Akdeniz Kültürlerinde Asur Ve Kuzey Suriye Etkisi

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 40

T.C.

EGE ÜNİVERSİTESİ

ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ

KLASİK ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI

I. BİNDE DOĞU BATI İLİŞKİLERİ

AKDENİZ KÜLTÜRLERİNDE ASUR VE KUZEY SURİYE ETKİSİ

PROF. DR. AHMET KAAN ŞENOL

SEVGİ TÜRKOĞLU

07150000876
İçindekiler
GİRİŞ.......................................................................................................................................................3
ASUR.......................................................................................................................................................5
ASUR SİYASİ TARİHİ............................................................................................................................5
ASUR DEVLET YÖNETİMİ VE ORDU.....................................................................................................9
DİN...................................................................................................................................................10
ASURLULAR DÖNEMİNDE SANAT.....................................................................................................10
AKKAD SANATI..............................................................................................................................15
ESKİ VE YENİ BABİL SANATI (MÖ 1900- 1600; MÖ 626-539).........................................................15
BABİL SANATINDA ASUR ETKİLERİ................................................................................................16
URARTU........................................................................................................................................19
FRİG..............................................................................................................................................21
KÜÇÜK SANAT ESERLERİ:..............................................................................................................22
GEÇ HİTİTLER - KUZEY SURİYE...............................................................................................................23
KARGAMIŞ........................................................................................................................................23
HATTİNA (UNQI)...............................................................................................................................23
SAM’AL.............................................................................................................................................24
GURGUM..........................................................................................................................................24
MİLİDİA.............................................................................................................................................24
YUNANLILARIN DOĞU İLE İLİŞKİLERİ.....................................................................................................25
DENİZ KAVİMLERİ GÖÇÜ...................................................................................................................25
YUNAN SANATINDA DOĞULU ÖGELER VE KÖKENLERİ.....................................................................28
ETKİLEŞİM GÖRÜLEN SANAT ESERLERİ.............................................................................................30
FİLDİŞİ ESERLER................................................................................................................................30
BRONZ ESERLER................................................................................................................................31
SERAMİK ESERLER.............................................................................................................................32
MİMARİ............................................................................................................................................33
HEYKELTIRAŞLIK ESELER...................................................................................................................35
RESİM SANATI...................................................................................................................................37
YAZI..................................................................................................................................................38
MİTOLOJİ..........................................................................................................................................38
KAYNAKÇA............................................................................................................................................40

2
GİRİŞ

İ.Ö.8.yy’da Batı Suriye’nin neredeyse tamamı Asur egemenliğine girmiştir. Ancak seçkin kesimlerin
kullanımı ve değiş tokuş için üretilen, bir çok kraliyete, usta zanaatkarlar tarafından üretilen stilistik
çeşitliliği ve etnik yapıları birbirinden farklı objeler bulunmuştur. Bu dönem uzun mesafe ticareti
yapılmıştır.

Metal eşyalar, fildişi ve mobilya oymacılığı gibi eşyalar ile Anadolu’ya olan Asur ilgisinin temelinde,
Erken Demir Çağı’nda doğuda Urartu’dan Orta Anadolu’da Phrygia’ya ulaşan, hatta belki de batıda
Ege sahillerine, oradan da bugünkü Yunanistan topraklarına kadar erişen zengin bir metal ticaret ağı
olasılığını, Urartu merkezlerinden Ege yerleşimlerine yayılan demir fibulalar, boğa veya siren figürlü
metal kazanlar, kaseler, at koşumları gibi birçok eşyadan görmekteyiz. Asurlular bu ticaret ağından
ganimet, haraç ve vergi olarak yararlanmak istemiştir.

Asur krallarının çevre toplumlara yükledikleri ağır vergi baskısı, özellikle Fenike tüccarlarını Batı
Akdeniz’e kadar uzanan yeni pazar arayışlarına itmiştir. Yunanistan da mineral kaynaklarının azlığı,
ekilebilir arazilerin sınırlı ve verimsiz oluşu nedeniyle artan nüfusun isteklerini karşılamak ve
hammadde kaynakları bulmak için İ.Ö. 8.yy ile birlikte Doğu ile olan ilişkilerine hız vermiştir. Bu sırada
Fenikeli denizciler de kendi refahları ve Asur’lu efendileri için mal arayışı ile giderek daha batıya
açılmıştır. İ.Ö.8yy’da Kuzey Suriye’de görülen çok miktarda Yunan seramiği, Yunanlıların bölgeye
Suriye/Asur’un zenginliklerinden faydalanmak için yerleştiklerini düşündürmektedir. Ege ile
Mezopotamya arasında geçiş noktası teşkil eden liman kenti Al Mina’nın hemen gerisindeki büyük
Tunç Çağı merkezleri Yunanlılar ve Kıbrıs’la ilişki içinde olduğunu bilmekteyiz.

Hellenler İ.Ö. 8. ve 7. yüzyıllarda da Geç Hitit kültür merkezleri aracılığı ile Mezopotamya
ülkelerinden din, mitoloji, mimarlık, heykel ve resim sanatları konularında büyük ölçüde
esinlenmişlerdir. İ.Ö. 8. ve 7.yüzyıllardaki Hellen kültürü ve sanatı, yüzde yetmiş oranında Fenike ve
Hititler’den etkilenmiştir. İ.Ö.8. ve 7.yüzyıllardaki Hellenler’in saç biçimi, baslığı, giysisi, kemerleri,
takıları, savasçıların miğferleri, savaş arabaları, at takımları, Fenike, Asur, Hitit, Urartu ve Phryg
tasvirlerinde gördüğümüz gibidir. Hellenlerin aslan, at, kartal betimlemeleri, sphenks, siren, gryphon,
demon gibi karışık yaratıklarının, Hitit, Urartu, Mısır ve Suriye kökenli oldukları görülmektedir.

İ.Ö.1.binyılın başında Mezopotamya’da, işverenleri tarafından ihtiyaca göre bazı bölgelere iş için ya
da hediye olarak başka krallara gönderilebilen, bir tapınağa ya da krala ömür boyu hizmet etmek
zorunda kalan sanatçılar olasılıkla kendilerine yardımcı olması için yetenekli köleleri kullanıyorlardı.
Girit’teki Knossos’ta bir grup Suriyeli sanatçı da kendi atölyelerinde çalışmıştı ve Girit’in birçok
köşesinde bu üslup gözlemlenebilmiştir.Aynı dönemde Girit’in bir başka bölgesinde, Suriyeli maden
ustaları İda mağarasında ortaya çıkarılan kabartmalı hayvan başları ile süslenmiş tunç adak
kalkanlarından çok iyi tanıdığımız bir ekolün öncüsü olmuşlardır.

Hellenlerin Doğu Akdeniz’deki kolonizasyon hareketleri ve özellikle Suriye sahillerindeki varlığı klasik
kültürü derinden etkileyen bir dönemin(Oryantalizan Dönem) başlangıcı olmuştur fakat oryantalizan
malzemelerin iki önemli sorunu vardır. Birincisi Yakındoğu’dan ithal edilen objelerle Yakındoğu etkili

3
yerel üretim olan objeler arasındaki ayrım. (Oryantal ve Oryantalize edilmiş) İkincisi sorun ise eğer bu
obje oryantalse(ithal ise) Yakındoğu’nun neresinden geldiğidir çünkü bu dönem bilindiği gibi Asurlar,
Babilliler Fenikeliler Kuzey Suriye Kent devletleri, Yeni Hitit, Urartu, Frig, Kafkaslar ve Mısır kültürleri
batıyı etkileyen kültürlerdi.

Doğudan aralarında kendi Geometrik geleneklerine bütünüyle yabancı nesnelerin de bulunduğu


tüketim malları satın alanYunanlıların sanatçıların üslubunda, insan ve hayvan figürlü bezeme
repertuarının gelişmesinde etkili olmuştur. Bu etkiler en açık Yunan vazo sanatında görülmektedir.
Göçmen sanatçıların kurmadığı başka atölyeler vardır ve bunlar ilk başlarda doğu formlarına ve
tekniklerine bağımlı olmalarına rağmen, çok geçmeden ve doğu üslubunu saf Yunan üslubuna
dönüştürmüşlerdir.

İ.Ö.7.yy sonunda Yeni Asur imparatorluğu Güney Mezopotamya’daki Babil ve batı İran’daki Medlerin
oluşturduğu İttifak tarafından yıkılmıştır. Suriye’deki birçok Asur kalesinde bu yıkım
gözlenebilmektedir. Asur’un düşmesinden sonra Babil Mısırı da yenip, tekrar egemenlik altına alır ve
bölgede yeni bir imparatorluk kurmuştur. Babili de Persler izler ardından gelen İskender, ardılları ve
Roma ile beraber Demir Çağların başında gördüğümüz baskın ve saf doğu kültürü zayıflamıştır.

Bu sebeple ki öncelikle Asur, Geç Hitit ve Kuzey Suriye’nin kültürünü incelemek Yunan sanatına
etkisini gözlemek için önemlidir.

4
ASUR
ASUR SİYASİ TARİHİ
Yeni Assur Krallığı ve onun mirasını devralan Yeni Babil Krallığı, Eskiçağ’da Mezopotamya’da gelişen
uygarlıkların son temsilcileridir. Assur ve Babil, Mezopotamya’da kuzey ve güneyin temsilcisi olarak
birkaç binyıl boyunca önemini korumuştur. MÖ İkinci binyılda Eski Assur ve Eski Babil, arkasından
kuzeyde Orta Assur ve güneyde Kassit sürecinin yaşandığını bilmekteyiz. Yeni Assur Krallığı MÖ
yaklaşık 1000 ile 612; Yeni Babil ise MÖ 625-539 yılları arasındaki dönemi kapsar.Yeni Assur Krallığı,
yaklaşık dört yüz yıllık egemenlik sürecinde, en güçlü olduğu sekiz ve yedinci yüzyılda, güneyde Basra
Körfezi, doğuda İran’ın bir bölümü, kuzeyde Toros Dağları, batıda Suriye, Doğu Akdeniz sahilleri,
Çukurova ve Mısır’a egemen olmuştur.

Bu döneme kadar hiçbir Doğulu krallık bu kadar geniş sınırlara sahip olmamıştı. Ele geçirdiği
bölgelerde, Geç Hitit, Arami, İbrani, Hurri ve Mitanni gibi farklı kökenden birçok toplum
bulunmaktaydı. Assur Krallığı, bütün bu bölgelerden aldığı ağır vergiler, elde ettiği ganimetler ve insan
gücü ile yıkılış sürecine kadar büyümüştür. Eski başkent Assur’dan (Kalat fiergat) sonra Yeni Assur
Dönemi’nde sırasıyla Kalhu (Nimrud), Dur fiarrukin (Khorsabad) ve Ninive başkent olarak yeniden inşa
edilmiştir. Bu dönemde ele geçirilen bölgelerde, eski yerleşmeler önce vergiye bağlanmış arkasından
da birer eyalet merkezine dönüştürülmüştür. Assur Krallığı’na katılan bazı yerlerde, başkent
modelinde yeni eyalet merkezleri inşa edilmiştir. Assur, Sümerler’den beri birkaç bin yıldır devam
eden köklü geleneklere sahip bir devletti.

Zaman içinde farklı kültürlerden aldığı etkilerle hepsini aşan boyutlarda projeler geliştiren bir
imparatorluk haline geldi. Orduya asker olarak almak, tarlalarda ve inşaatlarda çalıştırmak, güvenliği
sağlamak ve yeni eyalet merkezlerine nüfus kazandırmak gibi birçok amaç için tehcire tabi tuttuğu
insanların sayısı üç yüz yılda üç – dört milyona ulaşmıştır. Yeni Babil Krallığı da bu tehcir sürecini
benzer şekilde devam ettirmiştir. Her iki devletin Doğu Akdeniz kıyılarına, Kudüs çevresine yaptıkları
seferlerin Eski Ahitte anlatılması, insanlığın belleğine yerleşerek bu toplumların Batı’da tanınmasını
sağlamıştır.

Ege, Anadolu ve Doğu Akdeniz kıyı şeridi başta olmak üzere Anadolu ve Mezopotamya, MÖ 1200
yıllarından itibaren birkaç yüzyıl sürecek gerileme ve çöküş dönemine girmişti. Kuzey
Mezopotamya’da Orta Assur Krallığı, on birinci yüzyılda I. Tiglat-pileser gibi güçlü kralları ile bu süreci
atlatmaya çalışmış ancak başarılı olamamıştı. Suriye’den Aramiler ve kuzeyden Muşkilerin göçü Orta
Assur Krallı-ğı’nı başkent ve çevresine kadar çekilmeye mecbur bırakmıştı.Demir Çağı’nın (MÖ 1200-
330) başlangıcı olarak kabul edilen bu yeni dönem, birçok bakımdan önemli gelişmelere sahne
olmuştur. Mısır ve Doğu Akdeniz kıyı şeridinde ilk tek tanrılı dinin yayılmaya başlaması tarihsel bir
dönüşüm olması açısından dikkate değerdir. Eritilmesi ve işlenmesi oldukça gelişmiş fırınlar ve
atölyeler gerektiren demirin yaygınlaşması, yeni tarım aletleri ve silahların yapımına olanak tanımıştır.
Bu nedenle demiri kullanan uygarlıklar diğerleriyle rekabette önemli bir avantaj elde etmiştir.

Yeni Assur Krallığı üç yüz yılı aşkın bir dönem boyunca yalnızca Mezopotamya’nın değil, Anadolu,
Akdeniz dünyası, İran ve hatta Mısır’ı da içine alan bütün bölgenin en büyük süper gücü idi. Bu geniş
coğrafyada kurulan bütün devletler, bir şekilde, yönetim anlayışı, mimari, sanat ve teknolojide
Assur’dan etkilenmiştir. Kuzey Suriye’deki Geç Hitit Devletleri, Doğu Anadolu çevresindeki Urartu,
Anadolu’da Frig, Lidya, İran’da Med, Güney Mezopotamya’da Babil, Doğu Akdeniz’deki kent devletleri

5
ve Mısır bu dönemin politik dünyasında Assur’u izleyen ve bağ kuran devletler arasında
sayılabilir.Önasya’da birkaç yüzyıllık kriz döneminin arkasından yukarıda saydığımız Demir Çağı
krallıkları kurulur.

Bunlardan Urartu, Frig ve Lidya gibi birçok devlet, Assur’dan farklı olarak bölgelerine Demir Çağı’nda
gelen hanedanlarca kurulmuştu.Yeni Assur kral listeleri ve kralların yıllıkları MÖ bin yıllarından
itibaren Assur krallarının adlarını vermekle birlikte, krallığın genişleme ve güçlenme sürecinin MÖ
onuncu yüzyılda başladığı anlaşılmaktadır.II. Assur-dan ve oğlu II. Adad-nirari, bu süreci başlatan
Assur krallarıdır. Bu dönemde Kuzey Suriye’ye sefer yapan Assur orduları, Aramilerin yoğun olarak
yerleştiği kentleri vergiye bağlamış ve etkinlik alanını Habur bölgesine kadar genişletmiştir. Bu bölgeyi
Bit Bahiyani adlı Arami kökenli bir aşiret yönetmekteydi. Büyük bir bölümü yarı göçebe olan bu halkı
bir devletin kontrolüne almak oldukça zordu. Adad-nirari, krallığının sonlarında Hanigalbat çevresine
üst üste yedi sefer yapmak zorunda kalmıştır.

Assur Krallığı bundan sonra bölgedeki kentleri kendine vergi ve haraç veren yönetimler haline
getirmiş ve böylece Akdeniz’e ve Toroslardaki hammadde yataklarına ulaşan yolların denetimini
sağlamıştı. Assur’un yeniden güçlenmeye başladığı bu dönemde güneyde Babil de güçlenmekteydi.
MÖ 891 yılında Babil ile Assur arasında yapılan bir antlaşma karşılıklı kız alıp vermeyle
güçlendirilmiştir.Yeni Assur Krallığı’nın siyasal anlamda genişleme politikası iki bölge üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Bunlardan birincisi batıda Geç Hitit ve Arami krallıklarının bulunduğu Kuzey Suriye
ve Güneydoğu Anadolu, ikincisi ise güneydeki Babil ve çevresi idi. II. Adad-nirari’nin yerine geçen oğlu
II. Tukulti-Ninurta, Mardin ve Tur Abdin Dağları (Kaşiyari) üzerinden ilerleyerek Diyarbakır bölgesine
yerleşmiş olan Arami kabilesi Bit-Zamani üzerine seferler yaptı.

Bit-Zamani kabilesi Amedi’yi (Diyarbakır) başkent yapmıştı. Uzun süre bu kent Assur’a karşı bir direnç
noktası olarak varlığını korumuştur. II. Tukulti-Ninurta döneminde, antlaşmalarla güvence altına
alınmış Babil çevresindeki düzen bozulmuştu. Assur orduları bu yönde yaptıkları seferlerle sınırlarını
Dur-Kurigalzu ve Sippar’a kadar genişletmiştir.
Yeni Assur Krallığı’nın MÖ dokuzuncu yüzyıldaki en güçlü kralları II. Aşurnasirpal ve oğlu III.
fialmaneser’dir. Assur orduları bu dönemde bütün komşuları üzerine gitmiş, olağanüstü miktarlarda
ganimetler toplamıştır. Assur kralları, devletin güçlü olduğu dönemlerde neredeyse her yıl sefere
çıkmaktaydılar

Bu seferler, yıllıklarda ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Ganimet elde etmek, vergiye tabi kılmak,
sınırları genişletmek ve sınır bölgelerini güvenli hale getirmek gibi birçok amaçla yapılan seferler,
batıda Çukurova bölgesine ve Doğu Anadolu yüksek yaylasına kadar ulaşmıştır. Denetim altına alınan
bölgelerden elde edilen ganimetler ve sağlanan yeni insan gücü, başkent çevresinin imarında
kullanılmaya başlandı. Elde edilen ganimetlerin büyük bölümü aslında, büyüyen kentlerin ihtiyaçlarını
ve yeni inşaatların masraşarını karşılamak için kullanılmaktaydı. II. Aşurnasirpal’ın en büyük projesi
ülkenin yeni başkenti olarak Kalhu’yu (Nimrud) inşa etmesidir.

II. Aşurnasirpal, iktidarda kaldığı yirmi beş yıl boyunca kayıtlara geçen on dört sefer yapmıştır. Onun
hedeşeri arasında öncelik yine ülkenin batısıydı. II. Aşurnasirpal Zagroslardaki Diyala bölgesine üç
sefer yaptı. Yukarı Dicle bölgesine MÖ 882, 879 ve 866 yıllarında üç kez ilerledi. Assur kralları,
başkentlerinin bulunduğu bölgeye hayat veren Dicle’nin kaynak bölgesini oldukça
önemsemekteydiler. Bu bölge, tarım potansiyeli kadar, hammadde ve maden yatakları bakımından da
oldukça zengindi. İlk seferde, Dicle kıyısında Tuşhan’da (Üçtepe) bir eyalet merkezi kuruldu.

6
Böylece bölge, Amedi (Diyarbakır) kenti çevresini sahiplenen Arami kökenli Bit-Za-mani kabilesine
terk edilmemiştir. Bu seferlerin kayıtlarında bölgede bulunan bütün Nairi krallarından vergi alındığı
belirtilir. Kralın bölgeye gelişi ve Tuşhan’da bir saray inşası, orada diktiği bir stel üzerinde (Kurkh steli)
şu şekilde anlatılır.“Kaşiyari Dağı’nı geçtikten sonra ikinci kez Nairi ülkelerine girdim. Sigişu kentinde
kamp kurdum ve geceyi geçirdim. Sigişu kentinden hareketle Tupusu oğlu Lapturu’nun güçlendirilmiş
kenti Madara’ya yaklaştım. Kent iyice güçlendirilmiş dört duvarla çevrilmişti. Kenti kuşattım.

Güçlü silahlarımın görünüşünden korkuya kapıldılar ve onlardan mallarını mülklerini ve hizmetim için
oğullarını aldım. Vergi ve haraç vermeleri koşuluyla hayatlarını bağışladım. Kenti yaktım, yıktım ve
harabeye çevirdim. Madara kentinden hareketle Tuşhan kentine girdim. Tuşhan’da bir saray kurdum.
Tuşhan’da Nirdun ülkesinden vergi ve haraç olarak atlar, katırlar, kazanlar, ayna, öküz koyun ve şarap
aldım.

Tupusu oğlu Lapturu’nun yönettiği, Kaşiyari Dağı üzerindeki iyi tahkim edilmiş altmış kenti yıktım,
yaktım, harabeye çevirdim. … Benden önce gelen Assur kralı prens fialmaneser’in Nairi ülkeleri
sınırında yaptırdığı garnizonlar olan Sinabu ve Tidu kentleri Aramiler tarafından zorla ele
geçirilmişlerdi; ben tekrar elde ettim. Nairi ülkesinde Assur kalelerini ellerinde tutan Assur-lularki
bunlar Arami ülkesine tabi kılınmışlardı- onların kentlerini ve yerleşim alanlarını ele geçirdim ve huzur
içinde oturulur kıldım. Bit-Zamanili Amme-baa-la’ya ait olan Ahlamu Aramilerinden bin beş yüz kişiyi
yerlerinden aldım ve Assur’a götürdüm. Nairi ülkelerinin hasadını topladım ve ülkemin geçimi için
Tuşhan, Dam-dammusa, Sinabu ve Tidu kentlerinde depoladım.” (Grayson 1996).

Yazıttan anlaşıldığı üzere Assur orduları, Mardin üzerinden kuzeye ilerlemişlerdir. Buradaki Kaşiyari
Dağları, günümüzde Mardin ile Diyarbakır arasındaki Tur Abdin Dağlarıdır. Hemen kuzeyinde Nairi
ülkeleri başlamaktadır. Yani Yukarı Dicle bölgesi ve Amedi (Diyarbakır) Nairi ülkelerinin bir parçasıdır.
Bu bölgede ordunun ilerleyişi gün gün anlatılmakta, nerede konakladığı ve sonra hangi kente
ulaşıldığı belirtilmektedir. Ordunun Eskiçağ koşullarında bir günde ortalama yirmi beş-otuz kilometre
yol alabileceği düşünüldüğünde, Assur yazıtlarında geçen yerlerin günümüzde neresi olduğu
bulunabilir.

Ayrıca savaş arabalarına sahip ordunun ilerleyebileceği geçit bölgelerinin belirli olması da bu konuda
tespitte bulunmayı kolaylaştırır. Assur kralı Tuşhan’da bir saray kurduğundan ve stel diktiğinden söz
etmektedir. 1863 yılında söz konusu stel Üçtepe (eski Kurkh) köyünde bulunmuş ve British Müzesi’ne
taşınmıştır. Burada 1988-1992 arasında yapılan kazı çalışmalarında Assur sarayının mimari kalıntıları
da belirlenmiştir. Assur ordusunun bölgede Aramilerle mücadele ettiği, bir kısmını tehcir yoluyla
Assur’a götürdüğü anlaşılmaktadır.
Aramiler, Assur Krallığı’na Kuzey Suriye’de de büyük bir direnç oluşturmaktaydılar. II. Aşurnasirpal,
Til-Barsip (Tel Ahmar) çevresine egemen olan Bit-Adini ad-lı Arami Krallığı üzerine en az dört sefer
yapmış, Fırat’ın batısına geçerek Akdeniz kıyılarına ulaşmıştır. Fırat’ın batısındaki bölgeler bu
dönemde vergi vermek koşuluyla varlıklarını korumuşlardır.
II. Aşurnasirpal’den sonra Assur tahtına oturan III. fialmaneser otuz dört yıllık saltanatı boyunca en az
otuz dört sefer yaptı. Batıda, bir problem olarak varlığını koruyan Fırat Nehri çevresindeki Bit-Adini
adlı Arami Krallığı Assur eyaletine dönüştürüldü. Bu krallığın başkenti Til-Barsip’in adı MÖ 856 yılında
Kar-fialmaneser olarak değiştirildi. Suriye’deki devletler için ciddi bir tehlike oluşturan bu durum,
onları Assur’a karşı bir birlik oluşturmaya zorladı. fiam (Damaskus) kralı Hadade-zer’in (Adad-idri)
yönetiminde birleşen devletler arasında İsrail, Ammon, Fenike prenslikleri, hatta Mısır ve Araplar bile

7
vardı. III. fialmaneser ile müttefikler Asi Nehri yakınlarındaki Karkar mevkiinde MÖ 853 yılında yapılan
büyük savaşta birbirlerine üstünlük sağlayamadılar.

Kendini savaşın galibi olarak aktaran Assur kralı, bu savaştan sonra daha ileri gidememiş ve geri
dönmek zorunda kalmıştır. Bölgede Fiam gibi güçlü krallık merkezleri Assur’a boyun eğmemiştir. Doğu
Akdeniz’e ulaşan önemli bir yol üzerindeki Kargamış Assur egemenliğine girmiş, ancak burada kurulan
düzen uzun süre istikrarlı gitmemiştir.III. Şalmaneser, batıda Çukurova ve Toroslara, kuzeyde de Doğu
Anadolu bölgesine seferler yaptı. Kue (Çukurova’da), Tabal (Kayseri çevresinde) ve Melid (Malatya)
gibi krallıklardan vergi aldı. Doğu Anadolu’ya ise en az beş kez ilerlediği kaydedilmiştir. Bu seferleri
anlatan Assur yazıtları aynı zamanda Van Gölü havzasında Urartu Devleti’nin kuruluş sürecine ait
bilgiler de verir. İlk krallardan Arame ve arkasından Sarduri, Şalmaneser’e rağmen Urartu Krallığı’nın
kuruluşunu gerçekleştirmişlerdir. III. fialmaneser döneminde adı ilk kez geçen toplumlardan biri de
İran’daki Medlerdir. Assur’un güney komşusu Babil’in bu dönemde, Assur ile boy ölçüşebilecek güçte
bir krallık olduğu anlaşılmaktadır.

Yeni Assur Krallığı özellikle II. Aşur-nasirpal ve III. Fialmaneser döneminde Önasya’nın en güçlü
devletlerinden biri olmuştu. Sınırları kuzeyde Toroslar, batıda Fırat, güneyde Babil ve doğuda da
Zagrosları aşıp Med ülkesine ulaşmıştı. Hızlı bir biçimde büyüyen krallıkta ele geçirilen toprakların
yönetimi, ya vergi vermesi koşuluyla eski yöneticilere bırakılıyor ya da kurulan eyalet merkezlerine
yeni valiler atanıyordu. III. Şalmaneser’in son yıllarında orduyu valiler veya komutanlar sefere
götürmeye başlamıştı. Ayrıca merkezin kontrolü zayıflayınca atanan valiler bölgelerinde yerel krallar
gibi güçlenmişlerdi.

III. Şalmaneser’in kardeşi Assur-dan’in apla’nın tahtı ele geçirmek için başlattığı isyana bölgelerinde
bağımsız olmak isteyen yirmi yedi büyük kentin yöneticisi katılmıştır. Bu isyan III.fialmaneser’in
ölümünden sonra da kesilmedi. Assur bundan sonraki kırk yılı aşkın bir süre, kazanımlarının önemli bir
bölümünü koruyamadı. Ülkenin batısında Kuzey Suriye’de Aramilerin Bit-Adini Krallığı ve Kargamış
kontrolden çıkmıştı. As-sur’un sınırları Yukarı Habur bölgesine kadar gerilemişti.Assur Krallığı’nın
zayışadığı süreç, Melid (Malatya), Kummuh (Kommagene, Adıyaman), Tabal (Kayseri), Kue, Hilakku
(Çukurova, Kilikya), Gurgum (Maraş), Unki (Antakya) ve Kargamış gibi Geç Hitit devletlerinin
güçlenmesine olanak sağladı. Anıtsal giriş kapılarını süsleyen ve Geç Hitit sanatının temsilcileri olarak
kabul edilen kabartma ve heykellerin büyük bölümünün Assur baskısının hissedilmediği bu dönemde
üretildiği anlaşılmaktadır. Aynı dönemde Frig Devleti Sakarya Nehri civarında kuruluş sürecini
tamamlamış etkinliğini Orta Anadolu’nun doğusuna kadar genişletmişti.

Kuzeydeki Urartu Devleti, MÖ sekizinci yüzyılın ortalarına kadar Doğu Anadolu, Kuzeybatı İran ve
Kafkasya’nın bir bölümüne egemen olmuş, Geç Hitit devletlerinden Fırat’ın batı kıyılarındaki Melid ve
Kummuh’u haraca bağlamayı başarmıştı.Assur’un zayışamasıyla Yukarı Dicle bölgesinde kurulmuş
olan garnizonlar boşaltılmış ve bölgede denetim kaybedilmişti.

Urartu yazıtlarında geçen bazı yer adları, kral Minua önderliğindeki Urartu ordusunun dokuzuncu
yüzyıl başlarında yağmalamak amacıyla Torosları aşarak Dicle havzasına indiğini
göstermektedir.Şalmaneser’in veliahdı V. fiamşi-Adad zamanında isyanlar bastırılmakla birlikte
Assur’un yeniden bölgesinin süper gücü olma girişimi ancak MÖ 745 yılında tahta çıkan III. Tiglat-
pileser döneminde başlayabilmiştir.

8
V. fiamşi-Adad dönemine ait yazılı kaynaklar, Nairi ülkesine sefer yapıldığını, Babil’in ise
yağmalandığını bildirmektedir.Halefi III. Adad-nirari çocuk denecek yaşta tahta çıktığı için bir süre
annesi Şammuramat ülkeyi yönetmiş, bu durum geleneklerine bağlı Mezopotamya toplumunda
efsaneleştirilecek kadar abartılmıştır.III. Adad-nirari’den sonra tahta çıkan üç kral döneminde de iç
problemler ülkeyi meşgul etmiştir. Bu karışık sürecin sonunda MÖ 745 yılında III. Tiglat-pileser bir
taht entrikasıyla kral olmuştur.

ASUR DEVLET YÖNETİMİ VE ORDU

Yeni Asur dönemindeki yönetim anlayışı, Eski Mezopotamya geleneklerinin bir devamıdır. Asur Devlet
yönetimin anlayışına göre, Yeni Asur kralları, sıklıkla Sümer, Akad ve Babil tanrılarını ve tapınaklarını
yücelttikleri ve kökenlerini vurguladıkları görülür. Asur Devleti, sınırları genişledikçe, elde edilen
ekonomik ve siyasi gücün kullanımında kendilerine özgü yeni yöntemler geliştirirler.

Devletin başında gücünü tanrılardan aldığına inanılan ülkenin ve devletin sahibi, savaşçı ve kahraman
olarak nitelendirilen kral yer alırdı. Yazılı Belgelerde Kral genellikle, “Büyük Kral”, “Güçlü Kral”, “Asur
Ülkesi’nin Kralı”, “Yukarı Deniz’den (Akdeniz) Aşağı Deniz’e (Basra Körfezi) kadar olan Bölgenin
Hâkimi”, “Dört Bir yanın Kralı”, “Evrenin Kralı” gibi unvanlarla tanıtılırdı. Bu unvanlar, kralın mutlak
otoritesini göstermek amacıyla, kralın egemenlik alanını vurgulamak maksadıyla, ordunun gücü ve
vergi alabildiği bölgelerin sınırlarına bakılmaksızın kullanılabilmekteydi. Kral, tahta çıktıktan sonra
Asur ülkesinin büyük tanrıları olan Assur, Enlil ve Ninurta tarafından seçildiği muhakkak kullanılırdı.
Asur ülkesi kralı, hem Baş Rahip, hem Başkomutan hem de Baş yargıçtır.

Asur Kralları, ülkeyi başkentte ikamet ettikleri saraylarından, burada iyi işleyen bir bürokrasi ve uzak
bölgelere kurdukları eyalet merkezleri kanalıyla yönetmekteydi. Hanedan, hüküm sürdüğü yıllarda
yönetici sülale ve merkez bürokrasisi, sırasıyla başkent olan Asur, Kalhu (Nimrud), Dar-Şurrikin
(Horsabad) ve Nineve (Koyuncuk) kentlerinde ve bu kentlerde inşa ettirdikleri saraylarda yaşarlar.
Yeni Asur Devleti’nin izlediği politika kent inşası ile doğrudan bir ilişkilidir.

Yeni Asur Saraylarında, Kral ve ailesinin yanı sıra, yönetici sülaleden gelen üst düzey yöneticilerle,
hadım görevlilerde yer alırdı. Bu görevliler arasında turtanu (Baş Komutan), rab saki (büyük saki),
nagir ekalli (saray habercisi), abarukku (güvenlik sorumlusu), bel pihati ve şaknu (Eyaletler Yöneticisi)
gibi görevliler yer alırdı. Tüm bu üst düzey görevlere kral soyundan, önemli aileler ve yerel
yöneticilerin sülalesinden gelenler ya da yetenekli hadım (şa reşi) atanırdı. Bu görevlilerin dışında
Asur sarayında ve tüm ülkedeki eyaletlerde yaygın bir kâtip sınıfı yer alırdı. Saray duvarlarını süsleyen
birçok kabartmada kralın yanında, çiviyazısı ile kil tablete ve muhtemelen Aramice alfabe yazısı ile
Papirüs üzerine kayıt tutan iki yazıcı görülür. Ayrıca Savaş sahnelerinde de ganimetleri kayıtlara
geçirerek listeler oluşturan yine iki yazıcı bulunur. Kralın başyazıcısını hiyerarşik bir düzenle izleyen
yazıcı sınıfı, bürokrasinin ayrıcalıklı kesimini oluşturur. Ticari ilişkiler, tapu kayıtları, resmi yazışmalar,
dini ve tarihi metinler özenle kopyalanıp, arşivlerde saklanırdı.

Asur ülkesi çeşitli eyaletlere bölünmüştür. Bu eyaletlerin bazılarında, vergilerini düzenli veren, ihtiyaç
oldukça Asur ordusuna katkıda bulunan yerel yöneticiler hüküm sürüyordu. Başkent çevresinden
başlamak üzere ele geçirilen uzak bölgelerin Asurlaştırılması, özellikle III. Tiglat-Pileser dönemi

9
sonrasında sistemli bir biçimde uygulanan bir politikayla gerçekleştirilmiştir. Asur krallarına vergi
veren yerel krallık merkezleri birer eyalete dönüştürülmüş, buralara başkenttekilerin küçük birer
kopyaları olan eyalet sarayları yapılmış; oluşturulan bürokrasi ve atanan yöneticiler de merkezi
anlayışın temsilciliğini üstlenmiştir.

Asur krallarının başarısı ve devletin hızla büyümesi de güçlü bir ordu ile mümkündür. Asur ordusu
genellikle başkent ve çevresinde yaşayan köylülerden meydana gelmiştir. Ordunun yüksek dereceli
komutanları, çekirdek gücü ve silahların depolanması için başkentte inşa edilen ekal maşarti,
seferlerin de başlangıç noktasını oluştururdu. Asur ordusu savaş esirlerinden bir bölümünü eğiterek
asimile eder ve bünyesine katardı. III. Salmaneser’in Karkar savaşı ile ilgili belgelerinden anlaşıldığı
kadarıyla Asur ordusunun sayısı 120 bin civarına kadar çıktığı anlaşılır. Asur ordusunun büyük bir
bölümünü piyade birlikleri oluşturmaktadır. Asur kabartmalarında ki savaş sahnelerinden anlaşıldığı
kadarıyla 9. Yüzyılda Asur ordusunun süvari birliklerinin de olduğu görülmektedir. Yaya ve Süvari
birliklerinin yanı sıra Asur Ordusu’nda Savaş Arabalı askerler de mevcuttur. Bu Savaş Arabaları
günümüzün tankları gibidir ve Ordunun asıl vurucu gücünü oluşturmaktadır. Ordunun kullandığı
temel silahlar ise, Ok, Yay, Kılıç, Kalkan ve Mızrak’tır. Bu silahlara ek olarak, Surları yıkmak için
“koçbaşı” ya da koçbaşına benzer ağır silahlarda geliştirilir.

DİN

Asur toplumu gelenek ve inançlara bağlı, oldukça tutucu toplumdur. Kökleri birkaç binyıl öncesine,
Sümer dönemine kadar uzanan mitolojik anlatılar yaygın bir biçimde kabul edilmektedir. Ülkenin baş
tanrısı Asur olmakla birlikte Sümer, Akad ve Babil’in önemli tanrılarına da saygı gösterir ve kutsarlardı.
Kral, ülkeyi tanrı adına yönetmekle görevliydi. Ayrıca da başrahiptir. Kral, tapınaklara zengin hediyeler
sunmak ve belirli dönemlerde kurban kesmek zorundaydı.

Ülkenin başkentlerinde ve eyaletlerde, baş tanrı (Asur), savaş tanrısı (Ninurta), aşk tanrıçası (İştar),
güneş ve adalet tanrısı (Şamaş), ay tanrısı (Sin), fırtına tanrısı (Adad) gibi önemli tanrılar içinde
tapınaklar yer almaktadır.

Asur halkı kehanetlere inanmaktadır. Tanrıların çeşitli yollarla gelecek hakkında mesaj gönderdiği ve
kâhinlerin bu mesajları okuduğu varsayılırdı. Önemli durumlarda, tanrıların gelecekle ilgili planlarını
anlamak maksadıyla kurban edilen hayvanların iç organları, ciğerleri, ayrıca gezegen ve yıldızların
hareketleri yorumlanır, Kral ülkesi hakkında karar vermeden önce muhakkak kâhine danışırdı.
Büyücülük, kara büyü (kötü), ak büyü (iyi) biçiminde uygulanırdı. Krala karşı yapılan kötü büyüden
Kralı ve Asur ülkesini korumak için Esarhaddon döneminde en az 6 defa, Asurbanipal zamanında ise 2
defa, Asur tahtına sahte kral oturtulur.

ASURLULAR DÖNEMİNDE SANAT

Babil ile Asur Sanatı ve mimarlığında l Sümer Sanatının  derin izleri görülür. Onlar da Sümerler gibi
Tapınaklarını ve saraylarını pişmiş kil tuğlalarla yaptılar. Kentlerin merkezine yerel tanrılar adına
tapınaklar diktiler. Tapınaklar, merdivenler ya da eğimli yollarla çıkılan geniş bir platform üzerinde
yükseliyordu. Babilliler, bu Tapınaklardan başka, basamaklı piramit biçiminde yükselen tapınaklar inşa

10
ettiler. Ziggurat adı verilen bu yapıların tepesinde, genellikle mavi sırlı Çinilerle kaplanmış küçük bir
Tapınak bulunurdu. Kutsal Kitap'ta öyküsü anlatılan Babil Kulesi'nin de bir ziggurat olduğu
sanılmaktadır. Mimari açıdan önemli yerlerden biri, Asur başkenti Ninova’ydı. II. Sargon'un Ninova
yakınlarında yaptırdığı görkemli sarayının bine yakın odası olduğu bilinmektedir. Sarayın hemen yanı
başında dev bir ziggurat yükseliyordu. Sinahheriba, Ninova'da üç büyük saray yaptırmıştı. Asurlular ve
Babilliler yapıları farklı biçimde süslüyorlardı. Babilliler duvarları renkli sırlı tuğlalarla kaplıyorlardı.
Asurlular kalın ve yassı kireçtaşı ya da kaymaktaşıyla ördükleri duvarlara savaşları, avcılığı, din ya da
saray yaşamını konu alan sahneler oyuyorlardı. Bu kabartma resimlerin çoğunda kral, sakalı ve kıvırcık
saçlıdır. Çevresindeki öbür insanlar ise birbirine benzer. Av sahneleri çok canlı biçimde tasvir
edilmiştir. Asur tapınaklarının ve saraylarının kapılarını, insan başlı aslan ya da boğa heykelleri
koruyordu. Kentler, planlı biçimde kurulmuştu ve geniş caddeleri vardı. Su gereksinimi, büyük su
kanallarıyla karşılanıyordu.

Asur sanatı komşu uygarlıkların temellerinden dirilen bir sanat olmasına rağmen birçok yönden de
kendine özgülük yaratmayı başarmış bir sanattır.  Asur sanatının karakteri, gerçeğe uygunluk kaygısı,
nispetlerde ve çaplardaki heybet, betimlerinde gerçeğe uygunluk kaygısının gözetilmeye başlanması.
dini olmaktan kurtularak sosyal hayata da yer veren bir anlayış içine girmiş olmasıdır.  “Asurlular tanrı
heykelleri yanında kıral heykelleri, tapınaklar yanında saraylar kurmakla kalmamışlar, aynı zamanda
askerlerin bir nehirden geçmesi, bir şehrin zaptı, zafer anıtlarının dikilmesi gibi kendileri için daimi bir
harb haliyle ifade edilebilen günlük hayatın çeşitli olaylarını da tasvir etmişlerdir.”

Asur heykelciliğinden günümüze ulaşan birkaç örnek ten birisi başkentleri Khorsabat’ta bulunmuş
olan insan başlı kanatlı boğa heykelidir.  Arkeoloji Müzesi İstanbul’da sergilenmekte olan Asur Kralı III.
Salmanassar’ın dev boyutlu heykeli Asur heykelciliğinin bir başka örneğidir. Asurlular kalın ve yassı
kireçtaşı ya da kaymaktaşıyla ördükleri duvarlara savaşları, avcılığı, din ya da saray yaşamını konu alan
sahneler oymuşlardı. Bu kabartma resimlerin çoğunda kral, sakalı ve kıvırcık saçlıdır.

Savaşçılık özelliklerini sanatlarına da yansıtan Asur Sanatı askeri ifadeyi esas kabul etmiştir. Mimaride,
Sümer , Babil, Akad tesirinde ve etkileşimine olan Asurlular, heykel , kabartma, resim  ve desenlerinde
kahraman tipli Kral, asker, tanrı ve tanrıca modeline yönelmiştir.   Cemdet-Nasr ve Naram-Sin
zamanlarındaki gibi olduğu gibi Krallar erkek tipli, kuvvetli ve kudretli olarak gösterilir. Asker Karl,
erkek ve halk motiflerinde şişkin adaleli atletik vücutlu insanlar tasvir edilmiştir.  Bu motiflerde büyük
gözler, kalın kaşlar, merhametsiz ağız ve yüz ifadeleri, güçlü burun, uzun saçlar ve sakallar dikkati
çeker.  Tasvirlerin pek çoğu silahlı ve heybetlidir.  Betimlenen kabartma ve heykeller savaş, av, fetih,
istilâ, kale kuşatmaları, zafer ziyafetleri ve tanrılara kurban adama sahneleridir. Betimlenen krallar
gösterişi, tantanayı, savaşmayı ve eğlenceyi seven kimselerdir. Asurluların saray, tapınak ve resmi
binalarını süsleyen resim, kabartma ve heykellerde gösterişli hayatı anlatan, savaş ve fetihleri
betimleyen eğlenceleri ve tanrıları betimleyen   Süsleme ler yer almaktadır.  Bu betimlemelerin
konuları daha çok kralın savaşları ve av sahneleridir.

Asur resim heykel ve kabartmalarında ayrıntılara ve detay özelliklere çok önem verilmiştir. Fiğürlerin
kalkanları, mızrakları, müzik aletleri, savaş arabaları, atları, atların koşum takımları vücut çizgileri
dikkatle ifade edilmişlerdir.

11
 “Biçimlendirmede kesin bir çevre çizgisi dikkati çeker. Atlar zarif vücutları, güzel hareketli adaleleri ile
dikkatle betimlenmişlerdir. At’ın, Küçük Asya’ya Şurri’ler tarafından sokulduğu tahmin edilmektedir.
Şurriler rölyeflerde kalın kumaşlardan uzun elbiseleri ile bir dağ halkı olarak ayırt edilmektedir.”

Aslan betimlemeleri Asur sanatının belli başlı motiflerindendir. Av sahnelerinde; Kral ayakta veya
arabada vahşi hayvanlarla mücadele eder. Asur krallarının vurduğu aslanı kulağından tutarak arka
ayakları üzerine kaldırması konusu Kralların güç ve görkemlerini vurgulayan önemli bir konudur. Bu
bakımdan Asur ve ön Asya heykeltıraşlığının en mükemmel örneği “ YARALI DİŞİ ASLAN ” rölyefi
olarak kabul edilmesi Asurluların bu konulara verdiği önemi göstermeye yeterlidir. “ Ölmek üzere
olan yaralı aslan arka bacakları bir vuruşla hareketten yoksun bırakıldığı halde avcıya karşı durmak ve
dövüşmek hırsıyla son gayretini harcıyor. Rölyefte canlılık ve şahane bir anlatım gücü bulunmaktadır.”

 Asur Rölyeflerindeki aslanlar arabalara, askerilere saldıran güçlü bir hayvan olarak betimlenir.   Asur
rölyeflerinde atlar, arabalar, aslanlar ve onların vücut çizgileri, koşumları yeleleri askerlerin kralların,
arabaların ve koşum takımlarının en ince detayları büyük bir titizlik ile işlenmiştir.  Askerler ve krallar,
savaş elbiseleriyle gösterilmişlerdir.  “Rölyeflerde savaşların nasıl yapıldığı ve savaş tekniklerine
verilen önem, dikkati çekmektedir. Savaşa ait aletlerin ve bunların kullanılışlarını gösteren sahneler,
insanın ifadesinden fazla değer  bulur. Savaş arabaları, kale kuşatma araçları, sudan geçmek için
yüzdürme tulumları, çadırlar, sandalyeler, askerin yemek ihtiyacının karşılandığı pişirme fırınları,
kapkacak, kral arabasının şemsiyeleri, hep belirgin karakterleri ile tasvir edilmişlerdir. Bu rölyeflerdeki
anlatım, Akad anlatımında değil, Sümer biçimlendirilişindedir. Adalelerin anlatımında, vücut
uzuvlarının yuvarlak bir çıkıntılılıkta gösterilmesi yerine, alçak ve düz yüzeyli bir rölyef
biçimlendirmesi, çizgi egemenliği ile dikkati çeker.”

Önemli ölçüde, Sümer, Akad ve Babil sanatının tesirinde ortaya çıkan Asur sanatı birçok açıdan
kendine özgü nitelikler kazanmıştır.  Asur sanatı Heykel ,  rölyef ve resimleme, yarıntılara verdiği
önem, ifadeye, çizgiye ayrıntıya verdiği özen ile diğer milletlerden aldığı etkileşimlere özgünlük
kazandırmıştır.  Asur sanatında detay işçiliği, ifade, bezeme, heybet, gösteriş, konu ve duruş özgün
özellikler taşır.

Kral elbiseleri muhteşem süslemeler ve çizgilerle belirtilmiştir. Süsleme , Bezeme  , dekoratif anlayış,
ve detay çizgilere gösterilen aşırı özen Asur Sanatı ile şekillenen özelliklerdir.  “ elbiseler,
canavarların, efsanevi hayvanların kanatları, saç süslemeleri ve bukleleri, kıvrımlı sakallar, hep
bezeme öğeleri olmuştur. Sakal ve saç motifi inşa ve yüzeysel olarak gösteriliyor. Şeritler, güller, inci
dizileri, kralın muhteşem elbisesinde daima yer alıyor. Ağaçlar, palmiyeler, bilhassa hayat ağacı,
stilize edilmiş sarmaşık biçimini ve zengin bezenmiş halini bu rölyeflerde kazanıyor. Bu motif,
Hindu’larda Hitit lerde ve Selçuklularda da görülecektir.” 

Asur sanatı pek çok yönden Mezopotamya sanatının gençleşmesi ve gelişmesi olarak öne çıkar.  Asur
sanatı Sümer ve Babil sanatını bezeme ve detay işçiliği yönünden geliştiren bir sanat olarak bilinir.

Eserlerde, hareket önemli bir unsurdur. Asur betimlemeleri hareketli sahneleri betimlemeyi seven bir
tarz geliştirmiştir.  Eserlerde dörtnala giden, şaha kalkan atlar, saldıran aslanlar, savaşan askerler
rakiplerini mızrakla yan savaşçılar ve hareketleri kesin çizgilerle betimlenir. Tanrılar ve şeytanlar
atletik ve abartılı kaslar, şişkin adaleli olarak ve keskin çizgilerle gösterilmişlerdir. Rölyeflerdeki ve
heykellerindeki vücutlar şişirilmiş gibidir.

12
Tanrıların doğaya müdahalelerini ürünlerin ve bitkilerin bolluğunu sağlamaları konulu betimlemeler
Asur sanatının diğer bir yönüdür.  Mevsimlerin, ürünlerin ve bitkilerin tanrılar eliyle sağlandığına
inanana Asur inancı resim, heykel ve rölyeflerde de karşımıza çıkan konulardır.  Tanrılar bitkilerin bol
ürünlerin ve hasadın bolluğunu sağlar.  Tanrılar ellerinde üzüm salkımları su bakracı olan kuş başlı,
insan vücutlu ve kanatlı tanrılardır.

Asurlular’ın sanatın birçok kolunda çok ileri gitmiştir. Heykel, resim mimari ve rölyeflerden başka Asur
sanatının maden işleme, kuyumculuk, mühür, heykelcik veya levha şeklinde muskalar, taştan oyma
kab yapımı, üstü sırla kaplı çanak ve çömlek yapımlarında da ileri düzeyde bir sanat seviyesine ulaştığı
belli olmaktadır.

Savaşçı bir kavim olan Asurlar yukarı Mezopotamya’nın dağlık coğrafi karakteri ile tam bir uyum
gösterirler. İlk yerleşmeleri Dicle ile Zap suyu arasında, başkenti Asur olan bölgedir. Asur ülkesi dağlık
bir bölge olduğu halde, mimaride Mezopotamya gelenekleri esas alınarak, mimari yapılarında
fırınlanmış kerpiç tuğla ve sırlı tuğlalar kullanılmıştır.

Asur kent surları Hitit geleneğinde olduğu gibi kalınlıkları 15m’yi bulan çift sıra surla kuşatılıştır ama
farklı olarak malzeme kerpiç tuğladır. Kent kapılarına da önem verilmiştir.

Konut mimarisinde Bit-Hilani tarzı konutlar yapılmış ama bu ev şemasının adı, onların koyduğu isim ile
tanınmıştır.

Mezopotamya geleneğine uyularak burada da anıtsal yapılar bir set ya da teras üzerine inşa edilir.
Saray yapıları kompleks binalar olup birbirine geçişleri olan avlular çevresinde sıralanmış salonlardan
meydana gelir ve bu tür yapıların duvarlarında nakış izlerine rastlanmıştır. Anıtsal yapıların kapılarını
“Lamassu” denen insan başlı, kanatlı ve beş ayaklı çok iri boğa heykelleri korumaktadır. En önemli
saraylar Khorsabad’da II.Sargon’un ve Kalhu’da II. Asurbanipal’in saraylarıdır.

Sümer geleneğine uygun olarak Zigurat formunda yapılırlar ve 7 katlıdır. En üst kademede asıl tapınak
bulunur. Ziguratların 7 katının her biri güneş tayfındaki 7 renkten birinin rengini taşır.

Asur şehirlerinde kent dışı bir mezarlık söz konusu değildir. Halk cenazesini yaşadığı evin bir odasının
zeminine gömer. Kral ve soylular için kare ya da dikdörtgen planlı yer altı mezar odaları yapılırdı.
Derinliği 2 metreyi geçmeyen bu mezar odalarında ölü toprak altına gömülür ya da zemin üstüne bir
sanduka ile bırakılır, yanına da çeşitli eşyalar konurdu.

Hamurabi zamanında ve sonra gelen hükümdarlar, hep dünyaya egemen olma düşüncesindeydiler.
Asurlular, Mısır’ı bile kendi yönetimleri altına almak istemişlerdir. Bu yüzden Asur sanatı, askeri
ifadeyi esas olarak kabul etmiş görünür. Kahraman tipli asker motifi, aynen Cemdet-Nasr ve Naram-
Sin zamanında olduğu gibi önem kazanır. Krallar erkek tipli, kuvvetli ve kudretli olarak gösterilirler.
Şişkin adaleli, bir atlet vücuduna sahiptirler. Ninive’deki ideal kral başı, burada yeniden önem kazanır.
Gene büyük gözler, kalın kaşlar, merhametsiz bir ağız, kuvvetli bir burun, omuzlara düşmüş saçlar ve
uzun sakal anlatım konusu olur. Üstlerinde taşıdıkları silahlar, uzun bir kılıç, balta ve ok’tan ibarettir.
Bu asker-kralların işi savaş, istilâ kale kuşatma, vahşi hayvan avı, zafer ziyafetleri ve tanrılara kurban
adamaktır. Buyrukları altında silahlı yüksek memurlar, müzisyenler tutan bu krallar gösteriş ve
tantanayı sevmektedirler. Bu gösterişli, muhteşem hayata uygun saray ve duvarlarında gösterişli
hayatı anlatan rölyefler yer alır. Konuları daha çok kralın savaşları ve av sahneleridir. Asurluların
savaşları hakkında bu rölyeflerden çok şey öğreniyoruz. Ellerinde kalkanlar, mızraklar, müzik yaparak

13
giden askerler, savaş arabaları, disiplinli asil kanlı atlar bu rölyeflerde dikkatle ifade edilmişlerdir.
Atların koşumları bütün ayrıntılarıyla belli edilmiş olup, biçimlendirmede kesin bir çevre çizgisi dikkati
çeker. Atlar zarif vücutları, güzel hareketli adaleleri ile dikkatle modle edilmiştir. At’ın, Küçük Asya’ya
Şurri’ler tarafından sokulduğu tahmin edilmektedir. Şurriler rölyeflerde kalın kumaşlardan uzun
elbiseleri ile bir dağ halkı olarak ayırdedilmektedir.

Asurbanipal’in bir kaleyi nasıl kuşattığını gösteren rölyefden, Asurluların savaş tekniklerini ayrıntıları
ile anlıyoruz. Esirler ikişer ikişer bileklerinden bağlanıyor; esir kadın ve çocuklar erkeklerin yanında,
fakat bağlanmamış olarak yürüyorlar. Kadın ve çocuklar bazan at üzerine bindiriliyorlar. Hemen bütün
kadın ve erkek esirlerin ellerinde su tulumları görülüyor. Buradan, bunların çölden geçirilecek bir
başka yere götürüldükleri anlaşılıyor.

İnsana heyecan veren av sahnelerinde, beynine ok yemiş, duyduğu acı ve vücudunun gerilmiş
adalelerinden belli olan aslanlar gene önem kazanmış konulardandır. Sevilen diğer konulardan biri,
kralın vurduğu aslanı kulağından tutarak arka ayakları üzerine kaldırmasıdır. Konular eski
mühürlerdeki hayvan ve canavar motiflerinden alınmıştır. Bu rölyeflerdeki hayvan motifleri, arkaik
üsluplu insan biçimlendirmesine oranla, plastik anlatım bakımından daha canlı ve optik hareketli
olarak gösterilmiştir.

Özellikle, atlı bir savaş arabasına karşı saldıran aslan, ayrıntılı çizgiye dayanan alçak rölyefli bir eserdir.
Burada atların son derece dikkatli, temiz bir işçiliği vardır. Ava çıkmış kralın arabası da, bütün süslü
ayrıntılarıyla görülmektedir.

Savaş yapan askerler ve bilhassa krallar, resmi ve savaş elbiseleriyle gösterilmişlerdir. Her halde savaş
elbisesi içinde gösterilmek, bu ülkede çok önem kazanmakta idi. Ayrıca, rölyeflerde savaşların nasıl
yapıldığı ve savaş tekniklerine verilen önem, dikkati çekmektedir. Savaşa ait aletlerin ve bunların
kullanılışlarını gösteren sahneler, insanın ifadesinden fazla değer bulur. Demek ki, bu ülkede askerlik
birinci planda yer alıyordu. Savaş arabaları, kale kuşatma araçları, sudan geçmek için yüzdürme
tulumları, çadırlar, sandalyeler, askerin yemek ihtiyacının karşılandığı pişirme fırınları, kapkacak, kral
arabasının şemsiyeleri, hep belirgin karakterleri ile tasvir edilmişlerdir. Bu rölyeflerdeki anlatım, Akad
anlatımında değil, Sümer biçimlendirilişindedir. Adalelerin anlatımında, vücut uzuvlarının yuvarlak bir
çıkıntılılıkta gösterilmesi yerine, alçak ve düz yüzeyli bir rölyef biçimlendirmesi, çizgi egemenliği ile
dikkati çekiyor. Rölyefte, yüzeyin boş kalan kısımlarına gayet iyi işçiliği olan çivi yazısı bloklar
yapılmıştır. Bütün bu çalışmalarda plastik sanat anlatımı yerine, grafik görünüşlü bir anlatım
kullanılmıştır. Grafik anlatım ile birlikte, kral elbiselerinin muhteşem süslemeleri çizgilerle
belirtilmiştir. Bu grafik anlatımdaki süslemeler ile, Önasya sanatında ilk olarak bir bezeme zenginliğine
önem verilmiş oluyor. Sanatta dekoratif anlayış, elbiseler, canavarların, efsanevi hayvanların
kanatları, saç süslemeleri ve bukleleri, kıvrımlı sakallar, hep bezeme öğeleri olmuştur. Sakal ve saç
motifi inşa? ve yüzeysel olarak gösteriliyor. Şeritler, güller, inci dizileri, kralın muhteşem elbisesinde
daima yer alıyor. Ağaçlar, palmiyeler, bilhassa hayat ağacı, stilize edilmiş sarmaşık biçimini ve zengin
bezenmiş halini bu rölyeflerde kazanıyor. Bu motif, Hindu’larda Hititlerde ve Selçuklularda da
görülecektir.

Asurluların sanatı daha çok halka hitap eden, yaşama telkin eden, örnek olucu, süsleyici bir fatih
sanatıdır. Bu anlayıştaki eserler yanında, başka bir anlayışı gözlemliyoruz. Bu, bir çiftçi tabakasının
anlayışıdır.

14
Asur sanatının son çağı olarak kabul edilen M.Ö. VII. yüzyılda, Asurbanipal’in (Sardanapal) zamanında
yaşanan çağı anlatan rölyeflerde, formlar kuvvetsiz geveze bir hikayecilik içindedir.

Bir çeşit janr (genre) resmi olan bu tasvirlerde askeri karargâh ile halkların nakledilişleri gösterilmiştir.
Tasvirlerde peyzaj öğeleri çoğalıyor ve mekan belirten perspektif görünüşlü figürler ortaya çıkıyor.
Rölyef yüzeyindeki figürler küçülüyor. Resimde olayı gösteren kısımlar fazla yer tutuyor. Lüks hayat
anlatımı önem kazanıyor. Askerlik, savaş konuları, ciddilik ve titizlik kalkıyor. Giysilerin süslü dekoratif
anlatımı itibar görüyor. Bu anlayışta yapılmış eserler arasında sürek aylarını, kralın avlanmalarında
onun önüne sürülen vahşi hayvanların beslendiği hayvanat bahçelerini görüyoruz.

İlk zamanların sembolik olarak resmedilmiş olan hayvanları, bu eserlerde daha gerçekçi bir gözleme
dayanmaktadır. Buna örnek olarak Asurbanipal’in sarayındaki rölyefler arasında bir okla ağır
yaralanmış erkek aslan ile gene yaralı bir dişi arslanı görüyoruz.

İşte Asur’un ünlü asma bahçeleri bu zamanlarda yapılmıştır. Asurbanipal’i bir asma bahçesinde,
yüksek bir divan üzerinde uzanmış. içkisini içerken görüyoruz. Asma ve palmiyeler altında oturan
kralın ayak ucunda da, kraliçe tahtına oturmuş içkisini içiyor. Kalabalık bir hizmetçi grubu yelpazeleri
sallıyor. Bu eserde natüralist öğelere rağmen dekoratif, süslü, alçak rölyef ile dağ halklarının plastik,
yüksek rölyef anlatımlı arkaizmi bir araya gelmiş görünüyor.

AKKAD SANATI

Mezopotamya’nın sanat hayatında, dağ kavimlerinin göçleri, kabartma formlu, görüntüye uygun
hareketli, anatomiye düşkün bir sanatın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu sanat, derinliği olan bir
heykel anlayışı olup, her yeni kavmin Mezopotamya’ya gelişi ile ortaya çıkan bir anlatım biçimi
yaratmıştır.

Akkadlar’da mimarı, süsleyici bir ihtişama önem verdiği gibi, insanı şaşırtan plastik anlatımıyla da
dikkati çeker. Bu Cemdet-Nasr’ın biçimlendirme şekline bağlanabilen ya da hiç olmazsa Cemdet-
Nasr’a içten bir akrabalık gösteren bir sanattır.

Akkad çağına ait bulunan bütün rölyeflerde, esirlere yapılan işkence, önem kazanan bir konu
olmuştur. Savaş sahneleri Mezopotamyalı için çok önemlidir. Bu eserlerin Sümer kültürü ile doğduğu,
ancak Akkad çağında yapıldığı kabul edilmektedir. Savaş, zafer, esirler, esir düşmüş asker, hep iki kişi
halinde karşı karşıya ve yan yana olarak anlatılmışlardır. Figürler üst üste getirilmediğinden vücutlar
bağımsız olarak ifade edilmişlerdir. Mimarinin ilk gelişim basamağında rölyeflerdeki bu husus, hep
böyle olmuştur. Eserlerde, elbise kumaşının altından vücudun formları belli olmaktadır. Ayak, bacak
ve başın profilden, vücudun cepheden oluşu bütün rölyeflerde korunan bir anlatım şeklidir. Figür
olarak çevresi ile bağımsız, ayakta duran bir heykel, bu çağda Mezopotamya’da çok az görülmektedir.
Ancak böyle, tam baş heykeli olarak kimi parçaların bugüne dek kaldığını görüyoruz. Akkadlar
zamanında dikkati çeken özelliklerden biri büyük anıt heykellerin azlığıdır.

ESKİ VE YENİ BABİL SANATI (MÖ 1900- 1600; MÖ 626-539)

Sümerlerin aşağı Mezopotamya’da gücünü kaybetmesi üzerine egemenlik Babil Krallığı’na geçmiştir.
Bu dönemde mimari fazla gelişmemiş ama astronomide gelişmeler kaydedilmiştir. Eski dönemin en

15
önemli yapısı Ischali’de Ishtar tapınağıdır. Tapınak üç ayrı kutsal bölümü içeren dikdörtgen planlı bir
yapı kompleksidir. Mimaride asıl gelişme yeni Babil çağında ve özellikle Nabukatnezar döneminde
görülmüştür. Onun döneminde ortaya konulan eserler başkent Babil’in mimarisinde önemli bir pay
sahibi olmuştur. Bu mimari eserler arasında şehrin tanrısı Marduk adına yapılan yedi katlı Zigurat, kral
sarayı, asma bahçeleri ve tapınağa götüren tören yolunun başlangıcındaki Ishtar kapısı sayılabilir.
Babil Fırat’ın Nabukatnezar tarafından surlar doğu ve kuzey yönünde genişletilmiş ve en kuzey köşeye
kralın sarayı yapılmıştır.

Kentin çok sayıda kapısı vardır ama bunlardan en ünlüsü Marduk’un tapınağına götüren tören
yolunun başlangıcına işaret eden ishtar kapısıdır. Berlin müzesinde ön cephesi ayağa kaldırılmış, 12m
yüksekliğindeki kapının iki kemerli kapısı vardır ve kapılar iki yanında yer alan mazgallı kulelerin
koruması altındadır.

Kentin kuzeyinde bulunandan ayrı asıl saray bu tören yolunun sol tarafında kalmakta ve avlu
çevresinde sıralanmış salonlar ve teraslardan oluşmaktadır.

Sarayın hemen karşısında dünyanın 7 harikasından biri olduğu kabul edilen Asma Bahçeleri yer
almaktadır. Bu bahçeler kral Nabukatnezar’ın dağlık bir ülkeden olan eşi Semiramis’in vatan hasreti
çekmemesi için gerçekleştirilmiş yapay setler üzerine kurulmuştur.

Tanrı Marduk adına yaptırılan tapınak, 7 katlı, üst katına rampa ile ulaşılan 90m yüksekliğinde bir
zigurattır. Tevrat’ta adı geçen Babil kulesinin bu yapı olduğu sanılır.

BABİL SANATINDA ASUR ETKİLERİ

Bâbil şehrinde, İştar, Ereşkigal, Marduk (Baal) Nabu, Hadad ve Tammuz gibi Tanrılara tapılıyordu.
Babil şehirleri ve başkentleri Babil bu tanrılar ve kralları için yapılan muhteşem binlar ve tapınaklarla
süslenmişti. Babil sanatı en çok mimari alanda kendini göstermiş diğer sanat dalları da mimariye
dayalı olarak şekillenmiş ve zenginleşmişti.

Babil ve Asur aynı medeniyetin iki kardeş kolları oldukları için birbirleri ile çok yakın benzerlikler
göstermiştir. Özellikle İlk Babil medeniyeti ile Asur medeniyeti prk çok yönden ortak özellikler
göstermektedir.

Asur sanatı ile Babil sanatı arasında çok büyük benzerlikler vardır. Zaten Babil ve Asur aynı kökenden
gelen Sümer ve Akat kültürü ve sanatı ile şekillenen bir uygarlıktır. Asur ve Babil sanatını bu nedenle
yanı sanat dairesi içinde göstermek de mümkün olabilmektedir. Asur ve Babil yazısı eski Sümer
yazısının bir benzeri olan Çivi Yazısıdır.

Asur ve Babil sanatının aynı özellikleri taşıdığına bir misal göstermek istenirse Babil sanatı ile ilgili
örneklerden Kral Marduknadişe’nin anıt taşı örnek gösterilebilir. Bu anıt taşında Asur eserlerindeki
ayni çizgileri, süslemeyi, kitleli figürü, çehrelerdeki patlak gözleri gözlemlemek mümkündür. Buna
rağmen Asur ve Babil sanatının arasında hiçbir fark olmadığını iddia etmek de yanlıştır. Babil sanatı
bazı açılardan kendine özgü nitelikler görülür örneğin Kral Marduknadişe’nin aynı anıtında kol ve
bacaklarda Asur sanatındaki o abartmalı adale anlatımı bulunmamaktadır.  Kol ve bacaklar daha
yuvarlak çıkıntılarla ifade edilmiştir. Kitle, daha az sert görünüşlüdür. , kral Asur kabartmalarında da
olduğu gibi  oku ve yay’ı ile resmedilmiştir. Fakat  Asur kabartmalarındaki gibi, yayını gererek
tutmamaktadır.  

16
“Babil sanatı zarif, sakin ve düşünceli bir anlatımdır. Eski ve zengin kültürleri yüzünden, Asurlular,
Babil’e kıskançlıkla bakmışlardır. Bu yüzden bu kenti zaptettikleri zaman bile dikkatle korumuşlardır.
Sanherib’in Babil’i zaptından ve tahribinden sonra bile yeniden inşa etmişler ve Babillileri yeniden eski
artistik gelenekleri içinde bulmuşlardır.”

Babil rölyeflerinde uzuvlar gittikçe yuvarlak hale gelmiştir. Babil rölyefleri Asur rölyeflerine göre daha
yumuşak çizgilerde ve kabartmalı şekildedir. “  Bilhassa kollar kuvvetle modle edilmektedir. Vücutta
frontal anlatım görülmektedir. Burada yandan biçimlendirilen figürlerde, bir noktadan görüşün
perspektifi gözlemleniyor. Yüz de derinliğine modle edilmiştir. Gözler heyecansız, normal, kendine
egemen insanlar gibi bakmaktadır. Eller de derinliğine gösterilmiştir.  ” Bu yüzden Babil sanatına ait
figürler Asur rölyeflerindeki modleden çok daha kuvvetle biçimlendirilmişlerdir.

İlk dönem Babil sanatında Asur etksi daha kuvvetli hissedilirken Geç Dönem Babil eserleri gid gide
Asur etkisinden kurtulan bir nitelik taşır. , Geç-Babil sanatındaki öinsan figürüne çok önem verilmemiş
süsleme sanatı daha da önem kazanmış, figür yapmaya olan ilgi azalmıştır.

Asur sanatı ile Babil sanatı arasındaki fark da açık olarak görülmektedir. Babil sanatı zarif, sakin ve
düşünceli bir anlatımdır. Eski ve zengin kültürleri yüzünden, Asurlular, Babil’e kıskançlıkla
bakmışlardır. Bu yüzden bu kenti zaptettikleri zaman bile dikkatle korumuşlardır. Sanherib’in Babil’i
zaptından ve tahribinden sonra bile yeniden inşa etmişler ve Babillileri yeniden eski artistik
gelenekleri içinde bulmuşlardır.

II. Mardunapalidin’in bilgi veren taşında, Hamurabi kanunun belirtildiği taşa olan benzetme eğilimi,
ayni eser anlayışının benimsendiğini göstermektedir. Bu benzetme, yalnız motif benzerliği
bakımından değil, ayni zamanda iki kişinin canlı diyaloğu, her ikisinin de uzun sakal,, zeki tavır ve el
hareketlerindeki yapılış sitilleri bakımından da ortaya çıkmaktadır. Rölyef artık alçak değildir.
Uzuvların gittikçe yuvarlak olması yüzünden çıkıntılı bir kabartma olmak tadır. Bilhassa kollar kuvvetle
modle edilmektedir. Vücutta frontal anlatım görülmektedir. Burada yandan biçimlendirilen figürlerde,
bir noktadan görüşün perspektifi gözlemleniyor. Yüz de derinliğine modle edilmiştir. Gözler
heyecansız, normal, kendine egemen insanlar gibi bakmaktadır. Eller de derinliğine gösterilmiştir. Bu
yüzden figürler, Asur rölyeflerindeki modleden çok daha kuvvetle biçimlendirilmişlerdir. Bütün bu
biçimlendirmelere göre, Hamurabi’nin anıt taşındaki ince anlatımdan, II. Marduknapalid’in in taşının,
farklı bir görünüşü vardır. Bu fark, yüzeyin katılaşmış sert anlatımıdır. Örneğin Hamurabi’nin hareketli
elbisesindeki doğasal yumuşaklığa oranla, buradaki anlatım katılaşmıştır.

İlgi çeken noktalardan biri, bu çağdan bize çok az insan tasvirlerinin kalmasıdır. Bu, bu çağ eserlerinin
bugüne dek kalanlarının az olmasından değil, Geç-Babil sanatındaki özelliğin insan figürüne önem
vermemesidir. Çünkü bu sıralarda süsleme sanatı önem kazanmış ve figür hayranlığı azalmıştı.

Yeni Assur Krallığı döneminde sanatın ulaştığı seviyeyi gösteren en önemli eserler, saray duvarlarını
süsleyen kabartmalardır. Başkent Kalhu, Dur-fiarrukin ve Nini-vedeki saraylar için dönemin sanatçıları
tarafından yapılan bu kabartmalardaki figürler, yukarıda söylediğimiz gibi devletin gücünü ve kralın
başarılarını ölümsüzleştirmek amacıyla düzenlenmişti. Mezopotamya uygarlıklarının keşfedilmeye
başlandığı on dokuzuncu yüzyılda özellikle Londra/British Müzesi ve Paris/Louvre Müzesi adına Kuzey
Irak’ta kazılar yapan Batılı uzmanlar bu saraylardaki eserlerin çoğunu ülkelerine götürmüşlerdir.

17
Halen Assur sanatının bu en gözde eserleri söz konusu müzelerde sergilenmektedir. Babil’in sanat
eserinin en görkemlileri, yukarıda sözünü ettiğimiz ünlü İştar Kapısı kabartmalarıyla birlikte
Almanya’ya götürülmüştür.Yeni Assur döneminde kabartmalar sarayın ve tapınakların görülebilen
bölümlerine yerleştirilmekteydi.

Resmi devlet işlerinin yapıldığı kralın kabul salonunda en görkemli kabartmalar bulunmaktaydı.
Kabartma yapma anlayışı, Geç Hitit kent devletlerinde yaygın bir gelenekti. Hemen hemen bütün
kentlerin anıtsal giriş kapılarının çevresinde bu tür kabartmalarla süslü “ortostat” adı verilen taşlar
bulunurdu. Yeni Assur Krallığı’nda kabartmaların mimarinin bir parçası olarak uygulanması Geç Hitit
etkisiyle yaygınlaşmıştır.

Yeni Assur döneminde taş bloklar üzerine işlenen sahneler, seferlerden, sefer sonrası yapılan
kutlamalardan, dini törenlerden ve av sahnelerinden seçilmiştir. Bütün bu sahnelerde kral kusursuz
bir biçimde yüceltilmiş olarak gösterilmiştir. Sahnelerin ayrıntıları, figürleri tanımlayan özellikler ve
verilmek istenen mesaj büyük bir hassasiyetle belirlenmiş, benzer kabartmalarda benzer biçimde
uygulanmıştır. Bu durum Yeni Assur döneminde sanatçıların belli kuralları öğrendikleri bir okulda
yetiştiklerini göstermektedir. Bu okullarda eğitilen yetenekli sanatçıların sarayda görev yaptığı
anlaşılmaktadır.

Sahneler sarayın duvarlarına yerleştirilen iki metre kadar yükseklikteki yassı taş levhalar üzerine
işlenmiştir. Av, savaş veya kutlama sahneleri birbirini izleyen birçok taş boyunca devam etmektedir.
Bazı sahnelerin yukarıdan aşağıya doğru yatay hatlar arasına da işlendiği görülür. Kral, başında sivri
uçlu başlığı ve elinde asası, üzerindeki giysisi ve bunun gibi birçok ayrıntı ile kolayca fark edilecek
biçimde işlenmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gibi Yeni Assur döneminde bir olayın öyküsü, arka arkaya
film şeridi gibi taş levhalara işlenmeye başlanmıştır. Özellikle MÖ yedinci yüzyılda yapılan savaşlardan
ayrıntılar oldukça canlı bir biçimde resmedilmiştir.

Bu öykücü anlatım imparatorluğun sonlarında daha karmaşık bir biçimde savaş sahnelerine de
uyarlanmıştır. Aşurbanipal döneminde Elam kralına karşı kazanılan savaş, kralın öldürülüşü ve başının
kesilerek Ninive’ye getirilişini anlatan sahneler bu değerlendirmeye örnek verilebilir.Yeni Assur
sanatının özgün ve bu dönemin özelliklerini yansıtan yanları yanında geleneksel yanları da
bulunmaktadır. İşlenilen bazı sahnelerdeki betimlemeler Sümer döneminden bu yana yinelenen
öğelerdir. Örneğin iki tekerlekli savaş arabası ve altındaki ölü düşman askerini gösteren sahneler,
Sümer dönemine ait ünlü Ur Standardı üzerindeki üslubuyla Yeni Assur dönemine kadar tekrar tekrar
yapılmıştırKrallığın genişlemesi ve bir imparatorluk haline dönüşmeye başlamasına paralel olarak bu
sanat dalında da yenilikler yapılmıştır.

Aslan, boğa, yabani at, geyik ve ceylan gibi hayvanların avlandığı sahnelerde kahraman yine, büyük
avcı kraldır. Aşurbanipal dönemi kabartmalarında gösterildiği gibi, bazen sarayın botanik bahçesinde
beslenen aslanlar, halkın huzurunda yapılan kontrollü bir av şenliğinde kafesten bırakılmakta, kral da
bu aslanları avlamaktaydı.Yeni Assur döneminde heykeller genellikle tapınaklara armağan olarak
yapılmaktaydı. Az sayıda heykel günümüze ulaşmıştır. British Müzesi’ndeki II. Aşurna-sirpal ve
İstanbul Eski fiark Eserleri Müzesi’ndeki oğlu III. Şalmaneser’e ait olan iki heykel seçkin örnekler
arasındadır.

Lamaşşular, Yeni Assur sanatının ağırlıkları kırk tona ulaşan anıtsal ve seçkin örneklerdir. Bunlar, insan
başlı, hayvan gövdeli ve kanatlı olarak yapılan ve kötü ruhlardan sarayı korumak için sarayın girişine

18
konulan heykellerdi. Assur kralları, tek parça taştan yapılan bu tür heykellerin, taş ocağından
başkente getirilişini konu alan kabartmalar da yaptırmışlardır. Bu kabartmalardan anlaşıldığı kadarıyla
kabaca işlenmiş olan lamaşşu bir kızağın üzerine yerleştirilmekte, yüzlerce kişi, urganlar yardımıyla
çekerek lamaşşuyu taşımaktaydı. Kral da bu tür büyük projelere eşlik etmekteydi.

Taş üzerine işlenen kabartmalardaki figürler gerçek renklerine boyanmıştı. Bazı sarayların duvarlarına
doğrudan boya ile kralın eylemlerini anlatan sahneler de çizilmiştir. III. Tiglat-pileser’in Til Barsip
sarayında bu uygulamanın kısmen sağlam bir örneği günümüze ulaşmıştır.Yeni Assur döneminde,
başarıların hikâyeci anlatımı taş kabartmalar yanında bronz levhalar üzerine de uygulanmıştır. III.
fialmaneser dönemine ait Balawat kapı kabartmaları bunun en iyi korunmuş örneğidir. Günümüzde
British Müzesi’nde olan bu levhalar, yüksekliği 7 m kadar olan ahşaptan çift kanatlı bir kapı üzerine
yapılmıştır.

Bu levhalar üzerinde, Şalmaneser’in ilk 10 yılının önemli olayları öykücü bir üslupta anlatılmıştır.
Sahnelerin üzerine çiviyazılı notlar da eklenerek sefer-ler vurgulanmıştır. Burada işlenen sahneler
arasında, ordunun Doğu Anadolu’nun dağlık bölgesine ilerleyişi ve kralın Dicle’nin kaynağına ulaşarak
burada kendi kabartmasını yaptırışı da yer alır.

Yeni Assur döneminde sarayın ve tapınakların dışında, kentlerin meydanına dikilen steller üzerinde ve
sefer yapılan bölgelerde ana kayalara işlenen kabartmalar da yapılmıştır. Bu kabartmalarda Assur
yüceltilirken düşman ülkelerin yöneticileri aşağılanmıştır.

Örneğin III. Şalmaneser’in yaptırdığı Siyah Obelisk denen dört yüzü işlenmiş taş anıtta İsrail kralı Jehu
III. Şalmaneser’in ayaklarına kapanırken gösterilmektedir. Benzer bir şekilde Esarhaddon Zincirli’de
(Sam’al) diktirdiği stelde Fenike kralını ve Mısır yöneticisini benzer bir anlayışla ayaklarının dibinde,
oldukça küçük ve dudaklarına halka takılmış biçimde resmettirmiştir.Assur sanatı, burada bir
bölümünü özetlediğimiz anıtsal boyutlardaki taş eserlerin yanı sıra, Suriye ve Filistin bölgesinin
etkisiyle fildişi ve cam; geleneksel Mezopotamya sanatının devamı olarak da damga ve silindir
mühürcülük konusunda da son derece parlak ürünler vermiştir.

Yeni Babil sanatı, birçok bakımdan geleneksel Mezopotamya sanatının devamı olmakla birlikte
kendine has özellikleri daha belirgindir. Özellikle İştar Kapısı ve sarayların duvarlarına uygulanan
renkli kabartmalar Babil sanatını yansıtan özelliktedir. Tanrı ve tanrıçaların kutsal hayvanlarının
işlendiği bu kabartmalar oldukça zor bir teknolojinin ürünüydü. Bir bütünün parçaları olarak üretilen
her bir kerpiç kabartma, kompozisyonu oluşturmak üzere renklendirilerek pişiriliyor, sırla kaplanıyor
ve tuğla haline getiriliyordu. Bunlar da panolar içinde yerine yerleştirilerek tanrıça İştar’ın aslanı, tanrı
Adad’ın boğası, Marduk’un ejderhası yapılıyordu.

URARTU

İ. Ö. IX. ve VIII. yüzyıllarda en parlak devirlerini yaşayan Urartular sarp ve kayalık olan bölgenin
bayındırlaştırılmasında oldukları gibi mimarlıkta da usta olduklarını inşa ettikleri saray ve mabetlerle
göstermişlerdir. Yapılarını bu bölgenin coğrafi şartlarına uydurmuşlar, çok güzel işledikleri 20 - 25 ton
ağırlığındaki taşları sarp tepelere çıkararak anıtsal yapılar inşa etmişlerdir. Urartu mimarisi Asur
mimarisinden farklı bir gelişme göstermiş olup genel olarak taş kaidelere basan ince, uzun ağaç

19
direklerin hâkim olduğu bir yapı tarzı kullanılmıştır. Tapınak, saray ve yönetim binaları ve çeşitli
işlikleri içeren Urartu kaleleri sık kuleli surlarla çevrilidir.

Büyük su kanalları, suni göller yapan, araziyi sulamada ve bataklıkları kurutmada büyük başarı elde
eden Urartuların bütün bu özelliklerini Asurlular’ın bırakmış oldukları belgeler de doğrulamaktadır.
Urartulardan günümüze çok sayıda kale, kent, su bendi, su kanalı, kara yolu ve kaya anıtı kalmıştır.
Urartuların mimaride kullandıkları en önemli malzeme Taş tır. Tuşpa (Van) Kalesi’, Van’ın 25 km
güneydoğusundaki Çavuştepe Kalesi’, Urartulardan kalan en önemli kalelerdir.

Urartu mimarisi, Suriye ve Anadolu örneklerinin etkisinde iken Resim ve Süsleme Sanatları Asur
sanatı etkisinde kalmıştır. Buna rağmen, resim , kabartma ve mimaride kendilerine has çizgileri ile
belli bir stil getirdikleri rahatlıkla söylenebilir. Urartu Sanatında Heykel ve kabartmaların tanrı, tanrıca
betimlemeleri, resim sanatının genellikle duvar süslemeleri ve mimari eserler için şekillendiğini ve
kullanıldığını gösterir. Özellikle taş işçiliği, fildişi işleme, kabartma, resim madencilik, dövme, dökme
işlemleriyle kap eşyalar ve mutfak araç gereçleri yapımında çok ileri düzeyde geliştikleri dikkati çeker.
Urartu mezarları ölenlerinin sevdikleri eşyalarıyla gömülmeleri açısından zengindir. Altın , Gümüş ve
Gümüşçülük, Bakır, demir, tunç işlemeciliğinde ileri bir medeniyettir. Seramik, Çömlek ve maden
işçiliklerinde Hitit sanatının, Mimari, süsleme ve resimlerinde Mezopotamya Uygarlıklarının mimari,
kabartma, heykel ve inanç sistemlerinde Asur medeniyetinin izleri vardır. Diğer kültürlerden aldıkları
Eklektik özellikleri kendi üsluplarını da katarak zenginleştirmişlerdir.

Urartu ve çevresi Gümüş , Bakır ve demir kaynakları açısından zengin olduğundan maden işlemeciliği
oldukça gelişmişti. Kuyumculuk, kabartmalar, tunç kemerler, tunçtan heykeller, kazanlar, at koşum
takımları ve silahlar ile demirden şamdanlar Urartu medeniyetinin dikkat çekici ürünleridir.

Yazı olarak kendine özgün bazı karakteristik özellikler gösteren çivi yazısı ve bazı anıtsal yapılarda ise
hiyeroglif kullanmışlardır. Urartuların kullandığı dil ile Hint- Avrupa dil ailesi (misâl Ermenice, Zazaca,
Farsça) ve Sami Dili ailesi (Aramca, Arapça) arasında hiçbir bağ yoktur. Urartuların konuştuğu dil
Hurrice ile ayni kola ait olup büyük akrabalık içermekte ve en çok Kuzeydoğu Kafkasya Dil ailesi
(Çeçence) ile benzerlik göstermektedir.

Urartu mimarisi, Suriye ve Anadolu örneklerinin etkisinde iken  Resim ve  Süsleme Sanatları Asur
sanatı etkisinde kalmıştır. Buna rağmen, resim , kabartma ve mimaride kendilerine has çizgileri ile
belli bir stil getirdikleri rahatlıkla söylenebilir. Urartu Sanatında Heykel ve kabartmaların tanrı, tanrıca
betimlemeleri, resim sanatının genellikle duvar süslemeleri ve mimari eserler için şekillendiğini ve
kullanıldığını gösterir.  Özellikle taş işçiliği, fildişi işleme, kabartma, resim madencilik, dövme, dökme
işlemleriyle kap eşyalar ve mutfak araç gereçleri yapımında çok ileri düzeyde geliştikleri dikkati çeker.
Urartu mezarları ölenlerinin sevdikleri eşyalarıyla gömülmeleri açısından zengindir. Altın , Gümüş ve
Gümüşçülük, Bakır, demir, tunç işlemeciliğinde ileri bir medeniyettir. Seramik, Çömlek ve maden
işçiliklerinde Hitit sanatının, Mimari, süsleme ve resimlerinde Mezopotamya Uygarlıklarının mimari,
kabartma, heykel ve inanç sistemlerinde Asur medeniyetinin izleri vardır.   Diğer kültürlerden aldıkları
Eklektik özellikleri kendi üsluplarını da katarak zenginleştirmişlerdir.

20
Urartu ve çevresi Gümüş , Bakır ve demir kaynakları açısından zengin olduğundan maden işlemeciliği
oldukça gelişmişti. Kuyumculuk, kabartmalar, tunç kemerler, tunçtan heykeller, kazanlar, at koşum
takımları ve silahlar ile demirden şamdanlar Urartu medeniyetinin dikkat çekici ürünleridir.

 Yazı olarak kendine özgün bazı karakteristik özellikler gösteren çivi yazısı ve bazı anıtsal yapılarda ise
hiyeroglif kullanmışlardır. Urartuların kullandığı dil ile Hint- Avrupa dil ailesi (misâl Ermenice, Zazaca,
Farsça) ve Sami Dili  ailesi (Aramca, Arapça) arasında hiçbir bağ yoktur. Urartuların konuştuğu dil
Hurrice ile ayni kola ait olup büyük akrabalık içermekte ve en çok Kuzeydoğu Kafkasya Dil ailesi
(Çeçence) ile benzerlik göstermektedir.

FRİG

Frig soyluları ölülerini ya kayaya oyulmuş mezarlara ya da tümülüs denen yığma mezar tepelerinin
altındaki odalara gömerlerdi. Kaya mezarlarının kimilerinde cephe kabartmalarla süslenmişti.
Tümülüslere Gordion, Ankara ve Kerkenezdağ bölgelerinde yoğun olarak rastlanmaktadır. Bunlardan
en büyüğü Midas’a ait olduğu sanılan 300 m çapında ve 53 m yüksekliğindeki Büyük Tümülüs’tür.
Tümülüs geleneği Anadolu’ya yabancıydı ve Frigler tarafından Makedonya’dan getirilmişti.

Frig kentleri içinde Gordion’un özel bir yeri vardır. Saray yapılarının bulunduğu kesim bir tepe üzerine
kurulmuştu. Bu yapıların en dikkat çekici özelliği tümünün megaron planlı oluşlarıdır. Batı Anadolu’da
MÖ 3. binyılın başlarından beri kullanılan bu tür yapılar önde bir giriş holü ile arkadaki büyük
salondan oluşuyordu.

Hint-Avrupa kökenli bir dil kullanan Friglerin yazıları tam olarak çözülememiştir. Frigler dokumacılık,
marangozluk ve madencilikte çok ustaydılar. Gordion tümülüslerinde bulunan çivi kullanılmaksızın
birbirine geçmelerle tutturulmuş panolar ve mobilyalar ile fibula adı verilen çengelli iğneler ve
makara kulplu kaseler Friglere özgü eserlerdir.

Frig sanatı, Hititlerin yanı sıra Urartu, Asur ve Eski Yunan sanatının da izlerini taşır. Frigler, kaya
anıtları çeşitli insan ve hayvan motifleriyle bezediler. Tanrıça Kibele için yaptıkları tapınakların
duvarlarını, pişmiş topraktan levhalarla süslediler.

Lydia soyluları ölülerini, Frigler’deki gibi tümülüslere gömüyorlardı. Bu tümülüsler Sardes’in


kuzeyinde Marmara Gölü kıyısında yer alırlar. Bunlardan 355 m. çapında ve 61 m. yüksekliğindeki
tümülüs Anadolu’daki en yüksek yığma mezar örneğidir.

Frigya heykel sanatından günümüze pek fazla örnek gelmemiştir. Ancak elde edilen buluntular Frigya
heykel sanatının Yunan, Geç Hitit ve Asur sanatının etkisinde kaldığını göstermektedir. Geç Hitit
hiyeroglifli bir yazıt taşıyan Palanga heykeliyle Kululu heykeli M.Ö. 7.yüzyıla aittir ve Doğu Fryg
sanatının temsilcileridirler.

 Frigyalıların heykellerindeki başlıca konu, baş tanrıça olarak kutsadıkları Kybele (Kibele)dir.  Kibele,
Frigler’in baş tanrıça olarak kutsadıkları Kybele. İ. Ö. II. binde Hitit panteonunda “Kubaba” olarak yer
almıştır. Bereketi, çoğalmayı temsil eden, genellikle yanlarında aslanla betimlenen anatanrıçadır.
Frigler, Kibele’yi heykel ve kabartmalarına konu etmişler, bereketi, çoğalmayı temsil eden ana tanrıça
olarak tasavvur etmişledir.  Kibele, Frigyalılar aracılığıyla Sardes (Salihli, Manisa)üzerinden Batı

21
dünyasına taşınmıştır. Sayıları az da olsa, çeşitli yerlerde bulunan Ana Tanrıça (Kybele) heykelleri,
Friglerin heykel sanatında oldukça usta olduklarım göstermektedir. Friglerin heykel yapımında Erken
İyon sanatından etkilendikleri sanılmaktadır. Geç Hitit ve Asur sanatımn etkisinin görüldüğü Frig
kabartmaları, ortostat biçiminde yapılmış; at, boğa ve sfenks figürlerle işlenmişlerdir (Fidanlık mevkii-
Ankara).

   Boğazköy (Çorum)’de bulunan Kybele Heykeli, Frigya heykel sanatının en güzel örneğidir. Tanrıçanın
iki yanına birer müzik aleti çalan iki erkek figürü yerleştirilmiştir. Heykelde, ana tanrıçanın giydiği
elbiselerin kıvrımları ve yüz ifadesi Arkaik Yunan sanatının etkisindedir.

KÜÇÜK SANAT ESERLERİ:

 
Frigler, özellikle madencilik ve ağaç oymacılığında ileriydiler. Tümülüslerden çıkarılan ağaç masa
takımları, dünyanın en güzel mobilya ürünleri arasında sayılır Çok sayıda ele geçen ve fibula denen
süslü çengelli iğneler, Friglerin buluşudur Gordion'da bulunan kulpları boğa başlı kazanlar, Urartu
etkisi taşısalar da, kendi anlayışlarının katıldığı yeni bir biçim anlayışında yapılmışlardır. Frigyalılar,
Urartulardan aldıkları tunç kazanlara kendi anlayışlarını katarak yeni bir stil geliştirmişlerdir.
Urartularda kazanların ağız kenarlarında aslan ve boğa başları kullanılmasına karşın Frigyalılar, Asur
tipi insan başı kullanmışlardır. Bu tunç kapların ünü doğuda Asur’dan batıda Yunanistan’a değin
yayılmıştı. Makara kulplu, tunçtan tipik Fryg kaseleri Batı Anadolu’daki İonia kentlerine satılmıştır. Üç
ayaklı kaideler üzerinde duran, kenarları kuş vücutlu, kız başlı (siren) ya da boğa başı biçiminde halkalı
tutamaklarla süslü kazanlar pek çok Yunan tapınağında bulunmuştur

 Yapılan kazılarda bu kazanlarla birlikte taslar, çanaklar, kepçeler ve fibula (çengelli iğne)lar
bulunmuştur. Frigyalıların maden, seramik, ağaç işçiliği ve dokumacılıkta ürettikleri yapıtlar arasında
tunç kazanlar, makara kulplu bronz tabaklar; altın, gümüş ve bronzdan yaylı çengelli iğneler; seramik
kaplar; geometrik desenli süslü mobilya ve kilimler yer alır. Yapılan tümülüs kazıları, Frigyalıların ağacı
geometrik motiflerle bezeyerek eşsiz mobilyalar, ahşaptan küçük boğa, aslan ve at heykelcikleri ile
mitolojik sahnelerin yer aldığı ahşap kabartmalı levhalar da yaptıklarını ortaya koymuştur.

Gordion kazılarında, kilim ve diğer dokuma parçalarına da rastlanmıştır. Topates adı verilen Frigya
kilimleri, o dönemin önemli ticaret mallarındandır. Dokumaların üstünlüğü, eski metinlerin konusu
olmuştur. Frig kilimleri, dönemin ticarî malları arasındaydı. Nakış işleme sanatım da onların ortaya
koydukları sanılır. Çarkta biçimlendirilen Frig seramiği, tek renkli ve çok renkli boya bezekli olmak
üzere iki gruba ayrılır. Siyah ya da gri renk astarlı ve tek renkliler, madenî kapların etkisinde kalınarak
yapılmıştır. Örnekleri çok yaygındır. Geometrik şekil ve hayvan motifleriyle süslenmiştir. Şimdiye
değin Gordion’da bulunmuş en eski tarihli Yunan eserleri M.Ö. 700 yıllarına alt çanak-çömlek
parçalarıdır.

 Çarkta biçimlendirilmiş Frigya seramiği tek renkli ve çok renkli boya bezekli olmak üzere iki gruba
ayrılır. Tek renkli olarak yapılan Frigya seramiğinde siyah ya da gri astar kullanılmıştır. Bezekli
olanlarda ise motifler genellikle kırmızı, kahverengi ve açık renk astar üzerindedir. Çok sevilen
geometrik bezekler arasında dikdörtgenler, üçgenler, tek merkezli daireler, zik zaklar dikkati
çekmektedir. Kabın tümünü kaplayan geometrik bezemeli olanların yanında panolara bölünmüş ve
panoların içi hayvan figürleri ile doldurulmuş olanları da vardır.Frigyalı ustaların düş gücünü ve

22
yaratıcılığını sergileyen küçük heykel görünümünde hayvan biçimli törensel içki kapları (riton),
Anadolu’da tarih öncesi çağlardan bu yana kullanılagelmiştir. Anadolu’da, özellikle Ana Tanrıça’ya
yapılan sıvı adaklarında kullanılan, orta bölümü kabarık, Bale adı verilen kaseler de Yunanistan’a
değin taşınmıştır.

GEÇ HİTİTLER - KUZEY SURİYE


 

Bereketli Hilal olarak tanımlanan bölgenin kuzey sınırları içinde yer alan KuzeySuriye’nin coğrafi
görünümünün oluşmasında en belirleyici faktörler Asi ve Fırat nehirleridir. Lübnan’da Bekaa
Vadisi’nden doğarak Humus ve Hama kentlerini geçtiktensonra Akdeniz’e dökülen Asi, bölgenin
tarımsal üretimi açısından oldukça önemlidir. Fırat Nehri ise Doğu Anadolu Dağları’ndan
indikten sonra Suriye Çölü’ne inse de büyük barajlaryapılamadığından sulama amaçlı
kullanılamamıştır. Suriye’nin kıyı bölgesi ve Halep’indoğusuna kadar uzanan arazi, tarım için elverişli
alanlardır. Üzüm ve zeytinin bölgedeyetişmesi Kuzey Suriye’yi stratejik açıdan önemli hale getirmiştir.
Bu iki ürünün yanı sırakuru tarım yapılarak her türlü tahıl ürünü yetiştirilebilmekteydi. Bu tarımsal
zenginlik bölgeyi, hem yerleşilmek istenilen bir alan hem de devletlerin kontrolü altına almak
istedikleri bir bölge yapmıştır.Orta Tunç Çağı’nın sonlarına doğru Doğu Akdeniz kıyılarında gelişen
şehirlerle Asurtopraklarından başlayan ticaret yolları Kuzey Suriye’den geçerek Anadolu’ya
ulaşmaktaydı.Asurlu tüccarların Afganistan civarından Anadolu’ya getirdiği kalay ve karşılığında
aldığı bakır Orta Tunç Çağı’nın en önemli ticari ürünleri olmuştur. Bu ticari zenginlik zamanlaKuzey
Suriye’yi paylaşılamayan bölge haline getirecektir.

KARGAMIŞ 

Kargamış, Hitit kral ailesinden olan vasal krallar tarafından yönetiliyor ve bağlıolduğu siyasal güce
askeri ve ekonomik yönde katkı sağlıyordu. Asur krallarından I.Tiglatpileser, Arami seferinden
dönerken Kargamış’a gelip buranın kralını haraca bağlasada Kargamış, Asur etki alanının dışında
kalmıştı. II.Asurnasirpal döneminde Kargamış’tanyollanan bir elçinin Nimrud’daki Asur sarayının açılış
şölenine katıldığına ilişkin bir kaydın bulunması Kargamış’ın henüz bağımsızlığını koruduğunu
göstermektedir. Asur kaynaklarında Kargamış’ın adı, 8.yüzyılın ikinci yarısına kadar geçmemektedir.
III. Tiglatpileser belgelerinde ise, Kargamış krallarından Pisiris Asur’a haraç verenler arasında
sayılmaktadır. Kentin M.Ö. 717 yılında Asur kuvvetleri tarafındanyakılıp yıkılması ve yağmalanması
Asur belgelerinde ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Pisiris aileile birlikte sürülürken bölge de Asur valilerinin
yönetimine bırakılmıştır.Asur kaynakları ile Kargamış’ta bulunan hiyeroglif yazıtların bazı
konulardauyuşmadığı görülmektedir. Bazı kralların Asur
belgelerinde bulunmamalarının nedeni,Asur’un batıda sefere girişemeyecek kadar zayıflamış olması
ya da imparatorluğun diğertaraflarındaki askeri seferlerle meşgul olunmasıdır.

HATTİNA (UNQI)

  Antakya ve özellikle Amuk Ovası ile dolaylarını kapsayan Hattina, Asur belgelerinden
elde edilen bilgiler ışığında değerlendirilmektedir. Asur orduları ilk kez II.Asurnasirpal zamanında
M.Ö. 876-866 yıllarında Hattina’ya girmiş ve kralı haraca bağlamışlardır. III. Salmanassar da Suriye

23
seferi sırasında Şuppiluliuma ile karşılaşmış, birkısım toprak ele geçirmeyi başarmıştır. M.Ö. 831 yılına
tarihlenen Asur belgeleri Hattina’dataht karışıklığı çıktığından bahseder ki bunun sonucu olarak
Asur’un iç işlere karıştığınıgörmemiz mümkündür. Bu tarihten sonra Aramileşmeye başlayan
Hattina’nın adı Aramca’da Amq( Amuk) haline sokulmuştur.III. Salmanassar’dan III. Tiglatpileser
dönemine kadar düşman bir ülke olarak sözedilen Hattina, III. Tiglatpileser’in Arpad kentine yaptığı
sefer sırasında kralın haraç  vermeyi reddetmesi üzerine Asur orduları bölgeyi yakıp yıkmışlar, kendi
topraklarına bağlamışlardır.

SAM’AL

Salmanassar döneminden sonra Aramice ad alarak Bit Gabbar olan Samal, M.Ö 858 yılında Asurlar’a
vergi ödemeye başlamış olmakla birlikte, buranın ne zaman Asur egemenliğini kabul
ettiği bilinmemektedir.Zincirli’de en eskiye tarihlenen belgeleri Hayya oğlu Kilamuwa
yazdırmıştır.Kilamuwa Fenike dilinde yazılmış bu yazıtta kendinden önceki kralları listeledikten
sonra,kentin halkını Ba’erir ve Muşkap olmak üzere ikiye ayırmıştır. Zincirli’ye yakın Gerçinmevkiinde
bulunmuş bir stelde ise Samal ülkesinin içine düştüğü bazı karışıklıklardan söz edilmiş ve Asur
egemenliğinin kabulü sonucunda yeniden refah dönemlere dönüldüğü anlatılmaktadır. Bu yazıt
yardımıyla Samal kralların bir bölümü belirlenebilmiştir.

GURGUM

Asurlular tarafından Marqasi adı verilen Kahramanmaraş ve dolaylarını kapsayan Gurgum Devleti, II.
Asurnasirpal dönemi Asur kaynaklarında geçer. Fakat III.Salmanassar’da daha ayrıntılı söz
edilmektedir. M.Ö. 858 yılında III. Salmanassar’a,Gurgum’un yönetimini elinde tutan Mutallu, gönüllü
olarak haraç verenler arasındagösterilmektedir. M.Ö. 843 yılına ait haraç listelerinde ise, Gurgum
kralı Qalparunda’nın adıanılmaktadır.Olasılıkla M.Ö. 711 yılında II. Sargon zamanında Gurgum’un bir
Asur eyaleti halinegirdiği bilinmektedir. Asur’un burayı işgal etmesinin nedeni, Mutallu adlı bir
prensin, babasına isyan edip, onu tahttan indirmesi olarak gösterilmektedir.
Bir yazıta göre ise II.Sargon’un, Tarhulara’yı tahttan kendisinin uzaklaştırması Asur işgalinin fazla
bir direniş ile karşılaşmadan gerçekleştiğini göstermektedir.

MİLİDİA

 
Malatya ve çevresini içine alan Milidia Devleti, ilk olarak Asur Kralı I. Tiglatpileserzamanına ait
kaynaklarda karşımıza çıkmaktadır. Üçüncü egemenlik yılında yapılan buseferde Milidia kralının haraç
ödeyerek Asur’un üstünlüğünü kabul ettiği anlaşılmaktadır.II. Asurnasirpal’in krallığında Milidia’dan
söz edilmekle birlikte, III. Salmanassardöneminde bu devletten haraç alındığı
bilinmektedir.Malatya’nın M.Ö. 711 yılında alınışının üzerinden 3 yıl kadar geçtikten sonra Kummuh
da Asur egemenliğine girmiş, ikisi birleştirilerek tek bir eyalet haline getirilmiştir.Kummuhlu
Mutallu’ya verilmiştir.Urartular’ın Fırat Bölgesi’ne ilk gelişleri Menua dönemine rastar. (yak. M.Ö.
800)Urartular’ın Hate adını verdikleri bu bölgedeki Meliteia kenti, Urartu güçleri tarafındanharaç
ödemeye zorlanmıştır. Van kalesindeki yazıtlardan anlaşıldığına göre, Urartu kralıArgişti de Hate’ye

24
sefer düzenlemiş ve Hilaruada ile şavaşmıştır. Asur ve Urartukaynaklarından elde edilen bilgiler ile
Malatya krallarının isimlerini öğrenmemiz mümkünolmuştur.

YUNANLILARIN DOĞU İLE İLİŞKİLERİ

DENİZ KAVİMLERİ GÖÇÜ

Yunanistan’daki Akha (Myken) merkezleri M.Ö 13. yüzyılın sonlarında ya da 12. yüzyılın başlarında
birer birer yakılıp yıkıldı ve Akhaialılar tarih sahnelerinden silindi. Homeros’ta Akhaioi olarak geçen
Akhaialıları yıkanların kimliğine ilişkin bazı teoriler üretildi. Teoriler, esas olarak Dorlar ve etrafında
kurulmasına rağmen, idari, askeri ve ekonomik sistemdeki çöküşün de Akhaialıların sonlarını getirmiş
olabileceği öne sürüldü. Neredeyse aynı tarihlerde hem Troia hem de Hitit devleti tarih sahnesinden
silindi.

M.Ö 1200 civarında güçlerin birer birer yıkılıp gitmeleri bilim adamlarını uzun süre Deniz kavimleri
teorisine yöneltti. Muhtemelen kuzeyden, Balkan Dağları yöresinden gelen bu insanlar Yunanistan ve
Anadolu’dan geçip Mısır’a kadar ulaşmışlardı. Mısır, önce 13. yüzyıl sonlarında, sonra da 12. yüzyıl
başlarında bu kavimlerin saldırılarına maruz kaldı ve güçlükle karşı koyabildi; ancak bir daha eski
gücüne erişemedi. Esas olarak firavun Merneptah (M.Ö 1212-1202) ve firavun III. Ramses’in (M.Ö
1182-1151) hükümdarlıkları dönemlerine ait yazıtlarda sözü edilen Deniz Kavimleri arasında Kuzey
Afrika’dan Libyalılar, daha sonra adlarını yerleştikleri bölgeye (Filistin) vermiş olan Philistler (Peleset),
daha geç devirde Lykialılar olarak anılan Lukkalar bulunmaktaydı. Ayrıca gerek Anadolu’dan gerekse
Sicilya ve Sardunya’dan başka gruplar da vardı. Yaygın olarak kabul gören bu Deniz Kavimleri teorisi,
Illyrialılar olarak bilinen yeni bir Hint-Avrupa halkının, Balkanlar’a doğru hareketiyle geçtikleri
bölgelerdeki insanları yerinden oynatarak bazılarını Anadolu’ya bazılarını Yunanistan’ın güneyine göç
etmeye zorladıkları görüşünü desteklemektedir. Anadolu’yu istila edenlerden Phryglerin Hitit
İmparatorluğu’na son verdikleri farz ediyorlardı. Bu grup Deniz Kavimleri’nin de göçüne neden
olmuştu. Böylece Deniz Kavimleri, Anadolu’daki toplulukları da önlerine katarak güneye doğru
ilerlemişler ; Kıbrıs, Suriye ve Filistin’deki yerleşimleri yerle bir ettikten sonra Mısır’a vardıklarında
büyük bir karşı koyma ile karşılaşmışlar ve başarısız olmuşlardı. Uzun süre kabul gören ve zorlama bir
senaryo izlenimi veren bu 19. yüzyıl teorisi, yeterli kanıtların olmaması nedeniyle, son zamanlarda
değerini yitirmiştir.

Akhaialıların çöküşünden sonraki birkaç yüzyıl Karanlık Çağ (M.Ö 1100-700) olarak adlandırılmaktadır.
Ayrıca, Homeros’un İlyada ve Odysseia destanları, Karanlık Çağ’ın son iki yüzyılı (M.Ö 9. ve 8.
yüzyıllar) için oldukça değerli bilgiler vermektedir. Akhaialıların çöküşünden sonra oluşan ve Karanlık
Çağ olarak adlandırılan bu dönemde, Yunanistan’dan Batı Anadolu kıyılarına göçler olmuş ve bu
göçler çerçevesinde Batı Anadolu kıyıları Yunanlıların iskanına sahne olmuştur. Ancak Troia,
Panaztepe, Ephesos, Limantepe, Miletos’da bulunan Myken keramikleri M.Ö 16-15. yüzyıldan
itibaren Akhaialıların bölgeye geldiğini işaret etmektedir. Kuşkusuz söz konusu malzeme dışarıdan bir
göçü işaret edebileceği gibi bazı durumlarda onların ticaret yoluyla gelmiş olabileceğini ya da Myken
taklidi yerel üretim olabileceğini de gösterir.

25
Geleneğe göre eski Yunanlıların göçlerinden önce Ege Bölgesi’nin en eski halkları Lelegler ve Karlardı.
Batı Anadolu’ya gelen ilk Helenler ise Aioller idi. Yunanistan’daki Thessalia ve Boiotia bölgelerinden
gelen Aioller, M.Ö 10. yüzyıldan itibaren Lesbos Adası ile Batı Anadolu’nun kuzeybatı kesimine
(Çandarlı Körfezi çevresine) yerleştiler. Hermos (Gediz) Irmağı Aiol toprakları ile hemen güneyindeki
Ion toprakları arasında doğal bir sınır oluşturuyordu. Aiol iskanından dolayı bu bölge Aiolis adını
almıştır. Herodotos 12 Aiol kentinin bulunduğunu söylemektedir. Herodotos, Aiolis’in İonia’dan daha
bereketli ama havasının onun kadar güzel olmadığını söylemektedir. Aiolis’in hemen doğusunda,
Kaikos (Bakırçay) vadisi ve kuzeyindeki dağlarda, kent yaşamından uzak bir halk olan Mysialılar
yaşıyordu. Aiolis’in kuzeyinde yer alan Troas’taki en önemli Aiol kentleri Kebren ve Skepsis idi.

Batı anadolu’nun orta kesimi (İzmir ve civarı) Ionların iskanına sahne olmuştu. Kuşkusuz, Ion
kolonizasyonu, Aiol kolonizasyonundan sonra ama yine 10. yüzyıl sonlarında gerçekleşmişti. Ionlar
Peloponnesos’un kuzeyindeki yurtlarından sürülüp geçici bir süre Atina’da yerleşmişler ve geleneğe
göre Atina kralı Kodros’un oğullarının liderliğinde Batı Anadolu’da bugünkü İzmir ve civarına göç
etmişlerdi. Birkaç kuşak sürmüş olduğu anlaşılan bu göç hareketi, kolonizasyon ile karıştırılmamalıdır.
Çünkü iskancılar bir ana kente herhangi dinsel veya sosyal kurumlarla bağlı değildi; kendi bağımsız
siyasal yapılarını kurmuşlardı. Ancak yine de Ionların Atina’ya karşı her zaman duygusal bir bağı
olduğu bilinen bir gerçektir. Ionların yerleştirkleri bu bölge, yeni gelenlere izafeten Ionia olarak
anılmaya başlanmıştı. Bu kentlerde daha sonra 13. kent-devleti olarak Smyrna dahil olmuştur. On iki
Ion kenti,Panionion çatısı altında bir birlik kurmuşlardı. Dinsel ve siyasal nitelikli bu birliğin toplantı
yeri Priene topraklarında olup bugünkü Güzelçamlı mevkiindeydi. Birliğin kurulma nedeni olarak bazı
önde gelen Ionia kentlerinin, Ephesos’un güneyindeki Melia halkına savaş ilan etmesi
gösterilmektedir. Melia’daki Poseidon Helikonios Tapınağı yeni federal merkezin tapınağı olmuştu.
Herodotos Ionia’nın havasını ve iklimin hiçbir bölge ile karşılaştırılmayacak kadar güzel olduğunu
söylemektedir.

Son olarak da Dorlar,Batı Anadolu’nun güneybatı köşesi ile karşısındaki adalara, özellikle Rhodos ve
Kos’a yerleştiler. Bu bölge,burada daha önce yaşayan Karlar’dan dolayı Karia adını taşımaktaydı.
Karia’daki önemli Dor kentleri arasında Halikarnasos ,Lindos,Ialysos,Kamerios,Kos ve Knidos’u
sayabiliyoruz. Eskiçağ yazarları Halikarnassos’u Yunanistan’ın Argolis bölgesindeki Troizen’den gelen
göçmenlerin, Knidos’u ise Spartalıların kurduğunu belirtirler. Ionların on iki kent-devleti gibi, Dorların
da altı kentten oluşan bir birlikleri vardı ve dinsel merkezleri Knidos toprakları içinde bulunan Triopion
Tapınağı idi. Herodotos’un anlattığına göre. Halikarnassoslu Agasikles Apollon onuruna düzenlenen
yarışmalardan birinde kazandığı üçayaklı kazanı, adet olduğu üzere tapınağa adamak yerine evine
götürmüş ve bu yüzden diğer bes Dor kenti Halikarnassos’a tapınağın kapılarını kapatmışlardı.

Ionia ,Aiolis ve Karia bölgesindeki kentlerin çoğu, kıyıya dar bir kıstakla bağlı yarımadalar üzerinde
kurulmuşlardı. Bu koşullar denizci halklar için elverişli olduğu gibi, kara tarafından gelebilecek
herhangi bir saldırıya karşı güçlü bir savunmaya da imkan veriyordu. Bu tür kentlere Lebedos ve
Myonesos örnek gösterilebilir. Batı Anadolu bölgesinde yer alan Yunan kökenli bu kent –devletleri
hiçbir zaman bir araya gelip tek bir Helen devlet çatısı altında toplanmamıştır. Söz konusu kent-
devletlerini bir arada tutan dil,dinve kültür birliğiydi. Bu kent devletleri eski Yunancayı konuşuyorlar,
Homeros’un anlattığı tanrılara (Zeus,Athena,Apollon,Artemis,Aphrodite gibi) inanıyorlardı. Sanat,
mimarlık,giyim kuşam,gelenek ve görenekler açısından Eski Yunan dünyası ile benzeşen bir kültürü
paylaşıyorlardı.

26
Batı Anadolu bölgesindeki yerleşimlerin büyüyerek birer kent-devletine dönüşmeleri süreci kuşkusuz
çok hızlı olmamıştır. Böyle bir büyüme en azından birkaç kuşak boyunca sürmüş olmalıdır. Ionia’nın
en eski yerleşimlerinden biri olan Smyrna’nın bir kent –devleti olarak kuruluşunu Ekrem Akurgal MÖ
11. yüzyıla kadar götürmektedir. Keza Miletos da oldukça eski bir yerleşimdir. Ancak bölgedeki
yerleşimlerin gelişkin bir kent-devleti olarak ortaya çıkmalarına ilişkin yaygın tarih MÖ 8. yüzyıldır.

Konumu nedeniyle Kıta Yunanistan’ın Anadolu ile arasındaki adaların varlığı, doğu dünyası ile olan
ilişkilerinde, deniz ulaşımı ve dolayısıyla Asya ve Avrupa arasındaki kültürel ilişkilerin oluşmasında
etkili olmuştur.

M.Ö 8. yüzyılla beraber artan nüfus, yeni istekleri karşılayacak hammadde kaynakları bulmak için
Hellenler deniz aşırı ülkelere açılacak ve bu arayış bir süre sonra, toprakları dar gelen ailelerin ana
yurtlarını terk edip bu ülkelere yerleşmesi ile son bulacaktı. Birçok Hellen kenti MÖ 9. yüzyılda
Yakındoğu kökenli sanat eserlerini ithal etmeye başlamışlardır. MÖ 8. yüzyılın başlarında Hellenler
Fenike'nin sessiz harflerden oluşan alfabesini alıp ve buldukları sesli harfleri ekleyerek bugünkü
alfabeyi yaratmışlardır.

Ege'de yerleşmiş olan İonlar Samos, Miletos, Ephesos ve Erythrai buluntularının gösterdiği üzere
anayurttan aşağı yukarı yüz yıllık bir gecikmeyle Yakındoğu sanat eserlerini ithal etmeye
başlamışlardır. Aiol Bölgesi'ne gelince Eski İzmir buluntularından anlaşılacağı üzere Yakındoğu ürünü
eserler ancak MÖ 7. yüzyılın başlarından itibaren tanınmaya başlanmıştır.

Ticareti yapılan malların doğu veya batı gibi bir önceliği yoktu. M.Ö.8. yy’ geldiğimizde, doğu
dünyasını Mısır, Fenike, Babil, Assur, Hitit ve Urartu temsil ettiğini görüyoruz. Yunanlıların
denizcilikteki becerileri sonucunda doğuda Mısır dışında Akdeniz'in doğu kıyısındaki Fenikelilerle,
Güneydoğu Anadolu'da ve Suriye'de yerleşmiş olan Hititlerle, bir dönem Halep'e kadar inmiş olan
Urartularla ilişkisini görmekteyiz. Yunan gemileri bu limanlara kendi ürünlerini bırakıyorlar oradan da
doğunun eserlerini alarak memleketlerine götürüyorlardı.

Bu dönemde Urartular, Hititlerle birlikte Ortadoğu’nun en önemli merkezlerini ellerinde


bulunduruyorlar ve Assurluların denize inmelerine engel oluyorlardı. III. Sarduri'nin hüküm sürdüğü
yıllar Yunanlıların Doğuyla ilk sıkı ilişkiler kurduğu döneme rastlar. Hititler ve Urartular
Mezopotamya'nın kapıları olan Kuzey Suriye limanlarına ve onların en önemli şehirlerine hakim
olmaları sayesinde Yunanlıların karşısına Ortadoğu'nun temsilcileri olarak çıktılar ve Doğu dünyasının
ticaretine hakim oldular. Urartuların MÖ 8. yüzyılda kurdukları bu ticaret ilişkilerini, Assur kralı III.
Tiglatpileser (MÖ 746-727) zamanında arazi kayıplarına rağmen daha bir yüzyıl boyunca sürdürdükleri
anlaşılıyor.

M.Ö 8. yüzyılda Kuzey Suriye'de görülen çok miktarda Yunan seramiği,Yunanlıların bölgeye Assur'un
zenginliklerinden faydalanmak için yerleştiklerini akla getirmektedir. Olasılıkla Fenike'den daha
durağan bir pazar olmasına rağmen, Yunanlıların buradaki kazanımları maddi kültürleri üzerinde
büyük bir devrim yaratmıştır. Yunanlılar ile doğunun ilk ciddi etkileşimi Arkeolojik buluntularla da
kanıtlanmış bir yerleşim olan Al Mina’dır. Net olmamakla birlikte, Kuzey Suriye’de Asi nehrinin
döküldüğü bir bölgeye konumlandırılır. Yunanlıların Doğu Akdeniz’deki ticaret noktasıdır. Urartu,
Assur ve Yukarı Mezopotamya kentlerinin batıyla ticaretinde en yakın kentti. Hem doğu hem de batı
için ticari açıdan stratejik bir konuma sahip olan kent bu özelliğiyle MÖ 8. yy’dan MÖ.5. yy’ın sonuna
kadar Akdeniz’de doğu ve batı arasındaki kültürel alışverişin gerçekleştiği önemli noktalardan biri

27
olmuştur. Genel olarak yerleşimin niteliğine baktığımızda bir kolonide olması gerek unsurların yer
almamasından dolayı bu yerleşimi “Çok Uluslu Bir Ticaret Merkezi” olarak düşünmemize neden
olmaktadır.

Bir diğer önemli erken yerleşim ise Tell Sukas’tır. Bu yerleşim sayesinde MÖ 6. yüzyılın son
dörtlüğündeki ticari ilişkileri öğrenebilmekteyiz.

Bir diğer yerleşim ise Meshad Hasyavyahu’dur. Bu yerleşim Yunan paralı askerlerin bölgedeki
varlığının göstergesi olan kaledir. Yunan paralı askerlerin kullandığı garnizondur. Ayrıca ele geçen çok
sayıda Doğu Yunan seramiği ile bize absolite kronoloji vermesi açısında önemlidir.

YUNAN SANATINDA DOĞULU ÖGELER VE KÖKENLERİ

Yunan dünyasındaki doğu etkileri ithal edilmiş objelerden ve yabancı ,Homeros’un deyimiyle Orta
Doğulu demirgusların Yunanistan karasına gelmesiyle açıklanabilir. Bu demirguslar bölgeye göç
yoluyla gelip ve ihtiyaçları süresince kalıp, ihtiyaçları bittiğinde başka yerlere giden halk
topluluklarıdır. Yunanlıların doğuyla olan ilişkisi, geometrik stilin en yüksek düzeyde olduğu dönemde
başlar. Bu dönem geometrik tarzın değişime uğramaya ve dağılmaya başladığı bir dönemdir. Doğulu
sanatçılar sadece egzotik hayvanları ve gizemli masal yaratıklarını kullanmakla kalmayıp, aynı
zamanda geleneksel sanat tarzını kullanmışlar ve serbest çizim yapmışlardır. Aslanların, grifonların,
sfenkslerin, kentarusların, birbiriyle kapışan hayvan gruplarının, otlayan hayvanların kısacası bu
döneme kadar Hellen sanatında bilinmeyen motif ve temaların, figüratif stilin oluşmasıyla altın
işlemelerde, vazo resimlerinde ve bronz eserlerde görülmesi söz konusudur.

Kuzey Suriye’nin Yunan sanatına etkileri daha çok kabartma ve heykeller üzerinde görülmektedir.
Kuzey Suriye’deki ve Kilikya’ daki çoğu şehir doğu ya da güneyin aksine eski Hitit stiline kadar uzanan
bir sanat tarihine şahitlik etmektedirler. Bu en iyi şekilde kabartma heykellerde görülür. Kuzey
Suriye’de gördüğümüz Hitit- Arami etkili kabartma ve heykeller (ortostatlar) ve kapı girişlerinde
bulunan ortostatlar Hellen dünyasında karşımıza seramik ve kabartmalarda çıkar. Ayrıca sphyrelaton
tekniği denilen; ağacın yontularak üzerine bronz levhaların yontulmuş ahşap kalıba geçirilmesiyle
oluşturulan bir kalıp tekniği yine Kuzey Suriye’den Yunan dünyasına geçen öğelerden biridir.

Hellenler MÖ 8. yüzyılın başlarında Doğu Akdeniz'de ticaret yapmaya başladıkları zaman Mısır ve
Fenike dışında Geç Hitit Beylikleri'nin de yoğun etkisi altında kalmışlardır. Antakya'nın güneyindeki Al
Mina kolonisini MÖ 750 tarihlerine doğru kurarak Doğu Dünyası'na ayak basmışlar ve Geç Hitit
Beylikleri ile karşılaşmışlarıdır. Böylece onların eserlerini yakından ve yerinde tanımışlardır. Aynı
zamanda bu tarihlerde eserlerinde işlemiş oldukları Geometrik Stilden sıkılmış oldukları
anlaşılmaktadır. Böyle bir durumda iken karşılaştıkları altından, gümüşten, bronzdan ve fildişinden
yapılmış yüksek nitelikli figüratif Geç Hitit eserleri satın almaya ve daha sonra da onları taklit etmeye
yönelmişlerdir. Hellenlerin Olympia, Delphi, Atina, Sisam, Milet, Ephesos, Erythrai ve Eski İzmir gibi
merkezlerinde MÖ 7. yüzyıl Hitit ve doğu kökenli eserler oldukça çoktur. Sanat alanındaki ilk doğu
etkileri MÖ 8. yüzyılın ikinci yarısına ait Attika vazolarında görülür. Hemen ardından M.Ö. 725-700
tarihlerinde Korinth vazolarında ilk Hitit etkileri görülmeye başlar. Hititlerin tektonik yapılı ve Mısır ile
Fenike eserlerinden daha az egzotik görünüşlü figürleri, Hellen zevkine daha uygun düşmektedir.
Özellikle aslan, grifon, sfenks, chimaira, siren, pegasos gibi figürler taklit edilmiştir.

28
Assurlular ile Hellenler arsında deniz ilişkisi söz konusudur. Assur sanatı bronzlar veya daha küçük
objelere nazaran daha çok heykeller ve özellikle rölyefler olarak bilinir. Yunanlılar için çok önemli
dekoratif Asur motiflerinden biri de tekstil ürünleridir. Assur’un zengin bezemeli tekstil ürünleri
Hellen’deki orientalizan seramiğin dokuma motiflerinden etkilendiğini düşündürür Asurluların etkisi
MÖ 7. yüzyılın sonlarına denk gelir.

Urartu coğrafyası itibariyle Hellenlerle direk ilişkide değillerdir ancak muhtemelen Kuzey Suriye
kentleri aracılığı ile etkilenmişlerdir. Urartuların Akdeniz ile ilişkisi pek gelişmemiştir. Yunanlarla
ilişkiye girmesi için iki yol izlemesi gerekmektedir; birinci yol Kuzey Suriye’den yapılan deniz ticareti
aracılığı ile gerçekleştirilirken, ikinci yol kara yoluyla gerçekleştirilmektedir. Ermenistan metal
çalışmalarının yapıldığı önemli bir merkezdi ve Van Gölü yakınlarında Yunan parçalarıyla benzerlik
gösteren birçok değerli parçaya rastlanmıştır. Yunanlılar, Urartuların en çok metal işçiliğinden
etkilenmişlerdir.

Fenikeliler ‘in metal ve pişmiş toprak küçük objeleri ve ayrıca fildişi işçiliği Yunan Sanatını etkilemiştir.
Ayrıca Hellen’deki en eski doğu eseri Fenikelilere ait olan kesin tarihlenmiş bronz bir kaptır. Bu kap,
Hellenlerin MÖ 9.yüzyılın sonlarında itibaren doğunun ürünlerini mezarlarına koyacak kadar tercih
ettiklerini göstermektedir.

Kıbrıs eserlerinin Yunan ana karasına Fenike aracılığı ile geldiği düşünülmektedir. Kıbrıslıların sanatı
doğuya nazaran kendi ülkelerinde çok daha yaygındı, orijinal farklılıklar söz konusu idi. Tabii
Yunanlılar tarafından kabul edilen birkaç iz bırakan figür dekorasyonlarıyla süslü vazo hariçtir. Adanın
Yunanlılarla teması erken demir çağına kadar dayanıyor. Böylece küçük ve değersiz eşyaların
taşınması zamanla devam etmiştir. Adanın asıl görevi belki de Fenike motiflerini ve objelerinin batıya
satışını sağlamak olmuştur, çünkü MÖ 9. yüzyılın içinde birçok önemli Fenike şehri adada tespit
edilmiştir.

Mısır ile Yunanlar arasındaki sanatsal etkileşimlere baktığımızda ise Mısır, Yakındoğu kültürleri içinde
Hellen sanatını mimari, kutsal alan düzenlemesi ve yontu sanatı ile etkileyen önemli bir kültürdür.
Mısır ve Yunan ilişkilerinde kolonizasyon hareketleri önemlidir. Yunan kolonizasyon hareketinin
nedenleri başında küçük bir ülke olan Yunanistan’ın büyük bir kısmının dağlık olması ve tarıma olanak
tanımayan coğrafyası gelir. Tarımın yanı sıra ticaretle de uğraşan Anadolu Yunanlılarının tersine
Korinth’te yalnızca tarımla geçinen Yunanlılara bu toprakların birkaç kuşak sonra yetmeyeceği
aşikardı. Yunanistan’da genişlemek mümkün olmadığı için bunlar belirli bir kültür aşamasına
eriştikten sonra nüfus fazlasını deniz yoluyla dış ülkelere sevk etmek zorunda kalmışlardır. Deniz aşırı
göçler Akhalar zamanındaki İon göçlerinin ya da Dorların adalar ve Anadolu’nun güneybatı kıyılarını
istilalarının gösterdiği gibi, yeni bir şey değildi. İlk zamanlar için şüphesiz önemli olan tarımsal
nedenlerin yanında daha sonraki dönemlerde ticari ve ekonomik nedenler de büyük rol oynamıştır.
Mısır için bir kolonizasyondan bahsetmek mümkün değildir. Nil Nehri boyunca uzanan kentlerle Ege
dünyası ilişki içerisindedir. Bu durumda birçok obje ve fikir Mısır’a taşınır ve Mısır’ da işlenen bu
objeler Girit ve Kıta Yunanistan’a taşınır.

Mısırlılar ile Yunanlılar arsındaki ilişkiyi anlayabilmek için antik kaynaklardan ve Yunanlıların denizler
arası kayıtlarından yararlanılır. Mısır’ın Yunanlılar üzerindeki etkisi oldukça fazla olmuştur. Myken
uygarlığının yıkılmasının ardından Ege dünyası ile Mısır arasındaki ilişki kopmuştur. Siyasi yapılar
ortadan kalkınca ticari faaliyetlerde durmuştur. Daha sonra da, 8. yüzyılın sonunda Nubia
egemenliğine giren Mısır, Psammetikhos’un kral oluşuyla tekrar bağımsızlığına kavuşur. Bu dönemde

29
ilk defa olarak Mısır’da birkaç Yunanlının bahsinin geçer. İlk eşyalar olan boncuklar, vazolar ve bazı
taş mühürler demir çağının ilk zamanlarında Yunanlılarda da görülmekteydi. Bu da bazı zamanlarda
aralarında direkt temas olduğunu kanıtlar. Yunanlıların Mısır’da olduğuna dair ilk yazılı kanıt
Herodotos’un aktardıklarıdır. Herodotos, Doğu Yunanlıların MÖ 7. yüzyılın ortalarında tesadüfi olarak
Mısır’a ticari ziyaretler yaptığını aktarır . Diğer bir olay ise Psammetikhos I, Yunan askerlerini orduya
alır ve asker yapılan savaşlarda galip gelir. Bunun Üzerine Yunanlıları Psammetikhos I tarafından
toprak ile ödüllendirir. Yunanlılara vermiş olduğu topraklar üzerine Naukratis adı verilen kenti
kurmalarına izin vermiştir. Bu olaydan sonra Yunanlılar ile Mısırlılar arasında normal ilişkiler
başlamıştır. Psammetikhos aynı zamanda Yunanlıları, Mısırlılarla ticaret için teşvik etmiştir.
Yunanlıların, Mısırlılar ile ticari ilişkisi anladığımız kadarıyla, askeri temelde gelişmiş ve kültürel
anlamda da ilişkileri çeşitlenmiştir.

Mısır, Yakındoğu kültürleri içinde Hellen sanatını mimari, kutsal alan düzenlemesi ve yontu sanatı ile
etkileyen önemli bir kültürdür.

ETKİLEŞİM GÖRÜLEN SANAT ESERLERİ

Yunanlılar doğudan aralarında kendi Geometrik geleneklerine bütünüyle yabancı nesnelerin de


bulunduğu tüketim mallarını satın almaktaydı. En erken göçmen sanatçıların varlığını gösteren
ipuçları Girit’te yer almaktadır. Özellikle kuyumculuk ve metal işçiliğinde, Orta Doğu’dan çok iyi
bilinen teknikler vardır. Filigrasyon, granülasyon ve baskı teknikleri Girit’te görülür. Bronz Çağın
bitimiyle ve kültürel gerilemeyle bu teknikler unutulur, MÖ 9.yüzyılda bunlar tekrar oraya çıkar.
Teknikler ve stilistik ve ayrıntılar bunların Orta Doğu’dan geldiğini gösterir. Ancak bazı küçük ayrıntılar
Girit’te yapıldığını göstermektedir. Örnek olarak Girit’te ele geçen bir küpenin her iki yanında bulunan
poloslar Orta Doğu’da görülmeyen özelliklerdir. Teknik olarak ise Orta Doğulu’dur. Girit’teki İda
Mağarası’nda Ele geçen bronz eserler arasındaki bir kalkan üerinde kabartma şeklinde yapılmış
kahramanların etekli olması, kanatlı cinlerin def çalması ve betimlenen sahnenin Yunanlı olması bu
durumu kanıtlar . Kadın yüzlü oinochoe, önde panter başı şeklinde çıkıntısı olan bir kalkan ve Kuzey
Suriye ve Urartu kazanının taklitleri Girit’te ele geçen diğer eserlerdir. Ayrıca bu kazan üzerinde üç
tane sfenksin aplike edildiği görülmektedir. Girit ile bu göçmen zanaatkarlara ait eserlerin ele
geçmesinin nedeni ise, Girit’te Fenike ilişkilerinin olması ve Girit’in ara durak olmasıdır. Atina’da da
bu göçmen zanaatkara ait izler bulunmaktadır.

FİLDİŞİ ESERLER

Fenike’den bildiğimiz fildişi işçiliğinin Yunan sanatındaki etkileri; Samos, Smyrna, Eryhtrae, Ephesos,
Thasos, Girit, Rhodos ve Atina’da ithal olan ilk örnekler 7. Yüzyıldan önce ele geçmiştir. MÖ 8. Yüzyılın
sonlarında, MÖ 7. Yüzyılın başlarında fildişi eserler yoğunlaşmaktadır. Almina’da işlenmemiş fildişi
bulunur. Bu yunanların bir süre sonra fildişilerini kendi üsluplarına göre yaptıklarını gösterir. Doğu
Yunan kentlerinden Ephesos ve Erythrae’de fildişi işlikleri bulunur. Ayrıca Artemis Orthia Tapınağı ve
fildişi atölyeler bulunur . Cam şişe ve tridakna kabuğu 7. yüzyılda Rhodos’ta ele geçen diğer Fenike
etkili eserlerdir.

Erken Yunan sanatında küçük heykellerdeki vücuda yapışık duran kol ve eller ile duruş şekli de
Suriye’den örnek alınmıştır. Nimrut’ da bulunan fildişi eserlerde vücuda yapışık kollar ve eller de

30
bunun benzeri bir duruş sergilemektedir. MÖ 7. yüzyılın yunan heykelciklerinin kollarının böyle
tutulması göze çarpar. Delos’daki kadın heykelcikleri bile bronzdan olmalarına rağmen aynı duruşu
gösterir. Aynı zamanda, 7.yüzyıla ait Yunan heykelciklerinin büyük bir bölümünde katlı peruk saç
modeli görülür. Bu saç modası Suriye icadıdır.

Antalya'da, Elmalı'da, D tümülüsünde gün ışığına ulaşmış olan ince işçiliğe ve önemde bir fildişi
heykelcik Geç Hitit etkilerini Doğu Yunan yontu ustalarına aktaran eserlerden biridir. Bu heykelciğin
aşağıdaki ayrıntıları Geç Hitit kökenlidir; Polosu, Polonu ve v0ücudunun arkasını örten, buna karşın
göğüs bölümünü açıkta bırakan mantosu, yani çarşafı, manto uçlarının kemere sokulma biçimi,
Oğlunun omuzda oturması, kızının saçı. Kadının badem gözleri ve gülüşü ise Suriye örneklerinden
gelmektedir.

Efes Artemis Tapınağında ele geçen iki fildişi heykelcik, özellikle bir rahip, Elmalı'daki fildişi
heykelciğin yakın benzeridir. Giysisi Elmalı heykelciğindeki kız çocuğunun taşıdığı elbisenin aynısıdır.
Akurgal, bu eseri belirgin bir gülüş göstermesi bakımından MÖ 6. yüzyılın başına tarihlenmiştir. Ancak
şimdi Elmalı figürcüğü ile gülüşün Anadolu'da daha MÖ 7. yüzyılın başında var olduğunu
gördüğümüze göre söz konusu Efes fildişi heykelciğini yün eğiren kadın heykelciği gibi en aşağı MÖ 7.
yüzyılın son dörtlüğüne tarihlenmektedir.

BRONZ ESERLER

Bronz eserlerin kökenleri tartışmalıdır. Kafkasya, Urartu ya da Kuzey Suriye kökenli eserlere
rastlanılır. 8. Yüzyıldan başlayarak Kafkasya etkili bronz eserler vardır. Bu eserler özellikle de Samos’ta
ele geçmiştir.

Tuncun çekiçle işlenmesi önemli bir zanaattı ve özellikle Geometrik dönemin açık ağızlı üçayaklı
kazanlarının yerine geçecek doğu kökenli derin kazanların kenarlarında bulunan ve tutamak gibi
çıkıntı yapan aslan ve grifon protomlarında uygulanan başlıca teknikti. Kısa bir süre sonra kıta
Yunanistan'da birçok atölyede bu protomların önce çekiçleme daha sonra döküm tekniği ile
üretildiğini görürüz. Bronz eserler içerisinde en büyük grubu eklentili kazanlar oluşturur. Kanat
şeklindeki eklentilerde sfenks, siren ve griphon yer alır. Motifler Suriye etkisi gösterir, ancak işleniş
tarzı tamamen Yunandır ve Yunanlı sanatçılar çok geçmeden, grifonun kulaklarını estetik bir şekilde
uzatıp alnına ekledikleri yumru, açık duran gagası ve kavisli boynu ile yepyeni bir dekoratif form
vercektir. Aynı değişimi, gene kazanlara aplike edilen kalıp dökümlü siren protomlarında da
görebiliriz. Doğuda genelde tanrı motifi olarak kanatlı güneş kurslarının içinde rastladığımız örnekler,
köşeli hatlarıyla Yunan üslubuna göre şekillendirilerek, daha sonra siren adını verilen yaratığa benzer
bir görünüme kavuşmuştur. Bunlar MÖ 8. yüzyıl sonu MÖ 7. Yüzyıl başı prestij malzemesi olarak
kullanılmıştır. Gordion ve Olympia’da MÖ 7. yüzyılda bu tür eserlere rastlanılır. Siren eklentililer
Olympia, Delphi, Atina, Boeotia, Argos, Delos, Rhodos, Kıbrıs ve Etruria’da görülür. Fildişinde olduğu
gibi yerel atölyeler başlar ve teknik olarak burunlarını sivri yapmışlardır. Boğa eklentililer, Olympia,
Delphi, Atina, Amykleae, Argos, Samos, Rhodos, Makedonia ve Kıbrıs’ta görülür. Griphon eklentililer,
Girit, dışında tüm Ege Dünyasında görülür. Erken örnekler döküm tekniği ile yapılır ve bu yüzden
keskin hatları yoktur ve ithal edilirler. Geç örneklerde ise, çekiçleme kullanılır. Bunlarda daha fazla
ayrıntı verilir ve keskin hatlar vardır. Miletos maden işçiliğinde gözle görülür bir Yakın Doğu etkisi
bulunmaktadır. Athena Tapınağı'nda bulunmuş tunç eserlerin birçoğu Yakın Doğu etkileri gösterir.
Merkezde yer alan '' Hayat Ağacı '' motifi etrafında boğa ve aslan betimleri olan M.Ö 7. yüzyıla

31
tarihlenen bir disk bulunmuştur. Bu diskin özelliği kompozisyon olarak benzeri, Urartu kenti Karmir-
Blur'da ele geçmiş olan, üzerinde Kral I. Argişti'ye ait bir adak yazıtı da bulunan tunç bir miğferde
görülmektedir. Ayrıca Miletos'ta M.Ö 7. yüzyıla ait dökme tunç grifon protomunun Miletos'a
yerleşmiş Suriyeli bir toreut'un ( maden oyma ve kakma ustası ) ya da bir mücevher ustasının elinden
çıkma olduğu düşünülür.

Phokaia Athena Tapınağı’nda ele geçen bu griffon protomlarının benzerleri büyük bronz kazanlarda
görülür. Bu griffon protomları, özellikle Geç Hitit örneklerine büyük benzerlik gösterir. Phokaia
griffonlarına benzeyen griffon protomlu kazanlar, Yunanistan’da Samos ve Olympia’da bulundu.
Özellikle Olympia’da ele geçen bronz kazanın eklentileri olan griffon protomları Phokaia örneklerine
çok benzerdir. Bunların da büyüklüğü 10-20 cm arasındadır yaklaşık. Bunlar İ.Ö.7.yüzyılın ortalarına
doğru tarihlenir. Tüf taşından, Athena Tapınağı için yapılmış olan griffon protom heykelleri ise,
bunlardan esinlenmiş olmalı. Bu biçimde griffon protomunun (önden görünüş) taştan bir örneği hiçbir
yerde yok hem de bu büyüklükte. Phokaia Athena Tapınağının griffon protomları 1.30 m
yüksekliğindedir. Phokaia griffonları, tapınakla aynı zamandan İ.Ö.6.yüzyılın başlarından olmalıdır.

Ayrıca kabartmalarla süslü bronz kaseler Fenike ve Kuzey Suriye üretimidir. Yunan dünyasına doğu
kültürünün en önemli etkenlerinden biri de kazıma mantığını Yunanlılara öğretmiş olmalarıdır. Bu
durum siyah figür tekniğine esin vermiştir. Geç dönemde Pers etkili Omphaloslu kaplar da
görülmektedir. Aynı zamanda perirhanterionların ilk örnekleri doğu kökenlidir ancak Yunanlıların
kendi üretimleri de vardır. Bu bölgelerde perrihanterionlara benzeyen ve çeşitli figürler ya da
sphenksler tarafından taşınan figürler mevcuttur. Yine bu bölgelerde ele geçen tasvirlerde tanrı ya da
tanrıçaların aslanların ya da aslan şekilli altlıkların üzerinde işlendiğini görmekteyiz. Örneklerine
Lakonia, Isthmia, Delphi, Rhodos, Samos'ta rastlamaktayız. Kıbrıs etkilerine bakacak olursak,
6.yüzyılda Kıbrıs heykelleri doğu dünyasına dağılır.

SERAMİK ESERLER

M.Ö 8.yüzyıl sonunda ve 7. yüzyıl da Yunanlılar Doğudaki Mısır, Mezopotamya, Suriye, Fenike gibi
ülkelerle bağlantı kurmuştur. Bu ilişkilerin sonucu olan Doğu etkileri, lotus, palmet gibi doğusal bitki
bezemelerinin ve sfenks, panter gibi doğu ülkeleri sanatlarında kullanılan canavar ve hayvan
figürlerinin benimsenmesinde görülmektedir. M.Ö 8. yüzyıl sonlarında hayvan ve insan figürleri
vazolarda yer almaya başlar, bunun yanında Doğu kökenli, bol kıvrımlı bezemelerde görülür. Korint
vazo ressamları geleneksel stildeki Hitit aslan figürünün;tektonik yapısını, kübik başını, yürek biçimli
kulağını, yarım elips şekilli elmacık kemiğini, açık ağzını, dışarıya sarkan ve alt çeneye yapışık olan
dilini hiç değiştirmeden kopya etmişlerdir. Daha geç dönemdeki Korinth vazo ressamları ise
Assurlaşmış Geç Hitit aslanlarının; natüralist kulağını, gözaltı palmetlerini,dışarıya sarkan fakat alt
çeneye yapışmayan dilini, lale biçimli omuz stilizasyonunu, W ya da N biçimli kalça stilizasyonunu hiç
değiştirmeden taklit etmişlerdir.Grifon tasvirlerinde Hellenler Hititlerin Sakçagözü kuş adamının
bütün ikonografık ayrıntılarını; ağzın kartaldan alınma üst gagasını, ağzın aslandan alınma alt çenesini,
dışarıya çıkmış dilini, at kulağını, at yelesini, kuş tüyünü, kuş tüyünün tomurcuk biçimindeki üst ucunu
aynen almışlardır.Hellenler chimara, sfenks, pegasos gibi geri kalan hayali yaratıklarıda Hitit, Assur ve
Urartu örneklerinden almışlardır.Başlık tirplerinde Yunanların MÖ 8. ve 7. yüzyıl insan figürleri büyük
ölçüde Hitit modasının etkisindedir. Ayrıca MÖ 8. ve 7. yüzyıl kadın tasvirlerinde gördüğümüz yüksek,
orta ve alçak boylu polosları Hitit kökenlidir.Yunan savaşçılarında görülen çeşitli miğfer tipleri de

32
Assur, Geç Hitit ve Urartu örneklerinden esinlenerek yapılmışlardır.Yine aynı yüzyıllardaki Yunan
eserlerinde kadın ve erkek figürleri ya Mısır-Fenike kökenli peruk tipi ile ya da Assurlaşmış ve
Aramlaşmış Geç Hitit saç biçimi ile görünürler. Söz konusu uzun buklelerden oluşan saç demeti Urartu
sanatına da geçmiş ve Hellenlere kısmen o yolla da gelmiştir.Yunan chitonları genellikle Hitit
kökenlidir. Onları süsleyen bezekler de Aramlaşmış Hitit örneklerinden gelir.Yunanlar’da MÖ 7.
yüzyılın sonunda görünmeye başlayan ve 6. yüzyılda büyük moda olan dikey kıvrımlar büyük bir
olasılıkla Fenikelilerden değil, Aramlaşmış Geç Hitit örneklerinden gelmedir. Çünkü Sisamlı
Cheramyes'in Louvre'daki Hera heykelinde görülen bir özellik, manto ucunun kemere sokulması da
bir Geç Hitit modasıdır. Ayrıca Yunanlıların kullandığı üç giysi kemerinin üçü de Geç Hitit kökenlidir.

MİMARİ

Mimari açıdan bakarsak İon sütun kaidesinin girintili çıkıntılı toruslardan ve trochiloslardan oluşan
profili Aramlaşmış Geç Hitit sanatının bir özelliğidir. İlk örneklerini Eski İzmir kentinde gün ışığına
çıkarılan mantar biçimli İon başlıkları da varlıklarını Geç Hitit mimarlığına borçludurlar . Buna karşılık
Aiol başlıkları bilindiği gibi Fenike kökenlidir. Zengin olan ve refah içinde yaşayan İonlar mimarlık,
heykelcilik, seramik dallarında dönemlerinin örnek yapıtlarını ortaya koydular. Hellen yapı sanatının
Arkaik Dönem'deki üç büyük mimari düzeninden, yani Dor, Aiol ve İon düzeninden ikisi, Batı
Anadolu'da yaratılmıştır. Gerçekten Fenike ve Hitit etkisi altında ilk ve en güzel Aiol tapınaklarıyla
anıtsal örneklerine ulaşmışlardır. Doğu'da Mısır ve Mezopotamya mimarilerinin anıtsallık kavramı İon
düzeninde yapılmış üç arkaik tapınakta karşımıza çıkmaktadır. Bunlar Ephesos Artemis Tapınağı,
Samos ve Didyma tapınaklarıdır.

Yunan tapınağının kökeni ne olduğu sorulabilir. Yunanlılar Mısır yapılarında sütunların ne kadar
önemli olduklarını görmüşlerdi. Mısır'da yivli sütunlara Orta İmparatorluk döneminde rastlanmıştır.
Dor ve İon başlıklarının öncü tiplerini Doğu'da Mısır ve Assur'da görmekteyiz. Yunanlılarca kullanılan
lotus çiçeği, palmiye yaprağı, gül ve spiral gibi başlıca bezemeler Doğu'dan alınmış olup, birtakım yapı
silmeleri de aynı kökenlidir.

Ephesos Artemis tapınağında, aynı temel üzerinde yapılmış olan daha geç dönem tapınağında olduğu
gibi, uzun kenarlarda iki sıra olarak dizilmiş sayısı sütunlar yer almaktaydı. Tahta çatı ve pişmiş toprak
kiremitler dışında tapınak mermerden yapılmıştı. Kimi sütunların dip kısımları Mısır ve Mezopotamya
örneklerinden esinlenerek kabartmalı yapılmıştı.

Philip P. Betancourt, Aiol başlıkları üzerine yaptığı detaylı araştırmasında bu başlığın kökeni ve
gelişimi hakkında değerlendirmeler yapmıştır. Mısır çiçek motiflerinin bütün yakın doğuya yayıldığını,
bu motifin mobilyalar, metal işçiliğinin yanı sıra mimari bezeme öğesi olarak kapı ve pencere
pervazları, pilastrlar ve sütun başlıklarında da kullanıldığını, geç dönemlerde de Doğu Akdeniz'e
buradan da birçok bölgeye geçmiş olabileceğini belirtmektedir. Bu stildeki birçok Tunç Çağı dizaynının
Geç Tunç Çağ'da şekillendiğini, Demir Çağının ise bu dizaynların gelenekselleşme süreci olduğunu ve
bu dönemde ahşaptan taşa geçişin gerçekleştiğini öne sürmektedir.

Çift volütlü motifin taş mimariye uygulanması bakımından kanıtlar Suriye-Filistin bölgesini işaret eder.
Bilinen en erken taş başlıklar Shechem ve Megiddo'dan ilk seri başlıklar ortaya çıkmıştır. Kökenleri

33
Filistin'in kuzeyindeki kentlerde aranmalıdır. Bu dönemde Fenike etkisi Filistin mimarisinin diğer
yönlerinde kanıtlanmıştır. Kıbrıs'tan ve Fenike'nin Batı Akdeniz kolonilerinden benzer volüt desenleri
aynı sanatsal geleneğin ilerlediği yönü gösterir.

Hellen stilinin öncülleri M.Ö 7. yüzyılda Yakın Doğu dizaynları arasında aranmalıdır. Hellenlerin bu
volüt başlıkları Anadolu ve Suriye'den yakın bir bölgeden almış olması en uygun olasılıktır. Yunan
sütunlarının form, mimari kullanım ve artistik stilleri nedeniyle en olası teori küçük sanatlarla görünen
doğu geleneklerinden alınmış olduğudur. Bu küçük sanatlar Assur saray kabartmalarındaki gibi
pencere korkuluklarıdır.

Ephesos'ta görülen plinthosların kaidelerin altında yer alması ve pervazların gövdelerin üstünde,
başlığın altında kullanılması şeklindeki uygulamalarda bize Kuzey Suriye kökenini gösterir.

.Bayraklı'nın mantar biçimli sütun elemanı toptan biçimi, yaprak sırası ve yapraklar arasındaki dil
bakımından Suriye'nin Geç Hitit modellerine bağlıdır. Bir yaprak sırası ile süslü toruslar Geç Hitit
sanatında olsun, ya da onun etkisi altında gelişen Assur örneklerinde olsun, hem altlık hem de başlık
olarak iş görürler. Başlıklar için Geç Hitit sanatında olduğu oranda Assur mimarlığında da örnekler
vardır. bu durum altlık için de geçerlidir. Yaprak sırası ile süslü toruslar Geç Hitit mimarlığında olduğu
gibi Assur yapı sanatında da altlık olarak kullanılmışlardır.

Söz konusu sütun elemanının mantara benzeyen biçimi Geç Hitit-Suriye örneklerinde ve onların
Fenikeli modellerinde görülür. Suriye- Geç Hitit örneklerine modellik etmiş Fenike eserlerinde görülen
sütun başlıkları dikkat çekicidir. Ramat Rahel kalesinin ana yapısında pencere korkulukları olarak
kullanılmış kireç taşından sütunların başlıkları, gerek konik alt bölümleri gerekse yaprak çelengi ile
süslü torus biçimli orta bölümleri bakımından Smyrna örneklerinin prototipidir.

Mantar biçimli sütün elemanının yaprak çelengi ile süslü torus biçimli üst bölümü bütünü ile Fenike
etkisindeki Geç Hitit modellerine bağlıdır. Yaprak çelenginin, hem altlık hem de başlık olarak kullanımı
mevcuttur. Smyrna örneklerinin yaprakları Fenike etkisindeki Zincirli örneklerine dayanır. Zincirli'de
bulunmuş fildişi mobilyalarda Smyrna örneklerinin yaprak biçimi ile onların arasındaki dil öğeleri
bulunmaktadır. Bu diller Assur sanatındaki sütun altlıklarında da mevcuttur. Ancak Assur örneklerinde
yapraklar farklı bir biçimdedir. Bu nedenle Assur modelleri zaman bakımından Smyrna örneklerine
daha yakındır. 6. yüzyıl başında yapılmış Urartu fildişi mobilyalarında Smyrna yaprak biçimlerine
benzeyen örnekler görülmektedir. Ancak bunlarda Smyrna yaprak sırası için çok karakteristik olan dil
öğesi eksiktir.

Mısır’a gelindiğinde, Yakındoğu kültürleri içinde Hellen Sanatı’nı mimari, kutsal alan düzenlemesi ve
yontu sanatı ile etkileyen önemli bir kültürdür.Mimari açıdan;

•Yunan tapınak mimarisindeki dipteros planın kökeni Mısır’dır. Sütun yoğunluğu kopyalanırken dinsel
içerikten etkilenilmemiştir. (Didyma Apollon, Samos Heraion , Efes Artemision)

•Kutsal alan düzenlemesinde de Hellen toplumu Mısır’ın kutsal yol kavramından etkilenmiştir.
Mısır’da kutsal alan kent merkezine kutsal bir yol ile bağlanmaktaydı ve bu yol üzerinde kenarlarda
firavun ve aslan heykelleri yer almaktaydı. Arkaik Dönem’de Didyma’yı Miletos’a bağlayan kutsal
yolun iki tarafında gücün ve koruyuculuğun simgesi olan aslan heykelleri ve rahip heykelleri
bulunmaktaydı.

34
HEYKELTIRAŞLIK ESELER

Yunan Demir Çağı'na ait olup günümüze ulaşabilen en erken tarihli ve taştan yapılmış heykeltıraşlık
eserleri Girit'te bulunmuştur. Bunlar arasında parçalar halinde korunmuş bir baş ile karşıdan yaklaşan
bir arabaya karşı okçuları tarafından korunan, tapınağı içindeki bir tanrıçayı betimleyen frize ait küçük
bir kabartma vardır. Bu eserler üslup itibarı ile Suriye ve Geç Hitit Krallıkları tarafından Yunan
dünyasına yeniden tanıtıldığı, aralarında bronz silahlar ve heykelciklerin de bulunduğu bir dizi eser ile
ortak özelliklere sahiptir. Bu dizinin son örnekleri ise M.Ö 8. yüzyılın ikinci yarısında, Dreros'ta inşa
edilmiş olan Apollon'a ait küçük tapınakta ele geçen ve bronzdan yapılmış üç kült heykelciğidir. Söz
konusu bu figürler ahşap üzerinde tutturulan ve çekiçleme yöntemiyle şekil verilen bronz levhalardan
oluşmaktaydı. Bu eserlerin göçmen sanatçılar ya da aileler tarafından yapıldığı anlaşılmaktaydı.

Heykeltıraşlık açısından bakıldığında, Doğu Yunan heykelciliği büyük ölçüde Geç Hitit örneklerinin
etkisi altında kalmıştır. Miletos'ta, Efes'te ve Erythrae'da MÖ 7. yüzyılın başında üretilmiş, bol
miktarda Geç Hitit etkilerini sergileyen eserler bulunmuştur.

Doğal büyüklükteki heykeller Hellas'ta olduğu gibi MÖ 600 tarihlerinde ortaya çıkmıştır. İon yontu
ustaları Attika örneklerinden olduğu oranda Doğu eserlerinden de etkilenmişlerdir. Didyma'daki
Branchid rahipleri söz konusu heykelciliğin en belirgin yaratılarıdır. MÖ 6. yüzyılın ikinci yarısında
Naukratis'te koloni kurmuş olan Anadolulu İonlar ayrıca Mısır aslan heykel örneklerinden de
etkilenmişlerdir. Özellikle yere yatmış, başı seyirciye doğru dönmüş aslan tipi bu devirde, MÖ 6. yüz-
yılın başlarında, moda haline gelmiştir.

MÖ 700 tarihlerinde Doğu Dünyası'nın heykel ve kabartmalarından esinlenerek yaratılan İon


heykelleri Hellen sanatının başarılı ürünleridirler. Samos, Miletos, Didyma, Ephesos, Erythrai, Bayraklı
ve Karadeniz Ereğlisi'ndeki eşsiz değerde yaratılar dünya sanat tarihinde en ön sırada yer alırlar. Ion
yontu stilindeki badem gözler, gülen ağız, himation, chiton ve elbise kıvrımları Attika heykelciliğinin
İon örneklerinden alarak kullandığı stil ve ikonografik öğelerdir.

Elimizdeki verilere bakacak olursak, insan boyunda ya da daha büyük heykel ve kabartmalar,
Yunanistan'da M.Ö 7. y.y ortalarından önce yapılmıyordu. Bu tarihten önce kült heykellerinin bile
küçük boyutta ve tahtadan yapıldığı anlaşılıyordu. Ahşap kült heykellerinin (Ksoanon) varlığını yazılı
kaynaklardan öğreniyoruz, ancak bu heykeller görünüşte oldukça ilkel olmalıydı. Samos'ta yer alan
Hera tapınağında bulunan birkaç ahşap heykelcik dışında, hiçbir ahşap malzeme günümüze
ulaşmamıştır. Yunanistan'da büyük boyutlu heykellerin yapılmasını gerçekleştiren etkenin Doğu'daki
ülkeler ile olan ilişkiler olduğu ortaya çıkıyor. Mısır'ın Assur'u M.Ö 672'de almasından sonra, Mısır ile
olan ilişkiler artmıştır. Herodotos'a göre Mısır kralı Psammetichos(M.Ö 660-609) İonia ve Karia'dan
gelenlere Nil'in iki yakasında yerleşmek için yer göstermiştir.

Heykel sanatında Kouros ve Kore’ler M.Ö. 7.yy sonları, özellikle de 6.yy içinde Yunan sanatında çok
kullanılmış heykellerdir. Bu heykellerin kökeni Mısır’a dayanmaktadır ancak malzeme açısından
farklılık göstermektedirler. Hellen dünyasındaki bu heykeller mermerden, Mısır’daki heykeller ise
Mısır’ın yerel siyah taşından yapılmaktaydı. Mısır heykellerinde genellikle anıtsallık önemlidir. Bunun
nedeni Mısır’da insan boyutu ve o boyutun üzerinde yapılan heykellerin aristokrat sınıfı

35
simgelemesidir. Mısır heykel yapımında frontalite çok önemlidir. Mısırlı heykel ustaları, heykellerini
taş bloklarının kenarlarına çizdikleri plan kare sistemine göre tasarlıyor, kullandıkları standart ölçü
ilkelerine göre insan vücudunun oranlarını gerçeğe yakın bir şekilde işleyebiliyordu. Bu sisteme
kanonik sistem adı verilirdi.

Duruşlarda ve genel görünüşte Mısır ve Mezopotamya'dan aktarılan özellikler belirlidir. Mısır


heykellerinde iki türlü duruş söz konusudur; sol ayak önde, sağ ayak geride kollar genellikle gövdeye
yapışık ve hafif yumruk yapılmış şekilde olmak üzere bir kaide üzerinde dururlar ya da iki ayak aynı
hizada birleşmiş olarak gösterilir. Mısır taş heykellerinin arkasında genelde bir destek olması ve kısa
etek giymesi ile Yunan kouros heykellerinin desteksiz ve bütünüyle çıplak olarak yapılması önemli bir
farklılıktır. Erken dönemlere tarihlenen heykellerin kulak, diz kapakları ve kaburgalar gibi anatomik
detayları, vücutla organik bir ilişki içermemektedir.

Auxerre tanrıçasının tanımı Daedalik stilin değerlendirilmesi için önemli verilerden biridir. Kireç
taşından yapılan ve bu eserde iki omuzu kaplayan yarım manto Girit tarzındadır. Ellerin göğüs arasına
konulması pozisyonu Astarte şeklinde özellikle Suriye'de karşımıza çıkar. Saçlar daedalik stilde olup,
daha çok mısır peruğu olarak tanımlanır ve saçlar yatay dalgalar halinde işlenmişlerdir.

Erkek belden aşağısını örten bir tür eteklik, kadın ise tek askılı bir elbise içinde gösterilir. Mısır’da
çıplaklık 14 yaşına kadar serbesttir, 10 yaşından sonra erkeklerde çıplak heykel göremeyiz oysaki
Yunanlılarda kouroslar çıplaktır. Erkek heykellerinde saçlar ya kazınmış ya da klaft adı verilen
omuzlara kadar inen sıra sıra bukleler halinde gösterilir. (Hellen dünyasında saçsız ve peruklu heykel
modeli yoktur!) Yüz ifadesi ciddi ve gözler karşıya bakar biçimdedir.

Mısır’dan alınan kolla ilgili pozisyona gelince elinde herhangi bir obje tutan özellikle de arkaik
Korelerde sıklıkla görülen kolun dirsekten kıvrılarak göğüs üzerine konması ile oluşan “v” şeklindeki
dar açı pozisyonu yine Mısır’dan alınmış bir gelenektir. Koreler ayrıca gövdeye yapışık duran, kıvrımsız
kalın kumaştan bir giysi ile gösterilmiştir.

Arkaik dönemde sevilen başka bir Yunan heykeli örneği de oturan erkek ya da kadın heykelleridir. Bu
heykel örneği de doğu örneklerine yakın özellikler gösterir. İki ayağı birbirine yakın, iki kolu
kucağında, elleri genellikle dizlerden aşağı sarkıtılmış, kimi zaman da bir eli yumruk yapılmış olarak
betimlenmişlerdir. Genellikle kalın bir kumaşa bürünmüşlerdir, kumaş hemen hemen kıvrımsızdır,
ancak ayaklar üstünde, etek ucu yay biçiminde kıvrılmıştır, bu da Assur heykellerinden bilinen bir
özelliktir.

Mısır’dan ayrılan arkaik yüz özellikleri, iri badem gözler, arkaik gülümseme, dolgun yüz ifadesi Hellen
özellikleridir. Buna karşın adeleli kol ve göğüslerde kasların vurgulanması Mısır heykel sanatından
alınmıştır. Ancak Hellen sanatında zaman zaman daha fazla kas detayları verilmiştir. En iyi örnekler
Samos, Miletos, Didyma, Ephesos, Erythrai, Bayraklı ve Karadeniz Ereğlisi'nde ele geçmiştir.

Hellen sanatında kore ve kouroslar dışında arkaik dönemde çok kullanılmış olan bir diğer heykel
grubu, oturan heykellerdir. Bunlar erkek ya da kadın olabilirler. Özellikle Miletos’tan Didyma’ya giden
kutsal yolun iki tarafına konmuş olanlar en güzel örneklerdir ve bunlar aynen Mısır oturan
heykellerinde olduğu gibi genellikle arkalıksız bir taht ya da koltuk üzerinde otururlar ve cepheden
yapılmışlardır.

36
Bir başka etkili öğe olan Mısır inancındaki sphinx, aslan gövdeli, kadın ya da erkek başlı olarak
simgelenir. Sphinx II.bin kültürlerinde Mezopotamya dışında çok sevilen ve kullanılan, özellikle de
kapıların koruyucusu kimliğinde düşsel bir yaratık olarak kabul edilir. I.binyılda da Hellen dünyasında
plastik sanatta, kabartmalarda ve özellikle de seramikte çok kullanılmıştır.

Karyatidler'e geldiğimizde ise Vitruvius'un Mimarlık Üzerine On kitap adlı eserinde belirttiği üzere; İyi
bir tarih bilgisi gereklidir ; çünkü bir yapının tasarımında süslemeli kısımlar arasında öyleleri vardır ki,
mimarın bunların ardında yatan gerçekleri soranlara açıklayabilmesi gerekir. Örneğin, Karyatid adı
verilen uzun giysili kadınların mermer heykellerini sütun yerine kullandığını ve pervaz (korona) ile
damlalıkları ( mutule) kadınların başı üzerine yerleştirdiğini düşünürsek, mimar soranlara şu
açıklamayı yapacaktır : Peloponnes yarımadasında bir kent devleti olan Karya, Yunanistan’a karşı
Perslerin tarafını tutmuştu ; daha sonra savaşta zaferle özgürlüklerini kazanan Yunanlılar, seferberlik
ilan edip Karya Halkına savaş açtılar. Kenti ele geçirerek erkekleri öldürdüler ve devleti ıssızlığa
terkettiler ; kadınları da köle olarak kaçırdılar. Ancak uzun giysilerini ve diğer evlilik simgelerini
çıkarmalarına izin vermeyerek zafer alayında onları zorla teşhir ettiler. Bu kadınlar utançlarının ağırlığı
altında ezilerek sonsuza dek köleliği temsil ettiler ve devletlerinin kefaretini ödediler. Böylece
dönemin mimarları, Karya halkının günah ve cezalarının ardılları tarafından da bilinerek sürdürülmesi
için kamu yapılarına yük taşıdıkları görülecek biçimde bu kadınların heykellerini yerleştirdiler.

RESİM SANATI

Narratif, öyküsel, anlatıcı resim sanatı demektir. Betimlediği resimlerin bir öyküsü ya da açıklanması
gereken bir konusu varsa resmin ya da betimin bir yanına bunu yazıyla da yazmaktır. Mısır’dan sonra
diğer kültürlerde de narratif teknik uygulanmasına karşın yazıyla belirtme yoktur. Narratif teknik,
Hellenler’e betimsel olarak geçmiştir. Bunun dışında dikey ya da yatay kırık çizgilerle gösterilen su,
(raing draw- daha sonra meandra geçiş görülüyor). Mısır’da ilk kez ortaya çıkar ve daha sonra
Hellenler’i etkiler. Dikdörtgen ya da kare bir sınırlandırılmış alanda betim yapma olgusu da ilk kez
Mısır’da görülür. Hellen Sanatı’na bu, metop ya da panel olarak geçer. Mısır resim sanatından Hellen
resim sanatına geçmiş olan düzenlemelerden biri de metobun yanında friz sistemidir.

Yine Hellen Sanatına geçmiş bir başka özellik de öbür dünyayı gösteren ‘’yalancı kapı’’ dır. Hellen
inancına da aynen alınmış, canlılarla ölüler dünyasını ayıran kapıdır. Ancak Hellen dünyasında
Horusun koruyan gözleri yoktur.

Mısır Sanatı, narratif etkilerini özellikle kil yataklarından inşaata kadar olan sahneleri gösteren duvar
resimlerinde ortaya koymuştur. Bu konuların ve de çalışanların hareketleri erken Korinth pinaks ve
vazoları üzerinde sıklıkla kullanılmıştır. Korinth, Mısır resim sanatından çok etkilenmiştir; özellikle 7.yy
sonu eserlerinde sphinx’ten çalışma atölyelerine değin işlenen temalar Mısır etkilidir.

Thera ve Girit resimlerinde konular aynı olsa bile her kompozisyon orjinal olup ve birbirini
tekrarlamamaktadır. Mısır sanatında ise ikonografinin sıkıcı bir şekilde birbirinin tekrarı olduğu
görülmektedir. Girit'teki sanatçılar Mısırdaki meslektaşlarına göre daha önceden yapılmış olan
örneklerden daha az etkilenmişlerdir. Bu nedenle de Giritli sanatçılar yaratma konusunda Mısırlılara
göre daha özgürdürler.

37
Resim tekniği açısından Girit ile Mısır arasında belirgin farklar vardır. Mısır duvar resimlerinde insan
figürleri vurgulanmış, doğa ikinci planda kalmıştır. Natüralizm akımlarının ilk kez ortaya çıktığı Girit
duvar resminde ise insan ve doğa bir bütünlük içinde verilmiş, ayrıca sadece doğa görünümlerinin
işlendiği resimler de yapılmıştır. Örneğin, Amnisos villasındaki resimlerden birinde saksılardan
zambak ve başka çiçek demetleri fışkırmakta, Knossos'taki safran çiçeklerini toplama sahnesinde ise
mavi renkli bir maymun görülmektedir. Bunun yanı sıra Mısır resminde olduğu gibi üçüncü bir boyut
yoktur. Fakat buna karşın kuş bakışı bir perspektif uygulanmıştır. Esas figürün arkasındaki fon tepeden
bakar gibi yapılmıştır ve nesneler sanki yukarıdan sarkıtılmış gibi durmaktadır. İnsan figürlerinin
başlarının profilden, gözlerin cepheden, üst bedenin cepheden, kalçaların ve bacakların profilden
gösterilmesi Mısır resim sanatını hatırlatmaktadır. Mısır sanatında olduğu gibi kadın teni beyaz, erkek
teni ise kırmızı boya ile gösterilmiştir.

YAZI

Sözlü ve yazılı Yunan kaynaklarından, Yunan alfabesinin ortaya çıkışına ilişkin bazı bilgiler sağlamak
mümkündür. Herodotos'a göre Yunanlılar alfabeyi Fenikelilerden öğrenmişlerdir. Yunanlıların sıkı
ticari ilişkiler içinde bulundukları Fenikelilerin mallarını belirlemede bazı işaretler kullandıklarını
gördükleri ve bunları kısa zamanda öğrenerek kendilerine uyarladıkları bir gerçektir.

Yunanlıların Fenikelilerden öğrendikleri alfabe, 22 harften oluşan Kuzey Sami alfabesidir. Bu alfabenin
M.Ö 8. yüzyıl sonlarına kadar bu bölgede yaygın bir şekilde kullanıldığı bilinmektedir. Fenikelilerin
kullandıkları bu yazının, en erken Yunan yazısı gibi sağdan sola doğru ( Sinisrorsum ) yazılması ve
Fenike harf isimlerinin Yunan alfabesindeki harf isimlerine benzemesi, alfabenin doğu kökenli
olduğunun güçlü belirtileridir.

Yunanlıların alfabeyi öğrendikleri yer ticari amaçlarla Suriye sahillerine kurdukları yerleşim
merkezleridir. Asi kıyısında kurulmuş olan Hamath'da Fenike dilinin Arami dialektinde yazılmış yazıt
bulunan bir kap ele geçmiştir. Son araştırmalara göre yazının Fenike’den değil de Kuzey Suriye’den
alındığı düşünülmektedir. Buna kanıt olarak ise MÖ 725 yılanda üzerinde yazı olan bir Oinochoe kanıt
gösterilmektedir.

MİTOLOJİ

Hellenlerin din ve mitoslar alanında, özellikle Fenike'liler aracılığıyla Hurri kültüründen ve dolayısıyla
Babil ve Sümer'den etkilendikleri bilinmektedir. Hurri kökenli Kumarbi mitosu buna verilebilecek
örneklerden biridir. Bu mitosta anlatılan baba-oğul tanrılar arası mücadelenin izleri Hellen'lerin
yaratılış mitosuna temel olmuştur.

Khimaira, Grek sanatında görülen Doğu kökenli karışık yaratıklar arasındaki, en yaygın tiplerden
biridir. O Grekçe keçi olarak adlandırılmasına rağmen her şeyden önce bir aslan karşılığı bir yaratığı
temsil eder. Onun keçi olarak adlandırılmasına sebep olan şey sırtından çıkan keçi başıdır. Özellikle
Seramik sanatında karşımıza çıkan bu tipler Grek sanatının dışa açıldığı M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren
yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanır. Bu tiplerin kökenlerine baktığımızda bir çoğunun Doğu
sanatlarında daha önceki dönemlerde kullanıldığı görülür. Khimaira’yı bir bütün olarak değil de diğer
uzuvlarıyla değerlendirdiğimizde ise, bunların Ön Asya ve Mezopotamya sanatlarında M.Ö. 3. binden

38
itibaren çok yaygın olarak kullanıldığını görürüz. Khimaira köken olarak Doğu sanatlarının bir
ürünüdür. Fakat mitolojideki bilinen son şeklini Grek sanatında almıştır.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz; Eski Doğu dünyasını oluşturan Mezopotamya, Mısır, Anadolu ile
Eski Batı dünyasının önemli bir parçası olan Hellen kültürleri arasında gözle görülen bir yakınlaşma söz
konusudur. Bu gruplar arasında süreçsel olarak bir akış gözlemlenmektedir. Bunun sonucunda ortaya
çıkan paralellik ve benzerlik her iki dünyada ki benzer bazı siyasal, sosyal ve ekonomik şartların ve
hatta benzer yaşam biçimi ve benzer kültürel gelişimin ürünü olmalıdır. Bu ilişkiler Geç Bronz Çağ ve
Demir Çağlar'da karşımıza çıkmaktadır.

39
KAYNAKÇA

• Tekin, Oğuz, Eski Anadolu Ve Trakya, İstanbul, 2007

• Akurgal, Ekrem, Anadolu Kültür Tarihi, 2005

• Graves, Alan, Miletos Bir Tarih, İstanbul, 2000

• Özyiğit, Suzan, Phokaia, İzmir, 1998

• Richter, G., Yunan Sanatı, İstanbul, 1984

• Boardman, John, Yunan Heykeli Arkaik Dönem, İstanbul, 2001

• Boardman, John, Yunan Sanatı, İstanbul, 2006

• Levi, Peter, Eski Yunan, İstanbul, 1987

• Vitruvius, Mimarlık Üzerine On Kitap, 2005

• Mansel, Arif M., Ege ve Yunan Tarihi, 1995

• N. Marinatos, Art and Religion in Thera, 1984

• Çapar, Ömer, Hellen Mitoslarında Doğulu Unsurlar, Tarih İncelemeleri Dergisi, s.79-90, İzmir,
1991

• Temür, Akın, Grek Sanatında Görülen Khimaria'nın Köken ve Gelişimi

40

You might also like