Professional Documents
Culture Documents
Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 2
Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 2
Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 2
TİRKİYK’DE
SİYASI
DÜŞENCE
MODERN TÜRKİYE’D E SİYASI DÜRÜNCE • CİLT 2
Kemalizm
6, BASKI 2009, İstanbul
MODERN
TÜRKİYE’DE
SİYASI
DÜŞÜNCE
CİLT 2
Kemalizm
GENEL YAYIN YÖNETMENİ Murat Belge
İLETİŞİM A.Ş. ADINA SAHİBİ Tuğrul Paşaoğlu
YAYIN KURULU Murat Belge, Tanıl Bora, Ahmet Çiğdem, Bağış Erten,
Murat Gültekingil, Ahmet İnse], Ömer Laçiner
EDİTÖRLER Tanıl Bora, Murat Gültekingil
YAYIN SEKRETERİ Bağış Erten
CÎLT EDİTÖRLERİ Bİ Rİ NCİ CİLT
Cuttıhuriyel'e Devreden Dilimce Mirası:
Tanzimat ve Meşrutiyetin B irik in ti: m eh m et ö .alkan
İKİNCİ CİLT
Kemalizm: ahmet insel
ÜÇÜNCÜ CİLT
M odernleşme ve Balı a itle: uygur KOCABAŞOGLU
DÖRDÜNCÜ Cİ LT
Milliyetçilik; TANIL BORA
BEŞİNCİ CİLT
M uhafazakârlık: AHMET ÇİĞDEM
ALTINCI CİLT
İslamcılık: YASIN aktay
yedinci cilt
L ib e ra lim ; mustafa ERDOĞAN - MURAT yilmaz
s e k i z i n c i c i l t
Sol Düşünce: MURAT GÜLTEKİNGİL
DOKUZUNCU CİLT
Dönemler ve Karakteristikler; ÖMER laçiner
MODERN
TÜRKİYE’DE
SİYASÎ
DÜŞÜNCE
|- - ■ 2 . Cl L P i 1 Y » 2 « » l A H I
DOĞAN AK YAZ * FARUK ALPKAYA • CUMHUR ASLAN • TOKTAMIŞ ATEŞ • SUAVI
AYDIN • MURAT BELGE • TANIL BORA • HAMİT BOZARSLAN • ÜMİT CİZRE • NUR
BETÜL ÇELİK • AHMET DEMİREL • M. GÖRKEM DOĞAN • TARHAN ERDEM * NECMİ
ERDOĞAN • NURAY KARACA EREREM • BAĞIŞ ERTEN • ALİ SEVGİLİLİ • ÖZGÜR SEVGİ
GÖR AL * ASENA GÜNAL * ATTİLÂ İLHAN • AHMET INSEL * AYKUT KANSU • BARIŞ
KARACASU • M. ASIM KARAÖMERLİOĞLU • KURTULUŞ KAYALI * ALİ KAZANCIGIL •
CEMİL KOÇAK • ORHAN KOÇAK • LEVENT KÖKER • DUYGU KÖKSAL • BILSAY KURUÇ •
AHMET KUYAŞ * ATILLA LÖK * ELÇİN MACAR • NURŞEN MAZICI • NURAY MERT *
HANDE ÖZKAN • TAHA PARLA * AYŞE SAKTANBER • MEHMET SOYDAŞ • BİRSEN
TALAY • YÜKSEL TAŞKIN • METE TUNÇAY • ÖMER TURAN* MUSTAFA TÜRKEŞ • ÖMER
TÜRKEŞ • HAKKI UYAR * HAŞAN ÜNDER * CENNET ÜNVER • M. BÜLENT VARLIK • NEŞE
G. YEŞILKAYA • MESUT YEĞEN • AHMET YILDIZ • ERIK-JAN ZURCHER
fid e k ile r
Sunuş........................................................................................13
Giriş..........................................................................................11
MURAT BELGE
Mustafa Kemal ve Kemalizm.................................................29
ERİK JAN ZÜRCHER
Kemalist Düşüncenin Osmcmh K aynaklan..........................44
MESUT YEĞEN
Kemalizm ve Hegemonya?..................................................... 56
• Recep Peker
A HM ET Y IL D IZ .............................................................................. 58
• Falİh Rıfkı Atay
H AN D E Ö Z K A N .................................................................................................... 64
NUR BETÜL ÇELİK
Kemalizm: Hegemonik Bir Söylem....................................... 75
• Şükrü Kaya
HAKKI UYA R............................................................................................................ 80
METE TUNÇAY
İkna (İnandırma) Yerine Tecebbür (Zorlama)..................... 92
LEVENT KÖKER
Kemalizm/Atatürkçülük: Modernleşme,
Devlet ve Demokrasi............................................................... 97
İ Ç İ N D E K İ L E R
• Halkevleri
NEŞEG. YEŞİLKAYA..................................................... .. ....... 113
CEMlL KOÇAK
Tefe Parti Yönetimi, K em alizm ve Şeflik Sistemi:
E bedî Ş e f /Millî Ş e f ..............................................................119
• İsmet İnönü
AHMET DEMİREL.................................................................................... 124
HAŞAN ÜNDER
A tatürk İmgesinin Siyasal Yaşam daki Rolü....................... 138
ÜMİT CİZRE
Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı
Kuvvetleri: Kavramsal ve İlişkisel Bir A naliz 156
• Doğan Avcı oğlu
ELÇİN MACAR.................................................................................... 162
• Ordu ve Resmî Atatürkçülük
DOĞAN AKYAZ............................................................................................ 180
A Lİ G E V G İL İL İ
Kemalizm ve Bon apartizm ..................... 192
NURAY MERT
C um huriyet T ürkiyesi’nde Eaifelife ve
K arşı Laikliğin Düşünsel B oyutu .......................... 197
• Halil Nimetullah Öztürk
CUMHUR ASLAN.............................. 200
AHMET YILDIZ
Kemalist M illiyetçilik ................................................. 210
• Mahmut Esat Bozkurt
H A KKI U Y A R ............................. 214
• Afet İnan
Ö Z G Ü R SEVGİ G Ö R A L ............. ............... 220
ALİ KAZANCIGÎL
Anti-emperyalist Bağımsızlık İdeolojisi ve
Üçüncü Dünya Ulusçuluğu Olarak Kemalizm 235
İ Ç İ N D E K İ L E R
M. ASIM KARAÖMERLİOĞLU
Türkiye’de Köycülük 284
• Köy Enstitüleri
M. ASIM KARAÖMERLİOĞLU ........................................... 286
BİLSAY KURUÇ
Kemalist Ekonomi Görüşü: Kesitler 298
TA H A P A R L A
Kemalizm Türk Aydınlanması mı? 313
T O K T A M 1Ş A T E Ş
Kemalizm ve Özgünlüğü 317
AYŞE SAKTANBER
Kemalist Kadın H aklan Söylemi 323
BARIŞ KARACASU
“Mavi Kemalizm”
T ürk Hümanizmi ve Anadoluculuk 334
• Niyazi Herkes
KURTULUŞ KAYALI........................................................... ................. 338
SU AVI A Y D IN
Cumhuriyetin İdeolojik Şekillenmesinde Antropolojinin
Rolü: Irkçı Paradigmanın Yükselişi ve Düşüşü 344
İ Rİ MD E K İ L E R
• M. Saffet Engin
C U M H U R ASLAN..................................................... ............................................ 350
ORHAN KOÇAK
1920’lerden 1 9 7 0 lere K ü ltü r P o litika la rı 370
• Cahit Tanyol
Ö M ER T U R A N ........................................ 382
• Kemalist Kültür Politikaları Açısından
Türk Tarih ve D il Kurumlan
YÜKSEL TAŞKIN .................................................................... 419
ÖMER TÜRKEŞ
G ü dü k B ir Edebiyat K ano nu 425
• Yakup Kadri Karaosmanoğlu
BİRSEN TALAY ..................................................................... 430
TARHAN ERDEM
CHP’de P a rti fçi M ücadelede “K e m a lizm ” ve
“Devrimler” TartışmalarıÜ zerin e 449
• Turan Güneş
YÜKSEL TAŞKIN.................................................................................................... 452
• Bülent Ecevit
HAMİ T BOZAR SLA N .............................. 458
MUSTAFA TÜRKEŞ
Kadro D e rg isi 464
• Şevket Süreyya Aydemir
CENNET Ü N V E R ................................................................................................... 466
FARUK ALPK AYA
B ir 20. Yüzyıl A k ım ı: “Sol Kemalizm” 477
• Uğur Mumcu
A S E N A G Ü N A L ................... 'T O —
• Attilâ İlhan
D U Y G U KO KSA L..................................................................................................T Ö O
a t t Ilâ Ilhan
Kemalizm: Müdafaa-i Hukuk Doktrini 518
TANIL BORA-YÜKSEL TAŞKIN
Sağ Kemalizm 529
* Turhan Feyzİoğfu
YÜKSEL TAŞKIN.......... ................................................................................ 534
• Celâl Bayar
TANIL B O R A ........................................ .............................. 546
NURŞEN MAZICI
27 Mayıs, Kemalizmin Restorasyonu mu? 555
♦ H ıfzı Oğuz Bekata
NURAY KARACA EREREM ............................................................................ 558
YÜKSEL TAŞKIN
12 Eylül Atatürkçülüğü ya da Bir Kemalist
Restorasyon Teşebbüsü Olarak 12 Eylül 570
* Coşkun Kırca
YÜKSEL TAŞKIN.......................................................................................... 574
NECMİ ERDOĞAN
Neo-Kemalizmf Organik Bunalım veHegemonya 584
• Son Dönemde Kemalizme
Demokratik Meşruiyet Arayışları
Ö M ER TU RA N ...................................................................................................... 592
Kaynakça................................................................................ 601
Dizin.................................................................. 625
ce si, E n ver H oca d ü şü n cesi veya rının da güçlü biçimde var olmalarım
Marksizm-Leninizm ciltlerinin ele ala izah etmek, Kemalist siyasal düşünün
caklarından başka bir siyasal düşün en önemli ve ayırt edici özelliğini
cenin varlığı kabul edilmeyecekti. Ne vurgulam ak dem ektir. Kem alizm ,
var ki, dayandıkları siyasal sistem Türkiye siyasal düşün dünyasının he
çöktüğünde bu siyasal düşünceler de gemonik düşünce akımıdır. Ama için
aynı hızla hegemonik konumlarını de pragmatizm baskın biçimde bu
kaybettiler. Hegemonyalarının, siyasal lunduğu için, diğer “evrensel” siyasal
düşünce boyutundaki güç ve etkile düşünce akımlarının varlığına göreli
rinden ziyade, totaliter siyasal tahak olarak uyum sağlayabilen bir siyasal
küme dayandığı görüldü. düşüncedir. Kemalizmin bu pragma-
Bu kaba betimleme, siyasal düşün tik içeriği, onun hegemonyacı konu
ceyle siyaset alanı arasındaki bağlantı munu yumuşatır. Diğer siyasal dü
nın modern dönemde iki temel model şünce akımlarının Kemalizme bir bi
içinde gerçekleştiğine işaret ediyor. çimde eklem lenm elerini sağlayan,
Bir yanda, yerel ve kişisel boyutların Kemalizmin kendi içinde bir episte
var olmadığı veya çok geri planda kal moloji, bir yöntem taşımamaması ka
dığı, daha evrensel siyasal düşünce dar, bu pragmatik hegemonyacı içeri
akımlarının etkili olduğu toplum mo ğidir Düşünsel derinliğinin sığ ve dü
deli; diğer yanda, tek bir siyasal dü şünsel örgüsünün seyrek olması, Ke
şüncenin mutlak olarak egemen oldu malizmin yeni şart ve zamanlara ayak
ğu totaliter toplum modeli. Türki uydurabilmesini, zaman içinde farklı
ye’nin 20. yüzyıl siyasal düşünce ma yorumlar altında diğer siyasal düşün
cerası, bu iki çekim merkezinin etki ce akımlarının onu içselleştirmesini
alanı içinde, bu zıt kutuplann varlığı sağladı.
nın yarattığı gerginlik ortamında, sığ Kemalizm, birçok siyasal düşünce
içerikli ama görece istikrarlı bir mec akımı gibi, tek bir tanım ve tek bir an
rada seyretti. Maceranın böyle seyret layışa indirgenmez. Bu nedenle Kema-
mesinin hataları ve sevaplarıyla baş lizmlerden bahsetmek daha doğrudur.
sorumlusunun Kemalizm olduğunu Bunlar sağ veya sol Kemalizm, devlet
düşünmek abartılı değildir. çi veya liberal Kemalizm, muhafaza
Modern Türkiye’de siyasal düşün kâr, kültüralist veya reformcu Kema
cenin oluşum ve gelişimini inceleme lizm olarak diğer siyasal düşün akım
ve bunu hakim resmî ideoloji kalıpla larıyla eklemlenirler. Liberalizm, mu
rı içinde yapmama iddiası taşıyan bir hafazakârlık veya sol gibi farklı dü
çalışmada, en ön sırada ve belki en şünce akımlarına özgül ve güçlü bir
hacimli cilt olarak Aıatürkçülük/Ke- esin kaynağı sağlamaktan ziyade, as
malizmin yer almasını ve hemen ar gari meşruiyet dayanağı verirler.
dından farklı siyasal düşünce akımla Mustafa Kemal’in kendisi, savun-
SUNUŞ
dugu programın sistemli bir ideoloji sal düşünce akımı olarak Kemaliz-
olmadığım kabul eder. Hatta buna ıs min gelişmesini engelledi. Bu anlam
rarla sahip çıkar: “Neşrettiğim prog da Kemalizm totaliter tarzda hege
ramı, bir fırkai siyasiye için gayri kâfi, monyacı değildir.
kısa bulanlar oldu. Halk Fırkasının Toplumun büyük bölümünün pay
programı yoktur dediler. Filhakika, laştığı bir ulusal modernleşme ideali
umdeler namı altında malûm olan nin yoğunlaştığı, bunun bir siyasal
program ım ız, itiraz edenlerin gör duruşa dönüştüğü bir ideolojidir Ke
dükleri ve bildikleri tarzda, bir kitap malizm. Bu bağlamda, bir kuramsal
değildi. Fakat, esaslı ve amelî idi. Biz mutlak doğruyu ifade etmekten ziya
dahi, gayrikabili tatbik fikirleri, naza de, bir tavrı, bir siyasal duruş ve ko-
ri birtakım teferruatı yaldızlayarak, numlanışı mutlaklaştırır. Siyasal dü
bir kitap yazabilirdik. Öyle yapma şün seviyesinde bir yüzyıla yaklaşan
dık. Milletin, maddi ve manevî teced zaman dilimi içinde egemen konumu
düt ve inkişafatı yolunda, e fal ve ic nu koruyabilmesini sağlayan etmen
raat ile akval ve nazariyata takaddüm lerden birisi, Kemalizmin kendini özel
etmeyi tercih ettik” (Nutuk, s. 718- olarak konumlandırdığı mevkiin be
719). Yapılan işin söz ve nazariyattan lirlediği dönemsel mutlak doğrular
önce gelmesi, yani aksiyonun dokt üretme kabiliyetidir. Bunlar her döne
rinden ağır basması Kemalist ideolo min gereklerine göre ya içerikleri ya
jinin ait olduğu ideolojiler ailesinin da hiyerarşik sıralam aları değişen
önem li bir özelliğidir. Bunun için “mutlak doğrular’’dır. ideolojik olarak
doktrinin esnek olması, içeriğinin sığ ve yöntemsel olarak pragmatik
katı biçimde tanımlanmamış olması olan Kemalizmde içerikten ziyade, bir
gerekir. Mustafa Kemal, “doktrinin siyasal duruş ağır basar.
donması” tehlikesine İşaret ederken, Bu ciltte, modern Türkiye siyasal
aynı zamanda ait olduğu, “hikmeti yaşamında bir tür matris ideoloji ko
hükümet” gereklerine tâbi pragmatik numundaki Kemalizm/Aıatürkçülü-
m odernleştirm eci ideoloji dünyası gün değişik alanlardaki tezahürleri
nın kaygılarını dile getirir. Bu da Ke- nin, farklı perspektiflerden ele alın
malizmin hegemonyacı özelliğini za m asına özen gösterd ik . K em a
yıflatır. Yakın zamana kadar, Kema- lizm/Atatürkçülügün Türkiye’nin 80
lizmin kendisini özerk bir toplumsal yıllık tarihinde oynadığı olumlu rol
hareket olarak var etmekten özenle kadar, neden olduğu olumsuz etkileri
kaçınması, merkezî Kemalist akımla de inceleyen ve bunu esas olarak siya
rın kendilerini esasen özerk bir dev sal düşün boyutunda değerlendirmeyi
let politikasının unsurları olarak gör amaçlayan böyle bir kapsamlı çalışma,
meleri, toplumu kapsamlı bir biçim önümüzdeki siyasal tartışmalar için
de mobilize etme kudretinde bir siya önemli bir kaynak oluşturacaktır.
Milliyetçilik ve medeniyetçilik, Ke- dünyasını aydınlatmak geıekir. İmpa
malizmin iki aslî öğesidir. Bu iki öğe ratorluğun, candanları sayılan bazı
nin ışığında, siyasal düşünün siyasal toprakları hızla kaybetmesinin ardın
eyleme dönüşmesini sağlayan kurucu dan çökmesine, devletin dağılmasına
ilke, “Türkiye Cumhuriyeti nin sarsıl şahit olan, bunun travmasını yaşayan,
maz tem eller üzerinde” durmasını birçoğu bu kaybedilmiş topraklarda
sağlayan unsur alarak kabul edilen doğmuş ve büyümüş olan bir devlet
devleti korum ak ve güçlendirm ek e.liti zümresinin, devletin de yok ol
misyonudur. Nutuk'ta Mustafa Kemal ması tehlikesi karşısında duydukları
bunu şöyle dile getirir: “Binaenaleyh, tepki, uzun yıllar etkisini koruyacak
biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir tır. Bu tepki, Kemalizm'in asabiyyesini
noktai nazardan istilada ederiz. O oluşturur. Gençlik dönemi Kema’ıiz-
ncklai nazar şudur: Türk milletini, minde bu asabiyyeyi besleyen unsur,
medeni cihanda, layık olduğu mevkie, yeni bir devlet ve. yeni bir toplum
is’adetmek ve Türk Cumhuriyeti’ni kurma ideali kadar, devletin ortadan
sarsılmaz temelleri üzerinde, her gûtı, kalkması tehlikesini bertaraf etmek
daha ziyade takviye etmek” (Nutuk, tir. Gerçekten de, İkinci Dünya Savaşı
s.8 9 7 ). Bu milliyetçi ve medeniyetçi sonuna kadar devanı eden zaman di
yaklaşım, kısa zamanda devletin ko liminde, dünya yüzünde devletlerin
runması endişesinin hakim olduğu, ortadan kalkması mümkündü. Genç
savunmacı bir siyasal duruşa dönü Türkiye. Cumhuriyetfni yöneten kad
şûr. Devleti korumak ve. kollama mis rolar kadar, bir kısmı çok yakın bir
yonunun m illiyetçi ve medeniyetçi zamanda yaşadıkları toprakları terk
özelliklere baskın çıkmasının nedeni ederek Anadolu’ya göç etmek zorun
ni anlamak için, dünya siyasal kon da kalmış insanlardan oluşan toplum
jonktürünün yanında, birinci kuşak katmanları için de böyle bir yakın
Kemalistle.rin içinde, yetiştikleri zihin tehlike inandırıcı ve etkiliydi. Ama
G I K I $
İkinci Duııya Savaşını izleyen yıllar biçimde gören bu siyasal tasarım tarzı,
da. çok küçük istisnaisi dışında var devleti başlı başına bir toplumsal ve
olan devletlerin sürekliliği ilkesinin siyasal özne olarak tanımlama eğili
uluslararası siyasete hakim olmasın minde oldu. Kckü Cumhuriyet önce
dan. sonra, devleti koruma asabı yyesi sine giden bu siyasal kültür, Kemalist
Kemaliz mi n ıııu ha fazaîcâ riaş mas ın jn inkılâpçılığın hızla, toplumsal dene
bir örtüsü oldu. Bu dönüşüm. Ata tim amacına hizmet eden bir devlet
türkçülük adı alımda kendim daha muhafazakârlığı söylemine dönüşme
fazla ifade etmeye başlayan Kemaliz- sine yol açtı Bu çerçevede medeniye!
mi, bir zümrenin siyasal ve toplumsal çilık dc, ilk dönemdeki canlılığını
planda hâkini konumunu savunması kaybederek. Aydınlanma hareketinin
nın aracı haline getirdi. günlük yaşamdaki birkaç tezahürüne
Kemalizmin gençlik dönemindeki indirgendi. Jakoben/radıkal Kemalist
inkılapçı asabiyyesi, Osmanlı Impara- dar biı akım dışında, Atatürkçü dü
lorluğu'nun son dönemlerinden beri şünce sistemi olarak kendini tanımla
yavaş yavaş olgunlaşmakta olan bir yan merkez Kemalist düşün içinde
dizi medeniyetçi reformun kâh rıza Aydınlanma hareketi güçlü bir refe
kah 2.01Va ama hızla ve kararlılıkla hur ians olmakları çıktı.
yata geçirilmesini sağladı. Atatürk in Devlete bir toplum yaratmak, yaratı
kılâpları adı altında sonradan dondu lan toplumu ıslah etmek ve onu dev
rulan bu reformlar, modern bir top letle organik bir bütünsel bağ içinde
lurn yaratmak kadar, tarihî ve kültürel tasarlamak, ‘‘sınıfsız, kaynaşmış biı
kaynaklarının tanımı devletin deneti- lophınT ülküsünün Kemalizmin farklı
ininde olan bir insan turu yaratmayı kulvarlarında baskın olmasına yol açtı.
am açlıyordu. Em peryai tâbiiyetten Bu bağlamda, ulusu homojen b:r orga
ulus-devlet tâbiiyetine geçiş sürecinin nik bütünlük içinde tasarlayan Kem a
Türkiye özelinde taşıyıcı ideolojisi 1izimi: en yakın durduğu siyasal dü
olan Kemalizm ıçm, yeni lürk insanı şünce akımı korpoıatiznıdır. Kema-
nın kültürel kodlarının devlet mer Uzmlerin ortak paydalarından birisi,
kezlt tanımlanması önemliydi Czeık yekpare toplum idealidir Fiilen top
toplumsal örgütlenmelerin hızla orta lum hiçbir zaman yekpare olmadığı,
dan kaldırılması hu girişimi tamamla hele Türkiye topluıııunuıı etnik ve
yan önlemlerdi Kemalizmin çeşitli kültürel kaynaklan dikkate alınırsa
versiyonlarında, devlet merkezli bir yekpare olması mümkün olmadığı
toplum ve insan tasarımı her zaman için, Kemalizm toplumun yekpare bir
baskın oldu. Bu tasarımı açıkça dile görünümde olmasına özel bîr önem
getiren radikal Kemalisller için devlet, verdi, vermeye devam ediyor. Bu ne
“Atası etrafında toplanan millet''ti. denle. dm, sosyal sınıflar ve etnik kim
Devletle toplum ilişkilerini dc özel bir liklerin görünür kimlikler olarak ka
GİRİŞ
musal alanda yer almasına karşı şid me tercihi kuvvetler birliği ilkesinden
detli biçimde tepki gösteriyor. Kema- yanadır. 1921 Teşkilatı Esasiye Kanu-
lizmin, bunlann varlığının devletin be nu’na açık biçimde hakim olan bu an
kasını tehlikeye atacağına olan güçlü layış, daha sonra 1924 Anayasası’na
bir inancı hep oldu. Bu inanç, Osmanlı rağmen fiilen yürürlükte kalacaktır.
İmparatorluğu yönetim geleneğinden CHP Genel Sekreteri M.S. Esendal bu
devralman, devleti sağlam, sürekli ve fiilî durumu şöyle dile getirir: “Bizim
sabit bir tabana oturtma anlayışıyla pe iki anayasamız vardır: yazılmış ve ya
kişti. Bu homojen toplum anlayışı, sol zılmamış... Bunlardan yazılmış olanı
Kemalizmi de çok geniş bir halk tanı Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’dur. Yazıl
mı yapıp, geride kalan dar bir kesimi mamış olanı ise, şimdiki fiilî durumu
de ya modem öncesinin kalıntısı (mü- muz, yani Şef sistemimizdir” (1944).
tegallibe) ya da dış güçlerin maşası Kast edilen fiilî anayasa, kuvvetini
(komprador) olarak tanımlamaya itti. parti ve devleti bütünleştiren Şeften
Genç dönem Kemal izminde militan alır. Söz konusu olan kuvvetler birli
biçimde öne çıkan üniter devlet- üni- ğidir ama burada kuvvetler birliği
ter toplum-üniter kimlik üçlüsü, mu kavramının dayandığı ilke, doğrudan
hafazakâr Kemalizm döneminde Ata ve serbest seçimle gelmiş bir meclisin,
türk milliyetçiliği adı altında yumuşa “sürekli oturum halinde”, bir tüf sü
tılmış olarak resmî ideolojinin omur rekli devrim meclisi gibi çalışması de
gasını oluşturmaya devam etti. Türk ğildir. Böyle bir “konvansiyon mecli
milliyetçiliği gibi etnik vurgusu daha si” gibi göreli demokratik bir ortamda
belirgin bir milliyetçilik yerine, Ata çalışan 1. Meclis’in yerini, 11. Meclis’le
türk milliyetçiliği gibi içeriği daha birlikte, meclis çoğunluğunun merke
muğlak ve esnek, tammı resmî ideolo zî siyasal otorite tarafından belirlendi
jinin evrimine tâbi bir kavramın be ği, bir tür “plebisiter diktatörlüğün"
nimsenmesi, Kemalizme başından beri alması eğilimi, Takriri Sükûn Kanu-
hakim olan utangaç milliyetçiliğin do nu’nun hemen ardından hızlandı ve
ğal bir tezahürüdür. Bu milliyetçilik, kurumlaştı. Böylece 1924 Anayasası
emperyal hülyalar nedeniyle devleti na hakim olan kuvvetler ayrılığı ilkesi
tehlikeye soktuğuna inanılan pantür- kağıt üzerinde kaldı.
kizm gibi girişimleri, tehlikeli bir ma Kemalizmİn Kuvvetler Birliği ilkesin
ceracılık olarak değerlendirir. Kema den anladığı veya beklediği yapı, seç
lizm için milliyetçilik, Türkiye Cum- men iradesinin de devletin aslî güçleri
huriyeti’nin bekası için gerekli politi ne tâbi olduğu, otoriter devlet anlayışı
kalar bütünüdür. Bu anlamda, devlet na daha çok yatkındır. Atatürk’ün ha
milliyetçiliği veya resmî milliyetçilik yatında fiilen yürürlükte olan, fiilen
etnik milliyetçiliğe ağır basar. bu şekilde düzenlenmiş olan Kuvvetler
Mustafa Kemal’in siyasal örgütlen Birliği ilkesi, onun ölümünün ardın
GİRİŞ
lan” inancının çok güçlü ve yaygın ol özerkliğine son verilmesi ve adı kon
ması, bu patrimonyal siyasal tasanmla mamış bir ‘‘millî din” yaratılması ide
bağlantılıdır. Toplum katıyla ilişkisini ali, Kemalizmi Jakoben gelenekle ya
paternalisl tarzda tasarlayan Kemalist kınlaştırır. Dinin pozitivist yorumunu
düşün, kendini devletle bütünleştirir benimseyen, ateist olmayıp yaradancı
ken, devleti de Özneleştirir. Devlet, olan Jakoben gelenek ve onun temsil
toplumdan bağımsız, kendisine ait he ettiği Fransız Devrimi modeli, Kema
def ve çıkarları olan bir yüksek özne lizmin gençlik dönem inin önemli
dir. Kemalist düşün veya düşünler, esin kaynaklarından birisidir. Genç
kendilerini bu öznenin bilincinin taşı Kemalizmin İslâm’la olan ilişkisinde
yıcısı olarak görürler. Kemalizmin bu Jakoben etki çok açık biçimde gö
topluma bilinç taşıma misyonunun ar rülür. Fransa’da Jakoben yaklaşımın
kasındaki siyasal temel, patrimonyal Kiliseyle olan çatışmasında ifade etti
devlet anlayışı geleneği ve onunla ya ği, siyasal otoritenin denetimi dışın
kından bağlantılı olan paternalizmdir. da, başka bir otoriteye bağlı bir güce
Kutsalın yeryüzüne indiği ve varo duyulan tepkinin bir benzerini Kema-
luşun büyüsünün kaybolduğu mo lizmde buluruz, ikisinin arasındaki
dern zamanlarda, patrimonyal devlet fark, Sünni İslâm’la Katolikliğin ara
geleneğinin durağan amaçlı ve toplu sındaki kurumsal gelenek farkıyla da
mu uzaktan denetleme anlayışı, yeri ha çok bağlantılıdır. Dinle devleti bü
ni, yakından ve dönüşüm amaçlı de tünüyle birbirinden ayırmayan, bu
netime bırakır. Bu çerçevede genç Ke nun yerine Sünni İslâm’ı devletleşti
malizm, hem Osmanlı İmparatorlu- ren Kemalist laiklik, bu nedenle millî
gu’nun son döneminin medeniyetçi kimliğin bir boyutunun ister istemez
reformculuğunun bir devamcısıdır, dinî kimlik olmasına rıza gösterir. Ay
hem de önemli bir kopuşun taşıyıcısı rıca çok açık biçimde yapılan bir et
dır. Kemalizm, Cumhuriyet’in ilk yıl nik tarife dayalı ulusal kimlik tanımı
larında, diğer rakip reformist yakla nın, devlete bulunan yeni milleti hız
şımlardan çok daha radikal bir dikey la parçalayacağının da farkındadır. Bu
müdahale taraftarıdır. Bu müdahale nedenle Kemalist düşün, İslâm’ın bir
de, muassır medeniyet seviyesini ya leştirici kimlik olarak sürekli yedekte
kalamak, bunun için herşeyden önce kalmasına özen gösterir. Fiatta hakiki
medeni görünmek önemli ve gerçek Islâm’ı “mürteciden daha iyi bilme”
ten inanılan bir saikıir. Toplumun ya iddiasını sürekli taşır. Buna karşılık
şam tarzım, dış görünümünü, dilini, Kemalizmler, Türkiye’de var olan Is
alfabesini, dinlediği müziği değiştir lâm dışı dinlere karşı şüphecidirler.
meye yönelik bu dikey müdahaleye Bu dinlerin kurumsal olarak göreli ve
ilaveten, dinin bütünüyle devlet de uzaktan denetlenir olmaları ve devlet
netimine alınarak dinî kurumların otoritesi dışında bir güç m erkezi
GİRİŞ
1930 A ralıkinda gerçekleşen Menemen olayı, dini kam usal alandan dışlayan reform lara
karşı gelenekçi-dinî bir tepki hareketiydi Cumhuriyetin kendini tanımlamasında kurucu
işlevi olan “irticai ayaklanm alar ” sicilinde tem silî önem taşıyan bu olay, o dönemde,
muhalefetin gelişmesinden endişe duyan reyimin sertleşmesi için de bir vesile olmuştur.
GİRİŞ
Cumhuriyet tarihi boyunca, “düşünce" deni oydu. Böylece, yeni Türk düşünce
üzerinde Atatürk’ün ve Atatürkçülüğün dünyasının içinde oluşacağı yeni devleti,
son derece yoğun bir belirleyiciliği ol yeni hayat düzenini kurmuştu. Kendisi
muş, bu etki iki türlü işlemiştir: Pozitif düşünür olmaksızın o dünyayı bu kadar
anlamda, yani bir tarz düşünceyi teşvik derinden etkilemesinin nedeni budur ve
ederek ve destekleyerek ve negatif an bu pek fazla yadırganacak bir şey değildir.
lamda, yani o tarza uymayan düşünceleri Ayrıca, bu etkileme bir zorlamadan çok
yasaklayarak veya marj i nal ize ederek. So gönüllü bir kabullenmeye dayanıyordu.
nuç olarak, bütün bu Cumhuriyet tarihi 1890-1905 kuşağının aydınları, dünyaya
boyunca, herhangi bir düşüncenin, “Ata- ve ülkelerine, Cumhuriyet’in kurucusu ile
türkçülük’de bir çeşit modus vivendi kur aynı perspektiften bakmayı zaten istiyor
madan varolması hemen hemen imkân lardı, Bu, kısmen kurucunun başarısına
sız hale gelmiştir. duydukları derin hayranlıktan geliyorsa,
Burada ilginç olan nokta, Atatürk’ün bir kısmen de onunla aynı entelektüel iklim
30 düşünür olmamasıdır. Şimdi, Atatürk’ün de yetişmiş olmalarının bir sonucuydu.
çok belirgin düşüncelerle davranan bir ey Peki, Cumhuriyet’in kurucusu nasıl bir
lem adamı olduğu açıktır. Zaten belirgin entelektüel iklimde yetişmişti?
düşünceleri olmayan bir eylem adamını Tanzimat’tan beri Osmanlı Devleti genel
düşünemeyiz. Napolöon Bonaparte’tn da bir Batılılaşma rotası kabul etmiş ve bu
kendine özgü, güçlü düşünceleri vardı ve yolda ilerlemeye çalışmıştı. Tanzimat Fer-
hayatı boyunca bunlara yerleşik ve ku mam’ndan, hatta bundan önce II, Mah
rumsal bir biçim vermekten geri durmadı. mut’un yönetimi gerçek anlamda eline al
Ama Napolöon Bonaparte’ın hayatını veya masından 1908’e kadar, Osmanlı siyasetin
düşüncelerini öğrenmek için Avrupaiı Dü de aslında kayda değer büyük bir değişme
şünürler Tarihi gibi bir kitap karıştırmak veya sapma olmadı, Abdülhamit dönemi
aklımıza gelmez-çünkü öyle bir kitapta de bu rotayı değiştirmedi (olsa olsa, rota
onu 2aten bulamayız. Ama Türkiye Dü üstünde bazı önceliklerde revizyon yaptığı
şünce Tarihi gibi bir kitabın Atatürk’süz söylenebilir). Ancak, bu dönemin başlan
yazılması mümkün değildir. Ve zaten bu gıcının nicelikçe ve nitelikçe zaten çok
da, Türk düşünce hayatının bir özelliği, çarpıcı olmayan düşünsel ürünleri, sözge
Türk düşünce ortamının bu ortam olması lişi Şinasi’nin makaleleri veya Namık Ke
nın bir nedenidir. Ancak bu son değindi mal'in şiirleri, 20. yüzyıl başının Türk-Os
ğim konular Atatürk’ten çok Atatürkçülük manlI aydınları için yol gösterici olmaktan
kapsamına giriyor. çıkmışlardı. Batılılaşmanın, Osmanlı ay
dınlanmasının arka planını oluşturuyor,
ATATÜRK'ÜN DÜŞÜNSEL FORMASYONU belki edebiyat yoluyla genel değerleri ve
duyguyu sağlıyorlar, ama somut durum
Yukarıda, Cumhuriyet’in düşünce dünya hakkında ne yapılacağına dair bir işaret
sını kurduğunu söylediğim kuşaktan kas vermiyorlardı. Sultan Hamit dönemi Ab-
tım, ağırlıkla, 1925 tarihinde 20 ile 35 yaş dülmecit bir yana, Sultan Aziz zamanının
arasında bulanan kuşaktır (1890 ile 1905 kişilerini ve kavgalarını bile unutturmuş
arasında doğanlar). Bunlara şüphesiz bazı tu. Günün tartışması, belki Ahmet Rıza ile
İstisnalar eklenebilir: birkaç yıl önce veya Prens Sabahaddin arasında olandı; Mustafa
birkaç yıl sonra doğmuş olanlar. Atatürk Kemal konumunda olan genç subayların
İse bu kuşaktan 10-25 yaş büyüktü; gözünü diktiği başlıca anlamlı örgüt İttihat
1908’de 27, 1925’te 44 yaşındaydı. Zaten ve Terakki’ydi; en güçlü ideolojik etki de
Türkiye’de 1925’in, o 1925 olmasının ne Ziya Gökalp’ten gelendi.
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M
Ziya Gökalp Türkiye’de “sosyolojinin tezi, bu kadar uzun bir zamandır, bir çö
babası" gibi sıfatlarla tanınmıştır. Durkhe- züm önermese de, geçerliliğini korudu.
im okuduğu, Auguste Comte’un “poziti- Son olarak, Gökalp kendi düşüncesi için
vizm "inden etkilendiği doğrudur. Ama de aşamalar kaydetmekten geri durmadı;
Gökalp temelde bir bilim odamı değildir. yani, baştan sona değişmeyen tek bir Gö
“Loji” so «ekinin geçtiği herhangi bir kav kalp ideolojisinden değil, koşullara göre
ramla bağdaştırılacaksa, bu, “ideoloji" değişen veya olgunlaşan bir ideolojiden
kavramı olabilir. Toplumsal bilim alanın söz edebiliriz ki, bu da zaten o düşünce
daki birikimini, ideolojisini (belki “idealo- nin organ İkİ eş liginin kanıtıdır.
ji"sin i) pekiştirmekte seferber etmiştir, Ziya Gökalp adı telaffuz edildiğinde İlk
Türk “sosyoloji"sinin değil “milliyeiçimli akla gelen düşüncelerden biri, Türkleş
ğinin babasıdır. Buna ilişkin olarak, “pozi- mek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak kitabının
tivist metodoloji" yardımıyla, milliyetçi adındaki üçlem edir. Ama bu üçlünün
ideolojiyi “bilimin gereği" ambalajıyla onun buluşu olduğu söylenebilir mi? Bü
sunma alışkanlığının “babası” olduğunu tün Osmanlı 19. yüzyılı “muasırlaşma” 31
da söyleyebiliriz. Sonuçta, Türkiye’de fikir uğraşıyla geçmişti. Üçlünün “Türk" kısmı
hayatını Gökalp kadar etkilemiş hiçbir bi öncelikle Rusya Türkleri arasından yeti
reysel “düşünür" olmadı. Yalnız, buna, bu şen milliyetçi ideologların Osmanlı dü
etkileme biçiminin, bir “ideolog"a özgü şüncesine soktuğu bir şeydi. Ama Fethi
bir etkileme olduğunu da eklemeliyiz. Okyar veya Hüsamettin Ertürk’ün Abdül-
Türk millî devletini kurma sancılarında hamit’le ilgili anılarını okuyun, “Türkçü
Türk milliyetçiliğinin, bütün 20. yüzyılı lük" gibi bir kavramla yanyana düşünme
etkileyen davranış biçimleri ve uygulama ye hiç alışık olmadığımız bu padişahın o
larının bir simgesi olarak, üniversite me kavramla çok ilginç bir ilişkisi olduğunu
zunu olmayan (bunda siyasî haksızlığa görürsünüz.
kurban gitmesi sözkonusu) Gökalp’ın ilk Abdülhamit “ muasırlaşma" nın parla
Türk “sosyoloji profesörü" olarak Darül- mento gibi, siyasî demokrasiye ilişkin ta
fünun’a atanması olayını hatırlayabiliriz. raflarım ortadan kaldırmış ya da kendi de
Gökalp’ın yalnız yüzyıl dönümü çerçe diğine göre ertelemişti, ama özellikle eği
vesinde değil, bugün bile Türkiye’de dü tim alanında, o yöne doğru daha güçlü bir
şüncenin belli başlı odaklarından biri ol gelişme sağlamak için elinden geleni yapı
duğunu söylemek mümkündür. Öte yan yordu. Islâm’ı öne çıkarmıştı. Çünkü Tan
dan, bu önermenin yanına da, Gökalp’ın zimat’ın panotomanizminden umudunu
özgün bir düşünürden çok, duyarlı ve zeki kesmişti; Hıristiyan azınlıkları daha uzun
bir sentezci olduğunu eklemek gerekecek süre imparatorluk içinde tutamayacağını
tir. Dışarıdan ve içeriden, zaten söylenmiş g örü yord u . Ama Islâm , A rn a v u tla r’ı,
birçok düşünceyi alarak bunlardan kendi Araplar’ı, Çerkesler’i devlete sadık kılma
sine uyan (ve Türk milliyetçiliğinin çerçe nın yolu olabilirdi (bu sayılanlar ve Türk-
vesini çizen) bir eklemleme yarattı. An ler, simgesel bir şekilde, padişahın muha
cak, aslında hiçbir ( “özgün" dediklerimiz fız alaylarını oluşturuyordu). Abdülhamit
dahil) düşünürün yalnızca kendi buluşu “Türk" öğesini bir çeşit son çare olarak
olan düşünceler üretmediğini, bu anlamda görüyordu; yani, o 2 aten temeldi ve ancak
“güneş altında söylenmemiş hiçbir şey" bütün çareler tükendiğinde oraya dönüle
olmadığım kabul etmek gerekir. Gökalp bilirdi. Selanik’te, Alatini köşkünde muha
de düşüncelerini derledi, ama bundan ek fızlığını yapan Fethi Okyar onun ağzın
lektik biçimde yanyana duran tezler değil, dan şu sözleri aktanr:
bir sentez üretmeyi başardı. Onun bu sen “...ben, otuz üç sene, bu memleketin
K E M A L İ Z M
başındaki insan olarak, mensubu olmak tenen İslamcılık şimdi açtkça geri planda
la iftihar ettiğim Türk milleti ile, Türkle- dır; “hars" ve “medeniyet”in arasındaki
rin aslî unsur olduğu devletin hudutları ayrım çizgileri de görece yumuşatılarak,
içinde yaşayan, Müslüman olsun olma “muasırlaşma"nın daha fazla ön plana çı
sın, Türk olmayan unsurların hakikî va karılmasının imkânı hazırlanmıştır.
ziyetlerini bilmekteyim” (Üç Devirde Bir Bunlar aslında Gökalp’in içinde bulun
Adam, 104). duğu düşünce ortamının öteki aktörleri
Onun bunları söylemesinden az sonra nin de genel olarak paylaştığı yaklaşımlar
Balkan Harbi yaşandı ve arkasından, İs dır, Bir bakıma, sentezin genel matrisinin,
lamcı Mehmed Akif’e de gözyaşları dök maddî konjonktürdeki değişim tarafından
türerek, Arnavutlar İmparatorluksan ay belirlendiğini de söyleyebiliriz.
rıldı. Dünya Savaşı’ndan sonra Arapiar
da bağımsızlıklarını elde ettiler Müslü
ZIYA GÖKALP-MUSTAFA KEMAL İLİŞKİSİ
manlık, ideolojik bir araç olarak, yalnız
ca Lozan’da Kürtler’e azınlık statüsü ve Mustafa Kemal Harbiye’de döneminin ol
rilmemesini sağlayabildi. Başka bir söyle dukça özel denebilecek koşulları içinde
yişle, üç aşağı beş yukarı, son çareye ge yetişti. Osmanlı tarihinin son döneminde
linmiş oldu. bütün yeniliklerin, ‘‘modernizasyon” ka
Bu değişim Ziya Gökalp’in yaklaşımın tegorisine girecek her şeyin ordudan baş
da da kendini belli eder, Taha Parla’nın ladığı bilinen bir olgudur. Mustafa Ke
işaret ettiği gibi, Gökalp, 1918'deki Türk mal’in kuşağı (yukarıda değindiğim sivil
leşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmaksan aydınların bir kuşak öncesi: 1870-85 arası
1923’te Türkçülüğün Esaslan’na gelir. Ön doğmuş subaylar) hem Birinci Dünya Sa-
celeri örtük biçimde geri plana itilmek is vaşı’nda, hem de Kurtuluş Savaşı’nda
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M
Türk ordularına komuta eden kuşaktır. nusu üstüne konuşurken Rousseau ile
Bunlar ülkelerinin bilinen koşullarında, Montesquieu’yü birbirine karıştırıyor ol
parlak asker olarak yetişmenin yanı sıra, ması, bu gibi konularda bilgi kaynakları
tamamen politize olmuşlardı. Dolayısıyla nın büyük ölçüde “sözlü” olduğunun bir
topluma ve siyasete ilişkin bütün tartış göstergesi sayılabilir.
maları da yoğun bir ilgiyle izliyorlardı. Doğal olarak, kendi ülkesinde yazılıp
Şevket Süreyya Te): Adam’da bu döne çizilenleri daha yakından izlemiş, düşün
min Harbiyesinde “münazara"mn çok ce yapısının oluşmasında da bu düşünce
önem verilen bir şey olduğunu ve bütün lerin etkisi daha fazla olmuştur. Atatürk
genç subay adaylarının belagat yetenekle kendisi de, duygularının babasının Na
rini, “natıka’larınt geliştirmek için ciddi mık Kemal, düşüncelerinin babasının ise
bir şekilde çalıştıklarını anlatır. Bu aslında Ziya Gökalp olduğunu söylemiştir. (Şa-
çok anlamlı bir âdettir, Sözkonusu öğren polyo, 153)
cilerin, belki bilinçdışı olarak siyasî bir C um huriyetin kuruluşundan sonra
kariyere hasırlanmakta olduklarını göste Atatürk’ün dile getirdiği ilkelere ve mey- 33
rir, Clausevı'itz'm tanımı askerler için tabiî dana getirdiği kurumlara baktığımızda,
çok önemli: Savaşın, muarızımızı kendi bunların pek çoğunda Ziya Gökalp’in
irademize uymaya mecbur eden bir şiddet öncü konumunu görmemek mümkün
eylemi olması. Münazara, tartışma, diplo değildir. Cumhuriyet ideolojisinin temel
masi vb, ise aşağı yukarı aynı işin şiddet direği Türk milliyetçiliğidir; bunun baba
öğesi olmaksızın yapılmasıdır. Savaştaki sının herkesten önce Gökalp olduğu da
silâhlı birlikler yerine, tumturaklı kelime açıktır. Ancak, “m illiyetçilik” şüphesiz
ler, cümleleri seferber ederek karşıdakini çok geniş bir kavram ve bir soyutlama;
pes ettirmek! belki bazı noktalarını biraz daha özgül
Şevket Süreyya'dan başka, Lord Kin- leştirm ek gerekiyor. Örneğin Atatürk
ross veya Andrew Mango gibi dikkatli milliyetçiliği “ırk”tan çok kültüre] milli
araştırmacı ve biyografi yazarları da Ata yetçiliği öne çıkarmış bir milliyetçilik bi
türk’ün gençliğinde gördüğü askerlik dışı çimi olarak tanınır. Ziya Gökalp bu ko
eğitimin sınırlı olduğunu söylüyorlar. nuda çok daha önceden ilkelerini kesin
Arkadaşı Ömer Naci'den Namık Kemal’i likle belirtmiş, milletin temelinin ırk ola
öğrendiği, Fethi Bey’le (Okyar) Fransız mayacağını söylemişti.
Devrimi ve düşünürleri üstüne konuş Yine Gökalp, Türk milliyetçiliğinin sal
tukları, matematikte ise doğal yeteneğiy dırgan ve yayılmacı olmaması, “üstün
le parlak bir öğrenci olduğu biliniyor. lük” iddiasında bulunmaması gerektiği
Mango, Harbokuluna, başladığı tarihte gibi konularda dikkatli davranmıştır. Ata
yabancı dil bildiğini gösteren bir şerit türk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh" politi
taktığını, bunun önemli bir farklılık sa kası da Gökalp’in belki izolasyonizm do
yılması gerektiğini belirtiyor. Dolayısıyla, zu artınlmış “barışçı milliyetçilik" anlayı
bu yıllarında bazı Fransızca kitapları as şının devamı gibidir. Gökalp de, Mustafa
lından okumaya başladığını tahmin ede Kemal de, milliyetçiliğin asıl mücadele
biliriz. Yine o yıllarda gece koğuş ışıkları alanım savaşta, askerlikte vb. değil, “mu
söndükten sonra gizli gizli bir şeyler asırlaşma" dedikleri, ekonomik, kültürel,
okuduğunu biliyoruz. Şüphesiz bütün toplumsal modernizasyon alanında görü
bunlar akadem ik bir yetişme tarzı anla yorlardı. Ama bunları yaparken, G ö
mına gelmez ve zaten kendisinin de böy kalp’in aslında soyut İdealler olduğunu
le bir eğilimi yoktu. Kurtuluş Savaşı sıra belirtmekten geri durmadığı “Kızıl Elma"
sında Meclis’te “Kuvvetler Ayrılığı” ko ve “Turan” gibi ideallerle platonik ilişkile-
K E M A L İ Z M
rini de sürdürüyorlardı. Bu, sonuçta, cid nuçlarının da gösterdiği gibi). Ama hem
di bir ideolojik belirsizlik yaratmak için iç koşullar (sermaye yokluğunda devletin
bire bir bir tavırdı ve o belirsizliğin so öncülüğünün kaçınılmaz hale gelmesi),
nuçları bugün de yaşanıyor. hem de otuzlara gelindiğinde beliren dış
“Muasırlaşma" bu iki insanın zihninde koşullar (dünya buhranının liberal eko
T ürkiye’nin Batı ile ilişkisini kuran bağlan nomilere verdiği zarar) devletçi ekonomi
tı ve politikadır. Daha sonraki dönemlerin, ye yönelme zorunlugunu yarattı. Böylece,
örneğin bugünlerin tamamen Batı karşıtı Gökalp’in şiddetle karşı olduğu liberal
Türk milliyetçilerinden farklı olarak, Gö- ekonominin zaten pek açık sayılamaya
kalp “Türkleşme" ile “muasırlaşma" ara cak yolu iyice kapandı. Ama Gökalp yal
sında bir çelişki veya uyumsuzluk bulun nız ekonomide değil, her düzeyde libera
madığını savundu. Atatürk içinse Batılılaş lizm e k arşıyd ı. Onun bu tav rı, Ata
ma Gökalp'ten de daha radikal yöntemler türk’ten çok, dönemin “Atatürkçü" kad
le izlenmesi gereken bir politikaydı. Buna rolarından (Yunus Nadi’den Fatih Rıf-
34 karşılık, Gökalp, “hars" ve “medeniyet” kı’ya. Şevket Süreyya’dan Recep Peker’e,
arasına kendi teorisi açısından hayatî bir Mahmut Esat’tan Ali Çetinkaya’ya) büyük
ayrım koyarak, Batılılaşmayı yalnızca me destek almıştır. Liberalizm, Cumhuriyet
deniyet alanıyla sınırlı hale getirmeye de ve “Tek Parti" dönemlerinin dört temel
çalışmıştı. Onun uzun yazılar ve kitaplar “düşman"ından biridir (öbürleri komü
yazarak belirginleştirmeye çalıştığı bu ay nizm, irtica ve Kürtçülük/ayrılıkçılık),
rım, Atatürk'ün “Biz bize benzeriz" sözün Atatürk’ün dil (Türkçeleştirme) ve alfa
de anlattığından farklı bir içeriğe sahip de be konusunda yaptıkları Ziya Gökalp’in
ğildir. Sonuçta, medeniyette uluslararasıla- muhtemelen gönülden onaylamayacağı
şıp kültürde ulusal kalmak da, aşılmaz çe uygulamalardı. Gökalp buralarda daha
lişkilerle dolu bir ideolojik tavırdır ve muhafazakâr kalmayı tercih ederdi. Latin
onun sonuçları da halen yaşanmaktadır; alfabesi daha Namık Kemal zamanından
ama şu anda konumuz bu sonuçlardan beri tartışılıyordu (Namık Kemal karşı
çok bu iki önemli insanın düşünceleri ara çıkmıştı) ve Gökalp de bunu destekleme
sındaki ortaklıkların saptanması. miş, dilin özleşmesini bir yere kadar sa
Yine Atatürk’ün “sınıfsız, imtiyazsız, vunmuş (Genç Kaiem k r ölçülerinde) ve
kaynaşmış bir killeyiz” sözü, Gökalp’in en güzel Türkçe’nin İstanbul hanımları
uzun uzun anlattığı korporatist düzenin nın dili olduğunu söylemişti.
Özeti gibidir. Bu ayrıca, Cumhuriyet’in Ama bu “inkılâpların yapıldığı tarihte
uyguladığı temel politika olmuştur. hayatta olsa, belki o koşullarda destekler
Atatürk’ün “En hakikî mürşit ilimdir" di. Nitekim, bu noktada ilginç bir durum
sözü, herkesin kabul elliği gibi, pozitiviz vardır.
min ruhunu açıklayan bir sözdür. Bu da, Ziya Gökalp Malta’da sürgünden kur
başından beri, Ahmet Rıza yoluyla İttihat tulunca önce D iyarbakır’a gitti, ama
ve Terakki’nin ideolojisi ve Gökalp’in de 1923’te resmî bir görevle (küçük bir gö
kısmen AugusLe Comte’tan, ama daha rev) Ankara’ya geçli ve aynı yıl Diyarba
çok Emile Durkheim’dan yararlanarak kır m illetvekili olarak M eclis’e girdi.
kullandığı metodolojidir. Bundan bir yıl sonra öldü. Ankara’da pek
Gokalp, öncelikle List’den etkilenerek fazla "taltif" edildiği söylenemez. Tıirk
korumacı bir “millî" ekonomiyi savun Töresi, Doğru Yol ve asıl Türkçülüğün
muştu, Atatürk’ün gönlünde daha liberal Esasları gibi kitaplarını da hayatının bu
ve o ölçüde daha “global" bir ekonomi son iki yılında yazdı.
modeli vardı (Izmir İktisat Kongresi so G ökalp’in “T ü rkleşm ek/ lslâm laş-
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M
da onları zorlaştırırlar. Yenileşmeyi ve se- larının gelip yeni açılan üniversitede yer
kü larizasyonıı temsil ve teşvik eden güç bulmaları, Cumhuriyet’in düşünce haya
ler, çok zaman, bunun gerektirdiği uzun tına çok önemli bir katkı sağladı.
süreyi bekleyebilecek durumda olmadığı Ancak, Türkiye’de Atatürk’ün ölümün
için, zihnî mekanizmaların çalışma biçi den sonra şiddeti artan “lider kültü"
mini değiştirmeden zihinlerdeki düşünsel ("Ebedî Şef’ vb.), tuhaf bir şekilde, dog
içerikleri değiştirmekle yetinmek zorun matik bir düşünce dünyası yaratmaya
da kalırlar, S ekül eri eşmemiş düşünce de başladı. Aydın kesimin büyük çoğunluğu
yince, doğal olarak, imanı, dogmayı, bun zaten Kurtuluş Savaşı yıllarından beri an-
ları belirleyen kesin bir otoriteyi vb, ha ti-liberal bir tavırdaydı. Sonraki yıllarda
tırlıyoruz, Yeni düzenin kavramları da Almanya ve İtalya’da yükselen (Doğu Av
çok zaman tam bu şekilde kitlelere be rupa’nın tamamını da derinden etkileyen)
nimsetilir. Dünyanın pek çok yerinde, ge faşizm buradaki düşünce iklimine en uy
nel modernizasyon girişimlerinde, özel- gun düşen ideolojiydi. B öylece, Ata
38 likle de sosyalizmin kurulmaya çalışıldığı türk’ün “dogma” haline getirmemeye ça
yerlerde, bu süreçler kaçınılmaz biçimde lıştığı “Atatürkçülük”, kendi içinde bir
yaşanmıştır. teori, bir epistemoloji, bir metodoloji ta
Kemalizm, bu sosyalizm girişim ve de şımaksızın bir dogma haline geldi. Bu
neyimlerinden farklı olarak ve Atatürk’ün epey paradoksal bir gelişmedir.
Yakup Kadri’ye söylediği biçimde, bir öğ Atatürk’ün kendisi otoriterdi. Başka
reti getirmekten kaçınmıştır, Marksizm türlü olması beklenemezdi. Ama komşu
gibi, hayatın bütününü evrensel ölçüde Bulgaristan’dan ilk Reich’a kadar haritayı
açıklama iddiasını taşımaz. Sonuçta, Tür kaplayan faşist veya faşizan rejimlerden
kiye’de yaşayan Türk milletinin millî mo birini kurmamıştı. Serbest Fırka’yı kur
dernizasyon ideali ve ideolojisidir. Bu durması ve kapattırması, bu tür rejimle
özellikleriyle de esnek ve pragmatikıir. rin ve önderlerin toplumsal koşulların
Altı Ok’ta özetlenen başlıca ilkeleri bile dan ötürü yaşamak zorunda olduğu çeliş
tartışmaya açıktır: Örneğin, “inkılâpçılık” ki ve paradoksların iyi bir örneğidir. Ama
nasıl yorumlanmak? Bu bir “devrim" mi Mussolini veya Hiıler’in bir muhalefet
anlatıyor, “reform” mu? “Devletçilik" ne partisi denemeye kalkışması söz konusu
reden nereye? Sermaye birikimi olmayan olamazdı.
bir topluma özgü bir zorunluk mu? Öy Troçki, Stalin’in çevresini saran “mürit-
leyse, o birikim tamamlandıkça bir ilke leri”ni anlatmak için “epigon" kelimesini
olmaktan çıkması gerekmez mi? “Halkçı kullanmıştır. Ali Fuat Paşa da bir gün
lık” nasıl tanımlanabilir? Atatürk’e “senin apotrların kimlerdir?"
Kemalizm’in bu esnek ideolojisi, Cum- diye sormuştu. Demokratik bir kültürü
huriyet’in erken döneminde, yazının ba ve siyaset geleneği olmayan, kitlelerin
şında sözünü ettiğim kuşağın genç bir edilginliğe alışmış olduğu, büyük ölçüde
toplumun düşüncesini, düşünsel disiplin pre-kapitalist (tarımsal ve kırsal) bir top
lerini, akademyasım kurmalarına yardım lumda, dönüşümler görece dar kadrolar,
cı oldu. Millî bir modernizasyonu, dönü seçkinler tarafından gerçekleştirilmiştir.
şümü yaşamanın enerjisiyle hareket etti Böyle yapılarda “epigon” ya da “apotr”
ler ve yaptıkları işin önüne, yeni devlet gibi terimler kullanılması da doğaldır.
ciddi bir engel çıkarmadı. Bu bağlamda Troçki, “epigon'un tanımına şu önemli
1933’te Darülfünun kapatılmışken, kon ayrıntıyı ekler: “Epigon” yalnız önderini
jonktüre l nedenlerle Almanya’da Nazizm izleyen değil, onun belirleyici özelliğini
den Türkiye yönünde kaçan bilim adam abartarak taklit eden kişidir. Kendi dü-
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M
şünce tarzından donuk bir dogma çıkma lığına kuvvetli bir karakter mânası ver
sını istemeyen otoriter kurtarıcı ve kuru mişti.”
cu Atatürk’ün epigonları da onun otori Burada otoriter bir önder resmi çizili
terliğini öne çıkardılar. Bir muhalefet yor, ama onun aslında bağımsız kişilik ve
partisinin gereğini duyan Atatürk’ten düşünceye ne kadar saygılı olduğu anlatıl
çok, onu bastıran ve kapatan Atatürk’ü mak isteniyor. Ama anlatılandan çok anla
model aldılar tanın zihninde, otoritenin nasıl peşinen
Yine Yakup Kadri bir hikâye anlatıyor. kabul edildiğini görüyoruz; örneğin “is
Mustafa Kemal kendisinden farklı düşü tikbalini tehlikeye düşmüş" saymaları çok
nen bir küçük memurla tartışıyor: “Sert “normal”. Bu ürkütücü. Ama “ikbaPde
ve sinirli bir tonla konuşuyor, arasıra ürkütücü: herhangi bir nesnel ölçüye uy
elini masaya vuruyordu. Muhatabı ise, mayan, bir peri padişahının keyfine bağlı
bundan hiç alınmamış görünüyor, sükû bir “yükselme" hikâyesi anlatılıyor. Ata
netle inadında ısrar ediyordu. Biz, ona türk’ün ne kadar “iyi" olduğunu anlatmak
acıyorduk, istikbalini tehlikeye düşmüş için ona alabildiğine “kötü” olma hakkı
sanıyorduk. Halbuki bu küçük memur tanıyan bir anlayış bu, “Epigon”ların,
bu hadiseden birkaç ay sonra yüksek bir kahramanlarında belirleyici olarak gör
vazifeye tayin edildi. Ondan sonra da dükleri özelliği kendi kişiliklerinin paTça-
mebus oldu. Zira Atatürk, bunun inatçı sı haline getirmelerinin iyi bir örneği.
K E M A L İ Z M
de ve anlaşılır nedenlerde, Atatürk’ün bir bir milliyetçi pratik yarattı. Buradaki fark
“öğreti" haline getirm ekten kaçındığı lılık, kendi ideolojisiyle Gökalp’in ideolo
Atatürkçülük, özellikle seksen sonrası jisi arasında koyduğu farklılıktan çok da
Atatürkçülerin elinde gitgide bir öğreti ha fazladır. Farklılığın en temel etkeni de
görünümü almaya başladı. Sonuçta, orta ittihat ve Terakki’nin denetimsiz keyfiliği
da gerçek bir öğreti olmadığı için, bıı du ne (kişisel yönelim eğilimine) karşılık
rum, binlerinin öğretinin ne olduğuna Mustafa Kemal’in kurum yaratma çabası
karar vermesi anlamına geliyor. ve meşruiyetçi (lejitimisl) çizgisidir.
Bugünün konjonktüründe izolasyoniz- Şimdi, yüzyıl sonunda gerçekleşen pa
min devamı hayatî bir önem taşıdığı için, radoks, yüceltilen ve bir öğreti olarak tak
örneğin “bağımsızlık" gibi bir kavram viye edilen Atatürkçü ideolojinin, aynı
“öğreti"nin temel taşı olarak sunuluyor. zamanda ve buna rağmen, fiilî düzeyde,
Bu, evet, Atatürk’ün düşüncesinde ve ey İttihat ve Terakki çizgisine daha fazla
leminde önemli bir yer tutuyordu; ama o yakİ aş tın iması dır. Bunda, çağdaş sorunla
ideolojideki her şey gibi o da değişmez rın bastırmasının da etkisiyle, Türk milli- 41
değildi; ayrıca, somut konjonktürde, Sov- yetçiligini topyekûn, Enver'iyle, Bahattin
yeıler ve komünizm düşmanlığı yapma Şakir’iyle her şeyiyle birden kucaklama
makla birlikle, Batı dünyasına daha yakın ihtiyacının da payı olmuştur. Bu çerçeve
durmanın tercih edildiği de açıktır. Oysa de bugünün Tiirkiyesi, 2000’lerin dünya
Soğuk Savaş döneminde Türkiye’yi yöne sından çok 1912-18 arası Türkiye’ye daha
lenler bu “bağım sızlık” ilkesini kendi fazla yaklaşmıştır.
dünya görüşleri doğrultusunda revize et Sonuç olarak, Türk "düşüncelinin 21.
tiler. O zaman “Lam bağımsızlık" diyerek, yüzyıl başında varmış olduğu nokta par
sözgelişi NATO’dan ayrılmayı savunanla lak değildir. Türkiye, dünya çapında
ra karşı bu kesim dünyada artık tam bir önemli düşünürler yetiştirem em iştir.
bağımsızlığın mümkün olmadığım söylü Dünya standartlarında kabul edilir düzeye
yordu. Şimdi, küreselleşmenin bir dünya varan aydınlarıyla da geçinememiştir. Bir
olgusu haline geldiği bir anda, aynı kesim kaç bireysel/rastlantısal durum dışında,
“tam bağım sız” olmanın gerekliliğine toplumsal bilimlerde olsun, doğa bilimle
inanmaya başladı. rinde olsun, dünya çapında adam yetiş
Bu durumda ortaya ilginç bir parodoks mediği gibi, Cumhuriyet’in erken dönem
çıkıyor. Türk milliyetçiliği, yü2yıl başın lerinde akademik ve entelektüel hayatın
da, bir önceki yüzyıl sonundaki fikir ha temel taşlarını döşeyen kuşağın üyelerini
reketlerinden etkilenerek doğmuş ve ge aşan kişiler de pek çıkmamıştır.
nel koşullara uyduğu için ana çizgisiyle Eğitimin genel yapısına bakıldığında ve
egemen ideoloji olmuştu. Bu ana çizginin toplumda “düşünce" ile ilgisi bulunan
o zamanın koşullarında en bütünsel, en bütün kurumlann yapısına bakıldığında
telektüel ihtiyaçlara en uygun cevabı ve (sözgelişi, RTÜK’ün, BBC’nin Türkçe ya
ren daha özel ve özgül formülasyonunu yınlarını yasaklaması) bunun niçin böyle
Ziya Gökalp gerçekleştirmişti. Türk milli olduğu anlaşılmaktadır. Bunun sorumlu
yetçiliğini somut pratik düzeyinde temsil luğunun Cumhuriyet’in ilk yarısından
eden İltihak ve Terakki, Gökalp’e “resmî çok ikinci yarısında aramak herhalde da
ideolog" denebilecek bir paye vermişti, ha iyi sonuç verecektir. Ancak, Cumhuri-
ama onun söyledikleriyle Cemjyet’in yap yet’ıen de önce başlayan ve bugüne kadar
tıklarının taslamam uyduğunu söylemek devam eden bir eğilime daha değinmek
zordur. Cumhuriyet’in kurulmasıyla Ata gerekiyor. Türkiye tarihinde, “modern"
türk İttihat ve Terakki'ninkinden farklı anlamda bir “düşünce" çabasının Batılı-
K E M A L İ Z M
laşma ile başladığım biliyoruz. Düşünce mit Islâm’ın her bakımdan üstünlüğüne
de, tarihte her şey gibi zamanda ve me kesinlikle inandığı için değil, pratik ko
kânda evrensel, değişmez bir şey değildir. şullarda devletin birliğini en etkili bu te
Eskimo düşüncesinden Kartezyen düşün melde koruyabileceğine inandığı için Is-
ceye, Kartezyen düşünceden Japon dü lâmcı bir politika uygulamıştı. Ziya Gö-
şüncesine, rahatça gidip gelecek koridor kalp zaten Islâm’ı Türk milliyetçiliğinin
lar yoktur. Bir düşünce tarzı bir somut ta faydalanacağı biçime sokmaya çalışıyordu
rih içinde doğar, metodolojisini geliştirir, ve savaş sonrasında biraz geri plana itil
akımlarını üretir vb. Bu bakımdan, “ithal mesine itirazı yoktu.
etmesi" en zor nesnedir. Descartes, “kartezyen epistemoloji" ha
Batılılaşma, devletin kendini kurtarmak line gelecek düşüncelerini geliştirmek
için başvurduğu çareydi. Modern anlam üzere, örnek olarak, balmumunun “birin
da düşünme de, bu çarenin öğelerinden cil" ve “ikincil” özelliklerinden söz etmiş
biri olarak bu toplumun hayatına girdi. se, bazı yüksek devlet çıkarları için bir sü
42 Vurgulamak istediğim nokta, toplumun - reliğine birincillerin ikincil, ikincillerin de
veya “seçkinleri’’nin diyelim- düşünceyle birincil oluvermesini kabul edemezdi. Yu
kurduğu ilişkinin pragmatik bir ilişki ol nanistan tarihini veya düşünce tarihini
masıdır. Bu, toplam hayat pratikleri ara Türkiye’ııinki kadar yakından bilmeme
sında “düşünce”ye bir “ast" (subordinate) imkân yok. Orada da, Yunan Bağımsızlık
rolü verilmesi anlamına gelir. Savaşı’nda dinden yola çıkan ve Ortodoks
Descartes “cogito ergo sum'’ demek imanla hareket edenler ile sekülarist olan
için pek çok şey düşünmüş, sonunda bu ve Hıristiyanlık-öncesi Yunan medeniyeti
nu söylemişti. Düşündüğü bütün adım ve ne hayranlık duyanlar olduğunu, araların
basamakların birbirleriyle ve bu sonuçla da her zaman gerginlik olduğunu biliyo
aralarında sağlam nedensellik bağlan var rum. Dediğim gibi, bilgim biraz uzaktan,
dı (düşünceleri birbirine sadece bu içkin okumayla edinilmiş, ama bu tartışmada
mantıkî bağlar bağlayabilir). Dolayısıyla tarafların, düşüncelerine çok daha fazla
Descartes’in düşüncesiyle kurduğu ilişki düşünce olarak sarıldıkları, bir düşünceyi
ilginçti. Düşünen oydu, ama nesnel ger “şimdi bu yararlıdır” diye değil, “bu kendi
çekliğin ne olduğunu araştırmış, buldu içinde doğrudur" diye savundukları izle-
ğuna inandığı anda da o düşünceye tâbi niminiediniyorum.
olmuştu. Şimdi o düşüncenin “baba"sı Bu izlenimim doğruysa, şimdi gelen
değil, hizmetkârıydı. ikinci gözlemim daha şaşırtıcı. Yüzyılın
Türk toplumunun düşünceyle kurdu sonunda (ama başında da olan yöntem
ğu pragmatik ilişkide ise düşünce bizim leri geliştirerek) Yunan toplumu bu gibi
“efendimiz” değil, yardımcımızdır. Aslın ciddi ayrımlarına bayağı iyi işleyen uz
da efendimiz olan Devlet’in, Vatan ve laşma formülleri bulabildi ve gerilimleri-
Millet’in, Din-i Mübin veya işçi sınıfının, ni gevşetebildi. Bizim entelektüel alış
“efendi" diye kimi bellemişsek onun, iyi kanlıklarımız, bir “fikre” bağlanmakta
liği, esenliği, bekası, neşvüneması, ege içtenlik ne kadar fazlaysa, orada uzlaş
menliği, saltanatı için çare üretecek araç manın o kadar zor olacağı yönündedir -
tır. Yunan örneğinin şaşırtıcılıgı burada.
Yukarıda, Ziya Gökalp’e bakarken, dü Ama belki de bu sorunun gerçek biçimi
şüncelerinin temel öğelerini veya bunla değil, algılanışının ideolojik biçimi. Belki
rın arasındaki bileşimi, koşullara göre de “fikre" bağlılık sözkonusu değil; “fikir"
ğiştirebildiğini söylemiştim. Ondan önce benim iktidarımın entelektüel yansıması
Abdülhamit de öyle yapıyordu. Abdülha- olarak ortaya çıktığı için, ben ona bağlı
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M
“...Bütün ömrünü hizm etine vakfettiği sevgili milletinin ihtiram kotlan üstünde ulu
Atatürk’ün fa n i vücudu istirahat yerine tevdi edilmiştir. H akikatta yattığı yer, Türk
milletinin O’nun için aşk ve iftiharla dolu otan kahraman ve vefalt göğüsüdür. (...)
Devletimizin banisi ve milletimizin fedakâr, şaddı hadimi, insanlık idealinin âşık ve
mümtaz siması, eşsiz kahraman Atatürk! Vatan sana minnettardır." (İnönü, Kasım '38)
zai gibi yazarlarca ifade edilen fikirlerin lizmin kaynakları üzerine herhangi bir
ve yanı sıra buradaki tartışmayla ilgisi bu- tartışmayla özel bir ilgisi vardır.
lunmayan, 1912’den bile önce Jöntürkler Kemalist ideolojiyi, bu etkili Jöntürk
arasındaki baskın ittihatçı hizip tarafın yazarlarının (Ahmet Rıza, Abdullah Cev
dan reddedilmiş olan Prens Sabahaddin det, Ziya Gökalp, Ahmet Agaoglu ve Yu
hizbinin fikirlerinin bir çözümlemesidir, suf Akçura) fikirleriyle mukayese ettiği
Mardin’in konusu, yetmişlerden bu yana miz zaman, elbette bunların bu hayatî
Şükrü Hanioglu’nun eserlerinde ele alın meselelere dair fikirlerinin zaman içinde
mıştır; önce Bir Siyasal Dıişüııiir Olarak evrildi kİ er i gerçeğinin farkında olmalıyız.
Abdullah Cevdet ve Dönemi’nde (1981) ve Muazzam bir kargaşa döneminde (anaya
sonra jöntürk hareketinin 1889 ile 1908 sal devrim, Balkan Savaşı, Birinci Dünya
arasındaki tarihine ilişkin iki ciltle: The Savaşı, Rus Devrimi, Kurtuluş Savaşı ve
Young Turfcs in Opposition (1995) [Bir Si imparatorluğun sonu) yaşadılar ve düşü
yasal örgüt O larak “Osmanlı ittihat ve Te nüşleri kendilerini saran, hızla değişen
ra k k i C em iy eti’’ ve “Jöntürfeliilî” (J889- koşullan yansım. Her birinin tek tek ya- 45
1902)1 ve P ıep aration jo r a lîevolııtion zılannda zıtlıklar bulmak zor değildir; fa
(2 0 0 1 ) (Bir Devrim Hazırlığı, çn], Os kat, laiklik, milliyetçilik, halkçılık ve in-
manlI İmparatorluğundaki Rus göçmen kılâpçdık ilkelerine dair düşünüşlerinin
ler arasında önde gelen iki entelektüel fi temel vasi darım anlamaya çalışabiliriz.
gürden Yusuf Akçura ve Ahmet Agaoğlu,
sırasıyla, François Georgeon’un, Türk _________________ LAİKLİK
çe’de 1986’da Türk Milliyetçiliğinin Kö
kenleri: Yusuf Akçura (1876-1935) adıyla Laikleşme akımlarının Osmanlı impara
yayımlanan, 1979 tarihli doktora tezinde torluğumda en azından bir yüzyıldır va
ve Holly Shissler'in henüz yayımlanma rolmuş olduğundan şüphe duyulamaz.
mış Türk isli Identity Betvveen Tvvo Empires: Erken dönemdeki modern imparatorluk
Ahmet Agaoğlu (1869-1919) [İki İmpara bile, kendisini Selçuklular’a uzanan ku
torluk Arasında Türk kim liği: Ahmet ramlara dayandırarak, din ve devleti (din
Agaoğlu (1869-1919), çnj başlıklı dokto u devlet) farklı alanlar olarak tanımış, fa
ra tezinde ele alınmıştır. kat bunları karşılıklı olarak birbirine ba
Bunlara ek olarak, bireysel düşünürlere ğımlı telakki etmişti. Tanzimat devri ve
değil, ama akımlara dair çalışmalara da Hamidiye dönemi, idari ve eğitsel kuram
sahibiz: Füsun Üstel’in Türk O cakları ha ların Avrupa, bilhassa Fransız, doğrultu
reketi çalışması ve Masami Arai’nin bu sunda dönüştüğüne, başka bir deyişle,
hareketin dergisi Türk Yurdu’nun içerik devletin modernleşmesine tanıklık etmiş
çözümlemesi; Esther Debus’un lslâmcı- ti. Sadece geleneksel ulema eğilimine sa
modernist Sebilürreşad dergisi üzerine hip olanlar, Fransız grandes ccoles mode
yaptığı çalışma vejacob Landau’nun pan- linde açılan kuramlarda eğitilen profes
türkçülük ve panislâmcıhk üzerine çalış yonel bürokratlara yer vermek zorunda
maları. Şükrü Hanioglu’nun G arbcılar* kalmış ve yüksek makamlara gittikçe da
hareketine dair makalesinin [de], Kema- ha az gelir olmuşlardır. Er geç, din de et
kilendi, Devlet denetiminde eğitsel ku
ramların ve Avrupah örneklerden alman
(*} Şükrü Hanioğlu, "Garbcılar: Their Attitudes To-
yasamanın hayata sokulması, ulemanın
ward Religion and Their Impact on the Official
Ideology of the Turkish Republic" İGarbcılar: aslî etkinlik alanları olan ilim ve yasama
dine yaklaşımları ve Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerindeki rolüne tecavüzde bulunmak
resmî ideolojisi üzerindeki etkileri], Studm Wa-
m ica 86(1997), s. 133-158. [çn] anlamına geliyordu. Jöntürk reformları,
K e m a l i z m
bilhassa Şeyhülisİâm’ın, ülkedeki en yük ateşli bir biçimde ruhban sınıfın rolüne
sek dinsel otoritenin, kabineden ihraç saldırdı,2 Bilhassa konumları devlet tara
edildiği ve medreseler ile vakıflar üzerin fından tanınmayan din adamları husu
deki yetkinin laik bakanlıklıklara aktarıl sunda eleştireldi. Söylevlerinin ulema
dığı 1916-17’dekiler, Osnıanlı laikleşme karşıtı belagatı çoğu kez dini siyasal
sürecindeki son adımlardı. Yasamanın hâ amaçlar uğruna kullanacak gericilerden
lâ şeriata dayanan kısmı olan medeni hu gelen tehlike hakkında ikazlarla birleş
kukta yapılan değişiklikler, 1917’de bunu mişti. Jöntürkler arasında Nisan 1909’da-
da Avrupa uygulamasına yakınlaştırdı, ki karşı devrim zamanı yaygınlık kazanan
Istanbul’daki Savaş sonrası rejim bu de bir terim olan irticaya, söylevlerinde sıkça
ğişikliklerin bîr kısmını tersine çevirmeye atıfta bulunuluyordu.3
çalıştı, ancak Kemalistler ittihatçıların bı Aynı zamanda “s a f Islâm’ı rasyonel ve
raktığı yerden devam ettiler. Kurtuluş Sa ilerici olarak savunan bu ulema karşıtlığı,
vaşı kazanılır kazanılmaz, barışın sağlan- Jöntürk seleflerine açıkça çok şey borçlu
46 masından bile evvel, Mustafa Kemal di dur. Meş ve ret’te ve Paris’te kaldığı uzun
nin rolüne dair fikirlerini kamusal olarak dönem boyunca diğer dergilerde basılan
ifşa etmeye başladı ve bunu da çok tutarlı yazılarında Ahmet Rıza dinin eğitim, ida
bir şekilde yaptı, İslâm’a karşı olmadığını re ve siyaset üzerindeki nüfuzundan vaz
vurguladı; tam tersi, onu “dinlerin en ras geçtiği laique bir düzenin inançlı bir sa
yonel ve doğalı" olarak savundu.1 Aynı vunucusu olarak kendini ortaya koymuş
zamanda, gerçek Islâm’ın papazlık ya da tur. Aşikâr bir biçimde, İslâm’ın vahyedil-
Tanrı ile kul arasında herhangi bir tür miş bir inanç olarak onun için çok cazi
aracı kurum tanımadığını söyleyerek, besi yoktu; ancak toplumsal bir birleştiri-
Aşikâr bir şekilde, Kemalist laikliğin varmak ve bundan gurur duymak, yüzyıl
lengeri konu üzerindeki temel Jöntürk fi dönümünde Osmanlı yönetici eliti arasın
kirlerinde atılmıştı. 1924’teki Kemalist re da yaygınlık kazanıyordu; ancak Osmanlı
formların tümü (Halifelik ve Şeyhülis Türk entelektüelleri için bu, Osmanlı te
lâmlığın kaldırılması, eğitimin laik bir ba baası (ve çoğu kez Osmanlı Devleıi’nin bir
kanlık altında birleştirilmesi, din işleri ve hademesi) ve Müslüman olmanın en azın
vakıflar için müdürlüklerin kurulması) dan eşit bir biçimde önemli olduğu kar
Osmanlı laikleşme sürecinin mantıksal maşık bir kimlikte sadece tek bir unsur
sonuçları olarak görülebilir. Kemalist- du. Pantürkçü duyarlılıklar, panislâmcı
ler’in seleflerinden çok daha ileri gittikle duyarlılıklar gibi, İttihatçı hükümet tara
ri alanlar, 1925’ıe tarikatların yasaklan fından siyaseLen kullanıldı, ancak inanmış
ması ve tekkelerin kapatılması ile 1926'da pantürkçü çevre çok dar kaldı ve bıı çev
Avrupa medeni hukukunun toptan kabu reye Rusya’dan göçenler hakim oldular, İt
lüydü. Bu önlemler radikal olarak yeniy- tihat ve Terakki Fırkası hiçbir zaman Os
48 diler; çünkü, devletin artık kendine bağlı manlI’dan ziyade Türk olan bir devleti ter
olmayan dinsel kurumlara ve yurttaşlar cih etmedi ve Haşan Kayalı’nın göstermiş
arası kişisel ilişkilere önceden görülme olduğu gibi, Araplar ve Arnavutlar tarafın
miş bir ölçüde müdahale etmesi anlamına dan onlara yöneltilen Türkleştirme itham
geliyordu. Bu sadece kurumlar ve yasa ları büyük ölçüde aklandı.11
mayı değil, ama sıradan yurttaşın “hayat Ahmet Rıza, millet ve milliyetçilik me
tarzı’’m da etkiledi. Bununla birlikte, ya seleleri hakkında hiçbir zaman çok fazla
kın bir dinsel yönü bulunmayan ve Türk yazmadı, ancak birçok çağdaşımnkiler gi
hayat tarzını Avrupalılaştırmaya yönelik bi fikirleri zamanla evrildi. 1890’larda hâlâ
önlemlerde bile, laiklik ve ulema karşıtlı açıkça bir Osmanlıcıydı ve ona göre milli
ğı bir rol oynadı; Mustafa Kemal, kıyafet yet Fransız Devrimi geleneğindeki ihtiyari
reformu seferberliğini başlattığı Kastamo ve kanuni bir kavramdı, 1902’den sonra,
nu’daki 1925 tarihli söylevinde açık bir sadece Osmanlı İmparatorlugu’nu savun
şekilde, şeyh ve din adamlarının kamusal manın değil, bunun içinde Osmanh-Müs-
alanlarda törensel giysiler giyerek sadece lüman elidnin mevkiini savunmanın da.
devlet tarafından atanmış memurlara ait Fırka önderleri için gittikçe daha önemli
olan otoriteyi gasbettikleri gerçeğine ve hale geldiği tedrici bir değişim yaşandı.
binişlerin bu kullanımının yasaklanması 1906’yla birlikte bu değişim tamamlan
gerekliliğine işaret etti,10 Kemalistlerin mıştı,11 Bu dönemde, Osmanlı-Müslüman
medreseleri (ve daha sonra bir de imam oranlılıgı ile Türk milliyetçiliğini birbirin
okulları ile İstanbul’daki ilahiyat fakülte den ayırmak zordur, fakat Müslüman elit
sini) kapatma kararları da, çoğu İslâmî içinde baskın unsur Türk olduğu için,
eğitimin modernleştirilmesini fevkalade Türklük de daha fazla önem gördü. Bu
önemseyen Jöntürklerin fikirleriyle açık nunla birlikte, Ahmet Rıza hiçbir zaman
bir kırılma teşkil etti. açık sözlü bir Türk milliyetçisi olmadı,
Osmanlı imparatorlugu’nu tanımlamak
____________MİLLİYETÇİLİK___________ için “Türkiye” terimini diğer Osmanlı en
telektüellerinden daha önce kullanmış ol
Avrupalı akademik oryantalizmin ve İs sa da, Abdullah Cevdet tutarlı bir biçimde
mail Gaspırah’nın Usııl-u Cedidinden et fitilindi Aııasır’ı savundu, “Osmanlıcılık”
kilenen Rus lmparatorlugu’ndan gelen teriminden hoşlanmamış olması, Osmanlı
Türk entelektüellerinin etkisi altında, ayrı yurtseverliğini, monarşiye bağlılığa değil,
bir kimlik olarak Türklük’ün bilincine farklı cemaatlerin ortak menfaatlerine da-
K E M A L İ S T D Ü Ş Ü N C E N İ N O S M A N L K A Y N A K L A R I
yanır görmesi gerçeğine bağlıdır.13 BüLün çevresinde gelişen Türk milliyetçi akımı
Jöntürkler içinde Abdullah Cevdet belki nın tanınmış önderiydi. Temel tezi, Os
de bir cumhuriyetçi olmaya en çok yakla manlI imparatorluğumun kendisini Türk
şandı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, milliyetçiliği ile tanımlaması ve kendisini
Osmanhcıhkm illasım kabul etmek zo Türk dünyasının başına koyması gerekli
runda kaldığında gelişmemiş Kürt millî liğiydi. Pantürkçü milliyetçiliği, bu dö
hareketine dahil olarak, Türk milliyetçili nemde henüz ırkçı yananlamlar taşıma
ğine değil, kendi Kürt kökenlerine döndü. yan ve daha uygun bir şekilde “etnisite”
Paradoksal olarak, birçok açıdan Kemalist olarak çevrilebilecek olan, ırk kavramına
programa en yakın olan düşünürün ta dayanıyordu.17 Birinci Dünya Savaşı’nın
kendisi, ateşkes yıllan boyunca benimse (ve Rus devriminin) ardından, büyük öl
diği siyaset yüzünden cumhuriyetçi rejim çüde siyasal pantürkçü tutkularını terk
tarafından siyasetten men edildi. etti ve bunun yerine, hem siyaseten, hem
Gökalp, çoğu kez, Türk milliyetçiliği de akademik olarak Kemalist millet-inşası
nin babası olarak tanımlanmıştır, fakat bu çabalarını destekledi.1® 49
ancak kısmen doğrudur. Fransızca laique
olma manasında sıkı bir laik olsa da, Gö KEMAU5T MİLLİYETÇİLİK
kalp Islâm’a Türk millî kimliğinin kurucu BU RESME NASIL OTURUYOR?
bir unsuru olarak önemli bir yer verdi.
Hakikaten, bazı yazılarında milleti en 1923’ün baharı kadar erken bir dönemde,
yüksek otorite olarak Tanrı’yla eşit sayar Lozan’daki görüşmelere halen ara veril
görünür.14 İslâm ve milliyetçiliğin bağdaş miş ve barış daha çok uzak görünürken,
maz olduğuna dair geleneksel İslâmî gö Mustafa Kemal, (her ne kadar, o dönem
rüşü reddetti ve dirilmiş Türk millî devle de, hâlâ cumhuriyetçi bir rejimden tama
tini hem Islâm, hem de Türk dünyasının men farklı bir tür olduğunu iddia etse de)
siperi olarak gördü. Gökalp (her ne kadar halefi oldukları Osmanlı Devleti’nden
bu konudaki fikirleri oldukça bulanık kal farklı, yeni ve Türk bir devlet kurmuş ol
sa da) Islâm'ın Türkleştin İmesini savundu duklarından bahsetti. Mustafa Kemal ta
ve hakiki bir popüler dini, millet inşası rafından, en azından 1919’dan bu yana,
için bir güç kaynağı olarak kabul etti, arada sırada Osmanlı İmparatorluğunun
Ağaoglu, gençlik yıllarında kendisini, muadili olarak kullanılmış, ödünç alın
siyaseten Rus lm paratorlugu’nun bir mış bir kelime olan Türkiye artık ülke
Müslümam, kültürel olarak da Farsî ya için yegâne tanımlayıcı terim haline gel
da Şiî bir Müslüman olarak tanımladı.15 d i.1® “Türk-M üslüm an” ve “Osm anlı-
Tedricen, pantürkçü milliyetçilik kendisi Müslüman” haklarından ve "Türk-Kürt
için gittikçe daha önemli oldu, fakat -en dayanışmasından dem vuran Millî Mü
azından Cumhuriyet’in kuruluşuna dek- cadele döneminin baskın söylemi bir ge
yaşayabilir bir m illî devletin temelini cede lerk edildi. Halk Fırkası'mn 1927 ve
oluşturmak için gerekli olan millî kimli 1931 tarihli programlarının da belirteceği
ğin birleştirici bir parçası olarak dinin üzere, yeni millî devlet Türk’tü ve Türk
vazgeçilmez olduğu görüşünde olduğu kimliği dil, hars ve m efkure'ye dayanıyor
için, devlet ve dinin tamamen birbirinden du. Türk milliyetçi söyleminin, daha ön
ayrılmasını reddetti,16 ce tartışılan laiklik söyleminden farklı bir
Yusuf Akçura, Üç Krizi Siyaset olarak şekilde, büsbütün kendiliğinden açık bir
b ilin e n m eşhur m ak aleler d izisin in şeymiş gibi içeriği tartışılmadan ya da gö
1 9 0 4 ’ıeki yayım ının sonrasında, Türk rüşülmeden 1923’te kabul edilmesi çarpı
Ocakları kulüpleri ve Tıîrk Yurdu dergisi cıdır. Aslında on beş yıl sonra. Tekin
K E M A L İ Z M
51
Ekim 1919, Mustafa Kemal ve Heyet i Temsiliye üyeleri Tokat’ta Bu heyet, Amasya’da
Bahriye Nâzın Salih Paşa'yla görüşerek bir uzlaşmaya varacak; ancak İstanbul hükümeti
ile Anadolu ’d aki milliyetçi direniş hareketi arasındaki bu uyuşma çok k m ömürlü
olacaktı. Yine de, Anadolu hareketinin İstanbul'daki hükümetin ve Halife-Padişahm
rızası ve açığa vurulmamış desteğiyle yürütüldüğüne, taşrada uzun müddet inanılacaktır.
edilmesi ve modern leş tiril m esiydi, Mus ten, Hanioğlu’nun işaret etmiş olduğu gi
tafa Kemal Paşa ve onun çevresinin gö bi,^ Jöntürkler arasında, “rejimin devrim
zünde bu ancak laik bir miilî devlet bağ olmadan nasıl değiştirileceği sorunu, en
lamında başarılabilirdi. önemli sorun addedildi”. Jöntürk düşünür
Laiklik ve milliyetçilik, şüphesiz, Ke ve siyasetçilerinin tüm bir kuşağı Gustave
malist ideolojinin özünü teşkil eder. Şim LeBon’un kitlelerin psikolojisine dair fi
di Altı Oktan seçtiğimiz diğer iki ilkeye kirlerinden derinden etkilendiler ve sıkı
kısaca temas edelim. bir biçimde entelektüel bir elit tarafından
yönlendirilmeyen bir halkın irrasyonel
İNKILAPÇILIK____________ davranış tarzından duyulan korku arala
rında derine kök saldı. Kemalistler için,
fnftıldpçılıİ! teriminin doğru tefsiri, Türki- aşağıdan ayaklanma değil, yukarıdan yön
yede uzun bir süredir hem akademik hem lendirilen düzenli bir dönüşüm idealdi ve
de siyasal bir tartışma konusu olmuştur; bu konuda geç dönem Osmanlı reformist
ancak, kanımca Mustafa Kemal ve taraf leriyle hemfikirdiler. Monarşi kaldırıldı,
tarlarının bunu kullandıklarında kastettik ancak yönetici elitin hükmetme ve toprak
lerinin devrimden ziyade reformizm oldu sahiplerinin toprağı temellük etme hakkı
ğuna şüphe yoktur. Bu sadece bir etimolo hiçbir 2aman sorgulanmadı.
ji sorunu değildir. Fransız Devrimi’ne yap
tıkları birçok atıfta kullandıkları ihtilal te
_____________ HALKÇILIK_____________
rimini kullanmaktan dikkatle kaçındılar,
Jöntürkler ve benzeri bir şekilde Kemal is ı- Halkçılık kavramı, Kem ali silerce kullanıl
ler için Fransız Devrimi ilham verici bir dığı biçimiyle, her zaman belirsiz oldu.
örnek olsa da, devrimci değildiler. Hakika Bir yandan, Birinci Dünya Savaşı’nın Hal
K E M A L İ Z M
etkiliydi. Böyle merkezî bir figür, felsefeci yöneticisi Emile Boutmy idi. Ağaoğlu ve
ve tarihçi Ernest Renan’dır, Ağaoğlu, Er- Akçura (diğerlerinin yanı sıra) onun öğ
nest Rerıan’la doğrudan ilişkideydi ve ta- rencisi oldular ve Abdullah Cevdet aynı
rıh ile din konularındaki fikirlerinde ke zamanda Boutmy’nin fikirlerinden derin
sinlikle ondan etkilendi. Renan laik ve den etkilendi ve eserlerinden ( ‘‘Ingiliz
ruhban sınıfın karşıtıydı, fakat yine de di halkının siyasa] psikolojisi’’ üzerine olan)
ni temel bir insani ihtiyaç ve toplumsal birini Türkçe’ye çevirdi,28
bağ olarak kabul etti.28 Abdullah Cevdet Belki de hiçbir Avmpalı düşünürün
Renan’la temas halindeymiş gibi görün jontürkler üzerinde, birçok eseri Abdul
mez; fakat Islâm ve Muhammed peygam lah Cevdet tarafından çevrilen, Gusıave
beri, Renan'ın Vie de Jesııs’da [İstifim Htı- LeBon’daıı daha büyük etkisi olmadı, Le-
yotıl Hıristiyanlığı ve İsa’yı ele almış oldu Bon'un katkısı iki yönlü oldu. Bir yandan,
ğu gibi işleme çabası olarak değerlendiri ırkların gelişimine dair bir kuram oluş
lebilecek olan Dozy’nin Essuy sıtr l’Histobe turdu, öte yandan kitle psikolojisinin te
de /’Jsfamisme’inin [Islâmcılığın Tarihi melleri attı. Sanayileşmiş bir toplumda 53
üzerine Deneme, çn] Türkçe çevirisi dola- kitlenin, kitle psikolojisinin rolüne dair
yımıvla bir anise celebve I meşhur bir dava, fikirlerinin kökeni, Paris Komunu’nün
meşhur bir ihtilaf, çul oldu, Renan’ın, mil hayaletinin liberal burjuvazide yarattığı
leti meşhur bir şekilde "günlük plebisit" korkuda yatıyordu. Bu fikirler daha sonra
olarak tanımlayan, fakat aynı zamanda ta Mussolini gibi insanlarca benimsenecek
rihsel olarak gelişmiş bir Fransız “millî tir, fakat Jöntürkler için de oldukça ikna
k arak terin i idealize ettiği milliyetçilik edici oldular. Bu kısmen aralarındaki bir
kavramsallaştı rinasının da Jöntürkleri et dizi askere (ya da en azından askerî eği
kilemiş olduğu söylenebilir, Kemalist mil lim almış insana) bağlı olabilir. “Gürulı"u
liyetçilik kesinlikle benzer, aynı anda hem denetim alımda tutmak için kanun ve dü
ihtiyarî/kanuni, hem romantik olma vasfı zen ihtiyacına yaptığı kuvvetli vurgu, Le-
nı sergiler. Ancak Renan bir pozitivist Bon’u Fransız subayları arasında da çok
miydi? İlahiyatı ve metafiziği kabul etme popüler kılmıştır, LeBon’u pozitivist ola
di, fakat 1 8 4 8 ’de yazılan ama ancak rak kabul edebilir miyiz? Şüphesiz LeBon
1890’da yayımlanan, pozitivizme en yak pozitivizmden ilham almıştı. Kitle psiko
laştığı kitabı erken dönem RAveuir de la lojisi üzerine çalışması, bilime dayanan
Science’ında [Bilimin G eleceği] Comte’u bir sanayi toplumunda demokrasinin uy
açık bir şekilde reddetti,27 Liltre’nin (pozi gulanamaz olduğunu gösterme çabası
tivizm içindeki azınlık hizbinin önderi) olarak görülebilir ve bu anlamda Com-
yakın arkadaşıydı ve Laffiue’in College de te’un otoritaryanizmiyle uyum içindedir.
France’a atanmasına yardımcı oldu, fakat Fakat Comte ilham kaynaklarından sade
pozitivizmi entelektüel bir deli gömleği ce b irisid ir.29 Darvviniznı ve H erbert
olarak gördüğünü yazdı, Spencer’in fikirleri de düşünüşü için en
Ahmet Ağaoğlu ve Yusuf Akçura’nın az bunun kadar önemliydi.
her ikisi de Paris’te 1874’te kurulmuş ve Nihayet elbette. Ziya Gökalp üzerindeki
üst düzey Fransız yönetici kuşaklan ye karşı konulmaz etkisi iyi bilinen Emile
tiştirmeye devam eden, ünlü Ecole Libre Durkheim’ı anmahyız. Durkheim poziti
des Sciences Politiıjucs’de derslere devam vist olarak başladı ve 29 yaşında sosyoloji
ettiler. Burada entelektüel iklime, poziti dalında ordinaryüs profesör olarak atan
vizm olmasa da, kesinlikle onunla ilişkili masını pozitivizmin etkisine ve Comte’un
fikirler ve insanlar hakimdi. Bunlar ara sosyolojiyi bilimin bir dalı olarak savunu
sında en başla gelen, okulun kurucusu ve suna borçluydu. Alanında temel Komtçu
K E M A L İ Z M
DİPNOTLAR
1 Nimet Onan (der,), Atatürk'ün S6y/ev ve De da Milliyetçilik, Etnisite ve Emek, çn) içinde,
meçten // {!9 -6 -!9 3 8 ), Ankara: TTK, 1959, s. 90. Londra: I.B. Tauris, 2001, s, 207-220.
2 Nimet Ün an (der.), A t a tü r k 'ü n S ö y le v ve De- 4 Şerif Mardin, Jö n tü rk le rin S iy a si F ik irle ri 1898-
meç/erı II (1 9 -6 -1 9 3 8 ), Ankara: TTK, 1959, 1908, Ankara: İş Bankası, 19&4, s. 131,
S.144-146. 5 Şükrü Hani oğlu. The Y o u n g T u rks in O p p o siti-
3 Erik-Jan Zürcher, "'Fundamentalism' as an o n [Sır Siya sa l Ö r g ü t O la ra k "O sm an!) İttih a t
Exclusionary Device in Kemalist Turkish Nati- ve T e ra k k i C e m iy e ti' ve " J ö n tü r k lü k " (1889-
onalisın" (Kemalist Türk Milliyetçiliğinde Dışla 1902)], Oriord; Okford University Press, 1995,
yıcı Bir Araç Olarak "Köktencilik", çn], VVillem s. 200.
van Schendel ve Erik-Jan Zürcher (der.), id e n - 6 Şerif Mardin, Jö n tü rk le rin S iy a sî F ik irle ri 1898-
t it y P o litic s in C e n t r a l A sia a n d th e M ü slim 1908, a.g.e., s. 179.
W o rld : N a tio n a lism , E th n ic ity a n d L a b o u r in
th e Tvven tieth C e n tu ry [Orta Asya ve Müslü 7 Uriel Heyd, F o u n d a tio n s o f T u rk ish N a tio n a
man Dünyasında Kimlik Politikaları: 20.Yüzyıl lism : The L ife a n d T ea eh in g s o f Z iya G ö k a ip
K E M A L İ S T D Ü Ş Ü N C E N İ N O S M A N L K A Y N A K L A R !
(Ziya G ö k a lp : Türk M illiy e tçiliğ in in Tem elleri], 20 Erik-Jan Zürcher, "Young Turks, Ottoman
Londra: Luzac and Company, 1950, s. 91. Muslims and Turkish Nationalists: Identity Po-
8 A. Holly Shissler, T u r k is h Id e n t it y fietvveen litics 1908-1938" (Jöntürkler, Osmanlı Müslü
Tvvo E m p ire s: A h m e t A ğ a o ğ tu 1869-1919 [İki manları ve Türk Milliyetçileri: Kimlik Politika
imparatorluk arasında Türk kimliği: Ahmet ları 1908-1938, çn], Kemal H. Karpat (der.),
Ağaoğlu 1869-1919, çn], yayımlanmamı} dok Ottoman Past and To d a y’s T u rk e y [OsmanJı ve
tora tezi, Şikago, 2000, s. 276-281. Dünya: O sm a n lı D e v le ti ve Dünya T a rih in d e k i
Yerf\ içinde, Leiden: Brill, 2000, s. 176.
9 François Georgeon, T ü rk M illiy e tç iliğ in in K ö
k e n le r i: Y u s u f A k ç u r a (1 8 7 6 -1 9 3 5 ), Ankara: 21 Erik-Jan Zürcher, "Young Turks, Ottoman
Yurt Yayınevi, 1986, s. 89. Muslims and Turkish Nationalists: Identity Poli-
tics 1908-1938", a.g.e., s. 150-179.
10 Nimet Ünan (der.}, A t a t ü r k 'ü n S ö y le v v e D e
m e çle ri II (19-6-1938), a.g .e., s. 215-216. 22 Şükrü Hanioğlu, The Young T u rks in O p p ositi-
on, a.g.e., s. 207.
11 Haşan Kayalı, A ra b s a n d Y o u n g T u rks: Otto-
m a n ism , A ra b ism , a n d Isla m ism in tb e O tto - 23 François Georgeon, Tü rk M illiy e tç iliğ in in K ö
m a n Em p ire, 1908-1918 [Jöntürkler ve Arap- k e n le r i: Y u s u f A k ç u r a (1 8 7 6 -1 9 3 5 ), a .g .e ., s.
iar: O sm a n lıcılık, E rk e n A ra p M illiy e tç iliğ i ve 109.
islâ m cılık (1908-1918)], Berkeley: University of 24 W. M. Simon, E u ro p e a n Po sitivism in th e N in e-
California Press, 1997, s, 113. te e n th C e n tu ry : A n Essay in In te ile c tu a l His-
12 Şükrü Hanioğlu, P re p a ra tio n F o r A R e v o lu tio n : to ry (19. yüzyılda Avrupa Pozitivizmi: Entelek- 55
V ı= Young Turks, 1902-1908 [Bir devrim hazır tüel Tarih Üzerine Bir Beneme, çn], Ithaca: —---------
lığı: Jöntürkler, 1902-1908], Oxford: Oxford Cornell University Press, 1963, s. 63,
University Press, 2001, s. 300. 25 Şükrü Hanioğlu, 77ıe Young Tu rks in O p p ositi-
13 Şükrü Hanioğlu, B ir S iy a s a l D ü ş ü n ü r O la ra k on, a.g .e., s. 204.
D o k to r A b d u lla h C e v d e t ve D ö n e m i, Ankara: 26 A. Hoily Shissler, T u r k is h Id e n t it y B e tvv e e n
Üçda) Neşriyat, 1981, s. 216-219. Tvvo E m p ir e s : A h m e t A ğ a o ğ lu 1 8 6 9 -1 9 1 9 ,
14 Bunda Durkheim'ı izlediği iddia edilebilir, fa a.g.e., s.132.
kat Heyd'in i;aret ettiği gibi, Gökalp Durkhe- 27 W. M. Simon, E u ro p e a n Positivism in the W/ne-
im'ın "toplum" kavramını "millet" kavramıyla teenth Century; An Essay in In te ile c tu a l His-
deği|tirmiştir. Uriel Heyd, F o u n d a tİo n s o f Tu r- to ry, Ithaca: Cornell University Press, 1963, s.
k ish N a tio n a iis m : T h e L ife a n d T e a ch in g s o f 95,
Z iy a G ö k a lp , Londra: Luzac and Company,
1950, s. 57, 28 Şerif Mardin, Jö n tü rk le rin Siyasi F ik irle ri 1898-
1908, a.g.e., s. 131; Şükrü Hanioğlu, The Yo
15 A. Holly Shissler, T u r k is h Id e n t it y B e tv v e e n ung T u rks in O p p o sitio n , a.g.e., s. 233.
Tvvo E m p ir e s : A h m e t A ğ a o ğ t u 1 8 6 9 -1 9 1 9 ,
a.g .e,, s. 110 ve sonrası.
29 Robert A. Nye, The Orig/ns of Crovvd Psycho-
iogy: Guıfave LeBon and the Crisis o fM a s s D e -
16 A. Holly Shissler, Turkish Id e n t it y B e tv v e e n m o cra cy in th e T h ird R e p u b lic [Kitle Psikolojisi
Tvvo E m p ir e s : A h m e t A ğ a o ğ lu 1 8 6 9 -1 9 1 9 , nin Kökenleri: G ustave LeBon ve Üçüncü Cum
a.g .e,, s. 132. huriyette Kitle Demokrasisinin Bunalımı, çn],
17 1921 tarih li R e d h o u s e S ö z l ü ğ ü 'n e atfen, Londra: Sage, 1975, s. 39,
Erik-Jan Zürcher, "The Vocabulary of Müslim 30 W. M. Simon, European Po sitivism in the Wıne-
Nationaiism" (Müslüman Milliyetçiliğinin Lü- teenfh Century: An Essay in In te ile c tu a l His-
gatçesi, çn], In te rn a tio n a l Jo u rn a l o f (he 5oci- tory, a.g.e., s. 146.
o lo g y o f L a n g u a g e 137 (1999), s. 90.
31 Robert A. Nye, The O rig in s o f Crovvd Psych o-
1B François Georgeon, Türk M illiy e tç iliğ in in K ö lo g y: G u sta ve L e B o n a n d th e Crisis o f M ass D e -
k e n le r i: Y u s u f A k ç u r a (18 7 6 -1 9 3 5 ), a .g .e ., s. m o cra cy in the T h ird R e p u b lic, a.g .e., s. 9; W.
106 ve sonrası. M. Simon, E u ro p e a n Po sitivism in th e N in ete-
19 Nimet Ünan (der,), Atatürk'ün Söy/ev ve Pe- e n th C e n tu ry: A n Essay in In te ile ctu a l H istory,
m eçteri I I (19-6-1938), a .g .e „ s, 70, 92. a.g.e., s. 3.
Kemalizm ve Hegemonya?
MESUT YEĞEN
l. _________________ İh_______________ __
Kemalizm hegemonik bir (program-) ide Kemalizmin tarihsel seyrine dair bir çö
oloji midir? Ya da, toplumsal) anlamlan zümlemenin odaklanacağı öncelikli mo
dıran bir ufuk olarak Kemalizm, ulusal- ment, biç şüphesiz, Kemalizmin “zuhur
popüler bir kolektif istenci örgütleyebi etme" dönemidir. Bu, kabaca Nuiuh’un
ld i bir “adlandırmalar" toplamına, genel CHF kongresinde okunması (1927) ile
bir entelektüel ve moral önderliğe denk başlatılıp, fırkanın devletle bütünleşerek
düşmekte midir?1 Siyasî bir ideoloji ola “dünyadaki ilk parti-devletin" oluşması2
rak Kemalizmin niteliğine dair bu soru ve partinin Altı Ok’unun anayasal pren
nun, Kemalizmitı hegemonik kapasitesi sipler olarak kabul edilmesiyle (1935-
ni anlamak üzere tasarlanmış en doğru 1937) bitirilebilir bir dönem-momente
soru olmadığını ve bu sebeple de, Kema- işaret eder. Bu ortaya çıkma momentinde
lizmi yerli yerine oturtma işinde pek bir Kemalizmi mümkün kılan söylemsel eko
işe yaramadığını peşinen kabullenmek nomiye bakıldığında, görünen şudur: Ke
gerekir. Kapsam ve performans itibariyle, malizm, kendisini epey önceleyen Türki
zamana dayanıklı ve müşahhas bir Ke- ye'nin modernleşme-Batılılaşma serüveni
malizmi varsayması itibariyle peşine dü ni -belirli bir okuma/sabiıleme üzerin
şülemez bu soru yerini, Kemalizmin de den- sürdürme girişim lerinden birisi,
ğişen kapsam ve performansını hesaba şüphesiz siyaseten en başarılı olanıdır.
kalan bir başka soruya terk etmelidir, Bu, Kemalizmin muhtevasına dair iki
Kemalizmin hegemonik kapasitesini an önemli özelliğe işaret eder. İlkin, Kema
lamamızı mümkün kılabilecek daha ye lizm, Türkiye'nin modernleşme-Batılılaş-
rinde bir soru şudur: Türkiye siyasî tari raa serüveni içerisinde mümkün olmuş
hinde Kemalizmin hegemonik bir ideoloji bir ideolojidir, İkinci olarak ise, bu serü
performansını gösieıdiği bir dönem oi imiş veni özel bir biçimde oku manı n/sabitle-
mııduı ? Bu “yerinde” sorunun kastettiği menin, yorumlamanın ve sürdürmenin
ortadadır: Hegemonik kapasitesinin anla adıdır. Kemalizmin bu iki Özelliği, Kema-
şılması, kapsamı ve performansı itibariy lizmle Türkiye modernleşmesi arasındaki
le, Kemalizmin tarihsel seyrini izlemeyi ilişkiye dair oldukça önemli bir durumu
gerektirir. gösterir: Türkiye modernleşmesi, Kema
lizm benzeri ideoloji ve programların sa-
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?
Sert m izacı keskin üslûbu, Kemalizmin otoriter yanını besleyen ideolojik konumu ile
rejimin en 'şiiri "figürlerinden biriydi Recep Peker. Kürsüdeki harareti siyasi
çizgisinin bir yansım asıydı sanki,,
larizm, etnisist bir milliyetçilik5 ve kap- nik heterojenliğe karşı, etnik olmasa da
sam lı-otoriter bir merkeziyetçiliğin bir kültürel homojenliği öneren özümsemeci
şimdi genel göstereninde düğümlenme bir milliyetçilik ve her şeyi içine alıp, hiç
siyle mümkün olmuştur. Öte yandan bu bir şeyi dışarda bırakmak istemeyen bir
eklemlenmenin, bir geçmiş genel göstere devlet-bürokrasi fikri6 Kemalizmin kuru
ninde düğümlenerek anlaşdan/anlatılan luştaki esasını oluşturur. Öte yandan, Ke-
geleneksellik-lslâm, kozmopolitlik ve taş malizmi mümkün kılan eklemlenmenin
ra kategorileriyle karşıtlıktan oluşan bir gerçekleştiği bu momentin, Türkiye mo
hudut üzerinde gerçekleştiği de belirtil dernleşmesinde esas yürütücü aktörün
melidir, Bu durum, Kemalizmin görece 19. yüzyılın büyük bir kısmında olduğu
daha dayanıklı da olacak, başlangıç kap gibi saray ve saray bürokrasisi olmaktan
samına dair bir ilk saptamayı mümkün çıkıp, genel olarak devlet bürokrasisi ol
kılmaktadır: İslâm ve onunla yoğrulmuş duğu bir dönem-moment olması da, Ke
geleneğe karşı radikal bir sekülarizm, et malizmin kuruluş esasını tayin edecek-
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?
tir,7 Türkiye modernleşmesinin değiş min esas olarak toplumun ıslahı peşinde
mezlerinden olmuş olan ve devlet-bürok- ki devi e tin-bürokrasinin “ufku" olması
rasi yoluyla toplumun tepeden ıslah (ve dır. Modernleşme serüveni esnasında gi
yeniden inşa) edilmesi fikri olarak tanım derek daha toplumsal bir karakter edin
lanabilecek bu durum, bilindiği üzere, miş olmasına rağmen, d evle t-bürokrasi
Kemalizmin genel kanonuna inkılâpçılık ile sivil toptum arasındaki mesafe, Kema
olarak tercüme edilecektir. lizmin bu zuhur etme momentinde, halen
Kemalizmin ortaya çıkış dönem-mo- bir uçurum niteliğini taşımaktadır. Böyle-
mentindeki kapsamım böylece tespit et si bir mesafe durumunda, Kemalizmin
tikten sonra, bu ilk Kemalizmin perfor neredeyse kategorik bîr biçimde devletin-
mansına bakmak gerekiyor. Bu perfor bürokrasinîn ufku olması, bu ideolojinin
mansın anılan kapsam tarafından koşul performansı üzerinde tayin edici bir etki
landığı şüphesiz. Ancak Kemalizmin per- de bulunmuştur. Bütün bu dönem bo
formasını tayin eden kilit unsur, Kemaliz yunca Kemalizmin ulusal-popüler bir
K E M A L İ Z M
Fırkası Katib-i Umumisi seçildi; bir sü içinde devletçi kapitalizmin önderliği
re H a k im iy e t - i M illiy e gazetesinin ni yapan Peker'i büyülemişti.
başyazarlığım yaptı. 1924-25 yılların CHP'lilerin "demokrasi" dedikleri
da dahiliye vekilliğine getirildi. Fethi Tek Parti düzenini Peker şöyle açıkla
Okyar hükümetinin Şeyh Said isyanın maktaydı: "Türkiye Cumhuriyeti bir
daki "yumuşak" tutumunu protesto parti devletidir. Parti devletle beraber
ederek istifa etti, 1927'de ikinci kez çalışır. Demokrasi, halk tarafından
Cumhuriyet Halk Fırkası genel sekre halk için devlet idaresi demektir. Fa
terliğine seçilen Peker, Mayıs Î931'de kat demokrasi hiçbir yanına dokunu
toplanan CHF'nin Üçüncü Kurulta lamaz, değiştirilmez, olduğu gibi alı
yında bu göreve yeniden getirildi. Bu nır bir rejim değildir. Her memleketin
görevi sırasında Tek Parti yönetiminin ihtiyacına göre uygulanması gereken
60
güçlenmesinde önemli rol oynayan bir kavramdır." (Goloğtu, 1974, 189).
Peker, Mayıs 1935'teki Dördüncü Ku- Kurultay'da dördüncü kez genel sek
ruttay'dan önce Avrupa'da, özellikle reterliğe seçilen Peker, 15 Haziran
İtalya ve Almanya'da uzun bir incele 1936'da bu görevden alındı. Peker'in
me gezisine çıktı. Bu gezideki göz görevden alınmasında CHP içinde ka
lemlerinden yola çıkarak kurultaya su natlar arasındaki mücadelenin ve ikti
nulmak üzere yeni bir tüzük ve prog dar paylaşımında Atatürk'ün karizma
ram tasarısı hazırladı ve parti-devlet sını gölgeleyecek gelişmelerin önünün
özdeşliğini savundu. Hazırladığı prog alınmasının yanı sıra, Türkiye'ye yö
ram, bir parti programı olmaktan çok nelen İtalyan tehdidinin güncelleşme
bir devlet düzeni programıydı ve bu si de rol oynamıştır. Recep Peker Tür
niteliğinden dolayı da, programın te kiye'deki İtalyan ve Alman sempatile
mel esasları 1937'de Anayasaya dahil rinin hamisi mevkiindeydi.
edilecekti. Faşizmin İtalya'da, Naziz Üç gün sonra da Parti Genel Baş
min de Almanya'da kitleleri harekete kan Vekili İsmet İnönü, partiyi devlet
geçirmede sağladığı başarı ve başta si partisi olarak konumlandıran ünlü
lah üretimi olmak üzere endüstriyel bildiriyi yayımladı. Siyasî otorite dev
üretimde kaydettiği aşamalar C H P let ve hükümet kavramlarında toplan-
kolektif istence denk düşen bir adlandır mama hikâyesinin alt-başhklannı oluştu
malar toplamı olduğunu gösteren güçlü rurlar. Bütün bu sivil toplum nezdinde
bir işaret yoktur. Diğer bir deyişle, top karşılık bulamama hali, 1930'larm Kema-
lumsala bakışta devletin-bürokrasinin lizminin ulusal-popüler bir kolektif isten
penceresi olarak Kemalizmin, bu mo ce denk düşen bir “adlandırmalar” topla
mentte genel ya da popüler-ulusal bir ta mım örgü deyebil en genel bir entelektüel
hayyüle denk düşecek bir biçimde sivil ve moral önderlik kuramadığını ve dola
toplumdan beslendiğini ya da karşılık yısıyla da hegemonik bir ufuktan mah
bulduğunu düşünmeye imkân yok gibi rum olduğunu gösterir,8 Esasında, top
dir. Nitekim, 1924’te Terakkiperver Cum lumsal bir rızayı örgütlemek, farklı top
huriyet Fırkası’na, 1930’da Serbest Cum lumsal grupların ufkunu tek bir ufuk içe
huriyet Fırkası'na gösterilen teveccüh ve risinde genelleştirmek ya da sivil toplum
nihayet 1950’deki ilk serbest seçimde De nezrinde karşılık bulmanın Kemalizm
mokrat Parti’nin zaferi, bu karşılık bula açısından öncelikli kaygılar olmadığı or-
K E M A L İ Z M V E h e g e m o n y a ?
di. Devlet başkanı île hükümet başka rulunda Adnan Menderes'i "psikopat"
nı bu otoritenin tek temsilcisi haline olarak nitelemesi yüzünden muhalefet
getirildi. Bildiri, bir anlamda partili si milletvekillerinin meclisi boykot et
yaseti ortadan kaldırıyordu, çünkü melerine yol açtı. Buna İnönü ile iliş
içişleri bakanlan CHP genel sekreteri, kilerindeki sürekli gerginlik de ekle
valiler de C HP il başkanı yapılmıştı. nince Eylül 1947'de istifa etmek zo
Bu görüşlerin sahibi Peker'in görev runda kaldı ve 1950'de öldü.
den alınması, aslında bir tür "fikrî ik "M illî Şef" deyimini ilk kullanan kişi
tidarda kendi zindanda" durumuydu. Peker'dir. Peker'e göre, milletçe üstün
Ortada fikrî ve ideolojik bir anlaş olabilmek için ulu bir şefin etrafında
mazlıktan çok, iktidarın Atatürk'ün kenetlenmek şarttır. "Isıtıcı, besleyici
şahsında odaklanm asını ö n le y ici ve alıp götürücü" vasıflarıyla şef, ulu
"kontrolsüzlüklerin" önlenmesi, yani sun babasıdır. Nitekim, 1936'da ger
bir iktidar paylaşımı tercihi söz konu çekleştirilen parti-devfet özdeşliğin 61
suydu. Aynı durum, Meclis başkanı den sonra Atatürk için en çok kullanı
Kazım Özalp ve Başbakan ismet İnö lan sıfat, "şef" sıfatı olmuştur. Bayar'ın
nü'nün görevden alınmalarında da hükümet programım açıklarken M ec
görülmektedir. lis genel kurulunda yaptığı konuşma
Peker, 1934-42 ydları arasında An "şef edebiyatının" en tipik örneğidir.
kara ve İstanbul'daki üniversite ve 1938'dekî olağanüstü C HP Kurulta
yüksek okullarla Harp Akademisi'nde yında, Atatürk "Ebedî Şef," İnönü de
inkılâp tarihi dersleri verdi. İnkılâp "M illî Şef" olarak ilan edilmiştir.
dersleri, "hayattan alınan ilham"la ha "Disiplinli hürriyet" kavramı etrafın
yatı dönüştürmeyi amaçlayan Kema da otoriter bir rejimin sözcülüğünü
list inkılâbı gençliğe öğretme ve bir yapan Peker, Yeni Türkiye'nin siyasî
"inkılâp şuuru" oluşturmak amacıyla rejiminin belirlenmesinde faşizm, Na
Saraçoğlu hükümetlerinde dahiliye zizm ve komünizmin etkisini itiraf
vekilliği yaptı. Ağustos 1946'da çok eder, ancak bu ideolojilerden millet
partili dönemin ilk hükümetini kuran beraberliğini bozucu unsurlar ayıkla
Peker, sert tutumu ve Meclis genel ku narak yararlanıldığını belirtir.
tirmesine yol veren, diğer bir deyişle. Ke- neredeyse 1990’lara kadar, Türkiye siya
malizmi bir kopukluk-devamlılık belir setinin asgari zemini olmuştur. Bütün bu
sizliğiyle donatan, CHP'nin 1950 seçimle dönem boyunca boy veren temel siyasî
rinde aldığı yenilginin Kemalizmin ve programlar bu asgari zeminin üzerine bi
onun dayandığı bütün kurumsa! ve ente na edilmiştir. Bu durumun anlamı şudur:
lektüel geleneğin genel ve toptan bir ye Türkiye modernleşmesinin 1930'lardaki
nilgisi olmamasıdır. Görünen odur ki, özel yorumu olarak Kemalizm değil, an
Kemalizmin içinden boy verdiği gelene cak Türkiye modernleşmesinin Kemaliz
ğin stratejik hedefi olan ve hiç şüphesiz min bu özel yorumundan bağımsızlaşmış
Kemaiizmi önceleyen Batılı, ulusal ve se- genel akideleri, geçerliliklerini 1950 son
küler bir devlet/toplum inşa etme işinin rasına taşımıştır. Tersinden söylemek ge
kabası, diğer bir deyişle, kurumsal boyu rekirse, 1950'yle birlikle yenilen ya da ge-
tu, CHP iktidarı bırakmazdan önce aşağı çersizleşen Batılı, ulusal ve seküler bir
yukarı tamamlandığı gibi, bundan da devlet-toplum fikrine denk düşen Türki
önemlisi, “Baııh-ulusal-seküler bir devlet- ye modernleşmesinin genel patikası değil,
toplum” fikri. Tek Parti iktidarının niha- fakat bu genel patikayı, radikal bir sekü-
yetlenmesinden sonra uzunca bir dönem. larizm, kültürel homojenliği öneren etni-
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?
sist bir milliyetçilik ve her şeyi içine alıp, leri göstermeye başlamıştır. Nitekim, bir
hiçbir şeyi dışarda bırakmak istemeyen noktadan sonra, Kemalizm yerine daha
bir devlet-bürokrasi fikrinden oluşan da gevşek ve daha az sistematik bir fikirler
ha özel bir patikaya dönüştürmek isteyen setini ifade eden Atatürkçülüğün kulla
Kemalizmdir. nılmaya başlaması bu dönüşümle ilgili
Ancak kabul etmek gerekir ki. bu ye olsa gerektir.11
nilgi Kemalizmin kategorik iptaliyle de Türkiye modernleşmesinin genel birta
ğil, ’Kemalizmce gösterilenin dönüşü kım prensiplerine işaret etmeye çekilerek
müyle sonuçlanmıştır. Görünen odur ki, daha mütevazı ve genel bir ideolojik ko
1950 sonrasında aldığı yenilgiyle birlik numu işaretlemeye başlaması, Kemaliz-
te, Kemalizm, 1 9 3 0 ’larda işaret ettiği min 1950 sonrası hakkında konuşmayı
kapsamlı bir ıslah ve inşa programından, adeta imkânsız kılmaktadır. Bu imkânsız
genel bir “Batılı-ulusal-seküler devlet- lık haline yol veren şudur: Kemalizmin
toplum" fikrine doğru çekilmiş ve siste çekilmiş olduğu modern, ulusal ve sekü-
matik olarak tarif edilmiş bir fikirler seti ler bir devlet/toplum fikri Türkiye siyase
ne işaret etmek yerine, Türkiye siyaseti tinin asgari zeminini tayin ettiği ölçüde,
nin asgari zeminini tarif eden genel ilke bu asgari zem inde sahne alan bütün
K E M A L İ Z M
meni'nde çalıdan Fatih Rıfkı yaşamı bo diğimiz şey, bizim işimize yarayacak
yunca CHP'nin savunucusu oldu; 1930 ihtilalci terbiye ve İnkişaf metotlarıdır."
yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fır (Atay, 1935) Falih Rıfkı'nın 1930'lu yıl
kasını eleştirdi, çok partili yaşama ge larda yazmış olduğu bu satırlarda dik
çildiğinde CFHP'yi savunmayı sürdürdü kat çeken komünist ve faşist rejimlere
ve 1950 yılında DP iktidara geldiğinde yönelik vurgu, kendi sözlerinde belki
muhalefete geçerek U lu s gazetesinde de en iyi ifadesini bulmaktadır. Kema
DP'yi eleştiren yazılar yazdı. lizm, Falih Rıfkı'nın gözünde faşizm ya
Falih Rıfkı Atay gazeteciliğinin yanı da komünizm gibi bir ideolojidir. Üste
sıra, bir edebiyatçı olarak ve gezi yazı lik henüz bitmemiş "yürüyen, kımılda
larıyla tanındı. Son derece kıvrak ve yan, arayan, canlı ve oynak bir ihtilal
akıcı bir dille yazdı. Devrin önemli dir" (Atay, 1932), Ancak bu dinamizm,
isimlerinden ve farklı dönemlerde bir bu bitmemişlik aynı zamanda bir tehli
likte çalıştığı Zekeriya Sertel anılarında ke unsurudur Kemalizm için, işte bu
Falih Rıfkı'yt Türkiye'nin "en zeki, en nedenle Falih Rıfkı ısrarla Kemalizmin
kabiliyetli edip ve yazarlarından biri" sistemleştirilmesi gerektiğini vurgula
(Sertel, 19771 olarak anlatır. Falih Rıf- makta; İdeolojisi ciddi bir biçimde ya
kı'nın gerek siyasî yazılarında, gerekse pılmadığı sürece Kemalizmin her yöne
gezi yazılarında tartıştığı en temel me çekilebileceğinden korkmaktadır. "Biz
sele Türkiye'nin Batılılaşması ve Ata de ara sıra gördüğümüz bu kargaşalık,
türk devrimlerinin yayılması ve korun programımız olmamasından, hatta ek
ması oldu. sik olmasından değil, Kemalizmin ide
olojisinin yapılmamasından, her tarafa
çekilebilir müphem ve umumi esaslar
“K E M A L İZ M T Ü R K İ Y E 'Y E M A H S U S T U R "
bir takımlarının hoşuna gitmesinden-
"Biz ne komünistiz; ne faşistiz: Kema- dir." (Atay, 1932)
listiz. Bizim Rusya'da ve İtalya'da sev Falih Rıfkı bu endişeyi dile getirdi-
ğinde yıl 1932'dir, ancak arzuladığı bu (Atay, 1932) Nasıl faşizm İtalya'nın,
ideoloji hiçbir zaman net bir biçimde komünizm de Rusya'nın kendine has
oluşmamış olmalı ki yıllar sonra 1965 koşullarının bir sonucu olarak ortaya
yılında yazdığı İn a n ç adlı kitapta, her çıkmışsa Kemalizm de Türkiye'nin
partinin Atatürkçü olduğundan, ancak koşullarının bir ürünüdür. Falih Rıfkı
bu sis perdesinin altında gerçek varlık bu tezini Kemalizmin pragmatik yü
larını ve emellerini gizlediğinden şika züyle ilişkilendirmektedir. Zaman za
yet etmektedir. Sonraki yıllarda Ata man komünizm ve faşizmi de "hayat
türkçülüğü anlatan kitaplar yazması da denen korkunç realitenin bağrından
hiç şüphesiz bu endişenin ve hayal kı sökülmüş fik irlerin kalıbı" (Atay,
rıklığının bir sonucudur. Falih Rıfkı'nın 1932) olarak tanımlasa da bu vurgu
1950'lerde ve 1960'larda yazdıkları Kemalizm bahsinde çok daha yoğun
kaygan bir zeminde takıIıp kalan ve bir biçimde yer almaktadır: "Mosko
farklı aksesuarlarla ber amaca uyduru va'da kitap hayatı, bizde hayat kitabı 67
lan bir giysi halini alan gerçek Atatürk zorlamıştır." "Nazariye ezbercisi de
çülüğü anlatmak, öğretmek ve koru ğil, hayat ve realjte adam larıyız."
mak ister gibidir. (Atay, 1932)
Peki Falih Rıfkı'nın gözünde Ata Falih Rıfkı, Mustafa Kemal'i ve onun
türkçülük nedir? O öncelikli olarak düşüncesini İncelerken temelde hep
Kemalizmin Türkiye'ye özgü bir ide yozlaşmış ve kokuşmuş olan eskinin
oloji olduğunu vurgulamaktadır. Top karşıtı olan genç ve yeni millî devlet
lumsal örgütlenme toprağa bağlı ola teması üzerinde durmuştur. Mustafa
rak gelişmektedir: "içtimai organizas Kemal ve onun Cumhuriyeti T91 ö'in
yon demek, insanların hayatını, mu karanlığında doğmuş olan bir güneştir
ayyen bir toprak parçasında ve muay adeta ve Kemalizmi muhafaza etmek
yen bir devirde tanzim eden en uy için yapılması gereken en önemli İş
gun müesseselerin hepsi demektir," "Kemalizmin Türk ve Türkiyeci, müs-
lacak makul bir yol, meseleye Kemaliz zen"i, ne de 1980’krin “Çağ Atlamacılı-
min hegemonikliği açısından bakmak ye gı" esas olarak Kemalist ya da Atatürkçü
rine, bu dönemde hegemonik olmuş ide- dür.13 Diğer bir deyişle, toplumsal rıza
oloji-programlarm Kemalistliği açısından nın örgütlenmesi üzerinden ve ulusal-
bakmak olabilir. Meseleye bu açıdan ba popüler bir tahayyüle denk düşecek bir
k ıld ığ ın d a , so n u ç o rtad ad ır: tıpkı adlandırmalar/çağırmalar toplamı olduğu
1930’lardaki gibi, 1950 sonrasında da, öne sürülebilecek bu programların hiçbi
Kemalizmin hegemonik bir ideoloji ol rinin başat sabitleyeni Atatürkçülük/Ke-
duğunu gösteren güçlü bir işaret yoktur. nıalizm olmamıştır.13
Bu aşırı yoruma imkân veren tespit şu Başat sabitleyeni Atatürkçülük görü
dur: 1950 sonrası Türkiye siyasetinde nen 1960 ve 1980 darbe programları ise
popüler-ulusal tahayülleri örgütlemiş gö oldukça kısa bir zaman zarfında, popü
rünen belli başlı programların esas sabit- lerliği kuşku götürmeyecek iki programa
leyeni Kemalizm olmamıştır. Sırasıyla yerlerini bırakmışlardır. Bu durum, bu
söylersek, ne 1950’lerin “Yeter, Söz Mille- iki programın hegemonik kapasitesinin
ıindir'’i, ne 1960’ların “Büyük, Kalkman sınırlarını göstermektedir. İlkinde kentli
Türkiyesi”, ne 1970’lerin “Halkçı Dü- yeni sınıfların popüler desteğini arkasına
K E M A L İ Z M
alan sanayi burjuvazinin tarım ve ticaret temel bir belirsizlik içerir. Esas sabitle-
burjuvazisiyle olan çatışmasını sanayi yenlerinden birisi Atatürkçülük olan bu
burjuvazisi lehine düzenleyen, İkincisin darbe programlarının her ikisi de, esas
deyse genel olarak Türkiye burjuvazisi sabitleyenleri arasında Atatürkçülük ol
nin emekçi sınıflarla olan çatışmasını mayan hegem onik iki programa eşik
burjuvazi lehine sonuçlandıran bu iki oluşturmuştur.
müdahale, dügümleme/sabiileme nokta Öte yandan, 1950 sonrasının hegemo-
sını A tatürkçülüğün oluşturduğu dar nik üç programın Kemalizmle olan iliş
darbe programlarıyla hegemonik olama kisinin aynı kıvamda olmadığını da be
mış ya da olmaya devam edememiş, di lirtmek gerekir. Açıktır ki, bu program
ğer bir deyişle geleceği vaat edememiş ların her biri Kemalizmle farklı geçitler
ler, ancak düğümleyen/sabitieyen unsu üzerinden köprü kurmuştur. Yine de,
run Atatürkçülük olmaktan çıktığı iki kabul etmek gerekir ki, bu programlar
hegemonik program-ideolojiye (büyük arasında, Kemalizmle en “yakın” müna
ve çağ atlayan Türkiye programlan) ge sebet kurmuş görünen 1970’lerin halkçı
çiş sağlamışlardır. Bu itibarla, bu iki dar lığı bile, Kemalizmle ancak özel bir “ye-
be programının h eğem on iki iği meselesi n id en -can lan d ırm a” üzerinden ilişki
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?
vardır: Garplı ve şarklı sınıf. Biz bü Rıfkı, 1960'lara gelindiğinde Kemalİz
tün sınıfların garplılaşmasını, fakat mİn bir demokrasi ve hürriyet savaşı
garp memleketlerindeki sınıfların has olduğunu, Mustafa Kemal'in diktatör
talıklarını almamalarını istiyoruz." lafını duymaktan bile rahatsız olduğu
(Atay, 1932) nu anlatmaktadır. 1930'larda överek
Bu satırlar Falih Rıfkı'nın Kemalizmİ- bahsettiği, sanıldığı gibi kızd bir ce
nin ana ekseninin Batılılaşma hedefi hennem olmadığını ortaya koymaya
olduğunu bir kez daha hatırlatmakta çalıştığı Sovyetler Bİrliği'nin yerini
dır. Komünizm sınıf mücadelesi ilkesi 1960'larda çok farklı ve olumsuz bir
ne dayandığından Falih Rıfkı'nın (ve Sovyetler Birliği resmi almaktadır. Bu
Kemalİzmİn) benimsediği "sınıfsız, im değişimde hiç şüphesiz 1960'larda
tiyazsız toplum" anlayışıyla çelişmek Türkiye'de ivme kazanan sol hareket
tedir elbette. Ancak Moskova'nın Ke lerin Falih Rıfkı'da yarattığı endişenin
malizm için taşıdığı en büyük önem, ve rahatsızlığın etkisi büyüktür. Sosya 69
kitlesel bir Batılılaşma hareketi olması lizmin sadece gelişmiş Batı ülkelerinde
dır. Bir kült olarak şefin varlığı, propa Özgürce yaşayabildiğini, Doğu'da ise
ganda ve "yığın sanatları" bakımından üniformalı bir sosyalizmin ortaya çıktı
son derece zengin bir kaynaktır Mos ğını düşünen Falih Rıfkı bir kez daha
kova'nın başardıkları. Batılılaşma konusundaki ısrarını ve ha
Falih Rıfkı'nın 1930'lardaki yazıla yal kırıklığını vurgulamaktadır. Ata
rındaki göndermeler genelde bu iki si türkçülük düşüncesini Cumhuriyet'in
yasa merkezine yönelik övgülerle do ilk yıllarında disiplin ve otorite temala
luyken 1960'lara gelindiğinde yazarın rı üzerinde inşa eden Falih Rıfkı,
söyleminde kayda değer bir değişim 1960'lara gelindiğinde demokrasi ve
göze çarpmaktadır. 1930'larda parla hürriyet sevdalısı bîr İdeolojiden bah
menter demokrasiyi eleştiren, diktatör setmektedir. C H P'ye olan inancı ise
lerin gerekliliğinden dem vuran Falih eskiden olduğu gibi güçlüdür.
sındart bakıldığında, doksanlı yılların ol fikrinin sosyolojik ve siyasî manada güç
dukça “tutarsız” bir momente denk düş len düşmesi Kemalizmin -kayda değer
tüğünü teslim etmek gerekir. Pek iyi bi bütün ideolojiler için bir vazgeçilmez
lindiği Üzere, 1990’ların sonuna doğru olan- “geleceği vaat etme" kabiliyetini za
kanlı canlı bir ideoloji-program olarak yıflatırken, beri yanda da, anılan bu top
karşımıza yeniden dikilmezden hemen lam sürece karşı gelişen tepkilerden olu
önce Atatürkçülük-Kemalizm, aşağı yu şan bir genel refleks Kemalizme yeniden
karı en zayıf anlarından birisini yaşamak kan vermeye başladı. Diğer bir deyişle,
taydı. Ancak, en zayıflamış göründüğü bu doksanlarda karşısına dikilen güçlü di
anda, Atatürkçülük-Keuıali2m yeniden, renç, modem, sektiler ve ulusal Türkiye
hem de hiç hafife alınmayacak bir biçim fikrini yeniden canlandırdı. Nitekim, bü
de ve aşırı bir sembolizm15 üzerinden gö tün askerî ve devletlu niteliğine rağmen
rünür oldu ve değinildiği gibi, bununla 28 Şubatı hafife alınamayacak bir popü-
kalmayıp, genel bir siyasî programın ba- ler-siyasî destekle donatan da bu sürecin
70 şat ideolojik sabitleyenlerinden biri oldu, ta kendisidir; ya da bütün bu sürecin
İlk bakışta tutarsız görünen bu durumun Türkiye’nin modernlik serüveninin esası
açıklanması için, yeniden Kemalizmle na ilişkin olarak cereyan etmesiyle bağ
Türkiye modernleşmesi arasındaki ilişki lantılıdır.
ye dönmek gerekiyor. Bu noktada kritik olan şudur: modern,
Yukarıda aktarıldığı üzere, 1950 sonra seküler ve ulusal Türkiye fikri, kendisini
sında Atatürkçülük/Kemalizm Türkiye aşındıran bu surece tepki olarak yeniden
modernleşmesinin stratejik hedefi olan canlanırken, gerek temel toplumsal sınıf
modern, ulusa! ve seküler bir devlet-top- ya da aktörlerin organik bir ideoloji örgüt
lum fikrine çekilmiş ve adeta onunla öz lemekteki kifayetsizlikleri, diğer bir deyiş
deşleşmişti. Oysa, bütün bir doksanlar le, ortada bu tepkiyi anlamlandıracak en
boyunca Türkiye’nin tecrübe ettiği genel telektüel ve mora! bir önderliğin mevcut
siyasî, kültürel ve iktisadi süreç tam da olmayışı ve gerekse de, anılan bu tepkiyi
bu stratejik hedefin her üç ayağını birden kışkırtan, genelleştiren ve örgütleyen esas
zayıflatan bir toplam süreç olarak yaşan unsurun askerî bürokrasi oluşu, modern,
dı. Bir yandan, siyasal Islâm’ın yükselişi seküler ve ulusal Türkiye’nin “muhafaza
ve Kürt direncinin ayrılıkçı bir programla sı" programının başat ideolojik sabitîeyen-
bütünleşme eğiliminin güçlenmesi, öte lerinden birinin Atatürk sembolizmi ol
yandan, SSCB’nin çöküşü, Körfez Savaşı, masına yol açtı ya da bunu kolaylaştırdı.
küresel bir ekonomi ve siyasetin usul Dolayısıyla, Atatürkçülük/Kemalizm bu
usul güçlenmesiyle oluşan yeni ‘uluslara gün otuzlarda arz etmiş olduğu bir özelli
rası’ ortama uyum sağlama sancısı, hep ği yeniden arz eder görünmektedir: genel
birden, Türkiye modernleşmesinin asgari bir siyasî programın başat ideolojik göste
zeminini oluşturan sacayaklarını sarsar reni olmak. Ne var ki, Atatürkçülük/Ke
oldu. Çünkü, bütün bu gelişmeler, üzeri malizm bugün, otuzlarda sahip olmadığı
ne aşağı yukarı genel bir uzlaşmanın ol bir özelliği daha arz eder gibidir. Görünen
duğu Batılı, seküler ve ulusal bir Türkiye odur ki, Atatürkçülük/Kemalizm bugün
projesini aşındırma ihtimali arz ediyordu. daha önce sahip olmadığı bir performansı
Görünen odur ki, Atatürkçülük/Kema- sergiler olmuştur. Bugün, aşırı bir sembo
lizm’in 1990’lardaki garip serüveni tüm lizm olarak Atatürkçülük/Kemalizm ve
bu devasa toplam süreçle alakalıdır. Bir işaret ettiği modern, seküler ve ulusal
yanda, Atatürkçülük/KemaÜzm’le özdeş Türkiye’nin “muhafazası” programı, esas
leşmiş olan Batılı, seküler, ulusal Türkiye olarak ordunun önderlik ettiği devlet bü-
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?
71
"Bugünkü manzaramız aşağı yukan bir dictatııre manzarasıdır. Vakıa bir meclis vardtr,
fa k a t dahil ve hariçte bize dictateur nazariyle bakıyorlar/,,,) Ben ise, millete miras
olarak bir istibdat müessesesi bırakm ak w tarihe o surette geçm ek istemiyorum."
(1930. Atatürk’ün Serbest Ftrka’mn kuruluşunu teşvik eden sözlerinden.)
yişle, bugün sivil toplum nezrinde kayda duğudur. Açıktır ki, sırasıyla söylersek,
değer bir onay bulmuş görünen bu prog siyasal İslâm’ın ve em ik canlanmanın
ram, sökülme ihtimali güçlü, temel bir di- “pençesine" bırakılamayacak bir seküla-
kişlilikle “malûldür". Görünen odur ki, rizm ve ulusallık üzerinde uzlaşmalarına
bugün modern, seküler ve ulusal Türki rağmen, ulusallığın küresel bir iktisat ve
ye'nin muhafaza edilme projesi, Türkiye’yi siyasetçe aşındtrılmasına karşı çıkmak
soğuk savaş sonrasının küresel dünyasın ya da çıkm am ak bu gerilim in esasını
da oluşan yeni mevzilere uygun olarak oluşturmaktadır. Ne var ki, anılan bu ge
restore etme projesine tegellenmiş durum rilimin telif edilip edilemeyeceği, edildi
dadır. Mevcut halde, gereklilikleri farklı ğinde Kemalizmin bu günkü genel işa
bu iki projeyi aynı anda işaret edebilmesi retleyen olma statüsünü koruyup koru-
ne rağmen, bugünün Kemalizminin bu yamacağı, geleceğin açıklığından kay
özelliğini koruyup koruyamayacağı belir naklanan bütün belirsizliğe rağmen, bir
sizdir. Aşırı bir genelleştirme üzerinden muamma da değildir. Görünen odur ki,
72 söylersek, bu belirsizliğin esas sebebi, 20. İslâm’ın siyasal niteliği ve Kürt direnci
yüzyılın başında pürüzsüz olarak bir araya nin ayrılıkçı programlarla bütünleşme
getirilen Batılı ve ulusal olma hallerinin,16 temayülü zayıfladıkça, Türkiye’nin 1990
21. yüzyılın başındaki beraberliğinin artık sonrası dünyada oluşan yeni mevzilere
gerilimli bir beraberlik haline gelmiş ol ve küresel iktisada uyum gösterecek bi
masıdır. Diğer bir deyişte, bugün Batılı ol çimde restore edilmesinin gereklilikleri,
makla ulusal olmanın gereklilikleri arasın modern, seküler ve ulusal Türkiye’nin
da artık biTebir bir örtüşme durumundan muhafaza projesinin gerekliliklerinin
bahsetmek mümkün değildir. önüne geçecek ve anılan belirsizlik bu
Nitekim bu durum, bugünün Atatürk yeni duruma uygun olarak telif edilecek
çülerinin garip heterojenliğinde de ken tir, Ancak bu yeni duruma uygun siyasî
disini göstermektedir. Bugün gözlenen, programı sabitleyen ideolojik adlandıra-
Atatürkçülüğü, laiklik ve ulusallık ekse mn esas olarak Kemalizm olup olamaya
ninde ve (em peryalist-küresel) Batı’ya cağı ya da böylesi bir programın entelek
karşıtlık üzerinden kodlayanlarla, laik tüel ve moral bir önderliğe denk düşe
lik, ulusallık ve artık küreselleşmecilik cek bir adlandırmalar toplamını örgütle
demek olan Batıcılığı bir arada kodla yip örgüt] eyemeceği, hiç şüphesiz, Tür
mak isteyenler arasında, ileride nasıl çö kiye siyasetinin geleceğe açıklığınca ta
züleceği belirsiz bir gerilimin mevcut ol yin edilecektir. □
DİPNOTLAR
sal düzeyde bir popülerliği (eksik-) temsil ede gerekir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın
bilecek bir eklemlemeler toplamım becerebil- programı için bkz. M. Tunçay, T .C .'n d e Tek-
mesiyle, üstelik bu temsili toplumsal rızanın P a r t i Y ö n e t im in in K u r u lm a s ı (1 9 2 3 -1 9 3 1 ),
örgütlenmesi üzerinden gerçekleştirmesiyle Cem Yayınevi, İstanbul, 1981. Terakkiperver
de ilgili olduğunu eklemek gerekir. Diğer bir Cumhuriyet Fırkası hakkında daha genel bir
deyimle, peşinde olduğu adlandırmanın/çağır- değerlendirme için bkz. E. J. Zürcher, Terak
manın kayda değer bir popülerliğe denk düş kiperver C u m h u riy e t Fırka sı, Bağlam Yayınla
mesi ve zor yerine, esas olarak rızanın örgüt rı, İstanbul, 1992.
lenmesi üzerinden gerçekleşmesi, toplumsala Kemalist ulusçuluğun, ulusal topluluğu etnik
dair bir ufkun hegemonik addedilebilmesi lik ekseninde tanımladığı ve bu itibarla da et-
için elzemdir. Hegemonya kavramına dair bu n is İst olduğuna dair kapsamlı bir çalışma için
kavrayışın döşendiği temel metinler için bkz. bkz. A. Yıldız, N e M u tlu T ü rk ü m D iy e b ile n e
A. Gramsci, P riso n N o te b o o k s, Lavvrence and Tü rk U lu sa l K im liğ in in ftno-5ekü/er Sınırları
VVishart, Londra, 1971; E. Ladau & Ch. Mouf (1919-1938), İletişim, İstanbul, 2001.
fe, H e g e m o n y and S o c ia list S tra te g y , Verso,
Londra, 1985; E. Laclau, N e w R e fle c tio n s on Bu devlet bürokrasi fikrini, bütün alakasına
th e R e v o lu tio n o f O u r T im e, Verso, Londra, rağmen Kemalizmin iktisadi devletçilik prensi
1990; Ch. Mouffe "Hegemony and Ideology biyle karıştırmamak gerekir. Kemalizmin ikti
in Gramscî", Ch, Mouffe (der.) Gramsci and sadi devletçiliği, esas olarak 1929 buhranına
M a rx is t T h e o ry , ftoutledge and Kegan Paul, bir cevap niteliği taşıyan konjonktürel bir
Londra, 1979. prensip olmasına karşın, Kemalizmin zuhur 73
etme momentinde ortaya çıkmış olmasına bi- --------—
2 CHF başkanının cumhurbaşbanı, başkan yar naen, Kemalizmin kurucu kanonu arasına ko
dımcısının başbakan, genel sekreterinin içişle nan bir ilkedir. Oysa, hem 1927 öncesinde he
ri bakanı ve il başkanlarının vali olmasını ön nüz rüşeym halindeyken ve hem de 1990’ların
gören düzenlemelerin akabinde, parti genel küreselleşme ortamında benimsediği iktisadi
sekreteri Recep Peker Türkiye Cumhuriye programlar, iktisadi bir devletçiliğin "Kema
timin 'dünyadaki ilk parti-devleti' olduğunu lizm" açısından daha konjonktürel bir "pren
duyurmuştur. Bkz. C. Koçak, "Siyasal Tarih sip" olduğunu gösterir. Cumhuriyet’in Büyük
(1923-1950)", Sina Akşin (der.), T ü rk iy e T a rih i Buhran öncesinde takip etmiş olduğu iktisat
IV Ç a ğ d a ş T ü rk iy e 1903-1980, Cem Yayınevi, politikaları için bkz. K. Boratav, T ü rkiye İktisa t
İstanbul, 1990. T a rih i 1908-198S, Gerçek Yayınevi, İstanbul,
3 Bunu, Avrupa'da mutlakıyetçi devletin ortaya 1988 ve Y. S. Tezel, C u m h u riy e t D ö n e m in in İk
çıkmasıyla başlayıp Fransız Devrimi'yle zirvesi tis a d i T a rih i (1923-1950), Yurt Yayınları, An
ne ulaşan modern hükmetme biçiminin kuru kara, 1982.
luşu olarak da adlandırmak mümkündür. Kemalizmin, ama daha önemli olarak Türkiye
4 Burada önemli bir noktaya işaret etmek ge Cumhuriyeti projesinin, modemleşme-Batılı-
rekiyor. Kemalizmin alt ya da bertaraf ettiği laşma işinde esas ajanın saray ve saray bürok
öteki eklemleme girişimleri, diğer bir deyişle, rasisi olmaktan çıkıp, orta-alt bürokrasi oldu
öteki görme biçimleri, yukarıda aktarılan ğu bir momentte mümkün olmuş olması ol
şimdi-geçmiş gerilim inde kategorik olarak dukça önemli bir duruma işaret eder. Hem
geçmiş düzlemine ait görme biçimleri değil Kemalizm hem de Cumhuriyet projesi, genel
di. Başka bîr ifadeyle, Cumhuriyet'! kuran ilkeler üzerinden konuşulursa, tepedenci ve
kadronun bütün iddialarına rağmen, Kema otoriteryan olmalarına rağmen. Türkiye mo
lizmin altettiği görme biçimlerinin tümünün dernleşmesi açısından bakıldığında, siyasetin
“gerici" görme biçimleri olduğunu savunmak toplumsallaşma işinin daha derinleştiği bir
mümkün değildir. Kemalizmin altettiği gör döneme aittirler. Bu itibarla, siyasetin top
me biçimleri arasında, Türkiye modernleşme lumsallaşması esprisinden bakılırsa, her ikisi
sinin sacayağını oluşturan merkeziyetçilik, de Türkiye modernleşmesinin görece daha
m illiyetçilik ve sekülarizm i Kem alizm den demokratik bir momentine denk düşerler.
farklı, daha mutedil biçimlerde eklemleyen Bağlı sınıfların rızasının örgütlenmesi üzerin
ideoloji ve programların olduğunu kabul et den entelektüel ve moral liderliğin ele geçiril
mek gerekir. Bunun anlaşılması için. Terakki mesi Gramsci'nin hassasiyetle üzerinde durdu
perver Cumhuriyet Fırkası programının genel ğu bir meseledir. 1860'larda Italyan Birliği'nin
bir okuması bile yeterlidir. Böylesi bir oku sağlanmasıyla sonuçlanacak R iso rg im e n to ha
manın göstereceği gibi, Kemalizmin altettik- reketini Fransız Devrimi’yle yapılan bir karşılaş
leri arasında geçmişin kalıntıları olduğu ka tırma üzerinden çözümleyen Gramsci, köylülü
dar,, merkeziyetçilik, milliyetçilik ve sekülariz ğün rızasının kazanmayı beceren Jakobenlerin
mi jakoben-inkılâpçı bir muhteveyla eklemle bu türden bir liderliği ele geçirmiş olmasına
meye muhalafet eden daha mutedil ve mu karşın, Italyan Birliği peşindeki Mazzini ve Ga-
hafazakâr bir eklemleme girişimi de vardır. ribaldi’nin bu türden bir rızayı örgütleyeni em iş
Ne var ki, Türkiye liberallerinin zaman za olduğunu ve dolayısıyla, (talyanın demokratik
man coşkuyla selamladığı bu mutedil ve mu cumhuriyetle sonuçlanacak jakoben tarzı bir
hafazakâr modernleşmeciliğin tıpkı Kema devrim fırsatını kaçırdığını iddia eder. A.
lizm gibi esas olarak elitist ve tepedenci bir Gramsci, Prison N o teb o o ks. ss. 106-114,
modernleşmecilik olduğunu da kaydetmek
K E M A L İ Z M
9 Kem alizm e toplum sal bir akis sağlam ayı tempt at Hegemony", The P o litic a i a n d S o d -
amaçlamaları (bunu kısmen başardıklarına o e co m ic Tra n sfo rm a tio n o f Tu rkey. A. Eralp,
şüphe yoktur) itibariyle Kemalist ideolojinin M. Tünay, B. Yeşilada (der.), Praeger, ABD,
organikleşme süreci içerisinde değerlendirile 1993. 1983 sonrası Özatcılığı değerlendiren
bilir özellikler arz etmelerine rağmen, bu ku Tünay, oldukça ikna edici bir biçimde, seksen
ruluların, son tahlilde, devletin kurumlan ol lerin çağ atlamacıiığının, bütün şaşaasına rağ
duklarını ve kurulma ve faaliyet biçimlerinin men. genel bir ulusal-popüler tahayyüle denk
tamamıyla yukandan-aşağı olduklarını belirt düşecek bir adlandırmalar çoğulluğunu kura
mek gerekiyor. Köy Enstitüleri ve Halkevleri madığını ve bu itibarla da hegemonik bir söy
üzerine bir değerlendirme için bkz. M. Yeğen, lem olma yolunda başarısız olduğunu savun
D e v le t S ö y le m in d e K ü rt S o ru n u , İletişim Y a maktadır.
yınları, İstanbul, 1999, 4. bölüm. 13 öte yandan, bu programların tümünün, Batı
10 öte yandan eklemek gerekir ki, hakimiyetini lı, seküler ve ulusal Türkiye fikrininin üzerine
tesis etmede toplumsal rızanın örgütlenmesi yükselmişliği itibariyle Kemalist olduklarına
ni önemsememesi ve ulusal-popüler bir tahay şüphe yoktur.
yüle denk düşen bir “adlandırmalar/çağırma- 14 1970'lerin halkçılığının bir başka önemli fark
!ar" toplamını örgütleyebil en genel bir ente lılığı daha var gibidir: Toplumsal değişmenin
lektüel ve moral önderlik kuramayışı itibariyle esas aktörü olarak devletin yerine halkı işaret
hegemonik bir ideoloji olmadığını savundu etmek. Nitekim, halkı toplumsal değişmenin
ğumuz Kemalizmin, toplumsalı mümkün kılan esas faili olarak inşa etme fikrinin radikal ver
bir kısım farkı başka bir kısım farka karşı çizi siyonu Türkiye solunda devrimciliğe yol vere
len bir hudut {millî, seküler ve merkezî olma cek, Türkiye solunun yörüngesine giren Ke
yan geçmişe karşı milli, seküler ve merkezî bir malizm de kendi kanonunda yer alan ve esas
şim d i) üzerinden eklemlemiş olduğu da kesin olarak toplumun devlet tarafından ıslahı ve
dir. Bu itibarla, modern bir (program-)ideoloji inşası anlamına gelen inkılâpçılığın yerine
olarak Kemalizmin kuruluşunun hegemonik devrimciliği kullanmaya başlayacaktır. Bilindi
bir pratiği içerdiği kabul edilmelidir. ği üzere bu yörüngeye girme durumu 1980’le
11 1950 sonrasında yaşanan bu dönüşüme bağlı birlikte son bulacak, 12 Eylül devrimcilik yeri
olarak Kemalizmin görece bağımsız ve mü ne inkılâpçılığı yeniden yerleştirmek için Özel
şahhas bir ideoloji olma hali de son bulmuş bir çaba sarf edecektir.
tur, Modern, ulusal ve seküler bir devlet-top- 15 Onuncu Y ıl M arşı, Anıtkabir ziyaretleri, Ata
lum fikrine çekilmiş haliyle Kemalizm (Ata türk rozetleri vb. bu sembolizmin temel un
türkçülük), bundan böyle genel bir siyasî surlarını oluşturmuştur. Bu sembolizmi değer
programın başat ideolojik adlandıran! olmak lendiren N, Göle, bir arınma pratiği olarak
yerine, birtakım başka genel ideoloji-prog- Atatürkçülüğün neredeyse dinsel bir rütüele
ramlann, meşreplerine uygun olarak vurgula dönüştüğünü belirtmektedir. Bkz. N. Göle, /s-
dıkları, tarif ettikleri, dönüştürdükleri refe lâ m ve M o d e r n lik Ü z e rin e M e le z D e d e n le r,
ranslardan birisi olacaktır. Metis. İstanbul, s, 91,
12 Bu yazının sınırlan içerisinde kabaca ve hızla 16 Ne diyordu Hamdullah Suphi daha 1923 yılın
hegemonik olduğu iddia edilen bu ideoloji- da: “Kendimiz AvrupalI hissettikçe Türk kala
programların bu niteliğinin ciddi bir tartışma cağız, Türklüğüm üzü AvrupalI olmaya yüz
konusu edilebileceği açıktır. 1980'lerin Özalcı- tuttuğumuz zaman bildik" aktaran, F. Üstel,
hğına dair bu türden ciddi bîr tartışma için T ü r k O c a k la r ı (1 9 1 2 -1 9 3 1 ), Doktora Tezi,
bkz. M. Tünay, “The Turkish New Rîght’s At- AÜ5BF, 1986, s.139. (İletişim Yayınları, 1997),
Kemalizm:
Hegemonik Bir Söylem*
NUR BETÜL ÇELİK
T
rın çizilmesini içerdiği için iktidar kullanı
kurucu ideolojisi olarak tanımla mım gerektirmiştir. Söylemler, dışarıda bı
nan Kemal iznim siyasal toplumsal raktıkları siyasal güçlere ve kontrolleri dı
projesi, yeni bir vatan, yeni bir toplum, şında gelişen olayların yerinden edici so
yeni bir kimlik ve bu yaratılmış ulus için nuçlarına karşı savunmasız, oluşsal ve ta
yeni bir tarih tanımlamakla kalmamış, rihsel yapılardır (Hovvarıh ve Sıavrakakis,
Türk insanı için siyasetin statüsünü ve an 2000: 4). Kemalizm de bu anlamda kırıl
lamım da değiştirmiştir. Bir söylem olarak gan, oluşsal ve tarihsel bir yapı olarak
Kemalizm, Türk toplumunun belli bir kavranmahdır. Kemalizmin dönüşümün
gerçeklik duygusu ve bir toplum anlayışı de, dışarıda bıraktığı siyasal güçlerle iliş
kurmasına aracılık eden pratikleri, anlam kisi önemli olmuştur. Kemalizm, siyasal
ları ve alışkanlıkları eklemleyen bir pra mücadelelerin, toplumsal taleplerin ortak
tiktir, bunların üzerine yazıldığı bir yü dili olabildiği sürece hegemoniktir, bütün
zeydir, eklemleyici bir pratik sonucu yapı söylemsel alanı kendini evrensel kılarak
lanan, aslında siyasal olan toplumsa! iliş tanımlamayı ve siyasal olayların yerinden
kiler ve pratiklerden oluşan somut bir edici sonuçlarını özümlemeyi başaramadı
toplumsal sistemdir. Bir söylemin kurulu ğı ölçüde de hegemonik bütünlüğü çözül
şu, bazı olasılıklann dışarıda bırakılmasını meye uğramıştır.
ve bunun sonucunda da farklı toplumsal Bu yazıda öncelikle Kemalizmin Cum
ajanlar arasındaki ilişkilerin bir yapılamşı- huriyetin ilk yıllarından itibaren söylem
nı kapsamaktadır. Bu, her zaman iktidar sel kuruluşu ve mitsel bir uzam olarak or
kullanımını içeren radikal bir eylemdir. taya çıkışı incelenecektir. Daha sonra, Ke
Kemalizmin söylemsel oluşumu da, karşıt malizmin mitsel bir uzamdan imgesele dö
konumların kuruluşunu, içeridekilerle dı nüşümü 19457ten sonraki siyasal ve top
şarıda kalanlar arasındaki siyasal sınırla lumsal gelişmelerin ışığında tartışılacaktır.
sa] yerinden oluşların sonuçlarını düzel aynı zamanda devlete özdeş sayılmasıydı.
tecek yeni bir düzen anlayışını temsil Fırka programları, devlet ve yurttaşlar
eder. Önerilen, laik, modern ve Baülı yeni arasındaki sınırlan açık biçimde çiziyor,
bir Türk k im liğinin yaratılm asına ve yurttaşların ve devletin siyasal edimleri
Türk ulusunun bölünmemiş, türdeş ve nin alanım tanımlıyordu. Devlet-parti öz
uyumlu bir bütünlük olarak temsiline da deşliği nedeniyle, programlar, anayasalara
yalı bir düzendir. Türdeş toplum mitinin eşdeğer kurucu metinler sayılıyordu.
iki işlevi vardır: Tek Parti rejimini meşru Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 1931 ve
laştırma ve bir dizi yapısal yerinden olu 1935 programlan, Türkiye Cumhuriye
şun yazımlanabilecegi bir yüzey oluştur tinin resmî ideolojisinin temel ilkelerini
ma. Temsil edilenle temsil uzamı arasında belirten metinlerdir. Programlar kısadır;
bir simetri varsayan mit, kendi somut içe bunlarda sıralanan ilkeler ayrıntılı biçim
riğiyle, yani Kemalist düzenin özgül da de tanımlanmamıştır. Yine de, özellikle
yanaklarıyla, genel evrensel düzen ihtiya- başka metinlerle birlikte okunduklarında,
76 cı arasındaki uzaklığı yok sayar Kemalist Kemalizmin siyasal projesini yorumla
düzen, düzen ihtiyacım karşılayan, alter mak için yeterli temeli sunarlar. Kemaliz
natifi olmayan evrensel bir düzene dönü min ideolojik karakterinin belirginleştiği
şür. Mit, cumhuriyetle Türk ulusunun ilk belge olan 1931 programı Kemalizmle
doğası (cumhuriyet, Türk ulusunun do özdeşleşmiş olan altı ilkeyi sayar ve ta
ğasına en uygun yönetim biçimidir), mo nımlar: Cumhuriyetçilik, milliyetçilik,
dern Batı ile Türklük (Türk ulusu, mo halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılâpçı
dern Batı dünyasında hak elliği yere ka lık. Yazının izleyen bölümünde bu alu il
vuşacaktır. Batılılaşma, Türk ulusunun kenin çerçevesinde Kemalist söylemin bir
karakterine uygundur), Türk toplumu- çözümlemesi yapılacaktır,
nun sınıfsız doğası ve Tek Parti rejimi Türk aydınlarının bağlandıkları ilk dü
arasında bir dizi eşdeğerlik kurar. şünce sistemlerinden biri olan halkçılık,
Birinci Dünya Savaşı’mn sonundan Jöntürklerden beri, pozitivist bilim sel
Cumhuriyet’in ilanına kadar askeri ve si ilerleme düşüncesi üzerine temellenen
yasal alandaki bütün iktidar mücadelele toplum projelerinin kurucu öğesidir. Mo
rinden zaferle çıkan Kem alist güçler, dernleşme ve Batılılaşma yolunda yapılan
Cumhuriyet’in ilanını izleyen dönemde reformların kaynağında halkçı modern
kendi söylemlerinin sınırlarını çok daha leşme kuramlarının yattığı, halkçılığın
açıklıkla ifade edebilecek bir durumday Türkçü ve Batıcı politikaların temel söy
dılar. Toplumun ilerlemesi ve kalkınması lemi olduğu söylenebilir. Halkçılık, Cum-
için ‘doğru’ yolu ortaya koyma hedefi bu huriyet’e ruhunu veren bir ilke olarak Ke
söylemin temelini oluşturuyordu. Batılı malist rejimin de çekirdeğini oluşturmak
laşma ve m odernleşme, ‘doğru’ yolun tadır. Bu nedenle halkçılık, Kemalist söy
adıydı. Mustafa Kemal (Atatürk) tarafın lemin işleyiş mantığının daha iyi anlaşıl
dan kurulan (Cumhuriyet) Halk Fırkası, masını sağlayan tek ilkedir. Bundan yola
cumhuriyetçi ideallerin peşinde, bir deği çıkarak, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın
şim aracı olarak tasarlanmıştı. Fırka, ku programlarında sayılan ve o zamandan bu
ruluşunu izleyen yıllarda giderek siyasal yana Kemalist ideolojinin sınırlarını çiz
pratiğin merkezi haline geldi: Fırka’nın diği kabul edilen altı ilkenin halkçılık te
varlığından ve eylemlerinden bağımsız melinde yorumlanmasında yarar vardır.
herhangi bir siyasal etkinlik düşünmek Burada önerilen, Kemalizmi basitçe halk
olanaksızdı. Bunun nedeni, Fırka’mn ulu çılığa indirgemekten çok, halkçılığı bü
sa, ulusun devlete, dolayısıyla Fırka’mn tün Kemalist ilkeleri bir arada tutan ve
K E M A L İ Z M H E G E M O N I K B I R S Ö Y L E M
CHP Safranbolu ilçe binası önünde Altı Ok’taki ilkeleri simgeleyen bir gösteri.
Cumhuriyet’in ve CHP’nin tören ritüelleri, kmttt teknik İmkânların, protokoler
resmiyetin pe ham asetin dam gasını vurduğu bir “m üsam ere”estetiğini yaşatmışlardır.
Rejimin kendini sahnelemesine, simgesel onay ve katılım sağlam asına hizm et eden bu
tören tarzının, kam usal iletişim kanallarım daraltan bir etki yarattığı söylenebilir.
ler içinde, geniş bir çeşitlilikle eklemlen celikle Türk toplumunun uluslararası
melerin olabilmesine de zemin hazırladı. topluluk içindeki yeri ve statüsüne dikkat
Örneğin, Cumhuriyet Halk Fırkasının çeker. Ulusu halk egemenliği ve halk ira
1931 programında milliyetçilik ilkesinin desi ile Özdeş sayar ve egemenlik hakkını
tarifinde, milliyetçiliğin siyasal anlamı vatan toprakları sınırları dahilinde kulla
öne çıkmaktadır. Halk özgürlüğü ve ege nacak bir devlet ve bu durumu garantile
menliği doktrinine dayanan bu tarif, ön yen bîr siyasal toplum öngörür. Uluslara-
K E M A L İ Z M : H E G E M O N I K 8 I R S Ö Y L E M
rası topluluk karşısında toprak bütünlü sında uyumlu ve eşitlikçi ilişkilerin tesisi
ğünün ve bağımsızlığın garanti altına ne, siyasal toplumun egemenlik hakları
alınması, bu milliyetçiliğin temel hedefle nın güvence altına alınması açısından ha
rinden biridir. Türkiye’nin eşit haklarının yati bir önem atfedilir.
dünya uluslarınca tanınması, ulus-devle- M illiyetçilik, kendine bir hedef ilan
tin kuruluşu açısından temel koşul olarak eder: “Yurtta sulh, cihanda sulh.” Bu he
belirtilir. Programda, ulus-devletler ara- def, her şeyden önce, Türk devletinin di-
K E M A L İ Z M
Fevzi Çakmak geliyordu. Çakmak ile "Menfi m u zır elem anları m em leketin
Araş ve Kaya'nın arasının açık olması ve m ille tin b ü n y e sin d e n çıkarm a k ve
bir uzlaşmayı engelledi. Başbakan Ba- atmak bu m em leketin ve m illetin m illî
yar da tarafsız kaldı. TBM M başkanı se c iy e sin i ko ruya rak m üsbet ilm in ve
Abdülhalik Renda'nın da adı adaylar m o dem tekniğin bütün icaplarını tatbik
arasında geçiyordu. Bir başka aday da etm ek ve Türk m illetini tarihte layık o l
Şükrü Kaya'nın kendisiydi. Kaya ve duğu yüksek hayat ve m edeniyet sevi
Aras'ın tüm engelleme çabalarına rağ yesine çıkarmak, istihsal sabasında b il
men, Atatürk'ün ölümü üzerine İnönü hassa nüfusta kem m iyetle beraber key
cumhurbaşkanı seçildi. Bu, Kaya ve fiyeti de arttırmak işte: Türk devletinin
Aras'ın siyasî yaşamının sonu demekti. kurum unu ve Atatürk inkılâbının gaye
Yeni kurulan hükümette her ikisine de sin i hülasa ed en esaslar. C ih a n buna
görev verilmedi; Kaya, genel sekreterlik Kem alist rejim i diyor.
82 görevinden alındı. 1939 seçimlerinde B iz Türkier buna Atatürk inkılâbı d i
de tekrar milletvekilliğine aday gösteril yoruz, A n ca k ve ancak bu inkılâbın ve
mediler, İnönü'yü tasfiye etmek ister p re n sip le rin in m e m le k e tim izi k o ru y a
ken, Kaya'nın kendisi tasfiye oldu. cağına ve istiklalini kurtaracağına g e ç
Şükrü Kaya, CHP içindeki masonla m işteki, etrafım ızdaki ve ö n ü m ü zd e k i
rın Önde gelenlerinden biriydi. 1930'lu bin bir m isal ile inanıyoruz".
yıllarda Türkiye'de ve dünyada mason Siyasetin yanı sıra yazarlık yapan
luk aleyhtarı kampanyalar artınca, ma Şükrü Kaya, Daniel De Foe'dan Robin-
sonlar da kendilerini savunmaya yönel so n C ro u se (1923), Henri Berau'dan
diler, Basında M. Esat Bozkurt'un öncü Şişk o (1924), Charles Rist ve Charles
lük ettiği bir tartışma başladı. Parti için Gide'den G ü n ü m ü z e K a d a r İk tis a d î
deki masonlar ve masonluk karşıtları M e zh e p le r Tarihi (1927), Bukley'den
karşı karşıya geldi. Kaya, Atatürk'ün is Eski Yunan M asalları ve Mathiez'den
teği ile mason localarının kendilerini Fransız İhtilali (1950) adlı eserleri dili
feshetmelerini sağladı. Böylece, parti mize çevirdi. Ş. Kaya, Malta'da sürgün
içindeki masonlar ile masonluk karşıtla de iken Şişko 'yu çevirmiş, bu metinle
rının çatışması önlenmiş oldu {1935). sürgündeki arkadaşlarına Fransızca ça
Şükrü Kaya'nın içişleri bakanı ve lıştırmıştı. Cum huriyet gazetesinde ma
CHP genel sekreteri olarak yaptığı bir kaleler yazan Şükrü Kaya'nın 1927-
çok konuşma broşür olarak yayımlandı. 1937 yılları arasındaki konuşmaları ve
Bu konuşmalarda, birinde, 20 Şubat yazıları da kitap olarak yayımlandı:
1938 tarihinde Halkevlerinin 6. açılış Ş ü k rü K a ya , S ö z ie r i- Y a z d a n , 19 2 7 -
yıldönümünde yaptığı konuşmada Ke 1937, B irin ci Kitap (İstanbul, 1937). Ek
malist rejimi şöyle tanımlıyordu: rem Ergüven tarafından derlenen bu ya-
ğer siyasal toplumlann egemenlik hakla kaybettiği topraklar üzerinde hiçbir hak
rını ve toprak bütünlüklerini tanıdığının talep etmeyecek ve egemenlik hakkını
ve kendi haklarının da benzer biçimde di Misok-ı Millî ile çizilen sınırlar içinde
ğer devletler tarafından tanınmasını bek kullanacaktır.
lediğinin bir ifadesidir. Bu. uluslararası Bu barış ve uyum arayışı, bir bütün ola
topluluğa verilen bir garantidir: Türk rak uygarlığın gelişim i açısınd an da
Devleti, Birinci Dünya Savaşı sırasında önemlidir. Yine de, Türk toplumu gibi
K E M A L İ Z M : H E G E M O N I K B I R S Ö Y L E M
meşruiyet kazandırmakta araç oldu, iddi palı kıldı. 1931’de, Atatürk’ün kendisi,
aları, diğerlerinden farkı olmayan bir Türk ulusunun özelliklerini, ortak bir si
devlete sahip olmaktı. Devlette ulusun yasal varlık (üniter devlet), ortak bir dil,
(laik aydınların) özlemlerinin vücut bul ortak bir vatan, ortak bir ırk ve köken, ta
duğunu düşündüler. Otorite ilişkilerinin rihsel ve ahlaki akrabalık bağlan olarak
nihai laikleşmesi, sırasıyla saltanatın ve belirtiyordu (Vatandaş için Medeni Bilgi
halifeliğin kaldırılmasında ifadesini bul ler: 22), Türklüğü bir ulusal kimlik ola
muştu. Bu, geleneksel bağların ve yapıla rak tanımlayan bu öğeler arasında din
rın daha rasyonel ve bilimsel olanlarla yoktu. 1920lerin, ulusu, etnik ve kültürel
yer değiştirmesi demekti. Böylece, bir açıdan çeşitli Müslüman unsurların bir
yandan modern anlamda yurttaşlığa ge birliği olarak gören anlayışı yerini, Kema-
çiş başarı lirken bir yandan da devasa bir lizmin laik toplumsal İlişkiler öngörüsü
devlet aygıtı yaratılmıştı. Bir kez daha, ne dayanan bir milliyetçiliğe bırakıyordu.
bu kez milliyetçilik vurgusuyla, Cumhu- Dinin ulusu tanımlayan öğelerin dışında
84 riyet, devleti bir değişim aracı olarak ta bırakılması, birliğin vurgulanmasını ko
nımlamış oluyordu. Diğer siyasal milli laylaştırıyor ve böylece modernleşme adı
yetçiliklere benzer bir yol izleyen Kema na ulusun “Türkleştirilmesini” meşrulaş
list milliyetçilik, devlete, toplumun mo tırıyordu. “Türklük” salt ırksal bir kate
dernleşme doğrultusunda dönüştürülme gori değildi, çoğu kez “rıza" ve “irade" te
sinde merkezî bir rol yükledi. melinde tanımlanıyordu, ancak, birliğin
Milliyetçilik, devletle toplum, siyasal tehdit altında olduğu durumlarda kolayca
olanla siyasal olmayan arasındaki ilişki kapsayıcı değil, dışlayıcı bir kategoriye
sorununa bu temel üzerinde bir yanıt dönüşebiliyordu. Kamusal dilden etnik
öneriyordu. Ancak, bu, “gerçek bir çö farklılıkların silinmesi ise, daha dışlayıcı
züm" değildi: Milliyetçiler, siyasal olanla bir ulus kavramına kayıldıgını gösterdi.
olmayan arasındaki ilişkilerin muğlaklığı Bu, Gellner’in sözleriyle, “olmadığı yerde
nı, kamusal olanla özel olan, toplumsal ulusun icat edilmesi” anlamına geliyordu
olanla, kültürel olan ve siyasal olan ve (Gellner, 1964: 169). Ulus, artık kültürel
toplumla devlet arasındaki ayrımları yok çeşitlilik temelinde tarif edilmiyordu;
etmek suretiyle kötüye kullandılar (Bre- farklılık, “hayali bir topluluk” olarak
uilly, 1994: 112). Devlet, yalnızca ulusal ulusla diğer siyasal topluluklar arasına
değerlerin ve duygu örüntülerinin değil, yerleştiriliyordu. Bu yeni ulus kavrayışı,
her şeyiyle ulusun ifadesiydi, Böylece, derin bir sadakat duygusu temelinde sıkı
Kemalist mit, devletle ulus arasındaki, bir birlik tasarımıydı. Bu kavrayış, “Türk
temsil edenle edilen arasındaki açıklığı lüğü" geleneksel özdeşlik formlarına bir
ortadan kaldırdı, kendi düzen anlayışına alternatif olarak sundu, Kemalist milliyet
evrensel bir değer atfederek iktidar talep çilik, böylece, Köker'in de belirttiği gibi,
lerine meşruiyet kazandırdı. Kısacası, bu halkçılık ilkesiyle çelişen bir sonuca ulaş
özdeşlikten meşruiyetini alan milliyetçi tı: halk, artık milliyetçi siyasetin odağın
seçkinler, oyunun kurallarım belirleme da değildi. Milliyetçilik, Türk halkının
gücüne de sahip oldu. Toprak bütünlüğü, özgünlüğünü korumayı değil, Türk halkı
ulusal bağımsızlık, kesintisiz ilerleme, için bir özgünlük yaratmayı hedefler hale
toplumsal değişim, milliyetçi seçkinlerin gelmişti (1993: 153).
oyunun kurallarım üzerine kurduğu ana Batılılaşma yoluyla modernleşme dü
temaları oluşturuyordu. şüncesi, Kemalizmin çekirdeğini oluştu
Ulus ve devlet arasındaki özdeşlik, Ke rur. Kemalizm, tam bu noktada bir ulus
malist söylemi erişilmez ve topluma ka ve modernleşmenin gerektirdiği yeni bir
K E M A L İ Z M : H E G E M O N İ K B I R S Ö Y L E M
insan yaratmayı hedefler. Kendisini, mo içinde erimeleri, türdeş toplum mitiyle
dernleşmiş rasyonel laik siyasal toplulu haklılaştırılır, Kemalist söyleme, ulusal
ğun oluşturulmasının (alternatifi olma iradeyi devletle ve Tek Parti döneminde
yan) bir aracı olarak sunar. Toplumun partiyle Özdeşleştirerek, siyasal ve tarihsel
bütününün modemleşmeci Kemalist pro bir varlık olarak “halk” kavramım soyut,
jeye kendini adaması ulus olabilmenin, tarih-dışı bir “ulus” kavramıyla değiştire
bu anlamda milliyetçi olmak da, yurttaş rek kamusal/özel ayrımını ortadan kaldı
olmanın esas koşulu haline gelir. Bu öz rır. Bu, kamusal ve özel alanların kendile
deşlikler zinciri, bir başka sorunu berabe rinin ortadan kalkması anlamına gelir.
rinde getirir: meşruiyet sorunu. Gelenek “Kamusal ve özel alanlar arasında, insan
sel olanın kamusal alanda yok sayılması, ların kendilerini yurttaş olarak tanıdıkla
çabuk ve derin çatışmaları uyandırır. Mo rı, birbirlerini ortak bir dünyanın sınırları
dernleşme projesinin meşruiyetini sağla olarak konu miadı kİ arı bir toplumsal uza
ma sorunu Kemalistleri, tarihe ve etnik mın yokluğunda” siyaset varolamaz (Le-
kökenlere dönmeye zorlar. “Büyük adam fort, 1988: 48-9). Bu durumda, siyasal öz- 85
larla ve onların kahramanlıklanyla, par nelik ya da yurttaşlık mümkün değildir.
lak zaferlerle dolu bir geçmiş," Kemaliz- Kemalist söylem, sınırlı temsil mekaniz
min modernleşme hedefini gerçekleştir malarının önermekte, ancak bunlar, bi
mek için hegemonik iktidarını kurarken çimsel uygulamalar olmanın ötesine ge
dayandığı mitsel bir kaynak oldu. Türk çememektedir. Siyasal etkinlik, toplumsal
ulusunun tarihi ve etnik kökenleri üze uzamı türdeş kılmak ve farklılıkları en
rinde, devlet kurulularında araştırmalar aza indirmek için bu sınırlı temsil meka
başlatıldı. Bu araştırmalarla beslenen “et nizmalarına hapsedilir.
nik tarihselcilik” (Smith, 1994: 113-121), Genellikle Kemalizmin en önemli sayı
Türk ulusunun büyük uygarlıkların do lan ilkelerinden biri olan laiklik, iki dü
ğuşunda ve gelişmesinde oynadığı tarih zeyde anlaşılmaktadır: öncelikle ulus ege
sel rolün altını çizerek gerçek bir önder menliği kavramının bir sonucu olarak
ve hükümet ile yeniden dünya uygarlığı dinsel olanın siyasal alandan çıkartılması
na dahil olabileceği düşüncesine haklılık anlamında devlet aygıtının laikleştirilme
kazandırır. Bu modemleşmeci milliyetçi sini ve buna paralel olarak ikinci düzeyde
lik, görünüşte hâlâ halkçıdır. Ancak, toplumun modern uygarlıkların dayandı
halkçılık folklorik bir anlatıya indirgen ğı bilimsel ilkeler ve kurallara göre örgüt
miş gibidir: halkçılık, halkın (folk) anla lenmesini kapsamaktadır. Laiklikle ikti
mının saf ve biricik kültüre! form olarak darın kaynağı dinsel olmaktan çıkar, ege
sabitlendigi dar bir çerçeveye hapsedilir. menlik hakkının kaynağı olarak ulusal
Bu biriciklik ve saflığı, Türk ulusunun ta irade/ halk iradesi gösterilir. Laiklik ilkesi
rih boyunca maruz kaldığı dinin tarihsel bununla sınırlı kalmaz, toplumun dinsel
olarak kanıtlanmış yozlaştırıcı etkisinden ve geleneksel ahlaki değerlerinin laik,
arındırarak yeniden keşfetmek ve koru rasyonel ve bilimsel değerlerle değiştiril
mak bu tarz bir halkçılığın hedefi duru mesini de kapsar.
mundadır. Laiklik ilkesine dayanan reform hare
Kemalist milliyetçi söylem, devlet ve ketlerinin hedefi, “yeni insanı", kimliği
ulus arasında dikkatli biçimde tasarlan nin ayırıcı unsuru din olan O sm anlı
mış bir ilişki öngörür: devlet ve ulus bir kimliğinin karşısında “Türk kimliğini"
birlerinin varoluş nedenleridir. Ancak, yaratmak biçiminde anlaşılabilir. Bu bağ
aralarındaki ayırıcı çizgi sonuçta anlam lamda, kendine bilimsel kuralları temel
sız kılınmıştır. Devletle ulusun birbirleri edinmiş olan devletin toplumun kültürel
K E M A L İ Z M
zen içinde, “en yüksek sivil ve modern” olamadı. Bunların çoğu, Tek Parti rejimi
gerekler ve zorunluluklar çerçevesinde nin propaganda araçları olmaktan öteye
sürekli ilerleme öngörülmektedir. Yeni si gidemedi.
yasal sistemin kuruluşuna kadar devrimci Kemalist söylem içinde devletçilik, bi
olan söylem, siyasal sistemin kurulması reysel girişimin devlet eliyle yaratılması
nın ardından “güçlü bir ulus-devlet", ve desteklenmesi anlamında salt ekono
“ulusal birlik ve beraberlik”, “beraberlik mik bir tercihi ifade etmez, toplumsal ya
ve dayanışma içinde gerçekleştirilecek şamın belli ilkeler çerçevesinde, “halk
ekonomik ilerleme" ve “çağdaş uygarlık için halka rağmen” örgütlenmesi hedefim
düzeyine erişmek için halkın ekonomik, de içerir. Ancak toplumun devlet eliyle
siyasal ve toplumsal seferberliği" temaları endüstrileşmesi ve kapital isti eş mesi so
etrafında bir değişme ve ilerleme tasarı nucu sınıf farklarının belirginleşmesi ve
mına dönüşmüştür. Kemalist inkılâpçılı derinleşmesi, özünde Kemalist halkçılıkla
ğın önemli yanlarından birisi, toplumsal çelişen bir durumdur: Halkçılık, daha ön
88 değişimin tepeden bir hamleyle gerçek ce belirtildiği gibi, türdeş, uyumlu bir
leştirilmesi girişimidir. Kemalizm hiçbir toplum mitine dayanmaktaydı. Buna gö
zaman bir taban hareketi olma iddiasında re, Türk toplumunu oluşturan bireylerin,
olmadı. Yasama, yeniliğin gerçekleştiril farklı mesleklere mensup olsalar bile, çı
mesinin ve topluma kabul ettirilmesinin karları arasında herhangi bir çatışma söz
aracı olarak görüldü. Yeniliklerin halkın konusu olamazdı; çünkü bunların hepsi
direnişiyle karşılaşabileceği düşünüldü aynı “ulusun" üyeleriydi. Buna dayanarak
ğünde, halkı aydınlatmak ve yenilikleri amaç, bu türdeşliği ve çıkar birliğini ko
tanıtmak üzere birtakım aracı kurumlar ruyucu önlemleri almaktı. Ancak, devlet
oluşturuldu. Ancak bu kurumların yeni çi politikaların uygulanması sonucu top
liklerin ben imse ütmesinde yeterli olma lumsal farklılıkların varlığı yadsınamaz
dığı ve yeniliklerin halk tarafından be- hale geldi; yine de sınıflar arasındaki ça
nimsenmedigi durumlarda ise, bunların tışma ve çelişkiler hoşgörülmüyordu.
korunmasını sağlayacak yeni kanunlar çı Devletçilik bu noktada, bu tür çatışmala
kartıldı (Köker, 1993: 175). rın ortaya çıkmasını önlemenin bir aracı
İnkılâpçılık, Özellikle halkçılıkla ilişkisi olarak formülleştirildi.
açısından sorunlu bir ilkedir. Öncelikle, Kemalist söylem içinde devlet, geçici bir
ulusal irade ve meclis arasındaki ilişkinin yatırımcı ya da girişimci olmanın ötesinde
bir temsil ilişkisinden çok bir özdeşlik bir anlam taşır. Eğitim reformları, dinsel
ilişkisi olması nedeniyle meclis kararları, etkinlikler üzerindeki katı denetim meka
meşruiyeti rızadan kaynaklanmayan, ama nizması ve kültürel ve etnik farklılıkların
meşruiyeti özünde kararlardı. Bu durum, denetlenmesi yoluyla siyasal ve toplumsal
“halk egemenliği" kavramında ifadesini pratiğin yönetim ve gözetimi, Kemalist
bulan halkçılıkla çelişmekteydi. Varolan devlete toplum karşısında bir öncelik ve
düzenle, getirilmek istenen düzen arasın rir. Bu kapsamlı devletçilik, inkılâpçılığın
daki açıklıkta duran halkın eğitilmesinin, da özünü oluşturur: halkın, modern, laik,
bilimsel, rasyonel, modern değerlere sa rasyonel toplumun kuruluşu için tepeden
hip kılınmasının bu açıklığı kapatacağı bir hamleyle seferber edilmesi. Toplumsal
varsayılıyordu. Ancak, Tek Parti döne olana özerk bir alan tanımayan bu devlet
minde inkılâp ruhunu halka yaymak çilik anlayışı, liberalizm ve sosyalizmle
amacıyla kurulan kurumların çoğu, seç karşıtlıkları çerçevesinde tanımlanırken,
kinlerin temsil ettiği yeni düzenle halk Türk toplumunun eşsizliği temelinde de
arasındaki açıklığı kapatmakta başarılı haklılaştı rıl mak taydı.
K E M A L İ Z M : H E G E M O N I K B I R S Ö Y L E M
Türdeş toplum miti, Türk toplununum forik doğasını görünür kıldığı söylenebi
tekliği ve eşsizliği, Islâm’ın önerilen dü lir. Kemalist m odernleşme projesinin
zene uygun rasyonel özü, Cumhuriyet’in meşruiyeti sorgulanmıyordu, ancak yarat
Türk toplumunun doğasına uygunluğu,,. tığı düş kırıklıkları ve engellemeler, tür
Bütün bunlar, Kemalizmin mitsel uzamı deş ve bölünmemiş toplum miti ile karşı
nı tanımlayan temalardı. Her mit gibi Ke lanamadı. Bu yapısal yetersizlik, söylem
malizm de, kendisine bir evrensel doğru sel alanda ‘demokrasi’nin yeni bir mit ola
luk atfederek içeriğini tanımlar; kendi rak ortaya çıkışının koşulu oldu. Demok
siyle vaat ettiği düzen ve doğruluk ilkesi rasi, egemen Kemalist söyleme bir alter
arasındaki açıklığı yok sayar. Bu strateji, natif olarak sunuldu, ona karşı bir dü
söylemin hegemonya mücadelesinde te ğüm noktası oluşturdu. Demokrasi miti,
meldir. yaygın hoşnutsuzlukların ve taleplerin
temsil edileceği yeni bir yüzey oluşturu
__________ MİTTEN İMGESELE__________ yordu ve Kemalist söylemin kuruluşu sı
rasında dışarıda bırakılan güçleri ve öğe- 89
1 Kasım 1945’te İnönü’nün duyurduğu leri siyasal alana yeniden eklemlemeyi va
siyasî kararla başlayan ve Demokrat Parti at ediyordu.
(DP) iktidarıyla özdeşleştirilen çok parti Ancak bu gelişme, Kemalist mitsel uza
deneyimi, bir sag-kanat halkçılığının do mın genişlemesiyle sonuçlandı, Kema
ğuşuyla sonuçlandı. DP’de simgeleşen bu lizm, demokrasi gösterenini hegemonize
yeni halkçılık yorumu, kitlelerle iletişi ederek kendi söylemsel zincirine ekleme
minde popüler kültürün gösterenlerini yi başardı. 1960’da ‘devletçi seçkinler’ DP
kullanarak dinsel ve kırsal değerleri meş yönetimine karşı harekete geçmeye karar
rulaştırdı (Mardin, 1973: 184). DP, halk verdi. Ordu, rejime, demokrasiyi ve dev
çılığı ve halk egemenliğini vurguladı ve leti kurtarmak ve Atatürk’ün mirasını ko
siyasal girişimin partiden (tepeden) değil, rumak amacıyla müdahale etti, Kemalist
halktan (tabandan) gelmesi talebini dile seçkinler, demokrasiyi yerleştirmek üzere
getirdi (Ahrnad, 1993: 105). Bu yeni görev başındaydılar. Demokrasi böylece
halkçılık, Kemalist reformlara rağmen Kemalist söylemin hegemonya alanına
kendilerini İslâm’la ve Müslüman Türkle- sokulm uş oluyordu. Bu bütünleşm e.
rin unutulan tarihiyle özdeşleştirmeyi Cumhuriyetçi seçkinlerin askerî rejimi ve
sürdüren grupların taleplerini dile getir genişleyen rollerini meşrulaştırmak İçin
me işlevini yüklendi ve o günden beri bu başvurdukları söylemsel stratejilerde be
işlevi sürdürdü. Yeni halkçılığın yükselişi, lirginleşir. Örneğin, 1961 Anayasası Ke
‘çevrenin’ bastırılan toplumsal-kültürel malist modernleşme ile demokratikleşme
çeşitliliğinin, inanca ait bir dizi gösterenle arasındaki ‘tartışmasız’ özdeşliği vurgula
İslâm’a yeniden eklemlenerek, laik, pozi- yan bir belgedir, iktidarın merkezde yo
tîvist bir ideolojiye dayandırılmış katı bir ğunlaşmasını engelleyen denetim meka
ilericiliğe direnmekte olduğunu gösterdi. nizmaları oluşturan ve hak ve özgürlükle
Mit, metaforik bir doğaya sahiptir. Bir ri güvence altına alan Anayasa, aynı za
başka deyişle, mitin somut veya gerçek manda “Atatürkçü düşüncenin siyasal bir
İçeriği, kendisinden farklı bir şeyi, yani manifesto olarak korunmasına” dönük
hedeflenen, evrensellik atfedilen bir doğ bir girişimdi (Heper, 1988: 324). 153,
ruluk ilkesini temsil eder. (Laclau, 1990: madde, Anayasanın hiçbir hükmünün
63). Bu anlamda, Tek Parti yönetimine ‘devrim yasalarına’ aykırı biçimde yorum
karşı kitlesel hoşnutsuzluğun, Kemalist lanamayacağını hükme bağlayarak siyasal
mitse] uzamın tamamlanmamış ve meta rejim içinde Kemalist reformların tartışıl-
K E M A L İ Z M
r.ıaz konumlarım güvence altına almak sessiz ama gönülsüz bir rızaya veriliyor
taydı, Anayasa ile devrim yasaları arasın du. Mardin, 1972’de kurulan Millî Sela
daki sürekliliğin bu madde aracılığıyla met Partisi’nin modernleşmecilikle kur
vurgulanmasından, Kemalist ilkelerin si duğu sentez açısından Türk tarihinde en
yasetin temelini oluşturmayı sürdürdüğü der rastlanır bir durum oluşturduğunu
sonucu çıkarılabilir. Anayasanın bu ikili belirtiyor (1977: 279-99). Bu da, Kema
işlevi, ‘modern, Batılılaşmış, laik ve rasyo lizmin hegemonik edimine bağlanabilir.
nel toplum’ mitinin bir imgesele dönüş Hegemonik bir söylem olarak Kemalizm,
mekte olduğunu gösteriyordu: başlangıç çeşitli özne konumlarının ortaya çıkması
ta Kem alizm in hegem onyasını tehdit na ve kendilerini ’laik-modern Türklük’
eden demokrasi göstereni, Kemalizm ta biçiminde ifade edilecek olan merkezî öz
rafından özümleniyor, böylece Kemalist ne konumuna eklemleyebilmelerine ola
mitsel uzam genişleyerek imgesele dönü nak sağlamıştır. Ancak Kemalizm, top-
şüyordu. lumsal-dinî alanın çoğulluğunu denetle
90 1970'lerin sonuna kadar olan dönemde nebilir evrensel bir bütünde yemden inşa
söylemsel mantık, ayrı kimlikleri, sag- etmede başarısız oldu. Kemalizmin başa
cı/soku, gelenekçi/modernleşmeci, geri- rısızlığı, Islâm’ın eklemlenebileceği yolla
ci/ilerici, aşırı milliyerçi/Marksist gibi bir rı çeşitlendirdi. Islâm’ı kamusal alandan
dizi karşıtlık temelinde söylemsellik ala silme girişimi, Islâm’ın siyasallaşmasını
nına yerleştiriyor, Kemalist modernleşme beraberinde gelirdi.
projesiyle demokratik idealler arasında Kemalizm, siyasal arenada tamnabilnıe-
eşdegerlikler kuruyordu. Demokratik ve nin bir aracı ve Batı dışı bir modernleş
modernleşmeci Kemalizm, her nesnenin menin göstereniydi, siyasal mücadelelerin
ortaya çıkışının olabilirlik koşulu olduğu kendi olabilirlik koşullarını buldukları
ölçüde bir imgesel olmaktaydı. Örneğin, bir ufuktu. Kemalist özne konumu etra
Türkçülük, Kemalizmin ‘güvenli, müref fındaki eklemlenmelerin çoğalması, olası
feh, mutlu ve modernleşmiş bir Türkiye’ bir Kemalist kimlikle diğerleri arasındaki
arzusunu paylaşıyordu. Milliyetçilik, Tür sınırı belirsizleştirdi. Kemalizm, çevresin
kiye’yi geleneksel değerlerden ve ulusal de birleşen eşdeğerliklerin içini boşaltıp
özgünlüklerden ödün vermeksizin mo gerçek içerikleriyle bağlarım zayıflattı,
dernleştirmek üzere bir ‘üçüncü yol’ ola böylece boş bir gösterene dönüştü. Kendi
rak öneriliyordu. Sol, Türk devriminin yokluğunun göstergesi olmaya başladığın
anti-emperyalist bir 02 taşıdığı iddiasıyla, da Kemalizmin konumu belirsiz ve karar
Kemalist modernleşme projesini, Türki sız hale geldi. 1961 Anayasası ile siyaseti
ye’nin feodal ve yarı feodal yapısından düzenleme niyetini ifade etmiş olan mer
kaynaklanan sorunların üstesinden gelme kez, toplumsal ve siyasal alanları birleş
potansiyeliyle değerlendirdi. Örneğin tirmekte ve kendi hegemonik kapsamının
Türkiye Komünist Partisi, Kemalizmin dışına taşan söylemsellik alanım denetle
kalkınmacı ve görece anti-emperyalist mekte başarısızdı. 1970’lerin sonlarına
perspektiline paralel bir sosyalist söylem gelindiğinde, siyasal radikalizmin bir so
g eliştird i. Benzeri biçim d e İslâm , nucu olarak ortaya çıkan karşıtlıklar ve
1 9 4 0 ’lardan itibaren, modernleşmeyle mücadele alanları, hegemonyasını yıpra
kurduğu olumlayım ilişki bağlamında tarak, sınırlarını zedeleyerek ve toparlayı
Cumhuriyetle özdeşleşebiliyordu. Rıza cı etkilerim yok ederek merkezin kökten
nın ifadesindeki söylemsel stratejilerin oluşsallığını, düzen ve düzenlem e arasın
çeşitliliğine rağmen, İslamcı söylemde daki açıklığın kapatılmasının olanaksızlı
öncelik, Kemalist modernleşme projesine ğını gösterdi.
K E M A L İ Z M H E G E M O N İ K G I R S ö V L E M
gül® kEL
94
ruldu. Bu yalnızca bir dil ve yazı sorunu timlerle dinin ve dinadamlarının güç ka
değildi; ibadet düzeninin de değiştirilme zanmaları ve laik iktidara rakip bir yetke
si, örneğin secde etmek yerine, camilere merkezi oluşturmaları ihtimaliydi.
oturacak sıralar konulması, müzikli ayin Dinin her yerde ve her zaman toplum
ler yapılması vb, önerildi, Kuran'ın Türk üyelerinin dünya görüşlerini özellikle eği
çe’ye çevrilip ibadette Arapça özgün met tim üstünden kalıplayageldiği bilinmekte
nin yerine bunun kullanılması fikri yay dir. Bizde, Tanzimat ve Meşrutiyet dö
gın bir hoşnutsuzluk yaratınca, zamanın nemlerinde mühendislik ve tıp okulların
ve zeminin henüz uygun olmadığı gerek dan itibaren geleneksel medrese ve tekke
çesiyle Islâm Reformasyonu düşüncesi ra lere rakip bir dünyevî eğitime yönelme
fa kaldırıldı, başlamıştı. Hatta, uygulamaya dönük bu
Türkiye’de hiçbir zaman, dine Sovyet- (amelî) bilgi dallarına, dinbilgisiyle özdeş
ler’deki kadar açıkça karşı çıkılmamış ol olan ‘‘ilim’’ yerine, “fen” deniyordu. Nite
makla birlikte [unutmayalım ki, orada kim, yeni kurulan Osmanlı üniversitesine
Moskova’nın bir katedrali büsbütün yıkıl de, fenlerevi anlamındaki “Darülfünun” 95
mış, Leningrad’ın Kazan katedrali ise Tan- adı verilmişti. (Rusya'da Büyük Pelro’nun
rı-tammazlık müzesi yapılmıştı!), özellik akademisi kurulurken, bilim yerine, naıt/t
le Cumhuriyetin ilk on yılında, Islâm ko sözcüğünün kullanılmasında da benzer
nusunda inanılması güç boyutlara varan kaygılar rol oynamıştır.)
bir “mübalâlsızlık" (diyelim, umursamaz Sultan II. Abdülhamit'in 1876 Anayasa
lık) gösterilmiştir. Örneğin, bir ara Sulta sını “talik” etme (askıya alma) gerekçesi,
nahmet Camii’nin resim galerisi yapılması meşrutiyet iyi ve çağdaş bir şey olmakla
önerilecek kadar ileriye gidilmişti.* birlikte, halkın anayasalı yönetime henüz
Bence asıl endişe edilen, bu tür düzel- hazır bulunmadığı, eğitilerek çağdaşlığa
hazırlanması gerektiğiydi. Bu tanı ve sa
(*) Cemal Reşit Rey anlatıyor: ” 1926 Ağustosunda
ğaltma yönteminin, kamusal yaşamımız
maarif vekili [Mustafa] Necati Bey bir Sanayi-i da bugüne değin geldiğini söylem ek
Nefise [Güzel Sanatlar] Encümeni toplamıştı abartma olmaz.
Bu encümene beni de davet etti. İşte o encü
mende alınan kararla mekteplerden Alaturka Ne var ki, Cumhurîyet’in ilk dönemin
müzik tedrisatı kaldırıldı. Böyle isabetli karar- de benimsenen eğitim anlayışı, bilgi akta
ların yanında fazla cüretkâranelerinin de alın
masına ramak kaldığına şahit oldum. Bu encü rımının yanı sıra eleştirel ve yaratıcı dü
menimizin reisi rahmetli Namık İsmail [Yeğe- şünmeyi amaçlamamış, yapılan devrimle-
noğlu) ite rahmetli Çallı İbrahim, Necati Beye rin içselleştirilmesi ve yayılması için bir
bir dilekçe sundular. Bu dilekçede ressamların
eserlerini teşhir edecek bir galeriden mahrum rejim propagandası aracı olarak kullanıl
bulunduğu belirtiliyor ve hükümetten bu iş mak istenmiştir.
için bir mahal isteniyordu. İstenilen mahal
neydi biliyor musunuz7 Sultan Ahmet Camii. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaşlaşma
Ancak ilave ediliyordu ki, camide yukarıdan projesi, akla ve bilime beslediği inanç ba
gelen ışığın az oluşu resimlerin en iyi şerait al
kımından, Tanzimat ve Meşrutiyet dö
tında teşhirine mani idi. Bunun için kubbede
delikler açılması teklif edilmişti, Necati Bey nemlerinin (yani 1839-1918 yıllarının)
muvafakatini vermek üzere iken, rahmetli Mi devamı niteliğindeydi. Şu farkla ki, o dö
mar Kemalettin Beyin pürhiddet yerinden kal
karak söylediği sözlerden sonra bu karardan nemlerin sakıngan ve uzlaşmacı tutumu
vazgeçildi." na karşılık. Cumhuriyetçiler daha gözü-
Yazarın muhtemelen C u m h u riy e t gazetesinde kara davranıyorlardı. Osmanlı uzlaşmacı
çıkmış olan "Atatürk ve Müzik" başlıklı maka
lesinin tümü şu kaynakta aktarılmıştır: A ta tü rk lığının “telifçi” (eklektik, hatta senkretik)
D evrim ler! İd e o lo jisin in Türk M ü2ik K ü ltü rü n e olduğu, içinde çelişkiler barındırdığı doğ
D o ğ rü d a n ve D o la ylı E tk ile ri (İstanbul: Boğaziçi
rudur. Fakat, “uzlaşma” çağdaş liberal de
Üniversitesi Türk M üziği Kulübü Yayınları,
1980), S. 142-45. mokrasi kültürünün önemli bir öğesidir.
K E M A L I Z M
T
diye alabileceğimiz 12 Eylül 1980 askerî
şundan sonra, 1930’ların başına te darbesinden sonraki süreçte, askeri yöne
sadüf eden Tek Parti yönetiminin timin güdümü ve belirleyiciliği altında
pekişmesiyle eşzamanlı olarak resmiyet gerçekleştirilen yeni bir anayasal rejim
kazanan Kemalizm (bkz. Tunçay, 1989), oluşturmaya yönelik uygulamaların meş
1945 sonrası çok partili siyasî hayatın bu ruluğunu sağlamak amacıyla başvurulan
günlere dek süregelen çalkanalı ve kesin A tatürkçülük vurgusunu da -m esela,
tili süreçleri İçinde, çeşitli ve birbiriyle “Devrim Tarihi" yerine “Atatürk İlkeleri
çatışan yorumlara konu olmuştur. Bu yo ve inkılâp Tarihi" tabirini yerleştirme
rumlar, Tek Parti döneminin ürünü olan gayretini- bu terimleştirmeler arasında
Kemalizm sözcüğünün1 yanı sıra, 1940’- kaydetmek gerekmektedir. Bu terimleşür-
ların "Millî Şef” yönetimi altında görece me meselesi bağlamında, 12 Eylül otori-
sakıncasız bir muhalefeti dillendirebilme teryanizminden çok partili siyasî hayata
yolu olarak bulunmuş gibi görünen “Ata yeniden geçiş süreci içinde, örneğin Türk
türkçülük”2 sözcüğünü de ortaya çıkarta Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’nun
rak gelişip karmaşıklaşmışım Örneğin, kapatılıp, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
özellikle 1960’lardan itibaren daha çok Yüksek Kurulu’nun oluşturulması vesile
sol siyasî düşünce ve örgütlenmeler tara siyle açığa vurulan, “Atatürk’ün vasiyeti
fından veya onlarla birlikte telaffuz edile - çiğnendi” veya “Atatürk’e ihanet edildi”
gelen Kemalizm yerine, m illiye tçi-muha- türünden tepkilerde yine -zımnen de ol
fazakâr düşünce ve örgütlenmelerde Ata sa- “sahte” ve “gerçek" Atatürkçülük ay
türkçülük sözcüğünün tercih edildiği;3 rımına dayanılmış olduğunu hatırlamak
bununla birlikte, sol düşünce içinde yer gerekmektedir.'1 Tabloyu, Cumhuriyet’i
alıp “Atatürkçülük" sözcüğünü “devrim" yıkma amacıyla siyaset yaptığı için Ana
ile birlikte kullananların da var olduğu yasa Mahkemesi tarafmdan kapatılan Re
(örneğin Tunaya, 1981); dahası, özellikle fah Partisi’nin “siyasî yasaklı" önderinin
sol düşünce akımları içinden söz ve ey “Atatürk yaşasaydı Refah Partisi’ne girer
lem üretenlerin, karşıtlarını “sahte Ata di” mealindeki yargısıyla tamamlayabili
türkçü" veya “gardırop Atatürkçüsü” diye riz.3 Özetlersek: Kemalizm ve Atatürkçü
niteledikleri bilinm ektedir. Cum huri lük sözcükleri sıkça, farklı ve çatışan yo
yet’in ekonomik, siyasî ve kültürel hayatı rumlamalara konu edilmekte; her bir yo
açısından son yirmi yılın bir nevi miladı rum sahibi veya siyasî akım mensubu,
K E M A L İ Z M
muhalifini, kendi “gerçek" Kemalizmi ve varlık sebebini de tayin etmekte, bu varlı
ya Atatürkçülüğü açısından sahtecilikle ğını koruyup sürdürme mantığıyla (ra -
suçlayabilmektedir. isotı d ’Etat yahut hikmct-i lıühûmet ile) öz
Manzara, yarım asrı aşan bir süredir deşleştirilmiş olmaktadır.
çok partili siyasî hayatı sürdürme çaba Bu durum, bir bakıma ve ö zellikle
sındaki Türkiye Cumhuriyeti’nde, bıra Türkiye Cumhuriyeti nin kuruluşundaki
kın Kemalizm/Atatürkçülük aleyhtarlığı espriye de uygun düşen bir biçimde, mo
yapmayı, Kemalizm/Atatürkçülük eleşti dern ulus-devletlerin ortak özelliği diye
risine yönelen akım ve örgütlenmelerin görülebilir. Modern devletin devlet olma
olmadığını, olamadığını açıkça göster niteliği, tarihî olarak, toplumu oluşturan
mektedir, Bir diğer deyişle, Türkiye Cum- farklı bireylerle grupların özel ve dolayı
huriyeli’nin anayasa ve sair hukuk norm sıyla kısmî ilgi, istem ve çıkarlarını aşan,
ları ile siyasî-hukukî pratiği içinde, ancak bütünün orirık gönencini temsil etmekle
Kemalizm/Atatürkçülük sınırları dahilin- belirlenmekte ve bu ortak gönenç ile dev
98 de bir muhalefetin varlığına izin verildiği letin varlık sebebi arasında özdeşlik ilişki
ni ileri sürmek abartılı bir değerlendirme si kurulmaktadır,6 Bu özdeşlik, modern
olmayacaktır. Bu sınırları aşmaya yönel devletin tarihî olarak demokratikleşme
mek, “bölücülük,” “yıkıcılık,” “gericilik," siyle birlikle ortaya çıkan “modern de
gibi yaftalar veya konjonkıürel olarak mokrasi" tahlillerinde, “demokrasinin
bu nlarla eşanlam lı olarak kullanılan dikey boyutu’’ (Sartori, 1993: 143-197)
muhtelif ideoloji adlarıyla özdeşleştirilen veya “istikrar" (Huntington, 1965-66)
bir biçimde “vatana ihanet” ya da “devlet gibi ifadelendirmelerin teorik çerçevesi
düşmanlığı" suçlamalarına uğratılarak, içine alınmıştır. Bu bakımdan, Kema
gerektiğinde en şedit biçimde bastırılmayı lizm/Atatürkçülük de Türkiye’de m o
hak etmek demektir (bkz. Mardin, 1991: dern ulus-devlet oluşumunun özgül bir
176-193), Yakın geçmişteki Marksist sol ifadesi diye anlaşılabilir. Aynı doğrultu
hareketlerin, Kürt sorununa bağlı siyasî üzerinden gidersek, siyasetin, bu ortak
yansımaların, siyasî İslamcılığın muhtelif gönenci ve onu temsil eden devletin var
örgütlenmelerinin akıbetleri gibi örnekle lığı ve devamlılığı m antığının çizdiği
rin yanı sıra, kurulu devlet düzeninin (Türkiye Cumhuriyeti açısından Kema-
ekonom ik ve siyasî reform lar yoluyla lizm/Atatürkçülügün belirlediği) sınırlar
“Avrupa Birliği ölçülerine uygun" hale içinde mümkün kılınan bir çatışma-uz-
getirilmesi sürecinde bugün de gözlenebi laşma süreci olduğu, demokrasinin de
len ayak sürümelerle, sık sık “ekonomik ancak bu anlamda ve bu sınırlar dahilin
ama aslında siyası” denen krizlerle açığa de geçerli olabileceği sıklıkla ileri sürüle-
çıkan gerilim ler de bu “stnırlar’Tn ne bilmektedir.
denli muhkem olduğu hakkında yeterin Şimdi, sorun da tam bu noktada açığa
ce fikir vermektedir. çıkmaktadır: Türkiye Cumhuriyeti, dev
O halde, şöyle bir yargıya varabiliriz: let olarak varlık sebebini ve sürdürülebi
Türkiye toplum unu meydana getiren lirlik mantığını Kemalizm/Atatürkçülük
farklı kesimlerin taleplerinin siyasî olarak temelinde inşa etmişse, bu temelin ne ol
ifade edilip karar alma süreçlerine aktarıl duğunun da -en azından, siyasî çekişme
ması ve böylece devlet yönetiminde bir lerin odağı haline gelmeyecek ölçüde- be
karşılık bulması imkânı, Kemalizm/Ata- lirlenmiş olması gerekmektedir. Oysa,
türkçülük sınırına kadar gerçekleşebil- Tek Parti döneminde de kısmen ve çekin
mektedir. Çünkü, Kemalizm/Atatürkçü- gen bir biçimde mevcut olan farklı yo
lük sınırı, aynı zamanda devletin kendi rumlara, özellikle çok partili siyasî hayat
Dr. R eşit G aip (1892-1934), bakan lık ve
İstiklâl M ahkem esi üyeliği görevleri
yanında, Kem alist tnkdâplann ideolojik
popidarizasyonunda ve
ım lgerizasyonunda roller üstlenm iş atak
bir p olitik kişiliktir. Sam et Ağaoğtu, Ona
Fransız Devriminin radikalfigü rü
“SaintJu st’e benzetir. Türkçü akım ın
etkisi altında yetişm iştir. Cumhuriyetin
kuruluş yıllarında m ilitan bir ‘inkılâp
terbiyedH jpne” inanm ıştır. Ö zellikte
köylülüğe ve gençliğe yön elik yaygın bir
m illî bilinçlendirm e ve toplum sal
seferberliği g erekli görür; “Rıza,
olm ayan şeyi Türk yapar” der. Önce
Türk O caklarında, sonra onun yerin e
kurulan H alkevlerinde param iliter bir
gençlik örgütlenm esi için çaba
gösterm iştir. 1933'de yazdığı,
ilkokullarda hâlâ okutulan “Öğrenci
A ndı”, bu ruhu yan sıtır: ‘Türküm,
Doğruyum, Çalışkanım . Yasam
Küçüklerim i korum ak, büyüklerim i
saym ak, yurdumu, budunuma [daha
sonra “m illetim i” denm iştir) özümden
çok sevmektir. Ülküm: Yükselmek, İlmi gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan
olsun!”Dilin Türkçeleştirilmesi ve m illî tarih yaztmt çalışm alarında sorumluluk aldığı
dönemde, abartılı ‘artlaşhrm aa ’ ve etno-merkezci arayışları teşvik etmiştir. Gerek bu
aşm hklan, gerekse kariyer hırsı ve *gençlik lideri" olma arzusu, Cumhuriyet in elit
kadrosundan iki kez -İkincisinde nihaî olarak- tasfiye edilmesine yot açmıştır.
süreci içinde muhtelif Ke mal iz m/Alaıü rk- gösterdiği hedef, “modernleşmek", yani
çülük yorumlarının eklendiği; çeşitlenen Türkiye toplumunu ekonomik, kültürel
yorumlar üzerinden Cumhuriyet’in siyasî ve siyasî düzeylerde -resmî söylem öğesi
sınırlarının, dolayısıyla da devletin “var ni kullanarak belirtmek gerekirse- “mu
lık seb ebfn in tartışma gündeminde tu asır medeniyet seviyesi”mn üstüne çıkart
tulduğu görülm ektedir. Farklı Kema- maktır. Ekonomide “sanayileşme”, kül
lizm/Atatürkçülük yorumlarının, toplu türde “fikri, irfanı, vicdanı hür” birey-
mu meydana getiren değişik kesimlerin yurtıaş esasım bir değer olarak hakim kıl
desteğini alabilen, siyasî iktidarı ele geçir ma, siyasette ise -resm îleşm iş ifadesi
me hedefine göre örgütlenmiş hareketlere “millî hakimiyet” olan- “demokratikleş
(siyasî partilere) dönüşmeleri, (büyük ih me” hedeflerini içeren Kemalizm/Ata-
timal, mevzu hukuk düzeni izin vermedi türkçülük, paradoksal bir biçimde, özel
ği için) her zaman adı açıkça konulama likle ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile
mış olsa da, aslında, devletin Kema- demokratik siyasetin kurumlaşması bakı
lizm/Ataturkçülük temelinin tartışılması mından varolan engelleri de m eş allaştırı
anlamına gelmektedir. cı bir işlev görmektedir. Bu paradoks, ka
Buna ek olarak, Cumhuriyet’in Kema- çınılm az bir biçimde, modern toplum
lizm/Atatürkçülük esaslarında belirlen “ideal ti pi”mn belirlenmesine kaynaklık
miş olan siyasî-ideolojik temeli, önemli etmiş toplumsal formasyonların devlet-
bir paradoks içermektedir, ideolojinin demokrasi ilişkileri bağlamında yaşaya-
K e m a l i z m
rejim i iie g irişilen Türkiyede İşçi ve pat Türkiye'ye döndükten sonra Vakit
ron kavgaları, m ily o n e r ve aç sın ıfla n gazetesinde yazılar yazmaya başlayan
olm ayacaktır". Devletçiliğin salt eko Necmettin Sadak, 1918 yılında arka
nomik bir işlevi olmadığına dikkat çe daşlarıyla (Kazım Şinasi Dersan ve Ali
ken Sadak'a göre, devletin toplumsal Naci Karacan) İstanbul'da Akşam gaze
yardım, fikir ve sanat hayatı ile ilgili de tesini kurdu. Bu gazetede yazılar yazan
görevleri vardır. Sadak, kitabının so Falih Rıfkı Atay ile birlikte Millî Müca-
nunda tarihsel maddecilik ve toplum dele'yi desteklediler (1919-1922).
bilim konusuna değinmektedir. Ekono Mustafa Kemal'i ve M illî Mücade-
mik menfaatlerin toplumda her şeyin le'yi destekleyen birçok gazete sahibi
başı, ekonomik olguların toplumsal ev ve başyazar, 1920 ve 1930'lu yıllarda
rimi açıklayan tek etken olmadığını be milletvekili oldu ve bu 1940'lı yıllarda
lirten Sadak, diğer etkenlerin de (din, da devam etti. C um hu riyet gazetesi sa
aile, devlet, hukuk vs.) rolü olduğunu hibi Yunus Nadi, A kşam gazetesi sahi
belirtmekte ve tarihsel maddeciliği bi Necmettin Sadak, M illiye t gazetesi
eleştirmektedir. sahibi Mahmut Soydan ve Vakit gaze
Durkheim ekolünün Türkiye'deki ön tesi sahibi Asım Us bunlar arasında sa
de gelen temsilcisi olan Ziya Cökalp'in yılabilir. Bu kişiler, gazete sahibi olma
çevresinde yetişen N. Sadak'ın yazdığı nın yanı sıra, aynı zamanda gazeteleri
ders kitabı siyasal sosyolojiye ağırlık ve nin başyazarıydılar. Sadece başyazar
ren bir kitaptır, Kemalist ideolojinin sos olup milletvekili olan Fatih Rıfkı Atay'ı
yolojik açıdan desteklendiği, toplumun da bunlara e k le y e b iliriz . Atay,
Cumhuriyet rejimini ve Kemalist ide CHP'nin resmî yayın organı olan H a k i
olojiyi benimsemesinde kullanılan m iyeti Mitliye?nin (sonradan U lus) baş
önemli araçlardan biridir, Sadak'ın sos yazarıydı.
yoloji ders kitabının gördüğü işlevin Necmettin Sadak, 1927-1950 yılları
benzerlerini yurttaşlık bilgisi dersleri ve arasında milletvekili olarak TBM M 'de
tarih dersleri için yazılan kitaplar da de yer aldı. Sadak, 1932 yılında Türki
ğişik açılardan görmüşlerdir. ye'nin Milletler Cemîyeti'ne girdiği ilk
1umların değişim süreçlerini açıklamaya Tarihin nihai ereği olarak “modern top
yönelmişti. Bu teoriye göre toplumsal de lum" ideal tipi, ekonomik bakımdan sa
ğişme, sonuçta “modern toplum”a eriş nayileşmiş, sosyal yapı bakımından kent
mek üzere adeta önceden programlanmış leşmenin gerçekleştiği, okuryazarlık dü
bir kaçınılmazlığı ifade etmekteydi. Teori zeyinin ve dolayısıyla eğitimli nüfus ora
yi benimsemiş olan sosyal bilimciler ara nının yüksek olduğu, insanların kendi
sında tartışma yaratan farklılıklar, “mo yerel yaşam çevrelerini ve bu çevreyle sı
dern toplum” tipinin içerik olarak ne ifa nırlı kültürlerini aşarak evrenselliğe yö
de ettiği yahut “tarihin sonu” veya “ereği" neldikleri, hayatlarını kendi özgür irade
olup olmadığı noktasında değil, bu sona leriyle planlama ve yönlendirme imkânı
doğru “ilerleyen” somut toplumSarın in na (bireysel özgürlüğe ve rasyonaliteye)
celenmesinde başvurulan kavramsal araç sahip oldukları, bu ekonomik, sosyal ve
ların yerindeliği üzerinde yoğunlaşıyordu kültürel yapı özelliklerine ek olarak, poli
(Bindervd., 1971). tik örgütlenmenin de temsilî demokratik
K E M A L I Z M
1934 yılında üniversitelere kotum "İnkılâp Dersleri' inkılâpları ve Tek Parti rejimini
doktritüeşürmeye dönük önemli bir girişimdi CHP Genel Sekreteri Recep Peker, bu
ders program çerçevesinde iddialı konferanslar verdi Bu konferanslarda vurgulu bir
kendim-özgücidük parlamenterdemokratizme ve çoğulculuğa karşı şiddetli şüphecilik,
otoriter-devletçilik öne çıkar.
nen, işlevleri “siyasî iktidarı etkilemek” rihî gelenek içinde biçim lenm iş olan
olarak tanımlanan örgütlerin çoğulculu “devletin kutsallığı" anlayışına bağlılığını
ğu ile amaçları siyasî iktidarı ele geçir sürdüregelmiştir. Bununla kastedilen,
mek veya paylaşmak diye belirtilen “siya “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle"
sî partilerdin çokluğuna dayalı rekabetçi olarak algılanan “Türk toplumu"nun mo
temsilî sistem, öncelikle ekonomik nite dern devlete özgü demokrasinin izin ver
likli olmayan talepleri dile getiren yeni diği sınırlar dahilinde bile bir farklılaşmış
toplumsal hareket ve örgütlenmelerin or çoğulcu yapıya sahip olduğunu kabul et
taya çıkışı karşısında, en hafif tabirle bir mem ek/edemem ek temelinde, devleti, bu
“uyum sorunu”, ama daha doğru bir ta sınıfsız, kaynaşmış kitle tasavvurunun en
birle bir “bocalama" süreci yaşamaktadır üst somutlaşmış iradî organı olarak algı
(Keane, 1993). Özetle, modern devlete lamaktır. Bu bakımdan devlet, Kema
özgü dem okrasi de, modern devletin lizm/Atatürkçülük için hep “ladini15 bir
“mantığı" ile sınırlı bir çoğulculuğa göre kutsallık” halesiyle donanmıştır ve aslın
110 tanımlanmış ve örgütlenmiş olup, bu sı da -yine tevarüs edilmiş olan bürokratik-
nırın aşılmasını kendi mantığı açısından merkeziyetçi gelenek içinden çıkan bir
“giderilmesi gereken tehdit" diye algıla özellik olarak- uygun hukukî formüller
maktadır. bulunduğunda ideal olarak düzenlenmesi
Kemal izm/Atatü rkç ü1ük ide o1oj isindeki gereken; böylece düzenlenmesi duru
devlet anlayışı da aslında bu “modern munda da toplumun da ideal varoluşunu
devlete Özgü demokrasi"nin dışında de gerçekleştirecek olan; dolayısıyla da tüm
ğildir. Kemalizm/Atatürkçülügün, örne yurttaşların önünde hizm etkâr konu
ğin “statü ayrıcalıklarım reddetmek” diye munda eşit oldukları bir üst bütünlük
özetleyebileceğimiz “yurttaş eşitliği” anla idealini anlatmaktadır.
yışı, “yurttaşlık” anlayışının hukukî eşit Devletçiliğin yalnızca geçici, laiklik ve
liğe dayandırılmak istenmesi gibi, özellik milliyetçilikten farklı olarak, tartışılması
le “halkçılık" ve “laiklik" ilkeleri içinde mümkün ve vazgeçilebilir bir İktisadî kal
ifadesini bulmuş olan hedefleri, Türkiye kınma stratejisi diye takdim edilip yo
devletinin de yukarıda özet olarak sunu rumlanmış olması, devletçiliğin bu siyasî-
lan modern devletin özelliklerine kavuş kültürel boyutlarını görmeye engel olma
turulması idealini gösterir ilkelerdir. malıdır, Siyasî çoğulculuğun sınırım eko
Keza, Kemalizm/Alalürkçülük ideoloji nomik devletçilik-Iiberalizm eksenine
sinin “devletçilik” ilkesinde vurgulanmış oturtmaya çalışan sonraki Kemalist/Ata-
olan ve bugün için adeta bir “sagduyusal lürkçü yorum ve uygulamalar,17 Kema
(commoııseııse) tavır” haline gelmiş oldu lizm/Atatürkçülügün oluşma ve yerleşik
ğunu söyleyebileceğimiz, “devletin genel lik kazanma evresinde açıkça vurgulanan
( toplumsal/kamusal) çıkarı gözetirken, “sınır farklılıklarının ortaya çıkışını önle
bireylerin ve grupların genel olanla örtüş- me" görevinin devletçilik ilkesinde mün
meyen, çoğu kez de tanımı gereği çatışan demiç olması; özgür yurttaşlar yetiştirme
özel (kısmî) çıkarı temsil ettikleri” anla fonksiyonunun “Kemalisı/Atatürkçü reji
yışı da özde modern devletin dayandığı, me uygun bireyler yetiştirme" anlamına
hatta kendisine hukukîliğin ötesine geç gelmesi; eğitim ve kültür politikalarının
me ayrıcalığını tanımakla başvurduğu bu doğrultuda devleı tarafından tayin ve
“toplum sal ortak g ön en ç” öğesinden tespit edilmesi gibi özelliklerle biliştiğin
farklı görünmemektedir. de, şu nokta açıkça ortaya çıkmaktadır:
Buna mukabil, Kemalizm/Atatürkçülük Laiklik ve milliyetçilik Kemal iznı/A ta -
ideolojisi, tevarüs etmiş olduğu özgül ta lürkçülük için ne kadar vazgeçilmez, do
K E M A L I Z M /A T A T O R K Ç Ü L O K ; MODERNLENME, DEVLET VE D EM O KRA Sİ
Dİ PNOTLAR
1 Milli Mücadele döneminde, daha çok yabancı merhum Celâl BayarTn "Atatürk, seni sevmek
yayın organlarında, Mustafa Kemal'in izleyici millî ibadettir" deyişi de hatırlanmalıdır.
lerini anlatmak üzere "Kemalist" teriminin kul 3 Cumhuriyet'in kuruluşundan sonraki süreçte
lanılmasına karşılık, Türkiye toplumunun nasıl CHP dışı (ve dolayısıyla Kemalist olmayan)
bir toplum olması gerektiğine ilişkin bir ekono "sol"un tasfiye edilm iş olm ası, ö ze llikle
mik, kültürel ve siyasi değişim projesini ifade 1960'lardan itibaren etkili olmaya başlayan sol
eder biçimde Kemalizmden söz edilmesi ilk kez fikir akımları ile Örgütlenmelerinin (CHP içinde
Cumhuriyet Halk Fırkası'nın 1931 Programı ile gelişen "Ortanın Solu" -bilâhare "sosyal de
gerçekleşmiştir. mokrasi" ve "demokratik sol"- başta olmak
2 Atatürk'ün vefatından sonraki gelişmeler için üzere) büyük bölümünde Atatürkçülük yerine
de, İsmet İnönü'nün "Millî Şef" ilan edildiği Kemalizm teriminin tercih edilmesi, buna karşı
1938-1945 döneminde İnönü'ye ve İnönü'nün lık, kendilerini milliyetçi-muhafazakâr olarak
temsil ettiği otoriter rejime muhalefet, doğru nitelendiren düşünce akımı ile örgütlenmeleri
dan İnönü aleyhtarlığı yapmak gibi o dönem nin karşı çıkıp eleştirdikleri "(Sol) Kemalizm"
yerine Atatürkçülük terimini tercih etmeleri,
için "sakıncalı" bir yol yerine, "Atatürkçü ol-
bir bakıma bu akım ve örgütlenme mensupla
ma"yı dillendirmek suretiyle kendini ifade et
rının Demokrat Parti'ye varan hareket ile olan
meyi tercih etmiştir. Bu muhalefetin örgütlü
tarihî bağlantılarının ürünü olarak görülebilir.
bir siyasî alternatif olarak, Demokrat Parti
adıyla ortaya çıkıp iktidarı ele geçirmesinden 4 Nadir Nadi'nin "Ben Atatürkçü değilim!" kina
sonraki ilk icraatları arasında "Atatürk'ü Koru yesi bu bağlamda akla gelen bir örnektir.
ma Kanunu"nun yer almış olması da bu bakım 5 "Siyasî lslâm"ın, Türkiye'deki kamusal görü
dan kayda değerdir. Keza, 3. Cumhurbaşkanı nürlüğünün artmasına paralel olarak, maruz
K e m a l i z m
kaldığı "takiyyecilik" -yani gerçek niyeti (bura 13 Bu örtüşmenin, Kemalizmin kendi ideolojik
da "Kemalist/Atatürkçü Cumhuriyet'i yıkma" içeriğini algılama ve takdim etme biçimiyle
niyeti) gizleme- bu gündelik siyasî çekişmeler modernleşme teorisinin kendi teorik inşamı al
bağlamındaki ifade İçin de geçerli sayılabilirse gılama ve takdim etme biçimi arasındaki, za
de, ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin önün mana ve dünya siyasî konjonktürüne bağlı
de duran ve insanların siyasî niyetlerini açıkça farklılıklara rağmen oluşması ilginçtir. Bu ba
ortaya koymalarını yasaklayan hukukî ve siyasî- kımdan, modernleşme teorisinin 1950'lerdeki
ideolojik engellerin varlığını da dolaylı olarak ortaya çıkışından sonraki dönemde. Tek Parti
işaret eden bir Örnek diye alınabilir. Kemalizm'ini modernleşme teorisi içinden ince
6 Devlet ile toplum arasında ilk kez Avrupa tari leyen akademik pozitivizmin, modernleşme te
hinde teşhis edilmiş olan bir ayrışmaya daya orisi üzerinden Kemalizm! tasdikleyici ürünler
nan bu "devlet mantığı" (veya hikmet-i hükü vermesi pek de şaşırtıcı olmamaktadır.
met) nosyonunun ortaya çıkışına dair açıklayıcı 14 Türkiye devletinde "kamu felsefesinin korpo-
bir tarihî-kavramsal inceleme için bkz. Mauri- ratist" niteliğinin hakimiyeti ve kalıcılığı tezi
zio Viroli, Fro m Polittcs to P ea son o f State. için bkz. Parla, 1989.
7 Kemalist devrimin (veya Atatürk [Türk] devri 15 Poggi (1991), Bu noktada, John Locke, yürüt
mi nin) ideolojisinde pozitivizmin merkezi ko me erkine sahip olan kralın toplumun tümü
numu için bkz. Timur, 1993: 95 vd. nün korunmasını gerektirdiği biçimde davran
8 Buradaki açıklamalar için bkz. KOker, 1995; ma ayrıcalığını mevzû (pozitif) hukuktan değil
Özellikle "Birinci Ayrım". de "doğal hukuk'tan aldığını kanıtlamaya ve
böylece hukuktleştirmeye girişmekle modern
9 Modern toplum "ideal tipi"nin oluşturulm a devletin tarihî gelişim serüveni içinde ilginç bir
sında ABD'nin nasıl örnek oluşturduğuna iliş örnek oluşturmaktadır. Bkz. "Of Prelogative",
kin olarak bkz. Apter, 1969. J. Locke, Tvvo Treatises o f G o vern m en t, a Criti-
10 Bu bakış açısının iyi bir örneği olarak bkz. Hun- cal Edition with an Introduction and Apparatu
tington, 1968, Criticus by Peter Laslett, 2. yayımlanış, Camb-
11 En iyi örneklerden biri için bkz. Samuel P. Hun- ridge, Cambridge University Press. 1967, s.
tington, American Politics, th e Prom ise o f Dis- 392-398.
h a rm o n y . Aynı yıllarda liberal demokrasinin 16 Buradaki "ladinilik," pek tabii ki Türkiye toplu
gerçek durumu ile bu durumu meşru taştı rıcı mu bağlamında Müslümanlık başta olmak üze
değerler arasındaki kopmaya ve bu kopmaya re, tüm semavî dinleri kapsayan bir 'dinsel ol
eklenen kapitalizm-demokrasi ilişkisinin eleşti mama" durumunu ifade etmektedir. Buna mu
rel sorgulanmasına yönelen bir yaygın tartışma kabil Kemalist/Atatürkçü pozitivizmin. Özellikle
sürmektedir. Örneğin, Macpherson, 1962 ve bu ideoloji tarafından devralınan JOntürk pozi
1984. Modern toplumların stattıs guo’suna yö tivizmindeki "Saint-Simon-Auguste Comte'çu
nelik bu eleştirel incelemeler ve tartışmalar "yeni din" özelliğini bir kez daha işaret etmek
"modernleşme teorisi" nin hemen hemen hiç gerekmektedir.
dikkatini çekmemiştir. 17 Bu noktada, örneğin 12 Eylül rejiminin, biri da
12 Burada "ideoloji"yi bir toplumsal yapıyı sür ha çok, diğeri daha az devletçi iki siyasî parti
dürmeye hizmet eden düşünceler anlamında den oluşan bir siyasi sistemi ideal ize etmesini
kullanıyorum. özellikle hatırlamak gerekir
Halkevleri
N E Ş E G . Y E Ş İL K A Y A
1931 yılı Cumhuriyet Halk Fırkası Büyük Halkevleri dokuz şube ile çalışmaları
Kongresi, hem parti hem de Türk siyasî nı sürdürür. Bunlar: Dil, Tarih, Edebiyat;
düşünce tarihi açısından önemli bir dö Ar (sanat); Cösterit (tiyatro); Spor; Sos
nüm noktasıdır. Bizzat Atatürk tarafından yal Yardım; Halk Dershaneleri ve Kurs
(Parla, 1992) Kemalizm olarak adlandırı lar; Kitapsaray ve Yayın; Köycülük; Mü
lan ilkeler, Altı Ok olarak son şeklini iil. ze ve Sergi şubeleridir. Bir Halkevinin
Büyük Kongrede alır. Bu kongrede Ke açılabilmesi için gerekli bina, para ve
malist ideoloji kendisini Altı Ok ile net diğer maddî araçlar sağlandıktan sonra
olarak ifade etmekle yetinmez, aynı za bu şubelerden en az üçünün çalışması
manda ilkelerle formüle edilen İdeoloji gerekir. Halkevi başkanı bağlı bulundu
nin geniş kitlelere yayılmasını sağlayacak ğu il, ilçe, kamun Parti Yönkurulu (Yö
mekanizmaları örgütlemek üzere hareket netim Kurulu) üyeleri arasından seçilir.
eder. Ülke kalkınmasında Atatürk tarafın Halkevleri yönetim kurulları yılda iki
dan görevlendirildiği İfade edilen parti, defa parti genel sekreterliği şubelerin
Halkevlerinin kuruluş kararını bu kong çalışmaları hakkında bilgi gönderir. Köy
rede almıştır. Bu karar aynı zamanda ve nahiyelerde Halkevi açmak İçin ge
Türk Ocaklarının kapatılışı ile de ilişkili reken üç şubenin sağlanamaması nede
dir. 1931 yılında parti genel sekreterliği ni ile ilk olarak 1940 yılında Halkodala
ne tekrar getirilen Recep Peker, partinin rı açılmıştır.
örgütsel ve doktriner bakımdan güçlen Halkevleri, Serbest Cumhuriyet Fırka-
mesine ve partinin devlet ve hükümet sı'nın kapatılması ile 1930 yılında başla
üzerinde egemenlik kurmasına çalışır. Bu yan, 1938'e kadar Atatürk (Ebedî Şef),
çabaların en önemli sonuçlarından biri 1938-1946 yılları arası Millî Şef İnönü
partinin, Türk Ocaklarını kendi bünyesi dönemleri olarak iki dönemden oluşan
ne katma talebidir. Bunun üzerine Ocak Tek Parti egemenliği içinde yer almakta
kendini lağvetme kararı alır. Bu kararın dır. Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Mene
1931 yılı parti kongresinde onaylanması men olayları toplumda yükselen tansiyo
ile birlikte kapatılan Türk Ocaklarının nun işaretidir. Bu ortam içerisinde Parti,
yerini almak üzere Halkevlerinin kurul halkla temasını artırmak ve rejimi halka
masına karar verilir. Parti bir yıl içerisin benimsetme gayretindedir. Halkevleri
de tasarladığı hedefi gerçekleştirecek, 19 partinin halkla bağlarını güçlendirme
Şubat 1932'de ilk olarak 14 Halkevinin çabasının ürünü olarak ele alınmalıdır.
(Afyon, Ankara, Aydın, Bolu, Bursa, Ça Bunun yanı sıra 1930Tı yıllarda tüm
nakkale, Denizli, Diyarbakır, Eminönü, dünyada benzer örgütler vardır. Alman
Eskişehir, İzmir, Konya, Malatya, Sam ya, İtalya, gibi otoriter rejimlerin hüküm
sun) açılışını yapacak, bu açılışı törenler, sürdüğü ülkelerin yanı sıra demokrasi ile
radyo yayınları ile tüm yurda duyuracak yönetilen Ülkelerde de yer alan bu ör
tır. Halkevlerinin kapatıldığı 1950 yılına gütler, yalnızca kitlelerin belli bir ide
kadar bu sayı 478 Halkevi, 4322 Halko- oloji çerçevesinde politizasyonunu sağ
dasına ulaşır. lamakla kalmamakta iş hayatından arta
kalan boş zamanın değerlendirilmesi, yalı olan partinin ilkelerini yaymak ve
bazı pratik bilgi ve becerilerin kazandı bu ideolojinin ürünü olan devrimteri
rılmasını sağlamaktadır. Bu anlamda yerleştirmek amaçlanır. Özellikle 1923
Halkevleri tamamıyla dönemin ihtiyaç ve 1930 yılları arasında bir dizi devrim
larına cevap veren bir örgüttür. gerçekleştirilmiştir. Halkevlerinin en
Kemalizmin yalnızca siyasî alanda de önemli işlevi devrimlerin telkin ve terbi
ğil, kültürel alan ve günlük yaşam üze ye yolu ile halka benimsetilmesidir. Ke
rinde belirleyici olma gayretinin en so malizmin propagandaya verdiği önem
mut ürünü Halkevleridir. Halkevleri ile 1931 yılında CHP Halk Hatipleri Teşki
Kemalist ilkeler çerçevesi içinde belir latını örgütlemesinden de anlaşılabilir.
lenmiş yeni bir kamusal alan yaratılır. Halkevlerinde Dil ve Edebiyat şubesi ko
19. yüzyıldan itibaren modernleşme ha nuşmalar ve konferanslar düzenler ve
reketleriyle birlikte geleneksel Osnıanlı bunları hoparlörler ile halka dinletir. Ay
kentinde camilerde gerçekleşen kamusal rıca, Ankara Radyosu yayınlarının da
yaşam, bu sınırların dışına çıkmaya baş hoparlörler ile bahçe ve meydanlarda
lamıştır. Liman kentlerinde ve özellikle dinletilmesiııe gayret edilir. Dergi ve ki
İstanbul'da bu yeni yaşam kalıplarının tap yayınları yapılır. Halkevleri 19 yıl
örnekleri görülür. Cumhuriyet asker, bü boyunca 77 dergi çıkarır. Atatürk'ün is
rokrat ve aydınlarından oluşan seçkinle mini verdiği O lk u -H a lk e v i D e rg isi'n ı,
rin alışkın oldukları bu yaşam kalıpları Ankara Halkevi çıkarır. Bu yayınlar çok
nın Halkevleri aracılığı ile Anadolu'ya sayıda yazarın yetişmesini sağlar. Kütüp
taşınmasına çalışılır. Halkevleri yayımla hane Halkevinin, ilk kurulma şartların
dıkları dergiler, düzenledikleri konfe dan birisidir ve her Halkevinde bir kü
ranslar ile partinin himayesi altındaki tüphane ve okuma odası bulundurulma
kamusal alanın genişlemesini ve tüm ül sı şart koşulur. Kitapsaray Şubesi, uranı
keye yayılmasını sağlar. Ev ve iş yaşamı {mahalle) ve köy odalarında, parti ocak
dışında yeni bir toplanma mekânı oluş larında ve açık havada okuma günleri
turulur, Yeni eğlence anlayışları, dans, yapar. Uygun bulunan kitap, okuma ka
müzik, tiyatro, Kemalizmin yaygınlaştı pasitesi olan bir yurttaşa yüksek sesle
rılması için araç olarak kullanılır. Kadtn- okutulur (CHP Halkevleri Öğreneği,
erkek bir arada müzikli aile toplantıları 1938: Madde 64). Okuma sevgisi oluş
için balo salonları, müzik holler; telkin turulması için yazarlardan, Halkın anla
için tiyatro salonları; gürbüz, sağlıklı ye yabileceği açıklıkta "açık dilli, millî duy
ni nesil için spor salonları ve avlular; gulu, Türk özlü eserler" beklenir (CHP,
dinleyen, düşünen, konuşan yeni nesil 1935:109).
için toplantı salonları; bir arada çalışma "Fikir ve tez telkininde” Sanat Şubesi
ve üretme için şubelere ait çalışma oda de görevlidir. "Sanat", "mürebbi" olarak
ları; okuma zevkinin aşılanması için kü görülür ve sanatın "devrimin" emrinde
tüphaneler yapılır. Halkevi binalarının olması beklenir. Müzik zevkinin değişti
hükümet konakları ile birlikte Cumhuri rilmesine gayret edilir. Fasıl ve saz musi
yet meydanlarında yer alışı, Tek Parti kisinin esaretinden kurtarılan halkın tür
döneminde, Parti - Devlet bütünlüğünün külerinde "keman, ut, cümbüş, kanun,
en somut ifadesidir. ney" kullanılamaz. (Halkevleri Çalışma
Altı Ok, Halkevlerinin açılış tarihin Talimatnamesi, 1940). Halk için müzik
den beş yıl sonra, 1937 yılında Teşkitat-ı akşamları ve müsamereterin müzik prog
Esasiye Kanunu'na (Anayasa) eklenerek ramlarını düzenleyen Halkevlerinde,
"resmî ideoloji" şeklini alacaktır. Hal "Devrim telakkisine ve halk terbiyesine
kevleri ile Kemalist ideoloji ve buna da hasr" (CHP, 1935:39) edilen müzik için
KE M A LtZ M )A TA T Ü R K ÇÜ LÜ K : MO DERN LEŞM E. DEVLET VE DEMOKRASİ
derlerken, Ar Şubesi halk arasında yaşa neşelendirecek hızlı danslar tercih edilir.
yan ulusal oyunları ve türküleri nota ve Bütün bu ulusal raksların, zevkli Garp
sözleri İle birlikte toplamakla görevlidir danslarının, sanat terbiyesinde "seferber"
(CHP Halkevleri Öğreneği, 1938: Mad olan radyo, bando, koro, orkestraların ve
de 44). bunların yanı sıra caz bantlarının bir gö
Telkin ve terbiye ile yapılan dolaylı revi de yüzyılların alışkanlığı kabul edi
eğitimin yanı sıra, kurs şubesi ile meslek len ruh halinin değiştirilerek, halkın ha
eğitimi verilir. Amaç saltanat zamanında reketlendirilmesi, canlandırılmasıdır. Et
cahil bırakılan halkın "düzeyini yükselt- rafa "neşeyi ve şevki" getirmektir (CHP,
mek” tir. "Pratik hayat bilgileri öğretmek 1935). Sporda da amaçlanan "Seçkin
ve ferdi kuvvetlendirmekti ir. Halkevle tekler değil, gürbüz yüzbinler"dir (CHP,
rinde, genel eğitimi sağlayacak Türkçe, 1935:69). Müzik çalışmalarının hedefle
okuma-yazma, yabancı dil, fen, zanaat, diği hep bir ağızdan marş ve şarkı söylet
tarih - yurt bilgisi, sosyal bilgiler gibi mek gibi, spor şubesinin de görevi jim
kursların yanı sıra; daktilo, hesap, hesap nastik hareketlerini "kütle halinde tapta-
tutma usulü, dikiş, nakış, ütü, şapkacılık, mak”tır (tatbik etmek). Sosyal yardım şu
çiçekçilik, yöreye göre bağcılık, arıcılık, besinin de görevi "Türk milletini kaynaş
motorculuk, elektrikçilik vb. gibi meslek mış bir kütle yapmak yolunda, halkın
sağlayacak kurslar açılır. Okuma yazma birbirinin sevinç ve derdlerine ortak ol
kurslarından sonra en çok ilgi yabancı malarını telkin" etmektir (CHP, 1935:82).
dil kurslarına gösterilir. Acemce ve Bunun İçin Halkevinin bulunduğu bölge
Arapça yerine "Garplılık fikrinin anah de yardıma ihtiyaç duyan kimsesiz ka
tarları olan diğer yabancı dilleri", "kültür dınlara ve çocuklara yardım eder, gerekli
arkadaşı, medeniyet akrabası dilleri" öğ kaynakları yaratmak üzere müsamere,
retmek amaçlanır (CHP, 1935:96), eğlenti, gezi vb. hazırlar (CHP Halkevleri
Halkçılık ilkesi ile sınıf kavgaları aşıla Öğreneği, 1938: Madde 53).
cak ve böylelikle millî birlik, dönemin si Aydınların halkı, halkın birbirini tanı
yasîlerinin ifadesi ile "kaynaşmış kütle” , masını amaçlayan köy gezileri Halkev
"sınıfsız katı kitle", "granit kütle" elde lerinin önemli faaliyetleri arasındadır.
edilecektir. Halkevlerine yüklenen en Köycülük şubesinin görevi köylünün
önemli görevlerden biri bu "halk-milleti" hem bedensel, sosyal, bediğ gelişimine
yaratarak, birlik ve beraberlik sağlamak katkıda bulunmak, köylü ile şehirli ara
tır. Halkçılık ilkesi doğrultusunda "kay sında uyum ve birlik sağlamak olarak
naşmış bij-kütle" elde edebilmek için yi belirlenir (CHP Halkevleri Öğreneği,
ne sanattan yararlanılır. Ar şubesinin gö 1938: Madde 66). Şube yakın köylerin
revlerinden biri halkın ulusal marş ve Halkevleri müsamerelerine ve Halkevi
şarkıları öğrenmesine yardımcı olarak üyelerinin köylerde kır bayramlarına ka
önemli günlerde marşların, "beraberce tılımını sağlar. Dershane ve kurslar şu
bir ağızdan söylenmelerini sağlamaya besi ile birlikte köylerde okuma-yazma
çalışmaktır (CHP Halkevleri Öğreneği, vb. kursları açar, köylünün mektuplarını
1938: Madde 43). Böylece "Bîr ağızdan yazar, sosyal yardım şubesi ile birlikte
terennüm eden onbinler" (CHP, 1935:40) köylünün sağlık sorunlarını çözmeye
yaratılacaktır. Ayrıca, ulusal bayramları yardım eder. Köylülerin kentte olan res
ve büyükleri anma günlerini "beylik İçti mî işlerini takip ederek çözmek için ça
ma olmaktan kurtarmak"(...) "birer ma lışır (CHP Halkevleri Öğreneği, 1938:
nâlı ve heyecanlı halk toplantısı" haline Madde 66-67-68-69). Köylüye sergilerle
getirmek amaçlanır (CHP, 1942:4). Halk yerli mallarını tanıtmak, onun görgü ve
dansları arasında halkı canlandıracak ve bilgi seviyesi yükseltmek, "temsiller, ka-
K E M A L İ Z M / A T A I U S K Ç U LU K : M O D E R N L E Ş M E , DEVLET V F DEMOKRASİ
ragöz, kukla, millî rakıslarla köylerde (Recep Bey'in Nutku 20 Şubat 1932: 6).
neşe ve şeratetin artmasına" çalışmak Ancak Halkevlerinin partiden özerk bir
görevleri arasındadır (Halkevleri Çalış örgüt olamaması, kapatılması için döne
ma Talimatnamesi, 1940: Madde 106- min siyasî atmosferinde geçerli bir baha
107-111-112), ne olacaktır. Böylelikle Türk Ocakları ile
Osmanlı geleneğine ve dinin katı ku aynı kaderi paylaşacak, Cumhuriyet
rallarına karşı modern laik bir yaşam Halk Partisinin siyasî ve kültürel alan
modeli savunulur, "Asırların, sakat din daki egemenliğine karşı, Demokrat Parti
telakkileri" (CHP, 1935, s.37) ile müca iktidarı tarafından kapatılacaktır.
dele Halkevlerinin her şubesinin görevi Halkevlerinin ardından Köy Enstitüleri
dir. Aile toplantıları ile kadın ve erkeğin de Demokrat Parti döneminde kapatılır.
bir araya getirilmesine çalışıldığı gibi, 1960 yılında yeniden örgütlenmesine
danslarda da kadın ve erkeği bir araya izin verilen Halkevlerinin, 1950 yılında
getirenler tercih edilir. Kadının tiyatro alınan malvarlıkları iade edilmez, 12 Ey
oyunlarında sahneye çıkması desteklenir lül 1980 askerî müdahalesinden sonra
ve kadın roller asla erkeklere verilemez. birçok dernekle beraber tekrar kapatılır.
Sergi grubu geleneksel kültürde yer al 1988 yılında üçüncü defa kurulmuştur.
mayan yeni sanat alanlarını tanıtmak Halkevlerinin ikinci döneminde
için, ressam, heykeltraş ve diğer sanatçı (1960-1980) Cumhuriyet Halk Partisi -ve
ların eserlerinin Halkevi binalarında ser onun yanında Ordu- ile ilişkileri devam
gilenmesine yardımcı olur. Mimarın da etmiştir. Bu dönemde sırası ile Millî Bir
görevi mimaride "yeni" zevki aşılamak lik Grubu üyesi ve tabii senatörler Kadri
tır (CHP, 1935, s.46). Halkevleri kendi Kaplan ve Ahmet Yıldız genel başkanlık
binaları ile bu "yeni" ve "modern" mi ta bulunmuştur. Halkevleri 1975 yılına
mari zevkin örneklerini oluşturur. Bu mi dek "resmî Atatürkçü" ya da "sağ Kema
maride "Kubbe ve kemerler", "cami ve list" İdeolojinin etkisi altında kalmış, faz
çeşme motifleri" kısaca dinî motifler ve la etkili olmamıştır. Ancak 1975 yılından
doğuya ait motiflere yer almaz. Yine bir sonra, kitleselleşen radikal sol hareket,
i telkin aracı olan Halkevi binaları üzerin- sola açık Kemalistlerle İlişki için bir İm
j de "Ne mutlu Türküm Diyene" gibi ve kân ve "zorunlu bir liman" (Bozkurt, N.;
cizeler hem ulus fikrini aktarır, hem de "1970-1980 Dönemi Halkevleri", 5osya-
Latin harfleri ile yeni laik düzeni simge liz ve Toplumsal M ücadeleler A nsiklope
ler. Yazı ve rölyefler için uygun boş bir disi, s. 2234-5) olarak gördüğü Halkevle
duvar elde edilir. Camiye alternatif bir rine ilgi gösterecektir. Ahmet Yddız'ın
toplanma mekânı olarak minarelerin Başkanlığı döneminde "sol Atatürkçü
arasında Halkevi kuleleri yer alır. lük” Halkevlerinde etkinliğini artırır. Bu
yıllarda Halkevleri Ahmet Yıldız ve
CHP'li parlamenterlerin desteği ile kamu
HALKEVLERİNİN KAPATILIŞI VE
yararına çalışan bir kurum olarak bütçe
1960 SONRASINDA "YENİ" HALKEVLERİ
den yardım alır. Halkevlerinin ikinci dö
Parti ile olan bağlarına rağmen Halkev neminde kültür sekreterliği, genel sekre
lerinin siyasî kimlikten ayrı tutulmasına terlik ve ikinci başkanlık yapan Anıl Çe
gayret edildiği gözlenir. Recep Peker çen, Halkevlerinin bu yıllarda siyasî tar
nutkunda "Halkevleri Cumhuriyet Halk tışmalardan uzak kalmaya çalıştığını ve
Fırkası'nm siyasî bünyesinden büsbütün Atatürkçülüğü yaymak için Halkevleri
ayrı, siyasî mahiyette çalışmadan büsbü Atatürk Enstitüsü'nün kurulduğunu belir
tün uzak ve fakat idare noktasından fır tir, Atatürk Enstitüsü'ne göre Atatürkçü
kaya bitişik bir mahiyet arzederler" der lük tanımı, Halkevleri yönetiminin sol
K E M A L I Z
ğişmez Genel Başkam olacaktır. CHP tü şimdi de, bu küçük ayrıntının üzerinde
züğü, o kadar Şef agırlıklıydı ki, herhan durulmuş değildir. Oysa, bu durumda,
gi bir nedenle, parti kurultayının, olağan yani CHP Değişmez Genel BaşkanlıgTnın
olsun, olağanüstü olsun, toplantıya çağ boş olduğu bir sırad a, partin in ola-
rılma yetkisi yalnızca CHP Değişmez Ge gan/olaganüstü kurultaya gidebilmesi
nel Başkanı’na tanınm ıştı. Atatürk’ün hukuken mümkün değildi. Bayar’ın top
ölümünden sonra, başbakan ve CHP De lantı daveti, tüzüğe aykırı sayılmalıdır.
ğişmez Genel Başkan Vekili Celâl Bayar, Bayar’ın, vekil sıfatı ile, partiye olağanüs
kurultayı, vekii sıfatı ile, olağanüstü top tü kurultay çağrısı yapması, tüzüğe uy
lantıya çağırmıştı. Aslında, o zaman da. gun olmamakla beraber, yine de doğal
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK SİSTEMİ: EBEDÎ ŞEF / Mİ LLÎ ŞEF
karşılanmalıdır. Çünkü, aksi halde, ku rumda, partinin hukuka bağlı kalarak,
rultay parti tüzüğüne göre, bundan böyle yeni bir genel başkan seçmesi, artık hiç
ne olağan, ne de olağanüstü şekilde, bir bir biçimde mümkün olamazdı. Bu hu
daha hiçbir zaman toplanamazdı. Çün kukî darboğazı aşmak, ancak siyasî bir
kü, parti tüzüğüne göre, olağan kurultay kararla mümkün olabilirdi ki, böyle de
da, dört yılda bir, fakat Değişmez Genel yapılmıştır. Gerçi vekilin asilin bütün
Başkan’ın göstereceği yer ve bildireceği yetkilerine sahip olduğu savunularak,
zamanda toplanabilirdi. Parti tüzüğünün burada dikkat çekmeye çalıştığım bu kü
öngörmediği ve daha önce üzerinde hiç çük ayrıntının hukukî planda da doğru
düşünülmemiş böyle olağanüstü bir du olduğu söylenebilir. Belki... Fakat asıl
K E M A L İ Z M
gi bir nedenle görevinden ayrılması ya da Bayar, vekil sıfatı ile de olsa, CHP’yi olağa
ayrılmak zorunda kalması durumunda, nüstü kurultaya davet ederken, aslında
yeni genel başkanı n/Değ iş raez Genel Baş- kurultayı sadece parti tüzüğünde yapılma
kan’ın nasıl ve kim tarafından seçileceğine sı öngörülen değişiklik nedeniyle toplaya
ilişkin bir hüküm bulunmuyordu. Açıkça bilmişti. Gerçek gündem maddesine, yani
sı, CHP’de, Atatürk Değişmez Genel Baş partinin yeni genel başkanımn seçilmesi
kan ilan edilmiş, fakat Atatürk’ten sotırasi hükmüne ise, işte bu nedenden dolayı yer
için, yeni Şefin seçilme yöntemine ilişkin verilememişti. Şefin nasıl değişeceği ya da
bir usul hiç düşünülmemiş ve öngörülme değiştirileceği tamamen belirsizdi. Bu, an
mişti. işte, tam da bu nedenden dolayı. cak değişiklik sırasındaki siyasî konjonk-
K E M A L İ Z M
üzerinde büyük bir otorite kuran İnö "Kemalizm prensipleri" adının veril
nü, başbakan ve C HP genel başkan mesi için 1930'lu yılları beklemek ge
vekili sıfatıyla, yeni Türkiye Cumhuri rekmiştir. Kemalizmİn en gelişkin bel
yeti devletinin, Kemalizmİn ilkeleri gesini oluşturan CHP'nin 1935 prog
ışığında inşa edilmesinde Atatürk'ten ramında yer alan İlkeler, bu belgede
sonra en etkin rolü oynayan ikinci li ilk kez açıkça "Kemalizm prensipleri"
derdir. Bu nedenle Atatürk için "Tek olarak adlandırılmıştır. Programın giriş
Adam" nitelendirilmesinde bulunulur bölümünde aynen şöyle denilmekte
ken, İnönü için "İkinci Adam" belirle dir: "C um huriyet H alk Partisi'nin
mesi yapılmıştır. programına temel olan ana fikirler,
Kemalizmİn ilkeleri İnönü'nün baş Türk devriminin başlangıcından bugü
bakanlığı döneminde hayata geçiril ne kadar yapılmış olan işlerle, yalın
miş ve İnönü bu ilkelerin bir numaralı olarak, ortaya konmuştur. Bundan
uygulayıcısı olmuştur, Kemalizmİn, başka, bu fikirlerin başlıcaları, 1927
esas olarak, Tek Parti döneminde kris yılında Parti Kurultayınca da kabul
talleşen bir ideoloji olduğu açıktır. Bi olunan tüzüğün genel esasında ve
rinci Dünya Savaşı sonrasında dünya genel başkanlığın, aynı Kurultayca
genelinde, liberal kapitalizmin redde onanmış olan bildiriğinde ve 1931 ka
dildiği, otoriter ve totaliter rejimlerin mutay seçimi dolayısıyla çıkarılan bil
egemen olduğu bir dönem ortaya çı di rikte saptanmıştır. Yalnız birkaç yıl
kan Kemalizm Türkiye'de devleti ku için değil, geleceği de kapsayan tasar
ran ve inşa eden Tek Parti'nîn ideolo larımızın ana hatları burada toplu ola
jisin i oluşturm uştur. Bu id eoloji rak yazılmıştır. Partinin güttüğü bütün
1920'lerden başlayarak kendi içinde bu esaslar, Kamalizm prensipleridir".
bir bütünlük ve süreklilik göstermiş ve Bu açıklamadan hareketle, Kema
bu süreklilik CHP'nin programlarında lizm İn, en genel h atlarıyla, C H P
açıkça ilan edilmiştir, ideolojinin te programının merkezinde yer alan "A l
melleri, 1920'lerin başında, M illî Mü tı Ok" çerçevesinde oluşturulmuş bir
cadele yıllarında atılmış, İzleyen yıl ideoloji ve eyleme yol gösteren bir
larda tutarlı bir biçimde geliştirilmiş, program olduğu söylenebilir. Yani
1930'lu yıllarda ise iyice işlenerek cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, dev
kristalleştirilmiştir. 1920'lerden beri letçi, laik ve inkılâpçı bir ideoloji ve
ülkeye egemen olan Kemalist ilkelere eylem kılavuzu...
türün elverdiği şartlar içinde bir şekil ka CHP Olağanüstü Büyük Kurultayı’nda,
zanabilecekti. Aslında, öngörülen tüzük 1935 tarihli parti tüzüğünde yapılmak is
değişikliğinde kabul edilecek yeni formü- tenen değişiklik şöyle formüle edilmişti:
lasyon, yeni Ş e fin nasıl seçileceğini ve
“Partinin banisi ve Ebedi Başkan t, Tür
kim olacağını da tayin edecekti. Daha
kiye Cumhuriyeti’nin müessisi olan Ke
doğrusu, yeni cumhurbaşkanının yeni Şef
mal Atatürktür
olacağı kesindi, ancak bunun CHP içinde
Partinin Değişmez Genel Başkanı is
ki uygulaması, ancak bu vesile ile belirle
met İnönü’dür
necekti.
Partinin Değişmez Genel Başkanlığı
Bir tüzük d eğişikliği için toplanan
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK SİSTEMİ; EBEDİ ŞEF t MİLLÎ ŞEF
aşağıdaki aç surede iıılıilal edebilir. den sonra. Ebedî Başkan sıfatını kazanı
Vefat, vazife yapam ayacak bir hastalı yor ve kendisine yine değişmez bir ma
ğı sabit olması halinde, isti/a.,. kam tahsis edilmiş oluyordu. Buna karşı
Bu fiç şek dden birisi dolayısıyla iıı/ııln/ lık, Değişmez Genel Başkanlık kurumun-
vabıruda, parii bıiyüh kurultayı, derhal da bir değişiklik yapılmıyor ve ismet
toplanarak, partiye mensup mebuslardan İnönü, adeta doğal olarak, bu sıfatı Ata
bir zatı Değişmez Genel Başkanlığa seçer ” türk’ten kendi üzerine alıyordu. Son ola
rak da. Değişmez Genel Başkanlık’ta ge
Öngörülen tüzük değişikliğinin birkaç
lecekle herhangi bir nedenden dolayı bo
amacı vardı. Öncelikle, Atatürk, ölümün
şalma olması halinde, o zamana kadar
K E M A L İ Z M
atağa geçilmesini isterken, İnönü so vaşı'nın dışında tutmayı başardı. Bu
runun daha ılımlı bir politikayla diplo nunla birlikte savaş yıllarının getirdiği,
matik yollardan çözümlenmesini isti yokluk, ekonomik ve toplumsal sıkın
yordu ve nihayet ekonomik alanda tılar, özellikle de bir-simge olarak
İnönü katı bir devletçiliği savunurken, "karne uygulaması", daha sonra, İnö
Atatürk bu politikanın somut bir başa nü için en teme! eleştiri konularından
rısı görülmediği için, özel girişimcili biri yapılmış ve bu eleştiriler geniş
ğin desteklenmesini istiyordu. halk yığınları arasında da yankı bul
İnönü, Atatürk'ün ölümünden son muştur. İnönü bu dönemde Köy Ensti
ra, üzerinde resmî olarak, sadece Ma tülerinin kurulmasını sağlayarak, Ke
latya mebusluğu sıfatı olmasına kar malist eğitmenlerin yetişmesini ve
şın, 14 yıllık başbakanlığı ve C HP ge böylece Kemalist ilkelerin daha geniş
nel başkan vekilliğinin kendisine sağ halk yığınlarına aktarılıp benimsetil
ladığı mutlak otorite sayesinde, nere mesi çabasına da girişti ve bu konuda
deyse oybirliğiyle (karşı oy sayısı sa önemli bir yol aldı. Ama, İnönü, Köy
dece 1'dir - Hikmet Bayur'un Celâl Enstitüleri uygulaması yüzünden, son
Bayar'a verdiği oy) cumhurbaşkanı ve raları, "komünist fesat ocakları kur
CHP'nin Değişmez Genel Başkanı se makla" da suçlanmıştır. Oysa, M îllî
çildi ve Türkiye'de M illî Şef dönemine Şef döneminde yapılan uygulamalar
girildi. Bu yeni dönemde, İnönü, ilk İş ve C HP program ve tüzüklerinde ya
olarak, devlet adamlığı vasfını önpla- pılan değişiklikler incelenirse, İnö
na çıkartarak, muhalif ve potansiyel nü'nün, M illî Şef döneminde de, Ke
muhaliflerle barışma politikasını uy malist ilkeleri tavizsiz bir biçimde sür
gulamaya soktu ve kısa bir süre için dürdüğü açıkça görülür. Bu nedenle
de, Millî Mücadele döneminde Önem Kemalist ilkeler ve uygulamalar açı
li görevler üstlenmiş ama sonradan sından, bazı yazarların yaptığı gibi,
Atatürk'ün çevresinden uzaklaşmış bir Ebedî Şef (Atatürk) ve M illî Şef
olan ön em li lid erlerin yeniden (İnönü) ayrımı yapmak geçersizdir.
C H P'ye katılmalarını ve milletvekili
seçilmelerini sağladı. İzlediği olağa
nüstü denge politikasıyla, Türkiye'yi, İnönü'nün kişiliğinin bir başka temel
cumhurbaşkanı seçildikten kısa bir sü özelliği günün değişen koşullarına
re sonra patlak veren İkinci Dünya Sa- hızlı bir biçimde uyum sağlamasıdır.
partinin genel başkanın! seçme yetkisi “Siyasî partiler, millî ve vatani yüksek
bulunmamasından dolayı, yeni bir siyasî menfaatleri temin edici prensiplerde kana
tıkanma yaşanmamasını temin etmek atleri birleşmiş vatandaşların teşkil ettik
için, bu kez parti kurultayına bu yetki leri siyasî cemiyetlerdir Millet arasında
teslim ediliyordu. Kurultayın toplanması politik kanaatleri birbirine uygun olanlar
da, yaşanan deneyimden sonra, otomati kendi halinde dağınıkfır(lar), Bunları an
ğe bağlanmıştı. cak bir Şef birleştirir ve hepsini bir teşki
Söz konusu tüzük değişikliğinin gerek lat altında toplar. Şefin rolü, her memle
çesinde, Şef(ler)e ve şeflik sistemine iliş kette ve bilhassa parti hayatına yeni gir
kin olarak şu satırlar dikkati çekiyordu: miş memleketlerde çok mukimdir Çünkü,
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK SİSTEMİ: EBEDÎ ŞEF t Mİ L L Î ŞEF
politik kanaatleri ekseriya prensipler ha ve emanet ettiği makam ve şahsiyet üze
linde birleştirip olgunlaştıracak ve pren rinde sık sık değişiklikler yapması da,
sipleri zihinlere aşılayacak ve mütemadi otoriteyi zayı/latmak bakımından mah
yen besleyecek, memleket siyasetine isti zurdan ari addedilemez.
kamet verecek, millet efradını politik sa Cumkııriyet Halk Partisi gibi milletin
lında yetiştirecek olan Şeftir. kurtuluş ve ilerleyiş mücadelesinde kendi
Her cem iyette ve her parti içinde bu sine rehberlik etmiş, Cumhuriyetçilik, in
yüksek vasıflarda şahsiyetleri daima ha kılâpçılık, Laiklik gibi Türk milletini mü
zır bulmak kolay olmadığı gibi, bir siya temadiyen itibar ve refah mevkiine yük
sî partinin, idarei aliyesini eline teslim seltmekte olan prensipleri, değişmez bir
K E M A L İ Z M
akideı siyasîye olarak kabul ve ilan etmiş parti Umum Reisi iği’nde ('Değişmez) vas-
olan ve siyasî bir partinin dar çerçevesin fını esas olarak kabul etmek, bu yüksek
den çıkarak, kemen butun vatandaşları makamın istikrarını temin ve otoriteyi
sinesinde toplamış olan bir partinin Şefli takviye bakımından millî menfaate daka
ğine intihap edilecek olan ali şahsiyetin uygun görülmüştür”
(Millî Şef) vasfım da iktisab etmiş olması
Gerekçede ilk kez, muhtemelen Ebedî
tabii olduğuna göre, parti Umum Reisi’nin
Başkan/Şef sıfatına karşılık. Millî Şef sıfa
yilksek şahsiyetini her dürt senede bir ve
tına da rastlanıyordu. Basında olsun, si
her kurultay toplanışında m üzakere ve
yasî edebiyatta olsun, Milli Şef deyimi
m ü n akaşaya mevzuu ittihaz etmeyip,
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE Ş E F L İ K S İ S T E M İ : EBEDÎ ŞEF / MİLLİ ŞEF
dından, 18-21 Ekim 1966 tarihleri lendirilmesi doğru olmadığı gibi, bu
arasında Ankara'da toplanan C HP 18. nu, 1960'ların Türkiyesi'nin gerçekle
Kurultayı "Ortanın Solu" görücünü be rinden yola çıkarak, bu İlkelere, bir de
nimseyenlerin zaferiyle sonuçlandı. sosyal adaletin eklenmesi olarak de
C HP Genel Başkanı ismet İnönü'nün, ğerlendirmek çok daha gerçekçidir.
Temmuz 1% 5'ta gazeteci Abdi ipek- 12 Mart 1971 'deki askerî müdahale
çi'ye verdiği mülakat sırasında açıkla nin ardından, olayların hızlı bir biçim
dığı ve o günden sonra parti içinde de gelişimi, İnönü'nün kendisini kısa
tartışılagelen "Ortanın Solu” görüşü bir süre içinde CHP'nin dışında bul
partinin siyasî çizgisi olarak benim masına yol açtı. Müdahalenin C H P
sendi. Bu görüşün önderliğini yapan içindeki Ortanın Solu hareketine karşı
Bülent Ecevit partinin genel sekreterli
yapıldığım ve ası) amacının CHP'nin
ğine seçildi. İnönü, bu kurultayda
iktidara gelmesini Önlemek olduğunu
yaptığı açılış konuşmasında, "partinin 133
öne süren, bu yüzden de müdahaleye
Ortanın Solunda olmasından onun
açıktan tavır alan Ecevit ile müdahale
sosyalist parti olduğunu veya olacağı
ye açıktan karşı çıkılmasını onaylama
nı zannedenler yanılmaktadırlar. CHP
yan ve hatta kurulacak ara rejim hükü
sosyalist değildir ve sosyalist parti ol
metlerine CHP'nin bakan vermesi ge
mayacaktır" diyerek Kemalizm ile sos
rektiğini savunan İnönü arasında derin
yalizmin sentezinin yapılması çabala
bir görüş ayrılığı ortaya çıktı. Bu anlaş
rına son noktayı koydu. Aslında, içi
mazlık sırasında parti İçinde Ecevit
pek doldurulmadan, devletçilik, laik
yanlılarının ağır basması üzerine, İnö
lik, reformculuk ve sosyal adaletten
yana olm ak olarak tanım lanan nü, 8 Mayıs 1972'de C HP genel baş
"O rtanın Solu", Kemalist ilkelerin kanlığından, 4 Kasım 1972'de C H P
farklı bir isimle yeniden dile getirilme üyeliğinden ve 14 Kasım 1972'de mil
sinden başka bir şey değildi. Kaldı ki, letvekilliğinden istifa etti ve Cumhuri
bu tanımın içinde yer alan İlk üç öğe yet Senatosu'na senatör olarak katıldı.
(devletçilik, laiklik, inkılâpçılık) Ke- Hayatı boyunca Kemalist İlkeleri taviz
malizmin Altı Ok'undan üçünün tam siz bir biçimde savunan ve hayata ge
da kendisiydi. Bu nedenle İnönü'nün çiren "İkinci Adam" İnönü, 25 Aralık
başlattığı Ortanın Solu hareketinin Ke- 1973'te partilerüstü bir devlet adamı
malizmden bir sapma olarak değer olarak vefat etti.
günlük kullanıma hızla girecektir. Oysa, kaç yıl önce, CHP genel sekreteri iken
bu sıfat, ne parti tüzüğünde yer alıyordu, Recep Peker’in de konuşmalarında ve ya
ne de bir başka resmî mevzuatta.,, Sadece zılarında rastlanıyordu:
CHP’de bir tüzük değişikliği sırasında,
"Siyasal parti hayatında biffıassa üze
tüzük değişikliğini hazırlayan parti ko
rinde durulmaya layık başlıca bir unsur
misyonunun kaleme aldığı gerekçede yer
Je/’tir. Şef, bir siyasal partinin bütün ana
almıştı, o kadar...
düşüncelerini, iradesini, yapış kuvvetini
Ama bütün bu görüşlerin yeni olduğu
ve şerefini temsil eder Şef, kendi ruhun
da söylenemezdi. Çünkü, aynı ya da ben
da beslediği heyecan ve hararetle partisi-
zer görüşlere, zaten bundan yalnızca bir
K E M A L İ Z M
»i ve muhitini ısıtır; aydınlatır Bütün et- inanan varlıkların yekûnunu, bir sürü
ra/mı, lıeudine ve birbiri eti ne içten gelen telakki etmek hatadır Şe/’in onuru da,
b a ğ la rla s a ra ra k , doğru ladığı am aca değeri gibi, üstün olmalıdır Hiçbir kıy
ilerletir. (...) Eğer bir siyasal partinin met taşımayan ve sürü farz edilen yığın
hakiki Ş efi yoksa, o partinin bugünkü ların başında olmayı onur tanıyan bir
politika hayatındaki büyük güçlüklere Ş ef telakkisi, yeni Türkiye’nin anlayışın
göğüs germesine imkân yoktur (...) da yer almamıştır ”
Ş e fe verilecek değer telakkisinde, za
Tüzük değişikliğini öngören söz konu
manımızı n olgun muhitleri, az çok fa r k su önerinin kabul edilmesi ile birlikte,
larla, bir düşünürler Fakat bunun ya artık yeni bir genel başkan seçmeye ge
nında, ya Şe/’in rolünü küçülten anarşik rek kalmıyordu. Çünkü, tüzük hükmü
düşüncelere veya medeni ve değerli in gereğince, İsmet İnönü, partinin Değiş
sanların bilgilerini, tecrübelerini, zeka mez Genel Başkam olmuştu bile! Kurul
larını hiçe indiren ve Ş e f i zamanımız te tay, yalnızca tüzük değişikliğini onayla
134 lakkisine uymayan, yapma bir büyütüşle mıştı, ama yeni Değişmez Genel Başkan
peygamberleştiren fikirlere rastlarız, iki da, bu arada, otomatik olarak atanmış
si de yanlış olan bu akışın ortasındaki oluyordu. Bir yeni seçime gerek kalma
hakikate uyan nokta, bizim Ş ef telakki mıştı. Görüldüğü gibi, yeni Şef, bir se
mizin ifadesidir. çimle değil, yalnızca bir tüzük maddesi
Şef, dediğim gibi, bütün ısıtıcı, besleyi nin değiştirilmesinin onayı ile belirlen
ci, alıp götürücü vası/ları ile, baştadır. mişti. Kurultay, Değişmez Genel Başkan
Fakat onunla birlikte giden ve beraber seçme hak ve yetkisini, ancak bir sortra-
Miti'ı Ş e f İsmet İnönü ve “Düşe" Benito Mussolini. Nadir Nadi. (Perde Aralığından)
başlıklı antlarında, mallak liderli (Almanyada Führer Hitier. İspanyada Caudiüo
Franco, İtalya’d a Düşe Mussolini) tek partili faşist rejimlerin l9)0İardaki tduslararast
prestijinin, “Ş e f sıfatına gösterilen rağbette etkili olduğunu yazar. B a m mukabil İkinci
Dünya Savaşı arefesinde ve ilk dönetnittde Türkiye, İtalya’nın Asya ve Afrika’y a dönük
yayılmacılığından hayli tedirgin olmuştur.
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK Sİ STEMİ: E B E D Î ŞEF i M İ L L İ ŞEF
ki sefer kullanabilirdi. Yine de hemen mesi halinde, halef ile selefin birbirini
eklemeliyim ki, CHP kurultayları. Tek tamamlayıcı bir nitelik taşıdıkları genel
Parti dönemi boyunca, partilerine hiçbir likle ileri sürülür. Bazen de halef, selefi
zaman bir Değişmez Genel Başkan seç ni mahkum edebilir. Bir başka seçenek
me yetkisine ve olanağına sahip olama de, halefin selefini, kendi istediği gibi,
mışlardır. adeta yeniden yorum lam ası ve siyasî
Şeflik sistem i, gelen ek sel O sm an- meşruiyetini, meşruiyeti tartışıl (a) maya-
lı/Türk m odernleşme dinamiğine son cak olan selefi üzerine kurmasıdır. Ta
derece uygundu. Şefin yönetiminde bir rihten buna pek çok misal verilebilir. Sı
seçkinler grubunun, toplumu kendi dü rasıyla, Sovyetler Birliğİ’de Stalin’in, Le-
şündüğü ve öngördüğü tarzda modern nin’i tamamlayıcı misyon sahibi olarak
leştirme çabasını yansıtıyordu. Bu ba iktidar oluşu, Kruşçev’in Stalin’den son
kımdan, bir modelin kopyası olmaktan ra Stalin’i siyasî olarak mahkûm etmesi
ziyade, toplumun tarihsel evriminin bir ve nihayet, Stalin’in, başka versiyonları
sonucuydu. Bununla birlikte, şeflik sis nın yanında, Lenin’i bizzat kendisinin 135
tem i, zaman zaman, kendi dışındaki yeniden yorumlaması ve Lenin’in ve Le-
benzer örnekleri de dikkatle izlemiştir. ninizmin bir anlamda resmî açıklamasını
Faşist İtalya, bu bahistendir. Nazi Al yapmasıdır. Avrupa’daki tek partili re
manya’sı da, etk ilerin i gösterecektir. jimlerde böyle bir gelişme hiç olmamış
Ama gelenek, çok daha geniş kapsamlı tır, çünkü hiçbirinde bir halef söz konu
bir geçmişin izini taşır. Dışarıdan etki su ol(a)mamıştır.
lenmeler karşısında, söz konusu gelene Tek Parti döneminde, Ebedî Şeflikten
ğin izlerini yitirme ve konuyu, yapısal Millî Şefliğe geçiş sürecinde ve Millî Şef
olmaktan ziyade, bir konjonktür sorunu döneminde, halefin selef ile ilişkisi üze
olarak ele alma yanılgısına düşmemek rinde pek durulm am ıştır. Oysa, Ata
gerekir. Osmanh/Türk siyasî seçkinleri türk’ün ölümünden hemen sonra siyasî
nin toplumu modernleştirme misyonu, gündemde nasıl yer aldığını (ya da ala
şeflik sisteminin ana öğesini oluşturur. madığını) analiz etmek, belki de çok il
Bu, üstü kapalı da olsa, sistematik olma ginç sonuçlar yaratabilir. Ben maalesef
yan ve derin izleri günümüzde dahi pek Türkiye’de Millî Ş ef Dönemi (1938-1945)
çok siyasî akım a bu laşm ış durumda adlı çalışmamda, döneme özel olarak bu
olan, bir siyasal felsefeyi de yansıtır. Di gözle hiç bak(a)madım. Belki bir miktar
ğer yandan, yabancı modellerin etkisine gözlemlerimi ve sezgilerimi ortaya koy
bir örnek vermek gerekirse, Ebedi Ş e f muş olabilirim, ama özel olarak bu gözle
likten Mitli Ş e fliğ e geçiş aşamasında. bir metin analizi, biç kuşkusuz, çok daha
Değişmez Genel Başkanlık kuruntunu anlamlı ve çarpıcı sonuçlara varabilirdi.
muhafaza etmenin nedenlerinden biri, Yine de bir karşılaştırmalı yaklaşımın
eğer iç politikada bir iktidar ve otorite ilk basamağı olarak şunları yazmak yan
boşluğu yaratmamak kaygısı ise, bir di lış olmayacaktır sanırım:
ğeri de, bu dönemde adeta moda olan ve Halef, selefi ve dönemi hakkında en
içte ve dışta prestijleri bayii yüksek, ba küçük bir tartışma ya da görüşme açıl
şarılı tek partili şef sistem lerinin (Al masına izin vermemiştir. Bu yöndeki gi
manya’da Hitler/Führer, İtalya’da Musso- rişimleri derhal önlemiştir. Atatürk'ün
lini/Duçe ve Ispanya'da Franco/Caudil- ölümünden sadece beş ay kadar sonra,
lo) etkisidir. Atatürk devri muhaliflerinden Kazım Ka-
Eğer bir karşılaştırma yapmak gerekir rabekir’in, Atatürk ve dönemi ve özellik
se, tek partili rejimlerde şeflerin değiş le de Nutuk konusunda bir tartışma baş-
K E M A L İ Z M
latmak amacı ile basma yaptığı açıklama, suretle, memleket bunların olgun ve dol
bu saptamayı temellendirir. Hatırlanacağı gun başlarından istifadesiz bırakılmıştır
gibi. Kazım Karabekir, TBMM’nin II, Dö Bütün bunlarda modern hımr/enm büyük
neminde İstanbul milletvekili ve 1924 yı tesiri olmuştur (...)
lının sonbahar aylarında kurulan Terak Reishara yaranm ak için uluorta fik ir
kiperver Cumhuriyet Ftrkası’nın da baş- ler neşrinden evvel, hadiseleri olduğu gi
kanıydı. Takriri Sükun Kanunu’ndaıı bi fesbit ederek, yeni nesile aynen anlat
sonra, 1925 yılının haziran ayında, Te mamız gerekir Aksi halde, birçok kahra
rakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıl manları sefil olarak göstermek ve birçok
mış ve partiye mensup milletvekilleri ile kalpazanları, naehlileri de layık olm a
birlikte, Kazım Karabekir de, İzmir Su dıkları vasıflarla tevsi/ etmek gafletine
ikastı dolayısıyla, 1926 yılında İzmir’de, düşebiliriz. Matbuat sayfalan bir tiyatro
Ankara istiklal Mahkemesi’nce yargılan sahnesine benzetilmemelidir. Yani mat
mıştı. Bu yargılama sonucunda Karabekir buat, liderleri temsil edilecek herhangi
beraat etmişse de, 1927 yılında askerlik bir tarihi piyes gibi, rolleri istedikleri
ten ayrılarak emekli olmuştu. 1926 yılın kimselere vermemelidir. ( ...) Matbuatın
dan sonra Atatürk ile Karabekir arasında yakın vakte kadar çok defa sırf reis karı
hiçbir ilişki kurulmamış ve Karabekir, ts- memnun etmek gayretini güttüğünü söy
tanbul/Erenköy’deki evinde/köşkünde, lemeye mecburuz ve sırf bu gayretle, ha-
aktif siyasetten tamamen uzak bir yaşam disatı ve birçok tarihi vekayii inkar ede
sürmüştü. İnönü’nün cumhurbaşkanı ol cek kadar ileri de gitmiştir. (...)
masından hemen sonra, Atatürk’ün ölü Ve ben bir müddet için, o vakte kadar
münden sadece iki ay kadar sonra, Kara olduğu gibi, bir kenarda nezaret altında
bekir, bizzat İnönü’nün eski muhalefet yaşam aya mecbur kaldım. (...) Muhak
ile “barış politikası” sonucunda, CHP lis kak olan nokta, bir takım şahsiyetlerin
tesinden İstanbul milletvekili olacaktır. memlekete yanlış olarak gösterildikleri
Karabekir, milletvekili olduktan sadece ve ifa ettikleri büyük hizmetlerin bir ka
üç ay sonra da, nisan ayının hemen ilk lemde çizildiğidir. Hadiseler yaln ız bir
günlerinde, Tan gazetesine verdiği bir şalısın dilediği tarzda ifadesiyle ortaya
mülakatta, şöyle diyecektir'. çıkamaz. ( ...) Yalnız herhangi bir dava
cının ifadesine göre hüküm vermek hiç
"Şahsen benim 15 sene menkub vaziyette
bir zaman doğru olamaz. (...)
kaldığım ı biliyorsunuz. Bu menkubiyet
Büyük Nutuk’ta da üzerinde ehemmi
müddeti, bilJıussa çoluğum çocuğum için
yetle durulması ieab eden haksızlıklar ve
pek acı geçti. Buna rağmen ben bildiğim
yanlışlıklar mevcuttur."
yoldan şaşmadım. Her zaman için haki
katin müdafii olarak kaldım. Fakat, ne Kazım Karabekir’in Tan gazetesindeki
yazık ki, bu 15 sene içinde, kıymetli f i mülakatında yer alan bu pek de alçakgö
kirlerle ortaya çıkarak, hayatlarım is nüllü sayılamayacak ve aym zamanda da
tihkar edercesine çalışan ve memlekete dolaylı ve dolaysız biçimde bizzat Ata
büyük hizmetler ifa eden bazı vatan ço türk’ü ve Atatürk dönemini hedef alan
cuklarının bir kenarda nasıl unutulduk suçlayıcı sözleri sert karşılık görecektir.
ları, kimsenin gözünden kaçmamıştır. Mülakat basında sert bir biçimde eleştiri
Onların bütün hizmetleri yalnız kökün lecek ve yer yer gösterilere neden olacak
den inkür edilmekle kalmamış, belki on tır. Bu gösteriler üzerine de, mülakat er
lara türlü isnadlar da yapılarak, herbiri tesi gün devam etmeyecek ve ilk tefrika
dipdiri m ezara gömülmek istenmiştir Bu da kesilecektir. Oysa, mülakatın yayımla
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK SİSTEMİ: EBEDİ ŞEF / MİLLİ ŞEF
nacağını haber veren Tan gazetesi, müla selefe gösterilen törensel saygıdan da
katın birkaç gün süreceğini açıklamıştı! öte, eski bir arkadaşa gösterilen yakınlık
İnönü, Atatürk dönemi muhalefeti ile ölçüsündedir.
barışmış olabilir, ama barışmanın koşul Bir nokta daha tamamen eksik kalmış
ları vardı ve temel koşullardan bir tanesi sayılabilir. Bu da, CHP’nin Altı Ok’unun
de buydu. Yalnızca koşulu unutanlara, resmi açıklaması ya da Kemalizmin bir
bir hatırlatm ada bulunulm uştu. Selef ideoloji olarak (belki de yeniden) yo
belki sık sık hatırlanm ayacaktı, ama rumlanması konusundaki isteksizlik ve
unutulm asına da izin verilm eyecekti. çekingenliktir. CHP’nin geleneksel ide
Hele hele bir mahkumiyet asla söz ko olojik yön ve temel eksikliğini, belki de
nusu olamazdı. kısmen giderecek bir atılımın hiç olma
Halef, selefini tamamlayan bir tablo ması, bu bakımdan anlamlıdır. Kema
çizmeye çalışmıştır. Atatürk ve İnönü lizm, Millî Şef tarafından, resmî bir dokt
adları, adeta yan yana ve birlikte anıl rin olarak işlenmemiş ve açıklanmamış
mak zorundadır. Ama bunun yalnızca tır. Oysa, bu yapılabilirdi. Partinin ide- 137
dönemin başına ait bir izlenim olduğu olojik eksikliği ve güçsüzlüğü, bu şekilde
nu da belirtmem gerekir. Zamanla, Ata giderilebilirdi. Özellikle bir tercih söz
türk ismi gölgede kalır. Inönü/Millî Şef, konusu gibidir.
tabiatıyla, öne çıkar. Dikkat edilmesi ge Bu anlamda, Millî Şeflikte, ne Atatürk,
reken bir nokta da, halefin, kendi siyasi, ne de Kemalizm ile bir siyasî hesaplaşma
İktisadî ve kültürel ya da dış politika gi söz konusudur, iki dönemin siyasi kad
rişimlerinde, siyasi meşruiyet kaygısı ile, roları bir miktar farklı olabilir, fakat üze
selefinin ismini ya da görüş ve düşünce rinde yükseldikleri siyasî sistem/şeflik
lerini argüman olarak kullanma kaygısı sistemi aynı şekilde sürmüştür. Olsa olsa,
nı hiç taşımamasıdır. Diğer yandan, Os rejim değişikliğinden sonra, Demokrat
manlI egemenlik ve otorite simgesi ola Parti iktidarında, bu yönde bir girişim
rak da, çok daha geniş bir tarihsel pers olabilirdi. Ne var ki, belki de beklenenin
pektiften bakılacak olursa, para üzerin ve umulanın aksine, bu dönemde de bu
deki resmin değiştirilmesi, bu çerçevede yönde bir girişimden kaçınılacak, hatta,
anlamlı ve anlaşılırdır. Yaşayan Şef, ikti tam aksine, Ebedî Şef ile Millî Şef arasın
darın, gücün ve otoritenin gerçekte ki da yapılan ince bir politik ayrım sayesin
min elinde olduğunu, topluma bu gele de, yalnızca halefin dönemi mahkum
neksel simge ile yansıtmak istemiştir. edilecek, fakat buna karşılık, halef, selefi
Halef, asla selefinden bir alt basamakta yeterince ortaya çıkarmadığı için, eleşti
olmamaya, böyle bir görüntü çizmemeye rilecektir. Bütün bu gelişmelerin tesadüfi
özel bir önem vermiştir. Halefin selefin olmadığını, aksine belirli bir politik ek
İstanbul’daki cenaze törenine katılmayı sen üzerinde yükseldiğini görmek gere
şı, bu belki de dönemin güvenlik kaygı kir. Ama burada asıl üzerinde durulması
larının bir ürünü olabilir, fakat Anka gereken husus, şeflik sisteminin bütün
ra’daki cenaze töreninde ve daha sonraki Tek Parti döneminde geçerliğini koruma
anma törenlerinde, eski bir silah arkada- sıdır. Şefler arasında farklılıklar olabilir,
şını/yoldaşım ziyaret eder bir manzara fakat şeflik sisteminde farklılık bulmak
çizmeyi tercih etmesi de manidardır. Bu, kolay değildir. ÜT
Atatürk İmgesinin
Siyasal Yaşamdaki Rolü
h a ş a n Önder
ustafa Kemal Atatürk, 1919’dao daki imgesi doğrularla abartmaların bir ka
tigi gelenekleri aşmış, bir kahramandan bilmesi için tektanrıcı (teistik) veya çok-
beklendiği gibi gür sesli ve her zaman tanrıcı metafizik görüşlerde olduğu gibi
çevresine hakim Atatürk imgesinde bir maddi alemin ötesinde bir tanrının veya
değişiklik olur. Yine, Cumhuriyet dev- doğa ve toplum gibi kolektivitelerde, on
rimlerini bir başlangıç değil, uzun bir Ba ları oluşturan tek tek bireyleri aşan ve ge
tılılaşma sürecinin bir devamı olarak yo nellikle Tanrı olarak yorumlanan erek,
rumlayan veya Kurtuluş Savaşı’nın başa dünya tini, ulus tini, kolektif bilinç gibi
rısında diğer komutanları, kitleleri ve içkin bir güç olduğunun varsayılması ge
maddi imkânları biraz öne çıkaran bir ta rekir. Bazı tarih kuramları (örneğin, Ya
rih yazımı da, Atatürk’ü olayları yaratan hudiliğin, Hegel’in ve bir ölçüde Carly-
değil, olayların yarattığı ve olayların tek le’ın tarih anlayışları), ilahi iradenin bir
öznesi olmayan bir kişi haline getirdiği dışavurumu ya da dünya veya ulus tini
için tarihsel rolünü zayıflatır. Fakat bun nin açılımı olarak görürler ve bu iradenin
lar da doğrudur. ya da tinin belirli kişiler (peygamberler,
kahramanlar) aracılığıyla kendini gerçek- 139
ATATÜRK’ÇE ZİHİNLERDEKİ İMGESİ leştirdiğini varsayarlar.
GERÇEK ATATÜRK’E GÖRE Siyaset kuramı alanında, monarşi ve
_________ YÜCELTİLMİŞ MİDİR? diktatörlük gibi demokratik olmayan yö
netim biçimlerinin yürümesi için olağa
Bir insanı yüceltme, onu, şu ya da bu bi nüstü ya da “büyük" insanlara gereksi
çimde, tek tek sıradan insanların üstün nim olduğundan, bu rejimlerde iktidarda
de yer alan gizemli, aşkın veya içkin bir bulunan ya da iktidara aday olan kişilerin
güçle ilişkilendirerek veya özdeşleştire sıradan insanları yönetmeye haklan oldu
rek sıradan insanların üstünde bir yere ğunu göstermek için, onların sıradan İn
çıkarmak, ona ‘aşırı’ bir sevgi, saygı ve sandan daha üstün, tanrılara daha yakın
bağlılık duymaktır. Aşkın güç, Tanrı ya bir konuma çıkarmak, gelenekselleşmiş
da bir tanrı olabilir. İçkin güç, tarihte ve bir uygulamadır. Bu rejimlerin siyaset ku
doğada kendini açığa vuran Hegelci an ramları, genellikle yukarıdaki metafizik
lamda bir “dünya tini”, romantik ulusçu ve tarih görüşlerinden birine ya da birka
luğun, örneğin, Herder'in “halk/ulus ti çına yaslanır ve büyük adamın bu güçleri
ni" dedikleri şey ya da doğada kendini temsil ettiğine ya da bu güçlerle özdeş ol
açığa vuran bir “erek" olabilir. Yüceltilen duğuna inanırlar.
kişinin, bu tür güçlerin sahip olduğuna Modern insan ise az çok materyalisttir;
inanılan yanılmazlık, mutlak güç ve ınuı- doğa üstüne ve içkin güçlere kuşkuyla
lak bilgi sabıbi olma, yasa ve kural koy bakar; tarihte bireyin rolünü küçültür. O,
ma, düzen verme, ölümsüzlük, kusur bilimsel bakış açısının bir sonucu olarak,
suzluk, kötülerden intikam alma gibi olavların nedenlerini bu güçlerde ve kişi
özelliklere sahip olduğu veya bu güçlerin lerde değil, toplumsal ve ekonomik yapı
iradesini gerçekleştirdiği varsayılır. Bun larda görür, Modern insan, özellikle İkin
ların yanında, yüceltmede, yüceltilen ki ci Dünya Savaşı’ndan sonra çoğulcu de
şinin onu sıradan insanlara yaklaştıran mokrasilerin de zaferi dolayısıyla, de
yönleri geri plana ililir veya bu yönleri, mokrasi idealine bağlıdır, sıradan insanlar
aşkın veya içkin güçlerle ilişkisinin bir çoğunluğunun yanılma olasılığının bir
göstergesi olarak yorumlanır. tek kişiye göre daha az olduğunu varsa
Yüceltme, gerçekliğe, insan doğasına, yar ve kişi yüceltmeyi, tek adam üstüne
siyasete ve tarihe ilişkin açık veya belirsiz kurulu totaliter veya otoriter rejimlere öz
bir metafiziği varsayar. Yüceltmenin ola gü ve demokrasilerde yeri olmayan olum-
K E M A L İ Z M
1933-52 ’de Türkiye'de çalışan Alman hukukçu Hirsck, bir Türk asistanım bu anttın
önüne götürerek ezikliğini atmasını sağladığım anlatır.
sı’nı kurar, Ankara’yı başkent yapar, arkaplana iten, Millî Mücadele ve Cum
Cumhuriyet'i ilan eder, Hilafeti kaldırır, huriyet dönemini Mustafa Kemal’le öz
medreseleri kapatır, muhalif paşaların or deşleştiren ve onu yücelten bir anlatım
du ile ilişiğini kesip orduyu güvenli hale gelişir. Örneğin, “mebuslar Cumhuriyeti
getirerek, istiklal Mahkemeleri ve Takrir-i ilan etti”, “Mustafa Kemal Cumhuriyeti
Sükun Kanunu aracılığıyla muhalefeti ve ilan etti” haline gelir. İlk baskısı 193 l'de
basını susturarak, isyanı bastırarak, mu yapılan TTTC 1934, aşağıda göreceğimiz
halif Terakkiperver Fırka’yı kapatarak ve gibi, Mustafa Kemal’i daha da öne çıkarır.
paşaları etkisiz hale getirerek, ittihatçıları Çocukluk ve gençlik yılları anlatılırken
tasfiye ederek 1927’de, her şeye hakim de, lider olmasının kaçınılmaz olduğu iz
‘ tek adam” olarak NUfuk’unu okur. lenimi verilir. Dolayısıyla, Türk ulusunu
Bu iktidar mücadelesinde Mustafa Ke yönetmesinin onun hakkı olduğu açıkça
mal, kendisi ve çevresi tarafından kuvvet veya dolaylı olarak söylenir.
le öne çıkarılır; zaferdeki payı ısrarla vur Bu arada, Kurtarıcı, Kurucu, Türklük ve
gulanır. Nutak’unda, başlangıç cümlesi Medeniyet Kahramanı Mustafa Kemal’e 143
nin (“1919 senesi Mayısının 19 uncu gü samimi sevgi ve bağlılık nedeniyle ve
nü Samsun’a çıktım" [abç]) ima ettiği gi belki de tek adam haline gelmesi ve ikti
bi, Kurtuluş Savaşı’nm Mustafa Kemal darda kalıcı olduğu belli olunca, iyi ge
merkezli bir tarihini verir, iktidarda pay çinme amacıyla, gerçekten yüceltme sa
talebi ile zaferdeki hisse arasında bir doğ yılabilecek özellikler atfedilir. “Fevkalbe
ru orantı kurulduğundan, kendisinin yö şer" (insanüstü) bir varlık olduğu söyle
netme hakkına sahip olduğunu ima eder. nir. 1928’de, Türkün Altın Ki tabı yüceltici
1923-1927 iktidar mücadelesinden tek m ahiyette biyo grafiler, T ü rk’ün Yeni
adam olarak çıkarken, Mustafa Kemal’in Amentösü gibi, Gazi’yi Allah’ın en sevgili
kendini öne çıkarmasının iki biçimi kalıcı kulu ve Türklüğü bir iman konusu ya
hale gelir. Bunlardan birisi, heykellerinin pan yayınlar çıkar.
dikilmesi, diğeri Atatürk merkezli bir ta 1930’dan sonra Mustafa Kemal’e insa
rih yazımının yerleşmesidir. 1925’den iti nüstü nitelikler atfedilmesinde başarısızlı
baren bütün Türkiye’de, Atatürk’ün Kur kla sonuçlanan çok partili demokrasi de
tuluş Savaşı’ndaki rolünü ve siyasî yaşam neyi, ikinci önemli siyasî olayı ve evreyi
daki tek adamlığını görselleştiren heykel oluşturur. Atatürk’ün, arkadaşı Fethi (Ok-
ler yapılm aya başlar. Sarayburnu ’na yar) Bey’e kurdurduğu Serbest Cumhuri
(1926), Ankara-Ulus’a (1927), Taksim’e yet Fırkası’mn (SCF) başarısı, CHP’nin ve
(1928) anıtları dikilir. 1926’dan itibaren rejimin kitlelere kök salmadığım, kurtarı
Türkiye’nin her yerinde Gazi’nin heykeli lanların kurtarıcılarına bağlılığının tam ve
ni dikme çalışmaları yaygınlaşır. Tarih ya mudak olmadığını, inkılâpların oturmadı
zımı alanında Nutuk, Millî Mücadele ve ğını, halka inmediğini gösterince, Atatürk
Cumhuriyet dönemi tarihi için bîr stan ve çevresi çok partili demokrasi fikrini he
dart haline gelecektir. Bu standarda göre men tamamen terk edip daha otoriter bir
yazılan tarih kitapları, Cumhuriyet ku rejime yönelir. CHP’nin ideolojisini, icra
şaklarının kafasındaki zaferin ve devrim- atını ve amaçlarını, “iki kere sekizin onaltı
lerin tek belirleyicisi Atatürk imgesini şe ettiğini" halka daha iyi anlatmak gerektiği
killendirecek ve yeniden üretecektir. Nu- vurgulanır. Yönetici kadro, çok partili de
luk’tan önce, zaten pek fazla olmayan ta mokrasi fikrini hemen tamamen terk edip
rihî olaylar, oldukça nesnel ve kurumlan şeflik sistemine yaklaşır. CHP, kitlelerle
öne çıkaran bir tarzda anlatılırken, Nu- bağlarını güçlendirmek amacıyla, ideolojik
t iddian sonra, kurumlar ve diğer kişileri bir kampanya başlatır. (Kemalizm’in Altı
K E M A L İ Z M
Ok şeklinde formüle edilmesi, Halkevleri görülen yeni düzene aktararak, yeni düze
nin açılması, üniversite reformu, üniversi- ni ve CHP’nin halkla bağlarını güçlendir-
lelerde İnkılâp Tarihi derslerinin okutul mektir. Örneğin, Falih Rıfkı Atay 193 Fde,
maya başlanması ve dönemin önde gelen V'cııi Rusya’sında, Rusya’dan propaganda
ideologları tarafından verilmesi, eğitmen teknikleri konusunda dersler getirirken,
kurslarının başlaması, okul programları olasılıkla Stalin’in yarattığı “kişi kül-
nın CHP programına göre yeniden düzen tü ’nden etkilenmiş olarak, “Kemalist in
lenmesi bu kampanyanın birer parçasıdır.) kılâpçıların baş işlerinden biri Mustafa
Kampanyanın merkezine yeni düzenle Kemal’i her gün daha iyi tanıtmaktır. Her
özdeşleşen Gazi Mustafa Kemal yerleştiri taraTta Fırka ocaklarında Mustafa Kemal
lir. Bunda amaç, ona olan sevgiyi, hayran köşesini hemen yapmağa başlamalıyız” di
lık ve bağlılığı CHP’ye ve tehdit altında ye yazar. Yine 1931'de CHP’nin 111. kong-
144
resinde Alaeddin adlı bir delege Mustafa mokrasinin olabilirliğine inancın yitiril
Kemal’in prestijinden “millet namına isti mesiyle Atatürk ve çevresi, Balya'daki ve
fade etmek zaruretini takdir etmeliyiz" daha sonra Almanya’daki rejimlerin ide
der. İnönü (1934, 87) "Türk inkılabını olojisini etkilemekten daha çok onlardan
anlamak ve sevmek,... Büyük Reis Musta etkilenir hale gelir.1 Örneğin, “ş e f sözcü
fa Kemal’i anlamak ve sevmek(le) ... bir ve ğü 1930’da siyasî söyleme girer ve yerle
beraberdir" der. Ve kampanyada Ata şir. Bu etkilenme ile İtalya ve Almanya gi
türk’ün üstün kişiliği, öncekilerden farklı bi şeflik rejimlerinden etkilenmenin söz
olarak, hükümet tarafından planlı olarak konusu olamayacağı 1923’de, Mustafa
ve daha çok vurgulanır. (Cumhuriyet ile Kemal’in bazı konuşmalarında bulunan
Atatürk’ün özdeşliği, Türk siyasî yaşamı şeflik ilkesinin epistem oiojik temaları
nın temel bir aksiyomu olacaktır.) öne çıkarılır. Örneğin, Mustafa Kemal
(1989:2, 165), kendisinin "bir hissi umu
ŞEF OLARAK KAHRAMAN minin amili, ifadesi, mümessili” olduğu
nu, Türk ulusunun “efkar ve hissiyatına 145
1923-1927 dönemi iktidar mücadelesinde yakından vakıf olmaktan", onun “kabili
oluşan, Mustafa Kemal imgesi, sonradan yet ve ihtiyacını ifadeden başka bir şey
yeni felsefi ve ideolojik destekler bulur. yapmadığını ifade eder. O, halkın “kabili
Bunlardan biri, Thomas Carlyle’ın dünya yet ve hissiyatına vukufumla müftehirim”
tarihini büyük adamların biyografileri ile der. Bu, Atatürk’ün kendi iradesinin ulu
özdeşleştiren, toplumun da “kahramanla- sun iradesi ile aynı olduğuna inandığını
ra-tapınma” üzerine kurulduğunu savu gösterir. Şefin, herkesin eşit ölçüde görme
nan görüşü, diğeri totaliter rejimlerde ge yeteneğinden yoksun olduğu sonul ger
liştirilen ve Carlyle’ın görüşlerinden bol çekliği görebildiğini, evrenin sırlarına
bol yararlanan şeflik kuramıdır. (İslâmî mistik bir iç görü ışığı ile doğrudan ve
etkiden aşağıda söz edilecek.) Bu fikirle aracısız olarak nüfuz edebildiğini, yaşamı
rin her ikisi de, liberal fikirlerle birlikte, sıradan insanın gördüğünden farklı göre
Atatürk’ün düşünse) donanımında sis bildiğini, kendisine sentez gücü, sezgi ve
temsiz bir biçimde zaten mevcuttur. Kah ilham bahşedildigini, bir piramit olarak
ramanların tarihte belirleyici rolü olduğu görülen devletin ve ulusun tepe noktasın
na inanan ve kendisini bir kahraman ola da bulunduğunu, halkın ‘hakiki’ iradesi
rak hazırlayan ve fiilen de kahraman hali nin kendini parlamento oyları ya da halk
ne gelmiş olan Mustafa Kemal, Carlyle’ın oylaması aracılığıyla değil, şef aracılığıyla
Kült ramcın Itır ını okumuş ve muhtemelen açığa vurduğunu ileri süren şeflik kura
bu eserde savunulan görüşte (ve onu bol mı, rejim şeflik sistem ine yaklaştıkça,
bol kullanan şeflik kuramında) kendi Mustafa Kemal’in (liberal, özgürlükçü fi
inançlarının daha ayrıntılı ve sistematik kirlerinin değil) şeflik sistemiyle uyumlu
bir anlatımını bulmuştur. (Nitekim 1929 fikirlerinin ve şefe özgü kişisel nitelikleri
sonrası konuşmalarında bu eserden yan nin öne çıkarılmasına ve işlenmesine kat
sımalar vardır (bkz., Atatürk 1989, 3:125, kıda bulunmuştur.
131)). Bu arada, 1932’den sonra Türk Totaliter rejimlerin henüz gözden düş
Devrimi’ni ve Mustafa Kemal’i bir Calyle mediği, tersine "yeni", geleceğin rejimleri
kahramanı olarak yorumlayan yazılar gö olarak görüldüğü 1930’larda, Türkiye
rülür (örn., Resimli Şark 1932; Cemalet- kendi yerinin bu rejimler arasına olduğu
tin Ekrem 1932; Köprülü 1936, 3; Yedi na karar vermiş gibidir. Balya’da Duçelik,
ğim 1937; Yücel 1943, 6). Almanya’da Führerlik sistemi (ve Sovyet
SCF deneyinden sonra, çok partili de lerde Stalin rejimi), bir ders kitabı olan 5u-
K E M A L l Z M
(lak 19-38'de (s. 79), yeni ve aynı zamanda, “tecessüm [cisim leştiği)" ve “tecessüd
millî iradenin siyasî kahramanlarda tecelli [bedenleştiği]" ettirdiği ifade edilir. Onun
ettiği varsayımıyla, “demokrasi idareleri” lider olarak, “insanları sevk ve idare için"
olarak görülür ve Türkiye de bunlar ara yaratıldığı, “Bugünkü ve yarınki Türk ne
sında sayılır. Türk tarihinin ve Cumhuri sillerinin iman ve mefkure babası" olduğu
yet dönemi siyasî sürecinin ve sisteminin belirtilir (s. 14, 16. 20, 96, 107, 117).
şef merkezli açıklamaları yapılır. Örneğin,
M. E. Bozkurt (1995, 7.5), “İhtilallerin ge OLUŞAN MANEVİ BOŞLUĞUN
nişliği ve kavrayışı, şeflerin kafalarının dı ___________ DOLDURULMAM
şa yansımasıdır" der, CHP’nin Cumhuri-
yet’in onuncu ve onbeşinci yılları için İnsanlar dünyayı belli kavramsal ve sem
kendi icraatını ve olaylara bakışını anlat bolik formlarla algılarlar. Bu formlar, bel
mak için hazırladığı kitaplarda (1938, 6; ki Kantîn ileri sürdüğü gibi a priori ve
1933, 7), CHP’nin ilkelerinin Büvük Şef’in evrensel değil, daha çok küliürün ürünü
146 ruhundan doğduğu, şefin, özellikle parti dür. Mustafa Kemal'in siyasal alanda bir
hayatının gelişmemiş olduğu ülkelerde, şef haline gelişini, kurucu kuşağın İmpa
ulusun siyasî eğitiminde büyük rolü oldu ratorluğun okullarında aldıkları siyasal
ğu ileri sürülür. Hatta bazı yazarlar devle eğitim kuşkusuz kolaylaştırmıştır. Okul
ti, “Atası etrafında toplanan millet” şeklin larda her gün “Padişahım çok yaşa” diye
de tanımlar, Böylece, Mustafa Kemal’in ki rek, zıll-u/lalı (Tanrı’nın yeryüzündeki
şisel nitelikleri ve ideolojik yönelmeler, gölgesi) sayılan padişahı ululayan, başla
sistemin şeflik olarak yorumlanmasını ko rında bir baba figürü görmeye alışan ku
laylaştırırken, sistemin şeflik olarak görül rucu kuşak. Saltanatın ve Hilafetin kaldı
mesi de Mustafa Kemal’in şef nitelikleri rılmasıyla ortadan kalkan padişah-baba
nin vurgulanmasına veya ona bu nitelikle figürünün ve bazıları da onun gölgesi ol
rin atfedilmesine yol açmıştır. duğu Tann’mn yerine Mustafa Kemal’i
Bu gelişmeler, tarih yazımına da yansır. koymuştur.
Bugünkü Atatürk imgesinin oluşumunda Fakat yüceltmede belki daha önemli rol
önemli rolü olan ve standart resmî tarih oynayan etmen, kurucu kuşağın dinsel
yazımının ilk ve tipik örneği, 1931’de çı kültürüdür. 1908’liler İslâmî sembollerin
kan, Mustafa Kemal’in inisiyatifiyle, katkı merkezî bir yer tuttuğu bir ortamda yetiş
sıyla ve gözetim ind e yazılan T T T C mişlerdir. Atatürk dahil, hemen hepsi ço
1934’te yüceltme tam şeklini alır. Kitapta, cukluğunda dinsel bir eğitim almış, namaz
muhalifler kötülenirken -iyiler ve kötüler kılmanın mecburi olduğu okullarda oku
bu tarih yazımının ana temasıdır-, Musta muşlardır. Ayrıca, İslâm, onlann kimlikle
fa Kemal’e bağlı kalanlar olabildiğince öne rinin önemli bir öğesidir ve ömürlerinin
çıkarılır. Millî Mücadele onun “mucize"si şu ya da bu döneminde şu ya da bu dere
olarak görülür. Cumhuriyet dönemi, hatta cede in an dıkları dindir. Örneğin, Ata
Türk ulusu, Mustafa Kemal ile özdeşleşti türk’ün kendisi, gençliğinde bazı tarikatla
rilir. Şeflik kuramına uygun olarak, “nafiz ra girip çıkmıştır (Atay 1984, 31). 1931’de
nazarı" (delip geçen bakışı) olduğu, “ha Atatürk’ün gözetiminde, materyalist açı
yat ve şeniyeti [gerçekliği] tam idrak etti dan yazılan tarih kitaplannda, Atatürk’e ait
ği”, Türk ulusunun potansiyel güçlerinin, olan cümlelerde (bkz., Perincek 1994,
“pek kadim maziden beri ...kahramanlar 249), İslâm’ın kendi iç dünyalarındaki ye
halinde tecelli” ettiği ve Mustafa Kemal’in rini gösteren şu ifadeler de yer alır: “Mu-
Türk ulusunun yetiştirdiği “en büyük lıammed’in neşrettiği din, insanların kal
adam" olduğu, Türk milletini şahsında binde derin bir ihtizaz uyandırdı, O ölüp
A T A T Ü R K I M G E S I M İ N S İ Y A S A L Y A Ş A M D A K İ R O L Ü
gittikten on dört asır sonra bile İslâmiyet, kültürel yaşamda geri plana itilir 1924-
hala kalplerde ihtizaz husule getirmektedir 1928 arasında alfabesinden giyim ine,
■.titreşimler y aratm aktadır]" diye yazar 1930’larda diline ve tarihine kadar değiş
(TTTC 1931, 92 -abç). Dönemin diğer şef miş bir toplum kurulur
lerinden Fevzi Çakmak, dindarlığı ile ün Islâm’ın geri plana çekilm esinde ve
lüdür ve ömrü boyunca Arusi tarikatına onun yerini ulusçuluğun ve Kemalizmin
bağlı kalmıştır, İsmet Paşa, Kuran okuma alm asında başlıca etm enler arasında
yı hiç bırakmamıştır. 1943’te Atatürk’ü bir Türkçülüğün benimsenmesi, ulusçuluk
Tanrı olarak gören Haşan Âli Yücel bir la İslâm’ın çatıştığı inancı, bu arada ge
Mevlevîdir, 1931’e kadar üstün hitabetiyle nel olarak kurumlaşmış dinlere karşı fel
devrinden savunan, milliyeti bir din ola sefî bir tutumun gelişmesini anabiliriz.
rak gören Hamdullah Suphi, Cerrahi tari Mustafa Kemal ve ekibi. M eşrutiyetin
katına mensuptur ve “kalben" bu tarikata Türkçülük görüşünü -Osmanlıcılık ve
bağlı kalmıştır. 1931'de laik bir devlette di Islâmcılık Birinci Dünya Savaşı’nın biti
nî bayram tatillerinin olamayacağını ileri minde iflas etmiştir- ilgi alanım Türkiye 147
süren ve insanüstü Atatürk imgesinin ile sınırlayarak benimser ve Kurtuluş Sa
oluşmasında önemli katkıları olan ve ku vaşandaki Osmanlı hanedanına bağlı
şağının duygu, düşünce ve özlemlerini “Islâm unsurlar" yerine “Türk” unsuru
edebî bakımdan en iyi yansıtan yazarlar temel alınmaya başlar. Bunu, 1925’in Ni
dan biri olarak kabul edebileceğimiz Ya- sanında ismet Paşa, “Vazifemiz bu vatan
kup Kadri’nin Bektaşî tarikatı mensuplugu içinde bulunanları behemehal Türk yap
vardır ve 192i’de yazdığı bir yazıda, Eski maktır, Türklere ve Türkçülüğe muhale
şehir önünde şehit düşen askerlerin ruhu fet edecek anasırı kesip atacağız. Vatana
na okunan mevlide katılınca, din değiştir hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf
meye benzer bir kimlik dönüşümü geçirir. her şeyden evvel o adam ın Türk ve
Kendisinin ve kuşağının İslâm’dan uzak Türkçü o lm asıd ır" (Vahit, 28 Nisan
geçmiş yıllarım her bakımdan kötü yıllar 1925) sözleriyle; 1925 Kasımında Mus
olarak betimledikten sonra, “Rabbe bin tafa Kemal (1989, 2:249), “Milletin ida-
kere hamd ü sena olsun ki dünden beri me-i mevcudiyet için efradı arasında dü
hakikat ve selametin bir cami ile cemaat şündüğü rabıta-i müştereke, asırlardan
haricinde bulunmadığını biliyorum" der beri gelen şekil ve mahiyeti tebdil etmiş,
1930’ların radikal dergisi Kudro’nun teoris- yani millet, dinî ve mezhebî irtibat yeri
yenlerinden ve 1975’de, “mecburduk inkı ne, Türk m illiyeti rabıtasıyla efradını
labımızı oturtmaya ve Atatürk’ü putlaştır toplamıştır” sözleriyle kesin bir biçimde
maya" diyen Ş. S. Aydemir’in çocukluğu bildirirler.
kubbelerin, minarelerin gölgesinde geç İkincisi, Türkçülük aynı zamanda laik
miştir ve bu gölgelerin ruhuna nakşolunan bir Türkçülüktür. Mustafa Kemal, cum
serinliğini ömrü boyunca hissetmiştir hurbaşkanı seçilinceye kadar, yapılanları
Her ne kadar -en materyalist ve laikçi ve yapmayı tasarladığı yenilikleri (örne
oldukları dönemde bile- İslâm onların ğin, heykel yapmayı) meşrulaştırmak için
naiplerinde ayrıcalıklı bir yer tutmayı ve sık sık baş vurduğu yenilikçi İslâmî söy
titreşimler yaratmayı sürdürse de, onlar leme son verir (Atatürk 1989’daki 30
r:r yandan da İslâm'ı “terakkiye mani” Ekim 1923 öncesi ve sonrası konuşmala
: larak gördükleri ve ulusa! beka için Batı- rım karşılaştırınız).1 Cumhuriyetin ilanı
. aşmanın gerekliliğine inandıkları için, na kadar birbirine karşıt şeyler olarak gö
’; ’.âm ve Islâmî semboller 1924’den itiba- rülmeyen dinî ile millî, 1924’ten sonra,
-:r. laikleşme süreci içinde toplumsal ve karşı karşıya konur. Atatürk, 1927’de,
K E M A L İ Z M
ramına göre yeniden düzenlenir, kitaplar (Çığıraçan) gibi, kesif “cehalet ve taassup
da “mukaddes" CHP’nin tanıtımına bü tabakasını" delip geçecek müstakbel, “ce
yük yer verilir. Yönetici kadro, 1930’larda sur” bir “inkılâp reisi”ni selamlayanlann,
bu ‘ibadet’i halka da yaygınlaştırmaya ça Abdullah Cevdetlerin, Kılıçzadelerin... kı
lışır. Örneğin, CHP’nin köylüler için 15 sacası Tanzimat’tan bu yana şu ya da bu
günde bir çıkardığı Yurt gazetesi (no: 15 ölçüde Batılılaşmanın gereğine inananla
(1,6.1934)), köylülere, 19 Mayıs'ta Sam rın, özellikle de Batıcı aydınların “uyanık
sun’dan doğan “güneş"in, “Büyük Ga- uykularda" gördükleri “rüya’’larını ger
zi”nin, “önünde eğilelim" telkininde bu çekleştirmiş, Mustafa Kemal onların gö
lunur. Yine, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde zünde Şinasi’nin Reşit Paşa için söylediği
halk festivalleri şeklinde “Atatürk Günü" sözlerle, bir “medeniyet resulü" (uygarlık
düzenlenir (bkz., Ulus, 2 1 ,2 3 .7 .1 9 3 5 ; peygamberi) haline gelmiştir. Mustafa
2.9.1935). Ve Türkiye bir “mukaddes ma- Kemal, kendini bir Romulus yapan yeni
bed” haline gelir (aşağıda sözünü edece- Türk Devleti’nin kurucusu unvanını da
150 gimiz sivil dinin tapınma boyutu). kazanmıştır.
Mustafa Kemal bir peygamber, bir Tan Fakat Batılılaşma, hep bir meşrulaştır
rı haline gelince, onun eserleri de bir va ma sorununu da birlikte getirmiştir. Gele
hiy haline gelir. Yaptığı konuşmalar birer neksel Osmanlı düzeni, şeriat düzeni de
'hadis’, çevresi ‘sahabe’, özellikle Nutuk, ğilse bile en azından Islâm açısından meş
hadis ile Kuran arasında bir statü kazanır ru bir düzendir. Meşruiyet temelini Is
ve (1958’de Osman Nuri Çerman’ın açık lâm’da bulan geleneksel düzenin yerine
ça söyleyeceği gibi) “bir ilham-ı ilahi" ha Hıristiyan Batı’nın kurumlarmın alınma
line gelir. Kutsallık kazanan yazılar, eleş sı, ulemanın etkisindeki geniş toplum ke
tirel bir bakışla okunmaz, okunması da simleri tarafından hep bir ‘gâvurlaşma’,
istenmez. Otoriter bir ders kitabında, ör ‘frenk mukallitliği’ ve ‘kendi benliğinden
neğin, Nutuk’u, Türklerin, İslâm’ın kutsal uzaklaşma’ olarak görülmüş ve meşrulaş
metinleri nasıl okunuyorsa öyle, “hürmet tırma özsel değerler bağlamında değil,
ve tazimle” (TTTC 1934, 176) okuması araçsal ya da pragmatik çerçevede yapıl
gerektiği yazılır. mıştır. Fakat, birçok kutsalın simgesi ha
line gelmiş olan fes yerine, “Hıristiyanla
YEN] DÜZEN/ MEŞRULAŞTIRMA: rın beterinin" simgesi olarak görülen şap
ÇÜNKÜ ATATÜRK... kanın giyilmesini, Hicri ve Rumi takvim
yerine Miladî takviminin alınmasını ya da
Mustafa Kemal’in yüceltilmesinde, yeni Kuran’m yazıldığı Arap harfleri yerine In
rejime bağlılığı sağlama ve yeni rejimi cil’in yazıldığı Latin harflerinin alınması
meşrulaştırma çabalarının önemli rolü ol nı haklı çıkarma söz konusu olduğunda,
muştur. Bilindiği gibi, Atatürk dönemi, pragmatik argüman inandırıcılığım hayli
Türkiye’nin Tanzimat’la başlayan Batılı yitirir. Bütüncül Batılılaşmanın gerekli ol
laşma sürecinde en radikal evredir. 1923- duğuna inanan etkin azınlık, halk kitlele
1928 yılları arasında, Mustafa Kemal, rinin ve ulemanın Batılılaşmaya karşı di
Kurtarıcı olarak kazandığı muazzam ka rencini kırabilmek için aradığı güçlü, ka-
rizmayla5 yıkılmaz sanılan geleneksel ku rizmatik lideri Mustafa Kemal’de bulmuş
rumlan ve onları destekleyen zihniyeti tur. Fakat geniş halk kitleleri gözünde re
birbiri ardına yıkarak Batılı bir devlet jimin meşruiyetini sağlama sorunu çözül
kurmuştur. Bu düşünsel ve toplumsal meden kalmıştır. Bu açıdan bakıldığında,
devrimler, Ziya Gökalp gibi “Garpta şark Atatürk’ün yüceltilmesi ve onun etrafında
lı yaşayıştan usananların”, İbrahim Hilmi bir ‘din’ kurulması, inkılâpların kabulle-
A T A T Ü R K İ M G E S İ N İ N S İ Y A S A L Y A Ş A M D A K İ R O L Ü
irilmesi, rejime bağlılığın sağlanması ama düğü gibi toplumda yurttaşlara yurttaşlık
cına da hizmet eder. Çünkü, kahraman görevlerini sevdirecek, tanrı sevgisini ka
kutsallaşınca, onun edimleri, sözleri de nun sevgisi ile birleştirecek, iyi yurttaşlığı
ve hatta kullandığı nesneler, gittiği yerler besleyecek, devletin temellerini sağlam
kutsallaşır. Dolayısıyla, Batılı kurumların laştıracak, vatana ve devlete bağlılık duy
salt Atatürk tarafından istenmiş ve alın gusu aşılayacak, devlete hizmet etmenin
mış olması onları kendiliğinden kutsal Tann’ya hizmet etmekle bîr ve aynı şey
laştırır ve millileştirir. “Bu rejime, onun olduğunu öğretecek bir dinin varlığını
esaslarına ve yöneticilere niçin uymalı hükümet açısından çok önemli bulur.
yız" sorusuna verilen yanıt Atatürk zama Antik sitelerin dinleri, özellikle Sparta’nın
nında olduğu gibi, şimdi de temelde aynı dini, sivil dinin tipik örnekleridir. Antik
dır ve aşağı yukarı şudur: “Çünkü Ata siteler kendi Tanrılarıyla, kahramanlarıy
türk öyle yaptı i dedi i istedi,”6 Böyle bir la, bayramlarıyla, belirli günlerde yapılan
insan tarafından istenen ve temelleri atı törenleri ve ayinleriyle bir tapınaktır. Is
lan rejimin her ne pahasına otursa olsun lâm şeriatı da Tanrıya hizmetle rejime
korunması haklı olur, hizmeti birleştirmiştir,
Atatürk’e duyulan bağlılık, sevgi ve Kemalizmi Türkiye’nin sivil dini, Mus
saygı yeni düzeni yerleştirmeye hizmet tafa Kemal’i de bu dinin peygamberi ola
eden bir sivil din işlevi de görür. Her dev rak yorumlamak yanlış olmaz. Mustafa
letin bir din üzerine kurulduğunu savu Kemal’in kutsallaştırılması, düşüncelerine
nan Rousseau, genel iradenin hüküm sür ve eserlerine bağlılık duyulması, törenler-
K. t M A L I Z M
turk’ü korumak vazifedir" inancına daya politikası ile de dindar ve gerici kesimle
nır. Aynı inanç, “Atatürk Aleyhine İşle rin oylarını kazanmayı da başaramamış
nen Suçlar” kanununun da gerekçesini tır. DP ise, Bayar aracılığı ile Atatürkçüle
oluşturur. Son olarak, 4) bu inançların re, Menderes aracılığı ile dindar ve gerici
bir sonucu olarak, eğitim aracılığıyla genç k esim lere hoş görünm eyi başarm ış,
kuşakların zihinlerinde Atatürk imgesi 1950’de iktidar olmuştur.
nin sürekli olarak yeniden üretilmesidir. DP, siyasî rakibi CHP’yi ve onun lideri
Atatürk'ün ardından. Tek Parti rejimi İnönü’nün karizmasını yıpratıp sıradan
nin cumhurbaşkanlığına İsmet İnönü se bir muhalefet partisi lideri haline getir
çilir. Atatürk “Ebedî Ş e f’ olarak, İnönü meye çalışırken, Atatürk’ü önplana çıkar
“Milli Ş e f’ olarak anılır. İnönü kendini mıştır. Paralara tekrar Atatürk’ün resmi
her ne kadar Atatürk’ün mirasını koruma basılmış, devlet dairelerinden İnönü’nün
ve geliştirmekle görevli görse de, Tek Par resimleri kaldırılarak, sadece Atatürk’ün
ti rejimi tek adamsız olamayacağı ve Millî resmi asılmış ve Anıtkabir’in yapımı ta
Şefin de az çok Ebedî Şef kadar üstün ni mamlanmıştır (1953). iktidarının ilk yı- 153
telikli olması gerektiğinden, İnönü döne lmda Ticanîlerin Atatürk heykellerine git
minde Atatürk’ün karizması dondurul tikçe artan saldırılarım, “Cumhuriyete ve
muş, İnönü daha önplana çıkmıştır. Ör inkılâplar rejimine tevcih edilmiş" bir sal
neğin, paralara, pullara İnönü’nün resmi dırı olarak değerlendiren DP hükümeti,
basılmış; şimdi olduğu gibi, bir uygula 1951’de “Atatürk aleyhine işlenen suçlar
mayı meşrulaştırmak Atatürk adına mü hakkında kanun”u çıkarmıştır. Bu dö
racaat edilmemiş; Anıtkabir’in yapımı nemde, Islâm’ın eğitimde ve kamusal ya
ağırdan alınmıştır. şamda yerini almaya başlamasıyla, Ata
1946’da çok partili döneme geçişle bir türk bir tanrı mertebesine yüceltilmeden
likte, kahramanlar dönemi de sona erer. ve metafizik bir çerçeve ile de açıkça iliş
Demokrasinin genel ve eşit oy ilkesi gere ki lend iril meksizin, fakat sadece Kurtarıcı,
ği, herkes iktidarın belirlenmesinde söz Ulu önder, Kurucu ve Cumhuriyet’in İde
sahibi olur. “Halk için iyi olanı, elitler de allerini, felsefesini, yaşam tarzım temsil
ğil, halk kendisi bilir ilkesi” önplana ge eden bir sembol olarak partilerüstü bir
çer. CHP’ııin paternalist ve otoriter ikti konuma yükselmiştir.
dar anlayışı sona erer; Tek Parti dönemin CHP’nin, soğuk savaş döneminde, oy
de iktidar tarafından eğilimleri belirlen kaygısıyla ortanın solu veya sosyal de
meye çalışılan kitleler, iktidarı belirleme mokrasi gibi Kemalizmle bağdaşması zor
fırsatına kavuşur. Bu arada, tek partili dö akımlara yönelmesi, Atatürk’ün iyice par
nemde oyları önemsenmeyen toplumun tilerüstü ve ulusal bir sembol olmasına
dindar veya gerici kesimlerinin oyları da yol açmıştır. Bu ulusal sembolü ve onun
değer kazanır, bu oyları toplamak için, bir eseri ve mirası olan “Cumhuriyeti ve
zorunlu olarak partiler arasında rekabet inkılâplar rejimini” “koruma ve kollama”
başlar. Rekabet, demokrasi tarihimizin işini, oy endişesi olmayan ve partilerüstü
geleneksel hastalığını. Batılılaşma yönün bir kurum olarak Silahlı Kuvvetler üslen
deki uygulamalara karşı, dinsel duygulara miş, gerektiğinde siyasal alana müdahale
müracaau tekrar depreştirir.7 Bu kesimle ederek siyasetin sınırlarını belirlemiştir.
ri tatmin etmek için CHP, 1946 sonrasın Bugün Türkiye’de birbirine zıt siyasal
da bu yönde adımlar atmış, laiklik ilkesi Hkir ve eğilimleri olan çok çeşitli kişi ve
ni yumuşatmıştır. Bu uygulamalarıyla gruplar, rejimle özdeşleşen ve saygın bir
CHP, Kemalist devrimcilerin desteğini ulusal değer haline gelen Atatürk’ün söz
önemli ölçüde kaybetmiş, fakat yeni din lerini ve ilkelerini, kendi davalarım meş-
K E M A L İ Z M
kiye’yİ tam Batılı bir ülke yapma misyo masıdır. Son olarak, “kendisi için en iyi
nunu gerçekleşmesi için, ortadan kaldırıl olanı halk kendisi b ilir” ilkesi yerine
ması gereken pürüzlere, daha doğrusu ge “halk için en iyi olanı elitler bilir” ilkesi
leneksel pürüzlerin değişik biçimde sür nin sürdürülmesidir. Bu anlayış halkı
dürülmesine yol açmıştı. Bunlardan biri yanlış yapmaktan korumuş olabilir, fakat
si, skolastiğin tipik özelliği olan doğru hep çocuk kalmasına, bileği güçlü, kariz-
nun ölçütü olarak otoritecilik anlayışının, maıik bir lider ya da bir “Baba” arayışında
eğitimde ve bazı çevrelerde Kemalist sko payı da vardır. Bu son nokta ile ilgili bir
lastik şeklinde sürdürülmesidir - ki fikri kıssa ile noktalayalım. Atatürk, “Türk
hür, irfanı hür, vicdanı hür” deyişinde di milleti kendini ne zaman kurtulmuş saya
le gelen modern insan idealiyle çelişir. bilir?" diye sormuş. Haşan Ali Yücel, “Pa
İkincisi, birinciye bağlı olarak, modeli Ba- şam" demiş “Türk milleti ne zaman kur
tı’da olan rejimin, orada olduğu gibi, ör tarıcı arama ihtiyacını duymayacak duru
neğin halk iradesine, insan doğasına, hal ma gelirse o zaman kurtulmuş olur.” Ata
kın mutluluğuna, evrensel ahlak değerle türk tartışmayı şu sözlerle toparlamış: J55
rine ilişkin kuramlara müracaatla değil, “Hepiniz enteresan fikirler söylediniz. Fa
hâlâ, antik ve dinsel bir anlayışla, “Ata kat (Yücel i göstererek) bu çocuğun ileri
türk böyle istedi / yaptı" ya da “o olsaydı attığı [fikir], bizi derin derin düşündür
böyle yapardı” formülü ile meşrulaştırıl- meye değer bir fikirdir,” □
DİPNOTLAR
1 Türkiye'nin bu rejimlerden etkilendiği varsayı 5 Kendilerine şapka giydirdiği için Atatürk'ü Di
lır genellikle. Fakat örneğin, her ikisi de Ata yanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi'ye şikayet et
türk’ün dava arkadaşı olan F. R. Atay ve M, E, mek isteyen din adamlarına Börekçi, "Efendi
Bozkurt, asla bir kara çalma amaçları olmaksı ler, onun her yaptığı doğrudur. Eğer dininizi
zın, Mustafa Kemal’in bu rejimleri etkilediğini değiştirin derse, tereddüt etmeyin, onda da
kabül ederler. Hitler, Atay'ın bulunduğu bir bir hikmet vardır" der. I. H. Sevük de, Atatürk
Türk heyetinin önünde, kendisinin ve Mussoli- Kastamonu’da "Bunun adına şapka derler"
nin, Mustafa Kemal'in öğrencileri olduğunu demeden önce "birimiz giyse binimiz saldırır
söylemiştir (Atay 1984, 319). Mahmut Esat Boz dı, o sözden sonra hepimiz giydik" der. Bu
kurt (1995, 107), bu rejimlerle Kemalist rejimin sözler Mustafa Kemal'in karizmasının ne ka
benzerliğini kabul eder fakat etkileyen tarafın dar büyük olduğunu gösterir. Yeni bir din ge
Kemalizm olduğunu ileri sürer. tiren bir peygamberin karizması herhalde da
2 Fakat, Atatürk devrimlerin İslâm içinde meşru ha fazla olamaz.
laştı olabileceğin e inancını korumuş gibi görü 6 Atatürk'ün ölümünden hemen sonra, Kazım
nür. örneğin, TTTC 193Vde (s. 118), "Muham- Özalp, Celâl Bayar's, sorgusuz sualsiz uyulacak
med'in mesleğinin ruhunun Cumhuriyet döne bir yol gösterici otoritenin olmadığı anlamın
minde hakkıyla idrak edildiği ve gerekenin ya da, Islâm skolastiğinin ünlü ifadesini kullana
pıldığı” yazılır ki bu, devrimlerin Islâm açısın rak, "Celâl artık 'kaale Atatürk' yok" der.
dan meşru, dahası İslâm’ın bir gereği olduğuna 7 Bu eğilim o kadar güçlüdür ki, TCF programı
inandıklarını gösterir. na, partinin "efkar ve itikadat-ı diniyeye hür
3 Kitabın yen i bask ıs ı: 5a ğ d u yu : Ta n rn a U ğ m İlm i metkardır" cümlesini koyar. 5CF kurulunca,
h a li (İst.: Kaynak, 1995). Atatürk'ün SCF'ye verdiği kız kardeşi Yalo
4 Şerif M ardin (1992, 123), kurucu kuşağın va'nın köylerinde din propagandası yapar, Çok
1946'dan sonra manevi boşluktan şikayet eder partili dönemde ise her parti az ya da çok din
lerken "kesinlikle" kendi duygularını ifade et se! duygulara müracaat etmiştir.
tiklerini ileri sürer.
Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı
Kuvvetleri: Kavramsal ve
İlişkisel Bir Analiz
ÜMİT Cİ ZRE
T
resmî modeli, askerlik yoluyla toplumun
kiye’de rejimin kurucu/resmî ide tüm erkeklerine benimsetme kolaylığına
olojisinin, yani Kemalizmin asli ta sahip olmakla kalmayıp, Cumhuriyet mo
şıyıcısı olarak kabul edilegelmiştir. Bu, dernleşmesinin ve Batılılaşmasının kuru
hem TSK’nın kendisini böyle algılaması, cu, taşıyıcı ve kollayıcı ajanı sıfatıyla, top
rejim içindeki konumunu ve işlevini böy lumun tüm girinti ve çıkıntılarına, yaşlı,
le anlamlandırması bakımından; hem de genç, kadın tüm nüfusa toplumsallaşma
Kemalizmi bir politik ideoloji olarak be yoluyla ulaştırmaktadır. Rejimin kurucu
nimseyen ya da ona eklemlenen düşünsel ideolojisini yeniden üretme misyonunu
akımlar açısından böyledir. TSK, politika mümkün kılan en önemli etken, TSK’nın
ya ilişkin söylemiyle ve politik faaliyeti resmî ideoloji adına ülkenin kim tarafın
tasarlama biçimiyle, belirleyici bir işleve dan ve nasıl yönetileceğine ilişkin son söz
sahip olmuştur, TSK’nın kurucu/resmî söyleme hakkını elinde tutabileceği stra
ideolojisiyle bağlantısı sorunu, bu bakım tejik bir konumdan, siyasete şu ya da bu
dan önem taşımaktadır. yolla müdahale etme yeteneğini sürdür
Söz konusu bağlantı sorunu, iki çok te mesidir.
mel eksen üzerinde incelenmeli. Bunlar Bu iki eksenin içerdiği ve ima ettiği ol
dan ilki, resmî ideolojinin, TSK’nın siya guları, etkileri açıklayıp sorunlaştırmaya
sal, toplumsal hatta ruhsal (ya da kültü geçmeden önce resmî ideolojinin muhte
rel) iktidarına hizmet eden, ona meşru va ve dışavurum biçim inin de zaman
iyet sağlayan naglantı eksenidir. Bu ek içinde değiştiğini not etmek gerekir. Eski
sen, TSK’nın iktidarını çeşitli biçimlerde Cumhurbaşkanı Süleyman D em irel’in
ifade eden “siyaset üstülük", “tarafsızlık" 1980’li yıllarda yaptığı düz bir tespit, bu
geleneği ve “bekçilik rolü" gibi tanımlayı gerçeği netlikle ortaya koymakta: “On se
cı sıfatlarla iç içe geçmiştir. Bu rolleri so- ne içerisinde, birinde ihtilale gerekçe sa
runlaştırmadan yana bir araştırmacı ola yılan bir mesele, diğerinde tamamen yer
rak benim ikame edici tanımlamam “siya ve yön değiştirebilmektedir... 1960,., kuv
sal özerklik” olageldi.’ TSK, ikinci bağ vetli icraya karşıdır, 1980 darbesi kuvvetli
lantı ekseninde, resmî ideolojiyi, siste icra aramaktadır. 1971 reformcudur...”2
min, kurumların, aktörlerin, bireylerin 28 Şubat 1997 müdahalesi ise siyasal Is
kalbine, bilincine ve dokusuna yedirerek lâm’ın yükselttiği kimlik politikalarına
yeniden üretmektedir. Askerî bürokrasi, karşı belirli bir yaşam tarzını ve rejim
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ
kimliğini (modern, çağdaş, laik sıfatlarıy rak bu kamu felsefesini işaret ederek, dü
la) ve siyasal partiler kon fi gürasy onunu şünce ve eylem planında bu felsefeye hiz
tercih ederek, siyasal alanda bir tasfiyeye met etmeye çalıştı. Yani, TSK ve Kema
başvurdu. Islâm-devlet ilişkisini, sınırları lizm ilişkisinin kesişen iki ekseni üzerin
daralmış yeni bir modele kaydırdı. Devle de yürüdü.
tin laiklik ve kimlik siyasetini, müzakere Ancak birçok can alıcı noktada bu mü
ve tartışma kapılarını kapatarak sıfır top dahaleler birbirinden farklılaştı. Resmî
lamlı bir oyunmuşçasına yeniden formüle ideolojiye farklı anlamlar yüklendikçe
etti. Siyaseti, bizatihi bu tür yaşamsal ko T SK -rejim b a ğ la n tısın ın tayin ettiği
nulara ilişkin hedefleri, kamusal arenada askerîyenin siyasal rolü, motivasyonları,
tartışma, ikna, diyalog yoluyla belirleme stratejileri ve müttefikleri değişime uğra
faaliyeti olmaktan çıkardı. Siyasal katılımı dı, Bu değişim sonrasında da resmî ide
ve aktif vatandaşlık öğesini zedeleyerek, oloji ve onun cisim lendiği kurumlar,
“kuvveti, aktörleri, faaliyet alanı” yeniden alanlar ve araçlar farklılaştı.
tanımlanan bir kamu felsefesini yürürlü
ğe koydu, 1960, 1971, 1980 müdahalele REJİM-ASKER-SIVIL ARASINDA
rinde olduğu gibi, meşruluk kaynağı ola- ‘ETKI1EŞIM’ Mİ, KISMf İLİŞKİ' Mf VAR?
lâm) ve varlığını sürdürdüğü ileri sürülen dayanarak, çıkabilm ekted ir, “Siyasal
bölgesel dış tehditler nedeniyle devleşe özerklik" olarak ifade edilmesi gereken bu
rek ekonominin birçok alanına girmeye durumda, TSK iç ve dış siyasette ve kendi
başlamıştır. Ördü üst kademesi, öncelik kurumsal alanına giren konularda tercih,
lerini ve niteliğini kendisinin tayin ettiği kaygı ve itirazlarını belirtmede asker dışı
çok hırslı bir modernizasyon programına toplumlara (sivil, siyasal, ekonomik top
angajedir. lumlar) göre ayrıcalıklı bir konumdadır.
Profesyonel işlevlerin yerine getirilme Söz konusu m üdahaleden bu yana,
sinde kurum dışı müdahalelere karşı ku TSK'nm siyasal özerkliği, sivil siyasetin
rumsal özerkliği koruma kıskançlığı dün “doğru" kulvarda yönlendirilmesi amacıy
yanın birçok ordusunda gözlemlenebile la mikro siyasa! düzleme sıçramış, aleni
cek, anlaşılır bir vakıadır Ayrıca, savun leşmiş, askerî alan dışına müdahale oranı
ma politikalarının bazı alanları meşru bir artmış, TSK’nm arkasındaki toplum deste
biçimde gizlidir Ancak, özellikle Soğuk ğine verilen önem yükselmiştir.
i 58 Savaşın sona ermesinden sonra ''ordula TSK’nm siyasal özerkliğinin ya da sivil
rın demokraLik deneLimi" kavramı çok et icranın yanında bir paralel iktidar odağı
kin bir biçimde globalleşti. Avrupa Birliği olmasının kaynağı nedir? Nasıl olmakta
ve NATO’nun, kendileri ile bütünleşmek dır da Türk askerî bürokrasisi Batı dışı or
isteyen Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine duların çoğunun bile çoktan yitirdiği bir
önerdikleri bir koşula dönüştü. NATO ağırlık ve nüfuzu, üstelik “siyasetüstü”,
bünyesinde kurulan “Barış için Ortaklık" “nöLr" ve “tarafsız" imajlarını çok da ze
birimi sırf bu misyonu gerçekleştirmek delemeden korumaktadır. Savaş tehdidi
için örgütlendi. Demokratik denetim, üç nin asgarîye inmesiyle, bütün dünyada
temel alanda icranın askerî bürokrasiyi ulusa) güvenlik politikalarının belirleyicisi
denetlemesi, yasama meclisinin de hem olan siyasal korkular yerini İktisadî müla
icrayı hem orduyu denetlemesi ya da yeni hazalara, yani savunma bütçelerinden ta
ifadeyle, gözetim altında tutması anlamı sarruf eğilimine bırakırken, zorunlu as
na gelmekte:4 İç politikada ordunun siya kerlik radikal bir biçimde tarihe karışır
sete müdahalesinin engellenmesi; savun ken ve ordular bir varoluş krizine itilmiş
ma bütçesi, silah temini, personel ve üc ken, nasıl olmaktadır da TSK, savaş ve or
ret, atama, tayin ve terfi politikası ile gü du sosyolojisindeki bu mini-rönesansın
venlik tehdidinin askerî stratejiye dönüş dışında kalmaktadır? Misyonunu, anlamı
türülmesine. ilişkin politikaların sivil ira nı, önemini siyasal ve toplumsal ağırlığım
de tarafından kararlaştırılm ası; ve son hâlâ devletin bekasına yönelik Soğuk Sa
olarak dış politikaların temel parametre vaş korkularına dayalı bir güvenlik anlayı
lerinin çizilmesinde ordunun etkileme şından daha sivil ve daha barışçıl bir gün
potansiyelinin denetim altında tutulması. deme kaydıramamaktadır. Askerî bürok
Soğuk Savaş sonrası dünyasında askerî rasi, Batı’daki orduların maruz kaldığı va
bürokrasi üzerinde sivil siyaset sınıfının, roluş krizinden ve bu krizin yol açtığı ye
onun üzerinde de toplumun “demokratik" niden tartışma, düşünme ve yapılanma or
denetimi esas olmuş ve askerî bürokrasile tamından uzak kalarak, Avrupa Birliği’ne
rin siviller aleyhine bir siyasal rol üstlen (AB) aday ülke konumundaki Türkiye’nin
me maliyetleri çok yükselmişken, Türki 1993 Kopenhag AB Zirvesi Sonuç Belge-
ye’de tersi trend hüküm sürmektedir. TSK, si’nde dile getirilen üyelik koşullarını yeri
28 Şubat 1997 müdahalesinde olduğu gibi ne getirememe durumuna nasıl ve niçin
demokratik yollarla işbaşına gelmiş hükü katkıdabulunmaktadır?
metlerin üstüne, hem de yine Anayasaya Bu ve buna benzer sorulara cevap oluş-
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ
Ordu YardımUtpna Kurumu (OYAK), Türkiye ekonomisinin önemli bir aktörü olmak
yanında, ordu mensuplan için imtiyazlı bir 'iç ekonom i" varetmesiyle, askerî-bürokratik
ditin sınıfsa! karakterini çözümlemede dikkate ahnmalıdtr. OYAK, ordunun burjuvaziye
entegrasyonunun bir aracı olarak mt düşünülmeli; yoksa ekonomi ve burjuvazi
üzerindeki ordu denetiminin mi?
tidarı bu bakımdan sivildi. Fakat bir pa tarak bugün de yürürlükte olan ve AB ve
rantez olarak, ‘istisnai' bir niteliği olmuş demokratik çevrelerce eleştirilen rejimi
tur. Ve askerî bir müdahale ile son bul başlatmıştır.
muştur.”6
Askerî yapıya ilişkin yasal düzenleme SİVİL SİYASET: ‘MERKEZE’
lerden genelkurmay başkanının konu YAKIN OLDUĞUNDAN MI,
muna ilişkin olanı, Prof, Tunaya'nın “kıs UZAK OLDUĞUNDAN Mİ GÜÇSÜZ?
mi sivilleşme" görüşünü haklı çıkarır:
genelkurmay başkanı, İsmet İnönü'nün Teorik olarak sivil siyaset, modernleşme
“Millî Şef’ yönetimi altında 1944 yılında sürecinin hızlanmasına bağlı olarak Cum
yapılan bir değişiklikle başbakana karşı huriyet paradigmasına müdahale edebile
sorum lu k ılın m ıştır, 1949'd a, İkinci cek, seyrini değiştirebilecek, TSK’nın bu
Dünya Savaşı sona erdikten sonra NA- paradigmaya yaslanan özerkliğini törpü
TO'nun kuruluşunun ardından, savaş sı leyebilecek bir aktör olarak düşünülebilir.
rasında araç-gereç ve kaynak yetersizli Ancak şimdiye kadar, kurucu momentin 16İ
ğinden felç olmuş olan TSK’nın modern askerî yapı, kadro, anlayış ve ruhunun si-
leşip yeniden yapılanması gündeme gel vil siyaseti belirleme gücünden söz ede
miştir. Savaş sonrasının daha liberal at rek, olgular dünyasında bu tezin işleme
mosferinde, muhalefet partisi DP’nin ku diğini, sivil parametrelerin etkisizliğini
ruluşundan 4 yıl sonra, genelkurmay gösterdik. Bu sorunu, analizi daha ileriki
başkanının milli savunma bakanlığına dönemlere taşıyarak biraz daha derinleş-
bağlanması, sivil iradeye demokratik ta tirebiliriz. Başta Türk siyasal yaşamının
biiyet ilkesine uygunluğu açısından ilk egemen sivil siyaseti olan merkez sağ çiz
b a k ışta şa ş ırtıc ı g ele b ilir. A ncak, gi olmak üzere aşırı milliyetçi kutup ve
1949’dan 196û'a kadar süren bu rejimin Tek Parti döneminin hegemonyacı partisi
getirilmesinde ikinci Dünya Savaşı sıra olan Cumhuriyet Halk Partisi’nden türe
sında asli işlevini yapamayacak hale dü yen merkez sol, TSK ile statükonun ko
şen TSK’nın bu durumundan ordunun runması temelinde anlaşmaktadırlar. Bu
bizzat kendisinin General Fevzi Çakmak çizgilerin içinde anlaşılması en güç olanı,
ve Cumhurbaşkanı ismet İnönü'yü so merkez sağ güçlerin tavır ve pozisyonu
rumlu tutması Önemli bir ro) oynamıştır dur: Rejimin laik ve Batıcı ilkelerine sada
(Belen, 1971: 28-30). Yukarıda sözü edi kati daha gevşek köylü-tüccar gibi kesim
len çok partili dönemin daha özgürlükçü lerini temsil eden sağ muhafazakâr parti
ruhu ve ABD ile NATO’nun, yaptıkları lerin siyasal söylem ve eylemleri, laik-bü-
askerî yardımların kullanımını denetle rokratik-seçkinci merkezî statükoyu tem
me isteği nedeniyle bir yeniden yapılan sil eden TSK ile barışık bir seyir izlemiş
ma talebinde bulunmaları da bu sonuca tir. Soğuk Savaş’ın anli-komünizm siyase
etkide bulunan faktörlerdendir. Nitekim, ti ve 1970’li yıllarda yükselerek düzen
güvenlik doktrinine sıkıca sarılarak siya için tehdit oluşturmaya başlayan radikal
sete müdahale sorunu, İkinci Dünya Sa sol hareketler, bu yakın ilişkinin oluşma
vaşı sonrası Soğuk Savaş döneminin bir sında katalizör görevini üstlenm iştir.
icadı olarak çevre ülkelerde yürürlüğe 1971 m üdahalesinden sonra m erkez
konmuştur. Genelkurm ay başkanının sağın temsilcisi Adalet Partisi ile TSK,
millî savunma bakanına sorumlu kılın devletin “demokratik" otoritesinin tesisi
ması, bu gerçeği değiştirmeye yetmemiş için 1961 Anayasasının özgürlükçü mad
tir. 1961 Anayasası, genelkurmay başka- delerini daraltma konusunda işbirliği
nını tekrar başbakana karşı sorumlu tu yapmışlardır. Anavatan Partisi (ANAP) li-
K E M A L İ Z M
deri Mesut Yılmaz’ın 28 Şubat 1997 mü Türk siyasal yaşamında varlığını hep not
dahalesinden sonra laikliği keskin bir bi ettiğimiz merkez-çevre, ilerici-gerici, seç
çimde koruma anlamında yemden tanım ki ncı-popülıs t ve liberal-muhafazakâr bö
lanan resmî ideoloji ile sıcak bir ittifaka lünme ve gerilimler, bir üst belirleyici
girmesi de bu bağlamda bir sürekliliği olarak TSK’ya ve onun yorumlayıp yeni
temsil eder. den tanımladığı “bekçilik” işlevinin çizdi
Bir başka perspektiften bakıldığında, ği sınırlara tâbi olagelmişlerdir. Sorun, iki
resmî ideolojinin taşıyıcı ve bekçisi olan konuda ortaya çıkmakta: Merkez sagm
TSK ile merkez sağ ve solun tutturduğu laiklik ve Batılılaşma çizgisinden tam ay
ilişkiden şu sonucu çıkarmak mümkün: rılmamasına karşın dindar kesimlere kar-
E G E M E M İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I , K U V V E T L E R İ
şı izlediği muhafazakâr bir “empati” poli dışlayıcı, zaman zaman da içleyici pratik
tikası ve bürokratik seç kinciliğe karşı za ler içermiştir. Devlet seçkinlerinin 1980
man zaman sergilediği düşmanca tavır. müdahalesinden sonra dine karşı müsa
Ancak merkez sağ ile resmî İdeoloji ara mahakâr tutumları ile -Kem alizm e uy
sında din politikasına ilişkin siyaset fark gun, hijyen bir din anlayışı da olsa- 28
lılığı göründüğünden daha az süreklilik Şubat sonrasında siyasal İslâm’ı öncelikli
arz eden, iniş çıkışlarla dolu bir çizgidir. iç tehdit olarak ulusal güvenlik stratejisi
Çünkü, resmi din anlayışının kendisi, nin temel hedefine dönüştürme yaklaşım
konjonktüre bağlı olarak, zaman zaman ları arasındaki farkı işaret etmek yeterli.
dini kamu alanından radikal bir biçimde Türk merkez sağının merkezî bürokrasi
K E M A L I Z M
olması nedeniyle egemen kamu felsefesi rünü, yaşamları boyunca kaile almak zo
ile radikal sorunlar yaşamadığı ortaya rundalar, Siyasal dengeleri korumak uğ
çıkmakta. Ancak siyaset sınıfına çok da runa askerîyenin gücünü bir veri olarak
haksızlık etmemek gerek. TSK’nın “bek kabul ederek etik bir sapmaya itilmekte
çi” rolü, Türkiye siyasetinin varlık ve ha dirler; Bir yandan askerin gözünde meş
reket alanının sınırlarını belirlediği süre ruluk kazanmaya yönelik bir söylemi ha
ce siyasetin oyunu kendi doğal kuralları zır tu tark e n , seçim lerd e p a rtilerin e
na göre oynanamamaktadır. Bütün sivil emekli general devşirme yarışına girişip,
siyaset yapıları, tutum, strateji ve ideolo Millî Güvenlik Kurulu’nun icrayı yönlen
jilerini derinden etkileyen bir ordu faktö diren üst belirleyiciliğine karşı çıkmayıp,
K E M A L İ Z M
birbirinden çok farklı. Bir görüşe göre kendi partizan çıkarları adına “asayiş”i
Milli Kurtuluş Savaşı’nı yürüten ve rejimi sağlamakla görevlendirerek tahrik ve
kuran partinin karşısında olmanın getir mağdur etmiştir.8 DP’nin Atatürk’ün laik
diği kompleksle, askerî yapı ve zihniyet devrimlerinden sapması, orduyu İhmal
ten hem çekinen hem de uzak durmaya etmesi ve demokrasiyi açılımcı değil ka
çalışan bir haleti ruhiye içindedir,7 Bir panmacı bir mecraya sokması da listeye
başka görüşe göre ise DP, Erken Cumhu- eklenerek 1960 müdahalesinin gerekçele
rivei’te Atatürk’ün temelini attığı iddia ri sıralanır. Türk solunun bir bölümü bu
edilen “tarafsız ordu” geleneğini yıkarak, darbeyi halka güvenmeyen, onu vesayete
Silahlı Kuvvetler’i, rakip parti karşısında muhtaç bir kalabalık sayan, solu macera-
K E M A L İ Z M
alığ a teşvik eden müdahaleler geleneği politikası oluşturma tasansından, milli sa
nin başlangıcı olarak değerlendirir. Bir di vunma bakanlığına emekli bir albayı ata
ğer bölümü ise 1960 ile askerî bürokrasi maya kadar gelişen bir “sivilleşme" altya
nin, DP’nin himayesindeki yükselen bur pısı hazırlığı içinde olduğunu söylemek
juvaziye ve muhafazakâr kitleye karşı mümkün. Arka zeminde ise belirleyici
“ilerici" bir darbe yaptığını düşünür.9 ilişki CHP ve lideri İsmet İnönü’nün TSK
DP iktidarının subayların emir eri kul ile rejimin bekçiliği konusunda geliştirdi
lanımım iptalden başlayarak, askerî yargı ği göz ve dirsek temasıdır (Arcayürek,
nın bağımsızlığına karşı harekete geçme 1985: 315-317). Ancak “neye karşı bekçi
ye, orduda reform ve yeni bir savunma lik" sorusunun cevabını vermek güç, Ge-
e g e m e n İ d e o l o j i v e t ü r k s i l a h l i k u v v e t l e r i
rekçe listesi uzun olmasına rağmen ikna arasında, belirli bir sivilleşme planı çer
edici bulmak pek mümkün değil. Dolayı çevesinde hareket ederek resmî ideoloji
sıyla müdahaleyi tetikleyen nedenler ara nin TSK aracılığıyla kamuya müdahale
sında DP’nin, demokrasi kültürünün ye gücünü sınırlandırmaya çalışmıştır. Ör
tersizliğine rağmen, kurucu ideolojinin nek olay da, Başbakan Turgut Özal’m, ge
askerî kanat aracılığıyla yeniden tanımla nelkurmay başkanlartnın haleflerini ken
narak siyasette ağırlık kazanmasını engel dilerinin belirlemesi geleneğini bozarak,
leyici bir tavır içinde olması gösterilebilir. 1987 Agustos’unda Orgeneral Necip To-
Yaygın bir kanıya göre, Turgut Özal li rumtay’ı genelkurmay başkanı olarak
derliğindeki ANAP yönetimleri, 1983-91 atamasıdır. Ancak bu çıkışın başarılı ol-
K E M A L İ Z M
Türk Anayasal düzeninde askeri yargının yargı denetimi dışında tutulması ve gerek
atama gerek denetim açısından adliye dışı (askerî komota düzeniyle belirlenen) bir
mekanizmaya tabi olması, Taba Parla’y a göre, askerî bürokrasinin idare dışında, askeri
yargının da yargı dışında görülmesinin apaçık ifadesidir.
masının nedeni, 1980 müdahalesini ger şan Turgut Özal’ın kızgınlığını çekmekte
çekleştiren askeri grubun içindeki çatla dir. Askerî bürokrasi içerisinde, Özal kar
madır. 1980 darbesinin lideri Cumhur şıtı grubun sivil otoriteye itaat konumun
başkanı Kenan Evren, genelkurmayın da olmadığını ve bu durumun, icraatla
adayı olan O rgeneral N ecdet Ö zto- rıyla ülkede bir destek tabam yakaladığı
run’dan değil hükümetin adayından yana na inanan hükümeti rahatsız ettiğini be
tavır koymuş ve sorun böylece çözül lirten kanıtlar var: "... Orug ve Ö zto
müştür: “...ben yok o olmasın bu olsun run’un davranışlarından demokrasiye ge
deseydim Öztorun olurdu. Ama isteme çemediğimizi anımsattım (Özal’a). Bilhas
dim böyle bir şey olmasını, çünkü To- sa Öztorun’un dengesiz ve ölçüsüz dene
rumtay’m olmasını ben de arzu ettim. cek davranışları, ikimizin de gözünden
Benim de gönlümde o yatıyordu...”10 kaçmamıştı. Öztorun, İstek yerine her ko
Sivil iktidarın bu kararında temel et nuşmada adeta muhtıra verir havada dav
ken, genel kanının aksine, askeri bürok ranıyordu. Özal her halinden rahatsızdı...
rasinin siyasetten geri çekilmiş görünü MİT bilhassa Güneydoğu ile bilgileri ön
müne rağmen perde gerisinde iktidarda celikle askerlere ve Evren’e vermekte ısrar
sö2 sahibi olma yarışını hâlâ sürdürüyor ediyordu... askerlerin ... hüküm etten
olmasıdır. Erken emekliliğini isteyen, iş- uzak kalmaya çalıştıkları belli İdi.’’"
başındaki Genelkurmay Başkam Necdet Askerlerin, gereken uyum ve işbirliğini
Ürug, kendi yerine geçmesini tasarladığı göstermemeleri anlamında hükümetten
Orgeneral Öztorun’un desteği ile 1989 “uzak kalmaları”, aslında genişlemiş bir
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday ol siyasal özerkliğin tezahürüydü. 1982
mayı düşünmekte ve aynı arzuyu payla Anayasası, daha önceki anayasa ile ba
E G E M E N I D E O L O J İ VE T Ü R K S I L A H L K U V V E T L E R İ
meye cevaz vermiştir. Tekçi siyaset, bir- geleneğin gücü bu ruhu yakalamaya yeti
lik-bütünlük temaları ve törenlerle, top yor. Otoriteye, düzene, orduya, siyasete,
lan tılarla, anma m erasim leri, yandaş modemizme ve kapitalizme tartışmasız ve
medyalar, butun eğitim kurumlan, gele müzakeresiz bir rıza isteniyor. Bunun as
neksel Kemalist bürokratik kuşakların gari koşullardan birisi bireyin, ordunun,
aşkla yaydığı mesajlar, sermaye kuruluş siyaset sınıfının kendilerine, her birinin
ları ve geleneksel-sol yapılar vasıtasıyla de siyasete, diğer aktörlere ve kurallara
toplumun modern kesimlerinin dokusu '"güven" duygusunu sürdürebilmeleri.
na nüfuz ettirildi. Çoğulcu, özgürlükçü Korkunun, kendine, başkalarına ve hu
ya da alternatif demokrasi modelleri saç- kuk devletine güvensizliğin, ürkekliğin ve
malaştırılmaya çalışıldı. siyasal etkinsizlik duygusunun hakim ol
Ancak sorun şudur: Merkez solun, glo duğu bugünkü toplumdan ve makro ikti
bal ekonomi politiğin de büyük etkisiyle dar ilişkilerini yeniden üreten sivil toplum
marjinalleştigi bir konjonktürde toplumla evreninden otoriteye ve düzene verilecek
kurulan bu yeni iktidar ilişkisi, sosyal de desteğe de güvenmemek gerekir.
ğişimin ve yeni zamanların kimlik ve siya
set çatışmalarının getirdiği köklerinden ORDUNUN KURUMSAL
koparılmıştık, belirsizlik, güçsüzlük, işsiz RUHU, VAROLUŞSAL ÇfKARf
lik, yoksulluk ve yoksunluk durumlarını
telafi edebilecek bir topluluk ruhuna sa TSK’nın siyasal özerkliğinin adım adım,
hip değil. Ne egemen ideolojinin ne de aşama aşama yükselmesine dair önemli
Subaylar 29 Ekim kutlamasında. Ahmet însel, 1991 ’d eki bir yazısında, Genelkurmayla
resmî açıklamalalarda kullanılan "Türk Milleti ve onun Özü olan Türk SüahU
Kuvvetleri" ibaresine dikkat çeker. Bu ifade, totalitarizmin bütün dünyayı etkilediği
1930’larda kullanılan “ordnlaşmış millet’ şiarım tersine çevirmekte, bir “tnilletieşmiş
ordu"yu imâ etmektedir, tnsel'e göre, ‘böyle bir ifadenin altında, o milletin orduya
başvurmadan kendi kendini yönetemeyeceği, kaderine sahip çıkacak ergenlik
seviyesine ulaşmadığı inancı yatar”.
K________ E M A L I Z M
kolektif militer varlık ve kültürlerini da ma misyonu ile sıkı bir biçimde bağlantılı
ha kolaylıkla sürdürebilecekleri açıkça dır. Askeriyenin sol siyaset-merkez sağ-si-
kendini göstermekte. yasal İslâm-liberaller-aydınlar gibi çok ge
Orduların kendilerini irdelemeye dö niş bir hedefler spektrumuna karşı savaş
nük perspektif. Soğuk Savaş döneminin ması, eksik tasavvurlu bir demokrasi pro
ideolojik çerçevesine bağlı kalarak, bir de jesiyle hareket ettiğini gösteriyor. İrtica ve
orduların toplumsal kökenine inip, aske bölücülük, askeriyenin varlığına ve muha
rîn ulusal çıkarı hangi sınıfsal bağlantılar fız rolünün meşruluğuna hizmet eden
üzerinden formüle ettiğine eğildi (John tehditler olarak algılandığında da şöyle bir
son, 1962), Amerikan sosyal bilimcilerin sonuç çıkmakta: Hep "öteki"ler bulan ve
demokrasinin güçlendirilmesi açısından onlar karşısında hukuk devleti güvencele
orta sınıflara bağladığı umudu doğrulat rini yeterli bulmayarak müteyakkız duran
ma gayreti içinde olan bu tartışma, bir bir rejimde asker-siyaset ilişkisi hep geri
çok ülkede ve özellikle Türkiye açısından limli olmaya mahkum. Dolayısıyla, koru
yetersiz bir açıklama çerçevesi sundu. Si naklı bir rejim, korunacak vatandaşlar, ya- 175
lahlı Kuvvetler’in herhangi bir sınıfın ba şanı biçimleri, değerler, taahhütler, ku
sit bir aracı olmak yerine hem ülke çıkar rumlar demek oluyorsa, bunu gerçekleşti
larını hem de kendi içsel çıkarlarım çeşitli recek kurum olarak askeriyenin konumu
baskılardan bağımsız bir biçimde formüle daha da şiddetli bir biçimde korunacak
edebilme yeteneğini görmezlikten geldi. demektir. Ancak bu mantıktan yola çıka
En önemlisi, kendi sınıfsal kökenlerini rak, Cumhuriyetçi reflekslerin subay kad
aşabilmesinin gerisinde yatan temel nede rolarınca samimi bir biçimde içselleştirilip
ni ihmal etti: Herhangi bir ülkenin askeri bir militer altkültür normuna dönüşmedi
kuruntunun siyaseten belirleyiciliğini sağ ği de söylenemez. Varoluşunu sürdürme
layan husus toplumsal çelişkiler arenasın anlamında kurumsal çıkarın korunması
daki stratejik konumudur. TSK’mn kapi kaygısının da bu kültürle iç içe geçtiğini
talist iktisadi yapı ile bütünleşm esine düşünmek gerekiyor.
“kurumsal çıkarlarının kendisi" olarak Bu son argümanın en mükemmel örne
bakanlar da sebep-sonuç ilişkisini tersyüz ği, ÂB’nin TSK lehine oluşmuş dengeyi
etmekteler.14 TSK’nın OYAK aracılığıyla AB-Türkiye bütünleşmesi yolunda kilit
kapitalist ilişkiler ve çıkarlar geliştirmesi, sorun olarak algılamaya başlamasıdır, Ko
"siyasal" nitelikli bir özerkliğin ve müda penhag Kriterlerindeki dolaylı atıfların
hale potansiyelinin nedeni değil sonucu dışında son Katılma Ortaklığı Belgesinde
dur. Kurucu paradigmanın temel payan ve ilerleme Raporlarında MGK’nın faali
dalarını koruma işlevinin tarihsel bir zih yet ve yetkisinin daraltılması, genelkur
niyet olarak içselleştirilmiş olmasını ve may başkanının başbakan yerine millî sa
bunun sürekliliğini açıklayamaz. TSK’mn vunma bakanına karşı sorumlu olması ve
belirli bir siyasal ideolojinin taşıyıcısı gibi savunma ve güvenlik konularında parla
değil, kendi kolektif varlığını ve gücünü menter denetimin optimal bir düzeye çı
sürekli kılabilmek için tam tersine, yani karılması talepleri yer almakta. Daha da
ideolojiler ve siyasetlerüstü bir duruş önemlisi, yeni iç tehditler olarak algıla
içindeymiş gibi görünmeyi nasıl başardı nan Kürt milliyetçiliği ve siyasal İslâm’a
ğını da cevaplayamaz, karşı yürütülen savaşımlarda demokratik
Türkiye siyasetinde ordu lehine oluşan ilke ve normların askıya alınmış olması
denge, TSK’nın kurumsal varlığını yeni ve insan hakları ihlalleri, AB ile bütünleş
den üretme kaygısı ile, bu kaygı da laik ve me yolunda en kayda değer engeller ola
modern bir rejim kimliğini koruma-kolla- rak ortaya konmakta.
K E M A L İ Z M
Ümit Cizre, MSP-RP geleneğinin, "tslâmî olmayan bir modemizmle kah Islâm inancı
arasında, fırsatçılığın damga vurduğu simbiyotik bir bağ kurmak suretiyle, tabanın
modernist taleplerine cevap verebilen”özgül karakterini vurgular. Bu karakterin,
İslamcılığın Kemalizmle kem rekabet hem buluşma zemini olduğu söylenebilir.
TSK’iiin Cumhuriyet’e bekçilik misyo da bir ülke” olduğu, Kürt terörüne karşı
nu ile ifadesini bulan siyasal rol ve öne “geçici” ve “sistematik olmayan" insan
mi, Cum huriyetin kendi tasarımı olan haklan ihlalleri yapılmış olabileceği argü
“Avrupalılaşm aca ters düşmüyor mu? manlarıyla çıkması, resmî ideolojinin ta
Cumhuriyetin teme! projesinden, “irtica" şıyıcılarının, Batılı normlara itiraz ve ret
ve “bölücülük" gerekçeleriyle tırmandırı aşamasından, savunmacı ve tartışmacı bir
lan savaşlardan dolayı vazgeçiliyor mu? aşamaya geçtiğini göstermektedir.
Cevap olarak, yukarıda vardığımız sonuç
ile paralellik gösteren iki noktayı sapta
RESMİ SÖYLEMİ YENİDEN ÜRETMENİN
mak mümkün: TSK’mn Avrupalılaşma ile
EN ETKİN ARACI: "ÖTEKI”Nl KİM,
ilişkisi kendi varlığını koruma düşüncesi _______ NASIL TAYİN ETMEKTE?_______
nin dolayımı ile belirlenmektedir. Katıl
ma sürecini kontrol edebileceği sürece Soğuk Savaş döneminde “dış güvenlik”
sonuca olumlu bakmakta, yani birçok savunma ile eş anlamlıydı. “İç güvenlik"
alanda köklü değişim gerektiren bir süre ise yalnızca periferi ülkelerde yürürlüğe
ci bütün olarak değerlendirememektedir. konan, devleti “uluslararası komünizmin
Ancak bir ikinci boyuttan soruna baktığı içerdeki uzantılarına" karşı koruyan bir
mızda biraz daha farklı bir değerlendirme kavramdı. Soğuk Savaş sonrasında Ba-
yapmak mümkün. TSK hiyerarşisinin, tı’daki güvenlik anlayışı giderek demok
eleştirilere karşı “Türkiye’nin iç ve dış rasi ile baglantılandırılmakta, güvensiz
tehditlerle çevrelenmiş çok özel konum lik ise demokrasisiz ortamlarda patlak
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ
veren ve interdisipliner bir açıdan görül levlerini büyük ölçüde yitirmeleri nede
mesi gereken bir durum olarak nitelen niyle askerlik dışı, yani topluma hizmete
dirilmekte. Savaş, barış, ulus-devlet ve yönelik alanlara kayarken, diğer sivil ku-
vatandaşlık kavramları, güvenlik çerçe rumlardan farklı olmadıkları da vurgu
vesi içinde yeniden tartışılırken, ordula landı. Halbuki TSK için askerlik dışı
rın yapısı, misyonları ve kimlikleri üze alanlarla ilgilenmek, ulusal güvenlik an
rinde de yeniden düşünülmeye başlan layışının bir gereğidir ve ordunun top
d ı .'5 B atı’da ulusal güvenlik giderek lumsal gruplarla eşitliğini değil, onlardan
uluslararasılaştı; bölgesel ve küresel den ayrıcalığını vurgulamaya hizmet eder.
geleri tehdit eden etken, uzaklarda bir Soğuk Savaş sonrasının daha az gergin
yerlerde beliren “yeni savaşlar” olmaya ortamında TSK ve rejim açısından ulusal
başladı. Barışı sağlamak ve korumak için güvenlik kavramının tanımı, uygulan
yapılan müdahaleler, insani yardım, te ması ve siyasal sonuçları konusunda
rörle ve uyuşturucu trafiği ile mücadele, açıklığa kavuşturulması gerekli iki soru
orduların misyonlarını devlet merkezli var: 1. Ulusal güvenlik, iç ve dış tehdit- 177
olmaktan çıkararak toplu m-merkezli kıl lerle ilişkili bir olgu olduğuna göre, Tür
maya başladı. Bu tür bir misyonun, sivil kiye'ye yönelik tehditlerin ve dış ve iç
ler ile askerlerin alanlarını titizlikle ay düşmanlara karşı oluşmuş güvensizliğin
rıştıran Batı’da, büyük bir çalkalanmaya azaldığını düşünebilir miyiz? 2. Ulusal
neden olması kaçınılmazdı. güvenliğe tehdit unsurlarını ve güvenlik
Türkiye’ye gelince: Bu ülkenin Cumhu politikasını belirleyen ve uygulayan oto
riyetçi modernleşme politikası bizatihi rite hangisidir?
güvenlik-merkezi i bir kontrol stratejisine Birinci soru, başlı başına bir sorun.
dayanageldi. Dolayısıyla ulusal güvenliği Çünkü asıl meselemiz Türkiye’ye tehdit
tehdit eden öğeler ve onlara karşı oluştu lerin azalıp azalmaması değil. Tehdit algı
rulan güvenlik stratejisi, kurucu ideoloji lamasını yapan ve ulusal güvenlik strate
nin yeniden tanımlanma koşullarını oluş jisini onu üzerine kurgulayan ajanın kim
turdular. Aralarında simbiyotik bir bağ liği. Çünkü ulusal güvenlik, objektif kri
oluştu. Tehdit algılanmasında ve güvenlik terlerle belirlenebilen bilimsel bir olgu
arenasında bir tırmanma, askeri cenahın değil. Öznel algılayışları, entelektüel bir
kurumsal ve siyasal özerkliğinde de bir birikimi, yaşama bakış felsefesini yansıtır.
artışa neden olageldi. Kimin üstlendiğine bağlı olarak iktidar
Ulusal güvenlik, Soğuk Savaş’tan bu sahiplerini, dengesini, dağılımını, ideolo
yana, Cumhuriyetçi kavrayışa göre, siya jisini hem belirler hem de açığa vurur. Ki
sal, sosyolojik, kültürel, diplomatik, ikti min oluşturduğuna ve formüle ettiğine
sadi ve hukuksal alanları da kaplayan bağlı olarak içeriği ve dolayısıyla hizmet
çok geniş bir kavramdır. Nitekim bu kav ettiği amaçlar değişir.
ram -Anayasada değil, 2945 sayılı MGK Türkiye’de, yasal olarak, ulusal güven
ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu’nda- liği belirleme ve uygulama yetkileri sivil
şöyle tanımlanmıştır: “Ulusal güvenlik, hükümete değil MGK’ya verilmiştir. Bu
devletin anayasal düzeninin, millî varlı husus, hem Anayasanın 118. maddesin
ğının, bütünlüğünün, milletlerarası alan de hem de 2945 sayılı MGK ve MGK Ge
da siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik nel Sekreterliği Kanunu’nda şöyle belir
dahil bütün menfaatlerinin ve ahdi hu tilmiştir: “Ulusal güvenliğin sağlanması
kukunun her türlü iç ve dış tehditlere ve m illî hedeflere ulaşması amacı ile
karşı korunması ve kollanmasını ifade MGK’nın belirlediği görüşler dahilinde,
eder.”'5 Batı orduları, savaş-merkezli iş bakanlar kurulu tarafından tespit edilen
K £ Wl A t I Z M
İç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait nin jeostratejik önemi" söylemi ile koşul
esasları kapsayan siyaseti ifade eder."17 olarak sürdürülmekte. Türkiye’nin NA-
Bu strateji, 1992’den bu yana Millî Gü TO’nun bir kanat ülkesi konumundan çı
venlik Siyaseti Belgesi adıyla anılan bir karak Avrupa’yı Asya’ya bağlayan Avrasya
resmî belgenin muhtevası olarak kamu kuşağında merkezî bir cephe ülkesine dö
oyuna açıklanmak ta. Soğuk Savaş döne nüştüğü ve Avrupa güvenlik mimarisi
minde Batı’da Yunanistan, Dogu’da Sov- üzerinde tartışılmaz bir öneme sahip ol
yetler Birliği olarak belirlenen tehdit duğu savunulmakla,19
odakları, Soğuk Savaş sonrasında 18 Ka Son söz olarak ulusal güvenlik strateji
sım 1992 tarihli belge ile yenilendi ve sinin oluşturuluş biçimine ve oluşturucu
tehdit odağı olarak Kürt milliyetçiliği ve ajanlara dikkat çekmenin yaşamsal öne
terörü tayin edildi. Ulusal güvenlik anla mini vurgulamak isterim. Çünkü, Cum
yışı 29 Nisan 1997’den başlayarak MGK huriyet paradigmasının nasıl ve hangi
tarafından değiştirilerek “irtica" öncelik- aktörler tarafından yeniden, nasıl ve ni
178 li tehdit düzeyine çıkarıldı. Dolayısıyla çin tanımlandığına ve uygulandığına ışık
Soğuk Savaş sonrası Türkiyesi’nde ulusal tutacak en sağlıklı değişken, güvenlik ya
güvenlik stratejisinin askerî ağırlıklı mi da güvensizlik politikalarıdır. Batı gele
marları, Türkiye’ye yönelik iç ve dış teh neğinde askerî kesim, düşmanın oluştur
ditlerin azalmadığı konusunda birleş duğu tehdidin doğasını tarif eder, ancak
mektedirler. Millî savunma bakanlığının ülkenin tehdit altında olup olmadığına
iki yılda bir yayımladığı Beyaz Kitnp’ta, ve tehdit altında ise buna nasıl bir cevap
Bakan Sabahattin Çakmakoğlu imzasıyla verileceğine karar veren sivil otoritedir.
yayımlanan ancak askerî hiyerarşinin O coğrafyalarda, iç ve dış tehdidin ve o
bakış açısını da yansıtan düşünce bunun temeller üzerinde inşa edilen ulusal gü
yazıya dökülmüş kanıtı: “Dengelerin de venlik politikasının askerî bürokrasinin
ğişim sürecinde olduğu Ortadoğu, Kaf- egemenliğinde belirlenmesinin sakıncalı
kaslar ve Balkanlar gibi istikrarsızlık ve olduğu düşünülür, çünkü bu durumun,
belirsizliklerle dolu bir bölgenin ortasın silahlı kuvvetlerin kendi kurumsal ve va-
da yer alan Türkiye, Soğuk Savaş sonrası roluşsal çıkarlarını koruyabilmek için
dönemde de terörizm ve radikal dinci abartılı tehdit değerlendirmesi yapması
akımlar, etnik farklılıklardan kaynakla na ve optimum üstü bir kuvvete sahip ol
nan bölgesel çatışmalar, kitle imha silah masına yol açacağından endişe edilir. Ay
lan ile uzun menzilli füzeler gibi risk ve rıca, tehdit algılayışını ve ona cevap oluş
tehditleri dikkate almak zorundadır."’8 turan politikalarının formülasyonunu
Soğuk Savaş sonrasında gevşemeyen kendi tekeline alan herhangi bir ordu
bir Türkiye, 21. yüzyıla normalleştirilme nun, siyasetin özünü ve usulünü, yani
miş asker-sivil ilişkileri ile girmek du yaşamsal önemi olan bütün konuların
rumda. Ülkenin büyük iç ve dış tehditlere aşağıdan yukarıya tartışma, diyalog, ikna
maruz bulunduğunu ortaya koyan söy ve uzlaşma yolu ite belirlenmesi ilkesini
lem, aynı derecede sık tekrarlanarak top ihlal ettiği kabul edilir. ö
lumun belleğine kazılmak istenen “ülke
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L K U V V E T L E R İ
DİPNOTLAR
1 Bu konuda biri İngilizce, diğeri Türkçe iki yazı 9 Cem Eroğul, “The Establishment of Multiparty
için bkz, Ümit Cizre Sakallıoğlu, “The Anatomy Rule" 1945-71," Irvin Schick ve Ahmet Tonak,
of the Political Autonomy of tbe Turkish Mili derleyenler, Tu rkey in Transition, N e w Perspec-
tary," Comparative P o lit ia , 29, 2 (Ocak 1997) tives (Oxford University Press: Nevv York, Ox-
ve Ümit Cizre Sakallıoğlu, "Ordu ve Siyaset," ford, 1987), s.118
C u m h u r iy e t D ö n e m i T ü r k iy e A n s ik lo p e d is i- 10 Nurcan Akad, "O Gece 9", Türkiye'yi Sarsan
Yüzyıt Biterken, Cilt 1S, (İletişim Yayınları: İs Geceler Yazı Dizisi, 14Temmuz 1994, Hürriyet,
tanbul, 1996), S. 1248-1252.
11 Nurcan Akad, "O Gece 9" 1987 yılında Başba
2 Süleyman Demirel'in gazeteci Cüneyt Arcayü- kan özalTn danışmanı olan Güneş Taner'in an
rek'le mülakatı. Bkz. Cüneyt A rca yü re k A ç ık lı lattıkları.
y o r , 10, Demokrasi dur, 12 Eylül 1980 (Bilgi ya
yınevi: Ankara, ikinci basım, 1990), s., 431. 12 Genelkurmay Başkanı Org, Hüseyin Ktvtıkoğlu'
nun Cumhuriyetin 75. yıldönümü nedeniyle Sa
3 Bkz Lale Sarıibrahimoğlu, "New Horizons", Ja - b a h gazetesi okurları için kaleme aldığı mesaj.
ne's De fence W eekly, 28 Şubat 2001. "Uyanık ve Tetikteyiz”, 30 Ekim 1998, Sabah.
4 Silahlı kuvvetlerin demokratik kontrolüne iliş 13 Modernleşme, bunalım ve askertyenin artan
kin, özellikle Orta ve Doğu Avrupa üzerine bü Özerkliği konusunda soğuk savaş literatürüne
yüyen bîr literatür, örgütlenmeler, seminerler örnek olarak bkz : Samuel Huntihgton, P o liti
ve atölye grupları mevcut. Bir örnek olarak, cal O rd e r in C h a n g in g So cieties (Yale Unlver-
The Report on the Conference on Democratic sity Press: Nevv Haven, 1968), Samuel Finer, The
Control of Armed Forces in Central Eastern Eu- Man on Horsebacfc: The fiofe of the Mıhtary in
rope: Çivi! - Military Relations and Defence P o lit ia ( PalI Mail: Londra, 1962), derleyenler
Planning in the Nevv Era, Kiev, Ukrayna, 24-27 Leonard Binder, et al, Crises a n d S e q u e n ce s in
Mart 2000. Bu konferans NATO, Ingiliz Savun P o lit ic a l D e v e lo p m e n t (Princeton University
ma Bakanlığı ve Kiev'deki Doğu-Batı Enstitüsü Press: Princeton, Nj, 1971).
isimli sivil toplum örgütünce düzenlenmiştir,
14 Gencay Şayian, "Ordu ve Siyaset: Bonapartiz-
5 Erken Cumhuriyet döneminde ordu-siyaset İliş min Genel Kültürü," B a h ri Sa vcı'ya Armağan
kilerinin gerçekçi ve doyurucu bir analizi için (Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları: Ankara,
bkz. D. Lerner ve Richard Robinson, "Svvords 1988).
and Ploughshares-The Turkish Army as a Mo-
dernizing Force," W o rld P o litia , 13, (1960-61); 15 Güvenlik kavramına ilişkin olarak ordulardaki
Dankvvart A. Rustovv, "The Army and the Fo- değişimi incelemek için bkz. der. Charles Mos-
unding of the Turkish Republic," W o rld P o li kos, et al, The Postmodern M ilita ry (Oxford
t ia . 4 (Temmuz 1959). University Press: Oxford, 2000); derleyenler
Mary Kaldor ve Basker Vashee, R e stru ctu rin g
6 Prof. Tank Zafer Tunaya ile söyleşi. Söyleşiyi ya th e G lo b a l M ilita ry Secto r, Sayı 1: Nevv Wars
pan Zafer Toprak, "Tüm Fikirler Serbestçe (Pinter: Londra ve Nevv York, 1997); Mary Kal
Açık lana bil mel id ir.," 20 Şubat 1983 M illiyet. dor, derleyenler; Ulrich Albrecht ve Genevİeve
7 Kemal Karpat, “The Military and Poiitics in Schmeder, R e stru c tu rin g th e G lo b a l M ilita ry
Turkey:1960-64: A Socio-Cultural Analysis of a Sector, Sayı 2: The B n d of Mı/ttary Fordism (Pin
Revolution," A m e ric a n H is to rıc a l Revİevv, 65 ter: Londra ve Nevv York,1998); Mary Kaldor,
(Ekim 1970), s. 1662; Kemal Karpat, “Military ed. R e stru ctu rin g th e G lo b a l M ilita ry S e cto r ,
Interventions: Army-Civilian Relations in Tur- Sayı 3: Global Insecurity (Pinter; Londra ve Nevv
key before and after 1980," A. Evin ve M.He- York, 2000).
per, derleyenler, State, Democracy and the A4İ- 16 R e sm i Gazete, sayı 18218,11 Kasım 1983.
iita ry in T u rk e y in the 19 S0 's (Waiter de Gruy-
ter: Berlin, Nevv York, 1988), s. 138. 17 R e sm İG a ze te , sayı 18218, 11 Kasım 1983.
8 D. Lerner ve R. Robinson, "Svvords and Plo- 18 B eya z kita p 2000, Mİ llî Savu n ma Bak an Iığ ı, s. 1.
ughshares", s.42 19 A.g.e., İkinci Kısım.
Ordu ve Resmî Atatürkçülük
DOĞAN AKYAZ
dek kadrosu 1956 yılında "Atatürkçüler yapardı", "Atatürk sağ olsa idi, bugünkü
Cemiyeti" adıyla bir araya gelmişti. Mü memleket gerçekleri karşısında tekrar
dahaleden sonra da bu subaylar kendile Samsun'a ayak basar ve mücadeleye yeni
rini yalnızca devleti değil, Atatürk ilke ve baştan girişirdi. Bizde kendimizi af ettire
İnkılâplarını da korumaktan sorumlu gör mezdik” (Cum huriyet, 10 Kasım 1962;
müşler ve müdahaleyi bu temelde gerek- Aydemir, 1968: 208) diyerek niyetinin
çelendîrmişlerdir. Orhan Erkanlı'nın ifa ipuçlarını veriyordu.
desiyle belirtmek gerekirse 27 Mayısçılar Nitekim İkincisinin (21 Mayıs 1963)
"Atatürkçülüğün arkasına sığınarak ve hazırlıkları sırasında "Kemalizm Doktri
kendisine hakem görevi vererek işe baş ni" adıyla bir bildiri hazırlandı. Harp
lamışlardır" (Erkanlı, 1972: 143). Böyle- Okulu ve genç subayları kazanmak ama
ce 27 Mayısçı subaylar ordunun müda cıyla hazırlanan bildirinin nasıl kullanıl
halecilik mirasına yeni bir Öğe katarak dığını Aydemir şöyle açıklamıştır. "Zaten
bir anlamda kendilerinden sonrakiler eskiden Silahlı Kuvvetler içinde kurulu
için trajik sonuçlara yol açacak bir emsal bulunan teşkilatımızı yeniden daha güve
yaratıyorlardı. nilir tarzda küçük rütbelerden başlamak
Atatürk ilke ve inkılâplarının korunma üzere yukarı doğru reorganize ediyorduk.
sı düşüncesi müdahaleden hemen sonra Bu teşkilat Türk ordusunda (Kara-Hava-
kurulan MBK'ya yansımıştır. Komite üye Deniz-Jandarma) olmak üzere dört kuv
leri arasında anlaşmazlıklar ve tasfiyeye vet içinde genç kuşaklar arasında çığ gibi
kadar giden fikir ayrılıklarına rağmen, gelişiyordu. Kısa zamanda çok iyi netice
üzerinde anlaşma sağlanan bir konu var ler almıştık. Hele Kemalizm doktrini yayı
sa o da, "Atatürk ruhunun canlandırılma lıp dağıtıldıktan sonra bu gelişme iki kat
sı ve halkın Atatürk ilke ve inkılâplarına daha artmıştı. Çünkü bundan evvel ordu
bağlılığının güçlendirilmesi" gereği idi. da yapılan çalışmalarda böyle esaslı
Nitekim bu aniayış ilk kez Ülkü ve Kül doktrin fikrin kaleme alınmış değildi"
tür Birliği kurulması için hazırlanan ka (Aydemir, 1968:168).
nun tasarısında ortaya konmuştu. Tasarı Ne var kİ bildirinin Aydemir'in bekle
ya göre kurulacak olan "Türkiye Ülkü ve diği oranda etki yaratmadığı açıktır. Astın
Kültür Birliği Genel Başkanlığının da etkisi yalnızca Kara Harp Okulu öğ
amaçlarından birisi "Atatürkçü ruh ve ül rencileri ile Tank Okulu’ndaki subaylarla
kü yolundaki devrim idealini yaymak” sınırlı kalmıştır. Bununla birlikte Önemli
idi. Teklif Komitemde bölünmeye neden olan bir subayın Atatürk'ün adını ve Ata
oldu ve yarattığı tepkiler sonucu geri çe türkçülüğü bir darbenin "maskesi" olarak
kildi. Fakat en azından "Atatürk reform kullanabilmesidir.
larının daha sıkı bir merkezî kontrolle ele Toplumun büyük bir bölümünün ide
alınmasına yönelik eğilimleri gösteriyor olojik kutuplaşmayla karakterize olduğu
du (VVeiker, 1967: 154-161; Oz- yıllarda Atatürkçülüğün radikal düşünce
dağ,1997: 363-367). ve eylemlerin meşruiyet aracı olarak kul
Atatürkçülüğün radikal subaylarca or lanılması çabaları daha da arttı. Özellikle
du hiyerarşisine ters darbe girişimlerinin 1960'h yılların ikinci yarısından itibaren
meşrulaştın İmasında bir araç olarak kul fikrî bakımdan yayınlanan kitaplar Cum
lanılmasının en açık ve ilk örneği Talat huriyet tarihini yalnızca siyasî ve askerî
Aydemir'in darbe girişimlerinde görülür. yönüyle değil, sosyokültürel ve ekonomik
İlk darbe girişiminde (22 Şubat 1962) bir yanıyla da ele almaya başlamıştı. Ülke
eksiklik olarak ortaya çıkan darbeye ide sorunlarına çözüm olarak ileri sürülen
olojik bir temel verme gereğini kavrayan görüşler konuları çoğunlukla "Kemalist
Aydemir; "Atatürk sağ olsaydı, o da böyle perspektifle" ele aldıkları iddiasındaydı-
K E M A L İ Z M
lar. Genellikle Atatürkçülüğün "Tam Ba sona gözden geçirilmiş, bazı değişiklikler
ğımsızlık" ve "Millî Egemenlik" ilkeleri yapılmıştı ama bunların içinde Cumhuri
öne çıkartılıyor, bu ilkeler üzerinden çok yet tarihinin öğretilmesi tarzıyla İlgili
geniş bir yelpazedeki görüşler Atatürkçü önemli sayılabilecek bir değişikliğe yer
lük ile bağdaştırılıyordu. Soğuk Savaş dö verilmemişti. Atatürkçülük ile ilgili her
neminin etkisiyle ideoloji hemen her hangi bir ders de eklenmemişti. Böyle bir
alanda belirleyici unsurdu. Sol ideolojiler ideolojik tedbir henüz gerekli görülmü
bu dönemde üniversite Öğrencileri için yordu.
olduğu kadar askerî öğrenci ve genç su İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra soğuk
baylar için de çekiciydi. savaşın etkisiyle "Millî Savunma" düşün
Oysa aynı dönemde askerî öğrenci ve cesi yerini "Millî Güvenlik"e bırakmış ve
genç subaylara verilen Atatürkçülük eği bunun eğitim alanına yansıması bütün
tim anlayışı onun kişiliği ve askerî dehası ortaöğretim müfredatına M illî G üvenlik
üzerinde yoğunlaşmaktan, yani Atatürk derslerinin konulması olmuştu. Aslında
ruhuyla subaylar arasındaki Özel ilişkiyi savaş Öncesinden itibaren lise ve dengi
vurgulayan bir anlayıştan öteye gitmiyor okullarda daha sonra M illî Savunm a
du. İdeolojik içerikten yoksun bir Atatürk dersleri denilen askerlik dersleri vardı.
çülük perspektifi yolunu arayan genç su Fakat bu derslerde öğrencilere bazı temel
bay ve askerî öğrenciye artık doyurucu asker becerilerinde pratik deneyim dahil
gelmemeye başlamıştı. Ordu açısından çeşitli askerî konularda yalnızca temel
bunun anlamı ve sonucu; yapı taşının en bilgiler veriliyordu. Yani M illî G üvenlik
önemli unsurunu oluşturan personelinin, kavramının içerdiği siyasal/ideolojik bir
şu.veya bu şekilde Atatürkçülükle bağ yanı yoktu. M illî G üvenlik dersinin amacı
daştığı iddiasındaki çeşitli "yıkıcı" ideolo "Türk gençliğini daha okul çağından iti
jilere angaje olması ve ordu sisteminin baren yurt savunmasına hazırlamak, mil
ideolojik tehdit ile yüz yüze gelmesidir. liyetçi ve vatansever bir gençlik yetiştir
Ordunun buna ilk tepkisi, tehdit değer mek" idi (MEBTD, 26 Eylül 1966). Prog
lendirmesine paralel olarak, yükselen ra ramı genelkurmay tarafından hazırlan
dikal sola karşı kendi personeline komü mıştı ve ne Atatürk'ten ne de Atatürkçü
nizmle mücadele etmenin araçlarım ver lükten söz ediliyordu.
mek oldu. Bu amaçla Ekim 1965'te Ge 1960Tı yılların sonuna doğru ideolojik
nelkurmay Başkam Cemal Tural, "Komü kaynaklı şiddet ve terör eylemlerinin art
nizmle Mücadele (El Kitabı)" başlıklı kü ması üzerine ordu üst kademeleri ülkenin
çük bir broşür yayımladı. Broşürün ya kötüye giden durumunun düzeltilmesi ve
yımlandığı emirde konuların birliklerin olayların önlenmesinde ordunun nasıl bir
ders planlarında yer alması ve bütün as rol oynaması gerektiği konusuna odak
kerlere öğretilmesi isteniyordu. Komü lanmıştı. Ancak komuta kademelerini
nizmle mücadele İçin aile, anayasa teme kaygılandıran yalnızca ülkenin durumu
linde demokrasi, temiz bir Türkçe kulla değil, aynı zamanda ordunun iç duru
nılması, atalara ve tarihten gelen örf ve muydu. Çünkü özellikle genç subaylar
adetlere bağlılık gibi araçlar sıralanmıştı arasında radikal fikirler hızla yayılıyordu.
(Genkur. Yay., 1966: 23-28). Ancak bir Genç subaylar 27 Mayıs ve onu izleyen
araç olarak Atatürkçülükten hiç söz edil dönemde hükümetlerin yapamadıklarına
miyordu. Dahası bu tarihlere kadar askerî inandıkları reformların devrimci bir dü
okullarda özel olarak "Atatürkçülük" hak zen değişikliği ile gerçekleştirilebileceği
kında dersler bile yoktu. ne inanmaya başlamışlardı. Aslında radi
1965-1966'da Kara Kuvvetleri'ne bağlı kal subaylardaki bu düzen değişikliği fikri
okullardaki müfredat programları baştan üst kademelerde bulunan bazı komutan-
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R
185
Kendinden önceki iki darbe gibi 12 Eylül de Atatürkçülük yolunda devam" vurgusunu
sürekli Öne çıkarıyordu.
şuna işaret etmeliyiz ki, son yıllarda aşırı derecede resmîyet kazandırmaktadır
solcuların, komünistlerin sokaklarda ba (Hughes, 1994:120-121).
ğırdıkları ve duvarlara yazdıkları 'Tam 1970'lerin ortalarında sözü edilen en
bağımsızlık' sözleri Türkiye'yi bir komü dişeler yüzünden standartlaşmış resmî
nist peyki haline getirmekten başka bir bir Atatürkçülük versiyonu geliştirme yo
anlam taşımamaktadır" deniliyordu. lundaki çabalar arttı. 1976'da ordu kendi
Halkçılık ilkesinin Marksizmin önüne ge personeline Atatürkçülüğü daha sistema
çilmez olduğunu iddia ettiği ve kamçıla tik bir şekilde öğretme çabasına girdi. Bu
dığı "sınıf bilincini, sınıf çıkarını, sınıflar maksatla birliklerde gece derslerinde,
arası çatışmayı reddeden bir ilke" oldu askerî okullarda ATAT eğitimi süresince
ğuna dikkat çekiliyordu. verilecek Atatürkçülük eğitiminde oku
Olcaytu'ya göre Atatürkçülük bir ide tulmak üzere "Atatürk İlkeleri ve İnkılâp
oloji ya da doktrin değil dogmalardan Tarihimiz” adıyla bir kitap hazırlanması
arınmış bir dünya görüşüydü, inkılapçı kararlaştırıldı. 1977 Aralık ayında KKK
lık ilkesi sayesinde sonsuza kadar uza tarafından yayımlanan bu kitap daha çok
nan bîr uygulama niteliği İle siyasî dokt öğretme işinde birlik sağlamak ve komu
rinlerin çok üstünde bir güce ulaşmıştı. tanlara yardımcı olması için hazırlanmış
Bu dünya görüşünü bozan her düşünce, tı. Son bölümde Atatürkçülük tanımlanır
her eylem ve davranış Atatürkçülüğü ken daha önce açıklanan "Atatürk ilkele
saptırmaktı. Anlaşıldığı kadarıyla ordu, ri ve inkılâpları ile bunların dayandığı te
Atatürkçülüğü hâlâ bir ideoloji olarak meller Atatürkçülüğü oluşturur" denil
nitelememe tutumunu sürdürmektedir, mekte ve böylece Altı Ok ile Atatürkçü
genelkurmayın yayınıyla buna belli bir lük arasındaki bağ muhafaza edilmektey
K E M A L İ Z M
di. Ayrıca Atatürkçülüğün nitelikleri be ğına M illî Güvenlik dersleri için yeni bir
lirtilirken ilkeler arasrnda bütünlük oldu program göndermişti. Atatürk ve Atatürk
ğu, birinin diğerinden ayırt edilemeyece çülüğe daha da fazla yer verildiği görülen
ği, her ilkenin ve inkılâbın bütünü oluş programın genel amacının ilk unsuru
turmada aynı düzeyde önem ve değeri "yarınlarımızın koruyucusu ve kollayıcısı,
olduğu vurgulanıyordu. geleceğimizin teminatı, Atatürk'ün istiklal
Özellikle vurgulanan bir diğer konu ve Cumhuriyet'îmİzi emanet ettiği Türk
ise, Atatürkçülükten faydalanarak kendi gençliğini Atatürk İlkelerine inançla bağlı
lerini kabul ettirme çabası içindeki kay olarak yetiştirmek" olarak açıklanıyordu
nağı dışta bazı aşırı akım ve ideolojilerle (MEBTD, IS Ekim 1979). Ayrıca bütün
Atatürkçülüğün hiçbir ilgisinin olmadığı M illî Güvenlik konularının Atatürkçü bir
idi (KKK yay. 1978: 89-90). Kitapta ide perspektifle değerlendirilmesi gerektiği
oloji sözcüğünü kullanmama eğilimi de vurgulanmıştı. Öğretim esaslarında Ata
vam etmekle birlikte Atatürkçülük diğer türkçülüğün bir inanç sistemi olduğu,
ideolojilere bir alternatif olarak sunulu Türk Devleti'nin ulusu ve vatanı ile bö
yordu, 1978-1979 yıllarında kitap emir lünmez bir bütün olduğu, Atatürk ilkeleri
lerle tüm birliklere dağıtılarak Atatürkçü nin birlik ve beraberlik içinde çağdaş uy
lük öğretiminde "esas doküman" olarak garlık düzeyine ulaşmak ve geçmek açı
kullanılmaya başlandı. sından öneminin üzerinde durulması iste
Ordu eliyle yürütülen Atatürkçülüğü niyordu.
öğretme çabalarında 1980'lere doğru Böylece 1970'lerin sonuna gelindiğin
gözlenen önemli bir gelişme odağın git de ordu yalnızca kendi personeline değil
tikçe sivil kesime doğru kaymasıdır. Bu orta ve yüksek öğrenim gençliğine de
çerçevede 1979 yılı mayıs ayında genel Atatürkçülüğü öğretme çabasına aktif ola
kurmay başkanlığı millî eğitim bakanlı rak başlamıştı. Başlıca kaynakları Kara
Askeri geçit resmî. Mustafa Kemal in 1937’d eki sözleri, ordunun rejim açısından
‘p rofesyonel’ işlevinin ötesinde ifade ettiği anlamı özetler: ”Ordumuz. Türk birliğinin,
Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz,
Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek için sa rf etmekte olduğumuz
sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız teminatıdır.”
E G E M E N D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ
tap ortaya çıktı, ikinci kitabın hazırlıkları kişileri topladık ve üç tane kitap bastırdık
sırasında hedef kitle yalnız askerî öğren ve sizlere okutulması için verdik” (Evren,
ciler değil bütün gençlik olarak belirlen IV, 1991:358).
mişti (Bölügiray, 1991; 34-35). Ardından Buraya kadar anlatılanlardan varılacak
da Atatürkçü Düşünce Sistemi'nin kilit sonuçları kısaca vurgulamak gerekirse
Özelliklerinin doğru ve birleştirilmiş bir şunlar söylenebilir: 27 Mayıs askerî mü
sentezini vermek düşüncesiyle Özto- dahalesinin diğer müdahalelerden ayrıl
run'un bizzat bazı bölümlerini yazdığı dığı temel bir özelliği örgütlenme aşama
Atatürkçülük/Üçüncü Kitap hazırlanarak sından başlayarak ordu hiyerarşik yapı
1983 yılında yayımlandı. Atatürkçülü ve disiplin sisteminin dışında ve hatta
ğün tanımının yapılıp güçlü bir devleti bunu tehdit edici şekilde gerçekleşmesi
öngördüğü vurgulanan son kitapta, Ata dir, Bu tecrübenin öğreticiliği ile 27 Ma-
türkçülükte devletin dinamik idealinin yıs'tan sonra ordunun bozulan hiyerarşik
yanı sıra temelini Atatürk'ün sözlerinin sistemini yeniden oluşturmaya yönelik
oluşturduğu devlet bayatı, fikir hayatı, hukuksa) ve sosyoekonomik/politik bir
ekonomik hayat, din ve laiklik konuları çok tedbir alındı. Ne var ki 1970'1ere ge
na yer veriliyordu. lindiğinde ideolojik bir desteğe de ihti
MGK döneminde ordunun üç yıl bo yaç duyulmuştur. Çünkü 1970'lerin ba
yunca yürüttüğü Atatürkçülüğü yeniden şında her şeye rağmen 27 Mayıs gelene
etkin kılma çabalarının sonucunda bir ğinde, yani hiyerarşik sistem dışında ör
Atatürkçülük tanımı ortaya çıkmıştı. Afa- gütlenmiş müdahaleci gruplar hâlâ yük
tü rk ç ü tü k /Ü ç ü n c ü Kitap'ta yer alan, sek komuta kademeleri için ciddi bir teh
resmî ve onaylanmış bir özellik taşıması dit olarak varlıklarını sürdürebiliyorîardı.
bakımından önemli olan bu tanımda Üstelik bu dönemdeki örgütlenmelerin
Atatürkçülük şu ifadelerle tanımlanıyor 1960 öncesinden belirgin bir farkı vardı.
du; "Türk Milletinin bugün ve gelecekte 1960'lı yılların ikinci yansından itibaren
tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip ülkenin genel siyasî havası orduyu da et
olması, devletin millet egemenliğini esa kilediğinden; artan siyasî radikalizm ve
sına dayandırılması, aklın ve ilmin reh ideolojik kutuplaşmanın çekim alanına
berliğinde Türk kültürünün çağdaş uy giren radikal subayların örgütlenmeleri
garlık düzeyi üzerine çıkarılması amacı de bu doğrultuda İdeolojik bir karakter
ile temel esasları yine Atatürk tarafından kazanmıştı. Atatürkçülük işte bu ideolo
belirtilen devlet hayatına, fikir hayatına jik temeldeki örgütlenmede radikallerce
ve ekonomik hayata, toplumun temel hem örgütlenmenin genişliğini sağlama
müesseselerine ilişkin gerçekçi fikirlere da (nicel) hem de dışarıya yansıtılma
ve İlkelere Atatürkçülük denir” (Genkur. aşamasında meşruiyet kazandırıcı bir
Yay., 1983:7). araç (nitel) olarak kullanılmıştır.
Orgeneral Evren 3 Ekim 1983 tarihinde Diğer yandan radikallerin Atatürkçü
yine Kara Harp Okulu öğrencilerine yap lüğü (çoğunlukla Kemalizm kavramı ile
tığı bîr konuşmada ordunun bu kitaplara ifade edilirdi) angaje oldukları İdeoloji
verdiği önemi şu sözlerle açıklıyordu. ler perspektifinde ele alıp kendi askerlik
"Atatürkçülükten ayrıldığınız sürece, Ata dışı eylemlerinin meşruiyet aracı olarak
türkçülükten saptığınız sürece bize hayat kullanmalarına kadar ordu kurumsal
hakkı yoktur. Bu üç sene içerisinde bütün olarak resmî bir Atatürkçülük ifadesi ge
okullarımızda, Özellikle askerî okulları liştirmemişti. 1960'b yılların ikinci yarı
mızda Atatürkçülüğün yerleştirilmesi için sındaki gelişmelerden sonradır ki bu de
büyük çaba sarf ettik. Bu konuda çok kıy fa ordu, hem kendi bünyesindeki radi
metli ilim adamlarımızı, tarihi değeri olan kaller hem de tüm gençlik ve halk için
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ
"resmî olarak onaylanan bir Atatürkçü bunun cevabı 1980 sonrası Türk siyaseti
lük" açıklamasını ortaya koydu. Dolayı ne bakarak aranmalıdır.
sıyla Atatürkçülük hem müdahafe amaç Son olarak -1960 sonrası döneme ağır
lı örgütlenmelerde hem de bunun karşı lık verilerek ve daha çok ordu iç neden
sında sistemin korunması için konjonk- lere dayalı biçimde Atatürkçü İdeolojinin
türel olarak ihtiyaç duyulan ideolojik bir üretiminde ordunun rolünün ele alındığı-
destek olarak çift taraflı kullanılmıştır buraya kadar söylenenlerden, ordunun
denilebilir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren
Ordunun geliştirdiği Atatürkçülük ver üstlendiği diğer işlevlerin göz ardı edildi
siyonu başlangıçta, kendini ifade etme ği anlamı çıkarılmamalıdır. Gerçekten de
nin en iyi yolunun ideolojik tanımlama Cumhuriyetin ilanından itibaren askerî
olduğu yıllarda, tüm gençlik kesimi gibi eğitimin dışında rejimin/devletin meşru-
radikalizme kayan askerî Öğrenciler ve iaştırılması çabalarına da ordu her alan
genç subay/astsubaylar için gerekli gö da katılmıştır. Kısaca yeni devletin ihti
rüldü, Yüksek komuta kademelerinin yaç duyduğu yeni insan tipinin yaratıl
bundan beklediği "ithal -izm'lerin" etki masında, okullaşma oranının bir hayli
sinin kırılarak ordu içi ideolojik bütünlü düşük olduğu düşünülürse, ordunun en
ğün sağlanması idi. Zira ideolojik olarak önemli kurum olduğu söylenebilir. Bun
homojen bir ordunun hiyerarşik sistemi da şüphesiz, zorunlu askerlik modeli sa
kuvvetlenecek, başta genç subaylarda ol yesinde -ulus devletin yaratılma süreci
mak üzere, törpülenen radikalizmin yeri içinde tarihte başka örneklerine de rast
ni hiyerarşiye sadakat alacaktı. Bunda da ladığımız gibi- çoğu kırsal kökenli gen
başarılı olunduğu 12 Eylül'ün emir ko cin resmî ideolojiyle yoğun şekilde as
muta zinciri içinde ve emirle gerçekleş kerlik sırasında karşılaşmasının payı bü
mesiyle ortaya çıktı. yüktür. Böylece hem ordunun faaliyetleri
işte bu başarıyladır ki ordu bu kez 12 devletin/ rejimin, onun ideolojisinin
Eylüi'de iktidara e l koyduktan sonra ben meşruluk zeminini güçlendirmeye hiz
zer çabayı kendi dışındaki sivil alan için met etmiş, hem de daha önemlisi yaratı
hem de daha yoğurt olarak uygulamaya lan yeni kültür ve insana ordunun hiye
soktu. Bu kez sadakat gösterilecek merci rarşi ve otorite gibi özellikleri aşılanarak
kuşkusuz devlet olacaktı. Bu noktada so kendi faaliyetlerinin de meşruluğunu
rutabilecek soru 12 Eylül yönetiminin he sağlayacak kontrol edilebilir bir 'vasat'
deflenen başarıya ulaşıp ulaşmadığıdır ki yaratılmıştır denilebilir.
Kemalizm ve Bonapartizm
ALİ GEVGİLİLİ*
arih’in ötesine geçmek isteyen sivil şitli eski güçler arasında, uzlaşmaz iç çeliş
siif (oplum’un benzersiz bir yeniden oluşum Bonapartizm’den çeşidi otoriter yönetim bi
halkasında, i İt; ve son kez olarak dönüşüm çimlerine, diktatörlük ya da en aşırı biçi
surecine katılmış ve o sürece gerçekten de miyle faşizm ’e kadar uzanabilir. Ne var ki,
"eşsiz” bir ivme kazandırabilmişlerdi. Oy hangi “iyi niyetli”, “kahramansı”, “roman
sa, koşullar ve ilişkiler bir daha hiçbir za tik” ya da “fanatik" gerekçelere sığınırlarsa
man -ne içsel ve ne de dışsal olarak- o “eş sığınsınlar, “tisttenci” yöntemler, son çö
siz” koııuma geri dönemezler. zümde, yine de sivil toplum dokusu önün
Kahramanların büyüklükleri, yaşadıkla de aşamalarla çözülüp dağılırlar.
rı ortamların /an/ı’lennin içindedir. Onlar, Özgürlük ve demokratikleşme süreçlerin
başka tarih kesitlerinin ilişki ve koşullan den ötelerdeki üstten yönetim deneyimleri
altında bir daha "kahraman” olamayacak nin arkalarında bıraktıkları sonuç, En-
larını bilecek kadar da büyüktürler. gels’in 13 Nisan 1866’da Marx’a yazdığı
Kahramanlaı; eşsiz benzersiz nitelikteki ünlü mektuptaki yazgıdır:
tariklerinden bir daha geri dönmezler. Ye “Bonapartizm ne de olsa, modem burju
ni çağların önderleri, ancak yeni kişilikler vazi’nin gerçek dinidir Burjuvazi’nin doğ
kazanabilirler Ne var ki, yetkinleşmiş bir rudan doğruya yönetme yeteneğine sahip
sivil toplum, kahramana gerek de duyma olmadığı ve Ingiltere gibt, herhangi btr oli-
yan ileri bir düzendir. garşi’si bulunmayan yerlerde, devlet’i ve
Bir yanda tarih’in stmu’nn getirebilecek toplum ü belirli bir bedel karşılığında bur
kadar ilerlemiş, öte yandaysa hâlâ tarih ya juvazinin çıkarlarına göre yönetme işi için,
da tarihöncesi''nin koşulları altında yaşayan Bonapartist bir yarı diktatörlüğün normal
yeterince gelişememiş toplumlann yan ya biçim haline geldiğini her geçen gün daha
na varolabildiği bir evrende, kendi kendi iyi görüyorum; bu diktatörlük, burjuvazinin
sini yönetemez duruma giren düzenlere, büyük maddi çıkarlarını hatta burjuvaziye
dış dinamikler, bazen başka oluşumların karşı ele alıyor, am a yönetim sürecinde de
kapılarını da aralayabilirler. Dünyanın usu, burjuvaziye hiç yer bırakmıyor. Öte yandan,
bir yerden sonra, yepyeni evrensel dtna- bu diktatörlük, kendi istemese de, kendini
mtkler’t ortaya çıkardığı gibi; bazen de be burjuvazinin maddi çıkarlarına uydurmak
lirli bir uluslararası sistem, kendi gerekleri zorunda kalıyor." (M İliband-Poulantzas,
açısından -kısa ya da uzun süreli olarak- Laclau, 1977: 121)
kaçınılmazlaşan belirli amaçlan, çevre ülke Bonapartizm, sahneye çıkışının ilk anla
ve toplumlara uygulatmak da isteyebilir. rında d ik getirilmiş tüm efsanelerin bir
Gelişimini çağdaş düzeylere ulaş aramamış süre sonra yine kendi etleriyle yadsı nişi
bir toplumun uzun ve ağır bunalım aşa nin ve yıkılışının tarihini yazar. Gerçekte,
malarında, bu koşullar sonucu daha da ge Bonapartizm, çoğu kez arkasına sığındığı
nişleyen göreli özerkliklerinden yararla öncü “kahraman'’ın yüceltilmiş kişiliğine
nan bürokrasi ya da belirli devlet aygıtla karşı indirilmiş bir darbe’dir de...
rının, siyasal toplum düzleminde yönetim Yetkinleşmiş hiçbir sivil toplum’da, yö
işlevine el koymaları, 20, yüzyıl dünyasın netime üstten Bonapartist el koymaların
da belirii aralarla rastlanan bir olgudur. gerçekleştirilemeyişi bir rastlantı olarak
Sayısız Latin Amerika, Asya, Ortadoğu ve nitelenmez. Sivil toplum, kendisi için gere
Afrika ülkesi, çeşitli yönetime el koyma de ken yötıelim’i, siyasal toptum’u, devlet’i de,
neyimlerinden geçti. Sivil toplum’un kendi en azından, toplumsal örgütleniş ve dünya
içinde gerçekleştiremediği belirli değişim görüşü aracılığıyla çok karmaşık bir d e
leri, üstten düzenleme yöntemiyle uygula mokratik oluşum sürecinde karşılıklı ola
mayı amaçlayan “yönetime el koyma” giri rak etkiler. Sivil toplum ile siyasal toplum
şimleri, 19. yüzyılda örnekleri görünen böylece içinde yaşanılan koşul ve ilişkiler
K E M A L İ Z M
ru m akta inatçı olm u şlard ır.” ( Tunaya, sıyla, Türkiye’de aydm, ülke konularıyla
ltl/1989: W) ilgilenen ve bu sorunlan düzeltmeye uğra
Bu yargılar, gerçekte, Türkiye’ye özgü şan nizam ı alemciye verilen addır. Düzelt
tarihsel bir “yönetime el koyma" geleneği me işini de Osmanlfdaıı beri genellikle bü
nin tüm ideolojik kökenleriyle de ilgilidir rokrasi içinde yaptığından, “Türk aydım,
ler. Her yeni Bonapartizm girişimi, çağın kendim, devlet’in ilerisi için sorumlu gören
çok şeyleri alıp götürmesine karşın, yine yöneticilerinden biri saymayı” sürdürür
de aynı inançlar yumağından yola çıkar ve (Mardin, 1976: 103).
sonunda tariflin kapısı’ndan yine bir türlü İdris Küçükömer, ünlü yapıtı Düzenin
içeri giremeden, sahnenin dışına sürükle Yabancılaşmasında siyasal toplum düzeyin
nir. Yeni bir uygarlığa uzanan yollar, ancak deki devletçi aydın olgusuna karşı, sivil
toplumsal dokunun karmaşık yapısını, toplüm’un yanıtını, Dogucu/lsl&mcı halk
sarp doruklarını, uçurumlarını özgür ve cepfıesi kavramında aramıştı. Yeniçeri - es
hoşgörülü açılımlarla aşmayı göze alabile naf - ulema birliğinden gelen Doğucu/ls-
cek kadar ilerlemiş modern güçlere açıktır. lâmcı halk kesimleri, yüzyıllar boyunca, 195
Yeni bir Türkiye, her şeyden önce, yeni emperyalist kıskacı içindeki bürokrat
bir üstyapı oluşumuyla derinden ilişkilidir. oyunları önünde “içine kapanmak" ve di-
Oysa, aşırı yarara 20. yüzyıl dünyası, va renmek’ten başka bir çözüm yolu bulama
rolan uluslararası hegemonya ilişkilerinin mıştı. Kendisini ileri gören bürokrat. Do
de i\ınesiyle, toplumsal sorunları çoğu kez ğucu kampı gerici ya da mürteci saymıştı.
aşırı basitleştirilmiş ekonomik şemalara ya Bürokratik aydm geleneğinin siyasal ör
da matematik denklemler’e indirgemiştir. gütü olarak ittihat ve Terakkinin ilk kez
Sivil toplumun değişik kesimlerine belli 1908 II. Meşrutiyetiyle iktidar’a gelmesin
ekonomik yararlar sağlamak ya da çeşitli den sonra, devfet’i ele geçirmenin, top-
arpalık sistemleriyle bazılarına özel ayrıca fum’u ele geçirmek olmadığı anlaşılacaktı.
lıklar tanımak, güncel iktidar dengelerinin Oysa, “onlar, toplıım’u, daha doğrusu
klasik oyun alanlarına dönüşmüştür. Bir hafk’ı elde edeceklerine, devlel’i elde et
tür toplum mühendisliği niteliğini taşıyan mek istemekteydiler ve bu yoldan elde
iktidar taktikleri, genellikle güncel oluşuma edilen ya da “kapıiaıı” devlet kurtarılabilir
belirli yanıtlar verebilir ama tarihsel süreç sanıyorlardı” (Küçükömeı; 1968; 82-85).
lere tümüyle egemen olabilir mi? Devlcf’in toplumda hiç değilse bazı sınıf
Oluşum süreçleri, kısa parantezlere sığ larla organik bütünlüğü bulunmaksızın
mayacak kadar büyük ve uzun erimlidirler. güçlü olamayacağını, kurtulamayacağım
20. yüzyıl öncesinin Türk iyesi, tüm üsf- göremeyen Osmanlı bürokratı devlet gü
yapısr’yla, karmaşık bir çelişkiler yumağım cünün temelini de anlayamayacaktı. Sıçra
sergiler. Toplumda yüzyıl boyunca önemli narak elde edilen böyle bir iktidar ise, gö
çapta etkin olan aydın kesim giderek yeni reli bir yalnızlığa mahkumdu. Küçukö-
bir yol ağzmdadır. Bu, biraz da, kendileri mer, “Türkiye’nin politik elifi böyleydi ve
ne “aydın" denilenlerin çoğunun gerçekte hep böyle kaldı" diye ekler.
ancak birer yarı aydın olmalarının kaçınıl Eğer 20. yüzyıl sonları Türkiyesi’nde bir
maz sonucudur. Uygar düzenlerde aydın, kesim “aydın" -üstelik, yine iktidar’a el at
düşünce dünyasını belli başlı bir amaç ola mak istediğinde- olağanüstü yaln ız kal
rak alan ve tüm yaşantısını düşünce uğraşı mışsa, bunun ana nedeni yine Türkiye’ye
na adayan kişidir. Okuryazar olmanın bile özgü tarihsel üstyapıda aranmalıdır.
uzun süre bir ayrıcalık niteliğini taşıdığı Şunları da unutmamakta yarar var:
Türkiye’de ise, aydın, çoğu kez salt bir 1. Sosyal gelişmenin gittikçe dinamik
okurdur. Şerif Mardin’in ilginç tanımlama aşamalarına giren bir toplum, yığınları kü-
K E M A L İ Z M
P
vunuyorlardı. Türkçüler ise, hem büyük
kılâbına Bâftışlar’da, “Atatürk inkı ölçüde Batıcıların tezlerini paylaşıyorlar
lâbına kadar laiklikle milliyetçiliğin hem de, Osmanlıcılık ve Islâmcılık siya
birbirine mani akideler olmadığım idrak setlerine karşı millî bir uyanışı temsil edi
eden tek bir fikir adamı çıkmadı” (Safa, yorlardı. Ancak, o dönemde, laiklikten
1993: 39) diyor. söz eden yoktu. Laiklik o dönemde hayata
İ923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti; geçirilmesi çok uzak bir kavram olarak
modern bir devlet olarak, öncelikle, laik görülüyor olsa gerekir.
lik ve milliyetçilik ilkeleri üzerine kurul Ahmet Emin, Cumhuriyet Devrimi için
du. Cumhuriyetin tarihî ve düşünsel bir “Gerçekleşen Rüya" (Yalman, 1938) de
boşluğa doğmadığını biliyoruz; bu bakım mekte haklıdır. Cumhuriyet’in kuruluşu
dan Cumhuriyet devrimini ve onun dü ile gerçekleştirilen dönüşümlerden, Meş
şünsel boyutunu anlamanın yolu, sotı dö rutiyet devrinde düşünülmüş, tartışılmış
nem Osmanlı tarihi ve düşünce hareketle olanları bile, hiç değilse, kısa vadede ger
ridir. Özellikle II, Meşrutiyet dönemi dü çekleştirilmesi güç bir hayal olarak görül
şünce hareketlerini göz önünde bulun müştür, Kılıçzade Hakkı’nın, Cumhuriyet
durduğumuzda, Cumhuriyet’in kuruluşu reformlarını çağrıştıran önerilerinden olu
nu izleyen ve ‘inkılâplar’ olarak tanımla- şan makalesine “Pek Uyanık Bir Uyku" ve
nagelen radikal dönüşümlerin, hiç değilse daha sonra “Rüya"’ başlığını vermiş olma
düşünce alanında Cumhuriyetle doğma sı bu ruh halinin en İyi ifadelerinden biri
dığını, çeşitli siyasi tartışmalar çerçevesin dir. Celâl Nuri, Cumhuriyet’in kuruluşun
de, daha önce ortaya atılmış önerilerin de dan hemen sonra; “Abdülhamit devrinde
vamı olduklarını görürüz. Cumhuriyet yetişmiş, Avrupa görmüş, zihniyetini de
devrimi, ilk bakışta, son dönem Osmanlı anlamıştım. Fakat hiçbir vakit, o günlerde
düşünce hayatım belirleyen üç akımdan; hatır ve hayalimizden geçmezdi ki, yirmi
Islâmcılığın yenilgiye uğrayıp, diğer ikisi sene gibi az bir fasıladan sonra kadınları
olan Türkçülük ve Batıcılığın birlikte ikti mız hukuk-u hürriyetlerine sahip olacak
dar olması şeklinde tanımlanabilir. lar, saltanat ve hilafet millî hakimiyete ye
II. Meşrutiyet dönemi Batıcıları, Cum rini bırakacak, taaddütü zevcad haram
huriyet’in sonradan gerçekleştirdiği re o la c a k ...” diyordu (Celâl Nuri, 1926:
formlara zemin teşkil eden Batı medeniye- 125), O dönemde, belli ki bazı dönüşüm
;ıni tümüyle kabul etme düşüncesini sa ler hayat bile edilemeyecek kadar uzak
K E M A L İ Z M
görünmüştür; laik bir devlet, en hızlı Batı ‘Medenileşme’ tasarısını, net bir şekil
cılar için bile, herhalde bu türden bir kav de Batıcılık ile milliyetçiliği uzlaştırıp,
ramdı. Nitekim yine Cumhuriyet kurul seküler bir ulus devlet yaratma tasarısına
duktan sonra ’lnkılâb’ üzerine yazılan ri dönüştüren Cumhuriyet devriınidir. Da
salelerden birinde de, “Milletin içinde la- hası Cumhuriyet devrimi laiklik ilkesi
aded Mustafa Kemaller vardır. Lâkin onlar çerçevesinde uyguladığı sekülerleşme si
için herşey bir hayal idi. Bu hayalleri ta yasetini, medenileşme tasarısının temeli
hakkuk kudretini Gazi Mustafa Kemal Pa- ne yerleştirmiştir. Birinci Dünya Savaşı
şa’da bulabildiler” (Habil Adem, 1925: sonunda İmparatorluğun Tüıkler dışın
125) deniliyordu. daki Müslüman nüfusun büyük çoğunlu
Diğer taraftan, Türkçülerin laik bir ğunu kaybetmiş olması, savaş içinde or
ulus devleti öngörmediklerini biliyoruz. taya çıkan devrim koşullarının bu köklü
Aslında, II. Meşrutiyet döneminde belir değişime zemin hazırladığı söylenebilir.
ginleşen, son dönem Osmanlı düşünce Ancak, seküler olmayan bir millî kimliğe
198 akımlarını kesin çizgilerle tanımlamak dayalı moderleşme tasarılarının zaten
oldukça güç. Batıcı yanı ağır basan Türk fazlasıyla zorlama olduğu, çelişkili ve
çüler ve İslâmî yanı ağır basan Türkçü ikircikli öneriler sunmaktan öteye gide
lerden söz etmek mümkün, ancak, genel mediği de aşikârdı. Cumhuriyet’in için
çizgileri ile, II. Meşrutiyet döneminde, den çıktığı savaş ve devrim koşullan bu
Türkçülüğün henüz yeterince sekülerleş ikircikli tutumlara kesin bir son verme
mediği rahatlıkla söylenebilir. Türkçüler imkânı vermiştir.
diye bilinen isimlerin Meşrutiyet döne Sonuç olarak, Türkiye’nin Cumhuriyet
minde, millî kimlik tanımları, genelde, idaresi ile birlikte tanıştığı ‘laiklik’, Os
kaçınılmaz biçimde İslâmî muhtevalıdır. manlI’nın son döneminde ortaya çıkan ül
Daha sonra Cumhuriyet’in ideologu diye keyi kurtarma. Batı karşısındaki yenilgiye
tanımlanan Ziya Gökalp’in, milliyetçilik son verme, kısaca selamete kavuşma tasa
anlayışına zemin teşkil eden terkibi ma rısının bir parçası veya bir sonucuydu. Bu
lumdur; “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Mu- gayret içinde, akla ilk gelen; Osmanlılar’ın
assırlaşmak”. Gökalp, bu terkip içinde, içinde bulundukları çöküş ve yenilginin
modern bir millî kimlik sentezi oluştur nedeninin İslâmiyet’e dair bir sorun oldu
ma çabası içinde, medeniyeti milli kimli ğudur. Bu o dönemin koşullan içinde son
ğin evrensel boyutu olarak tanımlarken, derece anlaşılır bir akıl yürütmedir; zira o
Islâm’ı da bu kimliğin vazgeçilmez bir dönemin düşünce ve kurumsal yapısı ol
parçası olarak görüyordu. duğu kadar, siyasal toplumsal sınıflandır
Batıcı ekolün önde gelen isimlerinden ma sistemini belirleyen de dindi. OsmanlI
Celâl Nuri, ‘medenileşme’ kavramının ay lar kendilerini, öncelikle İslâm aleminin,
nı zamanda bir ulusallaşma sürecini içer Batı’yı da Hıristiyan aleminin temsilcisi
diğinin farkındaydı, (1330 ?) yazdığı Mu olarak görüyorlardı. Bir yenilgi söz konusu
kaddem t-ı Tarilıiye’de artık dünyada ‘dini ise bu aynı zamanda İslâm’ın yenilgisiydi.
hislerin yerini millî hislerin’ aldığım söy Koyu Batıcılardan biri olan Kıhç2ade
lüyor, ancak bunun uzun bir zaman dili Hakkı için bile bu böyle idi; Kılıçzade
minde gerçekleşebileceğini, Osmanlılar (1329 ?) da şöyle diyordu; “ Düşünmeye
için henüz bu koşulların, varolmadığını muktedir olduğum günden beri ...Millet-i
ileri sürüyordu. O yüzden de, “Milliyet Osmani ile dinen merbut olduğum alem- i
münhasıran dinin bir şekli olmak üzere İslâm’ı düşünür ve onların -Hıristiyanla
gösterilmelidir İd esasgir olabilsin”2 öneri rın şevket ve saadetine mukabil- duçar
sinde bulunuyordu. bulundukları sefalet ve felaketi kemal-i
L A İ K L İ K VE K A R Ş I L A İ K L İ Ğ İ N D Ü Ş Ü N S E L B O Y U T U
1928de yeni harflerin kabulünden hemen som a “Millet Mektepleri Teşkilâtı ”kurularak
okumayazma seferberliği başlatıldı. 1928/29’d a yaklaşık 17 bin Öğretmen, 20 bini
aşkın derslikte 600 bin vatandaşa yeni harfleri öğrettiler.
yeis ve elemle derpiş ederek esbab-ı m ua görüyordu, Toplumların refaha ulaşması
faesin i teharri ederim" (Kılıçzade Hakkı, olgunlaşmalarına bağlıydı, olgunlaşma
1329(1913/1914]). nın koşulu ise, dinsel düşüncenin yerini
Temel sorun, ‘tarihin gidişatına’ ayak bilimsel akılcı düşünceye, buna paralel
uydurmak, İslâm dünyasına galebe gelen olarak dinsel kurumların yerini seküler
Batı’yı izleyerek yükselme imkânı bul olanlara bırakmasıydı.
mak, OsmanlI’nın çöküşü ve giderek yo- Cumhuriyet’in temelini attığı ulus dev
kolmasını önlemekti, Osmanlı aydınları, letin temelindeki laiklik ilkesinin gerisin
İslâm aleminin Batı karşısındaki yenilgi deki, II. Meşrutiyet devrinin Garbctları ta
sinin nedenlerini kurcalamaya giriştikle rafından çekingen bir uslupta, Cumhuri
rinde tanıştıkları Batı düşüncesi ve Ay yet’in kuruluşunun ardından ise, net ve
dınlanma felsefesinin ürünü olan düşün açık olarak ifade edilen düşünce budur.
celer; Osmanlı imparatorluğunun tari 1927’de Cumhuriyet gazetesinde yayımla
hin ileriye doğru giden, toplumları refah nan bir makalesinde; “( ...) Millet-i Türk
ve saadete ulaştıran trenini yakalamakta lüğü müdafaa ve İ’la eylemek hususunda
geciktiğine işaret ediyordu. Batı’da hakim eski surlardan fazla kıymeti olmayan mû-
olan ve Osmanlılar’ı da etkileyen poziti- esseselerin etrafında toplanmaya davet et
vist düşünce dünyası; toplumların sela mek ( ...) cahilane ve mecnunane değil
metini, dinsel-metafizik düşüncenin ye midir?" diye soran Vasfi Raşid, laikliği bu
rini bilimsel-akıkı düşüncenin almasın temelden harekede tanımlıyordu; ona gö
da görüyor, dinî kurum ve düşüncenin re, “( ...) ilim ve irfanın menbaı olan aklı
belirlediği toplumsal hali, toplumların beşerin ahlaki ve içtimai kıymetine iman
tarihinde bir tür çocukluk devresi olarak etmek, akı! ile mücehhez ve terbiyeye
K E M A L İ Z M
müstenid olan beşere itimad etmek layık- ve ihtilal hareketlerini muaffakiyetle geçi
lığm illet ve esasıdır, cumhuriyetin cevhe rerek tekamül etmiş olmadığından, el-
ridir ( ...) layıklıktan mücerred bir cum yevm (...) skolastik ve Calili usulu tefek
huriyet aynen ruhsuz bir cevherdir.”3 küre mahkum bir halde olduğundan”4 bu
Son devir Osmanlı aydınları ve özellikle tarihî vazifeyi yerine getirmek toplumun
Cumhuriyet idaresinin kurucuları, yenilgi seçkinlerine düşüyordu. Yusuf Akçura,
ve çöküşün tespitini yapıp, çözüm yolları Cumhuriyet’in kuruluşunun hemen ar
nı keşfettiklerine kanaat getirdikten sonra dından; “Efendiler, tarih bize naklettiği
da kendilerinin tarihi bir va2ife ile karşı bütün inkılâblarm muayyen gayelere vu
karşıya olduklarını düşünüyorlardı. Onla sul azminde bulunan şuurlu bir ekaliyetin
ra göre, Batı’da kendiliğinden vuku bulan metin, fedakâr ve icabında şedid faaliyet
gelişm e bizde yaşanmadığından, yani ve harekatıyla vuku bulduğunu gösterir”5
“Şark medeniyeti intibah, ıslahat-ı dinîye diyordu. Abdullah Cevdet, “kabaM ilmi-
L A İ K L İ K VE K A R Ş I L A İ K L İ Ğ İ N D Ü Ş Ü N S E L B O Y U T U
ye fenniye neyi istilzam ederse, avamın lumun dine bağlı geniş kesimleri henüz
hoşuna gitmese bile onu iltizam etmek çocukluk devrinde sayıldığından, bilimsel
idare adamları için bir vazifedir” diyen İs düşünceyi özümseyerek olgunluğa erişmiş
met Paşa’ya katılmakla kalmayıp, ‘avam’m seçkinleri onlara vasi tayin etmek doğal
değişimi kolay kabul etmeyeceği ihtimali kabul ediliyordu. Mustafa Şekip, ‘Halkda
ne karşı ona destek veriyordu, zira; “avam Zihniyet’ başlıklı makalesinde bu düşün
eski çarığım bile yeni çarıkla tereddüdsüz ceyi çok iyi ifade ediyor; “En basit bir mü
mübadele etmez’ dı,6 şahede her yerde ve her milletde halkın
Aydın-bürokrat seçkinlerin topluma ön münevverlerden ziyade ibtidai zihniyete
derlik etme iddiaları pozitivist tarih anla yakın olduğunu gösterir.”7 Abdullah Cev
yışı ile uyum içindeydi. Nasıl toplumlar det’in benzer ifadesi ile, “Havasın dini
dinsel düşünceye dayandıkları dönemde ilim, avamın ilmi din” di (Abdullah Cev
çocukluk devrini yaşıyor sayılıyorsa, top det, 1912: 66), bu durumda ‘havas’ın yani
K E M A L İ Z M
nun reformuyla görevinden alınması yapmış, ölümüne kadar bütün dil ku
nı başka türlü izah edemeyiz. Öte rultaylarında bulunmuş, dilde Özleş-
yandan olabildiğince açık bir teoriye meciliğİ savunmuştur. Fakat Öztürk
sahipti: Türk İnkılâbının Osmanlılık "politik" bir kişilik olamamıştır, daha
tan tamamen sıyrılması gerektiği dü çok düşünsel, teorik düzeyde kalmış
şüncesi. Bu düşünce elbette önemliy tır. Nitekim eğitimi, yetişmesi, teorik
di. Fakat daha geniş bir toplumsal-si- gelişimi II, Meşrutiyet döneminde
yasal programatiğe ihtiyaç duyan oluştuğu ve Darültünun'da hocalık
Cumhuriyet'in seçkinleri için çok na- yaptığı için tipik bir Cumhuriyet aydı
ifti; rejimin belki sadece Reşit Galip nı da olamamıştır. Zaten Cumhuri
gibi, Afet İnan gibi "oluşturulmuş" ay- yet'in özellikle seküler, laik bir top
dınlara-ideologlara ihtiyacı vardı. Re lum için olmazsa olmaz temeli olan
cep Peker gibi siyasal kurumsallaşma Osmanlı karşılığı ve eleştirisini çok
202 da, politik oluşumda belirleyici, yön ileri düzeylerde savunduğu halde bir
lendirici yöneticilere ihtiyacı vardı. Cumhuriyet ideologu olarak yeterli il
Cumhuriyet'in 1930'lardakİ kitlesel- giyi görememiştir,
politik-ideolojik şekillenmesinde de Halil Nimetullah Öztürk, Kema-
rinlikli olmayan, tarihsel arkaplanı lizmin özellikle 1930'laıda yeni kim
çok yeterli bulunmayan, Atatürk kül lik sürecinde Önemli rol oynayan Os-
tüne çok bağ(ım)lı aydın ve ideologla manlı-İslâm geleneğini en ciddi sor
rın büyük etkisi bulunmaktadır. Gü- gulayan aydınlarımızdandır, İnkılâbın
neş-Dil Teorisinin oluşumu ile "ırkçı" felsefesini "O sm an lı Cumhuriye-
açılımları içeren tarih tezinin şekillen ti'nden Türk Cumhuriyeti'ne geçiş"
mesi ve gerçekdışı temalara kayma olarak sistemleştirmiştîr. (Öztürk;
sında, yeni devlete ve onun liderine 1927: 1287) Dolayısıyla yeni devletin
çok bağ(ım)Iı aydınların önemli fonk siyasal, toplumsal yapısı, Gökalp'in
siyonları bulunmaktadır. Cumhuri saptadığı gibi "Türkleşmek, İslâmlaş
yet'in seçkinlerinden Halil Nimetui- mak, Muasırlaşmak" değil, daha farklı
lah Öztürk de, düşüncesinin varabile düzeyde "Türkleşmek, Layıklaşmak,
ceği en üst noktalara ulaşmış, Birinci Çağdaşlaşmaktır (Öztürk: 1953). Bu
Tarih Kongresİ'ne katılıp bir konuşma yorum, dini bir milleti oluşturan un-
aydınlanmış seçkinlerin, ülkeyi selamete laiklik onlar için hayatî önem arz ediyor
çıkarmak için, ‘avam’ı yani dinî düşünce du. Meşrutiyet dönemi. Batı uygarlığının
nin etkisi altındaki geniş halk kitlelerini, üstünlüğünün genel olarak kabul görme
ileri bir toplum oluşturmak üzere dönüş sine karşı din konusunda kararsız ve çe
türmesi gerekiyordu. Cumhuriyeti kuran kingenlik gösteren tanışmalarla geçmişti.
lar için laiklik bu dönüşümün temel ko En koyu Batıcılar bile, kendilerini İslâm’ın
şullarından biri, belki en önemlisiydi. ilerlemeye engel teşkil etmediğini ispat et
Yeni idarenin kurucuları, ülkeyi felakete mek zorunda hissetmişlerdi. Celâl Nu
sürüklediğini düşündükleri süreci tersine ri’nin ‘İslâmiyet ilerlemeye engel midir?’
çevirmenin yolu olarak gördükleri tarihin sorusuna verdiği cevap, ‘hayır degildir’di,
ileriye doğru giden trenine yetişebilmek sorumlu tutulması gereken İslâmiyet’in
içirt, dini, özellikle İslâmiyet’i en büyük mevcut haliydi,8 İslâmiyet’in yanlış anla-
engel olarak görmekleydiler ve bu açıdan şılmasıydı.s Yine koyu Batıcı Abdullah
L A İ K L İ K VE K A R Ş I L A İ K L İ Ğ İ N D Ü Ş Ü N S E L B O Y U T U
Cevdet, aynı tezleri savunuyordu; sorun muuna, zihniyetine, tarzı telakkisine, ru
doğrudan İslâm değil, Islâm’ın yanlış anla huna kafasına, dimağına, kalbine, atfet-
şılması, hurafeye dönüşmesi, siyasî istib meliyiz ( ...) kurtulmak, yaşamak, idame-i
dada alet olmasıydı.10 mevcudiyet etmek istiyorsak hayatımızın
Oysa, Ahmet Ağa oğlu’mm ifadesiyle, İs ( ...) umumisi ile -yalnız libasımızı ve ba
lâm medeniyeti mağlup, Garp medeniyeti zı müessese! erimiz i değil- kafamız, kalbi
galipti ve medeniyeti kısmen benimsemek miz, tarz-ı telakkimiz zihniyetimiz itiba
mümkün değildi. Şöyle diyordu; "Garb riyle de ona uymalıyız. Bunun haricinde
medeniyetinin tevafuk ve galebesini kabul halas yoktur."11
ve itiraf ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Cumhuriyet idaresi, bu konudaki tüm
Ediyorsak o galebeyi yalnız ulum ve funu- tereddütlere son vererek, ‘kurtuluş yo-
na ve hatta bazı siyasî ve içtimai teşkilata iu’ndaki tüm engellere son verecek olan
atfetmemeliyiz. Bütün medeniyetin mec- reformları dayandırdığı laiklik ilkesini be-
E M A L I Z M
nimsemiştir. Bu reformlar öncelikle, mo Diğer taraftan, laiklik modern bir ulus
dern bir toplum inşasına temel teşkil eden ve ulusal kimlik oluşturma tasarısının ay
kurumsal ve toplumsal dönüşümlerin tü rılmaz bir parçasıydı. Cumhuriyetin he
müne zemin hazırlamayı hedefliyordu; deflediği siyasal kimlik artık, tereddütsüz
dinsel kurum ve hiyerarşilerin yanı sıra, ulusal kimlik olmuştur. İslâmiyet kaçınıl
geleneksel topluma özgü tüm kurum ve maz olarak bu kimliğin asli unsuru olma
hiyerşileri ortadan kaldırıyordu. İnsanla ya devam etse de. Cumhuriyetin kurucu
rın evrensel eşitliği ilkesinin benimsenme ları kuramsal planda, ulusal kimliği sekü-
siyle, sadece dinî değil, geleneksel toplu ler çerçevede tanımlama yoluna gitmişler
ma özgü tüm unvan ve ayrıcalıklara son dir, Bu II, Meşrutiyet döneminin dinî içe
veriliyordu. Laiklik ilkesi bu yönüyle, ge riği ağır basan Türkçülük anlayışından
leneksel toplumdan modern bir topluma farklılık gösteren bir millî kimlik anlayışı
dönüşümün çerçevesini belirliyordu. dır. Birinci Dünya Savaşı sonunda, özel-
L A İ K L İ K VE K A R Ş I L A l K U l f i l N D Ü Ş Ü N S E L B O Y U T U
arasında da ilginç bir ayrıma gider. koben geleneğin izlerini taşır. 1947
Türk dünyası Osmanlılıktaki ümmet yılında kendi yayımladığı Ergene der
devrini geçmiş ulus devrine girmiştir. gisindeki özellikle "Kara Kuvvete Kar
Ona göre 'Ümmet' devrinin üzerinde şı" adlı yazılarında çok açık olarak
yürüdüğü yol "islâmcılık"tı, ulus dev dinseîîiğîn artışını ve özellikle D in
rinin üzerinde yürüdüğü yol ise Yolu, Selam et. Sebilürreşat gibi İslâm-
"Türkçülük” olacaktır. Bundan dolayı cı dergileri ağır biçimde eleştirmiştir.
Müslüman başka, İslamcı başkadır. Devletin dine müdahale etmesi gerek
Her islâmcı Müslümandır fakat her tiğini "hac yolculuğuna çıkan yurttaş
Müslüman İslamcı değildir. Biri bir larımızın ... soyulup soğana çevrilme
devri henüz din olan ile din olmayanı lerimden dolayı "bu acıklı yolculuğa
birbirinden ayırmayarak her şeyi din İzin vermemek, bütün bunlar ortadan
gören "Osm anlılık" devrini gösterir, kalkıp düzelinceye kadar eskiden o l
öteki ise "Türklük" devrini gösterir. duğu gibi yine hacca gitmek iznini 205
(Öztürk, 1953: 91) kaldırmak" gerektiğini belirterek çok
Bu yorum dinin ulusçu (anti-Os- açık olarak devletin dine müdahalesi
manlıcı boyut) düzleminde ele alın ni savunmaktadır. Böyiece Öztürk,
malıdır. OsmanITmn İslamcılığı başka Osmanlı toplumunun metafizik bir
bir din, Türk'ün Müslümanlığı başka hayat olan "üm m et" yapısı içinde
bir dindir. Öztürk, yeni devlete özgü İslamcılık dininin etkisinde olduğunu,
olarak İslâm'ı Müslümanlık yorumuy oysa "ladini Cumhuriyet" olan yeni
la Türkleştirmeye, uluslaştırmaya çalı devlette ise, "fizik" gerçeklik olan
şırken, kendisinin de içinde yer aldığı "Türklük" duygusunu "Müslümanlık"
dinde reform tasarısında ise dinin bi olarak yaşamakta olduğunu savunur.
limsel esasları dahilinde düzenlenme Halil Nimetullah Öztürk, Cumhuri-
si amaçlanmıştır. OsmanITmn şeriat yet'in dinin fonksiyonlarına karşılık
ile yönetilen yabancı bir dine dayan milliyetçilik duygusunu yerleştirmeye
dığını belirten Öztürk, yeni devletin çalışmasının ilginç bir yorumunu su
dine tanıdığı alanı bireysel vicdanlar nar. Bu çerçevede İslâm'ı Türkleştir
la sınırlı tutmaya çalışırken pozitivist meye çalışarak dinsel bir ulusçuluk
teorinin, hem mühendislik hem de ja- çabasına girer.
likle Arap nüfusun tutumu, ardından İs karşı gelişen bir tarihi uyanış hareketi ol
tanbul hükümetlerinin, şeyhülislâm fetva duğu gibi tesbitlere bırakmıştır. Milliyet
ları ile, dinî gerekçelerle Millî Mücadele’ye çiliğin pozitivist açıklaması için gerekli
karşı çıkmaları, millî kimliğin seküledeş zemin zaten hazırdı; Mustafa Şekip, “Bu
mesini kolaylaştırmış, en azından buna iyi günkü insanı anlamak için nasıl tek hüc
bir mazeret oluşturmuştur. Cumhuriyet’in reli hayata kadar rücu ediyorsak, milli
kuruluşunu takiben, millî kimliğin sekü- yetçiliği anlamak için de onun doğmaya
ler tanımı büyük ölçüde bu gerekçelendir başladığı zamanlara kadar geri gitmek la
me üzerinden yapılmıştır.12 zımdır” diyor ve geriye gittiği zaman mil
Sektiler milliyetçiliğin önünün açılma liyetçiliğin kiliseye karşı mücadelelerden
sıyla; din konusundaki ikircikli ifadeler doğduğunu ve insaniyetin ilerlemesinin
yerini, sekülerligi vurgulayan milliyet ta koşulu, olduğunu tespit ediyordu.13 Da
nımlarına, m illiyetçiliğin aslında dine hası, seküler millî kimlik, laikliğe millî
K E M A L İ Z M
taraflı bir algı sorunu değildir. Batılılar da İslâmiyet’e karşı kurulmuş muazzam bir
meselenin şeklî boyutunu en az Cumhuri tuzağın timsali olarak görülmüştür.
yetçiler kadar önemsiyorlardı. Cumhuri Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında
yetin kuruluş yıllarına ilişkin gözlem ve ‘inkılâplara’ tepkilerin sindirilmesi ve mo
değerlendirmelerden oluşan kitabında Pa dern, Batıcı laik cumhuriyet programının,
ul Genziton şöyle diyordu: “Müslümanla tek partili bir rejimle hayata geçirilmesi
rın şapka giymeleri, bu sırada Batıklara nin ardından, laiklik ilkesi çerçevesindeki
önemi az bir ayrıntı gibi görünebilir. Oy uygulamalara karşı ilk yasal ve demokra
sa, bu reform Mustafa Kemal’in gerçekleş tik muhalefet, 1945le çok partili hayata
tirdiği reformlann en ağır sonuç verenle geçişle birlikte boy göstermeye başladı. II.
rinden biridir ( ...) bugüne kadar bütün Meşrutiyet döneminde çıkıp Cumhuri-
Doğu, bir kısmı mümin yani müslüman- yet’in ilk yıllarında yayını son bulan,
lar, diğeri ise mümin olmayanlar yani Hı- İslamcı dergi Sebilürreşod bu dönemde Eş
risliyanlar diye ikiye bölünmüştü. Bunlar ref Edip yönetiminde tekrar çıkmaya baş
taşıdıkları başlıklarla ayırt edilirlerdi., .bu ladı Bu dergi ve yine o dönemde yayım- 207
gün...Allah’ın sevgilileri, peygamberin to lanmaya başlayan benzerlerinde, Cumhu
runları, imansız dedikleriyle giyiniş bakı riyetin laiklik anlayışına ilk, üstü kapalı
mından bir oldular. ( ...) Bu dış benzeme eleştirilere rastlamak mümkündür. Ancak,
in am İmayacak bir yakl aşı md ı r”.17 Cumhuriyet Türk iyesi’nd e, laiklik konu
sunda, Meşrutiyet döneminin Islâmcı tez
CUMHURfYET LAİKLİĞİNE lerinden sözetmek imkânsızdır, Söylene-
MUHALEFET VE LAİKLİĞİN bilenler; artık, ‘demokrasi’ ve ‘din hürriye
_______ MUHAFAZAKAR TANİMİ ti' çerçevesine taşınmak durumundadır.
Eşref Edip, Sebilülreşad'da CHP’nin din si
Diğer taraftan, Genziton’un dediği gibi, yasetinden “demokrasiye muhalif zihni
'Şapka Devrimi’ veya genel olarak Cumhu yet”, laiklik anlayışından “din hürriyetini
riyet devriminin, gündelik hayat ve sem tahdit” olarak bahseder. DP ile inişli çıkış
bolik alanda, kanun çıkararak gerçekleştir lı bir ilişki kuran dergi, CHP ile aynı, hal
diği değişimler, en çok tepki topluyaıı ve ta daha “sert” bir laiklik anlayışına sahip
sorun haline gelen değişimlerdir. Yine, olduğu için, başlangıçta, DP’nin din siya
Genziton’un gözlemi isabetlidir; kılık kıya setinden genelde şikayetçidir. DP’nin laik
fetin Müslümanlar için dinî olmanın öte lik tanımı daha serttir, zira, CHP progra
sinde, daha doğrusu dinî olanla özdeşleş mında laiklik “kanunların muasır medeni
miş tarihi önemi vardır. Dahası, şapka ve yete, ilim ve fenlerin temin eniği esas ve
ya başka Batılı kisveler, Müslümanlar için şekillere ve dünya ihtiyaçlanna göre yapıl
yüzyıllarca, kendilerini Müslüman olma ması” şeklinde tanımlamasına karşın,
yanlardan sadece ayırt etme aracı değil, ay DP'nİn tanımı “hiçbir din düşüncesinin
nı zamanda üstünlük sembolü idi. Cum kanunların tanzim ve tatbikinde müessir
huriyet devrimine muhalefetin kalkış nok olmaması"18 şeklindedir.
talarından en önemlisi; özellikle laiklik il Bu arada, siyasî çıkışını büyük ölçüde
kesi çerçevesinde gerçekleştirilmeye girişi dindar muhafazakâr tepkilere dayandıran
len değişimlerin, koşulsuz bir teslimiyet DP çevresi, kendine has bir laiklik formü
olarak algılanmasıdır. Kılık kıyafette ve lü geliştirdi. Muhafazakâr bir laiklik yo
kültürel hayatın diğer alanlarında Batılılaş rumu diyebileceğimiz bu formül mevcut
ma. muhafazakâr aydınlar ve dindar halk laik devletle muhafazakâr tepkileri müm
kesimleri tarafından, başından itibaren. kün mertebe uzlaştırmayı hedefliyordu.
Batı'ya koşulsuz teslimiyetin ve dolayısı ile DP’nin ideologlarından Ali Fuat Başgil,
K E M A L İ Z M
D İ P N O TL A R
1 Kılıçzade Hakkı, "Pek Uyanık Bir Uyku", Içtihad, 11 Ağaoğlu Ahmet, "Üç Medeniyet," Tü rk Yurdu,
No.SS, Şubat 1328 (1912), "Rüya", ttıkad-ı S a v C.1, No. i
laya llan-ı H a rb , İstanbul: Sancakcıyan Matba
12 Ağ aoğ Iu Ahmet "M i11iyetçi Iik Ce reya n ının Esas
ası, 1329(1913-14)
la rı," Türk Yu rd u , 1925, c.2, no.11. vd.
2 Celâl Nuri, M u k a d d e ra t-ı T a rih iy e , İstanbul:
13 Mustafa Şekîp, "Milliyetçilik Mefkuresinin Tah
Matbaa-ı Içtihad, 1330 (1914/15), s.280
lili," M illi M ecm ua, 1 Teşrinevvel 1926. No.70
3 Vasfi Raşid, "Layıklık", Cum h u riyet, 20 Ağustos
14 Yunus Nadi, "Bir Medeniyet Merhalesi," Cum
1927
huriyet, 30 Teşrinsani 1928
4 Akçuraoğlu Yusuf, A s ri Türk D evleti ve M ü n ev
15 "Halkçılık-Garbcılık," Konferans, Tü rk Y u rd u ,
ve rle re Düşen V a zife, Türk Yurdu, c,2, no.13,
Mart 1928
1925
5 A.g.e. 16 Siirt Mebusu Mahmud, "inkıiab Sahasında Yeni
Bir Hamle Daha," H a kim iyet-i M itliye, 1925, No.
6 Abdullah Cevdet, "Yolumuz Aydınlandı", İç tı- 1519
had, 15 Haziran 1925
17 Paul Genziton, M ustafa K e m a l ve Uyanan D o
7 Mustafa Şek ip, Halkda Zihniyet, M illi M ecm ua, ğu, Ankara, 1983, s.108 (ilk basımı Cumhuri
10 Kanunisani 1340 yetin ilk yıllarında olsa gerekir.)
3 Celâl Nuri, "İslâmiyet Manİ-i Terakki midir?," 18 Eşref Edip, "Partilerin Din Siyaseti," S e b ilû ıre -
E d e b iy a t ı U m u m iy e M ecm u a sı, 1918, no,38, şad, Nisan 1950, zikreden, Fahrettin Gün, Seb i-
90-91 lürreşad Dergisinde D in, Siyaset ve La iklik, Yük
9 Celâl Nuri, "Islâmda Vücub-u Teceddüd,' inti sek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Ortadoğu
ha d, 15 Kanunisani 1327 (1912), no.39-40 ve Islâm Ülkeleri Enstitüsü, 1998
10 Abdullah Cevdet, "Cihan-ı Islâm'a Dair," İçti- 19 Celâl Nuri. M u k a d d e ra t ı T a rih iy e , İstanbul:
had, 11 Temmuz 1327(1911) Matbaa-I Içtihad, 1330 (1914/15), s. 182
Kemalist Milliyetçilik
AH M ET YILDIZ
Hanedanlık karşıtı, İslâmî olmayan ve et dir; somut varlığının ötesinde millî var
nik imalar barındıran mülkî açıdan sınır lıkla kaynaşmış, soyut/kutsal bir niteliğe
lanmış bir milliyetçilik. sahiptir. Atatürk temi, Kemalist milliyet
Yeni adlandırma süreci içinde “vatan" çiliğin seküler evreninin en kutsal disku
kavramı da semantik bir dönüşüm yaşa rudur.
mış, seküler kutsallığın şiarı olarak Türk K em alist m illiy etçiliğ in sem boller
vatanı, vatan kelimesinin yerel (kişinin dünyasına ilişkin nottan burada noktala
doğduğu ve büyüdüğü yer) ve dinî (İs yıp, siyasî gelişim sürecine baktığımızda
lâm şeriatinin hüküm sürdüğü yer) an son derece “rasyonel” bir “mevcut du
lamlarından arındırılıp, pantürkçü ve pa- rum muhasebesi" ile karşılaşırız. Kema
nislâmcı sadakatlere ikame edilerek, da list milliyetçilik, savaş sonrası dönemde
ha sonra geliştirilecek tarih tezi aracılı ki revizyonist eğilimin dışında kalmayı
ğıyla milliyetçi sadakat mercilerinden bi yeğleyerek mülkî açıdan “büzülmeci" bir
ri olarak tanımlanmıştır. Böylece mülkî politika izlemiş, böylece her türlü ir re-
(teritoryal) milliyetçiliğin havası, orma dentist niyete set çekmiştir. İlk defa Bal- 21
nı, denizi, dağı, toprağı ve seküler nite kan Savaşları sonunda (1913) imzalanan
likli yeni ziyaret mekânlarıyla kutsallık barış antlaşmasıyla çizilen ve Millî Mi-
arz eden, uğrunda seve seve can verilen, sak’la teyit edilen sınırlar, yeni Türkiye
tek bir çakıl taşının bile kem gözlerden Cumhuriyeti’nin değişmez sınırları ol
esirgendiği “y u rtçu ” söylem i, Yakup muştur, Bu mülkilik, İslâmî bir referans
Kadri’nin Yabcm’ında tasvir ettiği kıraç, taşımadığı gibi, millîliğin Mustafa Kemal
verimsiz, bakımsız, “ilham vermeyen” ve Paşa tarafından yapılan yorumu, daha
“kutsallık" arz etmeyen “vatan" imajının “evrensel" nitelikler taşıyan pantürkçü
yerini almıştır. Yeni Türkiye Cumhuriye ve panislâmist referansların reddine da
tinde “Allah ve Sultan" hükümranlığını yanmaktaydı.
yitirmiştir; artık “Her şey vatan için”dir. Bu yüzden, imparatorluktan Cumhu
Kemalist milliyetçilik, seküler bir ko riyete geçişle belirginleşen “millî siya
lektif tasavvur oluşturabilmek için mülkî s e t in doğuşu, Osmanlıcılık, milletlera
milliyetçiliğin yanı sıra, hatta daha da rası komünizm, panislâmizm ve pantür-
fazla, etnik temalara başvurmuştur. Et kizm gibi her çeşit “millet-ötesi kardeş
nik m illî tasavvurun temel figürü de, lik" hayallerini sona erdirmiştir. Kema
millî türeyiş destanının ezelî/ebedî bir list milliyetçilik, Tanzimat’la belirginleş
mevcudiyet olarak Türk milletini, esaret meye başlayan devlet merkezli modern
ten hürriyet ve kurtuluşa götüren yolda leşme geleneğinin radikal bir versiyonu
rehberlik/ebelik yapan bozkurt figürü olarak, devletin nasıl kurtarılacağı soru
dür. Dönemin mimarisinden şiirine, para suna Osmanlıcılık, panislâmcılık ve pan-
ve pullarından m arşlarına kadar tüm türkçülükten oluşan "üç tarz-ı siyaset "m
millet inşa araçlarında bozkurt figürü önerdiği “ek lek tik ” çözüm leri açıkça
nün varlığı izlenebilir. Bu tarihsel efsane reddetmiştir. “Türk" isminde sembolik
yaşayan bir “efsane" ile kaynaş tın İm ıştır: yansımasını bulan etnik niteliğe dayalı
Mustafa Kemal Atatürk, “Gazi," “En bü bir m ülkilik anlayışını benim sem iştir
yük baş," “Büyük Ş e f’ ve nihayet “Ata (inan, 1971: 121), Yeni devletin adı olan
türk" olarak Mustafa Kemal, tüm mille Türkiye de, bu etnik İmalı mülkilik anla
tin babası/kaynagıdır yani “Bozkurt"tur. yışının bir başka sembolik yansımasıdır.
Bir milletin varlığının eşlendiği kurucu Osmanlı imparatorluğumun dağılma
bir ilke olarak Mustafa Kemal Atatürk, sı, bütünüyle Müslüman halklarla mes
Kemalist milliyetçiliğin de kurucu İlkesi kûn millî bîr devletin kurulmasına yol
K E M A L İ Z M
213
Mustafa Kemal, İnebolu Türk Ocağı’m ziyaretinde, 1912 de kundan ve kültürel kimliğe
dayak Özcü bir milliyetçilik anlayışım yayan Türk Ocaktan, 1927’d en itibaren GHP’nİn
güdümüne alınmaya başlamıştır. Ocaklar, Tek Parti rejiminin kültür pofitikalanmn
önemli b ir a m a olarak işlev görmüştür. Ancak kendi örgütsel geleneğinden ve yaygın
ilişki ağından dolayı özerk bir toplumsal ve politik odak olabileceği endişesiyle 193} ’d e
kapatılacak, yerine doğrudan yönetimin denetimim tâbi Halkevleri kurulacaktır.
bunlardan biridir. “Kuvvetli cumhuri bir cevherdir.” Tarihin yeni Türk millî
yetçi, milliyetçi ve laik vatandaşlar” ye kimliğinin kurucu unsurlarından birisi
tiştirmek, eğitimin (millî talim ve terbi olarak kullan ılm ası, "seciy e-i m illî,”
ye) her aşamasında en çok önemsenen, “Türk’ün kabiliyet ve kudreti" vb, ifade
telkini zorunlu temasıdır. “Büyük Türk lerin de gösterdiği gibi, her zaman etnik
tarihi”nden mülhem olarak millî karak temalar barındırmaktadır. Genel olarak,
terin yüceltilmesi, “büyük bir emel" ola CHP programlarında m illiyetçilik, sa
rak telakki edilmektedir. “Büyük Türk vunmacı ve modernleştirici/Batılılaştıncı
ıarihi’’nin öğretilmesi, partinin büyük bir ilke olarak belirmektedir. Bir taraftan
Önem atfettiği bir husustur; çünkü “bu Türk milletinin özel vasıflarının korun
bilgi Türk’ün kabiliyet ve kudretini, nef ması vaz edilirken, bir taraftan da mil
sine itimat hislerini ve millî varlık için letlerarası arenada, ilerleme ve gelişme
zarar verecek her cereyan önünde yıkıl yolunda diğer milletlerle uyum içinde
maz mukavemetini besleyen mukaddes olm ak ön erilm ekted ir. Bu yaklaşım ,
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
yen dönemde vücut bulmuş ve büyük öl birlik, otorite ve eşitlik sıralam asıdır,
çüde son dönem Osmanlı sivil-askerî bü (Huntington, 1968: 347-348).
rokrasisine dayanmıştır (Rustow, 1981). Türk millî kim liğinin Kemalist inşa
Millî kurtuluş hareketlerinin ilk örneği sürecinde hukukî-siyasi (seküler/cum-
olarak Kemalist milliyetçilik, klasik siya huriyetçi) ve etnik olmak üzere iki kuru
sî modernleşme teorisinde öngörülen cu bileşen ayırt edilebilir. Kemalist Türk
aşamalara tekabül eden oluşum sürecin millî kimliğinin etnik ve siyasi bileşenle
de önce millî topluluğa dayalı bir siyasî ri arasındaki açı büyük bir gerilim hattı
çerçeve oluşturup siyasi sınırları tanım na otursa da, bu kurucu bileşenler Türk
lamış, sonra millî siyasî liderliği kurum millî kimliğinin Kemalist inşasının yapı
sal olarak pekiştirmiş ve nihayet sosyo sal unsurlarıdır, Türk millî kimliğinin
kültürel ve ekonomik reformlara giriş Kemalist inşa süreci, birbirini izleyen ve
miştir. Takip edilen sıra, en etkili moder 1919-1938 yıllarını kaplayan üç döneme
nizasyon safhalaması olarak kabul edilen ayrılabilir;
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
nün "radikal" bir şekilde kalkındırılma Türk'ün ilk ödevidir. "Biz yer ve gök
sı gerektiğini belitten Bozkurt'a göre, için, ot ve su için milliyetçi değiliz".
işe bucaklardan başlanmalıdır. Bütün Büyük bölümü işçi ve köylü olan Türk
kültürel, sosyal ve ekonomik kurumlar ulusunun mutlu yaşamasını İstiyoruz,
burada yer almalıdır. Okullar, sağlık işçi ve köylü olan çoğunluğu dikkate
merkezleri, kooperatifler, kredi kurum almadan "ileri sürülen milliyetçilik
lan, İdarî, malî ve ziraî kuruluşlar, ada davası: bize SezarTarın anladığı milli
let kurumlanılın küçük birer örneği bu yetçilikten fazla bir şey ifade etmez.
caklarda olmalıdır. Türk köylüsü kal Buna insanlığın üstünde şahsi saltanat
kınmadıkça, Türk ulusunun yükselmesi kurmak derler". Bozkurt'un milliyetçi
mümkün değildir. "İtiraf etmek lazım lik anlayışının Kemalist milliyetçilik
dır ki Türk İhtilali'nin prensipleri idare anlayışı İle yer yer ters düştüğünü söy
mizde henüz esaslı bir yer almamıştır. lemek mümkündür. Kemalist milliyet
218 Radikal bir değişiklik yapamamıştır. Bu çiliğin temel tezi "Ne mutlu Türküm
prensiplere göre istenilen yenilikler ba diyene" iken Bozkurt "Ne mutlu Tür
şarı lama mıştır. Yapılan işler azametli küm diyebilene" demektedir.
dir. Bundan şüphe yoktur. Bundan bi Koyu milliyetçiliği ve sol eğilimleri
raz da köyler nasip sahibi olmalıdır ki, ile dikkat çeken Bozkurt'un bir başka
köylü (Atatürk İhtilalinin nimetlerini, özelliği de, 1930'larda Mason locala
güzelliklerini tadabilsin". rının kapatılmasında baş rolü oyna
Bozkurt bu "sosyal" içerikli görüşle masıdır. 1931 ve 1932 yıllarında ba
rinin yanı sıra, koyu milliyetçiliği ile sındaki yazıları İle masonluğa karşı
dikkat çekmektedir. Bozkurt'un milli savaş açan Bozkurt ve partideki diğer
yetçiliğinde de ekonomik görüşler ağır masonluk karşıtları, 1935 C HP prog
basmaktadır. Ona göre, modern milli ramına uluslararası amaçlarla ve kökü
yetçiliğin belli başlı özellikleri arasın dışarıda dernek kurulmasını yasakla
da Türk milletinin %80'den fazlasını yan bir madde eklettiler. CHP içindeki
oluşturan köylü ve İşçinin haklarını masonlar da açık bir çatışmayı göze
düşünmek, korumak ve istemek yer alamayarak, geçici olarak mason lo
alır. Bu "M illiy e tç iy im !" diyen her calarını kapattılar. Bozkurt'un mason
sflvvur edilemeyen bir kuldur. Saadet ve 1986: 116). Hem Anadolu hem de Trak
felakette İştiraki tam kabul ve mukadde ya’yı içine aldığı için bütün Millî Misak
ratı frak kında aynı maksadı hedef ittihaz sınırlarına dönük olarak karar alan 9 Ey
eyler. Bu sakada yaşayan bitcümie ana lül 1919 tarihli Sivas Kongresi Beyanna
sıra islamiyeyekdigeritıe karşı mütekabil mesinin birinci ve dokuzuncu maddeleri
bir İtiss-i fed a ka rî ile meşhutı ve vaziyet-i de aynı n oktalan tekrarlar (Gologlu,
ırkiye ve İçtim aiyelcrine riay etkar öz 1968: 219-226). Anadolu ve Rumeli Mü-
kardeştirler." (Kansu, 1986: 114). dafaa-i Hukuk Cemiyeti Tüzüğü de aynı
hususlara yer verir,
Dokuzuncu madde, Şarki Anadolu Mu- Mustafa Kemal Paşanın bu dönemdeki
dafaa-i Hukuk Cemiyetine üyelik şartları konuşmaları, Nutuk’ta ifade ettiği “vicda
nı belirler ve üyeliği Müslümanlıkla sı nında taşıdığı millî sırrın” gereği olarak,
nırlar: “Bilcümle Islâm vatandaşlar cemi dinî sembolizmle örülüdür. Yasama faali
yetin azay-ı tabiisind end ir.” (Kansu, yetleri “şer-i şerif’ çerçevesinde gelişmiş,
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
dindışıhğın aksine, daha “rasyonel” bir Bütün bunlara bakarak, Kemalist Türk
seçenekti. Millî Mücadelenin itici gücü millî kimliğinin tanımlanmasında dinin
nü oluşturan İslâmî bağlanma, Türk, yapısal bir unsur olduğunu ileri süren
Kürt, Çerkez ve Lazların oluşturduğu tez, bütüncül bir bakış açısmdar yoksun
Müslüman etnik koalisyonunun ideolo olduğu için, pratik gerçekliğin tarihî sü
jik ortak paydasını oluşturmuştur. İşgal rekliliği yok sayma imkânına sahip ol
güçleriyle işbirliği içinde “devlete karşı madığını göz ardı etmektedir. Din, Ke
isyan’’ halinde olduklarından gayrimüs malist Türk kimliğinin inşasında isten
limlerin Ankara'da yeni toplanan Meclis meyen ama kovulamayan tarihsel ger
için yapılan seçimlere katılmalarının ya çekliğin dikte ettiği gizil bir damardır;
saklanması ve savaş yorgunu köylüleri bu damarın tasfiyesi ise zamana bırakıl
harekete geçirebilmek için kullanılan di mıştır. Unutulmamalıdır ki, ideolojilerin
lin “hilal-salip çatışması” eksenine otur pratik yansımaları, teorik durumların
ması bunun göstergesidir. “saf’ yansımaları değildir.
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
mış gözüküyor: "B ir ırk olarak Türk runun uygulanması için yeteri kadar ol-
halkı görüntü olarak Batılı halklara çok gunlaşmalarını sabırla bekler. Afet
yakındır." İnan'ın tüm yazılarına sinmiş olan ama
Afet İnan'ın hem kişisel hem de poli özellikle "Medeni Bilgiler"de çok net
tik olarak durduğu yerin en görünür ol bir biçimde hissedilen bu temalar kuş
duğu metin, dönemin onaylanmış ve kusuz, kuşaklar boyu Kemalizm'in kol-
m a kb ul metni "Medeni Bilgileredir. İlk lektif belleğinde yer eden, çoğu zaman
defa 193Q'da yayımlanan kitaba Ata ket vurucu bîr borçluluk hissinin Cum
türk'ün ölümünden sonraki baskıların huriyet'in ilk yıllarındaki yazılı İfadele
da Atatürk'ün kişisel notlan ve el yaz rini oluşturur.
maları da eklenmiştir. Afet İnan'ın tüm "Medeni Bilgiler"de İnan, millet kav
entelektüel üretimine ve kişisel hayatı ramının tanımından Türkiye'deki ban
na sinen ana tema, yani Atatürk'e karşı kalar sistemine, bakanlıklardan "hak
222 duyduğu büyük borçluluk en çok bu ve vazifelere" kadar geniş bir yelpaze
metinde belirgindir. Kitabın girişinde deki konuları hem siyaset teorisi açı
uzun uzun anlattığı gibi bu kitap da ya sından hem de Türkiye'deki uygulama
zılışını Atatürk'ün kişisel karizmasına larıyla birlikte değerlendirir. En Öne çı
ve yüreklendirmesine ve onun meclis kan tema "devlet" ve onun toplum için
lerinde yapılan verimli entelektüel tar vazgeçilmezliğidir, inan İnanılmaz bîr
tışmalara borçludur. Aslında inan'a gö el çabukluğuyla mîllet, devlet, halk ve
re bu memlekette yapılan her şey, ka cemiyet sözcüklerini geçişli olarak bir
dınların oy hakkından, laik eğitime ka birlerinin yerine kullanır: "Türk milieti,
dar varoluşunu bizzat Atatürk'ün varo halk idaresi cumhuriyetle idare olunur
luşuna borçludur. Afet inan için Ata bir devlettir." Millet, devlet, halk ve ce
türk, başka bir yazısında belirttiği gibi, miyet sözcükleri birbirini karşılayan ve
"Türk milletinin tarihini hem yazan birbirinin "mütemmim cüz'ü" olan
hem yapan, bu milletin yetiştirdiği en sözcükler gibi görülür. Ama bunların
büyük evladıdır." O bütün doğruları arasında en önemlisi "devlet"tir. O l
daha önceden görür, ama tıpkı bilge ve dukça Rousseaucu bîr tanımı benimse
şefkatli bir baba gibi evlatlarının o doğ yen İnan'a göre genel irade toplumda-
meşruiyete zemin sağlamıştır. Hiç şüphe yeni ferdî ve kolektif kimliğin belirleyi
siz, Kemalist seçkinlerin kökendeki meş cileri olarak milliyetçilik ve medeniyet
ruiyetlerini Millî Mücadele’deki konum çilik umdeleri ikame edilmiştir. Safa’nın
ları sağlamıştır. Mustafa Kemal Paşa ve da tespit ettiği gibi, tüm Kemalist re
"kadrosu”, Millî Mücadele’de cumhurî- formlar bu iki önermeden doğmuştur.
laik duruşun tam tersi “sultanî-dinî” bir (Safa, 1990: 9 1 ), Başka bir ifadeyle,
duruşu, taktik gereklerle benimsemiş, “Atatürk thti!ali’’nin iki ana umdesi bu
iktidar zeminini sağlamlaştırdıkça da, lunmaktaydı: milliyetçilik ve medeniyet
stratejik yönelimin açılımlarını kuvve çilik iradesi. Medeniyetçilik iradesi Batı
den fiile çıkarmışlardır. düşüncesi ve hayat tarzına, milliyetçilik
Kem alist m illet inşa sürecinde, Os önermesi Türklerin Orta Asya kökenine
manlI İmparatorluk maslahatlarına göre ve dil ve tarih birliğine giden yola ilet
teşekkül etmiş İslamcılık ve Türkçülük mekteydi. Ancak, hedefi itibariyle, milli
tarihin çöp sepetine atılırken, yerlerine, yetçilik iradesi de medeniyetçilik irade-
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
m illiyetçiliği ile Ziya Gökalp’in Türk “Belki dikkat edenler olmuştur; seneler
milliyetçiliğinden hatırı sayılır farklılık den beri ‘Kemalist’ tabirini ‘milliyetper
lara sahiptir. Bu yüzden Atay’a göre, Ke ver’ sözüne tercih ediyoruz. Bunun bir
malist milliyetçilik, Türk milliyetçiliği sebebi vardır: Kemalist, garpçı, layık ve
nin bir versiyonu değildir. Kemalist mil cumhuriyetçi milliyetperver demektir.
liyetçiliğin laiklikte odaklaşan medeni Sadece m illiyetperverlik, m u hafazakar
yetçilik vurgusu, hem Türkçülerin, hem ve ananeci manasına da alınabilir ve en
de Kemalistlerin Kemalizmi Türk milli geri softa taassuplarının müdafaası için
yetçiliği dışında, farklı bir kategoriye maske olarak kullanılabilir. Bir takım
koyma eğilimini güçlendirmiştir. Özel ahlak, anane ve ad etler m illî olm akla
likle Kemalistler, Kemalist milliyetçiliği müdafaa edildikleri zaman bir milliyet
Türkçülük geleneği içinde mütalaa et perver için, onları m illiyetperverliğin
mek istemez. Falih Rıfkı Atay bu eğilimi yabancı telakkisine karşı münakaşa et
şu değerlendirmeyle seslendirir: mek gUçtüı; Kemalizm, Türk milliyet-
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
yasaların kendisinde" değil, bu düzen lüğünün altını çizmek için yapar. As
lemelerin orijinal düzenlemeleri bozan lında Atatürk, yıllar öncesinden kadın
Arap ve Farslı yorumlarının egemen ol lara seçme ve seçilme hakkı verilmesi
masıdır. Dolayısıyla İslâm'ın gerici bir gerektiğinin farkındadır ancak ileri gö
Arap ve Fars yorumu altında yaşayan rüşlü bir siyasetçi olarak koşulların ol
Osmanlı kadını kağıt üzerinde sahip gunlaşmasını ve halkın buna hazır ol
olduğu hakları bile kullanamaz olmuş masını bekler. 1926 Medeni Kanu-
ve kitlesel bîr biçimde kamusal alan nu'yla kadın ve erkeği medenî haklar
dan dışlanmıştır. Milliyetçi paradigma açısından, daha sonra ise seçme ve
nın içinden konuşan inan'a göre kadın seçilme hakkını vererek de politik
lar, tarih boyunca patriyarkaya direnen haklar açısından eşit kılar. Her ne ka
veya onunla uzlaşan özneler olmak ye dar ikameti kocanın belirlemesi, evin
rine ancak modernleşme hareketlerinin reisinin koca olması, kadının çalışma
ortaya çıkmasıyla ve "eğitim" silahını sı üzerinde söz sahibi olması gibi tat 227
kullanmaya başlamasıyla kendini İfade sız ayrıntılara rastlansa da bunlar
etmeye başlar. İnan, Nigar Hanım, Fat inan'a göre aile kurumunun korunma
ma Makbule Hanım, Mihrünisa Hanım sı amacını taşır ve oldukça "ma-
gibi 19. yüzyılın ikinci yarısının kadın kul”dür. Afet İnan, kitap boyunca ka
şairlerini anlatarak hem kadınların tüm dınları Türk modernleşmesinin sem
faaliyetlerini modernleşme paradigması bolleri, Kurtuluş Savaşı'nın yiğit savaş
içinde değerlendiren bakışı temsil eder, çıları, genç Cumhuriyet'İn avukatları
hem de Kemalizmin kadın haklarını olarak görüp bu araçsallık içinde yü
gökten zembille indirerek Türk kadını celttiği, kadının özgürleşmesini bir
na verdiği resmî anlatıdan bir miktarda hak-hukuk meselesine indirgediği ve
olsa ayrılır. özellikle kadının Batılı modem görün
Cumhuriyet dönemine geldiğimizde tüsünün Türk Devleti açısından öne
İnan, gerçekçi bir biçimde kadınların mini vurguladığı ölçüde, kuru, cinsi
oy verme hakkına karşı çıkan millet yetsiz ve "bilimse!" diliyle, modern
vekillerini anlatır, ancak bunu Ata leşme paradigması ve milliyetçi dil
türk'ün biricikliğinin ve uzak görüşlü içinde kalır.
perverliğini, garpçılık, layisizm ve cum rek karşı çıkmış, ancak, Millî Güvenlik
huriyetçi İlkle tezad teşkil eden maddi ve Konseyi’ni oluşturan 12 Eylül askerî dar
manevi müessese!erden, adet ve anane besinin generalleri, Falih Rıfkı’nın belirt
lerden tasfiye etmekledir. "2 tiği noktaların farkında olarak bu itiraza
olumlu bakmamışlardır.
Bu ayırım, 1982 Anayasası görüşülür Millî siyaseti benimseyerek ilgilerini
ken de gündeme gelmiştir, 1982 Anaya kendi mülkî sınırlarına hasreden ve irre
sasının Cumhuriyet’İn niteliklerini belir dantizmi reddeden Kemalist milliyetçilik
ten ikinci maddesinde “Atatürk milliyet tasavvurunun sınırları Türkiye Türklüğü
çiliği” deyiminin kullanılmasına Türk tarafından çizilm iş, böylece Kem alist
m illiyetçi çevreleri, Atatürk’ün de bir milliyetçilik, dış politikada, kendi ayak
Türk m illiy etçisi olduğu, dolayısıyla ları üzerinde durmaya çalışan, yayılmacı
Türk milliyetçiliği” deyimine yer veril lık karşıtı, içe dönük, hatta büzülmeci,
mesinin daha doğru olacağını ileri süre ilgileri Misak-ı Millî sınırlarını bile tama-
K E M A L İ Z M
Kemalist milliyetçilik anlayışı, “tek yü Köken, dil, kültür ve ülkü birliğinin
rek, tek bilek" şiarına dayalı “halk birli sağlanması, Kemalist m illiyetçi devlet
ğ in i esas almıştır. Birliği her şeyde tekli seçkinleri tarafından Türk olma mutlu
ğe İrca eden bu totaliter anlayışta millî luğuna erişmenin objektif şartları olarak
ülküden sapma oluşturabilecek hiçbir değerlendirilmiştir. Kemalist milliyetçi
şeyin görünürlüğüne yer yoktu. “Tek yü lik sübjektif değil objektif Türklüğü ön-
rek, tek bilek" şiarının vurguladığı millî celemektedir. Bu bakımdan, gayrimüslim
durumu gerçek kılabilmek İçin, Kemalist azınlıkların varlığı, Lozan Antlaşmasıyla
seçkinler her türlü farklılığı çatışma kay karara bağlandığından, onların Türklü
nağı olarak kabul ettiler ve bütün nüfusa ğü, içinde yaşadıkları toplumda bulun
tek bir üniforma biçtiler: Türklük. “Tam manın yani Türkiye Cumhuriyeti vatan
vatandaş" olabilmek için herkes Türk ol daşı olmanın zorunlu bir sonucuydu. Bu
mak ve Türk gibi hissetmek zorundaydı. yüzden a z ın lık la r “k an u n -ı m edeni
Ancak Türk olmak İçin “Ne mutlu Tür Türkleri" olarak isimlendirilmiş, buna
küm diyene!” sözünün yanlış yorumuna rağmen azınlıklara dönük Türkleştirme
dayalı yaygın kanaatin aksine, “Türk gibi politikaları uygulanmıştır, Türkiye Cum
hissetmek" yeterli değildi. Objektif gös huriyeti aynı ırkın kafa, gönül ve dil bir
tergeler açısından da Türklüğün açığa çı liğine sahip çocukları olarak gördüğü
karılm ası gerekm ekteydi. Dolayısıyla T ü rk leri yüceltm eyi k en d isin e ülkü
Türk olmanın "mutluluğuna" erişmek, edinmiştir. Bu sebeple, Türk kültürün
Türk olduğunu belirtmekle sınırlı süb den uzak kalmış olanların bu kültürü
jektif bir sürece işaret etmemektedir. benimsemeye zorlanmaları gerekmekte
K E M A L S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
Millî Mücadele sırasında özellikle Rum için şarttır. Türkçe’nin sadece resmî de
ve Ermeni azınlıkların oynadığı rol, bu ğil aynı zamanda anadil olarak kabul
sürece de damgasını vurmuştur. Bu yüz edilmesi, yeni rejimin vaz ettiği cumhu
den, Türkleştirme politikaları, öncelikle, riyetçi ülkünün ve yekpareleştirilm iş
mümeyyiz bir dil ve kültüre sahip olma Türk kültürünün benimsenmesi, ırkî arı
dığı düşünülen ve millî bir devlete de lık ve güçlülüğün kazanılması önerilen
henüz sahip olmayan Yahudi cemaatini telafi edici araçlardır. Millî seciye teorisi
hedeflemiştir. ni veri olarak alan, bilimsel ırkçılığın
Hedef kitlesinin bir bölümünü gayri sosyo politik yansımalarından olan öje-
müslim azınlıkların oluşturduğu Türk nik eğilimleri resmileştiren, ırkî sürekli
leştirme politikaları, “Bu ülkede yaşayan lik teziyle Anadolu halklarının dünü ve
ları her halükârda Türk yapmayı" şiar bugününü Türkleştiren, vatandaşlıkla
edinen Kemalist milliyetçiliğin hem asi- milliyeti önce birbirinden ayırıp sonra
milasyoncu hem de etnisist karakterinin vatandaşlık haklarının fiilî kullanımım
232 bir türevidir, Asimilasyoncu niteliklerine milliyet bağına irca eden, temsil (özüm
rağmen bu politikalar, benimsemeyenler seme) ve temdin (medenileştirme) poli
için vatandaşlık haklarını askıya alan dış tikalarına etnisizmi ikiz kılan ve Türk
layıcı bir mahiyet arz etmektedir. milleti kavramını Türk etnisitesi ekse
Türkleştirme politikaları günlük dil, ninde tanımlayan Kemalist milliyetçilik,
eğilim, sanayi ve ticari hayattan başlaya böylece etnik boyutuyla siyasî-hukuki
rak, kamu personel rejimi, özel hukuk (seküler) boyutu arasında sürekli bir ge
ve nüfus iskânını içine alan etnik Türk rilim hattı oluşturmuş3 ve d eju re olmak
leştirme programına kadar uzanmaktay tan çok de fa cto bir rejim işleyişine kay
dı. Özellikle 1927’de başlatılan ve 30’lu naklık etmiştir.
yıllar boyunca aralıklarla sürdürülen İnşa döneminde devletin resmî ideolo
“Vatandaş, Türkçe Konuş!” kampanyası jisinin yapısal bir parçası haline gelen
Yahudilere dönük Türkleştirme politika Kemalist milliyetçilik, çok partili döne
sının en kapsamlı tezahürüydü. Amaç me g e çild ik te n sonra yen i Kem a-
Yahudi azınlığın Türkçe’yi anadili olarak lizm/Atatürkçülük anlayışlarının ortaya
benimsemesini sağlamaktı. Kemalist mil çıkmasına paralel olarak farklı yorumla
liyetçiliğin bir politika olarak tebellürü, rın konusu olmuş, ırkçı milliyetçiler ile
bu ideolojinin yönetici seçkinlerin ço Kürt milliyetçi akımları Kemalist milli
ğunluğu tarafından benimsenmesi, dev yetçiliği ırkçı bir milliyetçilik olarak de
letlerarası ortamın elverişliliği ve Lozan ğerlendirirken, özellikle 1 9 6 0 ’lardan
Antlaşması Türkleştirme politikalarının sonra kendisini ifade etmeye başlayan
uygulanmasında sınırları tayin etmiştir. Kemalist sol, Kemalist milliyetçiliği anti-
1919-1938 yıllarım içine alan inşa dö enıperyalist hareketlerin ve millî kurtu
neminde, nihaî olarak ortaya çıkan Ke luş mücadelelerinin öncüsü olarak gör
malist Türk tanımı şu olmuştur. “Kâ müştür. Kemalizmin iktidar tekeli daral
mil”, “hakiki" ya da “öz” Türk, Türkçe dıkça, giderek CHP, ordu ve bürokrasi
konuşan, Batıklaştırılmış Türk kültürü sacayağına dayanır hale geldikçe, global
ne bağlı, Cumhuriyetçi ülküyü benimse dalgalanmalara da paralel olarak, Kema
yen ve Türk soylu olandır. Bu Türklük list milliyetçilik de değişen muhtevalar
karinelerinden herhangi birinde eksiği kazanmış, ancak “devletin milletiyle bö
olanların bunu telafi etmesi, “yarım va lünmez bütünlüğü," “vatanın bölünmez
tan d aşlıksan , “m isafirlik sen ve “Ka- bütünlüğü" ve “devletin üniter niteliği
nun-i Esası Türklüğünden kurtulmaları nin korunması” Kemalist milliyetçiliğin
K E M A L İ S T M I L L I Y E T Ç I L I K
DİPNOTLAR
nebi sermayesi müstesna bir mevkiye ma ifadelerinden biri olan dayanışmacılık
likti. Devlet ve hükümet ecnebi sermaye (solid arizm e) doktrininden esinlenen
sinin jandarmalığından başka birşey yap halkçılık kavramı Kemalizmin temelinde
mamıştır.” “Sanılmasın ki ecnebi serma yer alıyordu. Kurulacağı Mustafa Kemal
yeye karşıyız... Kanunlarımıza riayet şar tarafından Aralık 1922’de basma açıkla
tıyla ecnebi sermayelerine lâzım gelen te nan Halk Fırkası toplumun tümünü he
minatı vermeğe her zaman hazırız."’ Böy- def alıyordu. Bağımsızlık hareketinin ön
lece, Kemalizm, doğmaktaki bağımsız derine göre, “...halkımız menfaatleri yek-
modern Türkiye’nin, İktisadî sömürge diğerinden ayrılır sınıflar halinde değil,
ilişkilerine dönmemek koşulu ile, kapita bilâkis mevcudiyetleri ve mesailerinin
lizmi kabul ettiğini ilân ediyordu. toplamı yekdiğerine lâzım olan sınıflar
Kemalizm, an ti-emperyalist söylem ile dan ibarettir.”2
yürüttüğü Kurtuluş Savaşı’nı sınıfsal bir Kemalizmin komünizm ile olan ilişkile
zemine oturtmaktan kaçınmıştır. Gerçi, ri, an ti-emperyalist konumun, İstiklal Sa-
Osmanlı toplumunda sınıflar nesnel ve vaşfnın başladığı 1919 ile Lozan Anlaş- 237
öznel olarak zayıftı ve biri iç, diğeri de dış ması’nm imzalandığı ve Cumhuriyet’in
iki düşman cepheye karşı savaşırken, sı kurulduğu 1923 arası dönemin koşulları
nıf mücadelesine dayalı bir strateji ulusal na özgün olduğunu teyit etmektedir. Sa
hareketi bölmekten başka bir şeye yara vaşı Sovyetler’in desteği ile yürütürken,
mazdı. Ancak, sosyal sınıfları reddeden Türk komünistlerini hem siyasal hem de
ve Fransa’da pozitivizmin sosyal alandaki Fiziksel olarak yok etmek için eylemlere
1955 ’te ABD gözetim inde İngiltere, Türkiye, frak, İran, Pakistan in katılımıyla kurulan
Bağdat Paktı, NATO'nun m anim gibi, Ortadoğu'da Sovyet nüfuzum karşı bir Soğuk
Savaş korumu olarak tasarlanmıştı. Irak’tn İ958’d e Pakttan ayrtltmsmdan sonra,
Sovyetier kadar “Üçüncü DÜnyacUtğa ’ da m esafeli bu yapt, ABD, Türkiye, İran,
Pakistan'ın kaiddtğt CENTO (Merkezi Anlaşma Teşkilatı) adıyla 1979'a dek sürdünüdü.
K E M A L İ Z M
girişilmiş; Lozan Konferansında, özellikle birliğine devam etmiştir (İleri, 1970; Ste-
Boğazlar konusunda Sovyetler’e karşı tu inhause, 1973: 115-116). Özellikle Le-
tum alınmış; Cumhuriyet’in kurulması, nin’in taraftarı olduğu bu tez. Eylül
Kemalist reformların başlaması ile Türki 1920’de Bakü’de toplanan Doğu Ulusları
ye’nin Avrupa’ya yaklaşması açıkça belir Kongresi’nde de tartışılmıştı. Bakü Kong-
lenmiş ve 1925’de Türkiye Komünist Par resi’ne Kemalistlerin sıcak bakmamaları,
tisi yasaklanmıştır. Bütün bu oluşumlara komünizme karşı tutumlarının ışığında
rağm en, Sovyetler B irliğ i, 1 9 2 0 ’deki şaşırtıcı değildi. Dünya Müslümanlarını
Üçüncü Komünist Enternasyonalı’ndan emperyalizme direnmeye çağıran Tatar li
itibaren aldığı, emperyalizme karşı dire der Sultan Galief’in sömürgeleştirilmiş
nen ulusal hareketleri destekleme kararı toplumîarın proletaryanın bir parçası sa
na uygun olarak, “ulusal burjuva devrim” yılması, Üçüncü Enternasyonal’den ayrı
olarak tanımlanan Kemalist hareketle iş olarak bir “Sömürgeler Komünist Emer-
Ü Ç Ü N C Ü D Ü N Y A U L U S Ç U L U Ğ U O L A R A K K E M A L I Z M
>
tenmişler ve bazıları bu devrimden etki etmektir" demiştir (Arar, 1969; 17), Bu tu
lenmişlerdir, tum, 30-40 sene sonra ortaya çıkan Üçün
Kemalizmin Batı ile S ovyetler arasında cü Dünya hareketinin öncüsü sayılabilir.
tercih yapmayı reddettiğini açıklaması, bu Türk ulusal direnişinin yankılan As
ülkelerin en çok ilgisini çeken hususlar ya’da, Afrika’da ve Latin Amerika’da du
dan biri olmuştur. Mustafa Kemal, Lozan yulmuştur. 1920’lerde Mahatma Ghandi
Konferansı sırasında yaptığı bir basın top- liderliğinde Ingiliz sömürgeciliğine dire
lanusında, “Ne Şarka, ne de Garba ehem nen Hint ulusal hareketinin, Müslüman
miyet vermeksizin yalnız kendi mevcudi veya Huydu, önde gelen isimleri ve kamu
yetimize İstinat olunabilir mi suali de hatı oyu, uius-devlet modelinin Hindistan’a
ra geliyor. Doğrusunu söylemek lâzım ge uymayacağını düşünmelerine rağmen,
lirse bu dakikada emniyete şayan olan si Kemalizm! yakından takip etmişlerdir, Ja-
yaset yalnız kendi mevcudiyetimize istinat waharlal Nehru’ya göre, “geri kalmış Tür-
Ü Ç Ü N C Ü D Ü N Y A U L U S Ç U L U Ğ U O L A R A K K E M A L İ Z M
dal'ın bir dönüşümü, yeni yaşam bi İnekler de olmalı. Tavuklar da olmalı;
çimlerini -mesela Ankara'nın, başı sı köpekler de olmalı. Antalya mekteple
kışan herkesin ilk başvuru adresi hali rinde ders vermeli. Kızlara da ders ver
ne gelişini, kadın ve erkeklerdeki gi meli. Yazıyı da yazmalı. Bu çocuklara
yim, kuşam ve davranış değişiklikleri tiyatro da oynatmak ama öyle 'Haşan
ni- çok iyi gözleyip aktarmasında çavuş savaşa gitmiş' piyesi değil. Sanat
aranmalıdır. İş adamlarının otellerde duygusu verir güzel bir piyes" (Esen
verdiği ziyafetler, uyuşturucu ticareti dal, 2001: 295}. Onun ütopyası ile dö
nin yavaş yavaş yüksek mevkilerdeki nemin Köy Enstitüsü tasarımının -me
kişilere bulaşması, bürokratların tartı sela Sabahattin Eyüboğtu yönetiminde
şılmaz iktidarı gibi motifler Cumhuri- Shakespeare piyesleri sergilenen Hasa-
yet'in ilk yıllarında başlayan -ve bugü noğlan Enstitüsü'nün- oldukça yakın
ne dek gelen- bozukluklar olarak ya olduğu anlaşılmaktadır.
zarın gözünden kaçmamış, ancak ge 1941'de Kabil'den döner dönmez 242
leceğe ilişkin bir umudu da kuvvetli Bilecik milletvekili olarak TBM M 'ye
biçimde vurgulamıştır, giren Memduh Şevket Esendal, bir yıl
20. yüzyılın ilk yarısında ömrünü ta sonra Cumhuriyet Halk Partisi genel
mamlamış bir insan olarak savaşların sekreterliğine getirildi. İkinci Dünya
bütün dehşetini yaşayan Esendal, Savaşı'mn bütün hızıyla sürdüğü bir
1940'lara gelindiğinde medeniyet de dönemde boy leşi ne önemli bir göreve
nilen şeyden ve büyük şehirlerde otur seçilmesinde hassas dengeleri gözeten
maktan hoşlanmaz olmuştu. Halkçılık- sakin, uyumlu ve Örgütçü niteliği ya da
Köycülük çiftinin Cumhuriyet'in popü devlete ve Millî Şef'e olan bağlılığı ka
ler söylemi olduğu bu yıllarda, Esendal dar, baştan beri Almanların mağlubi
da bireysel ve toplumsal mutluluğun yetine ilişkin sarsılmaz inancı da etkili
kaynağını -kökenine uygun biçimde- dir. Savaşa yaklaşımı bir ideolojik bağ-
toprağa dayalı bir hayatta görmekteydi lanmışlığm izlerini taşımaz; Avru
artık. Tarif ettiği çiftlik hayatını şu şe pa'daki yıkım ın ardından Türkiye
kilde özetleyebiliriz; "Kitap olsun. Por Cumhuriyeti ile Batı medeniyeti ara
takal ağaçları ile uğraşmalı. Alışkın sındaki farkların ortadan kalkacağını
kiye, Atatürk’ün liderliği ile dev adımlar yordu (Carrere D’encausse ve Schramm,
atmıştır..." (Nehru, 1941: 279) 1965: 357).
Diğer dev Asya ülkesi Çin’de Kemaliz- Sömürge ülkelerde Kemalizme ilgiyi
min algılanması, dönemine göre değiş körükleyen unsurlardan biri de, Türk
miştir. 1920’lerde, Çin milliyetçileri Ke- Kurtuluş Hareketi başarıya ulaşırsa, ken
malizmi bir model olarak görüp, Çinli bir di direniş hareketleri daha umutlu olarak
Mustafa Kemal’in ortaya çıkmasını dili savaşırlar düşüncesi; tersine, Kemalizm
y orlard ı. O nlarla m ücadele eden ve başarısız kalırsa, umutsuzluğa kapılıp
1949’da iktidarı ellerine geçirecek olan mücadeleden vazgeçebilirler endişesi idi.
komünistler ise Kemalizme karşı idiler. Türk Kurtuluş Hareketinin ve Kema-
Liderleri Mao Tse Tung Kemaiizmi bir lizmin Müslüman ülkeler ve halklar için
burjuva diktatörlüğü’' sayıp, Çin’de bu özel bir önemi vardı.3 Emperyalizme kar
tıp bir modelin tatbik edilmesini reddedi şı direnme, yüzyıllardır İslâm dünyasının
K E M A L İ Z M
önderi olan ve Halife Sultan’ın bulundu hareketin başarısı sayesinde, tüm Müslü
ğu ülkede başlamıştı. 1920’lerde, bağım man halkların egemenliklerine kavuşabi
sız fakat emperyalist ülkelerin kuvvetli lecekleri hayal ediliyordu. Dinsel ve ami-
etki altındaki Afganistan ve İran’dan baş emperyalist faktörlerin yanında, Kemaliz-
ka, Afrika’da, Asya’da, Kafkaslar’da ve Or min çekiciliği, Müslüman dünyasına ör
tadoğu’da ve Balkanlardaki Müslümanla nek olabilecek bir modernleşme ve ilerle
rın tümü yabancı egemenliği altındaydı. me hareketi olmasından geliyordu.
Birinci Dünya Savaşı’ndaki ağır yenilgisi 1919’da, Müslüman halklar, Osmanh
ne rağmen, Ban emperyalizmine baş kal İmparatorluğumun yok olma ve Hali-
dırabilecek durumda olan tek güç Türki fe’nin esaret durumuna düşme tehlikesi
ye’ydi. Halife Müslümanların birlik sem nin şokunu yaşıyorlardı. Tunus’ta, Ceza
bolü olduğundan, onu korumak için sa yir’de, Fas’ta, Mısır’da, Suriye’de, frak’ta,
vaş açtığı propagandası yapan Kemalist Filistin’de, Balkan, Kafkas, Hindistan, Çin
Ü Ç Ü N C Ü D Ü N Y A U L U S Ç U L U Ğ U O L A R A K K E M A L İ Z M
244
diğini beyan etmiştir. İran’da Rjza Şah, Af- lerine dönük, dışarıda macera istemeyen
ganisan’da Emanullah Han Atatürk ve Ke tutumu gibi nedenlerle, Atatürk’ün isteği
malizm hayranı idiler ve onun reformları ile durdurulmuş ve Kadrocular faaliyetle
nı ülkelerinde uygulamaya çalışmışlardır. rine 1934’ie son vermişlerdi.
Endonezya’da, bağımsızlığın lideri Sokar* Sömürge statüsünde olan ve kurtuluş
no, laik ulusçuluğu savunurken, Kemaliz- uğraşına giren diğer Müslüman ülkelerle
mi örnek almıştır. ilişkiler, yukarıda sözünü ettiğimiz ba-
Cumhuriyet’in kurulup, reformların gımsız/yarı bağımsızlarla olan ilişkilerden
yıpılıp, ulus-devletin kurumsallaşmaya, daha da mesafeli olmuştur. Bunun nede
devlet öncülüğünde sanayileşmenin baş ni, Batı’ya yaklaşan Türkiye’nin Avrupa’ya
ladığı 1930’lu yıllarda, kendinden emin panislâmist amaçları olmadığını ve sö
Türkiye açıkça Batı’ya yönelmiş, geri kal mürge imparatorluklarının içişlerine ka
mış Islâm ülkeleri ile ilişkiler ait sırada rışmadığını göstermek istemesi idi. Neti
bir öncelik olmuştu. İran, Afganistan gibi cede, Türkiye dış propagandasında önce
bağımsız, Mısır, İrak gibi yarı bağımsız liği kurtuluşlarını arayan ülkelere değil, 245
ülkelerle diplomatik ilişkiler kurulmuş yapılan reformları Avrupa kamuoyuna ta
tu. Bunlar arasında, İran ve özellikle Af nıtmaya veriyordu.
ganistan ile daha kuvvetli bir yakınlaşma İk in ci Dünya Savaşı’ndan son ra,
olmuş, bu son ülkeye önemli askerî, sıh 1945lerden 1960’ların sonuna kadar çok
hî ve eğ itim sel yardım y ap ılm ıştır, sayıda Ortadoğu, Asya ve Afrika sömür
1937’de İran, Afganistan ve Irak ile imza gesi bağımsızlıklarına kavuşmuştu. Bu ül
lanan Sadabad Anlaşması bu politikanın kelerin uluslararası düzeyde örgütlenerek
ürünüdür. “Ü çüncü Dünya" ve “B ağlan tısızlar"
Genelde, Kemalistlerin kendi modelle gruplaşmalarım oluşturmaları 1955’te ya
rini diğer Müslüman ülkelere yaymakla pılan Bandung Konferansı ile başlamıştır.
pek ilgilenmedikleri görülür. Modelin üs Bu tarihî toplantının lid erleri Nehru
tünlüğünden ve çağdaşlaşmak için başka (Hindistan), Sokarno (Endonezya), Nasır
seçeneğin olmadığından emin oldukları (Mısır), Çu En Lay (Çin) ve Ho Şi Min
için, bu ülkelerin er veya geç yeni Türki (Vietnam) idiler. Bunların ilk üçü Kema
ye'nin yolunda yürüyeceklerinden kuşku list hareket ile ilgilenmişlerdi. Fakat, Batı
ları yoktu. O devrin pozitivist dünya gö ile dış politika ve askeri bakımdan kenet
rüşü, modernleşmenin tek yolunun Avru lenmiş, NATO üyesi ve diğer gelişmekte
pa modeli olduğunu öngörüyordu. olan ülkelerle -özellikle Balkanlar’da ve
Kemalist modeli dışarıda yaymak tezini, Ortadoğu’da- olan ilişkilerini, Kemalist
1930’ların başında, Cumhuriyet rejiminin devirde olduğu gibi kendi tercihlerinden
Jeolojik öncüleri olmak isteyen “sol Ke ziyade ABD ve sömürge imparatorlukları
malist’’ aydınlar grubunun kurduğu Kad nın çıkarlarına göre düzenleyen Türkiye,
ro hareketi ve Kadro Dergisi savunuyordu. Bandung Konferansına sırt çevirmişti.
Çoğu eski komünist olan bu aydınlar, Kurtuluşlarını arayan veya gelişmekte
Türk Devrimİ’nİn evrensel bir boyutu ol olan ülkelerin güç birliğine giderek, Sov
duğunu ve devlet önderliğine dayanan bu yet bloğu ile Batı bloğunun yanında, bir
modelin, kurtuluşlarını arayan ülkeler üçüncü blok yaratma gayretlerinin öne
;;n, kapitalizm ve komünizmden ayrı bir mini anlayamamıştı. Oysa, yukarıda gör
üçüncü yol” olduğunu savunuyorlardı, düğümüz gibi, Kemalizm 1919-1923 dö
: - önemli fikir hareketi, komünizm ve neminde bu yaklaşımın öncüsü olmuştu.
fTçuluk düşmanı çevrelerin ve de Kema- 1950’İerin ortalarında, Bandung’da doğan
:mın tamamen ülkenin kalkınma gayret tarihsel harekete yabancı kalarak ve ulus-
K E M A L İ Z M
lararası forumlarda, kurtuluşları için uğ kat onun sayesinde kurulan modern Tür
raş veren ulusların değil de, sömürge im kiye, en az 1970’lere kadar gelişmekte
paratorlu kİ arımn yanında yer alan Türki olan ülkelerden kopmuştur. Bu ülkeler
ye -örneğin, Birleşmiş Milleti er’de Ceza Kemalizmden bir ölçüde esinlenmiş, fa
yir’e karşı Fransa lehinde oy kullanmak kat Müslüman olanlar dahil, hiçbiri mo
gibi- Üçüncü Dünya nezinde prestijini deli tam olarak uygulamamıştır. Türki
neredeyse yok etmişti. ye’den başka Kemalist ülke olmamıştır.
Oysa, bu dönemde, geri kalmış ülkele Kemalizmin, 20. yüzyılın ikinci yarı
rin, ekonomik ve sosyal alanlarda ilerle sında Türkiye sınırlarının ötesinde etkili
melerini amaçlayan kalkınma ideolojisi, olamamasının önemli bir nedeni kültürel
ve bunu gerçekleştirmek için toplumun alanda aranmalıdır. 1920’lerle L960’lar
tüm kaynak ve güçlerini bu yönde örgüt arasında, kalkınma ve modernleşme Batı
leyip hareketlendiren “Kalkınmacı Devlet” kültürünün, ve devlet-toplum modelinin
(Deve 1öpm ental State) modeli, felsefesi ve tekelinde idi. Komünist kalkınma modeli
246 hedefleriyle, Kemalist modele benziyordu. bile, Batı’nın tarihsel oluşumunun için
Kemalizm gibi, bağımsızlık, sanayileşme, den gelen bir modeldi. Marx önce Ba-
modernleşme kalkınmacı devletin izlediği tı’nın komünist olacağını, oradan da Do-
politikalardı. Türkiye bu benzerliği kulla ğu’ya ve Güney’e yayılacağını düşünü
narak, Batı ile birleşme amacından vazgeç yordu. Oysa, 1970’lerden sonra, kalkın
meden, bu ülkelerle ilişkilerini geliştirebi ma yollarının çoğulcu ve yerel kültürler
lirdi. Batı fırsatı kullanamadı veya kullan le iç içe olan bir süreç olduğu düşüncesi
mak istemedi. Üçüncü Dünya ile Kemaliz- egemen oldu, Kemalizmin bugün için en
me ilginç fakat mazide kalmış bir tarihsel geçerli olan, siyasete akılcı, pragmatik
deney olarak bakıyorlardı. bir temel sağlayan yönünü ise, Türkiye
Sonuçta, Kemalizm Üçüncü Dünya’nın hem kendisine uygulamakta hem de di
oluşmasından çok önce bu tipte bir ulus ğer gelişmekte olan ülkelere yaymakta
çuluk ve bağımsızlık harekeli olmuş, fa başarısız olmuştur. □
DİPNOTLAR
t T ü rkiye İk tisa t K o n g re s i 1923, İzm ir, Derleyen: ers d u G E T O (Groupe d'^tudes sur la Turquie
A. Gündüz Okçün, Ankara, 1968. contemporaine), Paris, Fondation de la Maison
2 A ta tü rk 'ü n S ö y le v ve D em eçleri, Cilt 2. İstanbul
des Sciences de l'Homme, no. 3, Sonbahar,
Ankara. 1945-61, s. 12. 1987.
3 İskender Gökalp ve Françoİs Georgeon (derle 4 A ta tü rk 'ü n Tamim, T e le g ra f ve B eyannam eleri,
yen) "Kemal'ısme et monde musulman", Cahi- Ankara, 1965, s, 258.
Yeni Osmanlılar’dan 1930’lara
Anti-emperyalist Düşünce
AHMET KUYAŞ
letlerle eşit koşullar altında yer almak, er olması yatar. Öyle görülüyor ki, bir yanda
ken Cumhuriyet dönemi aydınlarının çok Millî Mücadele sürerken ulusçu gazetele
büyük bir çoğunluğu için yeterince tat rin Ankara’nın dış politikasına koşut ola
min edici olmuştu. Osmanlı borçlarının rak sömürge sorunlarına, özellikle de
ya da kapitülasyonların ne denli korkunç Fas’taki bağımsızlık hareketine ve bunun
şeyler oldukları, lise tarih kitaplarına gir bastırılmasına önemlice yer ayırmaları,
miştir gerçi; ancak bu, Batı tarzı modern bir yanda Bo İş evi kİ erin, tam anlamıyla
leşmenin gerekliliğini vurgulamak için dünya sosyalist devrimini gerçekleştire
düşünülmüş, temel bir çatışma nedeni bilmek için olmasa da, en azından İngil
olarak ussallaştırılmamış tır. Burada dik tere İle ticaret ilişkilerini yeniden başlata
kat edilmesi gereken önemli bir husus da, bilmek için giriştikleri propaganda saldı
Türkiye’nin tam bağımsız olabilmesine rısı, başka bir yanda da İtalya’da iktidarı
çalışan neslin, sömürge dünyasına örnek yeni eline geçiren Mussolini’nin, bir süre
olduklarının bilincinde olmalarına kar sonra biçimlenecek olan "proleter ulus
şın, yaptıkları “devrim”i yaymaya, yurtdı- lar" kuramının ilk belirtilerini yaymaya 249
şına ihraç etmeye kalkışmamış olmaları başlaması, ufak çapta bir zihniyet sarsın
dır. Bu da, ulusa] bağımsızlığın Batı uy tısına neden olmuştur. Falih Rıfkı Atay
garlığı çevresine doğru atılan bir ilk adım gibi görece tutucu bir yazar bile, 1921 yı
olduğuna ve ondan sonra Batı dünyasına lında yazdığı bir gazete m akalesinde,
karşı yöneltilecek öze ilişkin bir eleştiri Türk ulusunun bütün meslek mensupla
nin yersiz olacağına inanmalarının sonu rıyla birlikte, toptan “rene erbabı" (emek
cudur. Daha sonraları epeyce faşizan bir çi) olduğunu söyleyebilmiştir.
düşünce çizgisi tutturacak olan Mehmet Bu yaklaşımın İslâmî türevi, hem meş
Safvet (Engin), 1928 yılında şöyle yaz ruluk zemininin büyük çapta yitirilmiş ol
mıştır: "tslâm î Şark terbiyesiyle, sınaî ması nedeniyle, hem de İslamcılığın Tek
Garp medeniyeti terbiyesini uzlaştırıp ye Parti döneminde “yeraltına girmiş" olması
ni bir terbiye meydana getirmek vâhime- dolayısıyla, kendini ikinci Dünya Savaşı
sinden uzak bulunuyoruz. Biz artık hedef öncesinde pek gösterememiştir. Ancak,
ve istikamet itibariyle yolumuzu tayin et sağlam bir ulusçuluk eleşürîsiyle birlikte
tik: Türküz ve Avrupalıyız." İslâmî eğilimli, anti-emperyalist bir söyle
Bununla birlikte, Birinci Dünya Savaşı min, Ziya Gökalp’in kalesi olan İstanbul
ve Millî Mücadele yıllarının Türk düşün Üniversitesi Sosyoloji Kürsüsü’ne kadar
cesinde, marjinal kalmaya mahkum olsa gelebildiğini, genç yaşta vefat ettiği için
lar da, iki tür ant i-emperyalist düşünce ve başka eser verememiş otan Mehmet Iz-
söylemin yeşerdiğini de söyleyebiliriz. zet’in Milliyet tıazttriyeleri ve Millî Hayat
Bunlar, biraz 19. yüzyıl panislâmizmini (İstanbul, 1923) adlı kitabında görüyoruz.
andıran ve daha sonraki takipçilerinden Söz konusu kitabında ulusçuluğun bütün
bazılarının, an ti-komünizmleri nedeniyle savlarını teker teker çürüten Mehmet iz
Batı dünyasıyla garip bir modus viverıdi zet, yeni zafere ulaşmış olan Türk bağım
de sağladığı, kimilerinin ise daha çok mo sızlık hareketinin asıl anlamını ancak ev
dernlik karşıtı bir çizgiye oturduğu İs rensel bir boyutta ele alındığında bulaca
lamcı anti-emperyalizmle, daha keskin ve ğım, bu boyutun da esir olan İslâm dün
uzlaşmaz olan sosyalist/komünist anti- yası olduğunu ileri sürer.
emperyalizmdir. Bunların ikisinin de te Erken Cumhuriyet döneminin tek ikir-
melinde, kanımızca, yukarıda sözü edilen ciksiz ve katı an ti-emperyalizmi, belki de
anti-emperyalist retoriğin Mütareke dö Türk düşüncesinin yegâne anti-emperya-
nemi de dediğimiz yıllarda yoğunlaşmış lizmi, sosyalist/komünist anti-emperya-
K E M A L İ Z M
250
lizmdir. O kadar ki, sosyalist fikirlere Sosyalist dünya devrimi, böylece oluşan
eğilim gösteren Türk aydınlarının büyük aşk-nefret İlişkisinin aşılmasına yarayan,
çoğunluğunun sosyalizme an ti-emperya gayet uygun bir çözüm yoluydu. Sosya
list duyarlılıkları nedeniyle geldiklerini lizm, hem kendi ülkeleri için Batı Avrupa
bile söyleyebiliriz. Türkiye Komünist tarzında bir modernleşme, hem de Batı
Partisi üyeleri ve sonra Kadro dergisinin Avrupa’nın olumsuz, “emperyalist” yan
kurucuları Şevket Süreyya Aydemir ve larından arınması anlamına geliyordu.
Vedat Nedim Tör’ün anıları, bu konuda 11. Meşrutiyet döneminde gayet zayıf
gayet açıktır, ikinci Dünya Savaşı sonra olan sosyalist düşünce, yukarıda anlatılan
sının Üçüncü Dünya aydınlan arasında nedenler dolayısıyla Millî Mücadele dö
da sıkça rastlanan bu entelektüel-ideolo neminde güç kazanmıştır. Bu dönemde
jik evrilme, geri kalmış ülkelerin mo ortaya çıkan, boyutları açısından önemli
dernleşme yanlısı aydınlarının karşılaş iki sol akımdan İttihatçı kökenli olanı,
tıkları önemli bir açmazın aşılmasına her ne kadar Bolşevik Rusya ile ilişkide
olanak tanıyordu. Nitekim, yetiştikleri ve sol bir söylem kullanıyor idiyse de, ge
kültürel atmosfer gereği, Batı Avrupa’da nel dünya görüşü açısından pek sosyalist
ki modernleşme sürecini ufak tefek yerel sayılamaz. Ulusal Türk dış politikası do
farklılıklarla da olsa evrensel bir model layısıyla Bolşevik] eri e, upkı Ankara gibi,
olarak almaya yatkın bu insanlar, bir aynı ami-emperyalist çizgide olması da,
yandan da aynı Batı Avrupa’nın hege yine 19. yüzyıldan beri süregiden, ulusçu
monyasıyla, değişik biçimlerde ortaya çı temelli an ti-emperyalist retorikten öte bir
kan tecavüzleriyle karşı karşıyaydılar. şey değildi. Yine de, Millî Mücadele döne
YENİ O SM A Nl IL A R ' D A N 1930'LARA ANTİ-EM PERYALİST D 0 j Cl N C E
19. yüzyılın ortalarından itibaren Avru leri ayakta tutan birçok yapı gerçekleşen
pa’da muhafazakâr düşüncenin yeni bir bu devriınlerle sarsılmış ve önemli bir bö
dalı olarak gelişen ve Birinci Dünya Sava lümü yıkılmıştı. Ancak, yeni oluşumların
şı sonrasında küçümsenmeyecek bir siya yarattığı tedirginlik, bir taraftan ortaya çı
sal etkinliğe ulaşan korporatizm, Kema kan sorunlara yeni çözüm önerilerini
list rejimin kurucu kadroları ve politika gündeme getirirken diğer taraftan dönü
ları için güçlü bir ilham kaynağı olmuş şüme tepki dtıyanlarca eski yöntemlere
tur. Korporatizm, siyasal ideolojiye yansı dönülmesi ve geçmişin yeniden ihya edil
maları yanında, genellikle ‘devletçilik’ mesi yönünde ‘yeni’ fikirler üretilmesine
olarak kodlanagelen ekonom i-politika neden öldü (Landauer, 1983).
uygulamalarının asıl saiki olarak kendini 19. yüzyılın başlarında doğrudan karşı
göstermiştir. devrimci diye adlandırabileceğimiz dünya
görüşü yüzyılın sonlarına doğru artık es
ki etkinliğini ve inanılırlığını yitirmeye
KAPİTALİZME MUHAFAZAKAR
TEPKİLER VE KORPORATİZM başladı. Liberal dünya görüşünün ve bu
nun çelişkilerini liberalizmi dönüştürerek
18. yüzyıl sonunda gerçekleşen iki dev aşmaya çalışan Marksist düşüncenin kar
rim 19. yüzyıl boyunca dünyadaki eko şısında yer alan erken 19. yüzyıl karşı-
nomik, sosyal ve siyasal yapıları çok hızlı devrimci düşüncesi artık dönüşmüş olan
bir şekilde değiştirdi. Önce İngiltere’deki yeni dünyayı kavramayı reddettiği için
Sanayi Devrimi, ardından da Fransız Dev yüzyıl sonuna kadar pek bir varlık göste
rimi geleneksel toplum düzenini temelin remedi. Liberalizmden oldukça etkilen
den sarstı. 19. yüzyıl boyunca baskın miş olan 19. yüzyıl tütucu düşüncesi de
olan liberalizmin simgesel başlangıç nok artık geçmişe dönüşü değil, zaten dönüş
taları olarak kabul edeceğimiz bu devrim müş olanın daha fazla değişmesine izin
ler sonucu hem ekonomik hem de siyasal vermeden verili düzeni muhafaza altına
yapıdaki dönüşümler toplumları gelenek almayı savunmaktaydı. Böylece, ılımlı tu
sel bağlarından koparma noktasına geldi, tuculuğun yerleşik liberal düzene köklü
Böylesi hızlı ve köklü bir değişimin top- bir eleştiri getirmesi olasılığı ortadan
lumlarda tedirginlik yaratmaması müm kalkmıştı.
kün değildi. ‘Eski Düzen’ olarak tanımla Köklü eleştiri en tutarlı biçimde Mark
nabilecek devrim öncesi toplumsal ilişki sist dünya görüşü tarafından geliştirilmiş
K E M A L İ Z M
rı himaye edecek ekonomi dışı ilişkiler yorsa, hiç olmazsa denetlenmesi ve gelişi
agı da yok olmuştu. Bu durumda, baskın minin önüne set çekilmesi gerekiyordu.
sınıfın ezilen sınıf üzerindeki etkisi artık Kapitalist toplumdaki bireyselleşme ve
eskisi kadar güçlü olamıyordu (Elwitt, bireyler arasındaki gelir dengesinin aşın
1974; Ehvitt, 1986). bozulması, muhafazakârların bakış açı
Muhafazakârların iddiasına göre, kapi sından, toplumsal yapıyı ciddî bir biçim
talist sistemle birlikte ortaya çıkan birey de bozmaktaydı, ‘Eski Düzen’deki top
selleşme olgusu yüzünden artık hiç kimse lumsal yapı cemaat şeklinde örgütlenmiş
başkasına karşı sorumlu olmadığından ti. Bu da, insanların bireyseli eş mesi ne fır
herkes kendi çıkarını önplanda tutuyor, sat tanınmadığı, toplumun çok daha sıkı
kendi çıkarı doğrultusunda eskiden ol bir şekilde denetim altında tutulabildigi,
madığı kadar hareketli bir yaşantıya sahip toplumun değişik sınıflan arasındaki iliş
oluyordu. Feodal yükümlülüklerin tasfiye kilerin ekonomik ilişkiler dışındaki alan
olup veya gevşeyip insanların özgürleş ları da tanzim ettiği bir toplumsal düzen
mesiyle, kırsal ekonomide geçimlerini demekti. Geleneksel otoriter ilişkilerin 255
sağlayamayanlar bu hayatı terk ederek süregittiği bu toplumsal yapıda sosyal ha
fabrikaların bulunduğu yerlere göç edi reketlilik çok kısıtlı boyutlarda olmakta
yorlardı. Ucuz işgücüyle beslenen bu fab ve muhafazakârların önemle üzerinde
rikalar gün geçtikçe sayıca artıyor, ölçek durdukları kavramlardan biri olan istikra
leri büyüyor ve ‘işçi sınıfı’ olarak adlandı ra halel gelmemekte idi. Sınıflar arasında
rılan yeni bir sınıf ortaya çıkıyordu, 19. ki hiyerarşik yapının bozulmaması anla
yüzyıl boyunca ‘Toplumsal Sorun’ olarak mına gelen bu istikrar ortamında alt sınıf
nitelenecek olan, bu kitlesel işçi sınıfının ların üst sınıflara duyacakları saygı da ze
doğuşu, muhafazakârların önemli bir te delenmiyor, toplumdaki din kuramları
dirginlik kaynağıydı. Çünkü, köylü sını nın belirlediği ahlâk kuralları sorgulan
fından farklı olarak, bu yeni sınıf patron mıyordu. 19. yüzyıl boyunca tutucu sos
ları tarafından kolayca denetlenemiyordu; yologların hemen hemen tüm zamanını
onları patronlarına bağlayan tek bağ iş işgal eden en önemli konu cemaat-top-
kontratıydı. lum -yani, gem einschaft-geselhchaft- ayrı
Kap i tali s deşmeyle birlikte ortaya çıkan mıydı ve hemen hemen bütün sosyolog
bir diğer sorun da mülklü ile mülksiiz sı lar, toplum içindeki düzenin muhafazası
nıflar arasındaki gelir uçurumunun çok için cemaat yapısının tercih edilmesi üze
hızlı bir şekilde derinleşmeye başlamasıy- rinde ısrarla duruyorlardı. Kapitalist top
dı. Bu sorun, yüzeysel açıdan bakıldığın lumsal yapı öncesinin lonca ve benzeri
da sosyalist söyleme benzeyen bir söy örgütlenmelerinin ayakta tutulması, böy
lemle, aşırı muhafazakârlar tarafından iş le bir cemaat yapısı için gerekliydi.
lenmekteydi, Fransa’da, ileride faşizmin Cemaat yapısı, kendi içinde mütecanis
fikir babalarından biri olarak anılacak grupların varlığı ile mümkün olacağından
olan Proudhoıı, 19, yüzyıl ortasında modern toplumun ‘kozmopolit’ olarak
mülklü sınıfı, haksız kazanç sağladığı ge adlandırılabilecek karmaşık yapısı da
rekçesiyle, hırsız çetesi olarak niteleye- korporatist düşünceye sahip olanlar tara
cekli,3 Aşırı muhafazakâr radikaller açı fından şiddetle eleştirilmekteydi. 19. yüz
sından, kapitalizmin, toplum içindeki ge yıl ve sonrasında Avrupa’da, 20. yüzyılda
lir d ağılım ını bozduğu ve toplum un Türkiye’de görülecek olan azınlık karşıtı
mülklü ve mülksüz sınıfları arasındaki tutumlar ve özellikle Yahudi düşmanlığı
uçurumu derinleştirdiği için lanetlenmesi nın temelinde cemaat yapısının bozulma
ve terk edilmesi, tamamen yok edilemi- sı endişesi yatmaktaydı. Özellikle kapita-
K E M A L İ Z M
Türkiye Cumhuriyetinin 10. Yılı, büyük bir m illi gurur tezahüratıyla kutlanırken,
Cumhuriyet’in teknik ilerlem ede attığı adım lar özellikle Öne çıkm ıştır Çağın "m akine”
w sanayi tutkunluğu, Türkiye'de d e popüler modernleşme algısına m Kemalist
modernizme damgasını vurmaktadır, Ahmet Ağaoğtu'nun 1935'teki bir yazısındaki
ifadesiyle “Türk alışverişe, hesaba, kitaba yaram az” deyişinin boşa çıkarılm ası, Türk
ınkılâbt’mn esastı övünçleri arasında y er almıştır.
vunanlann iddia ettiği üzere, kapitalist ‘ahlâkî çöküntü’den kapitalist dünya eko
ekonomi ve liberal toplumla birlikte olu nomisinin gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler
şan liberal demokratik siyasal yapı ko de ortaya çıkarmış olduğu yeni sorunlara
runması arzulanan cemaatçi yapıyı boz kadar uzanan son derece geniş bir yelpa
makta ve toplumun kendi içinde çıkar ça zede yürütülen bu eleştiri özellikle azge
tışmalarıyla bölünmesini körüklemektey lişmiş ülkelerde ‘emperyalizme karşı çı
di. Dolayısıyla, liberal bir toplumsal olu kış' gibi algılanan ama aslında Batı’da üre
şumun siyasal kurumu olan parlamenter tilmiş bir Batı düşmanlığından hiç de
yapı ile çok partili sistem korporatistler farklı olmayan bir radikal muhafazakâr
tarafından şiddetle eleştirilmekteydi.4 Bu konumu pekiştiriyordu.
eleştiri 19. yüzyılın sonlarına doğru özel Türkiye’de kapitalist ekonomik ilişkile
likle Almanya, Avusturya ve Fransa’da ol rin yasal bir güvenceye kavuştuğu ve des
dukça taraftar buldu.5 Akademik düzeyde teklendiği, siyasal hayatın ise liberal de
parlamenter düzene en kapsamlı korpo- mokratik bir yapıyla yürütülmeye çalışıl
ratist eleştiriyi getiren Leon Duguit çok dığı 1908 Devrimi sonrası günlerde birey 257
partili sistemin iyi bir temsil mekanizma sel hak ve özgürlüklerin o zamana kadar
sı olmadığım ve vatandaşların her meslek görülmediği şekilde genişlemesi doğal
dalında kurulacak olan korporasyonlar- olarak kapitalist ekonomik düzen ve libe
dan seçilmiş temsilcilerin oluşturacağı bir ral toplumsal oluşum aleyhindeki fikirle
meclis aracılığıyla temsil edilmesinin da rin daha keskin bir biçimde tartışılmasına
ha hakkaniyetli olacağını savundu.6 Ana neden oldu.9 Çapı ve etkisinin sınırlı kal
yasa hukuku profesörü Duguît’nin yaptığı ması nedeniyle sosyalist eleştiriyi bir ke
bu çağrı, 1922 sonrası faşist düzene ge nara bırakacak olursak, Türkiye’de 1908
çen Balya’da yankı buldu ve fikir babalı Devrimi sonrası yeni düzen aleyhindeki
ğını yaptığı bu yeni anayasal yapı kendine söylemin radikal muhafazakâr ideolojide
İtalya’da kısmen de olsa yer edindi.7 odaklandığını söylemek yanlış olmaz. Za
man zaman mutlakıyetçi rejimi yeniden
TÜRKİYE'DE KORPOKATfZM İLHAMI ihya etme çabasında olan klâsik muhafa
zakârlarla da ittifak yapan bu görüş özel
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye likle Balkan Savaşları ve Birinci Dünya
politikasında aktif rol alanlar arasında, Savaşı ile birlikte söylemine açıktan açığa
Fransa, Almanya ve Isviçre gibi ülkelerde Batı düşmanlığını da kattı. Şiirleriyle Av
eğitim almış olanların, korporatizmden rupa’daki Hıristiyan sosyalizminin İslâmî
çok fazla etkilenmiş olduklarım söylemek referanslara dayanan bir benzerini gelişti
hiç de abartılı olmayacaktır. Bunda ‘Batı ren Mehmet Akif Ersoy’un ‘tek dişi kal
düşmanlığı’ olarak adlandırabileceğimiz mış canavar’ olarak nitelediği Batı, Türki
olgunun payının da son derece yüksek ye’de de yeni kapitalist düzenden hoşnut
olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Ay olmayanların rahatça hücum edecekleri
dınlanma Çağı düşünce sistemim sorgu bir hedef haline geldi.
layan Avrupalı bir entelektüel çevre 19. Toplumsal dönüşümün temelinde eko
yüzyılın sonlarına doğru Batılı yaşam tar nomideki dönüşümün yattığı görüşünün
zı aleyhinde yoğun bir eleştiri kampanya yaygınlaşması ile, ekonom ik yapının
sı başlatmıştı.® Aydınlanma Çagı’nm te kontrol altına alınması yönündeki çaba
mel değerlerini sorgulayarak reddeden bu lar önplana çıktı. Burada ilginç olan nok
entelektüel ve yarı entelektüel çevre azge ta Türkiye’de ortaya atılan bu fikirlerde
lişmiş ülkelerde oldukça ciddiye alındı. ç 'k da tutarlı bir yaklaşımın bulunma-
Bireyselleşme ve özgürleşmenin getirdiği masıydı. 19. yüzyıl sonunda Avrupa’da
K E M A L İ Z M
gelişen korporatisl düşüncenin temel çı ya’dakine benzer özel bir yeri vardır. Tür
kış noktasını kapitalist ilişkilerin yaygın kiye’de ‘meslekî temsil’ olarak çevri len/bi-
laşması nedeniyle bozulmuş olan ‘Eski linen korporatisl siyasal yapılanmayı ilkin
Düzen’in yeniden kurulması fikri oluştu Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru
rurken, sorun Türkiye’de tartışıldığında İttihat ve Terakki Fırkası içindeki bir grup
bu eksen zaten varolmadığı iddia edilen savunmuştur. Korporatif meclis düzeni
kapitalist ilişkilerin ülkede yeşermesinin hakkındaki bu görüşler ilk defa olarak Ali
önüne geçmek eksenine kaydı. ‘Anakro Ihsan (Iloglu) tarafından ortaya atıldığın
nik’ denebilecek kir şekilde, Türkiye’nin da İttihat ve Terakki Fırkası yöneticileri
gen kalmışlığının nedeni olarak Türkiye tarafından değerlendirmeye değer bulun
ekonomisinin 19, yüzyıl başında gele madı ve Iloglu parti yönetimince dışlandı,
neksel ekonomik yapılarını terk etmesi Iloğlu'nun teklifine göre, ekonomik ve si
gösterilmekteydi, 1920’li yılların başında yasal yapı korporasyonlar esasına dayanı
gerek iktidar bloğu içinde yer alan, ge- larak yeniden örgütlenecekti.10 Batı’daki
258 rekse iktidara dışarıdan entelektüel des radikal muhafazakâr korporatisl düşünce
tek sağlayan çevrenin üzerinde önemle den ithal edilen bu görüşe göre, toplu
durduğu konu Türkiye’nin uzun vadeli mun sın ıf çatışması ile bölünm esinin
ekonomik sorunlarının kaynağında Tan önüne geçmek amacıyla çıkarların çok
zim at döneminde yapılan reformların partili bir sistemde olduğu gibi serbestçe
yattığı iddiasıydı. Cumhuriyet’in kurul temsil edildiği ve kamuoyu önünde çatış
ması aşamasında iktisat vekilliği yapan maya girdiği bir düzen reddedilmeliydi.
Mahmut Esat Bozkurt 20. yüzyılda Tür Yapılması gereken, işkollarmı kendi için
kiye’nin ekonomisindeki aksaklıkların ve de ayrı ayrı örgütlemek, aynı iş dalında
sorunların kaynağında 19. yüzyıl başında çalışan işçi ve işverenleri tek bir çan altın
lonca sisteminden vazgeçilmiş olmasının da toplayarak ortak olduğu iddia edilen
yattığını iddia etmekteydi. Loncaların meslekî çıkarlarını bir uzlaşma ortamı
kaldırılmasıyla ekonominin üzerindeki içinde korumaktı. Liberal ve sosyalist dü
denetimin zayıfladığını, üreticilerin ser şüncede varlığı doğal kabul edilen çıkar
best piyasa koşullarına terk edilmesiyle çatışmasını temelden reddeden bu görüşe
ekonominin kötüye gittiğini iddia eden göre, uzlaşma ve dayanışma önplana alın
Bozkurt için yapılması gereken, loncala malı, bireysel ve sınıfsal çıkarların redde
rın ihya edilerek hem ekonomik hem de dildiği bu korporatif düzende çok partili
toplumsal yapı üzerindeki denetimleri hayata gereksinim duyulmayan bir siyasal
nin artırılması idi. Gerek Mahmut Esat ortam yaratılmalıydı.
Bozkurt gerekse 1920’li yıllarda yayımla Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru
dığı Meslek ve H alk Gözetesi ile Muhid- ortaya atılan ve sosyolojik boyutu da yi
din Birgen 20. yüzyılda Türkiye’nin Ba- ne aynı dönemde Ziya Gökalp ve sonra
tı’ya karşı vereceği ekonom ik savaşta dan C um huriyet Halk Partisi içinde
mücadelenin korporatisl metotla yürü önemli bir rol üstlenecek olan Necmed-
tülmesi gerektiğine kamuoyunu ikna et din Sadık (sonra: Sadak) tarafından tartı
meye çalışmışlardır. şılan meslekî temsil projesi, 1920 yılında
M eclis Ankara’da açıldığında yeniden
k o r p o r a t if d ü z e n ta sarila ri
gündeme getirildi. Bu sefer Kemalistler
tarafından 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanu
Avrupa’daki düşünsel etkisine yukarıda nu tasarısı tartışılırken gündeme getiri
değinilen Duguit’nin Türkiye’deki anaya len proje, tam teşekküllü bir korporatif
sal gelişmeleri etkilemek bakımından Ital- yapıya dayanan bir anayasal düzen ku-
TÜRKİYE'DE KORPORATİST DÜŞÜNCE VE K ORPORATI T M UYGULAMALARI
mokratik rejimlere son derece sen saldırı rarlı çabaları, 25 Haziran 1927’de Âli İk
larda bulunuyordu. Peker’e göre, çok par tisat Meclisi Kanunu’nu Meclis ten geçi
tili rejim ülkeleri bunalımlara sürükle rilmesiyle sonuç verdi. Yasaya göre, yirmi
yen, devlet yapısını zayıflatan ve genel dört üyesi olan Âli İktisat M eclisi’nin
olarak istikrarsızlığa yol açan bir sistem fahrî başkanı başbakandı. Altı ayda bir
di. ‘Millî birlik ve beraberlik’ ile ‘millî on beş gün için toplanması planlanan
egemenlik’ kavramları etrafında kurgula meclisin yirmi dört üyesinden biri silahlı
dığı tartışma ile Tek Parti rejimi arasında kuvvetler mensubu, on biri iktisat erba
sıkı ilişkiler kuran Peker toplum içinde bı, onikisi de sonradan hazırlanacak bir
ortaya çıkabilecek çoksesliliği devlet açı talimatnameye göre iktisatla ilgili çeşitli
sından en büyük tehlike olarak görüyor devlet kurumlarından seçilecek uzman
du (Peker, 1935). Kitabın yazıldığı yddan lar olacaktı, Âli İktisat Meclisi’nin top
yarım yüzyıl sonra bile Peker’in kullandı lantı gündemlerini ve programlarım baş
ğı kavramlar çerçevesinde hemen hemen bakanlık tespit edecekti. Yasayla kendine
aynı tartışmaların bugün de liberal de verilen görevleri, hükümetçe hazırlana- 26
mokratik rejim aleyhtarları tarafından cak iktisadi kanun ve nizamname tasarı
di11end irildiği dikkate alınırsa korporatist ları hakkında mütalâa vermek, iktisadi
düşüncenin Türkiye’deki baskın siyasal mevzuatta gerekli görülen değişiklikleri
söylemdeki yeri daha kolay anlaşılabilir. gerekçeli teklifler halinde hükümete sun
Korporatist siyasal yapılar ne Türki mak, İktisadî ihtiyaçlarım ız hakkında
ye’de, ne de bu politikaların Türkiye'den araştırmalar yapmak ve çeşitli iktisat
daha uzun süre egemen olduğu Portekiz akım larını inceleyerek bunların Türk
ve İspanya gibi ülkelerde tam olarak uy ekonomisi ile ilgilerini ve Türkiye’ye etki
gulama alanına konulmuştur (Baudin, derecelerini araştırmak olacaktı.111
1942). Meslek! temsil esasına dayanan Bu iktisat meclisi pek bir varlık göste
bir ‘ekonomik meclis’ fikrî her ne kadar remedi. Özellikle İstanbul’daki iş çevrele
kuramsal düzeyde tartışıldı ise de bu fi rinin hiç de olumlu değerlendirmediği bu
kir Mussolini’nin yönetimi altındaki İtal proje Âli İktisat Meclisi’nin özel kesim
ya'da bile tam olarak uygulama alanına den gelen üyeleri tarafından baltalandı ve
yansımadı.12 Buna karşılık, Türkiye’de ilk toplantısını ancak 1928 yılında yapa
meslekî temsil esasına dayanan bir mec bilen Âli İktisat Meclisi 1935 yılında orta
lis fikrinin 1920 ile 1923 arasında tartışı dan kaldırılmak zorunda kaldı. Ancak,
lıp reddedilmesi, bu fikrin terk edilmesi Ali iktisat M eclisi’nin lağvedilmesi de,
anlamına gelmedi. 1923 yılından başla korporatist projenin terk edildiği anla
yarak Kemalist yönetim yanlısı basında, mında alınmamalıdır. Âli iktisat Mecli
özellikle de Türkiye'de korporatist eko si’nin kurulma amacı Türkiye ekonomisi
nomik politikaların ateşli bir savunucusu ni sıkı bir siyasal denetim altına almaktı.
olan Muhiddin Birgen’in çıkardığı Meslek Sanayi alanında bu denetim 1933 yılında
ve Halk Gatetesi’nde, korporatif ekono kurulan Sümerbank aracılığıyla sağlandı.
mik meclis fikri çok ısrarlı bir şekilde sa Sümerbank’ın başına Ali iktisat M ecli
vunuldu. Bu fikre destek olarak da Birin si’nin başkanlığını yapan Nurullah Esat
ci Dünya Savaşı’ndan sonra liberal de Sümer getirildi. Nurullah Esat Sümer
mokratik siyasal yapılara alternatif olarak korporatizme yürekten inanmış bir ikti
birçok ülkede kurulması tartışılan ve ba satçıydı. Savaşın bitimine yaklaşıldığı ve
zılarında kurulan ekonomik meclisler Almanya’nın sonunun artık herkes tara
gösterilmekteydi.13 fından görüldüğü 1945 yılı başlarında ya
Türkiye’de iktidarın bu konudaki ıs yımladığı Muasır İktisat Nizamı adlı kita-
K E M A L İ ___________ Z____________ M
bında Almanya örneği üzerinden giderek mekte ve bu lekelin kısmen veya tama
korporatist ekonomik politikaların çağ men bir anonim şirkete devredilmesine
daş dünyada uygulanan en iyi ve doğru hükümet yetkili kılınmaktaydı. Bu yasay
politikalar olduğunu savunabiliyor ve li la sert alkollü içkilerin dışında kalan şa
beral ekonomik politikaların çöktüğünü rabın da üretim ve ihracı serbest olmakla
iddia edebiliyordu (Sümer, 1945). beraber yurt içinde satışı devlet tekeline
devredilmekteydi- 28 Mayıs 1927 tarihli
DEVLETÇİLİK Mİ, KORPORAT12M MI? ‘Alkol İnhisarının İdaresine Dair Tarihli
Kanun’ ile de içki tekelinin bir anonim
Türkiye’deki korporatist düzen tasavvu şirkete devrine imkân veren hüküm de
runda üzerinde en çok durulması gerekli kaldırılarak tekelin doğrudan devletçe
noktalan ekonomik politikalar teşkil et idaresi zorunlu kılındı. Kibrit Üretimi ve
mektedir. Korporatist yönelimler doğrul satışı da yine 1924 yılında çıkarılan bir
tusunda siyasal ve sosyal yapıda gerçek- yasayla tekel altına alındı. 2 Haziran 1929
262 leşmesi arzulanan değişikliklerin hepsi tarihli 'Kibrit ve Çakmak İnhisarına Mü
aslında ekonomik alanda yapılan veya ya teallik Kanun’ ile de kibrit ve çakmak taş
pılması planlanan değişikliklerle birlikte larının üretimi, ithali ve satışı devlet teke
anlam ifade eden ve bir bütünün parçası line verildi ve çakmak taşı ve kibrit yap
nı oluşturan şeylerdi. Türkiye ekonomik maya mahsus her çeşit makine, alet ve
tarihi anlatılırken genel olarak ‘devletçi' edevatın özel kişilerce ithali, üretimi,
düzenlemelerin 1930 yılından sonra ya nakli, alım ve satımı yasaklandı. Yasa yü
pıldığı, bu yıla kadar liberal iktisat politi rürlüğe girdiği tarihte özel kişilere ait
kaları uygulandığı iddia edilir (Boratav, olan makine ve tesisler İnhisar ldaresi’nce
1974; Boratav, 1988; Kepenek ve Yentürk, satın alınmaya başlandı. Satmak isteme
1996; Keyder, 1993; Kuruç, 1987; Tezel, yen kişiler makine ve tesislerini bir ay
1994). Halbuki, dikkatli bakıldığında, he içinde ihraç etmeye mecbur bırakılmak
men 1924 yılından itibaren liberal iktisat taydı (Wikander, 1979).
politikalarından uzaklaşıldığı göze çar Tekel altına alınan son derece önemli
par.15 1927 yılında yasayla tüzel kişilik bir tarım sal Urun, tütündü. 26 Şubat
kazanan Âli İktisat Meclisi bu politikanın 1925 tarihli ‘Tütün ldare-i Muvakkatesi
yalnızca bir cephesiydi. ve Sigara Kağıdı inhisarı’ ile 1883 yılında
Ekonomiyi liberal prensiplerden uzak kurulan ve halk arasında kısaca Tütün
laştıran diğer ve daha önemli uygulama Rejisi olarak bilinen Müşterek-ül-Menfea
lar, Türkiye ekonomisinin tekeller aracılı Devlet-i Osmaniye Duban Rejisi 4 milyon
ğıyla denetim altına alınması çabasında lira ödenerek satın alındı. Bu yasayla da
kendini gösterir. İlk olarak ‘Müskirat in iç tüketime mahsus tütün alımı, işletilme
hisarına Mütedair Kanun’ ile 1924 yılı si, tütün ve sigara üretimi ve satılması
başlarında içki üretimi tekel altına alın doğrudan doğruya devletçe gerçekleştiri
mıştır. Çıkartılan geçici yasayla devlet lecekti (Boratav, 1974). 1930 yılında çı
fabrikaları kuruluncaya kadar özel teşeb kan Tütün İnhisarı Kanunu, tütündeki
büsün devlet denetimi altında üretim tekeli pekiştirdi. Özel kişilere yalnızca ih
yapmasına izin verildikten sonra, 1 Hazi racat amacıyla yaprak tütün ticareti yap
ran 1925’ten itibaren içkide tekel resmen mak hakkı veriliyordu, ancak bu amaçla
yürürlüğe girdi. 22 Mart 1926 tarihli ‘is yapılan ticaret de devletin kontrolü altın
pirto ve Meşrubat-ı Küuliye İnhisarı Hak da tutulacaktı. Bu kanun Meclis’te görü
kında Kanun’ ile de her türlü alkollü içki şülürken muhalif milletvekilleri sorunu
nin üretimi ve ithali devlet tekeline veril genel bir devlet müdahalesi-ticaret ser-
TÜRKİYE'DE KORFORATIST DÜŞÜNCE VE KORPORATİZM UYGULAMALARI
edilmeden önce kamuoyuna bizzat ikti tüketim aleyhindeki değer yargıları devle
sat Vekili Mahmut Esat Bozkurt tarafın tin benimsediği bir politika olunca tüm
dan da açıklandığı üzere, liberal bir eko korporatist ülkeler gibi Türkiye’de de tü
nomik düzenden Meclis içi ve dışı muha ketimi ve üretimi sınırlayıcı kararlar ve
lefet kırılabildiği ölçüde uzaklaşılmıştır, bu kararları kamuoyuna benimsetmek
1929'daki Büyük Bunalım’dan sonra ise için geliştirilen propaganda teknikleri uy
çok daha açık bir şekilde korporatist po gulamaya konuldu. ‘Tasarruf ve Yerli Mal
litikalar gündeme gelecektir (Tekeli ve il lar Haftası’ olarak kutlanan günler, toplu
kin, 1977), ma tüketim alışkanlıklarının ve serbest ti
caretin ülke çıkarları açısından mahzurla
KORPORATİZM VE O IA RŞİK ÖZLEMLER
rının aşılanmasına vesile oldu. Kendi ya
ğıyla kavrulan, kendi kendine yeten bir
Korporatist düzen, serbest ticarete temel iktisat yaratma çabası ülke ekonomisinin
den itirazı olan bir düşünceydi. Bu ba- işleyişini belirleyen öncellikler arasına
264 kımdan, liberal iktisat politikalarının dış girdi. İhracat ve ithalata getirilen yasak
ticareti ilgilendiren kısımları da korpora larla 1930'lu yıllarda daralan dış ticaret
tist düşünce tarafından sürekli eleştiri al hacmi, ekonomik başarının simgesi ola
mıştır (Manoilescu, 1929), Oldukça du rak sürekli vurgulanan bir gösterge oldu
rağan bir ekonomik yapı öngören ve ka (Toprak, 1998),
pitalist mantığın “doğal” olarak varsaydı Türkiye açısından, kendi kendine yeten
ğı “sınırsız ihtiyaç" prensibini reddeden bir ülke olmanın yolu ‘üç beyazlar’ olarak
korporatizm, kapitalizm öncesi cemaat adlandırılan ürünlerin ülke sınırları için
yapılarında olduğu farz edilen ekonomik de üretim ve tüketiminden geçiyordu. Ye
yapıyı yeniden ihya etmenin bir şartı ola terli buğday ve şekerin Türkiye'de üreti
rak da ekonominin kendi kendine yeter lip tüketilmesi, ihtiyaca yetecek kadar
olmasını, tüm ihtiyaçların yerel ekonomi tekstil ürününün yine Türkiye’den karşı
tarafından karşılanmasını öngörmektey lanacak pamuk ile dokunması, resmen
di, Bu, kısaca, otnrşilı bir ekonomik yapı ‘devletçi’ olarak adlandırılan korporatist
demekti, Korporatist modele göre, bir ül politikaların en önemli öncelikleri idi
kenin kendi sınırları içinde kendi tükete (Tekeli ve ilkin, 1977; Tekeli ve İlkin,
ceği bütün malları üretebilmesi ve bunun 1982), Özellikle buğday üretimi ve tüke
sonucu olarak da herhangi bir dış kayna timi açısından bakıldığında, kendi kendi
ğa ihtiyaç duymaması, dışa bağımlı olma ne yeterli olma projesinin hemen hemen
ması gerekmekteydi. Ancak çok gerekli aynı gerekçelerle Musssolini Italyası’nda
görülen malların ithaline ve bunları kar ve Salazar Portekizi’nde de uygulanmaya
şılayacak oranda bir ihracata müsaade konulduğunu ve bu ülkelerde hedeflenen
edilmeliydi. 1929 yılında patlak veren Bü otarşik ekonominin önemli bir unsurunu
yük Bunalım, yalnızca Türkiye'de değil oluşturduğunu belirtmek gerekiyor.16
korporatist özlemlerin yeşerdiği bütün Dünya çapındaki ekonomik bunalımın
ülkelerde, bu özlemlerin gerçekleşmesi aşırı üretimden kaynaklandığı gibi bir sav
için sonuna kadar değerlendirilen bir fır ileri süren Şevket Süreyya Aydemir ve
sat olmuştur. benzeri korporatizm yanlısı ekonomi bü
Kapitalizm üretimin sürekli arttığı ve rokratları açısından, Türkiye’nin de böyle
tüketimin teşvik gördüğü bir düzendi. bir tehlikeye maruz kalmaması için üreti
Halbuki korporatizm yanlıları için, ideal mini en ince ayrıntılarına kadar planla
olan, fazla ve gereksiz tüketimin önlen ması gerekmekteydi. Bu planlama, tarım
mesi idi. Kapitalizm öncesi bir dünyanın da nerede ne kadar ekim yapılıp hangi fi
yattan nerede pazarla nacağı konusundan ğın bilinçli bir şekilde yok edilmesiyle
başlayıp sanayide hangi sektörün ne ka uzun vadede kredi işlerinin merkezî oto
dar üretim yapacağı, bunu hangi fiyattan rite dışında örgütlenmesinin önüne geçil
kime, hangi koşullarda satacağına kadar miş oldu. Yerel bankacılıktan boşalan ye
alınacak tüm kararların merkezî devlet rin devlet denetimi altında kurulan ko
otoritesi tarafından belirlenmesi anlamına operatifler tarafından doldurulması kor
geliyordu (Jordan, 1939), poratist ve devletçi uygulamaların bir
1930’lu yıllardan başlayarak tarımda başka ayağını oluşturdu. Kooperatifler
Toprak Mahsulleri Ofisi, sanayide Sümer- dağıttıkları krediler ve ellerindeki diğer
bank ve madencilik alanında da Etibank yetkilerle tarımsal üretici ve esnaf üzerin
Türkiye’deki modern ekonominin tüm de onları denetim altına alan bir meka
kurum ve kuruluşlarım denetim altında nizma oluşturdular (Atasagun, 1934; Ata-
tutan yapılar olarak uzun yıllar varlıkları sagun, 1940; Atasagun, 1943),
nı sürdürdüler (A cun, 1 9 4 7 ; Ö zbek, Kooperatifçilik hareketi 19, yüzyıldan
1938; Paklar, 1961), Korporatist politika beri kapitalizme karşı korporatist denile
ların uygulama araçları olarak kurulan bu bilecek bir direnmenin önemli bir ayağım
devlet kurumlan ülke çapında malların oluşturmaktaydı. Büyük işletmelerin or
fiyatlarını ve satış miktarlarını serbest pi taya çıkması ve fabrika üretiminin gene!
yasa mekanizması dışında geliştirdiler. ekonomik yapı içinde egemen olmaya
1930’lu ve 1940’h yıllar boyunca sanayi başlamasıyla birlikte kooperatifçilik hare
üretimini denetimi altında tutan devlet, keti de Avrupa’nın değişik ülkelerinde
üretimi artıracağı ve kendisiyle rekabet önem kazandı. Kooperatifçilik hareketi
edebileceği endişesiyle özel teşebbüsün, bir bakıma özel mülkiyet haklarına teca
örneğin dokumacılık alanında, yeni fabri vüz etmeden modern kapitalist işletmele
kalar açması şöyle dursun, elindeki fabri re karşı direnmenin yoluydu. Kapitalizm
kaları yenilemesine, geliştirmesine ve ka öncesi esnaf yapısını korumayı amaçla
pasitelerini yükseltmesine çıkarmış oldu yan kooperatifçilik hareketi bu anlamıyla
ğu yasa ve kararnamelerle engel oldu.17 da korporatist ekonomik projede önemli
Bu politika o kadar başarılı oldu ki, Tür bir yer işgal etmekteydi. Türkiye’de bu
kiye, ikinci Dünya Savaşı’ndan eskisine anlamıyla kooperatifçiliği, Birinci Dünya
oranla daha küçülmüş bir ekonomik yapı Savaşı’mn hemen öncesinde ittihat ve Te
ile çıkmakla kalmadı, aynı zamanda ta rakki Cemiyeti’ne karşıtlığıyla tanınan
rımsal üretimdeki payım sanayi lehine Ahmet Cevat Emre fikir planında günde
büyüterek daha az sanayileşmiş bir ülke me getirmiştir. Kooperatifçiliğin tarihini
haline geldi.18 anlattığı Ihiisadda bıkddb adlı kitabı Tür
kiye'de bu konuda yayımlanmış ilk kitap
KOOPERATİFLER VE KORPORATfZM tır (Emre, 1912).
Kooperatifçilik akımı 1923’ten sonra
1933 yılında bankacılığın yeniden düzen devlet sosyalizmini benimsemiş aydınlar
lenmesi ile de Türkiye’de özel sektörün arasında oldukça yaygın bir şekilde tartı
bankacılık alanındaki faaliyetleri daraltıl şıldı (Heri, 1931). Mesleki temsil konu
dı ve yerel bankacılık bir devlet politikası sunda en ısrarlı kimselerden biri olan
olarak kösteklenerek özel bankacılığın Muhiddin Birgen aynı zamanda çok ateşli
tüm bankacılık içindeki payı düşürül bir kooperatifçi olarak 1930’lu yıllarda
dü.19 Yatırımcıların ihtiyacı olan kr.dile kooperatiflerin kurulması ve yönetiminde
rin böylece yerel kaynaklardan karşılan de çalıştı, Korporatist bir tasavvur çerçe
ması engellendi. Ayrıca, yerel bankacılı vesinde kooperatifçilik, özellikle küçük
K E M A L İ Z M
tarım işletmelerinin devlet denetimi akın alanlar dışında nasıl sağlanabileceği üze
da zorunlu olarak katılmaları gereken rine kafa yorduğu bir proje idi. Halkçılı
birlikler haline getirildiklerinde tarımsal ğın köye ve kırsal yapıya bakış açısı ge
üretimde hemen hemen her türlü kontro nellikle ‘milletin efendisi’ olarak yücelti
lün gerçekleştirilmesine olanak sağlama len köylünün nasıl kapitalist bir üretici
ları bakımından devletin önemle üzerin ye dönüştürülmeden ve pazar ekonomi
de durduğu bir konu oldu. Kooperatifçi sine eklemlenmeden köyde tutulabilece
lik özlemi ve kooperatifçiliğin yaygınlaş ği sorunsalı etrafında şekillenmekteydi.
tırılarak geliştirilmesi talebi 1920’lerden 1930’lu yıllar boyunca amaçlanan, Tür
bugüne kadar Türkiye’deki radikal sağın kiye’de küçük köylülüğün yaygınlaştırıl
söyleminde de daima yer bulmuştur. ması oldu,20 Bu amaçla sürekli olarak
Özellikle devlet denetimi altında ko gündeme getirilmeye çalışılan, ama siya
operatifleşme kırsal alanda korporatist sal yapıdaki güç dengeleri nedeniyle bir
bir toplum yaratmanın en önemli araçla- türlü tek partili Meclis’ten çıkarılamayan
266 rından biriydi. 1930’lu yıllarda ‘Köycü ‘Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’ on beş
lük’ adı verilen hareket, köy hayatıyla yıla yakın bir zamandır durduğu raftan
yakından uzaktan ilgisi olmayan korpo ancak f9 4 5 yılında indirilip büyük bir
ratist düşünce sahiplerince geliştirildi. zorlamayla yasalaştırılabildi.21 Çıkarılan
Bu, yönetici kadronun, kırsal hayatın so bu yasa, bir bakıma, kurulmasına vesile
runlarına gerçekçi çözümler üretmekten olduğu Demokrat Parti ile korporatist
çok korporatist düzende sağlanacak is düzenin siyasal yapısının çökmesine ne
tikrarlı ve durağan yaşantının kentsel den olacaktı.22 □
DİPNOTLAR
1 Archer, Abraham (1963), "Professors as Propa- es of the Corporative State with Special Refe-
gandists: The Politics of the Kathedersozialis rence to the Period 1870-1919 (New York: Rus-
ten," Jo u rn a l o f C en tra l Eu ro p ea n A ffa irs, 23, sell and Russell); Boyer, lohn W. (1981), Politi
S. 282-302. cal Radicalism in Late Imperial Vienna: Origins
2 Hayvvard, Jack Ernest Shalom(1960), "Sol idar İst of the Christian Social Movement, 184B-1897
Syndicalism: Durkheim and Duguit I" The Soci- (Şikago: University of Chicago Press); Boyer,
o lo g k a l Revievv, Yeni Seri, S/î (Temmuz), s. 17- John W. (1986), "The End of an 01d Regime:
36; Hayward, lack Ernest 5halom(1960), "Soli- Visions of Political Reform in Late Imperial
darist Syndicalism: Durkheim and Duguit, 11" Austria," The Journal of Modern History, 58, s.
The S o d o lo g îc a l R eview , Yeni Seri, 812 (Aralık), 159-193; Boyer, John W. (1995). Culture and
s. 185-202. Political Crisİ5 in Vienna: Christian Socialism in
Power, 1897-1918 (Şikago: University of Chica
3 Schapiro, J. Saivvyn (1945), "Pierre Joseph Pro- go Press); Elbow, Matthew H. (1966 119531),
udhon, Harbi nger of Fasdsm," The American French Corporative Theory, 1789-1948: A
H isto rica l R e v ie w, 5014 (Temmuz), S. 714-737; Chapter in the History of Ideas (New York: Oc-
Douglas, Dorothy W. (1929), "P. J. Proudhon: A tagon Books, İne.) Johnston, Wiliiam M. (1972),
Prophet of 1848, Part I: Life and Works," A m e The Austrian Mind: An Intellectual and Social
rican Jo u rn a l o f So ciolo g y, 34/5 (Mart), s. 731 - History, 1848-1938 (Berketey, Los Angeles ve
803; Dougias, Dorothy W. (1929), "P. J, Proud Londra: University of California Press)
hon; A Prophet of 1848. Part il," A m e rica n J o
u rn a l o f So ciolo g y. 3511 (Temmuz), s. 35-S9. 6 Douglas, Paul H. (1923), "Occupalionai Versus
Proportional Representation," A m e rica n Jo u r
4 Frantz, Constantin (1862), K ritik a lle r Parteien n a l o f S o c io lo g y , 29/2 (Eylül), s. 129-157 ;
(Berlin: Ferdinand Schneider); Gooch, Robert Grimm, Dieter (1973), So lid a ritd t a Is Rechfsp-
K, (1927), "The Antiparliamentary Movement rinz/p; D ie Rechts- u n d Sta a tsleh re L e o n D u g u -
in France," The A m e rica n Po litica l Science R evi- its in ih r e r Z e it (Frankfurt am Main: Athenâum
ew , 21, s. 552-572. Verlag); Laborde, Cedle (1996), "Piuralism,
5 Bowen, Ralph H. (1971 [1947]), German Theori- Syndicalism and Corporatism: Leon Duguit and
TÜRKİYE'DE KORPORATİST DÜŞÜNCE VE KORPORATIZM UYGULAMALARI
the Crisis of the State (1900-25)," H isto ry o fE u - 15 Arol, F. Haşan (1998), The Proceeding of the
ro p e a n tdeas, 22, s.227-244, Turkish Economy during 1923-1930: Definıtion
7 Schneider, Herbert Wallace (1927), "Italy's of an llllberal Decade (Ankara: ODTÜ Siyaset
New Syndicalist Constitution," Po litica l Science Bilimi ve Kamu Yönetimi Yükseklisans Tezi)
Q uarterly, 42, s. 161 -202. 16 Cohen, Jon S. (1979), "Fasclsm and Agricultu-
8 May, Henry F. (1956), "The Rebellion of the tn- re in Italy: Policies and Consequences." The
tellectuals, 1912-1917," A m e rica n Q u a rte rly, E co n o m ic H isto ry R e vie w , Yeni Seri, 32, s.70-
8/2 (Yaz), s, 114-126, Herman, Arthur (1997), 87: Corner, Paul (1979), "Fascist Agrarian Po-
The Id ea o f D e clin e in W estern History (New licy and the Italian Economy in the )nter-War
York: Free Press) Years," John Anthony Davis (Der.), G ra m s a
a n d Ita ly ’s Passive R e v o lu tio n (Londra: Croom
9 Toprak, Zafer (1977), “il. Meşrutiyetle Solida- Helm) içinde, s.239-274; Cotta, Freppel (1937),
rist Düşünce: Halkçılık," Toplum ve Bilim , No.1 E c o n o m ic P la n n in g in C o rp o ra tiv e P o rt u g a l
(Bahar), s.92-123; Toprak, Zafer (1977), "Halk (Marcello Caetano'nun önsözüyle] (Londra: P.
çılık İdeolojisinin Oluşumu," Reşat Kaynar S. King and Son, Ltd.); Saivemini, Gaetano
(Der,), A ta tü rk D ö n e m in in E k o n o m ik ve To p (1931), "Mussolini's Battle of W he at," P o liti
lum sal So ru n la rı, 1923-1938 (İstanbul: İstanbul cal Science Qua rterly, 46, ss.25-40.
Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi Mezunları
Derneği Yayını) içinde, s, 13-31, 17 Tekeli, Ilhan ve Selim İlkin (1987), "Savaşmayan
Ülkenin Savaş Ekonomisi: Üretimden Tüketime
10 Tekeli, Ilhan ve Selim İlkin (1977b), “[Kör] Ali
Ihsan [lloğlu] Bey ve Temsil-i Mesleki Progra
Pamuklu Dokuma," O D T Ü G elişm e D ergisi, 14, 267
s. 1-48; VVâlstedt, Bertil (1980), State M an u fa c- -------------
mı," Reşat Kaynar (Der.). Atatürk Döneminin tu r in g E n te rp ris e in a M ix e d E c o n o m y : Th e
E k o n o m ik ve T o p lu m sa l So ru n la rı, 1923-1938 Turkish Case (VVashington, D. C.: The World
(İstanbul: İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Bank/Baltimore ve Londra: The Johns Hopkins
Mektebi Mezunları Derneği Yayını) içinde, University Press)
s.2 83-357.
18 Eldem, Vedat (1946-1947), "Türkiye'de Sanayi
11 Finefrock, Michael M. (1931), "Laissez-Faire, leşme Hareketi," I. Ü. İktisa t Fa kü ltesi M ecm u
the 1923 İzmir Economic Congress and Eariy ası, S, s.46-71.
Turkish Developmental Policy in Political Pers-
pective," M id d le Ea stern Studies. 17, s, 375-392; 19 Siiier, Oya (1975), " 19201 erde Türkiye'de Millî
Ökçün, A. Gündüz (1968), "1923 Yılında İz Bankacılığın Genel Görünümü," Osman Okyar
mir'de Toplanan Türkiye İktisat Kongresinde ve H, Ünal Nalbantoğlu (Der,), Türkiye İktisa t
Kabul Edilen Esaslar," A, Ü. Siyasal B ilg ile r Fa Ta rih i Sem in eri; M etinlerfTartışm alar, 8 -10 H a
k ü lte si D ergisi, 23/1 (Mart), s,53-100; Ökçün, A. zira n 1973 (Ankara: Hacettepe Üniversitesi Ya
Gündüz (1971), Tü rkiye İktisa t Ko n g resi, 1923- yınlan) içinde, s.485-533.
Izm ir: H aberler, B elg eler, Yo ru m la r, İkinci Baskı 20 Birtek, Faruk (1985), "The Rise and Fail of Eta-
(Ankara: A. Ü, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayım) tism in Turkey, 1932-1950: The Uncertain Road
12 Robson, Wi!liam Alenander (1930-1935), "Func- in the Restructuring of a Semiperipheral Eco
tionai Representation," Edvvin R, A. Seligman nomy," fievîevv, 8/3 (Kış), s.407-438; Birtek, Fa
ve Alvin Johnson (Der.), En cyclop a ed ia o f the ruk ve Çağlar Keyder (1974-1975), "Agriculture
S o c ia l S c ie n c e s (New York: The Macmillan and the State: An Inquiry into Agricultural Dif-
Company) içinde, 6, s.518-523, ferentiation and Political Alliances: The Case of
Turkey," The J o u r n a l o f P e a sa n t S tu d ie s , 2,
13 Lederer, Emif (1930-1935), "National Economic S.446-467.
Councils," Edvvin R, A, Seligman ve Alvin John
son (Der.), En cyclop a ed ia o f th e So cia l Sciences 21 Barkan, Ömer Lütfi (1943), "Balkan Memle
(New York: The Macmillan Company) içinde, ketlerinin Zirai Reform Tecrübeleri." /. U. ik
11, 5.192-197; Lindner, Elli (1932), R e v ie w o f t is a t F a k ü lt e s i M e c m u a s ı, 4/4 (Temmuz),
the Economic C o u n cils in the D iffe re n t Counf- s.453-554; Barkan, Ömer Lütfi (1944-1945),
ries o f the W orld (Cenevre: League of Nations, "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve Türki
Section of Economic Relations); Lorwin, Levvis ye'de Zirai bir Reformun Ana Meseleleri,” i.
Levitzki (1931), Advîsory E c o n o m ic C o u n c ils Ü. İk t is a t F a k ü lt e s i M e cm u a sı, 6/1-2 (Ekim-
(VVashington, D. C : The Brookings Institution) Ocak), s,54-145,
14 Koraltürk, Murat (1996), "Âli İktisat Meclisi, 22 Keyder, Çağlar ve Şevket Pamuk (1984-1985),
1927-1935," E k o n o m ik Y a k la şım , 23/7 (Kış), "1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Üzerine
SS .47-64.
Tezler," Yapıt, No,8 (Aralık-Ocak), s, 52-63,
Ülkü; Halkevleri Mecmuası
M. BÜLENT VARLIK
Cumhuriyet'in ilk yılları, "yeni" bir ulu birçok kentinde iktidar yanlısı-muhalif
sun yaratılması amacına yönelik olarak süreli yayınların çıktığı görülmektedir.
geçmişin izlerinin ve etkisinin bertaraf Millî Mücadele yılları yerel basının yay
edilmesine yönelik pek çok "tasfiye"nin gınlık kazandığı üçüncü evreyi oluştur
yapıldığı, bir dönem olarak kabul edile maktadır, Halkevlerinin açılması île bir
268 bilir, Bu tasfiyelerden birisi de il. Meşru likte yeni bir yerel basın "dalgası" Ana
tiyetin kısmî özgürlükçü ortamında ku dolu'yu kaplamış, 1950'lere kadar 70
rulan, ittihat ve Terakki yönetiminin bir kadar il ve ilçede dergi yayımlanmıştır.
kesiminin görüşlerini yansıtan, 1930'lar- Ü lkü 'n ü n yayımlanmasını gündeme
da sınırlı da olsa muhalif bir güç odağı getiren önemli bir diğer etmenin de Ke
olma niteliğini kazanan Türk Ocakları malist "inkılâbın ideolojisi"nî oluştur
nın kapatılmasıdır, Türk Ocaklarının ka mak amacıyla Ocak 1932'de yayın ha
patılması ile ortaya çıkan boşluk 19 Şu yatına başlayan Kadro dergisi olduğunu
bat 1932 tarihinde Halkevlerinin kurul ileri sürmek yanlış olmayacaktır.
ması ile doldurulmaya çalışılmıştır. Bir Adı bizzat Mustafa Kemal tarafından
çok konuda İttihat ve Terakki tarafından konulan derginin çıkış amacını ve neleri
gündeme getirilen uygulamaların farklı içereceğini Recep (Peker) İlk sayıda yer
bir mekân ve zamandaki takipçisi olan alan "Ü lkü Niçin Çıkıyor?" (No: 1/Şubat
Kemalist rejim. Halkevlerinin kurulma 1933) başlıklı yazısında;
sından sonra Türk Ocaklarının merkezî "Ü lkü, karanlık devirleri arkada bı
yayın organı olan Türk Vurdu'nun yerini rakarak şerefli ve aydınlık bir istikbale
tutmak üzere bir dergi çıkarmaya karar giden yeni neslin heyecanını besle
vermiş ve bunun sonucu olarak Halkev mek, cemiyetin kanındaki inkılâp un
lerinin merkezî yayın organı olan Ülkü, surlarını ısıtmak, ileri adımlarını sık
Şubat 1933 tarihinde yayın hayatına laştırmak için,.. Ülkü, bu büyük yola
başlamıştır. [satılanlar arasında kafa birliği, gönül
Ü lkü, Halkevlerinin merkezî yayın or birliği ve hareket birliğini yapmak
ganı olmakla birlikte, ilk yayımlanan için... Ü lkü , millî dile, millî tarihe,
halkevi dergisi değildir. Halkevleri tara millî sanatlere ve kültüre hizmet
fından yayımlanan ilk süreli yayın Ağus için... Ülkü, bütün bu gayelere hizmet
tos 1932 tarihinde çıkarılan (Eskişehir) yolunda çalışan Halkevlerinin ruhun
Halkevi dergisidir. Bu noktada, Halkev daki harareti yazı vasıtasiyle yaymak
lerinin Türkiye'de yerel basının gelişme için... çıkıyor.
sinde önemli bir katkısının olduğunu be Ü lkü'de büyük davaya inananların,
lirtmek gerekir. Süreli yayınların İstanbul buna Türk cemiyetini inandırmak, top
dışına taşması ilk önce "vilayet gazetele lu ve heyecanlı bir millet kütlesi yarat
ri" ile başlamıştır. Ardından, II. Meşruti mak hizmetinde vazife ve hisse almak
yetin oluşturduğu iklimde Anadolu'nun isteyenlerin yazıları çıkacaktır."
TÜRKİYE'DE KORPORATIST DÜŞÜMCE VE KORPOfiATlZM UYGULAMALARI
Z kavramsallaştırılabilen halkçılık,
1980’lere kadar Türkiye siyasetinde
yaygın kabul görmüş bir söylem olarak
1960’lardaki biçimiyle Latin Amerika’da
ki örneklerinden belirli bir teorik bütün
lük çıkarmak hemen hemen mümkün de
varlığını sürdürdü. Cumhuriyet Halk Par- ğildir. Rusya’da kemli aydınların tarımsal
tisi’nin Altı Ok’undan birisi, genç Cumhu- ve sınaî gerilik koşullarında köylülüğe re
riyet’in ideolojik söyleminde merkezî bir ferans vererek oluşturdukları devlet kar
öğe ve siyasal yelpazenin sağından soluna şıtı sosyalizan ve radikal bir hareketken,
hemen her kesimin bir şekilde vurguladığı ABD’de çiftçilerin devletin İktisadî müda
bir ilke oldu halkçılık. Ancak, ilginçtir, halesi açısından gündeme getirdiği, anti-
halkçılık kavramının tanımı büyük ölçüde tekel, biraz da yöresel bir hareketti halk
muğlak kaldı. Bu kadar çok kullanılan, fa çılık. Latin Amerika’daki halkçı hareket
kat bu kadar az bilinen, basmakalıp birta ler ise işçi sınıfıyla orta sınıfları baz alan
kım tanımlamaların ötesinde tartışılama- kentsel reformist hareketler olarak gün
mış başka bir kavram Türkiye'de herhalde deme geldi. Farklı zaman ve mekânlarda
çok az vardır. Özellikle söz konusu olan halkçılık bazen devlet karşıtı bir hareke
halkçılık söyleminin analitik bir irdelen tin söylemiyken, bazen devletlerin tepe
mesi olduğunda bu durum daha da geçerli den, son derece elitist ve kendi meşruiye
olmaktadır. Oysa halkçılık söyleminin yer tini sağlama aracı olabildi. Bir başka de
li yerince anlaşılması hem genel olarak yişle, farklı tarihsel bağlamlarda farklı
Kemalizmi, hem de özel olarak Tek Parti halkçılık teorileri ve pratikleri gözlemle
dönemi Türkiyesi’nin siyasal rejimini daha nebildi. Keza halkçdığın sağ ya da sol ide
iyi anlayabilecek ipuçları verebilecektir. olojiye özgü bir olgu da olduğu söylene
Bu anlamda Kemalist halkçılık söyleminin mez. Sola meyyal halkçı hareketler olabil
analizi, örneğin demokrasiye bakış, çok diği gibi, sağ ve muhafazakâr ideolojilere
partililik, devlet birey ilişkisi gibi alanlarda yakın halkçı hareketler de olmuştur. Do
bize önemli açılımlar sunabilecektir. layısıyla halkçı söylem ve hareketler, çe
Kavramın muğlaklığını gerçi biraz da şitli ideolojilere eklemlenmiş biçimde bu
doğal karşılamak gerekir, çünkü halkçılı lunabilmektedirler.
ğın dünya literatüründe ele alınışı da Halkçılık birçok kavram gibi ilk kez
Türkiye’den daha az muğlak değildir. 19. Cumhuriyet döneminde gündeme gelmiş
yüzyıl sonu Rusya ve Amerika Birleşik bir düşünsel ve siyasal olgu değildir. Geç
T E K P A R T İ D Ö N E M İ N D E H A L K Ç L 1 K
rik taşımasalar da, halkçılık üzerinden siydi, yoksul bir köylü de. Gökalp için
Türk milliyetçiliğinin teorisinin oluşturul halk, aralarında çıkar çatışması olmayan,
masına katkıda bulundu, birbirlerini tamamlayan, sınıfsız, kaynaş
1908Jöntürk Devrimi sonrası II. Meş mış değişik grupların tamamım ifade edi
rutiyet döneminde halkçı düşüncenin ge yordu. Durkheim’m izlerini taşıyan bu da
lişimi söz konusu olduğunda iki aydının yanışmacı bakış Kemalist Cumhuriyet’e
adları ön plana çıkar. Yusuf Akçura ve Zi devredilen halk kavramını da büyük ölçü
ya Gökalp. Büyük ölçüde etnik bir Türk de belirledi.
milliyetçiliğinin damgasını vurduğu Türk 11. Meşrutiyet Dönemi halk ve halkçılık
Yuıdıı dergisinin editörü Yusuf Akçura der kavramlarına içkin önemli bir kültürel bo
ginin ayırt edici özelliklerinden birisinin yutu da geçerken not etmek gerekli. Bu
"halkseven" olduğunu vurgular. Türk Yur da, diğer birçok Batılı olmayan ülkede de
du çevresinin 1912’de yayımladığı H alka gözlem lenen, uygarlık ve kültür, Gö
Doğru dergisi ise bizzat halkçı düşüncele- kalp’in deyimiyle, medeniyet ile hars ikile
274 rin yayılmasını amaçlar. Akçura’ya göre minde ortaya çıkıyordu. Gerçekten de 19.
halk kırların yoksul köylüleri, küçük es yüzyıl ortalarından başlayarak Batı’dan ne
naf ve kentlerin ücretli emekçilerinden yin ne derece alınması gerektiği önemli bir
oluşmaktaydı. Bir başka deyişle, Akçu- tartışma konusu olagelmişti. Dönemin de
ra’nın halk kavramıyla kastettiği görece ğişik entelektüel çevrelerinde hakim olan
yoksul kesimlerdi. Ona göre, millet ve anlayış teknoloji ve bilim gibi Batı’nın da
haİk aynı şey değildi ve halkın ayırt edici ha evrensel değerlerini almak, ancak bunu
özelliği bir anlamda sınıfsal olarak belir- alırken de ülkenin kendi tarihsel, gelenek
lenmesiydi. Oysa İttihatçıların İzmir eski se! ve özel hayata dair değerlerinin korun-
kaıib-i umumisi Celâl Bayar’ın I918’de İz masıydı. Dolayısıyla hars kavramından
mir’de çıkardığı bir başka Halka Doğru kastedilen bize Özgü değerlerdi ki bunla
dergisine göre halk orta sınıflar demekti, rın da kaynağı halkta, Anadolu’da bulun
ki, niteliksel olarak Akçııra’nın halk kav maktaydı. İşte bu anlamda halk ve halkçı
ramının neredeyse tamamen ciddiydi. Ba- lık kendi değerlerimizi bulabileceğimiz bir
yar gibilerin orta sınıflara vurgusunda rezervuar olmakla, Batı’nın evrensel bazı
kuşkusuz Birinci Dünya Savaşı’nın haksız değerleri alınırken, onun Özsel, yıkıcı ve
ve spekülatif ortamında palazlanan önemli bünyemize uymayan değerlerine karşı ko
bir Müslüman/Türk ve “orta sınıfın”, itti ruyucu bir zırh olmaktaydı. Bu tutum bü
hatçıların bilinçli politikalarıyla serpilip yük ölçüde Cumhuriyet döneminde terk
gelişm esi gerçeğinin izlerini görmek edilmiştir çünkü Batılılaşmayı bir bütün
mümkündür. Benzer bir gözlemi muhte olarak almak gerektiği vurgulanmış, dola
melen Ziya Gökap de yapmaktaydı, ancak yısıyla da özellikle yönetici elitler arasında
onun halkçılık anlayışı, pratikte değilse medeniyet hars türü ayrımlar giderek da
bile en azından söylemsel düzeyde, sava ha az vurgulanır olmuştur.
şın yarattığı aşınlıklan ve sınıfsal uçurum Halkçılık kavramının sıkça gündeme
ların üzerini örtmeye yönelikti. Gökalp’in geldiği bir dönem de Millî Mücadele dö
bu kavramdan anladığı her iki yaklaşım nemiydi. Bu yıllarda halkçılığın gündeme
dan da farklıydı. Onun için halk güzidele gelmesinin bir nedeni toplumun değişik
rin, yani eğitimli elitlerin, dışında kalan kesimlerini ortak mücadele etrafında mo-
bütün katmanlardı. Eğitimin ve soyut bir bilize etmekti. Beri yandan, bu dönemde
elit kavramının çizdiği çerçeve içerisinde çeşitli sol ve İttihatçı grupların kendi halk
belirleniyordu halk kavramı. Dolayısıyla çılık anlayışlarıyla ortaya çıkmalarına bir
eğitimsiz bir toprak ağası da halktan biri tepki olarak, benzer bir söylemle bu grup-
T E K P A R T I D Ö N E M İ N D E H A L K Ç I L I K
leşmişti gerçi, ama yine de halk kavramı nın dinî birtakım çağrışımları olmasıydı.
nın bir nüansa işaret ettiğini görmek ge Halk kavramının bu noktada da işlevsel
rekli. Çokuluslu bir imparatorluktan, is olduğunu, özellikle 1920’lerin başında
ter kültürel, ister etnik düzeyde temellen işaret etmek gerekiyor.
sin, “tamamen” Türk olan bir kimliğe ge Siyasal egemenlik anlayışının tek ve bö
çerken, toplumsal ve ekonomik düzlem lünmez bir tarzda tarifi emperyal yapılı ül
de halk da yine ortak amaçlar etrafında kelerde ancak birleştirici ve çoğulcu bir
birleşmiş, bölünmez, birbirine benzer ve millet ve halk anlayışıyla gündeme gelebil
birbirini bütünleyen, standartlaşmış bir mişti. Nitekim OsmanlI’nın son dönemin
toplumsal bütünlüğe işaret etmeliydi. Bir de gözlemlenen devletin merkezîleşme ça
başka deyişle, milliyetçilik tarihsel, etnik baları Osmanlıcılık türü bir ideolojik çatı
ve kültürel bir tekdüzeliğe gönderme ya altında çeşitli cemaatlerin toplamında so
parken, halkçılık bu tekdüzeliği toplum mutlanan, ama yine de genel bir millet ve
sal dokuda temellendiriyordu. Elbette bü halk anlayışıyla uyumlandmlmaya çalışıl
tün bunlarla ilintili bir başka husus da mıştı. Ancak egemenliğin meşru kaynağı
Osmanb’da kullanılan “millet” kavramı nın bir hanedan ya da dinsel bir simgede
T E K P A R T İ D Ö N E M İ N D E H A L K Ç I L I K
olmadığı durumlarda, millete ve halka da Tek Parti dönemi elitlerinin böyle bir kor
yanan bir anlayış haliyle tek ve bölünmez, kudan uzak yaşadıkları anlamına gelme
içerisinde tezatların, sınıfların, farklılıkla meli elbette. Gerek 1917 Bolşevik Devri
rın minimuma indirgendiği bir halk ve mi, gerekse de Balkanlar’da Birinci Dünya
millet kavramına da ihtiyaç duyar. İşte Savaşı sonrası büyük altüst oluşlar Türki
Cumhuriyet ile gündeme gelen “sınıfsız, ye’deki yönetici elitleri sarsmış, birçoğunu
kaynaşmış bir kitleyiz” şiarını bu anlamda korkutmuştu, 1930’larda biraz da zorunlu
tarihsel bağlamına oturmak gerekir. Dola luktan devletçi bir sanayileşme sürecine
yısıyla, genel kanının aksine, Türkiye’de girildiğinde parti içinde Recep Peker gibi
sınıfsız, kaynaşmış kitleye" vurgu sınıf katı anti-liberal ve anti-sosyalistlerin bir
çatışmasını esas kabul eden sosyalist ya da proleterleşme olgusunun dogmasından
komünist hareketlerden çok OsmanlI’nın korktuklarını, her halükârda bûylesi bir
toplumsal ve siyasal yapısına karşı öne çı gelişmenin önünü ve önlemini almayı dü
karılmış, milliyetçi bir söylemin yapı taşla şündüklerini, bunları açık seçik yazıların
rından birisiydi. Vurguyu burada sosya da ifade ettiklerini biliyoruz. Ancak yine
lizm, komünizm korkusundan kaydırmak de gerek işçi sınıfının sayısal gerekse de
K E M A L İ Z M
lim Sırrı 1911 yılı boyunca komitenin ması üzerine Selim Sırrı da başkanlık
düzenlediği toplantılarda Osmanlı görevini bıraktı, ancak komite bünye
İmparatorluğumu başarıyla temsil etti sinde çalışmayı 1930 yılına kadar
ve nihayet Budapeşte'de yapılan top sürdürdü. Millî Eğitim başmüfettişli
lantıda (1911) Osmanlı Devleti resmî ğinde çalıştıktan sonra emekliye ayrı
üye olarak kabul edildi. lan Selim Sırrı bundan sonra da be
Kırka yakın farklı spor dalıyla ilgili den eğitiminin okullarda yaygınlaş
çalışması bulunan Selim Sırrı, 1913 ması için çalıştı. 1933-1935 yılları
yılında bir futbol federasyonunun ku arasında radyoda beden eğitimi ve
rulması için ilk girişimde bulunan ki sporla ilgili konferanslar verdi. 1935-
şidir. Ancak Birinci Dünya Savaşı'nın 1946 yılları arasında Ordu milletveki
patlak vermesiyle bu girişim sonuç li olarak Meclis'te görev yaptı.
suz kaldı. Selim Sırrı ayrıca kişisel ça Selim Sırrı Tarcan Türkiye'de Batılı
278 balan sonucunda 12 Mayıs 1916 tari anlamda spor ve beden eğitiminin
hinde Türkiye'de ilk id m a n B a y ra - benimsenmesi ve yaygınlaşması yo
mı'nın kutlanmasını sağladı. Sonraki lunda emek veren en önemli isimler
yıllarda adı önce Kaim Cihan Müsa den bîridir. Selim Sırn'nın düşünce
bakalarına iştirak Cemiyeti ve Türkiye sinde spor bir boş zaman eğlencesi
Millî Olimpiyat Komitesi olarak de ya da üstün bir becerinin getirdiği bir
ğiştirilen oluşumda genel sekreterlik akrobatlık ya da maceraperestiikten
görevini üstlendi. Cumhuriyetin ilanı ziyade, her İnsanın yapabileceği ve
nı izieyen günlerde Türkiye Millî yapması gereken, hem bedensel hem
Olimpiyat Komitesi'nin yönetiminde de ruhsal gelişmede ve terbiyede
değişikliğe gidildi ve Selim Sırrı baş önemli bir rol oynayan bir vasıtadır
kanlığa getirildi. Ancak Baron Pierre (Bilge, s. 49). Kendisi anılarında spo
de Coubertin'in 1925 yılında Ulusla run Türkiye'ye İlk olarak jimnastik
rarası Olimpiyat Komîtesi'nden ayrıl adı altında Galatasaray Sultanîsi ara-
lıklı ve zinde bir ırkın temellerini at masallar, darb-ı meseller, destanlar,
mayı hedeflerken diğer yandan da türküler, millî rakslar olduğunu söy
spor etkinliklerinin ulusal bir sosyal ler" ve "folklor disiplinine Avrupa'da
leşme ve kaynaşma yöntemi olduğu yaşandığı gibi türler arasında belli bir
nu ortaya koymaktadır. Beden terbi hiyerarşi kurarak değil, tersine türle
yesi hem Selim Sırrı hem de Kemalist rin çeşitliliğini vurgulayacak bir şe
aydın çevresi açısından milletlerin en k ild e " yakl aşır (Ö ztü rkm en , s.
temel meselelerinden biridir. Hatta 38,39). Selim Sırrı'nın Osmanlı İm-
Tarcan'a göre 20. yüzyılın ilk yarısın paratorluğu'nun son dönemlerinde
da "her millet fikirle beden arasında halk danslarına duymaya başladığı il
bîr muvazenet tesisine" çalışmaktadır gi, C u m h u riyet d ö nem ind e halk
(Tarcan, Garpta Hayat, 1929). danslarının millî bir sembol olarak
Selim Sırrı sporculuğunun ve eği evrilmesiyle neticelenir. 1896-1900
280 timciliğinin yanı sıra folklor alanında Yılları arasında kaldığı İzmir'de zey
yaptığı çalışmalarla da iz bırakmış bek oyunuyla ilgilenen Selim Sırrı
bir aydındır. Folklor araştırmalarını 1916 yılında kesin bir yöntemi ve
millî bir vazife olarak ele almakta; belirli figürleri olan standartlaşmış
folklorun büyük olaylar ve şahsiyet yeni bir zeybek tasarlamaya başlar.
ler üzerinde yoğunlaşan tarih bilimi M illî raksın bir salon dansı olmasının
nin tersine halkla uğraşmasını çok gerekli olduğuna inandığından sert
önemli bulmaktadır. Folklor bu an hareketleri zeybekten çıkarır ve "ne
lamda hem milletin mazisini canlı redeyse Oryantalist bir egzotiklik an
tutmakta hem de bir ülkenin siyasî layışı içinde ... Batılı bir forma zey
boyuttaki temsiline katkıda bulun bek oyunlarının özgün motiflerini ek
maktadır. Selim Sırrı'nın folklor tanı leme yoluna gider" (Öztürkmen, s.
mı bir hayli geniştir; folkloru "vücu 227). Bilindiği üzere Zıya Gökalp'in
da getiren şeyin hurafeler, anâneler, ünlü hars-medeniyet ayrımının bir
uzantısı olan ve Batı tekniğini yerli genel kültür ve sosyal hayatla ilgili
bir İçerikle harmanlayan bu yöntem, gözlemlerini bir "beden terbiyecisi"
müzikten dansa kültür alanındaki Ke ve eğitimci olarak aktarmıştır. Yayım
malist reformların temel izleği o l lanmış kitapları şunlardır; B e den Ter
muştur. 1916 yılındaki İdman Bayra b iy e s i: O y u n -jim n a s tik -S p o r (1932),
mlında sergilenen ve sonraki yıllarda B u g ü n k ü A lm a n y a : Y a rd ım c ı K ıra a t
kadınları da bünyesine katan Tarcan (1930), Ç e lim s iz ve A n o rm a l Ç o c u k
zeybeğinin en Önemli noktası aynen lar: İta ly a 'd a 'Ç o c u k la r E v i', B e lç i
sporda olduğu gibi kolektif, yani sos ka'da 'Çifte E vler', A lm a n ya 'd a 'K în -
yallik içeren bir etkinlik olmasıdır. d e rb e îm 'la r (1944), Ç o c u k la ra S a ğ lık
Bir yandan da Türkiye coğrafyasına Ö ğ ü tle ri (1935), G e n ç le rle Baş Başa
özgü öğeleri Batı yöntemleriyle bir N a s ıl M esut O la b ilir iz ? (1944), H a lk
araya getiren son derece "medenî" D a n s la rı ve Tarcan Z e y b e ğ i (1948),
bir millî dans olarak Türkiye'yi temsil K ö y M e k te p le rin d e B e d e n T e rb iy e si 26
edecektir. Ancak Mustaf Kemal'den (1933), M ü ziğ in D ili (1945), N a sıl K o
de büyük Övgüler almış olan Tarcan nuşm alı (1939), O lm u ş Şe y le r (1950),
zeybeği hiçbir zaman Türkiye'nin R a d y o K o fe ra n sla rım (1935), S e lim
millî dansı olamadan kültür tarihinin Sırrı Tarcan: Hatıralarım , S p o r Pedago
ve Kemalist modernleşme projesinin jis i (1943), Ş im a lin Ü ç İrfan D iy a r ı:
son derece ilginç deneylerinden biri Fin la n d iya , İsveç, D anim arka (1940),
olarak kalmıştır. T ü r k le r 'd e B e d e n İd m a n la rı (193?),
Sporculuğunun yanında eğitimci Yaşama B ilg isi (1942), Yaşama Ö ğ ü t
olarak da görülen Selim Sırrı Tarcan leri (1948), Yeni ve Eski O lim p iya tla r
yabancı ülkelere yapmış olduğu gezi (1948), Y u rtd ışın d a L o n d ra 'd a G ö r
lerinin ve radyo konferanslarının yer d ü klerim (1948), Vakitsiz İhtiyarlam a
aldığı kitaplarında Batılılaşma mantığı nın Sebe pleri ve D a im a G e n ç Ka lm a
üzerinden eğitim ve terbiyeye bakmış; nın Sırla rı it 947).
Bir kere böyle tanımlanan halk kavra tek partici bir siyasal anlayışın ipuçlarını
mının siyasal yapılanma açısından da et daha 1923 gibi erken bir tarihten itibaren
kileri olduğunu düşünmek gerekiyor. verdiği gözlemlenmektedir. Dolayısıyla
Atatürk’ün daha Halk Fırkası’m kurmak 1925 Takriri Sükun Kanunu sonrası fiilen
üzere çalışmalarını yürütürken sıkça vur Tek Parti rejiminin kurulmasının, döne
guladığı gibi halk bir kere içinde tezatla min tarihsel m eşrulaştırıcı itkileri ne
rın ve çelişkilerin olmadığı bir bütünsel olursa olsun, düşünsel ve ideolojik kö
yapı olarak algılandığında, bu yapısal kenlerinin çok daha önceden halkçılık
özelliğin siyasal biçime yansımasının bir anlayışında somutlaştığını gözlemlemek
Tek Parti modeli olması da az çok kaçınıl olası. Dolayısıyla halkçılık kavramının
maz oluyor. G erçekten de Atatürk’ün böyle tanımlanmasının daha başından de
Halk Fırkası projesini anlattığı konuşma mokratik açılımların önünü lıkayıcı bir
sı incelendiğinde ülkenin parti mücadele işlevi olduğu rahatlıkla söylenebilir.
lerinden çok çektiği, aslında halkın yek Halkçılık söylemi lesanütçülük adı veri
pare bir bütün olduğu ve particiliğin ül len Fransız Üçüncü Cumhuriyeti’nin soli
keye zarar verdiği türünden mesajlarla darizminin (dayanışmacılık) de önemli et-
K E M A L İ Z M
kilerini taşır. Durkheim’ın adına da zaman lenen bir toplumsal harmoni projesine dö
zaman atfedilen solidarist düşünceye göre nüşmüştür. Bu açıdan bakıldığında da
toplum kendi içinde çatışan değil, birbiri- Türkiye tipi halkçılığın gözlemlendiği ül
lerini tamamlayan unsurların oluşturduğu kelerde lider kültüne yapılan vurguyu do
bir bütünlük anlayışı üzerine temellenir. ğal karşılamak gerekir.
Toplumda çatışma değil, ahenk, uyum Yukarıda felsefî ve tarihsel köklerini çiz
esastır. Özellikle liberal düşüncenin bireyi meye çalıştığımız Kemalist halkçılık anla
öne çıkaran, toplumu ya da cemaati geri yışının tepe noktasına ulaşması büyük öl
plana atan düşünce sistemine karşı top çüde 1930’Lu yıllarda olmuştur. Gerçi Gö-
lumsal dayanışmayı öngörür ki bu yönüy kalp’den gelen halk tanımı 1920’lerde reji
le özellikle anıi-liberal bir görüş olduğu min önde gelenleri tarafından savunul
gibi anti-sosyalisi de bir içerik taşır. Gö- muş, halk kavramı tanımlanırken Türki
kalp gibi Osmanlı aydınlarını derinden et ye’de henüz sınıfların, özellikle de işçi sı
kilemiş tesanütçülük, Cumhuriyet aydın nıfının ve burjuvazinin olmadığı, dolayı
larının da önem verdikleri bir düşünce sis sıyla “biraz parası olanlara da düşman ola
temi olmuş, halkçı düşüncenin toplum ta cak değiliz" biçiminde Atatürk tarafından
savvurunu biçimlendirmiştir. Geç Osman konu ortaya konmuştur. Ancak 1930 hem
l I aydınlarında toplumsal yönü önde olan ekonomide hem de siyasette bir dönüm
tesanütçülük 1930’lar Türkiyesi’nde top noktası teşkil etmiş, bu tarihten sonra
lumsal ahengin garantörü olan devlette, ekonomide devletçilik, siyasette ise daha
onun da üzerinden karizma tik şefte cisim da katılaşmış, içine kapanmış, yer yer aşırı
t e k P A R T İ D Ö N E M İ N D E H A L K Ç L 1 K
T
dünya tarih yazıcılığında 1980’ler sonrası
bir bölümüne damgasını vurmuş giderek etkinliğini artıran kültürel tarih
en önemli özgünlüklerinden birisi çiliğin teorisyenleri kültürün gerçekliğin
ağırlıklı olarak bir köylü toplumu olarak kendisini dahi yeniden kurduğunu iddia
kalmasıdır. Bunu söylemek bütün bu sü etmektedirler. Bu açıdan bakıldığında
reç boyunca gerek kentleşmenin, gerek Tek Parti döneminin ünlü köycülük söy
kapitalistleşmenin gelişimini ve bunla leminin analizi bize Türkiye’deki bu köy
rın ülke politikasının belirleyeni olduğu ve köylü etkisi söz konusu olduğunda
gerçeğini değiştirmiyorsa da, söz konu önemli ipuçları verebilir. Ayrıca karşılaş
su olan toplumsal dokuya sinm iş bir tırmalı tarih açısından bakıldığında Tür
köylü olma durumunun kendisini kül kiye’deki köycülük örneğinin genel ola
türde, demokratik geleneklerin zayıflı rak Avrupa’nın iki savaşarası entelektüel
ğında ve buna benzer alanlarda gösteri tarihine katkısını görmek açısından da
yor olmasıdır. Köylü olma durumunun köycülük hiç şüphesiz çok önemli.
toplumsal ve kültürel yaşamdaki çeşitli Köycülük ve benzeri düşünceler 19,
etkileri ayrıntılı bir şekilde dikkate alın yüzyılının sonlarından itibaren gelişmiş
madı oysa. Türkiye’de köy ve köylülük kapitalist ülkelerde gözlemleniyor. Bunda
üzerinde kafa yoranların büyük bir kıs en büyük etken kuşkusuz kentleşmenin
mı konuyu yapısal yönlerinden ele aldı ve özellikle de sanayileşmenin eskimiş
lar, özellikle kırsal yapının ve üretim toplumsal yapıları, tarzları, değerleri, kül
ilişkilerinin biraz da mekanik bir analizi türleri ve birçok diğer etmeni kökünden
bağlamında. Ancak bu olgunun ortaya değiştirmeye başlaması. Bir başka deyişle
çıkmasında ve sürdürülmesinde önemli köycü düşünceler kemleşmeye ve sanayi
bir yeri olan ideolojik tutumlar, yakla leşmeye doğrudan bir tepki olarak gün
şımlar, zihniyet, devlet politikaları gibi deme geliyor, bu nedenle de kapitalist ge
daha öznel etkenlerin rolü üzerinde ye lişmenin ileri aşamasındaki ülkelerde
terince durulmadı. köycü akımların en belirgin özellikleri
Oysa genelde kültür, özelde düşünce tepkiseli ikleri ve yüzlerinin “geçmişe dö
ler, özellikle de siyasal hareketlere esin nük" olması. Özellikle bir kriz dönemi
kaynağı olmuş ya da devlet politikalarına olan 1930’larda bu tür düşünceler tüm
yön vermişlerse, tarihsel süreçte önemli dünyada daha da yaygınlaşarak taraftar
ve etkin bir rol oynarlar. Aslına bakılırsa buluyor. Örneğin köycülük Almanya’da
T Ü R K I Y E ' D E_________ K Ö Y C Ü L Ü K
sal tabanının artırılm ası kaygılarının cülüğe verdiği önemde, Özellikle de An
önemli bir yeri vardı. Bu dönemde köyle kara Halkevi dergisi Ofkü’de Nusret Ke
re ve köylülere olan ilgiyi dile getiren mal Köymen gibi yazarların konu ile ilgi
birçok açıklama bulmak mümkün. Ata li makalelerinde ya da devlet tarafından
türk’ün söylevleri dahil birçok resmî söy öğrenci ve öğretmenlerin yaz tatillerinde
levde kırsal bölgelerin gelişiminin reji köylere gitmelerinin teşvik e'dilmesi gibi
min en önemli görevi olduğu söylenmek olgularda da değişen bu hava gözlemle
teydi. Keza, rejimin propaganda organla nebilir. Daha da önemlisi, maarif vekale
rı olarak kurgulanan Halkevlerinin köy tinin köylerde eğitimi iyileştirmeye yöne-
T Ü R K İ Y E ' D E K Ö Y C Ü L Ü K
Hitler dönemi Almanyası gibi pek çok ül değildi; her ne kadar ‘köycü’lerin çoğun
kede de benzer bir eğilim görülmesine da sanayileşmeye karşı oldukça eleştirel
rağmen, bu ülkelerde köycülüğün daha bir tavır söz konusu idiyse de, ulusal bir
çok sanayileşmenin sonuçlarına ve özel sanayinin gerekliliği hemen herkes tara
likle de bir işçi sınıfı bilincine ve bu sını fından kabul ediliyordu. Türkiye'nin ne
fın faaliyetlerine karşı duyulan korku ve de olsa ekonomik gelişmeye gereksinimi
endişe üzerine temellendiğini görmekte vardı. Ancak vurgu, köylüler için bir sa
yiz. Türkiye’deki köycülerin önemsedik nayinin kurul masındaydı. İlginç bir şekil
leri sanayileşmeye karşı olup olmamak de, Batı Avrupa’nın tarihsel deneyimi ola-
Ü R K İ Y E ' D E k ö y c ü l ü k
rak gördükleri belirli bir sanayileşmeye meden daha da kötüsü şehirleşmeydi. Şe
karşı olmakla beraber bu deneyimden hirler kozmopolitizmi, sınıf çatışmalarını,
farklı bir tür sanayileşme beklentisi ve is işsizliği, ekonomik buhranları, işçi grev
teği mevcuttu. Köycülerin öngördükleri lerini, devletin kısıtlı toplumsal kontrolü
sanayileşme süreci köylüleri köylerinden nü, kısacası onların kafasındaki her türlü
etmeyecek, teknolojik gelişme sağlanır yozlaşmayı simgeliyordu. Örneğin Nusret
ken geleneksel üretim İlişkilerine pek do Kemal Köymen’e göre, asıl sorun sanayi
kunu İmayacaktı, leşmeden ziyade, şehirleşme olgusunda
Türkiye’deki köycülere göre sanayileş yatıyordu, çünkü bu olgu, her şeyden ön-
K E M A L İ Z M
291
ni olan öğrenciler yaratı imaşıydı, Ens bana zıttı. Rejimin sahipleri çizmenin
titü yayınlarında ve özellikle de anılar aşıldığını düşünmeye başlamışlardı.
da birçok öğrencinin yaz tatillerinde Bir başka beklenmedik gelişme de
başlarının devlet memurlarıyla belaya Enstitü öğrencilerinin kendi aralarında
girdiğini görmek mümkündür. Bu öğ kolektif bir zihniyet geliştirmeye başla
renciler insan yerine konulmak istiyor malarıydı. Birlikte yaşayan, çalışan ve
lar, her türlü adaletsizliğe karşı çabu öğrenen öğrenciler arasında böylesi
cak başkaldırma eğilimine giriyorlardı. bir kolektif bilincin ortaya çıkması as
Ancak böylesî bir insan tipolojisi Tek lında pek şaşırtıcı değildi. Bu bÜinç si
Parti döneminin normlarına taban ta yasî nitelikli değildi ancak radikal Po-
piilist ve sol söylemler böylesi bir zih dünyayı daha fazla merak eden, daha
niyetle donanan insanları daha hızlı fazla mobilite isteyen öğrenciler yetiş
cezbedebilirdi ve hiç şüphesiz bu du tirme durumuna gelmişti. Nitekim bir
rum rejim için potansiyel bir tehlike çok Enstitü mezunu soluğu şehirlerde
olarak algılandı. Nitekim Enstitü me almakta gecikmedi.
zunu birçok yazar ve düşünürün son Beşinci ve belki de en önemli bek
raları sol yelpaze içinde yer almalarına lenmedik gelişme 1946 sonrası dünya
şaşmamak gerekir. konjonktüründeki değişmeydi. Naziz
Benzer bir başka gelişme de Enstitü min ve faşizmin yenilgisiyle birlikte
lerin köylü öğrencilerin ve civar köylü Tek Parti rejimleri tüm dünyada göz
lerin dünyasını giderek dış dünyaya den düşmekteydi. Bunlar artık biraz
açmastydı. Enstitüler sayesinde köy fazla göze batmaya başlamışlardı,
yollarının yapılması, elektrik gelmesi, "özgür" dünyanın yeni lideri Amerika
292 radyo dinlenilmesi gibi faaliyetler mu da Türkiye gibi ülkelerde çok partili
hafazakâr birçok kişi tarafından köylü rejime geçilmesi taraftarıydı. Türk ay
lerin ufuklarını zenginleştiren ve köy dınları ve yönetici sınıfı da savaş son
lülüğün toplumsal mobiîitesini artıra rası yeni bir dönemin başladığını kuv
bilecek tehditler olarak algılandı. Oysa vetle sezmekteydi. İşte bu koşullar al
projenin gündeme getirilmesinde arzu tında bir Tek Parti yönetimi kurumu
lanan köylüleri daha fazla köylerine olarak planlanan Köy Enstitülerinin
bağlamak, şehirlere göçmelerini engel çok partili hayatta yaşaması son dere
lemekti. Bu açıdan Enstitüler köylüle ce güçtü, çünkü Enstitüler, Halkevleri
rin kentlere gelmesinin önünü alabile gibi, C HP iktidarı île özdeşleştirilmiş
cek, bu anlamda toplumsal mobiliteyİ kurumlardı. Gerçekten de, İsmet İnö
sınırlayabilecek^. Engin Tonguç'un da nü'nün yıllar sonra söylediği gibi, Ens
belirttiği gibi, "Köy Enstitüsü girişimi titüler ancak Tek Parti rejiminde yaşa
nin amaçlarından birisi, sınıfından yabilirlerdi.
kopmayacak, kopamıyacak, sınıf de İkinci Dünya Savaşı sonrası Köy Ens
ğiştirerek, çıktığı sınıfın çıkarlarını sa titülerinin harcanmasının altında yatan
vunmaktan vazgeçmiyecek köylü ay bir neden de İsmet İnönü'nün kendi si
dın yetiştirmekti." Benzer şekilde bu yasal manevraları için Enstitüleri kul
düşünce dönemin yaygın ideolojisi lanmasıdır. Bu bağlamda altı çizilmesi
muhafazakâr bir korporatizmin statik gereken en Önemli nokta, genel kabu
toplum öngörüsünün de ayrılmaz bir lün tersine, bu kurumların kapatılma
parçasıydı. Gelgelelim Enstitüler dış sında İnönü'nün birinci dereceden kat-
gibi yabancılaşmış bir işgücünün bulun di. Köylülerin ayırt edici özelliği muhafa
maması hem üretim sürecinde hem de zakârlıklarıydı. Köymen’e göre bu muha
daha genelde toplumsal yaşamda kültürel fazakârlık, şehirlerdeki ahlaki yozlaşmaya
ve psikolojik yozlaşmayı önlüyordu. Kı karşı toplumsal bir ‘güvence’ oluşturuyor
sacası, köycülerin kırsal yaşamı yücelt du. Köylülerin çoğu küçük mülk sahibi
melerinin en önemli nedenlerinden birisi ve bir nevi müteşebbis oldukları için,
işçi sınıfının yokluğuydu. Köylüler, şehir ‘proletaryaya’ dönüşmeleri pek ihtimal
lerdeki işçi sınıfının tersine, isyancı ve dahilinde değildi. Öte yandan, şehirlerde
kozmopolit eğilimleri olan bir sınıf değil ki sanayileşme, Köymen’e göre, yarattığı
T Ü R K İ Y E ' D E K Ö Y C Ü L Ü K
kışı olduğudur. Bu noktayı Niyazi Ber- kentleri değil, köyleri de saran bu teh
kes anılarında çok net bir biçimde or likenin kırlardaki yatağı ve merkezi
taya koyar. Ona göre Enstitülerin göz Enstitülerdir! İnönü'nün Enstitüler için
den çıkarılabilmesinin nedeni bu ku- kılını bile kıpırdatmaması Berkes'tn
rumların İnönü'nün anti-komünist ma görüşlerinin pek de yabana atılmaması
nevraları için malzeme teşkil etmesi gerektiğini gösteriyor.
dir. İnönü bu dönemde birisi içsel, di Köy Enstitüleri 1960'lardan başlaya
ğeri dışsal iki nedenle bir anti-komü- rak genel olarak Türkiye solunda say
nizm "yaratmak" hesabtndadır. Birinci gın bir yer edindi. Bunda hiç kuşkusuz
neden ülke içinde yeni gelişen muha Enstitü mezunu aydınların kendi ku
lefete "komünizm" suçlaması atarak rumlan üzerine yazdıkları ve kendi ya
hem onların sola yönelmelerini, birta pıtlarında köy gerçeğini gündeme ge
kım solcularla ilişkilerini kesmek, hem tirmelerinin önemli bir rolü olmuştur.
de bir çamur atma kampanyası ile mu Türkiye solunun özellikle 1960'lavda 293
halefeti yıpratmak. İkinci neden ise dış ve 1970'lerde köye ve köylüye olan il
dengeler açısından bîr anti-komünizm gisi dolayısıyla sadece Maoculuğun
kampanyası ile Müttefiklere şirin gö dünya çapındaki prestijini aşan, Türki
rünmek ve ülkenin 1930'lar ortaların ye'deki Enstitü ve köycülük geleneğiy
dan savaşın bitimine dek ortalığı kap le de açıklanabilecek bir olgu olsa ge
layan Nazi yanlısı politikalar ile İçine rekir. Bu anlamda sosyalist sol ile Ke
düştüğü yaniızîıktan bu yolla kurtul malist solun kaynaşmasında Enstitüle
mak. Bu nedenlerle İnönü yoğun bir rin Önemli bir tarihsel malzeme sağla
anti-komünist kampanya "icat" eder. dığını göz ardı etmemek gerekiyor. Bu
Önce sosyalist partilere izin verilir, dönemin sosyalistlerinin köyü ve köy
hem de Recep Peker hükümeti tarafin- lüyü yüceltmeleri çoğu kez kentsel ça
dan! Sonra da üniversite olayları, Tan lışan sınıfları yeterince dikkate alma
olayları, sosyalist partilerin kapatılması ması pahasına oldu. Dahası sosyalist
gibi nedenlerle kentlerde "tehlikeli" ler içinde köycü bir kültürel İklimin
bir komünizm olgusunun varlığı sezdi- yaratılmasında bu tarihsel mirasın
rilmeye çalışılır. Ancak en az bunun önemli bir rolü olduğu söylenebilir.
kadar önemlisi hem ülkenin içine hem Dolayısıyla gerek bugüne olan etkisiy
de dışına komünistlerin köylere kadar le olsun, gerekse geçmiş zengin bir ta
her yeri sardığını gösterebilmektir. Köy rihsel deneyim olsun, Enstitüler ülke
Enstitüleri ise, ne yazık, bu İş için ye mizin tarihinde özgün yerlerini koru
gâne ve biçilmiş kaftan olur. Sadece maya devam ediyorlar.
dönemde, ünlü İttihatçı ideolog Ziya Gö- nomik ve sosyal gerikalnuşlıgın nedeni,
kalp de, bir milletin gerçek millî özellik toplumsal yapı ve ilişkilerdeki sorunlar
lerinin köylüler arasında bulunabileceğini dan çok, eğitimdeki yetersizlikti. Top
savunanlardandı. Benzer bir vurguyu lumsal ilişki ve m ücadelelerin önemi
Anadoluculuk adı verilen ideolojik akım üzerinde durmuyorlar, bunun yerine do
da görmek de mümkündür. Birçok milli ğanın zorlukları ve köylülerin cehaletle
yetçi hareket, köycü bir bakışı olsun ya riyle ilgileniyorlardı. Bu nedenle de,
da olmasın, millî kültür ve kimliğin kök amaçlarına ulaşmak için yapılması gere
lerinin köylerde bulunabileceğine inanı kenin köylülerin eğitilm esi olduğunu
yordu. Milliyetçi bakış açısından bu yak düşünüyorlardı.
laşım son derece doğaldı, çünkü şehirler Eğitimin toplumsal dönüşüm açısından
ister etnik, ister kültürel, ister ekonomik taşıdığı öneme inanmalarına rağmen, eği
olsun, her türlü kozmopolitizmi simgele tim konusunda gene) geçer görüşlerden
mekteydi. farklılaşıyorlar ve köylülerin eğitiminin,
294 Köylere atfedilen bir başka üstünlük, şehirlilerinkinden farklı bir şekilde ele
Türk ırkının asıl olarak buralarda korun alınması gerekliğini savunuyorlardı. Her
muş olduğuydu. 1930’ların köycülerinde, şeyden önce köylüler şehirlerde değil,
özellikle de Halkevlerinin köycülüğünde, köylerde eğitim görmeliydi. Köyü hedefle
ırkçı faaliyetlerin bulunup bulunmadıkla yen bir eğitim sistemi köy hayatının ge
rı, varsa ne oranda olduğu, sorusu bu ya reksinimleri üzerine kurulmalıydı. Bu ne
zının sınırlarını aşıyor. Ancak ırkçı öğele denle köycüler şehirlerde gerçekleştirilen
rin kesin olarak bulunduğunu, Türk ırkı genel, soyut eğitime karşıydılar. Köydeki
ile ilgili incelemelerde biyolojik ve antro eğitim sisteminin şehirlerden bütünüyle
polojik araştırmalara dayanıldıgım, ırk’ farklı olmasını ve özellikle de mesleki eği
kavramı tanımlanırken ‘kan’a referans ve lime dayanmasını istiyorlardı. Başarılı bir
rildiğini, Türk dili ve ırkının üstünlüğü eğilim reformunun gerçekleşmesinde kilit
ile ilgili tartışmaların yapılmış olduğunu rolün yeni ve farklı bir köy öğretmenleri
bu bağlamda belirtmek önemli, Köycü kuşağının ortaya çıkması olduğu düşün
düşünürler besbelli değişik ırkçı söylem cesi köycüler arasında yaygındı. Bu nokıa-
lerden zaman zaman yararlanmışlardır. da en büyük rol köy öğretmenlerine düşe
Yine de, ‘ırk* kavramına yaklaşımları, baş cekti. Bu öğretmenler, her şeyden önce
ka ırklara ve kültürlere karşı saygıyı da köylüler arasından devşirilmeliydi, çünkü
kapsıyordu. Örneğin, benzer bir köycü şehir kökenli öğretmenler ilk fırsatta şe
söylemi olan Alman ‘Blut und Bodeır ide hirlere geri dönme eğilimindeydiler. Şe
olojisi ile karşılaştırıldığında, Türkiye’de hirli öğretmenler köy hayatının çetin zor
ki köycü düşünüşün daha az saldırgan ve luklarına katlanmayı istemiyorlardı. Bu
dışlayıcı olduğunu görmek mümkündür. nedenle, öğretmenler hem köyleri terk et
Bununla beraber Türkiye’de İkinci Dünya meyecek bir bilinçle eğitilmeli, hem de bu
Savaşı sırasında görülen aşırı ırkçı hare öğretmenlere köylerde bazı ekonomik ay
ketlerin köycülük söylemlerinde, örneğin rıcalıklar verilmeliydi. Köy eğitimi ile ilgi
Remzi Oğuz Arık gibi kişilerde, çok açık li bu ttır düşünceler I940’da faaliyete ge
seçik bir ırkçılığın köycülükle örtüştüğü çen Köy Enstitülerinin çekirdeğini oluş
de görülmektedir, turdular.
Türkiye’nin kırsal yapısının dönüşümü Toplumsal dönüşümün eğitim yolu ile
İçin eğitimin en önemli etken olduğunu sağlanacağı düşüncesi bizi köycülük söy
söylüyordu köycüler. Çünkü köycü dü leminin bir başka önemli özelliğine götü
şünürlerin çoğuna göre köylerdeki eko rür: iradecilik vurgusu. Köycüler, eğitim
T Ü R K İ Y E ' D E K Ö Y C Ü L Ü K
295
298 _________________
________________ G İ R İ Ş Ö Z G Ü N MODEL
dünyada farklı iktisat politikası anlayışla (ekonomide) esas olan, memlekette istihsal
rı fi [izlenmemiştir. “NormaV’den sapışlar kuvvetlerini yaratmak, artırmaktır. ”
ise tehlikelidir. Tehlikenin en son somut 1930 yılının iktisat Vekili Mustafa Şeref
örneği 'Harbi Umumi'de (Birinci Dünya Bey (Özkan) ekonomide Kemalist mode
Savaşı’nda) bu disiplini bırakarak savaşın lin, ülkenin özel koşullarında benimsediği
finansmanı için para basmış ve bunun so ana çizgiyi gösteriyor: işin candamarı ül
nunda o tarihlerde olağanüstü bir şey kede sermaye birikiminin yaratılmasıdır.
olan enflasyona sürüklenerek yıkılmış Sermaye birikimi Kemalist özgün mo
imparatorluklar (ve bunları son döne delde iki ayak üzerine oturur: Birincisi,
minde yaşamış Osmanlı İmparatorluğu) demiryollarıdır ( “Anayurdun dörtbaştan
olmuştur. Kemalist modelin sahipleri bu demir ağlarla ö rü lm esi”). 1 9 2 4 ile
somut gözlemden hareket ederler ve bu 1937/38 arasında yılda ortalam a 200
tehlikeyi kurdukları ulus-devlet için çok km’lik demiryolu inşaatı ile sürdürülen
ciddi sayarlar. bir yatırım programı ve bunun yanı sıra
2) Ülkenin ö2el koşullarının başında yürütülen "hat millîleştirmeleri’’ kırsal ke 299
bir gerçek geliyor: Nüfusun yüzde 80'i simi açmak ve tarımı canlı tutmak, inşaata
köylüdür. Cumhuriyet rejimi bir köylüler sürekli bir ekonomik etki kazandırmak,
ülkesinde kurulmaktadır. İzlenecek poli ulus devletin siyasal sınırlarına erişmesini
tikalarda da öncelikli iki nokta onaya çı ve sahip olmasını sağlamak ve etkili bir
kıyor: (a) Kaç kuşaktır savaşa götürülen kontrol şebekesi oluşturmak gibi birkaç
köylüyü artık savaşsız ve tarlasını dilediği hedefi birden gerçekleştirmiştir.
gibi ekebildiği bir dünyada yaşatmak; (b) İkincisi, sanayi programlarıdır. 1924-40
köylüyü çiftçi haline dönüştürebilmek. arasında özel kesim sanayii yer yer hatırı
Henüz 1922’nin Mart ayında Mustafa Ke sayılır ayrıcalıklarla teşvik edildi ve hızlı
mal’in "Türkiye’nin sahibi hakikisi ve gelişti. Ancak, teşvik de görse, özel sanayi
efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür” ulus devlete ekonomide ve özellikle sa
(yani, çiftçidir) sözü öncelikli noktalan vunmada sağlamlık verecek ölçek ve türde
göstermiştir. bir ekonomik baz ve hareket veremedi,
Köy Kanunu (1924) ve Aşarın Kaldırıl veremeyecekti. Oysa, bu sağlamlık Cum
ması (1926) Kemalist modelin ilk adımla huriyetin kurucuları için kritik önemdey
rıdır. Köyde ve tarımda numune çiftlikle di ve keyfe bırakılamazdı. Özel kesimin
ri, ziraat okulları, tohum ıslah istasyonları rejimi ayakta tutabileceği ve sağlam faştı ra -
ile başlayan ulus devlete özgü yeni ku bileceği düşüncesi, özellikle 1929/30’dan
rumsallaşmanın son adımı ise 1940’ın sonra artık rağbet görmedi, hatta riskli
Köy Enstitüleridir. bulundu. Sanayileşmenin rejim için öne
3) “Cumhuriyet Tuı/hyesımıı eline men mi artmıştı ve bu noktada ekonomide
kul kıymet stokundun tamamen mahrum, ağırlık merkezinin devlet kesimine veril
araz i itibariyle harabeler gösteren, iktisadi mesi izlenecek tek yol olmuştu (1930-32).
faaliyet itibariyle mitmaresesiz (bir becerisi “Devletçilik”, demiryolu politikasının dı
olmayan) fa ka t azimli vatandaşlardan başka şında farklı uygulamalara da açık bir te
bir şeyi olmayan, iktisadi muvazene (denge) rimdi. Fakat, somutlaşabilmesi sanayi
itibariyle geniş mikyasta açık veren bir ülke programlan ile (1933’den başlayarak) ol
geçti. Bu noktayı daima göz önünde tutmaiı- du. Devletçilik sanayileşme arzusu ile öz
dtı: Böyle bir vaziyetle ne yapılır? Cumhuri deşleşti ve bu baz üzerinde gelişti.
yet Türkiyesi bir nokta üzerine teveccüh etti 4) Kemalist özgün model dünya kon
(yöneldi): Memleketin istihsal kuvvetini jonktürü bakımından ilginç bir ara dö
(üretim gücünü) artırm ak. İktisadiyatta nemde oluşturuldu ve yerleşti, 1920’li ve
K E M A L İ Z M
1930’lu yıllar egemen güce göre biçimle konjonktür elverişli olduğu, ekonomik
nip yönetilen bir dünya düzeninin (bir paylar genişlediği veya iyimserlik bozul-
“Pax’’m) olmadığı, birbirleriyle zıtlaşma madığı sürece, başta sanayi, finans ve tica
ları artan büyük devletlerin her işe karışa ret kesimleri olmak üzere yükselen sınıf
nı ad ığı dönemdir. Yıkılan imparatorluğun lar Kemalist modele zaman zaman tam,
yerine yeni devletin böyle bir dönemde zaman zaman ölçülü destek vermişlerdir.
kurulmuş olması bir yönüyle şanstır; Rejimin radikal fakat daima mutabakatla
Cumhuriyet’in ilk kuşaklarının bağımsız rı gözeten ona sınıf tercihleri usla politi
lığı öğrenmeleri gibi müstesna bir fırsat kalarla uygulanmış ve yükselen sınıfların
sunar. Öteki yönüyle, bazı işleri zor ve zo bir ınodiis vivendi içinde kalmaları sağlan
runlu kdmaktadır: Yeni ve bağımsız bir mıştır. Siyaset alanındaki gelişmeler (ön
devlet savunma işini tümüyle kendi başı ce, 1923’deıı başlayarak siyasette ve dev
na üstlenmek ve harcamalanm da yüksek lette geçmişten kopuşu getiren değişiklik
tutmak zorundadır. Bu, halkı yeni rejime ler ve sonra, 1931’de başlayan Tek Parti
300 ısındırabilmek için gerekli olan öteki har dönemi) 1920'lerin yükselen sınıflarını
camaları sınırlayıcı etkendir aktif biçimde ilgilendirmemiş, tedirgin et
5) Cumhuriyet rejimi, 1789’u ve onun memiştir, Ekonomide de böyle olmuştur:
19. yüzyıldaki çizgilerini izleyerek orta sı Payları küçülmediği veya bu olasılık gö
nıf değerleri ve radikal özlemleri ile ku rünmediği sürece günün yükselen sınıfla
rulmuştur. Meşru ti yeften devralman pozi rı iktisat politikasındaki radikal değişik
tivizm ve akılcılığı potasında eriterek çağ liklere karşı tavır almamışlar, tersine,
daş bir dünya görüşüne ve mertebesine (1933’ten itibaren devletçilik çizgisini ka
sahip bir topluma erişmek, bunun için bullerinde olduğu gibi) radikal değişiklik
gündeminde hukuk sisteminden bilim ve lerin kendileri için yarattığı fırsatları ça
tekniğin örgütlenebilmesine kadar olabil buk benimsemişlerdir.
diğince reform ve yeni kurumlaşmaya yer Vurgulamak gereken bir nokta, Kema
vermek bir tutkudur. Kemalist kadro için list özgün modele itici gücünü veren orta
de bu yönden dayanışma, yaklaşım ve ira sınıf değerlerinin aydınlanma kültürün
de tutarlılığı yüksektir. den beslenmesidir. Bu özgün modelin
Özgün modelin bu radikal orta sınıf oluştuğu ve yerleştiği dönemin belirgin
özelliği, uygulamada sosyal sistemde da özelliğidir (1923-39) ve modelin zorlandı
ima mutabakatları gözeterek kendine yol ğı, tıkandığı ve tazelenmesine girişildiği
açmıştır. Ekonomideki uygulamaları ile dönemleri de kapsayarak 1950’ye kadar
yükselen sınıflan teşvik etmiştir. Fakat bu önemim korumuştur. Eğer “aydınlanma,
tutum siyasal tercihleri ve yansımaları ba modern orta sınıfın siyasal ilkokulu” (Ha-
kımından bir modiis vivendi düzeyinde user, 1951 jcilt 3J: s.93) olarak kabul edi
kalmıştır. Kemalist özgün modelin ekono lirse, burada, orta sınıfın Cumhuriyetin
mideki çizgisine daima orta sınıf değerleri başlangıç döneminde yükselen sınıfları
ve mülahazaları öncülük etmiştir. Başka yönlendirebilen, onlara mesafeli durmayı
bir temsilci sınıfı veya tabakası yoktur.1 gözeten ve böylece ulus devletin kuruluş
Geniş anlamda, yeni toplum ve yeni dev dengelerini koruyabilen bir siyasal olgun
let için bir yeni “millî iktisat" yaratmayı luğa sahip olduğunu iddia edebiliriz.
amaçlamış, ancak bunu kendine özgü bir
politikalar demeti ile ve yükselen sınıflara
MODELİN 51KJ?MA VE TIKANMALARI
angaje olmaksızın yurütebilmiştir.
Cumhuriyet rejiminin başlangıç döne Ekonomide Kemalist özgün model 1930’lu
mi sayılabilecek 1923-39’da, ekonomik yıllarda şekillenmiş, sorunları önemli öl
K E M A L İ S T E K O N O M İ D E N K E S İ T L E R
çüde çözerek gündemi sanayi aklı ile dü- lerinin 1920’li yılların ekonomik düzenine
zenlenebilen yeni bir aşamaya getirmiş, dönüş arzuları gerçekleşemez. Yükselen
böylece, yeni devletin muhtaç olduğu ulu sınıfların rantlarına dokunulmaması, fakat
sallığın da temeli olmuş ve kadrolarına f932'de geri dönülmezlik kazanan sanayi
yön duygusu kazand ırm ıştır. Bunlar hareketi için yeni bîr model oluşturulması
1930’da, ekonomide geçmişten kopuşla iv (Sümerbank) üzerinde mutabakat sağlanır
me kazanmıştır. Siyasette geçmişten kopuş (1933), Uzlaşmaya aracı olan finans kesi
1923’te başlamış, ancak, ekonominin işle mi yeni yatırımlardan pay alacaktır ve bu
yişinde temelden değişikliğe girişilmemiş- nun Celâl Bey ve finans kesimi tarafından
ti. L931’de başlayan Tek Parti dönemi, ifadesi “sanayileşme hareketine hız verile
ekonominin derinleşen buhran koşulların bilmesi için bütün millî kuvvet kaynak ve
da daha kontrollü yönetilmesine, ama da unsurlarından çok istifade etmek lazım
ha önemlisi devletçiliğin bir yeni sanayi ta geldiğindir. Özetle, Kemalizmin yükselen
banına oturması için radikal sayılacak ta sınıfların ekonomik paylarım sabitleme
sarımlar yapılmasına olanak vermiştir. veya küçültme yolundaki ilk girişimi ile 301
1) 1929’dan itibaren ekonomide hisse model sıkışmış, fakat, özel kesimin de
dilen sıkışma, 1930’dan sonra buhrana ekonomide yeni devletçi birikimden pay
dönüşmüştür. Her buhran öğreticidir ve o alabileceği bir rötuşla 1930’lardaki uygula
zaman da şunu be rra kİ aştırmış tır: Cum ma şansını kazanmıştır.
huriyet rejimine karşılaşılacak buhranları 2) Varılan uzlaşma bir kararsızlık tablo
aşma gücü verecek çapta bir sermaye biri su yaratmaz. Kemalist çizginin (orta sını
kimi sağlayabilmek şarttır. Bu ihtiyacı kar fın) projesi sürecektir. Parti çatısı altında
şılayabilmek için, yeni politika çizgisi bir siyasal muhalefet hareketi doğmaz.
olan devletçiliğin kaynaklarını gerçekçi Ekonomi 1934’ten sonra büyümeye geçe
biçimde saptayarak işe başlamak gerek cek ve (toprak sahipleri de dahil) herke
miştir. (1931): Devletin olanakları sınırlı sin payı yeniden genişlemeye başlayacak
dır. Eldeki sınırlı olanakların yanı sıra tır. Ekonominin makro İstikran buhran
ekonomideki rantlara da el koyabilmek ve koşullarında da, büyüme ortamında da
sanayide hamle yaparak sermaye birikimi malî disiplin sürdürülerek korunur. (Mak
nin ölçeğini büyütmek işin esasıdır. Eko ro istikrar yükselen sınıfların birinci soru
nominin karar merkezinde bulunan ikti nu değildir.)
sat Vekili Mustafa Şeref Bey, bu noktayı 3) Bu ilk sıkışmadan sonra, modelin
görmüş ve Başvekil İsmet Paşa’nın deste ciddi biçimde sıkışmaya başlaması ve tı
ğini alarak 1932’de hamleyi yapmıştır. kanması İkinci Dünya Savaşı koşullarında
Doğal olarak, 1920’îerin yükselen sınıfla olacaktır (1940-45). Savaş yılları Türki
rının tepkilerini de o toplamıştır. ye’nin savaş dışı kalmayı ana politika çiz
1932’nin hamlesi, Kemalist özgün mo gisi olarak sürdürdüğü yıllardır, insan ve
deli ilk kez ve günün derin buhran orta toprak kaybını sıfırda tutmayı amaçlayan
mında ticaret, sanayi ve finans kesimleri bu politikayı sürdürmenin ekonomik ma
nin ve büyük toprak sahiplerinin ortak liyeti kaçınılmaz olarak yüksektir. Ordu
muhalefeti ile karşı karşıya getirir. Sonuçta sunu 150 bin kişiden bir milyonun üzeri
bir uzlaşma noktası bulunacaktır. Mustafa ne çıkarmak zorunda olan, böylece tarım
Şeref Bey’in iktisat vekilliğinden ayrılışı da üretiri nüfusu beş yıldan uzun süre tü
üzerine, finans kesiminin aracılığıyla uz ketici haline getiren, başka bir kaynağa da
laşma gerçekleşir ve Iş Bankası Umum sahip olmayan ülke kısa sürede darlık içi
Müdürü Celal Bey (Bayar) vekil olur. An ne düşer. Sanayi hareketini sürdürecek
cak, ticaret, sanayi ve büyük toprak sahip olan kamu yatırım programlarına kaynak
K E M A L İ Z M
“îstiklal-i tam için şu düstur var; Hakimiyeti Milliye, hakimiyeti iktisadiye İle tarsin
edilmelidir. Bu kadar büyük iy eler, bu kadar mukaddes, azametli hedeflerin...
tahakkuk-u tammırn temin için yegane kuvvet, en kuvvetli temel İktisadiyattır." (Atatürk)
ihtirasları için büyük fırsa t sanan ve rak “şimendifer (demiryolu) ve sanayi iş
hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı lerinde olduğu gibi, 1937’den itibaren zi
belli olmayan bir haç politikacı, büyük raatımızı ve çiftçilerimizi kalkındırmak
bir milletin bütün hayatına hüstah bir su için,,.planlı ve iştirakli bir çalışma devresi
rette lamda h kovmaya çalışmakladırlar ” ne” girileceğini ve tarımda “ilk plan(ın)
(Vurgular benimdiı:) 1000 ziraî kombina üzerine tesis olunaca
ğını ve dört sene(lik)" olacağını söyler.
ismet Paşa'nın (cumhurbaşkanı) 1942
Ancak, tasarlanan toprak ve tarım politi
Kasım ayında daha önce ve sonra rastlan
kasının resmen bu kadar vurgulanmayan
mayan bir keskinlikle ve işin sınıfsal özel
boyutu köyün düzeninin ve siyasal yöne
liklerine işaret ederek dile getirdiği şey,2
timinin Kemalist özgün modelle bağdaşa
yeni ve Cumhuriyet rejimi için zor bir or
cak biçimde yeniden şekillendirilmesidir.
tamda bazı sınıfların yükselerek mutaba
Sorunu en yalın biçimde Falilı Rıfkı Atay
katları çözmesidir. Rejimin her şeye siya
dik getiriyor (1936):
sal sezgilerle ve stratejik sonuçlarıyla bak
303
ına yeteneğine sahip iki yöneticisinden “İçine girilmeyen köy yerinden oyııa-
İkincisi, yirmi yıllık mutabakatı çözmekle ınaz. Bittim değişiklikleri, yeni şartları
yeni yükselen sınıf temsilcilerinin savaş kerpicinin içinden seyreder durur. Kö
sonunda uygun bir hava yakalarlarsa siya yün katı görenek ve güvensizlik kabuğu
set sahnesine birlikte çıkacaklarım ve Ke nu kırarak onun karimi içinde y er a l
malist özgün model karşısında yer alacak mamız lazımdır... Ankara etrafındaki
larını bilircesine konuşmaktadır. köyleri dolaşınız. Büyük merkez hiçbiri
5) İşin merkezinde köy ve toprak soru ne örnek olmamıştır ve olamaz." (Vurgu
nu vardır. Cumhuriyet yönetimi bunu ba lar benimdir)
şından beri iyi bilir. Ancak, Kurtuluş Sa
6) 1930’ların ikinci yansındaki bu yeni
vaş ı’ndan başlayarak sürdürülen mutaba
durumu, kısacası, rejim in arkasındaki
katlar (ki bunlara “eski batakçı çiftlik ağa
mutabakatın toprak sahiplerinden filizle
sı" da dahildir) rejimin kuruluş aşamasın
necek muhalefetle zedelenmeye başlaya
da siyasal istikrar için önemli sayılır, İstik
cağını yönetimin değerlendirmemiş olma
ran önemli saysa da, yönetim köye girme
sı düşünülemez. 1939’da başlayan ve seyri
ye kararlıdır. Daha 1920’lerin sonunda,
kestirilemeyen büyük savaşın belirsizliği
ileride köyde çiftçi olabilmiş ve rejimi sa
içinde bile olsa köy davasına radikal bir
hiplenmiş görmek istediği o günkü top
çözüm arayarak adım atılması, bu davanın
raksız ve az topraklı köylüye, yalnız Hazi-
Kemalist model için artık ertelenemez bir
ne’den değil, büyük toprak sahiplerinden
noktaya geldiğini gösteriyor. 1940’ın he
alarak dağıtım yapmak için ilginç bir yol
men başında Köy Enstitüleri köye yeni bir
bulmuştur. Ancak, rejimin siyasal toplulu
insan ve işbirliği modeli getirerek köy
ğu içinde yer alan büyük toprak sahipleri
ekonomisinde farklı bir düzene gidişin
buna direnirler ve daha da direneceklerini
öncüsü oluyor. Enstitü, Cumhuriyetçi
belli ederler.3
(Kemalist) bir köy organizasyonu ve ulus
1930'ların ortalarında (yani, sanayi
devlet yapısına oturacak bir köy yapısı
programlan başarılı oldukça ve tek partili
arayışıydı. Ancak, toprak reformu ile bu
siyasal model işlemeye devam ettikçe)
luşmadıkça aranan çözüme varılamazdı.
toprak ve tarımın yönetimin gündemine
gitgide artan bir ağırlıkla yerleştiği görüle Beş buçuk yıl süren dünya savaşı biter
cektir. ismet Paşa, I936’nın son günlerin ken, 1945’de, gündeme getirilen Çiftçiyi
de "toprak işleyenin" sloganını vurgulaya Topraklandırma Kanunu ile Enstitü ade-
K E M A L İ Z M
sorun oluyordu. Çünkü, mevcut siyasal yaklaşım ları bakım ından farklılıkları
sistem rejimin sürdürülebilmesi için meş önemli olmayan, yani, siyaset alanında ay
ruiyet üretip üretememe sınırına dayan nı meşruiyete sahip) iki partili bir düzenle
mıştı. Ekonomide Kemalist modeli sürdü işleyeceğini işin ana kuralı olarak ortaya
rüp sürdürememenin ötesinde, ulus dev koymuştur. Böylece, 1923’te kurulmuş
leti tutacak ve yürütecek bir yeni çıkış olan ulus devlet 1946/47’de siyaset alanını
noktası bulmak gerekiyordu. 1945 ve yeniden tanımlamış oluyor. Zaman, dünya
1946 yıllarının temel sorunu ve arayışı konjonktürünün savaş sonrasında Batı
böyle görünüyor. Avrupa’dan başlamak üzere ülkelere “ulus
1) Modeli tazelemenin kurgusu siyaseti devletiik’Terini yeniden tanımlamayı zo
ön plana alarak tasarlanmış, işin püf nok runlu kıldığı zamandı.6 Uluslararası ortam
tası olarak yeni ve sayıca büyük bir siyasal artık savaş öncesinden farklı İdi ve artık
topluluk oluşturarak siyaset oyununun her ulus devlet için dikkate almak gere
kurallarında değişiklik yapmak düşünül ken bir “pax" (Pax Americana) ve bir sü
müştür. “Yeni", “sayıca büyük" ve “deği per güç (Sovyetler Birliği) vardı, 305
şik kurallar” siyasal topluluğu oluşturabil 3) 21 Temmuz, 1946 seçiminden sonra
menin esaslarıdır. Bunlardan ilk ikisi kır kurulan ilk hüküm et (R ecep P ek er,
sal kesimin (köyün) yeni siyasal toplulu Cumhuriyet rejiminin ilk resmî devalüas
ğun en önemli ve büyük parçası olarak si yonunu yapmış ve son birkaç yılın dura
yasal alana alınması demektir. Belki kırsal ğan ekonomisini yeni dünya rejimine yer
kesimin rolü (rejime sadık bir büyük kitle leştirmek ve pratik olarak da işletebilmek
olarak) siyaset sahnesinin yeni yükselen istemiştir.7 Ancak, bu ayar yeniden Ke
sınıflarına bir “karşı ağırlık" olarak hesap malist özgün modele başlamak İçin yapıl
lanmıştır. Böyle bir karşı ağırlığın kısa sü mıyordu, Yeni tutulan yol bir tür “Yeni
re içinde tasarlanandan farklı bir role ve İktisat Politikası" (NEP) idi. Bunun öz
potansiyele sahip olabileceği öngörülme gün modele ileride dönüş yapabilmek
miştir. Sayısal olarak en büyük ve yeni için tutulan geçici bir yol mu, yoksa mo
parçayı alarak yeni bir siyasal topluluk delden bir kesin ayrılış mı olduğu tartışı
oluşturmak yeni bir çerçeve ve harekât labilir. Fakat, “Yeni İktisat Politikası ”nm
planını gerekli kılıyor. Bunun tasarımı ve bir yandan “Pax Americana”nın telkinle
uygulaması: (a) Kadrosu ve programı ile rine kulak kabartarak,8 bir yandan da
tek partiden çok da farklı olmayan ikinci yükselen sınıfların taleplerini ön plana al
bir partinin doğması ve tanınması için ye mış görünerek oluşturulduğu anlaşılıyor.
terli süreye, (b) bu “yeterliliğe” göre yapı Özgün modelin sermaye birikimi (yani,
lacak bir erken seçime ve (c) bu seçimin demiryolları ile sanayi programlarının or
tek dereceli olması ve kırsal kesimin yeni tak Örgüsü) artık ön planda değildir. Dev
seçmenlerine, onları ilk kez politize ede letçiliğin oynadığı rol de yumuşatılmıştır.
rek ‘'y u rttaşlık ların ı hissettirebilmeye Kısacası, modelin tazelenmesinde ülke
bağlıydı. İkinci parti kararının 1945’İn yaz nin ve zamanın özel koşullarının değiş
aylarında verildiğini ve Demokrat Par- miş olduğu görüşü ağır basmıştır. İlginç
ti’nin 1946’nın hemen başında kuruldu tir, Kemalist özgün modelin malı disiplin
ğunu, erken seçimin aynı yılın 21 Tem- ilkesi bırakılmamıştır. Savaş yıllarının
muz’unda ve ilk kez tek dereceli olarak kaynak yokluğu ortamında ihtiyaçları
yapıldığını hatırlayabiliriz, karşılayabilmek için birkaç yıl para bas
2) ism et Paşa (cum hurbaşkanı) 12 mak zorunda kalan yönetim, 1942/43’ten
Temmuz, 1947’deki beyannamesi ile yeni sonra bundan sakınabilmiş ve 1945’ten
ve genişlemiş siyasal topluluğun (rejime sonra ise (1946 devalüasyonunun etkile-
K E M A L İ Z M
büyüme hızı yükselirken, bütçe gevşemiş ve müdahaleler modeli (ki bu yükselen sı
ve ekonomi açık vermeye başlamıştır. Kı nıfların ve onların siyasal bilinçlendirme
sacası, kaynaklar zorlanmıştır. 1938’in bir sine bağımlı kırsal kesimin taleplerinin
yıllık süresi içinde kalarak Kemalist mo belirlediği model oluyor) kendi malî di
delin bir “güdümlü ekonomi" çizgisinde siplin ilkesinden yoksun olduğu için
ilerlemesi halinde geliştirilip gel işti rileme- özünde istikrarsızlık üretmektedir. Model
yecegine ilişkin yorum yapmak zordur. açıklardan müdahalelere, oradan yeniden
6) Ancak, dünya ve ülke koşullarının açıklara (ve yeniden müdahalelere, vs.)
değiştiği 1950’de iktidara gelerek on yıl giderek işlemektedir. Bu ekonomik istik
içinde kendi ekonomi modelini geliştiren rarsızlık çizgisi yükselen sınıfların taleple
(ve daha sonra aynı çizgideki siyasal ikti rini azaltmamakta, fakat siyasal sistemin
darlara örnek olan) Demokrat Parti dö istikrarını bozan ve sistemi kimi zaman
neminin başlangıç yılları araştırmacıya bölen, bölünmeyi artıran, askeri müdaha
bir nebze yorum olanağı verebilir. De- leleri siyasetin parçası haline getiren etki
308 mokrat Parti’nin iktisat politikasında, ilk lerle sistemi gitgide zayıf düşürmektedir.
yıllarda, eski bir Kemalist olan Bayar’sn Zayıf düşme 1 9 7 0 ’ierin sonlarında
(cumhurbaşkanı) bir ölçüde etkili oldu boydan boya bir siyasal meşruiyet soru
ğu, daha sonra anlayış, karar ve uygula nu halini almış ve 1980’in askerî darbesi
ma bakımından Adnan Menderes'in asıl 1947 modeli iki partili (ve belirli bir si
güce sahip olduğu ve DP ekonomisinin yasal istikrar anlayışı ile kurulmuş olan)
esasında Menderes modeli olduğu söyle sisteme kapsamlı bir müdahale ile son
nebilir. İlk yıllardan başlayarak göze çar vermiştir. 1980’den sonraki siyaset siste
pan şey 19401ann ikinci yarısmdan son mini Kemalist olmayan (ve ami-Kema-
ra yükselen sınıfların paylarını sürekli list) güçler şekillendirecektir. Kemalist
olarak büyütme girişimini önplanda tut çizgi artık ya zayıf bir muhalefettir ya da
maları ile 1950’den sonra malî disiplinin bir programdan yoksundur.
bırakılışıdır. Bunun sonucu 1950’lerde 7) Burada dikkati gerektiren iki nokta
ekonomide açıkların büyümesi ve para- dan birincisi, 1938 yılı yönetiminde olsun
sallaştırılmasıdır. Sistemin kendi içinde (Kemalist sistem içinde), daha belirgin bi
kurallaşmış bulunan mali disiplini yavaş çimde 1950’lerin ilk yıllannda olsun (Ke
yavaş yok olmakta ve ekonominin işleme malist çerçeve henüz pek kaybolmamış
kabiliyetini artık iyice yitirdiği noktada ken), ekonomi tablosunun artık yükselen
dışsallaşarak IM Fye ait bir iş olarak ka sınıf taleplerine göre şekillenmesidir. Bu
bul edilmeye başlamakta, bir anlamda tablonun (ve gerisindeki ittifakın) temel
ekonomi IMF müdahalesini ve disiplini koşulu yükselen sınıf paylarının kayıtsız
ni bekler hale gelmektedir.’^ şartsız büyümesi, iktisat politikası araçla
Açıklar ve dıştan müdahalelerle işleyen rının buna göre düzenlenmesidir.1'1
bu iktisat yönetimi modeli, 1950’lerden Yükselen sınıf talepleri üzerinde bir ra
başlayarak, Kemalist olmayan siyasal parti dikal orta sınıf denetimi ise ya çok zayıf
iktidarlarının elli yıllık çizgisini oluştur tır (1938) ya da artık söz konusu değildir
muştur. Bir anlamda, Kemalist ekonomi (1950 sonrası).
modelinin eski “güdümlü ekonomi" anla 8) İkinci nokta, orta sınıftaki değişme
yışından türeyen “ikinci k o fu , zamanın lerdir. Bunun birkaç yönünü kısaca vur
ve koşullann değişmesini izleyerek artık gulamak yeteri idir:
yükselen sınıfların taleplerine göre oluşan (a) Orta sınıf 1940'iarın sonlarından
ve Kemalist olmayan bir siyasetin ekono başlayarak, yükselen sınıfların taleplerine
mi anlayışı içinde erimiştir. Ancak, açıklar göre hızlanan ekonomik gelişmeye ba-
K E M A L İ S T E K O N O M D E N K E S İ T L E R
gımlı olmuştur. Bu bağımlılık içinde, orta gitgide çoğunluğa geçtiği yeni orta sınıf
sınıfın bir yönden yeni yükselen ticaret, ise yükselen sınıflar arasında ve onların
sanayi, finans ve hatta zengin köy kesim gelişme mantığına bağlı olarak kısa süre
lerinin zenginleşmesine öykündüğü ve de sınıflararası boşlukları dolduran başka
özlemlerini onların yeni özlemlerine göre işlevler üstlendi.
şekillendirmeye başladığı, bir yönden de Bu işlevler içinde hamur olmaya başla
kapitalist gelişmenin ekonomik ve sosyal yan yeni orta sınıf, sayıca kabardıkça bir
olarak geride bıraktığı kitlelerin sıkıntıla aydınlanma okulunun getirdiği bakışı,
rına ortak olduğu, onlarla birlikte tepki bunun “universalizm’’İni, kısacası, ente
duyduğu izlenebilir. 1950’lerden başlaya lektüel ve birikimli bir çabayla ve nitelik
rak yeni özlemlerle sıkıntılar ve tepkiler sel bir zenginleşme geleneğiyle destekle
arasın d a kalan orta sın ıfın dünyası nen bir siyasal olgunluğu yansıtacak bir
1920’lerin, 1930’ların ve hatta 1940’ların profil kazanamadı. Tersine, yeni orta sı
dünyasından farklıdır. Bu yeni ve belirsiz nıfın gelişme tablosu “ilerici-muhafaza
likler içinde kaldığı ortamda topluma tu kâr" bölünmesine elverişli olduğu kadar, 309
tarlı biçimde yön verme yeteneğini yavaş zaman boyunca izlenecek orta sınıfa öz
yavaş yitireceği gibi, kendi başına yön gü sabırsızlıkların, hayal kırıklıklarının,
bulması da kolay olmaz. karamsarlık ve iyimserliklerin, teslimi
(b) Ekonomik gelişmenin orta sınıfta yetçiliğin ve tepkiseiliğin ve bütün bun
yarattığı farklılaşmanın yanı sıra, Cumhu larla eski, özgün reformculuk çizgisine
riyet öncesinden gelen “entelektüel dü benzer bir şeyleri tekrar yakalayamama
zeyde" bir farklılaşma da orta sınıf içinde nın da ipuçlarını veriyor. Bu 1930’larda-
1950’den sonra biraz daha siyasallaşarak kinden farklı bir orta sınıf dünyası oldu
keskinleşeceklir: İlerici ve muhafazakâr. ğu gibi, yeni yükselen sınıflara ışık tuta
Yükselen sınıfların bu siyasallaşmada tu cak ve onları yönlendirebilecek bir öz
tarlı biçimde bir orta sınıf muhafazakârlı gün entelektüel kapasiteye de sahip gö
ğına destek oldukları görülür. 1950’den rünmüyor.
sonra, Demokrat Parti içinde Bayat'ın 9) Doğmadan yok oluveren “ikinci kol"
1930'lardan gelen ‘Kemalist’ bir ‘ikinci kol’ çizgisi yükselen sınıfların taleplerine göre
çekirdeğinin büyüyememiş olmasında ye şekillenen Menderes modeli15 içinde kısa
ni orta sınıf muhafazakârlığının Kemalist sürede erimiş, ancak erirken çeşitli ke
çizgiye sıcak bakmayan özelliği de etkili simlerde, siyaset dünyasında ve hatta De
dir, D esteklen en m uhafazakâr çizgi mokrat Parti’nin içinde tepkiler ve yeni
1980’den başlayarak rakipsiz bir gelişme filizlenm eler y aratm ıştı.16 Bu birikim
şansına kavuşacak, iktisat politikasından 1960 askerî müdahalesine varacaktır. Ya
eğitim dünyasına kadar topluma Cumhu zımızın çerçevesi içinde üzerinde durul
riyet rejiminin kuruluş esprisinden farklı ması gereken şey 1961 Anayasası ile top
yönler bulma misyonunu üstlenecektir. lumun ekonomide, siyasette ve çeşitli ya
(c) Cumhuriyet’in kuruluş döneminin şam alanlarında bir yeni başlangıç nokta
Kemalist özgün modelin) orta sınıf ku sına gelişidir. Bu yönü ile 1961’in Kema
şağının bir asli niteliği Aydınlanma Oku- list özgün modelin tazelenme girişimini
lu’ndan geçerek, bu okulun değerler sis de kapsamak üzere çağdaş bir orta sınıf
temine sahip olmaktı. (Rejim in güçlü projesi olduğu (ve bu sınıfın iyimserliğini
beklentisi bu etkiyi yaratarak, bir orta sı yansıttığı) söylenebilir. Günün yükselen
nıf radikalizmini sürdürmeye yeterli olu sınıfları bu projede aktif ro! almamışlar
yordu.) 1950’den sonra hızla büyüyen ve çekimser bir konumu yeğlemişlerdir.
:-;ent ekonomisinde istihdam edilenlerin Ancak, burada ekonomi alanında 1930’la-
K E M A L İ Z M
rı andırır biçimde, orta sınıf ile yükselen seyri içinde, kriz dönemleri orta sınıfın
sınıflar arasında bir mutabakat (bir yeni iyimserliğini zaman zaman karamsarlığa
modiis viveııdi) kurulduğu gözlenebilir. çeviren etkiler doğurmuştur. Bu dalga
Orta sınıfın 1961 ile ekonomiye getirdiği lanmalar içinde, kendini ulus devleL mi
yeni çerçeve plandır. Tanımı ve alan çiz marisinin siyasal istikrarından bir anlam
gileri siyasal iktidarca fiilen belirlenecek da sorumlu gören orta sınıf, ekonomide
olan bir 'karma ekonomi’ ilkesi plan saye istikrarı bozan etkenleri (başta enflasyon
sinde ekonomiyi yönlendirecek, hem kal olmak üzere) kavrayamamış görünmek
kınmayı hedefleyecek (orta sınıfın ana tedir. Böylece, kah hızlı büyüme ve de
hedefi), hem de yükselen sınıfların bir ğişmenin sosyal sistemde gerekli kıldığı
denge içinde paylarım büyütmelerini ve kurumsal değişmelere ön ayak olmakta
korumalarım sağlayacaktır (yükselen sı yetersiz kalışından, kâh krizleri önleye
nıfların tek hedefi). Böyle bir uzlaşma cek mutabakatları sağlayabilmek onun
ulus-devletin güvencesi için yaşamsal sa- takatinin ötesine geçtiğinden, orta sınıf
310 yılmış, bunun, 20. yüzyılın toplum ve 1961 çerçevesinin öngördüğü modıis vi-
devlet yapısına erişebilmek için tasarla vmdiyi başarabilmek ve bunun için de si
nan kurumlaşmalara payanda olacağı dü yasette 1947 esprisini geliştirmek gibi
şünülmüştür- Kısacası, sınıflararası den zor bir “görev" in altından kalkamadı.
genin 1950’lerde gitgide bozulduğu, bu Orta sınıfın böyle bir tarihî rolü oyna
nun çağdaş ölçütlerle yeniden tasarlana masını sağlayacak ekonomik (ve entelek
rak kurumlaştırılması gerektiği 1961’in tüel) güce ve sosyal güvenceye kavuşa
(ve yeni Kemalist projenin) özü olmuştu. mamış oluşu, onu ülkedeki kapitalist ge
Siyaset modeli burada 1947 esprisini lişm enin özelliklerin e ve gereklerine
koruyor, ancak siyasal topluluk alanı da (başta tüketim toplumunun gereklerine
ha da geniş tutuluyordu. 1960’ların ve öncü olmak) gitgide daha bağımlı kılar
1970’lerin iki önemli yeniliğinden birisi, ken, Kemalist özgün modelin çağdaş ko
ülke fabrika çağına girerken çalışan sınıf şullarda tazelenmesinde kendisine biçi
ların (bilinçlenmeye başlayarak) siyaset len rolü (1961 Anayasası’nın kurumsalla
sahnesine çıkmalarıydı. Kırsal kesimin şabilmesi için uzun dönemli ve sabırlı
1946’dan başlayarak siyasal topluluğa çalışmak) gitgide sahipsiz bırakan bir et
alınışından farklı olan şey çalışan sınıfla ken oluyor.17
rın siyasal topluluk alanına girerken ken
dilerine göre ve orta sınıfın çizgisi ile yer
SON 5 0 2 _______________
yer örtüşen biçimde bilinçlenmeleri ve
(1961 Anayasası’mn kurumlan sayesin Kemalist ekonomiden kesitleri, 1920’-
de) yükselen sınıfların burada bir yön lerden başlayan bir iktisat politikası in
lendirme olanağı bul ama masıydı. celemesi biçiminde de, orta sınıf değer
1960’lann ve 1970’lerin ikinci bir özel leri ve özlemleri ile kurulan ulus devle
liği de orta sınıfın ekonomik gelişmeye tin gelişmesi içinde de izleyebiliriz. Bu
bağımlı büyüyüşünü sürdürmesidir. Eko yazı ikisinin karması sayılabilecek bir
nomik gelişme 1961’in çerçevesi, uzlaş çizgi sunuyor.
ması ve kabulleri içinde orta sınıfın refa 1920’lerden başlayarak, ekonominin
hını artırıcı, kendine güvenini ve iyim dönüm noktalarında yeni siyasal projeler
serliğini pekiştirici etkiler yapmıştır; “re vardır. 1930’da, 194 6 -7 ’de ve 1980’de
formcu" yönünü canlı tutmuştur. Ancak, bunlar kesin çizgilerle karşımıza çıkarlar,
yükselen sınıfların talepleri ile yükseliş Orta sınıfın gücü ve etkisinin nitelikleri
ve iniş dalgaları gösteren ekonominin ni, bunların zaman içinde değişmesini ve
K E M A L I 5 T E K O N O M İ D E N k e s i t l e r
DİPNOTLAR
1 Yegâne siyasal gücünün "Gençlik" olduğu ve kanunun 4 üncü maddesinin tetsiri hakkında
Atatürk’ün 'Gençliğe Hitabesi'nin bu noktayı si Başvekalet tezkeresi1ile devam ederek 1930'la-
yasal! aştırdığı ve berraklaştırdığı düşünülebilir. rın ortalarında büyük toprak sahiplerinin o ta
2 Bunun Varlık Vergisi'nden hemen önce yapıl rihte henüz siyasallaşmayan direncine gelip da
mış bir Meclis konuşması olması, yorumun dar yanır. Ancak, o tarihe kadar köy, toprak ve ta
ve Varlık Vergisi ile sınırlı tutulmasına neden rım davasında meşale alamadığım görmekte
olmamalıdır. oian yönetimin niyeti ciddidir. Toprak dağıtı
mını Anayasa düzeyinde garantiye alma kararı
3 Bu ilginç yol, 19 Haziran, 1927 tarih ve 2097 sa nı verir: 1937 Şubatında İsmet Paşa'nın 153 me
yılı ‘Bazı eşhasın Şark menatıkından Garp vila busla birlikte verdiği önerge ile Teşkilatı Esasi
yetlerine nakillerine dair kanun' ile başlar. Son ye Kanunu (Anayasa) değişikliği yapılması ve
ra 2 Haziran, 1929 tarih ve 1505 sayılı ’Şark me- dağıtılacak toprağın kamulaştırabilmesi sağ
natıkı dahilinde muhtaç zürraa tevzi edilecek lanır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bilsay Kur uç, B e l
araziye dair kanun' ile ve 5 Kanunuevvel (Ara- g e le rle T ü rk iy e İk tisa t Po litika sı, 2-Cllt <1933-
Irk), 1933 tarihli 'Şark mıntıkaları dahilinde 1935) Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fa
muhtaç zürraa tevzi edilecek araziye dair olan kültesi Yayın No.580, Ankara, 1993
K E M A L İ Z M
4 Yükselen sınıfların temsilcileri veya mensupla esaslarını kurmak istiyoruz". İktisat Vekili
rının tümüyle Tek Parti'yi terk ettiklerini ve ye Celâl Bayar (1936)
ni partiyi oluşturduklarını düşünmek gerçek dı 12 Bayar'ın Atatürk ve İsmet Paşa'nın yönetimin
şıdır. Dikkat çekici olan şey, yorgun ve pasif kit de çalıştığı dönemde her ikisine "şefler" olarak
leleri politize edebilme şansının orta sınıftan yaptığı atıflar ve özellikle İkinci Teşrin (Kasım)
yükselen sınıflara geçişini sağlayacak yeni bir 1937'de (başbakan) Medis’te okuduğu hükü
siyasal partinin kurulması noktasına gelinmiş met programının üslubu dikkat çekicidir.
olmasıdır.
13 Başlangıcı 1953.
5 Kemalist özgün modeli aynı doğrultuda tazele
14 Bu düzenlemenin temel koşullarından biri, 'si
yebilecek bir orta sınıf radikalliğinin tükenme
yasal bilinçlenmesini 1950'den başlayarak yük
ye yüz tuttuğu, Çiftçiyi Topraklandırma Kanu
nu tasarısının özellikle Encümende (Komisyon selen sınıfların denetiminde sürdüren ve uzun
da) ve TBMM Genel Kurulu'ndaki görüşmeler süre siyasal topluluğun sayısal çoğunluğunu
oluşturmuş bulunan kırsal kesimin, yükselen sı
de açık biçimde izlenebilir.
nıfların taleplerine göre işleyen siyasal sistem
6 Bu tanımlama, 20. yüzyılın ulus devlet modeli den hoşnut olmasıdır. Burada, ekonomide tarı
ni bulma çabası sayılabilir. Batı Avrupa bunu si mın son elli yıl içindeki büyüme hızının seyrini
yasette ve ekonomide tasfiyeler ve yeni biri hatırlamak aydınlatıcı olur: Tarımın gelişmesi
kimlerle yapmaya girişti. Avrupa siyasetinde 1940'ların ikinci yarısında yeniden yükselmiş,
faşizmin topyekün tasfiyesi, ekonomide ise kır- 1950'nin 'Kore Krizi'ne de paralel olarak bir
312 sallığın ve tarımın payının olabildiğince küçül kaç yıl üstüste hızlanmış (büyüme hızı yıllık or
tülmesi ve sosyal refah devletinin kurulması talama yüzde 13'ü aşmış) ve Demokrat Par
çarpıcı olmuştur. Bunun sürekliliğini, Batı Avru ti'nin iktidara geçtiği döneme rastlayan bu
pa, ulus devletlerin bir ekonomik hareket yara tablo kırsal kesimin büyük çoğunlukla bu parti
tarak birbirlerinin ulus devletliğini ayakta tuta yi kayıtsız şartsız benimsemesi ile örtüşmüştü.
bilecek bir büyük çabanın örgütlenmesinde Kısa süreye sıkışan ve "köylülüğün topraktan
görmüştür, ki bu girişim gitgide Avrupa bütün kopmasını başlatırken çiftçiliği de teşvik eden"
leşmesine doğru ilerletilecektir. (Mübeccel Kİ RAY) bu olağandışı gelişmede Ko
7 1946-50 yılları arasında Sovyet alanı dışındaki re Krizinin tarım ve hammadde fiyatlarını yük
hem tüm ülkeler para birimlerini ya yeniden selten etkisiyle birlikte Türk tarımına köylü için
oluşturmuşlar ya da Amerikan dolarına karşı yepyeni birşey olan traktörün birdenbire girişi.
devalüe etmişlerdir. Batı Avrupa bunu 1949'da (1945'de 1000 traktör varken, bu sayı 1954-
ciddi boyutta yapmıştır. S'de 40.000'e çıkmıştı) ekilebilir alanların mera
ve çayırlar dahil tarıma açılması ile birlikte hız
8 Siyasal sistem çerçevesinde bunun başlangıcı la genişlemesi ve bu gelişmenin bir ölçüde
12 Mart, 1947’de açıklanan Truman Doktrini CHP'nin 1950‘ye kadar biriktirmiş olduğu dö
sayılabilir. viz rezervlerini eriterek finanse edilmesi etkili
9 İlginç bir nokta, Demokrat Parti'nin on yıla ya olmuştur. Ancak, 1950Terin ortalarında finans
kın sürdürdüğü açık finansman politikasından man kaynağı tükenmiş ve ekilebilir alanların
sonra, 1961-64'te, İsmet Paşa'nın koalisyon ve da sınırlarına gelinmişti. O tarihten sonra tarım
azınlık hükümetlerinin başbakanı olduğu dö kesiminin büyüme hızı yıllık ortalama yüzde
nemde yine malt disiplin anlayışının iktisat po 3'ü aşmayacak ve gitgide bunun altına inecek
litikasına esas olmasıdır. 1965'ten başlamak tir. Fakat, aynı tarihlerden başlamak üzere kır
üzere, (1950-60 arasında olduğu gibi) malî di sal kesime ekonomiden değişmeyen bir pay
siplinin siyasal iktidarın ciddiyetle sarıldığı ilke alacağı güvencesini vermek siyasal sistemin
olmaktan çıktığı görülür. esaslarından biri olarak yerleşecek ve bu anla
yış kendi 'siyasetçi ekolü'nü de yetiştirecektir.
10 Çeşitli çalışmalar arasında, özellikle son yıllarda
Mehmet Arif Demi re r bu düşünceyi ciddiyetle 15 Bunun çeşitlemeleri daha sonra Demirel mode
sürdürdüğü araştırmalarla benimsemiştir. De- li, Özal modeli şeklinde oluşacaktır.
mirer görüşlerini çeşitli belgelere ve o arada 16 Tepkiler 1950‘den hemen sonra başlamış, fakat
özellikle Bayar'ın 'Şark Raporu' (Aralık 1936), ekonominin sıkışmaya ve çaresizliğe doğru yö
Atatürk'ün Meclis Nutku (Kasım 1937), Bayar neldiği 1954-5'den sonra yeni filizlenmeler, bi
hükümetinin programı (Kasım 1937) ve ’4 se rikimler başlamıştır.
nelik 3 No.lu Plan hakkında Açıklama’ (Eylül 17 1980‘den, ortam tümüyle değiştikten sonra or
1938) gibi kaynaklara dayandırıyor. ta sınıfın Kemalist projeyi gitgide terkederek
11 "Bizler istihale (değişme) devri geçiriyoruz. Li bölünüşü ve bir parçasıyla yükselen sınıflarla
beralizmi -dilim dahi dönmüyor, bu kelime daha sıkı bir özdeşleşme çabasına ve onların
bana o kadar yabancı geliyor- yıkaraktan, sözcülüğüne yönelişi gibi gelişm eler g ö z
memleketimizde güdümlü bir ekonominin lenecektir.
Kemalizm,
Türk Aydınlanması mı?
TA H A P A R L A
“Kemalizmden başka izm yoktur; öteki tir? Başka izm’îer -büyük, orta, küçük boy
bütün izm’ler yabancı ve zararlıdır." ideolojiler ve teoriler olarak- dünyada el
bette var olduğuna göre, Kemalizmden
Bu kısa yazıda yukarıdaki Atatürkçü başka izm’ler, bizim için, biz Türkler için
önermenin anlamını ve açılımlarını irde yoktur, yani olmamalıdır, bunlara izin ve
leyeceğim. Tek bir cümle olmakla birlik rilmemelidir, demektir. Devam ediyoruz:
te, içeriği, kapsamı, sonuçları bakımın ”!Çünkü] öteki bütün izm’ler yabancı ve
dan fevkalâde önemli bulduğum, Kema- zararlıdır” - yani bize, biz Türklere.
lizme ve onun toplumdaki etkilerine mu “Kemalizm”in ne olduğunu burada tar
azzam bir projektör tuttuğunu düşündü tışmayacağım. 1920’ler ve 1930’larda for
ğüm için. müle edilmiş bir ideoloji olduğunu hatır
Bu tümce/anlayış birçok devlet belge latmakla yetinelim. Şu anda bizi ilgilendi
sinde, resmî dokümanda, ders kitabında ren, bu id e o lo jin in 1 9 6 0 ’larda da,
yer alır. Daha yumuşak ve esnek biçim ve 1990'larda da yeterli, 2000’lerde de yeter
dozları birçok bürokratik (sivil ve askerî) li, daha doğrusu tek yeterli ideoloji, hatta
direktifte, siyasal yayın ve söylemde, aka dünya görüşü, düşünce biçimi, değerler
demik ve eğitsel metinde, başta millî eği sistemi, kimlik modeli olarak görülmüş
tim mevzuatı olmak üzere yasa, tüzük ve ve diyelim ki 2020’lere kadar da böyle gö
yönetmelikte bulunur. Daha önemlisi, bu rülecek olmasıdır.
önermenin binlerce türevi, aldıkları biçim “Öteki” izm’ler ne veya hangileri? Çe
ve taşıdıkları doz ne olursa olsun, içerik şitli türevleri, biçimleri, dozlarıyla libera
ve Öz olarak, hem resmî söylemin hem lizm, sosyalizm, Marksizm. (Kastedilenin
kamu felsefesinin hem de toplumsal ve bunlar olduğunu iletişim Yaymları’ndan 3
bireysel psikolojinin dokusuna sinmiştir. cilt olarak çıkan Resmi İdeolojinin Tarihsel
Daha da önemlisi, bir bölümünü saydığı Kaynakları kitabımda belirtmiş olduğum
mız çok çeşitli düzlemde düşünceye ve için, açm ayacağım.) Yani, Batı’nın en
eyleme rehberlik eder. önemli gelenekleri, Batı Aydınlanmasının
Analitik felsefenin ve yorumbilimin yap asıl temsilcileri t ürünleri. Orta boy bir
tığı işler bence yeterli değildir ama asgari- “üçüncü yol" (yani ne sosyalist - Mark
gereklidir. Bundan hareketle, önce yukarı sist, ne de liberal-kapital is t ve fakat soli-
daki önermenin içeriğini saptayalım, “Ke- darist ve faşist alt türleriyle korporatist-
malizmden başka İzm yoktur” ne demek kapitalist yol) ideolojisi olan ilk kuşak
K E M A L İ Z M
Kemalizmin böyle bir dışlamayı seçmiş teorik olarak, ancak ve ancak neye yol
olduğunu saptamak kolay. Kemalistler açabileceğine işaret etmek istiyorum.
nasıl Osmanlı mirasının bir bölümünü Önce ilkesel sorun ya da sorunluluk
tutup kullandılar ve bir bölümünü iradî Bence aydınlanmanın (postmodernisıler
olarak terk eniyseler, Baıı’yı da seçip kaş kaldırmasınlar: kendilerinin yererek,
ayıklayarak örnek aldılar. Asıl önemli Kenıalistler dahil bazdarımn överek, po-
nokta sonraki Kemalistler'in/Atatürkçü- zilivist toplum mühendisliğine indirge
ler’in öncekilere, onların amaçlamadıkları dikleri büyük harfli Aydınlanma’dan söz
şeyleri yakıştırmaları ve Batı’nm iki bü etmiyorum, ki çeşitli evreleri ve kanatları
yük özgürleştirici ve evrenselci gelene vardır Comte da, Kant da, Marx da aydın
ğinden yoksun bırakılmış olduklarım an lanmadır eıt temel özelliklerinden biri),
lamaları. Aksi takdirde, bunları dışlamayı dışarıdan sorgulanmaya açık ve daha güç
bizzat ve bılfil sürdürdüklerini teslim et lü karşı-kanıt ve savlar karşısında kendi
mek durumunda kalırlar. pozisyonunu gözden geçirmeye hazır ol
314 “Biz" kimiz? Hiçbir siyasal ve kültürel manın da öLesinde, kendi kendini sürekli
topluluk monolitik ve mutlak türdeş ol sorgulama kuralını içinde barındırması
madığına göre, “biz T ü rk ler"'i, “bazı dır. Kemalizm ve Atatürkçüler bu iki öl
Türkler", “diğer bazı Türkler”, “diğer di çütün İkincisine de birincisine de cevap
ğer bazı Türkler" diye ayrıştırmak lazım, veremiyorlar: Kendilerini içeriden sorgu
(Ve bunu, etnik çoğulluğun olmadığı lamak şöyle dursun, dışarıdan sorgulan
ulus-devletler ve kabileler için de yap maya da kapalılar. Bununla da yetinme
mak lazım.) Ve bütün işlevselcilere so yip, başka farklı görüşleri yabancı, zararlı
rulması gereken bir soruyu Kemalist ilan edip bâb-ı içtihatı kapatıyorlar; gayri
ler’e/Atütürkçü ler’e de sormak lazım: Ne sini manevî, maddi, toplumsal ve yasal
bakımdan işlevsel ve kimler için işlevsel? yaptırımlara uğratıyorlar. (Tabii, dinler de
Fevkalâde işlevsel bir ideoloji olduğunu böyle yapıyor.)
uzun Ömrü, kalıcılığı, kolayca yeniden Gelişmelere açık ve dolayısıyla kendi
üretilebilirligi açısından göstermiş olan de gelişmeye açık hiçbir düşünsel veya si
Kemalizmin bu bakımdan çözümlemesi yasal yaklaşım kendini bu denli yeterli,
ni yapmak bu kısa denemenin amacına hep ve tek yeterli, görmez. Gördüğü anda
dahil olmadığı için şuna işaret etmekle tarihî, toplumu, düşünceyi, bireyin geliş
yetinebiliriz: Liberalizm ve sosyalizm bü mesini durdurur. Kendini belli ölçüde
tün Türkler için zararlı olamayacağı hal doğru bulan bir yaklaşımın, kendinden
de, öyle gösterilmiştir. (Bau’nın bu iki belli ölçüde hoşnut olmasından, kendini
büyük geleneğini idealize etmiyorum; gerekçelerle anlatmasından ve savunma
göreli konuşuyorum.) sından söz etmiyorum. Mutlak hoşnut
Ama yukarıdaki yaklaşım ın burada luktan, gerekçe gösterme zahmetine kat-
probleınatize etmek istediğim yanlan lanmamaktan, farklı görüşleri daha baş
bunlar değil. Bu cümlenin yansıttığı zihni tan “idraksizlik”ten “vatan hainliği”ne
yetin ilkesel sorunlulugu, bu zihniyetin uzanan bir tavırla dışlamaktan, yasakla
doğası ve mantığı gereği yol açmak zorun maktan, mahkûm etmekten söz ediyo
da olduğu toplumsal ve bireysel sonuçlar. rum. Bu da aydınlanmanın ruhuna, ras
Özellikle de, toplumun düşünsel gelişimi yonel tartışmanın söylem, adap ve ahlakı
ve bireyin kişiliğinin, kimliğinin, siyasa! na aykırıdır. Bu, ilkesel sorun.
bilincinin biçimlenişi açısından. Burada Sonuçların sorunluluğuna gelince: Sor
bunun gerçeklikte yol açtığı sonuçların gulamayan, seçenekleri tartışmayan ve
somut çözümlemesinden söz etmiyorum; tartmayan bir toplumda ve onun böylesi
K E M A L İ Z M T Ü R K A V D N L A N M A S M I ?
Sanayi ve kalkınma, bütün m odem istler gibi Kemalistierce de bizzat bir değer olandı
yüceltilmiştir. Atatürk’a atfedilen “kurtarıcı ’ nitelikler atasında, ülkenin sanayileşmesinin
dnünü açm ası yer alır. Sanayileşme, bağımsızlığın da dolaysız bir gereği sayılmıştır.
burada girecek değilim. Ama mutlak sor- çekilme çizgisi, son hattı müdafaası. Ve
gulanamazlığın makul ve ölçülü olmadığı benim burada sorgulamaya çalıştığım da
açıktır. Sözkonusu düşüncenin ve onun bu. Daha doğrusu, bir üstteki paragrafta
hakkındaki inancın, içeriği ve sonuçları ki listenin yalnızca “aydınlanma" ve “ras
itibariyle sorgulanarak yeniden değerlen yonalizm” terimleri. Yoksa diğer terimle
dirilmesi gerekiyor. Özellikle de, burada rinin de yeniden değerlendirilmesi gere
üzerinde durduğumuz, kendi ve ötekiler kiyor. Herhalde önümüzdeki çeyrek yüz
hakkındakitutumunun. yılda bu da yapılacak. Çok kısa birkaç
Yakın bir zamana kadar Kemalizmin ön-soruyu kayda geçireyim.
demokratik, İliç değilse vesayetçi demok Hangi Batı? Liberal ve sosyalist Batı de
ratik, olduğu söylenebiliyordu, (27 Ma ğilse hangi çağdaş uygarlık? Fen ve tek
yıs 1960 sonrası “sol Kemalizm", “sosya nolojisiyle değil de, siyaseti ve kültürüy
list Kemalizm" alaşımlarının üzerinde bi le mi? Bilim mi? Yoksa belli bir tür siya
le durmayacağım -şimdi burada durma- set ve kalkınma anlayışının emrine veril
316 yacağım demek istiyorum, yoksa tartış miş bir “bilimsellik” mi? tieri bir sekü-
ma kapısını kapatmıyorum.) Artık pek lerliğe doğru atılmış yüksek dozda bir la
söylenemiyor. Otoriterliği, hatta bazı ba iklik adımı mı? Yoksa an ti-klerikalizmde
kımlardan to taliterliği yadsınam ıyor; kalan, sınırlı ve ikircikli bir laiklik dozu
ama bu hâlâ bir siyasî metot sorununa ve biçimi mi? insanı araç değil amaç gö
indirgenip, ilerici eylemleri gerçekleştire ren bir Kam hümanizmi mi? Yoksa in
bilm ek için gerici güçlerin direnişini sanları, bir ulusal organizmanın organla
böyle kırmak gerekliydi denerek, kimile rı, türdeş bir kütlenin şeflerce seferber
rince bir reelpolitik erdemi olarak görü edilecek parçaları, Hegel’in piyonları ola
lüyor, kimilerince iyi amaç için mubah rak gören bir milliyetçilik - devletçilik
araç apolojisi yapılıyor. Yakında bu tu mi? “Biz bize benzeriz” derken hem ken
tumların isabetsizliği de ister istemez da dini iyi kötü evrenselleşmiş normlarla
ha iyi ortaya çıkacaktır. bağlı saymaktan sıyrılmaya çalışan hem
Ne var kİ, siyasal Kemalizmin rasyona- de biricikliğini ve üstünlüğünü söyleyen
lizasyonunda verilmek zorunda kalman ve “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok
bu ödünlere koşut bir “ayarlık” ( “aymaz tur" diyen bir milliyetçilik, evrenselci bir
lık” karşıtı olarak kullanıyorum), kültürel hümanizmle ne kadar bağdaşır? Yurttaş
Kemalizmin değerlendirilişinde henüz ları uyruk ve nefer mertebesine indirir
pek görülmüyor. Yalnız militan resmî sa ken şefleri, tarihte bilinen kişi kültlerinin
vunucuları değil, siyasal doğrucu kolaycı çok ötesinde tanrılaştıran bir ideoloji ve
kritikleri de hâlâ Kemalizmin Türk ay psikoloji, iç toplumsal ve düşünsel ya
dınlanması, hümanizmi ve rasyonalizmi şamda insancıl ve insana saygılı olabilir
olduğuna, çoğu zaman da içten lik le, mi? Ego-ideal fikir(ler) değil k işi(ler)
inanmaya devam ediyor. Evet, Kemalizm olunca, bireylerde özgüven ve içsaygı, bi-
siyaseten modern ve domokrat olmayabi reylererası ilişkilerde demokratik norm
lir, ama bize Batı’yı/çağdaşlığı, bilimi, la- lar, eşitlik ve karşılıklı saygı yeşerebilir
ikligi/sekülerligi, hatta Türk rönesansını mi, yerleşebilir mi?
ve reformasyonunu getirmedi mi diye, * * ik
yanıtı içinde bulunacak biçimde soruyor Bütün bu soruların, burada üzerinde
lar, Bu da çok ikna edici ve kendi içinde durduğumuz aydınlanma ve rasyonalizm
apaçık sayılıyor ve kabul ediliyor. karşıtı zihniyet ve tutumla ilişkilendirilerek
Bu, Kemalistler’in/Atatürkçüler’in son sorulması gerektiğini düşünüyorum. E!
Kemalizm ve Özgünlüğü
T0KTAM1Ş ATEŞ
lis"le padişahın yetkisine “makul’' bir sı tünü Makedonya’da yaymak için, gizlice
nır getirilmesiydi. Selanik’e gelecek, fakat bu örgüt İttihat ve
Batı’da ya da ülke içinde açılmış bulu Terakki’ye katılacaktır. Daha sonra, böl
nan Batı tipi eğitim kurumlan “ürünü” geye atanmasını sağlayacaktır.
olan bu insanlar, eninde sonunda devlette Kaçak olarak geldiği Selanik’te, askerî
görev yapıyor, yani bürokrat oluyorlardı. rüştiyedeki öğretmenlerinden Hakkı Baha
Bunları, “asker-sivil bürokrat" olarak (Pars)’ın evinde yapılan gizli bir toplantı
isimlendirme eğilimi vardır. Bunlara ön da şunları söylem ektedir (1 9 0 6 yılı):
celeri, “Tanzimatçılar" deniliyordu. Meş “Millet zulüm ve istibdat altında mahvo
rutiyet öncesinde bunlara, “Yeni Osman luyor. Hürriyet olmayan bir memlekette
lI” ya da “jöntürk" adı verildi. İki meşru ölüm ve izmihlal vardır. Her terakkinin ve
tiyet arasında ve II, Meşrutiyet sonrasın kurtuluşun anası hürriyettir. Tarih, bugün
daki isimleri “İttihatçı” idi. Ve ulusal sa biz evlatlarına büyük vazifeler tahmil edi
vaş sırasında, “Müdafai Hukukçu" ya da yor. Ben Suriye’de bir cemiyet kurdum.
318 “Kuvayı Milliveci’’ idiler. Cumhuriyet dö Istibdaı ile mücadeleye başladık. Buraya
neminde de, önce “Halk Fırkası”, sünra da bu cemiyetin esasını kurmaya geldim...
“Cumhuriyet Halk Fırkası” ve nihayet Sizden fedakârlıklar bekliyorum. Kahhâı
“Cumhuriyet Flalk Partisi” üyeleri olarak (kahredici) bir istibdata karşı ancak ihtilal
karşımıza çıkular. (Bir ara Müdafai Hu ile cevap vermek ve köhneleşmiş olan çü
kuk Grubu'nun üyeleriydiler.) rük idareyi yıkmak, milleti hakim kılmak,
Bugün siyaset bilimi kuramında, “Jön- hülasa vatanı kurtarmak için sizi vazifeye
türk" diye bir kavram vardır. Bu konular davet ediyorum,,,’’ Atatürk’ün “Söylev ve
daki ciddi kaynaklara baktığımız zaman, Demeçlerinin" ikinci cildinde yer alan
“jöntürk” karşılığı olarak şunu görürüz: (Ankara 1959, s .112) bu metin, ilk kez
“Tarihten gelen bir kavram. Özellikle TTK Belletende ve Atatük’un yaşadığı dö
Üçüncü Dünya ülkelerinde baskıcı yöne nemde yayımlanmıştı. Yani bu düşüncele
limlere karşı mücadele eden aydınlar.,," rin Atatürk açısından “doğrulanmış” ve
Bu tanımlamanın elbette tartışılacak “bağlayıcı" olduğunu kabul etmemize
yönleri vardır ama, ana çizgileri açısından hiçbir engel yoktur.
doğrudur. Günümüz Arjantin'indeki kimi Zaten tüm bunlar bir yana, Atatürk’ün
gruplar ya da bir zamanlar Güney Viet gerek gençliğinde gerekse ileri yaşlarında
nam’da iktidarı zorla ele geçiren Kao Ki okuduğu kitaplar elimizin altındadır.
başkanlığındaki hava subaylarının cunta Okuduğu kitaplara ve bu kitaplara ekle
sı kendine “Jöntürkler” adını layık gör diği notlara ve kenaryazılarına baktığı
melerini vb. örnekleri bir yana bırakırsak, mız zaman; adım koymasa bile, “inanmış
M ustafa Kemal 20. yüzyılın en ciddi bir jakoben” ve “rasyonel bir devler ada
“Jöntürk”Cidür, Kendini asla böyle isim mı” ile karşılaşmaktayız. Ve bu özellikle
lendirm em esine ve kendini o bağlam riyle, çağdaşı olan diğer Osmanlı aydın
içinde görmemesine rağmen... larından ya da benim ifademle “asker-si-
Zaman zaman yadsır gibi tavırlar İçine v:l bürokratından” fazla bir farkı yoktur.
girmesine karşın, Mustafa Kemal “İttihat Farkı; üstün örgütleyiciliğinde, ikna ye
çı" idi ve Selanik’te en etkin isimlerden teneğinde ve “deha düzeyindeki” sezgi-
biriydi. Fakat yapısındaki lider özellikle sindedir.
rinden gelen tutumla, “İkinci Adam" ol Ve Mustafa Kemal, bu üstün özellikle
mayı kendine yediremediğinden, geride riyle “gidişatı" sezmiş ve çoğu kimsenin
kalmayı yeğlemiştir. Düşünün ki, Suri “olanaksız” gördüğü bir şeyi “olanaklı kı
ye’de kurduğu “Vatan ve Hürriyet" örgü larak", halkın yeniden silaha sarılmasına
K E M A L İ Z M V E Ö Z G Ü N L Ü Ğ Ü
319
Sims Kongresine katılanhınian bir grup. Grubun bileşimi, Millî Mücadele önderliğinin
sa y a l tabanının resmim veriyor: Askerler, aydınlar ve bürokratlar, eşraf, din adamları
(yerel ulemâ)... Kongreler döneminde bu bileşenler kendi bakış açılarım, kimileyin
ihtilâfa da düşerek, açıkça ortaya koymuşlardır.
ve özellikle Batı cephesinde, çok üstün bir ideoloji ve hem de bir doktrin olduğu
düşman kuvvetlerine karşı başarılı olma nu görürüz.
sına önderlik edebilmiştir.
Tarihte, “Eğer...")e başlayan sorular KEMALİST DEVRİM
sormak ve hayali senaryolar üretmek faz MODELİ VE ÖZGÜNLÜĞÜ
la anlamlı değildir. Fakat L, George’un
yanlış verilere dayanan “Doğu Politikası" Kemalist bir devrim modelini anlatabil
ve Venizelos’un siyasal ihtirası olmasaydı, mek için, önce (çok tartışılan) “devrim”
Türk halkı yeniden silaha sarılır mıydı? kavramından ne anladığımızı ortaya koy
Sorusunu yanıtlamak gerekirse, cevap mak ve daha sonra Kemalist devrimin ay
herhalde olumsuz olurdu. Ve bu dürüm rıntılarına girmemiz gerekir.
da ne Mustafa Kemal bu biçimiyle tarih Devrim, “Bir toplumdaki ekonomik ve
sahnesine çıkabilirdi ve ne de “Kema- siyasal yararlanmanın geniş kesimler ya
lizm"den söz edebilirdik. rarına, hızla değişmesidir.” Ekonomik ya
Bu bölümde son olarak Atatürkçülük, rarlanma; o toplumdaki gelir dağılımının
ya da Kemalizmin bir ideoloji ve doktrin dengeli bir biçime dönüşmesi ve ekono
olup olmadığı konusunu ele alacağım. mik fırsat eşitliğinin daha geniş kesimlere
En basit tanımlamasıyla ideoloji, “bi yayılmasıdır. Siyasal yararlanma dediği
reylerin kafalarındaki sistemleşmiş dü miz zaman, her türlüsüyle “siyasal katılı
şünceler bütünüdür”. Doktrin ise, “eyle mı" anlıyoruz.
me yönelen bir ideolojidir". Eğer bu biçimde tanımlarsak devrim,
Bu tanımlar çerçevesinde baktığımız “Bir toplumdaki gelir dağılımının ve eko
zaman Atatürk’ün ya da Kemalizmin hem nomik fırsat eşitliğinin ve siyasal katılımın
K E M A L l Z V
geniş kesimler lehine aniden degişimi"dir. man olan ve hem de laik olmaya çabala
Türk devriminin ya da “Kemalist Dev- yan bir başka ülke görülmemişti. Düşü
rinV’in bu tanım çerçevesinde mutlak bir nün ki, İslâmiyet ve laikliğin bir arada
devrim olduğu konusunda kuşku duyul olup olmayacağı, günümüzde bile tartı
ması gerekir. Fakat Kemalist devrimin, ba şılmaktadır.
zı başka özellikleri ve özgünlükleri vardır. Kimi kaynaklar (hatta çoğunlukla)
Tarihte gördüğümüz devrimlerin ardın farklı “devrimlerden” söz ederler. Örne
da, tarih sahnesine yeni çıkan, ya da güç ğin “Hukuk Devrimi”, “Kıyafet Devrimi
lenerek yeniden örgütlenen bir “sınıf’ bu vb. gibi. Hatta “Saltanatın kaldırılması"
lunur. Türk Devrimi bu süreci izlememiş ayrı bir devrim olarak görülür ve değer
tir. O dönemin Türk toplum unda, Batı’da lendirilir, “Cumhuriyefin İlanı" ayrı bir
görüldüğü türde sınıflar bulunmaması bir devrim olarak ele alınır. Ben böyle farklı
yana, toplum sa! hareketin bambaşka devrimler yerine tek bir “Türk Devrimi"
amaçları olduğunu görüyoruz. ya da “Kemalist Devrim”den söz edilme
320 Türk devrimi; “Toplumda bağımsızlık sinden yanayım.
tan yana olan tüm katmanların bir cephe Bence “Türk devrimi; teokratik bir mo
biçiminde örgütlenmeleri ve önce anti- narşiden, halk egemenliğine dayanan laik
emperyalist bir bağımsızlık savaşı ve ar ve çağdaş bir Cumhuriyete geçiştir”. Bi
dından çağdaş ve modern bir devletin ku raz daha ayrıntıya girersek, Türk Devri
rulması" biçiminde gerçekleşmiştir. mi, o teokratik monarşinin kaderci “kul-
Kemalist devrim işte bu yönüyle, kendi larf’ndan, laik ve çağdaş Cumhuriyetin
türünün ilk ve özgün örneğini oluştur “vatandaşına", “yurttaşına” geçiştir. Yani
muştur. Daha sonra, ikinci Dünya Sava- “Kul’dan vatandaşa geçiş...”
şı’m izleyen dönemde özellikle Uzak Do Kemalist devrim; bu yönüyle de kendi
ğu ülkelerinde görülecek olan, “Millî De türünün ilk örneğidir ve gerçekten özel
mokratik Devrim” modelinin ilkel de olsa likle ikinci Dünya Savaşı sonrasında sö
ilk örneğidir. mürge yönetimlerinin yıkılma sürecinde
Acaba bu “devrim süreci” yaşanırken, çok değerli bir örnek olmuştur.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, bu geliş Kemalizmin evrensellik boyutunun tar
melerin bir devrimle sonuçlanacağını bi tışmasına girmeden önce, çok tartışılan
lemezlerdi. Zaten hangi devrim süreci bir başka konuyu ele almak ve Atatürk’ün
içinde, o devrimi gerçekleştirenler duru bir diktatör olup olmadığını tartışmak is
mun farkında olabilirler ki? Osmanlı tiyorum. Zira bu konunun netleşmesi.
im paratorluğunun yıkıntıları üzerinde “Kemalist Devlet"in yapısı hakkında da
kurulan bu C u m lıu riyefin ekonom ik fikir verecektir.
alanda fırsat eşitliğini daha yaygın bir ta Atatürk’ün devrim süreci içinde, “otori
bana oturttuğu ve gelir paylaşımını daha ter” kimi uygulamaları olduğunu yadsıya
dengeli bir hale soktuğu konusunda mayız. Fakat bu otoriterliğin, bir dikta
kuşku yoktur. Siyasal katılım ise, (her törlük göstergesi olduğunu ileri sürmek
türüyle) bir patlama biçiminde tabana haksızlıktır.
yayılmıştır. Atatürk’ün diktatörlüğünü ileri süren
Türkiye Cumhuriyeti; “halk egemenli lerin dayandıkları en önemli kanıt, Türki
ğine dayanan, laik ve çağdaş" bir devlet ye Cumhuriyeti’nin “Tek Parti" yönetimi
olarak, uluslararası düzeyde yerini aldığı olması ve bu Tek Parti ile devlet örgütü
zaman, bu özellikleriyle de dünyanın pek arasında organik bağların olmasıdır, (Ör
çok yöresine örnek oluyordu. Zira hem neğin CHP il başkanları ve valiler aynı ki
halkının büyük bir çoğunluğu Müslü şi olabiliyordu.)
K E M A L İ Z M V E Ö Z G Ü N L Ü Ğ Ü
Diktatörlük için bir başka karine, iki dört gün zarfında büyük bir düşman or
kez girişilen çok partili yaşam deneyim dusunu imha ettiler,,. Büyük zafer mün
lerinin, başarısız olmasıdır. Burada da, hasıran şenindir... Vatanın halâsı (kurtu
toplumdaki “Islâm cı” güçlerin, bu iki luşu) milletin rey ve iradesi kendi mu
parti içinde hızla örgütlenmelerini gör kadderatı üzerinde bilakaydüşart hakim
mekteyiz. olduğu zaman başlamış ve ancak milletin
Aslında Mustafa Kemal’in siyasal ve as vicdanından doğan ordularla müsbet ve
kerî yaşamına baktığımız zaman her za kati neticelere ermiştir.
man “ulus iradesi" ve bu iradenin tecelli Büyük ve necip Türk Milleti,
ettiği mekân olarak, önce "Mebusan Mec Anadolu’nun halâsı zaferini tebrik
lisi" ve daha sonra da Türkiye Büyük Mil ederken, sana İzmir’den, Bursa’dan, Ak
let Meclisi iradesine bağlı kaldığını görü deniz ufuklarından ordularının selamını
yoruz. Bu konudaki bazı konuşmaların da takdim ediyorum..."
dan bölümler almadan önce, Anadolu’ya Tarih 4 Ekim 1922. Büyük zafer sonrası
çıktığı günden itibaren, temel talebinin, Mustafa Kemal ilk kez TBMM kürsüsün- 321
Mebusan Meclisi seçimlerinin derhal ya dedir: "...Milletin mukadderatını doğru
pılması olduğunu anımsatmak isterim. dan doğruya deruhte ederek yeis yerine
Şimdi bazı örnekler verelim: ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt
Dumlupınar zaferi sonrasında orduya yerine azim ve iman koyan ve yokluktan
yayınladığı bildiride şu satırları okuyo koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin
ruz: “...Afyonkarahisar, Dumlupınar Bü civanmert ve kahraman ordularının ba
yük Meydan Muharebesinde, zalim ve şında bir asker sadakat ve itaatiyle emirle
mağrur bir ordunun anasırı asliyesini rinizi yerine getirdiğimden dolayı, bir in
inanılmayacak kadar az bir zamanda im san kalbinin nadiren duyabileceği bir
ha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin memnuniyetiçindeyim...”
fedakârlıklarına layık olduğunuzu ispat Yukarda da değindiğim üzere Mustafa
ed iyorsu nuz. Sah ibim iz olan büyük Kemal “Meclis"i, yani ulus iradesini her-
Türk milleti istikbalinden emin olmaya şeyin önünde görürdü. Daha savaşımın
haklıdır..." başında, Ankara’da Meclisin açılmasının
1 Eylül 1922’de ulusa yayınladığı bildi gecikmesinden rahatsız oluyordu. Bunu
ri şu satırlarla sona eriyordu: “.. Orduları gören Yunus Nadi, “kerametin meclisten
mızı fedakârlıklara lâyık olarak size tak beklenmemesi gerektiğini” söyleyince,
dim ediyorum. En büyük kumandanın çok anlamlı bir yanıt verir: “...Ben bilakis
dan en genç neferine kadar ordularımızda her kerameti Meclisten bekleyenlerde
hakim olan fikir, milletin gösterdiği vazife nim. Nadi Bey, bir devreye değiştik kİ,
uğrunda şehit olmaktır. Bunu muharebe onda her iş meşru olmalıdır. Millî işlerin
meydanlarında yakından müşahede ede de meşruiyet, ancak millî kararlara isti
rek büyük milletime haber veriyorum. nad etmekle, milletin temayulatı umumi-
Milletin rey ve İradesine istinad eden her yesine tercüman olmakla elde edilir,,,"
işin neticesi millet için hayır ve saadet ol Bana öyle geliyor ki, bugün “Atatürk
duğu sabittir,,." çülük" adına ortada dolaşanların bir bö
İzmir kurtarıldıktan sonra ulusa yayın lümü, Atatürk’ün bu meşruiyet anlayışını
ladığı bildiride şu satırları okuruz: gölgede bırakıyor ve yanlış izlenimler
‘...Büyük Türk Milleti, Ordularımızın edinilmesine sebep oluyorlar.
kabiliyet ve kudreti, düşmanlarımıza deh Bu konuda son olarak, 1 Kasım 1930
şet, dostlarımıza emniyet verecek bir ke tarihinde T.BMM’de yaptığı konuşmadan
mal ile tezahür etti. Millet orduları on- kısa bir bölüm verm ek istiy o ru m :
K E M A L İ Z M
"Arkadaşlarım,
KEMALİZM VE EVRENSELLİK
...Büyük millî dertler şimdiye kadar an
cak Büyük Millet Meclisi’mizde şifa bul Bir önceki bölümde, Kemalist devrim mo
du. Atiyen de (gelecekte de) yalnız orada delini ele alırken; herhangi bir toplumsal
kati tedbirlerini bulabilecektir, sınıfa dayanmayan ve toplumda bağımsız
Türk Milleti’nin muhabbet ve merbuti- lıktan yana olan tüm güçleri bir araya ge
yeti (sevgi ve bağlılığı) daima Büyük Mil tirerek, önce bir bağımsızlık savaşı ve ar
let M eclisi’ne müteveccih oldu, daima dından modern bir devlet kurulması biçi
oraya müteveccih olacaktır...” minde gerçekleşen bu devrim modelinin
Aslında; 1920’lerin, 1930’lann dünyası özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında
nı, 20001 erin kavramlarıyla değerlendir bağımsızlığını kazanmak için mücadele
mek doğru değildir. İki dünya savaşı ara eden eski sömürge aydınlarına, çok ilginç
sındaki dönem, tüm dünyada ve özellikle ve uygulanabilir bir model oldu.
Avrupa’da, “totaliter rüzgârların" estiği bir Gerçekten, gerek anti-emperyalist ba
dönemdi. Ve o günlerin Türkiye Cumhu ğımsızlık savaşları aşamasında ve gerekse
riyeti gerek özgürlükler ve gerek insan bağımsızlıktan sonra Kemalizm, bu in
haklarına saygı bakımından, Avrupa’nın sanlara ışık tutan özelliklere sahip görün
en önde gelen devletlerinden biriydi. mekteydi. Fakat zaman içinde ve özellik
Fransa ve Belçika’da kadınlar, ancak le Türkiye’nin ABD’nin güdümüne girdiği
1947’de siyasal haklarını elde ederken; 1950 sonrasında, Türkiye’nin itibarı ciddi
Türk kadınları bu hakkı, I934’de kazan biçimlerde zedelendi.
mışlardı. Uzak Doğu’da yaşama geçirilen Millî
Hitler’in baskı yönetiminden kaçan Al Demokratik Devrim modeli de, Kemalist
man öğretim üyelerinin 200’den fazlası devrim modelinin biraz daha geliştirilmiş
nın Türkiye’yi yeğlemesi, düşünülmesi biçiminden başka bir şey değildir. Fakat
gereken bir başka noktadır. Bu insanlar; Türkiye, bu onurlu mirası reddetmek
bir baskı yönetiminden kaçarak, bir baş için, elinden geleni yapmış gibi görün
ka baskı yönetim ine g eçerler miydi? mektedir.
Fransız siyaset bilimci M. Duverger, siya Atatürkçülüğün bu "meşrutiyetçi”, “de
sal rejimlerin sınıflamasını yaparken; tek mokrat” ve “çağdaş" yorumlamaları ih
parti yönetimlerini ikiye ayırır ve bir kı mal edildikçe; geriye, "otoriter” ve yanlış
sım tek parti yönetimlerini “totaliter” ola yorumlanan, “Jakoben” yanı kalmıştır.
rak nitelerken, bir kısım tek parti yöne Ve sonunda Kemalizmin “özgün” ya
timlerini de, “Flalkını demokrasiye alıştır pısı unutulmaya başlamış ve hastalıklı
maya çabalayan İyi niyetli tek parti yöne kimi otoriter rejim heveslileri, kendi yo
timlerinden" söz eder. rumladıkları bir Atatürkçülüğü “Gerçek
Buradaki örnek Mustafa Kemal’in Tür- Atatürkçülük” olarak gündeme getirmiş
kiyesi’dir. lerdir. □
Kemalist Kadın Haklan Söylemi
AYŞE SAKTANBER
çok uzaktır. Kaldı ki Kemalist rejimin in söylevler dahilinde, hem de rejimin kadm
şasının erken dönemlerinden başlayarak destekçileri tarafından belirli bir kadm
bağımsız kadın seslerinin siyasî muhalefe hakları anlayışı ve güçlü bir “Cumhuriyet
tine de izin verilmemiştir. Örneğin kuru kadını" modeli ve söylemi oluşturulmuş
luş hazırlıkları 12 Aralık 1922’de basına tur. Öyle ki Kandiyoti10 bu yeni “Cumhu
bizzat Mustafa Kemal tarafından bildirilen riyet kadım”nm rejimin ikonografisinde
Halk Fırkası’na (Levvis, 1969) rakip olabi önde gelen bir figür haline geldiğini söy
leceği endişesiyle Nezihe Muhittin’in ku ler. Örneğin bu “yeni kadın" resmî tören
ruluşunu bu partiden daha önce gerçek lerde şortla gösteri yaparak, okul ya da as
leştirmiş olduğu Kadınlar Halk Fırkasının ker üniformasıyla bayrak taşıyarak, ya da
(1921) açılışına izin verilmeyerek, bu giri balolarda Batı modasına uygun gece kıya
şim önce Türk Kadm Birliği’ne (1924) dö fetleriyle dans ederek söz konusu ikonog
nüştürülmüş ve daha sonra da aynı birlik, rafiye damgasını vurmuştur. Ancak bu
İstanbul’da ev sahipliğini üstlendiği Ulus “yeni kadın"a biçilen öncelikli toplumsal
lararası Kadınlar Federasyonu Konferansı rol annelik ve onun işlevsel bir uzantısı
sırasında ulus çıkarlarıyla bağdaşmayan, gibi görünen eğitmenlik ve öğretmenlik
fazlasıyla bağımsız bir tavır sergilediği ge tir. Her ne kadar kadınların erkeklerle ay
rekçesiyle 1935 yılında kapatılmıştır (Bay nı eğitim olanaklarından yararlanıp, on
kan ve Ötüş-Bassket 1999). Buna ek ola larla birlikte yükselmeleri öngörülmüşse
rak Kurtuluş Savaşı döneminin kadın de, kadınların bireysel gelişimi, “ilk terbi
sembolü haline gelmiş, ancak kurulmakta ye verilen yerin ana kucağı olduğu" gerek
olan otoriter siyasî rejime çeşitli biçimler çesiyle münevver analar ve ancak doğru
de muhalefet etmiş olan Halide Edip gibi bir eğitimle gerçekleşmesi mümkün görü
aydın kadınlar da yukarıdaki örnekte ol len tüm bir toplumsal dönüşümün başat
duğu gibi pasifize edilerek uzun süre sis aktörleri olan “öğretmen’le r olarak görül
tem dışı bırakılmışlardır. Kemalist rejim dükleri oranda önemsenmiştir. Aynı “yeni
kadınlardan eleştirel bir katılım yerine kadınlar" yalnızca gelecek nesilleri ailede
minnettarlıkla donanmış, uyumlu bir yan ve okulda iyi yurttaşlar olarak yetiştir
daşlık talep etmiş ve bunu da çoğunlukla mekle yükümlü görülmemiş, onlardan
elde etmiştir. Bazı araştırmacıların da be “öteki", “geleneksel", yani modernleşme
lirttiği gibi bir ulus devlet oluşturma süre nin gerisinde kalmış kadınlara örnek teş
cinde "ulus çıkarlarının” başka herhangi kil etmeleri de beklenmiştir. Dolayısıyla
bir grup veya zümrenin çıkarlarının üs bu “yeni kadınlar’ın toplumun gelenek ve
tünde tutulması gereğiyle meşrulaştırıla göreneklerine ters düşmeyecek bir mo
rak kurulan siyasal denetleme biçimleri dernleşme çizgisi tutturmaları ve buna da
nin kadm hakları ve çıkarlarını da kapsa en önce kendilerinin sıkı sıkıya uymaları
ması Kemalist rejime özgü bir uygulama özel bir önem kazanmıştır.
değildir.9 Ancak Kemalizmin benimsediği Kemalizmin kadın hakları açısından en
sınıfsız, imtiyazsız toplum tahayyülüne büyük zaafı da bu noktada başlar. Zira bir
dayalı korporatist milliyetçilik anlayışı, yandan Müslüman toplumların en belirgin
içinde şekillendiği toplumsal, kültürel ve özelliklerinden olan cinsler arası ayrıma
İktisadî koşullara paralel olarak görece öz (segregation) şiddetle karşı çıkarak, ka
gün bir kadm hakları söylemi oluşturmayı dınları toplumsal hayatın her alanında faal
da başarmıştır. aktörler olarak görmek isterken, bir yan
Buna göre bizzat Mustafa Kemal Ata dan da kadınların kendi üzerlerinde, tek-
türk’ün “Söylev ve Demeçleri"nde “kadın tipleştirici korporatist milliyetçilik anlayı
haklan" ifadesine rastlanmasa da hem bu şıyla beslenen, özünde son derece muhafa-
K E M A L İ Z M
zakâr ve seçkine) yeni ahlakçı denetim bi ran “nüfusun yarısı olarak -modern haya
çimleri kurmalarına zemin hazırlamışlar. tın nimetlerinden yararlanmaya hakkı
Örneğin kıhk kıyafet konusunda Batılı olan- kadın” anlayışı, kadınlara basitçe
normların benimsenmesi Cumhuriyet’in kendilerinin de topluluğun bir parçası ol
toplumsal dönüşüm aduıa benimsediği ye dukları bilincini telkin etmez. Aynı anla
ni davranış kalıpları arasında toplum üze yış, yeni toplumsal kimliklerini oluştu
rindeki doğrudan etkileri açısından en rurlarken kadınların kendilerine nüfusun
çarpıcı örneklerden biridir ve bu alanda görece dalıa ‘'asrileşmiş" ve toplumsal erk
erkekler için olduğu gibi (Şapka Kanunu) sahibi diğer yarısını, yani erkekleri model
kadınlar adına yasal bir dayatma getiril almaları talebini de içinde barındırır.
memiştir ama bu alanda çok güçlü bir Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde
beklenti oluşturulmuştur. Böylece Cum- kendilerine yeni bir toplumsal kimlik, ya
huriyet’ın “peçesiz yeni kadım”, pek çok ni yeni bir yurttaşlık kimliği inşa etmek
araştırmacının belirttiği gibi, kendi kimli- durumunda olanlar elbette yalnızca ka
328 gine yeni sınırlar çizen davranış kalıpları dınlar değillerdir. Erkekler de sancılı bir
benimseyerek, koyu renkli kostümler, kısa dönüşüm süreci içine girerler. Ancak bu
saç ve makyajsız yüzlerle kamusal yaşama süreç içinde erkeklerin rol modelleri, en
girmiş ve böylece erkeklerin şerefinin ka başta ulusun tartışmasız lideri olarak
dınların davranışlarıyla yakından bağlantı Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, yine
lı olduğu bir toplumda cinsiyetsiziigi ade kendi hem cinsleriyken, kadınlar için,
ta bir erdem haline getirerek kamusal var kendilerine babalarını, kocalarını ve
lığını meşr ulaştırabilmiş tir. Ancak bu du Ata’yı örnek aldıkları sürece cinsiyet rol
rum bize yeni kadın tipinin ve onun üze leri adına aynı derecede sorunsuz bir dö
rindeki denetleme mekanizmalarının yal nüşümün söz konusu olmadığı açıktır.
nızca bir yönünü anlatır. Diğer önemli bir Dolayısıyla bir yandan kamusal alanda
ahlaki denetleme biçiminin oluşumu ise sergiledikleri yeni “ulus birey”, modern
kadınların Cumhuriyetle ve yeni toplum vatandaş rolü adına cinslerin toplumsal
la ideolojik bağlarını nasıl kurmaları ge statü, hal, tavır ve davranış biçimleri açı
rektiğine dair onlara dikte edilen ideolojik sından birbirlerine yaklaşmaları beklenir
söylemsel çerçevede aranmalıdır. ken, bir yandan da cinsiyete dayalı iş bö
lümünün kuvvetle muhafaza edilmesi ve
NÜFUSUN YARISI kadınların analık ve kadınlık rollerinden
______ OLARAK KADIN SÖYLEMİ_______ feragat etmemeleri gerektiği telkini, basit
çe erkeksileşmiş değil, ama Cumhuriyete
Kadınların toplumdaki yerleri asli olarak anaç bir koruyuculukla sahip çıkan (ör.
korporatist milliyetçiliğin tektipleştirici bkz, Abadan-Dnat L996; inan L975) gö
talepleri çerçevesinde belirlenirken, onla rece cinsiyetsizleşmiş, pederşahi erkle
ra erkeklerle eşit vatandaşlık statüsü ta azami uyum içinde, modern, otoriter yeni
nınmasının m eşrulaştırıcı aracı olarak bir maternalist kadın tipinin ortaya çık
Atatürk’ün ifadesiyle “bir heyeti içtima masına yol açmıştır. Bu kadınlar erkek
iye, cinsinden yalruz birinin icabatı asri- otoritesini sorgulamak yerine ondan pay
yeyi iktisap etmesiyle iktifa ederse o he almaya yönelmişlerdir. Örneğin, özellikle
yeti içtimaiye yandan fazla zaaf İçinde ka de Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kemalizm
lır” tezi ön plana çıkarılmıştır (Atatürk’ün ve feminizm kavramları nerdeyse birbir
Söylev ve Demeçleri 1989, 89). Böylece lerinin muadili olarak görülmüş, buna ek
günümüze kadar gelen ve Kemalist kadın olarak devletin kadın hakları adına ka
haklan söyleminin mihenk taşını oluştu dınlar için en iyi olanı yapacağına dair
K E M A L İ S T K A D I N H A K L A R I S û Y L E M j
Kemalist terbiye politikasının kadınlara verdiği sosyal rol, ev işlerini daha etkin ve
‘uzmanca’yapmayı öğrenmeleridir. Böylece hem yaşamın modernleşmesine hem ataerkil
egemenlik ilişkisini sürdüren bir işbölümünün yeniden üretimine katkıda bulunacaklardır.
lerine kabul edilmeleri için, gerekli yasal kelerine karşı açık bir muhalefet sergileye
düzenlem elerin yapılm ası, toplumun rek iktidara gelmiş olan ve ülkedeki bütün
farklı kurum, kademe ve alanlarında yeni siyasî eğilimleri bünyesinde barındırdığı
den üretilen farklı cinsiyet rejimlerini sor iddiasındaki liberal sağ ANAP hükümeti
gulayan 1980 sonrası ikinci dalga feminist tarafından yine devletin modernleştirilme
hareketin devreye girmesi ve toplumun si projesine ters düşmeyeceği, tersine
okuryazar kesim lerinin dikkatini Batı uluslararası platformlarda saygınlığını art
dünyasında uluslararası platformlarda yer tıracağı da hesaba katılarak 1990 yılında
almaya başlamış, değişen kadın hakları Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Mü
anlayışına çekmeyi başarmasıyla müm dürlüğü (KSSGM) kurulduğunda bu giri
kün olmuştur. şim Kemalist kadınlar tarafından ilk elde
şüpheyle karşılanmış ur. Ancak daha sonra
BİR SİYASİ MUHALEFET ODAĞI 1991 yılında DYP-SHP koalisyon hükü
OLARAK KEMALİST metinde, Atatürk’ün partisi CHP’nin bir
KADIN HAKLARI SÖYLEMİ devamı olan SHP kanadının önerisiyle ku- 33Î
rulan kadm sorunlarıyla ilgili bir devlet
Kadına yönelik aile içi şiddei, bekaret, zi bakanlığı oluşturularak, KSSGM’nin varlı
na, kürtaj gibi kadınların özbenliklerini ve ğını ilgili devleL bakanlığına bağlı olarak
cinselliklerini doğrudan kontrol altında sürdürmesi sağlanmıştır. Aynı dönemler
tutan tabuların tartışmaya açılması, Mede Türkiye’de kadınların yeniden daha aktif
ni Kanun’un eşiLsizlik yaratan ilkelerinin bir biçimde siyasete katılmaya başladıkları
sorgulanması, kadının ekonomik özgürlü dönemlerdir. 1980’lerin ikinci yarısından
ğünün önündeki siyasî, ideolojik ve kültü itibaren kadınlar devletin ve siyasetin gün
rel engellerin tartışılması, kadınların karar demine yeniden bir tartışma konusu ola
alma mekanizmalarında yer almaları gere rak girmişler ve bazı gözlemcilere göre ka
ği gibi konular 1980 sonrası ikinci dalga dın katılımı siyasi partiler için bir demok
feminist hareketin girişimleri sonucunda ratikleşme simgesi haline gelmiştir.16 Ör
dar akademik çevrelerden çıkıp, toplumun neğin bu çerçevede 1989 yılında, 1980
gündemine girmiştir. Bu ve benzeri alanla darbesiyle siyasî partilerin kapatılan kadın
rın tartışmaya açılması prensip olarak Ke kollarının yerine "kadın komisyonları”
malist kadınlar tarafından da desteklen oluşturulmuştur. Ancak siyasî partilerde
mekle birlikte, kadınların bu türden talep kadınların katılımını anıracak pozitif ay
leri ancak devletin ve toplumun modern rımcılık ilkesi yalnızca daha sonra yeniden
leşmesi ve gelişmesi amacıyla meşrulaşlı- eski kimliğine geri dönerek CHP adını ala
rıldıgı oranda Kemalist kadın haklan söy cak SHP ve bu yeni CHP içinde ele alın
lemi dahilinde kendilerine bir yer bulabil mış, ancak bu da bir yaptırım olarak ilk
mişlerdir. Örneğin 1986 yılında feminisı- kez 1989 yılında SHP bünyesinde yalnızca
lerin ülke çapındaki ilk eylemleri olan, parıi içi yönetimini kapsamak üzere ve ka
Türkiye’nin de altında imzası bulunan Bir dm veya erkek mağdur olan cinsi gözet
leşmiş Milletler nezdinde kabul edilmiş mek koşuluyla bir kota uygulaması olarak
“Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın yürürlüğe girmiştir,
Önlenmesi Sözleşmesi" nin (CEDAW) ha Kemalist siyaset geleneği içinde kadın
yata geçirilmesi için açılan imza kampan ların yeniden keşfinde 1980’lerden sonra
yasına sınırlı sayıda da olsa Kemalist ka toplumda giderek yaygınlık kazanan ve
dınlar tarafından da destek verilmiştir. mevcut laik düzeni sorgulayarak, kadınla
1980’ler boyunca sağlanan feminist hare rın kurtuluşunu da İslâmî bir düzen için
ketlenme sonucu Kemalist devletçilik il de arayan İslamcı hareketlerin ortaya çık-
K E_____________M_______ A L l Z M
masının önemli bir payı olmuştur. Aslında üniversite öğrencileri olmuştur. Millî Gü
1995 yılında yeniden kurulan CHP, siyasî venlik Kurulu’nun (MGK) “ülkenin bö
muhalefet adma devletin laiklik ilkesinin lünmez bütünlüğüne karşı” en büyük iki
savunuculuğunu yapmaktan başka bir tehdit unsuru olarak tanımladığı “bölücü
varlık da göstermemiştir, CHP bu çerçeve terör (silahlı, ayrılıkçı Kürt hareketi) ve
de kadınların özgürlüğü için bir tehdit irticai faaliyetler’^ karşı bir dizi önlemi
olarak görülen İslâmî bir toplum düzeni içeren 28 Şubat 1998 MGK kararlarını
tasavvuruna karşı oluşan muhalefette ya destekleyerek, bu kararların hemen aka
nma en önce Kemalist kadınları almış, an binde aslen imam hatip okullarının gücü
cak onlara hem parti içi yönetimi, hem de nü zayıflatmayı hedefleyen ve zorunlu ilk
parlamento düzeyinde son derece sınırlı eğitimi beş yıldan sekiz yıla çıkaran yasa
biçimlerde yer açmaya devam etmiştir. nın hayata geçirilmesi için dernekleri ve
Devletin laiklik ilkelerine sahip çıkmayı STK platformları aracılığıyla devlete des
kadın hakları savunuculuğu adına birincil tek vermiş ve İslamcı aktivist grupların
332 lıedef olarak gören çoğunlukla kentli, iyi yoksul kesimlerde uyguladıkları eğitim,
eğitimli, orta sınıf kökenli Kemalist ka burs ve iş bulma olanaklarıyla özellikle
dınlar, laik siyasî rejimi vc yaşam tarzını gençleri ve kadınları mobilize etme yön
kadınların özgürlüğü için vazgeçilmez bir temlerine karşı kendi alternatif yardımlaş
ön koşul olarak gören farklı kesim ve gö ma ağlarını kurmuşlardır.
rüşlerden kadınların bir bölümünü de
mobilize ederek çeşitli eylem platformları SONUÇ_______________
ve sivil toplum örgütleri oluşturmakta ba
şarılı olmuşlardır. Kamusal düzeyde en Kemalist kadın haklan söylemi yasal dü
göze çarpan protesto biçimleri ise her fır zeyde kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına
satta Anıtkabir'i ziyaret ederek, Atatürk’e öncelik veren ve bunun için devletle uyum
olan bağlılıklarını ifade etmek ve yükselen içinde çalışmaya özen gösterilmesini telkin
İslamcı hareketler karşısında kadın hakla eden; ulus kimliğini her tür kimliğin üs
rını gerektiği gibi gözetmeyen yöneticileri tünde tutan; özellikle etnik veya dinî kim
sembolik olarak Ata’ya şikayet etmek ol lik talepleri etrafında şekillenen kadın ha
muştur17 (ör. bkz. Erdentug). Böylece Ke reketlerini dışlayan; kadın haklan çerçeve
malist kadınlar İslamcılığa karşı yönelttik sindeki kaza mmlan Kemalist endoktrinas-
leri muhalefetle 1990’lardan sonra top yonun bir aracı olarak gören ve bu bağ
lumda yeniden kendilerinden söz ettirme lamda eğitime siyasî sosyalizasyon misyo
ye başlamışlardır. Bu bağlamda, Kadının nu yükleyen; modernist, ilerlemeci bir
Sosyal Hayatını Araştırma ve inceleme Der söylemdir. Modernist olduğu oranda be
neği ve Türlt Üniversiteli Kadınlar Derneği nimsediği “aydınlanmacı” ve ilerlemeci
gibi daha önceki dönemlerden süregelen tavra uygun olarak örneğin Medeni Ka-
Atatürkçü/Kemalist kadın derneklerinin nun’da kadın-erkek eşitliğini sağlayacak
yanı sıra, 1989’da kurulan Çağdaş İnşamı yeni düzenlemelere gidilmesine, toplumsal
Destekleme Derneği ve 1997’de kurulan refahın yaratılmasında kadınların hem da
Cıımluırjyef Kadınları Derneği gibi dernek ha aktif bir rol oynamalarını, hem de bun
lerle devletin ve ordunun yanında laikliği dan daha çok pay almalarını sağlayacak gi
savunmak adına faal olmuşlardır. Gerek rişimlerin desteklenmesine açıktır, Liberal-
bu yeni derneklerin etrafında toplanan, eşitlikçi feminist önermeleri seçkinci bir
gerekse münferiden çalışan Kemalist ka biçimde yorumlayarak eklektik bir biçim
dınların öncelikli mücadele hedefleri İslâ de bünyesinde barındırır ve “devlet femi
mî kurallara göre başlarını örten kadın nizmi" idealini olanaklı gören siyasî bir
K E M A L İ S T K A D I N H A K L A R I s ö y l e m i
ideolojik ilkeler bütünü gibi işleyerek Tür kadınlar, gerekse farklı siyasal görüşlerden
kiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkelerinin ol gelen entelektüel kesimler ve demokratik
duğu gibi muhafaza edilmesinde ve yeni seçkinler tarafından sıklıkla eleştirilmiş ol
den üretilmesinde bir toplumsal dinamo sa da Cumhuriyet rejiminin kurucu ilkele
işlevi görmüş ve görmektedir. Telkin ettiği rinin korunmasında bir "rehber söylem"
itaatkâr/minnettar tutum gerek feminist işlevi görmeyi sürdürmektedir, □
DİPNOTLAR
Bize gerekli olan tarih bilgisiııdeM çok, lar, kültürün genel olarak desteklenmesi
tarik anlayışı, daha yeni bir deyimle ta bu süreçlerin Türkiye’de de benzer bir
rih bilincidir. yol izlediğini gösterir. Son kertede özerk
(Eytıboğlu 1973: 169) bir devlet kurma amacındaki milliyetçili
ğin, “devletin kendisini bir arada tutacak,
D
oğu tipi milliyetçiliklerin Batı Av
birbirleriyle bağlantılı bir değerler ve
rupai] “evrense! ilerleme ölçütle-
duygular ağma ihtiyata] vardır. Millet in
ri"yle sorunlu bir ilişki yaşadığı
şa etme kolektif anlatılar uydurmayı, et
söylenegelmektedir. Dogu’da varolan kül
nik farklılıkların homojenleştirilmesini ve
türler, “Batılılaşma" üst başlığı altında
muhayyel bir cemaatin ideolojisini yurt
toplanan ve çağı yakalama/çağdaşlaşma
taşlara benimsetmeyi gerektirir," (Jusda-
ya da ilerleme olarak adlandırılan bu öl nis 1998: 53) işte bu yarılmışlıgı ya da
çütleri tutturmak İçin kendilerini yeterli ikircikliği aşma, kültürel ve tarihsel bü
görmemektedirler ve doğu tipi milliyetçi tünlüğü sağlanmış bir ulus yaratma süre
liğe, sonuç olarak, ulusu dönüştürmek cinde ortaya çıkan düşünsel yönelimler
İçin kültürel olarak yeniden yaratmak yö den biri de Mavi Anadolu ya da Anadolu
nündeki bir çaba eşlik etmektedir, (Chat- Hümanizmi olarak düşünsel tarihimizde
terjee 1996, 15) Chaıterjee’nin kurduğu yerini alan harekettir, Sabahattin Eyubog-
bu yapı Türk m illiyetçiliğinin Batı ve lu, Halikarnas Balıkçısı ve Azra Erhat çev
kendi geleneksel kültürüyle girdiği ilişki resinde biçimlenen Mavi Anadolu düşün
bağlamında belirleyicidir. Modernlikle cesinin uzun erimli ve derinlikli bir bi
beraber ortaya çıkan ulusal kültür bütün çimde düşünsel yaşamımızda etkisi olma
bileşenleriyle ulusal birliği vurgulayan dığı savlansa da (Belge 1998: 278) Kema
kurucu bir öğe olarak belirm ektedir. lizm ile bağlantıları içinde gerek eğitim ve
“Devlet” ulusal kimliği yapılandırabilmek kültür gerekse yeni bir tarih tasarımı bağ
için ulusal kültürü neredeyse odağa al lamlarında sanıldığından çok daha biçim-
maktadır. Bu tasarının yaşama geçirilme lendirici olduğu söylenmelidir.
sinde Türkiye’de Halkevlerinin kurulup Bu hareketin iki önemli bileşeni bulun
halk kültürüne eginilmesi, dile ilişkin ta maktadır. İlki Batı kültürüyle bir bütün
rama ve yalınlaştırma uygulamaları, ku leşmeyi sağlayıp hümanist bir yeniden
rulan Devlet Tiyatrosu, Devlet Konserva yapılanmayı/uyatımayı/aydınlanmayı sağ
tuarı, Devlet Opera ve Balesi gibi kurum lamak amacıyla ortaya konulan eğitim ya
" M A V I K E M A L ] Z M"
da kültür tasarısı, İkincisi ise ortak bir ta düşünsel dayanaklarını kuran Sabahattin
rih bilincinin oluşturulmasına yönelik or Eyuboglu’dur. Anadolu Hümanizminin
taya atılan tarih tasarısıdır. Mavi Anado- çerçevesinin çizilmesinden ve Kemalizm
lucuların gerek eğitim yoluyla ortak bir ile bağlantılarının seri inlenmesinden önce
bilincin yaratılması gerek her şeyin kökü Haşan Âli Yücel’in millî eğitim bakam ol
nü Anadolu'da bulma çabası, Batı uygarlı duğu dönemde izlediği kültür politikaları
ğına doğuşunu bu topraklara bağlayarak ve Batılılaşma tasarımı ile ortaya çıkan ak
eklemlenme biçiminde gelişen varolan rabalık ilişkisinin ortaya çıkarılması yerin
kültürü yeniden yapılandırma girişimi, de olacaktır. Çünkü, Kemalizm eğitime ve
Batı’yia nefret-hayranlık ikiliğinde gelişen eğitim yoluyla aydın!anmaya/aydınlatma-
yarılmış ilişkisi ulusun “millî” kültürü ya amacına ulaşmak adına karşısında ken
nün kurulması yolunda Kemalizm in bu dini geri kalmış duyumsadığı “muassır
alandaki projesiyle yer yer örtüşmeler ya medeniyet seviyesi”ne ulaşma, yeni ve öz
şamıştır. Dinsel göndermelerden kendini güveni tam bir ulus kurma projesi bağla
sakınarak ilerleyen bir Türk milliyetçilgi mında ayrı bir önem vermektedir. Eğitim 335
için verimli bir toprak olan Mavi Anadolu yoluyla en keskin ve kestirme biçimde
düşüncesi 1950’lerden sonraki hâkim Ke amaca ulaşma yolunda yurtdışına gerekli
malizm yorumu için elverişli değilse de donanımı kazandıktan sonra vatana dö
toplumsal ve kültürel düzeyde etkileri nüp üzerine düşen ödevleri yerine getire
hâlâ çok güçlü bir anlayış olarak varlığını cek öğrencilerin gönderilmesi ya da yurti-
sürdürmektedir. çinde bütün bir eğitim öğretim müfredatı
Mavi Anadoluculuğun Kemalizmin nın değiştirilmesi biçiminde ortaya çıkan
projesiyle ilişkisi yalnızca bir düşünce ge bir dizi değişiklik tasarlanmıştır. Elbette
leneği olarak ve düşünsel ortaklıklar bağ bu büyük tasarının değişik görünümleri
lamında değil aynı zamanda kurumsal de eğitim ve kültür politiklarının uygu
olarak da kurulması olanaklı bir ilişkidir. lanmasında ortaya çıkmıştır.
Her ne kadar Mavi Anadolucular ile Ke Bilindiği üzere tipik hümanist tutumun
malizm arasında doğrudan bir ilişki ku yansıması olarak Yücel, bakanlığının ya
rulamayacağı, söz konusu yazar, düşünür, yınları arasında özellikle Batı düşünce
eğitimci ve çevirmenlerin bağımsız çalış dünyasının başyapıtlarını dilimize kazan
malar yürüttüğü ve dolayısıyla bağımsız dırma ödevini üstlenmiştir.1 Ancak bu
bir projenin yürütücüleri olduğu yargıları Batılılaşma yolunda atılmış adımlardan
dile getirilegelse de her iki projenin kişi yalnızca biridir, bütünüyle dizgeli ve
düzeyinde ortak ayaklarının olması, üste planlı bir modelin yaşama geçirilmesinde
lik de eğitim ve kültür politikalarının en eğitim biçiminde de köklü değişikliklere
yetkili biçim de belirlendiği kurumlar gidilmesi gerekmektedir. 1957 yılında
içinde bu türden ortaklıkların ortaya çık yazdığı bir yazısında bu durumu ve dü
ması savımızı destekler niteliktedir. şünsel bakımdan beslendiği kaynağı da
Mavi Anadoluculuk ile devlet ve Kema açık eden şu belirlemede bulunmuştur:
lizm arasındaki kurumsal bağlantıyı sağla
Şimdi, bir m aarif sistemine başka deyişle
yacak, bir tür menteşe görevi görecek iki
sistemli bir maarife erebdmek için bizde-
kişi bulunmaktadır. Bunlardan ilki hare
bi şartları gözden geçirelim. Birinci şart,
keti bir bakıma önceleyen ve daha önceki
belli bir medeniyetin mensubu olmaktır
benzer yaklaşımlarla bağlantısını da kuran
ve bu mensup oluşu aydın bir çoğunluğun
Haşan Âli Yücel, öteki ise bir dönem “Ta
kabul etmiş bulunmasıdır Sorarını. Bu
lim ve Terbiye Kurulu” üyeliği yapan, aynı
şart bizde gerçekleşmiş, ciddî olarak ay-
zamanda hareketin Halikamas Balıkçısı ile
K E M A L İ Z M
di. Ancak burada kandan söz etmiyoruz; Türk kimliği söyleminin kendine yeni bir
kültürden söz ediyoruz. Kültürünse soyla yol çizebileceği ya da bir çıkış yolu bula
ilgisi yoktur. Onan için yen içeriler de bileceği bir hattı açmış olduklarıdır. Tam
Türktürler. (Balıkçı 1995. 147-48) da kurulan Türk kimliğiyle kaygılan dırıcı
biçimde çelişebilecek bileşenleri içselleş
En temelde, Halikarnas Balıkçısı, Saba tiren bir tutumdur Mavi Anadolu düşün
hattin Eyuboğlu ve Azra Erhat için söyle cesi; Türklük üstü bir tarihselleştirme ile
nebilecek ilk şey onların bildik, egemen aşılmaktadır bütün sorunlar, Türklüğü
K E M A L İ Z M
odağa aimakia beraber. Kendini Osman ci, altıncı ve beşinci yüzyılların filozofları
lI’dan bütünüyle ayrık bir biçimde tanım nın düşüncelerini de taşımıştır bu akarla
lamak isteyen, “millî kültür”ü olan yep rın suları,’’ (Balıkçı 1994: 38-39)
yeni bir ulus icat etmenin peşinde olan Anadolu’ya ve onun hem yazınsal hem
yeni devlet O sm anlılığın dışında bir de bilimsel üretimlerinin önemine yapı
Türklük tasarlamış, bunun temellendiril - lan bu vurgu göz önüne alındığında Ana
mesi için de “gerekli çalışmaları" yapma dolu hümanistleri olarak adlandırabilece
ya girişmiştir,4 Bu çalışmalar kapsamında ğimiz bu insanların oluşturmaya çalıştık
ortaya çıkan yeni tarih tasarımı, eğitim ve ları ulus ve ulusal kültür anlayışları elbet
kültür politikaları gerçekte hümanist Ma te bazı yönleriyle yeni Cumhuriyet’in ide
vi Anadolu düşüncesinin belkemiğini olojisiyle uyuşurken bazı yönleriyle de
oluşturan yaklaşımlarla kolaylıkla bir ara büyük ayrımlar göstermektedir. İşte bu
da yürüyebilecek ya da bunlardan besle ayrımlar gö2ardı edilen çizginin hangi
necek türden girişimler olmuştur. yönleriyle resmî ideolojiye üstün olduğu
342 “Dumlupınar’da Yunanlılardan TroyaSı- nu ortaya çıkarmak bakımından önemli
lar’ın öcünü aldık."... Dumlupınar Sava- dirler. Bu üstünlük onların bizim edebî
şı’na katılmış bir askerin ag2indan bu söz kanonun oluşturulması olarak adlandır
leri aktararak5 (Eyuboğlu 1994: 199) Ke dığımız yapının kurulmasında oynadıkla
malist devrim ile düşünsel akrabalığını rı etkin roldür, Avrupa hümanizmi eskil
perçinleyen ya da en azından böyle bir Yunan ve Latin’den bu tarafa bütün üreti
ilişkiyi icat etmeye aracı kılan Sabahattin mi toplayıp gelirken Anadolu hümanizmi
Eyuboğlu ile Halikarnas Balıkçısı ve Azra Avrupa’yı reddederek köklerini Anado
Erhat’ın asıl önemleri ortaya attıkları sav lu’dan alan ve Avrupa düşüncesinin asıl
larının Kemalist kimliğin yapımında oy dayanakları olduğunu savladığı antik
nayabilecekleri rolde yatmaktadır. Mavi Anadolu yapıtlarına döner.
Anadolucuların Anadolu kültürünü koy Bu dönemde Mavi Anadolu euların hü
duğu yer, artık ilkçağ dünyasının merkezi manizmi ile Kemalizmin bir örtüşme ya
olmanın çok daha ötesinde bir yerdir. Ha- şaması anlaşılabilir bir şeydir. Mavi Ana-
likamas Balıkçısfna göre bütün bir Akde dolucular hümanizm gibi kesin ilkeleri ve
niz kültürü köklerini Anadolu kültüründe hedefleri olan bir ideolojiye sahiptirler.
bulmaktadır, Akdeniz’de ne kadar çeşitli Batı uygarlığı demlen ve kesinlikle eklem
kültür varsa bunların her biri bir biçimde lenil mesi gereken şeyin kaynağının Yunan
Anadolu’dan ayrılan insanlarca oluşturul değil her anlamda Anadolu’da doğup ge
muştur, Bu düşüncelerin arkasında elbette liştiğini nahif bir uğraşıyla sergilemeye ça
her şeyin temeline Anadolu kültürünü lışmaktadırlar. Beri yandan Kemalizmin
koyma düşüncesi yatmaktadır. “Zaten böyle kesin ilkeleri, bu biçim bir ideolojik
Anadolu olmasaydı, hiçbir şey olmazdı,” katılığı yoktur. Kemalistler Batılılaşmak
(Erhat 1979: 169) bu düşünceye göre. gibi bir sevdanın peşinden giderler. Batılı
“Gediz’in, Küçük ve Büyük Mendereslerin laşma ayakta kalmanın, Batı karşısında
suları yalnız sazan ve yüz kiloluk yayın yok olmamanın, bağımsızlığını koruyabil
balıklarına değil, ama o balıklarla birlikte menin yegâne aracıdır. Dolayısıyla “Dev-
gelmiş geçmiş Anadolulu insanların gör rimler’e ve Kemalizme aydınlanmacı-üni-
müş oldukları düşlerini ve efsanelerini de versalist bir ruhun değil, pragm atik-sosyal
taşıyorlar... Ama asıl bunlardan da önem arwinist bir ruhun hakim olduğunu kabul
lisi, Galileo ile başlayıp Atomistlere varan etmek gerekir." (Ünder 1996: 41) Kema
20. yüzyıl uygarlığının kökenini, yani lizm tarihsel olarak iki dönemde incele
Anadolu’nun İsa’dan önce yaşamış yedin nirse 1950’lere kadar süren resmi ideoloji
M A V İ K E M A L İ Z M "
343
DİPNOTLAR
1 Mavi Anadolucular çeviri etkinliğinden hoşnut Batı’nın kültür kanaklarına. daha kısacası, bir
kalmamış olmalılar ki bu işe de kendileri el atıp yandan humanizmaya, bir yandan köylüye git
birçok yapıtı dilimize aktarmışlardır. Ne var ki mek." (Eyuboğlu 1973: 230) Burada dikkat çe
bu çabanın masum bir çaba olduğunu söyle kilmesi gereken önemli bir nokta da Eyuboğ-
mek safdillikten öte bir şey olmayacaktır. Leyla lu'nun ve dolayısıyla Yücel’in bozulmamış ol
Erbil, Z ih in K u şla rı'n d a Ergin Günçe'ye dayana duğu varsayılan yalın ve an kültürüyle köylüyü
rak Eyuboğlu’nun Montaigne çevirilerinde ma kurucu bir öğe olarak vurgulamasıdır.
teryalizme kapı aralayan bölümleri düzenli bir
biçimde atladığım aktarıyor. Doğrusu, Eyuboğ- 3 B irin ci Tü rk Tarih K o n g re si'n d e "Kadîm Mede
niyetler" üzerine sunulan bildiriler ile Halikar-
lu ve şürekasının çeviride tuttukları yol yalnızca
nas Balıkçısının kültür tarihi üzerine yazdığı
belli ideolojik ya da felsefî bölümlerin atlan
ması İle sınırlı değildir. Sözgelimi, Rabelais'nin metinleri karşılaştırmak sözü edilen benzerli
ğin abartılmadığmın göstergesidir.
Gargantua’sım çevirirken iyiden iyiye kabala
şan, cinsel organlara göndermelerde bulunan, 4 1932‘de yapılan Türk Tarih Kongresl'ndeki Ege
hatta kamu görevlilerine sataşan bölümleri at uygarlığı yorumunu aktarmak Mavi Anadolucu
lamakta sakınca görmezler ve bunu şu biçimde tarih tasarımıyla İlişkisi bakımından gereklidir:
gerekçelendirirler: “Rabelais’nin ses benzetme "Müstakil bir Grek medeniyeti olmadığı ve bu
leri ve kelime oyunları ile yaptığı bu tekerle Unvanı taşıyan medeniyetin Anadolu ve Ege
meler daha birkaç satır sürüp gider. Biz bu ka medeniyetleri gibi kendisinden daha kıdemlile
darı ile yetindik.” (Rabelais 2000: 247) Aslında rin yeni bir merkez etrafında inkişaf ve imtida-
istenen “başyapıt" sınıfına giren yapıtların dili dından ibaret bulunduğu son zamanların git
mize çevrilmesi değildir, tersine akıllarındaki tikçe umumileşen kanaatlerindendir." (Reşit
hümanizm ve çağdaşlaşma tasarımlarıyla örtüş Galip 1932: 123)
tü ğü kadarının çevrilmesidir.
5 Buna benzer bir "Hektorculuk" ile Erhat'ın M a
2 Çok açık ki Vücel'in aradığı "fikir adamları" vi Y o lcu lu k J başlıklı yapıtında karşılaşırız: Mavi
Mavi An ado luc ulardır. Zaten Mavi Anadolucu Anadoluculann bulunduğu bir teknenin güver
lar da Yücel ile düşünsel akrabalıklarının ayır- tesinde aralarında şöyle bir konuşma geçer:
dındaydılar ve onu saygıyla anmışlardır, Eyu- "Troya'dan yana mısınız. Yunanlılardan yana
boğlu, Yücel üzerine yazdığı bir yazısında onu mı7’ On beş kişi hep bir ağızdan: Troya'dan ya
şu sözlerle anlatmaktadır: "Eğitimci olarak İnö nayız diye bağırdılar/ 'Akhilleus'tan yana mı,
nü’ye yaranarak değil inanarak tuttuğu yol Hektor'dan yana mı?' 'Hektor, Hektor, Hek-
açık ve seçik düşüncesiyle belirttiği, savundu tor,,,' diye parmaklar kalkıyor, Uçan’mn güver
ğu, gerçekleştirdiği görüş şuydu: Bir yandan tesi kahkahalarla çınlıyordu." (Erhat t997:121}
Cumhuriyetsin İdeolojik
Şekillenmesinde Antropolojinin Rolü:
Irkçı Paradigmanın
Yükselişi ve Düşüşü
S U AVI AYDIN
Yeni devletin “kimlik” problem atiğin in bir düz-çizgîli evrimin inşasına ve kendi
mihverinde Osmanlı’nın “ö tekleştirilme sini bu geçmişe dayandıran ulusların say
si" bulunmaktaydı (bkz, Bora, 1998: 41- gın ve sözü geçen büyük uluslar olarak
2), Daha doğrusu bu “ötekileştirme”, as meşrulaştınlmasına yarıyordu. Bu tepe
lında Osmanh geçmişine tamamen ya- noktalarının çevresinde yer alanlar, yani
bancdaşma girişimiydi. Bu mihverin etra uygarlığın “ötekileri” ise, “geri” ya da
fındaki ilk halka, Anadolu halklarının “durağan" insanlığı temsil ediyor ve onla
Türklüğü meselesiydi. ikinci halka ise ra uygarlığın taşınm ası gerekiyordu.
Türk kültürünün lslâm-öncesindeki bü Uluslaşma ve ulus-devlet biçim indeki
yük uygarlıkların beşiğinde yoğrulması modern devlet de “önce" uygarlığın tepe
nedeniyle “uygarlığın taşıyıcısı” olarak, noktasındaki yerlerde ortaya çıkmıştı.
İslâmî bir “sapma” ve buna bağlı bir “du Çünkü tarihin zorunlu ilerleyişi bu yön
raklamadan sonra, bu aşamada yeniden deydi. “Sonra” uluslaşanlar, ister istemez,
aslına dönerek özü olan uygarlıkla ku bu ilerleme hattının dışındaydı ve onları
caklaştığı gerçek hattına sokulması idi. yazılı belgeler üzerinden bu hatta kat 345
Bu yeniden sokuluşun kaynağı Cumhuri mak, klasik tarih-filoloji yöntemi bakı
yet devri inleri, ideolojik temeli ise bizati mından imkânsızdı. Bu imkânsızlığın iki
hi bilimin sonuçlarının ortaya koyduğu nedeni vardı. Birincisi, geç-uluslaşanların
“gerçeklik" olmalıydı, işte Türkiye’de kendilerini dayandırdıkları tarihsel toplu
antropolojinin kuruluş ve gelişim tarihini lukların tarihlerini, “dönemlerindeki uy
bu genel yönelim içinde görmek, hatta garlık” olarak tanımlanan yazılı kültürler
onun bu bakış açısı içinde ağırlıklı bir kaleme almışlardı. İkincisi klasik tarih-fi
araç olarak rol oynadığını tespit etmek loloji anlayışına göre Yunan-Roma uygar
gerekmektedir. lığından beslenmeyen (ki onları da Mısır
Bu genel yönelme büyük ölçüde, tıpkı ve Mezopotamya uygarlıkları beslemiştir)
diğer ulus-devleilerin tarih içinde ulusal hiçbir kültürün uygarlaşması, dolayısıyla
özü besleyen bir köken arayışına girmele bu uygarlıktan pay almadan tarihsel uy
ri gibi, farili anlayışı ve bu anlayışın hük garlaşma hatuna katılması mümkün de
mettiği yeni bir tarih yazıcılığı üzerinden ğildi. Zira modern uygarlığın temeli hü-
yürümüştür. Kimi eski Mezopoıamya-Yu- manizma ve laikleşme idi ve hümanizma
nan-Roma “uygarlık hatu'na eğilirken, ile laisizmin (ve dolayısıyla pozitif düşün
kimi de ırksal olarak “kendi” saydığı eski cenin) felsefî ve kültürel temelleri bura
halkların tarihini yeniden inşa etmeye gi lardaydı,
rişti, işte ayrım noktası bu olunca, bütün Geç-uluslaşanların parlak modeli Al
geç-ulus devletlerde olduğu gibi, yazılı manların ulusal öncüleri kabul ettikleri
belgelere dayanan tarih araştırma yönte Germen kavimlerinin tarihi, tıpkı geçmiş
mi, yeni uluslar bakımından “şanlı bir ta te Türk sayılan topluluklar için olduğu
rih” inşa etmek için etkisiz kalacaktı. Zira gibi, hep “ötekiler” tarafından yazılmıştı.
“şanlı bir geçmiş” ve çağdaş uluslar ara “Ötekiler" yani “uygarlığın kurucuları”
sında yer almalarını sağlayacak bir meş ya da dönemlerinde "uygarlığın temsilci
rulaştırma alanı olarak “yeni ulus)ar”m si” olarak kendini tanımlayan “yazılı kül
tarihi, bir terin ıncognita idi. Geçmişin ya türler”, evrensel tarih kılığındaki Batı-
zılı tarihi sadece, ilk yazının ortaya çıktığı merkezli ve oryantalist etkiler yayan ken
Sümer Mezopotamya'sını milât kabul ede di tarih anlayışlarını, bu tür toplulukları
rek uygarlığın tepe noktalan olarak görü kendilerinin anti-tezi olarak konumla-
len Mısır-Yunan-Roma-lbranî-Hıristiyan mak ve onları geçmişin “barbarlan", bu
kulvarı üzerinden bugünkü Bau’ya ulaşan günün “geri halkları” diye tanımlamak
K E M A L İ Z M
Mustafa Kemal, Birinci Türk Tarih Kongresi ne katılan üyelerle. Bu Kongre, Türklerin
ortaya çıkışlarından ("tarihin ilk çağlarından") beri ileri ve medenî bir millet olduğu
tezini geliştirmeye, bununla beraber Osmanlı dönemini "umumî Türk tarihi“ içinde
paranteze almaya çalışmıştır.
tekledi. Zamanla “halk sağlığı” progra şıyacak çerçeve, büyük ölçüde Alman
mıyla birleşmiş olan ojeni, başlangıçta Al ya’da kurumsallaşan arkeoloji-antropoloji
man ırkçılığının geleneksel tarihinin ser metodolojisini izlemek zorunda kalmıştır.
gilediği sınırları aşan tarihsel-toplumsal Bu yüzden Cumhuriyet’in başında klasik
sorunlara işaret etmekteydi. Özellikle Av tarih yazıcılığı yerine arkeoloji ve antro
rupa’nın görece “geri kalmış’’ bir halkı polojinin öne çıktığını görürüz. Türki
olan Almanların ulusal kompleksleriyle ye’nin bir başka sorunu da, tarih yazıcılı
ve geç gelen Alman Birliği’yle, bu komp ğına döndüğünde karşılaştığı İslâm ve
leksin itkisiyle hızla sanayileşme çabası Osmanlı kaynaklarıdır. Kuruluşun “öte
nın doğurduğu toplumsal sorunlarla ya kisi” olan Osmanh’nın reddine dayanan
kından ilgili olmuştur. Ojeni tarihi, aşırı varlıksal meşruiyetin temeli elbette bu
milliyetçi-ırkçı (vö(fdsdı) hareketlerin bir belgelerden izlenemezdi. Üstelik Islâm!
ürünü olarak da görülebilir. Nitekim 20. geçmiş, başından beri izlendiği varsayılan
yüzyılın başlarından itibaren yavaş yavaş uygarlık hattından “kopuş" anlamına ge
bu görünümü kazanmaya başlamıştır. Bu liyor; “ilerleyen" bir halk olmak yerine,
na bakılırsa, 1880’den sonra giderek güç durağanlaşmayı temsil ediyordu.
lenen, kanın ve ırkm saflığına ilişkin yeni Şüphesiz, yukarıda anılan ikilem, yani
anti-semitik söylem, Nazi soykırımında uygarlık-kültür ikilemi, bu yönelimde de
kuvveden fiile geçm iştir (NVeindling, söz konusu olmuştur. Bu, cumhuriyetin
1989: 1, 5-6). ilk yıllarında sosyoloji alanındaki cephe
Türkiye’nin kuruluşunda, meşruiyet te leşmeden de izlenebilecek bir olgudur. Bu
meli olacak ve modern devletin egemen konuda keskin çizgiyi çizen kişi Ziya Gö-
lik bakımından özü olan ulusa kimlik ta kalp’tir.
CUMHURİYETİN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ
Gökalp (bkz. 1915), bir kavmin bilim değiştirebilir olduğu halde, kültür “mil-
sel incelemesi için onun geçmişine bakıl lî”dir ve bir milletten diğerine geçemez
ması gerektiğini söyler. Gökalp’a göre ka (Gökalp, 1976: 19), Zira, “bir milletin
vimler “iptidaî kavimler" (Naturvölker) kültürü yalnız kendisine mahsustur.
ve “milletler” (nafions) olmak üzere ikiye Çünkü kültürün esası, dinî, ahlakî, este
ayrılırlar. Yazı ve tarih milletlerle başlar. tik heyecanlardır ve bu heyecanlar da
Milletlerin çeşitli türleri vardır. “Teokra milletin en samimi ve en içten duyguları
tik” ve “teşrü” milletlerin bir “millî” ve dır; milletin kendi şahsiyetinin samimi
“müstakil" medeniyetleri yoktur. Bunlar ifadeleri olduğu gibi, bunlara eklenen hu
beynelm ilel bir m edeniyetin dayattığı susi dili de milletin tarihî ve sosyal haya
“ortak hayat"ı paylaşırlar, bu açıdan bu tının bir aynasıdır" (Gökalp, 1917: 381),
milletlerin iptidaî kavim terden farkı yok Kültürün bu “manevî" vurgulamşına bağ
tur. Oysa milletin üçüncü türü olan “kül lı olarak Ziya Gökalp (1976: 20), “bir
tür milletleri" (burada Kukun'ölher kaste milletin harsına dâir bir tarih kolayca ya
diliyor olmalı) bu ortak medeniyet dairesi zılamaz. Fakat, bir medeniyet hakkında 349
içinden sıyrıldıkları, kendi kurumlarını tarih y azılab ilir" der. G ökalp'a göre
yarattıkları ölçüde meydana gelirler: (1918: 162-3) bir toplumda kültürün ge
lişmesi, aynı zamanda medeniyetin de ge
Bir kavim milletlerarası medeniyetin nıii-
lişmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu fi
esseselerine kendi dil ve vicdanının rengi
kirleriyle Gökalp, Alman Kültür anlayışı
ni vererek, onları kendi ruhuna uy d utma
na ve bu anlayışa dayalı bir “milliyetçilik”
ğa başladığı dakikada müstakil ve millî
biçimine angaje olmaktadır. Kültür ben
bir medeniyete yani kültüre mâlik olma
zersiz bir manevi oluşum, ulusun tözün
ğa başlar. Bu kavmin butun mânâsıyla
den türeyen bir tür dışavurum ve bu ha
tam b ir millet olması ancak bu yolda
liyle başka kültürlere benzemeyen, akta
müstakil bir kültüre salıip olmasıyla ka
rıl ama yan, ilkel olanın (Naturvölher) kar
imdir Millî kültür başladığı günden itiba
şıtı (Kultnrvölfîer), dolayısıyla uygarlığı
ren ayrı kökten olan milletlerarası mües
ve onun taşıyıcısı olan tarihi yaratan ve
seseler arasında samimi bir ahenk kuru
geliştiren bir toplumsal ruh (Volhsgeisl)
larak ottlart canlı bir uzviyetin dayanış
halidir.
malı organları haline koym ağa başlar
Gökalp’m ölümünden sonra kürsüsü
Kültür birbirine bağlı sistemlerden, her
emanet edilen ve “resmî sosyolojf’yi tem
sistem de birbirlerine bağlı müesseseler-
sil eden Necmettin Sadak’ta da aynı izi
den mürekkeptir,. Müesseseler arasında
süreriz. Ona göre toplumu doğuran şey,
ki bu ahenk, müesseselerin dayandığı di
insanlar arasındaki düşünce ve duygu
nî, ahlâkî ilh., ütülerden, yâni umumî ef
birliği, yani “İçtimaî ruh’’tur. Bu “İçtimaî
kârdan doğar Bir millete ait umumî efkâ
ruh", doğrudan doğruya “kültür" tanı
rın ahenkli olması da hepsinin aynı İçti
mıyla örtüşür. Zaten, Gökalp’ı izleyerek
maî bünyeden çıkmasının sonucudur.
söylediği gibi, “...bir milleti yapan kültür
Ziya Gökalp (1917: 381), bunun karşı ve an’ane birliğidir" (Sadak, 1939: 42).
sında medeniyeti, “aynı medeniyet daire Ulus halinde yaşamak iradesi, bireylerin
sine dahil birçok milletlerin sosyal hayat açık ya da kapalı iradesinden önce mev
larının müşterek bir toplamıdır" diye ta cuttur; yani Sadak’ın “millî vicdan” dedi
nımlar, Bu şekliyle medeniyet, “müspet ği şey, modern ulustan önce olan, özse!
ilimlerden, tekniklerden ve usullerden bir oluştur; Ernst Renan’ın dediği gibi
mürekkeptir". Medeniyet, bir milletten “millet bir candır, ruhî bir prensiptir"
diğerine aktarılabilir, bir millet medeniyet (Sadak, 1939: 39), Bir ulusun oluşması
K E M A L İ Z M
için ilk koşul “bağımsız bir kültüCdür. sosyolojisine sinmişti. Gerçi 1930Tarın
Dolayısıyla Sadak sosyolojisi, kültür bakı “uygar dünya” içinde kendisine yer ara
mından uluslararasında farkların çoğal yan Kemalizmi, Gökalpçı hars-medeniyet
masını bir gelişme sayar ve bu farkların ayrımını reddeden bir varyant olarak
ortadan kalkmasıyla insanlığın yoksulla Mehmet İzzet sosyolojisinin evrenselci
şacağını ileri sürer (Sadak, L939: 38). Bu eğ ilim in e3 m üsam aha et mi şt i r ama
noktada Türkiye sosyolojisinin kurum 1948’de evrenselci eğilimler bütünüyle
sallaşma döneminde, büyük ölçüde Al tasfiye edildikten sonra bu aynımla besle
man tarihsekiliğinin kültür ve ulus görü nen özgücü “millî sosyoloji”, rakipsiz ka
şünün taklit edildiği görülür,2 Burada Al larak tek güç haline gelmiştir. “Millî sos
man tarihsekiliğinin esas aldığı ulus an yoloji" kültür ve uygarlık kavramları ara
layışıyla Fransız pozitivizminin organik cılığı ile toplumsal hayatı ikiye bölüyor,
toplum anlayışı meczed il mektedir. ulaşılması hedeflenen “çağdaş uygarlık
Kültürün manevî ve fikrî olduğuna iliş seviyesi’’ne ait sayılan bilimsel ve teknik
kin vurgu, başlangıçtan itibaren Türkiye iktibaslar ve ortaklıklar uygarlık dairesi
C UMH UR IY ET 'IN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ
içine alınarak, kültürün, ulusa şahsiyeti ha önemlidir (bkz. Turhan, 1980: 405).
ni, ayrıcalığını kazandıran ve bu yüzden Çünkü “millî kültür’ ün varlığı, aynı za
de kolay kolay değişmemesi gereken öz manda ulus-devîetin teminatıdır,
gün manevî özellikler toplamı olduğu Anglosakson ve Fransız dünyası ( “dü-
vurgulanıyordu, Ziyaettin Fahri Fındı- vel-i muazzama”) karşısında ulus-devletin
koğlu bu ayrıma titizlikle uyar; ölümüne varlıksal meşruiyeti bakımından “yoksun”
yakın bir tarihle yazdığı "Kültür Buhranı” durumdaki bütün geç-uluslaşanlar gibi,
başlıklı makalesinde, ona göre bilim ve Cumhuriyet de Gökalp-Sadak-Fındıkoğlu
tekniği anlatan uygarlık uluslararası, kül çizgisinde ifadesini bulan bu “millî kül
tür ise ulusaldır (bkz, Fındıkoğlu, L985), tür” tasarımına angaje olmakla birlikle, bir
Ulusal (millî) kültür, ulus-devletin en taraftan da Batılılaşma isteğinin itkisiyle
önemli temelidir ve ulusun varlığını sür evrenselci bir uyg? Tık tasarımıyla flört et
dürebilmesi için gerekli şart “millî kül mekteydi. Ancak Ban dünyasında, kendi
tümün varlığıdır, hatta “millî kültür”ün uygarlıklarının temeli saydıkları Yunan
varlığı bağımsız bir devlet kurmaktan da dünyasının mirasını yok eden, Judeo-Flı-
K E M A L l Z 1.'
ristiyan uygarlığın en büyük düşmanı ol nal bir biçimde varlığım sürdürebildi.
muş Asyalı-askerı-geri bir kavim olarak Özetle yeni Cumhuriyet yurttaşlarını
yaygın “Osmanh-Türk imajı”, bu flörtün kimliklendirirken “Türklüğün” altını ka
sonuçlarım olumsuz etkiledi. Başlangıçta, lın çizgilerle çizmesiyle küllür-milliyetçi
Yunan uygarlığının da öncesinde varolan bir kutup tarafından çekilirken ve böyle-
büyük uygarlıkları yaratanların “Türk]er” ce özgücü kültür kavramının çekim ala
olduğunu, “Türkler”in Anadolu’nun otok- nına girerken, öte taraftan modernleşme-
ton halkı olduğunu iddia eden antropolo- ci/Balılıtaşmacı hamlesi bakımından, tanı
jik-arkeolojik karakterli Türk Tarih Tezi karşı tarafta gibi görünen medeniyetçi bir
revaç bulduysa da, bu tezin egemenliği kutup tarafından da çekiliyordu. Bu bir
pek fazla sürmedi. Bu tez, resmî korunma ikilem gibi görünebilir ya da bu olguya
dan çıktıktan sonra, sadece Hal ikamaş Ba- bakanlar, kendi eğilimlerine göre bunlar
lıkçısı-Azra Erhat-Eyuboglu gibi bir kısım dan birini asal sayabilir.
entelektüelin fantastik (hümanist) bir sa Uygarlıkçı çizginin takipçileri, özellikle
vunma milliyetçiliği varyantı olarak marji Ankara Üniversitesi’nin nüvesi olan Dil
C U M H U R I Y ET r I N İ D E O L O J İ K ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ
na yönelmektedir. Bu noktada sadece bir etken olarak geçersiz leşti ri lir, çün
bilimlerin ve resmî belgelerin değil kü Osmanlı/İslâm birlikteliğinin ya
M . Kemal kültünün M . Saffet En rattığı özdeşleşmeden rahatsız olan
gin'de aldığı görünüm de Cumhuri- aydınlar din bağlantısını tarihsel ana
yet'in önderiyle organik aydınları lizlerinden çıkarmışlardır. Türlerin en
arasındaki ilişkilerin dinsel kategorik eski medeniyet oldukları ve bugünkü
bağlam a ç e v rild iğ in i gösteriyor: Batı medeniyetinin temellerini attığı
"Türk milletinin dehasını temsil eden na kesinlikle inanan ve bunu Türk
Büyük Atatürk'ten bahsetmek teşeb Tarih Tezi ile resmî ideolojiye taşıyan
büsüne girişiyoruz. Fakat hemen söy aydınlar Türk ırkının konumunu ger-
leyelim ki, onun künh ve mahiyetine çek-dışı boyutlarda tahayyül etmiş
tamamile nüfuz etmek, onu tamamile lerdir: "Kainatın hakiki mahiyetinin
anlayabilmek hiçbir faniye nasip ol bir külli irade ve faal enerji olduğunu
mayacak bir şeydir. Çünkü o yiyip kabul edersek, bunun en yüksek te 353
içen, düşünen, duyan alelade beşeri cellisini Türk milletinin şuurunda gö
hayatın üstünde başka bir varlığa ma rebiliyoruz." (Engin, 1938:41). Engin
liktir. Türk milletinin maşeri vicdan öncelikle Türk inkılâbının içeriğini
ve dehasını şahsiyetinde toplamıştır. saptar: "Ey Atatürkçüler! İlk ereğiniz
Türk milletinin vicdanı ise önünde en Türkleşmektir, çağdaşlaşmaktır. Birin
derin huşu ve ihtişamla takdis edile cisinin en büyük aracı Dİl-Tarih dev
cek bir ekmelîyet remzidir, üluhiyet- rimi, iktncisininki, Laiklik ve Greko-
tİr." (Engin, 1938:79). Latin kültürüdür." (Engin, 1972:19)
Türk tarihinin karakterlerini ortaya Bu çerçevede onun öncelikle Tarih
koyarken C ö k a lp 'in Türk tarihini Teziyle alakalı söylediği "bugünkü
"d in " çerçevesinde ele alınm asını Batı kültürü tümüyle Sümer-Eti-Aka
eleştirerek, bunun "Türk Tarih Tezi ve Etrüsk Türklerinin toplumsa] bir
nin esas'Tarıyla çelişeceğini belirtir. yaşantı kalıntısıdır" (Engin, 1972:42)
Böylece Türk ırk ve medeniyetinin görüşü üzerinde durmamız gerekiyor.
saptanmasında daha işin başında din Türk Tarih Tezi Cumhuriyet'in millî
Kansu’ya göre antropoloji "tarihin yar şı" dikkate alındığında, Tez’in ispat etme
dımcı bi!im!erinden”dir ve “lâyık olduğu si gereken iki şey vardır: Birincisi, Türk
yeri” Atatürk"ün “ilgi, irşat ve koruyucu lerin uygarlık yapıcı ırk grubuna dahil
luğu sayesinde” yine onun kurduğu Türk olduğunun; İkincisi ise Türklerin Avrıı-
Tarih Kurumu ve Dil, Tarih ve Coğrafya pamerkezci sınıflamaların ve Almanya'da
Fakültesi bünyesinde almıştır. Gerçi, yine yükselen ırk ve ojeni çalışmalarının iddia
Kansu’nun aktardıklarından anlaşıldığı ettiği “ikincil” (ya da “aşağı”) ırkların
kadarıyla Atatürk’ün antropolojiye ilgisi içinde bulunm adığının ispatıdır. Afet
çok daha eskidir. En azından Antropoloji İnan’ın aktardığı bir anekdot, bu iddiala
Enslitüsü’nün kuruluş tarihi bunu kanıt ra ilişkin çabanın kaynağına işaret et
lar, Zira Atatürk’ün yakın ilgisiyle oluştu mektedir (inan, 1974: 12-3):
rulmuş bulunan Tarih Tezi’nin ana göv
...I92S yılında İstanbul’da Fransız lise
desi içinde antropolojinin önemli bir yeri
sinde okuduğum derslerin arasında, biı
bulunmaktadır, Atatürk, DTCF’nin Afet
coğrafya kitabında, resimlerle de gösteril
358 İnan tarafından verilen ilk açılış dersine
dikten sonra, Türk ırkının sarı ırka men
yazdığı notta (aktaran İnan, 1974: 36),
sup olduğu ve “seeondair” ikinci derecede
...bu insan zekâsıdır ki... bugünkü araştı addedildiği yazdı idi. Bu resim ve bilgiye
rıcı zekâları tatmin edecek ve tarihi ay göre e!ra/ıma bakıyor ve bunun hakikate
dınlatacak yeni metotlar ve ilimler bul uygun olmadığını görüyordum.
muştur İşte arkeoloji ve antropoloji, o
Atatürk’e kitabı gösterdim, o sırada Pro/
ilimlerin başında gelir Tarilı bu son ilim
E. Pittard’m Les Races ef l’Histoire (Pa
lerin bulduğu belgelere dayandıkça te
ris, 1924), “Irklar ve Tarih" adlı kitabım
melli olur. Tarihi bu belgelere dayanan
da almıştım, Ondaki bilgiler de bu coğ-
milletlerdir ki, kendisinin aslını bulur ve
rafya kitabtna uymuyordu.
tanır İşte bizim tarihimiz, Türk tarihi,
bu ilim belgelerine dayanır. Yeter ki, bu Bir de ikinci konu, Türklerin medeniyet
günün münevver gençliği, bu belgeleri va alanında vücuda getirmiş oldukları eser
sıtasız tanısın ve tanıtsın lerin incelenmesi ve tanıtılması idi. Çün
kü bazı yabancı tarihler barbar lâkabım
demektedir. Tarih Tezi’nin temel iddiası,
verdikleri Türkleri sadece bir istilâcı ka
Türklerin “uygarlığı yapan" milletlerden
vim olarak kaydediyorlardı.
biri olduğu, hatta “uygarlığın en temel
kaynağı" olduğudur. Tez’in esas görevi de Atatürk, bu iki endişeli sorum karşısında.
bu iddianın önünde duran Avrupamer-
“Hayır böyle olamaz. Bunların üzerinde
kezci -daha doğrusu Anglosakson ve
uğraşmamız ve incelememiz gerekir” de
Fransız uygarlık anlayışının ürettiği- en
mekle kalmamış derhal yeni kitaplar ge
gelleri birer birer kaldırmaktır,8 Bu en
tirterek bizzat çatışmaya ve çalıştırmaya
geller içinde belki de en Önemlisi, uygar
başlamıştır
lığı inşa etmek bakımından her şeyden
önce irken yetersiz ve geri sayılmaktır ki, Esas konu “Türklerin cihan tarihinde ha
dönemin hakim ideolojisiyle örtüşen bu kiki yeri ve medeniyet âlemindeki rolleri
Avrupa merkeze i ve ırkçı “uygarlık anla ne olmuştur”? meselesi idi...
yışı” açısından bakıldığında “Türkler’Tn
Bu sorunun tabii cevabı ise Türk Tarih
de dahil olduğu geniş bir insan toplulu
Tezi’nde mevcuttu. Uygarlığın kurucusu
ğunun irken bu gerilikle malül olduğu
olan millet Türklerdi ve uygarlık dünya
neredeyse tartışmasız bir gerçeklik ola
ya Türkler aracılığıyla yayılmıştı.8 Dola-
rak gözükmektedir. Bu “uygarlık anlayı
CUMHURIYET'IN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ
yısıyla T ürk ler “secondaire” bir ırk değil, coşkusuyla Afet İnan (1943; 9), “...Türk
uygarlığı yayan Kafkasoid-Alpin ırkına ırkının bu ülkeye sahip oluşu..., tarihin
mensuptur. Bunu da ilk uygarlık bölgele en eski devirlerinden başlar, Protoeti ve
rinde bulunan Alpin ırka ait iskelet seri Eti bu sahipliğin başında gelir. Ondan
leri belgelemektedir. Teze göre, Orta Asya sonraki göç dalgaları, Türkiye toprakları
bölgesi “kuvvetli bir neolitik ve kalkoli na ayni ırktan olan Türk kardeşlerini ge
tik kültür sahası” idi. Orta Asya’da bol tirmiştir. Bu yurdun muhtelif tarihî devir
miktarda paleolitik malzemenin bulun lerinde, siyasî varlığında değişiklik ve
mayışı ise henüz yeterince kazı ve araştır adında başkalıklar görülmüştür. Fakat ır
manın yapılmamış olmasına bağlanmak kî vasfı hep Türk cevherini muhafaza et
ta, İran’da yapılan araştırmalar ise “sathî” miştir. Bu sözlerimin müeyyidesi ikidir:
bulunmaktaydı. Dolayısıyla, “,,,bu kadar Biri, topraklar alımda binlerce yılın sak
sathî bir tetkika istinaden İran yaylasının ladığı ced iskeletleri; diğeri, bugün yaşı-
paleolitik kültür itibariyle Türkistan’dan yan ve bu yurda hakkiyle sahip olan
eski olduğunu iddia etmek ilim adamları Türk milleti, bizler... bunu görüp anla- 359
nın yapacağı bir iş olmasa gerektir.." mak bizim için en kolay bir iştir...” de
(Günaltay ve Tankut, 1938: 9). Iran ve mektedir. Bu antropolojik-ırkçı kanıtla
Anadolu’yla karşılaştırıldığında Iç Asya, ma, diğer m itolojik inşaların yanında,
teze göre, neolitik ve kalkolitik kültürler Türk tarih tezinin en güçlü yanıdır.
bakımından “daha eski bir kıdeme" sa Böylelikle, Orta Asya kaynaklı bir kül
hiptir. Tez, kuramsal temeli olan difüzyo- türel difüzyondan çok, bizzat aynı insan
nizme yaslanarak, hem arkeolojik kanıt grubunun “uygarlık yaratıcı kültürü” de
ları hem de buğday arpa gibi tahılların taşıyarak batıya doğru geldiği ve Mezo
kökenlerini İç Asya merkezine götürme potamya, Mısır ve Anadolu uygarlıklarım
eğilimiyle bütün verileri buradan okuma gerçekleştirm iş olduğu konusundaki
ya çalışmaktadır. Bu bakış açısıyla inşa kuvvetli vurgu, tezdeki “ırk" boyutunun
ed ilen k ro n o lo jiy e göre d izilim , altını çizmektedir. Günaltay ve Tankut
Anau’nun kaynağı olan “kök kültür”- (1938: 14) bu vurguyu şöyle dile getiri
Anau-Sümer ve Elanı biçim inde oluş yorlar:
makta; bu difüzyon ise salt alet ve tek
G. Elliot Smith ise Türelerin “Alpiıı” ır
niklerin yayılımı biçiminde değil, bizzat
kına mensup olduklarını kabul ve "Al
Orta Asya’dan çıkıp gelen insanlar eliyle
pin” ırkının anavatanının Orta Asya ol
vuku bulmaktadır. Orta Asya kökenli bu
duğuna işaret etmiştir şu kaide S rimelle
uygarlık yaratıcı insan, Anadolu’ya kadar
rin menşeini Orta Asya’y a at/etmek ve
gelmiş ve Anadolu’daki uygarlıkların da
bunların M ezopotam ya’da El~Übeyd ve
temelini atmıştır. Böylelikle Türklerin,
müteakip kültürleri meydana getirmiş
aynı zamanda Anadolu’nun otokton halkı
olduklarını kabul etmekle nakışlı kern-
olduğu da kanıtlanmış bulunmakta, bir
mik kültürlerinin Orta Asya’dan neşet
taşla iki kuş vurulmuş olmaktadır (bkz.
etmiş olduğuna dair ileri sürmüş olduğu
Günaltay ve Tankut, 1938: 10-13). Öyle
muz tezi teyit etmiş oluyoruz.
ki, Alman kazılarıyla bilim camiasının
dikkatini çeken önemli Hatti ve Hitit Üstelik “Avrupab ırkların" anayurdu
merkezlerinden elde edilen iskelet kalın nun Anadolu olduğu görüşü de bir yan
tıları üzerinde yapılan çalışmalar, Hitiıle- tez olarak gündemdedir. Türkiye antro
rin atalarının brakisefal Türkler olduğu polojisinin kurucusu ve “kuruluş ru-
nu müjdelemektedir (bkz. Pittard, 1943; h u ’nun en iyi temsilcisi Kansu, 1970’ler-
Osten, 1943).10 Bu ırksal kanıtlamanın de dahi, beyaz ırkın teşekkülünde Anado
K E ___________________ M ___________________ A ı _________ L I Z __________ l .J
tör olarak kabul ettiği içindir ki, büyük zamana değin yapılanlar arasında en ge
ve kahraman mürebbi, Türk üniversitele niş ölçekli çalışmadır. Afet İnan’m dok
rinin kurulmasını istedi... Nasyonal ilim, tora tezini yöneten Eugene Pittard da
nasyonal ilim laboratuarları, üniversite bunu teslim eder: “...Hiçbir zaman hiçbir
ler; müzeumlar evvelâ ulusal topraklar devlet böyle bir antropoloji envanteri
üzerinde, tabiatı yen ecek ve böylelikle yaptırmamıştır... Trakya ve Anadolu’da
millî bünyeyi inkişd/ ettirecek teknikler 64000 kişi ölçülmüş ve değerlendirilmiş
bulmak ve kullanmak ödevini üzerine al tir.," (bkz. Pittard 1941: ix). Afet inan
mış demektirler. da, antropolojik araştırmaların yapılma
sında Atatürk’ün rolünü vurgular (inan
DTCF bünyesindeki antropoloji bölü
1941: 4):
mü, ikinci Dünya Savaşı’na kadar tarihi
nin en büyük desteğini görmüş ve en ...fAtatürk] olmasaydı, bu araştırmalara
kapsamlı antropometrik incelemeler bu ilgi göstermese ve otoritesiyle bu araştır
dönemde yapılmıştır. Bunlar arasında en manın yapılması kotlusunda emirleri ol
önemlisi, Atatürk’ün emriyle 1937’de ya masaydı, antropoloji bilimi büyük bir ih
pılan “Türkiye Antropometri Ankeii’’dir timalle böyle bir anketi kaydedemeye-
(Kansu 1983: 8). Afet Inan’ın 1939 yılın cekti... Hocam Pittard... ‘Atatürk'ün
da Cenevre Üniversitesi’nde savunduğu Türk milletinin kökenini olabildiğince
doktora tezi (bkz. İnan 1941) bu ankete iyi tanımak hususundaki şiddetli arzusu,
dayanmaktadır. Tezin Türkçe çevirisi de milletin şejîni etnik ve ırkî konularla il
1947’de yayımlandı (bkz, İnan 1947). gilenmeye süratle teşvik etti’ dem ekte
Yapılan anket, boyutları bakımından o dir... Atatürk antropolojik araştırm aları
sadece ırk meseleleri yönünden anlamı İnan’ın ırkla ilgili bu belirlemeleri, yuka
yordu. Çünkü Atatürk sosyal adalet aşığı rıda da değindiğimiz ırksal “Avrupalılık
ve pratik sosyoloji yaratıcısı idi. Nitekim takıntısının bir başka ifadesidir. Her ve
antropometri insan gücünden en iyi şe sileyle irken AvrupalIlara yakın olundu
kilde yararlanm ayı sağlamaz mı7 Mor- ğunu tespit etme ihtiyacı, dönemin ırkçı
fo lo jik niteliklere göre seçilecek işçiler paradigmasının resmî ideoloji üzerindeki
tarafından harcanacak güç onları beyhu etkisini gösteren bir başka tanıklıktır.
de zahmetin en azı İle işe daha elverişli Yaşayan Anadolu toplumu üzerinde
kılmaz mı, iyi yapılmış -uvgulanmış- yapılan bu antropometrik çalışma, antro
antropometri hayatın her türden alanın polojik tezin sadece bir yanını aydınlat
da kişilerin daha iyi hır şekilde tasni/ maya yardımcı olmaktadır. Oysa Inan’ın
edilmesini sağlar Okullar, fabrikalar, or vurguladığı gibi, işin bir de arkeolojik
du ve spor antropometrik araştırm alar boyutu vardır: “Bugünkü yaşayanların
dan ayrt ayrı yararlanır. ölçülerek bilinmesi, eski çağlardaki cetle-
362 rimize olan bağlılığımızı göstermek için
Afet inan m bu tespiti* dönemin milli esasin”. Bunun için “...yurdumuzda eski
yetçiliğinde ırk paradigmasının ağırlıklı
medeniyetler yaratmış ve yaşatmış ka-
rolünü, ekonomi ve idarede korporatiz- vimlerin ırkî karakterlerini kalan iskelet
min ne derecede etkin bir anlayış haline leriyle tespit etmek, " gerekmektedir. Bu
geldiğini en iyi şekilde yansıtmaktadır. ihtiyaca dayanarak kazılardan çıkarılan
Hsas olan sağlıklı bir “ırk”ın yaratılması insan is k e letle rin in in celen m esi de.
(öjenizm) ve dayanışma ve uyum içinde, DTCFdeki antropoloji kürsüsünün ağır
ulusal hedefler için “çalışan” toplumsal lıklı faaliyetleri arasında yer almıştır.
kesimlerden oluşan bir toplumsal yapı Böylelikle 1940’lara kadar yapılan kazı
nın yaratılmasıdır. lardan DTCF antropoloji laboratuarına
Afet Inan’ın tezine temel teşkil eden büyük iskelet serileri getirilip incelemeye
anket, hükümetin taşradaki bütün meka alınmıştır. Afet lnan’ın (1949: 211-2) ifa
nizmasını harekete geçirmesi ile yaptırıl desiyle, bu faaliyetleri çerçevesind e
mıştı, Hükümet, bu iş için hem bütçeden DTCF Antropoloji Enstitüsü, “..en mo
önemlice bir miktar ayırmış hem de Sağ dern ve muntazam bir laboratuara ma
lık, millî savunma ve millî eğitim bakan likin]" ve Avrupa’daki emsalleriyle karşı
lıkları kadroları bu işte kullanılm ıştı laştırıldığında bu laboratuarın “...birçok
(İnan 1941: 49 -6 2 ). Afet İnan anketin bakımlardan üstün durumunu müşahade
değerlendirilm esi sonucunda Türkiye etmek mümkün[dü]”.
halkının genel olarak “Homo Alpinus" Tarih Tezi’nin ırk boyutuna ait a priori
adı verilen “Avrupa’nın büyük beyaz ır- kabuller17 böylelikle açıklığa kavuşmak
kı"na mensup olduğunu söylemekte; bu tadır: 1) Tarihte uygarlığı kuranlar ve ya
na bağlı olarak Türkiye’de “bir ırk birli yanlar "Brakisefal Orta Asyalılardır”; 2)
ğinin" bulunduğunu, Türklerde cildin Anadolu ve Mezopotamya’nın Balı uygar
nadiren esmer olduğunu, burunların düz lığına temel olacak uygarlıkları kurmuş
olduğunu, mongoloit tesirin pek az oldu eski halkları bu brakisefal Orta AsyalIla
ğunu, gözlerin ise orta ve açık renkli ol rın göçlerle buralara gelmiş torunlarıdır;
duğunu belirtir. Bu sonuçlara göre, aynı 3) Anadolu’da bugün yaşayan Türkler
zamanda “Türk Tarih Kurumu’nun kuru Mongoloit ırkla ya da Ortadoğu’nun ya
luşundaki “bilimsel amaçlardan” birisi şayan ırklarıyla akraba olmayıp, tıpkı Av
nin daha gerçekleşmiş bulunduğunu bil rupalIlar gibi beyaz, Atpin, açık renk
dirir (İnan 1941: 163-70; 1947: 181). gözlü insanlardır; 4) Bugün Anadolu’da
C UMH UR IY ET ’IN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ
yaşayan Türklerle eski Anadolu uygarlık yan, sadece Tanzimatçıların “vatan" kav
larını kurmuş halklar irken akrabadır -ve ramı, İslam cıların “ümmet" fikri, O s
dolayısıyla "kültürel devamlılık söz ko manlıcıların “devlet” birliği, hatta Ziya
nusudur". Gökalp’ın “Türklük” esası dahi olamaz
1938’den ikinci Dünya Savaşı’nın orta (Dilâçar, 1940: 6-7):
larına kadar ırk paradigmasının daha ke
Aramızdaki bağ Ziya Gök Alp’in tasav
sif ve derinlemesine bir etkiye sahip ol
vur ettiğinden çok daha derin ve kuvvet
maya başladığı görülür. Artık iktidarın
lidir. Bu mü/e/ekkire göre “her Türkleş
kaygısı, Anadolu’nun Türklüğünü ve uy
miş olan Türfctür” (...) Bu bir hakikat
garlığa Türklüğün katkısını bilimsel ola
olmakla beraber, ilim bakımından la
rak göstermenin ötesinde, Türkiye sınır
mam değildir Bunu hakikata ve ilme uy
ları içinde yaşayan insanların ulusal or
gun o la r a k tam a m la y an , Kemalizm
taklığının ve korporatist dayanışmasının
Türkçülüğü olmuştur Kemalizm Türk
temeli olarak doğrudan doğruya “ırk bir
çülüğü Ziya Gök Alp Türkçülüğünü red
liğini" göstermeye çalışmak olmuştur. 363
detmez, tamamlar. Ziya G ök Alp için
Agop Dil açar’ın, Hatay Türkiye’ye katıl
menşe birliği tnevzuubahs değildi, y a
dıktan sonra, 1939 yılının Aralığında İs
bancı kaynaktan gelen fa ka t Türk kültü
kenderun Halkevi’nde verdiği konferans
rüne teınessüi eden ve onunla kaynaşan
bu açıdan oldukça açıklayıcıdır. Konfe
her şey Türkiü, Kemalizm Türkçülüğüne
ransın amacı, Türkiye’ye yeni katılan Ha
göre ise, “Her Türk asıllı olan Türktür”;
tay’da yaşayan insanların irken Türk ol
yabancılaşmağa yüz tutmuşsa, onu tek
duğunu kanıtlamaktır. Zira konuşulan dil
rar Türk kültürüne döndürmeli, zira o
ve yaygın mezhep itibariyle Türkiye’nin
Türkün malıdır (...) Etnide mümeyyiz
geri kalanıyla pek benzeşmeyen Hatay’da
vasi/ olarak, somatik, lengüistik veya
Dilâçar (1940: 4) şöyle konuşur:
kültürel vasıflardan her hangi biri hakim
...Lisan ve mezhep farkları, her ikisi de olabilir Somatik bir topluluk ise, “ırk”
birer İçtimaî tesis ve binaenaleyh kisbf (race) denilen ana esasa istinad eder...
oldukları için, İliç bir zaman bir cami /Bjutün reei topluluklarda som atik un
anın esasla bir olup olmadığının mümey sur esastır TC. sadece siyasî bir toplu
yiz vasfı sayılamaz. Birçok beşer toplu luk olmadığına göre, onun bünyesinde
lukları, tarihlerinin bazı noktalarında diğer iki topluluk şekillerini tetkik ede
dil ve mezhep değiştirmişlerdir.. /BJazı lim. Ziya Gök Alp Türkçülüğünde... tam
diller muayyen devirlerde, kültür dili bir etni mefhumu yoktu, çünkü somatik
olarak, ana yurtlarından dışarıya taşıp âmil nazar-ı itibara alınmamıştı... Ke
birçok yabancıları kendi hükümleri altı malist Türkçülük ise, fıenı somatik hem
na almışlar fa ka t ırk hususiyetlerini mü de tabiî topluluğa, yani aynı zam anda
teessir edememişlerdir,. Anadolu’nun es hem ırk hem etni esaslarına istinad edi
ki Yunan devrinde, aslen Sinoplu, Amas yor... Bu ekolü kuran Ebedî şe/ımiz Ata
yalI, Kayserili veya Tarsuslu olan öz türk olmuştur (...)
Anadolu müte/ekkirleri, zam anlarının
Bu çerçevede Türk ırkı “Alp ırkı"dır ve
kültür diliyle -yani Yunanca- yazmışlar
birçok antropolog “Alp ırkının en mü
diye Yunan mı addetmeli?
kemmel bir ırk" olduğunu söylemektedir.
Dilâçar, buraya “Kemalizm ırkçılığı ne Uygarlığın gelişiminde birçok 1'ilk”e imza
dir ve ne gibi ilmi esaslara istinat eder?” atan “Alpin ırkın efradı Türk dili tipinde
sorusunu yanıtlamaya gelmiştir. Dilâçar'a bir dit konuşurdu". Dolayısıyla “ırk” sade
göre Hatay halkını diğer Türklerle bağla ce somatik bir kategori değil, aynı zaman-
K E M A L İ Z M
da etnik bir kategoridir. Çünkü “ırk reali sporun önemine eğilmektedir. Bu konu
tesine" kültür unsurları da karışmaktadır, daki örneği ise Nazi Almanyast’dır (Ir
böylelikle, Dilâçar’a göre, Etni="race”, ya mak, 1939: 69).
ni ırk+kültür’dür (Ditâçar, 1940: 9-11),18
Almanya’da yeni rejim “stadları doldu
Dolayısıyla Halaylılarla diğer Türkleri
ran bir m illet” yaratm ayı en esaslı bir
bağlayan şey, bir ırk-kültür grubu teşkil
dava olarak ele almıştır... Bu muazzam
eden ve tarihin başlangıcında bu bölgeye
faaliyetin gayesi yalmz gürbüz insan y e
gelen “proto-Türklerdir. Hatta “Eski Er
tiştirmekten ibaret değildir Spor bir ah
menistan dahi bu cümledendir,"19 Sonuç
lâk mektebi, hatta yeni bir dünya görü
ta (Dilâçar, 1940: 16):
şünün beşiği ve rejimin en kuvvetli mes
Bugün Arapça konuşan Hatay Türkleri nedi telakki ediliyor (...) Alman sporu
nin, Sâmîiikle İliç bir alâkalan yoktur. seri bir inktşa/ halindedir. Bu inkişa/m
Onların kafatası endisi vasati olarak 85 üç desteği ilim, propaganda, teşkilâttır.
olduğundan, bunlar eski brakisefal Al- Bunun ırkın ıslahı, karakterin teşekkülü,
ptnlertn öz ah fadıdırlar... Bugün Ha Millî Müdafaa bakımından olan önemine
tay’da Arapça konuşan lıatk, aslen Türk işaret etmek lüzumsuzdur
olup, zamanın icabı olarak Arapça yaz
Bu sosyobiyolojik çerçeve, ırkın teva
mış olan birer küçük Farabî ve /bni Si
rüs ettiği yeteneklerin ve özgüllüklerin
na'dırlar Kemalizm Türkçülüğü bugün
birikimi olan bir genetikçi indirgemecili-
onlara kendi öz benliklerini, öz menşele-
ğe saplanmıştır. Örneğin Sara Akdik’e
rini bildirmiş ve Türk etnisinden olduk
larını göstermiştir. Bizdeki rasizm işte
bundan ibarettir, ve bunun içindir ki,
Edebî şefim iz Atatürk, yalnız ırk değil,
etni ve kültür bakımından dahi Türk
olan H atay’ı, Türkiye Cümhuriyeti'nin
hudutları içerisine almayı tasarladı...
(1938: 18) göre, “...genetik bilgisi saye dan geri bir geçmişten geldiğinin ima
sindedir ki, dedeleri büyük bir medeni edilmesidir. Türklüğün “kıdemini" gös
yet yaratmış olan bu millet, senelerce in termek bakımından bu zorunlu bir çekiş
kişaf edemeden kalmış bile olsa, aynı is medir. Bazı muhalif Alman ve Avrupalı
tidatları taşıdığından emin olur ve bu bilim adamlarının (örneğin Pittard, Os-
emniyetle kabaran göğsü, önüne çıkan ten, gibi), tehditkâr Alman ırkçılığı kar
inkişaf manialarını yıkmak için kendinde şısında bu teoriye kuvvetle destek ver
daha büyük bir kuvvet duyar". Bu ırkî mesinin arkasında bu psikolojik etkenin
safiyeti korumanın önemli yollarından de rolü olsa gerektir,
birisi yabancılarla evlenmekten k açın İkinci Dünya Savaşı ertesinde, Türk
maktır. Bazı Halkevi dergilerinde zaman Tarih Tezi’nİn ve ırkçı paradigmayı bes
zaman bu konuda “uyarıcı" yazılar çık leyen (öjeni, genetik gibi) diğer spekü
m ıştır (bkz. [Büyük]atam an, 1944a; lasyonların devlet tarafından aynı heye
1944b). can ve şevkle desteklenm ediği görül
İkinci Dünya Savaşı’nın eşiğine gelin mektedir. Örneğin tamamıyla tezden 365
diğinde, Cumhuriyet’in kimlik sorunu devşirilmiş 1931 baskısı dört ciltlik lise
nun, uygarlık kavramını dışta bırakan tarih ders kitapları artık okutulmamak-
Ziya Gökalpçi bir “kültür milliyetçiliği" tadır. Bu değişimde hem İnönü rejiminin
ile, uygarlığın beşiği olan Anadolu’nun Atatürk döneminin damgasını taşıyan
uygarlık kurucu oto k to n halklarının adımlarla arasına mesafe koym asının
“Türklüğü’’nden hareketle kurulmuş bir hem de dünya konjonktüründeki köklü
“uygarlıkçı milliyetçilik" arasında salın- değişimin ve Türkiye’nin yavaş yavaş Ba
dığı ve giderek İkincisinin ağır bastığı gö tı ile açık ittifak ilişkilerine girmesinin
rülmektedir. Ancak bu “uygarlıkçı milli rolü büyüktür. Dolayısıyla, tez devletin
yetçilik", söz konusu otoktonlugun irken politik d esteğin i y itirip gündem den
ispatı problemi nedeniyle ve yukarıda uzaklaştıkça, teze destek olan ana argü-
anılan nedenlere bağlı olarak bu ispatla mantasyon kaynaklarını da önemlerini
maya ilişkin metodolojik çözümlerin Al yitirmiştir. Bu kaynaklar arasında belki
man ırkçı prehistorya ve antropolojisinin de en fazla darbe alanı antropoloji oldu.
kavramsal donanımından çıkarılması ge Antropoloji ülkeye bir “ırk bilimi” ola
reği yüzünden Cumhuriyet’in resmî tezi, rak girdiği ve “ırk teo risi"n in içinde
giderek, Dilâçar’ın yaklaşımında ifadesini merkezî bir yer işgal ettiği, devletin ulus
bulan ifradî ırkçılık noktasına kadar gel yaratma sürecinde ve uluslararası meş
miştir. Bunda son derecede karışık Tür ruiyet arayışında başvurduğu tez önemi
kiye halkının “Türklüğünü ispat" kaygısı ni ve güncelliğini yitirdiği için, bu alan
da önemli yer tutmaktadır. Bütün bu gi özellikle 1940’tarın ikinci yansından iti
rişimlerin altyapısına ilişkin destek ise, baren bir g erilem e y a şa m ıştır. Afet
şüphesiz 1930’lar antropolojisinin bütün İnan’ın 1947’de doktora tezini Türk Ta
dünyayı saran ırkçı paradigmasından rih Kurumu yayınları arasında Türkçe
alınmıştır. Ancak dikkat çekilmesi gere olarak yayımlaması adeta bir son çırpı
ken bir başka konu, uygarlığı taşıyan ırk- nıştır.20 Hemen ardından Dil ve Tarih-
kültür grubu konusunda, alttan alla Al Coğrafya’mn Fakülte dergisinde kitaba
man ırkçılığının İndo-Germenizmi ile yönelen ağır bir eleştirinin yer alması
Türk Tarih Tezi’nİn Proto-Türk Alpiniz- (bkz. Demircioglu 1948), Tarih Tezİ’nin
mi arasında bir çekişmenin yaşanması ve ve odağında yer alan “ırk teorisi”nin ar
tarih kongrelerinde okunan birçok bildi tık himaye görmediğini açıkça göster
ride Indo-Germenierin uygarlık bakımın mektedir. Antropolojinin gerilemesinin
K E M A L İ Z
DİPNOTLAR
1 Bu “ulusal bilim" vurgusu açısından ayrıca bkz: ikinci başkanı Haşan Cemil (Çambel) Bey'in
Kossinna, 1941. tebliğinden izlenebilir (bkz. Haşan Cemil (Çam-
2 Alman tarihselciliğinin en önemli temsilcileri bel], 19521.
olan Herder ve Dilthey'ın Cumhuriyetin iktidar 3 Mehmet İzzet M illiyet N azariyeten ve M illî H a
seçkinlerini nasıl etkilediği ve Herder'deki tarih y a t başlıklı kitabında şöyle der: "Milliyet için
telsefesi anlayışı içinden çıkan evrimci tarihsel beynelmileliyet şarttır. Milletin en çok diğer
kültür anlayışının onları nasıl etkilediği, I. Türk milletlerle karıştığı yerdedir ki milli hissin kuv
Tarih Kongresi’nde Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti vetlenmesi şeraiti ihzar edilmiş otur. Beşeriyet
C U M H U R I Y ET'I N İ D E O L O J İ K ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLO
yekdiğerine zıt milletlerin çarpışmasından çı 8 Bu rh an Be Ig e (193 6), I7(us gazetesin de k i ma ka
kan tenafürü esvattan ibaret değildir. Beşeri lesinde, ülkede egemen ve yıkılması gereken
yet bir ahenk t ir; vakide değilse bile bir ahenk tarih anlayışının bileşenlerinin başına, "Avru
olması vaciptir... Bir insan da, kendi milletini palInın elinden çıktığı için, ârilik demagojisinin
müdafaa ederek bir beşeri mefkureyi himaye zaman zaman batağına saplanan avrupasant-
eylediğine inanmakla milletine olan muhabbe rik ve tahrif edilmiş bir 'insanlık tarihi'ni" koy
ti kuvvetlenir. Millî olan mefkuremizle ve har maktadır. Diğer bileşenler ise, Yahudi masalları
sımızla iftihar edebilmek için ona beşerî bir kıy derlemesi olan "Kısas-ı enbiya", aslında Arap
met vermeye mecburuz" (aktaran Öztürkmen millî tarihinden ibaret olan "Islâm tarihi" ve bir
1998; 180). sülâle zihniyetine sıkışmış "Osmanlı tarihi"dir.
4 "...1935 yılında da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül Tabii ki Türk Tarih Tezi'nin "ötekisi" sadece
tesi açıldı. Artık bu fakülte ile Türk tarihi en es Avrupa değildi. Belge'nin de belirttiği gibi,
ki çağlardan itibaren kendi dilimizde yazılmış Arap ve Islâm tarihçiliği ve onun etkisindeki
kaynaklar yanında Sümer, Akad, Hitit, Çin, Osmanlı tarihçiliği, diğer ve belki de daha ciddi
Hint, Iran, Arap, Rus, Macar, Latin, Yunan dille bir "öteki" İdi. Zira Türk tarih ve antropoloji
rinde yazılmış kaynaklardan, ayrıca İngilizce, tezi öncelikle Türklerin Araplarla ve sarı ırkla
Almanca, Fransızca dillerinde yazılmış Türklerle özdeşleştirilmesine şiddetle karşı çıkarak, o za
ilgili araştırmalardan yararlanılacak, diğer ta manki Avrupalı ezberin bu Önyargısına karşı.
raftan arkeoloji, antropoloji, tarih, coğrafya bi Örtük biçimde "aslında biz de siz den iz, sizinle
limleri de bunlara yardımcı olacaktı. Tarih ve aynı ırkî dairedeniz" demeye çalışıyordu.
dil kurumiarı ise bu araştırmalar için program 9 Kültür Bakanı Saffet Ar ikan Tez’in sonuçlarını 367
lar yapıp parasal yardrırt sağlayacak ve bunla Şöyle özetliyor: "...Bir kaç yıllık uğraşma sonu
rın yayınlarını üstlenecekti" (Çığ, 1990: 67). cunda, tarihin en karanlık köşelerini aydınla
5 Assuroloji adının Semitik çağrışımı, Türk Tarih tan hakikat bulundu. O hakikat şudur: Dünya
Tezi'nin temel iddiası bakımından Atatürk'ü da yüksek kültürün ilk beşiği Türk ana yurtları
rahatsız etmiştir. Muazzez İlmiye Çığ (1990: dır ve o kültürü kuran ve bütün dünyaya ya
67), bu rahatsızlığı şöyle nakleder: "Atatürk’ün yanlar da Türklerdir. Arkeoloji irdellerinin her
Sü meri il ere, dillerinin dilimize benzemesi dola gün bir kat daha aydınlattığı bu hakikat artık
yısıyla özel bir ilgisi vardı. Bunu, bütün dünya bir ipotez sayılmak devrini çoktan geçirmiştir
da Asuroloji olarak adlandırılan şubeye 'bıra (...) 16. yüzyıla kadar bütün insanlığın, bilgi,
kın şu Sam ileri, bölümün o adı Sümeroloji ola ahlâk gibi bütün yüksek anlamlan İle kültür
caktır’ demekle kanıtlamıştır". bakımından durumu göz önüne getirilsin, bü
tün ulusların üstünde bulunan ulus kimdi?
6 20. yüzyılın başlarından itibaren "kültür" kav Eğer tarih bir misal değil de bir hakikat ise,
ramı, yavaş yavaş "ulus" ve "uygarlık” kavram dünya tarihinin 16. yüzyılda insanlığın bütün
larının yerini almaya başlamıştır. Bu aynı za yüksek değerlerinin oruntağı olarak ve bir gü
manda Fransız İhtilâlimden mülhem "ulusal neş gibi dünyanın gözünü kamaştırarak en yü
egemenlik" kavramı yerine, belirli bir insan ce katlarda parlıyan varlık, Türk Ulusu idi" (ak
grubunun özgül karakterine yaslanan bir "kül taran İnan 1974: 30). Burada 16, yüzyılın sınır
tür milliyetçiliği"nin ürünü olan Alman ve Ital oluşturması da İlginç bir vurgudur. Bakan, Kla
yan Birliği'rrin kuruluşunu izleyen bir gelişme sik Osmanlı devrinin başlamasıyla "Yüksek
dir. Gustav Klemm’den başlayarak, Norveçli ar Türk kültür devri"nin ve "Türk Ulusu'nun üs
keolog Olof Rygh, Alman arkeolog ve prehis- tünlüğüm ün bittiğini ima etmektedir. Ba-
toryacılar Hans Hildebrand, Eduard Meyer, Fro- kan'ın bu vurgusu, Nâfi Atıf Kansu'nun da dik
benius ve Kossinna, kültürü, "ulus" ve "uygar katini çekmiştir. N A. Kansu (1936) Bakan’m bı
lık" kavramlarının yerini alacak biçimde, tarih raktığı yerden devam etmektedir: "Bir zaman,
te devlet kurmuş toplumlara işaret edecek bi incelenmesi çok lüzumlu olan türlü tesirler al
çimde, onların geçmişlerinin arkeolojik kayıt tında, Türk kültürü zaafa uğruyor, gerileme
lardan izlenmesiyle kurulan bir süreklilik, bir başlıyor... Atatürk, Türk milletinin yüzyıllarca
ortaklık ve en nihayet bir üstünlük formu ola süren ters talihini yeniyor, ilerisi zengin, parlak
rak kullanmışlardır. Diaz-Andreu, bu nedenle bir tarih açıyor...". Cumhuriyet ideologlarına
20. yüzyılın "kültür kavramının zaferine" sahne göre böylece Cumhuriyet Devrimi, Türk ulusu
olduğunu yazar (bkz, Diaz-Andreu, 1996: 54-5). nun Osmanlı devriyle kesilen yüksek tarihini
7 Bu sözler irdelendiğinde, Türklerin artık tarih kaldığı yerden devam ettirmektedir. Bu görüşe
sel olarak incelenmeye değer bir millet haline göre Osmanlı, Türklüğü adeta "tarihsiz bir
geldiğinin söylenmek istendiği görülür. Dolayı halk" haline getirmiştir. 16. yüzyılın öncesine
sıyla "tarihe katılan" bu milletin bu başarısını bakıldığında "tarihin öncülüğünde" görülen
sağlayan özelliklerin, daha doğrusu onun da bu ulusu Cumhuriyet yeniden "tarihe sokmak
diğer "başarılı" milletlere benzer tarihî özellik tadır". Burada tarihli olmakla ulus olmak ara
leri taşıdığının gösterilmesi mecburiyeti ortaya sında kurulan özdeşlik de seçilmektedir. Tari
çıkmıştır. Burada Alman geleneğinden mül hin eski devirlerinde "ulus” olarak varolan
hem "tarihsiz halklar {N a tu rv ö lk e r }"-tarihin Türklük, Osmanlı ile birlikte bu özelliğini kay
öznesi "Kültür halkları (Kufturvö/ker)” ayrımı betmektedir ve Atatürk Devrimi ona "ulus ol
ile Hegelci tarihsel ilerleme fikrinin meczedildi- duğunu hatırlatmıştır".
ği görülmektedir. 10 Almanlar tarafından yürütülen bu kazıların,
K E M A L I Z K*
Aryen ırkın kurduğu büyük uygarlığın ortaya larda görüldüğü veçhile, Kengi halkı, yani Sü
çıkarılması için başlatılması ve sürdürülmesi il mer ler, orta boylu, tıknaz bedenli, geniş alinle
ginç bir ironidir. Almanlar Hatti ve Hitit bakiye dolgun çehreli, büyük burunlu, büyük ve çekik
lerini, Indo-Germenlerin uygarlık adımı olarak gözlü, kısa ve geniş boyunlu brakisefal insan
okurken, Türkler bu kazılardan çıkanları Proto- lardı. Kafaları çıkıntılı olup, düz bir ense ile be
Türkterin uygarlık kuruculuğunun ve Anado dene merbut bulunuyordu. Burunları da Türk
lu'ya erken gelişin kanıtı olarak okuyorlardı, ler gibi iri; çıkıntılı; ve gaga burun olmaktan zi
Hattuşaş kazıları 1907 yılında başlamıştı. yade, az seçilen çehreyi uzatıyordu. Bu cismanl
Î915'de Çek bilim adamı Bedrich Hrozny Hat- vasıfları haiz tipler Anadolu’nun her tarafın
tuşaş'ta gün ışığına çıkarılan tabletlerin dilini dan bugün de görülmektedir" (Günaltay ve
çözdü. Bu dil, bir Hint-Avrupa diliydi. Böylelikle Tankut 1933: 21-22).
Kilitler üzerindeki Germenik ilgi yoğunlaşma 13 "Ön Asya'nın Y a fe tit denilen bu ilk temdinci
ya başladı. İlgi sahiplerinden büyük kısmı, Hitit [uygarlaştırıcı] halkına ait olarak bugüne ka
uygarlığının, onların Hint-Avrupa kökenli ol dar bulunan kafataslarının brakisefal, bünyesi
maları nedeniyle büyük bir uygarlık olduğunu malûm olan dillerinin de iltisakt [bitişken] olu
savunuyorlardı. Dil, aynı zamanda Indo-Germe- şu, dinlerinin Orta Asyaiı diğer kavimlerin ta
nik ırkın da işaretiydi (bkz.Lerner, Meacham ve biat kuvvetlerini takdis esasına müstenit bulu
Burns, 1993: 41). Türk Tarih Tezi, dil-ırk ilişki nuşu ve nihayet hepsinde mabut Teşup ile
sinde dilin yerini Türkçe'yle değiştirdi (dil-ırk mabude Hepa'ntn müşterek oluşu menşeleri-
ilişkisine ait bir temellendirme olarak bkz. Tan- nin ittiadını göstermektedir" (Günaltay ve
368 kut, 1943) ve Hitit dönemine alt iskeletlerin Tankut 1938: 23).
analiziyle onların "Alpin ırk"tan oldukları ilan
edilerek, bu kez antropolojik kanıtla tez güç 14 "...Mısır'da A b yd o s, N egade, G e rze ve Harage
lendirildi. Bazı Avrupalı bilim adamlarının (Pit- gibi mezarlıklarda yapılan hafriyat. Milâttan
tard ve Osten gibi) bu bulguya dayanarak yapı önce beşinci binde Mısır’ın geniş kafalı (Braki
lan kimliklendirmeyi desteklemesi, Türk Tarih sefal) insanlar tarafından istilâ edilerek burada
Tezl'ne güveni arttırdı. Böylelikle Almanların ikinci eneolitik medeniyeti kurmuş olduklarını
kurduğu ırkçı hipotez olduğu gibi ödünç alını meydana koymuştur" (Günaltay ve Tankut
yor, ama Özne değişiyordu. Bu "sahiplen me" 1938: 23).
yarışında ön almak için Atatürk'ün 1931 yılında 15 Kültür Bakanı Saffet Arıkan, DTCF'yi açarken
Paris'te yayımlanmaya başlayan fievue H ittite yaptığı konuşmada, Türkiye'deki tarihin siyasal
e t A sia n ig u e dergisini himayesine alması dik etkenlerle çerçevelenmiş Batı tarih kitaplarının
kat çekicidir (Çığ, 1990: 67). çevirisinden ibaret gördüğü tarih kitaplarının
Bunun gibi, daha uzak bir halk olan Etrüskler "Türk'ü ikinci derecede, Mongol tipinden bir
konusunda dahi hem Almanlar tarafından yaratık" olarak gösterdiğini söylüyor ve bu tes
hem de Türk Tarih Tezi'nl savunanlar tarafın pitin yaygınlık kazanmasında sadece Avrupalı
dan benzer bir "sahiplenme" teşebbüsü vardır. tarihçilerin suçlu sayılamayacağını belirtiyordu.
Etrüsklerin Türklüğüne yahut Anadolu kökenli Osmanlı ve Selçuklu Türkleri de suçlu idiler (I):
oluşuna, II. Türk Tarih Kongresi'nde özellikle "..Meselâ Osmanlı Türkleri ve ondan önceki
eğilinmiştir (bkz. Brandensteln, 1943a, 1943b; Selçuk Türkleri, bu topraklara geldikleri za
(acopi, 1943). Bu iddiayı son zamanlara kadar man, dedelerinin kurdukları varlıklar içine gir
getiren ise Adile Ayda (1971, 1985) olmuştur. diklerini ve kendilerini kucaklayanların a y n i
Aynı iddianın daha Önce Almanlar tarafından ırk ta n kardeşler olduklarını düşünmediler bi-
ileri sürülüşü ise, yine ilginç bir ironidir (örne le..(a.b.ç.)“ (aktaran İnan 1974:30). Bir Fakülte
ğin bkz. Kannengiesser, 1905). nin açılış töreninde serdedilen ve Prusya tarih
okulunun ulus anlayışında bile görülmeyen de
11 Tarihçilerin Türklerle Moğolları bir saymalarına recede bir 'aşkın bilinci' ulusa atfeden, böyle
yol açan hatalı bakış açısına karşın "...diğer sa likle ulusu toplumsal bir olgu ve varlık olmak
halarda tetkiklerde bulunanlar lyani antropo tan tamamen çıkaran böylesi mantıkdışı görüş
loglar] Türklerle Moğollar arasında ırkî bir mü ler bir yana, "Mongol tipinden bir yaratık" tü
nasebet olmadığını farketmişlerdir. Bunlardan ründen ve kelimenin tam anlamıyla ırkçı tasvir
Vösale Cenevizlilerle Türkleri ve Grekleri bir tu lerin, o zamanki bilim heyeti ve devletin en
tuyordu. O zat her milletin de yuvarlak kafalı yüksek ricali önünde ifade edilebilmesi gerçek
olduğunu müşahade etmişti. Cuvier ise Türkleri ten düşündürücüdür. Bu durum, iktidar seçkin
stik o Ta ta r adı altında beyaz ırka bağladı. En leri ve egemen bilim çevreleri arasında anılan
yeni bir etnoloji kitabı olan Lestor ve Mil- konularda geniş bir mutabakatın söz konusu
lot'nun eserinde Moğolların antropolojik tari olduğuna delalet etmektedir.
fene (...) uyan] ...tipte insana Balkanlarda,
Anadolu’da, hattâ belki Orta Asya'daki Türkler 16 Dönemin Kültür Bakanı Saffet Arıkan, Fakülte
arasında bile çok seyrek tesadüf edilir. Moğol nin açılış töreninde yaptığı konuşmada bu
istilâları zamanlarındaki büyük ölçüde İh ti Iât özelliği şu sözlerle vurguluyor: "..Kültür işinde
lar (karışmalar) bu antropolojik evsafı Avrupa ana kaynağın tarih olduğu kanaatidir ki, bu
ortalarına ne kadar götürdü ise, Türk yurduna alanda çalışmaya çok önem verdirdi..." (akta
da ancak o nispette sokabilmiştir" (Günaltay ran İnan, 1974: 29).
veTankut 1938:26). 17 Dönemin resmi tezini oluşturanlara göre bu
12 Semerlerin "[b] ıraktı klan heykel ve kabartma kabuller bilimsel yollardan kanrtlanmış ve des
C U M H U R I Y E T ' 1N İ D E O L O J İ K ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ
aktörlerinin (kavimler, uluslar, kültürler, sı, “tadilat’in bir endişeyle, demek bir it
uygarlıklar) sadece savaş meydanlarında sel çatışmayla birlikte ortaya çıktığını gös
değil, manevî alanda da karşı karşıya gel terir. Yerli edebiyatla “cihan edebiyatlar;
diği ve birbiriyle kıyaslandığı anlamına arasında bir karşılaştırma olmuş ve b..
gelir. Bu, geç kalmış olan için, acizleştirici karşılaştırma "her açıdan" yabancı ürünle
bir endişe demektir. Endişeyi hissedenin rin lehine sonuçlanmıştır. Bunun, 20. yüz
endişe kaynağıyla yüzleşebildiği berraklık yıl başlarına gelindiğinde çoktan yapılmış
anları, en azından metinsel düzlemde, en bir karşılaştırma olduğu da belirtilmeli
derdir. Millî Edebiyat akımının (1911) ku Son yüz elli yıl içinde Avrupa karşısındz
rucularından, şair, eleştirmen ve politikacı alman askerî ve siyasal yenilgiler, çok geç
Ali Canip Yöntem’in Mehmet Izzet’in ya meden bir kültürel mukayese/asimilasyor.
zısıyla aynı tarihlerde yayımlanan "Edebi sürecini de başlatmıştır seçkinlerin zih
yat Tedrisatının Yeni Veçhesi Çocukları ninde. Yenik düşenin konumundan yapı
Kozmopolit Yapar mı?" başlıklı yazısı, sırf lan bir karşılaştırmadır bu; yenilgi, yenen
372 başlığıyla bile, böyle görece berrak bir tarafın model, yenilen tarafınsa öğrenci, iz
yüzleşmenin ürünü gibi görünüyor; leyici, kısaca kopya konumuna yerleşme
“Bugüne kadar liselerimizde edebiyat siyle sonuçlanm ıştır (bu açıdan, Yön
derslerini hemen hemen yalnız mahallî tem’in yazısında Avrupa edebiyatının “ci
eserler işgal ediyordu. Çocuklarımızın be han edebiyatı" olarak tanımlanması an
diî vicdanına ait sahayı aşağı yukarı Sinan lamlıdır). Her karşılaştırma, model karşı
Paşa, Fuzulî, Bâkî, Nef’î, Nedim... ve bol sında kaygılı bir yetersizlik duygusuyla
bol Hal id Ziya ve Tevfik Fikret’le arkadaş be liri eniyordun Çatışmanın içsel (dolayı
ları, nihayet daha yeni muharrirler ve şair sıyla fantastik) bir boyutu olduğunu vur
ler dolduruyordu. Lise talebesi için bir gulamak gerekir: Sadece bir dış düşman
Homeros, bir Virgil, bir Shakespeare, bir karşısında duyulan gerçekçi korku değil
Goethe, bir Corneİlle, bir Racine ve ilh... dir söz konusu olan: Düşman, aynı za
meçhuldü. Eğer muallim garp edebiyatla manda bir model (erişilmesi gereken ide
rına vâkıfsa -program haricinde- ecnebi al) olarak da içi eştirilmiş tir bu süre için
muharrir ve şairleriyle eserlerinden bahse de; öyle ki. Millî Mücadele’nin önder ve
debilirdi, Son muaddel [tadil edilmiş] kadroları, kendi iç dünyalarında da temsil
program ise ‘cihan edebiyatlarına’ ait me edilen, o İç dünyanın bir yönünü oluştu
tinlere geniş bir yer ayırmış oldu. Artık ran bir "düşmana" karşı, başka bir deyişle
Türk çocuğu Yunan, Latin, İngiliz, Alman, kendilerine karşı mücadele ediyorlardır.3
Fransız, Italyan edebiyatlarına ait metin Bu içsel bölünmenin sancısına -kİ “Batı
tercümeleriyle yüz yüze gelecektir, İtira/ lı” ya da “evrenselci” norm ve kavramlar
etmeliyiz kİ, bu yazılar, mahalli mahsulleri içleş tiril diği ölçüde daha da k e s in le şe
mize her nokta-i nazardan jâ ik tir [üstün cektir ve edebiyatçılarda ve dönemin kül
dür], Henüz yetişmekte olan bir genç, bu türel elitinde bu içselleştirme daha belir
faikiyete meftun olup ‘milliyetinden ma gindir4 - Batılı modeller karşısında bir ça-
nen tebaüd etmez mi [uzaklaşmaz mı]? restzleşme ya da daha doğru bîr deyişle
Daha sarih bir tabirle edebiyat tedrisatının bir çocuklaşma da eşlik eder, Tanzimat'tan
yeni veçhesi çocuklarımızı kozmopolit sonra Osmanlı kültürel geleneğinin (özel
yapmaz mı?...’’ (Kaplan: 198i b, 135). likle de edebiyatın) yeni, Batılı biçim ve
Yöntem’in kendi yanıtı, “hayır, yapmaz" türler uğruna terk edilmesi, Osmanlı ede
olacaktır. Ama bu noktada sorunun ken biyatçılarım, bir an içinde, bir tarihsel an
disi, olası yanıtlarından daha önemlidir. içinde, eski ve ihtişamlı bir kültürel mira
Böyle bir sorunun açıkça sorulmuş olma sın emanetçileri olmaktan çıkarmış, sade-
1 9 2 0 ‘ L E R D E N 1 9 7 O‘ L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R
ce düşünmeyi ve yazmayı değil, davran Bu edebiyat yerine bir dereceye kadar ki
mayı ve hissetmeyi de yeni yeni öğrenme tabi mahiyette olan klasik Fransız edebi
ye çabalayan ergenlere dönüştürmüştü. yatını tcdkik etmeğe teşebbüs etselerdi,
Darülfünun Batı Edebiyatı Tarihi müderri belki daha fa z la muvaffak olurlardı. Mu
si Yusuf Şerif (Kılıçel) 1924’te “Avrupa asır garp dsör-ı edebiyesinden edilecek
Edebiyatı ve Biz” başlıklı bir yazıda bunu yegane istifade garp üdebâsının bütün il
şöyle açıklamaya çalışır: hamlarını millî hayattan ve şahsî hissi
yattan ne sutefle iktibas ettiklerini öğren
“Bir eser yazm ak istedikleri zaman şe’nî
mekten ibaretti. Biz böyle yapmadık: On
hayatın mevludu fgeçek hayatin ürünü)
ların tarz-1 tefekkür, tarz-ı tahassüslerini
olan samimi şahsiyet, zihniyet ve hassasi
almak istedik ve onun için sönük kopyacı
yetlerini bir tarafa bırakarak, Arap ve
vaziyetinden kurtulamadık. Avrupa ede
h a n dsürının kendilerinde doğurduğu
biyatım bu surette taklit etmenin en fena
sunî, kitabi zihniyet ve hassasiyet vasıta-
bir taklit olacağım idrak etmedik. Keli
sıyle düşünmeğe ve hissetmeğe öteden beri
melerle oynamaktan korkmasaydım, der
alışmış olan m u harrirlerim iz, Avrupa
dim ki, taklide müsait olmayan bir edebi
edebiyatım da ruhlarının sunî, lîitabf kıs
yatı en mükemmel bir surette taklit etmek
miyle tetebbu ve taklit eltiler. Halbuki
onu katiyen taklit etmemekle mümkün
garp edebiyatının romantizm devrinden
olur Fakat adem-i m uvaffakiyetim izin
itibaren başlıca vasf-ı mümeyyizi bütün
sırrını ancak bu noktada aram ak doğru
ilhamım şe’nî hayattan almak istemesidir
değildir Garp edebiyatıyle kesb-i ünstyel
Bizim edibler ise ancak bu devrin /Ro
etmemiz nisbetenyenidir )...) Maatteessüf
mantizmin) edebiyatım tanıyabilmişleıdi.
en basit fikirleri keşfetmek zamana müle-
K E M A L İ Z M
vakkıftır. “Bir şey olabilmek için iyi kötü Türk kültürünün kaderi olmuş gibiydi.
benliğini muhafaza ve onunia iktifa etmek Şüphesiz, içsel bölünmeyi onarmaya,
lâzmdtr" fik ri pek basit görünüyor Öyle mutsuz bilincin sancısını gidermeye ya da
olduğu halde bu düsturu ancak otuz, ktrk hafifletmeye yönelen programatik çabalar
yaşına geldikten sonra takip edebiliyoruz. da aynı süreçte ortaya çıkacaktı. Ziya Gö-
Edebiyatımızın da sinn-i rüjde /rezillik kalp'in “hars ve medeniyet sentezi” prog
yadına] vâsıl oluncaya kadar, okuduğu ramı da bu ihtiyaca cevap veriyordu.
parlak cümleleri alız yazıları arasına sı
kıştırmak istiyen bir mübtedi (yeni başla "HARS VE MEDENİYET”________
yan] mevkiinde kalması zaruri idi. Ne de
nirse densin, şark ile garp arasında bin Taha Parla, Gökalp’in “tam bir uyum te-
dört yüz senenin açtığı bir uçurum var orisyeni" olduğunu vurgular (1989: 38).
dır” (Kaplan, 1981b: 199-201). Gökalp’in düşünsel etkinliğini kurduğu
1912-24 döneminde de sancılı bir uyum
Edebî etki sürecini teknolojikleştirmesi-
374 ihtiyacı vardı: “Batı gibi olmak" ile “ken
ne ( “ne suretle”) ve Romantizmi de sade
dimiz olmak” arasındaki uyum. Ulusal
ce akımın kendi hakkındaki iddiasına
kültür ( “hars”) ile uluslararası uygarlık
( “sam im ilik") indirgem esine rağmen,
sentezi, bu ihtiyacı hem adlandınyor hem
önemli sezişler içeren bir pasaj: Öznenin
karşılıyordu. Ama sadece bu kadar da de
kendisiyle özdeş olması, kendinden ibaret
ğil: Bir sentezin tasarlanabilmesi için önce
olması gibi “pek basit görünen" bir duru
gerçekliğin antitetik niteliğinin kaydedil
mun bile ancak öğrenim ve deney süreci
mesi gerekir - Gökalp’in kuramı, “uyum-
nin ürünü olabileceğini, başka bir deyişle
cu" (organizmacı) doğasına rağmen, Os
kendiligindenlige ve içtenliğe erişmek için
manlI toplumunda Tanzimat’tan sonra be
önce kendiligindenlik ve içtenlikten uzak
liren kültürel kutuplaş mal an vurgulamak
laşılmış olması gerektiğini ister istemez
tan, hatta bunlara Tanzimat Öncesine uza
teslim ediyor gibidir yazar. Öte yandan,
nan bir soykütügü çıkarmaktan geri dur
“kelime oyunundan korktuğu" için geri
muyordu.
durduğunu söylediği kelime oyununda,
Gökalp’e göre hars ulusal, medeniyetse
belki farkında olmadan, kendi bilinçli iro
uluslararasıydı. Bir toplumun “bütün fert
nisinin de ötesinde kalan bir nesnel ironi
lerini birbirine bağlayan, yani kişiler ara
ye işaret etm ektedir: Romantizm gibi
sındaki uyumu sağlayan kurumlar hars
“taklide gelmez" bir edebiyatı taklit etme
kurumlandır [...1 Bir cemiyetin üst taba
nin en iyi yolu onu hiç taklit etmemektir
kasını başka cemiyetlerin üst tabakalarına
önermesi, çağdaş -o dönem için postro-
bağlayan kurumlar ise medeni kurumlar-
mantik- Batı edebiyatı karşısında yeni
dır" (L995: 11). Medeniyet, bilinçli, yön-
Türk yazarının çifte açmazını da tanımlar: temli ve bireysel çabaların ürünüydü, do
Osmanlı edebiyatında, mutlak bir özgün
layısıyla “suni" idi; hars ise tıpkı doğa gi
lük iddiası güderek taklitten kaçınmak, bi kendiliğinden oluşuyordu: “Medeniyet
bir zevk düşüklüğü, bir edebiyat ayıbı ola
usul vasıtasıyla ve ferdi iradelerle vücuda
rak görülür ve özgünlük de ancak bir rae- gelen içtimai hadiselerin mecmuudur [...i
tinlerarası çerçeve içinde anlam kazanabi
Harsa dahil olan şeylerse, usul ile, fertle
lirdi; oysa şimdi, Türk yazarı taklidin büs
rin iradesiyle vücuda gelmemişlerdir, sun i
bütün ötesinde bir mutlak özgünlük peşi
değillerdir. Nebatların, hayvanların uzvi
ne düşüyor ama ona özgünlüğün çerçeve
hayatları nasıl kendiliğinden ve tabii bir
sini veren de yine bir dış model oluyordu.
surette inkişaf ediyorsa, harsa dahil olan
Taklit, kendi olumsuzlanış inin içinde bile. şeylerin teşekkül ve tekâmülü de tıpkı öv-
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O 1L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R
ledir [...] Medeniyet usulle yapılan ve tak yclimizı ve istiklalimizi müda/aa edebil
lit vasıtasıyle bir milletten diğerine geçen mek için, Avrupa medeniyetini iğtinam et
mefhumların ve tekniklerin mecmuudur. memiz (yağmalamamız, bir ganimet ola
Hars ise hem usulle yapılmayan, hem de rak ele geçirmemiz] lazımdır Avrupa me
taklitle başka milletlerden alınamayan deniyeti, müsbet ilimlerden ve sınai tek
duygulardır” (1976'. 26, 29).5 niklerden, içtimai teşkilatlardan ibarettir.
Gökalp’e göre, Türklerin yaşamında Vaktiyle Avrupa’dan “Nizam-ı Cedit“ as
hep bir hars-m eden iye t ikiliği olmuştu: ker m ektebi almamış olsaydık bugün
“Çok eskiden, Çin medeniyetinden kurtu Anadolulu düşmanlarımıza karşı müda-
lup Iran medeniyetine girmişti" (1995: fa a edebilecek miydik? Avrupa’nın kuvve
14), Selçuklularda, Türk harsı ile Iran me ti, yegane fa ik ıy e ti m edeniyetindedir.
deniyeti arasındaki gerilimi Yunus Emre Müslümanları mağlup etmesi ve bütün çı
ile Mevlana karşıtlığı temsil ediyordu: kana kakim olması yalnız medeniyeti sa
“Yunus Emre’nin ilahileri, bütün Anadolu yesindedir (1980: 40).
Türkleri arasında vicdan birliği sağladığı 375
Gökalp’in muhakemesinin iç tutarsız
yani insanları birbirine bağladığı için bir
lıkları açıktır: “İlahî bir muvaffakiyetle"
hars hareketiydi. Oysa Mevlana’nın şiirle
hep doğruyu bulan, “asla hataya düşme
ri, Anadolu’da olduğu gibi İran ve diğer
yen" ulusal hars, nasıl olmuştur da “Garp
İslâm ülkelerinde de üst tabakaları birbiri
medeniyeti" karşısında kendi doğru yolu
ne bağlayıcı etki taşıdığı için bir medeni
nu bulmayı başaramayıp yenik düşmüş
cereyandan ibaretti [...1 Osmanlı Devle-
tür? Batı uygarlığı karşısında yenik düşe
ti’nin kurulduğu dönemde, Anadolu’da
nin aslında kültür değil de yine bir başka
Türk harsı ile Iran medeniyeti, yani Türk
uygarlık ( “Arap-Acem medeniyeti") oldu
çülük ile taklitçilik, bu şekilde çarpışmak
ğunu söylemek, bu çelişkiyi tam olarak
taydılar I...] Şimdi ise İran medeniyetin
gidermediği gibi, Gökalp’in kavramiaşfır-
den kurtularak Avrupa medeniyetine gi-
masmın çerçevesi içinde sorulması gereken
ri[lilyordu. Bunun anlamı ise şudur: lslâ-
daha temel bir soruyu, Gökalp ve izleyici
miyetten önceki Türk harsı Çin medeni
leri tarafından açıkça seslendirilmemiş
yetiyle çarpışıyordu. Islâm devrinde. Iran
olan daha huzursuz bir soruyu da zorunlu
ve Arap medeniyetiyle çarpıştı; bundan
olarak gündeme getirir: Türk harsı, neden
böyle ise Avrupa medeniyetiyle çarpışacak
hep başka medeniyetlerin ( “Çin”, “Acem-
demekti” (1 9 9 5 :1 1 ,1 2 ,1 4 ).
Arap", “Avrupa-Garp”) dairesi içine -ve
Böyle mutlak bir ikilik ya da karşıtlık
hakimiyeti altına- girmek zorunda kalmış-
fikrînin herhangi bir sentezi imkânsızlaş
ur? Ve kendini rahat hissedeceği bir me
tıracağı düşünülebilir - ama Gökalp, bazı
deniyet çemberini neden hiç bulamamış
iç tutarsızlıklar pahasına da olsa, bu zor
tır? - Böyle bir sorunun anlamlı biçimde
luğun çevresinden dolaşabiliyordu. “Bu
yanıtlanamayacağını, çünkü şimdî’nin
gün Garp medeniyetini kabule mecbu
kavram ve sorularım geçmişe mal ettiğini
ruz,” diye yazıyordu 1922’de Y'enî Cim ga
öne sürmek mümkündür: Gökalp’in hem
zetesindeki makale dizisinde:
metni ( “medeniyet" ve “hars" terimleri)
Kabul etmediğimiz takdirde Çarp devlet hem de alt metni (beka kaygısı) Osmanlı
lerinin esiri olacağız. Garp medeniyetine Devleti’nin çöktüğü 1878-1918 dönemi
kakım olm ak yakut G arp devletlerine nin ürünüdür; “medeniyet” ve “hars” gibi
makkum olmak, bu iki şıktan birini kabul kurgular -ve bu ikisi arasında bir karşıtlık
mecburiyetindeyiz. Bugün artık şu haki olduğu düşüncesi- sosyal teoriye 19. yüz
kat anlaşılmıştır: Avrupa’y a karşı hürri- yılda hakim olan organizmacı paradig-
K E M A L İ Z
hiç mahcur yoktur Çünkü diniyal bütün nüşte kuramsal bazı gerekçeler sağlamak
dinlere aynı nazarla bahan bir ilimdir ve önemliydi.6
yalnız dinleri» »asıl tetkik edildiğine dair Böyle bir kültürel politikanın bazı pra
müsbct ve objektij usulleri gösterir /,,/ tik sonuçları şöyle özetlenebilir:
b iz Avrupa’dan hatta musbel ilimleri» (1) Türk harsının gelişmesini önlemiş
oralardaki neticelerini bile almayacağız. olan Osmanlı kültür ve edebiyatı tümüyle
İlmi hakikatleri kendimizde bulmak üzere tasfiye edilmeliydi. Bu edebiyat, bireysel,
yalnız ilimlerin usullerini alacağız, hatla bireyci, taklitçi ve aşın rasyoneldi. Bunun
tekniklerin /enlerin mahsullerini değil, yerine, bireylerin değil topluluğun ürünü
kendilerini alacağız. Mesela, Avrupalı olan ve içten (gönülden) gelen halk kül
musikişinasların bestelerini değil, halkı- tür ve edebiyatı geliştirilmeliydi.7
mız arasında terennüm edilen melodileri (2) Kültürel alanda asıl düşmanın adı
armonize edecek usulleri alacağız (1980: kozmopolitizmdi.8 Gökalp, “beynelmilel
41-42). (Garp) medeniyete” katılmaktan yana ol
duğu için, kozmopolitizmle enternasyo 377
Özle biçim in, malzemeyle yöntemin,
nalizmi birbirinden ayırıyordu. Enternas
(ulusal) içerikle (evrensel) tekniğin böyle
yonalizm, ulusların yan yana yaşaması ve
mutlak biçimde birbirinden ayrdması,
kendi benliklerini yitirmeden birbirinden
Gökalp'in esinlendiği pozitivist sosyoloji
erinlenmesiydi; bu açıdan, herkesin, men
açısından bile bir karikatürdü. Pasajın de
sup olduğu ulusun harsını unutmadan,
vamında, klasik ( “normal") sanatla post-
başka ulusların kültürünü sevmesi, takdir
romantik ( “dekadan, fantezisi”) sanat ara
etmesi mümkündü. Ama uluslararası
sında da yine kesin bir ayrım yapar: “Ede
“medeniyet zümresini, hususi bir medeni
biyatta da Avrupa klasiklerini lisanımıza
yete mensup milletleri» [toplamı] gibi te
tercüme ederek, bedii terbiyamizi yükselt
lakki etmeyen adamlar da vardır. Bunlara
memiz lazımdır. Avrupa’nın klasik edebi
göre ayn ayrı medeniyetler yoktur, bütün
yatı normal bir edebiyattır. Dekadanların,
insanların mecmuu, bir tek medeniyet
fantezistlerin vücuda getirdikleri eserler
zümresinden ibarettir ve bu bir tek mede
ise hasta bir edebiyattır, Osmanlı milleti,
niyet zümresi milletlerden değil fertlerden
ihtiyar bir cemiyet olduğu için bu hasla
mürekkeptir. Bu fikirde bulunan insanlara
edebiyatı model ittihaz ediyordu. Onun
kozmopolit adı verilir. Kozmopolitler,
enkazı arasından sapasağlam meydana çı
‘milletim nev-i beşerdir, vatanım ruy-i ze
kan Türk milleti ise gençtir, halta henüz
min’ diyen dünyacılardır” (1976: 9 7 ).
çocuk denecek yaştadır. Hiç bu yaşta bulu
Kozmopolitler, başka ulusların kültürle
nan bir milletin eline ihtiyar ve hasta mil
riyle, deyim yerindeyse kendi uluslarının
letlerin eserleri verilir mi?" Söylenenler
üstünden atlayarak ilişki kuruyorlar, o
Durkheim’ın “norm" kavramından esin
kültürleri başka ulusların kültürü olarak
lenmiş gibi görünse de, Fransız düşünü
görmüyorlardı.
rün klasik ve modern (postromantik) sa
Burada Gökalp’in sorunu, yazarların
natla iligili düşünceleriyle taban tabana
Servet-İ Fünun’da olduğu gibi Batı edebi
zıttır: Durklıeim’a göre, 17. yüzyılın hü
yatına kapılmasını Önlemek olarak görün
manist klasisist edebiyatı, “yer ve zaman
mektedir. “Milletim nev-i beşer” diyen
dan bağımsız, ebedî ve değişmez bir ger
“dünyacı"nın göndergesi, Tevfik F ik
çeklikken söz ettiği için zayıf ve yetersiz
ret’tir.9 Başka kültürlerden alınacak zevk,
dir (Lukes 1975: 272-89), Ama Gökalp
manevî bir gümrük duvarıyla sınırlanma-
için, bir düşünce çizgisini tutarlı biçimde
lıdır:
sürdürmekten çok, bazı pratiklere görü
k e m a l i z
Biz harsımızı yalnız kendi zevkimiz, ken niden diriltmek lazım. Halkın sanat eserle
di telezzûZümüz {lezzet afişimiz] için ya rini toplayarak millî müzeler vücuda ge
pacağız. Başka millet fer de ondan, Loli’le-tirmek lazım” (1976: 41-42).
rin ve Faırere’lerin yaptıgt gibi, ara-sıra Başka bir deyişle, kültürü folklora ve
(adarak telezzü2 edebilirler Nasıl ki biz müzeciliğe indirgiyordu Gökalp. Ama
de Ingiliz, Fransız, Af man, Rus, İtalyan burada yine bir çelişki beliriyordu: Kül
milletlerinin [tarzlarıyla ara-sıra tezev- türel değerin asıl kaynağı saydığı halk,
vüfe ediyoruz ve edeceiz. Fakat, bundan giderilmez bir ilkellik ve çocuksuluk ha
sonra, bu tezevvııkuz, hiçbir zaman egzo line mahkûm ediliyordu. Batı’mn mo
tizmin hududunu aşmayacaktır. Bizde, dern edebiyatını şöyle reddettiğini gör
Fransızlara, Ingilizlere, Almanlara, Rıts- müştük: “Osmanlı milleti, ihtiyar bir ce
lara, Ifalyanİara ait güzellikler; ancak egmiyet olduğu için bu hasta edebiyatı mo
zotik güzellikler olabilir. Bu güzellikleri del ittihaz ediyordu. Onun enkazı arasın
sevmekle beraber hiçbir zaman gönlümü dan sa p asa ğ lam meydana çıkan Türk
378 zü onlara vermeyeceğiz. Biz gönlümüzü milleti ise gençtir, hatta henüz çocuk de
ruz-ı destten beri [ruhların yaratıldığı necek yaştadır.” Türkçülüğün Esasları’nda
günden beri] millî harsımıza vermişizdir da şöyle yazmaktadır: “Memleketimizde,
[...} Bize göre, Türk harsı dünyaya gelmiş gerek medeniyetçe gerek pedagojice bir
ve gelecek olanların en güzelidir (1976: birine benzem eyen üç tabaka vardır;
101-102). Halk, medreseliler, mektepliler. Bu üç sı
nıftan birincisi hâlâ aksâ-yı şark [Uzak
(3) Seçkinler, "yüksek bir tahsil ve ter
doğu] medeniyetinden tamamiyle ayrıl
biye görmüş olmakla halktan ayrılmış
mamış olduğu gibi İkincisi de henüz şark
olanlardır memi e timizde hars denilen
medeniyetinde yaşıyor. Yalnız üçüncü sı
şey yalnız halkta mevcuttur. Güzideler he
nıftır kî garp medeniyetinden bazı feyiz
nüz harstan nasiplerini alamamışlardır.”
lere mazhar olmuştur. Demek ki milleti
Öyleyse seçk in lerin görevi de şudur:
mizin bir kısmı kurun-ı ulâda [ilkçağda],
“Halktan harsi terbiye almak halka doğru
bir kısmı kurun-ı vustada [ortaçağda],
gitmek [...] Halkın içine girmek, halkla
bir kısmı kurun-ı âhirede (yakınçağda]
beraber yaşamak. Halkın kullandığı keli
yaşamaktadır" (1976: 62), Başka bir de
melere, yaptığı cümlelere dikkat etmek.
yişle, her türlü kültürel değerin kaynağı
Düşünüşündeki tarzı, duyuşundaki üslu
olan halk, tam da bu değeri ona atfeden
bu zaptetmek. Şiirini musikisini dinleye
düşünce sistematiği tarafından edilgin
rek, raksını, oyunlarını seyretmek. Dini
konumda bırakılıyor, Gökalp’in o kadar
hayatına, ahlakî duygularına nüfuz etmek.
önem verdiği "içten ve kendiliğinden ge
Giyinişinde, evinin mimarisinde, mobilya
lişme" dinamiği de böylece bir kurmaca-
larının sadaligindeki güzelliği tadabilmek.
ya dönüşüyordu. Başka bir yerde yazdığı
Bundan başka halkın masallarını [...] öğ
gibi, “harsın, saklandığı yerden çıkarıl
renmek. Halk kitaplarını okumak. Korkut
ması” gerekmekteydi,
Ata’dan başlayarak Tekke ilahilerini, Nas-
(4) Onu oradan çıkaracak olanlar da bu
reddin Hocadan başlayarak halk nekrecili-
çıkarmanın Avrupa'da geliştirilmiş “usul
ğini, çocukluğumuzda seyrettiğimiz Kara
lerini” (filoloji, etnografya, müzecilik) bi
gözle Ortaoyununu aram ak bulm ak la
len seçkinlerdi. Öz halktan, teknik ve
zımdır. Halkın cengnameler okunan eski
usulse seçkinlerden gelecekti. Ancak bu
kahvelerini, Ramazan gecelerini, cuma
rada da bir çelişki, en azından bir tutarsız
arifanelerini, çocukların her sene sabırsız
lık beliriyordu Gökalp’in önerisinde: Bir
lıkla bekledikleri coşkun bayramlarını ye
yazısında, “şairlerimiz Batı edebiyatından
1 9 2 Û' L E D D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I
zihniyeti ile tecrübe usulü"nün alınıp, örf nun sebepleri o çevrenin bütününde aran
ve adetler konusunda muhafazakâr davra malıdır, bugünkü Avrupa bilim ve fenni
ndırasım isteyen lslâmcı Sait Halim Paşa doğrudan doğruya kendi şartlarının ve
da aynı çizgi üzerindedir (bu yaklaşım Sa- genel unsurlarının bir eseridir, başka biı
id-i Nursi tarafından da sürdürülecektir). şey değil... Avrupa medeniyeti başka me
Gökalp’in yazdığı tarihte, milliyetçiler deniyetlere galebe çalmışsa, yanız ilim ve
arasında kültür ve uygarlık konusunda fenni ile değil, bütünüyle, bütün eleman
farklı formülasyonların sahibi olan yazar larıyla, bütün noksanları ve faziletleriyle
lar da vardı. Örneğin Ağaoğlu Ahmet, Gö- çalmıştır Şu halde, bu sele karşı, gene
kaip’le birlikte tutuklu bulunduğu Mal- onun vasıf asiyle hayatlarını korumak is
ta’da 1 9 1 9 -2 0 ’de yazdığı “Üç M edeni teyenler, onu olduğu gibi kabul etmelidir
y e tte , dostunun görüşlerini ad anmadan ler... Mesela, Avrupa sanayiini alıp, En
eleştiriyordu: düstri yalı zmden, Sosyalizmden çekinmek
ne kadar mümkün değilse, birbirinin ge
Medeniyet demek 'hayat tarzı’ demektir.
380 rekli parçalan olan diğer alışlar da öyle
Yitiniz hayatı en geniş ve şümullü bir mâ
dir Bir taraftan söz hürriyeti istemek ve
nada almalıdır. Hayatın bütün tecellileri
diğer taraftan da filan ve /ilan şeyden
ni, maddi ve manevi büiün olaylarını o
bahsolunmaması iddiasında bulunmak,
kavram içine koymalıdır... (iimdi bu füç
istenilen şeyin mahiyetini anlamamak ve
medeniyetin] karşılıklı durumlarına sö
ya samimiyetten uzak olmak dem ektir
zümüzü getirirken, bunlardan birisinin,
(Ağaoğlu Z972: 3-13).
yanı Batı medeniyetinin galip ve diğer
ikisinin de, yani Islâm ve Buda-Brakma Agaoğlıı bu yazılarını 1927’de Üç Mede
medeniyetlerinin de mağlup durumda ol niyet adıyla kitaplaştırıp yayımladı ama
duklarını görüyoruz. Evet! Bu mağlubi Cumhuriyet seçkinleri arasında ciddi bir
yeti itiraf etmek zorunda kaldığımızdan yankı bulduğu söylenemez. Gökalp’in çiz
biz de pek üzgünüz: fa ka t bunu bir kere diği çerçeve, “kendimiz olmak” ile “Batı
açık ve kesin surette itiraf etmelidir. Biz olmak" ya da özdeşlikle farklılaşma ara
de hâlâ kelimelerle oynayarak, gerçeği sında bir sentez vaadiyle, Cumhuriyetin
görmemekten hoşlanan körler var... Sel kültürel seçkinlerine daha cazip, daha ya
gibi akıp gelen ve karşısında kendi türün tıştırıcı geliyordu. Ağaoglu’nun mantıksal
de engeller göımıeyen Avrupa medeniyeti tutarlılığı, bu seçkinlerin Batı karşısında
her şeyi sürükleyip götürüyor. Şu kaide duydukları o huzursuz ve arzulu nefrete
tek çare, yine o medeniyete ısınmak, onu bir merhem sunmuyor, sadece bu sıkıntı
almaktır Fakat bu alışın önemli ve belli ya katlanmalarını ögCıtlüyordu. Gökalp’in
olmayan bir tarafı vardır ki, özellikle ay kuramıysa arzuyu ve korkuyu hem kayde
dınlatılm aya ve anlatılm aya muhtaçtır diyor hem de artık unutulacağı bir güven
Bugün aramızda Avrupa medeniyetinin li bölgeye işaret ediyordu.
üstünlük ve galebesini takdir etmeyen he
men hiçbir anlayışlı insan kalmamıştır 1930’LARDA KÜLTÜREL GERİLİMLER
Fakat bu üstünlüğü, o medeniyetin yaniız
bazı unsurlarına, mesela bilim ve fennine 1930’lara doğru yaşanan bazı olaylar, hem
bağlayarak, başka taraflarından vazgeç Gökalp’in sentezinin hem de yeni Cum
mek isteyenler vardır... Bir m edeniyet huriyetin anayasal çerçevesinin iç geri-
Zümresi bölünmez bir bütündür parçala- limlerinin belirginleşmesine yol açmıştır.
namaz... Avrupa sahasında bilim ve fen Bunlardan biri, 1928’de Bursa Amerikan
başka çevrelerden ziyade gelişiyorsa, bu Kız Koleji’nin kapatılmasıyla sonuçlanan
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R
Bazı insanlar [yabancı dilin] kendi başına Bugün toplumu meydana getiren varlık
hiçbir kıymeti olmadığını anlayacak dere Türk varlığı olduğuna ve toplum kendi
cede bir düşünce seviyesine çıkamamış varlığını sosyal kuramlardan alacağına
lardır.”" göre millî hayatın da Türk hayatı' olması
Bu olayın açığa çıkardığı bir başka olgu getekir. Çünkü toplum hayatı demek aynı
da, laiklik projesine karşın, Hıristiyanlaş zihniyet sahihi olan, aynı kültürü yaşa
manın Türklükten çıkış olarak algılandığı, yan fertlerin teşkil etliği zümre demektir.
demek Türk vatandaşlığının örtük biçim Zümreye mensup fertlerin kendi varlıkla
de de olsa henüz din temelinde tanımlan rıyla toplumun varlığı ne kadar ahenkli,
dığıdır. Halil Nimetullah Öztürk, “bu ve ferdi vicdanlarında yalnız ‘toplum ide
mikrop yuvalarına, bu ‘vicdan hırsızlarına’ ali’ duygusu ne kadar heyecanlı bir şekil
bir boykot açmayı” önerdiği yazısında de yaşarsa o cemiyet de kendi hayatım o
şöyle demektedir: kadar canlı, o kadar kuvvetli bir surette
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 0 ‘ L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I
edînmîş ol m: Toplumu meydana getiren mek ve böylece o genç ruhları ta can evin
sosyal burumlardan biri de din olduğuna den vurmak istiyorlar (Durukan 1991:
göre,/eıde verilecek terbiye de, dinî eğiti 286-87).13
min içinde mevcuttur. Bundan dolayıdır ki
Tartışmaya Darülfünun hocalarından
terbiyenin bir kısmını teşkil edecek olan
Fuat Köprülü de katılacaktır. Erişirgil’in
dinî eğilimin de ferdin mensup olduğu
olayı basit bir “tedrisat meselesine’’ indir
toplumun dinine göre olması bir zaruret
gediğini belirten Köprülü’ye göre asıl so
teşkil eder /..] içimize ‘sır f insaniyet
run, bir “kültür buhranının yaşanmakta
maksadıyla ve Türkiye maarifine yardım
oluşunun aydınlarca fark edilmeyişidir.
etmek için’ sokulmuş olan zehirli mikrop
Bu yüzden, okul kapatmak gibi geçici çö
lar kendi dinlerini bu sa f rıdılara telkin
zümlerle yetinilmektedir. “Eski Osmanlı
etmek sureliyle gençleri toplumumuzdan
toplumunun sosyal tesanüdünü temin
adeta ayırm ak, milletlerinden leerid et
K E M A L İ Z » /
eden müessese terin, Tanzimat’tan -hatta yapılabilecek bir eylemdir (12, dipnotta
belki daha eski zamanlardan- beri yıkıl aktardığımız Halil Halid’in “elimde /irşat
mağa başladığı malûmdur. Bugünkü Türk bulunsa....yasaklardım” sözü de böyle bir
toplumunun millî lesanüdünü temin ede kudretsizliğin ifadesi sayılabilir). Mehmet
cek bağların ise büsbütün başka bir şekil Emin, olayın başlıca sorumluları arasında
ve mahiyette olması lazım geleceği de çok millî eğitim bakanlığını gösterir: “İkinci
açıktır’’ (Durukan 1991: 304-305). Gelge mesuliyet de maarif vekâletine aittir. Her
ldim, Köprülü bu “başka biçim ve niteli sene artan mektep ihtiyacına maarif vekâ
ği” tanımlamaya yanaşmaz. leti acele olarak cevap vermek mecburiye
Tartışmanın sezdirdiği bir başka olgu da tindedir.” Oysa kendisi de bakanlığın en
yeni rejimin kültürel alandaki maddi ikti yetkili makamlarından birini işgal etmek
darsızlığıdır. Halil Nimetullah’ın önerdiği tedir. Bu süreçte rejimin bazı en temel ref
“boykot”, etkin değil edilgin konumdan lekslerinin ve savunma mekanizmalarının
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I
reddeder; genel faydayı zümre faydası dığını, "hakimiyet kayıtsız şartsız mil
üzerinde tutar. Devletçilik de halkçılı letindir" sözü ile vurgular. Bu sözde
ğın İktisadî alandaki bir şartıdır. Dev esas vurgu egemenliğin bölünemezli-
letçilik şahsî teşebbüsün halkı sömür ğinedir. Bunun Batı'daki "genel irade"
mesini önlemek için konmuş bir ga ve "halk iradesi" kavramlarıyla ve Ba
rantidir. Ancak Tanyoi devletçiliğin tı burjuva demokrasisi uygulamaları
birtakım zenginlerin türemesine ne ile ilgisi yoktur. Cumhuriyet kavramı
den olmasını ve bir bürokratik yüke nın Batı burjuva demokrasilerinde
dönüşmesini de eleştirir. Tanyol'a gö bizden farklı bir içeriği vardır. Haki
re halk halkçılığı bu nedenle benim- miyetin somut görünüşü olan Büyük
sememiştir. Hedefler ihmal edilmiş; M illet Meclisi ve onun otoritesi ne
anti-tez olarak ilkeler arasına konan sosyal sınıfların dengelendiği bir par-
laiklik ve milliyetçilik sürekli bir he lemanto ve ne de çıkar gruplarının at
saplaşma ve kavga konusu haline ge koşturduğu bir meclis olabilir (Tanyoi, 385
tirilm iştir (Tanyoi, 1962b). Tanyoi 1981:66).
1 9 6 0 'lard ak i bu yaklaşım ı ile, Tanyoi, Mustafa Kemal'in halkçılığı
1990'lardan itibaren egemen olan ve toplumsal düzeni emeğe dayanan bir
kendisinin de bir ölçüde eklemlene doktrin olarak tanımladığını düşünür.
ceği, laikliği ilkelerin temeli ya da en Kavramın benzersizliği buradadır.
önemlisi gören Atatürkçü tutumlardan Emeğe dayanma niteliği kısmen Sov
farklılık gösterir. yet Devrimi'nin etkisini taşısa da, yine
1981'de yayım lanan A ta tü rk ve bu özelliği onu Batı demokrasilerinin
H a lk ç ılık kitabında da Tanyoi, halkçı "genel irade" kavramından ve II. Meş-
lığın en önemli ilke olduğunu tekrar ru tiye t'in " ta k litç i" Kanun-i Esa
lar ve aslında neredeyse tamamen sisinden ayırır. Zaten Atatürk'ün top
benzersiz bir kavramsallaştırma oldu lumsal görüşü de son derece özgün
ğunu iddia eder. Tanyol'a göre Musta ve bütünlüklüdür ve Ziya Gökalp'in
fa Kemal, Türkiye'nin tarihsel evrim Durkheim sosyolojisiyle ya da Prens
çizgisinin, kapitalist Batı toplumlarıy- Sabahaddin'in Le Play'ci yaklaşımla
la, uzak yakın bir bağlantısı bulunma rıyla bîr tutulamaz. Tanyoi Atatürk'ün
şekillenişi de izlenebilir. Yabancı okullar kışkırtmak.14 Başka bir deyişle, maddi acz,
{Bursa’daki hariç) kapatılmamak ta, ama ikincil bir silaha dönüşerek geri dönmek
“mikrop yuvaları" olarak İanellenlenmek tedir. Aynı süreçte otoriter eğilimlerin yer
ledir.13 Böytece Mehmet Emin’in haklı leştiği de görülebilir, Yakup Kadri Karaos-
olarak dikkat çektiği tehlike (“sınıfsal eği manoglu, 30 Temmuz 1929’da fkdarn ga
tim") gerçekleşmekte, ama bu tehlikeyi zetesinde çıkan “Gençliğe Üçüncü Hita
önlemekle görevli oldukları halde önle- bım" başlıklı makalede şöyle demektedir:
meyenlerin eline de yeni ve daha karanlık
bir ideolojik araç geçmektedir: Maddi ola .Şimdi size hitab eden adamın nesli bir
rak önlemedikleri sürecin kültürel sonuçla uzun zindan dehlizinde doğdu, bir uzun
rına ("kozmopolit zihinler”) harşı kam u Zindan dehlizinde büyüdü, bir uzun zin
oyunu sürekli seferber etmek, sürekli teyak dan dehlizinden yürüyerek aydınlığa çıktı
kuz halinde tutmak, yabancı düşmanlığını f . . J Yegane ümidimiz, yegane aşkım ız
K E M A L İ Z M
tarihe önplanda yer verm esinden tirebilirlerdi fakat yeniçeri ağası padi
onun Marksçı sosyolojinin ülkemiz şah olmayı aklından geçirmezlerdi
deki pratik habercisi olduğu sonucu (1990: 186).
nu çıkarır (1981: 73). Tanyol, yaşanan dramı silahlı ve si
1990'da Tanyoi'un Çankaya D ram ı lahsız orduda, çok partili rejime ge
kitabı yayımlanır. Burada dramla kas çişle yaşanan bozulma ve yozlaşma
tedilen Turgut Özal'ın cumhurbaşkanı lara bağlar. Tanyol'a göre Osmanlı'da
seçilmesidir. Bunu devletin oy sandı medrese bünyesinde varlığını sürdü
ğına tutsak edilmesi ve devletin otori ren silahsız ordu Cumhuriyet'te ken
te ve saygınlığının azalması olarak dini esas öğretmen kadrolarında gös
görür Tanyol (Tanyol, 1990:9). terir. Söz konusu tarihten itibaren Ata
Bu kitabında Tanyol, daha önceleri türk'ün silahsız ordusu her gün biraz
oluşturduğu ve OsmanlI'dan itibaren daha kadrosu genişleyen imam hatip
gözüken kontrol kuvvetlerine ilişkin okulları, İslâm enstitüleri ve ilahiyat
kavramsallaştırmasını (1960), yeni fakülteleri karşısında kendine güveni
dönemi analiz etmek için kullanır. ni yitirmiştir (Tanyol, 1990: 148-149).
Osmanlı'nın her dönemde üç kontroi Bunun sonucu Tanyol'a göre sadece
kuvveti etkin bir rol oynamıştır: llmiy- laik eğitim ve düşüncenin çökmesi
ye sıntfı (Medrese-Üniversite); Kale- değil, aynı zamanda silahsız ordunun
miyye sıntfı (Enderun-Yöneticr Kad güçsüzleşerek kontrol işlevini yerine
ro); Seyfiyye sınjfı (Ordu). Bu kuvvet getirememesidir.
lerden birincisine "silahsız ordu", Kitabın sonuç bölümünde Tanyol
üçüncüsüne ise "silahlı ordu" der oldukça seçkinci bir demokrasi pers
Tanyol. Bu kuvvetlerin Osmanlı im- pektifini ortaya koyar. Tanyol'a göre
paratorluğu'nda sisteme özellikle de devlet adamlığı soyluluk isteyen bir
vam lılığı sağlama amacına yönelik sanattır. Buna bağlı olarak Tanyol'a
müdaheleleri görülmüştür. Hatta Tan göre demokrasi bir aydınlar yönetimi
yol 27 Mayıs'ı da bu kapsam da de dir (Tanyol, 1990: 181). Tanyol de
ğerlendirir (1960), Fakat altını Özellik mokrasi, genel irade, cumhuriyet gibi
le çizer ki yeniçeriler padişahı değiş kavramları içerikleri ve aralarındaki
hürriyet «midi, Jıımiyet aşkı idi {...} Lâ lığı vaı; bu bağımsızlığın ise ancak sıkı
kin bu uzun ve sessiz ve büyük kavgadan bir inzibattan doğduğuna şüphe yokiut
sonra nihayet gerçek hürriyete, ideal hür f..,J Bir mi iletin hayatında sanat için sa
riyete kavuştuk mu sanırsınız. Bunu iddia natın hiçbir manası bulunmadığı gibi,
edecek ben değilim. Fakat kaç defa yolum hürriyei için hürriyetin de hiçbir manası
üstünde anarji denilen bin bir başlı ejder yoktur Hürriyet bir gaye değil bir vasıta
hayı çömelmiş gördüğüm, kaç defa yaban dır: Hürriyet bir hakikati söylemek içindir
cı zulmünün bağımsızlık semasına bir ka Hürriyet bir iyiliği yapmak içindir Hürri
rabulut gibi çöktüğünü hisse t(iğim günden yet Ejlatun’un hasret çektiği ilahi ve ezeiı
beri bir millet için bu hürriyetten daha cemale varmak içindir Ve hürriyet, adalet
aziz, daha mukaddes mefhumlar ve kıy terazisini tutan hakimin vicdanında saklı
metler olduğuna kail bulunuyorum. Bizim bir kafsî emanettir Bunun dışındaki hür
hürriyetimizin üstünde milletin bağımsız riyetler ise demagogların, sokak politika-
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R
alarmın ve birtakım kotu iştahlı ferdiyet- ve laiklik resmi düzlemde kabullen ilmek
çüerin elinde bir paslı ve tehlikeli silahtan te, hatta bazı gerekleri yerine getirilmekte
başka bir şey değildir (Durukan 1991: (örneğin, Bursa’da öğretmenler hapis ce
396-98). zasına çarptırılmakla birlikte genç kızlara
karşı resmî bir yaptırım uygulanmamıştır)
Siyasal özgürlüklerin reddinin estetik ama “halkın kendisine” bu yasal çerçeve
ö zerk liğ in reddiyle eşleştirilm esi, nin mecburen katlanılan yüzeysel bir gö
19301arda Almanya’da ve Sovyet Rusya’da rüntü olduğu hissetirilmekte, bazen de
da egemen ideolojinin temel bir öğesini açıkça söylenmektedir,15
oluşturacaktır. Ama rejimin -ve giderek Otuzlu yıllarda Gökalp’in formülünün
top!«mun- kendi yasal ve biçimsel çerçeve bu dönüştürülmüş versiyonu kültür yaşa
siyle kurduğu çarpık ilişki, ne Rusya’da ne mına egemendir.16 Bu dönüştürmede, yö
de Almanya’da görülür: Vicdan hürriyeti netici seçkinler içindeki gerilimler de be-
K E M A L İ Z
lirginleşir. Latin alfabesinin (bunun, bazı pagandayı yapıyor; Türk yazısı güçtür,
harflerin eklenmiş olmasından ötürü, bir okunmaz. Bendeniz bu meseleyle bizzat
“Türk alfabesi" olduğu da öne sürülecek uğraştım {...] Acaba bu Latince kabul edi
tir) kabulüyle ilgili tartışmalarda Kazım lebilir mi? Bu kabul edildiği gün memle
Karabekir’in itirazları (1923), yukardaki ket heıt ü inerce girer. Her şeyden satf-l
tartışmaya bağlanması açısından da an nazar, bizim kütübhaııelerimizi dölduran-
lamlıdır: mukaddes kitaplarımız, tarihlerim iz ve
binlerce cilt asarımız bu lisanla yazılmış
Bugün hangi ecnebi ile görüşseniz ilk işi iken {Latin har/lerinif kabul ettiğimiz
teceğiniz sözler: "Türkçe gayet güzel bir gün, en büyük bir felakette derhal bütün
Jisundu; kolaydır fa ka t harfleri fenadır." Avrupa’nın eline güzel bir silah verilmiş
f...J Binaenaleyh, bugün bir kuvvet vardır olacak, bunlar âlem-i İs fama karşı diye
ki, bu kuvvet bütün cihana karşı bu pro ceklerdir ki, Türkler ecnebi yazısını kabul
1 9 2 0 - L E R D E N 1 9 7 O' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R
etmişler ve Hıristiyan olmuştur İşte düş Kemal çevresinde toplanmış olan kesimi
manlarımızın çalıştığı şeytmuıtkârane /ı* nin de şiddetle hissettiği bir endişedir. Bu
iürbudur:., (Levend 1972: 392-93). endişe, milliyetçi teyakkuzun sürekli canlı
tutulması ve bazı düşünsel stratejilerin
General’in sözlerinde üç tasanın birleş
benimsenmesiyle aşılmaya ve kanalize
tiği görülebilir: Düşmanların (Batı’nın) edilmeye çalışılacaktır. Gökalp’in Batı’yı
kültürünün çok temel bir öğesini benim hars ve medeniyete bölen formülü, “ecne
seyerek üstünlüklerini resmen tanımış ol bi" harflerin hazmedilmesini de kolaylaş
mak ve böylece ellerine bir koz vermek; tırır: 1928’de Maaarif Vekili Necati, “Hu
Islâm alemi karşısında zor duruma düş rufat meselesinin angrup olarak tabiatıyla
mek; geleneksel kültür ve öğrenimle her medeniyyet âleminin kabul etmiş olduğu
türlü süreklilik ilişkisinin kopması. Bun esas dahilinde halledilecelginil" belirtir
lardan İlki, yönetici seçkinlerin Mustafa (Levend 1972: 400). İslâm dünyasından
K E M A L I Z f,'
adlandırmasının içerdiği açmazı sezeme- dar bir ytğın sanat nazariyesıni bu saht/e-
digi için, “maziyi inkâr”ın durdurulmaz ierde bulmak mümkündü /... j Bununla be
niteliğini de kavrayamıyordu, “Mahkum raber küçük bir kusuru vardı. Bütün bu
ve geri milletler”: Ancak “hakim ve ileri vak’a, bu insanlar, bu üslup zenginliği, bu
mille deriri’ konumundan rahatça telaffuz dikkatler adetâ havası boşaltılmış bir
edilebilecek bu sözcükler, tıpkı Mustafa âlemde geçiyordu f...J Kendisine bunu an
Kemal’in Ankara konuşmasında olduğu latmak istedim f...j Doğru, dedi, hakkınız
gibi, telaffuz edeni de kendi örtük varsa var Eksikliği ben de biliyorum. Onu her
yımlarının içine hapsediyor, "hakim mil eserimde görüyorum ve beni kendimden
letlerim dışındaki her şeyin “geri” oldu nefret edecek kadar meyus ediyor Fakat
ğunu kabul ettiriyor ve ona sadece “evet ondan b ir türlü kurtulamıyorum. Bu
ama biz öyle değiliz” gibi bir şerh düşme memleketin malı olan bir sanatkar olmak
imkânı bırakıyordu. Köprülü de Türk için hiçbir tecrübem eksik değil. Çocuklu
milliyetçilerinin çoğunu maziyi inkâr et ğumu Anadolu’da geçirdim, Orta sınıjlı
tikleri için kınayacak, ama kendi de tıpkı bir memur çocuğuydum f...J toprakla hiç 391
eleştirdiği Gökalp gibi yakın geçmişi (ve alâkam kesilm edi [...] Yerli k a y alı, en
mevcudu) yadsıyacaktır,18 manasız taraflarını bile sevecek kadar ta
Bu yadsımaya hemen her zaman bir ye nır ve bilirim. Zaman olur ki, bütün bir
tersizlik duygusu da karışmıştır, “Medeni hayat, bâkir ve coşkun, gelir içimde tıka
yet değiştirme" kurgusu, Gökalp’in rahat nır. Issız yollar, tozlu yaylılar, kiraç sıvalı
latıcı formülüne19 rağmen, model ve kop kasaba otelleri, çember sakallı eşraf, y a
ya İkilisiyle birlikle olgunluk ve acemilik malı donlu rençberler, velhasıl maddi ve
karşıtlığını de içerir. 1930’lann başlarında manevi sefaletine hiçbir şefkatin egilmedi-
Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi gibi gi kadın, erkek, çocuk, bir yığın halk gün
ikincil kurgular, bu açmazdan sıyrılmak delik hayatları, hülyaları, ızt irapları, kü
için geliştirilmiş stratejilerdir. Ama bu çük ve geçici saadetleri ile fikir ve yazı
ikincil kurgular, “gerçeklere” çarpıp kırıl kayatıııa doğmak için beni boğacak kadar
malarına gerek bile kalmadan, asli kurgu sıkıştırırlar Fakat kalemi elime aldığım
olan “Medeniyet Değiştirme" düşüncesiy zaman bütün bunları kaybederim. Bir
le boşa çıkarılıyordu. Tanpınar, çoğu za ömrün topladığı bütün bu kalabalık bir
man olduğu gibi, bu beyhudeleşmeyle ilk denbire silinir, yerine nereden geldiğini
yüzleşendir. 1939da “Bitmeyen Çıraklık" bilmediğim kuklalar geçer (1996: 62-62).
başlıklı yazısında, her türlü düşünsel im
Sıradan bir “yazar tıkanması" değildir
kâna sahip bir “genç hikâyeci”nin sıkıntı
bu - ya da yazar tıkanmalarının da sadece
sını şöyle anlatır:
anlık ve bireysel olmayan koşullan vardır.
...genç dostum, batın yeni yazdığı hikâye Tanpınar, bu kez “kendisi" olarak sürdü
yi okudu. Bu oldukça iyi tanzim edilmiş rür sözü:
bir ay); hikayesiydi. İçinde itinalı tahliller “Ben bunun sebeplerini çok düşündüm;
gündelik hayat dikkatleri, seçme peyzaj ve neslimizin büyük bir ıztırabını zanne
lar vardı. Güzel ve seyyal bir üslup, iyi derim ki buldum: Kim olursak olalım, na
biçilmiş bir elbise gibi, mevzuun bütün sıl yetişirsek yetişelim, hayat tecrübemizin
hususiyetlerini cok yakın dan kavrıyor, mahiyeti ve genişliği ne olursa olsun, bi
icap ettirdiği değişiklikleri alıyor ve sona zim ağzımızdan hâlâ okuduğumuz frenk
kadar hiç aksamadan gidiyordu. Üstelik kitapları konuşmaktadır. Tıpkı bizden ev
Metzsche’den Freud'a kadar birkaç felsefe velkiler gibi..."
sistemini, romantizmden sürrealizme ka Konuya “iyi biçilm iş bir elbise gibi”
K E M A L İ Z
uyan üslup, Tanpınar’ın 1918-22 yıllan toplumsal çekişmeler sona erer" Gökal:
arasında çok okuduğu Gökalp’a ( “istendi 1993: 16). Gökalp, Tanpınar'ın dediği gib:
ği zaman giyilebilecek bir elbise olarak “tarih düşüncesini bir diyalektiğe kurban
medeniyet") yan bilinçli bir gönderme de etmekten çok, kavrayışı tarihsellikter.
olabilir. “Yerli hayatın en manasız tarafla arındırıyor, usulle içeriğin -dolayısıyla
rını bile" cümlesi de Köprülü’nün yerli ro medeniyet ve kültür kurgularının- ortak
manlarla ilgili sözlerini anımsatmaktadır. bir yorum ufku içinde birbirine bağlandı
Tanpmar, önce, iki yazarda da görece de- ğını göremiyordu (bu açıdan, Durkhe-
gersizleşmiş otan bu iki öğeyi yeniden im’dan çok, Comte’un izindeydi). Müzik
yükseltir; sonra ikisini de bir nafilelik boş te, “toplanmış" halk ezgilerinin armonik
luğuna bırakır: Zorunlu kuklalarızdır -tıp leştirilmesinin ürünü, Adnan Saygun ve
kı bizden öncekiler gibi. Tanpınar, gecik Türk Beşlerinin yapıdan olacaktı. Yerli bir
mişliğin ne olduğunu biliyordu, bunu ki dinlerçevre için üretilmiş bu “millî musi
şisel bir yazgı gibi de yaşamıştı: “Hayatı- kinin" anlaşılması, başka bir deyişle yo
392 mm en mühim hadiseleri birbiri ardına rumlanabilmesi için. Batı müziğinin Beeı-
kendi şairlerimi bulmam olmuştur. Evet, hoverı’dan Webern’e, Debussy’den Stra-
kendimi vaktinde bulamadığım İçin, baş vinsky ve Bartok’a giden farklı gelişim çiz
kalarını keşifle meşguldüm [.,.] Aziz Yaşar gileri hakkında hem kuramsal bilgi sahibi
Nabi! Görüyorsun ki, hayatım gecikme olmak hem de bu bestecilerin müziğinden
lerle doludur. Buna bir yığın düşünce ce zevk almış olmak gerekiyordu. Ama o za
zir ve meddini de ilave ediniz" (1996: man da burada yapılan müzikten (armo
306-307). Medeniyet, istendiği gibi giyilip nikleştirilmiş ezgi) zevk almak mümkün
çıkaralabilecek bir elbise olabilirdi; ama olmuyordu - bir açmaz daha. Bu yerli
biz gecikmişler için hep hazır bulduğumuz ürünleri değerli kılmak için tüketicinin
kullanılmış elbiseydi ve “kim olursak ola gönüllü bir gümrük duvarını bendi algı ve
lım, hayat tecrübemizin mahiyeti ve ge zevk dünyastna ıçselleştirmesi gerekiyordu
nişliği ne olursa olsun” üzerimize tam ki, bu da kalite farkını en baştan kabul
oturmayacak, bize hep önceki (asıl) sahi lenmek demekti.
bini anımsatacaktı, Usulle içerik ya da uygulamayla malze
Tanpınar, otuzlu ve kırklı yıllar boyun me arasındaki ortak yorum ufkundan söz
ca, Cumhuriyet Türkiye’sinin kültürel/dü- ettim - gerçek şu ki, başlı başına yorum,
şünsel gerilim ve hüsranlarıyla en açıkça - yeni kültürel elitin "Arap-Acem medeni
şüphesiz yine uzviyetçi paradigmanın çer yetine” yakıştırdığı ve dolayısıyla bastır
çevesi içinde- yûzleşebilen yazar olmuş maya çalıştığı zihinsel edimdi. Yakup
tur. Ama kültür politikalarının belirlendi Kadri Karaosmanoğlu, düpedüz zihinsiz
ği merkezlerde Gökalp’in formülü hüküm bir edebiyat ve zihinsiz bir okur öneren
sürüyordu. Geçmişi (ve mevcudun büyük “Türk Halk Edebiyatı" başlıklı yazısında
kısmını) kullanım dışı bırakan bu formül, (1925) şöyle diyordu:
Onuncu Yıl Murşı’nda da belirtildiği gibi,
Ziya Gökalp f...J edebiyat -1 cedidenin y a
uzun bir süre boyunca bir “yoktan varet-
van ve crvıfc zevkleri içinde bocaladığımız
me" çabası olarak kalmıştır. Türkçülüğün
bir sırada bize büsbütün başka bir âlemin
Esasları'nda özetlenen sanatsal sentez20
perdesi açtı {...} Bu itibarla biz Kızdei-
fikri, “buhran" kavramıyla ilişkili her tür
ma’y a Riibab-ı Şikesteden daha /a2İa kıy
lü “koyu betimlemeyi" dışarda bırakan
met veriyoruz [.../ Kızılelma’da bir /ecir
safdil bir bilimselcilige dayanmaktaydı
vaktinin serinliğini duyarız; bu serinlik,
( “O halde millî geleneklerimizi arar ve
İsyan ile, küfür de, fısk u fücur ile geçmiş
özelliklerini belirlersek, artık aramızdaki
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O ' t E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R
bir gençlik çağından sonra, anamızın mu ğin okullardan kaMuılmasından sonra,
nis ve şefkatli sesini duyduğumuz vahit 1935’te de radyoda “Alaturka" müzik ya
kalbimize hasıl olan sahavet /çocuksuluk] yını durdurulmuş, ama bu yasak ancak
ve taravate benzer bir şeydir. Aynı şeyi sekiz ay sürmüştü. Rejim, iki düşmanı
dertlinin bir nefesinde, Karacaoğlanin bir (Osmanh ve Ban) karşısında da hegemo-
türküsünde de hissederiz. Bu hissimizi nik bir konuma ulaşamıyordu: Yabancı
tahlil ettiğimiz zaman bulacağımız sebep okulu cezalandırıyor ama tam yasaklaya-
her şeyden evvel, bü nevi edebiyattaki li mıyor, “Alaturka" müziği dışlamak istiyor
sanın sadeliği, munislisi, canayakınlığı- ama vazgeçiyordu.22
dır. Bu lisan Arabi ve Farisî kelimelerle Bu içsel bölünmenin doğurduğu huzur
mahmul olan şu mağşuş Osmanlıca gibi suzluğu, 1934-40 yıllarında İstanbul Üni-
evvela kafaya, sonra fealbe hitap etmez, versitesi’nde ders veren edebiyat kuramcı
doğrudan doğruya gönüle söyler Oburün sı Erich Auerbach, 1937 başında Walter
de zihin ofeunan sözü anlamak için kendi Benjamin’e yazdığı bir mektupta şöyle be
kendine evvela tercüme, sonra izah, daha tim leye çekti: 393
sonra tefsir mecburiyetindedir ve şairin
[Atatürk] yaptığı her şeyi, bir yanda Avru
sesi bu üç türlü süzgeçten feurtulup da ru
pa demokrasilerine karşı, öte yandan da
ha ininceye kadar bütün feuvvetini, halisi-
esfei panislümist Sultan’ın ekonomisine
y etin i, feofeusunu kaybeder" (K aplan
harşı mücadele içinde yaptı; bunun sonu
1981b: U 5 ).2'
cu, fanatik biçimde gelenefe-karşıtı bir mil
Rejim, eski estetik kültürü toptan red liyetçiliktir: varolan bütün flslümî] kültü
dedip bir yenisini yoktan var etmeye yö rel mirasın reddi, ilksel bir Türk kimliğiyle
nelirken, inandırma, cezbetme ve yönlen fantastik bir ilişkinin kurulması, nefret
dirme araçlarından da önemli ölçüde yok edilen ama yine de beğenilen bir Avrupa’y a
sun bırakıyordu kendini. Hıristiyanlaşma karşı kendi silahlarıyla zafer kazanm ak
olayı -ve gösterilen tepkiler- ideolojik ön amacıyla Avrupai bir teknolojik modern
derliğin bu araçsızlığını kısmen belli et leşme ],,.] Sonuç; Uç noktada milliyetçilik
mişti. “Halka gitmek" amacıyla Yakup ama aynı zamanda tarihsel millî karakte
Kadri’nin önerdiği gibi zorluğun inkân ve rin yıkılması (Barck 1992; 82).
basitliğin yüceltilmesi, içerdiği regresif
Gökalp’in Yeni Osmanlılar’dan devralıp
eğilimle (“anamızın sesini duyduğumuz
Fransız pozitivizmiyle işlediği formülü,
vakit kalbimize hasıl olan sabavet”), yöne
bugün de devam eden bir milliyetçi düşü
tici elitin “kendi" standartlarına bile cevap
nüşü başlatmış, ama “aramızdaki çekiş
vermiyor, çünkü içseli eştirdiği “Batı" ba
meleri sona erdirmeyi” başaramamıştı.
kışı açısından hep yetersiz kalıyor, “millî"
1939’da Haşan Âli Yücel’in maarif vekilli
olsa bile “medeni" olamıyordu. Ve bu da
ğine atanmasıyla birlikte milliyetçi yazar
millî kültürün kendi ideallerine yetişmesi
ların bugün bile gazabını çeken “hüma
nin hep ertelenmesi demekti. (Gökalp ve
nist kültür" dönemi açıldı. Yeni bir sentez
Köprülü’nün önerdiği daha sabırlı etnog-
denemesiydi bu.
rafik ve folklorik etkinlikse, bazı ilk ürün
lerini ancak 1940’larda vermeye başlaya
cak ve bunların daha önemlileri de Gö- GÖRELİ RESTORASYON:
kalp’in formülünü askıya aldıkları için ba YÜCEL’fN TÜRK HÜMANfZMASI
şarılı olacaklardı.) Bu araçsız kalışın bir Bu daha kaynaştırıcı sentezin ilk formü-
başka örneği de “Alaturka" müzik konu lasyonlarından birini, 1937’de Haşan Âli
sunda ortaya çıkıyordu. 1926’da bu müzi Yücel vermiştir. Gökalp’in “Türkleşmek,
K E M A L İ Z M
di. jürimizin alafrangaya doğru bir isti- lanmamış- bir pasajı, bu “mülahazalarla"
kaamet alacağı zamanda gelmiş, o istiha- bîlikte Haşan Ali’nin programının da ge
ametin basma geçmiş, göreceli işi gör nel atmosferini verir:
müş, eserini de şahsiyetini de Türk edebi
Kendimize, kendiliklerimize dönmek bah
yatına müebbeden hak ketmiş! i, Ziya Gö
si geçtiği vakit, zevk aldığımız Fransız şi
kalp, şiirimizin dışında halmiş bir alimdi.
irini ve nesrini temmet /tamamlandı 1 der
Şiirin ne olduğunu iyi bilmesi, edebiyatı
kabilinden atmak, hatta büsbütün unut
mızın hangi istikaamelte milli olabilece
mak ve ondan sonra Anadolu’ya, İstan
ğini iyi anlaması onun şiirimize ve edebi
bul'un, Bursa’mn ve Edirne’nin eski m a
yatımıza girmesini temin edemedi; bunun
hallelerine çekilmek ve artık tamamiyle
içbı de şiirimizin yenileşmesinde hiçbir iş
kendimize kapanmak gibi zan hâsıl olu
göremedi /.../ Çünkü yeni ve milli diye,
yor Bu sakat bir görüştür. Bir milletin öğ
muannidâne bir iddia ile ortaya sürülen
renmek ihtiyacı bitmez. Bilhassa bu asır
manzumeler mevzu itibariyle eski saz şa
da diğer milletlerin /ıkir ve hareket hava
irlerinin hiç bilmedihleri ve söyledikleri
larından uzaklaşması zâten mümkün de
395
şeylerken, hiç mi hiç yeni değiilerdi. Eski
ğildir Kendimize ve kendiliklerimize dön
saz şiirinin teraneleriydi. Bu çığır yeni bir
meği böyle yanlış bir zaviyeden değil, asıl
nağme, yeni bir lezzet getirmiyordu, yeni
olduğu gibi görürsek diyebiliriz ki: Avru
bir hava açmıyordu. Ancak Ziya’nm tertib
pa medeniyetinin ortasında her milletin
ettiği ilmi bir reçeteyi in mahsulleriydi [...]
bir hüviyeti vardır biz de o dairede bir hü
Milli şiir tınvânını alan ve iflas eden şiirin
viyet olmayı özlüyoruz (1984: 297-98).
i/lasınm nedeni ise Ziya Göhalp’in şiiri
mizden olmaması idi; şiirimizi elinde bir Gökalp’in formülü hem olumlanıyordur
alim reçetesi olarak İslah etmesiydi. Til burada (“o dairede bir hüviyet"), hem de
mizleri zaten adam değildiler; kabahat kendi içinden eleştirilip aşıhhyordur
onlara ait olamaz (1986: 21-24). (“bitmez" ve “kendiliklerimiz”: hars ya da
ulusal kimlik çoğuldur, yekpare bir özdeş
Gökalp ile Beyatlı’nın temel kurguları
lik değildir). Maarif vekaletin yayını ola
arasındaki farkı (ki pozitivizmle hermene-
rak “Dünya Edebiyatından Tercümeler”
utik arasındaki fark da demektir) burada
dizisi de bu restorasyon atmosferi içinde
tartışamayız. Şunu ekleyeceğim sadece:
başlar: Dogu’ya ve Batı’ya karşı sürekli
Gökalp için kültür ve estetik, ulusun kurul
kültürel teyakkuz hali kısmen kaldırıl
masında bir araçtı; Yahya Kemal ise ulusu
maktadır. Yücel, 1939’daki Türk Neşriyat
ve tarihini öncelikle estetik bir gerçeklik
Kongresi’nin açılış toplantısında yaptığı
olarak kurguluyordu. Bunun bazı pratik
konuşmada şöyle der: “Garp kültür ve te
uzantıları da vardı: Milliyetçiliğin güncel
fekkür camiasının seçkin bir uzvu olmak
siyasal boyutunu çok abartmamak ve
dileğinde ve azminde bulunan Cumhuri
Özellikle şanlı bir geçmişin sahiden dirilti-
yetçi Türkiye, medeni ve dünyanın eski
lebileceği yanılsamasından23 geri durmak;
ve yeni fikir mahsullerini kendi diline çe
amaçlanan yekpare ve saf ulusal kültürün
virmek ve âlemin duyuş ve düşünüşü ile
o kadar yekpare ve saf olamayacağını, ama
benliğim kuvvetlendirmek mecburiyetin
öte yandan bu türden formüllerin yanı ba
dedir. Bu mecburiyet, bizi geniş bir tercü
şında -onlardan az çok etkilenerek- me
me seferberliğine dâvet ediyor” (Çıkar
lezliğine rağmen görece tasasız bir yerli
1997; 81). Çevirilerin birinci basımlarında
kültürün de süregittiğini görmek. Yahya
yer alan ama 1960’lardaki yeniden basım
Kemal’in kendi “tilmizlerince’’ pek akta
lardan kaldırılan “Önsöz"de de Yücel “hü-
rılmayan 1940'lara ait -sağlığında yayım
manizma” kavramını vurgular: “Hümaniz-
K E M A L İ Z M
ma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merha deyi kabul etmekle iktifa ettiler: İstanbul
lesi, insan varlığının en müşahhas şekilde halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının
ifadesi olan sanat eserlerinin benimsen konuştukları gibi yazmak. Bu suretle yayı
mesiyle başlar I...] Bunun içinder kibir lacak olan İstanbul'un konuşma diline yeni
milletin diğer milletler edebiyatını kendi lisan, sonra güzel Türkçe, daha sonra yeni
dilinde, daha doğrusu kendi idrakinde Türkçe adları verildi" (1976: 105-107).
tekrar etmesi; zeka ve anlama kudretini o Ama henüz millî bir Türkçe’nin değil, de
eserler nispetinde artırması, canlandırma ğişik yaygınlık derecelerindeki yerel Türk-
sı ve yeniden yaratmasıdır.” çelerin bulunduğu bir ortamda İstanbul
Dizi içinde ilk üç yılda yayımlanan 109 Türkçesi bu yerel lehçelerin en “kozmopo
yapıtın 39’u klasik Yunancadan, 38’i Fran- lit" olanıydı.26 Ve böylece, Türkçülüğün
sızcadan, 10’u Almancadan, 8 ’i İngilizce değerli kılmak istediği millî hars da daha
den, 6’sı Latinceden, 5’i Şark ve Islâm kla en baştan kendi içinde bölünüyor, bu har
siklerinden, 2’si Rusçadan biri de Iskandi- sın dili, başka bir deyişle sesi ve ifade si
3 96 nav edebiyatındandır. 1980’lerde bir milli “güzellik” ve “yeniliğin” dışında tanımla
yetçi yazar, Beşir Ayvazoğlu, “klasikler nıyor ve bir folklorik malzemeye İndirge
arasına göstermelik olarak Şark-lslâm kla niyordu - öte yandan, amaçlanan yayılma
siklerinin de serpiş tiril diğini” belirtecektir nın da tam gerçekleşmediğini, önce “güzel
(Ayvazoğlu 1988: 245), Bu böyle olsa bile, Türkçe’nin" gereği olan sesleri çıkarama
anlamlı kıyas noktası, bütün Şark-lslâm yan, sonra da zaten çıkarmak istemeyen,
klasiklerinin çevrildiği hayali bir durum hınçlı bir gururla “güzel olmayan” sesler
değil, bütün “Şark-İslâm'ın” bastınlmaya, çıkaran kuşakların siyaset ve kültür sahne
unutulmaya çalışıldığı 1925-39 dönemi sine girdiklerini biliyoruz: Daha önce de
dir.2^ Öte yandan, aynı yazar, Mevlâna gi ğindiğimiz iki düğümlenmenin (araçsızlık;
bi bir Şark-lslâm klasiğinin “başta Saba rejimle kendi biçimsel ideali arasındaki
hattin Eyuboglu olmak üzere, bazı hüma bozuk, bulanık ilişki) bir başka örneği.27
nist aydınlar tarafından aslî hüviyetinden 1930’ların başlarında Türkçülüğün bu
soyutlanarak bir 'hümanist’ gibi takdim türden iç çelişkileri Güneş-Dil Teorisi ve
edilmeye çalışı l[dığını]’’ söylerken önemli Türk Tarih Tezi gibi -Gökalp’in de kolay
bir noktaya da işaret etmektedir (Ayva- ca benimseyemeyecegi- kurgularla aşıl
zoglu 1988: 245). mak istenmiş ama bunların fantastik nite
Ama Mevlâna’nın (ve onunla birlikte liğini asıl başlatıcı kurgu olan “Batı mede
Yunus Emre’nin) evrenselleştirilmesi de niyeti" ile bağdaştırmanın kolay olmadığı
“Batı medeniyet dairesine" Batı’ya karşı görülmüş ve bu da sadece tatminsizliğin
mücadele ederek ve sonradan girme çaba artmasına yol açmıştı; evrensellikle tikel
sının doğurduğu kaygıyla ilgilidir. Gö- lik arasında daha yumuşak, daha “orga
kalp1in formülü, Türk kültürünün bu ev nik" bir sentez tasarımına ihtiyaç vardı.
rensellik içinde her zaman tikel ve kısmî Haşan Ali’nin Maarif vekilliğine getiril
kalacağını baştan kabulleniyor ve bu yüz mesiyle Türkçülüğün bu uç formülasyon-
den de gidermek istediği güvensizlikleri ları da tümüyle reddedilmeksizin kendi
daha da şiddetlendiriyordu,25 Kozmopoli- halin e terk ed ilm iş o ld u ,28 Yücel de
tizm, hep kaygı yaratıcı bir öğe olarak Gö- Gökalp’in “usul-öz” ikiliğini benimsiyor
kalp’in kendi ulus tanımının içine sızmıştı: du ama daha çatış masız bir sentez öngö
“Türkiye’nin millî lisanı," diyordu, “İstan rüyordu: “Ben Doğu ve Batı diye bir ayrı
bul Türkçesidir; buna şüphe yok! [...] işte lık görmüyorum. İnsan eseri, insan ruhu
Türkçüler, lisanımızdaki [yazı dili ve ko nun iştiyakları, kayguları, korkuları za
nuşma dili ikiliğimi kaldırmak için şu um mana ve zemine göre değişse de özünde
1 9 2 O ' L E R O E J J ___ 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R
bir ayrılık varsa o, tutulan yol ve usul memesini, hatta habersiz kalmasını sağla
dendir. Garplı kafasının metoduyla duy maktı,30 Başka bir deyişle, Tercümeler di
masak şarklıda bu özü bulamazdık. Me zisinin Batı’ya açılan penceresi, daha çok
sela Mevlâna’nın Fîhi mü/îhi kitabını Go- bir ayna işlevi görüyordu: Orada, kendi
ethe’nin E ckerm an ’la Konuşmalar’ı gibi rahatlatıcı Batı imgesini ve kendi Batılılaş-
okuyorum. İkinciyi okumaya alışmasam, mışlığmı (veya Batılılaşacağmı) görüyor
kimbilir birinciyi şimdikinden daha az du inkılâpçı Türk aydını. Ama Yücel’in
başarı ile söktürebilirim” (Çıkar 1997: Ankara Devlet Konsevatuvarı’nın ilk me
62). Bu yaklaşım, Yahya Kemal’in tasarı zunlarının diploma törenindeki (1941)
mından çok uzak değildir, Beyatlı da sözleri, hem kaygıların kolayca yatışma
Gökalp’in katı ikiliğinin yarattığı tatmin dığını gösterir hem de bu güçlüğün ar
sizliklere değindiği (yukarda bir kısmını dındaki nedenleri hissettirir:
aktardığımız) pasajında şöyle demektey
Bir gün bütün insanlığın idrak edeceğine
di: “Bir medeniyeti taklîd etmek merhale
inanmış bulunduğumuz Türk hümanizma-
sinden çıkmak onu iyi hazmettikten son
sının yepyeni bir safhası, Devlet Konser-
ra mümkün oluyor. Bu rüşde ermek için
vatuvarmın bağrında doğmaktadır Türk
ise onun fen ve tekniği kâfi gelmiyor; bil
kümanizması, beşer eserine istisnasız kıy
hassa zevk, düşünüş, ahlak gibi yeni ha
met veren, ona zamanda ve mekânda hu
yatı yaratan unsurlarım benimsemek îcâb
dut tanımayan hür bir anlayış ve duyuştur
ediyor” (1984: 296),29 Yücel, Beyatlı’dan
Hangi milletten olursa olsun insanlığa ye
farklı olarak, “taklit” ve “rüşt” gibi fazla
ni bir düşünüş, yeni bir duyuş getiren her
çıplak adlandırmalardan kaçınıyor, “rüşt”
esere bizim yüreklerimizin besleyeceği his,
sorununun artık unutulmuş olduğu bir
ancak saygı ve hayranlıktır [...] Müellif
noktadan konuşmak istiyordu. Doğu ve
bizden olmayabilir, bestekâr başka millet
Batı ayrımı yoktu. Mevlana ite Goethe ay
ten olabilir Fakat o sözleri ve sesleri anlt-
rı tepelerden ama aynı yükseklikten bir
yan ve canlandıran bizdz- Onun için Dev
birini selamlıyordu.
let konservatuvarının temsil ettiği piyesler
Eski “Dogu-Batı" sorununu dönüştüren
oynadığı operalar bizimdir, Türktür ve
bu düşünsel manevra, en azından bir süre
millîdir" (Çıkar 1997: 96).
için, Türkiye’nin “yaralı bilinçlerine” (te
rim, Iranlı yazar Daryuş Şayegan’ındır) Eski çatışmacı ton -kısmen rejimin yer
bir merhem gibi gelmiş olmalıdır. Sürekli leşerek kendini daha güvenli hissetmesin
kültürel teyaukuz ve tıkanma hali geride den de ötürü- yerini "stoacı” bir kabullen
kalıyor, evrensellikle yerellik arasında bir meye ve belli belirsiz bir serzenişe ( “bir
uyum sağlanıyordu. Yücel’in rahatlatıcı gün") bırakmıştır ama nihai doğrulanma
yaklaşımı, daha sonra sol kanat aydınla mercii hâlâ dıştadır. Türk hümanizmasını
rınca şöyle yorumlanacaktır: Sanat ne ka bir gün görecek olan “bütün İnsanlığın"
dar yerelse o kadar evrenseldir, yerellik da aslında ikiz göndetgeleri olduğu sezilir:
arttıkça evrensellik de artar. Gelgeldim, Biri, canlı türü olarak bütün insanlar,
bu yaklaşım, Batı’nın da Evrensel’in de İkincisiyse -operada Çin, Peru veya Kenya
bir ebedîlik hali içinde dondurulmasına müziği değil, Italyan, Rus ve Alman müzi
dayanıyordu. Dünya edebiyatından Ter ği icra edildiğine göre- Batı dünyası ve
cümeler gibi bir mecelle (kanon) içinde özellikle de “insanlık” kurgusunun kayıtlı
kapsanan bu ebedi kurgunun nesnel işle olduğu Batı hümanist felsefesi. Şu halde
vi de, inkılâpları benimseyen Türk aydını Batı’nın bakışı, aynanın ardından, aynayı
nın fıem kendini Baült/Evrensel hissetmesi geçerek bizi gözlüyordur. Türk hümaniz-
ni hem de Batı'daki gelişmelerden etkilen ması da bu bakış nezdinde doğrulanacak-
K E M A L İ Z M
tır.3’ Ama böyle bir doğrulanılın hep erte ğaltır ya da örterken, karşı uçta da bir tep
lenmeye mahkûm olduğuna yukarda de kinin birikip şekillenmesini önleyeme
ğinmiştik: Meltem Ahıska’ntn belirttiği gi miştir. 70’lerin ikinci yansından, özellikle
bi (bkz. 22. dipnot) bir çifte yansıtma işle de 1980 darbesinden itibaren eğitim ku
mi geçerlidir burada: Batı’nın gözünden mrularında ve kültür yaşamında “Türk-
bize yansıyan imge, her zaman çoktan bi Islâm Sentezi" adıyla etkisini daha çok
zim oraya yansıttığımız kendi imgemizdir duyuracak bir tepkidir bu. Yukardaki for-
- kendi yetersizlik imgemiz. Bu ayna iliş müllendirme tarzına sadık kalırsak bu
kisi, ego ile ego ideali arasındaki çifte yan çizgiyi de “Ziya Gökalp eksi Batı’nın-tek-
sıtmada olduğu gibi, kendini sürdüren bir noloji-hariç-her-şeyi artı vurgulanmış an-
eşitsizlik üzerine kurulmuştur: Ego, ide ti-komünizm” olarak tanımlayabiliriz.
alin aynasında, isteklerini çünkü yetersiz Farklı kökler ve farklı bileşenlerden de
liğini ve yetersizliğini çünkü isteklerini söz edilebilir: 1912 sonrası Türkçülük ve
görecektir hep. Turancılık akımlarına karşı daha mesafali
398 Öte yandan, Yücel’in pasajındaki bir olan bir muhafazakâr çizgiden etkilendi
başka zaafa da işaret etmek gerekir: Kul ği, ama asıl mühimmat deposunu Turancı
landığı terimler birbirinin ayağına dolan hareketten aldığı söylenebilir. Zaman
maktadır: “Başka milletler” sözüyle, “za içinde bazı değişmeler de geçirecek, baş
manda ve mekânda hudut tanımayan” bir langıçta çok daha vurgusuz olan İslâmî
evrenselcilik fikrî askıya alınmakta, ama öğenin 1970’lere gelindiğinde belirginleş
aynı anda “millet” terimi de bütün yükü tiği görülecektir. Oluşumunda 30’lu ve
nü, bütün belirginliğini ve kavramsal hay 40’lı yılların uluslararası siyasal koşulları
siyetini yitirmektedir: “Bizden olmayabilir nın oynadığı role sık sık dikkat çekilmiş
ama bizdendir, başka ulustandır ama tir; ama bu yazının çerçevesi içinde daha
Türktür.” Burada “proto-dekonstrüktif” önemli olan, iç koşullardır: Yücelin resto
bir melezlik fikrînin başlangıç lan m gören rasyonu (“Türk hümanizması”), yüz yıl
ler de çıkabilir. Ama böyle yaklaşımların lık yaraları gerçekten iyileştiremeyip sa
daha kalıcı sonucu, zihinsel gevşekliktir. dece örtmekle kaldığı ölçüde, kendileri de
Fantastik ama yaşanmış -dolayısıyla ger zaten bu yaraların ürünü ve ifadesi olan
çek- karşıtlık ve ayrımların muğlaklaştırıl akımların şimdi ikiye katlanmış bir hınçla
ması, düşünsel çatışkıların işletilmek ve bu yetersiz “tedaviye" hücum etmeleri,
belirginleştirilmek yerine kısa devreye uğ asıl düşman olarak onu bellemeleri ve her
ratılması, sadece klişelerle konuşan ve an şeyleriyle onun zıddı olmaya yönelmeleri
cak konuştuğu klişeleri düşünebilen bir kaçınılmazdır. Divan edebiyatı bahsi, iyi
sosyal tipin doğmasına yol açmıştır. Bu ti bir örnektir.
pin daha tipik örneklerini, sosyalizmle 1932’de, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da
Atatürkçülük arasında yer alan, çoğu za aralarında olduğu bazı öğretmen ve aydın
man haklı olarak ilericilik diye de adlan ların Divan edebiyatının liselerden kaldı
dırılan, hudutları belirsiz bir düşünsel rılmasını teklif ettiğine ve bunun, yeni re
bölgede bulacağız (bu noktada, Yeni Ufuk jimin Türkçü kültürel seçkinlerinin bü
lar dergisini nasıl unutabiliriz - Cumhuri yük bölümünce paylaşılan tavrın pratik
yet gazetesini de).32 ifadesi olduğuna yukarda değinmiştik.
1939'dan sonra bu alanda da belli bir res
“TÖRK-İ5LAM SENTEZİNİN ÖN-TARİHİ torasyon gerçekleşmiştir; Bu edebiyatın
kurumsal zemini (dergâhlar) yok edilmiş
40’lı yılların göreli kültürel restorasyonu, olsa bile, Bektaşî bir kökenden gelen ve
bazı eski güvensizlikleri bir süre için sa ilerde İsmet Paşa’ya sunulan bir Divan da
1 9 2 0 ’ L E R D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I
her zaman bir ‘tatm insizi ik ve hüsran kay Divan şiirini de “beraberce mahbus olduk
nağı oluyordu" (2000: 128). ları bir daire içinde tanımakta ve yalnız
Milliyetçi bakış Divan şiirini bir anda onu bildikleri için, onu şevseler bile, bu
ecnebileştirebiliyordu, ama bu şiirin savu sevgiye doğru bir intihabın zevk ve şuuru
nusunu üstlenen Batıcı bakış da bu savu nu" katamamaktadırlar (1969: 186).
nuyu kendi düşünsel çerçevesi içinden “Mahbus" sözcüğü, burada büsbütün
yapıyordu. Ataç (1943): rastlantısal biçimde kullanılmış olamaz:
Tanpınar ve Ataç’ın da rol aldıkları kültür
Daha da ileri gideceğim: bizim şiirimiz
politikası, eski edebiyatın değerli ama ar
bendi bendini anlatmağa da yetmez, yal
tık kullanılmayacak bir hazine olarak ka
nız bizim şiirimizi okumakla halanlar
patılmasına, kilitlenmesine yol açmıştır
unun eşsiz güzelliklerini de sezemezler.
Ataç’ın değindiği “aile ihmali”nin de ku
B ir Türk çocuğu, bizim eski şiirimize
rumsal zeminidir bu kilitlenme. Bunu,
hayran olmak için de gene Avrupa edebi
mecazi bir anlamda da olsa, 1950’lerin ba
yatlarının birinden geçmelidir Yahya Ke
400 mal ile bizim divan şiirimizden konuşun,
şında açıkça yazacaktır Ataç:
sonra Avrupa edebiyatlarının birinden Kendi kendine yeter bir edebiyat değildir
geçmemiş, yaln ız türkçe hatta biraz da bizim divan şiirimiz. Bunun için kapal-
/arşça, arapça bilen bir adamla divan şi malıyız onu, Fuzulî’yi de, Bahî’yi de, Ne-
irimizden konuşun, ancak Yahya Kemal şafı ile Nazîm’i de un atmalıyız. Onları
doğru anlıyor, öteki anlamıyor demiyece- çocuklarımıza belletmemiz gerekli değil
gim; belki de doğrusu Yahya Kemal'in de dir Ç ocu klarım ıza gerçekten edebiyat
ğil, ötekinin anladığıdır; ama biz onun sevgisini, güzellik kaygusunu aşılamak
anlayışından hoşlanmıyoruz; onun anla- istiyorsak onlara, Yunanlılarla La tinle r-
yışile şiir bize hiç de güzel gözükmüyor, den başlayarak Batı aleminin şiirlerini,
tatsız, yavan bir iş, bir oyuncak gibi geli eserlerini öğretelim, benliklerini onlarla
yor Demek ki bugün bizim istediğimiz., yoğuralım.
bizim anladığımız Şiir kendi toprakları Bilmesinler Fuzulî gazellerini. Bir gün
mızda yetişmiş olsa dahi, gene bize Avru gelir, belki kendi kendilerine bulurlar o
pa yoİile geliyor (2000: 42). gazelleri. Bir Batılı görüşüyle okurlar on
ları, bizim bugün iyice Bezemediğimiz gü
Ama bu da Gökalp’in teknik-malzeme
zelliklerini görürler de yeniden diri İtive
formülünün Beyatlıvarl bir dönüştürülü-
rirler Şimdilik biz o divanlardan uzakla
şüdür: Batı’dan alınıp yerli malzemeye uy
şalım.
gulanan, sadece maddi teknolojiyi değil,
Böyle diyorum da gene uzaklaşamıyo
yorum tekniklerini de içeriyordur artık.
rum. Ne yapayım? Düşüncelerim başka,
Yerli malzeme değerlidir, ama bu değeri
duygularım başka benim. Onları birbiriy-
gösteren ve belirginleştiren etken Batı ede
le uzlaştırmaya, düşündüğüm gibi duyup,
biyatıdır.14 Divan edebiyatının kendi ku
duyduğum gibi düşünmeye özenmiyorum.
rumsal ve düşünsel bağlamına daha çok
Doğrusunu söyleyeyim, bu ikilik hoşuma
dikkat eden Tanpınar’ın tutumu da pek
gidiyor benim. Kimi düşüncelerime bıra
farklı değildir. “Eski Şiirleri Okurken”
kırım da bendimi bîr yana, kimi duygula
makalesinde, “eski şairleri seviyorum fa
rıma bırakıp da öte yana giderim, iki y a
kat eskiyi sevenlerin çoğu ile anlaşamıyo
nın da ayrı ayrı /../ hazlart var, hepsini
rum" diyordur Tanpmar; şiiri daha geniş
tatmaya çalışırım. Bunun içindir ki iste
(ve Batdı) bir yorum çerçevesiyle ilişki-
meye istemeye açıyorum divanları, iste
lendirmeden okuyanlar, “eskiyi devam ha
meye islemeye açıp da bayıla bayıla oku-
linde kendinde bulup seven" kişilerdir ve
I 92 O ' L E R D E » 1 9 7 0 ’ L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R
Faruk Nafiz Çamltbel'in 1926'da yayımlanan Han Duvarları, milli vezinli yeni-Türk
millî şiirinin hem yüksek ” hem 'de popülerlik kazanan bir eseri olmuştur. Yahn dilli,
folklorik öğeleri yücelten, yabancı * unsurlardan tamamen arınmak isteyen bir
poetikadır, Çamİtbel’inki.
yom m, Göstermeyelim gençlere, gizleye cek bir değerdi; ve bu bireysel çaba da ki
lim onlardan, am a biz, o âlemin bizden şinin kendi çevresinin, kendi “harsının"
uzaklaşmasına ne de oha üzülenler “Ikd- dışına çıkması, ona uzaktan bakabilmesi
t engür [üzüm salkımı] gibi bir araya baş demekti. Ama bu da tehzibin (ve taşıyıcı
çatıben ” açalım, okuyalı m Fuzulî divam- larının) nerdeyse otomatik biçimde grup
m, beyitler arayalım onda, bulduğumuz öfkesinin, grup hasetiriin hedefi olması
güzelliklerle coşalım (J 991; 175-76). anlamına geliyordu - özellikle de kültürel
imtiyazın yasaklanmış olduğu ve ulusun
Divan şiirini bazı mevzun ve parıltılı
en yüksek manevi merci sayıldığı bir de
beyitlere indirgeyen bu kuğu şarkısı, her
mokratik toplumda. Böylece, şimdi Os
hangi bir ikilik düşüncesine ve özellikle
manlI edebiyatının da dahil edildiği ulusal
ikilikten tat alınmasına katlanamayanlara
harsla özdeşi eşenlerle bu harsı ve bu ede
benimsenmeyecek ti. Böylece onlar da o
biyatı başka türlü sevenler arasında ner
“daireye” hâzineyle birlikte kendilerini de
deyse kendiliğinden bir kutuplaşma orta
kapattılar, hâzinenin emanetçisinden çok
ya çıkacaktı, bugün bile sürüp giden bir
bekçisine dönüştüler. Önce İstanbul Üni
kutuplaşma.
versitesinin sonra ötekilerin Türkoloji bö
Bunun dar anlamda düşünsel bir karşıt
lümleri, bu kapanmanın kurumsal cisim-
lık olmadığını bilmeliyiz: Değerlerle ilgili
lenişidir. Burada bir tür negatif zorunlulu
her çekişmede olduğu gibi burada da ar
ğun da işled iğ in i görm ek gerekir,
zular -öyleyse hasetler- işin içindeydi.
Gökalp’in lebzib olarak adlandırdığı “yük
Milliyetçi tasarım, hem halk kültürünü
sek k ültür"35 -eğer düpedüz im tiyazın
asli değer saydığını belirtip hem de “bil
ürünü değilse- bireysel çabayla erişilebile
hassa İstanbul hanımlarının” konuştuğu
K E M A L İ Z M
Bu memleket niçin bizim 7 Dört yüz atlıy Eyuboğlu’nun, 2001 yılında bile örnek
la Orta Asya’dan gelip fethettiğimiz için leri görülen bir kaygıyı yatıştırmaya çalış
mi? Böyle diyenler gerçekten benimsemi tığı söylenebilir: “Yer adlarını Türkleştir
yor, anayurt saymıyorlar bu memleketi. meye ihtiyacımız yoktur, çünkü Bizans da
Gurbette biliyorlar kendilerini yaşadıkla biziz, Frigya da biz; Anadolu’da kendimi-
K E M A L İ Z M
zi evimizde hissedelim artık, her yıl İstan adılı içine alınmışlardır (1998:266).
bul’u bir kez daha fethetmeyelim!" Ama
Burada, kimin dışlandığından çok, du
bu rahatlatıcı, uzlaştırıcı tavrın da bazı
ruma göre mutlaka bir topluluğun dışla
inkarcı savunmalarla sakatlandığı görüle
nacağını görmek belki daha önemlidir.36
bilir, “Dışardan gelme)er"in çoğunlukta
Ama asıl kellenme, Eyuboğlu’nu en baya
olma ihtimali, hem ortaya konulmakta
ğı klişelere ( “bizden aldıklarını bize sat
hem de daha dile getirildiği anda yadsın
mışlar”) sürükleyen “hassasiyet", burada
maktadır. “Bu toprakların farklı dil ve
“bu topraklar" üzerinde "bizden” önce bi
dinden toplulukları yüzyıllar boyunca
nlerinin yaşamış olduğu noktasında orta
“yoğurup kaynaştırdığı", onları bir “biz"
ya çıkmaktadır ve bu da Eyuboğlu’nun
haline getirdiği belirtilmekte, ama “bi
“biz” kurgusunda onarılmaz bir çatlak ya
zim" Yunan/Anadolu kültüründe kendi
ratmaktadır: Bizans'ın eski eserleri yıktığı
özel payım ızı yüzyıllarca horgördüğü-
nı ama bizim kiliseleri camiye dönüştüre
müzden de ya kını İm ak tadır. Bizans “an
rek koruduğumuzu söylemek, sadece on
404 tik eserleri"(?) yakıp yıkmış, ama “biz"
ların bizden önce geldiğini değil, bizden
k iliseleri cam iye çevirerek “korumu-
başka olduğunu da kabullenmek demektir
şuz”dur. Bütün bu savunmalarda, “biz”
- ve bizim de onlardan başka olduğumu
sözcüğünün içeriği, duruma göre genle
zu. Böylece Eyuboglu’nun “biz"i de bir
şip daralıyordun Etienne Copeaux, Eyu-
anda karşıtlarının, nefret etliği “softaların
boğlu’nun metnine ilişkin çözümlemesin
“biz"ine yaklaşır: “‘Onlar’ da Bizans’ı ve
de buna dikkat çeker:
Hıristiyanları dışarda bırakmış değiller
“Hifitler, Lidyahlar, Romalılar, vb. midir?” Eyuboğlu’nun “Anadolucu hüma-
Hepsini bir tek "biz" içinde toplamayı nizması"mn rahatsız vicdanıdır bu.37 Su
sağlayan ortak yönleri nedir? Yeterince çun hemen softalara yüklenmesindeki
inandırıcı olmayan kalıtım görüşüne pek otomatı 1;Ii Iî de bu noktada bir projeksiyon
yer vermeyen Eyuboğlu, onun yerine top ihtiyacının doğduğunu gösterir: Eyuboğ
rağı öne sürer; ama, artık bu toprakla sa lu, kendi formülasyonundaki rahatsız edi
dece bir y er anlatılmamaktadır; toprak, ci öğeyi -"biz deşmeyi önleyen, “halleşip
üzerinde ağırladığı halkların tarihi için kaynaşmayı" güçleştiren dışsallık ve dışla-
de, onlarda ortak bir nitelik şekillendire yıcılığı- bir düşmana, bir “karşı tarafa"
rek, oyunculardan biri konumuna yüksel yansıtma zorunluluğunu duymuş gibidir.
miştir Bu düşüncede, açıkça ifade edilme Ve tıpkı Cevat Şak ir gibi o da “Türk Tarih
se de, yerin erdemi (verfu chtonicnne) an Tezi" ve “Oüneş-Dil Teorisi”ni, ait olduğu
layışı vardır; bu anlayışa göre, insan üs ırkçı referans çerçevesinden koparıp dün
tünde yaşadığı toprakla özdeşleşir, toprak yanın bütün kültür değerlerini Türkleştir
ona her zaman kendi iyiliklerini yaymayı meye değil de sadece eski Anadolu kültür
sürdürür 'toprak düşüncesi, Eyuboğltı’tıa, lerini benimsemeye yönelen (ve bu arada
“biz" Anadolu’da Yunanlılardan Önce var Yunanlıları kültürel olarak mülksüzleşti-
dık, onlara her şevi "biz” öğrettik deme ren) bir yaklaşım olarak sunmaktadır,
olanağı vermektedir Yöntem, ne kadar şi "Türk hümanizması" gibi “Anadolu bu
irsel olursa olsun, tarih ve mantık dışıdır rna n izması"nın da hem zaafı hem de etki
çünkü yazar “biz"in İçeriğini islediği gibi si bu muğlaklıkta, bu kavramsal gevşek
değiştirmektedir; “biz"in içine Ermenden likte aranmalı. Eyuboğlu, bir yandan kül
katmamakta ve varlığıyla bu toplu kimli türel kimliğin bir töz değil bir kurgu ya da
ğin uzlaşmacı ve ince imajını bozan her tasarım olduğunu söylüyor, öte yandan da
kesi dışlamaktadır; "fanatikler1’, "onlar" kendi sezişinin farkına varmak istemiyor,
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O ’ L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R
ya’da da sofraya davet edilmiştir. Daha şında bir “örnek Batı" kurma çabası, taşra-
önemli sorun, böyle bir Özerk sanatın ku lıhgın fantastik inkârı ve dolayısıyla ken-
rumsa! temellerinin eksikliğidir. Tanpı- disiydi; şimdiyse Batılı veya dünyalı olma
nar’ın ısrarla işaret ettiği bir eksiklik - çabası gevşetiliyor, bunun yerine “Batı’yla
1951’de “kültür ve sanat meselelerine ha birlikte ve Batı için Doğulu olmak" diye
yattaki yerini bir türlü verememekten, on tanımlanabilecek, alıcısı daha yaygın bir
ların lüzumunu ve istiklalini kabul etme kültürel kimlik politikası benimseniyor
miş olmaktan” yakınırken- “fikir ve sanat du.39 “Batı" imgesini sürekli bir endişe
meselelerinde efkâr-ı umumiye ile devlet kaynağı olarak almayan, çünkü onda artık
arasında mutavassıt vazifesini görecek ci ne eski bir düşman ne de hep yetişilmesi
hazın bulunmaması"na da dikkat çeker gereken bir ego ideali gören bir tutumdu
(1996: 33, 29). Bir burjuva kamusallığını, bu. İkincil ama eskiye göre biraz daha ra
İçinde sanatın da özerk bir alan olarak yer hat bir kültürel içe kapanış da böyle
alacağı bir kamusal alanı aramaktadır mümkün oldu.
406 Tanpınar (Beş Şehirdeki “Erzurum" bölü Bu içe kapanış sürecinde Yücel dönemi
mü, bu açıdan da okunmalıdır). nin “Türk hümanizmasfna tepki duyan
Gerçek şu ki, sanat ve edebiyatın siyasal milliyetçi/muhafazakâr akımların da daha
iktidar ve genel olarak siyasal alan karşı daha t çalışma imkânı bulduğu söylenmeli.
sında kısmi bir bağımsızlık edinmesi de O sm anlı im gesin in reh abilitasy on u
ancak 50’li yıllarda mümkün olacaktı. De 1950’den hemen sonra başlar: İstanbul’un
mokrat Parti yönetimi, geçmiş dönemlere fethini kutlama “geleneği" DP iktidarları
ait politikaları “halkın kabul ettiği ve et döneminin ürünüdür.
mediği inkılâplar" şeklinde ikiye ayırmak Sanatın siyasal iktidar ve siyasal alan
la, kültürel alanda da devletin hurucu mü karşısında ilk kez bu dönemde belli bir
dahale imkânlarının sınırlarım kabulleni özerklik kazandığını belirtmiştim. Ama
yor ve bazı kendiliğinden oluşumların Tanpınar'ın aradığı güvenli, güvenceli
önündeki bazı engelleri kaldırmış oluyor özerklik değildi bu. Sanatçı devletten
du. Şüphesiz, Nuru İlah Ataç gibi bir elitis- özerkleşiyor, hatla özgürleşiyor, ama 30’lu
ti çileden çıkaran bir tür ikincil taşralaşma ve özellikle 40’lı yıllarda edindiği kurum
da gerçekleşmiştir bu süreçte: Radyoda sal güvenceleri de (yurtiçi ve yurtdışı
klasik Batı müziği programları kısıtlanır burs, sergi ve yayın imkânı, idari görev,
ken “Alaturka” süresi artıyor ve genel ola parlamento üyeliği, elçilik) yitiriyordu. Bu
rak kültürel metaların üretim ve sunu kopuş, bütün bir dönem boyunca Türki
munda tüketimin (dolayısıyla kırsal zen ye’nin kültüre! Batı Ulaşmasının göstergesi
ginliğin) belirleyiciliği kabulleniliyordu. ve ölçütü sayılmış olan klasik müzik ala
Özellikle 1938-50 arasında ihmal edilmiş nında izlenebilir, Türkiye’nin ilk klasik
göbek dansının ve tensel hazların resmî Batı müziği bestecileri olan “Türk Beşi e-
rehabilitasyonuyla birlikte Kahire ve Bey ri"nin (Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin,
rut etkisi de 1860’lardan sonra bîr kez da Cemal Reşit Rey, Ferit Alnar, Necil Kazım
ha bu dönemde hissedilir. Bunun ikindi Akses) Rey dışında hepsi, 1923’ten sonra
bir taşralaşma olduğunu vurgulamalıyız: devlet bursuyla Paris ve Viyana’da eğitim
Daha önce, özellikle 1923-38 döneminde, görm üşlerdi; yine Rey dışında hepsi.
Batı’ya karşı Batılı veya dünyadan habersiz Gökalp’in tezinin “Türk hümanizması" ta
dünyalı olmayı hedefleyen, sıkışık, araç rafından yumuşatılmış versiyonu uyarın
sız, çatışmacı bir kültür politikası izlen ca, bestelerinde halk müziği ve “Alaturka
mişti; dünyanın etki alanından çıkarak motiflerini işlemişlerdi (Erkin’in Piyano
dünyalaşma, Batı’nın dışında ama yanı ba Konçerlo’su 1946’da CHP ödülünü kaza
9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I
değil, ölü bir üründür. Dayandığı sınıfla Cenap Şahabettin’in “Avrupa Mektupla-
birlikte göçüp gitmiştir Kaynağı da yerli rY’tıa şairin oğlunun 1995’te yazdığı önsöz
değil, yabancıdır: Koşuk biçimleri, kalıp şu cümlelerle başlamaktadır: “Burada, ba
ları, türleri, konuları, ölçüleri Fars edebi bam Cenap Şahabettin hakkında herkesin
yatından aktarılmıştır [...} Peki nerde bi az çok bildiği hususları atlayarak, belki
zim yerli geleneğimiz? Yakınımızda, lıem çok kişinin bilmediği şeyleri yazmakta ye
de çok yakınım ızda... Ottu bulmak için tineceğim, Babamın babasının Topçu Bin
ölü kültürleri hortlatmağa, tâ Acemis- başı Şahap Bey olduğunu ve Plevne’de şe
tan’a y a da F ireng istan’a gitmeğe uğraş hit düştüğünü az çok herkes bilir. Ama
mayalım, Gözlerimizi artık burnumuzun babamın atalarının çoğunun asker oldu
dibindeki Öz varlığımıza çevirelim: Unu ğunu bilmeyenler vardır. Bilhassa anası is
tulan halka ve onun yaşayan kültürüne met Hanımın ataları arasında askerler da
(1974:2?, 173). ha çoğunluktadır. Rum el in in kaybedilme
si ve bunun doğurduğu göçler babama
408 Bir yönüyle geniş bir “zihinsizleştirme
çok tesir etti. Belki bu yüzden, babam orta
İşlemi" olarak da tanımlanabilecek elli yıl
yaş ve yaşlılık çağında siyasetten uzak kal
lık kültür politikalarının sonuç almış ol
dı" (Uluant 1997: ix). Yazarın adı, İsmet
duğu görülüyor: Solcu bir yazar, bu yargı
Rasin Tümtürk’tür.
cümlelerinin hemen hemen aynısının sağ
cı yazarlarca da kurulduğundan ya büsbü
__________ MECELLE YOKLl/ĞH
tün habersizdir ya da bu koşutluğu hiç
önemsememektedir. Cemal Süreya, estetik Cemal Süreya’nm kısmen estetik özerklik
özerklik kavramını kullanmaksızın, Tan- yokluğuyla bağıntılı olarak saptadığı baş-
pınar’m da değindiği bu “istiklal" eksikli
ğinden ya kına çaktır:
önceki bütün küttür değerlerinin hüküm aflarına işaret etmeye çalıştık: Gökalp,
süz göründüğü bir anda ve bu hükümsüz- “bilhassa İstanbullu hanım ların güzel
leşmeyi daha da kesinleştirmek üzere- be Türkçesi" gibi kendi projesi açısından
nimsenmesi demektir bu gecikmişlik.'13 çelişik, sakatlayıcı ve tatminsizlik yara
Tasfiyeci momentumu başlatan da bu- tan bir ölçütü daha en baştan kabulleni
dur: Tanzimat’tan 1960'lara kadar, her ye yord u ; “T ü rk h ü m a n iz m i”n in Ba-
ni edebiyatçı kuşağı, kendinden önce ge tı’yı/dünyayı zamansızlaştırıp ebedileştir
lenleri yok saymamak ve işe sıfırdan baş me ( “Dünya Edebiyatından Tercümeleri')
lamamak için ortada hiçbir bağlayıcı zo çabası da orta vadede daha yatıştırıcı bir
runluluk olmadığını hissetmiştir. Çünkü etki gösterm ekle b irlik te, B a tin ın ve
yerli gelenekle kendisi arasına hep dış dünyanın zamansallıgıyla -hareket ettiği
modelin bakışı/aynası girmektedir - yeter- ve hep yeni bir şeyler çıkarabildiği ger
sizleştirici bakış: Servet-i Fünun kuşağı, çeğiyle- daha yoğun bir temas içine giril
Namık Kemal’i Flaubert ve Baudelaire’i diği anda eski tedirginliklerin daha da alt
410 görmediği için yetersiz bulacak; Yahya Ke üst edici biçimde yeniden ortaya ortaya
mal, Tevfik Fikret’i Mallarmö’ye değil de çıkmasını önleyemeyecekti. 1950-80 ara
Françoîs Coppee gibi ikinci sınıf bir şaire sında yaşanan görece tasasız içe kapanış
baktığı için küçümseyecek; Ataç, Baudela- yıllarında, Türk kültürünün, en azından
ire ve Mallarme’yi değil de Heredia’yt ör edebiyatta, aşırı bir yerelciliğe de kapıl
nek aldığı için Yahya Kemal’de bir eksik madan kendi ayakları üzerine durabildi
lik bulacak; Orhatı Veli ve Garip akımı, ği yolunda yaygın bir kanı oluşmak üze
Yahya Kemal’deki eksikliği fazla ağdalı ol reydi (Cemal Süreya, şiirin bir “oto-fi-
masında, çünkü Dada veya Gerçeküstücü nansman" edinmesi olarak tanımlıyordu
lük gibi sokağa daha yakın avante-garde bunu). Ama dünyada imge ve düşünce
akımlara hiç bakmamış olmasında araya dolaşımının küreselleştiği, Türk edebiya
cak; ve nihayet Cemal Süreya da hepsinin tından yabancı dillere çevirilerin de eski
Avrupa’da kendi dönemlerinin en ileri ye oranla arttığı 1990’larda, Latife Tekin
akım ve sanatçılarının şu ya da bu ölçüde ve Orhan Pamuk gibi isimlerin çevresin
gerisinde kaldığını söyleyecektir. Bu, sa de beliren telaşlı tartışma -ve beklenme
dece öznel bir değerlendirme sorunu da dik noktalardan gelen yerelci tepkiler-
değildir; Her yeni çıkış, kendinden önce eski kaygıların uzun gölgeleri olduğunu
gelen(ter) gerçekten eski görünmesini ve gösteriyor. Bununla birlikte, Çin Halk
dolayısıyla yeterli bir kaynak olmaktan C um huriyetinin ilk başbakanı Çu En
çıkmasını da sağlamıştır.4* Lay’ın sözlerini de anımsayabiliriz bu
Gökalp’in ve “Türk hüm anizminin" noktada. Fransız Devrimi hakkında ne
kendi farklı yaklaşımlarıyla önlemeye düşündüğünü soran gazetecilere şöyle
çalıştığı da böyle bir “öz-yetersizleştir- cevap veriyordu Çu: “Bir şey söylemek
me" süreciydi. Ama ikisinin de kendi za için henüz erken.’’ O
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O 1L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I
DİPNOTLAR
1 Alman romantik şiirini Fransız ve Ingiliz ro taleat b izim h a k kım ızd a kat'iyyen gayrivar ittir.
mantizmlerinden ayıran noktalardan biri de bu Her ikisi de mahzi iftiradır. Milletimizin kabili-
zaman çarpılması duygusunun belirginliğidir. yetsiz olmadığı tarihen ve mantıkan sabittir.
Hölderlin'de, Tanrılar çekilm işlerd ir. Şimdi‘den, Bunun delilini y in e ecanibin kendi muamelele
şimdi'nin sahnesinden uzağa çekilmiş, Goet- rinde bulabiliriz. Avrupa devletleri mütareke
he'nin gençtik yapıtlarından G ö tz von B e rlic- den ewet ve mütareke anında mütarekename
h in g e n 'de de isyancı köylülerin başına geçen ile 'kendi hududu millîsi dahilinde yaşamağa
Götz, aslında çoktan toplumsal sahnenin dışına (ayık Türkiye kabul etmişlerdir’, aradan bir se
düşmüş kılıç soyluluğunun kendi zamanına ne geçmeden nasıl oluyor da bir millet zalim
denk düşmeyen temsilcisidir. ve kabiliyetsiz oluyor?" (Atatürk; 1973, 1181-
2 Mehmet Izzet'e göre, "Tarih, Türk'e şarkta ye 82; a.b.ç.). Kolonya üstlerin, kolon deştirilen top
ni bir hakimiyet rolü, maneviyat üzerine, şark raklara bakışı benimsenmekte, ama bu bakışın
milletlerinin inkişaf-ı fikriyesi üzerine hakimi "bize" uygulanamayacağı belirtilmektedir. On
yet rolü hazırlamaktadır. Vazifemiz de bu şe lar gibi bakılmakta, onlar gibi olmak istenmek
refli role layık olduğumuzu isbat eylemektir" te, ama aynı zamanda onlarla savaşıl makta dır.
(Kaplan 1981b: 211). Eski (fiziksel) hakimiyet 4 Bölünme ve içsel mücadelenin yol açtığı sancı, .. .
geçmişte kalmıştır, yeni (manevi) hakimiyet ise Hegel’in "Mutsuz Bilinç" kavramıyla da betim- ‘r l I
henüz gelecektedir. Zaman çarpıtması, her şe lenebilir: "Bu yeni bilinç biçimi. Şüpheciliğin —
yin aynı anda hem çok geç hem de çok erken ayrı tuttuğu İki düşünceyi bir araya getirir [...]
olduğu bir mutlak yaşantısrzlık noktasına gide Dolayısıyla bu yeni biçim, kendi kendinin çifte
bilir. Melih Cevdet Anday’ın Güneşfe'deki dize bilinci olduğunu bilen bilinçtir; kendini özgür
leri, böyle kendi içinden yarılmış bir an'ı yoklar; leştiren ve değişmeyen, kendiyle özdeş ve ken
"İvedi bir dünya bu. Her şey erken / Ve her şey di başını döndüren, kendini yoldan çıkaran:
geç. Gün tutulucak biz uyurken." kendinin bu çelişik doğasının bilincidir |,..J
3 Mustafa Kemal, 1920’de Ankara'ya ilk geldiği özünde çelişik olan doğası onun için tek bir bi
günlerde şehir eşrafına yaptığı konuşmada linçtir; dolayısıyla bu m utsuz, içsel ola ra k y a rıl
şöyle demekteydi: "İtilaf devletleri (...] VVİlson m ış b ilin ç, hep bir bilinçte ötekini de bulmak
prensiplerini Versailles Konferansında kabul ve zorunda kalır; ve sırayla iki bilinçten de kovu
ilan ettiler. Buna nazaran on ikinci maddeyi ve lur, üstelik tam da ötekiyle barışçı bir bütünlü
bunun hükmünce bizim hukukumuzu kabul ğü sonunda kurabildiğini hayal ettiği anda [.„]
ettiler. Halbuki fiilî hareketlerile VVİlson pren Mutsuz Bilincin kendisi, bir öz-bilincin ötekine
siplerini, Türkiyenin hayat ve mukadderatını bakışıdır ve her ikisi de kendisidir [...] Şu halde
zâmin ve kafil olan [kefalet eden) on ikinci burada düşmanı yenmenin gerçekte yenilmek
maddeyi nazarı dikkatten [uzak] tuttular. Şeref anlamına geldiği bir savaş durumu vardır kİ, bi
ve namusları üzerine imza etmiş oldukları mü linçlerin birinde kazanılmış zafer ötekinde ytti-
tareke namen in hiçbir noktasına riayet etme riliyordur" (Hegel: 1977, 126-27).
dikten başta on ikinci maddenin ahkâmına 5 Bir başka metinde de şöyle diyor; "Zaten, hars,
muhalif olmak üzere devletimizi manda altına cemiyetin şuursuz benliğinden doğduğu için,
almak ve hatta büsbütün inkisama uğratmak ona ferdi şuurlarımızla doku nam ayız. Milli hars
kararlarına kadar ileri gittiler (...) Ecnebiler ilahi bir muvaffakiyetle daima doğru yürür, as
kendi menafii iktisadiye ve siyasiyelerini tatmin la hataya düşmez. Şuurumuzla ıslah edebilece
edebilmek için aleyhimizde icat ettikleri iki ğimiz cihet yalnız medeniyettir. Çünkü mede
mütaleayı yürütmeğe başladılar. Birincisi, gûya niyet esasen ferdi şuurumuzun ürünüdür"
milletimizin anasın gayri müşümeyi müsavat ve <1980: 40).
adalet düsturuna (uygun biçimde] idareye gay- 6 Gökalp'in izleyicilerinden Mehmet Emin Erişir-
rimuktedir olduğu. İkincisi de gûya milletimiz gil. 1926'da, "Eski ve Yeni Neslin Düşünceleri
heyeti um um iyesiyle kabiliyetten mahrum bu Arasındaki Fark" başlıklı makalesinde, Servet-i
lunduğundan bahçe halinde bulunan yerlere Fünun kuşağını şöyle eleştirir: "İnsanlığı, bil
girmiş ve oralarını harabezara çevirmiş. Birinci hassa, her türlü kayıttan azade tefekkürde gö
si İle millete zalimlik İsnat ediyorlar, (kincisi ile rüyorlar, serbest tefekkürü insanlığın en büyük
kabiliyetsizlik... f ğ e r b u ik i m û ta lea cid d e n va nişanesi kabul ediyorlardı. Binaenaleyh, ne
rit olsa id i m ille tim izin m ü sta kil yaşam ağa h a k millî hislere, ne de hakiki hayatın eseri olan ira
k ı id d ia e d ile m e zd i. Hakikaten, zulüm medeni deye büyük bir kıymet veriyorlardı [...] Zamanı
yetle kabili telif değildir. Istidatsızhk ta şayanı mızın en esaslı vasfı (ise] 'hakikat' için en geniş
a f b ir şe y olam az. Ç ü n k ü m ille tle r işg a l e ttikleri manada "tecrübe'den başka miyar kabul etme
a ra zin in sa h ib i h a k ikisi olm a kla beraber beşeri mesidir [...] İstiklal Harbi'nin bize öğrettiği en
yetin vekilleri olarak ta o arazide buiunurlar. O umumi ve felsefî hakikatler şunlardır; İnsanlı
arazinin menabii servetinden hem kendileri İs ğın kudreti ’irade’dir. Fikirlerimiz, a'malden
tifade eder ve dolayısile bütün beşeriyeti istifa [pratikten], hayattan evvel ve onların hakimi
de ettirmekle mükelleftirler. Bu düstura göre değildir. Bilakis, fikirlerimiz amellerden, hayat
b u n d a n a ciz ola n m ille tle r h a kkı b e ka ve istik tan doğar. Onun İçin bir fikir ne derece irade
lâ le lâ yık o lm a m a k la zım g e lir. Halbuki bu mü-
K E M A L l Z ’M
kudretini arttırıyor, hayatı kuvveti e nd iriyor, istediler fakat a rtık onları tatmin edecek nevi
a'nnali düzeltiyorsa o derece doğrudur" (Kap den şeyler bulamıyorlardı... Ruhlarını latif bir
lan, 1981 a: 173-76). Pragmatist felsefenin özlü uyuşukluk içinde ihata eden bu ufuk, bu şiir ve
bir İfadesi - ama bu felsefe. Cumhuriyet döne hülya sahası o k a d a r d a r idi ki... O zaman ara
mi Türk sosyal ve siyasal düşüncesine, zihinsel dıklarını bulmak İçin eski divanları okumak is
gevşeklik olarak tercüme edilecektir. tediler: Fuzulileri, Bakîleri, Nef'ileri, Nabileri,
7 Edebiyattaki Osmanlı-Türk ikiliğini şöyle be Nedimleri araştırdılar [...] Fakat onlar [...] o de
timliyordu Gökalp: "Türk edebiyatı halkın dar rece candan mahrum göründü ki ruhlarını tit
bı meselleriyle bilmecelerinden, halk masalla retmekten uzak kaldı [...] Bir edebiyat tarihi sil
rıyla halk koşmalarından, destanlarından, halk silesi buldular. Sıra ile mütaleya karar verdiler;
ceng nameler iyi e menkıbelerinden, tekkelerin evvela llyadlan, Odiseleri okuyacak oldular;
ilahileriyle nefeslerinden, halkın nekreguyane bunları yarım bırakdtlar (...) daha yakın zaman
[mizahî] fıkralarından ve halk temaşasından lara inmekte acele ediyorlardı (.„) Goethe’ye,
ibarettir." Bunlar, "doğrudan doğruya halkın Scbiiler'e. Milton'a, Young'a, Byron'a, Hu-
hikmetleridir [...] fertler tarafından düzülme- go'ya, Musset'ye, Lamartine'e kadar geldiler; o
miştir [„.]u sulle, taklitle yapılmamışlardır [,„) vakit, bu alemin lezaiziyle mest olarak [...) o şi
Osmanlı edebiyatı ise, masal yerine ferdi ir ummanı içine daldılar. Derslerini artık kami
hikâyelerle romanlardan, koşma ve destan ye len ihmal eder olmuşlardı" (1942: 36-37, 44).
rine taklitle yapılmış gazellerle alafranga Gökalp'in programı, ulusal "dersin" değer yiti
manzumelerden mürekkeptir. Osm arılı şairle rip ihmal edilmesini önlemeyi amaçlamaktadır.
412 rinden her biri, mutlaka, Acem devrinde bir 10 Ziya Paşa, 1868'de "Şiir ve İnşa" yazısında şöyle
Acem şairiyle, Fransız devrinde bir Fransız şa yazar: "Şiir her kavimde tabiidir. Yeryüzüne ne
iriyle mütenazırdır [bakışıktır]. Fuzuli ile Nedim kadar ne kadar millet gelmişse, cümlesinin
bile hususta müstesna değillerdir. Bu cihetle, kendilerine mahsus şiirleri vardır. OsmanlIların
Osmanlı edibleriyle şairlerinden hiçbiri orijinal şiiri acaba nedir? Necati, Bati ve Nef'i divanla
değildir, hepsi mukallittir.hepsinin eserleri be rında gördüğümüz (.,.] kasideler ve gazeller
dii İlhamdan değil, zihni hünerverlikten doğ midir? Yoksa Hâce ve Itr] gibi muşu k işi nasi arın
muştur" (1976: 30). Bu yargı (içten gelen "este rabt-ı makamat eyledikleri Nedim ve Vasıf şar
tik ilham değil, zihni hünerverlik") 1960’larda kıları mıdır. Hayır, bunların hiçbiri Osmanlı şiiri
ikinci Yeni şairlerine, 1990'larda da Orhan Pa- değildir. Zira görülür ki bu nazımlarda Osmanlı
muk'un romanlarına karşı tekrarlanacaktır. şairleri şuara-yı Iran ve Iranlılar da Arablara
8 Kozmopolitizmi 1918'de şöyle tanımlıyordu taklid ile meiez bir şey yapılmıştır (...) Hayır, bi
Gökalp: "OsmanlIlar, Türk ve Müslüman bir zim tabii olan şiir ve inşamız, taşra halkıyla İs
millet olarak Avrupa medeniyetine giriyorlar. tanbul ahalisinin avâmı beyninde hâlâ durmak
Bu medeniyetin hangi unsurları halkımız tara tadır. Bizim şiirimiz, hani şairlerin nâmevzun
fından kabul edilirse, ancak o unsurlar harsımı diye beğenmedikleri avam şarkıları ve taşralar
za katılmış sayılabilir. Halkın hoş karşıladığı ku da ve çokür şairleri arasında deyiş ve üçleme ve
rumlar, yüksek tabaka tarafından kabul edil kayabaşı tabir olunan nazımlardır" (Levend
miş olsalar bile, millî harsın dışında kalırlar. 1972: 117, 121).
Çünkü harsın içinde yer alan unsurlar, ancak 11 Erişirgil, idealin ve ona yönelen arzunun, bakış,
cemiyetin bütün fertlerinde duygu birliği mey görünüş ve biçimle ilgili olduğu yolundaki Fre-
dana getiren, yani cemiyetin fertleri arasında ud'gil kuramı kendiliğinden anlamış gibidir
uyumu ve dayanışmayı sağlayan kurumlardır. (yazılarında Freud'a göndermeye rastlanmaz).
Bir milletin fertlerini duygu birliğinden yoksun Ama okulların görünüşteki parlaklığı"na de
bırakan ya da fertfer arasındaki iş bölümünü ğindikten sonra, bir dipnotta şunu da yazar:
engelleyen kurumlar milli harsa îarar verir. "Bununla beraber dış görünüşlerini bile parlak
Bizde ievarıten yahut kozmopolit adı verilen olmayan ve modernizm ile gayet bariz bir te-
bir sınıf vardır ki. Batının bilimsel metodları ve zad teşkil eden manastır kokulu, öğretmenleri
teknikleri yerine,estetik, ahlak ve felsefe ile il acayib kıyafetli, tesbihli ve salibli katolik okul
gili inanışlarını ve genel adetlerini, gösterişli larının cazibelerinin nerede olduğunu anlaya
hayatlarını ve huylarını almaya çalışırlar [...] İş madığımı da itiraf edeyim" (Durukan 1991:
te böyle bir sınıfın ve bu sınıfa ait millî olma 281), Ama "küf kokulu, acayib kıyafetli" olmak
yan kurumlatm varlığı, hem vicdan birliğine bir engel değildir bu noktada; tam tersine, ya
hem iş bölümüne engel olur" (1995: 15-16). bancı modelin cazibesini artıran çünkü onun
Anlaşılan, Durkheim ve Bergson'u felsefe ola yabancıfrğının vurgulu işaretleri olan özellikler
rak değil, bilim ve teknik olarak görüyordu Gö dir bunlar. Tanzimat'tan, hatta daha öncesin
kalp; çünkü birincisinden "işbölümü" ve "mef den başlayan ve bir kaymayı andıran durdurul
kure" kavramlarını, İkincisinden de (burada maz bir süreç içinde, idealin nasıl da "yabancı"
değinmediğimiz) "yaşamsal atılım" kavramları görünüşlere, "yabana" biçimlere kaptırıldığım
nı almıştı. başka bir yerde betimlemeye çalışmıştım (Ko
9 Modelden etkilenişin durdurulmaz bir kapılma çak 1996).
(hatta bir büyülenme) olarak ortaya çıkması, 12 Bir başka yazar, Halil Halid, 11 Şubat 1923 ta
Halit Ziya'mn Mal ve S/yah'ında şöyle betimle rihli V akit gazetesinde olay hakkında şöyie ya
nir: "Okuduklarım bir daha okudular [...] sonra zar: "'Vicdan hürriyetil’ Evet, bu müessir soz.
buldukları şeyler kifayet etmedi. Daha bulmak siyasi ve hukuki tabirlerdendir [I] Kutürmene-
1 9 2 0 ' L E R DE N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I
lere gidip de elimizi raflarda gezririrsek iki asra lartn elbette bin kat üstünde bir tesir meydana
yakın bir zamandır Vicdan hürriyeti' nazariyesi getirir" (Durukan 1991; 201-202).
hakkında yazılmış çeşitli muhakemelerden ya
16 Dönüştürülmüş diyorum, çünkü din öğesi
rım düzinesini derhal meydana çıkarabiliriz. hem ulusun g e rçe k tanımı içinde yer almakta,
Ancak bu gibi nazariyeler nasılsa benim bütün hem de resmi tanımında Gökalp’in kolayca
lük hakkındaki bakış açımı değiştirmiyor. [Hı sindiremeyeceği ölçüde geri plana itilmekte
ristiyanlığın) nüfuzunun artışının sebeplerine dir. Bir "Türk İslâmî"ndan söz edilmeye de bu
dair yazmış olduğum makalelerden de anlaşıla dönemde başlanır; Türklerin İslâmiyet'i bütün
cağı üzere benim zihniyetim Türklükten tek bir diğer uluslardan (buna Araplar da dahildir)
ferdin bile uzaklaşmasını görmeye tahammül daha içten benimsemiş olduğu vurgulanmak
edemez. Kıymetli toprağına bütün dünyanın ta, Islâm'ın ilk döneminin "saffet ve samimi
göz diktiği bu vatanda Türkün sayısını her ne yetini...
sebeple olursa olsun azaltmamak. Dinden dön
müş bir kimsenin sosyal hayatımıza cismiyle, 17 Türk milliyetçileri Osmanlı kültürünü "Arap ve
ruhuyla bağlı bulunanlar arasında kalabileceği Acem” olduğu için reddederken bazı Arap ya
ne inanmam [...] Elim d e fırsat butunsa, samimi zarlarının da Osmanlı kültürünü "Türk" oldu
ve Türklüğe dönüşmesi muhtemel ihtidaları ğu için reddetm eleri ilginçtir. 1990'larda
[dine dönüşleri) ne kadar arzu edersem, irtida- ABD'de okutulan bir Modern Arap şiiri antolo
ları [dinden çıkışları) da o nisbette yasaklar jisinin önsözünde şu cümleleri buluyoruz:
dım" (Durukan 1991: 289). "Yirminci yüzyılın başında Arap şiiri dünya şi
irinin genel akımından uzaktı; hatta çok geri- 413
13 Bu, kısmen, Sovyet Rusya'da, 1923-29'daki Ye de kalmıştı. Bu, ortaçağda ulaşmış olduğu gör- ------------
ni Ekonomik Politika (NEP) döneminde devlet kemli yükseltilerden çok uzak bir noktaydı [...)
gözetim indeki özel müteşebbislere ("Nep- On dokuzuncu yüzyılın başında, Arap şiiri bir
adamlan") karşı alınan tavrı andırmaktadır. çok zaafla malûldü. Bu zaafların nedeni, Os
Walter Benjamin, 1927'de Rusya'dan döndük manlI İmparatorluğunun baskıcı tahakkümü
ten sonra yazdığı "Moskova" makalesinde yüzünden Arap dünyasının içine düştüğü ağır
şöyle yazar: "Kapitalizm altında, para ile ikti toplumsal, siyasal ve kültürel koşullardı. Os
dar birbiriyle ölçülebilen nitelikler haline gel manlIlar Arap dünyasına 1919'a kadar uzun
miştir, Belli bir miktar para Özgül bir iktidara yıllar boyunca hükmettiler; bu, Arap dünyası
dönüştürülebilir ve her türlü iktidarın da pa nın kültürel tarihinin en kısır dönemiydi (...]
zar değeri ölçülebilir [...) Sovyet devleti, para Yaratıcı ifade sınırlandı ve çoğu zaman da bo
ile iktidar arasındaki bu iletişimi koparmıştır. ğuldu. Yavaş yavaş Araplar kendi parlak dü
İktidarı Partiye ayırmakta ve parayı da NEP- şünsel ve edebi geçmişlerinden koptular" (Jay-
adamına bırakmaktadır [...) dışarda yaşayan yusi 1987: 1). Bu, Cum huriyet’in başındaki
hiç kimse, NEP-adammın burada maruz kaldığı Türk milliyetçilerinin tavrının ayna imgesi ola
müthiş toplum sal dışlanmayı anlayam az" rak görülebilir, ama köklü bir fark da vardır:
(Benjamin 1999: 34-35). Yazar, Arap dünyasında 19. yüzyılda Mehmet
14 Böyle bir taktiğin ilk uygulayıcısının II. Abdül- Ali Paşa zamanında başlayan kültürel yenileş
hamit olduğu da söylenmeli. İmparatorluğun me ve k o z m o p o lit le ş m e y e sahip çıkıyor, bu
dış borçlanmasına karşı çıkmamış, ama bu dönemde yapılan deneylerin Arap şiir röne-
borçlanmanın yarattığı ekonomik çöküntüyü sansını hazırladığını belirtiyordur. 'Arapların
siyasal reformlara ve anayasaya karşı halkı kış da kendi Kemalizmlerini oluşturdukları" gibi
kırtmak amacıyla kullanmıştır. Hatit Ziya Uşak- bir saptama bu yüzden çok isabetli olmaz: Tas-
lıgil'in bu konudaki gözlemleri açıklayıcıdır fiyecilik eğilimi, çok daha zayıf ve seçicidir mo
(Uşaklıgil 1987: 539-43). dem Arap kültüründe.
15 1926'da da benzer bir olay gerçekleşmiş, Hel 18 1926 sonlarında şöyle yazıyor: "Bazı küçük is
sinki'de düzenlenen bir Genç Hıristiyanler Ce tisnalardan sarf-ı nazar, bugünkü edebiyatı
miyeti (YMCA) kongresinde "Türk genci sanı mızda dünden sarih bir şekilde ayrılmış yeni bir
lan Haşim isminde biri, 'Hıristiyanlık ışığı Türk ruh ile mütehassis ve yeni bir hayatı müteren-
gençliği arasında da revaç buluyor’ yolunda bir nim hiçbir mahsul göze çarpmıyor [,..) Fikir ve
ne rey an sarfetm iştir." Bu olayı gazetesi Cum- sanat hayatımızda, şu son beş on senelik ede
h u r iy e ft e aktaran Yunus Nadi, şöyle yazacak biyatımız kadar berbat, sahte, milli ruha ve
tır: "Eğer gerçekten vicdanının cezbesine uya millî hayata yabancı bir edebiyat devresi nâdir
rak Hıristiyan olmuş olsa idi Teşkilat-ı Esasiye- bulunur. Tiyatromuz nasıl Fransızların 'fuhuş
mizin 'vicdan hürriyeti' prensibine dayanarak, ve z in l‘ piyeslerini adapte etmekle meşgulse,
‘Bırakın öyle görmüş, öyle yapsın, bundan hiç matbuatımız da mütemadi bir faaliyetle, aynı
bir şey çıkmaz' diyecektik. Bununla birlikte vic cins roman ve hikâyeleri ailelerimizin harîmine
danının saffet ve samimiyetinden hiç de emin kadar soktu; gûyâ ' mi11T hikayecilerimiz, bu pis
olmamakla beraber Helsinki Foris'te çıkan he edebiyatın bayağı taklitleriyle ortalığı doldur
zeyanından dolayı kendisine fazla bir yapılma dular: İstanbul hayatının en kirli, en mütereddi
sını tavsiye edeceğimiz de yoktur. Böylelerinin safhalarım, âdeta büyük bir zevk ve lezzetle
cezasını cemiyet ve kamuoyu verir. Biz ona ortaya dökmekle vazifelerini yaptılar [...] Ro
mürlod (dinden çıkmış) demiyoruz, o bizim na manların kahramanları, ekseriyetle, milli seci
zarımızda sadece bir ahlaksızdır. Ve cemiyet yeden mahrum, halka yabancı ve ecnebi hars
hayatında bu hüküm, öbür türlü cezalandırma- larının yarattığı marazi tiplerdir. Bu eserlerde
K E M A L İ Z M
göreceğimiz hayat köşeleri ya e ski a n a n elerin nın eski tefsir geleneğiyle bağı kopmuştur,
ya şa d ığ ı m e tru k m a h a lle sa h n eleri, y a h u t g ü ama bir yandan da Batı:mn yorum teknikleriyle
lü n ç t i r şe k ild e A vru p a lıla şm ış 'tatlı s u ' Tü rkle de (hermeneutik ve filoloji) ilişki kurmasını
r in in m a n a sız 's o s y e t e le r id ir (...] Eserlerinde sağlayacak bir kültürel atmosferin oluşmaması
Türk hayatının asıl sağlam, orijinal ve kuvveti için çaba gösterilmektedir. Bu çabanın ürün al
taraflarını göstermemek hususunda şairlerimiz dığını belirtmeliyiz, örneğin İsmet Zeki Eyu-
de romancılarımız gibidir, son şiirlerimizin bü boğlu, Yakup Kadri'den kırk beş yı) sonra şöylç
yük bir kısmı, Avrupa edebiyatlarının soluk ve yaza bilmektedir: "Yorum araya girince, bizi bu
adi bir taklidinden, oralarda artık kıymetini dörtlükten, onun düşünce, duyuş ortamından
kaybetmiş cereyanların mânâsız istita İslerin uzaklaştırıyor. Sonra, okuyucu neden yorumla
den [uzantılarından) ibarettir" (kaplan 1981: karşı karşıya getirilsin, ozanla okuyucu arasına
131-33). Eski ananelerin yaşadığı m e tru k ma bir başkası girsin? („.] Bir yazın ürünü yorumla
halleler de değersizdir, manasız yeni sosyetik anlaşılır, açıklanır duruma getirilse özünden
lik de. Osmanlıcı Yahya Kemal de değersizdir, uzaklaşır, yorumun akışına uyarak istenen yö
miltîci Mehmet Emin Yurdakul da. Geçmişi ha ne götürülür" (1982: 182).
kir gördükleri için başkalarını suçlayan adam, 22 Meltem Ahıska, Türk radyosunun kurulu üzeri
geçmişin sığınmış olduğu mahalle köşelerini ne çalışmasında. Cumhuriyet seçkinlerinin kül
küçümsemektedir, türel atanda yaşadığı açmazı, bu yazıda olduğu
19 Gökalp'te, her kültürün kendi ölçütleri içinde gibi, bir içsel b ö lü n m e kavramı altında değer
düşünülmesi gerektiğine ve bu yüzden de kül lendirmektedir. Atatürk'ün hem alaturka mü
414
türleri "geri" olarak nitelemenin yanlışlığına zikten hoşlanıp hem de bir yabancı gazeteciye
ilişkin cümleler de vardır. Gökalp, sosyal antro "Görüyorsunuz ki Batı müziğini benimsemeye
polojinin 1930'lardan sonraki yönelişini önce- çalışıyoruz" demesindeki sancılı bölünme ko
leyen bu yaklaşımı geliştirme imkanı bulama nusunda şöyle yazıyor: "Mustafa Kemal'in, Ba-
mıştır. tılıları Türkiye'nin modernleşme yolunda hızla
20 "Bugün işte şu üç musikinin karşısındayız [„.] ilerlediğini 'görmeye' çağırmasındaki gerilim,
Şark musikisinin hem hasta, hem de gayr-ı millî içselleştirilmiş Batılı bakışın, seçkinleri kendi
olduğunu gördük. Halk musikisi harsımızın, kültürlerini sorun!aştırmaya, kendilerini en katı
garp musikisi de yeni medeniyetimizin musiki ölçütlerle yargılamaya yönelttiği anlamına da
leri olduğu için, her ikisi de bize yabancı değil gelir. Bu tavır, kendi kültürüne sıkıca sarılma
dir. O halde, millî musikimiz, memleketimizde anlamında bir savunmacı tavır değildir; ama
ki halk musikisiyle garp musikisinin imtizacın Ötekinin [burada Batı'nın] bakışından 'kendi
dan doğacaktır. Bunları toplar ve garp musikisi ne' yansıtılan eksikliği içselleştirmiş olması ve
usulünce armonize edersek hem millî, hem de ötekinin yansıtılmış standartlarına yetişmeye
Avrupai musikiye mâlik oluruz" (1976: 139-40), çalışması anlamına savunmacıdır." Ama yansıt
ma hep çift yönlüdür ve bu yüzden de Cumhu
21 Ama aynı yıl, bu düşüncelerle tümüyle çelişen riyet seçkinlerin yaşadığı açmaz bir çifte a çm a z
cümleler de yazabilmiştir Yakup Kadri: "Eğer olarak tanımlanmalıdır. Ahıska, buna işaret
bugün, geçen neslin bütün simaları [...J birer ediyor: "Türk seçkinleri kendi kültürlerini Ba-
birer sönüp gitmekte ise, bunun yegane sebe tı'nın gözlerinden değil, Batı'ya ilişkin bir Oksi-
bini hars ve mefkure buhranında aramak lâzım dantalist projeksiyon içinden görüyorlardı. Bö
gelir [...] Hayata yalnız asap ve havassıyla [his lünmüşlerdi, çünkü Batı bakışıyla hiçbir zaman
teriyle} giren genç Türk şairi, kuşlar gibi, teren özdeşleşemiyorlardı. Kendi kimliklerini, yansı
nümünü ancak bir mevsime hasredip susmak tılmış ["projekte edilmiş"! bir Batı bakışına kar
bedbahtlığına düçar oluyor. Zira o tabiatın bir şı kurmak zorundaydılar ve bu bakış da hiçbir
cüz'üdür ve tabiatın her cü2’ü gibi bütün hare zaman kesinleşemiyor, hep değişen yorumlara
ketleri insiyâkîdir. Güler fakat niçin güldüğünü açık kalıyordu. Bu belirsizlik ve keyfilik yüzün
bilmez, ağlar, fakat ağlayışının sebepleri ken den de her zaman bir ta tm in siz lik ve hüsran
disine meçhul kalmaktadır. Denilebilir ki, mele kaynağı oluyordu" (2000: 128). Ben, Batı bakı
kelerinin hiçbiri üzerinde dimağı bir hakimiyeti şıyla bir özdeşleşme n iy e tin in olduğunu (Ata
yoktur. Bütün teessürlerinin menbaı asap ve türk'ün Ankara konuşması), ama tarihsel gecik
havassındadtr" (Kaplan 1981b: 127). Daha ön mişliğin bunu hep kendi içinde bolünmüş bir
ce, fazla zihinli olmayan bir edebiyat önermiş çaba olmaya mahkûm ettiğini vurgulardım.
ti. şimdi fazla zihinsiz olmayan bir edebiyat is Tıpkı, Batı’ya karşı bir millî özdeşlik kurma ça
temektedir. Ne o kadar, ne bu kadar, tam bi basının da hep şüphelerle, güvensizliklerle bö
zim istediğimiz kadar. Bu tür yaklaşımlar, Türk lünmüş birçaba olması gibi.
edebiyat ortamının zekasızlaşmasına, sadece
önerdikleri zihînsizleşmeyle değil, içerdikleri 23 "Mâziyi Diriltmek" başlıklı tamamlanmamış bir
apaçık tutarsızlıkla ve bu tutarsızlığın farkında notundan: "Edebiyatın yüzde doksan beşi mâ
olmayışlarıyla da büyük katkı yapmışlardır, öte zi zemini üzerinde kurulmuştur [...] Zeminin
yandan, Karaosmanoğlu'nun bu son gözlemin mâzi olması ile eserlerin mutlaka mâziyi dirilt
de bir hakikat payı da yok değildir. Ama bu tiğini farzetmek kadar safvet olamaz. Tiyatsu-
“dimağsızlık"ta, Yakup Kadri gibi yazarların nun topu birden mâzi zemini üzerinde yazılan-
dolayımsızlık ve içtenliği yücelten, "izah" ve Racine'in beher eseri, yalnız yaşadığı devri,
"tefsir"i gereksiz yükler olarak konumlandıran hatta o devrin çok mahdud bir zümresini [...]
tavırlarının da payı büyüktür. Türk edebiyatı anlatırlar [..,) Çünkü bir devrin zail olan havası
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I
vardır ki onu kimse dirilteni ez” (1984:311-12), Türkçe "ye bir örnek arandığında çoğu zaman
24 İlginçtir, milliyetçi-ülkücü yazarlar, İslâmî kültü Zeki Müren'in konuşma tarzına işaret edilmiş
rün bastırılmasına itiraz ederken, eleştirilerini tir. Müren'i Örnek gösterenler -çoğu zaman Ra
sadece 1939-50 dönemiyle sınırlayıp 1923-39 uf Tamer gibi “muhafazakâr" gazeteciler- bu
dönemine dokunmazlar. Bunun bir açıklaması, nun bir “güzel Türkçe k a rik a tü rü " olduğunu
kendilerinin de "İslâmî kültür" fikrini ancak za ve zaten Müren'in de özel yaşamında sanki o
manla, kısmen ve zorlukla benimsemiş ve asıl “güzel Türkçe "den intikam alır gibi onu kasrtlı
zihinsel reflekslerini 1939 öncesinin Batıya ve olarak bozduğunu ve "yakası açılmadık" bir
Doğu’ya karşı teyakkuz ikliminde edinmiş ol Türkçeye geçtiğini bilen kişilerdir. Onlar da,
malarıdır, Turancılık, 1960'lardan sonra Necip belki bilerek belki bilmeyerek, bu karikatürleş
Fazıl'ın gerçekleştirdiği ilk “Türkçü-lslâmcı sen tirmeye katılmaktadırlar. Kendi re sm î güzellik
te zin d e n sonra bile hâlâ asıl kaynaktır. Bu ideallerinin basıncından kurtulmak ister gibi
nunla çelişmeyen bir ikinci açıklama da, muha dirler.
fazakârlığın ya da İslâmî kültürün savunusu 28 Yücel, bu dönemde, Türk Dili Tetkik Cemiyeti
nun milliyetçiler için sadece araçsal bir anlamı üyesi ve Etimoloji Kolu başkanı olmasına kar
olması (Islâm motifini, "kozmopolitİzm" ile eş şın, Güneş-Dil Teorisi çalışmalarından uzak dur
değer gördükleri "Türk hüm anizm ini suçla muştu. 1950'de şöyle diyecektir: "Güneş-Dil Te
mak için devreye sokmaları) ama iktidarın asıl orisi (...] bazı arkadaşlarla birlikte taraftar ol
sahipleriyle "Şark-lslâm" arasında bir gerilim madığımızı söylediğim, zamanda ve mekânda
belirdiğinde milliyetçilerin hemen her zaman hudutsuzluk pirensibinin dil hareketini bir çık
kudretin yanında yer almalarıdır. 1999 Ey- maza sokmasından doğmuştu. Bu teoriyle
lül'ünde bir doktor generalin Mehmet Akif'i Arapça d a yürümek manasına gelen meşiy garp
suçlayan ve Arapları aşağılayan konuşmasına dillerinde yaygın olarak kullanılan elektrik keli
("Arabın adamı olmak adamlık değildir. Ulu meleri bile Türkçe oluveriyordu. Dil muamma
sun adamı olmak yakışır, adam olacak adama) sını çözmek için marazı bir hal yolu olan bu ça
üikücü kesimden ciddi bir tepkinin gelmemiş lışmalar, ancak tarihimizin bir devrini açıkla
olması da belirtiseldir. maya yarayacaktır, O kadar" (1966: 388), 8öy-
25 Yakup Kadri, Ankara romanında (1934) bu ça lece, tarihimizinbir devri de "marazi" sıfatın
resiz leştirici kaygıyı betimlemiştir: "Bu, Anka dan nasibini alıyordu.
ra'nın ilk suvarelerinden biriydi. O zaman her 29 Yücel'in Goethe-Eckerman formülasyonunu
kes, daha nasıl oturup kalkacağını, nasıl gezi Yahya Kemal'de de buluruz: "...gerçi Baudela-
neceğini. nasıl dansedeceğini, gözlerini, elleri ire ve Verlaine'i sıtmalı bir ibtila ile seviyordum
ni, başını nasıl idare edeceğini hiç bilmezdi. (...] lâkin zevkim, bütün bu şairlere nisbetle çok
Duvar kenarlarındaki küme küme hareketsiz geri sayılan Jose Maria de Heredia'nın şiiri üze
hanımlara, kapı eşiklerinde manken gibi dim rinde durmuştu [...] Heredia'yı severken, eski
dik duran beylere ve büfe başlarında, hiç ko Yunan ve Latin şiirinin zevkini almıştım. Öte
nuşmaksam, mütemadiyen içip çakıştıran toy den beri aradığım yeni Türkçenin yanına yak
ve mahcup gençlere rasgelinirdi. Dansa başla laştığımın bu münasebetle farkına vardım”
mak İsteyen bazı heveslilerin, meydanda dö (1976: 107-108). Yahya Kemal'e Osmanlı şiirini
nen çiftlerin çoğalmasını beklediği görülürdü. açan ve kendi şiir diline gösteren pencerenin
Herkes, birbirini 'Haydi bakalım, haydi baka Fransız şiiri olduğuna zaman zaman değinilir.
lım' diye teşvik ederdi [...) Bir AvrupalI gibi gi Ama bu pencerenin Baudelaire değil de ona
yinip süslenmek, bir AvrupalI gibi dansetmek, "nisbetle çok geri sayılan" Heredeia olmasının
bir AvrupalI gibi yaşayıp eğlenmek ve hele bu anlamı üzerinde pek durulmamıştır. Siz de
iddiada AvrupalIlar nezdinde, AvrupalIlar ara durmayacağız.
lında muvaffak olmak bunlara büyük bir zafer 30 Bunun her zaman bilinçli bir çaba olduğunu id
kazanmak kadar ehemmiyetli görünüyordu" dia etmiyorum. Ama 1940’ların Maarif dünya
<1964: 92-93. 99). Bu, "AvrupalIlar gibi olma sında daha büyük maddi ve manevî enerjinin
mücadelesinde AvrupalIlara karşı zafer kazan Latince ve klasik Yunanca öğretimine tahsis
mak" olarak da okunabilir. edilip de Almanca, Fransızca, İspanyolca ve ta
26 Diyarbekirli Gökalp'i "İstanbul Türkçesini" sa bii Arapça eğitiminin ihmal edilmesinin bir an
vunmaya götüren etkenin, kısmen Necip Asım lamı budur. Önceki dönemde, "Hıristiyanlaşma
gibi daha eski Türkçülerin etkisi, ama daha çok olayı" çevresinde yabancı dile karşı geliştirilen
da Yusuf Akçura gibi “dış Türklerle" giriştiği şüpheci, küçümseyici tavır da bu noktada etkili
rekabet olduğu söylenebilir. Ama ne olursa ol olmuştur.
sun, yeni ulusun ancak eski kozmopolitizmin 31 Batı kültürüyle daha çatışmacı bir iklimin ege
gözetimi altında tasarlanabildiğim gösteren men olduğu önceki dönemde bile bu tutumun
bir olgudur bu. Bu durum, dilsel birliğini "Paris geçerli olduğunu gösteren bir örnek: Sosya
Fransızcasının" yıldızı altında ve ancak 1870- lizmle Kemalizm arasında iletme kayışı görevi
1918 yılları arasında gerçekleştirebilen Fransa ni üstlenenlerden, hikâyeci ve milletvekili Sadri
ile karşılaştırılmalıdır (bkz. Weber 1976: 67-94, Ertem, 1930'ların sonunda, "şahsiyetsiz insan
418-28). ların cemiyeti olan şahsiyetsiz yarı kolonilerin
27 Daha yakın zamanlarda, "güzel Türkçe”ye, tek psikolojisi" olan "metropol hayranlığına
"bilhassa İstanbul hanımlarının konuştuğu karşı çıkarken şöyle yazmaktaydı: "...halis Av-
K E M A L İ Z M
m pal inin, taklit karşıtında nasıl ürperdiğini his Sanatla siyasetin birbirine karıştırılmasına da
sediyorum Halis AvrupalI hiçbir zaman koz karşı olduğunu hiç saklamamıştı. Yazılarında
mopolit değildir. Tabiatın, ve intan ruhunun "Millî Şef" övgüsüne rastlanmaz; Atatürk de
bütün güzelliklerini, bütün örneklerini aksetti onun için "Ebedi Şef" olmaktan çok, eski siya
ren zevki taklitten nefret eder. Orijinalitelerin sal ve toplumsal düzenle şimdiki modern düze
tabiat ve cemiyet içinde serpilmesini birer kıy ni ayıran çizginin adıdır (bkz. Ataç 1991: 150-
metli maden gibi ancak şahsiyetli insanlar ve 52), İlk kez Servet-i Fiinun'da ortaya çıkan, son
cemiyetler tarafından ortaya atılacağına iman ra Yahya Kemal ve Haşim'de devam eden este
etmiştir." Kişiliksiz kozmopolit yarı-sömürge tik özerklik fikrine hep bağlı kalır.
insanıysa "kendinin geri olduğuna, her şeyin 34 Konu Divan e d e b iya tı olunca, bunu kendi öz
kötü yapıldığına kanidir. Bu kanaat ona da da gül yorum bağlamının, başka bir deyişle tasav
ima kötü ve kendini küçük görmek itiyadını vufun dışında gerçekten anlama ve değerlen
vermiştir. Kendini bu kötü lükten, adîlikten kur dirmenin imkânsız olduğunu vurgulamak ge
tarmak için kendisine yukarden bakan bir âlem rekir. Bu yapılmayınca, bütün şiir güzel ve
halkeder. Bu âlem metropol hayranlığıdır" mevzun sözlere, tekil beyitlere, hatta mısralara
(1939: 35). Kişiliksiz yarı sömürge insanı, kişilik indirgenir ve şiirin bütün değeri de söyleyişte
sizlikten kurtulmak ve artık taklit etmemek ve edâda toplanmış olur. Türkiye'de şiirin ve şi
için, "gibi olmak"tan kurtulmak için, "halis Av ir kuramının zihinsizleşmesinde böyie bir yak
rupalI" g ib i olmalıdır) Bitmedi: Ertem, bu yazı laşımın da önemli katkısı olmuştur. Ataç'm
ya, "Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi profe 1940’lardan itibaren estetik ve sanat bahisleri
416 sörlerinden Hanri Liebrecht" ile Türkiye seya ni giderek sadece z e v k 'e indirgemesi de eleşti
hati sırasında yapılan bir söyleşiyi aktararak rinin öznelciliğe ve solipsizme hapsolmasıyla
başlamıştır. "Kültürel sahada dikkatimi celbe sonuçlanacaktır. Oysa Tanpınar, aynı genel
den en mühim nokta," diyordur Brükselli pro yaklaşımı paylaşsa bile, farklı yöntemler de de
fesör," yabancı tesirlerin çok bariz bir surette nemiş, örneğin Divan şiirine ve tasavvufa, Louis
hakimiyetidir [...] Halbuki sanatkâr, kullandığı Massignon'un Hallac-ı Mansur yorumlarıyla da
tekniğin üniversal olmasına rağmen eserinde yaklaşmaya çalışmıştır.
millî karakterini muhafaza edebilir [...] Tekniği
nize ve benliğinize rametmeyi Öğrenmelisiniz." 35 "Fransızca "culture" kelimesinin iki ayrı mânası
Ertem: "Hanri Liebrecht'in gözlerinde ne sihirli vardır. Bu mânalardan birini ‘hars‘, diğerini
bir adese var; duru, keskin bir bakışla kültürü 'tehzib' tabiriyle tercüme edebiliriz |,„] Hars ile
müzü sanki bir Röntgen şuaı altına sokuyor. Bu tehzib arasındaki farklardan birincisi, harsın
isabetli görüş insana anlatıyor ki, görmesini bi 'demokratik', tezhibin 'aristokratik' olmasıdır.
len göz için hakikati keyşfetmek güç değildir Hars, halkın ananelerinden, teamüllerinden,
[...] Yabancı gözü yerlilerin itiyatla kabukla örflerinden, şifahi veya yazılmış edebiyatından,
nan, nasır tutan hassasiyet noktalarını derhal lisanından, musikisinden, dininden, ahlakın
kavrıyor." Yazının başlığı da şüphesiz "Avrupa dan, bedii ve İktisadi mahsullerinden ibarettir.
lInın Gözü "dür. Çocuklaşma ve belahat devam Bu bediaların müzesi ve hâzinesi halk olduğu
edecektir: Şu da yaklaşık otuz beş yıl sonra Ce için hars demokratiktir, Tehzib ise yalnız yük
mil Meriç'ten: "Birden Mettemich’in öğüdünü sek bir tahsil görmüş, yüksek bir terbiye ile ye
hatırladım; tarihin derinliklerinden gelen bir tişmiş hakiki münevverlere mahsustur, Matt-
dost sesi. 'Devlet-i Aliye günden güne zayıfla hew Arnold’un 'tatlılık ve ziya mezhebi' tabi
maktadır. Niçin saklamaiı: O’nu bu hale düşü riyle ifade ettiği meâl, tezhibin tarif demektir.
ren sebeplerin başında Avrupalılaşma gelir (...) Tehzibin esası, iyi bir terbiye görmüş olmak;
Batı kanunlarının temeli Hıristiyanlıktır. Türk makulâtı (kavramları), güzel sanatları, edebiya
kaimiz, Avrupa'nın şartları başkadır, Türki tı, felsefeyi, ilmi ve hiçbir taassup karıştırmaksı
ye'nin başka" (1974:27). zın dini; gösterişsiz, samimi bir aşk ile sevmek
tir, Görülüyor ki tehzib, hususi bir terbiye ile
32 Her sabah C u m h u riyet gazetesine ek olarak ay husule gelmiş hususi bir duyuş, düşünüş ve ya
nada da karşılaştığım bu tip için şu da söylene şayış tarzıdır. Hars ile tehzibin ikinci farkı, bi
bilir belki: Çatışkıyı b ilm e d iğ i, anlamadığı, ad rincisinin millî, ikincisinen beynelmilel olması
landırm adığı için zihinsiz ve y a şa d ığ ı için de dır. Bir insan, harsın tesiriyle, belki de yalnız
sancılıdır. Daha çok şairler arasında görülür, or kendi milletinin harsına kıymet verir, fakat
ta yaşlı genç-şairler arasında - ve genç-şaire tehzib görmüşse başka milletlerin harslarını da
benzedikleri ölçüde de ressamlar, tiyatrocular, sever" <1976: 96-97). Gükalp için bü noktada
sinemacılar ve deneme yazarları arasında. Tu fazla ileriye gitmek, başka milletlerin harslarım
haftır, kimi zaman grafikerler ve psikiyatrlar fazla sevmek, kozmopolitizme düşmek demek
arasında da. Hatta yayıncılar. Kendisi de Yu- ti. Gökalp, sevilen "yabancı" şeyin herhangi bir
cel'in hudutsuz terimlerinin ürünü olan Ece- m illetin harsı olarak değil, herhangi bir yaratıcı
vit'in boşaltılm ış sözcüklerind en sonra, bireyin yapıtı olarak ya da herhangi bir yereı
1980'lerde, “ah!", “erguvan" ve “ihâta"yı kur topluluğun (bir şehrin bir köyün, millet olma
calıyorduk bizde. yan bir halkın) ürünü olarak sevi lebi leceğin.
33 Ataç, YüceTin çevresi içinde ayrıksı bir konuma düşünmek istemiyordu. Bunlardan birincisi, en
sahipti: Kültürel milliyetçilerden olmadığı gibi, kötü kozmopolitizm, İkincisiyse medeniyetten
Sabahattin Eyuboğlu’nun 'Anadolucu" ya da hiç nasiplenmemiş dar yerelcilikti (parochi-
"halkçı" çizgisine de hiç yakınlık duymuyordu. alism) onun gözünde.
M 2 D ' I E R Û E N 1 9 7 O' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I
36 Eyuboğlu, 19 6 S'te yazdığı "Halk" başlıklı bir tiriler de içermekle birlikte, kendi iç çatışkısını
makalede, sadece Ermeniteri değil, başkalarını da ele veriyor: Model alınan Batı’nın evrensel
da katmaktadır “biz"in içine’. "Rum, Ermeni, (dolayısıyla herkese ait) değil de kısmi (sadece
Kurt, Çerkeş, Laz, Gürcü, Çingene, Fars, Yahu Batı'ya ait) bir gerçeklik olabileceği düşüncesi
di, Dönme, Arnavut, Giritli, Kıbrıslı, Rodoslu, nin verdiği huzursuzluk.
Mısırlı, yurttaşlarımıza, Romanya'dan, Bulgaris 39 Şüphesiz, buna vurgulu anlamıyla bir kültürel
tan’dan, Yugoslavya'dan, Türkistan'dan, Azer p o litika denemez: Böyle bir politika varsa eğer,
baycan'dan, Kıpçakistan’dan, Kırgızistan'dan, en amblemartik imgesi, İstanbul’da muhteme
dünyanın dört bir yanından gelenlerimize, ate len eski Taksim gazinosu gibi nezih bir kültürel
şe, putlara, cümle tanrılara tapanlara, inandı mekânda ABD Missouri zırhlısı askerlerinin
ğımız inanmadığımız bütün peygamberlerin önünde göbek atan rakkaselerin fotoğrafıdır
yolundan gidenlere, Mevlana'ya, Hacı Bek- (bkz. Cumhuriyetin 75 Yılr. 294). Ama DP iktida
taş'a, bütün ulu kişilerin müritlerine (nursuz rından dört yıl öncesine, 1946'ya ait bir sahne
nurcular hariç, çağdışı, insaf dışı, en kaba sağ dir bu. DP yönetiminin, yeni süreçler başlat
duyu dışı oldukları için hariç), biz Müslüman, maktan çok. Millî Şef döneminin son yıllarında
Türk Sünni, münni olanlardan selam ola!" başlayanlara (tıpkı Türkçe ezan konusunda ol
(1999; 16). öfke, bu "Mevlana ilericiliğini" ka duğu gibi) daha geniş imkânlar açtığını belir
rikatürleştirmektedir. tenler çok da yanılmıyorlar belki. Ama ilkinde
37 Etienne Copeaux, Eyuboğlu'nu da Cevat Şak ir araçsızlığın itirafı olan şey, İkincisinde yeni bir
(Halikarnas Balıkçısı) ile birlikte “Anadolucu- araç imkânının yoklanması gibi görünmektedir.
luk" akımı içine yerleştirmektedir. Yunan kül 417
40 Türk Beşleriyle asıl yapıtlarını 50‘lerden sonra
türünün aslında Anadolu'nun eseri olduğu ve veren ikinci kuşağın karşılıklı konumlarının
Anadolu'nun da Asya değil Akdeniz dünyası Mehmet Nemutlu, Özcan Manav ve Semih Ko
nın bir parçası olduğu tezinin asıl sözcüsü Ce rucu gibi daha genç besteciler tarafından tartı
vat Şakir'dir. Balıkçı, Atatürk'ün "Türk Tarih şıldığı ilginç bir söyleşi için bkz. Sanat Dünya
Tezi"ni reddetmiyor, Sümerlerin Türk olduğu mız, 79, Bahar 2001. Söyleşiyi yöneten eleştir
nu varsayıyor, ama Türklüğü de Asya'ya değil men Aykut Köksal şöyle demektedir: "Batı mo
Akdeniz dünyasına ait bir olgu sayıyordu. Eyu dernleşmesinde 16. yüzyıldan başlayarak halk
boğlu da Cevat Şakir'in "Mavi" çevresindendi müziği kaynaklarının soyutlamayla adım adım
ama Talim ve Terbiye Kurulu üyesi olarak, kül sanat müziği üretim) içine katıldığını biliyoruz.
tür p o litik a la rı üzerinde, Bodrum'da yaşayan Cumhuriyetin ulusalcı projesinin meselesi, 'biz
Balıkçı'ya oranla daha dolaysız bir etkisi olmuş bu kaynaklara giderek o soyutlamayı nasıl var
tur. Öte yandan Eyuboğlu, ilk formasyonunu edebiliriz' sorusu değildi. Tam tersine alabildi
Yücel’in "Türk hümanizması” atmosferi içinde ğine soyutlamadan uzak duran, kaynağı açıkça
edinmiştir; ben de onun tavrını "Anadolu hü- gösteren bir armonizasyon çalışmasıyla sınırlı
manizması" olarak adlandırmayı yeğledim. - bir üretimdi Türk Beşlerinin üretimi. 20. yüzyıl
Sonradan Ilhan Selçuk da bir "Anadolu Aydın da bir periferi ülkesinin yerel kaynaklarına yö
lanması" icat edecek ve Ilhan Selçuk için de bir nelip soyutlama üzerinden yüzyılın yeni arayış
"Aydınlanma bilgeliği" icat edilecektir. Ama larına yanıt aramış bir kompozitör var: Bela
bu son ikisi, C u m h u riy e t okurlarıyla sınırlı ka Bartök [...] Usmanbaş, bir söyleşide, üstü çok
lan adlandırmalardır. örtülü olarak, kendi müzik yazısını oluşturma
38 Eyuboğlu'nun I967'de Y e n i U fu kla r dergisinde da hocalarından pek az şöy öğrendiği anlamı
çıkan "Emperyalizm ve Kültür" yazvsı, rejimin na gelecek sözler söylüyor, Aslında Usmanbaş
kuruluş ânındaki kaygının alttan alta sürüp git müzik yazısını bir otodidakt gibi kendi çabasıy
tiğini gösteriyordu: "Bu kültür emperyalizmi la kuruyor. Leibovvitz'in bir kitabını, Pierre Bo-
kavramım bizde İlkin kim attı ortaya bilmiyo utez'in bir makalesin) okuyarak, radyoda cızır
rum, ama iyi tutturmuş doğrusu; bakıyorum, tılar içindeki bir icraya kulak kabartarak."
aklı başında yazarlarımız bile duruyorlar üstün 41 İkin ci Y e n i akımının "kuramcısı" da sayılabile
de, yeni sömürgeciliğe karşı savaşta bir silah cek olan Cemal Süreya'nın folklorla ilgili tutu
olarak kullanıyorlar. Benim bildiğim bu kavram mu, şiirin Gökalp ve Yücel dönemlerinin postü-
bir Fransız buluşudur ve kaynaklarından biri de laiarım içerden e/eştirip aşma çabasının da ifa
Pierre Loti'dir. O Pierre Loti ki batı kültürünü desidir. Oktay Rifat ve Bedri Rahmi Eyuboğlu
benimsemek Istiyenlere karşı çarşaflı peçeli, in- gibi şairlerin şiirlerinde folklorik Öğelerden
şallah'lı maşaltah’lı doğu kültürünü sürdürmek bolca yararlanmalarını eleştiren ünlü "Folklor
isteyenleri tutuyordu. Batı emperyalistlerinin Şiire Düşman" yazısında (1956) şöyle diyordu:
istediği buydu zaten: aman, doğulu doğulu "Folklorda şiirin bugünkü entelektüel niteliği
kalsın! (...] Safı e m p erya listle ri ve batı k ü ltü rü ni taşıyacak yeti yoktur [...] Bir halk deyimi için
b irb irin d e n o k a d a r ayrı g e rçe k le rd ir H Musta deki kelimeler o deyimdeki anlam dizisi içinde
fa Kemal yürdundan kapı dışarı ettiği emper kaynaşmışlardır. O kelimelerden o deytmterde-
yalist komutanlardan kültürce çok daha batılı kinden ayrı işler, ayrı güçler aramayın artık.
sayılabilir. B iz im b a ğ ım sız lık savaşımız batıya - Çünkü donmuşlardır. Tek yönlüdürler {...]
fcarşı batı kü/türünden ya ra rla n a ra k k a za n d ığ ı uyandıracakları çağrışımlar bellidir. Ne olsa de
m ız b ir savaştır" (2000: 283-85; italik, asıl met ğişmeyecektir [...] Halk deyimlerinde birbirine
ne ait). Eyuboğlu'nun yazısı, Batı'ya ait sayılan bağlanmış kelimeler arasında yeni bir yük, yeni
her şeyi reddetmek isteyenlere karşı haklı eleş bir bağıntı kurmak söz konusu olamaz. Nasıl
K E M A L İ Z M
olsun ki bu kelimeler zaten kıpırdamaz bir şe da yaşanmıştı. Yeats, bu tartışmalar içinde mil
kilde birbirlerine bağlanmışlar, alacakları yük liyetçi konumun temsilcisi olarak belirecek,
leri zaten öncedden almışlardır’' (2000: 192- Cuchulain gibi İrlanda efsanelerinden ve Kelt
93). Öte yandan, Süreya'nın folkloru büsbütün folklorundan bolca yararlanacaktı, 1892’de
reddetmediği, ama ona "kalkındırma" kavra şöyle diyordu: "Halkımızı Ingilizlikten arındır
mıyla özetlenebilecek bir tavırla yaklaşılmasını manın hiç yolu yok mudur? Öyle bir ulusal ge
savunduğu da görülür: "Ahmed Arif, Doğu lenek, öyle bir ulusal edebiyat kuralım ki dili
Anadolu'nun, sınır boylarının yerel görüntüleri İngilizce olduğu halde ruhu İrlandalI olsun -
içinde oraların türkülerini kalkındırıyor, bütün hiç yolu yok mudur bunun?" Ama 19Q8'de de
Anadolu türkülerine u la ştırıyo r onları, büyütü şöyle: "Her ülkede her türlü edebiyat model
yor" (134). 1930’larda folklor çalışmalarının yö lerden türetilir, sık sık da dış modellerden; ve
neticilerinden Ahmet Kutsi Tecer'in öğrencisi ona daha incelmiş bir anlamda ulusallığı, yapı
olan Cahit Külebi'nin şiirinin de "halk deyimle cısının ulusallığını veren de ancak kişisel öğe
rini özel bir planda kalkındırdığım" belirtmek nin varlığı olabilir. Kendi bilincine varmaya ça
tedir Süreya (273). Temel işlem, Gökalp'in öne lışan bir ırkın, ilkel çağlarda olduğu gibi, sade
risi hem anımsatmakta hem de aşmaktadır: Bir ce yerli modellerle yetinmesi, sadece onlardan
yerel motifi işlemek ama onu daha geniş bir yarar sağlaması da ancak kişiselliğe erişilmesin
bütün içine yükseltecek -ve dolayısıyla kendi den önce söz konusu olabilir; çünkü buna eriş
bağlamından kısmen ya da büyük ölçüde ko meden önce, dış modeli ne özümlemesi ne de
paracak- biçimde işlemek. Kendi şiirlerinden reddetmesi mümkündür. İşte İrlanda’nın kalbi
birinin başlangıcı da programatiktir: "Lale- nin ve zihninin Ingiltere’ye, ya da Ingiltere'de
li'den dünyaya giden bir tram vaydayız.” - en geçici olan şeye teslim olması da tam böyle
Anımsatmak gerekebilir: SO'li yıllardır bu, "Na- bir edilginlik ânında, erişime yaklaşıldığı ama
taşa-öncesi" bir dönem. henüz varılmadığı bir anda gerçekleşmiştir"
42 Kitap anlamına gelen "mecelle" sözcüğünü (Kiberd 1995: 155, 165), İrlanda ile Osmanh-
"kanon” (edebiyatın veya başka şanatların ku Türk kültürel serüvenlerinin karşılaştırmalı bir
rallarını ve zevk ölçülerini de veren büyük ya incelemesine burada giremeyiz, indirgenmez
pıtlar listesi) anlamında kullanan tek yazar, farklar açıktır: İrlanda'nın gerçekten kolonileş-
saptayabildiğim kadarıyla Yahya Kemal'dir. tirilmiş oluşu; buna karşılık Svvift ve Burke’den
Gregory Jusdanis'in Gecikmiş M o d e rn lik kita Yeats, Wllde, Synge ve Joyce’a kadar İngilizce
bında sözcüğün etimolojisi ve modern kullanı edebiyatın bazı en parlak yapıtlarının İrlandalI
mıyla ilgiii yararlı bir bölüm (3. bölüm) var. yazarlara ait olması; 1850’lerden itibaren, içer
Oradan aktarıyorum: “Modern kanon sözcüğü deki tıkanma ve getiiimlerin hafiflemesini sağ
Yunanca kanon'dan, o da Sami dilindeki, ka layan kitlesel göç (özellikle ABD'ye); İrlandalI
mış ya da değnek anlamına gelen bir başka yazarların sadece ABD ve Ingiltere'deki değil,
sözcükten kaynaklanmaktadır. Kanon, klasik Afrika ve Hindistan'daki İngilizce edebiyatla
ve Helenistik dönemlerde heykel, müzik, felse da bir ortak-yaşarlığı sürdürmüş olması, vb.
fe, retorik ve dilbilgisi ile ilgili tartışmalarda Ama Yeats'in "dış modellerin ne tam özümse-
kullanılan önemli bir kavramdı ve Hıristiyan nebileceği ne de tam reddedilebileceği bir
ların çeşitli yazılarının Kitabı Mukaddeste bir edilginlik ânı" saptaması, İrlanda’yı aşan bir
araya getirilmesi sırasında vazgeçilmez bir işlev genellik taşımaktadır. Tanpınar da 1951'de
gördü [...] heykeltraş Polykleitos kendi simetri şöyle diyordu: "Sanki varlık ve tarih cevherimi
ve biçimsel mükemmellik ilkelerine göre bir zi kaybetmişiz; bir kıymet buhranı içindeyiz.
heykel yapıp ona k a n o n adını vermişti (...) Hiçbirini büyük mânâsında kendimize ilâve et
Plykleitos'un insan bedeneninin kusursuz oran meden her şeyi kabul ediyor; ve her kabul etti
tılarla İfade edilen güzelliği hakkında, Kanon ğimizi zihnimizin bir köşesindeâdeta kilit altın
adında kuramsa! bir kitap yazdığı da söylenir. da saklıyoruz" (1996; 35).
Her iki durumda da Kanon bir mükemmellik 44 Nazım Hikmet bütün bu geçersizi eştirme süre
Ölçüsü ya da standardı anlamına geliyordu. cinin dışında kalmış görünür: 1938'den itiba
Sözcüğün metaforik yananlamları, insan davra ren, etkilediği şairlerle (40 kuşağı olarak anılan
nışlarının k a n o n 'o , adil insan ve idealle ilgili H, İzzettin Dinamo, Rıfat İlgaz, Niyazi Akıncı-
etik tartışmalarda da kullanılmaya başladı. Te oğlu, İlham! Bekir, Enver Gökçe, A. Kadir gibi
rim numune ve model kavramlarıyla sıkı sıkıya sosyalist şairler) birlikte, edebiyatın izlerçevre-
bağlantılı bale geldi; Helenistik çağda klasik s inden büyük ölçüde koparılmış, ama 60’larda
kavramının ve eski anıtları taklit etme eğilimi kitaplarının basılmasıyla yeniden şiirin gelişimi
nin ortaya çıkışından sonra bu anlam gittikçe ni etkileyen kaynaklardan biri haline gelmiştir.
yaygınlaştı" (84-85). Ama onun da sadece "Putları Yıkıyoruz" kam
43 Kozmopolitizm-ulusallık tartışması geçen yüz panyasıyla değil, şiirleriyle de 1923-38 arasın
yılın başında Oscar Wilde, W. B. Yeats ve Geor- daki edebi çekişme ve kopuşun başlıca aktörü
ge Russel gibi yazarların katılımıyla İrlanda'da olduğu unutulmamalı.
Kemalist Kültür Politikaları Açısından
Türk Tarih ve Dil Kurumlan
Y Ü K S E L T AŞ K I N
kökenlerine ayrılan 100 sayfa vardır. Ki çok hacimli bir külliyatın oluşmasında
tapta Osmanlı tarihine ayrılan bölüm ki rolü de Önemlidir.
ise 50 sayfadan ibarettir (Behar: 102- 'Kardeş' kurum TDK'nın geleneğine
105, 1996) . Bu anlayıştan yola çıkarak bakıldığında, Tarih Kurumu'nda beliren
hazırlanan ders kitapları, DP dönemin eğilimlerle ciddi bir paralellik söz ko
de yakın tarihi anlatan ve DP lehine yo nusudur. 1932-35 arası, 'Öztürkçeci'
rumlar içeren kısa ekler dışında, hiç de atılım dönemi olarak düşünülebilir.
ğişmeden onyıllarca kullanılmıştır. 27 CHP, Halkevleri, Radyo ve bütün gaze
M ayısla beraber DP'nin eklediği bö teler, tam bir seferberlik haliyle dilde
lümlerin müfredattan çıkarıldığım tah Özleştirme politikasına iştirak etmektey
min etmek zor değildir. diler. 1935'te resmî kabul gören 'Gü-
1939'dan sonra resmî kurumlarda da neş-Dil' teorisi, 'Türk istisnacılrğın'm
himaye bulabilen 'Türk Hümanizması' doruğu denilebilecek bir kırılma yarattı.
akımının tarihçiliğimize etkisi, Anado- İlginç biçimde, bir iletişim aracı olarak
420 lucu vurgu karşısında Orta Asyacı çıka dili güçlendirmekten çok, kuralsız bir
rımları tabileştiren; bu çıkarımların pra- ulusalcılık kampanyasına hatta yarışına
tik-politik sonuçlarına karşı ciddi bir dönüşen özleştirme, yine ulusalcı bir
eleştirellik İçeren bir anlayışın güçlen çıkış olan 'Güneş-Dil' teorisinin itibar
mesi olmuştur. Böylece 1940'lı yıllarla kazanmasıyla ivmesini yitirivermişti.
beraber, Türk tarihini dünya tarihi içine Daha 1932'deki I. Türk Dili Kurulta
oturtma anlamında ciddi mesafeler kay yında Hüseyin Cahit Yalçın'ın savun
dedilmiştir. 1937'de yapılan fi. Türk Ta duğu, Ziya Gökalp'in geliştirmiş olduğu
rih Kongresi sonrasında, TTK'nın tarih 'Türkçeleşmiş Türkçe'dir' (Yaşayan
çiliğimizde Fuat Köprülü Öncülüğünde Türkçe) anlayışı, bu tarihten sonra daha
yayıma başlayan Belleten'ler başta ol gür biçimde seslendirilir oldu. Hatta,
mak üzere çeviri ve teliflerden oluşan Atatürk'ün giderek 'Öztürkçeci' heves-
Dil Kurultayında halk temsilcileri ‘Halis Türkçe " basit Türk halkının sinesinde
yüzyıllardır kurumaya terkedilmiş de olsa “ebedî gençlikle kaynayan yaratıcı bir pınar"
olarak tasvir edilir. Bu düşünüşle. !932deki l. Dil Kurultayı il dan sonra, yaygın bir
“halk ağzından söz derleme" çalışmasına girişilmiştir.
19 2 0 ' L E B D E N 1 ‘i 7 0 ' L E R E K U . T i j R P O L İ T İ K A L A R I
ten uzaklaştığa bunu 'aşırı bir deneme' türk'ün böyle olmasını istediği vurgusu
olarak gördüğü öne sürüldü. Her du Öne çıkarılmaktadır, 1983'den sonra
rumda, dil tartışmasının taraflarının TDK'da Atatük'ün vasiyetine rağmen
kendi görüşlerini 'Atatürk'ün gerçek ni başlatılan restorasyon teşebbüsüne tep
yetleri' üzerinden meşrulaşırdıkları, bi ki olarak kaleme alınan ve 'Atatürk'ün
limsel bir tartışma zemininden çok ikti Türk D il Kurum u ve Sonrası' başlıklı ki
darın otoritesinin yardımına sığındıkları tapta toplanan karşı yazılara bakıldığın
görülmektedir. da bu meşrulaştırmanın ana temayı
Zaten TDK'nın geleneğinde siyasî ik oluşturduğu görülebilir (Atatürk'ün Türk
tidarla ilişkilere büyük önem verildiği Dil Kurumu ve Sonrası, 1986).
hemen fark edilecektir, 1936'daki 111, 1940'lara gelindiğinde kültürel re
Kurultay'da, TDK'nın 1. maddesinde form dinamizmini yitirmiş görünen
"Ulu Önder Atatürk'ün kutlu eliyle ve CHP'nin 1945'de T e şk ila t-ı E sa siy e -
onun yüce Kurucu ve Koruyucu Genel si'nin dilini sadeleştirdiğini görüyoruz,
Başkanlığı altında" ibaresi konulmuştu.2 DP iktidarı özellikle Dil Kurumu'na kar 421
Dolayısıyla, TDK'nın kuruluşunda ve şı açık tavır aldı, 1952 yılında Anayasa
daha sonra siyasî iktidarlarla ilişkilerin dilinin eski haline döndürülmesine ka
de bu maddelerden de açıkça anlaşılan rar verdi. Özellikle bu kararın alınma
korporatist eğilimleri yadsıyamayız. sında Fuat Köprülü'nün etkin olduğu bi
TDK'yı değerlendirirken, "özerk yapısı linmektedir. Oysa Köprülü 1932'lerde
nı korumaya ayrıca özen gösterdi" de dilde özleştirme çabalarına verdiği des
mekten çok, "siyasî iktidarı uygarlık tekle hatırlanmaktadır. Millî eğitim ba
projesinin karşısında gördüğünde kanlarının TDK'nın doğal başkanı ol
özerkliğini sahiplendi" şeklinde yorum maları geleneği, DP'li Tevfik İleri tara
lamak daha gerçekçi görünmektedir. fından kaldırıldı.J 2 7 Mayıs sonrası
F.R. Atay, "Atatürk dilde Türkçeciliği Anayasa dili tekrar sadeleştirildi. Yine
devlete mal edecek"tir derken, kültür aynı dönemde basının dilde yenileşme
politikalarının izlenme tarzına dair eğilimini izlemesi ve TRT'nin de dilini
TDK'nın da büyük ölçüde paylaştığı Özleştirmesi sonucunda, TDK'nın dil
eğilimi açıkça özetlemektedir (Atay. anlayışının özellikle eğitimli kesimlerde
479, 1969), Buna göre, kültür siyasetini yaygınlaştığı söylenebilir.
devletin belirleyip uygulamasında ve 1960'larla beraber 'sol' Kemalistlerin
bu süreçlerde aydınların desteğine baş ağırlıkta olduğu TDK kadrolarının, sağ
vurulmasında sorun yoktur. iktidarlarla yaşadıkları olumsuz dene
TDK yöneticileri, 1980 sonrası resto yimlerin de etkileriyle özerklik vurgusu
rasyonuna değin kurumlarının devletten nu artırdıklarını teslim etmeliyiz. Bu
özerk olduğunu savunagelmişlerdir. çevre, dil sorununun yasa ve nizamna
Atatürk'ün bu kumruların resmî akade meyle çözülemeyeceğine dair önem
milere dönüşmesini engelleyerek, kendi senmesi gereken bir tutum içerisindey
kişisel mirasından güvence sağladığını di. 1970'lerde CHP'nin 'ulusal / yerel
ve dernek statüsünde kalmaları için bi den evrensele' şeklinde özetlenebilecek
linçli olarak çaba harcadığı sıklıkla vur kültür politikaları içinde Dil Kurumu
gulanır.3 Daha bu gerekçelendirmede, üyelerinin önemli etkileri olduğu görül
meşruluğun 'Kurucu Baha'dan türetilme mektedir. Sözgelimi, Ahmet Taner Kışla-
çabası açıktır. Meşruluk sadece dil ça lı'nın 1978 CHP iktidarındaki kültür ba
lışmalarının siyasî iktidardan bağımsız kanlığı döneminde, Kültür Yüksek Ku
olarak daha sağlıklı gelişeceği kanaatin rulu üyelerine baktığımızda dil konu
den türetilmemekte, özellikle Ata sundaki duyarılıklarıyla tanınan (TDK
K L Z M
başkanlığım da yürütmüş olan) Prof. Dr, 1930'larm başındaki 'devlete mal edi
Şerafettin Turan, Prof. Dr. Doğan Ku- len kültür'anlayışını aşamayan bir karşı
ban, Haldun Taner, A2 İz Nesin ve Mah tez! Doğal olarak 1982 Anayasası'yla
mut Makal gibi isimleri görüyoruz. TTK ve TDK'nın Atatürk Kültür, Dil ve-
Bunun karşısında, daha çok Tercü Tarih Yüksek Kurumu (AKDTYK) kapsa
man gazetesinin bayraktarlığını yaptığı mına alınması ve eski kadroların büyük
'Yaşayan Türkçe' veya Ziya GÖkalp'in ölçüde tasfiye edilmeleri bu çevrelerce
ifadesiyle 'Türkçeteşmiş Türkçe'dir ilke iltifatla karşılanmıştır.
sini kabullenenlerin, salt bu nedenlerle AKD TYK'nun bünyesine alınan
dil konusunda 'yasa ve nizamnameler TDK'da serpilen anlayışlara çarpıcı bir
den' imtina etmeleri beklenirdi.Oysa Örnek olarak, 1994 yılında Türk Dil Ku-
durum tam tersi olmuştur! Bunun en rumu'nun (TDK) başkanlığına atanan
çarpıcı örneği, 1980 sonrasında Aydın Prof. Ahmet B. Ercilasun'un Türk dün
lar Ocağı üyelerine büyük ağırlık veri yasında dil birliğinin sağlanması yö
422 len TRT Yönetim Kurulu'nun 200 söz nündeki çabaları anımsanabÜir. Ercila-
cükten oluşan bir yasak listesi hazırla sun, bugün Türk dünyasında kullanım
masıdır.5 'Dilde aşırılıklara' karşı, dilin da olan 20 farklı yazı dilinin zamanla-
tarih içinde şekillenmiş varlığının ko elbette siyasî iradenin de yardımıyla-
runmasını savunanların dil ve tarih ko ortak bîr edebi dil etrafında birleşmesi
nusunda devletin denetiminde bir 'İlim ni savunurken, 'Türkiye Türkçesini' en
ler Akademisi' kurulmasını 1940'lardan ideal 'üst dil' olarak dil birliğinin mer
bu yana talep etmeleri ilginçtir. Atay'ın kezîne yerleştirir.6 Ercilasun, kendi ifa
devlete maledildiği için sevindiği dil desiyle diğer 'Türk boylarının' tarihleri
meselesinin, 'Özerk' kuruluşlarca tartı- ni dondurarak yazı dillerini oluşturan
şdması şeklinde bir karşı tez yoktur bu süreçleri talileştirirken, OsmanlI'nın
rada. Tam tersi, Atatürk'ün çeşitli za yoğun etkisiyle oluşmuş Türkiye Türk-
manlarda söylediği varsayılan sözlerin çesi'ni tüm tarihselliğiyle sahiplenebil-
den, hatta imalarından hareketle bu ko mektedir. G ökalp'in ideal 'Türkiye
nularda resmî bir Akademi fikrinden ya Türkçesi' olarak İstanbul Türkçesi'nde
na olduğu savunulmuştur. (Turan'da değil!) biten ilk romantik ara
TDK'da 1970'lerde ivme kazanan yışları ve bu nihai kabullenmenin eleş
özerkleşme eğilimi, devlet mitosuna ta tirel sorgulamadan geçirilmeden yapıl
parcasına sahip çıkan ve 'alaylılar' nite ması, Ercilasun'un tarihe bakışında da
lemesiyle küçümsedikleri TDK kadrola kendini gösterecektir. Onlar (Türk boy
rına karşı, devletin resmî kurumlarında ları), bizim tarihselliğimize yeniden
'yetiştirilen' uzmanların ikamesini savu dönmeye davet edilirlerken, bizim ne
nanların yoğun tepkilerini çekmekteydi. den bu tarihselliğin merkezinde olma
Kısaca, 1930'ların kültür politikalarının, mız gerektiği ciddi bir soru olarak akla
1930'ların sonundan itibaren izlenme gef(e)memektedir, Ercilasun'da örneğini
ye başlanan Hümanist politikalar neti gördüğümüz 'istisnacılığın' köklerinin
cesinde resmî istikametinden saptığı 1930'ların başında yapılan tarih ve dil
teşhisiyle, yine bu döneme damgasını çalışmalarında bulunabileceğini, Orta
vuran korporatist kültür anlayışına geri Asyacı yorumun bu erken dönem tarih
dönülmesi istenmekteydi. Tamamen çiliğinden ciddi bir sapma olmadığını
1930'ların korporatist siyaset felsefesin savunabiliriz. Dolayısıyla, Ercilasun'un
den beslenen ve kültür politikalarının Türk-islâm sentezi ekseninde Türk dün
içeriğinde İslâm'a ve Osmanlı mirasına yasında dil birliğini savunan fikirleri
daha fazla yer vermenin dışında nin, devletin resmiyeti tescil edilmiş
I T Ü ' L E R D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I
DİPNOTLAR
H
Cumhuriyet’in ilanından sonraki yeni
şun ardından gelen yeniden yapı den yapılanma sürecinde de, yukarıda sö
lanma hamlesi, kendisi ile geçmiş zü edilen tarzda bir edebiyat hareketi; Ke
arasına bir sınır çizgisi çekmek istemiştir. malist bir kanon yaratılması yönünde pra
Bu çizgi en açık biçimde tarih anlatıların tik, teorik ve manipülatif çabalar gösteril
da bulur ifadesini. Bağrından kopup geldi miştir. Üstelik Sovyetler Birliği’ndeki “par
ği “eski” ile kendisi arasındaki farklılıklara ti edebiyatı” çağrıları ile aynı zaman dili
vurgu yapmak için tarihin yeniden tanzi mine denk düşen “Türk rönesansı” için
mi kaçınılmazdır. Böylelikle o ayrışma sü sosyalist sanat politikalarının iyi bir reh
recini yaşayanlar ikna olmasalar bile, ber olduğu, Cumhuriyet ideolojisinin mi
resmî ideolojinin rahlesinden geçecek marlarının -Kadro dergisi yazarlarının-
ikinci, üçüncü ve daha sonraki kuşaklar kendileri Marksizm den kopmuş olmaları
için kurucu bir “mit” yaratılmış olur. Oy na karşın resmî Marksizmin bakış açısını
sa, sanat ve edebiyat her zaman aynı yolu izledikleri ve Sovyet Birliği’nde ortaya atı
izlemez. Elbette resmî tarihi dikte ettiren lan toplumcu gerçekçilik fikriyatından et
lerin edebiyattan da benzer beklentileri; kilenerek iki ülke arasında paralellikler
romanlara devrimin destanının yazılacağı kurdukları açıkça görülmektedir. Mesela
bir kanon yaratılması talebi '.'ardır Çünkü, Yakup Kadri’ye göre, bir devrimi hazırla
milletin hikâyesini anlatan metinlerden yacak düşün adamları doğmadıkça, dev
oluşan bir toplam olarak edebiyat kanonu, rim başarıya ulaşmadıkça ve yeni değer
insanların kendilerini birleşmiş bir mille ölçütleri tutarlı bir yapıya kavuşup be
tin yurttaşları olarak görmelerini sağlaya nimsenmedikçe, yeni dönem doğamaz.
rak dayanışma deneyimini kolaylaşurır... Sovyetler ve Türkiye’de “dahildeki inşa işi
Kimliklerin çözüldüğü ve toplumsal ilişki henüz tamamlanmadığı için yeni kıymet
lerin farklılaştığı bir dönemde, kanon eski ölçülerinin gündelik hayattan kültür ha
zamanların bereketine bakıp insanlara yatına intikal etmesi ve kültür faaliyetleri
kültürel olarak yeniden canlanma umutla nin organik ve serbest inkişafı, yani, bü
rı sunar. Geçmişi yeniden ele geçirmeye yük sanat devresi başlamamıştır. Fakat bu
çalışır... Kanon, içinde bir milletin, bîr sı devreyi hazırlayacak olan epik devri, öyle
nıfın ya da bireyin farklılaşmamış bir kim zannediyorum ki her iki memlekette de
lik bulabileceği ütopik bir sürekli metin- açmış bulunuyor" (aktaran Oktay, 2001;
sellik mekânıdır, (jusdanis, 1998:79) 368) demiştir Yakup Kadri.
K E M A L İ Z M
426
Ruşen E şref Onaydın, Yahup K adri Karaasmanoğlu, Falİh R ıfkı May ve diğerleri Ata 'tun
sofrasında... Edebî kanonun kurucu isim leri olan bu sallar, Cumhuriyetin, özellikle ilk
kuşaklarının hafızasında rom anlarıyla is bırakm ış, ham aset kokan eserleriyle, güdük de
olsa “m illî edebiyat" kurm a misyonunu üstlenm eye çabalam ışlardır.
yalnız kendini veya başkalarını hoşlandı biri acı-tatlı binlerce olayın destanı olan
rır işler arttırabileceğine inanmıyorum. tarihimiz ise kendi aydını tarafından keş
Türkiye davası ile davalanan hiçbir kim fedilmeyi beklemektedir" (Yalçın, 1998:
senin ve mesleğin, hizmetini değil şerefi 176) sözleriyle yakınır romanlardaki ta-
ni de anlamıyorum. Davanın sıcak heye rihsizlikten.
canından kurtulan, keyif için sanat, eğ
lence için yazı, hatta tuhaflık için mizah
MİLLİ MÜCADELE VE KEMALİST KANON
yapabilenlere şaşarım ”(aktaran Yazar,
1999:98) diyen Atay için sadece edebî de Bugünlere bir edebi şaheser bırakm a
ğil, bütün entelektüel faaliyetlerin “dava makla birlikte, özellikle Türk-Yunan har
ya” bağlanması zorunludur. bine ilişkin cumhuriyetçi cepheden yazı
Bütün bu çabalara rağmen, aradan yıl lan romanlar az değildir. Millî Mücadele
lar geçtikten sonra Cumhuriyet tarihini yıllarının ilk dönem romanlarında yer al
ve toplumsal hayatını romanlarda arayan ması Cumhuriyet’in ilanından önce, Ha
incelemecilerin bir çoğu, Cumhuriyet’in lide Edip’in Ateşten Gömîefc’i ile, 1922’de 427
ilk yıllarının güçlü bir biçimde yazıya dö başlar. Daha sonra, yine Halide Edip’in
külmemiş olduğunu vurgularlar. Taner Vurun Kahpeye (1926), Reşat Nuri Gün-
Timur’a göre edebiyat tarihimizde Musta tekin’in Yeşil G ece (1 9 2 8 ), Aka Gün-
fa Kemal'i ve Kurtuluşçu cepheyi devrim düz’ün Ditanen Yıldızı (1928), Bir Şofö
ci bir yaklaşımla gerçekçi bir şekilde ve rün Gizli Defteri (1928) ve bıhıfap Hikâ
ren, değeri herkesçe teslim edilmiş bir ro yeleri.' Meçimi Asker (1930), Yakup Kad
manın yokluğu dikkat çekicidir, Tahir rinin Yakım (1932), Müfide Ferit Tek’in
Alaııgü bu yokluğu; “Cumhuriyet’in ilk Almanca basılan Ajf/olıuımayan Günah
on yılı ve onun peşinden gelen yıllar, bü (1 9 3 3 ) ve Burhan Cahit Morkaya’nın
tün teşvikler ve ısrarlara rağmen istenen başta Yüzbaşı Celâl (1933) olmak üzere
devrimci yeni edebiyatın bir türlü gelişe cephede geçen romanları türün ilk akla
mediği yıllardır. Bu edebiyatın, bizde he gelen örnekleridir. Ealih RıFkı da Zeytin-
nüz halka mal olmamış devrimlerin pro dağı’nda (1932), her ne kadar Millî Mü-
pagandasını yapmaya memur edilmesi, cadele’yi konu etmese de, Birinci Dünya
ortaya cılız ve taslak halinde eserler çı Savaşı günlerinde Suriye cephesine ait
karmaktan ileriye geçememiş buna karşı anılarında Türk’ün gösterdiği kahraman
lık yıkılan bir devrin manzarasını tasvir lıkları anlatarak benzer bir temayı işle
edenlerin eserleri gittikçe çoğalmağa baş miştir. İçinde barındırdırdıkları olaylar
lamıştı. Sanat eserine, sipariş iızerine ya dan çok, aydınların topluma ve Cumhu-
zılabilen kaba propaganda eseri gözü ile riyet’e bakışını yansıtması açısından tari
bakılan, kendi kurduğu yaşayışın manevi hi belgelerdir bu metinler.
verimleri henüz mahsul vermemiş bir “Kurtuluş Savaşı” romanlarında, savaşın
toplumda, başını geçmişe çeviren, onu nedenleri, Osmanh devletinin yapısal so
araştıran veya özleyen bir edebiyat yönü runları, o yılların milliyetçi akımları gibi
daima bulunur”(Alangu, 1968:242) biçi temel meselelerden çok düşmanın kimliği
minde değerlendirir. Alemdar Yalçın ise; önemlidir. Söz konusu düşman çoğunluk
“Birinci Dünya Savaşt’ndan yüzlerce ro la Yunan ordusu ve Rum yerli halktır. Do
man çıkaran Batı, Vietnam savaşından ğuya gidildiğinde Ermeni’ye dönüşür düş
yüzlerce film çıkaran Amerikalı aydın, man. Güneydoğuda geçen Yüzbaşı
kendi meselesine sahip olmanın, onlara Celâl’de ise Araplar ötekileşir. Elbette yerli
ciddiyetle yaklaşmanın zevkini verdiği işbirlikçiler olarak yobazlar ve direnişe
kaliteli eserlerde tatmaktadır. Bizim, her katılmayan köylüleri de unutmamak gere-
K E M A L İ Z M
kiyor. ilk dönem “Kurtuluş Savaşı’’ ro bundan böyle köyü kurtarmak biçiminde
manlarında -o yılların egemen ideolojisi simgelenecektir Cumhuriyet dönemi ro
gereği- Yunan ordusundan çok yerli işbir manlarında.
likçiler ve yobazlann zulmü öne çıkar. 1930’lu yıllara gelindiğinde, Cumhuri
‘‘Ötekinin’’ yerli İşbirlikçiler ve yobaz yet idaresi rüştünü ispatlamış ve yu kan
lar olarak tespit edildiği romanların en dan aşağıya bir yapılanmanın hummalı
tanınmışı Vitrim Kahpeye, bütün edebi faaliyeti başlamıştı. Üstelik, doğum tarih
zayıflığına rağmen, ilkokul yıllarından leri 1907-1908’e denk gelen Cumhuriyet
beri sürekli hatırlatılm aktadır bizlere. dönemi edebiyatının genç kuşağı da ye
Belki de hikâyenin sonunun yeni rejime tişm işti artık. OsmanlI’dan Cumhuri-
ilişkin bir şüphe ile bitmesi nedeniyle - yet’e, Doğulu kimliğinden Batılı kimliği
yine yobaz din adamianna yöneten eleş ne geçiş aşamasında, eğitimli insan tipi,
tirisine rağmen- onun kadar ilgi görme onun ülkücü İdeolojisi ve modem hayat
yen Yeşil G ece ise, bir zamanlar -başta tarzı, topluma bîr örnek teşkil etmeliydi.
428 Nazım Hikmet olmak üzere- Türk solu Edebiyat -özellikle roman- kitle iletişim
tarafından Övgüyle anılmıştır. Övgü, ro araçlarının yokluğunda, ideolojinin top
mandan çok Türk solunun düşünsel geri luma nüfuz etmesini sağlayacak en uy
planını sergilemesi açısından önemlidir. gun silahtı. Siyasî, toplumsal ve ekono
Çünkü, metinden yansıyan ideolojiye mik devrimler gerçekleşmemiş de olsa,
baktığımızda, Türk solu ile Kemalizm onları gerçekleşmiş, sanki öyleymiş gibi
arasındaki, 60’lt yıllara dek uzanan ve göstermenin biricik yolu propagandadan
paydasını ilerlem eci, modernist dünya geçiyordu. Bugün “ütopya" oldukları
görüşünde bulan akrabalık hemen ele ve açıkça görülen romanlar, işte bu atmosfer
rir kendisini. içinde üretildiler.
Cumhuriyet kadrolarının ve Kadro ha Aslında Cumhuriyetin çağırdığı bu ye
reketinin manifestosudur Yaban (1932). ni tarz hayatların ve aydınlanma seferber
Yakup Kadri’nin edebi değerinden ziyade liğinin romana yansıması için belli bir za
barındırdığı ideolojisi ile tartışma yaratan mana ihtiyaç vardı, ama yönetimin -ve
bu romanındaki aydın-köylü ilişkisi, ya çevresinde toplananların- sabrı yoktu.
zara göre hiçbir insani vasıf taşımayan Belki de bu nedenle, üretilen romanlar
köylülerin ve din adam larının T ü rki edebiyat dışı ya da ham ürünler olarak
ye’nin gelişmesinde nasıl bir engel teşkil kaldılar ve istenen etkiyi yaratamadılar.
ettiğinin ve aydınlara/aydınlanmaya bü Mesela, Ethem İzzet Benice’nin, Cumhu
tünüyle kapalı olduğunun göstergesidir. riyetin kuruluşunun onuncu yılı müna
Her ne kadar aydınlara yönelik eleştiriler sebetiyle millî eğitim bakanlığı tarafından
olsa bile, kurtuluşun yine aydınların ön yayımlanan On Yılın Komam (1932), baş
cülüğünde olacağı kolayca anlaşılmakta tan sona Cumhuriyet ideolojisine adan
dır. O dönemde ister sosyalist olsun ister mıştır. Birinci Dünya Savaşı’nm Anadolu
K em alist, Niyazı B erkes’in değişiyle, üzerindeki -maddi ve manevî anlamda-
“Ütopyacı Bireysellik”tir aydınların için yıkıcı etkileri, Millî Mücadele ile şahlanan
de olduğu bu düşünsel ve ruhsal vaziyet. halkın coşkusu, eğitim seferberliği saye
Üstelik aydınların sıklıkla tekrarladıkları sinde yüksek öğrenim gören Anadolu ço
kurtarıcı söyleminin hem toplumun orta cukları ve onların bir Amerikalı’ya ülke
sınıflarında, hem sol kesimde hem de deki gelişmeleri tanıttıkları gezi, turizm
Kemalist kadrolarda bir karşılık bulduğu bakanlığı tarafından hazırlatılan broşürle
görülmektedir. Türk aydınının Osman re benzer, Ethem izzet Benice’nin yazdığı
lI’dan devraldığı vatan kurtarma görevi. roman, devlet açısından, olması gerekeni
G Ü D Ü K E I R E D E B İ Y A T K A N O N U
Ittihal ve Terakki Cemiye ti’ne edebiyat servetini karanlık ilişkilerden elde eden
cephesinden yönelen eleştiriler arasında Moiz, cemiyet üyelerinin temsilleridir. Bu
en keskinlerindendir Mithat Cemal Kun- romanda, neredeyse bütün ahlaki değerle
tay’ın Üç İstanbul’u (1938). Yazar, II. Meş rin ayaklar alıma alındığı bir toplumsal
rutiyet öncesi ve sonrasını, kişisel gözlem tablo çizmiştir yazar, Taner Timur’a göre
lerine dayanarak anlatırken, yine Cumhu- romanında Beyoğlu’nu “beşinci kol’’ ola
riyet’in ideolojik merceğini kullanmıştır. rak gören Kuntay, bir çok Kemalist yazar
Böylelikle 1908’den 1920’lere kadar geçen da rastlandığı gibi ittihatçı şovenizmin
bir sürede, gerçek toplumsal, siyasal ve Ketnalizme bulaşmış etkilerinin izlerini
ekonomik meselelerden çok klişeleşmiş taşımaktadır (Timur, 1991; 298).
yozlaşma tablolarını izler okuyucu. Sınıf Zeki Mesut Alsan’ın çok bilinmeyen ro
atlamak hırsıyla yanıp tutuşan Adnan ve manı Hürriyet Pervanesi (1943), yine İtti-
G Ü D Ü K e I R E D E B İ Y A T K A N O N U
açar. Dil ve ele alınan temalar konu nı görürüz. Bu arada, mîllî edebiyatın
sunda tartışmalar sürse de, artık geniş da, halkçılığı izleyen bir yanı olduğu
halk kesimlerine ulaşma kaygısı dilin nu unutmamak gerekir.
sadeleşmesini gerektirmektedir. Edebİ- Ancak Yaban'da, dili Türkçeleştirelim
yat-ı Cedİde'nin etkisinden kurtulmaya derken Acemce ve Arapça sözcükleri
çalışan Yakup Kadri, 1909'da yayımla atıp, Fransızca sözcükler kullanması
nan Mrvana'da bitmemiş cümleler ve şiddetle eleştirilmiştir. Bu konudaki eleş
soru kalıplarıyla klasik cümle kurulu tirilere de, uydurma bir dil kullanmak-
şunu bozar. Buna rağmen, bu akımın tansa, herkesin daha İyi bildiği ve yer
etkisinden tam olarak kurtulamaz. leşmiş Fransızca sözcükler kullanmayı
T921 'den 1923'e kadar yayımlanan yeğlediğini ifade etmiştir. Bunun yanı sı
D ergâh dergisinde ise, Yahya Kemal ve ra, dönemin birçok entelektüeli gibi, ve
Mustafa Şekİp İle birlikte millî edebi fatına kadar yakın dostlarına yazdığı
yatın ve dilin temellerini atar. Türk tüm mektupları ya da tuttuğu notları 433
Y urdu ve /kdam'daki yazılarında da Osmanlıca olarak kaleme almıştır. Her
edebiyata millî ruhu getirmek ve dilde alanda olduğu gibi , dildeki bu tutumu
temizliğe, sadeliğe yönelmek gerekti da "yüksek entelektüel" tutumdur.
ğini yazmıştır. Cumhuriyet sonrasında
da muhafazkâr tutumu nedeniyle, dil
FERT VE CEMİYET KARŞITLIĞINDAN,
deki değişimi çabuk olmaz. Türk Dil
TOPLUMCULUK VE
Kurumu kumcu üyesi olmasına rağ MİLLİYETÇİLİĞE DOĞRU
men, 1930'larda Öztürkçeyi gereksiz
"bir yenilik icat etmek" olarak değer Yakup Kadri her zaman, bireyin Öne
lendirir. "Yeni Lisan”, "Güzel Türkçe" mini anlatan "model entelektüel" figü
gibi uydurma bir dile İhtiyaç olmadığı rü olarak karşımıza çıkar. İçinde bu
nı, Kutad Kubilik ve Dede Korkut'ta lunduğu Fecr-i Âti (1908-1911) adlı
"Türk nesrinin su katılmamış safi çeş edebî grubun etkisiyle, fikirlerinde fer
nisi vardır" ifadesini kullanmaktadır. diyetçilik ve estetisizm ağır basar. Ede
Divan edebiyatına şiddetle karşı çıkar biyata daha ahlakçı yaklaşanların eleş
ve bu edebiyatın Türkçe'yi bozduğunu tirilerine, "kadın ve aşk temaları top
iddia eder. Bu noktada, benimsemiş lumsal olandan ayrılmaz" diye yanıt
olduğu halkçılık anlayışının sonuçları verir. Yazılarında fert ve cemiyet karşıt-
lığını işler. Bu dönemde sadece Fran ara vererek, 1916'da İsviçre'ye Da-
sızca eserler okur ve yazı denemeleri vos'a tedavi için gider. Bu fırsatı ona
yapar. Kendi içine kapalıdır; cemiyet verenler ise muhalifi olduğu İttihatçı
ten ve hayattan kaçar; aynı zamanda lardır. Kendisinin de kabul ettiği üzere,
aileye ve evliliğe de şiddetle karşı çı bu bağlantıyı kuran kişi de Ziya Gö-
kar. Kendi deyimiyle, bir "Zıpır"dır o; kalp'tir. İttihatçılara karşı olduğunu
yani "herkes gibi olmayan” biridir. vurgulasa da, İttihaçıların getirdiği fikrî
Yakup Kadri'nin Trablusgarp ve zeminle bağlarını ve alışverişini sürdü
özellikle Balkan Savaşları sırasında ka ren biridir, ancak dönemin siyasî ikti
leme aldığı yazılarında siyasî, toplum darına hayatını bağlamaz.
sal ve ekonomik gelişmelerden etki Fecr-i Âti'nin de etkisiyle savunduğu
lendiğini görüyoruz. 1913 yılında Pe- saf bireycilikten, bireyin de yer aldığı
y a m -1 E d e b î ve İkdam gazetelerinde toplumculuğa ve sosyal gerçekçiliğe
434 yayımlanan yazılarında, hayata bakı yönelir, 1917'de yayımladığı "Rah
şında ufak bir değişimin başladığı söy met" adlı öyküsünde değişimin ilk iz
lenebilir. Ancak etrafına ördüğü duvar lerini net olarak görürüz. Bu öyküde
ları aşamasa ve dünyaya o duvarların adeta Balkan Savaşı'nın felaketlerine
ardından bakmaya devam etse bile, ait anılarını aktarmıştır Yakup Kadri.
duvarda açılan deliklerin sayısı art Bireycilikten, toplumculuğa geçişin
maktadır. 1911 yılında Ömer Seyfettin ifadesidir bu Öykü. Ancak, hiçbir dö
ile Ziya Cökalp'in Selanik'te çıkardığı nemde bireyi anlatmaktan vazgeçme
G e n ç K a le m le r dergisinin savunduğu miştir. Yaban 'da köylüleri, köylülüğü
ve daha sonra Yakup Kadri'yi de etki anlatırken aydını da anlatmıştır. Cum
leyen "Yeni Lisan" hareketi başlamıştır. huriyet sonrası devleti, devrimlerin bi
Aynı yıl Yusuf Akçura idaresinde Türk lincine varan aydın grubunun, İnkılâp
Y urdu dergisi yayım hayatına başlar. çı kadronun yönetmesi gerektiğini sa
Yaşanan savaşlar ve Balkanların Os vunan Yakup Kadri, bu gruba köylüyü
manlI'dan ayrılışıyla birlikte gelişen tanıtmak ister bir yandan da. Yaban,
Türk milliyetçiliği onu da etkiler. 1915 onun ideolojisinin bir ürünüdür. An
yılında Üsküdar İdadîsİ'ndeki edebiyat cak bireyin psikolojisini asla kaçırmaz,
ve felsefe öğretmenliğine akciğerlerin yazılarına hep psikolojik derinlik katar.
deki rahatsızlığın artması nedeniyle Yazılarında "benlik" öylesine gelişir ki,
şet Sabri tipi, geleceğin cumhuriyetinde başına ruhsuz ve soğuktur.... Yazar tüm
ki insanın ve kurtuluşun temsilidir. Ya ulusta; memurlarda, aydınlarda, işçiler
kup Kadri’nin ilk iki bölümde akım çiz de, köylülerde aym öncü ruhu, aynı ro
diği geçmişlen miras kalan “zararlı” un mantik ruhu, yeni düzene aynı hummalı
surlar sebebiyle duraklayan Cumhuriyet bağlılığı bu lab ilm ekted ir".(G ü rb ilek .
treni, sorunun tespitinden sonra yine 1992:64) Ancak kitabın üçüncü baskısı
ilerlemeye devam edecektir, “Bu şehir na yazdığı önsözde, o zamanki öngörü
ütopyasında kamunun dışı yoktur aslın lerinin gerçekleşemediğini itiraf eder Ya
da: Kamu hem devlettir, hem İktisadî ha kup Kadri. Bu itirafın edebiyata tercü
yattır, hem de kişisel olandır. Nasıl sivil mesi ise Panoramadır.
hayat, iş ya da eğlence hayatı kendi başı 1930’lardan 50'lere dek uzanan tarih:
na yapay ve iğretiyse, kişisellik de kendi dönem in işlendiği P an oram a (1 9 5 4
G O O Ü K B I R E D E B İ Y A T K A N O N U
ondan bir vatan, halk ve millet yaratı sonra ne ise... Fakat, ondan evvelki
lır. Romanlarında yarattığı tipleri top halinizi kendi halimle değişmek için
lumsal ve tarihsel sürece bağlamaya üste bütün servetimi verirdim. Askere
çalışırken, kişilik kazandırmaya da ça giden Türk, birçok tekalif altında ezi
lışır. İşte bu nitelikler, kendi kuşağı içe len Türk'tü. Siz cebinizde Osmanlı nü
risinde Yakup Kadri'yi daha derinlikli fus tezkeresi, cebinizde Yunan pasa
bir yazar, hikâyeci durumuna getirir. portu her türlü kayıt ve tekaliften aza
Değişim süreci E re n le rin B a ğ ı ile de istediğiniz gibi yaşıyor; para kaza
farklı bir kimliğe bürünür; bu kimlik nıyor, her tarafta meyhaneler, kerhane
ise milliyetçiliktir. Artık eserlerinde sa ler, kumarhaneler açarak; bir taraftan
vaşı ve savaşın yol açtığı sorunları ele da kanımızı emiyordunuz..." cümlele
alır. 1919 yılının ağustos ayında Da- riyle rahatsızlığını açığa vurur. Yine ay
vos'tan İstanbul'a döner ve Ahmet nı hikâyede Manisa'daki meyhaneci
Cevdet'in yönettiği İkdam gazetesinde Pavlo için, "öteden beri Türk düşmanı 435
bir buçuk yıl süreyle yazarlığa devam dır fakat dükkanında fazla para sarfe-
eder. Gazetecilik yapması, siyasî ve denlere karşı hürmetkâr olmasını bilir
toplumsal olaylarla daha yakından il di" ifadesi kullanılır.
gilenmesini getirir. 1920 yılında İk- Milliyetçiliği, coğrafi temellere ve
dam 'âa Damat Ferit hükümetini, kendi etnik köken ayrımına dayalıdır. Bu ko
deyimiyle "işi edebiyata dökerek” , nuda Ziya Gökalp'ten çok Yahya Ke
eleştirmeye çalışır. Bu süreçten sonra mal'e yakın durur. Türk milletinin kay
yazdığı romanlardaki kahramanlar, bi nağını ise Orta Asya'da değil, Anado
reyci, yozlaşmış ve çıkarcıdır, ancak lu'da bulur değerlendirmesi yapılsa
kendilerini bir milletin parçası olarak da, Anadolu'nun bir "koridor" oldu
görmeye başladıktan sonra bireysel ğundan ve "bu ırkın birbirinden ayrı
mutsuzluklarından kurtulurlar. düşmüş evlatlarını", yeterli araştırma
Bu dönemde gayrimüslimlere karşı lar yapılırsa bu koridorun bağlayaca
tavrı da nettir; hîkayelerinde onlardan ğından bahseder . Mehmet Emin Yur
duyduğu rahatsızlığı belirtir, "Hem Ka dakul'un "Ben Türk'üm, dînim cinsim
til Hem Müttehim" adlı hikâyesinde, uludur" anlayışını milliyetçiliğe uygun
trendeki Rum yolcu "şapkalı adam” bulmaz Yakup Kadri, ittihatçılığı red-
olarak tanımlanır ve "...Meşrutiyetten detse de, İttihatçıların milliyetçi söy-
farklı bir yorumun ürünüdür. Bu kitap, mazlığım işlemişti. Bu kez aynı hataya
Yakup Kadri’nin bir zamanlar üyesi oldu düşmüyor ve olup bitenlerden “inkılâbın
ğu “inkılâpçı kadrolar”!a hesabı kesmesi plansız, teşkilatsız ve tekniksiz yapılabi
dir. “Kemalist inkılabın ortaya koyduğu leceği hayaline kapılan” bürokrasiyi so
eser, ona tepesi yerde, temelleri havada rumlu tutuyor ve “bu kanunların, bu
ve her an, devrilmek tehlikesi içinde bir em irlerin -kafaların içi şöyle dursun-
ehram gibi” görünmektedir artık. Yeni hatta dışını bile değiştiremediğini" göre
den 1922’lerdeki gibi, halka aniayışla ba memekten yakınıyor. Memduh Şevket
kan bir Yakup Kadri çıkar ortaya. Ycı- Esendal’m da Ankara hakkındaki düşün
büiYda halktan uzaklaşan aydını eleştir celerinde bir değişim olduğunu, 1948’de
mek için yola koyulmuş ama aslında yazdığı Vassn/ Bey’de, başkentin temsil
Anadolu insanının cehaletini, işe yara ettiği Cumhuriyet yönetiminin Osman-
K E M A L İ Z M
lı’dan kalan kültürel mirasa sırt çevirme lanmaktadır. Yüksek edebiyatın Kurtuluş-
si sebebiyle yitirilen değerleri vurguladı çu cepheye, inkılâplara ve modemist ide
ğını görebiliyoruz. olojiye ilgisiz kaldığı bu yıllarda, Cumhu
riyet ideolojisini toplumsal bilincin en de
rinlerine kadar işlemek fikriyatı ile girişi
POPÜLER EDEBİYAT; KEMALİST
TOPLUM, TARİH VE DEVLET MODELİ len Kemalist kanon yaratma hamlesinin
aydınlanmam düşüncenin yüksek sanat
Buraya kadar gözden geçirdiğimiz roman ideallerine pek de uygun düşmeyen edebî
sayısının azlığı, bu incelemenin örneklerle türlerde karşılık bulduğunu ve aşk roman
boğulmaması kaygısından değil, 1922- larının yeni toplum tarzının popüler des
1940 arasında konumuz ile doğrudan ala tanlarına dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bir
kalı metinlerin üre tilmern es inden kaynak biri ardına gelen ve Anadolu’nun her köşe-
e Ü D Ll K E 1 R E D E B İ Y A T K A N O N U
Mehmet Asaf Bey'in kızı, Burhan Bef- yesi'nden doğduğunu reddederek baş
ge'nin kızkardeşi Leman Asaf ile evl.enir. lar. Ona göre net bir kopuş vardır bu
Mardin milletvekili olarak 1924 yılında iki devlet arasında, inkılâbın köklerini
TBMM'ye girer. 1924 yılında, adı daha bulmak için asla Tanzimat'a bakılma-
sonra U lus olarak değiştirilen, CHF'nin malıdır, çünkü laiklik fikri Gökaip'e
yayın organı olma görevini üstlenen H a kadar hiçbir Türk aydının akimdan
kim iyet-i M illiye gazetesinde yazıları ya geçmemiştir. "Kemalizmin bir nevi
yımlanır. iki dönem sonra, 1931 sene müjdecisi" saydığı Ziya Gökalp bile
sinde Manisa milletvekili olarak yine halifesiz, sultansız bir Türkiye düşün
meclise girer ve 1934 yılının sonbaha memiştir. İnkılâp hareketlerine karşı çı
rında elçilik göreviyle Tiran'a gonderİ- kanlar da Avrupa'da tahsil görmüş
linceye kadar, Cumhuriyet Halk Partisi "Tanzimat döküntüleredir ona göre.
milletvekili olarak görevini sürdürür. Romanlarında, Tanzimat dönemini "İs
ilk gençlik yıllarında aradığı millî tanbulin devri", I. Meşrutiyet'! ve son 437
kahramanı bulmuştur artık. Bu mitolo rasını 'Redingot devri" olarak adlandı
jinin yaratılmasında baş rolü oynaya rır; Tanzimat dönemini ve bu dönemin
caktır. Atatürk adlı kitabında Kemaliz insanlarım ağır bir dille eleştirir. Cum
m'i şu şekilde tanımlar: "Kemalizm, ko huriyet devrimleri İle karşılaştırırken,
münizm gibi yalnız bir sınıf kavgası Tanzimat'ın ıslahat hareketlerinin İs
nın, ne de faşizm gibi yalnız bir devlet tanbul'u aşamadığını belirtir.
inzibatı hareketinin adıdır. O, evrensel Yakup Kadri'ye göre Cumhuriyet'i
bir platform üzerinde vukubulmuş, kuran ve inkılâpları gerçekleştiren tek
umumî tarihin seyrine şamil ve bütün başına Mustafa Kemal'dir. Onun yarat
insanlığın mukadderatıyla alâkalı bir tığı devrimlerin kökenini bulmak için,
geniş hadisedir." Mistik bir mitoloji Hititierden bu yana varolan Türk tari
oluşturur; Kemalist mitolojiyi kuranlar hine, başka bir ifadeyle Türk Tarih Te-
dan biridir Yakup Kadri. Bu nedenle, zî'ne bakmak gereklidir. Ancak o za
İttihatçıları ağır bir dille eleştirir ve Ke- man bunun bir "mucize" olmadığı an
malizmin bu sürecin bir devamı olma laşılabilir. 12 Kânunuevvel (Aralık)
dığını ispat etmeye çalışır, Kemalist 1932 tarihli Yakıt gazetesinde yayım
devrimleri ve Cumhuriyet'i anlatmaya, lanan "Bir Teşhis" adlı başmakalede
Kemalist Türkiye'nin Tanzimat Türki- şunları demektedir: "(...) Türk milleti-
sine yayılan bu romanlara yazılan. Cum deydiler. Kızlı erkekli, danslı dörtlü eğle
huriyet kuşağının adab-ı muaşeretinin ma- nip, efendi efendi mekteplerine gidiyor ve
nifestosuydu. Bu tarz romanlarının yazıldı aydınlık bir geleceğe doğru yürüyorlardı.
ğı yıllarda, tek parti döneminin solculara, Dönemin siyasî ya da felsefî sorunlarla uğ
muhaliflere, Kürtler’e ve dinî kesime iliş raşan yazarları için yozlaşmanın simgesi
kin baskıları hiç eksilmiyor, ekonomik sı haline gelen “cazbantlar”, aşk romanları
kıntılarla boğuşuyordu Cumhuriyet toplu açısından modernleşmenin göstergesiydi.
mu, ama aşk romanlarında tarif edilen Bu anlamda, kılık kıyafet yasaklarını bü
gençlerin zihninde ne düzen, ne hükümet yük “inkılâp” addeden bir ideolojinin en
ne de toplumsal sorunlar vardı; onlar, iyi sağlam müttefikiydi aşk romanları.
lerle kötüler arasında sürüp giden -ama Aka Gündüz, Esat Mahmut Karakurt,
abartılmayan- bir ahlaki çatışma içerisin Raif Necdet, Safveti Ziya, Selami izzet,
K E M A L İ Z M
nin mukadderatı dünya tarihinin dışın olojisi zaten 1931 parti programında
da, bambaşka bir yo) izlemiştir. Bir sı eksiksiz ve net olarak vurgulanmıştır.
r ı . fa karşı ya da 'hukuku beşeri' müda- Sıra bunun işlenmesine gelmiştir. 1932
fa için kıyam etmedi. Türk inkılâbını, yılının ocak ayında yayım hayatına
Fransız inkılâbının kuyruğuna takanla başlayan Kadro dergisi de bu misyonu
ra iştirak edemeyiz. Sınıf, rejim, cemi üstlenir ve derginin imtiyaz sahibi de
yet münakaşası çıkaranlara bırakalım Yakup Kadri olur. Sınıf çelişkileri yeri
bu münakaşayı.!...)" ne, uluslararası çelişkileri temel alan
Devrimlerin ideolojisini yaratmaya Kadrocular, liberalizme şiddetle karşı
çalışan aydın kadrolar, sınıfların varlı çıkarlar; solidarizmi de içinde barındı
ğım reddetmek için tüm sınıfları "halk" ran bu anlayış kapitalizm ve sosyalizm
kavramı altında toplamaya çalıştılar. dışında bir yol arayışı içindedir. Üze
Halkçılık anlayışıyla, Cumhuriyet'le rinde yürüdükleri yol ise bir çeşit dev
438 birlikte yurtiçinde kurulan çok yönlü let kapitalizmi olarak adlandırılmıştır
ittifakın ve Sovyetler Biriiği'yle kurulan ancak buna kapitlizmin karma ekono
yakın ilişkinin ardından, geniş halk ke mi anlayışıyla uygulanması demek bel
simlerinin sorununun göz Önünde bu ki de daha doğru olur. Yakup Kadri ise
lundurulması gereği vurgulanmıştır. hayatının akışını değiştirecek olan Kad-
Yakup Kadri'nin bu konudaki görüşle ro'da ağırlıkla edebiyat üzerine yazar.
rini Kadro'daki Sovyetler Birliği üzeri Ancak, yazılarının bütününde Atatürk
ne kaleme aldığı yazılarında da görü inkılâplarının toplumsal ve ahlakî plan
rüz. Halkın tiyatroları, operaları dol daki mücadelesini verir. Aslında, ede
durması gereklidir, aynı Sovyetler Birli- biyat üzerine yazılarıyla da Cumhuri
ği'nde (Moskova'da) olduğu gibi. Ka yetin birçok alandaki yönelimlerini
dınlar ise çalışma hayatına atılmalıdır. açıklamak ve yaratılan ideolojik temel
1929 dünya bunalımı, Türkiye'yi leri güçlendirme görevini üstlenmiştir.
ekonomik alanda liberal uygulamalar Birkaç örnek vermek vermek gerekirse,
dan, devletçiliğe yönlendirir. Bu geliş Kadro'nun 2. sayısında "M illî Tasarruf
menin ardından, ekonomi alanındaki ve Halk Edebiyatı" adlı yazısında Türk
bu yeni siyaseti (hatta Kemalist İdeolo entelektüelinin halktan kopuk oldu
jiyi) daha ayrıntılı işleyebilme ihtiyacı ğundan bahsederek, konuyu sıkıntının
hasıl olmuştur. CHP'nin Kemalist ide ortak yaşandığına, oradan da bütün
Feridun Hikmet Es, Muazzez Tahsin Ber- yen yazarlar görülmekle birlikte, ağırlık
kand, Halide Nusret Zorluturra, Rakım M uazzez Tahsin B erk an d ’ın H alide
Çalapala, Mükerrem Kamil Su, Peride Edip’ten devir aldığı olumlu aydın genç
Celâl, Cahit Uçuk, Kerime Nadir, Mebru- kız tipinde ve “çağdaş” Türk kadınının
re Koray, Halit Fahri Ozansoy, Şukufe Ni toplumsal yapıda yerini almakta kararlı
hal gibi yazarların öne çıktığı ilk dönem lığım sergileyen romanlardadır. Dönemin
aşk romanlarında, Tanzimat ve Meşruti “Cumhuriyet Kadını” gibi dergilerinden
yet romanlarında görülen doğu-batı kar yansıyan resmî ideoloji ile de örtüşür bu
şıtlığından izler de vardır. Üniversitede söylem. Söz konusu romanların Yeşil-
okuyan genç kızların özgür davranışla çam’a ilham vermeleri nedeniyle, geçerli
rından doğan rahatsızlıkları ve karşılaşı etkilerinin sanıldığından daha derin ve
lacak '‘muhtemel” ahlaki sorunları işle yaygın olduğunu da ekleyebiliriz.
G Ü D Ü K B t R E D E B İ Y A T K A N O N U
halkın yerli malı kullanması gerektiğine ile "Rus inkılâbını" karşılaştırır ve ben
işaret ediyor. Tabiî ittihat ve Terakki, zerlikler bulur. Aynı benzetmeyi Os
eleştirilerin odak noktasını oluşturur, manlI imparatorluğu ve Rus Çarlığı
k'adra'daki bir başka yazısında, "Sanat için de yapar. Moskova gezisinden et
eseri cemiyetin malıdır, çünkü sanatkâr kilenen Yakup Kadri, işçi ve rençber
cemiyetin mahsulüdür" diyor, Tevfik sınıfının dilini anlayamadıklarını, bir-
Fikret ve Abdüihak Hamit'in etkisinin gün bu anlaşmanın sağlanacağını be
millî edebiyat hareketine rağmen sür lirtmektedir, İtalya'yı yepyeni bir yapı
düğünden yakınıyor. Yukarıda da be lanma olarak görmese de, eskinin üze
lirttiğimiz gibi Divan edebiyatı ağır bir rine inşa edilmiş ama yeni, "kronomet
dille eleştirilirken, Yunus Emre'den beri re gibi işleyen" ve örnek alınması ge
devam eden klasik Türk edebiyatı millî reken bir sistem olarak değerlendirir.
edebiyattır teşhisini koyuyor. Her şeyin Türkiye Cumhuriyeti'nîn sistemini
millileştirilmesi anlayışından, ilim de de, "güdümlü devlet sistemi” olarak 439
nasibini alıyor. Derginin 22. sayısında adlandırır, çünkü korunması gereken
"Garp softaları ilim tarafsızdır, ilmin inkılâplar vardır. Kadro'nun görevini
vatanı yoktur diyorlar. Halbuki, Kema de, gerçekleşen siyasî inkılabı, "harsî,
list Türk inkılâpçısına göre ilim de mil İktisadî ve idari inkılâplarla" tamamla
lîdir. İlmin de vatanı vardır" diye yazı mak olarak ifade eder. Ancak, 9 Şubat
yor Yakup Kadri. 1933 tarihli V a kif gazetesinde "İdari
K a d ro 'da sadece edebiyat üzerine inkılâp" başlığıyla kaleme aldığı yazı
yazdığını söylemek mümkün değildir. sında, liberallerin devletçiliği tenkit et
Yeni yol arayışına, dönemin İtalya'sı melerinde haklılık payı olabileceğin
ve Rusya'sından örnekler verir. Bu iki den bahsettikten sonra, İktisadî saha
farklı yapılanmayı bir arada değerlen daki gelişmeler devletçiliğin tahdidine
dirmesi, klasik Batı demokrasilerine doğru bir adım mıdır?" diye soruyor.
karşı bir tavrt ortaya koymaktadır. Ona Bunun ardından, "Gazi'nin son seya
göre "köhne garp cemiyetleri" kafaca hatlerinde etrafa dağılan 'İktisadî mın
ve ruhça çökmüştür. Örnek alınması tıkaların ihdası' (yeniden oluşturulma
gereken devletler ise Sovyet Sosyalist sı) haberi, bizce bu ümidin en büyük
Cumhuriyetler Birliği ve İtalya'dır. mesnetlerinden biridir" diye ekliyor.
Kadro'nun 7. sayısında "istiklal harbi" Kısacası, Yakup Kadri'de ekonomik
sistemdeki değişim rüzgarının farkına de nasibini alır. Aslında bu, Tek Parti
varmış ve dümenin kırıtmasını bekle döneminin bir özelliğidir. Yükselişini,
mektedir. mütareke dönemine ve Kemalizme
Bu arada Kadro1da yayımlanan yazı borçludur. "Doğru zamanda", "doğru
ları nedeniyle Ahmet Ağaoğlu ve Yu yerde" olmayı bilmiştir. Ancak, bu tavrı
nus Nadi ile ciddî tartışmalara girer Ya- bile onu koruya ma mıştır.
kup Kadri. Ağaoğlu'nu "Platonculuk- İşte bundan sonra Yakup Kadri'nin
la", "Türkiye'ye Avrupa merkezli dür "Zoraki Diplom at" olarak Tiran'da
bünle bakmakla" suçlar. Yanıt olarak, (1934) başlayan elçilik görevi 1954 yı
kendi devletçilik anlayışlarının Türki lında yaş haddinden emekli olup, yur
ye'ye özgü olduğunu ve bu uygulama da dönmesiyle son bulur. Tiran'a gön
nın "Ne Faşist, Ne Hitlerİst ne de Ko derilmesini ise, Mustafa Kemal'in onu
münist" olduğunu ifade eder. Yunus korumak m aksadıyla Türkiye'den
440 Nadi ise 11 Teşrinisani 1933 tarihli uzaklaştırmak istemesine bağlamakta
C um hu riyet gazetesinde K a d rd yu eleş dır. 1961 'de Kurucu Meclis Üyelİği'ne
tiren yazısında, muhaliflere de imkân seçilir. Ekim 1961'den Ekim 1965 tari
veririz diyerek, Ağaoğlu'nun görüşleri hine kadar son kez Manisa milletvekil
ne yer vereceklerini açıklar. Bu sürecin liği yapar. Ancak, 1962'de Atatürk ilke
sonunda her zaman şüpheyle bakılan lerine ters düşüldüğünü iddia ederek
ve sert eleştirilere uğrayan Kadro, Ka CHP'den istifa eder. 22 Ekim 1962 ta
sım 1934'te, "neşriyatını bir müddet rihli H akikati Tasvir gazetesinde Kara-
için tatil edecektir" açıklamasının ar osmanoğlu'nun, "Partiden CHP'nin şe
dından, Ocak 1935'te "neşriyatına son refini sokak çamuru ile karıştıranlar yü
vermiştir" diyerek kapanır. Kadro dergi zünden çekildim" diyen açıklaması yer
si, standart üstü bir yayındır. Yakup alır. H ü r Vatan gazetesinde (16 Ekim
Kadri yüksek, seçkin entelektüel tavrını 1962) ise, "Karaosmanoğlu'nun Unut
burada da devam ettirmişirtir. Devrim- tukları" başlıklı yazıda Yakup Kadri'nin
leri yapan, yerleştiren çekirdek kadro ceza evinde olan, eski Demokrat Parti
daki entelektüellerden biridir. Bu açı milletvekili kayınbiraderi Burhan Belge
dan bakıldığında en Önemli kadrolar için toptan af istediğini, oysa kademeli
bile, devrimleri yapan iktidara yarana affın kabul edildiği ifade edilmektedir.
maz. Tasfiye sürecinden Yakup Kadri Bu sırada parti içinde çözülmeler de-
manı türünde olması da şaşırtıcı değil tır. “Kaba”, “cahil” ve “kötü” Kürt İmajı,
dir. Çünkü, bu tarz metinlerin yazarları, medeni, aydınlanmış ve iyi Türk kimli
Cumhuriyetin yaratmak istediği yeni in ğini üretir. Aşk romanlarında ya da tari
san tipini, kadın-erkek ilişkileri, aile ya hi serüvenlerde, bir yandan Türk kültü
pısı ve toplumsal yaşantı etrafında can rünün derin köklerinden ve zenginliğin
landırmayı millî bir görev telakki etmiş den söz edilir, diğer yandan Anadolu’da
lerdir. Cumhuriyet ideolojisinin Batılı ki öteki kültürler aşağılanır ve kültür, si
giysilerine sıkı sıkıya sarınan söz konu yasal tahakkümün meşruiyet aracına dö
su yazarlar için medeniyetin iyiden iyiye nüşür; doğrudan dile getirilm ese de,
fetişleştigi bu yıllarda, Türk seçkinleri kültürel zenginlik vurgusunun ardında
nin Kürt tasavvura, kendi modern kim ırksal üstünlük düşünceleri vardır.
liklerini tarif etmek için uygun bir araç “Bir Türk dünyaya bedeldir" şiarının
G Ü D Ü K B I R E D E B İ Y A T K A N O N U
vam etmektedir. Yakup Kadri de partiyi Ajansı yönetim kurulu başkanlığı yaptı.
yönetenleri suçlar ancak o günlerde Politikadan çekilse bile, siyasî ve edebî
henüz İsmet İnönü'nün adını anmaz. kişiliğiyle siyasî gelişmelerin uzağında
İstifa meselesinin ardındaki gerçekleri kalmayan Yakup Kadri, 12 Mart 1971
tarafsız bir gazetede açıklacağını belir darbesinin ardından gündeme gelen
ten Yakup Kadri, D ü n y a gazetesinde idamlar üzerine, Yaşar Kemal'in öna
(15 Ocak 1963), kendi yerine başya yak olduğu idamların infaz edilmeme
zarlık görevini üstlenen Baban'ı, "ba sine ilişkin imza kampanyasına destek
bası olan Hikmet Baban'ın Kürt Teali verir. 12 Ocak 1972 tarihli H ü r A n a d o
Cemiyeti kurucularından, vatan haini lu gazetesinde kendisiyle yapılan rö
Mevlanzade'nin yakın akrabası" o l portajda, "bu İmzaların ne için, kim
makla suçlar. Ancak istifasına ilişkin en için toplandığı önemli değil, asıl önem
ilginç haber, 17 Ekim 1962 tarihli Yeni li olan prensiplerdir" dedikten sonra,
Sabah gazetesinin "Fısıltı" köşesinde "1924 Anayasası'nı hazırlayan Celâl 441
Sabiha Deren'in kaleme aldığı "istifa Nuri ile bir tek ben idamlar aleyhinde
Sebebi" başlıklı yazısıdır. Deren, iki ne el kaldırırdık" ifadesini kullanmıştır.
den ortaya sürmektedir; "Birincisi, ka II. Meşru ti ye t'ten ulus devlete uza
yınbiraderi ve refikası yüzünden umu nan süreçte değişen fikirleri ve eğilim
mî af istemesi ve buna ilişkin bir ko leriyle, ulus devlet bünyesinde Kadro
nuşma yapmasının mecliste engellen hareketiyle Önplana çıkan ve Cumhu
mesi; ikinci ise Bern'deki elçilik göre riyet Türkiyesİ'nİn İlk milletvekillerin
vinden sonra 3.500 lira aylıkla Ulus'a den olan Yakup Kadri'nin portresinin
başmakale yazdırmaları, sonra da Ya son çizgisini 13 Aralık 1974 tarihinde
kup Kadri'yi ikinci sayfaya alarak, bu ki vefatıyla çiziyoruz. "Ölümümde ne
rada misafir olduğunun belirtilmesi." resmî, ne dinî merasim isterim. Hasta
Yakup Kadri'den bu konuda başka neye kaldırılacak cesedimin doğrudan
açıklama gelmiyor ancak daha sonraki doğruya mezarlığa nakli!" cümleleriy
yıllarda kaleme aldığı Politika'da 4 5 Y ıl le 1967 yılında kaleme aldığı İlk vasi
adlı kitabı ismet İnönü ile bir çeşit he yetinin tam tersine görkemli bir askerî
saplaşma niteliği taşımaktadır. 1965'ten törenle toprağa verilen Yakup Kadri ar
sonra politikadan çekilen Yakup Kadri dında onlarca cilt basılmış eser ve
Karosmanoğlu, Ölene kadar Anadolu yüzlerce makale bırakmıştır.
altını modern zamanlarda geçen hikâye sizlik apaçıktır. Tarihi romanlarda olum
ve romanlarda doldurmak, Cumhuriyet lu kahraman tiplerini daima Türklerden
ideolojisine bağlı ve iktidara yakın yazar seçer yazarlarımız. Duraklama ve Gerile
lar için bile kolay değildi ama popüler me dönemlerinin nedeni ise padişah sü
edebiyatın tarihi roman türü, ulus devle lalesine karışan yabancı kanda aranır.
tin bu oluşturucu ideolojini işlemeye çok Yükselme devrinin arkasında Türklük,
elverişli bir zemindi. Dikkat edilirse, ilk çöküşün arkasında Osmanlılık ve dinin
dönem -popüler- tarihî romanlarda ağır kötüye kullanımı vardır. Hiçbir zaman
lık Osmanlı’ya değil, Türklerin daha ön “yüksek edebiyat” içinde değerlendiril
ceki dönemlerine verilmiştir. Osmanlı meyen, eleştirmenlerin ya da tarihçilerin
dönemi anlatılırken eleştirel bir tavır ih ilgisini çekmeyen tarihsel serüven ro
mal edilmezken T ürk-Islâm tarihine ilgi m anları, Cum huriyet’in ilk yıllarında
K E M A L İ Z M
düşünce akımı, yine T. Demiray’m ifade 1946 yılında, 11. Paylaşım savaşının he
siyle; “büyük Türk ulusunu birleştirecek men ardından yayımlanmış. Esat Meh-
o tek dile, tek şiveye ve tek ülküye doğ mut Karakurt’un, savaş yılları Türki-
ru, Kısıl Tüğ'da başlayan, yedi yıl sonra yesi’nde Nazilerle Türk istihbaratı ara
A tatü rk’ün kom utasında tempolaşan sında geçen bir casusluk öyküsünü işle
Türkçülük, Turancılıktı" (aktaran Koza- diği roman, yokluklar ve baskılarla dolu
noglu, 1 9 8 1 :1 0 ). Ancak Abdullah Zi- bir tarihe denk düşmekle birlikte, melne
ya’nın Türkçülüğü, sığ bir kafatasçılıktan yansıyan yalnızca, Türklerin “inatçı, ce
uzak, yıkılan İmparatorluğun yerine ku sur. şerefine düşkün bir millet" oluşu.
rulacak ulus devlet modelini savunan ve Romandaki Ankara tasviri, kenti devlet
Kemalizme yakın bir tarzdadır. Onun ro le bütünleştiren allegorik özelliğiyle
manlarında -d e aldığı tarihlere hiç uy alımı yapmaya değer. Karakurt, “sağdan
gun düşmese de- ümmetten millete geçi ve soldan gelen rüzgarları, denizlerin ve
şin propagandası da görülür. Kızdüıg’da dağların gönderdiği fırtınaları, kalesinin
(1923), ‘‘Müslüman ne demek koca ba granit kayalıkları üzerinde söndürerek, 443
ba? Bir adamın önce bir bayrağı, bir avu- kuvvetinden emin, temkinli bir eski za
lu, bir obası olur. Din gönülleri birleşti man hükümdarı gibi, tam bir huzur ve
ren ayrı bir bağdır. İnançtır” diyen Otsu- sükun içinde, ufuklardan başını kaldır
karcı’nın tiradı, Cumhuriyet ideolojisi ile mış, hur Anadolu yaylalarını seyre dalan
birebir uyumludur. Ankara” (Karakurt, 1981:36) cümlesiyle
Bu popüler edebiyat türü ile resmî ide över başkenti ve dolayısıyla millî şefin
oloji arasındaki akrabalığı dolaysızca ser iktidarını. Sağdan ve soldan esen rüzgar
gileyen Haluk Cemil Tanju’nun Günahlar lar ise Nazizmi ve komünizmi temsil et
Devleti (1 9 3 9 ) ise sadece resmi tarihi mektedir.
yansıtmakla yetinmeyen ilginç bir tarih Casus romanları, daha sonraki tarih
sel serüven romanı, ilkokul kitapların lerde de yaygınlaşmamıştır. Yazılanlar
dan edinilecek bilgilerden daha derinlikli arasında -konumuz açısından- İngiliz
olmayan biçimde “atalarımız" Hunlarla, Kemal namıyla bilinen kahraman istih
Orta Asya'daki “ötekimiz” Çinliler ara barat subayının maceralarım anlatanlar
sında geçen ve kendisini “aşk-siyaset-ih- ilgiye değer. Millî Mücadele yıllarından
tiras" romanı biçiminde takdim eden ki Kıbrıs meselesine kadar pek çok ulusla
taptan yaptığım “Büyük Atatürk’ün do rarası sorunu çözümlerken resmî ideolo
ğumundan 2084 yıl önce idi. Hunluların jinin ve beyaz Türk kimliğinin allegorisi-
ilk cumhur hakanı Teoman Tanyunun ne dönüşen bu efsanevi roman kahrama
sevgili ve güzel karısı Katun ölmüştü” nı, farklı yazarlar tarafından canlandırıla
alıntısından anlaşılacağı gibi, yazarın ta rak anonimleşmiştir. Detektiflik ile ajan
rihe merakı derin değil; mesele hiç yeri lık arasında salınan Ümit Deniz’in Murat
olmasa bile Atatürk’ten söz etmek, ilk Davman’ı ise köklü ailesi, Batılı kültürü
“cumhur hakan" Teoman Tanyu ile ilk ve Türklük şuuru ile millî istihbaratın
cumhurbaşkanı Atatürk arasında bir bağ sık sık yardım aldığı -1930’lerden sonra
lantı kurmak... popülerleşen- bir gazeteci tiplemesidir.
Resmî ideolojiyi barındırmaya elveriş Edebî açıdan olmasa da, casus roman
li temalarına rağmen, popüler roman larına yüklenen rolü gösterm esi bakı
türlerinden olan casusluk hikâyeleri mından söz etmeye değer bir başka ör
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ihmal edil nek emekli yüzbaşı Besim Özgen imzası
miştir. Mesela en dikkat çekici Örnek nı taşıyor. “Her satırında Türklüğü ile
olarak sunulabilecek A nkara Ekspresi, Öğünecek olan okuyucuya kar, bora ve
K E M A L İ Z M
fırtınaların kasıp kavurduğu hudut boy toplumun yoksul ve ezik insanlarının hi
larında nöbet bekleyen ve ölüme mey kâyeleri işlenirken, sosyalizme baglan-
dan okuyan, kahraman Türk Subay ve mışlıgın arkasını dolduracak teorik bir
Erinin sesini" dinleten Yüzbaşı Kırbaç, birikimin yokluğundan olsa gerek, Ke
Erkanıharbiyei Umumiye Riyasetinin 9 nt alizmin halkçıl ık/köyl ücü tük/devletç i-
Eylül 1957 gün ve O PS.5421-99-57 TR. lik popülist söylemi ile bir ortaklık he
sayılı raporuyla ordu için faydalı mütalaa men göze çarpar. Edebiyatta başlayan or
edilmiştir. taklık, Türk solu ile Kemalizm arasında
uzun yıllar sürecek o garip karışımın di
TOPLUMCU EDEBİYAT, ğer alanlara da yayılmasında etkili ol
KEMALİZM İN YAKIN BİR AKRABASI muştur.
Aydınların siyasi ve toplumsal hayat
1930’lu yıllarda Cumhuriyet ideallerine üzerindeki etkileri bugüne oranla çok
bağlanmış yazarlar, öncü aydının mesele daha belirleyici olmasına rağmen, Os-
444 leriyle birlikte Osm anlıdan miras kalan manlı döneminde ve Cumhuriyet’in ku
feodal yapılara ve kendi koordinatlarına ruluş yıllarında felsefi ve teorik bir biri
göre tanımladıkları gericilige/yobazlıga kimden söz etmek mümkün değildir.
karşı aydınlanma seferberliği üzerine yo İdeoloji ve kanaatlerin bilgi ve gerçeklik
ğunlaşmışlardı. Aşk ve macera romanla le yer değiştirdiği böyle bir konjonktürde
rına da aynı ideoloji popüler biçimlerde toplumsal sorunların ekonomik ve sınıf
yansıyordu. Manevi değerler peşindeki sal kökenlerine imlememesi, benzer kav
bir başka yazar kesimi ise önceki döne ramları kullanan kesimlerin -konumuz
min doğu-batı sorunu irdelemesini sür özelinde sosyalistler ve Kemaüstlerin- or
dürm ekteydi. D eğerler ve id eo lo jiler tak bir meselede birleştiği düşüncesine
dünyasında dolaşan bu üç eğilimin de yol açmıştır. Üstelik Kemalizmin teorik
Cumhuriyet’in sınıfsal yapısını, ekono inşasına katkıda bulunan bazı aydınlar
mik sorunlarını, yoksul insan hayatlarını da sosyalist bir geçmişe sahiptir.
gerçekçi biçimde yansıtmak gibi bir me Her ne kadar 1925 yılında çıkarılan
selesi yoktu, ama aynı yıllarda edebiyat Takrir-i Sükun yasası ile solcu yayınlar
dünyasına büyük bir dinamizm getiren kapatılıp solcu aydınlar tutuklanmış olsa
öfkeli genç bir toplumcu kuşak, bir “fe da iktidar partisinin halkçılık, devletçi
dailer mangası" vardı ki, etkileri edebi lik, inkılâpçılık, köycülük önermeleri
alanın dışına kadar taştı. Şiirde Nazım uzun bir süre solcu kesim tarafından
Hikmet’in yarattığı heyecan ve sempati paylaşılmış ve baskı dönemleri Halk Par-
nin hikâye ve romandaki karşılığı olan ve tisi'nin yapısal niteliğine değil, gerici bir
Türk edebiyatında gerçekçi ve doğalcı kliğine mal edilmiştir. Bu dönemde solcu
akımların temsili sayılan Sadri Ertem, aydınların da ezilen sınıflarla pratik bir
Refik Ahmet Sevengil, Sabahattin Ali, Su ilişkisi ya da örgütlenmesi olmaması ve
at Derviş, Kemal Tahir, Bekir Sıtkı Kunt, ilerlemeci anlayışı her iki tarafın popülist
Sait Faik Abasıyanık, Kenan Hulusi Ko- söylemlerini yaklaştırm ış, sosyalistler
ray, Reşat Aygen, Ümran Nazif Yigiter, özellikle halkçılık ve köycülük çiftinde
Ahmet Naim Çıladır gibi yazarlar, Cum Kem alizm i m ü ttefik addetm işlerdir.
huriyet’in vaatlerinin gerçekleşmediğini Cumhuriyet’in kurulup başkentin Anka
ve gerçekleşmeyeceğini buruk bir acıyla ra ilan edilmesinden sonra, her ne kadar
fark etmişlerdi. Osmanlı dönemi ile radikal bir kopuş ya
Edebiyatımızın toplumcu gerçekçi ni şandığı vaaz edilse, halkçılık hem Cum
yetli bu ilk yazarlarının romanlarında huriyet yönetimi hem de solcu aydınlar
G Ü D Ü K B i K E D E B 1 Y A T K A N O N U
r i’nin Sodom ve G om o re, S e lalıatlin rak Dokumu nde (1930) ise Osmanh tari
Enis’in Zaniyeler (1924) ve Peyami Sa hinden Cumhuriyet tarihine geçiş, satır
fa'nın Malışer (1924) romanları temasa 1 aralarında “flu” bir biçimde resmedilmiş
olarak birbirleriyle uyum içerisindedir. tir. Eski Hastalık (1 9 3 8 ) romanındaki
Sonraki metinlerinde vurguladıkları ise, Şevket Bey’i de, iki dönemin kesintisizli
Cumhuriyet sayesinde bu tarzların Ana ğini vurgulaması açısından önemlidir.
dolu'ya da yukarıdan aşağı giydirilmesi Şevket Bey, Osmanlı bürokrasisinden mi
ve yozlaşmanın daha geniş bir coğrafyaya rastır Cumhuriyet bürokrasisine ve Gün-
sıçramasıdır. tekin’e göre, Cumhuriyet Bürokratı, kılık
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Lyeni’’yi ve mekân değiştirmiş Osmanlı bürokra
ve siyasî merkezi Ankara temsil etmekle tından başka bir şey değildir aslında...
birlikte, toplumun entelektüel birikimi 'İnkılâplarla” nelerin değiştiğine ilgisiz
“e s k f’de, yani İstanbul’da yaşıyordu. kalan Anadolu insanının, kadınlı erkekli
Geçmişin mirasını üstlenen -İttihat ve “balo’Tara olan tepkisi de Güntekin’in
Terakki ya da saray çevresinde yetişmiş- kendi tanıklığı olan Kavak Yelleri (1950) 447
lstanbullu aydın ve yazarlar için, bu mi romanında çok iyi görülür. Danslar, balo
rası reddederek yola çıkan Ankara’nın lar, eğlence biçimleri, R.N.Güntekin’in
politik tavırları arasında bir yakınlık ku yozlaşmayı vurgulamak amacıyla sıklıkla
rulması 1930’lara kadar mümkün olma kullandığı simgeler olarak hemen göze
dı, Belki de bu nedenle, parlak devirleri çarpar. Cumhuriyet hayatım anlatan bel
ni OsmanlTnın son demlerinde geçiren gesellerde büyük bir övgüyle sözü edilen
Mehmet Rauf, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Cumhuriyet balolarının, Cumhuriyet ta
Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Rasim, Ser- rihi ile başlamadığını da anlarız bu saye
met Muhtar Alus, Abdülhak Şinasi Hisar de. Kaval; Yellcri’nde, Yeşil Gece romanın
ve Selahattin Enis gibi yazarların Cum daki ilerici-gerici çatışmasını aşmıştır ar
huriyet döneminde yazdıkları romanlar, tık. Bu romanında, din adamı tipinin
çoklukla İstanbul’un -ve hatta eski İstan temsilcisi Müftü, aydınlanma düşmanı
bul’un- gündelik hayatına dairdir. Hüse yobazın değil, boytın egmişliğin simgesi
yin R ahm i’nin U tanm az Adnm’ından dir. Şaşkın ve çaresizdir o. Devletin yü
(1930) yansıdığı biçimiyle, yeni döneme reklere saldığı korku, Müftü’nün her fır
b a k ışların d a k in ik bir hava sezilir. satta dışa vurmak zorunluluğunu hissetti
ECelâlettin, Nahit Sırrı Örik, Mahmut ği “inkılâpçılığında" hemen fark edilir.
Yesari ve Osman Cemal Kaygılı’mn da Muhü nün “Yetimler Yurdu”nda düzenle-
onların ardından giderek siyasî meselele ligi toplantıları anlatırken kullandığı iro-
rin dışında kaldıklarını görüyoruz. Bu nik üslupla, kasaba çocuklarına verilen
yıllarda geleneksel Dogu-Batı tartışması laik eğitimin mizahi yönünü açığa çıkarı-
nı Peyami Safa sürdürürken Refik Halit verir Güııtekin...
Karay ve Halikarnas Balıkçısı gibi edebi Bu bölümde sözünü ettiğim yazarların
yatın önemli simaları ise Millî Mücade- C um huriyet dönemi rom anlarındaki
le’ye muhalifliklerinden sürgünlük ceza gündelik hayat anlatılarına baktığımızda,
sına çarptırılmışlardır. uzun yıllar boyunca geleneksel ilişkile
Her iki dönemi de yaşayanlar arasında rin, yaşam tarzı ve alışkanlıklarının, töre
Reşat Nuri Güntekin’in “yeni”ye sessiz ve adetlerin aynı kaldığı, halkın inkılâp
muhalefeti üzerinde durmaya değer. Me lara ilgisiz durduğu, inkılaplardan anlaşı
sela, 1922’de yayımlanmasına rağmen lanın da devletin birtakım buyruklarını
onun Çah ktıştı’sunda Millî Mücadele ile yerine getirmekten öteye gitmediği he
doğrudan bağlantılı bir anlatı yoktur. Yap men görülmektedir. Buradan hareketle,
K E M A L İ Z M
Cumhuriyet’in ilanının, Cumhuriyet ide kin resmî tarihe denk düşen bir anlatıyı
olojisinin m erkezine oturan “Osman barındır masalar, hatta söz konusu tarihî
lI’dan kopuş" iddiasına denk düşmediği bilgilerle çelişik olsalar bile. Cumhuri
ve resmi tarihte sözü edilen “büyük inkı yetin ilk yıllarında yazılan romanlar da
lapların", o inkılâpları yaşayanların haya ihmal edilmemesi gereken tarihsel belge
tında hiç de büyük değişikliklere neden lerdir. Elbette belgeler kendi kendilerine
olmadığı iddia edilebilir, İstanbul aydım konuşmazlar. Yazarların, bu romanlarda
ise Cumhurıyec’in “Batılılaşm a”, “mo anlattıkları, eleştirdikleri ve sustukları
dernleşme” ya da “çağdaş uygarlık" söz yerler, her incelemeci tarafından farklı
leriyle kutsadığı hayatın 11. M eşruti farklı konuşturulacaktır. Eğer bir yazar,
yetten bu yana içindedir zaten. bütün entelektüel birikimine rağmen, o
Romanlar ve hikâyeler -konu edindik dönemi görmemiş gibi yapıyor, yaşanan
leri tarihin değil- yazıldıkları dönemin savaştan söz etmeyip Anadolu’ya giden
bireysel, toplumsal, hukuksal, siyasal bir öğretmenin hayatını ya da toplumda
448 ilişkilerinin kokusunu, rengini, seslerini ki ahlakî erozyonu işliyorsa, eğer seçimi
taşırlar, ister tarihî bir olayı konu alsın ni bu yönde kullanan yazarlar azımsan
ister günceli, sonuçta her roman ortaya mayacak bir çokluktaysa ve eğer bütün
çıktığt andan başlayarak tarihi bir belge teşviklere rağmen Kemalist ideolojiyi ta
ye dönüşür; birincisi, belli bir dönemde şıyan edebiyat kanonu güdükleşmekten
belli bir ülke yazarının eğilimlerini ifşa kurtulamamışsa, kendimizi resmî tarihin
etmek anlamında, İkincisi, kendisi de etkisinden biraz sıyırmak ve o yılların si
bizzat edebiyat tarihinin bir parçası ola yasî, toplumsal ve ekonomik atmosferine
rak; özetle, her roman tarihi bir tanıklık -bir başka gözle- yeniden bakmak zorun
tır. Bu nedenle, kendi dönemlerine iliş dayız demektir. □
CHP’de Parti İçi Mücadelede
“Kemalizm” ve “Devrimler”
Tartışmaları Üzerine
TARH A N ERDEM
ok partili siyasal hayata geçtikten önemli bir kesimi ilk seçimde CHP’nin
mı da, değişik nedenlerle başlamak üzere CHP’nin Atatürk devrimlerine sırt çe
olan dönemin siyasal hayatında kendile virdiği iddiası, parti içi mücadelede kul
rine yer ararlar. Diğer taraftan eski döne* lanıldığı gibi, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs
min delikanlıları/genç kızları da, yeni 1963 darbe teşebbüslerinin ideolojik da
dönemin genç politikacıları olmaya ha yanağını oluşturmuştur.
zırdırlar. 22 Şubat 1962 darbe girişiminden son
27 Mayıs’ı izleyen aylarda hareketin ra İsmet İnönü, CHP Meclis Grubunda
içinde bulunanlar, bunların yandaşları, si mealen, “Bu tarih bir çizgidir, bu tarih
yasete yeni heveslenenler, gençler arasın ten öncekileri affedeceğiz, bu çizgiyi ge
dan birçok kişi, CHP ve İnönü olmasa, si çenleri cezalandıracağız" demiş ve 22
yaset havuzunun ılık sularına rahatlıkla Şubatçılar için Af Kanunu’nu, askerin
gireceğini, askerî yönetim sonrası ülkeyi desteğini de alarak, Meclis’te kabul ettir
yönetebileceğini düşünüyordu! Ne var ki miştir (19 Mart 1962).
İnönü demokrasi dışı, halka dayanmayan Affedilenler, İnönü'nün çizgisini gör
450 olup bittilere karşıdır. Kısa yolu tercih mezden geldiler, parti içinden yandaşla
edenler İnönü’yü bertaraf edemediklerine rıyla birlikte çalışmalarına daha düzenli
göre, etrafından dolanarak amaca gitme biçimde devam ettiler. CHP’nin Parti
ye, her fırsattan yararlanarak İnönü’yü Meclisi toplantıları, parti dışı hareketle
zayıflatmaya yönelmişlerdir. bağıntılı olanların, partiyi "daha Ata
Önemli bir husus da, "Devrimeiler”in türkçü" yapmaya dönük çıkışlara sahne
CHP’nin karşısına geçmesinin zorluğu, oluyordu, 1962 yılı sonbaharında CHP il
hatta imkânsızlığıdır. CHP içinde siyaset kongrelerinde “devrim [erden taviz” söz
yapacaktırlar. Ancak bu, kendilerini dış leri sıkça duyuldu. Ulus gazetesi başya
lamayacak, kendilerini kabule, hatta baş zarı ve milletvekili Yakup Kadri Karaos-
tacı etmeye mecbur bir CHP olmalıdır. manoğlu “CHP’nin Atatürk ilkelerinden
Bu durumda parti içinde, partinin karşı taviz verdiği” iddiasıyla 14 Ekim’de üye
olamayacağı yeni bir söylem geliştirmek likten istifa etti.3
uygun olacaktır: “Atatürkçülük", Hem İnönü, iddialara karşı görüşünü açıkça
CHP içinde, en azından yanında görü CHP’nin İstanbul il kongresi’nde söyle
nüp, CHP politikalarının geçersizliğini miştir. 1962 yılı Ekimi’nin 20’sinde top
ilan ederken, CHP’lilerin desteğini almak lanan İstanbul il kongresinin ikinci gü
için demokrasi dışı siyaset anlayışlarım nünde yaptığı konuşmada İnönü, parti
"A tatü rkçülük" olarak sunm uşlardır. içi tartışmaları özetlemiş ve muhaliflerini
1972’lere kadar bu toz duman, demagoji cevaplamıştır. “Araştırma ve Yayın Büro-
sürmüştür. su’’nca hemen bastırılarak örgüte dağıtı
Bu dönemde yeni bir askerî girişimden lan,'1 geniş bir özeti ertesi günkü gazete
kişisel yarar bekleyenlerin de, etkilemek lerde yayımlanan bu konuşma, CHP’deki
veya alt etmek zorunda oldukları engel Atatürkçülük tartışmaları ve Atatürkçü
İnönü’dür, Bunların da en yakın ve güçlü lüğün çok partili demokratik düzen ko
müttefikleri CHP içindeki İnönü muha şullarında İnönü gibi temsili bir kişilik
lifleridir. Yollardan biri, CHP’nin içinden tarafından yorumu açısından, bütünlük
bir hareket geliştirmektir. Askerlerin ve lü ve programatik bir özet niteliğindedir.
bazı aydınların kurduğu adı konulmamış İnönü konuşmasında şu görüşü ilen
koalisyon, CHP içinde hükümete gire sürmüştür:
meyenlerle ve çeşitli nedenlerle İnönü’ye
“CHP geleneği itibariyle tffe önce, bir va
muhalif olanlarla işbirliği yapmakta ge
tan savurtması partisi olarak belirm iş
cikmemiştir.
C H P ’ DE P ART İ İÇİ M Ü C A D E L E D E " K E M A L İ Z M ' VE " D E V R I M LE R :l T A R T I Ş M A L A R I Ü Z E R İ N E
451
ve A tatü rk’ten sonra takip edilen dev rülmüş, harf inkılâbı, medeni kanun g i
rimler konulan ithamlara maruz bırakı b ileri prensip ola ra k m u hafaza edilip
larak b ir kısmı büsbütün kaldırılmış, yerlerinde saydırılmış, orman ve toprak
başkaları tesirsiz bırakılmış, diğerleri reformu tatbikatta tanınmayacak hale
prensipleri muhafaza edilerek yerlerinde getirilmiş ve nihayet zincirin son halkası
saydırılm ıştır. Bunları b ir b ir saymak dem okratik rejim, hep bildiğimiz şekle
kabildir. Türkçe ezan, Halkevleri, ilk öğ sokularak 27 Mayıs’t zaruri kılmıştır ...
retimin başlıca dayanağı olarak kurulan Bütün partili arkadaşlarımı, genç ve ay
Köy Enstitüleri kaldırılmış, kadın hürri dın vatandaşlarımı bir noktada uyarmak
yeti, tedrisin birliği, Türk dili hareketle İsterim. Devrimlerİn başına gelenler de
ri ve buna benzer bazıları geriye götü m okratik sistemin bir tabii neticesi ola-
K E M A L İ Z M
rok gösterilmeye çalışılmıştır Hatta, de leri, gelişmesi zamana bağlı devrimler i,
m okratik rejime geçm emizle birlikte ilk toplum içinde en rahat yürüyecek şekle
tavizlerin, oy kaygısı dolayısıyla CHP getirmek başka şeydit; onları toplumun
tarafından verildiği daha irısa/sız diller- hayatından silkip atmak başka şey."
ce iddia olttnmıtş, bizim Köy Enstitüleri “Sevgili arkadaşlar.; CHP işte bu par
veya toprak reformu m eselelerinde çe tidir. Size ve memlekete buradan açıkça
kingen davrandığımız ileri sürülmüştür ilan ederim, ki, CHP mazide inandığı ve
“Bir devrim üzerinde, rötuş yapmakla, tatbike koyduğu devrim hareketlerinin,
onu inkar etmek arasındaki fa r k a dikka memleket için fay d alı ve lüzumlu oldu
tinizi çekerim. Biri hayatiyetin, öteki ge ğu inananda sabittir CHP geçmiş devir
riye dönüş arzusunun ifadesidir. Devri in de kaldırılan veya zayıflatılan devrim
C H P ' D E P A R T İ İÇİ M Ü C A D E L E D E " K E M A L İ Z M " V E " D E V R İ M L E R " T A R T I Ş M A L A R I Ü Z E R İ N E
de, 'aşırı sağ' ve 'aşın sol' ifadeleriyle da kutsal olan bazı terim ve kavramla
daraltılan siyaset alanının bu lügatçe- rın arkasına saklanmaması gerekir."7
sine demokratik sol hareket de teslim
oldu. Güneş, 1970'lerin sonunda sol DİPNOTLAR
harekete karşı, 27 Mayıs ve 12 Mart'ı
1 Güneş, 1928'de Kandıra'nın saygın bir ai
yorumlarken takındığı sosyolojik ba lesinin mensubu olarak dünyaya geldi.
kıştan uzaklaştı. 'Moskova güdümlü Abisi, CHP'den belediye başkanlığı yap
mıştı ve yine CH P 'n in ağır toplarından
aşırı sol' söylemi sahiplenerek, siyaset
Prof, Nihat Erim de yakın akrabasıydı,
alanını istenmeyen aktörlere kapatma
2 Turan Güneş Türk D e m o k ra s isin in A n a liz i.
ya kararlı cu m h u riye tçi m uhafazakâr Ankara: Ümit Yayıncılık, 1996. s.54. Bu
lığa bu noktada yakınlaştı. 12 Eylül taslak, genel oyun sınırlandırılması açısın
darbesini ülke gerçeği olarak, kendi dan ciddi tahditler içermekte, aydınlara ol
dukça güçlü işlevler yüklemekteydi.
ifadesiyle, "Türk kamuoyu, askerî bir 455
3 Güneş, "..YÖN'ün genel oya dayalı parla
rejimi desteklemekle güvenliği özgür
menter düzene ters bakmaya başlamasının
lüğe yeğlemektedir"6 diyerek bekle doğurduğu soğukluk".,.gerekçesiyle bu
nen bir hadise olarak karşılamıştır. çevreden uzaklaşmıştı. Turan Güneş T ü rk
D e m o k ra sisin in A n a liz i. Ankara: Ümit Ya
Ecevit'in darbeye kararlı karşı duruşu,
yıncılık, 1996. s. 39.
Güneş'te "kendi partisini değil, Türki
4 "Anayasanın içeriğini saptayarak öngördüğü
ye'yi Avrupa Konseyi'nde temsil eden bir reform yoktur. Anayasa tarafsızdır. Sağ ya
devlet adamı" tavrı nedeniyle belirgin da sol m odelleri yasaklam ış değildir,
değildir. Yine de, Güneş'in bu dönem (228)...Hangi reformun hangi içerikle yapı
lacağını saptayacak olan seçimdir" (22B)
de darbecilere vermeye çalıştığı aşağı
5 Doğan Avcıoğlu, sıklıkla kullandığı "seç
daki mesaj, restorasyoncu zihniyete
menin temel özlemleri", "uzun vadeli çı
karşı asıl tutumunu belgeler: "Her top karları" türü ifadelerle, ancak aydınların
lumda olduğu gibi Türkiye'de de sos objektif bilgisine vakıf olabildikleri bir si
yal sınıf farklılıklarından doğan çıkar yaset tekniği özlemiyle bu 'iktidar sıtması
nı' çarpıcı biçimde yansıtır.
çatışmalarının, Atatürkçülüktü, milli
6 Güneş...s. 274.
yetçilikti gibi bahanelerle üstünün ör
tülmesine imkân yoktur. Herkes, 'ha 7 Doğan Yurdakul'la söyleşi, D ü n y a , T ü rk i
ye, D e m o kra si, 12 Ocak 1981, Yeni Ufuk
yır arkadaş, bu benim yaranma değil' lar Dergisi", ss.284-303;302. İçinde, Türk
diyebilmelidir. Bunun Türk topiumun- D e m o kra sisin in A n a liz i.
1938lere kadar varan siyasal hayatımızı yasal hayatının, belki de CHP içindeki
şekillendirip belirlediği gibi, 1960-1972 gelişmelerin araştırılmasından sonra, 12
CHP parti içi mücadelelerin de, 21. yüz Mart 1971 ve 1980 olaylarıyla birlikte,
yılın başına kadarki siyasal hayatımızı 1960 - 20 0 0 arasındaki gelişm elerin
belirlediğini sanıyorum. Bu dönemin si açıklanması daha kolaylaşacaktır. □
DİPNOTLAR
1 M illet H iz m e tin d e K ırk Y ıl CHP, Ankara Basım -E. Paksüt, T. Şahin, "parti içi tartışmalarla ilgili
ve Ciltevi, 1963, Ankara, s.69 konularda daha önce çeşitli kurullar önünde
2 Bu görüşlere örnekler A k D evrim (Başbakanlık ortaya atılmış" görüşlerini ve belgeleri "toplu
Devlet Basımevi, 1960, Ankara) kitabında bulu ca sunmak amacıyla"; "Muhtıra" olarak nite
nabilir. lendirerek bu kitapçığı yayımlamışlardır. Alıntı
yapılan cümle bu kitapçığın 30’uncu sayfasın- 457
3 15 Ekim 1962 tarihli gazeteler. dadır.
4 C H P G e n e l Başkanı İn ö n ü 'n ü n İsta n b u l (t Kong 8 Bülent Ecevit, A ta tü rk ve D evrim cilik, Tekin Ya
resinde Y a p tığ ı K onuşm a, Ankara Basım ve Cil yınevi, Çınar Matbaası, 1970?, (Basım tarihi
tevi, 14x19 cm, 12 s. Ankara, 1962, CHP Araştır yok). Metne alınan cümleler, "geniş ölçüde 11
ma ve Yayın Bürosu, Yayın No: 28. Kasım 1969’da Ankara'da Sosyal Demokrasi
5 Tam metin için: 11 Kasım 1962, Wus, aynı ta Dernekleri Federasyon unca düzenlenen Ata
rihli Cumhuriyette geniş bir özet vardır. türk'ü anma toplantısındaki konuşmaya da
6 Ilhan Selçuk, Tampon Parti, 28 Ekim 1962, yanmaktadır. Ancak, Bülent Ecevit'in 1961-68
C u m h u riyet.
yıllan arasında., yaptığı bazı konuşmalarından
da bölümler eklenerek ..." hazırlandığı yazılan
7 "CHP’deki Tartışmaların İçyüzü - Belgeler; " 250 sahvfelik kitabın 20'inci sayf aşırıdadır.
Balkanoğlu Matbaacılık Ltd. Şti., Ankara, 1967,
s.50. h:30 "Sekizler" adı verilen T.Feyzioğlu, C. 9 K em a list Y e n i D ü zen , Sosyal Demokrat Yayın
Kırca, F. Alpaslan, S. Koç, F. Melen, O. öztrak. ları, Ulusal Basımevi, 1969, s:7
Bülent Ecevit
HAMİT BOZARSLAN
Entelektüel oluşum yıllarında Ecevit daha savaşı değil de "tutucu olmayan” gençlik
çok Tangore, Pound ve Eliot gibi yarı temel güç olarak görülmeliydi. Ecevit'in
mistik şairlerden ve Thomas More'un modelinde, aydınlar, hiç de muhafazakâr
Utopia'sından etkilenmişti. Gençlik yılla olmayan "halka giderek" devrimin ge
rı ise İnönü'ye sarsılmaz bir bağlılıkla rekliliğini anlatmalıydı. Halkın "Cumhu
geçti. 1950'lerde CHP yayın organların riyet döneminde yapılan devrimlere" "il
da köşe yazarlığı yapan Ecevit, fikir gisiz" kalması "aydınların öncülük öde
adamlığına ancak 1960'ların ikinci yarı v in i yapamamasından kaynaklanmak
sında başladı. taydı, Sistem dışı sol hareketlerin olduk
Bu yıllardan sonraki fikir hayatını üç ça güçlü olduğu bu dönemde Ecevit gi
aşamaya ayırabilmek mümkün: 1960'ler- derek "ortanın solu" çizgisinden ayrılıp
de başlayıp 1980'lere kadar uzanan ilk "demokratik sol" olarak adlandırdığı yeni
dönem "sola yaklaşım" dönemi olarak bir doktrini savundu (demokratik solu
adlandırılabilir. Bu yıllarda yazdığı kitap sosyal demokrasiden ayıran Marksist kö
460 lar [Ortanın Solu, Bu D üzen Değişmeli, kenli olmayışıydı. Gerçi sistemin aşıla
Atatürk ve D evrim cilik} Türkiye'de sol mayacak nitelikleri konusunda Kemaliz-
düşüncelerden etkilenen, ama ihtilalci me sadık kaldı, ama Kemalizm dönemin
bir çözümden korkan diğer bazı entelek de olduğu gibi "üstyapı"ya değil de alt
tüeller gibi, Ecevit'in de neokemalist bir yapıya yönelik reformlar yapılması ge
sol doktrin oluşturma eğiliminde olduğu rektiğini savundu. Kapitalizme alternatif
nu göstermekte. Ecevit'e göre, Türkiye'de bir "halk sektorü"nün oluşturulması, top
sol mevcut sistem içinde amaçlarına ula rak reformu, "özgürce ve halkça kalkın
şabilirdi: "Castro'nun... Che Gueve- ma", "köylüden başlayacak kalkınma",
ra'nın... Ho Şi M inh'in... Mao Çe "insanca ve demokratik çalışma düzeni",
Tung'un ... önünde kilitli kapılar vardı. "derneklere dayalı demokrasi"... Ece
Anahtarı devrimcilerin elinde olmayan o vit'in 1973 seçim zaferini sağlayan slo
kapıları açabilmek için yüklenmek gere ganlar arasında yer almaktaydı. Bununla
kirdi. Kapıları kırmak gerekirdi. Bizde ise birlikte, Ecevit bu yıllarda -bazı eleştirile
kapılar kilitli değildir. Tokmağını çevrin- re rağmen- "Altı Ok"u da sahiplendi ve
ce açılabilir". Ecevit'i Yön gibi diğer sol bu okların "bugün de geçerli... hep ge
çevrelerden ayıran ise, devrim olarak ad çerli olabilecek nitelikte" olduklarını sa
landırdığı 27 Mayıs darbesine sahiplen vundu. "Güneydoğu meselesi"ni "feoda
mesine rağmen, darbeciliği dışlaması idi. lizmin devamı" ve "sosyal ve ekonomik
Ecevit'in bu yıllarda radikal sol hare sorunlarla açıkladı. Milliyetçilik konu
ketlere ve demokrasiyi bazen açıkça red sunda özellikle 1920'li yıllarda Kemaliz-
deden sağ/radikal-sağ hareketlere karşı mi belirleyen kültürel asimilasyonu ve
"Atatürkçülük" ve demokrasiyi, "devrim" Türk milletinin mutlak hakimiyetini sa
ve demokrasiyi uzlaştırmaya çalıştığı vundu. Ona göre "Türk halkı tekti, bö
söylenebilir. Bir nevi "kesintisiz devrim" lünmezdi" ve "halklar konusunu körük
şeklinde algıladığı "Atatürk devrimciliği leyenler", "yabancı petrol şirketleri" ve
nin", "yalnız Atatürk'ün kendi yaşamış "Ortadoğu'yu ve Türkiye'yi sömürmek
olduğu dönemin koşullarına göre değil, isteyen memleketlerdi. Din konusunda
yaşadığımız dönemin koşullarına ve so ise, MSP ile kısa süreli koalisyonuna rağ
runlarına göre değerlendirilmesi gerekti men radikal bir laisizmi savunmaya de
ğini yazmaktaydı. Atatürkçülük "Türk vam etti. Ecevit "maddiyatçılığı da mad
toplumunun evrim yoluyla değil, dev deciliği de" reddetmekteydi, ama ona
rimci atılışlarla ilerlemesini" amaçlamak göre "din sömürüsünün ardında çıkarcı
taydı. Bu "atılışlarda" sınıflar ya da sınıf lık" bulunmaktaydı.
CUP'D E PARTİ |Ç| M Ü C A D E L E D E "KEMALİZM " VE "D EV R İM LER " TARTIŞMALARI ÜZERİNE
azar kadrosu, yazarların eğitim ve ken, 1930’lu yılların TKP’si 1920’li yılların
lış olmaz. Benzer baskıların -derecesi fark gelişme stratejisi önerileri bir bütün olarak
lı olmakla birlikte- “ayrı lanlar" için de ge ele alındığında Kadro Türkiye siyasal dü
çerli olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ki şünce tarihinde nereye oturmaktadır?
şisel düzeyde maruz kalınan baskıların Karaosmanoglu hariç, Kadro yazarları
yanı sıra, TKP içinde “kalanların” karşı nın hepsi 1920’li yılların ilk yansında sol
laştıkları zorluklar ile TKP’den “ayrılanla- gruplar içinde yer aldılar. Türk Ocaklarına
rın”-Kadrocuların karşılaştıkları zorluklar yakın, Turancı söylemlerin dile getirildiği
arasında ilginç bir paralellik de mevcuttur, Türk Yıınfu dergisini okuyarak, ondan etki
TKP içinde “kalanlar” Komintern'in Sov lenen ve Turancı ideallerini gerçekleştir
yet dış politika aracına dönüşmesine ko mek üzere Azerbaycan’a giden Aydemir
şut, Stalin duvarına çarparak Komin- öğretmen olarak yetişmişti. Bakü’de solcu
tern’in karar alma mekanizmalarında iş söylemler ile tanışan Aydemir öncelikle
levsiz bırakılmış, “ayrılanlar”-Kadrocular Turancı ideallerinin gerçekçi olmadığına
da CHP içinde Recep Peker ve “serada ye kani olduğu için dönemin tek örneğini
tiştirilen” liberal çıkar grupların taarruzu teşkil eden Sovyet deneyimini yaşayarak 465
na maruz kalmışlardır. öğrenmek üzere Moskova’ya yüksek öğre
Kadro yazarları nerelerden ve kimlerden nim için gitmiştir. Aydemir ve Tökin Mos
etkilendiler? Niçin bir ideoloji üretmeye kova’da KUTV Üniversitesinde, Nazım
çalıştılar? Yeni bir ideoloji ürettiler mi? Hikmet, Vâlâ Nurettin gibi dönemin ay
Önerdikleri gelişme stratejisinin özellikle dınlarıyla birlikte yüksek öğrenim gördü
ri nelerdir? Kadro’nun temel açmazı ne ler. Japon Sen Katayama, EndonezyalI Tan
dir? Dergi niçin kapatılmıştır? İdeolojik ve Malaka, Çin’de kültür devrimi sırasında
Mao’ya karşı cephe alan ve sonuçta tasfiye
edilen Liu Sbao-chi ve Vietnam’da kurtu
luş savaşının liderliğini yapan Ho Chi
Minh gibi isimler de KUTV’da öğrenim gö
renler arasındaydı. KUTV’da kimya dersin
den ekon omi-politika dersine kadar geniş
yelpazesi olan bir ders programını takip et
mişlerdir. KUTVdaki öğrenimini takiben,
Aydemir İstanbul’a dönmüş, Tökin ise
Moskova Üniversitesinde ekonomi eğiti
mine devam etmiştir. Tör, Berlin’de iktisat
doktorası yaparken. Belge aynı yerde inşa
at mühendisliği üzerine eğitim görmüş, fa
kat sonradan gazeteciliği tercih ederek bir
süre Anadolu Ajansı muhabiri olarak Ma
caristan ve Romanya’da çalışmıştır. Kara
osmanoglu ise bir sure Is tan bul Üniversi
tesi Hukuk Fakültesi’nde okur, fakat ede
biyata daha yakın olduğu için Hukuk Fa-
Kemdizmi ideoiojüeştirme girişimlerinin kültesi’ni bitirmeden ayrılır, Kurtuluş Sa-
en iddialılarından biri olan Kadro vaşı’na katılır ve milletvekili olur.
dergisi, Türk düşünce hayatmın da
Kadro'da İttihatçılar, Lenin, Sultan Gali-
kuşkusuz en önemli deneyimlerinden
biriydi. Türkiye'de dergicilik hayatının da yev, Sovyet deneyimi; NEP ve onu takiben
köşetaşlanndandır. planlı İktisadî gelişme modeli, aynca List,
Wagner ve Sombart gibi Alman iktisat ta-
K E M A L İ Z M
min liberallerine karşı da savunmasından lardır. Kadro kendisini CHP’nin İnönü ka
yola çıkarak, Kemalist rejimin Kadro’yu nadından ideoloji ve gelişme stratejisi
desteklediği ve dolayısıyla kullandığı gö önerisiyle ayırmaktadır. Aynı şekilde tnö
rüşünü ileri sürmektedirler. İktidar açı nü grubu da kendisini Kadro’dan ayırma
sından bakıldığında, bu doğru bir tespit ya özen göstermiştir, iktidarın uyguladığı
olmakla birlikte, Kadro kendisini salt reji İktisat politikalarının bir kısmını destek
mi destekleyen bir aydın grubu olarak lemek Kadro’nun iktidar ile aynı şeyleri
görmez, iktidar ile kendisi arasındaki savunduğunu elbette göstermez. Kadro,
farklı yaklaşımları özenle vurgulamaktan CHP’nin her iki kanadından (İnönü ve
geri durmamıştır. Kadro’yu sah rejimin Bayar) da ideoloji ve gelişme stratejisi
kutlandığı bir araç olarak değerlendirmek önerileriyle ayrılmaktadır.
yanlış bir tespittir. Kimileri de Kadro’yu Kadrocuların Türk devrim ine ideoloji
tnönü grubu içine yerleştirmeye çalış üretme girişimi ile bürokratik-aydın olma
maktadır. Bunlar acelece çıkarılan sonuç süreci arasında ilginç paralellikler mev-
K E M A L İ Z M
Kadro dergisi Ocak 1932 ve Aralık deflerinden birisi, Sanayi Devrimi ile
1934 arasında yayımlanır ve Şevket oluşmuş ve dünyadaki ülkelerin met
Süreyya'nın Kemalist inkılâp hakkında ropol ve sömürge/yarı-sömürge olarak
fikirleri, burada etraflıca yapılır. ayrılmasına yol açmış yerleşik kapita
1920'lerİn ortasında sosyalist fikirleri list düzende, Türkiye'yi yarı müstem
savunmuş olan İsmail Hüsrev (Tökin) leke konumundan kurtarıp, İktisadî
vedat Nedim (Tor) ve Burhan Asaf alanda da bağımsızlığına kavuştur
(Belge) dergiyi çıkaranlar arasındadır. maktır. Çünkü sanayileşmiş ülkeler le
Özellikle "azınlık, fakat Önder bîr inkı hine işleyen yerleşik düzende, Türkiye
lâpçı kütleye, bîr inkılâp gençliğine" ve gelişmemiş Üçüncü Dünya ülkele
yönelecek olan Kadro hareketi, "ide ri, müstemleke veya yarı-müstemleke
olojinin, bir fikir sistemi olarak daima konumunda tutulmaktadırlar. Kapita
dışında" kalan halka hitap etmeyi, asıl list ve emperyalist olan yerleşik düze
amacı olarak görmez [Aydemir, 1995: nin, bir taraftan dünyadaki ülkeler ara 469
446], Bir başka ifadeyle, inkılâbın ide sında bîr nevi kader birliği ve bağımlı
olojisi ilk başta öncü kadroya aktarıla lık oluşmasına sebep olmuşken, bir ta
caktır. Düşüncelerinin etkinliği nede raftan da kendi içinde bazı tezatları
niyle Şevket Süreyya K a d ro hareketi içinde barındırdığından sözeder. Sana
nin baş ideologu konumundadır ve bu yileşmiş ülkelerde işçi sınıfı ve prole-
aşamada, komünist fikirlerinden uzak teryanın oluşması ve böylece "gelece
laşmış olmasına rağmen, düşünürün ğin sınıf kavgalarına tohum" ekilmesi,
tarihsel maddiyatçı yaklaşımı hâlâ be bu tezatlardan bir tanesidir. Kapitalist
nimsediğini görürüz. düzenin oluşturmuş olduğu metropol
Şevket Süreyya, Millî Kurtuluş Hare ve sömürge/yarı sömürge ayrımı ve
keti olarak da adlandırdığı Türk inkılâ daha da önemlisi, bu bölünmeden do
bının, dünya da "bütün bize benzer ğacak olan millî kurtuluş hareketleri,
veya kurtuluş bekleyen ülkelerde," bir Şevket Süreyya'nın ortaya koyduğu te
örnek olabileceğini vurgular [Aydemir, zatlardan İkincisidir. Son olarak, sö
1990:30). Türk inkılâbının başlıca he mürgeci devletler arasında ortaya çı-
Türkiye’de para teorisi hakkında görüş tiler. Dönemin özgün koşulları da buna
bildirebilen nadir insanlar arasındadır. elverişliydi.
Rusya’ da gelişen Narodnik hareketini ve Kadro yazarları derginin İlk sayılarında
Sosyal devrim cileri KUTV’daki eğitim İtti ha tç ilan n liberal kanadım temsil eden
programlarından öğrenmişlerdi. Tor ve Cavit Bey’in savunduğu liberalizmi çürüt
Belge Almanya’da yaşanan Spartakis isya mekle işe başladılar. Yine ilk sayılarında
nına katılmamakla birlikte, bit isyan hak Ziya Gökalp’in görüşlerini irdeleyip, Gö-
kında yeterince bilgi edinmişlerdi. Le- kalp’in aslında sathî bir algılayışa sahip ol
nin’ın yazdıklarını çok yakından takip et duğunu açık bir dille ifade ederken, Kadro
mişler, Alman tarihçi okulundan Wagner (özellikle Türk Ocağına yakın olan Ayde
ve Sombart gibi yazarları, Oppenhaimer’i mir) kendisini ittihatçılardan da ayırmaya
Kadro sayfalarında tartışacak kadar bilgiye çalıştı. Yeni rejimin yeni aydınları olmalıy
sahiptiler. Kısacası, Kadrocular bir fikir dı ve Kadro bu işe talipti. Kadro çıkmadan
dergisi yayımlayacak bilgi ve yetiye sahip önce Atatürk’ten zımnî izin alınmış. Kadro
K E M A L İ Z M
kan ve "hammadde veya pazar kavga ta, bir taraftan Kemalist iktidarın ide
ları" nedeniyle "dünya harpleri"ne yol olojik söyleminin tanımlanmasında ve
açan, çatışmalar kapitalist düzenin se resmî ideolojinin oluşumunda önemli
bep olduğu tezatlar arasındadır [Ayde yer alan Şevket Süreyya'nın, Batılılaş
mir, 1990: 90]. Türkiye Örneğinde bir ma gibi kilit bir noktada, siyasî iktida
İlki teşkil eden Millî Kurtuluş Hareketi, rın ideolojik çizgisinden ayrıştığını da
Sanayi Devrimi ve kapitalizmin kur göstermektedir.
muş olduğu bu tezatlar ve düzene kar Bu bağlamda, genel olarak Kadro
şı "kutsal bir isyan" niteliğindedir. hareketinin, özellikle de Şevket Sürey
Kendi sanayisini kurarak ve bu sanayi ya'nın öne sürdüğü fikirlerin, 1960'tar-
yi "nizam altına" alarak, teknik ve İkti da Latin Amerika bağlamında ortaya
sadî gelişmeyi sağlamak, Millî Kurtu çıkan ve gelişmiş ve gelişmekte olan
luş Hareketi'nin asıl hedeflerinden bi ülkeler arasındaki eşitsiz ilişki ağına
470 risidir [a.g.e.: 95]. Türkiye ve sömürge ışık tutan D e p e n d e n cia (Bağımsızlık)
veya yarı sömürge konumunda olan okulu tarafından benzer bir şekilde sa
başka ülkelerin, bu durumdan kurtul vunulacağını belirtmekte fayda var.
maları ancak İktisadî kurtuluşun elde Gözlemlenebİlen bu benzerlikler, dü
edilmesiyle gerçekleşecektir {a.g.e.: şünsel olarak Şevket Süreyya'nın başı
97]. Türk Millî Kurtuluş hareketi böy- nı çektiği Kadro hareketinin, D e p e n -
lece, dünya kapitalist düzeninin tezat denoa'nın bir öncüsü olma niteliğini
larından kurtulmak isteyen başka millî taşıdığı yorumuna yol açmıştır [Özve
kurtuluş hareketleri için Öncü bir ör ren, 1996: 570],
nek oluşturmaktadır. Gerek CHF'nrn 1931 kongresi ve
Şevket Süreyya'nın, Türkiye'nin tüm Halkevlerinin kurulması gibi bu Kong-
Üçüncü Dünya ülkeleri için bir örnek re'de alman bazı kararlar, gerekse
olduğunu savunması ve Türkiye'ye Ön K a d ro dergisinin yayımlanması, tek
cü bir rol biçmesi, genelde Şevket Sü partili Kemalist iktidarın siyasal kuvve
reyya'nın Üçüncü Dünyacı yönelişinin tini pekiştirmek ve meşruiyet tabanı
göstergesi olarak algılanmıştır. Bu nok yaratmak amacıyla kendine bir ide-
olojik gündem yarattığının bazı gös adıdır. Kemalist İnkılâp, Birinci Dünya
tergeleri olarak yorumlanabilir. Şevket Savaşı'nın akabinde girişilmiş olan
Süreyya'nın Türk siyasî düşünce tari Millî Mücadele ve millî Kurtuluş Ha
hinde önemli konumu, dönemin bu reketi ile başlamış ve Türkiye'nin siya
gibi siyasî gelişmelerinde de kendini sî kurtuluşunu sağlamıştır. İnkılâbın
göstermektedir. 15 Ocak 1931 tarihin ihtilal safhasını oluşturan bu siyasî
de, Ankara Türk Ocağı'nda vermiş ol mücadele döneminden sonra, inkılâp
duğu "İnkılâbın İdeolojisi" başlıklı gerek iktisadî-teknik, gerekse kültürel
konferans, 1930'ların ilk yarısına ve siyasî-ideolojik cephelerde devam
önemli ölçüde damgasını vuracak etmiştir, inkılâbın ideolojisini, Kema
olan entelektüel ve ideolojik yöneli lizmin tanımını, yazmak, Şevket Sü
şin, bir habercisi niteliğindedir. Kema reyya'ya göre İnkılâp heyecanının ya
list inkılâbın tarihsel önemini ve dün şayabilmesi için gereklidir. Bu heye
ya çapında yerini vurgulayan Şevket can, ilk başta öncü ve azlık kadro ara 471
Süreyya, inkılâp heyecanının sürekli sında yaratılıp, yaşatılacaktır. Ve bu
olarak yaşayabilmesi için, bir ideoloji kadro içerisinde, siyasî liderler grubu
ye muhtaç olunduğunu savunmakta nun yanı sıra, aydınlar ve düşünürle
ve Kemalizmin bir ideoloji olduğu sa rin de belirleyici bir rolü vardır. İnkılâ
vını açıkça telaffuz etmektedir. Siyasî bın savunusunu yapacak olanlar, ilk
İktidarın resmî onayını kazanmakla başta bu azlık ve öncü gruptur ve an
beraber, zaman zaman kilit noktalarda cak savunulan ilke ve ülküler hakkın
farklı bir Kemalizm yorumunu öne sü da, tüm halk bazında, bir birliğin
ren Şevket Süreyya, Kemalizm tanımı oluştuğu anda, inkılâbın nihayete er
nı kuramsallaştırarak, Kemalizmin diğinden söz etmek mümkündür.
muğlaklığının da giderilmesini en Şevket Süreyya'nın ideoloji arayışı,
azından sağlamak istemiş ve bu ne CHF içinde "yeni bir cereyan" ve fikir
denle de, bir sonraki aşamada siyasî ayrılığının oluştuğu yorumuna yo!
iktidarın desteğini kaybetmiştir, açarak siyasî iktidar çevresinde bazı
Kemalizm, inkılâbın ideolojisinin tepkilere neden olmakla birlikte, inkı-
tem, sanayileşmiş ve sanayileşmemiş ülke ro, Türkiye’nin sosyalizm dışı fakat kapi
ler arasındaki çatışmaya dönüşmektedir. talist olmayan üçüncü bir yol bulması ge
Burada, Kadre ile Suttan Galiyevci tartış rektiğini ileri sürmektedir. Görüldüğü gibi
malar arasında paralellik mevcuttur, 3)Le- Lenin’in yaptığı tartışmadan yola çıkmak
nin’e göre emperyalistler ile sömürge ül la birlikte, Kadro sonuçta sosyalizmi değil,
keler arasındaki çatışma ve emperyalistler ulusal solcu bir çözüm yolu önermekte
arası rekabet, emperyalizmi tasfiye ederek dir. Kodro’ya göre Atatürk önderliğindeki
sosyalizmin başarısına yol açacaktır. Kad Ulusal Kurtuluş Hareketi, var olan ulusla
roya göre ise emperyalistler arası çatışma rarası sistemi dağıtmaya yönelik önemli
ya ek olarak belirleyici bir çatışma da sa bir adımdır. Kadro kapitaüst-emperyalist
nayileşmiş ülkelerle sanayileşmemiş ülke uluslararası sistemin yıkılması, bunun ye
ler arasında yaşanandır. Türkiye gibi ülke rine İktisadî olarak bütünleşmiş ulusal bi
lerde zemin olmadığı için sosyalizmin ku rimlerin kurulması gerektiğini savunur.
rulmasının imkânsızlığım ileri süren Kad Birçok araştırmacının iddia ettiğinin
K E M A L İ Z M
aksine, Kadro yazarları Türkiye’de sınıfla Dönemin birçok aydınının ileri sürdü
rın olmadığını söylemezler. Kadro Türki ğünün aksine. Kadro’da 1929 Dünya Eko
ye’de kapitalizm öncesi sınıfların varlığını nomik Buhranînm Türkiye gibi henüz sa
ampirik araştırmalarla destekleyerek gös nayileşmemiş ülkeler için iyi bir fırsat ya
termektedir. Şöyle ki; Tökin şu sınıfları rattığı görüşü dile getirilmektedir. Kadro
tespit etmekledir: Derebeyleri ve toprak culara göre, bu kriz sonucu sanayileşmiş
ağaları, köylü müteşebbisler, küçük mül ülkeler ellerindeki fabrikaları ucuz fiyatla
kiyet sahibi müstahsiller, ortakçılar ve ra satmaktadırlar ve Türkiye bu fırsatı de
marabacılar, köy amelesi, topraksız köy ğerlendirerek sanayileşme hamlesi yapma
lüler ve toprak köleleri. Kapitalizm öncesi lıdır. Bu noktada, Kadrocular 1960’îı yıl
sınıfların nasıl tasfiye edileceği ve kapita lardaki “Bağımlılık Okulu’nun” ileri sür
list ilişkilerin kurulmasının nasıl önlene düğü tezleri otuz yıl öncesinden dile getir
ceği Kadro’nun öncelikli sorunsalları ara mişlerdir. Kadro gibi Bağımlılık Okulu da
sındadır. dünya ekonomik buhranlarının az geliş-
K A D R O D E R G İ S İ
ması ve emekliye ayrılması, Şevket Sü hinde belirleyici ve önemli bir entelek
reyya'nın kendi sözleriyle, onun "top tüel olarak yer aldığı açıkdır. Çeşitli
rağa dönüş"ünü ifade eder. Önündeki dergi ve gazetelerde çıkan yazıları ve
yıllarını çiftliğinde, toprak ile bir "kö- kitaplarının yanı sıra, Şevket Sürey
le-efendi" ilişkisi içerisinde bütünleşe ya'nın düşünsel evrimi, İmparator
rek, geçirir. luğun çöküşünden Cumhuriyefin ku
Aydemir'İn Suyu Arayan A d am baş ruluşuna giden yolda, önemli bazı
lıklı otobiyografisi, 1959 yılında ya açıklayıcı öğeleri kapsar. Çocukluğun
yımlanır. K a d ro dergisinin gündeme daki imparatorluk hayalinden, Orta
getirdiği birçok tartışmaya benzediği Asya ve Turancılığa yönelişi, Sosyalist
savunulan ve hatta, hakkında bu dergi fikirleri savunmasından, Kemalist inkı
nin devamı niteliğinde olduğu da söy lâbın ve Kemalizmin en önde gelen
lenen Y ö n dergisine, Aydemir 1961 yı savunucularından olması, düşünsel se
lı itibariyle yazılarıyla katkıda bulunur. rüvenini özetlemenin yanı sıra, Şevket 473
Atatürk'ün hayatını anlatan Tek A dam Süreyya'nın kapsadığı çeşitliliği ortaya
(Üç Cilt, 1963), İsmet İnönü üzerine koyan ve siyasî düşünür olarak önemi
yazdığı ik in c i A d a m (Üç Cilt, 1966), nin altını çizen, özellikleridir.
Adnan Menderes ve Demokrat Parti Bütün bu anlatı ve yorumlar doğrul
hakkındakİ M enderes'in D ram ı (1969) tusunda, Şevket Süreyya Aydemir'İn,
ve Enver Paşa'yı konu edinen Orta-As- yaşadığı dönemin etkisi altında kalmış,
ya'dan M akedonya'ya Enver Paşa (Üç ancak döneminin koşullarını ve gelişi
Cilt, 1970), Aydemir'İn önemli eserleri mini belirlemek ve yönlendirici olmak
arasındadır. gibi bir emeli de belli ki kendi arayışı
Özellikle Tek Parti döneminin siyasî nın bir parçası haline getirmiş, değişi
iktidar çevresindeki konumu ve me açık olmakla birlikte, savunduğu
1930'1ar itibariyle başlayan İdeoloji ülküye tümden bağlı ve ateşli bir İde
arayışı içerisinde etkin ve yönlendirici alist olduğunu ve Türkiye'nin siyasî
rolü nedeniyle Şevket Süreyya Ayde düşünce tarihinde, kilit bir isim olarak
mir'İn, Türkiye'nin siyasî düşünce tari belirdiğini söylemek mümkündür. , •
miş ülkeler için sanayileşme fırsatları ya rulamayacağına inandığı için devletin sa
rattığım ileri sürmektedir. nayileşmede bizzat yatırımcı olarak yer al
Kadroculara göre gelişme stratejisi şu ması gerektiğini savunmaktadır. Kadro ise
esaslara dayanmalıdır: Sanayileşme devlet Marksist geleneğin öne sürdüğü ekonomi-
eliyle gerçek] eş tiril melidir. Aynı tema dö politika bağlantısını göz önüne alarak,
nemin ‘İktisadî devletçilik’ tezini savunan ekonomik gücü kim elinde tutarsa politik
Ahmet Hamdi Başar ve ‘ılımlı devletçilik’ gelişmelere de o yön verir noktasından ha
görüşünü dile getiren Başbakan İnönü ta reket ederek, özel sektörün sanayileşmede
rafından da savunulmaktadır. Kadro ile di etkilerinin azaltılması ve özel sektörün
ğer ikisi arasındaki temei fark ideolojiktir. doğrudan devlet tarafından kontrol edil
İnönü ideolojik motiflerle değil, pragrna- mesi gerektiğini savunmaktadır. Zira sana
tik nedenlerle devletçiliği savunmaktadır. yileşme hamlesi yapacak nitelikte özel
Başar ise kapitalizme karşı olduğundan sektör de yoktur. Kadro özel sektörün ya
değil, kapitalizmin Türkiye’de henüz ku tırımda bulunmasına karşı değildir. Kad-
K E M A L İ Z M
ro’ya göre özel mülkiyet ve özel sektör ol çünkü sanayileşmiş ülkelerin işçi sınıfları
malıdır, fakat bunların politik gücünün nın kazanılmış hak olarak elde ettiklerin
devletin politik gücünü etkilemesine ve den vazgeçmeyeceklerini belirten Kadro,
onu kendi lehine çevirecek boyuta gelme sosyalizm ile kapitalizm arasında üçüncü
sine müsaade edilmemelidir. Kadro özel bir yol önerisinde bulunmaya çalışmıştır.
sektörün siyaseten güçlenmesine ideolojik Kadro’ya göre üçüncü yol’un oluşturulma
olarak karşıdır. Özel sektör devletin belir sı için: 1) Devletin sanayileşmede öncülük
lediği alanlarda ve devletin denetiminde etmesi gerekmekte ve bunu hiç bir zaman
yatırım yapmalıdır. Bundan fazlası özel burjuvaziye devretmemelidir. 2) Devlet
sektörün siyasal taleplerde bulunmasına dış ticareti kendi tekeline almalıdır: İthalat
yol açacaktır. Ahmet Agaoglu ile Kadro ya ve ihracat yapan özel girişimciler kontrol
zarlarının tartışmaları bu noktada odakla edilmelidir Bu konuda Kadro, hükümetin
şır. Ağaoğlu da kendi ifadesiyle devletçili uyguladığı dış ticaret politikasını destekle
ğe karşı değildir, Kemalizmi ve devletçiliği mekte, hatta daha ileri giderek, dış ticaret
474 bizzat kendisinin de savunduğunu yazan ofisleri kurulması ve özel sektör ancak bu
Ağaoğlu, Kadro’dan farklı olarak devletin, ofisler aracılığıyla ve devletin belirlediği
özel sektörü teşvikler yoluyla destekleme mallarda ithalat yapmalıdır. Aksi halde
si gerektiğini savunmaktadır. Ağaoğlu’nun özel sektör ağırlıklı olarak çok kâr edeceği
savunduğu liberalizm, özel sektörün dev lüks tüketim malı ithal edecektir. 3) Sö
let eliyle geliştirilmesi temeline dayan mürgeci bir politika uygulama imkânının
maktadır. Dönemin aydınları arasında olmadığını, bunun ideolojik olarak yanlış
Agaoglu, Başar ve Kadro karşılaştırıldığın olduğunu belirten Kadro, sermaye biriki
da şu noktalar ortaya çıkmakladır: hepsi minin gerçekleştirilmesi için iç kaynaklara
burjuvazinin güçsüzlüğünün farkında ve yönelinmesi gerektiğini belirtir, Kndro’ya
devletin ekonomiye müdahale etmesi ge göre devlet, kaynak dağılımı ve gelir dağı
rektiğinin altım çizmektedir. Kendilerini lımına doğrudan müdahale edebildiği sü
sırasıyla ‘liberal’, ‘İktisadî devletçi’ ve ‘ulu rece, sermaye birikimini hızlandırabilir.
sal kurtuluş hareketi devletçiliği’ olarak ta Daha ileri giderek, verginin tamamen kal
nımlarken İdeolojik tercihlerini de yap dırılabileceğini iddia etmektedir: Devlet,
makta ve üç ayrı gelişme stratejisi öner üretim ve tüketimin planlanmasında siyasî
mektedirler. Ağaoğlu kapitalizmin kurula ve İktisadî gücü elinde tutuğu sürece vergi
bileceğini, Başar ise şimdilik kapitalizmin toplamaya gerek kalmayacağını belirtir.
kurulmasının mümkün olmadığını, ancak 160 milyon civarında olan devlet bütçesi
zaman içinde devletin iktisadi alandan çe nin 500 milyona çıkarılm asını öneren
kilerek yalnızca siyasal otoriteyi elinde tu Kadro, basılan paranın hepsinin yatırıma
tan bir kurum haline gelmesi gerektiğini dönüştüğü durumda enflasyona yol açma
ve uzun vadede kapitalizmi tercih ettiğini yacağını iteri sürmektedir. Malî politikada
belirtmektedir. Kadro ise kapitalizmi sö yapılacak köklü değişikliklerle, kaynak ve
mürü düzeni olduğu, sınıflararası eşitsizli gelir dağılımına yapılacak anlamlı müda
ğe yol açtığı ve emperyalizmin temel taşı halelerle hem israftan kaçınmanın müm
olduğunu belirterek, kapitalizme ideolojik kün olacağını hem de kamu bütçesine
anlamda karşı çıkmaktadır. kaynak yaratılacağını belirtmektedir. 4)
Türkiye’de sosyalizmin kurulması için Yabancı sermaye akışının Asya’dan Pasi
altyapı bulunmadığını, sosyalizmin sana fik’e kaydığım belirten Kadro dışardan kre
yileşmiş ülke işçi sınıflan ile sanayileşme di gelmesi konusunda fazla umutlu değil
miş ülkelerdeki işçi sınıflan arasındaki ni dir. Mümkün olduğu -takdirde ise, Sovyet-
teliksel farklılıkları gideremeyeceğini; ler Birliği ile yapılan anlaşma örneğinde
k a d r o d e r g i s i
m ^ 5
fvt"
475
olduğu gibi, dış borçların mamul Türk önemli özellik devletin rolü üzerine yap
malı ile ödenmesi uygulamasının prensip tıkları tartışmadır. Bu konu, araştırmacıla
haline getirilm esini savunmaktadır. 5) rın çoğu tarafından göz ardı edilen, fakat
Kadro’ya göre, yalnızca sanayi planı yap Kadro’nun analiz edilmesinde kanımca
mak yetmez. Tarım planı da yapılmalıdır. anahtar durumundadır. Kadrocular net
Kadro toprak reformundan iki sonuç al olarak şunları söylemektedirler: Kapita
mayı ummaktadır: a) Kendi tüketimi için lizm öncesi feodal toplumlarda devlet top
üretim yapan köy ekonomisinin hakim ol rak sahiplerinin, kapitalist toplumlarda
duğu kırsal alan ulusal ekonomiye katıla ise burjuvazinin temsilcisidir. Türkiye ise
caktır. b) Feodal ilişkilerin hakim olduğu henüz kapitalist sistemin kurulmadığı an
toprak ağalığı, aşiret ve tarikat şeyhliği tas cak feodal ilişkilerinde belirleyici olmadı
fiye edilecektir. Kadro'ya göre bu feodal ğı bir dönemdedir. Kadro’ya göre Kurtuluş
yapı modernleşme ve sanayileşmede ciddi Savaşı’nı yürüten ekip belirli bir sınıfın
bir engeldir. Kadro, toprak reformu saye temsilcisi değildir. Bu durum devletin dö
sinde yan ürün olarak, Kürt probleminin nüştürülmesi için iyi bir fırsat yaratmakta
de çözüleceğini ileri sürmektedir: Osmanlı dır. Türkiye’de devletin belirli bir sınıfı
Devleti’nden beri Güneydoğu bölgesi Kürt temsil eden bir organ haline gelmesi ön
aşiret reislerinin egemenliğine bırakılmış lenmeli ve bütün ulusu temsil eden bir
ve uluslaşma sürecinde önemli bir engel yapıya dönüştürülmelidir. Bu dönüşüm,
dir. Kadro'ya göre, toprak reformu kaçınıl ekonomik ve siyasal gücün devlet elinde
maz bir gereksinimdir. toplanması, özel sektörün devlet tarafın
Kadro’yu diğer aydınlardan ayıran en dan kontrol altında tutulması ve bunları
K E M A L İ Z M
U/"- ^ ol Kemalizm" her şeyden önçe bir gören İsmail Hüsrev Tökin, Aydınlı fe der
siyasal akımdır. Bu siyasal akım, gisinde yazılar yazan Burhan AsaE Belge
^ 7 1 9 3 0 ’lardan 2000'lere uzanan ta gibi sosyalist kökenli kişiler ile daha ba
rihinde genellikle bir yayın organı çevre şından itibaren Kemalist hareketi destek
sinde toplanan aydın çevresinden öteye leyen Yakup Kadri Karaosmanoğlu tara
gidememiş; hiçbir 2aman siyasal bir ör fından 1932 başında yayımlanmaya başla
güte sahip olamamıştır. Buna rağmen, mıştır. Çıkışında dönemin Cumhurbaşka
sol Kemalizm bir ideoloji olarak Türki nı Mustafa Kemal Atatürk ile Başbakanı
ye’nin düşünsel ve siyasal hayatını derin ismet İnönü tarafından desteklenen der
den etkilemeyi başarabilmiştir. Bu ide gi, amacını sürmekle olan inkılâbın zaten
olojiyi savunan aydınların ve yayın or içerdiği “fikir ve prensip unsurlarını, (...)
ganlarının gerek egemen siyasal akımlar inkılâbın seyri içinde ve onun icaplarına
ve örgütler, gerekse m u h ali! siyasal uygun bir şekilde izah işi" olarak tanım
akımlar ve örgütler üzerinde böylesire lamıştır. Tarihsel materyalizmi bir yön
güçlü bir etki yapabilmesinin dünya sis tem olarak benimseyen Kadro yazarlarına
teminden ve Türkiye’nin özgül koşulla göre, Türkiye’nin temel çelişkisi ulusal
rından kaynaklanan nedenleri olsa ge çelişki, yani emperyalizm ile ulus arasın
rektir. Bu nedenleri yapısal nedenler ve daki çelişkidir. Ulusal Kurtuluş Savaşı ile
çevrimse] (konjonktürel) nedenler ola ulusal çelişkinin ihtilal aşaması gerçekleş
rak ayırıp inceleyebiliriz, ama bunu yap tirilerek ulusal birlik sağlanmıştır, artık
madan önce sol Kemalizmin olgusal se yapılması gereken İktisadî bağımsızlığı ve
rüvenine bakmak gerekir.1 sanayileşmeyi sağlayarak inkılâbı tamam
lamaktır. Ülkedeki iç çelişki, yani sınıfsal
çelişki ise ortaçağ kalıntısı derebeyleri ile
SOL KEMALİZMİN OLGUSAL TARİHİ
köylülük arasındadır. Sanayi gelişmediği
“So! K em alizm " adı her ne kadar için modern sınıflar yeterince oluşmamış
1980’lerden sonra yaygın olarak kullanıl tır, dolayısıyla burjuvazi île proletarya
maya başlanmışsa da, bu siyasal akımın arasında sınıfsal bir çatışma yoktur. Bu
ilk örneği Kadro dergisidir. Kadro, Türki koşullarda gerek ulusal çelişkinin çözül
ye Komünist Partisi’nin eski yöneticileri mesinde, gerekse derebeyliğin tasfiye
olan Şevket Süreyya Aydemir ve Vedat edilmesinde ve yeni bir sınıf çatışmasının
Nedim Tör, Moskova’da yüksek öğrenim önlenmesinde tek araç devlettir. Devlet
K E M A L İ Z M
planlı bir sanayileşmeyi sağlayarak inkılâ muşlardır. Derginin ilk sayısında yer
bı tamamlayacak tek unsurdur. Bunun alan ‘Yön Bildirisi’ne göre, Atatürk’ün
için 'Şef’e ve inkılâp bilincine sahip kad koyduğu çağdaş uygarlık düzeyine çık
rolara büyük bir rol düşmektedir. Kadro mak için yapılması gerekenler şunlardır:
dergisi yazarları ise, inkılâbın ideolojisini 1. “İktisadî alanda hızlı kalkınmak", 2.
yaratacak ve onu genç kuşaklara aktara “Öğretmen, yazar, sendikacı, müteşebbis
cak inkılâpçı kadrolardır. ve idareci gibi kimselerin belli bir balfeın-
Kadro dergisinin sosyalist kökenli ya ma felsefesi (abç) ... üzerinde anlaşmaya
zarları inkılâbın ideolojisini oluşturmaya varmaları", 3, “yeni bir devletçilik anla
çalışırken, aslında daha TKP içindeyken yışı", 4. “şuurlu devlet müdahalesi", ya
savundukları bazı görüşleri, mevcut rejim ni vergi, planlama, kooperatifleşme ve
ile uyum içinde yeniden yorumlamışlar sosyal adalet. Bu dört başlık ile önerilen
dır. Kadrocular, 1929 bunalımı sonucu şey, seçkinlerin devletçiliği temel alan
dünya kapitalist sisteminin krize girdiği bir kalkınma stratejisi üzerinde anlaşma
478 bir dönemde planlama ve kolektifleştirme larıdır
politikaları uygulayarak yüksek büyüme Yön hareketi. Kadro ile karşılaştırıldı
oranları yakalayan Sovyet Sosyalist Cum ğında 1930’ların Tek Parti koşullarında
huriyetler Biri iği’n in sanayileşme deneyi oluşturulan bir ideolojinin çok partili ha
mi ile Türkiye’nin özgül koşullarım bir yat koşullarında yeniden yorumlanması
leştiren bir siyasî çizgiyi Cumhuriyet olarak değerlendirilebilir. Koşullardaki
Halk Partisi’ne benimsetmeye çalışmışlar bu değişiklik Yön’ün gerek düşünsel plat
dır. Kadro dergisi yazarları, o günlerde formuna, gerekse yayın çizgisine yansı
yaygın olarak tartışılan 'D evi elçilik’i kapi mıştır. Kadro sınıf mücadelesi karşıtı ve
talizm ile sosyalizm dışında üçüncü bir daha birörnek bir yayın çizgisi izlerken.
İktisadî sistem olarak yorumlamış ve sun Yön sınıf mücadelesini yadsımayan, tam
muşlardır. CHP İse, Kadrocuların bu dev aksine olumlayaıı ve sosyalist solun çeşit
letçilik yorumu yerine, Atatürk’ün de ara li yorumlarına açık bir yayın çizgisini
ya girmesiyle Celâl Bayar’ın iktisat Vekili yeğlemiştir. 1960’ların başında Kemaliz
olması sonucu, devletçiliği koşulların zo min sol bir yorumunu yaparak yola çıkan
runlu kıldığı bir iktisat politikası olarak Yön dergisi, 1967’de kapanırken sosyaliz
benimsemiştir. CHP liderliğinin desteğini min milliyetçi bir yorumuna varmış, do
çekmesi sonucu etkinliğini giderek kay layısıyla çizgisini daha da sola çekmiştir,
beden dergi, gerek satışlarının düşmesi, iki dergi arasındaki bir başka fark da,
gerekse CHP üyelerinin tepkileri sonucu Katfro’nun ‘Ş e fe seslenmesi, Yön’ün ise
Yakup Kadri Karaosmanoglu’nun Tiran olabildiğince geniş bir seçkin tabakasının
Büyü kel çiligi'ne atanmasıyla 1934 sonun mutabakatını aramasıdır.
da fiilen kapatılmıştır. Doğan Avcıoglu, 1968 sonunda Türki
Sol Kemalizmin ikinci yorumu 1961 ye'nin Düzeni adlı kitabını yayımlamış ve
yılı sonunda yayın hayatına atılan Yön bu kitap bir yıl içinde dört baskı yaparak
dergisi çevresinde toplanan aydınlar ta geniş bir okur kitlesine ulaşmıştır. Tür
rafından yapılmıştır. Kalabalık bir aydın kiye’nin Tanzimat ile başlayan Balıhlaş-
grubunun imzaladığı bir bildiri ile yayın ma/çağcıllaşma sürecini bir yarı sömür
bayatına atılan Yön dergisinin düşünsel geleşme süreci olarak yorumlayan Avcı-
oluşumunda Doğan Avcıoglu ve Ilhan oğlu, bu görüşüyle düşünce dünyasını
Selçuk başı çekmiş, Mümtaz Soysal, Ce derinden etkilemeyi başarmıştır. Doğan
mal Reşit Eyüboğlu ve Hamdi Avcıoglu Avcıoglu, 1969’da Yön’e göre daha dar
ise derginin yayın sürecinde etkin ol bir kadroyla Devrim dergisini çıkarmaya
B İ R 20. V L I Z Y I L A K I MI : " S O L K E M A L İ Z M "
başlamıştır. İlhamı Soysal ve İlhan Sel zi’nin sola karşı bir ideoloji olarak toplu
çuk'tın da yazılarını yayımlayan bu dergi ma dayatılması sol Kemalist aydınların
çevresinde toplanan aydınlar, milliyetçi kendilerini yeniden tanımlamalarına yol
lik, devletçilik ve sosyalizm bileşimin açmıştır. İlhan Selçuk, Uğur Mumcu,
den oluşan bir ideoloji ile ‘zinde güçler’e Mümtaz Soysal, Sina Akşin gibi aydınlar
dayanarak bir darbe sonucu iktidarı ele 12 Eylülde sunulan ideolojiyi ‘dondurul
geçirmeye çalışmış, ancak başarılı ola muş Atatürkçülük’ olarak değerlendir
mamıştır. 12 Mart Muhtırası ve ertesin mişler ve buna karşı Kemalizmi yeniden
den gelen baskı dönemi Yön çizgisinin yorumlamışlardır. Bu dönemde, sol Ke
başta gelen savunucularının yargılanma malizm, felsefi olarak Aydınlanma felse
sı ve bu çevrenin dağıtılması ile sonuç fesini benimseyen, ideolojik olarak ‘Altı
lanmıştır. Ok’u savunan, kalkınma modeli olarak
Sol Kemalizm, L2 Mart’tan sonra bir da bütünsel kalkınmayı seçen bir siyasal
dergi çevresinde toplanan aydınların or akım olarak sunulmuştur. 1990’larda,
tak bir hareketi olmaktan çıkmış, daha güncel siyasal gelişmelerin sonucu yapı
çok Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlı lan bu yorumla, CHP’nin ‘Altı Ok’u çok
ğı yapan ya da bu gazetede yazılan ya partililik olarak demokrasiye karşı Cum
yımlanan tek tek aydınların savunduğu huriyetçi Iifc; küreselleşmeye, Avrupa Bir-
bir ideoloji haline dönüşmüştür. 12 Eylül liği’ne ve Kürt hareketine karşı Ulusçu
darbesinden sonra bir yandan Atatürkçü- luk; ‘siyasal İslâm’a karşı Laiklik; ‘köşe
lük’ün, diğer yandan ‘Türk-Islâm Sente dönmeciliğe’ karşı Halkçılık; ‘serbest pi-
K E M A L İ Z M
kapitalist dünya ekonomisi ile bütünleş Osmanlı İmparatorluğu her şeyden önce
mesiyle birlikte bir ideolojinin ve bir top bir dünya imparatorluğudur. Bu, dinsel
lumsal hareketin etkisiyle ulus-devletler ya da dilsel cemaatlerin aynı zamanda
ortaya çıkmaya başlamışlardır. Burjuva toplumsal işbölümünün temelinde yer al
Devrimi olarak adlandırılan bu süreç, dığı, toplumsal artığa vergi biçiminde el
farklı coğrafi bölgelerde, o bölgenin kapi konulduğu ve merkez tarafından atanan
talist dünya ekonomisi ile bütünleşme bi bir bürokrasinin padişah adına yönetsel
çimi ve var olan siyasal/toplumsal yapının görevleri yerine getirdiği bir yapı demek
özellikleri gibi etkenlere bağlı olarak fark tir. Böyle bir yapı istikrarsızlığa yol açabi
lı biçimler almıştır. lecek her tür gelişmenin baştan öngörüle
Fransız Devrimi, aslında, Burjuva Dev rek denetlendiği bir top! umsal/siyasal sis
rimi olarak adlandırılan utus-devlet kur temi gerektirir.
ma sürecinin sıradışı bir örneğidir. Kapi Hemen hemen Osmanlı Devleti’nin bir
talizmin ilk ortaya çıktığı yer olan Batı dünya imparatorluğuna dönüştüğü tarih
Avrupa’daki diğer burjuva devrimleri, lerde ortaya çıkan kapitalizm ise, her şe- 481
özellikle 1848 ayaklanmalarından sonra yin metalaştırılmasmı ve sonsuz sermaye
gündeme gelenler,2 feodal aristokrasinin birikimini temel alan bir dünya ekonomi
burjuvalaşarak ulusal birliği oluşturması sidir. Kapitalizmin bu iki özelliği uzun
biçiminde yaşanmıştır. Kapitalizmin mer meta zincirleri remelinde gerçekleşebilir.
kezi dışındaki bölgeler ise, ya bir dünya Bu ise kapitalizmin her yere sızması ve
imparatorluğundan koparak ulus/devlet kaçınılmaz olarak istikrarsızlık demektir.
olarak örgütlenmiştir, ya sömürgeleştin iş Dünya imparatorlukları kendi başlarına
tir (ki bu sömürgeler daha sonra birer varolan siyasal birimler iken, ulus-devlet
ulus-devlete dönüşecektir) ya da Osmanlı ler devletlerarası sistemin bir parçasıdır
imparatorluğu, Çin gibi geleneksel dünya ve aralarında hiyerarşi vardır. Türkiye
imparatorluklarının ana gövdelerinin ya Cumhuriyeti, yapısal zaman açısından
şadığı biçimde yarı sömürgelere dönüşe kapitalist dünya sisteminin ürünü olan
rek daha sonra ulus-devlet biçiminde ye bir ulus devlettir ve bu anlamda bir dün
niden yapılanmışlardır.3 Ulus-devletleşme ya imparatorluğu olan Osmanlı İmpara
ya da burjuva devrimi süreci hangi biçim torluğu ile arasındaki ilişki bir kopuş iliş
de yaşanırsa yaşansın, bu süreçte milli kisidir.
yetçilik, laiklik, sosyalizm gibi ideolojiler Osmanlı imparatorluğu, kapitalizmin
ile (sosyal demokrat ya da devrimci) işçi gelişmesinden adım adım etkilendi. 19.
partileri ya da ulusal kurtuluş hareketleri yüzyılda kapitalist dünya ekonomisine
gibi siyasal hareketler temel bir rol oyna eklemlenen her bölge, bir süre sonra ayrı
mışlardır. calıklar üzerine kurulmuş, istikran sağla
Osmanlı im paratorluğu ile Türkiye yabilmek için üretimi ve ticareti sıkıca
Cumhuriyeti arasındaki ilişkinin bir ko denetleyen geleneksel devletin koyduğu
puştan çok bir süreklilik gösterdiği, aksi engelleri yıkmak için ayaklanmaya başla
görüşlerin varlığına rağmen genel kabul dı. Bu ayaklanmaların em ik bir temele
görmektedir. Bu ilişkiye -Braudel’in yaptı oturduğu bölgeler imparatorluktan kopa
ğı ayrımla- olgusal zaman ya da çevrimsel rak birer ulus-devlete dönüşürken,5 bu
zaman açısından bakarsak bu kabul edile ayaklanmaların etnik bir temele oturma
bilir bir görüştür, ancak ‘uzun süre’ ya da dığı yerler imparatorluktan koparak sö
diğer bir deyişle yapısal zaman açısından m ürgeleştiler.6 Osmanlı im paratorlu
bakıldığında bu ilişkinin bir süreklilik ğumun ana gövdesi ise bambaşka bir se
ilişkisi olduğunu söylemek çok zordur.4 rüven yaşadı: Devletin geleneksel seçkin-
K E M A L İ Z M
leri, kapitalist dünya sistemi ile rekabet devlet yapısını büyük ölçüde dönüştür
edebilmek için devlet yapısını modernleş düler. Ancak, modernleşmeyle iç içe yaşa
tirmeyi yeğlediler. 19. yüzyılın ilk çeyre nan dünya kapitalist sistemi ile bütünleş
ğinde başlayan bu çabalar 1839 Tanzimat me, devletin İktisadî ve mali bağımsızlığı
Fermanı ile yeni bir aşamaya ulaştı ve bu nı yitirerek yarı sömürgeleşmesi sonucu
tarihten itibaren modernleşmeyi benim nu doğurdu.
seyen seçkinler, -devleti bir ulus devlet Bu koşullarda, Osmanlı İmparatorlu
olarak örgütlemeyi başaramasalar da- ğunda (ve benzer özelliklere sahip Iran,
e I R 2 o . Y Ü Z Y I L A K I MI ; " S O L K E M A L İ Z M
Afganistan ve Çin gibi ülkelerde), hem ki Cemiyeti, 1908’den itibaren ilk amacı
geleneksel rejime hem de yabancı etkinli na belli ölçülerde ulaştı, ama bunun zo
ğine karşı mücadele etmeyi amaçlayan si runlu olarak kurtuluşu sağla mad ıgını da
yasal örgütler ortaya çıktı. Geleneksel re aynı anda gördü. İttihat ve Terakki Cemi-
jim i yabana egemenliğinin bir dayanağı yeti’nin geleneksel rejimi tasfiye amacı ile
olarak gören bu örgütler, iktidarı ele geçi devleti yabancı etkisinden kurtarma ama
rerek devleti kurtarmayı amaçlayan bir cı aslında çelişiyordu. Çünkü, Osmanh
eylem çizgisi belirlediler. İttihat ve Terak imparatorluğunun bünyesinde hâlâ çok
K E M A L İ Z M
maçı yaklaşımlar ile laiklik ilkesi savu lerine karşı suskun kalmakla suçlayan
nulamaz" derken resmî Kemalist söy Mumcu, yaşama hakkına saygının
lemi, savunmacı-reaksiyoner bir tarzda devletten İstenmesi gerektiğini gözardı
yeniden üretmekteydi. Atatürkçülüğün etmekteydi. İlhan Selçuk da o da, ken
gelip geçici siyasal İktidarların iç poli dilerine koğuşturma, hapis ve işkence
tikada kullanacakları bir resmî İdeoloji yi reva gören devletin, özellikle Kürt
haline getirilmesine karşı çıkmaktaydı. meselesinde, arkasında yer aldı. Dev
60'larda olduğu gibi 80'lerde de, dev letin bekası meselesini dramatize et
letten çok tüm toplumun Atatürkçü ol meye yatkın milliyetçi bir bağımsızlık
ması gereğini hissetmekteydi. Orduyu, çılık, Selçuk'un da, Mumcu'nun da ya
sağcı, liberal, gerici ya da ülkücü "kar zılarının temel eksenini oluşturuyordu.
şı devrim" güçleri tarafından İşgal edil Mumcu'nun yoğunlaştığı konular
diğini düşündüğü devletten ayrı bir ye onun dünya görüşüyle doğrudan bağ
48 6 re koydu. Ona göre ordu, Atatürkçü lantılıydı. Fikir yazılarından çok araştır
gelenekten geldiği İçin müdahaleler macı ve polemikçi yazılarıyla Öne çı
den sonra kalıcı askerî yönetimler kur kan Mumcu, farklı dönemlerde farklı
mamış ve bütün kurumlar çürürken meselelerin üzerine gitmişti. Terörün
sağlam kalmayı başarmıştı. yurtiçi ve yurtdışı bağlantılarını incele
1989'dan itibaren Kürt hareketinin yip terörist eylemlerde kullanılan silah
ivme kazanmasıyla beraber, C u m h u ri ların yurtdışından geldiğini, kaçakçılar
y e t in sol kimliği de yıpranmaya başla la bazı bürokratlar arasındaki bağlantı
dı. Kürt milliyetçiliği, Türk solundaki ları ve Papa suikastını gerçekleştiren
ayrışmayı belirginleştirdi. Mumcu, Ağca'nın kaçakçılarla ilişkisini ortaya
PKK eylemlerine, ulusalcı sol hareke koydu (Silah K a ça kçılığ ı ve Terör, Papa
tin taşıyageldiği "Türkiye üzerine oy Mafya Ağca). İslâmî Örgütleri araştırıp
nanan dış kaynaklı emperyalist oyun 12 Eylül'ün ardından yurtdışındaki
lar” şüphesi ile yaklaşmış ve bu eylem imamların aylıklarının "Rabıta" adlı şe
leri, "azınlık ırkçılığının dış destekli riatçı bîr örgüt tarafından ödendiğini
saldırıları" olarak tanımlamıştı. Laik açığa çıkardı (Tarikat Siya se t Ticaret,
Cumhuriyet'i İsiâm şeriatına dönüştür Rabıta). Kürt milliyetçi hareketinin güç
mek isteyenlerin, özgürlükler adına lenmesinin ardından PKK üzerine çalış
Cumhuriyet'i totaliter olmakla itham maya başlayan Mumcu, Şeyh Saİd İs-
edenlerin ardından şimdi de, devleti yanı'na da dış güçlerin kışkırtması te
etnik temeller çerçevesinde bölmeye melinde yaklaştı (Kürt-islâm A y a k la n
çalışanlara karşı bir cephe açmıştı. Bu ması). 12 Eylül'ü eleştiren yazılarını 7e-
dönem yazılarında İHD'yi PKK eylem rö rsüz Ö z g ü rlü k ve 12 E y lü l A d aleti,
kurtarma” amacının yerine yeni bir devlet luş savaşı sonucunda gerçekleşti ve salta
kurma amacını geçirdiğini duyurmuştu. nat, padişahın yabancı işgalcilerle işbirliği
Türkiye Cumhuriyeti, büyük ölçüde yaptığı gerekçesiyle, kaldırıldı. Savaş erte
Mustafa Kemal Atatürk’ün etkisiyle, mil sinde imzalanan Lozan Antlaşması ile ye
liyetçilik, laiklik ve modernleşme üçlüsü ni Türk devleti devletlerarası sistem tara
ne dayanan bir ideoloji ile kuruldu. An fından onaylandı. Aynı anlaşma gereği
cak, kuruluş süreci ülkedeki fiilî işgalin uygulanan ‘Mübadele’ sonucu ülke nüfu
sona erdirilmesiyle sonuçlanan bir kurtu sunun etnik ve dinsel birörnekligini sağ-
K E M A L İ Z M
lama yolunda bir adım daha atıldı. An rasi vardı, ne de devrime önderlik eden
cak, Ermeni Tehciri ve mübadele sonucu bir burjuvazi. Sınıflar üstü -ya da işgalci
ülkeden çıkarılan nüfus, aynı zamanda lerle işbirliği yapan burjuva sınıfı ve Ha-
ülkedeki burjuva sınıfının belkemiğini nedan’a karşı- bir devrim gerçekleşmişti.
oluşturuyordu. Bu yüzden, burjuva devri Bir ideoloji olarak sol Kemalizmin ya
mi, etnik/dinsel nedenlerle de oba burju pısal kökenleri tam da bu tarihsel geliş
vazinin tasfiye edilmesi gibi ‘garip’ bir so mede yatmaktadır, 1789 Fransız Devrimi,
nuca yol açmıştı. Ayrıca, Osmanlt İmpa toplumun ve siyasal yapının iradî bir çaba
ratorluğunun toprak düzeninin bir sonu sonucunda değişebileceğini öğretmiş; bu
cu olarak, küçük köylü üretimi çok yay değişimin araçları olarak ideolojileri ve
gındı ve feodal bir aristokrasi de yoktu. kurumsallaşmış siyasa! hareketleri ortaya
Bu ise ulus-devlet kurma sürecinin bir çıkarmıştı. Siyasal hareketler, özellikle
başka sıradışı boyutunu oluşturuyordu. 1848’den itibaren, toplumu değiştirmek
Ortada ne burjuvalaşan bir feodal aristok için devlet iktidarını ele geçirmek gerekti-
B İ R 2 O. Y Ü Z Y I L A K I M I " S O L K E M A L İ Z M "
ği stratejisini benimseyerek, işçi hareket daha elverişli ve işe yarar olduğu ise söz
leri ya da ulusal kurtuluş hareketleri biçi konusu ülkenin iktisadi/toplumsal/ siya
minde örgütlenmişlerdi, ittihat ve Terakki sal koşullarına bağlıydı ki, Fransız Devri
Cemiyeti, bu stratejinin Osmanlı İmpara mi ile bunun aracı olan sosyal bilimler de
torluğunda da geçerli olduğunu göster yaratılmıştı. Kadrodan başlayarak sol Ke-
mişti. Nihayet, Kemalist hareket, ‘Düvel-ı ınalistlerin yaptığı da buydu: Bilimi kulla
Muazzama’ya karşı savaşarak bir ultıs- narak bir ideoloji yaratmak ve değişen
devlet kurmayı başarmıştı. Sonuç olarak, koşullarda farklı yöntemler izleyerek dev
toplum değiştirilebilirdi, bunun için bir leti ele geçirmek.
ideoloji yaratmak ve bir örgüt kurmak ge Bu yapısal öykü, bu haliyle, kuşkusuz
rekirdi. Bu örgüt yarattığı ideoloji ile top bir ideoloji olarak sol Kemalizmin özgül
lumu etkileyerek devleti/iktidarı ele geçi boyutunu ihmal etmektedir. Bu boyut Os
rebilir, sonra da devleti kullanarak toplu manlI İmparatorluğumun bir dünya impa
mu dönüştürebilirdi. Hangi ideolojinin ratorluğu olmasında ve Türkiye Cumhuri-
K E M A L İ Z M
>
met İnönü'nün kişilikleri, siyasal hedef du: Sarhoş padişahlar, sefih halifeler,
leri ve siyaset yapma stillerini farklı saray edebiyatı, saray musikisi eleştiri
bulmaktadır. Tek Parti dönemini "İnönü leri, vs. Fakat, başarılmış 'ulusal de
Cumhuriyeti" olarak nitelendirmeye mokratik bir kültür bileşimi' olmadığın
varacak ölçüde İsmet İnönü'nün şah dan, yerine koydukları, aynı Selçuk-
sıyla özdeşleştirir ve bu dönemi Kema- lu/Osmanlı ümmet sentezinin öteki ya
lizmin dejenerasyon süreci olarak algı rısıdır. Divan musikisine karşı 'halk'
lar. İlhan'a göre Tek Parti rejimi kültürel musikisi, divan edebiyatına karşı 'halk'
alanda Batılılaşmaya yaptığı vurgu ne edebiyatı, 'halkçılık' etiketi altında
deniyle Osmanlı-islâm tarihini unutma gündeme getirilmiştir."
yı seçmekte ve ulusal kültürü tarihsel Bu bağlamda İlhan'ın Tek Parti dö
açıdan anlamlı bir zemine oturtama- neminin sanatta ve edebiyatta vurgula
maktadır. ilhan'a göre Tek Parti rejimi dığı, kırsal hayatı, çiftçiyi ve halk tabi
nin radikal Batılılaşmacı uygulamaları atım benimseyen, o koyu halkçılığın 491
nın sonucu olarak bir resmî millî kültür sert bir eleştirisini yaptığı söylenmeli
tanımına ulaşılmıştır kİ bu da Haşan dir. M illî olanı yerel ya da folklorik
Âli Yücel'in milli eğitim bakanlığı yılla olana eşitlemek ilhan'a göre burjuva
rında (1939-1945) özellikle güçlenen demokratik devrimine ağır bir darbe
bir anlayıştır. Ona göre resmî millî kül indirmiştir. İlhan Mustafa Kemal'in
türün savunucuları kültürel muhalefeti kendi programında da bu radikal re
-ki bu dönemin terminolojisinde ko formların bulunduğunu ve bu progra
münistler, pantürkistler ve İslamcılar mın da birçok aşırılıkları olduğunu ka
demekti- kabul etmek istemiyorlardı, il bul etmekte fakat Mustafa Kemal'i da
han'a göre burjuva demokratik devrimi ha çok Anadolu hareketinin halka da
bürokrasi tarafından dayatılan bir kül yalı (demokratik) yapısını Örgütleyen
tür reformu halini almıştır: karizmatik bir güç olarak ele almayı
"Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşamış tercih etmektedir.
olanlar, belki hatırlayacaktır. O tarihte ilhan milliyetçi devrim esnasında
'devrim', Selçuk/Osmanlı ümmet sen bir burjuva demokratik devrimi ger
tezi görünüşte 'külliyen' inkar ediyor çekleştirecek şartların varolmadığını
>
nemdi. Carr, 1 9 1 8-1939 arası dönemi tın standardının, kendi kurallarına göre
‘yirmi yıllık kriz’ dönemi olarak tanımlar: işleyen piyasanın ve liberal devletin çök
ekonomik kriz -ki, bütün dünyada dev tüğünü söylemektedir. Wallerstein ise,
letçilik uygulamalarına yol açmıştır-, si söz konusu dönemi dünya hegemonyası
yasal kriz -ki, demokrasinin sorgulanma için yapılan otuz yıllık bir savaş olarak al
sına ve birkaç istisna dışında bütün dün gılar.
yada diktatörlüklerin ortaya çıkmasına Hangi yazarın yaklaşımı benimsenirse
neden olmuştur- ve ahlak! kriz -ki, Fran benimsensin İ9 2 9 ’da büyük bir İktisadî
sız Devrimi ile temelleri atılan insanların kriz ile ayan beyan hale gelen bu topye-
eşitliği anlayışının reddi ve soykırım ile kün kriz döneminde kapitalist dünya sis
sonuçlanmıştır. Polanyi, bu dönemde 19, temi çökmüş ve ülkeler kendi içlerine ka
yüzyılın uygarlığının temelinde yer alan panmak zorunda kalmışlardır. Bu içe ka
dört kurumun, büyük devletler arasında panma, ulus-devletleri kendine yeterli ha
ki güç dengesi sisteminin, uluslararası al le gelmeye zorlamış ve her bir devlet siya-
K E M A L İ Z M
daha çok kendi orijinal damgasını ya zans müziğinden etkilenmiş olduğun
ratabilmiş gevşek bir dinsel/etnik Öğe dan ya da nasıl Türklerin yalnızca Or
ler bütünüdür. ta Asya göçebe kültürüyle, Osmanlı-
Kültürel düzlemde ödünç almak söz Türk mimarîsini oluşturamayacakların
konusu olduğunda İlhan kolaylıkla Os- dan örnekler verir.
manlı tecrübesinden ulus-devlet tecrü Özetle, Attilâ Ilhan'ın Kemalizm an
besine geçmekte ve yabancı kaynak layışı devrim anının romantik yüceltîlî-
lardan Ödünç almanın hiç de sorun ol şi, sömürgecilik, emperyalizm ve glo-
madığını belirtmektedir. Yani, devralı balizm eleştirisi, Osmanlı-Selçuk kültü
nan öğelerden kendi ulusal bileşimine rel geçmişinin tanınması ve akılcı bir
g id eb iliyorsa bir ulus devlet için geİişmecilik gibi siyasal, ekonomik ve
Ödünç almak zenginleştirici bir süreç kültürel unsurlardan oluşur. Bu bileşi
tir. Ilhan'a göre "Cumhuriyetten sonra, min en sorunlu parçalarından biri dev
şunu şuradan, bunu buradan almışız, rimin hem tarihsel maddeci bir anlayış 495
hiç önemi yok... Evvelden de almış la bir süreç olarak anlaşılması, hem de
idik, evvelden nasıl bileşim yapmış eski rejimden kopuşa yapılan vurgudur.
İsek, yine yapıyoruz demektir." İlhan İkinci bir zorluk, Osmanlı-Selçuk kül
medeni kanunda, kılık kıyafette ve al türel mirasının ulus-devlet ve halk tara
fabede yapılan radikal değişiklikleri de fından nasıl anlaşılması ve nasıl aktarıl
yine aynı mantıkla karşılar: "Çoğumu ması gerektiği konusundadır. Yaşayan
zun muktesebatımız diye övündüğü bir kültürden mi bahsedilmektedir,
müz, (doğrudur, hem muktesebatımiz yoksa öğretilecek olan bir kültür müdür
dir, hem de öğünülecek kadar değerli bu? Bu tür iç çelişkilere, zorluk ve tu
dir) kaybediyoruz diye yerindiğimiz tarsızlıklara rağmen Attilâ Ilhan'ın
şey, gerçekte onuncu yüzyıldan bu ya Cumhuriyet düşünce tarihimizin ezeli
na bu topraklar üzerinde yaşayan sorusu olan "Nasıl bir sentez?" sorusu
halkların çeşitli kültür öğelerini kay na verdiği yanıtlar, onun oldukça erken
naştırarak ve çatıştırarak gerçekleştirdi bir dönemden itibaren Kemalizmin be
ği bir bileşimdir," Bu tartışmada Klasik lirli yorumlarına eleştirel yaklaşabildi
Türk müziğinin ne kadar Ermeni/Bİ ğini gösterir.
yönelmiştir. 1931 CHP Kurultayı’nda bir masının da etkisiyle, farklı biçimlerde ol
ilke olarak benimsenen devletçilik, 1932 sa da siyasî bağımsızlığı olan bütün dev
yılı boyunca tartışılmış; İsmet İnönü’nün letlerde uygulanmaya başlanan, Türki
başını çektiği bir grup bu ilkeyi sanayi, ti ye’de de yaygın olarak tartışılan devletçi
caret ve ulaştırma alanlarında özel mülki lik anlayışının sol bir yorumunu yapmış
yetin devletleştirilmesi olarak yorumla tır. Bu sol yorumun temel özelliği devlet
maya kalkınca Atatürk araya girmiştir. çiliğin kapitalizmin ve sosyalizmin alter
Sonunda Iş Bankası Gene) Müdürü Celâl natifi olan iktisadı bir sistem olarak su
Bayar iktisat Vekili olarak atanmış ve nulmasıdır. Milliyetçi olması anlamında
devletçilik siyaseti yumuşatılmıştır. sosyalizme benzemeyen, merkezî planla
Kadro dergisi işte dünya ekonomisinin mayı savunması anlamında kapitalizmle
krize girdiği bu çevrimsel koşullarda gün uyuşmadığı varsayılan bir İktisadî sistem.
deme gelmiştir. Kadro, yazarlarının bü Ancak, Kadro’nun görüşleri itibar görme
yük çoğunluğunun sosyalist kökenli ol miş, tam aksine Celâl Bayar’ın İktisat Ve-
K E M A L İ Z M
496
Doğu Halktan Kongresi, Bakü, İ929, Buraya temsilci gönderen M. Kemal, SSCB'yie İyi
ilişkilere Önem vermiştir. Bu kongreye kabian Enver Paşa’dan farklt olarak, Anadolu'nun
istikrarım önceieyerek Orta Asya Müslmuın-Türk halklarım a İMğımstzhk mücadelesine
m esafeli davranmış, hatta bağtmstz Azerbaycan'ın SSCB’y e kahltnasmı desteklemiştir.
kili olmasıyla yeni oluşan burjuvazi geliş nucunda bütün dünyada iîerleme/kalkm-
melere damgasını vurmuştur. Bu süreç, ma anlayışı yaygınlaşmıştır. ABD’nin ser
1937’de Celâl Bayar’ın ismet İnönü’nün maye birikim modelinin bir gereği olarak,
yerine Başvekil olmasıyla tamamlanacak, sermaye ihracı temelinde çevre ülkelere
ancak Atatürk’ün erken ölümü ve hemen aktanlan sanayi yatırımları sayesinde, it
ertesinde çıkan İkinci Dünya Savaşı yü hal ikameci kalkınma modelleri gündeme
zünden uzun bir kesinti dönemi yaşana gelmiştir. Aynı zamanda, iktisadi büyü
caktır. menin yarattığı kaynakların bir kısmı ça
1961’de yayın hayatına atılan Yön, Kad lışan sınıflara aktarıldığı refah devleti/sos-
ronun tam aksine, kapitalist dünya eko yal devlet uygulamalarına başlanmıştır.
nomisinin tarihindeki en büyük genişle Bu genişlemenin bir başka sonucu ise bü
me ve refah döneminin ürünüdür. İkinci tün dünyada diktatörlüklerin tasfiye edil
Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkan ABD, mesi ve çok partili/demokratik siyasal sis
devletlerarası sistemin hegemonik gücü temlerin yaygınlaşmasıdır.
olmuş ve Wi!son’un 1917'de duyurduğu 1945-1968 döneminde Fransız Devri-
‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’nı mi’nin ürünü olan siyasal hareketler, he
gerçekleştirmek üzere sömürgeciliğin tas men hemen dünyanın tamamında -merkez
fiyesine girişmiştir. 1945-1968 arasında ülkelerde sosyal demokrat partiler, yarı
eski sömürgeler ulus-devietlere dönüşür çevre ülkelerde Leninist partiler ve sömür
ken kapitalist dünya sistemi yerküre üze gelerde ulusal kurtuluş hareketleri biçi
rindeki tek dünya sistemi haline gelmiş minde- iktidara gelmişlerdir. Güçlü bir
tir. Bu dönemde Keynes’in savaş öncesin sosyalist ülkeler ve halk cumhuriyetleri
de gündeme getirdiği talep yaratıcı iktisat cephesinin varlığı dünyanın iki kutuplu
politikaları, Marshall yardımı vb, uygula olduğu yanılsamasına yol açmış, bağımsız
malarla devreye sokulmuş ve bunun so lıklarım yeni kazanan ülkeler bu ortamda
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M İr " S O L K E M A L İ Z M "
Bandurıg Konferansı ile Bağlantısızlar ha lumda dengeyi sağlayacak diğer özerk
reketini başlatmışlardır. Sovyetler Birli- kurum lan oluşturması sonucu T ü rk i
gi’nin bu gelişmelere tepkisi, bu ülkelerin ye’de yeni bir dönem başlamıştır.
'kapitalist olmayan yol’dan kalkınmayı Sanayiinin gelişmesine bağlı olarak, ni
önermesi biçimini almış, daha sonra da cel ve nitel olarak güçlenen işçi sınıfının
Çin ‘Üç Dünya Teorisi’ni formüle ederek 1961’de Türkiye İşçi Partisi’ni kurarak,
bu ülkeleri kendi yanına çekmeye çalış kendiliğinden de olsa, bağımsız bir sınıf
mıştır. ABD’nin Vietnam’a müdahalesinin olarak siyaset sahnesine çıkmasıyla birlik
bir savaş boyutuna ulaşması ve bu savaşa te popülist bir yapı gösteren çok partili
karşı yükselen tepkiler, Filistin Kurtuluş sistem demokrasiye doğru evirilmiştir.
Örgütü etrafında birleşen Filistin halkının Yön dergisi, İşte bu koşullarda yayın haya
gerilla’ eylemlerini başlatması dönemin tına atılarak, dünya ve Türkiye günde
uluslararası görünümünü belirleyen diğer minde olan sanayileşme, planlama, kal
gelişmeler olarak döneme damgasını vur kınma, bağımsızlık gibi temaları yeniden
muştur. Ancak, beklenen kurtuluşun ger yorumlamıştır. Yön’ün devletçiliği -Kadro 497
çekleşm em iş olması yüzünden dünya gibi bir İktisadî sistem olarak değil de- bir
halklarının -ister sosyal demokrat parti, is kalkınma stratejisi olarak sunması, Türki
ter komünist partisi, isterse ulusal kurtu ye’nin çeşitli kesimlerden bütün seçkinle
luş örgütü biçiminde olsun- iktidardaki si re yönelmesi, sosyal adaleti savunması, gi
yasal hareketlere karşı tepkisi ile kapitalist derek sosyalizme vurgu yapmasının altın
dünya sistemine yönelik tepkisi birleşerek da yatan bu çevrimsel koşullardır. Sol Ke-
1968 ayaklanmasına yol açmıştır. malizmin bu ikinci yorumunun dikkat çe
Türkiye, 1945’ten itibaren ABD hege kici bir boyutu da Mısır, Suriye, İrak gibi
monyasına girmiş ve dönemin koşulları eskiden Osmanlı İmparatorlugu’nun bir
na uygun olarak Tek Parti yönetiminde parçası iken sömürgeleşen, daha sonra da
çok partili hayata geçm iştir. Türkiye, bağımsızlığım kazanan ülkelerde askerî
1945-1960 arasını, Truman Doktrini’ne darbelerle iktidarı ele geçirip Arap sosya
uygun olarak sola kapalı, Soğuk Savaş lizmi deneyimine girişen BAAS hareketiy
mantığına uygun bir çok partili siyasal le eş zamanlı olarak ortaya çıkmasıdır. Za
sistem içinde yaşamıştır. Savaşın hemen ten Yüncüler, Devrim dergisini çıkarmaya
ertesinde liberalleşen, daha sonra ödeme başladıktan bir süre sonra böyle bir darbe
ler dengesi krizine düşen Türkiye, bu örgütlemeye çalışacaklar, ancak başarılı
dönem de tarım da ve sanayi de belli olamayacaklardır. 1970’lerde dünya eko
adımlar atmıştır. Sanayi burjuvazisinin nomisi bir daralma dönemine girecek, kri
gelişmesine rağmen buna uygun bir kay zin yükünü hangi kesimlerin çekeceği
nak dağıtım politikası izlemeyen, Tek üzerinden sert bir sınıf mücadelesi başla
Parti döneminden kalma siyaset yapma yacak bu koşullarda sınıflar üstü, devletçi
alışkanlıklarını sürdüren Demokrat Parti, bir siyasal çizginin varolma koşullan orta
27 Mayıs 1960’ta, hemen hepsi ABD’de dan kalkacaktır.
eğitim görmüş ve NATO görevlerinde Uzun bir dönem tek tek aydınlar tara
bulunmuş bir grup alt rütbeli subay tara fından temsil edilen sol Kemalizm 2000’li
fından devrilmiştir. 27 Mayıs’ın ertesinde yılların başında bir siyasal parti haline
asker ve sivil bürokrasinin işbirliği için dönüşmeye çalışıyor. 1930’iarda kapitalist
de, daha demokratik bir siyasal sistem dünya sistemi çevrimsel daralma döne
kurması, kaynak dağıtımını akdet bir bi ni indeydi ve hegemonya krizini yaşıyor
çimde yapacak DPT, siyasal iktidarı de du. 1960’larda kapitalist dünya sistemi ta
netleyecek Anayasa Mahkemesi ve top rihinin dorugundaydı. 1970’lerden başla-
K E M A L İ Z M
yarak bir dünya sistemi olarak kapitaliz masızca uygulanan neo-muhafazakâr po
min yapısal krizi ile karşı karşıya bulunu litikaların bir benzeri Türkiye’de günde
yoruz. ideolojiler kriz içinde, siyasal ha me geldi. Çok partili hayatın yeniden
reketler krİ2 içinde, bilgi yapıları kriz başlamasıyla birlikte yozlaşmış popülist
içinde. Kapitalist dünya sisteminin ürünü uygulamalar bu sürece eşlik etti. 12 Eylül
olan ulus-devletler ya parçalanıyorlar ya rejiminin sola karşı panzehir olarak gör
da bütünleşiyorlar. Çoğunlukla her ikisi düğü Atatürkçülük ve Türk-Islâm Sentezi
birden oluyor. W allerstein bu dönemi düşünsel hayata egemen kılınmaya çalı
yüz/yüzelli yıl sürecek bir 'geçiş çağı’ ola şıldı. Bu dönemde başlayan silahlı Kürt
rak tanımlıyor: Kapitalist dünya-sistemin- hareketi toplumsal dengelerin iyice sarsıl
den başka bir tarihsel sisteme geçiş çağı. ması sonucunu doğurdu. Sol Kemalist ay
Bugün sürmekte olan ve önümüzdeki el- dınlar, bu dönemde sosyal demokrasiden
li/yüz yıl daha sürecek olan bu dönemin sosyalist solun sağ versiyonlarına kadar
egemenlerin denetiminde başka bir tarih- çeşitli yönlere savruldular.
498 sel sistemin ortaya çıkışıyla mı, yoksa kri 1992’den itibaren dünya ekonomisinin
zin kaosa dönüşerek görece daha eşitlikçi yeniden büyüme sürecine girmesi, Avru
bir tarihsel sistemin ortaya çıkışıyla mı pa Birliği, NAFTA gibi ulus-devlet üstü
sonuçlanacağı bugün için belirsiz. Bu sür oluşumların ivme kazanması gecikmeyle
mekte ve sürecek olan mücadele sonu de olsa Türkiye’yi de etkiledi, 1996’da
cunda belirlenecek. Türkiye Avrupa Gümrük Birliği’ne girdi.
L990’larda kapitalist dünya ekonomisi Aynı günlerde, bir devletin siyasal ege
merkez ülkelerden başlayarak canlanma menliğini kullanarak sermaye birikimi
eğilimi içine girdi, ama özellikle çevre ül sağlama ya da dinsel/ideolojik güdülerle
kelerde artık kimse ilerleme ve kalkınma devletlerarası oluşumlara yönelme anlayı
vaat etmiyor. Dünya hegemonyası için şı bütün dünyada tasfiye edilirken, Türki
kavga eden ülkeler yok, ama çevre ülke ye’de siyasal İslamcı bir partinin iktidara
lerde çatışmaların savaşların ardı arkası gelip bu tür uygulamalara yönelmesi 28
kesilmiyor. ‘İnsan haklan, demokrasi, ser Şubat sürecine yol açtı. Türk Silahlı Kuv-
best piyasa’ herkesin üzerinde uzlaştığı vetleri’nin ‘irtica’ya karşı tavır alması, Av
değerler olarak sunuluyor, ama etnik te rupa Birliği’nin Kürt sorunu ve Kıbrıs gibi
m izlikler, soykırım lar sürüyor; bütün konularda Türkiye’nin tarihsel tezlerini
dünyada siyasetin tasfiye edilmesi ve kay reddetm esini istem esi ve son olarak
nak dağıtım sürecinin bürokratik bir ey 1980’lerde başlayan borç sarmalının Tür
leme indirgenmesi olgusu yaşanıyor; he kiye’nin iç ve dış borçlarını ödeyemeyece
men her sektörde dünya ölçeğinde faali ği bir noktaya ulaşması sonucu lMF’nin
yet gösterecek beş/on tekelin kalacağı şirketlerin yönetim kurullarından banka
açıklanıyor. Bu eğilime karşı çıkmaya ça ların içişlerine kadar her yere müdahale
lışan ulus-devletler gerekirse zor kullanı etmesi gibi gelişmeler sol Kemalizmin ye
larak tasfiye ediliyor. niden gündeme gelmesine yol açtı. An
Türkiye, 12 Mart Müdahalesi’ne rağ cak, kapitalist dünya sisteminin krizinin
men, 1970’leri yoğun bir sınıf çatışması bir parçası olarak yaşanan ideolojilerin ve
ve siyasallaşma biçiminde yaşadı. Bu dö siyasal hareketlerin krizi sol Kemalizme
nem 12 Eylül darbesiyle sona erdi, 12 Ey- de yansımış durumda. Bu yüzden, bu si
lül’den itibaren, ithal ikameci kalkınma yasal akım tamamen savunmacı bir pozis
modeli yerine dünya piyasaları ile bütün yonda bulunuyor. Kendini ne alternatif
leşen bir iktisat modeli uygulanmaya baş bir iktisadi sistem olarak tanımlayabili
landı, ABD ve İngiltere gibi ülkelerde acı yor, ne de bir kalkınma stratejisi olarak..,
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I MI : " S O L K E M A L İ Z M ”
Önerebildiği tek şey Türkiye’ye ilişkin Kemalist kadrolar savaşın hemen ertesin
kararların Türkiye’nin çıkarları doğrultu de mücadeleye devam ederek yeni bir
sunda Türkiye’de alınması. devlet kurdular.7 Türkiye Cumhuriye
tinin Lozan tartışmalarında üzerinde en
_______________ SONUÇ___________ _ çok durduğu konulardan biri iktisadi, ad
li, siyasî vb. alanlarda bağımsızlığına halel
Kapitalist dünya sistemi, ortaya çıkışından getirecek sınırlam alardı. Tü rkiye’nin
bugüne, uzun yüzyıl olarak adlandırılan 1930’larda uyguladığı devletçilik politika
çevrimler halinde farklı bir sermaye biri ları, 1945’ten sonra neredeyse bütün dün
kim modeli ve her modele denk düşen bir yada gündeme gelecek olan ithal ikameci
farklı bir devletlerarası hegemonya biçi iktisat politikalarını önceliyordu. Türki
minde var oldu. Örneğin 19. yüzyılda he- ye, her haliyle 1945 sonrasında kurulacak
gemonik güç olan İngiltere, dünyanın fab dünyanın erken bir örneğiydi. Aym yıllar
rikasıydı: Her yerden hammadde alıyor ve da dünyanın ilk sosyalist devleti de ku
bunları işledikten sonra bütün dünyaya rulmuş ve koşulların zorlamasıyla tek ül 499
satıyordu. Bu sermaye birikim modelini kede sosyalizm deneyine girişmişti. Ulus-
işletebilmek için de sömürgecilik yapıyor devletleri ve sosyalist devletleri kuran si
du. Bu yüzyılda diğer merkez ülkeleri de yasal hareketler kapitalist dünya sistemi
güçleri oranında aynı politikayı uygulu içinde ayrı adalar yaratarak ulusal ya da
yorlardı. 20. yüzyıl başlarken, İngilte toplumsal kurtuluşun mümkün olabile
re’nin hegemonyası çökmüştü. Hegemon ceğine inanıyorlardı. Bu yanılgının teme
ya için yanşan iki güçten biri olan -diğeri linde Fransız Devrimi ile gündeme gelen
Almanya idi- ABD, daha Birinci Dünya Sa ilerlemenin kaçınılmaz olduğu, toplumun
vaşı sürerken ‘ulusların kendi kaderini ta iradi çabalarla değiştirilebileceği ve devle
yin hakkı’na sahip çıkmıştı. ABD’nin ser tin toplumsal değişimin anahtar gücü ol
maye birikim modeli, gümrük duvarlarıy duğu düşüncesi yatıyordu. Tarihse] geliş
la koruma altındaki pazarlara sermaye ih meler bunun mümkün olmadığım göster
racını öngörüyordu. 1945’te ABD hege di. Ulus-devletleri kuran ulusal kurtuluş
monyası kurulunca sömürgeciliğin tasfi hareketleri de, sosyalist devletleri kuran
yesi ve bağımsız devletlerin birbiri ardına devrimci hareketler de başarılı olamadı
doğması olgusu ile karşılaştık. Bunun so lar. Bu siyasal hareketler ilk amaçlarına
nucunda ithal ikameci iktisat politikaları ulaşıp devleti ele geçirmişler, ama ‘kurtu
gündeme geldi ve Birinci Sanayi Devri- lamamışlardı’. Ne ulusal kurtuluş hare
mi’nin ürünü olan sanayiler çevre ülkelere ketleri elde edilen siyasal bağımsızlığın
aktarıldı. Dolayısıyla hammadde üreten ve sonucunda kapitalist dünya sisteminin
mamul maddeler için pazar işlevi gören dışına çıkabilmişti, ne de sosyalist ülkeler
sömürgeler nasıl bir 19. yüzyıl olgusuysa, bunu başarabilmişti. Kapitalist olmayan
ulus-devletler ve sanayileşme de aynı şe yol, Arap sosyalizmi, Üç Dünya teorisi gi
kilde bir 20. yüzyıl olgusudur. bi kuramların ilk ve özgün bir örneği
Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya olan sol Kemalizm, bu tarihsel koşullar
Savaşı’nda Ingiltere’nin başım çektiği iti da, ortak bir yanılgıyı paylaştı: Kapitalist
laf Devletleri’ne yenildi, ancak Ingilte dünya sistemi yaşadıkça daha sağda ya da
re'nin zaferi çöken bir gücün zaferiydi. daha solda olmak yetmiyordu. O
K E M A L İ Z M
DİPNOTLAR
1 İmmanuel Wallerstein, Fernand Braudel üzeri uzay/zaman ve yapısal uzay/zaman. Olgusal za
ne yazdığı bir yazıda, Braudel'in A k d e n iz ve- man açısından yorumlanan bir gelişme, çevrim
A k d e n iz D ü n y a n adlı kitabındaki yapı, kon sel ve yapısal zaman açılarından da yorumlan
jonktür ve olay biçimindeki bölüm sıralaması madığı takdirde yeterince anlaşılamaz kalacak
nın "ciddi bir hata olduğunu" öne sürmekte tır. Çünkü insanlar tarihsel sistemler içinde ya
ve "Braudel eğer olaylarla banlayıp, daha son şarlar ve bir tarihse! sistemin içinde yaşananlar
ra yapıyla ilgilenseydi ve konjonktürle sona er asıl olarak o tarihsel sistem tarafından belirle
dirmiş olsaydı, kitabın açıklayıcı inandırıcılığı nir (1997; 193-212).
nın artmış olacağını düşünüyorum" demekte 5 Örneğin, Batı devletlerinin desteğiyle de olsa,
dir (VVallerstein: 1997, 296). Bu yazıda, Wal- milliyetçi bir ayaklanma sonucunda Osmanlı
lerstein önerisi göz önüne alınarak kaleme im paratorluğundan ayrılan Yunanistan bir
alınmıştır. ulus-devlet olmayı başarabilmiştir. Gene, Os
2 İtalya ve Almanya bu gelişmenin en iyi bilinen manlI İmparatorluğunun Balkanlardaki top
örnekleridir. Almanya'nın 1870’te ulusal birli raklarından kopan bölgeler genellikle hemen
500 ğini kurması ile birlikte, Ingiltere'nin dayattığı
liberal iktisat politikalarına karşı "milli iktisat"
ulus-devlet haline dönüşmüşlerdir.
6 Örneğin Osmanlı tmparatörluğu'ndan önce
anlayışını benimsemesi, aynı İktisadî anlayışın modernleşme ve sanayileşme sürecine giren
ittihat ve Terakki'nln politikalarını derinden et Mısır, Vali Mehmet Ali Paşa önderliğinde
kilemesi, gecikmiş burjuva devrimlerinin izledi ayaklanınca Batılı devletler tarafından püskür
ği genel çizgi hakkında yeterince ipucu ver tülmüş ve Mısır bir sömürge haline dönüştü
mektedir. rülmüştür, Osmanlı İm paratorluğundan sö
3 OsmanlI İmparatorluğu yerine kurulan Türkiye mürgeleşerek ayrılan Mısır, Suriye, Irak gibi ül
Cumhuriyeti'nde devrimi yapan bürokrasinin kelerde doğan Arap sosyalizmi ideolojisi ve
hızla burjuvalaşmaya çalışması, buna karşılık kurulan BAA5 rejimleri İle başka olguların yanı
görece gelişmiş bir işçi sınıfına sahip olan Rus sıra Osmanlı geleneğinin etkisi ayrıca ele alın
Çarlığı'nda ve uzun süren bir devrim süreci so malıdır.
nunda geniş köylü kesimleri örgütleyerek ikti 7 Sivas Kongresi'nde ABD Mandası’nın gündeme
darı ele geçiren Çin'de iktidarı ele geçiren dev getirilmesi ve kongre sonucunda ABD’nin bu
rimci partilerin bürokratik birer devlet kurma konudaki düşüncesini öğrenmek üzere girişim
ları ayrıca ele alınmayı gerektirecek kadar il yapılması yolunda karar alınması bir rastlantı
ginç bir durumdur. değildir. Kurulan yeni Türkiye, bir anlamda,
4 Braudel, üç farklı zaman olduğunu öne sür 1945'te dünyanın efendisi olacak olan ABD'nin
mektedir: Bireylerin olgusal zamanı, iktisadın kurmak istediği dünya düzenine uygun bir ya
çevrimsel zamanı ve uzun süre ya da yapısal pılanmaydı. Tek farkla ki, bu yapı zamanından
zaman ( Braudel; 1992, 54-65), Wal!erstein, bu önce, görünüşte hâlâ dünyanın efendisi olan
ayrıma mekânın da eklemesi gerektiğini öne Ingiltere'nin arzuları hilafına ve mücadele so
sürmektedir; Olgusal uzay/zaman, çevrimsel nucu kurulmuştu.
Cumhuriyetin Cumhuriyet'/;
Cumhuriyet Gazetesi
BA Ğ IŞ ERTEN - GÖRKEM DOĞAN
devrini yaşamıştı. Devlet işe karışmadık' ne göre nasıl tezahür etiğini izlemek
ça, toplumun ve bireylerin refahını sağla mümkündür.
mak bir hayaldi". Nadir Nadi, her ne ka Cumhuriyet gazetesi, Cumhuriyet'in ila
dar kafasında sildiği liberalizmi ekono nından hemen sonra neredeyse tümüyle
mik sıfatıyla sınırlandırsa da, 1945 sonra Ankara'daki iktidar odağına muhalif olan
sında Türkiye'de İsmet Paşa eliyle yürütü İstanbul'da, yeni rejimin, yani Cumhuri
len ürkek demokratikleşme adımlarını yet'in sesi olma misyonuyla kuruldu. Bu
San Fransisko mahreçli diye küçümseyen önemli görev Gazi'nin hem bağlılığına
ve 27 Mayıs'ı "San Fransisko demokrasisi hem de gazetecilik yeteneğine güvendiği
dönemini" kapatacağı için selamlayan Yunus Nadi'ye önerilmişti. Yunus Nadi
yazılarının altındaki imzası, tıpkı kendi yirmili yaşlarının ilk günlerinden itibaren
sinden önce Babası Yunus Nadi ve onun gazetecilik yapmış, Baba Tahir'in M alu
Serbest Fırka gibi icazetli bir partinin po mat ı Ebuzziyaların Tasviri Eİla t ı gibi ga
litik muhalefetine karşı gösterdiği taham zetelerde yeteneğini ispatlamıştı. Bununla
502 mülsüzlük gibi, siyasî liberalizme karşı birlikte profesyonel bir gazeteciden daha
konumunu aydınlatır. fazlasıydı. Abdülhamit döneminde siyasî
Aslında Batı mahreçli kavramlara ka faaliyetlerinden dolayı tutuklanmış Sela
palı olmayı C um hu riyet'in ilkelerinden nik'te İttihat ve Terakki'nin yayın organı
biri olarak saymak mümkün değildir. Ba Kume/î'nin başyazarlığını yapmıştı.
tılı yaşam tarzını ve beğenilerini Türkiye 1912'den itibaren de Mec!is-i Mebu-
toplumuna benimsetmek gazetenin ken san'da Aydın'ı İttihat ve Terakki saflarında
dine atfettiği en önemli misyonlardan bi temsil etmişti. Birinci Meclis'te İzmir me
ridir. Bu ülkede ilk güzellik yarışmasını busu olan Yunus Nadi, ayrıca Anadolu
düzenleyen gazetenin zaten Batıcı olma Ajanst'nm kurucusu ve Ankara hükümeti
dığını iddia etmek hayli güçtür. Halkın nin resmî yayın organı Hakimiyet-i Milli-
kültürel kodlarını şarklı bir çerçeveden ye'nin yazarıdır. Kurtuluş Savaşı boyunca
çıkartıp, toplumsal yaşam alanında Batılı Ankara'da çıkan tek özel gazete Yeni
normları benimsetmek önemli bir hedef Cün'ün de sahibidir. İstanbul'un işgaliyle
tir Cum huriyet için. Ankara'ya taşıdığı iki bin tirajlı Yeni
Ulusal kalkınmactlık da C um huriyet Cün'deki başyazılarında, tam da Meclis'in
gazetesinin temsil ettiği değerlerden bir Ankara'nın doğusuna taşınmasının tartışıl
diğeridir. Yalnız kalkınma ereği açısından dığı günlerde, hep "Yunanistan Yıkılmalı
altınının çizilmesi gereken bîr husus ise, dır" İfadesine yer vermesi, Jöntürk davası
Özellikle köyü ve köylüyü hem ekonomik na ve ideolojisine bağlılığını açıkça ortaya
hem sosyal alanda kalkındırmaya yönelik koyar. Yunus Nadi gazetenin tek kurucusu
stratejileridir. Bilhassa bunu köy enstitüle değildir, görevi kabul ettikten sonra, Birle
rinde vücut bulduğu şekliyle, yanı köylü şik Devletler'de gazetecilik okumuş olan
yü köyünde tutarak gerçekleştirmeyi he ve o sıralarda çalıştığı Anadolu Ajan-
defleyen projeler muhafazakâr bir dünya sı'ndan, hükümetle uyuşamadığından ay
görüşünü yansıtır. Bu yaklaşım, gazetenin rılmak üzere olan Zekeriya Sertel ve Ser-
sosyal yapıyı olduğu gibi tutmayı hedefle tel'in yakın dostu Nebizade Hamdi ile bir
diğinin de önemli bir kanıtıdır. likte kurarlar Cum huriyet i; her biri gaze
Gazetenin çelişir gözüken farklı dö teye onar bin liralık hisse koyar. Ama or
nemleri boyunca bu ilkeler tutarlı bir taklık çok uzun sürmez, Sertel ve Nebiza
Şekilde yayın politikasına damgalarını de ortaklıktan, gazetenin ilk dönemindeki
vurmuşlardır. Cum huriyet1in hikâyesinin sermaye artırımları sırasında hisselerini
tarihsel gelişiminde, bu ilkelerin farklı Yunus Nadi'ye satarak ayrılmışlardır.
dönemlerin sosyopolitik konjonktürleri İstanbul ve basını, Genç Cumhuriyet
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "
hükümeti tarafından, pek de mesnetsiz leri yapılması, Avrupa ile olan ilişkileri
sayılamayacak nedenlerle, hasım olarak miz bakımından büyük ve bizim için zi-
görülüyordu; Öyle ki Atatürk 20'li yılların yanlı bir eksiklik teşkil etmektedir". Ga
sonlarına kadar bilinçli bir şekilde İstan zetenin Batılı yaşam tarzını ve alışkanlık
bul'a ayak basmamıştı, işte Cum huriyet larını topluma benimsettirme çabalarının
bu ortamda Atatürk'ün isim babalığıyla da bir örneğidir bu satırlar.
İstanbul'da Cumhuriyet fikrini yaymak ve İstanbul'da neredeyse tek başına kalan
savunmak amacıyla kuruldu. Bu amaç Cum huriyetin tirajı yükseldi. Gazete bu
gazetenin ilk sayısında Yunus Nadi'nin şu dönemde Türkiye gazeteciliği açısından
satırlarıyla özetleniyordu: "Cumhuriyet pek çok yeniliğe imza attı. Herhalde bun
Türkiye'de büyük kavgalarla elde edilmiş lar arasında en dikkat çekici olanı
bir sonuçtur. Biz elde edilen bu amaç uğ 1929'da düzenlenen güzellik yartşmasay-
runa fiilen çalışmış insanlarız. Memleket dı. Kâinat güzellik yarışmasında Türki
te bu muzaffer ve galip fikrin çok kuvvetli ye'yi temsil edecek bir kızın seçilmesi her
taraftarları vardır. Cumhuriyet memlekete ne kadar modern Türk kadınının Avrupa 503
mal olmuş bir fikirdir. Biz onun temsilci lIlara olan eşdeğerliliğini hatta üstünlüğü
leri ve koruyucusuyuz", 1924 yılında nü simgelese de, ki Yunus Nadi bunu ya
Cumhuriyet fikrinin kuvvetli taraftarları rışmanın düzenlenmesinin temel gerek
Ankara'da ikamet ediyordu, bu bakımdan çesi olarak gösterir. "(Cumhuriyet devrim-
Cum huriyet İstanbul'da temsilcisi ve ko leri sayesinde) Türk kadınları bütün dün
ruyucusu olduğu fikrin ileri karakoluydu, yanın hür memleketlerindeki hür hemşi
Cumhuriyefin ilanı, ardından hilafetin relerinden farksız insanlar haline yüksel
ilgası ve bu köklü değişikliklerin hayata mişlerdi. Bu hakikati yüksek gösterecek
geçiriliş şekli, İstanbul'da ve basınında ve yüksek söyleyecek bir fırsattan istifade
tepki yarattı. Bu muhalif neşriyatı denge etmemek günah olurdu." Cumhuriyet"tek i
lemek üzere C u m h u riye t in kurulması, yenilikler bu yarışmayla sınırlı değildi do
gazeteye İttihat ve Terakki'nin eski idare ğal olarak. 1930 yılının ocak ve şubat ayı
binası Kırmızı Konak'm ihaleyle tahsisi boyunca gazetede sırasıyla sinema sayfa
aslında Cumhuriyet hükümetinin İstanbul sı, mizah sayfası, kadın, spor ve çocuk
basınına karşı aldığı politik tedbirlerdi, sayfası gibi tematik sayfaların yayımlan
Cünü geldiğinde bu politik tedbirlerle ye masına başlanmıştır.
tinilmeyecek, hukuki tedbirlere başvuru Bununla birlikte muhalefete karşı olan
lacaktı. Şeyh Said isyam'nı bastırmak ve politik misyonunun hukuki müdahaleler
sorumlularını cezalandırmak amacıyla çı le kadük bırakılması, gazetenin kendine
karılan Takrir-i Sükun Kanunu ve buna politik görevler atfetmesine engel değil
bağlı olarak kurulan istiklal Mahkemele dir Muhalefetin zararlarına pekâlâ vakıf
rinin kararlarıyla. İstanbul'daki en önem olan Yunus Nadi tedavide olduğu Vîya-
li iki gazete Ebuzziya'nın Tevhidi Eikat ı na'dan yeni bîr fırka kurulduğunu haber
ve Hüseyin Cahit'in Tanın'i kapatıldı. Bu alınca gazetesinde bu teşebbüsün yersiz
gelişmeler üzerine C u m hu riyetin siyasî liği üzerine Gazi'ye açık bîr mektup ya
misyonunun odağı Ankara'nın tasarladığı yımlamaktan çekinmemişti, zira "hakikati
sosyal ve kültürel inkılâplar için kamuoyu halde garip bir talih veya talihsizlik ola
oluşturmaya kaydı. Örnek olarak hafta ta rak bu memlekette muhalefet şimdiye ka
tilinin pazara alınmasından önce gazete dar hemen daima vatansızlığa kadar te
de yayımlanan şu satırlar sayılabilir: "Tatil reddi eden bir afet olmuştur". Serbest Fır-
gününün pazara nakli lazımdır. Kala kala ka'ya yönelttiği en temel eleştiıi ilme va
iş buna mı kaldı demeyiniz. Hafta tatili kıf eşhastan ziyade, kalabalığa dayanarak
nin bizde Cuma ve Avrupa'da Pazar gün siyaset yapmak istemeleriydi.
K L Z M
nıamak gerekir, zira Nadir Nadi'nin de ekseni tanımlamak hayli zordu, her gaze
işaret ettiği gibi "27 Mayıs'tan beri çok tede aşağı yukarı her "makbul" görüşü sa
şükür Atatürk'e yeniden kavuştuk. Bu vunan yazar bulmak mümkündü. Solun
günkü Millî Birlik idaresinin oy peşinde ve sosyalizmin darbeyle birlikte Türki
koşmadığına dair en güçlü belge, bütün ye'deki siyasal terminolojiye meşru bir
sözcülerin devrim ilkeleri üzerinde hiçbir öğe olarak girmesi BabIâli'ye de Nadir
ödüne sapmaya lüzum görmemeleridir". Nadi'nin deyimiyle "canlılık getirmişti".
Cum huriyetin kurucu ilkelerine bağlılıkla Solun bu yükselişi karşısında doğal olarak
halkın isteklerine kulak vermek arasında karşısında da o güne kadar hep kendini
yukarıdaki alıntıda öngörülen açı her ne hissettiren milliyetçi muhafazakâr blokta
kadar Demokrat Parti iktidarı deneyimle daha görünür hale geldi. Aziz Nesin bu
rinden kaynaklanıyor olsa da, unutma olguya dayanarak Türkiye'de fikir gazete
mak gerekir ki, daha 1945'te çok partili ciliğinin başlangıcının atmışlı yıllar oldu
rejimi San Fransisko mahreçli diye aşağı ğunu iddia eder "Cumhuriyet gazetesi ve
508 layan yine aynı yazardır. Bu satırlar Nadir diğer gazeteler Türkiye'deki sınıflar
Nadi demokrasi düşmanıydı diye okun bilinçlenmeye ve örgütlenmeye başladık
mamak, onun, tıpkı fikirlerini yansıttığı tan sonra fikir gazetesi olabilmişlerdir".
geniş kitle gibi, öncelikleri başkaydı: Fakat Babıâli'ye sağ-sol ekseninin gelişi
"Türkiye'yi Batı uygarlığı koşullarına ka nin halk katında aynı ayrımın oluşmasını
vuşturacak olan devrim ilkelerine sımsıkı öncelediğini kabul etmek gerekir. Özbu-
sarılıp da yurdumuzdaki sosyal ve ekono dun ve Tachau'nun Türk seçmeninin oy
mik ortamı bir an önce düzeltmeye ko- verme şeklinin 1973'te sağ-sol eksenine
yulmazsak çok partili demokratik rejim oturduğunu ileri sürdükleri düşünülecek
bu topraklar üzerinde hiçbir zaman tutu- olursa, BabIâli'nin bu konudaki öncülüğü
namayacaktır". 27 Mayıs sonrasında ulu daha iyi anlaşılır.
sal kalkınmaya yapılan vurgu Kemalist Bu yeni durum karşısında C u m h u ri
söylem içinde başat konumdaydı, örne yette kendini yeniden konumlandırmak
ğin laiklik gibi diğer temel ilkeleri gölge Nadir Nadi'nin sözleriyle "bir şeyler yap
ler duruma gelmişti, "Muasır Medeniyet mak Atatürk ilkeleri ışığında kendini yeni
Seviyesi" “din işleri ile devlet işlerinin lemek zorundaydı” . Nadir Nadi, anıların
birbirinden ayrılması" olarak değil daha da anlattığına bunun için önce kendi ko
maddi bir temelde tanımlanıyordu. Bun numunu netleştirmesi gerektiğini düşünür
da muhakkak Demokrat Partili yıllarda ve sonunda kendisinin "sosyalist eğilimli
gündelik yaşamda görülen maddi refahın (halktan yana} bir yazar" olduğuna karar
yurttaş nezdinde yarattığı sahiplenmenin verir. Yazı İşleri müdürü Cevat Fehmi de
görülmesi de etkin olmuştur. Popülist sağı başyazar ile aynı görüştedir. Açıkçası bir
kendi silahıyla fakat Tek Parti dönemin kez taraf olmaya karar verdikten sonra
den kalma yöntemlerle vurmak niyetin- önlerinde pek bir seçenek de yoktur, ellili
deyditer. Sanki, "yurttaş müreffeh olacak yıllar Nadir Nadi gibi "sosyalist eğilimli
sa, refahı da biz getiririz" anlayışının dil yani halktan yana" seçkinlerin popülist
lendiriliyordu, zira plana, dolayısıyla sağın çoğunlukçu ilkeleriyle uzlaşamaya-
devlete ve onun muktedir bürokratlarına cağını göstermiştir. Cumhuriyet bu doğ
(isterseniz teknokratları diye okuyun) vur rultuda yazar kadrosuna yeni isimler kat
gu yapılıyordu, bu yeni ulusal kalkınma- maya başlar, 1962'de düzenlenen Yunus
cılık günlerinde. Cumhuriyet gazetesi de Nadi makale yarışmasının konusu da "Li
bu yönde neşriyat yapmaktaydı. beralizm mi Sosyalizm mi" tartışmasına
Türkiye'de basının ekseni 27 Mayıs'la ayrılmıştır. Nadir Nadi ve Yaşar Kemal ta
değişti. O güne kadar basında bir sağ-sol rafından yapılan ön elemeyi geçen maka
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "
mahakâr davrananlara karşı izlediği "De da... Zira "Cumhuriyet Fikri" etrafında va
rin Devlet" yanlısı politikanın -tıpkı 27 rolduğunu iddia ettikleri konsensüsün bo
Mayıs sırasında "Zinde kuvvetlerin" ya zulması sadece "uygarlık yolunda ilerle
nında yer almaları ya da İkinci Dünya Sa- yen Genç Cumhuriyeti çelmelemeye yö
vaşı'mn hemen sonrasında yeni bir dünya nelik" olabilir, Cumhuriyet ise buna göz
kurulurken Türkiye'nin "Biz bize benze yummaz: "Sulh içinde, dev adımlariyle
riz" rejiminin en az hasarla atlatılması için yeni bir medeniyet yaratmak yolunda iler
gösterdikleri çaba gibi- aynı parkurun fark leyen Atatürk Türkiyesi'nde lüzumsuz ye
lı etapları olduğu açıkça anlaşılır. re patırtı yapmamalarını tavsiye ettiğimiz
Bu yazının başından beri çeşitli dö den dolayı üzerimize saldıranlara şimdilik
nemlerdeki tezahürlerini göstermeye ça yalnız şunu tavsiye etmek isteriz: Teşkilatı
lıştığımız Cumhuriyet gazetesinin kurucu Esasiye Kanunu'na nazaran hepsi Türktür-
misyonu esas olarak rejimin temel değer ler. Kanunun kendilerine bahşettiği bu
lerinin tehdit altında olduğu varsayılan haktan azami şekilde istifade ederken,
512 dönemlerde (ve ne yazık ki bu varsayım ona layık olmayı daima göz önünde bu
sıklıkla tedavüle sokulur ülkemizde) çıp lundursunlar. Burası Almanya olmadığı
lak bir biçimde karşımıza gelir. O misyon gibi Patagonia da değildir. Burada adam
ki daha gazetenin ilk sayısında Yunus Na- lar propagandalarından korkulduğu için
di tarafından ortaya konmuştu, bu yüzden değil, millî ahengi bozdukları için ceza
savunucusu oldukları o Cumhuriyet fikri landırılırlar." 1937'nin 20 Ekiminde ya
ne ne zaman bir eleştiri yöneltilse, Cum yımlanan imzasız bir başyazının son satır
huriyet tereddütsüz bir şekilde tavrını or ları olan bu cümleler gazetenin uzun tari
taya koyar. Bu 1924'te hilafet tartışmala hindeki herhangi bir başka dönemin po
rında da böyle olmuştur, yakın zamanda lemiklerinde de yazılmış olsa herhalde
tanıklık ettiğimiz 28 Şubat tartışmalarında okurlarını şaşırtmazdı. □
>
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "
>
K E M A L İ Z M
en çok okunan yazarlardan biri oldu, den feyzalan Türk aydınının, Tanzimat
Köşe yazarlığı için "bizim kuşağımızda aydını gibi total bir Batıcılığı savunması
yeni bir içerik kazandı. Belki dünyanın beklenemez; Nitekim "Türkiye'de Batılı
başka ülkelerinde olmayan bir devrimci laşma bir öykünme gibi başladı; 1923
işlevi yüklendi. Her sabah bir yeni yazı, ile birlikte gerçek bir 'Aydınlanma' dev-
her sabah bir taze bilinç... Yüzbinlerle rimine dönüştü; bu zorunlu bir süreçtir"
konuşmak yüzbinlerle birlikte bilinçlen diyen Selçuk, akılcılığın/Aydınlanma'nın
mek; eğitmek, eğitilmek, öğretmek, öğ ilk önce Batı'da ortaya çıkmış olmasının,
renmek.... Sömürüye karşı özgürlükten bu değerlerin evrensel niteliğini gölgele
yana bir yazarın, köşe yazarlığından da memesi gerektiğini öne sürer; dolayısıy
ha etkili bir amaç bulabileceğini sanmı la bu kavramların tarihsel Özgüllüklerini
yorum.," diyen Selçuk, akıcı olduğu ka yadsır.
dar, yazılarında didaktik özelliğiyle de ilhan Selçuk'un kalkınmacılık fikri ise
Öne çıkmaktadır. Altan'ın kavgacı üslû otoriter vurgular içerir. Zira, kalkınma
514 bundan farklı olarak yazılarında, kurdu nın tek ve temel hedef olmasından hare
ğu belli bir mantık örgüsünü sonuna ka ketle, kamu yararının tespiti için halka
dar sürdürüp, çözümler arayan İlhan başvurmaya gerek yoktur. Çünkü sorun
Selçuk, Türkiye'de köklü bir geleneği rasyonel/evrensel normların uygulanıp
olan "münekkitliğin” de önemli bir tem uygulanmamasıdır. Zaten Selçuk'a göre
silcisi olmuştur. halk Atatürk'ün "sınıfsız imtiyazsız kay
Selçuk'tın gerek günlük yazılarında naşmış kitlesi"dir ve ancak rüştünü ispat
gerekse kitaplarında altını çizdiği ve ti ederse ülke yönetiminde söz sahibi ola
tizlikle koruduğu ana temalar, Aydınlan bilecektir. Bunun gerçekleşmesi de ülke
ma ideali, bağımsızlık ve anti-emperya- kalkınmasına tabidir. " (...) Halk tarih
lizmdir. Bu değerlere bağlılığını günlük boyunca değişti. 18. yüzyılda Anadolu
yazılarına başladığı tarihten itibaren de halkının demokrasiden haberi var mıy
ğiştirmeden sürdüren İlhan Selçuk'tın dı? 20 yüzyılda Anadolu halkı demokra
fikrî üretiminin teorik temelleri hâlâ Yön sinin neresindedir; 21, yüzyılda neresin
hareketinin ünlü kuruluş bildirgesinde de olacaktır. Ortaçağda Avrupa halkları
de belirtilen temel sacayağı üzerine ne inançta ve ne bilinçteydiler, bugünkü
oturmaktadır; Aydınlanma, modernleş Avrupa ne düzeydedir? Bir halkın san
me, ilerleme (kalkınma). Selçuk'a göre dıkta yeğlediği rejim ancak çağdaş de
Türk modernleşmesi (1923 Devrimi) Ay- mokrasinin anayasasına uygun olursa
dmlanma'nın Anadolu'daki adıdır. Böy- demokrasi sayılabilir. Bu konuda son sö
lece Türk modernleşmesine evrensel bir zü söyleyen sandığa giden halk değil,
tanım getiren Selçuk, modernleşmeci ve hukukun ta kendisidir."
ilerlemeci modeli Türkiye İçin vazgeçil öte yandan Selçuk'un laiklik konu
mez hedef olarak tanımlar. Öte yandan sundaki yaklaşımının, Kemalizme özgü
bu modernleşme paradigmasının tözü bir yorum sayılabilecek olan, laikliğin
İktisadî ve sosyal kalkınmadır. Böylesi pozitivist bir ideolojik içeriğe sahip ol
bir kalkınma ideolojisinin membaı da duğu, bu ideolojinin dini, özellikle de
pozitivist Batı düşüncesidir. Bu yüzden Doğu/islâm din(ler)ini geri/geriletici bir
de temel kalkınma sorunsalı dışında ka zihniyetle özdeşleyen kabulünü paylaş
lan bütün sorunlar (mesela temel hak ve tığı, dolayısıyla görece sabit bir yorum
özgürlükler, demokrasi vs) talidir. ve uygulamayı ifade ettiği söylenebilir.
Selçuk'un Batı'yla ilişkisi de bu an Selçuk için '“İnsanca yaşamanın ilk şartı,
lamda problemlidir. Ne de olsa anti-em- insan a k lın ın toplum sa! yaşam da tam
peryalizm çağında Batı rasyonalizmin anlamında ve felsefe kapsamında Özgür
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "
>
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L l Z M
evvela ‘soda! iste’ olmalı, ‘madde'yi an ğunluğu, ‘müstevliyi defettikten sonra’, iş
lamalı!...” lerin biteceğine inanıyordu. Düzen değiş
meyecekti. Pek pek, Mustafa Kemal Paşa,
30 Kanunuevvel (12Ocak)1904
Talât ya da Enver Paşa’nın yerini alacaktı.
Kemal
O kadar. Daha 1919 yılının aralık ayında,
kuvayı miîliye’nin âmil, irade-i milli-
Ç İR İŞ
ye’nin hâkim...” olacağım söylemenin, ta
rihsel düzeyde, bireysel ve teokratik bir
Mustafa Kemal’in, iç içe üç büyük eylemi iktidara karşı, ulusal ve demokratik bir
var: Emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı; devrimi içerdiğini acaba kaç kişi kestire-
padişaha karşı Demokratik Devrim, toplu bilmişti? Kestiremeyenler, yolda dökül
mun ‘Ümmet’ aşamasından, ‘Millet’ aşa müşlerdir.
masına dönüşümü! Mustafa Kemal, ‘Meşrutiyeti’ yetersiz
‘Kuvayı Milliye’, aslında 20. yüzyılın ilk bulur. Bunu gizlememiştir de: “... 10 Tem
‘Halk Kurtuluş Ordusu’dur; nasıl ki ‘Mü muz devrimi, müstebit bir hükümdarla
dafaa-! Hukuk’, ‘Mazlum Milletlerin hepsi millet arasında, en nihayet, kayıt ve koşul
için ilk kurtuluş öğretisi; Bandung Konfe larla denge arayan, bir zihniyeti elde et
ransının (ya da Sultan Galiye fin tasarla meyi amaçlıyordu. Oysa bizim ‘Devrind
dığı, ‘Mazlum Milletler Beynelmileli’nin) iniz’, hürriyet ve istiklâl için, Meşrutiyet
İlk bildirgesidir. Savaşın emperyalizme yönetimini dahi yeterli saymaz; egemenli
karşı verilişi, 'Ulusallık' bilincini pekiştir ği kayıtsız şartsız milletin elinde tutan bir
miş; padişah ve halifenin emperyalizmle ilkeye dayanır. Bu ilkenin bağlı olduğu şe
işbirliği, hareketin ‘demokratikleşmesini’ kil, hiçbir vakit eski şekillerle karşılaştırı
sağlamıştır. Mustafa Kemal, İstanbul’daki lamaz. Bu iki devrin arasındaki fark, tarif
hükümete başkaldırdığı zaman ‘ihtilalci’; olunamayacak kadar büyüktür zannede
devraldığı toplumu dönüştürmeye koyu rim. Birincisi milletin doğal olarak aradı
lunca, ‘inkılâpçı’dır. Devrim, anti-emper- ğı, hürriyet havasını teneffüs ettirdiğini
yalist kurtuluş savaşıyla eşzamanla yürü zanneden bir harekettir. Fakat İkincisi,
düğünden, ‘kurtancılıgı’ ağır basmış, ‘dev milletin hürriyet ve egemenliğini fiilen ve
rimciliğinin’ gerçek boyutlan gözden ka maddeten tespit ve ilan eden mutlu bir
çırılmıştır. devrimdir...”
Oysa, ‘Millî Mücadele’ kadrosunun ço Gerçekte 10 TemmuzTa 23 Nisan ara
K E M A L I Z M , M Ü D A F A - I H U K U K D O K T R İ N İ
sındaki fark, ilkinde padişahın halka bazı bu savaşın, başarıya «(aştıkça, ulus irade
hakları ‘lütfetmesi’, İkincisinde halkın, sine dayanan yönetiminin bütün ilkelerini
doğrudan doğruya, padişahın yerini alma ve şekillerini, evre evre, bugünkü döneme
sıdır. Bunun ne müthiş bir dönüşüm ol değin gerçekleştirmesi, olağan ve kaçınıl
duğunu, gençlere nasıl anlatacağız? Acaba maz bir tarik akışı idi. Bu kaçınılmaz ta
şöyle mi? Hangimiz başarısızlığa ugrasay- rik akışını, gelenekten gelen alışkanlığı
dı, Mustafa Kemal'in sırtında beyaz göm ile hemen sezinleyen padişah soyu, ilk an
lek, ‘hain’ diye asılacağını, doğru dürüst dan başlayarak, ulusal savaşın amansız
düşünmüştür? inkılâp tarihimiz, İstanbul düşmanı öldü...”
Hükümeti’ni, daha başından Ankara’ya "... bu kaçınılmaz tarih akışını, ilk an
mahkum gibi anlatır. Tarihen böyleydi da ben de gördüm ve sezinledim. Ama,
ama, fiilen değil. Hele ‘hukuken’, asla! baştan sona bütün evreleri kapsayan sez
Devlet ve hükümet, İstanbul’dur; Mustafa gilerimizi, ilk anda bütünüyle açığa vur
Kemal İse, merkezî, üstelik teokratik oto madık ve söylemedik, ilerde olabilecekler
riteye başkaldıran bir ‘asi’, idamına fetva üzerinde çok konuşmak, giriştiğimiz ger 519
çıkması, yarım yüzyıl sonra bize, tatsız bir çek ve maddesel savaşa boş kuruntular
şaka gibi mi görünüyor? Dürrizâde’ye öy niteliği verebilirdi. (...) Başarı için pratik
le görünmüyordu. Hele Vahdettin’e, hiç! ve güvenilir yol, her evreyi vakti geldikçe
Çünkü o, ‘meşruluğunu’ varolan iktidarın, uygulamaktı. Ulusun gelişmesi ve yüksel
yasa ve fermanlarından almıyordu; tarih mesi için esenlik yolu bu idi. Ben de öyle
ten ve halktan alıyordu. Bütün büyük yaptım... ”
devrimciler de, öyle yapmışlardı. Bunları Söylev’de söylemiş: her şey olup
bittikten sonra. Oysa daha işin başında,
MEŞRU TEK ESA5: ‘MEŞVERETİ.. ’ "... dünyada hükümet için meşru yalnız
ve tek bir esas vardır, o da meşveretten
Mustafa Kemal’in gözünde, eylemin ‘meş ibarettir. Hükümet için şart-ı esasi, şart-ı
ruluğu’ demek, halkça onaylanması de evvel, yalnız ve yalnız meşverettir” diyen
m ektir Yoksa kongreleri, Büyük Millet odur; daha 1920 Mart’ında, Roma tari
Meclisi’ni anlamak ve açıklamak müm hinden, çevresindekilere, demokrasi dersi
kün olamazdı. Şu sözlerini de: “... bir veren de, o. Türkiye Büyük Millet Mecli
devre yetiştik ki, onda her iş meşru olma siyle, klasik çağın dolaysız demokrasisini,
lıdır. Millet işleri de ancak millî kararlara bakm nasıl bir tutuyor:
dayanmakla, milletin genel duygularına
tercüman olmakla gerçekleşir..." Siz Os "... egemenlik gerçekte yalnız bir şekilde
manlI ülkesinde, ‘millî kararlara dayan belirir O da bu egemenliğin sahibi olan
mak’, ‘meşruluğu’ bunda aramak, ne de insanların, doğrudan doğruya, bir araya
gelerek, yasam a, yürütme ve yargılama
mektir bilir misiniz? Padişah ve halifeyi
görevlerini 'bizzat’ y erine getirmesiyle
silmek, hiçe saymak demektir. Mustafa
olasıdır. Ve söylediğimiz şey, efendiler, ta
Kemal, Amasya Tamimi’nden itibaren,
rihte ‘f iilen ’ mevcut olmuş şeylerdendir
Osmanlı meşruluğunu reddetmiş, tarihsel
Tabii, tarihi incelemiş arkadaşlarımız bi
meşruluğu önemsemiştir. Buysa, ‘ihtilal’in
leceklerdir ki, Roma’da, İsparta’da, Ati
ta kendisidir.
na'da, Kartaca’da var olmuş genel meclis
O da farkında bunun, devrimin gelişme
ler gerçekte bizim yaptığımız şeyleri y a
sürecini, bakın ne güzel anlatıyor:
pıyorlardı. Efendiler yasa yaparlardı, me
"... behren ulusal savaşın tam amacı, yur mur atarlardı, mahkeme ederlerdi, ceza
du dış saldırıdan korumak olduğu halde, verirlerdi. Ve her şeyi yaparlardı...”
K E M A L İ Z M
bilir 3) Uygar dünyada, uygar ve insancı) bul ettiği Tevhidi Tedrisat Kanunu, böyle-
(hümanist) ülküler (aşıma); gereklidir...” ce öğretim ve eğitimini, bütünüyle Cum
huriyet Maarifi’ne emânet ediyordu. 4.
İsmail Safa Bey, tamiminde iki müthiş
maddesi, ilahiyat fakültesi ve imamlık/ha-
söz etmiştir ki, birisi aynen şudur: "... ge
tiplik konusunu, çok açık bir şekilde çöz
leceği uzak geçmişte değil, yarının geliş
müştü. Madde aynen şöyledir:
melerinde aramalıdır”; İkincisiyse Con-
dorcet'den bir alınlı; "... bana hakkımı ve "... Maarif Vekaleti, yüksek diniydt müte
rin! Fakat ondan nasıl yararlanacağımı hassısları yetiştirmek üzere, Dârül/ü-
bilmiyorum. Ben halkım!” (Tıirk Devrim nûn'da bir üöhiyat fakültesi tesis ve ima
Tarihi, 3, Kitap, 1, Bölüm, s. 67, Şerafettin met ve hitabet gibi hidemât-ı diniye i/âsı
Turan, Bilgi Yayınevi, 1995) vazifesiyle mü kelle/ memurların yetişmesi
Gazi Mustafa Kemal, Meclis’i açış ko için de, ayrı mektepler kuşat edecektir.,”
nuşmasında, hassas noktanın üstüne dik
Halen yürürlükte olması gereken bu ka
524 katle basmıştır:
nunun, bu maddesi ortada dururken,
"... milletin ârâ-yı utmüniyesinde tespit imam hatip okullarının ‘lisel eş tir ilmesi ne’
olunan, terbiye ve Tedrisatın (evfıidi um kimlerin, nasıl ve neden karar verdiği
desinin, bild-i/ate-i an tatbiki lüzumunu araştırılma malı mıdır?
mitşâhade ediyoruz...” (1 Mart 1924)
İNÖNÜ, GAZf’NfN DEVAMI MI?
Ertesi gün Halk Fırkası grubunda, ara
larında şu imzaların da bulunduğu 57 40’lara değin, Türk basınının ‘gündemi’
mebus, ünlü Tevhidi Tedrisat (Öğretimin neydi? İnkılâp!,. 40’h yıllarda ‘savaş; ‘de
birliği) Kanunu’nun lâyihasını verecekler mokrasi’, 50’li yılların gündemidir. Eğitim
dir: Vasıf Çınar, Celâl Nuri, Cevat Abbas, ve öğretim, 40’h yıllara değin, ‘İnkılâp’ eği
Kılıç Ali, Ruşen Eşref, Yahya Galip, Refik tim ve öğretimiydi; yâni laik, demokratik
Koral tan, Yunus Nadi, Şükrü Kaya, Ağa- ve sapına kadar ‘ulusal’: ‘çağdaş’ Türk ay
oglu Ahmet, Recep Peker ve Hâcim Mu dınlan böyle yetiştiriliyor. Basının o tarihte
hittin Beyler,,! - henüz radyo bile yok- inkılâp theme’leri-
Kanunun gerekçesinde, bugün bile he ni işlemesi, okurun zamanla Şair taşlık’ bi
pimizin, en çok da siyaset esnafının oku lincini pekiştirir; inkılâp, siyasettir: ulusal
ması gereken, şu satırlar yer almıştır: fabrikalar, ‘ecnebi’ şirketlerin kamulaştırıl
ması, demiryolu organizasyonu, vb. ‘man
"... 1839 Gülhâne Halt-ı Hümâyûnu’ndan
şet’ olursa; başyazarlar, inkılâbın ‘ulusal
sonra başlayan Tanzimat Döneminde, so
yönünü ve o yönde gelişmesini’ tartışıyor
na eren Osmanlı Saltanatı, öğretimin bir
sa; okurların, kulis dedikodulan, hanende
leştirilmesine başlamak istemişse de, bun
çapkınlıkları ya da futbolcu kaprisleriyle
da muvaffak olamamış ve aksine bu hu
ilgilenmesini, nasıl beklerdiniz?
susta 'ikilik' bile meydana gelmiştir Bu
Türkiye'de gündemi değiştiren, yeni bir
‘ikilik’ eğitim ve öğretim birliği bakımın
dünya savaşı tehdidinin, ülkemize yönel
dan zararlı sonuçlar doğurdu. Bir milletin
mesi olmuştur; daha sonra da, ‘sıcağının’
fertleri bir eğitim görebilir, iki türlü eği
ardından gelen ‘Soğuk Savaş'ın; SSCB ve
tim bir memlekette iki türlü İnsan yetişti
Doğu Bloku karşısında Ankara'yı, dımdız
rir; bu ise duygu ve düşünce birliğie ve
lak yalnız yakalaması! İşte Tanzimat aydı
dayanışma amaçlarına tamamiyle aykırı
nına dönüşümüzün koşulları ve başlangı
dır.” (Aynı eser, s. 69)
cı budur. Buna Mütareke aydını da diyebi
TBMM’nin 3 Man 1340 (1924)’de ka liriz, fark etmez! Tespitin ‘niteliklerini’ Fa-
K E M A L İ Z M . M Ü D A F A H U K U K D O K T R İ N İ
lih Rıfkı Bey, pek güzel veriyor; bakınız, ‘DİL’ VE TARİH’ KÜR OMLARINI,
Mütareke’deki Peyâm-ı Sabah (sermuhar ________ NİYE AÇMIŞTI?____________
riri’ Ali Kemal Bey’i, nasıl tanımlamış;
Falih Rıfkı Atay, acımasızdır: İkisi de ‘veli
"... o bir Tanzimatçıdır Ne istiklalci, ne nimeti’ olduğu halde, ’Zeytindağı'nda Ce
de milliyetçidir Fakat huyu suyu, aldaki, mal Paşa’yı, Çankaya’da Mustafa Kemal
üslubu ile zamanının tam bir 'millîmi; o Paşa’yı, basbayağı ‘eleştirel’ anlatır. Henüz
günkü cemiyetin yetiştirdiği ‘normal' bir Gazi bile değil, hele Atatürk’ün çok uza
insan tipi idi. Ona güre Osmanh Devleti, ğında iken; Mustafa Kemal’den aldığı izle
ancak Düvel-i Mu azzam a’nın himayesi nimleri, bakar mısınız, nasıl dile getiriyor:
altında yaşayabilir, hatta aynı devletlerin "... kendisini şık bir asker mahfarlanı ile
teminâtı ile, meşruti bir hayat tekâmülü Lebon Ş eh erle merişinden çıkarken g ör
geçirmelidir Türkler kendi boşlarına kal müştüm. Bütün parlaklığı üstünde, ben
dılar mı, İttihat ve Terakki rejiminden zerlerinden yalnız tabii olarak ayrı değil,
başka türlüsünü yapamazlar Ne iktisatla isteyerek ve özenerek ayrılmak istediği
rını, ne mâliyelerini düzeltebilirler. Şimdi belli idi. İstanbul’da biraz daha bilgi edin
buna bir şey daha ilâve etmek lazımdır; miştim. Ne Alman’cı, ne İngiliz ci, veya
Ali Kemal, bu memlekette, dediği gibi y a Fransız'a idi. fttihatçılar’a bakarsan ız,
K E M A L İ Z M
lüzumundan fazla, 'kendiri’ idi. Gururlu Mustafa Kemal, çağdaş aileyi, ‘kompra
ve tenkitçi olarak tanınmıştı. Sevilen veya dor’ zengini ve kibar bir ailenin kızıyla ev
sakınılan, fakat bir türlü kayıtsız kalma- lenip; Fikriye’yi harcayarak kurabileceği
mayan, gergin y ay a oku takmak gıkı, yanılgısına düşmüştü; bu doğru ama. Lâti
onun hırsını da iktidara yaklaştırmak fe Hanım’ın zaferden sonraki Çankaya’ya
tehlikeli olan bir adamdı..." yerleştirmek istediği (keman, viyola, piya
no) Batılı hafif yemek müziğinden çabuk
Paşa’nın o zamanlar, Ruşen Eşrefe it
bıkmış, köşkün Fasıl Hey’eti’ni geri çağır
haf ettiği, fotoğrafı anlatışı da şöyledir:
mıştı. Burhanettin Ökte, aralarına bizzat
Paşa esvabı pek süslü ve resmî idi.
oturup, onlarla meşk ettiğini ‘Hatıralar1m-
Enli bir nişan kurdelâsı ile, nemi ve du
da yazmıştır.
manı üstünde ütüsü ile, bu esvabı Mer
Çünkü ‘çağdaşlığın’ belki opera gerek
can Yokuşu’ndaki askerî terzi camekânla
tirdiğini fark etmişti ama, işe kalkıştığı za
rından birine daha çok yakıştırıyordum.
man, Türk şairinin metnini, Türk beste
526 (...) Fotoğrafın altındaki ithaf yazısı, be
kârına besteletip, Türk sanatçılarına çaldı
yanname gibi bir şeydi...” (Çankaya, Cilt
rıp söyletmeyi yeğler: Özsoy Operası! Bu
1. S, 5b-59)
bir ‘bileşim/syhnthese’ mantığıdır, yani
Gazi’nin ‘zevahirdeki’ alafrangalığı, Se
doğru olan mantık! Ne kadar öğretim ve
lanik 'kompradorluğu’nun bir yansıması;
eğitim in i, O sm anlI’nın en kom pra-
Tanzimat ‘ıslahatçılığının gizli etkisi ola dor/kozmopolit yöresi Makedonya’da,
bilirdi; bir Tanzimat ‘münevveri’ olmadığı,
Kayzer Erkân-ı Harbiyesi’nin yönlendirdi
iş vatanı kurtarmaya düşünce, ‘Genç Os ği Osmanlı askerî mekteplerinde görmüş;
manlIlar’ ya da ‘Jöntürkler’ gibi Batı’ya ister istemez -Fâlih Rıfkı’nın tespit ettiği-
(Avrupa’ya) değil, Dogu’ya (Anadolu’ya) Tanzimat virüslerinden etkilenmiş olsa
geçince meydana çıkacaktı. Tanzimat da da, aslında yine ‘kendici’ idi; yâni Türk’tü
ima, Batı’dan ‘himaye’ arıyordu; Gazi, Ba ve de Türkçü!
tı’yla savaşmıştır; çünkü onun aradığı ‘öz Başkalarına güvenemiyor.
gür ve tam bağımsız bir m edeniyefti:
‘Türk Medeniyeti’.
MUCİBİ MERAK, fKf ‘VAHİM’ NOKTA?
Söylemeyi unuttum sanırım: Falih Bey,
‘Türkçü’dür; Mustafa Kemal de, ‘Türk- İki önemli nokta, benim için, oldum
çü’dür; olmasa, Müdafaa-i Hukuk ‘fikriya- olası ‘mücib-i merak’ oldu:
tı’nda Yusuf Akçura ile Ziya Gökalp’in ne a) Gazi’nin Başvekili ismet Paşa, Balkan
işi vardı? Üzerindeki ‘alafranga’ Batılı şata Antantı, Sovyet Dostluğu, Sadabat Paktı
fatı, gönlünde yerini, Türk’ün bin yıllık üzerine kurulu, Cumhuriyet dış politika
tarihine bırakıyordu; yoksa zaferi müte sına o kadar sadık görünürdü de, ‘Millîi
akip, niye Tarih Kurumu’nu, Dil Kuru Şef İnönü neden, onun ölümünün hemen
tuu’nu örgütlesindi? Yurttaşlığın, dil ve ta ertesinde, tngiliz/Fransız Ittifakı’na gir
rih bilincini, İçerdiğini biliyor. Niye kime mekte acele etmiştir?
sorarsanız ‘Millî Ş ef Inönü’nün Milli Eği b) Gazi’nin Başvekili ism et Paşa’nın
tim Bakanı Haşan Âli Yücel’in adını bilir Maarif politikası, Saffet Bey’le yürüttükleri
de; Gazi’nin Maarif Vekili Mustafa Necati ‘ulusal politika’ iken; ‘Millî Şe f İnönü’nün
ya da Saffet Arıkan beylerin adını bilmez? Haşan Ali Yücel’e uygulattırdığı, yeni kül
Oysa ‘Cumhuriyet’ aydınları, bu İkincile tür ve eğitim politikası (Yunan/Larin te
rin hazırladığı liselerden yetişeceklerdir; meli), acaba Batı Ittifakı’mn (Fransız/tngi-
Yücel ve sonrası, ‘Batıcılığa’ -yâni Tanzi liz) bir ‘uzantısı’ mıdır?
mat’a- dönüş anlamına gelir. ‘Resmî Tarih’, İnönü Cumhuriyeti ni.
K E M A L İ Z M , M Ü D A F A ■ I H U K U K D O K T R İ N İ
öncekinin kesintisiz devamı gibi sunuyor. ‘Kemalist’ diyor, ‘Kemal’in Adamları’ anla
Acaba? Öyle idiyse, Gazi’nin Cumhuriye- mına! ‘Atatürkçü’ deyimi, bir kere Gazi
ti’nde ‘menkûp’ eski Batı yandaşı, hattâ Mustafa Kemal Paşa, ‘Atatürk’ olduktan;
‘hanedanın kalmasına taraftar’ Terakki per- daha ilginci, ebediyete intikal ettikten
ver’cilerin; İnönü’yle beraber, en yüksek sonra, ortaya atılmıştır: daha çok, ‘İnönü
makamlara dönüşü nedendir? Neden ‘Mil Cumhuriyeti’nin, sosyal ve siyasal tavrına
lî Şef’in çağdaşlık anlayışı, operasız baş ve tulumuna yakıştırdığı, bir ‘etiket’ bu:
kent olmaz mantığını Cari Ebertle Smeta- an ti-emperyalizm, es geçilmiştir; Türkçü
na’nın ‘Satılmış Nişanlı’ operasına bağla lüğün yerini Yunan/Latin ‘söylemi’ alır;
maya çalışır? Yemen Harbi’nde ‘mumailey Bolşevik Rusya ile, kara gün dostluğu so
hin’, ele geçirilen bir İngiliz karargâhında na eriyor.
tesadüfen buldukları, Batı klâsiği taş plak Aslında hiç unutulmaması gereken, fa
ları almış olmasından mı? Gazi’nin adeta kat ısrarla unutturulmak istenen ‘önemli
insiyâki olarak sahip olduğu, yöntem ve nokta’ acaba şu ‘ayrıntı’da gizli olabilir
bileşim (syhthese) yeteneğine, o da bir ‘er- mi? ‘Mason Locaları’, Gazi’nin Cumhuri- 527
kân-ı harp’ olduğu halde, maalesef Millî yeti'nde yasa dışına çıkarılmıştı; İnönü
Şef’ sahip görünmez: aksi halde Kültür Cumhuriyeti’nde serbest bırakılmıştır.
Danışmam Nurullah Ataç’ın, Cumhuri- Fahrettin Paşa (Altay) Büyük Taarruz’un o
yet’in kültür politikasını, şu vahim yanlış baba’ Süvari Kolordusu Kumandanı, Çan
la özetlemesine göz yumabilir miydi? kaya Hatıralarında (1925), şaşırtıcı bir
misafirden söz eder:
biz görüyoruz eksiğimizi, Yunan'ca
öğrenemedik, Lâtin'ce öğrenemedik, Avru- az sonra isminin Râsim Ferit olduğu
pahlarm eğitiminden geçmedik, onun için nu öğrendiğim, şaşı gözlü bîr doktor gele
ne denli uğraşsak, Avrupalılar gibi olamı rek Atatürk’ün elini öptü ve işaret edilen
yoruz, buna üzülüyoruz...” yere oturdu, konuşmaya başladı. Kendisi
Farkındasınız elbet, burada Gazi’nin ‘Mason’ imiş, sözleri de ‘Masonluk hikâ
Cumhuriyet aydınlarına önerilen, meselâ yeleri' Atatürk, bir zamanlar kendisini
İngiltere devlet-i fehimesi’nin, Hindistan de Mason yapmak istediklerini, ja ka t ka
sömürgesindeki tutsak Hindulara uygula bul etmediğini söyledi. İstanbul’da Mason
dığı, klasik kolonyal kültürsüzleştirme Üstad-ı Azami, Temyiz (Yargıtay) a z a
politikasıdır ki, bizdeki tam ifadesi Ye- sından Servet isminde bir zatmış, istifa
nİ/Tanzimatçılık olabilir. Hem de, asılaca ettirmiş...” (On Yıl Savaş, s. 408. lnsel
ğımız ipin ilmiğini, bilerek isteyerek, ken Yayınları, 1970)
di elimizle boğazımıza geçirdiğimiz, anla Mustafa Kemal’in sözünü ettiği, o ‘bir
mına gelir. zamanlar’, onun Selanik yıllanna tekabül
ediyor. Çankaya’da Fahrettin Paşa’mn ta
‘KEMALİST’ BAŞKA, nık olduğu sözlerin doğruluğunu, Lord
_________ ‘ATATÜRKÇÜ’ BAŞKA?_________ Kinross da, ünlü eserinde doğruluyor:
yor ve memleketi kurtaracağına, Cemi onu İlkel, tek yönlü bir irtica düşmanı
ye t’in emirlerini tutacağına, sularım ele lâikliğe indirgeyenler, ‘Atatürkçüleridir:
vermeyeceğine; hem Kttr’aıı hem de kılıç yani Gazi’nin söylemi de, eylemini de
üzerine metnin ediyordu. Bu çeşit maska sürekli tahrif eden, unutturan ve yozlaş-
ralıkla); Mustafa Kemal’in yaradı (ışı im tıranlar.
aykırıydı...” (Afatürk/Bir miiletm Doğu Örnek mi? istediğiniz örnek olsun, o
şu, Cilt 1. 4, basım, s. 57. Sander Yayın kolay. Köylüler için, ‘memleketin sahibi ve
lan, 1972) efendisi köylüdür’ diyen, elbette Muştala
Gazi’nin masonluğu hakkında, havlı Kemal Paşa idi ama, acaba bu sözü, o böy
rivayet üretilmiştir; oysa Fahrettin Paşa le mi söylemişti? Yanılmıyorsam, ana mel-
açıkça söylüyor: bir Yargıtay üyesinin ni ilk defa 1957 kışında Erzincan’da as
‘masonluğuna’ kazanam ayacak kadar, kerliğimi yaparken okumuştum; uğradı
buna karşıdır; Râsim Ferit Bey’in ‘Ma ğım şaşkınlığı, bugün bile hatırlıyorum:
sonluğun Faydaları’nı anlatmak için, Çünkü Gazi Mustafa Kemal, o önemli tes
528 Çankaya’ya yaptığı ziyaret, orada geçir pitini tamamıyla ‘soldan’ yapmıştı; 1922
diği günler, Gazi’yi iknaya yetmeyecek Martında, tam tamına ne demiş olduğuna,
tir; besbelli, bazı şeyleri unutamıyordu. bir bakar mıydınız?
Ne gibi mi? Sevres Muahedesi’ni, ‘Flürri-
“... Türhiye’tıin sahibi ve efendisi kimdir?
yet ve Itilâfçı ‘Feylesof’ Rıza Tevfik Bey
Bunun cevabım derhal birlikte verelim:
imzalamıştı, bunu herkes bilir; bilir de,
acaba Mason Locaları Maşrık-ı Azamlı- Türkiye'nin sahib-i hah ıhısi, hakiki müs
ğı’nı, o sıra henüz, meşhur ‘M aliyeci’ tahsil olan köylüdür O halde, herkesten
Mehmet Câvit Bey den ‘devralmış oldu çok refah, saadet ve servete müstahak ve
ğunu’ da bilir mi? Atatürk’e Suikast da elyak olan köylüdür Binaenaleyh Türkiye
vasında yargılanıp, suçlu bulunarak ‘asıl Büyük Millet Meclisi HükümetLııin, siya-
mış’ olan Câvit Bey, 'İttihatçı' sıfatıyla ay set-i iktisadivesi, bu gaye-i asliyi istihsale
nı zamanda M ason L o calan M aşrık-ı m a t u ft u r .(Enver Ziya Karal, Atatürk-
Azami bulunuyordu; tuhaftır ama, o da ten Düşünceleri, s, 102, Iş Bankası Yayın
Rıza Tevfik Bey g ib i, şid d etli Ingi- ları, 1956)
liz/Fran sız (Batı) taraftan idi. Şimdi iyice
Dikkat isterim, Mustafa Kemal Paşa,
ölçüp tartınız! İnönü Cumhuriyeti yılla
‘hakiki müstahsil olan ‘köylüden söz edi
rında, ikisi de ‘Atatürkçü’ sayılabilirler
yor; ‘hakiki müstahsil’ deyimi, ‘sahici üre
di; ama Gazi’nin Cumhuriyetinde ‘Ke
tici’ anlamına kullanılmış, yâni emeğiyle
malist’ sayılmaları, her bakımdan imkân
üretim yapan, ‘emekçi’ anlamına; şu hal
haricidir: Birisi ‘suikast’tan asıldı, öteki
de Gazi daha o zaman ‘ağa’yı (mütegalli-
‘ihânet’tensürüldü.
be’yi) gerçek çiftçiden ayırmış, onu ülke
‘Kemalizm’ ve ‘Kemalist’ kavramları
üzerinde, spekülasyona kalkışan acemi nin 'sahib-i hakikisi’ saymamıştır. Toprak
takımı, kimseyi kandıramaz: ‘Kemalist’, Reformu’nda işin başından beri, o kadar
aynen Mustafa Kemal Paşa gibi, ‘Türk ısrarlı olmasının sebebi de bu dur, ‘Kema
çü’, ‘anti-emperyalist’ ve ‘solcu’dur. ‘Ata list’ tavn işte bu! Bir bakıma, Toprak Re-
türkçü’ ise, Batı’cı, komprador/kapitalist formu’nu asla gerçekleştiremeyen, sonra
ve liberaldir (yoksa kestirmeden Tanzi ki ‘Atatürkçü’ kesiminin, kolay kolay, -
matçı mı demeliydim?) Anadolu thliia- belki de hiçbir zaman- kabul edemeyece
li’ni yaşamış olanlar, ‘Kemalistler’ idi; ği bir ‘radikallik’!.. ZJ
Sağ Kemalizm
TANIL BORA - YÜKSEL TAŞKIN
Islâmcılar değil, ırkçı-Türkçü veya radi önemli bir katkısı, Kemalist gelişmecili-
kal milliyetçiler de kontrol altında tutul gi, ileri em ecil iği ve pragmatizmi, teknis
muş, bu çevrelerin buluştuğu Milliyetçi yenliği, bilhassa ekonom ik uzmanlığı
ler Derneği kapatılm ıştır (Şenşekerci öne çıkartarak modernleştirmesidir. Bu
2000: 244; Darendelioglu, 1968: 245- mecranın, merkez-sagın Kemalizminin
263, 100. Yıl Armağanı, 1982: 76-7). Bu ana eksenini oluşturduğu söylenebilir;
önlemlerde, Kemalist elitin politik zihni sağın 1960’lar -ve bir ölçüde 70’ler- pa
yetinin iki tipik özelliği kendini gösterir: rantezinden sonra orduyla yakınlaşması
Kendi ideolojik ufku içinde yer alsa bile, nın anahtarı da buradadır.
Özerk bir politik oluşumu tehdit olarak Başka bir eksen kuşkusuz milliyetçili
algılamak; ve -radikal milliyetçi ve özel ğin Kemalizmin odağına yerleştirilmesi
likle İslamcı harekette öne çıkan- taşralı, dir. Bayar, özel bir katkısı olmamakla bir
‘avam’ unsurların inisiyatif kazanmasın likte bu odaklamayı paylaşır. 1 9 5 4 ’te
dan duyulan tedirginlik. cumhurbaşkanı olarak yaptığı bir konuş
532 Bu modernist ve “evrenseler” ereği, öz- madaki “Türk’üm diyen ve bunu iyi bir
cü bir iddiayla birleştirirken de Bayar ti surette ispat eden her vatandaş" formülü
pik bir Kemalisttir, “Kendi m illetinin (Bayar 1999c: 161), açıkça ırkçı-etnisist
hasletlerine dayanarak Batı’yı aşmak" tan olmayan ama etnik-kültürel kimliğe güç
söz eder; 1978’de yayımlanan Atatürk Gi lü sadakat talep eden Kemalist m illet
bi Düşünmek - Atatürk’ün Metodolojisi kavramının tipik bir özetidir.
(Bayar, 1998) kitabında sınıfların yoklu Kem alizm in m erkez-sag politikaya
ğu nedeniyle Türkiye’nin Batı’dan daha uyarlanmasında üçüncü eksen olarak
‘sahih’ bir cumhuriyet olma potansiyeli “Güçlü Devlet” mitosundan söz edebili
taşıdığı iddiasında bulunur. Sınıfsız-kay- riz. 1946-50 geçiş döneminde ve 1950’le-
n aşmış toplum, Bayar’ın hep sahip çıktığı rin başlarında hak ve hürriyetlere ağırlık
Kemalist ülküdür. İktisadî liberalizm po veren söylevleri, Bayar’ın Güçlü Devlet
litikalarındaki Öncülüğü de daima Millî ilkesine tutkunluğunu sarsmaz. Belki
İktisatçı yönelimine tabi olan Bayar, sınıf sözkonusu dönemin bazı radikal demok
çelişkilerini -yapaylığı yanında- büyük ratik ‘sapma’ anları dışında, millî ege
bir millî tehdit unsuru sayarak reddeder. menliği, Türkiye'de aynı zamanda bir ge
Solidarist orta sınıf halkçılığından kop lenek olan güçlü devletin bir kuvvet unsu
maz. (1978’deki risalesinde greve de lo ru olarak düşünür, iktidarın m illetin
kavta da “yasal zorbalık” diyerek karşı hücrelerine yayılan bir çoğunluğa dayan
çıkacaktır. Bayar 1998: 121) ması, millî hakimiyet prensibi, onun bir
Evrensel uygarlığa yöneliş, modernleş sınıfa/zümreye hesap verme zorunlulu
me, Türkiye’nin/Türklerin fıtratındaki ğunu ortadan kaldıracaktır. Yaşlı Bayar
saklı cevheri ortaya çıkartarak dünyada Cumhuriyet’i, Tanzimat ve İttihatçılık
öncü, hakim bir rol oynamasını sağlaya uğraklarından geçen ezelî bir dava olan
caktır. Kendine-özgücütük, “memleket “devleti sağlam ve sürekli bir tabana
realitesi”nin benzersizliği, başka tecrübe oturtma” cehdinin bir vargısı olarak ta
lerle mukayesenin (liberalizm, sosyalizm nımlayacaktır (Bayar, 1998: 38).
vb.) yersizliği, -özellikle burada Ata
türk’e atıfla- pragmatist aksiyonerlige
■
_______ DfN PROBLEM/
bağlanır ( “prensipler/program/nazariyat
değil yapmak önemli”dir). Atatürkçülü DP seçkinlerinin “dine hürmetkar" tavır
ğün bir sistem değil bir metodoloji oldu larının yanında, dinsel saikleri siyasal ör
ğu tespiti de bunu destekler. Bayar’ın gütlenme temeli yapan çevrelere bakışta
s a c K e m a l i z m
bu kuşağının belirgin özelliği, siyasî yö lişmiş, CHP’de bölünmeye yol açtıktan
nelimleri değişse de, devletin kurumsal sonra da orayla etkileşim içinde olmaya
şemsiyesinin içinde veya dışında olsalar devam etmiştir.
da, kendilerini devletin devamlılığından Cumhuriyetçi Güvetı Partisi (CG P)
ciddi biçimde sorumlu hissetmeleridir. oluşumu. Cumhuriyetçi muhafazakârlı
1950’lerde DP’nin ‘yol yordam bilmez’ ğın politik kurumlaşmasına, bu demektir
pragmatikliğini ve zor zaptolunabilmiş ki politik elit ve düşünce/siyasa üretimi
‘sosyal-tarihsel geriliğin’ önünü açmasını işlevleriyle billurlaşmasına önderlik et
devlete karşı tehdit olarak algılarken, bu miştir. CGP ve lideri Turhan Feyzioğlu,
tehdide karşı giriştikleri seferberlik, dü uzun ömürlü bir bağımsız varlık kazana
şünsel motiflerinde esaslı bir kesinti ve mamakla beraber, sola karşı müteyakkız
değişim olmaksızın, 27 Mayıs sonrasında (anti-kom ünist) bir tehdit önceliğiyle,
komünizmi/solu hedef alacaktır. Cumhu rejimin/deviet otoritesinin restorasyonu
riyetçi muhafazakârlığın taşıyıcısı olan nu hedefleyen, ‘militan’ Kemalist (tercih
zümrenin etkinliği, en azından sosyal kö edilen terminolojiye bakarak, daha çok
keni itibariyle, CHP’yle gerilim içinde ge Atatürkçü) kimlikli bir aydın kadrosunun
S A Ğ K E M A L İ Z M
tu tu num u nu sağ lam ası bakım ınd an rilimi, kararsızlığı temsil ediyordur. Fey
önemlidir. zioğlu’nun zaten ihtiyatlı otan hürriyetçi
Feyzioğlu, 1950’lerde esasen liberal re liğinden yüzgeri etmesinin temelinde,
feranslarla, “makûl tahdidi” bir hak ve dramatik (alarmist) bir komünizm tehdi
hürriyet rejim inden yana görüşleriyle di algısı yatar. Feyzioğlu, komünizm teh
DP-karşıtı hürriyetçiliğin bayraktarların didini, “Türk milleti için bir varlık-yok-
dan b iri o larak tem ayüz ed erken , luk meselesi" olarak resmeder. (Feyziog-
1960’lardan itibaren daha tahdiıçi bir yö lu, 1975. 1960’lardan itibaren Feyziog-
nelime girmiştir, DP’nin içinden benzer lu’da hassas coğrafya, kronik dış tehdit,
rahatsızlıklarla doğup sonra CHP’ye ka dünyada/Batı’da T ü rklerle ilgili ezelî
tılmış olan Hürriyet Partisi’nden (HP) hınçlar temaları, politik değerlendirme
gelme kadrolar da, Feyzioğlu’nun başını nin sabit arkaplanı olmuştur.) Feyziog-
çektiği bu yönelimle buluşurlar. Zaten lu’nun başım çektiği CHP sağ kanadı,
HP, CHP’deki Cumhuriyetçi süreklilik ile 1967’de koparak CGP’yi oluşturana dek,
DP’deki demokratikleşme hamlesi ara CHP’de “Ortanın Solu" çizgisine muhale
sındaki, bilhassa elitleri tedirgin eden ge fet etmiş; CHP’nin böylelikle komüniz-
K E M A L İ Z M
ğirtden bir kopma arzusuna sahipti. kalan bir yönelimi açıklıkla gösterir:
Başlangıçta DP'ye gösterdikleri tevec anti-komünizm. "Hür, demokratik re
cühün nedenleri arasında-şüphesiz jim içinde, Marksizm'e kapılmadan
çok partili rejim sempatisi yantnda-bu kalkınmak" iddiası en sürekli ve de
türden ayrıcalıklı bir entelektüel grup ğişmez sloganı olmuştur. Profesör Ha-
olarak tanınma, kabul görme umutları yek'in E sa re t'in Y o lu isimli kitabım
da etkiliydi. Aydınlar arasında ideolo 1940'larm sonunda Türkçe'ye çevir
jik çatlak yaratmanın iktidarları açısın me girişiminin altında, yazarın sosya
dan önemini fark edemeyen DP eliti lizmle esareti özdeşleştirmesinin payı,
bu yakınlaşma arzusunu karşılıksız bı herhalde 'aşırı' serbest piyasacı Öneri
raktı. Hürriyet Partisinin kuruluş süre lerinden daha belirleyici olmuştur.
ci ve bu partinin büyük çoğunluğunun Çünkü, Feyzioğlu ‘hür teşebbüs' ya
daha sonra CHP'ye katılması bu arayı nında devlete de önem atfeden bir
536 şın sonuçsuz kaldığının, 'Eve dönül- 'karma ekonomi' çizgisifıî sahiplen
düğü'nün göstergesidir. Aydına bu tür miştir. 1956 yılında 5BF Dekanı ola
den bir yeni güç verecek siyasal siste rak yaptığı konuşma üzerine bakanlık
min 27 Mayıs Anayasası tarafından emrine alınınca istifa etmiştir. Bu ko
şekillendirilmesinde Fo ru m etrafında nuşmada öğrencilerine "nabza göre
bir araya gelen Feyzioğlu ve arkadaş şerbet vermeyin" önerisinde bulunan
larının büyük rolü olmuştur. Feyzioğlu, o dönemde siyasî iktidarı
1950'lerİn ortasından itibaren Fey- 'İlmi kaygılarla' denetlemesi gereken
zioğlu'nu 'hür ve demokratik rejim', aydınların oluşturduğu muhtar üniver
'muhtar üniversite', 'basın hürriyeti', site talebini yüksek sesle dillendiriyor
'insan hakları' kavramları adına mü du. 27 Mayıs'dan sonra üniversiteler
cadele verirken izlemekteyiz. 1957'de den tasfiye edilen '147'liler' olayına
makalelerinden oluşarak yayımladığı tepki göstererek atanmış olduğu OD
"demokrasiye ve diktatörlüğe dair" TÜ Rektörlüğü'nden ve 1961'de geti
adlı kitabı, siyasal kimliğine dair sabit rildiği millî eğitim bakanlığı görevle-
min yayılmasına yataklık ettiği ve böyle mahası vardır; Feyzioğlu, 1975: 234), te
likle Atatürkçülükten uzaklaştığı savım mel bir Atatürkçü norm olarak vurgula
işlemiştir. nır. CGP’ye giden yolda CHP içinde Or
Feyzioğlu çevresi ve CGP, arıti-komü tanın Solu’na direnişin teorik sözcülüğü
nizmlerini sağ (milliyeıçi-muhafazakâr, yürüten HP kökenli Coşkun Kırca’nm
ü lkü cü , Islâm cı) anti-kom ünizm den Atatürkçü statükosu da, korporatist bir
ayırmak üzere, milliyetçi sosyal adaletçili tasarıma dayanır: “CF1P belli bir sınıfa
ği vurgulamıştır. Sosyal tedbirler, millî dayanmadan M illet’in kapsadığı bütün
dayanışmacılık, fakirlikle mücadele, ko sınıfların hepsine birden, sosyal adalet
münizmle mücadelenin bir rüknü kabul gereklerine uygun biçimde, hitab [etme
edilir; Atatürk’ün özgün ve miKı nitelikli lidir],,.. CHP’nin temel amaçlarından biri
“karma ekonomi sistemi”nin bu önlem de sınıf mücadelesini önlemeğe çalış
leri içerdiği ileri sürülür. Bu solidarisl- maktır, .. Toplumu yönetmek durumunda
korporatist çerçevede, sınıf kavgasının olanların, onu daha bağdaşık ve kaynaşık
önlenmesi kaygısı (1 9 7 0 ’lerde Feyziog- hale sokmak için gerekli tedbirleri alması
lu’nun “tahripkâr olmayan grev”e müsa [gerekir)." (Kırca: 1967: 10, 11)
s a G K e m a l i z m
rinden istifa etmiş, bu yönde tutarlı bir meyeceği, hatta bunlarla çakıştığı ina
tavır sergilemiştir. Ne var ki, aynı tu nışı, iman edilmiş 'uygarlıkçı' moder-
tarlılık ve 'muhtar üniversite' ısrarı, 12 nist iyimserliğin doğal sonucuydu.
Mart ve 12 Eylül'den sonra görünmez. Korporatist aydın geleneğinden farklı
Hatta, kendilerinin istifasıyla SBF'ye yöntemlerle de olsa, Cumhuriyet seç
Sadun Aren gibi sosyalistlerin dolma kinlerinin ayrıcalıklı çocukları, sorun
sından, "hiç farkında olmadan ve el suz bir elit-içi dolaşımın olanaklarına
bette istenmeden, meydan(ın); aşırı dair oldukça iyimserdiler. Ne var ki,
solun propagandacılarına bırakıl(ma- 1960'lar gerek gelenekten beslenen,
sından)" yakınır.3 gerekse 'aşırı' kabul edilen soldan ge
Feyzioğlu, CHP'ye girdiği 1957 yı len siyasal aktörlerin hızla serpildiği
lından ayrıldığı 1967'ye kadar çok yıllardı. Siyasal gündemin hızla
önemli görevlerde bulunmuştur. Bü 'Üçüncü Dtinyalılaşması', popülerleş
lent Ecevit liderliğindeki 'Ortanın So mesi bu kuşakça kabullenilemedi. 537
lu' girişimine "Atatürk milliyetçiliği Mutlaka birden fazla nedene dayalı
geleneğine, ve hür nizam içinde kalkı bu muhafazakârlaşma sonucunda,
narak sosyal adaleti gerçekleştirme" Feyzioğlu'nun ve lideri olduğu Güven
ilkesine aykırı olduğu İçin karşı çıkar. Partisi'nin ideolojisi cumhuriyetçi mu
Feyzioğlu ve kuşağının siyasal yaşam hafazakâr çizgiye oturdu.
larındaki hızlı muhafazakârlaşma, si Feyzioğlu ve Güven Partisi kadrola
yasî tarihimizin anlaşılması önemli sü- rı, anti-komünizm ekseninde ve milli
reçlerindendir.4 Feyzioğlu'nun 'Ata yetçilik ortak paydası üzerinden o za
türk Milliyetçiliği Yolu' diye tanımla mana kadar TSK'ntn güvenini kazana
dığı kurucu rasyonellerin siyasetin de mamış olan milliyetçi muhafazakâr
ğiştirilemez özü olarak kabul edilme çevreler için önemli bir ideolojik ya
si, aslında 1950'lerde de varlığını ko kınlaştırma işlevi de gördüler; özellik
rumaktaydı. 'Batılı manada' çok partili le 1. MC'ye destekleriyle.5 Bu yakın
hayatın bu kurucu rasyonellerle çeliş laşma, 12 Eylül restorasyonunun en
Aydın Yalçın Forum dergisini, Lond sıyla, 12 Mart 1971 öncesi ve sonrası
ra’da eğitim gördüğü sıralar, işçi Parti- cuntacılarla tem aslarıyla ve 12 Eylül
si’ne fikir üreten ‘Fabian Society’ ve ‘par- 1980 sonrası geçiş döneminde bir yeni
tilerüstü’ bir profili olan Econom/st dergi sağ parti için icazet alma çabalarıyla, ta
sinden esinlenerek tasarlamıştır. 'Hür sarladığı siyasî projenin devlet erkini
(Batılı) dünyanın’ siyasî kurum ve değer temsil eden güçlerin yardımıyla ‘yukarı
lerinin, Türkiye’de yeşertilmelerinin en dan aşağı’ inşası için fırsat aramıştır. CGP
önemli eksikliğimiz olduğuna inanmak çizgisinde de kendini gösteren bu tutum,
tadır. Bu 'yol’da iki ciddi engel sö2 konu cumhuriyetçi muhafazakârlığın bir ka
sudur: Komünizm ve gelenekten besle rakteristiğidir. Yalçın, Yeni Sağ değerlerle
nen m illiyetçi veya ümmetçi projeler, cumhuriyetçi muhafazakârlığın örtüşebi-
Yalçın’ın ‘Hürriyetçi’ kutup tanımı Avru leceginin ilk işaretlerini de vermiştir.
pa ve Amerika arasında, İkincisinden ya
na bir tercihle belirlenmiştir İ9 5 0 ’lerin
12 EYLÜL: SAĞ KEMALİ2M/N VEYA
540 başındaki bu tercihi ve NATO’yu sadece CUMHURIYErçi MUHAFAZAKARLIĞIN
savunma amaçlı bir kurum olarak değil, M/LL1YETÇ1-M UHAFAZAKARLIKLA
‘uygarlıkçı’ bir misyonla savunması onu ___________ EKLEMLENMESİ___________
diğer Forumculardan ayırır. Kendisini si
yasî ve ekonomik liberalizmin erdemleri 12 Eylül 1980 askerî darbesinin başında,
ni çok erken keşfetmiş biri olarak görUr. rejimin restorasyonu çabalarının yüksek
Etkilendiği kaynaklar arasında klasik si siyaset ve kültür kurumlarıyla sınıflandı
yasî liberalizmin kurucuları John Locke, rılmasının ve ‘standart’-protokoler Ata
J.S.M ili gibilerini sıklıkla hatırlatsa da türkçülüğün, kitlesel destek ve kalıcı ba
1960'larda, hele 1980’lerde savunageldîği şarılar sağlamaya yetmeyeceği, görül
fikirlerle siyasî liberalizm arasında ciddi mekteydi. 1970’lerin siyasal kutuplaşma
çelişk iler görülecektir. Aydın Yalçın, birikim i, o zamana dek d oktrin er ve
DP’ye karşı kentli aydınların ve işadam programatik içerikten yoksun, muğlak,
larının tepkilerinden ortaya çıkan Hürri amorf bir boş-çerçeve arz eden Atatürk
yet Partisi’nde yer almıştır. DP’ye daha çülüğü, tam da bu niteliğiyle hegemonik
çok kültürel çatışma eksenli bir mesafe güç oluşturma imkânından yoksun bı
den yaklaşmış, bu partiyi “plan, program rakmıştı. Nitekim 12 Eylül rejiminin teş
ve b ilim b ilm e m ek le" e leştirm iştir. kil ettiği Bonapartist iktidar uğrağıyla,
1961’de savunduğu, DP-AP geleneğinde ‘nötr/yansız’ Atatürkçülük boş-çerçeve si
İLberal-Batıcı bir tutumun dinsel ve milli nin yerleşik koruyucusu-kollayıcısı ola
yetçi unsurlar karşısında güçlendirilmesi rak bu geleneksel meşruiyetin o kon
esasına dayanan, bunun için de Atatürk jonktürdeki son kalıntısını kullanan or
çülük şemsiyesini kullanan ‘Çağdaş Sağ’ du, Atatürkçülüğü hem doktriner hem
çizgisi, CHP’den Ortanın Solu hareketine popüler bir projeye dönüştürme gereği
tepkiyle kopanları önceler. Bir başka açı nin farkında olmalıydı. Nitekim 1960’lar-
dan bakıldığında, CHP’deki CGP’yi do dan itibaren, özellikle anti-komünist sa-
ğuran sağ Kemalist muhalefetin AP’deki iklerle, ordu içinde Kemalizırıi doktrin-
simetriğidir. CGP’nİn ‘Milliyetçi Atatürk leştirmeye ve popülerîeştirmeye dönük
çülüğü’ kitleselleştirememesi gibi, Yalçın münferit -ve ‘amatör’- girişimler görül
da AP’yi etkilemede başarısız kalmıştır. müştü (örneğin General Faruk Güven-
Aydın Yalçın, 27 Mayıs 1960 sonrası Tür- türk’ün irtica-karşıtı motifleri de güçlü
keş’le öncü gazetesinde, sonra Ekrem Gerçek Kemalizm kitabı IG üventürk,
Alican’m güdümlü YTP’sİnde yer alma 1964)...). Eninde sonunda cumhuriyetçi
S A Ğ K E M A L İ Z M
muhafazakârlığı yansıtan bu tür bir ‘ste Ocağı etrafındaki aydınlar ağırlık kazan
ril’ Kemalist söylem de kendisini göster mışlardır. Bu etki, yeni Anayasa’nm ha
mekle beraber, 12 Eylül yönetiminin res zırlanma sürecinden başlayarak, yine bu
torasyon arayışını belirleyen özellik, Anayasa’da kurulması öngörülen Atatürk
temsil ve yönlendirme güçlerine ve anti- Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun
komünist enerjilerine ihtiyaç duyduğu (AKDTYK) ve TRT ile YÖK’ün yeni kad
milliye tçi-muhafazakâr seçkinlerle yaptı rolarında, millî eğitim politikalarında
ğı ittifak olmuştur, açıkça kendini göstermiştir.
12 Eylül darbesine yaklaşılan süreçte Kenan Evren Temmuz 1981’de Erzu
Tercüman gazetesinin düzenlediği Anaya rum’daki önemli konuşmasında restoras
sa Semineri, cumhuriyetçi muhafazakâr yon projesinin hedeflerine dair ciddi
larla, m illiyetçi muhafazakâr çizginin, ipuçları vermişti: “Cumhuriyet’in temel
Celâl Bayar’ın simgelediği sağ Kemalizm taşlarından Atatürkçülük adına tahrifat
ekseninde buluşmalarına açılan bir mec ve tahribat yapmış olanların yozlaştırmış
raydı. 12 Eylül darbesi ve ardından izle oldukları Cumhuriyet kuruluşlarını ye- 541
nen restorasyon projesi, bu buluşmanın niden düzenleyeceğiz, gerekirse bu dü
tescili anlamına geldi. DPT’deyken ‘ta zenlemeyi o kuruluşu kapatıp yeniden
kunyalılar’ fobisinin hedefi olan ve 12 açmak suretiyle gerçekleştireceğiz.” (Ter
Mart restorasyon darbesinin gerekçe lis cüman:: 24 Temmuz 1981). Bu alıntıda,
tesinde yer bulan Turgut Ûzal, toplumda yeni rejimin Kemalizmin sol yorumları
yankı bulan muhafazakârlığını İktisadî na karşı tavizsiz olacağı açıkça görül
siyasetine dayanak yapabilme avantajıy mektedir ve yeni Anayasa’nın yapımın
la, cumhuriyetçi muhafazakâr seçkinle dan itibaren restorasyon sürecinin tü
rin önüne geçiyordu. Özal’ın serbest pi münde bu eğilim belirleyici olacaktır. Sol
yasa politikası da, kültürel açıdan kenar Kemalistlere karşı reaksiyoner bir tu
da kalan kitlelerin İktisadî merkeze nü tumla önlem alınmasının önemli bir ne
fuz etme um utlarına hitap etmesiyle, deni, 12 Eylül öncesi dönemde korpora-
muhafazakâr “sessiz çoğunluğu” “Cum- tist devlet anlayışını zayıflatan -ve bu an
huriyet’e kazanma” vaadini içermektey layıştan beslenen seçkinleri ürküten- ku
di, Kenan Evren’in anılarında darbeden rumsal özerkleşme taleplerinin güçlen
sonra başbakan yapmayı tasarladıklarını mesiydi. Bu korporatist zihniyet, kültü
anlattığı, cumhuriyetçi muhafazakârlığın rel restorasyon anlayışının sınırlarını da
simge ismi Turhan Feyzioglu böyle bir belirledi. Kısaca, toplumsal değişimi de
buluşmayı gerçekleştirebilecek bir isim netleme arzusu, AKDTYK gibi kurumla-
değildi. nn yaratılmasında en belirgin nedendi.
Sadece iktisat alanında değil, kültür Bu kurumun şekillenmesi ve kadroları
alanında da 12 Eylül liderliği, ideolojik nın niteliği, değişimi denetleme isteğinin
olarak daha yakın olduğu cumhuriyetçi ne tür aydınlarla yapılmak istendiğini de
muhafazakârların desteğinin meşruiyet gösterir: DTCF gibi daha çok 'korpora
ve rıza üretimine yetmeyeceğinin farkın tist' aydınların kümelendiği muhafazakâr
daydı, Böylece, restorasyon politikaları kurumlarm AKDTYK içinde etkinlik ka
nın kültürel boyutunda, milliyetçi-muha- zanmaları bu bağlamda anlaşılabilir. Ku
fazakâr temaları ve hassasiyetleri Kema- rumla hedeflenen kültürel restorasyonun
lizmin otoriter-devletçi çekirdeğiyle ek çarpıcı bir özeti, ilgili Anayasa maddesi
lemleyen ‘kendiliğinden’ Türk İslâm Sen ni hazırlayan MGK üyesi Tahsin Şahin-
tezi söylem ini (bkz. Copeaux 19 9 8 ) kaya’nın ’gerekçesi’nde bulunabilir: “Ata
doktrinleştirmiş olan, özellikle Aydınlar türk tarafından kurulan Türk Dil Kuru-
K E M A L İ Z M
Milliyetçi Cephe koalisyonu: Turhan Feyzioğlu (CGP). Süleyman Demirel (AF), Alparslan
Türkeş (MHP), Necmettin Erbakan (MSP). Muharrem Ergin in bu koalisyonun
zorluklarıyla ilgili yorumu (1975): “Zaten milliyetçiliğin Türkiye’d e iktidara gelmesi o
kadar kolay olsa hiç memleket bu şekilde buhrandan buhrana düşer miydi? Türkiye’de
milliyetçilik Atatürk’ün Ölümünden sonra iktidardan sürülmüştür.’’
mu ile Türk Tarih Kurumu'nun günün dınlar Ocağı ve benzer çevreler, jakoben
ihtiyaçlarına göre reorganize edilerek Kemalist çizgiyi popülarize etmek iste
devletle olan organik bağlarının tesisi ve yen ve bu yolda İslâm’ı kullanan devletçi
kuruluş amaçları doğrultusunda faaliyet sağ grup(lardır)’’ (Öğün 1995: 187), yo
g ö sterm ele ri..." (Tercümem: 26 Ocak rumu, açıklayıcıdır. Sosyal bilimlere böy-
1983). Burada, devletten bağımsızlaşan lesi 'misyoncu’ yaklaşım, milliyetçi mu
küllür üretiminin devletin varlığına teh hafazakârlığın ilim ci kanadında zaten
dit olarak algılanması teşhisinden hare ciddi bir gelenek olarak m evcuttur.
ketle; tedavi, 'bağımsızlaşan’ aydınların TKAE (Türk Kültürünü Araştırma Ensti
tasfiyesi ve organik/korporatist aydınlar tüsü) gibi çevreler 'millî meseleler’ konu
ca ikamesinde görünmektedir. sunda, o dönemde “Kürtlerin Türklüğü
Bu açıdan bakıldığında, Aydınlar Ocağı ne" yoğunlaşarak, "uygulamaya dönük”
çevrelerinin ideolojik olarak sağ Kema- rapor- eserler hazırlamaya adanmıştı.
lizmle örtüştükleri görülebilir. Bu zümre AKDTYK, bu çevrelerin kültürel tezleri
nin cumhuriyetçi muhafazakârlarla or nin cumhuriyetçi muhafazakârların kil er
tak laştığı k o rp o ratist aydın kim liğ i, le buluştuğu yüksek merci olacaktı. Bu
AKDTYK’nda tereddütsüz birlikte varola- iki geleneğin uzlaştırılması için yoğun
bilmelerini sağlayabilmiştir. Kültürel/bi- çaba harcayan kişi olarak, Kurumun ilk
limsel üretim, iktidarı (devleti) hep haklı başkanı emekli korgeneral Suat Ilhan’ın
çıkaran bir vazife olarak algılanmıştır. Bu adı anılmalıdır. Ilhan, gerek bu görevinde
noktada, Sühyman Seyfi Ogün’ün "Ay gerek daha sonraki çalışmalarıyla, ordu*
S A Ğ K E M A L İ Z M
DİPNOTLAR
C um huriyet rejim inin kurucu kadrosu deli bir kişilik geliştirdi. "Devleti/memle-
içinde en ağırlıklı sivil figür olan M ah keti kurtarmak" gibi yüksek sorumluluk-
mut Celâl Bayar, 1930'larda Kemalist in lu bir angajm anla, yarı gizli şartlarda
kılâp ideolojisinin ekonomist bir yorum baskı altında yürütülen dar kadrocu ön
cusu ve uygulamacısı; D P Genel Başka cü siyaseti olarak ittihatçılık, O nun poli
nı ve cum hurbaşkanı olduğu 1946-60 tik üslûbuna damgasını vurmuştur. Yüz
546
döneminde ise, inkılâbı bir sosyal taba yaşından sonra verdiği m ülakatlarında
na oturtmaya verdiği öneme uygun ola "Ben hep İttihatçı kaldım" demiştir; y a
rak, Kemalist yönetim anlayışını parla kım olan tarihçi Cem al Kutay da onun
m enter d em okratik rejim e uyarlayan "daim a İttihatçı kaldığım... tasfiyesinin
otoriter m illî iradeci görüşün öncüsüdür. bir zaruret sayıldığı günlerde dahi, bir
M ahm ut C elâl 1883'te, O sm anlı'nm çoklarının aksine İttihatçılığını ted veya
Balkanlard aki topraklarından çekilmesi inkâr yoluna girmediğini" vurgular (Ku
ni travmatik bir kayıp olarak yaşayan bir tay, 1982: 141). Ancak Şevket Süreyya
a ile d e doğdu. A ilesi, D oksanüç Har- A ydem ir'i izleyerek bir şerh düşmekte
b i'n d e k i (1875/76} bozgundan sonra yarar vardır: Bayar'ı, İttihatçılıkla eşan
Plevn e'd en Bursa'ya göç etmişti. Hem lamlı kullanılageldiği üzere "kom itacı"
medrese hem modern öğretmen okulun olarak yorumlamak indirgeyici olur, O
da eğitim görmüş olan babası, iki abisi paramiliter yapılar kadar sivil örgütlen
genç yaşta ölen küçük oğlunun iyi yetiş m eye ve bürokrasiye de hakkını veren
mesi için özel çaba sarfetti. M ahm ut bir "profesyonel siya s e tç id ir (Aydemir,
Celâl Fransızca, Arapça, Farsça öğrendi, 1969: 160-4). Kurucu Kemalist kadro
küçük yaşta yerel dairelerde çalışma ve nun en yetkin profesyonel politikacıla
idare tecrübesi edindi. 17 yaşında Bursa rından biri... "İttihatçı kalmak", meşru
Ziraat ve Deutsche Orient bankalarında iyetini devletî kurtarma m isyonundan
çalıştı. Burada tanıdığı Alman M illî İkti alan, acilci ve ikameci bir otoriter politi
sat O kulu'nun fikirlerinin etkisinde kaldı ka üslûbunun ifadesidir. Bu çİ 2gi, Bayar
(Şenşekerci, 2000; 27 vd,} Bu çalışm a kadar açıkça sahip çıkmasalar dahi, Ke
tecrübesi, O nun ekonominin "yen i" top malist kadronun birçok figürü de geçer-
lumdaki belirleyici gücüne inanmasında iidir.
ilk merhale olmuştur. M. Celâl'in ittihat ve Terakki içinde te
Bir dayısı istibdat karşıtı Jöntürk mu mayüz edişi, Birinci Dünya Savaşı arefe-
halefetinin içindeydi; O da 12 yaşından sinde İzmir'deki faaliyetiyledir. 1913 ya
itibaren bu gizli muhalefet muhitine da zında ittihat ve Terakki'nin doğrudan ve
hil oldu, 1907'de "Küm e" adlı Bursa şu mutlak iktidarını tesis etmesinden sonra,
besinin yönetimine girdiği İttihat ye Te- İzmir ve havalisinde Partinin siyasî nüfu
rakki'de, bir yit sonra, yerel örgütün li zunu geliştirmek gibi ağırlıklı bir görev
derliği anlamına gelen "rehber" mevki üstlendi. Nüfus dengesini Türkler lehine
ine geldi. Atak bir örgütçüydü, kısa süre (Rumlar aleyhine) döndürmek için stra
de soğukkanlı, gerçekçi-hesapçı ve ira tejik bir çalışmaya girişti. Bir yandan, ta
ciz ve psikolojik harp yöntemleriyle, ye güç merkezi olmaya yönelen Çerkeş Et-
rel kabadayı/zeybek/efe geleneğini de hem hareketiyle yakınlaşm ası üzerine
işe koşarak, Önemli bir Rum kitlesini gö bastırılmıştır. M . Celâl, yerel eşraf ve çe
çe zorladı. Diğer yandan meslekî eğitim telerin M illî M ücad ele'ye daha sıkı en
ve tic a rî ö rg ütlen m eyi teşvik ederek, tegrasyonu bakımından Çerkeş Ethem'le
Müslüman-Türk girişimci zümresi yarat bağları koparmamaktan yana tutum al
mak için destekler ve yin e gayri Türk mış, M illî M ü c a d e le kadrosu içindeki
unsurları taciz yöntemleri uygulayarak, güç mücadelesinde askerlerin ağırlığını
ekonomide Türk cemaatinin güçlendiril koymasına hizmet eden bu tasfiye süre
mesine çalıştı. Kuvvetli bir orta sınıf ya cinden memnun olmamıştır, (Bu tasfiye
ratma ideali, O nun için daima milletleş- sürecinin galip hizbi olarak İsmet İnönü
menin ve modernleşmenin kaldıracı, ay ve çevresindekiler, M . Celâl'in o sırada
rıca bizatihî bir p o litik ilk e hükmünde tamamen Ethem'e angaje olduğunu dü
olacaktır. şünürler. Bkz. Aydemir, 1969: 329) M ,
M , Celâl, D ünya Savaşı'nın bitim in Celâl'in Yeşil Orduculuğunun makuliyet 547
den hemen sonra İzmir Müdafaa-İ H u dayanağı, kendisinin o dönemde "sosya-
kuk C em iyeti'n i kuranlardandı. "C a lip lizan" bir anlam taşıyan "devlet iktisadı
H o ca" takma adıyla, Ege taşrasında Ku- na" ilgisidir. Ayrıca, m illî direnişin İktisa
vayı M il!iye 'n in örgütlenmesine girişti. dî ve sosyal dayanaklarını Önemsemek-
Bunun için zeybek/efe çetelerine yasla ten gelen bir "halkçılığı" vardır,
nırken, bu çetelerin düzenli askerî güç M . C elâl, Cum huriyet'in kurutuşun
lerle uyumunu sağlamaya çalıştı. Bu sı dan sonra da önem li görevler üstlenir.
rada Saruhan (M anisa) mebusu olarak 1924'te Mübadele, imar ve iskân bakan
katıldığı son O sm an lı Mectis-i Mebu- lığı sırasında Müslüman-Rum mübadele
san'ında bağım sızlıkçı muhalefette yer sinin örgütlenmesinde ağırlıklı yükü ta
aldı. M eclis üzerindeki baskı artınca giz şır, O nun yönetim elifindeki konumunu
li yollarla Anadolu'ya geçti. Bir süre kal ve politik çizgisini belirleyecek olan gö
dığı Bursa'da yerel ulemâyla İlişki kura rev, aynı yıl, İş Bankası'nın kuruluşuyla
rak, Osm anlı Şeyhülislâmlığı tarafından vazifelendirilm esidir, iş Bankası, ticarî
ihanetle suçlanan bağımsızlık hareketini faaliyetleriyle işadamlarına Örnek teşvik
meşru ve caiz gösteren karşı-fetvalar ör etmek suretiyle ülkede özel sermaye gi
gütlem e taktiğinin öncülerinden oldu rişimlerini teşvik edecek m illî banka ola
(Şenşekerci, 2000: 76), Bu dönemdeki rak, bir tür "inkılâp kurumu" gibi tasar
politik etkinliği, M . C elâl'in, İstiklal Har- lanmıştır Kuruluş sermayesi bizzat Mus
bi'nin toplumsal ittifak tabanını şümullü tafa Kemal tarafından konan banka, si
b ir şekild e temsil ve ifade yeteneğini yasî iktidarla yerli ve yabancı sermaye
gösterir. M . Celâl Ankara'ya Türkiye Bü nin entegrasyonunu sağlayan bir işlev
yük M ille t M eclisi'n e intikalinden kısa kazanacaktır (Boratav, 1982: 18-20). M.
süre sonra iktisat vekilliğine getirildi. Celâl ise, İş Bankası'ndaki etkinliğiyle,
1920'de, T B M M hükümetinin Sovyet- rejim eliti içinde bir odak haline gele
ler Birliği yönetimi ile iyi ilişkileri çerçe cek, bellibaşlı a İt-lider figürlerinden biri
vesinde göz yumduğu hatta teşvik ettiği olacaktır. İş Bankası kariyeri, ekonom i
yarı gizli Yeşil Ordu örgütünün kadro den anlayan bir uzman ve ehil bir yöne
sunda yer aldı; yine Mustafa Kem al'in tici olarak ünlenm esini sağladığı gibi;
kontrolündeki Resmî Kom ünist Fırkası Ona "istiklal için güçlü ekonominin lü
ile de temasları vardı. Sadece üç ay fa zum unu" vurgulayan, özel girişim po
aliyet gösteren Yeşil Ordu, İttihatçı mu tansiyelini ve yeteneğini geliştirm eye
halefetinin odağına dönüşmüş, özerk bir dönük aktif ve koordineli bir "m illî kat-
►
K E M A L İ Z M
liyetçilik merkezî ilkedir; ancak bu, po nutku - Bayar, 1999b: 261) "'memleket
pülist bir milliyetçilik değildir. Millî ege te sükûn bozuluyor, onu koruyacak be
menlik ilkesini ve milliyetçiliği, Osman nim' diye üzerine fuzulî vazife alan in
lI'nın son yüzyılına hakim olan "devleti sanların mevcudiyetinden" (1950 Ka
sağlam ve sürekli bir tabana oturtma" sımpaşa nutku - Bayar, 1999b: 411) bah
arayışının (Bayar, 1998: 38) geçerli ve sedişindeki gibi, Türkiye'de iktidar zih
modern çözümü olarak anlamlandırır. niyetinin kalıcı karakter özelliklerini de
Milleti, devletin tâbi bir bileşeni olarak şifre edici çarpıcı ifadeleri çoktur.
kabul eden otoriter-seçkinci Kemalist ta Önemli bir husus, demokratikleşmeyi,
savvura çok uzak değildir. 1946-50 dö esasen "inkılâbı, Atatürk'ün eserini ta
nemindeki ya da 1960'lardaki militan mamlamak", "büyük halaskarın açtığı
millî irade/parlamentarizm savunusunda yolda yürümek'Te meşrulaştırmasıdır:
da iptal edilmemiş olan g ü ç lü devlet "Ferdî hak ve hürriyetlerin, kurtuluş ve
arayışı, 1957-60 ve 1968-80 gibi politik millî hakimiyet mücadelemizin tamam
kutuplaşma ve kriz dönemlerinde açık lanması için" gerekli olduğunu söyler
otoriteryanizme dönüşecektir. Aşağıda (1948, Akşehir - Bayar, 1999b: 274),
da açacağımız bu çizgisiyle Bayar, sağ "millî irade tam tecelli ettiğinde bu mîl
söylemde, millî iradeciliği devlet ciddi let efendi olacaktır" der (1948, Uzun
yetiyle bağdaştıran vakur devlet adamı köprü - Bayar, 1999b: 337), Bu söylem,
olarak mistifiye edilmiştir. -yukarıda değindiğimiz- Bayar'm kendi
1946-60 döneminde Celâl Bayar, tek sini Atatürk'ün "en yakım" olarak tak
parti rejiminden çok partililiğe geçiş ve dim edişiyle birlikte, 1946-50 dönemin
yönetici elit dönüşümü sürecindeki li de DP'nin CHP'ye//ndnücü/ûge karşı
derliğiyle, politik kariyerinin doruğuna Atatürkçülüğü hararetle sahiplenmesi
ulaşmıştır. 1943'ten itibaren belirginle vakıasının bir nişanesidir, Bayar, 1946-
şen muhalif tutumunun ardından, 1945 50 hareketini, İnönü döneminde dondu
Haziranı'nda Menderes, Köprülü, Koral- rulan inkılâp hareketini yeniden canlan
tan'la birlikte CHP yönetimini eleştiren dırma hamlesi olarak anlamlandırmış,
önergeye imza atar. Aynı yılın sonunda küçük burjuva-aydın zümrelerde de bu
bu Dörtlü ve izleyicileri, Demokrat Par- doğrultuda bir heyecan yaratabi İmiştir.
ti'yi (DP) kurarlar, Bayar, DP'nin genel 14 Mayıs 1950 seçimleriyle gerçekle
başkanı olur. DP'nin CHP'yi iktidardan şen "ihtilâl", yönetimin sivilleşmesi ve
indirdiği 1946-50 evresinde direngen bir seçilmişlere geçmesi, DP'den köklenen
muhalif, ama kritik noktalarda (parti içi Türk Sağının kuruluş mitolojisi olmuştur.
keskinlerle yolları ayırmak pahasına) uz İnkılâbın tamamlanması olarak gördüğü
laşmacı bir realist olarak, başarılı bir bu tarihsel adtmı, Bayar, İmparator
stratejdir. DP'nin büyük üstünlüğüyle so luksan Cumhuriyet'e geçiş ve moderleş-
nuçlanan 14 Mayıs 1950 seçimlerinden me sürecinde aşama olarak gördüğü, bü
sonra oluşan parlamento tarafından Tür rokrasinin tedricen ve içerilerek tasfiyesi
kiye'nin 3. cumhurbaşkanlığına seçilir sürecinde bir yere oturtur (Bayar, 1998:
(Eroğul, 1990: 9-51; Timur, 1991). 44-52). 27 Mayıs'ın bu süreci sakatladığt
1946-50 döneminin Bayar'ı, öncelikle kanısındadır; 12 Eylül 1980 askerî müda
"demokrat Bayar"dtr. Yurttaş ve insan halesini ve Millî Güvenlik Konseyi reji
haklarını, işkence, jandarma-polis baskı mini de yakın çevresine "Atatürkçü değil
sı gibi meseleleri, tutarlı ve açık bir söy İnönücü, militarist” olarak tanımlayacak
lemle işlemiştir, iktidarın "silah sesiyle tır (Avcı, 1999:332).
ürkütmek, istiklal Mahkemeleriyle kor 1946-50 döneminde 'tarihsel' diyebi
kutmak sevdası"ndan (1949 Ödemiş leceğimiz çıkışlar ve ifadeler içeren öz-
K E M A L İ Z M
gürlükçü liberal söylemi ve seçilmiş si bir çoğunluğun elinde olduğuna göre, ı
yasî otoritenin mutlak egemenliğini mi hiçbir zümreye veya topluluğa güvence
litanca savunması, Türk merkez-sağ çiz vermek zorunda değildir” (Bayar, 1998:
gisinde Bayar'ın sahih bir demokrat ola 123). 1961 Anayasası'nm getirdiği "la
rak idolleştirilmesini getirmiştir, 27 Ma ubali özgürlüklere" şiddetle karşı çık
yıs müdahalesine direnme girişiminde mıştır. Ona göre "devletin ilk varoluş
bulunması, istifa etmesi telkinlerini te sebebi asayiştir" (Bayar, 1998: 109);
reddütsüz geri çevirmesi, istiskal edici devlet otoritesini zaafa uğratmamayı te
Yassıada yargılamaları sırasında çoğu mel öncelik sayar.
DP'linİn teslimiyetçi tavrına karşılık Tek Parti devrinin yönetim zihniyetini
mahkemenin meşruiyetini sorgulayarak "popülarize eden" bu otoriter-demokrat
siyasî savunma yapması, 1974'te siyasî çizgisiyle Bayar, DP'nin demokrasiyi se
haklarını kazandıktan sonra eski cum çimle oluşmuş parlamenter hükümetin
hurbaşkanı sıfatıyla sunulan tabiî sena mutlak iktidarı olarak indirgeyen çizgisi
552 törlük statüsünü seçimle gelinmeyen bir nin en radikal savunucusu olmuştur. DP
makam olduğu gerekçesiyle reddetmesi iktidarının gerilediği 1957 gene) seçim
gibi 'militan' çıkışları, ismi etrafında bir leri sonrası dönemde muhalefete ve
"demokrasi mücahidi/kahramanı" hâlesi CHP'ye karşı tavizsizlikten yana olmuş,
yaratılmasını getirmiştir. Ancak Bayar'ın yumuşama eğilimlerinin önüne geçmeye
demokrasi anlayışı, tıpkı sözkonusu çalışmış (Yalman, 1997; 1674-5),
merkez-sağ gelenekte olduğu gibi, Ke 1960'da kentlerdeki muhalif gösteriler
malist otoriter-demokrasi tasavvurunun karşısında sert tedbirler alınması, göste
genel esaslarını yeniden üreten bir anla ricilere ateş açılması için hükümete bas
yıştır: Demokrasiyi yönetsel verimlilik kı yapmıştır. Onun 27 Mayıs öncesinde
yöntemi olarak düşünür, çoğulculuğa ki tepkisinin sertliği, Cumhuriyet yöneti
kuşkuyla bakar, katı bir temsiliyet hiye minin Menemen ya da Dersim olayları
rarşisi içinde tasarladığı demokratik pro karşısındaki reflekslerini andırır: "Tenkit
sedürde cisimleşen otoriteye mutlak ita zamanı çoktan geçti. Şimdi tahrikçileri
at ister. Bayar'ın m illî iradeciliği, otori tenkil zamanıdır" (Aydemir, 1969: 390,
ter bir çoğunlukçuluktur: "Çokluğun bü 395-6).
tünü temsil ettiği tartışılamaz" (Bayar, Anti-komünizm, 19S0'!erden başlaya
1991: 38). Güçlerin birliğini sağladığı, rak, Bayar'ın söyleminde kilit bir yer tut
çoğunluğa dayanarak iktidar yetkisini muştur. Komünizm onun söyleminde
kullanan erki kısıtlamadığı, böylelikle mutlak kötülük/fesattır. 1986'da yayım
Türk toplumunun "onbinlerce yıllık lanan Bir D arbenin Anatomîsf'nde (Ba
devlet baba anlayışı"na, "kuvvetli dev yar, 1991), 27 Mayıs'ı dahi komünist
let” ilkesine uygun bir demokrasi yoru tahrike bağlar. Vaadettiği hürriyetlerden
mu getirdiği için (Bayar, 1998: 143-4), yararlanmayı umarak ("nedense komü-
1924 Anayasası Ömrünün sonuna dek nistfer hürriyete pek meraklıdırlar"
onun referansı olmuştur, "Uzlaşma", a.g.y.: 74} destekledikleri DP iktidarın
Ona göre, "herkesin anayasa ile uzlaş dan hayal kırıklığına uğrayan komünist
ması, anayasa çizgisi içinde yaşamak, lerin, kendilerini yıpratmaya giriştiği ka
anayasanın getirdiği tefekkür içinde ça- nısındadır, CHP'nin Marksist uzmanla
-Iışmak zorunda olması" demektir (Ba rın, komünist "Bizim Radyo"nun güdü
yar, 1991: 82). Sınıfsız ve demokratik münde olduğunu vaz'eder (a.g.y.: 60
bîr ülke olarak Türkiye'de "iktidar bir vd.). Bütün muhalif ve "muzır" cereyan
azınlık sınıfının elinde değil, milletinin ları komünist fesadına bağlayarak gayrı-
tabanının hücrelerine kadar uzanan tam meşru/kriminal ilan eden sağ demagoji- \
_____________ - - *
Z M
nin taşıyıcılarından olmuş; 1970'lerde türmek" j1999d: 89] üzere çıktığı uzun
bir beyanatında sarfettiği "bu kış komü ABD gezisi, bu hayranlık retoriğinin çar
nizm gelebilir" sözleri, paranoid anti- pıcı örnekleriyle doludur. Büyük çaplı
komünizmin karikatürü olarak yıllarca malî yardım alma umuduyla çıkılan ge
anılmıştır. Bayar'm, komünizmin mah zi, bu hedefine ulaşamamıştır.) Bayar,
zuruna veya geçersizliğine ilişkin savla "dünyanın kuvvet kaynağı" (Bayar,
rı, esasen Kemalist "sınıfsız toplum" tezi 1999d: 93), "hürriyete âşık, insaniyete
üzerine bina edilmiştir; 1950'lerin So hâdim, mazlumun hâmisi, zalim ve gad
ğuk Savaşçılığının "Hür Dünya" retoriği darın düşmanı" (1999d: 120) olan Birle
bunun süsüdür. Bayar, Soğuk Savaş anti- şik Amerika'nın "diğerkâm önderliği” ni
konıünizminin tipik bir mümessili ola (1999d: 123) yüceltmiştir. Türklerle
rak, komünizm tehlikesini somut politik- Amerikalılar arasında çıkar birliğinden
ideolojik içeriğinden ziyade Sovyet öte manevî bir birlik bağı tanımlamış,
("Rus") işgal tehdidi olarak kodlar. Tür "istiklâl ve hürriyetine âşık iki millet"ten,
kiye için anti-komünizm, toplumsal "aynı ideal uğrunda mukadderat birliği 553
bünyesinden ve Atatürk'ün bu yöndeki yapmış olan memleketi er" den söz etmiş
talimatlarından öte, bir "emniyet dava tir, ABD'nin Türkiye'ye sağladığı desteği
sı" olması itibariyle da zarurîdir. Ona bir yandan bu manevî bağla açıklarken
göre. Bayat'ın şiddetli anti-komünizmi- (ABD'yi "Türkiye'nin ... âli menfaatlerini
nin arkasında, "istiklal ve kalkınma" da kalben gözeten bir devlet" olarak tanım
vasını ve Cumhuriyet'in kollanması öde lar [(1999d: 91]); bu himayeyi açıkça
vini devletin vesayetine bağımlı olmak "(komünizme karşı] sımsıkı duran... ma
tan çıkartarak uhdesine vermeyi hedef nevî ileri karakolu bir cephe hattı kalesi
lediği burjuvazi ve orta sınıfın zayıflı ne inkılâp ettirmek...” (1999d: 99) mak
ğından, kırılganlığından duyduğu endişe sadıyla tanımlayarak, Türkiye'ye bir glo
aranmalıdır. Rejimin sosyal-sınıfsal veya bal anti-komünist misyon içindeki strate
s iv il kökleşmesi sürecindeki gerilik ne jik konumu karşılığında uluslararası des
deniyle, toplum içindeki çelişkilerin tek arayan millî güvenlik ideolojisinin
sol/sosyalist hareketlere elverişli bir ze yolunu açanlardan olmuştur. Bayar'ın
min oluşturmasından veya bürokratik-si- 1950'lerdeki politik söyleminin yapısal
yasal elit içinde sol bir hizbin bu çeliş bir unsuru olarak "Amerikan hayranlı-
kilerin doğurduğu hoşnutsuzlukları "is ğT'nm bir başka veçhesi, kuşkusuz kal-
tismar" etmesi ihtimalinden tedirgindir. kınma-gelişme ("ileri medeniyet dünya
Böylelikle anti-komünizm, Onun Kema sının gözlerimizi kamaştıran ileri eserle
list vesayetçiliğini yeniden üreten aslî rine..." erişme) ideallerini tamamen
etken olmuştur. Batı ittifakına, "hür dün ABD örneğine odaklamasıdır. Türki
yanın" uluslararası desteğine verdiği bü ye'nin durumunu ABD'nin kalkınma
yük önem de, bu zaafı giderme isteğin devrine benzettiği 1954 Bursa konuşma
den ileri gelir. sındaki "Türkiye, azamî otuz sene son
Türkiye'nin "emniyet davasını" çöz ra... otuz milyonla 50 milyon nüfus ara
mek üzere ittifak içerisine girdiği Batı sında bir Amerika olacaktır" sözleri (Ba
Blokunun lideri olarak ABD'ye angaj yar, 1999c: 103-4), onyıllarca zikredi
man, Bayar'ın dilinde, Türk merkez-sa- len, simgesel bir popüler siyasal deyim
ğının yapısal bir vasfı olarak "Amerikan olacaktır.
cılıkla" etiketlenmesine yol açan bir 27 Mayıs askerî müdahalesiyle cum
hayranlık retoriğine dönüşmüştür, hurbaşkanlığından düşürüldüğünde 77
(1954'te "Türk milletinin selâm, muhab yaşında olan Celâl Bayar, ömrünün geri
bet ve hayranlığını... bu dost millete gö kalan 25 yılında da politik etkinliğin dı-
M A L Z M
“Politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyet siyaset içindeki yerini de başat kılmıştır.
sizliğin analt/arı ya da ardına kadar açık Nitekim Osmanlı Devleti’nde yönetici
kapısıdır Ben bu kadar zıddı ile beraber seçkin kadro arasına girebilen yetenekli
gelen, zıtlarııı aliında kaybolan nesne sivil kökenli memurlar da “paşa” unva
görmedim. Kısa ömrümde gittiğini kıç nıyla anılmışlardır. Bu ağırlık, Jöntürk, it
kimse söylemediği kaide fhürriyetiııj tihatçı ve Kuvayı Milliye hareketlerinde
memleketimize yedi sekiz defa geldiğini de varlığım sürdürmüştür.
işittim. Ve o geldi diye davul-zuma so Egemenliğin kaynağım niteliksel olarak
kaklara fırladık. Bu hürriyeti stmstkı ya ve sıçramak bir biçimde değiştiren 1919-
kalayamadığımı za göre, demek kİ, kim 1922 hareketi, temel amaç olarak demok
senin ona ihtiyacı yok." ratik sivil bir rejim kurmaya yönelir,
1920 lerde hem ekonomide hem siyasette
Ahmet Hamdi Tanpmar
liberal bir politika izlemeye çalışırken, as-
K
uramsal açıdan, Batılılaşma süreci ker-sivil bürokrat-aydın üçlüsünün karar
ne giren azgelişmiş ülkelerde as alma mekanizmalarındaki başat rolü bir
kerler, geleneksel kurumlara karşı kez daha sağlamlaştırılmıştır. Öyle ki,
toplumu modernleştirmede öncülük et TBMM’deki muhalif II. Grubun lideri Ra
mektedirler. Bunun nedeni, ordunun di uf Bey eşraf kökenli bir asker; 1924'te çok
ğer kurumlardan önce Batılı eğitim olana partili siyasal yaşama geçmek için kuru
ğından yararlanma fırsatı bulması ve bu lan, Cumhuriyet döneminin ilk muhalif
yönde adeta misyonerlik üstlenmesidir. partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırka
Ordunun organize bir güç olm ası da sının Genel Başkam Kazım Karabekir as
önemli bir etkendir. Bu bağlamda Türki ker, Genel Sekreteri Ali Fuat Cebesoy as
ye de diğer azgelişmiş ülkelerle bir koşut ker ve diplomat, İkinci başkanı Adnan
luk göstermekle birlikte, kendine özgü Adıvar aydındır, ikinci kez 1930’da çok
bazı nesnel farklılaşmalardan dolayı, as partili yaşama geçmek için kurulan Ser
kerlerin bu öncülük rolü, pratikte birta best Cumhuriyet Fırkası’nın başına da yi
kım özel sonuçlar doğurmaktadır. ne asker kökenli diplomat Ali Fethi Ok-
OsmanlI’da, hatta ona öngelen devlet yar getirilmiş, partinin ideologluğunu ha
lerde devlet aygıtının merkezi yapısı, sivil vastan Ahmet Ağaoglu üstlenmiştir,
sevk ve idare işlevlerinde bile geniş çaplı 1920-30’lar Türkiyesi’nde bu geleneğin
bir askerî bürokrasiyi zorunlu, ordunun sürdürülmesi, “okumuş adam" smırlılı-
K E M A L İ Z M
ğından dolayı bir zorunluluk olabilirdi. çiminde Fevzi Çakmak’ı aday göstermiş,
Kari Marx’ın 19, yüzyılın son çeyreğinde 1950’lerde partinin yönetici kadroları ara
yaptığı, bir toplumda henüz sınıf bilinci sında Ali Fuat Cebesoy, Fahri Belen, Seyfi
oluşmamışsa bürokratların toplumu ade Kurtbek, Tahsin Yazıcı, Tekin Anburun
ta bir sınıf gibi yönlendirebileceği sapta gibi eski askerler yer almıştır,
ması, 20, yüzyılın ilk yarısındaki Türk Menderes’in muvazzaf subaylara büyük
toplumuna birebir uygun düşer. Cumhu çaplı gereksinim olmadığını, ordunun
riyetin ilk yıllarında liberal politika dene Amerika’daki gibi yedek subaylarla yone-
mesinde başarısız olan bu seçkin bürok tilebileceğini açıklaması, DP iktidarının
rat kadro, ardından ekonomik kaygılara ordu karşısında aldığı ilk tavır olarak be
dayanarak d evletçiliğe yönelm iş, dış lirlenir. ikinci bir tavır ise DP’nin partide
borçsuz bir planlı kalkınma modelini uy asker kökenlilere çok az yer vermesidir.
gulamaya dönüştürüp sonuç almayı başa Nitekim, 1950-1960 arasında parlamen
rabilmiştir. toda mesleksel dağılımına bakıldığında,
556 “Parti devleti" politikasının uygulandı en düşük oranda temsil edilen meslek
ğı 1930-1945 yılları arası kapalı dönemde grubunun askerler olduğu görülür. VII.
siyasal ve toplumsal erki elinde tutan as- Dönem TBMM’ye değin askerler en etkin
ker-sivil-aydın üçlüsünün totaliter ege biçimde temsil edilen grupken, 1950’de
m enliğinin karşısında, ilk kez İkinci DP’nin siyasal iktidara gelmesiyle asker
Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte, bir kökenlilerin oranı ilk kez %3’e düşecek
yandan “harp vurguncuları" ve “türedi tir. Ayrıca, CHP döneminde millî savun
zenginlerin”, diğer yandan yoksul kitlele ma bakanlığı yapan 11 kişinin hepsi as
rin sınıfsal hoşnutsuzluğu kendini göster ker kökenliyken, DP iktidarında aynı ba
miştir. Bu toplumsal baskının da etkisiy kanlığı yapan altı kişiden beşi sivildir
le, çok partili siyasal yaşam dördüncü kez (Mazıcı, 1989'. 130). X. Dönem’de hükü
denenmeye girişilmiştir. Bu süreçte as- mette asker kökenli hiç kimsenin yer al
ker/sivil-bürokrat-aydm üçlüsünün karşı maması da kayda değerdir. Asker köken
sına siyasal güç merkezlerini belirleyecek lilerin siyasal temsilinin gerilemesi, ordu
yeni bir ortak olarak DP çıkmıştır. nun DP hükümetinden soğumasinın tek
Bu yeni döneme girerken bir yandan ür nedeni değildir. Aydemire’e göre, Mende
keklik bir yandan da rüştünü kanıtlama res’in 20 Mayıs 1950’de okuduğu hükü
çabası içinde, kendi bünyesinde fırtınalar met programında Atatürk’ün adının bir
kopan Dp gerek Terakkiperver Cumhuri kez bile geçmemesi, 14 Mayıs 1950 seçim
yet Fırkası’mn ataklığından gerekse Ser sonuçlarının ülkede yapılan devrimlerin
best Cumhuriyet Fırkası’nın muvazaalı en büyüğü olduğunu ilan etmesi, 15 yıl
görünümünden farklı olarak iktidara ve müfettişliğini sürdürdüğü Halkevleri için
geleneksel iktidar odaklarına oldukça “faşist gençlik teşekkülleri" yakıştırması
temkinli yaklaşmıştır. Daha muhalefet yıl nı yapması (Aydemir, 1973: 192-196) vb.
larında İnönü’nün Milli Şef egemenliğine “dikkatsizlikler”, genç subay kadroları
karşı ordu içinde kurulan gizli örgütten arasında yankı uyandırmıştır. 1950 yılın
birkaç subayla ilişki kuran Bayar-Mende- da genelkurmay başkanı dahil 15 general
res grubu, bu girişimlerden tedirgin ol ve 150 albayın M enderes tarafından
muş; iktidara geldikten sonra da kendile emekliye sevk edilmesi (Erogul, 1970:
rine karşı böyle bir girişim olasılığından 69), yine Menderes’in 1950 öncesi TSK
kaygı duymuştur. DP bazı emekli subayla için “Battal Gazi Ordusu" yakıştırması
rı saflarına alarak askerlere güven verme (Aydemir, 1973: 2 8 7 ), cumhurbaşkanı
ye çalışmıştır. 1946 cumhurbaşkanlığı se Bayar’ın Erzurum’u ziyaretinde çeşitli
2 7 M A Y I S , K E M A L İ Z M İ N R E S T O R A S Y O N U M U
1965:4). Cumhuriyet Halk Partisi, laik için demokrasiye gönül vermiştir" (Be
devleti kurmuş, vicdan ve din özgür kata, 1960:5).
lüğünü getirmiş, yaptığı devrimlerîe 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesin
toplumu geliştirmiş ve nihayet demok den sonra yazdığı B ir in c i C um hu riyet
rasiyi g erçekleştirm iştir (Bekata, Biterken adlı eserinde 27 Mayıs 1960'ı,
1969:99). Ancak artık ihtilal devri iktidarı tekrar millete vermek olarak
geçmiş, inkılabın yeni esaslarının kök gören Bekata, yeni bir döneme ümitler
leştirilmesi devri gelmiştir. Bu süreçte le girildiğini anlatırken bunu "Cumhu
girilen demokratik rejimin müessese- riyet'in yeniden kendini buluşu" anla
leri şeklen kurulmuş, ama zihniyeti, mında "İkinci Cumhuriyet" olarak gör
ahlakı, geleceği henüz kurulamamış mek istemiştir. Bu kitaptaki yazılarında
tır. "Dışarıda saygı duyulan, içeride Bekata, rejim mücadelesinin her şey
tesirli otoritesini itibarından alan, den önce hukuk devleti olmanın mü
halkla beraber, halk için çalışan Örnek cadelesi olduğunu vurgular. "H içbir 561
bir devlet teşkilatını ve idaresini he hukuk devletinde Anayasa değil, be
nüz k u ram am ışız..." (Bekata, nim arzularım hakim olacaktır" zihni
1965:15). Ona göre, Cumhuriyet'in yetinin yaşayamayacağı, toplumun hu
kuruluşuyla Kemalist ideolojisinin zurunun, hukukun hakimiyeti ile sağla
Türk toplumuna kazandırdığı itibar nacağı üzerinde durur. Bekata'nın
ancak demokratik bir hukuk devleti 1960'lardaki yazılarında siyasete karşı
olmasıyla yeniden kazanılabilecektir. kuşkucu bir bakış da vardır; siyaseti
Çünkü "Türk milleti padişahları kim kendi kişisel çıkarlarına alet yapmak
senin kulu olmamak için uğurlamıştır. için seçen insanların politikacı değil
Halk, padişahların mülkü olan toprak entrikacı olduğuna kanidir (Bekata,
ları vatan yapmak davasında olduğu 1969:5).
varken bu Kürdi neredeydi?" diyerek 5a- nının kabararak zorba güçleri coşkun bir
id -i Ntirsi 'ye karşı çıkan Çetin Ahan g ibi sele kapılm ış süprüntü kü felen g ibi önü
aydınlar baskı görürken; Hürriyet ve Ter ne katıp götürdüğünü, tarihimiz boyunca
cüman gibi birçok gazete, başbakanın ge kritik anlarda ulusun özlemini fiili duru
zilerini, yabancı konuklarını manşetten ma dönüştürme şerefinin de orduya düş
vererek Tek Parti döneminin protokol tüğünü, böylece kardeş kavgasının önlen
haberciliğini tekrarlamışlardır. XIV Ku diğini” söyleyen yorumlar yer almıştır.
rultayından sonra CHP'rıin basındaki ay Muhalif kimliği olan gazetelerde ise,
dınların ve üniversite öğretim üyelerinin askeri darbeye sahip çıkış daha köklüdür.
büyük bölümüyle görüş ortaklığı belir 28 Mayıs 1960 tarihli Cumhuriyet gazete
ginleşmiştir. Ortak payda, temel bak ve sinde DP’nin demokrasiyi nasıl yozlaştır
özgürlükler, demokrasi ve yurttaşlık bi dığım hatırlatıp TSK’nin kardeş kavgasını
lincidir. Örneğin Nadir Nadi, 22 Mayıs önleyerek iyi yarınlar müjdelediğini belir
1960 tarihli Cumhuriyet gazetesinde ten Nadir Nadi, yazısını “Yaşasın Türk
562 fikirlerden korkulmadığı, fikirlerin yal milleti, yaşasın onun kahraman ordusu"
nız fikirle yenişecegi bir çağ, bu dünyada sözleriyle noktalar. MÜliyet’le Abdi ipekçi
er -geç kurulacaktır.,. Köşemize çekilip “Türk ordusunun en şanlı, en büyük, en
bize göre bir yaşam sürmeye kalkışmak medeni, en cesur, en insani başarısını du
yanlış olur. Fikirlere saygı göstermesini yacaklarını, böylelikle hür olarak yazı ya
bilelim, eğri bulduğumuz düşüncelere de zacaklarını bilerek" darbe olunca sevinç
tahammül etmeyi öğrenelim. Güttüğü ten ağladığını söyler. 29 Mayıs 1960 ta
müz politikayı, demokratik usullerle yü rihli MiUiyet’te Çetin Altan, "vatan gökle
rütmeye çalışalım", telkinini yapar. rinin memleket aydınlan üzerine düdük
27 Mayıs 1960 darbesini sadece de lü tencere kapağı gibi sımsıkı kapandığı
mokratik muhalefetin taşıyıcısı olan ya günleri anımsadığını" yazar: “...meslekî
yın organları değil, bütün gazeteler bü bilgisi ve gücü olmayan bir takım köhne
yük coşku gösterisiyle karşılamıştır. Hür beyinli kişiler, klikleşerek ve büyük in
riyet, birkaç gün öncesine değin protokol sanları parayla satın alacaklarım sanarak
haberlerini geniş biçimde verdiği DP’ye devleti haraca kesmeye başlamışlardı...
yüklenip, gerçekleştiği gün önemsiz bir Bu günkü hürriyet hareketinin anlattığı
haber boyutunda verdiği 28 Nisan 1960 manayı kavramak ve onların tahlilini yap
olaylarını -darbenin ertesi günü-, şu yo mak için iki haftalık geçmişe eğilmekte
rumla gündeme getirmiştir: “Teklif Edi fayda umuyoruz. ‘Bu mu ihtilal? Bu mu
yoruz: 28 Nisan 1960... Atatürk’ün Cum hürriyet aşkı? Birkaç serserinin ayak ses
huriyeti emanet ettiği ‘en hakiki mürşit leriyle gidecek adam değiliz biz.’ Elbette
ilim’in beşiği ‘üniversite’ bahçesinde, Ata sizler gidecek adam değilsiniz, götürüle
türk gençliğine yakışır bir vekar içinde cek adamsınız. Ve bu gidişte en şanlı me
göğüslerini dolduran hürriyet ateşi ile rasim, bir çöp arabasıyla yapıldı.” Burada
Türk milletinin en samimi hislerine ter ki hesap soran, “devri- sabık” talep eden
cüman olmuş ve hep bir ağızdan göklere üslup, o döneme damgasını vuran, yaygın
yükselen hürriyet avazelerine silahla kar bir söylemi yansıtır. 1 Haziran 1960’da
şılık verilmişti,,. Bugün onların göğüsleri Ahşam’da Vecihi Ünal’ın yazısı, darbeyi
ni kurşunla siper ederek istedikleri hürri destekleyenlere hakim olan kindar ruh
yet, kahraman Türk ordusu tarafından halini yansıtır: “Üniversiteli gence çapul
sağlanmıştır..,, üniversiteli şehitlerimiz cu, profesöre kara cüppeli, aydına devrim
için bir anıt dikilmesini teklif ediyoruz..." yobazı diyen zihniyet murdar bir leş gibi
Keza Tercümun’da, “Türk ulusunun ayra- milli tiksintinin çukuruna gömülmüş-
2 7 M A Y I S , K E M A L I Z M İ N R E S T O R A S Y O N U M U ?
27 Mayıs cuntaları ideolojik ve program atik anlamda bir hazırlık yapm ış değildiler;
böylesi bir arayışa sonradan giriştiler.
tür". Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz lerin gösterdiği bir tepki olduğu, darbe
mandasını destekleyen ve vatan haini ilan nin en büyük şansızlığının ise 1945’te ya
edilip 150’likler listesine alınarak yu «d ı pılmamış olması olduğu şu yorumunu
şına sürülen, affedilip yurda döndükten yapmıştır. 27 Mayıs’] kutsama derecesin
sonra da hiç siyasi içerikli yazı yazmayan4 de benimseyen Avcıoğlu'nun, olayı sıcağı
Refi Cevat Ulunay’ın Miliiyet’le yazdıkla sıcağına değerlendiremeyen ve darbeyle
rı ise, daha ılımlı ama belki çok daha yay gerçekten demokrasi geleceğine -kimisi
gın bir destek eğilimini yansıtması ve or biraz “naifçe”- inanan öbür aydınlardan
dunun “vesayetçi” konumunu formülleş temel görüş ayrılığı, onun demokrasi ve
tirme tarzı açısından ilginçtir: Yaşadı parlamenter .sistem karşıtlığıdır, Avcıog-
ğımız asır hürriyet asrıdır, milletlerin lu’ya göre, -27 Mayıs’tan yedi yıl sonra-,
hürriyetsiz yaşamalarına imkan olmadığı Avrupa gibi kapitalistleşemeyen, dışa bağ
nı anlayan ordu, hürriyeti müdafaa etmek lı komprador burjuvazi ve toprak ağalan-
suretiyle, milletin istikbalini müdafaa et nın egemenliğinde azgelişmiş bir ülke
miş oldu... Ordu bizi yalnız harici düşman olan Türkiye’de Avrupa tipi bir sosyalist
lara karşı değil kendi kendim ize karşı da partinin başarı şansı olamaz. Bilinçlenme
m uhajaza ed iy o r,, (abç,)” miş bir işçi sınıfına yönelik sosyalist ta
27 Mayıs’ı an ti-d em okra tik bir iktidara leplerle toplumda ürküntü yaratacak yer
reaksiyon olmanın ötesinde bir "kurtuluş de, an ti-emperyalist, anti-feodal bir nok
projesi’’ olarak benimseyen aydınların ti tada birleşecek ara tabakaları harekete ge
pik temsilcisi, Doğan Avcıoglu’dur. Dar çirmek gerekir.
benin sıcak ortamının geçmesinden ve ni Avcıoğlu’nun 27 Mayıs’ı gecikmiş bir
teliğinin belirginleşmesinden iki yıl sonra reform/devrim girişimi olarak görmesine
bile Avcıoglu Yön dergisinde, 27 Mayıs’ın karşılık, darbeden dört yıl sonraki değer
yeteri kadar bilinçli olmazsa bile ülkeye lendirmesinde Mümtaz Soysal, bu müda
değerli yıllar kaybettiren, onur kırıcı, haleyi kitle eğilimi bakımından erken ça
miskin ve aciz gidişe karşı zinde kuvvet lan bir zil sayar. Ona göre, DP iktidarının
K E M A L İ Z M
CHP'nin “Ortanın Sotu’na yöneldiği dönemde, İsmet İnönü bir p arti içi tartışmada.
Ortanın Solu hareketinin öncülerinden BülentEcevit, Kuzeyden (SSCB'den),
Güney’d en (bazı Arap ülkelerindeki sol hareketlerden), Batı dan (sosyal dem okratik
akım dan), Uzak Doğu’dan (Çin’d en) gelen sol b asın la ra karşı, yerli ve özgün bir sol
tanımlamayı, ulusal-bağtmsızhkçt ve Kemalist geleneğe sadık bir y ol olarak
düşünmektedir. Batı sosyal dem okrasisi, bu ‘basınçlar’’ İçinde tek “güvenilir" saydığı
kaynaktır. Buna karşı CHP sağ kanadı, Ortanın Solu hu komünizme m üsam ahakâr
ve Atatürkçülükten sapm a sayarak partiden kopacaktır.
27 M A Y I S , K E M A L I Z M İ N R E S T O R A S Y O N U M U ?
nn” demokratik bir rejimle gerçekleştiri ler -dış borca dayanmakla beraber- para
lemeyeceği, bu yüzden belirli bir süre ve tüketim olanağına kavuşmuştu. Top
otoriter yönetim gerektiği görüşünü savu lumun çok büyük bir kesimi DP yöneti
nurken, Sami Küçük, bunun askeri dikta minde mesuttu. Menderes, “Bu memle
törlüğe yol açacağı düşüncesiyle yönetimi kette hürriyetin en geniş şekilde mevcut
sivillere bırakmaktan yanadır (Öymen, olduğunun ispatı, her yerde herkesin
1987). Ancak şunu da unutmamak gere ‘hürriyet yok’ diye bağırabilmesidir. Hür
kir ki, askerler, MBK içindeki otoriter re riyet olmayan memleketlerde ne böyle
jim yanlılarını tasfiye ederken, sivil Onar mitingler, ne böyle konuşmalar, ne de
Komisyonu’nun Tarık Zafer Tunaya, is bağırıp çağırmalar olur. Nitekim Millî
met Giritli gibi demokratik rejimden yana Şeflik devirlerinde Türkiye istibdadın en
olan üyelerini de tasfiye ettirmişlerdir. karanlık günlerini yaşadığı halde, kimse
27 Mayıs’ta gerek basın, gerek üniversi çıkıp da ‘hürriyet yok’ diye bağırmamış-
te, gerekse ordu, “hürriyef’e ve “kardeş tır” düşüncesindedir.
kavgasına son verme’’ye vurgu yapmışlar Buradaki sorun, kavramın içinin boşal 567
dır. Burada da büyük ölçüde CHP etkisi tılarak özne ileş tiri imeşinden kaynaklanan
altındadırlar. Darbe öncesi Eskişehir'de bir tanımlama sorunu mudur, yoksa Na
albay rütbesiyle 11. Uçuş Grup Kon utanı mık Kemal’den beri efsunlanılan özgür
olarak 27 Mayıs sabahı Mendeıes'i tutuk lük kavramının belirli bir nesnel içeriğin
latan Muhsin Batur'un sözleri, CHP’den den çok lafzına duyulan bir özlem midir
basına, üniversiteye ve orduya uzanan or sorularının yanıtı kanımca şu noktada
ganik ilişkiyi gösterir: “...İnönü gibi dü düğümlenmektedir: Genel anlamda siya
zenden yana ün yapmış bir devlet adamı sal liberalizmin, kendinden farklı düşün
nın bu sözleri,6 bir uyarı olduğu kadar bir celerin de varlığına ortam sağlayan, böy
ihtilale ışık yakmaktı. İnönü’nün bu söz lelikle özgürlüğü içeren tanımına karşı
lerini basan gazeteler toplatılıyordu ama lık, Osmanh’nm son dönemindeki mo
nasıl oluyorsa Ankara-Eskişehir arasında dernleşme sürecinde Türk aydın tipi, ge
ki görünmez eller, bu toplatılmış gazetele leneksel kurumlara karşı çağdaş Batı ku
ri, açıklanmayan meclis tutanaklarını su rulularını savunurken hem kendi toplu-
baylara ulaştırıyor ve biz de bunları oku muna yabancılaşmış, hem de maaşını al
yorduk. Hepimiz, baskı havasını üzeri dığı devleti korumayı, halkı buradan aldı
mizde hissetmeye başlamıştık.” Ancak 27 ğı üstünlük ve yetkiyle yönetmeyi ödev
Mayıs'ı yapan ve sürükleyenler, ideolojik bilmiştir. Devlet ve hükümetle kendini
düzeyde DP iktidarına karşı bir seçenek özdeşleştiren asker ya da sivil bürokrat
ya da bir yeni rejim tasarımı üretmiş de aydın, devletin zihniyet ve görüşlerini
ğillerdir. Bu dönemde “Atatürkçülüğün”, kendi düşünceleri olarak algılam ıştır
bu ideolojik Buluğu örtmeye dönük bir (Karpat, 1996: 119-121). Cumhuriyet dö
işlev gördüğü de söylenebilir. neminde, bu bürokrat aydın tipinin mo
Her ne denli ekonomik liberalizmin dernleşmeye köstek olacağı düşüncesinin
koşullan sağlanmamış, altyapısı oluştu hakim olduğu bir evrede ittihatçılığın
rulmamış olsa da, yaklaşık 100 yıldır as- pragmatık kanadından gelen Atatürk ve
ker/sivil-bürokrat-aydın ittifakının çağ Bayar’ın, geleneksel bürokratik İttihatçı
daş rejimin ön koşulu olarak belirlediği anlayışı sürdürmek isteyen İnönü ve gru
“hürriyet” ortamına ve siyasal liberaliz bunu tasfiyeye yöneldiği bir moment
me 1950'li yıllarda kuramsal olarak ula oluşmuş; 1937’de İnönü’nün yerine hem
şılmıştı. DP iktidarıyla birlikte, nüfusun CHP genel başkan vekilliğine hem de
büyük bir çoğunluğunu oluşturan köylü başbakanlığa Celâl Bayar atanmışsa da,
K E M A L İ Z M
Dİ PNOTLAR
1 Sabah, 11 Haziran 1933 Hıram Abas'ın açıkla dışı yollarla iktidara gelmek için hücre örgütü
masına bkz. kurduğu gerekçesiyle Meclis soruşturması
2 Nurşen Mazıcı, "öncesi ve Sonrasıyla 1933 Üni açılmasını istemiş, CHP de verdiği karşı öner
versite Yasası", B irikim 1995 Yaz, s. 66-68. geyle insan haklarının çiğnenmesi, adlî temi-
nat sizlik, partizan idare, radyo rezaleti, israf,
3 Doç, Dr. Nurşen Mazıcı. "Demokrat Parti’nin suiistimal vb. dile getirmiştir. Karşı önergenin
Din Politikası ve Samsun'da Nurcular", 19 M a dikkate alınmaması ve DP önergesinin mec
yıs ve M illi Muta defe'de Sam sun S e m p o zyu m u liste kabul edilmesi sonucu, İnönü, 18 Nisan
2 0 -2 2 M a yıs 1999, <A y rı B asım ) B ild irile r, 19 1960'da DP'nin anti demokratik yasalar çıkar
Mayıs Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp masını eleştirirken "...Eğer insan haklan yürü
Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Sam tülemez, vatandaş haklan zorlanırsa, baskı
sun 2000, S.285-286. rejimi kurulursa, ihtilaller derhal gerçekle
4 Nurşen Mazıcı, "Af Yasalarında 150'likler", A n şir...bu yolda devam ederseniz, ben bile sizi
kara Ü niversitesi Siyasal B ilg ile r fa k ü lte s i D e r kurtaramam...şartlar tamam olduğu zaman
gisi, Cilt: 55, Ocak-Mart 2000 No: 1 Ankara Üni milletler için ihtilaler meşrudur", demiştir.
versitesi Basımevi, Ankara 2000. TBM M Z a b ıt C e rid e si Cilt: 13, 18 Nisan 1960
5 Tekin Erer, Yassıada ve Sonrası, Cilt: 1 ve 2, Ye S.206-20 7,
ni Mat. İst. S,55-64. 7 Nurşen Mazıcı, "Hukuk Devleti mi Yasa Devleti
6 12 Nisan 1960 günü DP, CHP hakkında, seçim mi", C u m h u riyet 17 Haziran 1989.
12 Eylül Atatürkçülüğü ya da
Bir Kemalist Restorasyon
Teşebbüsü Olarak 12 Eylül
YÜKSEL TAŞKIN
“O rdular güveni iği isi ikrarda aradıkla gelenekçi -özellikle dinsel- bağlılıklar aşı
rından, toplamda fa z la değişiklikten ür lamaz olarak algılanmıyordu. Bu iyimser
kerler Çoğulca toplum a geçişin, çağdaş lik, Batıyı fazlaca monolitik algılayan, Ba-
laşmanın ve gelişimin doğal sonucu olan tı’nın kendi içinde yaşadığı modernlik /
değişimi de genellikle istikran sarsıcı bir gelenek arasındaki savaşımların çetrefilli
etken gibi görm e eğilimindedirler. Hemen ğini es geçen bir bakış açısıyla beslen
belirtey im , ben genel olara k orduların mekteydi. Ne geleneğin yeniden vücut
sosyal, kültüre! veya siyasal değişime ön bularak yaşama yeteneği; ne de modernli
cülük ettiği veya edebileceği düşüncesine ğin kendisine has çatışmacı aktörleri, Av
katılm ıyorum ." rupa merkezci ‘Batı’ algısı içinde fazlaca
yer bulamıyordu.
Bülent Ecevıt
1960'lann ortalarından itibaren, mo
Tercüman, II Temmuz 1986.
dernleşme teorisinin başlangıçtaki iyim
serliğini hızla terk eden, hatta otoriter re
12 Eylül Atatürkçülüğü, çağdaşlaşma öz jim ler yoluyla kalkınmayı olumlamaya
nesi olarak devleti kabul eden bir proje başlayan akademik çıkışlara paralel bi
nin, devlet denetiminde değişime direnç çimde, Batı dışı toplumların seçkinleri,
gösteren yeni toplumsal öznelere karşı, 'demokrasi içinde kalkınma' tercihlerin
modernleştirici mirasım terk ederek mu den sapmaya başladılar, 12 Mart’ı izleyen
hafazakâr bir içerikle yeniden tanımlan restorasyon girişimleri de bu izlegin dı
ması, ‘devletlileştirilmesi’ arayışının adı şında anlaşılamaz. Zaten, modernlik, hal
dır. Bu arayış, 1982 Anayasasının Genel kın katılımı yoluyla şekillendirilebilecek
Esaslar bölümünde Atatürk Milliyetçiliği bir proje olarak görülmüyor; ‘yurttaşların
ibaresiyle resmî ideolojinin istikametini sınırları önceden tanımlanmış bir projey
gösterir biçimde yerini de bulmuştur, le ‘aydınlanacağı’ varsayılıyordu. Bu vesa-
27 Mayıs’tan solun kitlese! yükselişe yetçi demokrasi koşullan ve bunun bir
geçtiği 60'b yılların sonuna kadar olan tamamlayıcısı olan halkçılık ilkesinin al
dönem için sivil-bürokratik seçkinler ara gılanışı, 27 Mayıs’ta veya 12 Mart ve 12
sında modernist iyimserliğin belirleyici Eylül’ü gerçekleştiren kadrolarda ciddi
olduğunu söyleyebiliriz. Moderni2min değişim geçirmemiştir. Bu anlamda bir
kaçınılmaz ilerleyişine duyulan güven sa süreklilik söz konusudur. Türkiye’nin et
yesinde, demokrasinin güçlendirebileceği kin seçkinlerinde de yansımalarım bulan
Bİ R K E M A L İ S T R E S T O R A S Y O N T E Ş E B B Ü S Ü O L A R A K 12 E Y LÜL
12 Eylül 1980 darbesinin lideri Kenan Evren, askeri yönetimin başlattığı Atatürkçülük
kampanyasını çarpıcı bir mlgerizasyona dönüştürürken; her konuda, her vesileyle
yaptığı topluma nizam verici konuşmalar, politik mizah literatürünü uzun müddet
beslemiştir. Murat Belge, General Evrenin, “aşın ”denecek ölçüde "sıradan" kişiliğini
vurgulayarak, bu söylemin “sokaktaki adama" hitap gücüne dikkat çeker.
hazırlıklarına ve kapsamına dair bir fikir MGK’nın özellikle Anayasa taslağı konu
verebilir. Yeni Anayasa'yı yapacağı varsayı sundaki tasarruflarından da anlaşılabilir.
lan Danışma Meclis’nin (DM) oluşturul 27 Mayıs’ın Forum çevresinden veya üni
ması ve kompozisyonuna bakıldığında, versiteden çağrılan ve niteliklerine duyu
MGK’nın gözündeki ideal aydın kimliği lan güvenden dolayı sürece dahil edilen
netleşmektedir.7 27 Mayısla karşılaştırıl aydınların yanında, 12 Eylül rejimi adeta
dığında, bu tercihte ‘sahip olunmaması cımbızla ayıklayarak ‘bulaşmamış’ aydın
gereken özellikler’ daha belirleyici olduğu aramıştır. Oysa, ülkenin yaşadığı yoğun
için negatif bir aydın tanımı söz konusu politizasyonun dışında kalmış insan bul
dur. Aydınlara daha az güven duyulduğu, mak çok kolay değildi. Daha bu süreç.
BİR K E M A L İ S T R E S T O R A S Y O N T E Ş E B B Ü S Ü O L A R A K 12 E Y LÜL
kanaat oluşturucu önemli bir rol üst Özal değil, Kürt sorunu da; popüler
lenmiştir. Ktrca'nın bir başka özelliği kültürün 'entelektüel-bürokratik' dene
de, Özal'ın merkeze taşıdığı İslâm'ın time direnen 'pervasız' yükselişi de;
temsilinden ve 'devlet ciddiyetiyle' çe radikalleşen İslâm da hep Kırca kuşa
lişen davranışlarından duyulan ve gi ğının 'bürokratik yozlaşma' suçlamala
derek şiddetlenen tepkiselliğin erken rının temelini oluşturacak; ve bu yoz
ve ısrarlı bir sözcüsü olm asıdır. laşmanın dışında kalan tek kurumun
Özal'ın 'neo-liberal' tarafından değil, da silahlı kuvvetler olduğu ısrarla vur
muhafazakârlığından duyulan bir ra gulanacaktır, Kırca, cumhuriyetçi mu
hatsızlıktır söz konusu olan. Zaten, 28 hafazakâr çizginin {sağ Kemalizm'in)
Şubat süreciyle yapılan, Özal'ın ku Yeni Sağ değerlerle kolaylıkla harman-
rumsa] laştırdığı neo-liberal zihniyetten lanabileceğinin erken dönem habercisi
çok, kültüre! çatışma açısından 'Batılı olarak da dikkati çekmektedir.
laşmacı' seçkinlerin lehine yükselişe 577
geçirdiği değerler ve bunların temsilci DİPNOTLAR
lerinin tasfiyesi çabasıdır. Bu açıdan 1 Kırca, "Toplu iş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt
Kırca, "Devletin güçlendirilmesi, dev Kanunun a vücut veren temel fikirler" kitap
letin İktisadî işletmecilik alanını geniş çığında, iş dünyasını orta ve uzun vadede
bu kanunların lehlerine olacağı konusunda
letmek anlamına gelmez. Bu alanın ikna çabasına girerek, aslında 'denetimsiz'
fazla geniş olması, asli faaliyetlerinde kalması tehlikeli işçi kesiminin 'makul' li
devleti zayıflatıcı bir unsurdur”4 der derler ve yeni mevzuat sayesinde sistemle
entegrasyonunun sözcülüğünü de üstlenir,
ken, Yeni Sağ değerlerin savunuculu bkz. Coşkun Kırca, Toplu Sö zleşm e Bilgileri,
ğunu açıkça üstlenmektedir. Kırca, da Ankara: Bakanlıklararası Prodüktivite Mer
ha 1970'lerin sonlarından itibaren kezi. 1964.
böyle bir restorasyon tercihini zaten 2 Coşkun Kırca, C H P Sosyalist B ir Parti m id ir ?
1967, Balkanoğlu Matbaası, Ankara, s, 10,
savunmaktaydı. Sıklıkla kullandığı, "si
3 Bu taslak, Adnan Başer Kafaoğlu, Aydın Yat
vil toplumdan gelen ve siyasî zümre çın ve Coşkun Kırca tarafından hazırlanmış,
mizi etkisi altına tutan gelenek ve alış 15 Mayıs 1980 tarihli Yeni Forum dergisi ta
kanlıklar karşısında alınması gereken rafından yayımlanmıştır,
tedbirler"5 ifadesinin de gösterdiği gi 4 Coşkun Kırca. Devlette Yo zlaşm ayı Yenm ek:
Türk S iy a s î Sistem in in B o zu k lu k la rı re Ç a re
bi, henüz rüştünü ispatlayamamış bir leri H a k kın d a B ir Deneme. İstanbul: Milliyet
'sivil toplumun' vasisi konumu Kır- Yayınları, 1994, 2 Cilt, s.40,
ca'da hep belirleyici olmuştur. Sadece 5 A.g.e., s.20.
maktaydı. Bu bakışın anti-tezini ise özel çevrelerin kültürel tezlerinin Atatürk Mil
li! le İbrahim Kafesoğlu’nun Islâm öncesi liyetçiliğiyle harmanlanacağı yer olacaktı.
Türk, daha sonra Selçuklu ve Osmanh ta Bu iki geleneğin uzlaşması için yoğun ça
rihlerinin öne çıkarılmasını savunan ve ba harcayan kişi, kurumun ilk başkanı
1960'lardan sonra yetişen tarihçi kuşağın emekli Korgeneral Suat İlhan olacaktı, Il
da daha tesirli olan tarihçilik anlayışı han, TSK’da belirgin eğilimi oluşturan
oluşturmaktadır. Atatürk milliyetçiliğine, Türkiye dışında
R estore ed ilm iş Türk Tarih Kuru- ki soydaşların hamiliğini güvenle üstlene
mu’nda kültürel / bilimsel üretimin ikti cek bir emperyal vizyon, süper güç olma
dar sahipleriyle çatışma yaratabileceği istenci aşılamaya çalıştı. Bu girişimlerin
hiçbir zaman kabul edilmemiştir. Tam 2000’li yıllarda TSK’daki veya sivil siya
tersine, kültürel / bilimsel üretim iktidarı setteki izdüşümleri ayrıca çalışmaya de
(devleti) hep haklı çıkaran bir vazife ola ğecek önemdedir.
rak algılanmıştır. Kurum üyeleri, millî “Türkiye'nin jeopolitik kaderinin Orta
580 mesele/tehditlerin değişen niteliğine göre Asya, daha doğrusu Türkistan’ın kaderi
ürün vermeyi vazife addetmişlerdir, Bul ile paralelleşmeye başladığı...Bir ulusun
gar meselesi sönümlendiğinde, Ermeni karşısına, böyle büyük bir olanak, aynı
meselesine el atılmış veya Kürt sorununa zamanda böyle büyük bir tarihi sorumlu
dair yoğun mesai harcanmıştır. Sözgelimi, luk nadiren çıkar"15 gibi ifadeler ve je
restore edilmiş TTK Ocak 1986’da, Erme opolitik ve realist uluslararası ilişkiler di
ni ve Bulgar iddialarına karşı yeni bir lak siplinlerinden devşirdiği kavramlarla, İl
tikle mücadeleye başladığını duyurdu, han ‘ilimci milliyetçilik’ geleneğiyle, TSK
“Belge savaşı" yoluyla, iki ayrı çalışma arasında bir köprü işlevi üstlendi. Bu di
grubunun hazırladığı belgelere dayanan lin 1990Tann başından itibaren, Turgut
20’ye yakın kitap dünyanın 375 kütüpha Özal’ın bölgesel (ekonomik) güç olma
nesine gönderilmeye başlandı, Ermeniler özgüveniyle paralelliği dikkat çekicidir,
le ilgili çalışma grubunun başında emekli Suat Ilhan, giderek AB karşıtlığı belir
büyükelçi Kamran Gürün yer alırken, ginleşen, TSK içinde de yansımalar bulan
Bulgarlarla ilgili grubun başkanı (aynı za ve milliyetçi muhafazakâr kesimleri de
manda TTK’nın da başkam olan) Prof.Dr. içeren bir dilin erken dönem sözcüsü ola
Yaşar Yücel’di.14 rak ayrıca önem taşımaktadır. Kısaca,
AKDTYK, özellikle Kurum’un ilk baş cumhuriyetçi ve milliyetçi muhafazakâr
kam emekli Korgeneral Suat İlhan reh çizgileri Kürt sorunu ve küreselleşmenin
berliğinde Orta Asya Türkleriyle tarihsel getirisi olan imkân ve tehditler ekseninde
bağları önemseyen bir doğrultu geliştirdi. ortaklaştıran bir dildir söz konusu olan.
Bu yapılırken, sıklıkla stratejik nedenler, Bu yakınlaşmanın tohum lan, 12 Eylül
reel politiğin dayattığı zorunluluklar gibi restorasyonuyla atılmıştır.
askerî çevrelerin kuşkularını giderebile Ne var ki, bahsedilen yakınlaşma ancak
cek bir lügatçe kullanıldı. Burada ilginç 1990’larda görünürlük kazanmıştır. 12
olan sosyal bilimlere böylesi ‘misyoncu’ Eylül restorasyonu sürecinde, bu iki mu
yaklaşımın milliyetçi muhafazakârlığın hafazakârlığın kolay uzlaşamadıkları es
‘ilimci’ kanadında ciddi bir geleneğe hali kimeyen bir tartışma daha vardı: Atatürk
hazırda sahip olmasıydı. TKAE (Türk milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği tanım
Kültürünü Araştırma Enstitüsü) gibi çev larının hangisinin Anayasa’da yer alacağı
reler ‘millî meseleler’ konusunda, son ola na dair yapılan mücadele. Bu dönemde
rak ‘Kürtlerin Türklüğü’ ekseninde kap Anayasa’nnı başlangıç bölümüne Türk
samlı eserler vermekteydi. AKDTYK, bu milliyetçiliği ifadesinin konması için yo-
Bİ R K E M A L İ S T R E S T O R A S Y O N T E Ş E B B Ü S Ü O L A R A K 12 EY L ÜL
DİPNOTLAR
K
ürt sorununun derinleşmesiyle be cinde zirvesine ulaşan resmî Kemalist res
raber İslâmî hareketin yükselişi, torasyon projesi Türkiye toplumsal for
Türkiye'nin 1990’lardaki siyasal masyonundaki hegemonya bunalımına
konjonktürüne damgasını vurdu ve top karşı devlet aygıtları içinden geliştirilen
lumsal güçlerin kümelenişinde tayin edici özerk bir tepkiyi temsil etmiş ve -Grams-
bir rol oynadı. Bu kriz aynı zamanda, cid terimlerle- bir tür “pasif devrim”e yö
1980’lerde kurulmaya çalışılan Özalcı he nelmiştir. Toplumsal ilişkilerin siyasal,
gemonyanın başarısızlığa uğradığı anlamı ideolojik, kültürel, ekonomik vb. tüm veç
na da geliyordu. Devlet, amagonizinaların helerini kapsayan bu organik bunalımın
nötralize edilemediği ve soğurulanıadığı düğüm noktasını “otoriıe bunalımı", siya
bu koşullarda, bir yandan çeşitli partilerin sal rejim ve temsil bunalımı oluşturmuş
kapaulması ve “irtka”ya karşı 28 Şubat ka tur: Temsil eden ile temsil edilen arasında
rarlarının alınması gibi yollarla açık kamu ki bağın koptuğu ve partilerin anakronik
sal yasal çerçeveye, öbür yandan da Susur leşme eğilimine karşı direnemez hale gele
luk örneğinde olduğu gibi bu kamusal ya- rek toplumsal içeriklerinin boşaldığı, parti
sallıgın yazılı olmayan alt yüzünün deste siyasetinden devlet aygıtlarına kadar uza
ğine başvurdu. 1980’lerde Özalcılıgm, Ke- nan ve baskıcı devlet aygıtı olarak ordu
malizmin bürokrasideki hegemonyasını nun göreli gücünü pekiştiren bir bunalım
kırması Kemalist seçkinler arasında zaten (Gramsci 1971: 210). Yasama ile yürütme
rahatsızlık yaratmıştı. 1990’larda, ciddi bir arasında, yürütmenin farklı organları ara
tehdit oluşturduğu düşünülen İslâmî hare sında ve yürütme ile yargı arasında devlet
ketin karşısında devletin ve sosyal demok iktidarının birliğini sağlayan tutkalın çö
rat partilerin zayıf kaldığı düşüncesi, bu te züldüğü, cumhurbaşkanı ile hükümet (Se
dirginliği arttırmıştır. Bu hegemonya kay zer ve Ecevit), hükümet veya onun bir ka
bını önlemek için, söz konusu tehditleri nadı ile ordu (28 Şubat sürednde RP ve
salt kamusal-yasal ve siyasal değil toplum yakın zamanlarda Yılmaz ile ordu), ordu
sal düzlemde de geriletmek gerektiği dü ile yasama, yasama ile hükümet, hüküme
şüncesi kendini duyurmaktaydı. Kemaliz- tin farklı kanatlan, farklı bakanlıklar veya
min tarihinde görece yeni bir olgu olarak herhangi bir bakanlık İle diğer devlet ay
‘sivil’ bir Kemalizmin oluşumunun teşvik gıtları, yargının farklı organları ve halta
edilmesi, bu koşullarda gerçekleşmiştir. Yargıtay örneğinde olduğu gibi aynı yargı
1990’larda uygulanan ve 28 Şubat süre organının başkanı ile başsavcısı arasında
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A
ÇYDD’nin verdiği öğrenci burslarıydı da.2 olanın yalnızca telaffuz ettikleri değil, ay
Neo-Kemalizm, lıpkı resmî Kemalizm nı zamanda telaffuz edem eyecekleri de ol
gibi, devletin ve milletin ülkesiyle bölün duğu düşünülürse (Spivak, 1988: 286),
mez bütünlüğünü vaaz eder. Devrim ka “üçüncü yol” perspektifinin MGK’da ci-
nunlarının yeniden uygulanmasını talep simleşen resmî Kemalizmin ufkunun dı
etmesi bakımından da resmî Kemalizm ile şında olması karşısında neo-Kemalizmin
benzeşir. Ancak, anti-emperyalizm ve ulu sessizliği semptom ztik bir özellik gösterir,
sal bağımsızlık vurgusu ne o-Kemal İzmin Neo-Kemalist söylem siyasal alanı laik /
resmî Kemalizmden ayrıldığı en önemli anti-laik, cumhuriyetçi / Cumhuriyet düş
noktalardan biridir (örneğin bkz. Çeçen, manı, çağdaş / gerici, Kemalist i 2. Cum
tarihsiz). Zira, resmî söylemin neo-Kema- huriyetçi, ulusalcı / bölücü şeklinde iki an-
list milliyetçiliğin globalleşme, yeni dünya tagonistik kampa böler. Kemalistlerin kar
düzeni, MAI, IMF vb. karşısındaki “Üçün şısında şeriatçılar, Kürtçüler ve İkinci
cü Dünyacı" muhalefetini paylaştığı söyle- Cumhuriyetçilerden oluşan bir karşı dev
5 8 6 nemez. Ancak, Kürt sorununun feodal ya rimci cephe yer almaktadır. Bu kutupsalh-
pıya ve gerikalmışhga bağlanması ve “bö ğın her iki kanadı aynı zamanda birer eş
lünmez bütünlük" vurgusu neo-Kemalist değerlik zinciri de oluşturur. Bir yandan
milliyetçiliği resmî milliyetçilik ile aynı laiklik, çağdaşlık, demokrasi, ulusalcılık
zeminde buluşturur. Liberalizme karşı vb, eşdeğer gösterenler olarak sabitlenme
devletçilik ve halkçılık temaları da, neo- ye, dondurulmaya ve birbiriyle ikame edi
Kemalist söylemin resmî Kemalizmden lebilir şeyler olarak sunulmaya çalışılırken,
ayrıldığı bir başka hat oluşturur, Neo-Ke- öte yandan emperyalizm, bölücülük, irti
malizmin globalleşme ve serbest piyasa ca, neo-liberalizm vb. “vatana ihanet”in
ekonomisi konularındaki eleştirilerini si muhtelif tezahürleri olarak birbirine eşitle
yasal partilere veya hükümetlere yönelt nir ve ulus-devleti hedef almaları bakımın
mesi ve fakat bunların resmî söylemdeki dan eşdeğer addedilir. “Ulusalcı" uğrağın
konumu karşısında suskun kalması kayda neo-Kemalist söylemin kurduğu eşdeğer
değerdir. Bir söylem açısından tayin edici lik zincirinin düğüm noktasını oluşturma-
Turbanın ‘siyasal
sim ge"yapılarak
istismar edildiği
gerekçesiyle
başörtülü kızlann
öğrenim hakkının
engellenmesi tem el
insan haklarıyla
ilgili hir problem
teşkil etmesi
yanında, kadınların
kam usal alana
çık masına Özel
engel getiren bir
palriyarkal denetim
mantığını yansıtır.
Böylelikle,
Kemalizmin "kadın
h aklan " söylemini
de deşifre eder.
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A
sı, neo-Kemalistler tarafından formüle her iki kanadı için de geçerlidir. Sözgeli
edilmeye çalışılan “ulusalcı sol" veya “Rü mi, neo-liberalizm, MGK’nın konumu,
yayı Milliye’’nin ülkücü geleneğin milliyet Genelkurmayın protokoldeki yeri, otori
çiliğine yakınlaşmasına da zemin hazırlar ter yasal çerçeve ve farklılıkların bastırıl
(lnsel, 2000: 150; Erdoğan, 2000: 255). ması gibi temalar dolayımıyla Kemali2min
Neo-Kemalist söylemin en bariz temala resmî ideoloji olarak Türkiye toplumu
rından biri, paranid zihniyetten beslenen üzerinde hâlâ boğucu bir hükme sahip ol
mağduriyet hissidir. Buna göre, Türkiye, duğunu göstermeye çalışırken, neo-Kema-
1950'lerden itibaren bir karşı devrim süre lizm, Kemalist geleneğin tahrip edildiğini
cine sokulmuştur3 ve laik ve demokratik ve iddia edildiği gibi iktidar konumunda
Cumhuriyet “yeni bir Sevr zorlaması" ile (kudretli) olmadığını kanıtlamaya çalış
karşı karşıyadır. Bu süreç, Kemalist güçle maktadır. Burada, Kemalist otoritarizmın
rin “tırpanlandığı", “alın teri göz nuru ile sivil toplumun gelişmesini boğduğu tezi
oluşturdukları kurumların kapatıldığı", ne dayanan m ağduriyet söylem i ile
“ihanet dolu" bir süreçtir. “Devrim güçleri 1950’lerden başlayarak, liberal, neo-liberal 587
dagılmış’Tır ve “Kemalist devrimin teme ve anti-laik siyasal tavırların devletin altı
lindeki tam bağımsızlık harcı dağılma teh nı oyduğu, yolundan saptırdığı, Kemaliz-
likesiyle karşı karşıya"dır.4 Söylem, Cum- mi çarpıttığı ve toplumun Atatürkçü ke
huriyet’in ve onun ideolojisinin bir “ihanet simlerine karşı amansız bir saldınya giriş
çemberi ile kuşatılmış" olduğunu vazeder: tiği şeklindeki mağduriyet söylemi karşı
Çemberin bir ucunda “şeriat özlemi içinde karşıyadır. Kutupsalhgm her iki ucu da,
bulunan siyasal İslamcı kadrolar", “yıkıcı bir diğerine muktedirlik konumu atfeder
ve bölücüler", öteki ucunda ise emperya ken, kendisini muktedirler karşısında za
lizmin ideolojisi olan globalleşme, özelleş yıf düşürülmüş, kudretsiz bırakılmış ve
tirme ve serbest piyasa ekonomisinin uy mağdur edilmiş olarak kurar. Ancak, ikin
gulayıcı ve savunucuları yer almaktadır.5 ci Cumhuriyetçi söylem neo-Kemalizmin
Ulus, devlet ve Atatürk, bölücülerin, şeri savunmacı-tepkisel konumunu saldırgan-
atçıların, sosyal devleti liberal devlete dö aksiyoner bir konum gibi sunabilmesi açı
nüştürmek isteyenlerin, ikinci Cumhuri sından başarılıdır. İkinci Cumhuriyetçi ya
yetçilerin yaylım ateşi altındadır.6 da neo-liberal söylem, “75 yıllık Kemalist
Devlet kurumiarmsn “karşı devrimci Cumhuriyet geleneğinden" söz ederken,
güçler" tarafından işgal edilmesi, Cumhu- gerek devlet iktidarının iç tutunumunu
riyet’in kurucu ideolojisini savunmaları sağlayan ideolojik söylem olarak resmî
nedeniyle kendilerini devletle ve resmî Kemalizmin, gerekse de bizatihi devlet ay-
ideoloji ile özdeşleştiren Kemalistlerin, gtdarının Kemalizm ve sivil toplum ile
bizzat devlet iktidarının kendisi değilse ilişkilerinin geçirdiği tarihsel dönüşümleri
de, “bazı" devlet görevlileri tarafından ör gozardı eder. Oysa, neo-Kemalizmin ken
selenebilmesi, Kemalistlere düzenlenen disini entegral bir ideoloji olarak sunması
suikastlar vs. neo-Kemalizmin kendisini bakımından resmî Kemalizmle olan fark
mağdur olan olarak algılamasına yol aç ları karşısındaki suskunluğu dahi bu açı
mıştır. Aslında, kendini kudretsiz, mu dan semptoma tik tir.
arızlarını da kudretli olarak sunmak üze Kendisini “Kalpaksız Kuvvacılar" ola
rine kurulu bir söylemsel strateji (Serres, rak tasavvur eden neo-Kemalizm, Cum
1982) Türkiye’deki siyasa) söylemlerin or huriyet rejiminin bekasının STK’lann ve
tak özelliğidir. Mağduriyet ve mazlumluk, “yurttaşlık bi)inci"nin geliştirilm esine
Kemalizm / İkinci Cumhuriyetçilik veya bağlı olduğunu savunur. Zaten “yeni Ke
Kemalizm / İslamcılık kutupsallıklarmın malist kimlik" de, Kemalist hegemonyayı
K E M A L İ Z M
tesis edebilecek bir sivil kolektif irade ek malıdır.3 Ancak, Kemalist otoritarizm ile
seninde tanımlanır. Neo-Kemali2min öz demokratik katılım, tahakküm ile hege
nesi, “bugüne dek suskun ve bireyci kal monya, resmî dünya ile sivil toplum ara
mış (...) iyi eğitim görmüş, içindeki gizil sındaki kararsızlık neo-Kemalist tahayyü
gücü, bir başka deyişle Mustafa Kemal'i le damgasını vurur. Çoğulcu, özgürlükçü
keşfetmiş gençler”, “tam bağımsız, barışçı, ve demokratik bir devlet yapısı, yurttaşlık
çağdaş eğitimle donanmış, insan hakları bilinci, kadın haklan ve katılım gibi tema
na, kadın ve çocuk haklarına saygılı, laik lar -sosyal refah ve adaletin yanı sıra- neo-
ve demokratik bir düzende yaşamanın da Kemalist söyleme eklemlenen öğelerdir.
ha da geliştirilerek sürdürülmesinde, ken Dahası, neo-Kemalizm, Susurluk olayı ve
dinin de söz ve karar sahibi olduğunun insan hakları ihlalleri gibi temaları işleye
bilincinde ve sorumluluğunda” olanlardır rek, demokratik talepleri kendine eklem
(Saylan, 1998: 340-1). Ancak neo-Kema- lemeye çalışmıştır. Böylece, 28 Şubat süre
list özneyi güdüleyen “devlete devleL di- cinde MGK’ya verilen destek ile “devlet
588 şmdan mukayyet olmaya dörtük platonik içindeki çeLelerin ortaya çıkarılması” tale
sevgf'sidir (Bora ve Kıvanç, 1996: 779). bi bir arada durabilmiştir.
Bu nedenle de, sivil toplum ve yurttaşlık Demokrasi göstereninin anlamı üzerin
vurgusu devletetaparlıkla (statolatry) de yürütülen ideolojiko-politik mücadele
muğlak bir şekilde içiçe geçer Neo-Kema- yakın dönemde toplumsal güçlerin küme
lizmin devleıle kurduğu çelişkili ilişki, lenişinde önemli bir yer işgal etti ve hege
Kemalizmi bir sivil toplum hareketi ola monya bunalım ının düğüm noktasını
rak düşünme veya sivil bir Kemalist inisi oluşturdu. Demokrasi, organik bunalımı
yatif geliştirme kaygısı ile başta 28 Şubat çözmek için öne sürülen hegemonik pro
sürecinde olduğu üzere orduyu Kemalist jelerin tayin edici uğraklarından da biriy
devrimlerin güvencesi olarak görme anla di. Demokrasinin telaffuz kipliklerinin en
yışının içiçe geçmesinde en somut ifadesi önemlilerinden biri -Mehmet Altan’dan
ni bulmuştur. Bir yandan devlet aygıtları Etyen Mahçupyan’a uzanan bir çizgi bo
göreve çağrılırken, öbür yandan sivil top yunca- neo- veya postliberal varyantlarıyla
lumun Cumhuriyet adına harekete geç “siyaset sonrası”9 söylem tarafından geliş
mesi istenir. Sözgelimi, İslamcıların ikti tirilirken, bir diğeri resmî Kemalist resto
dara yürüdüklerinin “ayırdmda olan Türk rasyon projesiyle uyum içindeki neo-Ke
Silahlı Kuvvetlerinin siyasilerin oyununa malizm tarafından geliştirildi. “Demokra
gelmemesi İçin, Kem alist Aydınlanma si" ve “demokrat” gibi terimlerin bugünkü
Devrimi’nİ yaşatacak sivil toplumun za kullanımlarının ardında ''bölücü", “yıkı
man yitirmeksizin örgütlenmesi” gerekliği cı”, “gerici” niyetler tespit eden Kemalist-
söylenerek, hem Kemalist bir sivil toplum lerin “ben demokrat değilim” şiarı -tıpkı
yaratma ihtiyacı ve hem de ordunun reji Nadir Nadi’nin “ben Atatürkçü değilim"
min bekçisi olma işlevini sağlama alma şiarı gibi- demokrasiyi din bezirganlarının,
kaygısı telaffuz edilmiş olur.7 yoz politikacıların, Türkiye’nin düşmanla
Öte yandan, Kemalist geleneğin otoriter rının neo-liberal işbirlikçilerinin ve bölü
refleksi eri yeni Atatürkçülükte de kendini cülerin söylemlerinden eki emsi zleştirme-
gösterir. 28 Şubat sürecinin ve başörtüsü ye ve kendine eklemlemeye çalıştı (Kışlalı,
yasağının savunulması gibi örnekleri bir 1999: 222). Resmî Kemalist söylem iç top
kenara koyarsak, ezanın Türkçe okunma lumsal farklılıkları ve antagonizmaları
sı uygulamasının 1950’de kaldırılması yadsır ve milleti, Lefort’un “bir olarak
“gericiliğe ve yobazlığa kurban edilen ilk halk" kavramına benzer şekilde, bir olarak
örnek"tir ve yeniden uygulanmaya başla kurar; “bir olarak m illet” de, millet ile
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A
devlet arasındaki özdeşlik sayesinde kuru yetin temel ilkelerine sadakat herhangi
lan “bir olarak iktidar” tarafından temsil bir meşru siyasal faaliyetin önkoşulu ad
edilir (krş. Lefort, 1986: 287, 299). Mo dedilir; “tek yurt, tek bayrak, tek resmî
dern demokraside “sembolik bakımdan dil" siyasal ve kültürel özgürlüklerin mut
boş bir yer” olarak kurgulanan iktidar, lak sınırı sayılır (Kışlalı 1999: 337), Neo-
devletçe tanımlanan millî çıkar tarafından Kemalizm demokrasiyi savunmak adına
işgal edilir ve böylece “millî güvenlik” ve kimi siyasal konumlann bastırılmasını is
“millî birlik ve beraberlik" meşru siyasetin ter ve “iktidar, hukuk ve bilginin esasına
mutlak çerçevesi addedilir. “Devletin mil dair temel bir belirlenimsizlik" olarak de
letiyle bölünmez bütünlüğü” demokratik mokrasi (Lefort 1988; 19) nosyonuna kar
mekanizmalara dahil olmanın olmazsa ol şı, demokrasiyi belirli bir etik-po!itik içe
maz koşulu haline gelir. Böyle tanımlan rikle özdeşleştirir, ikinci Cumhuriyetçile
mış bir demokratik rejimin elbette kendi rin muhaliflere karşı demokratik hoşgörü
ni savunacağı mekanizmalara ihtiyacı ola argümanı neo-Kemalistlere naif gelir. On
caktır. Yani demokrasinin düşmanlarını lara göre, bizzat sivil toplumu yıkmaya ça
alt edebilecek bir “militan demokrasi" ol lışan gerici hareketleri sivil toplumun bir
ması gerekir (Savaş, 2000). Böylece de parçası olarak kabul etmek ve hoş görmek
mokrasi, sonuçları önceden belirlenmiş ve gaflettir (Kışlalı 1999: 226).
garantiye alınmış olan, değişmez millî çı Neo-Kemalizm, Kemalizmi yeni bir
karların gerçekleşmesini sağlayan işlemle vurguyla ve yeni bir bağlamda yeniden
re indirgenir. Neo-Kemalizm, “demokrasi eklemleyerek hegemonikleştirmeye çalış
nin kötüye kullanılması” şüphesi açısın tı. Bu hegemonik mücadele, aynı zamanda
dan resmî Kemalizmle benzeşir. Tıpkı Kemalizmin muhtelif (liberal, muhafaza
resmî Kemalizmde olduğu gibi. Cumhuri kâr vb.) söylemsel eklemlenmelerine ve
K E M A L İ Z M
telaffuzlarına karşı da bir mücadeleydi, iz mıştır. Bu geleneği takip ederek, Kemal iz-
leri 12 Eylül rejiminin Atatürkçülüğüne mi sosyalizm, sosyal demokrasi, üçüncü
karşı öne sürülen “ben Atatürkçü deği yol vb. ekseninde tanımlayan ve Cumhuri
lim” sloganına kadar sürülebilecek olan yet gazetesi, Kuvayı Milliye, Aydınlanma
“gerçek” ve “sahte Atatürkçüler" ayrımı, 1923 ve MK gibi dergiler ve çeşitli Kema
“yozlaştırma", “sulandırma” çabalarına list kanaat önderlerinin dahil edilebilece
karşı Kemal İzm in anlamını sabitleştirme ği, kendi içinde de farklılaşan “soy" Ke
kaygısını dillendirdi, Atatürk’ün kurduğu malizm ile “pop" veya “post-ideolojik"
kurumlan kapattığı ve gericiliği kışkırttığı Kemalizm arasında bir ayrıma gitmek ge
için “Kemalizme yönelik saldırıların" bir rekir. Birincisi, Kemalizmi entegral bir
uzantısı olarak görülen “12 Eylül Atatürk ideolojik söylem olarak tanımlar ve şeriat
çü lü ğ ü n ü n eleştirisi, neo-Kemalizmin çılık veya neo-liberalizmin karşısına yer
Kemalizmi yeni bir vurguyla yeniden ek leştirirken, İkincisi için Kemalizm “laik,
lemlemesinin önemli uğraklarından biri çağdaş, demokratik düzen”in adından iba
590 oldu ve devletle özdeşleşme ile devletin rettir, Dolayısıyla, soy Kemalist çizginin
“büyüsünün kaybolması” arasındaki muğ sahip olduğu anti-globalist, anti-neo libe
lak konumu dillendirdi, “Kemalizm, maz ral vurgu, İkincisinde görülmez. İkinci
lum ulusların emperyalizme karşı onurlu eğilimin en uç örneklerinden biri giydiği
başkaldırısının meşalesi" iken, 12 Eylül tişörtte “1 love money” yazan ve fakat aynı
“emperyalizmin mazlum ulusların sırtına zamanda ayyıldızlı bir kolye de takan pop
bir deli gömleği gibi giydirmek istediği starıdır. Laiklik, millî birlik ve çağdaşlık
malum ekonomik modelin hayam geçiri gibi cumhuriyet değerlerinin savunusu ile
lebilmesi için gerekli olan hukuksal ve si globalleşme ve neo-liberalizm savunusu
yasal üstyapı kurumiarının oluşumuna” nu birleştiren E, Ûzkök gibi kanaat önder
hizmet etmişti,10 “Atatürkçülüğü Kema- lerinin veya üniversite rektörlerinin Ata
lizmden farklılaştırm aya çalışanlara", türkçülüğü ile ami-emperyalist, antj-glo-
“Türk Devrimi'nin sistemli ve rasyonel balist, anti-liberal Kemalizm arasındaki
doktrini" olarak Kemalizmin yerine bir mesafe neo-Kemalizmi içinden böler. Ke
propaganda aracı veya “birtakım cılız re malizmi laiklik ve çağdaş yaşamın yazım
formların" ifadesi olarak kullanılan Ata yüzeyi haline getiren tavır hem resmî Ke
türkçülüğü koyma çabasına yöneltilen malizm için ve hem de soy Kemalist çizgi
eleştiri neo-Kemalist söylemin odağında nin dışında kalan “Atatürkçü" çevreler
yer alıyordu.11 Kemalizmin enıegrat bir için geçerlidir. (Buna Sami Selçuk ve ben
ideolojik söylem olarak öne sürülerek, bir zerlerinin Kemalizmi -aşağıda değineceği
yandan kendi iç çelişkilerinin ve tutarsız miz- “siyaset sonrası” söylemin demokrasi
lıklarının bastırılması, bir yandan da libe nosyonuyla birleştirme çabalarını da dahi!
ral, özelleştirmeci, serbest piyasacı söy edebiliriz.) Öte yandan, bu tavrın öteden
lemler için bir yazma yüzeyi olarak işle beri ÇYDD’de de ifadesini bulduğunu ve
mesinin engellenmesi hedeflendi. dahası soy Kemalist çizgiyi takip edegelen
Ancak, boş bir gösterene dönüşen Ke ADD’nin de son yıllarda bu tavra yakın
malizmin öğelerinin iç bağlantılarıyla ye laştığını söyleyebiliriz, ÇYDD’nin öngör
niden eklemlenerek öne sürülmesi çabası düğü "Cumhuriyet ordusu”12 ile Kuvuyı
nın kendisi, onun anlamını sabitleştirmek Milliye dergisinin öngördüğü “halkın or-
yerine, metinse) bir çoğulluk doğurdu. dulaşması, ordunun halldaşması’’13 hedef
Neo-Kemal İzm, ana fikri daman itibariyle leri arasındaki anlam kayması, Kemaliz
sol Kemalist geleneğin takipçisi olmakla min farklı vurgularla yeniden eklemlen
birlikte homojen bir hareket oluşturma mesine ve neo-Kemalizmin iki farklı vek-
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A
DİPNOTLAR
Türkiye'de 1980'ier ve özellikle 1990'tar- ten Emin Türk Eliçin'in düşünsel eseri
dan itibaren pek çok kavram ve siyasî dü (Eliçin 1970), bu bakımdan ilginç bir ör
şünce anlamsal bir krize girdi, dayandık nektir, Eliçin, Kemalist devrim ideolojisi
ları meşruiyet sarsılmaya başladı. Bu kriz, nin ve onu doktri üleştirmeye dönük ça
Kemalizm içinde de hissedilmiştir. Bu ya baların düşünsel açıdan tutarsızlığını ve
zının konusu, söz konusu meşruiyet krizi bilimsel-kuramsal dayanaksızhğım sor
ni demokratikleşmeye donuk bir revizyo gulamıştı. Ona göre Kemalist devrimle
nuyla ya da dönüşüm le aşma hedefiyle, ve Cumhuriyet rejimiyle ilgili bütün yo
Kemalizmin içinden geliştirilen kavram rumlar, seçkinci bir devletçilik felsefesi
sallaştırma önerileridir. Bu çabalara Örnek nin sultası altındadır. Kemalist halkçılık
olarak, farklı referanslara ve yönelimlere anlayışının milliyetçilikle özdeşleşme
sahip üç hukukçu düşünce insanının, Er- sinden doğan antidemokratik niteliği
gun Özbudun, Bülent Tanör ve Sami Sel- üzerinde durur. Kemalizmin soldan da
çuk'un düşünsel tutumları ele alınacaktır. dogmatikleştirilmesine karşı çıkan Eliçin,
belirli bir gündem maddesi olarak ortaya
koymamakla beraber, demokratikleşme
KEMALİZM İÇİ
yi bir değer olarak gözeten bir 'revizyo
ELEŞTİRİLERİN GELENEĞİ
nist' eleştiri geliştirmiştir. Bu yaklaşım
Kemalizmin içinde kalarak, demokratik bir bakıma, Küçükömer'in (1969) eleşti
leşme arayışını önde tutan kısmî içerik risinin, Kemalizm içinde kalarak yine
ayarlama çabalan büsbütün yeni sayıl lenmesi olarak görülebilir. Bir başka ör
maz. Kemalizmin sol politizasyon mec nek, Attilla Ilhan'dır. İlhan (1999)
rası içinde yeniden güncelleştiği 1960 1970'lerin sonundan beri, olumlulukları
sonrası dönem, bu tartışmalar açısından 1938'e kadar olan döneme, olumsuzluk
ilgiye değerdir. Bu dönemde, Kemaliz larıysa İnönü'ye mal etmeye dayanan bir
min revizyonuna veya yeniden tanım Atatürkçülüğü benimsemiştir.
lanmasına yönelik tartışmalar, ağırlıkla, Fakat 1980'lerde/90'larda, Kemalizme
Kemalizmin anti-emperyalist ve millî- yönelik meydan okumanın daha yakıcı
bağımsızlıkçı kimliğiyle sosyalizme hale geldiği bir gündem vardır ve bu dö
açıklığını vurgulamaya çalışan sol kanat nemde Özbudun, Tanör ve Selçuk'un
la onun anti-komünist ve devletçi-milli içerden-eleştire! bakışları ile yeni açılım
yetçi karakterini vurgulamaya çalışan önerileri çok daha geniş kapsamlıdır. Bu
sağ kanat arasında sıkışmıştır. Bu çerçe geniş kapsama geçmeden önce Kemaliz
vede, Kemalizmdeki demokratikleşme min yaşadığı meşruiyet krizi üzerinde
potansiyelinin öne çıkan bir tartışma un durmak yerinde olur.
suru olduğu söylenemezse de, bu
tartışmanın İ2 İeri bulunabilecektir. So
KEMALİZMİN MEŞRUİYET KRİZİ
nuçta sol Kemalizm kanadına yakın ol
makla birlikte, 'yeni Kadrocu' ve Yöncü Kemalizmin meşruiyet sorununun teme
Kemalizm anlayışlarına eleştiriler yönel li, toplumun "imtiyazsız, sınıfsız, kay
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A
naşmış bir kitle" olmadığının özellikle ama totaliter olmadığını özellikle vurgu
siyasal İslâm'ın ve Kürt hareketinin yük lar ve rejimin Özelliklerinin onu "potan
selmesiyle belirginleşmesidir. Bu hare siyel demokratikleşme" için aday konu
ketlere ve başka toplumsal taleplere muna getirdiğini belirtir (1981). Özbu-
bağlı olarak, ulus-devletin temsil ettiği dun'a göre Tek Parti dönemi demokratik
birlik esasına dayanan meşrulukta bir altyapının kurulması dönemidir, siyasî
sarsılma meydana gelmiştir.1 Aynı süreç katılım düşük, fakat siyasî kurumlaşma
te Kemalizmin demokrasiyle ilişkisi, ilk yoğundur. Kurulan altyapı sonradan de
kez değil ama daha yoğun olarak, sorgu mokratik siyasete geçişi kolaylaştıracak
lanmaya başlamıştır. Örneğin Kemaliz tır (Özbudun, 1998). Kemalizmin totali
min merkez siyasetini milliyetçi, laik, ter olmadığını vurgulayarak otoriterliğini
cumhuriyetçi ve devletçi ilkeler çerçeve kabul etmek sonradan Tanör ve Sel
sinde kurduğu ve çevreye bunlara zarar çuk'tın da benimseyecekleri bir formü-
verebilecek bir tehdit unsuru olarak bak lasyondur. Özbudun çalışmaları boyun
tığı (Göle, 1993); ya da Kemalist söyle ca niçin Kemalist siyasi rejimin totaliter 593
min toplum için en doğru olanın yalnız olarak nitelenemeyeceğini serimler. İlk
ya da en iyi kendisi tarafından bilinebi olarak yaklaşımını CHP'nin kökenine
leceği iddiasında olduğu, sivil/asker bü ilişkin iki noktaya vurgu yaparak temel
rokrasinin tercihlerinin "genel doğrular" lendirir. Birincisi, Mustafa Kemal ve
olarak topluma dayatıldığı3, Kemalizmin CHP için iktidar tekelini sağlamak ve
yukarıdan aşağıya şekillendiği ve böyle sağlamlaştırmak yıllar almıştır ve bu süre
likle kutsallaştırılmış bir resmî ideolojiye zarfında Mecliste muhalifler Örgütlene-
dönüştüğü iddiaları sı kİ aşmıştır. Siyasî bilmişlerdir. İkinci nokta, sonradan Ta-
istikrarı koruma adına siyasî katılımın nör'ün detaylı olarak inceleyeceği konu
azaltılmasının, siyasî istikrasızlığın yeni dur: CHP, Mustafa Kemal'in kendi ikti
bîr kaynağına dönüştüğü açıkça görül darım konsolide etmesinden sonra, yu
müştür.3 Bu sürecin, rejimin Kemalist karıdan aşağıya etkin bir merkezî araç
çerçevesi dahilinde hazırlanıp meşrulaş olarak kurulmamış; tersine, daha önce
tırılmış olması, Kemalizme yönelik eleş den var olan çeşitli yerel direniş grupla
tirel bakışları çoğaltmıştır. Aynı süreçte rının karışmasıyla oluşmuştur. Sonraki
ulus-devletin küresel bir krize girdiği, yıllarda da CHP, ulusalcı hareketin getir
demokratikleşme ve insan haklarına iliş diği merkezileşmeye karşın, kökeninden
kin kaygıların bütün dünyada ulusal sı gelen çoğulcu özelliklerin bir bölümünü
nırlardan bağımsız olarak hissedildiği ve korumuştur. En zor iç ve dış şartlarda
bunun Kemalizmin ulus-devlet birliğine dahi Mustafa Kemal ve bakanları ülkeyi
dayalı meşruluk arayışlarını zorladığı da Meclis'le yakın işbirliği halinde yönet
unutulmamalıdır. mişler ve onu yok saymaya kalkışma
malardır (Özbudun, 1998), Özbudun
bu tespitleriyle bağlantılı olarak, otoriter
ERGUN ÖZBUDUN:
rejimlerin totaliter rejimlerin tersine sı
DEMOKRATİKLEŞME
nırlı çoğulculuğa izin verdiklerini, Türki
POTANSİYELİ OLARAK KEMALİZM
ye'de de 1920 ve 30'larda yüksek dü
Ergun Özbudun'un Kemalizmin demok zeyde sosyal çoğulculuk gözlenmese de,
rasiyle sorunlu ilişkisi üzerine düşünme parti içinde sınırlı bir çoğulculuğun hoş-
ye konunun gündeme gelmesinden önce görüldüğünü belirtir (1981). Rejimin
başladığı görülmektedir. 1980'lerin ba otoriter eğilimleri 1930'daki Serbest Fır
şında kaleme aldığı çalışmasında Özbu- ka deneyiminin başarısızlığından sonra
dun, Kemalist rejimin otoriter olduğunu şiddetlendiğinde de, bu eğilimlerin ço-
K L f Z M
ğu, CHP içindeki daha liberal ya da ço söylemin unutulması ve giderek Türk
ğulcu eğilimlerce kontrol edilmiş ve kıs milliyetçiliğinin vurgulanmasıdır. Özbu
men engellenmiştir (Özbudun, 1998). dun Tek Parti dönemindeki Türk milli
Özbudun ayrıca Kemalist rejimde, tota yetçiliğinin şoven, hatta ırkçı unsurlar
litarizmde gözlenen katı bir ideolojinin dan tümüyle arınmış olmadığı yolundaki
olmadığını, rejimin totaliter ideolojilerin iddiaları da kayda değer bulur, Kemalist
yaptığı gibi tamamen yeni bir toplum ya siyasî rejimde, Türk milletininin ana ta
da insan tipi yaratmayı hedeflemediğini, nımlayıcı unsuru olarak kabul edilen
Kemalizmin aslında Türk toplumunda kültür birliği hayli yekpare (monolitik)
bütünsel değil, kısmî bir değişime yönel bir biçimde algılanmıştır. Devlete sada
diğini ve CHP'nin kendisini güçlü (kalı kat ve siyasal vatandaşlık kavramlarım
cı) bir tek parti olarak örgütlemediğini aşan bu anlayış, ülke içinde çeşitli
vurgular. aitkimliklerin tanınmasına ve hukukça
Fakat Özbudun aynı zamanda Tek himaye görmesine imkân vermemiştir
594 Parti dönemine ilişkin sınırlı bir eleştirel (1997a). Özbudun'a göre seküler, cum
lisi de benimser CHP genel olarak bir huriyetçi ulus-devlet bir kez kurulduktan
seçkinler örgütü olarak kalmış, resmî sonra Kemalist amaçların daha rekabetçi
seçkinler ve yerel ileri gelenlerce domi- bir ortamda daha iyi başarılıp başarıla-
ne edilmiş, depolitizasyon ve kayıtsızlığı mayacağını sormak meşru hale gelmiştir
özendirmiştir (1981), Tek Parti yılların ve Kemalist reformların başarısı Tek Parti
da, Osmanlı döneminden süreklilik gös sisteminin uzun vadede meşruiyetini
teren bürokratik yönetim geleneğinde azaltmıştır (1981). Özbudun bugün tartı
seçkinler, kendilerini toplumun üzerinde şılması gerekenin Kemalist yekpare kül
ve ondan özerk olan bir devletin gerçek tür anlayışının aynen mi devam ettirile
hizmetkârları, kamu yararının tek koru ceği, yoksa şemsiye bir Türk kimliği al
yucusu ve modernleşmenin başlıca tında aitkimliklerin serbestçe ifadesine
araçları olarak görmüşlerdir. Devrimci ve geliştirilmesine imkân verecek tarzda
kadrolar kendilerine toplumun "kolektif değişime mi uğrayacağı olduğunu vur
düşünce"sini keşfetmek, ifade etmek ve gular (1997a) ve Türk demokrasisinin
halkı ilerleme yolunda aydınlatmak işle tam konsoiidasyonunun islâm-laiklik,
vini atfetmişler ve bu işlev tanımı uya ulus devlet-azınlık hakları, meselelerinin
rınca çalışmışlardır. Bu bakış açısına gö barışçıl çözümüne bağlı olduğunu belir
re siyaset, sosyal grupların farklı talep ve tir (1998, 1997b).
menfaatlerini birleştirme ve uzlaştırma
süreci değil, toplumun tümü için doğru
BÜLENT TANÖR: "KURTULUŞ"UN
olanı ortaya çıkarma süreci olarak görül
GELENEĞİ
________ D E M O K R A T İ K
mektedir (Özbudun, 1995). Bu yaklaşı
mın çoğulculuktan ne denli uzak olduğu Bülent Tanör'ün de Kemalizmin krizinin
açıktır. Ayrıca Özbudun, GökalpTn "sı farkında olduğu ve Kemalizme yönelti
nıflar yoktur, meslek grupları vardır" len eleştiriler üzerine düşündüğü açıktır,
mottosunda temellenen dayanışmacılık Tanör resmî tarihten ve anahat Kema-
ve korporatizm anlamındaki halkçılığın lizmden farklılaşarak tarihi yeniden okur
da çoğulcu demokrasiyle bağdaşmaz ol ve bu okuması sonucunda Kemalizmin
duğunun altını çizer (1995), yukarıdan aşağıya inşa edildiği görüşü
Özbudun'un eleştirdiği bir diğer nokta ne, Kemalizmin zannedildiğinden daha
Millî Mücadele yıllarında milliyetçi bir fazla halka dayanan bir hareket olduğu
söylemden özenle kaçınılmış olmasına iddiasıyla karşı çıkar.
karşın, rejim konsolide oldukça, çoğulcu Tanör'e göre Türk Devrimi'nin iki bü-
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N I B U N A L I M VE H E G E M O N Y A
me" kavramıyla tanıtmak ve meşrulaştır seçilecek bir yol değil, aynı zamanda bir
mak olarak tezahür ecler. İkincisi de sorun çözme yolu olduğu fikrinin, aslın
mokratik meşruluktur; bu "irade-i milli- da ulusal m ücadelenin temel nitelikle
yeyi hâkim kılmak" ve egemenlik hakkı rinden biri olduğunu vurgular. Bunu Ke-
nın laikleştirilmesini kapsar. Üçüncü un malizmi demokratik bir perspektif içinde
sur seçimdir. O luşum sürecunde çeşitli yeniden üretme girişimi olarak değerlen
aksaklıklar gözlense de Sivas Kongre dirmek mümkündür.
sin in belirli bir ulusa) temsil gücüne sa Kurtuluş dönemine ilişkin demokrasi
hip olduğu söylenebilir. Dördüncü unsur ağırlıklı bir tasvir sunan Tanör, Kuruluş
ise sivilleşmedir. Sivilleşmenin bir yansı dönemine yönelik olarak belirli bir eleş-
ması M ustafa K e m a l'in yetk ilerin i ve tirelliği benimser. O n a göre Kemalist dö
meşruluğunu artık sivil bir kurumdan al nemin otoriter, seçkinci, vesayetçi oldu
maya başlamasıysa diğeri ulusal kongre ğu açıktır (Tanör, 1994a: 306). Tanör, re
lerde ittihatçılıktan kalma yarı askerî, jimin 1930'larda daha da otoriterleşme
596 darbeci ve komplocu etkinlik anlayışına yoluna gittiğini befirtir. Devletin ve reji
karşı, açıklık ilkesinin ve birlikte karar min sivil görüntüsünün ardında "bîr tür
alm a yö n tem lerinin benim senm esidir askerî paternalizm ” saklıdır ve siyasal
(Tarıör, 1998). sistem de paternalist olup, karizmatik şef
Tanör bu resmi, 1921 Teşkilât-ı Esasi iktidara sahiptir. Parti-devlet kaynaşma
ye Kanunu'nda b elirleyici olan yak la sı, hükümet karşısındaki tek denetim or
şımla da ilişkilendirir. O na göre, Mustafa ganının da silinm esi olasılığını doğur
Kemal 19. yüzyıl anayasa hareketlerinde muştur (2000). Ve rejim, Millet-Devîet-
toplumdan gelen bir itme olmadığını dü Parti-Şef dörtlemesinin kurduğu özdeş
şünür; gelişmeler yöneticilerin istekleri likler varsayımı üzerine oturmuştur (Ta
ne bağlıdır ve onları bu yönde davran nör, 1995).
maya iten etkenler, kimi zaman bir "tak Tanör Tek Parti rejimini hak ve Özgür
litçilik" duygusu, kimi 2aman da dış et lükler bağ lam ınd a da eleştirir, 1924
kilere karşı koyma çabasıdır. Buna kar Anayasası'nın öngörmediği baskıcı bir
şın Mustafa Kemal'e göre, Teşkilât-ı Esa tablo yaratıldığını söyler. Sıkıyönetim
siye Kanunu halkın temsilcileri aracılı uygulamaları, Sıkıyönetim Mahkemeleri,
ğ ıyla da olsa oluşum una katıldığı bir İstiklal Mahkemeleri ve İskân Yasası bi
anayasadır (Tanör, 1993). reysel hak ve ö z g ü rlü k ler a ç ıs ın d a n
Böylelikle Kurtuluş dönemi ve Kuruluş olumsuz sonuçlar doğurmuştur. M ilitan
döneminin başlangıcına ilişkin, resmî ta laikliğin bazı camilerin ibadete kapatıl
rihin sunduğundan farklı bir resim sunan ması, hac izni verilmemesi gibi bazı uy
Tanör'e göre; yerel kongre iktidarları, gulamalarının dinsel özgürlükleri kıstığı
bunları birleştiren Kemalist önderlik ve açıktır. Basın özgürlüğü ağır kayıt ve
daha sonra B M M yönetim i, "krizi de baskılar altındadır. Kolektif hak ve öz
mokrasi ile çözm e" anlayışında birleş gürlükler üzerindeki baskılar daha da
mişlerdir (Tanör, 1995: 239-40). ağırdır; sendikaların durumu bunun baş
Ulaştığı sonuçla Tanör'ün eşanlı ola lıca örneğidir.
rak iki nokta üzerinde durduğu söylene Kemalist anahattan açıkça ayrıştığı bu
b ilir: B irin cisi K em alizm in yukarıdan değerlendirmesinde Tanör'ün tamamıyla
aşağıya doğru şekillendiği iddialarına eleştirel olduğu söylenemez. Kemalist re
Özellikle Kurtuluş dönemini temel alarak jimin otoriter olduğunu söylerken totali
cevap verir. İkinci olarak, anahat Kema- ter olarak nitelenem eyeceğini belirtme
listlerin benim sem eye yanaşm adıkları, gereği duyar. Seçimler özgür olmasa bi
dem okrasinin sadece normal zamanda le, Kemalist reform ların hepsi T B M M '
N E O K E M A L İ Z M , O R G A N I B U N A L I M VE H E G E M O N Y A
den yasa olarak çıkmıştır. Feodal, arkaik, eleştirel bir şekilde ortaya koyan Tanör,
dinsel kurum ve k ü ltü rle rle girişilen T Ü S İA D İçin hazırladığı raporlarla da
amansız hesaplaşmanın, sonuçta, bireyin demokrasi konusunda somut olarak ya
ve aklın özgürleşmesini hedeflediği kanı pılması gerekenlere ilişkin öneriler getir
sındadır. Tanör'e göre bu açıdan Kema miştir. Tanör demokratikleşmeyi siyasal
list Devrim, Türk Aydınlanm asıdır: "Ana boyutları olan, insan hakları ve hukuk
projesi çağdaşlaşm a olan Kem alizm in devleti gibi unsurları da zorunlu olarak
politik alandaki hedefi de, liberal de içeren, çok kapsamlı ve karmaşık bir sü
mokrasi, bir başka deyişle insan hakları reç olarak görür ve yapılması gerekenle
na d a y a lı (özgürlükçü) dem okrasiden ri de bu üç ana eksen etrafında sıralar.
başkası değildir" (1994b: 308). R aporda a y r ılık ç ı o lm am a k k ayd ıyla
A sk erî m ü d ah alelere ve getirdikleri farklı etnik ve dinsel kimlikleri temsil et
anayasal düzenlemelere açıkça ve siste meye çalışan partilere izin verilmesi, ge
matik biçimde karşı çıkan Tanör (1994b, nel seçimlerde ülke barajının yüzde be
1997a); darbelerin Kemalist söyleme refe şe indirilmesi, sivilleşme sorunu başlığı 597
ransta bulunmaları üzerine de Kemalistle- altında genelkurmay başkanlığının millî
rin genellikle paylaştığı, "darbeciler Ke- savunm a bak anlığ ın a bağlanm ası ve
malizmi çarpıtıyor" savından farklı bir te M illî Güvenlik Kuruiu'nun kaldırılması,
ze başvurur. O na göre Atatürkçülüğe re ölüm cezasının kaldırılması ve Kürt so
feransta bulunan darbeciler pek de haksız rununa ilişkin olarak da herkese olanak
sayılmamalıdır. Bunun nedeni olarak Ta lar ölçüsünde ana dilini okulda ve/veya
nör, 1935 sonrası Kemalizmin, çatışmayı okul dışında öğrenebilme ve geliştirebil
yadsıyan dayanışmacılığını, demokrasiyi me hakkı tanınması gibi öneriler getiril
öngören ama bunu güçlü bir devlete ve mektedir. Öneriler arasında Siyasal Par
dayanışmacılığa tâbi kılan tavrını, halkın tiler Kanunu nda yer alan siyasal partile
siyasal rüşt yaşına varıp varmadığını karar rin ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine
verme yetisini kendinde bulan vasilerin ulaşması amacı güden kuruluşlar oldu
temsil ettiği "vesayet ideolojisini" gör ğuna ilişkin ifadenin ve siyasî partilerin
mektedir. Bu çerçevede, demokrasi ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı çalış
özgürlük idealleri, ulusal-merkezî devle maları zorunluğunu getiren m addenin
tin güçlenmesi hedefinin kaşısında ikincil kaldırılması; milletvekili andındaki A ta
durumdadır (Tanör, 1994a). türk ilke ve inkılâplarına bağlılık ifadesi
Tanör'e göre Türkiye'nin siyasal kül nin ç ık a r tılm a s ı da y e r a lır (Tanör,
türündeki en olumsuz öğe, Kemalizmin 1997b: 30-32, 62-63).
de katkısıyla, ideolojik mutlaklık ve bi-
rörnekleştirme/otomatlaştırma güdüleri
SAMİ SELÇUK:
dir. Tek Parti döneminde baskıcı bir din
"SİVİL TOPLUMCU"KEMALİZM
sel ideolojinin yerine baskıcı bir m illi
yetçi ideoloji ve eleştirelliğe yer bırak Sami Selçuk da, yazılarında ve Yargıtay
mayan bir pozitivizm yerleştirilmeye ça Başkanı olarak yaptığı, kamuoyunda ha
lışılmıştır. Tanör'e göre bu "fundamenta- raretli tartışmalara yol açan üç adlî yıl
list" bilim anlayışı ve beraberinde getir açış konuşmasında Türkiye'nin demok
diği katılıklar, zihnî altyapıların özgürle ratikleşmesi gereğine işaret ederken ko
şebilmesine engel oluşturmuştur (Tanör, nuyu Kemalizmle de ilişkilendirerek tar
1994a), tışmıştır. Se lç u k 'a göre Türk toplum u
Türkiye'deki demokrasi sorununu ele özellikle elli yıllık demokratikleşme sü
alırken Kemalizmin sorumluluğunu, Ke recinde hep meşruluk bunalımları yaşa
m alist anahatta biç görülmemiş, gayet mıştır. Selçuk meşruluk kavramına iliş-
M A L Z
d
y
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A
zeye gelip gelmediği, vesayetçi bir tu rel dinamikleriyle dışa doğru patlayan bir
tum la sınam ış; sınam alar olumsuz so halk. Selçuk'a göre doğru, gerçek ve Ata
nuçlanınca, Tek Parti iktidarı devam et türk'ün kafasındaki Türkiye budur. Buna
miştir. Atatürk D evrim inin dem okratik karşın her şeyi geriden izleyen, kendisi
ve sivil toplumu gerçekleştirme doğrul nin ürettiği hukuka göre halkıyla mahke
tusundaki uzak am acıyla çelişen vesa- melerinde sürtüşen, halkına güvenmeyen
yetçilik, hazırlık devresine özgü sayıl ikinci bir Türkiye vardır. Bu yanlış, öy-
m alıdır, Selçuk eleştiri oklarını halka künmeci ve Atatürk'ün tasarladığının tersi
inanmayan ve kendilerini halkı elinden bir Türkiye'dir (Selçuk, 1999:15). Selçuk,
tutup 1930 Atatürkçülüğüne götürecek Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü damıtarak bu
vasiler olarak gören "yanlış" Atatürkçü günün demokratik konjonktürüne uyarla
lere yöneltir (1998: 301, 334-5). ma zorunluluğuna işaret eder (Selçuk,
Selçuk'un sivil toplum kavramsallaştır- 1998: 340). Böylelikle tam demokratik
masına bağlı yansız devlet vurgusu, din- leşmenin temelini Atatürk'ün esas hedefi
devlet ilişkilerine ilişkin analiz ve öneri nin eksiksiz demokrasi olduğu önermesi 599
lerinde de kendisini hissettirir. Selçuk la ne yaslarken, aynı anda Atatürkçülüğün
ik devletin halka belli bir ideoloji aşıla meşruiyetini de onun demokratik bir bağ
maya kalkışm ayacağını, bir devlet dini lamdan okunabileceğine^yeniden üretile
yaratmayacağını, dinsizliği de aşılamaya bileceğine dayandırır.
cağım belirtir (2000: 78), Ancak Türkiye
Cumhuriyeti, egemenlik kaynağı açısın
________ S O N U Ç __________________
dan laik, devlet örgütlenmesi açısından
teokratik, dini yönlendirme açısından la Sonuç olarak Özbudun, Tanör ve Selçuk
ikçi bir devlettir. Selçuk, devletin D iya Kemalizmin otoriter olduğunu fakat tota
net İşleri Başkanlığı yoluyla dini denetle liter olmadığını belirterek, esas hedefinin
me ve yönlendirmesi de eleştirir; İslâm'ın demokratikleşme olduğunu iddia ederler.
Türk kültürünün en önemli parçası oldu Burada önemli olan Kemalizmin demok
ğunun kabul edilerek laikçilikten "gerçek rasiyi mi hedeflediği, yoksa Ahmet Demi-
laikliğe" dönülmesini önerir (1999: 57). rel'in ikna edici bir yetkinlikle belirttiği
Selçuk'un Avrupa Birliği (AB) karşısın gibi Tek Parti döneminin kendisini kalıcı
daki tavır alışı da belirgin biçim de Ke olarak mı kurumsallaştırdığı (1994: 608)
malizm çerçevesinde temellenen bir tu değildir. Önem li olan bazılarının klasik
tumdur. Selçuk A B 'y i, farklılıkların ko Kemalizme artan oranda özlem duyduk
runduğu, küreselleşmenin olumsuzlukla ları bir dönemde sivillik, aşağıdan yukarı
rına karşı bölgesel bir yönetişim olarak ya doğru şekillenme gibi demokratik nite
özetler. Bu yönetişim, devletlerin ulusal liklerin; geleneksel Kemalist kabullerle
egemenliklerini yeniden tanımlarken, ki çelişmesine karşılık, Kemalizmle ilişkilen-
şilere çok daha geniş haklar ve özgür dirilmesi gereğinin, farklı yönelimlerle de
lükler getiren ve sivil toplumu yaratmayı olsa Kemalist referanslarla savlar ortaya
hedefleyen bir ulusüstü hukuk ile bütün- koyan düşünce insanları tarafından sahip-
lenmektedir (2001: 29-49). A B adaylığı lenilmesidir. Burada ele alman yaklaşım
T ü rk iye 'yi A vru p a 'ya dem irlem ede ve ları Kemalizm içinde bir revizyon dene
çağcıllaştırm ada Atatürk Devrim i ölçe- mesi olarak tanımlayabiliriz. Ancak belir
' ğinde bir öneme sahiptir. tilmesi gerek bir nokta da, bu denemele
Selçuk için iki Türkiye vardır: Birincisi rin anahat Kemalizm içinde bir yankı bul
Kurtuluş SavaşTnı başaran, Cumhuriyet'i madığıdır. Cenel Kemalist söylem ölçüle
kuran, travmalara karşın demokratik sabır rinde Özbudun'un çalışmaları fazla aka
ve eıginlik gösteren, ekonomik ve kültü demik, Selçuk'un yaklaşımı ise, özellikle
K e m a l i z m
{*) Tanör’ün, mensup bulunduğu İstanbul Üni- Rektörü Kemal Atemdaroğlu tarafından,
versitesi'nin, klasik Kemalist denebilecek bu raporlar bağlamında, hasmane bir tu
çizginin sert uygulayıcısı olarak ünlenen tumla koğuştum iması da unutulmamalıdır.
DİPNOTLAR
1 Levent Kökec "Kimlik Krizinden Meşruluk Dönemi", Tü rkiye G ü n lü ğ ü , sayı 28, 1994.
Krizine: Kemalizm ve Sonrası", Toplum ve 3 İlter Turan, "Srability Versus Democracy:
Bilim, sayı 71, 19%. The Dilemma of Turkish Politics", Toplum
2 Etyen Mahçupyan, "Kemalizm: Bir Geçiş ve Ekonomi, sayı 2, 1991.
Kaynakçaya Daiı
( lu r k iy e İş B a n k a s ı Y a y , Î 9 8 İ ) , b u tm kaym ak
M IY İA L A Z E V A L A l M i H K V S
la : ı t a r a m a d a ı c h b e r o l a r a k i ş l e v s e l d i r . S o ; ı y ı l
r ________ flfETgflfiP l a r d a K a v l a k Y îiy u t f ü r t , M u s t a f a K e m a l ' i n b u -
K e m a liz m i r k a y n a k ç a s ın d a ş ü p h e s iz i l k s ır a y ı,
tür. e s e : k i m i l o p l u o l a r a k y a y ı m l a m a y a g t n ş
I u r k ıy e 'd e C u m h u r iy e t ;e j ır a n ı: n k u r u lu ş s ü m iş t ir .
Y sis ( 1 9 ? 0 \ o n e t l c y ı c ı h ı r d e r l e m e d i r 7 ü rk e r tu ıu y K u r u t u ş v ? .S o n r a s ı ( D ü n y a Y a y . 1 9 6 4 } .
A ra ro tu m m A ç; A t a l a r # K a y n a ç uy. İb r a h im l l a b i b S e v u k . ( C u m h u r i y e t M a t b a a s ı.
K A V N A K C A ' V A d a i i
ermekledir. h e r i k is i d e h ü k ü m e t t e v e l e k P a r t id e m e v k ii
o la n h g ü r lm c e g e liş t ir il m iş , d o n e m in p o lit ik
f e ls e f e s in e d a m g a s ı n : v u r m u ş t u ; B u n la r la b e
ATATÜRKÇÜLÜK HAMASİM İ ra b e r » r e j ı n / ı n ' t a n ı d ı ğ ı ' i k i id e o l o g u n g ö r e c e ’ i l
i n i * p ı r d i l l e y a z ı l m ı ş e s e r le r i ö n e m l i d i r , l e k : a
K e m a liz n t ın . f ı k ı : v e id e o l o jik ç c r ç p v o s : n a s ıl
A l p ’i n K e m a h l I ( 1 9 3 6 ; :1 e h a lle t E n g i n ' i n u s
d e ğ e r le n d ir m iş e d e ğ e r le n d ir il s in , o la ğ a n ü s t ü
M i û i k K e ır u n ıs m İ n h îİ A b o n n F r e n s ı v U n r â M
b e l m ik t a r d a h a m a s i m e t in le ç o ğ a l ıd d ığ ı. b ir
o ; İ t , C u m h u r i y e t B a s ım e v i . 1 9 3 9 ) . E d i r n e m e
v a k ıa d ı r . Ç o ğ u n l u k l a M u s t a f a K e m a l ' i n ş a h s ı
b u s u Ş e r e f A y k u t ’u n K e im û f t z m i CM u a l l i m A h
e t r a f ım la u ı l t ı k b i r s ö y l e m l e y a z ı l a n b u ır . c b n
m e t , H a h * K it a b e s i, 1 9 % ) ü t b u d o k lr m t e ş v i-
l e r d e K e m a l i ? m m . y a d a d e h a ç e k t e r c ih e d i
m e k ;u ; : j> u n y a M m n b e l i ; b a ş lı m e L r d e r i n d m d ı r .
le n ı İ a d e y l e A t a t ü r k ç ü l ü ğ ü n y e n i d e n ü r e t i m i n
G ö r e c e e r k e n d o k r n n î c ş t ı r m e t e ş e b b ü s le r i n i d e
cie o r a - m l ı iş le v g ö r m e k l e d i r , llmıhâ't n i t e l i ğ i a t-
g e r e k i r : M e d ıiv f t T . V . ı z a i i r a t a fv .fo k ttH ft
'e d ile b ile c e k b u t ü r k it a p la r ın k a îb u r ü s iu b a z ı
Ruhu ( D e v l e t M a t b a a s ı. 1 3 >) i l e H a l i l N ı m e
b in e k le r i o la r a k , fc n v e r Z ıy a K a ıa i';n A ta
t n l l a h Ü z t u r k ' u n H a iJ t ç ık f e v r C u m h u n y d ve
t i ir k l e n D ü ^ u n ıe ler ( T ü r k i y e i ş B a n k a s ı Y a y ,
T t u f e H r t lk ç t k ğ l v e C u m J u ı n v e t i ( s h h a m v e M a t
19 6 9 )» L ik a n K o a t f u r k û n A ialü rK û * i : ıd ır v e
b a a s ı, 1 9 3 0 ) .
p û ş û t t m r r i ( E d e b iy a t Y a y . 1 9 7 1 ) , l u r j n A r a t ı n
Y ım * g ö r e c e e r k e n h ı r d o k t r i n l e * : i r m e t e ş e î v
K e m a liz m 'i ( 1 9 6 9 ) a n ı l a b i l i r Behçet Kem al
h u ş u o l m a k , K a d r o d e t g t t m e b ı k ı l m a k d ı r K th l
C a g l a r ’m {A tatın k D a v z it u k n D am lan ır > 1 9 6 7 )
r o m u : y in e y a n ı re s m i a m a g ö re c e ö z e r k d u
ve C e y h u n A tu f K a o s u n u n (A ta tü rk 'e S a y g ı,
şu n s e l u re th m ( 1 9 3 ? - 3 4 ) , K e m a liz m : a n :ı-e p :
T D K . 19 6 9 ) k e n d ile r in e a it m e t in le r in y a n ı ş
p e r v a 'ıs l v e - y i n e o : c h ;t e r lik d o z u y ü k s e k b ir
; » b i r ç o k y a r a r d a n p a r ç a l a r ı ç e ı e n - d e r le m e le r i
d e v le ıç i-s o s y a liz a n e k s e n e o t u r t m a y a \ c n e ;
is e . A t a t ü r k ç ü l ü k h a m a s e t i n i n ö r n e k l e r i n i b u
in iş t i. K a d r o c u la r :;: g ö r ü ş le r iy le .A h m e t A g a o ğ -
a r a y a g e t ir ir e ı
iu ’n u n lib e r a l y ö n e lim li v e b e »t k i t a b ı
( S a n a y i i N e f i s r M a t b a a s ı. 1 9 3 3 ) a r a s ı n d a k i ih
t ila f , K e m a liz m ; d o k t n n le ş t u m c d e n e m e le r :
D O K T m a Ş T lR k ik Ç A B A L A S I
n ın . -e r k e n h ır e v r e s in d e , d ü ş ü n s e l a ç ıd a n e n
Kemaliz mı bir düşünce sistemi, bir ideoloji z e n g in v e U u t ış n ıa i: u ğ r a ğ ım tem *5: ! e r le r Ağa-
olarak doktrinle* turneye donuk çabalan da, o ğ lu . 1 9 3 C 1 a r . : ı i k i n c i y a n s ı n d a b a ş la y a n n’sınî
bizıncıl kaynaklar arasında ya da birinci kay d c k l r t n l e ş i ; ; m c f u r y a s ı n a d a ih î ı t i i m ı f a k r i â f
nakları çevreleyen ikine: halka olarak kabul m ı ? L A la e d d in K ı r a ! B a s ım e v i . 19 * 1 ? - ' d e m ü d . ı
edebiliriz- Kemalızrr.in hır “lıkır sistemi' h ii o lm u ş t u r .
olup olmadığı, 1930lardan ben tartışılmıştır le k P a r t i d ö n e m in in d o k t n n lc ş t ıım e ç a lış -
Bazı yorumcuları Kemalizmm pzsiık-ptagma- m a l a r ın , k . k a n a a t O n d e r ı-g a z e t e c ile r m ro lü n ü
îik bir program ya da eylen: çizgisi olduğu g O z a ı d ı e t m e m e k g e r e k ir Ö z e llik le P a lih R :t k :
K A v N A K C A ' v A l> a 8
1 9 6 3 te V c it - h k ın b a s t ım ı A U M ih ç d û k N e d i r ? y a v e t o p lu m . g ö r ü ş ü n ü b e i i r g ı n l r s f ı ı r .
dcrlemcsu 196Cla;da dönemin ideolojik iklimi
içinde sosyaldemokmik bir temelde yorum
ANALİTİK iNChLEMFJ ER
lan maya banlayan Kemalizm: bu istikamette
sistemleştirmeye çalışan vazaıfaıın kısa maka K e m a l i r m ı s o s y a l t e o r in in k a v r a m la r ıy la , t a r ih
lelerini bir anıya getirerek, derli toplu H; :c-::m s e l p e r s p e k t if iç in d e y o r u m la y a n ç a lış m a la r ,
çizer önde gelen Cu*nJtunyer yazaHanr.ru o n u n d ü ş ü n s e l a ç ıd a n d e ğ e r le n d ii î n c s m . c a n a l:
1080 son;asında yayımladıkla!! kitaplar ise, t ık v c e l e ş t ir e l h u y a k l a ş ı n : g e t i r i r l e r . B u a n a l i
603
logolardaki bu görüş açısını otantik Kemalizm t ;k ç a lış m a la r ın b ü y ü k ç o ğ u n lu ğ u n u n m o d e rn -
olarak kabul eden ve 12 Eylül askeri rejimi ı> le ş i n e v e d e m o k r a t i k l e ş m e k u r a m l a r ı e k s e n i n
arkasından gelen IıbcıaDmuhaİazakâr iktidar: d e y a p ıld ığ ım s ö y le y e b ilin :: B o y ie s ; a n a lit ik
bu ciantizm açısından sorgulayan bir ‘karşı ç a lı ş m a la r i ç i n d e K c m a i l z z r i p o z i t i f d e ğ e r le n d i
doktrin’ literatürüdür (aozkenutu kitapların en ter* k i t a p l a : a r a s ı n d a N i y a z i İ k i k e s ' i n i ı » îr :-
etkilisi. Nadir Nadı’nm çok basılan Be*: Ab: v e Y ie C ö ğ d a ^ ia ş m a 's u ıı (D o ğ u Ban Y ay.
/&?kç<2 Değdim ı olmuştur • i baskısı 1932" I 9 7 ç ; > !'; v e B u k e t T a n ö r ' u r . K u r u l u ş v e K u r t u
iu ş f D e r Y a y , 1993} ç a lış m a la r ın ı ö n c e lik le c lc
a l m a k g e r e k ir . T a r ı k Z a f e r l u n f i y a ' n ı n D e v r i m
ORDl’ Ye KIMAÜZV __
H o r H u r r ir n İçı^Ytr Atatürk v e A io t o r f c ç â iü k (Ba
Kendini rejimin ve Kemalizmın/Ataturkçıılu h a M a t b a a s ı, i 9 6 4 ) , S u n a K i l i n i n K e m a h n ı
dağın (hdu Siyaset Jh?«îsr Atatürk ve İnönü rtmi \r .sonrası ( D o ğ a n Yay . 1971) i l e k o n u y u ,
DA.u^uien (Gündoğan Yay. 1991) ve Hikmet sınıfsal a n a l ı ? ı k a t a r a k i n c e le m e y e yö n e lm iş * u
Özderm; m Rcjvtt xe Asker (Aia Yay . 1989) ça A l ı Gevgihunin d e n e m e ü s l u b u n d a k i Y ü k s e li} ,
( 1 9 9 1 ) , A t a t ü r k ' ü n S ö y le v v e D e m e ç l e r i ( 1 9 9 1 ) , D ö n e m in ö n e m li d ü ş ü n c e in s a n la r ın d a n A r -
K e m a l i s t T e k - P a r t i i d e o l o j i s i v e C H P ’n i n A l t ı n o ld T o y n b e e ’n i n T ü r k i y e : B i r D e v le t in Y e n id e n
O k ’u ( 1 9 9 2 ) . B u e l e ş t i r e l b i r y a k l a ş ı m ı d a h a D o ğ u ş u ( i l k b a s k ıs ı 1 9 2 6 ) k it a b ın ı y a z m ış o l
ö z g ü l b a ğ l a m la r d a g e l i ş t ir e n ç a l ı ş m a l a r a , a ş a ğ ı m a s ı, b a ş h b a ş ın a ö n e m lid ir , T o y n b e e T ü rk
in N a t i o n a l D e v d ö p m e n t ( H a r v a r d U n i v e r s i t y D e v r in D i n M a z l u m l a n ( 1 9 6 9 ) k i t a p l a r ı . N e c i p
P re s s , 1 9 6 3 ) , S la n f o r d J- S h a w v e E z e l K u r a l F a z ı l K r s a k ü r e k ’i n a y n ı d o ğ r u l t u d a k i s ö y l e m i n i
S h a w ’u n H is f o t y o f th e O ııo m a n E m p u e a n d M o ö r n e k le r . 1 9 7 0 ’l i y ı l l a r d a K a d r i M ı s ı r l ı o ğ l u ' n u n
d e r n T u rfte y ( C a m b r id g e U n iv e r s it y P re ss, K u r t u lu ş S a v a ş ın d a S a r ı k l ı M ü c a h it le r ( S e b il
1 9 7 7 ) v e t a b ii T ü r k i y e ' d e s t a n d a r t k a y n a k h a l i Y a y ., 1 9 7 2 - 3 . b a s k ı ) . S a d ı k A l b a y r a k ’ı n Ş e r i a t
n e g e lm iş B e r n a r d L e w i s ’i n M o d e m T ü r k i y e ' n i n ta n L a ik liğ e ( S e b i l Y a y ., 1 9 7 7 )
D o ğ u ş u ( O x f o r d U n iv e r s it y P r e s s , 1 9 6 1 ) , E r ik k it a p la r ı, a y m ç iz g iy i s ü r d ü r ü r le r . B u ç iz g i
J a n Z ü r c h e r ’ i n M o d e r n le ş e n T ü r k i y e ’n i n T a r i h i ü z e r i n d e , 1 9 8 0 ’l e r i n I s l â m c ı p o l i t i k y ü k s e l i ş v e
( İle t iş im Y a y ,, 1 9 9 5 ) , F e r o z A h m a d ’ ın M o d e m g ö r e li e n t e le k t ü e l h e y e c a n d ö n e m in d e k i d ü
T ü r k i y e ’n in O l u ş u m u ( S a r m a l Y a y , 1 9 9 5 ) v e j e - ş ü n s e l ü r e t im i v u lg e r iz e e d e n i k i k it a b ı d a h a
a n D e n y ’m Y e n i T ü r k i y e ’s i ( T ü r k i y e İş B a n k a s ı a n a b ilir iz : A b d u r r a h m a n D ilip a k , B ir B a ş k a
J o h a n n e s G l a s n e c k ’i n K e m a l A t a t ü r k ve Ç a ğ D o ğ a n . K e m a liz m ( A ğ a ç , 1 9 9 3 ) . A h m e t K a b a k
d a ş T ü r k i y e ( O n u r Y a y , 1 9 7 6 ) , K e m a l i z m i g e li ş - l ı n ı n b ü y ü k i l g i g ö r e n T e m e lle r in D u r u ş m a s ı k i
m e c i- m o d e r n le ş t ir id iik y a n ın d a a n t i-e m p e r y a - t a b ı t i ü r k E d e b i y a t V a k f ı Y a y ., 1 9 8 9 ) . a y m ç i z
l i s t m i s y o n a ç ı s ı n d a n il g iy e d e ğ e r d ir . F e r o z A h - g i n i n m ı 11 ı v e t ç ı - m u h a f a z a k â r v e r s i y o n u d u r . İ s
d ik k a t ç e k e r . E r i k J a n Z ü r c h e r ’ i n M o d e r n le ş e n m e e r i ş m e s i is e . 1 9 7 0 l e r i n s o n l a r ı n d a n i t i b a r e n
T ü r k i y e ’n in T a r i k i ( i l e t i ş i m Y a y ,, 1 9 9 5 ) , s i y a s a l is m e t Ö z e l in v a z ıİ a r ıv la o lm u ş t u r , d e n e b ilir .
t a r ih p e r s p e k t if i i ç i n d e z ı m n î i t i b a r ı y l a ö n e m l i Ö z e l in b u d ü ş ü n s e l ü r e t im in i g ü n c e l p o lit ik
b i r K e m a l i z m d e ğ e r le n d ir m e s i iç e r i r . s o r u n la r a u y g u l a d ı ğ ı ’ C u m a M e k t u p lu n ( 1 9 8 9 ) ,
b u b a ğ la m d a t e m s ili s a y ı l a b i l i r .
K ü r t M e s e le s in e b a k ı ş ı b u a l a n d a k i p o l i t i k a
KEMALİZM ELEŞTİRİLERİ- REDDİYELERİ s ı, K e m a li z m e c e p h e a l a n p o l i t i k d u r u ş l a r ı n b i r
b a ş k a z e m in id ir E m ir S ü r e y y a B e d ir h a n ’ın T h e
K e m a liz m e iç e r d e n ’ v e y a c e p h e d e n k a rş ı ç ı
C a s e o f K ıu d ıs t ü t ı A g a t n s i T u r k e y ( P h i l a d e l p h i a ,
k a n p o lit ik m e t in le r , b i r y a n d a n b u id e o l o ji
T h e K u r d is h In d e p e n d e n c e L e a g u e , 1 9 2 9 ) , b u
n i n e l e ş t ir e l b i r y o r u m u n a k a t k ı d a b u l u n u r l a r ,
k a r ş ı ç ı k ı ş ı n e r k e n d ö n e m d e k i ö n e m l i b e lg e s i
d iğ e r y a n d a n b i z z a t , K e m a l i z m i n k e n d i n i o n
d ir . 1 9 7 0 le r d e n it ib a r e n İ s m a il B e ş i k ç i n i n k i
l a r l a k a r ş ı t l ı k i ç i n d e a ç ı k l a m a s ı i ç i n m a lz e m e
t a p l a r ı n d a , K ü r t M e s e le s i t e m e l i n d e b i r a n t i -
n it e l i g ü ld e d ir le r . K e m a lis t id e o l o jin in d e v a m
K e m a l i z m i n s is t e m le ş t i r i l d i ğ i n i g ö r ü r ü z ; ö z e l
l ıl ığ ı İç in d e , b u k a r ş ı ç ık ış l a r l a h e s a p la ş m a
lik le ; C H P 't ıiıı J 9 2 7 T ü z ü ğ ü ve K ü r t S o ru n u
n ın , o n la r a ö n le m a lm a n ın v e y a o n la r ı a ş ik â r
( K o m a l Y a y . 1 9 7 8 ) v e B i l i m - K e s i m İd eo lo ji, D e v -
b ir g a y r ıın e ş r u lu k / k ö t ü lu k k u t b u o la r a k ta l e t - D e ı n o l u a s ı ve K ü r t S o r u n u K ü rt S o ru n u
n ım la y a r a k k e n d in i k a n ıt la m a n ın ’ k u r u c u b ir ( A la n Y a y 1 9 9 ü ) . B e ş ik ç i b u v e b a ş k a k it a p la
r o l ü v a r d ır , r ı n d a n d o l a y ı y ı l l a r c a h a p i s y a t m ış t ır .
H a lid e E d ip ’ in 1 9 2 9 ’d a İ n g i l i z c e y a y ı m l a M e s u t Y e ğ e n i n D e v le t S ö y le m in d e K ü r t S o r u
n a n D t c ia f o r s h i p a n d R e / o r m s in T u r k e y ( Y a l e n u ( İle t iş im Y a y , 1 9 9 9 ) , K e m a liz m i, K ü r ı S o r u
R e v ie w ) k it a b ı, K e m a liz m in e rk e n d ö n e m d e nunu t a n ım la m a b iç im i ü z e r in d e n a n la m a y a
y a p ılm ış lib e r a l b ir e le ş t ir is i o la r a k Ö n e m ta d ö n ü k g ü ç lü b ir k u r a m s a l g ir iş im d ir . 1 9 8 0 1 e r -
ş ır , Y u k a r d a b a h s e d ile n A h m e t A ğ a o ğ l u ’n u n d e n 2 0 0 0 ’le r e u z a n a n k e s it t e P K K l i d e r i A b d u l
D e v le t v e F e r f i n d e d e z ı m n e n b ö y le b i r e l e ş t i r i l a h Ö ç a l a n ’ ı n y a z d ı k l a r ı n d a , K e m a l i z m İ e , ’a n -
b u lu n a b ilir . t i ’c i l i k t e n e k l e m l e n m e / b a ğ l a ş m a ' a r a y ı ş ı n a y ö
L ib e r a l e le ş t ir ile r iç e r d e n d ir ’ , b u n a k a r ş ılık n e le n b i r h e s a p la ş m a i z l e n e b i l i r .
t s iâ m c ı a n t i - K e m a l i z m , - r e f e r a n s l a r ı i t i b a r ı y l a - T ü r k i y e ’d e d e v r i m d - s o s y a l ı s t p o l i t i k h a r e
d ış a r d a n v e c e p h e d e n d ir . İ s l a m c ı d ü ş ü n c e n i n k e t in M a r k s is t -L e n in is t r e fe ra n s tı k a y n a k la r ı,
p o lit ik le ş m e s in d e , K e m a liz m in ö z e llik le la is is t ( a n t i-e m p e r y a lis t ) t a r ih s e l iş le v iy le o lu n m a
n it e l iğ in i o d a k a la n b ir r e d d iy e s i, te m e l iz le k d ık la r ı K e m a liz m e , o n u a ş m a y a d ö n ü k b ir
o l m u ş t u r . 1 9 5 0 ’le r d e b u k o n u d a e n e t k i l i y a z a r e le ş t ir e l t u t u m la y a k la ş m ış la r d ır . M a h ir Ç a -
o la n E ş r e f E d ip ’in s o n k it a b ı K a r a K it a p - M il y a n ’m K e s in t is iz D e v r im (19 7 1) r is a le s i, b u
le t i N a s ı l A ld a t t ıl a r ; M u k a d d e s a t ın a N a s ı l S a l d ı r e le ş t ir in in t ip ik ö r n e ğ id ir . S o s y a lis t a k ım ın
d ı l a r ? ( 1 9 6 7 ) , b u r e d d iy e y i ö z e t l e y l c i n i t e l i k t e ö z g ü n d ü ş ü n ü r le r in d e n H ik m e t K ı v d c ı m l ı ’n ın
d ir . T b n n f ııd u n d a n D i n l e d i k l e r i m ( 1 9 6 8 ) v e S o n 1 9 3 0 -3 3 d ö n e m i y a z ıla n is e ( Y o l a d ıy la to p -
K A Y N A K Ç A ' Y A d a i r
l a n m ı ş t ı r ) , k o m ü n i s t g e l e n e k i ç i n d e 11 a m [ - e m ş im Y a y ., 1 9 9 1 ) , y i n e b u d o ğ r u lt u d a 't e k n ik '
p e r y a lis t u lu s a l d e v r im ” o l a r a k la n im la n a g e - b i r i n c e l e m e d i r . L e v e n t K ö k e r i n , M o d e r n le ş m e ,
le n K e m a liz m e g ö r e c e m e s a f e li b ir b a k ış ı y a n K e m a l i z m ve D e m o k r a s i' s i ( İ l e t i ş i m Y a y ., 1 9 9 0 ) ,
s ıt m a s ı b a k ım ın d a n ilg in ç t ir . r e jim in d e m o k r a s i a n la y ış ın a e le ş t ir e l y a k la ş ım
1 9 6 0 'la r ın s o n u n d a , y in e s o ld a a m a o rL o - g e t ir e n ö n e m li b i r ç a lış m a d ır , A h m e ı D e m i-
d o k s M a r k s i z m i n d ış ı n d a , K e m a l i z m ! t e m e ld e r e l’i n B i r i n c i M e c lis t e M u h a le je l ( İ l e t i ş i m Y a y .,
s e ç k i n c i v e a n t i- d e m o k r a t ı k b i r p o l i t i k k a r a k 1 9 9 4 ) , M e t e T u n ç a y ’ı n T ü r k iy e C u m h u r iy e
t e r a t f e d e r e k e l e ş t ir e n i k i k i t a b ı k a y d e t m e k g e t in d e T e k -P a r t i Y ö n e t im in in K u r u lm a s ı ( İ 9 2 3 -
r e k ir . B u n l a r d a n E m in T ü r k E liç in in iç e r d e n 19 3 1/ (C e m Y a y ., 1 9 8 9 ) v e C e m i l K o ç a k ’m
e l e ş t ir i’ n i t e l i ğ i n d e k i K e m a lis t D e v r im İ d e o lo jis i T ü r k iy e 'd e M i l l i Ş e / D ö n e m i [ 1 9 3 8 -1 9 4 5 ] ( İ le t i
( A n t Y a y ., 1 9 7 0 ) u n u t u l m u ş , İ d r i s K ü ç ü k ö - ş im Y a y , 1 9 9 6 ) k it a p la r ı, K e m a lis t r e jim in ta
m e r ’i n D ü z e n in Y a b a n c ıla ş m a s ı ( A n t Y a y ., 1 9 6 9 ) r ih s e l v e s i y a s a l-id e o lo jik b a ğ la m ı iç in d e o l u
is e s o l d ü ş ü n c e d e “s i v i l t o p lu m ” k a v r a m ı n ı şum ve o t u r m a ’ s ü r e c in i ir d e le y e n b ir s ils ile
ö n e m s e y e n y a k l a ş ı m l a r ı n v e s o ld a n a n t i - K e m a - d ir l e r . ( T e k P a r t i r e j i m i y l e ilg il i K o ç a k Y n k in -
liz m in m ila d ı s a y ılm ış t ır . den daha kü çü k h a c im li b ir ç a lış m a , Ç e t in
Y a k ın d ö n e m in s o l n e ş r i v a t ı n d a , F i k r e t B a ş k a - Y e i k i n ’i n T ü r k i y e ’d e T e k P a r t i Y ö n e t im i d i r 1 A l
6 0 6 y a ’m n P a r a d ig m a n ın / / l a s ı ( D o z Y a y , 1 9 9 1 ) , “o r i t ı n K i t a p l a r , 1 9 8 3 ] . ) . A h m e t A g a o g l u ’n u n S e r
j i n a l b i r B o n a p a r t iz m " o l a r a k t a n ı m l a d ı ğ ı K e ı n a - be st f ı r k a H a t ır a la r ı ile y u k a r d a “T a n ık lık la r "
l iz m e b ü t ü n l ü k l ü b i r c e p h e a lm ı ş t ı r . A h m e t I n - b a ş l ı ğ ı a l t ı n d a a n ı l a n F e t h i O h y a r ’ı n A n ı l a n , r e
s e l' in T ü r k iy e T o p lt m u ı ı ı u ı ı B u n a l ı m ı k i t a b ı n d a jim in d e m o k r a s i a n la y ış ın ı y o r u m la m a y a k a t
b ir ç o k m a k a le , K e m a liz m in d e m o k r a s i k u r a m ı k ıd a b u lu n a c a k t a n ık l ık l a r v e g ö z le m le r iç e r ir .
a ç ıs ın d a n b ü t ü n l ü k l ü b i r e l e ş t i r i s i n i iç e r ir .
________MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI
REJİM VE DEVLET ANLAYIŞI,
K e m a lis t m illiy e t ç iliğ in y u r t t a ş lık t e m e lli v e
DEMOKRASİ GÖRÜCÜ
h ü m a n i s t - e v r e n s e le i b i r a n l a y ı ş a m ı y o k s a ı r k -
b ir in c il k a y n a k la r , 1 9 2 1 v e 1 9 2 4 A n a y a s a la r ı bu ik i y a k la ş ım a r a s ın d a k i d e n g e v e iliş k in in
( v e b u n la r d a y a p ı l a n d e ğ i ş i k l i k l e r ) , B a h i r M a z - n a s ıl o ld u ğ u ) s o r u s u n a v e r ilm iş f a r k lı c e v a p
h a r E r ü r e t e n ’i n d e r l e d i ğ i T ü r k i y e C u m h u r i y e t i l a r v a r d ı r . ( B u k o n u . M o d e r n T ü r k i y e ’d e S i y a s î
D e v r im Y a s a l a r ı ( C u m h u r i y e t ) g i b i b e lg e le r y a D ü ş U n e e ’n i n 4 . c i l d i n d e d e e t r a f lı c a e le a l ı n a
H a lk e v le r i K o n f e r a n s la r ı, 1 9 3 8 ) g ib i a ç ım la y ıc ı M i l l i y e t ç i l i k ve H a l k ç ı l ı k ( C H P , 1 9 3 8 ) k i t a b ı n
r e s m î v e y a y a n -r e s m î m e t in le r d ir . D a h a g e ç ta d a b u l u n a b i l i r . S a b a h a t t i n E y u b o ğ l u ’n u n M a v i
r ih le r d e , y in e r e s m i y o r u m u d e s t e k le y e n b ir ve K a r a y a z ıla r ı ( Ç a n Y a y ,, 1 9 7 3 ) , K e m a l is t
“ D e v r im T a r i h i ” lit e r a t ü r ü o lu ş m u ş t u r . Ö r n e m i l l i y e t ç i l i ğ i h a lk ç ı- d e m o k r a t ik b ir z e m in e
ğ in : E n v e r K a r t e k in , D e v r im T a r ik i ve T ü r k iy e o t u r t m a n ın ö r n e ğ id ir . T u r h a n F e y z io ğ lu , A t a
C u m h u r i y e t i R e jim i ( S i n a n Y a y ., 1 9 7 3 ) , M e t i n tü rk ve M illiy e t ç ilik ile (A ta tü rk A r a ş t ır m a
H e p e r , is m e t İ n ö n ü , Y e n i B i r Y o r u m D e n e m e s i M e r k e z i, 1 9 8 7 ) , e lit is t -v e s a v e t ç i b ir g ö r ü ş a ç ı
( T a r i h V a k f ı Y u r t Y a y ., 1 9 9 9 ) , A h m e t M u m c u , s ın d a n , m o d e r n is l-B a t ıh la ş m a c ı ç iz g iy i ö r n e k
T a r i k A ç ı s ın d a n T U r h D e v r i m i n i n T e m e l i n i v e le r . B a s k ı n O r a n , A t a t ü r k M i l l i y e t ç i l i ğ i - R e s m i
G e l i ş i m i ( T T K , 1 9 7 1 ) . F a r u k A l p k a y a ’n m T ü r id e o l o j i D ı ş ı B i r i n c e le m e k le ( D o s t Y a y ., 1 9 8 8 ) ,
C u m h u r iy e t in k u r u lm a s ı e d im in e v e b u n u n la m u ğ l a k lık la r ın a d ik k a t ç e k e r k e n , b a ğ ım s ız la ş
i l g i l i F ik r i t a r t ış m a o r t a m ı n a ı ş ı k t u t a n ö n e m li m a v e m o d e r n le ş m e /B a t ıld a ş m a a ç ıs ın d a n
b i r k a y n a k t ır . o l u m l u i ş l e v i n i v u r g u la r .
K e m a lis t r e j i m i , t o t a lit e r y ö n s e m e le r i d e H ik m e t T a n y u 'n u n A ta t ü r k ve T ü r k M illiy e t
o l a n o t o r it e r b i r r e j i m o l a r a k a n a l i z e d e n ç a l ı ş ç i l i ğ i ( O r k u n Y a y ., 1 9 6 9 ) , r e s m i m i l l i y e t ç i l i ğ i ,
m a l a r a r a s ı n d a , T a h a P a r l a ’n ı n v e A h m e t I n - T u r a n c ı “ u z a k h e d e fe " d e d u y a r lı b ir T ü r k ç ü
s e l'in y u k a r d a d e ğ in ile n ç a lış m a la r ı ö n e ç ık a r . ç e r ç e v e y e o t u r tm a g ir iş im id ir .
T a h a P a r l a ’m n T ü r k i y e ’d e A n a y a ia la r ’ı ( l l e t i - A h m e t Y ı l d ı z , N e M u t lu T ü r k ü m D iy eb ilen e
K A Y N A K Ç A ' V A DAİR
( İ l e t i ş i m Y a y ., 2 0 0 1 ) k i t a b ı n d a , K e m a l i s t m i l l i M e t i s Y a y ., 1 9 9 7 ) . B e r n a r d C a p o r a l’in K e m a
y e t ç iliğ in z ım n î e t n ik v e d in î a n g a jm a n la r ın a l i Z in d e ve K e m a li z m S o n r a s ın d a T ü r k K a d m ı k i
d ik k a t ç e k m iş t ir . E t ie n n e C o p e a u n ’n ü n T ü r k t a b ı is e ( T ü r k i y e İ ş B a n k a s ı Y a y ., 1 9 8 2 ) , K e m a
T in d i T e z in d e n T ü r k - f s l d m S e n t e z in e ç a l ı ş m a s ı lis t k a d ın in k ıl â b ın ın ’ s o ğ u k k a n lı b ir m u h a s e
( T a r ih V a k f ı Y u r t Y a y ., 1 9 9 8 ) , K e m a l i s t m i l l i b e s i n it e liğ in d e d ir .
y e t ç i l i k l e e l n i s i s t - d i n s e l b i r m i l l î k i m l i k t a r if i
a r a s ın d a k i g e ç iş liliğ i g ö s t e r m e s i b a k ım ın d a n
ö n e m lid ir
İKTİSADI GORUŞ
K o r k u t B o r a t a v ’ ı n T ü r k i y e ’d e D e v le t ç i li k ( S a v a ş
Y a y ., 1 9 8 2 ) v e B i l s a y K u r u ç ’u n M u s t a f a K e m a l
________ MODERNLEŞME VE BATİ
D ö n e m in d e E k o n o m i ( B i l g i Y a y , A n k a r a 1 9 8 7 )
K e m a l i z m , ö z e l l i k l e p o z i t i v i s t s o s y o l o j i O K U İla - k it a p la r ı, K e m a liz m in İk t is a d î g ö r ü ş ü h a k k ın -
r ı n m e t k i s i y l e , b a ş t a n it ib a r e n b i r m o d e r n le ş m e d a k i a r a ş i ş v e t a r t ı ş m a la r h a k k ı n d a b ü t ü n l ü k l ü
(v e ç o k k e re e ş a n la m lı o lm a k ü z e re B a t ılıla ş b ir ç e r ç e v e s u n a r . Ç a ğ la r K e y d e r 'in T ü r k iy e ' d e
m a ) p r o g r a m ı o la r a k d ü ş ü n ü lm ü ş t ü r . Y u k a r d a D e v le t ve S ı n ı f l a d ı ( İ l e t i ş i m Y a y ., 1 9 8 9 ) C u m h u
" A n a lit ik I n c e 'e m e le r ” b a ş lığ ı a lt ın d a a k t a r ıla n r i y e t i n ik t i s a t p o l i t i k a l a r ı v e i d e o l o j i l e r i n i n ta
ç a l ı ş m a l a r ı n b i r k ı s m ı d a b u ç iz g id e g ö r ü l e b i l i r . r ih s e l-t o p lu m s a l a r k a p la m m y o r u m la m a k iç in ,
N i y a z i B e r k e s in T t ir / îiy e ' d e Ç a ğ d a ş l a ş m a ( D o - b u n u n y a n ın d a t ü m ü y le C u m h u r iy e t i y o r u m
ğ u - B a t ı Y a y , 1 9 7 9 ! ? ] ) ile A ı a t ı ı ı k ve D e v r i m l e r la m a y a d o n u k k a p s a m l ı b i r d e ğ e r le n d ir m e d ir .
a d lı k it a p la r ı, p r o -B a t ıc ı/m o d e r n le ş m e c i y a k la
ş ım ın te m e l y a p ıt la r ı o la r a k a n ıla b ilir . ( A n a lit ik
İNKILAPLAR VE KÜLTÜR_________
' ş ü p h e c iliğ e ' d a h a u z a k b i r ö r n e k : S u n a K i l i ’n i n
A tatü rk D e v r i m i - B i r Ç a ğ d a ş l a ş m a M o d e li) S o n
K e m a lis t d e v r im id e o lo jis in d e y e n i b ir k ü lt ü
y ı l l a r d a , m o d e r n iz m e e l e ş t i r e l y a k l a ş ı m l a r e k
r ü n v e k ü l t ü r y a p ı l a r ı n ı n i n ş a s ı , m o d e r n le ş m e
s e n in d e d e T ü r k m o d e r n iz m i n i v e K e m a l iz m i
n in v e u lu s la ş m a n ın a r a ç la r ı o la r a k ç o k ö n e m
y o r u m la m a y a d o n u k ç a lış m a la r ç o ğ a lm a k t a d ır .
s e n m iş t ir . ( H a t t a b u n e d e n le K e m a l i s t d e v r i m
S ib e l B o z d o ğ a n ile R e ş a t K a s a b a ’n ı n d e r l e d i ğ i
le r u z u n b ir s ü r e “ü s t y a p ı d e v r im le r i" o lm a k la
T ü r k i y e ’d e M o d e r n le r in e ve U l u s a l K i m l i k ( T a r i h
e le ş t ir ilm iş t ir .)
V a k f ı Y u r t Y a y ,, 1 9 9 8 ) , b u y o r u m l a r l a i l g i l i y o l
H a r ! v e b ilh a s s a d il d e v r im le r in e y ü k le n e n
g ö s t e r ic i b i r t o p la m a d ır .
b ü y ü k d e v r i m c i r o l le i l g i l i ö r n e k l e r : M . Ş a k i r
B a t ıl ıl a ş m a v e u y g a r l a ş m a h e d e f in i K e m a l i z -
Ü lk ü t a ş t r , A t a t ü r k ve H a r / D e v r im i ( T D K ,
m in a s lî m is y o n u o la r a k y o r u m la y a n , A y d m -
1 9 7 3 ) , S a m i N . ö z e r d im , H n ıj'D e v r im in in O v -
la n ın a c ı-h u m a n is t b ir K e m a liz m yo ru m u ya
k ü s ü ( T D K , 1 9 6 2 ) v e Y a z ı D e v r i n in i m Ö ykü sü
p a n y a k la ş ım ın ö r n e k le r i o la r a k ş u k it a p la r s a
( T D K , 1 9 7 8 ) , Ş e r a le t t i n T u r a n , A t a t ü r k ve U l u
y ı l a b i l i r : H a ş a n A l i Y ü c e l , P a z a r t e s i K o n u ş m a la
s a l D il , T a h s in Y ü c e l, T ü r k ç e n in K u r t u lu ş S a v a
r ı ( R e m z i K it a b e s i, 1 9 3 7 ) , H a lik a r n a s B a lık ç ıs ı,
ş ı. M u h a f a z a k â r a ç ıd a n b ir y a k la ş ım : Z e y n e p
D iijıin Y a z ıla n ( B i l g i Y a y ., 1 9 9 3 ) , A z r a E r h a t ,
K o r k m a z , T ü r k D ilin in T a r i h î A k ı ş ı İ ç in d e A t a
E n H a k i İd M ü r ş it ( C e m Y a y ,, 1 9 9 6 ) , S u a t S i n a - t ü r k v e D i l D e v r im i ( D T C E 1 9 7 3 ) .
n o ğ lu , T ü r k H ü m a n iz m i ( T T K , 1 9 8 8 ) , M a c it
M ü z ik k ü lt ü r ü n ü n y e n ile ş t ir ilm e s i ö r n e ğ in
G ö k b e r k A y d ın la n m a F e ls e f e s i, D e v r im le r ve
d e K e m a lis t d e v r im id e o l o jis in in t a r t ış ıld ığ ı a y
A t a t ü r k ( Y e n ig ü n H a b e r A j a n s ı , 1 9 9 7 ) .
d ı n l a t ı c ı b i r ö r n e k : A t a t ü r k D e v r i m l e r ! İ d e o lo ji
s i n i n T ü r k M ü z i k K ü lt ü r ü n e D o ğ r u d a n ve D o l a y
l ı E t k ile r i ( B o ğ a z iç i Ü n iv e r s it e s i T ü r k M ü z iğ i
KADIN VE FEMİNİZM
K u lü b ü , 19 8 0 ).
K a d ın h a k la r ı m o d e r n le ş m e id e o l o jis i a ç ıs ın B ü ş r a E r s a n lı B e h a r ın İ k t i d a r ve T a r i h - T ü r
d a n , m i s y o n l u ' k a d ı n im g e l e r i is e m i l l i y e t ç i l i k k i y e ’d e R e s m i T a r i h T e z i n i n O lu ş u m u ( J 9 2 9 -
a ç ı s ı n d a n , K e m a l i z m i n g ö z d e i z le k İ e r i n d e n d i r . 1 9 3 7 ) k i t a b ı ( A f a Y a y ., 1 9 9 2 ) , m i l l î t a r i h i n ( v e
K e m a l i z m i n f e m in is t k u r a m ı n o l a n a k l a r ı y l a i r “i n s a n l ı k " , “ u y g a r l ı k " a n l a y ı ş ı n ı n ) i n ş a s ı y l a i l
d e le n m e s i, z e n g in b i r a n a l i z p e n c e r e s i a ç a c a k g i l i t o p a r la y ı c ı b i r k a y n a k t ı r . B u k i t a p , a y n ı z a
t ır , B u b a k ı m d a n y o l g ö s t e r i c i b i r m a k a le : D e m a n d a K e m a lis t m i l l i y e t ç i l i k a n la y ış ın a d a ir
n iz K a n d iy o t i, “K u r t u l m u ş A m a Ö z g ü r le ş m iş z e n g i n b i r m a lz e m e s u n a r . Ş u k i t a p l a r d a k ü l
m i? T ü r k iy e Ö r n e ğ i Ü z e r in e B a z ı D ü ş ü n c e le r " t ü r ü n y e n id e n -k u r u m la ş t ın im a s ın m m i l l î k im
( o r j, 1 9 8 7 , C a n y e le r B a c ıl a r Y u r t t a ş la r iç in d e . li ğ i y a r a t m a s ü r e c i y l e ü s t ü s t e b i n d i ğ i p r a t i k l e r i
K A Y M A K Ç A ' Y A DAİR
ir d e l e r l e r : A r z u Ö z ı ü r k m e n , T ü r k i y e ' d e F o l k l o r
S O L K E M A LİZ M
v e M i l l i y e t ç i l i k ( i l e t i ş i m Y a y ., 1 9 9 8 ) , F ü s u n Ü s
t e l, T ü r k O c a k t a n ( İ l e t i ş i m Y a y ,, 1 9 9 7 ) , N e ş e T ü r k i y e ’n i n p o l i t i k o r t a m ı n d a s a ğ - s o l ş e m a s ı n ı n
Y 'e ş ilk a y a , H a l k e v l e r i; i d e o l o j i ve M i m a r l ı k ( İ l e t i o l u ş m a s ın d a n it ib a r e n , K e m a liz m ç o ğ u n lu k la
ş i m Y a y ., 1 9 9 9 ) , s o ld a v e y a “ s o la a ç ı k " o l a r a k d ü ş ü n ü l m ü ş , s o l
d ü ş ü n c e le r le K e m a liz m a r a s ın d a c a n l ı b i r a l ı ş
v e r iş g ö z le n m i ş t i r . K e m a l i z m i s ö l / s o s y a l i z a n b i r
_________________ LAİKLİK
t o p lu m p r o j e s i y le b a ğ d a ş t ır a n y a d a o n u n s a i k -
L a ik l ik , K e m a lis t id e o lo ji a ç ıs ın d a n k u r u c u l e r i n i v e e r e ğ in i b u y ö n d e t a n ı m la y a n g i r i ş i m l e
ö n e m d e d ir ; 1 9 5 0 'le r d e n it ib a r e n g e n iş b ir K e r in ilk ö r n e ğ i, K a d ro D e r g is id ir ( 1 9 3 2 - 3 4 ) ,
m a l i s t ç e v r e d e ‘e ş i t l e r a r a s ı n d a b i r i n c i ’ i l k e 1 9 7 8 - 8 0 d ö n e m in d e A n k a r a İ k t is a d i v e T ic a r i
k o n u m u n a y e r le ş m iş t ir . L a ik l iğ in M u s t a f a K e i l i m l e r A k a d e m is i , K a d r o n u n C e m A lp a r ta ra
m a l t a r a r ın d a n v a z ’e d i l i ş i n i n m e t i n l e r i . B e lg e f ın d a n h a z ı r l a n a n t ı p k ı b a s ı m ı n ı y a p m ı ş t ı r . Ş e v
le r le T ü r k T a r i k i D e r g i s ı ’ n i n Ö z e l Y a y ı n ı A ta k e t S ü r e y y a A y d e m i T i n i n k ı l a p v e K a d ı n k it a b ı
tü rk, D i n ve L a i l d i k t e ( 1 9 6 8 ) b i r a r a y a g e t i r i l i r . d a , K a d r o c u s o l K e m a l i z m i n b e lg e le r i n d e n d i r .
iç in d e , d ö n e m s e l s ü r e k lilik v e f a r k lılık la r g ö e v r e n i h a k k ı n d a d o y u r u c u b i r i n c e le m e d ir .
SBF 1 9 5 5 ) . F e h m i Y a v u z , D in E ğ ilim i ve T o p ğ ı d u r u m u n d a k i Y o n D e r g is i h a k k ın d a H ik m e t
lu m u m u z ( 1 9 6 9 ) , İ l h a n A r s e l , T e o k r a t i k D e v le t Ö z d e m i r ’i n b i r i n c e l e m e s i v a r d ı r : K a l k ı n m a d a
A n la y ış ın d a n D e m o k r a t ik D e v le t A n l a y ı ş ı n a B i r S ir a t e ji A r a y ış ı - Y ö n H a r e k e t i ( B i l g i Y a y .,
( A .Ü . H u k u k F a k ü lt e s i, 1 9 7 5 ) , N e ş e t Ç a ğ a ta y , 1 9 8 6 ) . S ö z k o n u s u a k ı m ı n v e d ö n e m i n ‘k ü l t ’ k i
O z a n k a y a , T ü r k iy e 'd e L a i k l i k - A ta tü rk D e v - y e ' n in D ü z e n i o l d u ğ u s ö y l e n e b i l i r . Y a z a r ı n 4
rim le rin tn T e m e li ( C e m Y a y ., 1 9 8 1 ) , B a h r i y e c i l t l i k M i l l î K u r t u lu ş T â r ih i d e ( İs t a n b u l M a t b a
Ü ç o k , A ia t ü r f c ’ü n i z i n d e B i r A r p a B o y u , ( C e m a s ı, 1 9 7 4 ) b u n a r e f a k a t e d e r . F e t h i N a c i ’n in
Y a y ın e v i, 2 0 0 0 ) . 1 0 0 S o r u d a A t a t ü r k ’ü n T e m e l G ö r ü ş l e r i ( G e r ç e k
İs la m c ı a n ü -K e m a liz m in te m e l re f e ra n s ı d a , Y a y ,, 1 9 6 8 ) , o d ö n e m i n s o l K e m a l i z m i n i n g ö
K e m a liz m in la ik liğ id ir ; z a t e n b u ik is i ö z d e ş d ü r ü ş a ç ı s ı n ı ö z e t le r .
C u m lıu r iy e t D o n e m i D in -D e v le t i l i ş k i l e r i n d e G a z e t e s i y a z a r la r ı Ilh a n S e lç u k v e U ğ u r M u m -
( R e h b e r Y a y ., 1 9 8 9 ) K e m a l i s t - l a i k l i g i İ s l a m c ı c u ’n u n k i t a p l a r ı , 1 9 7 0 ’ le r d e n it ib a r e n ç o k o k u
y a p m ı ş t ı r . İ s m a i l K a r a ’m n ü ç c i l t l i k T ü r k i y e ’d e A ğ l a m a k v e G ü lm e k ( Ç a ğ d a ş Y a y ., 1 9 9 4 ) , J a p o n
İ s l a m c ı l ı k D ü ş t in e e s e n d e ( P ı n a r M a t b a a c ı l ı k , G ü lü ( Ç a ğ d a ş Y a y ., 1 9 9 7 ) , Z iv e r b e y K ö şkü
1 9 8 6 - 1 9 8 7 ) b i r a r a y a g e t i r d i ğ i s e ç m e m e t i n le r ( Ç a ğ d a ş Y a y , 1 9 9 7 ) v d .; U ğ u r M u m c u , D e v r im
a r a s ın d a d a b u h e s a p l a ş m a y ı y a n s ı t a n t e m e l b i c i v e D em o k ra t ( u m : a g , 1 9 9 8 ) , R a k ı l a ( u m : a g ,
r in c il k a y n a k la r b u lu n a b ilir . 1 9 9 8 ) , S a k ı n c a l ı P iy a d e ( u m : a g , 1 9 9 7 ) , 1 2 E y
B u e s e r l e r d ı ş ı n d a , N u r a y M e r t ’i n L a ik lik lü l A d a le t i ( u m :a g , 19 9 7 ) vd. Bu ç iz g iy e
T a r t ış m a s ın a K a v r a m s a l B i r B a k ı ş : C u m h u riy et 1 9 9 0 ’l a r d a T o k t a m ı ş A t e ş ’ i n B i z D e v r i m i Ç o k
K u r u l u r k e n L a i k D ü ş ü n c e ( B a ğ la m Y a y ., 1 9 9 4 ) S e v iy o r u z - A t a t ü r k ç ü lü k ve S o s y a l D e m o k r a s i
k i t a b ı is e , l a i k l i k k o n u s u n d a y u k a r ıd a a n ıla n Ü s t ü n e D ü şü n celer ( D e r Y a y ,, 1 9 9 2 ) , B e d r i B a y -
e s e r le r in “y a n a - k a r ş ı " i k i l e m i n i n d ı ş ı n a ç ı k a r a k k a m , M u s ta fa K e m a l l e r G ö r e v B a ş ı n a ( Ü m i t
d a h a e le ş lir e V a k a d e m ik b ir y a k la ş ım ı b a r ın d ır Y a y ., 1 9 9 4 ) k i t a p l a r ı m e k l e y e b i l i r i z .
m a s ı a ç ıs ın d a n v u r g u y u h a k e d e r. H an gi A ta tü rk ( 1 9 8 1 ) k i t a b ı n d a t o p a r la n a n
G o t l h a r d J a e s c h k e ’n i n Y e m T ü r k iy e ’d e İslâ m y a k l a ş ı m ı y l a A ı t i l â I l h a n v e A ta tü rk ve H a l k ç ı
lık k i t a b ı ( ç e v . H a y r u l l a h Ö r s , B i l g i Y a y ,, 1 9 7 2 ) , l ı k , ( T ü r k i y e İ ş B a n k a s ı Y a y ., 1 9 8 1 ) , S o s y o l o j i k
“T ü r k l a i k l i ğ i n i n ” v e b u n u n İ k i n c i D ü n y a S a A ç ı d a n D i n A h l a k L a i k l i k v e P o l i t i k a Ü z e r in e D i
v a ş ı s o n r a s ı d ö n e m d e k i d e ğ iş im in in e r k e n b ir y a lo g la r ( O k a t Y a y , 1 9 7 0 ) g ib i k it a p la r ıy l a C a
d ö n e m d e y a p ı l m ı ş ( 1 9 5 1 ) g ü ç l ü b i r d e ğ e r le n h i t T a n y o l , ö z g ü n s o l K e m a l i s t g ö r ü ş l e r g e li ş
d ir m e s id ir . t i r m iş l e r d i r .
K A Y N A K Ç A ' Y A DAİR
BİRİNCİL KAYNAKLAR
1 9 > 3 . 1 t a k :y e 1* H a n k a v .. İs t a n b u l 1 9 9 3 (a)
K t T U X U K A D R O S U N E S E R İ ERİ
C e i ı î i H u > :ı* :x Söylev ve D em ekle*i,
b a y a :. Ç e l i l
JsFnın Kttu.zşu&Hir, 'ktuiata. k a d ir voi tik *ry»j«f-
Aiatutıı’fM itf *»-•>*. 7 d f p a f HeyaKnamelen. A n k a r a ,
maSaru T ü r k i y e U B a n k a * : Y a y ın la r ; , I s t a n b ıJ
19 6 -r
1 9 9 9 ’’i»î
A t a t ü r k , M u sta fa K e m a l. 1 9 8 9 , N rtfu * M i . I ı ' r k T a n k
H a ya t. C e la l ( > ! â t 5Avfev ve Demeçte* s S c^ k
K u r u m u . A n k a r a , 13 8 9 .
K ü m p ctY a'c^ n d atı fa : y i ev v e î > * * v ç ' e ; : , t a ı r
A U l i a k . M ü ş t a k K r ın a i. Atan»k<:* S*yie- \t Daneç 2 9 x > i 9 5 4 . T a r k ı v « î$ İ k n lu ıv . Y a y ın la n . İs t a n b u l,
îc t ; 0 <&). T e t ik T a r ih K u r u m u . A r . k m a . 1 9 8 9 1 9 9 9 {c)
A u y . r * V î t P afta F«y>s'. K e r v a is î I*«ap. ve Kaş, TJaym , < V . îû , C e ia i B ü t s ' T u SbyU* v e D r m r ç '.r .v ıfay
bcSmuj MaktJi'KVsi. H a k im iy e t : M i l l i y e M a tb a a s ı. Po-’th k a , Î 9 3 İ İ 9 3 5 lu r k t v !> B fiilk sıst, İs t a n b u l.
19 3 » 19 9 9 (£'.
İs t a n b u l 1 9 6 1 . £fi*öft*n, A n k a r a . 1 9 3 3
13 O S t-A *s * i
MS
M* .y
£ t ■f i
■ 3 i.
-
Î2 2
M
ç* ••* ?■£
.y
k. £3 X- 3 § 5
S < 1. s.* * 5 >- £o « £
B r’' i i T ?i § 5
.1?
M
y »i — £ *-. |.| î *V
>1 f / t i-, sv îî<1 | <
I |l M-5
iV 5ü « ■£-S
II h *'î -
* ’*• •*
V ••
'»* rr. ? < ^ \i\îj *g jf
1 u: v jî s. fi o İ S -,î
>:
■V ~- t < St'. M' 5 p§ ü' İ« is â ?• V> ^ i-
w
•*. a. 1
ii? î< c 3 < , 'r(r
. :* 7 ^ 2:- >* J ■* 5
X _-
O II % ‘.2 V «
r & ,^.:i S* .T
| â î.l £ -2 4•' .5/; j: 2 £ a
■" ^ v !~ $ İ l ^ 9.
£* tv •3. r fi. U £ - -V ^
N Of fl •-
C
*-
î Lts üi •
U â >°î r. ■' ?>
Ş - ::^ 5c, 'S
iv w Uî «
S
H| ? ; § [ n 'X âl; fv. s^ »a.
2-~ 5 " « * - -s
ri j£ - *3 - 3 o . « ı: -< rg ^ !% ■
..»•r-
S •c<i '■ o'.'.. a i İS §; § I £ .ii y
* 2 3-8 t 2, e s Sg
ip ' i - =î r £ 8 1
y.% I' >• £
nX Mf 4 y « ş i? 2£ 3 >- »!> £ 3 ^
2o Sj l f > s ^ ^ 3 3 «
ys <
.«> .'i g u 5 ~ *' ►i. «î
■«
l ı .3 ■* s .? s r g-f t « C H :■- V- ~ vr5 n i .* ..î ^. g e
*-* ;S İr
; T! H Z ^ -
. <3 .: s v- - ^ ^
.-/ [J .. *"
sı- -i s»2- !3 r2> x2 •. **
’/’. ’jj S, S l ı S|
3t X -< **" c
Ü < •Vrı
jf -2 'ö S •J % >' ns -*
s a f i > > v/ i> ✓* .;£ 2 * î l . i
•» JK E. l* g a
s- >■
İS
<
w
<
&
< < < 1 1 •< .'İ
v. .y .— ’*
ft £ ^ .. •'' rj
•;; ■ £
-i r: .i 2
•8 2 / * S
5$ ^ M. .&J
C .* V w, K i ^ 8 5> i Sf ^ 45 ^ 7
3 ^ > l' i: fi x Y
.'•' o
l ^ ,ti . f AV ^ 2
L 2
-* ^
V,
|| tı vI S S’
;« a .y 3 l f II s .f İ•*$n
. *'-5 ^ -S i 11 | l « ** “S ■5 -i K r -3 ft
t
\
7i *3
s ■§
.s 1 i S
r ;■ 3
i n
'Â ü c-a •<
£ “» **
|1 5 | r? ‘I
>, V.
sr
«' Vj
,v5 3
3 •=
ıft r
'i a
n
... v •2 £ %
S.^ e s* S- X
0
1^ tr *
İ *£ s
« b
r './ *1 3 ir
rJ
bj *,:
'i-
* «: * 2 «^ J H •S iş S ||
â i rl S
- P
O
c~~i
I|
2 S
D ^ V
#*v t ‘w
^ t % . ■ 2* 3 ’-J K '^ 9. 7
-7 £ ^ h İS A .g l l || ■< “ sf X-3, S 4 *•1 .5^ K
gİ A ? ft s: r: :d ,<
A4j f
-w
«,
İl î>
ü •*
Ss -s â H ~ “İ ^ a I I SJ ^5 | ’ş- •T £
.y &
r »
\s
I JS
2 b* c*■C .' :' p. a % s o r'î ^ f“ 3 .2 .^ SJ 3 * r a S< i l
.y. ^ n, o
JSC .y. 7; S C -2 « u: ı - ı İ: U "; 3s â 1i ? g ■ n 3. 2
'i 1j 3 ?> i i %** Vs "k rf “ * 'X r C 2 “ n -i r..
2. %
'< .li '; o . < —
r v â_ ^P
t- Lİ Ss
V^ V^ ■"s>.i* 11/Î •- ■•" 3
w Jt « t fi ;; 9 5 .- ;: 3 ÎT-İ •' « c V»
/■ v
•*c <
Ç> P; ı| | s | ^ ■?. ’ft ■< •-
5 C ^
>; •* r- .•■ -^. ‘ ' ?! ,s .3 (3İ E X .
•i >1 •3 ^ • - <■’ .Z n * ^3 ■' ^
bi ^
.fi .-T
Ji ^ •x *i* 1 .8 J İ " <L- Ç
n
x- r f- t 1 f: ^
■<
s| t*
. «X •* o-
f: ^
3 1-
j. •’ İ < i 3 jf J
•>> fi*^
S H
i 3 " j: r; 2
v/ \/
k a y n a k ç a
A ts ız , N ih a l , M a k a le le r 3 , B a y s a n B a s ım v e Y a y ın , ts - E y lü l J 9 3 7 - K o n g r e n in Ç a !j$ m t d a n r K o n g r e y e S u
la n b u l, 19 9 2 . n u la n T e b liğ le r T ü r k T a r i h K u r u m u Y a y ın ı, İ s t a n
b u l, 1 9 4 3 ( 4 ) .
A v c ı, S a h il O i m a n , D i n l e d i d e r i m , Ö ğ r e n d ik le r im , S o y '
[e d ik le rim v e Y a p tık la r ın ı, İ s t a n b u l 1 9 9 9 . B r a n d e n s l e ı n , W , ' " L i m n i 'd e B u l u n a n K i t a b e . E t r ü s k -
k r i n A n a d o l u ’d a n N e ş e t E l l i k l e r i n e D a i r D i l B a k ı
A v c ı o ğ l u , D c i g a n . T t i r k l e r i n T a r i k i , 1 . c i l ı , T e k i n Ya--
m ı n d a n E n E h e n u r ı i y e ı l i D e l i l " . İ k i n c i T ü r k T â r ih
y ırd a n , İs ta n b u l, 1 9 7 8
K o n g r e s i. İs t a n b u l, 2 Ö - 2 5 Eylül 1937 . K o n g r e n in
A v c t o g l u , D o ğ a n , T ü r k iy e 'n i » D ü z e n i , 2 . c i l ı , T e k i n Y a ' Ç a lif m a J a n . K o n g r e y e S u n u la n T e b liğ le » ; T ü r k T a
y ıtıla r ı, İs ta n b u l, 1 9 8 4 . r ih K u r u m u Y a y ın ı, İ s t a n b u l, l 9 4 3 ( b ) .
A y d e m i r , Ş e v k e t S ü r e y y a , İ n k ı l a p ve K a d r o , R e m z i K i (B ü y ü k ] A ta m a n , M a c id e , " Y a b a n c ı E ş in S e c iy e y e T e
t a b e t i, İ s t a n b u l, 1 9 9 0 ( 4 .b a s ım ). s ir i" . Ç o ru n d u , 4 6 ( 1 M a r t 19 4 4 ) , 1 9 4 4 ( b ) .
A y d e m ir , Ş e v k e t S ü r e y y a , S u y » A r a y a n A d a m , R e m z i C e l a l N u r i , T ı l ı k I » fe d a in , A h m e t K e m â l M a t b a a s ı , İ s
K ita b e y i, İs ta n b u l, 1 9 9 5 ( 9 . b a s ım ). ta n b u l. 1 9 2 6 ,
A y d e m i r , T a l a t , T u la t A y d e m i r i m H a t ı r a t a n , K i t a p ç ı l ı k Ç a m b e l, H a şa n C e m il, “ E g e M e d e n iy e tin in M e n ş e in e
T ic .L ıd .Ş t i, Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 9 6 8 , U m u m î B i r B a k ı ş 1’ , B r r i n e i T ü r k Id r ik K o n g r e s i,
A y k u t , Ş e r e f ( E d i m e S a y l a v ı ) , K ffm a liz m , C .H .P a r t is i K o n fe r a n s la r, M ü z a r e lr e Z a b ı t la r ı , M a t b a a c ı lı k ve
E v i, İ s t a n b u l, 1 9 3 6 . Ç e ç e n , A n ı l , K e m a l t*™ v e Y en i D ü n y a D ü ^ c r tf, A D D
Is la n b u l, 1 9 8 5 . Ç ı g , M u a z z e z i l m i y e , ''A t a t ü r k v e T ü r k i y e ' d e Ç i v i y a -
B e k a ta , H ıfz ı O ğ u z , V a ta n ım ız , H ılr V a ta n d a ş la r ın D u ru , K a s ım N a m ı , K e m a l i s t R e ji m d e Ö ğ r e t i rn v c E ğ i
1943. D ıl m e r , T a r ık T . , T ü r k iy e F a r i k a s ı : L a £ a n q ı r e d ’A f f a -
B e k a t a , H ılz ı O ğ u z , B ir in c i C u m h u r iy e t B it e r k e n , Ç ığ ır ir e s d e T m t f ı u e 5 , A . e t S o n R o l e p C ö n u p n jg u e e n T u r -
Y a y ın la n , A n k a r a , 1 9 6 0 , {[ü ıe , lm p r i m e r i e N o u v e ll e , L o z a n , 1 9 3 3 ,
B c k a t a , H ıf z ı O ğ u z , D a ğ la r ı n A r d ı. K u r t u l u ş Y a y ı n l a n , E c e v it , B ü le n t , O rta n ın S a [u , T e k in Y a y ın e v i, İs t a n b u l,
A tık a r a , 1 9 6 5 . 1 9 7 5 (ilk b a s k ı, 1 9 6 8 )
Ç ığ ır Y a y ın la n , A n k a r a , L 9 6 9 . A n k a ra , 1 9 7 6 {ilk b a s k ı: 1 9 7 0 )
B e le n , F a h r i, O rd ıı v e P o l it ik a , B a k ış M a t b a a s ı, İstan E c e v i t , B ü l e n t , P e r d e y i K a ld ı r ıy o r u m , y a y ın e v i b e lli
I k y a l i ı , Y a h y a K e m a l, E d e b iy a ta D a ir , İ s t a n b u l F e t ih E c e v it, B ü le n t , U m u t Y d l 1 9 7 7 , A ja n s - T ü r k M a t b a a c ı
C e m iy e ti, İ s t a n b u l, 1 9 8 4 . lık , A n k a ra , 1 9 7 7 .
B e y a llı, Y a h y a K e m a l, S iy a s i ve E d e b i P o rtre le r, İ s t a n E c e v i t , B ü l e n t , D e ğ i ş e n D ü n y a v c T i l k i y e , D S I^ A n k a
b u l F e t ih C e m iy e ti, İs ta n b u l, 1 9 0 6 , ra, 1 9 9 6 .
B e z ir c i, A s ım , 2 . Y en i O la y ı , T e l Y a y ı n l a n , L s la n b u l, E m r e , A h m e d C e v a d , İ k t i s a t t a İ n f e d â b : J s t i h l d k T kav rtu
• 1974. Ş ir k e tle r i, M ^ lb a a -l Ş e m s ( İ b r a h im F lilm i K ita b e -
v i) , İs ta n b u l, 1 3 2 9 [ 1 9 1 2 ] ,
B i l g e , N a l a n , T ü r k iy e 'd e B e d e n E ğ it im i ö ğ r e t m e n in in
Y e tiş tir ilm e s i, K ilk e n : B a k a n l ığ ı Y a y u v la n K ü lt ü r E n g l i n , A r t t ı ., U l u i a l E ğ i t i m v e A ta t A r f e ç ü ltil ı, A t a t ü r k
E s e r le r i D iz is i 1 3 7 , A n k a r a , 1 9 8 5 , ç ü lü k K ü lt ü r Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 7 0 .
B i l g i ç , S a d e n i n , D i; S a d e t t i n B ı l g i ç ' i n H a f ı r a J a n , B o ğ a E n g i n , A n n , K u r a n 'd a A t a t ü r k ç ü t ü h v c K ız ıl E lm a ,
z iç i Y a y ın la t ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 8 , A ta tü r k ç ü lü k K ü ltü r Y a y ın la n , îs ta n b u l, 1 9 7 1 (a )
K A Y N A K Ç A
E n g in , A n n , U m u n u , E tr ü s fı T ftr h le ri ve A v ru p a D ü G ö k a l p , Z i y a , T û r h M e d e n i y e t T a r i h i { y a y ı n a h a z , 1.
ş ü n c e si ve K flk flr T a r ilıif A ta t ü r k ç ü lü k K ü ltü r Y a A k a v e K . Y. K o p r a t n a n ) , K ü ltü r B a k a n lığ ı Y a y ın
y ın la n , İs ta n b u l. \ 9 7 \ {b ) . la n , A n k a ra , 1 9 7 6 ,
E n g in . A n n , K o t a d i s ? , A ta t ü r k ç ü lü k K ü ltü r Y a y ın la G ö k a l p , 2 i y a , M a k a l e l e r 1X < K ü l t ü r B a k a n l ı ^ Y a y ı n l a
r ı, İ s t a n b u l, 1 9 7 2 < a ) r ı. İs ta n b u l, 1 9 8 0 .
E n g i n . A r n ı , A J ü t a r h ç ü h iı h B i l d i r i s i , A t a t ü r k ç ü l ü k K ü l G ö k a lp , Z iy a , M a rs v e M e d e n iy e t, T o k t r Y a y ı n l a n , 1 s-
tü r Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 9 7 2 ( b ) , ta n h u l, 1 9 9 5 .
E n g i n , M . S a f f e t , “ T ü r k i n k ı l a b ı n ı n K a r a k t e r l e r i " , Y e G ü n a lta y , Ş e m s e tt in v e T a n k u t , I I . R . , D il v e T a r ih
n i 7 'ü r i î M e c m u a s ı , cLU l s a y ı : ö , 1 9 3 3 . T e z le rin » iz Ü z e r in e G e r e k li R a z ı İ z a h la r ; . T ü r k D il
K u r u m u Y a y ın la r ı. İ s t a n b u l, 1 9 3 8 .
E n g i n , M - S a fF e l, K e m a lle r » in k ıla b ın ın P r e n s ip le r i, ( 2
C ilt ) , C u m h u r iy e t M a ıb a a s t. İs ta n b u l, 1 9 3 6 . G û v c n t û r k , F a r u k , G e r ç e k K e m a liz ? » , O k a l Y a y ın la n ,
İs ta n b u l, 1 9 6 4 ,
E n g in , M . S a ffc ı, " E i i v e G r e k D in i 5 is t e t n lc n n m M u
k a y e s e s i " , /Erinci T ltrip T â r i h K i m g r e s i, 2 0 - 2 5 E y lü l H a b i l A d e m , I n k ı lo f c Z i h n î y d i : M u s to / a K e m a l l e r i n K i
J P 3 7 . K e n a n M a ıb a a s t, İs ta n b u l. 1 9 4 3 . ta b ı, O b a n K ü tü p h a n e s i. İs ta n b u l, 1 9 2 5 .
E n g i n , M , S a f f e E , A r o m r f t ç a l ü k l c D in Vc D it, A t a t ü r k l l a l i k a m a s B a l ı k ç ı s ı , H e y K o c a Y u r t, B ilg i Y a y ın e v i,
ç ü lü k K ü ltü r Y a y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 5 5 , A n kara, 1 9 9 4 .
G ö k a l p , Z i y a , T ü r k ç ü lü ğ ü n E s a s l a r ı , ( y a y h a z , M e h m e t F a k ü l t e s i Y a y ım , A n k a r a , 1 9 7 4 .
K a p l a n ) , K ü ltü r B a k a n lığ ı Y a y ın la n , İ s t a n b u l. 1 9 7 6 . K a n s u , Ş e v k e t A z i z . ‘A t a t ü r k v e C u m h u r iy e t D o n e -
k a y n a k ç a
A n kara, 1 9 8 3 . la r M ü z a k e r e Z a h t l a n , T .C . M a a r if V e k a le t i, A n
k ara, 1 9 3 2 .
K a r a k u r t, E s a t M a h m u l, A n k a ra Ekspresi, in k ılâ p v e
A k a Y a y ın la n , 1 9 8 1 , S a f a , P e y a m i, D o g ıı-B a h S e n te z i, Y a ğ m u r Y a y ın la r ı, İs
ta n b u l, 1 9 6 3 .
K i k » , C o ş k u n , C H P S o a y d i& t B ir P o r li n u d u ^ B a l k a -
n o ğ lu M a tb a a s ı, A n k a r a , 1 9 6 7 . S a f a , F e y z in i. T û rb in k ılâ b ın a B a k ı l a r , Ö t û k e n Y a y ın
la r ı, U la n b u l, 1 9 9 0 ( 1 9 9 3 ) (ilk b a k ı s ı 1 9 3 6 ) .
K ış la lı, A h m e t T a n e r , K e m a liz m , L a ih lik v e D e r M k n ı-
m e l E s e r Y a y ın la n , I s ia tıb u l, T a r ih s iz .
K ış la lı, A lim e t T a n e r , B en D e m o k r a t D e lilim , im g e K i-
ta b e v l, A n k a r a , J 9 9 9 . S a v a ş , V u r a l , fr ıiC d i v e B û l ü r ü l û g c K a r ş ı M i l i t a n D e
m o k r a s i, B ilg i Y a y ın e v i, A n k a r a , 2 0 0 0 .
Kûniı'ıV rtiziV jlc M ü c a d e l e ( ! i ( K i t a b ı ) , G e rıc A V .u rv r ıa y W
v ın la n , A n k a ra , 1 9 6 6 , S a y l a n . T ü r k a n . C t ı m l r u r î y e f 'i r t B i r e y i O l m a k , C u n ı h u -
r iy c i K ita p la r ı, İs ta n b u l, 1 9 9 8 .
K o ı a n o ğ l u , A p i u l l ü h Z i y a , K 'ı ^ t h u ğ , A t l a s K i t a p e v i ,
m ı. S r U / ı k , U b ,a u f A ğ l a m a k v e G ü l m e k , Ç a ğ d a ş Y a .y w l a c ı ,
İs ta n b u l, 1 9 9 4 ,
M u m c u , U j^ u .r s f 2 E y l ü l A d a l e t i, u m : * g Y a y ın la r ı,
b u l, L 9 9 6 ,
M u m c u , U ğ u r , K ü r t D o s y a s ı, y m ;a g Y a y ın la r ı, 1 9 9 $ .
S e l ç u k , I l h a n , Jc r p o n G ü l ü , Ç a ğ d a ş Y a y ı n l a r ı , İ s t a n b u l ,
M u m c u . U ğ u r , R a b ıta , u m :a g Y a y ın la r ı, 1 9 9 8 .
1997.
M u m c u , U ğ u r , S a ln tu r a ir P iy a d e , u ım a g Y a y ın la n ,
S e l t ü k , U Y ıa fı, Z iv e r b e j? K ö ş k ü , Ç a ğ d a ş Y a k ı d a n , İ s
1996.
ta n b u l, 1 9 9 7 ,
N a d i, N a d ir , B e n A t a t ü r k ç ü D e ğ ilim , Ç a ğ d a ş Y a y ın la
S e r t e ! S a b i t i n , K c m ıa n G i b i , B e l g e Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l ,
r ı, 1 9 9 6 .
1967-
Ü s t e n , 1-1. H . v o t ı d e r , “ A n a d o l u d a M i l a ı i a n Ü nce
S e r tç i Z c k e r ly a , H a n r ie u M k tn m , G flz lc m Y a y ın la r ı. ts -
C ç ü n c ; ü B i n y ı l ’ : , J J î i ı t d T a r h T â r i h K o n g r e s i , Is t u ı ı -
la n b u l, 1 9 7 7 ,
b u l, 2 0 - 2 5 E y lü l 1 9 3 7 , K o n g r e n in Ç a lın m a la r ı,
K o n g re y e S u n u la n T e b liğ le r , T t u k T a r ih K u n ıfir o S ü m e r , T î u r u l b h E s a t , M u a s ır Ih tis a t N is a m ı, A n k a r a ,
Y a y ım , İs ta n b u l, i 9 4 3 , 1945.
3ut P u b lic , L y o n , 1 9 3 0 .
T a n p ı n a r , A b in e t i l a m d ı , Y a ş a d ı ğ ı m G ib i, D e r g a h Y a
Ö z t ü r k , H a l i l N i m e t u l l a h . '‘i n k ı l a b ı n F e l s e f e s i - 1 , O s - y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 9 6 .
r r ,a r ık C e v k i^ y e iitıd e r t T ü r k C e m iy e tin e
T a n y o ), C a h il, "D û n v c B u g ü n İ r t ic â - l n k ilâ p ', T ü r k
M illi M e c m u a , c ilt 7 , n o , 8 0 . 1 9 2 7 ,
O iL jö M c c s l, S a v ı 5 . 1 9 5 9 .
Ö z t u r k , H a l i l N i m e t u l l a h , " İ n k ı l a b a D a i r " , T f i r k Y undu,
T a n y o l, C a h it , “O r d u - G c n ç l ik v e Ü n iv e r s it e " , C u m h u
c ilt 5 , n o , 3 1 ,1 9 2 7 .
r iy e t, 2 5 H a z ir a n 7 9 6 0 .
T a n y o l, C a h it , “T e h lik e Ç a m y ]ş la m ın C e n n e ti S o s
Û z t ü r k , H a l i l N i m e t u l l a h , D i l d e O i i n a n l ı c f l d t m 7YdrJdı,v-
y a l i z m d i r ” , Y d ıı, S a y ı 1 3 0 , 1 9 6 5 ( 0 ,
y e , M a r ife t B a s ım e v i, İs ta n b u l, 1 9 4 4 .
T a n y o l, C a h i t , “T ü r k i y e 'd e M ü l k i y e t Y a p ıs ı v e S o s y a
Û z tü r k .H a lU N ü u c w l la .b ,f T A r M e ç tıte k , E ja y ık k ^ m o k ,
liz m i Z o r u n lu K ıla n N e d e n l e r " . YO n, S a y ı 134,
Ç a ğ d a ş la n m a k , M , S ır a la r M a tb a a s ı, İs ta n b u l,
1 9 6 3 (d ).
1953.
T a n y o l, C a h it, "G ö r ü n m e y e n İş g a l", T in , S a y ı 172,
p t u a r d , E u g : n o s ‘' N e o l i t i k D e v i r d e K ü ç ü k A s y a i l e A v
1966,
r u p a A r a s ın d a A n t r o p o l o ji k M ü n a s e b e t l e r " , îh iıic i
T ü rk ib r ik K o n g r e s i, fs lu r ıb u J, 2 0 - 2 5 E y lü l 1 9 3 7 , T a n y o l , C a h i t . S ö i y o l o ; i f r A ç ı d a n D i a A /tldlk U i b l i h v e
K o n g r e n i n Ç d jp n N J İ u r j, K o n g r e y e S ı ı n u l a n 'ie M r g te r , P o litik a ( f e r i n e D iy a lo g la r , O k a t Y a y ın e v i, ls i a n -
T ü r k T a r ilı K u r u m u Y a y ım , İ s t a n b u l, 1 9 4 3 . b u l, 1 9 7 0 ,
K A Y N A K Ç A
T a n y o l , C a h i l , A t a t ü r k vü H a l k ç ı l ı k , T ü r k i y e î ş B a r k a - T u r a n , Ş e r a f e l l i n , A ta J û r k v e U lu s a l D ıi. T D K Y a y ın la
sı K ü lt ü r Y a y ın la r ı, A n k a r a , 1 9 8 1 . r ı, 1 9 B İ .
T a n y o l, C a h i t . Ç a n k a y a D r a m ı, A h i n K ita p la r , İ s t a n T u r h a n , M ü m t a z , A la f ü r k M e l e r i v e K a lk ın m a , Ş e h ir
b u l. 1 9 9 0 . M a tb a a s ı, İs ta n b u l. IQ 6 5 ( 1 9 B 0 b a s k ıs ı Y a ğ m u r
Y a y ın e v i).
T a n y o l . C a h i l , 7 'ı i r i t l e r i l e K d r t l e r , E r a Y a y ı n c ı l ı k , Is -
ta ııb u l. 1 9 9 3 . T ü rk T a r ih i T e t k ik C e m i y d i ( T ü r k T a r ih K u r u m u )
(T IT C ), T a r ih 2 , O r ic r z a m a ııla r , M a a r i f V e k a le t i,
T a n y o l, C a h il, L a ik lik v c fr £ i« ı. A lu n K ita p la r , İ s t a n
İs ta n b u l, 1 9 3 1 ,
b u l, 1 9 9 4 .
T ü r k T a r ih i T e t k ik C e m iy e ti ( T ü r k T a r ih K u ru m u )
T a n v o l, C a h it , Ş c h o p t n h a u c r 'd a A h la k F e ls e f e s i, G e n -
( T T T C ) , T a r ifi 4 , T ü r k i y e C d m l m r i y e t l . M a a r i f V o
d a ş , İs ta n b u l, 1 9 9 8 .
k a l d i . İs ta n b u l. 1 9 3 4 .
T a n y o l, C a h il, ‘ H a y ın liğ in B ö y lc s i” , C a m h itr iy c î, 1 5
U İ n i l t i m pusa 1, H i t i t o l o j i K o n g r e s i B i l d i r i l e r i ( J 9 - 2 İ
Majis 1999.
T e in im i* 1 9 9 0 ) , .U lu s la r a r a s ı Ç o r u m H itit F e s t iv a li
T a rca n , â d im S i m , B u g ü n k ü A lm a n y a , M a a r if V e k a le
K o m ite s i Y a y u n , C o ru m , 1 9 9Û .
ti. İs ta n b u l, 1 9 3 0 -
D u a y d ı n , R u ş e n E . . A ta t ü r k , T a r ik v c D if K u m r u f a n ,
T a r e a u , S e lim S ır r ı, G a r p la H a y a t, M a a r if V e k a le t i, İs
H u itr a fa r , T ü r k T a r ih K u r u m u , A n k a r a , 1 9 5 4 .
ta n b u l, 1 9 2 9 ,
Y a lm a n , A h m e t E m i n , G e r ç e k le ş e n R û y r t, h l a n b u l ,
T b n g ı ı ç , 1. H a k k ı , , C a n l a n d ı r ı l a c a k K f l y , R e m z i K i t a -
1938.
b e v i, İs ta n b u l, 1 9 4 -7 .
Y a l m a n , A h m e t E m i n , Y n fcın T a n / ı r c G ö r d ü k l e r i m ve
T u r a n , O s m a n , T ü r k i y e 'd e A f a n e v i B u h r a n D i » v e L a i k
G c ç i^ ik Je r ir » (y a y . h a z , E r o l Ş a d i E r d in ç ) ,, P c r a
lik , İ s t a n b u l, 1 9 9 3 .
T u r iz m v e T ic a r e t, I s m n b u l. 1 9 9 7 .
İKİNCİL KAYNAKLAR
A c a r -, F e r i d e , ‘ T ü r k i y e Ü n i v e r s i t e l e r i n d e K a d ı n Ö ğ r e A y d a , A d ile , L c s E (r tu q u e s c i a i m î - i l s d e ş T u r t a ? P a r is ,
t i m Ü y e l e r i 11, 7 5 Y ı l d a K a d ı n l a r v c E r k e k l e r i ç i n d e , 1971,
d e r . A y ş e B e r k t o y H a n t n i r z a o g l u , T a r i h V a k f ı Y a
A y d a , A d i l e , L e s E lr a M f u c s lü fa ie rıi d e s T u r c s ( P r r a v c s ) ,
y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 9 8 .
A n kara, 1 9 0 5 .
A g a o g l n , S a n t e t , D e m o k r a t P a r t i 'n i n D o ğ u ş v e Y ü k s e l i ş
A y d e m ir , Ş e v k e t S ü r e y y a İk in d A d a r » , ,3 c i l t , R e m z i
S e b e p le r i, B a h a M a t b a a s ı, İ s t a n b u l, 1 9 7 2 ,
K ıtu b c v i, İ s t a n b u l, 1 9 6 8 .
A k ^ ln , S i t ı a , T ü r k iy e 'n i n Ö n ü n d e ü ç M o d e f, T e l e s Y a
B e li a r . B ü ş r a E r s a n lı, Jk b d o r v c T â r ik , A fa Y a y ın la n ,
y ın la r ı, İs ta n b u l, 1 9 9 7 .
İs ta n b u l. 1 9 9 6 .
A l a n g ü , T n l ı l r , C a m h ıu iy u - t t c r i 5 o n > a H i k a y e v e K o m ü j i -
B e l g e , M u r a t , B iS e b iy a i Ü s ü l n e Y i ı z d n r , İ l e t i ş i m Y a y a n
I, İ s t a n b u l M a t b a a s ı , İ s t a n b u l , 1 9 6 8 ,
la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 8 .
A r a t . Y e ş im . " T ü r k i y e 'd e K a d ın M i l l e t v e k il le r i n in D e
B c r k c s , N i y a z i , T ü r k i y e ’d e Ç a ğ d a ş l a ş m a , D o g u - B a i ı
ğ iş e n S iy a s a l R o lle r i, 1 9 3 4 - L 9 S 0 ” , 7 5 Y d d « K a d ın
Y a y ın la n , A n k a r a , 1 9 7 9 | ? ].
l a r v c E r k e k le r iç in d e , d e r . A y şe R c r k ta y l la c u r ıir -
B ila . H ik m e t, C H P J 9 I 9 - J 9 9 9 . Ş e fik M a tb a a s ı, İ s t a n
s a o g lu , T a r ih V a k fı Y a y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 9 8 .
b u l, 1 9 9 9 .
A r a t, Z e h r a . “K e m a liz m v c T ü r k K a d ın T , 75 Y ı l d a
B i l a , F i k r e t , P k o e ıı û c : T e c v i t » Y e n id e n D o ğ u ş u , D o ğ a n
K u d m l a r v e E r k e k l e r i y i n d e , tİ E r . A y ş e B e r k i a y "E3 a -
K ita p , İs ta n b u l, 2 0 0 1 ,
c ım ir z a a g lu , T a r ih V a k fı Y a y ın la n , îs t a ııb u h 1 9 9 8 ,.
k a y n a k ç a
B i r a n d , M ,A f i, H m rc t K a m u to ju m , M i l l i y e t Y a y ın la r ı, Y a y m la n , İs ta n b u l, 1 9 9 4 .
fciAiıltfluV..
D e m i r c i , A h m e t , A l i b ü f e n i B e y 'i n T a n G o z e t « j , i l e t i
B o r a , T. v e K ıv a n ç , Ü ,, "Y e n i A ta t ü r k ç ü lü k " , C u m h u ş im Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 9 9 6 ,
r i y e t D t f n e r n i T ü r k i y e 1A n s i k l o p e d i s i , C i l t J . 3 . 1 9 5 6
D v o u k a n , H ü s e y in ( h a z .) , T ü r k iy e N a s ıl L a ik le ş tir ild i,
B o r a , T a m l, " M illi K im liğ im K u r u lu ş D ö n e m in d e Ç ıd a m Y a y ın la n . İ s t a n b u l, 1 9 9 1 -
R e s m i M e t i n l e r d e 'Y u n a n D û ş m a liğ ı’ N e d e n E k
t l i ç i n , E m i n T ü r k , K e m a lis t D e v rin i id e o l o jis i. A n t Y a
s ik t i, N e r e y e G it m iş t i ? ” , D e fle r , s a y ı: 1 2 , 1 9 9 8 .
y ın la n , Is ia n b u l, 1 9 7 0 .
B o r a , T a m l , T ü r k S a g ım n Ü ç H a l i, M il liy e t ç i lik , M ır k a -
L r d c n tu ğ , A y g e n v e B u r ç a k , B e r r a k , “ P o lU ic a l T in i
/ ü ^ d t d r ld t v f s k t a ı a F ı k , t k U ş l o n Y a y ı n l a n , l s u n h u .1
n i n g in A n k a r a , a C a p ita l, a s R c flc c te d iü ils U r
190ö.
b a n S y jn b o ls a n d lm a g e s ” , in te r n e tin n a l ja t ı m a f o [
B o ra ta v . K o r k u l, 1 0 0 S o r u d a T ü r k i y e 'd e D e v le tç ilik , U r b a n a n d R e g ip r t d J R c s ^ a r r k , s a y ı : 2 2 ( 4 ) , 1 5 9 8 ,
G e r ç e k Y a y tııe v i, İ s t a n b u l, 1 9 7 4 ,
E r d o ğ a n , N e e m i, “ ‘K a l p a k s ı z K u v v a c ı l a r j K e m a lis t
B o r a t a v , K o r k u l , " 'K e m a l i m i E c o t i o m i c P o l i c L e s a n d S iv il T o p lu m K u r u l u ş f o n " ', 5 , Y e r a s i m o s , G , S e -
r ı, A n k a r a , 1 5 8 2 , m ın ın R o m a n ı, R e m z i K i t a b e v l, İ s t a n b u l, 1 9 8 4 ,
B o r a \ w v , K o r k u t , T ü r k i y e i k t i s a t T e ir ih r , 1 9 0 8 - 1 5 3 5 , E r e r , T e k i n , Y a s s ıa d a v c S o n r a s ı, 2 G ü t, Y e n i M a tb a a ,
G e r ç e k Y a y ın e v i, İ s t a n b u l, 1 9 8 8 . İs ta n b u l,
B o z d a ğ , İ s m e t , A t a t ü r k ’ü n F i k i r K a y n a k l a n ( y a z ı d iz i* l i r e ğ u l , C e m , D e m a k r o i P a r i i l â r i k i v e I d e a l ü ji r i , S e
s i ) . M îllîy e !, 1 5 K a s ım 1974. v in ç M a tb a a s ı, A n k a r a , 1 9 7 0 (y e n i b a s k ıs ı İm g e
K i ta b e v i, A n k a r a , 1 9 5 0 .)
B ö l f ı g i r a y , N e v z a t , S a k a k t a k i A s i l e r i n D d p ıû ştf,. M i l l i y e t
Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 1 , E r ıa n , T c m u ç in F a i k , K a d r o c u la r v t K a d r o H a r e k e ti,
C i 2 f e , Ü m i t , M t ı l ı f e d i r l e r i n S iy a s e t i'. M c r k e z - S t iğ - O t t i h .-
TC Kültür Bakanlığı, Ankara, 1594.
f c J 4 m c ı l t k v L L o ti^ im Y a y u U a n , t s t a n b u L , 1 5 9 9 . F ,v ü a A . v e K e p e r M . ( . d e r l e y e n l e r ) , S t a t e , O e r n o c r a c y
a n d r h e M i j û a j y in T u r k e y in d ı e 1 9 8 0 b . W a l i e r d e
C o p e a u s t , E d e r i n e , TY irfc T a r i h T e z in d e n T ü rk -fsF â rrt
G r u y te r B e r lin 6 r N c w Y o rk , 1 9 6 8 .
S e n te z in e , T a r ih V a k fı Y u rt Y a y ın la n , İs t a n b u l.
199a F r e y , F r e d e r i c k , TPıc T i n jı ı s f ı P a l i t i c a J F l i t e , M I T P r e s s .
C a m b r id g e , M a s s ., 1 9 6 5
Ç o ş K ü n , A , , C ı ı m J u t r i y e t H a lfc P a r t i s i v e D c t n o k r a ü h
5 A , T e k i r v Y & y u k t v i, t s V t t ı l b u l . İ 9 7 & . G t-V g ih h , A k , Y ftk ş tlr ç v t D ü ş ü ş , B a k la m Y & y ttd a n , İ s
ta n b u l, 1 9 8 7 .
Ç a g a u y N ilü fe r v e N u h o ğ E u S o y s a l, Y a s e m in , “U lu s
Ç a k ır , S e r p il. O s m a n h K a d ın H a re k e t i, M e t is Y a y ı n l a n , 1590.
İs ta n b u l. 1 5 5 4 .
G ö k t ü r k , H a lil İb r a h im , B ilin m e y e n Y d n îe r iy le Ş e v k e i
Ç a v d a r , T c v f i k , T ü r k iy e 'n i n D e m o k r a s i T a r ik i J 8 3 9 - S ü r e y y a A y d e m i? ; T a ş a r n ı , G t f r O ş J c r i, E s e r le r i i ç i n d e
1 9 5 0 , K ır a lı M a t b a a s ı, A n k a r a , 1 9 5 9 . ■“M e l i k C e v d e t 'i n O l a y l a r v e G ö r ü ş l e r 'i ı u i i T i A y d e -
in ir 'i U e ğ c r lc H d in a c ," A r , M a t b a a s ı , A n k a r a , 1 9 7 7 .
Ç e ç e n . A n ıl, H a lk e v le r i, G u n d o ğ a n Y a y ın la n , A n k a ra ,
1990. G ö k , N i l ü f e r , “ L i b e r a l Y a n ı l g ı ” , T ü r k i y e G ü n h i f lf l, s a y ı
2 3 ,1 9 9 3 -
Ç ı k a r . M u s t a f a , H a ş a n A li Y ftç e k İş B a n k a s ı Y a y ı n l a n ,
İs ta n b u l, 1 5 9 7 . G ü l a l p , M a lc lu n , “ N a t i o n a l i s m . Ş i s t i s i n a n d th e T u r-
İs ta n b u l. 1 9 9 2 .
O ç T a u r c i o g l u . - , H a l i l , ' ' A r u t o p a l o j l v t T a r i h " . A ,.(T ,
D T C F D e r g is i, W l - 2 , 1 9 4 6 . G ü r k a n , Ç e l i l , J 2 M a r t 'a B e p K a l a ;T e k i n Y a y ı n l a n , İ s
ta n b u l, 1 9 8 6 ,
D e n t ir d im k , A y n u r, O s m a n lı K a d ın la r ın ın H a y a t H a k
in A r a y ış l a r ı n ın f l ı r H ik a y e s i , İ m g e Y a y ın e v i, A n G ü v e n ç , B o z k u r t , T ü r k K i m liğ i , K ü ltü r T a r ik in in A n a
k ara, 1 9 9 3 , K a y n a k la n , R e m z i K ita b c v i, İ s t a n b u l, 1 9 9 6 ,
D t m i s d i r î k , A y n u r , H t d u l e E d i b , T ü r k M o d e r n le n m e s i l l a n i e r | k ı , ^ ü k r ü , “ O ^ m a n k A y d ı n ı v e f c iH iîi," T o p t is m
im s in in O r t a y a Ç ık ış ı v e G e liş m e s i" , T ü r k iy e F e ls e fe
1999. K e p e n e k , Y a k u p v c Y c n iû r k , N u r h a n , T ü r k iy e E k o n o
m is i, S e k i z in c i B a s k ı, R e m z i K i la b e v i , İ s t a n b u l,
I n s c l , A t ı m c ı , S o l u Y e n id e n T a m m lc t M a f c , İ l e t i ş i m Y a-
1596.
y ın la n , İs ta n b u l, 2 0 0 0 .
K e s e r , t l h a n , T ü r k i y e 'd e S i y a s e t v e D e v l e t ç i l i k , G ü n d o -
1 i t s e l , A h m e t , D f t z e n v e K a l k ı n m a K ı^ Jî-n cen d ja T r t r k t y c
K a l k ın m a S ü r e c in d e D e v ir t in J î o J a , A y r ın tı Y a y ın la g a ıı Y a y ın la n , A n k a r a , 1 9 9 3 .
r ı, 1 9 9 6 . K e y d e r , Ç a ğ l a r , T ü r k i y e ’d e D e v l e t v e S t m / l a r , ç e v ; S a t i
Y a y ın la n , 1 9 9 5 , K e y d e r, Ç a ğ la r , D n n y a E k o n o m is i İç in d e T ü r k iy e ,
l ı k " , T o p lu m v e B ili m , s a y ı 7 4 . G ü z 1 9 9 7 . n , İs ta n b u l, 1 9 9 3 .
B c r f i s o n c u l u k " , T o p lu m v e B ilim s a y ı: 8 2 , G ü t ta n b u l, 1 9 6 9 .
J o r d a n , S . R .,, R e p o r i cm H c a n o m i c a n d C u m m tt-c ia l ş u m u ” , A ta tü r k D e v r im le r i I . M il le t le r a r a s ı S e m -
ri A r a ş tırm a E n s titü s ü Y a y ın la n , İs t a n b u l, 1 9 7 5 .
K a d ıo ğ lu , A v şc, " D e v le t im A r a y a n M il le t , A lm a n y a
Ö r n e ğ i” , T o p la m v e B ilim , s a y ı: 6 2 , 1 9 9 3 . K ili. S u n a , 1 9 6 0 - 1 9 7 5 D ö n e m le r in d e C u m h u r iy e t H a lk
P a ı t ı s i ’n d e Ç e l i ş m e l e r - S i y a s e t B i l i m i A ç ı s ı n d a n B i r
K ııııd ıy o li, D e n iz , " S la v e g ir iş , te m p tr e s s e s a n d c o ın -
İn c e le m e -, B o ğ a z iç i Ü n iv e r s it e s i Y a y ın la n , İ s t a n
ra d e s, ım a g ts o f w o m e n İn fh c T u r k is h n o v e l " ,
b u l, 1 9 7 6 .
F c r n in iii Js s u e s , s a y ı: 9 ( 1 ) , 1 9 8 H .
K i r b v , F a y , T ü r k i y e 'd e K J y E n s t i t ü l e r i . İ m e c e Y a y ı n l a r ı ,
K a n d iy o ti, D e n iz , “W o m e n in t lıe T u r k is h S t a te , P u lî-
A n kara, 1 9 6 2 .
l i c a l A c l o r s o r S y m b o l i e P u v v n s ? 11, W ? m c n - N a h t m -
S r a tc , N , Y u v a l D a v is ve E A n ih ia s (d e r le y e n le r ), K ö k e r , L e v e n t . “Y o k o lm a n in E ş iğ in d e B ir F ik ir , İ l e r le
M a c M ill& n , L o n d r a , 1 9 8 9 . m e ,'’ T o p lu m v e B i l i m , S a y ı; 2 7 , 1 9 8 4 .
K a n s u , A y k u t , “ P r e n s S a b a h a d d l n ’î n D ü şü n sel K ay 1996.
n a k la n Ve A ş ın -M u h a fa z a k a r D ü ş ü n c e n in ith a li," K h k e r . L e v e n t , Jk i F a r k l ı S iy a s e t, V a d i Y a y ın la n , A n
M e h m e t Ö , A l k a n ( D e r , ) , M r n J e r n T ü r k i y e 'd e S i y a k ara, 1 9 9 8 ,
s i D e f i n c e , L C c ı m k u r i y e t Y D ^ 'r c i l c i i D ü ş ü n c e M i
K u r u ç , B ils a y , M u s t a fa K e m a l D ö n e m in d e E k o n o m i,
r d i ı— T a n z i m a t v r M e jr t ı t i y e J 'E u B i r i k i m i i ç i n d e ,
B ilg i Y a y ın la r ı, A n k a r a , 1 9 8 7 ,
îlc tiş im Y a y ın la n . İ s t a n b u l, 2 0 0 1 .
K u r u ç , lîils a y , B e lg e le r le T ü r k iy e ik t is a t P o l it ik a s ı, 2
K a p la n , M e h m e t v d . (y a y ın a h a z ır la y a n la r ), A ta tü rk
C ilt ( 1 9 3 3 - 1 9 3 6 ) . A n k a r a Ü n iv e r s it e s i S iy a s a l B il
D e v ri F i k i r H a y a tı, ( 2 c i l t ) , K ü ltü r B a k a n l ığ ı, A n
g ile r F a k ü l t e s i Y a y ın N o ; 5 8 0 , A n k a r a , 1 9 9 3 ,
k ara, I9 9 2 (a )
K u ta y , C e l a l , 1 0 0 , Y a ş ın d a C e l a l B a y a r d A r m a ğ a n , T e r
K a p l a n , M e h m e t v d (y a y , h a z . ) , D e v r in Y a z a r la r ın ın
c ü m a n G a z c ıe s i Y a y ın ı, İs ta n b u l 1 9 8 2 .
K a Je m iy le M illl M ü c a d e le v e G u ^ j M a s ta ra K a n a !, ( 2
r ı h ) , K ö l n î r J & l a n l jg j. A n k a r a , J 9 9 2 { b ,) .K a m û m e r - K u y a ş, A h m e t, T h e İd e o lo g o f t k c R e v o l n t i o n , A n In -
c e le r ,” lö p iu m v e B itim , N o ; 7 6 , I s t a ııb u l, 1 9 9 8 . o f f k e T u r k is k R e v a l u t i o n , M c G i l ! U n i v ç t s i t y , 1 9 9 6 ,
K a r a n m e r i io ğ lu , M , A s ım , " T c k - P a r t i D ö n e m in d e K ü ç ü k , Y a lç ın , T ü r k iy e Ü z e r in e T e z le r , 3 . c ilt , T e k in
H a l k e v l e r i v e K ö y c ü l ü k , "' T o p l u m v e B ilip » , n o , Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, İ 9 8 4 - 1 9 6 6 ,
8 8 , 2001 , K ü ç ü k ö m c r , Id r is , D ü z e n in Y a b a n c ı la ş m a s ı/ B a iıh lo ş -
K a rd a n » , A h m e t, C H P N e d ir ? N e D e ğ ild ir ? , Ü lk e Y a m a , A u t Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 6 0 .
y ın la n , A n k a ra . 1 9 7 6 .
L e m c r , 13. v e R e h i n s e m , R i c h a r d , ” S w o r d s a n d P İG -
K a y p a t , K e m a l , T A rk D e m o k r a s i 'l a r i k i , S o s y a l, E k o n o U R h s h a r e s -T h e T u r k is h A r m v a s a M o d e m iz i n g
K u r p a i , K e m a l., “ T h e M i l i l a r y a n d P o litic s in T u r- L c w iü , B c m a r d , E m e r g c n c c o f M o d e m T ır r k e y . O x f o r d
k ey , 1 9 6 0 - 6 4 , A S o c i o - C u k u r a l A n a ly r is o f a R e v o - U n îv c r s ü y P ress, L o n d ra, 1961 (T û r k ç e s i; M o
l u t i o n ," A m e r ic a n H i s t e r i m i R e v ie w , s a y ı; 6 5 . O c - d e r n T ü r k i y e 'n i n D o ğ u ş u , ç e v , M e t in K i r a t l i, T ü r k
to lre r 1 9 7 0 , T a r ih K u r u m u , A n k a r a , L 9 9 6 )
K A Y N A K Ç A
d u n . E r g u n , A t a t ü r k F tn rr ıd e r o j a M o d e m S t a t e , C ,
M a r d in , Ş e r if , “C c t ıie r - p e r ip h c r y r e la lio n s , a k e y lo
H u rsı 4 r C om p an y, L o n d ra , I9 f îl.
T u r k i s h p o l i t i c s , 11 D a e d a h t s , ( W i n t c r ) . 1 9 7 3 .
Ö z b u d u n , E r g u fı, i 9 2 J A n a y a s a s ı, A ta tü r k A r a ş tııın a
M a r d in , Ş e r if , İd e o lo ji, A n k a r a , S o s y a l B ili m le r D e r n e
M e r k e z i Y a y ım , A n k a r a . 1 9 9 2
ğ i Y a y ın la n , 1 9 7 6 ( y e n i b a s k ıs ı İle tiş im Y a y ın la r ı,
1995) Ö z b u d u n , E r g u n , “T ü r k i y e ’d e D e v le t S e ç k i n l e r i v e
D e m o k r a t i k S i y a s a l K ü l t ü r ’1, Ö z b u d u n , E r g u n ;
M a r d i n , Ş e r i f , T ü r k M o d e r n l e ş m e s i ., M a k a l e l e r 4 , i l e t i
K a l a y c i o g l u , L r & in ; K d k e r , L e v e n t , T ü r k i y e 'd e D e
ş im Y a y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 9 1 ( 1 9 9 5 ) .
m o k r a t fJı S i y a s a l K i l i t t i r , T ü r k D e m o k r a s i V a k f ı ,
M a r d i n , Ş e r i f , T ü r k i y e 'd e P i n ve S iy a s e t, ile t iş im Y a-
A n k ara, 1 9 9 5 .
y v n U tı. İs t a n b u l, 1 9 9 5 ( 1 9 9 2 ) (tiv ^ tiz c e s v . M m *
Ö z b u d u n , E tg u n , ‘ M illî M ü c a d e le d e v c C u m h u r iy e
d in , Ş e r if, “R e h g io n a n d P o lit ic s in M o d e m T u r-
tin R e s m i B e lg e le r in d e Y u r tta ş lık v e K im lik S o r u
k e y ,M a r n in (h e P o lir i^ a l P r o a t is , d e r ., f o h n I .,
n u " , y a y ın a h a z ır la y a n B ilg in , N u r i. C m n ltJir iy e t,
P U ca tO cy , C a ıtü ıtid g e U tıiv c r s ity P r e s s , C a ü lb r ix l-
D e m o k r a s i v e K im lik , B a ğ la m Y a y ın c ılık , İs t a n b u l,
g e , 1 9 8 4 ).
1 9 9 7 {a ).
M a n l i n , Ş e r i f ; A b d i , O l l v i c r ; A r k o u n M o h a m m e d , A\>-
Ö z b u d u n . E r g u n , . ‘" C o n s t i t u t i o n M a k i n ® , a n d D c m o k -
, . 0 T M p n 'ria F ,;v b . D in v t L â i k t i k , M e v k ? Y-a.yvYil-iTV, I s u n -
6İ O b u l. 1 9 9 5 . r a iic C o n s o l l d a t i c ı t ı in T u r k ç y ” , e d i t ö r l e r H e p e r ,
M e t in ; K a z s r ic ıg il, A l i : R o c k n ıa n , B e r t , A ., I jı .d i n -
M a r d in , Ş e r if, " P r o jc c t s a s M e lh o d o ln g y , S o m e î h o -
r io r iî a n d D e m o k r a tın S t n t e c r a f ı , V V ts i v L e w P r e s s ,
ııg h u r m M chİ l t t i T u r k i s b S o r i a l $ u e n c e '\ B ib c )
C o lo r a d o , 1 9 9 7 ( b ) ,
B o z d o ğ a n , K e ş s e K a s a b a ( d e r l e y e n l e r ) i ç i n d e , fîır t -
l ı i n k l n g M o d ^ - n i t y em el » a N em a f I d e n d i y i n T u r h c y , Ü i b i t d u n , E -Y g ü n , " T ı ı r k e y c G r i s e n , I n t c r r u p t i o n s , a n d
S c a t t l e , l.o T id e m , U n i v t t s l ı y o f V ^ a sh in g L E y fi P t e s s , B je e ^ u L U b m io n s ” , c d it f t t Ö z b u d u n , E r g u n , P e r s -
p e c f t v c s e n D e m o c r a c y ı » Y it r lı e y , T u r k i s h F o l E l i c a l
1997.
S c ie n c e A s s o d a ıio n , A n k a r a , 1 9 9 B .
M a z ı e ı , N t i r ş e n , T f ı r f e i y c 't t e A s k e r i p a r k e l e r v e 5 i v r l
R e jim e E t k i l e r i , G ü r Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l , ) 9 8 $ . Ö ı d î ı g , U m l l , M e f t d e r t s D ü n s m i n d e C b d u - S iy e ı ş e l i l i ş k i *
J e r i v e 2 7 M a y ı s H a i l d i , B o y u t Y a jn n i a r t , İ s t a n b u l ,
M e r i ç , C e m i l , " B a t ı l a s t n a , ’ 1 C u n e f m r iy c t D ö n e m i T a ir h r -
1997.
y c A r t 5 Î J iJ f l jp « f id , C i l t [ , 1 9 B 3
Ö z ü a ğ , Ü ı m t , O r d a - S 'r y a îf t l li ^ ıiîır r r , G ü n d o g a n Y a
O k l a v . A lı m e t . T e p k i m e n G e r ç e k ç i l i ğ i n K a y n a k la r ı,
y ın la n , A n k a r a , 1 9 9 1 ,
T û ıu Z a m a n la r Y a y m la n . İ s t a n b u l. 2 0 0 0 .
ö z d e m i r , H i k m e l , Y ön ffu r ^ k e ti. B ilg i Y a v a n la n , A n k a
O y , A y d u v , Ş iir ü ıin y a ıtu -ç d a A ta t ü r k , T D K , A t ı k a r * ,
ra, 19B6.
19& 9.
Û z d c m i r , H i k m e t , k c j i r î ı v e A s k e r , A f a Y’a j n t t l a r ı , fji-
O k y a r, O s m a n v c N a lb a n to g lu , H , Ü n a l (d e r le y e n le r ),
l û r h i y e t i u b o i T u v ih i S e m i n e r i ; M c U ı v le r f F u r u ş m a -
tanbul, 1909.
\ar, 8 ' 1 0 H a s ir c 'a ı 1 9 7 3 , H a c e t t e p e Ü n i v e r s i t e s i Y a Û z c l o g a n , G t i n a y G b k s u , ^ H r r a n 'd a r t “ B ö ^ u ı f ' a . H e
y ın la n , A n k a ra , 1 9 7 3 , lis im Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 2 0 0 J .
O n a r a n , M ü s r i f * Ş e r i f , E s e n d i , T ü r k D iV ı 'D e r g i s i . S a O zt'û Y V .ü ’i c n , A t i v . T i ı r f e i y i ’t f c E o l l ı b r v c M i t i i y t l ç i t i k .
y ı: 2 B 6 . 1 9 7 5 . İle tiş im Y a y ın la r ı. Is ü m b ü l, 1 9 9 0 ,
T ü r k iy e . B a ğ la m Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 5 . M o v c m c t ı l i n R e t r o n | > c c i 7 M E T U S te rd i e s i a D c v c -
fo p ın n K , s a y ı: 2 3 ( 4 ) , 1 9 9 6 .
Ö ğ ü n , S ü le y m a n Ş c y f ı, T ü r k M u h a f a z a k a r lığ ın ın K ü l
t ü r K ö k l e r i v e P c y a m i S a f a 'n m K ü l l û r Y a tu lğ a .m , P a k l a r , S c l a b a d d i n , D E c S r t m t r b a jı k a n d i h r E iıijf la s i
T o p lu m v e B ilin i, s a y ı : 7 4 . 1 9 9 7 . a u f d le E r t t ı v id d H n g d e t ' l â r k i s c / ı f n h ı d u s E r ic , P h o -
to d r u ç k u n d B u c h b in d e r a r b c iı d e r P b a io c o p ie ,
Ö k ç ü n , A . G ü n d ü z . T ü ? k i y e İ k t is a t K o n g re s i, J ^ 2 3 d z -
S tu tg a r t, 1 9 6 1 ,
n ıE r; H a b e r l e r ; B e l g e l e r ; Y o r a n ı f a r , i k i n c i B a s k ı , A ,
İk in c i B a s k ı, S e r m a y e P iy a s a s ı K u ru lu Y a y ın ı. A n P a r l a . T a h a , T ü r k i y e ’d e A n a y a s a l a r , İ l c i iş i m Y a y ı n l a n ,
k ara. 1 9 9 7 . İs ta n b u l, 1 9 9 3 .
N e n n lü A b a d a n - U n a t . ( d e r ,) i ç i n d e , T ü r k T a p fa - n a k l a r ı : A t a t ü r k 'ü n N u ı u k ’a , c i l t 3, ile t iş im Y a y ı
rn u n d a K a d ın , S o s y a l B ilim le r D e r n e ğ i, A n k a r a , n e v i, İs ta n b u l, 1 9 9 4 .
1979. P a r l a , T û h a , T ü r k i y e ’ d e S iy c U ıA K ü h ü rü n R esm i K a y
y e t Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 9 9 7 , ş im Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 5 .
KAV N AKÇA
y ı n l a r ı , A n 't u ı a . 1 9 9 9 l a r .. b ta r .K u i 1994
Y a v r u la r ı İs ta n b u l. 1 9 / Y T b a g u c . A r .t Y av m l a r I s t a r J u r ı 1970
. i n s r , B o U t A . O ş m c n i t - l N » » / V .u v ö ^ - i C l c b ^ a e U - r t
i o p r a k . / a b ? . "F .v p o U s r r . v e T ı u k ı y e M e k ; B s w u » la s ;
D e r Y u y n la n . Is r a n b n l, İ9 9 U
fa u n ve 0 ” ’ ; 'b ’ c is !. ^ s v ı k T p c İw a İ > u ’v j A » ^ a -
y ö n e t m e n ; A k ş ı n . S t u a . ; â r le ıv e * i a n . ’r ı .5 ı.a n îm l. 1 9 9 '
İtU T i » * t r r i9 8 b ;< *5 5 -. ( e m Y a v ır ım . Is r a n lm !.
loprek. da fer. 3i» Yurttet} YrcrfmûV Mtwsu Me-tV-rv-:
ı9 9 ” (» ;
;ti» * V / e t i V î h « K d jt .î e » : , î - İ O S 'Y a p ı K r e .it Yh-
la r K S r . B ü l e n t . T « : k r v , cU' İ V ►♦»<'>i P f S f f k ı / v u ıla ::, b t u p b ;:l. 1 9 9 8
K A Y N A K Ç A
T u r a y a , T m k Z a C « , D e v r i m 11 a l t l ı e d e r i İ ç i n d e A î ü s û t Si M h A el, T w u n , “ T e k P a m i r t o r ı t m İ T ı i i e K t f y e û Y f ı k İ d ür
v e A f a f û r T z ç tü f t k , T u r h a n K i ı a b e v j , A t ı k a r a , l ö ö l , o l o j i s i y a d a N u s r e t K e m a l K ö y m e n , 1' 7 â r ı k v e
T o p lu m , s a y ı: 7 4 , 1 0 9 0 .
Y u n a y a , Y a t ı k 7 ,a [c r , T e tfk ty c M *. S i y a k P a r til e r , C . U t,
m o ü e v e L o n d r a . , W a s h û ,ı.g ıt.o ix , D , C , , 1 9 8 0 .
T m a r t , I h e r , " S l a b i l i ı y Y c is u ü D e m o c r a c y ı T h e D i l e m
m a o f T u r k i s h P o l i ı f c s 1' , T ü p l ü m v c E k o n o m i, sa y ı W e l k e r , W a l t e r E , P o f ı r l a r l T iı t e k ı g e a n d D e m o c r a ç y in
2 ,1 0 0 1 . T t ır k e y , 1 0 6 6 ,
T ü r k c ş . M u s t a f a , ( / [u s ç a B i r A t o m , K a d r o U n iz rlce ti W e t k c r . W a l l e r E , Î 9 6 Ö T ı l r k J f ı t iJ a N , ç e v : M e t e E n g i n ,
( 1 9 3 2 - 1 9 3 4 ) , İm g e K jt a b e v i , A n k a r a 1 9 0 9 , C e m Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 0 6 7 .
î ü r k o g l u , P a k i z e , T v n g ıiç v c E n s t it ü le r i, Y a p ı K r e d i Y a lç ın , A le m d a r , C u m h u r iy e t D ö n e m i T ü r k K o rn am .
Y a y ın la n , İs ta n b u l, 1 0 9 7 , G ü n c e Y a y ın la r ı, İ 9 9 f l ,
T u te l, E s e r , 5 c y r - i S c fa in ; Ö n c e k i v e S o n d a s ı, İle t iş i m Y a z a r, M , B e h ç e t, E d e b iy a tç ıla r A l e m i , 2 1 . Y ü z y ıl Y a
620 Y a y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 0 7 y ın la n , 1 9 0 9 .
TEORİK KAYNAKLAR
A ıu lu r s o n , B ,, H a v a li C e m a a t l e r , ç e v . İ s k e n d e r S a v a ş ır , I îo w c n , R a lp h K ,, G e r m a n T h t u t i r s o f ( h e C o ıp o m ü v e
M e d s Y a y ın la n . Is ta n b u l, 1 9 9 3 . 5 ( a t e t v i l f ı İ p c c i o l R c / t r e n c ı : [o t f ı e p e r i û d 1870-
P u o rs ; î« u b t s u i t * k h r t L t o n -n û -” t Z e ı l
v . ı r r . k r l w a r d K a l l e t t . I o n d . t u : r . ı o f P r e u ■*, M a o M ı l k ı ı .
A ık c n â u m V c t i .i £ , \ r a n k f u r t a r tı M a m . 1 9 7 *
I o trd ra 1 9 4 5 .
H â rk e , H e r a u tb , Ih r H ım :s a M e ıh o d ie s l G a p .
s art P d ^ v ard H a lle t! 2 He i * e \ :\ \ ccr< ( r» « 1019
R î- î j c î u o n s o n r b e G e r r r . a n T r a r i ı S o n P ro - and
1 9 3 9 . M a c M tlk n , L o n d ra * İ 9 * 9 .
P r o P v K r s în r ş l :u v * ; , sn A v n « î o o i ^ g \ , A ıVTeıirf
( h a l e f e . P . U d h y rtn vr iP û n y ü v ..
P erv p o cn v e u io r îe y o n k : l 'e le : î \ \ko\ L o n d ra
II e t i s i n : Y a y ı r . k ı ; İ s l a n b ı ı 1 . 1 O v *
v e N evs Y o r k R ooüedge L99 *
O k e r . î ı e n c ı s W r llü u n , O r g f u iis m < T h e e r e s e/ t * e
H « ü » e r , A r tr o ld . 1 * l W , a t y e j .A r i R o u îl c d g c .
M a r t . N jn p r s r n r h ( e n t ü n J«y^ >'^»irtafi«5»v // r i v 5 î a
Lctkira, 1951
f î u ? O r jjs f c u t» » e r ü s P e f t a n . A M S P r e s s Ti k . N ew
î k 'b s h a v s - r a . 1 r u ’ .’ Y v : : \ n e ; 1 7 x 9 - 1 A *.S . c .e v j; Y .ı -
Y o rk , l 5 6 ? i l 9 İ P
J e V r g S Jd e r, A 'ı e d i r r . ş c :m ! V Y a v ın la t; A n kara,
I> ’ r i K â W s s r . : l r l c ı \ r l . r : c r c v ç S e h u m îr , ‘• « . ı ; . le
1989
m a ’ n ı s ;r « F < ; 1 4 * ;* - ] ? ' - < 4 <1f***. F a ;j< - .0 6 5
H o p Ja n s , t e r e n c e K v e W a ffis r s 4 r » n Ira ra a n u e l (ic c ts
D i s r - A n J r e u , M * r g a TU 3 . "C w . : w ' . ı r n
:h r o c H » h C u l t u r e
İ d e r .îK ie s
T h e P a s ı m t h e b o r g -.n # o f I - . u r o
C «|r ;e v N u ri P rso v I r ıd e ı A b a d o £ İ u , O r h a n 02 J
A k a l ı n . Y’ i k c I K a y a . A v c s u Y a y ı r d a ı ı , î n a n b u î .
p e . G u i t ı o a ! i d m f .f t v a n d A n h ü e r ^ în ^ v ’ ’w C e ııs ;
;0 9 0
o f h ı u o p e c r . ( ..o m v t u r .ı îıe 's ı ç ı n d r i d e r l r y r n -
P r a r . t z , C o n s t a n U n . K ; ; ‘ ıV a l i n P a ı t r s ı ı. F e r d in a n d 1 î ; m n p t o r . k a m u ? ’ . p o h ; ; . rî i > * d e t y» C h a n % ın jt, S o . ı
N h n e K İ e r , 3 e ı ir n . 1 8 6 2 r t ı c i . Y -û e \ r n v e r s u y P r e s s N ev, H a v e n v e L o n d
a n d p o lu I. J i P o rt’ d it. P ı c e P r e s s . N e v . Y r r k . 1 0 7 1
K a l d o r . M a r y v e '- a s i ; e r B ask eı .d e r le y e n ie ;" : R rsl
19Ü 7
K a k io r. M a ry . A tb r e r h t, l i r : , h v e S c b a ıe d e ı. G e n e v ı-
P ır r .r e t o p 10^2 P ı r r i e ı . l^ o n d r a v c N c v r Y o r k . 1 0 9 8
v e ıs u y o f C a k f c r r U a P ro ^ s. l . o s A r .^ c lts v c k o n u N e w Y o rk . 2 0 0 0
/ .ı * * i a r v .s , i l . G e n k r r . î i M f l d e n r i r f e \ c b ^ t c i ı h K u ir u :. n en ” . P c > i i t ;v h A n t jt jo r . - v i o ^ r s r h e R e v u e , s a v ;
M e t is Y a y ın la r ;. İ s t a n b u l. 1 9 9 8 . 4 ,1 2 . i 0 0 5
G r T .n c T , P r r e s T . I t t o u g H i a n d C b c n ^ e , W e , d r r s f d d a r .d K e a n e , J o h n ( d e r ’ . .S iv il l o p l a r : v e !y e > i e î , A y n n t ı Y ?
N x h d so n . I o n d u . İv M y r n la r : İs t a n b u l. 1 9 9 1
k e v e n ; K ö k e :'* . T o n ; B e l t c m o r e v e R o l ı e r t N r s b e ı, L on d ra, 1 9 9 5 .
K r a u s c , W e r n e r , V V ir n e r S o m l n u t s VVfcg v o m .K o d ıe d c r - M o s k o s , C h a r l e s v d . ( d e r l e y e n l e r ) , T T ıc P o s t m ö d e m
S r > £ İa lifiH u s z a m F a s c fıü m ir fs , f l ü t t e n & L o c r ıin g , M ilita ıy , O x fo r d U n iv e rs ity P r e s s , O x fo r d , 2 0 0 0 ,
D e r lin , 1 9 6 2 ,
M o s s e , G e o r g ç L . , T T ıe N a t i o n a l ı z o t i o n o f tit e M o s s e s .
T tu ç ıır a d i, l û n t u , t ü k , A n k a r a , M e t e k s a n "Y a y ın la n , P o l id e a l S y m b o iis m a n d M a s s M o v e m e n îs in G e r -
1986. ın d p ty f r o t n t t t e N r t p o J e a n i e W t i r s \ h r o a g h t f ı e T J t i ı d
L a c l a u , E m e s t o , E m a m r i p a t i o n i 's ) , V c r s o , L o n d r a . P n g g l , G i a n f ı a r ı c o , C t t ğ d h f D e v J c f i n O l u ş u m u , S 'o s v a fc j-
H ü r r iy e t V a k fı Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 9 9 1 ,
L a n d a u ç r , C a r i , C o rfy o ra te S t n î e İ d e o b g ı e s : H is t u r ic a l
L c f o r t , C . , T J ı e P o l i f i c ö l F o ı m s o f M ö d e m S o ç h 't y , B ü r o d :[ y , 2 8 Ş u b a t 2 0 0 1 .
L e n i e n R . E ., M e a c h a m , S , v e B u r n s , E , M ., S V b tc m t a in c a n d D e s c a r f e s " , H e r u ıe s , U te r a fır r e , S d e r te e ,
P lıilı> s o p Jı^ i ç i n d e , T h c j o h n s H o p k i n s U n i v e r s i t y ,
C M lt z f l îi o n i, T h r ir H is te n ? a n d T h c i r C ıd tu r e , W
W , M o rto n 6 r C o m p a n y İ n e ,, N c w Y o r k v e L o n d B a ltim o r e , 1 9 8 2 .
L o ck e, Jo h n , Tw o T rea T l s es o f e n t, Q x fo r d
İs ta n b u l, 1994 ( O r i j i n n a l t iie l i n : S m i t h , A n t l ı o n y
D , , M a t i o n t if J d e u l î t y , L o n d r a , P e n g U l n , 1 9 y l ) .
U n iv e r s ity P r e s s , O x fo r d , 1 9 6 0 ,
S o m b a r ı , W e r n e r , T f ı e J ^ w s n t ıd h î a d r r n C a p i l a N s r n
L u k e s , S i e v e n , E r n if e ü u r h f îc ir n . H is i .i f e a rtd W o r k ,
[ç e v ir e n M . E p s t e in ] , C o lie r B o o k s , N e w Y o rk ,
P e r ıg u in , H a T tn o n d s v ,-o r t h , 1 9 7 5 ,
19ö2.
M a c p k c r s o n , C , D ,, T i ı e P o f i t f c a f T l t e o r y o f P o s s e s s i v e
S p i v 'a k , G . C . , " C a n ı h c S u b a l t e r n S p c a k ? " , C . N e l s o n
İn d iv id u a lts ™ , O x f o r d U n iv & r s lty P r e s s , O x f o r d ,
and L G r o s s b c r g ( d e r le y e n l e r ) , M m ^ L ın a n d th e
1962
J n tc r p r c ta tiü r t o f C u lt u n : i ç i n d e , U n i v c r tıit y o f I l l i
M a c p h e r s o n , C , B . , D e m o k r a s in in G erçek D ü n yası
n o is P r e s s , U r b a n a v e Ş ik a y o , 1 9 8 3 .
(ç e v , L e v e n t K ö k c r ) , B ir e y v e T o p lu m Y a y ın la r ı,
S le p a n , A lfr e d ( d e r ,) , A u r h ö r it a r ia » S r a z i i , ü ıtg ip ıs ,
A n kara. 1 9 0 4 .
P t i J i c ı e s a n d F u r u r c .. Y a l c U n i v e r s i t y N cw H aven,
M a g n a r d la , P J . v e T ü r k d o g a n , O ., " T h e D e v e lo p -
1973.
n t e n t t> f T u r k i s h S o d a l A n t l ı r o p o l o g v ” , C » r r e n t
S t o t k i n g , J r . G c o r g e W . , B u n e s , B c n ii c s , B e f t u v îü i; E s -
A n i h t 'ü p o l o g y , S a y ı : 1 7 / 2 , 1 9 7 6 .
s a y s o n B M o g i c a J A n t l ı l u p jf a g y , U n i v e r s i t y o F W t s -
M a n d e l, E jr n c s t , K a p i t a lis t ö d i î m e n t n U zu n D a lg a la r ı, c o ı ı s i n P r e s s , M a c l i s o n , 1 9 E ÎS .
ç e v , D o ğ a n İ ş ı k , Y a z ın Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 1 ,
S u g ^ r , P e t e r E , ' - 'r l ı c R İ ^ e o f M a i i o n a l j s t n i n t h e H a b s -
M a n o ilc s c u , M ih a jl, T k e o r k d a p r o r e e r i o n l s m e e r dc.
b u r g E m p i r e " , A u 5 t r i o n H i s t o r v Ve a r b o o k l i l , 1 9 6 7 -
I 'e d ı n n ^ e m t e n t a d o n d , M a r c e l G i u r d , P a r i s , 1 9 2 9 ,
T a y l o r , C l t a r l e s , M o d e m lig in 5 ı İn n i d a n , A y r ı n t ı Y a y ı n
M a n o l k s c u , M i l u jl , L c i i c t l c d u c o r p o r a iis m c , P e lix la n , İs ta n b u l, 1 9 9 5 .
A lc ın , P a r is , 1 9 3 4 -
T t i g g e r , B r u c e G - , A H i s t o r y o f A r c h o e o \ o g \ 0<ı\ T lı t n t g h J ,
M a n o ü e s c u , M ih a j] , L e P a r t i u n i c ju e , L e s O e u v r e s C a m b r id g e U n t v e r & t ıy P r e s s , C a m b r id g e , 1 9 8 9 ,
F r a n ç a jiie a , P a r is , 1 9 3 6 ,
U r r y ; J a m e s , B e/ one İ y i c i l A n t ıh m p a fo g y , E s s a y s o n d ı e
M a n o ile s c ü , M ih a il, D ie d n z ıg e P a r t ı i a t i p a f it is d ıe / J i s t o r y oj" B r i t i s h A n t lt r u p o l n ^ y , H a r w o o d A cad e-
İ n s k t e n J o n e le r n e ı ı e ı ı R t g i m c [ ç e v i r e n \ V a l t h c r R c - m ic P u b tis h e rs , C h u r, İs v iç r e , 1 9 9 3 ,
ic h o ld ] , V e r la g a n s ta lc O lt o S t o llb e r g , D e r lin , 1 9 4 1 .
Y V a l d e y e r , W , . " E r o f f n u n g s r c d c 1' , C m r c s p c m d e n z M a r l
M i l i b a n d , R a l p h T l ı e S t a t e r?ı C u p i t a J i s î S o c i e t y , Q u a r - d e r ' D c i i f s c l ı c n A n l h t u p a J a g i s c h c n G e 5 e !J s H u ı/ t, s a y ı ;
te tB u o k s , L o n d ra , 1 9 7 3 , 34, 1903.
1997.
M i s e s , L u d v r i g v o n , S o c r a f i s m : A r ı E e o n ır r n ic r » ı d S û d -
P r e s s , S ia c r fo r d . 1 9 7 6 , J 9 3 Ö : C ı i i c S f u d i e s in M a r f c c i C o n l T r l T h r o u g f ı P ııb -
Jic M u n o p o lic s , L îb c r P ö r lu g , S t o c k h o l m , 1 9 7 9 .
W e b e r , M a x , E ec rn o ıin y a n d S u e i e l y , U n i v e r s i t y o f C a l i -
fo m k a P r e s s , E e r k e le y , L 9 7 B . Z ız e k , S ,, T h e S p e d ı * h S t i l i R o t u n ingAroundt. A rı Ir u -
r o r iu r fio n iı [h e I5 D th A r tn iv e r s a r y E d itiû n o f [h e
V V c in d l m g , P a u l , H e a î i f ı , R a c e a n d G e r r n a n P a i f iJ c .î
C o ım r u m is f M n n i/ e s fo , A r k z l n D , O . O ., Z a g r e p ,
J j c t u 'c c j ı N a t i o n a J U ’n i / ic t J j'l o n a n d S870-
L99S.
3 9 4 5 , C a m b r i d g c U iv ı ^ r s i t y P r e s s , C a m b r id g e ,
1969, Z ız c k , S ,, T h e p ic k lis h S u b je c î , T h e A b s e n i C e n b e o f
P o i itic û l O n îo iû g y , V e r s e , L o n d r a , 1 9 9 9 ,
W \ k a n d e r, U U a, K r m g s r t M a t c h M & n o p o lk s , 192-5*
623
YAZARLAR HAKKINDA
7 •
’ M a y ı? 1 9 6 0 d a v b r v i 1 7 5 . . 3 2 . A f e r ız m > 4 8 A l. K e m a l 5 2 5
1 5 4 . 1 5 6 . i r'-3 . 1 6 7 , : 6 7 j ; V Afa'-urrayur CünuH47" A l:. . S a b a h a t t in - 4 4 4
1 S 2 , 1 8 4 . 1 9 0 . * - 1 6 , 38*5. 4 * 9 . A 2p ,a rt» tA r. 7 4 1, 7 4 5 .4 « 1 A ik ık ç , l i ı k n :< : 5 0 9
A f r i k a 1 9 3 . 2 * C . AV 5 , V t A jfc îiiy . 5 a d r > 7 9
{*} ' K e rn * k z rr !‘ vı» ‘ A t a t ü r k ^ o 'v * c " A lv t K ı k a r a h îs a - ( v c v * A fycrrD 1 1 1 , A im a r . B ı r h ^ ı .V *8
te r im * e r i r * y * r v ö r ' r e ^ ş t :. 321 A k n an u rü ts e k n k ^ 3 5 0
O I Zi N
626
— -
îîy.
A ı a « w ı ü i r 3-Vv
A iiU g u & s f s f c v8*>
A n r a g o n ır m a > 8 4 . 5 ^
A fcU îiö i.U ' 4 ; î
A ş y a V ia -.ın t 1 .' : r . 1 5 5
A m e r i k a S w ■x k T V v i ? î k * ; ı ( a v r A n îa H a 1 *1 A v c a 1 7 8 . ; 9 l . 2 2 « . 2 4 c '. ' » î . 2 4 5
hkt ah ;;; 2 " :,4^ • W » î k - n x 'k r .« u k 2 8 i , 56f> ;*v 9 484
A t ı m - :* k a 8 i « H . > *6 M C, 636 A n lı r î;:i 7 n i 7 " ; A s v j U j A k :» i *.<>»; v j»,\ | ;î& -r:rtv ,.V
A T i c n ju r : ik z jp D t 'â f O r K k v : 1 6 6 A n :: c n r j> r ı y « ^ 7 3 9 ,* ; , V 253 166
A n ;; .* V V r . - p i ( 0 x 2 e t e ' 1' 1 5 256. 7 v \ 2 4 2 .-4 7 ' ♦ $ , 7 .5 2 . A ^ a r 4 * fı
. İ/ V Â İV A ’C»:v4 4 4 2 , ‘> ('2 370. 522 4 8 3 .4 « 9 . 4 9 2 >1 i . A ^ a ;2 n K a ld .'A İr n a s ı ( 1 9 7 6 ) 2 0 9
A r , * k f o b a r t a r ; ? ; : u ■h u n u m a t l e t : “ İH . > 7 7 . 3 2 8 . " i l ‘> 9 0 . M^2 A to v N u r u lis h I - > . 3 3 9 4 c Y -V '
i 1-* 3 3 5 . 347 A n; e ın p r r y a ^ m r . 1 6 7 , 2 4 ? 749, 406 377
A r * K : ı :h :;ta h 5 . * 2 5 1 .2 3 2 . 4 9 3 . > 14 *•; 5 , 5 2 / . A t a k b . M d ’p 3 6 3
A rw *2 H u s « w i î « **o 5 Jİ3 Y i k c i ? Y » 2 î -,
A n a J o î v v e R v r .ı e k M u d a k u 1 A n t .- c B t e k - k i ö a h z m 2 9 - l< a-^ 'v t r .« r x - f ,;,: 55, 4 3 T
} î l i k t i k ( V . v a e a 2 İt'*. 4 8 6 A r .:? \ c o d ii 1 6 3 A u ;;;;» K^.vt^ 7 i3 ' } . , 1 8
A r..K ;- \ u 1 " * \ 5 0 ,5 2 . 7 7 , » ' 11-4. 7 > n ;ı ç k n v ı l r * : V2C İv . 2 6 . V . 33. 34, i - 3 4 . 5-9 V .
; i 8 , : i 9 . 220. 2 2 !. 2 2 ;. ' '6 A : u . k a j> :u l-M 7 0 1 •i? ‘'-8 M 6 > .« : 8 1 ,8 2
2 2 3 ,2 5 2 . ? > • 2 * 9 . '4 i . 2 6 3 , ' 7 4 A r .ü 'k r r .v a h * * : *»51 8«», 8 9 , 9 6 . 1 1 y 5 1 4 , 1 1 v . . 2 * ,
2 4 '/ . 3 2 1 3 3 3 , 3 5 ; , 4 J 8 , V J9 , VH\ A r .: ; k î-ir a fc .’ tn * ; î l 544 I T 4 . , 2 8 . .1 7 8 . 1 3 0 . 1 3 ' 136.
'• 1 1 V > 8 , 36,.’ , 5 6 5 \ '5 . V ’ ı . Anc> V.’n . k d .r w . 5 i n 5^ 7. 3;;, >2 -.* 2 1- >.
» 1 K V 3 .4 0 4 . 4 1 9 . 4 2 8 . 4 3 5 . 9 3 6 . A tili k o n rtn iM 1 7 -*. 2 9 * > } ,. 1 4 3 . 14/-. * 4 T. 1 -4$. 1 3 1 137.
440 446. 447 4 ıg 4 6 8 , 4 8 6 . 4 9 1 . > *0 5>i 3 7 1 . I" “ 2 , > 9 7 ı » î . ; v i . . ‘' 3 if> i?. ; 6 7 ;y
614, 622. 675, 526. 547 A r t : k ıtm le n / .’n 1 6 i ’' Î 6 . > > ' . > ; 7 . 1 4 .. 187. !5 t OV» 16 -
■’. c a d ^ a c u L . r 5 ; w 5 5 5 . 5 ?6 . 86' . . » 1 >7. 1 9 2 394 O ];
A n a d H u c u lv .k 7 9 4 , 3 V , 3 > 6 , 5 * 5 A v ı l a . k 5 t5 ' 391 7 7 -0, 2 2 1 7 '7 , 2 4*
X* A n ti İr fc r -:: 2 7 7 . & ? . 7 8 3 . 5 l ! 7 * 5 . ? 1 > . ,> M . 2 « ; 7 ^ . 5 ; 5
A .Î, \Ü ■A n a v a t a n ? ** v.vA \ 6 9 . 1 6 1 . .\nv. îaaîKV.-♦2vV 3V > . 5 7 9 . 3 2 1 Y * ’ . ■sjc 331.
16* İ6 6 169. J? i - Vy. > 1 0 . A q j| .ı > e o jb e r a ; .3 9 0 5 37. 3 v \ y > y i---. W 7 ' ' m.
5 1 1 616, 57? A n lı < ı 70C 2 tV 5 . 3 5 / 56\3, 3 6 ) 3, ' t , Î 6 4 > .84. V86
A N A ? h n k .ı r :ı . 't ı 5 5 1 A n : . - r e v i r * t - r , * . ; 3C 4 .5 8 * 4 1 $ . -7 7 471. -2 7 438.
533 A r .: ^ e;r»»< ık 3 ^ 3 *4 3 4‘*1,m>2 ■*']. •!/* 4 T 6 .
A ra r^ / n 62 , 't 3 :i 'M V « X İ , 7 1 1 7 7 . -*7 8 1 b C . 4 4 '< %4 8 3 . 4 ^ ;
A aa S ;' 439 A nu s o ıy a b M e r ' 2 2 5 .2 ' 4 8 8 , ı :; > X .y \ * 9 6 > 'V y v
3 :;a v ^ a r .? a ıt y » ı « a y ı Y & r a N A V A . .ı .> s : ; l i y .ır ı v t î .^ ' 5 * 5 * 1 ' > .3 1 6 , 5 7 . . 3 1 3 . 3>1
i6 î A r . t : o * v .»jı r n v O M is .; 3 5 6 560. 35; 5 c 4 . >49 , 5v * . Y > 1 . 3 ' 3 3> 6 .
A n a y a s a ( 1 9 2 4 ,» ı s y r b î o Ir ^ k .L r t 1 A r .'.r o îK 'lo ı 2 2 1 . 7-» < 3 4 3 . * 1 6 . 4 4 7 5 6 1 , >62 ; 5<37 . 3 8 8 .
I - U s vtf 1 İ9 . 12ö 122 71C 35C 335 v -7 5>8 7 ^ ,5 6 1 fy i l 647
4 4 1 , 5 5 7 , V "4 '- 5 5 , k k ‘ A l a c c ; ! 1 ‘- J c c K » r r ;>•>;->r . ‘' 4 v -3r
A r . ı y * ı * ( 1 9 6 1 > 8 * ). 9 0 . 1 5 2 . İ M A? A .d r U iP ir n n ‘ H 2 . 5 İ3 >*v\ K a tra n u i> 3
l(v . 3 1 0 5 1 1 .4 5 4 .4 8 5 .^ 1 3 . 5 "9 Al^û'k ! i Kikû» Î89
5 3 5 . -3 2 '* V 5 7 4 -> K A ' u k *-2 9 A n x - û r X k n > :.:u 4 8 i 1 1 7 , ; . 9
A r ^ v a v î • ;;9 8 / 7 1 7 0 1 *2 . 34> 570 A r ^ s î 116 A.'uCrf»*- C-2. />• î/rTv1 Aîarcpe .<;-
A n ay a*» M a h k e m e si $ * 4 9 7 , 3 * 9 A f i r - jU r J 2 3 '3 7 . 3 >7
5<v9 A ta b ç v k * 9 c u :\ z ı n t 4 8 4 A iu ıu t'v 1* 2
İI.4 V V -S4 1 5 . “ 4 . * > . «Kî, ■/! 219. O s r r l^ s k 1>>6 A :^ u » V f t r ı î ii,’: » M o h tr .u t k s J t
iv * . ; e : , 16 4 r ı . 1 * : , i ; ; . Arak>V K o r k u ;:>2 ; '
2 .2 5 , 2 3 “ . 2 / 6 . 4 4 9 , 4 3 1 , 4 5 * A r a ;- a o '.v ^ ifctn n 4 9 -’ . 4 9 9 A ı a r u .k J k t ı l a L . * 2 2 •> > 4 5 # - »
484 5 3 8 . > 4 1 . 3 6 9 %> » 4 . 5 7 6 , A :a p 2 0 6 ? 7 6 .2 2 7 .A tu tu rk • :* < .( :: r e
3 ,8 . ^ V 53 A rajV ya 2 1 'v . 3 5 6 . 5 6 1 . > 4 6 9 **. 1 ‘5 5 . 1 6 7
A n a v a fc s 1 C. t k . e k 2 2 ; A t ^ 'd t r .3 1 . 3 2 , ; ',C. 4 8 i ' A:cjr^r>fîkrtr’i '■i KkkluvVi 3*3
A r .d a , k k V . d , < v d f". 40>) \ ’ a r s l^ r a a k V )0 A la V c c k r.rvd* >. 15^ -. 3 V/ 1“ 3 İM
A r .£ : c ^ k v ; r 2 0 8 2 4 3 . 346, 3 5 '.. A l 4 i , 1 e v h k R u >m m İ . 8 7 . lv>5, 9 7 6 147. 15*
358 A t P Î . tî o 407 A r a i u r k k v lt ı » 2 C 2
DİZİN
A ta tü r k K ü ltü r . D il v e T a r i h Y ü k s e k 2 0 1 , 2 0 2 ,2 1 9 , 2 4 5 ,2 4 7 , 2 5 0 , 3 4 5 , 3 5 3 , 3 5 5 , 3 5 6 .3 7 4 , 3 8 0 , 3 8 3 ,
K u ru m u (a v r. b k z . A K D T Y K ) 9 7 , 2 7 2 . 2 7 3 , 2 8 2 , 2 9 3 ,2 9 7 ,3 5 6 , 3 8 9 , 3 9 3 , 3 9 5 , 3 9 6 ,4 0 0 ,4 0 5 , 4 0 6 ,
5 3 8 , 5 ^ 1 ,5 7 3 3 5 7 , 3 8 6 , 4 2 8 ,4 2 9 , 4 3 7 ,4 4 4 , 4 0 7 , 4 1 9 , 4 2 7 , 4 - 1 6 ,4 6 3 ,4 8 5 , 4 9 1 .
A ta tü r k s e m b o liz m i W , 7 0 4 6 0 ,4 6 2 ,4 7 6 ,4 7 7 ,4 7 9 ,4 3 8 , 5 0 2 ,5 0 5 ,5 1 4 , 5 2 1 , 5 2 6 , 5 2 7 .5 3 1 ,
AtkUtirJl tvDvrrimriliîr400 497, 507, 513, 522, 523, 525, 5 3 4 ,5 4 4 , 5 4 9 , 5 5 0 , 5 * 0 , 5 7 0 , 5 7 4
A tü îılr f t v c H a l k ç ı l ı k 3 8 5 5 3 3 ,5 3 4 ,5 3 7 ,5 5 1 .5 5 5 ,5 5 6 . B a t ı h j n D e li G iîm T eg i 4 8 9
A fd r ü rf! v e M i l liy e t ç i Irk ( F e y z i o ğ l u ) 559, 5 6 ), 562. 564, 567, 576, 577 B a t ı c ı 7 6 , 1 3 0 , 1 4 1 , İ5 Û
538 A y d ın , 5 u a v i 3 4 4 B a tıc ılık 7 2 ,1 6 6 , J 9 7 , 1 9 0 , 2 2 3 ,
A ta tü r k y ık J 8 0 A y d ın IdJiffifl J 9 2 3 ( D e r g i ) 5 9 0 3 3 9 , 3 5 1 ,4 3 6 , 4 8 9 ,4 9 0 . 52 6 ,
A t a t ü r k 'e s u i k a s t 5 2 3 A y d ı n la n m a O k u l u 3 0 9 , 3 1 1 550
A ta iıirlr'û F t G e n l i ğ e H ita b e s i 1 8 7 A y d ın la n m a 1 8 , 1 0 4 , 1 9 9 , 2 5 7 , 2 8 7 , B a tr c ıiı ta U lu s ç u lu k v e T o p l u m s a l
A tû tû rJı'ü M S ıjy J e t ' v e D e m e ç le r i 1 8 8 , 3 0 0 ,3 1 4 , 3 1 5 ,3 1 7 , 3 3 4 , 3 3 5 , D e v r im le r 1 6 6
3 2 7 ,3 2 8 . 6 47 4 2 8 , 4 4 4 ,4 4 7 , 4 7 9 , 5 1 2 , 5 1 3 , I k ı u h la ş m a 2 3 , 3 0 , 4 0 , 4 2 , 5 6 , S 7 , 6 6 ,
A ta tü rk ç ü D ü ş ü n c e D e m e ğ i (A D D ) 3 1 4 ,5 1 5 ,5 1 6 ,5 1 7 , 588 6 6 , 6 9 , 7 6 , 7 S , 8 4 , 1 4 2 . L 4 7 ,15 0 ,
505 A v d m la r O c a ğ ı 5 4 2 , 5 7 9 1 5 3 , 1 5 4 , 1 5 6 , 1 6 2 .2 0 6 .2 0 7 ,
A ta tü rk ç ü sö y le m 3 1 2 A y d ın lık 2 5 1 , 4 6 7 . 4 7 7 , 5 1 0 , 5 6 0 2 0 9 , 2 ö 1 .3 3 0 ,3 3 4 ,3 3 5 ,3 3 7 ,
A ta tü r k ç ü le r C e m iy e ti 1 8 1 A y g c n , R eşîU 4 4 4 3 3 9 , 3 4 4 ,3 5 1 , 3 8 3 , 3B 4, 40 8 ,
A t o t ı ir k ç ü lı ilî / B i r i n c i K i t a p 1 8 8 , 1 8 9 A yhan , E ce 4 0 7 4 3 3 , - ( 3 6 ,4 4 6 , 4 4 0 , 4 7 0 , 4 7 8 ,
A t a t ü r k ç ü lü k 7 İ k i n c i K i t a p 1 8 9 A y v a io ğ lu , B c ş ir 3 9 6 4 9 1 .4 9 4 , 5 1 4 , 5 5 5 ,5 6 0 , 5 8 1
A t o lü r ftç ü lü k / Ü ç ılr u f l K i t a p - 1 9 0 A z erb a y ca n 4 6 5 ,4 6 6 B a tılıla ş m a c ı 4 9 4
A ta tü r k ç ü lü k 1 3 , 1 4 , 1 5 , 2 5 , 3 0 , 2 7 , A z g e liş m iş lik 1 6 5 , 1 6 6 B a tılılık 6 6
37 , 3 8 . 4 0 .4 1 ,6 5 ,6 7 ,6 8 , 69 , 70, A z ın lık (la r ) 6 3 , 2 3 1 , 2 3 2 , 3 5 7 , 4 7 6 B a tt a l G a z ı O r d u s u 5 5 6
7 1 , 9 1 , 9 7 . 9 8 , 9 9 , JO Ü , 1 0 1 . 1 0 2 ,
103, 100, 1 0 7 , 10Q, 1 0 9 , )10,
A 2 iz H i e r o n y m u s 9 3 B a lu r , M u h s in 1 8 3 . 5 6 7
Baudclairc3 9 4 , 410
627
m , 1 1 7 ,1 1 8 , 1 3 4 , 10 0 , 1 8 1 , B a y a t-, C e l a l 2 6 , 5 9 , 6 1 , 0 1 , 8 2 , 1 1 9 .
1 8 2 , 1 8 3 , 1 0 4 ,1 8 3 , 1 8 6 ,1 8 7 ,
B 1 2 3 , 1 2 4 , 1 2 6 , 1 2 9 ,1 3 1 , H 9 ,
1 8 8 , 1 8 9 , 1 9 0 .1 9 1 ,2 3 2 , 3 8 2 , B A A S h a r e k e li 4 9 7 1 5 2 ,2 7 4 , 2 9 5 ,2 9 7 , 3 0 1 ,3Û 6,
3 9 0 ,4 5 0 , 4 5 5 ,4 6 0 ,4 7 9 , 4 8 2 , B a h a n , H ik m e t 4 4 1 3 0 7 , 3 0 0 , 3 0 9 , 4 7 6 , 4 7 8 .4 9 5 ,
4 8 5 , < *8 6 , 4 9 8 , 5 1 0 , 5 1 2 , 5 1 6 , B a b a lı V a k ıa s ı 5 0 4 9 6 , 5 0 6 , 5 3 1 .5 3 2 ,5 3 5 ,5 4 4 .
5 2 2 . 5 2 9 , 5 3 0 , 5 3 7 .5 4 0 ,5 4 4 , B a b ıâ li 5 0 1 , 5 0 8 5 4 6 , 5 4 7 , 5 4 8 , 5 4 9 , 5 5 1 ,5 5 2 ,
5 5 0 . 5 5 1 ,5 6 5 , 5 6 7 ,5 7 0 , 57 1 , B a b illile r 3 4 0 5 5 6 , 5 6 0 , 5 6 7 , 5 6 8 , 5 7 3 ,6 6 7
5 7 2 ,5 7 4 . 5 7 7 ,5 7 9 ,5 9 0 , 59 7 , B a ğ ım lılık O k u lu 1 6 5 , 4 7 2 D a y a r, Z û h l ü 4 0 9
5 9 6 ,5 9 9 B a ğ ım s ız la ş tırm a 5 6 9 B n y k u rt. C a m i 5 0 6
A t a v is t 5 2 9 B a ğ ım s ız lık 4 1 , 8 1 , 1 6 2 , 1 6 8 , 1 8 2 , B a y k u r l , K a k ır 5 0 7
A t a y , F a ik lı R ıE k ı 2 1 , 3 4 , 6 4 , 6 5 , 6 6 , 1 3 5 . 2 3 5 ,2 3 9 . 2 4 3 , 2 4 4 , 24 5 , B a y u r , Y u s u f H ik m e t 1 3 0 , 2 1 4
6 7 , 6 8 , 6 9 , ( 0 4 , 1 4 -h 2 2 6 , 2 4 9 , 2 4 6 , 2 4 9 ,4 6 9 , 4 0 2 , 4 8 5 , 49 4 , B B C 41
3 0 3 . 39ü, 4 2 1 , 4 2 6 , 427, 525, 4 9 5 ,4 9 6 .5 1 4 , 5 5 9 ,5 7 1 ,5 0 7 8 e d e n T e r b iy e s i. O y u n - ji m n a s t ik -
5 2 6 , 5 3 3 ,6 5 6 B a ğ ım s ız lık ç ı 5 İ 7 , 5 4 7 Spnr 281
A te ş v e C û j t c j 6 4 B a ğ ım s ız lık ç ılık 1 3 , 2 3 , 4 8 3 , 4 0 4 , Beelhüvcn 3 9 2
A te ş , T o k u m iş 3 L 7 486, 515 B e l i r s i n , N ih a t 4 0 9
A te ş te n C tU n ltk 4 2 7 B a ğ la n tıs ız la r h a r e k e ti 2 3 9 , 2 4 5 , 4 9 7 B e k a t a , H ıEzı O ğ u z 5 5 B , 3 5 9 , 5 6 0 ,
A tla n tik P a k t ı 1 0 5 B a h a i r in Ş a k l r 4 1 561
AtCYrttfr2ef-.?42 if iîk f 3 7 2 , 3 9 9 4 0 0 D ek ç im ) 150,162,1 6 8 , 5 8 8
A t s ız , N ih a l 4 4 2 , 5 3 0 U u kû D o ğ u ü t a s l a n K o n g r e s i B e k ir a ğ a b ö lü ğ ü 8 0
A u c ıb a c h , H ric h 3 9 3 ( 1 9 2 0 ) (Ş a r k M ille ile r i B e k ta ş î ta r ik a tı 1 4 7
A v c ıo ğ lu , D o ğ a n 1 6 2 , 1 6 3 , 1 6 4 , K u ru lta y ]} 2 3 8 . 4 6 6 , 4 6 8 B e k ta ş i te k k e s i 4 3 1
1 6 7 , 1 6 8 , 1 6 9 ,3 4 3 ,4 6 1 ,4 7 8 . B ak u 9 3 , 2 3 8 , 2 3 9 ,4 6 5 ,4 6 6 U c k ia ş i 3 9 8
4 8 2 , 5 6 3 , 5 6 5 . Ö 77 B a lık e s ir 5 2 2 B e lç ik a 3 2 2
A v c ıo g lu , l i a m d i 4 7 8 B a l k a n f a c ia s ı 4 S -I B e le , B e lc i 2 3 6
A v ru p a B ir liğ i ( A B ) 9 8 , 1 5 8 , 2 3 4 , H a lk a n S a v a ş ı ( , . , S a v a ş la r ı / H a r b i ) B e le n , K a b ri 5 5 6
3 5 2 , 3 5 7 .4 5 9 ,4 7 9 , 5 0 6 , 5 9 9 3 2 ,4 5 ,5 0 , 5 9 , 126, 1 4 0 ,2 1 1 , B e lg e , B u r h a n A sa l 4 2 6 , 4 3 7 , 4 4 0 ,
A v ru p a h ü m a n iz m i 3 4 2 2 5 7 ,3 7 1 ,4 3 4 4 6 4 ,4 0 9 , 477
A v ru p a K ü n y e y i 4 5 5 B a lk a n la r 1 7 8 , 2 4 5 , 4 6 1 B e lg e , M e h m e t A s a l 4 3 7
A v ru p a M e k tu p ta n 4 0 8 B a n d u n g K o n fe ra n s ı ( 1 9 3 3 ) 2 3 9 , B e lg e , M u r a t 2 9 , 3 4 3 , 4 0 9
A v r u p a i] D u ^ ü n U r lc r T n r f f li 3 0 24S, 497 B e lli, M ıh r i 5 6 6
A v ru p a lıla ş m a 1 7 6 B a r ış ç ılık 1 1 6 B e n ic e , F th c m iz z e t 4 2 B
A v r u p a lı la ş m a k 2 4 8 B aşar, A h m et H am d j 4 7 3 , 4 7 4 B e n ja n ıin , W a lic r 3 9 3
A v u s t r a ly a 3 4 6 B a ş g i l , A li F u a d 2 0 7 , 2 0 8 ü cra n , lie n ri 8 2
A v u stu ry a 2 5 7 , 3 5 6 , 5 0 L B a şk u t, C evat F eh m i 5 0 5 , 5 0 7 , 5 0 9 R e r g S ü n C tılu k 5 3 0
A y a k la n m a l a r 4 8 L B a ş û ğ l u , M u z a fT e r Ş e r i f 3 3 9 , 5 6 0 B e r k , İlh a n 4 0 9
A y a> İr H e K i r a o l a r r 2 3 8 , 2 4 0 , 4 3 1 B a ş ö rtü s ü y a sa ğ ı 5 8 8 B e rk a n d , M u azze z T a h s in 4 3 8 , 4 3 9
A y tr a r , M e h m e t A ii 4 8 5 ftT tt A v r u p a 247, 245. 273, 28S, R fc -te s , A / rp zi 9 2 , 162,165,166,
A y d e m ir O l a y l a r ı 1 8 3 3 0 5 ,3 3 4 2 9 3 , 3 3 8 , 3 3 9 ,3 4 0 . 3 4 1 ,3 6 6 ,
A y d e m ir 4 7 2 B a n A y d ın la n m a s ı 3 1 3 42 8 , 50 6 , 560
A y d e m ir , i> c v k c t S ü r e y y a 2 5 , 3 3 , B a lı c e p h e s i 1 2 7 , 3 J 9 B e r lin Ü n iv e r s ite s i 3 4 7
14 7 , 1 6 2 , 1 6 5 ,2 5 0 ,2 5 2 ,2 6 4 , B a lı d ü n y a s ı 2 4 9 B ern 4 4 1
4 6 4 , 4 6 6 .4 6 7 , 4 6 8 ,4 6 9 , 47 0 , B a tı h a y r a n ı 4 3 6 B e ş Ş e h ir 4 0 6
4 7 1 , 4 7 2 , 4 7 3 , 4 7 7 ,5 4 6 , 5 5 6 , 6 6 4 B a tı k la s ik le r i 3 3 5 , 3 3 6 B c y a ıh , Y a h y a K e m a l 3 9 5 , 3 9 7 , 3 9 9 ,
A y d e m ir, T a la t 1 8 1 , 1 8 3 , 4 5 6 , 5 6 6 , B a tı T û r k le li 6 3 - 4 0 0 , 4 0 5 , 4 0 9 ,4 1 0
560 B a tı 2 1 , 3 4 , 4 0 , 7 2 , 7 6 , 8 1 , 9 2 , 9 4 . B e y a z İh tila l 1 2 4
A y d ı n (1 1 ) 1 1 3 , 5 0 2 . 5 1 2 1 0 4 , 1 0 6 , 1 0 0 ,1 5 0 ,1 6 4 , 1 6 5 , 1 76, B e y a z K iu ıp 1 7 0
A y d ı n s o s y a l iz in i 1 6 5 1 7 7 ,1 9 9 , 2 0 0 ,2 0 2 , 2 2 3 ,2 2 9 ,2 4 0 , B e y a z ıt D e v le t K ü tü p h a n e s i 8 3
A y d ın 3 0 , 3 0 , 4 1 . 6 8 , 7 6 , 1 1 6 , 1 6 2 , 2 4 5 , 2 5 7 ,2 5 0 ,2 6 0 , 2 7 4 ,2 8 1 ,3 1 3 , B e y n e lm il e l B a z k u r t D a v a s ı n d a
1 6 5 , I7 | . 1 8 9 , 1 9 5 ,1 9 9 ,2 0 0 , 3 1 4 , 3 1 7 ,3 1 0 , 3 2 0 .3 3 1 ,3 3 5 , 3 3 7 , T û r k -K r u n s ic M û d a / a a la n 2 1 4
3 \ zIN
n ey n e i m ib k ı ':k t ) 3 ^ av a d ık T * 6r ia g a 7 4 1 C u n d o rce: 5 2 +
B e y o ğ lu t b t a n b u ll * 3 0 B u t ju v a h ş r u ı 4 $ 4 C u p « a ; x , F it c tır .c
B e / ır e ı , V j >'. 4 0 9 B u r s a A t r c t i k a n K - z K o l e ji 3 8 0 C o p p e e . P s i i K O t s 3 9 -*. 4 İC
tV .2 . F ; k r « * 3 B u t s a K ız Ö ğ r e tm e n O k u lu 2 2 0 t ' o r r . n ' . k 3 '72
I k l g l y a v ıU C V I 1 6 6 , 1 6 ? B c r t a ll i. 162. 3 2 1 ,30~ 3 4 6 ,5 * " . C o u b e r tiü . B u ru r. T te r r e ; > 27î
n ü m ıK V u lu i 8 9 353
B .k ;t K ,! ı i v ’>■*, 3 4 4 B u y r u k t u , M tı/ a f f e r 4 0 9 C u m h u r ; irk 2 / 1
B tfa m s e fk k 8 6 B .n o k r a s ı 5 8 , 5 9 . 1 5 6 . 1 6 3 . 1 9 2 . ( A irte u y ti 8 7 . 1 0 4 .1 9 9 , 2 0 6 . 3 3 1 ,
B * ' ı' V îr b r a :r .A * « t 0 3 W 5 » 5 5 2 1 9 3 , 2 1 6 . 2 4 0 . 4 4 7 . 4 .3 3 . 4 9 0 . 4< c, 4 75 . 4 0 2 485 4 8 7 . 4 9 0 .
D u ju r û ^ ı - K a r d ı A l u s t f lc k 4 9 7 .5 6 9 . 3 7 1 ,5 7 6 .5 8 4 5 0 1 . •>??. « 0 3 '> 0 4 . 5 0 3 . 5 0 7 .
C e v d e t ve j' \ W ; h . 4 3 0 u r .U a M J r M e n u b iı K u r v a 'K u v v e t 5 0 6 ,5 0 9 .3 1 0 3 1 1 .5 1 2 .5 1 3 .
B w ^ o jc n ı r . D ^ tte*". 4 ? ? K a y t> a k L » n ; lif c f w 3 0 7 5 1 6 .3 6 2 590
B .ır \ V ^ T K 5 3 5 ■&vH«r«'<r^lw.ci 6 2 (xmhvnyet l i s l VeVuiusı a>T rkz
B .r e y s e B c ç jr r 2 3 -*. 7 5 3 6 u y > ik B n ı a n y a 4^8 ( I I P * SO . 7 6 . 8 0 , 1 1 3 , 7 . 3 7 . 3 ) 8
B ;r g e n M u h t d d m 7 15# , 2 6 i , 7 6 $ ı7ûyrf>Sinmez M C a t n h c i n y r t H a ik P « £ i « :. a > ; >>kz
R »o *. ( i « S 't e r â m 5 6 1 B ü y ü k M r u d c r c * (N <*b> rl 3 4 ? C H ? ) .3 6 , : i 7 . 1 1 8 . 1 7 0 . 1 2 ;
f t r . ı s r : r>;>7ıva 3 2 . .5 8 . 4 3 . **9 V/üs ^ k ? .n r t r j K a c - V3c.»' *?> \ 2 » . 1 7 9 . M 5. 2 4 ; . 2 rC *
5 0 . 5 1 .3 9 , 6 4 .7 6 ,8 2 ,9 3 .1 2 6 . B ü yü k la a r fu ? 1 ? ‘?’ı ^ 7 7 277. 318. “ ^8 4 8 8 . ^ 9 2 . 5 6 1
120 1AC. 1 4 7 .2 9 8 7 3 i. 2 3 9 . B ü y ü k l u r k j e rıİM 3 3 0 ( . u ı n h u r v e î K a t i m l a r l> e m e ^ ,. 3 3 2
2 *8 . 2 4 9 . 2 :0 . 234. 2 ??. 238. lk » y c k a c u Y asar 2 7 < crrH u n v e t K r u s r y . 3 7 6
2M . ?63, 274 > 7 £ . î f t 3 , ; ->v. Oım'.'.vnyrt Trfonakm 51*
3 7 1 ,4 2 7 . 4 }© , -H *. 4f> P. r . ı r u i t u r ı y e t S e u s t o s u l . ' 1). * 3 3
628 ^7:- 4 4 i*4 9 9 . « 4 6 .347. «68
C C u ın h u n v r t y . G ü v e n F a r tr u < ( ,G F ;
— B i r i n c i T B M M «O . 3 2 1 4 1 , 2 7 3 , 5 0 ? t.a ır ., k a p a tm a 3 9 6 :> Î 4 5 .3 " . 5 - 2
I t a 'f t v c m v M v I k G c t 1 * $ ., 3 3 1 V iw *\ tî 1 ^ 4 0 7 < v>\v.h '.y t ^ v A k 4 4 , 7 tv. 7 -T . ; .
B o s * :. s a la k 4 0 9 < Y r lv b "I L r-T oas 1 .3 9 . 1 4 5 , 1 4 3 İV04 2 : 3 , 4 0 5
B o n u tc k ( O to V o a ) 3 9 0 Cbxt493 C u m h u r iy e ti K o r u n s a K a n u n a s m
Siönc\rr>Kttvgz 83 t, astre r. F « > l 4 6 0 ( u m h m i y r t ı r . İfa m ı 1 2 9 E k im 1 9 ? 3
R ^ 'V .v .'d a i 3 3 8 . 4 0 4 < an<hV«cı 1 3 5 320
K fly 3 0 .T t uvü B ey 4\ U b y e t - ,) 57 ^ < u m a 3 1 0 . 3 7 >. 5 - 7
3 o e : s ıv a * ; 247 C e b e v j y . A'.ı F u a t i 2 7 . 2 3 6 , 5 5 5 . C û r d x 'f lla D acane 94
B o f e v a r : y .n a o a > Î 3 556
3 o b c v ,k N « a . ‘ tv c s : 2 2 3
r x 'U w :k < r 2 * 9 . 2 4 8 7 4 9 ,2 X . 377
C l'D A W 3 ^ 1
( V jü e u in . { 447 ç 470
B o tu 6 >, İ l 3 C '« n . l $ T M i I 4 6 1
B o n u p a r ît. N a p o Je o r, W v e c t a l ? x & t-A. 5 2 3 t, z f r i * } l - y ç a r i t k D ö r e y ; 5 2 1 . 3 7 7
B c r o f a r t ı y i . '3 . 5 * 0 < V c w l, H av an 5 1 0 . 3 1 1 . 5 1 3 Ç a £ İ< *> Y a^ im : D e s t e l e m e D e m e g :
n o r - a p s m a n ı 1 6 9 . 1 9 2 . 1 9 J , 1 9 ». C e n a p ju h a t 'c t t i a - 0 3 • av r b k e C -Y D F "- .3 3 7 . 5 0 5
195. 196 C e n e v r e S ; ^ h . ' : 7 L i r ; a 3 K o n 'V r s T s : 92. 94 1 1 8 ,3 5 * 560
Fo ra T r r J 5 .1 9 . 3 ^ 6 (1 9 3 2 ) m C a £ J a » !;k 6%
B o r a n , B e h ı e e İ î s > ,3 0 6 . 4 8 3 . 5 6 0 C e n e v re '.N :v e - s .:- « ? 2 0 . 361 Ç a k ım k F e v ri 8 2 ,1 2 6 , l ? 7 , )4 7 ,
B c r a u r ( p e r t e v \r? :| T 3 0 6 . *>5C ( .e n e r : e 5 0 5 i 6 0 ,1 6 1 .
B o c ' m v . ; rrvıî-c 5 3 . > 4 O r r a k : ta r ik a t: 1 4 7 v a k m a k v ^ lu S n H a L u tm i '8
Boykot 3 8 7 . 384 ( e r jy jf 2 4 6 < ,a l » i v . b . R a te n a 4 ^ 8
& v a r C -ın . IL u m t 4 j g r C - P « / . ı m b c t î y e t ç î ( jc v c o P a r t iw ' <, a r r l v l . H s b 7 7 1
B o r b e y fc , H «. u h 5 5 4 334. 535, 340 C j. n r i x ü 43i
F e r tb ğ . İv fn fl 8 3 C İ » r t e r jr c . r » r ti :a 334 Ç a n k a y a ’J - a u k R ı P n A t a s 390
B e ? k u r t fc fû r u 2 1 1 .•. b e s t e : g r u b u i l t Ç j n s z ş a îV .U H i 3 8 6 , 3 8 "
B n r k u r t M e h m e t I vat 3 4 . 8 2 , 1 * 8 ) , r .H F ( C c m h u n y e r U»V k l ı r k a s . ; ' - 6 . Ç anhâya H e la d a n 5/7
2 0 1 . /O3, İ P * . 2 ; 4 ;* j 5 216. 5 8 .6 2 . 33 3 , 4 3 7 ,4 7 0 ,4 7 1 .4 7 2 Ç a n ' K a y i f l . I2 V . ^ > 40. 328
217 2 1 *. 219, 258. 259 264. 673 C t l P ( C ü m h t f t t y e t H a lk P a r t r s :) 2 4 . Ç u rk v i ır e k te F ; A4
frv| v e Y f l n d 5 Î 6 3 5 . 4vn. 3 8 . 5 9 . 6 0 , 6 ! . 6 2 64, ^ Ç a r lık K ı^ y a s ; 5 ?
B ö l ü m l ü k 9 6 , 1 -T4 . 5 8 * ' 6 9 ,8 0 8 1 . 8 2 . 8 3 . 10*k 1 0 a , 1 1 4 , Ç '*» b . A b d u l l a h 4 0 "
:V - '.a x t’ a-f i. ItC r a T e t î ı f c 3 1 8 \V> 1 1 7 . 1 2 0 . m , l 2 2 -1 2 4 i:5 . U 'V o » f A n t c r .) > 4 2 . > 4 3
B c a k îs e L d ı r k . 3 6 0 1 2 6 .1 2 8 .1 / 9 . IX » . l î l . 1 3 2 ,1 3 3 . t, e|e(>;, î E u ı c i f c i a h 5 6 6
B n u d d 'k r r n t n d ' 4 8 1 1 3 5 .1 4 3 .1 4 4 .1 4 6 » . 1 5 0 .1 3 3 . Ç e lik . N u r B e te ; 7 3
’î r o v . r . v u s t ı l û 3 5 7 1 6 2 ,1 6 8 1 9 .X 2 C l.2 il7 .2 l4 Ç f ’ f^ N r v r Ç o tv â tta *
?«uD-û/es 460 1 1 8 , > '2 . r 43 , > 5 6 , > 4 2 , 1 7 ' , , b c t y t i& a " 'Ç c e u V is r F .f/ '.
B u r * S u k a ftis t 8 0 2 8 9 , 2Ç 2 . 2 9 ; , 3 0 6 , 3 1 0 . .3 3 1 .3 * 3 - h i b . fh ü 'Â ı mÇ f t f F v i e r "
B u d a p e ş te 2 7 8 3 7 0 . 4 C 2 4 0 6 , 4 0 7 , 4 J 9 . *7 0 . 4 2 1 , * K w < ie r h r ın i'îflr 2 8 1
B u # t K k ü A<m a>t\a Y < r £ * * t K m a * 4 3 8 .4 4 0 , 4 3 0 ,4 5 2 . 4 53, u * .i, Ç e r k e ş fc th e ra H a r e k r u ? 4 -T
4 '-e . ^ 7 4 i > l . ‘v fc?. 4 7 t , 4 7 i , Ç e T k r s V ’Â î n v ' . 7 7 . 5 * 7
B a k le y 8 2 493, W . 523, 531. 533 334, 53\ Ç e r k e ş le r ( r e v a Ç > rk c/ 0 3 1 . 6\
B u lg a r m e s e le s i 5 8 0 5 3 7 ,3 3 8 3 4 4 .5 5 i 3 6 8 .5 5 9 .3 6 0 220. 774
B u Jg a n sL m 3 8 5 6 1 .3 6 2 5 6 5 . 5 6 7 . 3 7 2 ,5 7 4 . 3 ?Ş. Ç e r i :t a n . C P r ; w ' N u r ; ’, Z C
fulgvr.u 2Yi 5 7 ^ ,V # Î . 5 9 4 v t ü v .k a y a . Al i 3 4
fr .r g ıh d . 744 C H P H a lk H j tip le r : T ? $ k ıU n A Ç ,^ c 3 ‘>0
B u r ju v a ( a ) 5 7 . .5 ? . 6 8 , 7 1 , 1 0 Î . C ;lu t 7 4 8 Ç :£ t« 3 < ,a j'., I h r a h n n H ı J r u 1 » ?48
162. 164 1 6 5 .1 6 8 .1 9 3 .2 5 1 , C tir e 1 ’ır.K 1 3 6 . 4 f » Ç t U l u . A h m e t N a tır . 4 * 4
7 - 5 2 .2 8 2 , 7 8 8 . 3 8 i 4 0 6 , 4 7 0 , C « *s e w te 31 C «w f ,V w t 574
475 4 7 - . -*8 4 , 4 « 6 . 4 8 7 . J 0 8 C c< a 0 -o^a 2 e « rd : r f ^ n v y i n ' 1 6 2 Ç ı f t y iy ı T o p r a k l a n d ı r m a K a n u n u
4 9 0 .4 9 1 .4 0 2 4 9 1 . 4 9 6 .4 9 7 C rlie g r D c F r a m c 5 3 266, 303, 324
52 2 , 5 *8 . 531. 553. 563 t > r r ,:e , A u g u v te 3 i , 3 4 , 3 7 . 5 4 , İC -4 Ç ille r , i i n s e 1 7 i
3 « r j« v a d e v r a n ı 4 g ı 2 0 3 .3 1 4 ,1 5 1 .3 5 2 / 3 9 2 Ç : n H * ’- k O u n h t i n y c * ı 1 3 . 4 1 0
DİZİM
Ç in 2 4 1 . 2 4 2 , 3 7 5 , 3 9 7 , 4 6 3 . 4 8 1 , D e r s i m İ s y a n ı / O la y ı / H a r e k a tı D iv a n ş i i r i 4 0 7
403 (1 9 3 7 ) 2 2 5 .2 3 1 ,5 3 2 D i p r b a k ı r 3 4 , \ 13
Ç in lile r 4 4 3 D e r v iş , K e m a l 2 9 6 D o g m a tik le ş tir ilm e 5 9 2
Ç o c u k l a r a S a ğ l ı k Ö ğ ü tl e r i 2 8 1 D e r v iş , S u a t 4 4 4 D o ğ a n , G û rk e m 5 0 1
Ç o ğ u lc u lu k 5 9 3 D e sca rte s (R e n e ) 4 2 D o ğ r u Y o l P a r ii& i ( a y r , b k z , D Y P )
Ç o k k a d ın la e v lilik 2 2 3 D e u ts c h e O rie n t B a n k 5 4 6 171
Ç o k p a r d l i r e j i m 4D D e v le t f e m i n i z m i 3 3 2 D o g r ıı Y o l 3 4
Ç o r l u R ü ş tiy e s i 2 3 8 D e v le t k o n s e r v a tu a r ı 3 3 4 D o ğ u A fr ik a 3 6 0
Ç o rlu 2 3 9 , 2 3 9 D e v le t O p e r a v e B a le s i 3 3 4 D o ğ u A v ru p a 1 5 8 , 2 0 5 , 3 0 4
Ç ö r ç i U z m L3 D e v le l s o s y a l i z m i 2 5 4 D o ğ u B lu k u 5 2 4
Ç u E n Lay 2 4 5 , 4 1 0 D e v ]e i tiy a tr o s u 3 3 4 D o ğ u E m e k ç ile r i K o m ü n is t Ü n iv e i'
Ç u lc u , S a a d e ttin 4 4 2 D e v le t 1 7 , 1 9 , 1 9 , 2 1 , 2 2 , 2 3 , 2 4 , 2 5 , s ile s i 2 5 )
Ç Y D D (Ç a ğ d a ş Y a ş a m ı D e s te k le m e 2 6 ,3 1 , 3 4 , 4 2 , 4 5 ,4 8 , 5 0 , 5 6 . 5 8 , D o ğ u P o litik a s ı ( L .G e o r g e ) 3 1 9
D e r n e ğ i) 5 8 3 , 5 8 6 , 5 9 0 59, 6 0 , 62, 6 3 , 6 4 ,6 7 , 6 0 , 7 6 ,8 0 , D o ğ u to p lu m lu n 3 3 9
8 3 ,8 4 , 8 5 ,8 0 , 0 9 ,9 1 , 9 7 , 9 8 ,9 9 , D o g u -B a n ta r tış m a s ı 4 4 7
D 1 0 0 .1 0 1 , 1 0 2 ,1 0 7 ,1 0 6 ,1 2 2 ,1 2 6 ,
1 2 7 ,1 2 8 ,1 3 3 , 1 4 5 , 1 4 7 ,1 5 0 .1 5 1 ,
D o ğ u c u / İs la m c ı H a lk C e p h e s i 1 9 5
D okuz (9 ) U m de 275
D ada 4 1 0 1 5 7 ,1 6 1 ,1 6 3 , 1 7 2 , 1 7 3 ,1 7 3 ,1 7 6 , D o k u z İ ş ık d o k tr in i 5 3 0
D a n ış m a M e c lis i 5 7 8 1 8 6 ,1 8 9 ,1 9 1 , L 92, 1 9 5 , 2 0 0 , 2 02, D o lm a b - a h ç c ( S a r a y ) 1 4 9
D a r h e 2 Û V6 7 , 9 1 , 1 2 5 , 1 6 7 , H 5 9 v 2 0 5 ,2 0 8 ,2 0 9 ,2 1 1 , 2 i > ,2 1 5 ,2 2 0 v D o lm u ş ( D e r g i ) 5 1 2
1 8 3 , 1 9 3 .2 1 3 ,3 9 8 , 4 2 3 r 4 5 0 , 2 2 2 , 2 2 3 ,2 3 2 , 2 3 3 , 2 3 4 , 2 3 6 . 2 37, D o rla r 3 4 0
4 5 5 , 4 7 9 ,4 6 4 , 4 9 1 , 4 9 7 ,5 0 9 , 243, 246, 247, 251, 263, 265, 266, D ozy53
5 1 0 , 5 3 8 , 5 4 0 ,3 4 1 , 5 6 2 , 5G 3,
5 6 4 , 5 6 7 . 5 6 0 , 5 6 9 ,5 7 1 ,5 7 2 ,
273, 275, 282, 203, 206, 200, 291,
2 9 5 , 2 9 6 , 2 9 7 . 29 9 , 3 0 1 , 3 3 4 ,3 3 6 .
D ö n g ü s e 1 r e s to ra s y o n 5 3 4 , 5 3 8
D ö n ü ş ü m H a re k e ti 4 4 9
629
573, 576 3 4 4 , 3 4 5 ,3 4 6 ,3 5 6 ,3 5 7 , 3 6 3 , 3 6 5 , D P ( D e m o k r a t P a r ti) 6 6 , 8 9 . 1 0 5 ,
D a rü lfü n u n 3 0 , 6 4 , 9 5 , 1 0 2 , 2 0 2 . 3 0 6 , 3 6 7 , 3 6 9 ,4 0 6 ,4 3 4 , 4 4 3 ,4 4 7 , 124 , 125 , 132, 1 53, 1 61, 162,
2 1 4 ,3 5 6 , 3 7 1 ,3 7 3 , 3 8 3 4 6 1 , 4 6 4 ,1 7 0 .4 7 3 .4 7 4 , 4 7 5 , 4 7 6 , 1 6 3 , 1 6 6 , 1 6 7 .1 6 0 , 1 6 9 .1 8 0 ,
D a r v i n Is ı 1 5 4 , 3 4 6 4 8 1.4 8 2 , 4 B 3 ,4 8 4 ,4 8 7 , 4 9 0 , 4 9 3 . 2 0 7 ,4 0 6 ,4 2 0 . 449, 45 2 , 453,
D a r w in L z m 5 3 , 5 4 494, 502, 504, 510. 532, 534, 337, 5 0 6 , 5 1 2 ,1 3 1 ,5 3 2 , 5 3 4 , 5 3 6 ,
D ıis K a p ı tu l 2 1 6 > 5 4 0 , 5 4 1 , 5 4 2 , 5 4 4 ,5 5 8 , 5 5 9 , S 6 0 , 5'K>, 5 'H -, 5 4 6 , 5 4 0 , 5 5 0 , 5 5 2 ,
D avaz, Su ad 1 0 5 5 6 1 ,5 6 6 , 5 6 7 , 5 6 9 . 3 7 0 ,5 7 1 , 3 7 3 , 5 5 4 , 5 5 6 ,5 5 7 , 5 6 1 ,5 6 2 , 5 6 3 ,
D avos 4 3 4 , 4 3 5 5 7 4 , 5 7 9 , 5 0 4 , 5 6 5 , 5 8 7 .5 9 8 , 5 9 0 , 5 6 5 , 5 6 7 ,5 6 8 , 5 74
D a y a n ış m a c ılık 2 5 4 5 9 8 ,5 9 9 D P T ( D e v le t P la n la m a T e ş k i la tı)
D e F o e , D iiı ı le ] 8 2 D e v le tç ilik 2 0 , 3 8 , 4 4 , 5 9 , 7 6 , 8 0 , 4 9 7 , 5 4 1 , 571
D e G a u llc , C h a r le s 1 3 1 03, 104, 1 09, 110, 1 29, 130, D S ? (D e m o k r a tik S o l P a r li) 4 5 9
D e C a u lle c L ilü k 13 1 3 2 , 1 3 3 ,2 1 7 , 2 2 3 ,2 5 3 . 2 6 2 , D T C F ( D i l v c T a r ilı-C o ğ r a fy a
D ebu s, E s th c r 4 5 2 6 3 , 2 8 2 , 2 9 9 , 3 0 5 ,3 1 6 . 33 1 , F a k ü lte s i /A n k a r a ) 3 5 3 , 3 5 B ,
D eb u ssy 3 9 2 3 8 4 , 3 0 5 ,4 3 0 , 4 3 9 , 4 4 1 .4 4 9 , 3 6 0 ,3 6 1 ,3 6 2 , 3 6 6 ,5 0 6 , 54 1 ,
D ed e K orku t 4 3 3 4 6 3 , 4 6 6 ,4 7 3 , 4 7 4 ,4 7 8 , 47 9 , 578
D e fn e , Z e k i Ö m e r 4 0 9 48 0 , 4 0 4 r4 94, 499, 5 3 İ. 548, D u çe (lik ) 1 3 3 .1 4 5
D e m ir a y , T . 4 4 2 , 4 4 3 556, 592r649 D u g u it, L c o n 2 5 7
D e m ir e I, A lım c ı 1 2 4 , 5 9 9 D e v le t e t a p a r k k 5 8 B D u m lu p m a r B ü y ü k M e y d a n
D e m ir c i, S ü le y m a n 1 5 6 , 1 7 1 , 4 5 8 , D e v le t le r a r a s ı H a k 2 1 5 M u h a reb esi 3 2 1 ,3 4 2
4 6 3 . 4 0 3 ,4 8 7 ,5 7 3 D e v lc tliic ş iir ilm c s i 5 7 0 D u ra k la m a D o n e m i 4 4 1
D e m ir y o lu / D e m ir y o lla rı 2 9 9 , 4 9 4 , D e v r im 1 6 6 , 1 6 7 , 4 7 8 , 4 8 2 , 4 9 7 D u r k h e lm , E m i le 3 1 , 3 4 . 5 3 , 5 4 .
524 D e v rilir Ü ; r r i n c 1 6 7 1 0 4 ,1 4 8 ,2 0 3 ,2 7 4 ,2 8 2 ,3 5 2 ,
D em ok rasi 2 3 , 3 1 ,6 8 . 6 9 , 0 9 ,9 1 , D e v rim 2 2 , 3 8 , 5 1 , 1 1 4 , 1 2 9 , 1 3 9 , 3 7 7 , 3 8 5 ,3 9 2
9 7 .9 9 ,1 0 1 ,1 0 6 ,1 1 0 ,1 3 9 .1 4 2 , 1 4 2 , 1 4 3 .1 6 4 , 1 6 3 ,1 6 7 , 1 9 7 , D u rk h e im c i 1 4 8
14 3 , 1 5 3 .1 5 4 , 1 5 8 , 1 6 0 ,1 6 3 , 1 9 0 , 2 0 6 . 2 0 8 , 2 0 9 .2 1 7 , 2 1 9 . D u v a rı mÜ stü n de İd T il k i 5 1 3
16 4 , 1 6 9 . 1 7 1 . 1 7 2 , 1 7 3 ,2 1 7 , 2 4 0 , 2 4 5 , 2 4 9 ,2 5 0 , 2 5 2 , 25 3 . D u v e rg e r. M a u r ic e 1 6 7 , 3 2 2 , 5 6 9
223, 2 72. 356, 35 7 , 38 4 , 305, 2 8 5 , 2 8 8 .3 1 9 ,3 2 0 .3 2 1 ,3 2 2 , D ü ııh ilİe rirc R o ııu m ı 4 2 9
3 8 6 , 3 8 9 ,4 3 9 ,4 5 0 , 4 6 0 , 4 6 1, 3 4 2 ,3 4 2 . 3 4 5 ,3 5 2 ,3 9 0 , 4 2 7 , D ü n y a d e ğ i ş t i r m e p r o je s i 3 1 4
462, 476, 492, 493, 497, 498, 4 3 2 , 4 3 8 . 4 4 0 , 4 4 2 ,4 4 6 , 4 4 9 , D ünya 6 5 , 4 4 1
5 0 5 ,5 0 8 ,5 1 4 ,5 1 9 ,5 2 0 , 5 2 1 , 4 5 0 , 4 5 1 ,4 5 3 ,4 5 4 ,4 5 6 , 4 6 7 , D ü rr iz â d e 5 1 9
5 2 5 ,5 3 3 , 5 3 6 ,5 3 8 ,5 5 2 , 5 5 8 , 4 7 6 .4 8 3 , 4 8 6 ,4 0 8 , 4 9 1 , 4 9 3 , D flŞ L in ü y u n ıııı 5 13
562, 566, 370. 575, 586, 503, 5 0 9 .5 1 5 .5 1 7 ,5 1 8 , 520, 521, D ü v e l- 1 M u a z z a m a 4 0 9 , 5 2 5
5 0 9 ,5 9 5 , 5 9 6 , 5 9 7 .5 9 8 , 6 0 0 5 59. 561. 56 8 . 506, 590, 594, D ü y ü n -u U m u m iy e 2 4 7
D e n tu lir tü 5 1 0 597. 590, 599 D ü z e n in Y a k m c d u ş m u s ı 1 9 5
D e m o k r a t P a rti (a y r . b k z . D P ) 2 0 , D e v r im c i K e m a liz m G r u b u 1 8 3 D Y P (D o ğ ru Y o l P a r tis i) 1 7 1 , 5 1 0 ,
5 9 ,6 0 , B9, 9 4 , 1 1 7 . 137, 10 0 , D e v r im c ilik 1 1 8 , 4 8 0 5 1 1 .5 7 6
208, 242, 266, 203, 289, 305, D ış T ü r k l e r 2 2 8
3 0 6 , 3 0 0 ,3 0 9 ,3 1 2 .4 0 6 ,4 4 0 , D tJrrn rıı V ı J J ı s ı 4 2 7
4 4 9 , 4 9 7 ,5 0 7 , 5 0 9 ,5 4 9 , 551 D ik ta tö r lü k 1 3 9 , 1 9 3 , 5 3 6
E
D e m o k r a lik S o l P a r li ( D S P ) 4 5 9 D il ve T a r i h C o ğ r a f y a F a k ü l t e s i K bedl Ş e f 2 6 , 3 8 , 6 1 , 1 1 3 , 1 1 9 , 1 2 3 ,
D e m o k r a tik le ş m e 9Ö , 1 0 1 , 1 0 9 , l l l , (D T C F ) 3 5 3 , 5 6 0 1 3 0 , 132, 135, 137, 153
1 9 3 .4 6 3 ,4 7 6 , 5 0 2 , 5 3 5 ,5 5 1 , D ıliç a r , A gü p 3 6 3 , 3 6 4 . 3 6 5 E b e rt, C a ri 5 2 7
56 0 , 392, 593, 5 97. 593, 599 D ilin T û r k le ş i ir ilm e s i 2 2 8 , Z 2 9 E c e v iı, B ü le n t 8 1 , 1 3 3 , 2 9 6 , 4 5 3 ,
D e n il , Ü m it 1 4 3 D in v c D e v le t 2 0 8 4 5 5 , 4 5 6 , 4 5 6 , 4 6 0 , 4 6 1 ,4 6 2 ,
D e p e n d e n c ia ( B a ğ ım lıl ık ) O k u lu D in T o k M ü Ji v e t Vctrv U m i m D in im 4 6 3 ,5 1 0 , 5 3 7 , 5 3 9 , 5 7 0 ,5 8 4
470 C c ı ıi jı ı T r irk fr tğ jin ıc iıir H 8 E c e v iı, F a h r i 4 5 8
D e p o litız a s y o n 5 9 1 D in Y o ) m (.D e r g i) 2 0 5 E c e v i ı , M az) l 4 5 0
D e re n , S a b ih a 4 4 1 D in a m o , H a ş a n iz z e ttin 4 0 9 E c e v iı, R a h ş a n 4 5 0
D e rin D e v lc l 5 1 2 D in s e lle ş m e 2 0 8 E c t a r m ü J i î a K u jııJş r n a ld r 3 9 7
D e rs a n , K a z ım Ş in a s i 6 4 , 1 0 4 D iv a n c d c b i y a l ı 3 9 8 . 4 3 9 , 4 9 1 E c o lc L i t r e d e s S c i e n c e s P cd itirp ıe s 5 3
DİZİN
4 6 2 , 4 6 7 , -1 7 0 . 4 7 L , 4 7 9 , 4 3 3 . Is lâ m ö n c e s i 3 4 5 İz m ir M û d a fa a -f H u k u k C e m iy e ti
4 8 6 , 4 $ 8 , 4 9 6 , 49B, 5 0 2 , 5 0 8 , İ s l â m R e f o r m a s y c m u P r o je s i 9 4 , 9 5 547
5 1 2 ,5 1 3 .5 1 6 ,5 1 7 ,5 1 8 ,5 1 9 , Is lâ m 2 2 , 3 1 , 4 2 , 4 6 , 4 7 , 4 9 , 5 0 , 5 3 , İz m ir M ü d a fa a -i H u k u k -u O s m a n iy e
5 2 0 , 5 2 6 . 5 3 1 ,5 3 3 , 5 3 5 ,5 4 2 , 5 8 ,7 0 , 7 2 ,8 6 ,8 7 , 8 9 ,9 1 , 9 + .9 6 . C e m iy e ti 8 0
547, 551, 552, 556, 557, 563, 1 4 6 ,1 1 7 , 14 0 , 1 5 0 ,1 5 2 , 1 6 3 , İz m ir S u ik a s tı ( 1 9 2 6 ) 1 3 6 , 1 + 2 , 2 3 9
5 6 5 , 5 6 7 ,5 8 8 , 5 0 9 ,3 9 3 1 6 6 , 1 7 4 , 1 9 0 ,2 0 4 , 2 0 6 , 2 0 8 , İz m ir 8 0 , 1 1 3 , 1 2 6 . 1 4 2 , 2 1 4 , 2 2 0 ,
H a k i y e V a k ü L tcsi 9 4 2 0 9 , 2 1 2 ,2 1 9 ,2 2 1 ,2 1 3 ,1 2 4 , 1 6 0 ,2 7 4 ,1 7 6 ,3 2 1 ,4 3 0 , 4 6 8 ,
I Ic r i. C e la l N u r i 1 9 8 , 2 0 4 , 2 0 0 , 4 4 1 , 2 2 7 , 2 2 0 , 2 4 3 , 3 4 0 , 3 8 4 ,3 0 6 , 4 93, 502, 54 6 , 564
524 3 8 8 ,3 8 9 , 4 2 2 , 4 2 3 , 4 0 4 , 4 8 5 , İ z m i r 'i n İ ş g a li ( 1 9 1 9 ) 2 1 4
ile r ic ilik 4 5 3 4 9 4 ,5 1 1 ,5 1 4 , 5 3 3 . 5 4 2 , 5 4 5 . lz u la s y a n iz tn 4 0 , 4 ]
lle r ie m c c ih k 1 0 3 , 1 0 4 , 5 3 2 , 5 5 0 5 7 1 ,5 9 4 ,5 9 9 1e z e t, M e h m e t 3 5 0
İ l h a n , A t t ilâ 2 1 9 , 4 0 9 , 4 8 8 , 4 B 9 , ls L â m c l k a r e k e t l e r 3 3 1 İz z e l, S e la m l 4 3 7
4 9 0 , 4 9 1 , 4 9 2 , 4 9 3 , 4 9 5 ,3 1 0 , W âm cı 4 0 , 9 0 ,9 4 , 1 7 2 , 5 2 9
592 İs la m c ıla r 2 1 0 , 3 Ö 3 , 4 8 1 . 4 9 1 , 5 8 8
İ l h a n , S u a t 5 4 2 , 5 8 0 ', 5 B 2 İs la m c ılık 3 2, 9 8 , 1 9 7 , 2 0 4 , 2 0 5 , J
Ilo g lu , A li Ih s a n 2 5 0 2 2 2 , 2 4 7 . 2 4 9 , 3 3 2 .3 4 3 , 3 07 Ja k o b c n 1 8 , 2 2 , 9 6 .1 4 2 , 2 7 9 . 3 îö ,
İ m a m H a t ip O k u l l a r ı 5 2 4 İs lâ m î s e m b o liz m 5 0 542
İn a n , A fe t 2 0 2 , 2 2 0 , 2 2 1 , 2 2 2 , 2 2 3 , Is lâ m île ş n ıe 3 5 6 Ja k o b e n iz ııı 5 7 6
2 2 4 , 2 2 5 , 2 2 7 ,3 5 7 , 3 5 8 ,3 5 9 , İ s l â m iy e t ( a v r , b k z I s l â m ) 2 0 2 , 2 0 4 . Ja lc e (Y a z a r) 1 6 6
3 6 1 ,3 6 2 ,3 6 5 , 6 5 5 3 2 0 ,3 4 0 J a p o n G ü lü 5 1 3
in a n ç 6 7 İs lâ m la ş m a 3 5 Je ru n tö k ra s i 4 6 3
In d o -G ^ r m e n iz ır . 1 6 5 İ s m a i l S a fa R e y 5 2 3 , 5 2 4 Jo h n -A n to ru a Jim n a s tiğ i 2 7 6
632 İn g iliz D e v rim i 6 3 İs m e t P a ş a (a y r, b k z . İn ö n ü . İs m e t) Jû m ü r k b ilim c iliğ i 1 0 0
-------------------- In g iliz M a n d a s ı 5 6 3 8 0 , 147, 160, 3 0 3 , 305, 3 0 6 . 398, Jö n tü r k h a re k e ti 4 5 .9 1
İn g iliz c e 2 2 9 , 3 3 9 , 4 6 8 5 0 2 . 5 0 4 ,5 2 6 ,5 6 5 jö n c û r k k r 4 5 , + 6 ,4 0 , 5 1 , 5 2 , 5 3 , 5 4 .
lu g U iz to 1 0 2 , X 4 7 , 2 4 S , 3 5 7 (o p ıtv y a ( 3 5 , 4 6 3 7 6 ,2 4 7 ,1 7 3 ,3 1 8 ,4 3 0 ,5 1 6
İn g ilte r e 1 3 , 1 0 6 , 2 2 3 , 2 3 5 , 2 5 3 , İs r a il 9 3 J ö m ı i r M e r i n 5rya.«f F i k i r l e r i 4 4
3 0 4 , 3 3 0 , 3 9 0 ,4 9 2 , 4 9 8 , 4 9 9 , İsta n b u l h ü k ü m e ti 5 1 8 , 5 1 9 Jö n tü r k lû k 3 1 7
5 0 4 ,5 2 7 İs ta n b u l L is e s i 3 3 3
İn k jlc r b jıı F e ls e f e s i 2 0 1 İsta n b u l se rm a y e s i 4 0
I n h il û p D e r i l e r i N o f b ir i 2 6 0 is t im b u l Ü n i v e r s i t e s i T a r i h K ü r s ü s ü
K
in k ıl â p d e r s le r i 5 8 , 6 5 2 50 K a b a k lı, A h m e t 4 0 9
İn k ıla p ş u u r u 6L İs ta n b u l Ü n iv e rs ite s i 1 2 1 , 2 + 9 , 3 2 + , K a h il 2 4 0 , 2 4 1
İ n k ı l â p l ’a r i h i 1 4 4 3 3 8 , 3 5 6 ,3 8 2 , 3 9 3 , 4 0 1 , 45 3 , K â b u ia j K a n u n u 2 6 3
b ıf u lü p >-e K a d r o 4 7 2 4 6 5 ,5 1 2 , 5 6 4 .5 7 4 K a d ın 6 4
İn k ıla p 1 8 , 2 5 . 2 7 , 3 4 , 6 1 , 0 7 , 1 8 6 , İsta n b u l 4 6 , + 8 , 6 4 , 0 0 . 9 3 , J 0 2 , K a d ın H a k la n 2 2 0 , 2 2 S , 2 2 7 , 3 2 3 ,
1 9 8 , 201 r 2 0 3 , 3 5 0 ,3 5 3 , 4 3 5, 1 1 4 ,1 2 6 ,1 3 6 , 1 3 8 ,1 4 2 , 2 3 8 . 3 2 5 ,3 2 7 , 3 2 8 ,3 3 1 ,5 8 8
+ 37, 4 3 0 , 4 4 7 , 440, 4 6 8 , 4 6 9 , 2 3 9 , 2 4 2 , 2 4 0 ,2 7 6 , 3 2 7 , 3 6 0 , K a d ın ın S o s y a l H a y a tın ı A r a ş tırm a
4 7 i, + 78, 51 9 , 521, 522, 524, 3 9 6 , 4 0 9 ,4 2 9 ,4 3 0 , 4 4 5 ,4 4 6 , v e in c e le m e D e m e ğ i 3 3 2
5 2 S , 5 1 6 , 5 4 7 ,5 5 1 .5 5 8 , 597 4 47, 450, 45 8 , 465, 4 88. 502, K a d ıt ıııt S ta tü s ü v e S o r u n la r ı G e d
lt t k J A p ç ü ık .îa ,4 4 ,4 5 ,5 L ,5 9 , 7 6 , 5 0 3 .5 0 7 ,5 1 8 ,5 1 9 ,5 2 3 M û d ü r l u g i i (K S S C tM ) 3 3 1
8 7 .8 0 , 1 1 3 , 3 7 6 ,4 4 7 İ s t a n b u l'u n J ç Y tU ü 4 + 6 K a d ı n Itır H a lk F ı r k a s ı 3 2 7
in k ıla p la r 1 5 0 , 4 0 5 , 4 3 3 İ s t a n b u l 'u n [ş g n ii ( 1 6 M a r t 1 9 2 0 ) K a d ı n l a r 1 1 9 , 2 2 + , 2 2 5 , 2 2 ? . .1. ? 7 ,
İn ö n ü C u m h u r iy e ti 5 2 6 , 5 2 7 , 5 2 8 4ESC 322, 503
V ncrtfû i c j t t l l i 3 6 ' j ls tâ n k ö y 6 0 K a d ı n l a r a K n r jı H t r T ü r l ü
İ n ö n ü S a v a t l a n 1 ,1 1 / Z a f e r i ( 1 9 2 1 ) İs tik la l M a h k e m e le r i 9 2 , 1 4 3 . 2 3 9 , A y r ım c ı lı ğ ı n D i l e n m e s i S û îJe ş m c s e
6 4 .1 2 7 5 0 3 , 5 5 1 ,5 9 d fC I E P A W ) 3 3 1
İn ö n ü , is m e t 2 6 , 5 8 , 6 0 , 6 1 , 8 1 , 8 2 , İs tik la l Sa v a şı t H a rb i (a y r , b k z . K a d ın la n Ç a lış tır m a C e m i y d - i
8 9 ,1 2 3 , 1 2 4 .1 2 5 ,1 2 6 ,1 2 7 ,1 2 8 , K u r tu lu ş Sav aş») 2 3 5 , 2 3 7 , 2 + 3 , fs lü o ü y e s i 3 2 4
1 2 9 , 1 3 0 , 1 3 1 ,1 3 2 , 1 3 3 , 1 3 6 , 547 K ad ro 1 4 7 , ] 6 3 , > 1 9 . 2 4 5 , > 5 0 . 2 5 2 ,
1 37, 1 52. 153, 161, 1 62, 168, h tis n a c ıltk 4 1 9 , 4 J 0 268, 425, 426. 438, 439, 440,
2 0 4 . 2 8 8 , 2 8 9 , 2 9 2 , 2 9 3 ,4 3 6 , İsv e ç 2 7 6 4 6 4 . 4 6 6 , + 6 7 ,4 6 9 , 4 7 0 , 4 7 1 .
1 4 1 .4 5 0 , 4 5 6 , 4 6 0 , 4 6 7 ,4 7 3 , İsv içre M e d e n i K a n u n u 3 2 6 4 7 3 ,4 7 4 ,4 7 5 ,4 7 6 ,1 7 7 , 4 7 8 ,
4 7 6 , 4 7 7 ,1 9 1 ,4 9 5 .4 9 6 ,5 2 7 , İsv içre 2 1 4 , 2 2 0 , 2 5 7 , 3 5 7 , 4 3 4 4 0 9 ,4 9 2 , 4 9 5 ,4 9 7 ,5 1 6
5 4 4 , 5 4 7 , 5 4 9 , 5 5 6 .5 6 0 , 5Ö 7, İs y a n G ü n l e r in d e A?fc 4 3 1 K a d r o lıa r c k e ti 2 5
5 9 2 ,6 4 9 İş ç i P a r iis i ( I n g iliz ) 5 4 0 K a d r o c u la r 2 1 y , 2 4 5 , 3 5 1 , 1 2 6 , 4 3 8 .
In û n ü c ü lü k 5 5 1 iş k e n c e le r 1 6 9 4 6 4 , 4 6 5 ,4 6 6 , 4 6 8 ,4 1 0 , 4 7 2 ,
i n s a n ve Y u r t t a ş H a k l a n B i l d i r i s i Ita ty u 3 8 , 6 0 , 6 6 . 8 0 , 1 1 3 , İ 3 5 , 1 4 5 , 4 7 3 . 4 7 5 ,4 7 6 , 4 7 0 , 5 92
317 2 3 5 ,2 3 9 ,2 4 9 , 2 5 7 , 2 5 9 , 2 6 4 . K a fa ta sç ı (lık ) 2 2 1 , 4 4 3
Ln&iüUU. k i l i s e s i S 4 2 7 9 ,4 3 9 K a (c s Q Ç j.u , I b r a h i m 4 2 3 , 5 7 9 - , 5 8 0
ln s e l. A h m e t 2 7 . 5 8 5 i t i l a f D e v le t le r 2 4 3 , 4 9 9 K a fk a s C e p h e s i 16 6
lo n ia 3 1 0 i t t i h a d ı A n a s ır 4 $ K a f k a s l â r ] 7H
İp e k ç i, A b d i L 3 3 , 5 6 2 Ic ı ih a l v e T e r a k k i T ı r k a s ı T O , 3 4 , 3 5 , K a h ir e 9 3
İr a m D e v r i m i (2 9 1 < y ) 5 4 5 1 1 ,4 7 , 48 , 206, m , 142, K c k o m o n i ı i r \ 4 3 , İ 1 1)
Ira n n o , 2 4 3 , 2 4 5 , 3 5 9 , 3 7 5 , 4 8 2 , 1 6 0 ,1 9 4 , 1 9 5 ,2 1 4 , 2 3 8 , 2 3 9 , K a in a t G ü z e lli k Y a r ış m a s ı 5 0 3
405 2 4 8 , 2 5 0 ,2 6 5 ,3 1 8 , 4 2 9 ,4 3 1 , K a l k ı n m a s t m i e ji s i 1 1 0
İr r c d c n tiz m 3 5 0 , 3 5 2 4 3 9 ,4 4 7 , 4B 3, + 85, 4 0 6 ,4 8 9 , K a lk ın m a c ı 5 1 1 , 5 İ 7
İr tic a 1 7 1 , 1 7 8 , 3 8 8 , 3 0 9 , 5 1 5 3 0 2 ,5 2 5 ,5 2 7 ,5 4 6 K a lk ın n iâ L ilık 1 1 8 . 2 3 3 , 4 8 3 . 5 9 2 ,
Isa (P e y g a m b e r) 1 + 9 ,3 4 2 İt tih a tç ıla r 5 0 , 3 2 514
I s a 'n ı n H a y a tr 5 3 İttih a tç ılık 4 3 5 , 5 3 2 , 5 4 6 , 5 6 7 , 5 9 6 K a lp a k s ız K u v v s c ıla r 5 8 7
İs k a n K a n u n u 2 3 1 fa a li] ı D iv a n ^ i jr i A n t o lo jis i 3 9 9 K a m a liz t n 1 2 8 , 1 4 9
I s k c U 5rmr'dJü 5 1 3 İ z m i r U m a c ı la r O d a s ı 4 ö î K anada 3 3 8
İs k e n d e r iy e 4 3 0 İz m ir İk tis a t K o n g re s i ( 1 9 2 3 ) 3 4 , K a n d ıra 4 5 2
I ş k ın ı d ü n y a s ı 1 9 9 , 2 4 1 2 1 4 ,2 1 6 , 2 3 6 , 2 5 9 ,5 2 2 , 5 2 3 K a ııJiy u r i 3 2 7
K a n ık , O r h a n V e li 4 0 9 , 4 1 0 K ılıp a d e H a k k ı 1 9 7 ,1 9 8 3 4 3 , 3 5 4 , 4 0 2 ,4 4 5 , 4 5 3 ,5 0 2 ,
K a n o n (E d e b i) 3 9 7 . 4 2 5 , 4 2 9 , 4 3 6 . K ılık K ıy a fe t K a n u n u 3 2 3 5 0 6 ,5 6 0
445, 446 K ır c a , C o ş k u n 5 3 4 , 5 3 5 , 5 3 6 , 5 3 8 . K ö y H e k im i 4 2 9
K an su , A ykut 2 5 3 539, 574, 576, 577 K öy K anunu 299
K a m u , C e y h u n A lu F 4 0 9 4 1 B u (u k (D e r g i) 5 1 2 K ö y M e k t e p le r in d e B e d e n T e r b i y d i
K a n s u , Ş e v k e t A z iz 3 6 0 , 3 6 ö K ır m ız ı K o n a k 5 0 3 201
K a n t (Im ın a n u e l) 1 4 6 , 3 1 4 K jr z i o g l u , F a h r e t t i n 4 2 3 K ö y c ü le r C e m iy e ti 2 8 5 . 2 0 7 , 2 S 0 ,
K a n u n î ( , „ S u l u n S ü le y m a n / K ış la lı, A h m e t T a n e r 4 0 7 269.291.292, 293,294, 295
P a d işa h ) 3 7 L K ıy a fe t d e v rim i 3 2 0 K ö y c ü lü k 6 1 , 1 1 3 , L1 6 , 2 6 6 , 2 7 0 ,
K aoK l 318 K ız ıl E lm a 3 3 , 3 9 2 283, 204, 283, 267, 286, 290,
K a p ita lis t 1 6 4 . 1 6 8 , 1 7 5 , 3 0 9 K ız ıl 7 ng 4 4 2 , 4 4 3 2 9 3 . 2 9 4 , 2 9 5 , 2 9 6 ,4 4 4 ,4 4 5 ,
K a p i la L is t l e ş m e 1 6 6 , 2 5 5 K i li, S u n a 1 8 3 446. 506
K a p ita liz m 6 0 , 1 2 8 , 1 6 9 , 1 7 3 , 2 5 4 , K i lis e 2 2 . 5 2 K ö y lü lü k 5 2
256, 260r 264, 265, 273, 438, K im 1 6 2 K ö y m e n , M . A lta y 5 7 9
<H50, 4 6 7 , 4 7 0 , 4 7 2 , 4 7 3 , 4 7 4 , K im İl S u n g 13 K öy m cn , N ü srel K em al 2 6 9 , 2/ 0,
4 7 6 , 4 7 8 ,4 0 0 , 4 8 1 , 4 9 0 , 4 9 1 , K iş i k ü llü 1 4 4 2 0 6 .2 8 9 .2 9 2 , 2 95
4 9 2 , 4 9 5 ,4 9 0 ,5 6 0 K r ta in M u k a d d e s 1 4 9 K r u ş ç c v (N ik ita ) 1 3 5
K a p itü la s y o n la r 2 4 7 , 2 4 8 K le m m , G u s ta v 3 4 7 K 5SG M 331
K a p l a ıı , M c i n n e t 3 9 9 K o c a g ö ı , H a lil 4 0 9 K ü b a l ı, H ü s e y i n N a i l 5 6 4
K a r a b c k ir , K a z ım 5 0 , 1 2 7 , L 3 5 , 1 3 6 , K o ç a k , C e m il 1L9 K u ban , D oğan 4 2 2
2 3 6 ,3 8 8 ,5 5 5 K o ça k , O rh a n 3 7 0 K u m , B e k i r S t ık r 4 4 4
K a ra ca , N u ray 5 5 0 K o çu , R eşat E k re m 4 4 2 K u n ta y , M ith a t C e m a l 4 3 0
K a r a c a n , A li N a c i 6 4 , 1 0 4 K o lo n ile r 4 7 0 K u ta m la ş iır m a 5 3 0
K a r a c a o g la n 3 9 3 K o m in te r n p r o p a g a n d a s ı 4 6 4 , 4 7 6 K u ra n K u rsla rı 1 0 9
K aracasu , B an a 3 3 4 K o m in ic r n 2 5 1 . 2 5 2 , 4 6 5 K ü r ü n - ı K e r im 9 3
K a r a k u ıt, E sa t M a h m u t 4 3 7 , 4 4 3 K o m ita c ı 5 4 6 K u rtb e k , S e y fi 5 5 6
K a r a l , E n v e r Z iy a 4 2 3 , 5 6 4 , 5 7 9 K o m ita c ılık 1 9 4 K m tb ö k e , O k ta y 5 0 9
K a r a o s r n a tiD ^ ÎU , Y a k u p K a d r i 3 5 , K o m p rad o r 5 2 2 , 5 2 3 , 5 2 6 , 5 2 8 K u r tu lu ş S a v a ş ı 3 2 , 3 3 , 3 8 . 4 5 , 4 6 .
3 6 , 3 7 ,3 8 , 39 , 6 5 , 61 , 1 4 0 , 147, K o m ü n is t F ır k a s ı 5 4 7 9 1 , 1 1 5 ,1 2 7 , 1 3 9 , 14 1 , 1 4 2 , 1 4 3 ,
1 4 9 , 2 1 1 ,2 3 5 , 2 7 1 ,2 8 3 , 3 8 5 , K o m ü n iz m 3 4 , 6 7 , 6 3 , 1 0 3 , 1 0 4 , 1 4 7 , 1 6 0 , 1 6 7 , 2 1 4 ,2 1 3 .2 1 6 ,
3 9 2 , 3 9 3 , 4 2 5 ,4 2 7 , 4 2 6 ,4 2 9 , . 1 0 7 .2 1 1 ,2 1 7 ,2 3 9 ,2 4 2 ,2 4 3 , 2 2 7 , 2 3 5 , 2 3 6 , 2 3 7 ,3 0 3 . 32 7 ,
4 3 0 ,4 3 1 ,4 3 2 .4 3 3 ,4 3 4 ,4 3 5 , 2 4 5 ,2 8 8 , 2 9 3 , 3 5 6 , 4 3 7 , 4 4 3 , 4 2 7 ,4 2 0 , 466, 475, 477, 490,
4 3 6 ,4 3 8 , 4 4 0 , 4 4 1 ,4 4 6 ,'1 6 4 , 4 6 4 .4 6 0 ,5 3 5 , 5 3 7 , 5 4 0 , 55 3 , 4 9 1 ,5 0 2 ,5 1 2 , 5 4 3 , 5 6 3 , 5 68
4 6 5 ,4 7 6 , 4 7 7 , 4 7 8 ,6 7 1 575, 50L 59 5 , 599
K a r a ü m e r o g lu , M . A s ım 2 7 2 , 2 8 4 , K o m ü n iz m le M ü c a d e le ( E l K i t a b ı ) K u r u ç , B ils a y 2 9 8
2 06, 507 182 K u ru m la ş m a 3 4 4 . 5 3 4
K a ra y , R e fik H a lil 4 4 6 K o m ü n i z m l e m ü c a d e le 5 3 6 K u r u m s a lla ş m a 2 0 2 , 4 9 2 , 5 6 8 , 5 6 9 ,
K u rd u * 3 8 1 K o n g ar, E m re 3 4 ] 5 7 3 ,5 7 8 , 5 99
K arm a e k o n o m i 5 4 8 K o n g r e le r d ö n e m i 1 2 6 K u şad ası 2 1 4
K a rşı la ik lik 1 9 7 K o n v a n s iy o n m e c lis i 19 K u t a d k u h ilı g 2 0 b
K a r te z y e n 4 2 K onya 2 5 ,9 6 . 113 K u ta y , C e m a l 5 4 6 , 5 5 0
K a ta y a m a , Sen 4 6 5 K o o p e r a tifç ilik 2 6 5 , 2 6 6 K u ts a lla ş tır m a 1 4 8 , 1 4 9 , 1 5 1
K a t ı l m a O r t a k lım ı B e l g e s i 1 7 5 K o o p e r a tifle ş m e 4 7 8 K u tu p la şm a 1 0 7 , 5 3 1 , 5 4 0 , 5 4 5 , 5 4 8
K a to lik d ü n y a s ı 9 3 K o p c n g a h A B Z ir v e s i S o n u ç B e lg e s i K u iu p s a lb k 5 0 7
K a v a k Y e lle r i 4 4 7 158 K U T V Ü n iv e rs ite s i 4 6 5
K a v a k ç i, M crV e 3 8 9 , 4 6 2 K o p e n h a g K r ite r le r i 1 7 5 K ı ı v a y ı M r lJ iy f ( D e r g i ) 5 9 0
K a v r a m s a lla ş tır m a 5 8 1 K o m ita n , R e fik 5 5 1 K u v a y ı M it liy e 2 3 . 6 0 , 1 2 7 , 2 1 4 ,
K ay a. Ş ü k rü 8 0 , 8 J , 8 2 , 8 3 , 5 2 4 K o r a y , K e n a n H u lu s i 4 4 4 2 4 0 ,3 1 8 ,4 0 5 ,4 9 2 ,5 1 8 , 555,
K a y a l ı, K u r t u l u ş 5 3 8 K oray , M e b ru re 4 3 8 5 4 7 ,5 8 7
K a y seri 5 3 5 K o rt 105 K u v v e t l e r A y r ıh g ] 3 3
K a z a n K a te d ra li 9 5 K o rk m az, Z eyn ep 5 79 K u v v e tle r lîir iig l 19
K a z a n c ıg il, A li 2 3 5 K o r k u t A la 3 7 8 K u y aş, A hm et 2 4 7
K a z ım P aşa 1 6 0 K o r p o r a ü s t m illiy e tç ilik 3 2 7 , 3 2 8 K u y ta k , F ik r e t 5 6 5
K e ç e c i m d e iz z e t M o lla 3 7 1 K o r p o r a tiz m L 8 , 2 5 3 , 2 5 7 , 2 5 9 , 2 6 0 , K u z e y A m e rik a 1 0 2 , 3 4 6
K em al T a k ır 3 0 3 , 4 0 9 , 4 4 4 2 6 1 ,2 6 2 , 2 6 4 , 2 9 2 K u z e y Ir a k 1 7 1
K e m a l, M e r a m A b 4 4 2 K o ru tû rk , liıh r i 5 7 1 K u zey K ore 13
K r m a lc s m ( S u n a K i l i ) 1 0 3 K û s s ü m a , G u s ta v 3 4 7 K ü ç ü lt M e c m u a 5 3 3
K e m a l is i K a n o n 6 0 0 K o z a n o g l u , A b d u l l a h Z iy a 4 4 2 , 4 4 3 K ü ç ü k M e n d e re s (N e h ir ) 3 4 2
K c m iilis ıle r O r d u s u B ild ir is i 5 6 8 K o z m o p o lit 3 4 6 K ü çü k , Sam i 56ü , 5 6 7
K e m a li " m ( t s m e l G i r i t l i ) 1 8 3 K o z m o p o L ta n iım 5 7 K ü ç ü k , Y a lç ı n 1 6 7
K e m a liz m D o k t r in i ( B i l d i r i ) 1 0 1 K o z m o p o littim 2 3 , 2 0 9 , 3 7 7 , 3 9 6 K ü ç ü k a , N e c ip A li 2 6 9
K e m a liz m Jn k t iû b ın r n P r e n s ip le r i K ö k cr, L event 9 7 K ü ç ü k ü T T ic r, I d r ı s 1 9 5
3 5 0 ,3 5 1 ,3 5 6 K o k s a l, D u y g u 4 8 8 K flih o n i F n t f l l e r 4 2 9
K e n d in e ö z g û c û lü k 5 3 2 , 5 5 0 K ö k s a l, O s m a n 1 6 6 K û h û r - jU s i 1 4
K e m le ş m e 2 8 6 , 2 0 $ K ö p rü lü , F u a t 9 3 , ] 0 2 , 2 7 1 , 3 0 3 , K ü ltü r e l ç o ğ u l c u lu k 1 1 8
K enya 3 9 7 , 4 5 9 3 9 0 ,3 9 1 ,3 9 3 ,4 2 0 , 4 2 1 ,5 5 1 K ü l t ü r e l h o m o je n l i k 5 0
K e r im e N a d ir 4 3 8 K ö p rü lü z a d e F u a d (a y r , b k z . K ü ltü r s ö z le ş tir m e 5 2 7
K cV n cî 4 9 6 K ö p rü lü , F u a t ) 3 5 6 K üm e 546
K ıb r ıs B a r ış H a r e k a tı ( 1 9 7 4 ) 4 5 3 , K ö r fe z K r iz i 4 5 9 K ü r e s e lle ş m e 4 7 9 , 5 8 0
450 K ö rfe z S a v a şı 7 0 , 171 K ü rt h a re k e ti 5 9 3
K ıb r ıs m e s e le s i 1 0 5 , 4 4 3 , 4 6 2 K ö ş e d ö n m e c ilik 4 7 9 K ü r t is y a n la r ı 4 3 9
K ıb r ıs 1 8 4 , 3 3 8 , 4 5 9 . 4 9 0 K ö y E n s titü le r i 6 1 , 1 1 7 , 1 3 0 , 2 8 3 , K ü r t m e s e le s i / S u r u n u 9 8 , 3 8 7 , 4 6 1 ,
K ılıç A li 5 2 4 28 6 , 297, 28 6 , 269, 290, 292, 4 6 2 , 4 6 3 .4 8 6 , 4 9 8 , 5 1 1 , 5 1 3 , •>
K îliç e l, Y u s u f Ş e r if 3 7 3 29 3 , 294, 29 6 , 299, 30 3 . 304, ’ 548, 576, 577, 500, 504, 586, 597
D İ Z İ N
K ü r t m iü iy c E ç iU g i 1 5 7 , 1 7 S , L 7 8 , L o j a n A n ı l a ş m a s ı i B a r ış ı ( 1 9 2 3 ) 5 0 , M ekke 93
4 8 4 , 51 ö 1 2 7 , 1 4 2 , 2 2 9 , 2 3 0 , 2 5 1 .2 3 7 , M e le z lik 3 9 8
Köre *103)1 Cemiye» +4) 238, 240, 243, 487, 404, 4 9 9 , M e lih T a v u s 2 4 0
K ü rt te rö rü 1 7 6 595 M em et F u at 4 0 9
K ü rt 4 9 , 6 3 , 2 2 0 , 2 2 4 , 3 B 7 , 4 4 0 L y o n Ü n iv e rs ite s i 1 0 2 Menderes uıutkli. 309,3 LC
K ü rtçe 231 M en d eres, A d n an 6 1 ,1 5 3 , 3 0 8 , 3 4 0 .
K ü r tç ü le r 5 6 6
K iir ile r 7 W , 3 5 e , 3 8 7 , + 1 3 . 4 1 7 , 5 4 2
M 473, 507, 551, 556, 557, 564.
567.568
K ü tü p h a n e 5 8 0 M a c a r, E lç jn 1 6 2 M e n d e r e s 'in D r a m ı 4 7 3
M a d a n o ğ lu D a v a s ı 1 6 9 M e n e m e n (İz m ir ) + 8 8
M a d a r m g lu , C e m a l 1 6 6 M e n e m e n H a d is e s i 7 O la y ı L 1 3 , 3 6 9 ,
1 M ad em U SA ’ 525 504, 552
L ’a m t riu P e u p l e ( f i a l t a n P a l u ) 5 2 0 to a h ç u p y ju ı.E iy c a 5 8 8 M tıv ç r a e tu :w £ lu , iS u m ıp . 1 0 5
l/ A v -o a ir d e L p S a t e n c e ıtfr lin u n M a tım u d ( M e b u s ) 2 0 6 M c n e t n c » ] i ; a d c K ıfa ı H ey 9 3
G c lfû r g i) 5 3 M a h m u l İl (P a d iş a h ) 3 0 M e n -i M ü s k ira t K a n u n u 2 1 9
L a ç ta v , 9 1 M a h ş tT 4 4 7 M c n ıc ş e 8 0
L u c o s le , Y v e s 1 6 5 M a k a l, M a h m u t 4 2 2 , 5 0 7 M e r c a n İ d a d is i 6 4
L a f î i ı t e . I’i e r r c 5 2 , 5 3 , 5 4 M aked on ya 3 6 ,1 2 6 , 2 7 3 , 31 S, 5 2 6 M e r iç , C e m il 4 0 3
L a ik ç ilik 5 9 9 M abka. fa n 465 M erk ez Sag 5 7 2
L a ik le n m e 4 5 , 4 6 , 4 8 , 8 4 r 9 2 , 1 4 7 M a la t y a 1 1 3 , 1 3 2 M e r k e z iy e tç ilik 2 5 , 5 7
L a ik le ş tir ilm e 8 7 M a ll a r m e + 1 0 M e n , N u ray 197
L a jlc le ş lt r r p e 2 1 9 , 5 9 6 M a lta s ü r g ü n ü ( 1 9 2 0 ) 8 0 , 1 0 2 M e s le k 2 4 0 . 2 5 0 , 2 6 1
L ıtifd d f v e p t î c ü 3 8 7 , 3 8 8
634 M a lt a 3 4 . 8 0 , 8 2 . 3 8 0 M e ş r u i y e t 2 0 , 2 7 , 4 0 , 8 5 , & ftr 1 3 5 ,
L a iK U k 4 4 , 4 5 , 4 8 , 5 1 , 7 2 , 8 5 , 8 6 , 8 7 , M a lt t m c i 5 0 1 U f , 1 5 0 , 2 3 3 , 3 4 4 , 3 + 7 .3 4 $ ,
U Û , 118, J 29, 131, 132, 133, M a m a k A sk er] C e z a e v i 1 8 7 , 4 6 2 3 5 1 ,3 8 7 ,4 7 0 , 5 3 1 .5 3 3 , 5 4 0 ,
1 5 3 , 1 5 7 , 1 5 9 , 1 6 2 ,1 7 2 ,1 9 7 , M ango, A n d rv w 33 5 4 6 . 5 5 0 ,5 6 4 . 5 6 9 .5 9 2 ,5 9 4
1 9 8 ,1 9 9 ,2 0 2 , 2 0 3 , 2 0 i 2 0 5 , M a n is a 4 3 0 , 4 3 5 , 4 3 7 . 4 4 0 , 5 4 7 M e ş r u tiy e t 1 ( 1 8 7 6 ) 4 3 7
206, 207, 20 8 , 209, 224, 226, M a n p ile s c u , M ih a il 2 6 0 M e ş r u t iy e l İl ( 1 9 0 8 ) 4 4 , 9 5 , 9 6 , 1 4 7 ,
2 4 4 ,3 2 0 ,3 5 3 ,3 8 5 ,3 8 7 ,3 8 6 , M an T s e T ın ife 2 4 L , 5 2 L L6G , 1 9 5 , 1 9 7 , 1 9 8 , 1 9 9 , 2 0 2 ,
3 8 9 .4 3 7 , 4 4 9 , 4 6 1 ,4 6 2 ,4 7 9 , M a ccu tu k 2 9 3 , 2 9 6 2 0 7 , 2 0 8 ,2 1 0 . 2 4 8 , 2 5 0 . 2 7 4 ,
4 8 1 ,4 8 6 , 4 8 7 , 5 1 4 .5 1 5 , 52 8 , M a o lz m 1 3 2 8 5 , 3 0 0 , 3 1 8 .3 2 4 .3 0 5 ,4 2 9 ,
55Û , 5 6 6 ,5 6 5 , * 8 6 , 5 9 0 ,5 9 4 ,6 0 0 M aral 1 1 5 , 5 » 4 3 0 ,4 3 2 , 4 3 5 , 4 3 8 , + 4 1 , 44 8 ,
L a is iz m 6 8 , 3 4 5 , 4 6 0 , 5 5 0 M a r d in . Ş e n i 4 4 , 4 5 , 4 7 , 9 0 , 1 9 5 , 5 1 8 ,5 2 3
Land au , Ju c o b 4 5 3 3 2 ,4 6 1 M eşv eret (D e r g i) 4 6
L a tife H a n ım 5 2 6 M îL ijin a Ü E ş m e 5 7 4 M eşv eret 5 1 9
L a tin A m e rik a 1 7 4 , 1 9 3 , 2 4 0 , 2 7 2 , M a r k s iz m 1 4 , 3 6 , 3 6 . 6 2 , 1 6 3 , 1 6 5 , M e v ta n a 3 7 5 , 3 9 6 , 3 9 7
470 1 6 7 .1 8 3 ,1 8 5 * 2 3 2 ,2 9 6 ,3 1 3 , M e v (» p .z a d e R ^ lat 4 + 1
L a l in h a r f le r i 1 5 0 3 6 3 ,4 2 3 ,4 8 8 , 5 3 6 , 5 6 0 M ev k v t 147
L a tin c e 3 3 6 , 3 4 3 M a r s h n ll y a r d ım ı 4 9 6 M c v J id 1 4 7 , ] 4 9
Laı b3 S ta ra , K ar) 1 9 3 . 2 l b , 2 4 6 ,3 1 4 , 5 5 6 , M e z o p o ta m y a 3 4 5 , 3 3 9 , 3 6 0 , 3 6 2 ,
L a z ja r 2 2 0 598 494
Lc B o n . G u tta ve 5 1 , 5 3 , S 4 M u s o n la r 8 2 M G K 171, t7 2 , 175, 1 77. 178, 188,
L e K r m n lis m c ( K e m a liz m ) 5 0 M a s o n lu k 8 2 , 2 1 8 , 5 2 7 , 5 2 8 189, 1 9 0 ,3 3 2 ,5 4 1 .5 7 3 .5 7 3 ,
Le P a r ti itm e c e 2 6 0 M a tb u a t K a n u n u 5 6 0 5 7 6 ,5 7 7 . 5 0 5 ,5 8 8 . 684
L e P b y 254 v3 8 5 M a u t e y a lis ı U 9 , 1 4 6 , 1-17 MHP (MLlhyetçi lfoıeV.ei W tıisi)
Ijt S i e d e d a c r û r p o r a î û m e - 2 6 0 M a te ry a liz m 4 7 , 4 6 4 , + 7 7 4 5 8 , 4 3 9 '4 6 2 , 4 8 7 , 5 3 0
L e h o n ş e k e r le m e c is i 5 2 5 M a ıh ie z 8 2 M ıs ır 1 3 , 1 6 5 , 2 4 2 , 2 4 4 , 2 + 5 , 3 5 9 .
L eî o r t 5 6 8 M a v i A n a d o l u d ü ş ü n c e s i (.M av i 4 3 0 ,4 9 7
L c n ln J 3 5 , 2 5 1 , 2 5 2 , 4 6 5 , 4 7 0 , 4 7 1 A n a d o lu c ıılu k ) 3 3 4 , 3 3 5 , 3 3 5 , M id il li İ d a d is i 8 0
L e n in g ra d 9 5 3 3 6 , 3 3 7 ,3 4 1 .3 4 2 M ih rü n is a ila n ım 2 2 7
L e n in iz m 1 4 , 1 3 5 M a v i A ıu td o lu c u la r 3 3 5 , 3 4 2 , 3 4 3 M i t ı b a n d . R a Jp h 1 9 4 , 3 3 3 . 5 7 4
L e v -l!r u h I3 7 l M a z ıc ı, K u rş u n 5 5 5 M ilita n d e m o k r a s i 5 8 9
L ib e r a l s a £ 3 3 1 M B K . C ^yt- b k z . M i l l i f i i r l i k M ilu a p . la ik l ik , 2 2 +
U b cm l 5 3 ,9 5 ,1 4 5 ,1 6 1 ,1 6 2 ,2 1 7 , K o m ite s i) 16 6 , 5 6 6 , 5 6 7 M i l i ,J . S. 5 4 0
2 5 7 , 2 5 8 . 2 6 0 , 2 6 1 ,2 6 2 , 26 4 , M C (a y r - b k z . M illiy e tç i C e p h e ) 5 3 7 M il le t M e k t e p l e r i T e ş k i l a t ı 9 2
232.438, 510, 513,516, 522, M E>D ( a y r . t k i . M itti D e m o k r a tik M iN e d c r C e m i y e t i 1 0 4 , 1 0 5
528, 53 9 , 54 8 , 556, 569, 576, D c v fitn ) 5 1 3 M il li B i r l i k G r u b u 1 1 7
5 7 9 , 5 8 9 , 5 9 4 ,5 9 7 , 5 9 8 , 6 0 0 M e c e lle 3 9 7 , 4 0 0 M illî b ir lik K u ın ü e d (M B K ) 1 2 5 ,
L ib e r a liz m 1 3 , 1 4 , 3 4 , 8 8 , 1 0 6 , J 1 0 , M c c lîs -j M e b u sa n 5 0 , 3 2 1 , 5 0 2 , 5 4 7 1 3 2 ,4 4 9 , 5 5 4 ,5 6 4 , 5 6 5 , 5 6 6 ,
1 6 4 , 1 9 6 , 2 5 3 ,3 0 6 , 3 0 7 .3 1 3 , M e d e n i B ile r le r 6 3 , 1 4 3 , 2 2 2 , 2 2 5 568
3 1 4 * 4 3 8 ,4 5 4 ,4 7 4 * 4 8 4 ,4 8 7 , M edeni U 926) 22T, 323, M iU î D e v ris e 1 6 2 , 2 5 2 .
5 0 1 , 5 0 2 , 5 0 8 .5 1 0 , 5 1 5 ,5 1 6 . 3 2 3 ,3 2 0 . 3 3 1 ,3 3 2 322
5 3 2 , 5 4 8 , 5 5 0 , 5 6 0 ,5 6 8 , 566 M e d e n ile ş m e 1 9 8 , 3 5 4 M illî D e v r im c i K a lk ın m a Y o lu 1 6 9
L ib e r a lle ş m e 4 9 4 M e d e n iy e t B c g iş iir n ie 3 9 1 M if li E d e b i y a l a k jr n ı 3 7 2 , 4 3 0 , 4 3 6 ,
L ib y a 2 6 5 M e d e n i y e t ç i l i k -17, 2 2 2 , 2 2 3 439
U d y a lıla r 3 4 0 . 4 0 4 M e d r e s e le r 9 2 M lU î G ö r ü ş H a r e k e t i 2 3 3
L is e l c ş l i r r r ı c k 5 2 3 M ed ya 1 7 2 ,1 7 3 M illî G ü v e n lik K o n s e y i 2 2 7 , 4 5 8 ,
L is t 3 4 , 4 6 5 M ehdi 149 551
l-it u e 5 3 f e & h m u t A k if ( » y t . b k ı . E tarv y ... > Millî Güvenlik Kurulu(MGK) 20,
U u S h a o -C h i 4 6 5 32 165, 3 3 2 , 462, 573, 5 9 7
L ocke, Jo h n 5 4 0 M e h m e t C a v iı B e y ( a y r . b k z . C a v i ı M illî G ü v e n lik S iy a s e ti B e l g e s i ) 7 8
L tm A r a 3 4 6 , 5 4 0 B e y f TAaYryetf'O 5 2 B M ıÛ ] H a r s v e G a r p M e d e n i y e t )
L û d K in tc s s 3 3 , 5 2 7 M e h m e t İz z e t 2 4 9 , 3 7 1 . 3 7 2 S e n te z i 3 7 1 , 3 7 4
L o z a n (K e m ) 2 2 0 M eh m rt R z u f+ 4 7 U lfH U -,^-------
M il li İ n s a n 2 2 1 M o re , T h o ın a s 4 6 0
M il li İ s t i h b a r a t T c ş k l k c ı ( M İ T ) 5 5 7 M o r k a y a , B u r h a n C a h il 4 2 7 , 4 2 9
M it f l K u r t u l u ş C e p h e s i 1 6 4 M o& knva Ü n iv e rs ite s i 4 6 5
N
M illi K u r t u lu ş H a r e k e ti 4 6 8 , 4 6 9 , M o sk o v a Û 7 .6 8 , 6 9 , 9 5 , 2 5 1 ,2 5 2 , N a d i, N a d i r 5 0 1 , 5 ü 2 , 5 0 4 , 5 0 3 .
4 7 0 ,4 7 2 4 3 0 ,4 6 5 , 4 6 7 ,4 6 8 .4 7 7 , 5 06 5 0 7 , 5 0 8 .5 0 9 ,5 1 0 , 5 1 1 , 56 1 ,
M i f il K u r t u lu ş T a r i h i 1 6 9 M S P (a v r. b k z , M illi S e la m e t P a r tis i) 36> , 5 8 8
M il li M i s a k 2 1 1 , 2 1 2 , 2 1 7 , 2 L 8 , 2 2 ü , 460 ‘ N a d i, N n z im c 5 0 9
515 M u a s ır Jfjliv n i N iz tJtu l 2 6 1 N a d i, Y u n u s 3 4 , 1 0 4 , 2 0 6 , 3 2 1 , 3 5 1 ,
M il li M ü c a d e l e 4 9 , 5 0 , 5 9 , 6 4 , 6 5 , M u a s ır M e d e n iy e t 3 4 4 , 5 0 0 , 5 7 1 , 440. 502, 503, 304, 505, 509,
8 0 ,9 2 , 104, 1 2 4 , 1 2 6 , 1 2 7 , 128, 572 512, 524
1 3 0 ,1 4 2 ,1 4 3 ,1 4 6 , 2 0 5 , 21 7 , M u a s ır l a ş m a 3 1 , 3 2 , 3 4 , 3 5 N A FTA 4 9 8
2 1 9 , 2 2 0 ,2 2 2 , 2 2 9 , 2 3 2 . 23 9 , M u d a n y a g ö r ü ş m e le r i 1 2 7 N am az (Ih a d e t) 9 3 , 9 4
248, 2 49, 2 50. 268, 27 4 , 275, M u ğ la 8 0 N a m ık K e m a l 3 0 , 3 3 , 3 4 , 9 3 , 3 7 9 ,
283, 372, 427, 428, 436, 443. M u h a fa z a k a rla ş tn a 1 8 , 5 3 7 , 5 3 9 3 9 9 ,4 1 0 , 5 67
4 4 6 ,4 4 7 ,4 7 1 ,4 8 9 ,5 1 8 ,5 4 7 , M u h a f a z a k a r l ık 1 3 , 2 9 2 , 3 7 6 , 4 5 2 , N a ro d n ik i 5 2
5 5 8 . 6 DO 4 5 5 , 533, 534, 537, 53B. 540, N a ra d ıııiın 2 7 3
M illi 5 e b m e i P a r tili (M S P ) 9 0 , 4 5 0 , 5 4 1 ,5 4 2 , 5 7 1 ,5 7 3 , 5 7 5 , 5 7 6 N a s ı l K o n u ş m a lı ? 2 8 1
460 M u h a le fe t 5 9 , 6 1 , 9 7 , 1 1 9 , Î 2 4 , J3 Z , N a s ı r ( C e m a Î A Î J t f ü f ıV a s ır J J 3 , Î 6 7 ,
M i l l i s o s y o l o ji 3 5 0 1 3 6 , 1 3 7 ,1 4 2 ,1 4 3 , 1 5 3 , 1 6 1 , 245
M illi Ş e f 2 0 , 6 1 . 9 7 , 1 1 9 , 1 2 1 , 1 2 3 , 219, 247, 264. 273, 278, 446, N a src d d in H o c a 3 7 9
130, 132, 135. 137, 149, 153, 4 4 7 , 4 58, 5 02, 5 0 3 ,5 (0 , 511, N A T O 4 1 ,1 5 0 , 1 6 1 .1 6 7 , 1 7 4 ,1 7 8 ,
1 6 1 .2 4 1 ,4 4 3 , S 0 5 .5 2 6 , 5 2 7 , 5 1 2 ,5 1 6 .5 3 5 , 5 4 0 ,5 4 6 , 5 4 7 , 24 5 , 49 7 , 540
544, 556, 567 5 5 2 ,5 5 6 , 5 5 7 , 5 6 8 , 5 86 N a y ir , Y a ş a r N a b i 3 9 0 , 3 9 2
M illile ş m e 2 0 8 M u h itim , l l a d t ı ı 5 2 4 N a z ım H ik m e t ( R a ıi) 1 6 2 , 4 0 9 , 4 2 8 .
M iU U c ş ilr t n e 1 4 8 , 2 0 9 , 2 9 9 M u h tır a 1 8 3 , 4 7 9 4 4 4 .4 6 5 ,4 6 8 , 4 6 0 , 5 01
M il liy e t 6 5 , 1 0 4 , 4 8 2 , 5 6 2 , 5 6 3 M u k t â d e r a t - t T a r ih iy e 1 9 8 N a z ı m H i k m e i 'i K u r t a r m a K o m i t e s i
M il liy e t N a ç a r l y d e r i ve M illi U aytar M u m c u , U gur 4 7 9 , 4 6 2 , 4 8 3 .4 6 4 , 488
249 4 6 5 ,4 8 7 , 511 N a z i A lm a n y a s ı 3 6 4
M illiy e tç i C e p h e (H ü k ü m e ti) 4 5 8 . M u s a (P e y g a m b e r) 1 4 9 N a il h a re k e ti 2 0 5
537 M u s s a lin i ( B e n i lo ) 3 8 . 5 3 , 1 3 5 , 1 4 1 , N a z i S o y k ır ım ı 3 4 0
M illiy e iç l D e m o k r a s i P a r tis i ( M D P ) 2'K > . 2 6 4 N azi 2 9 3 .4 6 6 ,5 0 1 , 5 0 9
572 M u s ta f a K e m a l P a ş a ( a y r . b k z , N a z ile 4 4 3
M it f jjttç iie n J e r tt e jl 5 3 2 A u tto k } 13. K 15 J 7 ,1 9 .2 5 . Nazîm400
M illiy e tç ilik 1 7 . 1 9 , 2 1 , 3 1 , 3 3 , 4 2 , 2 6 . 2 7 ,2 9 , 3 0 , 3 2 ,3 6 ,3 7 , 4 6 ,4 9 , N a z lım 3 6 , 6 0 , 6 1 , 2 4 3 , 2 9 2 , 4 4 3
4 4 ,4 5 .4 8 , 4 9 .5 0 ,5 1 ,5 3 , 5 4 ,6 2 , 5 0 , 5 1 , 5 2 ,6 7 , 6 0 , 6 9 , 7 6 ,7 7 , 104, N e M ıı iî u T ü r k ü m D îy e n e l 2 3 0
6 5 ,7 6 ,7 0 , “ 9 , 9 0 ,8 1 ,8 4 , 9 0 , 9 4 , 1 2 1 ,1 2 6 ,1 2 7 ,1 3 8 ,1 4 0 ,1 4 1 ,1 4 2 , N c b iz a d c H a m d ı 2 1 5 , 5 0 2
1 1 0 ,1 1 5 ,1 7 1 .1 8 8 , İ 9 7 , 1 9 8 ,2 0 5 , 1 4 3 ,( 4 4 ,1 4 5 ,1 4 6 , 1 4 7 ,1 4 8 , L49, N e c d e t , R a ir 4 3 7
2 1 0 , 2LL, 2 1 2 , 2 1 3 , >16, 2 1 8 , 2 1 9 , 1 5 0 ,1 5 1 , 1 5 2 , 1 5 4 , 1 6 0 ,1 6 2 , 1 98, N c c îp , F a z lı 4 2 9 , 4 + 2
2 2 0 ,2 2 1 ,2 2 4 , 2 2 6 , 2 2 7 , 2 2 8 , 2 2 9 , 2 0 0 , 2 0 3 , 204, 2 0 7 , 2 1 1 , 2 1 2 . 2 )4 , N e d im ( Ş a ir ) 3 7 2
2 3 0 , 23 2, 2 3 3 , 2 3 4 . 2 8 5 ,2 9 3 .3 1 6 , 2 1 8 ,2 1 9 ,2 2 0 ,2 2 2 , 2 3 5 , 2 3 6 , 2 3 7 , N e d im 6 4
3 3 4 , 3 3 5 ,3 3 7 , 3 3 9 .3 4 9 , 3 5 4 ,3 6 2 , 2 4 0 , 2 4 1 ,2 4 3 ,2 4 4 .2 6 8 , 2 8 1 ,2 9 9 , N c fl (Ş a ir ) 3 7 2
3 6 5 , 3 6 6 ,3 8 5 ,3 9 0 ,4 3 1 , 4 3 3 ,4 3 5 , 3 0 4 ,3 1 7 .3 1 6 ,3 1 9 .3 2 0 ,3 2 1 ,3 2 4 , N c h r u , Ja w a h a r la l 2 4 0 , 2 4 5
436, 455, 460, 461, 462, 463, 479, 3 2 7 .3 28, 3 5 4 , 3 8 5 , 3 9 1 ,4 2 7 , 4 2 9 , N e o - K e m a lL z m 5 0 4 , 5 8 5 , 5 8 8 , 5 0 9 ,
4 8 1 ,4 8 3 ,4 0 7 ,4 8 8 , 4 9 0 , 5 1 5 , 5 3 3 , 4 3 6 .4 3 7 ,4 4 0 , 4 4 6 , 4 6 3 ,4 7 7 ,4 8 0 , 590
5 3 7 , 5 3 3 ,5 4 3 ,5 5 1 ,5 7 1 , 5 7 6 .5 8 0 , 4 8 3 ,4 8 6 ,4 8 7 .4 9 1 , 4 9 2 , 5 1 0 , 5 )9 , N co -U b e ra ! 2 8 3 , 5K 5 , 5 8 7
5 8 1 , 5 8 2 , 5 8 5 ,5 8 7 ,5 9 4 5 2 0 ,5 2 1 , 5 2 2 ,5 2 5 , 5 2 7 ,5 2 0 ,5 3 ) , N e tı-lib e r d lİ2 in 5 0 6 , 5 8 7 , 5 9 0 , 5 9 1
M im a r S in a n Ü n iv e r s ite s i 3 8 2 5 4 4 ,5 4 7 ,5 4 7 , 5 8 8 , 5 9 3 ,5 9 6 N e s in , A z iz 4 2 2 , 5 0 8 . 5 6 1
M i t ı & r o ğ l u , llhittı 4 0 7 M u sia te K e m a l im g e s i ) 4 5 Neşatî 400
M ir a s 2 3 8 , 2 4 0 , 2 4 2 M u s u l ’a K e m a l k ü ltü . 3 5 3 N e w D e a l P o litik a c ı 4 6 8
M is a k -ı M il li 8 2 , 2 2 7 , 5 2 2 . 5 2 3 M u s ta / a K e m a l'in i u a t i 5 1 3 N e tv Y o r k 1 0 5
M is tis iz m 4 3 1 M u s ta fa N c c a ii 3 5 6 , 5 2 6 N e w ıo n ( ls a a c ) 3 7 9
M i l (M illi is t ih b a r a t T e ş k i la tı) 1 7 0 M u s ta fa S a b r ı E fe n d i (Ş e y h ü lis la m ) N e z ih e M u h i l l i n 3 2 7
M i t o l o ji 4 3 7 244 N ie iz a c h c ( E r e id r i c h ) 3 9 1
M K (D e rg i) 5 9 0 M u s ta fa S u p h i 2 5 1 , 4 9 3 N ig a r H a n ım 2 2 7
M o d e m iz ™ 1 7 3 , 5 3 0 , 5 7 0 M u s ta f a Ş c k i p 2 0 1 , 2 0 5 N iğ d e H a lk e v i 5 0 7
M o d e r n le ş m e 1 3 , 1 5 , 5 6 , 5 7 , 5 8 , 5 9 , M u s ta fa k e m a lp a ş a ( İlç e ) 1 6 2 N ih a l, Ş u k u fe 4 3 B
64-, 6 5 , 7 0 , 7 6 , 7 8 , 8 3 , 8 4 , 8 5 , 8 9 , M u t lu a v , R a u f 4 0 9 N ir v a n ü 4 3 0 , 4 3 3
9 0 , 9 7 ,9 9 ,1 0 0 , 1 0 1 ,1 0 2 , 1 0 3 , M ü b a d e le 4 8 7 , 4 0 0 , 5 4 7 N is a m -] A le m c i 1 9 5
K h , 1 0 6 ,1 0 7 , m, 156, 161 , M û d a la -ı H u k u k C e m iy e ti 4 3 6 . 5 1 6 N is a m -] C e d it 3 7 5
1 6 5 , 1 7 4 , 1 7 7 ,1 9 0 ,2 0 6 , 2 2 4 , M n d a fa ı H u k u k g r u b u 3 1 0 N iz ip 3 8 2
227, 242, 246, 250, 273, 285, M û d a fa i H u k u k çu 3 1 8 N a m c n k la r u r a 3 5 6
3 4 4 . 346 , 3 5 2 , 3 5 6 .4B 2, 4 8 7 , M ü l k iv e 5 3 3 N u h (P e y g a m b e r) 1 4 9
488, 489, 5 J4 r 51 5 , 530, 531, M ü s l ü m a n (1ar.) 2 3 , 3 2 , 4 7 , 4 8 . 5 0 . N u r J îû b a 4 3 1
5 4 3 , 5 4 4 , 551 3 2 , 6 4 , 0 6 . 8 9 , 1 6 6 , 1 9 0 .2 0 5 , N u tu k 1 7 , L 3 5 , 1 4 3 , 1 5 0 , 1 6 8 , 6 0 0 ,
M o d e r n le ş tir ilm e 5 1 2 0 7 , 2 1 0 ,2 1 1 , 2 1 9 , 2 2 6 , 2 3 6 , 641
M o d ü s V iv c c t d i 3 0 7 , 3 1 0 İ 4 İ , 2 4 4 ,2 4 5 , 2 4 6 .2 4 7 ,2 7 3 , N ü fu s M ü b a d e le s i (a y r. b k z ,
M o ğ o lis ta n 3 6 0 2 7 4 , 2 0 0 ,3 5 0 . 3 8 1 ,4 4 3 ,5 1 5 , M ü b a d e le ) 5 0
M o fe o ik r 3 3 8 , 4 0 3 571
M o n a rşi 1 3 9 M ü ş ta k il G ru p 13 1
M ü t a r e k e A y d ın ı 5 2 4
O
M o n d ro s M ü ta re k e si ( 1 9 1 8 ) 8 0 ,
126, 595 M ü ta re k e d o n e m i 6 4 , 1 2 6 ,1 3 0 , 1 4 0 , O fC d rü M İıfc ta B rz + 9 3
M o n tc sL | U ie u 3 3 249, 44 0 . 595 O D TÜ I (O rta d o ğ u T e k n ik Ü n iv e r
M o n tr ö B o ğ a z la r s ö z le ş m e s i ( 1 9 3 6 ) M ü z e c ilik 3 7 8 s ite s i) 5 3 6
105 M û ji g n ı D ili 2 B 1 O ğ u z la r 3 3 9
D İ Z İ »
O ta n , Sezai 5 6 6 O S ie n 3 6 5 P a r t a m e n l e r r e ji m 6 3
O k ta y , A lım c ı 4 0 7 O ıa n tlz m 5 2 9 P a r la m e n to c ııliık 5 6 5
O k y a n u s y a 3 -tĞ O io r ita r iz m 5 9 8 P a r tic ilik 2B 1
O k y a t, F « U t 3 L , 3 3 , e L , 1 2 7 , 1 4 3 , O to r ita b u n ^ U m ı 5 8 4 P ^ İ r d e v le if t t l.lH .Î Ş S
555 ü to r iiç r lc ş m e 5 9 6 P a r tiz a n ( lık ) 1 6 7 , 1 9 4 , 5 6 6
O lc a y tu , T u r h a n 1 6 4 , 1 B 5 O c o r lic r -m e r k u ıiy e tç ilik 6 1 P a s ifd tv r im 5B 5
O lim p iy a t O y u n la r ı 2 ? 7 O ın r U c r y a n iiin 2 6 , 5 3 , 5 4 , 9 7 , 5 2 9 P a ta g o n ia 5 İ 2
O lm u ş Ş e y l e r 2 8 1 O ıs u k a r c ı 4 4 3 P a ie rn a lis t 1 4 2 , 1 5 3 , 5 7 5 , 5 9 6
O n Ir'd jjı Jîc m ^ m t 4 2 0 31 Martta Yafmnrr Paratfgı 166 P a t e m a l i z ju 2 2 3 , 5 9 6
O n a r k u m is y o n u 5 b 7 Oy Hakkı 225 P a t r i m o n y a l d e v l e t a n l a y ış ı 2 ) , 2 2 ,
O n a r, S ld d lk S a m i 5 6 4 , 5 6 5 O Y A R ( O r d u Y a r d ım la ş m a 4 82, 4 83. 550
O n d ö n E er g ru b u 5 6 6 K u ru m u ) 175 P a tr ıy a r k a 2 2 7
O n g er, F a h ir 4 0 9 O ı a n s o y , H a lil F a h r i 4 3 8 F a x A m c r ic a n a 3 0 5
O n u n c u Y t! M a r ş t 1 5 4 , 3 9 2 P a y l a ş ı m S a v a ş ı M (ay ı\ b k z . İ k i n c i
O n u n c u Y rf N u ı k u 1 0 7 D tm y a S a v a ş ı) 4 4 3
O p o r tü n iz m 2 8 8 , 5 0 5
ö P a z a r e k o n o m is i 2 0
ö r b a y , H ü se y in R a u f 2 3 6 , 5 5 5 Ö e a la n , A b d u lla h 4 5 9 . 4 6 2 P e k e r, R ecep 3 4 . 5 0 , 5 9 . 6 0 , 6 1 , 6 2 ,
O rd u (II) 27B O g e l, B a h s e tti n 4 2 3 , 5 7 9 6 3 .8 1 ,1 1 3 , İ 17. 1 3 3 ,2 0 1 ,2 0 2 ,
O rd u 2 5 , 8 9 ,1 1 7 , 1 2 5 ,1 2 7 , i 4 2 . 6 g ı l n , S ü le y m a n S c y li 5 4 2 2 0 4 ,2 1 4 , 2 6 0 , 2 6 1 .2 6 0 , 27 7 ,
1 5 8 .1 6 0 , 1 6 6 , 1 6 7 ,1 6 0 , 1 7 3 , O je n i 3 4 0 , 3 5 8 , 3 6 5 2 9 3 , 3 0 5 ,4 6 5 . 4 7 6 , 5 0 6 ,5 5 0 .
175, 1 7 7 ,1 8 0 ,1 0 3 ,1 8 4 , 18 5 , Ö k te , D u r lıa n fttin 5 2 6 652
I B 6 ,1 8 0 ,1 9 0 ,1 9 1 ,3 8 9 , 4 4 4 , ö k t e m , İb r a h im 4 5 3 P e r id e C e la l 4 3 8
R e fa h P a r ü s i ( R P > 9 7 . 171 5 0 7 ,3 1 0 , 5 2 3 ,5 2 9 , 5 3 1 , 53 2 , M u a h e d e s i) 1 4 0 , 1 5 4 , 5 2 8
R c f a h y o l 1 7 1 , 1 7 2 , -159 5 3 3 ,5 4 2 , 5 4 5 , 5 5 4 , 5 7 1 , 5 7 6 , S e v r z o r la m a s ı 5 8 7
R e fe r a n d u m ( 1 9 8 7 ) 4 5 9 502 S e v u l t , İ s m a i l H a b ip 4 0 9
R e f c l P a ş a ( a y r . b k z . B e le . . . } l û ö Saglarıı, Haşan 5 79 Sezer, A h m et N ecd et 4 6 2 , 5 8 4
R e fo rm 1 8 , 3 B , 4 5 , 5 2 , 7 6 , 8 6 , 9 3 , S a ğ la m c ı, K a y h a n 5 0 9 S h a k e s p e a r r (W il)ia m ) 3 7 2
1 6 5 , 1 6 7 ,1 6 0 , 1 6 1 , 1 8 3 , 1 9 7 , S a Jd -l N u r s i 5 6 1 , 5 6 2 S H P (S o s y a l D e m o k r a t H a lk ç ı P a r ü )
2 0 2 , 2 0 3 . 2 0 4 ,2 1 5 ,2 2 2 , 2 3 5 , S a in t-Ju s tc 5 2 0 3 3 1 ,4 5 9 ,5 1 0
2 3 8 , 2 4 4 , 2 4 5 ,4 6 0 ,5 6 6 , 57 1 , S a iL H a l i m P a ş a 3 0 0 S ık ıy ö n e tim m a h k e m e le r i 5 9 6
590, 594, 596 S a k a , H aşan 1 0 5 S ık ıy ö n e tim 5 6 0
R e fo r m c u lu k 1 3 3 S ak ary a Sav aşı Z a f e r i 1 2 7 , 2 4 3 S ı n ı f A ç ış ı ru ia)i A c g e l iş m i j l i k 1 6 6
R e fo r m Ism 5 1 S a k ı n c a l ı P iy a d e 4 8 2 S u p la r 2 1 0
R e h b e r i M a a r ife ! M e k te b i 2 3 8 S a k la n b e r , A yşe 3 2 3 5 ila h lı K u v v e tle r B ir li# 5 6 6
R c h b e r -i T a lıs il R ü ş tiy e s i 6 4 5 a la ia r (D ik ta tö r? 2 6 4 S in ıır ıe r y e n le r 3 4 0
R e t c h 111 ( A l m a n y a ) 3 8 , 3 4 7 S a lta n a t 2 2 3 S in a n P a ş a 3 7 2
R e ji m - a s k e r b a ğ l a n t ı s ı 1 5 7 , 1 5 9 S a lta n a tın K a ld ır ılm a s ı 3 2 0 S in c a n (A n k a r a ) 5 0 5
R cn an , E m cst 5 3 , 5 4 , 3 4 9 S a m ip a ş a z a d c S e t a l 4 4 S i r M o s e ly 4 6 8
R e n d a , A h d u lh a lik 8 2 Sam su n 1 1 3 ,1 5 0 , 181 S ir e r , R e ş a t Ş e m s e tt in 5 0 6
R e s im li K i t a p 4 3 0 5aeı F m n s i s i m 5 0 6 , 5 0 8 5 i r m e n , A li 5 1 1
R e s m i i d e o l o ji 1 9 , 2 7 , 7 6 , 1 1 4 , 1 5 6 , S û Jıû f > r A h l a t 3 0 3 S iv a s K o n g r e s i ( l î y l a l 1 9 1 9 ) SO ,
1 57, 159, 1 60, 1 62, 169, 172, S a n a y i D e v rim i 2 5 3 , 4 6 9 , 4 7 0 , 4 8 0 , 2 1 7 ,2 1 8 , 4 8 6
176, 233, 234, 362, 425, 436, 49 9 , 521 S iv a s o l a y l a r ı 3 6 8
4 4 3 , 4 6 7 , 5 2 9 ,5 7 0 ,5 7 3 ,5 8 1 , S a n a y ile ş m e 9 9 , 2 4 6 , 2 8 3 , 2 0 0 , 2 8 9 , S iv a s 5 9 5
2 9 2 , 2 9 6 , 2 9 7 , 2 9 9 ,3 0 1 , 30 7 , S iv il A t a t ü r k ç ü H a r e k e t 2 3 4
5 87, 593
637
R e s m i i d e o l o jin i n T a r i h ç i K a y n a k l a n 3 4 8 ,4 7 3 .4 7 0 , 4 9 1 ,4 9 9 S ir il b û r o k ra l 2 3 6
313 S a r a ç c ıfc lu . Ş ü k r ü 6 1 , 5 0 5 S iv il d in 1 5 1
R e s m i S o s y o l o ji 3 4 9 S a ra y b u rn u (İs ta n b u l) 1 4 3 S iv il i k t i d a r 1 7 0 , 1 7 1
R e s m i ta r ih 5 2 6 Sanbav 70 S iv il ir a d e 1 6 1
K e v a n ş iz m 5 3 1 S a r ı k a m ı ş f a c ia s ı 3 5 S iv il s iy a s e t s ın ıf ı 1 5 8 , 1 5 9 , 1 6 0 ,
R e y , C e m a l R eşU 4 0 6 S a r u tıa n (M a n is a ) 5 4 7 161, 164
R ıs a Ş a h 2 4 5 S û fd n e a j N i f a n l ı ( O p e r a ) 5 2 7 S iv il ş id d c l 5 1 0
R is l , C h a r l e s 8 2 S a y d a m , R e fik 3 5 6 , 5 0 1 , 5 0 5 S i v i l t o p lu m 6 0 , 6 1 , 7 J . 7 2 , 1 5 8 ,
R o b c ri K o le j 2 4 3 , 4 5 8 Saygu n, A dnan 3 9 2 , 4 0 6 i 7 2 .1 7 3 ,1 9 2 ,1 9 3 ,1 9 4 ,1 9 6 ,
R o b e s p ie rr e 5 2 0 S a z a k . E m in 2 8 9 2 7 8 , 2 9 7 ,4 8 7 , 5 6 8 ,5 7 7 , 5 0 5 .
R o b in s o n C r o ııs e 6 2 S B F ( S iy a s a l B i l i m l e r F a k ü l t e s i / 5 8 7 , 5 5 8 , 5 8 9 , 5 9 5 , 59B
R o m a u r ih i 5 1 9 A n k ara) 5 3 3 , 5 3 6 ,5 3 7 , 5 6 4 , 5 7 4 5 lv il-a & k e r b a ğ l a n t ı s ı 1 5 9 , 1 6 0
R o m a y a s a la r ı 2 2 6 S C P (a v r, b k z . S e r b e s t C u m h u r iy e t S iv ille ş m e 1 6 8 , 1 6 9 , 5 9 6 . 5 9 7
Rom a 68, 345 F ır k a s ı) 1 5 4 S iy a s a l b l f ı m 1 3 6 , 1 5 7 , 4 7 9 , 4 8 7 , ''
R o m a lıla r 3 3 8 , 4 0 3 , 4 0 4 S c lıa n tr 3 5 6 5 1 1 .5 1 3 .5 9 3
R o m a n tik u lu s ç u lu k 1 3 9 S c h o p e ııh n u e r 3 0 2 , 4 3 1 Siyasal meşrutiyet 3 0 4
R o m a n tiz m 3 7 4 , 3 9 0 S cflo p cN fl4 !n rı'lJ c A h ld fi F cla c/ csi 3 3 2 S iy a s a l F a n i l e r K a n u n u 5 9 7
R o m u lu s ( M it o lo ji) 1 5 0 S c b it ıir r c ş c ü ( D e r g i ) 2 0 5 , 2 0 7 S iy a s a l r a d i k a l i z m 9 0
R o u s s e a u ,Je a n J * c q u e s 3 3 , 1 5 1 , S e ç im le r 6 2 , 6 4 , d İ , 11 9 , 1 3 2 , 1 6 5 , S iy a s a l y e l p a z e 5 6 9
270, 520 1 0 1 , 2 5 9 , 2 6 0 , 4 4 9 , 4 5 9 ,4 6 0 , S iy a s e t O k u l u 3 1 1
R ou sseau cu 2 2 2 5 0 7 ,5 5 1 ,5 5 9 ,5 6 0 , 5 6 4 ,5 7 3 S iy a s e t s o n r a s ı s ö y l e m 5 9 0 , 5 9 1
fto y , M .N . 2 5 2 S e ç m e v e s e ç ilm e h a k k ı 3 2 6 S iy a s e t 1 4 , 5 0 , 8 2 , 8 5 , 9 9 , 1 0 9 , 1 3 9 .
R P (a y r. b k a . R e fa h P a r tis i) 1 6 6 , S e k iz le r 4 5 6 1 5 4 , 1 3 6 , 1 5 7 ,1 3 0 , 1 6 0 ,1 6 5 ,
171, 584 S c k ü la r iz a s y o n 3 7 1 7 0 ,1 7 2 ,1 7 5 .1 9 1 , 2 2 0 ,2 3 6 ,
R TÛ K K anunu 4 6 2 Se k ılla r ım 5 8 , 6 4 , 2 0 8 , 2 0 9 2 4 6 , 2 7 2 , 2 8 2 ,4 6 2 , 4 6 3 , 46 5 ,
R T T JK 4 1 S t k ü lc r m illiy e tç ilik 5 3 3 5 1 3 .5 3 1 ,5 3 3 , 5 3 7 , 5 3 9 , 54 3 ,
R u m T e h c ir i 8 0 S c k ü l e r l e ş m e 200% 2 0 5 5 7 2 , 5 7 3 ,5 7 4 , 5 7 6 ,5 7 7 , 50 0 ,
R ı ı m SÛ 6> Tnm et ( D e r g i ) 2 0 5 5 9 0 .5 9 3
f iu ı ı ı r ii 5 0 2 S c b ııik 3 1 , 2 2 0 , 3 J 8 , 4 3 4 , 5 0 2 , 5 2 7 S i y a s e l û s l û i m a j] 1 5 6 , 1 5 0 , 1 6 0
R u m e li 4 0 8 S e lçu k , İlh a n 1 6 2 , 1 6 6 , 4 7 8 , 4 7 9 , SLavLar 3 4 6
R u m la r 9 3 , 2 1 0 , 5 4 6 4 6 4 , 4 8 6 , 5 0 9 ,5 1 0 . 3 1 1 ,5 1 2 , S m e la n a 5 2 7
R u s Ç a r l ığ ı 4 3 9 5 1 3 , 5 1 4 . 5 1 5 ,5 1 6 . 5 17 S m ith . G , E llio t 3 5 9
R u s D e v rim i 4 5 ; 4 9 , 2 8 5 S e lçu k , S a m i 5 9 0 , 5 9 2 , 5 9 7 . 5 9 8 , Sad tH » ve G o m n r e 3 7 , 4 4 7
R u s Im p a r a in r lu ğ u 4 9 , 5 2 5 9 9 ,6 0 0 5og u k Savaş 4 1 ,7 2 . 105, 1 5 3 , 156,
R usya 3 1 , 5 2 , 6 6 , 9 5 , 1 4 4 , 25 ü , 2 7 2 , S e lç u k lu 4 5 . 3 3 9 , 3 7 5 1 6 1 ,1 7 4 ,1 7 5 , ) 7 6 , 1 7 7 ,1 7 0 ,
3 0 7 ,4 3 9 S e lfk o lo n iz a s y o n 2 2 1 1 0 2 ,4 2 3 , 4 5 2 ,4 9 7 , 5 0 6 . 5 2 4 ,
R û M v ı 5 ilı« (e 3 9 2 S e l im S i m T a r e tin : J f a f r r a J a n m 2 8 1 5 2 5 , 5 3 4 , 5 4 4 .5 5 3 , 571
S e n d ik a la r 5 6 1 So k arn o 2 45
S S e r b e s t C u m h u r iy e t F ır k a s ı ( S C F )
3 8 , 6 0 ,1 1 3 .1 3 1 ,1 4 3 ,1 5 2 . 20 3 ,
S d 1 4 .1 9 , 2 0 , 2 4 , 2 3 , 2 6 ,4 0 , 9 0 ,
1 1 7 ,1 1 0 ,1 3 2 ,1 5 3 ,1 5 4 ,1 6 2 ,
Say 52 2 . 523 5 0 3 , 5 4 4 ,5 5 5 . 5 5 6 ,5 9 3 1 6 3 .1 6 6 , 1 6 7 , 1 7 3 , 1 7 5 , 103,
S a d a k a t P a k lı / A n tla ş m a s ı ( 1 9 3 7 ) S e r b e s t p iv a ta e k o n o m is i 5 4 1 , 5 B 6 , 2 1 8 .2 1 9 ,2 3 2 , 2 4 5 ,2 3 1 ,2 5 2 ,
2 1 5 ,5 2 6 587, 600 272. 266, 289, 292, 296, 407,
S a d a k , N e c m e ttin S a d ık 6 4 , 6 5 , 1 0 2 , S e rc e ], S a h ih i 5 0 5 , 5 0 6 4 2 1 ,4 2 0 , 4 4 4 , 'h ).5 . 4 5 2 , 4 5 4 .
103, 104, 105, 3 4 9 , 350, 5 0 4 S e n e ], Z ek erL y a 6 5 , 6 6 , 5 0 2 , 5 0 ö 45 5 ,4 6 0 .4 6 1 ,4 6 7 .4 7 0 , 4 7 6 ,
Şn A n - y ı }J a k 2 4 0 S e r t u ğ lu , M u r a t 4 4 2 4 7 7 , 4 7 8 .4 8 0 , 4 8 2 , 4B 3, 4 8 8 ,
S a d d a m H ü s e y in 4 5 9 S e r v e t-iP lln u n 6 4 4 8 9 , 4 9 0 .4 9 2 , 4 9 7 , 5 0 1 , 5 1 0 ,
S a ta , F ty a r a t 1 9 7 , 4 4 7 , 5 0 5 , 5 3 0 e d e b ly a jA 3 7 7 , 3 7 9 , 5 1 1 ,5 1 1 ,5 1 6 ,5 2 3 ,5 3 1 ,5 3 9 ,
5ag 1 4 ,2 0 , 2 3 ,2 4 , 2 5 , 9 1 , 1 İ 7 , 16 1 , 3 9 0 , 4 0 8 ,4 1 0 , 4 3 2 5 4 1 ,5 5 0 . 5 7 3 , 5 7 4 , 5 9 0 , 5 92
1 6 3 , 1 7 5 ,1 8 3 , 2 0 8 , 2 0 9 , 2 1 9 , S e v e ı ı g il, R e f i k A h m e t 4 4 4 S o lc u la ş m a 5 7 5
2 7 2 , 2 8 8 ,3 5 6 , 4 5 2 , 4 5 8 ,4 9 9 , S e v r A n ıla ş m a s ı (v e y a S c v r e s S o lid a ris l 5 3 2
oiz \
NUTUK*
VUSTA~A KLIVAL A:AIÜR'<
dır. Hattâ, ■' çb’r hudut tarihîva-ak, dünyada maksadm büsbütün ziyam1 muctbo<ab!İM*i*.
mevcut bütün Törkle* dahi bir devlet halinde, Çünkü efkâr ve temayülât: umumîye, henüz pa-
birieşthmpk, gavrikabli bir hedeftir. îî j , d’şah ve haiı'en r mazur mevkiinde bulunduğu
asların ve astlarca vaşarrakla c ar ’rsankiru merkezinde îdf. •îattâ Met Ik'e. ük andı makam
çok a r k a r l ı hâili sat :1e ".endana koyduğu hilafet ve sa tanut'a irtibat ve Hükümeti merkez,
Dr hakikat! t. s e İ r i PA adamak t erevan oaşsösterm’şli.;
Panis ârn*2 ir> santura mzm siyasetinin mu
vafifak olduğuna ve dunvay sabaî tatb'k yapa
bildiğine tarihte tesadüf edilmemektedir ’-k Hakimiyeti Milliye Hsasına
;-jtV î*o/KiT.-ekv/T burur bCŞHfytt* şînv', cı Müstenit Halk Hükümeti.
harghare devlet teşkili hırslarının retayfcı de Cumhuriyet
tarihte ıra/buttur. Müstev'* o’mak hevesleri/
rrrevzaubaHsîrnizîn haıicirded:; İnsan ara her \ r / ermek yorum ki, hükümet îeşk” - hakkın
Ijriü hissiyat ve rcvab*t. *nar$usaiaiin: unuttu* da teklif danneyan etmeden evvel. hissiyat ve
*up onları uhuvvet ve müsavat tâmnre daire* te-MOdvatı Mvvcli vardı, ftu xa-
642 sinde İrileştirerek, nsanî b'r devkv: kurmak no- rurete tâbi o lu k la beraber maksadı mahfuz
zariyesı de kendine mahsus şeraite maliktir. bulunduran teklifimi b-r tak?” HaHıxie Ukd;m.
:îi/"m vuzuh vc kabiliyeti tatbik vp gerduğu ettim. Kısa b;r münakaşa ife ve bazı itirazla-?,
mu/ mes-içKİ sivasi. m’üt «avasettir. Dünyanın kabul c urdu.
İKJgünkû umumi şe-a*:' ve asaların diırağkınkî Bu takriri, buğun gö/den geçirecek olursak.
ve karakterlerde teme-kuz ettirdiği hakikatler rr.ıdc (»şadı umdole* n tesb t ve ifade ed n'iş
Urşıs.nda hayalperest olmak kadar buvuk hata olduğunu görün; / .
olama/. Tarh'n ifadesi budur ilmin, aklın* Bu umdeleri, müsaade buvurj^ar;?, buıacia
mantığın ifadesi boyk’dü. tebarüz eU.-rıek sayacağım:
Milletimizin, kavi. mesut ve nıusfekar yaş - 1> Hükümet teşk*i za iaki ı.
yab'i nx»s devirtin tamamen m.lîî bir siya* 2 ) Muvakkat kaydiyio b:r hukur-et reis lan--
Md takibetmes ve bu siyasetin, teşkilât; dahin mak veya b u padişah kavmakamt ihdas etırek
yem'ze tamamen mutabık ve musten t olmas* <Hhİİ tecviz «kdc IdSr
iâ/:md:r Kv-'t siyaset dediğim /arrar, kasdetti- y . Voc’ ste mutekâsıf iade’ m ! ypyi, o d ıl
ğım mâna vc medlul, şudu-. Hududu -v":yn mukadderat: vatana vazıulyetl tanımak urvim
m& daHlVnckv. he» şevden evvel k&rti? kuvveb- Ps.ısiycd ı. \ yk ye Buyuk M.ik't MedHirir. fev
m'/p müsteniden muhafaza mevcudiyet ede kııxia bb kuvvet mevcut- desti W r.
rek m'l et ve memleketin bak kİ saadet ve ym- 4> Tu-kiyp Huvlk Millet M etili t<ş- ': ve :cra*
ran-na çalışmak... Alelıtlak tulu eme"e- oeşr salrîhiveter: nâmki r.
cm» m’-.et: işgal ve ızra* etmemek... Medeni o Meclisten teıf k ve teviii ed ecek oh h<»ye!
handan* neden? ve insan* muameleye ve r*ü umarvi hıOMjenetl r'.rvvt eder. '•«. re v>. ’>u
tekab ’ dostluğa mti/ar etmöMr. heyetin de re^Kİr.
Hâf ra.- Padişah ve halde, ceb r ve ikrahlar
a/acip olduğu zaman Mec' s r tan/m <d a ?f;i
Hükümet Teşkili (»sas.îîi kanuniye (ianesinde va/ıyetınî alveder.
l*en<iı:r . bu e s a s la ••uste ' U olan I;;* :k>
Ffendı’ec W cl se, tekld etfğm'- müvm l>i- huşu* kijıretm n^ihiyet’, suhuletle an-aşdabîlr BbyV
da. hükümet teşki i mesek* yd'. 3u neşeleri:’ vc» bîr hjk{jırf/t. hâkimiyeti milliye esasına müste
:x;na da» teki îte b:ıiunmartp> o dev i- iç n ne ka- nit halk hükümetidir. Cumhuriyettir.
d r na/ık aduğunu takrfr buyirursuruz. Böyle bi; hükümetin teşekkj'unde esas, vah
Hakikat, Osman'ı saltanatının ve hrâfphn det: kuva nazar iyesidir. Zaman geçtikçe, bu
murkad/ ve mülga olduğunu düşünerek yeni esaslar r , şâiri 1 olduğu mânala» a * aş:hvaya
esasa-,î rrustan.t v« ni b * devr i ku-maktan iba başimi. işte o zaman munakaşala: ve vak •ala?
ret \ i. fakat vaziyeti olduğu j; b Jefâftjz etmek. teakuberd. (...)
SEÇME METİ NL ER
tin mukadderatına, m uam elâtına, istiklâline, İstiyorlardı. Hilâfet ve halifeye vazife ve salâhi
unvanı ne olursa olsun hiç kimseyi müdahale yet vermek fikrinin mahiyeti bundan İbaretti,
ettirmeyiz! Milletin kendisi kurduğu devleti ve Efendiler, halka, sordum; bir devleti İslâmiye
onun İstiklâlini m uhafaza ediyor ve ilelebet olan İran veya Afganistan, halifenin herhangi
muhafaza edecektir!,v bir salâhiyetini tanır m t? tanıyabilir mi? Haklı
Millete anlattım ki, tslâmşümul bir devlet te olarak tanıyamaz. Çünkü devletinin istiklâlini,
sis etmek vazifesiyle mükellef tahayyül edilen milletinin hâkimiyetini muhildir.
bir halifenin vazifesini ila edebilmesi için, Tür M ille te , ş u n u da ih ta r ettim k i, k e n d im iz i, c i
kiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin h a rım h â k im i z a n n e t m e k g a fle ti, artık d e v a m et
emrine lâbi fu'ulam az, M illet, buna razı o la m e m e lid ir. H a k ik i m e v k iim iz i, d ü n y a n ın v a z i
maz! Türkiye halkı bu kadar azîm bir mesuli y e tin i ta n ım a m a k ta k i g a ile d e , g a fille re u ym a kta
m ille t im iz i s ü r ü k le d iğ im iz fe lâ k e tle r yetişir! S il e
yeti, bu kadar gayrimantıkî bir vazifeyi deruh-
de edemez. b ile a yn t fa c ia y ı d e v a m e ttire m e y iz ! (...)
M ille t im iz , a s ır la r c a , b u vd h i n v k la i n a z a r
d a n h a re k e t e ttirild i. F a k a t ne o ld u ? ! H e r g ittiğ i
y e r d e m ily o n la r c a in s a n b ıra k tı. Y e m e n ç ö lle Halk Fırkasını Teşkil
r in d e k a v r u lu p m a h v o la n A n a d o lu e v lâ tla rın ın Teşebbüsü
m ik t a r ın ı b i l i y o r m u s u n u z ? d e d im . S u r i y e y i
ira k ı m u h a fa z a e t m e k iç in , M ıs ırd a b a r ın a b il 7 Kânunuevvel 1922 tarihinde, Ankara matbu
m e k iç in , A fr ik a d a tu tu n a b ilm e k iç in n e k a d a r atı vasıiasîyle h a lkçılık esasına müstenit ve
İn s a n t e ie f o ld u , b u n u b i l i y o r m u s u n u z ?! V e JfHalk Fırkası* namiyle siyasi bîr fırka teşkil et
n e tic e n e o ld u g ö r ü y o r m u s u n u z ? ! d e d im . mek niyetinde olduğumu beyan ederek bu fır
Halifeye, dünyaya meydan okutmak ve onu kanın nasıl bîr program takibeimesi lâzım gele
umum İslâm umuruna tasarruf sahibi kılmak ceği hakkında bilcümle vatanperveranın, erba
fikrinde olanlar, bu vazife yi y a ln ız Anadolu bı ilmü fennin müzaheret ve müşareketine mü
halkından değil, onun sekiz on misli nüfustan racaat etmiştim.
mürekkep olan büyiik Islâm kütlelerinden taki-
betm didir! Y e n i T ü r k iy e n in v e y e n i T ü r k iy e
h a lk ın ın , artık, k e n d i h a ya t v e sa a d e tin d e n b a ş Dokuz Umde,
k a d ü ş ü n e c e k b ir ş e y i y o k tu r... başkalarına ve Fırkamızın İlk Programı
rebilecek bir zerresi kalmamıştır! eledim.
Diğer bir noktayı da, haik nazarında tebarüz Gerek bazı zevattan aldığını tahrirî mütalâattan
ettirmek için şu beyanatta bulundum : Bir an ve gerek halk ile müdavelei efkârdan çok istifa
için farz edelim ki, dedim; Tü rkiye, m evzu- de ettim, jN i ha yel 8 Nisan 1923 tarihinde, nok-
ubâhs vazifeyi kabul etsin,,. Bütün âlemi İslâmî tai nazarlarımı dokuz umde halinde tesblt et
bîr noktada levhidederek sevku idare etmek lim, İkinci Büyük Millet Meclisinin intihabı es
gayesine yürüsün ve muvaffak dahi olsun! Pe nasında neşir ve ilân ettiğim bu program, fırka
kâlâ ama, tahtr tâbiiyet ve idaremize almak is mızın teşekkülüne esas olmuştur,
tediğim iz, milletler, derlerse ki, bize, büyük Bu program, bugüne kadar, icra ve ima detti
hizm etler ve muavenetler yaptınız, teşekkür ğim iz esaslı bilcümle hususatı ihtiva ediyordu.
ederiz. Fakat, b iz müstakil kalm ak istiyoruz. M aahaza, programa ithal edilmemiş, mühim
ıO \
*4*
4*
Ffeod'ier, vakay! ve nâdisat dah zha- ve S cumhuriyeti idareye, as-i harekete ka-şı cehil
oaî cHtl <i "TerakKiperver Cumnurivel ; :rk3s;" ve taassup ve her rev husumet ayağa ka<ktğı
n-ogram er hain d’m ğ a'in mahsulüdür in; zaman bSinassa terakkiperver ve cumhuriyetçi
fırka, memk»kf?tte suikaMç'er’n la*»$$$«ngâs,\ olanla-.n yeri, hak'kı te-akkı vc curi-uriyetç
ümidi ’si’nad: oldu; ha-iC cıüşmanlarır ver olanların yanıdır; voksa mürteci enn um t ve
7u k Devletini laze Türk fum.nurive! r m*h faaliyet rrembaı olan saf def, i...
vetireye mâtuf plân arının suhuleti tatbikatına Ne oldu f fend Jerih I lukf.met ve Mec'is. fev
hz mele çalıktı. Tarih, tmu-ettep umum. ruc<v‘ kalâde tedb:-ler a maya uzum gördü Takriri
olan Şa^k İsyan, esbabım tetkik ve taban i etîrğ Sükûn kanununu çıkardı İstiklâl Ma hkeme'eri-
zaman, onun rnuh'-n ve bâriz sebepleri mcva "i faaliyete geçi di. Ordunun sekiz, dokuz, se
n nda ' Terakkiperver Cumhuriyet I r k a v$ m n di- *erbe- f ricasını. uzun müddet tedrbata hasletti.
n' meva'rim! ve şa-ka gcnderd kfe:'- kâtibi r * 1 "Terakidpe-vc- Cumhunyel Fırkasr deri er.
suİlerin r teşkilât ve tahrikâtın; bulacaktı". muzr teşekkülü s*vasiyi secktetti.
E f e n d ile r , y a p t ı ğ ı m ı z r k .â b m v ü s a t v e a z a
t e ş k il e d e r w !
rfc'yl.ier. yeri ";-<a unvan ittihaz ettiği "te Memlekette Sükûn ve Asayişi
rakki" ve "cumhurıyeT r.amlanfiın / eki; tamla- Tesis İçin Tatbik Udiîen
*-yîe inkişaf etmişte. 3u bıkanın ruesası, hak ka- k’evkâlade Tedbirleriıı
ten rouıter em ümit ve kuvvet vem'lştı;. < İyi Neticeleri
Efenci ler, 'terakkiperver'’ ve ‘ cumhur yeT
ke meler r kullanarak b /e ve munevveran Muhterem Efmıd c>r. c.drti cabat üzerine, h:,-
mil "ete ka-ş- un bav «ağım g’z enek tedbi- "de kumetçr fes-kalâde tedoirier ahrması luzumu-
bulunurlar, memleketle umumi rt’ta ve isyan ra dî> i’k izhan karaat mt g miz zaman, buru
yapmak ç r, dah i vc Hariçte îert'pier ve teş husf'u tc'âkki cîmıytm ev va-ci;.
vikler yanmakla meşgul olaniam mevtud ye Takrr: Sükûn Kanununu ve İst k1.1I .V.ah.ke
tinden bihaber farz ohunabTı-ie- mi* Yeri i;'Ka- melerim, vas ta: istibdat olarak ktiîlanar.ağtmız
ya dah ’ olanların, te km ’ âzası roevzuubahs hk-in o-taya atarla- vc bu tik- td kre ça şan
olmasa bile, dırî mcva>ri.. muvaffak yet ;çin. la' oldu
müessir âm kabul eder, ve buna dair 'cymulu Şuuhe vok ki, zaman vc vakayı, bu şayar
nizâmnâmelerine ithal eden k mseier. nx\mie reiret fıkn telkine çalışanlar, elbette hac I
kete mtıtevecc h, şahı Carımıza mutevea ib su- mevkie düşü'-Hiı'Ştun
!kast: erden bihaber kabul ed İemezlerî Sız, fevka âcie ittihaz o'uran vc *a~ca: kanur
İ..V o a.n tedb r r- h:çb r vakit ve hiçbir suret e.
Politika âleminde, b çok oyunlar görülür kânunun fevk:re çıkarmak iç.r. vasıta olarak
fakat, mukakdes br mefkurem, îece." s’ olan kınlanmadık; h lak s. memlekette sukûr ve
asayiş ‘es sı için tatbik etrtle: devletle bavAt ve ku evavve w h-âklıriveli milliye ve mavin »vef
■«■tidâbv, îrm'r ç r ku'iard k. 31/, o tedbi-e şahsiye h 'âtında muamele-' ckJugru iddia et
ri, rriTet n modon. ve içtimai inkişafında istfa- miş ve bunun "talka ademî tatbikin:.n tem n
ücli sıchk. vc teyT olunma* ra çahşnvştır *a kat. Nuret
ilendik?' aid*ğ»rruz fevkalâde tedbîrken tat tin Paşanın, Millet kürsüsünden galeyane get r
bik na lu/um kaiır.adıg görüldükçe, orvanr meye ruvava< cidugu taassup vc i-t'ca İrsle
tatbik, rdan sad; nazar « i il''»ekte tereddüt gos ri, rihavet bı kaç yerde, vah. / b rkaç n e te d
fenimemışt.r Nitesin:', .siV âi Mafcke vu ie r, ir, ,sî«<iâ Mahksncknndp nesao ve«reler y
zamannda tatil faa’ryet CY’rd.kle-* jrbi, Takrh k? sordu
Sükûn Karururu da, müddet' meriyeti nita- Efendi er, tekke ve zavivoiede. tb-bo enn
mırda, Ce<at Buvuk. MiUet. Meçliirun huzvıtv» secici ve akkûmuıv Urikatlede şeyh'.k, derviş
îetk-kuv arz olundu. Mec .c. korunur bb müd ' k . mörıtl'k, çelefcii k. +alcii;k. bîivuculuk ve
det d-r-a idame- meriyetin û/urrlu görmüş tu-'.'KHİari-k ve ilâ... gibi bî-Mk m unvar’ar»r
s<\ e bette, bu, m liet ve cumhu-lvebn â i men ve ilgası da ’îak' ri bukûr' Karunu rievr r-
menfaatle* Tâbi ordu£undarxh*: Meclis» Âh- (ie yapjim ştı, Bu husustaki K'aat ve tatbikat,
n n bu karar, h?ze, vasıta’ st bdat vermek hrîyrt: içt maiymizin, huv.fepı^est, piKİa bir
maksad na ırâfuf tasavvur olunabilir m’? kavım o mad g;r göstermek n a k l i nâzarı.v
t reodV . Tas i: Sukhr Kanununun ran ve dar, ne kadar elzem ciı; bu, takdir o unuv.
tstis â- Mahkemeler rin tali taa yette bulund S rtakım şeyhlerin, dedolenr, se\y tie*ir., çe-
uğu n'iakîet zadında. yapı a:> işle-’, gö/ cnûre ieh edn. batalarır, en*îfiı»rlr sıkavndan su-
v;ebre<.ek olursam/; Meci-S r» ve «rkecn emni r,jidener w û/c ie«a, büyücülere, uCûrukçulo*
yet ve îtimad n r, tamamen man^'une masru* -e m,snaı.iia-a tâii ve hayatiam ce r'ivet eden
olduğu kendilisinden anîuşdr. insanlardan mürekkep b.r kütleye, mcde^'i b.r
Memlekette ka edilen, büyük işyar ve su o’ Ilet j-azar;y e bak.iab’ : ro’f Miiictin .zir,
sastier bertaraf eriılcek. temin olunan asayiş yarirş mânada gösterilen ve asHarca göster
ve huzur, cihette, «-mumca rucibi memnuni miş olan bu g;l» arasa ve m^'s^sat, yer* i ur-
yet ölmüştür. kiye Dev.et’rdi*, Türk Cumhuriyetinde idame
t-emb'e:, m’T,el:ıri/,n başında, cebi-- ga; ct ed mel- m;ydı> bura atiı cVrmırye: etnu>rrp<..
ve taassutnm \c; lı^akki ve temeddün düşman terakki ve teceddüt namır-a. en bı^yuk ve gayn-
ligine, alâmeti farikası gib telâkki o uran fesi kab li te âti hata cinr:az rwdı? İşte biz. Tale ri
atarak omun verire bulun medeni âlemce, <*?r- Sükûn. Kanununun. mer yeUador istifade ettik
IKjş o arak kullanılan şapkayı g:ymck ve bu su tse. I>u ta- hi taJay rt:akâ|beiıncr’ek içir; .m i-
retle, Tüfk mi 'et'nir., medeni hayatı içtimaiye5- letimiz n ras yes;r o ’dugu $ hı aç < vt* pak
rier, zh niyet Irbanyle <Je hiçb»- fark' olmad' gostemıek iç :-: m elimiz r mutaassıp w Ku
gını göstermek br ’âzme İd: Bunu, Takrirı b j •uru Vusta’ zihniyette olmad an spat etmek
kân Kanunu, cari olduğu /a•marda v«:jX:k. Bu ç r îstirack? ettik.
kamın car: olmasaydı, v re yapacaktık. bakat, Elendi er, rrlliet1’mlcm içtimai, :kt sad-, î'ulâ-
hurda, kanunun meriyeti de, suhokubahş oldu '•a pi'cun e ireri eri n 'ja 'x sâ- ve muraseba-
denirse, bu, çök doğrudur. Filhakika, Tak-i-ı rrcîa ley zh neticelerin /emini elan yeni ka
SukOr Kanununun rre-ıypti. baz; mürteüîenn, nun arım / oa Hû rıvct risvarı ter-in w ha
ır illeti vasi mikyasta tyycVrr etmesine meydan yat aU?v tarstn eder Ka vın- M^den’ de bu
bıras”wm;şt r. Geçi, î) r Kusa mebusu, butu" bahsett ^ıriz cK-rcr^ vucucia gci nimiştiu 8j
hay?h teşri iyedinde, h’çbiir vakit kürsüye çık ra t?nâicyt^, b u bor vid a d a n , y ^ n u ve ancok,
mam ş ve hîçb-r vakit Mecliste, mulet ve cum bir rwkti* nuzartihn ist:îjd c th Uv ’u . O b o k lv
hurivef menfaat o*t ! müdafaa ç.r, b‘r' iek ke nazar şu d u r fır k mlUetfm, evden; cihondj.
Pne Pah: telâ^'uz etmemiş olan Sırsa Mebu !ây>k olduğu mevkie iVadcirru k vo Türk C um
su, Nu'ctfr Paşa, yalnız şapka iksaju aleyhin hur :y etin i sa.*sdovz lefn e H cf üsenadfi. hc:
oe, uzun b r tekfir vermiş ve buru müdafaa gun, daha ziyade? takviye etmek... vo iyonun
içir kürsüye çıkm ştı*. Şapka kî sasım "huku •çin de, istibdat fikrini öldürmek ■
N.
vC
ü -y -i . X. t. ■->
JÂ
£2> c:>r * •2 V. 3 ?
./
5 t O ,\: «■s
£ .y- r' r 5 F ^>'3 'X 3 :-- T -S “5 F
• .?? 7
55
6 sk
£5 “ İ5 g
c:
->
/*• V. 'i t rS '-« -k ": .7 'TJ
::
t .? .S | s
r f S £ e 4=
k ,.. gti
5 | S
h _
JL.
£•57 v F ■*■' .*>r 2 ■£
-V ö<ç> İS
c p j* r v ^ ^ - t C
,•
l l g C ^ .,
•? -i ü s S 2
ATATÜRK'ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ NDEN
■h M -3
3 & i 2* p a '| VJ* v f- 4 rc -■-
•f
>
C
vy
i -3 V <S
.■*? - y
M £
fTS > ^ S Ö
g İ2
!<J
£ & ıi ^ X ’J
O
. N C,
t 'S at ?> v ; g? .y t k : 1 1 13 s I S o ö - s ~y <7
İ r if îf
* & 5?r
rt'. Vİ, ■*' S f; o
£ -£ *p r b C .N J - ı-J
yv*' r ■* **r -
„ j-
r*
r Jd S p-J Î3
I
13 5, t
&4 J? n •• ;- x V K «
p3 — rr05
■« £N
IN !U L S t - y p
"'o !T
W
£ ..." ?■
•s
v -i -
~ > 2r ■r;£ *n<
>■' "S 3 .y . y .r c . Ss V rX -~
—
ı—’ b :'î 2 ./ 3
!g
? -Js 7 .7 •H E “ t
&■£ ■£ 5İ 1
Q
İk tisa tta d e v le t ç i lik siyâseti, bana her şeyden Bu kısa hülâsalarım, iktisa tta d e v le t ç i lik si
evvel bir müdafaa vasıtası olarak kendi lüzu yasetini, ne kadar inanarak takıp ettiğimizi ifa
munu posterdi. Asırların ihm alini telafi ede de eder ümidindeyim.
cek, haksız tahripleri iymar edecek, yeni za D e v l e t ç ilik ' in memleket iktisadiyatı üzerin
man ın çetin şartlarına mukavemet edecek sağ deki faydalı tesirlerinin ekseriya kâfi derecede
lam bir devlet bünyesi kurabilm ek için , her farkedi İrmediğini görüyoruz. En serbest zanno-
şeyden eve), devleti, iktisatta yıpratacak am il lunan bir sanat veya ticaret, müreffeh olabil
lerden kurtarmak lazım geliyordu, Demek kir mek için, mutlaka devietin yardımına ve m ü
ik t is a t t a d e v l e t ç i l i k t i b iz, inkişaf yolu takıp dahalesine ihtiyaç göstermektedir.
edebilmek için bir müdafaa vasıtası ve bu se Subaşında o ld u ğ u m u z iç in , b u ih t iy a c ı h e r -
beple bir aziym el noktası, bir temel addetme g iin g ö r ü y o r u m v c so n ra "se rb e st m e s le k s in v c
ce mecbur bulunuyorduk. “d e v l e t ç i l i k ^ r ü c h a n ı iç in , a y n ı m e v z u la r ı n 649
D e v l e t ç i l i ğ i n müdafaa vasıtası olup olm adı d e lil o la r a k z ik r o lu n m o s ın a , ş a ş ıy o ru m .
kı, yedi sekiz seneden beri münakaşa o lu n D ikkatle vazettiğim iz güm rük him ayeleri
muştur. Fakat son seneler arlık bu münakaşa, veya diğer tedbirlerin mevcut olm adığını, bir
m anasız ve bedihr bir mahiyet aldı, ün kuvvet an için, tasavvur edebilir misiniz? En karlı ve
li, en zengin devletler, tasavvur olunamıyacak verimli bir sanat veya ziraat, bir tek müşteri
devlet tedbirleri ile iktisatlarını müdafaaya vc bulam ıyacak kadar, rekabet karşısında perişan
kurtarmaya çalışıyorlar, Demek ki, bizim , d e v olur. Yediğim iz ekmeğin ununu dahi memie-
le t ç ilik ' te müdafaa kuvvetini görmüş olm am ız, ket dahiiinden alam ayız, Osm anlı İmparator
Fırkamız, Cumhuriyet Halk Fırkası için ancak luğu gibi bir misal, henüz hatırlarımızda pek
övünülecek bir isabet ve doğru bîr karar cüm yakındır*
lesinden saymak icap eder “ T ü r lü k r i z l e r d e n d o la y ı, e n s e r b e s t n i c e
Biz, iktisatta d e v le t ç ilik '! , inkişaf için ve yeni m ü e s s e s e le r i, s e n e le r d e n b e r i , s e r t f ır t ın a la r
düzeni kurmak için do feyizli ve müspet bir yof {fırtın a la ra , e.n.) k a r ş ı tu tu n d u ra n , D E V L E T 't ir .
savıyoruz. Demek İstiyorum ki, y a ln ız m ü d a fa a T ic a re t g ib i s e rb e s t s a h a d a , d a r v a z iy e t e d ü ş e n
g i b i m u h a f a z a k â r b i r n o k ia i n a z a r d a n d e ğ il , t ü c c a r la r ı (m e s e la tü tü n t ü c c a r la r ı) k o r u m a k
ile r iç m e k ve in k iş a f e tm e k g ib i g e n iş le y ic i p o l i iç in , h ü k ü m e t g e ç e n s e n e le r d e h u s u s i t e d b ir le r
tik a iç in d e m ü s p e t v e e n m ü e s s ir vasıta s a y ıy o a lm ıştır, in h is a rla r, h e r s e n e hasat z a m a n ın d a ,
ru z . - Memleketin muhtaç olduğu sanayii, teş p iy a s a y a m ü d a h a le e d e r le r V e, b ir s e n e " d e v
kilatı, vasaitı, devletin yardım cı nazaretl ve le t in h is a r " v c “d e v le t ç i lik " a le y h in e h a y a le t
hatta doğrudan doğruya teşebbüsü olm aksızın k u r a n n i c e m ü t e ş e b b is l e r g ö r m ü ş ü m d ü r k i,
kurabilm eyi, safdil olanlar düşünebilir.- Asır, m e v s i m in d e in h is a r la r ın p iy a s a y a m ü d a h a le
çok amansızdır. Ve, seneler geçtikçe, zamanın e tm e s i iç in , b ü tü n id r a k le r in i s a r f c d c r lc r ."
insafsızlığı azalm ıyor; her hududu aşacak ka Devlet şimendiferleri, bazı yerlerde ve bazı
dar azgınlaşıyor. Geri, ve eksik vasait içinde bı mahsuller için, yaktığı kömür parasını çıkarm ı-
rakılmış olan kahraman ve büyük bir milletin yacak kadar u cu z tarife ile nakleder. Devlet
sanayiini ve İktisadî düzenlerini, devietin bü elinde olmıyan bir şimendiferin böyle bir ted
yük vasıtaları ve imkânları ile bir an evel vücu bir olmasına imkân var mıdır?
da getirmek, taşıdığımız vazifelerin en ağırı ve Bu m isallerle, d e v l e t ç i l i k aleyh ind eki en
en mühimidir.*S. büyük iddiayı izah etmiş oluyorum ; H u s u s i
m ü e s s e s e le r d a im a k â r lı ç a t ış ır la r v c d e v le t
m ü e s s e s e le r ! d a im a m a s ra ftı v e z a r a r lı o lu r t
{*) K a d ro D erg isi , Cilt 2, No, 22, Teşrinievvel 1933, iddiası. - Bütün memleketin menfaatine tedbir
S. 4-6 (aktaran Nevin Co$ar, Tü rk iy e'd e D evletçi
lik, Bağlam Yay, 1995),
alırken bazan yaktığı kömürün bedelini veya
5E Ç M E ME T İ NL E R
inhisarın varfdatmı düşünm em e vaziyetinde da veya devlete ait olması, o işin talep ettiği
kalan, Devlet, elbette serbest b k bazfrgin (be va&ille Ölçülemez,. Mesetenfa bütün memfe-
zirgan, e.n.) g ib i, bir çok ahvalde kâr etmiye- k e le a lâ k a sı v e y a h u s u s i m e n fa a tle re te rk e d ife -
cekEir. Bundan daha tabii ne vardır? Ve zaten b llm e s i ih t im a lid ir k i, b u h u su s ta k a ra r v e r m e
d e v lo t ç ilik 'İ n memleket için en büyük bir ray ğ e e s a s o fa ca k v r,
dan da, ancak bazr ahvalde bu kadar cesure- G eçen on senede hissi selim ile temiz va
ne tedbirler a lm a sın ın m üm kün olm ası He tanperverlik, İktisadî hayatta devletçilik siyase
izah edilebilir, tini, bize kendiliğinden yerleştirdi. Biz, bu yol
Devlet, an cak ferdin. yaparruyacağı peyleri da, İmparatorluğun ç o k zam anda yapam adı
yapmağa çalrşmalıdFr, nazarîyesî basiretle mü- ğından fazlasını yaptık. MiileEm yüzm ilyonlar-
talea olunma11d j r. Bir defa,, efradın yapabilece co liralık işleri ve iş şeklinde hâzineleri, her
ği bir şey] Devletin, bahusus bizim devletimi npktai nazardan müdafaa ve inkişaf vasıtaları
zin yapmaması, Şayanı arzudan da fazla bir kuruldu, birikti. Artık tecrübe edilmiş bir yolun
şey, lazım bir şeydir. Çünkü, her şeyden sarfı şuur ve sebat ile yolcusuyuz.
nazar, yalntz maddi vasıta bakımından, yapa- Gelecek o n s e n e n ih a y e tin d e , ü m it e d e rim
650 cağrrmz işler o kadar ço k ve o kadar mühimdi c ki.. T U R K U İL V L E T Ç İÜ Ğ İ, memJefceMefci oserfe-
ki, bunlardan, efradın yap abileceği kısmına rr ve b e y n e l m i l e l t e s ir le r iy le , " İk t is a d iy a t t a
vesaitimizi dağılmamak, elbette e r makul şey d e v le t ç ilik a n l a y ı ş ı n ı n e n m ü t e k â m il ilm i ş a
dir. M aahaza, benim kanaatimce, bir işin efra h e s e r i o la r a k z ik r û lu n a c a k it r .
MUAMMANIN ANAHTARI*
TEKİM ALP
Yakından bakıldığı ve Türk m ucizesi namile Binaenaleyh ancak Türk tarihinin sahifeferini
anılan şeyin mahiyetini anlam aya çalışıld ığı karıştırmak suretife Atatürk'ün gayrimiJİT nami-
zaman hakir olarak şu sual hatıra getir: Madem Je tavsif ettiği inhitat devresi zarfında Türk mil
ki Türk millelî bu kadar kahramanlığa kadirdi, letinin mukadderatı üzerinde rol oynayan haki
madem kr bu kadar büyük bir dinamik kuvveti ki âm illeri ve müessirleri anlayabiliriz, Fakat
haizdi neden dolayı bu kadar uzun müddet her şim diye kadar tam m anasile bir Türk tarihi
nevi diktatörlere ve zorbalara kendini ezdirdi; m e vcu d d e ğ ild i. F ilv a k i bir G sm a n b tarihi
neden dolayı kendinin uçurumun ağzına kadar mevcuddu. Bunu da Türk tarihinin ufak bir cü
Sürüklenmesine meydan bıraktı? Atatürk inkılâ zü olarak Eolakki etmek hatadır, Çünkü Orada
bım mümkün kılan meriyetleri, manevî ârniife- yanlış anlatılm ış harblara ve bu gibi ahvale
ri niçin harekete getirmedi? Yukarıda izah elti' müteallik bir vak'anüvislikten başka bir şeye
gim iz veçhile Atatürk, kendisinin ve Partisinin tesadüf olunamazdı. Türk milletinin sosyal ve
tatbike çafrştsklan prensip ve ideallerin milletin kültürel hayatım rnılfr bakımdan, objektif bir
y.übdei aruall olduğunu bfcr vesile Ue tekrar et surette tasvir eden bit Türk tarihi hiçbir vakit
miyor mu? yazılmamıştır, A ncak İleride göreceğimiz ve ç
Kim senin m eçhulü değildir ki bir m illetin hile Türk tarihini yaratmak şerefi münhasıran
hakikî karakterini ve hakikî mukadderatın t an Kemalist inkılâba a iddir.
lamak için lıer vakit tarihe müracaat gerektir, filvaki Kemalist rejimine hiç olmazsa haya
linde, rüyasında kavuşm ak şerefine m azhar
ofan Ziya GökaJp, Türk medeniyet tarihini yaz
(*) Akt. Jaeob Landau, Tekin A lp : B ir T ü rk Y u rtse maya azmetmişti. Ancak tam inkişaf devresin
ve ri 1883-7961, 1996.
SEÇME M ETIN LER
de itten eceli geldiğinden bu tarihin ancak bi rihidir ki Türk milletinin ruhunu vücude getir
rinci cildini ikmal edebilmiştin İşte Türk mede miş ve bu ruhun derinliklerinde cemiyet fikrini,
niyet tarihinin bu birinci cildinde bizi işgal disiplin sevkı tabiisini yerleştirmiştir.
eden muammanın anahtarını buluyoruz. Ora İşte bir kahraman iarafından idare olunmak
da şu satidari okuyoruz: saadetine mazhar olduğu zaman Türk mıffetf
"Türk milleti başka milletlere benzemezdi. için haşmet ve azametinin başlıca kaynağı, ve
Başına bir kahraman gelirse, siyasette ve me böyle bir kahramandan mahrum bulunduğu
deniyette birdenbire parlar, siyasî ve medenî zamanlar inhitatının başlıca sebebi de bu ka
seviyesi birdenbire yükselirdi. Başında bir kah rakteristikten ibaretlin Bazı ahval ve şerait tah
raman bulunmazsa inkısama ve inhüâte baş tında Türk milleti diktatör ve zorbalara mağ-
lardı. İnhitat başlayınca da bir an içinde sönüp Eûb olabilir. Fakat bu mağlubiyet zahirî ve ge
giderdi." çicidir. Abdülhamîd, Türk milletini ezen dikta
Büyük filozofun umumî surette nasyonalizm törlerin en dehşetlilerinden biri idi. Fakat gü
ve bilhassa Türk nasyonalizmi hakkındaki fikir zideler ve mütefekkiri erile temsil olunan Türk
lerini bilmeyenler bu sözlerin hakikî manasj milletinin canla, gönülle ona leba iyet ejtf£j id
hakkında yanlış yollara sapabilirler. Ziya Gö- dia olunamaz. Millet, kahrı alcında inlerken,
kalp nazarında nasyonalizm bir camiayı teşkil zamanını vc daha doğrusu kahramanını bek
eden efradın kültürel birliği demektin En ziya lerdi.
de virdi zebanı olan umdelerin bîri de "ferd Avrupa'da Jön-Türk namile maruf İttihat
yok, cemaat var1 " vecibesinden ibaretti, Şurası çılar, Abdülhamid'i pekâlâ devirerek meşruti
aşikârdır ki bir camianın efradı arasında ancak yeti ilân ve tesis etmeye muvaffak oldular. Fa
kobram an evsafım haiz bir şefin otoritesi saye kat manevî otoritesi sayesinde bütün miiiet ef
sinde mutlak hir birlik tesis olunabilir, radım toplamaya ve birleştirmeye muktedir
Şüphesiz ki Ziya Gökalp kahraman tabirini millî bir kahraman yetiştiremediler. Başlarında
Karlayl (Cariyle) taralından kullanılan manada böyle bir kahraman bulunmadığı için bazı za
istimal etmiştir. Kahraman mensub olduğu mu manlar meşrutî hürriyetler anarşi hareketlerine
hit ve cemiyetin evsaf ve meziyetlerini temsil karışmıştır...
eden adamdır. Milletin hayatî kuvvetlerini tc- Ziya Gökalp tarafından mücerred bir surette
cesstfm ettiren müşahhas b ir t im s a ld ir k i m ilie li iter/ sürtf/en teteofo/flr tez bizzat Atatürk tarafın-
inkısam ve inhilâlden masun kılar. dan tarihî nutkunda kat'î ve realist bir surette
Bütün milletler böyle bir şefe muhtaç değil ifade olunmuştur:
dirler, Millî karakteri tâbi bir meseledir. "De- ■'Efendiler, tarih gayri kabili itiraz bir surette
mulen" derdi ki muhaceret yolu sosyal tipi ya isbal etmiştir ki büyük meselelerde muvaffaki
ratır. Bizce sosyal tipi yaratan tarihtir. yet için kabiliyet ve kudreti lâyetezelzül bir re
Şüphesiz ki Türk milletinin başlıca vasfı fa- isin vücudu elzemdir. Böyle bir hengâmede is
fifı/iğinden ibarettir, Türk ınrftetf Orta Asya'nın tişareter(e, birçok hatırlara ve nüfuzlara mah
yaylalarım terkettiği gündenberi fatihtir, Oğuz kûmiyet lüzumuna kanaatle salim ve esaslı ve
Han'ın kCırei arzı altı oğluna taksim edip onlara bilhassa şedit yürümek ve en nihayet çok müş
icazkâr okları ve yayları vererek dünyanın dört kül olan hedefe vâsıl olmak mümkün müdür?
bir tarafına yolladığı esatirî zamandan beri fa Tarihte bu tarzda mazhariyete nail olmuş bir
tihtir. İmdi, milletin başında, harb meydanında heyeti içtimaiye idare olunabilir m ir
ki bir kumandanda bulunan otoriteyi haiz bir İşle muammanın anahtarı budur: Türk milleti
şef bnfunmazsa fatih ofmak mtimkün müdür? bir şefe muhtaçtır. Tabiîdir kî tevazuundan do
Binlerce sene müddot, elinde yalın kılıç bulun layı Atatürk yukarıdaki ifadelerinde bu şefin
duğu halde atını daima yeni fütuhata, yeni şan kahraman evsafını haiz olması lâzım geldiğini
ü şeref ufuklarına doğru süren bir millet askerî ilâve etmemiştir. Fakat Atatürk'ün realist ifade
bir disipline, kahraman bir şefin mutlak otorite sine bakarak ve Ziya Cökalp'in İlmî sözlerinin
sine tâbi olmadan muvaffak olabilir mi? yardımile muammanın anahtarını bulmak zor
İşle binlerce sene devam eden bu fatihlik ta bir iş değildir.
S E Ç M E M E T İ N L E R
tNKILÂP DERSLERİ*
RECEP PEK£ft
L-) İnsanlık tarihî 20. yüzyıla açılırken, yeryü leşmesini temin edecek bir sistem kurmak ve
zünü kaplayan geniş Türk yığınlarının batı par işletmek de inkılâbın değişmez şartıdır. Bu şart
çası, her yönden gülünç, zayrf ve karmakarışık olmadıkça fenalıkların, geriliklerin yerine iyi
hale gelmiş oian ve kendisini terkip eden cüz liklerin ve Menliklerin konması gelip geçici bir
ler arasında bir bağlılık kalmayan Osmanlr İm* hâdise değersizliğine iner ve eski fenalıklar da
paratorluğu'nun durgunluğu içinde uyuyordu, ha geniş tahrip tesirleriyle geri döner, (...)
Bereket versm ki, eo büyük imha yaftalan ve
en ezici hâdiselerle bile bozulması mümkün Türk inkılâbının Güçlüğü
olmayan tek bir şey, Türk kanı, bütün bu gürül
tüler içinde teiniz kalmıştı. Batı Türklerl bu çö Bir inkılâbın yapılışındaki zorluk, yerinden sö
küntü içinde kanının arılığım korudu ve sakla külüp atılacak ve yeniden yerine konacak şey
dı, Dünyaya batılılık örneği gösteren Osmanlı lerin çokluğu, derinliği ve eskiliği ile ölçülür* Bu
Ordusunun yüksekliği, deviet idaresinin kötülü unsurlar ne kadar eski ise onun yerine yenisini
ğüne rağmen, bu orduları yaratan Türk Ulu koymak o kadar güçleşir. Bir anane ne kadar
su'nun kamadaki yücelikten ileri geliyordu. (,.,.1 köklü isra o kadar güç sökülür. Bu bakımdan
Türk inkılâbı, diğer inkılâplara nazaran, en güç,
Yeryüzü Savaşı en çetin olanıdır, Çünkü başka inkılâpların bir
veya birkaç maksadını görürüz. Yalnız bizim in
İşte imparatorluk bu hal içinde bulunurken bü kılâbımız ise, çeşit ve derinlik İtibariyle diğerle
tün tesirleri dünyanın dört köşesini Saran yer rine benzemeyecek ve onlarla mukayese edile
yüzü savaşı geldi, çattı. (...) meyecek kadar çetiniik ve güçlük arzeder.
Bütün bu çöküntü içinde en ezgin vaziyetle
bulunan Osmarılı İmparatorluğundu, Her inkılâplarda Zor Kullanmak
şeyini kaybetmiş olan bu imparatorluk, dağılan
öLeki imparatorluklarda mevcut bilgiden ve var İnkılâpları yapmak için çok kere zor kullanmak
itken, kültür ve teknikleri de mahrumdu* i...) lazımdır. Saydığım anlamda bir değişiklik yapı
İşle arkadaşlar, hesap ve düşünce bakımından lırken mukavemet ve irtica unsurları, yerine gö
hiçbir şey yapılamayacak sanılan bu malzeme re elinde silahla veya cebinde kitapla, kafasında
enkazından, yeni ve yüce bir devlet kurmanın eskiye alışmış somurtkanlık, dilinde iğfal ve te
yûfunu bulup çıkarmak, Türk Ulusu'na ve onun hevvürle gelip karşınıza dikilirler. Bunları vurup
înkılâhına müyesser oldu. Ve bütün bu kül yr- devirmedikçe inkrlâbr yapmanın ve hattâ uzun
ğmlarmm arkasından batı Türklerinin şereflerini devirler korumanın imkânı yoktur. Öte taraftan
yükselten ve dünyanın gözlerini kamaştıran alışan aiıştrğınr bırakıp, alışmadığına girinceye
Türk mkı&bımn şaşaalı güreşi doğdu, <...1 kati w, akimdan ve şuurundan gelmece bile,
İnkılâp; bir sosyal bünyeden geri, eğri, fena, kendi alışkanlık duygularından bîr çok mukave
eski haksız ve zarplı ne varsa bunları bîrden metlere maruz kalır. Bu bakımdan da Türk inkı
yerinden söküp onların yerine ileriyi, doğruyu, lâbı en ziyade zor kullanmayı gerektiren bîr hu
iyiyi, yeniyi ve faydalıyı koymaktrr. susiyet gösterir,
Fakat arkadaşlar koymak yeterir değildir*
Onları öylece koyduktan sonra büyük bir sı
caklıkla davaya yapışıp sökülen şeylerin geri Türk I ııkıl âb mm Derinliği
donmeroosiaı, konan şeylerin yaşamasını, yer- ve Bütünlüğü
{*> Recep Peker, in k ılâ p T â r ih i D e rs le ri, İletişim Birçok inkılâplar, yalnız siyasal değişiklikler
Yay.,19&4 amaç alınarak yapılır. Mesela, bir krallık rejimi
SEÇME ME T İ HL E R
ni değiştirmek için bir cumhuriyet ilan olunabi lıklar o kadar işlemiş ki, kazımakla bitmiyor.
lir, bunun için bir ihtilal, bir ayaklanma icap Öz değerimizle beraber, dış görünüşümüzün
edebilir, bir ekonomik sistemin yenilenmesi pürüzlerini temizlemekle bitiremiyoruz. (...)
için güçlü bir hareket yapılabilir; bunlar da bi
rer inkılâptın Fakat Türk İnkılâbı, yalnız siyasal
veya ekonomik bir rejim değiştiren bir hareket Parlamenteriz m
değildir. O, ulusal, sosyal, siyasal, ekonomik vc
kültürel yaşayışın bütün derinliklerinde aynı Hürriyet inkılâbının getirdiği neticelerden birisi
zamanda tesirler yapmış olan inkılâptır. Hattâ dc, parlamcnterizmdir. Parlamenterizm hürri
günlük hayatımızdaki alışkanlıklar bile Türk in yet inkılâbının getirdiği toplanma ve cemiyet
kılabının tesiri altında yenileniyor. (...) kurmada serbestlik hakkı üzerine birçok siyasal
(Sırasını bulmuşken bir noktayı işaret edece partilerin kuruluşundan doğmuştur. (...) Ve bu
ğim; dersimizi anlatırken Türkiye'den başka suretle muhtelif partili parlamento hayatı mey
devletlerin politikalarına ve teşebbüslerine dair dana geldi. Bu partiler çoğalınca politika işleri
söylediğim ve söyleyeceğim şevler mücerred ni meslek edinmiş birtakım türedi adamlar be
bir ders anlatma vazıyeti içinde misaller ver lirdi ve devletlerin, milletlerin haklan için mu
mekten ibarettir, Hiçbir devletin politika, siyasa ayyen prensipleri ileri götürecek bir çalışma
ve idare doktrinlerine tariz etmek hiçbir vakit yerine, vakit kaybeden gayesiz çarpışan ve bir
düşünmediğimiz şeylerdir, Bu sözlerde tenkit birini boğazlayan bir didişme başladı, muay
konusu da yoktur. Her devlet kendi yaşayışına yen, hederle re giden kısa yollar uzatıldı, İç de
uygun gördüğü şartlar içinde siyasal rejimini dikoduları kilükaller aldı yürüdü. Bu suretle
kurar ve yaşatın) parlamenterizm, sınıf kavgalarının, sınıf inkılâ
bının ve daha sonra demokrasiyi düşman sa
yan otorite devletlerinin yeniden vücut bulma
Halktan Gelen İnkılâpların sına sebebiyet verdi.
Üstünlüğü Millet namına iş başına gelmek iddiasında
bulunan parlamcnterizmln çok partili hayatı,
Halktan gelen inkılapları bilirsiniz, hakiki iç devir devir öyle vaziyetlere düştü kir çeşit çeşit
manasıyla ve öz manasıyla inkılâplar bunlardır. partili parlamentoda iş yapacak derecede kuv
Ingiliz inkılâbını bilirsiniz, Fransız inkılâbım vetli parti bulunamadı. Bu, istikrarlı bîr devlet
bilirsiniz, bunlar ve hattâ Osmanlı devrinin çalışmasını İmkansız bir haîe koydu, (,.,) Bu
meşrutiyet inkılâbı da bu sıradadır, İnkılâpların yüzden, asıl maksat bozuluyor, onun yerine
şaheseri olan yeni Türk inkılâbı, halktan gelen başka düşünceler, parti menfaati, sınıf menfaati
bir inkılâp tipidir. Bizim İnkılâbımız, halktan kaygısı konuyordu. Bu keşmekeş, mîlletlerin
gelen inkılâpların en yücesidir. medeni ilerleyişinde, maksada gidişte sürat is
Türk inkılâbı halktan gelerek otoritelere karşı teyen bir devirde, idare ve siyasai birliği bozu
yapılmıştır, Fakat inkılâp iktidar mevkiini alınca cu ve hattâ körietici tena tesirler yaptı.
otoriteden halka doğru devam etmiştir, Bu devam
esnasında halkın hakikatlere uzak kalmış tabaka
larından mukavemetler ve zorluklar görmüştür, Sınıf Kavgalarının Hürriyet
Türk inkılâbı uzun sürmüştür. Baştan beri on İnkılâbı Neticesinden
beş yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağ Faydalanması
men, en değerli ulusal işimiz olan dil çalışma
mızı bile inkılâbın yüce tesirlerine henüz uy İkinci ana inkılâp tipi olarak ayrıca göreceği
durmakla meşgulüz. Kanının arılığı ile özü sağ miz sınıf inkılâbı ve sosyalizm cereyanları, bu
lam olan batı Türk'ünün iç yaşayışında olduğu hürriyet inkılâbının gel irdiği serbestlik havası
gibi, dış görünüşünde de fenalıklar birikmişti. içinde, onun göğsünde beslendi. Bu teşekküller
Ulus vücudunun derisini kaplayan çeşitli has demokrasiye hücum etmek imkânım bulacak
talıklarla mücadeleye mecbur olduk. Bu hasta kadar taazzuv ettiler. Hürriyet İnkılâbı neticele-
St Ç M F V l r I N i i R
rirkn ile-- fikirierrv boğar başka D’rtakım iht • sine kudsnet ve-ien buyuk ara vv.riıg n tüken
.aiii:. gozumuzu ketxi- ürerindi* duur.aya z iv mez kaynağ oiar uuş, hepsi tek tek oiar ve
îayar va/yebör ibdas an .çr. • hepsi a y toıala çeker İramla- r b ■ *araya gH
I u*< aküâb. hvur.yçi inkılâbı ûc>Uxien b.t mc.slmkr teşekku •ço-vce, bemv ı-osv&t da
hak ;K >al rir. ;rkt!âb-ırı/:n tahakkuk dev «*s- şunu?fne güre b- ektğe* ’datJe etmez 'e*t e-Tı
nasvnda bize uzaktan yakndar tona olacak ru- yaıalî ğ kalaba, k yekû-urur. yani uiu^un;
csscselerı (itVc* : cîvat çirden, u.us ha\atı çin i' çbi* zaman ara ve-*neyer navat nucad^les
der kaldrd k. 3/ düşman n-üe^seselertr bulu cereyan an .çınde dan^a muva^ak okıo 'n es-,
um* meydan vcrnx*dık/ varay yıktık. dzvr dev yızt dfcii$«vy. b<ıy\ik vad^> ” w aynası ve
'et u/c indeki tcsrir-n: en keskin ve 'adıica' b*v kavgada östur çıkm.av :çir, duşurce^-. ^a*e-
formu' re ka birdik. Ve nhayet öu *kı urstrun ker.e b»r vr br'eşık ölmesi gerekti*.
rr fitditfe suratı bozucu lesrlerri kıymet ve Uluslar aresk bu süretie 20?iu bir vaziyet
k:jweuer l»u stresle duşunmuş oldu*. Biz i-^ı içinde, guç ukîe-: yemkn lecek b ı zinde, ses»n:
l$fo»m zda çknnoavk Uoera’ zmfo su^m &Ucr, duyu*, ac ak bir kuvve.t ve mevcudiyet o.?.-ak
bu > ’u*ıiyet :rk iâbrın serbest tkacete tatbik i t kendin gosîereb;V.
fora nebi eterin r yu-dumuzda tahrhat yapma insan a ,- tek tek bak-d g? zamar, değenleri
sına •'kfytfan ve»T»rmev içir az-m geier foı sıfırdır* İKi>as, *n ve enerji bâkmvrdan ve
muHcn ve p-orsıp***: öncede**’ kabo ettik bet bakımdan savdığımız vas da.- yüksek bile
?aı kenenle*' z.nur., sm çarçışmada. .muhle--' n'jit*. bu v av t.arı eksik, *a<at bı msar;a-
partilim herb b-r ta-a’4 çeker tatbikatın rm teşkil ptt gi küfe karşısında buvuk ulus da-
don ve tahibatmdan. Terkiye Suyuk Mii el va«ı.nı vuaiîmeyö imkân bulamazlar. Orun
Mecbsir.jp iususı çahşma taız v-a, yen’ devle L içir, hem poi.îîka, nem ekonomi bakımından
uzak bulunduktuk. ay-: a y ı kıymeti olan bu ro kiay; b lhas<-a
sosya’. haU rvk n ?r ka-aef ktan er. eyd’.rhğa,
er- kötüde^ er iyiye, en g?-Kİ«m en r'edye git
Biz Bize Benzeriz! nvk idd a ve davasında olan Diz urkier, da
ima gozorbrde tutma-w , yurekleı ^ 1 7 da
Biz m rvkbâbırt z h çbır bakımdan konva do ima bu imrıç.a çaıp 'ia da ma b’r ve berabe-
yy-ki-r, vz unakî” -yu filmin haç ku*.ıx uyu ve olma-. 7.7. b..'y
Cumhunyet Halk Pa^rs^n r enden, bunu çok
kısa olarak soyiemşir. DeviH kumnuna ait di
ana mesee konuşu'ürker b;r zat kendisine şu Türk İnkılâbı. Tesirleri
suali sordu: "...Bu bövfo ama, biz k::~e b w - Bakımından Evrenseldir
voruv?'
Atatürk şu cv‘va:> verdi* lu-k irK ^lMm;-, ora kıymet veırrek bak m ı.-
B;z. İH/e benzeriz’,." dar he-'\e$ın an aması az m rakım br rusuC-
Bu kısa cevapta berim u/u.n u/ad ya ,-riat- yetın teoarüz rttrmnk gerektir
mak istediğini dev et 'ejm.rH*1kopya alman n ’Tu-s. ırkılAb: Dünyanın b r köşesinde kt*r:ıi
zata* vVvu'a ^"îslv'CH.ek -m.* <k; .r. bit arıMış öe^e. kımd re ohic b ov hâdfee rk^ kir.
rı v ardır, 5...; Bu ir,<- âp, jîuvd, siyasal v-eekonryr«k yaşa
yış e decın* 1He* nk* ve Dutun dünya a-ay*c ı ve
okun uc ula"'mn üzerinde ciur nası gr»*e.<er, b -
Düşünce ve Harekette büyus hâd sedr. Tu**k in*rıîâbı, tes-'V; kendi
Birlik Gerektir doğdu^ii yesvüjvı koşeiş-.ne kalaı a\ fcb
vaka değrldir Buru b r ^^‘.a cümle -e ; a<k'
Herhangi De yurttaş, kendini ve ulusun varirfcî edefcthıi/: Türk rkıUb-evrenseidır.
v nde br kuçuk va;i k tea*ki nd:nce. ç.'.cfo Şimdi birkaç vörden bu v j/ in e P3nd;rKi
bulunduğu yurdu kc-uyutu ve kuvvetierd un CHnekk"* ve--eyin* Orce coğrafya uaksmuvöar
h> var te atması ge-Atıc Y.at denen se tane evH’i'seidiî*. b '/bri * - n ^ i x bugüp T ü ik ’-
s f Ç V F MET I \ 1 P R
ve'rın bulunduğu coîjra*va D3 %as nda vkrği ck» doğuş, ku-Tuijş ve vaşayış zamanının riünyamr
Cemjp A^'ikası'rda veya İskandinavya'da o’ mimesra va/.yedw rastlayışım Türk rjoiâb
&ayd!, bu inkılâbı- verdiği netkele*. dOryanr daha o n e o srıyd-, orun tesfkr’ !>u karia- rıs
yaşayış ve anlayış uzenule buğur yapmakta * « i-!m e /d i.
okhığu büyü* ıe? v yapamazd. Y<wv bw V>«;. * C oğrafya vazıved. k * r ıssiyt'ti. riayet ‘" ar:?
bw ge’ p geçti £• ye.-ir coğrafya noktasından s o r -r a y b a lı b u t u n b u n la r b ir d ir n e e k !e r e r e k ,
yeryüzünün ş r-cii bulunduğumuz parça^rda b ö y l e b i* t a r i h d e v r e s i n d e , b o y ’e b r d ü n y a p a r -
MİLLKT-
A H : .N A M
U# ?) 1 u r k f) r * . i r ' - la k t io H c - r e ş t, d r « r ! Y ü
'u ’-k ye Gımhj?»yet v ku'a ı k / U v balkı napta «erbesfifir.
ra ’ u?k millet* denk T u ' k rr.ı'Yt n .n d i’ T ü r k ç « J i' T ü r k d i ’;
W "et sözünden re anlaşıl.*; rse anlaşılmak d u r v a d a e n g u / e l. e n z e r g in \ e e n k o la v o la
!i/”* dr? Buru a rratav»m: b e te k P ır d ild ir . O n u n ç ın h e r T u k. d ii ı r 1
Sözler *rin kolay an'aşıknas: için, y're Tu*k çok s e \e * v e o r u v u k & e lt ı r c k . iç ..n ç a n ş ; r . S ı r
-ersöyllycm; rm ş a r k r d a o n v ık u / e e k o ra v e d e r i z s ır ı* a -
y u r d u c is h a ç o k b j y u k t u . Y a k ın v e u z a k z«ı-
rika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu hakikatler hürmetle muhafaza eder. Türk milleti, insaniyet
eski ve hususile yeni tarih vesikaları ile malûm âleminin samimî bîr ailesidir. (,,,)
dur. fakat bugünkü Türk milleti, varlığı için bu Türk mîlletinin teşekkülünde mevcut olan bu
günkü yurdundan memnundur. Çünkü; derin şartların hepsi birden diğer milletlerde yok gi
ve şanlı geçm işin; büyük, kudretli atalarının bidir, (...)
mukaddes miraslarını bu yurtta da muhafaza Türklerin her şeye rağmen bütün devirlerde
edebileceğinden o mirasları, şimdiye kadar ol millet tesanüt ve rabıtalarının mahfuz kalması,
duğundan çok fazla zenginleşti rebhecegmden hemen mütemadi muharebe haVmde bulunma-
emindir, smdandır. Son inkılâp senelerinde birliğin hu
5} Türk milletinin her kişisi, bir takım farklar sulünde kuvvetli ve muharebe halinde bulun
la ve fakat umumî surette birbirine benzer. Bazı manın tesiri mühimdir. (...)
yap ılış farklarım İse tabiî bulm ak lâzım dır.
Çünkü, Mezopotamya,, Mısır çöllerinden başlı
ya n malûm tarihten evvel Siberya boz kırların Demokrasi Prensibinin
dan başlayarak Orta A sya, Rusya, Kafkasya, Muhteviyatı
656
Anadolu, dünkü ve bugünkü Yunanistan, Cirit,
Romalılardan evvel Orta İtalya, vdhasıl Akde (...)
niz sahillerine kadar yayılmış ve yerleşmiş ve Bîr milletin, amelî olarak, demokrasi prensi
bu başka başka iklimlerin tesiri altında, başka bini ilân etmesi, o millet ekseriyetinin İçtimaî
başka cinslerle binlerce sene yaşamış, kaynaş kuvvetinin bir neticesidir. Millet, kâfi derece
mış bu kartaı eski ve bu tadat büyük bir insan kuvvet)) olunca, kuvvet ve kudreti eline alır.
cemiyetinin bugünkü çocuklarının tamamı ta Bu hâdise bazân ihtilâf rle ve hazan da H ü
mamına birbirlerine benzemeleri mümkün mü kümdarla muslihane bir anlaşma ile husul bu
dür? (.,.) lur. (...)
Türklerin aşağı yukarı hep ahlâkları birbirine Demokrasi fikrî, asrî teşkilâtı esaslyenln bir
benzer.Bu yüksek ahlâk, hiç bir milletin ahlâkı far ikası olduğu halde, fikr, ço k eskidir, (...)
na benzemez. (...) Türk milleti en eski tarihlerinde, meşhur ku-
7) Din birliğinin de bir millet teşkilinde mü rultayliirile, bu kurultaylarda devlet reislerini
essir okluğunu suyVıyenier vardır. Fakat biz, b'ı- intihap etmeleri)e demokrasi fikrine ne kadar
zîm gözüm üz ünündeki Türk milleti tablosun merbut olduklarını göstermişlerdir. Son tarih
da bunun aksini görmekteyiz, devirlerinde, Türklerin teşkil etlikleri devletler
TürkJer İslâm dinini kabul etmeden evvel de de, başlarına geçen Padişahlar, bu usulden ay
büyük bir millet idi, Bu dini kabul ettikten son rılarak müstebit olmuşlardır.
ra, bu din; ne Arapların, ne -aynı dinde bulunan Kralların s?ğ padişahların istibdadına, dinler
Acemlerin ve ne de sairenin Türklerle bideşip mesnet olmuştur. (*,.)
bir millet teşkil etmelerine tesir etmedi. Bilâkis,
Türk m illetinin m illî bağlarını gevşetti; m illî
hislerini, m illî heyecanını uyuşturdu. Bu pek T Cırkiye’de Cü m hur iy et
tabiî idi. Çünkü M uhammedin kurduğu dinin Nasıl Oldu?
gayesi, bütün mi Biyellerin fevkinde şamil brr
ümmet siyaseli idi. E s k i H ü k ü m e t ş e k li ite
BJ Türk m illet, m illî hissi; rimî hisle değil, la- C u m h u r iy e t arasındaki fark
kai İnsanî histe yanyana düşünmekten zevkalır, Harbî um um înin nihayetine kadar hiç bir
V icdanında m illî hissin yanında insan? hissin fert, hiç bir siyasî teşekkül, TürMyede (CU M
şerefli yerini daima muhafaza etmekle müfte- HURİYET) idaresi tesisini, ciddî olarak, düşün
hirdir. (...) Türk milleti, her medenî millet gibi, memiş ve buna teşebbüs etmemiştir. (...)
mazinin bütün devirlerinde kaşifle dİ e. ihtirala- '190& in W âb1! ise, t . Meşrutiyeti iade île ikti
rile medeniyet âlemine hizmet etmiş insanla- fa etmiştir. Bütün zulüm ve istibdadın, bütün
rrn, milletlerin kıymetini takdir ve hatıralarım
S F Ç V! t M L T h l F ^
fc*na: klam membaı o'ar. hanecan. :(Ka olun erden çulmuş bir şebeke iyinde tasâvvu- olu
muştu- Meşruiyet idarese, nem eket da-esıne, nab it :r sanla- rsar kaldıkça bu şebekeden
vatar !klısadiv,ıt;r,da, bı’hajsa Domokrüs saha çıkamazla-. ...'
i, rda, şayan zikir be eser b;rakmam!ştr. Harbi 3u iş anc ak, devlet teşkilât.-- r ve Kuvvetinin
urıjn-!?ye girişmvzde ve na-b r dersinde bulunması myevnde kab'dir. Dev et, herkesin
Meşrutiyet I iükûmetç ecnebi pc î kasına a et hakla- m ve vaz Merin- tayin eder: hiç k irse
olmuş ve Türk milletinin hayatî ırerfaat’-erini tayin ed en hudut •a- c nde bir hak iddia ede
ihmal etmiştir, r-ez. (...)
Ha*b; umurrl, »urk m ıietim r pek büyük
kahıamaniîkiarır.a ve fedakârhk ;arra -afcmer,
dahil olduğumuz h-vY' ıtt takiyenm maglûbi Müeyyideler
yetik» reii <e cwdijb /aıran vaziyet pek feci c -
Devlet, atav:ş temin etmek çirr. memleketi
Millet tse, başsız, zu 'net ve mjphenvyet müdafaa eyleme* .ç r. sıhhat» verinde, gürbüz
iç nde. Padişah m hiyanel.nder !v,ix*rdaı ol ve arlay şiarı, m Ilı h Teri, vatan muhabbetleri
maksızın teceih.yata murtazr b r vazıyette d yüksek vatandaşlar *:*•-.
657
j \ O v et; dah ide ve hariçte m;"et şleriri gor-
Mustafa Kemal, Tür<ur haysiyet ve zzet; dürecek yüksek kar -ve; vatandaşlara muh-
re S ve kabiliyetin r [X»k yüksek olduğu, Türk îaçrn
milletinin tanı b:ı *stikba;e lâyık bulunduğu ka Devlet; butun vatandaşta? tn, devlet r. kar un
•-.zatinde idi. Tirk n- eti şu veya 5yu devlete la-n «ırlayp oi'iara •avy. lu/un'unu îaköi- et*
es r clma<iarsa o-sün evlâdır çtnadmda idi. ıreU 'U'i; meırlekefon as.r, - ve müdâfaası îçln
Mustafa Kemal bütün feH ketferin nereden ge- ehemmiyeti' goo.f
(İlgını herkesler. ıvı aniamışt Herkesin, umt- <MiJ
s z Iİk »çınde vüzdOğu kararlık mütareke zama 8ı; sı4)epierl©d k ..:'u”a.ışlanr; tahsi’., U»r
nında. Hâkimiyeti M üveye müstenit ve bilâ bives’, sıhhatıie alâkaca' mecburiyetin
kaydu şa*t müştak yeri b r ’ urk Devleti kur dK İ:r. (...)
mak lorarırt vermişti. Mütareke zamanında Is Buedan paşk.ı oevlet - . terde razarar h rsı
tanbukla düşürdüğü bu kara- Anadoluya çkar başka -nahiyettedir. <>. ur, r*wŞit»n»k men
çıkmaz tatbikd başladı, Osman’ hanedanı sa raat:.m ve tenakus.r üuşunur Fertleri husus'
fahatını ve b ite ri ve t muvacehesinde mâna- menfaat htrsı-vdan •:.* ric-ec w e karia» uzaklaş-
s meytümda olan K-â-cti. :dameye çalış- ftrmaK ıvur kur oîacag duş^r'u «rege değer.
rr-îk, Türk mılVt ne karş: en büyük ■Crahkt . Derbakie. devletin s v^t vt- ?:k-' hususlarda
iî.j-h; laketo eden Vus-taa Kem,ı/ fû'k mrkteı oidugu gibi caz: :k' sac?.* vercie de razımlrgırr,
bu çürümüş msar'ardar ku-tarmak kararın c'ensiD olarak, kabc.l «îme\ raız g'vulmeilcâı.
ve-ci ve kurtard' 8u takdnde. ka şı karşıya kalınacak müşkülât
Bu kararının tatbik; kolay o'ıram:şt:r Bu ka- ş:xk;r; Dev Ot k.» ierd'n karşılık:- faaüvet salıa
-arın bütûr icabat se zarurivatını i k gününde lar:rı ayrmak.......
i ade ettir verek evvelâ m.ietn hissiyat ve eikâ- h ers e c ’arak. devlet »erdin yerine kaim ol
riT ihzar ve kademe kactane yürüyerek hedefe mamalıdır. Fakat, ‘ferdin inkişafı içir umumî
vâsi oldu. (...) şartla-ı goz önünde t)ulündurma.'ıdr.* (...) O
hakie. dbebil rlz <.: -fomıyet inklşafırın, mânı
karş-s rda kaiırî.va baş'ad»f,. r-okta, devlet /aa‘
ilk Hak. ilk Vazife ve vetırn huduiu^u tt»şk i eder" (...)
Hak île Vazifenin Münasebeti Bu ’süh c$iptreı;j! mânada ve t?&kkkk>, dev
etçdik. h lhassa çt.m.aî, ahlâkî ve millîdir.
(...) Hakkın bulunduğu ve-de vaz'O ve vazife M; iî servetin tevzi i.nde daha rrukemmei bir
r t bulunduğj ve-:;e hak vardı- (...) ada'et ve emek sarfedericnr dana yüksek refa
;;;san?ar, İçtimaî hayatta hak ardan ve vzzfe- hı; rr üî beliğin "H;İıafazas, iç'n şaitr. 3u şartı
SEÇME ME T İ NL E R
daima, göz önünde tutmak, millî birliğin mü da, bütün hususî faaliyetleri, umumî ve millî
messili olan devletin mühim vazifesidir. (...) maksatlar için, birleştirmekle mükelleftir. („.)
Yanı, demek istiyoruz ki, yalnız: başına fert Çünkü, ferdî hürriyet derecesi, devlet faaliyeti
ve fertlerden mücerret devlet düşünmüyoruz. ni zaafa düşürmemek lâzımdır. Devletsiz bir
Devlet, fertlerin teşkil ettiği millî cemaatin gö cemiyet, veyahut zaif bir devlet hayatının neti
ze görünen şeklidir, (...) cesi, herkesin herkese karşı mücadelesidir. Bu
Diğer bazı devletlerin ikinci derecede göre mücadelet ekseriyetin hürriyetini boğmrvacak
bileceği ve fertlerin teşebbüslerine bırakılma surette, Eadil olunmak lâzımdır, •
sında beis olmiyan işlerden bir çoğu, bizim Bu tadil keyfiyeti, ferdin mes'uliyetine, te
İçin, hayatîdir. Ve birinci derecede mühim dev şebbüsüne ve inkişafına halel verecek derece
let vazifeleri arasında sayılmalıdır. ye götürüfmemelidir,
Hülâsa,’î ürkîye Cumhuriyetini idare edenle Vatandaşların teşebbüs ve mes’uliyet hisleri
rin, demokrasi esasından ayrılmamakla beraber ne kadar inkişaf ederse, devlet İçin o kadar iyi
(mutedil Devletçilik) prensibine uygun yürü dir, (,„)
meleri, bugün, İçinde bulunduğumuz haiiere, Türkier, demokrat, hür ve rnes'ul vatandaşl
şartlara ve mecburiyetlere uygun olur, (...) ardır, Türk Cumhuriyetinin kurucuları ve sahip-
feri bizzat kendileridir. Türk, ferdî hürriyetin
den ve menfaatlerinden teşkilâtı esasiye kanu
Hürriyet (...) nunda tayin olunduğu kadarını cümhuriyete
bırakmıştır, Cümhuriyet, ferdin, ona bıraktığı
Ferdi hürriyeti tahdit, devletin de âdeta esası ve bu kısım hürriyeti, ferdîn ve T ürk milletinin da-
vazifesidir. Çünkü, devlet ferdî hürriyeti temin hiide hürriyetini ve harice karşı istiklâlini temin
eden bir teşkilât olmakla beraber, ayni zaman için kullanır. (...)
ATATÜRK VE CUMHURİYET*
FALİH RİFKI ATAY
ikbal h veya ktskar^.ktatt içinde k/y-a- m; kazanç ŞiV'.rden ayırmak üzer Tefe tarîştp
ren po'itikac.lanr bu söze de omuz $1kecekk? duruyoruz. Acaba ".e zaman başlıca meselemi
re şüphe yok. Burla? idoa \\ değ'idrer. Po z n politika e vatansever itt uziaştır abilece
likada valrız nimetin peşindedirler. içleri hiçb’r £ı-"i isbat etmek oklusunu düşünece^ z? i
?*xte<ârlk hevecâm :)e d&ça<ûPP'-az. D ç v :et
ile, millet di» b r buçuk as rdan ’.x*ri burla-dar
çekti, as:! bunlardan efekti Yen1 çağ intlâlle- Cumhuriyet (...)
der hiçp ıi T:>rk ıslahatçılığı kadar ideal s?î kıtlı
ğı çekmemişti’ Daha Irzınarr ktm^res r<3e iken baz; a kartaş
Hepsi taviz'e hazrdr ar. Vatan satm anm h ı la'*’ k«ndis re
yanet o c u ğ u n u b i r l e r . fikı» v e kanaat s a tır a- Ser’ ’&i olma.- demişlerdir.
r ı n namusluca b r te a re t o k fo ğ u r u sar/riar. ’k: Millet Meclisi hükümeti kurulacağı zarrar
blyancl arasında, b e le b e r t; / kuıtu uşun vfv gene bazı atkadaşU--;
yolunda b'.e oimıyan b- memlekette# hiçbir .V n ne husûmet " baş:ra geç, ne de iç ra
iar< o lm a r /ğ n d ü şü n e m e zle -. gir, tavsiyesinde bulunmuşlanj r.
659
Ikı buk: iKAuk bir hareket buku, hattâ otori
ter bi* i'de-siz olmaz. Buvjk b=r bek” vasfnda
Türk tarihin', ’ urk r-iletn? \e TurıdvpV öğ- olan da sönük bir anonima ıçtne sokt::arw/.
ermemişlerdi*alin$»z ve a* r in a vu/Ün# bi (...)
le bakılmamış |>r rriTeti çağdaş m'loMa-lr Mustafa Kemal, gençliğinden ber, radika'
maddî mânev- vüksohş'^ kavuşturmak gib' ü - tasfiyeci id;. îtüha* ve U-akk' cievrmde eri
b jyjk 6T gayenin hiçbir fafakârfıgra hazır ne kuçuk br fırsat b>îe vıvdmts^t doğru ofnrya -
lar mamışlard r. Ya’n z oy dilenci!’ğ etmek içi" tchl ke’ bi- kimse sav. mışt r. t İne T u -k ve'v:
kasabaya şov.e b r jğ-a-ia*-, köyden şöyle bn kurtarmak gibi b-r fırsat geçftğ? zarrar. ne-
geçe* lor. •i "ist yar cin; re brkaç kul kazanmak er vapab lece^im eski a-K.«İaşia- pek iv tav
tj e ı 'le ı A,'nerika şehr’erınden Asya'm m r etmekte tâfar
en ge*r ye- e :p*’ gelip yc^eşen. y iare a omjı- Padişahlığı kaîd rtmak ve Dt*v!cjt merkezin İs
ler’rî vakfeden rrsycnerie''r binde b‘d n sbe tanbul'dan Arkara'vâ rak ett -mekie yem /<,-
link5 ah ak sahb <İe?,;'fert» r. Miçb>>nde piyo -nar lar t.rhiri açt:. Neler vapâcağm sakladığı
evçtik $ev& soktur. Ya Avrupa'ya tvök> ctevfct da V'okîi/. Modem t»r çarbft devfet ScuoJuşu :k
arabavra binerek devlet konanında otuzar ak uvuymsjna ıu-tima’ o’nrvan putur müessese
:a». Ya 'ü-kiye'de dev'et alabaş ve devlet to yıkacaktı. Medreseler» kaldıracakt- Memleketi
rağı ç rde k<?y* sürecekler. Türk m ’letınr cn- Hrisl yar dt5vlet ennir elinden ku-ta'dığ- ve
ara bon u budur Cık milletır.ir orlardan hıç- Anado-t.V’u H’rişbvan az «.lanrdan boşaltt ğ;
b r alac'Af: voktuo ç n. bunla-: vaptrğı vak t k mse onu Is.âm -.k
Atatürk'e yaklaşanlardan biç kimsen n iç düşman c'arak suçlava-mvacakt! Fakat bütCr-
hizmet istediğim görmedim. İçeride zahmet halk şe-ıatç I k devr- müessesehmrin ve ge>-
var. İçence mihnet va- fakat m i et de çentfe» nekîer r r m/uzu alt oda biilurduğu çin, bu ra
.Ne işe yarar bu m ’k't, Avrupa görmüş efen dikal tâsfıvecıiifti (»mokrasi ^u-riyeîler' içırvic
dişine makamla* ve şatafatlar vermekten baş de paşa masira ;H nv«l yoklu. Başta hanedan ve
kat Dip''oma, sn; omuzlar; üstünde taş makîar saitanalç l?: olmak u/e e Tarz nv/ muvazaalı
başka? ları. bulur i-tka. \c*n;. devletin Anado :xiı Tü-k-
Onun ç r ikide bir tepelerine b r zorlu nur ^•nesini cemaat manîaat e- re uygu.” görr^j-
dıktav rer. o vak t de katvamariamr., sukut ycr.leı. sebeb veya -sebebsız Türkten başka bi-
tan dal a az s nisalar. Yen» ;ş ğ r pervanesi i zklar gelmiş olmak K.ompkj<^ çinrie k vraran-
kes- ;* et V»' et nv? Oru yalnız hürriyette ve .ar, mhave? menfaatleri eski »k^vk*1\-e muesseşe-
oy dofaı b ne ' fcı devri gefdiğ'rdû fcarrartra k1- rızam ra bağ! ofârrfa-, Bad şahüğır kahvjs -
getirirler. n da, Başkertîr r.eğ şmeslri de b -kaygı e
D;n işler n' dünya ^'erinden, devlet nüfuzu h nç ıp ka-ş;Sad lar. () vakMlor, başiar ra Muşta*
s EÇ W F M L ” : KL C
fa Kemal belâsını gct ren zafore şovenlerin An let dr. hemor hemen, halk düşmanlığı mâra
karada bi'e eks k olmadığın- hâlâ halruyuruz. sına 'gr.br.
» lenrder gelse bu zaî«ı Antikan mardası -'e Daha son yıllarda koca Kümeliyi kaybeder
bemer ck^iştjrrneğe nazır o-ar ar da çoktu. f...} bu devletti'. B-rınc Dunvz Ha-ömde, v:ne bu
Türk irkrfâb-, !çirdc olduğumuz iç :* gtymû- devirt yo/tınder Ar.adtffcı kasılıp k^vru'-x;ştur.
voruz, Osnarh devleti batm parçalanm-ısayuı, Her şev, sn-a ve ccpi eye W- torba u ı taşmrak
onu;: kurtuiecağıodar hemen herkes urridirı bile <atİ3rıîrw bi* işkence i&. 3irinci fDünva
kesmesevdı. ve bi- l:d<r bu kurtuluşu mümkün blarbi Mekke ve Met;ırcn r, Kudusun, Şamm,
khmasaydı, soma ayn =der büyük b;r hu:*3r Haletsin ve Sağdadı r kavholmasMe btm ş tr.
darlık vq radikal bi- ıslahatçı < vasıfla- nı ken Ar-adcld |x>k cografvA bilme/, i-aka: bu şen;,-
dişinde brieştmoerriş olsaydı, yapılamazdı. adların n hepsi ona bi' âlem hissi veır, Sc-nra
3 ı millet boyie b r fırsat» ekien «açm-sa. av v»ne bu devlet yüzünden gAvtr Anka;a kaçı r.
rı şa tla* içinde aym -rküâtîçv beklemek w:r, •ra kadar gelmiştir Anark).u'nr,r i)aî sı ve gn
teker*Civkn :baret sarılar îa- "te be:k; biç te ney:, ve tâ ötede istanbu'. (tâvu-ur cime geç-
ke*rur crmivrr h'- baya ie bel hağla% duruc. mîşt>. De.vkjt vistekk gAvurla bittik olmuştu*
660 Cumhuriyetin ?7i,k yüöonümuncloTü'ik î$er>ç Gökten mi ’r.di. \\ / r m-, mendi m , red •*,
ier:, Musia*a Ketr-al'r» kerdile.ne emaret etti ’şte bu adanv b j mavi göz’u sar:şm kahraman
ği şeyin Cumhuriyet ad- altında irk* âb mCes- 'aİKir imdadına ge’di- Hepsini verdi. Şimd.
sesesi olduğunu unutmamal d ■* ar. Anadolu gâvursa/ bir yurt olmuştur. Halk ’çir,
Atatbrk Yutkunan "Ey tuk gerçhğ diye hiç şbonesî/. devle: de yen 'örle- arasında 'di.
başhyan sor hitabesinir b w yukars nda v- 3 t Sadece kelimesinin bile #»rüdaT a b'. lanrısız-
tak m şeyh erir. Cedde'in, seyyclerir., çelebin .k g‘bi bw f'ıâraya geltJ’^ı bir nvmk'kere, Cum*
•r. babaların, etrktenn arkasmuan su'Okltmm b.jr veî ancak böyle şartla* iç rde kıırulaoıı - Za-
ve falclara, h:jyueule'e, unrükçu'e'C. nüsha* ■• manlar rda »Kn-gambcrle;, ancak böyle şartla'
lara talih ve hayatların; emn-yet ecen insanlar* ;ç;ı-de, halk v Çınlarına yeri b ı din verebilmiş
dar mürekkep pir kütleye, ıreden" bi* ıı-i'le- na lerdi. Y?rn nri As.r r*illî kabranvL*'.lar çağıdır
zarı ık? bakılabilir ırıG diye sorar ve " WiJeti m* Mustafa Kemal, biç* br ekf k ve akstık targf» ol
zm hakikî mahiye: ri yarlş ırânada ğösternbı mamak üzen» tam h r m ir kcbv/ıvınd.*-. i,..,)
ler ve asılarız göstermiş olan bu gibi uusurV Bu müstesna tarih' ve içtima" şarlladan fay
ve müesseseler yen' lu-kıye devleti”1de İdame dalanan' yanla*. b«/!e% aydm takım; olduk.
edilmek mİ id , idame ermek, lerakk ve teced- Ha*k eğitim , koy ekonomisi, v.f: n kaldnmas;
ıkxi ramına, en buyuk bir gayr-ı Kabil i telâfi ha içn verim" ve a -ıe' çâreler bulamadık. Avdın
ta oimaz m küf* diye suabri tamarrlayp. lak- la*n ço^u, yeri *ei*^'r ni^ıct’emfien fayda-
Ir- söktün kanunundan, yari dikta rejimrden lam-avı. (Mrîıiile- r.l sei3rctlerde, va 'ut kevi’le
«Şle ixj milli Kurtuluş tasfiyelerini yapma « ıçm geçr^ıey: halk içme at maya le-clh etti er
'ayda!anmış olduğunu ' 3vr eder. 1 g ü r l e r i n e ' kaba* müspet ıbırlere davanan
Cumhuriyet de, demokmsi de, moden yet ve ilk eğ tim terbiyiminden geçmred k halk çck u
kolu* ve kurtulup mücadelesi de hepsi, Ykılâb gu 0 :a<maz<ksu Güzel sanat'ada. srep y ile
n'zamımn korumasına bağlıdır. 7 j*k yer n ve b’’ !*alk sev:yesi tekniği île ink iâc n zam •**.;
yanız onu açıktır: G*T sinde b:r uçu-um'aı ve mr lek? rraledeijılûriık. kovlûrûn kerd’ koyun
karan1 kla* kaosundan başka rr* şey yoktur. ( 1 dt» ve kendi toprağını daha !y‘ kullanarak nâz
t ger rkılâp Tur<vosi bir gür tamam olursa, ve-;r bir yaşaıraya kavuşmasın: sağhyab lırd;k.
tarihler Mustafa Kemal! yalnız Türk değil, gcr M Ih kahramaınn merkezde ivi teKn'svenieri ve
ve es ı ;siân ve Asy$ «ruetierirın de büyük onların bazırlıJdarm' köyden köye götüren pi
adam olacak aracsUarri.r. 0..) yer iyele* yoktu. Cumbur'yel tarihin' zm zaafı
ouOu: Yok'-a V>>V'.e.n \V-*h’e kadar geçen yb
m i<i yıl iK'k uzur bir "muhle4'’: r. He'e m "t
Anadolu destanlarında ve ha x n kâyel erine e kahra’narın şânj ve şr?»*efi ie n.k iâo dıs binini
''Osmârlı* hoş bir şey mânasına gelmez. Dev ben:msiyen, verileni alan, gösterilei'e ıranan
S t Ç P/ £ M r T I N Î i R
ha$k hayan ş&rîi&r ç r d e uzun ofâuğu kadar çat* âü ^da hannmahd r. Köyü kadtâar Arîcefe
kân bh mjhlear. lo- e eşit c Uuğu içir kıyaire t kopacağına inan
Cumhuriyet nizamın r çaV gösteriş’ un-ıt ve ır amal , ve ancak iyi bır yaşayışın değe-ierdi-
şevk veriekli'. Temel ferm»r. •>kadar sağ an- ol *ei>; eceği durva bahtiyarlığına inanmalıdır.
duğu <kl a «11.emi»/. 3:z b'namn yıkamaması Kcjvlu, Tararın sevdiği kurlarına toprak ûsUn
İçin Temel 'akvives ' derer nazik b’r iş u/e de rie hr cennet .naz *iaroış olduğunu, yeşii
rı-Kİov-/. Atatürk henüz 'muvakkat* kabrinde ağaç y ak rda akar suia*r s t erini ve kuş:am
yattığı f, bi, ır.câp p v ^ v da muvakkat ’ teme türkülerin piniıverek. kendi doymuş ve g yin
i üstünde durmaktadır. B:r vardan temeli sağ- mrş, karış* ve çor uk an' dövmüş ve g’y nn'ış.
lamîamak, ve obur vardan da {a rp :i çökert- oiir.an sem / navvanîannı seyrederek. bir Da
W< isîİyen Mjikast ed önlemek zorundayız n mansa kokusunun inançlı gibi inanmalıdır.
lemei. müspet ılım ere dayanan iik eğ î m ve Cumhunvet!erır mânevi «avanağı fazilet,
ka ' f e r d i n e koy ekonomisi, b iri m â n e v i : k maddi dayanağı naik erahkhr.
esaslı ş«îfîi r. "Kırk koylusu dunvamn vuvârlak ca/;le‘v/ v \e se»afet içinde Cumhuriyet vaş*.
olduğunda döner olduğunda şüphe etmemek- yama/. Kotun humyetferi ile faziletsizlik ve sefa. f
tedr vamas7 esvap, yıükvı/ pabuç, gıvmeli, iet ıç rvte K ,:V :-j\ yz< be pcditikacr-a** kom edyası__
be' ekm.eğ'.ne y: kalık outrnab ve sağlam br veya haıedvav f,\ı- nde sürtintjp gider.
devir yaratmağa geîer inkıiâoım z n gös âtemşumui terakki hakikatinin yüktük tece/-
terdiği kuvvetli ve paiak çehre. b ı zaman a- t is in i n ü n t'A sn ym h t w v n ifa • m a i y e t i y ü k s c ît-
duşmanıar ıru/riar. do&tkuııvı/a varıncaya ka- reokür l-adî nur ycbr mutlak i olarak bu
da- *’ örsler .*iam olmazlar. TOrkittir -ki <ab‘- !er<iK\ rin ha’/ oidıı^u vas^, ” urk nv etin n ta-
iyctieri terakkiye müsait değidiO lArzmda ileri f K» mukact:ie«,at:rxia muriiem çti-.
sürüler '(kilaları ve n<jzunyeîeri tamamen çü ” urk dünyasının tabiî dev le-ir.ı taks"’ie
rütmüş 4iikm reci ve tekzb et*ı*şi t. B /e, gö£us başlarken hemen hat ılama'ıy z k: onun, h'ç
kabam: i. aiır yüksel;:;.'i duygu ve man dolu h> rr et n tarihinde görulm yer iki mühim
bu $<?retfi pürle müvssstt eder rkım zin ya- mu/aat oephes va^dr. Türk niHe*. fcn dünya
•atc büvuk dah s v burada derin b;: hikmet, tarih m; etıd r. Orun, ta-hi ha/:rldyanr talih
ve ?cns.,/ î>‘r muhabbet ve şükran rîuygusiie ten- önceki Wr hayat ve meöen*yet:, b r de te-
tekrar Selâm :yoruz. ....) rihter scnrak« dünya .ı/emx? yaydışı ve tarihî
l'K iâbı. bütün esir .mlk’tie'e b r İslıkla devine^ yaratnasi vardır.
de;si vtvd;. onlara b:r ıslık&İ ruh ve aşk-aşba- fa'ih ve a'NCHjirü gösteriyor ki. mütalaa et
d? Bu sö/ e-imi/le r-anv/ inkılâbım kbçüll- mekçe o‘ouğumu2 Ih. bijyuk »-km, takip <*tt ği
r w islemiyoruz. Ancak Terk inK^brnır hak; ;nk şaf vetiresi büsbütün başka b’r nran yeti ha
k- mevkiin' göstermeğe ça! şryo-uz. F-zrsv :r izdir. Başka iri’ etle- r ta- hierlrde, rnerderın-
kıiâb;, Avarada lesi-’ni yanmışa, Türk I*»k l3- İm- c? tevci". ett k cm /aman semak e-mş ve
b» ca pek şumullû b r sırette Asyada büyük fe- rh tat cev-rin başiang-c «ra gelmiş olduklarını
s’rîer bırakrvş ve brakar «ilet;». * 1 go uyo-.J/. Halbuk ’ urk e*, bdâlds ayrUrak
Bunlardan başka.: rar-M/ ınkıiâb. br cm* mü- av:: ayrı /um-e er Pa rek- c ıv.ra yayılmağa ve
bdie./.esi.e başlıyor. Kalbı.k-, b/de zatner ayrı voiîaıı Ozceb-de buldukla- Kı s ara meckm* fa
gayr simsar yoktu "ü>k r’M. la ıhm n im I.jp de 'cvet erir? tanıtmağa r-aşkıd k a- /aman, ha
v. k*ırde bata olduğu İçtimaî demokrathk'a ti vatlarının henüz inkişaf devrm.e gi-m’ş o dUKİa
’ cv edebil’' Rz rr Vs lâbmry, t; r vp-t mûbare •• zaıranciı Sümerkî*' n Vto/apötamyaya, ttÜe
/esile değil. fcuvu* ve ateş n ü r mı l:vet tr-ey.ar: fu- A;'cxk)iuva. .sk t \e Tcyianr T-akya ve vura
mahsu u piaraK meyoana gelmşi’- Br\ b r ce ristu- a geime'ennder senm goru en yüksek
n!Wtın, mubtç-:l sın ' a-t i p . bı br er» e kavga metlerî irkişdfla^ bu Kik:kat r tarihî delilie”?
sından, d ğe*ı isç. bütün bir nri etm yekpare !>i- dir. (...)
kutie halinde b r ideal uğrunda butur b:r huşu Türk mane\:vat cephesinden kendi -uhde
met : ıhar ma karşı mücadele* rder doğmuştu*. bütün rsarıvet r vıcdarm ya^atmışt:-. i...)
Brin n sn f K:ras- <a^s;rda. ötekinin yüksem w Türk m- iptirın harice yayılmağa baş'ad £1
muîJehd m ir ıdea”»hemen güze çarpar. /aman. ’k:hx1 ç«r»e çevrd f, ererj si e geç'-d
Diğe* c1Ketten 'ü'k Ink !âc:n r Rus İnkılâb- ğ‘ !r-<:şaf drnark -re mukab»!, başka mii et e*
ra h'Çbr benze- ğ vuktur. Komünist m.kılâo , -:r, meşeİS :xta /amarlania haç’: se^erierile.
'şm'rben de an’aşdacağ' veçhile br bevne’mi- A n t ikan * keş4îe yahut daha rw r' Vunan ve
ieliyet prersiöı u/e* "K> kurulmuştur Halbuki, Romar r isti 5 a-i e- har t e tevcih ett'k eıi
Türk irk: Ab rın tcnr.e’ter» milliyet ceıeyandr. ererjiieriie zaafa uğradıkların1giyü-üz. On’aı
R.ıs İrk âb , sivas* o maktan ziyade iktisad* bû çin bu vayılmalar. kültür rk şufma mukabil
’rkılâbchr. S yası değ-şKİık onun tab'î net;ces: kü tümr inhitat ve ttvedd sm r alâmet- olmuş
o arak ge rrişljr. t..; tu- 3uKa- gıtt k!<- vt»rk’n% 1hî?:üz yem açılmış
ve büyümek i<t dad nı haiz o'ar potans yer
enerde- ha mde değil, bilâkis ht ya-lamış,
Türk inkılâbında Tarihî Ruhî a<’m ve olume ~vîhkûr- ku'türle- halinde git
Kuvvetler ve Kemalizm m'ş erd Onur, içir Tjrkk»r g bç b;r dünya <ari
Karakterinin Esasları Pi ;olünü yapamam şla-. g ttk'er- yerleri ihya
edememişle- ve c-aia-da ven: meden? ve<he'e*
Kemd /rr, Umumî Harpten son-ak’ yer! âle yaratamamışlara r. {...}
min yer; doğmuş ruhudur. Bu ruhun gayesi. Brak'sefal Türk - K i r i n zamar zaman Avru*
SEÇME ME T İ NL E R
payı istilâsıdır ki, oraya muasır medeniyetin ya safhalarına malik ofdukları, ve bir taraftan dev
ratıcı dehasını ve tohumlarım götürmüştür, (...) letin, diğer taraftan şeraitin ve ulemanın muva
Tütk tuhu, kardl kedisi nl tam bir surette ta zi olarak kuvvetlendikleri, fakat içten İçe birbi
hakkuk ettiren hür iradede tecelli eder. Sübjek nine düşman olacak nüveyi yetiştirdikleri de
tiviteye karşı duran objektif maddî âlem,, ona virdir. Yeniçeri teşkilâtında dahi bu îkî sistemin
mücadeleci bir vasıf kazandırmıştır. Tez ve an yan yana İki terbiye müessesesi olarak mevcu
titez arasındaki bu mücadeleden yeni sentezler diyetini görürüz. (...)
ve tekamül hamleleri meydana gelmiştir. Haki Türklerın İslâmî devre girdikten sonra vâsıl
katen Türk milletinin en barız karakterlerinden oldukları üçüncü merhale, menfi kuvvetin kafî
birisi olan mücadeleci olmak vasfı bu tekâmül mağlûbiyetle neticelenen ve sivil millî mües-
sentezlerini meydana getirebilmek için zarurî seseierin sentetik inkişaf ve terakkisine imkân
idi. Türk tarihi, bu iki nevi prensibin, sübjekti veren büyük Kemaftzm devridir. (...)
vite ve objeklivitenin mütemadî mücadelesinin Üçüncü devrin farikavî vasfı olarak, miilî ru
tezahürleriJe doludur. (...) hun şuurlaşması, ahlâk, hukuk ve hayatî faali
Türkler İslâmiyeti kabulden sonra üç devir yetlerde Türkün, kendi kendisinin kıymetini,
geçirmişlerdir. Birincisi, derunî kudret ve deha kendisine hâs olan yüksek değeri anlamtş ol
larının İslâmiyet içine nüfuz ederek onun inki ması gösterilebilir. Bu kıymetin idrâki, iJİm ve
şafını ve yüksek medenî müktesebatını meyda sanatta,, medeniyetle yapacağımız roEü ve vazi
na getirdiği devirdir. İslâmiyet, bu devirde bîr feyi tayin ediyor. Bu rol, medenî hayatın ön sa
hâkimiyet kuruyor ki burada ruhanîyet ve cis- fında yapılması icap eden bir roldür.
manjyot karşılıklı iki cephe olarak görünüyor, M illî şuur, lâyiklık yahut vicdanî hürriyetin
Bu devit, FarabVkiTİ, İbtû Slua'lavt ve RirunVleü teessüsü iİç millî kıymet halinde dinî
yetiştiren devirdir. hâkimiyetten kurtulmuş ve miilî tarih ve dii ha-
İkinci devir, OsmanlIlarda cismanîyetle ru- rekeileriie en sağlam ve İlmî desteklerini bula
haniyedn birbirinden ayrı ayrı İmiş gibi inkişaf rak zengin bir ülkü kaynağı olmuştur. (...)
Türk inkılâbında milletin yaşama kudreti ve ya mamlamamış osaydı, T919 günlerinde Samsun
ratma kabiliyeti, bir taraftan kendi Şefini bul ve Ege kıyılarında başlayıp milletin tasvip ve U-
mak ve kendi içinden güzideler doğurmak, di tihakiie şahlanan millî ayakianışın bütün mey-
ğer taraftan da hem ıç esareti, hem dış esareti valan, ya bir saray entrikası, ya bir împeryalîst
tasfiye etmek şeklinde adım adım tecelli edi. kombinezon, yahut ta bir Çin anarşisi İçinde
Geçirdiğimiz İnkılâp yıllarının tarihi kısaca, örselenenir, heba olur, giderdi,
milletin varlığında büiunan ve milletimiz için
asıl olan ve tabiî olan bu yaşama ve yaratma ***
kudretinin adım adım ve hamle hamle şeklinde Türk mîlJelinin Cümhunyet nizamı, yalnız, bili
tecellisi tarihinden başka bir şey değildir, nen bir hükümet şeklinin Türk bünyesine nak-
lolunuşu demek değildir, Türk milletinin bir
Türkiye Cumhuriyeti. Türk inkılâbının halk cumhuriyeti nizamı içinde leşkiiâlfamşın-
Öz v t Tabft Bur Mahsulüdür da Şarkta bir bütün otta çağ cemiyetinin, Garp
ta bir bütün on dokuzuncu asır müstemlekeci
Eğer Türk miliieti iradesini "Türkiye Cumhuri liğinin ve akla gelebilen bütün anarşik ihtiras
yeti" şeklinde bir halk hâkimiyeti nizamile ta ların 'Türk vatanım harimi ismetinde" küliiyen
S f ç M C M f T N u f fi
w e f e e d îy e ' i d e f o p iu ş u n u v a a b r . ! ı s ” i n «,■ li r a l a r * o g r in U T d e . a - a n l a r m ü n a s i p
D a h a - n liî* z a i e r i n e r t e * ' ► ^ " . î a V 1 b i l e k a n » - m û le t v e k ille r rm . ş a h ıs la r ı ü s t ü n d e e r a te ş
r r ç r -d e . v a b t h a lik ’ benek» &. ya b î r koz- r r ü c a d e e ie c e s a h n e o l u y o r d u . ' M ii. -d .e p v e
rvOfX)i;i j$ M k , yjhot Li i.r !.i\ .ır- <ia k h , v ı*.n f . v s a / ü s t a r d e A f ' , h o r g u r u b u r . h a tt ö
f: r.îkliÖL: h . K j k im ! d ; v a o is * . a n c a k , 1 9 2 3 t e ş r i h e rk e v r le ’â k k is ı b a ş k a p a ş K a i o ‘ . B ir g u r u p
r io v v iîiir ın o tu zu n cu g e c e s i a t ıla n to p a r r r ç r h a m v y e t ir . v e ik t id a r ın t im s a li g ıb İ r i su
sc 'S .Iı^ i -.- d u y d u k t a n s o m a d ı r k , ? ü * k v a t a n ı n d a r u *>1 ’ b r n a m / e l d : f.e r b i r g u r u t ı u r k a - ş ı s ' r ıd a
a - î : k •*: n e u ş a k is ğ a , n e c î c m î l l î p a r ç * e r a ğ ır le n k ' t le n » v e t a r i z le e u ğ r u y o r d u
’ .iıg a v e r k a m a d iğ ir a n h v a b ıld ık v . E £ ç r Ik î H a 'h .jk . o g ü r e - ’ ü -k r .k ılâ b r ı p y e n ve en
lo p ia r a f :m a s a v d z a V -r e r . s a k ın g c -u n e r . b ir ş a n ı ’ h a m le le r in e g e b e b u lu n u y o r d u . A i x
h a lif e v a r o v o r o r e t -a r " d a . A ğ a h a r d a r şeyh V e t k d e v ie t ın r . ş r s ’m ı a im a k z a m m - g H -
.a r r ' o i e v e r e c e k t i . M a t t a b u n l a ı e ! e > v w ı r ı $ le c p l en i ç i n d e ıv t i k a n e t l e r i n k a y b e t m iş o ! -
g it ;; . d i. l i a fa , s a r a y ın d a e s k i » a d -ş a h h ır m v s - m a la n r .a ra fc m e n Türk m * ı:e t i r l r b ir Ş e f in ş a h - ,
* e îirH ’ g i- ' v o r . A ğ a d a n b ı k ’> ı v îj-k m a t b u a t ı ş iv e lin d e m e r k e z le ş e n h a v a t h a m le s i y e n : v e __ _
n a a d e ta e ı r r v e r e s i i y o rd u M a k b u ld a b ir h u m p s ’u l b « - s ı ç r a v î ş i ç . - I v t ü ’ k j v v e d r T . * t o p -
k u k ç u z û r r e s ı s a '.t a n a h r h u k u k î m ü d a f a a v ir a . lu v C K d u . Ç ü n k ü m e v o a r p ^ k k a im e b u h r a n ı,
A rk a ra d a b ;r h o c a l a r g ı r u t a : s a lt a n a t ! n v v a s ı h a k ik a t t e d v t v le b n ü ^ u . \ e l e ş k ’ â t ı v ' ia k i b u ş e
m u ş t u k i. o u h a v a i ç i n d e k u ç u k b ı g a f k ^ , y a n i
19Aİ teşrırlevvefirın otuzunu; gt»cesı atılan m d h H ı k u r t a r m a k r ia v a s ’n rp - n e s 'u lıv c t b v t a ş ı-
k,i'<îhâii< f>V "srf’i gurttl*.' va-ch kr, orür jçrn & & a v a t h r\ d n g o v tfn eg ff
m i l î h a r e « e t 9/t.y.ûVl 922 d e a r k g a y e s i n e v a r "■ H i l â ' r H li e m e K s a h a n a ! d e m e k t i r . M a k a m ı
m ış . d ü ş m a n t o u v a k l a r m z d a n ç ık < v :h M ş v e d a m o t e lin v a r ı z m a n e v î g u d re tm d e ğ il, s a t s r a -
v a s o n u n a e m -.iş t i. Ç ü n k ü o n u t g r id e n ?ş t; m a d d i v o s ı n i ; k - t e m » n e t m e k !â z r r » d - ! v
b ir m ı -k lü p d e ğ ı s a d e c e b»r r r " ı m ü d a fa a Y a h u t ıa :
k i l . B u m ü d a f a a d a ış l " f e n l e n m e y v a la n v e r A i n d u k is 't e h e r h in n ı ı s l l i m a r ı n b r e r n h û U
m iş t i. B u n d a n s o n r a b r t a k n* e jım v e b r t a k m m ü m im r » v a r d ı. 3 / b u rca e h li ;s lâ m .n a ? i
k u - u - p ş d a v a l a r ın a d a l m a d a n , t e d ' c e n o t o r it e * : e ır . ; ü l n ü m ı r ı n s s z o i u n ı z f ' î
n ‘ ı k f s a p e d e c e k f v r h ıf â f a : d a - e s i g ö lg e s i n d e D iy e n im in e t r a f n d a a z k ^ s m j a ş i k â r , ' a k s :
v e m u la i b ‘ r p a r ia m e r io h a y a t ç rx k » g ü n ü g ü n ç o k k s m : g / i ı ! > r s v < ın b a l s a İM " g u .n b i l a z
e r m e k le n b a ş k a y a p ı «u a k ş e y K a lm a m ş» :. d a h a b ü y ü v w . b r a / d a h a k o v ıd a ş y o -r îü .
B u k ıs ım in s a n k a U b a . ’ A ç ır 1 9 2 . 3 t e ş ’ n i- Iş ? e C u m h u r i ^ e t - r i l a n t a m Im j h a v a ç rd e
e v v e j n î n o t u z u n c u g f x e s in e k a d a r m i l i ı h a v a v e ta n ı a m o rfa v a r ı d ı. W
m u d a la d i İH .k ü k g u f u b u r .u n , g e r e k \ V ' V t M e c s ı , / b u c a k s ız u f u k la r a d o ğ r u y e lk e n a ç a n
SEÇME ME T İ NL E R
genç geminin manivefaları arasında buldular. rap içinde, adeta erişilme?; bir irieai rüyası gö
Türk milletinin İçtimaî fütuhatı aslında on rüyoriar.
dan soma başladı *
••*
* * *. Halbuki her biri bir milletin yeniden doğuşu
1923/30 teşrinievvel gecesi Ankorada Büyük için kâh gelen bu İçtimaî fütuhat bizim ınkılâp-
Millet Meclisinden kalkan bu İçtimaî fütuhat çr neslimizi doyurmuyor. Her fetholunan mer
gemisi nerelere uğramıştır? Daha nerelere uğ halede brz, yeni yeni fütuhatın rüyasını görü
rar ve nerelerde durur? yor ve aşkını duyuyoruz ve neslimizin bu da
Filvaki bugüne kadar varılan yerler ve geçi ima yeniye, daima mükemmele doğru oian
len merhaleler bile, başlr başına, bir mîlletin savleti, milletimizin tarihî şanına ve haysiyeti
yaratılması,, bir cemiyetin yeniden kurulması ne tamamile yakışan bir manzaradır.
için kâfi gelebilir. Çünkü bugün dünya üstünde Filvaki her zaman ve her milletin içinde du
hâlâ on yedinci asrrdaki renklilerin muamelesi ranlar, dar çerçeveler içinde bağlananlar olabi
ni gören bir milyar insan vardır. Bir jeneraller lir. fakat milletin umumî hamlesi içinde bunlar
666 diktatörlüğü elinde parçalanan 450 miyoniuk her zaman sürünlenecek, her zaman umumî
Çin ü(kesinin> bu&ün bütün ülküsü yalnız "tek aheoge katılacaklardır.
ve küveti!" bîr devlettir. Hâlâ Kastiâr, Racalar Biz bindiğimiz genç gemiyi enginlere doğru
ve ecnebi polisleri elinde bütün haysiyetini açalım. Çünkü millî istiklâl, millî devlet, tek ve
kaybeder, 25Q m ilyonluk bit Hindistan, va? ki IsUkvad1 , devlet me?halelerinden da bu
bütün ülküsü ancak bir yarım İstiklâldir. Hâlâ geminin uğrıyaeağı yerler ve varacağı ülküler
erkeği köle, karısı esir olan, hâlâ sâyi, dimağı vardım
ve hayat hakkı, ya bir maskara yıhiîbazın, ya - H&t adımı başlan başa bir ayn emekle iş
bir sarhoş müstemleke çavuşunun elinde kepa lenmiş sulak, serin ve yemyeşil bir vatan topra
ze olan yüzierce milyonluk müstemleke balkı ğı.
için, bugün bize ma) olan, bugün bize tabiî ge ’ 13u vatan toprağı üstünde her çağı bir genç
len fütuhatrmızın binde biri bite bizzat hayat lik neş'esi içinde geçen şen, tok, giyimli, sıh
değerindedir. Nihayet Şark Avrupasindan Ce hatli ve kum gibi bîr Türk kalabalığı,
nup Ameri kasma kadar, mukadderatını ya bir - Her parçası ayni plânla işlenen, her parçası
takım banka oyunlarına, ya bir takım teatrai ayni ahenk içinde milletin umumî ve hâkim
diktatörlüklerin mucizesine bağlamış hespasız menfaati için çalışan ilJelsiz, tezalsiz bir Türk
milyonlar için bugün. Cumhuriyetin bize verdi milleti ülküsü henüz önümüzdedir)
ği müsiakii devlet, tek devlet, istikrarlı devlet, Tabiatın haşin tahakkümünden, sefaletten,
millî devlet ve hafi İnkişafta devletten yalnız sınıf ve zümre kavgı farından, imperyalısî taad-
bir tanesi bile bir doğuş kadar kıymetlidir. dilerden, hulâsa hem iç, hem dış bütün gerilik
Siz, miilî İstiklâlde, vicdanımızın bir lakım lerden kurtulmuş ülkü Ti'rrkîyeye doğru dümen
cebrî iman kayıtlarından kurtuluşunda, kadının lere sarılalım!. Yelkenleri şişirelim!
müsavi haklara sahip oluşunda, tek ve lâik ted Engin denizler ortasında dalgalar, bu gemi
risatta, mutlak halkçılıkta, sjnıfsız ve imtiyazsız nin dümenine yapjşmış genç inkılâp neslinin
millette ... ve saksde, nihayet ırkımıza esasen şarkı! avile; inleşim
tabir ve tarihî ananeleri oipn birtakım vasıtala - Daha iyiye,
rı yeniden elde ettiğimiz için oniarın, bu vasıf daha mükemmele doğrul
lara hasret çeken yüz milyonlarca insanlar için İleri!
ifade ettikleri pah? biçilmez manaları belki lâ-
yıkile anhyamıyoruz. - Daha rieri,
Halbuki bunlardan yalnız birinin, yalnız bir ve
küçük parçası için, bugün cihanın her bucağın Daim£ ilerîl
da yüz milyonlarca İnsan, kan, göz yaşı ve ıztı-
SEÇME METİ NL ER
Harf devrimi,, okur-yazarJığj kolaylaştırmak, için pozitivıstmiş gibi göründüğü halde, daima
eğitimi yaymak, milleti, İN A N IR bir millet ol "sonuçlara" değer verdiği için de p ra g m a tis t
maktan, D Ü Ş Ü N Ü R bir millet olmak, seviyesi m iş gibi görünür,
ne çıkarmak gayreti değii m '* Aslında, onu akımiara bağlam ak yanlış bir
Hale D il ve Tarihi Devrimler ı, Türk Milliyet iştir,
çiliğine derin kaynaklar bulmak, Milleti bilinçli O , çağının bu iki fikir akımını herhalde çok
bir bütün haline getirmek çalışmalarının yekûn iyi biiiyordu, ama ne pozitivist, ne pragmatistti,
çizgisini çİ2 emezier mi7 O , Mustafa Kemal Atatürk'tür. (...)
Sosyal ve politik kadın-erkek eşitliği, batı
toplu mİ arını da şerefle aşan ve Türk soyunun
geleneklerine kadar inen, adaletli ve milliyetçi A sker Diyalektiği,
bir devrimdir, Devrim Diyalektiğidir
Yeri gelmişken söyleyeyim; Bön Marksizme
inananların, kendi tefekkürlerini rahatça yaya Büyük bir kumandan için gerekli plan bütün
bilm ek İçin toplumdan ö zgürlük istemelerini vasıflar, Atatürk'te noksansızdr, 5avaşfa bir ku
668 de ta&mllkte anlamıyorum. mandan, birşeye karşı ve biîşeyden yanadır;
Ç ü nkü bir insan, an cak, başkası iç in hak Atatürk bütün hayatı boyunca sürdürdüğü top
saydığını kendisi için isteyebiliri Bir Marksist, lum savaşlarında, birşeyden yana ve birşeye
kendi düşündüğü biçim de bir devlet oluşturdu karşı olmuştur. "Bitaraf olan bertaraf olur" sözü
ğu zaman, kendisi gibi düşünmeyenlere ö b ü r bu yüzden onun fikir karakterini açıklar (...)
lük tanıyor mu? T*.) Kurtuluş savaşı gerçekten büyük bir matema
Ben, "Atatürk, seni sevmek milli bir İbadet tik mimaridir. Yenmekten yenilmeye kadar ta-
tir" demiştim. Şimdi, "Atatürk, seni anlatmak şarlanmamış, hesaplanmamış hiçbir yanı yok
raüli bir ibadettir" diyorum. Ve gücüm ün erdi tur.
ğince onu gençlere adatm aya çalışıyorum. Bütün ihtimaller değerlendirilmiş, tedbirler
Çünkü Atatürk bir kalıp değil, bir gerçekçi hazırlanmış ve Büyük Taarruz, böyle bir mate
lik, bir akılcılıktır. matik mimarinin zirvesinde başlatılmıştır.
Bilim, deney ve akıl çizgileri içinde bağım Atatürk bütün kararlarını sonsuz ihtimaller
sız bir M ETOD'dun piram idinin zirvesinde uygulam aya sokm uş
İşte bu sebepledir kî, her dar boğazda, her tur!.. (...)
kargaşalıkta, her um utsuzluk ortamında Ata Atatürk, savaşın geleceğini nasıl bîiim ve
türkçülük, özellikle bizim içrn bir ÇARE'dir, di teknik üstünlüğünde görmüşse, top i umun uy
yorum. (...) garlık gücünü de öyle öylece bîNm ve teknik
üstünlüğü olarak değerlendirmiştir,
Bir milletin toplum hayatında ekonom in in
Atatürk Nedir? baş sorun olduğunu biliyor, özellikte sanayileş
meğe büyük değer veriyordu.
A z önce, "Atatürk bilim, deney ve akıl çizgileri Sanayileşm e bir bakıma, dilim ve tekniğin
içinde bağımsız bîr tefekkür, bir meroddur" de ekonomik potansiyeli arllırmasıdır. (...)
miştim, Bu tarif, Atatürk Metodolojisinin sınır Savaş -tıpkı politika gibi- netice almak sana
larını iyice çizer sanıyorum. tıdır.
Yalnız, hemen işaret etmek isterim; bu tarif, Politika, manevi güç kullanır, savaş maddi
pozitivizmi, oıvım kullandı^t analitik metodu fcüçleson'UÇ aUnaya çalışır.
da hatırlatır. Bu yüzden bazı fikir adamlarımız, İyi bir asker olan Atatürk, gerek kendi hare
Atatürk'ü pozitivisi espri içinde görmüşler ve ketlerini, gerekse çevresinde arkadaşlarının ha
öyle yorumlamışlardır. Böyle bîr yorum, kana reketlerini aldıkları netice ile değerlendirmiştin
atimce yanlış sayılm az; fakat Atatürk'ü de ek Onun için, her harekelin bir amacı vardır.
siksiz anlatmış olmaz, sanıyorum. Amaca ulaşılmışsa hareket doğru yapılmıştır;
Çünkü, b ilim e , deneye ve a k la önem verdiği u Iaşı imam ışsa, hareket yan fiştir. Bu düşünce biçi
i f- Ç W C M h *' N w FR
N it e k im p ^ a g n ra tz m m k u r u c u l a r u n d a n b r: g e r ç e ğ e d a y a t m ı ş t ı r . B u g ö r ü ş j r ve» h c ? ? b n
e la ı Jo h n D e v e v , H n d V .a n c ic n u ş u Am er n e k ü d a » d o ğ r u o ld u ğ u n u , a lt m ış y ıl s o r a
v a y ı M ili* \ğ h . m ö a k a r k ğ m a v e r n v ş t n . m a k t i, B r b a ş k a d e v i m e . h t p a r a t o r i u k C ü z e
n in d e d e v le t o r ’ a ğ ı o la n asker ve h v a v d ır
k a d ro su n u o k t a k i k la n ç ı k a - ı r a s v e d e v le t in
F a k a t b - r H a k k ın v e r ilm e s i k o a y , a lın m a s ı
H a tta k e n d ilin d e W s is t e m a V - s i o l d u ğ u h a k k ı v i c d a n l a r d a n s ö k m e k m u r r k ü n d e ğ ; İ d r:
r j b i l e s o v l e y e b ' H r ım .. .< p u s u y a y a t a c a k la - v e s e a s ır b e z e y e c e k le r -
l a m a k " h a s t a : £• v a r d ı - . A t a t ü r k k e n d i s i n i n c jc v n .k b .r t e r f i k e o fu * . O h a l d e ç a r e n e c i r / . . .
■ a r i e e t t iğ i g i b i , n e r o f a v ı. k e r o ı k a p ım a - ı D u ş i i n e ’ m : fe v ıp a -a t o - u k t i u / e i ' i r d e ıx n > k r a t
i ç i n d e ; n c e t e r d i. " la r r < ? y d ? H a lk m iç e n d e n s j / u u p g e k n y e t p -
k u lla n ıy o r s a k , o k a d a r iy i A W U R K Ç r i \ j / k a s e ç im e d a y a ı v ' . n ç b e v ie c ^ i a y d n , ( b ü r o k r a t : v e
n a a t i n d e y ı r ; :.. . ) v e k y . i ğ . ; ç m d e ğ ! l. v . l k - » g c / v k ^ d r iu ğ u iç in '
'T a b a a t k a r u n i a r r a a y k r ı d ü ş m e y e n i n s a n i " s i î ç m ie 1 k i n c i s e ç ic v g6 v e v ; n i a h r v e k j n k s i v o
tünce Ateturk mefociu ıh iyini bitimf deney vo k^kV77W»rtJn5-a, hakk;r hu'b/u.bşı. ^ bâzı
ak! çi/güeri: içinde» düşünmek, ATATÜRKÇÜ A ğ l a m a k d a b a ak> k a b r î e < lb > r d \
e m ^ e k k ’ , b ü r o k r a s iy i p o l i f k a d a r ç .k a r m ış , fa k a t
io r .k s y o n j n u Ic a ld ır m a ır iş t t r . B o y e c e d e v ie t
Atatürk'ün İki O f lr îK İa n n -t * t a s f iy e s i. H u k u k m e ş r u i v e : i i ç i n d e
y a / m ş t r. B ir in e ı re ç e te . O s m a n ! İm p a r a t c y u - ğ z a m a n v a » a c a ğ -m :/ v e r, A t a t ü r k 'ü n v a - a r a ğ ı
v e M I L U T t a b a n ın d a n d a n a g e r ç e k b ir D e v le t t a r ih i t o p it im y a p ıs ın a u y g u n o la -a < h iç im le -
S E Ç M F M E- T İ N l b*
burada vördu m e ş r u iy e t in t e k t c a y r a £ ; h a i k o l d u ğ u t ; b i . b a k -
m y e t in e le t e k s a V b i e lb e t t e n a lk l ı r .
amaçlayar b> yapıya sahpt. Fgen~<ml k. halka c v u " v c - r p " g ü ç s ü z b a ik o y u " , " g u ç lu h ü k ü
sınıflara garanti etmesi için baz, müesseseler b ü ' o k r a s i " ; " ' s e ç im d e r k a y n a k l a n a n n e ş r u îv e t "
duğunu. y a p t ı ğ ı - s a y d ğ n* k u r u l u ş l a r d ı r . B ö y e c e vA t a -
olacağın;. d e n : b y a e d i l i r d i r * , d e r ^ e k k » b i; h a t a o l a c a ğ ı n
yaln/ca m Hem seçtiği B.M Meclis' tarafın Çûrku güi'iimu/ur aydını, 195' Anayasas
dan kulîanHacağ n'; değişme? kurallar olarak ile "Sultansız b:r kapıkulu" haline ge m ş ve
berimsemişti* devletin butun k/Ks vorla' ra bir başı ra sahip
Aslında ou saydıkla* m, demokratik cumhu- çıkmıştır. Yasan-a gücü de, yürütme gucu d<»,
fiyet 'ejım nir MÎea erid-r; hem de bugune ka denetim gucu ık* aydının dmdedi-.
dar hiçbir Bat u'kesinde gerçekleş tirur.err ş Hak.:, yoneture kat ,ma * rsat; veren tek ka
jdeaerdr, ama on arır s rıfoai top um yap la- oı. Parlamentonun Mec is kanadı kap.s pı; An
bu deal e-e ulaşmalar;;*a elverişli değii. . cak rül'Hvekrli skimle** nde.'1yaradan ı» Mecli
Buna ka-şılık -r.e mutlu bi* rastlantı «ı bizim se gırebibr. Oysa bu seçimkm» cie ayd:r. büyük
top'umunruzun yapısı, bu İdeal riamakrasîyl ağır! ğım keyr uştun Millet ^k»; IKin r teşekkül
benimsemevi zor-ırfu kıtı-. Çünkü sır d yoktur, yapısına bakarsan z, D u r u kolay.ıkla gömeceks
sırır ç-«a,:an yoktu'', sınıf çıkarla* mm derge riz. Burun dışındaki yasama, yırjlıre, dıtnr-t m
lennesî yoktur, sadece m.İlet vardr ve rr;” rt?n kummlan ayd nm tekeline düşmüştür. {.
SEÇME ME T İ NL E R
Oysa, bu devletin tek BEKA ŞARTI, bürokrasi rarak bu düşüncelerimi ifade ediyorum. Ümit
ile devletin su sıkmaz biçimde BÜTÜNLEŞME siz olduğum sanılmasın, hayır, ümit, millette
SİDİR. Devlet, PARLAMENTODA, HÜKÜMET dir, Tarihin hiç bir döneminde Türk milletinde
TE BÜROKRASİDE fikir ve amaç bakımından çare tükenmemiştir, bugün de sonsuz yarınlar
parçalanmışsa, Allah korusun OsmanlI İmapa- da da tükenmeyecektir. ATATÜRK ANAYASASI
ratorfuğunun son günien'ne özeniyor demek TEFEKKÜRÜNE dönmenin tek çare olduğunu
tir!.,. İçimi, kaygıdan da öte, bir kahırla doldu hep birlikte ve mutlaka anlayacağız.
ATATÜRK’ÜN İDEOLOJİSİ
(1946)
YAfCL/P KADRİ KARAOSMANOĞLU 671
harekelinin adıdır, Kemalizm evrensel bîr plât
Atatürk'ün meslek ve meşrebini mutlaka so form üstünde vukubul muş, umumî tarihin sey
nu "îzrrTli bir tşrimie ifade etmek lâzımsa rini kapsayan ve bütün bir insanlığın kederi ile
"Realizm" sözünden daha uygun bir kelime İlgili bir hâdisedir. Yeryüzünde yaşayan millet
bulamayız sanılırdı; eğer bunun yerine, düş leri İtibarî bir tasnif ile bir takım eşitsiz katego
manlarımız da dahil olmak üzere, bütün Batı rilere ayıran ve büyük camiaların menfaatlerini
klar hep bir ağızdan "Kemalizm" domeseydi- küçüklerin veya zayıfların hakkına hâkim kılan
ler ve bu deyime politik edebiyat yayımlarında adaletsiz ve zalim bir enternasyonal hiyerarşi
sık sık söz konusu olan "Marksizm" ve "Fa sistemi, ilk defa, bu hâdise karşısında sarsıldı,
şizm" gibi doktrin adlarının arasında öbürle birkaç emperyalist devletin sırf makine kuvveti
rinden çok daha yüksek ve önemli bir yer ver ile hayvan sürüleri gibi alıp sattığı veya kanları
miş olsaydılar. nı emip derilerini yüzdüğü mazlum milletler
Lâkin, Atatürk kendi adının bu vesile ile Le- hu hâdiseden (yani Mustafa Kemal'in açtığı
nin, Stalirı ve hele Mussolinİ gibi diktatörler M illî Mücadele) ile yaptığı devrimlcrden sonra
arasmda geçmesinden pek memnun görün artık insan haysiyetini duymağa ve tarafı, taraf
mezdi, Nitekim, ben bundan otuz iki yıl önce başlarını kaldırmağa başladılar." (Atatürk adlı
yazdığım titizlikle ne kadar haklı olduğunu şu monografiden).
satırlarla anlatmağa çalışmıştım: Lek/n Afafurk'ün oynadığı bu tarihî rolü biz
"Bazı yabancı yazarlar Mustafa Kemal'le Le- de kaç kişi anlamıştır? Bizans'ın fethi yılının
nin arasında bir paralel yapmak İstemişlerdir, bilmem kaç yüzüncü dönümü törenlerinde JI.
Hiç şüphe yok ki Lcnin dikkate değer bir dev Mehmet'i fîarlbj ikiye ayırmış olmakla) alkışla
rimci idi. Fakat Mustafa Kemal gibi kendi ide rız, Neden? Çünkü, bizce Rönesans yâni Avru
olojisini kendisi bulmuş, kullandığı taktiği ken pa'nın Ortaçağdan Yeniçağa, iskolastikden
disi tespit etmiş, yıktığı kadar, yıktığından fazla müsbot ilimlere geçişi olayı, Bizans'ın Türkler
sını yapmış bir devrimci değildi, tarafından fethi sayesinde vukubulmuştur, Ya
Türk devrimcisi amacım (başkaları tarafın bu hayırlı olaydan kimler faydalanmış? Orto-
dan) yazılmamış bir dâva halinde ortaya koydu dokos kilisesinin fitne ve fesatlarına kapılarak
ve onu sırf kendine mahsus metodiarla hayata Bizans'tan hudut dışı edilmiş bütün hür düşün
tatbik etti. Kemâlist inkılâbın bütün azametini, celi bilginlere, san'atçılara, şairlere, filozoflara
bütün kuvvetini herşeyden evvel bu orijinalli kapılarını açan İtalya ve İspanya gibi bahtiyar
ğinde aramak lazımdır. Bundan başka, Kema memleketler.,, Rönesans işte o Bizans'lı göç
lizm ne komünizm gibi yalnız bir sınıf kavgası menlerin getirdikleri Greko-Lâtin kültürünün
nın, ne de faşizm gibi yalnız bir devlet disiplini ışıklan ile ilk defa Avrupa kıtasının bu köşesin
S E Ç M £ M E T İ N L ER
İHTİLÂL NEDİR?’
MAHMUT ESAT BOZ KURT
Bence, tam ve olgun anlam ile ihtilâl; mevcut İhtilâllerin gayesi milletin her yönden ilerle
bir politik, sosyal ve ekonomik düzenin yerine; mesi, daha güzele, daha iyiye doğru gitmesi
yine politik, sosyal ve özellikle ekonomik, yeni dir. Bunun aksi, ya post kavgası ya kaytaklıktır,
ve ileri bir düzeni zorla ve çoğu zam an silâh irticadır.
gücile başaran harekettir. (...)
ih tilâ l, tanı ve e k s ik s iz a n ia m ile h ü k m ü n ü y ü Bir Millet Ger Gidebilir mi?
r ü te b ilm e k için dört unsuru kavramalıdır.. P o li
tik, so s y a l ve ö z e llik le e k o n o m ik a la n a g ir m e li Milletin kaytaklık hakkı var mıdır? E g e m e n lik
ve ile r i b ir re jim k u rm a lıd ır. Böylece, eskiliğin h a k la rın a d a y a n a ra k b ir m ille t in g e rile m e , g e ri
yerini, yeni bir düzen ve kuruluş almalıdır: gitme hakkı yoktur.
1789 Fransız ihtilâlini, Çünkü geriler, ilerilere nispetle birer kötü
1917 Rus sosyalist ihtilâlini, lüktürler, Haşat gerilerde değil, ilerilerdedir.
1919'da başlayan Atatürk ihtilâlini, tam ve Hayat kötülüklerde değil, ilerilerde, iyilikler
eksiksiz ihtilâllerin örnekleri diye hatırlayabili dedir. Gerilerde ölüm vardır. B ir m ille t ö le c e
riz. Çünkü bunlar düzeni baştan başa değiştir ğ im d iy e m e z . Yaşama ve yaşatma ilerilerdedir.
diler ve ileriye götürdüler. Bir milletin yaşama ve yaşatma hakkı vardır.
Bunlar, başka başka mahiyette olmakla be Bir millet y aşayacağım diyebilir. (...)
raber toplumun durumunu; sadece politik ve ileri sürdüğümüz teze göre, Cumhuriyetten hi
sosyal bakımlardan değil; aynı zamanda eko lâfete, saltanata, krallığa inmek şöyle dursun,
nomik açıdan da kavramış ve eski düzeni y ı meşrutiyete bile dönmek, bir milletin hakkı ola
karak yerine yenisini ve daha ilerisini kurmuş maz. Çünkü böyle bir durumda millet, kendi ege
lardır. (...) menliğinden kısmen olsun feragat etmektedir.
Am aç, egemenlikten kısmen feragat değil,
egemenliği her yönden tamamen elde etmektir.
(+) İstanbul'da verilen İn k ılâ p T a r ih î derslerin
den, 1934. Biz Cumhuriyeti bile bunların ilerisidir diye be-
S E ÇME MS T I ML E R
nimsemiş bulunuyoruz. Eğer insan haklarını ye her vakit söylerdi: Bu, Türk milleti, Atatürk'ün
ulus egemenliğini Cumhuriyetten fazla gerçek kanını taşıdığı millet idi.
leştiren bir rejim keşfedilecek olursa bizim onu Atatürk yalnız Türk milletine güvendi. Mille
kabule hazır olduğumuza şüphe yoktur. (...) tin dâvasını, millete dayanarak açtı. (...)
Feragat ve ölümden korkmamak. Tarihin ve Atatürk'ün ne bulduğunu yukarda yazmıştık.
rimlerine göre zekâ ve bilgi feragatle beraber Ne yaptığı ve ne bıraktığı da bellidir. Halbuki
o/unca ihtilâllerin zafer sürati şimşekleniyor. Mussolini o zamanki başarısını dünya savaşın
H iç bir şey onlara karşı koyamıyor. Mesafenin, dan muzaffer çıkan italyaya borçludur. Rooz-
zamanın anlamı kalmıyor. Einstein'ın yeni te welt birşey yaptıysa dünyanın en zengin bir
orileri burada canlanıyor. Asırlar yıl, yıllar ay, memleketine (130) milyonluk Birleşik Amerika
aylar gün, günler dakika halini alıyor. Türk ve devletine dayanarak yaptı!
Rus ihtilâllerinde olduğu gibi. Atatürk'ün me Hitler; o, her zaman Atatürk'ten örnek aldı
deniyet dünyası Önünde, bin yıl geri katmış bir ğını söyledi.
milleti, Türk milletini bir hamlede bin yıl ileri Zamanımızın bir Alman tarihçisi, gerek nas-
götürmesinin sebepleri içinde onun büyak fera yonal sosyalizmin ve gerek faşizmin Mustafa
gatini anmak gerekir. O, aç kaldı. Ölüme mah Kemal rejiminin azçok değiştirilmiş birer şek
kûm oldu. Fakat mîlletini düşündü. Yalnız m il linden başka bir şey olmadıklarını söylüyor.
letini, açlığı ve ölümü değil. (...) Çok doğrudur. Çok doğru bir görüştür, Kema
lizm otoriter bir demokrasidir ki, kökleri halkta
Atatürk Ölebilir mi? dır. Türk milleti bir Piramide benzer -tabanı halk,
tepesi yine halktan gelen başdır ki, bizde, buna
Türk milleti, Türk vatanı yaşadıkça o yaşaya şef denir. Şef otoritesini yine halktan alır. Demok
caktır. rasi de, bundan başka bir şey değildir. (...)
Atatürk'ün öldüğü günlerde bir İngiliz ga Dünyanın en ileri ve en son rejimi kabul edi
zetesi "Atatürk öldü, insanlık öksüz kaldı" di len komünizm, denebilir ki, dünyanın en ileri
yordu. değil, genel kültür bakımından en geri memle
Hattâ insanlık yaşadıkça Atatürk yaşayacak ketlerinden birinde uygulama alanı bulabilmiş
tır. tir. Acaba şöyle bir neticeye varamaz mıyız? Bü
Gene Fransızca (illustration) mecmuası "Ta yük ihtilâller, kültür bakımından geri memleket
rih çok büyükler gördü, iskenderleri, Napol- lerde, orta, hele ileri kültürlü memleketlerden
yonfarı. Büyük Pedroları, Vaşingtonları... Fakat daha çabuk ve kolaylıkla başarı sağlıyor.
yirminci asırda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Buna hayır demek, evet demek kadar zor
Türk oğlu kırdı," diyordu. dur. Bir bakımdan, kültürü geri memleketler
Atatürk ölebilir mi? uysal olurlar. Tıpkı yabancı saldırısına kolaylık
Veri gelmişken, şunu da hatırlatmak isterim la boyun eğmeleri gibi... Denebilir ki, geri
ki: Atatürkün yanında, tarihin büyükleri diye memleketlerde, yeniliklere karşı kaytaklık da
sayılan şu bir kaç isim, inanarak söylüyorum, kolayca vücuda getirilebilir. Çünkü geri halk
siz de inanınız; ufak tefek şeylerdir. Hele za tutucudur. Eski âdet ve geleneklere fazla bağlı
manımızda büyük geçinenler, bani şu bildikle dır... Fakat uyanık bir ihtilâl şefinin bu halden
rimiz, bunlar, daha ufak tefek şeylerdir. (...) korkusu olamaz. Geri halk kütleleri zannedildi
ği gibi geleneklere bağlı değildir.
Atatürk Ne Buldu? Ve Ne Yaptı? Yalnız bu halk kütleleri içinde eskilikle mide
lerini şişirenler vardır, işte bunlardır ki, halkı kö
Atatürk bir şey bulmadı. rüklerler, tahrik ederler. Ayaklandırırlar, kaytak
Düşmana batıracak bir iğne, hukuk bakımın lan yaratırlar. Yapılacak iş bu sınıfı ilk fırsatta
dan bağımsızlığına sahip bir vatan bile bulma yok etmektir. Bir kere bunlar temizlendi mi, me
dı. Vatanın (Sevr) le bağımsızlığı yok edilmişti. sele bitmiş demektir. Yollar, ihtilâlin yürüyüşüne
Atatürk, bir şey buldu ki, bunu, öğüne öğüne açılmıştır. Asıl iş, bu ameliyeyı yapmaktır. (...)
SEÇME METİ NL ER
eski toplumun sinesinde yeni unsurların, yeni inanıyorum . O n u görüyorum . Yarının tarihi,
sebeplerin gelişmesi demektir. Bu yeni unsur yeni bölümlerini Türk birliğile açacaktır. D ün
lar, eski toplumun unsurlarını yenecek kuvveti ya, sükûnunu bu bölümler içinde bulacaktır.
kazanınca, eskilik yerini, yeniliğe bırakır. Kâşgarlı Mahmud'un "Divanüllûgatı Türk"ünde
Bu fikirleri, kısaca açıklamadan önce, ihtilâl dediği gibi: "Tanrı; Türkü, insanlık, şerirlerden,
ve sebepleri hakkında en esaslı görüşü belirt şakilerden kurtulsun diye yarattı.''
miş oldukların) söylememiz gerekir. Fakat Mars'ın görüşlerinden, İlmî tahlillerin
Komünizm, amaç edindiği rejimi kurabilmek den, metodlarından hak ve hakikatler lehine is
için, ilk hamlede, bugün mevcut, üretim meto tifade edilecek çok şeyler vardır. (...)
dunu değiştirmeği prensip olarak kabul etmiş A ta tü rk , L e n iıY in de aksine olarak yazm ak
tir. Bugünkü üretim metodu serbesttir ve ferdî tan değil, yalnız yapmaktan hoşlanıyor. B ü y ü k
dir. Komünizm bunu kollektif hale koyacaktır. n u tu k ve ona ilişik vesikalar kitabını, işler başa
Üretim kollektif hale gelince toplumun bugün rıldıktan sonra yazdı. O yapmadan yazmıyor.
kü esasları da değişecektir. Serbest rekabet sis Yapmadan lâf yok.
temi kalkacak, yerini komün idareleri alacaktır. Yaptıktan sonra anlatma, hesap verme var!
Bu suretle sosyal, moral, ekonomik ve siyasal (...)
rejim de bugünkünden bambaşka bir mânada
görünecektir. (...) Kendi hesabıma son sözüm şudur:
Şu ciheti de belirtmeliyim ki; ben komünist Bir ihtilâl, hangi milletin hesabına yapılırsa,
değilim , Türk m illiyetçisiyim . Böyle doğdum, mutlaka o milletin öz evlâdının el ile yapılmalı
böyle öleceğim. Türk birliğinin bir gün hakikat ve onun elinde kalmalıdır.
olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, M e s e lâ ;
gözlerim i dünyaya onun rüyaları içinde kapa T ü r k ih tilâ li, ö z T ü r k te rin e lin d e k a lm a lıd ır.
yacağım. Tıpkı Ulıud şehidi Said anekdotu g i H e m d e k a y ıt s ız ve şa rtsız.
bi. P eygam b e rim izin arkad aşlarınd an Said, Y a b a n c ıla r ın y a r d ım ıy ie b a ş a rıla n ih tilâ lle r ,
Uhud'da şehid olarak ölürken baş ucunda bu y a b a n c ıla ra b o r ç lü k a lırla r.
lunanlara dem iş ki: " G id in iz!... Peygambere B ü b o rç ö d en m ez.
deyiniz ki, onun şehidlere müjdelediği cennet Türkün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisin
leri görüyorum ve şim di oraya girmek üzere den iyidir. G eçm işte Osm anlı İmparatorluğu
bulunuyorum !" Said m üslüm anlığa bu kadar nun bahtsızlığı, ekseriya, mukadderatını Terk
inanmıştı. Ben de Türk birliğine bundan fazla lerden başkasının idare etmiş olmasıdır.
lâ müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun M üttefiklerimize, kom şularım ıza ve bütün
ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, dünyaya hitap ediyoruz. G ayem iz, Birleşmiş
her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri Milletler Anayasasına ve İnsan hakları prensip
esaslarına göre muamele görecektir. lerine tamamıyla riayettir. Büyük Atatürk'ün
Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı ' Yurtta s u lh , cihanda s u lh ' prensibi bayrağımız
milletin, aynı soydan gelmiş evlâtları oldukları da. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sâ-
nı hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine dıkız. N ATO'ya inanıyoruz ve bağlıyız. C E N -
karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri TO 'ya bağlıyız. Tekrar ediyoruz; düşünceleri
ıstıraplarım ızın dinmesi ve m illî varlığım ızın miz, yurtta sulh, cihanda sulhtur. Türkiye dahi
selâmeti için zarurî görülmektedir. Kabineye linde bütün garnizonlardaki G arnizon Kom u
mensup şahsiyetlerin, Türk Silâhlı Kuvvetleri tanları, o yerin mülkî ve askerî idaresine el ko
m ize sığınmalarını rica ederiz. Şahsî emniyet yacaklar ve vatandaşların her hususta emniye
leri, kanunun teminatı altındadır. tini sağlayacaklardır."
677
DİKTA*
DOĞAN AVCI OĞLU
Türk halkının büyük çoğunluğu, tutucu güçler Buniar, barometre kesin fırtınayı gösterdiği hal
koalisyonunun diktası altında yaşamaktadır. de, "fırtına geliyor" denmezse, fırtınanın gel
O n milyonlarca köylü, ağanın, şeyhin, beyin, meyeceğine inanmaktadırlar. Fırtınalı havadan
tefeci ve aracının diktasında perişandır. Topka- hoşlanmadıklarından gerçeklere gözlerini ka
pı'da kurşunlanan işçi, patron diktasının kur payıp, arzularını gerçeklerin yerine geçirmekte
banıdır. dirler. "Fırtına patlamak üzere" denince, fırtına
G enel oy, bu tutucu güçler koalisyonunun ya göre rota çizmeyıp, "olmaz inşallah" temen
diktasına göre biçimlenmektedir. Sandıktan de nisiyle yetinmektedirler. Başını kuma gömünce
vamlı bu gericiler koalisyonu çıkmaktadır. D ik saklanacağını sanan devekuşu daha farklı bir
ta altındaki milyonların oyu, kendi oyu değil, tutum içinde değildir.
şeyhin, beyin, ağanın, tefeci, aracı ve kompra Fırtına kaçınılm azdır. D evrim cinin görevi,
dorun oyudur. Tutucu güçler koalisyonunun "olmaz inşallah" edilgenliğinden silkinip fırtı
kitle üzerindeki diktasına, köklü altyapı dev nadan devrim yolunda yararlanmaya çalışmak
im le riy le son verilm edikçe, bu durum daha tır. Birçok şeyi yıkıp götüren fırtına, aynı za
uzun süre devam edecektir. manda bereketli yağmurların getiricisi de ola
Türkiye üzerinde ekonomik ve politik dikta bilir,
sını kuran tutucu güçler koalisyonu, ülkeyi kal Türkiye'm izin içine düşürüldüğü çıkmazdan
kındırmaktan ve toplumsal sorunları çözm ek kurtuluşu, bir politik biçim sorunu olm adan
ten acizdir. Şehirlerde toplumsaf huzursuzluk önce, sınıfsal bir sorundur. Temel dava, tutucu
çığ gibi büyümektedir. Tutucu güçler koalisyo güçler koalisyonunun ekonomik ve politik dik
nunun siyasi rejim i, bir çöküntünün eşiğine tasına kesinlikle son verilmesidir. Bu da tutucu
gelmiştir. Politik barometre kaçınılm az bir fırtı güçler koalisyonu üzerinde, halkın diktasını
nayı göstermektedir. kurabilmekle mümkündür. İşçi, köylü ve aydı
Bu noktada bazı iyi niyetli aydınlar, "fırtına nın en bilinçli unsurlarını sinesinde toplayan
geliyor" denmesinden rahatsız olmaktadırlar. bir devrimci parti, tutucu güçler koalisyonunun
tasfiyesi ve halk egem enliğinin gerçekleştiril
mesi için en etkin araçtır.
(*) D evrim dergisi, 4 Ocak 1970.
SEÇME M E T İ NL ER
Bir askeri dikta çözüm yolu değildir. Halktan tikasının içinde olmuştur.
kopuk bir askeri yönetim, tutucu güçler koalis Atatürk, devrimleri gerçekleştirme aracı ola
yonu çemberini kıramayacağı gibi, kendi iç çe rak, ordunun bilinçli gözetimi altında partiye
kişmeleri içinde çöküp gitmeye mahkûmdur. dayanmıştır, Ordu ve parti, Kemalist devrimin
Son yüz yıllık tarihimizde Türk ordusu, ileri iki temel dayanağı olmuştur. Ne var ki, parti,
ci bir güç olarak daima ön planda rol oynamış tarihsel şartların elverişsizliği yüzünden, balkın
tır. Tutucular koalisyonu, bugün Türkiye'm izi değil, eşrafın partisi haline gelmiştir. Bu elveriş
tam bir ortaçağ karanlığına gömmeye cesaret siz şartlar altyapı devrimlerinin başarısını sınır
edemiyorsa, bu, her şeyden Önce, Türk ordusu lamıştır. Ama bu, Kemalist yöntemin doğrulu
nun devrimci bilincinden çekindiği içindir. ğunu ve bugün İçin de geçerli olduğu gerçeğini
1927 yılına kadar üniformasını sırtında taşı değiştirmez.
lan Atatürk, orduyu günlük politikanın dışında Dava, halkın partisi eliyle, tutucu güçler ko
tutmuştur. Ama Kemalist Türkiye'yi kurma sa alisyonu diktasına son verme ve yerine halkın
vaşının başlıca desteğini ordu teşkil etmiştir. diktasını, yani gerçek demokrasiyi kurma dava
Ordu, günlük politikanın dışında, devrim po li sıdır.
678
ATATÜRK VE DOKTRİN*
BÜLENT ECEVİT
1 7 yıllık siyasal rejim mücadelesi yatışıp de dikkati, her zamankinden daha çok, ekonomik
mokratik düzen yerine oturdukça, Türk halkı, ve sosyal konular üzerinde toplanabilmiştir. O
ekonomik ve sosyal meseleleriyle gereği gibi il arada aydınlarım ız da, Atatürk devrim lerinin
gilenebilir bir duruma gelmektedir. Gerçi rejim ekonomik ve sosyal yönüyle her zamankinden
meselesini hâlâ tartışma konusu yapmak İsti- daha derinliğine ilgilenmektedirler.
yenler vardır. Fakat onlardan da bir çoğunun Bir yanda, Atatürk'ün ekonom ik ve sosyal
rejim meselesine bakışı, daha çok, İktisadî ve sorunlar karşısındaki davranışı, düşünüşü, hiç
sosyal meseleler açısındandır. bir önyargıya bağlanmaksızın, daha iyi anlayıp
Tıpkı, demokratik düzen içinde, Atatürk dev değerlendirm eğe çalışan lar olduğu gibi, bir
rimlerinin kökleştirilemiyeceğinden kaygı du yanda kendi İktisadî ve sosyal düşüncelerini
yanlar olduğu gibi, toplumumuzun çetin eko topluma benim setebilm ek için , bunları Ata
nomik ve sosyal sorunlarının demokratik dü türk'ün düşünceleri imiş gibi göstermeğe, veya,
zen içinde çözülemiyeceğini düşünenler de bugün yaşasa idi Atatürk'ün de o konularda
bulunmaktadır. tıpkı kendileri gibi düşüneceğini isbat etmeğe
Fakat bugün Türkiye'de demokrasi, her ne çalışanlar vardır.
sebeple olursa olsun demokrasiye inanmayan Bu arada, Atatürkçülüğü d ok tönleştirme, bir
küçük bir züm renin sarsamıyacağı kadar sağ- Atatürk idelolojisi yaratma çabaları da hız ka
iamlaşmıştır. zanmıştır.
Bu sağlamlığın verdiği güvenle, şimdi halkın Bu yolda iyi niyetle çabalayanlara saygı bes
lem ekle beraber, kim senin böyle bir çabaya
yetkisi olm adığı kanısındayım. Nitekim, Y Ö N
(*) Bülent Ecevit'in Çalışma Bakanı iken 10 Kasım
1962 günü Ankara Dil-Tarih ve Coğrafya Fakül Dergisinin son sayısında yayınlanan bir açık
tesi Konferans Salonunda Türkiye Milli Gençlik oturumda, Sayın Yakup Kadri Karaosmanoğ-
Teşkilâtınca düzenlenen Atatürk'ü anma top lu'nun söylediğine göre, Atatürk kendisi, sağlı
lantısında yaptığı konuşma, (forum dergisi,
208. sayı, 1 Aralık 1962). ğında bu yolda girişilen iyi niyeti i çabalara kar-
SEÇME METİHLER
sında tamamen uygulanan, sendikalara geniş Bugün Türkiye'de, halka bu gibi tedbirlerden
hürriyet vermek, işçiye toplu sözleşme ve grev en geniş ölçüde yararlanma imkânını, devlete
hakkı tanım ak, ulusal gelirin fertler arasında ise bu gibi tedbirleri gerçekleştirme yetkisi ver
adaletle dağılmasını sağlayıcı bir malî politika mek, Atatürk'ün halkçılıktan ve devletçilikten
izlemek, sosyal güvenliği topluma yaymak, bü ekonomik ve sosyal alanda beklediğini elde et
yük işletmeleri en mütevazı yurttaşların da his meğe yetse gerekir, (...1
sedar olduğu halk işletmeleri hâline getirmek, Atatürk'ün daha o zam andan reddettiği ve
birçok işletmelerde işçilerin yönetime ve kâra bazı ileri demokratik ülkelerdeki son gelişme
katılm alarını sağlam ak gibi tedbirler, sosyal lerin şimdi fiilen çürüttüğü bir takım nazariye-
adaletin ve "sınıfsız toplum" ülküsünün ancak ler açısından Atatürk'ü tenkide veya tahrife kal
ihtilâlci ve doktrinci sosyalizm le, ancak sınıf kışanlar, ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar,
savaşları sonunda sağlanabileceği düşüncesini onun ülküsüne, devrim düşmanları kadar zarar
artık temelsiz bırakmıştır. verebilirler. (...)
680
iktidarların başarı ümit ederek aldıkları her ted birine düşman kamplara ayrılmalarına neden
bir, muhalefetler tarafından kınanarak ve hatta olan partizan tutum ve davranışlardan vazgeç
memleket yararına da olsa baltalanmıştır. Milli memişlerdir, Böylece tarafsız halkımız, devlet
birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğu ten beklediklerini parti kapılarında aramaya
muz dönemlerde bile kutuplaşmalar ve bölün mecbur bırakılarak devlet otoritesi yok olmaya,
meler adeta teşvik edilmiş; yangını beraberce vatandaşların hak ve hukukunu korumak ve
söndürmek yerine, üzerine benzin dökülerek ona tarafsız hizmet götürmek yerine, devletin
memleket bilerek veya siyasi çıkarlar uğruna, saygınlığı yavaş yavaş erimeğe mahkûm olmuş
sırf iktidara gelebilmek pahasına bir yangın ye ve dolayısıyla ülkem izde tam otorite boşluğu
rine çevrilmek istenmiştir. teşekkül etmiştir.
Ağızlarından düşürmedikleri hukuk devleti Bir kısım bedbahtlar Türk Milletinin bağım
kavramı, bir kısım anayasal kuruluşlarca, dev sızlığını, birlik ve beraberliğini temsil eden İs
letin parçalanması pahasına da olsa yalnız kişi tiklâl Marşımıza, koyu taassup veya sapık ide
lerin müdafaası olarak yorumlanmış, devletin olojik amaçlarla protesto maksadıyla oturarak
ve milletin savunulması ise sahipsiz kalmıştır. veya istiklâl Marşı yerine Enternasyoneii söyle
Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesinin birlik nerek açıkça saygısızlık gösterebilmişler ve bu
te getirdiği sorumluluk, uygulamada kuvvetler na doğrudan sorumlu kişiler tevil yoluna sap
çatışmasına dönüştürülmüştür. mak suretiyle savunmalarını yapabilmişlerdir,
D üşüncelerim iz, din im iz üzerinde ve akla L z u n zam andan beri bu fevkalâde üzücü
gelebilen her konuda dış ve iç kaynaklı bölücü olan ları yakından takip eden Türk Silâhlı Kü
ve yıkıcı faaliyetler bütün şiddetiyle sürdürülür vetleri hatırlayacağınız gibi, milletin kendisine
ken ne hazindir ki; bir kısım gerçeğe uymavan nerdiği yetkileri kullanamayan ve bu korkunç
özerklik, dar görüşlü, sahibinden başkasının gidişi acz içinde seyreden anayasal kuruluşla
inanmadığı bilim sellik ve koşulları dikkate a l rın tümünü C u m h u rb aşkan ım ız a ra cılığıyla
mayan salt hukuk savunucuları, yıkılacak d e f onararak, alınm ası gereken tedbirlere de yer
letin enkazı altında kalacaklarının, yokolup gi vermek suretiyle büyük Türk M illetine karşı
deceklerinin idraki içinde olamadıkları görünü vuklendiği sorumluluğu dile getirmiştir. Ara
münü vermişlerdir. 8u acı dakikadan gorup ç a dan geçen 3 aylık süre içerisinde yaptığım ız
re arayanların veya Türk Ulusunu uvaran ve sayısız uyarmalara rağmen hemen hemen bu
milleti bütünleşmeye davet edenlerin ise sesle tedbirlerin hiç birine yasama ve yürütme or
rini duymak mümkün olamamıştır, ,Bit kısım ganları ile diğer anayasal kuruluşlardan yeterli
kıymetli Türk basınının bu konuda zaman za bir cevap alınam am ış ve bu konuda müspet
man yaptıkları uyarıları burada şükranla belirt faaliyetleri de izlenememiştir. Bu uyarı mektu
mek isterim.) bundan sonra bir kısım yasaları etkisiz hale
Siyasi partiler, bu kritik donemde milletin getirerek çıkaran M eclislerimiz 2 2 Mart 1980
Özlemle beklediği önlemleri almak verine; iç tarihinden beri siyasî çıkar hesapları ile çıkm a
gerilimi devamlı olarak arttırarak, yıkıcı ve bö za sürüklenen Cum hurbaşkanlığı seçim inden
lücü mihrakları büsbütün kışkırtarak, onlara dolayı içinde bulunduğumuz buhran ile m üca
cüret ve cesaret verecek beyan ve eylemleri ile delede en kıymetli unsur olan zam anı fütur
adeta yarışırcasına seçim yatırımları için zemin suzca harcamışlardır. Dünyanın hiçbir ülkesin
yaratma yollarını tercih etmişlerdir, de Cum hurbaşkanlığı makamı ve seçim i bu
İktidara gelen siyasi partiler, devlet teşkilâtı kadar hafife alınmamış ve bu kadar zaman bo
nın bütün kademelerini kendi görüşleri doğrul şa harcanmamıştır.
tusundaki kişilerle doldurarak, kamu görevlile Asayiş ve ekonomik bunalıma çareler getir
rinin ve vatan daşlarım ızın bir tarafa girerek mesi ve kanunlar yapması beklenen yasama
kamplara bölünmesini zorunlu hale getirmişler, organlarımız, memleket üzerine çöken bu kâ
giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen kay busa karşı kayıtsız kalmışlardır.
nakların şekillenmesine ve kamu kuruluşların A n a y a sa m ız , Tü rk V a ta n d a şla rın ın din i
da çalışanlarla, polis ve öğretmenlerin dahi bir İnançlarından ötürü ktnanamayacağını, açıkça
SEÇME ME T İ NL E R
belirtmiş olmasına rağmen, tek bir oyun pekin ni tarafsız olarak yeniden, tesis ve idame etmek
de koşan siyasi partilerim iz, yüce Atatürk'ün gayesiyle devlet yönetimine el koymak zorun
Cum huriyeti Dönem inde unutulmuş mezhep da kalmıştır. Bugünden itibaren yeni hükümet
ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek Erzin ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat
can, Sivas, Kahramanmaraş, Tunceli ve Çorum bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri be
illerinde siyasi çıkarlar uğruna vatandaşlarımı nim başkanlığımda. Kara, D eniz, Hava Kuvvet
zın birbirini katletmelerine neden olmuşlardır. leri Komutanları ile Jandarma G enel Komuta
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşa n ın dan oluşan M illi G üvenlik Konseyi tarafın
yan ve kendini Türk Vatandaşı kabul eden her dan kullanılacaktır.
kesin tek bir vücut halinde Türk Milletini oluş Büyük Atatürk'ün deyimiyle "Ulusal kültürü
turduğu unutulmuş ve değişik mezheplere bağ müzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkar
lı vatandaşlarımızın tam bir kardeşlik bağı ile mak yurdumuzu dünyanın en mamur ve en uy
kaynaşmalarını engellemek isteyen kışkırtıcılar gar araç ve kaynaklarına sahip kılmak" hedefi
siyasi destek görmüşlerdir. ne yönelik hızlı bir kalkınma döneminin en kı
Bir kısım anayasal kuruluşlar muhtelif etkiler sa zamanda gerçekleştirilmesi zaruretine İnanı
682 altında anarşi, terör ve bölücülük karşısında ta yoruz, Bu inancım ızın gerçekleşmesi için yüce
rafsız, adil ve ortak bir yol izlemek yerine, biz ulusum uzun, bağrından çıkard ığı ve yurdu
zat Anayasanın ihlali karşısında dahi sessiz kal muzdaki kutuplaşmada hiçbir tarafı tutmayan,
mayı tercih etmişlerdir. sadece Atatürk ilkeleri doğrultusunda yürüyen
Bütün bu şartlara rağmen, hukuk devletinin Türk Silâhlı Kuvvetleri yönetimine güvenece
temel ilkelerini savunm akla görevli anayasal ğinden kuşkum uz yoktur, İçinde bulunduğu
kuruluşlarımız, devletin en üst kademesindeki m uz buhrandan çık m a m ız için ulu sça arzu
anarşizm in yarattığı tehlikenin büyüklüğünü edildiğine inandığım ız, disiplinli ve her türlü
idrak edemediklerinden veya terör odaklarının tasarrufa ağırlık veren bir yaşam ve dayanışma
tehdidinden çekindiklerinden, devletin temel ortamına girilm esini ve m illetçe gücüm üzün
lerine konan dinamitle her an parçalanma teh tümünü ortaya koyacak bir çalışma hızını bek
likesi karşısında olduğunu gözlerden kaçırma liyor ve yüce Türk Milletine güveniyoruz.
ya çalışm ışlardır. D evlet çökertildiği zam an Vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasa
Anayasanın kanatları altına sığınan tüm hukuk da ortak bir bütün halinde milli şuur ve ülküler
kurumlan ile özerk, bilim ve müessese ve der etrafında birleştirm enin iç barış ve huzurun
neklerinin bu enkaz altında yok olacağı unu sağlanmasında vazgeçilm ez faktör olduğu dü
tulmuştur. şüncesiyle, Atatürk M illiyetçiliğinden hız ve il
Son iki yıllık süre içinde terör 5.241 can a l ham almanın, politikada "Yurtta sulh, cihanda
mış, 14.152 kişinin yaralanmasına veya sakat sulh” ilkesine bağlı kalmanın, milli mücadele
kalmasına sebep olmuştur, İstiklâl Harbinde, ruhunun, millet egem enliğine Atatürk ilke ve
Sakarya Savaşındaki şehit miktarı 5.713, yaralı devdmlerine olan bağlılığın tam şuurunu yer
miktarımız 18,480'dir. Bu basit mukayese dahi leştirmek ve geliştirm ekle ülke m ize yö nelik
Tü rkiye'd e hiçb ir insanlık duygusuna değer tehditlerin ulusça göğüsleneceğine inanıyoruz,
vermeyen bir örtülü harbin uygulandığını açık Türkiye Cumhuriyeti, N A TO dahil tüm ittifak
ça ortaya koymaktadır. ve anlaşmalara bağlı kalarak, başta komşuları
Sevgili Vatandaşlarım, m ız olmak üzere bütün ülkelerle karşılıklı ba
işte bütün bunlar ve buna benzer sayılabile ğım sızlık ve Saygı esasına dayalı, birbirlerinin
cek ve hepiniz tarafından yakinen bilinen daha iç işlerine karışmamak kaydtyla eşit şartlar al
birçok sebeplerden dolayı Türk Silâhlı Kuvvet tında ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini
leri ülkenin ve milletin bütünlüğünü, milletin geliştirme kararındadır.
hak, hukuk ve hürriyetini korumak, can ve mai Uluslararası sorunların barışçı yollarla ç ö
güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, re zümlenmesinden yana bir dış politika izlenme
fah ve mutluluğunu sağlamak, kanun ve nizam sine devam edilecektir.
hâkimiyetini, diğer bir deyimle devlet otoritesi Birçok tutum ve davranışlarıyla demokratik
SEÇME METİ NL ER
özgürlükçü parlamenter sisteme inancını defa tecrübeli ve yetenekli kişilerden oluşan mahke
larca kanıtlayan Türk Silâhlı Kuvvetleri, en kısa melerin süratle ve doğru kararlar verebilmeleri
zamanda Bakanlar Kurulu'nu kurarak, yürütme ni ve bunları korkusuzca uygulayabilmelerini
sorumluluğunu bu Kurula bırakacak ve hür de sağlayacak yasal ve idari tedbirler alınacaktır.
mokratik parlamenter sistemin şimdi olduğu g i Memleketin ekonomik koşullarını kendi gü
bi dejenere edilm esine ve tıkanmasına mani cüm üzle iyileştirmek için her alanda elden ge
olucu ve Türk toplumuna varaşır bir Anayasa len gayret s a rfed ilecektir. Çalışkan ve vatanper
ve Seçim Kanunu ile Partiler Kanununu hazır ver Türk işçisinin mevcut ekonom ik koşullar
lamayı ve bunlara paralel düzenlemeler yap çerçevesinde her türlü hakları korunacaktır.
mayı müteakip insan hak ve hürriyetlerine say Ancak temiz Türk işçisini sömüren, onları
gılı, m illi dayanışm ayı ön plana alan, sosyal kendi ideolojik görüşleri istikâmetinde kullan
adaleti gerçekleştirecek, ferdin \e toplumun mak için her türlü baskı oyunlarına başvuran,
huzur, güven ve refahına önem teren ö zgü r işçin in hakkı yerine kendi m enfaatlanm ön
lükçü demokratik, lâik ve sosyal hukuk kuralla plânda tutan bazı ağaların bu faaliyetlerine as
rına dayalı bir yönetime ülke idaresini devre la müsaade edilmeyecektir.
decektir. Tüm işverenlerin iş barışının koşullarını sağ
Sayılan bu hazırlıklar tamamlanıncaya kadar layacak esaslardan ayrılmadan üretimin arttırıl
Yurdumuzda her türlü siyasi faaliyetler her ka ması ve ihracata yönelik gayretlerin gelişmesi
demede durdurulmuştur. Zorunlu olarak faali ne yardımcı olmaları için her türlü tedbir alna-
yetleri durdurulan siyasal partilerin yeniden caktır.
hazırlanacak Anayasadaki düzenlem elere ve Köylünün, milletimizin efendisi olduğu inan
yeni Seçim ve Partiler Kanununa göre zamanı cım kuvveden fiile çıkarmak için tarım alanın
koşullan ilân edilecek seçim lerden yeterince da üretimi arttıracak bir tarım seferberliği ve ti-
önce faaliyete geçmesine müsaade edilecektir vat politikası ile gerekli diğer önlemlerin alın
Parlamento üyeleri, siyasi faaliyetlerden do masına. bilhassa önem verilecektir. Türk köylü
layı suçlanm ayacak ve yeni yönetime karşı suç sünün tarlasından, ayrılıp şehirlere göç etmesi
teşkil edecek tutum ve davranışlarda bulunma ni zorlayan ekonomik ve sosyal nedenlere çare
dıkları sürece haklarında herhangi bir işlem ya aranacaktır.
pılmayacaktır. Eğitim ve öğretimde Atatürk M illiyetçiliğini
A n cak, kanunların suç kabul ettiği fiilleri veniden yurdun en ücra köşelerine kadar yay
vaktiyle işlediği saptanan parlamenterler hak gınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alına
kında gerekli kovuşturma yapılacaktır. Adalet caktır.
Partisi, Cumhuriyet H alk Partisi, Milli Selâmet Yarının teminatı olan evlâtlarımızın Atatürk
Partisi ve M illiyetçi Hareket Partilerinin parti ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek
başkan]arıı şimdilik can güvenliklerinin sağlan sonunda birer anarşist olmasını önleyecek ted
ması amacı ile Silahlı Kuvvetlerin koruma ve birler alınacaktır. Bu maksatla hepim izin tek
gözetiminde belirli yerlerde ikâmete tabi tutul tek sa y g ıy la a n d ığ ım ız ö ğ re tm e n le rim izin
muşlardır, Durum müsait olunca serbest bırakı D e rli, Bir'li derneklere üye olarak bölünmele
lacaklardır. rine müsaade edilmeyecektir. Her düzeyde öğ
Memlekette idarenin tam bir tarafsızlık için rencinin amacı Atatürk ilkeleri ve milliyetçiliği
de vatandaşın hizmetine koşması sağlanacaktır. ile pekişmiş ve üretime yönelik bilgi ve beceri
Devlet hizm etinde bulunanların siyasi etkiler sini kazanmak olacaktır.
dışında çalışmaları kanun hâkimiyeti altına alı En kıdemsiz erinden, en üst komutanına ka
nacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el dar Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm personeli,
koyduğu şu anda devletin yanında tarafsız ve bu amaçlara ulaşmada devletin iç ve dış tehdit
adil hizmet görecek yöneticiler, eski zamanın lere karşı kollayıcı ve koruyucu gücü olarak si
siyasi davranışlarına yönelm edikçe hizmet ve yasetin dışında kalacaktır.
görevlerine devam edeceklerdir. A ziz Yurttaşlarım;
Kanun ve n izam hakim iyetini sağlam ada Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı Kuvvet-
SEÇME ME T İ NL E R
ler a z iz Türk M illetinin hakkı olan refah ve Her zaman milletiyle bir bütün ve Türk mil
mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve git letinin emrinde olan Türk Silâhlı Kuvvetlerine
tikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkele ve yeni yönetime karşı yapılacak her türlü dire
rine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, ken niş, gösteri ve tutum anında en sert şekilde kırı
di kendini kontrol edemiyen demokrasiyi sağ larak cezalandırılacaktır.
lam temeller üzerine oturtmak, kaybolan Dev Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatan
let otoritesini yeniden tesis etmek için yöneti daşlarım ın tahriklere kap ılm aksızın sükûnet
me ei koymak zorunda kalmıştır. içinde yayınlanacak bildiriler doğrultusunda
Komutan, subay, astsubay ve erler olarak he hareket etmelerini ve ikinci bir bildiriye kadar
pim iz vatan ve milletin refah ve mutluluğu uğ sokağa çıkmamalarını rica ederim.
runa her şeyimizi, bu arada hayatımızı dahi se Vatandaşlarımın birbirlerinin hak ve hukuku
ve seve feda etmeye hazırız. Memlekette her na saygılı olmalarını, sevgi içinde kırgınlıklarını
zaman bulunabilen ve özellikle son zamanlar unutmalarını, hepimizin bu mübarek topraklar
da çoğalan kötü niyetli birçok kişi ve kuruluş üzerinde aynı haklara sahip bir Türk vatandaşı
lar sizlere yalanlar düzerek, bunun aksini söy olduğum uzun idraki içerisinde olarak yeni yö
684
leyebilecekler ve menfi propagandalara başvu netime yardımcı olm alarını vatanperverlik ve
rabileceklerdir. Bunlara asla inanmayınız. Bü asil karakterlerinden bekler, mutlu ve aydınlık
tün uygulamalar milletin gözü önünde yapıla yarınlar dilerim.
caktır. Milli Güvenlik Kurulu
Kıymetli Vatandaşlarım; Genel Sekreterliği
nile m ez. D evletin teşekkülünde, belirli bir nını taşıyan sarayın emir ve isteklerine boyun
Özellik gösteren milletin, üzerinde yaşadığı ve eğmiştir. Ancak Cumhuriyet'in ilânı; bu konu
sınırları milletlerarası andlaşmalarla çizilm iş ve da Türk Milletine bir umut ışığı olmuş, Türkiye
onaylanmış bir toprağa sahip olmak koşulun Cumhuriyeti'ne temel olan "Çağdaşlaşma" il
dan vazgeçilem ez. Genellikle böyle bir toprak kesinin gereği olarak, ileri Batı ülkelerine ben
parçasının sahipliğini yapan milletlerin bu top zer bir demokrasiye geçiş yönünde çaba har
rakla maddi ve manevi ilişkileri olması gerekir. canm aya başlanmıştır. Bu alanda sağlanacak
Böyle bir toprak maddi ihtiyaçlara cevap vere başarı, Türkiye Cum huriyeti D evletinin m illi
ceği gibi, tarihsel ve duygusal yönden de anıla niteliğini daha da belirleyecektir, (...)
ra ve değerlere sahiptir. Bir milletin bireylerini Çağım ızda, milli devletleri -özellikle bunlar
topraklarına bağlayan da maddi ve manevi yö dan gelişme sürecinde olanları- tehdit eden iki
nüyle bu değerlerdir. (...) büyük tehlike vardır. Bunlardan birincisi, gelişi
mi; kişilik ve karakterini, gelişmişlerinkine ben
3. Devlet Türleri zetmekte görmek ve bu amaçla m illilik niteli
ğinden tavizler verip ondan uzaklaşmaktır. Bu
685
Halen dünyam ızda resmen bağım sız olduğu durumda, devlet sürer fakat milli devlet olma
kabul edilen 160 dolayında devlet mevcuttur avantajlarını yitirir. M illilik yitirilin ce, onun
ve bunlardan herbiri, politik bölünme bakımın kaynağını oluşturan millet ve nihayet devletin
dan diğerlerinden şu veya bu ölçüde farklıdır. tümü dejenere olur, soysuzlaşır.
Devletler, genel bir çeşitlenmeye tabi tutul ikinci tehlike ise; m illilik ile tutuculuk kav
dukların da kan ım rzca, "kozm o po lit ve çok ramlarım eşdeğer kabul etmekten doğar. Bu
uluslu" ve "milli" olarak iki tür içinde incele durumda, m illilik sürer fakat devlet, çağdışına
nebilirler. (...) düşerek zaman içinde yıkılır. Devletin çöküşü,
Günüm üzdeki devletlerin niteliklerine dikkat milletin şu veya bu biçimde, başkalarının yö
edilecek olursa, bunların bazıları dışında genel netimi ve kontrolü altına girmesi ve onların Öl
karakterlerinin milli olduğu görülecektir. Milli çülerine bağımlı olarak yaşamaya zorunlu tu
devlet anlayışı ve oluşumu, dünyada milliyet- tulmasıyla sonuçlanır. Eğer bu hal önlenemez
çelik akım larının çıkm asından sonra genellik ve süreklilik kazanırsa millilik de yıpranır, soy
kazanmıştır. (...) suzlaşır ve yi tiril ir.
Milli devletlerin diğer bir özelliği de. devle Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, gerçek
tin öğesi olan milletin, yani toplumun ortak bir milli devlet; milli olan niteliklerinin temel ilke
ülküye veya bilince sahip olmasıdır. Bu bilinç lerini çok duyarlı bir biçim de korurken, onları
doğal olarak milleti devlete bağlayan güçlü bir çağdaş olumlu ölçüler içinde yorumlayıp geliş
bağdır ki, devletin de güçlü olmasını etkiler. Bu tirerek uygulayan devlettir. (...)
bilinçlenm e daha çok, kendini "M illiyet" ve
"M illiyetçilik" şeklinde gösterir ki, bunlardan 4. Devletle Milletin
milliyet kavramı "millet niteliği taşıyan halkın Karşılıklı Görevleri
durumu"nu anlatır. (...)
Milli devletlerde dikkati çeken yönlerden bi Devletin öğelerinden millet, bireylerden oluşur.
ri de, milli egemenliktir. Bu nitelik birkaç şekil Bu bireylerin çıkarları* devletin varlığının ge
de değerlendirilebilir. Milli devletteki milli ege rekçesidir. Bu çıkarların bazıları kişisel olabile
menlik; o devletin üstünde hiçbir yabancı dev ceği gibi, bazıları da ortak nitelikli, yani top
letin, bağımsızlığını engelleyecek veya yokede- lumla ilgilidir. Bu çıkarların gerçekleştirilmesi,
cek bir hak, etki veya yetkisinin bulunmadığını bireylerin gü çle ri dışındadır. Bundan ötürü
anlattığı gibi; halk iradesinin de varlığını belir devlet ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
ler. (...) Türk istiklâl Harbine kadar milli ege Devletin millete karşı görevleri olduğu gibi,
menlik diye bir kavram tanımayan Türk Milleti,
saltanatın mutlak egem enlik anlayışı altında (*) Buradaki çıkar sözcüğü "hak ve menfaatler"
yaşamış ve bu alışkanlıkla Sultan-Halife unva anlamındadır.
SEÇME M E T İ NL ER
milletin de devletine karşı görevleri vardır. O Tü rkiye Cu m h u riye ti'n in varoluş nedeni;
halde bu iki varlık birbirini bütünler, birbirine Türk vatan ve milletinin ebediliğine, Türk Dev-
dayanır. Bireylerin devlet kadar güçlü olamaya leti'nin kutsallığına dayanır (Anayasa Başlangıç
cakları gerçeğinden hareketle, devletin ana gö bölümü).
revlerini gözden geçirm ekte yararlar vardır. Türkiye Cumhuriyeti'nin varoluş nedeni: Türk
Devletin varlığı "güvenlik" konusuna bağlan M illeti' n i; milli birlik ve bütünlük içerisinde,
mak suretiyle anlatımı genişletilebilır, Çünkü milli kültür ve ö z değerlerine uygun olarak, çağ
bireyler ve bireylerden oluşan toplum (millet), daş, medeni ve adil bir yönetimle barışı, huzuru
öncelikle varlığını güven içinde bulundurmak ve refahı sürekli kılarak ebediyen yaşatmaktır.
ister, (...)
Devletin millete karşı ana görevlerinden baş- 6. Milli Politika (Siyaset)
lıcalart yurtiçi veya yurtdışı ile ilgilidirler. Ç ü n
kü milleti güven içinde bulundurma görevine M illi devlet an layışınd a, siyasal iktidarların
yönelik tehlikeler; ya yurtiçinden, ya da yurtdı- milletin çıkarlarıyla ilgili olan görevleri öncelik
şından kaynaklanırlar. alır. Yani bu görevlerin yerine getirilmesinde
Devletin yurtiçiyle ilgili ana görevi, "ülkede asıl olan öğe, milletin kendisidir. Esasen, siya
güvenliği, asayişi ve adaleti kurmak; yurttaşla sal iktidarın varoluşunun temel nedeni de bu
rın temel özgürlüklerini korumak ve bunların dur. Devletin yürütme organı olan hükümetler,
devamlılığını sağlamaktır". (...) siyasal iktidarı temsil ederek milletin çıkar ve
yararına olan işleri yürütmek ve bu am açla
5. Devletin Varoluş Nedeni saptanan hedeflere ulaşmak için bütün imkan
ve araçları kullanırlar. Görüldüğü üzere, teşki
Evrende bulunan canlı, cansız her şeyin bir va latlı toplumun en belirgin Örneği olan devlette
roluş nedeni (Sebeb-i Hikmet, Ra ison d'Etre) ve bütün faaliyetlerin amacı, yine devlet kavramı
buna dayanan kendilerine özgü işlevleri (Mis nın öğelerinden biri olan milletin çıkarlarıyla
yonları) vardır. ilgilidir. Bu gerçek, milli devlet anlayışının bir
Bu, toplumlar ve devletler için de geçerlidir. gereğidir.
Her devletin kendisine ait bir varoluş nedeni Devlet görevlerinin millete yönelik olması,
vardır. Her devlet ve mîllet bunu bilmeli ve bu devletin milli niteliğini de ortaya koyar. Bu
nun bilincinde olmalıdır. Bütün milletin, kendi günkü siyasal iktidar an layışın d a; m illetin,
tarihinden; bilimsel, akılcı ve gerçekçi yöntem kendi çıkarlarım korumak ve bu çıkarları ger
lerle tespit edilen devletin varoluş nedenini bil çekleştirm ek üzere, tem silcilerini kendisi se
mesi ve bunun bilincinde olması şarttır. Devle çip, devlet idaresini bu temsilcilere bırakması
tin başlıca görevi de bunu sağlamaktır. Çünkü, esastır. Bu durumda, devlet üstlendiği görevle
milleti devletin etrafında toplayıp bütünleştiren ri gerçekleştirmek üzere genel bir plana sahip
ve onunla Özdeşleştiren en büyük ve en doğru olmak zorundadır. Bu, genel bir milli politika
ve kalıcı etken bu bilinçtir. Başka bir deyimle; olarak anlaşılır. Bu genel siyaset ayrıntılardan
varoluş nedeni, uygun akılcı ve gerçekçi olarak uzaktır. Bu gerçekten hareketle milli politika
saptanır ve yaygın biçim d e açıkla n ırsa; bu, şöyle tanım lanabilir: "M illi Politika, milletin
'Kohesiv kuvvet" etkisi ile milleti devlet etrafın genel istek ve eğiliminden doğan milli hedef
da bütünleştirir. lere ulaşmak için, siyasal iktidarın kabul ettiği
M illi devlet olmanın başlıca -hatta en başta genel hareket tarzı, genel plan veya politika
ki- şartlarından biri de budur. Ö yle ki, bir ço dır". Bir diğer tanımlamaya göre milli politika:
kuluslu veya kozmopolit devlet bite, fertleri ve "Bir milletin savaş ve barışta: milli menfaatle
ya halklarının karşısına gerçek ve uygun bir va rini geliştirmek ve milli hedeflerini elde etmek
roluş nedeni ile çıkar ve onları bunun bilinci için siyasi, ekonomik, kültürel \e askeri güçle
içinde birleştirebil irse, bir bakıma milli devle rini geliştirmek ve kullanm ak ilmi ve sanatı
tin avantajlarına sahip olabilir. dır." Daha kısa bir ifade ile: Milli politika, mil-
SEÇME ME T İ NL E R
Iİ hedeflerin elde edilmesi maksadını güden malolmuş isteklerdir ki, bunların gerçekleştiril
hareket fardandır. Takip edilecek yollan, me- mesi, ayrıntılı hareket tarzlarının seçimini ge
tod ve genel planlamaları kapsar. Bu tanımla rektirir. Şüphesiz mil/i politikanın gerçekleştiril
maları geliştirmek suretiyle, milli politika biraz mesi, yine millete dayalı bir güce ihtiyaç göste
daha açıklığa kavuşturulabilir. M illi politika; rir. Bu gücü de millet adına sevk ve idare eden
siyasal iktidarın, milli menfaatlerle ilgili genel devlet ve onun yürütme mekanizmasını teşkil
kararıdır ki m illi p o litik a n ın tem elini m illi eden hükümettir. (...)
menfaatler ve bundan doğan milli hedefler teş Aslında devletin hayati önemi haiz değerle
kil eder. rinin (milli güvenlik konularının) korunması ve
M illi politika bu yönüyle milli hedeflere yö kollanması, iktidarlara düşen başlıca görev o l
nelik genel kararları kapsar. Bu kararlar, uygu maktadır. Bu görevin icrasında g izlilik ihlali,
lamadan önce genel bir fikir verir ve uygula gerileme, zafiyet, engelleme gibi hususlar; tela
mayı yönlendirir. fisi devlete ve millete çok pahalıya mal olan ve
Milli politika, milli menfaatlere dayanır. M il bazen im kânsızlaşan m illi değer kayıplarına
li politikanın ana düşüncesi bunları elde etmek yol açabilir. Bu nedenle milli güvenliğin (dev
veya gerçekleştirm ektir. Böyle olunca, m illi letin hayatî önemi haiz değerlerinin) korunma
687
menfaatler milli politikayı yönlendirir ve onun sı ve koflanması maksadıyla araştırma, incele
temelini teşkil eder. (...) me, değerlendirme, karar alma, uygulama vb.
Milli politika, günümüzdeki milli devlet an- işlemlerinin; demokratik düzen içinde ve fakat
’ayışında; siyasal iktidarları yönlendiren, onları daha kısa yoldan, gizliliğine halel gelmiyecek
kısa veya uzun vadeli hedeflere yönelten karar tarzda ve özelliği dolayısıyla ihtisas kuralına
lar veya tasarılar şeklinde anlaşılmalıdır. Bunlar daha fazfa uymayı sağlayan bir sistemle oluştu
bîr bakıma milli isteklerin ana fikri veya genel rulması gerekmektedir. Bu sistem milli güvenlik
planıdır. Böyle olunca, milli politika bir millete sistemi olmaktadır. (...)