap ve gazete
küpürleri karıştırmalı idi. Çünkü aksi halde benim, kendisini bu yersiz suçlamalarından ötürü mahkemeye
verebileceğimi düşünmeliydi. Nitekim (hiçbir misal ve delil göstermediği halde) belki de Nükhet Đpekçi’nin
farkında olmayarak ve bilmeyerek yaptığı bu büyük sataşmalara karşı kanun yolu ile herşeyi yapacağım.
Bu tekzibimi yayımlayan Kanal 7’ye ve yönetici sayın Ahmet Hakan Coşkun’a teşekkür ederim.
Sabetaycı ve dönmeler hakkında yapılan son derece değerli tartışmanın her iki tarafını da büyük istifade ile
karşıladım. Bu konuda bir katkım olarak ben de size çok okunan bir kitabın adını vermekle yetineceğim.
Bu yıl yayımlanan kitabın adı “Selanik’te Bir Đsmail”dir. Bu önemli eseri size ayrıca tanıtacağım. Şimdilik
sadece adresini veriyorum. Kitabın Türkçesi Selânik’te Bir Đsmail’dir. Yazarı Jean-Jose Frappa olup asıl adı “A
Salonique sous l’oeil des Dieux”dür. Roman gibi de okunan bu kitabın yazarı 1915-1917 yani Birinci Dünya
Savaşı yıllarında bir Fransız subayı olarak Selanik’te bulunmuştur. O yıllarda Osmanlı devletinin bir ili olan
Selanik’te 25-30 milyon Yahudi, 15-20 milyon Türk, 5-6 milyon Rum ve Bulgar yaşamaktadır. Bağımsız bir
millet gibi gösterilen Dönmelerin sayısı ise 1.500’den ibarettir. Đşte Fransız yazarı Jean-Jose Frappa o
zamanın Selanik’ini, Yahudileri, Türkler’i ve Dönmeleri ile karmakarışık ve kendilerine göre hayatları, aşkları,
politikaları olan bir topluluk olarak romanlaştırmaktadır. (Đsteme adresi Tel: 0212 526 16 15-Fax: 0212 513
77 49)

Ahmet Kabaklı Türkiye Gazetesi, 27.9.2000


ALEVĐ-BEKTAŞĐ-SABATAYCI MÜNASEBETLERĐSabetaycılar, Aleviliğin SARI KEÇELĐ TÜRKMENLERĐ, KAYALAR
BEKTAŞĐLERĐ, ALĐ KOÇLULAR ve BABAĐLER (Otman Baba) kollarına mı girdiler? Özellikle SARI KEÇELĐ
TÜRKMENLERĐ ve KAYALAR BEKTAŞĐLERĐ hakkında bilgi sahibi olanlar var mı? Çünkü bu kol, Yunanistan'ın
Selanik iline bağlı Vardar nehri yakınında bulunan Gevgeli ilçesi, Nutya, Kara Sinanlı, Alçaklar, Vodina, Kilkis ,
Mayadağ, Poroy köylerinden mübadele ile göç ettirilmiş. Bu toplum Tekirdağ iline bağlı Şarköy ilçesinin,
Uçmak dere, Gazi köy, Hasköy, Kirazlı, Çinarlı, Yukarı ve Aşağı Kalamış, Mürefte, Đğdelibağlar köylerine
yerleşmiş. Bir kısmı ise Đstanbul, Bursa, Đzmir, Balıkesir, Çanakkale, Edirne ve Kırklareli'ne yerleşmişler.
KAYALAR BEKTAŞĐLERĐ ise, Babagân koluna bağlı olan guruplar içinde yer alır ve günümüzde; Kırklareli,
Keşan, Tekirdağ ve Manisa’da toplu halde mahalleler kurmuşlar. Bu toplum mensuplarının tümü Bektaşi
kökenlii Yunanistan'ın Kayalar kasabası ve çevre köylerdendir. Özellikle bu iki kol tamamiyle Sabetaycılarla
AYNI özellikler teşkil etmektedirler!

Acaba yukarıda sözü geçen guruplar arasından, Cumhuriyetin ilk yıllarında Alevi insanlarımızın yoğun olarak
yasadığı, mesela Sivas’a Alevi görünümüyle gelen ve Alevi topluluğun içine sızan insanlar mevcut mu?
Mevcuttur. Bu yıllarda Sivas’a hükümet göreviyle gelen MAN soyisimliler Sabetaycıydı.
Bülbülderesi Mezarlığı sadece Sabetaycı Mezarlığı mıdır? Mezarlığın aşağı kesimlerinde Aleviler de yatıyor
mu? Bu zatlar Aleviliğe girmiş Sabetaycılar olabilirler mi? Hangi gurupların mensuplarıdırlar?
Bedri NOYAN kimdir? Bu zat, Sabetaycı mıdır değil midir?

Ben daha çocukken çok yakın bir arkadaşım bana gelip kendisinin Alevi olduğunu söylediğinde, ben ‘ne
farkeder ki?’ demiştim. Çok saşırmıştı. Belli ki, kendisine öğretilenler benim için göya farkedeceği
yönündeydi. Bu memlekette, çok ilginçtir, Türk Sunnilere Alevileri sorduğunuzda bir düşmanlık ya da bir art
niyetli söz duymazsınız. Laf edenler de zaten kendini din koruyucusu zanneden birkaç kendini bilmezdir. Ayni
soruyu Alevilere sorarsanız, Sunnilerin kendilerine düşman olduklarını sanırlar ve daima uzak durmaya
çalışırlar. Sunnilerce kesinlikle böyle bir şey yokken peki Alevilerce neden böyle bir his vardır? Bunun sebebi,
Sabetaycı Yahudilerdir. Alevilerin içine 19.-20. yüzyıldan itibaren sızmış ve maddi zenginliklerinden dolayı
yükselmeyi başararak, esas ve gerçek Alevi ailelere sözlerini geçirmiş, ve bu andan itibaren Alevilerin
güvenini kazanarak onların temel düşünce öğretilerini değiştirmis, kutsal Dedelik ünvanını dahi alarak ve
bazıları da kendi geliştirdikleri gelenekler ve Alevilik tarihi kitapları yazarak Alevi insanların doğuştan itibaren,
Sabetaycı mahsülü bu doktrinlerle beyinlerini yıkamışlardır. Aynı zamanda Güner Ümit gibi Sunni görünümlü
provakatör bir Sabetaycıyı da kullanaraktan, göya Güner Ümit’in kasten kullandığı sözcük, sanki Sunnilerin
genel ve gerçek tavrıymış gibi Alevilerin beyinlerine tekrar bu gerçekte olmayan imajı kolayca yerleştirmeyi
başarmışlardır. Zaten Güner Ümit’in para içinde yüzmesi biraz garip değil miydi? Kimin adamıydı? Türkiyede
bunca kolay para kazanmanın yollarını bize de söylesinler de biraz biz de ihya olalım!
Sunniler içinde de yerleşik Sabetaycı bir gurup vardır. Bu gurup Türkiye’nin kaymak ve üst düzey tabakası
içinde yer alır. Aynı oyunlar Sunniler içinde de dönmektedir. Aynı türlü kitapları Sunniler içinde de
yazmaktadırlar. Sizi temin ederim, bunu size memleketimizde dönen kirli hesapların farkında olan ve yine
Sabetaycıların bu ülkenin insanlarının arasını açmak maksadıyla yarattığı ne ‘Đslamcı’ ne de ‘Milliyetçi’
terimine uymayan görmüş geçirmis bir vatandaş olarak yazıyorum. Sayın Alevi kardeşlerim, eğer hala
aranızda Yahudiliklerine sıkı sıkıya bağlı Sabetaycıları görmüyorsanız, inanınız bu çok büyük bir gaflettir.
Çünkü, onlar Türkiye’de Sunni ve Aleviler arası tansiyonu ellerinde bulundurmakta ve gerektiğinde de bu
kozlarını çok iyi kullanmaktadırlar. Bunu direk inkar etmek yerine lütfen oturup bir düşününüz. Gözlerinizden
ve gözlerimizden perdeler insin artık. Đnsanlar arasına düşmanlık sokan ve Yahudi kimliklerini gizleyen Türk
isimli şahısların farkına varalım. Çok geç olmadan gerçekleri görelim artık.Hacı Bektaş-ı Veli’nin yoluDün,
Büyük âlim Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatından, inancından ve yaşayışından bahsetmiştim. Bugün de tasavvufta
takip ettiği yoldan bahsetmek istiyorum...
Bu yola, adına izafeten, “Bektaşilik” denildi. Bektaşi denilen tarikat mensupları, Hacı Bektaş-ı Veli’ye bağlı
olarak Anadolu’nun dinî, iktisadî, askerî ve sosyal teşekkülü olan Ahilik teşkilatına büyük yardım ve
hizmetlerde bulundular.

Fakat, Bektaşi denilen bu tarikatın hak yolda olan mensupları zamanla azaldı. Tekkelere, kendilerini Bektaşi
gösteren Fadlullah-ı Hurufi’nin bozuk fikirleri yayıldı. Bir müddet sonra da hakiki Bektaşilik tamamen
unutularak yerini hurufi fikirleri aldı. Bugün Bektaşi denince iki çeşit insan anlaşılır: Birincisi, hakiki doğru
Bektaşi olup, Hacı Bektaş-ı Veli’nin gösterdiği hak yolda giden temiz Müslümanlardır. Đkincisi sahte, yalancı
bektaşilerdir. Bunlar bozuk yolda olan hurufiler olup “batıla” ismi ile anılırlar.
Bu arada, Bektaşiliğin içine sızıp, adeta istila eden “Hurufilik” nedir, biraz da bunun üzerinde durmak
istiyorum. Hurufilik, Đslâmiyeti yıkmak için kurulan bozuk yollardan biridir. Kurucusu bir Acem (Đran) Yahûdîsi
olan Fadlullah bin Abdurrahman Tebrizî’dir.

Kurduğu bozuk yolun esaslarını anlatmak için Câvidân adında Farsça büyük bir kitap yazdı. Kitabında, Kur’ân-
ı kerîmdeki harflere mânâlar vererek, kendisinin “tanrı” olduğunu bildirdi. Bütün dinleri inkâr ve Đslâmiyetle
alay etti. Kurduğu bu bozuk yola, Yahûdîlik, Hıristiyanlık, Zerdüştlük gibi inançları da karıştırdı. Bunlarla iç içe
oldu.
Nitekim, Yahudi Sabataist Đlgaz Zorlu, Bektaşiliğin içine nasıl sızdıklarını şöyle ifade ediyor: “Sabetaycılar
kendi din adamlarını Melamilik tarikatı içinde yetiştirmişlerdir. Bu çok ilginç; adam hahamdır, ama dışarıdan
baktığınız zaman Melamilik, Mevlevilik ve Bektaşilik tarikatları içinde din adamı gibi görünür.” ( Eğitim-Bilim
dergisi, Kasım 2000)

Hurûfîliğin bu bozuk inanışları Đslâm ülkelerinde câhil halktan bazı kimseler arasında yayılmaya başlayınca
Tîmûr Hanın oğlu Miran Şah, babasının emri ile 1393 senesinde Fadlullah-ı Hurûfî’yi öldürdü. Bacağına ip
takıp sokaklarda sürükledi. Böylece Tîmûr Han, Đslâmiyet için çok tehlikeli olan Hurûfîliğin yayılmasını önledi.
Bunun için Bektâşî ismi altında kendini gizleyen Hurûfiler, Tîmûr Hanı sevmezler, hep kötülerler.
Fadlullah-ı Hurûfi öldürülüp, Esterâbâd şehri yakılınca dokuz yardımcısı kaçtı. Bunlardan Aliyyül-a’lâ adında
bir kimse, Anadolu’ya gelerek bir Bektâşî tekkesinde Câvidân’ı gizlice yaymaya ve câhilleri aldatmaya başladı.
“Hacı Bektâş-ı Velî’nin yolu budur” dedi. Hacı Bektâş-ı Velî’in yolundan ayrılmayan hakîkî Bektâşîler,
bunlardan tamamen ayrıldılar.
Bektâşî tarîkatı adı altında saklanan Hurûfîlere göre, namazı bir kere kılmak, orucu bir kere tutmak, guslü de
ömründe bir kere almak farzdır. “Gusül edip vücudunuzu hırpalamayın” derler.
Bektaşiler çoğu zaman bilhassa Tanzimattan sonra siyasetle de içli dışlı olmuşlardır. Diyanet Vakfı, Đslam
Ansiklopedisine göre; Bektaşiliğin siyasetle yakın ilgisini gösteren hadiseler 19. yüzyılda da devam etmiştir.
Jön Türkler ile Bektaşi Tekkelerinin münasebetleri eskiden beri bilinmektedir. (bk. Ramsaur s.7-14) Özellikle
1826’dan hemen sonra, Mason locaları ile iş birliğine girmeleri ilgi çekicidir. Bektaşi şeyhlerinin çoğunun bu
localara kaydoldukları, bunun sonucu olarak Bektaşilerin siyasi düşüncelerinde, tarikatın ayinlerinde önemli
ölçüde mason tesirlerinin belirdiği görülmektedir (bk. Melikoft,Turcica, XV,160-162)

Özetleyecek olursak, Bektaşilik Ehli sünnetten ayrıldıktan sonra, Đslam inancından tamamen uzaklaşarak;
Şaman, Şii, Budist, Maniheist, Zerdüşt, Hıristiyan (Hıristiyanların teslisine, üçlü ilah inancına benzeyen “Hak-
Muhammed-Ali” inancı gibi) vs. pek çok bozuk düşünceleri içine alan bir inanç haline gelmiştir. (Daha geniş
bilgi için, Diyanet Đslam Ansiklopedisi, “Bektaşilik” maddesine bakılabilir.)
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
HURUFÎLĐK Mason, Bektaşi ve Melâmi Jöntürkler

Sabetaycılar en çok Bektaşilik içinde daha sonra da Hurufilik, Mevlevilik, Melamilik içinde görülüyor. Son
bulgulara göre, Nakşibendi Sabetaycılar da varmış.
Đslam mistisizmi ile Yahudi mistisizmi bu tarikatlarda buluşuyor. Sabetaycılığa en yakın öğreti Hurufiliktir.
Hurufilik, Allahı ve genel olarak da alemi sayılar ve harflerle açıklayan bir öğreti.

Sabetaycılıkta Tanrı'nın söylenmesi yasak olan adının harflerinin sayısal değerlerinin toplamı 26, o yüzden 26
kutsal sayıdır. Hurufilikte de bu sayı 28. Kuranı meydana getiren harflerin toplam sayısı 28. Huruf, harfin
çoğulu oluyor, harfler demek. Huruf ilmi ya da ilm-i huruf harflerden anlam çıkarıp yorumlamak oluyor.
Hurufilere göre insan yüzünde de 28 harf var, dolayısıyla insan yüzü Tanrı'yı gösterir. Örneğin, ağız ayın
harfine, burun lam harfine,çene ye harfine benzetilerek insan yüzünde Ali okunuyor derler.

'Orhan Pamuk’un bir romanında insan yüzlerini okuyan bir karakter vardı. Bu bölüm daha sonra "Gizli Yüz"
ismiyle senaryo olarak yazıldı ve sinemaya aktarıldı. Sabetaycı Orhan Pamuk'un bütün yazdıklarında,
Kabala'dan kaynaklanan bu tarz mistiklikler vardır zaten.

Daha çözemedim, ama Orhan Pamuk'un kitaplarının isimlerinde renkler var. Beyaz Kale, Kara Kitap, Benim
Adım Kırmızı. Bu renklerin de anlamı olmalı. Özellikle Benim Adım Kırmızı'da roman kahramanları ve
muhtemelen katil olacak kişiler de renklerle sembolize edilmiş. Orhan Pamuk'un kitapları Türkiye'den sonra
en çok Đsrail'de satıyormuş. Hurufiler, 14. yüzyılda Bektaşilik içine girmişlerdir. Bundan sonrasını
www.alevibektasi.com sitesinden bir alıntıyla bağlayayım.

Hurufilik, Esterabadlı Fazlullah (Ölm. 1393) tarafından Đran (Horasan)’da kurulmuştu. Kurucusu Fazlullah’ın
katledilmesi sonrası Hurufilik, Fazlullah’ın baş halifesi Nesimi ve diğer halifelerin çabalarıyla Irak, Azerbaycan
ve Anadolu’da yayıldı. Bu halifelerden Ali-ül-Ala Fazlullah’ın ölümü sonrası Anadolu’ya geçerek Bektaşi
dervişleri arasına girdi. Bazı kaynaklara göre, Ali-ûl-Ala Hacı Bektaş tekkesinde bulunuyor, Bektaşilere
Hurufiliği telkin ediyordu. Hurufilik XV.yüzyılda Osmanlı sarayına kadar sızmış hatta Fatih Sultan Mehmed’i
bile etkilemişti. Ancak ulemanın şiddetli tepkisi sonucu genç şehzadeye hurufi fikirleri aşılayan kişi yakılarak
öldürüldü. Bundan sonra Osmanlı Devleti hurufiliğin kökünü kazımaya, Kanuni Sultan Süleyman zamanında
da devam etti. Bu durum, hurufilerin bektaşilerin arasına sızmalarıyla, fikirlerini bektaşilik perdesi altında
yaymaya çalışmalarıyla sonuçlanmış, propagandalarını ancak bu yolla sürdürebilmişlerdir. Hurufilik esas
olarak harflerden dinsel anlamlar çıkarmaya dayanır. Hurufilik’te varlığın özü sesten oluşur ve Tanrı harfler
aracılığıyla insanda tecelli eder. Đnsan, tanrısallaştırılır. Hurufiliğin temeli, Tanrı’nın insanda tecelli ettiği
düşüncesine dayanır. Hurufiliğin Alevi-Bektaşi inancına etkilerini edebiyat alanındaki örneklerde (Örn. Virani
Baba’nın şiirlerinde olduğu gibi) açıkça görmek mümkündür. GÖKYÜZÜ

Kaynak: http://f6.parsimony.net/forum7330/messages/27868.htm
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
”DERĐN DEVLET” TÜRKĐYE’NĐN GERÇEĞĐDĐR Sabataycı-Bektaşi ilişkisini gösteren tarihî belgeyi
okumak için lûtfen
üstteki resme tıklayınız.
I- Giriş:
Türkiye’de stratejik siyasi kararlar devletin ilgili kurumları tarafından alınmaz. Başka yerlerde alınan kararlar
o kurumlara onaylattırılır. Mesela; parlamento, hükümet, cumhurbaşkanı ve hatta Milli Güvenlik Kurulu,
kararları belirleyen asıl kurumlar değildir. Bu artık bilinmeyen bir durum da değildir. Onun içindir ki Türk
medyası ve kamuoyunda ”zinde güçler”, ”derin devlet” tabirleri bu gerçeği vurgulamak için sık sık kullanılır
oldu. ”Zinde güçler” ya da ”derin devlet” ülkede ordunun yönetiminde etkindirler. Denilebilir ki ordu onların
elindedir. Bu güç ile istediklerini yaptırabiliyorlar. Devletin kurumlarının başına gelenler istenmeyen
davranışlar içine girerlerse mutlaka başlarına bir şey gelir. Ya tehdit ya skandal ya faili meçhul olmak ya da
darbe ile yönetimden uzaklaştırılmak.
O halde Türkiye’deki bu ”derin devlet” ya da ”zinde güçler” kimlerdir?
Devlet icraatları üzerinde yaptığımız yıllarca süren siyasi gözlemlerimiz ve literatür araştırmalarımız ile bizde
bu ”derin devletin” ya da ”zinde güçlerin” kimlerden oluştuğuna dair bir kanaat oluşturdu. Bu kanatimize
göre onlar ”dönmelerden” oluşmaktadır. Bu kanaatimizi detaylı bir şekilde delillendirmek bir kitap çalışması
kapsamında olacağı için bu yazıda detaylara ve tafsili delillere girmeyeceğiz. Sadece bizi bu kanaate ulaştıran
bazı hususlara dikkat çekmekle yetineceğiz.
II- Dönmeler ve Kısa Tarihçesi:
Dönme” tabiri; aslında yahudi olup da müslüman ve Türk görünen, müslüman ismi ve Türk ismi taşıyan
çağdaş zındıklardan bir kesim için kullanılır. Bunlara ”Sabataycılar” da denilir. Böyle adlandırılmalarının sebebi
Sabatay Sevi isimli bir yahudidir.
1492 yılında Đspanya’daki yahudiler oradan sürüldüler. Onlar da doğuya doğru göç ettiler. Osmanlı Devleti’ne
sığındılar. Osmanlı Devleti de onların Balkanlarda çeşitli yerlerde, Selanik’te, Edirne’de, Đstanbul’da, Bursa’da,
Đzmir’de yerleşmelerine izin verdi.
Bunlar, Avrupa dillerini biliyor olmaları ve tıp bilgilerine sahip olmalarından dolayı, kâtip, tercüman, hekim ve
hekimbaşı gibi sıfatlarla saraya sirayet etmeye başlamışlar, vezirler ve hatta bazen padişaha dahi yakın
olmuşlardır. Ayrıca ekonomik alanda da gelişmişlerdir. Osmanlı’nın emanı ile belki de tarih boyunca hiç
yaşayamadıkları 400 yıl güven içinde yaşamışlardır. Buna rağmen her zaman yaptıkları gibi Osmanlı’ya
ihanetten geri kalmamışlardır. Đslâm ümmeti ve devletindeki Đslâm’ı anlama ve tatbik hususundaki zaafları
istismar ederek Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında büyük rol almışlar, hatta Osmanlı’yı yıkmakta kullanılan el
olmuşlardır.
Sabatay Sevi’ye gelince; o 1626’da Đzmir’da doğdu. Đspanya’dan Romanya’ya oradan da Đzmir’e gelen bir
yahudi ailesinin çocuğudur. Bazı yahudi hahamlarından dini eğitim aldı. 31 Mayıs 1665’de mesihliğini ilan
etti. 1666’da tutuklanıp sarayda Sadrazam vekili ve kadı’nın huzuruna çıkartıldı. Ölüm korkusundan dolayı
padişahın aslen yahudi olan başhekimi Hayatizaden Mustafa Fevzi Efendi’nin telkini ile müslüman olduğunu
söyledi. Müslüman kıyafetine girdi ve Mehmet Efendi ismini aldı. 1676’da Arnavutluk’ta öldü. O gizli gizli
kendi mezhebini yaydı ve kendisine takriben 200 aile bağlanmış ve onun gibi resmen din değiştirmiştir.
Bunlar resmen müslüman milletine dahil olarak fakat aslında ise kendi yahudi inancı ve kimliklerini muhafaza
ederek yaşarlar. Đşte tarihte ”dönmeler” olarak adlandırılan cemaat böyle doğmuş olmaktadır.
Daha sonraki tarihi süreç içinde bunlar üç gruba ayrılırlar. Kapaniler, Karakaşlar, Yakubiler. Daha çok Selanik,
Đzmir, Edirne ve Đstanbul’da yoğunlaşmışlardır. 1900’li yıllarda Selanik’in nüfusu 150 bin civarındadır. Bunun
60 bini yahudi kimlikli 20 bini dönme olmak üzere 80 bini yahudidir. Bugün Türkiye’de takriben 200 bin
dönme 100 bin yahudi azınlık kimlikli olmak üzere 300 bin civarında yahudi vardır.
Selanik’in, Osmanlı’nın yıkılışı ve T.C. Devleti’nin kuruluşunda büyük rolü olmuştur. Osmanlı’nın yıkılması için
çalışan Jön Türkler ve Đttihat terakki Partisi, çeşitli mason lojaları, Abdulhamid II’yi 1908’de görevden indiren
Hareket Ordusu Selanik’te kurulmuştur. T.C. Devleti’nin kurucusu M. Kemal Selanik’te doğmuş ve bir dönme
okulu olan Şemsi Efendi Okulunda okumuş bir dönmedir. Ayrıca Jön Türkler’in liderlerinin hemen hemen
tamamı Đttihat Terakki Partisi’nin liderlerinin önemli bir kesimi dönmedir.
Osmanlı’nın yıkılışında Đngiliz-Yahudi/dönme işbirliği:
Son Đslâm Devleti olan Osmanlı Devleti ve Hilâfet hem Đngilizlerin sömürü emelleri önünde bir engel ve
sömürgeleri için bir tehlike teşkil ediyordu. Hem de yahudilerin Filistin’de devlet kurmaları önünde bir engel
teşkil ediyordu. Đşte bu ortak tehlikeyi bertaraf etmek hususu; Đngilizleri, yahudiler ve dönmeleri kullanmaya,
yahudileri ve dönmeleri Đngilizlerin gücüne sarılmaya sevk etmiştir.
Bu Đngiliz-Yahudi/dönme işbirliği ile Osmanlı yıkılmış ve yine bu işbirlik ile Laik T.C. Devleti kurulmuştur.
Laik T.C. Devleti kurulduktan ve Hilâfet’i ortadan kaldırdıktan sonra Lozan-1924 Anlaşması ile Đngilizler T.C.
Devleti’ne hem bir coğrafi sınır hem de bir siyasi çerçeve çizip kendi haline bırakmıştır. T.C. Devleti kendisi
için belirlenen bu sınır ve çerçevede kaldıkça Đngilizlerin maslahatını korumuş ya da maslahatına hizmet eder
olmuştur. Bu çerçevenin dışına çıkmadıkça dahili icraatlarında T.C. Devleti’ni kendi haline bırakmıştır.
Böylelikle iktidar dönmelerin elinde kalmıştır.
Dönmeler, Sabatay Sevi zamanından beri Balkanlarda, Edirne’de, Đstanbul ve Đzmir’de bazı Bektaşi, Mevlevi,
Melaimi, Halveti ve hatta bazı Nakşi tarikatlarına sirayet etmişler. Onların bugünkü çeşitleri adetlerinin
mimarı olmuşlardır. Mesela; Bektaşilik’teki ”mum söndü” olayı, Mevlevi’deki çeşitli inanış ve adetler gibi.
Cumhuriyetten sonra da genelde tarikat, tekkeler, zaviyeler yasaklandığı halde bu üç tarikata
dokunulmamıştır. Ve bazı tarikat şeyhlerine de dokunulmamıştır. Bu tür sirayetler onları bu toplum içinde çok
iyi kamufle etmiş toplum onları pek fark edememiştir. Onları kendilerinden sanmışlardır. Mesela, şu anda
Ankara’da Bektaşi tarikatının iki önemli dede-babası dönmedir. Mevlevi tarikatı şeyhi dönmedir.
Laik T.C. Devleti kurulduğunda Anadolu’da halk yaşlılar, dul kadınlar, sakatlar ve çocuklardan müteşekkil idi.
Osmanlı’nın son zamanındaki sürekli savaşlar ve sözde Kurtuluş Savaşı esnasında toplumun gençleri,
aydınları, alimleri adeta katledilmiştir. Mesela; M. Kemal’in komutasındaki Anafartalar ve Çanakkale
savaşında takriben 500 bin Anadolu toplumunun genci ketledilmiştir. Daha sonra da T.C. Devleti çeşitli
katliamlar yapmıştır.
Buna ilaveten Đslâm’a karşı topyekün savaş ilan edilmiştir. Đslâmî kurum, kuruluş ve kavramlara yönelik
devrimler ardı ardına gelmiştir. Bunlardan birisi de Harf Devrimi’dir. Bu devrim ile halkın tamamı bir gecede
okuma yazma bilmez konuma getirilmiştir. Latin harflerini bilen dönme ve yahudilere meydan tamamen
kalmıştır. Onlar bu yeni devremin içerdiği eğitimi hem kendi açtıkları özel okullarda almışlar. Fevziye Liseleri,
Işık Lisesi, terakki Lisesi, Robert Koleji, Galatasaray Lisesi v.b. Bu okulları Fransız, Amerika, Đngiliz
finansörlüğü ile dönmeler açıp yürütmüşlerdir. Hem de Avrupa’ya gidip çeşitli dallarda eğitim almışlardır.
Ayrıca Harf Devrimi, bu halkı bütün kültürel, tarihi ve Đslâmî kaynaklarından koparmıştır. Toplum kültürel
köklerinden kopuk şaşkınlar topluluğuna dönmüş. Bu anda bir kompleks/aşağılık duygusu
oluşturmuştur.Böylelikle bu toplumun muallimleri, doçentleri, aydınları, yöneticileri dönmeler olmuştur.
Devletin önemli kurumlarında önemli yerlerde özellikle de ordu içinde tamamen onlar hakim olmuştur.
Nitekim T.C. Devleti’nin başından bu güne kadar gelen Genel Kurmay Başkanlarının tamamına yakını
onlardan olmuştur. Bugün de yine önemli yerlerde olanlar onlardandır.
Laik Cumhuriyet Devleti’nin ilk günlerinde çıkan gazete, dergilerin özellikle de harf devriminden sonra çıkan
gazete, dergilerin, sanatçıların, sinema, tiyatro sektörünün radyo ve TV’nin tamamı dönmelerin
hakimiyetinde Ermeni, Rum azınlıkların elinde olmuştur. Dönme olmayanların çıkardığı gazete ve dergiler bu
güne kadar ve bugün de dahil halen cılız ve çok zor şartlar altında yayın sürdürürler.
Türkiye’de büyük holdingler, servet sahipleri, TÜSĐAD üyelerinin tamamına yakını ya yahudi ya da dönmedir.
1950’ye kadar CHP’nin yöneticileri, ondan sonra DP, AP v.b. partilerin yöneticilerinin büyük kesimi dönme ya
da masondur. Şu andaki partilerden DSP, CHP, DYP, ANAP, MHP’nin başkanlarından Bülent Ecevit, Altan
Öymen, Tansu Çiller dönmedirler. Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli’nin ise dönme ya da Ermeni olma
ihtimalleri var. Demirel’in masonluğu malumdur. Fakat dönme olma ihtimali de vardır. Đnönü’ler dönmedir.
Şu andaki YÖK’ün başkanı Kemal Gürüz, Đstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu ve önemli
üniversitelerin rektörleri dönmedirler. Şu anda parlamentoda yahudi ve dönme milletvekilleri oldukça
fazladır.
Đsrail’in kuruluşu esnasında Türkiye’de aktif rol almışlardır. 1943’de çıkartılan varlık vergisi uygulamaları ile
Almanya ve Avrupa’dan Nazi tehdidi ile kaçıp Türkiye’ye gelen ve daha önce Türkiye’de var olan yahudilerin
ve bir kısım dönmelerin Filistin’e göç etmeleri sağlanmış ve takriben bu uygulama ile 100 bine yakın yahudi
ve dönme Filistin’e Türkiye’den göç etmeye zorlanmıştır. Bu uygulama aynı zamanda Avrupa’dan gelen
yahudi göçünü Filistin’e kanalize etmiştir. Bunun dışında Đsrail’in kuruluşunda T.C. Devleti’nin ne gibi rol
aldığı ayrıca inceleme konusudur.
Đsrail kurulunca da onu ilk tanıyan devletlerin başında T.C. Devleti olmuştur. Aslen bir dönme olan Đsrail’in
ikinci Cumhurbaşkanı Đzak Ben-Zwi, Türkiye’den giden Sabataycılardan/dönmelerden olduğu söyleniyor.
Nitekim Đsrail Başbakanı Ben Gurion, Dışişleri Bakanı Golda Meir, Dışişleri Müsteşarı Şimon Peres ve Genel
Kurmay Başkanı Zui Zur ile birlikte 28 Ağustos 1958 günüü Türkiye Başbakanı Adnan Menderes ile görüşmek
için gizli bir ziyaret yapmış olması da dikkat çekicidir.

III- Sonuç:
Bu ve daha bir çok husus bizde, Türkiye’de ”zinde güçler” ya da ”derin devlet” olarak ifade edilen kesimin
dönmelerden teşekkül ettiğine dair kanaati doğurmuştur. Ancak onların yanında Alevilerden ve Đngiliz yanlısı
bazı Đttihat Terakkici uzantıların olması bu gerçeği değiştirmez. Çünkü bu iki kesimin etkinliği sınırlı
tutulmuştur.
Dönmeler yahudi oldukları için aralarında birlik yoktur. Ortak düşmanları ya da maslahatları ortadan kalkınca,
kendi aralarında menfaat kavgaları olmaktadır. Bir kısmı Đsrail yanlısı politika, bir kısmı ABD yanlısı politika,
bir kısmı Đngiltere yanlısı politika güdüyor olması dönme oldukları gerçeğini değiştirmez.
Türkiye’de gerçek iktidarın/derin devletin ”dönmelerden” oluşturduğu gerçeğinin bilinmesi ne ifade eder?
1- Bu coğrafyadaki toplum başlarına gelen bunca zulmün ve şerrin asıl adresini bilir. Yanlış yerlere yönelerek
enerjisini boşa harcamaz.
2- Diğer müslüman halklar da Türkiye’deki bu denli dinsizliğin, zulmün, Đslâm düşmanlığının asıl faillerini
bilerek Türk toplumuna bakışlarını değiştirirler. Asıl failleri bilirler.
Şehulislâm Mustafa Sabri Efendi (1869-1954) bu gerçeği gören aydın müslümanlardandı. Hicret ettiği
Mısır’da bu gerçeği anlatmaya çalıştı. Mesela; ”Hilâfet’in Đlgasının Arka Planı” isimli eserinde şöyle diyordu:
”Oysa Türkler adına konuşan ve onlar adına iş yapanların ne gerçek Türklerle ne de Đslâm’la bir ilgisi vardır.
Bilakis onlar hile ve cebirle yönetimi ele geçirmiş, Türk halkının canına, malına ve dinine musallat olmuş
”dönmelerden” başka bir şey değildir. Onların sayesinde bugün Türk halkı fakir, zayıf ve geri kalmıştır. Bazı
Arap kardeşlerimizin Türk halkına zorla musallat olan bu dönmelerin yaptıklarını Türk halkına malettiklerini ve
Türk milletine düşman olmaya çağırdıklarını görüyoruz.” Müslüman kardeşlerimizin bu hususa dikkat
etmeleri, Đslâm için can veren Türk milleti ile onlar üzerine musallat olmuş azınlık grubu karıştırmamaları
gerekir.”
Son günlerde Türkiye’de müslümanlara hitap eden bazı basın organlarında Türkiye’deki dönme gerçeği
anlaşılmaya başlandı elhamdulillah. Bu hayra vesile olur inşaallah.
”Zalimler nasıl bir inkilap ile devrileceklerini yakında bileceklerdir.” (Şuara: 22)

Sabetay Sevi ve Sabetaycıların Gelenekleri


Abraham Galante, Geyik, Đnceleme
Çeviren Erdoğan Ağca
Abraham Galante araştırmalarının en önemli ve hâlâ aşılamamış isimlerindendir. Sabetay Sevi isimli çalışması
yazarın, Türkiye’de bu konuda yazılmış az sayıdaki önemli ama gerçekten önemli eserlerinden birisidir.

Sabatay Sevi
Đbrahim Alaettin Gövsa, Milenyum Yayınları, Đnceleme
Sabatay Sevi on yedinci yüzyılın ortasında, yani zamanımızdan üçyüz yıl kadar önce Türkiye'de büyük bir
sosyal hareket meydana getirmiş bir isim... Galante’nin eserinden yararlanan Gövsa kendi gözlemlerini de
kitaba aktarmış.

Dönmeler (Sabatayistler) Tarihi


Prof.Dr. Abdurrahman Küçük
ALPEREN YAYINLARI
Toplumların ve milletlerin tarihinde bıraktıklari izler yüzyıllar sonra bile insanların ilgisini çeken ve bilim
adamlarının çalışmalarına konu olan önemli olaylar vardır. Dönmelik veya Sabataycılık da bunlardan biridir.
Bu olay, Yahudiler arasından çıkmasına ragmen, sadece Yahudi cemaatiyle sınırlı değildir.

Yahudi Türkler yahut Sabetaycılar


Mehmet Şevket Eygi . Zvi-geyik Yayınları, Din
Dönmelik, 1666 yılında Đzmir Yahudileri arasında ortaya çıkarak, "Beklenen Kurtarıcı Mesih" olduğunu iddia
eden ve Musevilikte bazı değişiklikler yapan Haham Sabatay Sevi’ye inanların cemaati. Eygi konuyu
gündemde tutan yazar

Evet, Ben Selanikliyim


Ilgaz Zorlu, Zvi - Geyik Yayınevi, Din
Türkiye Mozayiğını oluşturan etnik topluluklar içinde en az bilineni ve en kapalı olan sebataycılar hakkında
birinci elden bilgiler aktaran önemli bir kitaptır.

Yakın Tarihimizde Gizli Çehreler


M. Ertuğrul Düzdağ
Đz Yayınları
Yakın tarihimizin üzücü, ürkütücü ve tiksindirici karanlıkları içinden, bazı maskeler ve onların arkasındaki
çirkin yüzler. Ertuğrul Düzdağ’ın titiz araştırmacılığının ürünü olan gerçekten okunmaya değer bir eser...
Yahudilik ve Dönmeler
Yesevizade (Alpaslan Yasa)
Araştırma Yayınları
Bu sahada Türkiye’de yazılmış az sayıdaki nadir ve ilk kitaplardan birisidir. Yesevizade Alpaslan Yasa’nın bu
kitabinda Yahudilik, Kabala ve Sabataizmle ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır. Sabatayistlerin deşifre
edilmesinde onun kullandığı metod; ölüm ilanlari vasıtasıyla akrabalık bağlarının ortaya çıkarılması bugün de
geçerliliğini koruyan bir yoldur. Maalesef bu konuya devam etmedi.

Belgelerle Türkiye'de Dönmeler ve Dönmelik,


Selahattin Galip
Kasım 1977, Kıraçlı Yayınları (Eser şu anda piyasada bulunmamaktadır).

Sabbatai Sevi: -->


The Mystical Messiah, 1626-1676
Gershom Gerhard Scholem
Izmirli haham Sabetay Sevi'nin öyküsü. Onyedinci yüzyılda, yığınlarca Yahudi'yi, uzun zamandır beklenen
Mesih olduğuna inandırmış, ancak daha sonra, Padişah'ın idam tehditi altinda Müslümanlığı kabul ederek,
aynı insanlari hayal kırıklığına uğratmıştır. Bugünkiler ona hâlâ inananların neslidir.
.
TEKELĐSTAN
Yalçın Küçük, YGS Yayınları, 2001
Đsim-Bilim metoduyla sabataycıları deşifre eden inceleme-araştırma. Küçük bu kitabında sabatayci isimlerin
Đbranice köklerini, aldıkları ekleri tetkik ederek, kazandıklari şöhret, makam, servet ve mevkilerini
değerlendirerek sonuca ulaşıyor. Yazar eksik bilgiler vermekle eleştirilere mâruz kaldı.

Dönmeler Âdeti
Ahmed Safi
Zvi—Geyik Yayınları
Zamanının tanınmış yazarlarından Ahmed Sâfi Bey (1851—1926) Selânik'te Ordu Başkâtibi olarak vazife
gördüğü 1879 yılında, bu şehirde kalabalık bir cemaat halinde yaşamakta olan Dönmeler hakkında bir
araştırma yapmış. Bu eser hâlen Dönmeler hakkında Türkiye'de ve Türkçe olarak bulunmus en eski kaynak.
Ertuğrul Düzdağ'ın titiz çalışmalari sonucu, eski yazılı aslı, çeviri yazısı ve sadeleşmiş metni ile ilk defa
günümüz Türkçesiyle yayınlanıyor. Dönmeler Âdeti, aynı zamanda Osmanlı'da Dönmelerin alâmetlerini
anlatıyor.

Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi "Dönmeler" ve "Dönmelerin Hakikati"


Ahmet Almaz
KÜLTÜR YAYINCILIK ve DAĞITIM / Kategorisiz
Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi " Dönmeler" ve "dönmelerin Hakikati" Osmanlı Đmparatorluğu'nun renk renk
mozaiklerle dolu bünyesi içinde, on yedinci asırda selanik'te oluşan bir takım esrarengiz zümrelerin dikkat
çekici bir yeri vardır. Şüphesiz bu zümre mensuplarının sayısı çok değildir. Fakat Osmanlı Đmparatorluğu'nun
son zamanlarından günümüze kadar toplumumuzun başta siyaset olmak üzere basın, eğitim ve ticaret
alanlarında öyle etkin olmuşlardır ki "Dönmeler, "Sabatayistler" veya "Selanikliler" olarak adlandırılan bu
zümre herkesin dikkatini çekmiştir.

NÂZIM’IN BĐYOGRAFĐSĐ
Nazım Hikmet 1902 yılında Selânik'te doğdu. Anne tarafından babası dilci Enver Paşa, asıl adı Konstantin
Borjenski olan Polonyalı Yahudi Mustafa Celaleddin Paşa'nın oğludur. Dayısı da General Ali Fuad
Cebesoy'dur. 1951'de Moskava'ya kaçmış, akabinde Türk vatandaşlığından ıskat edilince dedesinin
memleketi Polonya'ya giderek oranın tâbiiyetine geçmiş ve Borjenski soyadını almıştır. Nazım Hikmet 1963
senesinde Moskova'da ölmüştür, kabri oradadır.
Nazım Hikmet'le ilgili buraya naklettiğim bilgiler tarihen sabit olmuş gerçekler olup, asla uydurma ve kulaktan
duyma şeyler değildir. Onun doğum yeri, tarihi, atalarının kim olduğu, Polonya vatandaşlığına geçtiği bütün
kaynaklarda aynen benim yazdığım gibidir. Zannedersem sizin kabul etmek istemediğiniz husus
büyükdedesinin Yahudi asıllı oluşu ve Nazım'ın Borjenski soyadını alması meselesi. Onun da membaı Bernard
Lewis'in "The Emergence of modern Turkey" isimli kitabının 1961 Londra basımı, sayfa 341'dedir.
Saygılarımla. Faruk
Mustafa Celaleddin Paşa Yahudi değildi.
”John Buchan’ın ‘Greenmantle’ adlı ünlü romanında Enver Paşa basbayağı bir Polonya Yahudisi yapılmıştır.
Enver Paşa’nın Polonya asıllı olduğu şeklindeki garip rivayet, muhtemelen Polonyalı dönme KONT
KONSTANTĐN BORZECKĐ’nin oğlu ve bir kurmay subay olan Enver Celaleddin Paşa ile karıştırmasından ileri
gelmektedir.”
Modern Türkiye’nin Doğuşu (The Emergence of Modern Turkey)
Bernard Lewis - Türk Tarih Kurumu 1996, 6. Baskı - Sayfa 211

Lehistan Mektubu
Sevgilim, dayı kızım, Memed'imin anası,
dedelerimizden biri
1848 Polonya muhaciri.
Belki o güzel Varşovalı kadına, senin
Đkizmiş gibi benzeyişin bundandır.
Belki ben bu yüzden böyle sarı bıyıklı,
böyle uzun boyluyum,
oğlumuzun gözleri böyle kuzey mavisi,
Belki de bu yüzden bu ova bana
bizim ovaları hatırlatıyor,
yahud da bu yüzden bu Leh türküsü,
içimde, derinde, yarı aydınlık
uyuyan bir suyu kımıldatıyor.
Lehistan'dan gelmiş dedelerimizden biri,
gözlerinde karanlığı yenilginin,
saçları al kana boyalı.
Uykusuz geceleri Borjenski'nin
benimkine benzer olmalı.
Tıpkı benim gibi o da
çok uzaklarda kalan bir ağacın altında
unutmuş olabilir uykusunu.
Onu da benim gibi deli etmiştir, deli,
her solukta alıp ta memleket kokusunu
memleketi bir daha görmemek ihtimali.
NAZIM HĐKMET
NÂZIM HĐKMET VE BAĞLAR Fahri Petek Nazım’ı anlatıyor. Tıklayınız
Nazim Hikmet, benim bulgularima göre baba tarafindan kesin Sabetayci bir aileden geliyor. Nazim’in
annesinin dedesi bilindigi gibi Polonyali Konstantin Borzecki, sonraki ismiyle Mahmut Celalettin Pasa ve
Bektasi oluyor. Nazim'in baba dedesi Nazim Pasa. Babasi da Hikmet Bey. Hikmet Bey de Bektasi olarak
biliniyor. Ittihatçilarin adami, kendisini Almanya’ya konsolos yapmis Ittihatçilar.
Nazim’in anne dedesi Hasan Enver Pasa, aslen Alman olan ve gerçek ismi Karl Detrois olan Mehmet Ali
Pasa’nin kiziyla evleniyor ve bu evlilikten dogan kizlari da Mehmet Ali Aybar’in babaannesi oluyor.
Inter-Türk Forumu’na Yalçin Küçük’ün kitabindan alinti aktarilmis. Tekelistan kitabinin, Ikinci Bölüm için
besinci ek bölümüdür aktarilan ve aktarma esnasinda yazilan aralardaki büyük harfli basliklar kitapta yoktur.
http://f16.parsimony.net/forum28507/messages/17150.htm veya Alternatif Link
Yalçin Küçük’ün yazdiklarina bir-iki ilave ve düzeltme yapayim. 1946’da Missorui ile cenazesi getirilen Baydur
degil, Münir Ertegün’dür. Ahmet Ertegün’ün babasidir. Ahmet Ertegün, sadece lobici degil, ayni zamanda
500. Yil Vakfi kurucusu üst düzey bir mason ve Sabetaycidir. Missouri geldiginde su hala söylenen Abanoz
sokaginin boyanmasi rezillikleri olmustur. Yalçin Küçük yanlis hatirliyor.
Gazi Yasargil’in oglu Can’in ismi Can Yücel’den geliyor. Güler Yücel’in esinin ölümünden sonra anlattiklarina
göre, Gazi Yasargil, Can Yücel’in en sevdigi arkadasiymis.
Yalçin Küçük’ün dostu Hüsnü Göksel eger Ahmet Ertegün’ün enistesiyse yani Münir Ertegün’ün damadiysa,
Yalçin Küçük dostunun ismini çok sevdigi isim-bilimle bir incelesin, sonra da ABD kariyerine de bir baksin
bakalim.
Ayrica bir sözlük ve bir isim kökenleri kitabiyla kitap yazinca çok eksik bir arastirma oluyor. Umarim
cezaevinden çiktigi için çok daha iyi arastirmalar ortaya koyar.
Benim de çok sevdigim, Yalçin Küçük’ün de hakkinda onlarca arastirma yazisi yazdigi Nazim Hikmet’in
Sabetayci oldugunu anlamamis Yalçin Küçük. Üstelik Tekelistan’da da bahsettigi ve yakindan tanidigi
Nazim’in esi Nüzhet Hanim’in da Sabetayci oldugunu anlamamis. Nazim'in son esi Vera'yi bilmiyorum ama
diger bütün esleri de Sabetaycidir.
Bu konuda yazdigim ve forumlarda yayinlanmayan, Nüzhet Hanim'in esiyle ilgili bu açidan ilk defa yazilan
bilgilerdir bunlar, yazimi asagiya aliyorum.
Beyazit’ta Elif isminde bir sahaf dükkani var. Orada yasli, tonton bir adamcagiz (Aslan Kaynardag) kendi
kitaplarini da diger kitaplarla birlikte satmaya çalisir. Felsefeci ve Sair (Eski komunistlerden) Aslan
Kaynardag’in "Felsefecilerle Söylesiler" isimli kitabina baktigimizda Macit Gökberk ve Vehbi Eralp’in Sabetayci
olduklarini anlarsiniz (Selanikli ve Feyziye Mektebi mezunuymuslar).
Macit Gökberk, Feyziye Mektebi’nde kendisini en çok etkileyen hocalari sayarken Mehmet Servet Berkin
ismini veriyor. Bu ismi taniyorum çünkü bu konuda bir yazi yazmistim (Mavi Gözlü Dev'e Dair)
http://www.sosyaldemokrasi.org/edebiyat.html ve onu da asagiya aliyorum. Servet diye geçiyor bu isim ve
Nazim Hikmet’in esi Nüzhet Hanim’in kocasidir. Nazim’in diger esi Piraye Hanim (Memet Fuat’in annesi)
Nazim’dan önce Vedat Örfi ile evliymis. Münevver zaten dayisinin kizi ve Münevver Hanim’in ilk kocasi
Ressam Nurullah Berk. Berk ya da Berg yazilabiliyor ve Ibranice da demek.Nazim Hikmet'in " Mavi Gözlü
Dev, Minnacik Kadin ve elleri" isimli siirinde kimi yerdigi pek bilinmez. Piraye öldükten sonra da bu konuda
bir tartisma olmustu.
Nüzhet Berkin, Nazim Hikmet' in ilk esidir. Yalçin Küçük' ün iddiasina göre de sevdigi tek kadindir. (El Kitabi,
Yalçin Küçük) . Bu iddia dogru mudur, bilinmez; ama Nazim' in Nüzhet Hanimi çok sevdigi belli olmaktadir.
Nüzhet Berkin ile Nazim Hikmet' in tanisikliklari Istanbul'dan komsu çocugu oldugu döneme dayaniyor.
Zaman içinde Nüzhet Hanim ablasi ve enistesi ile birlikte Tiflis' e yerlesir. Yillar sonra burada tekrar
karsilasirlar. Nazim o yillarda Moskova' da KUTV Üniversite'sinde ögrencidir. Nüzhet Hanim da Moskova' ya,
biraz da Nazim' in da israrlari sonucu okumaya gider.
Nazim ile Moskova' da evlenirler. Nüzhet Hanim saglik sorunlari yüzünden Bakü' ya gider; bir süre sonra
Nazim da gelir. Nüzhet Hanim' in Istanbul' da tedavi olmasi gerektigine karar verirler ve Nüzhet Hanim
Istanbul' a gider.
Nüzhet Hanim, kisa bir tedavi (bes-alti ay) sonrasi iyilesince bir daha Nazim' in ailesine görünmez olur.
Nazim uzun süre Nüzhet Hanim' dan haber alamaz ve Istanbul' a gelir. Nüzhet Hanim, Nazim Hikmet ile
ayrilma sürecindeyken, bir gece tiyatroda karsilasirlar ve Nüzhet Hanim, Nazim' i görmezlikten gelir.Hikmet,
Nüzhet Hanim için iki yergi siiri yazmistir. Bu siirlerdeki "erkek" ve "cinsiyetçi" tavir dikkat çekicidir.
Gövdemdeki Kurt isimli siirin neden yazildigini Nüzhet Hanim -kendince- söyle anlatiyor : "... Nazim çok
kiskançti. Nazim' in bir arkadasi vardi, Dagistanli bir genç. Bir ders arasinda Nazim, hocayla bir seyler
konusurken biz disaridaydik. Dagistanli genç bir seyler anlatti, ben de güldüm. Bu sirada Nazim bize dogru
gelirken, gülüsümü duymus, o Dagistanli gençle sohbet edisim onu çileden çikarmis."
(Nazim Hikmet' in Bilinmeyen Iki Siir Defteri, Kemal Sülker, Yazko Yayinlari, 1980)
GÖKYÜZÜ **************************************************************************

MEHMET ALĐ PAŞA’NIN TORUNU MEHMED NÂZIM RAN


http://www.yasayanbursa.com/12_M_Ali_Yilmaz.html Nazım’ın kimliğini kendi şiirinden
okuyunuz !
Đstanbul'un nazım planı
1827 yılında Almanya'nın Brandenburg kentinde, Karl Detroit adında bir çocuk dünyaya gelir.
Babası müzik öğretmeni olan Karl Detroit, aile içinde baş gösteren huzursuzluklardan ötürü bir Fransız
yetimhanesine gönderilir.
Gemilerde miço olarak çalışma belgesini eline alır almaz, Hamburg Limanı'ndan kalkan bir gemiyle Đstanbul'a
doğru yola koyulduğunda henüz 12 yaşındadır.
Gemi Đstanbul'a geldiğinde denize atlayan Karl Detroit, Kız Kulesi'ne doğru yüzmeye başlar. Kendisini
kurtaran Kız Kulesi bekçisine, "gemiye geri dönmek istemediğini" anlatır.
Đki ülke arasında küçük bir politik sorun yaratmış olsa da, dönemin Dışişleri Bakanı konumundaki Sadrazam
Ali Paşa'nın sevgisini kazanıp, himayesine girer.
Harbiye'de okutulan çocuğa "Mehmet Ali" adı verilir.
Yıllar, 12 yaşında Kız Kulesi'ne yüzen çocuğu, Kırım Seferi ve Bosna, Karadağ savaşlarından sonra 2'nci
Abdulhamit döneminde "Paşa" ünvanına taşır.
Mehmet Ali Paşa 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması'nda Osmanlı'yı temsil eden üç kişiden biridir!..
Berlin Antlaşması'nda Hıristiyan cemaatlere hak tanınmasıyla gerici çevreler, halkı Mehmet Ali Paşa'ya karşı
"sizi gavura bu sattı" diye kışkırtır...
Ve, Mehmet Ali Paşa, Arnavutluk'ta linç edilir!
Aynı zamanda şair olan Mehmet Ali Paşa, kısa bir dönem gittiği Magdeburg'daki okulunu ziyaret ettiğinde
şeref defterine bir şiir yazar ve bu şiir sonradan, gazetelerin birinde yayınlanır.
Saray ressamı Anton Von Warner, Mehmet Ali Paşa için şunları söylemiştir:
"Şiirlerini Almanca, Fransızca, Yunanca, Farsça ve Arap dillerinin tümünde aynı maharetle kaleme alabilen bir
şair."
Çocukluğunda Kız Kulesi'ne sığınan Mehmet Ali Paşa'nın dört kızından biri olan Leyla Hanım'ın da bir kızı
dünyaya gelir: "Celile Hanım" Ve Celile Hanım'ın bir oğlu olur: "Nazım Hikmet"

Aktaran Yılmaz Demir

BĐRKAÇ TARĐKAT BÜYÜĞÜ


1868 Yanbolulu Elhac Ali Turabi Dedebaba'nın Hakk’a yürümesi (p.o.1849) S.19yıl
1871 Ali Celalettin Çelebi'nin Hakk’a yürümesi (doğ.1808)
1874 Selanikli Hacı Hasan Dedebaba'nın Hakk’a yürümesi (p.o.1868) S.6yıl
1878 Feyzullah Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1811)
1879 Konyalı Perişan Hafız Ali Dedebaba'nın Hakk’a yürümesi (p.o.1874) S.6yıl

Deli Şükrü (Alevi Ozanı)


19. yüzyılda yaşamıştır. Mehmet Ali Paşa'nın Mısır Hidivi olduğu sırada, Kaygusuz Dergâhında Postnişinlik
etmiştir. Ayrıca, Deli Şükrü adlarında Kütahyalı ve Selanikli iki halk ozanı daha yaşamıştır. Üçünün şiirlerini de
birbirinden ayırmaya olanak yoktur.

El-Hacc Abdülgâni Baba: Mücerred Baba’dır. Müverrihler yıllar sonra; 06 Teşrin-i Sâni 1307 tarihinde Yakovalı
Ramazan bin Seydi Efendi’nin bir evrakına binaen, kendisinin evli olduğuna hükmetseler de yol oğlu ile bel
oğlunu birbirine karıştırarak, yanlış tarihsel sonuçlara ulaşmışlardır.

Abdülgâni Baba (H. 1258-M. 1840) tarihinde Postnişin olup (H. 1289 M. 1873) yılında Hakk’a irtihal
eylemiştir. O dönemin Pirevi postnişini Selanikli Hacı Hasan Dedebaba’yı (1285-1291) Hacı Bektaş ilçesinde
ziyaret etmiş ancak dönüşte hastalanmıştır.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Melâmi Büyüklerinden Alî Urfî Efendi:

Gürice doğumlu olup, 1305/1887’de Selânik’te vefât etmiştir. Mısır’da uzun zaman kalmış alim ve fâzıl bir
zâttır. Seyyid Muhammed Nûr’a bağlanıp halife olduktan sonra Selânik’teki evini tekke olarak müridlerine
açmıştır.
Bu zâtın da manzûm ve mensûr eserleri vardır. Eserlerinden birkaçını şöylece sıralayabiliriz: Seyyid
Muhammed Nûr’un Vâridât Şerhi ile Kitabü’r-reşad fi’l-mebdei ve’l-me’âd’ının Arapça aslından tercümeleri,
Şerh-i Divanı Niyazi Mısrî, Terceme-i Đnsân-ı Kâmil, Şerh-i Gazel-i Üftâde.
“Ilgaz Zorlu’nun, “Evet Ben Selânikli’yim” adlı eserinde iddiâ ettiği saçma görüşleri şiddetle reddeder, ilm-i
ledün hakkında bilgisi ve zevki olmayan birinin hezeyânı olarak görür, Alî Urfi Ef.’yi hürmetle yâdederiz.”
(Đnc. a.g.e. sh.45, v.d. 6. baskı, Temmuz 99)
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
NÂZIM & MELÂMÎLĐK
Nazım’ın diğer eşi Piraye Hanım (Memet Fuat’in annesi) Nazım’dan önce Vedat Örfi ile evliymiş. Vedat
Örfi’nin dedesi Ali Örfi Efendi, Selanik’te Melamilik Dergâhı başı olan Ali Örfi Efendi bir Sabetaycı ve yalısını
da Sabetaycı cemaate bağışlamış. (Bkz. Ilgaz Zorlu'nun kitabı)

Nazım’ın eşlerinden Münevver zaten dayısının kızı ve Münevver Hanım’in ilk eşi Ressam Nurullah Berk.
Münevver Hanım, babasından nefret eden Mehmet Nazım'ın yani Nazım Hikmet'in oğlunun da annesi.
Polonya vatandaşı olarak öldü.
(Burada dikkati çeken Berk ve Berkin soyadları. 99)
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Bir Halifebabaya Göre


Mason, Bektaşi ve Melâmî Jöntürkler
Merhum Halifebaba Turgut Koca’dan kalan evrak arasında bulunan, kendisinin hazırladığı ‘’Đttihat Terakki
Üyeleri’’ başlıklı bu listeyi araştırmacıların dikkatine sunuyoruz.
MASONLAR :
Ali Fuat (Cebesoy), Ağaoğlu Ahmet Bey, Abdurrahman Şeref, Dr.Akil Muhtar (Özden), Abdullah Cevdet, Dr.
Bahattin Şakir, Beşir Fuad (Đlk pozitivist), Cavit Bey (Maliye Nazırı), Cevat Abbas (Bey), Eşref Sencer Bey
(Kuşçubaşı), Edip Servet Bey, Halil (Kut) Paşa, (Enver Paşa’nın amcası), Hüseyin Cahit Yalçın, Halil Şerif Bey,
Đsmail Canpolat Bey (Dahiliye Nazırı), Kara Kemal Bey, Kazım Nami Duru, Mehmet Reşit, Mahmut Şevket
Esendal, Nuri (Kıllıgil) Paşa (Enver Paşa’nın kardeşi), Osmancıklı Nuri, Dr. Nihat Reşat Belgevi, Dr. Rıza Nur,
Sait Halim Paşa, Şemsettin Günaltay, Dr. Tevfik Şükrü Bey, Talat Küçük (Muşkara), Prof. Veli Bey, Yusuf
Akçura, Hüseyin Kadri Bey, Hüseyin Haşim Sanver, Mithat Paşa, Nuri Bey (Yeni Osmanlıcı).

BEKTAŞĐLER :
Ahmet Rıza Bey (Ayan Reisi), Ahmet Nesimi Bey (Hariciye Nazırı), Ali Haydar Mithat, Ali Şefik Đzmirli, Ali
Rüştü Hersekli, Ali Rıza Kırımi, Asaf Derviş, Ali Rıza Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Đsmet Fazlı Bey, (Debreli)
Behçet Efendi, Esat Paşa (Draç mebusu), Eyüp Sabri (Akgöl Bey), Avlonyalı Ferit Paşa, Selanikli Fazlı Necip,
Şeyhulislam Ürgüplü Hayri, Hasan Rıza Paşa (Hudeyce mebusu), Çerkez Hayrettin Paşa (Tunuslu), Hilmi
Tunalı Bey, Halil Muvaffak Bey, Şair Hüseyin Sıret, Kimyager Hüseyin, Hasan Tosun Bey, Gümülcineli Đsmail
Bey, Đbrahim Temo, Dr. Đsmail Đbrahim Efendi (Dobrucalı), Kamil Paşa, Lütfi Fikri Bey (Dersim mebusu),
Mahmut Paşa (Çürüksulu), Mithat Şükrü Bey (Bleda), Çorum mebusu Muhiddin Bey, Mahmut Nedim Paşa,
Giritli Muharrem, Milaslı Murat Asker, Veteriner Mehmet Bey, Mustafa Ragıp, Mustafa Hayri Ürgüplü, Dr.
Nazım Bey, Nabi Bey (Yücekök), Ömer Naci (Muallim Naci), Đzmir Valisi - Mebusu Rahmi Bey, Rauf Ahmet
Bey (Đstanbul mebusu), Dr. Rusuhi Bey, Hariciye Nazırı Rıfat Paşa, Refik Bey (Manyasizade Adliye Nazırı), Dr.
Rıfat, Eczacı Raşit Tahsin, Reşat Paşa Matlı, Dr. Refik Nevzat Bey, Recep Peker, Binbaşı Sabri Bey, Sezai Bey
(Şurayı Ümmet Redaktörü), Bosnalı Veli Bey, Yakub Cemil Bey, Saffet Lütfü Tozan.

MELAMĐLER :
Ahmet Şükrü (Maarif Vekili), Ali Suavi, Ahmet Vefik Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Bezmi Nusret (Kaygusuz),
Cemal Paşa, Fevzi Çakmak, Hafız Hakkı Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Kadir Efendi (Hoca Mehmet Kadir Nasih),
Mustafa Asım Efendi, Mehmet Tahir (Bursalı), Damat Mahmut Paşa, Necmettin Molla (Adliye Nazırı), Naili
Efendi (Nakşibendi, Şeyh Abdülkadir’in kardeşi), Ömer Seyfettin, Menemenlizade Rıfat Bey, Miralay Sadık
Bey, Sami Paşazade Sezai, Saffet Paşa.

MASON + BEKTAŞĐLER :
Ali Fethi (Okyar), Ahmet Bedevi Kuran (R.K.), Cemal Bardakçı, Enver Paşa, Ethem Ruhi Balkan, Fuat Balkan,
Niğde Mebusu Hayri Efendi, Đhsan Namık Bey, Kazım Karabekir Paşa, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Dr.
Miralay Mehmet Ali Baba, Mehmet Cemil, Namık Kemal, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Salih Cimcoz (Đstanbul
mebusu), Prens Sabahattin Bey, Talat Paşa, Cemal Paşa, Kara Vasıf Bey,Ziya Paşa, Hakkı Baha Bey. .

Turgut Koca ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Türkiye'nin kapalı ekonomi ile yönetildiği 1970'li yıllar artık çok gerilerde kaldı. Bu dönemde dev tesisler ve
büyük fabrikalar modaydı. Hammadde ya da sanayi ürünü üreten tesisler prestij unsuru olarak kabul edilirdi.
Değişim 1980'lerde başladı, 90'dan sonra hızlandı. Đletişim ve internet ise yeni dönemin gözde hizmet
sektörleri oldu. Bu sektörleri ilk keşfedenler ve geleceğe yatırım yapanlar da bu dönemin yeni prensleri.
Microsoft'un patronu Bill Gates işte bu yeni dönemin en güzel örneği.

Şu anda "Türkiye'nin en zengini kimdir?" şeklinde bir anket yapılsa Türk halkının pek çoğu hâlâ Sabancı ya
da Koç cevabını verecektir. Halbuki artık "Dünyanın En Zengin Đşadamları" listesinde Türkiye'yi Çukurova
Grubu'nun patronu Mehmet Emin Karamehmet temsil ediyor. Geçtiğimiz hafta Dinç Bilgin'in Sabah Gazetesi
ve ATV Televizyonu'ndaki hisselerini de alan Karamehmet'i sizlere yakından tanıtabilmek için kendisi ve
şirketleri üzerine Tarsus'tan New York'a uzanan geniş bir araştırma yaptık.

Đşadamı Sakıp Sabancı tarafından takdir edilen ve "O trene erken binip bizi geçti." denilen bir işadamı
Karamehmet. Çukurova Holding'i bu başarıya götüren Karamehmet'in en büyük özelliği ise yeni sektörlerde
girişimcilik rolü. Önce Turkcell, ardından Superonline simdi de Digitürk

Tarsus'tan New York'a


Tarsus'ta sanayi sektörüne giren ilk Türk ailesinde 3. kuşaktan Karamehmet, aldığı mirası, akıllı ve yerinde
yatırımlar ile geliştirdi ve hızla zirveye taşıdı.
Mehmet Emin Karamehmet, 1 Nisan 1944 tarihinde Mersin'in Tarsus ilçesinde doğdu. Aslında ilk nüfus
kayıtlarında soyadı Karamehmetoğlu şeklinde geçerken kendisi bunu daha sonraları düzelterek Karamehmet
olarak kullanmayı seçti.

M. Emin Karamehmet, Đstanbul'da Robert College'de eğitim gördü. Kendisinin Robert College yıllarındaki sınıf
arkadaşları ise yine oldukça ünlü isimler. Koç Holding üst düzey yöneticilerinden Hasan Subaşı, Londra
Büyükelçisi Korkmaz Haktanır, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı Genel Sekreteri ve eski bankacı Đbrahim Betil
ve işadamı Şerif Egeli.

Mehmet Emin Bey'in Deniz, Nil, Neslihan ve Ali Samsa adında dört kardeşi bulunuyor. Karamehmet'in iki
kardeşi Ali Samsa Karamehmet ve Neslihan Yılmaz holding yönetiminde de bilfiil rol alıyorlar. Karamehmet,
Robert College sonrası Đngiltere'de bulunan Dover College'de ekonomi eğitimi aldı. Đlk şahsi şirketini ise 1966
yılında 100 bin lira sermaye ile kuran Karamehmet, o yıl babasının uzun yıllar meclis başkanlığı yaptığı
Tarsus Ticaret ve Sanayi Odası'na da resmi kaydını yaptırdı. Memleketi Tarsus'un bir ticaret merkezi olması
ise Karamehmet'in ticari tecrübesini artırdı.

Ticaret merkezi Tarsus


Karamehmet'in doğduğu yer olan Tarsus, Çukurova'nın merkezinde Adana ile Mersin arasında kalan bölgede
gelişmiş bir ilçemiz. 1879 yılında kurulan oldukça eski Ticaret Meclisi ile ticaretin beşiği olan ilçe aynı
zamanda ülkemizde elektrik enerjisinin ilk üretildiği yer olması ile de ünlü.

Bereketli topraklara sahip olan Çukurova'da ziraatin yanı sıra sanayinin hammaddesi olan ürünlerin de
bolluğu Tarsus sanayiinin gelişimine katkıda bulunmuş. Bölgede ilk çırçır fabrikası, 1863 yılında Gont isimli
Đngiliz tüccar tarafından Tarsus'ta açılmış. Tarihinde doğulu kervanların uğrak yeri ve ticaret merkezi olan
Tarsus, bugün de ticari önemini muhafaza etmekte. 1999 yılında ilçeden yapılan ihracat 100 milyon doları
aşarken, Tarsus Ticaret Borsası'ndaki yıllık işlem hacmi ise 36 trilyon civarında gerçekleşti.

Tarsus, tarım ve sanayiden elde ettiği kişi başına düşen gelirle ülkemizin önde gelen ilçelerinden birisi. Đlçede
bulunan 582 sanayi tesisinde son verilere göre 15 bini aşkın kişi istihdam ediliyor. 22 banka şubesi bulunan
ilçede toplam mevduat miktarı ise 50 trilyona ulaşıyor.

Sanayici bir aile


Mehmet Emin Karamehmet, tarım ve sanayi kökenli Karamehmet ailesinin üçüncü kuşağı. Türk sanayiine
Eliyeşil ailesi ile birlikte Çukurova Sanayi Đşletmeleri'ni kurarak giren Karamehmet ailesi, bölgede
gayrimüslimlerden sonra sanayie adım atan ilk Türk ailesi olarak biliniyor. Çukurova bölgesinde oldukça
yakından tanınan Eliyeşil ailesi ile iş ortağı olan Karamehmet'ler, aynı zamanda evliliklerle de bu ortaklığı
yıllar boyunca perçinlemişler.

Çukurova'nın bereketli topraklarında yıllar boyunca tarım üretimi ile geçimlerini sağlayan Karamehmet ailesi,
geçmişi 1880'e kadar uzanan Çukurova Sanayi Đşletmeleri fabrikasını Eliyeşil ailesi ile birlikte alarak sanayie
adım atıyorlar. Türkiye'nin en eski ve en büyük tekstil komplekslerinden biri olan bu tesisler 1925'te sadece
50 çırçır ve 5 bin iğlik kapasiteye sahip. 1932'de büyük bir modernizasyona gidilen fabrika ülkemizdeki ilk
modern fabrika hüviyetini kazanmış oluyor.

Şadi Bey'in fabrikası


Tarsus'ta Sadık Paşa lakabı ile tanınan Sadık Eliyeşil'in oğlu Şadi Eliyeşil, Çukurova Sanayi Đşletmeleri'nin ilk
kurucusu. Zaten Tarsus'ta herkes Çukurova Grubu'nun tekstil üretim tesislerini hâlâ Şadi Bey'in fabrikası
olarak biliyor. Tarsus'ta yerleşik Ramazanoğulları da Çukurova Sanayi Đşletmeleri'nin yine ilk ortakları
arasında.

Çukurova Tekstil Sanayi'e ek olarak o dönemde bir de Karam yağ ve çırçır fabrikası kuruluyor. Đş makineleri
üretimi ise ilk başlarda distribütörlük olarak başlamış, zaman içinde John Deree biçerdöverlerinin üretimine
geçilmiş. Zamanla biçerdöver üretiminden forklift üretimine kayılıyor. Mehmet Emin Karamehmet ise ilk
şirketini 1966 yılında henüz 22 yaşında iken kuruyor. Đthalat, ihracat ve imalat alanlarında faaliyet göstermek
üzere kurulan Mehmet Emin Karamehmetoğlu Ticarethanesi, Mehmet Emin Karamehmet'in Ticaret Odası'na
kayıtlı ilk şirketi.
Karamehmet ailesi Tarsus'un en eski sanayici ailelerinden olmalarına rağmen Tarsus Ticaret ve Sanayi Odası
yönetiminde son yıllarda hiç görev almıyorlar. Baba Mehmet Kemal Karamehmet, 1967–77 döneminde 10 yıl
oda meclis başkanı olarak görev yaptıysa da oğulları bu kurumlarda görev almamayı tercih etmişler. Amcaları
Reşat Karamehmet de Tarsus Ticaret Borsası'nın uzun yıllar meclis başkanlığını yürütmüş.

Koordinatör Özer Çiller


12 Eylül 1980 öncesi Çukurova Holding'in genel koordinatörlüğünü ise yakından tanıdığımız bir isim, eski
başbakanlardan Tansu Çiller'in eşi Özer Çiller yürütüyor. Kendisi de bir Robert College mezunu olan Özer
Çiller, 1977–79 döneminde Çukurova Holding'in genel koordinatörlüğünü başarıyla icra etmiş.

1980'li yıllarda üç bankanın ve çok sayıda şirketin sahibi konumuna gelen Karamehmet ailesinin mali gücü bir
hayli artıyor. Mehmet Emin Karamehmet'in yönetiminde aktif rol üstlendiği bu dönemde grup, çelik
üretiminden deterjana kadar her alanda üretim yapmaya başlıyor. 1980'li yıllarla birlikte dış ticarete ağırlık
veren Çukurova Grubu, bu tarihlerde New York ve Cenevre'de de ilk şirketlerini kuruyorlar. Ayrıca Bülent
Ulusu hükümeti döneminde Çukurova Sanayi Đşletmeleri'nin Mersin yolu üzerindeki yeni fabrikaları alınan
kredilerle inşa ediliyor.

Ancak, o dönemde henüz ülkemizde tam bir serbest ticaret ortamı oluşmamış durumda. Döviz alım satımı,
elektronik eşya ithali hatta Marlboro vb. yabancı sigaralar bile yasak. Bu dönemde yurt dışından önemli
ölçüde mal ithal eden Mehmet Emin Karamehmet, evraklardaki uyuşmazlıktan dolayı suçlanıyor ve iddialara
göre bir dönem hakkında arama emri çıkarılıyor. Ve Karamehmet çareyi yurt dışına gitmekte buluyor.
Karamehmet'in davası Turgut Özal'ın özel çabaları ile düşürülerek kendisi yeniden ülkemize geri dönüyor.

Akrabaları ile kavgalı


1989 yılında Karamehmet ailesi içinde Pamukbank hisseleri yüzünden yaşanan bir anlaşmazlık sonrası
Mehmet Emin Karamehmet, Hasan Karamehmet ve Mehmet Reşat Karamehmet'in elindeki hisseleri satın
alarak grupta çoğunluk hisselerine sahip oluyor. O günlerde bu olaya çok üzülen ve morali bozulan Mehmet
Reşat Karamehmet ise Tarsus'ta geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybediyor.

Şu anda Hasan Karamehmet, oğullarıyla birlikte kurduğu Karamehmet Holding'in başında bulunuyor. Finans
alanında 1992 yılında Park Yatırım Bankası–Parkbank'ı kuran Hasan Karamehmet, borsada ise Park Menkul
Değerler ile aracılık hizmetleri yürütüyor. Şu anda 15 personel ile çalışan ve merkezi Đstanbul Levent'te
bulunan Parkbank, 1999 yılında 563 milyar lira kâr elde etti. Ancak son dönemde gerek Karam Yağları'nda
gerekse de finans alanında Karamehmet Holding'in maddi açıdan sıkıntı içine girdiği dile getiriliyor.
Aydın HASKEBAPÇI

SABATAYĐST CÜNEYT ARCAYÜREK TECÂÜLĐ ÂRĐFÂNE BĐR ŞEKĐLDE SORUYOR: “YANĐ TANSU HANIM
DÖNME MĐ?” MASON DEMĐREL SÂBIK BAŞBAKANININ KÖKENĐNĐ DAHA YENĐ BĐLĐYORMUŞCASINA ĐFŞA
EDĐYOR: “O BĐR SELÂNĐKLĐDĐR.” ÇĐLLER DĐLĐ SÜRÇMEKSĐZĐN CEVAP VERĐYOR: “HALĐS MUHLĐS
TÜRK’ÜM!” ALEVĐ ALĐ RIZA ZELYUT AVUKATLIĞA SOYUNUP ARAYA GĐRĐYOR: “BU ĐŞLERĐ FAZLA
KURCALAMAYIN.”.. BĐZE KALIRSA SĐZ ÖNCE RESME TIKLAYIP DAHA FAZLA BĐLGĐ ĐÇĐN AŞAĞIDAKĐ YAZIYI
OKUYUN.

DYP: Çiller’le ilgili ‘Dönmelik’ iddiası ispatlansın


Gazeteci Cüneyt Arcayürek’in “Çankaya Muhalefeti” isimli son kitabında ortaya attığı iddialar yeni bir
tartışmayı da beraberinde getirdi. Arcayürek, kitapta 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, DYP lideri
Tansu Çiller için “Selanik kökenli” dediğini ve “dönme” olabileceğini ima ettiğini ileri sürüyor. Kitapta, Çiller’in
Đran’a savaş açmayı planladığı, ancak Demirel’in bunu son anda önlediği de iddia ediliyor. Gazeteci Cüneyt
Arcayürek’in “Büyüklere Masallar, Küçüklere Gerçekler” dizisinin “Çankaya Muhalefeti” isimli sekizinci
kitabında yakın tarihle ilgili yine ilginç anekdotlara yer veriliyor. Kitapta, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in
seçim kazanma hırsıyla Đran’a savaş açmaya hazırlandığı, ancak Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in buna
engel olduğu savunuluyor. Demirel’in, bu konuda “Bu Çiller bir çılgın, devleti büyük bir beladan kurtardım.”
dediği kaydediliyor. Kitapta ortaya atılan ve tartışmalara neden olabilecek bir diğer önemli iddia ise Tansu
Çiller’in “dönme” olabileceği iddiası. Arcayürek’in bu konuya ilişkin olarak aktardığı diyalog şöyle: Cüneyt
Arcayürek: Çiller gelip size Ortadoğu’yu anlatmadı mı? Demirel: ‘Çok önemli şeyler oldu’ dedi. Önemli ne
olmuşsa! Cüneyt Arcayürek: Çiller’in çevresindekiler ‘vaat edilmiş topraklar’ sözünü yazıp eline verdiler.
(Đsimler saydım, hepsini doğruladı.) Demirel: (Yumuşak bir sesle) Kadın da Selanikli. Kökende! Bunlar
birbirini tutarlar. Cüneyt Arcayürek: Aman efendim. Đlk kez duyuyorum. Çiller dönme mi? Demirel: Dönme
mi bilmem. Ama babası Selanik’ten gelme. Mübadele sırasında Milas ve civarına yerleştirilenlerden.” DYP
lideri Tansu Çiller, iddialar karşısında suskun kalırken, cevap partinin resmi internet sitesinden geldi. ‘DYP
Portalı’ imzasıyla dün internet sitesinde yer alan yazıda, Cüneyt Arcayürek’in tarih yazmaya kalktığı belirtildi
ve kitapta Demirel’e atfen yayınlanan sözler hakkında Demirel’den cevap beklendiği dile getirildi. Açıklamada,
şöyle denildi: “Sayın Demirel gibi bir devlet adamı; “ Selanikli olmak”ı yanlış bir şeymiş gibi telâffuz ederek,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Atatürk için de yanlış söylemlere sebep olabilecek şekilde
kullanır mı?.. Buna imkân var mı? Bu konuda Sayın Demirel’in bir cevap vereceğini düşünüyoruz. Bu cevabı
beklemede haklı olduğumuza inanıyoruz.”

“Halis muhlis Türk’üm”


DYP lideri Tansu Çiller, gazeteci Cüneyt Arcayürek’in ‘Çankaya Muhalefeti’ isimli kitabında yer alan ‘Selanikli
olduğu ve dolayısıyla Sabetayist (dönme) olabileceği’ iddialarını Zaman’a değerlendirdi. “Halis muhlis Türk
olan bir aileden geliyorum.” diyen Çiller, Selanikli değil, Muğlalı olduğunun altını çizdi. Çiller şöyle konuştu:
“Babam da Muğlalıydı. Kim söylüyorsa yanlış söylüyor. Annem tarafını kastediyorlarsa, annemin dedesi Salih
Paşa Osmanlı’nın ünlü bir paşasıdır. Selanik’te bir sokağa onun adını vermişler. Yunan savaşında yer almış bir
Osmanlı paşasıdır.” Çiller kitapta yer alan, Đran’a savaş açacağıyla ilgili iddiaları ise ‘abartma’ olarak
nitelendirdi. Operasyona karşı çıktığı savunulan Erdal Đnönü’nün o zaman başbakan yardımcısı olmadığını
vurgulayan Çiller, şunları kaydetti: “Abartma var. Güreş Paşa ile konuştum. Güreş Paşa, Çörekçi Paşa ile o
doğrultuda konuştu. Hatta Sayın Arcayürek’e de Güreş Paşa bilgi verdi. Ama bugün bunların hiçbirisi yok.
Anlatılanlar hayal ürünü.” Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ‘ben durdurdum’ dediği Đran’a
yönelik sınır ötesi harekatla ilgili ifadeleri de reddeden Çiller, şu görüşleri dile getirdi: “PKK kartını
kullanıyorlardı o günlerde. Masum insanlarımız ölüyordu. Oralarda (Ne yapabiliriz? Đnsanlarımızı nasıl
koruruz?) diye görüşmeler oldu. Đran’a savaş açılması falan, böyle bir şey yok. Bu söylediklerimi Güreş Paşa
da doğrular.” Ahmet Bıyık / Ankara
Çiller'e komplo ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Bazı gazetelere dikkat edin: DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'i kötülemek için olmadık hikayeler yazıyorlar.
Amaç, Çiller üzerinden DYP'yi vurmak ve bu partiye yönelen oyları paylaşmak.
Bu konuda açıkça gözlenen iki eğilim var: Birincisini Süleyman Demirel'in yönlendirdiği söylenebilir. Bu
merkez, Çiller'i devredışı bırakıp onun yerine Demirel kontrollü başka bir lider yaratmak istiyor. Buranın son
senaryosu ile gündeme Sayın Çiller'in 'köken'i getirildi.
Ne demek bu? Tansu Çiller Selanikli imiş... Bu yüzden de dönme olabilirmiş. Çamur at, izi kalsın.
Sanki diğer parti liderlerinin kökeni araştırılmış, tümü ak pak çıkmış da bir Çiller 'sorunlu' olabilirmiş.
Daha da açalım: Buradan varmak istedikleri nokta, Tansu Çiller'in Türk olmadığını söyleyip milleti ondan
soğutmak...
Bunlara göre, kendileri Türk'tür... Türk oldukları için de bütün oylar onlara verilmelidir.
Milleti aptal sananların bu tiyatrosuna göre, halk kötü kedi Çiller'i dışlayacak kendi adayları da gelip partinin
başına geçecek, milleti kurtaracaktır. AYIPTIR AYIP
Kimin Türk, kimin olmadığını kan grubundan mı tespit ediyor bu 'dönmez'ler? Türk Türk diyenlerin Türklere
neler yaptığını tarih ortaya koymuyor mu?
Bir de Osmanlı tarihine bakın. Bu büyük devleti yönetenlerin içinde Rum, Ermeni, Yahudi devlet adamları yok
muydu? O zamanlar bile insanların kökenine değil işine, ehliyetine bakılırken şimdi atlardan söz eder gibi
insanları gruplamaya kalkışmak ne kadar geriye gittiğimizi göstermiyor mu?
Atatürk, milleti tanımlarken, kan grubundan yola çıkmadı. O, 'Aynı idealler çevresinde birleşmiş insan
topluluğu millettir.' demiştir. Kendisini Türk sayan herkes, Türktür. Tansu Çiller kendisini Türk saydığına
göre, onun dedelerinden yola çıkarak milletin kafasını bulandırmaya çalışmak siyasi ahlakla uyuşur mu?
Yakın zamanlarda ve günümüzde başbakanlık hatta cumhurbaşkanlığı yapmış bazı yöneticilerimizin Türk
kökenli olmadığı bir gerçektir. Sayın Özal gibi Sayın Mesut Yılmaz da Türk kökenli değildir. Fakat, kimse
onların Türk olmadığını söyleyemez. Yeter ki onlar kendilerini Türk kabul etmiş olsunlar.
Bir yandan DTP, bir yandan ANAP, Tansu Çiller'i yıpratmak için dizi senoryo yazarları oluşturmuşlar, yazdırıp
yazdırıp yandaş gazetelere veriyorlar. Onlara hatırlatalım ki, bu millet, politikacıların kökeniyle değil, yurt
dışına milyonlarca dolar kaçırıp kaçırmadığıyla ilgileniyor. ***
Ali Rıza ZELYUT

Bakan Gürel: Sabetaycı çevreler beni tehdit olarak görüyor


Başbakan Ecevit’in rahatsızlığının ardından ismi DSP liderliği için geçen Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel,
hakkında ortaya atılan ‘Sabetaycı’ iddialarını yalanladı. Gürel, “Falancı filancı diyebilmek için çok yaratıcı
olmak gerekiyor. Bu kadar yaratıcılık için efor sarf ettiklerine göre, demek ki bu Sabetaycı, vesaireci olan
çevreler beni de bir tehdit olarak görüyorlar.” dedi. Haftalık haber dergisi Aksiyon’a konuşan Gürel, ilk
eşinden ayrılışı ve ikinci evliliği hakkında çıkan spekülasyonlara içerlediğini söyledi. ‘Her insanın hayatında
olabilecek, saklanmadan yaşanılan’ konuların karşı bir kampanyaya dönüştürülmesinden yakınan Gürel,
‘Sabetaycı’ söylentilerini çıkaranları da şaşkınlıkla izlediğini ifade etti. Gürel şunları kaydetti: “Benim babam
rahmetli Milaslıydı, anne tarafım da Đzmir’de Söke’de, soy ağaçlarını 17. hatta 16. yüzyıla kadar
götürebileceğimiz bir aile kökenine sahiptir. Ben bu iki aile kökenimle de hep övünmüşümdür. Bir dedemin
Galiçya Cephesi’nden başlayıp Çanakkale’den geçen ve ondan sonra da Kurtuluş Savaşı’yla son bulan
yaklaşık 10 yıl vatan için savaştığını da en büyük övünç kaynağı olarak kabul ederim.” Son günlerde özellikle
bazı siyasetçiler için öne sürülen Sabetaycılık’ın geçmişi 17’nci yüzyıl Osmanlı’sında gerçekleşen bir olaya
dayanıyor. 1626-1676 yılları arasında yaşayan Đzmirli Sabetay Sevi adlı bir haham önce 1648 ve son olarak
da 1666 yılında Mesihlik iddiasıyla ortaya çıktı. Ortodoks hahamların şikayetiyle büyüyen olay sonunda Sevi,
Padişah 4. Mehmed’in huzurunda Yahudilikten döndüğünü açıkladı ve hayatını kurtardı. Sevi, Aziz Mehmet
Efendi adını aldı, ancak o ve takipçileri inançlarını gizli gizli yaşamaya devam etti. Sabetaycılık akımı, önceleri
Đzmir’de, sonraları Selanik’te yayıldı. Tarikatın sırları dönmelerin çocuklarına ancak evlendikleri zaman
açılıyor. Sabetay Sevi’nin Tanrı’nın yeryüzünde görünmüş şekli olduğuna inanan Sabetaycılara, Dönme ve
Avdeti de deniyor. Sabetay’ın kıyamet öncesi yeniden dünyaya gelip tüm Yahudileri birleştireceğine
inanılıyor.

Zaman Gazetesi Politika Servisi 17.06.2002

Orhan Pamuk: “Valla ben Yahudi değilim”


(...)
– Yalçın Küçük de kitaplarında sizden bahsediyor...
“Okumadım bile. Bu konuya girmek istemiyorum. Konu dışı söylüyorum. Bu adamcağız tutturmuş, benim
Yahudi olduğumu söylüyor, kitabına da almış. Kitapları okumadım. Pek çok insan da bunu bana söylüyor. Bu,
bana çok ayıp geliyor. Ben Yahudi değilim, ben Selanikli değilim. Olsam söylerim, geçmişime ait aile ağacımı
anlattım size. Böyle birşeyin ilgi gördüğü toplumda yaşamaktan utanıyorum. Ama böyle ben Yahudi değilim
demekten de utanıyorum. Çok kötü bir durum. Çünkü o zaman ‘Yahudilerden baskı var, kendini sevdirmek
için, valla ben Yahudi değilim... O da buralardan bir malzeme buldu, cevap vermek istemiyorum. Bazı
düzeyler var bence... En sonunda açar birgün bakarım, ama inanın okuyamam.”

Orhan Pamuk’un Aile Bağları

Baba tarafı Gördes müftüsü


Şimdi buraya bir virgül koyalım ve Orhan Pamuk'un köklerine doğru bir yolculuğa çıkalım. Önce baba tarafı...
: "Babam tarafı Türkleşmiş Çerkezlerdir." Ailenin şeceresi ile ilgili bilgileri daha çok Şevket Pamuk'tan
ediniyoruz. Şevket Pamuk, Orhan Pamuk'un 18 ay büyük ağabeyidir: "Hem babaannem hem anneannem
tarafı 1890'lara kadar Manisa'nın Gördes kazasında yaşıyor." Şevket Bey'in söylediğine göre ailenin baba
kanadı buranın yerlisidir: "Mesela baba tarafımdan Sabit Bey, 19. yüzyılın ikinci yarısında Gördes Müftülüğü
yapmış. Babaannemin annesi tarafı ise, 1850-60'lardaki Kafkas göçüyle Gördes'e yerleştiriliyorlar."

Orhan Pamuk'un dedesi Mustafa Şevket ve ailesi daha sonra Gördes'ten Đzmir'e gider. Oradan da Teknik
Üniversite'nin (Đstanbul) ilk mezunlarından olarak, mühendis çıkar: "Cevdet Bey ve Oğulları kitabında ondan
etkilendim ama onu anlatmadım. Dedem Đsmet Paşa'nın döneminde demiryolu yapımından epey para
kazanmıştır." (Mustafa Şevket Bey'in Abdullah adındaki kardeşinin kızı Turan Hanım da ünlü felsefe profesörü
Hüseyin Batuhan ile evlenmiş, ailenin tanınmış bir başka ferdidir. Diğer kızı Selçuk Hanım ise resim eğitimi
alıp Fransız bir ressamla birleştirir hayatını.)

Mustafa Şevket Bey evlilik zamanı gelince hayatını (Maide) Pakize Hanım'la birleştirir. Ve üç çocuk sahibi
olur: Özhan (doktor), Aydın (mühendis olur), Gündüz (Orhan'ın babası, o da mühendistir) ve Gönül (gazeteci
Bedii Faik Akın'ın, hukuk fakültesi dekanlığından emekli kardeşi Đlhan Akın'la evlendi): "Eskiden hep
saklardım bunları." Pamuk'un dedesinin 1933-34'lerde ölümü aile için büyük kayıptır: "Dedemin ölmesi,
büyük para kazanma mekanizmasının sona ermesi demekti. Mühendislik okuyan babamla amcam, kısa süre
içerisinde -bunu gülümseyerek söylemiyorum- dedemden kalan paraların büyük bir kısmını, iddialı bir şekilde
büyük yatırımlara, ihalelere girerek 1950'lerin sonuna doğru batırmışlar. Hayat standardında bir düşme
olmadı ama benim çocukluğum o malın satılması, bu malın satılması, babaannemin ağlaması ve fakir düşme
hikayelerinin arasında geçti. Nitekim babam da işte böyle özel girişimci müteahhitlikten bir yöneticiye evrildi.
Bizi bırakıp kaçtı, Paris'te yaşadı."

Orhan Pamuk'un babası Gündüz Pamuk da inşaat mühendisliği okur. Đşleri tasfiye ettikten sonra Paris'e gidip
IBM şirketinde çalışmaya başlar. Sonra ilk bilgisayarcılardan olarak IBM'in Türkiye şubesini açar ve Türkiye
müdürü olur (1959-64). 1964'te Koç Topluluğu'nda çalışmaya başlar, Aygaz Genel Müdürlüğü, Koç Holding
Plan Grubu Başkanlığı, Arçelik ile Garanti Bankası Yönetim Kurulu üyeliği ve 1978'den sonra iki yıl da Petkim
Genel Müdürlüğü yapar. 2001'e kadar da mezun olduğu üniversitede öğretim görevlisi olarak bulunan
Gündüz Pamuk, Đsmet Paşa ile Heybeliada'dan tanışıklığından dolayı SODEP'in kurucuları arasında yerini alır:
"Halk Partisi yakınlığı ailede hep vardı. Ben, 'Tabii Halk Partisi'ni sevecekler, çünkü Halk Partisi döneminde
zengin oldular' diye söylüyorum."

Büyükdedesi Girit'te vali


Pamuk'un anne tarafı ise 1720'lerde Girit Valiliği de yapmış Đbrahim Paşa'ya dayanmaktadır: "Anne tarafımı
size en iyi Doğan Hızlan anlatır aslında. Çünkü Doğan Hızlan anne tarafımdan akrabamdır. O meraklıdır ya
böyle soyluluğa falan. Bilmem ne paşa nereden devşirilmiş..." (Burada yine Şevket Pamuk'un yardımına
başvuruyoruz. C.K.): "Aile Kaptan-ı Derya Đbrahim Paşa'ya dayanıyor. Paşa, ayrıca 1720'lerde Girit valiliği de
yapmış. Sicilli Osmani var, orada rastladım kayıtlara." Đstanbul Ticaret Odası'nın kurucularından Basmacızade
olarak anılan kişi de Pamuk'un dedesinin dedesi veya amcası, yani aileden birisidir. Bez işi yaptıklarından
dolayı Basmacızade olarak anılan Pamuk'un dedesinin babası Đbrahim Ferit'in, Cevdet dışında Fuat ve Đzzet
adında iki oğlu daha olur. Cevdet Ferit'in amcası Nejat Basmacı da Đstanbul Ticaret Borsaları Birliği Başkanlığı
yapmış birisidir. Söz Orhan Pamuk'ta yine: "Bir zamanlar Đş Bankası Genel Müdürü de olan Ferit Basmacı da
aynı aileden geliyor. Aslında, sevmediğim ve kimsenin de bilmesini istemediğim küçük adım da Ferit'tir.
Ailede bazıları Basman, bazıları da Basmacı soyadını almış ama aynı ailedir." Pamuk'un annesinin babası
Cevdet Ferit (1882-1953), Almanya'da hukuk eğitimi alıp, Darülfünün (Đstanbul Üniversitesi) Hukuk
Fakültesi'ne dönüşene kadar (1933) orada dersler verir: "Atatürk'ün 1933 reformundan sonra üniversiteden
uzaklaştırılmıştır."

'Şevket'le gerilim var aramızda'


Đşte bu Cevdet Ferit de Nikfal Hanım'la evlenir ve üç kız babası olur. Kızlarının en büyükleri (emekli hukuk
profesörü) Türkan Hanım, Hayat dergisinin kurucusu şair Şevket Rado ile, en küçükleri Gülgün de, Đstanbul
Valisi Muhittin Üstündağ'ın oğlu Üstün'le evlenir. Cevdet Ferit-Nikfal çiftinin ortanca kızı Şeküre ise Mustafa
Şevket-Pakize çiftinin çocuğu, Orhan Pamuk'un da babası Gündüz Bey'le evlenmeye karar verdiğinde yıl
1949'dur: "Sinemanın benim hayatımda önemli bir yeri vardır. Çünkü annemle babam sinemada tanıştı."
Orhan doğduğunda sene 1952'dir: "Ailede hiç Orhan dede tanımıyorum, ama annem 'Bu ismi veriyorum, bu
olsun' dedi." Çiftin, 1950'de doğan diğer çocukları da Şevket'tir: "Gerilim var aramızda. O gerilimi
anlatmamdan da haklı olarak şikayetçidir. Fakat ben yazarım, yazdım ve ona gülümseyerek söylüyorum,
yazmaya da devam edeceğim. Tabii onunla çatışıyor görünmek de istemem. Doğru da değil. Arkadaşız."
---
'Tembel, şımarık, sulu öğrenci'
Đlkokula, amca ve babasının da okulu olan Işık Lisesi'nde başlayan küçük Orhan, iki sene sonra babası IBM
Genel Müdürü olup Ankara'ya gidince, başkentteki Mimar Kemal Đlkokulu'na devam eder. Tekrar Đstanbul'a
döndüklerinde Işık Lisesi bu sefer almaz Orhan'ı. O da Şişli Terakki'den alacaktır diplomasını. Ardından
hemen Robert Kolej'e kaydını yaptırır. 1970 yılında buradan mezun olur. Pamuk'un, o yıllarda bugünkünün
aksine bir imajı vardır: "Tembel, başarısız, şımarık, durmadan şaka yapan ama okulda ressam olarak bilinen
falan... Yani bugün toplumda hiç bilinmeyen öyle bir imgem vardı." 6-7 yaşlarında resme başlayan Pamuk,
22 yaşına kadar resme devam eder. Robert Kolej'in ardından dedesi ve babası gibi önce Đstanbul Teknik
Üniversitesi'nde mühendis olmak için okumaya başlayan (1970) Pamuk, üçüncü yılın sonunda buradan
ayrılır. Askerliğini tehir için yine de bir okul olsun diye de (Đstanbul Üniversitesi) gazetecilik bölümüne geçer
ve burayı 1977'de bitirir. Yine askere gitmemek için mastere başlar. (Pamuk, 12 Eylül'den sonra çıkan kısa
dönem askerlik imkanıyla Tuzla'da 4 ay yapacaktır askerliğini.)

Yusuf Rıza, açtığı özel ve erkek ve kız okullarıya Đzmir’in eğitim hayatına yıllarca hizmet etmiş, ders kitapları
yayınlamış, böylece birçok önemli fikir, sanat ve devlet adamının yetişmesinde rol oynamış değerli bir
eğitimcidir. Demokrat Đzmir gazetesinin sahibi Adnan Düvenci’nin de babasıdır.(…) Okullarında Avram
Galanti, Mehmet Şeref ve Selim Sırrı gibi tanınmış kişileri öğrtemen olarak çalıştıran Yusuf Rıza, bir taraftan
da Đzmir Đdadisinde uzu yıllar öğretmen ve idareci olarak hizmet etmiştir. (…) Kurduğu özel okullarda Nail ve
Rıfat Moralı, Benal Nevzat, Turgut Türkoğlu, Süha Tükel, Necat Eczacıbaşı gibi bir çok tanınmış kişiyi
yetiştiren…"
(Ö. Faruk Huyugüzel, Đzmir Fikir ve Sanat Adamları (1850-1890), s.590)

Đzmirliler, Kemeraltı’ndaki "Özel Yusuf Rıza Ana ve Đlkokulu"nu hatırlayacaklardır, 80’li yıllarda okul tabelasını
indirdi. Yazar belirtmemiş, bu okuldan meşhur olan bir diğer ünlü uzun yıllar belediye başkanlığı yapmış olan
Đhsan Alyanak’tır. Đsmi spor salonuna verilen Selim Sırrı Tarcan bir Kapancı olarak Feriköy’de yatıyor. Osman
Cengiz Çandar’ın eşinin kızlık soyadı da Tarcan.

Adnan Düvenci milltevekiliği de yapmış, Demokrat Đzmir’in ilk Yazı Đşleri Müdürü Osman Kapani, o da DP’den
milletvekilliği yapmış bir zat. Bir diğer ünlü Sabetaycı Ali Gevgili, gazeteciliğe bu gazetede başlamış. Mithat
Perin, Burhan Belge gibi isimler de bu gazetede çalışmış.

Gelelim Nejat F. Eczacıbaşı’na, kendisi hakkında ayrıntılı bilgi şu adreste var:


http://www.eczacibasi.com.tr/scn_topluluk/kurucu.html

Nejat F. Eczacıbaşı (1913-1993) Eczacıbaşı topluluğunun kurucusu, babası da Đzmir’in ilk "Müslüman"
eczacıymış (Bkz. Melih Gürsoy, Đzmir Mozaiğinde Belirgin Taşlar) Yalıları da daha önce bahsettiğim Mısri
Dergahı’nın çok yakınında. Nejat Bey’in oğlu Bülent Eczacıbaşı TÜSĐAD’ın başkanlığını yaptı.

Ali Çimen ve Hakan Yılmaz da Đpler Kimin Elinde isimli kitaplarında Eczacıbaşı’ların Bilderberg ile
bağlantılarına ve toplantılara katıldıklarını yıl da vererek değiniyorlar. Ben de daha önce Bülent Eczacıbaşı için
bunu belirtmiştim. Babası da Bilderberliymiş.

Sabetaycı Leyla Umar, güya yabancı gazetecilerin özlemleri olarak, Türkiye’yi düze çıkaracak kadronun,
Cumhurbaşkanı Bülent Eczacıbaşı ve Başbakan Uğur Bayar olacağını yazdığını söylüyor; daha doğrusu
enjekte etmeye çalışıyor besbelli. (Gazete alıntısı için bkz, Yalçın Küçük, Tekelistan)
Çevik Bir’in Cumhurbaşkanlığı için adı geçtiği zaman Sabah ve ATV’nin nasıl bir gayretkeşlik içine girdiği
hatıralanacaktır. Peki kim bu Uğur Bayar ? Şu andaki görevi Özelleştime Đdaresi Başkanı olması.
Bir "meziyeti" daha var: 1998 Bilderberg’e katılmış.
Peki ya ailesi ? geçtiğimiz yıl ölen Bige Özgener, Altay eski Başkanı ve halen yönetici Mahmut Özgener’in
annesi ve yine Altay eski Başkan Esen Özgener’in eşi olan hanımefendi Osman Kibar’ın kızıymış. Bige Hanım
vefat edince ölüm ilanından, Osman Kibar’ın karısının adının Ulya olduğunu görüyoruz ve Uğur Bayar için de
şöyle denmiş: Ulya-Osman Kibar’ın yeğeni. Bige, Đbranice Fazilet demek

Aksiyon’da Çoşkun Kırca için ne deniyordu ?


"Coşkun Ali Kırca, ikinci evliliğini de Bige (Ergüder) Hanım'la gerçekleştirir. Çiftin, bu evlilikten de Selcan (bir
Amerikalı ile evlenir) ve Gülcan (o da Ankaralı bir işadamı Ferit Bey'le birleştirir hayatını) adında iki kızı daha
olur. Bige Hanım, Đzmir eski Belediye Başkanı Osman Kibar'ın yeğeni Sevil (Dilber) Hanım'la evlenen Özcan
Ergüder'in kardeşidir."

Çevik Bir’le ilgili bir parantez açalım.


Bir kitap var : "Armagedon/Türkiye-Đsrail Gizli Savaşı" Yazarı : Aydoğan Vatandaş
Bu kitap, Silahlı Kuvvetlerin başvurusu üzerine önce toplatılıyor, sonra mahkemeye veriliyor, sonunda kitap
serbest bırakılıyor. Kitabın 13. Baskısının 127. Sayfasında, Impact International isimli derginin Mart 1997
sayısında yayınlanmış bir yazının çevirisi var. Yazı uzun bir kaç cümle alacağım.
"27 Şubat 1997’de Karadayı Đsrail ziyaretinden döndü ve ertesi gün, Türk ve Batı basınına göre Ordu,
Erbakan’ı uyarmıştı; ya kökten dincilikten vazgeçerdi ya da…"
"Karadayı’nın yardımcısı Çevik Bir, Đrticanın PKK’dan daha tehlikeli olduğunu iddia etmiştir.(…) Türkiye’de
bazıları Çevik Bir’in ‘dönme’ olduğuna inanmaktadır. (…)"
"Bu Generaller müdahale ederlerse Çevik Bir’in Başbakan adayı Emre Gönensay olacaktır. Emre Gönensay’ın
da ‘dönme’ olduğu iddia edilmektedir."

Đttihatçı Rahmi diye tanınan, Đttihat ve Terakki’nin beyni ve kimilerine göre geride kalan gölge lideri dedikleri
Izmir Valisi Rahmi Bey, hani 33. Dereceden mason Celal Bayar’ın manevi babası, bir diğer ünlü Sabetaycı
Eczacıbaşı’nın da kayınpederi olan ünlü ve 33. Dereceden mason, Altay Spor Kulubünü kuranlardan. Rahmi
Bey'in eşi Nimet Hanım, Karl Detrois'in torunu. Karl Detrois, M. A. Aybar’ın da büyük dedesi, Bektaşi olunca
Mehmet Ali Paşa (Müşir)denmiş. Nazım Hikmet’in anneannesiyle, Aybar’ın babaannesi kardeş. Yani
Konstantin Borzencki’nin oğlu ile Karl Detrois’in kızı evlenmişler. Kulüp Rakısı’nın etiketinde içki içer görünür
şekilde resmedilen Nono Bey Mehmet Ali Aybar’ın özbeöz amcası. Rahmi Bey’in de karısının ağabeyi.

3 Mart 1909’da Đstanbul’da, Tokatlıyan Otel’de Mason Yüksek Şurası için bir toplantı yapılıyor.
Toplantıya o anda 33. Dereceye ulaşmış 12 mason katılıyor. Bu 12 kişi kıdem sırasına göre 1’den 12’ye kadar
sıralanıyor. (Đlhami Soysal, Masonlar ve Masonluk)
1 Numara’daki kişinin adı Mehmet Talat Sai, o esnada Đttihat ve Terakki Merkezi Umumisi Reisi ve
milletvekili. Ondan önce de Alyans Đsrael’de Türkçe öğretmenliği yapıyor. O zaman bu isimle tanınıyor ve
daha sonra tarihe Talat Paşa olarak geçecektir. Bu toplantılardan sonra 33. Dereceye yükseltilen ilk mason
yani 13.isim Rahmi Bey oluyor.

Turgut Sunalp, Kore’de kendisiyle aynı çadırda kalan Refik Erduran’ın, Kore’ye gönüllü olarak geldiğini
söylüyor (Bkz. Emin Çölaşan, Kırk Kişiyiz Birbirimizi Biliriz).
Refik Erduran, Nazım Hikmet’ motorla kaçıran kişidir ve o esnada da Nazım’ın baba bir anne ayrı
kızkardeşiyle (Turgut Sunalp’in de teyzesinin kızı) evlidir. Leyla Umar’ın da eski kocası olan R. Erduran,
Nazım’ı motorla kaçırırken, tesadüf bu ya, olur ya, dayısının oğlu Amiral Münci Đlhan da Boğaz Komutanıdır.
Refik Erduran, anılarında, bu kaçırma işinin aslında önce Tarık Demirağ’ın motoruyla yapılmasının
planlandığını yazar. Tarık Demirağ, Yakubilere ait Özel Boğaziçi Lisesi mezunu Turgut Demirağ’ın kardeşi,
Melike’nin de amcasıdır.

Muallim Naci (1850-1893) Şair yazar, Ahmet Mithat Efendi’nin damadı. Ahmet Mithat Efendi de Refik
Erduran’ın dedesinin dayısı. Muallim Naci "özel" yer olan Divanyolu 1. Ada’da gömülü.

Reşat Altını'nın Yaratıcısı ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Reşat Altın'ın yaratıcısı kimyager Đbrahim Etem Ulagay'ın kendi ismini taşıyan ilaç şirketi, 100 yaşına girdi.
Cumhuriyet aşığı Ulagay, hastalanan Atatürk'ün tahlillerini bizzat yapıyordu
Türkiye'nin eczacılık tarihinde önemli rol oynayan Đbrahim Etem Ulagay Đlaç Sanayii Türk A.Ş., kuruluşunun
100'üncü yıldönümünü kutluyor.
Köklü firmanın kurucusu Đbrahim Etem Ulagay, kutlamalar kapsamında çeşitli etkinliklerle anılacak. Ulagay'ın
Türkiye eczacılık ve tıp tarihiyle paralel gelişimini anlatan bir de sergi açılacak.

Đlaç sanayiinin temeli


Atatürk siroza yakalandığında kan ve idrar tahlillerini kendisi yapan Đbrahim Etem'in kurduğu şirket, tam 100
yıl öncesine dayanıyor. 1880 yılında Kafkasya'da doğan Đbrahim Etem Ulagay, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'den
yüzbaşı olarak mezun oldu, ardından da Đstanbul Gedikpa-şa'da ulusal ilaç sanayiinin temelini oluşturacak
küçük laboratuvarını açtı.
Đlaç sektörüne devrim niteliğinde yenilikler getiren Ulagay, laboratuvarında afyon ekstresi, ipeka ekstresi,
dower tuzu ve bunun gibi basit ilaçlar üretmeye başladı.
Ulagay, Bahriye Hastanesi'nin, Tıbbiye Mektebi'nin, Haseki Hastanesi'nin, bugün Hıfzıssıhha Enstitüsü'ne
dönüşen Müessese-i Hayriye'nin laboratuvarlarını kurarak, tıbbi analize önemli katkılarda bulundu. Ünlü
kimyager, Birinci Dünya Savaşı'nda Avrupa'dan 'enjektabl ampul' ithalatı olanaksız hale gelince kendi
olanaklarıyla ilk yerli cam ampulleri üretti.

19 ilaç ruhsatı bıraktı


Ulagay, Đkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'dan ilaç ithalatı kesildiğinde de yüzde yüz yerli karaciğer
ekstresi ampul ve şurubunu, bazı vitamin ve hormon preparatlarını seri olarak üretip piyasaya sundu.
Đbrahim Etem 1943'te öldüğünde, geride 19 adet ilaç ruhsatı bıraktı.

Hurda gümüşten altını yarattı


Đbrahim Etem Ulagay'ın Reşat Altını'nı buluşu, ilginç bir öyküye dayanıyor. Darphane kimyageri, 1909 yılında
Đngiltere'den getirilen saf bakırla ayarlanan altın liraların geliştirilmesi gerektiğine karar verdi. Ulagay, daha
dayanıklı ve değerli altın alaşımı elde etmek üzere çalışmalara başladı. Ünlü kimyager dolapların birinde terk
edilmiş halde bulduğu hurda gümüşlerle çalışmalarını ilerletti. Sonuçta altın ayarlamada gümüş kullanarak,
istediği sonucu elde edip Reşat Altını'nı ortaya çıkardı.
Akşam Gazetesi 01.06.2003

Osman Ulagay - Orhan Taylan Akrabalığı

Bugün (29.5.2003) Hürriyet'te yayınlanan vefat ilanından, Osman Ulagay'ın annesi, Orhan Taylan'ın
kayınvalidesi Şermin Ulagay'ın ölümünü, Bebek Cami -Zincirlikuyu Mezarlığı, öğreniyoruz. Merhumenin
yakınlarına, sevenlerine başsağlığı dilerim. 1972-1973 Şişli Terakki Mezunu Đbrahim Ethem Ulagay. Dedesinin
ismini taşıyan bu kişi aynı isimdeki ilaç fabrikasının sahibinin torunu. Gazeteci, Osman Ulagay’ın amcasının
oğlu.
Ressam Orhan Taylan, Selanik'ten Samsun'a gelen ailenin oğlu. Kendi ifedesine göre Samsun doğumlu, ama
Selanikli. Annesi de ressam. Annesinin Cezzar ve Đpekçi Ailesi ile bağı var.
Orhan Taylan TKP'liydi ve Barış Derneği Davası'ndan yattı. Sabetaycıların, Arap- Đsrail Savaşı sonrası soldan
çekildikleri yolundaki teze karşı, ben de Barış Derneği Davası'nı söylüyorum hep. Barış Derneği mensuplarının
hemen hepsi Sabetaycı.
Osman Ulagay Cumhuriyet'teyken Özal'ı desteklediği için gazetenin karışmasına yol açan kişi. Bu olaydan
sonra Cumhuriyet ikiye bölünmüştü. Osman Ulagay, çok zengin bir ailenin çocuğu. Geçmişte Maocu.
Đsminden de anlaşılacağı üzere Karakaş. Orhan Taylan da Karakaş.

Emre Kongar'ın Kısa Yaşam Öyküsü


Reşit Emre KONGAR, 13.Ekim.1941'de Đstanbul'da doğdu. Babası, Şişli Terakki ve Pertevniyal Liseleri felsefe
öğretmenlerinden Đhsan KONGAR, annesi ise yine Şişli Terakki Lisesinde bir süre felsefe öğretmenliği yapan,
Zapyon Kız Lisesi felsefe öğretmeni Mesude KONGAR'dır.
Đlk, orta ve lise eğitimini Şişli Terakki Lisesinde gören Emre KONGAR, 1958-1959 öğretim yılında fen
şubesinden pekiyi derece ile mezun oldu.
1963 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve Đktisat Bölümü'nü bitirdi. 1964 yılında Birleşmiş Milletler bursu
ile Sosyal Bilimler eğitimi için Birleşik Amerika'ya gitti.
1966 yılında Michigan Üniversitesi, Sosyal Çalışma Yüksek Okulu'ndan master ünvanı ile mezun oldu. Aynı yıl
Türkiye'ye döndü. Hacettepe Üniversitesi'ne öğretim görevlisi olarak girdi. Bu görevi sırasında 2 yıl süre ile
Nüfus Etüdleri Enstitüsü'nde de uzmanlık yaptı.
1968 yılında üniversite bünyesinde Sosyal Çalışma Yüksek Okulu'nu kurdu ve buraya müdür olarak atandı.
1969 yılında sosyal bilimler alanında "Đzmir'de Kentsel Aile" adlı tezi ile doktor oldu.
1972-1974 yılları arasında askerlik görevini yaptı. 1974 yılında Hacettepe Üniversitesi Ekonomi Bölümü'ne
öğretim görevlisi olarak geri döndü.
1976 yılında "Toplumsal Değişme Kuramları" konusundaki tezi ile üniversite doçenti oldu. Aynı yıl Sosyal
Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bölümü'ne eylemli doçent olarak atandı ve Bölüm Başkanlığı'na seçildi. 1978
yılında Bölüm Başkanlığı'ndan ayrıldı.
1976-1979 yılları arasında, Hacettepe Üniversitesi adına Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Turizm Planlaması
Genel Müdürlüğü'nde danışmanlık görevi yaptı.
Đkinci, Üçüncü ve Dördüncü Beş Yıllık Planların hazırlanmasında çeşitli ihtisas komisyonlarında çalıştı.
1978-1979 yıllarında Kültür Bakanlığında Kültür Yüksek Kurulu üyesi olarak hizmet etti. Aynı yıl Gençlik ve
Spor Bakanlığında "Toplumsal Kalkınmada Gençlik" projesini hazırladı ve uygulamada yardımcı oldu. Bu
yıllarda Milli Eğitim Bakanı'na da özel danışmanlık yaptı.
1978-1981 yılları arasında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde tiyatro kürsüsünde "Sanat Sosyolojisi" dersleri
verdi.
1981 yılı Temmuz ayında "Atatürk ve Devrim Kuramları" adlı takdim tezi ile Hacettepe Üniversitesi
Senatosunca Profesörlüğe yükseltildi.1983 yılına kadar Sosyal Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bölümü ile
Ekonomi Bölümü'nde öğretim üyeliğini sürdürdü.
Birleşik Amerika'da yayımlanan American Journal of Political and Military Sociology adlı dergi ile yine aynı
ülkede yayımlanan International Journal of Sociology of Family adlı dergilerin yazı kurullarında görev yaptı.
15 Şubat 1983 tarihinde askeri rejimin üniversite konusundaki uygulamalarını protesto etmek için,
üniversiteden istifa etti.
1 Mayıs 1983-31 Temmuz 1987 tarihleri arasında Hürriyet Gazetesi'nde danışmanlık yaptı.
28 Eylül 1987 tarihinde KAMAR, Kamuoyu Araştırma Anonim Şirketi'ni kurdu. 1987 seçimlerini en az sapma
ile önceden bilen araştırma dahil, seçim öncesi ölçümlerini ve kamuoyu araştırmalarını Hürriyet Gazetesi'nde
yayımladı.
31 Aralık 1991 tarihinde KAMAR'dan ayrıldı.
15 Ocak 1992 - 15 Mart 1992 tarihleri arası TÜSES'in genel sekreterliği ile birlikte vakıf müdürlüğünü de
yürüttü.
Nisan 1992'de Kültür Bakanlığı Müsteşarlığı'na atandı.
Kasım 1995'de Müsteşarlık görevinden ayrıldı.
15 Ocak 1996'da Federal Almanya Devleti tarafından Üstün Hizmet Madalyası Büyük Liyakat Haçı ile, 1 Şubat
1996'da Đtalya Devleti Commandatore Madalyası ile, 15 Şubat 1996'da da Polonya Devleti Commandor nişanı
ile ödüllendirildi.
24 Nisan 1996 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'ne Profesör olarak geri döndü.
Şubat 1997'de Yıldız Teknik Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi öğretim üyeliğine atandı.
1997-2000 yılları arasında Đstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde saat başı görevli hocalık yaptı.
Temmuz 2000'de devletten emekli oldu.
1 Eylül 2001 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi Yayın Kurulu Danışmanı oldu.
Halen Yıldız Teknik Üniversitesi'nde saat başı görevli ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde de fahri olarak
hocalık yapmaktadır.
1975 yılından itibaren çeşitli işçi sendikalarında vermekte olduğu "demokrasi eğitimi"ni bugün de
sürdürmektedir.
Türkiye'nin Toplumsal Yapısı adlı kitabı ile 1977 yılında Türk Dil Kurumu Bilim Ödülü'nü, Toplumsal Değişme
Kuramları ve Türkiye Gerçeği adlı kitabı ile 1979 yılında Sedat Simavi Vakfı Sosyal Bilim Ödülü'nü, 21.
Yüzyılda Türkiye adlı kitabı ile 1998 Aydın Doğan Sosyal ve Beşeri Bilimler Ödülü'nü kazandı. 1998 yılında
Nokta Dergisi tarafından Sosyal Bilimler alanında "Doruktakiler" ödülüne layık görüldü. Aynı yıl Đstanbul
Üniversitesi Đletişim Fakültesi tarafından verilen "Yılın Đletişimcisi" ödülünü Sosyal Bilimler alanında kazandı.
2001 yılında Kızlarıma Mektuplar adlı kitabı ile Marmara Üniversitesi Đletişim Fakültesi'nin "Zirvedekiler 2001;
En Beğenilen Kitap" ödülünü aldı.
Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödülü, Haldun Taner Öykü Ödülü ve Abdi Đpekçi Barış ve Dostluk Ödülü
jürilerinin üyeliğini sürdürmektedir.
Sosyal bilimler ve kültür alanında yirmiden fazla kitabı, bilimsel ve deneme türü yüzü aşkın makalesi vardır.
Bilimsel çalışmalarının ve deneme kitaplarının yanında, 1990 yılının en çok satan kitapları arasına giren
"Hocaefendi'nin Sandukası" adlı bir de roman yazmıştır. Müsteşarlık dönemi anılarını da "Ben Müsteşarken"
adı ile kitaplaştırmıştır. "21.Yüzyılda Türkiye" adlı incelemesi ve "Kızlarıma Mektuplar" adlı eseri en çok satan
kitaplar arasında yer almıştır.
Halen Cumhuriyet Gazetesi'nde "Aydınlanma" köşesinde siyaset, "Medya Notu" köşesinde kitle iletişim
araçları konularında haftalık makaleler yazmaktadır. Evli ve üç çocukludur.
Özgeçmiş Eylül 2001 tarihinde güncellenmiştir Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak
kurallarına uygun olacaktır.
http://www.kongar.org/CVtrk.php

Terakki Vakfı Okullarının Ünlü MezunlarıÖmer Madra, Ümit Meriç, Billurdeniz Seval (mankenlik ajansı sahibi),
Gülçin Telci (gazeteci), Ali Nasuh Mahruki, Sedat Üründül, Reşit Emre Kongar, Barış Manço (10. sınıfa kadar
Galatasaray Lisesi'nde okuyan Barış Manço babasının vefatının ardından, kendisi de bir Selanik göçmeni
olduğu için Şişli Terakki Lisesi'ne geçerek oradan mezun olur), Şarık Hamza Tara, Halit Refiğ, Đshak Alaton,
Orhan Pamuk, Mazhar Efe Özal (1967 Ankara, Turgut Özal'ın oğlu), Yıldız Sertel, Mustafa Taviloğlu, Bekir
Kutmangil, Prof. Dr. Can Gökdoğan, Prof. Dr. Aksel Siva, Doç. Dr. Umur Çorgar, Prof. Dr. Asaf Savaş Akat,
Berna Yılmaz, Sevda Sabancı, Erkut Taşkın, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu, Fatoş Aslı
Ural (Selçuk Ural'ın kızı), Lütfi Emin Karaosmanoğlu, Mine Kantel Yıldız, Özlem Savaş (Tv sunucusu, oyuncu),
Đdris Kavala, Ogün Uluç, Çiğdem Subaşı, Candan Şimşek, Muzaffer Sürmeli, Fehmi Saltık, Cem Đlhan, Ahmet
Adil Tunca, Zahit Aydın Göğüş, Đnci Selçuk, Đrem Kalkavan, Yahya Murat Demirel (1967 Isparta), Murat
Arman, Deniz Çupi (Đslam Çupi'nin oğlu), Ahmet Zorlu, Alara Bezmen (Halil Bezmen'in kızı), Çiğdem Sabancı
(Erol Sabancı'nın kızı), Esat Murat Serezli (Metin Serezli'nin oğlu), Hasan Nuri Tanla (Bülent Hasan Tanla'nın
oğlu), Mehmet Yalçıntaş (Nevzat Yalçıntaş'ın oğlu), Abdullah Zaimoğlu (Rasim Zaimoğlu'nun oğlu), Salih
Yavuz Uluğ, Sabetay Varol, Mehmet Erdem Yarsuvat, Fatma Necla Balkır, Halit Refik Refiğ, Hayri Erdoğan
Alkin, Ahmet Bali, Emin Yalçın Öktem, Hülya Uğur (Tv sunucusu, hava durumu sundu).

Anadolu millî mücâdelesini başlatan ve yönetenlerin önemli bir kısmı Balkanlı.

Başta Atatürk olmak üzere; Korg. Naci Eldeniz (Manastır), Korg. Nihat Anılmış (Filibe), Alb. Şefik Aker
(Manastır), Korg. Ş.N.Gökberk (Selanik) , Tümg. Refet Bele (Selanik), Tümg. Sıtkı Ülke (Selanik), Org.
Fahrettin Altay (Đşkodra), Korg. Kazım Dirik (Manastır), Tümg. Suphi Kula (Manastır), Tümg. Hayri Tarhan
(Tırnovacık), Fuat Bulca (Selanik) , Nuri Conker (Selanik),Org. Kazım Özalp (Köprülü), Org. Đzzettin Çalışlar
(Yanya), Korg. Naci Tınaz (Serfice), Tümg.A. Zeki Soydemir (Selanik), Korg. Ahmet Derviş (Selanik ), Org.
Salih Omurtak, (Selanik ), Plt. Bnb. Fazıl (Đşkodra).
Cumhuriyet'in kadın ilkleri

Alfabenin yazarı: Melahat Uğurkan


Avukat: Süreyya Ağaoğlu
Bakan: Prof. Dr. Türkan Akyol
Başbakan: Prof. Dr. Tansu Çiller
Belediye başkanı: Müfide Đlhan
Büyükelçi: Filiz Dinçmen
Danıştay başkanı: Füruzan Đkincioğulları
Danıştay üyesi: Şükran Esmerer
Devrimci: Halide Edip Adıvar
Diş hekimi: Ferdane Bozdoğan Erberk
Doktor: Safiye Ali
Dünya güzeli: Keriman Halis
Eczacı: Rukiye Kanat Arran
Emniyet müdürü: Feriha Sanerk
Yargıç: Suat Berk
Hazine genel müdürü: Aysel Gönül Öymen
Hemşire: Esma Deniz
Hesap uzmanı: Müşerref Çallılar,Güzide Amark
Heykeltıraş: Sabiha Bengütaş
Hukukçu: Beraat Zeki Üngör
Jet pilotu: Leman Altınçekiç
Karakol amiri: Nevlan Kulak
Kaymakam: Özlem Bozkurt
Kimyacı: Remziye Hisar
Köyden seçilmiş milletvekili: Satı Kadın
Makinist: Seher Aytaç
Milli eğitim müdürü: Güler Karakülah
Futbol hakemi: Lale Orta
Muhtar: Gül Esin
Müzeci: Seniha Sami
Opera sanatçısı: Semiha Berksoy
Orman mühendisi: Binnaz Zehra Sert
Otomobil yarışçısı: Samiye Morkaya
Petrol mühendisi: Halide Ural Türktan
Pilot: Sabiha Gökçen
Polis memuru: Betül Diker
Profesör: Fazıla Şevket Giz
Radyo spikeri: Emel Gazimihal
Savcı: Tüzünkan Koçhisaroğlu
Sayıştay üyesi: Fehrunisa Etmen
Senatör ve elçi: Adile Ayda
Sendika başkanı: Dervişe Koç
Subay: Ülkü Sema Toksöz
TBMM başkanvekili: Neriman Neftçi
Türkiye güzeli: Feriha Tevfik
TV spikeri: Nuran Devres
Vali: Lale Aytaman
Veteriner: Sabire Aydemir
Yargıtay üyesi: Melahat Ruacan
Yüksek mahkeme başkanı: Firdevs Menteşe
Yüksek mimar: Münevver Gözeler
Yüksek mühendis: Sabiha Ecebilge
Zabıta memuru: Afife Đpek
Ziraat mühendisi: Nezahat Süer
IŞIK (FEYZĐYE) LĐSESĐ'NĐN 50 YIL VE DAHA ÖNCEKĐ MEZUNLARI

Mustafa Kemal Atatürk, Mehmet Cavid Bey, Süleyman Kani Đrtem, Hasan Tahsin (Osman Nevres), Đbrahim
Şevket Dilber, Fahir Đpekçi, Đhsan Đpekçi, Attila Đlhan, Abdi Đpekçi, Erol Simavi, Celal Tahsin Uzer, Sabahattin
Kudret Aksal, Zihni Betil, Fuat Bilgin, Emin Büklü, Đsmail Cem, Ali Ulvi Elöve, Şefkati Gerçek, Akil Koyuncu,
Şükran Đzer, Kenan Atakol, Đsmail Akgün, Osman Đpekçi, Naci Đpekçi, Osman Sezerman, Hakkı Şeşbeş, Saip
Gülmen, T. Kamil Koperler, Adnan Atam, Abdi Denel, Saffeti Dayıoğlu, Kazım Belginer, Ferhat Hamdi, Hafi
Özeren, Kudret Sandalcı, A. N. Sezai Güran, Abdi Neşet, Suavi Kökmen, Seniye Berkant, M. Tahsin Berkant,
Sermet Ertunç, Abdurrahman Beysam, Macit Acar, Rebia Ergüven, Müveddet Berkant, Đclal Đpekçi, M. Şinasi
Ulutaş, Murat Kent, A. Fettan Kibar
89. YILDA PLAKET ALAN MEZUNLAR
Nevin Kibar, Süleyman N. Denker, Handan L. Ertunç, Sahir O. Germen, Mehmet C. Đpekçi, Mehmed Karanfil,
Mehmet Z. Önder, Cabir S. Selek, Adnan S. Songer
90. YILDA PLAKET ALAN MEZUNLAR
Tarık Kökmen, Vacit Hamarat, Kerami Akosman, Prof. Macit Gökberk, Fasih Atam, Süleyman Boysan,
Đbrahim Đnce, Prof. Vehbi Eralp, Suha Şamlı, Ali Nafiz Akbal, Haldi Saruhan, Osman Kibar, Osman Gerçel,
Samet Ağaoğlu, Süreyya Teğin, H. Nahit Hamarat
1987-1989 FEYZĐYE MEKTEPLERĐ VAKFI YÖNETĐM KURULU
FĐkret Evsen, Mehmed Mısırlı, Mustafa Emil Elöve, Prof. Hikmet Binark, Prof. Hikmet Binark, Prof. Cumhur
Ferman, Prof. Tuluğ Baytın, Dr. Özge Sezerman, Prof. Đlhami Çetin, Fuat Bilgin, Haluk Aksu, Prof. Selçuk
Aybar, Osman Erbelger, Bülent Eczacıbaşı, Lemi Đpekçi, Đbrahim Sıdkı Dilber
1973 YÖNETĐM KURULU ÜYELERĐ
Muvaffak Benderli (avukat), Hasan Fikret Evsen (avukat), Halil Vehbi Eralp (profesör), Đbrahim Zeki Acar
(tüccar, fabrikatör), Dr. Adnan Atam (dahiliye mütehassısı), Hikmet Binark (profesör), Đbrahim Sıtkı Dilber
(tüccar, fabrikatör), Mustafa Emil Elöve (avukat), Mehmed Đpekçi (tüccar) Lemi Đpekçi (elektirik yük. Müh),
Binay Kermen (sanayici ve tekstil müh.), M Lebib Mısırlı (kimya yük. Müh.) Sacit Öncel (öğretmen) . (M.
Ertuğrul Düzdağ, Yakın Tarihimizde Gizli Çehreler)
Online: 1 Hits insg.: 3231 Hits heute: 79
Işık Lisesi’nin tüm mezunlarının listesini görmek için tıklayınız

"TÜRKĐYE 80 YILDIR SABATAYCILAR TARAFINDAN YÖNETĐLĐYOR"

Bu sözü söyleyen kişi, Genelkurmay Askerî Đstihbarattan emekli ve bir dönem MHP’nin-Türkeş’in-
Genelbaşkan Yardımcılığını yapmış olan gazeteci-yazar Ferruh Sezgin’e aittir. Yahudilerin Türkiye’deki
faaliyetleri hakkında en fazla malumata sahip kişilerden birisi olan Sezgin, Gerçek Hayat dergisine verdiği
mülakatta; T.C.’nin 80 yıl önce, Yahudi-Sabatist Dönme azınlık, Türkçüler ve Millici-Đslâmi anlayıştaki kadrolar
tarafından kurulduğunu ve Yahudi- Sabetaist Dönme grubun Batı dünyasından aldığı destekle 80 yıldır
iktidarın mutlak hakimi olduğunu söyledi. Sezgin, 80 yıldır, ne Türkçü grubun ve ne de millici-Đslâmî grubun
hiçbir varlık gösteremediklerini, GAP projesinin, Đsrail için Batı tarafından yaptırıldığını, Yahudilerin adım adım
Arz-ı Mevud’u gerçekleştirmeye doğru gittiklerini, Ecevit’i karşılamadığı için görevinden alınan eski Urfa
valisinin Đsrail firmalarına engel çıkarttığı için görevinden alındığını, T.C.’nin şu an Amerika’da birbiriyle kanlı
bıçaklı olan Protestanlar ve Yahudiler arasındaki iktidar çatışmasında hangisine hizmet ettiğini dahi
bilmediğini, ordunun da ne kadar millici görünse de Yahudilerin -Sabataistlerin hakimiyetinden çıkamadığını
söyledi.
Fazla söze ne hacet, T.C içerisinde 3 bin aileden oluşan Yahudi-Dönme Sabetaist grup iktidar. Hukuk da,
polis de, ordu da, v.s., herşey bunlar için.

Boğaz sırtlarından Türkiye


John Freely'nin Robert Kolej kitabı aynı zamanda 138 yıllık yakın tarihimizi anlatıyor

II. Mahmud devrinde, 1839'da Đstanbul'a ayak basan Cyrus Hamlin, Türkiye'de bir Protestan okulu açmak
için kolları sıvar. New York'ta bu işe para yatıracak olan Mr. Robert, Hıristiyan bir okul olmadıkça para
vermeye yanaşmamaktadır. Hamlin hatıra defterine şunları yazar: ‘‘Doğu toplumunun önemli bir kısmı dinsiz
olmadığı halde vicdan özgürlüğüne aşırı itibar eder. Ülkemizdekine benzeyen geniş bir kültürel alanı
kapsayacak ve iyi bir entelektüel eğitim verecek bir Hıristiyan okulu, inançları ve ırkları ne olursa olsun bu
sınıfın gereksinimlerine cevap verecektir.’’
1881'DE ĐLK TÜRK
Robert College'in 1882'deki 232 öğrencisinin kökeni, Osmanlı Đmparatorluğu'nun yapısını yansıtır: 89 Bulgar,
85 Ermeni, 28 Rum, 7 Türk ve 23 diğer uluslardan.

1909'da II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Müslüman öğrencilerin sayısı artar. Đttihat ve Terakki hükümeti,
öğrencilerin kendi dinleri dışında hiçbir dini törene katılmaması gerektiğini ve her türlü dini propagandaya
son verilmesini okula bildirir.

LOZAN'DA GARANTĐ
Đsmet Paşa'nın Lozan'da hükümetin Akmerikan okullarının varlığından memnuniyet duyduğunu belirtmesi
üzerine okul, yeni hükümetin yayımladığı kararnamelere boyun eğer. Kararnameyle elçilerin ve yabancı
bakanların kendi ülkelerinin açtığı okullara karışamayacağı kararı uygulamaya konur. Artık muhatap, Türk
hükümetidir. 1924'te mübadele okulun birçok Rum öğrencisini kaybetmesine neden olur. Bu yıllarda Maarif
Vekaleti'nin karanameleri gereği okulda Ermenice ve Yunanca eğitime son verilir. Ancak Bulgar öğrencilere
Türk tarih ve coğrafyası derslerini almaları koşuluyla Bulgarca eğitim imkanı verilir.

1929'da okul Milli Eğitim Bakanlığı'ndan okuldaki Türk öğrencilerin yüzde 10'unun burslu okutulması gerektiği
yolunda bir yazı alır. Okul Müdürü Mr. Gates, Bakan Behçet Bey'e yazdığı cevabi yazıda okulun parayla
ayakta durduğunu ve mütevelli heyetinin onayı olmaksızın böyle bir şey yapamayacaklarını belirtir:
‘‘Geçmişte hükümetin gönderdiği burslular, okul ücretini rahatlıkla ödeyebilecek zengin ailelerin çocukları
oldu. Bunun olumsuz etkileri oluyor. Sanırım burs için seçeceğimiz öğrenciler okul ücretini ödeyemeyenler
arasından olmalı.’’

VARLIK VERGĐSĐ
1944'de II. Dünya Savaşı biterken Amerikalı ve Türk hocalar arasında okul yöneticilerinin ‘‘gereksiz’’ olarak
nitelediği bir gerginlik yaşanır. ACG Dekanı Eleanor Burns bu durumu şöyle kaydeder: ‘‘Türklerin aşırı
hassiyeti ve Amerikalılar’ın patavatsızlığı... Varlık Vergisi uygulaması Amerikalı öğretim görevlileri arasında
çok büyük hoşnutsuzluk yarattı. Savaş hepimizin sinirlerini de gerdi.’’

KIZ OKULUNUN KRĐZĐ


1959'da Türk Müdür Yardımcısı Muzaffer Yeşim sınavlar nedeniyle öğrencilere Ramazan'da oruç
tutmamalarını ve güçlerini korumalarını salık veren bir açıklama yapar. Basın bu konuya el atınca Milli Eğitim
Bakanlığı okulda bir soruşturma başlatır. Okulun bakanlığa haber vermeksizin çalışanlara yönelik kurduğu
yuva kapatılır. Basın bu konuyu din ve kültür düşmanlığı olarak ele alır ve büyütür.

Tam o sırada genç bir hazırlık sınıfı öğrencisinin kız yurdunun hazırlık sınıfı kısmında 4 gece geçirdiği anlaşılır.
Okul, yurtta dört gece kalan erkek öğrenciyi saklayan 4 kız öğrenciyi okuldan atar. Kızların aileleri okula
baskı yapmaya başlayınca haber yine gazetelerin birinci sayfalarına taşınır. Milli Eğitim, okulun Türk Müdür
Yardımcısı'nı görevden alır.

Đlk Türk kızı: Halide Edip


1901'de 7 kız lisans derecesi elde ederler: 3 Ermeni, 1 Đngiliz, 1 Avusturyalı, 1 Bulgar ve 1 Türk. Bu Türk kızı
Halide Edip'tir. Gülistan Đsmet ile beraber koleje devam eden ikinci Türk kızıdır. Kız Koleji Müdürlerinden
Mary Mills Patrick ‘‘Beş Sultan Yönetiminde/Under Five Sultans’’ adlı kitabında bu olayı şöyle anlıyor:
‘‘Abdülhamid döneminde iki Türk ailesi kızlarını koleje göndererek Sultan'ın öfkesini göze aldı. Bunlardan
birinde bu inisiyatifi gösteren babaydı. Sarayın bir görevlisi olan Edip Bey küçük kızı Halide'yi daha küçücük
bir çocukken okula getirdi. Kırmızı ipek elbisesi içinde utangaç ve mütevazi bir kızdı, parlak gözleri dikkat
çekiyordu.’’ Bir süre sonra Sultan'ın bu durumdan hoşnutsuzluğu o denli arttı ki, Halide geçici olarak okuldan
alındı. Bu sırada artık Đngilizce konuşup yazabiliyordu. Kütüphanede en sevdiği kitap olan ‘‘Evdeki Anne/The
Mother in the Home’’ adlı kitabı okuldan alındığı sırada evde Türkçe'ye çevirdi. Babası bundan o kadar kıvanç
duydu ki bin adet çoğaltıp asker karılarına okumaları için dağıttı. Bu, Abdülhamid'in bile hoşuna gitti ve
Halide'ye bir nişan taktı. 11 yaşında Kız Koleji'ne başlayan Halide Edip, Sultan'ın öfkesi nedeniyle okulda
sadece bir yıl kalabilmiş, 1899'da dönerek okulun tek Türk öğrencisi olmuş, 1901'de de bitirmişti.

KOLEJDE SOL ĐSYANLAR


1970'te okul bir kriz geçirmektedir. Çünkü lise seviyesinde kız ve erkek okullarının birleştirilmesi
gündemdedir. Peki karma eğitim için hangi bina seçilecektir? Sonunda Arnavutköy'deki Kız Koleji kampusu
seçilir, ama bu arada mütevelli heyeti, akademik kadro birbirine girer.

Tam o sırada, Dev Genç'in Genç Devrimciler örgütü de kampusta bildiri dağıtmaya, rektörü faşist ilan etmeye
ve duvarlara Mao'dan sloganlar yazmaya başlamıştır. Yüksek Okulu Arnavutköy'e taşıma girişimlerine karşı
sosyal demokrat Öğrenci Birliği de boykot ve işgal tehditleri savurur.

17 Eylül'de açılan okulda Genç Devrimciler Grubu forum toplayarak 1 Ekim'e dek boykot kararı alır. Sol
basında Robert College'in artık Amerikan emperyalizmine yeteri kadar hizmet veremediği için dağıtıldığını
öne süren haberler çıkar. Ayrıca kolej beyin göçünden de sorumlu tutulur. Okul açıldıktan sonra Genç
Devrimciler, tekrar boykot kararı alır, ancak Öğrenci Birliği boykotu tanımaz ve iki grup arasında kavga çıkar.
Genç Devrimciler sınıfları işgal edip ‘‘bağımsız bir üniversite’’ isterken, diğerleri onları ‘‘kahrolsun komünizm’’
sloganıyla karşılar. Bu durum dört öğrenci liderinin okuldan atılmasıyla engelenmeye çalışılır.

BĐR ĐSTANBUL YAZARI


John Freely Đstanbul üzerine yazdığı tarih ve gezi kitapları ile tanınıyor. 30'un üzerinde kitap yazdı. 20'si
Đstanbul ve Türkiye ile ilgili. Büyük büyük dedesi 146 yıl önce Kırım Savaşı'nda savaşmış Thomas Ashe.
Babası ise Đrlanda göçmeni, Amerikalı mezarcı John. Freely dedesinden dinlediği öykülerle daha beş yaşında
iken tanışır Đstanbul ile. 76 yaşındaki bu Đstanbul maşukunun Đstanbul öyküsü böyle başlar. Çocukluğu
dedesinin eşeğinin küfesinde kiliselere gitmek, gençliği ise gazete satmak, prezervatif fabrikasında çalışmak
gibi çeşitli işlerde çalışmak ile geçer. 1960'da Đstanbul'a taşınır. Robert Kolej'de fizik öğretmenliği yapar. Tam
12 yıl Đstanbul'da yaşayacaktır.

RC’lilerin kalbindeki öğretmenler


Münir Aysu, Cahit Arf, May Fincancı, Dorothy Ashover, Fatma banat, Behçet Kemal Çağlar, Tevfik Fikret,
John Freely, Hilary Sumner Boyd, Aydın Ungan, Waltraud Hanohulos, Doroth Đz, Suna Kili, Necip Fazıl
Kısakürek, David Leeming, Margaret Tregillus, James Maggart, Fay Linder.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
~~~
ÜNLÜ ROBERTLĐLER

Politika: Bülent Ecevit, Rahşan Ecevit, Tansu Çiller, Đsmail Cem Đpekçi, Emre Gönensay, Algan Hacaloğlu,
Cem Kozlu, Cem Boyner, Đbrahim Betil, Ersin Faralyalı, Behice Boran, Kasım Gülek, Emre Kocaoğlu
Müzik: Çiğdem Talu, Cem Karaca, Đnci Başarır, Mehmet Uluğ, Ahmet Uluğ, Cem Yegül, Evin Đlyasoğlu
Sanat: Abidin Dino, Vasıf Kortun, Fatma Baş, Gül Derman, Can Göknil, Feyha Kısakürek, Şakir Eczacıbaşı
Reklam: Serdar Erener, Yiğit Şardan, Erol Moran, Çınar Kılıç
Basın: Şahin Alpay, Sedat Ergin, Altemur Kılıç, Ercan Arıklı, Perihan Mağden, Deniz Alphan, Semra Somersan,
Sevin Okyay, Đpek Cem, Gündüz Vassaf, Etyen Mahçupyan, Korkmaz Đlkorur, Lale Tayla, Yıldırım Türker,
Elçin Yahşi
Sinema-TV: Nuri Çolakoğlu, Ömer Madra, Mim Kemal Öke, Ömer Kavur, Ömer Karacan, Halit Refiğ, Ersin
Pertan, Ayşe Şasa, Yeşim Ustaoğlu,
Đş dünyası: Ömer Dinçkök, Melih Araz, Erhan Dumanlı, Rahmi Koç, Suna Kıraç, Sevgi Gönül, Semahat Arsel,
Nejat Eczacıbaşı, Cem Boyner, Vural Akışık, Hüsnü Özyeğin, Burhan Karaçam, Osman Berkmen, Hasan
Subaşı, Hakan Karahan, Esat Edin, Feyyaz Berker, Huri Akın, Osman Göksu, Đbrahim Bodur, Ulvi Yalım,
Mehmet E. Karamehmet, Halis Komili, Osman Kavala, Betül Mardin, Arzu Çekirge Paksoy, Serdar Bilgili, Alp
Yalman
Edebiyat: Halide Edip Adıvar, Pınar Kür, Refik Erduran, Orhan Pamuk, Talat Halman, Tomris Uyar, Nihal
Yeğinobalı, Mina Urgan, Aslı Erdoğan, Cevat Çapan, Ayşe Kulin, Jak Deleon, Ali Neyzi, Turgut Cansever
Tiyatro: Genco Erkal, Haldun Dormen, Engin Cezzar, Ahmet Levendoğlu, Kerem Kordoğlu, Göksel Kortay,
Nevra Serezli, Çiğdem Selışık, Nur Sabuncu, Zeki Alasya, Şirin Devrim, Ali Taygun, Tunç Yalman, Nedim
Saban, Refik Erduran, Nüvit Özdoğru, Beklan Algan, Nedim Göknil, Ülkü Tamer, Yavuzer Çetinkaya.
Hürriyet 27.01.2001ROBERT KOLEJ’ĐN ÇALKANTILI TARĐHĐ

1863: Erkek öğrenciler için Robert College kurulur.


1871 : Amerikan Kız Koleji Gedikpaşa'da açılır.
1873: Amerikan Kız Koleji Üsküdar'a taşınır.
1881: Okula ilk Müslüman öğrenci girer.
1903: Hüseyin Hulusi (Pektaş) Robert Kolej'den mezun ilk Türk olur.
1915: Amerikan Kız Koleji Arnavutköy'e taşınır.
1920: Amerikan Kız Koleji'nde kadınlar için bir tıp okulu kurulur. Ama dört yıl sonra maddi sıkıntılar nedeniyle
kapanır.
1959 : Robert College, Đşletme ve Ekonomi, Mühendislik, Fen ve Yabancı Dil bölümleri olan bir yüksek okul
statüsünü kazanır.
1971: Đki okulun lise bölümleri birleşip karma bir lise olur ve Arnavutköy'de Amerikan Kız Koleji kampusunda
eğitime başlar. Yüksek okul ise, Robert College'in Bebek'teki kampusunda ‘‘Boğaziçi Üniversitesi’’ adı altında
bir devlet üniversitesi olur.Nafi Baba Sülalesi - ÜNLÜLERE HOCALIK YAPTILAR
Selanik’ten Đstanbul’a Đpekçiler ve Đsmail Cem - Abdullah Muradoğlu S. 52-53Pek çoğu Nafi Baba’nın
torunlarından Hüseyin Pektaş ve Muzaffer Yeşim’in talebeleri olan ünlü Robert Kolej’lilerden bazıları şöyle:
Bülent Ecevit, Rahşan Ecevit, Tansu Çiller, Đsmail Cem Đpekçi, Emre Gönensay, Algan Hacaloğlu, Cem Kozlu,
Cem Boyner, Đbrahim Betil, Ersin Faralyalı, Behice Boran, Kasım Gülek, Emre Kocaoğlu, Çiğdem Talu, Cem
Karaca, Abidin Dino, Şakir Eczacıbaşı, Serdar Erener, Erol Moran, Şahin Alpay, Sedat Ergin, Altemur Kılıç,
Ervan Araklı, Perihan Mağden, Semra Somersan, Sevin Okyay, Đpek Cem, Gündüz Vassaf, Etyen Mahçupyan,
Korkmaz Đlkorur, Yıldırım Türker, Nuri Çolakoğlu, Ömer Madra, Mim Kemal Öke, Ömer Kavur, Halit Refiğ,
Ayşe Şasa, Ömer Dinçkök, Rahmi Koç, Suna Kıraç, Sevgi Gönül, Semahat Aysel, Nejat Eczacıbaşı, Vural
Akışık, Hüsnü Özyeğin, Osman Berkmen, Hasan Subaşı, Feyyaz Berker, Đbrahim Bodur, Mehmet E.
Karaahmet, Halis Komili, Osman Kavala, Betül Mardin, Serdar Belgili, Alp Yalman, Tomris Uyar, Nihal
Yeğinobalı, Mina Urgan, Aslı Erdoğan, Cevat Çapan, Nuri Eren, Haldun Derin, Ayşe Kulin, Jak Deleon, Ali
Neyzi, Turgut Cansever, Genco Erkal, Haldun Dormen, Engin Cezzar, Göksel Kortay, Nevra Serezli, Nur
Sabuncu, Zeki Alasya, Şirin Devrim, Ali Taygun, Tunç Yalman, Nedim Saban, Ülkü Tamer, Ali Neyzi, Esat
Fuat Tugay, Osman Kibar, Orhan Eralp, Hayri Đnönü.

KOÇ AĐLESĐ

Bir degerli arkadaş, Koç Ailesi'nin Sabetaycı olduğunu iddia ettiğimizi, bununla ilgili bilgilerimizi sormuş. Koç
Ailesi'ni Mavera açıldığında yazmıştık ancak bu arkadaşımız o zaman forumu okumadığı için, bu yazıyı da
okuma şansı olmamış. Mavera, arşiv sorununu henüz çözemedi ancak yakında arşiv vari bir yeri olacak.Bu
değerli arkadaşımızın ricası ve Koç'un önemi üzerine yazıyı bir kez daha asıyorum.
Vehbi Koç’un eşi Sadberk Hanım, Vehbi Bey’in teyzesinin kızı. Sadberk Hanım’ın baba tarafından kuzeni de
Hürriyet’i kuran Sedat Simavi. Sedat Simavi, Hürriyet’i kurarken bütün sermayeyi Eli Burla sağlamış. Eli Burla
ile Vehbi Koç’un ortaklıkları malum.
Sadberk Hanım, Sadullah-Nadire Aktar çiftinin ikinci çocuğu. Birinci çocukları Adile Hanım, Đhsan
Mermerci’yle evlenmiş. Đhsan Mermerci, Akfil’in kurucusu. Đhsan-Adile çiftinin çocuklarından Mehmet Ata
Mermerci Ender Mermerci’yle evlenmiş. Üzeyir Garih’in öldürülmesinden sonra Vehbi Koç’un kızı Sevgi Gönül,
Hürriyet’teki Divit isimli köşesinde, Garih’in ziyaretine gittiği söylenen Nakşibendi Şeyhi’nin müritleri arasında
"teyzezademin eşi Ender Mermerci’nin de olduğunu öğrendim" diyordu.
Ender Mermerci, geçtiğimiz yıl Ermeni Soykırım Tasarıları gündeme gelince, jet sosyetenin milliyetçi güzeli
olarak da ortaya çıkmış ve "Benim gibi insanlar çoğalsa, yurt dışında lobi yaparız ve bu tasarıları önleriz"
diyordu. Bu çiftin çocuklarının isimleri Yosun, Tansa ve Derin. Bu üç kişi de anneleri gibi paparazzilerin
gözdesi.
Đhsan-Adile çiftinin çocuklarından Suha Mermerci, Gudrun Hanım’la evlenmiş. Çocuklarının ismi Yavuz
Mermerci.
Đhsan-Adile Mermerci çiftinin bir diğer çocuğu S. Nihal Hanım, Nihat Karaveli’yle evlenmiş. Nihat Karaveli,
gazeteci ve Galatasaray Lisesi’nden Çoşkun Kırca, Đlter Türkmen, Naim Tirali ile sınıf arkadaşı.
Sadullah-Nadire Aktar çiftinin ikinci çocukları Sadberk Hanım’ı sona bırakıp üçüncü çocukları Melahat Hanım’a
geçelim. Melehat Aktar, Prof. Dr. O. Cevdet Çubukçu’yla evlenmiş ve bu evlilikten doğan iki çocuktan Prof.
Ender Berker, Mustafa Berker’le; Aydın Đ. Çubukçu da Nükhet Hanım’la evlenmiş. Bu soyadını unutmayınız,
aşağıda bu soyadını genişleteceğim.
Sadullah -Nadire Aktar çiftinin dördüncü çocuğu Emin Aktar, Hüsniye Hanım’la evlenmiş ve bu evlilikten
doğan Samih Aktar, Caroline Hanım’la evlenmiş. Diğer çocuğun ismi de Özmen Aktar.
Gelelim ikinci çocuğun yani Sadberk Hanım’ın, Vehbi Koç’la olan evliliğine. En büyük çocuk Semahat Hanım,
Nusret Arsel’le evlenmiş. Üçüncü çocuk Sevgi Hanım, Doğan Gönül’le evli. Sevgi Hanım, Hürriyet’te Divit
isimli köşesinde, başörtüsü takan üniversiteli kızlara hakaretler yağdırıyor. Dördüncü çocuk Suna Hanım da
Đnan Kıraç’la evli. GS Yöneticisi Can Kıraç’ın kardeşi. Suna Kıraç, Bilderberg üyesi. Đnan ve Can Kıraç’ın
babaları Mustafa Kemal’in ekibinden, Kıraç soyadı da Mustafa Kemal tarafından verilmiş zaten. Kuru tarımla
ilgili yaptığı çalışmalardan dolayı.
Gelelim ikinci çocuğa yani Rahmi Koç’a Rahmi Bey, Çiğdem Meserretçioğlu’yla evleniyor. Bu evlilikten
Mustafa, Ömer ve Ali Koç doğuyor. Mustafa Koç, Đzmir’in ünlü zenginlerinden, Đzmir Yün Mensucat’ın da
sahibi olan Giraud’ların kızı Caroline ile evleniyor. Çiğdem Meseretçioğlı yine Đzmir’in eski çok zengin
ailelerinden sanayici ve armatör Avni Meserretçioğlu ile eşi Suat Hanım’ın kızı. Çiğdem Hanım, Rahmi Koç’tan
sonra Erol Simavi’nin oğlu Günaydın’ın da sahibi Haldun Simavi’yle evlendi. Suat Hanım ünlü armatör Kemal
Sadıkoğlu’nun kızkardeşi. Armatör Sadıkoğulları’nın kızlarından Varlık Hanım, Alp Yalman’la, Berna Hanım bir
diğer Bilderbergli Feyyaz Tokar’la, Rabia Hanım ise Boğaiçi Lisesi Yıllıkları’nın sponsoru (ve çocukları da
oradan mezun zaten) Çapamarka’nın oğlu Vecdi Çapa’yla, Esin Hanım ise Milliyet Gazetesi yazarlarından
Yılmaz Çetiner’le evlenmiş.
Meserretçioğlu çiftinin Çiğdem Hanım’ın dışındaki diğer iki çocuğundan biri olan Güldem Hanım da, Đpragaz’ın
sahibi Yücel Kurttepeli’yle evlenmiş.
Şimdi dönelim yukarıda döneceğimizi söylediğimiz Çubukçu soyadına.
Şişli Terakki Lisesi, 1990-1991 mezunları listesine bakıyoruz. Merve Sadberk Çubukçu, Đbrahim Aydın
Çubukçu kızı.
(http://www.terakki.org.tr/mezunlar/9091.htm)
Kim bu Đbrahim Aydın Çubukçu ?
Beko Genel Müdürü ve Sadberk Koç’un kızkardeşi Melehat Aktar’ın Prof. Dr. O. Cevdet Çubukçu’yla
evliliğinden doğan çocuğu. Đ. A. Çubukçu’nun dedesi yani babası O. Cevdet Çubukçu’nun babası Tütüncü
Mustafa Kazım Efendi. Kazım Efendi önemli birisi, önemi 1924 Mübadelesi’nden geliyor. O dönemde çok
zengin olan bu zat, Sabetaycılar gemiyle gelirken parası olmayanların da tüm masraflarını karşılamış.
Şimdi başa dönelim.
Sadberk Hanım’ın annesi olan Nadire Hanım aynı zamanda Vehbi Koç’un da teyzesidir. Nadire Hanım’ın
kızkardeşi Fatma Hanım Vehbi Koç’un annesidir. Ancak akrabalık bununla sınırlı değil. Sadberk Hanım’ın
erkek kardeşi Emin Aktar’ın evlendiği Hüsniye Hanım da, Vehbi Koç’un kızkardeşidir. Vehbi Koç’un diğer
kızkardeşi Zehra Hanım, Halim Kütükçüoğlu’yla evlenmiş ve bu evlilikten doğan Gülgen Hanım, Kutlutaş’ın
Yönetim Kurulu Başkanı Peyami Çağlar’la, diğer çocuk Nesteren Hanım ise Fuat Bayramoğlu’yla evlenmiş.
En son 500. Yıl Vakfı Kurucularından da olan meşhur Fuat Bayramoğlu’nun (Kim Kimdir’den aldığım)
biyografisini aşağıya alarak bitiriyorum.

BAYRAMOGLU, FUAT, Dr. e. büyükelçi, sair, arastırıcı, yazar; 1912, Ankara doğ.; Mehmet Tayyib ve Hüsniye
(Yağızatlı) B.'nun oğul.; evl.: 18 Haz. 1948 Ankara, Nesteren Kütükçü. Istanbul ve Liège Siyasal Bilgiler
Fakültesi mezunu. 1939 Dısisleri Bakanlığı'na giris; 1940 Üçüncü Kâtip; 1943 Basın Yayın Gn. Md.lüğü Etüd
Kurulu Üyesi, 1946 Etüd Kurulu Baskanı; 1944 Basbakan Şükrü Saraçoğlu'nun Özel Kalem Müdürü; 1949
Kıbrıs 1. Sınıf Konsolosu; 1951 Kudüs Baskonsolosu; 1953 Merkezde II.D.Gn. Müdür y.; 1954 Konsolos ve
Muhtelit Hukuk D. Gn. Müdürü; 1956 Elçi derecesinde Daire Baskanı; 1957 Oslo Büyükelçiliği'ni tedvire
memur Elçi - 1958 T.C. Ilk Reykyavik Büyükelçisi; 1959 Bağdat Büyükelçisi; 1960 Tahran Büyükelçisi; 1962
Roma Büyükelçisi; 1963 Dısisleri Bakanlığı Genel Sekreteri Büyükelçi; 1964 Brüksel Büyükelçisi & 1965
Lüksemburg Büyükelçisi; 1967 Roma Büyükelçisi; 1969 Moskova Büyükelçisi & 1971 Moğolistan
Cumhuriyeti'nde ilk defa Türkiye Büyükelçisi; 1971 Bakanlık Yüksek Müsaviri& Denetleme Kurulu Baskanı;
1972 Cumhurbaskanlığı Gn. Sekreteri; 1977 e.; halen Yönetim Kurulu Üyesi: Şark Sig. A.Ş.; Migros Türk A.Ş.
Ödülleri: 1962 Iran, 1963 Ispanya, 1969 Italya en yüksek nisanları; 1973 Cumhurbaskanlığı Basarılı Çalısma
Şildi 1973 Dısisleri Bakanlığı Anı ve Hizmet Şildi; 1980 Cumhurbaskanı Fahri Korutürk Hizmet Madalyonu;
1989 Dısisleri Bakanlığı Onur Plâketi ve Beratı; Pakistan, Ispanya Kralı, Italya Turizm madalyaları (1976,
1977); 1963 Türkiye - Avrupa Ekonomik Topluluğu Ortaklık Andlasması Altın Madalyası; 1976 Istanbul 7.
Islam Ülkeleri Konferansı Altın Madalyası; ayrıca yerli ve uluslararası filateli sergilerinde altın, vermey ve
gümüs 10 madalya ve seref madalyası; 1992 Ankara Hacettepe Üni. Sanat Onursal Doktora- Doctor Honoris
Causa Payesi. Ask.: 1936 Süvari Atğm. Söke-Trakya Tahkim K.; 1942-43 Süv. Teğmen. Istanbul'da
Ankaralılar Derneği, Geyre Vakfı (Afrodisias Kazısı) Yönetim Kurulu Baskanı, Yıldız Sarayı Vakfı Mütevelli
Heyeti Baskan v., Güzel Sanatlar Vakfı ve MEB Vakfı Ist. Şb. Yönetim Kurulları Üyesi; Yahya Kemali Sevenler
Dern., Ortadoğu ve Balkan Incelemeleri Vakfı Üyesi. Kulüpler: Anadolu Kulübü, Büyük K., Istanbul Filateli
Derneği. Eserleri: Hossain Ghods Nakhai Rubaiyat, çeviri Tahran 1967, 1968; Rubailer, Ankara 1973; Fuat
Bayramoğlu'nun Rubaileri, Istanbul 1977; Türk Cam sanatı ve Beykoz Isleri, Istanbul 1974; The Turkish
Glass Art and Beykoz Ware, RCD Cult. Inst., Istanbul 1976; Hacı Bayram-ı Veli - Yasamı, Soyu, Vakfı, Türk
Tarih Kur. Ank. 2.cilt 1983, 2.Basım 1989; Rubailerim Prof. Hanif Fauq Tarafından Nazmen Urduca'ya
Çevirisi, Karaçi 1987; Gönülden Gönüle, Bayramoğlu ile Anılarda Istanbul 1994; Ayrıca 1926-- çesitli
dergilerde yayınlanmıs çok sayıda telif, tercüme, arastırma ve makale. Y.Dil:Fransızca, Ingilizce, Italyanca.
Ev: (Adresi Sildim- g. Anadoluhisarı 81620, Istanbul, (Telefonu sildim-g.)

BĐR KERE DAHA KOÇLAR lllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll


2 Eylül Pazar tarihli Hürriyet Gazetesi’nde, Vehbi Koç’un kizi Sevgi Hanim söyle demis : " Üzeyir Garih’in
mezari basinda öldügü Küçük Hüseyin Efendi’yi arastirinca, ilginç bir gerçegi ögrendim. Meger, teyzezademin
karisi Ender Mermerci de onun müridiymis.
Ender Hanim bana, babasi Prof. Dr. Resat Sigindim’in, Üzeyir Garih’in dis doktoru babasi gibi Küçük Hüseyin
Efendi’nin müridi oldugunu söyledi." Sabetaycilarin, Hurufilik, Bektasilik, Melamilik, Mevlevilik gibi tarikatlarin
içinde yer aldiklari biliniyor, ancak Naksibendilik içinde yer aldiklari ilk defa ortaya çikiyor.
En güçlü iki tarikat arasindaki bag, bu uzlasmaz gibi görünen iki tarikatin ilskisi çok ilginç.

Yazida adi geçenlerin kim olduklarini tanitmaya çalisalim. Vehbi Koç’un karisi Sadberk (Aktar) Hanim (Vehbi
Koç ile Sadberk Hanim teyze çocuklaridir) Simavi Ailesi’nin yakin akrabasidir.
Önce Beko Genel Müdürü Aydin Çubukçu’nun Aksiyon’da söylediklerinden alinti yapalim:
"Aydin Ibrahim Çubukçu, 1994'ten bu yana Beko'nun genel müdürlügünü yapiyor. 1942 yilinda dünyaya
gelen Aydin Ibrahim, Ankarali Ord. Prof. Dr. Osman Cevdet ile Melahat Çubukçu'nun iki çocugundan küçügü.
(Digeri Mustafa Berker'le evlenen Prof. Dr. Ender Hanim.) Babasi Ord. Prof. Dr. Osman Cevdet Çubukçu
(Aydin Bey'in dedesinin babasi Mustafa Kâzim Efendi'nin tütün içmek için uzun çubuk kullanmasindan dolayi
aile Çubukçu soyadini almistir), askeri tibbiyeyi bitirdikten sonra Fransa ve Almanya'da muayenehane açmis,
41 tane tip kitabi yazmis, yani, Ankarali tüccar bir babanin, Kâzim Bey'in istememesine ragmen doktor olmus
ogludur.
Aydin Çubukçu'nun da dedesi olan Kâzim Bey'in oglunu tüccar olmak için zorlamasinin sebebi, ailenin bastan
beri tüccar bir aile olagelmesidir. Babasinin, tüccar olmasini istedigi Osman Cevdet, doktor oldugu için ailenin
ticari islerini yürütmek Osman Cevdet'in dört kardesi içinde tek erkek kardesi (kiz kardesleri Zehra, Hatice,
Hilmiye) olan Arif Çubukçu'ya kalir. Osman Cevdet, evlenmesi gündeme basliyor
Koç Toplulugu'nda Çubukçu'yu etkileyen bir kisi daha vardir: "Isak Eskenazi. Koç Holding'in ve Koç ailesinin
mali islerine bakardi. Bana örnek olacak o kadar çok seyini benimsemisimdir ki. Dürüst, takipçi, tutumlu
olmayi, yetki vermeyi ama o yetkiyi vereceginiz kisiyi hiç olmazsa seçerken dikkatli olmayi." geldiginde ise,
Melahat Hanim'la evlenerek yine Ankarali bir aile olan Nadire—Sadullah Aktar çiftine damat olur: "Babam
doktor olduktan sonra, Aktar ailesinden bir kizla evlendirilmek isteniyor. Teyzelerime de gösteriliyor veya ne
En büyük kizlari olan Berna Hanim, gazeteci, yazar ve isadami Feyyaz Tokar'la evlenir. Rabia Hanim,
Çapamarka'nin kurucusu Nuri Çapa'nin Nafia Çapa ile evliliginden dogan Tam Gida Yönetim Kurulu Baskani
ve Besiktas'in ünlü sagaçigi Vecdi Çapa ile, ogullarindan armatör Celal Sadikoglu Hilal Hanim'la, digeri, yine
armatör olan Kahraman Sadikoglu da Julide Hanim'la birlestirir hayatlarini. Çiftin bir diger kizi ve simdi
hayatta olmayan Varlik Hanim ise Galatasaray Baskanligi da yapan Alp Yalman'la evlenir. Yilmaz Çetiner,
kayinpederi olan Kemal Sadikoglu'nun kiz kardesi Suat Meserretçioglu vesilesi ile Simavi ve Koç aileleriyle de
hisimlik kurar. Türkiye'nin ilk armatörlerinden Izmirli Avni Meserretçioglu ile evlenen Suat Hanim, Çigdem
Simavi (Rahmi Koç'la evliliginden Mustafa, Ömer ve Ali Koç adinda üç çocugu olur), Güldem (Ipragaz'in
sahiplerinden Yücel Kurttepeli ile evlenir, Emre e Merve adinda iki çocugu vardir) ve Aslan Nuri
Meserretçioglu'nun (Aygen Hanim'la evlenir ve Ömer Nuri adinda bir çocuk sahibidir) annesidir"
Gokyüzü
Cumhuriyet´i Anlamak

"Bir kış günü Gedikpaşa’da doğmuşum. Doğduğum zaman Halide Edip Hanım da oradaymış. Rukiye diye
bana göbek adı takmış. (…) Küçükken bir Fransız Matmazel vardı evde. Ondan Fransızca öğrendim. Okumayı
bana şair büyükannem öğretti. Sonra Feyziye Lisesi’ne gittim, şimdiki Işık Lisesi. Yaşamımız Hüseyin
Rahmi’nin romanları gibiydi. Sütnine, mürebbiye, çalışan kalfa kadınlar…

Babam Celal Sahir, bir şair kızıyım. Büyükannem Bebek’te Fransız Mektebi’ne gitmiş. Baba evinde zamanın
kültür adamları toplanırdı. O vakit Sultan Ahmet’te üç tane böyle edebi ev vardı. Bir Fuat Köprülü’nün evi, bir
Ağaoğlu Ahmet Bey’in evi, bir de babamın evi.

Đlk eşim Mesut Cemil müzisyendi. Sonra Nadir’le evlendim. (…) Nadir’le tanıştık, sekiz sene sonra evlendik.
Çok komik ama aşkımız Atatürk Đnkılapları üzerinde başladı. Nadir’le Viyana’da tanıştık. (…)

Baba evi konak yavrusu gibi bir şeydi. Bir yanda "Türk Yurdu" diye bir mecmua çıkardı. Çok milliyetçi bir
mecmuaydı."

(Perihan Ergun (Turgut), "Cumhuriyet Aydınlanmasında Öncü Kadınlarımız" s. 157, Tekin Yayınları, 1997)

Yukarıdaki alıntıda geçen Fuat Köprülü bahsinde bir not yazayım : Coşkun Kırca’nın ilk eşi Fuat Köprülü’nün
kızı Beyhan Hanım’dır.

Berin Nadi’in babası Celal Sahir Erozan için Kültür Bakanlığı bir inceleme kitabı yayınlamış. Kitapta, Celal
Sahir Erozan üç kere evlendiği, Rukiye Berin Nadi’nin de ilk evliliğinden doğan çocuklarından birisi olduğu
bilgisi var. Celal Sahir Erozan, milletvekilliği de yapmış, şair, gazeteci ve Türk Dil Kurumu’nun önemli
şahsiyetlerinden birisi. Đlginç olan, Celal Sahir’in paşa babasının eniştesinin kim olduğu. Enişte Bey, ünlü Fuat
Paşa’ymış ve Celal Sahir’in babası, eniştesinin yanında büyümüş.

Larousse, Fuat Paşa’nın Mevlevi olduğunu yazıyor, bu da önemli bir bulgu. Fuat Paşa, Cevdet Paşa’yla
birlikte dil üzerine kitap a yazmış. Feriköy’de gömülmüş ünlüleri yazarken Aliye Fatma Hanım’dan da
bahsetmiştik. Aliye Fatma Hanım, Tarihçi Cevdet Paşa’nın kızı ve Faik Paşa’nın da eşi.

Fuat Paşa, Keçecizade Fuat Paşa olarak tanınıyor ve babası da Şair Keçecizade Đzzet Molla. Fuat Paşa,
hariciye ve hazine nazırlığı da yapmış ve sadrazam olmuş. Bir diğer meşhur özelliği de Galatasaray Lisesi’nin
kurucusu olması. Fransa yandaşı, Fransızcı olarak biliniyor zaten.

Fuat Paşa, bir ülkede iki kuvvet olur deyip birincisi olarak padişahın kuvvetini diğeri olarak da halkın
kuvvetini kastederek ve bizde halk kuvveti olmadığı için, padişaha karşı büyükelçiliklerden yararlanmayı
savunarak, bu tür siyasete tarihe geçen ünlü deyimiyle "pabuçcu muştası gibi yandan vurmak" diyor.

Fuat Paşa, dönem olarak Tanzimat’ın ve yön olarak da batılılaşmanın en önemli isimlerinden birisi. Bugüne
yön veren üç ünlü paşadan (diğerleri Reşit ve Ali Paşa’lar) da birisi. Fuat Paşa’ya göre terakki için Garp’ın
kurumlarını ve ilkelerini benimsemeliydik. Fuat Paşa için demiryolları bu "terakkinin" olmazsa olmazıdır.

Fuat Paşa ve Celal Sahir Erozan akrabalığı çok önemli, çok öğretici ve çok anlamlı.

Cumhuriyet bir geleneği sürdürüyor.


Cumhuriyet'in kurucusu sadece Yunus Nadi değil, Zekeriya Sertel de kurucu, ama künyede yok ve zaten
Zekeriya Sertel de kardeşinin anlattığına göre, Yunus Nadi'nin yolsuzluk yapması üzerine gazeteyi bırakmış.
Yunus Nadi daha önce de ünlü Abidin Paşa'nın çiftliklerinin yöneticiliğini yapmış ve oradan da yolsuzluk
nedeniyle atılmış.

Berin Nadi’nin ölümünden sonra, 11 Kasım tarihli Cumhuriyet’te Ali Sirmen köşesinde yazdığı yazıda, Berin
Nadi’nin Celal Sahir Erozan’ın kızı olduğunu yazıyor ve Berin Nadi’den aktararak, Talat Paşa’nın Berin Nadi
genç bir kızken evlerine çok sık geldiğini ve elini öpecek kadar da nazik olduğunu yazıyordu. Cumhuriyet’in
merkezi olan eski tarihi bina, Đttihat ve Terakki’nin Đstanbul Merkez binasıdır. Bu bina, Mustafa Kemal
tarafından Yunus Nadi’ye verilmiştir. Sokağa adını veren Şeref ise, Đttihatçıların Ermeni Kırımı nedeniyle
Malta’ya sürgüne gittikleri geminin adıdır. "Teşkilatın Đki Silahşörü" kitabında, Đttihat ve Terakki’nin
fedailerinden yani tetikçilerinden olan Yakup Cemil öldürüldükten sonra, yakınlarına iş bulan ve her daim
onlarla yakından ilgilenenin Yunus Nadi olduğu yazıyor.

Önce, 15 kişilik bir JINSA (Jewish Institute National Security Affairs) heyeti geliyor ve Đlhan Kesici’nin evinde
gizli toplantılar yapıyor. Egebank hortumcusu Yahya Murat Demirel’in ablasıyla evli olan, DPT eski Müsteşarı,
eski millettvekili ve Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı, geçmişin ülkücüsü Kesici’nin evindeki
toplantılara Üzeyir Garih, Đshak Alaton ve Çevik Bir de katıldı.

Çevik Bir ve Đlhan Kesici, zor durumda olan Cumhuriyet’in yardımına koşuyorlar ve Cumhuriyet’in yönetim
kuruluna giriyorlar. Cumhuriyet’in kurullarına giren bir diğer isim de (E.) Korgeneral Kemal Yavuz. Kemal
Yavuz, 28 Şubat sürecinde, ordunun üniformalılarının söyleyemediği görüşleri, üniformasız olarak, Çevik
Bir’in ve Karadayı’nın sözcüsü olarak medyanın gözbebeğiydi. 24 Şubat’ta Karadayı, Đsrail’e gitti ve geldi 28
Şubat süreci başlamış oldu.

Bugün Cumhuriyet, Çevik Bir, Đlhan Kesici ve Kemal Yavuz’ların yönetiminde.


JINSA, 1999 yılında, Çevik Bir’e, Türk-Đsrail ilişkilerine yaptığı katkıdan dolayı büyük ödül vermişti zaten.
Kemal Yavuz ise Müdafai Hukuk isimli dergiden, Koç Holding aleyhine yazı yazıldığı için ayrılan birisi. 28
Şubatçı Güven Erkaya öldAslında Cumhuriyet hep aynı. Đttihatçılık ekseninden hiç şaşmıyor.üğünde Koç
Holding'de çalışıyordu. Ahmet Çörekçi ise HAVAŞ'a yani Turgay Ciner'in yanına girdi.
Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu (Kurucu Listesi)
Başkan : Rukiye Berin Sahir Nadi
Başkan Vekili : Osman Nuri Torun
Genel Sekreter : Atilla Coşkun
Sayman : Alev Çoskun
Üyeler : Aydın Aybay, Đlhan Selçuk, Cüneyt Arcayürek, Lale Tokuş,
Zeynep Uşaklıgil, Hüseyin Gürer, Bülent Yener, Đbrahim Yıldız

Yürütme Kurulu :
Berin Nadi, Osman Nuri Torun, Atilla Coşkun, Alev Coşkun, Aydın Aybay
Genel Müdür: Oktay Kurtböke
Denetleme Kurulu: Nezih Neyzi, Erol Erkut, Şevket Tokuş

Bu isimlere yakından bakalım :


Atilla Coskun, TKP’li
Alev Coşkun, CHP’den milletvekilliği ve bakanlık yaptı. 500. Yıl Vakfı Kurucusu
Aydın Aybay : Nazım Hikmet Vakfı Başkanı, eşi de kendisi gibi hukuk profesörü Rona Aybay. Ron ya da Ran
Đbranice şarkı demek. Rona, şarkı söyleyen kadın, Roni ise şarkı söyleyen erkek demek.

Zeynep Uşaklıgil : Leyla-Bülent Uşaklıgil’in kızı. Yunus Nadi’nin ve Halit Ziya Uşaklıgil’in torunu. Mustafa
Kemal’in eşi Latife Hanım’ın babası ile Halit Ziya kardeş. Kardeşi Emine Uşaklıgil, önce Đngiliz Istihbaratçi
David Tongue ile sonra Asaf Savaş Akat’la evleniyor. Latife Hanım’ın bir diğer kızkardeşi Vecihe Hanım da
Osmanlı'nın son seraskeri Müşir Mehmet Rıza Paşa'nın oğlu Süreyya Đlmen'le evlenir. Onun oğlu Erdem
Đlmen ise Đsmet Đnönü'nün kardeşinin çocuğu Mutlu Temelli ile evlenir. hayatını. Süreyya Đlmen'in
Đngiltere'deki tekstilci torunu Birgül Đlmen ise, Fahri Korutürk'ün eşi Emel Hanım'ın yeğeni ekonomist Ömer
Aral'la evlenir. Süreyya Đlmen’ uzun uzun yazmıştık. Süreyya (Đlmen) Paşa, Süreyya Sineması, Süreyya Plajı
vs’nin sahibi. Nazım Hikmet’in babası orada çalışıyormuş.
Nezih Neyzi’den de uzun uzun bahsetmiştik. Ecevit'in Denizcilik Đşletmeleri Genel Müdürü yaptığı kişi, bir-iki
yıl önce öldü. Leyla Neyzi'nin babası. Kızıltoprak Hatıraları isimli kitabında, herkesin nakşibendi sandiğı
dedesinin gizli sandığından Bektaşi giysileri, külahları çıktığını anlatan bir elit. Hatırlatalım, okumayanlar için
de yazmış olalım.
Berin Nadi’nin vefâtında düzenlenen cenaze törenine katılanların listesi
Berin Nadi için gazetemiz bahçesinde gerçekleştirilen törene, yakınları Emine Uşaklıgil, Zeynep Tokuş, Lale
Tokuş, Arif Sahir Erozan, Şevket Tokuş, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel, Devlet Bakanı Fikret Ünlü, DSP
Đstanbul Milletvekili Rıdvan Budak, DSP Milletvekili Ahmet Tan, Đzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet
Piriştina, Đzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Hasan Fehmi Mani, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
Başkanı Orhan Erinç, Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ayhan Alkış, eski CHP Genel Başkanı Altan
Öymen, CHP Genel Sekreteri Önder Sav, CHP Genel Başkan Yardımcısı Eşref Erdem , CHP Đstanbul Đl Başkanı
Cemal Özdemir, eski maliye bakanlarından Besim Üstünel, eski milletvekili Sabri Tığlı, ÖDP Genel Başkanı
Ufuk Uras, Đşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hıdır Hokka, CHP genel merkez yönetiminden Ahmet Güryüz
Ketenci, Mehmet Sevigen, Ali Topuz, Bülent Tanla, Mehmet Ali Özpolat, Prof. Dr. Nurettin Sözen, Đstanbul
Valisi Erol Çakır, Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, Đstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir, Đstanbul
Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey , Gençlik ve Spor Đl Müdürü Vedat Bayram, Basın Yayın ve Enformasyon Đl
Müdürü Bülent Uğur, Đstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, eski CHP Genel Başkanı Altan
Öymen, eski CHP Đstanbul il başkanları Mehmet Bölük, Ali Özcan, eski Maliye Bakanlarından Ziya
Müezzinoğlu, Đstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici, eski maliye bakanı Zekeriye Temizel, eski devlet
Bakanlarından Đsmail Hakkı Birler, Doğan Medya Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan, Doğa Enerji
Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Günay Çapan, yazar Yaşar Kemal, tiyatro sanatçısı Yıldız Kenter, eski SHP
Đstanbul Đl Başkanı Yüksel Çengel, emekli Orgeneral Kemal Yavuz, UM: AG Başkanı Güldal Mumcu ve oğlu
Özgür Mumcu, yazar Şükran Kurdakul, Đsmet Solak, Uğur Büke, tiyatro sanatçısı Mücap Ofluoğlu, Đsviçre
Hastanesi Başhekimi Kazım Taş, avukat Alp Selek, eski DĐSK Genel Başkanlarından Abdullah Baştürk 'ün eşi,
Ayten Baştürk, öldürülen DĐSK genel başkanı Kemal Türkler 'in eşi Sabahat Türkler , Ruhi Su Vakfı'ndan
Sıdıka Su , Đstanbul Barosu eski başkanlarından avukat Turgut Kazan, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü
Ertuğrul Özkök, Hürriyet gazetesi yazarlarından Doğan Hızlan, Yalçın Bayer, Derya Sazak, Refik Erduran
Milliyet Gazetesi Sorumlu Yazıişleri Müdürü Eren Güvener, Kanal D Haber Müdürü Tuncay Özkan, gazeteci
Füsun Özbilgen, Mehmet Tezkan, Hasan Çakalkurt, Đstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili Ümit Özerol,
CHP Genel Başkan Yardımcısı Eşref Erdem, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Nur Serter, TGS Başkanı Şükran
Soner, Đstanbul Sanayi Odası Genel Sekreteri Mehmet Kabasakal, Türk-Đş Đstanbul 1.Bölge Temsilcisi Faruk
Büyükkucak, Can Kıraç, işadamı Ali Koç, Vitali Hakko, Şakir Eczacıbaşı, Selahattin Beyazıt, Pirinççioğlu ailesi,
Rafi Portakal, Tekfen Yönetim Kurulu Başkanvekili Necati Akçağlılar, 1961 Anayasa ve Demokrasi Vakfı
Başkanı Numan Esin, gazeteci Canan Barlas, Mehmet Barlas, Prof. Dr. Uğur Alacakaptan, eski DĐSK Genel
Başkanı Kemal Nebioğlu, emekli Jandarma Tuğgeneral Osman Özbek, eski TGS Başkanı Ziya Sonay, Bozkurt
Nuhoğlu, Cem Vakfı ikinci başkanı Hüseyin Erkan, ressam Bedri Baykam, yönetmen Ali Özgentürk, Ayasofya
Müzesi Müdürü Mustafa Akkaya, Dr. Gürbüz Barlas ile Nadi'nin sevenleri, dostları ve Cumhuriyet okurları. (Bu
isimlerin büyük çoğunluğu Berin Nadi ile aynı dünya görüşünü paylaşmakla birlikte, SS târikatının mensupları
olma özellğine de sahipler.WM)
TANZĐMAT-ĐTTĐHAT- ve BERĐN NADĐ

BerĐn Nadi, Tanzimat-Đttihat-Cumhuriyet zincirleme üçlemesinde bir simge isim. Gerek bağları nedeniyle
kişisel olarak bir simge gerekse de Nadir Nadi’nin ölümünden sonra şahsında özdeşleşen Cumhuriyet
Gazetesi’nin misyonu ve kimliği olarak…

Berin Nadi’nin ölümünden sonra, 11 Kasım tarihli Cumhuriyet’teki köşesinde Ali Sirmen, Berin Nadi’nin Celal
Sahir Erozan’ın kızı olduğunu söylüyor ve Berin Nadi’den aktararak, Talat Paşa’nın Berin Nadi genç bir kızken
evlerine çok sık geldiğini, Talat Paşa’nın Berin Nadi’nin elini öpecek kadar da nazik olduğunu yazıyordu.
Cumhuriyet’in merkezi olan eski tarihi bina yani Kırmızı Konak, Đttihat ve Terakki’nin genel merkez binasıdır.
Bu bina, Mustafa Kemal tarafından Yunus Nadi’ye verilmiştir. ( ) Binanın bulunduğu sokağın ismi olan Şeref
ise, Đttihatçıların Ermeni Kırımı nedeniyle Malta’ya sürgüne gittikleri geminin adıdır. Cumhuriyet Gazetesi ile
Đttihat ve Terakki arasında çok yakın organik bağlar var. S. Yalçın’nın kitabında, kitabınının kahramanlarından
birisi olan Đttihat ve Terakki’nin fedailerinden Yakup Cemil öldürüldükten sonra, yakınlarına iş bulan ve her
daim onlarla yakından ilgilenenin Yunus Nadi olduğunun bilgisi var. ( )

Şimdi Berin Nadi’den kendisini okuyalım : " Bir kış günü Gedikpaşa’da doğmuşum. Doğduğum zaman Halide
Edip Hanım da oradaymış. Rukiye diye bana göbek adı takmış. (…) Küçükken bir Fransız Matmazel vardı
evde. Ondan Fransızca öğrendim. Okumayı bana şair büyükannem öğretti. Sonra Feyziye Lisesi’ne gittim,
şimdiki Işık Lisesi. Yaşamımız Hüseyin Rahmi’nin romanları gibiydi. Sütnine, mürebbiye, çalışan kalfa
kadınlar(…) Babam Celal Sahir, bir şair kızıyım. Büyükannem Bebek’te Fransız Mektebi’ne gitmiş. Baba
evinde zamanın kültür adamları toplanırdı. O vakit Sultan Ahmet’te üç tane böyle edebi ev vardı. Bir Fuat
Köprülü’nün evi, bir Ağaoğlu Ahmet Bey’in evi, bir de babamın evi. Đlk eşim Mesut Cemil müzisyendi. Sonra
Nadir’le evlendim. (…) Nadir’le tanıştık, sekiz sene sonra evlendik. Çok komik ama aşkımız Atatürk Đnkılapları
üzerinde başladı. Nadir’le Viyana’da tanıştık. (…) Baba evi konak yavrusu gibi bir şeydi. Bir yanda ‘Türk
Yurdu’ diye bir mecmua çıkardı. Çok milliyetçi bir mecmuaydı." ( )

Berin Nadi’in babası Celal Sahir Erozan için Kültür Bakanlığı "Celal Sahir Erozan" adında bir inceleme kitabı
yayınlamış. Kitapta, Celal Sahir Erozan’nın üç kere evlendiği, Rukiye Berin Nadi’nin de ilk evliliğinden doğan
çocuklarından birisi olduğunu öğreniyoruz ( ). Celal Sahir Erozan, milletvekilliği de yapmış, şair, gazeteci ve
Türk Dil Kurumu’nun kurucularından ve önemli şahsiyetlerinden birisi. Celal Sahir Erozan, Yunus Nadi ve
Nadir Nadi yani baba, eş ve kayınpeder tümü mason. (4) (5)

Berin Nadi anlatmıyor ancak masonlarla bu kadar yakınlığında ilginç şeyler duymuş olması ihtimal, bunu
bilemiyoruz. Belki de masonluktaki sır saklama ilkesi dolayısıyla kendisine dahi anlatılmamıştır. Ancak burada
dünden bugünü belirleyen önemli bir olgu olan, elitizmde önemli bir köşe taşı masonlukla ilgili bir parantez
açayım..

"Mason ham tasi, yani kendisini yontarak küp tas haline, yani gerçek bir Mason haline getirmek zorundadir.
Ham tasi yontma sembolü ayni zamanda Süleyman Tapinaginin, dünyanin ilk tas yapisinin insasini hatirlatir.
" (www.mason.org.tr/sembol.html)

Nedir Süleyman Tapınağı ?


Ağlama Duvarı denen yer yıkılan bu tapınağın kalan tek duvarıdır; Yahudiler bu tapınağa "Bet (h)a Mikdaş"
diyorlar ve bu tapınağı tekrar inşa etmek nihai amaçlarıdır. Bu tapınağın taşları ocakta yontularak gelmiştir.
Tapınağın yöneticileri Kohenler (Koanim) ve Levilermiş. Pergel, gönye gibi temel mason simgeleri, duvarcı
malzemeleri olarak, Hiram’ın kullandığı malzemeler olarak tapınaktan kaynaklanıyor. Masonlar kendilerini
Hiram’la özdeşleşitirler ve yardım istedikleri zaman da "yok mu dul kadının çocuğuna yardım edecek" derler.
Hiram, dul bir kadının oğludur ve bu tapınağın yüklenicisidir. Hiram, tapınağın inşası sırasında çalışanlar
arasında hiyerarşi oluşturuyor (ustad, usta, kalfa çırak vb) ve çalışanların sayısı çok fazla olduğu için
ücretlerini almak için geldiklerinde, kimin çırak kimin kalfa vs olduğu anlaşılsın diye her bir dereceye ayrı
işaretler, el değdirmeler ve parolalar saptanmış. Masonluktaki, aşamaların, parolaların, şifrelerin, tokalaşırken
parmak tıklatmalarının kaynağı buradan geliyor. Üç kalfa, usta gündeliği almak isterler ama parolayı
bilmemektedirler (parola Yehova’ymış ustalar için; Yehova, Tanrı’nın söylenmesi yasak olan ismidir ve
gematriası yani harflerinin sayısel değerlerinin toplamı 26’dır) ve bu parolayı öğrenmek amacıyla Hiram’ı
sıkıştırırlar ancak Hiram parolayı söylemez ve öldürülür. Masonluktaki sır saklama, ketumiyet, bunun önemi,
değeri buradan geliyor. Hiram’ı öldürenler, gömdükleri yerin üstüne de akasya dalları koymuşlar. Mason
mabedlerinde ya da logolarındaki akasyanın nedeni bu. Bir de defne dalını "seviyorlar" bunun nedeni de
tapınağın kapısının defne dallarıyla kaplı olmasından kaynaklanıyor ve mason mabedlerinde bunu
uyguluyorlar. En büyük mason üstadına maşrak-ı azam deniyor; Hiram’ı aramaya çıkan başka üç usta
Hiram’ın cesedini bulduklarında, derisi soyulumuş vaziyette, çürümeye başlamış olarak buluyorlar ve bu
Đbranice bu anlamlara gelen Maşrak diye bağırdıkları için, bundan sonra usta parolası Yehova değil
(Đbranilikte Yehova demek yasak ve büyük günah oluyor) maşrak oluyor. Hiram’ın cesedi toprağa verilirken,
ustalar, Hiram’ın kanı üstümüze sıçramadı biz temiziz anlamında beyaz önlük ve beyaz eldiven giyiyorlar.
Mason törenlerinde eldiven ve önlük takılmasının nedeni de bu. Masonlar isimlerinin yanına üçgen şeklinde
üç nokta koyuyorlar. Bunun nedeni de, Hiram’ın cesedini bulan üç usta ve bu üç sayısı, üç nokta, üçgen vs;
bilim, hoşgörü ve doğruluk olarak simgeleniyor. Buraya kadar özetlediğimiz bu şeylerin hepsi, Đslam mistikliği
için de geçerli; örneğin en büyük iki tarikat olan Bektaşilik ve Mevlevilikte de sayı mistikliği, özel kıyafetler,
sır tutma, gizlilik, hiyerarşi yani dereceli sistem, özel selamlaşma biçimleri (haricinin anlamayacağı şekilde)
ve yine özel yani gizli tanışma, birbirlerini anlama yolları var. (6)

Bir ara not olarak belirteyim :Đttihat ve Terakki’nin selamlaşma biçimi de masonluktan alınmadır. Sağ elin üç
parmağını büküp hilal şeklinde kalbine götürme, ben Đttihatçıyım demekti. Yine, parola-şifre olarak da muin
ve hilal kullanılmıştır. El kalpteyken, mim, ayn, ye yani muin’in harfleri söyleniyordu. (7) Muin, muavin,
yardım eden demektir.
Berin Nadi’nin hayatındaki kişiler ya da bağları sadece kendisi için değil ülke için de önemli isimler. Bu kişilere
değinerek devam edeceğiz zaten. Örneğin, Celal Sahir’in paşa babasının eniştesinin kim olduğu önemli.
Enişte Bey, ünlü Fuat Paşa’ymış ve Celal Sahir’in babası, eniştesinin yanında büyümüş. Larousse, Fuat
Paşa’nın Mevlevi olduğunu yazıyor, bu da ilginç bir olgu. Fuat Paşa, Keçecizade Fuat Paşa olarak tanınıyor ve
babası da Şair Keçecizade Đzzet Molla. Fuat Paşa, hariciye ve hazine nazırlığı da yapmış ve sadrazam olmuş.
Bir diğer bilinen özelliği de Galatasaray Lisesi’nin kurucusu olması. Fransa yandaşı, Fransızcı olarak biliniyor.
Hür ve kabul Edilmis Masonlar’ın Đnternet Siteleri’nde, (www.mason.org.tr) "Meşhur Masonlar" olarak gururla
ilan ettikleri isimlerden birisi ve listede aynen şöyle geçiyor : Fuat Pasa (1815-1869) Sadriazam
Đlhami Soysal da çok değerli araştırmasında Fuat Paşa için mason diyor. (s. )

Fuat Paşa, bir ülkede iki kuvvet olur deyip birincisi olarak padişahın kuvvetini diğeri olarak da halkın
kuvvetini kastederek ve bizde halk kuvveti olmadığı için, padişaha karşı büyükelçiliklerden yararlanmayı
savunarak, bu tür siyasete tarihe geçen ünlü deyimiyle "pabuçcu muştası gibi yandan vurmak" diyor. (8)
Fuat Paşa, dönem olarak Tanzimat’ın ve yön olarak da batılılaşmanın en önemli isimlerinden birisi. Bugüne
yön veren üç ünlü paşadan (diğerleri Reşit ve Ali Paşa’lar) da birisi. Fuat Paşa’ya göre terakki için Garp’ın
kurumlarını ve ilkelerini benimsemeliydik. (9)

Fuat Paşa’nın sadece masonluğu değil Mevleviliği de önemli; tarikat olarak konumuz bağlamında sadece
Mevlevilik değil Bektaşilik, Melamilik, Nakşibendilik de önemli ancak Mevlevilik resmi ideolojinin dünden
bugüne en hoşgörülü baktığı tarikat oluşuyla da ayrı bir önem taşıyor. Yukarıda masonluğa bir parantez
açmıştık ,Mevleviliğe de vurgu yapmak için bir parantez gerekiyor gerek gücü ve etkisi nedeniyle gerekse
masonluk ile inanç,simge ve ritüel paralelliği nedeniyle… Mevlevilik ile Masonluk o kadar benzeşen, mistik ve
batıni (içrek,ezoterik) yapılanmalar ki, benim de aşağıdaki uzun parantezin yazımında oldukça yararlandığım,
A. Nevzat Odyakmaz "Bektaşilik, Mevlevilik, Masonluk" isimli kitabında, kitabın isminden de anlaşılacağı gibi,
ortaklıkları ve paralellikleri anlatılmış.

Mevlevilik (aynı şekilde Bektaşilik de) masonlukla pek çok yönden benzeşiyor. Simgecilik, gizlilik, giyim-
kuşam, felsefe, dereceli sistem, selamlaşma ve tanışma, toplantı yer ve yöntemleri olarak, oldukça uzun ve
yukarıda değindiğim gibi başlıbaşına bir kitap konusu. Bunlardan bir-kaç önemli gördüğüm paralelliğe
değineyim.

Sema esnasında her hareketin kutsal bir anlamı vardır ve Mevlevi tarikatinin ayini olan sema’nın temel
hareketi olan dönme (ki Mevlevilikte buna çark atmak deniyor) Tanrı’nın ışığını her yönden almayı simgeliyor.
Mevleviler, teşekkür ya da takdir belirtirken "nur ol" derler. Nur, tasavvufta Allah’ın isimlerinden biridir.

Mevlana şöyle diyor :


"Sema nedir bilir misin ?
Varlıktan sıyrılıp kendinden geçerek,
Mutlak fena içinde beka tadı almaktır"
Burada, fena, benliğin Allah için yitirilmesi; beka ise ölümsüzlük, kalıcılık demektir.

"Ben, Muhammed’in nuru sırrına dayanarak derim ki,


Tanrı tamamiyle zevktir; tatmayan anlamaz"

Masonlara göre masonluk dışındaki dünya karanlıktır ve masonluğun amacı kişiyi ışığa ulaştırmaktır.
Masonlukta ışık kavramının çok özel bir önemi vardır ve onlar, mason kardeşlerini "masonik ziya"ya
ulaştırmayı amaçlarlar. Masonik ziya ebedi ziya’dır yani ölümsüz, kalıcı bir ışıktır ve bir mason ebedi ziya ile
nur’lanır. Masonların (Hür ve Kabul Edilmiş Masonların) Đstanbul’daki binası da zaten Nur-u Ziya Sokak’tadır
yani bu sokağa kendi öğretilerinin ana kavramını isim olarak verdirmişlerdir. Mason olmak isteyenlerin yemin
ettiği kürsünün etrafında meşaleler bulunuyor ve mason mabedindeki ışıkların anlamı var. Bu ışıklardan dış
evreni simgeleyen ışıklar "Kainatın Ulu Mimarı" yani dış evreni de yaratan ortada bulunan üç meşaleyle
simgeleniyor. Gerçek evren dedikleri yani masonların aradıkları, idealleri olan evren ise locanın en büyük
üstadı olan ve nazır seviyesinde bulunanların oturduğu yerlerdeki meşalelerle simgeleniyor. Masonluk, bir
yeni doğuşu simgelediği için mason, masonluğa girdikten sonraki yaşı kadar yaşamış sayılıyor. Ayrıca
mabedin yönleri aynen Hz. Süleyman’ın tapınağında olduğu gibi, bu yönlerin anlamları da oradan geliyor
zaten, özel anlamlara sahip ve bu yüzden her yöndeki duvarlara ayrı simgeler yerleştiriliyor. Şark duvarında
bir göz resmi ve altında da ışık saçan yıldız var ve bu ışık saçan yıldız da masonların Tanrı karşılığında
kullandıkları "Kainatin Ulu Mimarı"nı simgeliyor.

Mevlevihanelerin büyük olanına asitane küçük olanına ise tekke ya da zaviye deniyor. Asitanelerde matbah-ı
şerif denen bölüm (buraya ancak görevliler ki can deniyor ve üst düzey Mevleviler girebiliyor) var ve burada
mutfak ve törenlerin yapıldığı meydan- şerif bulunuyor ve meydan-ı şerife de tören zamanı dışında görevli ve
üst düzey olanlardan başkası giremiyor. Meydan-ı şerifte ortada kırmızı bir post duruyor ve hiyerarşik olarak
en üst düzeyi temsil ediyor. Şeyh, Mevlevihane açabilecek dereceye gelmiş Mevlevi dedesine verilen isim.
Đkinci postun rengi ise beyaz ve Meydancı Dede’ye ait. Meydancı Dede, meydan işlerini gören kişi ve şeyhin
postunu da ancak o seriyor ve kaldırabiliyor. Meydan- şerifte duran ücüncü postun rengi siyah ve Kazancı
Dede’nin postu. Kazancı Dede, mutfakta yardımcı durumdaki kişi.

Peki bu renk simgeciliği ve renklerin hiyerarşisi nereden geliyor ?

"Simya, değersiz madenlerden altın yapma işlemi." Đçrek bir öğreti olan simyanın tinsel düzlemdeki amacı
ise, sıradan insanı ‘tinsel’ insana dönüştürmektir. (…) Simyanın sonul amacı Büyük yapıtı gerçekleştirmektir.
Bu sürecin üç aşaması, Kara Yapıt, Beyaz Yapıt ve Kırmızı Yapıt’tır.
(…)
Kara Yapıt : Maddenin ilk dönüşüm aşaması; çözülme ve damıtılma aşaması.
Beyaz Yapıt: Ögeler kaynaşarak gümüşsü ya da aysı duruma gelirler; bu durumda maddenin tüm renkleri
beyazda birleşir. Kırmızı Yapıt: Elde edilen maddenin gümüşsu duruma geldiği son aşama." ( )

Mistik genel olarak, zahiri değil batıni olanlardan anlamlar çıkarır ve Tanrı’yı böyle kavrar, böyle ulaşmaya
çalışır. Bu ulaşma da derece derece, hamlıktan pişkinliğe giderek, kemale ererek olur. Masonlukta iki ayrı rit
(çalışma sistematiği) var : Kırmızı ve Mavi Rit.
Bizdeki masonlar kırmızı masondur yani Đskoç Riti’ne göre örgütlenmişlerdir. Masonların toplandıkları yer olan
mabedlerde girişte mutlaka iki sütun bulunur. Bu iki sütün Süleyman Tapınağı’ndan alınma semboller,
Süleyman Tapınağı’nda bu sütünlar yıkılmadan önce dururmuş. Süleyman Tapınağı yapılırken aletler,
belgeler ve işçilerin ücretleri de bu iki tunç sütunun içinde saklanırmış. Bu iki sütundan birincisine (B) deniyor
ve şimal yani kuzey sütunu olarak biliniyor. Đsmi Rut(h)’la evlenen Boaz’dan geliyor .Rut’un, Yahudiliğe
dönüş yapan Moavlı kadın olarak Yahudi Tarihi’nde özel bir önemi var; Rut’un oğlu Kral David’in (Davut)
babası. Elimele kuraklık nedeniyle Moav’a gidiyor ve orada evleniyor. Elimele ölünce eşlerinden Rut(h)
kayınvalidesini (Naomi) yalnız bırakmıyor ve onun dinini de benimsiyor. Rut(h) daha sonra Boaz’la evleniyor
ve bu evlilikten doğan çocuk Oved, David’in büyükbabasıdır. B Sütununun rengi kırmızı ve Boaz’ın Rut ile
evliliğinden doğan çocuklardan peygamber çıktığı ve soy ilerlediği için B Sütunu erkek cinsel organını temsil
ediyor.

Diğer sütün ise Jakin(J) Sütunu, rengi beyaz ve kadın cinsel organını temsil ediyor. Bu sütün cenup yani
güney sütunu olarak biliniyor. Mason mabedindeki örneğin siyah renk de malkut’u yani kırallığı temil ediyor.
Jakin Sütunu sefirotlardan netzah’ı (sonsuzluk) temsil ediyor; Boaz ise hod (görkem) sefirasını . Yahudi
mistisizminin temel kitabı Kabala’ya göre Tanrı, evreni yaratırken her birine sefira adı verilen 10 aşamada
yaratıyor. Kabala’ya göre Đbranicedeki 22 harf ve 10 adetten oluşan sefirotun harfleri insan bedeninin
bölgelerini, organlarını temsil ediyor. Kabalacılar ise aynen zikir gibi bir meditasyon yapıyorlar. Önce üç baba
denen, üç Đbrani harfini bilmek gerekiyor; bunlar : yod, he, vav.
Bu harflerin okunuşları dört yöne ve aşağıya yukarıya olmak üzere altı adet permütasyonu söylererek zikir
başlıyor. Daha sonra Kabala’da belirtilen hayat ağacı ya da sefirot (sefira’nın çoğulu, sefiralar) ağacı denen
10 adet kavramı temsil eden oldukça uzun söz ve hareketlerle kendinden geçme başlıyor. Bu 10 kavram,
Adam Kadmon’a yani mükemmel insana ulaşma durumuna geçmek için yapılıyor ve bu duruma "şiur hohma"
yani akıl ve bilgelik ruhu deniyor. Kabalacılar, diğer mistikler gibi zahiri değil ancak batıni olarak metafizik
olanın anlaşılacağını ve bunun için de gerek teorik gerekse de pratik eğitimin zorunlu olduğunu
söylüyorlar.(11) (12)(13) (14)

Berin Nadi, "iyi doğmuş" birisi olarak "sıradan" birisiyle evlenemezdi; ilk seçtiği eşi de kendisi gibi "iyi
doğmuş" birisiydi elbette ve ilk kayınpederi de (Tanburi Cemil Bey) ikinci kayınpederi kadar meşhur birisidir.
Đlk eşi Mesut Ekrem Cemil Tel de, Berin Nadi’nin simgelediği Tanzimat-Đttihat-Cumhuriyet sürekliliğinde
egemen ideolojinin kültür dünyasında, modernleşmenin radikal örneklerinden biri olan radyoda alaturka
müzik yasağında bir "misyon" sahibidir. Modernleşmenin kültür hayatında geçmişten yani modern-
olmayan’dan kopuşun önemli ve keskin bir dönemeci olan bu örnek ile örneğin savunucuları önemlidir.
"Ve son olarak, bütün resmî uygulamalar ve tercihlerden Türk musikisi şefi olan Mesut Cemil Tel sorumlu
tutulmaktadır. Ünlü musiki üstadı Tamburî Cemil Bey'in oğlu olmasından başlayarak, kötü muamelelerden,
disipliner ve otoriter kişiliğine kadar Mesut Cemil, alafranga-alaturka musikisi tartışmalarının merkezindedir:
"Türk musikisinin silinmesine gayret sarf edenlerin başında eski bir Türk musikisi üstadı babanın oğlu Mesut
Cemil gelmektedir". Bir yazıdaki iddiaya göre Mesut Cemil, radyodan ayrılmak isteyenleri ikna etmek isteyen
umum müdürüne karşı çıkarak şöyle diyecektir: "Aman efendim, hepsi gitsin siz korkmayın, ben keman
çalarım, ut çalarım, tambur, kanun ve lavta çalarım. Eksikliklerini hissettirmeyiz. Biz işi yürütürüz". (…) Mesut
Cemil, yalnızca bu tartışmalarda değil uzun yıllar musiki ile ilgili bütün yazı, yorum ve iddialarda ismen,
çoğunlukla da olumsuz bir biçimde geçecektir. Bir gazinoda öfkeli bir dinleyicinin ayağa kalkarak "Mesut
Cemil gelsin de görsün! Türk musikisine ihanet ettiğini, babasının ruhunu da tazip ettiğini hiç düşünmüyor
mu acaba" dediği gazetelere geçecektir." ( )

Kayınpeder Tanburi Cemil Bey’in babası Mehmet Tevfik Bey; Arapça, Farsça, Đngilizce, Fransızca, Almanca,
Đtalyanca biliyor. Vali muavinliği, Tahran’da sefirlik ve ceza mahkemesi hakimliği yapan üst düzey bir
bürokrat. Cemil Bey’in büyük ağabeyi Reşat Bey, Bektaşi ya da Melami olduğu söylenen mistik bir kişilik.
Amcası Refik Bey, Fikret Karakaya’nın ifadesiyle "bir tanzimat tipi" olarak, Cemile Sultan’ın kahyası, Ticaret
Genel Müdürlüğü, Emniyet Sandığı ve Şirket-i Hayriye Yönetim Kurulu Üyeliği, Borsa komiserliği yapmış,
Yüksek Ticaret Okulu’nu kurmuş ve iddiaya göre II. Abdülhamit tarafından zehirlenerek öldürülmüş. ( )
Çizilen portre ile Berin Nadi’nin misyonu tam örtüşüyor.

Bu tabloda, ilk eş Mesut Cemil Tel’in de tablonun tamamlanması için mutlaka mason olması gerekiyor ve
evet Mesut (Ekrem) Cemil Tel de mason. ( )

Abalızade Haci Halil Efenedi’nin oğlu olarak 1879 yılında Fethiye’de doğdum. Đlk tahsilimi orada yaptım.
Sonra Rodos Adası’na gittim. Orada sürgün hayatlarını geçirmekte olan Ahmet Mithat Efendi’yle Ebüziyya
Tevfik’in kurdukları Süleymanite Medresesinde okudum. Medreseyi bitirdikten sonra Đstanbul’a gelerek
Galatasaray Lisesine ve Hukuk Mektebine devam ettim. Gazeteciliğe büyük hevesim vardı. Baba Tahir’in
‘Malumat’ gazetesinde çalışmaya başladım. (…) Bense Rodos’ta Süleymaniye Medresesindeki tahsilim
sırasında etkisi altında kaldığım istibdat karşıtı, meşruti, özgür düşünceden yana biriydim. Bu yönüm kısa
süre sonra bana da Abdülhamid istibdatının sürgün yollarını açacaktı. Nihayet 1901’de hem gazetecilik
faaliyetimden, hem de gizli cemiyete katılmak suçundan 3 yıl Midilli’ye sürgün cezasına çarptırıldım. (…)
Meşrutiyet’in ertesi yılı Cemiyet yöneticilerinin çağrısı üzerine ailemi, çoluk-çoğumu da toplayarak Selanik’e
gittim. " ( )

Özgür düşünceli olduğunu söyleyen Yunus Nadi, Cumhuriyet vasıtasıyla Hitler’e verdiği destek nedeniyle
Yunus Nazi olarak anılmadan önce, cemiyet dediği Đttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik’te çıkardığı
"Rumeli"nin baş yazarı da oluyor. Daha sonra da "Tanrı" yürü ya kulum dediği için Aydın mebusu olacak,
Ebüziyya Tevfik’le bir kez daha yolları kesişecek ve gazetesinde önce yazar, daha sonra değineceğimiz çok
önemli bir ailenin mensubu olan Ebüziyya Tevfik’in ölümü sonrasında da başyazar olacaktır. Mustafa Kemal
ile de Selanik’te tanışmışlar. Cumhuriyet’in künyesinde kurucusu olarak sadece Yunus Nadi’nin ismi var, ama
bir kurucu daha var ve o da çok meşhur birisi : Zekeriya (Mehmet) Sertel. Yazılarını ve kitaplarını beğeniyle
okuduğum Gündüz Vassaf’ın dayısı Zekeriya Sertel uzun bir sürgün sonrası 70’li yıllarda Milliyet’te yayınladığı
anılarında Nazım Hikmet için bazı TKP’lilerin hoşlanmadığı şeyler yazdığı için taşa tutulmuştu. Gündüz Vassaf,
annesinin ağzından dayısının Yunus Nadi ile bir yolsuzluk yüzünden ters düştüğünü yazıyor. ( )

Şimdi halkalar içiçe ve hep de içiçe kalacak, şöyle ki : Yunus Nadi, Berin Nadi’nin kayınpederi Mehmet
Zekeriya Sertel’le Cumhuriyet’i çıkarıyor. Berin Nadi, Halide Edip’in kucağına doğmuş; Halide Edip, Sertel
çiftini ABD’ye Columbia Üniversitesi’ne kendi kesesinden verir gibi tamamen keyfi olarak devlet bursuyla
gönderiyor. ( ) Cumhuriyet’in merkez binası yani Kırmızı Konak, ĐTC’nin merkezi ve Talat Paşa, Berin
Nadi’lerin evine gelip gidecek kadar yakınlığı var. Ancak bitmedi, Zekeriya Mehmet ve Sabiha Sertel çiftinin
nikah şahitleri Talat Paşa ve Tevfik Rüştü Aras. ( ) Rüştü Aras ve Yunus Nadi "sahte" TKP’nin kurucularından.
Tevfik Rüştü Aras, Kırmızı Konak’ı Yunus Nadi’ye veren Mustafa Kemal’in eşi Latife Uşaklıgil’in akrabası. ( )
Tevfik Rüştü Aras aynı zamanda Dr. Nazım’la ve Menderes ile de akraba; Fatin Rüştü Zorlu’nun da
kayınpederi.
Bütün bunları açacağız, ancak Uşaklıgil isminde durmamız gerekiyor.
"Halit Ziya Uşaklıgil'in torunu. Emine Uşaklıgil Kopenhag Kahire Washington ve Paris'te görev yapmış bir
büyükelçinin Bülent Uşaklıgil'in kızıdır. 1975 yılında Ayrıntılı Haber gazetesinde gazeteciliğe başladı. 1977
yılından sonra Cumhuriyet gazetesinde çalıştı.Son olarak Yeni Yüzyıl gazetesinde yazdı. Emine Uşaklıgil,
Osmanlı hanedanından bir prensle evlendikten sonra boşandı ve Đsviçre'den Türkiye'ye geldi.Bilahare Asaf
Savaş Akat’la evlendi, boşandı. (…) Türk basını deyince akla gelen ailelerden olan Abalıoğlu Yunus Nadi'nin,
diğer taraftan da ünlü edebiyatçımız Halid Ziya Uşaklıgil'in torunu olan Emine Uşaklıgil, (…) Emine Hanım
baba tarafından Aşk—ı Memnû'nun yazarı Halid Ziya Uşaklıgil'in torunudur. Halid Ziya Uşaklıgil ile Atatürk'ün
eski eşi Latife Hanım'ın (Latife Uşaklı'nın diğer kızkardeşi Vecihe Hanım da Osmanlı'nın son seraskeri Müşir
Mehmet Rıza Paşa'nın oğlu Süreyya Đlmen'le evlenir. Onun işadamı oğlu Erdem Đlmen ise Đsmet Đnönü'nün
yeğeni —kardeşinin çocuğu— Mutlu Temelli ile birleştirir hayatını. Süreyya Đlmen'in Đngiltere'de tekstil işi
yapan torunu Birgül Đlmen ise, eski cumhurbaşkanlarından Fahri Korutürk'ün eşi Emel Hanım'ın yeğeni
ekonomist Ömer Aral'la evlenir) babası Muammer Bey kardeş çocuklarıdır. Halid Ziya Uşaklıgil, Meclis—i Ayan
Reisi Emin Ali Efendi'nin Boşnak kökenli Fahriye Hanım'la evliliğinden doğan Memnune Hanım'la evlenir.
Çiftin bu evliliklerinden Vedide, Bihin, Güzin, Sadun, Vedat, Bülent adında çocukları olur. Vedide, Güzin ve
Sadun erken yaşta vefat eder. Emine Hanım'ın da babası olan Bülent Uşaklıgil hariciyeci olmayı koyar
kafasına. Olur da. Bülent Bey, 1933'te Abalioğulları'nın kızı Leyla Hanım'la evlenir ve eşiyle birlikte Fethi
Okyar'ın Büyükelçi olduğu Londra'ya gider. Nadi ve Uşaklıgil Leyla Hanım, çiftçi Abalıoğlu ailesinden bir ara
tapuda çalışan Fethiyeli Abalızade Halil Efendi'nin Ali, Sadık, Ömer, Abdullah, Gülsüm, Mehmet Yunus Nadi
adındaki çocuklarından en sonuncusunun kızıdır. Atatürk'ün emri ile Cumhuriyet gazetesini kuran Yunus
Nadi'nin hayat hikâyesi biraz da Türk basın tarihinin hikâyesidir aslında. 1879'da Fethiye'de doğan Đttihatçı
ve milliyetçi Yunus Nadi, —öncesinde de başka gazetelerde çalışır fakat— 1920'lerde Yeni Gün gazetesini
çıkarır. Atatürk'ün teklifi ile Hakimiyet'i Milliye ile Yeni Gün'ü birleştirerek Đttihat Terakki'nin binasında 1924'te
Cumhuriyet adıyla yayınlamaya başlar. (…) Nazime—Yunus Nadi çiftinin ilk çocukları Nadir Nadi (Berin Nadi
ile evlenir) Cumhuriyet'in bir numaralı hakimi olarak tanınır. 1969'da vefat eden küçük oğlu Doğan'ın (Mary
Elizabeth ile evli idi. Suzan ve Mina adında iki çocuğu oldu.) dışında çiftin son çocukları olan Nilüfer Hanım
avukat Niyazi Nun'la evlenir (Onlar da iki çocuk sahibidir: Lâle ve Ali). Fransız ekolünden Leyla—Bülent
Uşaklıgil çifti Fransa'ya geçtiklerinde ikinci çocukları Emine (birincisi Zeynep, Türkiye'de doğar. Amerikalı
Homer Lange ile evlidir.) dünyaya gelir. Küçük Emine Türkiye'ye ilk defa henüz birkaç aylık iken gelir. (…)
Ankara'da oturduğumuz ev de bugünkü Đsrail sefaretinin binası idi. Büyük bir bahçe içinde ve güzel bir ev."
Emine, bilinçlenmeye başladığında yine yurtdışında bulur kendisini. Bülent Uşaklıgil, bu sefer büyükelçidir.
(…) Menderes, Fatin Rüştü ve Hasan Polatkan asıldı. O tarihte Washington Büyükelçisi babam. Amerikan
yönetimi Menderes'in asılmaması için büyük bir çaba harcıyor. Menderes asıldığında babam bir kalp krizi
geçiriyor. (…)Emine Uşaklıgil, Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisidir artık: "Đlginç ve hareketli yıllar.
Sinema arada bir depreşti, Cumhuriyet gazetesi öncesinde ve sonrasında." Oktay Akbal: Yeğenin niye
Cumhuriyet'te değil? Emine Uşaklıgil, Türkiye'ye geldiğinde yıl 1966'dır: "1967'de Cumhuriyet'te çalışmaya
başladım. Muhasebede bir süre kaldıktan sonra dış haberler servisinde çalıştım." Mehmet Barlas'ın başında
bulunduğu dış haberler servisinde Ergun Balcı ile birlikte üç kişidirler. 1969'a gelindiğinde Emine Uşaklıgil, —
daha sonra ikincisi de olacaktır— ilk evliliğini yapar: (…) ayrıldıktan sonra Onat Kutlar, Hasan Karabey ve
Osman Kavala ile birlikte ĐFA(Đstanbul Film Ajansı)'na katılarak depreşen sinema hevesini yatıştırmaya
çalışan Emine Hanım, bir süre hem film dağıtımı yapar hem de Alkazar Sineması'nı işletir. Daha sonra Yeni
Yüzyıl'daki yazıları ile basına tekrar dönen Emine Uşaklıgil, devam ettirdiği gazeteciliğini bugün de internette
sürdürmektedir. Helsinki Yurttaşlar Derneği üyesi olan Uşaklıgil, rüzgar sörfünün yanında bahçe işleri ile de
uğraşmaktan hoşlanmaktadır. Emine Hanım, babası Bülent Uşaklıgil'in dışında halası Bihin Hanım,
Cumhuriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Üyesi ve Hukuk Müşaviri Nihat Türel ile Yönetim Kurulu Başkan Vekili
Reşat Atabek'in üzerindeki emeklerini unutmuş değildir." ( )

Uşşakizade Muammer Bey, bir dönem Đzmir Belediye Başkanlığı da yapmış zengin bir kişi. Latife Hanım da
Đsviçre de okuyacak kadar burjuva ve modern bir ailenin kızı. Köşklerinden sahile doğru indiğinizde Sadıkbey
isimli otobüs durağına gelirsiniz; durağın ismi, Latife Hanım’ın kardeşi Sadık Bey’in yalısının burada
olmasından geliyor.

Cumhuriyet’in Makedonya geneli, Selanik özeliyle çok yakın ve günümüze kadar süren bağı var. Ergun Balcı
tıpkı Berin Nadi gibi Işık Liseli ve bir başka Işıklı ve Cumhuriyet’te de yazmış olan Đsmail Cem’in kuzeni ( )
Bütün hayatı boyunca sadece Cumhuriyet’te çalışan karikatürist Ali Ulvi de Đsmail Cem’in ablasıyla evliydi. ( )
Ali Ulvi de, Ergun Balcı da, artık Đpekçi soyadını kullanmayan Đsmail Cem de, Emine Uşaklıgil’in bahsettiği
Atabek de Selanik kökenliler. 1878 Osmanlı - Rus Savaşı sonrası bölgede Berlin Konferansı’nda alınan karar
sonucu bir müfettişlik kuruluyor ve bu müfettişlik, Müslüman olmayanlarını koruyordu ve bu durum Selanik’te
masonluğun serbetstçe açılması ve yayılması sonucunu doğurmuştur. Selanik, ilk mason locası açılan
Osmanlı şehriydi. ( )

"Mozart’ın en büyük üç operasının konuları ile Fransız Devrimi’nin sloganları arasında koşutluk görülmüştür.
Saraydan Kız Kaçırma’nın konusu özgürlük, Figaro’nunki ise eşitliktir. Mozart son operası Sihirli Flüt’te ise
kardeşlik mesajı ile slogan üçlemesini tamamlamıştır." ( )

1789’un asıl ve en büyük etkisi milliyetçilik olmuştur ve milliyetçilik, Fransa’dan dalga dalga yayılmaya
başlamıştır. Jön Türkler’in ismini aldığı Jön Avrupa Giuseppe Mazzini isimli bir masonun önderliğinde bir
örgüttü ve çalışma yeri olarak da mason localarını seçmişti. Masonlar, Avrupa’da monarkların karşısına çıkan
hareket ve örgütlere destek veriyorlardı. Masonluğun karşısına dikilen en büyük isim de, bugünkü Avrupa’nın
mimarı kabul edilen Mettenernich olacaktı. Metternich karşısında gizli örgüt Carbonari devereye girecek ve
masonlarla bütünleşecektir. Fransa’da oluşturulan Carboneri, Bourbon Hanedanı’na karşı tamamen
masonlardan oluşan bir kadroyla kurulurken Đttihat ve Terakki Cemiyeti (ĐTC) de örgütlenme yapısı olarak
Carbonari’yi dolayısıyla masonları örnek model olarak alacak ve elbette ĐTC’nin önderleri de masonlar
olacaktı. ( ) Monarşiye karşı cumhuriyet (bizde önce meşrutiyet) monarkın gücüne karşı gizli örgüt, devletin
aygıtlarına karşı masonik örgütlenme modeli vardı. Dönemin felsefesi pozitivizimdi ve bilime tapılıyordu,
aydınlama sonrası pozitivizm ve zincirin devamı olarak modernleşme ortaya çıkmıştır. Đttihat ve Terakki’nin
ismi de zaten Pozitivizmin babası A. Comte’un ,Ordre et Progress’inden geliyor. Fransız Devrimi’nin ünlü
sloganları da, sloganları oluyor. Pozitivizm, Đttihatçılık, sonra Cumhuriyet ideolojisi çakışıyor.

GÖKYÜZÜ

Has Ailesi ve Bağlar

Behçet Türkmen, Coca-Cola Türkiye’yi Has Ailesi ile (%10’u Türkmen’e, % 90’ı Has’lara ait olmak üzere)
kurmuşlardır. Kadir Has malum, Demirel’in yakın dostudur ve Rus Tatarları’ndan Nazi Veli Menger’le birlikte
Otomarsan’ın ortağıdır. Kadir Has ayrıca Akbank’ın kurucularındandı, sonra hisselerini diğer ortak Sabancı’ya
devretti. Otomarsan’ın büyük ortağı Daimler-Benz’dir ve Veli Menger Hitler döneminde Đsmet Đnönü’nün
Nazilerle kuryeliğini yapıyor ve Mercedes Türkiye temsilciliği de diğer işidir. Otomarsan, 12 Eylül sonrası
askeri araç üretme izni almıştır ve ortaklığına da, Đş Bankası, Kara Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı, Suudi
Natioanal Otomobile Ind. Gibi kritik isimleri dahil etmiştir.
6-7 Eylül günü zamanın CIA Başkanı Allen Dulles Türkiye’de bulunmaktadır. O zamanki adıyla MAH olan gizli
servisin başında da Behçet Türkmen bulunmaktadır. Oğlu Đlter Türkmeni 12 Eylül’ün Dışişleri Bakanıdır, eski
büyükelçidir ve Đlter Türkmen, Dışişleri Bakanı olduğunu ilk olarak, Şükrü Elekdağ’ın yakın dostu Büyükelçi
Spain’e haber vermiştir; Türkiye insanı haber almadan, Spain öğrenmiştir. MHP’den Đzmir milletvekili
adayıydı, seçilemedi.
Behçet Türkmen, ünlü bir masondur aynı zamanda (Đlhami Soysal, Masonlar ve Masonluk)

HBB televizyonu hatırlanacağı üzere, Susurluk patladığında, polis memurlarından, Sedat Bucak’a kadar bütün
isimlerin çıktığı ve dezenformasyon yaptığı kanaldı. HBB’nin açık adı Has Bilgi Birikim’dir. Yine Has ailesinin
bir ferdi 90’lar sonrasında uzun süre MHP Đstanbul Đl Başkanlığı’nı yürütmüştür. Bukişi en son Murat
Demirel'in Rauf Tamer'e verdiği rüşveti getiren kişidir de. Bu kişiyi Mahir Çayan ve arkadaşları kaçırıp fidye
almışlardı.

Đstanbul Bankası da bu ailenin idi ve Đstanbul Bankası’nın başında da Özer Çiller vardı. O döndemde Özer
Çiller’in şoförü ve kuryesi olan kişi daha sonra Manukyan için çalışırken, Manukyan’ın yaralandığı bombalı
suikastte öldürüldü.Yakubi Kadir Has
1921 Yılında Nuri-Zekiye HASOĞLU'nun evladı olarak Kayseri'de doğdu. 1942 yılında Boğaziçi Lisesi'nden
mezun oldu. Kayseri'nin tanınmış ailesi ve eşrafından olan Mehmet-Şehime Germirli'nin kızı Rezan Hasoğlu
ile 1942 yılında evlendi. Babası Nuri HASOĞLU, yorulma bilmez çalışkanlığı, azmi ve dirayeti ile, Adana'da
yoktan başlayıp kurduğu birçok fabrika ve ticari kuruluşlarla Ülkenin sayılı zenginleri ve AKBANK'ın kurucuları
arasında yer aldı.

Kadir HASOĞLU evlendikten sonra hemen iş hayatına atıldı. Ailesinden tevarüs ettiği özellik ve varlık yanında,
girişimci zihniyetli, çalışkanlığı ve azmi sayesinde, kamyon ve traktör pazarlama, yani ağırlığı otomotiv
ticaretine yönelik iş hayatı ile, Adana'da kısa sürede sayılı iş adamları arasında yer aldı. 1960 yılında
Đstanbul'a yerleşen Kadir HASOĞLU, ağırlığı otomotiv sanayine yönelik işler olmak üzere, dürüstlüğü, azmi ve
güvenilir kişiliği ile, Đstanbul'da yine sayılı ve varlıklı iş adamları arasında yer aldı. Mercedes Otobüs ve
Kamyon Fabrikası'nı kurdu ve bu kuruluşun uzun yıllar Yönetim Kurulu Başkanlığı ve üyeliği görevini yürüttü.
Ülkemizde ilk olarak Coca-Cola Fabrikasını kurdu. Koç ailesi ile Bursa'da "Karsan" adıyla Peugeot marka
Minibüs fabrikasının ortakları arasında yer aldı. Fransızların meşhur Michelin Lastikleri'nin Türkiye
distrübütörlüğünü üstlendi. Ayrıca, benzeri çeşitli ticari kuruluşları gerçekleştirdi. Kadir HASOĞLU, Sabancı
Ailesi'nden sonra Akbank'ın en büyük kurucu hissesine sahiptir. Kadir HASOĞLU, dirayetli yönetimi sayesinde
kurduğu ve geliştirdiği ticari kuruluşların hepsinde, hiçbir ihtilafa düşmeden büyük bir başarı sağladı ve her
işten alnının akı ile çıktı. Kadir HASOĞLU'na, eğitime ve öğretime verdiği önemli katkılarla, gelecek nesillerin
en iyi şart ve ortamlarda yetişmesi için gösterdiği çaba ve gayretlerden dolayı, Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi Senatosunca 16 Nisan 1998 tarihli toplantısında alınan kararla 1 Haziran 1998 tarihinde Eğitim
Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Eğitim Yönetimi-Planlaması ve Ekonomisi alanında Onursal Doktora Payesi,
ayrıca Marmara Üniversitesi Senatosunca 8 Temmuz 1997 tarihli toplantısında alınan kararla 30 Haziran
1998 tarihinde Atatürk Eğitim Fakültesinin Türk Eğitimine yaptığı maddi ve manevi katkılardan dolayı
kendisine Fahri Doktorluk Payesi verilmiştir. Kadir HASOĞLU ve Rezan HASOĞLU, 1991 yılında kurdukları
"Türk Eğitimine Özgü Kadir HAS Vakfı-HASVAK" ile başta eğitim ve sağlık olmak üzere, Ülke kalkınmasına
yönelik çok önemli hayır işlerine yöneldikleri gibi ayrıca, vasiyetleri gereği tüm servetlerini adı geçen vakfa
bağışladılar. Diğer bir deyimle, ülkesinden kazandıklarını yine Ülkesine vermenin en büyük onur ve vefa
borcu olduğuna inanmaktadırlar. Kendi adı ile kurulmuş bulunan Kadir Has Üniversitesinin eğitimine başlayıp
gelişmesini görmek en büyük tutkusudur.

http://www.khas.edu.tr/mheyeti/ozgecmis/kadirhas.htm

Jülide Ateş - Sabetaycı Đmparatorluğu - Türkiye Coca-Cola - CIA

Coca-Cola Türkiye'nin % 40'ı Coca-Cola Company'nin, % 20'si Anadolu Grubu'nun, % 20'si Đzmirli Özgörkey
Ailesi'nin. Erdoğan Özgörkey'in oğlu Murat Özgörkey, sosyetenin tanınmış bir ismi ve Jülüde Ateş'in de ilk
eşi. Özgörkey'ler aynı zamanda Đzmir Coca-Cola'nın da sahipleri. Pek çok sahada faaliyet gösteriyorlar, gıda,
otomotiv vs. Murat Özgörkey ile Şebnem Çapa kuzenler. Çapa Ailesi'nden, Koçlarla, Yalmanlarla olan
bağlarından uzun uzun bahsetmiştim. Çapa Ailesi Yakubi. Kapancı Nazlı Ilıcak'ın kontrgerillacı ağabeyi Ömer
Çavuşoğlu'nun kızının annesi, eski eşi bir başka Çapa'yla evlenmiş. Çapa Ailesi ile ünlü müteahhit Çarmıklı
dünür oluyor.

Anadolu Grubu ise TÜSĐAD Başkanı Amerikan uşağı Tuncay Özilhan'nın holdingi. Efes Pilsen de bunların,
daha pek çok büyük şirketleri var. Tuncay Özilhan'ın Đstanbul Anadolu Yakası Ana Dağıtım Bayi ise Ahmet
Mesut Yılmaz'ın oğlu ve Mesut Yılmaz'ın kızkardeşinin eşi. Bu zat ANAP Şişli eski Đlçe Başkanı.
Coca-Cola Anadolu Grubu'na geçmeden önce Yakubi Has Ailesi'ne aitti.

6-7 Eylül günü zamanın CIA Başkanı Yahudi Allen Dulles Türkiye’de bulunmaktadır. O zamanki adıyla MAH
olan gizli servisin başında da Behçet Türkmen bulunmaktadır. Kimdir bu Behçet Türkmen ? MAH’ı CIA’ye
teslim eden adam olarak tarihe geçmiş.

Önce daha iyi tanınan oğlu Đlter Türkmen’den başlayalım. 12 Eylül’ün Dışişleri Bakanıdır, eski büyükelçidir .
Đlter Türkmen, Dışişleri Bakanı olduğunu ilk olarak, Şükrü Elekdağ’ın yakın dostu Büyükelçi Spain’e haber
vermiştir; Türkiye insanı haber almadan, Spain öğrenmiştir. MHP’den Đzmir milletvekili adayıydı, seçilemedi.

Babası mason Behçet Türkmen, Coca-Cola Türkiye’yi Has Ailesi ile (%10’u Türkmen’e, % 90’ı Has’lara ait
olmak üzere) kurmuşlardır. Kemal Has, Coca-Cola fabrikası içinde ben çocukken yanılmıyorsam
şoförütarafından öldürüldü. Kadir Has malum, Demirel’in yakın dostudur ve Rus Tatarları’ndan Nazi Veli
Menger’le birlikte Otomarsan’ın ortağıdır. Kadir Has ayrıca Akbank’ın kurucularındandı, sonra hisselerini diğer
ortak Sabancı’ya devretti.Otomarsan’ın büyük ortağı Daimler-Benz’dir ve Veli Menger o Hitler döneminde
Đsmet Đnönü’nün Nazilerle kuryeliğini yapıyor ve Mercedes Türkiye temsilciliği de diğer işidir. Otomarsan, 12
Eylül sonrası askeri araç üretme izni almıştır ve ortaklığına da, Đş Bankası , Kara Kuvvetleri Güçlendirme
Vakfı, Suudi Natioanal Otomobile Ind. Gibi kritik isimleri dahil etmiştir.

HBB televizyonu hatırlanacağı üzere, Susurluk patladığında, polis memurlarından, NAzlı Ilıcak'a ondan Sedat
Bucak’a kadar bütün isimlerin çıktığı ve dezenformasyon yaptığı kanaldı. Susurluk CIA demektir HBB’nin açık
adı Has Bilgi Birikim’dir. Yine Has ailesinden Mete Has bir ferdi 90’lar sonrasında uzun süre MHP Đstanbul Đl
Başkanlığı’nı yürütmüştür. Mete Has, en son, Şişli Terakki mezunu Egebank'ı hortumlayan Murat Demirel’in
gönderdiği rüşveti Gazeteci Rauf Tamer’e götürmesiyle gündeme geldi. Malum Rauf Tamer de MHP'lidir.
Mahir Çayan bu şahsı yani Mete Has'ı (başkaları da vardı) otuz küsur sene önce kaçırmış ve fidye almıştı.
Mahir, Đsrail Başkonsolosu Elrom'u da kaçırmıştı. Elrom'u Mahirler kaçırmasa Denizler kaçıracakmış zaten.

Kadir Has, AKBANK'ı Sabancı ile kuran Boğaziçi Lisesi mezunu şahıstır. Has Üniversitesi de onundur. Diğer
Has'larla arası açık.

Đstanbul Bankası da bu ailenindi ve Đstanbul Bankası’nın başında da genel müdür olarak Süleyman Özer
Uçuran Çiller vardı. Đstanbul Bankası hortumlanmıştı ve bütün zarar devlete yüklendi. O dönemde Özer
Çiller’in şoförü ve kuryesi olan kişi daha sonra Manukyan için çalışırken, Manukyan’ın yaralandığı bombalı
suikastte öldürüldü. Suikast Manukyan'a yapılmamıştı. Manukyan'ın şoförü, Gönye Vadisi Locası'na bağlı
Süleyman Özer Uçuran Çiller'in aleyhine ifade veren ve herşeyi anlatacağını söyleyen eski kuryeye ve suikasti
de Çatlı Ekibi yapmıştı. Çatlı, üst düzey tetikçilerin eğitildiği Costa Rica'daki CIA kamplarında eğitilmişti.
Fethullah Gülen'i ABD'de havalalanında karşılayan kişidir. Halık Kırcı da Gülen'e ait çiftlikler saklanmıştı.
Fethullah Gülen'e ABD vizesi alan da Tayyibe Gülek'ti.

Sami Süleyman Demirel ya da gerçek ismiyle Dolaksızoğlu Süleyman Sami Gündoğdu'nun kardeşi Hacı Ali
Demirel, Has Ailesi ile Coca-Cola'da ortak oldu, yine Has Ailesi'ne ait Pereja Kolonyaları'nın da ortağı.

Bu Türkiye'nin tablosudur. Oligarşi yani Sabetaycı Sermaye, gizli servisler, Türkiye Güzeli seçilmek için
Sabetaycı olmak gerektiği (zaten düzenleyen ve jüri üyeleri de onlardan) hortumlama, cinayetler,
provokasyonlar, ABD uşaklığı vs vs herşey içiçedir. Türkiye işte budur.

Gokyuzu [SANDAL] ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


Devrimcilerin ve Anti-Emperyalistlerin Öldürülmeleri Đçin Ödenen Para

Organize cinayet şebeklerini finansal olarak organize eden kişi ölümüne kadar Berker Đnanoğlu’ydu. Türkeş’in
el yazısıyla yazdığı notlara göre, Berker Đnanoğlu bizzat Türkeş adına para topluyordu. Berker Đnanoğlu’nun,
Türkeş’e verilmek üzere kendine kimin ne kadar para verdiği de, bu liste de Türkeş’in el yazısıyla
bulunmuştur ve bilinmektedir.

Kemal Türkler cinayetine bizzat da karışan, cinayeti organize denlerden birisi olan Berker Đnanoğlu,
Sabetaycıların Karakaş kolundandı. Oğlu Sezer Đnanoğlu (Sezercik), Işık Lisesi’nden mezun tıpkı kuzeni olan
Türker Đnanoğlu ve Filiz Akın’ın oğlu Đlker Đnanoğlu (Yumurcak) gibi. Filiz Akın daha sonra yurtdışındaki bir
yahudi sermayedarla evlendi, şu anda da MĐT Müsteşarlığı ve Paris Büyükelçiliği de yapan Sönmez Köksal.

Berker Đnanoğlu’nun o dönemdeki partideki resmi sıfatı MHP Đstanbul Đl Örgütü Mali Müşaviri’dir. MHP’ye,
"devrimcilerin ve anti-emperyalistlerin öldürülmesi için" -bilinen, bulunan rakamıyla- 535 OOO T.L para
verenlerden birisi. Örneğin 85 bin TL ile Ali Dinçkök’ten gelmiştir. Sakıp Sabancı, Mete Has, Ali Koçman, Jack
Kamhi, Üzeyir Garih, Feyyaz Berker, Ergin Demirören (BJK Futbol Şube Sorumlusu Yıldırım Demirören’in
amcası, Yıldırım’ın babası Erdoğan Milangaz’ın sahibidir) Halis Komili, Đbrahim Bodur, Nihat Gökyiğit
(TEKFEN’in üç ortağından bir diğeri) …

Gokyuzu [SANDAL]Sevgili site yöneticisi; Bilindiği gibi NTV televizyonu Cavit Çağlar tarafından Nuri
Çolakoğlu'na kurdurulmuştur. Nuri Çolakoğlu uzun yıllar NTV yönetmi kurulu başkanlığı yapmıştır. Bu
dönemin yönetim kurulu üyesi de Erman Yerdelen'dir. Đlk Ankara Temsilcisi de genç yaşına rağmen Murat
Yetkin olmuştur. Cem Aydın da daha çocuk yaşta NTV Đstanbul haber müdürü yapılmıştır. Cavit Çağlar daha
sonra kanalı Ayhan Şahenk'e sattı. Nuri Çolakoğlu birkaç sene sonra kanaldan ayrıldı. Erman Yerdelen
yönetim kurulu başkanlığına getirildi. Murat Yetkin Sabah gazetesi Ankara Temsilcisi oldu. Murat Yetkin'in
yerine de genç bir diplomasi muhabiri olan Murat Akgün NTV Ankara temsilciliğine getirildi. Çünkü dönemin
Dışişleri Bakanı Đsmail Cem'di!!! Diğer Cem, Cem Aydın da Nuri Çolakoğlu'nun yerine geçti çocuk yaşta. NTV
genel müdürü yani patron oldu. Kendisi aynı zamanda Tarhan Erdem'in damadıdır. Ve de bildiğimiz gibi adı
geçen tüm insanlar sabataydır. Saygılarımla..

Ayla ErhanAkkök ya da Dinçkök Online: 1 Hits insg.: 3231 Hits heute:


79
Dinçkök Đmparatorluğu genelde holdingin asıl adını taşıyan Akkök olarak fazla bilinmez; en bilinen yatırımları
ise ünlü Ak -Merkez’dir. Oysa; Aksu, Dinarsu, Ak-Al, Aksa, Akpa, Atak, Akkim, Afiş, Akmeltem, Đleri Đplik, Ak
Turizm, Akkoy Turizm vs gibi başta tekstil olmak üzere, turizm, enerji, kimya vs pek çok alanda falliyet
gösren bir dev holding; ayrıca Kaşıkadası’nın da sahipleri. (Mustafa Sönmez, Kırk Haramiler- Türkiye’de
Holdingler) Pek çok yerde Türkiye’nin 5. büyük zengini olarak geçiyor. (Holdingin web sitesi için :
www.akkok.com.tr)
Kurucu Raif Ali Dinçkök, Selanik doğumlu ve diğer Sabetaycılara benzeyen şekilde Selanik’ten önce Đzmir’e
göç ediyorlar, sonra da Istanbul’a. Raif Ali Bey’in oğlu Ali Dinçkök’ün oğlu da dedesinin ismini taşıyor ve daha
çok Fenerbahçe Spor Klübü vasıtasıyla kamuyoyunda tanındı. Torun Raif Dinçkök bugün Fenerbahçe içinde
çok etkili ve Aziz Yıldırım’ın destekçilerinden birisi. Raif Ali Bey’in diğer oğlu da çok meşhur : Ömer Dinçkök ,
TÜSĐAD Başkanlığı da yaptı ve Ömer Dinçkök ayrıca sık sık, kokain davaları, baskınlar ve yaşadığı ilişkilerle
gündeme geliyor.
Kurucu Raif Ali Dinçkök’ün kızı Nilüfer Hanım da Ekinciler Holding’e gelin gitmiş. Ekinciler, özellikle
otomotivde Türkiye’nin en büyükleri ve genelde de M. Sönmez’in Kırk Haramiler listesine girecek kadar da
büyük. Ekinciler’in Chrysler Türkiye’yi kurarken yanında olan ortakları da Tatko yani Alp Yalman ve elbette
Mehmet Emin Yalman’ın kardeşi olan olan baba Vacit A. Yalman.

Raif Ali Dinçkök’ün kız kardeşi Emine Hanım’ın pek çok çocuğundan en meşhur olanları Eşiknat soyadını
taşıyorlar. Demek ki Eşkenazi imişler.Oğul Ali Dinçkök’ün kızı Alize Dinçkök Işık Lisesi mezunu; demek ki
Sabetaycıların Karakaş koluna mensuplarmış. Ömer Dinçkök birinci evliliğini Neyran Gençaraslan’la yapıyor
ve bu evlilikten doğan Ayça Hanım, Can Sandıkçıoğlu’yla evlenmiş. (Mahmut Çetin, X Đlişkiler) Neyran
Hanım’ın annesi, Ayça Dinçkök Sandıkçı’nın anneanesi 22 Aralık 1998 günü Teşvikiye Camii’nden kalkan
cenaze ile toprağa verilmiş. (Hürriyet Gazetesi)

2002 Dünya Güzeli seçilen Azra Akın'ı Can Sandıkçıoğlu seçtirdi ve bütün "organizeyi" o yaptı. Azra ya da
Ezra ikisi de aynı isimdir. Şişli Terakki listesine bakınca pek çok Ben_Ezra görürsünüz. Üzeyir Garih’in
babasının ismi Üzeyir Ezra Garih’miş. Dedesinin isminin de Üzeyir olduğu söyleniyor. Demek ki, babası da ,
öldürülen oğlu da ilk erkek çocuklar ve Üzeyir ismi böylece devam ediyor. Üzeyir, bir "kinnui" isimdir ve
nüfusunda olsun, olmasın mutlaka bir şemhakodeşi vardır. Ezra, Kohen kabilesinden bir peygamberin ismidir.
M.Ö 5. Yy’de Yahudileri Babil’den Yeruşalem’e getiren kişi. Ezra, Moşe Rabenau’nun öğretisini kaleme alan
kişi ve Yahudilikte büyük bir değer taşıyor, Tora bilgisi uzmanı kabul ediliyor.

Akrabalıklar
Koç'la Sabancı'yla karşılaştırıyorsunuz da, neden Karamehmet'le karşılaştırmıyorsunuz ? Çünkü, Karamehmet
Turgay Ciner'le birlikte Aktüel'in sahibi. Dinçkök Holding’in* kurucusu Raif Ali Dinçkök’ün kızı Nilüfer Hanım,
Çiftçiler'in oğluyla, Çiftçilerler ’in kızı Figen Hanım da Mehmet Birgen’le evlenmiş. Mehmet Birgen, Şeref
Birgen ve Muazzez Menemencioğlu’nun çocukları. Baba Şeref Birgen, ünlü bir yatçı. Yatçılık üzerine dergi
çıkarmış, Đstanbul Yat Kulübünü kuran insan. Bağdat Caddesi üzerindeki Kızıltoprak Eczanesi de bu kişiye ait.
Birgen soyadlı bir diğer kişi de Sabetaycılığn kalelelerinden Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (o
zamanki adıyla Matbuat ve Neşriyat Umum Müdürlüğü) yapmış. (http://www.byegm.gov.tr/BASIN-
YAYIN/genelmudur.htm)
Anne Muazzez Menemencioğlu Birgen’in ailesine ve bağlarına gelince…
Namık Kemal’in kızı Feride Hanım, Menemenlizade Rifat Bey’le evlenmiş. Bu evlilikten olan Numan Kemal
Menemencioğlu, Selanik’te Terakki mektebinde okumuş, büyükelçilik yapmış ve Dışişleri Bakanı olmuş.
Masonların sitesinde, www.mason.org.tr’de ünlü masonlarda ismi geçenlerden. Diğer Çocuk Ahmet Muvaffak
Menemencioğlu, Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü yapmış. Onun kızı Nermin Menemencioğlu Strater, onun
da çocuğu şair Muazzez Menemencioğlu. Ahmet Muvaffak Menemencioğlu’nun oğlu Turgut Menemencioğlu
da büyükelçi.
Namık Kemal’in kızı Feride Hanım, Menemelizade Rifat Bey’den olan kızı ise Beraat Savut. Beraat Hanım,
Mümtaz Savut’la evlenmiş. Mümtaz Savut, valilik ve Đller Bankası Genel Müdürlüğü yapmış. Mümtaz-Beraat
Savut’un oğlu Đlhan Savut ünlü bir isim olan Đçişleri Eski Bakanı Şükrü Kaya’nın kızıyla evlenmiş. Şükrü Kaya,
Ermeni Soykırımı suçlusu olarak Malta’ya sürülenlerden. Damadı Đlhan Savut, Dışişleri'nin üst düzey
mensubuyken Menderes’in düşen uçağında ölmüş. Menemencioğlu ailesinin bir diğer kızı Tekfen’in kurucu
ortağı Necati Akçağlılar ile evli.Mehmet Birgen de meşhur birisi. Birgen Air’in sahibi, Bodrumda birara açılan
yüzer diskonun sahibi, uyuşturucudan dolayı sık sık yakalanıyor. Büyük oğlu Ashley ABD Ordusu’nda pilot.
Mehmet Birgen Şişli Terakki’de okumuş, sonra ABD’ye gönderilmiş. * Dinçkök Đmparatorluğu genelde
holdingin asıl adını taşıyan Akkök olarak fazla bilinmez; en bilinen yatırımları ise ünlü Ak -Merkez’dir. Oysa;
Aksu, Dinarsu, Ak-Al, Aksa, Akpa, Atak, Akkim, Afiş, Akmeltem, Đleri Đplik, Ak Turizm, Akkoy Turizm vs gibi
başta tekstil olmak üzere, turizm, enerji, kimya vs pek çok alanda faaliyet gösteren bir dev holding; ayrıca
Kaşıkdası’nın da sahipleri. (Mustafa Sönmez, Kırk Haramiler- Türkiye’de Holdingler) Pek çok yerde
Türkiye’nin 5. büyük zengini olarak geçiyor.GÖKYÜZÜ

Doğu tartışması Selânikli tartışmasına döndü 26 Aralik 1996 Milliyet

DOĞU Holding Projesi, Đstanbul Sanayi Odası (ĐSO) ile Đstanbul Ticaret Odası (ĐTO) Başkanlarını karşı karşıya
getirdi. ĐTO Başkanı Mehmet Yıldırım'ın, "Ben icraat yapıyorum, Kavi sürekli konuşuyor. Zaten, Atatürk
dışında Selanikliler, Anadolu'ya hizmeti sevmezler" şeklindeki sözlerine bugün Hüsamettin Kavi, ĐSO Meclis
toplantısında cevap verdi.
Kavi, Doğu Holding'in kuruluş aşamasında ilkesel bazı farklılıklar olduğunu ifade ederek meselenin sadece
Đstanbul'un, ĐTO'nun meselesi olmadığını, herkesin sahip çıkması gereken bir konu olduğunu kaydetti. Kavi,
"Bir projenin hayata geçirilmesinde prensipler nezdinde fikir ayrılıkları olabilir. Ancak bu projenin
basarısızlığını dahi düşündüremez" diyen Kavi şöyle devam etti, "Ben Ulu Önder Atatürk'ün hemşehrisi
olmaktan onur duyarım. Ancak Selanikli değiliz. Benim atalarım Osmanlıdır, ben Türküm, Türk vatandaşıyım.
Ülkenin her köşesindeki meselelerin tümü beni, bizi ilgilendirir. Insanlar önyargısız ve aracısız konuşabilmeyi
becerebilmelidir." Hüsamettin Kavi, Mehmet Yıldırım'ın ifadelerini yeniden gözden geçireceğine inandığını
bildirdi.

Çiğdem Ökmen TÜRKĐYE'NĐN GAYRIMENKUL ZENGĐNLERĐ


Đşte Türkiye'nin kira zenginleri; Sıtkı Çiftçi, Ahmet Tatlıcı ve Çiğdem Ökmen, en fazla kira geliri elde eden
gayrımenkul sahipleri oldu. Đlk 100 gayrımenkul zengininin 75'i Đstanbul'dan, 17'si ise Ankara'dan çıktı.
Başkentin gayrımenkul milyarderi bu yıl 437.8 milyar kira vergisi ödeyecek olan Mustafa Koluman, Đzmir'inki
de 672 milyarlık vergiyle Çiğdem Ökmen. kritikkilim
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
~~~~
Çiğdem Ökmen, ikinci judaika (Birinci Judaika Agora'dır) Yahudi semti Karataş'taki Asasnsör'ün sahibi Şefik
Remzi Reyent'in yeğeninin kızıdır. Şefik Remzi Reyent, dönemin Đzmir'deki tartışmasız en zengin kişisidir.
1923 Đzmir Đktisat Kongresi bu kişiye ait Üzüm ve Đncir Depolarında yapılmıştır. Reyent hiç evlenmemiş,
bütün mirası yeğenine (kızkardeşinin kızına) kalıyor; o hanım bir kaç yıl önce vefat etti. Çiğdem Ökmen de
bu hanımın kızıdır. Çiğdem Ökmen, ABD'de yaşıyor. Kordon'daki Pizza Hut'un ve Adabank'ın olduğu bina,
Narlıdere'deki ehliyet pisti civarı, daha pek çok yerin sahibi. Şefik Remzi Reyent, işe biriskiletle giden nevi
şahsına münhasır birisi. Oturduğu Köşk, Eczacıbaşıların yalısının karşında yani Mısri Dergahı'na çok yakın.
Asansör Reyent'e aitken işleticisi halen Kipa (Metin Akpınar'ın ve A. Priştina'nın şirketi) Başkanı olan Şinasi
Ertan'ın babası. Şinasi Ertan Đzmir'de Sanayi Odası Başkanlığı yapmış, uzun yıllar Yaşar Holding'in başında
olan kişi. Halen Çeşme Belediye başkanı olan ve "müslümanlığı"
ile tanınan Hacı Nuri Ertan'ın amcasının oğludur. Bunlar en sıkı müslümandan daha sıkı müslüman
görünürler, namaz kılarlar, hacca dahi giderler. Ertan'ın en yakın dostu da Mustafa Denizli'dir. Yazıdaki Çiftçi
soyadlı kişi de Sabetaycıdır, TATKO da Yalman Ailesi'nin ortağıdır; Dinçköklerin kızı Nilüfer bu aileye gelin
gitmiştir. Chrysler Türkiye temsilcisi de bu ailedir.
gokyuzu
Kira rekortmeni Đzmirli Ökmen aileden zenginTürkiye'nin en fazla kira geliri elde edenler listesinde, birinci
olan Ayla Ökmen'in aileden zengin olduğu belirtildi.
Edinilen bilgilere göre, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Đzmir'in en zengin işadamları arasında sayılan Şerif Remzi
Reyent'in hiç çocuğunun olmaması yüzünden, mirası yeğeni olan Ayla Ökmen'e kaldı. Ökmen'in Đzmir'deki
Reyent iş merkezlerinin yanı sıra Narlıdere'de büyük bir arazisi, Đzmir 1. Kordon'da bir işhanı ile Kadifekale,
Narlıdere Sahil Evleri ve Güzelbahçe'de çok sayıda arsası ile yüzlerce apartman dairesi var. Ayla Ökmen'e
baba tarafından da miras kaldı. Osmanlı paşalarından, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Harp
Akademileri komutanı olan Ali Fuat Erden'in ailenin tek çocuğu olması dolayısıyla tüm mirası kızı Ayla
Ökmen'e geçti.

Atatürk'ün Tarım Bakanları'ndan ve Ankara'nın eski zenginlerinden Mümtaz Ökmen'in oğlu Laçin Ökmen ile
evlenen Ayla Ökmen'e, eşinin 1974 yılında Belgrad Ormanları'nda öldürülmesiyle de yüzlerce dönüm arazi
kaldığı ifade edildi. Yaşamının büyük bir bölümünü Đstanbul ve Londra'da sürdüren Ayla Ökmen'in, Çiğdem
adında bir kızı bulunuyor.

Akşam, 28 Mart 2001 Çarşamba Oylum oylum playboylum


Đlk bakışta hepsi birbirine benziyor. Yaz kış bronz bir ten, biryantinle arkaya doğru taranmış saçlar ve yakası
açılan gömlekler... Oysa playboyluk bu kadar basit değil. Gereğinde çok para harcayacak, gereğinde çok
para harcıyor gibi yapacaksın...
Ünlü şarkı Yeşim salkım'ın kendisinden 11 yaş küçük Selhan Aloğlu ile bir gece kulubündeki "samimi"
görüntüleri magazin gündeminde bir numaraydı zamanında. Magazin basını, taze dul Yeşim Salkım'ın 21
yaşındaki sevgilisi Selhan Aloğlu'na bir sıfat takmakta gecikmedi: “Genç playboy Selhan”. Öyle ya, kendinden
11 yaş büyük bir kadınla aşk yaşıyan genç, gerçek bir çapı bulunmaz bir playboy'du... Peki playboy kime
denir? Herkes playboy olabilirmi? Đyi bir playboy olmak için neler gerekli? Ben, sizler için playboyluk
kavramını enine boyuna inceledim ve playboy olmak isteyen gençlere rehber niteliğinde bir belgesel
hazıladım. Đşte başroldeki aktörleri ile birlikte, şimdiye dek hazırlanmış Türkiye'nin en kapsamlı playboy
dosyası:

Ali RAMAZANOĞLU: Bir zamanların bakır kralı Ali Ramazanoğlu'nun oğlu. Ancak sektör olarak krizden
olumsuz etkilendiler. Gezip tozmayı çok sever, ama krizden beri eskisi gibi para harcamıyor. Şimdilik eski
şanı sayesinde ismini yaşatabiliyor. Ama bu piyasada kalıcı olabilmek için devamlılık ve gündemde kalmak
şart.
Alican ULUSOY: Ulusoy Holdinh'in veliahtı. Ulusoy'un otobüs bölümünün başkanı.En önemli bölüm olan
taşımacılık ondan soruluyor. Diğer bir çok playboydan daha düzgün bir hayat yaşıyor. Her gece dışarı
çıkmıyor. Çünkü her sabah 7'de işinin başında olmak zorunda. Playboy olarak anılmaktan nefret ediyor.
Fakat zamanında Demet Şener ve Deniz Akkaya ile birlikte olduğu için ister istemez bir "playboy" olarak
anılıyor.
Selhan ALOĞLU: Sedat Aloğlu'nun oğlu. Köklü bir aileden. Sosyete camiası içinde büyüdü. Türkan Şoray'ın
kızı Yağmur'la kariyer yaptı. Şimdilerde şarkıcı Yeşim Salkım'la olan birlikteliği ile zirve yaptı. Aralarındaki yaş
farkına aldıranmayın. Çünkü bir playboy, sevgilisinin büyük, küçük, güzel yada çirkin olmasına fazla bakmaz.
Murat CEVAHĐR : Cevahir Holding'in direkt varisi değil. Ama uzaktan akraba olduğu için holding'de görevli.
Bu piyasanın en akıllılarından. Çok para harcamadan kısa sürede en sıkı playboyların arasına gidi. En önemli
özelliği, çevresindeki insanları çok iyi idare etmesi. Yakışıklılığı ve karizmasını kullanıp, birbirinden güzel
manken ve manken adaylarını bir şekilde etrafında tutmayı biliyor.
Emre KÜTÜK: Sosyteden gelen bir ailenin çocuğu. Her gece gezmeyi sevenlerden. Belli bir çevresi var. Bu
nedenle sosyetik kökenli playboy demek yanlış olmaz. Kızlara para harcamayı sever. E, kızlar da Emre'yi...
Ozan ŞER: Belki de piyasanın en hareketli ismi. Pahalı arabaları ve sosyetik arkadaş grubuyla çok kısa sürede
şöhret yaptı. Babası, tuvaletçiler kralı olarak anılıyor. Türkiye'deki bir çok umumi tuvaleti ve otoparkı ailesi
işletiyor. Sonuçta playboy olmak için paranın nereden geldiği önemli değil , harcayış şekli önemli. Bursalı
işadamlarından Yazıcılar'ın kızı Bahar'la Paris'te dillere destan bir düğün yaptı. Şimdilik eskisi kadar
ortalıklarda değil.
Raif DĐNÇKÖK: Đstanbul'un en büyük alışveriş merkezi Akmerkez'in sahibi Ali Dinçkök'ün oğlu. Çok parası
var, gezmeyi ve para harcamayı biliyor. Bu nedenle otomatikman "playboy". Güzel kadınların arayıp da
bulamadığı hemen herşey Raif Dinçkök'te var. Đtibarlı bir soyadı, bol para ve Đstanbul'un göbeğinde mal
mülk...
Erdal ACAR: Bu piyasanın en "fantastik" playboyu. Cebindeki paranın hakkını en iyi o verir. Gittiği her yerde
garsondan otoparkçıya önüne çıkanı bahşişe boğar. TL taşımaz, her türlü ödemesini 100 dolarlık banknotlarla
yapar. Acar'ın hem karısı var, hem metresi, hem de yığınla sevgilisi. Hepsinin birbirinden haberleri var, ama
kimse de sesini çıkarmıyor. Đşte playboy diye buna denir...
Murat VAROL: Đşletmeci. Antalya'daki ünlü Ally'nin sahibi. Ece Erken, Nefise Karatay ve Ebru Destan'ın
işlettiği Bağdat Caddesi'ndeki Cafe Rouge'un da gizli ortağı. Şarkıcı Gülşen ile evliydi, şu sıralar Nefise
Karatay ile birlikte. Uslanmak bilmiyor, Rus bir mankenden kızı olduğu söyleniyor.
Gökhan ĐLERĐ: Futbol'cu Sergen Yalçın'ın grubundaydı. Yakışıklılığı ve karizması ile gruptan sıyrıldı. Sergen'le
gelen şöhreti iyi kullandı. Şimdi ektiğini biçiyor. Zaten arka arkaya bir kaç güzel kadınla adı geçince bir anda
"aranan" erkek oluverdi.
Eran TAPAN: Sevil Sabancı ile evliydi. Çapkınlıkları başına bela oldu, karısı onu boşadı. Ardından adı birçok
ünlü kadınla anıldı; Özlem Tekin, Berna Öztürk, Esin Maraşlıoğlu, Mine Çayıroğlu akılda kalan bazı isimler...
RALF TEZMAN: Yeni yetme playboylardan. Sosyete kökenli . Ailesi, Musevi cematinin önde gelenlerinden.
Piyasaya geç, ama sıkı girdi. Çapkın olarak nitelendirilen kızlarla olmaya başladı. Bir, Bir buçuk yıl Selin
Toktay’la beraber oldu. Daha ondan ayrılmadan sosyetenin önde gelen isimlerinden Ender Mermerci'nin kızı
Derin Mermerci ile beraber olmaya başladı. Şu anda Derin Mermerci yarım kalan okulunu bitirmek için 8 ay
Boston'da kalacak Ralf Tezman'dan ayrı ... Playboy Özel AraştırmaENişte KAyınbirader
Yugoslavya kökenli Enka’cıların üst düzey yöneticileri büyük bir aile ağacı oluşturuyorlardı. Enka’ya bağlı bir
çok kurluşun yönetim kurulu ya da genel müdürlüklerinde hep Tara ve Gülçelik soyundan gelen akrabalar
bulunuyordu."
(Mustafa Sönmez, Kırk Haramiler-Türkiye’de Holdingler, s.244)

Enka, Enişte ve kayınbirader sözcüklerinden oluşturulmuş; çünkü firmanın sahiplerinden olan ve yıllar önce
Ortadoğu’da bir uçak kazasında ölen Sadi Gülçelik, diğer ortak Şarık Tara’nın eniştesi yani kızkardeşi Vildan
Hanım’la evlenmiş. 1948-1949 Mezunu, Fevzi oğlu Şarık Hamza Tara, Üsküp 1930 doğumlu ve Şişli Terakki
mezunu; daha sonra ĐTÜ’yü bitirmiş.

Enka’yı anlatmaya gerek yok, çok büyük ve büyüklüğü kadar da meşhur bir firma. ENKA; ANAP’ın
kuruluşunda şirketin küçük ortağı Vural Arıkan’ı Özal’a verdi. Enka Pazarlama Genel Müdürü Şerif Egeli’nin
kardeşi Selim Egeli de, Nazlı Semra Yeyinmen’in eşi Halil Turgut Özal ‘ın Propaganda Danışmanı oldu ve Halil
Turgut Özal’ın gerçekten en yakınlarından birisiydi. Emin Çölaşan yıllar önce Selim Egeli’yle röportaj yapmış
ve bu röportajlarını "Kırk Kişiyiz Birbirimizi Biliriz" isimli kitapta toplamış. Bu kitaptan daha doğrusu o
röportajdan öğrendiğimize göre, Selim ve Şerif Egeli’nin babası Reşit Egeli, Türkiye Sınai Kalkınma Bankası
(TSKB) Genel Müdürü’ymüş (s.128). Türkiye’de sanayileşmeye dair kim ne araştırma yaparsa bu bankanın
verdiği kredilerle zengin yaratılmasından ve kim yolsuzlukların tarihçesinden bahsedecekse bu bankadan
bahsetmek zorundadır. Ve yine kim kontrgerilaya dair bir şeyi tarihçesiyle yazacaksa bu bankadan
bahsetmek zorundadır.
(Geniş bilgi için bkz. Suat Parlar, Türkiye’de Gizli Devlet.)

Enka’nın Sabetaycılarından bir başka meşhur isim daha var : Dışişleri eski Bakanı Vahit Halefoğlu’nun oğlu
Melih Halefoğlu da üst düzey Enka yöneticisi (Kırk Haramiler, s.244)

Enka’nın Đzmir temsilcisi de Đzmir üzerine kitaplar yazan bir başka çok zengin ve Sabetaycı Melih Gürsoy.
Melih Bey, Sadıkbey isimli daha önce bahsettiğim Sabetaycıların yoğun olarak yerleştikleri Mısri Dergahı’na
çok yakın yerde , sahibi olduğu Gürsoy Apartmanı’nda oturuyor hala. Sabetay Sevi’nin verdiği emir gereği ve
elbette inançları gereği Sabetaycılar, Mısri Dergahlarının olduğu şehirlerde özellikle ikamet etmişler ya da bu
şehirlere göç etmişler ve bu dergah içinde yer almışlar. Bu şehirlerden yukarıda saydıklarımın içinde en
önemlisi Malatya ve daha sonra da Bursa olmuş. Đzmir’de de bu dergahın etrafında yerleşmişler. Rahşan
Ecevit, Eczacıbaşı, Kemal Gürüz, Gencer Koyuncuoğlu, Pakize Suda, Behçet Uz, Şefik Remzi Reyent
(Asansör’ün sahibi) Latife Hanım’ın babası Uşakizade Muammer Bey gibi tanınmış zatlar burada oturmuşlar.
Latife Hanım’la Mustafa Kemal’in evlendikleri köşk, Mısri Dergahı’nın yaklaşık 30-40 metre uzağında zaten ve
buradan da aşağıya sahile doğru inersek Sadıkbey isimli otobüs durağına varıyoruz ve durağın ismi, Latife
Hanım’ın kardeşi Sadık Bey’in yalısının burada olmasından geliyor.

(Melih Bey’in teyze kızı Nevzit Hanım da Sabetaycılığı ve masonluğu bütün kaynaklarda yazan Şahap
Kocatopçu ile evli.) (M. Gürsoy, Đzmir Mozaiğinde Belirgin Taşlar)
Şahap Bey’in Sanayi Bakanlığı ve Koç Holding Đcra Kurulu Başkanlığı da bir zattır, asıl adı Şehabettin Şefkati
ve dostları da Şefkati derlermiş kendi arlarında. (Süleyman Yeşilyırt, Türkiye’nin Ünlü Masonları)
Kocatopçu’nun kızı Ayşe Kocatopçu da 1969-1970 Şişli Terakki mezunu zaten. Aile Kapancı zaten. (Melih
Gürsoy’un eşi ile Kenan Evren’in ölen eşi Sekine Evren, Alaşehirli ve aynı ailenin mensubular. Melih Bey’in
kendi gibi önce Robert, sonra Boğaziçi sonra da ABD’de okuyan kızı Melis Gürsoy Sökmen de Metis Yayınları
sahibidir)

Kenan Evren, Anıları’nda Özal hükümet kurarken, Özal’a Halefoğlu’nun Dışişleri Bakanı yapmasını söylediğini
ve Özal’ın da yaptığını söylüyor. Bağlar böyle işliyor.
Kocatopçu ve Zehre Halefoğlu’nun bir diğer ortak özelliği de 500. Yıl Vakfı Kurucuları olmaları. Aşağıdaki
listede bakınca bir de görüyoruz ki Hasan Şerif Egeli de var. Manajans’ta Eli Acıman’ın yetiştirmesi olan Selim
Egeli’nin Enkacı genel müdür ağabeyi burada da karşımıza çıkıyor. Elbette bir ikinci ismi daha var ve o da
Hasan’mış. Siyaset, Holding, Bonapartizm ilişkileri işte böyle işliyor bu ülkede. Son bir not olarak yazayım ki,
Sikorsky Helikopterleri Türkiye Temsilcisi de Enka’dır.

HAYATI ZATEN ROMAN


llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Dedeleri Üsküp, Yunanistan ve Saraybosna fatihi olan Şarık Tara I. Murad'ın öncü kuvvet komutanı Paşa
Yiğit'in torunudur. Yahya Kemal'le de torun çocukları olan Tara, 2. Dünya Savaşı ile 600 yıllık yurdunu terk
etmek zorunda kalır Robin Williams'ın önümüzdeki haftalarda vizyona girecek bir filmini izledim. Film Yalancı
Jakob adıyla gösterilecek sinemalarda. Pastacı Haim Jakob da diğer Yahudiler gibi Hitler Almanyası'nda
bilinen zulmü yaşamaktadır. Ve oluşturulan gettoya her gelen trenin vagonları, ölüm kamplarına
götürmektedir içlerinden bir kısmını. Sonuç bellidir, ölecektir oraya gidenler. 'Madem ölüm bu kadar yakın,
bu zulmü çekmenin ne anlamı var' diyerek ümidi tükenmiş olanlar intiharı seçer. Günün birinde Jakop'un bir
radyosu olduğu ve oradan haberleri dinlediği 'yalanı' yayılır tüm gettoya. Gerçekte radyo yoktur. Yalan
radyonun yalan haberine göre bu, kurtuluş yakın demektir. Böylece intiharları durduracak bir ümit aşılar tüm
varlıklarını yitirmiş, hiçbirşeysiz o insanlara 'yalan radyo'. Merak ediyorum, Hitler'in soykırımından kurtulan
Yahudiler, devam eden hayatlarına ne kadar hırsla asılmış ve bugün toplumun neresindedirler acaba?

Böyle hayatlarının bir yerinden savaş geçen insanlar, ilerleyen yıllarda daha savaşçı mı oluyorlar ne? Şarık
Tara da hayatının ilk dönemlerinde (12 yaşında) başından böyle bir savaş geçen birisidir. Tara bolluktan
sıfıra, sonra yine bolluğa giden bir hayatın en yakından yaşayanıdır.

Kosova Fatihi'nin torunu


Yıl 1942. 12 yaşında bir çocuk, doğduğu topraklardan ayrılmak için valizini toplamaktadır. Tüm çocukluk
arkadaşlarını geride bırakacaktır. Daha önemlisi anne ve babasından da ayrılacaktır: "Annem gönderdi beni.
Baktı orada hayır yok. Annem burada okuduğu için biliyordu buraları." I. Murad'ın başında olduğu Osmanlı
ordularının öncü kuvvet komutanlarından dedesi Yiğit Paşa'nın I. Kosova Savaşı'nın ardından 1392'de
fethedip yerleştiği Üsküp'ten ayrılmak zorunda kalır Tara. Sebep 2. Dünya Savaşı'dır. Đki yıl sonra da ailenin
geri kalanları ayrılacaktır bu dede yadigarı topraklardan.

Yahya Kemal'le torun çocuğu


Paşa Yiğit, Osmanlı'nın gözde komutanlarındandır. I. Murad'dan sonra padişah olan Yıldırım Bayezid, Üsküp
ve Kosova yörelerini uçbeyi Paşa Yiğit'in idaresine verir. Turan Bey Yunanistan'ı, Đshak Bey de Sırbıstan'ı
fetheder. Đshak Bey'in oğlu Đsa Bey ise Saraybosna'nın kurucusudur. Saraybosna'ya Đslami kimlik kazandıran
eserler Đsa Bey tarafından yaptırılmıştır. Osmanlı'da yaygın olduğu için vakıf işlerini de ihmal etmez Paşa
Yiğit'in çocukları. Şarık Tara, vakıflardaki kayıtlardan ulaşır Yiğit Bey'in torunu olduğuna. Yıllar ilerler, Paşa
Yiğit'in soyundan gelenler, geride kalan bu yüzyılın başlarına kadar Üsküp'ün önde gelen beylik ailelerinden
olma özelliklerini korurlar. Aileden bir de ünlü bir edebiyat adamı çıkar: Yahya Kemal Beyatlı. Tara, Beyatlı ile
anne tarafından torun çocuklarıdır. Tara'nın anne tarafından dedesi Yaşar Bey büyük çiftlikleri olan bir beydir
Üsküp'te. Kumbaracılar olarak anılan Yaşar Bey, çocukları olan Emin (Krallık zamanında Yugoslav Meclisi'nde
Türk Milletvekili olarak görev alır), Ekrem, Mahmure (Şarık Bey'in annesi) ve Halide'yi iyi okullarda okutur.
Okumak için genelde Đstanbul seçilir. Yaşar Bey, Kadıköy'de mülk alarak Đstanbul'la da bağını kalıcı kılacaktır.
O zamanlar Üsküp ve Đstanbul aynı ülkenin iki ayrı yeridir zaten. Şarık Tara'nın annesi Mahmure Hanım,
Erenköy Kız Lisesi'nde eğitimini tamamlar. Tıbbiye tahsili yapmak ister ama şartlar uygun olmayınca Üsküp'e
geri döner. Tara'nın üzerinde anne Mahmure Hanım'ın etkisi her zaman daha büyük olacaktır: "Annemin ayrı
bir akıllılığı var. Çok okumuş, çok akıllı bir kadın."

Şarık Hacıhamziç!
Öte yandan Karadağlı, bilindiği kadarı ile son üç kuşağı esnaflık yapan Hacıhamziç (Tara'nın dedesi Đbrahim
Bey'in babası Hamza Bey'den dolayı bu isimle anılırlar-Tara soyadı ise Karadağ'daki Tara Dağı ve nehrinden
gelmektedir) ailesinden Fevzi de Üsküp rüştiyesinde okumaktadır. 1912'de Sırplar'ın Üsküp'ü işgal etmesi,
onu okumaktan geri bırakmaya yetmez. Beyrut'a giden Fevzi Bey, burada leyli meccani (yatılı) okuyarak
Beyrut Đdadisi'nden diploma alır. Sonrasında Belgrad Üniversitesi'nden de hukuk diploması alacaktır Fevzi
Bey. Manastır'da avukatlık stajını yaparken yolu tekrar Üsküp'e düşen Fevzi Hamziç burada Kumbaracıların
Yaşar Bey'in kızı Mahmure Hanım'ı görecektir.

1930'un 22 Nisan'ında doğan Tara, 12 yaşına kadar avukat bir babanın (Fevzi Bey, avukatlığın yanında
Sancak ve Güney Müslümanlarının krala karşı naibi de olacaktır) ve çiftlikleri olan bir ailenin çocuğu olarak
mürebbiyeler ve hizmetçilerin bulunduğu gayet rahat bir çocukluk dönemi geçirir. Đkinci Dünya Savaşı bu
ortamı kısa zamanda tatlı bir hatıraya dönüştürecektir Şarık Tara'nın anıları arasında. 1942'de Alman
Mektebi'ndeki tahsili zorlaşınca, annesi onu Türkiye'ye kaçırma palanları yapar. Üsküp Başkonsolosu Reşat
Karabuda'nın da yardımıyla Đstanbul'a gelir Tara. Ona burada yengesi Seniha Hanım gözkulak olacaktır. Ama
beklediği gibi olmaz. Seniha Hanım, ona çok çileli iki yıl yaşatacaktır. Yemekten nefret ettiği halde hergün
zeytine mahkum edilir, iki şekerle içtiği çayı yengesi tek şeker verdiğinden iki günde bir çay içebilir ancak.
Seniha Hanım, Selanikli soylu bir aile olan Evrenoszade Rüstem Bey'in kızıdır. Atatürk'ün evlenmek isteyip
Rüstem Bey'in Atatürk'e vermediği kızı Seniha'dır o yenge.

Beylikten yokluğa...
Şarık Tara bu sıkıntılı dönemden, 1944'te ailesinin de Đstanbul'a gelmesi ile kurtulur ancak. Aile Üsküp'ten
ayrılırken tüm malvarlığını orada bırakacaktır. Getirilenler ise, ailenin geçimini sağlamaya yönelik yükte hafif
şeylerdir sadece. Onlar da iki yıl yeter ancak: "Đki sene boyunca onları satıp yedik." Sonrasında... Babası
önce Çorapçılar Kooperatifi'nde iş bulur, ardından da Manisa Ticaret Odası'nda çalışmaya başlar ve anne-
babası oraya yerleşir.

Đlkokula Sırp Mektebi'nde başlayan Tara, Türkiye'ye geldiğinde de Almanca bildiği için önce Alman
Mektebi'ne yazılır. Paralı olduğu ve Seniha Hanım istemediği için birinci yılın sonunda Kadıköy Birinci
Ortaokulu'na geçer. Yedinci sınıfta ise ailesi Üsküp'ten gelip Nişantaşı'nda ev tutunca, sevdiği Besim Gürmen
adındaki hocasının yönlendirmesiyle Şişli Terakki Lisesi'ne girer. Tara başarılı bir öğrencidir: "Sınıf birincisi
idim." Okurken de bir yandan, ailenin paraya olan ihtiyacını da düşünerek çeşitli işlerde çalışır: "Evvela
inşaatlarda çalıştım. 15-16 yaşında bir fabrikada gece vardiyasında çalıştım. Sonra Beşiktaş'taki mensucat
fabrikasındaki Yugoslav mühendise tercümanlık yaptım. Dayımın oğlu Đskender abinin taahhüt işleri vardı,
şantiyede çalıştım." Mahmure-Fevzi çiftinin ilk çocukları doğduktan 5 ay sonra vefat ettiği için Şarık Bey,
Vildan, Yaşar (çok genç yaşta bir kazada hayatını kaybeder) ve Đlhan'ın önünde evin ikinci çocuğu değil en
büyüğü olur: "Kendi harçlığım yok ki, eve veriyorduk."

Menderes'le tanışıyor
Bu yıllar aile için 'yeniden doğuş' mücadelesinin yılları olacaktır. "O zaman çok kazandıran bir meslekti. Onu
seçtik" dediği ĐTÜ Đnşaat Mühendisliği Fakültesi'ine 1949'da girip mezun olacağı 1954'e kadar bu sıkıntılar
devam eder Şarık Tara için. Henüz üniversitenin ikinci sınıfında iken okulda öğrendiklerini işte uygulama
imkanı da bulur Tara. 1955'te Türkiye'nin en genç proje müdürü olarak Haydarpaşa Soğuk Hava Deposu'nun
şantiye şefi olması ona dönemin başbakanı Adnan Menderes ile tanışma imkanı sağlar: "Kim buranın şantiye
şefi dedi. Benim dedim. Baktı, genç bir adam. Böyle şantiye şefine böyle şantiye dedi. Ben gocundum. Bu
niye geç kaldı, ne zaman bitecek dedi. 45 gün dedim. Kontrole geldiğinde ben gece gündüz çalışarak
bitirmiştim. Çok hoşuna gitti." Tara'nın Menderes'le diyaloğu Menderes'in dramına kadar devam eder. Askere
de onun yardımı ile gider. Đskenderun'da teğmendir, 1960 Đhtilali olduğunda.

1955'te 4 bin lira maaş almaktadır Tara. Hakkı olan primi alamadığı için kendi işini kurmaya karar verir. Şarık
Tara Şirketi'ni kurar. Đstinye Köprüsü'nün temelleri ile Yeşilköy sahil yolundaki koruma duvarlarını
Veziroğlu'na taşeron olarak çalışarak yapar. 1957'de ise ĐTÜ'den 'can dostu' Sadi Gülçelik'le birlikte ENişte-
KAyınbirader olarak ENKA'yı kurarlar. Bu bağ, Sadi Gülçelik'in, Tara'nın kızkardeşi Vildan Hanım'la
evlenmesinden kaynaklanmaktadır. Sonra yüzde onluk paylarla Tara'nın babası Fevzi Bey ile Sadi Bey'in abisi
de hissedar olurlar Enka'ya. Đşlerini zamanında teslim etmesi Tara'yı devlet kurumları ile biraz daha
yakınlaştıracaktır. Ama Enka'nın asıl sıçraması Uniroyal Lastik Fabrikası işinin alınması ile olacaktır. Enka artık
büyümeye başlamıştır: "Özel sektöre de, devlete de çalıştık. Arçelik'i, Şişecam'ın Çayırova Fabrikası'nı
yaptık." Pimaş'la daha da büyür Enka. Pimaş'ın sponsorluğunda 1969'da Türkiye'de düzenlenen Avrupa
Plastik Đmalatçıları Toplantısı Şarık Tara'ya bugün Davos'a en çok katılan işadamı unvanı kazandırması
yolunda ilk adımı attıracağı gibi, Tara'nın uluslararası alanda çok tanınan birisi olmasına da vesile olacaktır.
Çünkü o toplantıda tanıştığı Prof. Klaus Schwap, 1970'lerde kurulan ve Davos'un ilk hali oarak adlandırılan
Management Forum'un başındaki yetkilidir. 1972'den bu yana Davos toplantılarına katılan Tara, bu
toplantılarda Türkiye adına çok önemli işlere de imza atar. Bugüne kadarki Davos toplantılarının Türkiye
açısından en önemlisi olan 1987'deki toplantıda Özal-Papandreu görüşmesini tertipler. Denebilir ki Davos
toplantıları, Şarık Tara'nın da gayretiyle Türkiye için 'yıldızların parladığı anlar' olur zaman zaman. Tara,
burada kurduğu ilişkiler sayesinde Bush'tan Jivkov'a, Chernomyrdin'den Taha Yasin'e, Margaret Thatcher'a
kadar dünya liderleriyle çok iyi tanışan ve görüşebilen birisi olur. Enka'nın yüze yakın yabancı ortaklığının da
bunda etkisi vardır Tara'ya göre.

Uluslararası bir isim Tara


Bu arada 1970'lere gelindiğinde 10 bin lira sermaye ile kurdukları Enka artık dış pazarlara da açılır.
Türkiye'ye döviz getirecek yeni pazarları 'ilk' keşfeden müteahhit firmalardan olur Enka. Libya pazarına ilk
giren Enka'dır 1971'de. Ardından Suudi Arabistan, Irak ve Ürdün'de müteahhitlik işleri üstlenir. Son durak
Beyaz Ev'ini de kısa sürede yaptığı Rusya pazarıdır. Enka'yı ne ekonomik krizler ne de siyasi çalkantılar veya
ihtilaller yükseliş trendinden alıkoyabilir. Enka tarihinde bir tek kötü dönem yaşanır. O da 1985 yılıdır: Çok
açıldık, fabrikalar aldık. Dış ticaret şirketimiz vardı, o da çok kötü gitti." Đşin dışında kayınbiraderi Sadi Bey'in
bir uçak kazasında kaybedileceği 1980 yılı da onun için iyi hatırlanmayacak bir yıl olur.

Kızkardeşi Vildan Hanım'ın Notre Dame de Sion'dan okul arkadaşı, Kırımlı bir aile olan Şakir Ataman'ın kızı
Lale Hanım'la 1956'daki evliliğinden Sinan Bey'in dışında Zeynep ve Leyla adında iki çocuğu daha olan
Tara'nın vaktini, Enka'dan çok üyesi bulunduğu ve sorumluluk üstlendiği kurumlar almaktadır bugünlerde.
Biri Japonya Devlet Başkanından aldığı diğeri de Türk Dışişleri'nin verdiği iki belgenin dışında ĐTÜ ve
Moskova Tıp Akademisi'nden aldığı iki de Şeref Doktorası ile övünen Tara, 'üyelikleriniz var mı?' sorumuza
karşılık açıklama ihtiyacı hisseder gibi, üyesi olmadığı kurumları sayıyor: "Hiç bir şeyle alakam yok. Ne
Propeller Kulüp (Kim Kimdir'e göre üye görünüyor), ne rotary ne masonluk." Bunlar da üyesi oldukları:
TÜSĐAD, TEV, ĐTÜ Vakfı, Olimpiyat Komitesi.

Enka'dan Vural Arıkan, Gürhan Celebican, Emre Gönensay ve Memduh Yaşa gibi ilerleyen yılların siyasetçileri
çıkmasına rağmen, bir ara AP ve sonrasında ANAP'tan (kendisini Özal'la arkadaş, Demirel'le dost olarak
tanımlıyor) politika tekliflerini geri çeviren Tara, işleri "şimdi patronum için çalışıyorum" dediği oğlu Sinan
Tara'ya devretmesine rağmen çalışma temposundan hiç bir şey kaybetmemiştir. Türk-Japon ve Türk Yunan
Đş Konseyleri'nin başkanı olan Tara, son on yılını günde 18 saat, senede de sadece dört gün tatil yaparak
geçirir. Sebep yine aynıdır: Çalışmak... Çalışmak... Ve daha çok çalışmak...

Hani derler ya, hayatım roman diye. Hayatı roman olan insanlardan birisi Tara'dır bence. Fetihle elde ettiği
toprakları hazin bir sonla terkeden torunların hikayesidir bu. Şarık Tara da hayatını kaleme aldırmıştır ama
son beş yıllık kısmı eksik olduğundan henüz bastırmayı düşünmemektedir. Benim asıl merak ettiğim romanın
sonu değil elbette, kaç satacağı da... Merakım romandan artakalanların ne olacağı...

CEMAL A. KALYONCU

TOKAR & MERZECĐ & CO. Vuslat Sadıkoğlu...


Türk sosyetesinin saygin hanimlarindan... Atatürk'ün yati Savarona'nin sahibi, armatör Kahraman
Sadikoglu'nun annesi. Koç Ailesi'yle de akraba. Rahmi Koç'un eski esi. Mustafa, Ömer ve Ali Koç'un annesi
Çigdem Simavi'nin teyzesi... Vuslat Hanim'in kizi birkaç yil önce vefat eden ünlü isadami Feyyaz Tokar'in esi
Berna Tokar. Diger kizi ise Ipragaz'in sahibi Kurttepeli Ailesi'ne gelin gitti. Diger oglu Celal Sadikoglu ise en
az Kahraman Sadikoglu kadar renkli bir isim. Onun tutkusu ise Lamborghini otomobiller.
Sayın Editör,

Sitenizi büyük bir ilgi ile izliyorum. Ufkumu açtınız, size çok teşekkür ediyorum. Başarılarınızın devamını
diliyorum. Size daha önce de yazdım. Ancak, bir kez daha hatırlatmak istiyorum, dönme işadamlarından bir
aile de "MERZECĐ" ailesidir. Bu aile şu anda "Kerevitaş Gıda San. ve Tic. A.Ş.'nin en büyük hissedarıdır.
Babalarının ismi Mehmet Cemil MERZECĐ'dir. Cemil Bey'in kardeşinin ismi ise Hasan Kamuran MERZECĐ'dir.
Cemil Bey'in ilk oğlunun ismi babasının da ismi olan Osman MERZECĐ'dir. Osman bey, sabataycı Feyyaz
TOKAR'in kızı Serra MERZECĐ ile evlidir. Bu evlilikten doğan erkek çocuğun ismi Ali'dir. Osman Bey'in ilk
evliliğinden doğan erkek çocuğunun ismi Eren'dir. Cemil Bey'in diğer çocuklarının ismi Gülin ve Remzi'dir.
Remzi MERZECĐ'nin eşi de bir dönme olup ismi Eren'dir.Görüldüğü gibi isim konusunda aile dönme adetlerini
devam ettirmektedirler. Aile son derece içe kapanıktır. Basın önüne sadece dişarıdan aldıkları yöneticileri ve
bazen de Osman MERZECĐ çıkmaktadır. Aile şu anda şirket aracılığı ile bankalardan aldıkları 60 milyon USD
krediyi geri ödemedikleri için zor günler geçiriyor görünmektedir. Kredi olarak alınan bu paralar
hortumlanarak yurt dışına transfer edilmişlerdir. Lütfen listenize bu karanlık ailenin ismini de ilave edin.

Selam ve saygılarımla. B. D.
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
llllllllllll
Mehmet Barlas’la yapılan röportajdan bir bölüm
(Herşeyi bilen Mehmet Barlas meğer sabataycılığı bilmiyormuş !)

Ilgaz Zorlu’nun yazdığı kitapla sabataycılık gündeme geldi. Eşiniz de bu sabataycıların içinde olduğu
gösterildi. Bu konu islamcı medyanın da işlediği bir mevzu. Ne düşünüyorsunuz?
Eşimin babası Selanikli annesi Çerkez. Ama Selanikli’liğin ne olduğunu son dönemde öğrendi o da. Ilgaz
Zorlu benim kayınbiraderimim olan Can Paker’in sekreterinin oğlu. Ama iyi oldu, Ilgaz Zorlu sayesinde herkes
sabataycılığın ne olduğunu öğrendi. Canan şu anda 55 yaşında, sabataycılık neymiş onu öğrendi. Anne
kültürü aldığı için -30 sene önce annesi babasından ayrılmış çünkü- bilmiyordu.
Sizce nedir sabataycılık, korkulacak bir şey midir, övünülecek bir şey midir?
Tarihten okuduğumuz kadarıyla Sabatay Sebi ortaya çıkarak ben Mesih’im demiş. Padişah da seni öldürürüm
deyince Müslüman olmuş. Bence bunları şimdi konuşmak çok saçma. Osmanlı Kürt diye, Ermeni diye, ayırım
yapmadan tüm unsurları içinde barındırmış. Ondan sonra gelip 2002 yılında onun kökeni Kürt’tür, o
Sabataycı’dır diye ayırınca çok yanlış bir şey gibi geliyor bana. Bu bir erdem. Osmanlı bunu kabul etmiş.
Onlar da devletlerine hizmet etmişler. Ilgaz Zorlu’ya bakınca bir sürü hizmet eden adamın Selanikli olduğunu
gördük. Ben hiç bilmiyordum bunların Selanikli olduğunu. Selanikli’nin ne olduğunu bilmiyordum. Bunlar
tamamen Türk Osmanlı gibi okullar açmışlar devlete hizmet etmişler. Apdi Đpekçi mesela Sabataycıymış. Ben
onunla kaç sene çalıştım ne Sabataycılığını bilirim ne de başka bir şeyini. Ahmet Emin Yalman’ı tanıdım,
müthiş kahraman bir insandı gazeteci olarak. O önde gelen Sabataycılar gibi Sabataycı olmayanların da önde
gidenlerinin sayısı fazla olsa Türkiye daha ileri olur. Ben bunu çok ırkçı buluyorum. Ayıp buluyorum, Hitlere’e
yakışır bu. Tabii incelenmesi lazım sabataycılığın bilinmesi lazım. O ayrı mesele. Ama böyle ayırmak hoş
değil. Mesela hep yazıyorlar: Rahşan Ecevit’le Can Paker’in görüşmelerini. Çok ilginç, hayatında Rahşan’ı
görmedi ki Can Paker. Ben Rahşan Ecevit’i bilirim. Çalıştım onlarla. Ama Can Peker onu görmedi. Rahşan’ın
da Sabataycı olduğunu bu yazılar çıktıktan sonra öğrendim.
Cevap vermeği düşünmediniz mi hiç?
Neden cevap vereyim ki eğer cevap verirsen senin kafan hastadır demek bu. Aitlik hisseden bir cemaate
girer. Anadolu’dan Đstanbul’a gelir adam ya mason olur ya Roteryan olur. Güçlü adamın bunlara ihtiyacı yok
ki. Đlla kendi kişiliğinin üzerine bir kimlik mi alman lazım. Ne bu, ya Mason ya Sabataycı ya Adnan Hocacı,
ilkel geliyor bana. Neden cevap vereyim ki? Bırak öyle kalsın.
Ama insanlar bunlardan korkuyor
Đnsanlar onlardan korkacağına ordudan korksun. Laikçi aptallar Adnan Hocacılardan korkuyor, diğerleri
bunlardan korkuyor. O zaman idare etmek daha kolay insanları. Şeriat tehlikesi, Sabataycı, Mason tehlikesi,
Rotaryan Kürt tehlikesi gibi. O zavallı insanların kurduğu bir şey. Herhangi bir örgüte girip cemaate girip
kendi kimliğini oluşturmak çok zavallıca bir şey. Keşke hakikaten öyle bir tehlike olsa. 16.yy da din değiştiren
ailelerin torunlarının torunlarının torunları örgütlenip böyle bir tehlike oluştursa. Çok ilginç olur film konusu
olur. Einstain biliyorsunuz yahudiydi , Einstain diyor ki : izafiyet teorim başta başarılı olsaydı hem Fransa
hem Almanya Einstain Fransız yada Almandı diyecekti. Ama Einstain yahudi dendi. Đnsan olarak bakamıyor
yani. Sadece Türkiye’de değil Irak’ta da böyle. Kim bilir korkularla kaç beyin öldürüldü. Sen benden değilsin
sen o’sun bu’sun diye.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
~~~
New York'ta düğün Savarona'da kutlama
Suat Ekiz / Bülent KAYA

Yılın düğününün Đstanbul etabı da nihayet gerçekleşti. Ceylan Pirinçcioğlu'nun organize ettiği geceye Yiğit
Şardan, Ünver Oral, Kahraman - Julide Sadıkoğlu, Oya - Bülent Eczacıbaşı, Zeynep - Osman Çarmıklı, Erol -
Tilda Tezmen, Yasemin - Cefhi Kamhi, Mehmet - Canan Barlas, Ralf Tezmen, Selin Toktay, Defne Samyeli ve
eşi Eren Talu gibi birçok ünlü sima katıldı. Velidedeoğlu çiftinin düğün pastası ise, Tarabya Benek Pastanesi
tarafından hazırlandı.
Hürriyet 11.12.2000Canan Barlas’ın Komşuları

...Sonra Canan Hanım'la arasında şiddetli bir tartışma geçmiş ve Canan Barlas, maymununu kucağına almış.
Maymun, kollarını sahibesinin boynuna dolamış ve beraberce evlerine dönmüşler.
Sakinleri arasında Berna Tokar, Can Paker, Atilla Türkmen, Mehmet Barlas ve Kahraman Sadıkoğlu gibi
siyaset, basın ve iş dünyasının önde gelen isimlerinin bulunduğu Otağtepe'deki son durum bu.
Hürriyet 6 Temmuz 2000

Hamdibeycilerden Serbülent H. Bingöl

Rotaryen Serbülent H. Bingöl 12.7.1921 tarihinde Đstanbul’da doğdu. Mühendislik tahsilini Almanya’da yaptı.
Bayındırlık Bakanlığı’nda çeşitli görev kademelerinde bulundu ve Müsteşar Muavini iken 1967 yılında
Bakanlıktan ayrılarak Türkiye Şişe ve Cam Fabrikalarına intisap etti. Bu kuruluşta Genel Müdür Yardımcısı,
Koordinatör, Paşabahçe grubu şirketlerin yönetim kurulları başkanı olarak görev yaptı. Halen Egemetal
Madencilik A.Ş., Rabak Elektrollitik bakır A.Ş., Eksan Đnşaat A.Ş., British Steel Çelik T.A.Ş.’de Murahhas
Azalık, Yönetim Kurulu Üyeliği ve Başkanlık görevlerinde bulunmaktadır.
Đstanbul teknik Üniversitesinde 15 yııl öğretim hizmeti de yapan Serbülent H. Bingöl 1957-58 yıllarında Türk
Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Başkanlığı, 1971-72 yıllarında Đmar ve Đskan Bakanlığı, 1980-81 yıllarında
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yaptı.

Maamin Tarkan ve Bağlar


Yazıda adı geçenlerden birisini Mehmet Ali Erbil hostes olarak Çarkı Felek'e çıkarıyordu.

Sabetaycılar kendilerine maamin diyorlar yani mümin.


Tarkan’la ilgili bilgi ararken öğrendim ki, Tarkan’ın sevgilisi de Nevbahar Demirağ adında birisiymiş. Melike
Demirağ'la baba bir anne ayrı kardeşler. Sabetaycılar sevgililerini de bir genel eğilim olarak Sabetaycılardan
seçiyor.

Melike’nin babası Turgut Demirağ -annesi ise şarkıcı Rüçhan Çamay. Nevbahar’ın annesi ise Afet Tuğbay’mış.
Bu soyad da bize fena halde aşina. Nevbahar Demirağ "sanat hayatına" Milliyet’in sahibi Ercüment Karacan’ın
oğlu Ömer Karacan’ın Numbar One FM’de programcılık ve sunuculuk yaparak başlamış. Demirağ ile
Karacan’ın ne gibi ilişkisi olabilir ki ?Đlişki şu : Ercüment Karacan’ın eşlerinden birisi olan Ahu Tuğbay, Afet
Tuğbay’ın kızkardeşi. Bu Ahu Tuğbay’dan bahsetmiştik. Ahmet Kozanoğlu’nun eski eşi ve uyuşturucudan
sürekli yakalanan Yasemin Kozanoğlu’nun da annesi. Yani Nevbahar ve Yasemin teyze çocukları. Yasemin’i
Vakıfbank reklamlarıyla meşhur eden Sinan Çetin de, Melike Demirağ’ın 2. Eşi Orhan Çetin’in amcası.
Kozanoğlu sülalesinin yakın bir akrabaları da Dinçkök Sülalesi.
Ercüment Karacan’ın beşinci eşi Afet Tuğbay. Afet Tuğbay’ın Ahmet Kozanoğlu’dan olan kızı Yasemin
Kozanoğlu.

Bu Ahmet Kozanoğlu, Çavuşoğlu -Kozanoğlu şirketinde adı geçen kişi. Yani, kontrgerillacı Ömer
Çavuşoğlu’nun, Nazlı Ilıcak’ın ağabeyidir, ortağı ve birlikte Hisarbank’ı soydukları kişi. Ahmet Kozanoğlu’nun
babası eki BJK başkanlarından olan (On yıl başkanlık yapmış) Abdullah Ziya Kozanoğlu’dur. Baba Kozanoğlu
aynı zamanda Türklerin tarihi kahramanlıklarını anlatan envayi çeşit ırkçı, uydurma kitapların da yazarı.

Ercüment Karacan’ın üçüncü eşi Cemile Garan, Cemile Hanım’ın daha önceki evliliğinden doğan kızı Cemre,
NATO’da da çalışan Cemre Hanım, M. A. Birand’ın karısı. Cemile Hanım’ın, Ercüment Bey’den iki çocuğu
oluyor: Ömer ve Ali Karacan. Ömer Karacan meşhur birisi, Coca-Cola’nın sponsörlüğünü yaptığı Number One
tv ve radyonun, Discovery Channel, Nickoledeon, Energy FM, Radyo Klas, Kardeniz FM, vs vs çeşitli
dergilerin de sahibi, ayrıca ünlü parfümlerin de ithatatçısı. Ali Karacan da ünlü bir rallici. Cemile Hanım’ın
Garan ailesiyle olan akrabalığını yazmıştık. Ali ve Ömer Karacan’ın kuzeni Mehmet Garan bugün Fuji
Fimleri’nin Türkiye sahibi ve çok zengin.

Namık Kemal’in dedesi Siyavuş Paşa. Siyavuş Paşa’nın bir diğer kolu da Mason Üstadı Azamı Can Arpaç,
Şarkıcı Alpay Nazikioğlu, Şanar Yurdatapan, Ömür Yoğurtları sahipleri, Garan Sülalesi, 12 Mart’ın bakanı
Đsmail Hakkı Arar...

X Đlişkiler kitabından bir ölüm ilanını verirsek daha iyi anlaşılacaktır.

"Merhum Prof. Dr. Hasan Tahsin Ayni ve merhume Nimet Hanımefendi’nin kızları, merhume Nevin Tektaş ve
merhume Berin Öker’in kardeşleri, Merhum Besim Tektaş, Nimet Kerimzade, Yıldız Gölönü ve Mine
Koyuncuoğlu’nun teyzeleri, merhum Gündüz Garan, Cemile Garan, Đnci Sayman, Ömer Garan’ın yengeleri,
Süheyla Altundağ’ın ablası, Saliha Söymez’in dünürü, Mutlu, Neyzi, Oralbi, ve Tarcan ailelerinin kuzini, E.
Büyükelçi ve Elinor Garan’ın kayınvalidesi, Nur Söylemez ve Porf. Dr. Hasan Garan’ın sevgili anneleri, Belmin,
Timur, Reşat ve Nesrin’in büyükanneleri ve merhum Prof. Dr. Reşat Garan’ın çok sevgili eşi Emine Nesrin
Gayan’ı kaybettik".

Şimdi yukarıdaki ölüm ilanından bir isim seçelim : Cemile Garan.


1- Cemile Garan, M. Ali Birand’ın eşi Cemre Garan’ın annesidir.
2- Cemile Garan, Milliyet’in kurucusu ve sahibi Ali Naci Karacan’ın, gazeteyi devrettği oğlu Ercüment’ın eski
eşidir.

GÖKYÜZÜ
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
lllllllllllllllll
Tarkan'ın Baldızları

Şarkıcı Tarkan'ın 'sevgilisi' Bilge Öztürk'ün, kendisi gibi deli dolu iki kızkardeşi daha var. Tiplerinin uçukluğuna
bakmayın, üçünün de alanı aynı: Hukuk!
Tarkan sağda solda Bilge adlı bir kızla el ele görününce kameralar ve dedikodular hemen çalışmaya başladı:
Kimdi bu Bilge? Tarkan ile nasıl tanışmıştı? Yoksa bu pozların amacı, Tarkan'ın 'gey' olduğuna ilişkin
iddiaların önüne set çekmek miydi?

Vizyon dergisinden Melis Danişmend, Bilge Öztürk (23) ile tanıştığında bir "kız kardeşler takımı" ile karşılaştı.
Bilgenin, onun gibi deli dolu iki kardeşi daha vardı: Belda (22) ve Berna (18)... Üçü de Işık Lisesi'ni bitirmişti.
Belda da, Bilge gibi, avukattı. Berna ise bu yıl hukuku kazanmıştı. Teoman'ın '17' adlı parçasını, şu sıralar
Sabancı'nın eski damadı Eren Tapan ile birlikte olan Berna için yazdığı söyleniyordu .

Deniz
MĐLLĐYET VE KARACANLAR

Karacan Yayınları adıyla yıllarca yayın yapıp toplumu yönlendirmeyi başaranlar arasında yer almış bir Medya
Patronunun hazin öyküsü..

Selanikli “Sabetaycı” bir ailenin mensubu olan Ercüment Karacan, sağlığında Basın Đmparatorları arasında yer
almayı başarmıştı. Đkinci evliliğini sinema ve ses sanatçımız Ajda Pekkan’ın kızkardeşi Semiramis Hanımefendi
ile yapan Ercüment Karacan’ın bu evliliği tam 18 yıl sürmüştü. Bu evlilikte dünyaya gelen bebek ne yazık ki,
çok yaşamamış ölmüştü. Bu ölümün ardından da evlilik çöküvermişti..

Ercüment Karacan’ın ilk evliliğinden dünyaya gelen iki oğlu Ali ve Ömer Karacan babalarının vefatının
ardından Medya dünyasında patron olarak göründüler.

Baba Ercüment Karacan’ın sağlığında Ömer Karacan kendisinde görülen bazı emarelerden ötürü ses sanatçısı
Hümeyra’nın annesi Malike Akbay ile birlikte Paris’e gönderilmişti. Aşk ve sanat kenti Paris’te 1,5 yıl kalan
Ömer Karacan’ın Đstanbul’a dönüşünde baba Karacan, bir organizasyon gerçekleştirdi ve baldızı Süper Star
Ajda Pekkan ile oğlu Ömer’i buluğ çağının ilk macerasını yaşaması için, Polenezköy’de bir evde on gün
süreyle halvet olmaya gönderdi. Bu on günlük maceranın ardından aile “Oğlumuz erkek oldu” çığlıkları attı.
Peki ama, gerçek böyle miydi?.. Yoksa gerçek çevreden gizlenmeye mi çalışılıyordu?

Baba Karacan ile oğul Ömer Karacan, artık “bacanak” olmuşlardı ama, sonuç babanın yüreğine su
serpmemişti.. Ömer Karacan, aile ve dost çevrelerinde ‘buruk’ bir acı olarak baba Karacan’ın yüreğini gizli
gizli hep kanattı.
Dünyanın ‘tadı’ olduğu gibi, ‘tuzu’ da vardı ve baba Ercüment Karacan’ı tuzu da bekliyordu. Bugün rahmetli
baba Ercüment Karacan yok.. Ömer Karacan’ın birkaç dergisi, radyosu ve televizyon istasyonu varHarran’dan
Ajda geçti
OLIMPIA'DAN DA MÜHĐM
Fransa Olimpia'da ne kadar Türk iseniz, Şanlıurfa'da o kadar Fransız kalacağınızı düşündüm...
- Orada mecburen Türk'tüm. Burada tamamen bu vatanın bir parçası olarak varım. Beni orada kabul etmek
istemediler bile. Zoraki Türklük oldu. Burada kendi toprağımdayım, evimdeyim, ailemin içindeyim. Ailemin bir
kısmı da Şanlıurfalı zaten. Bu kadar basit! Dedem Romanyalı, anneannem Rumelili. Halamın kocası Selanikli.
Teyzemin kocası buralardan. Kardeşimin kocası Hintli. Yadırgamıyorum. Ben alışığım. Buraya daha yakın
hissediyorum. Burası benim için her yerde konser vermekten daha mühim. Olimpia'dan da daha mühim bir
yer oldu burası. Çünkü halkımla ilk defa iç içe olabileceğim bir yer. Hem medeniyet olan hem de
medeniyetten zaman zaman kopuk olan bir yerde bizlerin bu ilke imza atmasıyla sanatsal olaylarla bu
insanlarla özdeşleşeceğini bilmek, çok yüreklendirici, çok keyifli bir olay. Hele Cumhuriyet'in 75.
yıldönümünde. Buraların daha karizmatik olması daha dikkat çekmesi için ne yapılacaksa ben hazırım.
1 Kasım 1998, Pazar Hürriyet
lllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll

Hamdibeycilerden Huysuz Virjin


Đlk-orta-liseyi (Bebek-Arnavutköy arasındaki) Boğaziçi Lisesi'nde okudum. Lisede okurken babam Heybeli
Ada'daki Deniz Koleji'ne girmemi istedi. Dört yıl devam ettim. Harbiye'ye geçmeden son sınıfta bana çok sıkı
gelen disiplinine dayanamadığımdan ayrıldım. Aşırı disipline ayak uyduramıyordum. Her akşam ceza taliminin
müdavimi olmuştum. Haydarpaşa Lisesi'ne yazıldım. Burayı bitirip Đngiliz Filolojisi'ne kayıt oldum. Burası da
Deniz Koleji'nin aksine çok serbestti. Bu da bana itici geldi. 2. sınıfından terk ettim. Bu da benim karakterimi
net olarak ortaya koyuyor. Katı disiplini ve aşırı serbestliği kabullenemiyorum.
Genel olarak çocukluğum ve gençliğim Beylerbeyi'nde geçti. Askerliğimi yedek subay olarak tamamladım.
Beylerbeyi Kültür Cemiyeti kurulmuştu. Bende diğer Beylerbeyli'ler gibi bu cemiyetin üyesi oldum.
Cemiyete para sağlamak için Ramazan aylarında bir ay süre ile şu an ki Beylerbeyi Camii'nin yanındaki bir
vakfa ait binada eğlenceler tertiplerdik.
Bu organizasyonun başı ve sorumlusu bendim.

Osman Babacılardan Selim Soydan ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

1941 Đstanbul doğumlu olan Selim Soydan, Đstanbul Işık Lisesi'ni bitirdi. 1967'e kadar Fenerbahçe'de oynadı.
1968'de Hülya Koçyiğit'le evlendi, 1975'te kızları Gülşah'ın adını vererek Gülşah Film'i kurdu ve yapımcılığa
başladı. Özellikle 80'li yıllardan sonra Hülya Koçyiğit'in başrol oynadığı "Derman", "Firar", "Kurbağalar" gibi
filmleri gerçekleştirdi. Halen Fenerbahçe takımının yöneticisidir.

Bülent Ersoy
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Bülent Ersoy’un amcası Rıdvan Aytan tanınmış udîlerimizdendir. Ve Kadıköy Musikî Derneği’nin
yöneticilerinden. Ve konservatuvar hocası, tamburî Sadun Aksüt’ün 60 yıllık dostu.
Bir üçüncü dostları, Fikret Erkoç. Çocukluk ve mahalle arkadaşları. Sadun Bey’in yazdığına göre Fikret Bey’in
eşi Necla Hanım, tek evladı olan oğlu Bülent’i kız gibi yetiştirmiş. "Kız gibi giydirir, saçlarını kızlar gibi uzatır
ve o biçim tararmış. Kız çocuk özleminden".
Çocuk büyümüş Bülent Ersoy olmuş. Bilindiği gibi Cem Adler (Almanca kartal demek) isminde birisiyle kısa
bir evlilik yapmıştı. Aşağıdaki yazıdan da anlaşılacağı gibi gerçek soyadı Erkoç.

Parla Senol
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Babasinın dayısı aktör Necdet Mahfi Ayral; onun kızı Jeyan Mahfi Tözüm; babasi müzisyen Armağan Şenol.
1956 yılı 7 Mayıs günü Đstanbul’da dünyaya geldi. Sanat ortamının göbeğindeki hayatının 3,5 yaşında,
annesi, onu Özel Madam Olga Bale Dershanesi’ne götürmüş. 80’li yılların başında Boğaziçi Üniversitesi Đdari
Bilimler Fakültesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldu. Kocasi Nazar’la, 1984 yılında evlendi.
Necdet Mahfi ve kızı Jeyan Yahudidir. Açık, bir gizlisi saklısı olmayan, Đshak Alaton gibi Yahudi yurttaşlardır.
Jeyan Ayral, uzun yıllar Türk filmlerinin baş aktristlerini seslendirdi. Türkan Şoray vs. (Gökyüzü)
GÖNÜL YAZAR ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Gerçek adı Gönül Özyeğiner. Sabataycılığını bu soyadı ele veriyor. Semra


Özal'ın da kızlık soyadı Yeğinmen. Teğet geçse de bir benzerlik var.

Frank Oz - Đzzet Öz - Vahi Öz Frank Oz Đngiliz film rejisörü, şu meşhur Mupped Show onun. Đzzet Öz film ve
müzik prodüktörü. Vahi (Vahe) Öz bir zamanların Horoz Nuri namıyla maruf ünlü sinema oyuncusu. Meşhur
doktor Mehmet Öz zaten malûm. Bir de Prof. Abdullah Uz Tansel var. Oz veya uz Đbranice güç, kuvvet
demek. Sabataycılar bu soyadını severek kullanıyorlar.
Đzzet Öz, Kürt Yahudisi Babanzade Ailesinin yani Baban soyadlıların kızıyla, Yaşar Kemal'in yeni eşinin yakın
akrabası olan bir hanımla evli. Ölen karısı Thilda’nın Yahudi olduğu biliniyordu. (Gökyüzü)
Dönmelerin camisi
Selanik'i en iyi seyredebileceğim yer neresi olabilirdi? Haritaya göre şehrin kendini bana açacağı manzara
noktası hâlâ ayakta kalan surlarla çevrili yüksek kısımları olmalıydı. Ama bu insanlar neden denizden bu
kadar uzak yaşıyor? Bir tek sandal, kiralık motor bile göremedim. Denizle iç içe ama denizden uzak Anadolu
insanına benziyorlar belki de. Gerçekten Đzmir'in kordon boyunu hatırlatan sahile akşam serinliği esmeye
başladığında bile insanların publara kafelere yığılmalarına anlam veremiyorum. Yürüyüşe çıkan tek tük
insanlar ise Đstanbul'da alışık olduğumuzkalabalığın olağan dışılığını hatırlatıyor. Beyaz kulenin yanından
kalkan kütüphane gemisi hoş bir buluş. Kitap dolusu gemi körfezde tur atarken guruba karşı şiir kitaplarıyla
hemhal olabilirdiniz mesela.
Selanik yakınlarında bir köy tavernasında balık yediğimiz Đaonnis'in mimar arkadaşı gece 12.00'den sonra
arabasıyla buraları göstermeseydi muhtemelen manzaranın bu denli çarpıcı olabileceğini keşfetmeyecektim.
Beton yapıları gizleyen gecenin karanlığında Selanik, ışıklandırılmış surların heybeti altında ışıl ışıldı.
Đskender'den beri hiçbir fatihe ram olmayan bu şehir kime ram olacak?

Kastra eskiden Türkler'in oturduğu semt. Müslüman mahallesi. Hâlâ ayakta kalan yapılar biraz deforme
olmuş, otantik özelliklerini yitirmiş restorasyona rağmen hâlâ Osmanlı havasını yansıtıyor. Cumbalı evlerin
heyecan veren sokak görünümleri.

Surlardan şehre bakınca sol tarafa yani doğuya doğru uzayıp giden yeni şehir kendini belli ediyor. Surların
dışına ilk taşan semtler bu yönde gelişmiş. Yeni oluşmaya başlayan Osmanlı Selaniki'nin zenginleri Batılı
anlamda konaklarını buralarda yaptırmışlar. 19. yüzyılın sonlarına kadar eski şehirde cemaatlerin geleneksel
konumlanışına göre yerleşen insanlar artık alışılmışını dışında, kültürel farklılığın değil ekonomik statülerin
belirlediği bir yerleşim şekli geliştirmişler. Artık Yahudi zenginlerin, Rum tüccarların, hali vakti yerinde dönme
zenginlerin yanısıra Müslüman kalburüstü kesimin yerleştiği semt haline gelmiş.

Vas Olgas Caddesi'nin en doğusunda bulunan Alattini Köşkü'nden batıya doğru yürüşe geçtiğimde kendimi
yakın tarih müzesinde hissettim. Abdülhamid'in sürgün yıllarını geçirdiği köşkün sahipleri Yahudi Alattini
ailesiydi. Buradan itibaren cadde boyu tarihin sıraya dizildiği bir gösteri alanı gibi. Daha çok sosyo-politik
tarih dersi. Modernleşme, Batılılaşma, Yahudiler, Dönmeler'in etkisi, savaşlar, yenilgiler hepsi bu cadde
üstünde bir iz bırakmış sanki.

Saatlerinizi geriye devrediniz

Vas Olgas Caddesi'ndeki en ilginç yapı şüphesiz bir zamanlar Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan Yeni Cami.
Şimdilerde sergi salonu olarak kullanılıyor. Bu cami hem ilk hem son olmak gibi bir özelliğe sahip. Selanik'te
yapılan son cami ve Dönmeler tarafında yaptırılan ilk cami.

Minaresi yıkılmış haliyle ilk bakışta camiden çok Đtalyan havrasını hatırlatıyor. Zaten caminin mimarı da
Vitelyano Poselli isimli bir Đtalyan.

1902 yılında tamamlanan caminin karşısında bir zamanlar Müşir Mehmet Hayri Paşa'nın konağı varmış. Zaten
cami de paşanın yardım ve himayeleriyle yapılmış.

Semt, zengin Dönmeler'in yaşadığı Hamidiye Mahallesi'nde olduğu için olacak Hamidiye Camii Şerifi olarak
adlandırılmış. Ama yaygın olarak Dönme Camisi olarak biliniyor. Bugün Yunanlılar bile Dönme Camisi diyor
buraya.

Caminin ön cephesi ve giriş kapısının üstündeki üçgen süslemeler tümüyle dönemin Batı mimari tarzını
yansıtıyor. Kapının alınlığındaki süslemeler arasına ustaca gizlenmiş altı köşe Davud yıldızını dikkatlice
bakmayan birisinin fark etmesi mümkün değil.

Đçine girdiğimizde yoğun bir faaliyet göze çarpıyordu. Açılacak yeni bir heykel sergisinin hazırlıkları var.
Serginin yöneticisi hanım ilgiyle karşılıyor. Mihrap olduğu gibi duruyor. Hatta "fevelli vecheke..." ile başlayan
ayetin yazılı olduğu Arapça hat bile duruyor. Ama minberden eser yok. Siyah beyaz kareli zemin
süslemelerinden buranın, halı serilen bir cami olarak tasarlanmış olduğunu düşünmeniz zor.

Kadınlar kısmına ait üst kata çıkarken kendimi bir tiyatro salonunun locasına çıkıyormuş gibi hissettim.
Vitraylarla süslenmiş bölümde altı köşeli yıldız hiç de gizlenmemiş. Acaba dönmelerin Yahudi kökenlerine
gönderme olması için bilinçli olarak konmuş bir sembolü müydü? Üst kattan aslı korunan kubbe tezyinatı
daha iyi görülüyor. Çiçekli süslemelerin arasında ay yıldızlı figürler rahatlıkla görülebiliyor.

Yıkılan minarenin az ilerisinde, kıbleye doğru sağ köşesinde mermerden bir güneş saati var. Çizgileri ve
üzerindeki yazılar net olarak okunabiliyor. "Saatinizi on dakika geri olarak devrediniz."
Evet saatimizi biraz geriye alıp geçmişi hatırlamak için caminin bekçisi ile oturup bir kahve içmem gerekiyor.

Arif Emre Yeni Şafak-23 Temmuz 2000 MERHAMETTEN MĐ, ĐHANETTEN MĐ?Günümüzden iki gözlem,
tarihten iki olay ve geçmişten bir ikazla merhametten ihanetin nasıl doğabileceğini anlamaya çalışalım. Sonra
da bugün yapılmak istenenleri biraz değerlendirelim.Đlk gözlem; Tek başına yirmi-yirmibeş metrekarelik bir
yazıhanede ticaret yapıyordu. Eski Đstanbullu idi. Yaşı yetmişi geçmiş eski Đstanbul'u çok iyi bilen
biriydi.Ermeni kökenliydi. Đstanbul'da yetişmenin kibarlığıyla "iyi günler, nasılsınız, iyi akşamlar" gibisinden
oldukça sınırlı konuşuyordu. Yüksek tahsilini Amerika'da yapmıştı. Bir süre orada ticareti denediği fakat
başarısız olduğu söylenmişti. Türkiye'ye dönmüş, Ortadoğu'da pek çok ülkeye bir takım endüstriyel ürünlerin
pazarlanmasında komisyon karşılığı genel dağıtıcılık yapıyordu. Arapça dahil sekiz, dokuz dil bildiğini eski iş
komşuları söylüyorlardı. Yazıhanede üç sandalye, telefon, faks ve fotokopi makinesi dışında hiçbir lüks eşyası
yoktu ama arı gibi çalışıyordu. Tek başına o kadar işi organize etmesi çevrede hayretle karşılanırdı. Belki
gençliğinde daha çalışkandı. Biz onu 1990'lı yıllarda tanımıştık. Yaşlanmıştı ve biraz durgundu. Karşısındaki
konuşmak istediğinde konuyu sürekli eski Đstanbul'a çeker ve çok kere "Taksim Bahçesi'ni biliyor musunuz?"
sorusuyla konuşmasını bitirirdi. Durgunluğunun yaşlılıktan kaynaklandığını düşünüyorduk. Sonradan kendisi
distrübütörlüğünü iptal edecekleri kaygısıyla işine olan şevkinin kırıldığını, kendini bir ömür boyu
kullandıklarını, çok düşük yüzdelerle çalıştırdıklarını konuşma arasında geçiştirince, durgunluğunun gerçek
sebebini anladık. Asıl düşündüğüm yüzyılın başındaki Ermeni meselesini konuşmaktı. Dalgınlığı ve az
konuşması istediğim konuyu konuşma fırsatının doğmasını engelliyordu, nitekim o gün yine soramadım.
Ermeni soykırımı tasarısının Amerikan Senatosu'nda görüşülmesinin Türkiye gündemini etkilediği günlerde
dayanamayıp iş yerine gittim. Selâmdan sonra kararlı ama kızgınlık göstermeden açıkça sordum. "Nedir bu
soykırım hikâyesi, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?" Başını kaldırdı, düşünceli düşünceli yüzüme baktı. Bir
şeyler söyleyecek gibi hafifçe doğruldu fakat söylemekten vazgeçerek gözlerini kaçırdı. Bu fırsatı bir daha
yakalayamayacağımı düşünerek ve onu suskunluğundan vazgeçirmek için kararlı bir sesle; "Bak Agop; biz
öyle çoluk, çocuk, kadın, kız, ihtiyar topluca bir insan grubunu öldürmeyi bilmeyiz. Bizim kültürümüzde böyle
bir alçaklık yoktur. Bazı aydınlarımız da o dönemde savaştan sonra Alman sermayesine çalışma alanı açmak
için bu durumun yaratıldığını iddia ediyorlar" dedim. Nihayet suskunluğunu bozdu. "O kadar değil, dahası
var" dedi. Dahası neydi ? Anlatmaya başlamıştı.

-Aptal Taşnaklar, tezgâhlanan oyuna düştüler. Türkleri düşman seçtiler. Başkalarının aklına uydular.
Dışarıdan Almanlar, içeriden başkaları aradıkları fırsatı buldular ve geliştirdiler.
-Đçerden kimler ?
-Türk ekonomisinin büyük sektörlere dağılmış sermaye yapısı nasıl şekillendi ve şimdilerde nasıl çalışır ?
-Yahudiler mi demek istiyorsun Agop ?
-Açık ve saklı Yahudiliği beraber düşündün mü? Nasıl çalışmışlar, hangi sektörlere hakim olmuşlar? Büyük
ticaretle siyaset arasındaki ilişkiler nelerdir? Bak ben Agop değil de "Berk" ya da "man" olsaydım, o zaman
komisyoncu değil pek çok fabrikanın sahibi olurdum. Onu bile çok gördüler, şimdi daha yüksek komisyonlarla
bir Đngiliz Yahudisine verecekler, şimdi bahane arıyorlar. Soykırım tasarısı neden hep Amerika'da veriliyor ve
neden Musevi Lobisinin etkisiyle geri çekiliyor? Bu durum Türkiye'yi ne yönde etkiliyor ? Aptal Taşnak
politikasına Ermeniler Amerika'da alet ediliyor, yine kullanılıyorlar. Aslında Türklerle yaşamak çok zevklidir.
Đnsanın bunu anlaması için Batı Avrupa uygarlığının içinde bir dönem yaşaması gerekir. Batıda yaşayıp
Türkiye'ye dönen birinin Türklerle barışı yaşamanın anlamını kavraması çok başkadır. Ama Türkleri
kızdırmayacaksın, ayranlarını kabartmayacaksın. Sonrası çok kötü olur.
Durdu aklına birşey takılmış gibi düşündü. Birden sordu:
-Siz Türkler böyle şeyleri düşünmez sormazsınız, bunları neden sordun ?
-”Müsaade et Agop. 1950'den sonra başlayan köylerden şehirlere ilk yığılma ve şehirleşme dönemini
yaşıyoruz. Yeni yeni, mektepler bitirip okumaya ve yeni bilgilerle düşünmeye başladık. Ve ülkemizi bir
kargaşaya sürükleyecek yeni karışıklıklar da nedense hızla gelişmeye başladı. Geçmişte Ermenilere oynatılan
senaryo şimdi Kürtlere mi oynatılmaya çalışılıyor, onu anlamak için sordum. Ama görüyorsun ki henüz
kızmadık sabırla bekliyoruz. Siz Türkleri birşey bilmez , öğrenmez mi zannediyorsunuz? Taksim Bahçesi'ni de
öğrendik. Bugün üstünde Hilton, Şeraton, Divan, The Marmara otellerinin bulunduğu saha aslında II.
Abdülhamid'in Kurmay Mektebi için kamulaştırdığı Harbiye meselesine dayanmıyor mu? Galiba evvelden
Ermeni mülkü imiş.” Deyince;
-”Tamam Beyefendi. Ben de anlıyorum ki artık Türkler öğreniyor ve düşünüyorlar. Nereden öğrendiniz
Taksim Bahçesi'ni ?” dedi.
-”Kitaplardan Beyefendi kitaplardan” dedim. Komşumuz Agop'la sohbetimiz o gün için böyle bitti. Sonrasında
Agop sohbet etmiyor, karşılaştığımızda zaman zaman ;
-”Artık, Türkler öğreniyor ve düşünüyorlar. Türkiye'de ticaret ve siyaset yapacak adamların işi zor” diyordu.
Havadan, mevsimden, trafikten, enflasyondan yakınıyor başka bir konuya girmiyordu.

Đkinci Gözlem :
Kadın Adanalı idi. Kastamonulu biriyle evlenmişti. Adamın babası Kastamonulu, annesi ise Yahudi asıllı idi.
Başlangıçta onun bu durumu kadına pek mahzurlu gelmemişti. Kocasının işleri yıldan yıla bozulmuştu. Đşlerini
yeniden düzenlemek için, kimin aklına uymuşsa Đsrail'e gitmeye karar vermişti. Ve gitti, bir süre sonra işlerini
yoluna koydu. Sıra çocuklarının ve hanımının Đsrail'e götürülmesine gelince bir türlü aşılamayan bir engelle
karşılaştılar. Bizim kültürümüzün mantığı içinde vatandaş olarak kocanın Đsrail'e kabul edilmesi durumunda
kadın ve çocuklarında kabulü gerekiyordu. Ama orası Đsrail'di ve Đsrail'de işler bizim bildiğimiz gibi
yürümüyordu. Adam ana tarafından Yahudi olmasından ötürü vatandaşlığa kabul edildi, Đsrail'e yerleşti, iş
güç sahibi oldu. Kadın ve çocuklar ana tarafından Türk oldukları için vatandaşlığa kabul edilmediler. Geçen
zaman içinde adam Đsrail'de, kadın ve çocuklar ise Türkiye'de oturmak zorunda kaldılar. Aile parçalandı,
kadın ve çocuklar için mutsuzluk ve çile dolu yıllar birbirini kovaladı. Evlenme çağındaki kız için kaynanasının
Yahudi asıllı olması belki pek mühim görünmemişti. Anneden aldığı terbiye ile kocasının Đsrail'e yerleşip
sorumsuzca kendini terk etmesinin neticelerini görünce ne düşündü bilemiyoruz. Bu olayı gözlemledikten
sonraki araştırmalarımızdan; Đsrail vatandaşlığına kabulde yasal hükümlerin anne tarafından Yahudi olma
zorunluluğu koyduğunu tesbit ettik. Kadın kocasını görebilmek için kaç defa müracaat ettiyse de Đsrail'e turist
olarak dahi kabul edilmedi. Dünyada, turist kabul etmeyen belki de tek devlet Đsraildir. Koca, anneden aldığı
genetiğe veya eğitime çok bağlı olmalı ki kazancını insana hemde öz çocuklarına tercih etmişti. Đsrail devlet
politikası anne soyu hakkında dahi bu kadar katı davranıyordu. Oysa dünya çapında etkili sayılabilecek
Yahudi informasyonu ve ona bağlı medya, ırkçılık karşıtı propaganda yapmaya devam ediyordu. Pek çok
ülkede aynı kökten veya ayrı köklerden olan insanları birbirlerine ırkçılık yaptıkları yolunda yoğun telkinlerle
karşı karşıya getiriyordu Emperyalizmin ve sömürünün bağlarından kurtulmak isteyen milletlerin anti
emperyalist milliyetçilikleri hemen medya tarafından ırkçılık şeklinde propaganda ediliyor, böylece ırkçılık
imajı mazlum milletlere karşı bir nevi psikolojik taarruz silahı olarak kullanılıyordu. Her ulusun içinde az çok
mutlaka bulunan başka kökten insanlar da devleti kuran ulusa karşı tavır almaya itiliyordu.

Devlet ise propagandanın etkisiyle egemenlik ulusundur prensibinden sürekli taviz vererek, kendini kuran
ulusun hakimiyet hakkını yitiriyordu. Hakimiyetin zayıfladığı sahalarda icra edilen sömürü planları da işin
cabası.
Tarihten iki olay sanki tek bir planın iki ayrı parçasıymışçasına birbiri ile ilgili görünüyor. Bunlar iki ayrı
kaynaktan anlatıldığı için iki ayrı olaymış gibi algılanabilir.

"Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Almanya da Berlin-Bağdat demiryolu projesi ile Musul üzerinde tasarruflarda
bulunmak istemişti. Bölgede petrol bulunmasından sonra Đttihat Terakki Cemiyeti içinde Rıza Tevfik ve Dr.
Nazım Beyler gibi üyeler (Demek ki başkaları da var) ekonomik potansiyeli olan bu bölgeye Musevi
göçmenler yerleştirmeyi düşünmüşlerdir. Bu takdirde Filistin'i Đmparatorluktan koparmaya azmetmiş
siyonistlerin Osmanlı Musevileri üzerindeki nüfuzu azalmış olacak (Ne parlak bir zeka ürünü). Çünki
Đttihatçılar Musevilere yurt diye Musul'u sunmaktaydılar ! Bu alışverişten Osmanlıların da kârı olacaktı.
(Nasıl?). Đttihatçılar Osmanlı azınlıkları içinde en fazla Musevilerin devlete sadık olduklarını düşünüyorlardı.
(Hangi Đttihatçılar, Dr. Nazım Bey mi ?) Musul'a yerleştirilmeleri ile buraya hem ekonomik canlılık getirecek
hem de yabancı güçlere bilhassa Đngilizlere karşı da bir nevi set oluşturacaklardı." (Mim Kemâl Öke-Musul-
Kerkük Dosyası)
"......Maliye Nazırı Cavit Bey Sultan Abdülhamit Han'ın öz malı olan Musul petrollerini satmak veya herhangi
bir teklifte (?) bulunmak için Londra'ya gider. Đttihat ve Terakki Cemiyeti kendisine bütün selahiyetleri
vermiştir. Cavit Bey Londra'ya giderken yanına çok iyi tanıdığı (!) Dûyun-u Umumiye memurlarından Ermeni
Gulbenkyan'ı (mâlûm) kâtip olarak alır.

......Musul petrolleri üzerinde Cavit Bey ve Ermeni kâtibi Gulbenkyan Đngilizlerle pazarlığa otururlar...
Müzâkereler devam ederken Cavit Bey Đstanbul'dan bir telgraf alır. Acele dönmesi istenmektedir. Cavit Bey
kâtibi Gulbenkyan'a "Ben gidiyorum. Çabuk döneceğim, sen kal benim yerime müzâkerelere devam et" der.
Ve Gulbenkyan Musul petrolleri üzerinde tam selahiyetle söz sahibi olur. Cavit Bey Londra'ya
dönemez...Sonrası cümlenin malûmu. (Gulbenkyan hadisesi ve %5, Münevver Ayaşlı.)

Đki olayda da adı geçen şahıslardan Gulbenkyan Ermeni, Dr. Nazım ve Cavit Bey de Yahudi dönmesi
(Sabatayist) idiler. Olayın esası ise Musul petrollerinin kârının kimler tarafından elde edileceğine ilişkindi.
Birincide Musul'a bizzat Yahudi yerleştirip menfaatin ele geçirilmesi, ikincide büyük ihtimal imtiyazın Yahudi
sermayeli bir şirkete devredilmesi sözkonusu olmalıdır. Her iki olayda da siyasi meselelere çözüm üretiyor
mazeretiyle çok yüksek ticari potansiyelleri ele geçirmek hedeflenmiş olmalıdır. Dr. Nazım ve Cavit Bey'in bu
çözümde Yahudileri tercih etmiş olmaları adlarına rağmen tercihlerinin kimler oldukları ile ilgilidir. Petrol Ofisi
gibi bir şirketle petrolün bütçeye ve ulusa kazanç sağlaması düşünülebilecekken (ki Mustafa Kemâl
Atatürk'ün stratejisi) azınlıklardan Yahudiliğin yararına sunulması fikri ile bu yol izlenmiş. Şahısların akibeti
malûm Đzmir suikastı tertibinden yargılanarak idamla hayatları son bulmuştur.

1934 yılındakı bir yazısından Atsız Beğ'in ikazı:


"...Onun Allah’ı paradır. O cebine birkaç para koyabilmek için gölgesinde yaşadığı bayrağı satmaktan
çekinmeyen namussuz bir bezirgândır. Hangi memlekette oturuyorsa oranın düşmanıdır. Fakat düşmanlığını
yüze gülerek, teşekkür ederek yapar. Yahudi mayi gibidir. Derhal bulunduğu kabın şeklini alır. Yer yer
kurulan Yahudileri Türkleştirmek cemiyetleri bu şekil politikanın neticesidir. Bununla Cihan Savaşında
düşmanlarımıza casusluk ettiklerini, mütarekede Türklüğü tahkir ettiklerini unutturmak isterler. Hatta daha
ileri giderek kendilerine Türk adları takarlar. Yahudi iki türlüdür. Biri asıl Yahudidir, bu dilinden tanınır. Biri
Yahudi dönmesidir. Bu dilinden tanınmaz. Bunu tanımak için yüzünün mütereddi hatlarına dikkatle bakmak
lazımdır. Yahudiyle Yahudi dönmesinin hiçbir farkı yoktur. Biri "Biz Yahudiler " derse, öteki de "Siz Türkler "
der.

Gazetelerin birinde bir Yahudi mektebinde Yahudilerin Türkleşmeğe (!) karar vererek adlarını değiştirdikleri,
bazılarının da Attila, Cengiz gibi kahramanların adlarını takındıkları yazılmıştı....Eğer gazetenin verdiği haber
doğru ise hükümet buna derhal engel olmalıdır."

1934 soyadı kanunu ile birlikte bir grup Yahudi Türk adları alarak Cumhuriyetle birlikte yeni bir politika için
hiç bir zorlama olmadığı halde isimlerini değiştirmişlerdir. Sayılarının ne kadar olduğu meçhuldur. Pek çoğu
tahsil görmüş meslek ya da ticaret erbabı. Daha önceki Sebetay Cemaatinin Osmanlı toplumundaki yaşayış
tecrübeleri nasıl davranmaları gerektiğinin rehberi olabilecek birikime de sahiptir.

1992 yılında ise Yahudilerin Đspanya'dan kovuluş ve Osmanlıya kabul edilişlerinin 500. yılı olması
münasebetiyle Türkiye'de anma toplantıları düzenlenmişti. Bu toplantılar 500. yıl olmasına izafeten 500. Yıl
Vakfı adıyla kurulan bir vakfın organizatörlüğü ile tertiplenmiş ve icra edilmiştir. Kamuoyuna Türklerin 500 yıl
önce gösterdikleri iyiniyet ve merhamet duygularının ne kadar yüksek olduğunu aktaran imajlar verilmiş idi.
Yahudilerin ve Türklerin aynı devlette dostça yaşadıkları sık sık empoze edilmiş ve hâlâ fırsat buldukça
edilmektedir. Türklerin iyi niyet ve merhamet sahibi bir millet oldukları doğrudur. Diğerleri bakımından ise
zaman içindeki yaptıkları ve çalışma metodları açısından bakıldığında, topyekün dostça, iyiniyet ve doğruluk
esasına bağlı kaldıkları kesinlikle söylenemez. Ermenilerle tanış-mamız, ve aynı devlette yaşamaya
başlamamızın üzerinden dokuz yüzyılı aşkın bir süre geçmiştir. Ve sekiz yüzyıla yakın bir süre çatışmamız da
olmamıştır. 1900'lere gelindiğinde ise çeşitli sebep ve tesirlerle bu yaşayış bozulmuş sonu çatışmaya varan
olaylar yaşanmıştı. Sekiz yüzyıl birlikte yaşamanın dahi, tahammül etmenin sınırlarını aşan hareketleri mazur
görmeyi gerektirecek kadar hatırı olmasa gerek. Nihayetinde Türk milletinin ayranını taşırıncaya kadar
sabrının sınırları ısrarla ve vahşice zorlanınca, Ermenilere tahammül edilmemiştir. Bunun nedenlerini ve
sonuçlarını bizden daha çok düşünenler olmalı ki Agop gibi yorumlayanlara da rastlayabiliyoruz.

Bir topluluk adına beşyüz yıllık dostluk telkininde bulunan 500. Yıl Vakıflarının dediğinin aksini gösteren
durumlar da olmuştu. Fakat Vakıf propagandanın sürekli tekrar ve ısrar prensibine göre hareket ediyor,
nedense olumsuzlukları hiç hatırlatmadan geçiştiriyordu. Hâlâ geçiştiriyor. Oysa şu beşyüz yıllık birlikte
yaşayış içinde olanlar, bu gün olanlar,olabilecekler. Hepsinin birlikte düşünülmesi icabediyordu. Đçlerinde pek
çok Türk isimli politikacı, bürokrat ve iş adamının da bulunduğu vakfın gerçekleştirdiği ilk işlerden biri
yüzmilyarın üstünde para harcayarak ilk, orta, lise Đbranice dahil eğitim verecek bir özel Musevi okulunun
açılması oldu. Musevileri anladık ancak vakıftaki Türk isimli şahısların Musevi Lisesi ile ilgileri ne olabilirdi?
Demek ki durum başka türlü tezahür edecekti. Geçmişte Dr. Nazım ve Rıza Tevfik ile Cavit Bey'in yaptıkları
gelecekte yapabilecekleri hakkında çok şey anlatıyordu. 1934'te ikaz da edilmiştik.

1980'lerde Đsrail; 2000'li yıllarda otuz milyonluk Đsrail hedefini açıklamış, 1990'lardan sonra Arap-Đsrail barışı
gibi bir politikayı uygulamaya koyuyordu. Başka bir denge söz konusu olabilirdi. Araplar dışındaki çevre
ülkelerin politikalarına Yahudiliğin tesiri bu dengede 1990'lardan öncekinden farklı olacaktı. Birinci Dünya
Savaşı yıllarında Yahudilik, Ortadoğuda Arap ve Đngilizlerle anlaşmıştı. Neticesi bugünkü Ortadoğu şeklinde
oldu. 2000'li yıllar için başka bir hesap yavaş yavaş icra ediliyordu. Öyle ise Türkiye'yi ilgilendiren şu beşyüz
yıllık dostluğu ve bugünkü durumun hepsini yeniden gözden geçirmeliyiz.

1492'de Đspanya'dan kovulan Yahudiler II. Beyazıt tarafından Osmanlıya kabul edilmiş, bir kısmı da Đtalya ve
Fransa tarafından kabul edilmiştir. Osmanlıda Selanik, Mora, Balkan vilayetleri, Đzmir, Đstanbul, Ege adaları,
Girit, Kıbrıs, Beyrut gibi şehirlerde yerleşip yaşamalarına müsaade edilmiştir. Đyi tüccarlar olan cemaat
şehirlerde oldukça yüksek standartlarda hayatlarını sürdürmüşlerdir. 1660'lara gelindiğinde cemaatten birisi
kendisinin "Mesih" olduğunu, Osmanlı ülkesinin onsekiz parçaya bölüneceğini bunlardan birinin kendi
devletleri olacağını, payitahtın ve hanedanın yok olacağını iddia etmiş, cemaatten bir hayli taraftar da
toplamıştır. Osmanlı, Sebetay Sevi adındaki bu adamın tutularak huzura çıkarılmasını istemiş, Sebetay
Sevi'ye yaptığının anlamı sorulup sıkıştırıldığında inkâra yönelmiş, Hahambaşılara sorulmuş, onlar iddianın
doğruluğunu beyan etmişlerdir. Sebetay Sevi'nin inkârı hapsedilmesini engelleyememiş ancak hapisle
cezalandırılan Sebetay'ın ünü Lehistan, Almanya, Đngiltere, Đtalya ve Kuzey Afrika'ya kadar yayılmıştır. Para
karşılığı dahi olsa Müslümanlardan taraftar toplamaya devam eden Sebetay ve Museviler, Hahamların ve
ahalinin şikayeti üzerine huzura çıkarılmış ancak cezasının idam olacağına anlayınca Müslüman olmuş ve
Mehmet Aziz Efendi adını almış bilahare cemaati de aynı yolu izlemiştir. Ancak cemaat hem Yahudilik hem de
Müslümanlık dışında kalmayı tercih etmiş, zahiren Müslüman fiilen Sebetay'ın Mesih olduğuna inanan
Museviliğin bir tür mezhep ya da tarikatı denilebilecek kapalı bir cemaat doğmuştur. Dönmeler ya da
Sebetaycılar diye anılan işte bu gruptur. Kimliklerinin bir sır gibi saklandığı iddia edilir. 1700'lü yıllara
gelindiğinde bu davranış Hristiyan toplumlarda; Đspanya'da Maranlık, Polonya'da Frankistlik, Đngiltere'de
Püritenlik vs. değişik isimlerle ortaya çıkmıştır. Osmanlı'da zaman zaman siyasî gailelere neden olan
sabotajları, ne yaptıkları çok kere hahamlara ve Musevi cemaat liderlerine sorulmuştur. Cemaatin sırlı
karakteri ne olup bittiğinin anlaşılmasına mâni olmuştur. Esasen II. Abdülhamit fırkaların, dönmelerin,
Yahudilerin ve Masonların kontrolüne geçtiğini düşünerek hahambaşına sabotajcıları sormuş, aldığı cevap ise
muğlak olmuştur. Balkan Harbi neticesinde Yunan sıkıştırmasıyla Türk kontrolündeki sahalara büyük bölümü
sürgün edilmiş, Cumhuriyet kurulunca Yunanistan'la mübadelede Selanik ve geldikleri diğer yerlere dönmek
konusunda ikiliğe düşmelerinden Türkiye ve Yunanistandakilerin bir bölümü Müslüman ve Türk olmadıklarını
Musevi ve Yahudi olduklarını yazılı ve sözlü açıkça beyan etmişlerdir. Türkiye'de kalmak isteyenler ise
Müslüman olduklarını böyle bir cemaat olmadığını ileri sürerek cemaatin kalmasını sağlamışlardır. Konu
T.B.M.M.'de tartışılacak boyutlar kazanmıştır. Birikim Dergisinin Nisan 1995 sayısında, Đsrail'de tahsil görmüş,
muhtemelen kendisi de dönme nesilden Sebetaist olan Ilgaz Zorlu'nun "gizli bir etnik cemaat; Türkiye
Sebetaycıları" başlıklı yazısında kaba bir tahminle Türkiye'de bugün yüzbin Sebetaycı kökenli kişi
bulunduğundan bahsedilmektedir.

Osmanlıyı mesih gailesiyle uğraştıran Sebetay Sevi'den sonra kendilerinin ne olduğunu çok iyi bilen üstelik
başkasına bildirmeyen halkın dönme, Osmanlı bürokrasisinin avdeti, günümüz terminolojilerinin Sebetayist
dediği bu gruptur. Zaman içinde bir kısmı tekrar din değiştirmiş, hatta bazıları Đsrail'e yerleşmiştir. 1660'tan
1995'e kadar geçen 335 yıllık süreden sonra hâlâ " gizli bir etnik cemaat; Türkiye Sebetaycıları" başlığıyla
varlıklarının yüzbin kişi olduğu iddia edilen bu unsurun ne kadarı işçidir, köylüdür veya düşük dereceli
memurdur. Veya ne kadarı patrondur, bürokrattır, müsteşardır, parlamenterdir, bakandır, genel müdür,
müdür yardımcısıdır. Diplomattır, elçidir belli midir? Belli ise de sadece kendileri için mi bellidir? Neden
milletin malumu değildir? Yoksa üst seviyelerde işlerinin başında bulunan değişik siyasi kanatlarda hareket
eden, geniş kadrolu; esnek davranışlı bir gizli örgütlenmenin metodunu mu geliştirmiş ve uygulamaktadırlar?
En önemlisi neden gizlidirler? Đsrail'de yüzbin Arap, Yahudi taklidi yaparak Araplara yardımcı Yahudiliği
tahripkâr politikalar üretecek biçimde toplumsal üst katmanlara yerleşseler normal karşılanır mı? Ahlâken
uygun mudur?

Hoşgörü yılı ilan edilen 1995'te dünya, hoşgörünün insanlığın mutluluğu için ne kadar gerekli olduğunu yeni
yeni anlamaya çalışıyor. Oysa Türkler tarihte savaşı savaşın kuralları içinde yapan, barışta engin hoşgörü ve
iyiniyete sahip bir millet olduklarını gösterdiler. Ta ki hoşgörülü davrandıkları bünyedeki unsurlar cephe açıp
savaş düzeni alıncaya kadar. Ne yapsalardı, hoşgörü ve iyiniyette ısrarla öldürülmeyi mi bekleselerdi?
Sekizyüz yıllık hoşgörüden sonra olanları anlamakta Ermeni asıllı Agop'un idrak ettiği doğal gerçek bu olsa
gerekti. Cephe açan Ermeniler açısından yaptıkları hatadan yararlananlara ait bir hile seziyordu. I. Dünya
Savaşını Almanlar kazanırsa Almanlarla, Đngiliz, Fransız ve Amerikalılar kazanırsa onlarla savaş sonrası bir
ticaret düzeni söz konusu olacaktı. Almanlar ve diğerleri Ortadoğu ve Türkiye'ye bu işlerin sağlanması için
büyük bir nüfus aktaramayacaklar ancak içerden bir grubu bu yöndeki politikaların icrasına alacaklar ve
birlikte kârı paylaşacaklardı. Dr. Nazım ve Cavit Bey takımı da çoktan Musul ve Kerkük'te petrolün %25'ini
Deutsche Bank'a vermişlerdi. Diğer yandan Ortadoğu'ya Musevi göçmen yerleşmesine müsade etmişlerdi.
Savaştan sonra Alman Bankasının hisseleri Lozan'da tartışılan ana maddelerden biri olmuştu. Nihayet bu
hisse Đngilizlere devredildi. 1926'da Atatürk Musul-Kerkük meselesini sıcak tutarken, Đngiliz oyunuyla Şeyh
Sait ayaklandırılırken, Cavit Bey takımı Atatürk'e Đzmir suikasti tertibiyle meşguldür. Standart Petrol, Mobil ve
Shell'in sermaye yapılarının milliyetleri o yıllarda neydi acaba?
Muhatap olduğumuz zeka ve karakter, engin hoşgörü ve iyiniyetimizi zaman zaman istismara yönelmiştir.
Belki hâlâ yöneliyor. Çoğu zaman bizden istenen derin bir iyiniyet uykusunda yaşamamız. Thedor Herzl, II.
Abdülhamit' ten Filistin'i istediğinde yıl 1890'dı ve Osmanlı uykuda yakalanmıştı. 1918'den sonra Wilson
prensipleri çerçevesindeki Amerikan politikası uygulanabilse idi belki 1920'lerde Filistin'de Đsrail kurulmuş
olacaktı. Đngiliz politikası Ortadoğu'ya hakim olunca 1948'e sarkmak zorunda kaldı. II. Dünya Savaşı
sonrasındaki dünyanın belirleyiciliğinde Amerikan etkisi artınca ancak sonuç alabildiler. Halide Edip ve diğer
Amerikan mandacılarının mütarekedeki tutumlarını açıklayacak mantalite bu olmalıdır.

Türk politikasında değişik kanatlarda Yahudilerin düşmanımız olmadığı , onlarla hiç savaşmadığımız gibi
safça, gafilce ya da planlı ifadeler kullanan tipler çıkabilmiştir. Ordusu olmayan milletle savaş olur muydu?
Saf mısınız, Türkleri mi kandırıyorsunuz? Kaldı ki bu da gerçek değildir. I. Dünya Savaşında Filistin
cephesinde, Đngilizler lehine casusluk ve sabotaj hareketlerine girmediler mi? Yedi-sekizyüz bin kişilik
(Filistin'e yeni yerleştikleri halde bu faaliyetlere girmekten çekinmeyen ) bu muhacir grubun bir bölümü yine
engin hoşgörümüzden kaynaklanan biçimde hiç dokunulmadan Đngiliz tarafına Mısır'a geçirildi. Bunlar
bilahare Đngiliz üniformasıyla lojistik ve destek taburları oluşturup Türklerele savaştılar. Hatta Çanakkale'de
çıkarmaya katıldılar. Altıbin kişisi orada Türklerle savaşmanın ne demek olduğunu diğerleri gibi öğrenmiş
oldular. Sağda veya solda bu tip politikacılara düşen, biliyorlarsa doğruyu söylemeleri, bilmiyorlarsa
susmalarıdır.

Hoşgörü ve iyiniyet sahibi olduğumuz doğrudur. Sadece Museviler değil, içte ve dışta bunu bilenler zaten
biliyor, bilmeyenlere tarih teminattır. Yine hoşgörü ve iyiniyet, karşılıklılık esasına dayanmalıdır. Türkiye'de
klasik Yahudi ( kendilerini her ne olarak kabul ediyorlarsa) Sebetayistlerin üst katmanlarda hayat
sürdürdükleri de biliniyor. Đş ve ticaret dünyasıyla medyadaki tesir kabiliyetleri de malûm. Karşılıklı iyiniyet
esası, 500. Yıl Vakfı'nı kuranların, üyelerinin, kısacası bu yoğunlaşmanın,tesir ve kabiliyetini Türkiye lehine
kullanmalarını zorunlu kılar. Aynı yoğunluğun kurduğu Darüşşafaka Vakfı'nın yaptığı gibi, hayır kurumunun
arsalarını yağmaya yönelmelerini değil. Yine aynı yoğunluğun kurduğu Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler
Vakfı'nın yaptığı da; YDH'nin kuruluşuna destek ve yardımcı hizmet sağlayıp, YDH ile Ortadoğu ve Türkiye'de
banka politikaları manivela ettirmek de olmamalı. Patronu oldukları gazete ve televizyonların haber
bölümlerinde, iç sayfalarda ve program muhtevalarında Türkiye aleyhine siyasi çözüm ve mozaik saçmalığını
işleyen yayın politikası da olmamalı. PKK ve Apo başka birşey mi istiyor? Otuz milyonluk Đsrail politikası,
Ortadoğuda Kürt kartına oynayacak ise ve bunun için Türkiye'deki gelişmeyi etkileyecek destek faaliyetinin
yardımcısı olmayı üstlenecek olur ise karşılıklı hoşgörü ve iyiniyet yok demektir. Ortada sadece Türkiye'nin
iyiniyet uykusuna yatırılışı sözkonusu olur ki, asla kabul edilemez. Doğrusunu en iyi şekliyle gelişmeler ortaya
koyacaktır. Eğer sahibi oldukları gazetelerde iki yıl önce Saip Molla Korusu için orman yağması ve Bakan
yolsuzluğu başlığı atıp şimdide 300.000 dolar fiyatla aynı gazetenin pazarlama şirketi yoluyla sattıkları gibi
yapacak iseler iyiniyetlerinin inandırıcılığı da o kadar olacaktır. Aynı şekilde, " ordumuz Kuzey Irak'ta
eşkıyanın peşinde" deyip ertesi gün hemen çekilmemiz gereğini söylemeleri, samimiyetleri konusunda ne
düşünmek gerektiğini daha iyi anlatıyor olsa gerek.

Yeni dünya düzeni Ortadoğu'yu etkileyerek yeni Ortadoğu düzeni kuracak olur bu da Türkiye'yi zarara
uğratmaya yönelirse ve taşeronluğunu da Kürt guruplar üstlenir, bir de cepheyi tabanlarını kapsayacak
şekilde genişletirlerse, Agop gibi Türklerle dost kalmamaktan kaçırdıkları fırsatı ve hissettiği hileyi ileride
anlayacak çok insan olur. Ancak iş işten geçmiş olur. Son pişmanlık fayda etmez. Theodor Herzl'den
günümüze kadar yapılanlar ayrıca etüd edilerek, gelişmeler ve sonuçları daha sonra değerlendirilecektir.
Ancak günü geldiğinde ve gerektiğinde, "tavşana kaç tazıya tut" kabilinden politikalar izleyenlerin iktidar
çarkları da paramparça edilmeden bırakılmayacaktır.

ERHAN ORDUBAY

BULUNMAZ HĐNT KUMAŞI

Nankörlük etmeyiniz! "Bulunmaz Hint Kumaşı" tanımlaması bile yetersiz!


Annesi Alman, babası Rıza Derviş, Yahudi asıllı (Sabataycı) Turk, eşi Amerikalı ve kendisi ABD yurttaşı bir
bakanımız oldu! Şimdi "ABD vatandaşlığına geçerken izin almış mı?" diye saçmalamayın! Karşınızda Fazilet
Partili Merve Kavakçı yok!
Ayrıca Kemal Derviş'in annesi, 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya'sının Turkiye'de büyükelçilik yapan
ünlü ismi Franz Von Papen'in sekreteriymiş! "Anasına bak kızını al" diye bir atasözümüz var, fakat oğlunu ne
yapacağımız konusunda elimizde bir talimat yoktu. Sayin Ecevit sayesinde bu atasözümüze "oğlunu da bakan
yap" diye bir ekleme yapabiliriz.
Orta öğrenimini Đsviçre'de, universite eğitimini Đngiltere'de, doktorasını ABD'de yapmış sayın bakanımız.
Türkiye'de de bakanlık yapıp, ekonomiyi iyice karaya oturttuktan sonra, soluğu ülkesinde alıp, Miami
sahillerinde satın alacağı saray yavrusunda emekliliğin tadını çıkaracağından hiç kuşkum yok. Bunların hepsi
bir kenara! Daha önce ABD bizi yönetecek kişileri bizim aramızdan seçerdi. Şimdi ise kendi yurttaşları
arasından seçiyor! Onların da bize güveni kalmadı anlaşılan.

Canmacit
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Arnavut asıllı olduğunu söyleyen: bizzat Kemal Derviş'in kendisidir! Annesinin Alman, eşinin ABD yurttaşı
olduğunu söylediği gibi. Ben babasının 1923'de Yunanistan'dan ülkemize göç eden, Yahudi asıllı (Sabetaycı)
vatandaşlardan olduğunu yazdım. Bunun doğruluğunu size ispat edemem şüphesiz. Aynen Đsmail Cem
Đpekçi'nin, Abdi Đpekçi'nin, Dinç Bilgin'in, Coşkun Kırca'nın, Ahmet Emin Yalman'ın, Kemal Gürüz 'ün, Emre
Gönensay'ın, Rahşan Ecevit'in, Halil Bezmen'in de Yahudi asıllı olduğunu ispat edemeyeceğim gibi..
Gerçi Halil Bezmen: "Başına gelenlerin Yahudi asıllı olmasından kaynaklandığını ve bu yüzden kendisi ile
uğraşıldığını" söylemiştir. Bu ülkede 1942 yılında uygulamaya konulan Varlık Vergisi ile "Sabetaycı" veya
"Selanik dönmesi" denilen insanlardan aşırı vergi alındığını herkes bilir. Bunlara Halil Bezmen'in ailesi de
dahildir! Fakat Halil Bezmen'e de "Yahudi asıllı olduğunu ispatla!" deseniz, o bile ispatlayamaz!
Kağıt üzerinde Fevziye Mektepleri'nin, Şişli Terakki Lisesi'nin, Işık Üniversitesi'nin de diğer eğitim
kurumlarından farkı yoktur! Fakat bunların Sabetaycı yurttaşlarımıza ait olduğunu Mısır'daki Sağır Sultan
hariç herkes biliyor!
Siz ne istiyorsunuz beyefendi? Muhtardan tastikli kağıt filan mı? Aslında adamın etnik kimliği umurumda bile
değil! Benim canımı sıkan: 65 milyon Türk insanının enayi yerine koyulduğu bu ucuz oyunda, Kemal Derviş
isimli şahsın, oyunda rol kapmada gösterdiği heves!
Bu ülke iki yıldır Dünya Bankası ve IMF tarafından desteklenen ve denetlenen bir ekonomi politikası
uygulamakta. Dünya Bankası'nda üst düzey yönetici olarak bulunan Kemal Derviş, bu süre içerisinde o engin
bilgisinden(!) bizi niye mahrum bıraktı da, ekonomimiz bu duruma düştü?
Lafı daha fazla uzatmaya gerek yok! "Yaşayan görür!" demişler beyefendi. Bu sefer fazla beklemeyeceğiz...

Canmacit
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
~~~
Yusuf Salman

Geçenlerde sahafları dolaşırken elime "Atatürk-Đnönü-Menderes-Gürsel Dönemlerinin Ermeni-Rum-Yahudi


Asıllı Milletvekilleri" adlı bir kitap geçti. Süleyman Yeşilyurt adında, muhtemelen katıksız faşist biri tarafından
yazılmış. Yorumlarını bir tarafa bırakacak olursak, derli toplu bir kaynak olması bakımından fena değil.

Kitapta XI. dönem Đstanbul Milletvekili Yusuf Salman'nın Selanik kökenli bir Yahudi olduğundan söz ediyor.
Ben bu kişinin Sabetaycı olabileceği düşüncesine kapıldım. Yazar, Yusuf Salman'ın devlet kredisi alıp Đsrail'in
Hayfa kentinde ilk plastik tesislerini kurduğunu, aynı zamanda üzt düzey bir mason olduğunu ileri sürüyor.
Bir de şöyle bir bilgi var: "...Meclis yıllıklarını araştırırken Selanikli Ayşe Günel gözüme takıldı. Türkçe
öğretmeni olan bu milletvekilimiz, aslen Yahudi değildir. Ancak Yusuf Salman'la hemşerilik bağlarının
bulunduğu inkar edilemez. Aynı dönem Đstanbul milletvekili olan Ayşe Günel, Yusuf Salman'ın masonik
eğilimlerine mahkum kalarak, Türkiyemiz için büyük tehlike olan vs..." Yusuf Salman, 28 Kasım 1960'ta
ölmüş.

Atilla
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Yahoo'dan taranınca şöyle görünüyor :


"Jewish Surnames of Turkey (Part 3.)
... 189. Salman. Yosef Salmona (Yusuf Salman). 189. Salman.
Yusuf Salman. 190. Salmona. Yosef Salmona (Yusuf Salman). ...
http://www.sephardicstudies.org/turks3.html " (Sayfa kapanmışsa buraya tıklayınız!)
Ancak sayfa çok uzun ve ben açamıyorum, eğer bahsedilen aynı şahıs ise, Yesevizade Yusuf Salman'ın
doğum tarihini 1888 olarak vermiş, böyle bir çakışma vardır. Eğer öyleyse de Sabetaycı değil demektir.

TAKĐYYE CUMHURĐYETĐ!

Türkiye'de siyasi bir yol seçip, halkın oyları ile iktidara sahip olmak için yola çıkan ve özel yaşamında "dindar"
olarak bilinen herkes için mutlaka bir "TAKĐYYECĐ" yakıştırması yapılır.

Vaktiyle rahmetli Turgut Özal için de takiyyeci denildi!

Takiyye, tam bir Takiyye Cumhuriyeti olan bu topraklarda, sistemin keskin bir kılıcı anlamına geliyor. Bu
"TAKĐYYE KILICI" ülkenin yönetimine katılmak isteyen dindar insanlar aleyhine öyle bir kullanılıyor ki, kılıcın
her iki tarafı da kesiyor!

Anıtkabir'i ziyaret için gider ve anıta çelenk koyarsın. Eğer dindar bir insansan bu yaptığın işin adı
"TAKĐYYE"dir. Anıtkabir'i ziyaret için gitmez ve anıta çelenk koymazsan sistem seni "DÜŞMAN" ilan ediyor!
Tam bir "sakal–tükürük meselesi", tam bir "dilemma."

Tayyip Erdoğan hareketi vesilesiyle Türkiye'de "takiyyenin yeni yeni tanımları" yapılmaya başlandı. Oraya
gelmeden önce sözlük anlamına göz atalım:

Takiyye en basit haliyle, zarar gelir korkusuyla gerçek inancı gizlemek anlamına geliyor.

Rahmetli Turgut Özal için "Takiyyeci" tabirini ilk defa bir "Amerikan Yahudisi" kullandı. Bu kullanımı
Türkiye'ye taşıyan ise Hasan Cemal'dir. Cemal, Özal'ın nasıl bir takiyyeci olduğunu anlatırken onun Avrupa
Birliği taraftarı olmasını bile takiyye cenahından yorumluyor:

"Bugün Batı'dan yana görünen Turgut Özal, yarın sırtını Batı'ya dönebilir mi? Batı ne anlam taşıyor onun için?
Avrupa Topluluğu'na tam üyelik için 1987 Nisan ayında başvuran o olmadı mı?

Öyle; ama AT zaten Türkiye'yi kendi içinde görmek istemiyor ki! (Demek ki AT da takiyyeci! N.G.) Tipik bir
şark kurnazı olarak bu durumdan yararlanabilir ANAP lideri. Nasıl? Avrupa Topluluğu'na karşı gözükmesinin
anlamı yoktur; çünkü kredi, yabancı sermaye demektir onun için topluluktan yana olmak. AT fonlarının da
katkısıyla ekonomisi güçlenmiş bir Türkiye'nin başında Đslam âlemine açılmayı böylesine bir lider ülke olmayı
düşleyemez mi?..(Özal Hikayesi, Hasan Cemal, s.18)

Bu Özal için yapılan takiyye tanımıydı. Bugünlerde Tayyip Erdoğan için yapılan ve adeta ona "Takiyye
Erdoğan" diyenlerin tanımı ise şöyle:

"Kopenhag Kriterleri, demokrasinin evrensel ilkeleri, Đnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi sözleri ardı
ardına sıralamak; ama bunların hayattaki gerçek karşılıkları üzerine konuşmamak, somut olaylarda bunlara
göre tavır almaktan kaçınmak 'takiyye'dir." ( Okay Gönensin, Sabah, 30 Ağustos 2001)

Fena bir tanım değil. Buna göre Takiyye evrensel senetleri, Avrupa standartlarını kabul etmemek anlamına
geliyor. Özelde Tayyip Erdoğan için yapılmış olduğu bilinmese bu tanım içine Türkiye'yi "TAKĐYYE
CUMHURĐYETĐ" diye oturtmak pekala mümkündür. Çünkü gerçekte AB normlarına uymayan, uyuyor gibi
yapan bir ülkeden söz ediyoruz!

Hayır, takiyye bir sahtekârlık değildir. Haydi onu bir tür sahtekarlık olarak kabul edelim. Peki insanların dinî
duygu ve düşüncelerini açıkça söylemesini engelleyen düzenin adı nedir?

Haydi hep beraber söyleyelim: "FAŞĐZM!"

Bir ülkenin demokratik olup olmadığının artık yeni bir ölçüsü var. EĞER O ÜLKEDE ĐNSANLAR TAKĐYYE
YAPMAK ZORUNDA KALIYORLARSA O ÜLKEYE FAŞĐST DENĐLEBĐLĐR. Đnsanların hiç takiyye ihtiyacı
hissetmeden düşüncelerini açıkça ifade edebildiği ülkelere de DEMOKRATĐK ÜLKE denir. TAKĐYYENĐN KRALI
FAŞĐST REJĐMLERDE OLUR!

Gelelim Tayyip Erdoğan'ın açıkça cevap vermediği sorulara.

Ona sorulan ve bir türlü açık cevabı alınamayan "ŞERĐATÇI MISINIZ?" sorusunun Takiyye Cumhuriyeti'nde
cevabı yok da ondan Tayyip Erdoğan cevap vermiyor. Soruyu soranlar ya kendilerini çok akıllı, muhatabını
aptal zannediyor, ya da başka amaçları var. Böyle bir soruya "evet" derse şiir okuduğunda nasıl KODESĐ
BOYLADIYSA, aynısı olacak. Hayır derse "DĐNDEN ÇIKMIŞ" olacak!

Tayyip Bey için TAKĐYYE YAPMAKTAN BAŞKA YOL BIRAKMIYORLAR KĐ!

NUH GÖNÜLTAŞ - ZAMAN 31.08.2001


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
~~~

Hüzün ve Üsküdar

RAHMETLĐ annem 1908’de Üsküdar’da, Karacaahmed Mezarlığı’ndan çarşıya doğru inen yolun kenarındaki
küçük bir ahşap evde doğmuş. Aradan altmış küsur yıl geçtikten sonra bir gün merhume teyzem Hamdune
hanımla birlikte o sokağa gitmişler, evin kapısını çalmışlar. Açan kişiye “Bizim çocukluğumuz bu evde
geçmişti, izin verirseniz kısa bir müddet için girebilir miyiz?” demişler. Eksik olmasınlar evdekiler “Tabiî,
buyurun efendim” diyerek onları içeriye almış ve iki ihtiyar kadın orada mezarlığa bakan sedire oturup hıçkıra
hıçkıra ağlamışlar.

Üsküdar Belediye Başkanı Yılmaz Bayat beyefendi ile hususî kalem müdürü Veli Saylam beyefendinin gayret
ve himmetleriyle yayınlanmış olan “Vakar ve Hüzün - Üsküdar Fotoğrafları” (1999 Đst.) başlığını taşıyan güzel
kitabı tedkik ederken birden bire hatırıma annemle teyzemin o eski küçük Üsküdar evine gidip ağlamaları
geldi.

Benim Üsküdar ile ilgili hatıralarım 40’lı yıllara kadar dayanır. 1940’da Galatasaray mektebinin Ortaköy’deki
ilk kısmına yatılı olarak kaydedilmiştim. Mektep binası deniz kenarındaydı. Tam beş yıl Kuzguncuk’u,
Üsküdar’ı seyrettim. Üsküdar o zamanlar bugünkü gibi taş ve beton yığını değildi. Ahşap eski zaman evleri,
bahçeler, ağaçlar beldesiydi. Nüfusu azdı, halkı muhafazakârdı, dindardı. Vapur iskelesine çıktınız mı
tramvaylar vardı. Bir hattı ta Kısıklı’ya kadar giderdi. Kadıköy tramvayına binerseniz aktarma yaparak
Bostancı’ya, Moda’ya, Fenerbahçe’ye kadar uzanabilirdiniz.

Ben yıllarca Üsküdar’da oturdum. 50’li yıllarda Sultantepesi’nde Kazanlı Abdullah beyin köşkünün bir
bölümünde kiracı olarak ikamet ettik. Abdullah bey Bolşevik ihtilâlinde Rusya’ya gitmiş ve bir daha
dönmemiş. Köşkte çok zengin bir kütüphanesi varmış. Bizim kiracılık zamanımızda kızı Naciye hanım vardı.
Naciye hanımın zevci doktor Sibgatullah beymiş. Abdullah Battal Taymas, bir kitabında Sibgatullah beyi,
kendisine muayene için gelen fakirlere, reçete kağıdının içine dürerek ilaç parasını da verdiğini yazar. Đslâm
tıbbında böyledir. Zengin müşteriler vizite ücreti verirler, fakirlerden ise para alınmaz. Şimdi Müslüman
tabibler bu güzel töreyi devam ettiriyor mu?

Kazanlı Abdullah beyin köşkü geniş bir bahçe içindeydi. Boğaz, Dolmabahçe Sarayı, Cihangir bütün
nefasetiyle görünürdü. Gece yatakta, denizden geçen buharlı gemilerin uskur (pervane) gümbürtülerini
duyardım. Fecir vakti, Beşiktaş’taki Sinan Paşa Camii’nde okunan ezanlar da duyulurdu. Bitişikteki köşk
vaktiyle Vefik Ahmet Paşa’ya aitmiş. Biraz yukarıda Özbekler Tekkesi vardı.

Üsküdar’da Paşalimanı Caddesi’nden yukarı çıkan Hüseyin Baykara Sokağı’ndaki bir evde de bir sene kiracı
olarak ikamet ettim. Fıstıkağacı civarında da oturduk. Merhum üstad Mahir Đz beyefendi o semtte doktor
Keleşyan’a ait bir evde otururdu.

Fıstıkağacı’ndan Üsküdar’a doğru inerken her taraf boştu, kırlık araziydi. Bostanlar vardı. Sağ tarafta Selanik
Dönmeleri Mezarlığı -ki halen duruyor- yer alırdı. Çok eskiden oralarda bülbüller öter, halk dinlemeye
gelirmiş. Şimdi bülbül falan kalmadı, her yeri kargalar sardı. Çılgın ve kuduz yapılaşma esnasında tarihî
fıstıkağacını bile kesip attılar.Ah, o ağaca nasıl kıydılar?

Köprü’den Üsküdar’a küçük buharlı gemiler sefer ederdi. Đnbisat, Đnşirah, Halâs... Bugün gazetesini
çıkardığım yıllarda Cağaloğlu’ndan Eminönü’ne iner, gece yarısından sonra kalkan en son vapurla karşıya
geçerdim. Vapurun yaşlı bir çaycısı vardı. Garsonu yoktu, önce çayı demler, sonra bardakları tepsiye
doldurur, müşterilere dağıtırdı. Bana “ister misiniz?” diye sormazdı. Onun devamlı müşterisiydim. Çok güzel
çay yapardı. Eminönü’ndeki son vapuru kaçırdığım zaman Kabataş’a yollanır, oradan karşıya araba
vapurlarıyla geçerdim. O tarihte Boğaz’da köprü olmadığı için bu vapurlar sabaha kadar çalışırdı. Yandan
çarklı tarihî ve antika bir Sahilbend vardı ki, ona binmekten ayrı bir haz alırdım.

Üsküdar Đskelesi’nin karşısındaki Mihrimah Sultan Cami-i Şerifi’nin arkasında bahçeli ahşap evler ve konaklar
mevcuttu. Bunların hepsi yıkıldı, yerlerine suratsız beton binalar yapıldı. Bu yeni binalar ne kadar çirkin ve
iğrenç...

Artık eski Üsküdar yok. Eski köşkler, ahşap evler, yalılar tarihe karıştı. Tek katlı, tahta kepenkli küçük
dükkanlar, salaş kahveler, Arnavut kaldırımları yok oldu. Eski insanlar, çarşaflı, siyah başörtülü ürkek ve
hüzünlü kadınlar, utangaç çocuklar, mütevekkil halk başka bir âleme göçtü. Gerçekten hüzün verici bir
değişim oldu. Bunu herkes anlamaz.

Üsküdar Belediyesi’nin neşrettiği “Vakar ve Hüzün -Üsküdar Fotoğrafları” başlıklı albüm gerçekten
sanatkârâne bir kitap. Belediye Başkanı Yılmaz Bayat beyi ve esere emek veren diğer kişileri tebrik ediyor ve
buna benzer daha nice güzel kitaplar yayınlamaya muvaffak olmalarını niyaz ediyorum.

Şaşkın Fanatikler

“O Müslüman benim gibi düşünmüyor; benim meşrebimden ve mezhebimden değil; görüşleri ve tercihleri
başka. O halde o kötü bir Müslümandır, yanılmaktadır...” Böyle hüküm verenler ne büyük bir hatâ ve
şaşkınlık içindedirler.

Müslümanlar çeşitlilik içinde birlik teşkil ederler. Müslümanların meşreblerinin, mezheblerinin, görüşlerinin,
tercihlerinin, tarikatlarının bir olması gerekmez.

Önemli olan Müslümanın itikadının sahih olması, Şeriat’ın kesin emirlerini yerine getirmesi, yasaklarından
kaçınmasıdır. Meşrebi yüzünden Müslümanı tenkit etmek, sapıklıkla suçlamak büyük bir kendini bilmezliktir.

Müslüman Hanefî veya Şafiî olabilir, Nakşî veya Kadirî olabilir, medrese veya tekke zihniyetli olabilir, şu veya
bu metodu uygun görebilir. Kimsenin bu yüzden ona hakaret etmeye, onu dışlamaya hakkı yoktur.

Bizim dinimiz Đslâm dinidir. Mezhebimiz, tarikatımız, meşrebimiz, tercihimiz, görüşümüz, uygun bulduğumuz
metod ve çalışma sistemi din değildir, din ile özdeşleştirilemez.

Mezhebi, meşrebi, tercihi, metodu, fırkayı, hizbi, cemaati din ile özdeşleştirenler sapıktır. Aşırılıkları ve
fanatizmleri ile Đslâm kardeşliğini zedelemekte, ümmet içine fitne ve fesat sokmakta, nifak ve şikaka
sebebiyet vermektedirler.

Mehmed Şevket EYGĐ

Emine Gaye Petek Şalom Her şeyini gizlemiş

Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac tarafından “Laiklik Komisyonu”na seçilen tek Türk üye Gaye Petek
Şalom’un ilk isminin “Emine” olduğu ortaya çıktı. 1971 yılında Karlos ve Suzan’dan doğma Jak Şalom ile
evlenen Emine Gaye Petek Şalom, Kerim Alev adını verdiği çocuğunu nüfusa “Musevi” olarak kaydettirmiş.
Çift, 1997’de de boşanmış!
Fransız Laiklik Komisyonu’ndaki tek Türk olan ve “başörtüsünün yasaklanmasını” savunan Gaye Petek’in;
soyadındaki “Şalom”dan sonra, adındaki “Emine”yi de gizlediği ortaya çıktı... Gaye Şalom’un, Jak Şalom’la
evliliğinden 1977’de doğan oğlu Kerim Alev Şalom da, kayıtlara “Musevî” olarak kaydettirilmiş!..
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
~~~
Gaye Petek'e övgü (Şıracının şahidi bozacı)

“ ...[Gaye Petek] Özdemir Đnce ve Mine Kırıkkanat’ın yakın dostu... Ayrıca Özdemir Đnce’nin, ‘Müslümanlar bir
genç kızı mini etek giydiği için diri diri yaktılar’ diye yazdığı ve yalan olduğu ortaya çıkan haberin kaynağı.”

Đslami hassasiyetle mücehhez (donanmış) bir başka gazete muharririnden (Hasan Karakaya, Vakit, 23 Aralık
2003) Gaye Petek’in dedesinin sabatayist (aynı çevre benim de ‘sabatayist’ olduğumu yazdı), babasının
Marksist olduğunu öğrendim.
Hasan Karakaya, Gaye Petek’in babası Fahri Petek’i, “Türkiye Emekçi ve Köylü Partisi”nde çalışmakla, Nazım
Hikmet dostu olmakla, dönemin siyasal ortamı dolayısıyla Fransa’ya kaçmış olmakla suçluyor.
Fahri Petek’in geçmişi suçlanacak değil, tam tersine övülecek, övünülecek bir geçmiş! Đslami hassasiyetle
mücehhez gazete muharririnin bunu anlaması olanaksız.

Meğer, Đslamcı yazarların yazdığı kadar Marksist, komünist ve ateist değilmişim ki Fahri Petek Bey’i ne
yakından ne de uzaktan tanıyorum. Ancak, yakın tarihimizle ilgilenen bir yazar olarak, böyle bir geçmişe
saygı duyarım. Ne mutlu ki Gaye Petek’in övünülecek, saygı duyulacak bir babası var!
Gaye Petek’i överim! Gaye Petek’ten özür dilerim!

Özdemir Đnce, Hürriyet, 29.12.2003

Bu sayımızda ünlü Türk edebiyatçısı Nazım Hikmet’i, Onu yaşamış bir insanın, bir dostunun yani Fahri
Petek’in ağzından sizlerle paylaşmak istiyoruz. Peki kimdir Fahri Petek? 1922 yılında Đstanbul’un Rami
semtinde Đstanbullu bir anne ve Selanikli bir babanın tek oğlu olarak dünyaya gelir. Çocukluğu mübadele
kanununa göre kendilerine verilen bir eczane ile bir bağ arasında, Bergama’da geçer. Ortaokul, lise derken
üniversite olmuş onu doğduğu toprağa götüren. Zamanın tek eczacılık fakültesinde başlamış yüksek
öğrenimine. Fakat siyasete olan ilgisi doğrultusunda başladığı bir takım parti çalışmalarının (Türkiye Emekçi
ve Köylü Partisi), kısacası idealist kişiliğinin göze batmasına engel olamamış ve o zamanın bilindik sıkıntılarını
yaşamış. Bunun sonucunda yüksek öğrenimine Fransa’da devam etmeye karar vermiş, Paris Üniversitesi’nde
doktora çalışmaları sırasında da boş durmamış, o sıralar hapse giren Nazım’ı kurtarmak adın dünyada
kamuoyu oluşturmak için Đleri Jön Türkler adı altında bir derneğin kurulmasına bir grup arkadaşı ile birlikte
öncülük etmiş. Zamanın hassas koşullarında bazı çevreleri rahatsız eden bu hareketler sonucu vatandaşlığı
elinden alınmış, çok sevdiği memleketine kırk sene hasret kalmış Fahri Hoca(1949-1989). Halen Paris’te
yaşıyor. Bugün uluslararası bir araştırmacı olan Petek, emekliliğine rağmen çalışmalarına devam etmekte,
ihtiyacı olan ülkeler,(Vietnam gibi) yardım turları düzenlemekte ve oralarda Fransız hükümeti adına çeşitli
araştırma laboratuarlarının kurulmasına öncülük etmektedir.

Bir bilim adamı olmanıza rağmen, edebiyat dünyasının bu dev ismiyle sizi buluşturan nokta neydi?
Şair olarak Nazım’ı zaten hep takip ederdim, ideoloji olarak da kendimi yakın bulurdum. Üniversite hayatım
hep edebiyat dünyasının önemli isimleriyle birlikte geçti. Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Sait Faik gibi isimlerle
arkadaşlık ettim ve yazar olmamakla birlikte o muhite girdim. Nazım’la Paris’te tanıştık ve çok güzel bir
dostluğumuz vardı. Birbirimizi severdik.

Onunla unutamadığınız bir anınız var mı?


Onunla ilgili unutamadığım bir anım var tabi. Ölümünden sonra mezarını ziyaret etmiştim. Hep memleket
hasretiyle yanıp tutuşmuştu ve vatan toprağında yatmıyor olması beni çok üzmüş, çok etkilemişti. O günü hiç
unutamam. Ayrıca Paris’te Münevver Hanım ve oğlu Mehmet’le çok vakit geçirdik. Ne yazık ki iki sene önce
Münevver’i kaybettik, oğluyla hala görüşürüz.

Biz onu sadece kitaplarından tanıyabiliyoruz. Özel yaşamında nasıl bir insandı?
Heyecan ve memleket sevgisi ile dolu, sosyalizme gönül vermiş bir insandı. Fakat ne ilginçtir ki, Atatürk’e
olan büyük sevgisi yüzünden bazı komünistler tarafından milliyetçi olarak itham edilmiş, aynı zamanda
Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından da vatan haini ilan edilmişti.

Peki şimdi Fahri Petek edebiyatla ne kadar ilgili?


Fransa’ya yerleşinceye kadar edebiyatla çok yakından ilgilenir çok okurdum. Fakat Paris’te vermekte
olduğum hayat mücadelesi ve vatanımdan uzakta geçirdiğim kırk sene beni Türk edebiyatından uzaklaştırdı.
Şimdi Türk edebiyatını nasıl buluyorsunuz? Sizce Türk edebiyatı gelişim gösterdi mi?
Yani yazarlardan Orhan Pamuk’u beğeniyorum. Fransa’da da çok beğeniliyor. Özellikle “Kara Kitap” adlı
eseri. Benim zamanımdan Yaşar Kemal ayarında edebiyatçı Türkiye tarihinde yok gibi. Sabahattin Ali de çok
çok iyiydi. Öteki soruya gelince, evet, Türk edebiyatı gelişti bence. Osmanlı etkisinden kurtuldu, özgürleşti.

Son olarak okuduğunuz kitabı ve dinlediğiniz müzisyeni öğrenebilir miyiz?


Ben hep klasik müzik dinledim, özellikle de Mozart. Kitap olarak da en son Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı
ve Yusuf Yusufçuk’unu okudum. Şu anda da arkadaşım Mina’nın Bir Dinozorun Anıları adlı eserini okuyorum.

Röportaj:Yağmur DEMĐRALP

Özdemir Đnce'den Kısaca Sabataycılık (Đnkâr etmek âdetleridir)

Sabatayiler halk arasında "Selanik dönmesi" olarak bilinirler. Aralarından çok önemli siyaset adamları,
sanayiciler, yazarlar, gazeteciler çıkmıştır. Genellikle sıkı Laik ve Cumhuriyetçi olurlar!

Birkaç ay önce, "Soykırım" eksenli uzun yürüyüşümün başlarında, Baran Vanlı adlı bir okurdan ilginç bir ileti
geldi. Dr.phil.Hans-Lukas Kieser'in soykırım üzerine yaptığı bir konuşma metnini bana gönderen Vanlı, daha
selamlaşmadan bir ilginç soru soruyordu: "Bir soru? Siz sabataycı mısınız?" Bu sorunun ironik yanıtı şöyle
olabilirdi: "Hayır, Mersinliyim, öksüz ve yetimim!" Kendi yazmamışsa, söylememişse, açıklamamışsa bir
yazarın etnik kökenini, inanç durumunu okur keşfedemez. Birkaç yıl önce Đsrail'e yaptığım bir gezinin
izlenimlerini yayımlamamdan sonra şeriatçı basında adım "Yahudi dostu"na, "Yahudisever"e çıkmıştı ama
Sabataycı olup olmadığım ilk kez soruldu. Bu nedenle bu Sabataycılık nereden kaynaklanıyor ona bir
bakalım:
Sabatay Sevi bir Yahudi din adamı. 1665'te kendini Mesih ilan etmesi üzerine Yahudi dünyasında büyük bir
umut yarattı. Đstanbul'a geldiğinde Padişahın buyruğuyla tutuklanınca Müslümanlığı benimseyerek hayatını
kurtardı. Yahudilikten dönmüş olmasına karşın müritleri (Sabbatayiler, Sabataycılar, Sabataistler) onun
öğretisini sürdürdüler.
Sabatayiler halk arasında "Selanik dönmesi" olarak bilinirler. Aralarından çok önemli siyaset adamları,
sanayiciler, yazarlar, gazeteciler çıkmıştır. Genellikle sıkı Laik ve Cumhuriyetçi olurlar!
Demek ki Baran Vanlı benim Selanik dönmesi olup-olmadığımı soruyor. Benim ailem Musul kökenli Çakırlı
(Çakırlu) boyundan. Osmanlı tarafından Mersin'e yerleştirilmiş (yani Mersin'e iskan edilmiş, "Techir" edilmiş).
Bildiğimiz en eski dedem Musul valisi Nasreddin Çakır. 1145 yılında Selçuklu şehzadesi Alp Arslan tarafından
kıskançlık yüzünden öldürüldü.
Soyağacımda (şeceremde) herhangi bir Selanik dönmesi yok. Kentli ve genellikle burjuva olan Selanik
dönmelerinin daha yüz yıl önce köylerde yaşayan bir ailenin içinde işi ne?

Peki neden benim sabataycı olup-olmadığımı soruyor Baran Vanlı? Bana hakaret etmek için mi? Anadolu
halkının büyük bir bölümünün kökeni geçmiş bir dönmelik iken Sabataycı olmak, dönme olmak niçin utanç
verici olsun?
Yoksa "Soykırım" kavramının sadece Yahudiler için kullanılabileceği konusunda gösterdiğim inatçı ısrar mı?
Evet ısrarlıyım! Silahlı çatışmaya girmiş hiçbir topluluk için kullanılamaz bu sıfat! Savaş sırasında taraf olmuş
ve düşmanla işbirliği yapmış topluluklar için de kullanılamaz.

Özdemir Đnce

TAKIYYE NASIL YAPILIR ?

Bu ülkede Takiyye şöyle yapılır:


Sabetayist Darrüşafaka Hürriyet Gazetesine ilan verir ve sanki Müslümanliklaalakalari varmis gibi, kesilen
Kurbanlarin derilerinin kendilerine verilmelerini ister.
Türk Arap Bankasi gibi buram buram Müslümanlik kokan isim altinda Türkiye Sabetayistleri, Kuzey Afrika'da
yasayan sermayeder Faslı vb. Sabetayistlerle iliskiler kurar. Perde arkasinda işler çevrilir. T.C. Merkez
Bankasi çoktan elden gitmiş kimin umurunda?
Bu Serdengeçti'ler, Dinçmen'ler, Alkin'ler, Mortan'lar, Toktamış'lar, Ateş'ler, Birsel'ler, Kirca'lar, Feyman'lar,
Berkman'lar, Berkarda'lar, Müftüoğlu'lari, Bilgin'ler, Karahasanoğlu'lari, Kefeli'ler, Oral'lar, Kökmen'ler,
Baysal'lar, Đlkin'ler, Bumin'ler, Çiller'ler, Somersan'lar, Şerif'ler, Coşkun'lar, Dilber'ler, Ulusoy'lar, Tevfik'ler,
Gürman'lar, Dinçel'ler, Koluman'lar, Erktin'ler, Eralp'ler, Okay'lar, Atabekler, Edes'ler, Akgün'ler, Tezel'ler,
Toker'ler, Işık'lar, Girgin'ler, Aksoy'lar, Telci'ler, Onur'lar, Birsen'ler, Kan'lar, Berksoy'lar, Akyüz'ler, Bilgili'ler,
Barutçu'lar, Gürüz'ler....
Bu insanlarin hayatlarini calan, sömüren, engelleyen, kendilerinden olmayanlara hic bir hak ve değer
vermeyen Sabetayist sistem bu ülkede daha ne kadar sürecek?

BU ÜLKEYĐ ANCAK UZAYLILAR KURTARABĐLĐR


Ben artik bizi bu bencil Sabetayistlerin elinden yakinda elbirligi ile önlem almaz biseyler yapmazsak, sadece
Uzaylılar kurtarabilir diye düşünmeye başladim. Tek umudum onlar! Biraz daha sıklıkta uçuş gösterileri
yapsalar çok sevinicem. Şaka bir yana, durum epeyi karmaşık gözüküyor. Bir yanda Faziletliler, diger yanda
MHPliler, ve diğerleri ki zaten onlar Sabetayistlerin elinde, CHP, DSP, DYP. Yani, sizin anlayacağınız bu ülkeyi
Sabetayistlerin elinden kurtaracak sadece iki parti var. Ama, onların ne seçmenleri ne de üyeleri ne de onları
destekleyen sokaktaki insan Sabetayistlerin farkında değil. Bu insanlar, laik gördükleri temiz pak iyi kıyafetli
insanlara da karşı. Anında damgalıyorlar. Onların da kafalarında kategorik insanlar oluşturulmuş. Onlara
gerçekler öğretilmeden bu ülkede hiçbir iyileşme, hiçbir eşitlik olmayacaktır. Gerçekler saklanarak hiçbir yere
gelinmez. Hastanelerdeki üniversitelerdeki şirketlerdeki Sabetayist tekelciliğini diğer yazilarimda anlattim. Bu
tekelcilik yikilmadan bu ülkedeki insanlar arasinda hiçbir eşitlik asla ve asla sağlanamaz.
Bakın herkes bu ülkede ayaklar baş, başlar ayak oldu diyor Sabetayist-Mafya ilişkisinden ötürü. Bu
kokuşmuşluk Özal’la başladı diyorlar. Özal’la birlikte Sabetayistler gerçek yüzlerini göstermeye başladilar,
mafya hortladi. Semra Özal’i düşünün, Sabetayistlerle ortak olmasalar, şimdi ki servetleri nereden gelsin
bunlarin? Sabetayist kanallarda neden reklamlari yapilsin neden çikarilsin orda burda devamli? Yazdiklarimi
biraz düşünün. Bu ülke ne kadar daha böyle gidebilir? Oral demiş ki, yurtdışına çıkışlarda ihracatçilardan 50
dolar almayalim. Böyle bir şey olur mu? Đhracatçilardan almayacaksiniz da asil kimlerden alacaksiniz?
Emeklilerden, işportacilardan, öğrencilerden, memurlardan mi alacaksiniz? Yöneten kesimden değil de, ezilen
kesimden almak, bunun Türkçesi nedir? Bu ülkede çoğunluğunu Sabetayistlerin oluşturduğu ihracatçi
kesimden 50 dolar almamak demek, düpedüz milyarlari trilyonlari olan Sabetayistleri korumaktir.
Sabetayistler fakirler mi, 50 dolara mi muhtaçlar? Hayir, bunun ismi düpedüz Yahudi cibiliyetsizliğidir.
Gelelim Sabetayist dünyada neler oluyor ona bir bakalim. Kenan Işık, bu ülkede bu işin eğitimini almiş bir
çok evladimiz varken, kendisine çok getirisi olan bir yarışma programı sunuyor, tamam ama bu yetmiyor biri
show’da diğeri atv’de iki dizi de birden oynuyor. Bu da yetmiyor, firsattan istifade bir zamanda aslen bir
Sabetayist kizimiz ile birlikte ona bir şiir kasedi de çıkartiyorlar. Çok çok kolay oluyor bunlar. Gerçekten çok
kabiliyetli çok yönlü süper bir insan ya. Doğrusu, Sabetayist bağlantilarla birden çok işte çalişan ve diğer
evlatlarimizin ekmek kapilarini bloke eden Sabetayistlerden tiksiniyorum. Bunlarin tek amaci daha çok para
daha çok para, cemaatleri için daha çok para.
Size daha evvel futboldaki Sabetayist kandırmacalarını, düzenlerini ve nasil örgütlendiklerinden
bahsetmiştim. Sizi bu kadar futbola bağlıyorlar demiştim, futbolu hayatinizin en önemli parçasi yapiyorlar
demiştim, sizi gaza getiriyorlar demiştim, sizin zaaflarinizi kullaniyorlar ve sizden para almaya çalişiyorlar,
maçlari evinizde seyredebilmeniz için size Cine5, Teleon, Digitürk üyelikleri satin almayi zorunlu kiliyorlar
demiştim. Bunlarin hepsi soyguncu. Futbol Federasyonu Başkani Ulusoy bir Sabetayisttir ve kadrosunda
birçok Sabetayist var. Digitürkün başindaki Ertan Özerdem de Sabetayist. Uzan’lari söylemeye gerek var mi
bilmem. Gözlerinizi açın biraz. Ben çok iyi biliyorum, CINE 5 ilk baladiginda Sabetayistlere bedavadan
dağittilar, oturduklari yerdeki diğer insanlari gaza getirsinler diye. Sabetayist düzen böyle işliyor. Artik farkina
varin bazi şeylerin. Spor sunan spikerlerin Bilgin’lerin, Gökberk'lerin, Ugan’larin, Onay’larin, Aktan’lar,
Özgen’lerin farkına varın. Bunlar spor programlarini da sunmayi kasten kimseye birakmiyorlar. Bu kurgulu bir
düzendir, ismi de Sabetayist düzendir

HASTANELER SABETAYĐSTLERĐN ELĐNDEDĐR.


Hastanelerimiz de ayni üniversitelerimiz, müzelerimiz, tiyatrolarimiz gibi Sabetayistlerin tekelindedir!
Hastanelerdeki sefaletlerin bu boyutlara ulasmasinin sebebi Sabetayistlerdir. Sabetayistler arasinda
sayilamayacak kadar cok doktor var. Bunlar, başta üniversitelerin tıp fakültelerinde kürsü sahibi olmakla
birlikte başlıca hastanelerde, özellikle Yeşilköy International’da, Nişantaşı Amerikan’da, Cerrahpaşa’da,
Çapa’da, Haydarpaşa Numune’de halka göya hizmet ediyorlar. Bu ülkedeki saglik sistemi neden işlemiyor,
neden binlerce insan hastane köşelerinde perişan ediliyor, neden o doktordan diger doktora kosusturtuluyor,
neden herbir hastaya yüklü meblalar tutan gerekli gereksiz türlü türlü testler yapiliyor, neden birsürü insan
ameliyat şart denilerek kandiriliyor. Sebebi Saglik sistemini yozlastirarak cökerten ve halki mahvedip kendi
dinlerince sevap kazanmaya çalisan Sabetayist doktorlardir. Aralarinda cok önemli hastanelerde ve tip
üniversitelerinde başhekimlikler, kürsü başkanliklari, hastanelerde satin alim müdürlükleri gibi sayisiz kilit
mevki de bulunanlar vardir. Bülent Berkarda ve Osman Müftüoğlu bunlardan sadece ikisidir. Daha kimler
kimler var bir bilseniz. Bunlarin tümü aralarinda kumpas kurup cetelesmisler ve bu halkin sagligiyla
ugrasiyorlar, hipokrat yeminlerinden cok Sabetay’a baglilar, işlerini hiçe sayiyorlar, mevkilerini kullanip halki
perişan ediyorlar. Bu yetmiyormus gibi, tibbi makine satan uluslararasi sirketlerinden yüklü miktarlar da
rusvet yiyorlar. Bunlarin arasinda Musevi doktorlarda var. Saglik sistemindeki düzen, ayni üniversitelerde
kurulmus ve gecenlerde bahsettigim düzen gibi isliyor. Cok kilit noktalarda ve genele oranla cogunlukta
Sabetayistler var ve aralarindaki kumpasla Sabetayist olmayan doktorlari eritiyorlar, onlara karsi herzaman
güclüler. Sabetayist doktorlarin paralari, yarattiklari bu halk-karsiti ve maneviyati hice sayan sistemden
dolayi ziyadesiyle var, bunlar da hortumluyorlar. Medical Channel’a cikip da sanki halka ve islerine cok saygi
duyuyormus gibi bilim konusarak bilimin arkasina gizlenmek onlara hic yakismiyor. Bilimin arkasina da ayni
Atatürk’ün arkasina gizlendikleri nasil onu kullandiklari gibi gizlenip kullaniyorlar. Olan halka oldugu kadar,
yine aralarinda az maaşla barinmaya ugrasan ve sabahtan aksama kadar köle gibi calisan Türk doktorlara
oluyor ve zavallilar islerini kaybetmemek icin giklarini dahi cikartamiyorlar. Korkuyorlar ve korktuklari icin
Sabetayist düzen hala işliyor. Buna bir dur diyecek olan yok mu?
Sabbeteans
Tüm Hiristiyalari kendi dinine geçirmek Sabetay Sevi’nin amaclari icindeydi. Onlara kendini Đsa olarak
tanitiyor ve inançlarina göre dünyaya geri gelecek olan mesihin kendisi oldugunu söylüyordu. Onlari
inandiramazsa, onlarin sürülmesini ya da yokedilmesini emrediyordu. Bu Sabetaycilarin kendi içlerinde
dolaştirdiklari kitaplarinda yaziyor. Bu konuyu Abraham Galante’nin Türkçeye çevrilmiş Sabetaycilarin
Gelenekleri kitabinin 6. bölümünde bulabilirsiniz.
Yahudilerin kimseyi kendi dinlerine almadigi şartlandirmasina kanmayin. Eger dediginiz gibi olsaydi, onlari
Đspanyadan kabul edip Osmanli topraklarina getiren Yildirim Beyazit’a bu konuyla ilgili bazi sözler
vermezlerdi. Bir şey vardi ki, padişah söz verdirtti.
Yahudiler, yaptiklari belli olmasin diye kendilerini göstermek istemedikleri tüm üstü kapali işlerini kendilerine
taraftar toplayarak ve bu taraftarlari hayatlarinda köşelere kistirarak yaparlar. Köşeye kistirilanlar da korkar
ve kimseye konu hakkinda asla konuşamaz. Böylece herşey gizli kalir, Yahudiler melek olur. Türkiye de kaç
yüzbin tane böyle susmuş insan vardir merak ediyorum. Belki de milyonlarca! Onlar konuşmadikça, bu ülke
daha kötüye gidecek ve çökecek. Böyle giderse, torunlari bu ülkede yaşayamayacak hale gelecekler bunu
bilsinler.
Ugur Dündar’i bilmiyorum, kendisinin Ali Şen gibi Yugoslavya’dan oldugu söyleniyor. Ancak Yugoslavyadan,
örnegin Bosnali ve Üsküplü Sabetaycilarin varligindan herkes haberdar. Ugur Dündar hakkinda sadece yeterli
rüsveti almadan hickimse hakkinda program yapmadigini biliyorum. Hollanda’da da Sabetaycilarin oldugunu
ve Hristiyan görünümlü oldugunu eklemek isterim. Zira Hollanda da epeyi de bir Musevi cemaati var.
Amerikali oldugunu yazdiginiz kişinin ismi Musevi ismi, ayrica bu Türkiye prodüksiyonlardaki isimleri
kaydettim ve bir internet sitesinden baktim ve gördüm ki çoğu Sabetayci. Sunuculari da dahil.
Türklere vaadedilen sözlerden halkin haberi var miydi? 1923ten sonra kaç sene geçti hala da haberimiz yok.
Birkaç azinlik haline getirilmiş Müslüman kökenli Türk devlet adaminin haberi olmasi bir anlama gelmez.
Halk, bilmeyerek Yahudi oyunlarina getirilmiştir ve hala da Yahudiler Türklerin üstüne atiyorlar soykirimi.
Hala uyanamiyoruz. Lafi degistireyim ama siz anlayin - Geniş cahil ve görmemiş kitleleri peşlerinden
koşturanlarin hepsi ama hepsi, insanlar veya firmalar olsun, onlari yalanlarla veya ihtivasini bilmedikleri
şeylerle kandirarak bunu yaparlar. Bu yalanlar, üstü örtülmüş oladabilir, imaj halini almişta olabilir. Bu
yalanlarla halki çaresizliklerini avantaj kullanip peşine takan ve galeyana getirenler de belki zor da
birakildiklari icin bunu yapmislardir. Köseye sikistirildiklari icin yapmak zorunda kalmislardir. Kat be kat insan,
para ve silah gücüne ve ortaklarina sahip birileri tarafindan ortadan kaldirilma riskini alamamis olabilirler.
Hele bir de, ‘bu böyle olacak ama tarihinize şöyle yazariz’ sözünü almislarsa....
(son paragraftaki halki dumur edici harf devrimi gibi zorlamalar bazi çevrelerce yaptirilmis olabilir, sebebi
sonda yaziyor, bu devrim digerleri gibi ayni amacla yapilmamisa benziyor, hakimiyeti ve herşeyin dizginini
tamamen Sabetayistlere ve Musevilere geçiriyor ve onlari yöneten kesim haline getiriyor) ama lütfen şunlari
da bir okuyun:
Ermeni soykirimini yapsinlar diye Türklere ve Kürtlere o zaman vaadler verilmişse neden son 20 senedir
Kürtler Avrupaya devamli iltica ediyor? Avrupadakiler de her gecen gün neden geri kalan akrabalarini oraya
almaya çalisiyorlar? Bakin vaad falan yok, tekrar düsünün. Bilmiyorum, Türkler anlattiklarimi ne zaman idrak
edecekler? Belki yavaş yavaş diğerlerinin başlarina gelenler onlarinbaşina gelipte bu topraklardan
sürüldükten sonra herhalde...
Gecen gün yazdiklarim hakkinda izninizle biraz daha devam etmek istiyorum:
Bu düzen Misak-i Milli sinirlari icindeki her yerde yerlesmeliydi. Dogu-Bati’yi strateji acisindan bir bütün
olarak görüyorlardi. Zira, Đran’da da Sabetaycilar mevcuttu. Aslen, Yahudilerin bir kismi binlerce sene evvel
Firat nehrinin boylarinda ve mezopotamya’da yerlesik oldugundan, Tevrat’ta emredilen sekilde kurulacak
Đsrail bu topraklari da icine aliyordu.
Turkiyede ekonomi Sabetaycilarin elindedir. Merkez Bankasi ve borsanin onlarin elinde oldugunu söyleyen
yazilar var internette. Bakiniz, Türkiyede herseyi cikarlari üzerine kurup, halka alternatifsiz ürünler satarak
soyup sogana cevirmis ve devamli cemaatleri icindeki biraderlerinden hammaddelerini saglamis birsürü
zengin isadamlari da var. Burada, amaclanan Yahudi sermayesinin giderek büyümesini saglamaktir. Bu
yüzden de Sabetayist, Musevi ve kendilerinden baska birilerinden çok zorda kalmadikca birsey satin almazlar.
Bu tipki Musevilerin başka havayollarina para geçmemesi için her yere El-Al havayollariyla gitmesi gibi ayni
mantikla yapilan bir tutum.
Türkiye’de, Türk ve Kürtlerin maaslarini Sabetayistler veriyor. Varoş gözüyle bakilacak oldugunda zengin
zengindir, farklari yoktur. Ancak, Sabetayci zenginleri Türk ve Kürt zenginleriyle karsilastirmak bile mümkün
degildir. Hem sayica, hem de sahip olduklari miktarca. Düsünün, bi de sanki cok paraya ihtiyaclari varmis
gibi, Türk genclerine de verilmesi gereken burslara da göz koyuyorlar ve hepsine hileleyle yüzsüzce sahip
cikiyorlar. Her zaman açgözlüler ve doymazlar. Ayni toplumda yaşadiklari digerlerine hiçbir hak tanimazlar.
Sizler bilipte korktugunuz ve konuşmadiginiz için de durmayacaklardir. Đşte bu yüzden de Türkiyedeki bu
durum her zaman sürecektir, hayatlariniz sizlerden çalinacaktir.
Bu aslinda suna benziyor. Ataturk Kultur Merkezi’ndeki biletlerin tümünün günler evvelsinden Sabetaycilar
tarafindan kapatilmasina. Sahne aciliyor, sahneden bir bakiyorsunuz, seyirciler meydan da yok. Halbuki
disarida bilet almak icin beklesen halk yer yok kalmadi, biletler cok onceden satildi deniyor ve AKM bombos
sahne aliyor. Yapmak istediginiz basit kolay hiçbirşeyi yapmamak, hayal kirikliklari, geri çevirildikten sonra
yapmak istediginizi bir daha yapamamak ve bezdirilmek! Ha ancak futbol izletirler size, tribünlere doldururlar
sizi, çünkü kendinizi geliştirebileceginiz hicbirseye izin, geçit yok. Engellemeler, engellemeler, engellemeler…
Boyle yuzlerce binlerce milyonlarca engelleme her alanda herkesin hayatinda yasaniyor ama kimse kafasini
kaldirip dusunmuyor. Yanyana koymuyor. Bakin, olaylari ve kisileri yanyana koyarsaniz benzerlik ve
farkliliklarini anlayabilirsiniz. Aksi takdirde, her Çinli’nin surati size ayni gelir. Demek istedigimi anliyor
musunuz?
Sabetaycilari tarafindan Sartlandirilmis bir toplumun bireyleriyiz. Kendisi Sabetayist olan bir gazete sahibi,
kendini ve cemaatinin amaclarini gizlemek icin Turkiye Turklerindir diyor, amenna ediyoruz. Laik kesmi,
Đslami diye Sabetayistlerin ad taktiklari kesmi Ataturk dusmani olarak sartlandiriyorlar, eyvallah diyoruz. Bir
Yarisma programini, Sabetayist sunucusunun her defasinda tekrar tekrar ‘dünyanin en cok seyredilen ve en
cok odul veren yarisma programi’ dedigi icin izliyoruz. Ha bu yetmiyor, diger oyuncularinin büyük bir
cogunlugunun da Sabetayist oldugu dizisini de izliyoruz. Tekrar tekrar, içimiz bayilana dek. Dadilar,
Hababam Siniflari, Kemal Sunal filmleri, Marialar, Manuellalar, Eduardolar, Semra Özal’in meyhanelerdeki
görüntülerini, Ahmet Mete Đsikara’nin ne kadar harika bir depremci ve seksi erkek oldugunu, televoleleri,
paparazzileri, futbol yorumcularini - kim gelmis nereden gelmis gidiyormu nereye gidiyor gelsinmi kalsinmi
ne demis ne yapmis nereye çiş yapmis neresini açmiş vesaire…
Öte yandan, Alevileri sizler aydin insanlarsiniz Sunniler size düşman diyerek şartlandiriyorlar ama nasil
oluyorsa bu aydin insanlar yüzyillarca evvel yaşandi mi belirsiz bir Kerbela olayini dahi aşamiyorlar!
Yaw harbi Size bu kadar futbolu seyrettirtiyorlar, hayatinizda en önemli şey haline getirdiler, peki sizi
aralarina aliyorlar mi? Sizler, büyük istanbul ve izmir takimlarina üye olabiliyormusunuz? Olamazsiniz,
engellenirsiniz, ne kadar istesenizde olamazsiniz, izin verilmez, mutlaka bir kilif bulurlar, çünkü kadrolar
çoktan kapilmiş, sizin üye olmak istemenize asla izin yok! Bunu görmüyor musunuz? Kendileri toplantilara
bile katilmazlar ama onlar üyedir! Aaaa hiç olur mu, onlar her zaman doğrudur ve katilmasalar da
katilmişlardir. Hatta ödül bile alirlar hem de her dakika. Yahudisel imaj ve şov dünyasi, yalan dolan ve
düzemece...
Bu ülkede neden vergi sistemi doğru olarak uygulanamiyor? Bunca ekonomist ve muhasebeci var ülkede, bu
kadar kolay birşeyi senelerdir neden uygulamaya koyamiyorlar? Zor bir şeymiş gibi gösteriyorlar. Çünkü bu
ekonomistlerin çoğu Sabetayist. Medyada boy gösteriyorlar ve medyada bolbol çiktilar diye cahil milletin
güvenini kazaniyorlar. Tvye çiktilar meşhurlar iyi giyiniyorlar ha o zaman iyi insandirlar hep halkin hakkini
ararlar, zaten bunlarin Türk isimleri vardir bunlar Türktür! Düşünün lütfen, bu ülkede vergiyi kaçiranlar,
vergiyi doğru ödemeyenler, bu ülkenin zenginlerinin çoğu kim, serbest meslek sahiplerinin çoğu kim?
Onlarda Sabetayist. Đki tarafta ayni takimdan. Peki Sabetayistlerin şirketlerinde yilsonu bilançolarinda türlü
düzmecelerle ne kadar az kar gösterebilirlerse o kadar yüksek maaşlar alan Serbest Muhasebecilerin çoğu
kim? Onlarda Sabetayist. Neden? Çünkü Sabetayist kurum ve şirketlerde belli bir seviyenin üstündeki kadro
Sabetayistlerden oluşur. Herşey cemaat içinde kalsin diye. Hele bir de buna Türklerin bu alanlarda eğitim
görmeleri ve yükselmeleri engellenirse tam amaçlarina ulaşmiş olurlar. Zira böyle oluyor, bunu herkes biliyor.
Peki bu ülkede vergiyi veren kim? Zengin olsun fakir olsun Türkler ve geri kalanlar. Sabetayist düzen sadece
Sabetayist olmayanlardan çatir çatir vergi aliyor, kendilerinden olanlara dokunmuyor. Yahudi sermayesi her
koldan gittikçe artiyor.
Garip olan bu milletin toplum içinde saygi ve sevgi kurallari içinde yaşamamizi sağlayan kurallarin en ufağina
bile uymamasi aninda itiraz etmesi laf dalaşina girmesi ama Sabetayist şartlandirmalara gelince aninda
intibak etmesi. Bakin, her yeri çarpik ve herkesin ama herkesin hakli oldugu her yapilanin normal sayildigi bu
toplum sistemi kimin işine geliyor olabilir? Tabiki Sabetayistlerin ve Musevilerin. Onlar bu sistemi kuranlar ve
bu sistemi düzeltmek icin killarini bile kipirdatmazlar çünkü bütün çikarlari bu yönde. Bu sistemde sadece
güçlüler ve paralilar kazanir, onlardan başkada güçlü ve parali olmadigina göre de onlar ne kadar haksiz
olsalar da daima kendilerini hakli cikarirlar ve kazanirlar. Böylece her işleri oluyor her geçen gün daha
zenginleşiyorlar, bizler ise her geçen gün daha çok beyni yikanmiş şartlanmiş hayatimizin manasini
kaybetmis debelenip duruyoruz, önümüze durmadan hak etmedigimiz engeller cikiyor, hicbir zaman ayni
kulvarda olamiyoruz, egitimimiz ne olursa olsun hep ikinci sinif vatandas olmaya mahkum ediliyoruz.
Hayatimizin sinirlarini ufak çerçeve içine alanlar yani Sabetayistler ve Museviler ise kendi içlerinde bizlerle
alay ediyor çünkü bizi kullaniyorlar. Bizim hala farkedemedigimiz aptalliklarimizdan faydalanmaya devam
ediyorlar. Gelecek nesillerine yedi cedlerine sinirsiz mal mülk birakirken, bizler göya kendi ülkemizde yaşan
bizler, sahip olmamiza izin verilen en fazla en fazla bir ev ve bir araba sahibi olabiliyoruz. Şansliysak, bir de
yazlik ev. Yaşlilikta ise sürünmek. Ne daha fazlasi ne daha eksigi. Bogazda motor sefamiz yatlarimiz
katlarimiz hanlarimiz hamamlarimiz neden olamiyor sizce? Mademki Osmanli yikildi Türkiye kuruldu, kimlerin
eline neler geçti? Bize geçen ne ki bu ülkeye bizim diyoruz acaba?
Acaba Osman Durmuş şu Babuna hakkinda hakli olabilir mi? Öldü, ölüyor, yardim ediyor denilen Babuna turp
gibi ayakta. Hem de ilik nakli falanda olmadi. Saçlarini kazitmasi bile bu halka yetti, imaj yaratip milyonlarca
halkin (ki bunlarin içinde Sabetayistler yok) genetik bilgisini alip gitti. Zaten hali hazirda Sabetayist doktorlar,
kendi disindakilere antibiyotikleri dayayip, bütün bakterilerin bizim genetik yapimiza karsi giderek direnç
kazanmasini sagliyorlardi senelerdir. Bir de bu çikti...
Aslinda tek tarafli düsünmeye güdümlenmis birer körüz hepimiz ve kafamizin icinde hersey o kadar defalarca
yankilanmis ki kendi benligimizi kaybetmisiz...
Merakimi celbeden başka bir husus da, şu çok merak ettiğim lüks galeri sahiplerinin nasil bu kadar
zenginleştiği? Hakikaten, iki üç araba satmakla bu kadar para kazanilir saltanat sürülür mü? Yoksa başka
birşeyler mi var bunun içinde? Hani, şu bi dizi de vardi, esrar ticareti ile ilgili şeyler dönüyordu.
Bu ülkedeki oteller, tatil köylerinin sahipleri kim hiç düşündünüz mü? Kaç tanesinin sahipleri ayni hiç
düşündünüz mü? Bir otel kaç para eder sahipleri nasil ayni olabiliyor diye hiç düsündünüz mü? Çiller ve Ali
Şen haricinde Ege ve Akdeniz kumsallarini kapatan kimbilir böyle kaç tanesi vardir varin da siz düşünün. Siz
en iyisi mi hala gikinizi çikarmayin...
Esrar kaçakçisi işinden Sabetayistlerin ortaklarindan biri şu trilyonluk sünnet dügünü yaptiran Siirtli aşiret
reisi, hani 150 köyü ve Sabetayistlerin en gözde yerleşim mekanlarindan biri Nişantaşi’nda nasil 200 daire
sahibi oluyor? Đstanbul’da toplam 2000 gayri menkulü varmiş. Đçlerinde Sabetayist bazi şarkicilarda
bulundugu 20-30 şarkici neden bu sünnet dügününde şarki söylüyor acaba? Hani bu milletin hepsi ülkenin
ekonomik durumundan dolayi kan agliyorlardi? Nerde hani? Adam birde hapisteymiş te izinli çikmiş düğün
için? Hapisten hapisten diyorum duyuyormusunuz? Daha kimbilir kaç trilyonu var ve triyonlari hala cebinde.
Bu yargi bu devlet satilmamis da nedir?
Yahu, sokaklarda bazi Kürt vatandaşlarimizi görüyorum. Đşportada ya porno kaset ya da cep telefonu
satiyorlar, hep ayni hep ayni. Türkleri görüyorum, işportada pil, mendil satiyorlar. Nedir bu? Askerleri
görüyorum, ya ter kokuyorlar ya da pislik içindeler. Kendileri isteyerek böyle değiller belli. Nerde bu devletin
bu ordunun hani çok söylenen vatandaş sevgisi? Vatandaşlarin görevi belli, devletlerine aşiklar, tapiyorlar.
Peki devlet ve ordunun görevleri ne? Nerde bunun geri dönümü nerde devletin ordunun kucaklamasi? Hani?
Đmajlar,imajlar, imajlar! Geçen depremde üstlerinin öldüğü haberi gelince, onlarin yerine geçecekleri için
göbek atan beyaz üniformali bu zavallilar mi sevgi besliyorlar, vatandaşi düsünüyorlar şaşarim! Ayrica, yeri
gelmişken söyleyeyim, içlerinden bazilari emekli olunca aninda nasil fabrika sahibi oluyor hala anlayabilmiş
değilim! Devlet ve ordu halk için mi çalişiyor, yoksa kendileri için mi?
Bir web sayfasinda okumuştum - şu hani deprem yaralarini sarmak için çikartilan 28 günlük parali askerlik
var ya, işte o askerlik, askere gitmekten korkan ve senelerdir askerlikten öyle ya da böyle kaytarabilmiş
Sabetayist gençlerin çok işlerine yaramiş. Zaten Sabetayistler böyle bir firsati kolluyorlarmiş. Hepsi bir güzel
parayi bastirip halletmişler işlerini. Görüldüğü gibi, herşey kilifina uygun. Kimse iç yüzünün farkinda degil.
Hatta normalde en son 1972 doğumlularin yararlanabildigi sözde askerlikten, 1976li Sabetayist gençler bile
yararlandirtilmiş. Kimse bilmiyoruz sanmasin.
Sabetayistler, hakimlerle vb. gizli kapakli işlerini kişin adada buluşarak hallederlermiş. Şimdi ise, şimdilerde
aralarinda pek bir moda olan Bodrum’da hallediyorlarmiş. Kulağimiza geldi, söylemeden geçmeyelim.
Bu ülkede köşeyi dönmeyen gümrükçü yok, neden acaba? Düşünün birkere, kimlerin kuklasi bunlar. Bazi
gazeteci köşe yazarlari neden bu kadar zengin, nasil zengin oluyorlar, nasil bogazda villa satin alabiliyorlar,
en pahali arabalara binebiliyorlar, çocuklarini yurtdisinda sinirsiz paralarla okutabiliyorlar, nasil oluyor bunlar?
Ne yaziyorlar da bu kadar para ediyor? Yoksa başka birşeyler mi dönüyor? Nereden pay aliyorlar?
Unutmadan söyleyelim, hani bu Hürriyet ve Sabah’in bu ülkede psikolojik savaş başlattiklarindan beri yani
senelerdir Pazar günleri ekinde verdigi şöyle şimarik, zengin ve zübbelerin oldugu dergiler var ya. Bu
dergilerdeki Sabetayist köşe yazarlari bir yana, bu orasi burasi dekolte, alt alta üst üste fotoğraflari bilakis
çektirenlerin onlarin yüzde 90’i da Sabetayist ve Musevi. Boyali basin diyip önemsemeden geçmeyin, biraz
amaçlari nedir diye düşünün. Bati zihniyeti böyle degil, bunlarin amaçlari farkli. Kapana kistirmasalar da
paraniz olsa yurtdisina cikip görseniz Amerika böyle mi Avrupa böyle mi diye. O zaman o kadar basitleşecek
ki Türkiyedeki dönenleri görmeniz, imajlari farketmeniz, hangi insanlara ve kavramlara hangi yanlis isimler
takilmis, hangi ananelerimizi kaybetmisiz ve bu ülke nereye gidiyor, yaklaşan sonun neresindeyiz?
Sabetaycilarin birçok tekelinden biri olan reklamcilik ve show dünyasinin yeni buluşuyla Erol Derviş daha da
mi popülerleştirilecek? Netbul.com’a reklam hazirlayan bazi Sabetayistler, Erol’un aksaniyla Türkçe
konuşmaya çalişan biriyle göya hem D.J. Erol’un imajini yüceltecek içi kof ama erişilmez nebula insani
yaratacaklar hem de böylelikle Netbul’un müşterisi artacak. Bir taşla iki kuş! Yemek isteyen varmi?
Artik bunlari yemiyoruz. Star’da Savaş Kalafat’in programinda her hafta yaptigi tarzda psikolojik oyunlara
karnimiz artik tok. Daha fazla popularite daha fazla para uğruna çirkefçe boşanma numaralarina yatip sonra
barişip cici insan imajina sokulan çok insan gördük. Yahudi triplerine karnimiz tok artik. Haa bi de, şu Senin
Anan Güzel mi kazulet suratli Demet Akalin ile pek medyatik basketçi Đbrahim Kutluay ilişkisi ne gibi
gözüküyor sizlere? Bana öyle geliyor ki, bu sesi rezalet Demet’te, ses kalitesi benzer Hüner Coşkuner
ablasina benziyor.
Sabetaycilar, Rumeli Derneklerine girer, çikarlari için adam kullanmak ve iş bitirmek için diger Rumelilere
hemşerim derler gözlerini boyarlar. Ama diger yandan Musevilerle can ciger kuzu sarmasi olurlar. Bilmiyoruz
sanmasinlar çünkü Gözümüzden kaçmiyor.
Sabetayistler bu ülkedeki Ermenileri, Türkleri ve fakir olan Kürtleri öyle iyi pasifleştirmişler ki. Önce Ermeniler
eritildi, sonra Kürtler ve şimdi de Türkler. Bu ülkedeki Türk Halk Müziğine alerjisi olan insanlar, neden ayni
zamanda da Araplardan nefret edenler hiç düşündünüz mü? Ayrica ayni insanlarin dinleri olduğunu iddia
ettikleri Đslamin şartlarinin kaçta kaçini yerine getirirler. Laikleştirilen gözdeli perdeli Türkler ve Sabetayistler.
Bu laikleştirilen Türkler kelimesini biryerde okumuştum çok hoşuma gitmişti. Onlar, benliklerini ve
şahsiyetlerini ne yazikki kaybetmişlerdir, suçlari yoktur çünkü farkinda değillerdir. Dileğimiz, artik neyin ne
oldugunu farketmeleri ve kukla olmaktan vazgeçmeleridir.
Size söyliyim mi, ben bu ekonomik krizin bize söylenen sebeplerine inanmiyorum. Bu ülkedeki paranin büyük
bir kismi Sabetayistlerin eline geçti ve dahasini istiyorlar, bunun için de devlet yurtdisindan borc aliyor -
uyariyorum: Bu paralari da Yahudi Sabetayistler cukkaliycak. Nasil ki Ermeni Mezalimi, Türklerin üstüne itildi,
bu borçlarda bu milletin üstüne itilicek. Onlara yine bir şey olmayacak. Sizler Sabetayist Dr. Mehmet Öz’ün
haftada 4 kere seks yapin tavsiyesini uygularken mali götüren yine onlar olacak! Bir baska hususta, Dervis
neden Telekom’u istiyor saniyorsunuz? Perde arkasinda gerçekte neler dönüyor bize söyleniyor mu
saniyorsunuz? Bir şey var ki çekişme var...
Siz tüm bunlari bir düşünün lütfen. Bi de neden tarih kitaplarinda özellikle cumhuriyetten sonraki tarihin es
geçildiğini bir düşünün lütfen. Türkiye’nin Osmanlinin bir devami olmadigini söyleyen kişiler Sabetayistlerdir
çünkü onlar Osmanli padişahi 4. Mehmet Sabetay Seviyi Müslüman olmaya zorladigi icin Osmanli’dan her
zaman nefret ederler. Kendi kurumlari olan Türk Tarihi Kurumu Türklerin tarihlerini Mogolistan’a
dayandirarak yalan söylemektedirler. Çin Seddi’nin yapilisinin Türklerle bir ilgisi yok boşuna yalan tarihle
övünmeyin- bizim bu yalan tarihimizi Mogollar yalanliyorlar. Bizlere böyle ögretildigini duyunca katila katila
bize gülüyorlar. Başka bir şey daha söylemek istiyorum: Lütfen, Bi de harf devrimiyle, bu ülkede kimlerin
okur-yazarliklarinin aninda ellerinden alinip, kimlerin aninda okur yazar hale getirildiklerini de bir düşünün.
(Ladino, yüzyillardir Sabetayistlerin ve Musevilerin anadilidir ve Latince harflerle okunup yazilir). Ben ne
zaman ki bunu düşündüm, anladim ki kendi ülkemde kandiriliyorum ve asla bu düzenin bana ögretildigi
şeylerle (her manada ne kadar mükemmel yetiştirilmiş olsak dahi bile) bir yerlere gelmemin imkani yok. Hiç
birimizin yok! Bu bir aldatici düzen ve işte bu yüzden Sizleri yani kardeşlerimi yani canlarimi artik biraz olsun
bahsettigim konular hakkinda düşünmeye davet ediyorum.
Bilgi Sabetayistlerin bizlere şartlanmamiz için söylediği gibi kendimize saklamakla değil, birbirimiz ile
paylaştigimiz zaman çoğalir. Kendi içimizde bize yaptirilan rekabetler hep onlarin işine gelir, bizi birbirimize
düşürür ve bu hep onlarin kazanmasini sağlar. Bunu hiç unutmayin.

Türkiye’de olanlara devam


Bu Futbol Birinci Ligi ne oldu da ismi ‘Süper Birinci Futbol Ligi’ oldu? Bunun bir de ‘Normal Birinci Ligi’ var da
biz mi bilmiyoruz? Bu düpedüz bir şartlandırmadır, insanların beyinlerinin içine girmedir, yıkamadır. Aynı,
safkan Rum spikerin size yaptığı şartlandırma gibi, sizin ‘en sevdiğiniz’ ‘büyük’ haber bülteninden bu gece de
iyi akşamlar. Bunlar şartlandırmadır.
Geçen gün gol diye bir futbol dergisi çıkacakmış, Sabetayist Levent Tüzemen reklamlarda bir tarafını
yırtarcasına gol diye bağırıyor, ama ne içten ne şartlandırıcı bağırıyor, tam görülmelik. Dönenleri farkedin. Bir
sürü spor spikeri de Sabetayist. CNN Türk'te de varlar. Onlar her akşam futbolla, göğüs dekolteleriyle,
Đbrahim Tatlıses’le, Hülya Avşar’la, Gülben Ergen’le sizlerin hayatını ablukaya alırken, perde arkasından
evinizin dışında neler götürüyorlar bir bilseniz.
Başkalarının yazılarında okudum. En son Olağanüstü Bölge ve daha sonradan Đstanbul Valisi Hayri
Kozakçıoğlu’nun Sabetayist oldukları açıklanmış. Bakalım daha kimler Sabetayist Yahudiymiş? Ne kadar da
körmüşüz meğer? Hala da körüz. Ama artık uyanmanın vakti geldi.
IMF başkanı Fisher de bir Musevidir. IMF ve Dünya Bankası Yahudi bir kuruluştur, çalışanlarının yüzde
90’ından fazlası Yahudidir, Amerikan değildir. Amerika ile perde arkasında ortak haraket etmelerinin
sebepleri Amerikada birinci çok olan Yahudilerdir.
Sabetayistlerin Islamci ismini taktigi kesim: Insanlari Inançli bir insan/ Inançsiz bir insan diye ayirmaktan
VAZGEÇĐN. Varoşlarda oturanlar: Insanlari zengin/fakir olarak ayirmaktan ve onlara o gözle bakmaktan
VAZGEÇĐN. Zenginler: Zengin olduklarini sanan vatandaşlar: Sizin zenginliginiz hava civadir. Aranizda içinizde
sizlerle ayni yerlerde yaşayan ve calisan ancak cok cabuk yükselen, gizlice birbirini kayiran, banka
hesaplarinda trilyonlari olan Sabetayistleri FARKEDĐNĐZ. Sabetayistlerin beyninizi daha fazla yikamalarina,
fakirlerle aranizi acmalarina, manevi degerlerinizi para'ya satmanizi saglamalarina, size hic bir zaman yerine
getirmedikleri umutlara bel baglamanizi saglamalarina HAYIR deyin.
Sabetayistlerin Sağcı ismini taktiklari insanlar: Sağci/Solcu ayirimindan VAZGEÇĐN.
Sabetayistlerin Solcu ismini taktiklari insanlar: Solcu/Sağci ayirimindan VAZGEÇĐN.
Alevi vatandaşlar: Insanlara Alevi/Sünni olarak bakmaktan VAZGEÇĐN.
Sunni vatandaşlar: Insanlara Sunni/Alevi olarak bakmaktan VAZGEÇĐN.
Masonluk, Rotaryanlik içine giren varandaşlar: Ele başlariniz ve sizi işlerinde çıkarları için kullananları
FARKEDĐNĐZ. Onlar Sabetayisttir. Size verdiklerini sandiklariniz geçicidir, devede kulaktir. Yaşlandiginizda
terkedildiginizde posanizi cikaris olduklarinda birkenara atildiginizda bunu farkedeceksiniz. Oyunlarina alet
OLMAYIN.
Emekli vatandaşlarimiz: Artik FARKINA varın, emeklilikleri bir türlü geldirilmeyenler, televizyonlarda spor ve
politika yorumlayan yaşlılar Sabetayisttir. Onlar yaşlandiklarinda dahi sefa içinde yaşarlar. Sizler ne kadar bu
ülkeye senelerce emek vermis olursaniz olun sizi duyan olmaz. Sansliysaniz bir eviniz bir arabaniz vardir.
Daha fazlasi yoktur. Boşu boşuna Amerika, Kanada, Almanya gibi ülkelerde yaşlılar şöyle iyi bakiliyor onlara
şöyle önem veriliyor diyip dert yanmayin, sizi duyan olmaz. FARKINA VARIN. Bu düzen Sabetayisttir, bu
düzende sadece onlar adam gibi yaşarlar. Bu düzende diğerlerinin değeri yoktur.
Sabetayistler, hicbirinizle gerçek dost degildir. Onlar, Yahudidir. Musevilerle dosttur. Bu ülkenin sahibi
olmuslardir. ARTIK GERÇEKLERĐN FARKINA VARIN. BUNA BĐR DUR DEYĐN.

Gençlere birkaç çağrım olacak:


Đyi şirketler olarak onlara ögretilen uluslararasi şirketlere girmek için çabalasınlar, evet, ama red cevabı
gelince kendilerinde bir kusur arayip üzülmesinler. Cunku, Turkiyedeki Uluslararasi şirketler Sabetayistlerin
elindedir ve Masonik çikar baglariyla birbirine baglidir. Price Waterhouse, Arthur Anderson, Mercedes, Ford,
Siemens, Procter & Gamble, Henkel, Coca Cola, Pfizer, Hoechst, Phillips, Nobel, Roche ve borsa şirketlerine
Sabetayistlerin cocuklari alinir. Aslinda mülakatlar, sinavlar hepsi palavradir. Bu şirketlerde orta ve üst düzey
yöneticilikler de onlara aittir. Tipki tüm Koç Holding şirket ve bankalarinda oldugu gibi. Eger,
Sabetayistlerden veya Mafyadan cok büyük torpiliniz varsa bir ihtimal işe alinirsiniz. Ancak, göreceksiniz ki
köle gibi çalişacaksiniz ama yine de size iyi davranmayacaklardir. Bu şirketlerdeki diger calisanlar sizin on da
biriniz kadar da calismasalar dahi, onlar hep iyi muamele görecektir cünkü onlar da Sabetayist ailelerden
gelmektedirler. Siz, ola ki, aylarca buna dayanmis ama bu durumu daha fazla görmemezlikten
gelemeyeceginizi hisseder ve Müdürünüze giderseniz (ki o da Sabetayisttir ve bunu Rotaryan ilişkilerinden de
anlayabilirsiniz), müdür sizi haksiz cikaracaktir cünkü her ne sart altinda olursa olsun tembel Sabetayist
calisanlarini size karsi koruyacaktir, onlara laf söyletmeyecektir, ve siz de durumu anlayamayacaksiniz. Bunu
yasayan bircok insan vardir, bunu aklinizin bir kösesine koyun.
Unutmayin ki - bu ülkedeki tüm Mafya avukatlari Sabetayistlerden ve kaçakçılıktan anlayan Kürtlerden
oluşmaktadir. Bu avukatlar, toplum içinde cevresindekilere karsi ali kiran baş kesen kesilmektedirler. Bunlarin
kafasi ezilmelidir. Ha bu arada, bir diger hortumcu Sabetayist Ali Balkaner de serbest. Bakalim bunun altinda
ne gibi gizli anlaşmalar var. Yoksa rüşvet mi var, belli cevrelere verilen tavizler ve ortaklik mi var? Yakinda
ortaya cikar.
Televole programinin sunuculari senelerdir neden ayni, bunlar kimler ki, kimler tarafindan korunuyor, her
yere davet ediliyorlar, ulu insan muamelesi görülüyorlar, bunlar oraya nasil getirilmiştir? Örnegin, show-
tv’deki sabetayist ürünü halkin psikolojisine kasteden dokun bana’nin da sunuculugunu aldi birisi. Gariptir,
Sabetayistlere bir iste calismak paralari götürmek yetmiyor, baskalarinin calismasini engellemeyi adet haline
getiriyorlar. Hiçbir işi edepleri ve adaplariyla ve dogru düzgün yapamayan insanlar nasil oluyor da birden
fazla işi alabiliyor ve halka mütiş insan olarak lanse edilebiliyorlar?
Bi de şu var, bu televole sunuculari o gece programda ne göstereceklerini daha evvel hiç izlemiyorlar mi?
Neden her replikten önce ve sonra pişmiş kelle gibi gülüyorlar? Gülben Ergen reklamda ‘kendim kadar
mükemmel bir dergi hazirladim’ diyecek kadar egoyu nereden buluyor?
Gecen gün Fatih Altaylinin programina mankenleri ve ajansini cagirmislar. Biri daha deginmis internette, bu
Sabetayistlerin manken-show-reklam bahanesiyle halki nasil da uyuttuguna. Erkan Özerman ve Ugurkan
Erez basta olmak üzere, ajans sahipleri, katilan bazi kizlar, bu güzellik yarismalarina sponsorluk eden
firmalar, yayinlayan ve reklamini hazirlayanlar ve yapanlar, davet edilen bazi sanatcilar, hepsi birer
Sabetayist ağ. Güzellik yarismalarina karsi degilim. Ancak, o kadar cogaldi ki bu yarismalar ve o kadar da
abartiliyor ki. Bu bir döngü. Güzellik falan bahane, bu yarismalardan sadece televoleye malzeme cikiyor.
Amac bu.
Cep telefonlarina gelince. Ilkokula giden cocuga bile cep telefonu almanin kimleri zengin ettigini biliyor
musunuz? Bunun yarari nedir? Buna ileride cepecevre deginecegim. Ancak, daha onemli bir konu var.
Selim Edes ve sarkici Dogus. Sabetayist Selim Edes’i salivermek icin, nasil Dogus’u serbest biraktilar, ona
deginecegim. Hatirlanacagi gibi, Edes’Đn devlete yüklü borcu vardi, o da biyerleri hortumlamisti ve
Amerika’ya kacti. Birkac sene Amerika’da yasadi. Af yasasi cikti, geri geldi, hortumlama suçu affedildi ve
serbest kaldi. Peki, devletin yargisindan onca sene yurtdisina kacmak suç degil miydi? Suçtu elbet ve aslen
bundan hüküm giymeliydi. Ama noldu? Medya, Dogus’un serbest birakilmasini ayyuka cikardi, harika sanatci,
muhtesem bak pazulara, Almanyada yapmis, sarkilarla geliyor dedi ve halki uyuttu, Edes ile Dogus’u ikisini
birlikte halkin gözünde suçlarin benzerliginden dolayi ayni kefeye koydurtup saliverdirtti ve bir manada
Dogus saliverildigi icin Edes de saliverildi. Bunda yanlislik nerede di mi hak yerini buldu yani? Nerde bu
devletin yargisi?
Osman Durmuş’un başına gelenler hakkinda da birşeyler yazacam. Düşünüyorum da, Osman Durmuş
hastanelerini ziyaret ettiklerinde yerlerinden kalkmayan, onu karsilamayan bashekimler kimlerdi, kimlerin
adamiydi? Bu insanlarin devlete saygisi nedir? Devletin saglikta kendisini temsil etmek icin atadigi bu adami
hic yerine koyup, cirkeflikler yapanlar acaba devletten daha üstün bir mekanizmaya mi üyeler? Devlete
degilde, bu gizli daha üst cemiyete mi saygi duyuyorlar, onlarin mi kölesiydiler?
Acikcasi sudur: Sabetayistler, Osman Durmus’u sevmiyorlar. Cünkü, Babuna olayinda kendilerine karsi geldi
ve halki uyardi. Her ne kadar iş işten geçmiş ve Türk halkinin genetik bilgileri dişari gitmiş olsa dahi. Osman
Durmusun hangi anlamda ne söyledigi artik medya tarafindan yazilmiyor, medya artik uydurup uydurup
yaziyor. Cünkü Yahudiler, kendilerinin foyalarini ortaya döken insanlari yoketmek için ilk önce onu yasadigi
cevrede ve bu da yetmezse halk gözünde rezil ederler. Bunu da, o insanin etmedigi laflari sanki etmis gibi
lanse ederek, laflari cevirerek yaparlar. Bunu tekrar tekrar yaparlar ve sonunda medyanin bu
propagandasiyla da saf halk medyaya inanir ve bir daha o insanin hicbir dedigine inanmaz, halk gözünde
yalanci veya zavalli durumuna düsürülmüstür artik. Dikkat ederseniz bu çifitlar, bunu sinsice yaparlar, ilk
önce o insan hakkinda türlü kuşkular uyandirirlar ve yavaş yavaş halki kendilerine çekerek o insani karşi
safta ve yanliz birakirlar. Bakin, size bir Yahudi oyunu daha anlatayim, tüm dünyada nasil da birbirlerini
tutarlar onu anlatayim. Osman Durmuş, Amerikada bir seks dergisinde kapak kimler tarafindan edildi
biliyormusunuz? Sabetayistlerin ortagi Yahudiler tarafindan. Bunu kendi içlerinde ayarladilar ve Hürriyet’te
sanki hic Sabetayistlerin Amerikadaki Yahudilerle tanisikliklari ortakliklari yokmus, tüm dünyada ortak amac
icin calismazlarmis birbirlerini tutmazlarmis gibi anlatti. Amacladiklari, Yahudilerin cevirdikleri oyunu halka
ifşa eden Osman Durmus'u halkin gözünde rezil etmekti. Bakin, ne kadar da güzel psikoloji oyunlari
biliyorlar, ve ülkeyi nasil yozlaştirmişlar, ülke nasil da elden gitmiş...
Atatürk, Mason localarini kapatmişsa; Türkiye’de bugün neden Mason Localari açik? Bu Atatürkçülük müdür?
Bence ülkemizdeki bu Sabetayist düzen, devletten üstündür ve kesinlikle Atatürkçü değildir. Đslami kesim
diye adlandirdiklari kesim ile laiklestirilmis diger kesimin arasindaki tansiyonu ellerinde kullanmak amaciyla
Atatürkü kullaniyorlar. Devlettekiler de buna izin veriyor. Allah hangilerinin cezasini versin seçemiyorum!

Hindistan’da olanlar (Sabatayist Yahudilerin Hindistan’daki oyunları)


Bizlerin gözlerine örtü örtülmüş, bize başka ülkelerde neler oluyor yeteri kadar anlatılmıyor bu memlekette.
Haber programları doğru dürüst değil ki. 4 tanesi Sabetayistlerin elinde, bi tane de Rum var. Hani o sizin en
sevdiğiniz haber programını sunuyormuş diye sizi şartlandırıyor. Bir adam gibi haber programı yapıpta
dünyada olup bitenleri anlatan yok. Hindistana gittiğimde biraz bir gariplikler hissetmiştim ama bana
Hindistan hakkında Türkiyede öğretilenler yüzünden Hindistan’da döer programını sunuyormuş diye sizi
şartlandırıyor. Bir adam gibi haber programı yapıpta dünyada olup bitenleri anlatan yok. Hindistana
gittiğimde biraz bir gariplikler hissetmiştim ama bana Hindistan hakkında Türkiyede öğretilenler yüzünden
Hindistan’da döer programını sunuyormuş diye sizi şartlandırıyor. Birızı duruyordu. Merak ettim sordum,
Hritnik aynı bizim Tarkan gibi, Hindistandaki Televizyonlar ve gazeteler tarafından ilah ilan edilmiş, tüm
gençlik onun peşinde ordan oraya koşuyor, üstlerini başlarını yırtıyor, onu görebilince krizler geçiriyormuş.
Bu beyaz tenli Hintliyi merak ettim, bende internetten girdim sitesine http://www.hritnik.net. Şaşalı evlilik
fotoğrafları, limusinler, son derece lüks saray yavrusu evler, hepsi onunmuş. Evlilik fotoğraflarında evlendiği
kıza bakıyorum bembeyaz, Hritnik’in ailesinde bakıyorum, onlarda bembeyaz ve şaşılacak derecede Amerikalı
bir Yahudi aktöre benziyor Hritnik. Ertesi gün, tekrar turist arkadaşla buluşunca şaşırtıcı benzerliği
soruyorum, bana onların Hristiyan olduklarını, onlar gibi Hindistanda çok sayıda insan bulunduğunu, bu
insanların özellikle Hint film Endüstrisinde, üniversitelerde profesörlük, hastanelerde doktorluk, gazete ve tv
sahipliği ve programcılığı ve reklamcılık yaptıklarını, çok çok zengin olduklarını, az sayıda zengin Hintli’nin
işverenleri olduklarını, bu insanların 1490lı yıllarda Portekizden geldiklerini anlattı. Beynimden vurulmuşa
döndüm. Eve geldim, internete girdim, verdiğim isimlere baktım. Meğer bu Hindistanda zevk-ü sefa içinde
yaşayanlar 1492de Đspanyada din değiştirip Hristiyan olmaya zorlanan ve sonra da çeşitli ülkelere göç eden
Yahudilerdenmiş, Marranolardanmış. Hala, Yahudiliklerini koruyorlarmış. Alfabelerine baktım ayrı bir alfabe
ve bana küçük harflerle yazılmış Đbraniceyi hatırlattı. Bu insanlar, Hindistandaki kast sistemi sayesinde hala
kendi aralarında evlenerek saf kalabilmişler, yani saf Yahudiler. Aralarında, Amerikada ve Đngilterede
doktorluk ve profesörlük ve ticaret yapanları varmış. Bu ülkelere gidince, biz aslen Yahudiyiz, biz Marranoyuz
diyorlar ve Museviliğer dönüyorlar, Yahudi cemaatinin gücünü arkasına alarak çok iyi işlere
yerleştiriliyorlarmış. Demek, gizli-Yahudi düzen sadece Türkiyede, Meksikada, Arjantinde, Brezilyada, Porto
Rikoda, Kolombiyada aynı değil, bi de Hindistan boyutu da var. Nasıl ki Türkiyede Sabetayistler film
endüstrisinde, üniversitelerde, hastanelerde, gazete ve tvlerde ve reklamcılıkta tekeller, demekki aynı oyunu
taa Hindistanda da oynuyorlar, halk açlıktan sefalet içinde sürünürken ve hiçbirşeyden haberleri yokken,
bunlar aralarına beyinlerini yıkayarak aldıkları ve içlerine karıştıkları az sayıda o ülkenin has insanları içinde
ülkeyi sömürürken, diğer yanda o ülkenin diğer tüm insanlarını aynen bir köle yapıyorlar, istedikleri gibi
galeyana getiriyorlar, birbirleriyle kavgalaştırıyorlar ve resmen oynuyorlar onlarla.

Sırf bu kadar da değil, Hindistan’daki bu Marranoların ayrı bir özelliği daha var. Bunlar Hindistan ordusunda
da çok kuvvetliler, Hindistan Savunma Bakanı Fernandes bir Marrano Yahudisi. Neredeyse tüm yüksek
rütbeler Marranolara ait. Bana bu neyi hatırlattı biliyor musunuz? Ermenileri öldürme ve sürdürme emrini
veren bizim bu yüzyıl başlarındaki üst rütbeli bazı Sabetayist komutanlarımızı. Hani Atatürk’le birlikte onunla
Filistin’i teslim almaya giden bu komutanların Sabetayist olduklarını bildikleri için, Filistinlilerin Filistin
topraklarını Sabetayist Yahudilerin eline geçmesin diye Türkiye’ye değil de, Đngilizlere vermesini
yeğlemelerini hatırlattı bana.

Marranolar bu kadarla kalsa iyi. Bunlar, ordu da o kadar egemenler ki. Kurtuluş Savaşında aynı bizde olduğu
gibi askerler Türk, komutanların çoğu Sabetayist. Hindistanda da aynı durum var, askerler Hintli. Bakın çok
önemli bir nokta. Hindistan’la Pakistan arasındaki düşmanlığın oluşturucuları Marranolar. Hala bir gerginlik
var o bölgede. Peki sebep ne olabilir? Sebep basit. Pakistan Müslüman bir ülke. Marranolar Yahudi, ellerinde
döndürdükleri, yüzmilyonlarca insanı köle yaptıkları koskoca Hindistan var. Müslüman Pakistan’ı da ertimeye
çalışıyorlar. Toprak istiyorlar, Hintlileri savaştırıyorlar, savaşta Hintliler ölürse de zaten önemli değil, nasıl olsa
Marranolar ölmüyor savaşta. Hintliler de sanıyor ki, Marranolar vatanperver, onların iyiliklerini istiyor.
Marranolar Hintlilere bunu aşılamış bunu öğretmişler. Aynı Türkiye’deki gibi. Gözlerini kör etmişler herkesin.
Pop yıldızları, sinema aktörleri halkın sevgilisi. Medya, TV orada da beyin yıkıyor.

Unutmadan, IMFde hani Hintli olduğu söylenen Türkiye’ye gelip giden kişi de Marrano Yahudisidir. Bunlar
gerçeklerdir. Bunların hiçbiri nedense bizim TVlerde gösterilmiyor. Neden acaba? Yoksa dünyadaki başka
ülkelerde olanlarla paralellikler bulucaz, durumu çakozluycaz diye mi? Dünyanın bu gerçekleri tüm Yahudi
gençlere öğretiliyor, sizin ne eksiğiniz var da size öğretilmiyor? Artık sizlerin de öğrenmenizin vakti geldi.

Yazdiklarimin bir kısmı için aşağıdaki sayfaya bakabilirsiniz:


(http://www.faqs.org/faqs/judaism/FAQ/07-Jews-As-Nation
HAKAN Beye sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

You might also like