Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 2

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 684

MODERN"

TİRKİYK’DE
SİYASI
DÜŞENCE
MODERN TÜRKİYE’D E SİYASI DÜRÜNCE • CİLT 2
Kemalizm
6, BASKI 2009, İstanbul
MODERN
TÜRKİYE’DE
SİYASI
DÜŞÜNCE
CİLT 2

Kemalizm
GENEL YAYIN YÖNETMENİ Murat Belge
İLETİŞİM A.Ş. ADINA SAHİBİ Tuğrul Paşaoğlu
YAYIN KURULU Murat Belge, Tanıl Bora, Ahmet Çiğdem, Bağış Erten,
Murat Gültekingil, Ahmet İnse], Ömer Laçiner
EDİTÖRLER Tanıl Bora, Murat Gültekingil
YAYIN SEKRETERİ Bağış Erten
CÎLT EDİTÖRLERİ Bİ Rİ NCİ CİLT
Cuttıhuriyel'e Devreden Dilimce Mirası:
Tanzimat ve Meşrutiyetin B irik in ti: m eh m et ö .alkan

İKİNCİ CİLT
Kemalizm: ahmet insel

ÜÇÜNCÜ CİLT
M odernleşme ve Balı a itle: uygur KOCABAŞOGLU
DÖRDÜNCÜ Cİ LT
Milliyetçilik; TANIL BORA
BEŞİNCİ CİLT
M uhafazakârlık: AHMET ÇİĞDEM
ALTINCI CİLT
İslamcılık: YASIN aktay
yedinci cilt
L ib e ra lim ; mustafa ERDOĞAN - MURAT yilmaz
s e k i z i n c i c i l t
Sol Düşünce: MURAT GÜLTEKİNGİL
DOKUZUNCU CİLT
Dönemler ve Karakteristikler; ÖMER laçiner
MODERN
TÜRKİYE’DE
SİYASÎ
DÜŞÜNCE
|- - ■ 2 . Cl L P i 1 Y » 2 « » l A H I
DOĞAN AK YAZ * FARUK ALPKAYA • CUMHUR ASLAN • TOKTAMIŞ ATEŞ • SUAVI
AYDIN • MURAT BELGE • TANIL BORA • HAMİT BOZARSLAN • ÜMİT CİZRE • NUR
BETÜL ÇELİK • AHMET DEMİREL • M. GÖRKEM DOĞAN • TARHAN ERDEM * NECMİ
ERDOĞAN • NURAY KARACA EREREM • BAĞIŞ ERTEN • ALİ SEVGİLİLİ • ÖZGÜR SEVGİ
GÖR AL * ASENA GÜNAL * ATTİLÂ İLHAN • AHMET INSEL * AYKUT KANSU • BARIŞ
KARACASU • M. ASIM KARAÖMERLİOĞLU • KURTULUŞ KAYALI * ALİ KAZANCIGIL •
CEMİL KOÇAK • ORHAN KOÇAK • LEVENT KÖKER • DUYGU KÖKSAL • BILSAY KURUÇ •
AHMET KUYAŞ * ATILLA LÖK * ELÇİN MACAR • NURŞEN MAZICI • NURAY MERT *
HANDE ÖZKAN • TAHA PARLA * AYŞE SAKTANBER • MEHMET SOYDAŞ • BİRSEN
TALAY • YÜKSEL TAŞKIN • METE TUNÇAY • ÖMER TURAN* MUSTAFA TÜRKEŞ • ÖMER
TÜRKEŞ • HAKKI UYAR * HAŞAN ÜNDER * CENNET ÜNVER • M. BÜLENT VARLIK • NEŞE
G. YEŞILKAYA • MESUT YEĞEN • AHMET YILDIZ • ERIK-JAN ZURCHER
fid e k ile r

Sunuş........................................................................................13
Giriş..........................................................................................11
MURAT BELGE
Mustafa Kemal ve Kemalizm.................................................29
ERİK JAN ZÜRCHER
Kemalist Düşüncenin Osmcmh K aynaklan..........................44
MESUT YEĞEN
Kemalizm ve Hegemonya?..................................................... 56
• Recep Peker
A HM ET Y IL D IZ .............................................................................. 58
• Falİh Rıfkı Atay
H AN D E Ö Z K A N .................................................................................................... 64
NUR BETÜL ÇELİK
Kemalizm: Hegemonik Bir Söylem....................................... 75
• Şükrü Kaya
HAKKI UYA R............................................................................................................ 80
METE TUNÇAY
İkna (İnandırma) Yerine Tecebbür (Zorlama)..................... 92
LEVENT KÖKER
Kemalizm/Atatürkçülük: Modernleşme,
Devlet ve Demokrasi............................................................... 97
İ Ç İ N D E K İ L E R

• Necmettin Sadık Sadak


HAKKI UYAR............................................................................................... 1 0 2

• Halkevleri
NEŞEG. YEŞİLKAYA..................................................... .. ....... 113
CEMlL KOÇAK
Tefe Parti Yönetimi, K em alizm ve Şeflik Sistemi:
E bedî Ş e f /Millî Ş e f ..............................................................119
• İsmet İnönü
AHMET DEMİREL.................................................................................... 124
HAŞAN ÜNDER
A tatürk İmgesinin Siyasal Yaşam daki Rolü....................... 138
ÜMİT CİZRE
Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı
Kuvvetleri: Kavramsal ve İlişkisel Bir A naliz 156
• Doğan Avcı oğlu
ELÇİN MACAR.................................................................................... 162
• Ordu ve Resmî Atatürkçülük
DOĞAN AKYAZ............................................................................................ 180

A Lİ G E V G İL İL İ
Kemalizm ve Bon apartizm ..................... 192
NURAY MERT
C um huriyet T ürkiyesi’nde Eaifelife ve
K arşı Laikliğin Düşünsel B oyutu .......................... 197
• Halil Nimetullah Öztürk
CUMHUR ASLAN.............................. 200

AHMET YILDIZ
Kemalist M illiyetçilik ................................................. 210
• Mahmut Esat Bozkurt
H A KKI U Y A R ............................. 214
• Afet İnan
Ö Z G Ü R SEVGİ G Ö R A L ............. ............... 220
ALİ KAZANCIGÎL
Anti-emperyalist Bağımsızlık İdeolojisi ve
Üçüncü Dünya Ulusçuluğu Olarak Kemalizm 235
İ Ç İ N D E K İ L E R

• Memduh Şevket Esendal


ÖMERTÜRKEŞ.............................................................. 238
AHMET K U YAŞ
Yeni Osmanhlar’dan 1930’lara
Anti-emperyalist Düşünce .................247
AYKUT KANSU
Türkiye’de Korporatist Düşünce
ve Korporatizm Uygulamaları ..................253
• Ülkü: Halkevleri Mecmuası
M. BÜLENT VARLIK ....................................................., 268
M. ASIM KARAÖMERLİOĞLU
Tek Parti Döneminde Halkçılık........................ .................272
♦ Selim Sırrı Tarcan
HANDE ÖZKAN............................................................... ................. 276

M. ASIM KARAÖMERLİOĞLU
Türkiye’de Köycülük 284
• Köy Enstitüleri
M. ASIM KARAÖMERLİOĞLU ........................................... 286
BİLSAY KURUÇ
Kemalist Ekonomi Görüşü: Kesitler 298
TA H A P A R L A
Kemalizm Türk Aydınlanması mı? 313
T O K T A M 1Ş A T E Ş
Kemalizm ve Özgünlüğü 317
AYŞE SAKTANBER
Kemalist Kadın H aklan Söylemi 323
BARIŞ KARACASU
“Mavi Kemalizm”
T ürk Hümanizmi ve Anadoluculuk 334
• Niyazi Herkes
KURTULUŞ KAYALI........................................................... ................. 338
SU AVI A Y D IN
Cumhuriyetin İdeolojik Şekillenmesinde Antropolojinin
Rolü: Irkçı Paradigmanın Yükselişi ve Düşüşü 344
İ Rİ MD E K İ L E R

• M. Saffet Engin
C U M H U R ASLAN..................................................... ............................................ 350
ORHAN KOÇAK
1920’lerden 1 9 7 0 lere K ü ltü r P o litika la rı 370
• Cahit Tanyol
Ö M ER T U R A N ........................................ 382
• Kemalist Kültür Politikaları Açısından
Türk Tarih ve D il Kurumlan
YÜKSEL TAŞKIN .................................................................... 419
ÖMER TÜRKEŞ
G ü dü k B ir Edebiyat K ano nu 425
• Yakup Kadri Karaosmanoğlu
BİRSEN TALAY ..................................................................... 430

TARHAN ERDEM
CHP’de P a rti fçi M ücadelede “K e m a lizm ” ve
“Devrimler” TartışmalarıÜ zerin e 449
• Turan Güneş
YÜKSEL TAŞKIN.................................................................................................... 452
• Bülent Ecevit
HAMİ T BOZAR SLA N .............................. 458
MUSTAFA TÜRKEŞ
Kadro D e rg isi 464
• Şevket Süreyya Aydemir
CENNET Ü N V E R ................................................................................................... 466
FARUK ALPK AYA
B ir 20. Yüzyıl A k ım ı: “Sol Kemalizm” 477
• Uğur Mumcu
A S E N A G Ü N A L ................... 'T O —

• Attilâ İlhan
D U Y G U KO KSA L..................................................................................................T Ö O

• Cumhuriyet'in Cumhuriyet 'i:


Cumhuriyet Gazetesi
BAĞIŞ ERTEN-M . GÖ RKEM D O Ğ A N .................................................................. 501
• İlhan Selçuk
MEHMET SOYD AŞ-ATİLLA L Ö K ....................................................... 512
i ç i n d e k i l e r

a t t Ilâ Ilhan
Kemalizm: Müdafaa-i Hukuk Doktrini 518
TANIL BORA-YÜKSEL TAŞKIN
Sağ Kemalizm 529
* Turhan Feyzİoğfu
YÜKSEL TAŞKIN.......... ................................................................................ 534
• Celâl Bayar
TANIL B O R A ........................................ .............................. 546

NURŞEN MAZICI
27 Mayıs, Kemalizmin Restorasyonu mu? 555
♦ H ıfzı Oğuz Bekata
NURAY KARACA EREREM ............................................................................ 558
YÜKSEL TAŞKIN
12 Eylül Atatürkçülüğü ya da Bir Kemalist
Restorasyon Teşebbüsü Olarak 12 Eylül 570
* Coşkun Kırca
YÜKSEL TAŞKIN.......................................................................................... 574
NECMİ ERDOĞAN
Neo-Kemalizmf Organik Bunalım veHegemonya 584
• Son Dönemde Kemalizme
Demokratik Meşruiyet Arayışları
Ö M ER TU RA N ...................................................................................................... 592

Kaynakça................................................................................ 601

Dizin.................................................................. 625

Seçme Metinler 641


Sunuş

Modem dönem siyasî düşünce tarihi­ mı açısından bakınca büyük ölçüde


ni Türkiye’de değil, başka bir ülkede kaybolur. Siyasal hareketle siyasal dü­
inceliyor olsaydık, belli başlı siyasal şünce arasındaki fark dikkate alınınca,
düşünce akımlarının yanında, hatta Golizmin veya başka bir ulusal ba­
onların en önünde Kemalizm/Ata- ğımsızlıkçılık hareketi simgesi olan
türkçülük türünden yerel bir akıma, Bolivann başlı başına inceleme konu­
hem de hacimli bir biçimde yer ver­ su olabilecek siyasal düşünce akımlan
mek ihtiyacı duymazdık. Modern dö­ olmadığı görülür. Bunlar ya siyasal
nemin evrensel siyasal düşünce akım­ hareketlerdir ya da siyasal simgeler.
ları olan liberalizm, muhafazakârlık, Mısır’ın yakın tarihindeki konumu bir
korporatizm, Batıcılık/modernleşme- Ölçüde Mustafa Kemal’inkine benze­
citik, sosyalizm gibi düşünce akımla­ yen Nasır da, sosyalist tmılı bir Üçün­
rının yanında, örneğin İngiltere’de cü Dünya milliyetçisi siyasal hareket
Çörçİlizm, Amerika Birleşik Devletle­ olmanın ötesinde, bir siyasal düşün
rinde Ruzveltizm veya Almanya’da akımının kurucu referansı değildir.
Bismarkizm adıyla tanınan, özgün ve Gandhi, çok güçlü bir siyasal ve felse­
canlı bir siyasal düşünce akımına bir fî şahsiyettir ama Hindistan’da bir si­
cilt veya bir bölüm ayırmazdık. Fran­ yasal düşün akımına rehberlik yap­
sa’daki De Gaullecülük veya Golizm maz.
akımının, bu teshilin geçerliğini bo­ Buna karşılık, böyle bir siyasî dü­
zan bir karşı örnek olduğu düşünüle­ şünce tarihi çalışmasını Çin Halk
bilir. Mustafa Kemal ve Charles De C um huriyeti’nde, Kuzey K ore’de,
Gaulle’un arasında, profesyonel ve si­ 1989 öncesi Arnavutluğu’nda veya
yasal kariyerleri, siyasal tavırları açı­ SSCB'sinde yapıyor olsaydık, çalışma
sından ele alındığında gerçekten an­ ancak bir tek başlık altında hazırlana-
lamlı olan yakınlık, siyasal düşün akı­ bilirdi. Maoizm, Kim 11 Sung düşün-
s u wu Ş

ce si, E n ver H oca d ü şü n cesi veya rının da güçlü biçimde var olmalarım
Marksizm-Leninizm ciltlerinin ele ala­ izah etmek, Kemalist siyasal düşünün
caklarından başka bir siyasal düşün­ en önemli ve ayırt edici özelliğini
cenin varlığı kabul edilmeyecekti. Ne vurgulam ak dem ektir. Kem alizm ,
var ki, dayandıkları siyasal sistem Türkiye siyasal düşün dünyasının he­
çöktüğünde bu siyasal düşünceler de gemonik düşünce akımıdır. Ama için­
aynı hızla hegemonik konumlarını de pragmatizm baskın biçimde bu­
kaybettiler. Hegemonyalarının, siyasal lunduğu için, diğer “evrensel” siyasal
düşünce boyutundaki güç ve etkile­ düşünce akımlarının varlığına göreli
rinden ziyade, totaliter siyasal tahak­ olarak uyum sağlayabilen bir siyasal
küme dayandığı görüldü. düşüncedir. Kemalizmin bu pragma-
Bu kaba betimleme, siyasal düşün­ tik içeriği, onun hegemonyacı konu­
ceyle siyaset alanı arasındaki bağlantı­ munu yumuşatır. Diğer siyasal dü­
nın modern dönemde iki temel model şünce akımlarının Kemalizme bir bi­
içinde gerçekleştiğine işaret ediyor. çimde eklem lenm elerini sağlayan,
Bir yanda, yerel ve kişisel boyutların Kemalizmin kendi içinde bir episte­
var olmadığı veya çok geri planda kal­ moloji, bir yöntem taşımamaması ka­
dığı, daha evrensel siyasal düşünce dar, bu pragmatik hegemonyacı içeri­
akımlarının etkili olduğu toplum mo­ ğidir Düşünsel derinliğinin sığ ve dü­
deli; diğer yanda, tek bir siyasal dü­ şünsel örgüsünün seyrek olması, Ke­
şüncenin mutlak olarak egemen oldu­ malizmin yeni şart ve zamanlara ayak
ğu totaliter toplum modeli. Türki­ uydurabilmesini, zaman içinde farklı
ye’nin 20. yüzyıl siyasal düşünce ma­ yorumlar altında diğer siyasal düşün­
cerası, bu iki çekim merkezinin etki ce akımlarının onu içselleştirmesini
alanı içinde, bu zıt kutuplann varlığı­ sağladı.
nın yarattığı gerginlik ortamında, sığ Kemalizm, birçok siyasal düşünce
içerikli ama görece istikrarlı bir mec­ akımı gibi, tek bir tanım ve tek bir an­
rada seyretti. Maceranın böyle seyret­ layışa indirgenmez. Bu nedenle Kema-
mesinin hataları ve sevaplarıyla baş lizmlerden bahsetmek daha doğrudur.
sorumlusunun Kemalizm olduğunu Bunlar sağ veya sol Kemalizm, devlet­
düşünmek abartılı değildir. çi veya liberal Kemalizm, muhafaza­
Modern Türkiye’de siyasal düşün­ kâr, kültüralist veya reformcu Kema­
cenin oluşum ve gelişimini inceleme lizm olarak diğer siyasal düşün akım­
ve bunu hakim resmî ideoloji kalıpla­ larıyla eklemlenirler. Liberalizm, mu­
rı içinde yapmama iddiası taşıyan bir hafazakârlık veya sol gibi farklı dü­
çalışmada, en ön sırada ve belki en şünce akımlarına özgül ve güçlü bir
hacimli cilt olarak Aıatürkçülük/Ke- esin kaynağı sağlamaktan ziyade, as­
malizmin yer almasını ve hemen ar­ gari meşruiyet dayanağı verirler.
dından farklı siyasal düşünce akımla­ Mustafa Kemal’in kendisi, savun-
SUNUŞ

dugu programın sistemli bir ideoloji sal düşünce akımı olarak Kemaliz-
olmadığım kabul eder. Hatta buna ıs­ min gelişmesini engelledi. Bu anlam­
rarla sahip çıkar: “Neşrettiğim prog­ da Kemalizm totaliter tarzda hege­
ramı, bir fırkai siyasiye için gayri kâfi, monyacı değildir.
kısa bulanlar oldu. Halk Fırkasının Toplumun büyük bölümünün pay­
programı yoktur dediler. Filhakika, laştığı bir ulusal modernleşme ideali­
umdeler namı altında malûm olan nin yoğunlaştığı, bunun bir siyasal
program ım ız, itiraz edenlerin gör­ duruşa dönüştüğü bir ideolojidir Ke­
dükleri ve bildikleri tarzda, bir kitap malizm. Bu bağlamda, bir kuramsal
değildi. Fakat, esaslı ve amelî idi. Biz mutlak doğruyu ifade etmekten ziya­
dahi, gayrikabili tatbik fikirleri, naza­ de, bir tavrı, bir siyasal duruş ve ko-
ri birtakım teferruatı yaldızlayarak, numlanışı mutlaklaştırır. Siyasal dü­
bir kitap yazabilirdik. Öyle yapma­ şün seviyesinde bir yüzyıla yaklaşan
dık. Milletin, maddi ve manevî teced­ zaman dilimi içinde egemen konumu­
düt ve inkişafatı yolunda, e fal ve ic­ nu koruyabilmesini sağlayan etmen­
raat ile akval ve nazariyata takaddüm lerden birisi, Kemalizmin kendini özel
etmeyi tercih ettik” (Nutuk, s. 718- olarak konumlandırdığı mevkiin be­
719). Yapılan işin söz ve nazariyattan lirlediği dönemsel mutlak doğrular
önce gelmesi, yani aksiyonun dokt­ üretme kabiliyetidir. Bunlar her döne­
rinden ağır basması Kemalist ideolo­ min gereklerine göre ya içerikleri ya
jinin ait olduğu ideolojiler ailesinin da hiyerarşik sıralam aları değişen
önem li bir özelliğidir. Bunun için “mutlak doğrular’’dır. ideolojik olarak
doktrinin esnek olması, içeriğinin sığ ve yöntemsel olarak pragmatik
katı biçimde tanımlanmamış olması olan Kemalizmde içerikten ziyade, bir
gerekir. Mustafa Kemal, “doktrinin siyasal duruş ağır basar.
donması” tehlikesine İşaret ederken, Bu ciltte, modern Türkiye siyasal
aynı zamanda ait olduğu, “hikmeti yaşamında bir tür matris ideoloji ko­
hükümet” gereklerine tâbi pragmatik numundaki Kemalizm/Aıatürkçülü-
m odernleştirm eci ideoloji dünyası­ gün değişik alanlardaki tezahürleri­
nın kaygılarını dile getirir. Bu da Ke- nin, farklı perspektiflerden ele alın­
malizmin hegemonyacı özelliğini za­ m asına özen gösterd ik . K em a­
yıflatır. Yakın zamana kadar, Kema- lizm/Atatürkçülügün Türkiye’nin 80
lizmin kendisini özerk bir toplumsal yıllık tarihinde oynadığı olumlu rol
hareket olarak var etmekten özenle kadar, neden olduğu olumsuz etkileri
kaçınması, merkezî Kemalist akımla­ de inceleyen ve bunu esas olarak siya­
rın kendilerini esasen özerk bir dev­ sal düşün boyutunda değerlendirmeyi
let politikasının unsurları olarak gör­ amaçlayan böyle bir kapsamlı çalışma,
meleri, toplumu kapsamlı bir biçim­ önümüzdeki siyasal tartışmalar için
de mobilize etme kudretinde bir siya­ önemli bir kaynak oluşturacaktır.
Milliyetçilik ve medeniyetçilik, Ke- dünyasını aydınlatmak geıekir. İmpa­
malizmin iki aslî öğesidir. Bu iki öğe­ ratorluğun, candanları sayılan bazı
nin ışığında, siyasal düşünün siyasal toprakları hızla kaybetmesinin ardın­
eyleme dönüşmesini sağlayan kurucu dan çökmesine, devletin dağılmasına
ilke, “Türkiye Cumhuriyeti nin sarsıl­ şahit olan, bunun travmasını yaşayan,
maz tem eller üzerinde” durmasını birçoğu bu kaybedilmiş topraklarda
sağlayan unsur alarak kabul edilen doğmuş ve büyümüş olan bir devlet
devleti korum ak ve güçlendirm ek e.liti zümresinin, devletin de yok ol­
misyonudur. Nutuk'ta Mustafa Kemal ması tehlikesi karşısında duydukları
bunu şöyle dile getirir: “Binaenaleyh, tepki, uzun yıllar etkisini koruyacak­
biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir tır. Bu tepki, Kemalizm'in asabiyyesini
noktai nazardan istilada ederiz. O oluşturur. Gençlik dönemi Kema’ıiz-
ncklai nazar şudur: Türk milletini, minde bu asabiyyeyi besleyen unsur,
medeni cihanda, layık olduğu mevkie, yeni bir devlet ve. yeni bir toplum
is’adetmek ve Türk Cumhuriyeti’ni kurma ideali kadar, devletin ortadan
sarsılmaz temelleri üzerinde, her gûtı, kalkması tehlikesini bertaraf etmek­
daha ziyade takviye etmek” (Nutuk, tir. Gerçekten de, İkinci Dünya Savaşı
s.8 9 7 ). Bu milliyetçi ve medeniyetçi sonuna kadar devanı eden zaman di­
yaklaşım, kısa zamanda devletin ko­ liminde, dünya yüzünde devletlerin
runması endişesinin hakim olduğu, ortadan kalkması mümkündü. Genç
savunmacı bir siyasal duruşa dönü Türkiye. Cumhuriyetfni yöneten kad­
şûr. Devleti korumak ve. kollama mis­ rolar kadar, bir kısmı çok yakın bir
yonunun m illiyetçi ve medeniyetçi zamanda yaşadıkları toprakları terk
özelliklere baskın çıkmasının nedeni­ ederek Anadolu’ya göç etmek zorun­
ni anlamak için, dünya siyasal kon­ da kalmış insanlardan oluşan toplum
jonktürünün yanında, birinci kuşak katmanları için de böyle bir yakın
Kemalistle.rin içinde, yetiştikleri zihin tehlike inandırıcı ve etkiliydi. Ama
G I K I $

İkinci Duııya Savaşını izleyen yıllar­ biçimde gören bu siyasal tasarım tarzı,
da. çok küçük istisnaisi dışında var devleti başlı başına bir toplumsal ve
olan devletlerin sürekliliği ilkesinin siyasal özne olarak tanımlama eğili­
uluslararası siyasete hakim olmasın­ minde oldu. Kckü Cumhuriyet önce
dan. sonra, devleti koruma asabı yyesi sine giden bu siyasal kültür, Kemalist
Kemaliz mi n ıııu ha fazaîcâ riaş mas ın jn inkılâpçılığın hızla, toplumsal dene­
bir örtüsü oldu. Bu dönüşüm. Ata­ tim amacına hizmet eden bir devlet
türkçülük adı alımda kendim daha muhafazakârlığı söylemine dönüşme­
fazla ifade etmeye başlayan Kemaliz- sine yol açtı Bu çerçevede medeniye!
mi, bir zümrenin siyasal ve toplumsal çilık dc, ilk dönemdeki canlılığını
planda hâkini konumunu savunması­ kaybederek. Aydınlanma hareketinin
nın aracı haline getirdi. günlük yaşamdaki birkaç tezahürüne
Kemalizmin gençlik dönemindeki indirgendi. Jakoben/radıkal Kemalist
inkılapçı asabiyyesi, Osmanlı Impara- dar biı akım dışında, Atatürkçü dü­
lorluğu'nun son dönemlerinden beri şünce sistemi olarak kendini tanımla­
yavaş yavaş olgunlaşmakta olan bir yan merkez Kemalist düşün içinde
dizi medeniyetçi reformun kâh rıza Aydınlanma hareketi güçlü bir refe
kah 2.01Va ama hızla ve kararlılıkla hur ians olmakları çıktı.
yata geçirilmesini sağladı. Atatürk in­ Devlete bir toplum yaratmak, yaratı­
kılâpları adı altında sonradan dondu­ lan toplumu ıslah etmek ve onu dev
rulan bu reformlar, modern bir top letle organik bir bütünsel bağ içinde
lurn yaratmak kadar, tarihî ve kültürel tasarlamak, ‘‘sınıfsız, kaynaşmış biı
kaynaklarının tanımı devletin deneti- lophınT ülküsünün Kemalizmin farklı
ininde olan bir insan turu yaratmayı kulvarlarında baskın olmasına yol açtı.
am açlıyordu. Em peryai tâbiiyetten Bu bağlamda, ulusu homojen b:r orga ­
ulus-devlet tâbiiyetine geçiş sürecinin nik bütünlük içinde tasarlayan Kem a
Türkiye özelinde taşıyıcı ideolojisi 1izimi: en yakın durduğu siyasal dü­
olan Kemalizm ıçm, yeni lürk insanı­ şünce akımı korpoıatiznıdır. Kema-
nın kültürel kodlarının devlet mer Uzmlerin ortak paydalarından birisi,
kezlt tanımlanması önemliydi Czeık yekpare toplum idealidir Fiilen top­
toplumsal örgütlenmelerin hızla orta­ lum hiçbir zaman yekpare olmadığı,
dan kaldırılması hu girişimi tamamla ­ hele Türkiye topluıııunuıı etnik ve
yan önlemlerdi Kemalizmin çeşitli kültürel kaynaklan dikkate alınırsa
versiyonlarında, devlet merkezli bir yekpare olması mümkün olmadığı
toplum ve insan tasarımı her zaman için, Kemalizm toplumun yekpare bir
baskın oldu. Bu tasarımı açıkça dile görünümde olmasına özel bîr önem
getiren radikal Kemalisller için devlet, verdi, vermeye devam ediyor. Bu ne­
“Atası etrafında toplanan millet''ti. denle. dm, sosyal sınıflar ve etnik kim­
Devletle toplum ilişkilerini dc özel bir liklerin görünür kimlikler olarak ka­
GİRİŞ

musal alanda yer almasına karşı şid­ me tercihi kuvvetler birliği ilkesinden
detli biçimde tepki gösteriyor. Kema- yanadır. 1921 Teşkilatı Esasiye Kanu-
lizmin, bunlann varlığının devletin be­ nu’na açık biçimde hakim olan bu an­
kasını tehlikeye atacağına olan güçlü layış, daha sonra 1924 Anayasası’na
bir inancı hep oldu. Bu inanç, Osmanlı rağmen fiilen yürürlükte kalacaktır.
İmparatorluğu yönetim geleneğinden CHP Genel Sekreteri M.S. Esendal bu
devralman, devleti sağlam, sürekli ve fiilî durumu şöyle dile getirir: “Bizim
sabit bir tabana oturtma anlayışıyla pe­ iki anayasamız vardır: yazılmış ve ya­
kişti. Bu homojen toplum anlayışı, sol zılmamış... Bunlardan yazılmış olanı
Kemalizmi de çok geniş bir halk tanı­ Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’dur. Yazıl­
mı yapıp, geride kalan dar bir kesimi mamış olanı ise, şimdiki fiilî durumu­
de ya modem öncesinin kalıntısı (mü- muz, yani Şef sistemimizdir” (1944).
tegallibe) ya da dış güçlerin maşası Kast edilen fiilî anayasa, kuvvetini
(komprador) olarak tanımlamaya itti. parti ve devleti bütünleştiren Şeften
Genç dönem Kemal izminde militan alır. Söz konusu olan kuvvetler birli­
biçimde öne çıkan üniter devlet- üni- ğidir ama burada kuvvetler birliği
ter toplum-üniter kimlik üçlüsü, mu­ kavramının dayandığı ilke, doğrudan
hafazakâr Kemalizm döneminde Ata­ ve serbest seçimle gelmiş bir meclisin,
türk milliyetçiliği adı altında yumuşa­ “sürekli oturum halinde”, bir tüf sü­
tılmış olarak resmî ideolojinin omur­ rekli devrim meclisi gibi çalışması de­
gasını oluşturmaya devam etti. Türk ğildir. Böyle bir “konvansiyon mecli­
milliyetçiliği gibi etnik vurgusu daha si” gibi göreli demokratik bir ortamda
belirgin bir milliyetçilik yerine, Ata­ çalışan 1. Meclis’in yerini, 11. Meclis’le
türk milliyetçiliği gibi içeriği daha birlikte, meclis çoğunluğunun merke­
muğlak ve esnek, tammı resmî ideolo­ zî siyasal otorite tarafından belirlendi­
jinin evrimine tâbi bir kavramın be­ ği, bir tür “plebisiter diktatörlüğün"
nimsenmesi, Kemalizme başından beri alması eğilimi, Takriri Sükûn Kanu-
hakim olan utangaç milliyetçiliğin do­ nu’nun hemen ardından hızlandı ve
ğal bir tezahürüdür. Bu milliyetçilik, kurumlaştı. Böylece 1924 Anayasası­
emperyal hülyalar nedeniyle devleti na hakim olan kuvvetler ayrılığı ilkesi
tehlikeye soktuğuna inanılan pantür- kağıt üzerinde kaldı.
kizm gibi girişimleri, tehlikeli bir ma­ Kemalizmİn Kuvvetler Birliği ilkesin­
ceracılık olarak değerlendirir. Kema­ den anladığı veya beklediği yapı, seç­
lizm için milliyetçilik, Türkiye Cum- men iradesinin de devletin aslî güçleri­
huriyeti’nin bekası için gerekli politi­ ne tâbi olduğu, otoriter devlet anlayışı­
kalar bütünüdür. Bu anlamda, devlet na daha çok yatkındır. Atatürk’ün ha­
milliyetçiliği veya resmî milliyetçilik yatında fiilen yürürlükte olan, fiilen
etnik milliyetçiliğe ağır basar. bu şekilde düzenlenmiş olan Kuvvetler
Mustafa Kemal’in siyasal örgütlen­ Birliği ilkesi, onun ölümünün ardın­
GİRİŞ

dan Millî Şef kuruntunun yaratılma­ güçlü olduğu dönemler olan 1 9 3 0 ’


sıyla devam etti. Sag Kemalizmle sol larda, dünya siyasal konjonktürünün
Kemal izmi Demokrat Parti iktidarında de etkisiyle, Kemalizme hakim eğilim
şiddetle karşı karşıya getiren nokta, parlam enter dem okrasinin zararlı
kuvvetler birliği ilkesinin fiilen yürür­ yanlarının ağır bastığı kanısındadır.
lükte olması değil, bu ilkenin ağırlık Bugün bile Kemalist söylemde çok
merkezinin tesbitindeydi. DP’nin Ke­ sık duyulan bir tez, halkın olgun veya
malist gelenek içinde yetişmiş önder­ ergin olmaması nedeniyle demokrasi­
leri de hükümet-parti-parlamento üç­ nin sınırlı tutulması gereği, o dönem­
lüsünün aynı kuvvetin, ama bu kez de başka bir gerekle güçlendirilir: İk­
CHP’nin değil, kendi ellerinde olması­ tisadî geri kalmışlıktan kurtulmak
nı doğal kabul ediyorlardı. Meclis ço­ için, tüm kaynakların bir elden, plan
ğunluğu meşruiyeti ile devlet seçkinle­ dahilinde ve düzen ve intizam içinde
ri çoğunluğunun meşruiyeti arasında­ kullanılm ası gerekir. Kemalizmde
ki öncelik çatışmasının yarattığı ger­ devletçilik sadece bir iktisat politikası
ginlik, kuvvetler birliği ilkesinin zirve tercihinin ifadesi değildir. İktisatta
noktası olan askerî darbe rejimiyle so­ devletçilik, bir kalkınma politikası
nuçlandı. 1960 Kemalist askerî darbe­ aracı olmanın yanında, ama ondan
sinden yirmi yıl sonra, Atatürkçü as­ daha fazla, siyasal devletçiliğin ta­
kerî darbenin tesis ettiği siyasal yapı mamlayıcısıdır. Bu nedenle, devletçi
da, kuvvetler birliği idealini yansıtı­ politika ve gerekler, sadece pazar eko­
yordu. Muhafazakâr Kemalizmin, güç­ nomisi dinamiği ve ilkeleriyle çatış­
lendirilmiş bir Millî Güvenlik Kuru- mazlar, demokrasi ilkelerini de çoğu
lu’nu rejimin aslî siyasal karar mercii zaman karşılarına alırlar. Kemalizm
olarak görmesinin arkasında, atanmış­ düzenlenmiş bir pazar ekonomisine
ların güçlü biçimde içinde yer aldığı ilkesel olarak karşı değildir. Ne var ki
yürütmenin, yasama ve diğer organla­ siyasal devletçiliği İktisadî devletçili­
rın üzerinde denetleme, yönlendirme ğine çoğu zaman ağır bastığı ve de­
ve “yaptırma” yetkilerinin olduğu bir mokrasi cephesindeki eksiğini halkçı­
kuvvetler birliği ilkesi yatar. lık söylemiyle telafi etmeye dikkat et­
Kemalizmin bir tür amentüsü hali­ tiği için, gerçekte olduğundan daha
ne gelen, CHP’nin siyasal ilkelerini fazla pazar ekonomisi aleyhtarı bir
temsil eden Altı Ok içinde demokrat­ görünüm sunar. Sol K em alizm de
lığın yer almaması bir unutkanlık so­ planlı ekonomi olarak kendini ifade
nucu değildir. Kemalist düşün, de­ eden bu devletçi tavır, sağ Kemalizm­
m okrasiyi elbette reddetmez. Ama de ise, devletin millî ekonomik güç­
bunu halkçılığa indirger ve laik cum­ lerle elele olduğu imajına dayanan bir
huriyet ilkeleriyle sınırlar. Kemalist liberal devletçiliğe döner.
düşünün doktrinleşme çabalarının en Kemalizmde baskın unsur olan
G İRİŞ

olarak algılar. Zaten bu nedenle, 1980


sonrası Türkiyesi’nde Kemalizm, sos­
yal statü sarsıntısı ortamında toplum­
sal statü koruma aracına kolaylıkla
dönüşebilmiştir. Son dönem Kemaliz­
min enerjisinin önemli bir bölümünü,
kılık ve kıyafetin düzenlenmesine
hasretmesi ve bunu kamu alanını dev-
letleştirerek yapm asının ardında,
"Garplı" simgelerle toplumsal hiyerar­
şide üstün konumda bulunanların,
yani Cumhuriyet elitlerinin, “şarklı”
simgelerin kamusal alanda daha fazla
görünüyor olmasını, kendi üstün top­
lumsal statülerini alt bir tabakanın
tehdit edişi olarak algılamaları da et­
Kimi sağ yorumcular, İnönü'de
kili olmuştur.
Atatürkçülüğün laisist ve bürokratik-
elitist kimliğinin belirginleşmesini, kim i Bu medeniyetçi milliyetçi duruşun
sol yorumcular ise faşizan bir
çarpılm asını görürler. Bunun yanında konumlandığı yer, devletin bekasının
İnönü, Kemalizmin konsolidatörü ya da gerekleridir. Bu anlamda Kemalizm
restoratörü olarak da değerlendirilmiştir
devletten özerk bir milliyetçilik değil,
bir tür devlet milliyetçiliği veya resmî
milliyetçilik, Batı karşısında hissedi­ milliyetçiliktir. Bu medeniyetçi devlet
len bir aşağılık kompleksiyle damga­ milliyetçiliği duruşu, tarihsel olarak,
lanmış olarak, bir medeniyetçilik sap­ patrimonyal devlet anlayışından besle­
lantısı içinde kendini ifade eder. Top­ nir, Toplumu bir mülk nesnesi, devleti
lumsal sınıflar arasında çok belirgin de bu mülkün sahibi olarak tanımla­
bir mücadelenin yaşanmadığı bir dö­ yan patrimonyal geleneği, “halk için
nemde biçim lenen Kemalizm için halka rağmen” fikriyle dinamize eden
toplumsal yarılmanın ana ekseninde Kemalizmin bütün versiyonlarında
medeniyetçi bir ayrım yer alır. Falih çok belirgin bir paternalist boyut var­
Rıfkı Atay, “bizde iki sınıf vardır: dır. Zaten Kemalizme topluma derin­
Garplı ve Şarklı sınıf. Biz bütün sınıf­ lemesine müdahale etme meşruiyetini
ların garplılaşmasını, fakat garp mem­ veren etmenlerden biri de bu patri­
leketlerindeki sınıfların hastalıklarını monyal devlet anlayışı geleneğidir. Bu
almamasını istiyoruz” (1932) derken, gelenek, devleti mülk olarak algılar.
bunu çok net biçim de dile getirir. Dolayısıyla devlet katının temsil ettiği
Garplılık ve Şarklılığın çatışmasını konum, sahiplik konumudur. Kema­
Kemalizm gerçek bir sınıf çatışması list çevrelerde, “devletin sahibi olduk-
GİRİŞ

lan” inancının çok güçlü ve yaygın ol­ özerkliğine son verilmesi ve adı kon­
ması, bu patrimonyal siyasal tasanmla mamış bir ‘‘millî din” yaratılması ide­
bağlantılıdır. Toplum katıyla ilişkisini ali, Kemalizmi Jakoben gelenekle ya­
paternalisl tarzda tasarlayan Kemalist kınlaştırır. Dinin pozitivist yorumunu
düşün, kendini devletle bütünleştirir­ benimseyen, ateist olmayıp yaradancı
ken, devleti de Özneleştirir. Devlet, olan Jakoben gelenek ve onun temsil
toplumdan bağımsız, kendisine ait he­ ettiği Fransız Devrimi modeli, Kema­
def ve çıkarları olan bir yüksek özne­ lizmin gençlik dönem inin önemli
dir. Kemalist düşün veya düşünler, esin kaynaklarından birisidir. Genç
kendilerini bu öznenin bilincinin taşı­ Kemalizmin İslâm’la olan ilişkisinde
yıcısı olarak görürler. Kemalizmin bu Jakoben etki çok açık biçimde gö­
topluma bilinç taşıma misyonunun ar­ rülür. Fransa’da Jakoben yaklaşımın
kasındaki siyasal temel, patrimonyal Kiliseyle olan çatışmasında ifade etti­
devlet anlayışı geleneği ve onunla ya­ ği, siyasal otoritenin denetimi dışın­
kından bağlantılı olan paternalizmdir. da, başka bir otoriteye bağlı bir güce
Kutsalın yeryüzüne indiği ve varo­ duyulan tepkinin bir benzerini Kema-
luşun büyüsünün kaybolduğu mo­ lizmde buluruz, ikisinin arasındaki
dern zamanlarda, patrimonyal devlet fark, Sünni İslâm’la Katolikliğin ara­
geleneğinin durağan amaçlı ve toplu­ sındaki kurumsal gelenek farkıyla da­
mu uzaktan denetleme anlayışı, yeri­ ha çok bağlantılıdır. Dinle devleti bü­
ni, yakından ve dönüşüm amaçlı de­ tünüyle birbirinden ayırmayan, bu­
netime bırakır. Bu çerçevede genç Ke­ nun yerine Sünni İslâm’ı devletleşti­
malizm, hem Osmanlı İmparatorlu- ren Kemalist laiklik, bu nedenle millî
gu’nun son döneminin medeniyetçi kimliğin bir boyutunun ister istemez
reformculuğunun bir devamcısıdır, dinî kimlik olmasına rıza gösterir. Ay­
hem de önemli bir kopuşun taşıyıcısı­ rıca çok açık biçimde yapılan bir et­
dır. Kemalizm, Cumhuriyet’in ilk yıl­ nik tarife dayalı ulusal kimlik tanımı­
larında, diğer rakip reformist yakla­ nın, devlete bulunan yeni milleti hız­
şımlardan çok daha radikal bir dikey la parçalayacağının da farkındadır. Bu
müdahale taraftarıdır. Bu müdahale­ nedenle Kemalist düşün, İslâm’ın bir­
de, muassır medeniyet seviyesini ya­ leştirici kimlik olarak sürekli yedekte
kalamak, bunun için herşeyden önce kalmasına özen gösterir. Fiatta hakiki
medeni görünmek önemli ve gerçek­ Islâm’ı “mürteciden daha iyi bilme”
ten inanılan bir saikıir. Toplumun ya­ iddiasını sürekli taşır. Buna karşılık
şam tarzım, dış görünümünü, dilini, Kemalizmler, Türkiye’de var olan Is­
alfabesini, dinlediği müziği değiştir­ lâm dışı dinlere karşı şüphecidirler.
meye yönelik bu dikey müdahaleye Bu dinlerin kurumsal olarak göreli ve
ilaveten, dinin bütünüyle devlet de­ uzaktan denetlenir olmaları ve devlet
netimine alınarak dinî kurumların otoritesi dışında bir güç m erkezi
GİRİŞ

oluşturmaları veya böyle bir potansi­ de empoze ederken, bunun “kendine


yeli taşımalarından sürekli huzursuz­ özgü” bir Batılılaşma olması için de
luk duyarlar. Kemalist düşün, Müslü­ bir o kadar titiz davranmasıdır. Kema­
manlığa sempatisinden dolayı gayri­ lizmin evrenselci iddialarım görelileş­
müslim kurumlara karşı mesafeli de­ tiren ve ulusal bağımsızlıkçılık ve mil­
ğildir. Bu kurum tarm , dış güçlerin liyetçilik söylemleriyle desteklenen bu
Türkiye içindeki faaliyetlerinin bir kendine özgücülüğün esas motivasyo­
örtüsü olmalarından son derece kuş­ nu, homojen toplum tasavvurunun
ku duyduğu için mesafelidir. Lozan ( “bir el ve bir yürek”) ve toplumla
azınlıklarının, “millî birlik ve bera­ devlet arasındaki hiyerarşik ilişki biçi­
berlik” görüntüsünü, Tevhidi Tedrisat minin korunmasıdır. Bu amaçlan ko­
ilkesini ve sonuç olarak Millî tevhidi rumak söz konusu olduğu zaman, Ke­
bozan varlıkları, Kemalizmlerin Islâm malizm hemen muhafazakârlaşır, hat­
dışı dinlere karşı kuşku ve şüpheyle ta Batı aleyhtarı tavır takınmakta sa­
bakma nedenidir. Cumhuriyet’in ilk kınca görmez. Sağ Kemalizm bunu
yıllarında, bazı protestan okullarında devletin güvenliği gerekçelerini öne
gençlerin din değiştirmelerine karşı çıkararak yaparken, sol Kemalizm
gösterdiği şiddetli tepkinin arkasında özünde aynı motivasyonlarla hareket
bu endişe yatar. T ü rk çe konuşan etse de, söylemini ani-emperyalist bir
ve/veya Türk olan Ortodoks Hıristi- zemine oturtmayı tercih eder. “Kuvayı
yanlan mübadeleye tâbi tutması da, Milliye ruhu” olarak, kuruluş döne­
sadece geç Osmanlı kimliğinin deva­ mini bir altın çağ tasavvurunda fetiş-
mında yer alan bir politika değildir. leştiren sol Kemalizmin tersine, sağ
Kemalizmin ikilemlerinden birisi, Kemalizm daha pragmatiktir. Aslola-
medenileşmenin sınırlan konusunda­ nın devletin toplum nezdindeki hü­
dır. Türkiye toplumunun homojen bi­ kümran konumunun korunması ol­
çimde Batılılaşması gereğine inanan duğunu daha rahat ifade eder.
Kemalist düşün, bu dönüşümün top­ Kemalizmlerin buluşma noktası,
lumsal katmanların özerkleşmesini de farklı tınılarda ifade edilse de, otori-
beraberinde getireceğinin bilincinde­ teryanizmdir. Kemalist düşünün ide­
dir. Bu nedenle, Türkiye toplumunun ali, otoriter bir demokrasidir. “Disip­
gerçekten Batılılaşmasından, kendi linli bir hürriyet”, “nizamlı bir top­
içinde ayrışmasından, üzerindeki ho­ lum” ve devlet otoritesine mutlak ita­
mojenlik örtüsünü atm asından ve ati içeren bu otoriter demokrasi anla­
devletten giderek özerkleşen bir dina­ yışı için, aslolan yönetimin rahat çalı­
mik kazanmasından büyük huzursuz­ şabilmesidir. Bu nedenle çoğulculuğu,
luk duyar. Kemalist siyasal düşünün intizamsızlık, displinsizlik ve başıbo­
en büyük iç çelişkilerinden birisi, top­ zukluk olarak algılama eğilimindedir.
luma Batılılaşma hedefini büyük ölçü­ Kozmopolitizm karşısında genetik bir
GİRİŞ

rahatsızlığı vardır. Tasarladığı demok­ Kemalizm, otoritenin bölünmez


rasi modeli, otoriteye mutlak itaat ta­ birliğine inanır. Daha sonra “devle­
lep eder. Devlet otoritesi dışında kalan tin, ülkesi ve milletiyle bölünmez be­
otorite simge ve merkezlerinin top­ raberliği” formülüne dönüşecek “bir­
lumda yer almasına şiddetle karşıdır. lik ve b erab erlik ” gereği, özünde
Dinî kurumlar kadar, devletten özerk devlet otoritesinin paylaşılmazlığını
başka sivil otorite oluşumlarına karşı ve bölünmezliğini ifade eder. Musta­
rahatsızdır. Bu nedenle yakın zamana fa Kemal, şapka inkılâbını ilan ettiği
kadar, özerk bir Kemalist toplumsal Kastamonu konuşmasında, şeyh ve
hareket oluşmasına da iyi gözle bak­ din adamlarının kamusal alanlarda
mamış, CHP’nin toplumsal mobilizas- törensel giysiler giyerek “sadece dev­
yon ve denetleme gücüyle Kemalist let tarafından atanmış memurlara ait
toplumsal hareketin sınırlı kalmasına olan otoriteyi gaspettikleri”ni iddia
özen göstermiştir. Bu bağlamda, Ar­ eder. Yasal ve meşru yegâne otorite,
jantin'deki Peronist hareket gibi, kitle­ devlet otoritesi olmalıdır. Bu devlet
sel mobilizasyonlara dayanan bir po­ otoriteryanizmi, sağdan sola tüm Ke­
pülist bir hareket olmamıştır. Kema- malist düşün akımlarının, farklı alan­
lizmde halkçılık popülist olmaktan zi­ larda ifade etmelerine rağmen, bütü­
yade paternalisttir. nüyle paylaştıkları bir ortak payda-

1930 A ralıkinda gerçekleşen Menemen olayı, dini kam usal alandan dışlayan reform lara
karşı gelenekçi-dinî bir tepki hareketiydi Cumhuriyetin kendini tanımlamasında kurucu
işlevi olan “irticai ayaklanm alar ” sicilinde tem silî önem taşıyan bu olay, o dönemde,
muhalefetin gelişmesinden endişe duyan reyimin sertleşmesi için de bir vesile olmuştur.
GİRİŞ

dır. Merkeziyetçilik bunun olmazsa ve sag Kemalizmler, ordunun bir ide­


olmaz tamamlayıcıdısır. olojisi olması ve bunun da Kemalist
Kemalizmden Atatürkçülüğe dö­ ideoloji olması gereğine inanırlar. Top­
nüşte süreklilik unsurlarından en lumsal olarak canlı bir hareketliliğe
önemlisi, bu devletçi otoriteryanizm- dayanmayan, bunun toplum içinde
dir. Ama giderek mufazakârlaşan ve çatışm alar yaratm asından rahatsız
toplumu dönüştürmek yerine, toplu­ olan Kemalizm, bu eksikliği inkılâpla­
mu olduğu yerde tutmak, toplumsal rın bekçiliğini orduya atfederek karşı­
dinamizmi soğutmak misyonu ağır lar. Mustafa Kemal 1931’de Konya’da
basmaya başlayan Kemalizmin Ata­ yaptığı bir konuşmada bunu açıklıkla
türkçü olgunluk döneminde geriye, dile getirir: “Bütün Türk milleti; mu­
çok genel bir Batılı, ulusal ve laikçi vaffak olduğu her hayatî şeyin kahra­
devlet ve toplum fikri kalmıştır. Son manı olarak kendi ordusunu, ordusu­
dönem Atatürkçülüğü, toplumu dö­ na kumanda eden öz evlâtlarından
nüştürme iddiası taşımayan, hatta bu mürekkep zabitler heyetini, yüksek
iddiaya karşı mesafeli duran, mobili- kumanda heyetini görmektedir” (bkz.
zasyon gücünü irtica ve bölücülükle Seçme Metinler bölümü, K onya’da Bir
mücadeleyle sınırlayan, savunmacı bir K onuşm a, s. 6 4 7 ). Devletle kendini
siyasal duruşa çekilmiştir. Siyasal dü­ mutlak olarak bütünleştirmiş, ulusun
şün planındaki savunmacı duruşun kendisiyle mutlak bir bütünlük içinde
siyasal tavırdaki yansıması, siyaseti olduğuna İnanan, toplumsal köken
esas olarak savunmacı, statükocu bir olarak aristokratik olmayan ve kendi­
güç ilişkisi içinde kavramaktır. Bu ni yurdun savunulması misyonundan
çerçevede, Kemalizmler farklı vurgu­ çok daha geniş bir misyonla donanmış
larla olmakla beraber, Kemalist inkı­ olarak kabul eden bu Kemalist ordu
lâpları savunacak asil güç olarak or­ imajı, Kemalizme Bonapartist bir renk
duyu görürler. Bu, aynı zamanda, dev­ verir. Sağ Kemalizmin kendini çok ra­
letin bekasıyla inkılâpların korunması hat hissettiği, TSK’nın bu pretoryen
arasında birebir ilişki kurulmasıyla konumu, sol Kemalist için daha so­
bağlantılıdır. runludur. Sol Kemalizm, kurumsal
Kemalizmin Silahlı Kuvvetlerle olan olarak muhafazakârlaştıgına inandığı
sıcak ilişkisi, herşeyden önce genetik­ ordunun bütününü değil, ordu içinde­
tir. Kemalizme ideolojik olarak güçlü ki Kemalist zinde güçleri görev başına
bir içerik verme girişimlerinden en davet etmeyi tercih eder. Kemalizmle-
önemlisi olan Kadro hareketinin önde rin farklılıklarına rağmen, onları kut­
gelen sözcüsü Ş. S. Aydemirin ifade salında birleştiren Atatürk simgesi, bu
ettiği gibi, temel referans “ordulaşmış asker ve sivil, ordu ve millet bütünleş­
millet rejim idir”. Bunu daha sonra mesini temsil eder.
“zinde güçler” olarak tanımlayacak sol Kemalizmin herhangi bir Üçüncü
GİRİŞ

Dünya diktatörlüğüne dönüşmesini akımın, Atatürk imajını İnönü’ye kar­


engelleyen unsurlardan birisi, A ta­ şı alelacele kurumsal olarak kutsallaş­
türk figürünün siyasal alanda gördü­ tırması anlamlıdır. Önce “Atatürk’e
ğü düzenleyici işlevdir. Kemalizmde karşı işlenmiş suçlar” ihdas ederek,
tek adam boyutu güçlüdür. Tüm ira­ ardından Anıtkabir’in inşasını hızlan­
deyi şahsında toplayan bir figürün dırarak, Atatürk simgesinin hem do­
etrafında, m eşrutiyetçi monarşiden kunulmazlığı hem de ulaşılmazlığı
m onarşik cum huriyete geçilmiştir. sağlanır. Kemalizmin olduğu kadar,
Ama söz konusu monarşik cumhuri­ Kemalist Cumhuriyet rejiminin ritü-
yetin hanedanı yoktur. Mustafa Ke­ elinde çok önemli bir yer işgal eden
mal’in ölümünden hemen sonra tesis Anıtkabir, hiçbir ölümlünün artık o
edilen Ebedî Şef kurumu, monarşik yeri işgal edemeyeceğinin düzenli
cumhuriyetin bir tezahürüdür. Ama olarak hatırlatılması işlevi görür. Mo-
bu ideolojik planda etkili olan bir narkı olmayan, daha doğrusu artık
monarşik cumhuriyettir. Mutlak oto­ hayatta olmayan bir monarşik cum­
rite mevkii Ebedî Şef’e aittir. Şefin huriyet rejiminin göreli istikrarım,
ölümüyle birlikte, o yer kimse tara­ örneğin askerî darbelerden sonra hız­
fından işgal edilemez. Burada, Mus­ la parlamenter rejime iyi kötü geri
tafa Kemal sonrasına geçişte kilit kişi dönüşü sağlayan etmenlerden biridir
olan İsmet İnönü’nün tesiri görülür. bu. Atatürkçülük, Ebedî Şef’in ölü­
Millî Şeflik kurumuyla, şahıs m er­ münden sonra, tüm siyasal meşruiye­
kezli otoriteryanizmden kurum mer­ tin o Şef’in öğretisine bağlandığı bir
kezli otoriteryanizm e yumuşak bir resmî ideoloji konumuna geçerken,
geçişi örgütleyen İnönü, öz Kemaliz- aynı zamanda, hiç kimsenin mutlak
min kurucusudur. Devlet işlerinde otoriteyi şahsında toplayamaması gü­
her tü rlü m a c e ra c ı yak laşım d an vencesini verir. Otoritenin gayri şah­
uzak, soğukkanlı, “beyt-ül malın çı­ sileşm esi, b ir k u ru m a (d e v le te ,
karların ı gözetmeyi halkın çıkarları­ TSK’ya, vs.) verilip, o kurumun ba­
nı gözetmek olarak algılayan olgun­ şındakilerin o otoriteyi şahıslarına
luk dönemi Kemalizminin kurucusu mal edememeleri, şahsileşmiş bir mo­
İnönü’dür. Gençlik dönemi Kema- narşik cumhuriyet yerine zümresel ve
lizmlerinin tutkusal yaklaşımından kurumsal bir monarşik cumhuriyet
uzak, denge politikasının ağır bastığı, rejimini pekiştirir. Atatürk’ün dilsiz
“mantık Atatürkçü lüğü "nün temelle­ ama her yerde hazır ve nazır konu­
rini artmıştır. mu, siyasal meşruiyetlerini mabedin
Millî Şefle Ebedî Şef figürleri ara­ bekçiliği işlevinden alanlar için ge­
sında bir gerginlik yaratarak, bunu si­ reklidir. Kemalizmin bu biçimde don­
yasal alanda kullanmak isleyen Celâl durulm asını sol Kem alist çevreler
Bayar’ın başını çektiği sağ Kemalist lam anlamıyla benimsemeseler de,
GİRİŞ

kurucu ve kurtarıcı baba figürünün Siyasal alanın salt meşruiyet sınır­


bu kullanımı, onları son kertede ide­ larını değil, yasal sınırlarını da çizen
olojik olarak teslim alacak güçtedir. “Atatürk ilke ve inkılâplarına sada­
Atatürkçülük ilkelerine dönüşerek, kat” şartı, 1980 sonrasında, birbirin­
resmî ideolojinin matrisini oluşturan den çok farklı siyasal akımı bu kalıp
olgunluk dönemi Kemalizmi, bir iki içinde kendini ifade etmeye zorladı.
siyasal yaklaşım dışında, hemen he­ Buna bağlı olarak Atatürkçülük, tüm
men tüm siyasal yaklaşımların kendi­ siyasal akımları ister istemez aynı
lerine göre yorumladıkları bir tür kal­ merkeze doğru yönelmeye zorlayan,
kan işlevi görür. Siyasal ve ekonomik bu çerçevede de siyaseti siyasetsiz-
doktrinler karşısında pragmatik olan leştiren bir işlev görmeye başladı.
Mustafa Kemal’de herkes işine gelen Kabul edilir yegâne ortak paydanın
bir söz, bir cümle bulabilmekte, bu da “Atatürkçü düşünce sistemi" oldu­
Atatürkçülüğün siyasal düşün boyu­ ğu, bu ortak paydada birleşmeyen
tunu daha da fazla sığlaştırmaktadır. her hareketin “ulusun ve vatanın
Bu sığlaşmaya paralel olarak, hatta düşmanı oldukları” iddiası (Genel­
onun sayesinde, Atatürkçülük giderek kurmay II. Başkanı Yaşar Büyükamt,
flulaşan bir medenîleşme hamlesi ve 1/10/2001), Türkiye siyasal düşünü­
Çekingen bir kalkınmacılık, toplum­ nün günümüzdeki konumunu özet­
daki otoriter reflekslerin kanalize edil­ lem ektedir. Resmî ideoloji konu­
diği bir devletçilik olarak, Türkiye si­ mundaki son dönem Atatürkçülüğü­
yasal düşününde hakim kutup olma­ nün, Türk siyasal düşünü ve yaşa­
ya devam etmektedir. Ne var ki, Ata­ mında, tüm enerjileri kendine doğru
türkçülüğün uzun yıllardan beri elin­ çeken ama karşılığında enerji üret­
de tuttuğu bu hakim ideolojik pozis­ meyen, astronomideki kara delik tü­
yon, onun düşünsel içeriğinden ziya­ ründen bir merkez işlevi gördüğünü
de, işgal ettiği resmî ideoloji konu­ söylemek mümkündür.
muyla bağlantılıdır. Ahmet İNSEL
Mustafa Kemal ve
Kemalizm
MURAT BELGE

20 yüzyıl boyunca ‘Türk Düşünce Tari­ ce yapısını Cumhuriyet olgusuyla uzlaştı­


hi” adıyla adlandıracağımız faaliyetin, ya­ rarak ve eklemleyerek devam ettirmiştir.
zılmış eserlerin, yazısız pratiklerin ve ol­ Bu anlamda. Cumhuriyet in düşünsel ha­
duğu kadaı düşünce üreten kurutnlarm yatının temellerini onlar atmış, ama za­
büyük çoğunluğu, kronolojik anlamda. man içinde Cumhuriyetle çelişkiye düşe­
Cumhuriyet dönemi içinde yer almakta­ bilecek düşüncelerin ataları da çok za­
dır. Cumhuriyet’in kuruluşuna kadarki man yine onlar olmuştur. Dolayısıyla
”20. yüzyıl tarihi" topu topu 23 yıl oldu­ Cumhuriyet idealini düşünerek oluştur­
ğuna göre, bunun böyle olması da doğal­ madıkları düşüncelerini (veya bilimsel
dır. Ancak, bir yüzyılın tam olarak bir pratiklerini) Cumhuriyetin çatısı altında
çeyreğini bile bulmayan bu ilk dönemin geliştirmişlerdir. Bu bağlamda eklenecek
entelektüel pratiklerin ürünlerinin Cum­ ilginç bir nokta da, bu kuşağın. Cumhu­
huriyetin üç çeyreğindekilerle karşılaştır­ riyet tarihi içinde oldukça uzun bir süre
ması, ilginç bir karşılaştırmadır. Cumhü- yeni gelen kuşaklarca aşılmaması dır.
riyet’le birlikte geliştiğini, genişlediğini Türkiye uzun bir düşünce geleneğine
söyleyebileceğimiz çeşitli düşünce akım­ sahip bir toplum değildir. Geleneğin kuşa­
ları veya düşünsel-bilimsel disiplinler, ğı düşünülürse, 20. yüzyılın ilk çeyreğin­
büyük ölçüde Cumhuriyet-öncesi etkin­ de ortaya çıkan düşünürler kuşağının ni­
liklerden kaynaklanmaktadır. Cumhuri- telikleri şaşırtıcı derecede parlaktır. "Mi-
yet-öncesinde entelektüel formasyonunu nerva’nın baykuşu alacakaranlıkta uçar"
almış bir kuşağın sözcüleri, Cumhuriyet sözünü doğrulayacak şekilde, Osmanlı
döneminin düşünsel hayatının temel taş­ imparatorluğunun gecesiyle Cumhuri­
larını döşemişlerdir. Ancak, aralarından yetin şafağı arasında formasyonunu edi­
hemen hemen hiçbiri o sırada Cumhuri­ nen bu kuşak, geleceğin kuşakları için, o
y e tin kendisi üstüne düşünmemiştir. kuşakların uzun zaman çok fazla aşındır­
Cumhuriyet, neredeyse bir "sürpriz" ola­ madığı yollar hazırladı.
rak karşılarına çıkmış ve onlar kendileri­ Ancak, Cumhuriyet döneminin bütün
ni Cumhuriyet’in içinde bulmuşlardır. (bugün de devam eden) düşünce hayatını,
Bundan sonra, bu son Osmanlı aydınları­ sözü geçen bu kuşaktan veya herhangi bir
nın her biri, yeni koşullarla kendine göre kuşaktan veya hepsinin toplamından daha
bir ilişki kurarak, hayatını sürdürmüş, fazla etkilemiş tek bir kişi vardır: Mustafa
Cumhuriyet öncesinde geliştirdiği düşün­ Kemal Atatürk.
K E M A L İ Z M

Cumhuriyet tarihi boyunca, “düşünce" deni oydu. Böylece, yeni Türk düşünce
üzerinde Atatürk’ün ve Atatürkçülüğün dünyasının içinde oluşacağı yeni devleti,
son derece yoğun bir belirleyiciliği ol­ yeni hayat düzenini kurmuştu. Kendisi
muş, bu etki iki türlü işlemiştir: Pozitif düşünür olmaksızın o dünyayı bu kadar
anlamda, yani bir tarz düşünceyi teşvik derinden etkilemesinin nedeni budur ve
ederek ve destekleyerek ve negatif an­ bu pek fazla yadırganacak bir şey değildir.
lamda, yani o tarza uymayan düşünceleri Ayrıca, bu etkileme bir zorlamadan çok
yasaklayarak veya marj i nal ize ederek. So­ gönüllü bir kabullenmeye dayanıyordu.
nuç olarak, bütün bu Cumhuriyet tarihi 1890-1905 kuşağının aydınları, dünyaya
boyunca, herhangi bir düşüncenin, “Ata- ve ülkelerine, Cumhuriyet’in kurucusu ile
türkçülük’de bir çeşit modus vivendi kur­ aynı perspektiften bakmayı zaten istiyor­
madan varolması hemen hemen imkân­ lardı, Bu, kısmen kurucunun başarısına
sız hale gelmiştir. duydukları derin hayranlıktan geliyorsa,
Burada ilginç olan nokta, Atatürk’ün bir kısmen de onunla aynı entelektüel iklim­
30 düşünür olmamasıdır. Şimdi, Atatürk’ün de yetişmiş olmalarının bir sonucuydu.
çok belirgin düşüncelerle davranan bir ey­ Peki, Cumhuriyet’in kurucusu nasıl bir
lem adamı olduğu açıktır. Zaten belirgin entelektüel iklimde yetişmişti?
düşünceleri olmayan bir eylem adamını Tanzimat’tan beri Osmanlı Devleti genel
düşünemeyiz. Napolöon Bonaparte’tn da bir Batılılaşma rotası kabul etmiş ve bu
kendine özgü, güçlü düşünceleri vardı ve yolda ilerlemeye çalışmıştı. Tanzimat Fer-
hayatı boyunca bunlara yerleşik ve ku­ mam’ndan, hatta bundan önce II, Mah­
rumsal bir biçim vermekten geri durmadı. mut’un yönetimi gerçek anlamda eline al­
Ama Napolöon Bonaparte’ın hayatını veya masından 1908’e kadar, Osmanlı siyasetin­
düşüncelerini öğrenmek için Avrupaiı Dü­ de aslında kayda değer büyük bir değişme
şünürler Tarihi gibi bir kitap karıştırmak veya sapma olmadı, Abdülhamit dönemi
aklımıza gelmez-çünkü öyle bir kitapta de bu rotayı değiştirmedi (olsa olsa, rota
onu 2aten bulamayız. Ama Türkiye Dü­ üstünde bazı önceliklerde revizyon yaptığı
şünce Tarihi gibi bir kitabın Atatürk’süz söylenebilir). Ancak, bu dönemin başlan­
yazılması mümkün değildir. Ve zaten bu gıcının nicelikçe ve nitelikçe zaten çok
da, Türk düşünce hayatının bir özelliği, çarpıcı olmayan düşünsel ürünleri, sözge­
Türk düşünce ortamının bu ortam olması­ lişi Şinasi’nin makaleleri veya Namık Ke­
nın bir nedenidir. Ancak bu son değindi­ mal'in şiirleri, 20. yüzyıl başının Türk-Os­
ğim konular Atatürk’ten çok Atatürkçülük manlI aydınları için yol gösterici olmaktan
kapsamına giriyor. çıkmışlardı. Batılılaşmanın, Osmanlı ay­
dınlanmasının arka planını oluşturuyor,
ATATÜRK'ÜN DÜŞÜNSEL FORMASYONU belki edebiyat yoluyla genel değerleri ve
duyguyu sağlıyorlar, ama somut durum
Yukarıda, Cumhuriyet’in düşünce dünya­ hakkında ne yapılacağına dair bir işaret
sını kurduğunu söylediğim kuşaktan kas­ vermiyorlardı. Sultan Hamit dönemi Ab-
tım, ağırlıkla, 1925 tarihinde 20 ile 35 yaş dülmecit bir yana, Sultan Aziz zamanının
arasında bulanan kuşaktır (1890 ile 1905 kişilerini ve kavgalarını bile unutturmuş­
arasında doğanlar). Bunlara şüphesiz bazı tu. Günün tartışması, belki Ahmet Rıza ile
İstisnalar eklenebilir: birkaç yıl önce veya Prens Sabahaddin arasında olandı; Mustafa
birkaç yıl sonra doğmuş olanlar. Atatürk Kemal konumunda olan genç subayların
İse bu kuşaktan 10-25 yaş büyüktü; gözünü diktiği başlıca anlamlı örgüt İttihat
1908’de 27, 1925’te 44 yaşındaydı. Zaten ve Terakki’ydi; en güçlü ideolojik etki de
Türkiye’de 1925’in, o 1925 olmasının ne­ Ziya Gökalp’ten gelendi.
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M

Ziya Gökalp Türkiye’de “sosyolojinin tezi, bu kadar uzun bir zamandır, bir çö­
babası" gibi sıfatlarla tanınmıştır. Durkhe- züm önermese de, geçerliliğini korudu.
im okuduğu, Auguste Comte’un “poziti- Son olarak, Gökalp kendi düşüncesi için­
vizm "inden etkilendiği doğrudur. Ama de aşamalar kaydetmekten geri durmadı;
Gökalp temelde bir bilim odamı değildir. yani, baştan sona değişmeyen tek bir Gö­
“Loji” so «ekinin geçtiği herhangi bir kav­ kalp ideolojisinden değil, koşullara göre
ramla bağdaştırılacaksa, bu, “ideoloji" değişen veya olgunlaşan bir ideolojiden
kavramı olabilir. Toplumsal bilim alanın­ söz edebiliriz ki, bu da zaten o düşünce­
daki birikimini, ideolojisini (belki “idealo- nin organ İkİ eş liginin kanıtıdır.
ji"sin i) pekiştirmekte seferber etmiştir, Ziya Gökalp adı telaffuz edildiğinde İlk
Türk “sosyoloji"sinin değil “milliyeiçimli­ akla gelen düşüncelerden biri, Türkleş­
ğinin babasıdır. Buna ilişkin olarak, “pozi- mek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak kitabının
tivist metodoloji" yardımıyla, milliyetçi adındaki üçlem edir. Ama bu üçlünün
ideolojiyi “bilimin gereği" ambalajıyla onun buluşu olduğu söylenebilir mi? Bü­
sunma alışkanlığının “babası” olduğunu tün Osmanlı 19. yüzyılı “muasırlaşma” 31
da söyleyebiliriz. Sonuçta, Türkiye’de fikir uğraşıyla geçmişti. Üçlünün “Türk" kısmı
hayatını Gökalp kadar etkilemiş hiçbir bi­ öncelikle Rusya Türkleri arasından yeti­
reysel “düşünür" olmadı. Yalnız, buna, bu şen milliyetçi ideologların Osmanlı dü­
etkileme biçiminin, bir “ideolog"a özgü şüncesine soktuğu bir şeydi. Ama Fethi
bir etkileme olduğunu da eklemeliyiz. Okyar veya Hüsamettin Ertürk’ün Abdül-
Türk millî devletini kurma sancılarında hamit’le ilgili anılarını okuyun, “Türkçü­
Türk milliyetçiliğinin, bütün 20. yüzyılı lük" gibi bir kavramla yanyana düşünme­
etkileyen davranış biçimleri ve uygulama­ ye hiç alışık olmadığımız bu padişahın o
larının bir simgesi olarak, üniversite me­ kavramla çok ilginç bir ilişkisi olduğunu
zunu olmayan (bunda siyasî haksızlığa görürsünüz.
kurban gitmesi sözkonusu) Gökalp’ın ilk Abdülhamit “ muasırlaşma" nın parla­
Türk “sosyoloji profesörü" olarak Darül- mento gibi, siyasî demokrasiye ilişkin ta­
fünun’a atanması olayını hatırlayabiliriz. raflarım ortadan kaldırmış ya da kendi de­
Gökalp’ın yalnız yüzyıl dönümü çerçe­ diğine göre ertelemişti, ama özellikle eği­
vesinde değil, bugün bile Türkiye’de dü­ tim alanında, o yöne doğru daha güçlü bir
şüncenin belli başlı odaklarından biri ol­ gelişme sağlamak için elinden geleni yapı­
duğunu söylemek mümkündür. Öte yan­ yordu. Islâm’ı öne çıkarmıştı. Çünkü Tan­
dan, bu önermenin yanına da, Gökalp’ın zimat’ın panotomanizminden umudunu
özgün bir düşünürden çok, duyarlı ve zeki kesmişti; Hıristiyan azınlıkları daha uzun
bir sentezci olduğunu eklemek gerekecek­ süre imparatorluk içinde tutamayacağını
tir. Dışarıdan ve içeriden, zaten söylenmiş g örü yord u . Ama Islâm , A rn a v u tla r’ı,
birçok düşünceyi alarak bunlardan kendi­ Araplar’ı, Çerkesler’i devlete sadık kılma­
sine uyan (ve Türk milliyetçiliğinin çerçe­ nın yolu olabilirdi (bu sayılanlar ve Türk-
vesini çizen) bir eklemleme yarattı. An­ ler, simgesel bir şekilde, padişahın muha­
cak, aslında hiçbir ( “özgün" dediklerimiz fız alaylarını oluşturuyordu). Abdülhamit
dahil) düşünürün yalnızca kendi buluşu “Türk" öğesini bir çeşit son çare olarak
olan düşünceler üretmediğini, bu anlamda görüyordu; yani, o 2 aten temeldi ve ancak
“güneş altında söylenmemiş hiçbir şey" bütün çareler tükendiğinde oraya dönüle­
olmadığım kabul etmek gerekir. Gökalp bilirdi. Selanik’te, Alatini köşkünde muha­
de düşüncelerini derledi, ama bundan ek­ fızlığını yapan Fethi Okyar onun ağzın­
lektik biçimde yanyana duran tezler değil, dan şu sözleri aktanr:
bir sentez üretmeyi başardı. Onun bu sen­ “...ben, otuz üç sene, bu memleketin
K E M A L İ Z M

Ziya Gökalp İn cenazesi.. Sadece İttihat ve Terakki önderlerini değil Cumhuriyetin


kurucu iradesini de derinden etkileyen Gökalp, 1923’ten sonra gölgede kalmış gibi
görünse de fik rî açtdan en “muktedir" zamanlarını yaşıyordu!

başındaki insan olarak, mensubu olmak­ tenen İslamcılık şimdi açtkça geri planda­
la iftihar ettiğim Türk milleti ile, Türkle- dır; “hars" ve “medeniyet”in arasındaki
rin aslî unsur olduğu devletin hudutları ayrım çizgileri de görece yumuşatılarak,
içinde yaşayan, Müslüman olsun olma­ “muasırlaşma"nın daha fazla ön plana çı­
sın, Türk olmayan unsurların hakikî va­ karılmasının imkânı hazırlanmıştır.
ziyetlerini bilmekteyim” (Üç Devirde Bir Bunlar aslında Gökalp’in içinde bulun­
Adam, 104). duğu düşünce ortamının öteki aktörleri­
Onun bunları söylemesinden az sonra nin de genel olarak paylaştığı yaklaşımlar­
Balkan Harbi yaşandı ve arkasından, İs­ dır, Bir bakıma, sentezin genel matrisinin,
lamcı Mehmed Akif’e de gözyaşları dök­ maddî konjonktürdeki değişim tarafından
türerek, Arnavutlar İmparatorluksan ay­ belirlendiğini de söyleyebiliriz.
rıldı. Dünya Savaşı’ndan sonra Arapiar
da bağımsızlıklarını elde ettiler Müslü­
ZIYA GÖKALP-MUSTAFA KEMAL İLİŞKİSİ
manlık, ideolojik bir araç olarak, yalnız­
ca Lozan’da Kürtler’e azınlık statüsü ve­ Mustafa Kemal Harbiye’de döneminin ol­
rilmemesini sağlayabildi. Başka bir söyle­ dukça özel denebilecek koşulları içinde
yişle, üç aşağı beş yukarı, son çareye ge­ yetişti. Osmanlı tarihinin son döneminde
linmiş oldu. bütün yeniliklerin, ‘‘modernizasyon” ka­
Bu değişim Ziya Gökalp’in yaklaşımın­ tegorisine girecek her şeyin ordudan baş­
da da kendini belli eder, Taha Parla’nın ladığı bilinen bir olgudur. Mustafa Ke­
işaret ettiği gibi, Gökalp, 1918'deki Türk­ mal’in kuşağı (yukarıda değindiğim sivil
leşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmaksan aydınların bir kuşak öncesi: 1870-85 arası
1923’te Türkçülüğün Esaslan’na gelir. Ön­ doğmuş subaylar) hem Birinci Dünya Sa-
celeri örtük biçimde geri plana itilmek is­ vaşı’nda, hem de Kurtuluş Savaşı’nda
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M

Türk ordularına komuta eden kuşaktır. nusu üstüne konuşurken Rousseau ile
Bunlar ülkelerinin bilinen koşullarında, Montesquieu’yü birbirine karıştırıyor ol­
parlak asker olarak yetişmenin yanı sıra, ması, bu gibi konularda bilgi kaynakları­
tamamen politize olmuşlardı. Dolayısıyla nın büyük ölçüde “sözlü” olduğunun bir
topluma ve siyasete ilişkin bütün tartış­ göstergesi sayılabilir.
maları da yoğun bir ilgiyle izliyorlardı. Doğal olarak, kendi ülkesinde yazılıp
Şevket Süreyya Te): Adam’da bu döne­ çizilenleri daha yakından izlemiş, düşün­
min Harbiyesinde “münazara"mn çok ce yapısının oluşmasında da bu düşünce­
önem verilen bir şey olduğunu ve bütün lerin etkisi daha fazla olmuştur. Atatürk
genç subay adaylarının belagat yetenekle­ kendisi de, duygularının babasının Na­
rini, “natıka’larınt geliştirmek için ciddi mık Kemal, düşüncelerinin babasının ise
bir şekilde çalıştıklarını anlatır. Bu aslında Ziya Gökalp olduğunu söylemiştir. (Şa-
çok anlamlı bir âdettir, Sözkonusu öğren­ polyo, 153)
cilerin, belki bilinçdışı olarak siyasî bir C um huriyetin kuruluşundan sonra
kariyere hasırlanmakta olduklarını göste­ Atatürk’ün dile getirdiği ilkelere ve mey- 33
rir, Clausevı'itz'm tanımı askerler için tabiî dana getirdiği kurumlara baktığımızda,
çok önemli: Savaşın, muarızımızı kendi bunların pek çoğunda Ziya Gökalp’in
irademize uymaya mecbur eden bir şiddet öncü konumunu görmemek mümkün
eylemi olması. Münazara, tartışma, diplo­ değildir. Cumhuriyet ideolojisinin temel
masi vb, ise aşağı yukarı aynı işin şiddet direği Türk milliyetçiliğidir; bunun baba­
öğesi olmaksızın yapılmasıdır. Savaştaki sının herkesten önce Gökalp olduğu da
silâhlı birlikler yerine, tumturaklı kelime­ açıktır. Ancak, “m illiyetçilik” şüphesiz
ler, cümleleri seferber ederek karşıdakini çok geniş bir kavram ve bir soyutlama;
pes ettirmek! belki bazı noktalarını biraz daha özgül­
Şevket Süreyya'dan başka, Lord Kin- leştirm ek gerekiyor. Örneğin Atatürk
ross veya Andrew Mango gibi dikkatli milliyetçiliği “ırk”tan çok kültüre] milli­
araştırmacı ve biyografi yazarları da Ata­ yetçiliği öne çıkarmış bir milliyetçilik bi­
türk’ün gençliğinde gördüğü askerlik dışı çimi olarak tanınır. Ziya Gökalp bu ko­
eğitimin sınırlı olduğunu söylüyorlar. nuda çok daha önceden ilkelerini kesin­
Arkadaşı Ömer Naci'den Namık Kemal’i likle belirtmiş, milletin temelinin ırk ola­
öğrendiği, Fethi Bey’le (Okyar) Fransız mayacağını söylemişti.
Devrimi ve düşünürleri üstüne konuş­ Yine Gökalp, Türk milliyetçiliğinin sal­
tukları, matematikte ise doğal yeteneğiy­ dırgan ve yayılmacı olmaması, “üstün­
le parlak bir öğrenci olduğu biliniyor. lük” iddiasında bulunmaması gerektiği
Mango, Harbokuluna, başladığı tarihte gibi konularda dikkatli davranmıştır. Ata­
yabancı dil bildiğini gösteren bir şerit türk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh" politi­
taktığını, bunun önemli bir farklılık sa­ kası da Gökalp’in belki izolasyonizm do­
yılması gerektiğini belirtiyor. Dolayısıyla, zu artınlmış “barışçı milliyetçilik" anlayı­
bu yıllarında bazı Fransızca kitapları as­ şının devamı gibidir. Gökalp de, Mustafa
lından okumaya başladığını tahmin ede­ Kemal de, milliyetçiliğin asıl mücadele
biliriz. Yine o yıllarda gece koğuş ışıkları alanım savaşta, askerlikte vb. değil, “mu­
söndükten sonra gizli gizli bir şeyler asırlaşma" dedikleri, ekonomik, kültürel,
okuduğunu biliyoruz. Şüphesiz bütün toplumsal modernizasyon alanında görü­
bunlar akadem ik bir yetişme tarzı anla­ yorlardı. Ama bunları yaparken, G ö­
mına gelmez ve zaten kendisinin de böy­ kalp’in aslında soyut İdealler olduğunu
le bir eğilimi yoktu. Kurtuluş Savaşı sıra­ belirtmekten geri durmadığı “Kızıl Elma"
sında Meclis’te “Kuvvetler Ayrılığı” ko­ ve “Turan” gibi ideallerle platonik ilişkile-
K E M A L İ Z M

rini de sürdürüyorlardı. Bu, sonuçta, cid­ nuçlarının da gösterdiği gibi). Ama hem
di bir ideolojik belirsizlik yaratmak için iç koşullar (sermaye yokluğunda devletin
bire bir bir tavırdı ve o belirsizliğin so­ öncülüğünün kaçınılmaz hale gelmesi),
nuçları bugün de yaşanıyor. hem de otuzlara gelindiğinde beliren dış
“Muasırlaşma" bu iki insanın zihninde koşullar (dünya buhranının liberal eko­
T ürkiye’nin Batı ile ilişkisini kuran bağlan­ nomilere verdiği zarar) devletçi ekonomi­
tı ve politikadır. Daha sonraki dönemlerin, ye yönelme zorunlugunu yarattı. Böylece,
örneğin bugünlerin tamamen Batı karşıtı Gökalp’in şiddetle karşı olduğu liberal
Türk milliyetçilerinden farklı olarak, Gö- ekonominin zaten pek açık sayılamaya­
kalp “Türkleşme" ile “muasırlaşma" ara­ cak yolu iyice kapandı. Ama Gökalp yal­
sında bir çelişki veya uyumsuzluk bulun­ nız ekonomide değil, her düzeyde libera­
madığını savundu. Atatürk içinse Batılılaş­ lizm e k arşıyd ı. Onun bu tav rı, Ata­
ma Gökalp'ten de daha radikal yöntemler­ türk’ten çok, dönemin “Atatürkçü" kad­
le izlenmesi gereken bir politikaydı. Buna rolarından (Yunus Nadi’den Fatih Rıf-
34 karşılık, Gökalp, “hars" ve “medeniyet” kı’ya. Şevket Süreyya’dan Recep Peker’e,
arasına kendi teorisi açısından hayatî bir Mahmut Esat’tan Ali Çetinkaya’ya) büyük
ayrım koyarak, Batılılaşmayı yalnızca me­ destek almıştır. Liberalizm, Cumhuriyet
deniyet alanıyla sınırlı hale getirmeye de ve “Tek Parti" dönemlerinin dört temel
çalışmıştı. Onun uzun yazılar ve kitaplar “düşman"ından biridir (öbürleri komü­
yazarak belirginleştirmeye çalıştığı bu ay­ nizm, irtica ve Kürtçülük/ayrılıkçılık),
rım, Atatürk'ün “Biz bize benzeriz" sözün­ Atatürk’ün dil (Türkçeleştirme) ve alfa­
de anlattığından farklı bir içeriğe sahip de­ be konusunda yaptıkları Ziya Gökalp’in
ğildir. Sonuçta, medeniyette uluslararasıla- muhtemelen gönülden onaylamayacağı
şıp kültürde ulusal kalmak da, aşılmaz çe­ uygulamalardı. Gökalp buralarda daha
lişkilerle dolu bir ideolojik tavırdır ve muhafazakâr kalmayı tercih ederdi. Latin
onun sonuçları da halen yaşanmaktadır; alfabesi daha Namık Kemal zamanından
ama şu anda konumuz bu sonuçlardan beri tartışılıyordu (Namık Kemal karşı
çok bu iki önemli insanın düşünceleri ara­ çıkmıştı) ve Gökalp de bunu destekleme­
sındaki ortaklıkların saptanması. miş, dilin özleşmesini bir yere kadar sa­
Yine Atatürk’ün “sınıfsız, imtiyazsız, vunmuş (Genç Kaiem k r ölçülerinde) ve
kaynaşmış bir killeyiz” sözü, Gökalp’in en güzel Türkçe’nin İstanbul hanımları­
uzun uzun anlattığı korporatist düzenin nın dili olduğunu söylemişti.
Özeti gibidir. Bu ayrıca, Cumhuriyet’in Ama bu “inkılâpların yapıldığı tarihte
uyguladığı temel politika olmuştur. hayatta olsa, belki o koşullarda destekler­
Atatürk’ün “En hakikî mürşit ilimdir" di. Nitekim, bu noktada ilginç bir durum
sözü, herkesin kabul elliği gibi, pozitiviz­ vardır.
min ruhunu açıklayan bir sözdür. Bu da, Ziya Gökalp Malta’da sürgünden kur­
başından beri, Ahmet Rıza yoluyla İttihat tulunca önce D iyarbakır’a gitti, ama
ve Terakki’nin ideolojisi ve Gökalp’in de 1923’te resmî bir görevle (küçük bir gö­
kısmen AugusLe Comte’tan, ama daha rev) Ankara’ya geçli ve aynı yıl Diyarba­
çok Emile Durkheim’dan yararlanarak kır m illetvekili olarak M eclis’e girdi.
kullandığı metodolojidir. Bundan bir yıl sonra öldü. Ankara’da pek
Gokalp, öncelikle List’den etkilenerek fazla "taltif" edildiği söylenemez. Tıirk
korumacı bir “millî" ekonomiyi savun­ Töresi, Doğru Yol ve asıl Türkçülüğün
muştu, Atatürk’ün gönlünde daha liberal Esasları gibi kitaplarını da hayatının bu
ve o ölçüde daha “global" bir ekonomi son iki yılında yazdı.
modeli vardı (Izmir İktisat Kongresi so­ G ökalp’in “T ü rkleşm ek/ lslâm laş-
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M

ma k/Muas iri aşmak” üçlüsü içinde en az


BEKLENEN ÖNDER
İkincinin Atatürk’e sevimli göründüğünü,
hattâ ona göre gereğinden fazla kaçmış Yakup Kadri, “entelektüel kurucu” olarak
olan “İslâmlaşma" dozunun bir miktarı­ gördüğüm kuşaktan sadece bir yaş bü ­
nın geri alınmasının daha iyi olacağı yete­ yüktür (1889 doğumlu), Aiatürh adlı “bi­
rince açık bir olgudur, Atatürk’ün olduk­ yografik tahlil denemesi"ne şöyle başlı­
ça kararlı bir agnostik olduğu, hayatını yor: “Bizim ilk gençlik yıllarımız bir millî
inceleyenler tarafından söylenmiştir. Ama kahramana hasretle geçti. Biz,,, gözlerimi­
din konusundaki kişisel görüşünün yanı zi dünyaya bir bozgun havası içinde aç­
sıra, Arap ve Arnavutlar’ı (tabii Çerkesleri tıktı,”
ve benzerlerini de) İmparatorluğa bağlı Bu tespit çok doğru (ve zaten içtenlikle
tutmak için din birliği konusunu öne çı­ sonuna kadar yaşanmış). Kahraman has­
karmanın gerçekçi bir nedeni de zaten reti, İttihat ve Terakki’nin uyandırıp ce­
kalmamıştı. Nitekim Gökalp de hayatının vap veremediği umutlarla büsbütün bü­
sonunda o “üçlü"den biraz gerilemiş gibi yüyor: “Yirmi yaşımıza girdiğimiz zaman, 35
görünerek Türkçü lüğün Esaıfan’nı yazdı artık hiçbir kimseye hiçbir şeye inanmı­
(bkz. Taha Parla). Bu onun Atatürk’te yorduk. Meşrutiyet inkılâbının şarkıları
temsil olunan yeni Türk milliyetçiliğiyle bize birtakım herzeler gibi geliyordu."
uzlaşmak için attığı bir adım olarak yo­ Hayal kırıklığına rağmen, 1908 sonrası
rumlanabilir. Yakup Kadri (ve yaşıtları), belki biraz “te­
Bu yorum doğruysa (ki olgular bu yö­ selli” gibi, iki şey, bir “ocak" ve bir “bil­
nü işaret ediyor) ilginç bir durumla karşı­ ge” bulmuşlardır: “Hattâ arasıra, çatısı al­
laşıyoruz. Ziya Gökalp bir düşünür. Dü­ tına iltica ettiğimiz bir ‘mabet’ bile bul­
şünür olarak Atatürk’ü en çok etkilemiş muştuk: Türkocağı. Lâkin içerisindeki
kişi. Ama onun, son analizde Türk milli­ adam, Buda h ey kelin i andıran acaip
yetçiliği demek olan düşüncelerine ger­ adam, bize, m utiasıl, gelecek olan bir
çekleşme imkânı kazandıran kişi de Ata­ kurtarıcıdan ve bir kurtuluş gününden
türk, Bu durumda Gökalp, Atatürk’le ara­ bahseder dururdu,"
larında bazı nüanslar çıkıyorsa, kendini Yakup Kadri kuşağının üstündeki bü­
hemen Atatürk’e uydurmaya hazır, yük entelektüel etki, bu alıntının da gös­
ittihat ve Te-akki Gökaİp’i neredeyse terdiği gibi, Türkocağı’nda oturan Buda,
resmen “parti ideologu” ilan etmiş ve yani Ziya Gökalp’tir. O herkese öyle inan­
hayli saygıdeğer bir yere oturtm uştu. mak istediği için inandırıcı gelen şeyler
Ama dediğine uymak için çaba harcama­ söyler. Örneğin, “millî kahraman bir fert
mıştı, Hayatının son iki yılında durum değil, milletin müşahhas timsalidir," der.
değişti. Atatürk ve CHP onu yüceltmedi; “Fakat, bunu söyleyen şair üç ay sonra,
ama düşüncesinin gerçekleşme şansının tam ‘Sarıkamış’ faciasının ertesi, Enver
çok daha fazla artmış olduğunu sanırım Paşa’ya, ‘millî kahraman’ unvanını veri­
Gökalp de fark etmişti. yordu. Kimbilir, belki beklemekten artık
Yazının başında sözünü etliğim, Cum- bıkmıştı... Lâkin, biz, ‘İttihat ve Terakki’
huriyet'in düşünce dünyasını kuran daha ideologunun bu hareketi karşısında yeni
genç kuşağın Atatürk’le ilişkisi de işte bir hayal kırgınlığına dalıa uğramış ve
Gökalp'in burada anlattığım ilişkisi gibi onun fikrî samimiyetine inancımızın yarı­
olmuştur. Onlar, ayrıca daha da genç ol­ sını kaybetmiştik.”
dukları için, ortaya koydukları düşünce­ Yakup Kadri’nin bir ölçüde kısaltarak
lerin Atatürk’ün kurduğu dünya ile çeliş­ aldığımız anıları ve analizi, yine de, art
memesine özen göstermişlerdir. arda hayal kırıklıklarının yarattığı derin
K E M A L İ Z M

karamsarlığı yansıtıyor olmalı. Trablus, sürekli iktidara erişmek üzere çabaladı.


Balkan, Dünya Harbi ve işgal (93 Har- Koşullar da onu tam zamanında oraya ge­
bi'ne Talan gitm ed en),B elli ki bu kuşak, tirmeye karar vermişçesine, bu erken ça­
Gökalp gibi birinden ne kadar “teselli" baları boşa çıkardılar. Ama Mustafa Ke­
bulsa da, artık bir düşünen değil yapan mal’in bir imparatorluğun çöktüğü bu sü­
beklemektedir. reç içinde, hemen hemen her badire ve
O nların bu bekleyişi sürerken Gö- göçükte, olanları orada bulunan herkes­
kalp’ten 5 yaş küçük, Yakup Kadri’den 8 ten daha iyi kavradığı ve değerlendirdiği­
yaş büyük ve Enver Paşa ile yaşıt olan ni, dolayısıyla da en doğru tepkiyi göster­
Mustafa Kemal, birbirini izleyen çeşitli diğini gözlemleyebiliyoruz
olaylar ve tarihlerde, iktidarın uzağına iti­ Onun için Mustafa Kemal'in başlangıç­
liyordu. Harbokulunu bitirdiğinde Make­ ta iktidardan uzak tutulması da, sonra di­
donya yerine Suriye’ye gönderilmekle işin reniş hareketinin başına geçtikten sonra
uzağına düşmüştü. Hareket Ordusu’nda yaptıkları da, “talih" veya rastlantıyla ilgi­
36 da son anda Enver yolunu keser, Enver li değildi. Onu izleyenler de, o ana kadar
Saray’da beğenilir ve damatlığa layık gö­ bilip tanıdıklarından farklı bir “nitelik’Te
rülür; Mustafa Kemal görülmez. Ancak karşılaştıklarını anlıyorlardı. Bunu anla­
Dünya Harbi sırasında, Çanakkale Musta­ dıkları ölçüde önderlerine daha çok bağ­
fa Kemal adını ülke çapında insanlara du­ landılar.
yurur. Ama bundan sonra yine talihsizlik­
ler başlar. Veliaht Vahdeddin’le tanışmış DEMOKRATİK DÜRÜNCE GELENEGD
olması belki ileride semere verecektir.
Mütareke imzalandığı zaman İttihatçı ra­ Bu ara bölüme de Yakup Kadri’nin Ata­
kipleri de ortada yoktur artık. Ama Ah­ türk’ünden bir alınlıyla başlayalım: “Bir
met izzet Paşa hükümetinde bakan olma gün Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkeleri­
talebi de karşılıksız kalır. ni gözden geçiriyordu. O sırada ukalâlık
Tuhaf bir şekilde, Mustafa Kemal’in en edip demiştim ki: ‘Paşam, tu her bakım­
büyük talihi, aslında bu talihsizlikleridir. dan bir fnkdüp Partisidir îııkdüp Partisi ise
Çünkü bu sayede, bütün sorumluluklar, bir İdeolojiye, b ir doktrine dayanmaksızın
onu sürekli iktidar çevresinden uzak tu­ yürüyemez.' Yüzüme bir masumun yüzü­
tan Ittihatçılar’ın sırtında kalmış, Mustafa ne bakar gibi bakmış ve gülümsiyerek ‘O
Kemal ise hiçbir pisliğe veya başarısızlığa zaman donar kalırız’ demişti. Atatürk’ün
bulaşmamıştır. Çevrede görünen bütün bu sözle ne demek istediğini şimdi her
yalana pehlivanların ne olduğu ortaya vakitten daha iyi anlıyorum,”
çıktığında ve Yakup Kadri ile kuşağının Yakup Kadri’nin 1970’te bundan ne an­
“millî kahraman" bekleme sancısı artık ladığım araştırmamıza gerek yok. Ama
dayanılmaz raddeye vardığında, artık bir Atatürk’ün bir “doktrin" oluşturmak iste­
son çare olarak, Anadolu'dan Mustafa Ke­ mediği oldukça açık.
mal adı işitilir. Bundan böyle de, sürekli o Bu görüş tartışılabilir. Bir “dünya görü-
işitilecek lir. şü”nün ille de “donma" ile sonuçlanması
Bu süreç şüphesiz Mustafa Kemal’in işi­ gerekmediği, “açık" bir teori olabileceği
ne yaramıştı. Ama Mustafa Kemal’in so­ söylenebilir. Ama, sözgelişi, Marksizmin
nunda kazandığı başarının bir “şans ese­ de böyle bir düşünce olması gerektiği dü­
ri" olduğunu düşünmüyorum, O kendi şünülebilirdi; oysa olamadı. Dolayısıyla
hayatına bizim gibi sonradan bakmayıp belki bu gibi durumlarda sorun, düşünce
dakika dakika yaşadığı için -ve her daki­ tarzının kendi içindeki esnekliği ve dü­
ka yapılması gerekli bir şey gördüğü için- şünce işlem ine bir sağlama uygulama
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M

yet, derin bir sükûnet hasıl oluyordu”


(Atatürk, 36),
Yakup Kadri mistik-mizaç bir ateistti.
Yani, dinî imgeleri ve duyguyu, panteizmi
ve tasavvufu severdi. Romanına Sodam ve
Gomore adını verir, her bölümüne Tev-
rat’dan alıntılar seçer veya yine Atatürk'te
millî sevincini “Hosanna! Hosannal” di­
yerek dile getirebilirdi; ama sonuç olarak
ateistti, hele ortodoks dinden hiç hazzet-
mezdi. Onun için Yakup Kadri'nin burada
verdiği örnek aklımıza Allah adını anarak
teşbih çekmek veya zikir gibi oldukça ko­
yu dinî pratikler getirse de, yazar için bu­
nun olsa olsa bir “metafor” olduğunu dü- 37
şünebiliriz. Ama Yakup Kadri bütün Tür­
kiye toplumunda ne kadar temsilî olabi­
lir? Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’ünde,
altmışlara kadar, “din” maddesinde bu
kelimenin “mecazî” kullanımına örnek
Mustafa Kemal Atatürk, TBMM kapısında,
Mustafa Kemal, özellikle TBMM'nin inşası olarak, “Atatürkçülük Türk’ün dinidir”
döneminde Meclis egemenliğini, kuvvetler gibi bir cümle yer almaktaydı. Bu “meta-
birliği rejiminin m erkezî organı olarak for”lar üstüste yığılmaya başlayınca, işin
savunmuş, “meclis hükümeti" sistemine
mahiyeti de yavaş yavaş değişmeye başlı­
yakın durmuştur. Ancak bu model, en geç
II. TBMM döneminden itibaren. yor. İnsan, kaçınılmaz olarak, “Bu ideolo­
Yürütme ’nin, önce TBMMBaşkam, sonra ji sahiden bir alternatif din mi acaba?” di­
Cumhtırbaşkam ve "Şef" sıfatıyla ye düşünüyor. Tabiî verdiğim bu bir iki
M. Kemal’in güçlü konumunun, yasal ve
fHR yetkilerinin gölgesinde kalmıştır. örneğin yanında yıllardır kurumsal olarak
süren ve hayatın her alanına yayılan bir
“kült” olduğunu unutmamak gerekiyor.
yöntemlerine sahip olup olmamasından Yakup Kadri’nin durmadan “Mustafa Ke­
çok, o düşünceyle onun taşıyıcısı olanlar mal” demesi de bu kült ve bu ritüel İçin­
ve ayrıca da genel olarak o toplumla dü­ de, bir “metafor” olmaktan çıkıyor,
şünce arasındaki ilişkilerde düğümleni­ Atatürk’ün başlattığı “sekülarizasyon”
yor, Teoriyi benimseyen seçkinler açık şüphesiz çok önemli bir süreçtir. Kurum­
değil kapalı düşünce tarzına alışıksa, top­ sal düzeyde sekülarizasyon, zihnin çalış­
lum onların bu alışkanlığına meydan masının sekülarizasyonundan daha kolay
okuyacak düzeyde değilse, en açık ve “bi­ gerçekleştirilebilir, çünkü son analizde si­
limsel" ve “şüpheci” bir teori de dogma­ yasî iktidarın yapacağı bir yasal düzenle­
tik bir öğretiye dönüşebilir. meye bağlıdır. İkincisi ise -hele bütün bir
Yine Yakup Kadri’den bir örnek vere­ toplum düşünüldüğünde- gerçekleşmesi
yim: “Batan geminin içinde son duasını çok uzun zaman alabilecek bir değişim­
mırıldanan kazazede gibi kendi kendi­ dir. Zihnî sek ü1arıza syonun gerçekleşme­
me, durmadan, onun adını tekrar ediyo­ si, eleştirel bir düşünce yeteneğinin yara­
rum: Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, Ve tılmasına sıkı sıkı bağlıdır. Büyük top­
batan bir gemide son duasını mırıldanan lumsal dönüşümler, bu gibi zihnî dönü­
kazazede gibi yüreğimde derin bir emni­ şümlere bir yandan kapı açar, bir yandan
K E M A L İ Z M

da onları zorlaştırırlar. Yenileşmeyi ve se- larının gelip yeni açılan üniversitede yer
kü larizasyonıı temsil ve teşvik eden güç­ bulmaları, Cumhuriyet’in düşünce haya­
ler, çok zaman, bunun gerektirdiği uzun tına çok önemli bir katkı sağladı.
süreyi bekleyebilecek durumda olmadığı Ancak, Türkiye’de Atatürk’ün ölümün­
için, zihnî mekanizmaların çalışma biçi­ den sonra şiddeti artan “lider kültü"
mini değiştirmeden zihinlerdeki düşünsel ("Ebedî Şef’ vb.), tuhaf bir şekilde, dog­
içerikleri değiştirmekle yetinmek zorun­ matik bir düşünce dünyası yaratmaya
da kalırlar, S ekül eri eşmemiş düşünce de­ başladı. Aydın kesimin büyük çoğunluğu
yince, doğal olarak, imanı, dogmayı, bun­ zaten Kurtuluş Savaşı yıllarından beri an-
ları belirleyen kesin bir otoriteyi vb, ha­ ti-liberal bir tavırdaydı. Sonraki yıllarda
tırlıyoruz, Yeni düzenin kavramları da Almanya ve İtalya’da yükselen (Doğu Av­
çok zaman tam bu şekilde kitlelere be­ rupa’nın tamamını da derinden etkileyen)
nimsetilir. Dünyanın pek çok yerinde, ge­ faşizm buradaki düşünce iklimine en uy­
nel modernizasyon girişimlerinde, özel- gun düşen ideolojiydi. B öylece, Ata­
38 likle de sosyalizmin kurulmaya çalışıldığı türk’ün “dogma” haline getirmemeye ça­
yerlerde, bu süreçler kaçınılmaz biçimde lıştığı “Atatürkçülük”, kendi içinde bir
yaşanmıştır. teori, bir epistemoloji, bir metodoloji ta­
Kemalizm, bu sosyalizm girişim ve de­ şımaksızın bir dogma haline geldi. Bu
neyimlerinden farklı olarak ve Atatürk’ün epey paradoksal bir gelişmedir.
Yakup Kadri’ye söylediği biçimde, bir öğ­ Atatürk’ün kendisi otoriterdi. Başka
reti getirmekten kaçınmıştır, Marksizm türlü olması beklenemezdi. Ama komşu
gibi, hayatın bütününü evrensel ölçüde Bulgaristan’dan ilk Reich’a kadar haritayı
açıklama iddiasını taşımaz. Sonuçta, Tür­ kaplayan faşist veya faşizan rejimlerden
kiye’de yaşayan Türk milletinin millî mo­ birini kurmamıştı. Serbest Fırka’yı kur­
dernizasyon ideali ve ideolojisidir. Bu durması ve kapattırması, bu tür rejimle­
özellikleriyle de esnek ve pragmatikıir. rin ve önderlerin toplumsal koşulların­
Altı Ok’ta özetlenen başlıca ilkeleri bile dan ötürü yaşamak zorunda olduğu çeliş­
tartışmaya açıktır: Örneğin, “inkılâpçılık” ki ve paradoksların iyi bir örneğidir. Ama
nasıl yorumlanmak? Bu bir “devrim" mi Mussolini veya Hiıler’in bir muhalefet
anlatıyor, “reform” mu? “Devletçilik" ne­ partisi denemeye kalkışması söz konusu
reden nereye? Sermaye birikimi olmayan olamazdı.
bir topluma özgü bir zorunluk mu? Öy­ Troçki, Stalin’in çevresini saran “mürit-
leyse, o birikim tamamlandıkça bir ilke leri”ni anlatmak için “epigon" kelimesini
olmaktan çıkması gerekmez mi? “Halkçı­ kullanmıştır. Ali Fuat Paşa da bir gün
lık” nasıl tanımlanabilir? Atatürk’e “senin apotrların kimlerdir?"
Kemalizm’in bu esnek ideolojisi, Cum- diye sormuştu. Demokratik bir kültürü
huriyet’in erken döneminde, yazının ba­ ve siyaset geleneği olmayan, kitlelerin
şında sözünü ettiğim kuşağın genç bir edilginliğe alışmış olduğu, büyük ölçüde
toplumun düşüncesini, düşünsel disiplin­ pre-kapitalist (tarımsal ve kırsal) bir top­
lerini, akademyasım kurmalarına yardım­ lumda, dönüşümler görece dar kadrolar,
cı oldu. Millî bir modernizasyonu, dönü­ seçkinler tarafından gerçekleştirilmiştir.
şümü yaşamanın enerjisiyle hareket etti­ Böyle yapılarda “epigon” ya da “apotr”
ler ve yaptıkları işin önüne, yeni devlet gibi terimler kullanılması da doğaldır.
ciddi bir engel çıkarmadı. Bu bağlamda Troçki, “epigon'un tanımına şu önemli
1933’te Darülfünun kapatılmışken, kon­ ayrıntıyı ekler: “Epigon” yalnız önderini
jonktüre l nedenlerle Almanya’da Nazizm­ izleyen değil, onun belirleyici özelliğini
den Türkiye yönünde kaçan bilim adam­ abartarak taklit eden kişidir. Kendi dü-
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M

Mustafa Kemal ve İsmet (İnönü), Iİ>22’d e askerî manevralarda. M. Kemal ve İnönü,


Şevket Süreyya Aydemir:İn önemli kitap üçlemelerindeki adtykı, Cumhuriyetin Birinci
Adanı') ve İkinci Adam'» sayılmışlardır. İsmet İnönü, Millî M ücadeleye görece geç -v e kim ­
ilerine göre “tereddütlü"- katılmasına rağmen, sebatkârtığı te liderliğe/düzene bağlılığıyla
yönetim kadrosunun zirvesine çıkmıştır. Fikri bir iddiası olmamış, “tedbirli ”idareciliğiyle
Cumhuriyetin kuruluş onyıilanna damgasını vurmuştur. Yalçın Küçük, Onu “restorasyon
uzmanı" olarak tanımlar. Atatürk-sonrası Tek Parti rejiminde onun belirleyiciliğim işaret
ederek, “İnönü Devri"ni ‘otantik' Kematismden bir sapma olarak görenler de vardır
(örn. Niyazi Berkes, örn. bu dönem i “faşizm " olarak tanımlayan Atillâ İlhan).

şünce tarzından donuk bir dogma çıkma­ lığına kuvvetli bir karakter mânası ver­
sını istemeyen otoriter kurtarıcı ve kuru­ mişti.”
cu Atatürk’ün epigonları da onun otori­ Burada otoriter bir önder resmi çizili­
terliğini öne çıkardılar. Bir muhalefet yor, ama onun aslında bağımsız kişilik ve
partisinin gereğini duyan Atatürk’ten düşünceye ne kadar saygılı olduğu anlatıl­
çok, onu bastıran ve kapatan Atatürk’ü mak isteniyor. Ama anlatılandan çok anla­
model aldılar tanın zihninde, otoritenin nasıl peşinen
Yine Yakup Kadri bir hikâye anlatıyor. kabul edildiğini görüyoruz; örneğin “is­
Mustafa Kemal kendisinden farklı düşü­ tikbalini tehlikeye düşmüş" saymaları çok
nen bir küçük memurla tartışıyor: “Sert “normal”. Bu ürkütücü. Ama “ikbaPde
ve sinirli bir tonla konuşuyor, arasıra ürkütücü: herhangi bir nesnel ölçüye uy­
elini masaya vuruyordu. Muhatabı ise, mayan, bir peri padişahının keyfine bağlı
bundan hiç alınmamış görünüyor, sükû­ bir “yükselme" hikâyesi anlatılıyor. Ata­
netle inadında ısrar ediyordu. Biz, ona türk’ün ne kadar “iyi" olduğunu anlatmak
acıyorduk, istikbalini tehlikeye düşmüş için ona alabildiğine “kötü” olma hakkı
sanıyorduk. Halbuki bu küçük memur tanıyan bir anlayış bu, “Epigon”ların,
bu hadiseden birkaç ay sonra yüksek bir kahramanlarında belirleyici olarak gör­
vazifeye tayin edildi. Ondan sonra da dükleri özelliği kendi kişiliklerinin paTça-
mebus oldu. Zira Atatürk, bunun inatçı­ sı haline getirmelerinin iyi bir örneği.
K E M A L İ Z M

dönemde, ekonomide ve siyasetle dünya­


__________BUGÜNKÜ DURUM
nın kabul ettiği standartlara uyma gereği,
Çok partili rejime geçtikten sonra Ata­ Türkiye’de ciddi bir “değişim” krizi ya­
türkçülüğün Türkiye politikasındaki rolü rattı, Varolan dünya görüşü farklılıkları­
biraz daha değişti. Bu dönemde yaşanan na göre biçimlenen bir “yana olma/karşı
üç askerî darbe de sivil iktidarın çiğnediği olma" durumu değildi bu. Siyasî yelpaze­
Atatürk ilkelerine dönmeyi, darbenin nin her yerinde veya toplumsal sınıfların
amaçlarından -veya gerekçelerinden- biri her yerinde, düzenin eskisi gibi sürme­
olarak öne sürdüler. Bu tekrarlar darbeyi sinden yana olanlarla değişimden yana
yapan kurumla Atatürkçülük arasında olanlar ayrıştılar. Sözgelişi, büyük çaplı
tartışılmaz bir ilişki yaratmış oldu: Silahlı “İstanbul sermayesi" içinde de, küçük ve
Kuvvetler en doğru Atatürkçüdür ve top­ orta çaplı “Anadolu sermayesi" içinde de
lumdaki bütün kurumîann Atatürkçülük veya CHP veya “İslamcı kesim" içinde de
derecelerini bir tek o bilir. Bu yaklaşım “yana olan/karşı olan” bölünmeleri gö­
40 ayrıca -ve kaçınılmaz olarak- meşruiyetin rüldü. Bu arada, Atatürkçülük ideolojisi­
temelini de ikiye ayırmış oldu (sonra ye­ ni bir izolasyonizm olarak yorumlayan­
niden tek’e indirgemek üzere); seçim il­ larla Batılılaşma olarak yorumlayanlar da
kesine ve pratiğine dayalı, parlamenter ayrıştı. Ancak, 1980 sonrasına gelindi­
sistem, siyasî partiler, seçimle iktidara ğinde, ikinci kategoridekilerin Atatürk­
gelmiş hükümetler ve bütün bunların çülüğü, genel bir “çağdaş yaşama biçi-
meşruiyeti, bir yanda. Öbür yanda da, ül­ mi”ne uymaktan çok daha başka bir şey
keyi “koruma ve kollama’’ görevi yapan olmaktan çıkmıştı. O kesim, sayıca ço­
kurumun, bu meşruiyetin bozulduğunu ğunlukta olsa da, özellikte “sesli” bir ke­
ilan ederek duruma el koyma meşruiyeti. sim değil. Birinciler ise, altmışlardan sek­
Sözkonusu darbelerin başında bulunanla­ senlere yaşanan çeşitli “sol Kem alist”
rın bu 11. Meşruiyet'i haklı göstermeleri­ ideolojik-politik olayların da etkisiyle
nin başlıca yöntemi, onu Atatürkçülükle Atatürkçülüklerinin çizgilerini adamakıl­
özdeş kılmaları olmuştur. lı koyultmuşlardı. Bugünkü ortamda en
Son darbede, yapılan işlerin Batı ülkele­ çok onlar seslerini duyuruyor ve izolas-
ri tarafından anti-demokratik olduğu için yonizmden yana, küreselleşmeye karşı,
eleştiriye uğraması, darbenin “Atatürkçü” dolayısıyla otoriter-muhafazakâr cephe­
başının da Baü’ya karşı söylemler geliştir­ nin merkezini oluşturuyorlar.
mesine yol açtı. Atatürkçülük, Atatürk’ün Sonuç olarak, en temel özelliği “dönü­
anlayışına göre bir “dogma" veya bir “öğ­ şümcülük" ve “değişim" olan, “muasır
reti" olmasa da, her düşünce gibi, son medeniyet seviyesi” demekle bu dönü­
analizde birtakım temel dayanakları olan şümcülüğün hedefini de oldukça net bir
bir düşünce biçimiydi ve "muasır mede­ biçimde gösteren Atatürkçülük ideolojisi,
niyet seviyesine ulaşmak" da bu temel da­ L980’lerden itibaren. Cumhuriyet Türki-
yanaklardan biriydi. 12 Eylül darbesinin yesi’ni yönetegelmiş kadroların herhangi
başı, Batı'yla ve demokrasiyle kavga ede­ bir yenilenmeye (yani kendi varoluş bi­
rek, bu dayanağı büyük ölçüde ortadan çimlerinde değişime yol açabilecek bir
kaldırdı. Yani, Kemalizm adına, Kemaliz- yenilenmeye) karşı muhafazakâr direniş­
min en temel özelliğini silmiş oldu, lerinin bayrağı haline gelirken. Balı da
1980’Ierden bu yana Atatürkçülük iyi­ uyulması gereken hedef değil, mücadele
den iyiye muhafazakâr bir ideolojiye dö­ edilmesi gereken düşman oldu. Toplu­
nüştü. Yüzyılın son onytltnda Doğu Av­ mun Batı’ya değil, kendi içine, kendi de­
rupa sosyalizminin çöküşüyle açılan yeni ğerlerine bakması istendi. Yine aynı şekil­
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M

de ve anlaşılır nedenlerde, Atatürk’ün bir bir milliyetçi pratik yarattı. Buradaki fark­
“öğreti" haline getirm ekten kaçındığı lılık, kendi ideolojisiyle Gökalp’in ideolo­
Atatürkçülük, özellikle seksen sonrası jisi arasında koyduğu farklılıktan çok da­
Atatürkçülerin elinde gitgide bir öğreti ha fazladır. Farklılığın en temel etkeni de
görünümü almaya başladı. Sonuçta, orta­ ittihat ve Terakki’nin denetimsiz keyfiliği­
da gerçek bir öğreti olmadığı için, bıı du­ ne (kişisel yönelim eğilimine) karşılık
rum, binlerinin öğretinin ne olduğuna Mustafa Kemal’in kurum yaratma çabası
karar vermesi anlamına geliyor. ve meşruiyetçi (lejitimisl) çizgisidir.
Bugünün konjonktüründe izolasyoniz- Şimdi, yüzyıl sonunda gerçekleşen pa­
min devamı hayatî bir önem taşıdığı için, radoks, yüceltilen ve bir öğreti olarak tak­
örneğin “bağımsızlık" gibi bir kavram viye edilen Atatürkçü ideolojinin, aynı
“öğreti"nin temel taşı olarak sunuluyor. zamanda ve buna rağmen, fiilî düzeyde,
Bu, evet, Atatürk’ün düşüncesinde ve ey­ İttihat ve Terakki çizgisine daha fazla
leminde önemli bir yer tutuyordu; ama o yakİ aş tın iması dır. Bunda, çağdaş sorunla­
ideolojideki her şey gibi o da değişmez rın bastırmasının da etkisiyle, Türk milli- 41
değildi; ayrıca, somut konjonktürde, Sov- yetçiligini topyekûn, Enver'iyle, Bahattin
yeıler ve komünizm düşmanlığı yapma­ Şakir’iyle her şeyiyle birden kucaklama
makla birlikle, Batı dünyasına daha yakın ihtiyacının da payı olmuştur. Bu çerçeve­
durmanın tercih edildiği de açıktır. Oysa de bugünün Tiirkiyesi, 2000’lerin dünya­
Soğuk Savaş döneminde Türkiye’yi yöne­ sından çok 1912-18 arası Türkiye’ye daha
lenler bu “bağım sızlık” ilkesini kendi fazla yaklaşmıştır.
dünya görüşleri doğrultusunda revize et­ Sonuç olarak, Türk "düşüncelinin 21.
tiler. O zaman “Lam bağımsızlık" diyerek, yüzyıl başında varmış olduğu nokta par­
sözgelişi NATO’dan ayrılmayı savunanla­ lak değildir. Türkiye, dünya çapında
ra karşı bu kesim dünyada artık tam bir önemli düşünürler yetiştirem em iştir.
bağımsızlığın mümkün olmadığım söylü­ Dünya standartlarında kabul edilir düzeye
yordu. Şimdi, küreselleşmenin bir dünya varan aydınlarıyla da geçinememiştir. Bir­
olgusu haline geldiği bir anda, aynı kesim kaç bireysel/rastlantısal durum dışında,
“tam bağım sız” olmanın gerekliliğine toplumsal bilimlerde olsun, doğa bilimle­
inanmaya başladı. rinde olsun, dünya çapında adam yetiş­
Bu durumda ortaya ilginç bir parodoks mediği gibi, Cumhuriyet’in erken dönem­
çıkıyor. Türk milliyetçiliği, yü2yıl başın­ lerinde akademik ve entelektüel hayatın
da, bir önceki yüzyıl sonundaki fikir ha­ temel taşlarını döşeyen kuşağın üyelerini
reketlerinden etkilenerek doğmuş ve ge­ aşan kişiler de pek çıkmamıştır.
nel koşullara uyduğu için ana çizgisiyle Eğitimin genel yapısına bakıldığında ve
egemen ideoloji olmuştu. Bu ana çizginin toplumda “düşünce" ile ilgisi bulunan
o zamanın koşullarında en bütünsel, en­ bütün kurumlann yapısına bakıldığında
telektüel ihtiyaçlara en uygun cevabı ve­ (sözgelişi, RTÜK’ün, BBC’nin Türkçe ya­
ren daha özel ve özgül formülasyonunu yınlarını yasaklaması) bunun niçin böyle
Ziya Gökalp gerçekleştirmişti. Türk milli­ olduğu anlaşılmaktadır. Bunun sorumlu­
yetçiliğini somut pratik düzeyinde temsil luğunun Cumhuriyet’in ilk yarısından
eden İltihak ve Terakki, Gökalp’e “resmî çok ikinci yarısında aramak herhalde da­
ideolog" denebilecek bir paye vermişti, ha iyi sonuç verecektir. Ancak, Cumhuri-
ama onun söyledikleriyle Cemjyet’in yap­ yet’ıen de önce başlayan ve bugüne kadar
tıklarının taslamam uyduğunu söylemek devam eden bir eğilime daha değinmek
zordur. Cumhuriyet’in kurulmasıyla Ata­ gerekiyor. Türkiye tarihinde, “modern"
türk İttihat ve Terakki'ninkinden farklı anlamda bir “düşünce" çabasının Batılı-
K E M A L İ Z M

laşma ile başladığım biliyoruz. Düşünce mit Islâm’ın her bakımdan üstünlüğüne
de, tarihte her şey gibi zamanda ve me­ kesinlikle inandığı için değil, pratik ko­
kânda evrensel, değişmez bir şey değildir. şullarda devletin birliğini en etkili bu te­
Eskimo düşüncesinden Kartezyen düşün­ melde koruyabileceğine inandığı için Is-
ceye, Kartezyen düşünceden Japon dü­ lâmcı bir politika uygulamıştı. Ziya Gö-
şüncesine, rahatça gidip gelecek koridor­ kalp zaten Islâm’ı Türk milliyetçiliğinin
lar yoktur. Bir düşünce tarzı bir somut ta­ faydalanacağı biçime sokmaya çalışıyordu
rih içinde doğar, metodolojisini geliştirir, ve savaş sonrasında biraz geri plana itil­
akımlarını üretir vb. Bu bakımdan, “ithal mesine itirazı yoktu.
etmesi" en zor nesnedir. Descartes, “kartezyen epistemoloji" ha­
Batılılaşma, devletin kendini kurtarmak line gelecek düşüncelerini geliştirmek
için başvurduğu çareydi. Modern anlam­ üzere, örnek olarak, balmumunun “birin­
da düşünme de, bu çarenin öğelerinden cil" ve “ikincil” özelliklerinden söz etmiş­
biri olarak bu toplumun hayatına girdi. se, bazı yüksek devlet çıkarları için bir sü­
42 Vurgulamak istediğim nokta, toplumun - reliğine birincillerin ikincil, ikincillerin de
veya “seçkinleri’’nin diyelim- düşünceyle birincil oluvermesini kabul edemezdi. Yu­
kurduğu ilişkinin pragmatik bir ilişki ol­ nanistan tarihini veya düşünce tarihini
masıdır. Bu, toplam hayat pratikleri ara­ Türkiye’ııinki kadar yakından bilmeme
sında “düşünce”ye bir “ast" (subordinate) imkân yok. Orada da, Yunan Bağımsızlık
rolü verilmesi anlamına gelir. Savaşı’nda dinden yola çıkan ve Ortodoks
Descartes “cogito ergo sum'’ demek imanla hareket edenler ile sekülarist olan
için pek çok şey düşünmüş, sonunda bu­ ve Hıristiyanlık-öncesi Yunan medeniyeti­
nu söylemişti. Düşündüğü bütün adım ve ne hayranlık duyanlar olduğunu, araların­
basamakların birbirleriyle ve bu sonuçla da her zaman gerginlik olduğunu biliyo­
aralarında sağlam nedensellik bağlan var­ rum. Dediğim gibi, bilgim biraz uzaktan,
dı (düşünceleri birbirine sadece bu içkin okumayla edinilmiş, ama bu tartışmada
mantıkî bağlar bağlayabilir). Dolayısıyla tarafların, düşüncelerine çok daha fazla
Descartes’in düşüncesiyle kurduğu ilişki düşünce olarak sarıldıkları, bir düşünceyi
ilginçti. Düşünen oydu, ama nesnel ger­ “şimdi bu yararlıdır” diye değil, “bu kendi
çekliğin ne olduğunu araştırmış, buldu­ içinde doğrudur" diye savundukları izle-
ğuna inandığı anda da o düşünceye tâbi niminiediniyorum.
olmuştu. Şimdi o düşüncenin “baba"sı Bu izlenimim doğruysa, şimdi gelen
değil, hizmetkârıydı. ikinci gözlemim daha şaşırtıcı. Yüzyılın
Türk toplumunun düşünceyle kurdu­ sonunda (ama başında da olan yöntem­
ğu pragmatik ilişkide ise düşünce bizim leri geliştirerek) Yunan toplumu bu gibi
“efendimiz” değil, yardımcımızdır. Aslın­ ciddi ayrımlarına bayağı iyi işleyen uz­
da efendimiz olan Devlet’in, Vatan ve laşma formülleri bulabildi ve gerilimleri-
Millet’in, Din-i Mübin veya işçi sınıfının, ni gevşetebildi. Bizim entelektüel alış­
“efendi" diye kimi bellemişsek onun, iyi­ kanlıklarımız, bir “fikre” bağlanmakta
liği, esenliği, bekası, neşvüneması, ege­ içtenlik ne kadar fazlaysa, orada uzlaş­
menliği, saltanatı için çare üretecek araç­ manın o kadar zor olacağı yönündedir -
tır. Yunan örneğinin şaşırtıcılıgı burada.
Yukarıda, Ziya Gökalp’e bakarken, dü­ Ama belki de bu sorunun gerçek biçimi
şüncelerinin temel öğelerini veya bunla­ değil, algılanışının ideolojik biçimi. Belki
rın arasındaki bileşimi, koşullara göre de­ “fikre" bağlılık sözkonusu değil; “fikir"
ğiştirebildiğini söylemiştim. Ondan önce benim iktidarımın entelektüel yansıması
Abdülhamit de öyle yapıyordu. Abdülha- olarak ortaya çıktığı için, ben ona bağlı
M U S T A F A K E M A L V E K E M A L İ Z M

“...Bütün ömrünü hizm etine vakfettiği sevgili milletinin ihtiram kotlan üstünde ulu
Atatürk’ün fa n i vücudu istirahat yerine tevdi edilmiştir. H akikatta yattığı yer, Türk
milletinin O’nun için aşk ve iftiharla dolu otan kahraman ve vefalt göğüsüdür. (...)
Devletimizin banisi ve milletimizin fedakâr, şaddı hadimi, insanlık idealinin âşık ve
mümtaz siması, eşsiz kahraman Atatürk! Vatan sana minnettardır." (İnönü, Kasım '38)

görünürken aslında onunla iktidarımı milliyetçilikten kültürel milliyetçiliğe ve


pekiştiriyorum. medeniyetin ırkla değil kültürel tevarüsle
Cum huriyetin kurulmasından sonra tanımlamasına doğru bir geçiş isteği açık­
Atatürk’ün dil-tarih-kültür konularına ça görülmektedir. Ama bu gibi çabaların
daldığını biliriz. Kendine özgü Osmanlı gerisinde de, “milletimiz için en hayırlısı
tarihinin ardından kurulmuş bir millet- hangisi olacaksa" pragmatizmi aynı açık­
devlette bu konuların incelenmesine ihti­ lıkla hissedilmektedir,
yaç vardı - çünkü hiç incelenmemişti. Bu­ “Gençlik”, hoşgörü gerektirir. Bireysel
ralara yönelmesi, ayrıca, Atatürk'ün kül­ çerçevede olsun, toplumlar, rejimler, sis­
türe ne kadar önem verdiğini gösterir, temler çerçevesinde olsun, gençliğe hoş­
Gelgelelim, bu gibi çalışmalar ciddi bir görüyle bakmak gerekir. Bunun nedeni,
akademik disiplin içinde yapıldığı zaman başka hiçbir çağda gençliğe özgü o saf iyi
anlamlı ve faydalıdır. Bu disiplin bilinmi­ niyet ve iyi iş yapma enerjisinin buluna-
yorsa ya da herhangi bir nedenle yoksa, mamasıdır. Ama gençliğin aşırılıklarını,
zararlı dahi olabilir. inatçılıklarını, çeşitli kusurlarını daha ile­
Bu çerçevede, sözgelişi “Öztürkçe” ile ri yaşlarda yapmaya devam edenler çekil­
“Güneş Dil Teorisi” birbirinin tam karşıtı­ mez olurlar. Bu bakımdan Cumhuriyet’in
dır. Aynı şekilde, bir Orta Asya mitolojisi­ ikinci yarısı, düzeltmesi gerekenleri dü-
ni yeniden yaratma çabalarıyla Sümer-Eli zeltmeyip pekiştirdiği, onların yanma ye­
şecereleri kurma çabaları da birbirinin ni yeni dogmalar getirip yığdığı için ağır
karşıtıdır. Aslında her ikisinde de “ırkçı” sorumluluk altındadır. □
Kemalist Düşüncenin
Osmanlı Kaynaklan
ERIK-JAN ZÜRCHER

1923’ten sonra Kemalist cumhuriyetçi re­ ve I937’de Türkiye Anayasası’na sokulan


jim in ideolojik tavrına ait radikalizmin Altı Ok un tanımını başlangıç noktası ola­
çağdaşlarını hayrete düşürmesinin ardı rak almak en iyisi: cumhuriyetçilik, laik­
hiç kesilmedi. Yirmilerde ve otuzlarda lik, milliyetçilik, inkılâpçılık, halkçılık ve
Türkiye’yi uzaktan izleyenlere ya da (köy­ devletçilik. Bunlardan ikisinin, siyasanın
lerini değil ama) şehirlerini ziyaret eden­ bedellerinden ziyade araçlarıyla ilgili ol­
lere göre, sadece Türkiye’nin kurumlanın duğu söylenebilir: cum huriyetçilik ve
ve yasal sistemini değil; fakat, aynı za­ devletçilik, O yüzden kalan dördü hep
manda Türklerin hayat tarzını etkileyen birlikte Kemalist ideolojinin özünü oluş­
görkemli bir dönüşüm yaşanıyor gibiydi. turur. Bunlar ne ölçüde yeni ve radikaldi?
Birçok gözlemci Türkiye’nin yakın tarihi­ Bu dört unsura sırasıyla kısaca bakalım ve
ne ve geç Osmanlı İmparatorluğunun Kemalist siyasaları kendinden önceki dö­
modernleşme alanındaki başarılarına çok nemin siyasalarıyla ve il. Meşrutiyet dö­
yakından aşina olmadığı için, Kemalist neminin bir dizi önde gelen düşünür ve
Cumhuriyetteki gelişmeler tamamen ce­ yazarı tarafından geliştirilmiş fikirlerle
sur ve bütünüyle yeni bir deneyin parçası karşılaştıralım.
olarak görünüyordu. Türkiye üzerine po­ Bereket versin, önde gelen Jöntürk dü­
püler yazında bu imge sürüp gitmektedir; şünürlerinin hepsinin eserlerine dair mü­
ancak, akademik yazında, Kemalist siya­ kemmel akademik çözümlemelerden ya­
saları Osmanlı İmparatorluğunca başlatı­ rarlanabilecek durumdayız. Ziya Gökalp,
lan reform politikalarının son safhası ola­ 1950 yılı kadar erken bir vakitte yayımla­
rak gören çözümlemeler çoktan bunların nan Uriel Heyd’in Foundations o f Tmlrislı
yerini almıştır, Kemalist “devrim”in kö­ Nütitmalism [Ziytı G öhalp: Türk Milliyetçi­
kenlerini ve Osmanlı entelektüel mirası liğinin Temelleri]* kitabında ilk kez ilgi
tarafından nasıl etkilendiğini bilimsel dü­ gören kişiydi. Şerif Mardin’in 1964 tarihli
zeyde sınamak isteyenler için, her şeyden Jöııiürklerin Siyasî Fikirleri, önde gelen
önce Kemalistlerin nerede radikal yenilik­ Jöntürk göçmen dergilerinde, Ahmet Rı­
çiler olup nerede olmadıklarını tam ola­ za, Abdullah Cevdet ve Samipaşazade Se­
rak saptamak önemlidir. Bunu yaparken,
Kemalist partinin kendisi tarafından belir­ p i Metinde anılan kitaplar, Türkçe olarak yayım­
lanmışlarsa, köşeli parantez içinde ilk çeviriler­
lenen ideolojisindeki aslî unsurların, yani
de kullanılan adlara yer verilmiştir. Diğer eser­
1931’deki parti kongresinde benimsenen lerin adlan çn olarak Türkçeleştirilmiştir [çn].
K E M A L İ S T D Ü Ş Ü N C E N İ N O S M A N L K A Y N A K L A R I

zai gibi yazarlarca ifade edilen fikirlerin lizmin kaynakları üzerine herhangi bir
ve yanı sıra buradaki tartışmayla ilgisi bu- tartışmayla özel bir ilgisi vardır.
lunmayan, 1912’den bile önce Jöntürkler Kemalist ideolojiyi, bu etkili Jöntürk
arasındaki baskın ittihatçı hizip tarafın­ yazarlarının (Ahmet Rıza, Abdullah Cev­
dan reddedilmiş olan Prens Sabahaddin det, Ziya Gökalp, Ahmet Agaoglu ve Yu­
hizbinin fikirlerinin bir çözümlemesidir, suf Akçura) fikirleriyle mukayese ettiği­
Mardin’in konusu, yetmişlerden bu yana miz zaman, elbette bunların bu hayatî
Şükrü Hanioglu’nun eserlerinde ele alın­ meselelere dair fikirlerinin zaman içinde
mıştır; önce Bir Siyasal Dıişüııiir Olarak evrildi kİ er i gerçeğinin farkında olmalıyız.
Abdullah Cevdet ve Dönemi’nde (1981) ve Muazzam bir kargaşa döneminde (anaya­
sonra jöntürk hareketinin 1889 ile 1908 sal devrim, Balkan Savaşı, Birinci Dünya
arasındaki tarihine ilişkin iki ciltle: The Savaşı, Rus Devrimi, Kurtuluş Savaşı ve
Young Turfcs in Opposition (1995) [Bir Si­ imparatorluğun sonu) yaşadılar ve düşü­
yasal örgüt O larak “Osmanlı ittihat ve Te­ nüşleri kendilerini saran, hızla değişen
ra k k i C em iy eti’’ ve “Jöntürfeliilî” (J889- koşullan yansım. Her birinin tek tek ya- 45
1902)1 ve P ıep aration jo r a lîevolııtion zılannda zıtlıklar bulmak zor değildir; fa­
(2 0 0 1 ) (Bir Devrim Hazırlığı, çn], Os­ kat, laiklik, milliyetçilik, halkçılık ve in-
manlI İmparatorluğundaki Rus göçmen­ kılâpçdık ilkelerine dair düşünüşlerinin
ler arasında önde gelen iki entelektüel fi­ temel vasi darım anlamaya çalışabiliriz.
gürden Yusuf Akçura ve Ahmet Agaoğlu,
sırasıyla, François Georgeon’un, Türk­ _________________ LAİKLİK
çe’de 1986’da Türk Milliyetçiliğinin Kö­
kenleri: Yusuf Akçura (1876-1935) adıyla Laikleşme akımlarının Osmanlı impara­
yayımlanan, 1979 tarihli doktora tezinde torluğumda en azından bir yüzyıldır va­
ve Holly Shissler'in henüz yayımlanma­ rolmuş olduğundan şüphe duyulamaz.
mış Türk isli Identity Betvveen Tvvo Empires: Erken dönemdeki modern imparatorluk
Ahmet Agaoğlu (1869-1919) [İki İmpara­ bile, kendisini Selçuklular’a uzanan ku­
torluk Arasında Türk kim liği: Ahmet ramlara dayandırarak, din ve devleti (din
Agaoğlu (1869-1919), çnj başlıklı dokto­ u devlet) farklı alanlar olarak tanımış, fa­
ra tezinde ele alınmıştır. kat bunları karşılıklı olarak birbirine ba­
Bunlara ek olarak, bireysel düşünürlere ğımlı telakki etmişti. Tanzimat devri ve
değil, ama akımlara dair çalışmalara da Hamidiye dönemi, idari ve eğitsel kuram­
sahibiz: Füsun Üstel’in Türk O cakları ha­ ların Avrupa, bilhassa Fransız, doğrultu­
reketi çalışması ve Masami Arai’nin bu sunda dönüştüğüne, başka bir deyişle,
hareketin dergisi Türk Yurdu’nun içerik devletin modernleşmesine tanıklık etmiş­
çözümlemesi; Esther Debus’un lslâmcı- ti. Sadece geleneksel ulema eğilimine sa­
modernist Sebilürreşad dergisi üzerine hip olanlar, Fransız grandes ccoles mode­
yaptığı çalışma vejacob Landau’nun pan- linde açılan kuramlarda eğitilen profes­
türkçülük ve panislâmcıhk üzerine çalış­ yonel bürokratlara yer vermek zorunda
maları. Şükrü Hanioglu’nun G arbcılar* kalmış ve yüksek makamlara gittikçe da­
hareketine dair makalesinin [de], Kema- ha az gelir olmuşlardır. Er geç, din de et­
kilendi, Devlet denetiminde eğitsel ku­
ramların ve Avrupah örneklerden alman
(*} Şükrü Hanioğlu, "Garbcılar: Their Attitudes To-
yasamanın hayata sokulması, ulemanın
ward Religion and Their Impact on the Official
Ideology of the Turkish Republic" İGarbcılar: aslî etkinlik alanları olan ilim ve yasama
dine yaklaşımları ve Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerindeki rolüne tecavüzde bulunmak
resmî ideolojisi üzerindeki etkileri], Studm Wa-
m ica 86(1997), s. 133-158. [çn] anlamına geliyordu. Jöntürk reformları,
K e m a l i z m

bilhassa Şeyhülisİâm’ın, ülkedeki en yük­ ateşli bir biçimde ruhban sınıfın rolüne
sek dinsel otoritenin, kabineden ihraç saldırdı,2 Bilhassa konumları devlet tara­
edildiği ve medreseler ile vakıflar üzerin­ fından tanınmayan din adamları husu­
deki yetkinin laik bakanlıklıklara aktarıl­ sunda eleştireldi. Söylevlerinin ulema
dığı 1916-17’dekiler, Osnıanlı laikleşme karşıtı belagatı çoğu kez dini siyasal
sürecindeki son adımlardı. Yasamanın hâ­ amaçlar uğruna kullanacak gericilerden
lâ şeriata dayanan kısmı olan medeni hu­ gelen tehlike hakkında ikazlarla birleş­
kukta yapılan değişiklikler, 1917’de bunu mişti. Jöntürkler arasında Nisan 1909’da-
da Avrupa uygulamasına yakınlaştırdı, ki karşı devrim zamanı yaygınlık kazanan
Istanbul’daki Savaş sonrası rejim bu de­ bir terim olan irticaya, söylevlerinde sıkça
ğişikliklerin bîr kısmını tersine çevirmeye atıfta bulunuluyordu.3
çalıştı, ancak Kemalistler ittihatçıların bı­ Aynı zamanda “s a f Islâm’ı rasyonel ve
raktığı yerden devam ettiler. Kurtuluş Sa­ ilerici olarak savunan bu ulema karşıtlığı,
vaşı kazanılır kazanılmaz, barışın sağlan- Jöntürk seleflerine açıkça çok şey borçlu­
46 masından bile evvel, Mustafa Kemal di­ dur. Meş ve ret’te ve Paris’te kaldığı uzun
nin rolüne dair fikirlerini kamusal olarak dönem boyunca diğer dergilerde basılan
ifşa etmeye başladı ve bunu da çok tutarlı yazılarında Ahmet Rıza dinin eğitim, ida­
bir şekilde yaptı, İslâm’a karşı olmadığını re ve siyaset üzerindeki nüfuzundan vaz­
vurguladı; tam tersi, onu “dinlerin en ras­ geçtiği laique bir düzenin inançlı bir sa­
yonel ve doğalı" olarak savundu.1 Aynı vunucusu olarak kendini ortaya koymuş­
zamanda, gerçek Islâm’ın papazlık ya da tur. Aşikâr bir biçimde, İslâm’ın vahyedil-
Tanrı ile kul arasında herhangi bir tür miş bir inanç olarak onun için çok cazi­
aracı kurum tanımadığını söyleyerek, besi yoktu; ancak toplumsal bir birleştiri-

“Darülfünun ” tabelasının yerine “İstanbul Üniversitesi” tabelası asılıyor. 1933'te


yapılan ve mevcut profesörlerin yaklaşık %9 0 'mm görevden alındığı bu tasfiye, rejimin
eğitim i modernleştirme hamlesinin biçim sel olarak radikal bir adımıdır. Darülfünun
tasfiyesiyle birlikte, hem geleneksel bilgi ve öğretimle modern bilimin alışverişi ya da
çahşm ah birlikteliğine son veriliyor, h m de Meşrutiyetleri Cumhuriyet'e demeden
düşünsel süreklilik reddediliyordu.
K E M A L İ S T D Ü Ş Ü N C E N İ N O S M A N L K A Y N A K L A R I

ci olarak önemliydi ve ya m sıra ilerleme­ olduğunu düşünerek, halifeliğin kaldırıl­


ye diğer inançlardan daha elverişliydi,4 masına taraf olmadı; fakat bazı alanlarda,
Islâm’ın temel rasyonelliği ve bilime açık­ bilhassa da evkafın kamu tarafından de­
lığını savunan ma2ur kılıcı argümanlar netlenen yerel idarelere devrini talep etme­
yazılarında büyük bir yer işgal eder. Rı- siyle, Kemalistlerden daha da ileri gitti.7
za’ya göre, Islâm’dan materyalizme, hatta Ahmet Ağa oğlu, bilgisizlik taraftarı ule­
pozitivizme geçiş, Hıristiyanlıktan geçiş­ manın hükümet işlerine ya da düşünce
ten çok daha kolaydı. Özel yazışmaları özgürlüğüne müdahale etmelerine izin
bile, Ahmet Rıza’mn (“cahil imam ve sof­ verilmemesi konusunda Ziya Gökalp’le
talar”! bilgisizlik taraftarlığım \obscurm- anlaşıyordu. Bu anlamda laik ve ulema
iiim] beslemekle suçlayarak) ateşli bir şe­ karşıtıydı. Diğer birçok jöntürk düşünü- ■
kilde ulema karşıtı olduğunu gösterir gi­ rüyle birlikte, Islâm’ın bilime karşı değil,
bidir, fakat, bilim ve materyalizmle tama­ tam tersine onunla uyumlu olduğu ve Is­
men uyumlu “gerçek" bir Islâm’ın varlığı­ lâm! toplumun Avrupa teknolojisi ve bili­
na da inanır gibi görünmektedir.5 minin benimsenerek yeniden canlandın- 47
Tüm Jöntürk yayıncılar arasında Ab­ labilecegi görüşünü benimsedi. Gökalp
dullah Cevdet en radikal laikti. Sadece ve diğer birçok İslamcı modernist gibi, Is­
din ve devlet arasında tam bir ayrımın sa­ lâm’ın ebedi ve ezeli gerçekliği ile belirli
vunuculuğunu yapmadı, inançlı bir ma­ zamanlar ve belirli toplumlardaki uygula­
teryalist olarak Müslümanları tedricen ması arasına bir ayrım koydu; fakat, (Gö-
dinsel dünya görüşlerinden vazgeçirme­ kalp’in zaman zaman yapar göründüğü
nin ve onlara sadece bilime dayanan bir gibi) Tanrı’yı cemaatin ya da ulusun ahla­
dünya görüşüne doğru rehberlik etmenin ki değerlerinin bir tezahürü olarak göre­
yollarını aradı, Cevdet’in ulemaya ve cek denli ileri gitmedi.® (Akçura gibi) İs­
şeyhlere aleni saldırıları, Ahmet Rıza’nın- mail Gaspırah’mn, pantürkçü fikirleri İs­
kilerden daha açıksözlü olmuştur. (Her lâmî dirilişçilikle birleştiren, Usttl-u Cerhti
ne kadar Mardin düşünüşünde gizemci hareketinden kuvvetli bir şekilde etkilen­
bir unsura işaret ediyorsa da)s eninde so­ di ve en azından Jöntürk döneminin so­
nunda kendisini ateist olarak kabul etti­ nuna dek, her iki unsur da düşünüşünde
ğinden çok az şüphe duyulabilir; ancak, Önemli bir yer işgal etti.
Ahmet Rıza gibi, arındırılmış İslâm’da Yusuf Akçura, burada ele alman Jö n ­
toplumsal uyum ve ilerleme için değerli türk düşünürleri arasında dinsel konulara
bir araç olduğunu kabul etti. Zamanla, en az ilgisi olan gibi görünmektedir; fa­
Abdullah Cevdet ilerlemenin aracı olarak kat, Islâm üzerindeki fikirleri, Agaog-
İslâm'ın olanakları hususunda daha ka­ lu’nunkiler gibi, Rus lınparatorlugu’ndaki
ramsarlaşmış gibi görünür. Usıd-u Cedid hareketinden alınmışa ben­
Din ve devletin katı bir ayrımına taraf zer. Gökalp gibi, Tanzimat reformları ta­
olmak anlamında Ziya Gökalp inanmış bir rafından yaratılan Avrupa-lslâm ikiliğini
laikti. İttihat ve Terakki meselesine dair ve Tanzimat politikacılarının Islâm’ı “bil-
1917 tarihli m uhtırası, Kem alistlerin gizlik taraftan” din adamları ve şeyhlere
1924’te Şeyhülislâmlığı ve medreseleri kal­ bırakmış olmalarını eleştirdi. Yine Gökalp
dırmalarının yolunu açtı. Gençliğinde ke­ gibi, kendi durumunda dinsel dil olarak
sinlikle İslâmî gizemcilik tarafından etki­ Türkçe’nin Arapça’nın yerini alması anla­
lenmiş olsa da, taraftarlarına aşılamış oldu­ mına gelen Türkleştirilmiş bir İslâm’a ta­
ğu kaderci zihniyet yüzünden dinsel buy­ raftardı. Akçura medreselerin kaldırılma­
rukları hor gördü. Bütünüyle dinsel bir ha­ larını değil, medreselerdeki İslâmî eğiti­
lifeliğin Islâm dünyasında bir ün vasıtası min esaslı bir ıslahını savundu.9
K E M A L İ Z M

Aşikâr bir şekilde, Kemalist laikliğin varmak ve bundan gurur duymak, yüzyıl
lengeri konu üzerindeki temel Jöntürk fi­ dönümünde Osmanlı yönetici eliti arasın­
kirlerinde atılmıştı. 1924’teki Kemalist re­ da yaygınlık kazanıyordu; ancak Osmanlı
formların tümü (Halifelik ve Şeyhülis­ Türk entelektüelleri için bu, Osmanlı te­
lâmlığın kaldırılması, eğitimin laik bir ba­ baası (ve çoğu kez Osmanlı Devleıi’nin bir
kanlık altında birleştirilmesi, din işleri ve hademesi) ve Müslüman olmanın en azın­
vakıflar için müdürlüklerin kurulması) dan eşit bir biçimde önemli olduğu kar­
Osmanlı laikleşme sürecinin mantıksal maşık bir kimlikte sadece tek bir unsur­
sonuçları olarak görülebilir. Kemalist- du. Pantürkçü duyarlılıklar, panislâmcı
ler’in seleflerinden çok daha ileri gittikle­ duyarlılıklar gibi, İttihatçı hükümet tara­
ri alanlar, 1925’ıe tarikatların yasaklan­ fından siyaseLen kullanıldı, ancak inanmış
ması ve tekkelerin kapatılması ile 1926'da pantürkçü çevre çok dar kaldı ve bıı çev­
Avrupa medeni hukukunun toptan kabu­ reye Rusya’dan göçenler hakim oldular, İt­
lüydü. Bu önlemler radikal olarak yeniy- tihat ve Terakki Fırkası hiçbir zaman Os­
48 diler; çünkü, devletin artık kendine bağlı manlI’dan ziyade Türk olan bir devleti ter­
olmayan dinsel kurumlara ve yurttaşlar cih etmedi ve Haşan Kayalı’nın göstermiş
arası kişisel ilişkilere önceden görülme­ olduğu gibi, Araplar ve Arnavutlar tarafın­
miş bir ölçüde müdahale etmesi anlamına dan onlara yöneltilen Türkleştirme itham­
geliyordu. Bu sadece kurumlar ve yasa­ ları büyük ölçüde aklandı.11
mayı değil, ama sıradan yurttaşın “hayat Ahmet Rıza, millet ve milliyetçilik me­
tarzı’’m da etkiledi. Bununla birlikte, ya­ seleleri hakkında hiçbir zaman çok fazla
kın bir dinsel yönü bulunmayan ve Türk yazmadı, ancak birçok çağdaşımnkiler gi­
hayat tarzını Avrupalılaştırmaya yönelik bi fikirleri zamanla evrildi. 1890’larda hâlâ
önlemlerde bile, laiklik ve ulema karşıtlı­ açıkça bir Osmanlıcıydı ve ona göre milli­
ğı bir rol oynadı; Mustafa Kemal, kıyafet yet Fransız Devrimi geleneğindeki ihtiyari
reformu seferberliğini başlattığı Kastamo­ ve kanuni bir kavramdı, 1902’den sonra,
nu’daki 1925 tarihli söylevinde açık bir sadece Osmanlı İmparatorlugu’nu savun­
şekilde, şeyh ve din adamlarının kamusal manın değil, bunun içinde Osmanh-Müs-
alanlarda törensel giysiler giyerek sadece lüman elidnin mevkiini savunmanın da.
devlet tarafından atanmış memurlara ait Fırka önderleri için gittikçe daha önemli
olan otoriteyi gasbettikleri gerçeğine ve hale geldiği tedrici bir değişim yaşandı.
binişlerin bu kullanımının yasaklanması 1906’yla birlikte bu değişim tamamlan­
gerekliliğine işaret etti,10 Kemalistlerin mıştı,11 Bu dönemde, Osmanlı-Müslüman
medreseleri (ve daha sonra bir de imam oranlılıgı ile Türk milliyetçiliğini birbirin­
okulları ile İstanbul’daki ilahiyat fakülte­ den ayırmak zordur, fakat Müslüman elit
sini) kapatma kararları da, çoğu İslâmî içinde baskın unsur Türk olduğu için,
eğitimin modernleştirilmesini fevkalade Türklük de daha fazla önem gördü. Bu­
önemseyen Jöntürklerin fikirleriyle açık nunla birlikte, Ahmet Rıza hiçbir zaman
bir kırılma teşkil etti. açık sözlü bir Türk milliyetçisi olmadı,
Osmanlı imparatorlugu’nu tanımlamak
____________MİLLİYETÇİLİK___________ için “Türkiye” terimini diğer Osmanlı en­
telektüellerinden daha önce kullanmış ol­
Avrupalı akademik oryantalizmin ve İs­ sa da, Abdullah Cevdet tutarlı bir biçimde
mail Gaspırah’nın Usııl-u Cedidinden et­ fitilindi Aııasır’ı savundu, “Osmanlıcılık”
kilenen Rus lmparatorlugu’ndan gelen teriminden hoşlanmamış olması, Osmanlı
Türk entelektüellerinin etkisi altında, ayrı yurtseverliğini, monarşiye bağlılığa değil,
bir kimlik olarak Türklük’ün bilincine farklı cemaatlerin ortak menfaatlerine da-
K E M A L İ S T D Ü Ş Ü N C E N İ N O S M A N L K A Y N A K L A R I

yanır görmesi gerçeğine bağlıdır.13 BüLün çevresinde gelişen Türk milliyetçi akımı­
Jöntürkler içinde Abdullah Cevdet belki nın tanınmış önderiydi. Temel tezi, Os­
de bir cumhuriyetçi olmaya en çok yakla­ manlI imparatorluğumun kendisini Türk
şandı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, milliyetçiliği ile tanımlaması ve kendisini
Osmanhcıhkm illasım kabul etmek zo­ Türk dünyasının başına koyması gerekli­
runda kaldığında gelişmemiş Kürt millî liğiydi. Pantürkçü milliyetçiliği, bu dö­
hareketine dahil olarak, Türk milliyetçili­ nemde henüz ırkçı yananlamlar taşıma­
ğine değil, kendi Kürt kökenlerine döndü. yan ve daha uygun bir şekilde “etnisite”
Paradoksal olarak, birçok açıdan Kemalist olarak çevrilebilecek olan, ırk kavramına
programa en yakın olan düşünürün ta dayanıyordu.17 Birinci Dünya Savaşı’nın
kendisi, ateşkes yıllan boyunca benimse­ (ve Rus devriminin) ardından, büyük öl­
diği siyaset yüzünden cumhuriyetçi rejim çüde siyasal pantürkçü tutkularını terk
tarafından siyasetten men edildi. etti ve bunun yerine, hem siyaseten, hem
Gökalp, çoğu kez, Türk milliyetçiliği­ de akademik olarak Kemalist millet-inşası
nin babası olarak tanımlanmıştır, fakat bu çabalarını destekledi.1® 49
ancak kısmen doğrudur. Fransızca laique
olma manasında sıkı bir laik olsa da, Gö­ KEMAU5T MİLLİYETÇİLİK
kalp Islâm’a Türk millî kimliğinin kurucu BU RESME NASIL OTURUYOR?
bir unsuru olarak önemli bir yer verdi.
Hakikaten, bazı yazılarında milleti en 1923’ün baharı kadar erken bir dönemde,
yüksek otorite olarak Tanrı’yla eşit sayar Lozan’daki görüşmelere halen ara veril­
görünür.14 İslâm ve milliyetçiliğin bağdaş­ miş ve barış daha çok uzak görünürken,
maz olduğuna dair geleneksel İslâmî gö­ Mustafa Kemal, (her ne kadar, o dönem­
rüşü reddetti ve dirilmiş Türk millî devle­ de, hâlâ cumhuriyetçi bir rejimden tama­
tini hem Islâm, hem de Türk dünyasının men farklı bir tür olduğunu iddia etse de)
siperi olarak gördü. Gökalp (her ne kadar halefi oldukları Osmanlı Devleti’nden
bu konudaki fikirleri oldukça bulanık kal­ farklı, yeni ve Türk bir devlet kurmuş ol­
sa da) Islâm'ın Türkleştin İmesini savundu duklarından bahsetti. Mustafa Kemal ta­
ve hakiki bir popüler dini, millet inşası rafından, en azından 1919’dan bu yana,
için bir güç kaynağı olarak kabul etti, arada sırada Osmanlı İmparatorluğunun
Ağaoglu, gençlik yıllarında kendisini, muadili olarak kullanılmış, ödünç alın­
siyaseten Rus lm paratorlugu’nun bir mış bir kelime olan Türkiye artık ülke
Müslümam, kültürel olarak da Farsî ya için yegâne tanımlayıcı terim haline gel­
da Şiî bir Müslüman olarak tanımladı.15 d i.1® “Türk-M üslüm an” ve “Osm anlı-
Tedricen, pantürkçü milliyetçilik kendisi Müslüman” haklarından ve "Türk-Kürt
için gittikçe daha önemli oldu, fakat -en dayanışmasından dem vuran Millî Mü­
azından Cumhuriyet’in kuruluşuna dek- cadele döneminin baskın söylemi bir ge­
yaşayabilir bir m illî devletin temelini cede lerk edildi. Halk Fırkası'mn 1927 ve
oluşturmak için gerekli olan millî kimli­ 1931 tarihli programlarının da belirteceği
ğin birleştirici bir parçası olarak dinin üzere, yeni millî devlet Türk’tü ve Türk
vazgeçilmez olduğu görüşünde olduğu kimliği dil, hars ve m efkure'ye dayanıyor­
için, devlet ve dinin tamamen birbirinden du. Türk milliyetçi söyleminin, daha ön­
ayrılmasını reddetti,16 ce tartışılan laiklik söyleminden farklı bir
Yusuf Akçura, Üç Krizi Siyaset olarak şekilde, büsbütün kendiliğinden açık bir
b ilin e n m eşhur m ak aleler d izisin in şeymiş gibi içeriği tartışılmadan ya da gö­
1 9 0 4 ’ıeki yayım ının sonrasında, Türk rüşülmeden 1923’te kabul edilmesi çarpı­
Ocakları kulüpleri ve Tıîrk Yurdu dergisi cıdır. Aslında on beş yıl sonra. Tekin
K E M A L İ Z M

Alp’in 1938’deki Le K enıalism em e l Kem a­ 1914-18 yılları, etnik/dinsel gerilimle-


lizm ] dek, Türk milliyetçiliğinin doğasım rin ve karşılığında Osmanlı siyasetinin
ayrıntılarıyla tartışmaya yönelik bir teşeb­ dinsel tinnetlerinin yoğunlaşmasına tanık
büs görmüyoruz.20 oldu. Bu, doğrudan doğruya Ege Körfe­
Jöntürklerin fikirleriyle karşılaştırıldı­ zindeki Rum cemaatinin büyük bir bölü­
ğında Kemalist milliyetçiliğin Akçura’nın münün ihracıyla ve elbette, 1915’te Er-
etnik milliyetçiliğinden ziyade, Gökalp’in menilerin tehcir ve kırımıyla sonuçlandı.
kültürel olarak tanımlanmış milliyetçiliği­ Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anado­
ne çok daha yakın olduğunu görürüz. Gö­ lu’daki millî direniş hareketi, Millî Müca­
kalp’in Tönnies'den ödünç aldığı hars ve dele, dinsel unsurlar katkılı siyasetin ulaş­
medeniyet arasındaki temel fark, Kemalist- tığı en yüksek mertebeyi teşkil eder. Ha­
Ierce korunmuştur ve Gökalp gibi, onların reketin, Temmuz 1 9 1 9 ’daki Erzurum
bir yandan Avrupa medeniyetine geçişi Kongresi’nin bildirisiyle başlayan ve Sivas
desteklerken, öte yandan Türk kültürünün Kongresi, son Meclis-i Mebusan ve ilk
50 dirilişini savunmalarına el verir. Bununla Millet Meclisi’ninkilerle devam eden bil­
birlikte, Kemalist milliyetçilikte bütünüyle dirileri (L910-1923), aynı şekilde, Musta­
eksik olan, Gökalp, Akçura, Agaoğlu ve fa Kemal Paşa gibi hareket önderlerinin
belirli bir ölçüde Rıza ve Cevdet tarafından söylevleri, Anadolu nüfusunun ne ölçüde
paylaşılan, İslâm’ın, millî kimliğin bir un­ Müslüman dayanışması temelinde sefer­
suru ve toplumsal bir birleştirici olarak ber edildiğini açığa çıkarır. İslâmî sembo­
önemli bir rolü olması gerektiği fikridir. lizm ve dinsel merasimler o denli görü­
Kemal is tlerin 1923’ten başlayarak radi­ nürdü ki Şark Cephesi Kumandanı Kazım
kal bir biçimde laik ve Türk milliyetçisi bir Karabekir gibi oldukça muhafazakâr biri­
tavır almayı seçmeleri dikkate değerdir; si bile bunun hakkında yazmıştır. Niha­
çünkü, bu karar ya da kararlar dizisi tam yet, 1923Te Lozan’da mutabık olunan nü­
da, geç Osmanlı tarihinde siyasal söylemin fus mübadelesi, değiştirilecek grupları
dinsel renge en güçlü şekilde büründüğü­ dinsel terimlerle tanımladı; Türkiye’den
ne tanıklık etmiş olan dönemin hemen ar­ Rum Ortodokslar karşılığında Yunanis­
dından gelir, 1912’de Balkan Savaşı’mn tan’dan Müsl Umanl ar.21
patlamasından sonra ve kesinlikle Babıüli Bu bağlamda bakıldığında, Yeni Cum*
Vflfuast’nm (Ocak 1913 darbesinin) ardın­ huriyet’in siyasal önderliğinin radikal la­
dan, İttihatçılar halkı Müslüman dayanış­ iklik ve (O sm anlı-M üslüm an yerine)
ması duyarlılığına müracaatla seferber et­ Türk milliyetçiliği siyasetini tercih etme­
meyi denediler. 1912’den sonra kurulan, leri daha da şaşırtıcıdır. Bu değişikliğin
adlarında millî lafım taşıyan birçok kulüp, nedenleri, tatminkâr bir biçimde, hâlâ
komite ve cemiyet istisnasız Osmanlı Müs­ açıklanmahdır; fakat, en mantıklı açıkla­
lüman mensubiyeti olan örgütlerdi. Millî ma, ülkenin hayatta kalmasına yönelik
iktisat programı yürürlüğe konduğunda, tehdidin ortadan kalkmasıyla birlikte, ge­
faaliyete geçen tüketici kooperatifleri, üre­ niş ölçüde seferberlik ihtiyacının da kay­
tici kooperatifleri, firmalar ve bankalar, ay­ bolmuş olması gibi görünmektedir. Os­
nı şekilde genellikle adlarında millî keli­ manlI reformcularının iki kuşaktır kendi­
mesini taşıyorlardı ve Avrupa menfaatle­ lerine sormuş oldukları “Devlet nasıl kur-
riyle işbirliği içinde Osmanlı iktisadının tanlabilir?" sorusu, başka bir anlam ka­
modern sektörlerini ellerinde tutan Hıris­ zandı. Askerî ve siyasal olarak kurtarıl­
tiyan azınlıkla açık rekabet halinde, Os­ mıştı. Şimdi Kematistlerin bir numaralı
man lı Müslümanlarınca, Osmanlı Müslü­ önceliği, servet ve kuvvet bakımından
manları için kurulmuşlardı. Avrupa’yı yakalamak için, toplumun ihya
K E M A L İ S T D Ü Ş Ü N C E N İ N O S M A N L I K A Y N A K L A R I

51

Ekim 1919, Mustafa Kemal ve Heyet i Temsiliye üyeleri Tokat’ta Bu heyet, Amasya’da
Bahriye Nâzın Salih Paşa'yla görüşerek bir uzlaşmaya varacak; ancak İstanbul hükümeti
ile Anadolu ’d aki milliyetçi direniş hareketi arasındaki bu uyuşma çok k m ömürlü
olacaktı. Yine de, Anadolu hareketinin İstanbul'daki hükümetin ve Halife-Padişahm
rızası ve açığa vurulmamış desteğiyle yürütüldüğüne, taşrada uzun müddet inanılacaktır.

edilmesi ve modern leş tiril m esiydi, Mus­ ten, Hanioğlu’nun işaret etmiş olduğu gi­
tafa Kemal Paşa ve onun çevresinin gö­ bi,^ Jöntürkler arasında, “rejimin devrim
zünde bu ancak laik bir miilî devlet bağ­ olmadan nasıl değiştirileceği sorunu, en
lamında başarılabilirdi. önemli sorun addedildi”. Jöntürk düşünür
Laiklik ve milliyetçilik, şüphesiz, Ke­ ve siyasetçilerinin tüm bir kuşağı Gustave
malist ideolojinin özünü teşkil eder. Şim­ LeBon’un kitlelerin psikolojisine dair fi­
di Altı Oktan seçtiğimiz diğer iki ilkeye kirlerinden derinden etkilendiler ve sıkı
kısaca temas edelim. bir biçimde entelektüel bir elit tarafından
yönlendirilmeyen bir halkın irrasyonel
İNKILAPÇILIK____________ davranış tarzından duyulan korku arala­
rında derine kök saldı. Kemalistler için,
fnftıldpçılıİ! teriminin doğru tefsiri, Türki- aşağıdan ayaklanma değil, yukarıdan yön­
yede uzun bir süredir hem akademik hem lendirilen düzenli bir dönüşüm idealdi ve
de siyasal bir tartışma konusu olmuştur; bu konuda geç dönem Osmanlı reformist­
ancak, kanımca Mustafa Kemal ve taraf­ leriyle hemfikirdiler. Monarşi kaldırıldı,
tarlarının bunu kullandıklarında kastettik­ ancak yönetici elitin hükmetme ve toprak
lerinin devrimden ziyade reformizm oldu­ sahiplerinin toprağı temellük etme hakkı
ğuna şüphe yoktur. Bu sadece bir etimolo­ hiçbir 2aman sorgulanmadı.
ji sorunu değildir. Fransız Devrimi’ne yap­
tıkları birçok atıfta kullandıkları ihtilal te­
_____________ HALKÇILIK_____________
rimini kullanmaktan dikkatle kaçındılar,
Jöntürkler ve benzeri bir şekilde Kemal is ı- Halkçılık kavramı, Kem ali silerce kullanıl­
ler için Fransız Devrimi ilham verici bir dığı biçimiyle, her zaman belirsiz oldu.
örnek olsa da, devrimci değildiler. Hakika­ Bir yandan, Birinci Dünya Savaşı’nın Hal­
K E M A L İ Z M

ka Doğru hareketine ve dolaylı olarak (lüicife manasında) dünyevilik üzerindeki


Rusya’daki Narodmfci’ye bir şeyler borçlu vurgu ile ulema karşıtlığı, ama aynı za­
olan, belirli bir “halk"m, bilhassa Anado­ manda, bilime, eğitime ve toplumu dö­
lu köylülüğünün, romantik olarak ideal­ nüştürmede entelektüel bir elitin rolüne
leştirilm esi unsuru vardı. Bunun daha duyulan inanç, düzenli reform ve ilerle­
önemli ve somut yananlamı, Türkiye’de me ile dayanışmacılığa dayanan bir top­
sınıfların varlığının inkârı ve toplumun lum tercihi; bunların tümü, bizi neredey­
her kesiminin oynayacağı özgül bir role se otomatik olarak Fransız pozitivizmi
sahip olduğu mutlak millî dayanışma sa­ doğrultusuna sevk eder. Ve hakikaten,
vunuşuydu. Mustafa Kemal 1922’de par­ jöntürk ideologları üzerindeki çalışmalar,
tisini kurduğunda, bunun solcu ya da Fransız pozitivizmiyle baglantılandırılan
hatta sosyalist bir parti olduğuna dair en­ birçok ismin, bunları en derinden etkile­
dişeleri giderebilmek üzere, Halk F ırka- yen isimler olduğunu ortaya koyar. An­
sı’ndaki “Halk”ın bu anlama geldiğini cak Jön türklerin kendileri ya da hatta on­
açıklamak zahmetine girdi. Halkçılık teri­ ları en derinden etkileyen Fransız düşü­
mi, halihazırda bunu ienasıitçülûk ile de­ nürler gerçekten pozitivisı kabul edilebi­
ğiştirilebilir olarak kullanan Ziya Gö- lirler mi?
kalp’in gözdesi olmuştu. Sınıf mücadele­ Ahmet Rıza, elbette, öyle olduğunu
sini inkârlarında, millî dayanışma çağrıla­ kendisi itiraf etmiş bir pozitivistti. Önde
rında ve sınıf temelli örgütleri insafsızca gelen jöntürkler arasında emsalsiz bir şe­
bastırmalarında, ittihatçılar ve Kemalist- kilde, gerçekten pozitivisı kilisenin men­
ler arasında dolaysız bir devamlılık var­ subu oldu ve Comte’un 1857’de ölümü­
dır; fakat, sonrakiler (ittihatçılar arasın­ nün ardından, hareketin çoğunluk kana­
da, Birinci Dünya Savaşı boyunca ve An­ dının başı ve Dinsel, (daha sonra Poziti-
kara’daki ilk Millet Meclisi’nde belirli bir visl), Kurul’un Başkam olarak onun yeri­
popülarite kazanmış olan) korporatizmi ni alan Pierre Laffitte tarafından derinden
bile çok bölücü bularak reddettiler.23 Da­ etkilendi. Ahmet Rıza’nın, “bilimsel" bir
yanışma kisvesi altında, Cumhuriyet’in elitin aydınlanmış rehberliği altında, iş­
sosyoekonomik politikaları, ittihatçıların bölümü dolayımtyla düzenli ilerlemeye
1913’ıe uygulamaya koymuş oldukları dayalı ideal toplum resminin Laffitte’den
millî iktisat programının bir devamıydı. devşirildiğirte hiç şüphe olamaz, Laffit-
Bunlar, Yusuf Akçura ve Alman sosyalist te’nin pozitivizmin oldukça açık fikirli bir
silah tü ccarı A lexander H elphand’in biçim in i tem sil etmesi ve “pozitivisı
(“Parvus”) fikirlerini tekrarlayarak, dev­ inanç sisteminin lemel ilkelerini cömert
letin koruması altında bir “millî’’ burju­ sağduyu dozlarıyla sulandırmaya meyilli
vazi yaratmayı hedefledi. olması’’24 yardımcı olmuş olmalıdır. An­
Jöntürk döneminin önde gelen düşü­ cak Hanioglu'nun işaret etmiş olduğu gi­
nürlerinin fikirleri ile Kemalist politikalar bi, işbölümü üzerine kurulan düzenli,
arasında büyük ölçüde ortak yanlar oldu­ uyumlu bir topluma dair fikirler, aynı za­
ğu sonucu, mantıksal olarak ortak kay­ manda kolaylıkla toplumsal düzene dair
naklar olup olmadığı sorusuna yol açar. eski Osmanlı fikirleriyle de telif edildi.25
Bunları bulmak güç değildir. Çarlık Rus- Diğer Jöntürk yazarlarından hiçbiri, ör­
yası’ndaki Usttl-ıı Ccdid hareketinin, Rus gütlü pozitivizm içinde yer alan kimseler­
im paratorluğundan gelen, Agaoğlu ve le bu denli yakından ilişkili değildi. Bun­
Akçura (ya da, hatta Hüseyin zade Ali) gibi lar arasında, pozitivistlerle temas halinde
Müslüman göçmenlerin düşünüşü için olan ve çoğu kez kendi kendilerini pozitı-
önemine halihazırda işaret ettik. Fakat vist olarak nitelendiren bir dizi insan çok
K E M A L İ S T D Ü Ş Ü N C E N İ N O S M A N L l K A V N A K L A R !

etkiliydi. Böyle merkezî bir figür, felsefeci yöneticisi Emile Boutmy idi. Ağaoğlu ve
ve tarihçi Ernest Renan’dır, Ağaoğlu, Er- Akçura (diğerlerinin yanı sıra) onun öğ­
nest Rerıan’la doğrudan ilişkideydi ve ta- rencisi oldular ve Abdullah Cevdet aynı
rıh ile din konularındaki fikirlerinde ke­ zamanda Boutmy’nin fikirlerinden derin­
sinlikle ondan etkilendi. Renan laik ve den etkilendi ve eserlerinden ( ‘‘Ingiliz
ruhban sınıfın karşıtıydı, fakat yine de di­ halkının siyasa] psikolojisi’’ üzerine olan)
ni temel bir insani ihtiyaç ve toplumsal birini Türkçe’ye çevirdi,28
bağ olarak kabul etti.28 Abdullah Cevdet Belki de hiçbir Avmpalı düşünürün
Renan’la temas halindeymiş gibi görün­ jontürkler üzerinde, birçok eseri Abdul­
mez; fakat Islâm ve Muhammed peygam­ lah Cevdet tarafından çevrilen, Gusıave
beri, Renan'ın Vie de Jesııs’da [İstifim Htı- LeBon’daıı daha büyük etkisi olmadı, Le-
yotıl Hıristiyanlığı ve İsa’yı ele almış oldu­ Bon'un katkısı iki yönlü oldu. Bir yandan,
ğu gibi işleme çabası olarak değerlendiri­ ırkların gelişimine dair bir kuram oluş­
lebilecek olan Dozy’nin Essuy sıtr l’Histobe turdu, öte yandan kitle psikolojisinin te­
de /’Jsfamisme’inin [Islâmcılığın Tarihi melleri attı. Sanayileşmiş bir toplumda 53
üzerine Deneme, çn] Türkçe çevirisi dola- kitlenin, kitle psikolojisinin rolüne dair
yımıvla bir anise celebve I meşhur bir dava, fikirlerinin kökeni, Paris Komunu’nün
meşhur bir ihtilaf, çul oldu, Renan’ın, mil­ hayaletinin liberal burjuvazide yarattığı
leti meşhur bir şekilde "günlük plebisit" korkuda yatıyordu. Bu fikirler daha sonra
olarak tanımlayan, fakat aynı zamanda ta­ Mussolini gibi insanlarca benimsenecek­
rihsel olarak gelişmiş bir Fransız “millî tir, fakat Jöntürkler için de oldukça ikna
k arak terin i idealize ettiği milliyetçilik edici oldular. Bu kısmen aralarındaki bir
kavramsallaştı rinasının da Jöntürkleri et­ dizi askere (ya da en azından askerî eği­
kilemiş olduğu söylenebilir, Kemalist mil­ lim almış insana) bağlı olabilir. “Gürulı"u
liyetçilik kesinlikle benzer, aynı anda hem denetim alımda tutmak için kanun ve dü­
ihtiyarî/kanuni, hem romantik olma vasfı­ zen ihtiyacına yaptığı kuvvetli vurgu, Le-
nı sergiler. Ancak Renan bir pozitivist Bon’u Fransız subayları arasında da çok
miydi? İlahiyatı ve metafiziği kabul etme­ popüler kılmıştır, LeBon’u pozitivist ola­
di, fakat 1 8 4 8 ’de yazılan ama ancak rak kabul edebilir miyiz? Şüphesiz LeBon
1890’da yayımlanan, pozitivizme en yak­ pozitivizmden ilham almıştı. Kitle psiko­
laştığı kitabı erken dönem RAveuir de la lojisi üzerine çalışması, bilime dayanan
Science’ında [Bilimin G eleceği] Comte’u bir sanayi toplumunda demokrasinin uy­
açık bir şekilde reddetti,27 Liltre’nin (pozi­ gulanamaz olduğunu gösterme çabası
tivizm içindeki azınlık hizbinin önderi) olarak görülebilir ve bu anlamda Com-
yakın arkadaşıydı ve Laffiue’in College de te’un otoritaryanizmiyle uyum içindedir.
France’a atanmasına yardımcı oldu, fakat Fakat Comte ilham kaynaklarından sade­
pozitivizmi entelektüel bir deli gömleği ce b irisid ir.29 Darvviniznı ve H erbert
olarak gördüğünü yazdı, Spencer’in fikirleri de düşünüşü için en
Ahmet Ağaoğlu ve Yusuf Akçura’nın az bunun kadar önemliydi.
her ikisi de Paris’te 1874’te kurulmuş ve Nihayet elbette. Ziya Gökalp üzerindeki
üst düzey Fransız yönetici kuşaklan ye­ karşı konulmaz etkisi iyi bilinen Emile
tiştirmeye devam eden, ünlü Ecole Libre Durkheim’ı anmahyız. Durkheim poziti­
des Sciences Politiıjucs’de derslere devam vist olarak başladı ve 29 yaşında sosyoloji
ettiler. Burada entelektüel iklime, poziti­ dalında ordinaryüs profesör olarak atan­
vizm olmasa da, kesinlikle onunla ilişkili masını pozitivizmin etkisine ve Comte’un
fikirler ve insanlar hakimdi. Bunlar ara­ sosyolojiyi bilimin bir dalı olarak savunu­
sında en başla gelen, okulun kurucusu ve suna borçluydu. Alanında temel Komtçu
K E M A L İ Z M

dogmayı, sosyoloji metodolojisini ve iiç şimlerini belirleyen kanunları ortaya çı­


faz kuramını benimsedi. Bununla birlikte, karmak amacıyla, bilimsel modelleri uy­
1895’te yeni ufuklar açan Les Regles de İn gulayarak açıklamayı gözeten entelektüel
M6thode Socioİogûjue’ini [içtimaiyat LA(dü­ akım- bağlıydı. Bu geniş pozitivizm akı­
nün Kaideleri] yayımladığında, “Comte’a mıyla bazı temel tavırları paylaştılar: ruh­
karşı tutarlı bir biçimde eleştirel” olmuştu ban karşıtlığı, bilimcilik, biyolojik mad­
ve artık kendisini pozitivist değil, rasyo­ decilik, otoritaryanizm, entelektüel elİ-
nalist olarak tanımlıyordu,30 tizm, kitlelere duyulan derin güvensizlik
Elbette, bu figürler sadece Jöntürk dü­ ve milletlere ve toplumlara bir bütün ola­
şünüşü üzerindeki en önemli etkiyi yara­ rak yansıtılan belirli bir tür Darwinizm.
tan bir avuç insanı temsil eder; fakat ilk Milliyetçilik elbette pozitivistlerle ortaya
sonuç şöyle görünecektir: “Pozitivist” ya­ çıkmadı; ancak Jöntürklerin okuduğu,
za rlann etkileri başlıca Jöntürk düşünür­ çalıştığı ve entrika çevirdiği Fransa’nın,
lerinin hepsinin fikirlerinde görülebilir, 1870 mağlubiyetiyle yaralanmış ve jö n ­
54 ancak bu yazarlar pozitivizm İçinde öyle türklerin hareket ettikleri muhafazakâr li­
farklı akımlara aittirler ki aynı ve tek bir beral çevrelerde militan ve revanşist bir
harekete mensup oldukları güçlükle söy­ milliyetçiliğin yaygın bir toplum olduğu
lenebilir. Aslında, Renan, Durkheim, Le- unutulmamalı.
Bon ve Boutmy’yi, daha uygun bir şekilde Fin de sied e Jyüzyıl sonu, çn] Fransa-
“bilim cilik” olarak anılan geniş Avrupa sı’ndan sogurdukları tüm bu tavır ve fi­
akıntı içinde telakki etmek muhtemelen kirler bohçası; ruhban karşıtlığı, bilimci­
daha iyi olacaktır,31 Laffitte istisnası dı­ lik, biyolojik maddecilik, otoritaryanizm,
şında, bunlardan hiçbiri aslında tanım­ entelektüel elitizm, kitlelere duyulan gü­
landığı dar anlamıyla Pozitivizm’e -farklı vensizlik, sosyal Darwinizm ve milliyetçi­
biçimleriyle, İnsanlık Kilisesi’n e - mensup lik, daha sonra Jöntürk düşünür ve yayın­
değildi. Aynı şey jöntürklerin kendileri cıları tarafından, devletlerine ve toplum-
için de doğrudur. Sadece Ahmet Rıza po­ iarına kendi fikirlerine göre -kendilerin­
zitivist hareketin etkin bir mensubuydu. den önceki Jöntürklerden çok daha fazla-
Aynı zamanda hepsi pozitivizme geniş ta­ şekil verecek bir durumda olan Kemalist
nımıyla -sadece tabiatı değil, ama aynı eylemcilere aktarıldı. □
zamanda tarih ve toplumu, bunların geli­ ÇEVİREN ÖZGÜR GÖKMEN

DİPNOTLAR

1 Nimet Onan (der,), Atatürk'ün S6y/ev ve De­ da Milliyetçilik, Etnisite ve Emek, çn) içinde,
meçten // {!9 -6 -!9 3 8 ), Ankara: TTK, 1959, s. 90. Londra: I.B. Tauris, 2001, s, 207-220.
2 Nimet Ün an (der.), A t a tü r k 'ü n S ö y le v ve De- 4 Şerif Mardin, Jö n tü rk le rin S iy a si F ik irle ri 1898-
meç/erı II (1 9 -6 -1 9 3 8 ), Ankara: TTK, 1959, 1908, Ankara: İş Bankası, 19&4, s. 131,
S.144-146. 5 Şükrü Hani oğlu. The Y o u n g T u rks in O p p o siti-
3 Erik-Jan Zürcher, "'Fundamentalism' as an o n [Sır Siya sa l Ö r g ü t O la ra k "O sm an!) İttih a t
Exclusionary Device in Kemalist Turkish Nati- ve T e ra k k i C e m iy e ti' ve " J ö n tü r k lü k " (1889-
onalisın" (Kemalist Türk Milliyetçiliğinde Dışla­ 1902)], Oriord; Okford University Press, 1995,
yıcı Bir Araç Olarak "Köktencilik", çn], VVillem s. 200.
van Schendel ve Erik-Jan Zürcher (der.), id e n - 6 Şerif Mardin, Jö n tü rk le rin S iy a sî F ik irle ri 1898-
t it y P o litic s in C e n t r a l A sia a n d th e M ü slim 1908, a.g.e., s. 179.
W o rld : N a tio n a lism , E th n ic ity a n d L a b o u r in
th e Tvven tieth C e n tu ry [Orta Asya ve Müslü­ 7 Uriel Heyd, F o u n d a tio n s o f T u rk ish N a tio n a ­
man Dünyasında Kimlik Politikaları: 20.Yüzyıl­ lism : The L ife a n d T ea eh in g s o f Z iya G ö k a ip
K E M A L İ S T D Ü Ş Ü N C E N İ N O S M A N L K A Y N A K L A R !

(Ziya G ö k a lp : Türk M illiy e tçiliğ in in Tem elleri], 20 Erik-Jan Zürcher, "Young Turks, Ottoman
Londra: Luzac and Company, 1950, s. 91. Muslims and Turkish Nationalists: Identity Po-
8 A. Holly Shissler, T u r k is h Id e n t it y fietvveen litics 1908-1938" (Jöntürkler, Osmanlı Müslü­
Tvvo E m p ire s: A h m e t A ğ a o ğ tu 1869-1919 [İki manları ve Türk Milliyetçileri: Kimlik Politika­
imparatorluk arasında Türk kimliği: Ahmet ları 1908-1938, çn], Kemal H. Karpat (der.),
Ağaoğlu 1869-1919, çn], yayımlanmamı} dok­ Ottoman Past and To d a y’s T u rk e y [OsmanJı ve
tora tezi, Şikago, 2000, s. 276-281. Dünya: O sm a n lı D e v le ti ve Dünya T a rih in d e k i
Yerf\ içinde, Leiden: Brill, 2000, s. 176.
9 François Georgeon, T ü rk M illiy e tç iliğ in in K ö ­
k e n le r i: Y u s u f A k ç u r a (1 8 7 6 -1 9 3 5 ), Ankara: 21 Erik-Jan Zürcher, "Young Turks, Ottoman
Yurt Yayınevi, 1986, s. 89. Muslims and Turkish Nationalists: Identity Poli-
tics 1908-1938", a.g.e., s. 150-179.
10 Nimet Ünan (der.}, A t a t ü r k 'ü n S ö y le v v e D e ­
m e çle ri II (19-6-1938), a.g .e., s. 215-216. 22 Şükrü Hanioğlu, The Young T u rks in O p p ositi-
on, a.g.e., s. 207.
11 Haşan Kayalı, A ra b s a n d Y o u n g T u rks: Otto-
m a n ism , A ra b ism , a n d Isla m ism in tb e O tto - 23 François Georgeon, Tü rk M illiy e tç iliğ in in K ö ­
m a n Em p ire, 1908-1918 [Jöntürkler ve Arap- k e n le r i: Y u s u f A k ç u r a (1 8 7 6 -1 9 3 5 ), a .g .e ., s.
iar: O sm a n lıcılık, E rk e n A ra p M illiy e tç iliğ i ve 109.
islâ m cılık (1908-1918)], Berkeley: University of 24 W. M. Simon, E u ro p e a n Po sitivism in th e N in e-
California Press, 1997, s, 113. te e n th C e n tu ry : A n Essay in In te ile c tu a l His-
12 Şükrü Hanioğlu, P re p a ra tio n F o r A R e v o lu tio n : to ry (19. yüzyılda Avrupa Pozitivizmi: Entelek- 55
V ı= Young Turks, 1902-1908 [Bir devrim hazır­ tüel Tarih Üzerine Bir Beneme, çn], Ithaca: —---------
lığı: Jöntürkler, 1902-1908], Oxford: Oxford Cornell University Press, 1963, s. 63,
University Press, 2001, s. 300. 25 Şükrü Hanioğlu, 77ıe Young Tu rks in O p p ositi-
13 Şükrü Hanioğlu, B ir S iy a s a l D ü ş ü n ü r O la ra k on, a.g .e., s. 204.
D o k to r A b d u lla h C e v d e t ve D ö n e m i, Ankara: 26 A. Hoily Shissler, T u r k is h Id e n t it y B e tvv e e n
Üçda) Neşriyat, 1981, s. 216-219. Tvvo E m p ir e s : A h m e t A ğ a o ğ lu 1 8 6 9 -1 9 1 9 ,
14 Bunda Durkheim'ı izlediği iddia edilebilir, fa­ a.g.e., s.132.
kat Heyd'in i;aret ettiği gibi, Gökalp Durkhe- 27 W. M. Simon, E u ro p e a n Positivism in the W/ne-
im'ın "toplum" kavramını "millet" kavramıyla teenth Century; An Essay in In te ile c tu a l His-
deği|tirmiştir. Uriel Heyd, F o u n d a tİo n s o f Tu r- to ry, Ithaca: Cornell University Press, 1963, s.
k ish N a tio n a iis m : T h e L ife a n d T e a ch in g s o f 95,
Z iy a G ö k a lp , Londra: Luzac and Company,
1950, s. 57, 28 Şerif Mardin, Jö n tü rk le rin Siyasi F ik irle ri 1898-
1908, a.g.e., s. 131; Şükrü Hanioğlu, The Yo­
15 A. Holly Shissler, T u r k is h Id e n t it y B e tv v e e n ung T u rks in O p p o sitio n , a.g.e., s. 233.
Tvvo E m p ir e s : A h m e t A ğ a o ğ t u 1 8 6 9 -1 9 1 9 ,
a.g .e,, s. 110 ve sonrası.
29 Robert A. Nye, The Orig/ns of Crovvd Psycho-
iogy: Guıfave LeBon and the Crisis o fM a s s D e -
16 A. Holly Shissler, Turkish Id e n t it y B e tv v e e n m o cra cy in th e T h ird R e p u b lic [Kitle Psikolojisi­
Tvvo E m p ir e s : A h m e t A ğ a o ğ lu 1 8 6 9 -1 9 1 9 , nin Kökenleri: G ustave LeBon ve Üçüncü Cum­
a.g .e,, s. 132. huriyette Kitle Demokrasisinin Bunalımı, çn],
17 1921 tarih li R e d h o u s e S ö z l ü ğ ü 'n e atfen, Londra: Sage, 1975, s. 39,
Erik-Jan Zürcher, "The Vocabulary of Müslim 30 W. M. Simon, European Po sitivism in the Wıne-
Nationaiism" (Müslüman Milliyetçiliğinin Lü- teenfh Century: An Essay in In te ile c tu a l His-
gatçesi, çn], In te rn a tio n a l Jo u rn a l o f (he 5oci- tory, a.g.e., s. 146.
o lo g y o f L a n g u a g e 137 (1999), s. 90.
31 Robert A. Nye, The O rig in s o f Crovvd Psych o-
1B François Georgeon, Türk M illiy e tç iliğ in in K ö ­ lo g y: G u sta ve L e B o n a n d th e Crisis o f M ass D e -
k e n le r i: Y u s u f A k ç u r a (18 7 6 -1 9 3 5 ), a .g .e ., s. m o cra cy in the T h ird R e p u b lic, a.g .e., s. 9; W.
106 ve sonrası. M. Simon, E u ro p e a n Po sitivism in th e N in ete-
19 Nimet Ünan (der,), Atatürk'ün Söy/ev ve Pe- e n th C e n tu ry: A n Essay in In te ile ctu a l H istory,
m eçteri I I (19-6-1938), a .g .e „ s, 70, 92. a.g.e., s. 3.
Kemalizm ve Hegemonya?
MESUT YEĞEN

l. _________________ İh_______________ __

Kemalizm hegemonik bir (program-) ide­ Kemalizmin tarihsel seyrine dair bir çö­
oloji midir? Ya da, toplumsal) anlamlan­ zümlemenin odaklanacağı öncelikli mo­
dıran bir ufuk olarak Kemalizm, ulusal- ment, biç şüphesiz, Kemalizmin “zuhur
popüler bir kolektif istenci örgütleyebi­ etme" dönemidir. Bu, kabaca Nuiuh’un
ld i bir “adlandırmalar" toplamına, genel CHF kongresinde okunması (1927) ile
bir entelektüel ve moral önderliğe denk başlatılıp, fırkanın devletle bütünleşerek
düşmekte midir?1 Siyasî bir ideoloji ola­ “dünyadaki ilk parti-devletin" oluşması2
rak Kemalizmin niteliğine dair bu soru­ ve partinin Altı Ok’unun anayasal pren­
nun, Kemalizmitı hegemonik kapasitesi­ sipler olarak kabul edilmesiyle (1935-
ni anlamak üzere tasarlanmış en doğru 1937) bitirilebilir bir dönem-momente
soru olmadığını ve bu sebeple de, Kema- işaret eder. Bu ortaya çıkma momentinde
lizmi yerli yerine oturtma işinde pek bir Kemalizmi mümkün kılan söylemsel eko­
işe yaramadığını peşinen kabullenmek nomiye bakıldığında, görünen şudur: Ke­
gerekir. Kapsam ve performans itibariyle, malizm, kendisini epey önceleyen Türki­
zamana dayanıklı ve müşahhas bir Ke- ye'nin modernleşme-Batılılaşma serüveni­
malizmi varsayması itibariyle peşine dü­ ni -belirli bir okuma/sabiıleme üzerin­
şülemez bu soru yerini, Kemalizmin de­ den- sürdürme girişim lerinden birisi,
ğişen kapsam ve performansını hesaba şüphesiz siyaseten en başarılı olanıdır.
kalan bir başka soruya terk etmelidir, Bu, Kemalizmin muhtevasına dair iki
Kemalizmin hegemonik kapasitesini an­ önemli özelliğe işaret eder. İlkin, Kema­
lamamızı mümkün kılabilecek daha ye­ lizm, Türkiye'nin modernleşme-Batılılaş-
rinde bir soru şudur: Türkiye siyasî tari­ raa serüveni içerisinde mümkün olmuş
hinde Kemalizmin hegemonik bir ideoloji bir ideolojidir, İkinci olarak ise, bu serü­
performansını gösieıdiği bir dönem oi imiş veni özel bir biçimde oku manı n/sabitle-
mııduı ? Bu “yerinde” sorunun kastettiği menin, yorumlamanın ve sürdürmenin
ortadadır: Hegemonik kapasitesinin anla­ adıdır. Kemalizmin bu iki Özelliği, Kema-
şılması, kapsamı ve performansı itibariy­ lizmle Türkiye modernleşmesi arasındaki
le, Kemalizmin tarihsel seyrini izlemeyi ilişkiye dair oldukça önemli bir durumu
gerektirir. gösterir: Türkiye modernleşmesi, Kema­
lizm benzeri ideoloji ve programların sa-
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?

Sert m izacı keskin üslûbu, Kemalizmin otoriter yanını besleyen ideolojik konumu ile
rejimin en 'şiiri "figürlerinden biriydi Recep Peker. Kürsüdeki harareti siyasi
çizgisinin bir yansım asıydı sanki,,

bitleme girişimlerine açık, genel ve dola­ manlıcılık ya da kozmopolitanizm, sekü-


yısıyla Kemalizme indirgenemeyecek bir larizm, İslâm ya da Gelenek kategorileri
serüven olmuştur. Diğer bir deyişle, Ke­ arasındaki gerilimlerse, bu genel gerilim
malizm, Türkiye modernleşmesinin teda­ hikâyesinin al t-öykülerin i oluşturmuştur.
rik elliği toplumsalı görme biçimlerinden Bu kaba fotoğrafın anlattığı, anılan bu öy­
yalnızca birisidir. Kemalizm, Türkiye’nin küler toplantının, bu öyküler arası farklı
modernleşme-Batıhlaşma serüvenini ku­ eklemlenme ya da kapışma ihtimalinden
şatmadığı gibi, bu serüvende hep olmuş dolayı, Türkiye modernleşmesine dair
olan toplumsalı görme biçimlerinden bi­ farklı görme biçimlerine imkân tanıyan
risidir; dahası öteki bir kısım görme bi­ genel bir söylemsel zemini döşediğidir.
çimleri pahasına mümkün olmuş bir gör­ Nitekim, Kemalizm, bu farklı görme im­
me biçimi... Kemalizmin lıegemonik ka­ kânlarından birisi olmuştur. Diğer bir de­
pasitesinin anlaşılması için bu son nokta­ yişle, Kemalizm, anılan bu genel söylem­
nın üzerinde durmak gerekiyor, sel zemini kuran unsurların bir kısmının,
Türkiye modernleşmesinin Kemaliz­ geçmiş karşıtlığı üzerinden ve şimdi genel
min ortaya çıktığı momente kadarki ge­ göstereni altında özel bir eklemlenmesin­
nel seyrine kaba bir bakış şunu gösterir. den başka bir şey değildir. Tabii ki, öteki
Bu seyir, esasen bütün modernleşme de­ birtakım eklemleme girişimlerini aileden
neyimlerinin hulasasını oluşturan temel özel bir eklem lem e,4 Kemalizmin (en
bir gerilim olarak geçmiş ve şimdi gerili­ azından bir dönem için) kapsamım oldu­
mi etrafında gerçekleşen bir hikâye ol­ ğu gibi, görece değişmez çekirdeğini de
m uştur. M erk eziyetçilik , karşı ya da tayin edecek olan bu eklemlenmeyi özel
adem-i merkeziyetçilik,3 Türkçülük, Os­ kılan şudur: Kemalizm, radikal bir sekü-
K E M A L İ Z M

Recep Peker dan hazırlanmış ve program açıkla­


maları onun tarafından yapılmıştır. Pe­
AHMET Y ILD IZ ker, Kemalist Tek Parti devletinin inşa­
sında ve Kemalist ideolojinin oluşu­
munda, özellikle Altı Ok'un belirlen­
mesinde en büyük paylardan birine
sahip olmuştur.
K a d ro dergisinin, yönetici elitten
bağımsız olarak Kemalizmin anti-fa-
şist, "sol" bir yorumunu geliştirme
arayışları karşısında, "Kemalizm ne­
Recep Peker, Tek Parti döneminin
dir?" sorusuna cevap arayışının bir
“ kudretli" devlet adamı ve İdeologu,
yansıması olan ve 1934'te İstanbul
58 bu sıfatıyla da C H P programlarının
Üniversitesi İnkılâp Tarihi Kürsüsü'nde
mimarıdır. C H P içinde Kemalizmin
verilmeye başlanan İn k ılâ p D e r s le ­
devletçi kapitalist yorumunu geliştiren r in d e Kemalist inkılâbın askerî ve da­
ve hararetle savunan Peker, 1931-36 hili siyaset boyutlarının anlatımıyla
döneminde, Tek Parti rejiminin en Recep Peker görevlendirilmiştir. Pe-
Önemli organı olan, milletvekili aday­ ker'in burada verdiği dersler Ü lk ü
larını belirleyen ve kararları bütün dergisinde yer almış ve İn k ılâ p D e rsle ­
parti üyeleri için kayıtsız şartsız bağla­ ri adıyla yayınlanmıştır. Peker'in İde­
yıcı olan C HP Genel Başkanlık Kuru- olojik formülasyonları C H P program­
lu'nda, Atatürk ve İnönü ile birlikte larıyla somut İfadesini bulmuştur. Ö y­
üçüncü üye olarak bulunmuştur. Pe­ le ki, Atatürk'ün görüşleriyle C H P
ker, partinin genel sekreteri sıfatıyla ve programları arasında bir farklılığın söz
1931 CHF tüzüğünün İkinci maddesi konusu edilemeyeceği gibi, Peker'in
gereği, partinin daimi umumî reisi program açıklam aları ile C H P 'n İn
Atatürk adına konuşma ve İş yapma programlarında ifadesini bulan ide­
yetkisine sahipti. CHP'ntn 1931 ve olojinin lafzı arasında da bir fark bu­
1935 program taslakları onun tarafın­ lunmamaktadır ( Parla, 1991, 150).

larizm, etnisist bir milliyetçilik5 ve kap- nik heterojenliğe karşı, etnik olmasa da
sam lı-otoriter bir merkeziyetçiliğin bir kültürel homojenliği öneren özümsemeci
şimdi genel göstereninde düğümlenme­ bir milliyetçilik ve her şeyi içine alıp, hiç­
siyle mümkün olmuştur. Öte yandan bu bir şeyi dışarda bırakmak istemeyen bir
eklemlenmenin, bir geçmiş genel göstere­ devlet-bürokrasi fikri6 Kemalizmin kuru­
ninde düğümlenerek anlaşdan/anlatılan luştaki esasını oluşturur. Öte yandan, Ke-
geleneksellik-lslâm, kozmopolitlik ve taş­ malizmi mümkün kılan eklemlenmenin
ra kategorileriyle karşıtlıktan oluşan bir gerçekleştiği bu momentin, Türkiye mo­
hudut üzerinde gerçekleştiği de belirtil­ dernleşmesinde esas yürütücü aktörün
melidir, Bu durum, Kemalizmin görece 19. yüzyılın büyük bir kısmında olduğu
daha dayanıklı da olacak, başlangıç kap­ gibi saray ve saray bürokrasisi olmaktan
samına dair bir ilk saptamayı mümkün çıkıp, genel olarak devlet bürokrasisi ol­
kılmaktadır: İslâm ve onunla yoğrulmuş duğu bir dönem-moment olması da, Ke­
geleneğe karşı radikal bir sekülarizm, et­ malizmin kuruluş esasını tayin edecek-
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?

C HP içinde "her şeyi devlete refe­


ransla, devlet İçin ve devletin içinde"
anlamlandıran kanadın Önderi olan
Peker, örgütlenme formu olarak faşist-
otoriter devlet yapılanmasına pek İti­
razı olmayan ancak ekonomik faali­
yetlerin sınıfsal karakterine atfettikleri
Önemden dolayı da halkçı öğretinin
"sınıfsız, imtiyazsız" bir toplum anla­
yışını benimsemeyen "liberal kanadı­
na" karşı sistematik bir mücadele yü­
rüttü ve bunu aktif politikadan çekilin-
ceye kadar devam ettirdi. C HP içinde
Celâl Bayar'ın öncülüğündeki liberal 59
kapitalizm savunucuları Demokrat
Parti hareketiyle ayrı bîr siyasî orga­
nizmaya vücut verdiklerinde bile Pe-
ker'in şiddetli muhalefetine maruz
kalmış, doktriner nitelikteki siyasî ve
ekonomik devletçilik ile etnisist milli­
yetçilik anlayışı Peker'in temsil ettiği Recep Peker, CHP’nin Tek Parti
çizginin temel özelliği olarak öne çık- iktidarının en sert yüzünün
tem silcisi olmuştur, Otoriterfaşİzan
mrştır. çizgisiyle, parti içinde önem li bir
Bir Osmanh subayı olarak Yemen, mihraktı. Çok partili hayata geçiş
Trablusgarp ve Balkan Savaşları'na ka­ sürecinde, radikal bir Atatürkçü ve
inkılâpçı restorasyon hattı çizerek,
plan Peker, Birinci Dünya Savaşı ve
m uhalefete karşı tavizsiz bir politika
M illî Mücadele'ye de katıldı. I. Mec- izledi. Bu noktada tasfiyesi CHP
Iis'in ilk genel sekreteri olan Peker, yönetim i ve İnönü adına, bir
1923'te Kütahya mebusu olarak ikinci "yumuşama"görüntüsü verme
fırsatı oldu.
dönem TBM M 'ye girdi. Aynı yıl Halk

tir,7 Türkiye modernleşmesinin değiş­ min esas olarak toplumun ıslahı peşinde­
mezlerinden olmuş olan ve devlet-bürok- ki devi e tin-bürokrasinin “ufku" olması­
rasi yoluyla toplumun tepeden ıslah (ve dır. Modernleşme serüveni esnasında gi­
yeniden inşa) edilmesi fikri olarak tanım­ derek daha toplumsal bir karakter edin­
lanabilecek bu durum, bilindiği üzere, miş olmasına rağmen, d evle t-bürokrasi
Kemalizmin genel kanonuna inkılâpçılık ile sivil toptum arasındaki mesafe, Kema­
olarak tercüme edilecektir. lizmin bu zuhur etme momentinde, halen
Kemalizmin ortaya çıkış dönem-mo- bir uçurum niteliğini taşımaktadır. Böyle-
mentindeki kapsamım böylece tespit et­ si bir mesafe durumunda, Kemalizmin
tikten sonra, bu ilk Kemalizmin perfor­ neredeyse kategorik bîr biçimde devletin-
mansına bakmak gerekiyor. Bu perfor­ bürokrasinîn ufku olması, bu ideolojinin
mansın anılan kapsam tarafından koşul­ performansı üzerinde tayin edici bir etki­
landığı şüphesiz. Ancak Kemalizmin per- de bulunmuştur. Bütün bu dönem bo­
formasını tayin eden kilit unsur, Kemaliz­ yunca Kemalizmin ulusal-popüler bir
K E M A L İ Z M

Fırkası Katib-i Umumisi seçildi; bir sü­ içinde devletçi kapitalizmin önderliği­
re H a k im iy e t - i M illiy e gazetesinin ni yapan Peker'i büyülemişti.
başyazarlığım yaptı. 1924-25 yılların­ CHP'lilerin "demokrasi" dedikleri
da dahiliye vekilliğine getirildi. Fethi Tek Parti düzenini Peker şöyle açıkla­
Okyar hükümetinin Şeyh Said isyanın­ maktaydı: "Türkiye Cumhuriyeti bir
daki "yumuşak" tutumunu protesto parti devletidir. Parti devletle beraber
ederek istifa etti, 1927'de ikinci kez çalışır. Demokrasi, halk tarafından
Cumhuriyet Halk Fırkası genel sekre­ halk için devlet idaresi demektir. Fa­
terliğine seçilen Peker, Mayıs Î931'de kat demokrasi hiçbir yanına dokunu­
toplanan CHF'nin Üçüncü Kurulta­ lamaz, değiştirilmez, olduğu gibi alı­
yında bu göreve yeniden getirildi. Bu nır bir rejim değildir. Her memleketin
görevi sırasında Tek Parti yönetiminin ihtiyacına göre uygulanması gereken

60
güçlenmesinde önemli rol oynayan bir kavramdır." (Goloğtu, 1974, 189).
Peker, Mayıs 1935'teki Dördüncü Ku- Kurultay'da dördüncü kez genel sek­
ruttay'dan önce Avrupa'da, özellikle reterliğe seçilen Peker, 15 Haziran
İtalya ve Almanya'da uzun bir incele­ 1936'da bu görevden alındı. Peker'in
me gezisine çıktı. Bu gezideki göz­ görevden alınmasında CHP içinde ka­
lemlerinden yola çıkarak kurultaya su­ natlar arasındaki mücadelenin ve ikti­
nulmak üzere yeni bir tüzük ve prog­ dar paylaşımında Atatürk'ün karizma­
ram tasarısı hazırladı ve parti-devlet sını gölgeleyecek gelişmelerin önünün
özdeşliğini savundu. Hazırladığı prog­ alınmasının yanı sıra, Türkiye'ye yö­
ram, bir parti programı olmaktan çok nelen İtalyan tehdidinin güncelleşme­
bir devlet düzeni programıydı ve bu si de rol oynamıştır. Recep Peker Tür­
niteliğinden dolayı da, programın te­ kiye'deki İtalyan ve Alman sempatile­
mel esasları 1937'de Anayasaya dahil rinin hamisi mevkiindeydi.
edilecekti. Faşizmin İtalya'da, Naziz­ Üç gün sonra da Parti Genel Baş­
min de Almanya'da kitleleri harekete kan Vekili İsmet İnönü, partiyi devlet
geçirmede sağladığı başarı ve başta si­ partisi olarak konumlandıran ünlü
lah üretimi olmak üzere endüstriyel bildiriyi yayımladı. Siyasî otorite dev­
üretimde kaydettiği aşamalar C H P let ve hükümet kavramlarında toplan-

kolektif istence denk düşen bir adlandır­ mama hikâyesinin alt-başhklannı oluştu­
malar toplamı olduğunu gösteren güçlü rurlar. Bütün bu sivil toplum nezdinde
bir işaret yoktur. Diğer bir deyişle, top­ karşılık bulamama hali, 1930'larm Kema-
lumsala bakışta devletin-bürokrasinin lizminin ulusal-popüler bir kolektif isten­
penceresi olarak Kemalizmin, bu mo­ ce denk düşen bir “adlandırmalar” topla­
mentte genel ya da popüler-ulusal bir ta­ mım örgü deyebil en genel bir entelektüel
hayyüle denk düşecek bir biçimde sivil ve moral önderlik kuramadığını ve dola­
toplumdan beslendiğini ya da karşılık yısıyla da hegemonik bir ufuktan mah­
bulduğunu düşünmeye imkân yok gibi­ rum olduğunu gösterir,8 Esasında, top­
dir. Nitekim, 1924’te Terakkiperver Cum­ lumsal bir rızayı örgütlemek, farklı top­
huriyet Fırkası’na, 1930’da Serbest Cum­ lumsal grupların ufkunu tek bir ufuk içe­
huriyet Fırkası'na gösterilen teveccüh ve risinde genelleştirmek ya da sivil toplum
nihayet 1950’deki ilk serbest seçimde De­ nezrinde karşılık bulmanın Kemalizm
mokrat Parti’nin zaferi, bu karşılık bula­ açısından öncelikli kaygılar olmadığı or-
K E M A L İ Z M V E h e g e m o n y a ?

di. Devlet başkanı île hükümet başka­ rulunda Adnan Menderes'i "psikopat"
nı bu otoritenin tek temsilcisi haline olarak nitelemesi yüzünden muhalefet
getirildi. Bildiri, bir anlamda partili si­ milletvekillerinin meclisi boykot et­
yaseti ortadan kaldırıyordu, çünkü melerine yol açtı. Buna İnönü ile iliş­
içişleri bakanlan CHP genel sekreteri, kilerindeki sürekli gerginlik de ekle­
valiler de C HP il başkanı yapılmıştı. nince Eylül 1947'de istifa etmek zo­
Bu görüşlerin sahibi Peker'in görev­ runda kaldı ve 1950'de öldü.
den alınması, aslında bir tür "fikrî ik­ "M illî Şef" deyimini ilk kullanan kişi
tidarda kendi zindanda" durumuydu. Peker'dir. Peker'e göre, milletçe üstün
Ortada fikrî ve ideolojik bir anlaş­ olabilmek için ulu bir şefin etrafında
mazlıktan çok, iktidarın Atatürk'ün kenetlenmek şarttır. "Isıtıcı, besleyici
şahsında odaklanm asını ö n le y ici ve alıp götürücü" vasıflarıyla şef, ulu­
"kontrolsüzlüklerin" önlenmesi, yani sun babasıdır. Nitekim, 1936'da ger­
bir iktidar paylaşımı tercihi söz konu­ çekleştirilen parti-devfet özdeşliğin­ 61
suydu. Aynı durum, Meclis başkanı den sonra Atatürk için en çok kullanı­
Kazım Özalp ve Başbakan ismet İnö­ lan sıfat, "şef" sıfatı olmuştur. Bayar'ın
nü'nün görevden alınmalarında da hükümet programım açıklarken M ec­
görülmektedir. lis genel kurulunda yaptığı konuşma
Peker, 1934-42 ydları arasında An­ "şef edebiyatının" en tipik örneğidir.
kara ve İstanbul'daki üniversite ve 1938'dekî olağanüstü C HP Kurulta­
yüksek okullarla Harp Akademisi'nde yında, Atatürk "Ebedî Şef," İnönü de
inkılâp tarihi dersleri verdi. İnkılâp "M illî Şef" olarak ilan edilmiştir.
dersleri, "hayattan alınan ilham"la ha­ "Disiplinli hürriyet" kavramı etrafın­
yatı dönüştürmeyi amaçlayan Kema­ da otoriter bir rejimin sözcülüğünü
list inkılâbı gençliğe öğretme ve bir yapan Peker, Yeni Türkiye'nin siyasî
"inkılâp şuuru" oluşturmak amacıyla rejiminin belirlenmesinde faşizm, Na­
Saraçoğlu hükümetlerinde dahiliye zizm ve komünizmin etkisini itiraf
vekilliği yaptı. Ağustos 1946'da çok eder, ancak bu ideolojilerden millet
partili dönemin ilk hükümetini kuran beraberliğini bozucu unsurlar ayıkla­
Peker, sert tutumu ve Meclis genel ku­ narak yararlanıldığını belirtir.

tadadır, Kemalizm, bizzat kendisinin de sinden mürekkep program-ideolojisini si­


ifade ettiği üzere, halka rağmen halk için vil toplum alanında karşılık bulacak ve
bir ideolojidir. ondan beslenecek bir biçimde tercüme et­
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, Ke­ meyi hep önemsemiştir. Nitekim, Kema­
malizm ya da Kemalizmin taşıyıcısı ola­ lizmin halkçılığı ve köycülüğü bu çerçe­
rak devlet-bürokrasi, kendi ufkuyla sivil vede değerlendirilebilir. Bu tercüme faali­
toplum arasındaki uçurumdan bihaber yetinin önemsendiğinin belirgin bir işare­
olmadığı gibi, bu uçuruma kayıtsız da de­ ti, bu uğurda profesyonel-kurumsal bi­
ğildir. Diğer bir deyişle, Kemalizmin or­ rimlerin oluşturulmasıdır. Halkevleri ve
ganik bir ideoloji olma yolunda ciddi hiç­ Köy enstitülerini, devletin toplumu gör­
bir niyet taşımadığım düşünmek olanak­ me biçimine ve onu ıslah etme fikrine si­
sızdır. Aksine, görünen odur ki, Kema­ vil toplumun katılmasını sağlama amacı
lizm radikal sekülarizm, etnisist milliyet­ taşıyan kurumlar olarak değerlendirmek
çilik ve otoriter-merkeziyetçilik üçleme­ pek de abartılı olmasa gerektir.9
K E M A L İ Z M

1931 ve 1935 C HP programları he­ ulustur" anlayışında ifadesini bulan,


men bütünüyle Peker'in ürünüdür. devlet karşısında ferde hiçbir Ö2 erk
1931 programının ruhunu ulusçuluk hareket alanı bırakmayan yekpare ka­
oluşturmuş, bu "ruh" eğitim-öğretim- rakterinin bulanık olmayan bir resmini
den sermaye-emek ilişkilerine kadar vermektedir. İç bütünlüğü korumak
her bölüme yansımış ve CHF'nin söy­ amacıyla, devletin örgütlerinin yanı
lemde totaliter, eylemde otoriter Tek sıra "ulusal olarak örgütlenmek," Pe­
Parti ideolojisinin omurgasını oluştur­ ker'in ana vurgularından biridir. Ata­
muştur. Peker,1935 CHF programında türk etrafında oluşturulan lider kültü,
yer aldığı şekliyle ulusçuluk ilkesini sosyo politik, ideolojik ve ekonomik
açıklarken, bu ilkeyi yalnızca parti de­ muhalefetin tasfiyesinin ulusal bir
ğil devlete de mal etme zarureti üze­ misyon olarak görülmesi, bütün va­
rinde durur. Nasıl cumhuriyetçi olma­ tandaşları resmî ya da potansiyel üye­
yan bir Türkiye düşünülemezse, ulus­ si olarak gören Tek Parti anlayışı, Ke­
çu olmayan bir Türkiye de düşünüle­ malist Tek Parti devletinin totaliter ka­
mez. ilerici hayat tarzının korunması rakterinin açık tezahürleridir.
için bu iki ilke de eşit derecede önem­ Milliyetçiliği, "milliyetçi Türkiye re­
lidir. Peker, anarşizm, Marksizm, fa­ jiminin Cumhuriyet Halk Partisi prog­
şizm, hilafetçilik ve beynelmilelcilik ramında nas haline gelmiş esasları"
akımlarına karşı ulusçuluğun Türkiye arasında zikreden Peker, "inkılâp ve
için taşıdığı "bütünleştirici” niteliği istiklal" kavramlarıyla tanımladığı Ke­
vurgular. Türk halkını korumak için, malist dönüşümün kökenlerini açıkça
Türkiye'nin kapılarını bu tür akım ve telaffuz etmekten kaçınır. Osmanlı
ideolojilere kapatacak ulusçu kilide, geçmişini reddederken, Türk tarihine
hem parti hem de devlet sahip olmalı­ referansını, "Türk ulusunun kanındaki
dır. Peker'e göre, ulusçuluk hem parti yücelik"le sınırlayarak tarih-dışı bir
hem de devletin akidesidir. (Peker, ulusçuluk tasviri yapar. Kan ulusçulu­
1935, 10). ğuna önem atfetmez görünürken sü­
Peker'in 1935 program açıklamala­ rekli olarak Türk ulusunun kanındaki
rı, Kemalİ2 min "devlet örgütlenmiş saflık ve yüceliğe atıfta bulunmanın

Netice itibariyle, zuhur etme dönemin­ da bu nedenledir ki, Kemalist ufuk-prog-


de Kemalizmin performasına dair söyle­ ramın taşıyıcı partisi ilk serbest seçimler­
nebilecek olan ortaya çıkmıştır. Sivil top­ de iktidarı bırakmak durumunda kala­
lumdan beslenmemiş ve bu alandan bir caktır.
karşılık görmemiş oluşu ve hakimiyetini
tesis etmede toplumsal rızanın örgütlen­ III. ______________
mesini önemsememesi, hepsinden önem­
lisi, ulusal-popüler bir tahayyüle denk CHP’nin 1950’de almış olduğu kesin ye­
düşen bir “adlandırmalar/çagırmalar” nilgi Kemalizmin birinci dönemim de ka­
toplamını örgütleyebilen genel bir ente­ patır. Aslında, bu durumu, bir yerde, Ke­
lektüel ve moral önderlik kuramayışı, malizmin sonu olarak bile görmek müm­
î930Tarın Kemalizmini hegemonik bir kündür. Çünkü, bilindiği üzere, bu tarih­
toplumsal ufuk olarak nitelemeyi imkân­ ten sonra tecrübe edilen genel siyası prog­
sız kılmaktadır.10 Nitekim, belki de tam ramlanıl hemen hiçbirinin başat ideolojik
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?

işaretlediği ikircikli tutum, Peker'in içinde tanımlamakta, böylece Kürt,


ulus oluşumunda, Atatürk'ün "ırk ve Çerkez, Laz, Pomak gibi Türk unsuru
menşe birliği" olarak ifade ettiği kan dışındaki etnik toplulukları sanal top­
birliğini, önemli bir unsur olarak gör­ luluklara indirgemekte ve "dış kay­
düğünü ortaya koymaktadır. Peker'e naklı telkinler" olarak soyutlamakta­
göre, Osmanlı imparatorluğu'nun du­ dır. Farklı etnik kökene sahip olanlar
raklama ve çöküş dönemlerinde, ya da olduklarını düşünenler ulusal
"...bozulması mümkün olmayan tek topluluğa katılamazlar; çünkü ulusal
bir şey, Türk kanı, bütün bu gürültüler topluluğun tek bir etnik kökeni vardır,
içinde temiz kalmıştı. Batı Türkleri bu o da Türklüktür. Aynı düşünceler, M e ­
çöküntü içinde kanının arılığını koru­ denî B ilg ile r kitabında Atatürk tarafın­
du ve sakladı. Dünyaya Batılılık Örne­ dan da dile getirilmiştir. Peker, Hıristi­
ği gösteren Osmanlı ordusunun yük­ yan ve Yahudi azınlık mensuplarının
sekliği, devlet idaresinin kötülüğüne dil ve ülkü birliğini benimsemeleri ha­ 63
rağmen, bu orduları yaratan bay Türk linde, C H P 'n in bunları bütünüyle
Ulusu'nun kanındaki yücelikten ileri Türk kabul edeceğini belirtmekte,
geliyordu." (Peker, 1984, 16). böylece hem ümmet hem de reaya
Bu sözler kan ulusçuluğu söylemini anlayışlarını reddetmektedir.
yansıtmakla birlikte, daha çok millî Sert ve otoriter kişiliğiyle, parlamen­
seciye teorisi bağlamında düşünülebi­ ter rejim karşısında "disiplinli hürriye­
lecek, dolayısıyla ırkçı olmaktan çok ti" Öne çıkaran ve "her şeyin devlet
etnîsist bir söylemin ifadesidir. Peker, için" var olduğu otoriter bir sistemin
İngiliz devrimîni Fransız devriminden erdemine inanan Peker, Kemalist ide­
ayırt eden unsurlar arasında, "iki ulus olojinin otoriter niteliğinin Atatürk dö­
arasındaki kan farkT’nı da sayar. Os- nemindeki formülasyonuna en büyük
manlı Devleti'nin küllerinden bir Türk katkıyı yapmış, doğru bildiği yolda tek
ulusunun doğmasını sağîayan faktör­ başına yürüyen bir "kesin inançIT'dır.
lerden biri, yine "kan vaziyetedir. Eğer Kemalist İnkılâbın bir ikinci ada­
Peker, ulusal kültürü yekpare bir mı varsa, üçüncüsü hiç şüphesiz Pe­
tarzda, ulus-halk-etni-kültür Özdeşliği ker'd ir.

adlandıran!, 1930’larda olduğu gibi, Ke­ edilmeye çalışılan bu müphemlik, Kema-


malizm olmayacaktır. 1950Teri Kemaliz- lizme dair önemli bir saptamayı zorunlu
min sonu olarak nitelendirirken kastedi­ kılar. Bütün devamlılığına rağmen, Kema­
len budur; yani, Kemalizmin genel bir lizmin genel seyrinde temel bir kopukluk
siyasî programın başat ideolojik adlandı­ söz konusudur: görece sistem atik bir
ran! olma halinin sonu. 1950 sonrasında siyasî programı sabitleyen bir adlandırma
Kemalizmin seyrine dair bu tereddüt ve olmakla, 1950 sonrası belli başlı bütün
sınırlama önemli, çünkü, genel bir siyasî siyasî programların başvurduğu genel bir
programın ideolojik adlandıranı olma ka­ gösteren olmak arasındaki bir kopukluk.
biliyetini yitirmiş olmakla birlikte, Kema­ Bu kopukluk-devamlılık durumu açıklan­
lizmin 1950 sonrası Türkiye siyasetinde maya muhtaçtır.
b ir gen el gûsleren olara k mevcudiyetini işaret ettiği siyasî programın buharlaş­
devam ettirdiği kesindir. Kemalizmin masına rağmen Kemalizmin bir genel
1950 sonrası akıbetine dair olarak işaret gösteren olarak mevcudiyetini devam et-
K E M A L İ Z M

Falih Rıfkı Atay özel kalemi (1914) olarak çalıştı. Birin­


ci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Falih
HANDE ÖZKAN Rıfkı IV. Ordu Karargâhında Cemal Pa-
şa'nın yanında yedek subay olarak gö­
rev yapmak üzere Suriye ve Filistin'e
gitti. (1914-1917). A te ş ve Güneş
(1918) ve Zeytindağı (1932) isimli eser­
lerinde bu yıllara ait anılarını anlatmak­
tadır. Falih Rıfkı savaşın son aylarında
İstanbul'a döndü (1917) ve önce Bahri­
ye Nazırı olan Cemal Paşa'nın Özel
Falih Rıfkı Atay'ın 1894 yılında İstan­
Kalem Müdür Muavini, sonra da Çarkçı
bul'da banlayan yabamı 1971 yılında
Mektebi'nin edebiyat öğretmeni olarak
64 aynı yerde son buldu. Rehber-i Tahsil
çalıştı (1918). Mütareke döneminde
Rüştiyesi'nde, Hüseyin Cahit Yalçın'ın Kazım Şinasi (Dersan), Ali Naci (Kara-
müdürü olduğu Mercan İdadisi'nde ve can) ve Necmettin Sadık (Sadak) ile bir­
Darülfünun Edebiyat Fakültesi'nde likte Akşam gazetesini kurdu ve 1926
okudu. Yazı hayatına 1911 yılında Ser­ yılma kadar yazdığı makalelerde Millî
veti Tunun, Tecelli ve Kadın dergilerin­ Mücadele hareketine karşı olanları sert
de yayımlanan şiir ve kısa nesirleriyle bir dille eleştirdi. Bu nedenle idam iste­
başladı. Gazeteciliğe geçişi ise 1913 yı­ miyle tutuklanıp Divanı Harbe verildiy­
lında Tanın gazetesinde "İstanbul mek­ se de İnönü zaferinden sonra kurtuldu.
tubu" başlığı altında yazdığı cumartesi Yine bu dönemde Şair, N e d im , Yeni
sohbetleriyle oldu. Bu dönemde ayrıca M ecm ua ve Büyük M ecm ua gibi dergi­
Bab ıâli M ektubi Kalem i'nde kâtip lerde yazılar yazdı. Y e n i M e c m u a
(1913) ve daha sonra Dahiliye Nezareti 1917-1923 yılları arasında Türk Ocağı
Kalem-i Mahsusu'nda Talat Paşa'nın tarafından çıkarılmış ancak Mütareke

tirmesine yol veren, diğer bir deyişle. Ke- neredeyse 1990’lara kadar, Türkiye siya­
malizmi bir kopukluk-devamlılık belir­ setinin asgari zemini olmuştur. Bütün bu
sizliğiyle donatan, CHP'nin 1950 seçimle­ dönem boyunca boy veren temel siyasî
rinde aldığı yenilginin Kemalizmin ve programlar bu asgari zeminin üzerine bi­
onun dayandığı bütün kurumsa! ve ente­ na edilmiştir. Bu durumun anlamı şudur:
lektüel geleneğin genel ve toptan bir ye­ Türkiye modernleşmesinin 1930'lardaki
nilgisi olmamasıdır. Görünen odur ki, özel yorumu olarak Kemalizm değil, an­
Kemalizmin içinden boy verdiği gelene­ cak Türkiye modernleşmesinin Kemaliz­
ğin stratejik hedefi olan ve hiç şüphesiz min bu özel yorumundan bağımsızlaşmış
Kemaiizmi önceleyen Batılı, ulusal ve se- genel akideleri, geçerliliklerini 1950 son­
küler bir devlet/toplum inşa etme işinin rasına taşımıştır. Tersinden söylemek ge­
kabası, diğer bir deyişle, kurumsal boyu­ rekirse, 1950'yle birlikle yenilen ya da ge-
tu, CHP iktidarı bırakmazdan önce aşağı çersizleşen Batılı, ulusal ve seküler bir
yukarı tamamlandığı gibi, bundan da devlet-toplum fikrine denk düşen Türki­
önemlisi, “Baııh-ulusal-seküler bir devlet- ye modernleşmesinin genel patikası değil,
toplum” fikri. Tek Parti iktidarının niha- fakat bu genel patikayı, radikal bir sekü-
yetlenmesinden sonra uzunca bir dönem. larizm, kültürel homojenliği öneren etni-
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?

ve Millî Mücadele dönemlerinde kapa­


tılmıştı. Falih Rıfkı, 1 Ocak 1923 tari­
hinde Hamdullah Suphi Tannöver, Ziya
Gökalp, Yakup Kadir Karaosmanoğlu,
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Necmettin
Sadık Sadak, Avram Galantİ ve Ahmet
Ağaoğlu'nun da katkılarıyla dergiyi ye­
niden yayımlamaya başladı. B ü y ü k
M ecm ua ise, 1918 yılının karamsar si­
yasal ortamında birçok farklı görüşten
yazarın Sabiha ve Zekeriya Sertel'in
öncülüğünde halkı cesaretlendirmek
amacıyla çıkardığı bir dergiydi. Falih
Rıfkı Millî Mücadele'nin başlarında An­ 65
kara'ya geçerek Mustafa Kemal'in gü­
venini kazandı ve 1923-1938 yılları
arasında Çankaya'da Mustafa Kemal'in
yanında kaldı. Millî Mücadele sonrası Falih R ıfkı Atay\ Kem alizm in önem li
orta katm an aydınlarından veya
Mustafa Kemal'in isteğiyle II. Büyük
vıügerizatorlerindendir. Otoriter bir
Millet Meclisi'ne Bolu'dan milletvekili Kem alizm yorum u artynış, dem okrasi
seçildi (1922), daha sonra da uzun yıl­ fik rin e hep şüpheyle yaklaşm ıştır.
lar Ankara m illetvek illi olarak
TBMM'de görev yaptı. Ardından H a k i­ Iında Mustafa Kemal'in isteğiyle Zekeri­
m iyeti M illiye , U lus ve M illiye t gazete­ ya Sertel ve Hakkı Tarık Us'un yanında
lerinde başyazılar ve kendi kurduğu H akim iyeti M illiy e gazetesinin iyileşti­
D ü n y a gazetesinde de başyazı, fıkra, rilmesine yönelik projede yer aldı. La­
sohbet ve anılarım yayımladı. 1924 yı- tin alfabesine geçiş sürecinde Dil Encü-

sist bir milliyetçilik ve her şeyi içine alıp, leri göstermeye başlamıştır. Nitekim, bir
hiçbir şeyi dışarda bırakmak istemeyen noktadan sonra, Kemalizm yerine daha
bir devlet-bürokrasi fikrinden oluşan da­ gevşek ve daha az sistematik bir fikirler
ha özel bir patikaya dönüştürmek isteyen setini ifade eden Atatürkçülüğün kulla­
Kemalizmdir. nılmaya başlaması bu dönüşümle ilgili
Ancak kabul etmek gerekir ki. bu ye­ olsa gerektir.11
nilgi Kemalizmin kategorik iptaliyle de­ Türkiye modernleşmesinin genel birta­
ğil, ’Kemalizmce gösterilenin dönüşü­ kım prensiplerine işaret etmeye çekilerek
müyle sonuçlanmıştır. Görünen odur ki, daha mütevazı ve genel bir ideolojik ko­
1950 sonrasında aldığı yenilgiyle birlik­ numu işaretlemeye başlaması, Kemaliz-
te, Kemalizm, 1 9 3 0 ’larda işaret ettiği min 1950 sonrası hakkında konuşmayı
kapsamlı bir ıslah ve inşa programından, adeta imkânsız kılmaktadır. Bu imkânsız­
genel bir “Batılı-ulusal-seküler devlet- lık haline yol veren şudur: Kemalizmin
toplum" fikrine doğru çekilmiş ve siste­ çekilmiş olduğu modern, ulusal ve sekü-
matik olarak tarif edilmiş bir fikirler seti­ ler bir devlet/toplum fikri Türkiye siyase­
ne işaret etmek yerine, Türkiye siyaseti­ tinin asgari zeminini tayin ettiği ölçüde,
nin asgari zeminini tarif eden genel ilke­ bu asgari zem inde sahne alan bütün
K E M A L İ Z M

meni'nde çalıdan Fatih Rıfkı yaşamı bo­ diğimiz şey, bizim işimize yarayacak
yunca CHP'nin savunucusu oldu; 1930 ihtilalci terbiye ve İnkişaf metotlarıdır."
yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fır­ (Atay, 1935) Falih Rıfkı'nın 1930'lu yıl­
kasını eleştirdi, çok partili yaşama ge­ larda yazmış olduğu bu satırlarda dik­
çildiğinde CFHP'yi savunmayı sürdürdü kat çeken komünist ve faşist rejimlere
ve 1950 yılında DP iktidara geldiğinde yönelik vurgu, kendi sözlerinde belki
muhalefete geçerek U lu s gazetesinde de en iyi ifadesini bulmaktadır. Kema­
DP'yi eleştiren yazılar yazdı. lizm, Falih Rıfkı'nın gözünde faşizm ya
Falih Rıfkı Atay gazeteciliğinin yanı da komünizm gibi bir ideolojidir. Üste­
sıra, bir edebiyatçı olarak ve gezi yazı­ lik henüz bitmemiş "yürüyen, kımılda­
larıyla tanındı. Son derece kıvrak ve yan, arayan, canlı ve oynak bir ihtilal­
akıcı bir dille yazdı. Devrin önemli dir" (Atay, 1932), Ancak bu dinamizm,
isimlerinden ve farklı dönemlerde bir­ bu bitmemişlik aynı zamanda bir tehli­
likte çalıştığı Zekeriya Sertel anılarında ke unsurudur Kemalizm için, işte bu
Falih Rıfkı'yt Türkiye'nin "en zeki, en nedenle Falih Rıfkı ısrarla Kemalizmin
kabiliyetli edip ve yazarlarından biri" sistemleştirilmesi gerektiğini vurgula­
(Sertel, 19771 olarak anlatır. Falih Rıf- makta; İdeolojisi ciddi bir biçimde ya­
kı'nın gerek siyasî yazılarında, gerekse pılmadığı sürece Kemalizmin her yöne
gezi yazılarında tartıştığı en temel me­ çekilebileceğinden korkmaktadır. "Biz­
sele Türkiye'nin Batılılaşması ve Ata­ de ara sıra gördüğümüz bu kargaşalık,
türk devrimlerinin yayılması ve korun­ programımız olmamasından, hatta ek­
ması oldu. sik olmasından değil, Kemalizmin ide­
olojisinin yapılmamasından, her tarafa
çekilebilir müphem ve umumi esaslar
“K E M A L İZ M T Ü R K İ Y E 'Y E M A H S U S T U R "
bir takımlarının hoşuna gitmesinden-
"Biz ne komünistiz; ne faşistiz: Kema- dir." (Atay, 1932)
listiz. Bizim Rusya'da ve İtalya'da sev­ Falih Rıfkı bu endişeyi dile getirdi-

siyasî programlar bir kısmıyla Kemalist- nuşmak güçleştiği gibi, Kemalizmin bu


Atatürkçü olmuşlardır ve bu itibarla da, dönemdeki performansına dair yapılacak
Kemalizm bir "her şeyi ve hiçbir şeyi im­ bir çözümleme de ancak “aşırı bir yo­
leyen”, bir “her yerde mevcut, mevcut-ol­ rum" olabilir gibi görünüyor. Ortada
mayan" özelliğini kazanmıştır. Bizzat üzerine konuşulabilir müşahhas bir Ke­
mevcudiyetine işaret etmek güçleşmiş ol­ malizm olmadığından, Kemalizmin 1950
makla birlikte ve belki de tam da bu yüz­ sonrasında hegemonik bir ideoloji per­
den, Kemalizmin hayaletleri artık Türkiye formansını gösterip gösteremediği, ilk
siyasetinin her yanındadır. Doğrusu, bü­ bakışta anlamsız ya da içinden çıkılmaz
tün bu halinin, şöyle ya da böyle halen sı­ bir sorudur. Ne var ki, bir hayalet durum
nırlanabilir, işaret edilebilir bir nesnelliğe olarak da olsa, devam eden mevcudiyeti,
denk düşüyormuşçasına Kemalizm üzeri­ Kemalizmin 1950 sonrasında hegemonik
ne konuşmaya devam etmek yerine, Ke­ bir performans gösterip gösıermediği so­
malizm hakkında konuşmaktan vazgeç­ rusunun tümüyle iptal edilemeyeceğini
meyi daha makul ve cazip kıldığını kabul gösterir. Bütün bu belirsizlik durumunda
etmek gerekiyor. Kemalizmin performasına dair halen ge­
1950 sonrası muhtevası üzerine ko­ çerli bu soruyu cevaplamak için başvuru-
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?

ğinde yıl 1932'dir, ancak arzuladığı bu (Atay, 1932) Nasıl faşizm İtalya'nın,
ideoloji hiçbir zaman net bir biçimde komünizm de Rusya'nın kendine has
oluşmamış olmalı ki yıllar sonra 1965 koşullarının bir sonucu olarak ortaya
yılında yazdığı İn a n ç adlı kitapta, her çıkmışsa Kemalizm de Türkiye'nin
partinin Atatürkçü olduğundan, ancak koşullarının bir ürünüdür. Falih Rıfkı
bu sis perdesinin altında gerçek varlık­ bu tezini Kemalizmin pragmatik yü­
larını ve emellerini gizlediğinden şika­ züyle ilişkilendirmektedir. Zaman za­
yet etmektedir. Sonraki yıllarda Ata­ man komünizm ve faşizmi de "hayat
türkçülüğü anlatan kitaplar yazması da denen korkunç realitenin bağrından
hiç şüphesiz bu endişenin ve hayal kı­ sökülmüş fik irlerin kalıbı" (Atay,
rıklığının bir sonucudur. Falih Rıfkı'nın 1932) olarak tanımlasa da bu vurgu
1950'lerde ve 1960'larda yazdıkları Kemalizm bahsinde çok daha yoğun
kaygan bir zeminde takıIıp kalan ve bir biçimde yer almaktadır: "Mosko­
farklı aksesuarlarla ber amaca uyduru­ va'da kitap hayatı, bizde hayat kitabı 67
lan bir giysi halini alan gerçek Atatürk­ zorlamıştır." "Nazariye ezbercisi de­
çülüğü anlatmak, öğretmek ve koru­ ğil, hayat ve realjte adam larıyız."
mak ister gibidir. (Atay, 1932)
Peki Falih Rıfkı'nın gözünde Ata­ Falih Rıfkı, Mustafa Kemal'i ve onun
türkçülük nedir? O öncelikli olarak düşüncesini İncelerken temelde hep
Kemalizmin Türkiye'ye özgü bir ide­ yozlaşmış ve kokuşmuş olan eskinin
oloji olduğunu vurgulamaktadır. Top­ karşıtı olan genç ve yeni millî devlet
lumsal örgütlenme toprağa bağlı ola­ teması üzerinde durmuştur. Mustafa
rak gelişmektedir: "içtimai organizas­ Kemal ve onun Cumhuriyeti T91 ö'in
yon demek, insanların hayatını, mu­ karanlığında doğmuş olan bir güneştir
ayyen bir toprak parçasında ve muay­ adeta ve Kemalizmi muhafaza etmek
yen bir devirde tanzim eden en uy­ için yapılması gereken en önemli İş
gun müesseselerin hepsi demektir," "Kemalizmin Türk ve Türkiyeci, müs-

lacak makul bir yol, meseleye Kemaliz­ zen"i, ne de 1980’krin “Çağ Atlamacılı-
min hegemonikliği açısından bakmak ye­ gı" esas olarak Kemalist ya da Atatürkçü­
rine, bu dönemde hegemonik olmuş ide- dür.13 Diğer bir deyişle, toplumsal rıza­
oloji-programlarm Kemalistliği açısından nın örgütlenmesi üzerinden ve ulusal-
bakmak olabilir. Meseleye bu açıdan ba­ popüler bir tahayyüle denk düşecek bir
k ıld ığ ın d a , so n u ç o rtad ad ır: tıpkı adlandırmalar/çağırmalar toplamı olduğu
1930’lardaki gibi, 1950 sonrasında da, öne sürülebilecek bu programların hiçbi­
Kemalizmin hegemonik bir ideoloji ol­ rinin başat sabitleyeni Atatürkçülük/Ke-
duğunu gösteren güçlü bir işaret yoktur. nıalizm olmamıştır.13
Bu aşırı yoruma imkân veren tespit şu­ Başat sabitleyeni Atatürkçülük görü­
dur: 1950 sonrası Türkiye siyasetinde nen 1960 ve 1980 darbe programları ise
popüler-ulusal tahayülleri örgütlemiş gö­ oldukça kısa bir zaman zarfında, popü­
rünen belli başlı programların esas sabit- lerliği kuşku götürmeyecek iki programa
leyeni Kemalizm olmamıştır. Sırasıyla yerlerini bırakmışlardır. Bu durum, bu
söylersek, ne 1950’lerin “Yeter, Söz Mille- iki programın hegemonik kapasitesinin
ıindir'’i, ne 1960’ların “Büyük, Kalkman sınırlarını göstermektedir. İlkinde kentli
Türkiyesi”, ne 1970’lerin “Halkçı Dü- yeni sınıfların popüler desteğini arkasına
K E M A L İ Z M

takil ve istiklalci karakterine candan rek faşizmin gerekse komünizmin oto­


bağlı kalmak"tır (Atay, 1932). Her tür riter disiplin mekanizmalarından etki­
irredantizmin reddidir bu anlayış. Ona lenmiş; bu ideolojilerin yeni insan ya­
göre Mustafa Kemal'in cumhuriyeti la­ ratma yolunda kitleleri harekete geçir­
ik millî bir devlettir. Nitekim Falih Rıf- menin ve eğitmenin tek yolu olduğuna
kı Kemalizmin en büyük düşmanını inanmıştır. Falih Rıfkı'nın 1930'lu yıl­
şeriatçılık olarak görmektedir. Hatta larda yazdığı yazılar sert bir parlamen­
Osmanlı mirası diye bîr şey de söz ko­ ter demokrasi eleştirisiyle doludur. İtal­
nusu değildir ve "kırtasiye ve maaş ya'da Fransız demokrasisinin mümkün
imparatorluğunun" sona erişini kutla­ olamayacağım açıklarken, milletleri
mak gerekmektedir. Mustafa Kemal'in zayıflatan bir prensip, demokrasi bile
devrimlerinîn Falih Rıfkı'nın gözünde­ olsa doğru değildir demekte ve daha
ki önemi tek bir sözcükle özetlenebi­ da ileri giderek milletlerin zaman za­
lir: Batılılaşma. Modern bir devlet ay­ man bir diktatöre ihtiyaç duydukları
gıtından harf devrimine, otoriteryen görüşünü savunmakta, güçlü bir devlet
terbiye metotlarından laisizme ve hat­ kavramını benimsemektedir. Nitekim
ta faşizm ve komünizm övgüsüne her İtalyan faşistlerini Kuvayı Milliyecilere
yenilik, temelde Batılılaşmaya yönelik benzetmekte, sınıf farklılıklarını orta­
bir adımdır. dan kaldıran korporatist ekonominin
Türkiye'de de uygulanmasının gerekti­
ğini savunmaktadır.
_______ MOSKOVA VE ROMA
"Faşizm, mevcut sınıfların şiddetli
Moskova ve Roma; bu iki sözcük belki ve müzmin kavgasını men etmeğe ve
de Atatürkçülükten sonra Falih Rıf- uzlaştırmağa çalışıyor: Kemalizm, he­
kt'nın kelime dağarcığında en ön sıra­ nüz sınıf kavgası doğmamış bir yurtta,
da yer almaktadır. Birçok Türk aydını demokrasi salgınlarının yerleşmesini
ve siyaset adamı gibi Falih Rıfkı da ge­ menedecektir. Bizde şimdilik iki sınıf

alan sanayi burjuvazinin tarım ve ticaret temel bir belirsizlik içerir. Esas sabitle-
burjuvazisiyle olan çatışmasını sanayi yenlerinden birisi Atatürkçülük olan bu
burjuvazisi lehine düzenleyen, İkincisin­ darbe programlarının her ikisi de, esas
deyse genel olarak Türkiye burjuvazisi­ sabitleyenleri arasında Atatürkçülük ol­
nin emekçi sınıflarla olan çatışmasını mayan hegem onik iki programa eşik
burjuvazi lehine sonuçlandıran bu iki oluşturmuştur.
müdahale, dügümleme/sabiileme nokta­ Öte yandan, 1950 sonrasının hegemo-
sını A tatürkçülüğün oluşturduğu dar nik üç programın Kemalizmle olan iliş­
darbe programlarıyla hegemonik olama­ kisinin aynı kıvamda olmadığını da be­
mış ya da olmaya devam edememiş, di­ lirtmek gerekir. Açıktır ki, bu program­
ğer bir deyişle geleceği vaat edememiş­ ların her biri Kemalizmle farklı geçitler
ler, ancak düğümleyen/sabitieyen unsu­ üzerinden köprü kurmuştur. Yine de,
run Atatürkçülük olmaktan çıktığı iki kabul etmek gerekir ki, bu programlar
hegemonik program-ideolojiye (büyük arasında, Kemalizmle en “yakın” müna­
ve çağ atlayan Türkiye programlan) ge­ sebet kurmuş görünen 1970’lerin halkçı­
çiş sağlamışlardır. Bu itibarla, bu iki dar­ lığı bile, Kemalizmle ancak özel bir “ye-
be programının h eğem on iki iği meselesi n id en -can lan d ırm a” üzerinden ilişki
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?

vardır: Garplı ve şarklı sınıf. Biz bü­ Rıfkı, 1960'lara gelindiğinde Kemalİz­
tün sınıfların garplılaşmasını, fakat mİn bir demokrasi ve hürriyet savaşı
garp memleketlerindeki sınıfların has­ olduğunu, Mustafa Kemal'in diktatör
talıklarını almamalarını istiyoruz." lafını duymaktan bile rahatsız olduğu­
(Atay, 1932) nu anlatmaktadır. 1930'larda överek
Bu satırlar Falih Rıfkı'nın Kemalizmİ- bahsettiği, sanıldığı gibi kızd bir ce­
nin ana ekseninin Batılılaşma hedefi hennem olmadığını ortaya koymaya
olduğunu bir kez daha hatırlatmakta­ çalıştığı Sovyetler Bİrliği'nin yerini
dır. Komünizm sınıf mücadelesi ilkesi­ 1960'larda çok farklı ve olumsuz bir
ne dayandığından Falih Rıfkı'nın (ve Sovyetler Birliği resmi almaktadır. Bu
Kemalİzmİn) benimsediği "sınıfsız, im­ değişimde hiç şüphesiz 1960'larda
tiyazsız toplum" anlayışıyla çelişmek­ Türkiye'de ivme kazanan sol hareket­
tedir elbette. Ancak Moskova'nın Ke­ lerin Falih Rıfkı'da yarattığı endişenin
malizm için taşıdığı en büyük önem, ve rahatsızlığın etkisi büyüktür. Sosya­ 69
kitlesel bir Batılılaşma hareketi olması­ lizmin sadece gelişmiş Batı ülkelerinde
dır. Bir kült olarak şefin varlığı, propa­ Özgürce yaşayabildiğini, Doğu'da ise
ganda ve "yığın sanatları" bakımından üniformalı bir sosyalizmin ortaya çıktı­
son derece zengin bir kaynaktır Mos­ ğını düşünen Falih Rıfkı bir kez daha
kova'nın başardıkları. Batılılaşma konusundaki ısrarını ve ha­
Falih Rıfkı'nın 1930'lardaki yazıla­ yal kırıklığını vurgulamaktadır. Ata­
rındaki göndermeler genelde bu iki si­ türkçülük düşüncesini Cumhuriyet'in
yasa merkezine yönelik övgülerle do­ ilk yıllarında disiplin ve otorite temala­
luyken 1960'lara gelindiğinde yazarın rı üzerinde inşa eden Falih Rıfkı,
söyleminde kayda değer bir değişim 1960'lara gelindiğinde demokrasi ve
göze çarpmaktadır. 1930'larda parla­ hürriyet sevdalısı bîr İdeolojiden bah­
menter demokrasiyi eleştiren, diktatör­ setmektedir. C H P'ye olan inancı ise
lerin gerekliliğinden dem vuran Falih eskiden olduğu gibi güçlüdür.

kurmuş ve Kemalizmi başat sabitleyen


___________________ IV___________________
olarak kullanmamıştır. Takdir etmek ge­
rekir ki, 1 9 7 0 ’lerin H alkçı Dazetti’nin Kemalizmin bîr “her şey ve hiçbir şey” ol­
halkçılığıyla 1930’ların Kemalizminin ması ve buna bağlı olarak da, “somut ve
h a lk çılığ ı arasında b en zerlikten çok genel bir siyasi programın başat ideolojik
farklılık vardır. 1970’lerin halkçılığının, sabitleyeni olmama hali” aşağı yukarı
1930’larda olduğu gibi, egemenliğin kay­ 1990’lara kadar devam edecektir. Bilindi­
nağı olarak ulusun çıkar çatışması içeri­ ği üzere, doksanların ortalarından itiba­
sinde olmayan yekpare bir topluluktan ren bu durum değişecek ve Atatürkçülük
oluştuğu fikrine gönderme yapan korpo- olarak Kemalizm, kısmen 1930’lardakine
ratist bir halkçılık olmayıp, kapitalist bir benzer bir biçimde, yeniden, ancak bu
ulusal pazarın gelişmesi ve kentlerin bü­ kez hemen hemen tamamıyla Atatürk
yümesiyle mümkün olan modern çatış­ sembolizmi üzerinden, devlelin esas ak­
ma biçimlerinden mustarip olma koşul­ tör olduğu sistematik bîr inşa ve ıslah
larında adalet nosyonuna işaret eden bir programının ideolojik sabi deyenlerinden
halkçılık olduğunu iddia etmek müm­ biri olacaktır.
kün görünmektedir.14 Astında, Kemalizmin tarihsel seyri açı-
K E M A L İ Z M

sındart bakıldığında, doksanlı yılların ol­ fikrinin sosyolojik ve siyasî manada güç­
dukça “tutarsız” bir momente denk düş­ len düşmesi Kemalizmin -kayda değer
tüğünü teslim etmek gerekir. Pek iyi bi­ bütün ideolojiler için bir vazgeçilmez
lindiği Üzere, 1990’ların sonuna doğru olan- “geleceği vaat etme" kabiliyetini za­
kanlı canlı bir ideoloji-program olarak yıflatırken, beri yanda da, anılan bu top­
karşımıza yeniden dikilmezden hemen lam sürece karşı gelişen tepkilerden olu­
önce Atatürkçülük-Kemalizm, aşağı yu­ şan bir genel refleks Kemalizme yeniden
karı en zayıf anlarından birisini yaşamak­ kan vermeye başladı. Diğer bir deyişle,
taydı. Ancak, en zayıflamış göründüğü bu doksanlarda karşısına dikilen güçlü di­
anda, Atatürkçülük-Keuıali2m yeniden, renç, modem, sektiler ve ulusal Türkiye
hem de hiç hafife alınmayacak bir biçim­ fikrini yeniden canlandırdı. Nitekim, bü­
de ve aşırı bir sembolizm15 üzerinden gö­ tün askerî ve devletlu niteliğine rağmen
rünür oldu ve değinildiği gibi, bununla 28 Şubatı hafife alınamayacak bir popü-
kalmayıp, genel bir siyasî programın ba- ler-siyasî destekle donatan da bu sürecin
70 şat ideolojik sabitleyenlerinden biri oldu, ta kendisidir; ya da bütün bu sürecin
İlk bakışta tutarsız görünen bu durumun Türkiye’nin modernlik serüveninin esası­
açıklanması için, yeniden Kemalizmle na ilişkin olarak cereyan etmesiyle bağ­
Türkiye modernleşmesi arasındaki ilişki­ lantılıdır.
ye dönmek gerekiyor. Bu noktada kritik olan şudur: modern,
Yukarıda aktarıldığı üzere, 1950 sonra­ seküler ve ulusal Türkiye fikri, kendisini
sında Atatürkçülük/Kemalizm Türkiye aşındıran bu surece tepki olarak yeniden
modernleşmesinin stratejik hedefi olan canlanırken, gerek temel toplumsal sınıf
modern, ulusa! ve seküler bir devlet-top- ya da aktörlerin organik bir ideoloji örgüt­
lum fikrine çekilmiş ve adeta onunla öz­ lemekteki kifayetsizlikleri, diğer bir deyiş­
deşleşmişti. Oysa, bütün bir doksanlar le, ortada bu tepkiyi anlamlandıracak en­
boyunca Türkiye’nin tecrübe ettiği genel telektüel ve mora! bir önderliğin mevcut
siyasî, kültürel ve iktisadi süreç tam da olmayışı ve gerekse de, anılan bu tepkiyi
bu stratejik hedefin her üç ayağını birden kışkırtan, genelleştiren ve örgütleyen esas
zayıflatan bir toplam süreç olarak yaşan­ unsurun askerî bürokrasi oluşu, modern,
dı. Bir yandan, siyasal Islâm’ın yükselişi seküler ve ulusal Türkiye’nin “muhafaza­
ve Kürt direncinin ayrılıkçı bir programla sı" programının başat ideolojik sabitîeyen-
bütünleşme eğiliminin güçlenmesi, öte lerinden birinin Atatürk sembolizmi ol­
yandan, SSCB’nin çöküşü, Körfez Savaşı, masına yol açtı ya da bunu kolaylaştırdı.
küresel bir ekonomi ve siyasetin usul Dolayısıyla, Atatürkçülük/Kemalizm bu­
usul güçlenmesiyle oluşan yeni ‘uluslara­ gün otuzlarda arz etmiş olduğu bir özelli­
rası’ ortama uyum sağlama sancısı, hep ği yeniden arz eder görünmektedir: genel
birden, Türkiye modernleşmesinin asgari bir siyasî programın başat ideolojik göste­
zeminini oluşturan sacayaklarını sarsar reni olmak. Ne var ki, Atatürkçülük/Ke­
oldu. Çünkü, bütün bu gelişmeler, üzeri­ malizm bugün, otuzlarda sahip olmadığı
ne aşağı yukarı genel bir uzlaşmanın ol­ bir özelliği daha arz eder gibidir. Görünen
duğu Batılı, seküler ve ulusal bir Türkiye odur ki, Atatürkçülük/Kemalizm bugün
projesini aşındırma ihtimali arz ediyordu. daha önce sahip olmadığı bir performansı
Görünen odur ki, Atatürkçülük/Kema- sergiler olmuştur. Bugün, aşırı bir sembo­
lizm’in 1990’lardaki garip serüveni tüm lizm olarak Atatürkçülük/Kemalizm ve
bu devasa toplam süreçle alakalıdır. Bir işaret ettiği modern, seküler ve ulusal
yanda, Atatürkçülük/KemaÜzm’le özdeş­ Türkiye’nin “muhafazası” programı, esas
leşmiş olan Batılı, seküler, ulusal Türkiye olarak ordunun önderlik ettiği devlet bü-
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?

71

"Bugünkü manzaramız aşağı yukan bir dictatııre manzarasıdır. Vakıa bir meclis vardtr,
fa k a t dahil ve hariçte bize dictateur nazariyle bakıyorlar/,,,) Ben ise, millete miras
olarak bir istibdat müessesesi bırakm ak w tarihe o surette geçm ek istemiyorum."
(1930. Atatürk’ün Serbest Ftrka’mn kuruluşunu teşvik eden sözlerinden.)

rokrasisince örgütlenmekle birlikte, sivil göstermektedir? Atatürkçülük olarak Ke-


toplum nezdinde hacimli bir karşılık bu­ malizmin ilk kez hegemonik bir ideoloji
lan genel bir program haline gelmiş du­ niteliği kazanmış olduğunu mu? Belki!
rumdadır. Kabul etmek gerekir ki, bugün Sivil toplum nezdinde kayda değer bir
28 Şubat’la simgelenen bu program, İstan­ karşdık bulmuş olmasına ve toplumsal
bul’un büyük burjuvazisinden aît-orta sı­ onay üzerinden genelleşme yeteneğini
nıf kentlilere, pop yıldızlarından yüksek kazanmış görünmesine rağmen, Kemaliz-
yargıçlara, ev kadınlarından generallere, min hegemonik olup olmadığına ilişkin
Ege ya da Akdeniz köylülerinden İstan­ bu tereddütün kaynağını açıklamak gere­
bul’un yeni profesyonellerine açılan geniş kiyor. Aldığı toplumsal onaya rağmen,
bir toplumsal yelpazede karşılık bulmuş­ Atatürkçülük olarak Kemalizmin bugün
tur. Bu hal, Kenıalizmin tarihsel seyrinde entelektüel ve moral bir önderlik kurup
önemli bir dönüm noktasıdır. Anlaşılan kurmadığı ya da bir an için kurmuş oldu­
odur ki, Atatürkçülük olarak Kemalizm, ğunu varsayarsak bu önderliği devam et­
genel bir siyasî programın başat ideolojik tirip ettiremeyeceğinin oldukça belirsiz
gösterenlerinden biri olarak sivil toplum oluşu bu tereddütün esas sebebidir.
nezrinde ilk kez kayda değer bir karşılık Atatürkçülük olarak Kemalizmin akıbe­
bulmuştur. Keza, görünen odur ki, esas tine dair bu belirsizliğe mahal verense Ke­
olarak Kemalizm üzerinden düğümlenen malizmin doksanlarda yeniden canlandı­
bir temel siyasi program ilk kez kayda de­ rılmasında tayin edici olan modern, sekü-
ğer bir toplumsal onay üzerinden genel­ ler ve ulusal Türkiye’nin “muhafazası”
leşmekledir. programına genel bir restorasyon progra­
Bütün bu yeni hal ve performans neyi mının eşlik ediyor oluşudur. Diğer bir de-
K E M A L İ Z M

yişle, bugün sivil toplum nezrinde kayda duğudur. Açıktır ki, sırasıyla söylersek,
değer bir onay bulmuş görünen bu prog­ siyasal İslâm’ın ve em ik canlanmanın
ram, sökülme ihtimali güçlü, temel bir di- “pençesine" bırakılamayacak bir seküla-
kişlilikle “malûldür". Görünen odur ki, rizm ve ulusallık üzerinde uzlaşmalarına
bugün modern, seküler ve ulusal Türki­ rağmen, ulusallığın küresel bir iktisat ve
ye'nin muhafaza edilme projesi, Türkiye’yi siyasetçe aşındtrılmasına karşı çıkmak
soğuk savaş sonrasının küresel dünyasın­ ya da çıkm am ak bu gerilim in esasını
da oluşan yeni mevzilere uygun olarak oluşturmaktadır. Ne var ki, anılan bu ge­
restore etme projesine tegellenmiş durum­ rilimin telif edilip edilemeyeceği, edildi­
dadır. Mevcut halde, gereklilikleri farklı ğinde Kemalizmin bu günkü genel işa­
bu iki projeyi aynı anda işaret edebilmesi­ retleyen olma statüsünü koruyup koru-
ne rağmen, bugünün Kemalizminin bu yamacağı, geleceğin açıklığından kay­
özelliğini koruyup koruyamayacağı belir­ naklanan bütün belirsizliğe rağmen, bir
sizdir. Aşırı bir genelleştirme üzerinden muamma da değildir. Görünen odur ki,
72 söylersek, bu belirsizliğin esas sebebi, 20. İslâm’ın siyasal niteliği ve Kürt direnci­
yüzyılın başında pürüzsüz olarak bir araya nin ayrılıkçı programlarla bütünleşme
getirilen Batılı ve ulusal olma hallerinin,16 temayülü zayıfladıkça, Türkiye’nin 1990
21. yüzyılın başındaki beraberliğinin artık sonrası dünyada oluşan yeni mevzilere
gerilimli bir beraberlik haline gelmiş ol­ ve küresel iktisada uyum gösterecek bi­
masıdır. Diğer bir deyişte, bugün Batılı ol­ çimde restore edilmesinin gereklilikleri,
makla ulusal olmanın gereklilikleri arasın­ modern, seküler ve ulusal Türkiye’nin
da artık biTebir bir örtüşme durumundan muhafaza projesinin gerekliliklerinin
bahsetmek mümkün değildir. önüne geçecek ve anılan belirsizlik bu
Nitekim bu durum, bugünün Atatürk­ yeni duruma uygun olarak telif edilecek­
çülerinin garip heterojenliğinde de ken­ tir, Ancak bu yeni duruma uygun siyasî
disini göstermektedir. Bugün gözlenen, programı sabitleyen ideolojik adlandıra-
Atatürkçülüğü, laiklik ve ulusallık ekse­ mn esas olarak Kemalizm olup olamaya­
ninde ve (em peryalist-küresel) Batı’ya cağı ya da böylesi bir programın entelek­
karşıtlık üzerinden kodlayanlarla, laik­ tüel ve moral bir önderliğe denk düşe­
lik, ulusallık ve artık küreselleşmecilik cek bir adlandırmalar toplamını örgütle­
demek olan Batıcılığı bir arada kodla­ yip örgüt] eyemeceği, hiç şüphesiz, Tür­
mak isteyenler arasında, ileride nasıl çö­ kiye siyasetinin geleceğe açıklığınca ta­
züleceği belirsiz bir gerilimin mevcut ol­ yin edilecektir. □

DİPNOTLAR

1 Hegemonya kavramı, bu çalışma içerisinde, A. maya mahkum bir genelliği ya da evrenselliği


Gramsci'den E. Ladau ve Ch. Mouffe'a uza­ temsil etmesiyle alakalıdır. Açıktır ki, bu kada­
nan bir düşünsel devamlılık İçerisinde kavran­ rıyla, diğer bir deyişle, bir imkânsızlık olarak
maktadır. Bu kavrayışa göre, hegemonya ön­ toplumsalı mümkün kılan farklararası bir ek­
celikle bir söylemin ya da ideolojinin, toplum­ lemleme pratiğine sınırlı olarak hegemonya,
salı radikal bir açıklık olarak kuran farkların modern siyasetin ontolojisine içsel olup, bü­
ktmilerini (başka eklemleme girişimleri tara­ tün ideolojilerin neredeyse kaderidir. Bu du­
fından alt edilmeye müsait bir biçimde) ek­ rumda, hegemonik kapasiteleri itibariyle ide­
lemleyerek, belirgin bir biçimde bir grup ya olojiler, söylemler ya da toplumsal ufuklar
da sınıfa dair olmaktan, bunları temsil etmek­ arasında "halen" bir ayırım yapabilmek için,
ten kurtulmasıyla ve hep eksik ya da kısmi ol­ hegemonyanın toplumsala dair bir ufkun ulu-
K E M A L İ Z M V E H E G E M O N Y A ?

sal düzeyde bir popülerliği (eksik-) temsil ede­ gerekir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın
bilecek bir eklemlemeler toplamım becerebil- programı için bkz. M. Tunçay, T .C .'n d e Tek-
mesiyle, üstelik bu temsili toplumsal rızanın P a r t i Y ö n e t im in in K u r u lm a s ı (1 9 2 3 -1 9 3 1 ),
örgütlenmesi üzerinden gerçekleştirmesiyle Cem Yayınevi, İstanbul, 1981. Terakkiperver
de ilgili olduğunu eklemek gerekir. Diğer bir Cumhuriyet Fırkası hakkında daha genel bir
deyimle, peşinde olduğu adlandırmanın/çağır- değerlendirme için bkz. E. J. Zürcher, Terak­
manın kayda değer bir popülerliğe denk düş­ kiperver C u m h u riy e t Fırka sı, Bağlam Yayınla­
mesi ve zor yerine, esas olarak rızanın örgüt­ rı, İstanbul, 1992.
lenmesi üzerinden gerçekleşmesi, toplumsala Kemalist ulusçuluğun, ulusal topluluğu etnik­
dair bir ufkun hegemonik addedilebilmesi lik ekseninde tanımladığı ve bu itibarla da et-
için elzemdir. Hegemonya kavramına dair bu n is İst olduğuna dair kapsamlı bir çalışma için
kavrayışın döşendiği temel metinler için bkz. bkz. A. Yıldız, N e M u tlu T ü rk ü m D iy e b ile n e
A. Gramsci, P riso n N o te b o o k s, Lavvrence and Tü rk U lu sa l K im liğ in in ftno-5ekü/er Sınırları
VVishart, Londra, 1971; E. Ladau & Ch. Mouf­ (1919-1938), İletişim, İstanbul, 2001.
fe, H e g e m o n y and S o c ia list S tra te g y , Verso,
Londra, 1985; E. Laclau, N e w R e fle c tio n s on Bu devlet bürokrasi fikrini, bütün alakasına
th e R e v o lu tio n o f O u r T im e, Verso, Londra, rağmen Kemalizmin iktisadi devletçilik prensi­
1990; Ch. Mouffe "Hegemony and Ideology biyle karıştırmamak gerekir. Kemalizmin ikti­
in Gramscî", Ch, Mouffe (der.) Gramsci and sadi devletçiliği, esas olarak 1929 buhranına
M a rx is t T h e o ry , ftoutledge and Kegan Paul, bir cevap niteliği taşıyan konjonktürel bir
Londra, 1979. prensip olmasına karşın, Kemalizmin zuhur 73
etme momentinde ortaya çıkmış olmasına bi- --------—
2 CHF başkanının cumhurbaşbanı, başkan yar­ naen, Kemalizmin kurucu kanonu arasına ko­
dımcısının başbakan, genel sekreterinin içişle­ nan bir ilkedir. Oysa, hem 1927 öncesinde he­
ri bakanı ve il başkanlarının vali olmasını ön­ nüz rüşeym halindeyken ve hem de 1990’ların
gören düzenlemelerin akabinde, parti genel küreselleşme ortamında benimsediği iktisadi
sekreteri Recep Peker Türkiye Cumhuriye­ programlar, iktisadi bir devletçiliğin "Kema­
timin 'dünyadaki ilk parti-devleti' olduğunu lizm" açısından daha konjonktürel bir "pren­
duyurmuştur. Bkz. C. Koçak, "Siyasal Tarih sip" olduğunu gösterir. Cumhuriyet’in Büyük
(1923-1950)", Sina Akşin (der.), T ü rk iy e T a rih i Buhran öncesinde takip etmiş olduğu iktisat
IV Ç a ğ d a ş T ü rk iy e 1903-1980, Cem Yayınevi, politikaları için bkz. K. Boratav, T ü rkiye İktisa t
İstanbul, 1990. T a rih i 1908-198S, Gerçek Yayınevi, İstanbul,
3 Bunu, Avrupa'da mutlakıyetçi devletin ortaya 1988 ve Y. S. Tezel, C u m h u riy e t D ö n e m in in İk ­
çıkmasıyla başlayıp Fransız Devrimi'yle zirvesi­ tis a d i T a rih i (1923-1950), Yurt Yayınları, An­
ne ulaşan modern hükmetme biçiminin kuru­ kara, 1982.
luşu olarak da adlandırmak mümkündür. Kemalizmin, ama daha önemli olarak Türkiye
4 Burada önemli bir noktaya işaret etmek ge­ Cumhuriyeti projesinin, modemleşme-Batılı-
rekiyor. Kemalizmin alt ya da bertaraf ettiği laşma işinde esas ajanın saray ve saray bürok­
öteki eklemleme girişimleri, diğer bir deyişle, rasisi olmaktan çıkıp, orta-alt bürokrasi oldu­
öteki görme biçimleri, yukarıda aktarılan ğu bir momentte mümkün olmuş olması ol­
şimdi-geçmiş gerilim inde kategorik olarak dukça önemli bir duruma işaret eder. Hem
geçmiş düzlemine ait görme biçimleri değil­ Kemalizm hem de Cumhuriyet projesi, genel
di. Başka bîr ifadeyle, Cumhuriyet'! kuran ilkeler üzerinden konuşulursa, tepedenci ve
kadronun bütün iddialarına rağmen, Kema­ otoriteryan olmalarına rağmen. Türkiye mo­
lizmin altettiği görme biçimlerinin tümünün dernleşmesi açısından bakıldığında, siyasetin
“gerici" görme biçimleri olduğunu savunmak toplumsallaşma işinin daha derinleştiği bir
mümkün değildir. Kemalizmin altettiği gör­ döneme aittirler. Bu itibarla, siyasetin top­
me biçimleri arasında, Türkiye modernleşme­ lumsallaşması esprisinden bakılırsa, her ikisi
sinin sacayağını oluşturan merkeziyetçilik, de Türkiye modernleşmesinin görece daha
m illiyetçilik ve sekülarizm i Kem alizm den demokratik bir momentine denk düşerler.
farklı, daha mutedil biçimlerde eklemleyen Bağlı sınıfların rızasının örgütlenmesi üzerin­
ideoloji ve programların olduğunu kabul et­ den entelektüel ve moral liderliğin ele geçiril­
mek gerekir. Bunun anlaşılması için. Terakki­ mesi Gramsci'nin hassasiyetle üzerinde durdu­
perver Cumhuriyet Fırkası programının genel ğu bir meseledir. 1860'larda Italyan Birliği'nin
bir okuması bile yeterlidir. Böylesi bir oku­ sağlanmasıyla sonuçlanacak R iso rg im e n to ha­
manın göstereceği gibi, Kemalizmin altettik- reketini Fransız Devrimi’yle yapılan bir karşılaş­
leri arasında geçmişin kalıntıları olduğu ka­ tırma üzerinden çözümleyen Gramsci, köylülü­
dar,, merkeziyetçilik, milliyetçilik ve sekülariz­ ğün rızasının kazanmayı beceren Jakobenlerin
mi jakoben-inkılâpçı bir muhteveyla eklemle­ bu türden bir liderliği ele geçirmiş olmasına
meye muhalafet eden daha mutedil ve mu­ karşın, Italyan Birliği peşindeki Mazzini ve Ga-
hafazakâr bir eklemleme girişimi de vardır. ribaldi’nin bu türden bir rızayı örgütleyeni em iş
Ne var ki, Türkiye liberallerinin zaman za­ olduğunu ve dolayısıyla, (talyanın demokratik
man coşkuyla selamladığı bu mutedil ve mu­ cumhuriyetle sonuçlanacak jakoben tarzı bir
hafazakâr modernleşmeciliğin tıpkı Kema­ devrim fırsatını kaçırdığını iddia eder. A.
lizm gibi esas olarak elitist ve tepedenci bir Gramsci, Prison N o teb o o ks. ss. 106-114,
modernleşmecilik olduğunu da kaydetmek
K E M A L İ Z M

9 Kem alizm e toplum sal bir akis sağlam ayı tempt at Hegemony", The P o litic a i a n d S o d -
amaçlamaları (bunu kısmen başardıklarına o e co m ic Tra n sfo rm a tio n o f Tu rkey. A. Eralp,
şüphe yoktur) itibariyle Kemalist ideolojinin M. Tünay, B. Yeşilada (der.), Praeger, ABD,
organikleşme süreci içerisinde değerlendirile­ 1993. 1983 sonrası Özatcılığı değerlendiren
bilir özellikler arz etmelerine rağmen, bu ku­ Tünay, oldukça ikna edici bir biçimde, seksen­
ruluların, son tahlilde, devletin kurumlan ol­ lerin çağ atlamacıiığının, bütün şaşaasına rağ­
duklarını ve kurulma ve faaliyet biçimlerinin men. genel bir ulusal-popüler tahayyüle denk
tamamıyla yukandan-aşağı olduklarını belirt­ düşecek bir adlandırmalar çoğulluğunu kura­
mek gerekiyor. Köy Enstitüleri ve Halkevleri madığını ve bu itibarla da hegemonik bir söy­
üzerine bir değerlendirme için bkz. M. Yeğen, lem olma yolunda başarısız olduğunu savun­
D e v le t S ö y le m in d e K ü rt S o ru n u , İletişim Y a­ maktadır.
yınları, İstanbul, 1999, 4. bölüm. 13 öte yandan, bu programların tümünün, Batı­
10 öte yandan eklemek gerekir ki, hakimiyetini lı, seküler ve ulusal Türkiye fikrininin üzerine
tesis etmede toplumsal rızanın örgütlenmesi­ yükselmişliği itibariyle Kemalist olduklarına
ni önemsememesi ve ulusal-popüler bir tahay­ şüphe yoktur.
yüle denk düşen bir “adlandırmalar/çağırma- 14 1970'lerin halkçılığının bir başka önemli fark­
!ar" toplamını örgütleyebil en genel bir ente­ lılığı daha var gibidir: Toplumsal değişmenin
lektüel ve moral önderlik kuramayışı itibariyle esas aktörü olarak devletin yerine halkı işaret
hegemonik bir ideoloji olmadığını savundu­ etmek. Nitekim, halkı toplumsal değişmenin
ğumuz Kemalizmin, toplumsalı mümkün kılan esas faili olarak inşa etme fikrinin radikal ver­
bir kısım farkı başka bir kısım farka karşı çizi­ siyonu Türkiye solunda devrimciliğe yol vere­
len bir hudut {millî, seküler ve merkezî olma­ cek, Türkiye solunun yörüngesine giren Ke­
yan geçmişe karşı milli, seküler ve merkezî bir malizm de kendi kanonunda yer alan ve esas
şim d i) üzerinden eklemlemiş olduğu da kesin­ olarak toplumun devlet tarafından ıslahı ve
dir. Bu itibarla, modern bir (program-)ideoloji inşası anlamına gelen inkılâpçılığın yerine
olarak Kemalizmin kuruluşunun hegemonik devrimciliği kullanmaya başlayacaktır. Bilindi­
bir pratiği içerdiği kabul edilmelidir. ği üzere bu yörüngeye girme durumu 1980’le
11 1950 sonrasında yaşanan bu dönüşüme bağlı birlikte son bulacak, 12 Eylül devrimcilik yeri­
olarak Kemalizmin görece bağımsız ve mü­ ne inkılâpçılığı yeniden yerleştirmek için Özel
şahhas bir ideoloji olma hali de son bulmuş­ bir çaba sarf edecektir.
tur, Modern, ulusal ve seküler bir devlet-top- 15 Onuncu Y ıl M arşı, Anıtkabir ziyaretleri, Ata­
lum fikrine çekilmiş haliyle Kemalizm (Ata­ türk rozetleri vb. bu sembolizmin temel un­
türkçülük), bundan böyle genel bir siyasî surlarını oluşturmuştur. Bu sembolizmi değer­
programın başat ideolojik adlandıran! olmak lendiren N, Göle, bir arınma pratiği olarak
yerine, birtakım başka genel ideoloji-prog- Atatürkçülüğün neredeyse dinsel bir rütüele
ramlann, meşreplerine uygun olarak vurgula­ dönüştüğünü belirtmektedir. Bkz. N. Göle, /s-
dıkları, tarif ettikleri, dönüştürdükleri refe­ lâ m ve M o d e r n lik Ü z e rin e M e le z D e d e n le r,
ranslardan birisi olacaktır. Metis. İstanbul, s, 91,
12 Bu yazının sınırlan içerisinde kabaca ve hızla 16 Ne diyordu Hamdullah Suphi daha 1923 yılın­
hegemonik olduğu iddia edilen bu ideoloji- da: “Kendimiz AvrupalI hissettikçe Türk kala­
programların bu niteliğinin ciddi bir tartışma cağız, Türklüğüm üzü AvrupalI olmaya yüz
konusu edilebileceği açıktır. 1980'lerin Özalcı- tuttuğumuz zaman bildik" aktaran, F. Üstel,
hğına dair bu türden ciddi bîr tartışma için T ü r k O c a k la r ı (1 9 1 2 -1 9 3 1 ), Doktora Tezi,
bkz. M. Tünay, “The Turkish New Rîght’s At- AÜ5BF, 1986, s.139. (İletişim Yayınları, 1997),
Kemalizm:
Hegemonik Bir Söylem*
NUR BETÜL ÇELİK

ürkiye Cumhuriyeti’nin resmî ve

T
rın çizilmesini içerdiği için iktidar kullanı­
kurucu ideolojisi olarak tanımla­ mım gerektirmiştir. Söylemler, dışarıda bı­
nan Kemal iznim siyasal toplumsal raktıkları siyasal güçlere ve kontrolleri dı­
projesi, yeni bir vatan, yeni bir toplum, şında gelişen olayların yerinden edici so­
yeni bir kimlik ve bu yaratılmış ulus için nuçlarına karşı savunmasız, oluşsal ve ta­
yeni bir tarih tanımlamakla kalmamış, rihsel yapılardır (Hovvarıh ve Sıavrakakis,
Türk insanı için siyasetin statüsünü ve an­ 2000: 4). Kemalizm de bu anlamda kırıl­
lamım da değiştirmiştir. Bir söylem olarak gan, oluşsal ve tarihsel bir yapı olarak
Kemalizm, Türk toplumunun belli bir kavranmahdır. Kemalizmin dönüşümün­
gerçeklik duygusu ve bir toplum anlayışı de, dışarıda bıraktığı siyasal güçlerle iliş­
kurmasına aracılık eden pratikleri, anlam­ kisi önemli olmuştur. Kemalizm, siyasal
ları ve alışkanlıkları eklemleyen bir pra­ mücadelelerin, toplumsal taleplerin ortak
tiktir, bunların üzerine yazıldığı bir yü­ dili olabildiği sürece hegemoniktir, bütün
zeydir, eklemleyici bir pratik sonucu yapı­ söylemsel alanı kendini evrensel kılarak
lanan, aslında siyasal olan toplumsa! iliş­ tanımlamayı ve siyasal olayların yerinden
kiler ve pratiklerden oluşan somut bir edici sonuçlarını özümlemeyi başaramadı­
toplumsal sistemdir. Bir söylemin kurulu­ ğı ölçüde de hegemonik bütünlüğü çözül­
şu, bazı olasılıklann dışarıda bırakılmasını meye uğramıştır.
ve bunun sonucunda da farklı toplumsal Bu yazıda öncelikle Kemalizmin Cum­
ajanlar arasındaki ilişkilerin bir yapılamşı- huriyetin ilk yıllarından itibaren söylem­
nı kapsamaktadır. Bu, her zaman iktidar sel kuruluşu ve mitsel bir uzam olarak or­
kullanımını içeren radikal bir eylemdir. taya çıkışı incelenecektir. Daha sonra, Ke­
Kemalizmin söylemsel oluşumu da, karşıt malizmin mitsel bir uzamdan imgesele dö­
konumların kuruluşunu, içeridekilerle dı­ nüşümü 19457ten sonraki siyasal ve top­
şarıda kalanlar arasındaki siyasal sınırla­ lumsal gelişmelerin ışığında tartışılacaktır.

(*) Bu yazıdakine benzer bir tartışma için bkz.


KEMALİST SÖYLEMİN MİTSEL
Nur Betül Çelik (2000). "The Constitution and
Dissolution of the Kemalist Imaginary.” Disco- BIK UZAM OLARAK KURULUŞU
urse Theory and Political Analysis: Identities.
Hegemonies and Social Change. David Ho- 1930-1945 arasında mitsel bir uzam ola­
warth, Aletta J, Norval ve Yannis Staurakakis
(der,) içinde. Manchester: Manchester Univer-
rak ortaya çıkan Kemalizm, Csmanlı Im-
sity Press. paratorluğu’mm çöküşünü izleyen yapı-
K E M A L İ Z M

sa] yerinden oluşların sonuçlarını düzel­ aynı zamanda devlete özdeş sayılmasıydı.
tecek yeni bir düzen anlayışını temsil Fırka programları, devlet ve yurttaşlar
eder. Önerilen, laik, modern ve Baülı yeni arasındaki sınırlan açık biçimde çiziyor,
bir Türk k im liğinin yaratılm asına ve yurttaşların ve devletin siyasal edimleri­
Türk ulusunun bölünmemiş, türdeş ve nin alanım tanımlıyordu. Devlet-parti öz­
uyumlu bir bütünlük olarak temsiline da­ deşliği nedeniyle, programlar, anayasalara
yalı bir düzendir. Türdeş toplum mitinin eşdeğer kurucu metinler sayılıyordu.
iki işlevi vardır: Tek Parti rejimini meşru­ Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 1931 ve
laştırma ve bir dizi yapısal yerinden olu­ 1935 programlan, Türkiye Cumhuriye­
şun yazımlanabilecegi bir yüzey oluştur­ tinin resmî ideolojisinin temel ilkelerini
ma. Temsil edilenle temsil uzamı arasında belirten metinlerdir. Programlar kısadır;
bir simetri varsayan mit, kendi somut içe­ bunlarda sıralanan ilkeler ayrıntılı biçim­
riğiyle, yani Kemalist düzenin özgül da­ de tanımlanmamıştır. Yine de, özellikle
yanaklarıyla, genel evrensel düzen ihtiya- başka metinlerle birlikte okunduklarında,
76 cı arasındaki uzaklığı yok sayar Kemalist Kemalizmin siyasal projesini yorumla­
düzen, düzen ihtiyacım karşılayan, alter­ mak için yeterli temeli sunarlar. Kemaliz­
natifi olmayan evrensel bir düzene dönü­ min ideolojik karakterinin belirginleştiği
şür. Mit, cumhuriyetle Türk ulusunun ilk belge olan 1931 programı Kemalizmle
doğası (cumhuriyet, Türk ulusunun do­ özdeşleşmiş olan altı ilkeyi sayar ve ta­
ğasına en uygun yönetim biçimidir), mo­ nımlar: Cumhuriyetçilik, milliyetçilik,
dern Batı ile Türklük (Türk ulusu, mo­ halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılâpçı­
dern Batı dünyasında hak elliği yere ka­ lık. Yazının izleyen bölümünde bu alu il­
vuşacaktır. Batılılaşma, Türk ulusunun kenin çerçevesinde Kemalist söylemin bir
karakterine uygundur), Türk toplumu- çözümlemesi yapılacaktır,
nun sınıfsız doğası ve Tek Parti rejimi Türk aydınlarının bağlandıkları ilk dü­
arasında bir dizi eşdeğerlik kurar. şünce sistemlerinden biri olan halkçılık,
Birinci Dünya Savaşı’mn sonundan Jöntürklerden beri, pozitivist bilim sel
Cumhuriyet’in ilanına kadar askeri ve si­ ilerleme düşüncesi üzerine temellenen
yasal alandaki bütün iktidar mücadelele­ toplum projelerinin kurucu öğesidir. Mo­
rinden zaferle çıkan Kem alist güçler, dernleşme ve Batılılaşma yolunda yapılan
Cumhuriyet’in ilanını izleyen dönemde reformların kaynağında halkçı modern­
kendi söylemlerinin sınırlarını çok daha leşme kuramlarının yattığı, halkçılığın
açıklıkla ifade edebilecek bir durumday­ Türkçü ve Batıcı politikaların temel söy­
dılar. Toplumun ilerlemesi ve kalkınması lemi olduğu söylenebilir. Halkçılık, Cum-
için ‘doğru’ yolu ortaya koyma hedefi bu huriyet’e ruhunu veren bir ilke olarak Ke­
söylemin temelini oluşturuyordu. Batılı­ malist rejimin de çekirdeğini oluşturmak­
laşma ve m odernleşme, ‘doğru’ yolun tadır. Bu nedenle halkçılık, Kemalist söy­
adıydı. Mustafa Kemal (Atatürk) tarafın­ lemin işleyiş mantığının daha iyi anlaşıl­
dan kurulan (Cumhuriyet) Halk Fırkası, masını sağlayan tek ilkedir. Bundan yola
cumhuriyetçi ideallerin peşinde, bir deği­ çıkarak, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın
şim aracı olarak tasarlanmıştı. Fırka, ku­ programlarında sayılan ve o zamandan bu
ruluşunu izleyen yıllarda giderek siyasal yana Kemalist ideolojinin sınırlarını çiz­
pratiğin merkezi haline geldi: Fırka’nın diği kabul edilen altı ilkenin halkçılık te­
varlığından ve eylemlerinden bağımsız melinde yorumlanmasında yarar vardır.
herhangi bir siyasal etkinlik düşünmek Burada önerilen, Kemalizmi basitçe halk­
olanaksızdı. Bunun nedeni, Fırka’mn ulu­ çılığa indirgemekten çok, halkçılığı bü­
sa, ulusun devlete, dolayısıyla Fırka’mn tün Kemalist ilkeleri bir arada tutan ve
K E M A L İ Z M H E G E M O N I K B I R S Ö Y L E M

onları yeniden anlamlandıran bir kurucu cumhuriyetin seçkinler ve halk arasında­


öğe olarak ele almaktır. ki tarihsel kopukluğun aşılmasına imkân
Kemalist halkçılığın siyasal boyutu, veren tek rejim olarak düşünülmesinde
onun cumhuriyetçilik ilkesiyle bağlarım yatm aktadır. T ıpkı Osm anlı kültürel
aydınlatarak ortaya konulabilir. Cumhuri­ Türkçülüğünde olduğu gibi, Kemalist
yetçiliğin özü, Anadolu’da, ulusal müca­ seçkinler için de, halk romantik bir kav­
delenin halkçı söylemi içinde şekillenen ramdı. Halk kavramının idealleştirilmesi,
ve ifadesini bulan ulusal egemenlik dü­ halk ile seçkinler arasındaki açıklığın ka­
şüncesidir. O dönemde ifade edildiği biçi­ patılması hedefi ve Cumhuriyet içinde
miyle ulusal egemenlik düşüncesi, Os- aydınların büyük başarılara halktan ala­
manlı devlet kuramından bir kopmayı cakları esin ve güçle ulaşabilecekleri dü­
temsil ediyordu. Buna göre, meşruiyet, şüncesi, halkçılığın bu romantik boyutu­
Tannsal iradenin bir sonucu olmaktan çı­ nu tanımlamaktadır. Mustafa Kemal’in
karılıyor; iktidarın kaynağı, halkın alanına Cumhuriyet’in kuruluşunun birinci yıl­
taşmıyordu. O güne değin salt kültürel bir dönümünde Vakit gazetesinin yaptığı bir 77
kategori olarak görülen ‘halk’ kavramının röportajda söylediği biçimiyle, uzun yıllar
siyasallaştırılması, kamusal alanın genişle­ siyasete yabancı kalan Türk ulusu, so­
mesini beraberinde getirdi. Ulusal ege­ nunda kendi doğasına en uygun yönetim
menlik ilkesinin tanınmasıyla, halkın si­ biçimini cumhuriyet ile bulmuştur:
yasete katılmasının Önündeki engeller ku­ “Türk milletinin tabiat ve şiarına en
ramsal olarak kaldırılmış oluyordu. "Ege­ mutabık olan idare. Cumhuriyet idaresi­
menlik, kayıtsız şartsız milletindir.’’, "hal­ dir. Bir senelik hayat, bu hakikati bütün
kın kendi kaderini tayin hakkı" gibi ifade­ vuzuhiyle ispat etmiştir. Türk milleti hâ­
ler, bu erken dönem halkçılığına aittir. kimiyetini en şümullü surette tecelli etti­
Halkçı ideallerin bu ifadesinde, 1920’le- ren yeni idareye kavuşuncıya kadar daima
rin ortalarına doğru başlayan ve özellikle mevcut müessesat-ı siyasiyeye yabancı
Tek Parti döneminde belirginleşen bir de­ kalmıştır” (Söylev ve Demeçler III: 106-7).
ğişimden söz etmek mümkündür. Ulusun Bu düşünce, Cumhuriyet öncesi döne­
kayıtsız şartsız egemenliği ilkesi aynı kal­ min halkçılık anlayışıyla bir süreklilik ta­
makla birlikte, etki alanı başka bir halkçı şımaktadır. Bu dönemin halkçılık anlayı­
ifadeyle daraltılıyordu: hükümet etmek, şı, ulusun önüne hedef olarak sürekli
“halkı, halk için, halka rağmen" yönet­ ilerlemeyi koymaktadır. Bu hedefin ger­
mek demekti. Bu ifadeyle kendilerini çekleştirilmesinin ise üç koşulu vardır:
temsil organıyla, yani meclisle özdeşleşti­ Türk ulusunun özelliklerine uygun bir
ren Kemalist seçkinler, cumhuriyetçi ide­ ilerleme siyasetinin ortaya konulması, yö­
alleri halk adına gerçekleştirme görevini netimde aydınların öncü rolünün kabul
üstleniyorlardı. Hedef, kimi zaman halkın edilmesi ve aydınların halka yönelmesi­
iradesiyle çel işse de gerçekleştirilmeliydi. nin ve halkla bütünleşmesinin bir gerek­
Halkçılığın bu iki çelişik önermesinden il­ lilik olarak tanınması. Bu dönemde halk­
kinin bir halk hükümeti gerektirmesine çılığın ana temalarının, ulusal egemenlik,
karşılık, İkincisi, seçkinlere, halkı halka aydınların refahı gerçekleştirmedeki öncü
rağmen yönetme hakkını vermekle halk rolü, halkın erdemi ve ulusal kalkınma
hükümeti düşüncesini etkisiz kılıyordu. olduğu söylenebilir. Cumhuriyet’in kuru­
Böylece meclis, siyaset yapmanın müm­ luşunun ardından, buna Cumhuriyet ile
kün olabileceği tek alan haline geliyor ve Türk ulusunun özü arasında doğal bir
siyasal katılımın alanı daraltılıyordu. uyum olduğu düşüncesi eklendi. Bu tür
Siyasal halkçılığın bir başka boyutu, bir doğallaştırma sonucu, halkçılık milli-
K E M A L İ Z M

yetçilikle kaynaşmaya başladı. Halk kate­ “Muassır medeniyetler seviyesine ulaş­


gorisi yerini ulus kategorisine bıraku. ma” ideali. Batılılaşma-modernleşme yo­
Halkçılık açısından Cumhuriyet döne­ luyla ilerleme tasarısının bir ifadesiydi.
minin söylemsel stratejisinin. Cumhuri­ Kemalizm, kendisini, bu idealin gerçek­
yet öncesinden farklı olduğu açıktır. leştirilmesinin tek yolu olarak sundu. Bu,
Halkçılık, bu dönemde söylemde yerini toplumsal alanın yanlış özdeşlik formla­
korumasına karşın, seçkinci bir milliyet­ rından arındırılması talebini doğurdu,
çilikle özdeşleşmeye başladı. Ancak, bu ilerlemenin toplumsal birlik ve uyumun
stratejik değişim, iki dönem halkçılığı sağlanması temelinde gerçekleşebileceği
arasında özellikle demokratik idealler açı­ inancı, farklı kimliklerin değişen taleple­
sından bir kopma olduğu biçiminde anla­ rine kapalı bir siyasal ve toplumsal örgüt­
şılmamalıdır. 1920'lerin halkçı söylemi, lenme modelinin benimsenmesine yo) aç­
aydınların pozitivist ideallerden beslenen tı. Sarıbay’ın ifadesiyle, Kemalist seçkinle­
“toplumsal mühendislik” rolünü vıırgula- rin cumhuriyeti bir ilerleme ve gelişme
78 yan, bu anlamda da “halka doğru gitme" ölçütü olarak görmeleri, siyaseti seçkinle­
düşüncesini siyasal açıdan anlamlı bir dü­ rin söz sahibi olabilecekleri bir alan ola­
şünce olmaktan alıkoyan bir özelliğe sa­ rak tanımaları, kamusal alanın toplumsal
hipti. Bir başka deyişle, bu dönemin söy­ taleplere açık bir dönüşüm yaşamasını
lemi, halk kültürünü romantik biçimde engelledi ve siyasette seçkinlerin Osman­
yüceltmenin ötesine geçip halk kavramı­ lI’dan beri süregelen sorgulanamaz ege­
na siyasal bir içerik kazandıramadı. Bu menliğini perçinledi (1992: 37).
nedenle, “çoğulculuk", “halkın kendi Eöylece Kemalizmin siyasal projesi, bir
kendisini yönelm esi” gibi demokratik yandan Cumhuriyet’e, ulusal egemenlik
ideallerle örtüşen kavramlar, bu söylem ülküsUnü en iyi uygulayan ve temsil eden
içinde demokratik eğilimi yalnızca bir yönetim biçimi olarak bağlanırken, öte
potansiyel olmaktan çıkartacak güce sa­ yandan, Cumhuriyet’i her tür tehdide
hip değildi. Tersine, romantik halk kavra­ karşı korumak adına halkın karar alma
mı, devlet, ulus (halk), parti ve lider ara­ süreçlerine katılımım engelleyen politika­
sında Cumhuriyet halkçılığının ayırıcı lar önermekten geri durmadı. Bu söylem
özelliği olan dolaysız bir Örttişmeye ze­ içinde halk, hem birtakım temel, saf de­
min hazırladı. Cumhuriyet döneminin ğerlerin taşıyıcısı olarak romantikçe yü­
halkçılığı, halk egemenliği kavramını tür­ celtiliyor, hem de yine romantik bir tavır­
deş, birleşmiş ve uyumlu toplum miti te­ la her türden gerici (irticacı), rejim karşı­
melinde vurgulamaya başladı. tı, komplocu faaliyetlerin kaynağı olarak
Cumhuriyet düşüncesi ile Tek Parti yadsınıyordu.
halkçılığı arasındaki çelişki, Batılı anlam­ Milliyetçiliğin Kemalist yorumu, para­
daki siyasal parti kavramının temelde doksal oluşumu açısından ilginçtir. Ke­
toplumsal sınıflara dayandığı ve çok par­ malist milliyetçilik, son derece farklı ve
tili rejimlerin farklı sınıfların temsiline çatışan millet (ulus) kavramlarına daya­
olanak veren rejimler olduğu, oysa sınıf­ nır. Söyleme örnek oluşturabilecek me­
ların olmadığı bir toplumda Rousseaucu tinler içinde, birbiriyle çelişen en az iki
bir anlamda “genel iradeyi” temsil eden ulus kavramına rastlamak mü rükündür:
Tek Parti’nin ulus egemenliğini gerçekleş­ Tarihsel bağlam içinde ortaya çıkan her
tirmek için yeterli olduğu düşüncesiyle değişimle birlikte Kemalistler, farklı milli­
aşılmaya çalışılır: Ulus, bir bütün olarak, yetçi projeler uyarladılar. Kimi tarihsel
ulusal kurtuluş hareketinin sembolü olan anlarda, modernleşmeci tutumlarım Batı­
parti tarafından temsil edilecektir. lılaşmış ve modernleşmiş bir toplum adı-
K E M A L İ Z M H E G E M O N I K B I R S Ö Y L E M

CHP Safranbolu ilçe binası önünde Altı Ok’taki ilkeleri simgeleyen bir gösteri.
Cumhuriyet’in ve CHP’nin tören ritüelleri, kmttt teknik İmkânların, protokoler
resmiyetin pe ham asetin dam gasını vurduğu bir “m üsam ere”estetiğini yaşatmışlardır.
Rejimin kendini sahnelemesine, simgesel onay ve katılım sağlam asına hizm et eden bu
tören tarzının, kam usal iletişim kanallarım daraltan bir etki yarattığı söylenebilir.

na geleneksel düzeni kökünden söküp at­ mümkündür. Kemalizmin farklı milliyet­


maya vardırdılar. Ancak, Kemalizmin ta­ çilikler arasında gidiş gelişi, Kemalist si­
rihi içinde Türk toplumunun kültürel, ta­ yasetin yüzeyinde meydana gelen kayma­
rihsel ve coğrafi profilinin “ulus” tanı­ ların çerçevesini de çizdi. Ulusal kimliğe
mında çok daha önemli bir yere sahip an­ dair önermelerin muğlaklığı ve kararsızlı­
lar da oldu. ğı, Kemalistlerin tarih boyunca birbirin­
Aralarında tarihsel bir aralık olmadan den keskin biçimde farklı siyasal strateji­
da, aynı metin içinde bile, farklı milliyet­ leri benimsemeleri sonucunu doğurdu.
çilik kavrayışlarını bir arada bulmak Bu aynı zamanda, Kemalist siyasî pratik-
K e m a l i z m

Şükrü Kaya mir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Ce­


miyetine girerek dış ilişkiler bölümün­
HAKKI UYAR de çalıştı. Millî Mücadele için yaptığı
çalışmalar yüzünden tutuklanarak, İs­
tanbul'daki Bekirağa Bölüğü'ne gönde­
rildi. İstanbul'un işgalinden sonra 67 ar­
kadaşıyla birlikte M alta'ya sürüldü
(1920). Malta'dan kaçarak Avrupa'ya
gitti. Bir süre İtalya ve Almanya'da kal­
dıktan sonra Anadolu'ya geldi ve Millî
Mücadele'ye katıldı, I. Lozan Konferan-
Devlet ve siyaset adamı Şükrü Kaya
sı'na giden heyette danışman olarak ça­
1883 İstanköy'de doğdu. İlk ve ortaöğ­ lıştı (1922). Konferansta bulunduğu sı­
80 renimini doğduğu yerde yaptı, Midilli
rada İzmir Belediye Başkanlığı'na seçil­
îdadîsi'ni bitirdi. İstanbul'a giderek Ga­ di. 1923 yılında Menteşe milletvekili
latasaray Sultanîsİ'ne girdi, burada olarak TBMM'ye seçildi ve 1924 yılın­
okurken aynı zamanda Hukuk Mekte- da İsmet Paşa Hükümeti'nde tarım ba­
bi'ne devam etti. 1908 yılında Hukuk kanlığı yaptı. Fethi Bey kabinesinde dı­
Mektebi'ni bitirince Paris'e gitti ve bu­ şişleri bakanlığına getirildi; hükümetin
rada Hukuk Fakültesİ'ni bitirdi (1912). istifasıyla bu görevden ayrıldı. Üçüncü
Türkiye'ye dönünce hariciye vekaleti dönemde (1927) Muğla milletvekili
umum-u ticariye şubesinde katiplikle olan Şükrü Kaya, dördüncü ismet Paşa
devlet hizmetine başladı. 1913'te Edir­ kabinesinde içişleri bakanlığında bu­
ne sulh hakimliği, 1914'te mülkiye lundu (1927). Bundan sonra Atatürk'ün
müfettişliği yaptı. Aynı yıl Bulgarlarla ölümüne kadar kurulan bütün hükü­
birlikte kurulan Mübadele-i Ahali Muh­ metlerde aynı görevi sürdürdü. 11 yıl
telit Komisyonlarında görev aldı. İz­ içişleri bakanlığı yapan Şükrü Kaya,
mir'deki Rum tehcirini de denetlemekle Atatürk döneminde en uzun süre ba­
görevlendirildi. Aşair ve M uhacirin kanlık yapan kişilerden biridir (bîr diğe­
(Aşiretler ve Göçmenler) Genel Müdürü ri de 13 yıl dışişleri bakanlığı yapan
oldu. Bu görevi dolayısıyla Anadolu'da Tevfik Rüştü Aras'tır).
ve Irak'ta denetlemelerde bulundu 1936 yılında C HP genel sekreterli­
(1916). 1917 yılında birinci sınıf mülki­ ğinden alınan Recep Peker'İn yerine
ye müfettişliğine atandı; 1918'de göre­ C HP genel sekreterliğine getirildi. Bu
vinden istifa ederek İzmir'e gitti. Buca göreve getirildiğinde içişleri bakam idi
Sultanİsi'nde bir süre öğretmenlik yaptı, ve her iki görevi de 1938 ydına, Ata­
Mondros Mütarekesinden sonra İz­ türk'ün ölümüne kadar sürdürdü ("11

ler içinde, geniş bir çeşitlilikle eklemlen­ celikle Türk toplumunun uluslararası
melerin olabilmesine de zemin hazırladı. topluluk içindeki yeri ve statüsüne dikkat
Örneğin, Cumhuriyet Halk Fırkasının çeker. Ulusu halk egemenliği ve halk ira­
1931 programında milliyetçilik ilkesinin desi ile Özdeş sayar ve egemenlik hakkını
tarifinde, milliyetçiliğin siyasal anlamı vatan toprakları sınırları dahilinde kulla­
öne çıkmaktadır. Halk özgürlüğü ve ege­ nacak bir devlet ve bu durumu garantile­
menliği doktrinine dayanan bu tarif, ön­ yen bîr siyasal toplum öngörür. Uluslara-
K E M A L İ Z M : H E G E M O N I K 8 I R S Ö Y L E M

Kasım 1938). Peker ve Kaya, Tek Parti


döneminde CHP'nin en güçlü iki genel
sekreteri olarak nitelenebilir. Çok partili
dönemde de C HP Kasım Gülek ve Bü­
lent Ecevit gibi güçlü genel sekreterlere
sahip olmuştur. Kaya'nın içişleri bakanı
iken, C HP genel sekreterliğine getiril­
mesi onun parti içinde gücünün artma­
sını sağladı. Ayrıca bu uygulama, Ba-
tı'daki benzer otoriter tek partilerden,
özellikle de faşist partilerden farklı bir
yöntemdi. Faşist yönetimlerde parti
devlete hakim olurken, Türkiye'de dev­
let partiye hakim oluyordu, İçişleri ba­ 8]
kanı C HP genel sekreteri, Valiler de
CHP il başkanı oldu. Söz konusu uygu­ Atatürk 'e yakınlığıyla bilinen Şükrü Kaya,
lama 1939 yılına kadar, 3 yıl sürdü.
içişleri Bakanlığı ve CHP Genel
Sekreterliği gibi kilit makamlarda
C HP içerisindeki gruplaşmaların ve bulunmuştur Kenıalizmin ideologlarından
ülkedeki önceliklerin değişmesinin de değildir; ancak “sert " ve “sadık "bir
etkisiyle, 1937'de İsmet İnönü başba­ uygulayıcı olarak rejimin otoriter-devletçi
karakterini kişileştirenlerdendir.
kanlıktan alındı ve yerine Celâl Bayar
getirildi. Bayar'ın başbakanlığa getiril­
mesinde kendisinin ekonomik alandaki Amerika elçiliği Önerdi. Bu, o günün
başarıları büyük rol oynadı. Çünkü, koşullan düşünüldüğünde Amerika'ya
1930'ların Türkiye'sinin temel sorunu gidip gelmek aylar sürecekti. Daha ön­
ekonomik kalkınmaydı. Atatürk'ün has­ ce de bu yöntem Fethi Okyar, Hamdul­
talığının artması üzerine, onun yerine lah Suphi Tanrıöver ve Yakup Kadri Ka-
kimin geçeceği sorunu gündeme geldi. raosmanoğlu'na uygulanmıştı. İnönü
Atatürk'ün yakınında yer alan Tevfik teklifi reddetti. Bu kez, Araş ve Kaya se­
Rüştü Araş ve Şükrü Kaya, İnönü'nün çimleri yenileyerek (erken seçim kararı
cumhurbaşkanı olmasını engellemeye aldırarak) İnönü'yü saf dışı etmek istedi­
yönelik çalışmalar yapmaya başladılar. ler, Ancak, Atatürk'ün erken ölümü bu
Artık sadece bir milletvekili olan İnö­ planın gerçekleşmesini engelledi. Kaya
nü'nün tamamen siyasal yaşamdan tas­ ve Araş, İnönü'nün yerine bir başkası­
fiyesi amaçlanıyordu. İzledikleri yön­ nın cumhurbaşkanı olmasını İstiyordu.
temlerden biri İnönü'nün yurtdışına elçi Adaylar arasında en güçlü olanların ba­
olarak gönderilmesiydi. Araş, İnönü'ye şında Genelkurmay Başkam Mareşal

rası topluluk karşısında toprak bütünlü­ sında uyumlu ve eşitlikçi ilişkilerin tesisi­
ğünün ve bağımsızlığın garanti altına ne, siyasal toplumun egemenlik hakları­
alınması, bu milliyetçiliğin temel hedefle­ nın güvence altına alınması açısından ha­
rinden biridir. Türkiye’nin eşit haklarının yati bir önem atfedilir.
dünya uluslarınca tanınması, ulus-devle- M illiyetçilik, kendine bir hedef ilan
tin kuruluşu açısından temel koşul olarak eder: “Yurtta sulh, cihanda sulh.” Bu he­
belirtilir. Programda, ulus-devletler ara- def, her şeyden önce, Türk devletinin di-
K E M A L İ Z M

Fevzi Çakmak geliyordu. Çakmak ile "Menfi m u zır elem anları m em leketin
Araş ve Kaya'nın arasının açık olması ve m ille tin b ü n y e sin d e n çıkarm a k ve
bir uzlaşmayı engelledi. Başbakan Ba- atmak bu m em leketin ve m illetin m illî
yar da tarafsız kaldı. TBM M başkanı se c iy e sin i ko ruya rak m üsbet ilm in ve
Abdülhalik Renda'nın da adı adaylar m o dem tekniğin bütün icaplarını tatbik
arasında geçiyordu. Bir başka aday da etm ek ve Türk m illetini tarihte layık o l­
Şükrü Kaya'nın kendisiydi. Kaya ve duğu yüksek hayat ve m edeniyet sevi­
Aras'ın tüm engelleme çabalarına rağ­ yesine çıkarmak, istihsal sabasında b il­
men, Atatürk'ün ölümü üzerine İnönü hassa nüfusta kem m iyetle beraber key­
cumhurbaşkanı seçildi. Bu, Kaya ve fiyeti de arttırmak işte: Türk devletinin
Aras'ın siyasî yaşamının sonu demekti. kurum unu ve Atatürk inkılâbının gaye­
Yeni kurulan hükümette her ikisine de sin i hülasa ed en esaslar. C ih a n buna
görev verilmedi; Kaya, genel sekreterlik Kem alist rejim i diyor.
82 görevinden alındı. 1939 seçimlerinde B iz Türkier buna Atatürk inkılâbı d i­
de tekrar milletvekilliğine aday gösteril­ yoruz, A n ca k ve ancak bu inkılâbın ve
mediler, İnönü'yü tasfiye etmek ister­ p re n sip le rin in m e m le k e tim izi k o ru y a ­
ken, Kaya'nın kendisi tasfiye oldu. cağına ve istiklalini kurtaracağına g e ç ­
Şükrü Kaya, CHP içindeki masonla­ m işteki, etrafım ızdaki ve ö n ü m ü zd e k i
rın Önde gelenlerinden biriydi. 1930'lu bin bir m isal ile inanıyoruz".
yıllarda Türkiye'de ve dünyada mason­ Siyasetin yanı sıra yazarlık yapan
luk aleyhtarı kampanyalar artınca, ma­ Şükrü Kaya, Daniel De Foe'dan Robin-
sonlar da kendilerini savunmaya yönel­ so n C ro u se (1923), Henri Berau'dan
diler, Basında M. Esat Bozkurt'un öncü­ Şişk o (1924), Charles Rist ve Charles
lük ettiği bir tartışma başladı. Parti için­ Gide'den G ü n ü m ü z e K a d a r İk tis a d î
deki masonlar ve masonluk karşıtları M e zh e p le r Tarihi (1927), Bukley'den
karşı karşıya geldi. Kaya, Atatürk'ün is­ Eski Yunan M asalları ve Mathiez'den
teği ile mason localarının kendilerini Fransız İhtilali (1950) adlı eserleri dili­
feshetmelerini sağladı. Böylece, parti mize çevirdi. Ş. Kaya, Malta'da sürgün­
içindeki masonlar ile masonluk karşıtla­ de iken Şişko 'yu çevirmiş, bu metinle
rının çatışması önlenmiş oldu {1935). sürgündeki arkadaşlarına Fransızca ça­
Şükrü Kaya'nın içişleri bakanı ve lıştırmıştı. Cum huriyet gazetesinde ma­
CHP genel sekreteri olarak yaptığı bir­ kaleler yazan Şükrü Kaya'nın 1927-
çok konuşma broşür olarak yayımlandı. 1937 yılları arasındaki konuşmaları ve
Bu konuşmalarda, birinde, 20 Şubat yazıları da kitap olarak yayımlandı:
1938 tarihinde Halkevlerinin 6. açılış Ş ü k rü K a ya , S ö z ie r i- Y a z d a n , 19 2 7 -
yıldönümünde yaptığı konuşmada Ke­ 1937, B irin ci Kitap (İstanbul, 1937). Ek­
malist rejimi şöyle tanımlıyordu: rem Ergüven tarafından derlenen bu ya-

ğer siyasal toplumlann egemenlik hakla­ kaybettiği topraklar üzerinde hiçbir hak
rını ve toprak bütünlüklerini tanıdığının talep etmeyecek ve egemenlik hakkını
ve kendi haklarının da benzer biçimde di­ Misok-ı Millî ile çizilen sınırlar içinde
ğer devletler tarafından tanınmasını bek­ kullanacaktır.
lediğinin bir ifadesidir. Bu. uluslararası Bu barış ve uyum arayışı, bir bütün ola­
topluluğa verilen bir garantidir: Türk rak uygarlığın gelişim i açısınd an da
Devleti, Birinci Dünya Savaşı sırasında önemlidir. Yine de, Türk toplumu gibi
K E M A L İ Z M : H E G E M O N I K B I R S Ö Y L E M

zı ve sözlerinin devamı yayımlanama­ (Halkevleri aracılığı ile) egemen olma­


dı. Ergiiven'in belirttiğine göre, bunlar sı yönünde Önemli çabalar sarf etti.
üç cilt olarak yayımlanacaktı. İkinci cil­ Toplumun ve devletin modernleştiril­
di bakanlığı dönemindeki raporları ve mesi bu dönemde temel sorundu. Ka­
umumi emirleri; üçüncü cildi ise, ba­ ya ve kuşağının toplumu ve devleti
kanlığa gelmeden (1927 öncesi) sözle­ modernleştirme amaçlarının temel da­
rini ve yazılarını içerecekti. Ayrıca, Şük­ yanağı bir daha çöküş tehlikesi ile kar­
rü Kaya'nın 1935-1938 yıllarındaki şı karşıya kalmamaktı.
söylevlerinin bir bölümü, Türkçe ve Şükrü Kaya devrimin amacını şöyle
Fransızca broşür olarak çıktı. anlatıyor: "Cum huriyet H a lk Partisi'nin
İsmet Bozdağ'ın belirttiğine göre, p r e n s ip le r i e v v e le m ird e m o d e m b ir
Şükrü Kaya anılarını da yazmış, ancak devlet kurmaktır. (...) A sırların gösterdi­
yayımlamamıştı. Bu anıları üç klasör ğ i tarihin seyri ispat etm iştir k i m odern
halindeydi ve ölümünden sonra orta­ tekniğin ve ekonom inin, m âliyenin tek­ 83
dan kaybolmuştu. Kaya'nın anılarında nik ve müspet icaplarına g ü n d elik ha­
Atatürk ve İnönü'yü anlattığını ileri yatlarını ferdi olarak ve cem iyet h a lin­
süren Bozdağ, anıların çalındığı ve de uydurm ayanlar daim a g e ri kalmaya
bundan da İnönü'nün sorumlu olduğu mahkum durlar, ilerlem em ek gerilem ek,
imasında bulunmaktadır (B itm e y e n e zilm ek demektir. ... D evletler arasında
Kavga, Emre Yay., İstanbul, 1995). Do­ ...g e r i ka lm a k ç iğ n e n m e k dem ektir.
ğan Hızlan ise bir yazısında Şükrü Ka- Çiğnenm em ek için Türkün her gün da­
ya'nın "öze/ k o le k s iy o n u n u n " tasnif ha fazla ile ri adım atması lazım ve şart­
edilmeden Beyazıt Devlet Kütüphane- tır. B iz yakın m a zinin bıraktığı bo şluk­
si'nde bulunduğunu belirtmektedir ları doldurm akla m ü k e lle f o ld uğu m u z
(Hürriyet, 27 Kasım 2000). g ib i atiye de ço cu kla rım ıza h iç b ir fena
Şükrü Kaya Kemalist ideolojinin te- miras bırakm am ak m ecburiyetinde b u ­
orisyenlerinden biri değildir. Onun dik­ lunan nesiliz. M a zide zam anda ve m e­
kat çekici özelliği Kemalist ideolojinin kanda yapılan hataları az zam anda te­
halka nasıl aktarılacağı/ Kemalist "terbi­ lafi ed erek istikb ali ona göre h a zırla ­
y e n in " ve "p o litik a n ın " kitlelere nasıl m ak lazım dır. Yalnız m a zinin kusurları­
verileceği yönündeki çabalarıdır. Kaya, nı itiraf etm ek ve yahut örtmek kafi g e l­
Kemalist ideolojinin belli başlı uygula­ m ez. istikbalin d e icap ların ı ona göre
yıcılarından birisidir. h a zırla m a k iktiza eder. B u vasfı h a iz
Kaya içişleri bakam ve C HP genel olm ayan devletlerin bilhassa Türk d e v­
sekreteri olarak Kemalist ideolojinin letinin İstikbalinden d a hi şüphe e d ile ­
hem devlet kademelerinde ve parti bilir. A tatürk'ün kurduğu p re n sip le rin
içinde hem de toplumsal yaşamda asi iye ti budur".

bağımsızlığını henüz kazanmış ve mo­ layısıyla devlet, yalnızca ilerlemeyi değil,


dernleşme yolunda büyük bir atılım ger­ ulusun çağdaş uygarlığa eşit katılımını da
çekleştirmesi zorunlu bir ulus için bunla­ garanti altına almakla yükümlüdür.
rın önemi tartışmasız daha büyüktür. Mo­ Türk milliyetçileri, toplumu bu hedef
derni eşmecinin hedefi, toplumun gelişen doğrultusunda seferber etmeye çalıştılar.
uygarlığa eşit koşullarda katkıda buluna­ Bir dizi duygu ifadesi, deyim ya da deyiş,
bilecek biçimde seferber edilmesidir. Do­ veya pratik, onların bu çabasına siyasal
K E M A L İ Z M

meşruiyet kazandırmakta araç oldu, iddi­ palı kıldı. 1931’de, Atatürk’ün kendisi,
aları, diğerlerinden farkı olmayan bir Türk ulusunun özelliklerini, ortak bir si­
devlete sahip olmaktı. Devlette ulusun yasal varlık (üniter devlet), ortak bir dil,
(laik aydınların) özlemlerinin vücut bul­ ortak bir vatan, ortak bir ırk ve köken, ta­
duğunu düşündüler. Otorite ilişkilerinin rihsel ve ahlaki akrabalık bağlan olarak
nihai laikleşmesi, sırasıyla saltanatın ve belirtiyordu (Vatandaş için Medeni Bilgi­
halifeliğin kaldırılmasında ifadesini bul­ ler: 22), Türklüğü bir ulusal kimlik ola­
muştu. Bu, geleneksel bağların ve yapıla­ rak tanımlayan bu öğeler arasında din
rın daha rasyonel ve bilimsel olanlarla yoktu. 1920lerin, ulusu, etnik ve kültürel
yer değiştirmesi demekti. Böylece, bir açıdan çeşitli Müslüman unsurların bir
yandan modern anlamda yurttaşlığa ge­ birliği olarak gören anlayışı yerini, Kema-
çiş başarı lirken bir yandan da devasa bir lizmin laik toplumsal İlişkiler öngörüsü­
devlet aygıtı yaratılmıştı. Bir kez daha, ne dayanan bir milliyetçiliğe bırakıyordu.
bu kez milliyetçilik vurgusuyla, Cumhu- Dinin ulusu tanımlayan öğelerin dışında
84 riyet, devleti bir değişim aracı olarak ta­ bırakılması, birliğin vurgulanmasını ko­
nımlamış oluyordu. Diğer siyasal milli­ laylaştırıyor ve böylece modernleşme adı­
yetçiliklere benzer bir yol izleyen Kema­ na ulusun “Türkleştirilmesini” meşrulaş­
list milliyetçilik, devlete, toplumun mo­ tırıyordu. “Türklük” salt ırksal bir kate­
dernleşme doğrultusunda dönüştürülme­ gori değildi, çoğu kez “rıza" ve “irade" te­
sinde merkezî bir rol yükledi. melinde tanımlanıyordu, ancak, birliğin
Milliyetçilik, devletle toplum, siyasal tehdit altında olduğu durumlarda kolayca
olanla siyasal olmayan arasındaki ilişki kapsayıcı değil, dışlayıcı bir kategoriye
sorununa bu temel üzerinde bir yanıt dönüşebiliyordu. Kamusal dilden etnik
öneriyordu. Ancak, bu, “gerçek bir çö­ farklılıkların silinmesi ise, daha dışlayıcı
züm" değildi: Milliyetçiler, siyasal olanla bir ulus kavramına kayıldıgını gösterdi.
olmayan arasındaki ilişkilerin muğlaklığı­ Bu, Gellner’in sözleriyle, “olmadığı yerde
nı, kamusal olanla özel olan, toplumsal ulusun icat edilmesi” anlamına geliyordu
olanla, kültürel olan ve siyasal olan ve (Gellner, 1964: 169). Ulus, artık kültürel
toplumla devlet arasındaki ayrımları yok çeşitlilik temelinde tarif edilmiyordu;
etmek suretiyle kötüye kullandılar (Bre- farklılık, “hayali bir topluluk” olarak
uilly, 1994: 112). Devlet, yalnızca ulusal ulusla diğer siyasal topluluklar arasına
değerlerin ve duygu örüntülerinin değil, yerleştiriliyordu. Bu yeni ulus kavrayışı,
her şeyiyle ulusun ifadesiydi, Böylece, derin bir sadakat duygusu temelinde sıkı
Kemalist mit, devletle ulus arasındaki, bir birlik tasarımıydı. Bu kavrayış, “Türk­
temsil edenle edilen arasındaki açıklığı lüğü" geleneksel özdeşlik formlarına bir
ortadan kaldırdı, kendi düzen anlayışına alternatif olarak sundu, Kemalist milliyet­
evrensel bir değer atfederek iktidar talep­ çilik, böylece, Köker'in de belirttiği gibi,
lerine meşruiyet kazandırdı. Kısacası, bu halkçılık ilkesiyle çelişen bir sonuca ulaş­
özdeşlikten meşruiyetini alan milliyetçi tı: halk, artık milliyetçi siyasetin odağın­
seçkinler, oyunun kurallarım belirleme da değildi. Milliyetçilik, Türk halkının
gücüne de sahip oldu. Toprak bütünlüğü, özgünlüğünü korumayı değil, Türk halkı
ulusal bağımsızlık, kesintisiz ilerleme, için bir özgünlük yaratmayı hedefler hale
toplumsal değişim, milliyetçi seçkinlerin gelmişti (1993: 153).
oyunun kurallarım üzerine kurduğu ana Batılılaşma yoluyla modernleşme dü­
temaları oluşturuyordu. şüncesi, Kemalizmin çekirdeğini oluştu­
Ulus ve devlet arasındaki özdeşlik, Ke­ rur. Kemalizm, tam bu noktada bir ulus
malist söylemi erişilmez ve topluma ka­ ve modernleşmenin gerektirdiği yeni bir
K E M A L İ Z M : H E G E M O N İ K B I R S Ö Y L E M

insan yaratmayı hedefler. Kendisini, mo­ içinde erimeleri, türdeş toplum mitiyle
dernleşmiş rasyonel laik siyasal toplulu­ haklılaştırılır, Kemalist söyleme, ulusal
ğun oluşturulmasının (alternatifi olma­ iradeyi devletle ve Tek Parti döneminde
yan) bir aracı olarak sunar. Toplumun partiyle Özdeşleştirerek, siyasal ve tarihsel
bütününün modemleşmeci Kemalist pro­ bir varlık olarak “halk” kavramım soyut,
jeye kendini adaması ulus olabilmenin, tarih-dışı bir “ulus” kavramıyla değiştire­
bu anlamda milliyetçi olmak da, yurttaş rek kamusal/özel ayrımını ortadan kaldı­
olmanın esas koşulu haline gelir. Bu öz­ rır. Bu, kamusal ve özel alanların kendile­
deşlikler zinciri, bir başka sorunu berabe­ rinin ortadan kalkması anlamına gelir.
rinde getirir: meşruiyet sorunu. Gelenek­ “Kamusal ve özel alanlar arasında, insan­
sel olanın kamusal alanda yok sayılması, ların kendilerini yurttaş olarak tanıdıkla­
çabuk ve derin çatışmaları uyandırır. Mo­ rı, birbirlerini ortak bir dünyanın sınırları
dernleşme projesinin meşruiyetini sağla­ olarak konu miadı kİ arı bir toplumsal uza­
ma sorunu Kemalistleri, tarihe ve etnik mın yokluğunda” siyaset varolamaz (Le-
kökenlere dönmeye zorlar. “Büyük adam­ fort, 1988: 48-9). Bu durumda, siyasal öz- 85
larla ve onların kahramanlıklanyla, par­ nelik ya da yurttaşlık mümkün değildir.
lak zaferlerle dolu bir geçmiş," Kemaliz- Kemalist söylem, sınırlı temsil mekaniz­
min modernleşme hedefini gerçekleştir­ malarının önermekte, ancak bunlar, bi­
mek için hegemonik iktidarını kurarken çimsel uygulamalar olmanın ötesine ge­
dayandığı mitsel bir kaynak oldu. Türk çememektedir. Siyasal etkinlik, toplumsal
ulusunun tarihi ve etnik kökenleri üze­ uzamı türdeş kılmak ve farklılıkları en
rinde, devlet kurulularında araştırmalar aza indirmek için bu sınırlı temsil meka­
başlatıldı. Bu araştırmalarla beslenen “et­ nizmalarına hapsedilir.
nik tarihselcilik” (Smith, 1994: 113-121), Genellikle Kemalizmin en önemli sayı­
Türk ulusunun büyük uygarlıkların do­ lan ilkelerinden biri olan laiklik, iki dü­
ğuşunda ve gelişmesinde oynadığı tarih­ zeyde anlaşılmaktadır: öncelikle ulus ege­
sel rolün altını çizerek gerçek bir önder menliği kavramının bir sonucu olarak
ve hükümet ile yeniden dünya uygarlığı­ dinsel olanın siyasal alandan çıkartılması
na dahil olabileceği düşüncesine haklılık anlamında devlet aygıtının laikleştirilme­
kazandırır. Bu modemleşmeci milliyetçi­ sini ve buna paralel olarak ikinci düzeyde
lik, görünüşte hâlâ halkçıdır. Ancak, toplumun modern uygarlıkların dayandı­
halkçılık folklorik bir anlatıya indirgen­ ğı bilimsel ilkeler ve kurallara göre örgüt­
miş gibidir: halkçılık, halkın (folk) anla­ lenmesini kapsamaktadır. Laiklikle ikti­
mının saf ve biricik kültüre! form olarak darın kaynağı dinsel olmaktan çıkar, ege­
sabitlendigi dar bir çerçeveye hapsedilir. menlik hakkının kaynağı olarak ulusal
Bu biriciklik ve saflığı, Türk ulusunun ta­ irade/ halk iradesi gösterilir. Laiklik ilkesi
rih boyunca maruz kaldığı dinin tarihsel bununla sınırlı kalmaz, toplumun dinsel
olarak kanıtlanmış yozlaştırıcı etkisinden ve geleneksel ahlaki değerlerinin laik,
arındırarak yeniden keşfetmek ve koru­ rasyonel ve bilimsel değerlerle değiştiril­
mak bu tarz bir halkçılığın hedefi duru­ mesini de kapsar.
mundadır. Laiklik ilkesine dayanan reform hare­
Kemalist milliyetçi söylem, devlet ve ketlerinin hedefi, “yeni insanı", kimliği­
ulus arasında dikkatli biçimde tasarlan­ nin ayırıcı unsuru din olan O sm anlı
mış bir ilişki öngörür: devlet ve ulus bir­ kimliğinin karşısında “Türk kimliğini"
birlerinin varoluş nedenleridir. Ancak, yaratmak biçiminde anlaşılabilir. Bu bağ­
aralarındaki ayırıcı çizgi sonuçta anlam­ lamda, kendine bilimsel kuralları temel
sız kılınmıştır. Devletle ulusun birbirleri edinmiş olan devletin toplumun kültürel
K E M A L İ Z M

ve ahlakî yapısını dönüştürme görevini olmayan dinsel etkinlikler arasında ke­


üstlenmesi yine laiklik ilkesiyle temel­ sin bir ayrım öngörülür. Bu ayrımın ve
lendirilir. Söylemin yapısı içinde laiklik, genelde dinsel alanın denetimi devletin
çağdaş yaşama geçişin bir garantisi ola­ elindedir.
rak sunulur. Geleneksel ve dinsel olanla Ancak Kemalist ulus-devlet içinde dinin
laik ve bilimsel (rasyonel) olan arasında, konumu her zaman kararsız ve muğlak
doğululuk, Müslümanlık ve Osmanlılık­ olmuştur. Burada anlatılmak İstenen, Ke­
la Batılılık ve modernlik arasında karşıt­ malist devletle onun “Müslüman" yurttaş-
lıklar kuran laiklik söylemi, bireyleri Ba­ lan arasındaki gerilimli ilişkidir. Kemalist
tılı hümanist, aydınlanmacı değerleri be­ laiklik söylemi, bir yandan İslâm’a karşı
nimsemeye, düşünme ve muhakeme et­ kuşkucu davranır ve dinin toplum haya­
me tarzını bilimsellik ve rasyonellik öl­ tındaki rolünü sınırlamaya çabalarken,
çütünde değiştirmeye, halkın düşünüş öte yandan da meşruiyetini sürekli balta­
tarzını belirlediği düşünülen hurafe ve layan, yurttaşlarının çoğunun kimliklerini
inançları kökünden yok etmeye ve yeni inançları temelinde tanımlamakta olduk­
toplumun temeline pozitif ve deneysel ları gerçeği karşısında kırılgandır. Bu du­
bilimlerin bakış açısını yerleştirmeye dö­ rum, geçerli düzenle düzenleme-yönetme
nük bir tasarıdır. Söylemin temel çizgisi, işlevi arasındaki açıklıkla açıklanabilir.
dini siyaset-dışı, inanca dair her şey gibi Kemalist laiklik, yeni bir kimlik ve yeni
özel alana ait saymaktır. Meşru ve meşru bir düzen kurma iddiasındadır; İslâm İse,
K E M A L İ Z M : H E G E M O N İ K B I R S Ö Y L E M

bu kimliğin ya da düzenin varlık bulması­ beyninde tezat olması icabederdi," (Söy­


nın olanaksızlığını sürekli hatırlatan yapı­ lev ve Demeçler, II: 98)
sal açıklığa işaret eder. (...)
Kemalist söylem içinde bu gerilimi aş­ “Efendiler, yapmakta olduğumuz inkı­
mak üzere üç ayrı söylemsel stratejiye lâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti hal­
başvurulur. İlki, İslâm’ı Cumhuriyetin kını tamamen asri ve bütün mâna ve eş­
gerçek düşmanı olarak yadsıyan dışlayıcı kâliyle medeni bir heyeti içtimaiye haline
bir mantığa dayanır. Ötekinin bir ya/ya da İsal etmektir. İnkılâbatımızın umdei asli-
ilişkisi içinde köktenci biçimde yadsın­ yesi budur. Bu hakikati kabul edemiyerı
ması söz konusudur. Ancak, Ötekinin bir zihniyetleri tarumar etmek zaruridir.
yadsımaya konu olabilmesi için bir kimli­ Şimdiye kadar milletin dimağım paslan­
ğe gereksinimi olması, bu kimliğin yadsı­ dıran uyuşturan bu zihniyette bulunanlar
yan tarafından yeniden kurulmasını ge­ olmuştur. Herhalde zihniyetlerde mevcut
rektirir. Bu da, tam anlamıyla yok sayma­ hurafeler kamilen tardolunacaktır. Onlar
nın mümkün olmaması anlamına gelir; çıkarılmadıkça dimağa hakikat nurlarını SV
böylece, önerilen strateji, gerilimi çöz­ infaz etmek imkânsızdır” (Söylev ve De­
mekte başarısızlığa uğramış olur. meçle;; II: 224).
ikinci strateji, dini bütünüyle yadsımak Üçüncü strateji İkincisine yakındır: Is­
yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin herhangi lâm değil; fanatikler ve fanatiklik redde­
bir inancı resmî din olarak tanımasının dilir. Halkın inancım sömüren siyasetçile­
laiklik ilkesi gereği mümkün olmadığını re karşı geliştirilen bu strateji güçlü bir
vurgulayarak, dinin alanını sınırlamaya halkçı vurguya sahiptir. Özellikle, Cum-
yöneliktir. Dünyevi olan, yani ulusa ve huriyeı’in kurulmasından önceki yıllarda,
devlete ait olan işlerde dinin yol gösterici Kemalist güçlerin yaygın bir desteğe ihti­
olamayacağı kabul edilir. Böylece laiklik yaç duydukları geçiş döneminde hakim
ilkesinin din ve devlet işleri ayrımına da­ olan bu söylemsel strateji, Kemalist laikli­
yalı bir yorumuna da ulaşılmış olur. Bu ğin İslâm’la karşı karşıya kaldığı durum­
yorum, dinin ait olduğu İnanç alanının lardaki kırılganlığı nedeniyle hiçbir za­
“kabul edilebilir bir İslâm" tanımı çerçe­ man söylemsel ufuktan bütünüyle silin­
vesinde laikleştirilmesi edimini de içerir. memiştir, Islâm’ın popüler formlarıyla ne
Buna göre, kişiselleştirilmiş, rasyonelleş­ zaman bir müzakereye girişilse yeniden
tirilmiş ve siyasetten arındırılmış bir İs­ ortaya çıkmaktadır.
lâm, kabul edilebilir bir inanç formu ola­ Kemalizmin altı ilkesinden beşincisi,
rak tanınmaktadır. Söylemde, bu formun, inkılâpçılıktır. 1930’larda Kemalist ilkeler
özünde, kökeninde rasyonel ve bilimsel oluşturulurken inkılâpçılığa ikili bir işlev
olan “gerçek” İslâm’ı temsil ettiği iddia yüklenmiştir. Bunlardan ilki, ulusal kur­
edilir. Böylece devlete, laiklik ilkesinin tuluş hareketinin başarılarım korumaktır.
gerçekleştirilmesi çerçevesinde, inancı, İkincisi ise, çağdaş uygarlık düzeyine eri-
hurafelerden, mitlerden, dogmalardan ve şinceye kadar değişimi sürdürmektir, İn­
her türlü sapkın yorumlardan arındırma kılâpçılığın bu ikinci yüzü, sürekli bir de­
görevi de verilmektedir; ğişimi gerektiren yeni bir düzenin varlığı­
“insanlara feyz ruhu vermiş olan dini­ nı varsayar. İnkılâp, varolan kurumlann
miz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü di- zorla değiştirilmesinin ardından yıkılmış
miz akla, mantığa, hakikate tamamen te­ kurumlann yerine yenilerinin kuruluşu­
vafuk ve tetabuk ediyor. Eğer akla mantı­ nu da kapsayan iki aşamalı bir süreç ola­
ğa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, rak anlaşılmaktadır (Atatürk’ten aktaran
bununla diğer kavanini tabiiyeyi İlâhiye Afet İnan, 1968: 259). Kurulan yeni dü-
K E M A L İ Z M

zen içinde, “en yüksek sivil ve modern” olamadı. Bunların çoğu, Tek Parti rejimi­
gerekler ve zorunluluklar çerçevesinde nin propaganda araçları olmaktan öteye
sürekli ilerleme öngörülmektedir. Yeni si­ gidemedi.
yasal sistemin kuruluşuna kadar devrimci Kemalist söylem içinde devletçilik, bi­
olan söylem, siyasal sistemin kurulması­ reysel girişimin devlet eliyle yaratılması
nın ardından “güçlü bir ulus-devlet", ve desteklenmesi anlamında salt ekono­
“ulusal birlik ve beraberlik”, “beraberlik mik bir tercihi ifade etmez, toplumsal ya­
ve dayanışma içinde gerçekleştirilecek şamın belli ilkeler çerçevesinde, “halk
ekonomik ilerleme" ve “çağdaş uygarlık için halka rağmen” örgütlenmesi hedefim
düzeyine erişmek için halkın ekonomik, de içerir. Ancak toplumun devlet eliyle
siyasal ve toplumsal seferberliği" temaları endüstrileşmesi ve kapital isti eş mesi so­
etrafında bir değişme ve ilerleme tasarı­ nucu sınıf farklarının belirginleşmesi ve
mına dönüşmüştür. Kemalist inkılâpçılı­ derinleşmesi, özünde Kemalist halkçılıkla
ğın önemli yanlarından birisi, toplumsal çelişen bir durumdur: Halkçılık, daha ön­
88 değişimin tepeden bir hamleyle gerçek­ ce belirtildiği gibi, türdeş, uyumlu bir
leştirilmesi girişimidir. Kemalizm hiçbir toplum mitine dayanmaktaydı. Buna gö­
zaman bir taban hareketi olma iddiasında re, Türk toplumunu oluşturan bireylerin,
olmadı. Yasama, yeniliğin gerçekleştiril­ farklı mesleklere mensup olsalar bile, çı­
mesinin ve topluma kabul ettirilmesinin karları arasında herhangi bir çatışma söz
aracı olarak görüldü. Yeniliklerin halkın konusu olamazdı; çünkü bunların hepsi
direnişiyle karşılaşabileceği düşünüldü­ aynı “ulusun" üyeleriydi. Buna dayanarak
ğünde, halkı aydınlatmak ve yenilikleri amaç, bu türdeşliği ve çıkar birliğini ko­
tanıtmak üzere birtakım aracı kurumlar ruyucu önlemleri almaktı. Ancak, devlet­
oluşturuldu. Ancak bu kurumların yeni­ çi politikaların uygulanması sonucu top­
liklerin ben imse ütmesinde yeterli olma­ lumsal farklılıkların varlığı yadsınamaz
dığı ve yeniliklerin halk tarafından be- hale geldi; yine de sınıflar arasındaki ça­
nimsenmedigi durumlarda ise, bunların tışma ve çelişkiler hoşgörülmüyordu.
korunmasını sağlayacak yeni kanunlar çı­ Devletçilik bu noktada, bu tür çatışmala­
kartıldı (Köker, 1993: 175). rın ortaya çıkmasını önlemenin bir aracı
İnkılâpçılık, Özellikle halkçılıkla ilişkisi olarak formülleştirildi.
açısından sorunlu bir ilkedir. Öncelikle, Kemalist söylem içinde devlet, geçici bir
ulusal irade ve meclis arasındaki ilişkinin yatırımcı ya da girişimci olmanın ötesinde
bir temsil ilişkisinden çok bir özdeşlik bir anlam taşır. Eğitim reformları, dinsel
ilişkisi olması nedeniyle meclis kararları, etkinlikler üzerindeki katı denetim meka­
meşruiyeti rızadan kaynaklanmayan, ama nizması ve kültürel ve etnik farklılıkların
meşruiyeti özünde kararlardı. Bu durum, denetlenmesi yoluyla siyasal ve toplumsal
“halk egemenliği" kavramında ifadesini pratiğin yönetim ve gözetimi, Kemalist
bulan halkçılıkla çelişmekteydi. Varolan devlete toplum karşısında bir öncelik ve­
düzenle, getirilmek istenen düzen arasın­ rir. Bu kapsamlı devletçilik, inkılâpçılığın
daki açıklıkta duran halkın eğitilmesinin, da özünü oluşturur: halkın, modern, laik,
bilimsel, rasyonel, modern değerlere sa­ rasyonel toplumun kuruluşu için tepeden
hip kılınmasının bu açıklığı kapatacağı bir hamleyle seferber edilmesi. Toplumsal
varsayılıyordu. Ancak, Tek Parti döne­ olana özerk bir alan tanımayan bu devlet­
minde inkılâp ruhunu halka yaymak çilik anlayışı, liberalizm ve sosyalizmle
amacıyla kurulan kurumların çoğu, seç­ karşıtlıkları çerçevesinde tanımlanırken,
kinlerin temsil ettiği yeni düzenle halk Türk toplumunun eşsizliği temelinde de
arasındaki açıklığı kapatmakta başarılı haklılaştı rıl mak taydı.
K E M A L İ Z M : H E G E M O N I K B I R S Ö Y L E M

Türdeş toplum miti, Türk toplununum forik doğasını görünür kıldığı söylenebi­
tekliği ve eşsizliği, Islâm’ın önerilen dü­ lir. Kemalist m odernleşme projesinin
zene uygun rasyonel özü, Cumhuriyet’in meşruiyeti sorgulanmıyordu, ancak yarat­
Türk toplumunun doğasına uygunluğu,,. tığı düş kırıklıkları ve engellemeler, tür­
Bütün bunlar, Kemalizmin mitsel uzamı­ deş ve bölünmemiş toplum miti ile karşı­
nı tanımlayan temalardı. Her mit gibi Ke­ lanamadı. Bu yapısal yetersizlik, söylem­
malizm de, kendisine bir evrensel doğru­ sel alanda ‘demokrasi’nin yeni bir mit ola­
luk atfederek içeriğini tanımlar; kendi­ rak ortaya çıkışının koşulu oldu. Demok­
siyle vaat ettiği düzen ve doğruluk ilkesi rasi, egemen Kemalist söyleme bir alter­
arasındaki açıklığı yok sayar. Bu strateji, natif olarak sunuldu, ona karşı bir dü­
söylemin hegemonya mücadelesinde te­ ğüm noktası oluşturdu. Demokrasi miti,
meldir. yaygın hoşnutsuzlukların ve taleplerin
temsil edileceği yeni bir yüzey oluşturu­
__________ MİTTEN İMGESELE__________ yordu ve Kemalist söylemin kuruluşu sı­
rasında dışarıda bırakılan güçleri ve öğe- 89
1 Kasım 1945’te İnönü’nün duyurduğu leri siyasal alana yeniden eklemlemeyi va­
siyasî kararla başlayan ve Demokrat Parti at ediyordu.
(DP) iktidarıyla özdeşleştirilen çok parti Ancak bu gelişme, Kemalist mitsel uza­
deneyimi, bir sag-kanat halkçılığının do­ mın genişlemesiyle sonuçlandı, Kema­
ğuşuyla sonuçlandı. DP’de simgeleşen bu lizm, demokrasi gösterenini hegemonize
yeni halkçılık yorumu, kitlelerle iletişi­ ederek kendi söylemsel zincirine ekleme­
minde popüler kültürün gösterenlerini yi başardı. 1960’da ‘devletçi seçkinler’ DP
kullanarak dinsel ve kırsal değerleri meş­ yönetimine karşı harekete geçmeye karar
rulaştırdı (Mardin, 1973: 184). DP, halk­ verdi. Ordu, rejime, demokrasiyi ve dev­
çılığı ve halk egemenliğini vurguladı ve leti kurtarmak ve Atatürk’ün mirasını ko­
siyasal girişimin partiden (tepeden) değil, rumak amacıyla müdahale etti, Kemalist
halktan (tabandan) gelmesi talebini dile seçkinler, demokrasiyi yerleştirmek üzere
getirdi (Ahrnad, 1993: 105). Bu yeni görev başındaydılar. Demokrasi böylece
halkçılık, Kemalist reformlara rağmen Kemalist söylemin hegemonya alanına
kendilerini İslâm’la ve Müslüman Türkle- sokulm uş oluyordu. Bu bütünleşm e.
rin unutulan tarihiyle özdeşleştirmeyi Cumhuriyetçi seçkinlerin askerî rejimi ve
sürdüren grupların taleplerini dile getir­ genişleyen rollerini meşrulaştırmak İçin
me işlevini yüklendi ve o günden beri bu başvurdukları söylemsel stratejilerde be­
işlevi sürdürdü. Yeni halkçılığın yükselişi, lirginleşir. Örneğin, 1961 Anayasası Ke­
‘çevrenin’ bastırılan toplumsal-kültürel malist modernleşme ile demokratikleşme
çeşitliliğinin, inanca ait bir dizi gösterenle arasındaki ‘tartışmasız’ özdeşliği vurgula­
İslâm’a yeniden eklemlenerek, laik, pozi- yan bir belgedir, iktidarın merkezde yo­
tîvist bir ideolojiye dayandırılmış katı bir ğunlaşmasını engelleyen denetim meka­
ilericiliğe direnmekte olduğunu gösterdi. nizmaları oluşturan ve hak ve özgürlükle­
Mit, metaforik bir doğaya sahiptir. Bir ri güvence altına alan Anayasa, aynı za­
başka deyişle, mitin somut veya gerçek manda “Atatürkçü düşüncenin siyasal bir
İçeriği, kendisinden farklı bir şeyi, yani manifesto olarak korunmasına” dönük
hedeflenen, evrensellik atfedilen bir doğ­ bir girişimdi (Heper, 1988: 324). 153,
ruluk ilkesini temsil eder. (Laclau, 1990: madde, Anayasanın hiçbir hükmünün
63). Bu anlamda, Tek Parti yönetimine ‘devrim yasalarına’ aykırı biçimde yorum­
karşı kitlesel hoşnutsuzluğun, Kemalist lanamayacağını hükme bağlayarak siyasal
mitse] uzamın tamamlanmamış ve meta­ rejim içinde Kemalist reformların tartışıl-
K E M A L İ Z M

r.ıaz konumlarım güvence altına almak­ sessiz ama gönülsüz bir rızaya veriliyor­
taydı, Anayasa ile devrim yasaları arasın­ du. Mardin, 1972’de kurulan Millî Sela­
daki sürekliliğin bu madde aracılığıyla met Partisi’nin modernleşmecilikle kur­
vurgulanmasından, Kemalist ilkelerin si­ duğu sentez açısından Türk tarihinde en­
yasetin temelini oluşturmayı sürdürdüğü der rastlanır bir durum oluşturduğunu
sonucu çıkarılabilir. Anayasanın bu ikili belirtiyor (1977: 279-99). Bu da, Kema­
işlevi, ‘modern, Batılılaşmış, laik ve rasyo­ lizmin hegemonik edimine bağlanabilir.
nel toplum’ mitinin bir imgesele dönüş­ Hegemonik bir söylem olarak Kemalizm,
mekte olduğunu gösteriyordu: başlangıç­ çeşitli özne konumlarının ortaya çıkması­
ta Kem alizm in hegem onyasını tehdit na ve kendilerini ’laik-modern Türklük’
eden demokrasi göstereni, Kemalizm ta­ biçiminde ifade edilecek olan merkezî öz­
rafından özümleniyor, böylece Kemalist ne konumuna eklemleyebilmelerine ola­
mitsel uzam genişleyerek imgesele dönü­ nak sağlamıştır. Ancak Kemalizm, top-
şüyordu. lumsal-dinî alanın çoğulluğunu denetle­
90 1970'lerin sonuna kadar olan dönemde nebilir evrensel bir bütünde yemden inşa
söylemsel mantık, ayrı kimlikleri, sag- etmede başarısız oldu. Kemalizmin başa­
cı/soku, gelenekçi/modernleşmeci, geri- rısızlığı, Islâm’ın eklemlenebileceği yolla­
ci/ilerici, aşırı milliyerçi/Marksist gibi bir rı çeşitlendirdi. Islâm’ı kamusal alandan
dizi karşıtlık temelinde söylemsellik ala­ silme girişimi, Islâm’ın siyasallaşmasını
nına yerleştiriyor, Kemalist modernleşme beraberinde gelirdi.
projesiyle demokratik idealler arasında Kemalizm, siyasal arenada tamnabilnıe-
eşdegerlikler kuruyordu. Demokratik ve nin bir aracı ve Batı dışı bir modernleş­
modernleşmeci Kemalizm, her nesnenin menin göstereniydi, siyasal mücadelelerin
ortaya çıkışının olabilirlik koşulu olduğu kendi olabilirlik koşullarını buldukları
ölçüde bir imgesel olmaktaydı. Örneğin, bir ufuktu. Kemalist özne konumu etra­
Türkçülük, Kemalizmin ‘güvenli, müref­ fındaki eklemlenmelerin çoğalması, olası
feh, mutlu ve modernleşmiş bir Türkiye’ bir Kemalist kimlikle diğerleri arasındaki
arzusunu paylaşıyordu. Milliyetçilik, Tür­ sınırı belirsizleştirdi. Kemalizm, çevresin­
kiye’yi geleneksel değerlerden ve ulusal de birleşen eşdeğerliklerin içini boşaltıp
özgünlüklerden ödün vermeksizin mo­ gerçek içerikleriyle bağlarım zayıflattı,
dernleştirmek üzere bir ‘üçüncü yol’ ola­ böylece boş bir gösterene dönüştü. Kendi
rak öneriliyordu. Sol, Türk devriminin yokluğunun göstergesi olmaya başladığın­
anti-emperyalist bir 02 taşıdığı iddiasıyla, da Kemalizmin konumu belirsiz ve karar­
Kemalist modernleşme projesini, Türki­ sız hale geldi. 1961 Anayasası ile siyaseti
ye’nin feodal ve yarı feodal yapısından düzenleme niyetini ifade etmiş olan mer­
kaynaklanan sorunların üstesinden gelme kez, toplumsal ve siyasal alanları birleş­
potansiyeliyle değerlendirdi. Örneğin tirmekte ve kendi hegemonik kapsamının
Türkiye Komünist Partisi, Kemalizmin dışına taşan söylemsellik alanım denetle­
kalkınmacı ve görece anti-emperyalist mekte başarısızdı. 1970’lerin sonlarına
perspektiline paralel bir sosyalist söylem gelindiğinde, siyasal radikalizmin bir so­
g eliştird i. Benzeri biçim d e İslâm , nucu olarak ortaya çıkan karşıtlıklar ve
1 9 4 0 ’lardan itibaren, modernleşmeyle mücadele alanları, hegemonyasını yıpra­
kurduğu olumlayım ilişki bağlamında tarak, sınırlarını zedeleyerek ve toparlayı­
Cumhuriyetle özdeşleşebiliyordu. Rıza­ cı etkilerim yok ederek merkezin kökten
nın ifadesindeki söylemsel stratejilerin oluşsallığını, düzen ve düzenlem e arasın­
çeşitliliğine rağmen, İslamcı söylemde daki açıklığın kapatılmasının olanaksızlı­
öncelik, Kemalist modernleşme projesine ğını gösterdi.
K E M A L İ Z M H E G E M O N İ K G I R S ö V L E M

‘Demokrasinin düzene konulması’ he­ varolduğu, rejimin siyasal, ekonom ik,


defi, 1980 darbesinde de, devlet ve siya­ toplumsal hedeflerinin Kemalist ilkeler
set arasında bir ayrışmanın sağlanmasına doğrultusunda yeniden tanımlandığı mo­
zemin hazırladı. Askerî rejim, ulusal bir­ mentlerdir, 1960-1980 yılları arasında
liği ve demokrasi pahasına da olsa Türki­ gerçekleştirilen üç askerî müdahale, dev­
ye Cum huriyeti’nin bekasını özellikle letin siyasal belirsizlik ve düzensizlikle
vurguladı. Bu, bir anlamda Kemalizmin mücadelesinin sonucuydu. Bu moment­
totaliter eğilimlerinin dirilişiydi. Kısa sü­ lerde Kemalizm, düzen lam mLanmn dü­
rede parlamenter rejime dönülmesine ğüm noktasını oluşturdu, 1980 sonrası­
rağmen, siyasal katılımı sınırlayan anaya­ nın, siyaset korkusu, uyum ve birlik öz­
sal hükümler aracılığıyla yarı totaliter lemleriyle beslenen, Anayasada güvence
eğilimlerin siyaset üzerindeki belirleyici altına alınan otoriter ideolojisi de, aslın­
etkisi sürdü. Ordunun kö/fii dışarıda ide­ da, 1980 öncesinin bölünmüşlüğü ve ku-
olojileri Atatürkçülükle değiştirme çaba­ tuplaşmışlığına Kemalist bir yanıttı. Yeni
sı, Kemalistlerle askerî seçkinler arasın­ rejim in mantığını Kemalist ilkelerden
daki tarihsel bağlardan kaynaklanıyordu. alan otoriter vurgusu, Kemalizm ve de­
Uyumlu toplum imgesi, toplumsal ve si­ mokrasi arasındaki özdeşliğin sorgulan­
yasal yaşantı tüm boyutlarıyla etkileyen masına hız verdi, Jöntürk harekelinden
yeni yönelimin tentelini oluşturdu. İde­ Kemalizme bütün halkçı ideolojilerin sa­
olojik olmayan rızaya dayanan bir toplu­ bit öğesi olmuş toplumsal tabiplik fikri,
mun yaratılması ve ulusal birlik ve bü­ devletçiliğin karşısına muhafazakâr bir li­
tünlüğün sağlanmasında dinin önemi beralizmi koyan yeni sag-kanat halkçılığı­
üzerinde duruldu, İslâm’ı Türklüğün bir nın hegemonik müdahaleleriyle etkisiz­
parçası sayarak onunla uzlaşan ordu, Ke­ leşti, olumsuz bir anlam yüklendi. Muha­
malizmin laik, rasyonel ve modern top­ fazakâr ve Islâmcı karşı-özdeşlik formla­
lum tanımını yeniden eklemledi, inancın rının çoğalması, fazlaca çalışmalı ve siya­
rasyonel temellere oturtulması, devletin sallaşmış bir toplumda hegemonik söyle­
elinde Kemalist rejime kitlesel destek min sınırlarının belirginleşmesi, 1980'den
sağlama yolunda ideolojik bir araca dö­ bugüne siyasal alanın başat özelliğidir.
nüştü. Bunun sonucu, kültürün ana be­ Söz konusu olan ikili bir süreçtir: ilkin
lirleyicisi olarak İslâm’ın devlet söyle­ Kemalizm, metaforik gücünü ve imgesel
miyle eklemlenmesidir. boyutunu yitirmekte, yani, metaforik bir
tamlığı ifade etmekten, toplumsal taleple­
ri, yerinden edilmeleri özümsemekten
___________ SONUÇ VERİNE...___________
gittikçe uzaklaşmaktadır, ki bu, onun he­
Laclau, kökten bir düzensizlik halinde gemonik konumundaki kaymayı gösterir;
düzenin bir yokluk olarak bulunduğunu ancak Kemalist güçlerin tamamen çözül­
belirür. Henüz, düzen tanmılanmamıştır. düğü iddia edilemez; çünkü Kemalizm,
Düzeni her tanımlama girişimi, bir hege­ köktendinci ve etnik milliyetçi kimliklere
monya kurma girişimidir; bu girişimde karşı özdeşlik formları sunan, ordunun
başarılı olan siyasal güçler hegemoniktir. siyasete doğrudan ya da örtük müdahale­
(Laclau, 1996: 45 ) Türkiye tarihinin, lerinde belirginleşen siyasal projesiyle he­
Kurtuluş Savaşı’ndan askerî müdahalelere gemonyasını yeniden kurma potansiyeli­
kırılma momentleri, böyle bir yokluğun ne sahip olmayı sürdürmektedir. O
İkna (İn a n d ırm a ) Yerine
Tecebbür (Z o rla m a )
METE TU N ÇAY

illî Mücadele’nin başlangıcından sonlarında, hicri ve muaddel rumî tak­

M C um hu riyetin ilanına kadar,


halk arasında ulusçu bir tütü­
nüm (co)ıesion) bilincinin yaygın olma­
vimler yerine. Milat başlangıçlı uluslara­
rası takvimin ve alafranga saatin kabulü
(yani 1341, 1925 oldu; “gün” de güneşin
ması nedeniyle, İslâmî dayanışmadan ya­ batmasından başlatılmak yerine, kökenle­
rarlanılmıştı. Hatta “dinin siyasete alet ri Roma hukukuna kadar giden bir uyla­
edilmesi” yolunda, Osmanlı dönemine şımla geceyansından başlatıldı),
oranla daha da ileriye gidilmişti, 1926 yılında, benim “çeviri yasalarla
Cumhuriyet’in İlk dört ayında, halifelik hukuk devrimi” dediğim şey yapıldı. As­
de devam etti. Ancak 1924 Martının baş­ lında, 19. yüzyıl ortalarında başlayan Batı
larında, hilafet kaldırılıp hanedan üyeleri yasalarını benimseme hareketi, birçok
yurtdışına sürülürken, (medreseler ve alanda şeriat yasaları yürürlükte kaldığı
şeriat mahkemeleri gibi) eğitim ve yargı­ için bir ikilik yaratmıştı. Cumhuriyettey­
daki din kurumlan da yasaklandı. Ama, se, aile, borçlar vb. konularındaki dinsel
1924 Anayasası’mn 1928 Nisanında yapı­ hükümler kaldırılarak reception tamam­
lan değişikliklerine değin, “Türkiye dev­ landı; kıta Avrupa hukuku yalnız başına
letinin dini, din-i Islâmdır" hükmü ko­ hükümferman oldu.
rundu. 1928 Mayısında “beynelmilel erkam”
Niyazi Berkes’in “kutsallaşmış gelene­ (Arap rakamlarının Batı’da kabul edilen
ğin boyunduruğundan kurtulma” diye ta­ biçimleri) alındı; Kasımda da Latin esaslı
nımlayarak çağdaşlaşm a ile özdeşleştirdi­ “Türk Alfabesi" kanunlaştırıldı. Halka ye­
ği “la ik le şm e " ad ım ları, bu ilk en in ni harfleri öğretmek için, Millet Mektep­
1937’de Altı Ok içinde Anayasaya girme­ leri Teşkilatı kuruldu. 1931 yılında, bü­
sine kadar devam etmiştir. Bu adımların tün ölçüler metrik sisteme uyarlandı.
başlı çalan şöyle sıralanabilir: 1935’te de pazar günü hafta tatili olarak
1925 başlarındaki Şeyh Said Ayaklan­ benimsendi.
ması üzerine çıkarılan Takrîr-i Sükûn Ka- Tarık bin Zeyyad’ın lberya’ya çıkarken
nunu’nun (ve İstiklal Mahkemelerinin) geri dönülmesini imkânsız kılmak için
yarattığı buyurgan hava altında yapılan gemilerini yaktırmasına benzer bir biçim­
şapka ve giyim kuşam devrimleri; “tekke de, geçmişle ilişkilerin kopartılmasını
ve zaviyelerle türbelerin şeddi", dolayısıy­ amaçlayan bu reformların arasında, bence
la tarikatların yasaklanması. Aynı yılın en etkilisi “Yazı Devrimi" olmuştur.
İ K N A ( İ N A N D I R M A ) Y E R İ N E T E C E B B Ü R ( Z O R L A M A )

Yazı karakterlerinin, yani alfabenin din­ ya başlanmıştır. Bu kutsal kitapların Tanrı


lerle garip bir ilişkisi vardır. Tarihte bir buyruklarını içerdiği kabul edilmekle bir­
takım halklar, yeni bir dini kabul ettikleri likte, Kuran-ı Kerim için inanıldığı gibi
ya da dinlerini koruyarak anadillerini de­ “Kelâmullah" oldukları anlayışı yoktur.
ğiştirdikleri durumlarda, o dinin kutsal Dolayısıyla, Kuran’ın Arapça’dan başka
m etinlerini geleneksel ya da edinilmiş dillere “mealen" çevrilmesine razı olunsa
dillerine çevirmeye razı olsalar bile, me­ da, ibadette Arapça özgün metnin kulla­
tinlerin yazılı oldukları özgün alfabeyi nılmasında ve din hizmetlileri başta, bü­
kullanmaya devam etmişlerdir. [Eski Mı­ tün aydın müminlerin bu dili öğrenme­
sır’ın resim-yazısına h ierog lif (kutsal oy­ sinde ısrar edilmiştir.
malar) denildiğini unutmayalım. Bu te­ Osmanhca’nm yazılmasında yararlanı­
rim, “Tanrı’nm (el)yazısı" diye de düşü­ lan Arap h arflerinin “ıslah" edilerek
nülebilir!] “Tılsım” gibi kavramlara baş­ Türkçe’ye uyarlanması yönünde en az ya­
vurmadan anlaşılması ve çözümlenmesi rım asırdır öneriler yapılıyordu, Namık
zor olacak söz konusu ısrara birçok ör­ Kemal bu fikre karşı çıkmış ve (Mene- 93
nek gösterilebilir. Ortodoks Hıristiyanlığı menlizade Rıfat Beye 8 Ağustos 1878 ta­
benimsemiş Türk kökenli insanlar mı ol­ rihli bir mektubunda) “yazının ıslahı için
dukları, yoksa Elen (leşmiş) bir halk iken Latin harflerini bizim lisana almak, Frenk
Türkçe’yi mi özümsedikleri bilinmeyen elbisesi giymeyi mülkün ıslahına medar
Karamanlı Runılar, kiliselerinde “Isa Me­ olur zannetmek kabilindendir” demişti.
sih’in namazı"nı pekâlâ Türkçe eda eder­ Enver Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı yılla­
lerken, bütün yaşamlarında Yunan alfabe­ rında “huruf-u munfasıla" denilen biçim­
sini kullanmayı sürdürmüşlerdir. 20. yüz­ de Arap harflerinin bitiştirilmek yerine
yılın başlarında hâlâ Yunan ve Ermeni ayrı ayrı kullanılmasını sağlamak için bir
harfleriyle basılmış Türkçe İnciller vardır. girişimde bulunduğu, ama bu reformun
Bizim tam tersimize, yeniden varolma savaş ertesine bırakıldığı bilinmektedir.
ideolojisini kopuş yerine sürekliliğe da­ Cumhuriyet’in ilanından sonra, 1926’da
yandırmak isteyen İsrail devleti 1949 yı­ Bakü’de toplanan bir kongredeyse o za­
lında kurulurken, o vakte kadar sinagog­ mana kadar Türkçelerini Arap alfabesiyle
ların dışında kullanılmayan İbranî alfabe­ yazan Sovyet halkları Latin harflerine
si (o dille birlikte) canlandırılmışım geçme kararını alırlarken, Fuat Köprü-
Din-Dil ilişkisi açısından Hıristiyanlıkla lü’nün başkanlığındaki T.C. delegeleri çe­
Müslümanlık (ve Yahudilik) arasında bü­ kimser kalmıştı.
yük bir fark vardır. “Eski Ahid’’in Yahudi- Kaldı ki, Türklerin Arap harflerini gü­
ler tarafından Ibranice olarak sürdürüle- zel ve estetik (kaligrafik) olarak yazmak­
gelmesine karşılık; birçok bölümü her­ la, övündükleri özel bir becerileri vardı,
halde Aramî ya da Ibranî dillerinde yazıl­ “Kuran-ı Kerim Mekke’de nazil olmuştur
mış olan “Yeni Ahid”, “Hıristiyanlığın za­ (Peygambere inmiştir), Kahire’de tilâvet
ten Yunanhlaşmış bir Yahudilik olduğu" edilmiştir (usulüne göre okunmuştur),
görüşünü dogrularcasına, en başında ya İstanbul'da (en başarılı hüsn-ü hatla) ya­
Yunancaya çevrilmiş ya da kimi bölümleri zılmıştır" sözünü hatırlamak gerekir.
Yunanca kaleme alınmıştır. Daha sonra Yazı Devrimi, simgesel önemi bakımın­
Aziz Hieronymus’un yaptığı Latince Vul- dan belki Şapka Devrimi’yle karşılaştırıla­
gata çevirisi Katolik dünyasında resmî bilir. Fakat şapka giymeye ancak “Frenk
metin olarak benimsenmiş, Reformas- mukallitliği” (öykünmeciliği) diye karşı
yon’da ise çeşitli ulusal dillere yapılan çe­ çıkılabilirken, alfabe değiştirmek, bir ku­
virileri Protestan kiliselerinde kullanılma­ şak içinde o zamana kadar yazılmış bü-
K E M A L İ Z M

gül® kEL

94

1928’d ey en i harflerin kabulüyle başlayan h a r f inktlâbtna bir toplumsal eğitim


seferberliği eşlik etmiştir. Bu inküâp, bent “köhnem iş eskiyi yıkm a ”gayesiyle hem 4e
Latin harflerinin Türkçe seslerin ifadesine uygunluğuyla açtklanmtşttr.

tün yapıtları okunmaz/anlaşılmaz hale 1950’deki Demokrat Parti iktidarına ka­


sokmuştur. Bu, düşünülebilecek en kök* dar, Ezan ve Kamet Türkçe okunmuştur.
tenci kültür değiştirme girişimiydi. Çün­ Türkçe Kuran konusu, 20. yüzyılın so­
kü Islâm dininin de, yükseltilmek istenen nunda bazı çevrelerce yeniden savunulan
Türk milliyetçiliği ışığında yeniden bi­ bir dava oldu.
çimlendirilmesin! ima ediyordu. 19. yüzyılda Osmanlı çagdaşlaşmacıları
Yazı Devrimi’ni, Cumhuriyet’in ilk on arasında ortaya çıkan, gene! olarak dinin,
yılında dil üstünden denenen “İslâmiyet! bizim özelimizde de Islâmiyetin “mani-i
T ü rkleştirm e” hareketleri bağlamında terakki" (ilerlemeye engel) olduğu fikri,
değerlendirmek gerekir. Ünce, 1926 ilk­ Cumhuriyetin kuruluş yıllarında da de­
baharında Türkçe’yle namaz kıldırma de­ vam etmiştir. Pozitivistçe bir “bilim e
nemeleri yapılmış, dört yıl sonra llâhiyat inanma" tutumuyla iki yoldan birini seç­
Fakültesi çevresindeki bir grup “moder- mek gerekiyordu. Kemalist hakim düşün­
nist" İslamcıdan oluşan bir kurul “refor- ceye göre, Batı’da Lutherci Protestan Re-
masyon" önerileri hazırlamıştır, 1932 formasyonu kutsal kitabı ulusal dillere
başlarında da (Ram azan ayı için d e), çevirince Hıristiyanlık çağdaşlık yoluna
Türkçe Kuran tutar mı, tutmaz mı diye girmişti. Biz de onun gibi yapabilirdik,
araştırılmıştır. [Bu son konuda ayrıntılı Üteki yol, Sovyet Devrimi’nin yaptığı gi­
bir inceleme için bkz. Dücane Cündioğ- bi, açıkça dine karşı çıkmaktı. Sanıyo­
lu, Türkçe Kuran ve Cumhuriyet ideolojisi rum, kamu güvenliği açısından, sıradan
(İstanbul: 1998).] ibadette Türkçe Ku- halkın dindar kalmasının daha istenilir
ran’ın zorlanmasından o dönem vazgeçil- olduğu düşünüldü. Onun için, öncelikle
mekle birlikte, aynı yılın sonlarından İslâm Reformasyonu projesi üstünde du­
İ K N A ( İ N A N D I R M A ) Y E R İ N E T E C E 1 B O R ( Z O R L A M A )

ruldu. Bu yalnızca bir dil ve yazı sorunu timlerle dinin ve dinadamlarının güç ka­
değildi; ibadet düzeninin de değiştirilme­ zanmaları ve laik iktidara rakip bir yetke
si, örneğin secde etmek yerine, camilere merkezi oluşturmaları ihtimaliydi.
oturacak sıralar konulması, müzikli ayin­ Dinin her yerde ve her zaman toplum
ler yapılması vb, önerildi, Kuran'ın Türk­ üyelerinin dünya görüşlerini özellikle eği­
çe’ye çevrilip ibadette Arapça özgün met­ tim üstünden kalıplayageldiği bilinmekte­
nin yerine bunun kullanılması fikri yay­ dir. Bizde, Tanzimat ve Meşrutiyet dö­
gın bir hoşnutsuzluk yaratınca, zamanın nemlerinde mühendislik ve tıp okulların­
ve zeminin henüz uygun olmadığı gerek­ dan itibaren geleneksel medrese ve tekke­
çesiyle Islâm Reformasyonu düşüncesi ra­ lere rakip bir dünyevî eğitime yönelme
fa kaldırıldı, başlamıştı. Hatta, uygulamaya dönük bu
Türkiye’de hiçbir zaman, dine Sovyet- (amelî) bilgi dallarına, dinbilgisiyle özdeş
ler’deki kadar açıkça karşı çıkılmamış ol­ olan ‘‘ilim’’ yerine, “fen” deniyordu. Nite­
makla birlikte [unutmayalım ki, orada kim, yeni kurulan Osmanlı üniversitesine
Moskova’nın bir katedrali büsbütün yıkıl­ de, fenlerevi anlamındaki “Darülfünun” 95
mış, Leningrad’ın Kazan katedrali ise Tan- adı verilmişti. (Rusya'da Büyük Pelro’nun
rı-tammazlık müzesi yapılmıştı!), özellik­ akademisi kurulurken, bilim yerine, naıt/t
le Cumhuriyetin ilk on yılında, Islâm ko­ sözcüğünün kullanılmasında da benzer
nusunda inanılması güç boyutlara varan kaygılar rol oynamıştır.)
bir “mübalâlsızlık" (diyelim, umursamaz­ Sultan II. Abdülhamit'in 1876 Anayasa­
lık) gösterilmiştir. Örneğin, bir ara Sulta­ sını “talik” etme (askıya alma) gerekçesi,
nahmet Camii’nin resim galerisi yapılması meşrutiyet iyi ve çağdaş bir şey olmakla
önerilecek kadar ileriye gidilmişti.* birlikte, halkın anayasalı yönetime henüz
Bence asıl endişe edilen, bu tür düzel- hazır bulunmadığı, eğitilerek çağdaşlığa
hazırlanması gerektiğiydi. Bu tanı ve sa­
(*) Cemal Reşit Rey anlatıyor: ” 1926 Ağustosunda
ğaltma yönteminin, kamusal yaşamımız­
maarif vekili [Mustafa] Necati Bey bir Sanayi-i da bugüne değin geldiğini söylem ek
Nefise [Güzel Sanatlar] Encümeni toplamıştı abartma olmaz.
Bu encümene beni de davet etti. İşte o encü­
mende alınan kararla mekteplerden Alaturka Ne var ki, Cumhurîyet’in ilk dönemin­
müzik tedrisatı kaldırıldı. Böyle isabetli karar- de benimsenen eğitim anlayışı, bilgi akta­
ların yanında fazla cüretkâranelerinin de alın­
masına ramak kaldığına şahit oldum. Bu encü­ rımının yanı sıra eleştirel ve yaratıcı dü­
menimizin reisi rahmetli Namık İsmail [Yeğe- şünmeyi amaçlamamış, yapılan devrimle-
noğlu) ite rahmetli Çallı İbrahim, Necati Beye rin içselleştirilmesi ve yayılması için bir
bir dilekçe sundular. Bu dilekçede ressamların
eserlerini teşhir edecek bir galeriden mahrum rejim propagandası aracı olarak kullanıl­
bulunduğu belirtiliyor ve hükümetten bu iş mak istenmiştir.
için bir mahal isteniyordu. İstenilen mahal
neydi biliyor musunuz7 Sultan Ahmet Camii. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaşlaşma
Ancak ilave ediliyordu ki, camide yukarıdan projesi, akla ve bilime beslediği inanç ba­
gelen ışığın az oluşu resimlerin en iyi şerait al­
kımından, Tanzimat ve Meşrutiyet dö­
tında teşhirine mani idi. Bunun için kubbede
delikler açılması teklif edilmişti, Necati Bey nemlerinin (yani 1839-1918 yıllarının)
muvafakatini vermek üzere iken, rahmetli Mi­ devamı niteliğindeydi. Şu farkla ki, o dö­
mar Kemalettin Beyin pürhiddet yerinden kal­
karak söylediği sözlerden sonra bu karardan nemlerin sakıngan ve uzlaşmacı tutumu­
vazgeçildi." na karşılık. Cumhuriyetçiler daha gözü-
Yazarın muhtemelen C u m h u riy e t gazetesinde kara davranıyorlardı. Osmanlı uzlaşmacı­
çıkmış olan "Atatürk ve Müzik" başlıklı maka­
lesinin tümü şu kaynakta aktarılmıştır: A ta tü rk lığının “telifçi” (eklektik, hatta senkretik)
D evrim ler! İd e o lo jisin in Türk M ü2ik K ü ltü rü n e olduğu, içinde çelişkiler barındırdığı doğ­
D o ğ rü d a n ve D o la ylı E tk ile ri (İstanbul: Boğaziçi
rudur. Fakat, “uzlaşma” çağdaş liberal de­
Üniversitesi Türk M üziği Kulübü Yayınları,
1980), S. 142-45. mokrasi kültürünün önemli bir öğesidir.
K E M A L I Z M

Erken Cumhuriyetin yönetici seçkinleri, söylenebilir, Atatürk’ün 1923 Martında,


kendi doğrularından çok emindiler. Bun­ aydınlan sıradan halkı kendi doğrularına
ları topluma kabul ettirmek için, gelenek­ inandırmaya çağırması, zorlamanın uygu­
lerle uzlaşmayı düşünmüyorlar, halk yı­ lamada işe yaramamasından ötürüdür.
ğınlarını la ik eğitim yoluyla “irşad" ve Ama, uyum sağlama yönünde sonuç ala­
“ikna” etmeyi amaçlıyorlardı. bilmek için geleneklerle uzlaşmayı, yerle­
Atatürk’ün Cumhuriyet’in ilanından şik İnanışlara “tavizler" (ödünler) verme­
yedi ay önce, Konya’daki Türk Ocagı’nda yi aklına getirmemektedir.
yaptığı bir konuşmada, aydınlara yol gös­ Pekiyi, Cumhuriyet devrimleri hiç ya-
termek için kullandığı bu terimler (ve ay­ pılm asalar daha mı iyi olurdu? Buna
nı aydınları suçlayan karşıtları: “tahak­ “evet" demek, elbette olanaksızdır. Ku­
küm” - “tecebbûr" - “istibdat”), Islâm ramsal bir olasılık, 1920’lerdeki ve 30’lar-
dinbiliminden ödünç alınmış kavramları daki Jakoben çagdaşlaşmacılıgın daha
yansıtmaktadır. Ben, bu konuşmanın bazı sonraki yıllarda da sürdürülmesiydi. Bu
96 bölümlerini, TC'nde Tek Parti Yönetiminin yolu kapatan iç ve dış nedenleri hep bili­
Kurulması ] 923-31 (İstanbul: Tarih Vakfı yoruz. Fakat farz-ı muhal onlar olmasa­
Yurt Yay., 1999, 3. bas.) kitabımda (s, lar da, gerçekleştirilebilecek sonuç, ne
219’da), Gazi Paşanın o zamanki halkçı­ tür bir “çağdaşlık" olacaktı? Belki biçim­
lık anlayışını göstermek için alıntılamış­ sel olarak ileri ülkelere benzeyen, ama
ım!, Gazi, burada İslâmiyet’in “aklî ve ta­ özünde çağcıllıktan uzak, özgürlükler­
biî din” (rat iona! and natural religi ou) ol­ den, insan haklarından, demokrasiden
duğunu, ama “ciddi ve hakiki ulema" dı­ yoksun bir yaşayış. Ya da daha yavaş, sin-
şındaki dinadamlarmın yalnız onun kişi­ dire sindire, halkın katılımıyla, onun is­
sel inançlarına değil, “millet"in yaşam ve tediği yönde yürümek. Halk çoğunluğu­
çıkarlarına aykırı tutumları nedeniyle “te­ nun uzun dönemde yanlış bir yolda ısrar
pelenmeleri" gerektiğini savunuyordu. etmeyeceği, İslâmî bir kabul olduktan
Daha sonra da, “avam" ile “münevverân" başka, demokrasinin de temel varsayım-
zihniyetleri arasındaki uyumsuzluktan larındandır.
yakınıyordu: “Sınıf-ı münevver telkinle, Mesele, meşrutiyeti ya da demokrasiyi,
irşadla kitle-i ekseriyeti kendi maksadına halk onları yaşamaya hazır hale geldik­
göre iknaa muvaffak olamayınca, başka ten sonra tadı çıkarılacak rejimler diye
vasıtalara tevessül eder. Halka tahakküm düşünmemek, sorunların üstesinden gel­
ve tecebbüre başlar, halkı istibdatta bu­ meye çalışırken bu çağdaş siyasal yöne­
lundurmağa kalkar." tim biçimlerini uygulamaktır. Geçmişte
Kamusal alanda, doğru’nun, iyi’nin, ya- öyle yapılsaydı, bugün böyle olmazdık.
rarlı’nın ne olduğunu, (dini ya da ideolo­ Ama, rahmetli babamın diline pelesenk
jisi yoluyla) bilen bir kimsenin, halkla uz­ ettiği bir totolojiyle, “Olmuş bir şeyin ol­
laşmaya, onlara danışmaya ihtiyacı yok­ mamış olmasına imkân olmadığı gibi, ol­
tur. Hatta doğruyu bilenin, onu topluma mamış bir şeyin de olmuş olmasına im­
zorlamasının ahlakî bir ödev olduğu bile kân yoktur.” □
Kemalizm/Atatürkçülük:
Modernleşme,
Devlet ve Demokrasi
LEVENT KÖKER

ürkiye C um huriyetinin kurulu­

T
diye alabileceğimiz 12 Eylül 1980 askerî
şundan sonra, 1930’ların başına te­ darbesinden sonraki süreçte, askeri yöne­
sadüf eden Tek Parti yönetiminin timin güdümü ve belirleyiciliği altında
pekişmesiyle eşzamanlı olarak resmiyet gerçekleştirilen yeni bir anayasal rejim
kazanan Kemalizm (bkz. Tunçay, 1989), oluşturmaya yönelik uygulamaların meş­
1945 sonrası çok partili siyasî hayatın bu­ ruluğunu sağlamak amacıyla başvurulan
günlere dek süregelen çalkanalı ve kesin­ A tatürkçülük vurgusunu da -m esela,
tili süreçleri İçinde, çeşitli ve birbiriyle “Devrim Tarihi" yerine “Atatürk İlkeleri
çatışan yorumlara konu olmuştur. Bu yo­ ve inkılâp Tarihi" tabirini yerleştirme
rumlar, Tek Parti döneminin ürünü olan gayretini- bu terimleştirmeler arasında
Kemalizm sözcüğünün1 yanı sıra, 1940’- kaydetmek gerekmektedir. Bu terimleşür-
ların "Millî Şef” yönetimi altında görece me meselesi bağlamında, 12 Eylül otori-
sakıncasız bir muhalefeti dillendirebilme teryanizminden çok partili siyasî hayata
yolu olarak bulunmuş gibi görünen “Ata­ yeniden geçiş süreci içinde, örneğin Türk
türkçülük”2 sözcüğünü de ortaya çıkarta­ Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’nun
rak gelişip karmaşıklaşmışım Örneğin, kapatılıp, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
özellikle 1960’lardan itibaren daha çok Yüksek Kurulu’nun oluşturulması vesile­
sol siyasî düşünce ve örgütlenmeler tara­ siyle açığa vurulan, “Atatürk’ün vasiyeti
fından veya onlarla birlikte telaffuz edile - çiğnendi” veya “Atatürk’e ihanet edildi”
gelen Kemalizm yerine, m illiye tçi-muha- türünden tepkilerde yine -zımnen de ol­
fazakâr düşünce ve örgütlenmelerde Ata­ sa- “sahte” ve “gerçek" Atatürkçülük ay­
türkçülük sözcüğünün tercih edildiği;3 rımına dayanılmış olduğunu hatırlamak
bununla birlikte, sol düşünce içinde yer gerekmektedir.'1 Tabloyu, Cumhuriyet’i
alıp “Atatürkçülük" sözcüğünü “devrim" yıkma amacıyla siyaset yaptığı için Ana­
ile birlikte kullananların da var olduğu yasa Mahkemesi tarafmdan kapatılan Re­
(örneğin Tunaya, 1981); dahası, özellikle fah Partisi’nin “siyasî yasaklı" önderinin
sol düşünce akımları içinden söz ve ey­ “Atatürk yaşasaydı Refah Partisi’ne girer­
lem üretenlerin, karşıtlarını “sahte Ata­ di” mealindeki yargısıyla tamamlayabili­
türkçü" veya “gardırop Atatürkçüsü” diye riz.3 Özetlersek: Kemalizm ve Atatürkçü­
niteledikleri bilinm ektedir. Cum huri­ lük sözcükleri sıkça, farklı ve çatışan yo­
yet’in ekonomik, siyasî ve kültürel hayatı rumlamalara konu edilmekte; her bir yo­
açısından son yirmi yılın bir nevi miladı rum sahibi veya siyasî akım mensubu,
K E M A L İ Z M

muhalifini, kendi “gerçek" Kemalizmi ve­ varlık sebebini de tayin etmekte, bu varlı­
ya Atatürkçülüğü açısından sahtecilikle ğını koruyup sürdürme mantığıyla (ra -
suçlayabilmektedir. isotı d ’Etat yahut hikmct-i lıühûmet ile) öz­
Manzara, yarım asrı aşan bir süredir deşleştirilmiş olmaktadır.
çok partili siyasî hayatı sürdürme çaba­ Bu durum, bir bakıma ve ö zellikle
sındaki Türkiye Cumhuriyeti’nde, bıra­ Türkiye Cumhuriyeti nin kuruluşundaki
kın Kemalizm/Atatürkçülük aleyhtarlığı espriye de uygun düşen bir biçimde, mo­
yapmayı, Kemalizm/Atatürkçülük eleşti­ dern ulus-devletlerin ortak özelliği diye
risine yönelen akım ve örgütlenmelerin görülebilir. Modern devletin devlet olma
olmadığını, olamadığını açıkça göster­ niteliği, tarihî olarak, toplumu oluşturan
mektedir, Bir diğer deyişle, Türkiye Cum- farklı bireylerle grupların özel ve dolayı­
huriyeli’nin anayasa ve sair hukuk norm­ sıyla kısmî ilgi, istem ve çıkarlarını aşan,
ları ile siyasî-hukukî pratiği içinde, ancak bütünün orirık gönencini temsil etmekle
Kemalizm/Atatürkçülük sınırları dahilin- belirlenmekte ve bu ortak gönenç ile dev­
98 de bir muhalefetin varlığına izin verildiği­ letin varlık sebebi arasında özdeşlik ilişki­
ni ileri sürmek abartılı bir değerlendirme si kurulmaktadır,6 Bu özdeşlik, modern
olmayacaktır. Bu sınırları aşmaya yönel­ devletin tarihî olarak demokratikleşme­
mek, “bölücülük,” “yıkıcılık,” “gericilik," siyle birlikle ortaya çıkan “modern de­
gibi yaftalar veya konjonkıürel olarak mokrasi" tahlillerinde, “demokrasinin
bu nlarla eşanlam lı olarak kullanılan dikey boyutu’’ (Sartori, 1993: 143-197)
muhtelif ideoloji adlarıyla özdeşleştirilen veya “istikrar" (Huntington, 1965-66)
bir biçimde “vatana ihanet” ya da “devlet gibi ifadelendirmelerin teorik çerçevesi
düşmanlığı" suçlamalarına uğratılarak, içine alınmıştır. Bu bakımdan, Kema­
gerektiğinde en şedit biçimde bastırılmayı lizm/Atatürkçülük de Türkiye’de m o­
hak etmek demektir (bkz. Mardin, 1991: dern ulus-devlet oluşumunun özgül bir
176-193), Yakın geçmişteki Marksist sol ifadesi diye anlaşılabilir. Aynı doğrultu
hareketlerin, Kürt sorununa bağlı siyasî üzerinden gidersek, siyasetin, bu ortak
yansımaların, siyasî İslamcılığın muhtelif gönenci ve onu temsil eden devletin var­
örgütlenmelerinin akıbetleri gibi örnekle­ lığı ve devamlılığı m antığının çizdiği
rin yanı sıra, kurulu devlet düzeninin (Türkiye Cumhuriyeti açısından Kema-
ekonom ik ve siyasî reform lar yoluyla lizm/Atatürkçülügün belirlediği) sınırlar
“Avrupa Birliği ölçülerine uygun" hale içinde mümkün kılınan bir çatışma-uz-
getirilmesi sürecinde bugün de gözlenebi­ laşma süreci olduğu, demokrasinin de
len ayak sürümelerle, sık sık “ekonomik ancak bu anlamda ve bu sınırlar dahilin­
ama aslında siyası” denen krizlerle açığa de geçerli olabileceği sıklıkla ileri sürüle-
çıkan gerilim ler de bu “stnırlar’Tn ne bilmektedir.
denli muhkem olduğu hakkında yeterin­ Şimdi, sorun da tam bu noktada açığa
ce fikir vermektedir. çıkmaktadır: Türkiye Cumhuriyeti, dev­
O halde, şöyle bir yargıya varabiliriz: let olarak varlık sebebini ve sürdürülebi­
Türkiye toplum unu meydana getiren lirlik mantığını Kemalizm/Atatürkçülük
farklı kesimlerin taleplerinin siyasî olarak temelinde inşa etmişse, bu temelin ne ol­
ifade edilip karar alma süreçlerine aktarıl­ duğunun da -en azından, siyasî çekişme­
ması ve böylece devlet yönetiminde bir lerin odağı haline gelmeyecek ölçüde- be­
karşılık bulması imkânı, Kemalizm/Ata- lirlenmiş olması gerekmektedir. Oysa,
türkçülük sınırına kadar gerçekleşebil- Tek Parti döneminde de kısmen ve çekin­
mektedir. Çünkü, Kemalizm/Atatürkçü- gen bir biçimde mevcut olan farklı yo­
lük sınırı, aynı zamanda devletin kendi rumlara, özellikle çok partili siyasî hayat
Dr. R eşit G aip (1892-1934), bakan lık ve
İstiklâl M ahkem esi üyeliği görevleri
yanında, Kem alist tnkdâplann ideolojik
popidarizasyonunda ve
ım lgerizasyonunda roller üstlenm iş atak
bir p olitik kişiliktir. Sam et Ağaoğtu, Ona
Fransız Devriminin radikalfigü rü
“SaintJu st’e benzetir. Türkçü akım ın
etkisi altında yetişm iştir. Cumhuriyetin
kuruluş yıllarında m ilitan bir ‘inkılâp
terbiyedH jpne” inanm ıştır. Ö zellikte
köylülüğe ve gençliğe yön elik yaygın bir
m illî bilinçlendirm e ve toplum sal
seferberliği g erekli görür; “Rıza,
olm ayan şeyi Türk yapar” der. Önce
Türk O caklarında, sonra onun yerin e
kurulan H alkevlerinde param iliter bir
gençlik örgütlenm esi için çaba
gösterm iştir. 1933'de yazdığı,
ilkokullarda hâlâ okutulan “Öğrenci
A ndı”, bu ruhu yan sıtır: ‘Türküm,
Doğruyum, Çalışkanım . Yasam
Küçüklerim i korum ak, büyüklerim i
saym ak, yurdumu, budunuma [daha
sonra “m illetim i” denm iştir) özümden
çok sevmektir. Ülküm: Yükselmek, İlmi gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan
olsun!”Dilin Türkçeleştirilmesi ve m illî tarih yaztmt çalışm alarında sorumluluk aldığı
dönemde, abartılı ‘artlaşhrm aa ’ ve etno-merkezci arayışları teşvik etmiştir. Gerek bu
aşm hklan, gerekse kariyer hırsı ve *gençlik lideri" olma arzusu, Cumhuriyet in elit
kadrosundan iki kez -İkincisinde nihaî olarak- tasfiye edilmesine yot açmıştır.

süreci içinde muhtelif Ke mal iz m/Alaıü rk- gösterdiği hedef, “modernleşmek", yani
çülük yorumlarının eklendiği; çeşitlenen Türkiye toplumunu ekonomik, kültürel
yorumlar üzerinden Cumhuriyet’in siyasî ve siyasî düzeylerde -resmî söylem öğesi­
sınırlarının, dolayısıyla da devletin “var­ ni kullanarak belirtmek gerekirse- “mu­
lık seb ebfn in tartışma gündeminde tu­ asır medeniyet seviyesi”mn üstüne çıkart­
tulduğu görülm ektedir. Farklı Kema- maktır. Ekonomide “sanayileşme”, kül­
lizm/Atatürkçülük yorumlarının, toplu­ türde “fikri, irfanı, vicdanı hür” birey-
mu meydana getiren değişik kesimlerin yurtıaş esasım bir değer olarak hakim kıl­
desteğini alabilen, siyasî iktidarı ele geçir­ ma, siyasette ise -resm îleşm iş ifadesi
me hedefine göre örgütlenmiş hareketlere “millî hakimiyet” olan- “demokratikleş­
(siyasî partilere) dönüşmeleri, (büyük ih­ me” hedeflerini içeren Kemalizm/Ata-
timal, mevzu hukuk düzeni izin vermedi­ türkçülük, paradoksal bir biçimde, özel­
ği için) her zaman adı açıkça konulama­ likle ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile
mış olsa da, aslında, devletin Kema- demokratik siyasetin kurumlaşması bakı­
lizm/Ataturkçülük temelinin tartışılması mından varolan engelleri de m eş allaştırı­
anlamına gelmektedir. cı bir işlev görmektedir. Bu paradoks, ka­
Buna ek olarak, Cumhuriyet’in Kema- çınılm az bir biçimde, modern toplum
lizm/Atatürkçülük esaslarında belirlen­ “ideal ti pi”mn belirlenmesine kaynaklık
miş olan siyasî-ideolojik temeli, önemli etmiş toplumsal formasyonların devlet-
bir paradoks içermektedir, ideolojinin demokrasi ilişkileri bağlamında yaşaya-
K e m a l i z m

geldikleri ve farklı teorik bakış açılarının Tarihi arkaplanmda “Jöntürk bilimcili­


dikkatlerini üzerine çeken paradoksları­ ği" (H anioglu, 19 8 4 ) yer alan Kema-
nın genel çerçevesi içinde, ama tabii Tür­ lizm/Atatürkçülügün “hayatta en hakikî
kiye’nin özgüllükleriyle birlikte yer al­ mürşit ilimdir" düsturunu adeta (ancak,
maktadır. üzerinde çok da fazlaca ve derinlemesine
Sonuç olarak, Kemalizm/Atatürkçülük düşünmeksizin) zihniyet evreninin teme­
hakkmdaki değerlendirmelerin, (1) Ke- line yerleştirmiş olduğunu söyleyebilece­
malizm/Aıaıürkçülük ideolojisinin çizdiği ğimiz “akademik pozitivizm ," Kema­
“modernleşme" doğrultusunun eleştirel lizm/Atatürkçülük konusuna bakışında,
bir tahlilini; (2 ) Türkiye Cumhuriye- çoğu kez birbiriyle çakışan veya birbine
ti’ndeki siyasî süreçlerin, devlet-demokra- bağlanan bir dizi önkabul üretegelmiştir.
si ilişkisi bağlamında, Kemalizm/Atatürk- Nesnellik: Kemalizm/Atatürkçülük ko­
çülük kaynaklı paradokslarının eleştirel nusunda pozitivist yaklaşımın ürettiği bi­
muhasebesini içermek durumunda ol- rinci argüman, “bilimin nesnelliği” ilkesi­
100 duklannı söylemek gerekmektedir. Bu ge­ ni tarihe uygulama amacındadır. Buna
reklilik ise, Kemalizm/Atatürkçülük ko­ göre, Kemalizm/Atatürkçülük Öncelikle
nulu inceleme ve değerlendirmelerin na­ bir tarihî olguyu ifade etmektedir ve her
sıl bir metodolojik çerçeve içinde gerçek­ tarihî olgu gibi kendi özgül şartları içinde
leştirildiğini göz önüne alarak yerine geti­ mütalaa edilmelidir (Akşın, 1989: 11-21).
rilebilir. Dolayısıyla bu yazı, önce Kema­ Tarihte olguların "kendi başlarına" ve
lizm/Atatürkçülük konulu incelemelerde “kendiliğinden açığa vurulmuş” anlamla­
görülen metodolojik özellikleri ele alacak rı olduğunu, tarihçinin görevinin de bun­
ve bundan sonra, önce Kemalizm/Ata­ ları sadece belgelemekten veya tespit et­
türkçülük ideolojisinin Türkiye toplumu mekten ibaret olduğunu ileri süren 19.
için öngördüğü “modernleşme” progra­ yüzyıl kökenli ampirizmin bir tekrarı gibi
mını değerlendirecektir. Türkiye toplumu görünen bu yaklaşım, çoğu kez, olguların
için öngörülen “modernleşme” hedefine tespitinden öteye giderek, bilimsel meto­
ulaşma bakımından en temel araç, Kema­ dun bir diğer görevinin de, olguların ser­
lizm/Atatürkçülük açısından devletin itici gilediği “düzenlilikleri" veya “kuralsallık-
gücü olduğundan, Kemalizm/Atatürkçü­ ları” keşfetmek olduğunu kabul etmekte­
lük içinde Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl dir (toplum teorisinde pozitivizm için
bir devlet olarak tasarlandığı ve bu devlet bkz. Giddens, 1990).
tasarımının demokratik siyaset ile olan İlerleme: Bu anlayış uyarınca, Kema­
bağları ve paradoksları, Kemalist/Atatürk- lizm/Atatürkçülük tahlili sadece olgusal
çü modernleşme programı üzerinde du­ tespitlerden ibaret, saf bir olguculuk ile
rulduktan sonra değerlendirilecektir. sınırlandırılamayacaktır. Bilimin tikel ol­
guların nesnel incelenmesinden genelle­
METODOLOJİ SORUNU_______ melere (evrensel geçerliliği olan “yasa-
lar”a) ulaşmayı hedefleyen bir faaliyet ol­
Kemalizm/Atatürkçülük konulu incele­ duğu yolundaki klasik pozitivizmin izin­
melerde, tarih ve sosyal bilimlere özgü den giden “akademik pozitivizm," böyle-
önemli bir metodolojik tartışmanın, ba­ ce, ikinci argüman olarak, Kemalizm/Ata­
zen açıkça, bazen de zımnen sürdürüte- türkçülük konusunda “toplumsal değiş­
geldiği görülmektedir. Tartışma, kısa yol­ menin yasaları” kavramına özel bir ağır­
dan ve basitçe belirtmek gerekirse, poziti­ lık yüklemektedir. Bu yaklaşım, toplum-
vizm ile pozitivist olmayan metodoloji ların tarih içinde değişimlerinin belirli
anlayışları arasında yer almaktadır. düzenlilikler gösteren kalıplara (pattern)
K EM A L İZ M / A T A T Ü R K Ç Ü L Ü K : M O D ERN LEŞM E, DEVLET VE D EM O KRA Sİ

göre gerçekleştiğini; sosyal bilimin göre­ siyasî süreç özelliklerini Kemalizm/Ata­


vinin bu düzenlilikleri nesnel olarak orta­ türkçülük sının içinde “meşru” görüp, bu
ya koyup açıklamak, dolayısıyla öndeyide sınırın tartışılmasını ve aşılmasını devlete
(prediction) bulunmak (gelecekte ne ola­ yönelik bir tehdit gibi sunmak, hem Ke­
cağını da “açıklama” içinde söylemek) ol­ malizm/Atatürkçülük ideolojisinin, Tan-
duğunu benimsemiştir. Buna göre Kema- zim at-sonrası Türkiye tarihine ilişkin
lizm/Atatürkçülük, geleneksel toplum ti­ “ilerlemeci yorumu” ile bu yorumun da­
pinden m odern toplum tipine doğru yandığı “bilimsellik" iddiası temelinde
“ilerleyen” bir topyekün toplumsal değiş­ haki ılaş tırıl ma sini mümkün kıtan, hem
me süreci içinde, bu ilerlemenin hem an­ de devletin toplum üzerindeki gözetleyi-
laşılmasını mümkün kılmakta, hem de ci, yönlendirici, müdahaleci fonksiyonla­
yönlendirici fikrî çerçevesini oluşturmak­ rını pekiştiriri bir nitelik kazanmıştır,
tadır.7 Kemalizm/Atatürkçülük ideolojisinin
Vesayet: Nesnellik ve ilerleme, genel kendini algılama ve takdim etme biçimi
anlamda bir pozitivist bakışı temsil etme­ ile sonraki yorumlar arasında, Tek Parti 101
nin yanı sıra, Türkiye toplumunun Cum­ yönetiminin yerleşmesinden sonraki sü­
huriyet odaklı bir tarihî açıklama üzerin­ reçte ortaya çıkan sosyal bilim teorileri­
den anlaşılmasında “devlet” düzeyine nin de katkıda bulunduğu bir biçimde,
özel bir yer verilmesini de mümkün kıl­ devletin toplum üzerindeki vesayetini
maktadır. “Geri”yi ifade eden “geleneksel onaylayan ve bu onayı Kemalist/Atatürk-
toplum” yapısının çözülme süreci içinde, çü pozitivizmle paralel bir “akademik po­
“ileri"ye, “modern toplunT'a gidişin re­ zitivizm" ile pekiştiren bir benzeşme gö­
formcu aygıtı olan “devlet”, Osmanh geç­ rülmektedir. Dolayısıyla, bu benzeşmenin
mişindeki “tedricîlik"ten Cumhuriyetle eleşürisi, pozitivizm temelli modernleşme
birlikte kurtulmayı başarmıştır. Böylece teorisinin eleştirisiyle ve buna bağlı ola­
“devrimci" -veya “inkılâpçı"- bir hamleyi, rak da, Kemalist/Atatürkçü devlet kavra­
bir kopuş noktasını belirleyen Cumhuri­ yışı ile demokratik devlet kavrayışı ara­
yet, eğitimsiz, cahil bir halk kitlesinin sındaki gerilimin tahlili ile anlam kazana­
“kalkındırılması" suretiyle ilerletilmesi bilmektedir.
misyonunu üstlenmiş olmaktadır. Feroz
Ahmad’ın (1985) nitelemesiyle “Doğmak­ MODERNLENME İDEOLOJİSİ VE
ta olan bir burjuvazinin öncü kolu” olan KEMALİZM/ATATÜRKÇÜLÜK
ittihat ve Terakki ile aynı fikrî iklim için­
den çıkmış olan Kemalizm/Atatürkçülük, “Modernleşme," sözcük anlamı itibariyle
devleti bir yandan topyekün toplumsal “modem olan" doğru ilerleyen bir süreci
ilerlemeyi gerçekleştirecek gerçek güç anlatmaktadır. Bu yalınkat anlamıyla
olarak algılayıp sunmakta, diğer yandan “modernleşme," bir toplumsal ilişkiler
da bu gücün “demokratikleşmesini,” iler­ bütününün tamamına veya bir bölümüne
lemenin oluşturacağı bir “rasyonel yurt­ ilişkin olarak kullanılabilmektedir. Örne­
taşlar topluluğu” ortaya çıkıncaya kadar ğin, tarımda, eğitimde, aile yapısında, hu­
ertelemeyi uygun görmektedir. Cumhuri­ kukta ve sair ilişki alanlarında, ayn ayrı,
yet ile demokrasi arasında bir gerilimi “modernleşmek"ten bahsedilebildiği gibi,
kendi iç bünyesinde sürekli hale getiren toplumsal ilişkilerin tüm boyutlarını kap­
bu anlayış, Kemalizm/Atatürkçülük yo­ sayıcı bir biçimde “modernleşmek" de
rumları içinde, çok partili siyasî hayata söz konusu edilebilmekledir.
geçişten sonra da devam etmiştir. Böyle­ Sosyal bilimlerde “modernleşme”8, bir
likle, modern topluma özgü demokratik teo rik inşa o la ra k , “g elen ek sel top-
K E M A L i 2 M

Necmettin olacaktır. Sosyoloji bölümünün kurum­


sallaşmasında, Sosyoloji Enstitiisü'nün
Sadık Sadak kurulmasında ve bu konuda bir dergi
[içtim aiyat M ecm uası) çıkarılmasında
HAKK! UYAR büyük rol oynayan Gökalp'İn 1919 yı­
lında İngilizler tarafından Malta'ya sür­
gün edilmesi üzerine yerine, müderris
olarak Necmettin Sadak geçti.
1930 ve 1940 '11 yılların Türkiye-
si'nde liselerin son sınıflarında estetik,
mantık, sosyoloji ve mantık dersleri
Gazeteci, siyaset adamı ve sosyolog
okutuluyordu. Mantık'ın yazarı Haşan
olan Necmettin Sadak 1890 yılında İs­
Ali Yücel, sosyolojinin yazarı Necmet­
102 parta'da doğdu. Galatasaray Lisesi'nî
tin Sadak, estetik'in yazarı Suud Kemal
bitirdi (Sadak, 1928 yılında Galatasa­
Yetkin ve filozofiye (Felsefeye) başlan-
ray Spor Kulübü başkanlığı da yapa­ gıc'ın yazarı Mehmet Emin Erişirgil idî.
caktır). Fransa'daki Lyon Üniversitesi Sadak'ın yazdığı sosyoloji kitabı, 1936
Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu yılından 1950 yılına kadar liselerde
(1914). Basın hayatına Fransa'daki okutuldu. Söz konusu kitabın 1936,
Progres gazetesinde yazdığı yazılarla 1937, 1938, 1939 ve 1941 baskıları
başladı, 1916 yılında İstanbul'a dön­ "Sosyoloji” adını taşırken; 1943 ve
dükten sonra Maarif Nezareti Telif ve 1944 baskısı "Toplumbilim” ; 1945,
tercüme Dairesi'nde çalıştı; daha sonra 1947, 1948, 1949 ve 1950 baskıları
Darülfünun'da Ziya Gökalp'İn müder­ ''Toplumbilim Sosyoloji” adını taşımak­
ris olduğu içtimaiyat (Sosyoloji) bölü­ tadır. Sosyo loji kitabı; toplumbilimin ilk
münde, müderris muavinliğine getiril­ habercileri, toplumbilimin tanımı ve
di. Ziya Gökalp'İn öğrencisi olan bir metodu, ulus, devlet, hükümet, din, ai­
kişi de Fuat Köprülü'dür. Gökalp'İn her le ve kadın, ahlak, hukuk, bilim, felse­
iki öğrencisi de ileride dışişleri bakanı fe, sanat ve ekonomi bölümlerinden

lum”darı “modern loplum”a doğru ilerle­ şim sürecini yaşamaktadır.


yen bir değişim sürecini anlatmaktadır. “Modernleşme," bir sosyal bilim teorisi
Buna göre, tarihin başlangıcı ile sonunu olarak birçok yönden ilgi çekici özellikler
anlatan iki toplum tipi vardır: “gelenek­ göstermektedir. Teorinin dayandığı dünya
sel” ve “modern” toplum. İnsanlık tari­ görüşü île felsefî öncüller, teorinin tercih
hinde ilk kez Batı Avrupa’da başlayıp geli­ ettiği ampirik metodun içinde yer aldığı
şen ve Kuzey Amerika'da en belirgin ger­ ve teorinin “bilimsellik” iddiasının da da­
çeklik düzeyinde kendini açığa vuran sü­ yanağını oluşturan “pozitivizm," bir bü­
reç, sanayileşmiş, evrensel geçerliliği olan tün olarak bu teoriyi incelerken ele alın­
bir bireysellik ve rasyonalite kültürünü ması gereken hususlar arasında öncelikli
yerleştirmiş, demokratik temsilî sistemle bir yere sahiptir (bkz. Köker, 1998). Bu­
yönetilen bir “toplum tipi"ne erişmiştir. nunla birlikte, burada ele alınan Kema-
Dünyanın geri kalan bölümünde tarih, bu lizm/Alalürkçülük konusu bakımından
“modern toplum tipi"ııe doğru bir deği­ asıl dikkat çekilmesi gereken noktalar, (a)
K EM A L İZ M / A T A T Û R K Ç Ü L Ü K : MO DERN LEŞM E. DEVLET VE DEMOKRASİ

oluşuyordu. Kitabın bölüm lerinin Ke­


malist ideolojiye uygun olarak yazıldığı
görülmektedir. Ö rneğin Sadak devletçi­
liğin ekonomik açıdan faydaları olarak
şunları ileri sürmektedir:
" D e vle tçilik, yani, fert anam al ve gi­
rişi mmm başaramayacağı ve ulusal ba­
yatın evrimi, m em leketin yoksulluktan
kurtulm ası bakım ından, yapılm ası be k­
le n e m e y e ce k ka da r a c e le ve z o ru n lu
ola n e k o n o m i iş le rin i d e vle tin u lu sa l
anam al ile başarması, devletle ulusun
b ir o ld u ğ u d e vird e so s y o lo jik b ir z o ­
runluluktur. 103
D e v le t ç ilik , to p lu m s a l egemenlik
burumunun sonucu o ld u ğ u g ib i, u lu ­
sal evrim e yardım eden bir sistem dir. Necmettin Sadak, Kemalizmin
D e v le t ç ilik re jim in d e endüstri ça b u k ideolojileştirilmesi çabalarına, resmî
ilerler. Bu yü zd e n üretm en kö ylü ürü­ sosyolojinin yazıcısı ve ‘öğretmeni "
olarak katkıda bulunmuştur.
n ü n ü daha çabuk, daha çok, daha iy i
Referansları esas itibarıyla Comte,
tiatle satar. Durkheim, Cökaîp 'tir.
D e v le tin açtığı fab rika lard a iş ç ile r
çalışır, işsizlik ortadan kalkar. Menfaat D e v le tçiliğ in en b ü y ü k faydası, k a ­
g ö zetm e yen devlet, işçile re daha ço k za n ç ve anam alın sa y ılı fertler e lin d e
g ü n d elik verir. H e m üretmenin, hem iş­ birikm esine engel olm ak, Avrupada o l­
çin in ç o k kazanm ası, halkın satınalma duğu g ib i so sya lizm , k o m ü n izm g ib i
y e te n e ğ in i arttırır, m e m lek ette hayat ce re ya n la rın doğm asına seb ep b ıra k ­
d ü ze y i yükselir. Bu da uygarlığın ilerle­ mamaktır. Bunun iç in d ir ki b ü yü k e k o ­
m esi demektir. (...) n o m i ve endüstri hayatına d e v le tçilik

modernleşme teorisinin bir toplumsal de­ modeli arasındaki örtüşmcier üzerinde


ğişme “anlatısı” (naıraüve) olarak, kökle­ yoğunlaşacaktır.
ri 17. yüzyıla dek geri götürülebilecek İlerleme Fikrinden Modernleşme İde­
olan ama esasen 19. yüzyılın fikir iklimi­ olojisine: “Değişme,” tek çizgili bir za­
ne damgasını vurmuş bulunan “ilerleme” man anlayışıyla, insanın ve doğanın
anlayışına dayanan bir fikirler kümesinin özünde yer aldığına inanılan bir eğilimin
içinden bir ideoloji mahiyetinde nasıl or­ sonucu olarak, geçmişten bugüne ve gele­
taya çıktığı; (b) bu “ideolojik teori"nin, ceğe doğru, düzenli aşamalardan geçilme­
bilimsel olarak açıklamayı amaçladığı si biçiminde, her bir aşamanın kendinden
toplumsal değişme süreçlerine ilişkin öz­ öncekilere göre daha iyi olduğu inanıldığı
gül incelemelerinde nasıl bir “politik ko- zorunlu ve bir doğa yasası kadar kesin
numlanış"a yol açtığı ve (c) “modernleş­ olarak kavranıyorsa, “ilerleme” diye nite­
me teorisinin genel önkabulleri ile Ke- lendirilmektedir (Köker, 1984), insan ak­
malizm/Atatürkçülük ideolojisinin devlet lının özgür bırakıldığı takdirde böyle bir
K E M A L İ Z M

rejim i iie g irişilen Türkiyede İşçi ve pat­ Türkiye'ye döndükten sonra Vakit
ron kavgaları, m ily o n e r ve aç sın ıfla n gazetesinde yazılar yazmaya başlayan
olm ayacaktır". Devletçiliğin salt eko­ Necmettin Sadak, 1918 yılında arka­
nomik bir işlevi olmadığına dikkat çe­ daşlarıyla (Kazım Şinasi Dersan ve Ali
ken Sadak'a göre, devletin toplumsal Naci Karacan) İstanbul'da Akşam gaze­
yardım, fikir ve sanat hayatı ile ilgili de tesini kurdu. Bu gazetede yazılar yazan
görevleri vardır. Sadak, kitabının so­ Falih Rıfkı Atay ile birlikte Millî Müca-
nunda tarihsel maddecilik ve toplum­ dele'yi desteklediler (1919-1922).
bilim konusuna değinmektedir. Ekono­ Mustafa Kemal'i ve M illî Mücade-
mik menfaatlerin toplumda her şeyin le'yi destekleyen birçok gazete sahibi
başı, ekonomik olguların toplumsal ev­ ve başyazar, 1920 ve 1930'lu yıllarda
rimi açıklayan tek etken olmadığını be­ milletvekili oldu ve bu 1940'lı yıllarda
lirten Sadak, diğer etkenlerin de (din, da devam etti. C um hu riyet gazetesi sa­
aile, devlet, hukuk vs.) rolü olduğunu hibi Yunus Nadi, A kşam gazetesi sahi­
belirtmekte ve tarihsel maddeciliği bi Necmettin Sadak, M illiye t gazetesi
eleştirmektedir. sahibi Mahmut Soydan ve Vakit gaze­
Durkheim ekolünün Türkiye'deki ön­ tesi sahibi Asım Us bunlar arasında sa­
de gelen temsilcisi olan Ziya Cökalp'in yılabilir. Bu kişiler, gazete sahibi olma­
çevresinde yetişen N. Sadak'ın yazdığı nın yanı sıra, aynı zamanda gazeteleri­
ders kitabı siyasal sosyolojiye ağırlık ve­ nin başyazarıydılar. Sadece başyazar
ren bir kitaptır, Kemalist ideolojinin sos­ olup milletvekili olan Fatih Rıfkı Atay'ı
yolojik açıdan desteklendiği, toplumun da bunlara e k le y e b iliriz . Atay,
Cumhuriyet rejimini ve Kemalist ide­ CHP'nin resmî yayın organı olan H a k i­
olojiyi benimsemesinde kullanılan m iyeti Mitliye?nin (sonradan U lus) baş­
önemli araçlardan biridir, Sadak'ın sos­ yazarıydı.
yoloji ders kitabının gördüğü işlevin Necmettin Sadak, 1927-1950 yılları
benzerlerini yurttaşlık bilgisi dersleri ve arasında milletvekili olarak TBM M 'de
tarih dersleri için yazılan kitaplar da de­ yer aldı. Sadak, 1932 yılında Türki­
ğişik açılardan görmüşlerdir. ye'nin Milletler Cemîyeti'ne girdiği ilk

ilerlemeyi hem kavrayabileceğini hem ların incelenmesinde de yol gösterici ol­


gerçekleştirebileceğini kabul eden Aydın­ muştur. Klasik sosyoloji teorilerinin top­
lanma Felsefesi’nitı bir ürünü olan “pozi­ lundan belirli kavramsal tiplere göre tas­
tivizm.’’ toplumlann “pozitif bitim ilkele­ nif edişine de sinmiş olan ilerleme fikri,
ri" uyarınca Örgütlenmeleri halinde değiş­ temel ö zelliklerin i koruyarak, İk in ci
menin “ilerleme" mahiyetini kazanabile­ Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde
ceğini öngörmüştür. 19. yüzyıl sanayi “modernleşme" adını almış görünmekte­
toplumuna vücut veren pozitif bilimler dir (Meriç, 1983).
ile teknoloji alanındaki gelişmelerin kay­ Modernleşme, “bilimsellik" iddiası taşı­
naklık edip desteklediği ve Auguste Com- yan bir teori olarak, Fukuyama’dan çok
te’un sosyolojik anlayışında "düzen için­ önceki bir zaman diliminde, “tarihin $o-
de ilerleme’’ diye özet bir ifadeye kavuş­ nu"nu “modern toplum " İdeal tipiyle
turulmuş olan bu fikir, “Heri BatTya göre tespit etmiş (Bendix, 1970) ve bu tespit
“geri“yi temsil ettiği kabul edilen toplum- esasına göre dünya üzerindeki farklı top-
K E M A L IZ M/AT ATÛ R K ÇÜ LÛ K : MO DERN LEŞM E, DEVLET VE D EM O KRA Sİ

toplantıya Necmettin Sadak ve Türki­ etmek mümkündür. Truman Doktrin i-


ye'nin Bern temsilcisi Cemal Hüsnü Avrupa Kalkınma Projesi (Marşal Pla­
Taray katıldı. Türkiye'yi Cenevre Si­ nı) ve Atlantik Paktı. Sadak, 1949'da
lahsızlanma Konferansında (1932) TBM M 'de yaptığı bir konuşmada At­
temsil eden Sadak, 1936 yılındaki lantik Paktı'na Türkiye'nin son derece
Montrö Boğazlar Sözleşmesi görüş­ sıcak baktığım, ABD 'nin Avrupa'nın
melerinde Türkiye'yi temsil eden he­ güvenliği ile ilgilenmesinden mem­
yet içerisinde yer aldı (heyet, Tevfik nun olduklarını belirtti. Sadak'a göre,
Rüştü Araş, Numan Menemencioğlu, Avrupa'daki savaş tehdidi ve soğuk
Asım Gündüz, Suad Davaz ve Nec­ savaş nedeniyle en çok Türkiye'nin
mettin Sadak'tan oluşuyordu). Sadak zarar gördüğünü ve ağır savunma yü­
bu dönemde, Türkiye'nin M illetler künü Türkiye'nin taşıdığını ileri sür­
Cemiyeti'nde Sürekli Temsilcisi, Sivas mekteydi.
Milletvekili, Dışişleri Komisyonu ra­ 1950'de CHP'nin seçim yenilgisine 105
portörü idi. uğraması ve iktidarı kaybetmesi sonra­
Necmettin Sadak, 1947-1950 yılla­ sında, TBMM dışında kalan Necmettin
rında dışişleri bakanı oldu. Dışişleri Sadak, ölümüne kadar Akşam gazete­
bakanı olarak, 1947-1949'da Haşan sinde yazmaya devam etti. Bu yazıla­
Saka ve 1949-1950'de Şemsettin Gü- rında dış politika konularına değinen
naltay hükümetlerinde yer aldı. Sa­ ve hükümeti eleştiren Sadak, DP'nin
dak, bakanlığı döneminde " T ü r k i­ Kore'ye asker göndermesi İle İlgili ola­
y e 'n in b ir Kıb rıs meselesi yoktur" de­ rak şunları yazıyordu:
mesiyle tanınmaktadır. Sadak'ın dışiş­ "Türkiye'den cid d i yardım ı kim se ak­
leri bakanı olduğu dönem Türkiye lına getirem ez. Bunun m addeten im ka­
açısından son derece hareketli bir dö­ nı yoktur. Türkiye b ir tecavüze uğrarsa
nemdir. Bu hem iç hem de dış politi­ Kore'ye yardım etmiş, d iy e h iç kim se
ka açısından geçerlidir. İkinci Dünya b izim yardım ım ıza gelm ez".
Savaşı'nın bitimi ile birlikte, dış politi­ Necmettin Sadak, 1953 yılında kan­
ka açısından İki önemli olaydan söz ser tedavisi gördüğü New York'ta öldü.

1umların değişim süreçlerini açıklamaya Tarihin nihai ereği olarak “modern top­
yönelmişti. Bu teoriye göre toplumsal de­ lum" ideal tipi, ekonomik bakımdan sa­
ğişme, sonuçta “modern toplum”a eriş­ nayileşmiş, sosyal yapı bakımından kent­
mek üzere adeta önceden programlanmış leşmenin gerçekleştiği, okuryazarlık dü­
bir kaçınılmazlığı ifade etmekteydi. Teori­ zeyinin ve dolayısıyla eğitimli nüfus ora­
yi benimsemiş olan sosyal bilimciler ara­ nının yüksek olduğu, insanların kendi
sında tartışma yaratan farklılıklar, “mo­ yerel yaşam çevrelerini ve bu çevreyle sı­
dern toplum” tipinin içerik olarak ne ifa­ nırlı kültürlerini aşarak evrenselliğe yö­
de ettiği yahut “tarihin sonu” veya “ereği" neldikleri, hayatlarını kendi özgür irade­
olup olmadığı noktasında değil, bu sona leriyle planlama ve yönlendirme imkânı­
doğru “ilerleyen” somut toplumSarın in­ na (bireysel özgürlüğe ve rasyonaliteye)
celenmesinde başvurulan kavramsal araç­ sahip oldukları, bu ekonomik, sosyal ve
ların yerindeliği üzerinde yoğunlaşıyordu kültürel yapı özelliklerine ek olarak, poli­
(Bindervd., 1971). tik örgütlenmenin de temsilî demokratik
K E M A L I Z M

ilkelere uygun olarak gerçekleştiği bir min oluşturmaktadır. Ayrıca ve belki de


toplumu anlatmaktadır. daha önemli olarak, modernleşme teorisi,
Şimdi, modernleşme teorisinin tercih politik sistemin modern toplum ideal ti­
ettiği bilimsellik anlayışını belirleyen po­ pinde olduğu türden “temsilî demokrasi"
zitivizme uygun olarak, bu “ideal tip,” ta­ haline gelmesini, ekonomik kalkınma ve
nım gereği, gerçeklikte saf haliyle bulun­ demokratik politik kültürün oluşması ön
mamakta fakat, gerçekliği anlama ve koşullarının gerçekleşmesine bağlı bir ne­
açıklama işlevlerini görmekledir. Bu “nes­ nce diye formulleştiı diğinden, “geçiş sü­
nel" anlama ve açıklama iddiası, modern recindeki otoriter yönetim sistemlerini,
toplum kavramının bir “ideal tip" olarak "ilerleyen tarihin zorunlulukları” diye gö­
“idealize” edilmediği anlamına gelmekte­ rebilmektedir.10
dir: Yani, bu teorinin iddiasına göre mo­ Bu karakteristik özellikleri içinde ele
dern toplum, sadece kavramsal bir araç alındığında, “modernleşme teorisi,” bir
n iteliğ in d e olup, “olan"ı açıklam ayı yandan “ideal tip” oluşturmasına kaynak­
106 amaçlamakta, “olması gereken”e dair bir lık eden gerçekte varolan “modern top-
"normatif’ içerik taşımamaktadır. lumlar”daki status tjuo’yu eleştiri süzge­
Buna karşılık, her bilimsel faaliyet alanı cinden geçirm e gereğini duymayarak
için geçerli olduğu üzere, sosyal bilimle­ onaylamakla,11 diğer yandan da -teorinin
rin de kaçınamayacağı “epistem olojik özellikle 1960’lann ortalarından itibaren
eleştiri” açısından “pozitiviznV’in nesnel­ farkına vardığı bir biçimde- “modernle­
lik argümanını temellendirme güçlükleri­ şen toplumlar”daki (askerî veya sivil)
ni bir kenara bırakarak belirtmek gerekir­ otoriter sistemleri -eleştiriden azade kıldı­
se, modernleşme Leorisi iki yönlü bir ide­ ğı Batı ile uluslararası ittifak alanı içinde
olojik karakter arz etmektedir: Modern­ kalmış olmaları koşuluna bağlı olarak-
leşme teorisinin ilk ortaya çıktığı dönem­ “demokrasi öncesi" sistemler adı alımda
de daha açıkça vurgulanan ve zaman için­ meşrulaştırmakla, “ideoloji” haline gel­
de artan bir zımnî kabul halinde varlığım miş olmaktadır,12
sürdüren “modern toplum ideal tipi’’,9 Modernleşme ideolojisi Olarak Kema-
esasen İngiltere ve ABD örneği üzerinden liznı/Ataıürkçülük: Bu noktada, ilgi çeki­
g e liştirilm iş olup, bu top lu m !arın ci bir tespitte bulunma imkânı ortaya çık­
1 9 5 0 ’lerle 1 9 6 0 ’lardaki durum larının maktadır: “Modernleşme teorisi,” Kema-
“eleştirel incelem esine kapalı bir teorik lizmin resmiyet kazanışından çok sonra
inşa niteliğindedir. İkinci olarak, “mo­ ortaya çıkmış olmakla birlikte, Kema-
dern toplunv’un Batı dünyasındaki olu­ lizm/Atatürkçülük ideolojisiyle örtüşen
şum sürecini, feodal Orta Çağdan kapita­ bir içeriğe sahiptir. Bir diğer deyişle, Ke-
list sanayi toplumuna geçişi kapsayan malizm/Atatürkçülük ideolojisi, sanki
yüzyıllarla ölçülebilir bir zaman dilimin­ modernleşme teorisinin Türkiye’deki iz­
de teşhis eden bu teori, aynı sürecin Batı- düşümü gibi görünmektedir.
dışı dünya için -ilerleme fikrinin bir teza­ Şöyle ki: (1) Kemalizm/Atatürkçülük,
hürü anlamında- zorunlu olarak çok da­ 19. yüzyıl ilerleme Fikrinden İttihat ve Te­
ha kısa bir sürede gerçekleştirilmek duru­ rakki aracılığıyla tevarüs ettiği ekonomik
munda olduğunu kabul etmektedir. Bu kalkınma (sanayileşme) ve kültürel geliş­
kabul, modernleşme sürecindeki toplum- me (eğitim yoluyla bilimsel-rasyonel bir
larda devletin -kimi teorisyenler tarafın­ toplumsallığın oluşturulması) olmadan,
dan “geçici” diye ilan edilmiş olan- otori­ siyasî sistemin demokratikleşmesinin ger­
ter ve baskıcı bir yönetim sistemini yer­ çekleşemeyeceğini kabul etmekledir. Baş­
leştirmesi “olgusu”nu "açıklayıcı” bir ze­ langıçta, aşağıda açıklanacak ideolojik
K E M A L lZ M / A T A T Û R K Ç Û L Ü K l MO DERN LEŞM E, DEVLET VE D EM O KRA Sİ

öğeler temelinde, Türkiye toplumurıa öz­ min o to riterliğ in in p ekiştirilm esiyle


gü bir demokrasiyi Tek Parti yönetiminde mümkün olabilirdi. Birinci yol. Kema­
gerçekleştirdiği iddiasında olan Kema­ liz m/Aıatürkçülük için, Kemalizm/Ata-
lizm, sonradan, çok partili siyasî hayat türkçülügün ve dolayısıyla onunla eklem­
içinde Atatürkçülük olarak yeniden ifade- lenmiş devletin varlığını tehlikeye soka­
lendirilirken, Batı tipi (modern ideal tipe cak bir yol diye algılanıp takdim edilmiş
uygun) demokrasi karşısındaki eksiklik­ ve devlette esas olanın “istikrar” olduğu,
leri, bu “ideal tip"in gerektirdiği ekono­ Türkiye toplumunun özgül koşullarında
mik ve kültürel ön şartların tam olarak kendine özgü bir “Kem al izm/Atatürkçü­
gerçekleştirilmemiş olmasına bağlamıştır. lük ile sınırlı demokrasi”mn ancak müm­
Bu çerçevede Kemalizm, hem insanlık ta­ kün olabileceği ileri sürülegelmiştir.
rihinde gerçekleştirilebilmiş ve dolayısıy­ Kemalizm/Atatürkçülügün modernleş­
la “ütopya” olmaktan çıkmış bir “toplum menin siyasî boyutu ile ilgili bu ideolojik
tipi”ni hedefleyerek, “modern toplumcun tavrı, yine ilginç bir biçimde, “modernleş­
mevcut halini (topyekün toplumsal iler­ me teorisi” tarafından da teyit edilmiştir. 107
lemenin erişmesi gereken “medeniyet se­ Türkiye gibi “modernleşmekte olan” veya
viyesi” diyerek) idealleştirmiş olma anla­ “geçiş sürecindeki" toplumlarda, ekono­
mında ve hem de Türkiye toplumu üze­ mik kalkınma ile birlikte ortaya çıkan
rindeki otoriter Tek Parti yönetimini dev­ kentleşme, eğitim düzeyinin yükselmesi
letin varlığı ve bekasıyla özdeşleştirerek gibi sosyal değişim özellikleri, toplumun
meşrulaştırma anlamında iki yönlü “ide­ devletten (daha doğrusu siyasî burumlar­
olojik” niteliği bakımından “modernleş­ dan) beklentilerini ve taleplerim artırmak­
me ideolojisi”yle neredeyse tam bir uyum ta; bu beklenti ve taleplerin doğurduğu
içindedir. Bir diğer deyişle, 1930’lardaki sorunları sistem içinde çözme kapasitesi­
Tek Parti d önem inin K em alizm i ile ne sahip olmayan siyasî yapılar çökmekte;
1950'lerin modernleşme teorisi, yukarıda yerlerini otoriter yönetim sistemlerine bı­
açıklanmaya çalışılan iki yönlü ideolojik rakm akladırlar. Bu “teo ri,” açısından
niteliği bakımından örtüşmektedir.13 önemli olan, tıpkı Kemalizm/Atatürkçü-
(2) Çok partili siyasî hayata geçişten lük için olduğu gibi, siyasî sistemin “de­
sonraki dönemde Türkiye toplumunun m okratikleşm esi” değil “isiikrarT’dır.
tecrübe ettiği ekonomik, kültürel ve siya­ “Modernleşmekte olan” toplumlar, bu sü­
sî dönüşümler, Kemalizmin modernleşme reç sona ermeden, yani “tarihin sonu”nu
hedefiyle, modernleşmenin siyasî boyutu­ ifade eden “modern toplüm”un ekonomik
nu ifade eden “demokratikleşme” arasın­ ve kültürel özellikleri yerleşiklik kazan­
da bir gerilimi ortaya çıkarmıştır. Esasen, madan, modern “ideal tip”e uygun bir de­
Cumhuriyel’in kuruluşundan sonraki sü­ mokratikleşmeyi de tamamlayamayacak-
reçte, Kemalizm ile devletin varlık sebe­ lardır. Çok özet olarak anahatlan verilen
binin ve bekasının özdeşleştirilmiş olma­ bu “teori" doğrultusunda Türkiye’nin si­
sıyla zaten varolduğu görülen, toplumu yasî hayatım inceleyen birçok sosyal bi­
meydana getiren farklı kesimlerin devlete limcinin, Türkiye’nin siyasî sistemini ve
erişebilmelerinin önünü kesen gerilimin bu sistemi meşrulaştıncı Kemalist/Ata-
çok daha belirgin -yani siyasî düzeye türkçülük ideolojisini “vesayet" terimi
damgasını vuracak biçimde- ortaya çıktı­ aracılığıyla nitelendirmesi (Weiker, 1966),
ğı, genellikle paylaşılan bir değerlendir­ bu bakımdan anlamlıdır. İlerleme fikrinde
medir. Bu gerilimin doğurduğu sorunla­ varolan “toplumsal değişmenin zorunlu
rın çözümü, ya Batı “ideal tipi”ne uygun yasaları" unsuru, bu kez “toplumsal mo­
bir demokratikleşme ile ya da siyasî siste­ dernleşmenin gerçekleşmesi için siyasî
K E M A L İ Z M

1934 yılında üniversitelere kotum "İnkılâp Dersleri' inkılâpları ve Tek Parti rejimini
doktritüeşürmeye dönük önemli bir girişimdi CHP Genel Sekreteri Recep Peker, bu
ders program çerçevesinde iddialı konferanslar verdi Bu konferanslarda vurgulu bir
kendim-özgücidük parlamenterdemokratizme ve çoğulculuğa karşı şiddetli şüphecilik,
otoriter-devletçilik öne çıkar.

otoriterliğin kaçınılmazlığı" diye yeniden tadır çünkü, Batı modernleşmesinin yüz­


ve daha özgül bir biçimde formüle edilmiş yıllara yayılan aşamalı değişim süreçleri­
olarak karşımıza çıkmaktadır. nin Türkiye toplumunda çok daha kısa
bir zamanda gerçekleştirmek, bunun için
KEMALİZM/ATATVRKÇ ÖLÜKTE de devletin cebrî gücünü devreye sokmak
' DEVLETÇİLİK VE MODERN DEVLETE gerekmektedir. (2) Modern devletin olu­
__________ ÖZGÜ DEMOKRASİ__________ şumu için zorunlu görülen ekonomik,
kültürel ve hukukî dönüşümlerin gerçek­
Kemalizm/Ataıürkçülük id eolojisinin leştirilmesinden sonraki evrede erişilmek
Türkiye’de bir “modern devlet" kurmayı islendiği ileri sürülen “dem okrasi” de
amaçladığı; bu amaca, öncelikle ekono­ “modern devlete özgü” bir demokrasi
mik, kültürel ve hukuki dönüşümlerin olarak algılanmaktadır.
gerçekleştirilmesiyle erişilebileceği; geliş­ Sonuncudan başlayacak olursak, Ke­
menin nihaî evresinin ise modern devlet mali zm/Ata türkçülük ideolojisinin nihaî
düzeni içinde “demokrasiye geçiş" olarak hedefinin demokratikleşme olduğu tezi
tasavvur edildiği, Kem al iz m/Atatürkçü­ ikna edici olmaktan uzaktır. Çünkü: (1)
lük hakkındaki yaygın, akadem ik ve Kemalizm/Atatürkçülük, 1 9 3 0 ’lardaki
resmî yorumu özetlemektedir (Özbudun formülasyonu içinde, modern devlete öz­
vd., 1981). Bu yorum biçiminden hareket gü demokrasiye karşı, kâh “liberalizm"
edildiğinde: (1) “siyasi otoriterlik” baş­ diyerek, kâh-Batılı toplumlardaki sınıf
langıçta zorunlu bir evre diye algılanmak­ gerçeğinin bir zorunlu sonucu olarak gö­
KEM A L lg M / A T A T Ü R K Ç Ü L Û K : M O D ERN LEŞM E, DEVLET VE DEMOKRASİ

rüp, Türkiye toplumunun “dayanışmacı" mümkün olmaktadır. Fakat sorun, Kema-


yapısı içinde sınıfların olmadığı, dolayı­ lizm/Atatürkçülük ideolojisinin bu ken­
sıyla da demokrasiye gerek bulunmadığı dine özgü paradoksu ile sınırlı olmayıp,
yolundaki bir muhakeme lamını benim­ modern devlete özgü demokrasinin bir
seyerek olumsuz bir tavır takınmıştır (Pe- genel -farklı modem devlet tecrübelerine
ker, 1984). (2) Bundan da öte, çoğu kez sahip toplumlarm özgül deneyimlerinde
sadece bir İktisadî kalkınma yolu diye gö­ de gözlenebilen- niteliğini ilgilendirmek­
rülüp gösterilmek istenen “devletçilik" il­ tedir.
kesi ve anlayışı içinde, ekonomik kalkın­ Çok özet olarak belirtmek gerekirse,
ma sürecinin yaratabileceği “sınıf farklı­ modern devlet, cebir kullanma lekeli ile
lıkları" ile “sınıf çatışm asının önlenmesi bu tekelin meşruluğunun “biriliğini ifade
görevi de devlete yüklenm iştir {Köker, etmektedir (Weber, 1978), Bir iradenin
1995: 96 vd.). Dolayısıyla, Kemalizm/Ata­ kendisine karşı gelinmesi halinde bile yü­
türkçülük bakınjından, Türkiye’de, ge­ rütülebilmesi anlamında “iktidar" (potes-
rekli ekonomik, kültürel ve hukukî dö­ las) ile bu iktidarın meşruluk ilkesi anla- 109
nüşümler sağlandıktan sonra bir “demok­ mında “otorite”nin (auctoritas) birleşme­
ratikleşme" hedefinin benimsenmiş oldu­ si; bu birliğin bir “sıatü"ye baglanmışh-
ğu yorumu, tarihî-fikri zeminden yok­ gından gelen “hukukîlik’Te tanımlanmış
sundur. olması ve fakat, -çoğu kez, toplumun ge­
Buna karşılık, süreç içinde, her ideoloji nel menfaatinin (gönencinin) gerektirdiği
gibi Kemalizm/Atatürkçülüğün de değiş­ durumlar diye belirtilen belirli şartlarda-
tiği ve demokratikleşme yönünde bir açı­ bu hukukîliğin dışına çıkma ayrıcalığının
lım gösterdiği ileri sürülebilirse de, bu da aynı “birlik” anlayışı içinde kabul edil­
açılım, “modem devlete özgü demokra­ mişliği:15 Modern devlet oluşumunun ta­
si "nin en daraltılmış çoğulculuğuna, Tür­ rihî süreci içinden süzülen bu özellikler,
kiye’ye özgü tarihî koşulların da katkıda toplumu meydana getiren farklı bireylerle
bulunduğu bir “korporatist modele" bağ­ grupların devletin (state) dışında oluşları­
lı kalınarak gerçekleşmiştir.™ Aksi halde nı ve devlete dışarıdan baskı yapmak su­
-Batı topİumlarında farklı siyasî partilerin retiyle kendi İsteklerini İktidarın karar al­
mevcudiyetini bu toplumlarda çatışan sı­ ma (yasama) ve uygulama (yürütme ve
nıfların varlığına bağlayan orijinal Kema­ yargı) süreçlerine aktarmak durumunda
list yoruma sadık kalınırsa- 1923’ten çok kalmış olduklarını anlatmaktadır (Poggi,
partili siyasî hayata geçildiği 1945’e dek 1991: 115 vd.).
geçen çok kısa bir süre içinde Türkiye’de iktidar ve meşruluğun birliğine tanınan
de sınıfların ortaya çıktığını ve dolayısıy­ hukukî statünün ifade ettiği “devlet" ile
la, “ekonomik kalkınmanın yaratacağı sı­ bu hukukî statüye, aslında devlet ile öz­
nıf farklılıklarım önleme” görevini yerine deşleşmiş olup da “toplumun genel men­
getirmek bakımından da “devletçiliğin" faati (gönenci)" [res publîca-commomve-
başarısız olduğunu kabullenmek gereke­ alth] diye söze dökülen hukukîliğin dışı­
cektir. na çıkma ayrıcalığında varolan “devlet
Bu noktada, aslında Kem al izm/Atatürk- mantığı”, bu anlamıyla devlet dışında ka­
çülük ideolojisinin bir iç paradoksunu lan toplum kesimlerinin yönetime (ikti­
teşhis etmek ve bu teşhis üzerinden, Tür­ darın belirlenme ve yürütülme süreçleri­
kiye’deki modernleşme tecrübesinin siya­ ne) katılımlarının da sınırını tayin etmek­
sı düzeyde ancak “Kemal izm/Ata türkçü- tedir.
lük ile sınırlandırılmış bir “demokratik­ N itekim , “siyaset b ilim i” alanında
leşmeye" izin verebildiğini göstermek “baskı" veya “çıkar” grupları diye bili-
K E M A L İ Z M

nen, işlevleri “siyasî iktidarı etkilemek” rihî gelenek içinde biçim lenm iş olan
olarak tanımlanan örgütlerin çoğulculu­ “devletin kutsallığı" anlayışına bağlılığını
ğu ile amaçları siyasî iktidarı ele geçir­ sürdüregelmiştir. Bununla kastedilen,
mek veya paylaşmak diye belirtilen “siya­ “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle"
sî partilerdin çokluğuna dayalı rekabetçi olarak algılanan “Türk toplumu"nun mo­
temsilî sistem, öncelikle ekonomik nite­ dern devlete özgü demokrasinin izin ver­
likli olmayan talepleri dile getiren yeni diği sınırlar dahilinde bile bir farklılaşmış
toplumsal hareket ve örgütlenmelerin or­ çoğulcu yapıya sahip olduğunu kabul et­
taya çıkışı karşısında, en hafif tabirle bir mem ek/edemem ek temelinde, devleti, bu
“uyum sorunu”, ama daha doğru bir ta­ sınıfsız, kaynaşmış kitle tasavvurunun en
birle bir “bocalama" süreci yaşamaktadır üst somutlaşmış iradî organı olarak algı­
(Keane, 1993). Özetle, modern devlete lamaktır. Bu bakımdan devlet, Kema­
özgü dem okrasi de, modern devletin lizm/Atatürkçülük için hep “ladini15 bir
“mantığı" ile sınırlı bir çoğulculuğa göre kutsallık” halesiyle donanmıştır ve aslın­
110 tanımlanmış ve örgütlenmiş olup, bu sı­ da -yine tevarüs edilmiş olan bürokratik-
nırın aşılmasını kendi mantığı açısından merkeziyetçi gelenek içinden çıkan bir
“giderilmesi gereken tehdit" diye algıla­ özellik olarak- uygun hukukî formüller
maktadır. bulunduğunda ideal olarak düzenlenmesi
Kemal izm/Atatü rkç ü1ük ide o1oj isindeki gereken; böylece düzenlenmesi duru­
devlet anlayışı da aslında bu “modern munda da toplumun da ideal varoluşunu
devlete Özgü demokrasi"nin dışında de­ gerçekleştirecek olan; dolayısıyla da tüm
ğildir. Kemalizm/Atatürkçülügün, örne­ yurttaşların önünde hizm etkâr konu­
ğin “statü ayrıcalıklarım reddetmek” diye munda eşit oldukları bir üst bütünlük
özetleyebileceğimiz “yurttaş eşitliği” anla­ idealini anlatmaktadır.
yışı, “yurttaşlık” anlayışının hukukî eşit­ Devletçiliğin yalnızca geçici, laiklik ve
liğe dayandırılmak istenmesi gibi, özellik­ milliyetçilikten farklı olarak, tartışılması
le “halkçılık" ve “laiklik" ilkeleri içinde mümkün ve vazgeçilebilir bir İktisadî kal­
ifadesini bulmuş olan hedefleri, Türkiye kınma stratejisi diye takdim edilip yo­
devletinin de yukarıda özet olarak sunu­ rumlanmış olması, devletçiliğin bu siyasî-
lan modern devletin özelliklerine kavuş­ kültürel boyutlarını görmeye engel olma­
turulması idealini gösterir ilkelerdir. malıdır, Siyasî çoğulculuğun sınırım eko­
Keza, Kemalizm/Alalürkçülük ideoloji­ nomik devletçilik-Iiberalizm eksenine
sinin “devletçilik” ilkesinde vurgulanmış oturtmaya çalışan sonraki Kemalist/Ata-
olan ve bugün için adeta bir “sagduyusal lürkçü yorum ve uygulamalar,17 Kema­
(commoııseııse) tavır” haline gelmiş oldu­ lizm/Atatürkçülügün oluşma ve yerleşik­
ğunu söyleyebileceğimiz, “devletin genel lik kazanma evresinde açıkça vurgulanan
( toplumsal/kamusal) çıkarı gözetirken, “sınır farklılıklarının ortaya çıkışını önle­
bireylerin ve grupların genel olanla örtüş- me" görevinin devletçilik ilkesinde mün­
meyen, çoğu kez de tanımı gereği çatışan demiç olması; özgür yurttaşlar yetiştirme
özel (kısmî) çıkarı temsil ettikleri” anla­ fonksiyonunun “Kemalisı/Atatürkçü reji­
yışı da özde modern devletin dayandığı, me uygun bireyler yetiştirme" anlamına
hatta kendisine hukukîliğin ötesine geç­ gelmesi; eğitim ve kültür politikalarının
me ayrıcalığını tanımakla başvurduğu bu doğrultuda devleı tarafından tayin ve
“toplum sal ortak g ön en ç” öğesinden tespit edilmesi gibi özelliklerle biliştiğin­
farklı görünmemektedir. de, şu nokta açıkça ortaya çıkmaktadır:
Buna mukabil, Kemalizm/Atatürkçülük Laiklik ve milliyetçilik Kemal iznı/A ta -
ideolojisi, tevarüs etmiş olduğu özgül ta­ lürkçülük için ne kadar vazgeçilmez, do­
K E M A L I Z M /A T A T O R K Ç Ü L O K ; MODERNLENME, DEVLET VE D EM O KRA Sİ

layısıyla Kemalisı/Atatürkçü “hikmet-i de otoriterligin kalıcılığının hakhlaşıırıcı


hükümet" anlayışı için ne kadar temel bir zeminini meydana getirm ektedir. De­
yere sahip ise, devletçilik de, bu kültürel- mokratikleşmenin idealize edildiği günü­
siyasî boyutlarıyla aynı düzeyde temel ve müz dünyasında, demokrasi görünümü
değişmezdir. altında, sinsice ilerlemekte olduğu teşhis
edilebilen "yumuşak despotizm" tehlike­
_______________ SONUÇ_______________ si (Taylor, 1995), Türkiye’de, zaten mev­
cut olan Kemalİst/Atatürkçü otoriterligi
Sonuç olarak belirtmek gerekirse, Kema- kimi zaman maskeleyen “çok partili tem­
lizm/Atatürkçülük ideolojisinin, hem ilk silî sistem”in -Kemalist/Atatürkçü olan
oluştuğu 1930’ların dünyasında, hem de veya olmayan- ama açık ve büsbütün to­
bugün, Türkiye topiumuııu ve devletini, taliterlik potansiyeli taşıyan bir başka re­
ekonomik, kültürel ve siyasî düzeylerde jimi doğurma tehlikesine dönüşme po­
yenileştirme hedeflerini içeren bir tasav­ tansiyeline sahip görünmektedir. Bunun
vurlar bütünü olduğu söz götürmez. Bu­ yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti ve Türki- 111
nunla birlikle, Kemalizm/Atatürkçülü- ye toplumu, Kemalizm/Atatıîrkçülük ide­
gün özgül paradoksları ile modern top­ olojisini eleştirerek aşma anlamında bir
lum ve devlet örgütlenmesinin, yine mo­ “post-Kem al is t" süreci yaşama potansiye­
dernliğe özgü içsel gerilimleri, Kema- lini hayata geçirme imkânına da kavuş­
lizm/Atatürkçülügün devralmış olduğu muştur. Değişimin daha otoriter, hatta
tarihi gelenekler ve özellikle de devlete totaliter bir yönde mi, yoksa post-Kema-
toplumsal hayatın hemen her alanında liznı yönünde mi olup olmayacağını, el­
yüklediği görevler dolayısıyla yerleşmiş bette Türkiye top!umunu meydana geti­
bulunan merkezi kontrol imkânları, Tür­ ren birey ve grupların politik edimleri
kiye’nin özgül modernleşme tecrübesin­ belirleyecektir. □

Dİ PNOTLAR

1 Milli Mücadele döneminde, daha çok yabancı merhum Celâl BayarTn "Atatürk, seni sevmek
yayın organlarında, Mustafa Kemal'in izleyici­ millî ibadettir" deyişi de hatırlanmalıdır.
lerini anlatmak üzere "Kemalist" teriminin kul­ 3 Cumhuriyet'in kuruluşundan sonraki süreçte
lanılmasına karşılık, Türkiye toplumunun nasıl CHP dışı (ve dolayısıyla Kemalist olmayan)
bir toplum olması gerektiğine ilişkin bir ekono­ "sol"un tasfiye edilm iş olm ası, ö ze llikle
mik, kültürel ve siyasi değişim projesini ifade 1960'lardan itibaren etkili olmaya başlayan sol
eder biçimde Kemalizmden söz edilmesi ilk kez fikir akımları ile Örgütlenmelerinin (CHP içinde
Cumhuriyet Halk Fırkası'nın 1931 Programı ile gelişen "Ortanın Solu" -bilâhare "sosyal de­
gerçekleşmiştir. mokrasi" ve "demokratik sol"- başta olmak
2 Atatürk'ün vefatından sonraki gelişmeler için­ üzere) büyük bölümünde Atatürkçülük yerine
de, İsmet İnönü'nün "Millî Şef" ilan edildiği Kemalizm teriminin tercih edilmesi, buna karşı­
1938-1945 döneminde İnönü'ye ve İnönü'nün lık, kendilerini milliyetçi-muhafazakâr olarak
temsil ettiği otoriter rejime muhalefet, doğru­ nitelendiren düşünce akımı ile örgütlenmeleri­
dan İnönü aleyhtarlığı yapmak gibi o dönem nin karşı çıkıp eleştirdikleri "(Sol) Kemalizm"
yerine Atatürkçülük terimini tercih etmeleri,
için "sakıncalı" bir yol yerine, "Atatürkçü ol-
bir bakıma bu akım ve örgütlenme mensupla­
ma"yı dillendirmek suretiyle kendini ifade et­
rının Demokrat Parti'ye varan hareket ile olan
meyi tercih etmiştir. Bu muhalefetin örgütlü
tarihî bağlantılarının ürünü olarak görülebilir.
bir siyasî alternatif olarak, Demokrat Parti
adıyla ortaya çıkıp iktidarı ele geçirmesinden 4 Nadir Nadi'nin "Ben Atatürkçü değilim!" kina­
sonraki ilk icraatları arasında "Atatürk'ü Koru­ yesi bu bağlamda akla gelen bir örnektir.
ma Kanunu"nun yer almış olması da bu bakım­ 5 "Siyasî lslâm"ın, Türkiye'deki kamusal görü­
dan kayda değerdir. Keza, 3. Cumhurbaşkanı nürlüğünün artmasına paralel olarak, maruz
K e m a l i z m

kaldığı "takiyyecilik" -yani gerçek niyeti (bura­ 13 Bu örtüşmenin, Kemalizmin kendi ideolojik
da "Kemalist/Atatürkçü Cumhuriyet'i yıkma" içeriğini algılama ve takdim etme biçimiyle
niyeti) gizleme- bu gündelik siyasî çekişmeler modernleşme teorisinin kendi teorik inşamı al­
bağlamındaki ifade İçin de geçerli sayılabilirse gılama ve takdim etme biçimi arasındaki, za­
de, ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin önün­ mana ve dünya siyasî konjonktürüne bağlı
de duran ve insanların siyasî niyetlerini açıkça farklılıklara rağmen oluşması ilginçtir. Bu ba­
ortaya koymalarını yasaklayan hukukî ve siyasî- kımdan, modernleşme teorisinin 1950'lerdeki
ideolojik engellerin varlığını da dolaylı olarak ortaya çıkışından sonraki dönemde. Tek Parti
işaret eden bir Örnek diye alınabilir. Kemalizm'ini modernleşme teorisi içinden ince­
6 Devlet ile toplum arasında ilk kez Avrupa tari­ leyen akademik pozitivizmin, modernleşme te­
hinde teşhis edilmiş olan bir ayrışmaya daya­ orisi üzerinden Kemalizm! tasdikleyici ürünler
nan bu "devlet mantığı" (veya hikmet-i hükü­ vermesi pek de şaşırtıcı olmamaktadır.
met) nosyonunun ortaya çıkışına dair açıklayıcı 14 Türkiye devletinde "kamu felsefesinin korpo-
bir tarihî-kavramsal inceleme için bkz. Mauri- ratist" niteliğinin hakimiyeti ve kalıcılığı tezi
zio Viroli, Fro m Polittcs to P ea son o f State. için bkz. Parla, 1989.
7 Kemalist devrimin (veya Atatürk [Türk] devri­ 15 Poggi (1991), Bu noktada, John Locke, yürüt­
mi nin) ideolojisinde pozitivizmin merkezi ko­ me erkine sahip olan kralın toplumun tümü­
numu için bkz. Timur, 1993: 95 vd. nün korunmasını gerektirdiği biçimde davran­
8 Buradaki açıklamalar için bkz. KOker, 1995; ma ayrıcalığını mevzû (pozitif) hukuktan değil
Özellikle "Birinci Ayrım". de "doğal hukuk'tan aldığını kanıtlamaya ve
böylece hukuktleştirmeye girişmekle modern
9 Modern toplum "ideal tipi"nin oluşturulm a­ devletin tarihî gelişim serüveni içinde ilginç bir
sında ABD'nin nasıl örnek oluşturduğuna iliş­ örnek oluşturmaktadır. Bkz. "Of Prelogative",
kin olarak bkz. Apter, 1969. J. Locke, Tvvo Treatises o f G o vern m en t, a Criti-
10 Bu bakış açısının iyi bir örneği olarak bkz. Hun- cal Edition with an Introduction and Apparatu
tington, 1968, Criticus by Peter Laslett, 2. yayımlanış, Camb-
11 En iyi örneklerden biri için bkz. Samuel P. Hun- ridge, Cambridge University Press. 1967, s.
tington, American Politics, th e Prom ise o f Dis- 392-398.
h a rm o n y . Aynı yıllarda liberal demokrasinin 16 Buradaki "ladinilik," pek tabii ki Türkiye toplu­
gerçek durumu ile bu durumu meşru taştı rıcı mu bağlamında Müslümanlık başta olmak üze­
değerler arasındaki kopmaya ve bu kopmaya re, tüm semavî dinleri kapsayan bir 'dinsel ol­
eklenen kapitalizm-demokrasi ilişkisinin eleşti­ mama" durumunu ifade etmektedir. Buna mu­
rel sorgulanmasına yönelen bir yaygın tartışma kabil Kemalist/Atatürkçü pozitivizmin. Özellikle
sürmektedir. Örneğin, Macpherson, 1962 ve bu ideoloji tarafından devralınan JOntürk pozi­
1984. Modern toplumların stattıs guo’suna yö­ tivizmindeki "Saint-Simon-Auguste Comte'çu
nelik bu eleştirel incelemeler ve tartışmalar "yeni din" özelliğini bir kez daha işaret etmek
"modernleşme teorisi" nin hemen hemen hiç gerekmektedir.
dikkatini çekmemiştir. 17 Bu noktada, örneğin 12 Eylül rejiminin, biri da­
12 Burada "ideoloji"yi bir toplumsal yapıyı sür­ ha çok, diğeri daha az devletçi iki siyasî parti­
dürmeye hizmet eden düşünceler anlamında den oluşan bir siyasi sistemi ideal ize etmesini
kullanıyorum. özellikle hatırlamak gerekir
Halkevleri
N E Ş E G . Y E Ş İL K A Y A

1931 yılı Cumhuriyet Halk Fırkası Büyük Halkevleri dokuz şube ile çalışmaları­
Kongresi, hem parti hem de Türk siyasî nı sürdürür. Bunlar: Dil, Tarih, Edebiyat;
düşünce tarihi açısından önemli bir dö­ Ar (sanat); Cösterit (tiyatro); Spor; Sos­
nüm noktasıdır. Bizzat Atatürk tarafından yal Yardım; Halk Dershaneleri ve Kurs­
(Parla, 1992) Kemalizm olarak adlandırı­ lar; Kitapsaray ve Yayın; Köycülük; Mü­
lan ilkeler, Altı Ok olarak son şeklini iil. ze ve Sergi şubeleridir. Bir Halkevinin
Büyük Kongrede alır. Bu kongrede Ke­ açılabilmesi için gerekli bina, para ve
malist ideoloji kendisini Altı Ok ile net diğer maddî araçlar sağlandıktan sonra
olarak ifade etmekle yetinmez, aynı za­ bu şubelerden en az üçünün çalışması
manda ilkelerle formüle edilen İdeoloji­ gerekir. Halkevi başkanı bağlı bulundu­
nin geniş kitlelere yayılmasını sağlayacak ğu il, ilçe, kamun Parti Yönkurulu (Yö­
mekanizmaları örgütlemek üzere hareket netim Kurulu) üyeleri arasından seçilir.
eder. Ülke kalkınmasında Atatürk tarafın­ Halkevleri yönetim kurulları yılda iki
dan görevlendirildiği İfade edilen parti, defa parti genel sekreterliği şubelerin
Halkevlerinin kuruluş kararını bu kong­ çalışmaları hakkında bilgi gönderir. Köy
rede almıştır. Bu karar aynı zamanda ve nahiyelerde Halkevi açmak İçin ge­
Türk Ocaklarının kapatılışı ile de ilişkili­ reken üç şubenin sağlanamaması nede­
dir. 1931 yılında parti genel sekreterliği­ ni ile ilk olarak 1940 yılında Halkodala­
ne tekrar getirilen Recep Peker, partinin rı açılmıştır.
örgütsel ve doktriner bakımdan güçlen­ Halkevleri, Serbest Cumhuriyet Fırka-
mesine ve partinin devlet ve hükümet sı'nın kapatılması ile 1930 yılında başla­
üzerinde egemenlik kurmasına çalışır. Bu yan, 1938'e kadar Atatürk (Ebedî Şef),
çabaların en önemli sonuçlarından biri 1938-1946 yılları arası Millî Şef İnönü
partinin, Türk Ocaklarını kendi bünyesi­ dönemleri olarak iki dönemden oluşan
ne katma talebidir. Bunun üzerine Ocak Tek Parti egemenliği içinde yer almakta­
kendini lağvetme kararı alır. Bu kararın dır. Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Mene­
1931 yılı parti kongresinde onaylanması men olayları toplumda yükselen tansiyo­
ile birlikte kapatılan Türk Ocaklarının nun işaretidir. Bu ortam içerisinde Parti,
yerini almak üzere Halkevlerinin kurul­ halkla temasını artırmak ve rejimi halka
masına karar verilir. Parti bir yıl içerisin­ benimsetme gayretindedir. Halkevleri
de tasarladığı hedefi gerçekleştirecek, 19 partinin halkla bağlarını güçlendirme
Şubat 1932'de ilk olarak 14 Halkevinin çabasının ürünü olarak ele alınmalıdır.
(Afyon, Ankara, Aydın, Bolu, Bursa, Ça­ Bunun yanı sıra 1930Tı yıllarda tüm
nakkale, Denizli, Diyarbakır, Eminönü, dünyada benzer örgütler vardır. Alman­
Eskişehir, İzmir, Konya, Malatya, Sam­ ya, İtalya, gibi otoriter rejimlerin hüküm
sun) açılışını yapacak, bu açılışı törenler, sürdüğü ülkelerin yanı sıra demokrasi ile
radyo yayınları ile tüm yurda duyuracak­ yönetilen Ülkelerde de yer alan bu ör­
tır. Halkevlerinin kapatıldığı 1950 yılına gütler, yalnızca kitlelerin belli bir ide­
kadar bu sayı 478 Halkevi, 4322 Halko- oloji çerçevesinde politizasyonunu sağ­
dasına ulaşır. lamakla kalmamakta iş hayatından arta
kalan boş zamanın değerlendirilmesi, yalı olan partinin ilkelerini yaymak ve
bazı pratik bilgi ve becerilerin kazandı­ bu ideolojinin ürünü olan devrimteri
rılmasını sağlamaktadır. Bu anlamda yerleştirmek amaçlanır. Özellikle 1923
Halkevleri tamamıyla dönemin ihtiyaç­ ve 1930 yılları arasında bir dizi devrim
larına cevap veren bir örgüttür. gerçekleştirilmiştir. Halkevlerinin en
Kemalizmin yalnızca siyasî alanda de­ önemli işlevi devrimlerin telkin ve terbi­
ğil, kültürel alan ve günlük yaşam üze­ ye yolu ile halka benimsetilmesidir. Ke­
rinde belirleyici olma gayretinin en so­ malizmin propagandaya verdiği önem
mut ürünü Halkevleridir. Halkevleri ile 1931 yılında CHP Halk Hatipleri Teşki­
Kemalist ilkeler çerçevesi içinde belir­ latını örgütlemesinden de anlaşılabilir.
lenmiş yeni bir kamusal alan yaratılır. Halkevlerinde Dil ve Edebiyat şubesi ko­
19. yüzyıldan itibaren modernleşme ha­ nuşmalar ve konferanslar düzenler ve
reketleriyle birlikte geleneksel Osnıanlı bunları hoparlörler ile halka dinletir. Ay­
kentinde camilerde gerçekleşen kamusal rıca, Ankara Radyosu yayınlarının da
yaşam, bu sınırların dışına çıkmaya baş­ hoparlörler ile bahçe ve meydanlarda
lamıştır. Liman kentlerinde ve özellikle dinletilmesiııe gayret edilir. Dergi ve ki­
İstanbul'da bu yeni yaşam kalıplarının tap yayınları yapılır. Halkevleri 19 yıl
örnekleri görülür. Cumhuriyet asker, bü­ boyunca 77 dergi çıkarır. Atatürk'ün is­
rokrat ve aydınlarından oluşan seçkinle­ mini verdiği O lk u -H a lk e v i D e rg isi'n ı,
rin alışkın oldukları bu yaşam kalıpları­ Ankara Halkevi çıkarır. Bu yayınlar çok
nın Halkevleri aracılığı ile Anadolu'ya sayıda yazarın yetişmesini sağlar. Kütüp­
taşınmasına çalışılır. Halkevleri yayımla­ hane Halkevinin, ilk kurulma şartların­
dıkları dergiler, düzenledikleri konfe­ dan birisidir ve her Halkevinde bir kü­
ranslar ile partinin himayesi altındaki tüphane ve okuma odası bulundurulma­
kamusal alanın genişlemesini ve tüm ül­ sı şart koşulur. Kitapsaray Şubesi, uranı
keye yayılmasını sağlar. Ev ve iş yaşamı {mahalle) ve köy odalarında, parti ocak­
dışında yeni bir toplanma mekânı oluş­ larında ve açık havada okuma günleri
turulur, Yeni eğlence anlayışları, dans, yapar. Uygun bulunan kitap, okuma ka­
müzik, tiyatro, Kemalizmin yaygınlaştı­ pasitesi olan bir yurttaşa yüksek sesle
rılması için araç olarak kullanılır. Kadtn- okutulur (CHP Halkevleri Öğreneği,
erkek bir arada müzikli aile toplantıları 1938: Madde 64). Okuma sevgisi oluş­
için balo salonları, müzik holler; telkin turulması için yazarlardan, Halkın anla­
için tiyatro salonları; gürbüz, sağlıklı ye­ yabileceği açıklıkta "açık dilli, millî duy­
ni nesil için spor salonları ve avlular; gulu, Türk özlü eserler" beklenir (CHP,
dinleyen, düşünen, konuşan yeni nesil 1935:109).
için toplantı salonları; bir arada çalışma "Fikir ve tez telkininde” Sanat Şubesi
ve üretme için şubelere ait çalışma oda­ de görevlidir. "Sanat", "mürebbi" olarak
ları; okuma zevkinin aşılanması için kü­ görülür ve sanatın "devrimin" emrinde
tüphaneler yapılır. Halkevi binalarının olması beklenir. Müzik zevkinin değişti­
hükümet konakları ile birlikte Cumhuri­ rilmesine gayret edilir. Fasıl ve saz musi­
yet meydanlarında yer alışı, Tek Parti kisinin esaretinden kurtarılan halkın tür­
döneminde, Parti - Devlet bütünlüğünün külerinde "keman, ut, cümbüş, kanun,
en somut ifadesidir. ney" kullanılamaz. (Halkevleri Çalışma
Altı Ok, Halkevlerinin açılış tarihin­ Talimatnamesi, 1940). Halk için müzik
den beş yıl sonra, 1937 yılında Teşkitat-ı akşamları ve müsamereterin müzik prog­
Esasiye Kanunu'na (Anayasa) eklenerek ramlarını düzenleyen Halkevlerinde,
"resmî ideoloji" şeklini alacaktır. Hal­ "Devrim telakkisine ve halk terbiyesine
kevleri ile Kemalist ideoloji ve buna da­ hasr" (CHP, 1935:39) edilen müzik için
KE M A LtZ M )A TA T Ü R K ÇÜ LÜ K : MO DERN LEŞM E. DEVLET VE DEMOKRASİ

(CHP, 1935:50) olduğu savunulur ve


bundan yararlanmak üzere Kurtuluş Sa­
vaşı ve devrimleri konu alan oyunlar
sahnelenir. "Tezli bir piyes" ile 136 hal-
kevinde 136.000 den fazla yurttaşa "bir
iki gün içinde bir fikrin telkin edilebile­
ceği" hesaplanır (CHP, 1935:51). Sine­
ma gösterilerinin yaygınlaştırılmasına
çalışılır. Tiyatro ve konserler gibi bedava
olan sinema gösterilerinde film ler
CHP'nin veya hükümetin gönderdiği ya
da Halkevi İdare Heyetinin satın alacağı
filmlerdir (Halkevleri Çalışma Talimatna­
mesi, 1940). Filmler de birer "telkin"
aracıdır (CHP, 1935:62). 115
Ulus-devletin inşasında Halkevleri
önemli görevler alır. Milliyetçilik ilkesi
ile ümmetçiliğe karşı millet fikrine daya­
lı siyasî bir yönetim şekli getirilmektedir.
Parti programında da millet tanımı için­
“Artık Halkevlerinde konferans,
de din ve ırk birliği aranmaz. Halkçılık
müsamere, konser, temsil gibi cazip
rasttalar, bir sıkıntı olmaktan çıkmış, ve milliyetçilik ilkelerinin ilişkisinde mil­
başlı başına alaka toplayan, kalabalığı liyetçilik, halkçılığın kültürel boyutu ola­
çeken ve telkin vazifesini tam yapan bir rak algılanmaktadır. Kemalist ideoloji,
unsur haline gelmiştir: (N. Kansıt, 1939) halkçı ve milliyetçidir ancak ümmetçi
değildir. Kemalizm, bütünleşmiş bir top­
rejimin tercih ettiği üslupta medeniyet ve lum (halkçılık) ve Güneş-Dil teorisi ile
milliyet İkilisi karşımıza çıkar: "Teknik Türklük (milliyetçilik) fikrini geliştirirken,
beynelminel, ruh Türk; usul beynelminel, Osmanlıcılığa karşıdır. Halkevleri yayın­
üsltıb Türk" (CHP, 1935:38). "Kulakları larında sıklıkla OsmanlI'ya ve Saltanat
ve zevkleri çok sesli müziğe alıştırmak ve yıllarına karşı kuvvetli eleştiriler yer alır.
ısındırmak" için halka Garp musikisi din­ Telkin ve terbiyelerde Türklük fikri işle­
leniri leceği belirtilir (1940 yılı Talimatna­ nir. Türk, Orta Asya'dan beri "medeniyet
mesi: Madde 21}. Müzik gibi dans/folklor mürebbisi"dir (Reşit Galip Bey'iıı Nutku,
alışkanlıklarının da değişmesi gereklidir. 20 Şubat: 35). "Türk: medeniyet rehberi"
Halkevleri, "ulusal rakıslarm" yanında dir (CHP, 1935: 95}, Resim alanında
"zevkli gatp danslarT'na yet vermeyi "millî destanları yaşatan, kahramanlıkla­
amaçlar (CHP, 1935:40). Millî bir sembol rımızı canlandıran, kendi öz benlik ve
olarak görülen "raks"ın bir salon dansı hayatımızı ilgilendiren" konulardaki
niteliğine kavuşturulması amaçlanır. Ban­ tarzların destekleneceği belirtilir ( Hal­
do, koro ve orkestralar kurulur. Radyo fi­ kevleri Çalışma Talimatnamesi, 1940:
kir telkininde olduğu gibi kulak terbiye­ Madde 31). Spor Şubesinde millî sporlar
sinde de görev alır. "Radyo, musiki terbi­ olarak güreş, yağlı güreş, cirit, avcılık
yesinde en yorulmaz, en kolay çalışır bir desteklenir. Ancak boks, eskrim, yüzü­
mürebbt" dir (CHP, 1935:41). cülük, kürek gibi modern sporlara da yer
Devrim lerin benimsetilmesinde verilir (Halkevleri Çalışma Talimatname­
önemli telkin araçlarından biri de tiyat­ si, 1940). Dil ve Edebiyat Şubeleri bu­
rodur. Tiyatronun "eşsiz telkin kudreti" lunduğu bölgedeki Öztürkçe kelimeleri
K E M A L İ Z M

derlerken, Ar Şubesi halk arasında yaşa­ neşelendirecek hızlı danslar tercih edilir.
yan ulusal oyunları ve türküleri nota ve Bütün bu ulusal raksların, zevkli Garp
sözleri İle birlikte toplamakla görevlidir danslarının, sanat terbiyesinde "seferber"
(CHP Halkevleri Öğreneği, 1938: Mad­ olan radyo, bando, koro, orkestraların ve
de 44). bunların yanı sıra caz bantlarının bir gö­
Telkin ve terbiye ile yapılan dolaylı revi de yüzyılların alışkanlığı kabul edi­
eğitimin yanı sıra, kurs şubesi ile meslek len ruh halinin değiştirilerek, halkın ha­
eğitimi verilir. Amaç saltanat zamanında reketlendirilmesi, canlandırılmasıdır. Et­
cahil bırakılan halkın "düzeyini yükselt- rafa "neşeyi ve şevki" getirmektir (CHP,
mek” tir. "Pratik hayat bilgileri öğretmek 1935). Sporda da amaçlanan "Seçkin
ve ferdi kuvvetlendirmekti ir. Halkevle­ tekler değil, gürbüz yüzbinler"dir (CHP,
rinde, genel eğitimi sağlayacak Türkçe, 1935:69). Müzik çalışmalarının hedefle­
okuma-yazma, yabancı dil, fen, zanaat, diği hep bir ağızdan marş ve şarkı söylet­
tarih - yurt bilgisi, sosyal bilgiler gibi mek gibi, spor şubesinin de görevi jim­
kursların yanı sıra; daktilo, hesap, hesap nastik hareketlerini "kütle halinde tapta-
tutma usulü, dikiş, nakış, ütü, şapkacılık, mak”tır (tatbik etmek). Sosyal yardım şu­
çiçekçilik, yöreye göre bağcılık, arıcılık, besinin de görevi "Türk milletini kaynaş­
motorculuk, elektrikçilik vb. gibi meslek mış bir kütle yapmak yolunda, halkın
sağlayacak kurslar açılır. Okuma yazma birbirinin sevinç ve derdlerine ortak ol­
kurslarından sonra en çok ilgi yabancı malarını telkin" etmektir (CHP, 1935:82).
dil kurslarına gösterilir. Acemce ve Bunun İçin Halkevinin bulunduğu bölge­
Arapça yerine "Garplılık fikrinin anah­ de yardıma ihtiyaç duyan kimsesiz ka­
tarları olan diğer yabancı dilleri", "kültür dınlara ve çocuklara yardım eder, gerekli
arkadaşı, medeniyet akrabası dilleri" öğ­ kaynakları yaratmak üzere müsamere,
retmek amaçlanır (CHP, 1935:96), eğlenti, gezi vb. hazırlar (CHP Halkevleri
Halkçılık ilkesi ile sınıf kavgaları aşıla­ Öğreneği, 1938: Madde 53).
cak ve böylelikle millî birlik, dönemin si­ Aydınların halkı, halkın birbirini tanı­
yasîlerinin ifadesi ile "kaynaşmış kütle” , masını amaçlayan köy gezileri Halkev­
"sınıfsız katı kitle", "granit kütle" elde lerinin önemli faaliyetleri arasındadır.
edilecektir. Halkevlerine yüklenen en Köycülük şubesinin görevi köylünün
önemli görevlerden biri bu "halk-milleti" hem bedensel, sosyal, bediğ gelişimine
yaratarak, birlik ve beraberlik sağlamak­ katkıda bulunmak, köylü ile şehirli ara­
tır. Halkçılık ilkesi doğrultusunda "kay­ sında uyum ve birlik sağlamak olarak
naşmış bij-kütle" elde edebilmek için yi­ belirlenir (CHP Halkevleri Öğreneği,
ne sanattan yararlanılır. Ar şubesinin gö­ 1938: Madde 66). Şube yakın köylerin
revlerinden biri halkın ulusal marş ve Halkevleri müsamerelerine ve Halkevi
şarkıları öğrenmesine yardımcı olarak üyelerinin köylerde kır bayramlarına ka­
önemli günlerde marşların, "beraberce tılımını sağlar. Dershane ve kurslar şu­
bir ağızdan söylenmelerini sağlamaya besi ile birlikte köylerde okuma-yazma
çalışmaktır (CHP Halkevleri Öğreneği, vb. kursları açar, köylünün mektuplarını
1938: Madde 43). Böylece "Bîr ağızdan yazar, sosyal yardım şubesi ile birlikte
terennüm eden onbinler" (CHP, 1935:40) köylünün sağlık sorunlarını çözmeye
yaratılacaktır. Ayrıca, ulusal bayramları yardım eder. Köylülerin kentte olan res­
ve büyükleri anma günlerini "beylik İçti­ mî işlerini takip ederek çözmek için ça­
ma olmaktan kurtarmak"(...) "birer ma­ lışır (CHP Halkevleri Öğreneği, 1938:
nâlı ve heyecanlı halk toplantısı" haline Madde 66-67-68-69). Köylüye sergilerle
getirmek amaçlanır (CHP, 1942:4). Halk yerli mallarını tanıtmak, onun görgü ve
dansları arasında halkı canlandıracak ve bilgi seviyesi yükseltmek, "temsiller, ka-
K E M A L İ Z M / A T A I U S K Ç U LU K : M O D E R N L E Ş M E , DEVLET V F DEMOKRASİ

ragöz, kukla, millî rakıslarla köylerde (Recep Bey'in Nutku 20 Şubat 1932: 6).
neşe ve şeratetin artmasına" çalışmak Ancak Halkevlerinin partiden özerk bir
görevleri arasındadır (Halkevleri Çalış­ örgüt olamaması, kapatılması için döne­
ma Talimatnamesi, 1940: Madde 106- min siyasî atmosferinde geçerli bir baha­
107-111-112), ne olacaktır. Böylelikle Türk Ocakları ile
Osmanlı geleneğine ve dinin katı ku­ aynı kaderi paylaşacak, Cumhuriyet
rallarına karşı modern laik bir yaşam Halk Partisinin siyasî ve kültürel alan­
modeli savunulur, "Asırların, sakat din daki egemenliğine karşı, Demokrat Parti
telakkileri" (CHP, 1935, s.37) ile müca­ iktidarı tarafından kapatılacaktır.
dele Halkevlerinin her şubesinin görevi­ Halkevlerinin ardından Köy Enstitüleri
dir. Aile toplantıları ile kadın ve erkeğin de Demokrat Parti döneminde kapatılır.
bir araya getirilmesine çalışıldığı gibi, 1960 yılında yeniden örgütlenmesine
danslarda da kadın ve erkeği bir araya izin verilen Halkevlerinin, 1950 yılında
getirenler tercih edilir. Kadının tiyatro alınan malvarlıkları iade edilmez, 12 Ey­
oyunlarında sahneye çıkması desteklenir lül 1980 askerî müdahalesinden sonra
ve kadın roller asla erkeklere verilemez. birçok dernekle beraber tekrar kapatılır.
Sergi grubu geleneksel kültürde yer al­ 1988 yılında üçüncü defa kurulmuştur.
mayan yeni sanat alanlarını tanıtmak Halkevlerinin ikinci döneminde
için, ressam, heykeltraş ve diğer sanatçı­ (1960-1980) Cumhuriyet Halk Partisi -ve
ların eserlerinin Halkevi binalarında ser­ onun yanında Ordu- ile ilişkileri devam
gilenmesine yardımcı olur. Mimarın da etmiştir. Bu dönemde sırası ile Millî Bir­
görevi mimaride "yeni" zevki aşılamak­ lik Grubu üyesi ve tabii senatörler Kadri
tır (CHP, 1935, s.46). Halkevleri kendi Kaplan ve Ahmet Yıldız genel başkanlık­
binaları ile bu "yeni" ve "modern" mi­ ta bulunmuştur. Halkevleri 1975 yılına
mari zevkin örneklerini oluşturur. Bu mi­ dek "resmî Atatürkçü" ya da "sağ Kema­
maride "Kubbe ve kemerler", "cami ve list" İdeolojinin etkisi altında kalmış, faz­
çeşme motifleri" kısaca dinî motifler ve la etkili olmamıştır. Ancak 1975 yılından
doğuya ait motiflere yer almaz. Yine bir sonra, kitleselleşen radikal sol hareket,
i telkin aracı olan Halkevi binaları üzerin- sola açık Kemalistlerle İlişki için bir İm­
j de "Ne mutlu Türküm Diyene" gibi ve­ kân ve "zorunlu bir liman" (Bozkurt, N.;
cizeler hem ulus fikrini aktarır, hem de "1970-1980 Dönemi Halkevleri", 5osya-
Latin harfleri ile yeni laik düzeni simge­ liz ve Toplumsal M ücadeleler A nsiklope­
ler. Yazı ve rölyefler için uygun boş bir disi, s. 2234-5) olarak gördüğü Halkevle­
duvar elde edilir. Camiye alternatif bir rine ilgi gösterecektir. Ahmet Yddız'ın
toplanma mekânı olarak minarelerin Başkanlığı döneminde "sol Atatürkçü­
arasında Halkevi kuleleri yer alır. lük” Halkevlerinde etkinliğini artırır. Bu
yıllarda Halkevleri Ahmet Yıldız ve
CHP'li parlamenterlerin desteği ile kamu
HALKEVLERİNİN KAPATILIŞI VE
yararına çalışan bir kurum olarak bütçe­
1960 SONRASINDA "YENİ" HALKEVLERİ
den yardım alır. Halkevlerinin ikinci dö­
Parti ile olan bağlarına rağmen Halkev­ neminde kültür sekreterliği, genel sekre­
lerinin siyasî kimlikten ayrı tutulmasına terlik ve ikinci başkanlık yapan Anıl Çe­
gayret edildiği gözlenir. Recep Peker çen, Halkevlerinin bu yıllarda siyasî tar­
nutkunda "Halkevleri Cumhuriyet Halk tışmalardan uzak kalmaya çalıştığını ve
Fırkası'nm siyasî bünyesinden büsbütün Atatürkçülüğü yaymak için Halkevleri
ayrı, siyasî mahiyette çalışmadan büsbü­ Atatürk Enstitüsü'nün kurulduğunu belir­
tün uzak ve fakat idare noktasından fır­ tir, Atatürk Enstitüsü'ne göre Atatürkçü­
kaya bitişik bir mahiyet arzederler" der lük tanımı, Halkevleri yönetiminin sol
K E M A L I Z

Kemalizm anlayışının özeti sayılabilir: Demokratik Kitle Örgütü (DKÖİ olarak


Atatürkçülük Türk toplumunu bağım­ tanımlamıştır. Halkevlerinin söylemin­
sızlaştırmak ve çağdaşlaştırmak devri- deki en önemli değişiklik, örgütün sol
midir. Akılcılık, kalkınmacılık, çağdaş­ kadrolarının 1930-40'ların kültürel
laşma, halkçılık, devrimcilik, laiklik, alandaki milliyetçi tutumunu "olumsuz
sosyal adaletçilik, ulusçuluk, barışçılık, miras" olarak tanımlamaları ve "kültürel
cumhuriyetçilik, demokratlık Atatürk­ çoğulculuk" fikrini geliştirmeleridir. Ar­
çülüğün temel ilkeleridir. Felsefe ala­ tık devlet-kurucu misyonun bir taşıyıcısı
nında Atatürkçülük akılcılığa ve pozitif değil, muhalif bir yapıdır. Kültür politi­
bilim kavramına dayanır. Toplumsal kası açısından da, ilk dönemindeki gibi
alanda halkçı ve sosyal adaletçi bir dü­ "yüksek kültürü" halka benimsetmeye
zen kurulması asildir. Ekonomik alanda değil, Otantik halk kültürünün sol (daya­
Atatürkçülük emperyalizme karşı çıkar nışmacı, özgürlükçü) öğelerini geliştir­
ve bağımsızlığı savunur. Siyasal alanda meyi hedefleyen bir yönelim içindedir,
118 ise tam bağımsız ve demokratik bir Tür­ 1932 yılında kurulan Halkevlerinin
kiye yaratmak Atatürkçülüğün ana he­ tüzel kişiliğini sürdüren bugünkü Örgüt,
defidir. Halk egemenliğinden yana olan gerçekte önemli farklılıklar taşımaktadır.
Atatürkçülük aynı zamanda çağdaş ve Bu örgüt Halkevlerinin geçmişte Cum­
ulusal değerlerin bireşimi olan özgür huriyet Halk Partisi ve süreği sosyal de­
bir dünya görüşüdür. Üçüncü Dünya mokrat eğilimli partilerin ortamıyla hâlâ
ülkeleri için bir umut ışığı oian Atatürk­ bir ilişkisi vardır, ancak bu farktı ve ba­
çülük bilim dışı tüm yöntemlere ve yö­ ğımsız bünyeler arasında bir ilişkidir.
netimlere karşıdır. Yabancı ideolojilere Halkevleri, sol-sosyalist fikirler doğrultu­
karşı olan Atatürkçülük Türk halkının sunda yoksul halk topluluklarının öz-ör-
ulusal dünya görüşüdür (Halkevleri gütlenmelerini teşvik etmeye dönük, ço­
Atatürk Enstitüsüıî 973'den aktaran Çe­ ğunlukla büyük kentlerin gecekondu
çen, 1989:337). mahallelerine dönük bir faaliyet yürüt­
Halkevlerinin tabanında ise, devrimci me çabasındadır. CHP ve başka Kema­
gençlik hareketinin ve sosyalist görüşle­ list yapılarla ilişkileri, Halkevleri için bir
rin etkisi giderek artmıştır. Nitekim 1979 meşruiyet ve yayılma zeminidir, fakat
yılı Kurultayı "devrimci Halkevcilerin" sadece bu kadar değildir: Atatürkçülü­
başarısı ile sonuçlanır. CHP'liier genel ğün "bağımsızlıkçı/anti-emperyalist" ve
kuruldan ayrılırlar, Başkan Ahmet Yıldız "halkçt" yorumları temelinde, Kemalist
Halkevlerine mesafe koyar. Bu ihtilaf, ortamla sol-sosyalist ortam arasında bir
sosyalist hareketle sol Kemalizm arasın­ geçiş zeminidir. Bu zemini de, ideolojik
daki ayrışmanın belirgin bir belirtisidir. programları berraklaşmış tarafların bir­
Olağanüstü genel kurul bu sorunu çöz­ birlerini etkilemeye çalıştığı bir müzake­
mek için karar alır ancak alınan kararlar re ya da mücadele zemini olarak değil,
uygulamaya konamadan 12 Eylül ile ideolojik muğlaklıkların, geçişliliklerin
Halkevleri ikinci dönemi sona erer. hüküm sürdüğü bir kaygan zemin olarak
12 Eylül 1980 askerî rejimi sonrası tasarlamak uygun olacaktır.
göreli "normalleşme" sürecinde 1988 Modern Türkiye'nin siyasî düşünce ta­
yılında yeniden açılan Halkevlerinin rihinde, 1930'larda 2000'lere Kemaliz-
üçüncü döneminde ilk genel başkan yi­ min farklı yorumlarını Halkevleri litera­
ne Ahmet Yıldız'dır. izleyen yıllarda ge­ türünde izlemek mümkündür. Bunda
nel başkanlığı yine CHP'ye yakın isim­ şüphesiz Halkevlerinin ününe sahip çık­
ler üstlenmiştir. Halkevleri kendini bir ma isteğinin de rolü aranmalıdır.
Tek Parti Yönetimi,
Kemalizm ve Şeflik Sistemi:
Ebedî Şef / Millî Şef
CEMİL KOÇAK

ek Parti yönelimi (1925-1945), en nemi boyunca seçimler iki dereceli ol­

T azından ilk bakışta ve görünüşte,


anayasal bir rejimin iyinde yer alı­
yordu. 1924 Anayasası, her ne kadar tek
muştu; diğer yandan, kadınların da seç­
me ve seçilme hakkı kazanması tedricen
ve daha ilerideki bir tan ln e mümkün
partili bir meclisin eseri olsa da, aslında olabilecektir) gereğince, halk tarafından
o sırada henüz Halk Fırkası iyinde yer al­ seçilen temsilî niteliğe sahip meclis ve
maya devam eden parti içi muhalefetin meclisin içinden çıkan, fakat ona karşı
etkisiyle de, rejimin çerçevesini klasik sorumlu olan bir hükümet modeli ve
anlamda parlamenter bir sistem olarak cumhurbaşkanının da nihayet yürütme
çizmişti. Unutulmasın ki, tek partili bir organı içinde kısmen var olması (cum ­
meclis, henüz tek partili bir rejim anla­ hurbaşkanının gerektiğinde hükümete
mına gelmiyordu. Aksine, muhalefet, son başkanlık edebilme yetkisi de vardı),
derece canlı ve tartışmalı bir mecliste gö­ anayasal sistemin omurgasını oluşturu­
rüşlerini serbestçe dile getirebiliyor, da­ yordu. Bu şekil, anayasa hukuku açısın­
hası yeni bir siyasî partinin, bir muhale­ dan, güçler ayrılığından ziyade, güçler
fet partisinin kuruluşuna doğru yol alını­ birliğine daha yakın olan ve sadece görev
yordu. ayrılığına dayanan bir anlayışı ortaya ko­
TBMM, daha doğrusu Halk Fırkası yuyordu.
Meclis Grubu içindeki muhalefetin gücü Diğ~r yandan. Anayasaya göre, cum­
ve önemi, 1924 Anayasasının görüşme­ hurbaşkanının mecliste her yıl kasım ayı
leri sırasında bir kez daha açığa çıkmıştı. başında, hükümetin geçen yılkı çalışma­
Meclis, Kemalist yönetimin hazırladığı ları ve gelecek yıl için alınması gereken
ve yürütme organına, bu arada cumhur­ kararlar ve önlemler konusunda bir söy­
başkanına geniş ve önemli yetkiler tanı­ lev vermesi ya da bu söylevini başbakana
yan Anayasa taslağım reddederek, güçler okutturması (bu yalnızca bir kez olmuş
birliği ilkesi gereğince, egemenliğin ta­ ve hastalığının son safhasında, ölümün­
mamen ve sadece meclise ait olduğunu den sadece birkaç gün önce, l Kasım
kabul etmişti. 1938 tarihli cumhurbaşkanlığı Söylevi,
Buna göre, genel ve eşit oy ilkesi (an­ Atatürk’ün adına Başbakan Celâl Bayar
cak bu ilkenin derhal uygulan [a] madiği­ tarafından okunmuştu), bu ilke ile çelişi­
ni da belirtmem gerekiyor; öncelikle ha­ yordu. Anayasaya göre, siyasî sorumlulu­
tırlamak gerekir ki, bütün Tek Parti dö­ ğu olmayan cumhurbaşkanının söylevi-
K E M A L İ Z M

nin siyasî dayanağı belirsizdi. Cumhur­


başkanı, eğer söylevinde kişisel görüşle­
rini ifade ediyorsa, bu durumda, güçler
birliği ilkesi gereğince, yasama yetkisinin
ve yürütme erkinin toplandığı IBM M’c e
seçilen cumhurbaşkanının, meclise her­
hangi bir konuda görüş bildirmesi ya da
öneri getirm esi düşünülemezdi. Eğer
cumhurbaşkanı, söylevinde, hükümetin,
yani iktidar partisinin etkinliklerinden ve
gelecekle ilgili siyasî karar ve düşüncele­
rinden söz ediyorsa, bu halde de, hükü­
met etkinliklerinden dolayı siyasî sorum­
luluğu olmayan cumhurbaşkanının söy-
120 levinin, esas itibariyle, hükümetin görüş
ve önerileri doğrultusunda hazırlanmış
siyasî bir metin olması kaçınılmazdı. Si­
yasî bakımdan sorun yaratabilecek ve
anayasal bakımdan da açıkça çelişkili
olan bu durum, Tek Parti yönetimi bo­
yunca açığa çıkmadı. Çünkü, bu dönem­ İsmet İnönü CHP 5- Kurultayında, Tek
Parti rejiminde, bir parti-devkti ihdas
de cumhurbaşkanları, aynı zamanda, ik­
edilmişti ve partinin seçime tâbi olmayan
tidar partisinin Değişmez genel başkanı genel başkam, “halk egemenliğini"
idiler, kişÜeşttriyondu. Tüzükteki ifadesiyle
1924 Anayasası’na göre, cumhurbaşka­ “Değişmez Çenet Başkan ”, Genel
Başkanlık Dimm’y la ( “Genbaşkur")
nı, TBMM tarafından ve meclis üyeleri
beraber, seçilecek milletvekillerini
arasından seçiliyordu. Cumhurbaşkanı atıyordu. !935’teki IV. Kundtay'da
seçilen kişinin parti üyeliği ve milletve­ çıkartılan tüzükle, parti genel sekreterliği
killiği ise devam ediyordu. Dolayısıyla ile içişleri bakanlığı, parti il başkanlığı
görevi ile de valilik birleştirilmiştir.
da, cumhurbaşkanı, aynı zamanda, parti
üyesi, milletvekili ve parti genel başkam
idi. Sonuçta, tek partili rejimde, cumhur­ yasası’na bakıldığında görülen siyasî sis­
başkanının, aynı zamanda da, iktidar temle, fiilen uygulanan şeflik sistemi ara­
partisinin genel başkam sıfatı ile, mecli­ sında çok Önemli bir nitelik farkı vardı.
se, yani, fiiliyatta, kendi partisinin millet­ Gerçekte, rejim tamamen farklı bir şekil­
vekillerine görüş bildirmesi, öneri getir­ de işliyordu. Bunu sağlayan ne anayasa
mesi ve hatta talimat vermesi, doğal sa­ idi, ne de yasalar... Gerçekte rejimin nite­
yılmıştı. Anayasanın bu hükmü, anayasal liğini ortaya koyan siyasî mekanizmalar,
sisteme tamamen ters düşmekle birlikte, Cumhuriyet Halk Partisi tüzüğü ile var­
fiilen uygulanan şeflik sistemine ve mev­ lık bulmuştu. Bir siyasî parti tüzüğünün,
cut siyasî mekanizmalar son derece uy­ anayasadan da, yasalardan da üstün ola­
gundu. bilmesi elbette mümkün değildi. Ama,
Tek partili rejimde, formel olarak, siya­ gerçekte, siyasi sistem, anayasanın değil,
sî sistemin çerçevesini çizen 1924 Anaya­ söz konusu parti tüzüğünün öngördüğü
sası idi. Dışarıdan bakıldığında, anayasa­ şekilde işliyordu. İşte bu, tek partili reji­
nın şekillendirdiği siyasî sistem kusursuz min şeflik sistemiydi,
bir biçimde işliyordu. Ancak, 1924 Ana- CHP tüzüklerine yakından bir bakış,
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK SİSTEMİ: EBEDİ ŞEF i MİLLİ ŞEF

bu mekanizmaların nasıl oluştuğunu an­ alınıyordu ve bu kararlara bütün partili­


lamak bakımından önemlidir. lerin itaati zorunluydu, işte, bu şekilde,
CHP’nin 1927 yılında kabul edilen tü­ anayasa ve yasalar île verilmeyen geniş
züğüne göre: yetkiler, CHP’nin tüzüğü ite tanınmış
oluyordu. Şeflik sisteminin temel kayna­
"Umumî Reis, Büyük Kongrenin, Fırka
ğı buydu.
Divanı’nın, Umumî Heyeti İdare ile Mec­
Şef, aynı zamanda, CHP Değişmez Ge­
listeki Fırka Grubu’nun da tabii reisidir.
nel B aşkan ı idi. Ya da tam te r s i...
Umumi Reis, /ırkanın idarei aliyesini
CHP’nin 1927 yılında kabul edilen tüzü­
elinde tutar ve fırkayı temsil eder. Fırka
ğüne göre, ilk kez, partinin genel başka­
namtna söz söylemek salahiyetini ancak
Umumi Reis haizdir. Umumi Reis lüzum nı, Değişmez Genel Başkan sıfatını ka­
görürse, bu baptaki hukuk ve salahiyeti­ zanmıştı. Hüküm(ler) şöyle formüle edil­
ni Umumi Reis Vekili’ne veya K atibi mişti: "Cumhuriyet Halk Fırkası ’nm Umu­
Umumi 'ye tevdi eder” mî Reisi, fırkanın banisi olan Gazi Mustafa
“Umumi Riyaset Divanı, fır k a Umumi Kemal Hazretleridir. (...) İşbu umumi esas­
Reisi İle kendilerinin bizzat intihap ede­ lar, hiçbir veçhile tebdil ed ilem ez .” Bu,
cekleri Umumi Reis Vekili’nden ve Umu­ CHP içinde olsun, genel siyasal sistem
mi Heyeti İdare âzası meyantndan seçe­ içinde olsun, şenik sisteminin gözle gö­
cekleri fır k a Katibi Umumisinden iba­ rülür, elle tutulur bir başlangıcı olarak
rettir Umumi Riyaset Divanı’mn vereceği yorum lanabilir. Söz konusu gelişm e,
kararlar tekmil fır k a âzâsm ca bilâkay- 1931 ve 1935 yılında kabul edilen CHP
düşart mutadır Umumi Riyaset Divanı, tüzüklerinde de yer almıştı. Söz konusu
Büyük Millet Meclisi İntihabını idare ve formülasyonlar da şöyleydi: "Cumhuriyet
fırkanın mebus namzetlerini tesbit eder” Halh Fırhası’mtt Daimi Umumi Reisi, fır ­
kayı kuran Gazi Mustafa Kemal Hazretle­
CHP’nin 1931 yılında kabul edilen tü­ ridir. (...) Partinin Değişmez Genel Başka­
züğüne göre, yukarıdaki hükümler değiş­ nı, onu kuran Kamal Atatürk’tür."
tirilmezken, ayrıca, partinin milletvekili Tek Parti yönetiminin sona ermesine
adaylarının, genel başkan tarafından ilan çok az bir süre kala, 1944 yılında, (ancak
edileceği de kararlaştırılmıştı. 1935 yılın­ bunu bu tarihte henüz hiç kimse bilmi­
da kabul edilen tüzükte de, benzer hü­ yor ve öngörmüyordu bile) CHP Genel
kümler yer almıştı. Ancak, bu kez, söz Sekreteri Memduh Şevket Esendal, CHP
konusu atama mekanizması açıklığa ka-
İstanbul vilayeti idare heyeti üyesi ve İs­
vuşturulmamıştı. Millî Şef döneminde
tanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Me­
de, 1939 ve 1943 tarihli tüzükler, benzer
deni Hukuk Profesörü Hıfzı Veldet Veİi-
hükümleri ve hatta daha da geniş yetki­
dedeoglu’na, şeflik sistemini şöyle tanım­
leri içerirler.
lıyordu;
Görüldüğü gibi, genel başkana tanınan
yetkilerle parti içinde şeflik sistemi oluş­ "Siz hukuk profesörüsünüz... Bilirsiniz
turulmuştu. Çünkü, genel başkan, bizzat ki, bazı mem leketlerin anayasaları y a ­
vekilini ve genel sekreterini seçme imkâ­ zılm ış, b az ıla rın k i ise yazılm am ıştır
nına sahipti ve bu üçlünün oluşturacağı (...) Bizim ise, iki anayasamız vardır:
organ da, partinin milletvekili adaylarını Yazılmış ve yazılmamış... Bunlardan y a ­
tayin ediyordu; Dolayısıyla, genel baş­ zılm ış olanı, senin kitapta okuduğun,
kan, bütün milletvekillerini tayin etme Teşkilatı Esasiye Kanunu {1924 Anaya-
yetkisine sahipti. Ayrıca, partiyi ilgilendi­ sasıj’dtr. Yazılmamış olanı ise, şimdi ki Zi­
ren bütün kararlar, aynı organ tarafından lli durumumuz, yani Ş ef sistemimizdir.
K E M A L İ Z M

Bu sistem, kuvvetini ÇHP’den alır.” getiren hükümetler, cumhurbaşkanına


k a rş ı(n ) herhangi bir g irişim d e bu ­
Hıfzı Veldet Velidedeoglu, anılarında,
lunam am ışlardır.
Esendal'ın söylediklerini şöyle değerlen­
G erçekte, siyasi karar alma organı,
diriyor:
meclis değil, fakat dar bir kadroydu.
“Düşünüyordum: Memdıdı Şevket Esen- Başta cum hurbaşkanı ve başbakanın
dal, bir ptırti ideologu, siyasi bir düşünür oluşturduğu, parti yönetimini dahî tam
olara k, ‘Millî Ş eflik S istem i’nin sanki olarak kapsamayan bu dar kadronun al­
ideolojisini yapıyordu." dığı siyasî kararlar, önce iktidar partisi­
nin meclis grubunda benimseniyor ve en
Memduh Şevket Esendal’ın sözünü et­
sonunda da meclis tarafından tasdik edi­
tiği şeflik sistemi, kendisinin de belirttiği
liyordu. Bu su retle, m eclis tamamen
gibi, sadece gücünü değil, ama yegâne si­
devre dışı kalmış oluyordu. Bu siyasî
yasi meşruluk kaynağını da CHP’nin tü­
mekanizma içinde, meclise düşen görev,
122 züğünden alıyordu.
önüne gelirden kararları onaylamaktan
Tek Parti dönemi boyunca, CHP genel
ibaretli. Meclise de zaten bu nedenden
sekreteri Memduh Şevket Esendal’ın da
dolayı ihtiyaç vardı. Meclis, dar bir kad­
belirttiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nde ro içinde alınan kararların meşrulaştığı
tamamen farklı iki yönetim modeli vardı. ve yasalaştığı bir kurumdu. 1924 Anaya­
Birincisi, forrnel biçimde Türkiye’nin yö­ sasına göre son derece üstün ve güçlü
netim biçimini oluşturan 1924 Anayasası b ir durum da olaıı yasam a organı
idi. 1924 Anayasasından bakıldığında (TBMM), bu görevini hiçbir zaman yeri­
görülen siyasal sistem ile fiilen uygula­ ne getirememiştir. TBMM, hükümet fa­
nan şeflik sistemi arasında çok önemli aliyetlerini denetleyen bir organ olmak­
bîr nitelik farkı vardı. Bu nedenle, Tek tan çok, yönetime yardımcı olmayı ken­
Parti yönetimi boyunca, 1924 Anayasa­ disine asıl görev seçmiş bir organ niteli­
sın ın öngördüğü, meclis üstünlüğüne ğindedir ve bu hah ile yönetimin aldığı
dayanan parlamenter sistem, yani seçim­ kararların meşru hale gelmesine hizmet
le gelen bir parlamento ve onun içinden eden bir işlev görmektedir.
çtkan, meclise karşı sorumlu bir hükü­ Aslında siyasî sistem, anayasanın ön­
met modeli, hiçbir zaman uygulama şan­ gördüğünden tamamen farklı bir şekilde
sı bulamamıştır. 1924 Anayasasında yü­ işliyordu. Cumhurbaşkanı, sadece görü­
rütme organının başı olarak gösterilen nürde meclis tarafından seçiliyordu. Ger­
cunıhurbaşkan(lar)ı ise, anayasada hiç çekte, fiilen, meclis üyelerini belirleyen
görülmeyen çok geniş yetkilere, şeflik cumhurbaşkanının kendisiydi. Ama, bu­
sistemi sayesinde, fiilen sahip olmuş(lar) nu cum hurbaşkanı sıfatı ile değil de,
ve bu y e tk ilerin i her zaman kullan- CHP Değişmez Genel Başkam sıfatı ile
mış(!ar)dır. Şeflik sisteminin, 1945-1950 yapıyordu. Şef, hem parti politikasını, ki
döneminde de devam ettiği, süreç içinde bu aynı zamanda devlet politikası de­
tedricen ortadan kalktığı, ancak CHP mekti, hem de parti yönetimini belirli­
içindeki etkilerini daha uzun bir süre yordu. Görünüşte dahi, Şef’in parti yöne­
muhafaza ettiği söylenebilir. Cumhurbaş­ tim kadrolarını ve partinin meclise gire­
kanının yanında, 1924 Anayasası’na gö­ cek olan üyelerini atama yetkisi vardı.
re, siyasî sorumluluğu olan başbakan ve Dolayısıyla, cumhurbaşkanı ve aynı za­
hükümet, her zaman gölgede kalmıştır. manda CHP Değişmez Genel Başkanı
Öyle ki, cumhurbaşkanının aldığı karar­ olan kişi, gerek parti, gerekse siyasî sis­
ları ve verdiği talimatları mutlaka yerine tem içinde, tek yetkili Şef olarak beliri-
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK SİSTEMİ: EBEDÎ ŞEF / MİLLİ ŞEF

İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı ve CHP Değişmez Genel Başkam olduğa Millî Ş ef


dönemi (1938-1945), Kemalist İdeolojinin biçimlendirilmesinde ve yeniden üretiminde
önemli bir evredir. Özellikle uluslararası politik koşulların etkisiyle, devlet tofilum
ilişkilerinde faşizan-totaliter bir anlayışa meyledilen, trkçt milliyetçilik anlayışının
serpildiği bir dönemdir bu. Öte yandan İnönü Dönemi Atatürk imgesinin kamusal
algılanışı açısından da çok tartışılmış, muarızlan İnönü’yü, Atatürk’ün hatırasını ve
tarihî mirasını ikinci plana atmakla itham etmişlerdir.

yordu. Bu siyasî mekanizma, 1924 Ana­ programı, cumhurbaşkanı ile başbakanın


yasasının öngördüğü siyasî sistemin ta­ ve hükümetin uyumunu gösteren ve ger­
mamen kâğıt üzerinde kalmasına neden çekte kimin hakim rolde olduğunu her­
olacaktır. kese açıkça deklare eden bir gösterge sa­
Şeflik sistemi, hiçbir zaman anayasal yılabilir. Özellikle de 1 9 3 0 ’lu yıllarda
ya da yasal bir temele oturtulmadığı gibi, cumhurbaşkanı ile sabık başbakan haline
yine hiçbir zaman ideolojik bir açıklama­ gelecek İsmet İnönü arasındaki anlaş­
ya da konu olmadı. Şef deyimi, Atatürk mazlıklar ve çatışmalar göz önüne alına­
döneminde de sık sık kullanılıyordu. Ba­ cak olu rsa,,. Gelişmeler, siyasî sistem
sında da kullanılıyordu, siyasî söylemler­ içindeki gerçek ağırlığın cumhurbaşkanı
de de... İsmet İnönü’nün mecliste oku­ olduğunu kanıtlıyor.
nan hükümet programlarında hiç geçme­ Ebedî Şeflikten Millî Şefliğe geçiş sü­
mesine karşın, İnönü'den sonra başba­ reci, yani 1938 yılı sonları ile 1939 yılı
kan olan Celâl Bayar’m kurduğu hükü­ başlan, şeflik sisteminin ilk kez içinin
metin mecliste okunan programında, Şef doldurulmaya çalışıldığı bir süreç olarak
deyimi bir hayli sık geçmişti. Bayar, hü­ değerlendirilebilir. Daha sonra Ebedî Şef
kümet programında tam 39 kez Şefin ta­ unvanı verilecek olan Atatürk’ün ölü­
limatlarından söz etmişti. Ayrıca, hükü­ münden sonra cumhurbaşkanı seçilen İs­
met programında Atatürk’ün adı da tam met tnönü, cumhurbaşkanı seçildikten
beş kez geçiyordu. Bayar hükümetinin yaklaşık olarak altı hafta sonra, CHP De-
K E M A L İ Z M

İsmet İnönü dönemin tek partisi C HP içinde en üst


düzeydeki görevleri üstlenen bir dev­
AH M ET D E M İR E L let adamıdır. Bu uzun zaman dilimi
içerisinde çok kısa süreli bazı ara dö­
nemler dışarıda tutulursa, İnönü ya
başbakan ya cumhurbaşkanı ve aynı
zamanda ya CHP genel başkan vekili
ya da C HP genel başkamdir. İnönü,
bu dönemde, bir devlet adamı olarak,
Kemalist ilkelerin hayata geçirilmesin­
de en etkin rolü oynamış; veya tersten
İnönü'nün yaşam öyküsü, bir anlam­
bakılırsa onun başında bulunduğu ic­
da, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk elli
raat sonradan Kemalizmin ilkeleri ola­
124 yıllık tarihinin öyküsüdür. Kuruluşun­
rak anılmıştır.
dan İnönü'nün yaşama veda ettiği 25
Çok partili sisteme geçilmesi ve
Aralık 1973'e kadar geçen elli yıllık
1950'dekİ seçim yenilgisinden sonra,
zaman d ilim i içerisind e, Türkiye İnönü artık ana muhalefet partisi lideri­
Cumhurİyeti'ni İlgilendiren hiçbir olay dir. Bununla birlikte, bu yeni kimliği,
yoktur ki İnönü içinde bulunmasın. hiçbir zaman çok fazla önplana çıkma­
İnönü, bir Osmanlı bürokratı olarak mış veya gerek seçkinler gerekse geniş
başlayan kariyerini, M illî Mücadele halk yığınları İnönü'yü yaygın olarak
döneminde en önemli görevleri üstle­ bu şekilde algı lama mıştır. Bu yeni dö­
nen bir asker ve devlet adamı olarak nemde, İnönü, iktidar partisi DP'ye al­
Sürdürmüş, ateşkes ve barış görüşme­ ternatif bir muhalefet partisinin lideri
leri sırasında bu vasıflarına bir de dip- olan bir siyaset adamı olarak görülme­
lomatlık eklemiştir. Türkiye Cumhuri­ miştir. Yandaşlarına göre o bir siyaset
yeti'nin kurulduğu 29 Ekim 1923'ten, adamı değil, devleti kurtaran ve kuran
C H P 'n in o zamana kadar tek parti iki liderden biri, her türlü müşkülat kar­
olarak sürdürdüğü iktidarını. Beyaz şısında mutlaka danışılması, fikri alın­
İhtilal olarak adlandırılan bir seçim ması gereken, adeta partiler üstü bir
yenilgisinin ardından DP'ye 14 Mayıs devlet adamıdır, iktidarı devralan
1950'ye kadar geçen devrede İnönü, DPTilerin gözünde de o, kendilerine
gerek devlet kademelerinde, gerekse muhalefet eden bir partinin lideri değil,

ğişmez Genel Başkam olacaktır. CHP tü­ şimdi de, bu küçük ayrıntının üzerinde
züğü, o kadar Şef agırlıklıydı ki, herhan­ durulmuş değildir. Oysa, bu durumda,
gi bir nedenle, parti kurultayının, olağan yani CHP Değişmez Genel BaşkanlıgTnın
olsun, olağanüstü olsun, toplantıya çağ­ boş olduğu bir sırad a, partin in ola-
rılma yetkisi yalnızca CHP Değişmez Ge­ gan/olaganüstü kurultaya gidebilmesi
nel Başkanı’na tanınm ıştı. Atatürk’ün hukuken mümkün değildi. Bayar’ın top­
ölümünden sonra, başbakan ve CHP De­ lantı daveti, tüzüğe aykırı sayılmalıdır.
ğişmez Genel Başkan Vekili Celâl Bayar, Bayar’ın, vekil sıfatı ile, partiye olağanüs­
kurultayı, vekii sıfatı ile, olağanüstü top­ tü kurultay çağrısı yapması, tüzüğe uy­
lantıya çağırmıştı. Aslında, o zaman da. gun olmamakla beraber, yine de doğal
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK SİSTEMİ: EBEDÎ ŞEF / Mİ LLÎ ŞEF

esas olarak, Cumhuriyet'in başından o


zamana kadar sürdürmüş olduğu bü­
yük otoritesinin hışmından korunulma-
sı gereken bir liderdir.
27 Mayıs 1960'taki askerî darbenin
ardından İnönü'nün ağırlığı kendini bîr
kez daha hissettirmiş, iktidara el koyan
M illî Birlik Komitesi, her türlü icraatın­
da, sürekli olarak, İnönü'nün desteğini
aramış veya en azından onun karşı çı­
kabileceği icraattan kaçınmıştır. Askeri
yönetimden sivil yönetime geçiş süre­
cinde İnönü yine anahtar rolü oyna­
mış, bu zor dönem, 1961 seçiminde 125
partisi yeterli oyu alamamış olmasına
rağmen, onun başbakanlığı altında ge­
çilmiş, yeni darbe girişimleri onun "...içine kapalı, ama, ruh âlemi, bütün
karar re icraatına damgasını vuran bir
ağırlığı sayesinde aşılmış ve başarılı
İnsandı. (...) Atatürk’e minnettardı.
politikaları sayesinde ordu kışlasına Onun eseriydi denilebilir. Ama, görüş,
dönmüştür. Kapatılan D P mensupları­ hareket re karar bağımsızlığını daim a
nın affı ve siyasî haklarının İadesi soru­ korudu." (İkinci Adam)
nunun ülkede yarattığı çalkantılarla
geçen 1960'lı yılların ikinci yarısında nü'nün, partisinin ara rejim hükümet­
da, yeniden ana muhalefet partisi lide­ lerine bakan verme politikası C H P
ri konumuna geçmiş olan İnönü'nün içinde itirazlara yol açmış ve bu süreç
siyasal yaşam içindeki özel ağırlığı içinde İnönü gene) başkanlıktan,
hiçbir zaman azalmamıştır. CHP'den ve milletvekilliğinden istifa
Ordunun 12 M art 1971 verdiği etmiş ve eski cumhurbaşkanlarına ve­
muhtıradan sonra girilen ara rejim dö­ rilen sürekli senatörlük hakkını kulla­
neminde de askerler, yaşı artık çok narak Cumhuriyet Senatosu'ndaki ye­
ilerlemiş olmasına karşın, sürekli ola­ rini almıştır. Böylece İnönü çok partili
rak İnönü'yle karşı karşıya gelmekten sisteme geçildikten sonra bile, fiili
kaçınm ışlardır. Bu dönemde, İnö- olarak bir siyaset adamından çok, bir

karşılanmalıdır. Çünkü, aksi halde, ku­ rumda, partinin hukuka bağlı kalarak,
rultay parti tüzüğüne göre, bundan böyle yeni bir genel başkan seçmesi, artık hiç­
ne olağan, ne de olağanüstü şekilde, bir bir biçimde mümkün olamazdı. Bu hu­
daha hiçbir zaman toplanamazdı. Çün­ kukî darboğazı aşmak, ancak siyasî bir
kü, parti tüzüğüne göre, olağan kurultay kararla mümkün olabilirdi ki, böyle de
da, dört yılda bir, fakat Değişmez Genel yapılmıştır. Gerçi vekilin asilin bütün
Başkan’ın göstereceği yer ve bildireceği yetkilerine sahip olduğu savunularak,
zamanda toplanabilirdi. Parti tüzüğünün burada dikkat çekmeye çalıştığım bu kü­
öngörmediği ve daha önce üzerinde hiç çük ayrıntının hukukî planda da doğru
düşünülmemiş böyle olağanüstü bir du­ olduğu söylenebilir. Belki... Fakat asıl
K E M A L İ Z M

devlet adamı olarak nitelendirilebile­ birlikte çalışma fırsatı bulan ve yakın


cek kariyerini, fiili olduğu gibi resmen ilişkilere giren İnönü, Mütareke döne­
de partilerüstü bir devlet adamı olarak minde ve M illî Mücadele'nin kongre­
tamamlamıştır. ler dönemi ve Heyet-i Temsiliye döne­
mi olarak bilinen ilk aşamasında İstan­
bul'da kaldı. 1920 başında Ankara'ya
24 Eylül 1884'te İzmir'de doğan İnö­ giden İnönü, birkaç hafta burada kal­
nü, birçok çağdaşı gibi bir Osmanlı dıktan sonra H arbiye Nazırı Fevzi
bürokratı olarak yetişti. 1903'te Harbi­ (Çakmak) Paşa'nın çağrısına uyarak İs­
ye, 1906'da da Harp Akademisi'ni bi­ tanbul'a döndü. Ardından, bu kez
rincilikle bitirdi. 1907'de Edirne'de II. Mustafa Kemal Paşa'nın çağrısı üzeri­
Ordu emrinde kurmay yüzbaşı olarak ne, 9 Nisan 1920'de gizlice Ankara'ya
görevliyken, Makedonya'daki örgüt­ geçti ve İstanbul'la bütün bağlarını ko­
lenmesinden etkilenerek, gizli İttilıat pardı. 23 Nisan 1920'de açılan
ve Terakki Cemiyetî'ne üye oldu. Bu­ TBMM'ye Edime mebusu olarak katıl­
nunla birlikte, askerliği önplanda tuttu­ dı. İnönü'nün Millî Mücadele dönemi­
ğundan, cemiyet İçinde pek öne çık­ nin ilk aşamasını İstanbul'da geçirmiş
madı. Bu nedenle, İnönü'nün adı, hiç­ olması, bazı yazarlarca eleştiri konusu
bir zaman, örneğin bir Celâl Bayar gi­ yapılmış, İnönü Mîllî Mücadele'ye geç
bi, ittihat ve Terakkiciiik ile yan yana katılmış olmakla suçlanmıştır. Buna
getirilmemiştir. 31 Mart Olayı olarak karşılık bazı yazarlar da onun İstan­
bilinen ayaklanmayı bastırmak üzere bul'da kalmasını ve Millî Mücadele'ye
İstanbul'a gelen Hareket Ordusu'nda bu yolla katkıda bulunmasını bizzat
görev aldı, Balkan Savaşı ve Birinci Mustafa Kemal Paşa'nın istediğini yaz­
Dünya Savaşı'na katıldı; bir Osmanlı mıştır. Hangi kimliği (asker, diplomat,
subayı olarak parlak bir askerî kariye­ devlet adamı, siyasetçi) önplana çıkar­
rin sahibi oldu; 1915'te albaylığa yük­ sa çıksın, "temkinli davranmak ilkesi"
seldi. Mondros Mütarekesi'nin imza­ her zaman İnönü'nün kişiliğine dam­
lanmasından (30 Ekim 1918) kısa bir gasını vurmuştur. Belirsizliğin ağır bas­
süre önce, rahatsızlığı nedeniyle, gö­ tığı bu dönemi, nedeni ne olursa ol­
revli olduğu Halep'ten İstanbul'a gel­ sun, İstanbul'da geçirmiş olması, İnö­
di. Birinci Dünya Savaşı sırasında za­ nü'nün temkinli kişilik yapısına uygun
man zaman Mustafa Kemal Paşa ile düşmüştür.

üzerinde durulması gereken konu, bu oluşturan unsurlarıydı.


küçük ayrıntı olarak nitelendirdiğim, hu­ Değişmez Genel Başkan’ın/Şef in ölümü
kukî yapı değil, tam tersine, tüzüğün ka­ halinde, partinin yeniden bir genel baş-
leme alınışındaki zihniyet yapısı/dünya- kan/Şef seçmesi, yine parti tüzüğüne göre,
sıdır. Parti kurultayının toplanma süreci mümkün değildi. Bu, artık şaşırtıcı sayıla­
dahi, tamamen ve sadece Değişmez Ge­ bilir. Çünkü, bir partinin genel başkam-
nel Başkan’ın inisiyatifine bırakılmış du­ mn nasıl seçileceği hususu, elbette, parti
rumdadır. Bütün bu göstergeler, gerçek­ tüzüğünün önemli hükümlerinden biri
te, şeflik sisteminin ideolojik/teorik ola­ sayılmalıdır. Ama sayılmamıştı. Tüzükte,
rak vücut bulmamış, ama siyasî sistemi CHP Değişmez Genel Başkanı’nın herhan-
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK Sİ STEMİ - EBEDİ ŞEF / MİLLİ ŞEF

*** nü, Sakarya Savaşı'nın kazanılmasın­


İnönü, Ankara'ya geçtikten sonra, da da önemli bir rol üstlendi. Büyük
Mustafa Kemal Paşa'nın en güvendiği Taarruz'un planlarını Mustafa Kemal
kişidir. M illî Mücadele'nin örgütlen­ ve Fevzi Paşalarla birlikte hazırladı.
mesi, yürütülmesi, başarıyla sonuçlan­ Millî Mücadele'yi başarıyla sonuçlan­
dırılması, Lozan'da Barış Antlaşma- dıran Mudanya ateşkes görüşmelerin­
st'nın imzalanması ve ardından Türki­ de Türk heyetine başkanlık etti; ardın­
ye Cumhuriyeti'nin kurulması aşama­ dan hariciye vekilliği görevine getiri­
larında İnönü her zaman Mustafa Ke­ lerek Türkiye adına barış görüşmeleri­
mal Paşa'nın sağ kolu olmuştur. ni yürüttü ve kalıcı bir barışı sağlayan
23 Nisan 1920'de Edirne mebusu Lozan Antlaşm asını Türkiye adına
olarak katıldığı TBM M 'de, 3 Mayıs imzaladı.
1920'de erkân-ı harbiye-i umumiye Millî Mücadele'de dönemindeki bu
vekilliğine getirildi. Albay olmasına ve askerî başarılan ve Lozan'daki diplo­ 127
mecliste örneğin Fevzi (Çakmak) Ali matik başarısı, İnönü'nün, Türkiye'nin
Fuat (Cebesoy), Kazım (Karabekir) gibi siyasal yaşanlma, bir devlet adamı
daha üst rütbeli subaylar bulunmasına olarak damgasını vurduğu izleyen dö­
karşın, bu göreve getirilmiş olması nemde mutlak otoritesinin meşruiyet
Mustafa Kemal Paşa'nın ona başından kaynağını oluşturdu.
beri olan güveninin önemli bir göster­
gesidir. İnönü Kuvayı Milliye dönemi
olarak bilinen düzensiz ordudan dü­ Fethi Okyar'm Cumhuriyetin ilk yılla­
zenli orduya geçiş sürecinde en etkin rında üç buçuk ay süren başbakanlığı
rolü üstlendi, Çerkeş Ethenı'e bağlı (21 Kasım 1924- 3 Mart 1925) dışarı­
güçleri tasfiye etmeyi başardı. Ocak da tutulursa, İnönü Türkiye Cumhuri­
ve Nisan 1921 'de Birinci ve İkinci yeti'nin kuruluşundan, Atatürk'ün iste­
İnönü Savaşlarında Yunan güçlerinin ği üzerine istifa ettiği 25 Ekim 1937'ye
ilerlemesini durdurduktan sonra, 4 kadar aralıksız 14 yıl süreyle başba­
Mayıs 1921 'de Kurtuluş Savaşı'nın en kanlık görevinde bulundu. Aynı za­
önemli cephesi olan Batı Cephesi'nin manda, dönem in tek partisi olan
kom utanlığına atandı. Temmuz Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel
1921'de genelkurmay başkanlığını başkan vekilliğini de üstlenen ve bu
Fevzi (Çakmak) Paşa'ya devreden İnö­ sayede hem hükümet hem de parti

gi bir nedenle görevinden ayrılması ya da Bayar, vekil sıfatı ile de olsa, CHP’yi olağa­
ayrılmak zorunda kalması durumunda, nüstü kurultaya davet ederken, aslında
yeni genel başkanı n/Değ iş raez Genel Baş- kurultayı sadece parti tüzüğünde yapılma­
kan’ın nasıl ve kim tarafından seçileceğine sı öngörülen değişiklik nedeniyle toplaya­
ilişkin bir hüküm bulunmuyordu. Açıkça­ bilmişti. Gerçek gündem maddesine, yani
sı, CHP’de, Atatürk Değişmez Genel Baş­ partinin yeni genel başkanımn seçilmesi
kan ilan edilmiş, fakat Atatürk’ten sotırasi hükmüne ise, işte bu nedenden dolayı yer
için, yeni Şefin seçilme yöntemine ilişkin verilememişti. Şefin nasıl değişeceği ya da
bir usul hiç düşünülmemiş ve öngörülme­ değiştirileceği tamamen belirsizdi. Bu, an­
mişti. işte, tam da bu nedenden dolayı. cak değişiklik sırasındaki siyasî konjonk-
K E M A L İ Z M

üzerinde büyük bir otorite kuran İnö­ "Kemalizm prensipleri" adının veril­
nü, başbakan ve C HP genel başkan mesi için 1930'lu yılları beklemek ge­
vekili sıfatıyla, yeni Türkiye Cumhuri­ rekmiştir. Kemalizmİn en gelişkin bel­
yeti devletinin, Kemalizmİn ilkeleri gesini oluşturan CHP'nin 1935 prog­
ışığında inşa edilmesinde Atatürk'ten ramında yer alan İlkeler, bu belgede
sonra en etkin rolü oynayan ikinci li­ ilk kez açıkça "Kemalizm prensipleri"
derdir. Bu nedenle Atatürk için "Tek olarak adlandırılmıştır. Programın giriş
Adam" nitelendirilmesinde bulunulur­ bölümünde aynen şöyle denilmekte­
ken, İnönü için "İkinci Adam" belirle­ dir: "C um huriyet H alk Partisi'nin
mesi yapılmıştır. programına temel olan ana fikirler,
Kemalizmİn ilkeleri İnönü'nün baş­ Türk devriminin başlangıcından bugü­
bakanlığı döneminde hayata geçiril­ ne kadar yapılmış olan işlerle, yalın
miş ve İnönü bu ilkelerin bir numaralı olarak, ortaya konmuştur. Bundan
uygulayıcısı olmuştur, Kemalizmİn, başka, bu fikirlerin başlıcaları, 1927
esas olarak, Tek Parti döneminde kris­ yılında Parti Kurultayınca da kabul
talleşen bir ideoloji olduğu açıktır. Bi­ olunan tüzüğün genel esasında ve
rinci Dünya Savaşı sonrasında dünya genel başkanlığın, aynı Kurultayca
genelinde, liberal kapitalizmin redde­ onanmış olan bildiriğinde ve 1931 ka­
dildiği, otoriter ve totaliter rejimlerin mutay seçimi dolayısıyla çıkarılan bil­
egemen olduğu bir dönem ortaya çı­ di rikte saptanmıştır. Yalnız birkaç yıl
kan Kemalizm Türkiye'de devleti ku­ için değil, geleceği de kapsayan tasar­
ran ve inşa eden Tek Parti'nîn ideolo­ larımızın ana hatları burada toplu ola­
jisin i oluşturm uştur. Bu id eoloji rak yazılmıştır. Partinin güttüğü bütün
1920'lerden başlayarak kendi içinde bu esaslar, Kamalizm prensipleridir".
bir bütünlük ve süreklilik göstermiş ve Bu açıklamadan hareketle, Kema­
bu süreklilik CHP'nin programlarında lizm İn, en genel h atlarıyla, C H P
açıkça ilan edilmiştir, ideolojinin te­ programının merkezinde yer alan "A l­
melleri, 1920'lerin başında, M illî Mü­ tı Ok" çerçevesinde oluşturulmuş bir
cadele yıllarında atılmış, İzleyen yıl­ ideoloji ve eyleme yol gösteren bir
larda tutarlı bir biçimde geliştirilmiş, program olduğu söylenebilir. Yani
1930'lu yıllarda ise iyice işlenerek cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, dev­
kristalleştirilmiştir. 1920'lerden beri letçi, laik ve inkılâpçı bir ideoloji ve
ülkeye egemen olan Kemalist ilkelere eylem kılavuzu...

türün elverdiği şartlar içinde bir şekil ka­ CHP Olağanüstü Büyük Kurultayı’nda,
zanabilecekti. Aslında, öngörülen tüzük 1935 tarihli parti tüzüğünde yapılmak is­
değişikliğinde kabul edilecek yeni formü- tenen değişiklik şöyle formüle edilmişti:
lasyon, yeni Ş e fin nasıl seçileceğini ve
“Partinin banisi ve Ebedi Başkan t, Tür­
kim olacağını da tayin edecekti. Daha
kiye Cumhuriyeti’nin müessisi olan Ke­
doğrusu, yeni cumhurbaşkanının yeni Şef
mal Atatürktür
olacağı kesindi, ancak bunun CHP içinde­
Partinin Değişmez Genel Başkanı is­
ki uygulaması, ancak bu vesile ile belirle­
met İnönü’dür
necekti.
Partinin Değişmez Genel Başkanlığı
Bir tüzük d eğişikliği için toplanan
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK SİSTEMİ; EBEDİ ŞEF t MİLLÎ ŞEF

Bununla birlikte, Kemalizm, Ata­ lizm olarak tanımlanmış olduğu orta­


türk'ün sağlığında resmî olarak, açık ya çıkmaktadır. Böyle olunca, Türki­
ve net biçimde tan imlan ma mıştır. Bu ye'de zaman zaman yapılan Atatürk -
yüzden de, Mustafa Kemal Atatürk'ün İnönü ayrımı geçersizdir. (Ya da şimdi­
Ölümünden kısa bir süre sonra, 29 Ma­ lik, en azından Tek Parti dönemi için
yıs - 3 Haziran 1939 tarihleri arasında böyle bir ayrımın geçersiz olduğu ra­
toplanan CHP'nin V, Büyük Kurulta­ hatlıkla söylenebilir.) Tek Parti dönemi
y ın d a bu konuya dikkat çekilmiştir. boyunca Kemalizmin ilkeleri konu­
Kurııltay'da parti programının yukarıda sunda Atatürk ile İnönü arasında hiç­
değinilen giriş bölümü yeniden ele alı­ bir önemli fikir ayrılığı olmamış; aksi­
nırken şunlar söylemiştir: "Kemalizm ne İnönü bu ilkelerin hayata geçiricisi
bir ideal değildir. Tahakkuk ettirilmiş olmuş ya da onun döneminde hayata
bir takım realitelerdir. Siyasî, İktisadî, geçirilmiş olan ilkeler Kemalizmin
İçtimaî, ziraî velhasıl bir milletin bütün prensipleri içinde sayılmıştır. İnönü 129
siyasî faaliyetine giren şeyler bu Kema- Kemalizmin Altı Ok'unun tümüne gö­
lizmin içindedir". nülden bağlı olmasına karşı, yaşamı
Gerçekten de İnönü, başbakan ve boyunca bu ilkelerden ikisine, devlet­
C HP genel başkan vekili olarak Kema- çilik ve laiklik ilkelerine Özel bîr vur­
lizmin inşası sürecinde anahtar bir rol gu yapmıştır,
oynamıştır. 1935 programının girişin­
de yer alan "Cumhuriyet Halk Parti-
si'nin programına temel olan (ve Ke­ İnönü'nün 1937'de Atatürk'ün isteği
malizm prensipleri olarak adlandırı­ üzerine başbakanlıktan ve C HP genel
lan) ana fikirler, Türk devriminin baş­ başkan vekilliğinden ayrılması ve yeri­
langıcından bugüne kadar yapılmış ne Celâl Bayar'ın getirilmesi Atatürk
olan işlerle, yalın olarak, ortaya kon­ ve İnönü arasında Kemalizmin İlkele­
muştur" ifadesi ile, CHP'nin 1939'da- rinden kaynaklanan bîr anlaşmazlığın
ki kurultayında dile getirilen "Kema­ sonucu değildir. Atatürk - İnönü anlaş­
lizm (...) tahakkuk ettirilmiş bir takım mazlığı şu nedenlerden kaynaklanı­
realitelerdir" şeklindeki ifade birlikte yordu; Atatürk sık sık hükümet çalış­
okunursa, aslında, İnönü'nün başba­ malarına müdahale ediyor, birçok te­
kan olarak başında bulunduğu icra­ mel karar Çankaya'da alınıyordu; Ha­
atın sonradan (1935'te) resmen Kema­ tay konusunda Atatürk bir an önce

aşağıdaki aç surede iıılıilal edebilir. den sonra. Ebedî Başkan sıfatını kazanı­
Vefat, vazife yapam ayacak bir hastalı­ yor ve kendisine yine değişmez bir ma­
ğı sabit olması halinde, isti/a.,. kam tahsis edilmiş oluyordu. Buna karşı­
Bu fiç şek dden birisi dolayısıyla iıı/ııln/ lık, Değişmez Genel Başkanlık kurumun-
vabıruda, parii bıiyüh kurultayı, derhal da bir değişiklik yapılmıyor ve ismet
toplanarak, partiye mensup mebuslardan İnönü, adeta doğal olarak, bu sıfatı Ata­
bir zatı Değişmez Genel Başkanlığa seçer ” türk’ten kendi üzerine alıyordu. Son ola­
rak da. Değişmez Genel Başkanlık’ta ge­
Öngörülen tüzük değişikliğinin birkaç
lecekle herhangi bir nedenden dolayı bo­
amacı vardı. Öncelikle, Atatürk, ölümün­
şalma olması halinde, o zamana kadar
K E M A L İ Z M

atağa geçilmesini isterken, İnönü so­ vaşı'nın dışında tutmayı başardı. Bu­
runun daha ılımlı bir politikayla diplo­ nunla birlikte savaş yıllarının getirdiği,
matik yollardan çözümlenmesini isti­ yokluk, ekonomik ve toplumsal sıkın­
yordu ve nihayet ekonomik alanda tılar, özellikle de bir-simge olarak
İnönü katı bir devletçiliği savunurken, "karne uygulaması", daha sonra, İnö­
Atatürk bu politikanın somut bir başa­ nü için en teme! eleştiri konularından
rısı görülmediği için, özel girişimcili­ biri yapılmış ve bu eleştiriler geniş
ğin desteklenmesini istiyordu. halk yığınları arasında da yankı bul­
İnönü, Atatürk'ün ölümünden son­ muştur. İnönü bu dönemde Köy Ensti­
ra, üzerinde resmî olarak, sadece Ma­ tülerinin kurulmasını sağlayarak, Ke­
latya mebusluğu sıfatı olmasına kar­ malist eğitmenlerin yetişmesini ve
şın, 14 yıllık başbakanlığı ve C HP ge­ böylece Kemalist ilkelerin daha geniş
nel başkan vekilliğinin kendisine sağ­ halk yığınlarına aktarılıp benimsetil­
ladığı mutlak otorite sayesinde, nere­ mesi çabasına da girişti ve bu konuda
deyse oybirliğiyle (karşı oy sayısı sa­ önemli bir yol aldı. Ama, İnönü, Köy
dece 1'dir - Hikmet Bayur'un Celâl Enstitüleri uygulaması yüzünden, son­
Bayar'a verdiği oy) cumhurbaşkanı ve raları, "komünist fesat ocakları kur­
CHP'nin Değişmez Genel Başkanı se­ makla" da suçlanmıştır. Oysa, M îllî
çildi ve Türkiye'de M illî Şef dönemine Şef döneminde yapılan uygulamalar
girildi. Bu yeni dönemde, İnönü, ilk İş ve C HP program ve tüzüklerinde ya­
olarak, devlet adamlığı vasfını önpla- pılan değişiklikler incelenirse, İnö­
na çıkartarak, muhalif ve potansiyel nü'nün, M illî Şef döneminde de, Ke­
muhaliflerle barışma politikasını uy­ malist ilkeleri tavizsiz bir biçimde sür­
gulamaya soktu ve kısa bir süre için­ dürdüğü açıkça görülür. Bu nedenle
de, Millî Mücadele döneminde Önem­ Kemalist ilkeler ve uygulamalar açı­
li görevler üstlenmiş ama sonradan sından, bazı yazarların yaptığı gibi,
Atatürk'ün çevresinden uzaklaşmış bir Ebedî Şef (Atatürk) ve M illî Şef
olan ön em li lid erlerin yeniden (İnönü) ayrımı yapmak geçersizdir.
C H P'ye katılmalarını ve milletvekili
seçilmelerini sağladı. İzlediği olağa­
nüstü denge politikasıyla, Türkiye'yi, İnönü'nün kişiliğinin bir başka temel
cumhurbaşkanı seçildikten kısa bir sü­ özelliği günün değişen koşullarına
re sonra patlak veren İkinci Dünya Sa- hızlı bir biçimde uyum sağlamasıdır.

partinin genel başkanın! seçme yetkisi “Siyasî partiler, millî ve vatani yüksek
bulunmamasından dolayı, yeni bir siyasî menfaatleri temin edici prensiplerde kana­
tıkanma yaşanmamasını temin etmek atleri birleşmiş vatandaşların teşkil ettik­
için, bu kez parti kurultayına bu yetki leri siyasî cemiyetlerdir Millet arasında
teslim ediliyordu. Kurultayın toplanması politik kanaatleri birbirine uygun olanlar
da, yaşanan deneyimden sonra, otomati­ kendi halinde dağınıkfır(lar), Bunları an­
ğe bağlanmıştı. cak bir Şef birleştirir ve hepsini bir teşki­
Söz konusu tüzük değişikliğinin gerek­ lat altında toplar. Şefin rolü, her memle­
çesinde, Şef(ler)e ve şeflik sistemine iliş­ kette ve bilhassa parti hayatına yeni gir­
kin olarak şu satırlar dikkati çekiyordu: miş memleketlerde çok mukimdir Çünkü,
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK SİSTEMİ: EBEDÎ ŞEF t Mİ L L Î ŞEF

Nitekim bu özelliği, ikinci Dünya Sa- ma riski gösterince, bu parti kendini


vaşı'nın bitmesinden hemen sonra feshetmek zorunda kalmıştı. Müstakil
kendini göstermiş ve İnönü, Türki­ Grup İse hiçbir konuda muhalefet
ye'nin siyasal yapısında, dünyanın de­ yapmaması sayesinde yedi yıl ayakta
ğişen koşullarına uygun düşecek te­ kalmış, ama iktidarı denetleme işlevi­
mel değişikliklerin yapılmasını sağla­ ni hiçbir zaman gerçek anlamda yeri­
mış ve Türkiye'de tek partili sistemi ne getirmemişti. İnönü, İkinci Dünya
sona erdirerek, iki partili sisteme geçi­ Savaşı'nın ardından değişen dünya
şi sağlamıştır. İnönü'nün kafasındaki koşullarında, Türkiye'nin uluslararası
"çok partili sistem", en azından ilk ta­ alanda kendisine kolaylıkla bir yer
sarlandığında, aslında, iktidardaki bir edinebilmesini kolaylaştırmak üzere,
C HP ile, bu partinin içinden çıkan ve SCF ve Müstakil Grup gibi kontrollü
"güvenilir'' kişilerin kuracağı bir mu­ bir muhalefeti kurulmasını hararetle
halefet partisinden oluşan bir sistem­ destekledi. 1945 yılı boyunca yaptığı 131
den ibaretti. Bu tasarım, daha önceki konuşmalar ve İzlediği politikalarla,
dönemdeki Serbest Cumhuriyet Fırka­ C H P içinde bazı temel eleştirilerde
sı (SCF) ve Müstakil Grup uygulamala­ bulunan Bayar ve arkadaşlarını
rından çok da farklı değildi. 1922 - CHP'den ayrılmaya ve yeni bir parti
19 2 3 'teki İk in c i G rup ve 1924 - kurmaya zorladı. Gerçekten de 1937
1925'tekİ Terakkiperver Cumhuriyet - 1938'de Kemalist ilkeleri hayata ge­
Fırkası muhalefetlerinin niteliği çok çiren icra organının başkanlığını (baş­
daha farklıydı. Her iki muhalif hareket bakanlık) üstlenmiş olan Bayar, kont­
de iktidarın denetimi dışında kurul­ rollü bir muhalefet partisinin liderliği
muş, iktidara ciddi eleştiriler getirmiş, için biçilm iş bir kaftan o lab ilird i.
bu yüzden "makbul'' bulunmamış ve 1945'terı 1950'ye kadar uzanan tek
kısa sürede bertaraf edilmişti. Buna partili sistemden, (genel olarak çok
karşılık gerek 1930'da kurulup üç ay partili sistem denilen) İki partili siste­
yaşayan SCF, gerekse 1939-1946 ara­ me geçiş süreci içinde İnönü, genel
sında faaliyet gösteren Müstakil Grup, olarak ılımlı bir siyaset izledi, muhale­
tamamen iktidarın isteği doğrultusun­ fet partisinin kurulup gelişmesini des­
da güdümlü olarak kurulmuş ve faali­ tekledi ve CHP içindeki sertlik yanlıla­
yetleri dar bir alana hapsedilmişti. rını devre dışı bırakmayı başardı. Bu
SCF'nin gücü bu dar alanın dışına taş­ geçiş döneminde C HP Altı Ok'u yeni-

politik kanaatleri ekseriya prensipler ha­ ve emanet ettiği makam ve şahsiyet üze­
linde birleştirip olgunlaştıracak ve pren­ rinde sık sık değişiklikler yapması da,
sipleri zihinlere aşılayacak ve mütemadi­ otoriteyi zayı/latmak bakımından mah­
yen besleyecek, memleket siyasetine isti­ zurdan ari addedilemez.
kamet verecek, millet efradını politik sa­ Cumkııriyet Halk Partisi gibi milletin
lında yetiştirecek olan Şeftir. kurtuluş ve ilerleyiş mücadelesinde kendi­
Her cem iyette ve her parti içinde bu sine rehberlik etmiş, Cumhuriyetçilik, in­
yüksek vasıflarda şahsiyetleri daima ha­ kılâpçılık, Laiklik gibi Türk milletini mü­
zır bulmak kolay olmadığı gibi, bir siya­ temadiyen itibar ve refah mevkiine yük­
sî partinin, idarei aliyesini eline teslim seltmekte olan prensipleri, değişmez bir
K E M A L İ Z M

den yorumladı, Ama, devletçilik ve la­ uzaklaştırıp yönetime el koyan M illî


ikliğin biraz yumuşatılması dışında Al­ Birlik Komitesi de İnönü'yü sıradan
tı Ok'ta hiçbir şekilde temel değişik­ bir partinin lideri olarak değil adeta
liklere gidilmedi. Devletçilik ve laiklik partilerüstü bir devlet adamı olarak
ilkelerinin biraz yumuşatılması ise, gördü. Darbeden sonra, İnönü, deste­
Kemalizmin günün değişen koşulları­ ğini arayan Millî Birlikçilere istedikleri
na uyarlanmasının ötesinde farklı bir bu desteği verdi, ama, sivil yönetime
anlam taşımamaktadır. bir an Önce geçilmesi için de yoğun
çaba harcadı. M illî Birlik Komitesi
içinde görüş ayrılıkları ortaya çıktıktan
İnönü, 1950 seçimlerinden sonra bek­ sonra, sivil yönetime bir an Önce ge­
lenmedik bir biçimde iktidardan uzak­ çilmesini isteyen ılımlı kanadın haki­
laştı ve 1960 darbesine kadar 10 yıl miyeti ele geçirmesinde İnönü'nün
süreyle ana muhalefet partisi lideri ve desteğinin önemli rolü oldu. Talat Ay­
Malatya Milletvekili olarak siyasal ya­ demir ekibinin darbe girişimleri de bir
şam içinde yerini aldı. Bu dönemde ölçüde İnönü faktörünün devreye gir­
de Kemalist ilkeleri taviz vermeden mesiyle önlendi, İnönü'nün ağırlığını
savundu. Özellikle lider kadrosu Tek koymaması halinde sivil yönetime ge­
Parti dönemi boyunca etkin görevler çişin çok daha sancılı olacağı ve çok
üstlenmiş olan Demokratik Parti ise, daha uzun bir süre alacağı görüşü ge­
CHP'nin Tek Parti yönetimi sırasındaki niş ölçüde destek bulmaktadır.
baskıcı politikalarını her zaman eleş­ Başında bulunduğu CHP 1961 seçi­
tirmekle birlikte, ülke içinde kısa süre minde yeterli oyu alamamış olmasına
içinde hızla baskıcı bir yönetim kur­ karşın İnönü, Millî Birlikçilerin kendi­
du. İnönü 27 yıllık C H P iktidarının sine verdiği destekle, 1961 - 1965
olumsuzluklarının adeta tek sorumlu­ arasında değişik koalisyonların başba­
su ilan edildi. Ama ana muhalefet par­ kanlığını üstlendi. 1961 Anayasası'nın
tisi lideri olduğu bu dönemde de İnö­ getirmiş olduğu geniş Özgürlükler or­
nü, DP'lilerce bile, kendilerine rakip tamı içinde yükselen sol değerlerin de
olan bir siyasî partinin liderinden çok etkisiyle, CHP, 1965 seçimlerine, "O r­
devleti kuran ve tepkilerinden korku­ tanın Solu" sloganıyla girdi. AP'nin
lan bir devlet adamı olarak algılandı. tek başına iktidara gelmesiyle sonuç­
27 Mayıs 1960'ta DP'yi iktidardan lanan 1965'teki seçim yenilgisinin ar-

akideı siyasîye olarak kabul ve ilan etmiş parti Umum Reisi iği’nde ('Değişmez) vas-
olan ve siyasî bir partinin dar çerçevesin­ fını esas olarak kabul etmek, bu yüksek
den çıkarak, kemen butun vatandaşları makamın istikrarını temin ve otoriteyi
sinesinde toplamış olan bir partinin Şefli­ takviye bakımından millî menfaate daka
ğine intihap edilecek olan ali şahsiyetin uygun görülmüştür”
(Millî Şef) vasfım da iktisab etmiş olması
Gerekçede ilk kez, muhtemelen Ebedî
tabii olduğuna göre, parti Umum Reisi’nin
Başkan/Şef sıfatına karşılık. Millî Şef sıfa­
yilksek şahsiyetini her dürt senede bir ve
tına da rastlanıyordu. Basında olsun, si­
her kurultay toplanışında m üzakere ve
yasî edebiyatta olsun, Milli Şef deyimi
m ü n akaşaya mevzuu ittihaz etmeyip,
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE Ş E F L İ K S İ S T E M İ : EBEDÎ ŞEF / MİLLİ ŞEF

dından, 18-21 Ekim 1966 tarihleri lendirilmesi doğru olmadığı gibi, bu­
arasında Ankara'da toplanan C HP 18. nu, 1960'ların Türkiyesi'nin gerçekle­
Kurultayı "Ortanın Solu" görücünü be­ rinden yola çıkarak, bu İlkelere, bir de
nimseyenlerin zaferiyle sonuçlandı. sosyal adaletin eklenmesi olarak de­
C HP Genel Başkanı ismet İnönü'nün, ğerlendirmek çok daha gerçekçidir.
Temmuz 1% 5'ta gazeteci Abdi ipek- 12 Mart 1971 'deki askerî müdahale­
çi'ye verdiği mülakat sırasında açıkla­ nin ardından, olayların hızlı bir biçim­
dığı ve o günden sonra parti içinde de gelişimi, İnönü'nün kendisini kısa
tartışılagelen "Ortanın Solu” görüşü bir süre içinde CHP'nin dışında bul­
partinin siyasî çizgisi olarak benim­ masına yol açtı. Müdahalenin C H P
sendi. Bu görüşün önderliğini yapan içindeki Ortanın Solu hareketine karşı
Bülent Ecevit partinin genel sekreterli­
yapıldığım ve ası) amacının CHP'nin
ğine seçildi. İnönü, bu kurultayda
iktidara gelmesini Önlemek olduğunu
yaptığı açılış konuşmasında, "partinin 133
öne süren, bu yüzden de müdahaleye
Ortanın Solunda olmasından onun
açıktan tavır alan Ecevit ile müdahale­
sosyalist parti olduğunu veya olacağı­
ye açıktan karşı çıkılmasını onaylama­
nı zannedenler yanılmaktadırlar. CHP
yan ve hatta kurulacak ara rejim hükü­
sosyalist değildir ve sosyalist parti ol­
metlerine CHP'nin bakan vermesi ge­
mayacaktır" diyerek Kemalizm ile sos­
rektiğini savunan İnönü arasında derin
yalizmin sentezinin yapılması çabala­
bir görüş ayrılığı ortaya çıktı. Bu anlaş­
rına son noktayı koydu. Aslında, içi
mazlık sırasında parti İçinde Ecevit
pek doldurulmadan, devletçilik, laik­
yanlılarının ağır basması üzerine, İnö­
lik, reformculuk ve sosyal adaletten
yana olm ak olarak tanım lanan nü, 8 Mayıs 1972'de C HP genel baş­
"O rtanın Solu", Kemalist ilkelerin kanlığından, 4 Kasım 1972'de C H P
farklı bir isimle yeniden dile getirilme­ üyeliğinden ve 14 Kasım 1972'de mil­
sinden başka bir şey değildi. Kaldı ki, letvekilliğinden istifa etti ve Cumhuri­
bu tanımın içinde yer alan İlk üç öğe yet Senatosu'na senatör olarak katıldı.
(devletçilik, laiklik, inkılâpçılık) Ke- Hayatı boyunca Kemalist İlkeleri taviz­
malizmin Altı Ok'undan üçünün tam siz bir biçimde savunan ve hayata ge­
da kendisiydi. Bu nedenle İnönü'nün çiren "İkinci Adam" İnönü, 25 Aralık
başlattığı Ortanın Solu hareketinin Ke- 1973'te partilerüstü bir devlet adamı
malizmden bir sapma olarak değer­ olarak vefat etti.

günlük kullanıma hızla girecektir. Oysa, kaç yıl önce, CHP genel sekreteri iken
bu sıfat, ne parti tüzüğünde yer alıyordu, Recep Peker’in de konuşmalarında ve ya­
ne de bir başka resmî mevzuatta.,, Sadece zılarında rastlanıyordu:
CHP’de bir tüzük değişikliği sırasında,
"Siyasal parti hayatında biffıassa üze­
tüzük değişikliğini hazırlayan parti ko­
rinde durulmaya layık başlıca bir unsur
misyonunun kaleme aldığı gerekçede yer
Je/’tir. Şef, bir siyasal partinin bütün ana
almıştı, o kadar...
düşüncelerini, iradesini, yapış kuvvetini
Ama bütün bu görüşlerin yeni olduğu
ve şerefini temsil eder Şef, kendi ruhun­
da söylenemezdi. Çünkü, aynı ya da ben­
da beslediği heyecan ve hararetle partisi-
zer görüşlere, zaten bundan yalnızca bir­
K E M A L İ Z M

»i ve muhitini ısıtır; aydınlatır Bütün et- inanan varlıkların yekûnunu, bir sürü
ra/mı, lıeudine ve birbiri eti ne içten gelen telakki etmek hatadır Şe/’in onuru da,
b a ğ la rla s a ra ra k , doğru ladığı am aca değeri gibi, üstün olmalıdır Hiçbir kıy­
ilerletir. (...) Eğer bir siyasal partinin met taşımayan ve sürü farz edilen yığın­
hakiki Ş efi yoksa, o partinin bugünkü ların başında olmayı onur tanıyan bir
politika hayatındaki büyük güçlüklere Ş ef telakkisi, yeni Türkiye’nin anlayışın­
göğüs germesine imkân yoktur (...) da yer almamıştır ”
Ş e fe verilecek değer telakkisinde, za­
Tüzük değişikliğini öngören söz konu­
manımızı n olgun muhitleri, az çok fa r k ­ su önerinin kabul edilmesi ile birlikte,
larla, bir düşünürler Fakat bunun ya­ artık yeni bir genel başkan seçmeye ge­
nında, ya Şe/’in rolünü küçülten anarşik rek kalmıyordu. Çünkü, tüzük hükmü
düşüncelere veya medeni ve değerli in­ gereğince, İsmet İnönü, partinin Değiş­
sanların bilgilerini, tecrübelerini, zeka­ mez Genel Başkam olmuştu bile! Kurul­
larını hiçe indiren ve Ş e f i zamanımız te­ tay, yalnızca tüzük değişikliğini onayla­
134 lakkisine uymayan, yapma bir büyütüşle mıştı, ama yeni Değişmez Genel Başkan
peygamberleştiren fikirlere rastlarız, iki­ da, bu arada, otomatik olarak atanmış
si de yanlış olan bu akışın ortasındaki oluyordu. Bir yeni seçime gerek kalma­
hakikate uyan nokta, bizim Ş ef telakki­ mıştı. Görüldüğü gibi, yeni Şef, bir se­
mizin ifadesidir. çimle değil, yalnızca bir tüzük maddesi­
Şef, dediğim gibi, bütün ısıtıcı, besleyi­ nin değiştirilmesinin onayı ile belirlen­
ci, alıp götürücü vası/ları ile, baştadır. mişti. Kurultay, Değişmez Genel Başkan
Fakat onunla birlikte giden ve beraber seçme hak ve yetkisini, ancak bir sortra-

Miti'ı Ş e f İsmet İnönü ve “Düşe" Benito Mussolini. Nadir Nadi. (Perde Aralığından)
başlıklı antlarında, mallak liderli (Almanyada Führer Hitier. İspanyada Caudiüo
Franco, İtalya’d a Düşe Mussolini) tek partili faşist rejimlerin l9)0İardaki tduslararast
prestijinin, “Ş e f sıfatına gösterilen rağbette etkili olduğunu yazar. B a m mukabil İkinci
Dünya Savaşı arefesinde ve ilk dönetnittde Türkiye, İtalya’nın Asya ve Afrika’y a dönük
yayılmacılığından hayli tedirgin olmuştur.
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK Sİ STEMİ: E B E D Î ŞEF i M İ L L İ ŞEF

ki sefer kullanabilirdi. Yine de hemen mesi halinde, halef ile selefin birbirini
eklemeliyim ki, CHP kurultayları. Tek tamamlayıcı bir nitelik taşıdıkları genel­
Parti dönemi boyunca, partilerine hiçbir likle ileri sürülür. Bazen de halef, selefi­
zaman bir Değişmez Genel Başkan seç­ ni mahkum edebilir. Bir başka seçenek
me yetkisine ve olanağına sahip olama­ de, halefin selefini, kendi istediği gibi,
mışlardır. adeta yeniden yorum lam ası ve siyasî
Şeflik sistem i, gelen ek sel O sm an- meşruiyetini, meşruiyeti tartışıl (a) maya-
lı/Türk m odernleşme dinamiğine son cak olan selefi üzerine kurmasıdır. Ta­
derece uygundu. Şefin yönetiminde bir rihten buna pek çok misal verilebilir. Sı­
seçkinler grubunun, toplumu kendi dü­ rasıyla, Sovyetler Birliğİ’de Stalin’in, Le-
şündüğü ve öngördüğü tarzda modern­ nin’i tamamlayıcı misyon sahibi olarak
leştirme çabasını yansıtıyordu. Bu ba­ iktidar oluşu, Kruşçev’in Stalin’den son­
kımdan, bir modelin kopyası olmaktan ra Stalin’i siyasî olarak mahkûm etmesi
ziyade, toplumun tarihsel evriminin bir ve nihayet, Stalin’in, başka versiyonları­
sonucuydu. Bununla birlikte, şeflik sis­ nın yanında, Lenin’i bizzat kendisinin 135
tem i, zaman zaman, kendi dışındaki yeniden yorumlaması ve Lenin’in ve Le-
benzer örnekleri de dikkatle izlemiştir. ninizmin bir anlamda resmî açıklamasını
Faşist İtalya, bu bahistendir. Nazi Al­ yapmasıdır. Avrupa’daki tek partili re­
manya’sı da, etk ilerin i gösterecektir. jimlerde böyle bir gelişme hiç olmamış­
Ama gelenek, çok daha geniş kapsamlı tır, çünkü hiçbirinde bir halef söz konu­
bir geçmişin izini taşır. Dışarıdan etki­ su ol(a)mamıştır.
lenmeler karşısında, söz konusu gelene­ Tek Parti döneminde, Ebedî Şeflikten
ğin izlerini yitirme ve konuyu, yapısal Millî Şefliğe geçiş sürecinde ve Millî Şef
olmaktan ziyade, bir konjonktür sorunu döneminde, halefin selef ile ilişkisi üze­
olarak ele alma yanılgısına düşmemek rinde pek durulm am ıştır. Oysa, Ata­
gerekir. Osmanh/Türk siyasî seçkinleri­ türk’ün ölümünden hemen sonra siyasî
nin toplumu modernleştirme misyonu, gündemde nasıl yer aldığını (ya da ala­
şeflik sisteminin ana öğesini oluşturur. madığını) analiz etmek, belki de çok il­
Bu, üstü kapalı da olsa, sistematik olma­ ginç sonuçlar yaratabilir. Ben maalesef
yan ve derin izleri günümüzde dahi pek Türkiye’de Millî Ş ef Dönemi (1938-1945)
çok siyasî akım a bu laşm ış durumda adlı çalışmamda, döneme özel olarak bu
olan, bir siyasal felsefeyi de yansıtır. Di­ gözle hiç bak(a)madım. Belki bir miktar
ğer yandan, yabancı modellerin etkisine gözlemlerimi ve sezgilerimi ortaya koy­
bir örnek vermek gerekirse, Ebedi Ş e f­ muş olabilirim, ama özel olarak bu gözle
likten Mitli Ş e fliğ e geçiş aşamasında. bir metin analizi, biç kuşkusuz, çok daha
Değişmez Genel Başkanlık kuruntunu anlamlı ve çarpıcı sonuçlara varabilirdi.
muhafaza etmenin nedenlerinden biri, Yine de bir karşılaştırmalı yaklaşımın
eğer iç politikada bir iktidar ve otorite ilk basamağı olarak şunları yazmak yan­
boşluğu yaratmamak kaygısı ise, bir di­ lış olmayacaktır sanırım:
ğeri de, bu dönemde adeta moda olan ve Halef, selefi ve dönemi hakkında en
içte ve dışta prestijleri bayii yüksek, ba­ küçük bir tartışma ya da görüşme açıl­
şarılı tek partili şef sistem lerinin (Al­ masına izin vermemiştir. Bu yöndeki gi­
manya’da Hitler/Führer, İtalya’da Musso- rişimleri derhal önlemiştir. Atatürk'ün
lini/Duçe ve Ispanya'da Franco/Caudil- ölümünden sadece beş ay kadar sonra,
lo) etkisidir. Atatürk devri muhaliflerinden Kazım Ka-
Eğer bir karşılaştırma yapmak gerekir­ rabekir’in, Atatürk ve dönemi ve özellik­
se, tek partili rejimlerde şeflerin değiş­ le de Nutuk konusunda bir tartışma baş-
K E M A L İ Z M

latmak amacı ile basma yaptığı açıklama, suretle, memleket bunların olgun ve dol­
bu saptamayı temellendirir. Hatırlanacağı gun başlarından istifadesiz bırakılmıştır
gibi. Kazım Karabekir, TBMM’nin II, Dö­ Bütün bunlarda modern hımr/enm büyük
neminde İstanbul milletvekili ve 1924 yı­ tesiri olmuştur (...)
lının sonbahar aylarında kurulan Terak­ Reishara yaranm ak için uluorta fik ir ­
kiperver Cumhuriyet Ftrkası’nın da baş- ler neşrinden evvel, hadiseleri olduğu gi­
kanıydı. Takriri Sükun Kanunu’ndaıı bi fesbit ederek, yeni nesile aynen anlat­
sonra, 1925 yılının haziran ayında, Te­ mamız gerekir Aksi halde, birçok kahra­
rakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıl­ manları sefil olarak göstermek ve birçok
mış ve partiye mensup milletvekilleri ile kalpazanları, naehlileri de layık olm a­
birlikte, Kazım Karabekir de, İzmir Su­ dıkları vasıflarla tevsi/ etmek gafletine
ikastı dolayısıyla, 1926 yılında İzmir’de, düşebiliriz. Matbuat sayfalan bir tiyatro
Ankara istiklal Mahkemesi’nce yargılan­ sahnesine benzetilmemelidir. Yani mat­
mıştı. Bu yargılama sonucunda Karabekir buat, liderleri temsil edilecek herhangi
beraat etmişse de, 1927 yılında askerlik­ bir tarihi piyes gibi, rolleri istedikleri
ten ayrılarak emekli olmuştu. 1926 yılın­ kimselere vermemelidir. ( ...) Matbuatın
dan sonra Atatürk ile Karabekir arasında yakın vakte kadar çok defa sırf reis karı
hiçbir ilişki kurulmamış ve Karabekir, ts- memnun etmek gayretini güttüğünü söy­
tanbul/Erenköy’deki evinde/köşkünde, lemeye mecburuz ve sırf bu gayretle, ha-
aktif siyasetten tamamen uzak bir yaşam disatı ve birçok tarihi vekayii inkar ede­
sürmüştü. İnönü’nün cumhurbaşkanı ol­ cek kadar ileri de gitmiştir. (...)
masından hemen sonra, Atatürk’ün ölü­ Ve ben bir müddet için, o vakte kadar
münden sadece iki ay kadar sonra, Kara­ olduğu gibi, bir kenarda nezaret altında
bekir, bizzat İnönü’nün eski muhalefet yaşam aya mecbur kaldım. (...) Muhak­
ile “barış politikası” sonucunda, CHP lis­ kak olan nokta, bir takım şahsiyetlerin
tesinden İstanbul milletvekili olacaktır. memlekete yanlış olarak gösterildikleri
Karabekir, milletvekili olduktan sadece ve ifa ettikleri büyük hizmetlerin bir ka­
üç ay sonra da, nisan ayının hemen ilk lemde çizildiğidir. Hadiseler yaln ız bir
günlerinde, Tan gazetesine verdiği bir şalısın dilediği tarzda ifadesiyle ortaya
mülakatta, şöyle diyecektir'. çıkamaz. ( ...) Yalnız herhangi bir dava­
cının ifadesine göre hüküm vermek hiç­
"Şahsen benim 15 sene menkub vaziyette
bir zaman doğru olamaz. (...)
kaldığım ı biliyorsunuz. Bu menkubiyet
Büyük Nutuk’ta da üzerinde ehemmi­
müddeti, bilJıussa çoluğum çocuğum için
yetle durulması ieab eden haksızlıklar ve
pek acı geçti. Buna rağmen ben bildiğim
yanlışlıklar mevcuttur."
yoldan şaşmadım. Her zaman için haki­
katin müdafii olarak kaldım. Fakat, ne Kazım Karabekir’in Tan gazetesindeki
yazık ki, bu 15 sene içinde, kıymetli f i ­ mülakatında yer alan bu pek de alçakgö­
kirlerle ortaya çıkarak, hayatlarım is­ nüllü sayılamayacak ve aym zamanda da
tihkar edercesine çalışan ve memlekete dolaylı ve dolaysız biçimde bizzat Ata­
büyük hizmetler ifa eden bazı vatan ço­ türk’ü ve Atatürk dönemini hedef alan
cuklarının bir kenarda nasıl unutulduk­ suçlayıcı sözleri sert karşılık görecektir.
ları, kimsenin gözünden kaçmamıştır. Mülakat basında sert bir biçimde eleştiri­
Onların bütün hizmetleri yalnız kökün­ lecek ve yer yer gösterilere neden olacak­
den inkür edilmekle kalmamış, belki on­ tır. Bu gösteriler üzerine de, mülakat er­
lara türlü isnadlar da yapılarak, herbiri tesi gün devam etmeyecek ve ilk tefrika­
dipdiri m ezara gömülmek istenmiştir Bu da kesilecektir. Oysa, mülakatın yayımla­
TEK PARTİ YÖNETİMİ, KEMALİZM VE ŞEFLİK SİSTEMİ: EBEDİ ŞEF / MİLLİ ŞEF

nacağını haber veren Tan gazetesi, müla­ selefe gösterilen törensel saygıdan da
katın birkaç gün süreceğini açıklamıştı! öte, eski bir arkadaşa gösterilen yakınlık
İnönü, Atatürk dönemi muhalefeti ile ölçüsündedir.
barışmış olabilir, ama barışmanın koşul­ Bir nokta daha tamamen eksik kalmış
ları vardı ve temel koşullardan bir tanesi sayılabilir. Bu da, CHP’nin Altı Ok’unun
de buydu. Yalnızca koşulu unutanlara, resmi açıklaması ya da Kemalizmin bir
bir hatırlatm ada bulunulm uştu. Selef ideoloji olarak (belki de yeniden) yo­
belki sık sık hatırlanm ayacaktı, ama rumlanması konusundaki isteksizlik ve
unutulm asına da izin verilm eyecekti. çekingenliktir. CHP’nin geleneksel ide­
Hele hele bir mahkumiyet asla söz ko­ olojik yön ve temel eksikliğini, belki de
nusu olamazdı. kısmen giderecek bir atılımın hiç olma­
Halef, selefini tamamlayan bir tablo ması, bu bakımdan anlamlıdır. Kema­
çizmeye çalışmıştır. Atatürk ve İnönü lizm, Millî Şef tarafından, resmî bir dokt­
adları, adeta yan yana ve birlikte anıl­ rin olarak işlenmemiş ve açıklanmamış­
mak zorundadır. Ama bunun yalnızca tır. Oysa, bu yapılabilirdi. Partinin ide- 137
dönemin başına ait bir izlenim olduğu­ olojik eksikliği ve güçsüzlüğü, bu şekilde
nu da belirtmem gerekir. Zamanla, Ata­ giderilebilirdi. Özellikle bir tercih söz
türk ismi gölgede kalır. Inönü/Millî Şef, konusu gibidir.
tabiatıyla, öne çıkar. Dikkat edilmesi ge­ Bu anlamda, Millî Şeflikte, ne Atatürk,
reken bir nokta da, halefin, kendi siyasi, ne de Kemalizm ile bir siyasî hesaplaşma
İktisadî ve kültürel ya da dış politika gi­ söz konusudur, iki dönemin siyasi kad­
rişimlerinde, siyasi meşruiyet kaygısı ile, roları bir miktar farklı olabilir, fakat üze­
selefinin ismini ya da görüş ve düşünce­ rinde yükseldikleri siyasî sistem/şeflik
lerini argüman olarak kullanma kaygısı­ sistemi aynı şekilde sürmüştür. Olsa olsa,
nı hiç taşımamasıdır. Diğer yandan, Os­ rejim değişikliğinden sonra, Demokrat
manlI egemenlik ve otorite simgesi ola­ Parti iktidarında, bu yönde bir girişim
rak da, çok daha geniş bir tarihsel pers­ olabilirdi. Ne var ki, belki de beklenenin
pektiften bakılacak olursa, para üzerin­ ve umulanın aksine, bu dönemde de bu
deki resmin değiştirilmesi, bu çerçevede yönde bir girişimden kaçınılacak, hatta,
anlamlı ve anlaşılırdır. Yaşayan Şef, ikti­ tam aksine, Ebedî Şef ile Millî Şef arasın­
darın, gücün ve otoritenin gerçekte ki­ da yapılan ince bir politik ayrım sayesin­
min elinde olduğunu, topluma bu gele­ de, yalnızca halefin dönemi mahkum
neksel simge ile yansıtmak istemiştir. edilecek, fakat buna karşılık, halef, selefi
Halef, asla selefinden bir alt basamakta yeterince ortaya çıkarmadığı için, eleşti­
olmamaya, böyle bir görüntü çizmemeye rilecektir. Bütün bu gelişmelerin tesadüfi
özel bir önem vermiştir. Halefin selefin olmadığını, aksine belirli bir politik ek­
İstanbul’daki cenaze törenine katılmayı­ sen üzerinde yükseldiğini görmek gere­
şı, bu belki de dönemin güvenlik kaygı­ kir. Ama burada asıl üzerinde durulması
larının bir ürünü olabilir, fakat Anka­ gereken husus, şeflik sisteminin bütün
ra’daki cenaze töreninde ve daha sonraki Tek Parti döneminde geçerliğini koruma­
anma törenlerinde, eski bir silah arkada- sıdır. Şefler arasında farklılıklar olabilir,
şını/yoldaşım ziyaret eder bir manzara fakat şeflik sisteminde farklılık bulmak
çizmeyi tercih etmesi de manidardır. Bu, kolay değildir. ÜT
Atatürk İmgesinin
Siyasal Yaşamdaki Rolü
h a ş a n Önder

ustafa Kemal Atatürk, 1919’dao daki imgesi doğrularla abartmaların bir ka­

M sonra hayattayken her zaman,


öldükten sonra da hemen her
zaman Türkiye’de siyasal, ideolojik ve
rışımıdır. Bu imgeye göre, Atatürk üstün
yetenekli bir lider ve kahraman olarak
doğmuştur. Uzak görüşlü ve yanılmaz bir
kültürel yaşamın merkezinde olmuştur. dahidir. 1919’dan sonra yeni Türkiye’yi he­
O, Türkler için Kurtarıcı, Kurucu, Ata ve men hemen tek başına ve neredeyse hiç
Btışöğretmen’dir. Adı, “büyük”, “ulu", yoktan, bir mucize ile var etmiştir. Mütare­
“yüce”, “eşsiz", ‘'ölümsüz"... gibi sıfatlar­ ke günlerinde İstanbul’da 1938’e kadar ya­
la birlikte anılır, Türkiye'de kamusal ya­ pacaklarını planlamış, uygulamak için
şam, Atatürk’le dolu bir ortamda geçer: Samsun’a çıkmış, kongreleri ve Meclisi
Paralarda, devlet dairelerinde, okullarda, toplamış, orduyu yaratmış, yok denecek
sınıflarda, iş yerlerinde hatta evlerde kadar kıt kaynaklarla ülkeyi düşman işga­
onun resmî, her gün geçtiğimiz meydan­ linden kurtarmıştır ve ardından kurtuluşu
larda onun heykelleri veya büstleri vardır. pekiştirmek ve çağdaş. Batılı bir ulus yarat­
Geçtiği yerler, kaldığı mekânlar ayrıcalık­ mak için Cumhuriyet’i ilan etmiş, devrim-
lı hale gelmiştir. Sözleri düstur olarak pek leri yapmış, izlenmesi gereken ilkeleri ve
çok yere yazılmıştır. Adı pek çok cadde yolu göstererek bu dünyadan ayrılmıştır.
ve meydana, kurum ve kuruluşa verilmiş­ Bunlar kuşkusuz büyük ölçüde doğru­
tir. Kabri, heykelleri, büstleri resmî tören­ dur. Fakat sadece bunları söylemek, su-
lerin merkezindedir. Ulusal bayramlar, pennen gibi bir Atatürk imgesi oluşturur.
bir bakıma onu anmadır. İlke ve inkılâp­ Kafaşmda böyle bir imge olan kişi, Ata­
larına bağlı vatandaşlar yetiştirmek, eğili­ türk'le ilgili, onu sıradan insana yaklaştı­
min her kademesinde başlıca amaçtır. İl­ ran bazı olguları -örneğin, aşkları, tutku­
köğretimde öğrenciler her gün ona bağlı­ ları olduğunu, karlar üstünde uyurken
lık andı içerler. Bu bağlılığı -en azındaıı- çekilmiş fotoğrafının bir mizansen oldu­
dil ile ikrar etmek, kamusal görevler ala­ ğunu, kendisinin yanlışlar yaptığını kabul
bilmenin zorunlu koşulu gibidir. Ona ve ettiğini, sesinin ince olduğunu, içmediği
düşüncelerine bağlılık (ya da en azından zamanlar utangaç olduğunu, kadınların
saygı), bir siyasî ve toplumsal hareketin makyaj yapmasına, oje veya ruj sürmesi­
meşruiyetinin ön koşulu gibidir. ne kızdığını, alaturka müzikten hoşlandı­
Yaşamımızda böylesine merkezî bir yer ğını- öğrenince Atatürk’ü daha bir insan
tutan Atatürk’ün, ortalama insanın kafasın­ görmeye başlar. Fakat Batıcı, içinde yetiş-
A T A T Ü R K İ M G E S İ N İN S İ Y A S A L Y A Ş A M D A K İ R O L Ü

tigi gelenekleri aşmış, bir kahramandan bilmesi için tektanrıcı (teistik) veya çok-
beklendiği gibi gür sesli ve her zaman tanrıcı metafizik görüşlerde olduğu gibi
çevresine hakim Atatürk imgesinde bir maddi alemin ötesinde bir tanrının veya
değişiklik olur. Yine, Cumhuriyet dev- doğa ve toplum gibi kolektivitelerde, on­
rimlerini bir başlangıç değil, uzun bir Ba­ ları oluşturan tek tek bireyleri aşan ve ge­
tılılaşma sürecinin bir devamı olarak yo­ nellikle Tanrı olarak yorumlanan erek,
rumlayan veya Kurtuluş Savaşı’nın başa­ dünya tini, ulus tini, kolektif bilinç gibi
rısında diğer komutanları, kitleleri ve içkin bir güç olduğunun varsayılması ge­
maddi imkânları biraz öne çıkaran bir ta­ rekir. Bazı tarih kuramları (örneğin, Ya­
rih yazımı da, Atatürk’ü olayları yaratan hudiliğin, Hegel’in ve bir ölçüde Carly-
değil, olayların yarattığı ve olayların tek le’ın tarih anlayışları), ilahi iradenin bir
öznesi olmayan bir kişi haline getirdiği dışavurumu ya da dünya veya ulus tini­
için tarihsel rolünü zayıflatır. Fakat bun­ nin açılımı olarak görürler ve bu iradenin
lar da doğrudur. ya da tinin belirli kişiler (peygamberler,
kahramanlar) aracılığıyla kendini gerçek- 139
ATATÜRK’ÇE ZİHİNLERDEKİ İMGESİ leştirdiğini varsayarlar.
GERÇEK ATATÜRK’E GÖRE Siyaset kuramı alanında, monarşi ve
_________ YÜCELTİLMİŞ MİDİR? diktatörlük gibi demokratik olmayan yö­
netim biçimlerinin yürümesi için olağa­
Bir insanı yüceltme, onu, şu ya da bu bi­ nüstü ya da “büyük" insanlara gereksi­
çimde, tek tek sıradan insanların üstün­ nim olduğundan, bu rejimlerde iktidarda
de yer alan gizemli, aşkın veya içkin bir bulunan ya da iktidara aday olan kişilerin
güçle ilişkilendirerek veya özdeşleştire­ sıradan insanları yönetmeye haklan oldu­
rek sıradan insanların üstünde bir yere ğunu göstermek için, onların sıradan İn­
çıkarmak, ona ‘aşırı’ bir sevgi, saygı ve sandan daha üstün, tanrılara daha yakın
bağlılık duymaktır. Aşkın güç, Tanrı ya bir konuma çıkarmak, gelenekselleşmiş
da bir tanrı olabilir. İçkin güç, tarihte ve bir uygulamadır. Bu rejimlerin siyaset ku­
doğada kendini açığa vuran Hegelci an­ ramları, genellikle yukarıdaki metafizik
lamda bir “dünya tini”, romantik ulusçu­ ve tarih görüşlerinden birine ya da birka­
luğun, örneğin, Herder'in “halk/ulus ti­ çına yaslanır ve büyük adamın bu güçleri
ni" dedikleri şey ya da doğada kendini temsil ettiğine ya da bu güçlerle özdeş ol­
açığa vuran bir “erek" olabilir. Yüceltilen duğuna inanırlar.
kişinin, bu tür güçlerin sahip olduğuna Modern insan ise az çok materyalisttir;
inanılan yanılmazlık, mutlak güç ve ınuı- doğa üstüne ve içkin güçlere kuşkuyla
lak bilgi sabıbi olma, yasa ve kural koy­ bakar; tarihte bireyin rolünü küçültür. O,
ma, düzen verme, ölümsüzlük, kusur­ bilimsel bakış açısının bir sonucu olarak,
suzluk, kötülerden intikam alma gibi olavların nedenlerini bu güçlerde ve kişi­
özelliklere sahip olduğu veya bu güçlerin lerde değil, toplumsal ve ekonomik yapı­
iradesini gerçekleştirdiği varsayılır. Bun­ larda görür, Modern insan, özellikle İkin­
ların yanında, yüceltmede, yüceltilen ki­ ci Dünya Savaşı’ndan sonra çoğulcu de­
şinin onu sıradan insanlara yaklaştıran mokrasilerin de zaferi dolayısıyla, de­
yönleri geri plana ililir veya bu yönleri, mokrasi idealine bağlıdır, sıradan insanlar
aşkın veya içkin güçlerle ilişkisinin bir çoğunluğunun yanılma olasılığının bir
göstergesi olarak yorumlanır. tek kişiye göre daha az olduğunu varsa­
Yüceltme, gerçekliğe, insan doğasına, yar ve kişi yüceltmeyi, tek adam üstüne
siyasete ve tarihe ilişkin açık veya belirsiz kurulu totaliter veya otoriter rejimlere öz­
bir metafiziği varsayar. Yüceltmenin ola­ gü ve demokrasilerde yeri olmayan olum-
K E M A L İ Z M

suz bir uygulama olarak görür, önünde tutulmadan bu kuşağın Mustafa


Atatürk yüceltilmiş midir? Mustafa Ke­ Kemal’i olabilecek en son noktaya kadar
mal gibi olağanüstü işler başarmış bir ki­ yüceltm elerini anlamak olanaksızdır.
şinin yüceltilip yüceltilmediği her zaman “ 1908’! iler” diyebileceğimiz bu kuşak ay­
tartışma götürür. O olmasaydı Cumhuri­ nı zamanda Cumhuriyetin kurucu kuşa­
yet dönemindeki değişim büyük ihtimal ğıdır ve gençlik yılları, Yakup Kadri’mn
olmazdı ya da olsa bile çok geç olurdu. ifadesiyle, “bir millî kahramana", Gö-
Fakat yine de yanıt, yukarıdaki metafizik kalp’in deyişiyle sürüyü toplayacak bir
görüşlerden hangisine yerleştiğimize gö­ “çoban’’a hasretle geçer. Kimisi ulusu si­
re değişecektir. İnsanlar arasında övülen yasî ve askerî aşağılanmalardan kurtara­
ve Tanrı'da en mükemmel şekliyle bu­ cak, kimisi dini kurtaracak, kimisi de zih­
lunduğuna inanılan özellikler -örneğin, niyette, toplumsal ve siyasî kurumlarda
güç, bilgi, uzak görüşlülük, bilgelik, dü­ inkılâp yapacak, kimisi de bunların tü­
şünce, tasarım, yanılmazlık...- onda sıra- münü yapacak bir kurtarıcı bekler. Bu
140 dan insanda olduğundan kuşkusuz daha kuşak, aşağılayıcı Balkan Savaşı yenilgisi­
çok olmakla birlikte, modern bakış açısı­ ni, Birinci Dünya Savaşı yenilgisini, Mü­
na yerleştiğimizde -ki biz bu açıdan bakı­ tarekeyi, “kara gün”ü (S. Nazif), Anado­
yoruz-, Mustafa Kemal’in yüceltildiğini lu’nun işgalini, Sevr dayatmasını görür,
söylemek gerekir. Çünkü, aşağıda göre­ “adem mezarının kenarında” (Atatürk)
ceğimiz gibi, ona edebiyatta ve resmî "ateşle imtihaıCdan (H. Edib) geçer. Ger­
söylemde doğaüstü, tanrısal güçler atfe­ çekten de Osmanlı Devleti’nin “bütün or­
dilmiş veya böyle güçlerle ilişkilendiril- duları dağıtılmış, bütün kaleleri zapt edil­
miş; o, ulusal, kolektif güçlerle özdeşleş­ miş ve bütün tersanelerine girilmiş ve
tirilmiş, pek çok insan tarafından çok se­ memleketin her köşesi bilfiil işgal edil­
vilmiş ve sevilmekledir; dolayısıyla yü­ miş" tir. Takım oyununun yok olduğu
celtilmiştir. Bu yüceltme de, yukarıdaki bozgun dönemlerinde sık sık olduğu gibi,
metafizik ve tarih görüşlerinden biri ya 1908’liler de kötü gidişe son verecek, mu­
da birkaçı çerçevesinde yapılmıştır. cizeler yaratacak bir kurtarıcı, bir kahra­
M ustafa Kem al’in y üceltilm esind e, man ararlar ve öne çıkan kişilerde kahra­
Türk kamusal yaşamının merkezine yer­ man alametleri olup olmadığına bakarlar.
leşmesinde ve orada kalıcılık kazanma­ 1908’liler kahraman ararken, bazı kay­
sında, çeşitli tarihsel, siyasal, kişisel, kül­ naklara göre (örneğin, Atay 1984, 49,
türel, ideolojik ve düşünsel etmenlerin 513) Mustafa Kemal daha 1908’den önce,
bir araya gelmesi, fakat en çok da Ata­ bir arkadaş grubuyla “bizden -Yunanistan
türk’ün siyasal hedeflerini gerçekleştirme, ve İran’da olduğu gibi- niye kahraman
gerçekleştirilen hedefleri koruma ve pe­ çıkmaz" diye tartışılırken, kahraman ol­
kiştirme arzusu önemli rol oynamıştır. maya niyet etmiş ve bu onun “ilk benliği­
ne kavuştuğundan beri, şuur altım ve üs­
KAHRAMAN ARATAN BfR KUŞAK tünü kıvrandıran ‘mesele’ olmuştur.” Ata­
KAHRAMANINI BULUYOR türk'ün kendisine karşı kampanya açtırdı­
ğı ama eserini beğendiği Armstrong’a
Mustafa Kemal, Türk tarihinde olağanüs­ (1996, 96, 133, 193, 201, 253) göre Mus­
tü bir dönemde yaşayan, çaresizliği, ümit­ tafa Kemal, kendisinin Türkiye’yi kurtar­
sizliği ve toplum olarak yok olma korku­ ma, ondan büyük bir ulus yaratma misyo­
sunu yüreklerinde çok derinden hisseden nu olduğuna fanatik bir biçimde inanır;
ve ölüm kalını mücadelelerinden geçen annesi de onun “seçilmiş kişi’’ olduğuna
insanların kahramanıdır. Deneyimleri göz inanır. Bu yorumu, Atatürk’ün gözetimi
A T A T Ü R K t M GE S İ N İ N S I Y A S A L Y A Ş A M D A K İ R O L Ü

1933-52 ’de Türkiye'de çalışan Alman hukukçu Hirsck, bir Türk asistanım bu anttın
önüne götürerek ezikliğini atmasını sağladığım anlatır.

altında yazılan ve Cumhuriyet döneminin anlamına gelen “halaskâr” veya “münci",


belki en resmî tarihi olan TTTC 1934 (s, “münci-i azam" gibi gayriresmî unvanlar
22-23)’deki, “yaradılıştan lider” ve “Tür­ da kazanır. 1908’lilerin tam aradığı insan
kün müstakbel hayat tarihi için büyük va­ olduğunu tartışma götürmez bir biçimde
zifeleri hamil” gibi ifadeler de destekler. kanıtlar. Halk “Gazi”ye, haklı olarak, içten
Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı sırasın­ ve kendiliğinden büyük bir sevgi, saygı ve
dan tartışmasız bir kahraman olarak çıkar. bağlılık duyar. O artık bir kurtarıcı ve
O, 1919 öncesinde özellikle Anafarta Sa­ halk kahramanı olur.
vaşlarında başarılı bir komutan olarak Cumhuriyet’in kurucu kuşağı ve halk
öne çıkmakla birlikte, henüz kendini ka­ İçin Mustafa Kemal, geçmişte kalan Kur­
nıtlamış, tartışma götürmez bir kahraman tuluş SavaşTnın kahramanı olarak minnet
değildir; sadece ast olarak başarılı biridir. ve şükran duyulması gereken birisi değil­
Mayıs 1919’darv sonra ise o, “baş” olarak dir sadece. Savaşların sürekliliğine, barış­
sahnededir Heyeti Temsiliye Reisi, TBMM ların birer ateşkes olduğuna inanan, Hit-
Reisi ve Başkomutandır. Ölüm kalım sava­ lerlerin ve Mussolinilerin savaş çığlıkları
şını zaferle sonuçlandırır; vatanı, ulusal attığı, yeni bir paylaşım savaşının hazır­
onuru ve dini kurtaran bir lider olur. Do­ lıklarının yapıldığı bir dönemde yaşayan
ğal olarak, daha sonraki etkisinin en bu kuşağın büyük çoğunluğuna, başların­
önemli dayanağı olacak olan muazzam bir da Mustafa Kemal gibi denenmiş bir kah­
karizma kazanır. Amasya Tamimi’ni imza­ ramanın bulunması güven vermekledir.
layan diğer paşaların arasında (ve onların Siyasi, toplumsal ve kültürel reformların
gözünde de) çok öne geçer. Birinci Mecli- yapılmasını da arzulayan Batıcı, milliyel-
î in verdiği “Gazi" ve “Müşir” gibi saygın çi-Türkçü aydın kesime umut da vermek­
resmî askerî unvanlar yanında “kurtarıcı" tedir Mustafa Kemal.
K E M A L İ Z M

görmesi, “iki kere sekizin onaltı ettiğini


________ İKTİDAR VE REJİM fÇİN________
öğrenmesi" uzun zaman alacağı için, Ke­
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, Atatürk’ün malist devrimci kadro paternalist bir tarz­
daha Yunanlılar İzmir’e doğru kovalanır­ da -yani, halkın iyiliği için fakat gerekti­
ken, “Yunanlılardan sonra birbirimizle ğinde halka rağmen- davranabilecek bir
dövüşeceğiz; birbirimizi yiyeceğiz” (Adı- otoriter ve muhalefetsiz bir yönetim anla­
var 1992, 227) sözleriyle haber verdiği yışına yönelecektir.
iktidar mücadelesi başlar. Mustafa Ke­ Mustafa Kemal, siyasal ütopyasını ger­
mal’in siyasî hedefleri, gerçekleştirmek is­ çekleştirmek için basının ve etkili çevrele­
tediği bir ütopya da vardır ve bunları ger­ rin kendisine destek olmasını, en azından
çekleştirmek için iktidarda kalmak ister. engel çıkarmamalarım, muhalefet etme­
Atatürk’ün siyasî hedefi, her şeyden melerini ister. Fakat muhalefet vardır. Millî
Önce, zayıfa yaşam hakkının tanınmadığı Mücadele sırasında ve sonrasında Mustafa
uluslararası arenada bağımsız ve güçlü bir Kemal’in kendisine ve programına (ama
142 devlet kurmaktır. O, güçlenmek için tam daha çok kendisine) bağlı grup dışında he­
Batılılaşmanın gerekliliğine ve bunun hal­ men bütün güç odaklan Mustafa Kemal’in
kın iyiliğine kuvvetle inanır. Ona göre, askerî liderliğini ve başarısını takdir etseler
halk eğitimsizdir ve hurafelere bağlıdır, de, kalıcı siyasal liderliğine karşıdır, Lozan
iradesi özgür değildir, hakikati göremez, Antlaşmasından sonra Mustafa Kemal ile
gerici güçlerin arkasından gitmeye eği­ Amasya Tamim i’ni imzalayan arkadaşları
limlidir, Bu nedenle, o millî egemenliğin arasına soğukluk girince bu paşalar ve
gerekliliğine inanmakla ve liberal-demok­ Kurtuluş Savaşı’nda ön saflarda aktif rol
ratik düşünce ve özlemler taşımakla bir­ alan birçok kişi, liberal ve eski düzene
likte, medeniyet değiştirme anlamına ge­ ılımlı Istanbul basınından büyük destek
len Batılılaşma yolunda devrimlerin refe­ gören Terakkiperver Cumhuriyet Fırka-
randum gibi demokratik yöntemlerle ger­ sı'da (TCF) örgütlenir. Basında, ordu göre­
çekleştirilemeyeceğine, millet adına siya­ vini yaptı, artık işi ehline bırakmak gere­
sal ve toplumsal hakikatleri gören aydın kir; diktatörlüğe, istibdada doğru gidiyo­
bir elit tarafından emr-i vakiler şeklinde ruz, yollu yazılar çıkar. 1926’da Mustafa
hayata geçirilebileceğine ve daha sonra Kemal’e İzmir suikastını düzenleyecek
halka benimsetilebileceğine inanır (bkz., olan İttihat ve Terakki kalıntıları da yeni­
Vandemir 1952), Bu anlayış, demokrasi­ den örgütlenme, Halife ise prestijini ve gü­
nin, “halk için en iyi olanı halk kendisi cünü restore etme çabaları içindedir. Do­
bilir" ilkesinden farklı hatta ona karşıt bir ğuda Şeyh Said isyanı patlak verir.
ilkedir. Dolayısıyla, Atatürk’ün yöntemi Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nda
jakobenist, halka karşı tutumu paterna- muazzam bir karizmaya sahip bir kahra­
listtir. (Hakimiyet-i milliye ilkesinin de­ man olarak çıkmıştır. Fakat yıpratılmaya­
mokratik yorumunun geleneksel güçlere cak kahraman yoktur. Başarılar küçültü-
yarayacağını düşündükleri için Atatürk lebilir, kusurlar öne çıkarılabilir. Atatürk
ve çevresi İlkeyi J ak obence yorumlarken, için de aynısı yapılır. “Diktatör" olduğu
geleneksel düzene ılımlı olan muhalifler söylenir. “Savaşı hep birlikte yaptık’’ de­
ilkeyi daha demokratik bir biçimde yo­ nir, “Askerlik ayrı, siyaset ayrı" denir.
rumlamışlardır. Ve ilginç olan nokta, ge­ Özel hayatı kanştırıhr.
lenekçi güçler iktidarda kalma yöntemi 1927’ye kadar süren bu iktidar sa vaşın­
konusunda değilse bile iktidara gelme dan Mustafa Kemal “tek adam" olarak çı­
yöntemi konusunda demokrasiyi daha kar. Milletvekili seçimleri ile kendine da­
çok savunmuşlardır.) Halkın gerçekleri ha bağlı bir meclis oluşturur; Halk Fırka­
A T A T Ü R K İ M G E S İ N İ N S I V A S A L Y A Ş A M D A K İ R O L Ü

sı’nı kurar, Ankara’yı başkent yapar, arkaplana iten, Millî Mücadele ve Cum­
Cumhuriyet'i ilan eder, Hilafeti kaldırır, huriyet dönemini Mustafa Kemal’le öz­
medreseleri kapatır, muhalif paşaların or­ deşleştiren ve onu yücelten bir anlatım
du ile ilişiğini kesip orduyu güvenli hale gelişir. Örneğin, “mebuslar Cumhuriyeti
getirerek, istiklal Mahkemeleri ve Takrir-i ilan etti”, “Mustafa Kemal Cumhuriyeti
Sükun Kanunu aracılığıyla muhalefeti ve ilan etti” haline gelir. İlk baskısı 193 l'de
basını susturarak, isyanı bastırarak, mu­ yapılan TTTC 1934, aşağıda göreceğimiz
halif Terakkiperver Fırka’yı kapatarak ve gibi, Mustafa Kemal’i daha da öne çıkarır.
paşaları etkisiz hale getirerek, ittihatçıları Çocukluk ve gençlik yılları anlatılırken
tasfiye ederek 1927’de, her şeye hakim de, lider olmasının kaçınılmaz olduğu iz­
‘ tek adam” olarak NUfuk’unu okur. lenimi verilir. Dolayısıyla, Türk ulusunu
Bu iktidar mücadelesinde Mustafa Ke­ yönetmesinin onun hakkı olduğu açıkça
mal, kendisi ve çevresi tarafından kuvvet­ veya dolaylı olarak söylenir.
le öne çıkarılır; zaferdeki payı ısrarla vur­ Bu arada, Kurtarıcı, Kurucu, Türklük ve
gulanır. Nutak’unda, başlangıç cümlesi­ Medeniyet Kahramanı Mustafa Kemal’e 143
nin (“1919 senesi Mayısının 19 uncu gü­ samimi sevgi ve bağlılık nedeniyle ve
nü Samsun’a çıktım" [abç]) ima ettiği gi­ belki de tek adam haline gelmesi ve ikti­
bi, Kurtuluş Savaşı’nm Mustafa Kemal darda kalıcı olduğu belli olunca, iyi ge­
merkezli bir tarihini verir, iktidarda pay çinme amacıyla, gerçekten yüceltme sa­
talebi ile zaferdeki hisse arasında bir doğ­ yılabilecek özellikler atfedilir. “Fevkalbe­
ru orantı kurulduğundan, kendisinin yö­ şer" (insanüstü) bir varlık olduğu söyle­
netme hakkına sahip olduğunu ima eder. nir. 1928’de, Türkün Altın Ki tabı yüceltici
1923-1927 iktidar mücadelesinden tek m ahiyette biyo grafiler, T ü rk’ün Yeni
adam olarak çıkarken, Mustafa Kemal’in Amentösü gibi, Gazi’yi Allah’ın en sevgili
kendini öne çıkarmasının iki biçimi kalıcı kulu ve Türklüğü bir iman konusu ya­
hale gelir. Bunlardan birisi, heykellerinin pan yayınlar çıkar.
dikilmesi, diğeri Atatürk merkezli bir ta­ 1930’dan sonra Mustafa Kemal’e insa­
rih yazımının yerleşmesidir. 1925’den iti­ nüstü nitelikler atfedilmesinde başarısızlı­
baren bütün Türkiye’de, Atatürk’ün Kur­ kla sonuçlanan çok partili demokrasi de­
tuluş Savaşı’ndaki rolünü ve siyasî yaşam­ neyi, ikinci önemli siyasî olayı ve evreyi
daki tek adamlığını görselleştiren heykel­ oluşturur. Atatürk’ün, arkadaşı Fethi (Ok-
ler yapılm aya başlar. Sarayburnu ’na yar) Bey’e kurdurduğu Serbest Cumhuri­
(1926), Ankara-Ulus’a (1927), Taksim’e yet Fırkası’mn (SCF) başarısı, CHP’nin ve
(1928) anıtları dikilir. 1926’dan itibaren rejimin kitlelere kök salmadığım, kurtarı­
Türkiye’nin her yerinde Gazi’nin heykeli­ lanların kurtarıcılarına bağlılığının tam ve
ni dikme çalışmaları yaygınlaşır. Tarih ya­ mudak olmadığını, inkılâpların oturmadı­
zımı alanında Nutuk, Millî Mücadele ve ğını, halka inmediğini gösterince, Atatürk
Cumhuriyet dönemi tarihi için bîr stan­ ve çevresi çok partili demokrasi fikrini he­
dart haline gelecektir. Bu standarda göre men tamamen terk edip daha otoriter bir
yazılan tarih kitapları, Cumhuriyet ku­ rejime yönelir. CHP’nin ideolojisini, icra­
şaklarının kafasındaki zaferin ve devrim- atını ve amaçlarını, “iki kere sekizin onaltı
lerin tek belirleyicisi Atatürk imgesini şe­ ettiğini" halka daha iyi anlatmak gerektiği
killendirecek ve yeniden üretecektir. Nu- vurgulanır. Yönetici kadro, çok partili de­
luk’tan önce, zaten pek fazla olmayan ta­ mokrasi fikrini hemen tamamen terk edip
rihî olaylar, oldukça nesnel ve kurumlan şeflik sistemine yaklaşır. CHP, kitlelerle
öne çıkaran bir tarzda anlatılırken, Nu- bağlarını güçlendirmek amacıyla, ideolojik
t iddian sonra, kurumlar ve diğer kişileri bir kampanya başlatır. (Kemalizm’in Altı
K E M A L İ Z M

Ok şeklinde formüle edilmesi, Halkevleri­ görülen yeni düzene aktararak, yeni düze­
nin açılması, üniversite reformu, üniversi- ni ve CHP’nin halkla bağlarını güçlendir-
lelerde İnkılâp Tarihi derslerinin okutul­ mektir. Örneğin, Falih Rıfkı Atay 193 Fde,
maya başlanması ve dönemin önde gelen V'cııi Rusya’sında, Rusya’dan propaganda
ideologları tarafından verilmesi, eğitmen teknikleri konusunda dersler getirirken,
kurslarının başlaması, okul programları­ olasılıkla Stalin’in yarattığı “kişi kül-
nın CHP programına göre yeniden düzen­ tü ’nden etkilenmiş olarak, “Kemalist in­
lenmesi bu kampanyanın birer parçasıdır.) kılâpçıların baş işlerinden biri Mustafa
Kampanyanın merkezine yeni düzenle Kemal’i her gün daha iyi tanıtmaktır. Her
özdeşleşen Gazi Mustafa Kemal yerleştiri­ taraTta Fırka ocaklarında Mustafa Kemal
lir. Bunda amaç, ona olan sevgiyi, hayran­ köşesini hemen yapmağa başlamalıyız” di­
lık ve bağlılığı CHP’ye ve tehdit altında ye yazar. Yine 1931'de CHP’nin 111. kong-

144

Cumhuriyetin inşasına, Atatürk’ü insanüstüleştirerek yücelten bir anlayış eşlik etmiştir


Bu, öncelikle, ulusal kurtuluş/kurtduş mitolojisinin bir umurudur. Yönetici elitin
“Tarihi kahramanlar yapar" anlayışına yatkmbgt; halife-padişah figürünün merkezde
olduğu dinsel tasavvurun mirası; bir otorite figürü oluşturma araytşt... da bu yüceltinln
faktörleri olarak düşünülebilirler.
A T A T Ü R K İ M G E S İ N İ N S İ Y A S A L Y A Ş A M D A K İ R O L Ü

resinde Alaeddin adlı bir delege Mustafa mokrasinin olabilirliğine inancın yitiril­
Kemal’in prestijinden “millet namına isti­ mesiyle Atatürk ve çevresi, Balya'daki ve
fade etmek zaruretini takdir etmeliyiz" daha sonra Almanya’daki rejimlerin ide­
der. İnönü (1934, 87) "Türk inkılabını olojisini etkilemekten daha çok onlardan
anlamak ve sevmek,... Büyük Reis Musta­ etkilenir hale gelir.1 Örneğin, “ş e f sözcü­
fa Kemal’i anlamak ve sevmek(le) ... bir ve ğü 1930’da siyasî söyleme girer ve yerle­
beraberdir" der. Ve kampanyada Ata­ şir. Bu etkilenme ile İtalya ve Almanya gi­
türk’ün üstün kişiliği, öncekilerden farklı bi şeflik rejimlerinden etkilenmenin söz
olarak, hükümet tarafından planlı olarak konusu olamayacağı 1923’de, Mustafa
ve daha çok vurgulanır. (Cumhuriyet ile Kemal’in bazı konuşmalarında bulunan
Atatürk’ün özdeşliği, Türk siyasî yaşamı­ şeflik ilkesinin epistem oiojik temaları
nın temel bir aksiyomu olacaktır.) öne çıkarılır. Örneğin, Mustafa Kemal
(1989:2, 165), kendisinin "bir hissi umu­
ŞEF OLARAK KAHRAMAN minin amili, ifadesi, mümessili” olduğu­
nu, Türk ulusunun “efkar ve hissiyatına 145
1923-1927 dönemi iktidar mücadelesinde yakından vakıf olmaktan", onun “kabili­
oluşan, Mustafa Kemal imgesi, sonradan yet ve ihtiyacını ifadeden başka bir şey
yeni felsefi ve ideolojik destekler bulur. yapmadığını ifade eder. O, halkın “kabili­
Bunlardan biri, Thomas Carlyle’ın dünya yet ve hissiyatına vukufumla müftehirim”
tarihini büyük adamların biyografileri ile der. Bu, Atatürk’ün kendi iradesinin ulu­
özdeşleştiren, toplumun da “kahramanla- sun iradesi ile aynı olduğuna inandığını
ra-tapınma” üzerine kurulduğunu savu­ gösterir. Şefin, herkesin eşit ölçüde görme
nan görüşü, diğeri totaliter rejimlerde ge­ yeteneğinden yoksun olduğu sonul ger­
liştirilen ve Carlyle’ın görüşlerinden bol çekliği görebildiğini, evrenin sırlarına
bol yararlanan şeflik kuramıdır. (İslâmî mistik bir iç görü ışığı ile doğrudan ve
etkiden aşağıda söz edilecek.) Bu fikirle­ aracısız olarak nüfuz edebildiğini, yaşamı
rin her ikisi de, liberal fikirlerle birlikte, sıradan insanın gördüğünden farklı göre­
Atatürk’ün düşünse) donanımında sis­ bildiğini, kendisine sentez gücü, sezgi ve
temsiz bir biçimde zaten mevcuttur. Kah­ ilham bahşedildigini, bir piramit olarak
ramanların tarihte belirleyici rolü olduğu­ görülen devletin ve ulusun tepe noktasın­
na inanan ve kendisini bir kahraman ola­ da bulunduğunu, halkın ‘hakiki’ iradesi­
rak hazırlayan ve fiilen de kahraman hali­ nin kendini parlamento oyları ya da halk
ne gelmiş olan Mustafa Kemal, Carlyle’ın oylaması aracılığıyla değil, şef aracılığıyla
Kült ramcın Itır ını okumuş ve muhtemelen açığa vurduğunu ileri süren şeflik kura­
bu eserde savunulan görüşte (ve onu bol mı, rejim şeflik sistem ine yaklaştıkça,
bol kullanan şeflik kuramında) kendi Mustafa Kemal’in (liberal, özgürlükçü fi­
inançlarının daha ayrıntılı ve sistematik kirlerinin değil) şeflik sistemiyle uyumlu
bir anlatımını bulmuştur. (Nitekim 1929 fikirlerinin ve şefe özgü kişisel nitelikleri­
sonrası konuşmalarında bu eserden yan­ nin öne çıkarılmasına ve işlenmesine kat­
sımalar vardır (bkz., Atatürk 1989, 3:125, kıda bulunmuştur.
131)). Bu arada, 1932’den sonra Türk Totaliter rejimlerin henüz gözden düş­
Devrimi’ni ve Mustafa Kemal’i bir Calyle mediği, tersine "yeni", geleceğin rejimleri
kahramanı olarak yorumlayan yazılar gö­ olarak görüldüğü 1930’larda, Türkiye
rülür (örn., Resimli Şark 1932; Cemalet- kendi yerinin bu rejimler arasına olduğu­
tin Ekrem 1932; Köprülü 1936, 3; Yedi­ na karar vermiş gibidir. Balya’da Duçelik,
ğim 1937; Yücel 1943, 6). Almanya’da Führerlik sistemi (ve Sovyet­
SCF deneyinden sonra, çok partili de­ lerde Stalin rejimi), bir ders kitabı olan 5u-
K E M A L l Z M

(lak 19-38'de (s. 79), yeni ve aynı zamanda, “tecessüm [cisim leştiği)" ve “tecessüd
millî iradenin siyasî kahramanlarda tecelli [bedenleştiği]" ettirdiği ifade edilir. Onun
ettiği varsayımıyla, “demokrasi idareleri” lider olarak, “insanları sevk ve idare için"
olarak görülür ve Türkiye de bunlar ara­ yaratıldığı, “Bugünkü ve yarınki Türk ne­
sında sayılır. Türk tarihinin ve Cumhuri­ sillerinin iman ve mefkure babası" olduğu
yet dönemi siyasî sürecinin ve sisteminin belirtilir (s. 14, 16. 20, 96, 107, 117).
şef merkezli açıklamaları yapılır. Örneğin,
M. E. Bozkurt (1995, 7.5), “İhtilallerin ge­ OLUŞAN MANEVİ BOŞLUĞUN
nişliği ve kavrayışı, şeflerin kafalarının dı­ ___________ DOLDURULMAM
şa yansımasıdır" der, CHP’nin Cumhuri-
yet’in onuncu ve onbeşinci yılları için İnsanlar dünyayı belli kavramsal ve sem­
kendi icraatını ve olaylara bakışını anlat­ bolik formlarla algılarlar. Bu formlar, bel­
mak için hazırladığı kitaplarda (1938, 6; ki Kantîn ileri sürdüğü gibi a priori ve
1933, 7), CHP’nin ilkelerinin Büvük Şef’in evrensel değil, daha çok küliürün ürünü­
146 ruhundan doğduğu, şefin, özellikle parti dür. Mustafa Kemal'in siyasal alanda bir
hayatının gelişmemiş olduğu ülkelerde, şef haline gelişini, kurucu kuşağın İmpa­
ulusun siyasî eğitiminde büyük rolü oldu­ ratorluğun okullarında aldıkları siyasal
ğu ileri sürülür. Hatta bazı yazarlar devle­ eğitim kuşkusuz kolaylaştırmıştır. Okul­
ti, “Atası etrafında toplanan millet” şeklin­ larda her gün “Padişahım çok yaşa” diye­
de tanımlar, Böylece, Mustafa Kemal’in ki­ rek, zıll-u/lalı (Tanrı’nın yeryüzündeki
şisel nitelikleri ve ideolojik yönelmeler, gölgesi) sayılan padişahı ululayan, başla­
sistemin şeflik olarak yorumlanmasını ko­ rında bir baba figürü görmeye alışan ku­
laylaştırırken, sistemin şeflik olarak görül­ rucu kuşak. Saltanatın ve Hilafetin kaldı­
mesi de Mustafa Kemal’in şef nitelikleri­ rılmasıyla ortadan kalkan padişah-baba
nin vurgulanmasına veya ona bu nitelikle­ figürünün ve bazıları da onun gölgesi ol­
rin atfedilmesine yol açmıştır. duğu Tann’mn yerine Mustafa Kemal’i
Bu gelişmeler, tarih yazımına da yansır. koymuştur.
Bugünkü Atatürk imgesinin oluşumunda Fakat yüceltmede belki daha önemli rol
önemli rolü olan ve standart resmî tarih oynayan etmen, kurucu kuşağın dinsel
yazımının ilk ve tipik örneği, 1931’de çı­ kültürüdür. 1908’liler İslâmî sembollerin
kan, Mustafa Kemal’in inisiyatifiyle, katkı­ merkezî bir yer tuttuğu bir ortamda yetiş­
sıyla ve gözetim ind e yazılan T T T C mişlerdir. Atatürk dahil, hemen hepsi ço­
1934’te yüceltme tam şeklini alır. Kitapta, cukluğunda dinsel bir eğitim almış, namaz
muhalifler kötülenirken -iyiler ve kötüler kılmanın mecburi olduğu okullarda oku­
bu tarih yazımının ana temasıdır-, Musta­ muşlardır. Ayrıca, İslâm, onlann kimlikle­
fa Kemal’e bağlı kalanlar olabildiğince öne rinin önemli bir öğesidir ve ömürlerinin
çıkarılır. Millî Mücadele onun “mucize"si şu ya da bu döneminde şu ya da bu dere­
olarak görülür. Cumhuriyet dönemi, hatta cede in an dıkları dindir. Örneğin, Ata­
Türk ulusu, Mustafa Kemal ile özdeşleşti­ türk’ün kendisi, gençliğinde bazı tarikatla­
rilir. Şeflik kuramına uygun olarak, “nafiz ra girip çıkmıştır (Atay 1984, 31). 1931’de
nazarı" (delip geçen bakışı) olduğu, “ha­ Atatürk’ün gözetiminde, materyalist açı­
yat ve şeniyeti [gerçekliği] tam idrak etti­ dan yazılan tarih kitaplannda, Atatürk’e ait
ği”, Türk ulusunun potansiyel güçlerinin, olan cümlelerde (bkz., Perincek 1994,
“pek kadim maziden beri ...kahramanlar 249), İslâm’ın kendi iç dünyalarındaki ye­
halinde tecelli” ettiği ve Mustafa Kemal’in rini gösteren şu ifadeler de yer alır: “Mu-
Türk ulusunun yetiştirdiği “en büyük lıammed’in neşrettiği din, insanların kal­
adam" olduğu, Türk milletini şahsında binde derin bir ihtizaz uyandırdı, O ölüp
A T A T Ü R K I M G E S I M İ N S İ Y A S A L Y A Ş A M D A K İ R O L Ü

gittikten on dört asır sonra bile İslâmiyet, kültürel yaşamda geri plana itilir 1924-
hala kalplerde ihtizaz husule getirmektedir 1928 arasında alfabesinden giyim ine,
■.titreşimler y aratm aktadır]" diye yazar 1930’larda diline ve tarihine kadar değiş­
(TTTC 1931, 92 -abç). Dönemin diğer şef­ miş bir toplum kurulur
lerinden Fevzi Çakmak, dindarlığı ile ün­ Islâm’ın geri plana çekilm esinde ve
lüdür ve ömrü boyunca Arusi tarikatına onun yerini ulusçuluğun ve Kemalizmin
bağlı kalmıştır, İsmet Paşa, Kuran okuma­ alm asında başlıca etm enler arasında
yı hiç bırakmamıştır. 1943’te Atatürk’ü bir Türkçülüğün benimsenmesi, ulusçuluk­
Tanrı olarak gören Haşan Âli Yücel bir la İslâm’ın çatıştığı inancı, bu arada ge­
Mevlevîdir, 1931’e kadar üstün hitabetiyle nel olarak kurumlaşmış dinlere karşı fel­
devrinden savunan, milliyeti bir din ola­ sefî bir tutumun gelişmesini anabiliriz.
rak gören Hamdullah Suphi, Cerrahi tari­ Mustafa Kemal ve ekibi. M eşrutiyetin
katına mensuptur ve “kalben" bu tarikata Türkçülük görüşünü -Osmanlıcılık ve
bağlı kalmıştır. 1931'de laik bir devlette di­ Islâmcılık Birinci Dünya Savaşı’nın biti­
nî bayram tatillerinin olamayacağını ileri minde iflas etmiştir- ilgi alanım Türkiye 147
süren ve insanüstü Atatürk imgesinin ile sınırlayarak benimser ve Kurtuluş Sa­
oluşmasında önemli katkıları olan ve ku­ vaşandaki Osmanlı hanedanına bağlı
şağının duygu, düşünce ve özlemlerini “Islâm unsurlar" yerine “Türk” unsuru
edebî bakımdan en iyi yansıtan yazarlar­ temel alınmaya başlar. Bunu, 1925’in Ni­
dan biri olarak kabul edebileceğimiz Ya- sanında ismet Paşa, “Vazifemiz bu vatan
kup Kadri’nin Bektaşî tarikatı mensuplugu içinde bulunanları behemehal Türk yap­
vardır ve 192i’de yazdığı bir yazıda, Eski­ maktır, Türklere ve Türkçülüğe muhale­
şehir önünde şehit düşen askerlerin ruhu­ fet edecek anasırı kesip atacağız. Vatana
na okunan mevlide katılınca, din değiştir­ hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf
meye benzer bir kimlik dönüşümü geçirir. her şeyden evvel o adam ın Türk ve
Kendisinin ve kuşağının İslâm’dan uzak Türkçü o lm asıd ır" (Vahit, 28 Nisan
geçmiş yıllarım her bakımdan kötü yıllar 1925) sözleriyle; 1925 Kasımında Mus­
olarak betimledikten sonra, “Rabbe bin tafa Kemal (1989, 2:249), “Milletin ida-
kere hamd ü sena olsun ki dünden beri me-i mevcudiyet için efradı arasında dü­
hakikat ve selametin bir cami ile cemaat şündüğü rabıta-i müştereke, asırlardan
haricinde bulunmadığını biliyorum" der beri gelen şekil ve mahiyeti tebdil etmiş,
1930’ların radikal dergisi Kudro’nun teoris- yani millet, dinî ve mezhebî irtibat yeri­
yenlerinden ve 1975’de, “mecburduk inkı­ ne, Türk m illiyeti rabıtasıyla efradını
labımızı oturtmaya ve Atatürk’ü putlaştır­ toplamıştır” sözleriyle kesin bir biçimde
maya" diyen Ş. S. Aydemir’in çocukluğu bildirirler.
kubbelerin, minarelerin gölgesinde geç­ İkincisi, Türkçülük aynı zamanda laik
miştir ve bu gölgelerin ruhuna nakşolunan bir Türkçülüktür. Mustafa Kemal, cum­
serinliğini ömrü boyunca hissetmiştir hurbaşkanı seçilinceye kadar, yapılanları
Her ne kadar -en materyalist ve laikçi ve yapmayı tasarladığı yenilikleri (örne­
oldukları dönemde bile- İslâm onların ğin, heykel yapmayı) meşrulaştırmak için
naiplerinde ayrıcalıklı bir yer tutmayı ve sık sık baş vurduğu yenilikçi İslâmî söy­
titreşimler yaratmayı sürdürse de, onlar leme son verir (Atatürk 1989’daki 30
r:r yandan da İslâm'ı “terakkiye mani” Ekim 1923 öncesi ve sonrası konuşmala­
: larak gördükleri ve ulusa! beka için Batı- rım karşılaştırınız).1 Cumhuriyetin ilanı­
. aşmanın gerekliliğine inandıkları için, na kadar birbirine karşıt şeyler olarak gö­
’; ’.âm ve Islâmî semboller 1924’den itiba- rülmeyen dinî ile millî, 1924’ten sonra,
-:r. laikleşme süreci içinde toplumsal ve karşı karşıya konur. Atatürk, 1927’de,
K E M A L İ Z M

okullarda sadece “millî" eğitim verileceği­ rak yorumlanması ve 1930’larda Kemaliz-


ni söyler. min, sözcüğün Durkheimci anlamında,
Bu arada, -Islâm dahil- genel olarak ku­ iman ve bağlanma konusu bir ‘din’ olarak
rumsallaşmış dinlere karşı felsefî bir tu­ formüle edilmesi, bilinçli bir planlamanın
tum belirir. Mustafa Kemal, 1 9 2 8 ’de, sonucu olmakla birlikte, aynı zamanda
Meslier’in (D’Holbach'ın), kurumlaşmış bilince çıkmayan bir inanma ihtiyacının
dinlere ve ruhban sınıfına karşı bir reddi­ sonucu olarak da görülebilir. Mustafa Ke­
ye olan Le Botı Sem (Aklı Selim)’ini3 Ab­ mal’in gözlediği manevî boşluk, çevresin-
dullah Cevdet’e çevirtip okur. 1929’da dekilerde ve belki kendi içinde de hisset­
Mustafa Kemal, Islâm’ı, “Arapların dini", tiği bir boşluktur.4
ümmet fikrini de “Arap fikri" olarak nite­ Gerçekten de, ulusçuluk, ulusu kutsal­
ler (inan 1988, 364-365). laştırma ve tanrılaştırma ve bir ‘din’ hali­
Eski düzenden, inançlardan ve sembol­ ne gelme eğilimini taşır. Türkiye’de de
lerden uzaklaşma veya kopuş, Mustafa Türkçülüğün önde gelen kuramcısı Ziya
148 Kemal’in Ruşen Eşref’e 1929’da söylediği Gökalp, Durkheim’in, -ulusçular tarafın­
gibi, “manevî potansiyelimizin bataryala­ dan çok kullanılan- Toplum ile Tann’mn
rımda biri boş|luk]" meydana getirmiştir özdeş olduğu, Tanrı’nın şekil değiştirmiş
(Bozdağ 1974). Bunu, bir yandan zihin­ ve simge halinde düşünülen toplumdan
lerdeki kavramsal ve sembolik formların başka bir şey olmadığı şeklindeki görüşü­
içeriklerinin (dış dünyadaki karşılıkları­ nün etkisiyle, örneğin, “Feriler yok, ce­
nın) kalkması olduğu için varlıksal, diğer miyet var, / La ilahe illa ilah!" derken, top­
yandan, bu içerikler inanç konusu olduğu lumu tanrılaştırır. Ulusu tanrılaştırmak
için, psikolojik boşluk olarak anlayabili­ için, bu özdeşlikte toplum yerine ulusu
riz, Kurucu kuşak boşalan formları yeni koymak yeterlidir. Ulusçuluk, 1925-1945
içeriklerle dolduracak ve bu içerikleri arasında Türkiye’de Islâm’a karşıt ve al­
inanç nesnesi haline getirecektir. Psikolo­ ternatif bir ‘din’ olarak gelişir. Karpal’ın
jik boşluğun ya da inanç boşluğunun dol­ (1967, 216) gözlediği gibi, ulusçuluk, İs­
durulması ise, Mustafa Kemal’in başlıca lâm dogması içinde yetişmiş Türk aydım
uğraşlarından biri olacaktır. Manevî gücü için Islâm dogmasının yerini alır. Daha
takviye için o, bilinçli olarak, bir yandan 1926’da, örneğin, Ruşeni [Barkuı], Ata­
Tarih ve Dil tezleri ile ulusçuluğa yeni bir türk’e sunduğu ve onun da onaylayarak
kapsam ve derinlik katmaya, diğer yan­ okuduğu d yazması Din Vofe Milliyet Var:
dan İslâm’ı millîleştirmeye ve rejimle bağ­ Benim Dinim Benim Tiirhlügümdür adlı
daşır hale getirmeye çalışacaktır. eserde ulusçuluğu İslâm’a alternatif bir
insan bir kutsala inanmadan yaşaya­ ‘din’ olarak önerir (bkz,, Perinçek 1994,
maz gibi görünür, Mİrcae Eliade, “kutsal" 329-339).
kategorisinin bilincin yapısal bir öğesi ol­ Ulusun kutsallaştırılmasından liderin
duğunu savunur. İnsanda evrensel bir kutsallaştırılmasına geçmek için fa2İa bir
“din duygusu" olduğunu ileri süren Carl- mesafe katetmek gerekmez, Durkheim’ın
ton J. Hayes’e göre, insan bir dine inancı­ Toplum=Tanrı özdeşliğine (ki hu özdeş­
nı yitirebilir, fakat, dinsel duygu ortadan lik, Atatürk’ün 1920’li yıllarm sonların­
kalkmadığı için, o bilinçli ya da bilinçsiz da, Medeni Bilgiler (İnan 1988) için dikte
olarak kendine başka bir tapınma objesi ettirdiği ve kitaba geçen notlardaki “[Ce­
bulur veya yaratır. Hayes, ulusçuluğu, bu miyetten] başka fail yoktur. Üiuhiyette,
evrensel din duygusunun modern bir dı­ timsali bir* şekilde düşünülmüş cemiyet
şavurumu olarak değerlendirir. dahi mündemiçtir” cümlelerinde yansı­
Türkiye’de de, ulusçuluğun bir din ola­ masını bulur), şeflik ilkesindeki şef-ulus
A T A T Ü R K İ M G E S İ N İ N S İ Y A S A L Y A Ş A M D A K İ R O L Ü

özdeşliğini eklemek yeterlidir. Böylece, Bazı yazılarda yüceltme olabilecek en son


“Tann=Türk ulusu=Mustafa Kemal” öz­ noktaya götürülür, Mustafa Kemal tann-
deşliği elde edilir. Dolayısıyla, Mustafa laştırılır. Yakup Kadri, CarlyleYn bü göz­
Kemal'in ya da ulusun birinin yüceltil­ lemini doğrular gibidir. O (1991, 184),
mesi, dolaylı olarak diğerinin de yüceltil­ 1934’de, Mustafa Kemal’in edimlerini, Ki­
mesi anlamına gelir. tabı Mukaddes’in “Tekvin” kısmında anla­
Hem ulusçuluğun mantığı hem de kut­ tılan T anrı’nm dünyayı yaratırk en k i
sallık boşluğu, ulusun ve Mustafa Kemal edimlerine benzetir. Atatürk’ün ölümün­
kutsallaştırılmasına katkıda bulunmuştur. den sonra, Nurullah Ataç, onun “Tanrı-
1924’de kendisinin.ve genel olarak bir ki­ türk" olduğunu; 1943’de Haşan Âli Yücel,
şinin yüceltiîmesine karşı çıkan, bir kişi­ Carlyle’ın Kahramaıılar’ınm R. N. Günte-
ye herhangi bir vatandaştan daha fazla kin tarafından yapılan çevirisine yazdığı
ehemmiyet atfedi[meşinin, “her şeyi bir Önsöz’de, 1918-22 yılları arasında onun
ferd-i milletin şahsiyetinde temerküz et- bir “Tanrı” olarak doğduğunu yazar. Ve
tirıne"nin “layık” ve “lazım” olmadığını; birçok şiirde (bkz., Oy 1989, 55-62) Ata- 149
ne kadar sevilirse sevilsin “mevcudiyet-i türk ‘Tanrı’ olarak resmedilir ve ona son­
milliye”nin bir kişiye verilmesinin, “bir suz bilgi ve güç gibi tanrısal nitelikler at­
millet varlığı için, bir millet şerefi ve hay­ fedilir.
siyeti, bir millet büyüklüğü için” en bü­ Dönemin pek çok şiirinde, İslâmî sem­
yük “hata” olduğunu söyleyen Mustafa bollere tekabül eden Kem alist-ulusçu
Kemal (1989, 2:203) 1928’den itibaren sembolleştirmeler oluşturulur. Fakat bu
kutsallaştırılır, bir tapınma objesi, dinsel semboller, ulusçuluk-Isîâm karşıtlığı do­
bir kişilik, bir resul, hatla zaman zaman layısıyla, aym zamanda birbiri ile karşıt­
bir ‘Tanrı’ haline getirilir. Yüceltme yeni laştırılır: Çankaya/Dolmabahçe-Kabe,
dinsel biçim ler alır. 1930'larda Yakup Mevlit-Bizim Mevlit... gibi İslâmî sembol­
Kadri, An (turasında, onun “Türk milleti­ lerle Kemalizmin sembolleri karşı karşıya
nin maneviyetinden” (bunu “ulusçulu­ konur. İslâmî klişelerdeki “Allah”, “Mus­
ğun tanrısından” diye okuyabiliriz) “risa- tafa Kemal” ile değiştirilir: "Allahüek-
let” aldığını; Ruşen Eşref “Resufün bir ber"-"Atatürk Ekber", “besmele”-’’Musta­
vasfı da; ‘Emin olm asıdır’ derler; bu, fa Kemal"/”Atatürk”.
O’nda vardı!..." (Onaydın 1954, 48) diye Tapınma ululamanın zorunlu bir öğesi­
yazarlarken, onu kitap getiren bir pey­ dir. Atatürk’ün tanrısallığına inancın ya­
gambere benzetirler. Yakup Kadri, Ata­ nında, bir dinde olması gerektiği gibi,
türk’ün Sofrası’nı Isa’nın havarileriyle ye­ ibadet boyutu da vardır. Celâl Bayar’ın
diği yemeklere benzetir. Yine pek çok şi­ söylediği gibi “Atatürk’ü sevmek millî
irde Mustafa Kemal, ölüleri dirilten Isa, ibadet” haline gelir (Oy 1989, 55). “Millî
kavmini esaretten kurtaran Musa, insanlı­ Şef’e kopmaz bağlarlarla ve sarsılmaz
ğın ikinci atası Nuh, darda kalanların im­ inanla bağlanma’’, “Türkün ıralarından
dadına yetişen Hızır, dünyayı düzeltecek biri" olarak görülür (Duru 1938, 44). Yi­
Mehdi gibi resul ya da nebi peygamberle­ ne Mustafa Kemal’in, T. Fikret’in “Fikri
re ya da dinsel figürlere benzetilir (bu şi­ hür, irfanı hür, vicdanı hür" sözleriyle di­
irlerin örnekleri Oy 1989’da bulunabilir). le getirdiği, özerk, eleştirel birey ideali ye­
Cariyle (1976, 78), “insanların gerçek rini, “Kamalizm dininin hiç şaşmayan, şa­
.çgüdüîeri Büyük Adam’da daima İlahî bir şırmayan orunçlu [?] ve coşkun tapkanı
şevler bulmuştur. Onu bir Tanrı mı, pey­ [zahidi, abidi|” (Aykut 1936, 79) olan bi­
gamber mi, ne olarak karşılayacaktır? Bu rey idealine bırakır. Okulların ders kitap­
daima önemli bir soru olagelmiştir” der. ları ve programları 1930larda CHP prog-
K ________ E _________ M __________ A____________ L____________ I , Z____________ M

ramına göre yeniden düzenlenir, kitaplar­ (Çığıraçan) gibi, kesif “cehalet ve taassup
da “mukaddes" CHP’nin tanıtımına bü­ tabakasını" delip geçecek müstakbel, “ce­
yük yer verilir. Yönetici kadro, 1930’larda sur” bir “inkılâp reisi”ni selamlayanlann,
bu ‘ibadet’i halka da yaygınlaştırmaya ça­ Abdullah Cevdetlerin, Kılıçzadelerin... kı­
lışır. Örneğin, CHP’nin köylüler için 15 sacası Tanzimat’tan bu yana şu ya da bu
günde bir çıkardığı Yurt gazetesi (no: 15 ölçüde Batılılaşmanın gereğine inananla­
(1,6.1934)), köylülere, 19 Mayıs'ta Sam­ rın, özellikle de Batıcı aydınların “uyanık
sun’dan doğan “güneş"in, “Büyük Ga- uykularda" gördükleri “rüya’’larını ger­
zi”nin, “önünde eğilelim" telkininde bu­ çekleştirmiş, Mustafa Kemal onların gö­
lunur. Yine, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde zünde Şinasi’nin Reşit Paşa için söylediği
halk festivalleri şeklinde “Atatürk Günü" sözlerle, bir “medeniyet resulü" (uygarlık
düzenlenir (bkz., Ulus, 2 1 ,2 3 .7 .1 9 3 5 ; peygamberi) haline gelmiştir. Mustafa
2.9.1935). Ve Türkiye bir “mukaddes ma- Kemal, kendini bir Romulus yapan yeni
bed” haline gelir (aşağıda sözünü edece- Türk Devleti’nin kurucusu unvanını da
150 gimiz sivil dinin tapınma boyutu). kazanmıştır.
Mustafa Kemal bir peygamber, bir Tan­ Fakat Batılılaşma, hep bir meşrulaştır­
rı haline gelince, onun eserleri de bir va­ ma sorununu da birlikte getirmiştir. Gele­
hiy haline gelir. Yaptığı konuşmalar birer neksel Osmanlı düzeni, şeriat düzeni de­
'hadis’, çevresi ‘sahabe’, özellikle Nutuk, ğilse bile en azından Islâm açısından meş­
hadis ile Kuran arasında bir statü kazanır ru bir düzendir. Meşruiyet temelini Is­
ve (1958’de Osman Nuri Çerman’ın açık­ lâm’da bulan geleneksel düzenin yerine
ça söyleyeceği gibi) “bir ilham-ı ilahi" ha­ Hıristiyan Batı’nın kurumlarmın alınma­
line gelir. Kutsallık kazanan yazılar, eleş­ sı, ulemanın etkisindeki geniş toplum ke­
tirel bir bakışla okunmaz, okunması da simleri tarafından hep bir ‘gâvurlaşma’,
istenmez. Otoriter bir ders kitabında, ör­ ‘frenk mukallitliği’ ve ‘kendi benliğinden
neğin, Nutuk’u, Türklerin, İslâm’ın kutsal uzaklaşma’ olarak görülmüş ve meşrulaş­
metinleri nasıl okunuyorsa öyle, “hürmet tırma özsel değerler bağlamında değil,
ve tazimle” (TTTC 1934, 176) okuması araçsal ya da pragmatik çerçevede yapıl­
gerektiği yazılır. mıştır. Fakat, birçok kutsalın simgesi ha­
line gelmiş olan fes yerine, “Hıristiyanla­
YEN] DÜZEN/ MEŞRULAŞTIRMA: rın beterinin" simgesi olarak görülen şap­
ÇÜNKÜ ATATÜRK... kanın giyilmesini, Hicri ve Rumi takvim
yerine Miladî takviminin alınmasını ya da
Mustafa Kemal’in yüceltilmesinde, yeni Kuran’m yazıldığı Arap harfleri yerine In­
rejime bağlılığı sağlama ve yeni rejimi cil’in yazıldığı Latin harflerinin alınması­
meşrulaştırma çabalarının önemli rolü ol­ nı haklı çıkarma söz konusu olduğunda,
muştur. Bilindiği gibi, Atatürk dönemi, pragmatik argüman inandırıcılığım hayli
Türkiye’nin Tanzimat’la başlayan Batılı­ yitirir. Bütüncül Batılılaşmanın gerekli ol­
laşma sürecinde en radikal evredir. 1923- duğuna inanan etkin azınlık, halk kitlele­
1928 yılları arasında, Mustafa Kemal, rinin ve ulemanın Batılılaşmaya karşı di­
Kurtarıcı olarak kazandığı muazzam ka­ rencini kırabilmek için aradığı güçlü, ka-
rizmayla5 yıkılmaz sanılan geleneksel ku­ rizmatik lideri Mustafa Kemal’de bulmuş­
rumlan ve onları destekleyen zihniyeti tur. Fakat geniş halk kitleleri gözünde re­
birbiri ardına yıkarak Batılı bir devlet jimin meşruiyetini sağlama sorunu çözül­
kurmuştur. Bu düşünsel ve toplumsal meden kalmıştır. Bu açıdan bakıldığında,
devrimler, Ziya Gökalp gibi “Garpta şark­ Atatürk’ün yüceltilmesi ve onun etrafında
lı yaşayıştan usananların”, İbrahim Hilmi bir ‘din’ kurulması, inkılâpların kabulle-
A T A T Ü R K İ M G E S İ N İ N S İ Y A S A L Y A Ş A M D A K İ R O L Ü

irilmesi, rejime bağlılığın sağlanması ama­ düğü gibi toplumda yurttaşlara yurttaşlık
cına da hizmet eder. Çünkü, kahraman görevlerini sevdirecek, tanrı sevgisini ka­
kutsallaşınca, onun edimleri, sözleri de nun sevgisi ile birleştirecek, iyi yurttaşlığı
ve hatta kullandığı nesneler, gittiği yerler besleyecek, devletin temellerini sağlam­
kutsallaşır. Dolayısıyla, Batılı kurumların laştıracak, vatana ve devlete bağlılık duy­
salt Atatürk tarafından istenmiş ve alın­ gusu aşılayacak, devlete hizmet etmenin
mış olması onları kendiliğinden kutsal­ Tann’ya hizmet etmekle bîr ve aynı şey
laştırır ve millileştirir. “Bu rejime, onun olduğunu öğretecek bir dinin varlığını
esaslarına ve yöneticilere niçin uymalı­ hükümet açısından çok önemli bulur.
yız" sorusuna verilen yanıt Atatürk zama­ Antik sitelerin dinleri, özellikle Sparta’nın
nında olduğu gibi, şimdi de temelde aynı­ dini, sivil dinin tipik örnekleridir. Antik
dır ve aşağı yukarı şudur: “Çünkü Ata­ siteler kendi Tanrılarıyla, kahramanlarıy­
türk öyle yaptı i dedi i istedi,”6 Böyle bir la, bayramlarıyla, belirli günlerde yapılan
insan tarafından istenen ve temelleri atı­ törenleri ve ayinleriyle bir tapınaktır. Is­
lan rejimin her ne pahasına otursa olsun lâm şeriatı da Tanrıya hizmetle rejime
korunması haklı olur, hizmeti birleştirmiştir,
Atatürk’e duyulan bağlılık, sevgi ve Kemalizmi Türkiye’nin sivil dini, Mus­
saygı yeni düzeni yerleştirmeye hizmet tafa Kemal’i de bu dinin peygamberi ola­
eden bir sivil din işlevi de görür. Her dev­ rak yorumlamak yanlış olmaz. Mustafa
letin bir din üzerine kurulduğunu savu­ Kemal’in kutsallaştırılması, düşüncelerine
nan Rousseau, genel iradenin hüküm sür­ ve eserlerine bağlılık duyulması, törenler-
K. t M A L I Z M

le saygı gösterilmesi, Atatürk-Cumhuri- ğini ve sağduyusunu korumuştur. Yakın


yet özdeşliği dolayısıyla, aynı zamanda, çevresi ile ilişkilerinde hep konuksever,
rejime bağlılık, rejimi sevmek demektir. sohbet sever, hatır gönül bilir, dostlukla-
Bir bozgun ve savrulma döneminde bü­ nnda vefalı, şakacı, kendisiyle alay edebi­
yük acılar, heyecanlar yaşayan 1908’liler len bir insan olarak kalmıştır, (Nitekim
kuşağı ona saygı ve bağlılık duymayı ve insan Atatürk’ü en iyi, yakın çevresinde
bunun bir sonucu olarak onu yüceltmeyi, bulunanların yazılarından tanıyoruz.)
siyasî, İnsanî ve tarihsel koşulların bir Naçiz vücudunun toprak olacağının far­
araya gelmesinin sonucu olarak fakat en kında olmuştur. Bununla birlikte, tarihsel
çok da minnet duygusuyla ahlaksal bir olayların yönlendirilmesinde ve halkların
görev olarak görmüşlerdir. Onu, ikbal siyasî eğitiminde kahramanların önemli
beklentisiyle samimiyetsizce yüceltenler bir rol oynadığına, kitlelerin kahramanlar
olmuş olabilir, fakat büyük çoğunluğu­ tarafından yönlendirilmesi gerektiğine
nun samimiyetinden kuşku duymak için inanmıştır. Yüceltilmesine karşı çıkma­
152 bir neden yoktur. Nitekim Atatürk öldük­ ması, kişisel nedenlerden belki de daha
ten sonra, onu yüceltenlerin hiçbiri -Sov- çok, kurduğu ve ulusun yararına olduğu­
yetler Birligi’nde Stalin’i yüceltenlerin na kuvvetle inandığı rejimin pekişmesine
sonradan dediği gibi- “korktuğumuz, yardımcı olacağına inanmasındandır.
mecbur olduğumuz için yüceltmek zo­
rundaydık” dememiştir. Ayrıca, bu yü­ ____________ 1938 5PNRA5J____________
celtmeler temelsiz de değildir. Mustafa
Kemal’in inisiyatifiyle, etkisiyle veya kat­ Türk siyasî hayatı için ilginç olan nokta,
kısıyla başarılmış İşler art arda eklendi­ Atatürk’ün, öldükten sonra da siyasî, ka­
ğinde, hangi metafizik ve tarih kuramı musa! ve kültürel yaşamda merkezî yerini
açısından bakılırsa bakılsın, Mustafa Ke­ korumasıdır. Bunu şöyle açıklayabiliriz;
mal sıradan olmayan büyük bir özne ola­ 1) Daha sonra iktidara gelen kadrolar
rak belirir. (İnönü ve Celâl Bayar) Atatürk’ün davası­
Atatürk bu dünyada kendisinin varolu­ na inanm ışlardır ve k en d ilerin i Ata­
şu ve misyonu ile ilgili hislerini, metah- türk’ün mirasını korum akla yükümlü
zik-dinsel konulardaki düşüncelerini, görmüşlerdir. 2) Türkiye’nin en güçlü ve
kendisinin tanrısal alemle ilişkisini nasıl örgütlü kurumu olan ordu, Atatürk’ün
gördüğünü kimseye açmamıştır. Kendisi­ devrimlerine ve ideallerine bağlı kalmış,
ne “sen Allah’sın” dediklerinde Allah kav­ Atatürk’ün ilke ve inkılâplarından sapma
ramının insan zihninin çok zor kavraya­ olarak değerlendirdiği durumlarda uyarı­
bileceği metafizik bir mesele olduğunu larda veya müdahalelerde bulunmuştur.
söylemiştir. Fakat, yüceltilmek hoşuna 3) Bu kadrolar, İslâm gibi güçlü bir moral
gitmiş olabilir. Çünkü, her insan gibi in­ desteğe sahip potansiyel veya edimsel
san varoluşunun sınırlılıklarını aşmayı, muhalefete karşı Cumhuriyet’i sürdür­
bir yıldız olmayı, etkili olmayı, iz bırak­ mek için Atatürk’ün karizmasının yıpra­
mayı, ölümsüz olmayı şiddetle arzuladı­ tılmaması, tersine beslenmesi ve sürdü­
ğından emin olabiliriz. Ama tanrılık, pey­ rülmesi gerektiğine inanmışlardır. Nite­
gamberlik iddiasında bulunmamıştır. Ya­ kim, Atatürk’ün SCF’yi kuran arkadaşla­
nılmadığını söylemiştir fakat, yanılmazlık rını 1939’da siyasî hayata davet eden İnö­
iddiasında bulunmamıştır. Kendisine bağ­ nü'nün tek koşul olarak “Atatürk’ün şah­
lılık yemini edilmesini, tapılmasını iste­ sı ile uğraşmak olmayacaktır" koşulunu
memiştir. Yüceltmeler ve övgüler karşı­ koyması, “Cumhuriyeti ve inkılâpları ko­
sında, en belirgin özelliği olan gerçekçili­ rumak ve devam ettirm ek" için “Ata-
A T A T Ü R K İ M G E S İ N İ N S İ Y A S A L Y A Ş A M D A K İ R O L Ü

turk’ü korumak vazifedir" inancına daya­ politikası ile de dindar ve gerici kesimle­
nır. Aynı inanç, “Atatürk Aleyhine İşle­ rin oylarını kazanmayı da başaramamış­
nen Suçlar” kanununun da gerekçesini tır. DP ise, Bayar aracılığı ile Atatürkçüle­
oluşturur. Son olarak, 4) bu inançların re, Menderes aracılığı ile dindar ve gerici
bir sonucu olarak, eğitim aracılığıyla genç k esim lere hoş görünm eyi başarm ış,
kuşakların zihinlerinde Atatürk imgesi­ 1950’de iktidar olmuştur.
nin sürekli olarak yeniden üretilmesidir. DP, siyasî rakibi CHP’yi ve onun lideri
Atatürk'ün ardından. Tek Parti rejimi­ İnönü’nün karizmasını yıpratıp sıradan
nin cumhurbaşkanlığına İsmet İnönü se­ bir muhalefet partisi lideri haline getir­
çilir. Atatürk “Ebedî Ş e f’ olarak, İnönü meye çalışırken, Atatürk’ü önplana çıkar­
“Milli Ş e f’ olarak anılır. İnönü kendini mıştır. Paralara tekrar Atatürk’ün resmi
her ne kadar Atatürk’ün mirasını koruma basılmış, devlet dairelerinden İnönü’nün
ve geliştirmekle görevli görse de, Tek Par­ resimleri kaldırılarak, sadece Atatürk’ün
ti rejimi tek adamsız olamayacağı ve Millî resmi asılmış ve Anıtkabir’in yapımı ta­
Şefin de az çok Ebedî Şef kadar üstün ni­ mamlanmıştır (1953). iktidarının ilk yı- 153
telikli olması gerektiğinden, İnönü döne­ lmda Ticanîlerin Atatürk heykellerine git­
minde Atatürk’ün karizması dondurul­ tikçe artan saldırılarım, “Cumhuriyete ve
muş, İnönü daha önplana çıkmıştır. Ör­ inkılâplar rejimine tevcih edilmiş" bir sal­
neğin, paralara, pullara İnönü’nün resmi dırı olarak değerlendiren DP hükümeti,
basılmış; şimdi olduğu gibi, bir uygula­ 1951’de “Atatürk aleyhine işlenen suçlar
mayı meşrulaştırmak Atatürk adına mü­ hakkında kanun”u çıkarmıştır. Bu dö­
racaat edilmemiş; Anıtkabir’in yapımı nemde, Islâm’ın eğitimde ve kamusal ya­
ağırdan alınmıştır. şamda yerini almaya başlamasıyla, Ata­
1946’da çok partili döneme geçişle bir­ türk bir tanrı mertebesine yüceltilmeden
likte, kahramanlar dönemi de sona erer. ve metafizik bir çerçeve ile de açıkça iliş­
Demokrasinin genel ve eşit oy ilkesi gere­ ki lend iril meksizin, fakat sadece Kurtarıcı,
ği, herkes iktidarın belirlenmesinde söz Ulu önder, Kurucu ve Cumhuriyet’in İde­
sahibi olur. “Halk için iyi olanı, elitler de­ allerini, felsefesini, yaşam tarzım temsil
ğil, halk kendisi bilir ilkesi” önplana ge­ eden bir sembol olarak partilerüstü bir
çer. CHP’ııin paternalist ve otoriter ikti­ konuma yükselmiştir.
dar anlayışı sona erer; Tek Parti dönemin­ CHP’nin, soğuk savaş döneminde, oy
de iktidar tarafından eğilimleri belirlen­ kaygısıyla ortanın solu veya sosyal de­
meye çalışılan kitleler, iktidarı belirleme mokrasi gibi Kemalizmle bağdaşması zor
fırsatına kavuşur. Bu arada, tek partili dö­ akımlara yönelmesi, Atatürk’ün iyice par­
nemde oyları önemsenmeyen toplumun tilerüstü ve ulusal bir sembol olmasına
dindar veya gerici kesimlerinin oyları da yol açmıştır. Bu ulusal sembolü ve onun
değer kazanır, bu oyları toplamak için, bir eseri ve mirası olan “Cumhuriyeti ve
zorunlu olarak partiler arasında rekabet inkılâplar rejimini” “koruma ve kollama”
başlar. Rekabet, demokrasi tarihimizin işini, oy endişesi olmayan ve partilerüstü
geleneksel hastalığını. Batılılaşma yönün­ bir kurum olarak Silahlı Kuvvetler üslen­
deki uygulamalara karşı, dinsel duygulara miş, gerektiğinde siyasal alana müdahale
müracaau tekrar depreştirir.7 Bu kesimle­ ederek siyasetin sınırlarını belirlemiştir.
ri tatmin etmek için CHP, 1946 sonrasın­ Bugün Türkiye’de birbirine zıt siyasal
da bu yönde adımlar atmış, laiklik ilkesi­ Hkir ve eğilimleri olan çok çeşitli kişi ve
ni yumuşatmıştır. Bu uygulamalarıyla gruplar, rejimle özdeşleşen ve saygın bir
CHP, Kemalist devrimcilerin desteğini ulusal değer haline gelen Atatürk’ün söz­
önemli ölçüde kaybetmiş, fakat yeni din lerini ve ilkelerini, kendi davalarım meş-
K E M A L İ Z M

rulaştırmak için kullanmışlardır ve kul­ Savaşı’ndan sonra- Türkiye için, daha


lanmaktadır, Bunu kimisi Cumhuriyet’e çok dış dinamikler nedeniyle, bir zorun­
karşı “görünmemek" için, kimisi onun luluk haline gelmiştir. Ne var ki, devrim­
saygınlığından yararlanmak için, kimisi leri yapan ve onu koruyan irade ile az
gerçekten Atatürk’ü sevdiği için yapmak­ çok demokratik sayılan prosedürlerle be­
tadır, Son derece esnek, siyasal ve ekono­ lirlenen halk iradesi her zaman örtüşme-
mik doktrinler karşısında pragmatik bir miş, Kemalist Cumhuriyet'İ demokratik
bakış açısına sahip olan ve düşünceleri yollarla sürdürmek zaman zaman sorun
sürekli gelişip değişen Atatürk’te herkes olmuştur. (Bu sorunların boyutları, hatta
işine gelen bir söz, bir eğilim veya bir ilke varlığı ve yokluğu tartışılabilir.) Böyle
bulabilmekte ve kendine uygun bir Ata­ durumlarda, Kemalist cumhuriyetin ko­
türkçülük üretebilmektedir. Bunu yapar­ ruyuculuğunu üstlenen Silahlı Kuvvetler
ken de Atatürk’ün kendine uygun olma­ (örneğin, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971,
yan düşüncelerini görmezden gelmekte, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997’de olduğu
154 eğer imkânı varsa, (Atatürk’ün 1920- gibi) müdahale etmiştir. Bu dönemlerde
1923 arasındaki konuşmalarından dindar demokrasiye ara verilmiş, özgürlükleri
bir Atatürk üretmeye çalışan 12 Eylül yö­ kısıtlanmış, hukuk zorlanmış, insan hak­
netiminin yaptığı gibi) aykırı düşüncele­ ları ihlal edilmiş ve yeni anayasalarla ola­
rini örtbas ederek yapmaktadır. Böylece, ğan dönemlerdeki siyasetin çerçevesi be­
solcu, sağcı, dindar, ateist, demokrat, eli- lirlenmiştir.
tist. Batıcı, Türkçü, küreselci, içe kapan­ Bu kriz durumlarında müdahaleyi haklı
macı... Atatürkçülük yorumları ortaya çıkarmak için, normal zamanlarda da halk
çıkmaktadır. Ve ‘gerçek’ ya da resmi Ata­ oyunun izin verilen sınırların dışına çık­
türkçülük yorumu da iktidar ve otorite maması, Cumhuriyet’in temel ilkelerin­
ilişkileri ile belirlenmektedir. den ayrılmaması için, bu ilkelerle özdeşle­
Son olarak Kemalizmin amaç-araç çe­ şen Atatürk’e bağlılık aşırı biçimde vurgu­
lişkisi olarak adlandırabileceğimiz bir çe­ lanmıştır. Bu dönemlerde esas olarak SCF
lişkisine işaret edelim. Kemalizmin temel deneyi sonrası başlatılan kampanya for­
misyonu, sosyal Danvinist bir espri için­ man yeniden uygulanmıştır. (Hatla, 12
de algılanan uluslararası arenada yenil­ Eylül’ün lideri Kenan Evren, Atatürk rolü­
meyecek, yeni bir Sevr dayatması ile kar­ ne girmiş, bastonla ve fötr şapka ile dolaş­
şılaşmayacak güçlü bir ulus-devlet yarat­ mıştır.) Ve bu döngü belirli aralıklarla de­
maktır. Atatürk bunun için tam Batılılaş­ vam eder ve Atatürk, eğitimdeki, kamusal
manın gereğine kuvvetle inanır. Bu yolda yaşamdaki merkezî yerini korur.
devrim leri o, muazzam karizm asıyla “Cumhuriyetin ve inkılâplar rejiminin”
emr-i vakilerle yapar. Bir diktatör gibi korunması açısından sonuçlara baktığı­
görünmekten rahatsızlık duyan Mustafa mızda bu modelin şimdiye kadar başarılı
Kemal çok partili demokrasiye geçmek olduğunu kabul etmek gerekir. Bu mode­
istemiş, fakat halkın serbest iradesinin lin bir parçası olarak Atatürk imgesi, Ke­
kurulan yeni rejimi onaylamasını da bek­ malizm ile kesişme noktalan olan radikal
lemiş ve istemiştir. Halkın onaylamaya­ sol harekete karşı çok etkili olmasa bile,
cağı az çok anlaşılınca, deneye son ver­ kendini Atatürk’e ve Kemalizme karşıt
miş, -belki geçici belki sürekli olmak olarak tanımlayan İslamcı veya gerici ha­
üzere- daha otoriter bir tek parti yöneti­ reket karşısında, örneğin, Atatürk’ün fo­
minde karar kılmıştır, Atatürk zamanın­ toğrafı ve 1930’ların havasını çok iyi yan­
da Batılı olmanın zorunlu koşulu olma­ sıtan Onuncu Yıl Marjı çok etkili olmuş­
yan demokrasi, -Özellikle ikinci Dünya tur. Fakat, bu modelin, Kemalizmin Tür-
A T A T Ü R K İ M G E S İ N İ N S İ Y A S A L Y A Ş A M D A K İ R O L Ü

kiye’yİ tam Batılı bir ülke yapma misyo­ masıdır. Son olarak, “kendisi için en iyi
nunu gerçekleşmesi için, ortadan kaldırıl­ olanı halk kendisi b ilir” ilkesi yerine
ması gereken pürüzlere, daha doğrusu ge­ “halk için en iyi olanı elitler bilir” ilkesi­
leneksel pürüzlerin değişik biçimde sür­ nin sürdürülmesidir. Bu anlayış halkı
dürülmesine yol açmıştı. Bunlardan biri­ yanlış yapmaktan korumuş olabilir, fakat
si, skolastiğin tipik özelliği olan doğru­ hep çocuk kalmasına, bileği güçlü, kariz-
nun ölçütü olarak otoritecilik anlayışının, maıik bir lider ya da bir “Baba” arayışında
eğitimde ve bazı çevrelerde Kemalist sko­ payı da vardır. Bu son nokta ile ilgili bir
lastik şeklinde sürdürülmesidir - ki fikri kıssa ile noktalayalım. Atatürk, “Türk
hür, irfanı hür, vicdanı hür” deyişinde di­ milleti kendini ne zaman kurtulmuş saya­
le gelen modern insan idealiyle çelişir. bilir?" diye sormuş. Haşan Ali Yücel, “Pa­
İkincisi, birinciye bağlı olarak, modeli Ba- şam" demiş “Türk milleti ne zaman kur­
tı’da olan rejimin, orada olduğu gibi, ör­ tarıcı arama ihtiyacını duymayacak duru­
neğin halk iradesine, insan doğasına, hal­ ma gelirse o zaman kurtulmuş olur.” Ata­
kın mutluluğuna, evrensel ahlak değerle­ türk tartışmayı şu sözlerle toparlamış: J55
rine ilişkin kuramlara müracaatla değil, “Hepiniz enteresan fikirler söylediniz. Fa­
hâlâ, antik ve dinsel bir anlayışla, “Ata­ kat (Yücel i göstererek) bu çocuğun ileri
türk böyle istedi / yaptı" ya da “o olsaydı attığı [fikir], bizi derin derin düşündür­
böyle yapardı” formülü ile meşrulaştırıl- meye değer bir fikirdir,” □

DİPNOTLAR

1 Türkiye'nin bu rejimlerden etkilendiği varsayı­ 5 Kendilerine şapka giydirdiği için Atatürk'ü Di­
lır genellikle. Fakat örneğin, her ikisi de Ata­ yanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi'ye şikayet et­
türk’ün dava arkadaşı olan F. R. Atay ve M, E, mek isteyen din adamlarına Börekçi, "Efendi­
Bozkurt, asla bir kara çalma amaçları olmaksı­ ler, onun her yaptığı doğrudur. Eğer dininizi
zın, Mustafa Kemal’in bu rejimleri etkilediğini değiştirin derse, tereddüt etmeyin, onda da
kabül ederler. Hitler, Atay'ın bulunduğu bir bir hikmet vardır" der. I. H. Sevük de, Atatürk
Türk heyetinin önünde, kendisinin ve Mussoli- Kastamonu’da "Bunun adına şapka derler"
nin, Mustafa Kemal'in öğrencileri olduğunu demeden önce "birimiz giyse binimiz saldırır­
söylemiştir (Atay 1984, 319). Mahmut Esat Boz­ dı, o sözden sonra hepimiz giydik" der. Bu
kurt (1995, 107), bu rejimlerle Kemalist rejimin sözler Mustafa Kemal'in karizmasının ne ka­
benzerliğini kabul eder fakat etkileyen tarafın dar büyük olduğunu gösterir. Yeni bir din ge­
Kemalizm olduğunu ileri sürer. tiren bir peygamberin karizması herhalde da­
2 Fakat, Atatürk devrimlerin İslâm içinde meşru­ ha fazla olamaz.
laştı olabileceğin e inancını korumuş gibi görü­ 6 Atatürk'ün ölümünden hemen sonra, Kazım
nür. örneğin, TTTC 193Vde (s. 118), "Muham- Özalp, Celâl Bayar's, sorgusuz sualsiz uyulacak
med'in mesleğinin ruhunun Cumhuriyet döne­ bir yol gösterici otoritenin olmadığı anlamın­
minde hakkıyla idrak edildiği ve gerekenin ya­ da, Islâm skolastiğinin ünlü ifadesini kullana­
pıldığı” yazılır ki bu, devrimlerin Islâm açısın­ rak, "Celâl artık 'kaale Atatürk' yok" der.
dan meşru, dahası İslâm’ın bir gereği olduğuna 7 Bu eğilim o kadar güçlüdür ki, TCF programı­
inandıklarını gösterir. na, partinin "efkar ve itikadat-ı diniyeye hür­
3 Kitabın yen i bask ıs ı: 5a ğ d u yu : Ta n rn a U ğ m İlm i­ metkardır" cümlesini koyar. 5CF kurulunca,
h a li (İst.: Kaynak, 1995). Atatürk'ün SCF'ye verdiği kız kardeşi Yalo­
4 Şerif M ardin (1992, 123), kurucu kuşağın va'nın köylerinde din propagandası yapar, Çok
1946'dan sonra manevi boşluktan şikayet eder­ partili dönemde ise her parti az ya da çok din­
lerken "kesinlikle" kendi duygularını ifade et­ se! duygulara müracaat etmiştir.
tiklerini ileri sürer.
Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı
Kuvvetleri: Kavramsal ve
İlişkisel Bir Analiz
ÜMİT Cİ ZRE

ürk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Tür­

T
resmî modeli, askerlik yoluyla toplumun
kiye’de rejimin kurucu/resmî ide­ tüm erkeklerine benimsetme kolaylığına
olojisinin, yani Kemalizmin asli ta­ sahip olmakla kalmayıp, Cumhuriyet mo­
şıyıcısı olarak kabul edilegelmiştir. Bu, dernleşmesinin ve Batılılaşmasının kuru­
hem TSK’nın kendisini böyle algılaması, cu, taşıyıcı ve kollayıcı ajanı sıfatıyla, top­
rejim içindeki konumunu ve işlevini böy­ lumun tüm girinti ve çıkıntılarına, yaşlı,
le anlamlandırması bakımından; hem de genç, kadın tüm nüfusa toplumsallaşma
Kemalizmi bir politik ideoloji olarak be­ yoluyla ulaştırmaktadır. Rejimin kurucu
nimseyen ya da ona eklemlenen düşünsel ideolojisini yeniden üretme misyonunu
akımlar açısından böyledir. TSK, politika­ mümkün kılan en önemli etken, TSK’nın
ya ilişkin söylemiyle ve politik faaliyeti resmî ideoloji adına ülkenin kim tarafın­
tasarlama biçimiyle, belirleyici bir işleve dan ve nasıl yönetileceğine ilişkin son söz
sahip olmuştur, TSK’nın kurucu/resmî söyleme hakkını elinde tutabileceği stra­
ideolojisiyle bağlantısı sorunu, bu bakım­ tejik bir konumdan, siyasete şu ya da bu
dan önem taşımaktadır. yolla müdahale etme yeteneğini sürdür­
Söz konusu bağlantı sorunu, iki çok te­ mesidir.
mel eksen üzerinde incelenmeli. Bunlar­ Bu iki eksenin içerdiği ve ima ettiği ol­
dan ilki, resmî ideolojinin, TSK’nın siya­ guları, etkileri açıklayıp sorunlaştırmaya
sal, toplumsal hatta ruhsal (ya da kültü­ geçmeden önce resmî ideolojinin muhte­
rel) iktidarına hizmet eden, ona meşru­ va ve dışavurum biçim inin de zaman
iyet sağlayan naglantı eksenidir. Bu ek­ içinde değiştiğini not etmek gerekir. Eski
sen, TSK’nın iktidarını çeşitli biçimlerde Cumhurbaşkanı Süleyman D em irel’in
ifade eden “siyaset üstülük", “tarafsızlık" 1980’li yıllarda yaptığı düz bir tespit, bu
geleneği ve “bekçilik rolü" gibi tanımlayı­ gerçeği netlikle ortaya koymakta: “On se­
cı sıfatlarla iç içe geçmiştir. Bu rolleri so- ne içerisinde, birinde ihtilale gerekçe sa­
runlaştırmadan yana bir araştırmacı ola­ yılan bir mesele, diğerinde tamamen yer
rak benim ikame edici tanımlamam “siya­ ve yön değiştirebilmektedir... 1960,., kuv­
sal özerklik” olageldi.’ TSK, ikinci bağ­ vetli icraya karşıdır, 1980 darbesi kuvvetli
lantı ekseninde, resmî ideolojiyi, siste­ icra aramaktadır. 1971 reformcudur...”2
min, kurumların, aktörlerin, bireylerin 28 Şubat 1997 müdahalesi ise siyasal Is­
kalbine, bilincine ve dokusuna yedirerek lâm’ın yükselttiği kimlik politikalarına
yeniden üretmektedir. Askerî bürokrasi, karşı belirli bir yaşam tarzını ve rejim
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ

kimliğini (modern, çağdaş, laik sıfatlarıy­ rak bu kamu felsefesini işaret ederek, dü­
la) ve siyasal partiler kon fi gürasy onunu şünce ve eylem planında bu felsefeye hiz­
tercih ederek, siyasal alanda bir tasfiyeye met etmeye çalıştı. Yani, TSK ve Kema­
başvurdu. Islâm-devlet ilişkisini, sınırları lizm ilişkisinin kesişen iki ekseni üzerin­
daralmış yeni bir modele kaydırdı. Devle­ de yürüdü.
tin laiklik ve kimlik siyasetini, müzakere Ancak birçok can alıcı noktada bu mü­
ve tartışma kapılarını kapatarak sıfır top­ dahaleler birbirinden farklılaştı. Resmî
lamlı bir oyunmuşçasına yeniden formüle ideolojiye farklı anlamlar yüklendikçe
etti. Siyaseti, bizatihi bu tür yaşamsal ko­ T SK -rejim b a ğ la n tısın ın tayin ettiği
nulara ilişkin hedefleri, kamusal arenada askerîyenin siyasal rolü, motivasyonları,
tartışma, ikna, diyalog yoluyla belirleme stratejileri ve müttefikleri değişime uğra­
faaliyeti olmaktan çıkardı. Siyasal katılımı dı, Bu değişim sonrasında da resmî ide­
ve aktif vatandaşlık öğesini zedeleyerek, oloji ve onun cisim lendiği kurumlar,
“kuvveti, aktörleri, faaliyet alanı” yeniden alanlar ve araçlar farklılaştı.
tanımlanan bir kamu felsefesini yürürlü­
ğe koydu, 1960, 1971, 1980 müdahalele­ REJİM-ASKER-SIVIL ARASINDA
rinde olduğu gibi, meşruluk kaynağı ola- ‘ETKI1EŞIM’ Mİ, KISMf İLİŞKİ' Mf VAR?

Rejim-asker bağlantısının evriminden söz


edince, içinden geçtiği tarihsel dönemeç­
leri ve askeri bürokrasinin sistem içinde
oynadığı rolü birinci eksen üzerinde sap­
tamak amacıyla, önce, 2000’lerin başında
gelinen noktadan işe başlayalım: Bölge­
sinde ve iç siyasette etkinliği çok yüksek
bir ordu yapılanması ile karşı karşıyayız,
2001 yılı savunma harcamaları gayri safi
millî hasılanın yüzde 3.3’ü olarak belir­
lenmişken, bu bütçenin dışında yer alan
Savunma Sanayii Müsteşarlığı fonları, dış
krediler ve gizli bazı kalemler göze alındı­
ğında bu rakam iki katına çıkabilmekte­
dir.3 TSK, bütçeden edinmek istediği sa­
vunma payını koşulsuz elde etmekte, bu
payın tutarı ve nasıl harcanması gerektiği,
parlamentoda gerçek bir denetime tâbi
tutulmamaktadır. Silah tedariki, personel
ataması, tayin, terfi ve cezalandırmalarda,
kuvvetlerin dengelenmesi ve eğitim prog­
“Atatürk kültü, iki yüz yıldır Batı ramlarının düzenlenmesinde ve moderni­
hegemonyası karşısında ezilmiş, zasyonunda, yani “içişlerinde” özerk ka­
kendim güvenini kaybetmiş, kompleksli
bir aydın kitlesinin bir ulusal rarlar alabilmektedir. Silah sanayiinin
kahraman' özlemine yanıt vermiştir. tüm dünyada uluslararasılaşması trendine
(...) Kemalist rejim devrimci ahhmlar uygun olarak Türk askerî sanayi komp­
içindeyken Atatürk kültü içten ve
leksi, 1990'larda büyük önem kazanan ve
coşkulu bir inanç içinde yaşanmıştır:
(Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası) sonraki bölümlerde inceleyeceğimiz “iç
tehdit” (Kürt milliyetçiliği ve siyasal Is-
K E M A L İ Z M

lâm) ve varlığını sürdürdüğü ileri sürülen dayanarak, çıkabilm ekted ir, “Siyasal
bölgesel dış tehditler nedeniyle devleşe­ özerklik" olarak ifade edilmesi gereken bu
rek ekonominin birçok alanına girmeye durumda, TSK iç ve dış siyasette ve kendi
başlamıştır. Ördü üst kademesi, öncelik­ kurumsal alanına giren konularda tercih,
lerini ve niteliğini kendisinin tayin ettiği kaygı ve itirazlarını belirtmede asker dışı
çok hırslı bir modernizasyon programına toplumlara (sivil, siyasal, ekonomik top­
angajedir. lumlar) göre ayrıcalıklı bir konumdadır.
Profesyonel işlevlerin yerine getirilme­ Söz konusu m üdahaleden bu yana,
sinde kurum dışı müdahalelere karşı ku­ TSK'nm siyasal özerkliği, sivil siyasetin
rumsal özerkliği koruma kıskançlığı dün­ “doğru" kulvarda yönlendirilmesi amacıy­
yanın birçok ordusunda gözlemlenebile­ la mikro siyasa! düzleme sıçramış, aleni­
cek, anlaşılır bir vakıadır Ayrıca, savun­ leşmiş, askerî alan dışına müdahale oranı
ma politikalarının bazı alanları meşru bir artmış, TSK’nm arkasındaki toplum deste­
biçimde gizlidir Ancak, özellikle Soğuk ğine verilen önem yükselmiştir.
i 58 Savaşın sona ermesinden sonra ''ordula­ TSK’nm siyasal özerkliğinin ya da sivil
rın demokraLik deneLimi" kavramı çok et­ icranın yanında bir paralel iktidar odağı
kin bir biçimde globalleşti. Avrupa Birliği olmasının kaynağı nedir? Nasıl olmakta­
ve NATO’nun, kendileri ile bütünleşmek dır da Türk askerî bürokrasisi Batı dışı or­
isteyen Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine duların çoğunun bile çoktan yitirdiği bir
önerdikleri bir koşula dönüştü. NATO ağırlık ve nüfuzu, üstelik “siyasetüstü”,
bünyesinde kurulan “Barış için Ortaklık" “nöLr" ve “tarafsız" imajlarını çok da ze­
birimi sırf bu misyonu gerçekleştirmek delemeden korumaktadır. Savaş tehdidi­
için örgütlendi. Demokratik denetim, üç nin asgarîye inmesiyle, bütün dünyada
temel alanda icranın askerî bürokrasiyi ulusa) güvenlik politikalarının belirleyicisi
denetlemesi, yasama meclisinin de hem olan siyasal korkular yerini İktisadî müla­
icrayı hem orduyu denetlemesi ya da yeni hazalara, yani savunma bütçelerinden ta­
ifadeyle, gözetim altında tutması anlamı­ sarruf eğilimine bırakırken, zorunlu as­
na gelmekte:4 İç politikada ordunun siya­ kerlik radikal bir biçimde tarihe karışır­
sete müdahalesinin engellenmesi; savun­ ken ve ordular bir varoluş krizine itilmiş­
ma bütçesi, silah temini, personel ve üc­ ken, nasıl olmaktadır da TSK, savaş ve or­
ret, atama, tayin ve terfi politikası ile gü­ du sosyolojisindeki bu mini-rönesansın
venlik tehdidinin askerî stratejiye dönüş­ dışında kalmaktadır? Misyonunu, anlamı­
türülmesine. ilişkin politikaların sivil ira­ nı, önemini siyasal ve toplumsal ağırlığım
de tarafından kararlaştırılm ası; ve son hâlâ devletin bekasına yönelik Soğuk Sa­
olarak dış politikaların temel parametre­ vaş korkularına dayalı bir güvenlik anlayı­
lerinin çizilmesinde ordunun etkileme şından daha sivil ve daha barışçıl bir gün­
potansiyelinin denetim altında tutulması. deme kaydıramamaktadır. Askerî bürok­
Soğuk Savaş sonrası dünyasında askerî rasi, Batı’daki orduların maruz kaldığı va­
bürokrasi üzerinde sivil siyaset sınıfının, roluş krizinden ve bu krizin yol açtığı ye­
onun üzerinde de toplumun “demokratik" niden tartışma, düşünme ve yapılanma or­
denetimi esas olmuş ve askerî bürokrasile­ tamından uzak kalarak, Avrupa Birliği’ne
rin siviller aleyhine bir siyasal rol üstlen­ (AB) aday ülke konumundaki Türkiye’nin
me maliyetleri çok yükselmişken, Türki­ 1993 Kopenhag AB Zirvesi Sonuç Belge-
ye’de tersi trend hüküm sürmektedir. TSK, si’nde dile getirilen üyelik koşullarını yeri­
28 Şubat 1997 müdahalesinde olduğu gibi ne getirememe durumuna nasıl ve niçin
demokratik yollarla işbaşına gelmiş hükü­ katkıdabulunmaktadır?
metlerin üstüne, hem de yine Anayasaya Bu ve buna benzer sorulara cevap oluş-
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ

Ordu YardımUtpna Kurumu (OYAK), Türkiye ekonomisinin önemli bir aktörü olmak
yanında, ordu mensuplan için imtiyazlı bir 'iç ekonom i" varetmesiyle, askerî-bürokratik
ditin sınıfsa! karakterini çözümlemede dikkate ahnmalıdtr. OYAK, ordunun burjuvaziye
entegrasyonunun bir aracı olarak mt düşünülmeli; yoksa ekonomi ve burjuvazi
üzerindeki ordu denetiminin mi?

turan en yaygın değerlendirme şudur; “bekçilik” misyonu, sivil-asker ilişkileri


TSK, dönüştürücü bir kamu felsefesinin modellerinde zaman içinde oluşan deği­
(Kemalizmin) kurucu, taşıyıcı ve yayıcı şimleri yani tarihselligi reddeden, sürek­
bir ajanı olarak, laiklik, modernlik ve liliğe öncelik veren bir şablon içinde su­
çağdaş medeniyete ayak uydurma şeklin­ nulmakta. Dolayısıyla, bu ülkede her­
de algıladığı rejimin temel payandalarının hangi bir anda varolan sivil-asker ilişkisi­
muhafızlığı rolünü tarihsel olarak özüm­ nin niteliğini açıklamakta yetersiz kal­
semiş ve içseli eştirmiş Lir, Bu payandaların maktadır, TSK’nın siyasal özerkliliğinin
tehlikeye girdiğini gördüğü anda, biçimi göstergesi olarak aldığımız siyasal giri­
ne olursa olsun müdahale eder. Bu cevap, şimleri, uyarı, yönlendirme ve vetoları si­
Cumhuriyet’in dayandığı ilkelerin tartışıl­ vil siyaset geleneğinin, kurum ve sınıfı­
mazlığı ve TSK’nın resmî ideoloji ile bağ­ nın güçsüzlüğünden mi kaynaklanmak­
lantısının organik niteliği üzerine inşa tadır? Rejimin temel ilkelerinin siyaset
edilmiştir. Bu nedenle, askeri bürokrasi­ sınıfınca yanlış kavrandığı ya da yanlış
nin siyasal etkinliğini büyük ölçüde açık­ yöntemlerle uygulandığı durumlarda mı
lamasına rağmen tarih-asker, toplum-as- zuhur etmektedir? Yoksa TSK ile sivil si­
ker, sivil-asker ve rejim-asker bağlantıla­ yaset arasında oluşturulmuş zımni bir
rının dinamik boyutlarını, karmaşık nite­ karşılıklı taviz anlaşmasından mı söz et­
liğini, ortaya attığı yeni soruları cevapla- mek gerekir? Hakim ideolojiyi büyük öl­
yamaz. Bir gerçeğe parmak basmakla, çüde benimsemiş başbakan, siyasal parti
onun sorunlu özünü görmezlikten gel­ ve hüküm etlerin bile (2 8 Şubat 1997
mek ayrı şeylerdir müdahalesi sonrası ANAP hükümeti gi­
T SK ’nın kendisine biçtiği platonik bi) TSK ile sürtüşme noktasına gelmeleri
K E M A L İ Z M

nasıl açıklanabilir? “Siyasetüstü" imajın kurmay başkanlığı 1924’te bakanlık sta­


bir ordunun siyasete müdahale yeteneği­ tüsünü kaybettikten sonra 1944’e kadar
ni artırdığım kabul ettiğimizde* TSK’nın cumhurbaşkanına bağlanmış, hükümet
1995 seçimlerinden bu yana terk ettiği ve parlamento denetiminin dışında tu­
“perde gerisi rol "ün yerini alan aktif ve tulmuştur. Dolayısıyla Mustafa Kemal,
enerjik siyasal etkinliği, “siyasetüstü” bir İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak’tan oluşan
duruşla nasıl bağdaşır? üçlü troykanın kaygısı, aslında ordunun
Askerî bürokrasinin özerkliğinin en de­ rakip bir iktidar odağı olarak güçlenme
ğerli meşruluk kaynağı Kemalizmin türe­ ihtimalini engellemektir. Bir diğer deyiş­
vi olan bir “muhafızlık” anlayışıdır. An­ le, bu dönemde ordunun sivil siyasette
cak, bu durum TSK’nın siyasal ağırlığını bir ağırlık taşımaması ve Batı ülkelerin­
tek başına tayin edici koşulları sağlaya­ deki sivil-asker ilişki modeline benzer
maz. Siyasal özerkliği açıklayabilmek için bir modelin işler gibi olmasının ardında
verili bir anda dört yeni parametrenin Silahlı Kuvvetler’in siyasetten arındırıl­
160 çerçeveye dahil edilmesi gerekir; 1. Sivil mış olması değil, rejime sadakatini sağ­
siyasetin sivilleşme düzeyi, yapısal aktör- layarak bir karşı darbe yapmasını engel­
sel ve konjonktüre! durumu, siyaset, de­ lemek fikri yatmaktadır,5
mokrasi ve Kemalizm anlayışı; 2. Ordu­ Dolayısıyla Erken Cumhuriyet’in bu
nun kendi kurumsal ve yaşamsal çıkarla­ konuya ilişkin mirası muğlaktır. 1908'de
rı; Üçüncü Dünya’daki (global) trendlerin II. Meşrutiyet’in ilanını sağlayan ‘Genç
tayin ettiği güvenlik, savaş, barış anlayış­ Türk’ darbesi ile başlayan, onun ardın­
larının bu coğrafyadaki yansımaları ve ül­ dan ittihat ve Terakki ile ordunun iç içe-
kenin bölgesel ve stratejik önemi; 4. Si­ ligi üzerine inşa edilen Geç Osmanh dö­
lahlı Kuvvetlerin toplumla kurduğu ikti­ nemi geleneğini yıkacak bir kararlılık ve
dar ilişkisi modeli. etkinlikte değildir. Erken Cumhuriyet
dönemindeki bu tablodan çıkarılacak bir
“KISMİ SİVİL” SİYASET VE "BEKÇİLİK” başka ders, sivil siyasetin yapısı, aktörler
ve konjonktür açısından TSK’nın siyasa!
Sivil siyaset ve askerî bürokrasi ilişkisin­ rolüne etkisi ile ilgili: Sivil sektörün tekçi
de, Atatürk’ün çizdiği Cumhuriyet gele­ olduğu, otorite boşluğu bırakmadığı, de­
neği nedir? Sivil siyasetin resmî ideoloji mokratik olmasa bile icraat anlamında
ile ilişkisinin bu geleneğe etkisi ne ol­ faal olduğu ve askerî kesimin çıkarlarını
muştur? Erken Cumhuriyet döneminde, savunacak (eski-asker) kadroları icraya
Mustafa Kemal, parlamenter olmak iste­ dahil ettiği durumlarda TSK’nın pasifize
yen Millî Kurtuluş Savaşı kahramanı ge­ edilebildiğini görüyoruz. Ancak bu, de­
nerallerin askerlikten istifasını isleyerek mokratik ilkelere aleni aykırılığı nede­
üniforma gölgesi dışında bir sivil siya­ niyle Prof. Tarık Zafer Tunaya’nın bun­
setten yana olduğunu gösterir. Ancak bu dan 18 yıl önce ifade ettiği biçimiyle, son
gelenek muğlaktır, çünkü 1920-24 ara­ derece karamsar bir ders: “Türkiye’de
sında görev yapan 6 kabinede Erkan-ı 1908'den itibaren oluşmuş olan iktidar­
Harbiye-i Umumiye Reisi (İsmet ve Fev­ lar sivilleşememişlerdir... Buna ‘kısmen’
zi Paşalar) bakanlar kurulunun üyesi sivilleşme demek mümkün. Sivilleşeme­
olarak görev yapmıştır. Buna ek olarak yen siyasal iktidarların yapısında askeri­
“Müdafaai Millîye vekaletinde de Fevzi, lik ya da askerî kontrol ağır basmıştır.
Refet ve Kazım Paşalarla, kabinede her Abdülhamit rejimi, kendisini yıkan İtti­
zaman iki generalin bulunduğu görül- hat ve Terakki’nin oluşturduğu iktidar­
m ektedir.”(Özdemir, 1989: 53) genel­ dan daha sivildi. Daha mülki idi...DP ik­
e g e m e n i d e o l o j i v e t ü r k s i l a h l k u v v e t l e r i

tidarı bu bakımdan sivildi. Fakat bir pa­ tarak bugün de yürürlükte olan ve AB ve
rantez olarak, ‘istisnai' bir niteliği olmuş­ demokratik çevrelerce eleştirilen rejimi
tur. Ve askerî bir müdahale ile son bul­ başlatmıştır.
muştur.”6
Askerî yapıya ilişkin yasal düzenleme­ SİVİL SİYASET: ‘MERKEZE’
lerden genelkurmay başkanının konu­ YAKIN OLDUĞUNDAN MI,
muna ilişkin olanı, Prof, Tunaya'nın “kıs­ UZAK OLDUĞUNDAN Mİ GÜÇSÜZ?
mi sivilleşme" görüşünü haklı çıkarır:
genelkurmay başkanı, İsmet İnönü'nün Teorik olarak sivil siyaset, modernleşme
“Millî Şef’ yönetimi altında 1944 yılında sürecinin hızlanmasına bağlı olarak Cum­
yapılan bir değişiklikle başbakana karşı huriyet paradigmasına müdahale edebile­
sorum lu k ılın m ıştır, 1949'd a, İkinci cek, seyrini değiştirebilecek, TSK’nın bu
Dünya Savaşı sona erdikten sonra NA- paradigmaya yaslanan özerkliğini törpü­
TO'nun kuruluşunun ardından, savaş sı­ leyebilecek bir aktör olarak düşünülebilir.
rasında araç-gereç ve kaynak yetersizli­ Ancak şimdiye kadar, kurucu momentin 16İ
ğinden felç olmuş olan TSK’nın modern­ askerî yapı, kadro, anlayış ve ruhunun si-
leşip yeniden yapılanması gündeme gel­ vil siyaseti belirleme gücünden söz ede­
miştir. Savaş sonrasının daha liberal at­ rek, olgular dünyasında bu tezin işleme­
mosferinde, muhalefet partisi DP’nin ku­ diğini, sivil parametrelerin etkisizliğini
ruluşundan 4 yıl sonra, genelkurmay gösterdik. Bu sorunu, analizi daha ileriki
başkanının milli savunma bakanlığına dönemlere taşıyarak biraz daha derinleş-
bağlanması, sivil iradeye demokratik ta­ tirebiliriz. Başta Türk siyasal yaşamının
biiyet ilkesine uygunluğu açısından ilk egemen sivil siyaseti olan merkez sağ çiz­
b a k ışta şa ş ırtıc ı g ele b ilir. A ncak, gi olmak üzere aşırı milliyetçi kutup ve
1949’dan 196û'a kadar süren bu rejimin Tek Parti döneminin hegemonyacı partisi
getirilmesinde ikinci Dünya Savaşı sıra­ olan Cumhuriyet Halk Partisi’nden türe­
sında asli işlevini yapamayacak hale dü­ yen merkez sol, TSK ile statükonun ko­
şen TSK’nın bu durumundan ordunun runması temelinde anlaşmaktadırlar. Bu
bizzat kendisinin General Fevzi Çakmak çizgilerin içinde anlaşılması en güç olanı,
ve Cumhurbaşkanı ismet İnönü'yü so­ merkez sağ güçlerin tavır ve pozisyonu­
rumlu tutması Önemli bir ro) oynamıştır dur: Rejimin laik ve Batıcı ilkelerine sada­
(Belen, 1971: 28-30). Yukarıda sözü edi­ kati daha gevşek köylü-tüccar gibi kesim­
len çok partili dönemin daha özgürlükçü lerini temsil eden sağ muhafazakâr parti­
ruhu ve ABD ile NATO’nun, yaptıkları lerin siyasal söylem ve eylemleri, laik-bü-
askerî yardımların kullanımını denetle­ rokratik-seçkinci merkezî statükoyu tem­
me isteği nedeniyle bir yeniden yapılan­ sil eden TSK ile barışık bir seyir izlemiş­
ma talebinde bulunmaları da bu sonuca tir. Soğuk Savaş’ın anli-komünizm siyase­
etkide bulunan faktörlerdendir. Nitekim, ti ve 1970’li yıllarda yükselerek düzen
güvenlik doktrinine sıkıca sarılarak siya­ için tehdit oluşturmaya başlayan radikal
sete müdahale sorunu, İkinci Dünya Sa­ sol hareketler, bu yakın ilişkinin oluşma­
vaşı sonrası Soğuk Savaş döneminin bir sında katalizör görevini üstlenm iştir.
icadı olarak çevre ülkelerde yürürlüğe 1971 m üdahalesinden sonra m erkez
konmuştur. Genelkurm ay başkanının sağın temsilcisi Adalet Partisi ile TSK,
millî savunma bakanına sorumlu kılın­ devletin “demokratik" otoritesinin tesisi
ması, bu gerçeği değiştirmeye yetmemiş­ için 1961 Anayasasının özgürlükçü mad­
tir. 1961 Anayasası, genelkurmay başka- delerini daraltma konusunda işbirliği
nını tekrar başbakana karşı sorumlu tu­ yapmışlardır. Anavatan Partisi (ANAP) li-
K E M A L İ Z M

kuruluşunda yer alarak, burada bir­


Doğan Avcıoğlu çok rapor hazırladı, D P döneminin
ELÇİ N MA C A R muhalif yayınları U lu s, K im ve A k is'te
yazılar yazdı, Metin Toker hapse gir­
diğinde A k i s 'i yönetti. 27 M ayıs
1960'tan sonra İnönü'nün kontenja­
nından Temsilciler Meclisi'ne girerek,
1961 Anayasası'nı hazırlayan komis­
yonda görev aldı. Ancak ekonomi ile
ilgili hükümler başta olmak üzere,
hızlı çalışan bir meclis ve güçlü hü­
Doğan Avcıoğlu, 1960'larda, tutkulu
kümet isteyen Avcıoğlu, bu hükümler
bir anti-emperyalizm ve "tam bağım-
istediği gibi çıkmayınca, Anayasaya
162 sız)ık"çj)ık temelinde, "hızlı kalkın­
"hayır" dedi. Türk-iş araştırma bürosu
mayla azgelişmişlikten kurtulma yön­
müdürlüğü yaptı.
temi" olarak anlaşılan bir sosyalizm
Kendisinin dışında Mümtaz Soysal,
yorumuyla bağdaştırdığı Sol Kemaliz- ilhan Selçuk, ilhamı Soysal, Şevket
mînin öncü ideologu olmuştur. Kema- Süreyya Aydemir, Sadun Aren ve N i­
lizmin orta sınıf/küçük burjuva taba­ yazi Berkes'in ağırlıklı olarak yazdık­
nını, özellikle aydın ve asker zümreyi ları, çok önemli bir aydın platformu­
radikalleştirerek devrimci bir güç ola­ na dönüşen, Türk aydın dünyasını en
rak seferber etmeyi hedefleyen "M illî çok etkilemiş dergi olan Y ö n 'ü , 20
Demokratik Devrim" programını, ta­ Aralık 1961-30 Haziran 1967 arasın­
rihsel bir toplum analizinden somut da 222 sayı yayımladı. Y ö n , Nazım
uygulama politikalarına varıncaya Hikmet gibi tabu haline gelmiş konu­
dek ayrıntısıyla işlemiştir. ları cesurca işledi, "Coca Cola zehir­
1926'da Bursa'nın Mustafakemal­ dir içmeyin" gibi provokatif ve kam­
paşa ilçesinde Doğan Avcıoğlu, Fran­ panya başlatıcı kapaklar yaptı, sosya­
sa'da siyasal bilim ler ve ekonomi lizmi Türkiye'nin tartışma gündemine
okuduktan sonra, 1955'te Türkiye'ye taşıdı.
dönerek, Türkiye ve Ortadoğu Amme Şu tanım, onun sosyalizm anlayışı­
İdaresi'nde (TODAİE) araştırma asista­ nı özetler: "Kısa bir anlatımla, sosyal
nı oldu. C H P araştırma bürosunun adalet içinde hızlı kalkınma meto-

deri Mesut Yılmaz’ın 28 Şubat 1997 mü­ Türk siyasal yaşamında varlığını hep not
dahalesinden sonra laikliği keskin bir bi­ ettiğimiz merkez-çevre, ilerici-gerici, seç­
çimde koruma anlamında yemden tanım­ ki ncı-popülıs t ve liberal-muhafazakâr bö­
lanan resmî ideoloji ile sıcak bir ittifaka lünme ve gerilimler, bir üst belirleyici
girmesi de bu bağlamda bir sürekliliği olarak TSK’ya ve onun yorumlayıp yeni­
temsil eder. den tanımladığı “bekçilik” işlevinin çizdi­
Bir başka perspektiften bakıldığında, ği sınırlara tâbi olagelmişlerdir. Sorun, iki
resmî ideolojinin taşıyıcı ve bekçisi olan konuda ortaya çıkmakta: Merkez sagm
TSK ile merkez sağ ve solun tutturduğu laiklik ve Batılılaşma çizgisinden tam ay­
ilişkiden şu sonucu çıkarmak mümkün: rılmamasına karşın dindar kesimlere kar-
E G E M E M İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I , K U V V E T L E R İ

du".1 Sosyalizm, 1960'lar ortamında


bu tanım ekseninde Kemalizme ek­
lemlenmiş, popülerleşmiş, özellikle
kentli orta sınıflara çekici gelmiştir.
En geniş şekliyle, bütün insanların öz­
gürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkelerinin
ışığı altında, en iyi şekilde yaşamala­
rına ve gelişmelerine olanak veren bir
toplum düzenine kavuşma çabası bi­
çiminde özetlediği sosyalizm ideali,
Avcıoğlu'na göre, esas olarak tek ve
evrenseldir. Ancak ona ulaşmada ül­
kelerin koşullarına bağlı farklı yollar
mevcuttu: Batı sosyalizmi, Doğu sos­ 163
yalizmi, azgelişmiş ülkeler sosyalizmi
gibi.2 Sosyalizme geçiş için ise Türki­
ye'nin bir "millî demokrasi" dönemi
yaşaması gerekmekteydi. Bu nedenle
Doğan Avcıoğiu, bağımsızlıkçılık ve
yapılması gereken ilk iş anti-emper- anti-emperyalizmi m erkezî ilke olarak
yalist ve anti-feodal mücadeleydi. benimseyen, böylelikle milltciliğe açılan
Sosyalizme giden yol Önce buradan sol-Kemalizm çizgisinin tutkulu ve
üretken savunucusuydu.
geçmeliydi.3
Türkiye sosyalist çevrelerinde Avcı-
oğlu'nun Marksist olmadığına dair Kemalizmi kullandıkları yorumu ya­
hakim bîr görüş bulunsa da, o Mark- pılmıştır (Özdemir, 1986:275).
sizmi, "insanlık tarih sürecinin bütü­ Avcıoğiu, 1960'lı yılların ortaların­
nünü açıklayan tek yaklaşım" sayıyor­ dan itibaren başlayan, Özellikle Os­
du (A v c ıo ğ iu , 1978:89). Y ö n ile manlI tarihi çerçevesindeki ATÜT-fe-
1930'İu yıllarda yayınlanmış Kadro odalite tartışmalarında "Osmanlı fe­
dergisi sık sık karşılaştırılmış, Kadro­ odal bir üretim tarzına sahiptir" görü­
cuların, geliştirmek İstedikleri Kema­ şünden yana tavır koymuştur. Sol Ke­
lizm için Marksİzmi, Yöncülerin ise malizme bugün de hakim olan temel
yorumlamak istedikleri Marksizm için bir görüşe öncülük ederek, DP'nİn ik-

şı izlediği muhafazakâr bir “empati” poli­ dışlayıcı, zaman zaman da içleyici pratik­
tikası ve bürokratik seç kinciliğe karşı za­ ler içermiştir. Devlet seçkinlerinin 1980
man zaman sergilediği düşmanca tavır. müdahalesinden sonra dine karşı müsa­
Ancak merkez sağ ile resmî İdeoloji ara­ mahakâr tutumları ile -Kem alizm e uy­
sında din politikasına ilişkin siyaset fark­ gun, hijyen bir din anlayışı da olsa- 28
lılığı göründüğünden daha az süreklilik Şubat sonrasında siyasal İslâm’ı öncelikli
arz eden, iniş çıkışlarla dolu bir çizgidir. iç tehdit olarak ulusal güvenlik stratejisi­
Çünkü, resmi din anlayışının kendisi, nin temel hedefine dönüştürme yaklaşım­
konjonktüre bağlı olarak, zaman zaman ları arasındaki farkı işaret etmek yeterli.
dini kamu alanından radikal bir biçimde Türk merkez sağının merkezî bürokrasi
K E M A L I Z M

tidara gelişini, hatta 1945'ten başlata­ gelişmişliğinin de bu tezlere cevap


rak, karşt-devrim olarak nitelemiştir. verecek şekilde tahlilini beraberinde
1965 seçimleri sonucunda TİP'in al­ getiriyordu. TİP'çe savunulan birinci
dığı oy miktarı, parlamenter yola kar­ teze göre, Türkiye artık kapitalist bir
şı 2 aten zayıf olan inancını köreltmiş, ülkeydi. Dolayısıyla devrimin progra­
yazılarında "Filipin tipi demokrasi", mı sosyalist bir program olmalı, ön­
"cici demokrasi" gibi mevcut demok­ derliği işçi sınıfı üstlenmeliydi. Sosya­
rasinin biçimsel ve içi boş niteliğini lizme kitlelerin bilinçlenmesi ve par­
vurgulayan terimler ağırlık kazanmış lamenter yolla geçilecekti.
ve "azgelişmiş ülkelerde sandıktan M illî Demokratik Devrim fikri ise,
hep Amerika'nın çıktığı" fikrini ısrarla "Geniş Cephe" ya da "M illî Kurtuluş
işlemeye başlamıştır. Cephesi" adlarıyla önce Avcıoğlu ta­
Zaten Yön çevresi, ilk kurulduğu rafından işlenmiştir. Buna göre, Türki­
zamanlarda olumlu karşıladığı TİP'Î, ye'de devrimin iki aşaması olmalıydı.
daha sonra, "dar" bir bakış açısına sa­ Önce Batı'da burjuvazinin gerçekleş­
hip olduğu ve radikalleşen ara taba­ tirdiği demokratik devrim yaşanmalıy­
kaları ihmal ettiği ithamıyla şiddetle dı. Ancak Avcıoğlu, Batılı toplumların
eleştirmeye başlamıştır. Avcıoğiu'na gelişmesinde ilerici ve devrimci bir
göre, "TİP programındaki toplumsal rol oynayan sanayi burjuvazisini, Tür­
yapının tahlili ile ilgili uzun açıkla­ kiye'de bu yetenekte görmemekteydi.
malar elli yıl önce yazılmış çok genel Çünkü, sanayi burjuvazisi Batı'daki-
planda kalan bir 'çeviri'den ibarettir... nin aksine prekapitalist düzenin geri­
Batı aktarmacılığından öteye pek gi­ ci sınıflarıyla ittifak halindeydi. Böy-
dilmiş değildir," lece, sanayicisinden, ithalat ve ihra­
TİP çizgisiyle Avcıoğlu arasındaki catçısından, tefeciye ve toprak ağası­
ayrışma, 1960'h yılların sonlarında na kadar uzanan bir tutucu egemen
şiddetlenen, Sosyalist Devrim-Millî sınıflar koalisyonu ortaya çıkmaktay­
Demokratik Devrim tartışmasında de­ dı. Yine de Avcıoğlu, burjuvaziyi bir
rinleşmiştir, Bu tartışmanın Özünde, blok olarak karşıya almaktan kaçınıl­
devrimin kimin önderliğinde olacağı ması gerektiğini, kendi aralarındaki
ve devrimcilerin programlarının ne çıkar çatışmalarından dolayı, bir kıs­
olması gerektiği soruları yatıyordu. mının, millî sanayii geliştirmek iste­
Bu Türkiye'nin sınıfsal yapısının ve yen milliyetçilerin yanında yer alabi-

ve seçkinler karşısındaki amipatisine ge­ “eski bürokrat" çevreye indirgendi


lince: 1980 sonrasında ANAP’ın başlattığı TSK’nın siyasal belirleyiciliğinin Os­
ekonomik liberalizm atağı ile bürokrasi, manlI’dan devralman tarihsel ve kültürel
teknokrat kimlikli serbest piyasacı yöneti­ mirasa dayandığını ve bu vasi rolün top­
ciler tarafından işgal edildi. ANAP iktida­ lumun bilincine kök salmış olduğunu
rından başlayarak, Türk siyasetinde sivil kabul etmek, analizi, bu kültürü oluştu­
iktidar odağı bürokrasiye kayınca, TSK ve ran yapı taşlarından birisi olarak sivil si­
merkez sağın Cumhuriyet tarihi boyunca yasete kaydırmamızı engellemez. Bunu
bürokrasi üzerinde sürdürdüğü çekişme yapınca da sivil kesimin liberalizm anla­
büyük ölçüde anlamını yitirdi; en azından yışı ve demokrasi vizyonunun çok sınırlı
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ

leceğîni söylemiştir. Ancak millî de­ ğin Batı'nın sömürüsünün doğurduğu


mokratik devrim, işçi, köylü, aydın, bir sonuç, dışsal bir olgu olduğu şek­
gençlik, esnaf ve m illî sermayenin lindeki klasik emperyalizm anlayışı
oluşturacağı bir cephe tarafından ger­ da buna paraleldir. Marksizmin 19.
çekleştirilecekti.4 Sosyalist devrim İse yüzyıl İçin açıklayıcı bir bakış açısı
bundan sonra gelecek ikinci aşamay­ olduğunu, 20. yüzyılda ilerlemenin
dı. Küçük burjuvazi, Avcıoğlu'nun ulusal kurtuluş savaşları ile yürüyece­
sözleriyle "ara tabakalar", gerçekleşti­ ğini ileri süren Şevket Süreyya Ayde-
rilecek devrimin temel gücüydü. Çün­ mir'in bu merkez-çevre perspektifin­
kü çıkarları, modernleşme ve hızlı den ve onun temsil ettiği Kadro dev­
kalkınm adan yanaydı, kendilerini letçiliğinden de hayli etkilenmiştir
toplum hayatındaki Önemli rolleri do- Avcıoğlu. Zaten Şevket Süreyya Ayde­
layısı ile, öncü bir rol oynamaya, Özel mir Von'ün yazarları arasındadır. Av-
çıkarlarının üstüne çıkmaya zorlayan cıoğlu'nun tarihe ve Osmanlı tarihine 165
tarihi bir misyonun sahibi sayma eği- bakışı ise, Niyazi Berkes etkisi taşır.
limindeydiler: "M illî kurtuluş hareketi Sömürge durumundan yeni kurtulmuş
safhasında, mücadelenin ideolojik bulunan ulusların, "Asya üretim tar-
alanda öncülüğünü, istesek de iste­ zı"na benzer toplum biçimlerinden,
mesek de, aydınlar yapacak, gerekli kapitalist aşamayı atlayarak sosyaliz­
kadroyu geniş ölçüde onlar sağlaya­ me geçişlerinin mümkün olabileceği­
caktır. Bu konuda her türlü romantiz­ ne İlişkin, Yves Lacoste'un çalışmala­
mi, aydın sosyalizmi gibi çocukça kö­ rından etkilenmiştir. 1960'lt yıllarda
tülemeleri bırakarak, gerçeği olduğu Peru, Mısır, Libya gibi bolca örneği
gibi görmeliyiz."5 olan "İlerici" askerî rejim uygulama­
Avcıoğlu'nun bu görüşlerini şekil­ ları da onun ilham kaynakları arasın­
lendiren kaynaklar aranırsa, ilkin, dadır. Yine 1950'li yılların ilk yarısın­
1960'lı yıllara damgasını vuran "az­ da bulunduğu Fransa'da, başbakan­
gelişmişlik" teorileri akla gelir. "B a ­ lardan PierreMendes France'ın parla­
ğımlılık Okulu"nun etkisinde gelişen mentoya karşı güçlü hükümeti savu­
"azgelişmişlik" kavramı, bağımlılaş- nan görüşünden etkilendiği, bu görü­
ma aşamalarının irdelenmesi İle ba­ şün, "zinde güçler" adını verdiği, or­
ğımlılığı alt edecek devrim stratejisini du, aydınlar ve gençliğe dayanarak
iç içe kuramlaştırıyordu. Azgelişmişli­ reformları gerçekleştirecek olan hü-

olması nedeniyle egemen kamu felsefesi rünü, yaşamları boyunca kaile almak zo­
ile radikal sorunlar yaşamadığı ortaya rundalar, Siyasal dengeleri korumak uğ­
çıkmakta. Ancak siyaset sınıfına çok da runa askerîyenin gücünü bir veri olarak
haksızlık etmemek gerek. TSK’nın “bek­ kabul ederek etik bir sapmaya itilmekte­
çi” rolü, Türkiye siyasetinin varlık ve ha­ dirler; Bir yandan askerin gözünde meş­
reket alanının sınırlarını belirlediği süre­ ruluk kazanmaya yönelik bir söylemi ha­
ce siyasetin oyunu kendi doğal kuralları­ zır tu tark e n , seçim lerd e p a rtilerin e
na göre oynanamamaktadır. Bütün sivil emekli general devşirme yarışına girişip,
siyaset yapıları, tutum, strateji ve ideolo­ Millî Güvenlik Kurulu’nun icrayı yönlen­
jilerini derinden etkileyen bir ordu faktö­ diren üst belirleyiciliğine karşı çıkmayıp,
K E M A L İ Z M

kümet modelini benimsemesine yar­ en fazla yankı uyandıran siyasal ki­


dımcı olduğu söylenebilir (Özdemir, taplarından biridir. Özellikle yayım­
1987:36). lanmasını izleyen kısa dönemde, fa­
Bunlara, Y ö n dergisini çıkarırken kat sadece o dönemde değil, yaklaşık
kurduğu Yon Yaytnları'nda yayımla­ 1970'lerin sonlarına dek genç kuşak­
dıklarının, etkilendiği yazarlar ve ki­ ların umumî bir sol düşünce doğrultu­
tapları olduğu kabulü de eklenebilir. sundaki arayışlarını karşılayan başlıca
Örneğin, S o sy a lizm ve İslâm iyet (Ga- popüler eserlerden biri olmuştur. On
raudy). Yo ksu l Ü lk e le r N a s ıl S o y u lu ­ yd içinde on üç baskı yapmıştır. "Jur-
y o r? (Jalee), A m e rik a n H a rp Doktrin- nalistik", yani gazeteci üslûbunda ya­
teri (Fahri), A sya'd a M a rksizm ve M il­ zılmış olan T ü rk iy e 'n in D ü z e n i'nde,
liy e tç ilik (d'Encausse/Schram), B a tıcı­ Türkiye'nin azgelişm işliğinin, Ba-
lık, U lu s ç u lu k ve Toplum sal D e v rim ­ tı'ya/ABD'ye bağımlılığının tarihsel
le r (Berkes), S ın ıf A ç ıs ın d a n A z g e liş ­ gelişimi eleştirel bir gözle İncelen­
m iş lik (Lacoste), gerçekten dönemi mekte, "devrimciliği sona erdirip Tan­
açısından yeni ve radikal fikirler ileri zimat Batıcılığım yeniden başlatan
süren eserlerdi. Garaudy'nin S o sy a ­ 1950 karşt-devriminin” ülkeyi soktu­
liz m ve İslâ m iye t adlı kitabını basa­ ğu bağımlı kapitalistleşmeye yola kar­
rak, muhtemelen, "Müslüman ülke­ şı, "milliyetçi-devrimci" bir hızlı kal­
lerde ve İslâm'da sosyalizm olduğunu kınma yolu aranmaktadır.
yayarak, Silahlı Kuvvetler mensupları­ 1967-68'den itibaren bağımsız se­
na, sosyalizmin, Türklere pek uzak natör Cemal Madanoğlu'nun etrafın­
olmadığını" anlatmak istiyordu (Kü­ da, İlhan Selçuk, İlhami Soysal, eski
çük, 1986:294-295). M BK üyesi Osman Koksal gibi kişile­
1967'de Yön'ün kapanması üzerine rin yanında, bir grup muvazzaf kur­
Türkiye tarihine eğilen Avcıoğlu, may albayın katılımıyla oluşan gru­
1968'de Bilgi Yayınevİ'nden, en ünlü bun teorisyeni olan Avcıoğlu, bu yol­
eseri olan T ü rk iy e 'n in D ü z e n i'ni ya­ la Türk Silahlı Kuvvetleri ile fiilî ilişki­
yım ladı. Arkasından, 1969'da yine ye girmiş oldu ve 1969'dan itibaren
aynı yayınevinden 31 Mart'ta Yabancı Türkiye'nin sorunlarına ürettiği çö­
Parm ağı adlı çalışması geldi. T ü rk i­ zümlerin temel uygulayıcısı olarak
y e 'n in D ü z e n i: D ü n - B u g ü n - Y a r ın , gördüğü orduya doğrudan mesajlar
kuşkusuz Türkiye'nin yakın tarihinin vereceği D e v rim 'i yayımlamaya baş-

fırsat doğduğunda eleştirel bir söylem


HANGİSİ DAHA SİVİL? DP, ANAP VE RP?
tu ttu rm aktalar. H içbir siyasal grup,
TSK'nın, devletin bekasını koruma ge­ Türk siyasal yaşamında, TSK’nın çizdiği
rekçesiyle hakim ideolojiyi yeniden ta­ çerçevenin dışına çıkmayı başararak ikti­
nımlayarak iktidara müdahale yeteneğini darı sivilleştirdikleri iddia edilen DP
bertaraf edebilmiş değil, askeri bürokra­ ( 1 9 5 0 -1 9 6 0 ) , ANAP (1 9 8 3 -1 9 9 3 ) ve
si, her müdahaleden sonra demokrasiye RP’nin (1996-1997) iktidar dönemlerine
geçiş koşullarını ve yapılarım sonuna ka­ ilişkin olarak ne söylenebilir? DP’nin, re­
dar denetlemekle ve sivil rejimlerin gele­ jim in kurucu ideolojisi ve orduya dair
ceğini ipotek altına almakta. politikası üzerindeki değerlendirmeler
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ

ladı. D evrim , 21 Ekim 1969-27 Nisan açmaktadır. Subaylar, büyük feodalle­


1971 arası 79 sayı yayımlanacak, te­ rin ellerindeki siyasî iktidar karşısın­
mel okur kitlesi genç subaylar olacak­ da, bu toplumsal grupları temsil et­
tır. Yalçın Küçük'ün deyişiyle, Avcıoğ- meye y ö n e le b ilirle r" (A vcıo ğlu,
lu, Yön'de yaptığı topçu atışlarından 1984:1184). Marksizmin orduya bakı­
sonra, D e v rim 'le tank savaşını başlat­ şını da eleştiren Avcıoğlu, "orduyu
mıştır (Küçük, 1985:286). Yani şimdi hakim sınıfların elinde itaatkâr bîr
hedefinin tam karşısında mücadele alet olarak düşünmek büyük bir hata­
etmekte ve ona son darbeyi vuracak dır" der ve şunları ekler: "Memleketi­
gücü yanına almaya çalışmaktadır. mizin Batılılaşma hamlelerinde, ordu,
Gerçekleştirilmesi amaçlanan dev­ daima ilericilerin safında yer almıştır.
rimin esas "vurucu" ve "öncü" gücü Bugün de, ilerici kuvvetlerin Anaya­
ordudur. Ordu, reformları gerçekleşti­ sadan da [vurgu benim-EMİ kuvvetli
recek olan kadronun hem içindedir teminatı ordudur."7 167
hem de önünü açacaktır. 27 Mayıs, Avcıoğlu,"... 'aşırı sağa da, aşırı so­
22 Şubat ve 21 Mayıs örneklerini, or­ la da karşıyız' idare-i maslahatçıları,
dunun siyasî gelişmelere müdahale darbe yapabilirler, ama hiçbir zaman
potansiyelini göstermesi bakımından devrim yapamazlar..." görüşüyle, or­
referans alır. Avcıoğlu'na göre, "ordu­ du içindeki cunta oluşumlarının mü­
nun mutlaka faşizm getireceğini ileri dahale aşamasına yaklaştığı dönem­
sürenler, her şeyden önce Nasır dene- de, "darbe"nin "devriırTe dönüşmesi
m esini ayd ın lığ a çıkart m a lıd ır­ için gerekli gördüğü bir "program"
lar...Başkan Nasır'ın,..açıkladığı prog­ hazırlığı yapmıştır. M DD'nin ilk aşa­
ramı oldukça ileri sosyalist bîr prog­ masında yer alacak toprak reformu,
ramdır."6 Azgelişmiş ülkelerde ordu­ NATO'dan çıkmak, bankacılık, dış ti­
nun sınıfsal dayanağını da Duver- caret ve sigortacılığın devletleştiril­
ger'nin etkisiyle şöyle açıklamaktadır: mesi gibi somut konulara dair görüş­
"Ordu, bazen solcu bir politik güç leri ayrıntılı olarak, Şubat 1971'de yi­
olabilir...Günümüzün bazı azgelişmiş ne Bilgi yayınevinden, hazırlanmakta
ülkelerinde durum böyledir. Buralar­ olan "sol darbe" için adeta hükümet
da askerî okullar, fakir sınıflara ya da programı olarak hazırladığı D e v rim
küçük burjuvaziye mensup kabiliyetli Ü ze rin e adlı kitabında mevcuttur. Av-
çocuklara toplumsal yükselme yolu cıoğlu'nun tasarladığı hükümet prog-

birbirinden çok farklı. Bir görüşe göre kendi partizan çıkarları adına “asayiş”i
Milli Kurtuluş Savaşı’nı yürüten ve rejimi sağlamakla görevlendirerek tahrik ve
kuran partinin karşısında olmanın getir­ mağdur etmiştir.8 DP’nin Atatürk’ün laik
diği kompleksle, askerî yapı ve zihniyet­ devrimlerinden sapması, orduyu İhmal
ten hem çekinen hem de uzak durmaya etmesi ve demokrasiyi açılımcı değil ka­
çalışan bir haleti ruhiye içindedir,7 Bir panmacı bir mecraya sokması da listeye
başka görüşe göre ise DP, Erken Cumhu- eklenerek 1960 müdahalesinin gerekçele­
rivei’te Atatürk’ün temelini attığı iddia ri sıralanır. Türk solunun bir bölümü bu
edilen “tarafsız ordu” geleneğini yıkarak, darbeyi halka güvenmeyen, onu vesayete
Silahlı Kuvvetler’i, rakip parti karşısında muhtaç bir kalabalık sayan, solu macera-
K E M A L İ Z M

ramı, "kapitalist olmayan kalkınma nan planlı sanayileşme, ülkenin kal­


yolu" tasarımına dayanır. Bu "m illî kınmasını gerçekleştirmek ve ekono­
devrimcî kalkınma yolu"nu Avcıoğlu, mik bağımsızlığını sağlam temellere
"komünist kalkınma yolu" ve "Ameri­ oturtmak am acını gütmektedir. 6.
kan tipi kalkınma yolu"na alternatif Kaynakların hem malî, hem de fizikî
olarak düşünür. Kemalizmin ilk döne­ planlamasını öngören şümullü ve ger­
m indeki "b ize-ö z g ü cü lü ğ ü n " ve çekleştirilmesi zorunlu bir plan, bu
üçüncü yolculuğun yeni bîr versiyonu tip kalkınmanın vazgeçilmez aracıdır.
niteliğindeki bu savın kuramsal ar- Avcıoğlu, bu modele uygun olarak
kaplanında, Sovyetler Birlİğİ'nin geri kalkınma stratejisini de şöyle çizer: 1.
kalmış ülkeler için sunduğu sosyaliz­ Kalkınma programlarına göre öncü
me geçiş modelleri de bulunabilir, sektör sanayi olmalıdır. 2. Çok yüksek
Avcıoğlu'nun "M illî devrimci kalkın­ bir yatırım ve tasarruf oranı sürdürül­
ma yolu"nun ana çizgileri şöyle özet­ melidir. Bu egemen sınıfların lüks tü­
lenebilir: 1. Kamu sektörü, ekonomi­ ketimi kırılarak, tarımsal üretimde bü­
de daimi bir yere sahiptir. Kamu sek­ yük çiftlikler kurularak gerçekleştirile­
törünün büyüme hızı, özel sektör bü­ bilir. 3. Sanayi yatırımlarında ağır sa­
yüme hızından daha yüksektir. Böyle- nayiye yönelinmeli ve 'dengesiz bir
ce, kamu sektörü giderek bütün eko­ gelişme modeli' izlenmelidir. Bu mo­
nomide egemen duruma gelmektedir. dele göre ekonominin daha yüksek
2. Stratejik nitelikteki belli üretim kol­ bir aşamaya ulaşması için, bir süre
ları devletin elindedir. Bu faaliyetler­ bazı sektörler ihmal edilebilir. 4. Kar­
de kamu sektörü egemenliği, en kısa ma teknoloji (gereğine göre ileri ve
zamanda gerçekleştirilmelidir. 3. Bi­ geri teknoloji bir arada) kullanılmalı­
rinci ve ikinci şıklar sonucu, tekelci dır. 5. Teknik ve mesleki eğitim hız­
karakterdeki yerli ve yabancı serma­ landırılmalıdır. 6. Dış ticarette ithal
yenin faaliyet alanı daraltılmaktadır. ikamesine öncelik tanınacaktır. Avcı-
4. Ortaçağ kalıntısı sınıfların tasfiyesi oğlu'na göre "millî devrimci kalkınma
ve tarımın kalkınmada gerekli rolü yolu Kemalist tezin temele indirilme­
uygulayabilmesi için, köklü bir toprak sinden ve böylece Atatürk devrimleri-
reformu zorunludur. 5. Temel sanayi­ nin devam ettirilmesinden başka bir
lerin kurulmasına öncelik veren ve şey değildir". Avcıoğlu, 1982-83 yıl­
esas itibariyle kamu sektörüne daya­ larında kendisiyle görüşen Hikmet

alığ a teşvik eden müdahaleler geleneği­ politikası oluşturma tasansından, milli sa­
nin başlangıcı olarak değerlendirir. Bir di­ vunma bakanlığına emekli bir albayı ata­
ğer bölümü ise 1960 ile askerî bürokrasi­ maya kadar gelişen bir “sivilleşme" altya­
nin, DP’nin himayesindeki yükselen bur­ pısı hazırlığı içinde olduğunu söylemek
juvaziye ve muhafazakâr kitleye karşı mümkün. Arka zeminde ise belirleyici
“ilerici" bir darbe yaptığını düşünür.9 ilişki CHP ve lideri İsmet İnönü’nün TSK
DP iktidarının subayların emir eri kul­ ile rejimin bekçiliği konusunda geliştirdi­
lanımım iptalden başlayarak, askerî yargı­ ği göz ve dirsek temasıdır (Arcayürek,
nın bağımsızlığına karşı harekete geçme­ 1985: 315-317). Ancak “neye karşı bekçi­
ye, orduda reform ve yeni bir savunma lik" sorusunun cevabını vermek güç, Ge-
e g e m e n İ d e o l o j i v e t ü r k s i l a h l i k u v v e t l e r i

Özdemir'e, T ü r k iy e 'n in D ü z e n i'n d e dört cilt olarak yayımlanan M illî K u r­


anlatılan üç kalkınma yolu hakkında, tu lu ş T a rih i'n i (1974-1975), ölümü
"aslında sosyalist ve kapitalist yollar­ nedeniyle yarıda kalan beş ciltlik
dan başka bir üçüncü yolun bulun­ Türklerin Tarihi (1978-1982) ile çeşitli
madığını; orada sözü edilen 'M illî gazetelerde yer almış makale ve yazı
Devrimci Kalkınma Yolu' adlandırma­ dizilerini içeren D e v rim ve D e m o k ra ­
sının 1971 öncesinin özel koşulları si (1980) izledi. Avcıoğlu, T ü rkiye 'n in
dikkate alınarak düşünüldüğünü" D ü z e n i'nde, Türklerin ve Türk devle­
[vurgular benim, EMİ anlatacaktır. tinin tarihte "kudretli ve ileri" olduğu
Birçok kaynaktan çıkan ortak nok­ dönemlerden özlem le bahsetmişti.
ta, Avcıoğlu'nun 12 Mart 1971'den T ürklerin Tarihi'nde, Atatürk'ün Türk
önceki dönemde, "çok geç kalındığı­ Tarih Tezi programını, "ırkçı olma­
na" ve derhal harekete geçilmesi ge­ yan" bir temelde sürdürmeyi hedefle­
rektiğine dair sürekli uyarılarda bu­ diği söylenebilir. 169
lunduğudur. 9 Mart'ta yapılması plan­ Türk entelektüel yaşamının görmeye
lanan "sol darbe" yerine gerçekleşen alışık olmadığı çalışkanlıktaki Avcıoğ-
12 Mart askerî darbesi ve beraberinde lu, en verimli çağında, 57 yaşında,
getirdiği işkenceler, baskılar ve yasak­ 1983'te mide kanserinden ölmüştür.
lar, "ordunun ilericiliği" varsayımına
dayanan bu siyasî hareketin sonunu DİPNOTLAR
getirmiştir. Böylece, kapitalizmin bu 1 "Yapıcı M illiy e tçilik", Yön, sayı:4, 10
kadar hakim olduğu bir dönemde, te­ Ocak 1962.
melde onun yarattığı sınıflara yasla­ 2 "Sosyalizm Anlayışımız", Yön, sayı: 36, 22
nan bîr siyasî programı olmayan hare­ Ağustos 1962.

ketlerin bir sonuca ulaşamayacağı gö­ 3 "Sosyalist Gerçekçilik", Yön, sayı:39, 12


Eylül 1962.
rülmüştür.
12 M a rt'ın ertesinde A vcıo ğlu, 4 "Sınıf Mücadelesi, Sosyalizm ve Milliyetçi­
lik", Yön, sayı:182, 23 Eylül 1966.
"Madanoğlu Davası"ndan hapse atıl­
5 "Bir Sosyalist Stratejinin Esasları", Yön, sa-
dı, Ziverbey Köşkü'nden geçti. Dava yı:185, 14 Ekim 1966.
beraatle sonuçlandı. "Türk Bonapar-
6 "Sosyalist Gerçekçilik", Yön, sayı:39, 12
tizminin en seçkin kuramcısı" (Özde- Eylül 1962.
mir, 2000:45) bu yenilgiden sonra 7 "Sosyalist Gerçekçilik", Yön, sayı:39, 12
araştırmalara yöneldi. Önce üç sonra Eylül 1962,

rekçe listesi uzun olmasına rağmen ikna arasında, belirli bir sivilleşme planı çer­
edici bulmak pek mümkün değil. Dolayı­ çevesinde hareket ederek resmî ideoloji­
sıyla müdahaleyi tetikleyen nedenler ara­ nin TSK aracılığıyla kamuya müdahale
sında DP’nin, demokrasi kültürünün ye­ gücünü sınırlandırmaya çalışmıştır. Ör­
tersizliğine rağmen, kurucu ideolojinin nek olay da, Başbakan Turgut Özal’m, ge­
askerî kanat aracılığıyla yeniden tanımla­ nelkurmay başkanlartnın haleflerini ken­
narak siyasette ağırlık kazanmasını engel­ dilerinin belirlemesi geleneğini bozarak,
leyici bir tavır içinde olması gösterilebilir. 1987 Agustos’unda Orgeneral Necip To-
Yaygın bir kanıya göre, Turgut Özal li­ rumtay’ı genelkurmay başkanı olarak
derliğindeki ANAP yönetimleri, 1983-91 atamasıdır. Ancak bu çıkışın başarılı ol-
K E M A L İ Z M

Türk Anayasal düzeninde askeri yargının yargı denetimi dışında tutulması ve gerek
atama gerek denetim açısından adliye dışı (askerî komota düzeniyle belirlenen) bir
mekanizmaya tabi olması, Taba Parla’y a göre, askerî bürokrasinin idare dışında, askeri
yargının da yargı dışında görülmesinin apaçık ifadesidir.

masının nedeni, 1980 müdahalesini ger­ şan Turgut Özal’ın kızgınlığını çekmekte­
çekleştiren askeri grubun içindeki çatla­ dir. Askerî bürokrasi içerisinde, Özal kar­
madır. 1980 darbesinin lideri Cumhur­ şıtı grubun sivil otoriteye itaat konumun­
başkanı Kenan Evren, genelkurmayın da olmadığını ve bu durumun, icraatla­
adayı olan O rgeneral N ecdet Ö zto- rıyla ülkede bir destek tabam yakaladığı­
run’dan değil hükümetin adayından yana na inanan hükümeti rahatsız ettiğini be­
tavır koymuş ve sorun böylece çözül­ lirten kanıtlar var: "... Orug ve Ö zto­
müştür: “...ben yok o olmasın bu olsun run’un davranışlarından demokrasiye ge­
deseydim Öztorun olurdu. Ama isteme­ çemediğimizi anımsattım (Özal’a). Bilhas­
dim böyle bir şey olmasını, çünkü To- sa Öztorun’un dengesiz ve ölçüsüz dene­
rumtay’m olmasını ben de arzu ettim. cek davranışları, ikimizin de gözünden
Benim de gönlümde o yatıyordu...”10 kaçmamıştı. Öztorun, İstek yerine her ko­
Sivil iktidarın bu kararında temel et­ nuşmada adeta muhtıra verir havada dav­
ken, genel kanının aksine, askeri bürok­ ranıyordu. Özal her halinden rahatsızdı...
rasinin siyasetten geri çekilmiş görünü­ MİT bilhassa Güneydoğu ile bilgileri ön­
müne rağmen perde gerisinde iktidarda celikle askerlere ve Evren’e vermekte ısrar
sö2 sahibi olma yarışını hâlâ sürdürüyor ediyordu... askerlerin ... hüküm etten
olmasıdır. Erken emekliliğini isteyen, iş- uzak kalmaya çalıştıkları belli İdi.’’"
başındaki Genelkurmay Başkam Necdet Askerlerin, gereken uyum ve işbirliğini
Ürug, kendi yerine geçmesini tasarladığı göstermemeleri anlamında hükümetten
Orgeneral Öztorun’un desteği ile 1989 “uzak kalmaları”, aslında genişlemiş bir
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday ol­ siyasal özerkliğin tezahürüydü. 1982
mayı düşünmekte ve aynı arzuyu payla­ Anayasası, daha önceki anayasa ile ba­
E G E M E N I D E O L O J İ VE T Ü R K S I L A H L K U V V E T L E R İ

kanlar kuruluna güvenlik konularında setlerin birer alternatif olmaktan çıkarıl­


“tavsiye" fonksiyonu olan sivil ağırlıklı ması, Refah Partisi kadar, belki ondan da
bir MGK’nın yerine, tavsiyeleri bakanlar çok Türkiye’nin merkez sağ çizgisini
kurulunda öncelikli olarak görüşülen ve sarstı. Merkez sağın bir partisi, DYP, par-
ancak cumhurbaşkanının sivil kesimden yalaştınlıp siyasal alanın dışına itilirken,
gelmesi durumunda sivillerin ağırlıkta İkincisi, ANAP, müdahale süreci ile bü­
olacağı bir MGK oluşturmuştur. Aynı tünleşmesine, sivilleşme konusunu arada
Anayasa, toplumsal ve siyasal yaşamın sırada yaptığı çıkışlar dışında terk etme­
odağında yer alan birçok kurumun üst sine, “irtica" ile bağlantısının olmaması­
yönetim kurullarına asker üyelerin atan­ na ve her iki partinin de tarihsel olarak
ması usulünü getirmiştir. Sivil iktidarlara devletçi söylemle bütünleşme anlamında
koşulsuz tabiiyet yerine, oluşturdukları olumlu bir pratiğe sahip olmalarına rağ­
politikalara uyan ve veto yetkisinin yük­ men, belki de tam bu yüzden, TSK ile
selmesini kolaylaştırıcı etmenler arasında şiddetli bir gerilim içine girdiler, “lrti-
güneydoğudaki savaş, Körfez Savaşı’ndan ca”yı denetim altına alan ılımlı bir mer- 171
sonra başlatılan Kuzey İrak operasyonla­ kez sağ çizgisi hep varolagelmekle birlik­
rı, ABD’nin bölgeyle ilgili stratejisinde te, 28 Şubat’ın dinamikleri, merkez sağ
Türkiye’nin asker! gücünün büyük önem yapıları ittifak kurulacak odaklar olarak
kazanması da sayılmalı. Doğru Yol Parti- değil, devletin yeniden tanımladığı din
si’nin her iki liderinin (Süleyman Demirel politikasına ters düşen odaklar olarak ta­
(1987-1993) ve Tansu Çiller (1993-) baş­ nımladı. Yani uzun bir iktidar geleneğine
bakanlığı sırasında TSK ile herhangi bir rağmen, bir merkez sağ partisi boşluğu
sorun yaşanmamış, Refahyol iktidarı ile yaratıldı. 28 Şubat’m en radikal sonuçla­
birlikte (1996-97) bu uyumlu sürecin so­ rından birisi bu dur.
nuna gelinmiştir, Şu ana kadarki analizden ortaya çıkan
TSK’mn 28 Şubat 1997 müdahalesinin sonuç şu: 28 Şubat müdahalesinin meşru­
ve onun ardından başlattığı merkez sağı luk kaynağı, rejimin kurucu ideolojisidir.
yeniden yapılandırma harekatının hedefi Ancak bu saptama bize, bu müdahalenin
RP idi. Kurucu ideoloji, mevcut kon­ siyasal tercihlerinin yönü, tasarımı, sınır­
jonktürde bir “ö teki"nin, yani RP’nin ları ve aktörleri konusunda fazla bir şey
varlığının itmesiyle cumhuriyetçi bir ref­ söylememekte. TSK ile egemen kamu fel­
leksle “irtica’’yı temel iç güvenlik tehdidi sefesi arasındaki bağlantıya, sivil siyaset
konumuna yükseltti. Sivil kesimin “ay­ de yapılanmasıyla, kültürüyle, aktörleriy­
dınlar", “bölücüler" ve “irticacılar” sıfat­ le müdahaleci değişken olarak katılmakta
larıyla olumsuzlanması,'2 solun, muhafa­ ancak “belirleyici” olamamaktadır. Bu
zakâr sağın, mevcut merkez solun, mer­ noktada sürecin niçin ve nasıl geliştiği so­
kez sağın, kimlik politikalarının ve kuru­ rularına ışık tutacak olan perspektif,
cu ideolojinin bütün eleştirel tüketicileri­ “toplum ve ordu", “ordunun kendi çıkar­
nin, yani alternatif ideolojilerin yolları­ ları” ve “güvenlik kavramının a raçs ali aş­
nın kesilmesini amaçlıyordu. Bu durum­ tırıl ması "dır.
da, 1999 seçimleri güzergâhında, milli­ Ancak önce 28 ŞubatYn hedefi olan
yetçi ve yalnızca temiz politika yapmakla RP'nin “sivilliği” konusunda kısa bir not
-yani anti-siyasallıkla- maruf iki siyasete düşmek gerekir. Gerek Refahyol iktidarı,
yol açılıyordu. İktidarların sivilleşeme- gerekse daha önceki muhalefet dönemin­
mesi sorunsalına katkıda bulunacak, 28 de, bu partinin çoğulcu bîr demokrasiye,
Şubat’la ilgili iki hususu belirtmekte ya­ din-içi çoğulcu bir duruşa ve düşüncelere
rar var: Milliyetçilik dışında bütün siya­ inancı konusunda yoğun bir kuşku doğ-
K E M A L İ Z M

muştur. MGK’nın anayasal fonksiyonları­ doktrini yoluyla siyasal bekçilik rolünü


nın, Anayasa dışı rol ve ağırlığının sınır­ pekiştiren ve yeniden üreten strateji; 3,
landırılması yönünde bir girişimi, ya da ordunun yaşadığımız kamu felsefesini
MGK’nın 28 Şubat 1997’deki kararlarına kendi kurumsal, onursal ve iktidarsal çı­
imza atmamak biçiminde alenî bir karşı karlarını sürdürme amacıyla yeniden be­
duruşa geçmesi söz konusu olmamıştır, lirleme yeteneği.
Refahyol hüküm etinin istifasından ve
partinin kapatılmasından sonra başvur­ TOPLUM DESTEĞİ VE GÜVENİLİRLİĞİ*8
duğu dem okratikleşm e söylem i, hem
inandırıcılıktan uzaklığı hem de 28 Şu- TSK’nın, özellikle 28 Şubat süreci olarak
bat’ın partinin siyasal rolünde ve etkisin­ adlandırılan müdahale sonrası siyaseti ya­
de yol açtığı gerileme nedeniyle Türki­ pılandırma döneminde, siyaset sınıfını bir
ye’deki ordu-siyaset ilişkilerim etkilemek­ müttefik olmaktan tümüyle çıkararak
ten çok uzaktır. En önemlisi, Kemalizm topluma dönüş yaptığını gözlemlemek
172 ile İslamcı siyasetin birbirleriyle temas ve mümkün. Özellikle medya aracılığıyla,
buluşma noktaları vardır. Her İkisi de vatandaşların kendilerine, toplumlarına
kestirilebilir birer toplum yaratma hülya­ ve demokrasiye ilişkin anlayışları günlük
sında; her ikisi de devleti adeta sagduyu- hayatın ritmine yedirilerek yeniden şekil­
sal biçimde itaat gösterilmesi gereken bir lendirildi. Örneğin, Türk toplumunun
kudret odağına dönüştürmekten ve siya­ kimlik politikalarının ortaya attığı sorun­
seti Kemalist ya da İslamcı değerlerle iyi­ lardan yalıtılması İçin siyasetin dışında,
ce moralize etmekten yanadır. ötesinde, dokunmadığı bir yerlerde oluş­
turulan birleştirici değerler sabi ilendi. Bu
ülkenin birlik, bütünlük ve selameti için
EGEMEN KAMU FELSEFESİNİ
_________ YENİDEN pRETMEK tekçi değerlerle içi doldurulmuş bir siya­
sete ihtiyaç gösterilince (birlik, bütünlük,
Ordu-kamu felsefesi ilişkilerinin bir ikin­ laiklik) siyasette içerik önemini yitirdi,
ci eksenini, bu felsefenin yaşama dönüş­ yöntem ağırlık kazanmaya başladı. Dar
türülmesi faaliyetinin oluşturduğunu be­ değil, yaygın bir hegemonya, pasif değil
lirlemiştik. Sorun, bu yeniden üretim sü­ aktif bir onayın hedeflediği bu stratejide,
reci sırasında resmî ideolojinin niçin, na­ 8 yıllık eğitim reformu ile ve Gramscici
sıl ve hangi yapılara hizmet eder bir bi­ anlamda hegemonya aracı olarak zora de­
çimde değişime uğradığı ya da uğramadı­ ğil eğitime ve şekillendirmeye dayanan
ğıdır. Kemalizmi -ve bu arada kendini bir devlet anlayışı yürürlüğe sokuldu
de- metamorfoza uğratarak yeniden üret­ (Gramsci, 1971: 242). Dolayısıyla, 1997
tiği varsaydığımız TSK’nın bu uğurda ya­ sonrası ordu-toplum ilişkisi modelini
rarlandığı çok net olan iki araçtan birisi geçmişten farklı kılan yan şudur: TSK’nın
askerlik yoluyla erkek vatandaşlara Ke­ yükselen siyasal özerkliğinin gerçek sırrı
malist devlet, birey, toplum, demokrasi. kontrol-merkezli stratejisinde değil “he­
Batılılaşma ve hijyenik resmî din anlayışı­ gemonyaya nza gösteren vatandaş üret­
nı benimsetmek, İkincisi de rejimin para­ me" projesine medya ve sivil toplum ku­
metrelerini gerekirse müdahale yöntemi ruluşlarını katarak eğilmesinde yatar. Or­
ile koruyabilmektir. Ben bu bölümde üç dunun kendi kendine atfettiği “siyaset üs­
önemli aracı problematize edeceğim: 1. tü” sıfatı, toplum-iktidar ilişkilerini de­
Özellikle 28 Şubat’tan sonra çok büyük ğiştirmeden, sınıflararası ittifaklar kurma­
bir ivme kazanan toplumsal destek üret­ dan, tüm çıkarları içinde toplayan “daha
me politikaları; 2. iç tehdit ve güvenlik yüksek bir sentez” yaratma çabasına gir-
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H I K U V V E T L E R İ

meye cevaz vermiştir. Tekçi siyaset, bir- geleneğin gücü bu ruhu yakalamaya yeti­
lik-bütünlük temaları ve törenlerle, top­ yor. Otoriteye, düzene, orduya, siyasete,
lan tılarla, anma m erasim leri, yandaş modemizme ve kapitalizme tartışmasız ve
medyalar, butun eğitim kurumlan, gele­ müzakeresiz bir rıza isteniyor. Bunun as­
neksel Kemalist bürokratik kuşakların gari koşullardan birisi bireyin, ordunun,
aşkla yaydığı mesajlar, sermaye kuruluş­ siyaset sınıfının kendilerine, her birinin
ları ve geleneksel-sol yapılar vasıtasıyla de siyasete, diğer aktörlere ve kurallara
toplumun modern kesimlerinin dokusu­ '"güven" duygusunu sürdürebilmeleri.
na nüfuz ettirildi. Çoğulcu, özgürlükçü Korkunun, kendine, başkalarına ve hu­
ya da alternatif demokrasi modelleri saç- kuk devletine güvensizliğin, ürkekliğin ve
malaştırılmaya çalışıldı. siyasal etkinsizlik duygusunun hakim ol­
Ancak sorun şudur: Merkez solun, glo­ duğu bugünkü toplumdan ve makro ikti­
bal ekonomi politiğin de büyük etkisiyle dar ilişkilerini yeniden üreten sivil toplum
marjinalleştigi bir konjonktürde toplumla evreninden otoriteye ve düzene verilecek
kurulan bu yeni iktidar ilişkisi, sosyal de­ desteğe de güvenmemek gerekir.
ğişimin ve yeni zamanların kimlik ve siya­
set çatışmalarının getirdiği köklerinden ORDUNUN KURUMSAL
koparılmıştık, belirsizlik, güçsüzlük, işsiz­ RUHU, VAROLUŞSAL ÇfKARf
lik, yoksulluk ve yoksunluk durumlarını
telafi edebilecek bir topluluk ruhuna sa­ TSK’nın siyasal özerkliğinin adım adım,
hip değil. Ne egemen ideolojinin ne de aşama aşama yükselmesine dair önemli

Subaylar 29 Ekim kutlamasında. Ahmet însel, 1991 ’d eki bir yazısında, Genelkurmayla
resmî açıklamalalarda kullanılan "Türk Milleti ve onun Özü olan Türk SüahU
Kuvvetleri" ibaresine dikkat çeker. Bu ifade, totalitarizmin bütün dünyayı etkilediği
1930’larda kullanılan “ordnlaşmış millet’ şiarım tersine çevirmekte, bir “tnilletieşmiş
ordu"yu imâ etmektedir, tnsel'e göre, ‘böyle bir ifadenin altında, o milletin orduya
başvurmadan kendi kendini yönetemeyeceği, kaderine sahip çıkacak ergenlik
seviyesine ulaşmadığı inancı yatar”.
K________ E M A L I Z M

bir husus da şudur: Ne erken Cumhuriyet Orduları anlamak ve açıklamak için


ne de çok partili dönemde, bu özerklik, onların “kendilerine bakma perspektifini
Islâm’ın ve Kim bölücülük tarafından te­ benimseyenler İse çelişkili ya da yetersiz
tiklenen, Cumhuriyet’in bekçiliği refleksi­ analiz çerçeve ve araçları ile çalıştılar.
ne atıfta bulunularak kazanılmadı. Çün­ Çevre ülkelerin silahlı kuvvetlerinin artan
kü, karşı hegem onyacı da olsalar, bu siyasal ağırlığı, kurumsal otonomilerinin
akımlar rejimi tehdit edici bir profilde al­ korunması kaygısından hareketle açıklan­
gılanmadılar. L945'ten 1990’lara kadar sü­ mak istendi. Tartışmanın bir ayağında Sa-
ren Soğuk Savaş ve sonrası dönemde, NA­ muel Huntington’un öncülüğünü yaptığı,
TO’nun güçlü bir müttefiki, Sovyeüer Bir- profesyonelliğin asker-siyaset ilişkileri
ligi’ne sınır bir ülkenin askerî yapısı ola­ üzerindeki belirleme gücü etkeni yer aldı.
rak TSK, iktidar alanını “cumhuriyetçi Huntington’a göre hiyerarşisi köklü, bü­
refleks”ten çok anti-komünist tepkilere tünlüğünü koruyan, uzmanlaşmış ve sivil
dayanarak yaydı. Ancak “Cumhuriyet ile askerî alanları birbirinden ayırmış bir
İ 74 bekçiliği" rolü sol hareketleri veto reflek­ ordu, iç ve dış siyasete müdahale yatkın­
sine ve 1990’larda da siyasal Islâm’a tepki­ lığı geliştiremez (Huntington, 1957). Ba-
ye dönüşünce şu soruya cevap bulma ihti­ tı’daki modeli açıklayan bu tezin karşıtına
yacı da kendini belli etmeye başladı: Aca­ göre ise sivil ve askerî alanların böylesine
ba bu bekçilik işlevi kurumsal bir inanca kalın bir çizgi ile ayrıştırıimaları müm­
ve bilince dönüştürülerek, kuşaktan kuşa­ kün değildir. Orduların kendileri hem bi­
ğa devredilen bir “ethos” mu, yoksa aslın­ rer küçük sosyal sistem oluşturur ve bu­
da TSK’nın varlığını meşru kılan bir “mi­ nu korumaya alır, hem de içinde yer aldı­
tos” mudur? Buna cevap bulmanın bir yo­ ğı büyük toplumsal sistemle bütünleşip
lu orduların “kendi’lerini anlamaya çalı­ uyum sağlar (Janowitz, 1971). Ayrıca, So­
şan kavramsal çerçeveler olabilir. ğuk Savaş döneminde Latin Amerika’da
Soğuk Savaş döneminde Latin Ameri­ yürürlüğe giren ve orduların işlevini dış
ka, Orta ve Uzak Doğu ordularının artan tehditten (komünizm) onun uzantısı sa­
siyasal güç ve hırslarını incelemeye alan yılmaya başlanan iç güvenliğe kaydıran
onlarca araştırmacıya göre bu silahlı kuv­ yeni profesyonellik anlayışı ile ordular,
vetlerin siyasal özerklikleri, kurucu felse­ ABD’nin malî yardımı ve eğitim program­
fe ve kurumlan koruma refleksinden de­ larından da yararlanarak, uzmanlıklarını,
ğil, hızlı modernleşmenin getirdiği sosyal siyasal iktidarlarını yaymak ve yükselt­
ve ekonomik değişime statükonun ayak mek için kullandılar (Stepan, 1973), So­
uyduramamasından kaynaklanan otorite ğuk Savaş sonrası dönemde iç güvenlik,
boşluğunu doldurma refleksindendi.13 hedefini değiştirerek ayrılıkçı hareketleri
Kendi dışlarında oluşan bir bunalıma ce­ içine aldı. Üstelik küçülmüş ama daha et­
vap vermekteydiler. Askeri yönetimler iş­ kin vuruşan, özel istihbarat örgütlerini
başındayken ya da sivil rejime geçiş ko­ geliştirmiş, kendini ülke meselelerinde
şulları hazırlandıktan sonra siyasal ve daha bilgili, yetkili ve sorumlu hisseden
sosyal yaşamda oluşan daralma ya da ge­ bir subay kadrosu belirdi. Yaptıkları sa­
rilemeler ise, askerlyenin değil seçilen İk­ vaşlar etnik kaynaklı, düşük yoğunluklu
tisadi modelin ya da kurulan ittifakların iç savaşlar da değil. Kimlikler üzerinden,
eseri olarak değerlendirildi. Orduların silahlı kuvveüerin iktidarlarının ve varo­
kurumsal va da topluluk bilincinin, ru­ luş koşullarının yeniden üretildiği siyasal
hunun, özelliklerinin, ideolojisinin ba­ nitelikli savaşlar. Dolayısıyla profesyonel­
ğımsız bir ivme kazanabileceği üzerinde lik düzeyi dorukta olan orduların, böyle
çok fazla durulmadı. olmayanlara göre, siyasal iktidarlarını ve
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ

kolektif militer varlık ve kültürlerini da­ ma misyonu ile sıkı bir biçimde bağlantılı­
ha kolaylıkla sürdürebilecekleri açıkça dır. Askeriyenin sol siyaset-merkez sağ-si-
kendini göstermekte. yasal İslâm-liberaller-aydınlar gibi çok ge­
Orduların kendilerini irdelemeye dö­ niş bir hedefler spektrumuna karşı savaş­
nük perspektif. Soğuk Savaş döneminin ması, eksik tasavvurlu bir demokrasi pro­
ideolojik çerçevesine bağlı kalarak, bir de jesiyle hareket ettiğini gösteriyor. İrtica ve
orduların toplumsal kökenine inip, aske­ bölücülük, askeriyenin varlığına ve muha­
rîn ulusal çıkarı hangi sınıfsal bağlantılar fız rolünün meşruluğuna hizmet eden
üzerinden formüle ettiğine eğildi (John­ tehditler olarak algılandığında da şöyle bir
son, 1962), Amerikan sosyal bilimcilerin sonuç çıkmakta: Hep "öteki"ler bulan ve
demokrasinin güçlendirilmesi açısından onlar karşısında hukuk devleti güvencele­
orta sınıflara bağladığı umudu doğrulat­ rini yeterli bulmayarak müteyakkız duran
ma gayreti içinde olan bu tartışma, bir bir rejimde asker-siyaset ilişkisi hep geri­
çok ülkede ve özellikle Türkiye açısından limli olmaya mahkum. Dolayısıyla, koru­
yetersiz bir açıklama çerçevesi sundu. Si­ naklı bir rejim, korunacak vatandaşlar, ya- 175
lahlı Kuvvetler’in herhangi bir sınıfın ba­ şanı biçimleri, değerler, taahhütler, ku­
sit bir aracı olmak yerine hem ülke çıkar­ rumlar demek oluyorsa, bunu gerçekleşti­
larını hem de kendi içsel çıkarlarım çeşitli recek kurum olarak askeriyenin konumu
baskılardan bağımsız bir biçimde formüle daha da şiddetli bir biçimde korunacak
edebilme yeteneğini görmezlikten geldi. demektir. Ancak bu mantıktan yola çıka­
En önemlisi, kendi sınıfsal kökenlerini rak, Cumhuriyetçi reflekslerin subay kad­
aşabilmesinin gerisinde yatan temel nede­ rolarınca samimi bir biçimde içselleştirilip
ni ihmal etti: Herhangi bir ülkenin askeri bir militer altkültür normuna dönüşmedi­
kuruntunun siyaseten belirleyiciliğini sağ­ ği de söylenemez. Varoluşunu sürdürme
layan husus toplumsal çelişkiler arenasın­ anlamında kurumsal çıkarın korunması
daki stratejik konumudur. TSK’mn kapi­ kaygısının da bu kültürle iç içe geçtiğini
talist iktisadi yapı ile bütünleşm esine düşünmek gerekiyor.
“kurumsal çıkarlarının kendisi" olarak Bu son argümanın en mükemmel örne­
bakanlar da sebep-sonuç ilişkisini tersyüz ği, ÂB’nin TSK lehine oluşmuş dengeyi
etmekteler.14 TSK’nın OYAK aracılığıyla AB-Türkiye bütünleşmesi yolunda kilit
kapitalist ilişkiler ve çıkarlar geliştirmesi, sorun olarak algılamaya başlamasıdır, Ko­
"siyasal" nitelikli bir özerkliğin ve müda­ penhag Kriterlerindeki dolaylı atıfların
hale potansiyelinin nedeni değil sonucu­ dışında son Katılma Ortaklığı Belgesinde
dur. Kurucu paradigmanın temel payan­ ve ilerleme Raporlarında MGK’nın faali­
dalarını koruma işlevinin tarihsel bir zih­ yet ve yetkisinin daraltılması, genelkur­
niyet olarak içselleştirilmiş olmasını ve may başkanının başbakan yerine millî sa­
bunun sürekliliğini açıklayamaz. TSK’mn vunma bakanına karşı sorumlu olması ve
belirli bir siyasal ideolojinin taşıyıcısı gibi savunma ve güvenlik konularında parla­
değil, kendi kolektif varlığını ve gücünü menter denetimin optimal bir düzeye çı­
sürekli kılabilmek için tam tersine, yani karılması talepleri yer almakta. Daha da
ideolojiler ve siyasetlerüstü bir duruş önemlisi, yeni iç tehditler olarak algıla­
içindeymiş gibi görünmeyi nasıl başardı­ nan Kürt milliyetçiliği ve siyasal İslâm’a
ğını da cevaplayamaz, karşı yürütülen savaşımlarda demokratik
Türkiye siyasetinde ordu lehine oluşan ilke ve normların askıya alınmış olması
denge, TSK’nın kurumsal varlığını yeni­ ve insan hakları ihlalleri, AB ile bütünleş­
den üretme kaygısı ile, bu kaygı da laik ve me yolunda en kayda değer engeller ola­
modern bir rejim kimliğini koruma-kolla- rak ortaya konmakta.
K E M A L İ Z M

Ümit Cizre, MSP-RP geleneğinin, "tslâmî olmayan bir modemizmle kah Islâm inancı
arasında, fırsatçılığın damga vurduğu simbiyotik bir bağ kurmak suretiyle, tabanın
modernist taleplerine cevap verebilen”özgül karakterini vurgular. Bu karakterin,
İslamcılığın Kemalizmle kem rekabet hem buluşma zemini olduğu söylenebilir.

TSK’iiin Cumhuriyet’e bekçilik misyo­ da bir ülke” olduğu, Kürt terörüne karşı
nu ile ifadesini bulan siyasal rol ve öne­ “geçici” ve “sistematik olmayan" insan
mi, Cum huriyetin kendi tasarımı olan haklan ihlalleri yapılmış olabileceği argü­
“Avrupalılaşm aca ters düşmüyor mu? manlarıyla çıkması, resmî ideolojinin ta­
Cumhuriyetin teme! projesinden, “irtica" şıyıcılarının, Batılı normlara itiraz ve ret
ve “bölücülük" gerekçeleriyle tırmandırı­ aşamasından, savunmacı ve tartışmacı bir
lan savaşlardan dolayı vazgeçiliyor mu? aşamaya geçtiğini göstermektedir.
Cevap olarak, yukarıda vardığımız sonuç
ile paralellik gösteren iki noktayı sapta­
RESMİ SÖYLEMİ YENİDEN ÜRETMENİN
mak mümkün: TSK’mn Avrupalılaşma ile
EN ETKİN ARACI: "ÖTEKI”Nl KİM,
ilişkisi kendi varlığını koruma düşüncesi­ _______ NASIL TAYİN ETMEKTE?_______
nin dolayımı ile belirlenmektedir. Katıl­
ma sürecini kontrol edebileceği sürece Soğuk Savaş döneminde “dış güvenlik”
sonuca olumlu bakmakta, yani birçok savunma ile eş anlamlıydı. “İç güvenlik"
alanda köklü değişim gerektiren bir süre­ ise yalnızca periferi ülkelerde yürürlüğe
ci bütün olarak değerlendirememektedir. konan, devleti “uluslararası komünizmin
Ancak bir ikinci boyuttan soruna baktığı­ içerdeki uzantılarına" karşı koruyan bir
mızda biraz daha farklı bir değerlendirme kavramdı. Soğuk Savaş sonrasında Ba-
yapmak mümkün. TSK hiyerarşisinin, tı’daki güvenlik anlayışı giderek demok­
eleştirilere karşı “Türkiye’nin iç ve dış rasi ile baglantılandırılmakta, güvensiz­
tehditlerle çevrelenmiş çok özel konum­ lik ise demokrasisiz ortamlarda patlak
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ

veren ve interdisipliner bir açıdan görül­ levlerini büyük ölçüde yitirmeleri nede­
mesi gereken bir durum olarak nitelen­ niyle askerlik dışı, yani topluma hizmete
dirilmekte. Savaş, barış, ulus-devlet ve yönelik alanlara kayarken, diğer sivil ku-
vatandaşlık kavramları, güvenlik çerçe­ rumlardan farklı olmadıkları da vurgu­
vesi içinde yeniden tartışılırken, ordula­ landı. Halbuki TSK için askerlik dışı
rın yapısı, misyonları ve kimlikleri üze­ alanlarla ilgilenmek, ulusal güvenlik an­
rinde de yeniden düşünülmeye başlan­ layışının bir gereğidir ve ordunun top­
d ı .'5 B atı’da ulusal güvenlik giderek lumsal gruplarla eşitliğini değil, onlardan
uluslararasılaştı; bölgesel ve küresel den­ ayrıcalığını vurgulamaya hizmet eder.
geleri tehdit eden etken, uzaklarda bir Soğuk Savaş sonrasının daha az gergin
yerlerde beliren “yeni savaşlar” olmaya ortamında TSK ve rejim açısından ulusal
başladı. Barışı sağlamak ve korumak için güvenlik kavramının tanımı, uygulan­
yapılan müdahaleler, insani yardım, te­ ması ve siyasal sonuçları konusunda
rörle ve uyuşturucu trafiği ile mücadele, açıklığa kavuşturulması gerekli iki soru
orduların misyonlarını devlet merkezli var: 1. Ulusal güvenlik, iç ve dış tehdit- 177
olmaktan çıkararak toplu m-merkezli kıl­ lerle ilişkili bir olgu olduğuna göre, Tür­
maya başladı. Bu tür bir misyonun, sivil­ kiye'ye yönelik tehditlerin ve dış ve iç
ler ile askerlerin alanlarını titizlikle ay­ düşmanlara karşı oluşmuş güvensizliğin
rıştıran Batı’da, büyük bir çalkalanmaya azaldığını düşünebilir miyiz? 2. Ulusal
neden olması kaçınılmazdı. güvenliğe tehdit unsurlarını ve güvenlik
Türkiye’ye gelince: Bu ülkenin Cumhu­ politikasını belirleyen ve uygulayan oto­
riyetçi modernleşme politikası bizatihi rite hangisidir?
güvenlik-merkezi i bir kontrol stratejisine Birinci soru, başlı başına bir sorun.
dayanageldi. Dolayısıyla ulusal güvenliği Çünkü asıl meselemiz Türkiye’ye tehdit­
tehdit eden öğeler ve onlara karşı oluştu­ lerin azalıp azalmaması değil. Tehdit algı­
rulan güvenlik stratejisi, kurucu ideoloji­ lamasını yapan ve ulusal güvenlik strate­
nin yeniden tanımlanma koşullarını oluş­ jisini onu üzerine kurgulayan ajanın kim­
turdular. Aralarında simbiyotik bir bağ liği. Çünkü ulusal güvenlik, objektif kri­
oluştu. Tehdit algılanmasında ve güvenlik terlerle belirlenebilen bilimsel bir olgu
arenasında bir tırmanma, askeri cenahın değil. Öznel algılayışları, entelektüel bir
kurumsal ve siyasal özerkliğinde de bir birikimi, yaşama bakış felsefesini yansıtır.
artışa neden olageldi. Kimin üstlendiğine bağlı olarak iktidar
Ulusal güvenlik, Soğuk Savaş’tan bu sahiplerini, dengesini, dağılımını, ideolo­
yana, Cumhuriyetçi kavrayışa göre, siya­ jisini hem belirler hem de açığa vurur. Ki­
sal, sosyolojik, kültürel, diplomatik, ikti­ min oluşturduğuna ve formüle ettiğine
sadi ve hukuksal alanları da kaplayan bağlı olarak içeriği ve dolayısıyla hizmet
çok geniş bir kavramdır. Nitekim bu kav­ ettiği amaçlar değişir.
ram -Anayasada değil, 2945 sayılı MGK Türkiye’de, yasal olarak, ulusal güven­
ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu’nda- liği belirleme ve uygulama yetkileri sivil
şöyle tanımlanmıştır: “Ulusal güvenlik, hükümete değil MGK’ya verilmiştir. Bu
devletin anayasal düzeninin, millî varlı­ husus, hem Anayasanın 118. maddesin­
ğının, bütünlüğünün, milletlerarası alan­ de hem de 2945 sayılı MGK ve MGK Ge­
da siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik nel Sekreterliği Kanunu’nda şöyle belir­
dahil bütün menfaatlerinin ve ahdi hu­ tilmiştir: “Ulusal güvenliğin sağlanması
kukunun her türlü iç ve dış tehditlere ve m illî hedeflere ulaşması amacı ile
karşı korunması ve kollanmasını ifade MGK’nın belirlediği görüşler dahilinde,
eder.”'5 Batı orduları, savaş-merkezli iş­ bakanlar kurulu tarafından tespit edilen
K £ Wl A t I Z M

İç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait nin jeostratejik önemi" söylemi ile koşul
esasları kapsayan siyaseti ifade eder."17 olarak sürdürülmekte. Türkiye’nin NA-
Bu strateji, 1992’den bu yana Millî Gü­ TO’nun bir kanat ülkesi konumundan çı­
venlik Siyaseti Belgesi adıyla anılan bir karak Avrupa’yı Asya’ya bağlayan Avrasya
resmî belgenin muhtevası olarak kamu­ kuşağında merkezî bir cephe ülkesine dö­
oyuna açıklanmak ta. Soğuk Savaş döne­ nüştüğü ve Avrupa güvenlik mimarisi
minde Batı’da Yunanistan, Dogu’da Sov- üzerinde tartışılmaz bir öneme sahip ol­
yetler Birliği olarak belirlenen tehdit duğu savunulmakla,19
odakları, Soğuk Savaş sonrasında 18 Ka­ Son söz olarak ulusal güvenlik strateji­
sım 1992 tarihli belge ile yenilendi ve sinin oluşturuluş biçimine ve oluşturucu
tehdit odağı olarak Kürt milliyetçiliği ve ajanlara dikkat çekmenin yaşamsal öne­
terörü tayin edildi. Ulusal güvenlik anla­ mini vurgulamak isterim. Çünkü, Cum­
yışı 29 Nisan 1997’den başlayarak MGK huriyet paradigmasının nasıl ve hangi
tarafından değiştirilerek “irtica" öncelik- aktörler tarafından yeniden, nasıl ve ni­
178 li tehdit düzeyine çıkarıldı. Dolayısıyla çin tanımlandığına ve uygulandığına ışık
Soğuk Savaş sonrası Türkiyesi’nde ulusal tutacak en sağlıklı değişken, güvenlik ya
güvenlik stratejisinin askerî ağırlıklı mi­ da güvensizlik politikalarıdır. Batı gele­
marları, Türkiye’ye yönelik iç ve dış teh­ neğinde askerî kesim, düşmanın oluştur­
ditlerin azalmadığı konusunda birleş­ duğu tehdidin doğasını tarif eder, ancak
mektedirler. Millî savunma bakanlığının ülkenin tehdit altında olup olmadığına
iki yılda bir yayımladığı Beyaz Kitnp’ta, ve tehdit altında ise buna nasıl bir cevap
Bakan Sabahattin Çakmakoğlu imzasıyla verileceğine karar veren sivil otoritedir.
yayımlanan ancak askerî hiyerarşinin O coğrafyalarda, iç ve dış tehdidin ve o
bakış açısını da yansıtan düşünce bunun temeller üzerinde inşa edilen ulusal gü­
yazıya dökülmüş kanıtı: “Dengelerin de­ venlik politikasının askerî bürokrasinin
ğişim sürecinde olduğu Ortadoğu, Kaf- egemenliğinde belirlenmesinin sakıncalı
kaslar ve Balkanlar gibi istikrarsızlık ve olduğu düşünülür, çünkü bu durumun,
belirsizliklerle dolu bir bölgenin ortasın­ silahlı kuvvetlerin kendi kurumsal ve va-
da yer alan Türkiye, Soğuk Savaş sonrası roluşsal çıkarlarını koruyabilmek için
dönemde de terörizm ve radikal dinci abartılı tehdit değerlendirmesi yapması­
akımlar, etnik farklılıklardan kaynakla­ na ve optimum üstü bir kuvvete sahip ol­
nan bölgesel çatışmalar, kitle imha silah­ masına yol açacağından endişe edilir. Ay­
lan ile uzun menzilli füzeler gibi risk ve rıca, tehdit algılayışını ve ona cevap oluş­
tehditleri dikkate almak zorundadır."’8 turan politikalarının formülasyonunu
Soğuk Savaş sonrasında gevşemeyen kendi tekeline alan herhangi bir ordu­
bir Türkiye, 21. yüzyıla normalleştirilme­ nun, siyasetin özünü ve usulünü, yani
miş asker-sivil ilişkileri ile girmek du­ yaşamsal önemi olan bütün konuların
rumda. Ülkenin büyük iç ve dış tehditlere aşağıdan yukarıya tartışma, diyalog, ikna
maruz bulunduğunu ortaya koyan söy­ ve uzlaşma yolu ite belirlenmesi ilkesini
lem, aynı derecede sık tekrarlanarak top­ ihlal ettiği kabul edilir. ö
lumun belleğine kazılmak istenen “ülke­
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L K U V V E T L E R İ

DİPNOTLAR

1 Bu konuda biri İngilizce, diğeri Türkçe iki yazı 9 Cem Eroğul, “The Establishment of Multiparty
için bkz, Ümit Cizre Sakallıoğlu, “The Anatomy Rule" 1945-71," Irvin Schick ve Ahmet Tonak,
of the Political Autonomy of tbe Turkish Mili­ derleyenler, Tu rkey in Transition, N e w Perspec-
tary," Comparative P o lit ia , 29, 2 (Ocak 1997) tives (Oxford University Press: Nevv York, Ox-
ve Ümit Cizre Sakallıoğlu, "Ordu ve Siyaset," ford, 1987), s.118
C u m h u r iy e t D ö n e m i T ü r k iy e A n s ik lo p e d is i- 10 Nurcan Akad, "O Gece 9", Türkiye'yi Sarsan
Yüzyıt Biterken, Cilt 1S, (İletişim Yayınları: İs­ Geceler Yazı Dizisi, 14Temmuz 1994, Hürriyet,
tanbul, 1996), S. 1248-1252.
11 Nurcan Akad, "O Gece 9" 1987 yılında Başba­
2 Süleyman Demirel'in gazeteci Cüneyt Arcayü- kan özalTn danışmanı olan Güneş Taner'in an­
rek'le mülakatı. Bkz. Cüneyt A rca yü re k A ç ık lı­ lattıkları.
y o r , 10, Demokrasi dur, 12 Eylül 1980 (Bilgi ya­
yınevi: Ankara, ikinci basım, 1990), s., 431. 12 Genelkurmay Başkanı Org, Hüseyin Ktvtıkoğlu'
nun Cumhuriyetin 75. yıldönümü nedeniyle Sa­
3 Bkz Lale Sarıibrahimoğlu, "New Horizons", Ja - b a h gazetesi okurları için kaleme aldığı mesaj.
ne's De fence W eekly, 28 Şubat 2001. "Uyanık ve Tetikteyiz”, 30 Ekim 1998, Sabah.
4 Silahlı kuvvetlerin demokratik kontrolüne iliş­ 13 Modernleşme, bunalım ve askertyenin artan
kin, özellikle Orta ve Doğu Avrupa üzerine bü­ Özerkliği konusunda soğuk savaş literatürüne
yüyen bîr literatür, örgütlenmeler, seminerler örnek olarak bkz : Samuel Huntihgton, P o liti­
ve atölye grupları mevcut. Bir örnek olarak, cal O rd e r in C h a n g in g So cieties (Yale Unlver-
The Report on the Conference on Democratic sity Press: Nevv Haven, 1968), Samuel Finer, The
Control of Armed Forces in Central Eastern Eu- Man on Horsebacfc: The fiofe of the Mıhtary in
rope: Çivi! - Military Relations and Defence P o lit ia ( PalI Mail: Londra, 1962), derleyenler
Planning in the Nevv Era, Kiev, Ukrayna, 24-27 Leonard Binder, et al, Crises a n d S e q u e n ce s in
Mart 2000. Bu konferans NATO, Ingiliz Savun­ P o lit ic a l D e v e lo p m e n t (Princeton University
ma Bakanlığı ve Kiev'deki Doğu-Batı Enstitüsü Press: Princeton, Nj, 1971).
isimli sivil toplum örgütünce düzenlenmiştir,
14 Gencay Şayian, "Ordu ve Siyaset: Bonapartiz-
5 Erken Cumhuriyet döneminde ordu-siyaset İliş­ min Genel Kültürü," B a h ri Sa vcı'ya Armağan
kilerinin gerçekçi ve doyurucu bir analizi için (Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları: Ankara,
bkz. D. Lerner ve Richard Robinson, "Svvords 1988).
and Ploughshares-The Turkish Army as a Mo-
dernizing Force," W o rld P o litia , 13, (1960-61); 15 Güvenlik kavramına ilişkin olarak ordulardaki
Dankvvart A. Rustovv, "The Army and the Fo- değişimi incelemek için bkz. der. Charles Mos-
unding of the Turkish Republic," W o rld P o li­ kos, et al, The Postmodern M ilita ry (Oxford
t ia . 4 (Temmuz 1959). University Press: Oxford, 2000); derleyenler
Mary Kaldor ve Basker Vashee, R e stru ctu rin g
6 Prof. Tank Zafer Tunaya ile söyleşi. Söyleşiyi ya­ th e G lo b a l M ilita ry Secto r, Sayı 1: Nevv Wars
pan Zafer Toprak, "Tüm Fikirler Serbestçe (Pinter: Londra ve Nevv York, 1997); Mary Kal­
Açık lana bil mel id ir.," 20 Şubat 1983 M illiyet. dor, derleyenler; Ulrich Albrecht ve Genevİeve
7 Kemal Karpat, “The Military and Poiitics in Schmeder, R e stru c tu rin g th e G lo b a l M ilita ry
Turkey:1960-64: A Socio-Cultural Analysis of a Sector, Sayı 2: The B n d of Mı/ttary Fordism (Pin­
Revolution," A m e ric a n H is to rıc a l Revİevv, 65 ter: Londra ve Nevv York,1998); Mary Kaldor,
(Ekim 1970), s. 1662; Kemal Karpat, “Military ed. R e stru ctu rin g th e G lo b a l M ilita ry S e cto r ,
Interventions: Army-Civilian Relations in Tur- Sayı 3: Global Insecurity (Pinter; Londra ve Nevv
key before and after 1980," A. Evin ve M.He- York, 2000).
per, derleyenler, State, Democracy and the A4İ- 16 R e sm i Gazete, sayı 18218,11 Kasım 1983.
iita ry in T u rk e y in the 19 S0 's (Waiter de Gruy-
ter: Berlin, Nevv York, 1988), s. 138. 17 R e sm İG a ze te , sayı 18218, 11 Kasım 1983.
8 D. Lerner ve R. Robinson, "Svvords and Plo- 18 B eya z kita p 2000, Mİ llî Savu n ma Bak an Iığ ı, s. 1.
ughshares", s.42 19 A.g.e., İkinci Kısım.
Ordu ve Resmî Atatürkçülük
DOĞAN AKYAZ

Atatürkçülüğün Türkiye'nin siyasal gelişi­ laşmış devrimcilerden oluştuğu düşünül­


minde demokratikleşme sürecini bazı bi­ düğünde iktidar ortaklığından çıkarılma­
çimlerde genişletici rol oynadığı gerçeğin nın zaten ordunun yapısal sorunları ve
nasıl bir yüzü İse, egemen ideoloji olarak profesyonel kaygılar yüzünden görece ra-
rolünün, bu bağlamda bir sorun kaynağı dikalîze olmuş subay heyeti üzerinde et­
olduğu da diğer yüzüdür. Tam da bu nok­ kili sonuçlar doğurması zor olmadı. Zira
tada, tarihsel ve teorik/hukukî zemin üze­ ordu ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra ge­
rine oturttuğu görevini yalnızca ülke top­ leneksel yapısından koparak Amerikan
raklarını ve bağımsızlığını dış güçlere usul ve prensipleri doğrultusunda yeni­
karşı korumakla sınırlı görmeyip rejimi ve den olma organize süreci içindeydi. Söz
Atatürk İlke ve İnkılaplarını -Atatürkçülü­ konusu süreç silah, araç-gereç ve tekno­
ğü- korumayı da üstlenen ordunun Ata­ lojik değişim yanında subay heyetinin
türkçülük perspektifinin hangi parametre­ zihniyetini de derinden etkilemişti. Nite­
lerde ortaya çıktığı açıklanmaya muhtaç­ kim siyasal iktidara karşı ilk gizli örgüt­
tır. Konu ordunun rejim içindeki işle- lenmelerin bu yıllarda açığa çıktığım, De­
vi/konumu bağlamında ve mukayeseli mokrat Parti iktidarının ilk yıllarındaki
olarak ele alınabilir. gevşemenin ardından 1950'lerin ortala­
Atatürk'ün siyasal ve sosyal reform rından itibaren büyük bir ivme kazanarak
programının temel ilkelerine daha resmî siyasal düzene müdahale ile 1960'da zir­
ve doktriner bir nitelik kazandırma- ide­ veye ulaştığım biliyoruz. Bu bağlamda
olojik formülasyon-çabalarında 1919- 1960 yılı ordu ve Atatürkçülük ideolojisi
1938 yılları oluşma ve bir dereceye kadar ilişkisinde en önemli kilometre taşların­
da incelenme yılları olmuştur. Atatürk dö­ dan birisidir.
nemi olarak isimlendirilen bu dönemde Her ne kadar DP hükümetinin orduya
ordu 1919-1925 arasında Kemalist devri­ karşı belirgin duyarsızlığının Atatürk'ü
min destekleyici silahlı gücü ve en güçlü gözden düşürmeyle eşanlamlı olduğunu
dayanağı; 1925-1938 arasında İse eseri­ otomatik olarak varsaymak mümkün ol­
nin koruyucu gücüdür, 1945-1960 yılları masa da 27 Mayıs müdahalesinde genç
arasında Atatürkçülük İdeolojisi adına ba­ subayları siyasî iktidara karşı gizli örgüt­
zı önemli gelişmeler kaydedilmekle bir­ lenmelere götüren nedenlerden önemli
likte daha az çalışmanın yapıldığı, ço­ birisi bu subaylarda yer eden, iktidar par­
ğunlukla aktarma çerçevesinde kaldığı tisinin Atatürk devrimlerine özellikle la­
yıllardır. Bu yıllarda siyasal sistem içinde ikliğe karşı tavır almış olduğu inancıydı.
ordunun konumunu belirleyen olay, Önce Örgütlenme sürecinde birçok grubun
Kemalist devrimin bekçiliğinden ardın­ amaçları arasında Atatürkçülüğün korun­
dan da iktidar ortaklığından uzaklaştırıl­ ması veya yeniden canlandırılması yer
mış olmasıdır (Kili, 1975; 23; Ozdağ, almıştı. Örneğin orduda reform yapmak
1991; 43, 126, 147) Çok partili yarışmacı ve gelecekteki gelişmeler karşısında her­
siyasal yaşamla birlikte siyasal elitin artık hangi bîr müdahaleye hazır olmak amacı
daha çok bürokrat aydınlar ve bürokrat- taşıyan Harp Akademisi Örgütünün çekir­
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ

dek kadrosu 1956 yılında "Atatürkçüler yapardı", "Atatürk sağ olsa idi, bugünkü
Cemiyeti" adıyla bir araya gelmişti. Mü­ memleket gerçekleri karşısında tekrar
dahaleden sonra da bu subaylar kendile­ Samsun'a ayak basar ve mücadeleye yeni
rini yalnızca devleti değil, Atatürk ilke ve baştan girişirdi. Bizde kendimizi af ettire­
İnkılâplarını da korumaktan sorumlu gör­ mezdik” (Cum huriyet, 10 Kasım 1962;
müşler ve müdahaleyi bu temelde gerek- Aydemir, 1968: 208) diyerek niyetinin
çelendîrmişlerdir. Orhan Erkanlı'nın ifa­ ipuçlarını veriyordu.
desiyle belirtmek gerekirse 27 Mayısçılar Nitekim İkincisinin (21 Mayıs 1963)
"Atatürkçülüğün arkasına sığınarak ve hazırlıkları sırasında "Kemalizm Doktri­
kendisine hakem görevi vererek işe baş­ ni" adıyla bir bildiri hazırlandı. Harp
lamışlardır" (Erkanlı, 1972: 143). Böyle- Okulu ve genç subayları kazanmak ama­
ce 27 Mayısçı subaylar ordunun müda­ cıyla hazırlanan bildirinin nasıl kullanıl­
halecilik mirasına yeni bir Öğe katarak dığını Aydemir şöyle açıklamıştır. "Zaten
bir anlamda kendilerinden sonrakiler eskiden Silahlı Kuvvetler içinde kurulu
için trajik sonuçlara yol açacak bir emsal bulunan teşkilatımızı yeniden daha güve­
yaratıyorlardı. nilir tarzda küçük rütbelerden başlamak
Atatürk ilke ve inkılâplarının korunma­ üzere yukarı doğru reorganize ediyorduk.
sı düşüncesi müdahaleden hemen sonra Bu teşkilat Türk ordusunda (Kara-Hava-
kurulan MBK'ya yansımıştır. Komite üye­ Deniz-Jandarma) olmak üzere dört kuv­
leri arasında anlaşmazlıklar ve tasfiyeye vet içinde genç kuşaklar arasında çığ gibi
kadar giden fikir ayrılıklarına rağmen, gelişiyordu. Kısa zamanda çok iyi netice­
üzerinde anlaşma sağlanan bir konu var­ ler almıştık. Hele Kemalizm doktrini yayı­
sa o da, "Atatürk ruhunun canlandırılma­ lıp dağıtıldıktan sonra bu gelişme iki kat
sı ve halkın Atatürk ilke ve inkılâplarına daha artmıştı. Çünkü bundan evvel ordu­
bağlılığının güçlendirilmesi" gereği idi. da yapılan çalışmalarda böyle esaslı
Nitekim bu aniayış ilk kez Ülkü ve Kül­ doktrin fikrin kaleme alınmış değildi"
tür Birliği kurulması için hazırlanan ka­ (Aydemir, 1968:168).
nun tasarısında ortaya konmuştu. Tasarı­ Ne var kİ bildirinin Aydemir'in bekle­
ya göre kurulacak olan "Türkiye Ülkü ve diği oranda etki yaratmadığı açıktır. Astın­
Kültür Birliği Genel Başkanlığının da etkisi yalnızca Kara Harp Okulu öğ­
amaçlarından birisi "Atatürkçü ruh ve ül­ rencileri ile Tank Okulu’ndaki subaylarla
kü yolundaki devrim idealini yaymak” sınırlı kalmıştır. Bununla birlikte Önemli
idi. Teklif Komitemde bölünmeye neden olan bir subayın Atatürk'ün adını ve Ata­
oldu ve yarattığı tepkiler sonucu geri çe­ türkçülüğü bir darbenin "maskesi" olarak
kildi. Fakat en azından "Atatürk reform­ kullanabilmesidir.
larının daha sıkı bir merkezî kontrolle ele Toplumun büyük bir bölümünün ide­
alınmasına yönelik eğilimleri gösteriyor­ olojik kutuplaşmayla karakterize olduğu
du (VVeiker, 1967: 154-161; Oz- yıllarda Atatürkçülüğün radikal düşünce
dağ,1997: 363-367). ve eylemlerin meşruiyet aracı olarak kul­
Atatürkçülüğün radikal subaylarca or­ lanılması çabaları daha da arttı. Özellikle
du hiyerarşisine ters darbe girişimlerinin 1960'h yılların ikinci yarısından itibaren
meşrulaştın İmasında bir araç olarak kul­ fikrî bakımdan yayınlanan kitaplar Cum­
lanılmasının en açık ve ilk örneği Talat huriyet tarihini yalnızca siyasî ve askerî
Aydemir'in darbe girişimlerinde görülür. yönüyle değil, sosyokültürel ve ekonomik
İlk darbe girişiminde (22 Şubat 1962) bir yanıyla da ele almaya başlamıştı. Ülke
eksiklik olarak ortaya çıkan darbeye ide­ sorunlarına çözüm olarak ileri sürülen
olojik bir temel verme gereğini kavrayan görüşler konuları çoğunlukla "Kemalist
Aydemir; "Atatürk sağ olsaydı, o da böyle perspektifle" ele aldıkları iddiasındaydı-
K E M A L İ Z M

lar. Genellikle Atatürkçülüğün "Tam Ba­ sona gözden geçirilmiş, bazı değişiklikler
ğımsızlık" ve "Millî Egemenlik" ilkeleri yapılmıştı ama bunların içinde Cumhuri­
öne çıkartılıyor, bu ilkeler üzerinden çok yet tarihinin öğretilmesi tarzıyla İlgili
geniş bir yelpazedeki görüşler Atatürkçü­ önemli sayılabilecek bir değişikliğe yer
lük ile bağdaştırılıyordu. Soğuk Savaş dö­ verilmemişti. Atatürkçülük ile ilgili her­
neminin etkisiyle ideoloji hemen her hangi bir ders de eklenmemişti. Böyle bir
alanda belirleyici unsurdu. Sol ideolojiler ideolojik tedbir henüz gerekli görülmü­
bu dönemde üniversite Öğrencileri için yordu.
olduğu kadar askerî öğrenci ve genç su­ İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra soğuk
baylar için de çekiciydi. savaşın etkisiyle "Millî Savunma" düşün­
Oysa aynı dönemde askerî öğrenci ve cesi yerini "Millî Güvenlik"e bırakmış ve
genç subaylara verilen Atatürkçülük eği­ bunun eğitim alanına yansıması bütün
tim anlayışı onun kişiliği ve askerî dehası ortaöğretim müfredatına M illî G üvenlik
üzerinde yoğunlaşmaktan, yani Atatürk derslerinin konulması olmuştu. Aslında
ruhuyla subaylar arasındaki Özel ilişkiyi savaş Öncesinden itibaren lise ve dengi
vurgulayan bir anlayıştan öteye gitmiyor­ okullarda daha sonra M illî Savunm a
du. İdeolojik içerikten yoksun bir Atatürk­ dersleri denilen askerlik dersleri vardı.
çülük perspektifi yolunu arayan genç su­ Fakat bu derslerde öğrencilere bazı temel
bay ve askerî öğrenciye artık doyurucu asker becerilerinde pratik deneyim dahil
gelmemeye başlamıştı. Ordu açısından çeşitli askerî konularda yalnızca temel
bunun anlamı ve sonucu; yapı taşının en bilgiler veriliyordu. Yani M illî G üvenlik
önemli unsurunu oluşturan personelinin, kavramının içerdiği siyasal/ideolojik bir
şu.veya bu şekilde Atatürkçülükle bağ­ yanı yoktu. M illî G üvenlik dersinin amacı
daştığı iddiasındaki çeşitli "yıkıcı" ideolo­ "Türk gençliğini daha okul çağından iti­
jilere angaje olması ve ordu sisteminin baren yurt savunmasına hazırlamak, mil­
ideolojik tehdit ile yüz yüze gelmesidir. liyetçi ve vatansever bir gençlik yetiştir­
Ordunun buna ilk tepkisi, tehdit değer­ mek" idi (MEBTD, 26 Eylül 1966). Prog­
lendirmesine paralel olarak, yükselen ra­ ramı genelkurmay tarafından hazırlan­
dikal sola karşı kendi personeline komü­ mıştı ve ne Atatürk'ten ne de Atatürkçü­
nizmle mücadele etmenin araçlarım ver­ lükten söz ediliyordu.
mek oldu. Bu amaçla Ekim 1965'te Ge­ 1960Tı yılların sonuna doğru ideolojik
nelkurmay Başkam Cemal Tural, "Komü­ kaynaklı şiddet ve terör eylemlerinin art­
nizmle Mücadele (El Kitabı)" başlıklı kü­ ması üzerine ordu üst kademeleri ülkenin
çük bir broşür yayımladı. Broşürün ya­ kötüye giden durumunun düzeltilmesi ve
yımlandığı emirde konuların birliklerin olayların önlenmesinde ordunun nasıl bir
ders planlarında yer alması ve bütün as­ rol oynaması gerektiği konusuna odak­
kerlere öğretilmesi isteniyordu. Komü­ lanmıştı. Ancak komuta kademelerini
nizmle mücadele İçin aile, anayasa teme­ kaygılandıran yalnızca ülkenin durumu
linde demokrasi, temiz bir Türkçe kulla­ değil, aynı zamanda ordunun iç duru­
nılması, atalara ve tarihten gelen örf ve muydu. Çünkü özellikle genç subaylar
adetlere bağlılık gibi araçlar sıralanmıştı arasında radikal fikirler hızla yayılıyordu.
(Genkur. Yay., 1966: 23-28). Ancak bir Genç subaylar 27 Mayıs ve onu izleyen
araç olarak Atatürkçülükten hiç söz edil­ dönemde hükümetlerin yapamadıklarına
miyordu. Dahası bu tarihlere kadar askerî inandıkları reformların devrimci bir dü­
okullarda özel olarak "Atatürkçülük" hak­ zen değişikliği ile gerçekleştirilebileceği­
kında dersler bile yoktu. ne inanmaya başlamışlardı. Aslında radi­
1965-1966'da Kara Kuvvetleri'ne bağlı kal subaylardaki bu düzen değişikliği fikri
okullardaki müfredat programları baştan üst kademelerde bulunan bazı komutan-
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R

larca da paylaşılıyordu. Fakat komutanlar lüğün diğer ideolojilerden uzaklaşmada


genç subaylar kadar radikal değillerdi. kullanılabilecek açık bir doktrine çevril­
Aydemir olaylarından sonra hızını kaybe­ mesi gereği ortaya çıkıyordu.
den ama her zaman var olan ordu içi ör­ Atatürkçülüğün doktriner bir ideoloji
gütlenmeler yeniden başlamıştı. halinde sunulması konusunda muhtıra­
Üstelik önceki dönemin örgütlenmele­ dan hemen önce sivil ve askerî akade­
rinden farklı olarak subayların büyük bir misyenler tarafından önemli çalışmalar
kısmı bu kez sosyal ve ekonomik politika yapılmaya başlanmıştı. Örneğin Suna Kili
kaygısıyla harekete geçiyordu. Atatürk ve Kemalism adlı kitabında, Kemalizm ide­
Atatürkçülük bir kez daha askerlik dışı olojisinin Atatürk'ün sağlığında yeterince
faaliyetlerin gerekçesiydi. Amaçların giz­ sistematîze edilmemesinin bugünkü karı­
lenmesinde kullanılan bir araçtı. Örneğin şıklığa katkıda bulunduğunu belirttikten
I971'de Batur İle yakın ilişkisi olan grup sonra Atatürk'ün sözleri ve konuşmaları­
kendisine "Devrimci Kemalizm Grubu" na dayalı olarak "Kemalizm ideolojisi­
adını vermişti. Bu subaylar kendilerini nin" temel ilke ve kavramlarını ortaya
"gerçek Atatürkçü'' olarak görüyordu. koymuştu. Kili, birbiriyle çatışan çeşitli
Batur'a göre ise grubun kurmayı düşün­ görüş, doktrin ve ideolojilerin bütün yan­
düğü rejime yönelik önerilerin Kema- daşlarının Atatürkçülük ideolojisine bağ­
lizmle ilgisi olmadığı gibi "Atatürk'ün ru­ lılık iddiasından dolayı, Kemalîzmin çağ­
hunu muazzep eder” idi (Batur, 1985: daş yorumlarının sağcıdan sosyaliste ka­
221; Gürkan, 1986: 226-248; Hughes, dar geniş bir yelpazeye yayıldığına dikkat
1994: 111-114). çekiyordu (Kili, 1969: 54-60). Kili'ye göre
Böylece Aydemir'den sonra radikal su­ bu "sözde Atatürkçülük" anlayışıydı.
baylar bir kez daha Atatürkçülüğü kendi Benzer şekilde İsmet Giritli'de Kem a­
darbelerinin meşrulaştınlmasında kullan­ lizm adlı kitabında Kemalizmi basitçe Ba­
maya çalışıyor, fakat hangi yaklaşımın tılılaşma olarak tanımlıyor ve temel ilke­
gerçek Atatürkçülükle tutarlı olduğu ko­ sinin ideolojik bağımsızlık olduğunu vur­
nusunda yüksek komuta kademeleriyle guluyordu. Giritli Marksizm ile Kemaliz-
anlaşmazlığa düşüyorlardı. nıin uyuşmadığını, gençliğinin aşırı sağa
Ashnda "Gerçek Atatürkçülük" tartış- ve aşırı sola kaymasının Kemalizmin ye­
j maları yüksek rütbeli subaylar arasında terince öğretil memesinden kaynaklandı­
| da yapılıyordu. 12 Mart öncesinde gene- ğını, toplumdaki kutuplaşmayı önleme­
| railerin bir kısmı bazen gençliğin ve mil- nin tek yolunun "Kemalizmin bizim kur­
! letin Kemalizm etrafında toplanmasını is- tuluş, kuruluş ve yeni doğuş kaynağımız­
! terken, Kemalizm teriminin artık kullanıl­ dır" düşüncesine bağlı Atatürkçü kuşaklar
maması gerektiğini, çünkü solun onu is­ yaratmak olduğunu savunuyordu (Giritli,
tismar ettiğini söyleyenler de vardı. Belir­ 1970: 14, 49, 72). Kili ve Giritli gibi aka­
tildiğine göre Kemalizm yerine "Atatürk demisyenlerin dışında emekli albaylar­
ilkeciliği"nin kullanılmasını öneren kor­ dan mühendislere kadar daha birçok kişi
generaller bile olmuştu (Batur, 1985: Atatürkçülük üzerine kitaplar yazdı.
282), Bu tartışmalar içinde 12 Mart Ordu eliyle yürütülen çalışmalarda iki
1971'e gelindi ve muhtıra verildi. Muhtı­ husus dikkat çekmektedir. İlki, bu yıllarda
ra metninde mevcut anarşik durumun or­ sivil akademisyenlerden farklı olarak or­
tadan kaldırılması ve reformların uygu­ dunun Atatürkçülüğü henüz bir ideoloji
lanması istenirken muhtıracılar bunun olarak sınıflandırmaktan kaçınmasıdır.
"Atatürkçü bir görüşle" de alınması iste­ Her ne kadar Atatürkçülükte diğer "sa­
mişti. Fakat Atatürkçü görüşün ne olduğu pık" ideolojilerin karşıtı görülmeye baş­
açık değildi, işte bu aşamada Atatürkçü­ lanmışsa da ideoloji yerine "dünya görü­
K E M A L İ Z M

şü" ya da "düşünce sistemi" kavramları lenmesi gerekli görülmedi. Fakat 1960


tercih edildiği görülür. Bunda şüphesiz yıllarının sonlarında soldan (ve aynı za­
ideoloji sözcüğünün Komünizm ve Fa­ manda sağdan! gelen tehdit daha endişe
şizm gibi totaiiter/otoriter ideolojileri çağ­ verici olmuştur. Nitekim, 1970'lerin baş­
rıştırmasının etkisi büyüktü, larında Atatürkçülüğün işlenmesi gereği
İkinci nokta, Atatürkçülüğe daha fazla duyulmuştur. O zaman asker kesimimiz
önem verilmeye başlanmasıdır. Nitekim halkımızı -ve bilhassa gençlerimizi- sapık
1973'te millî güvenlik derslerinin gözden ideolojiler ite saptırmamak maksadı ile
geçirilmesi sırasında bu değişim açıkça 'bizim bir ideolojimiz var, o da Atatürk­
görülür. Yine genelkurmay tarafından ha­ çülük' fikrini vurgulamaya karar verdiler"
zırlanan yeni programın temel özelliği (Hughes, 1994:118-119).
"Atatürk ilkelerine tamamen sadık ve ina­ 1970'lerde gittikçe daha çok vurgula­
nan bir gençlik" yaratılmasına yer verme­ nan Atatürkçülük ordu açısından artık her
sidir. Öncekilerde olmadığı derecede ar­ türlü siyasal istikrarsızlık ve belirsizliğin
tık Atatürkçülüğe önem verilen program­ aşılmasında aranılacak bir ölçüt haline
da "çağımızın ve yurdumuzun içinde bu­ gelmeye de başlamıştı. Örneğin 1973
lunduğu gerçekler nedeniyle bütün millî cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ordu üst
güvenlik konuları Atatürkçü açıdan" de­ yönetimi kendi cumhurbaşkanı profilini
ğerlendiriliyordu. Ders kitabı da aynı dü­ çizerken, tarafsızlık ve milletçe sevilen ve
şüncenin etkisi altında hazırlanmıştı. sayılan bir kişi olması yanında "Atatürk
Ordunun kurumsal çabalarına paralel İnkılâp ve ilkelerinden taviz vermeyecek
olarak özellikle erbaş ve erleri Atatürk ve ve taraf tutmayacak birisi" olarak tanımlı­
Atatürkçülük konularında eğitmek için yordu (Evren, 1990: 158).
tek tek subayların çabaları da görülüyor­ Orduyu resmî bir Atatürkçülük anlayı­
du. Tipik bir örnek bu yıllarda Albay Mu­ şı geliştirmeye İten önemli bir faktör Ata­
hittin Fisunoğlu'nun, Kıbrıs'ta başlattığı türkçülüğün saptırılması karştsında duyu­
"Atatürk Kimdir?" sorusuna cevap arama­ lan kaygıydı. Saptırılmış bîr Atatürkçülük
ya dayalı programıyla Atatürk'ün kim ol­ anlayışının ordunun genç subay ve
duğunu öğretmeye çalışmasıdır. Fisunoğ- askerî öğrencilerini etkilemesi bu kaygıyı
lu sonraki yıllarda orgeneralliğe kadar daha da derinleştiriyordu. Nitekim Cum-
yükselerek Kara Kuvvetleri Komutanı ola­ huriyet'in ellinci yıldönümü nedeniyle
cak, "Erbaş ve Erler için Atatürkçülük" genelkurmay başkanlığı tarafından ya­
adlı bir broşür hazırlayacaktır. Buna göre yımlanan "Türk Silahlı Kuvvetleri ve Ata­
Atatürk; "En Büyük insan, En Büyük Ko­ türkçülük" adlı kitap bu kaygının izlerini
mutan, En Büyük Teşkilatçı, En Büyük taşır. Tuğgeneral Turhan Olcaytu tarafın­
Milliyetçi, En Büyük Dahi, En Büyük Si­ dan yazılan kitapta, altı ilke "Atatürk'ün
yaset Adamı, En Büyük İnkılapçı, En Bü­ siyasal sisteminin ilkeleri" olarak açıkla­
yük Lider, En Büyük Devlet Adamı, En nıyordu, Genel olarak diğer ideolojilere
Büyük Politikacı" idi. Atatürkçülüğü saptırdıkları düşünülen
Ordu içinde Atatürkçülüğe daha fazla noktalarda cevaplar verilmesi anlayışıyla
önem verme eğilimi ile ilgili olarak P. kaleme alınmıştı. Örneğin Cumhuriyetçi­
Hughes, bir generalin kendisine aktardığı lik İlkesi açıklanırken; "bugün Türkiye'de
şu sözleri belirtir; "1960 İhtilali'nden he­ devlet kadrosunun, bütün yöneticilerin
men sonraki senelerde Atatürkçülük hak­ ve her kişinin üzerine titreyeceği bağım­
kında fazla bir şey söylenmedi. Bunun se­ sızlık; Atatürk'ün tanımladığı biçimdeki
bebi, tehdit -ve bilhassa soldan gelen bağımsızlığımıza gölge düşürmekten bü­
tehdit- o zamana kadar fazla büyük gö­ yük bir dikkatle sakınmaktır. Atatürkçü­
rülmemiştir. Onun için Atatürkçülüğün iş­ lük ancak bununla mümkündür. Burada
E Ğ E M E » İ D E O L O J İ V E T Ü R K İ L A H L I K U V V E T L E R İ

185

•Orgetierat EvrendemolaenMn sağfum temeBere oturhıkıca^nı, anayasa,


secim ve oortiler vusolonnm (Wîî*l(rrfl*«ltinî nUiUı-uSİHİ finlrbvlı

Kendinden önceki iki darbe gibi 12 Eylül de Atatürkçülük yolunda devam" vurgusunu
sürekli Öne çıkarıyordu.

şuna işaret etmeliyiz ki, son yıllarda aşırı derecede resmîyet kazandırmaktadır
solcuların, komünistlerin sokaklarda ba­ (Hughes, 1994:120-121).
ğırdıkları ve duvarlara yazdıkları 'Tam 1970'lerin ortalarında sözü edilen en­
bağımsızlık' sözleri Türkiye'yi bir komü­ dişeler yüzünden standartlaşmış resmî
nist peyki haline getirmekten başka bir bir Atatürkçülük versiyonu geliştirme yo­
anlam taşımamaktadır" deniliyordu. lundaki çabalar arttı. 1976'da ordu kendi
Halkçılık ilkesinin Marksizmin önüne ge­ personeline Atatürkçülüğü daha sistema­
çilmez olduğunu iddia ettiği ve kamçıla­ tik bir şekilde öğretme çabasına girdi. Bu
dığı "sınıf bilincini, sınıf çıkarını, sınıflar maksatla birliklerde gece derslerinde,
arası çatışmayı reddeden bir ilke" oldu­ askerî okullarda ATAT eğitimi süresince
ğuna dikkat çekiliyordu. verilecek Atatürkçülük eğitiminde oku­
Olcaytu'ya göre Atatürkçülük bir ide­ tulmak üzere "Atatürk İlkeleri ve İnkılâp
oloji ya da doktrin değil dogmalardan Tarihimiz” adıyla bir kitap hazırlanması
arınmış bir dünya görüşüydü, inkılapçı­ kararlaştırıldı. 1977 Aralık ayında KKK
lık ilkesi sayesinde sonsuza kadar uza­ tarafından yayımlanan bu kitap daha çok
nan bîr uygulama niteliği İle siyasî dokt­ öğretme işinde birlik sağlamak ve komu­
rinlerin çok üstünde bir güce ulaşmıştı. tanlara yardımcı olması için hazırlanmış­
Bu dünya görüşünü bozan her düşünce, tı. Son bölümde Atatürkçülük tanımlanır­
her eylem ve davranış Atatürkçülüğü ken daha önce açıklanan "Atatürk ilkele­
saptırmaktı. Anlaşıldığı kadarıyla ordu, ri ve inkılâpları ile bunların dayandığı te­
Atatürkçülüğü hâlâ bir ideoloji olarak meller Atatürkçülüğü oluşturur" denil­
nitelememe tutumunu sürdürmektedir, mekte ve böylece Altı Ok ile Atatürkçü­
genelkurmayın yayınıyla buna belli bir lük arasındaki bağ muhafaza edilmektey­
K E M A L İ Z M

di. Ayrıca Atatürkçülüğün nitelikleri be­ ğına M illî Güvenlik dersleri için yeni bir
lirtilirken ilkeler arasrnda bütünlük oldu­ program göndermişti. Atatürk ve Atatürk­
ğu, birinin diğerinden ayırt edilemeyece­ çülüğe daha da fazla yer verildiği görülen
ği, her ilkenin ve inkılâbın bütünü oluş­ programın genel amacının ilk unsuru
turmada aynı düzeyde önem ve değeri "yarınlarımızın koruyucusu ve kollayıcısı,
olduğu vurgulanıyordu. geleceğimizin teminatı, Atatürk'ün istiklal
Özellikle vurgulanan bir diğer konu ve Cumhuriyet'îmİzi emanet ettiği Türk
ise, Atatürkçülükten faydalanarak kendi­ gençliğini Atatürk İlkelerine inançla bağlı
lerini kabul ettirme çabası içindeki kay­ olarak yetiştirmek" olarak açıklanıyordu
nağı dışta bazı aşırı akım ve ideolojilerle (MEBTD, IS Ekim 1979). Ayrıca bütün
Atatürkçülüğün hiçbir ilgisinin olmadığı M illî Güvenlik konularının Atatürkçü bir
idi (KKK yay. 1978: 89-90). Kitapta ide­ perspektifle değerlendirilmesi gerektiği
oloji sözcüğünü kullanmama eğilimi de­ vurgulanmıştı. Öğretim esaslarında Ata­
vam etmekle birlikte Atatürkçülük diğer türkçülüğün bir inanç sistemi olduğu,
ideolojilere bir alternatif olarak sunulu­ Türk Devleti'nin ulusu ve vatanı ile bö­
yordu, 1978-1979 yıllarında kitap emir­ lünmez bir bütün olduğu, Atatürk ilkeleri­
lerle tüm birliklere dağıtılarak Atatürkçü­ nin birlik ve beraberlik içinde çağdaş uy­
lük öğretiminde "esas doküman" olarak garlık düzeyine ulaşmak ve geçmek açı­
kullanılmaya başlandı. sından öneminin üzerinde durulması iste­
Ordu eliyle yürütülen Atatürkçülüğü niyordu.
öğretme çabalarında 1980'lere doğru Böylece 1970'lerin sonuna gelindiğin­
gözlenen önemli bir gelişme odağın git­ de ordu yalnızca kendi personeline değil
tikçe sivil kesime doğru kaymasıdır. Bu orta ve yüksek öğrenim gençliğine de
çerçevede 1979 yılı mayıs ayında genel­ Atatürkçülüğü öğretme çabasına aktif ola­
kurmay başkanlığı millî eğitim bakanlı­ rak başlamıştı. Başlıca kaynakları Kara

Askeri geçit resmî. Mustafa Kemal in 1937’d eki sözleri, ordunun rejim açısından
‘p rofesyonel’ işlevinin ötesinde ifade ettiği anlamı özetler: ”Ordumuz. Türk birliğinin,
Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz,
Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek için sa rf etmekte olduğumuz
sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız teminatıdır.”
E G E M E N D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ

Kuvvetlerinin "Atatürk İlkeleri ve İnkılâp müdahalesinin meşru dayanağı olarak


Tarihim iz" ile genelkurmayın M illî G ü ­ görülüyordu. 12 Eylül yönetimine göre
venlik dersleri için hazırlamış olduğu ki­ Türkiye'yi bölen kutuplaşmada Türk Si­
taplar idi. Subaylar bu kitapları askerî bir­ lahlı Kuvvetleri sadece Atatürk ilkeleri
liklerin yanı sıra derse girdikleri sivil doğrultusunda yürüdüğü için tarafsız ka­
okullarda da kullanıyorlardı. Türk gençli­ labilmişti. Türk toplumunun en saf Ata­
ği artık ordu tarafından resmî olarak türkçü unsuru olan orduya, yalnızca Ata­
onaylanmış ve kendilerini bu kutsal ide­ türk ilke ve inkılâplarının devamlı takip­
olojinin koruyucuları olarak gören kişiler çisi ve koruyucusu olduğu için değil, aynı
tarafından sunulmuş bir Atatürkçülük ver­ zamanda topluma bunları doğru şekilde
siyonunu Öğreniyordu, açıklayacak yegâne kurum olduğu İçin
12 Eylül 1980'de "Türk Silahlı Kuvvet­ de güvenilebilirdi.
leri iç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türki­ 30 Eylül 1980'de Kara Harp Oku-
ye Cumhuriyeti'ni koruma ve kollama lu'nun ders yılı açılış töreninde Devlet
görevini Yüce Türk Milleti adına emir ve Başkanı Evren genç subay adaylarına 187
komuta zinciri içinde ve emirle yerine şöyle sesleniyordu; "Bu çağlarda sizlere
getirme kararı alarak" ülke yönetimine el çok kimseler yanaşır, izm'li ideolojileri
koyduğunu açıkladı, iktidarı ele geçiren aşılamak ister. Bunları biz çok yakinen
MGK (Millî Güvenlik Konseyi) adına ya­ biliyoruz. Eğer izm'li bir ideoloji aşıla­
yınlanan ilk bildiride (1 No'lu Bildiri), mak lazım gelirse, İşte Ulu Önder Ata­
devletin, başlıca organları ile işlemez du­ türk'ün Kemalizm ideolojisi vardır. Onu
ruma getirildiği, anayasal kuruluşların te­ benimseyiniz,..sizlere aşılanmak istenen
zat ve suskunluğa büründüğü, siyasal izm'lere kulağınız tıkayın, sırtınızı çevi­
partilerin kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tu­ rin" (Evren, II, 1991: 82). Evrenin mesajı
tumları ile devleti kurtaracak birlik ve be­ açıktı; öğrenciler bir İzm, bir siyasal ide­
raberliği sağlayamadıkları ve gereken ted­ oloji arayışı İçinde iseler bu MGK'ca
birleri atamadıkları ileri sürülüyordu. üretilen Atatürkçülükten başka bir şey
Bunların hemen arkasından da "Atatürk­ olmamalıydı.
çülük yerine irticai ve diğer sapık ideolo­ MGK, sadece askerî öğrencileri değil
jik fikirlerin üretilerek..." devletin güçsüz bütün gençlerin, Atatürk ilkeleri yerine
bırakılıp acze düşürüldüğüne dikkat çe­ komünizm, faşizm ve İslâmî fundamenta-
kilmişti (Evren, 1990: 546). lizm gibi "yabancı” ideolojilerle yetişme­
Açıklamalara bakılırsa daha ilk günden sinin önüne geçecek tedbirleri behemehal
itibaren devlet otoritesinin yeniden tesis almak istiyordu, ilk girişilen işlerden biri,
edilmesi ve demokratik düzenin işlemesi­ binlerce siyasî tutukluyu sıkı bir Atatürk­
ni engelleyen nedenleri ortadan kaldır­ çülük eğitiminden geçirmek oldu. Bu dö­
manın yanında MGK rejiminin amaçla­ nemde Mamak Cezaevine yaptığı ziyareti
rından birisi de, Atatürk ilkelerine yeni­ anlatan bir gazetecinin ifadesiyle "verilen
den güç ve işlerlik kazandırmaktı. Ger- emirle birlikte Atatürk'ün Gençliğe Hita­
ı çekten de uzunca bir süreden beri yüksek besi’m ya da O nuncu Yıl NutkUnu han­
komuta heyetinde bulunan generaller çerlerini yırtarcasma ezbere okuyan" (Mil­
j devlet otoritesinin yeniden tesis edilebil­ liyet, 08 Aralık 1980) çok sayıda tutuklu
mesinin, ancak, başta siyasî partiler ol­ bu Atatürkçülük eğitiminden geçirildi. Bu
mak üzere tüm anayasal kuruluşların Ata­ sırada üzerinde dramatik bir üslupla duru­
türkçü bir görüşle bir araya gelmeleri ile lan temel tespit, bu gençlerin Atatürk ve
mümkün olacağını ileri sürmekteydi. Za­ Atatürkçülük hakkında "bilgisiz" oldukları
ten Atatürkçülük, daha önceki müdahale­ idi; "zararlı" ideolojilere kapılmaları, bu
lerde olduğu gibi, ordunun siyasal sürece bilgisizliğe bağlanıyordu. Tedbir olarak
K M

hemen genelkurmay tarafından Ata­ lı eğitim göreceklerini söylüyordu. Eği­


türk'ün çeşitli konulardaki sözlerinden tim bu kampanyanın odağındaydı. Bu
oluşan bir derleme oluşturma projesi baş­ çerçevede iik önemli adım inkılâp tari­
latıldı. Bu proje Mart 1982'de Atatürkçü- hinin orta öğrenim düzeyinde standart
lük/Birinci Kitap'in yayımlanmasıyla ha­ tarih dersinden ayrılması ve 1981-1982
yata geçirilecektir. eğitim-öğretim yılından başlayarak Tür­
Ordunun geliştirdiği onaylanmış resmî kiye C um hu riyeti İn k ılâ p Tarihi adıyla
Atatürkçülük anlayışı, 12 Eylül'den sonra yeni bir ders olarak konması oldu. Yük­
toplumu ve devleti yukarıdan aşağıya sekokullarda ders T ü rk İn k ılâ p Tarihi
doğru yeniden düzenleme ve denetleme olacaktı. Derslerin temel amacı öğrenci­
çabası İçinde "güçlü devlet-otoriter yöne­ lere Atatürkçülüğü benimsetmek, Ata­
tim" isteğine denk düşüyordu. Toplumun türk'ün dünya görüşünü ve düşünceleri­
bu yöndeki ideolojik rehabilitasyonu için ni kavratmaktı. Atatürkçülüğe ayrılan
Atatürkçülük ideolojine başvurulacaktı. bölüm altı ilke üzerinde yoğunlaşıyor,
188 Nitekim ilk olarak 1976 başında orta­ yardımcı ilkelerden bağımsızlık, millî
ya atılan Atatürk'ün yüzüncü doğum yıl­ egemenlik ve millî birlik ve beraberliğe
dönümünü "Atatürk Yılı” olarak kutla­ dikkat çekiliyordu (MEBTD, 25 Mayıs
mak düşüncesi bunun için iyi bir fırsat 1981). Esas kaynaklar olarak ise Nutuk
yarattı. 23 Eylül 1980'de, müdahaleden ve Atatürk'ün Sö ylev ve Demeçten' idi.
yaklaşık iki hafta sonra, Atatürk'ün yü­ Ayrıca MEB'ce 18 Ocak 1982'de öğren­
züncü doğum yıldönümünün bütün yıl cilerin Atatürkçü olarak yetişmeleri ve
boyunca kutlanması için düzenleme ve bunu bir davranış haline getirebilmeleri
başlıca faaliyetleri içeren bir kanun çıka­ için yalnızca Türkiye Cum huriyeti İnkı­
rıldı, 2302 sayılı Kanun doğrultusunda lap Tarihi dersinin yeterli olamayacağı
"Atatürk Yılı" veya "100. Yıl", seminer­ belirtilerek diğer tüm ders ve öğretmen­
ler, sempozyumlar, konferanslar, yarışma lerinin derslerde yeri geldikçe öğrencile­
ve törenler de dahil olmak üzere yurtiçi rin Atatürkçü yetişmeleri konusunda ne­
ve yurtdışında birçok faaliyetle kutlana­ ler yapmaları gerektiğini açıklayan bir
caktı. Amaç, "Atatürkçü düşünce tarzı ve yönerge çıkartıldı.
Atatürkçü davranışı" aydınlatmaktı. Bu 1981 yılı sonlarına doğru M GK,
faaliyetlerin koordinasyonunu sağlamak YÖK'ün kurulması ile Atatürkçülük eğiti­
ve yürütmek üzere bîr devlet bakanının mini yaygınlaştıran bir adım daha attı.
başkanlığında Kutlama Koordinasyon MGK, Türkiye'nin "üniversite, akademi
Kurulu oluşturuldu. Devlet Başkanı Or­ ve yüksekokullarımızın geçmişte ihmal
general Evren'in başkanlığındaki Millî ve istismar edildiği ve bu yüzden çok za­
Komite ise bütün faaliyetleri planlayacak rar gördüklerini" tespit ettiği için, "bu İlim
ve planlananları onaylayacaktı. S Ocak ve irfan müesseselerimizi toplum yapımı­
1981'de TBMM'nde yaptığı bir konuş­ za ve çağdaş hedeflerimize uygun mües­
mayla Orgeneral Evren, 1981 Atatürk Yı­ seseler haline getirmek amacıyla" YÖK'ü
lı kutlamalarını başlattı (Evren, li, 1991: kurdurmuştu. YÖK kuruluş kanununa gö­
182-189). Kampanya, dozu kimi zaman re yükseköğretimin ilk amacı "öğrencile­
onu gerekli görenler arasında dahi tepki­ rini Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrul­
lere neden olacak bir yoğunlukla, tusunda Atatürk milliyetçiliğine bağ­
1982'ye de sarkarak sürdürüldü. lı...olarak" yetiştirmekti [Kanun No: 2547
Bu arada devlet başkanı artık her ko­ madde: 4-a(1)]. Böylece yalnızca ortaöğ­
nuşmasında Atatürkçülüğe değiniyordu. retim öğrencileri değil aynı zamanda
Türk gençlerinin Atatürkçülük konusun­ yüksek öğretim öğrencileri için de Ata­
da bundan sonra daha ciddi ve kapsam­ türkçülük eğitimine yönelik kanun ve yö­
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R ]

netmelikler hazırlanmış oldu. Görüşü" konularında verilen bu konfe­


Bu dönemde eğitim sahasında belirtil­ ranslarla "12 Eylül müdahalesini kaçınıl­
mesi gereken diğer bir gelişme de ilk ve maz yapan her türlü yıkıcı bölücü akım­
orta öğrenimde zorunlu din kültürü ve larla bunların dayandığı esaslar, uygula­
ahlak dersinin konulmasıdır. MGK bunu ma taktikleri ve son bağımsız Türk Devle­
Türk gençliğine genel olarak dinler ve ti olan T.C.'yi yıkmayı amaçlayan hedef-
özel olarak da İslâmiyet hakkında temel lerin"gözler önüne serildiği belirtilerek,
bilgilerin sağlam, doğru, resmî eğitim al­ amacının "personeli bu akımlardan koru­
mış eğiticiler tarafından ve denetlenebi- yarak devleti yıkılmaktan kurtarmanın ye­
len bir ortamda verilmesi maksadıyla gane yolunun Atatürk'ün düşüncelerinin
açıklıyordu. Ancak asıl niyetin izinsiz Ku­ benimsenmesi olduğu" açıklanıyordu
ran kurslarının popülerliğini geriletmek (KKK yay., 1982: 5). Belirtildiğine göre bir
olduğu açıktı. Daha sonra 1982 Anayasa­ süre sonra bu konferanslar kitap haline
sına da giren bu karar aydınların bir kıs­ getirilmiş ve asker sivil beş yüz bin kişiye
mı tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. dağıtılmıştır.
İtirazların çoğu din eğitiminin gereğinden MGK'nın Atatürkçülük eğitimi konu­
çok, dersin fundamentalist İslamcılar ta­ sunda en çok önem verip üzerinde dur­
rafından istismar edileceğine yönelik kay­ duğu konulardan birisi bir bilim kurulun­
gılardan kaynaklanıyordu. Bîr kısım aydın ca sivil ve askerî okullarda okutulmak
ise yalnızca laikliğe aykırı olduğu düşün­ üzere 'dört başı mamur bir yapıt' hazırla­
cesiyle karşı çıkıyor ve bu eğitimi destek­ maktı. Daha öncede değinildiği üzere
leyenleri "Atatürk düşmanlan" olarak ni­ Atatürk'ün çeşitli konularda söylediği
teliyordu. sözlerin bir derleme şeklinde bir araya
MGK rejimi döneminde ordu içindeki getirilerek yayını konusu, 12 EylüTün he­
Atatürkçülük eğitimi de sivil alana paralel men ardından genelkurmayca başlatılmış
bir yoğunlukta sürmekteydi. Örneğin bir projeydi. Bu kitap Atatürkçülük/Bİrin-
198) yılı sonlarında Kara Kuvvetleri Ko­ c i Kitap adıyla Mart 1982'de Orgeneral
mutanı Orgeneral Nurettin Ersin imzalı Kenan Evren imzasıyla yayımlanmıştı. Ki­
bir cep kitabı çıkarılmış ve tüm kuvvet tabın ilk sayfasına konulan Emir'de belir­
personeline dağıtılmıştı, Atatürk El Kitabı tildiğine göre amaç; "geleceğin subay ve
adlı bu kitapçığın yayınlanma amacı "Ka­ astsubaylarını kendi öz varlığımız olan
ra Kuvvetlerimizin genç erleri ile subay Atatürkçülükte bütünleştirmek, sistemli
ve astsubay adayı askeri öğrencilerine bir eğitimle Atatürk Kültürü vererek Ata­
Atatürk'ü tanıtmada, Atatürk ilke, inkılâp türkçülük ideolojisi ile dolu birer asker
ve fikirlerini öğretip benimsetmede, her olmalarını sağlamak, Atatürkçülüğü bir
zaman cepte ve elde bulundurulacak bir bütün olarak ve bütün beşeri faaliyetleri
müracaat kitabı sağlayarak, kendilerine kapsayacak genişlikte açıklamak''tı (Gen-
yardımcı olup, doğru yolu göstermek" kur. Yay., 1982: 1).
idi. Bu kitapçıkta Atatürkçülük "Ata­ Ancak M GK Atatürkçülüğün bazı
türk'ün görüş ve inkılâpları ile ortaya özelliklerini açıklayacak ve aydınların
koyduğu yeni düşünce sistemi" olarak ta­ görüşlerini yansıtacak resmî olarak
nımlanmıştı (KKK Yay., 1981: 8, 20). onaylanmış bilimsel bir Atatürkçülük ki­
Yine orgeneral Ersin'in bu kapsamdaki tabı hazırlanmasını istiyordu. Bu amaçla
bir diğer çabası da Kara Kuvvetleri bün­ Genelkurmay ikinci Başkanı Orgeneral
yesindeki bütün birliklerde verilen seri Necdet Öztorun'un başkanlığında bir
konferanslar oldu, "Türkiye'de Yıkıcı ve "Bilim Kurulu" oluşturuldu ve Evren'in
Bölücü Akımlar", "Atatürkçü Düşünce ve onayını aldıktan sonra çalışmalara baş­
Yaklaşım Tarzı", "Atatürk'ün Ekonomi ladı. Sonuçta da Atatürkçülük/ikinci K i­
K E M A L İ Z M

tap ortaya çıktı, ikinci kitabın hazırlıkları kişileri topladık ve üç tane kitap bastırdık
sırasında hedef kitle yalnız askerî öğren­ ve sizlere okutulması için verdik” (Evren,
ciler değil bütün gençlik olarak belirlen­ IV, 1991:358).
mişti (Bölügiray, 1991; 34-35). Ardından Buraya kadar anlatılanlardan varılacak
da Atatürkçü Düşünce Sistemi'nin kilit sonuçları kısaca vurgulamak gerekirse
Özelliklerinin doğru ve birleştirilmiş bir şunlar söylenebilir: 27 Mayıs askerî mü­
sentezini vermek düşüncesiyle Özto- dahalesinin diğer müdahalelerden ayrıl­
run'un bizzat bazı bölümlerini yazdığı dığı temel bir özelliği örgütlenme aşama­
Atatürkçülük/Üçüncü Kitap hazırlanarak sından başlayarak ordu hiyerarşik yapı
1983 yılında yayımlandı. Atatürkçülü­ ve disiplin sisteminin dışında ve hatta
ğün tanımının yapılıp güçlü bir devleti bunu tehdit edici şekilde gerçekleşmesi­
öngördüğü vurgulanan son kitapta, Ata­ dir, Bu tecrübenin öğreticiliği ile 27 Ma-
türkçülükte devletin dinamik idealinin yıs'tan sonra ordunun bozulan hiyerarşik
yanı sıra temelini Atatürk'ün sözlerinin sistemini yeniden oluşturmaya yönelik
oluşturduğu devlet bayatı, fikir hayatı, hukuksa) ve sosyoekonomik/politik bir­
ekonomik hayat, din ve laiklik konuları­ çok tedbir alındı. Ne var ki 1970'1ere ge­
na yer veriliyordu. lindiğinde ideolojik bir desteğe de ihti­
MGK döneminde ordunun üç yıl bo­ yaç duyulmuştur. Çünkü 1970'lerin ba­
yunca yürüttüğü Atatürkçülüğü yeniden şında her şeye rağmen 27 Mayıs gelene­
etkin kılma çabalarının sonucunda bir ğinde, yani hiyerarşik sistem dışında ör­
Atatürkçülük tanımı ortaya çıkmıştı. Afa- gütlenmiş müdahaleci gruplar hâlâ yük­
tü rk ç ü tü k /Ü ç ü n c ü Kitap'ta yer alan, sek komuta kademeleri için ciddi bir teh­
resmî ve onaylanmış bir özellik taşıması dit olarak varlıklarını sürdürebiliyorîardı.
bakımından önemli olan bu tanımda Üstelik bu dönemdeki örgütlenmelerin
Atatürkçülük şu ifadelerle tanımlanıyor­ 1960 öncesinden belirgin bir farkı vardı.
du; "Türk Milletinin bugün ve gelecekte 1960'lı yılların ikinci yansından itibaren
tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip ülkenin genel siyasî havası orduyu da et­
olması, devletin millet egemenliğini esa­ kilediğinden; artan siyasî radikalizm ve
sına dayandırılması, aklın ve ilmin reh­ ideolojik kutuplaşmanın çekim alanına
berliğinde Türk kültürünün çağdaş uy­ giren radikal subayların örgütlenmeleri
garlık düzeyi üzerine çıkarılması amacı de bu doğrultuda İdeolojik bir karakter
ile temel esasları yine Atatürk tarafından kazanmıştı. Atatürkçülük işte bu ideolo­
belirtilen devlet hayatına, fikir hayatına jik temeldeki örgütlenmede radikallerce
ve ekonomik hayata, toplumun temel hem örgütlenmenin genişliğini sağlama­
müesseselerine ilişkin gerçekçi fikirlere da (nicel) hem de dışarıya yansıtılma
ve İlkelere Atatürkçülük denir” (Genkur. aşamasında meşruiyet kazandırıcı bir
Yay., 1983:7). araç (nitel) olarak kullanılmıştır.
Orgeneral Evren 3 Ekim 1983 tarihinde Diğer yandan radikallerin Atatürkçü­
yine Kara Harp Okulu öğrencilerine yap­ lüğü (çoğunlukla Kemalizm kavramı ile
tığı bîr konuşmada ordunun bu kitaplara ifade edilirdi) angaje oldukları İdeoloji­
verdiği önemi şu sözlerle açıklıyordu. ler perspektifinde ele alıp kendi askerlik
"Atatürkçülükten ayrıldığınız sürece, Ata­ dışı eylemlerinin meşruiyet aracı olarak
türkçülükten saptığınız sürece bize hayat kullanmalarına kadar ordu kurumsal
hakkı yoktur. Bu üç sene içerisinde bütün olarak resmî bir Atatürkçülük ifadesi ge­
okullarımızda, Özellikle askerî okulları­ liştirmemişti. 1960'b yılların ikinci yarı­
mızda Atatürkçülüğün yerleştirilmesi için sındaki gelişmelerden sonradır ki bu de­
büyük çaba sarf ettik. Bu konuda çok kıy­ fa ordu, hem kendi bünyesindeki radi­
metli ilim adamlarımızı, tarihi değeri olan kaller hem de tüm gençlik ve halk için
E G E M E N İ D E O L O J İ VE T Ü R K S İ L A H L I K U V V E T L E R İ

"resmî olarak onaylanan bir Atatürkçü­ bunun cevabı 1980 sonrası Türk siyaseti­
lük" açıklamasını ortaya koydu. Dolayı­ ne bakarak aranmalıdır.
sıyla Atatürkçülük hem müdahafe amaç­ Son olarak -1960 sonrası döneme ağır­
lı örgütlenmelerde hem de bunun karşı­ lık verilerek ve daha çok ordu iç neden­
sında sistemin korunması için konjonk- lere dayalı biçimde Atatürkçü İdeolojinin
türel olarak ihtiyaç duyulan ideolojik bir üretiminde ordunun rolünün ele alındığı-
destek olarak çift taraflı kullanılmıştır buraya kadar söylenenlerden, ordunun
denilebilir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren
Ordunun geliştirdiği Atatürkçülük ver­ üstlendiği diğer işlevlerin göz ardı edildi­
siyonu başlangıçta, kendini ifade etme­ ği anlamı çıkarılmamalıdır. Gerçekten de
nin en iyi yolunun ideolojik tanımlama Cumhuriyetin ilanından itibaren askerî
olduğu yıllarda, tüm gençlik kesimi gibi eğitimin dışında rejimin/devletin meşru-
radikalizme kayan askerî Öğrenciler ve iaştırılması çabalarına da ordu her alan­
genç subay/astsubaylar için gerekli gö­ da katılmıştır. Kısaca yeni devletin ihti­
rüldü, Yüksek komuta kademelerinin yaç duyduğu yeni insan tipinin yaratıl­
bundan beklediği "ithal -izm'lerin" etki­ masında, okullaşma oranının bir hayli
sinin kırılarak ordu içi ideolojik bütünlü­ düşük olduğu düşünülürse, ordunun en
ğün sağlanması idi. Zira ideolojik olarak önemli kurum olduğu söylenebilir. Bun­
homojen bir ordunun hiyerarşik sistemi da şüphesiz, zorunlu askerlik modeli sa­
kuvvetlenecek, başta genç subaylarda ol­ yesinde -ulus devletin yaratılma süreci
mak üzere, törpülenen radikalizmin yeri­ içinde tarihte başka örneklerine de rast­
ni hiyerarşiye sadakat alacaktı. Bunda da ladığımız gibi- çoğu kırsal kökenli gen­
başarılı olunduğu 12 Eylül'ün emir ko­ cin resmî ideolojiyle yoğun şekilde as­
muta zinciri içinde ve emirle gerçekleş­ kerlik sırasında karşılaşmasının payı bü­
mesiyle ortaya çıktı. yüktür. Böylece hem ordunun faaliyetleri
işte bu başarıyladır ki ordu bu kez 12 devletin/ rejimin, onun ideolojisinin
Eylüi'de iktidara e l koyduktan sonra ben­ meşruluk zeminini güçlendirmeye hiz­
zer çabayı kendi dışındaki sivil alan için met etmiş, hem de daha önemlisi yaratı­
hem de daha yoğurt olarak uygulamaya lan yeni kültür ve insana ordunun hiye­
soktu. Bu kez sadakat gösterilecek merci rarşi ve otorite gibi özellikleri aşılanarak
kuşkusuz devlet olacaktı. Bu noktada so­ kendi faaliyetlerinin de meşruluğunu
rutabilecek soru 12 Eylül yönetiminin he­ sağlayacak kontrol edilebilir bir 'vasat'
deflenen başarıya ulaşıp ulaşmadığıdır ki yaratılmıştır denilebilir.
Kemalizm ve Bonapartizm
ALİ GEVGİLİLİ*

arih’in ötesine geçmek isteyen sivil şitli eski güçler arasında, uzlaşmaz iç çeliş­

T topluın’un ileri dönük güçleri, her


şeyden önce, toplumsal düzenlerin
göz açıp kapayıncaya kadar tümüyle bom­
kiler belirmişse,,. Bunalımların iktidar’ı
elinde tutan değişik kentsoylu kesimler
arasında etkin bir “iktidar bloku” oluştu­
boş duruma getirilebilecek bir üstü yazıl­ rulmasını bile bazen olanaksız kıldığı böy­
mamış alan ya da tabulu rasa olamayacağı­ le bir süreçte, toplumun gittikçe güçlenen
nı bilirler. Maddelerin somut dünyasındaki modern çalışan sınıflarından yükselen da­
ilişkiler, ne sonsuz Janiazya’larm, ne de ha ileri demokratik istek, özlem ve dire­
uçsuz bucaksız ütopyaların alanıdır. Bü­ nişler karşısında, siyasal toplum içinde gö­
tün düzenler, ekonomik, siyasal, kültürel reli özerklik kazanan belirli devlet aygıtla­
düzeylerde, belirli nesnel ilişkiler altında rının birden öne çıktıkları görülebilir. Sivil
ortaya çıkan toplu msat oluşum’lara daya­ topfum’a özgü siyasal partiler’in ve toplum­
nırlar, Çatışma, çelişki ve sosyal güçlerle sal örgütlenişin görevlerini yerine getirir
birlikte belirlenen yepyeni çözüm ya da getirmez görünüm aldıkları çok ştddet’li
uzlaştın dinamikleri rol alır, modern si- uzun bunalım dönemlerinde, asker ve sivil
vil/siyosal toplum'un iç dünyasında... bürokrasi bu kez devlet’in tüm aygıtları
Kaba anlamıyla zorun, özellikle olağan yardımıyla yönetim görevini üstlenir. Hat­
koşullarda yetkin bir sivil/siyasal top- ta bu iş yapılırken, geçmiş dönemlerin
lum’da yeri bulunmamak gerekir. kak ra matı’larına ait dünya görüşlerinin ya-
Ne var ki, uluslararası düzeyde eşitsiz rnsıra tarihsel giysiler bile yeni dönemle­
gelişim’in varlığım sürdürdüğü bir çağda, rin önde gözüken kişilerinin üstüne geçi­
fart Kin ötesine geçme aşamasına erişeme­ rilmek istenebilir,
miş, gelişimi yetersiz toplumlar belirli Türkiye’ye özgü pravis içinde, güçlü bir
alanlarda çok çetin bunalımlarla yüz yüze “kurtarıcı” yaratma deneyimleri, yoğun
gelebilirler. Hele o düzenlerde giderek bunalımlar karşısında, giderek yeni bir
dünyaya bakış açıları yenileşen kentsel si­ Atatürk olma özlemine de dönüşür.
vil toplum güçleri ile geleneksel ilişki ve Geçmiş dönemlerin bütün büyük öncü­
yaşam biçimlerini tümüyle aşamayan çe­ leri, tüm iç ve dış dinamiklerin bir daha
asla yinelenemeyecek nitelikteki somut,
ri) Yazarın onayıyla T ü rk iy e 'd e Yen ileşm e D ü şü n ­ nesnel, özgül koşulları altında birer varlık
cesi S iv il roptum. Basın ve Ata furt (Bağlam Ya­
yınları, İstanbul. 1990) adlı kitabından özetlen­
kazanmışlardır. Tarihsel öncüler, kendi
miştir. kendilerine kahraman değillerdi; sivil/siya-
K E M A L Z M V E B O N A P A R T İ Z M

siif (oplum’un benzersiz bir yeniden oluşum Bonapartizm’den çeşidi otoriter yönetim bi­
halkasında, i İt; ve son kez olarak dönüşüm çimlerine, diktatörlük ya da en aşırı biçi­
surecine katılmış ve o sürece gerçekten de miyle faşizm ’e kadar uzanabilir. Ne var ki,
"eşsiz” bir ivme kazandırabilmişlerdi. Oy­ hangi “iyi niyetli”, “kahramansı”, “roman­
sa, koşullar ve ilişkiler bir daha hiçbir za­ tik” ya da “fanatik" gerekçelere sığınırlarsa
man -ne içsel ve ne de dışsal olarak- o “eş­ sığınsınlar, “tisttenci” yöntemler, son çö­
siz” koııuma geri dönemezler. zümde, yine de sivil toplum dokusu önün­
Kahramanların büyüklükleri, yaşadıkla­ de aşamalarla çözülüp dağılırlar.
rı ortamların /an/ı’lennin içindedir. Onlar, Özgürlük ve demokratikleşme süreçlerin­
başka tarih kesitlerinin ilişki ve koşullan den ötelerdeki üstten yönetim deneyimleri­
altında bir daha "kahraman” olamayacak­ nin arkalarında bıraktıkları sonuç, En-
larını bilecek kadar da büyüktürler. gels’in 13 Nisan 1866’da Marx’a yazdığı
Kahramanlaı; eşsiz benzersiz nitelikteki ünlü mektuptaki yazgıdır:
tariklerinden bir daha geri dönmezler. Ye­ “Bonapartizm ne de olsa, modem burju­
ni çağların önderleri, ancak yeni kişilikler vazi’nin gerçek dinidir Burjuvazi’nin doğ­
kazanabilirler Ne var ki, yetkinleşmiş bir rudan doğruya yönetme yeteneğine sahip
sivil toplum, kahramana gerek de duyma­ olmadığı ve Ingiltere gibt, herhangi btr oli-
yan ileri bir düzendir. garşi’si bulunmayan yerlerde, devlet’i ve
Bir yanda tarih’in stmu’nn getirebilecek toplum ü belirli bir bedel karşılığında bur­
kadar ilerlemiş, öte yandaysa hâlâ tarih ya juvazinin çıkarlarına göre yönetme işi için,
da tarihöncesi''nin koşulları altında yaşayan Bonapartist bir yarı diktatörlüğün normal
yeterince gelişememiş toplumlann yan ya­ biçim haline geldiğini her geçen gün daha
na varolabildiği bir evrende, kendi kendi­ iyi görüyorum; bu diktatörlük, burjuvazinin
sini yönetemez duruma giren düzenlere, büyük maddi çıkarlarını hatta burjuvaziye
dış dinamikler, bazen başka oluşumların karşı ele alıyor, am a yönetim sürecinde de
kapılarını da aralayabilirler. Dünyanın usu, burjuvaziye hiç yer bırakmıyor. Öte yandan,
bir yerden sonra, yepyeni evrensel dtna- bu diktatörlük, kendi istemese de, kendini
mtkler’t ortaya çıkardığı gibi; bazen de be­ burjuvazinin maddi çıkarlarına uydurmak
lirli bir uluslararası sistem, kendi gerekleri zorunda kalıyor." (M İliband-Poulantzas,
açısından -kısa ya da uzun süreli olarak- Laclau, 1977: 121)
kaçınılmazlaşan belirli amaçlan, çevre ülke Bonapartizm, sahneye çıkışının ilk anla­
ve toplumlara uygulatmak da isteyebilir. rında d ik getirilmiş tüm efsanelerin bir
Gelişimini çağdaş düzeylere ulaş aramamış süre sonra yine kendi etleriyle yadsı nişi­
bir toplumun uzun ve ağır bunalım aşa­ nin ve yıkılışının tarihini yazar. Gerçekte,
malarında, bu koşullar sonucu daha da ge­ Bonapartizm, çoğu kez arkasına sığındığı
nişleyen göreli özerkliklerinden yararla­ öncü “kahraman'’ın yüceltilmiş kişiliğine
nan bürokrasi ya da belirli devlet aygıtla­ karşı indirilmiş bir darbe’dir de...
rının, siyasal toplum düzleminde yönetim Yetkinleşmiş hiçbir sivil toplum’da, yö­
işlevine el koymaları, 20, yüzyıl dünyasın­ netime üstten Bonapartist el koymaların
da belirii aralarla rastlanan bir olgudur. gerçekleştirilemeyişi bir rastlantı olarak
Sayısız Latin Amerika, Asya, Ortadoğu ve nitelenmez. Sivil toplum, kendisi için gere­
Afrika ülkesi, çeşitli yönetime el koyma de­ ken yötıelim’i, siyasal toptum’u, devlet’i de,
neyimlerinden geçti. Sivil toplum’un kendi en azından, toplumsal örgütleniş ve dünya
içinde gerçekleştiremediği belirli değişim­ görüşü aracılığıyla çok karmaşık bir d e­
leri, üstten düzenleme yöntemiyle uygula­ mokratik oluşum sürecinde karşılıklı ola­
mayı amaçlayan “yönetime el koyma” giri­ rak etkiler. Sivil toplum ile siyasal toplum
şimleri, 19. yüzyılda örnekleri görünen böylece içinde yaşanılan koşul ve ilişkiler­
K E M A L İ Z M

deki dönüşümleri karşılayacak biçimde ve sivil toplum’un bütün siyasal güçlerinin


birbirleriyle eklemleşir. Özgürlükler ve de­ zorla hareketsiz bırakılması demek oldu­
mokratik gelişim, yeniden üretim sürecinde ğuna göre, hiç de burjuvazinin ditı’i ola­
üsltend lüm yönetime el koyma girişimle­ maz. Burjuvazinin buna başvurmas. için,
rini ya da Bonapartizm deneyimlerini dış­ siyasal dengesizlik koşulları adamakıllı ço­
lar. Tarih’in sonunu yaklaştıran dem okra­ ğalmak, varolan toplumsal düzenin ve
tikleşme ve özgürleşme giderek Bonapaı- şüphesiz, bu düzenin merkezî parçası olan
tizm’i de öldürür. hakimiyet sisteminin sürdürülmesi için
Bonapartizm, modern kentsoylular için büyük bir tehdit haline gelmelidir. Böyle
bir din olma görünümünden çoktan çık­ bir durumda son çare’dir, Bonapartizm...”
mıştır. (Miliband-PoulanLzas, Laclau, 1977: J21)
Siyasal bilimci Ralph Miliband, yeni ça­ diye ekler.
ğın gerçekliklerini vurgulamak için, “Bo­ Sivil toplum'un yönetimine üstten el koy­
napartizm, yürütme gücünün aşırı şişmesi ma ya da Bonapartizm, bir tarik çağma ait
belki bir "son çare” ama tarihin ötesine
doğru yürüyüşte kesin bir “tarihsel çözüm­
süzlük”tür.
Tarık Zafer Tunaya, İttihat ve Terakki
dönemi Türkiyesi’nin bilançosunu çıkarır­
ken, Türkiye’de yeni bir sivil toplum olu­
şumunun özellikle Cumhuriyet ve Ata­
türk öncesinde hangi aşamaya ulaşabildi­
ğ inin ilginç bir panoram asını çizer:
"Türkiye’nin yakın tarihinde ilk olarak yay­
gın, disiplinli, coşkulu, hırçın, acımasız ve
de tecrübesiz bir kitle örgütü ve partisi mo­
delini, ittihat ve Terakki yaratmıştır. Bu
tablo onun kusurlarını perdelemez. Faka! si­
yasî partiden de öte, kitleleri eyleme geçire­
bilen bir politik güç olduğunu da kanıtlar, it­
tihatçılar; ihtiyatlı bir deyimle, yukarıdan
aşağıya’cı “halka rağmen devrim” yöntemi­
Bayar ve İnönü, ikinci Dünya Savayı
ne inanmış bir ekip olmuşlarda: Vesayetçi,
sonrasında çokpartM demokrasiye geçiş
ufukta göründüğünde, Afi GevgÛili’nm kendi karizmasına “iman” eden, muhalifli­
deyişiyle “patriyarkai hakem ”konumum ği vatan hainliği sayabilen tutumları, bu
geçmek isteyen İnönü, Atatürk döneminde özelliğinin simgeleri sayılabilir Bu durum
siyasî rekabet İçinde oldukları ama
bağlandıkları anayasa teorisi’ni, siyasal re­
birlikte politik mesai de yaptıktan Celal
Bayar i muhalefeti örgütlemeye en uygun jim tercihini de etkilemiştir
aday saymaktadır. CHP'mn yayın organı İttihatçılar, yazgısına egemen oldukları
Ulus'te Fatih Rtfkt Atay bu tercihi ülke gibi, az gelişmiş, dış baskılara boyun
dillendirir (1945f 'Celal Bayar’m
Kemalizm davasına Türk devrim eğmiş, sivil rengi silik bir siyasal iktidar
geleneklerine uygun bir muhalefet partisi oluşturmuşlardır
kurmaya ve işletmeye muvaffak olmasını İttihatçılık, komitacılık-partizanhk karı­
biz de en az kendisi ve arkadaştan kadar şımı bir olgudur Bu durum tüm bir kuşağı,
dilemekteyiz. Celal Boyar bizim
partimizde fazileti, dürüstlüğü ve bir kültür’u ve bir “kafa*’yı simgeler ittihat­
ülkücülüğüyle şöhret kazanmıştır." çılar uzun bir süre larih’in kapısından içeri
girmek istememişlerdir ve güncelliklerini ko­
K E M A L İ Z M V E B O M A P A R T İ Z M

ru m akta inatçı olm u şlard ır.” ( Tunaya, sıyla, Türkiye’de aydm, ülke konularıyla
ltl/1989: W) ilgilenen ve bu sorunlan düzeltmeye uğra­
Bu yargılar, gerçekte, Türkiye’ye özgü şan nizam ı alemciye verilen addır. Düzelt­
tarihsel bir “yönetime el koyma" geleneği­ me işini de Osmanlfdaıı beri genellikle bü­
nin tüm ideolojik kökenleriyle de ilgilidir­ rokrasi içinde yaptığından, “Türk aydım,
ler. Her yeni Bonapartizm girişimi, çağın kendim, devlet’in ilerisi için sorumlu gören
çok şeyleri alıp götürmesine karşın, yine yöneticilerinden biri saymayı” sürdürür
de aynı inançlar yumağından yola çıkar ve (Mardin, 1976: 103).
sonunda tariflin kapısı’ndan yine bir türlü İdris Küçükömer, ünlü yapıtı Düzenin
içeri giremeden, sahnenin dışına sürükle­ Yabancılaşmasında siyasal toplum düzeyin­
nir. Yeni bir uygarlığa uzanan yollar, ancak deki devletçi aydın olgusuna karşı, sivil
toplumsal dokunun karmaşık yapısını, toplüm’un yanıtını, Dogucu/lsl&mcı halk
sarp doruklarını, uçurumlarını özgür ve cepfıesi kavramında aramıştı. Yeniçeri - es­
hoşgörülü açılımlarla aşmayı göze alabile­ naf - ulema birliğinden gelen Doğucu/ls-
cek kadar ilerlemiş modern güçlere açıktır. lâmcı halk kesimleri, yüzyıllar boyunca, 195
Yeni bir Türkiye, her şeyden önce, yeni emperyalist kıskacı içindeki bürokrat
bir üstyapı oluşumuyla derinden ilişkilidir. oyunları önünde “içine kapanmak" ve di-
Oysa, aşırı yarara 20. yüzyıl dünyası, va­ renmek’ten başka bir çözüm yolu bulama­
rolan uluslararası hegemonya ilişkilerinin mıştı. Kendisini ileri gören bürokrat. Do­
de i\ınesiyle, toplumsal sorunları çoğu kez ğucu kampı gerici ya da mürteci saymıştı.
aşırı basitleştirilmiş ekonomik şemalara ya Bürokratik aydm geleneğinin siyasal ör­
da matematik denklemler’e indirgemiştir. gütü olarak ittihat ve Terakkinin ilk kez
Sivil toplumun değişik kesimlerine belli 1908 II. Meşrutiyetiyle iktidar’a gelmesin­
ekonomik yararlar sağlamak ya da çeşitli den sonra, devfet’i ele geçirmenin, top-
arpalık sistemleriyle bazılarına özel ayrıca­ fum’u ele geçirmek olmadığı anlaşılacaktı.
lıklar tanımak, güncel iktidar dengelerinin Oysa, “onlar, toplıım’u, daha doğrusu
klasik oyun alanlarına dönüşmüştür. Bir hafk’ı elde edeceklerine, devlel’i elde et­
tür toplum mühendisliği niteliğini taşıyan mek istemekteydiler ve bu yoldan elde
iktidar taktikleri, genellikle güncel oluşuma edilen ya da “kapıiaıı” devlet kurtarılabilir
belirli yanıtlar verebilir ama tarihsel süreç­ sanıyorlardı” (Küçükömeı; 1968; 82-85).
lere tümüyle egemen olabilir mi? Devlcf’in toplumda hiç değilse bazı sınıf­
Oluşum süreçleri, kısa parantezlere sığ­ larla organik bütünlüğü bulunmaksızın
mayacak kadar büyük ve uzun erimlidirler. güçlü olamayacağını, kurtulamayacağım
20. yüzyıl öncesinin Türk iyesi, tüm üsf- göremeyen Osmanlı bürokratı devlet gü­
yapısr’yla, karmaşık bir çelişkiler yumağım cünün temelini de anlayamayacaktı. Sıçra­
sergiler. Toplumda yüzyıl boyunca önemli narak elde edilen böyle bir iktidar ise, gö­
çapta etkin olan aydın kesim giderek yeni reli bir yalnızlığa mahkumdu. Küçukö-
bir yol ağzmdadır. Bu, biraz da, kendileri­ mer, “Türkiye’nin politik elifi böyleydi ve
ne “aydın" denilenlerin çoğunun gerçekte hep böyle kaldı" diye ekler.
ancak birer yarı aydın olmalarının kaçınıl­ Eğer 20. yüzyıl sonları Türkiyesi’nde bir
maz sonucudur. Uygar düzenlerde aydın, kesim “aydın" -üstelik, yine iktidar’a el at­
düşünce dünyasını belli başlı bir amaç ola­ mak istediğinde- olağanüstü yaln ız kal­
rak alan ve tüm yaşantısını düşünce uğraşı­ mışsa, bunun ana nedeni yine Türkiye’ye
na adayan kişidir. Okuryazar olmanın bile özgü tarihsel üstyapıda aranmalıdır.
uzun süre bir ayrıcalık niteliğini taşıdığı Şunları da unutmamakta yarar var:
Türkiye’de ise, aydın, çoğu kez salt bir 1. Sosyal gelişmenin gittikçe dinamik
okurdur. Şerif Mardin’in ilginç tanımlama­ aşamalarına giren bir toplum, yığınları kü-
K E M A L İ Z M

çümsenıe tavrıyla da güvenilir çözümlere 1920’ler sonrası, Osmanlı düzeninin ar­


götürülemez. Bu toplumun kurtuluşu, dından yeni bir dönemi açmak amacıyla,
onun yeni bir sosyal kuruluş’a doğru götü- geçmiş kültürün simgelerini paramparça
rıılebilmesıyle olasılıdır. Bu iş, çağdaş halk etmek istemişti,
yığınlarının somut ve etkin katılımı varsa 1980’ler sonrasının Bonapartîzm eşliğin­
başarılabilir. deki liberalizm girişimi ise, kendinden ön­
2. Uzun süreli çözümler, yetenekli ol­ ceki ideolojik ve kültürel üstyapıları tersine
dukları varsayılan birtakım uzman, bürok­ çevirmek için doğrudan doğruya Cumhu­
rat ya da teknokrat'ı yönetime geçirerek de riyet’in resmî ideolojisinde bir altüst oluşu
bulunamaz. Eflatun’un ütopik cumhuriyet yarattı. Bireysel çıkarcılığı ve varlık edin­
özleminden bir türlü ayrılamayan orta sı­ meyi öne çıkarmak amacıyla, varolan etik’i
nıf aydınlarının anlayamadıkları gerçek, ve ideolojik çerçeveleri inanılmaz hızla
diploma ya da uzmanlık gibi olguların an­ aşındırdı. Dayanak noktalarını büyük öl­
cak teknik düzeydeki şeyler olduklarıdır. çüde yok edip onları boşlukta bıraktı.
196 Oysa, karar alma ve karar verme tümüyle Üstyapıdaki kültürel değerler ve simge­
sosyo/politik bir olaydır. Teknokrasi, en so­ ler kargaşası, son çözümde sivil toplum’da
nunda, söz konusu grupların dayandıkları nitel ve nicel olarak önemli dönüşümlerin
sosyal sınıf ve katmanların ideolojik bir bir öncülüdür ancak... Gerçekte, toplum­
yansıma alanıdır. Bir toplumsal düzense, sal ilişkilerin tarihini, bu ilişkilerin “değiş­
herhangi bir orta sınıf ideolojisinin deney tirilmelerinin, kaldırılmalarının, birinin
alanı değildir. Teknokrat oligarşisi, yeryü­ geçersiz kılınıp bir yenisinin ortaya kon­
zünün hiç bir toplumunu kurtaramamıştır masının ya da aynı ilişkinin yeni bir tarzda
(Gevgilili, 1987: 798-799). kurulm asının meydana getirdiği çizgi
Türkiye’de 1990’lara doğru gittikçe be­ oluşturur" (Kuçuradi, 1988: 9). Bir tip
lirginleşen iktidar boşluğu, karmaşık bir toplumundan, başka bir tîp’e geçiş’irı tari­
siyasal seçen eksizlik olgusuyla üst üste hidir, bu...
getirilir. 1980’İİ yıllar Türkiye’de, gerçek anla­
Geleneksel seçkine i ideoloji’nin dayanak­ mıyla, II. Cumhuriyet dönemini açma giri­
larım parçalayan yeni dinamikler, üstyapı­ şimi olarak da nitelenebilir.
da, ilginç bir kültür kaosu ile yan yana ger­ Türkiye’nin yenileşme ve modern bir $i-
çekleşmekteydi. Her Bonapartist girişimle vil/sivosal toplum oluşumu sürecinde geli­
bilim ve düşünce alanında bir daha yaşanan nen yer, bu bağlamda, bir döııüm ııokta-
duraklama ve çöküş, bu kez, alt ve lümpen sı’dır. Bu dönüm noktası çok daha yoğun
kültürlerin 1980’lerdeki yükselişine denk bunahmlar’ı da getirebilir; yepyeni demok­
düşüyordu. Örnek olarak, arabesk diye ta­ ratik platformlar'ı da aralayabilir.
nımlanan şarkı ve türkülerin kısa bir süre Gelişimin yönünü belirleyecek olan,
içinde eriştikleri etkinlik ile klasik yazılı geçmiş dönemlere oranla daha da karma­
kültür’ûn uğradığı genel gerileme birbirle- şık bir iç ve dış dinam ikler eytişimi ola­
riyle ilişkili değişimlerdir. Kağıt ya da ki­ caktır.
tap, gazete, dergi gibi yazdı kültür ürünleri Yeni ortamın yaratıcı bir dinamiği, ay ­
fiyatlarının -uygulanan bilinçli politikalar dın üstündeki tarihsel bürokratik ilişki ve
yardımıyla- olağanüstü yükseltildiği bir denetimlerin büyük çapta dağılmış olu­
ortamda okuryazar’ın son kültür simgesi de şudur. Bu bağlantı şoku, daha ileri bir ya­
böylece elinden alınıyordu. rın arayan tüm güçler arasında, organik
Türkiye, 2000’İt yıllara Cumhuriyetin ilişkilere dayalı, modern demokratik bir­
kuruluş ortamındakinden bambaşka dina­ leşimlerin de gerçek başlantç aşamasına
miklerle giriyordu: dönüşebilir. ö
Cumhuriyet Türkiyesi’nde
Laiklik ve Karşı Laikliğin
Düşünsel Boyutu
NURAY MERT

eyaıni Safa, 1938’de yazdığı Türk İn­

P
vunuyorlardı. Türkçüler ise, hem büyük
kılâbına Bâftışlar’da, “Atatürk inkı­ ölçüde Batıcıların tezlerini paylaşıyorlar
lâbına kadar laiklikle milliyetçiliğin hem de, Osmanlıcılık ve Islâmcılık siya­
birbirine mani akideler olmadığım idrak setlerine karşı millî bir uyanışı temsil edi­
eden tek bir fikir adamı çıkmadı” (Safa, yorlardı. Ancak, o dönemde, laiklikten
1993: 39) diyor. söz eden yoktu. Laiklik o dönemde hayata
İ923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti; geçirilmesi çok uzak bir kavram olarak
modern bir devlet olarak, öncelikle, laik­ görülüyor olsa gerekir.
lik ve milliyetçilik ilkeleri üzerine kurul­ Ahmet Emin, Cumhuriyet Devrimi için
du. Cumhuriyetin tarihî ve düşünsel bir “Gerçekleşen Rüya" (Yalman, 1938) de­
boşluğa doğmadığını biliyoruz; bu bakım­ mekte haklıdır. Cumhuriyet’in kuruluşu
dan Cumhuriyet devrimini ve onun dü­ ile gerçekleştirilen dönüşümlerden, Meş­
şünsel boyutunu anlamanın yolu, sotı dö­ rutiyet devrinde düşünülmüş, tartışılmış
nem Osmanlı tarihi ve düşünce hareketle­ olanları bile, hiç değilse, kısa vadede ger­
ridir. Özellikle II, Meşrutiyet dönemi dü­ çekleştirilmesi güç bir hayal olarak görül­
şünce hareketlerini göz önünde bulun­ müştür, Kılıçzade Hakkı’nın, Cumhuriyet
durduğumuzda, Cumhuriyet’in kuruluşu­ reformlarını çağrıştıran önerilerinden olu­
nu izleyen ve ‘inkılâplar’ olarak tanımla- şan makalesine “Pek Uyanık Bir Uyku" ve
nagelen radikal dönüşümlerin, hiç değilse daha sonra “Rüya"’ başlığını vermiş olma­
düşünce alanında Cumhuriyetle doğma­ sı bu ruh halinin en İyi ifadelerinden biri­
dığını, çeşitli siyasi tartışmalar çerçevesin­ dir. Celâl Nuri, Cumhuriyet’in kuruluşun­
de, daha önce ortaya atılmış önerilerin de­ dan hemen sonra; “Abdülhamit devrinde
vamı olduklarını görürüz. Cumhuriyet yetişmiş, Avrupa görmüş, zihniyetini de
devrimi, ilk bakışta, son dönem Osmanlı anlamıştım. Fakat hiçbir vakit, o günlerde
düşünce hayatım belirleyen üç akımdan; hatır ve hayalimizden geçmezdi ki, yirmi
Islâmcılığın yenilgiye uğrayıp, diğer ikisi sene gibi az bir fasıladan sonra kadınları­
olan Türkçülük ve Batıcılığın birlikte ikti­ mız hukuk-u hürriyetlerine sahip olacak­
dar olması şeklinde tanımlanabilir. lar, saltanat ve hilafet millî hakimiyete ye­
II. Meşrutiyet dönemi Batıcıları, Cum­ rini bırakacak, taaddütü zevcad haram
huriyet’in sonradan gerçekleştirdiği re­ o la c a k ...” diyordu (Celâl Nuri, 1926:
formlara zemin teşkil eden Batı medeniye- 125), O dönemde, belli ki bazı dönüşüm­
;ıni tümüyle kabul etme düşüncesini sa­ ler hayat bile edilemeyecek kadar uzak
K E M A L İ Z M

görünmüştür; laik bir devlet, en hızlı Batı­ ‘Medenileşme’ tasarısını, net bir şekil­
cılar için bile, herhalde bu türden bir kav­ de Batıcılık ile milliyetçiliği uzlaştırıp,
ramdı. Nitekim yine Cumhuriyet kurul­ seküler bir ulus devlet yaratma tasarısına
duktan sonra ’lnkılâb’ üzerine yazılan ri­ dönüştüren Cumhuriyet devriınidir. Da­
salelerden birinde de, “Milletin içinde la- hası Cumhuriyet devrimi laiklik ilkesi
aded Mustafa Kemaller vardır. Lâkin onlar çerçevesinde uyguladığı sekülerleşme si­
için herşey bir hayal idi. Bu hayalleri ta­ yasetini, medenileşme tasarısının temeli­
hakkuk kudretini Gazi Mustafa Kemal Pa- ne yerleştirmiştir. Birinci Dünya Savaşı
şa’da bulabildiler” (Habil Adem, 1925: sonunda İmparatorluğun Tüıkler dışın­
125) deniliyordu. daki Müslüman nüfusun büyük çoğunlu­
Diğer taraftan, Türkçülerin laik bir ğunu kaybetmiş olması, savaş içinde or­
ulus devleti öngörmediklerini biliyoruz. taya çıkan devrim koşullarının bu köklü
Aslında, II. Meşrutiyet döneminde belir­ değişime zemin hazırladığı söylenebilir.
ginleşen, son dönem Osmanlı düşünce Ancak, seküler olmayan bir millî kimliğe
198 akımlarını kesin çizgilerle tanımlamak dayalı moderleşme tasarılarının zaten
oldukça güç. Batıcı yanı ağır basan Türk­ fazlasıyla zorlama olduğu, çelişkili ve
çüler ve İslâmî yanı ağır basan Türkçü­ ikircikli öneriler sunmaktan öteye gide­
lerden söz etmek mümkün, ancak, genel mediği de aşikârdı. Cumhuriyet’in için­
çizgileri ile, II. Meşrutiyet döneminde, den çıktığı savaş ve devrim koşullan bu
Türkçülüğün henüz yeterince sekülerleş­ ikircikli tutumlara kesin bir son verme
mediği rahatlıkla söylenebilir. Türkçüler imkânı vermiştir.
diye bilinen isimlerin Meşrutiyet döne­ Sonuç olarak, Türkiye’nin Cumhuriyet
minde, millî kimlik tanımları, genelde, idaresi ile birlikte tanıştığı ‘laiklik’, Os­
kaçınılmaz biçimde İslâmî muhtevalıdır. manlI’nın son döneminde ortaya çıkan ül­
Daha sonra Cumhuriyet’in ideologu diye keyi kurtarma. Batı karşısındaki yenilgiye
tanımlanan Ziya Gökalp’in, milliyetçilik son verme, kısaca selamete kavuşma tasa­
anlayışına zemin teşkil eden terkibi ma­ rısının bir parçası veya bir sonucuydu. Bu
lumdur; “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Mu- gayret içinde, akla ilk gelen; Osmanlılar’ın
assırlaşmak”. Gökalp, bu terkip içinde, içinde bulundukları çöküş ve yenilginin
modern bir millî kimlik sentezi oluştur­ nedeninin İslâmiyet’e dair bir sorun oldu­
ma çabası içinde, medeniyeti milli kimli­ ğudur. Bu o dönemin koşullan içinde son
ğin evrensel boyutu olarak tanımlarken, derece anlaşılır bir akıl yürütmedir; zira o
Islâm’ı da bu kimliğin vazgeçilmez bir dönemin düşünce ve kurumsal yapısı ol­
parçası olarak görüyordu. duğu kadar, siyasal toplumsal sınıflandır­
Batıcı ekolün önde gelen isimlerinden ma sistemini belirleyen de dindi. OsmanlI­
Celâl Nuri, ‘medenileşme’ kavramının ay­ lar kendilerini, öncelikle İslâm aleminin,
nı zamanda bir ulusallaşma sürecini içer­ Batı’yı da Hıristiyan aleminin temsilcisi
diğinin farkındaydı, (1330 ?) yazdığı Mu­ olarak görüyorlardı. Bir yenilgi söz konusu
kaddem t-ı Tarilıiye’de artık dünyada ‘dini ise bu aynı zamanda İslâm’ın yenilgisiydi.
hislerin yerini millî hislerin’ aldığım söy­ Koyu Batıcılardan biri olan Kıhç2ade
lüyor, ancak bunun uzun bir zaman dili­ Hakkı için bile bu böyle idi; Kılıçzade
minde gerçekleşebileceğini, Osmanlılar (1329 ?) da şöyle diyordu; “ Düşünmeye
için henüz bu koşulların, varolmadığını muktedir olduğum günden beri ...Millet-i
ileri sürüyordu. O yüzden de, “Milliyet Osmani ile dinen merbut olduğum alem- i
münhasıran dinin bir şekli olmak üzere İslâm’ı düşünür ve onların -Hıristiyanla­
gösterilmelidir İd esasgir olabilsin”2 öneri­ rın şevket ve saadetine mukabil- duçar
sinde bulunuyordu. bulundukları sefalet ve felaketi kemal-i
L A İ K L İ K VE K A R Ş I L A İ K L İ Ğ İ N D Ü Ş Ü N S E L B O Y U T U

1928de yeni harflerin kabulünden hemen som a “Millet Mektepleri Teşkilâtı ”kurularak
okumayazma seferberliği başlatıldı. 1928/29’d a yaklaşık 17 bin Öğretmen, 20 bini
aşkın derslikte 600 bin vatandaşa yeni harfleri öğrettiler.

yeis ve elemle derpiş ederek esbab-ı m ua­ görüyordu, Toplumların refaha ulaşması
faesin i teharri ederim" (Kılıçzade Hakkı, olgunlaşmalarına bağlıydı, olgunlaşma­
1329(1913/1914]). nın koşulu ise, dinsel düşüncenin yerini
Temel sorun, ‘tarihin gidişatına’ ayak bilimsel akılcı düşünceye, buna paralel
uydurmak, İslâm dünyasına galebe gelen olarak dinsel kurumların yerini seküler
Batı’yı izleyerek yükselme imkânı bul­ olanlara bırakmasıydı.
mak, OsmanlI’nın çöküşü ve giderek yo- Cumhuriyet’in temelini attığı ulus dev­
kolmasını önlemekti, Osmanlı aydınları, letin temelindeki laiklik ilkesinin gerisin­
İslâm aleminin Batı karşısındaki yenilgi­ deki, II. Meşrutiyet devrinin Garbctları ta­
sinin nedenlerini kurcalamaya giriştikle­ rafından çekingen bir uslupta, Cumhuri­
rinde tanıştıkları Batı düşüncesi ve Ay­ yet’in kuruluşunun ardından ise, net ve
dınlanma felsefesinin ürünü olan düşün­ açık olarak ifade edilen düşünce budur.
celer; Osmanlı imparatorluğunun tari­ 1927’de Cumhuriyet gazetesinde yayımla­
hin ileriye doğru giden, toplumları refah nan bir makalesinde; “( ...) Millet-i Türk­
ve saadete ulaştıran trenini yakalamakta lüğü müdafaa ve İ’la eylemek hususunda
geciktiğine işaret ediyordu. Batı’da hakim eski surlardan fazla kıymeti olmayan mû-
olan ve Osmanlılar’ı da etkileyen poziti- esseselerin etrafında toplanmaya davet et­
vist düşünce dünyası; toplumların sela­ mek ( ...) cahilane ve mecnunane değil
metini, dinsel-metafizik düşüncenin ye­ midir?" diye soran Vasfi Raşid, laikliği bu
rini bilimsel-akıkı düşüncenin almasın­ temelden harekede tanımlıyordu; ona gö­
da görüyor, dinî kurum ve düşüncenin re, “( ...) ilim ve irfanın menbaı olan aklı
belirlediği toplumsal hali, toplumların beşerin ahlaki ve içtimai kıymetine iman
tarihinde bir tür çocukluk devresi olarak etmek, akı! ile mücehhez ve terbiyeye
K E M A L İ Z M

Halil Nimetullah aydını, düşünürü için önemli bir refe­


rans olmuştur. Cumhuriyet ideolojisi­
Öztürk nin temel parametrelerini saptarken
"sekülerleşme" anlayışının uluslaş-
C U M H U R A R SL A N ma/îürkleşme politikalarına yön ver­
diğini, dolayısıyla Türkleşme politika­
larındaki etnisiteye ve ırka dayalı yo­
rumlama çabalarına ihtiyatla yaklaşıl­
ması yönündeki tezin geçerli olduğu­
nu söylemek mümkün. Cumhuriyet'in
vulgarize, pozitivist söylemiyle birlik­
Halil Nimetullah Öztürk, Cumhuriyet
te ortaya çıkan Türkleşme politikaları
döneminin önde gelen radikal-pozitİ-
seküler, laik bir toplumun kurumsal­
200 vist ve antî-Osmanlıcı düşüncelere sa­
laşmasını İçermektedir. Dil, ekonomi,
hip bir düşünürü ve bilim adamıdır. hukuk, siyaset, aile vb. gibi toplumsal
Osm anlı D arülfünunu'nda mantık hayatın tümündeki Türkleştirmeye dö­
dersleri veren, 1933 Üniversite refor­ nük Cumhuriyetçi söylemin ırkçı/ya-
muyla görevine son verilen Öztürk, yılmacı boyut İçermediğini; ortaya
Kemalist İdeolojinin Osmanlı karşıtlı­ konan Osmanlı eleştirisinin "inkılâp"
ğını ve Osmanlılık eleştirisini en fazla yorumlarıyla birlikte din öğesini ba­
benimsemiş ve görüşlerini bu çerçe­ rındırmayan bir toplumu hedeflediği­
veden sunmuş bir aydındır. ni söyleyebiliriz.
Cumhuriyet İdeolojisi anti-emper- Cumhuriyet döneminde "inkılâp"
yalist ve anti-Osmanlıcı düşüncelerle sözcüğü Osmanlı döneminin eleştirisi­
yakından ilişkili olmuş, anti-emperya- ni ve yeni Türk devletinin oluşumu sü­
list düşünce ideolojik düzeyde politi- recini ifade eder. Mustafa Kemal inkı­
ze olduğundan ve kapsamlı bir em­ lâbı "Türk milletini son asırlarda geri
peryalizm eleştirisinden ziyade kolon- bırakmış olan müesseseler! yıkarak
yalîzm karşıtı bir tepkiye dayandığın­ yerlerine, milletin en yüksek medeni
dan sınırlı kalmış; buna karşılık anti- icaplarına göre İlerlemesini temin ede­
Osmanlıcı düşünce, dönemin birçok cek yeni müesseseleri koymuş olmak-

müstenid olan beşere itimad etmek layık- ve ihtilal hareketlerini muaffakiyetle geçi­
lığm illet ve esasıdır, cumhuriyetin cevhe­ rerek tekamül etmiş olmadığından, el-
ridir ( ...) layıklıktan mücerred bir cum­ yevm (...) skolastik ve Calili usulu tefek­
huriyet aynen ruhsuz bir cevherdir.”3 küre mahkum bir halde olduğundan”4 bu
Son devir Osmanlı aydınları ve özellikle tarihî vazifeyi yerine getirmek toplumun
Cumhuriyet idaresinin kurucuları, yenilgi seçkinlerine düşüyordu. Yusuf Akçura,
ve çöküşün tespitini yapıp, çözüm yolları­ Cumhuriyet’in kuruluşunun hemen ar­
nı keşfettiklerine kanaat getirdikten sonra dından; “Efendiler, tarih bize naklettiği
da kendilerinin tarihi bir va2ife ile karşı bütün inkılâblarm muayyen gayelere vu­
karşıya olduklarını düşünüyorlardı. Onla­ sul azminde bulunan şuurlu bir ekaliyetin
ra göre, Batı’da kendiliğinden vuku bulan metin, fedakâr ve icabında şedid faaliyet
gelişm e bizde yaşanmadığından, yani ve harekatıyla vuku bulduğunu gösterir”5
“Şark medeniyeti intibah, ıslahat-ı dinîye diyordu. Abdullah Cevdet, “kabaM ilmi-
L A İ K L İ K VE K A R Ş I L A İ K L İ Ğ İ N D Ü Ş Ü N S E L B O Y U T U

tır" şeklinde tanımlayarak Osmanlı


geçmişinin bırakılmasının zorunlulu­
ğunu vurgular, (inan: 1979: 101) Cum­
huriyet döneminin önde gelen ide­
ologlarından CHP Cenel Sekreteri Re­
cep Peker ise inkılâbı şöyle tanımlar:
"İnkılâp fenayı, köhneyi, haksızı ve
zavallıyı birden kökünden söküp onun
yerine iyiyi, yeniyi, doğru ve haklıyı
ve faydalıyı koymak ve bunların bütün
esaslarıyla İçtimaî bünyenin ruhunda
kökleştirip yaşatmaktır. (...) Bütün bu
fena, bütün bu köhne, bütün bu çürük
ve fersude şeyler zorluk kuvvetler kul­ 201
lanılarak yerinden sökülebilir." (Peker;
1933: 733). Cumhuriyet döneminin il­
ginç düşünürlerinden anti-Marksİst,
anti-kapitalist, ırkçı, otoriter açı limit Kemalist ideolojinin sosyolojik
düşünürlerinden M. Saffet Engin ise temellerini güçlendirme çabasındaki
H. Nimetıdlah Öztürk’te, Müslümanlığı
inkılâbı "... eski İçtimai nizamın fena­ laik yapıya “millî din ” olarak entegre
lıkları anlamış olduğundan o nizama etme fik r i önemlidir
karşı asidir. Onu yeni baştan ve yeni
bir terbiyeye göre kurar" şeklinde ta­ Halil Nimetulİah Öztürk, 1928 yı­
nımlar (Engin; 1933: 471-472). Cum­ lında "in k ılâ b ın F e lse fe si" adlı çalış­
huriyetin bir başka teorisyeni M. Esat masıyla inkılâbın felsefi temellerini
Bozkurt ise inkılâbı şöyle anlatır: ortaya koymaya çalışırken dönemin
''Türk İnkılâbı... modern milletler kar­ genel eğilimleriyle paralellik içinde­
şısında bin yd geri kalmış bir ulusun, dir. Halil Nimetullah'ı, diğer aydın
Türk ulusunu bir hamlede bin yıl ileri ideologlarından ayıran unsur, Darül­
götüren bir zeka ve bir bilgi idi" (Boz­ fünun geleneğinden gelmiş olmasıdır.
kurt, 1940: 125). Cumhuriyetçi olduğu halde Darülfü-

ye fenniye neyi istilzam ederse, avamın lumun dine bağlı geniş kesimleri henüz
hoşuna gitmese bile onu iltizam etmek çocukluk devrinde sayıldığından, bilimsel
idare adamları için bir vazifedir” diyen İs­ düşünceyi özümseyerek olgunluğa erişmiş
met Paşa’ya katılmakla kalmayıp, ‘avam’m seçkinleri onlara vasi tayin etmek doğal
değişimi kolay kabul etmeyeceği ihtimali­ kabul ediliyordu. Mustafa Şekip, ‘Halkda
ne karşı ona destek veriyordu, zira; “avam Zihniyet’ başlıklı makalesinde bu düşün­
eski çarığım bile yeni çarıkla tereddüdsüz ceyi çok iyi ifade ediyor; “En basit bir mü­
mübadele etmez’ dı,6 şahede her yerde ve her milletde halkın
Aydın-bürokrat seçkinlerin topluma ön­ münevverlerden ziyade ibtidai zihniyete
derlik etme iddiaları pozitivist tarih anla­ yakın olduğunu gösterir.”7 Abdullah Cev­
yışı ile uyum içindeydi. Nasıl toplumlar det’in benzer ifadesi ile, “Havasın dini
dinsel düşünceye dayandıkları dönemde ilim, avamın ilmi din” di (Abdullah Cev­
çocukluk devrini yaşıyor sayılıyorsa, top­ det, 1912: 66), bu durumda ‘havas’ın yani
K E M A L İ Z M

nun reformuyla görevinden alınması­ yapmış, ölümüne kadar bütün dil ku­
nı başka türlü izah edemeyiz. Öte rultaylarında bulunmuş, dilde Özleş-
yandan olabildiğince açık bir teoriye meciliğİ savunmuştur. Fakat Öztürk
sahipti: Türk İnkılâbının Osmanlılık­ "politik" bir kişilik olamamıştır, daha
tan tamamen sıyrılması gerektiği dü­ çok düşünsel, teorik düzeyde kalmış­
şüncesi. Bu düşünce elbette önemliy­ tır. Nitekim eğitimi, yetişmesi, teorik
di. Fakat daha geniş bir toplumsal-si- gelişimi II, Meşrutiyet döneminde
yasal programatiğe ihtiyaç duyan oluştuğu ve Darültünun'da hocalık
Cumhuriyet'in seçkinleri için çok na- yaptığı için tipik bir Cumhuriyet aydı­
ifti; rejimin belki sadece Reşit Galip nı da olamamıştır. Zaten Cumhuri­
gibi, Afet İnan gibi "oluşturulmuş" ay- yet'in özellikle seküler, laik bir top­
dınlara-ideologlara ihtiyacı vardı. Re­ lum için olmazsa olmaz temeli olan
cep Peker gibi siyasal kurumsallaşma­ Osmanlı karşılığı ve eleştirisini çok
202 da, politik oluşumda belirleyici, yön­ ileri düzeylerde savunduğu halde bir
lendirici yöneticilere ihtiyacı vardı. Cumhuriyet ideologu olarak yeterli il­
Cumhuriyet'in 1930'lardakİ kitlesel- giyi görememiştir,
politik-ideolojik şekillenmesinde de­ Halil Nimetullah Öztürk, Kema-
rinlikli olmayan, tarihsel arkaplanı lizmin özellikle 1930'laıda yeni kim­
çok yeterli bulunmayan, Atatürk kül­ lik sürecinde Önemli rol oynayan Os-
tüne çok bağ(ım)lı aydın ve ideologla­ manlı-İslâm geleneğini en ciddi sor­
rın büyük etkisi bulunmaktadır. Gü- gulayan aydınlarımızdandır, İnkılâbın
neş-Dil Teorisinin oluşumu ile "ırkçı" felsefesini "O sm an lı Cumhuriye-
açılımları içeren tarih tezinin şekillen­ ti'nden Türk Cumhuriyeti'ne geçiş"
mesi ve gerçekdışı temalara kayma­ olarak sistemleştirmiştîr. (Öztürk;
sında, yeni devlete ve onun liderine 1927: 1287) Dolayısıyla yeni devletin
çok bağ(ım)Iı aydınların önemli fonk­ siyasal, toplumsal yapısı, Gökalp'in
siyonları bulunmaktadır. Cumhuri­ saptadığı gibi "Türkleşmek, İslâmlaş­
yet'in seçkinlerinden Halil Nimetui- mak, Muasırlaşmak" değil, daha farklı
lah Öztürk de, düşüncesinin varabile­ düzeyde "Türkleşmek, Layıklaşmak,
ceği en üst noktalara ulaşmış, Birinci Çağdaşlaşmaktır (Öztürk: 1953). Bu
Tarih Kongresİ'ne katılıp bir konuşma yorum, dini bir milleti oluşturan un-

aydınlanmış seçkinlerin, ülkeyi selamete laiklik onlar için hayatî önem arz ediyor­
çıkarmak için, ‘avam’ı yani dinî düşünce­ du. Meşrutiyet dönemi. Batı uygarlığının
nin etkisi altındaki geniş halk kitlelerini, üstünlüğünün genel olarak kabul görme­
ileri bir toplum oluşturmak üzere dönüş­ sine karşı din konusunda kararsız ve çe­
türmesi gerekiyordu. Cumhuriyeti kuran­ kingenlik gösteren tanışmalarla geçmişti.
lar için laiklik bu dönüşümün temel ko­ En koyu Batıcılar bile, kendilerini İslâm’ın
şullarından biri, belki en önemlisiydi. ilerlemeye engel teşkil etmediğini ispat et­
Yeni idarenin kurucuları, ülkeyi felakete mek zorunda hissetmişlerdi. Celâl Nu­
sürüklediğini düşündükleri süreci tersine ri’nin ‘İslâmiyet ilerlemeye engel midir?’
çevirmenin yolu olarak gördükleri tarihin sorusuna verdiği cevap, ‘hayır degildir’di,
ileriye doğru giden trenine yetişebilmek sorumlu tutulması gereken İslâmiyet’in
içirt, dini, özellikle İslâmiyet’i en büyük mevcut haliydi,8 İslâmiyet’in yanlış anla-
engel olarak görmekleydiler ve bu açıdan şılmasıydı.s Yine koyu Batıcı Abdullah
L A İ K L İ K VE K A R Ş I L A İ K L İ Ğ İ N D Ü Ş Ü N S E L B O Y U T U

surlardan biri olarak değerlendirme­ ortaya koyar (Öztürk; 1944: 9-21). Bu


yen Mustafa Kemal'in yorumuyla ör­ süreçte Cum huriyet'in tüm teorik
tülmektedir. 2îya Gökalp'te sancılı a n a liz le rin d e var olan "b ilim se l
bir şekilde duran "din" unsuru, Cum- amentü", toplumsal yasa ve bir bilim
huriyet'in aydınları için sürekli bir ra­ olarak sosyoloji bütünleştirici bir etki
hatsızlık kaynağıdır. Gökalp'in Com- yapmıştır.
te-Durkheim çizgisinden aktardığı Türk devriminin amacı "ulusal var­
pozitivizmin dini sosyal bir olgu ola­ lığı kendi ulusal olmayan kuralları,
rak yorumlaması, yeni kimliğin temel gelenekleri içinde boğmakta olan
sacayaklarından birisini oluşturur. 'Osmanlılığı' atmak, 'Türklüğü' bul­
Gökalp'İn daha çok Durkheim poziti­ maktır, çünkü inkılâbın bize bırak­
vizmine yaslanmasına karşılık Halil mayı icap ettirdiği hayat eski 'Os-
Nimetullah Öztürk, (M. Saffet Engin, manlı hayatı', bize edinmeye zaruri
M. Esat Bozkurt vb. aydınlarda) A. kıldığı hayat da içine girdiğim iz 203
Comte'un kaba pozitivizmini aynen 'Türk Hayatı'"dır, Türk Tarih Kongre­
benimsemiştir. Bu kaba pozitivizmle s in d e yaptığı konuşmada Öztürk,
Türk tarihini değerlendirmiş ve teorik "bu eser [Türk Tarihî Tetkik Cemiyeti
bir temelden Cumhuriyet aydınlarının kastedilerek} mazide ne olduğumuzu
A. Comte'un pozitivizmindeki üç hal bütün insaniyetiyle medeniyete ışık
yasasının Türk tarihine uygulamaları saçan asil bir varlığa nasıl malik ol­
için pratik bir kolaylık sağlamıştır. duğumuzu gösterdikten sonra göğsü­
Metafizik dönemle Osmanlı dönemi müz gurur hisleri ile kabartarak yine
kolayca bütünleştirilerek Osmanlı sü­ bütün dünyaya karşı bize 'B iz var
reci acımasızca ve gerçek dışı bir yo­ idik ve böyle vardık' dedirtmiştir"
rumla eleştirilmiştir, Halil Nemetullah (Öztürk, 1932: 329). "Türkler en eski
Öztürk, Comte'un pozitivizmindeki dönemde totemcilik devresini yaşar­
son halka olan pozitivist dönemin bi­ larken halkçı, cumhuriyetçi, tesanüt-
limsel felsefelere dayalı boyutunu E. çü bir temele dayanmaktadır. Türk
Durkheim'dan aktardığı "toplum duy­ ruhunun en belirgin vasft ise 'tesa-
gusu", "millî vahdet" anlayışıyla bir­ nütçü' bîr haslata malik olmasıdır.
leştirerek devrimin teorik temellerini 'Tesanütçü olan Türk Töresi... kadın-

Cevdet, aynı tezleri savunuyordu; sorun muuna, zihniyetine, tarzı telakkisine, ru­
doğrudan İslâm değil, Islâm’ın yanlış anla­ huna kafasına, dimağına, kalbine, atfet-
şılması, hurafeye dönüşmesi, siyasî istib­ meliyiz ( ...) kurtulmak, yaşamak, idame-i
dada alet olmasıydı.10 mevcudiyet etmek istiyorsak hayatımızın
Oysa, Ahmet Ağa oğlu’mm ifadesiyle, İs­ ( ...) umumisi ile -yalnız libasımızı ve ba­
lâm medeniyeti mağlup, Garp medeniyeti zı müessese! erimiz i değil- kafamız, kalbi­
galipti ve medeniyeti kısmen benimsemek miz, tarz-ı telakkimiz zihniyetimiz itiba­
mümkün değildi. Şöyle diyordu; "Garb riyle de ona uymalıyız. Bunun haricinde
medeniyetinin tevafuk ve galebesini kabul halas yoktur."11
ve itiraf ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Cumhuriyet idaresi, bu konudaki tüm
Ediyorsak o galebeyi yalnız ulum ve funu- tereddütlere son vererek, ‘kurtuluş yo-
na ve hatta bazı siyasî ve içtimai teşkilata iu’ndaki tüm engellere son verecek olan
atfetmemeliyiz. Bütün medeniyetin mec- reformları dayandırdığı laiklik ilkesini be-
E M A L I Z M

eslik (feminisme) ve ahlakçılık esasla­ Osmanlı döneminin yok sayılmasında


rına dayanır. Dolayısıyla bir taraftan esas unsur, bu din unsuru olmuştur.
İnsaniyetçi', diğer taraftan 'milliyet­ Dinin eleştirilmesi ve onun yerine se-
çi' olan Türk cemiyetinin hayatında küler bireylerin yetiştirilmesi, Cumhu­
en başlıca hasleti de 'halkçı' olmak­ riyet reformlarının esas içeriğini oluş­
tır" (Öztürk, 1930: 40-66). turmaktadır. Gökalp ile başlayıp Mus­
Öztürk Türk'ün temel özelliğinin tafa Kemal, İnönü, Recep Peker, M.
"u lu sallık duygusu" olduğunu, bu Esat Bozkurt, Reşit Calip, Celâl Nuri
ulusallık duygusunun Osmanlılık dö­ ileri vb. bir çok ideolog-politikacının
nemi ile tamamen ortadan kalktığını Osmanlı eleştirisi, özünde bir kültü-
söyler, Osmanlı döneminde "(i)çtimai rel/siyasal alan olarak dini hedef al­
varlık kaybolmuş, millî şuur doğma­ maktadır. Ve İslâm kültürünün şekil­
mış, cemiyet kendi benliğini unutmuş lendirdiği birey yerine ulusçuluk/po-
204 olarak yabancı unsurların" etkisi al­ zitivizmin şekillendirdiği dünyevî, la­
tında kalmıştır. Osmanlılıkta siyasî ik bireyin yaratılması amaçlanmıştır.
hayatı teşkil eden bütün müesseseler Bu teorinin en sistemli düşünürü ise
istibdat ve mutlakıyet ruhuna göre şe­ Halil Nimetullah Öztürk'tür. Onun
killenirken, 'içtimai hayatı' oluşturan Osmanlılık ile din arasında kurduğu
bütün kurumlarda da yabancı bîr ha­ bağlantı, bir yandan bir kültür unsuru
yat, metafizik anlayış hakimdir. Öyle olarak dinin bütün toplumda etkili ol­
kî Öztürk'e göre Osmanlı döneminde masının gerekliliği ile Öte yandan
'mîllî onur' bile kalmamış yabancı bir İslâmcılığın teokratik bir siyasal sis­
kültür içinde kalarak "millî" onurunu tem olarak Türk toplumuna zarar ver­
kaybeden fertler “ bir sapıklık bataklı­ diği düşünceleri ile şekillenir. Ziya
ğı içinde saplanıp kalır" (Öztürk, Gökalp "din"i reforme ederek siyasal­
1940:88) laşmanın dışına itmekle birlikte siste­
Osmanls döneminde milliyet duy­ mine dahil ederken, radikal pozitivist
gusunun ve ulusal varlığın ortadan bir aydın olan Öztürk de, Osmanlılık
kalkmasının en büyük nedeni Osman­ ile Türklüğü metafizik ile fizik arasın­
lılığın "yabancı kültürün”, yani İslâm daki farklılıkla açıklamasına paralel
kültürünün etkisi altında kalmasıdır. olarak, İslam cılık ile Müslüm anlık

nimsemiştir. Bu reformlar öncelikle, mo­ Diğer taraftan, laiklik modern bir ulus
dern bir toplum inşasına temel teşkil eden ve ulusal kimlik oluşturma tasarısının ay­
kurumsal ve toplumsal dönüşümlerin tü­ rılmaz bir parçasıydı. Cumhuriyetin he­
müne zemin hazırlamayı hedefliyordu; deflediği siyasal kimlik artık, tereddütsüz
dinsel kurum ve hiyerarşilerin yanı sıra, ulusal kimlik olmuştur. İslâmiyet kaçınıl­
geleneksel topluma özgü tüm kurum ve maz olarak bu kimliğin asli unsuru olma­
hiyerşileri ortadan kaldırıyordu. İnsanla­ ya devam etse de. Cumhuriyetin kurucu­
rın evrensel eşitliği ilkesinin benimsenme­ ları kuramsal planda, ulusal kimliği sekü-
siyle, sadece dinî değil, geleneksel toplu­ ler çerçevede tanımlama yoluna gitmişler­
ma özgü tüm unvan ve ayrıcalıklara son dir, Bu II, Meşrutiyet döneminin dinî içe­
veriliyordu. Laiklik ilkesi bu yönüyle, ge­ riği ağır basan Türkçülük anlayışından
leneksel toplumdan modern bir topluma farklılık gösteren bir millî kimlik anlayışı­
dönüşümün çerçevesini belirliyordu. dır. Birinci Dünya Savaşı sonunda, özel-
L A İ K L İ K VE K A R Ş I L A l K U l f i l N D Ü Ş Ü N S E L B O Y U T U

arasında da ilginç bir ayrıma gider. koben geleneğin izlerini taşır. 1947
Türk dünyası Osmanlılıktaki ümmet yılında kendi yayımladığı Ergene der­
devrini geçmiş ulus devrine girmiştir. gisindeki özellikle "Kara Kuvvete Kar­
Ona göre 'Ümmet' devrinin üzerinde şı" adlı yazılarında çok açık olarak
yürüdüğü yol "islâmcılık"tı, ulus dev­ dinseîîiğîn artışını ve özellikle D in
rinin üzerinde yürüdüğü yol ise Yolu, Selam et. Sebilürreşat gibi İslâm-
"Türkçülük” olacaktır. Bundan dolayı cı dergileri ağır biçimde eleştirmiştir.
Müslüman başka, İslamcı başkadır. Devletin dine müdahale etmesi gerek­
Her islâmcı Müslümandır fakat her tiğini "hac yolculuğuna çıkan yurttaş­
Müslüman İslamcı değildir. Biri bir larımızın ... soyulup soğana çevrilme­
devri henüz din olan ile din olmayanı lerimden dolayı "bu acıklı yolculuğa
birbirinden ayırmayarak her şeyi din İzin vermemek, bütün bunlar ortadan
gören "Osm anlılık" devrini gösterir, kalkıp düzelinceye kadar eskiden o l­
öteki ise "Türklük" devrini gösterir. duğu gibi yine hacca gitmek iznini 205
(Öztürk, 1953: 91) kaldırmak" gerektiğini belirterek çok
Bu yorum dinin ulusçu (anti-Os- açık olarak devletin dine müdahalesi­
manlıcı boyut) düzleminde ele alın­ ni savunmaktadır. Böyiece Öztürk,
malıdır. OsmanITmn İslamcılığı başka Osmanlı toplumunun metafizik bir
bir din, Türk'ün Müslümanlığı başka hayat olan "üm m et" yapısı içinde
bir dindir. Öztürk, yeni devlete özgü İslamcılık dininin etkisinde olduğunu,
olarak İslâm'ı Müslümanlık yorumuy­ oysa "ladini Cumhuriyet" olan yeni
la Türkleştirmeye, uluslaştırmaya çalı­ devlette ise, "fizik" gerçeklik olan
şırken, kendisinin de içinde yer aldığı "Türklük" duygusunu "Müslümanlık"
dinde reform tasarısında ise dinin bi­ olarak yaşamakta olduğunu savunur.
limsel esasları dahilinde düzenlenme­ Halil Nimetullah Öztürk, Cumhuri-
si amaçlanmıştır. OsmanITmn şeriat yet'in dinin fonksiyonlarına karşılık
ile yönetilen yabancı bir dine dayan­ milliyetçilik duygusunu yerleştirmeye
dığını belirten Öztürk, yeni devletin çalışmasının ilginç bir yorumunu su­
dine tanıdığı alanı bireysel vicdanlar­ nar. Bu çerçevede İslâm'ı Türkleştir­
la sınırlı tutmaya çalışırken pozitivist meye çalışarak dinsel bir ulusçuluk
teorinin, hem mühendislik hem de ja- çabasına girer.

likle Arap nüfusun tutumu, ardından İs­ karşı gelişen bir tarihi uyanış hareketi ol­
tanbul hükümetlerinin, şeyhülislâm fetva­ duğu gibi tesbitlere bırakmıştır. Milliyet­
ları ile, dinî gerekçelerle Millî Mücadele’ye çiliğin pozitivist açıklaması için gerekli
karşı çıkmaları, millî kimliğin seküledeş­ zemin zaten hazırdı; Mustafa Şekip, “Bu­
mesini kolaylaştırmış, en azından buna iyi günkü insanı anlamak için nasıl tek hüc­
bir mazeret oluşturmuştur. Cumhuriyet’in reli hayata kadar rücu ediyorsak, milli­
kuruluşunu takiben, millî kimliğin sekü- yetçiliği anlamak için de onun doğmaya
ler tanımı büyük ölçüde bu gerekçelendir­ başladığı zamanlara kadar geri gitmek la­
me üzerinden yapılmıştır.12 zımdır” diyor ve geriye gittiği zaman mil­
Sektiler milliyetçiliğin önünün açılma­ liyetçiliğin kiliseye karşı mücadelelerden
sıyla; din konusundaki ikircikli ifadeler doğduğunu ve insaniyetin ilerlemesinin
yerini, sekülerligi vurgulayan milliyet ta­ koşulu, olduğunu tespit ediyordu.13 Da­
nımlarına, m illiyetçiliğin aslında dine hası, seküler millî kimlik, laikliğe millî
K E M A L İ Z M

bir arkaplan sunabiliyordu; bazılarına


göre, din ve dünya işlerini ayırma kabili­
yeti "Türk milletinin yaratılışında” vardı,
İslâmiyet öncesi Türklerin devlet teşkila­
tı, Kutadkubilig buna örnekti, dini ta-
asup Acem ve Arap etkisi ile yerleşmişti
(Refik Sıtkı (Gür]; 1927).
Nihayet, Islâm Arap medeniyetinin bir
unsuruydu; Yunus Nadi, “( ...) Arabistan-
da zuhur eden dini bir idrakin umumi ha­
yata tatbik edilmiş kaidelerinden bir nev’i
hayat tarzı çıktı", Arap medeniyeti “Yunan
ulum ve fununu" aldığında yükseldi, ama
bu gelişmenin de önü kesildi diyordu.14
206 Bu koşullar altında, İslâm giderek daha
ziyade Arap medeniyetinin bir unsuru
olarak değerlendirilerek kültürelleştirilir­
ken, Batı medeniyeti ise giderek daha fazla
kültürel çerçevesinden çıkarılarak evren­
selleştiriliyordu. Türk Yurdu’ndaki bir Kemalist laisizm, dine cephe almamış,
konferansta “( ...) içtimai hayatımızın ta­ ancak ‘çarpıtılmasın! ’ya da
bii tekamül ve inkişafını istiyorsak Garb “sıyasaliaştmlmasım" engelleme savıyla,
medeniyeti ünvanı altında tanınan bu en dinin içeriğine ve düzenlenmesine
müdahaleci olmuş; "gerçek dinin
mükemmel beşeri medeniyeti kabul ve mümessilliğinde yetki İddia etmiştir.
ona hizmet gayesini takib etmeliyiz"15 de­
niliyordu.
Batı ileri toplumun timsali olduğuna kiplerimize kendimizi saydırmak ve tel-
göre, seküler millî kimlik, aynı zamanda, kin-i hürmet etmek için onlardan hiçbir
tartışmasız biçimde Batılı bir kimlik ola­ farkımız bulunmadığını göstermek lazım­
rak düşünülüyordu. Görüntü olarak da dır”15 diyordu. Yıllar sonra, Uluğ İğdemir,
Batılı olmak, medeniyetine dahil olmanın o yıllara ilişkin anılarında, Cumhuriyet’in
somut göstergesi olacaktı. CumftHriyet ga­ kılık kıyafet değişimine ilişkin kanunları­
zetesinde 1 Eylül ]925’de yayımlanan bir nı değerlendirirken, “Bu devrim bizi dün­
yazıdaki ifadeyle, “Kırmızı fesi atarak ye­ yanın gözü önünde gülünç olmaktan, Av­
rine şapkavı geçirmek, medeniyet dünya­ rupa memleketlerinde soytarılar gibi do­
sına dönerek, ‘Efendiler, Türk yepyeni bir laşmaktan, onlardan ayrı insanlarmışız et­
alemdir. Bu alemin sizinkinden hiçbir far­ kisini uyandırmaktan kurtardı” (İğdemir,
kı yoktur,., Türk de sizin gibi bir insan­ 1976: 122) demiştir.
dır, sizin gibi bu medeniyet faziletlerinden Laikliğin şeklî olarak Batılılaşm ayı
istifade etmek ister, yaşamak, rnesud ol­ önemsemesi boşuna değildir, içeride,
mak hakkıdır’ demek(ti)”, “bu amaç için Cumhuriyet devrimi ile hukuken ilga edi­
şeklin ne önemi var" diyenlere karşı, len, dinî ve geleneksel kurum ve hiyerar­
“dünyaya kafamızın değiştiğini ispat İçin şilere set çekmenin sembolik ifadesi olma­
onun içini açıp göstermek ne kadar kabil nın yanında, modernleşmenin olmazsa ol­
değilse, dışını göstermek o kadar kolay­ maz koşulu olarak görülmüş ve nihayet
dır" deniliyordu. dünya önünde bir “lelkin-i hürmet” ve iti­
Siirt Mebusu Mahmud, “Hayattaki ra- bar meselesi olarak görülmüştür. Bu tek
L A İ K L İ K VE K A R Ş I L A İ K L İ Ğ İ N D Ü Ş Ü N S E L B O Y U T U

taraflı bir algı sorunu değildir. Batılılar da İslâmiyet’e karşı kurulmuş muazzam bir
meselenin şeklî boyutunu en az Cumhuri­ tuzağın timsali olarak görülmüştür.
yetçiler kadar önemsiyorlardı. Cumhuri­ Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında
yetin kuruluş yıllarına ilişkin gözlem ve ‘inkılâplara’ tepkilerin sindirilmesi ve mo­
değerlendirmelerden oluşan kitabında Pa­ dern, Batıcı laik cumhuriyet programının,
ul Genziton şöyle diyordu: “Müslümanla­ tek partili bir rejimle hayata geçirilmesi­
rın şapka giymeleri, bu sırada Batıklara nin ardından, laiklik ilkesi çerçevesindeki
önemi az bir ayrıntı gibi görünebilir. Oy­ uygulamalara karşı ilk yasal ve demokra­
sa, bu reform Mustafa Kemal’in gerçekleş­ tik muhalefet, 1945le çok partili hayata
tirdiği reformlann en ağır sonuç verenle­ geçişle birlikte boy göstermeye başladı. II.
rinden biridir ( ...) bugüne kadar bütün Meşrutiyet döneminde çıkıp Cumhuri-
Doğu, bir kısmı mümin yani müslüman- yet’in ilk yıllarında yayını son bulan,
lar, diğeri ise mümin olmayanlar yani Hı- İslamcı dergi Sebilürreşod bu dönemde Eş­
risliyanlar diye ikiye bölünmüştü. Bunlar ref Edip yönetiminde tekrar çıkmaya baş­
taşıdıkları başlıklarla ayırt edilirlerdi., .bu­ ladı Bu dergi ve yine o dönemde yayım- 207
gün...Allah’ın sevgilileri, peygamberin to­ lanmaya başlayan benzerlerinde, Cumhu­
runları, imansız dedikleriyle giyiniş bakı­ riyetin laiklik anlayışına ilk, üstü kapalı
mından bir oldular. ( ...) Bu dış benzeme eleştirilere rastlamak mümkündür. Ancak,
in am İmayacak bir yakl aşı md ı r”.17 Cumhuriyet Türk iyesi’nd e, laiklik konu­
sunda, Meşrutiyet döneminin Islâmcı tez­
CUMHURfYET LAİKLİĞİNE lerinden sözetmek imkânsızdır, Söylene-
MUHALEFET VE LAİKLİĞİN bilenler; artık, ‘demokrasi’ ve ‘din hürriye­
_______ MUHAFAZAKAR TANİMİ ti' çerçevesine taşınmak durumundadır.
Eşref Edip, Sebilülreşad'da CHP’nin din si­
Diğer taraftan, Genziton’un dediği gibi, yasetinden “demokrasiye muhalif zihni­
'Şapka Devrimi’ veya genel olarak Cumhu­ yet”, laiklik anlayışından “din hürriyetini
riyet devriminin, gündelik hayat ve sem­ tahdit” olarak bahseder. DP ile inişli çıkış­
bolik alanda, kanun çıkararak gerçekleştir­ lı bir ilişki kuran dergi, CHP ile aynı, hal­
diği değişimler, en çok tepki topluyaıı ve ta daha “sert” bir laiklik anlayışına sahip
sorun haline gelen değişimlerdir. Yine, olduğu için, başlangıçta, DP’nin din siya­
Genziton’un gözlemi isabetlidir; kılık kıya­ setinden genelde şikayetçidir. DP’nin laik­
fetin Müslümanlar için dinî olmanın öte­ lik tanımı daha serttir, zira, CHP progra­
sinde, daha doğrusu dinî olanla özdeşleş­ mında laiklik “kanunların muasır medeni­
miş tarihi önemi vardır. Dahası, şapka ve­ yete, ilim ve fenlerin temin eniği esas ve
ya başka Batılı kisveler, Müslümanlar için şekillere ve dünya ihtiyaçlanna göre yapıl­
yüzyıllarca, kendilerini Müslüman olma­ ması” şeklinde tanımlamasına karşın,
yanlardan sadece ayırt etme aracı değil, ay­ DP'nİn tanımı “hiçbir din düşüncesinin
nı zamanda üstünlük sembolü idi. Cum­ kanunların tanzim ve tatbikinde müessir
huriyet devrimine muhalefetin kalkış nok­ olmaması"18 şeklindedir.
talarından en önemlisi; özellikle laiklik il­ Bu arada, siyasî çıkışını büyük ölçüde
kesi çerçevesinde gerçekleştirilmeye girişi­ dindar muhafazakâr tepkilere dayandıran
len değişimlerin, koşulsuz bir teslimiyet DP çevresi, kendine has bir laiklik formü­
olarak algılanmasıdır. Kılık kıyafette ve lü geliştirdi. Muhafazakâr bir laiklik yo­
kültürel hayatın diğer alanlarında Batılılaş­ rumu diyebileceğimiz bu formül mevcut
ma. muhafazakâr aydınlar ve dindar halk laik devletle muhafazakâr tepkileri müm­
kesimleri tarafından, başından itibaren. kün mertebe uzlaştırmayı hedefliyordu.
Batı'ya koşulsuz teslimiyetin ve dolayısı ile DP’nin ideologlarından Ali Fuat Başgil,
K E M A L İ Z M

1954'te yayımladığı Din ve Devlet başlıklı konusundaki ikircikli ve dolaylı ifadeleri­


kitabında; “Zannediyorum ki din ile dev­ nin benzerleri, Cumhuriyet döneminde
let arasındaki bağlılığı ve bunun şeklini muhafazakâr söylemleri seslendirenler ta­
tarihi ihtiyaçlar ve içtimai realiteler tayin rafından bu sefer, dinin alanını genişlet­
etmektedir. ( ...) Din ile devlet münase­ mek için kullanılmaya başlandı. Celâl
betleri İslâm dininin itikadi ahkâmından Nuri’nin, seküler ulus kavramına zemin
değil ameli ahkâmındandır ... ameli ah­ teşkil etmek üzere önerdiği; vatanperver­
kâm, zamanın ve hayat şartlarının değiş­ liğin “bir emri dinî olmak üzere telkin
mesiyle değişir, o halde dün olduğu gibi e d ilm e s i"n i,19 C um h u riyet dönem i
bügünde dinle devletin birleşmesi lazım muhafazakârları tersine çevirerek; dinin,
gelmez. Çünkü zaman ve şartlar değiş­ vatanperverliğin ve millî kimliğin ayrıl­
miştir. ( ...) bir kelime ile laiklik, devrimi­ maz bir parçası olduğu iddiasıyla, vatan­
zin ihtiyaçlarından doğan bir zaruretdir” perverlik kavramı üzerinden dinin alanı­
(Başgiî, 1985 [ilk basım 1954]; 172-174) nı genişletmeye çalışıyorlardı.
208 diyordu. Başgil'den başlıyarak, laikliğin İslâm’ın Türklerin karekterine uygun
mantığından ziyade Türkiye’deki uygula­ bir din olduğu, Türklerin hizmetleri ile
nışını sorun eden muhafazakâr bir muha­ yükseldiği gibi, Meşrutiyet döneminde
lefet söylemi gelişmeye başladı. Şemsettin Günaltay gibi ılımlı veya Batıcı
Muhafazakâr laiklik yorumu, öncelikle lslâmcı denilebilecek İsimlerin veya millî
ya doğrudan ya da dolaylı ifadelerle, katı kimliği dinî çerçevede tanımlayan Türk­
Fransız laiklik anlayışına karşı Anglo-Sak- çülerin görüşlerine benzer görüşler, mu­
son sekülerleşme geleneğini çıkarıyordu. hafazakâr laiklik anlayışının zeminini
Bu çizginin temsilcilerinden, bir süre AP oluşturdu. Bu söylem çerçevesinde din
milletvekili de olan Prof, Osman Turan; millileşmiş, millî kimlik dinselleşmiş olu­
“hukuken laik olan Fransa'nın ve hususiy­ yordu (Mert, 2000).
le Türkiye’nin laik olmayan İngiltere’den Osman Turan’m, Batı’da gelişen laikli­
daha fazla vicdan hürriyetine sahip oldu­ ğin yanlış yorumlanmasının sonucu olan
ğu iddia edilemez" diyor ve laikliği şöyle mevcut laiklik anlayış ve uygulamaları­
tanımlıyordu; “laik düşünce yani vicdan nın, millî gücümüzü zaafa uğratmasından
hürriyetine saygı zihniyeti, din ile insan şikayetçiydi. Laiklikligin beklendiği gibi
hakları veya türlü mezhep ve inanışlar yükselmemize değil, tam tersine, “Millî
arasında bir banş, bir ahenk kurmak zaru­ gururun kırılmasına, aşağılık duygusunun
retiyle meydana çıkmış bir mefumdur" dogmasına, tarihi şahsiyet ve ve karımızın
(Turan, 1993 [ilk basım 1964]:42). Aslın­ sarsılmasına, bu yüzden de Şark’ta manevi
da öncelikle barıştırılmak istenen din ve nüfuzumuzun ve Garbte de itibarımızın
devletti. Muhafazakâr söylemin peşinde azalmasına amil” olduğu yetmiyormuş gi­
koştuğu; laikliğe karşı tepkilerin yarattığı bi; laiklik yüzünden “millî birlik ve ide­
devlete mesafeli duruşa karşı, yeni bir olojide sarsıntı olmuş ... içtimai ve ahlaki
devlete saadakat formülüydü. Sağ siyasal nizam zayıflamış"tı (Turan, 1993; 81).
söylemin kendini ‘komünizm tehlikesine" Kökleri Demokrat Parti dönemine daya­
karşı siper ettiği yıllarda yazan Turan için nan sağ muhafazakâr laiklik yorumu, bir
bu acil bir sorundu. Laikliğin “millîleşme­ yandan devletin dine müdahalesini kısıt­
si” gerekiyordu, zaten “İlmî, millî ve de­ lama gayreti şeklinde, din ve inanç özgür­
mokratik” (Turan, 1993: 80) bir müessese lüğü söylemine ağırlık vererek Anglo-Sak-
idi, bizde de bu özelliğin tecelli etmesini son sekülarizmini gündeme getirmiş, di­
sağlamak lazımdı. ğer yandan dini millî kimliğin vazgeçil­
11, Meşrutiyet devrinde Batıcıların din mez bîr parçası olarak tanımlayarak, dini
L A İ K L İ K VE K A R Ş I L A İ K L İ Ğ İ N D Ü Ş Ü N S E L B O Y U T U

millîleştirme gayreti göstermiştir. Bu çizgi­ gayeleri” ise, öncelikle, “millî mutabakatı


nin günümüzde, milliyetçi kanattan tem­ sağlamak ve perçinlemek”, nihayet “dev­
silcilerinden birinin ifadesiyle; “laisizm­ let) toplumu ve tarihi ve Islâm ile barıştır­
den millî sekülerizme” (Hocaoglu, 1995) mak” (Hocaoglu, 1995: 398) dır.
doğru yol alınmıştır, Hocaoğlu’na göre; Türkiye’de, muhafazakâr sağ siyasal
her şeyden önce sekülerizm “Batı menşeli söylemin çıkış noktası Cumhuriyet devri-
olmasına rağmen .. .din ile laiklik gibi saç- minin Batıcı ve laik çerçevesine itirazdır.
saça başbaşa, gırtlak gırtlağa kavgalı olma­ Ancak, ister merkez sağ, ister koyu milli­
ması dolayısıyla daha az sabıkalı ve daha yetçi çerçevede ifade bulan muhafazakâr­
az kirlenmiş bir kavramdır" ( ...) “çağdaş­ lık, bir siyasal tepki olarak devleti eleştiri
laşma problemini halletmesi gereken Tür­ konusu yapmaktan da kaçınmak duru­
kiye’nin sosyal dünyevileşmesini en iyi mundadır. Sag siyasal söylemin bu ikile­
ifade edebilecek kelimenin sekülerizm” me bulduğu çeşitli çareler vardır; bu söy­
olduğu düşünülmektedir. Ona “Türk kül­ lemin en hassas olduğu konu olan laiklik
türü ve İslâm ile barışık olduğu anlamına konusunda, kendine mahsus bir yorum 209
gelmek üzere m illî sıfa tı” (Hocaoglu, ve tutum geliştirmesi kolay olmadı. Ho-
1995: 393) eklenmiştir. Yazarın ifadesiyle, caoglu’nun ifadesiyle “Devlet’i eleştirmek
“millî sekülerizm millî Batılılaşmanın bir ama aynı zamanda cansiparane bir şekil­
parçasıdır ve aynı zamanda çağdaş millî­ de savunmak zor bir san’attır”, ama ona
leşme anlamına da gelmektedir” (Hocaoğ- göre, “doğrusu buna da değer” (Hocaog­
lu, 1995: 397). “Millî sekülerizmin ana lu, 1995: 400). O

D İ P N O TL A R

1 Kılıçzade Hakkı, "Pek Uyanık Bir Uyku", Içtihad, 11 Ağaoğlu Ahmet, "Üç Medeniyet," Tü rk Yurdu,
No.SS, Şubat 1328 (1912), "Rüya", ttıkad-ı S a v ­ C.1, No. i
laya llan-ı H a rb , İstanbul: Sancakcıyan Matba­
12 Ağ aoğ Iu Ahmet "M i11iyetçi Iik Ce reya n ının Esas­
ası, 1329(1913-14)
la rı," Türk Yu rd u , 1925, c.2, no.11. vd.
2 Celâl Nuri, M u k a d d e ra t-ı T a rih iy e , İstanbul:
13 Mustafa Şekîp, "Milliyetçilik Mefkuresinin Tah­
Matbaa-ı Içtihad, 1330 (1914/15), s.280
lili," M illi M ecm ua, 1 Teşrinevvel 1926. No.70
3 Vasfi Raşid, "Layıklık", Cum h u riyet, 20 Ağustos
14 Yunus Nadi, "Bir Medeniyet Merhalesi," Cum­
1927
huriyet, 30 Teşrinsani 1928
4 Akçuraoğlu Yusuf, A s ri Türk D evleti ve M ü n ev­
15 "Halkçılık-Garbcılık," Konferans, Tü rk Y u rd u ,
ve rle re Düşen V a zife, Türk Yurdu, c,2, no.13,
Mart 1928
1925
5 A.g.e. 16 Siirt Mebusu Mahmud, "inkıiab Sahasında Yeni
Bir Hamle Daha," H a kim iyet-i M itliye, 1925, No.
6 Abdullah Cevdet, "Yolumuz Aydınlandı", İç tı- 1519
had, 15 Haziran 1925
17 Paul Genziton, M ustafa K e m a l ve Uyanan D o ­
7 Mustafa Şek ip, Halkda Zihniyet, M illi M ecm ua, ğu, Ankara, 1983, s.108 (ilk basımı Cumhuri­
10 Kanunisani 1340 yetin ilk yıllarında olsa gerekir.)
3 Celâl Nuri, "İslâmiyet Manİ-i Terakki midir?," 18 Eşref Edip, "Partilerin Din Siyaseti," S e b ilû ıre -
E d e b iy a t ı U m u m iy e M ecm u a sı, 1918, no,38, şad, Nisan 1950, zikreden, Fahrettin Gün, Seb i-
90-91 lürreşad Dergisinde D in, Siyaset ve La iklik, Yük­
9 Celâl Nuri, "Islâmda Vücub-u Teceddüd,' inti­ sek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Ortadoğu
ha d, 15 Kanunisani 1327 (1912), no.39-40 ve Islâm Ülkeleri Enstitüsü, 1998
10 Abdullah Cevdet, "Cihan-ı Islâm'a Dair," İçti- 19 Celâl Nuri. M u k a d d e ra t ı T a rih iy e , İstanbul:
had, 11 Temmuz 1327(1911) Matbaa-I Içtihad, 1330 (1914/15), s. 182
Kemalist Milliyetçilik
AH M ET YILDIZ

üslumanlar, Hıristiyanlar, Yahu- mesi” şiarı açısından anahtar bir ayırım

M diler, Türkler, Araplar, Kürtler,


Rumlar, Erm eniler, Sırplar ve
Bulgarlar gibi etnik ve dinî toplulukları,
olarak görüldüğünü göstermektedir. İs­
tiklal Marşı şairi Mehmet Akif’in Arna­
vut, şair Ahmet Haşim’in Arap, Türk
siyasî açıdan tekçi, kültürel bakımdan ço­ Ocaklarının kurucu başkanı Hamdullah
ğulcu “millet sistemi" içinde barındıran, Suphi’nin bile Çerkez olma, dolayısıyla
ancak etnik milliyetçi akımların iteklediği Türk olmama “suçlamasına" maruz kal­
ve emperyal güçlerin himaye ettiği ayrı­ dığı bir ortamda, etnik olarak Türk ol­
lıkçı hareketler karşısında mülkî bütün­ manın vatandaş olarak Türk olabilmenin
lüğünü koruyamayarak tarih sahnesinden ön şartı olarak kurgulandığını ortaya
çekilen Osm anlı Imparatorlugu’nun “zo­ koymaktadır. Üstelik sözü edilen “Türk­
raki" mirasçısı olan Türkiye Cumhuriye­ lük,” hakim Türkçü-milliyetçi edebiyatta
ti; mübadele sonrasında, tarihinde İlk de­ öne sürülenin aksine, yalnızca yönetici
fa neredeyse bütünüyle Müslümanlardan seçkinler ve laik-entelektüel sınıf için
oluşan bir ülke üzerinde, millet sistemi­ “mevcut”tu; halk kitlelerinin kendilerini
nin üzerine oturduğu “millet-i hakime" Türk olarak görmeleri söz konusu değil­
anlayışının seküler versiyonuna dayalı, di. Popüler düzeyde mevcut olan Türk­
siyasî meşruiyeti seküler temeller üzerine lüğün m illî bir kim liğin adı olmakla
kurulmuş, “muasır medeniyet seviyesine uzaktan yakından ilişkisi olmadığı gibi,
ulaşmak ve hatta aşmak" olarak tanım­ pozitif bir anlam ı da yoktu. (Yıldız,
lanmış bir millî devlet oluşturma amacına 2001: 65-67),
göre yapılandırılmıştır. Yeni Cumhuriyet rejimi, II, Meşrutiyet
Bu bakımdan Cumhuriyet’in berabe­ döneminde birer siyasî akıma dönüşen
rinde getirdiği en müşahhas yenilik, mil­ enternasyonal projelere, özellikle pan-
liyetçiliğin en temel ilkesiydİ: “Biz Tür- türkçülük ve panislâmizme karşıtlığını,
küz; bu yüzden Türkler tarafından yöne­ sembolik düzeyde, Türkiye Cumhuriyeti
tilmeliyiz.” Söz konusu Türklük, vatan­ adlandırmasıyla ortaya koymuştur. Pan-
daşlık anlamında Türklükten çok, millet türkçülerin önerdiği "Anadolu Cumhuri­
olarak Türklük anlamına gelmekteydi. yeti" ve “İslamcıların" önerdiği “Türkiye
1924 Anayasası’nın 88. maddesi ve bu Islâm Cum huriyeti” adlandırmalarına
madde üzerindeki tartışmalar, bu ayırı­ tercih edilen bu isim, Kemalist milliyet­
mın, “Türk’ün Türk tarafından yönetil­ çiliğin sahih bir resmini vermektedir:
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K

Hanedanlık karşıtı, İslâmî olmayan ve et­ dir; somut varlığının ötesinde millî var­
nik imalar barındıran mülkî açıdan sınır­ lıkla kaynaşmış, soyut/kutsal bir niteliğe
lanmış bir milliyetçilik. sahiptir. Atatürk temi, Kemalist milliyet­
Yeni adlandırma süreci içinde “vatan" çiliğin seküler evreninin en kutsal disku­
kavramı da semantik bir dönüşüm yaşa­ rudur.
mış, seküler kutsallığın şiarı olarak Türk K em alist m illiy etçiliğ in sem boller
vatanı, vatan kelimesinin yerel (kişinin dünyasına ilişkin nottan burada noktala­
doğduğu ve büyüdüğü yer) ve dinî (İs­ yıp, siyasî gelişim sürecine baktığımızda
lâm şeriatinin hüküm sürdüğü yer) an­ son derece “rasyonel” bir “mevcut du­
lamlarından arındırılıp, pantürkçü ve pa- rum muhasebesi" ile karşılaşırız. Kema­
nislâmcı sadakatlere ikame edilerek, da­ list milliyetçilik, savaş sonrası dönemde­
ha sonra geliştirilecek tarih tezi aracılı­ ki revizyonist eğilimin dışında kalmayı
ğıyla milliyetçi sadakat mercilerinden bi­ yeğleyerek mülkî açıdan “büzülmeci" bir
ri olarak tanımlanmıştır. Böylece mülkî politika izlemiş, böylece her türlü ir re-
(teritoryal) milliyetçiliğin havası, orma­ dentist niyete set çekmiştir. İlk defa Bal- 21
nı, denizi, dağı, toprağı ve seküler nite­ kan Savaşları sonunda (1913) imzalanan
likli yeni ziyaret mekânlarıyla kutsallık barış antlaşmasıyla çizilen ve Millî Mi-
arz eden, uğrunda seve seve can verilen, sak’la teyit edilen sınırlar, yeni Türkiye
tek bir çakıl taşının bile kem gözlerden Cumhuriyeti’nin değişmez sınırları ol­
esirgendiği “y u rtçu ” söylem i, Yakup muştur, Bu mülkilik, İslâmî bir referans
Kadri’nin Yabcm’ında tasvir ettiği kıraç, taşımadığı gibi, millîliğin Mustafa Kemal
verimsiz, bakımsız, “ilham vermeyen” ve Paşa tarafından yapılan yorumu, daha
“kutsallık" arz etmeyen “vatan" imajının “evrensel" nitelikler taşıyan pantürkçü
yerini almıştır. Yeni Türkiye Cumhuriye­ ve panislâmist referansların reddine da­
tinde “Allah ve Sultan" hükümranlığını yanmaktaydı.
yitirmiştir; artık “Her şey vatan için”dir. Bu yüzden, imparatorluktan Cumhu­
Kemalist milliyetçilik, seküler bir ko­ riyete geçişle belirginleşen “millî siya­
lektif tasavvur oluşturabilmek için mülkî s e t in doğuşu, Osmanlıcılık, milletlera­
milliyetçiliğin yanı sıra, hatta daha da rası komünizm, panislâmizm ve pantür-
fazla, etnik temalara başvurmuştur. Et­ kizm gibi her çeşit “millet-ötesi kardeş­
nik m illî tasavvurun temel figürü de, lik" hayallerini sona erdirmiştir. Kema­
millî türeyiş destanının ezelî/ebedî bir list milliyetçilik, Tanzimat’la belirginleş­
mevcudiyet olarak Türk milletini, esaret­ meye başlayan devlet merkezli modern­
ten hürriyet ve kurtuluşa götüren yolda leşme geleneğinin radikal bir versiyonu
rehberlik/ebelik yapan bozkurt figürü­ olarak, devletin nasıl kurtarılacağı soru­
dür. Dönemin mimarisinden şiirine, para suna Osmanlıcılık, panislâmcılık ve pan-
ve pullarından m arşlarına kadar tüm türkçülükten oluşan "üç tarz-ı siyaset "m
millet inşa araçlarında bozkurt figürü­ önerdiği “ek lek tik ” çözüm leri açıkça
nün varlığı izlenebilir. Bu tarihsel efsane reddetmiştir. “Türk" isminde sembolik
yaşayan bir “efsane" ile kaynaş tın İm ıştır: yansımasını bulan etnik niteliğe dayalı
Mustafa Kemal Atatürk, “Gazi," “En bü­ bir m ülkilik anlayışını benim sem iştir
yük baş," “Büyük Ş e f’ ve nihayet “Ata­ (inan, 1971: 121), Yeni devletin adı olan
türk" olarak Mustafa Kemal, tüm mille­ Türkiye de, bu etnik İmalı mülkilik anla­
tin babası/kaynagıdır yani “Bozkurt"tur. yışının bir başka sembolik yansımasıdır.
Bir milletin varlığının eşlendiği kurucu Osmanlı imparatorluğumun dağılma­
bir ilke olarak Mustafa Kemal Atatürk, sı, bütünüyle Müslüman halklarla mes­
Kemalist milliyetçiliğin de kurucu İlkesi­ kûn millî bîr devletin kurulmasına yol
K E M A L İ Z M

açtı. Bu devletin Millî Misak’la belirlen­ Kemalist Cumhuriyet’in resmî akidesi,


miş mülkî sınırlarının tanımlanmasında referans ideolojisi, “Türk’ün yeni amen-
tam bir mutabakat vardı. Ancak millî tüsü” milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik, Be-
kimliğin sınırlarının belirlenmesi prob­ nedict Anderson’ın kullandığı anlamda,
lemli bir alandı. Öncelikle millî kimlik bütüncül bir cumhuri-laik kültürel sis­
tanımı, henüz olmayan fakat “inşa edil­ tem mahiyetini haizdir. Kemalist bir aka-
meyi" bekleyen millî hamurun nasıl ka­ demisyen-politikacı olan Turhan Feyzi-
rılacağım belirleyecekti. Millî kimlikten oglu’na göre bu “kültürel sistem", millî
bahsedebilmek için önce bir millet söz birlik ve ülke bütünlüğüne büyük önem
konusu olmalıydı; öte yandan bu mille­ atfeder; ırkçılığı reddeder; hayalî üstün
tin sınırları oluşturulurken, millî kimli­ ırk fikriyle hiçbir ilişkisi yoktur; medeni­
ğin nasıl kurulduğu belirleyicilik kazan­ leştirici ve çağdaşlaştırıcıdır; sekülerdir
maktaydı. Kemalist milliyetçiliğin inşa ve bu yüzden mezheplere dayalı ayırım­
döneminde, Mustafa Kemal'in millî kim- cılıkları onaylamaz. Sosyal adalet ve top­
212 lik sınırları tanımlaması, Ziya Gökalp'in lumsal dayanışmayı vaz ettiği için sınıf
ortak kültür tanımına yaklaşacaktı. An­ çatışmasını reddeder. Yurtseverlik fikriyle
cak Gökalp’in yaklaşımından farklı ola­ bağlantılı olarak, sınırları belli bir mülki­
rak, Kemalist tanımdan ortak kültürün lik anlayışına sahiptir. Dış Türklerle ilgisi
bir kaynağı olarak İslâm’ın yerini Islâm- yalnızca kültüreldir; politik bir ima taşı­
dışı geçmiş almıştır. maz. Hanedanî ve teokratik yönetimi ka­
“Geçmiş" temi, tüm milliyetçi edebi­ bul etmez; millî egemenlik fikrine yasla­
yatların söylem kaynağı ve sembol depo­ nır. insancı! ve barışçıdır; topraklarını
sudur. Kemalist milliyetçilik de seküler genişletme gibi bir hedefi yoktur.1
bir “şimdi" oluşturmak için öncelikle Kemalist milliyetçiliğin bu “rasyonel,
“geçmişi” sekülerleştirmiştir, İslâmî tesir­ modern, medenî, ilerici, demokratik, bir­
lerden arındırılmış ve Islâm öncesi Türk leştirici, onurlandırıcı, insancıl ve barış­
geçmişinin ayıklanıp yeniden inşa edil­ çıl" tasviri, Türk resmî literatüründe hâ­
miş unsurlarıyla “zenginleştirilmiş" Ke­ kim görüşü yansıtır. Bu hakim görüş,
malist milliyetçilik, bütün sosyo-politik Kemalist milliyetçiliğin bütünüyle mede-
faaliyetleri belirleyen yüksek kuvvet ola­ nî-siyasî bir milliyetçilik olduğu ve et-
rak Cumhuriyet’in üzerine oturduğu te­ nik-soya dayalı unsurlar ihtiva etmediği
mel çerçevedir. Millî kimliğin Kemalist önermesine dayanır. Hem akademik hem
sınırları belirginleştikçe, Cumhuriyet de popüler Kemalist söylemdeki Kema­
kendi hayatiyetini tazelemiştir. Tarih, Ba­ list milliyetçilik sunumu, Türkiye Cum­
tı dünyasının “Türk" (yani Müslüman) huriyeti sınırları içinde yaşayan herkesi
karşıtı önyargılarıyla yaralanmış Türk aynı kültür potasında eritmeye çalışan ve
millî gururunu onarmak amacıyla, Os- dil, din ve ırktan bağımsız kalarak Türk
manlı-Islâm geçmişinin bakiyelerini tas­ olarak değerlendiren, toprak ilkesini esas
fiye edip, bütünüyle Türkî unsurlarla alan bir anlayışı yansıtır. Bu naif tutum,
ikame etmede motor güç olmuştur. Millî Kemalist milliyetçi seçkinlerin iç ve dış
kimliğin sınırlarının belirlenmesinde ni­ politik şartlan, “unsur-u aslî/millet-İ hâ­
haî çerçeveyi, bu maziye dayalı istikbal kime” ve “devlet-i ebed müddet” para­
vizyonunu yansıtan Kemalist “asrîlik” metreleri etrafında kurgulamasından ve
ütopyası oluştursa da, mevcut siyasî-kül- Kemalizmin etnik bir veçheye sahip ol­
türel şartlar, bu ütopyanın tarihsel açılı­ m asının, onun m edeniyetçi kamusal
mında belirleyici bir rol oynamıştır. im ajına ciddi düzeyde zarar vereceği
Osmanlı Devleti’nin küllerinden doğan inancından kaynaklanmaktadır.
K E M A L İ S T M L L I Y E T Ç I L I K

213

Mustafa Kemal, İnebolu Türk Ocağı’m ziyaretinde, 1912 de kundan ve kültürel kimliğe
dayak Özcü bir milliyetçilik anlayışım yayan Türk Ocaktan, 1927’d en itibaren GHP’nİn
güdümüne alınmaya başlamıştır. Ocaklar, Tek Parti rejiminin kültür pofitikalanmn
önemli b ir a m a olarak işlev görmüştür. Ancak kendi örgütsel geleneğinden ve yaygın
ilişki ağından dolayı özerk bir toplumsal ve politik odak olabileceği endişesiyle 193} ’d e
kapatılacak, yerine doğrudan yönetimin denetimim tâbi Halkevleri kurulacaktır.

Kemalist milliyetçiliğin bu sunumu, uzanan süreçte, buna göre şekillenmiştir.


olgusal durumu tam olarak yansıtmadığı Çok partili döneme geçildikten sonra ise
gibi, Kemalist millet inşa pratiğinin etni- Kemalist milliyetçiliğin etnik damarının
sist-soya dayalı bir veçheye de sahip ol­ görünürlüğü askerî darbe dönemlerinde
duğunu göz ardı etmektedir. Kemalist artmakla birlikte, resmî söylem düzeyin­
milliyetçilik, son tahlilde, millet ve dev­ de mülki boyutu öne çıkarılmış ancak,
let üyeliğini net olarak birbirinden ayırır vatandaşlık haklarının kullanılmasında
ve devlet üyeliğini (vatandaşlık) fiilen etnik boyut her zaman göz önünde tu­
millet üyeliğine bağlar. Millet üyeliği için tulmuş ve ayırımcı uygulamalara ebelik
de hem sübjektif hem de objektif düzey­ yapmıştır.
de tanımlanmış niteliklere sahip olmak inşa dönemi, Kemalist milliyetçiliğin
zorunlu tutulmuştur. Bu yüzden (devlete oluşum dinamiklerini anlamak açısından
uye olmanın bir sonucu olarak) vatan­ büyük önem taşımaktadır; çünkü Kema­
daşlık haklarının kullanılması, pratikte list milliyetçiliğin pek de güçlü olmayan
(millete üye olabilmenin gereği olarak) dönüşüm dinamiklerinin referansları bu
Türk olmanın şartlarını karşılayabilmek­ döneme aittir. Kemalist Altı Ok’tan biri
le ilişkili olmuştur. Türk olabilmek ise, olan ve diğer bütün “Ok"lara ruh veren
hem söylem hem de eylem düzeyinde et- milliyetçilik ilkesi Cumhuriyet Halk Par­
nik-soya dayalı unsurlar ihtiva etmekte­ tisi programlarının çeşitli maddelerinde
dir. Resmî Türk millî kimliğinin sınırları, yansımıştır.
Cum huriyet’in kuruluşundan bugüne K em alist rejim in eğitim p o litik a sı
K E M A L İ Z M

Savaşı yıllarında Mustafa Kemal'in


Mahmut kurdurduğu Resmî TKF (Türkiye Ko­
Esat Bozkurt münist Fırkası) içerisinde yer aldı.
Bozkurt, 1922-1923 yılları arasında
HAKKI UYAR iktisat vekilliği yaptı; bu sırada İzmir
İktisat Kongresi'nİn toplanmasına Ön­
cülük etti. A d liye vekilliği yaptığı
1924-1930 yıllarında, Türk Hukuk
Devrimi'nİ gerçekleştiren kişi oldu.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakülte­
sinin de kurulmasını sağlayan Boz­
1892 yılında Kuşadası'nda doğan Mah­
kurt, burada ders verdiği gibi, ilerle­
mut Esat Bozkurt, Darülfünun Hukuk
yen yıllarda üniversitelerde devrim ta­
214 Fakültesİ'ni bitirdi. Yükseköğrenimini
rihi derslerinin okutulmasında görev
tamamladıktan sonra dayısı Ubeydul-
aldı. Bu dersleri okutanlar arasında
lah Efendİ'nin de etkisiyle İsviçre'ye Bozkurt'un yanı sıra Recep Peker, Yu­
gitti; burada hukuk alanında tekrar li­ suf Kemal Tengirşek ve Yusuf Hikmet
sans eğitimi aldı ve ayrıca hukuk dok­ Bayur da vardı, Bozkurt, -16 yaşında
torası yaptı. Doktora tez konusu, "Du olduğu- 1908 tarihinden öldüğü 1943
Regime des Capitulations Ottomanes" yılına kadar gazetelerde yüzlerce ma­
(Osmanlı Kapitülasyonları) idi. kale yazdı. Ayrıca, birçok kitabı da
İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal yayımlandı. Bozkurt'un kitapları şun­
edilmesi üzerine ülkeye döndü ve Ku­ lardır: B e y n e lm ile l B o zku rt-Lo tu s D a ­
şadası yöresindeki Kuvayı Milliye ha­ v a sın d a T ü r k - F r a n s ız M ü d a fa a la rı,
reketinin başına geçti. Eylül 1920 tari­ (Ankara, 1927); D u R eg im e des C a p î-
hinden Ölüm tarihi olan Aralık 1943 tu la tio n s O tto m a n es L e u r C a ra cta re
tarihine kadar İzmir milletvekili olarak Ju rid iq u e d'apres Thisto rie et les tex-
TBM M 'de yer aldı. Kendini İttihat ve tes, (İstanbul, 1928); Türk ih tila li'n d e
Terakki Fırkası'nın "sol cenah"m a Vatan M üdafaası, (İzmir, 1934); H u k u ­
bağlı olarak gören Bozkurt, Kurtuluş ku D ü v e l, Y a rd ım cı Taleb e E l N otu,

bunlardan biridir. “Kuvvetli cumhuri­ bir cevherdir.” Tarihin yeni Türk millî
yetçi, milliyetçi ve laik vatandaşlar” ye­ kimliğinin kurucu unsurlarından birisi
tiştirmek, eğitimin (millî talim ve terbi­ olarak kullan ılm ası, "seciy e-i m illî,”
ye) her aşamasında en çok önemsenen, “Türk’ün kabiliyet ve kudreti" vb, ifade­
telkini zorunlu temasıdır. “Büyük Türk lerin de gösterdiği gibi, her zaman etnik
tarihi”nden mülhem olarak millî karak­ temalar barındırmaktadır. Genel olarak,
terin yüceltilmesi, “büyük bir emel" ola­ CHP programlarında m illiyetçilik, sa­
rak telakki edilmektedir. “Büyük Türk vunmacı ve modernleştirici/Batılılaştıncı
ıarihi’’nin öğretilmesi, partinin büyük bir ilke olarak belirmektedir. Bir taraftan
Önem atfettiği bir husustur; çünkü “bu Türk milletinin özel vasıflarının korun­
bilgi Türk’ün kabiliyet ve kudretini, nef­ ması vaz edilirken, bir taraftan da mil­
sine itimat hislerini ve millî varlık için letlerarası arenada, ilerleme ve gelişme
zarar verecek her cereyan önünde yıkıl­ yolunda diğer milletlerle uyum içinde
maz mukavemetini besleyen mukaddes olm ak ön erilm ekted ir. Bu yaklaşım ,
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K

(Ankara, 1939); Türk K ö y lü ve işç ile ri­


n in H a k la n , (İzmir, 1939); Atatürk İh­
tilali, (İstanbul, 1940); D e vle tle r Arası
H a k , "H u k u k u D ü v e l" , (Ankara,
1940); A k sa k D e m ir 'in D e v le t P o liti­
k a la rı, (İstanbul, 1943). Yazılarının
belli başlı konuları; Türk Devrimi,
ekonomi, milliyetçilik İle Türk işçi ve
köylüsünün haklarıdır.
Adalet bakanlığı görevinden ayrıl­
dıktan sonra, 1930 yılı sonlarında ar­
kadaşı Nebizade Hamdi'nîn çıkardığı
H a lk D o stu gazetesinde yolsuzlukla­
rın üzerine giden yazılar yazdı. Hır­ 215
sızların, soyguncuların artık çeteleştik­
lerine dikkat çeken bu yazılardan biri
de "Hırsızlar!.. Teslim Olunuz!.."dur
(H a lk D o stu , 13-14 Aralık 1930). O
yıllarda olay yaratan ve yıllarca konu­ “Kemalizm otoriter bir demokrasidir,
şulan bu yazının hedefi, Barut inhisa­ ki kökleri halktadır. Türk milleti bir
piram ide benzer - tabam halk, tepesi
rındaki yolsuzları ortaya çıkarmak;
yine halktan gelen bir baştır k i frizde
ayrıca, İktidar partisi olan CHF üyele­ buna ş e f denir YAtatürk ihtilâli ’nden)
rinin karıştıkları yolsuzlukları dile ge­
tirmekti. Öncelikli olarak yolsuzluk­ mücadelesi ile tanınan Marat'nın A m i
larla mücadele eden bu gazetenin d e P e o p le adlı gazetesinden esinlen­
adının Bozkurt tarafından bilinçli ola­ miş olsa gerektir.
rak, H a lk D o s tu konulduğu tahmin Bozkurt'un ağırlıklı olarak ele aldığı
edilebilir. Fransız Devrimi'ni iyi bilen konulardan biri de ekonomidir. Kurtu­
biri olan Bozkurt, devrimin önde ge­ luş Savaşı yıllarından beri Türk köylü­
len düşünürlerinden ve yolsuzluklarla sünün sorunlarıyla İlgilenen Bozkurt,

Türklüğün 1 9 2 4 ’ten sonra kristalize lik açısından “sınıfsız, imtiyazsız, kay­


olan siyası/sübjekiif sınırının açık bir te­ naşmış bir kitle" olarak halk, millî insi­
zahürüdür. cam ın cisim leşm esini temsil eder. Bu
Devlet, millet ve millî kimlik inşasını türdeş olmayan kitle içinde dinî, etnik ya
ana hedef olarak belirleyen Kemalist mil­ da sınıfsal göstergeler millî birlik ve dir­
liyetçilik, çatışmalardan arınmış. Cum­ lik ruhunu kemiren, “bölücü" ve “ayrı­
huriyet iradesinin yekpare bir görüntüy­ lıkçı" nitelikler olarak değerlendirilmiş
le yansıyacağı bir alan olarak tasarladığı ve kam usal alandaki görü n ü rlü kleri
kamusal alanı, bu görüntüyle uyuşma­ mutlak yasak kapsamına alınmıştır.
yan her türlü “sızma"ya karşı koruma al­ Dinî, etnik, sınıfsal, hanedan! ve diğer
tına almış ve üç temel problem olarak tür kolektif bağlanmaların gayrimeşrulu-
gördüğü din, sosyal sınıflar ve etnikligin guna dayalı Kemalist millet inşa süreci,
görünür kimlikler olarak bu alana taşın­ uzun bir hanedanî devlet İnşasını ve mil­
masını reddetmiştir Kemalist milliyetçi­ liyetçi-Batıcı reformların gelişimini izle-
K E M A L İ Z M

Türk İhtilali'nin en büyük payını Türk savunulan bu görüş, az bir oy farkıyla


köylüsüne borçlu olduğunu; bu ne­ kabul edilmedi.
denle de, Türk ihtilali'ne "Türk Köylü 1922-1923 yılları arasında bir yıl ka­
ihtilali” denilebileceğini ileri sürdü. dar iktisat vekilliği görevinde bulunan
Ona göre Yeni Türkiye, bir Halk Dev­ Bozkurt, bu süre içerisinde toplanma­
leti idi. Kurtuluş Savaşı'na çeşitli sınıf­ sına öncülük ettiği İzmir iktisat Kong­
lar (asker, memur, öğretmen, tüccar resinde Meslekî Temsil görüşünü uy­
vs.) arasında en büyük katkıyı üretici gulamaya çalıştı; yine aynı donemde
olan köylünün yaptığını belirten Boz- Meslekî Temsil için önemli bir unsur
kurt'a göre, her sınıf yaptığı katkı ora­ olan sendika örgütlenmelerini savundu
nında elde edilen başarıdan hak ala­ ve bir Mesai Kanunu/İş Kanunu hazır­
caktır. Bu bağlamda Bozkurt, emeği lattı. Ancak, her iki çabasında da başa­
temel alan "Meslekî Temsil" görüşünü rılı olamadı. Yazılarında Kari Marx'a
216 TBMM'de savunanlar arasında yer al­ bir hayli atıfta bulunan Bozkurt, ba­
dı. Bu görüşe göre, emekçi olmayanın kanlık döneminde D as Kapita/'i Türk­
seçim hakkı olmayacaktı. Seçim hak­ çe'ye çevirtmeye girişti, işçilerin lehi­
kının kullanımı da sendikalar aracılığı ne hazırladığı iş Kanunu Tasarısinın
ile olacağından, emekçilerin çalıştık­ da etkisiyle, bakanlıktan istifa etmek
ları meslek dallarına göre sendikalar zorunda kalınca bu iş de yarım kaldı.
kurmaları zorunlu olacaktı. Bozkurt'un bakanlığı döneminde uy­
Meslekî Temsil görüşünü savunanlar gulanmayan diğer iki proje de, Chester
genellikle TBM M 'nin ılımlı sosyalist Grubu ile imzalanan "Alat ve Edevat-ı
kanadındandı. Bu görüşü savunanlar­ Ziraiye Mukavelenamesi" ile "Türkiye
dan biri olan Bozkurt'a göre, Meslekî Köy Bankaları Kanun Projesizdir.
Temsil ile ülke ekonomisini temsil Bozkurt, İzmir iktisat Kongresi'ne
eden gruplar Meclis'e yansıyacak; ay­ ilişkin yayınladığı genelgede, Kongre­
rıca, Meslekî Temsil ekonomik bağım­ nin Türkiye'nin ulusal ekonomi tari­
sızlığın ve ulusal kalkınmanın önemli hinde bir dönüm noktası ve yükselme
bir öğesi olacaktı. !. Meclis'te, 1921 devrine bir başlangıç olacağını belirt­
yılının ilk günlerinde güçlü bir şekilde mekteydi. Kongreye, Türkiye'nin eko-

yen dönemde vücut bulmuş ve büyük öl­ birlik, otorite ve eşitlik sıralam asıdır,
çüde son dönem Osmanlı sivil-askerî bü­ (Huntington, 1968: 347-348).
rokrasisine dayanmıştır (Rustow, 1981). Türk millî kim liğinin Kemalist inşa
Millî kurtuluş hareketlerinin ilk örneği sürecinde hukukî-siyasi (seküler/cum-
olarak Kemalist milliyetçilik, klasik siya­ huriyetçi) ve etnik olmak üzere iki kuru­
sî modernleşme teorisinde öngörülen cu bileşen ayırt edilebilir. Kemalist Türk
aşamalara tekabül eden oluşum sürecin­ millî kimliğinin etnik ve siyasi bileşenle­
de önce millî topluluğa dayalı bir siyasî ri arasındaki açı büyük bir gerilim hattı­
çerçeve oluşturup siyasi sınırları tanım­ na otursa da, bu kurucu bileşenler Türk
lamış, sonra millî siyasî liderliği kurum­ millî kimliğinin Kemalist inşasının yapı­
sal olarak pekiştirmiş ve nihayet sosyo sal unsurlarıdır, Türk millî kimliğinin
kültürel ve ekonomik reformlara giriş­ Kemalist inşa süreci, birbirini izleyen ve
miştir. Takip edilen sıra, en etkili moder­ 1919-1938 yıllarını kaplayan üç döneme
nizasyon safhalaması olarak kabul edilen ayrılabilir;
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K

nomik kalkınmasını sağlamak amacıy­ de kontrol ve teşebbüs hak ve yetkile­


la görüşmeler yapmak üzere ziraat, ti­ rini kabul eden bir sistemdir".
caret, işçi ve sanayi temsilcileri katıla­ Bozkurt, Türkiye'de tam olarak be­
caktı. Bozkurt, bu sırada yaptığı ko­ lirgin olmasa da bir sınıf yapısının ol­
nuşmalarda liberal ekonomi sistemini duğunu kabul etmektedir. Bu bakım­
eleştirerek, bu sistemin ve diğer sis­ dan Tek Parti döneminin yaygın görü­
temlerin Türkiye'ye uygun olmadığını, şü olan "imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış
uygulanması gereken sistemin "Yeni kitle" düşüncesinden ayrılmaktadır.
Türkiye İktisat Mektebi" (Devletçilik) Ona göre, Türkiye nüfusunun % 80'i
olduğunu ileri sürmektedir. Ancak, emekçi (köylü ve işçi)'dir. Köylü ve iş­
Kongre daha temsilcilerin seçilmesi çi haklarım savunanlara "Komünist
aşamasından itibaren Bozkurt'un um­ yahut sosyalist damgasını yapıştırma
duğu sonucu vermedi. Katılımcı sayısı gayretini güdenler şahsî menfaatlerini
azdı; iktisat vekaletinin istemesine çalışan kitlelerin zararlarında arayan­ 217
rağmen her yıl toplanamadı; Kongre­ lardır". Türk işçisi, Türk tarihinin "en
de alınan kararlar Bozkurt'un isteğinin mazlum çehresi"dir. Ülkeyi kanıyla
aksine liberal kararlar oldu; tam anla­ koruyan ve koruyacak olan işçiler için
mıyla bir iktisat programı oluşturula- Türk Devrimi çok az şey yaptı. Gele­
madı. Ayrıca, Bozkurt'un tüm "iktisat ceğin demokrasisi, yüzyılımızın çok
amilleri"nin "teşkilat” (sendika) kur­ şiddetli akımlarına karşı iş ve işçide
m aları planı gerçekleşm edi. B o z ­ tutunabilecektir, "Muasır demokrasiler
kurt'un kongrede önerdiği ekonomi komünizmi sermaye kuvveti ile değil,
politikası 1930'ların başından itibaren hakları ödenmiş işçilerle yenebilirler.
uygulanmaya başlandı. Devletçiliğin Tılsım buradadır". Haklan Ödenen İşçi
bilimsel karşılığının "devlet sosyaliz­ "demokrat inkılabımızın bileği bükül­
mi" olduğunu belirten Bozkurt'a göre, mez bekçisi olacaktır".
bu sistem "Özel mülkiyeti tanıyan, fa­ Köylünün tüccar ve simsar tarafın­
kat insanın insan tarafından sömürül- dan sömürüldüğünü belirten Bozkurt,
mesini önlemek ve millî kalkınmayı tüccar ve simsarları "kravatlı eşkıya"
başarmak için devlete ekonomik işler­ olarak tanımlamaktaydı. Türk köylüsü-

1. M illi M ücadele D önem i (1 9 1 9 - Misak, Türklüğün İslâmî sınırlarını tayin


1923); Bu dönemi oluşturan Millî Müca­ eden metinlerdir. 7 Ağustos 1335 (1919)
dele yıllarında Türk millî kimliği baskın tarihli Erzurum Kongresi Beyannamesi­
bir dinî karaktere sahip olmuş, milliyet nin birinci maddesi, etnokültürel çoğul­
Müslümanlıkla tanımlanmış, reelpolitigirı culuğun ve sosyo politik birliğe temel
bir yansıması olarak, resmî politik söylem oluşturan dinî harcın ifadesidir;
etnik çoğulculuğu veri olarak almıştır. Bu
“Trabzon vilayeti ve Canik (Samsun)
doneme hakim olan tanım “Anadolu ve
sancağı ile V’dayat-ı Şarkiye namım taşı­
Trakya’daki Müslüman halkı Türk ola­
yan Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Mamu-
rak” kabul eden tanımdır. Burada Türk­
retülaziz, Yan, Bitlis vilayeti ve bu saha
lük mülkî açıdan sınırlandırılmış Islâm’la
dahilindeki elviye-İ müstakile hiçbir se­
özdeştir. Etnokültürel çoğulculuğu veri
bep ve bahane ile yekdiğeri nden ve Ca-
olarak alan Erzurum ve Sivas Kongrele­
mia-i Osmaniye'den ayrılmak imkânı ta-
rinde kabul edilen beyannameler ile Millî
K E M A L İ Z M

nün "radikal" bir şekilde kalkındırılma­ Türk'ün ilk ödevidir. "Biz yer ve gök
sı gerektiğini belitten Bozkurt'a göre, için, ot ve su için milliyetçi değiliz".
işe bucaklardan başlanmalıdır. Bütün Büyük bölümü işçi ve köylü olan Türk
kültürel, sosyal ve ekonomik kurumlar ulusunun mutlu yaşamasını İstiyoruz,
burada yer almalıdır. Okullar, sağlık işçi ve köylü olan çoğunluğu dikkate
merkezleri, kooperatifler, kredi kurum­ almadan "ileri sürülen milliyetçilik
lan, İdarî, malî ve ziraî kuruluşlar, ada­ davası: bize SezarTarın anladığı milli­
let kurumlanılın küçük birer örneği bu­ yetçilikten fazla bir şey ifade etmez.
caklarda olmalıdır. Türk köylüsü kal­ Buna insanlığın üstünde şahsi saltanat
kınmadıkça, Türk ulusunun yükselmesi kurmak derler". Bozkurt'un milliyetçi­
mümkün değildir. "İtiraf etmek lazım­ lik anlayışının Kemalist milliyetçilik
dır ki Türk İhtilali'nin prensipleri idare­ anlayışı İle yer yer ters düştüğünü söy­
mizde henüz esaslı bir yer almamıştır. lemek mümkündür. Kemalist milliyet­
218 Radikal bir değişiklik yapamamıştır. Bu çiliğin temel tezi "Ne mutlu Türküm
prensiplere göre istenilen yenilikler ba­ diyene" iken Bozkurt "Ne mutlu Tür­
şarı lama mıştır. Yapılan işler azametli­ küm diyebilene" demektedir.
dir. Bundan şüphe yoktur. Bundan bi­ Koyu milliyetçiliği ve sol eğilimleri
raz da köyler nasip sahibi olmalıdır ki, ile dikkat çeken Bozkurt'un bir başka
köylü (Atatürk İhtilalinin nimetlerini, özelliği de, 1930'larda Mason locala­
güzelliklerini tadabilsin". rının kapatılmasında baş rolü oyna­
Bozkurt bu "sosyal" içerikli görüşle­ masıdır. 1931 ve 1932 yıllarında ba­
rinin yanı sıra, koyu milliyetçiliği ile sındaki yazıları İle masonluğa karşı
dikkat çekmektedir. Bozkurt'un milli­ savaş açan Bozkurt ve partideki diğer
yetçiliğinde de ekonomik görüşler ağır masonluk karşıtları, 1935 C HP prog­
basmaktadır. Ona göre, modern milli­ ramına uluslararası amaçlarla ve kökü
yetçiliğin belli başlı özellikleri arasın­ dışarıda dernek kurulmasını yasakla­
da Türk milletinin %80'den fazlasını yan bir madde eklettiler. CHP içindeki
oluşturan köylü ve İşçinin haklarını masonlar da açık bir çatışmayı göze
düşünmek, korumak ve istemek yer alamayarak, geçici olarak mason lo­
alır. Bu "M illiy e tç iy im !" diyen her calarını kapattılar. Bozkurt'un mason

sflvvur edilemeyen bir kuldur. Saadet ve 1986: 116). Hem Anadolu hem de Trak­
felakette İştiraki tam kabul ve mukadde­ ya’yı içine aldığı için bütün Millî Misak
ratı frak kında aynı maksadı hedef ittihaz sınırlarına dönük olarak karar alan 9 Ey­
eyler. Bu sakada yaşayan bitcümie ana­ lül 1919 tarihli Sivas Kongresi Beyanna­
sıra islamiyeyekdigeritıe karşı mütekabil mesinin birinci ve dokuzuncu maddeleri
bir İtiss-i fed a ka rî ile meşhutı ve vaziyet-i de aynı n oktalan tekrarlar (Gologlu,
ırkiye ve İçtim aiyelcrine riay etkar öz 1968: 219-226). Anadolu ve Rumeli Mü-
kardeştirler." (Kansu, 1986: 114). dafaa-i Hukuk Cemiyeti Tüzüğü de aynı
hususlara yer verir,
Dokuzuncu madde, Şarki Anadolu Mu- Mustafa Kemal Paşanın bu dönemdeki
dafaa-i Hukuk Cemiyetine üyelik şartları­ konuşmaları, Nutuk’ta ifade ettiği “vicda­
nı belirler ve üyeliği Müslümanlıkla sı­ nında taşıdığı millî sırrın” gereği olarak,
nırlar: “Bilcümle Islâm vatandaşlar cemi­ dinî sembolizmle örülüdür. Yasama faali­
yetin azay-ı tabiisind end ir.” (Kansu, yetleri “şer-i şerif’ çerçevesinde gelişmiş,
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K

localarına karşı olmasının ana nedeni ken, Ü lk ü dergisi etrafındakiler de


masonluğun emperyalist amaçları ve "sosyokültürel" ve "köycü" içerik ka­
milliyetçilik karşıtı olmasıydı. zandırmaya çalışıyorlardı. Günümüz­
Bozkurt ve onun kuşağı olağanüstü de de varlığını sürdüren farklı Kema-
bîr dönemin kuşağıydılar. İmparator­ lizmlerin kökeni 1920 ve 1930'lu yıl­
luğun çöküş sürecine girdiği ve bu lara dayanmaktadır. Bu dönemde, Ah­
devlet nasıl kurtulur sorusuna yanıt met Ağaoğlu'nun "liberal" Kemalizm
arandığı bu dönemde ortaya çıkan çe­ anlayışından Bozkurt'un "sol milliyet­
şitli kurtuluş yolları/ideolojiler devle­ çi" Kemalizmine kadar -Kadro ve Ü lkü
tin kurtarılmasına yetmedi. Dönemin dergileri ile diğer bireysel girişimler de
aydınları söz konusu kurtuluşu ger­ dahil- tüm farklı Kemalİzmlerin ortak
çekleştirmek İçin eklektik bir biçimde noktası otoriter ve eklektik olmalarıdır.
çeşitli ideolojilerin sentezini yapmayı Bozkurt'un Kemalizmi diğer Kemalizm
da denediler. Yeşil Ordu (İslâm ve anlayışları gibi hâlâ canlıdır. 219
Sosyalizm) düşüncesinin yanı sıra. Bozkurt'un "sol milliyetçi" görüşle­
Resmî TKF ve Anadolu'da Y en i G ü n rinin günümüz Türkİyesi'nde hâlâ
gazetesi etrafından toplanan -Boz­ güncelliğini koruduğunu söylemek
kurt'un da içinde bulunduğu- bir grup mümkün. Sağ kesimde onun milliyet­
aydın Milliyetçilik ve Sosyalizm/Sen- çiliğine yoğun bir şekilde atıf yapıl­
dika Sosyalizmi'nin sentezini yapma­ maktadır; Kemalist kesim ise onun
ya yöneldi. Hukuk Devrimi'nin mimarı olmasına
Bozkurt, bu "sol milliyetçi" düşün­ dikkat çekmektedir. Bozkurt'un tüm
celerini Kemaiİzme yönelik kuramlaş­ yönleriyle, yani "sol milliyetçi" kimli­
tırma çabalarına da yansıttı. 1924 yı­ ği ile etkilediği kesimler de bulunmak­
lında yazdığı "Türk İhtilali'nin Düstur­ tadır. "Ulusal sol" denilen Mümtaz
ları" adlı yazıları, Türk Devrİmi'ni te- Soysal vb. kişilerin temsil ettiği görüş
orileştirmeye yönelik ilk girişimdir. Bîr ile, Atillâ İlhan, Doğu Perİnçek gibi
ekip olarak Kadrocular Kemalizme "milliyetçi sosyalist" görüşleri temsil
"sosyo ekonomik" ve "Üçüncü Dün­ eden kişilerin de referans aldığı kişile­
yacı" bir içerik kazandırmaya çalışır­ rin başında Bozkurt gelmektedir.

alkollü içecek kullanımını yasaklayan 14 leketin istiklali için oluşturulan Müslü­


Eylül 1336 (1920) tarihli Men-i Müskirat man etnik koalisyonuna hayat verdiğini
Kamımı örneğinde görüldüğü gibi, Os­ belirtmekteydi.
manlI’nın son döneminde yoğunlaşan Bu dönemde açıktır ki, halk katında
devlet kaynaklı laikleştirme trendi Milli millî bilinçten eser yoktu. Temel toplum­
Mücadele döneminde kesintiye uğramış­ sal aidiyeti, Islâm ümmeti fikri etrafında
tır. Bu dinî milliyetçilik döneminin sem­ cisimleşen dinî bağlanma oluşturmak­
bolik yansıması olarak Millî Meclis duva­ taydı. Hem pantürkçü hem de panislâm-
rında, Kuran’dan alınan şu ayet asılı bu­ cı muhalefeti geriletmek, ayrıca halk ta­
lunmaktaydı: “Onların işleri aralarında rafından “dinsiz” anlamında kullanılan
şura iledir" (Şura Suresi, 38. Ayet). 21 “farmason" nitelemesine maruz kalma­
Şubat 1341(1924)’te bu ayete işaret ede­ mak bakım ından, M ustafa Kemal ve
rek konuşan Kastamonu mebusu Ahmet “kadrosu” için dinin araçsal kullanımı,
Mahir Efendi, bu ayetin ruhunun mem­ daha sonra benim seyecekleri katıksız
K E M A L İ Z M

Afet İnan huriyet kadını olarak nesnel ve bilimsel


metinleriyle erken dönem Cumhuri­
Ö Z G Ü R s e V G İ G ÖR AL yet'in egemen milliyetçilik anlaşını
oluşturanlardan biri olarak, o müthiş
sadakatiyle, hep rejime ve Atatürk'e
olan, bitmez tükenmez borcunu öde­
meye çalıştı umutsuzca.
1908'te Selanik'te doğan İnan, Bursa
Kız Öğretmen Okulu'nu bitirerek 1925
yılında İzmir'de öğretmenliğe başlar.
Aynı yıl Mustafa Kemal iie tanışır ve
Afet inan, Kemalizmin adanmış ve va­
tüm hayatına damgasını vuracak olan
zifelendirilmiş kızıydı. Siyaset bilimin­
bu tanışıklık sonucu Lozan'a dil öğren­
220 den, tarihe, arkeolojiden kadın hakları­
meye gönderilir. Öğretmenlik yapar
na dair yazdığı tüm yazılara damgasını iken Atatürk'ün bir sözüyle bütün ha­
vuran telaş, Kemalizmi ve genç Türkiye yatı boyunca uğraşacağı tarih branşına
Cumhuriyeti'ni bilimsel, rasyonel ve 'vazifeli' olarak geçer, inan tarih çalış­
gerçekçi bir biçimde savunma ve meş­ maya, 1928 yılında Fransızca bir coğ­
rulaştırma telaşıydı, inan, erken dönem rafya kitabında, Türklerin ikincil sarı ır­
Cumhuriyet'in "misyoner" sosyal bi­ ka mensup olduğunu okuyan A ta ­
limcilerinin tipik örneğiydi: Politik de­ türk'ün kendisine "bu böyle olamaz,
ğil bilimsel olduğu iddia edilen bir dil, sen bunun üzerinde çalış" demesiyle
vatandaşın devlete karşı vazifelerinden başlar. 1931'de sağlık bakanlığının yar­
prehistorik ırkların brekisefal Özellikle­ dımıyla Anadolu'daki 64 000 kadın ve
rine oldukça angaje bir ilgi alanı! erkek iskelet kalıntısı üzerinde çalışa­
Kemalist ideolojinin mobilize ettiği rak, İsviçre Cenevre Üniversitesi'ne
sadık ve rejime hep borçlu hisseden "Türk Halkının ve Tarihinin Antropolo-
çağdaş Türk kadınını da temsil ediyor­ jik Ö z e llik le ri" adlı tezini verir.
du bir yandan. Aslında inan, hem bir 1947'deki Türkçe baskısına yazdığı ön­
sosyal bilimci olarak hem de bir Cum­ sözde inan, çalışmasının amacını açık-

dindışıhğın aksine, daha “rasyonel” bir Bütün bunlara bakarak, Kemalist Türk
seçenekti. Millî Mücadelenin itici gücü­ millî kimliğinin tanımlanmasında dinin
nü oluşturan İslâmî bağlanma, Türk, yapısal bir unsur olduğunu ileri süren
Kürt, Çerkez ve Lazların oluşturduğu tez, bütüncül bir bakış açısmdar yoksun
Müslüman etnik koalisyonunun ideolo­ olduğu için, pratik gerçekliğin tarihî sü­
jik ortak paydasını oluşturmuştur. İşgal rekliliği yok sayma imkânına sahip ol­
güçleriyle işbirliği içinde “devlete karşı madığını göz ardı etmektedir. Din, Ke­
isyan’’ halinde olduklarından gayrimüs­ malist Türk kimliğinin inşasında isten­
limlerin Ankara'da yeni toplanan Meclis meyen ama kovulamayan tarihsel ger­
için yapılan seçimlere katılmalarının ya­ çekliğin dikte ettiği gizil bir damardır;
saklanması ve savaş yorgunu köylüleri bu damarın tasfiyesi ise zamana bırakıl­
harekete geçirebilmek için kullanılan di­ mıştır. Unutulmamalıdır ki, ideolojilerin
lin “hilal-salip çatışması” eksenine otur­ pratik yansımaları, teorik durumların
ması bunun göstergesidir. “saf’ yansımaları değildir.
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K

ça ortaya koyar: Bugün Anadolu'da ya­


şayan Türk nüfusuyla prehistorik atalar
arasındaki sürekliliği maddi ve somut
delillerle İspat etmek ve kafatası kalıntı­
larından yola çıkarak tarihsel süreklili­
ği, yani Anadolu'nun antikiteden beri
bir Türk yurdu olduğunu fizikî antropo­
loji yoluyla kanıtlamak. 1932'deki Bi­
rinci Türk Tarih Kongresİ'nde yaptığı
"Tarihten Evvel ve Tarih Fecrinde" adlı
konuşmada Türklerin Orta Asya'daki
medeniyetlerinin kentli ve yüksek kül­
tür mertebesinde olduğunu vurgular ve
Avrupa Uygarlığım bu kökene dayan­ 221
dırmaya çabalar. Aslında Afet inan'm
yaptığı, Pittard ve dönemin ırkçı antro­
polojisi etkisi altındaki tarih ve antro­
poloji çalışmaları esas olarak, Türklerin
Afet İnan, Kemalizmin Batıcı ve
Osmanlı İmparatorluğu'nu kurmadan
uygarlıkçı karakterim vurgulamaya
çok önce Orta Asya'da yüksek bir me­ dönük çalışmaları yanında, Atatürk’ün
deniyet kurduğu ve oradaki coğrafi ko­ düşüncelerinin aktarım ında “sa h ih " bir
şullar nedeniyle göç ederek bütün dün­ kaynak işlevi d e görmüştür.
yaya yayıldıkları, dolayısıyla Mezopo­
tamya'dan Avrupa'ya tüm kültürlerin likte Türk Tarih Kurumu'nun programı­
kurucusu oldukları yönündeki cüretkar nın ana hatlarını Atatürk'ün dikte ettir­
Türk Tarih Tezi'ni güçlendirme çaba­ diği gibi açıklamaya kadar adanmış bir
sından başka bir şey değildi. Onun ta­ misyon tarihçiliğini temsil ediyordu. O
rihçiliği, Türk Tarih Tezi'nin resmî bel­ dönemdeki milliyetçi tarih yazımını
gesi olan "Türk Tarihinin Ana Hatla- çok etkilemiş ırkçı-kafatasçı akıl yürüt­
vı"nı yazmaktan, Halit Çambel ile bir- meler ise İnan't 1962'de bile bırakma-

2. Cumhuriyetçi Dönem (1924-1929): sıkıştırmış ve bu “sıkıştırılmış” dini de


Kemalist milliyetçilik nesnesini “halk", yine kendisi şekillendirmeye çalışmıştır.
öznesini “Kem alist ay d ın lan m ışların Dinin bu şekilde, topyekün “özelleştir­
oluşturduğu bir selfkolonizasyonla yeni meye” tâbi tutulması, Kemalist T ü rki­
baştan bir toplum İnşa ameliyesi girişi­ ye’ye pozitivist bir amt-kabir görüntüsü
midir. lnanç/doktrin olarak İslâm’la ide­ vermiştir (Lewis, 1961: 480).
olojik düzeyde yürüttüğü mücadelenin Dinin sosyopolitik alandan kovulma­
yanı sıra, “kendi cemaati içinde kültür sıyla doğan boşluk, din olarak algılanan
olarak İslâm’ın ‘baskıcı’ kayıtlarından k i­ “milliyet duygusu" ile doldurulmaya ça­
şiyi azade kılarak” (Mardin, 1984: 217) lışılmıştır. Anderson’ın kavramlarıyla ko­
yeni bir “millî insan" oluşturmayı hedef­ nuşursak, hanedanî-dinı siyasî-kültürel
leyen Kemalist ameliye, dinin, hem siya­ sistemin yerini cumhurî-laik sistem al­
sî hem de sosyal görünürlüğünü “sıfırla­ mıştır. Buradaki “cumhurîlik” reel değil,
tarak,” onu “vicdanlar" ve “mabetlere" sembolik bir mahiyet taşımış, görünür
K E M A L İ Z M

mış gözüküyor: "B ir ırk olarak Türk runun uygulanması için yeteri kadar ol-
halkı görüntü olarak Batılı halklara çok gunlaşmalarını sabırla bekler. Afet
yakındır." İnan'ın tüm yazılarına sinmiş olan ama
Afet İnan'ın hem kişisel hem de poli­ özellikle "Medeni Bilgiler"de çok net
tik olarak durduğu yerin en görünür ol­ bir biçimde hissedilen bu temalar kuş­
duğu metin, dönemin onaylanmış ve kusuz, kuşaklar boyu Kemalizm'in kol-
m a kb ul metni "Medeni Bilgileredir. İlk lektif belleğinde yer eden, çoğu zaman
defa 193Q'da yayımlanan kitaba Ata­ ket vurucu bîr borçluluk hissinin Cum­
türk'ün ölümünden sonraki baskıların­ huriyet'in ilk yıllarındaki yazılı İfadele­
da Atatürk'ün kişisel notlan ve el yaz­ rini oluşturur.
maları da eklenmiştir. Afet İnan'ın tüm "Medeni Bilgiler"de İnan, millet kav­
entelektüel üretimine ve kişisel hayatı­ ramının tanımından Türkiye'deki ban­
na sinen ana tema, yani Atatürk'e karşı kalar sistemine, bakanlıklardan "hak
222 duyduğu büyük borçluluk en çok bu ve vazifelere" kadar geniş bir yelpaze­
metinde belirgindir. Kitabın girişinde deki konuları hem siyaset teorisi açı­
uzun uzun anlattığı gibi bu kitap da ya­ sından hem de Türkiye'deki uygulama­
zılışını Atatürk'ün kişisel karizmasına larıyla birlikte değerlendirir. En Öne çı­
ve yüreklendirmesine ve onun meclis­ kan tema "devlet" ve onun toplum için
lerinde yapılan verimli entelektüel tar­ vazgeçilmezliğidir, inan İnanılmaz bîr
tışmalara borçludur. Aslında inan'a gö­ el çabukluğuyla mîllet, devlet, halk ve
re bu memlekette yapılan her şey, ka­ cemiyet sözcüklerini geçişli olarak bir­
dınların oy hakkından, laik eğitime ka­ birlerinin yerine kullanır: "Türk milieti,
dar varoluşunu bizzat Atatürk'ün varo­ halk idaresi cumhuriyetle idare olunur
luşuna borçludur. Afet inan için Ata­ bir devlettir." Millet, devlet, halk ve ce­
türk, başka bir yazısında belirttiği gibi, miyet sözcükleri birbirini karşılayan ve
"Türk milletinin tarihini hem yazan birbirinin "mütemmim cüz'ü" olan
hem yapan, bu milletin yetiştirdiği en sözcükler gibi görülür. Ama bunların
büyük evladıdır." O bütün doğruları arasında en önemlisi "devlet"tir. O l­
daha önceden görür, ama tıpkı bilge ve dukça Rousseaucu bîr tanımı benimse­
şefkatli bir baba gibi evlatlarının o doğ­ yen İnan'a göre genel irade toplumda-

meşruiyete zemin sağlamıştır. Hiç şüphe­ yeni ferdî ve kolektif kimliğin belirleyi­
siz, Kemalist seçkinlerin kökendeki meş­ cileri olarak milliyetçilik ve medeniyet­
ruiyetlerini Millî Mücadele’deki konum­ çilik umdeleri ikame edilmiştir. Safa’nın
ları sağlamıştır. Mustafa Kemal Paşa ve da tespit ettiği gibi, tüm Kemalist re­
"kadrosu”, Millî Mücadele’de cumhurî- formlar bu iki önermeden doğmuştur.
laik duruşun tam tersi “sultanî-dinî” bir (Safa, 1990: 9 1 ), Başka bir ifadeyle,
duruşu, taktik gereklerle benimsemiş, “Atatürk thti!ali’’nin iki ana umdesi bu­
iktidar zeminini sağlamlaştırdıkça da, lunmaktaydı: milliyetçilik ve medeniyet­
stratejik yönelimin açılımlarını kuvve­ çilik iradesi. Medeniyetçilik iradesi Batı
den fiile çıkarmışlardır. düşüncesi ve hayat tarzına, milliyetçilik
Kem alist m illet inşa sürecinde, Os­ önermesi Türklerin Orta Asya kökenine
manlI İmparatorluk maslahatlarına göre ve dil ve tarih birliğine giden yola ilet­
teşekkül etmiş İslamcılık ve Türkçülük mekteydi. Ancak, hedefi itibariyle, milli­
tarihin çöp sepetine atılırken, yerlerine, yetçilik iradesi de medeniyetçilik irade-
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K

ki tek tek bireylerin toplamından daha sosyalizm olarak algılanmaması gerek­


başka ve yüksek bir kavramdır. Tektir, tiği hususunda çok nettir. Devlet millî
bölünemez ve devredilemez. Ve bu çıkar peşinde şefkatli ve çok yoksul
mîllî irade cemiyet hayatı İçinde devlet olanı, çok zengin karşısında koruyan
eliyle kullanılır. Zaten inan'a göre dev­ bir aygıt olarak millî dayanışma duygu­
let ve vatandaşı karşı karşıya koyarak larını geliştirir. Devletçilik bir tür piya­
karşılaştırmak yanlıştır. Bu iki olgu bir­ sanın "millî tamamlayıcısı" olarak algı­
birini mükemmelen tamamlar. Kitap lanmalıdır, ferdî teşebbüsün tersine bir
boyunca sık sık vatandaşın devlete kar­ rejim yaratmanın aracı olarak değil. Bu
şı vazifeleri vurgulanır. "Türk Devleti" anti-sosyalist tını, Özellikle demokrasi­
tarihinin en eski devirlerinden beri ku­ ye muhalif asrî cereyanlar arasında
rultay geleneğine dayandığı için içkin "Bolşevik nazariyesi" başlığı altında
olarak demokrattır. Bunu sadece son komünizmin ne kadar gayri millî ve to­
dönem müstebit padişahlar bozmuştur. taliter olduğunu anlatmak İnan'a yeterli 223
Dolayısıyla demokrasi, "Türk devlet gelmemiş olacak ki, bir diğer demokra­
geleneğinin" kendiliğinden ayrılmaz siye muhalif asrî cereyan olarak "ihti­
bir parçasıdır. İnan "M edeni B ilg i­ lalci siyasî sendikalizm rıazariyesi"ni
lerde sadece millet, devlet ve halk ke­ anlatır. Bunlar İnan'a göre, her türlü si­
limelerini değil cemiyet ve millet keli­ yasî teşekkürleri yalnız, kendi menfaat­
melerini de birbirleriyle değişmeli ola­ leri lehine yaptırmak ve nihayet siyasî
rak kullanır. Örneğin İnan, ahlak konu­ kuvvet ve hakimiyeti ellerine geçirmek
sunda şunu söyler: "Bir işin ahlakî ol­ isteyen işçi gruplarıdır. Bu gruplar
ması ayrı ayrı insanlardan daha yüce umumî grevler yoluyla hükümete taz­
bîr cemiyet yani millet kaynaklı olma­ yik yaparak kendi taleplerini gerçekleş­
sıdır." Tıpkı Ziya Cökalp gibi Afet İnan tirmeye çalışırlar. Ama Türkiye'de de­
İçin de cemiyet ve millet aynı şey ola­ ğil, İngiltere, Fransa ve Almanya'da
rak ele alınır. güçlüdürler. Türkiye'deki "Âli İktisat
Kitaptaki devlet vurgusuyla uyumlu Meclisi herhangi bir tazyik üzerine de­
bir paternalizm dikkat çekicidir. Örne­ ğil, doğrudan doğruya hükümetin fay­
ğin devletçilik anlatılırken bunu bir tür dalı görmesinden istişari mahiyette, vü-

sinin bir parçasını oluşturmakta ve ona nî mahkemelerin ve medreselerin kapa­


nispetle araçsa! bir nitelik taşımaktaydı. tılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması,
Millî hakimiyetin tesisi ve Büyük Millet okullardan din derslerinin kaldırılması,
Meclisi’nin kuruluşu, saltanat ve hilafe­ dinî mevzuatın yerine Batılı kanunların
tin ilgası, millî iktisat siyaseti, Türk tari­ ikamesi, çok kadınla evliliğin kaldırılma­
hinin Orta Asya kökenine uzatılması ve sı, şapkanın millî başlık olarak kabulü,
Osm anh-tslâm geçm işinin dışlanması, alaturka müziğin öğretilmesi ve çalınma­
Güneş-Dil teorisi, Soyadı Kanunu, eza­ sının yasaklanması, opera, bale, çoksesli
nın Türkçeleştirilmesi gibi adımların tü­ müzik. Batı tipi resim ve Mustafa Ke­
mü, Kem alist m illiyetçilik ilkesinden mal’in heykellerinin dikilmesinin teşviki,
kaynaklanmıştır. Hıristiyan takviminin kabulü ve Batı gi­
Medeniyetçilik şiarından türeyen Ke­ yiminin ve adab-ı muaşeretinin resmileş­
malist reformlar ise laikleştirmeye iliş­ tirilmesi. Medeniyetçiliği Batıcılıkla, me­
kindir: Şeyhülislâmlığın kaldırılması, di­ deniyeti Batı'yla özdeşleştiren Kemalist
K E M A L İ Z M

cüda getirdiği bir heyettir." de "kültürel otantikliğin imtiyazlı taşıyı­


İnan'm pozitivist yani bilimsel ve cıları" olarak algılamış ve kodlamıştı.
nesnel olduğu iddiasındaki üslubu as- Bu dönemde hem politik elit için hem
lında oldukça politiktir. Gayet bilimsel de Cumhuriyetçi kadınların kendi ken­
bir tonda millet nazariyesini anlatırken dilerini tanımlamaları açısından femi­
bir anda Kürt ve Çerkez meselesini nizm ve Kemalizm sözcülerinin nere­
canhıraş biçimde araya katması, din deyse geçişli olarak kullandığı açıktır.
kısmını anlatırken, aniden bunun Os- Türk kadını, yüzyıllardır mutaassıp İs­
manlı için öldürücü etkisine atlaması lâm'ın etkisi altında evlere ve özel ala­
bu "nesnel" gibi görünen kuru dilin po- na hem de peçelerle, çarşaflarla türlü
litikliğinin altını çizer. İnan belki de her çeşitli Arap kıyafetleriyle tıkılmıştır. Ke­
milliyetçi yazarın taşıdığı çelişkili bir malist elit için sorun açıktır: Türk kadı­
kavrayış biçimini taşır. Varolan olguyu, nını hak ettiği modern ve asri görüntü­
224 pozitivist bir inançla, olduğu gibi anla­ ye kavuşturup kamusal alana milliyetçi
tıyor olduğunu iddia ederken aslında projeyi desteklemek koşuluyla sokmak.
olguyu olmasını istediği biçimde yan­ Burada kadınların görüntüsü iki yön­
sıtır. Olan ve yazarca olması gerektiği­ den çok önemlidir; kadınlar hem asrî
ne inanılan olgular hemen her metinde ve Batılı görüntüleriyle Türk modern­
içiçe geçmiş gibidir. leşmesini görünür kılar ve Afet inan'ın
Tüm bu 'akademik' çalışmalarıyla deyimiyle genç Türkiye'nin artık bir
birlikte Afet İnan aynı zamanda bir "Doğu" ülkesi olmadığını ispat ederler,
Cumhuriyet kadınıdır da. Hem kendi hem de bu görüntü kadınların kurtuluş
sadık ve militan varoluşuyla Cumhuri­ hareketinin kendisini ikame eden bir il­
yetin kadın kurgusunu temsil eder, lüzyona dönüşür. Dolayısıyla kadınla­
hem de konuya gösterdiği ilgiyle ve rın kamusal hayata aktif ve inançlı
'kadın meselesiyle' ilgili yazdıklarıyla o cumhuriyetçiler/midiyetçiler olarak ka­
kurguyu yaratan ideolojinin yaratıcıla- tılmaları, bu kadınların a p rio ri olarak
rındandır. Cumhuriyet dönemi milliyet- kurtulmuş olduğunu İşaret eder ve me­
çî-Kemalist politikalar, Türk kadınını sele daha bütünsel bir millî projenin
hem "modernleşmenin İkonları" hem bir parçası olarak ele alınır. Kemalist

çağdaşlaşma projesi, İslâm’dan ve Islâmî- tanımın şiarını, “dilde, kültürde ve ülkü­


1eşmiş kültürden arındırılmış yeni millî de birlik” oluşturmuştur, Hukukî-siyasî
Türk insanını, yeni Türk milliyetçiliği bir mahiyet arz eden Cumhuriyetçi tanı­
vasıtasıyla Batı/Hıristiyan enternasyonali mın politik muhtevası hukukî muhteva­
içine yerleştirmiştir. sına kıyasla çok daha belirleyici bir öne­
Kemalist milliyetçiliğin cumhuriyetçi- me sahip olmuştur. Bu tanıma göre, Tür­
laik niteliğinin kristalize olduğu bu dö­ kiye C um huriyeti vatandaşı olan ve
nemde dinî tanımdan radikal bir kopuş Türkçe konuşan, Türk kültürüyle yetiş­
gerçekleştirilmiş ve çoğulcu söylem terk miş ve Cumhuriyet ülküsüne sadık her­
edilmiştir. Dinin hem siyasî hem de sos­ kes, Türk olarak kabul edilmekteydi.
yal görünürlüğünün yok edilerek yalnız­ 3. Etnik Tanıma Kayış: “Halkta Bir­
ca “vicdanlarda ve mabetlerde” yaşanma­ lik ” Dönemi (1 9 2 9 -1 9 3 8 ): Türk millî
sını öngören militan bir laiklik, cumhu­ k im liğ in in K em alist in şa sü recin d e
riyetçi tanıma asıl rengini vermiştir. Bu üçüncü safhayı, millî topluluğu etniklik
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K

elitin kadınların kamusal hayata katılı­ Tarih öğretmenliği yapmaktadır. Okul­


mım canhıraş desteklemelerinin (hangi da kız ve erkek öğrenciler birlikte eği­
kadınların?) yumuşak karnı ve kadına tim görmektedirler. İnan yurt bilgisi
araçsal bakışı açıkça belli eden yer dersinde dersi uygulamalı anlatmak
"namus/İffet" meselesidir. Cumhuri­ amacıyla bir yerel seçim denemesi
yetin ilk kuşak cinsiyetsizleştirilmiş, yaptırır. Sınıfta belediye başkanı olarak
tayyörlü, aseksüele varacak derecede bir kız öğrenci seçilince, erkek öğren­
iffetli bu makbul kadınları, aynı za­ cilerden biri mevcut kanunlarda kadın­
manda "otantik" Anadolu kadını için ların oy hakkı olmadığı gerekçesiyle iti­
de doğru modeli oluşturuyordu. Örne­ raz eder. Bunun üzerine İnan, çocuğa
ğin Atatürk'ün manevi kızlarından pilot en kısa zamanda kadınların da oy hak­
Sabiha Gökçen Dersim Harekatı'na ka­ kına kavuşacaklarını ve en azından bu
tılırken uçağının düşüp namusuna her­ sınıf içinde kız öğrencilerle erkek öğ­

hangi bir halel gelmesi riskine karşılık


rencilerin tamamen eşit ve aynı haklara 225
sahip olduğunu vurgular. Kemalizmin
Atatürk, bizzat kendi silahını pilot kızı­
adanmış kızı İnan, aynı gün Atatürk'e
na verir. Afet İnan'ın 1962 yılında
"hiç olmazsa erkek Öğrencim kadar bir
UNESCO için yazdığı ve kadın hakları
hak sahibi olmadan o sınıfta ders ver­
ve ilkçağdan bu yana Türk kadını ko­
meyeceğim" deme cesaretini gösterir.
nulu The Em ancipation o f the Turkish
Aslında bu anısını mütemadiyen anla­
VVomen'ı işte bu genel bağlam içinde
tarak İnan, "anonim, kişiselliği hor gö­
değerlendirmek gerekir.
ren ve bilimsel" üslubuyla kadınların
Afet İnan hem The Em ancipation o f oy hakkını kazanmalarında kendisinin
the Turkish W om en'da hem de "Mede­ katkısı olduğunun öttük bir biçimde al­
ni Bilgiler" kitabında aynı anıyı aktarır tını çizer.
ve bu anı onun kadın hakları ve özel­ İnan The E m a ncipa tion o f the Tur­
likle kadınların oy verme hakkıyla ne kish tVomen'da inançlı bir milliyetçi
denli ilgilendiğinin ispatı gibidir. İnan olarak ezel-ebed "Türk" kadınının
1929-30 ders yılında Ankara Musikî özelliklerini, içinde yaşadığı toplumsal
Muallim Mektebi'nde Yurt Bilgisi ve koşulları MÖ. 4000 yılından günümü-

ekseninde tanımlayan ve ortak köken “anayasal TürklükTe tanımlanması ve


duygusunu temel alan ırkî-soya dayalı milliyetten ayrılması, söylem ve eylem
motiflerin Cumhuriyetçi tanıma eklem­ arasındaki geniş açı göz önüne alındı­
lenmesi çabaları oluşturmuştur. Bunun ğında, “Hakiki Türk olmak ne anlama
sembolik düzeydeki yansıması, “dilde, gelir?” sorusunun ışığında, Türklüğün
ekin (kültür)de, kanda b irlik ”in, yeni etnik-soya dayalı param etrelerinin ve
millî şiarı oluşturmasıdır. Cumhuriyet söz konusu dönem bağlamında bu para­
ülküsünün cezbedici bir ideal olarak za­ m etrelerin ima ettiği dışlam a ya da
yıflığı, ortak köken duygusunu ortak özümseme arasındaki ikame edilebilirlik
payda olarak alan, mitik ve sözde-bilim- ilişkisinin ortaya konm asını özellikle
sel ırkî-soya dayalı millî süreklilik tezi­ önemli kılmaktadır. Bu bakımdan, Türk
nin Türk millî kimliği içinde yapısal bir milletini Türk feavmi(etlıııie)ne aidiyet
ieger kazanmasına yol açmıştır. temelinde tanımlayan Kemalist milliyet­
V atan d aşlığ ın anayasa tarafın d an çilik, Abdulhamit döneminin emperyal
K E M A L İ Z M

ze kadar anlatır. Değişmeyen bîr öz Türk kadınının özgürlüğünün, toplum­


olarak "Türk” kadınının 6000 yıllık sal hayatının her alanının katılımının
hikâyesi fikrî kendi başına milliyetçidir; altını çizdiği "altın çağ” dönemini ka­
ama özellikle Sümer ve Hitit kadınları­ dınlar için de temsil eden Orta Asya
nı anlatırken onları Türk Tarih Tezini en anlatımı İnan'da da birebir mevcuttur,
cüretkâr zamanında olduğu gibi Türk inan'ın Türk kadınının hikâyesini anla­
kadınına basitçe eşitlemez. Sümer ve tırken milliyetçi tarih yazımıyla en
Hitit kadınlarından inan için oldukça uyumlu olduğu kısım Osmanlı İmpara­
temkinli kabul edilebilecek şu ifadeler­ torluğu boyunca Türk kadınının duru­
le bahseder; "Türk halkı hem İslâmi­ munu anlattığı bölümdür. Kemalist mil­
yet'in kabulüyle birlikte Anadolu'ya liyetçiliğin resmî "Ötekisi" Osmanlı, ki­
göç edenler, hem de zaten Küçük As­ tapta Türk kadınının kamusal alanlar­
ya'da yaşayan ve ikamet eden halkların dan en çok dışlandığı ve peçeler ve
226 karışımıyla oluşmuştur. Dolayısıyla Hi­ yaşmaklarla Özel alana en çok tıkıldığı
tit kadını ve Türk kadını arasında tarih­ ve en önemlisi kadın ve erkek arasında
sel bir bağ tesis etmek faydalı olacak­ daha önce var olduğu kabul edilen
tır." İnan, Anadolu'da Müslümanlığın eşitliği bozduğu için lanetlenir. Orta
kabulü öncesinde kadınların toplumsal Asya'da kadınlar ve erkekler arasındaki
ve siyasal hayata erkeklerle eşit olarak işbölümü "makul" bulunuyor iken, Os-
katıldığını, özellikle Hitit kraliçelerinin manlı döneminde gerek aile, miras hu­
politik gücünü vurgulayarak anlatır. kuku ve çok eşlilik gibi medeni hukuk
Orta Asya neredeyse bir kadın cenneti uygulamaları yüzünden, gerekse örtün­
olarak anlatılır. İnan, Orta Asya'daki me ve haremlik selamlık gibi toplumsal
Türk kadınlarının hem evde, hem top­ ve kültürel uygulamalar yüzünden, ka­
lumsal hayatta, savaş ve barış zamanla­ dın ve erkek arasındaki denge açıkça
rında, politikada ve tüm kamusa! akti- kadın aleyhine bozulmuştur. Fakat ka­
vitelerde erkeklerle birlikte ve onlarla dının kamusal hayattan dışlanmasının
eşit bir biçimde katıldığını vurgular. Zi­ sorumlusu, "dönemin Arap hatta Roma
ya Gökalp'in bir tür "Türk feminizmin­ yasalarına göre kadınlar açısından ol­
den" bahsettiği, otantik, Orta Asyalı dukça ileri düzenlemeler getiren Islâmi

m illiyetçiliği ile Ziya Gökalp’in Türk “Belki dikkat edenler olmuştur; seneler­
milliyetçiliğinden hatırı sayılır farklılık­ den beri ‘Kemalist’ tabirini ‘milliyetper­
lara sahiptir. Bu yüzden Atay’a göre, Ke­ ver’ sözüne tercih ediyoruz. Bunun bir
malist milliyetçilik, Türk milliyetçiliği­ sebebi vardır: Kemalist, garpçı, layık ve
nin bir versiyonu değildir. Kemalist mil­ cumhuriyetçi milliyetperver demektir.
liyetçiliğin laiklikte odaklaşan medeni­ Sadece m illiyetperverlik, m u hafazakar
yetçilik vurgusu, hem Türkçülerin, hem ve ananeci manasına da alınabilir ve en
de Kemalistlerin Kemalizmi Türk milli­ geri softa taassuplarının müdafaası için
yetçiliği dışında, farklı bir kategoriye maske olarak kullanılabilir. Bir takım
koyma eğilimini güçlendirmiştir. Özel­ ahlak, anane ve ad etler m illî olm akla
likle Kemalistler, Kemalist milliyetçiliği müdafaa edildikleri zaman bir milliyet­
Türkçülük geleneği içinde mütalaa et­ perver için, onları m illiyetperverliğin
mek istemez. Falih Rıfkı Atay bu eğilimi yabancı telakkisine karşı münakaşa et­
şu değerlendirmeyle seslendirir: mek gUçtüı; Kemalizm, Türk milliyet-
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K

yasaların kendisinde" değil, bu düzen­ lüğünün altını çizmek için yapar. As­
lemelerin orijinal düzenlemeleri bozan lında Atatürk, yıllar öncesinden kadın­
Arap ve Farslı yorumlarının egemen ol­ lara seçme ve seçilme hakkı verilmesi
masıdır. Dolayısıyla İslâm'ın gerici bir gerektiğinin farkındadır ancak ileri gö­
Arap ve Fars yorumu altında yaşayan rüşlü bir siyasetçi olarak koşulların ol­
Osmanlı kadını kağıt üzerinde sahip gunlaşmasını ve halkın buna hazır ol­
olduğu hakları bile kullanamaz olmuş masını bekler. 1926 Medeni Kanu-
ve kitlesel bîr biçimde kamusal alan­ nu'yla kadın ve erkeği medenî haklar
dan dışlanmıştır. Milliyetçi paradigma­ açısından, daha sonra ise seçme ve
nın içinden konuşan inan'a göre kadın­ seçilme hakkını vererek de politik
lar, tarih boyunca patriyarkaya direnen haklar açısından eşit kılar. Her ne ka­
veya onunla uzlaşan özneler olmak ye­ dar ikameti kocanın belirlemesi, evin
rine ancak modernleşme hareketlerinin reisinin koca olması, kadının çalışma­
ortaya çıkmasıyla ve "eğitim" silahını sı üzerinde söz sahibi olması gibi tat­ 227
kullanmaya başlamasıyla kendini İfade sız ayrıntılara rastlansa da bunlar
etmeye başlar. İnan, Nigar Hanım, Fat­ inan'a göre aile kurumunun korunma­
ma Makbule Hanım, Mihrünisa Hanım sı amacını taşır ve oldukça "ma-
gibi 19. yüzyılın ikinci yarısının kadın kul”dür. Afet İnan, kitap boyunca ka­
şairlerini anlatarak hem kadınların tüm dınları Türk modernleşmesinin sem­
faaliyetlerini modernleşme paradigması bolleri, Kurtuluş Savaşı'nın yiğit savaş­
içinde değerlendiren bakışı temsil eder, çıları, genç Cumhuriyet'İn avukatları
hem de Kemalizmin kadın haklarını olarak görüp bu araçsallık içinde yü­
gökten zembille indirerek Türk kadını­ celttiği, kadının özgürleşmesini bir
na verdiği resmî anlatıdan bir miktarda hak-hukuk meselesine indirgediği ve
olsa ayrılır. özellikle kadının Batılı modem görün­
Cumhuriyet dönemine geldiğimizde tüsünün Türk Devleti açısından öne­
İnan, gerçekçi bir biçimde kadınların mini vurguladığı ölçüde, kuru, cinsi­
oy verme hakkına karşı çıkan millet­ yetsiz ve "bilimse!" diliyle, modern­
vekillerini anlatır, ancak bunu Ata­ leşme paradigması ve milliyetçi dil
türk'ün biricikliğinin ve uzak görüşlü­ içinde kalır.

perverliğini, garpçılık, layisizm ve cum­ rek karşı çıkmış, ancak, Millî Güvenlik
huriyetçi İlkle tezad teşkil eden maddi ve Konseyi’ni oluşturan 12 Eylül askerî dar­
manevi müessese!erden, adet ve anane­ besinin generalleri, Falih Rıfkı’nın belirt­
lerden tasfiye etmekledir. "2 tiği noktaların farkında olarak bu itiraza
olumlu bakmamışlardır.
Bu ayırım, 1982 Anayasası görüşülür­ Millî siyaseti benimseyerek ilgilerini
ken de gündeme gelmiştir, 1982 Anaya­ kendi mülkî sınırlarına hasreden ve irre­
sasının Cumhuriyet’İn niteliklerini belir­ dantizmi reddeden Kemalist milliyetçilik
ten ikinci maddesinde “Atatürk milliyet­ tasavvurunun sınırları Türkiye Türklüğü
çiliği” deyiminin kullanılmasına Türk tarafından çizilm iş, böylece Kem alist
m illiyetçi çevreleri, Atatürk’ün de bir milliyetçilik, dış politikada, kendi ayak­
Türk m illiy etçisi olduğu, dolayısıyla ları üzerinde durmaya çalışan, yayılmacı­
Türk milliyetçiliği” deyimine yer veril­ lık karşıtı, içe dönük, hatta büzülmeci,
mesinin daha doğru olacağını ileri süre­ ilgileri Misak-ı Millî sınırlarını bile tama-
K E M A L İ Z M

mıyla kuşatmayan bir çizgi sunmuştur. amacıyla Anadolulu atalar bulmak ya da


Siyasî paııtürkçü hareketler desteklen­ “önce gelen haklıdır" önermesinden ha­
mediği gibi, bunların Türkiye içindeki reketle Anadolu’nun ilk sakin lerinin
faaliyetleri de hukuki koğuşturmalara Türklüğünü ortaya koyarak “köksüzlük”
konu yapılmış, dış Türkler, “uzak kuzen­ problemini çözmek Türk Tarih Tezi’ni
ler” olarak yalnızca kültürel bir ilginin biçimlendiren iki temel kaygıdır.
konusu olmuştur. Tarih Tezi ile Türk tarihi Islâm tarihin­
Buna karşılık, Türk etnisitesi Kemalist den soyutlanmış ve Anadolu’da bir Türk
milliyetçilik içinde giderek merkezi bir millî devletinin kuruluşunu haklılaştır-
konum edinmiştir. Türk millî kimliğinin mak için Türk tarihi genel olarak dünya
etnik-soya dayalı sınırlarını belirleme ça­ tarihi, özel olarak da Batı tarihi ile bü­
basında, Kemalizm, ırkı kurucu bir un­ tünleştirilerek Osmanlı geçmişi tarih-dışı
sur olarak kullanmıştır. Ancak bu, hiçbir bir genellemeyle “karanlık’Ta eş kılın­
zaman sistematik ırkçılık şekline bürün- mıştır. Tezin ana amacı, arkeolojik bul­
228 memiştir. Kemalist milliyetçilik ırkçı de­ guları kullanarak Anadolu’da Türklerin
ğil, etnisisttir; etnoseküler açıdan farklı tarihi bakiyelerini ortaya çıkarmak, böy­
kalmakta ısrar edenlere karşı açıkça ayı­ lece bir millet olarak Türklerin büyük
rımcıdır; millî topluluğu etnik topluluk bir medeniyete sahip olduklarını göster­
(Türklük) temelinde tanımlayarak var mektir. Türklerin insanlığın kök ırkını
olan etnik farklılıkları millî farklılıklara teşkil ettiği ve kayda değer bütün ırkla­
dönüştürdüğü için tanımayı reddetmiş, rın Adem ve Havvası olduğu kabul edil­
millî kimliğin meşruiyet zeminini, etno- miş, bunun bilimsel temellerini “ortaya
kültürel farklılıklar ve bunlara dayalı ta­ koymakla görevlendirilen Türk Tarih
leplerden bağımsız olarak inşa etmeye Kurumu öncülüğünde 1932 ve 1937’de
çalışm ıştır. Bu yüzden, Kemalist millî iki Tarih Kongresi toplanmış ve tezin bi­
bütünleşme sürecinin itici gücünü asimi­ limsel nitelikli nihai gerçekliği “tescil
lasyon, tehcir, vs. gibi etnik yönetim edilmiştir". Bu sözde bilimsel inancı eği­
stratejileri oluşturmuştur. tim yoluyla yaygınlaştırarak Türklüğün
Kemalist millet İnşa pratiği, çağdaşlaş­ millî özsaygısını Türklerin Anadolu top­
tırıcı bir söylemle, Türklük temelinde raklarındaki tarih öncesi bakiyeleri ile
millî türdeşliği sağlamaya yönelen çok özdeşleştirm ek, m illiyetçiliği Türkiye
boyutlu bir siyasi mühendislik projesi­ Türkleri ile sınırlamıştır. Irkî unsurların
nin yansımasıdır. Bu projenin etnik-soya araçsallaştırılarak, millî kimliğin etniklik
dayalı veçhesine, “bilimsel” destek sağla­ temelinde yeniden inşası ve Millî Misak
mak amacıyla Anadolu halklarının Türk­ sınırlarına bağlılık tarih tezinin iki belir­
lüğünü temel varsayım olarak alan Türk gin özelliğidir.
Tarih Tezi geliştirilmiş, böylece asimilas­ Türk Tarih Tezinin bir türevi de, Gü-
yon politikalarını mümkün kılacak şekil­ neş-Dil Teorisi’dir. Dilin Türkleştirme
de millî “biz”in tanımı, etnik niteliğine yoluyla sekülerleştirilmesi, Kemalist mil­
rağmen, genişletilmiştir. liyetçiliğin önemli çabalarından birini
Islâm-Osmanlı geçmişinden arındırıl­ oluşturur. Arap alfabesi yerine Latin alfa­
mış m illî bir kim lik oluşturm ak için besinin ikamesi, ezan da dahil olmak
Türklerin Asya köklerini öne çıkarma ve üzere ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi ve
övme ile Anadolu’yu sahiplenme iddi­ Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin
asındaki Rum ve Ermeni milliyetçilikle­ “geriliği ve şarklılığı” temsil ettikleri ge­
rinin tezlerine karşı, Anadolu’nun ezelî- rekçesiyle dilden kovulması, “mîllî ül-
ebedî Türklüğünü “ispat edebilm ek" kü”nün lazımları babında meşrulaştın-
K E M A L İ S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K

lan bu dil reformunun önemli unsurları­ lim azınlıkları, özellikle de Yahudileri


dır. Bu reform ların gerçekleştirilm esi ise, Lozan Antlaşmasının azınlık hakla­
amacıyla 1932 yılında Türk Dil Kurumu rının korunmasına ilişkin hükümlerine
kurulmuştur. uymasa da, asimilasyon yoluyla Türklük
Dilin Türkleştirilm esi, Kemalist seç­ akidesine bağlanmaları şartıyla kapsamı
kinler tarafından Türk ırkının geleceği­ içine alan bir niteliğe bürünmüştür. Asi­
nin korunmasında hayati öneme sahip milasyonun kabul görmediği durumlar­
bir mesele olarak görülmüştür. 23 Eylül da ise etnisist politikalar devreye sokul­
1932’de toplanan Birinci Dil Kongre­ muş, tüm tek parti dönemi asimilasyon-
sinde, Türk Tarih Tezinin Türkleri “kök etnisizm sarkacında vatandaşlık-Türklük
ırk” olarak gören önermesinin bir türevi geril im ine sahne olmuştur. Belirtilen kı­
olarak, Türkçe’nin bütün dillerin anası sıtlarla Kemalist “biz” kapsamının gayri
olduğunu ileri süren bir tez sunuldu. Türk Müslüman unsurlarla, gayrimüslim
1936’daki Üçüncü Dil Kongresinde ise azınlıkları içine alacak şekilde genişle­
teori resmileştirildi. Bu teoriye göre, ilk mesi, medenileşme iradesini esas alan,
insanın taptığı varlık güneşti. Bu sebeple asimilasyonu da bunun aracı kılan bir
ilk dilin güneşle ilişkili bir ana kökten yaklaşımı ortaya koymaktadır. Ancak söz
türemiş olması gerekir. Güneş bu teori­ konusu Türkleştirme politikalarına mu­
nin kavramsal dilinin “kök paradigması­ hatap olan grupların ayak diremesi ha­
dır". Bu kok dil ise, ön-Türkçe'ydi. Diğer linde, devreye etnisist politikalar girmiş,
bütün diller bu kök dilin türevleriydi. Bu bu durum karşı milliyetçilik bilincinin
meyanda yayımlanan çok sayıda “bilim­ gelişmesinde önemli bir faktör olmuştur.
se!” makalede, Arapça, Farsça, Fransızca Son tahlilde, Kemalist milliyetçiliğin
ve diğer kelimelerin Türkçe köklerinden etnik boyutu, seküler(siyasî-hukukî) bo­
nasıl türediği gösterilmeye çalışılıyordu. yutu karşısında araçsal bir işleve sahip
Dil teorisi tarih tezi ile aynı amacı pay­ olmuş, bu durum etnisizmden ırkçılığa
laşıyordu: millî özgüven ve saygıyı yeni­ kayışı engellemiştir. Çünkü, Kemalist
den kazanmak. Elbette, bütün dillerin milliyetçilik, Batı’mn “büyüleyici” dün­
Türkçe’nin başkalaşıma uğramış versi­ yası karşısında hissedilen onulmaz aşağı­
yonları olduğunu söylemek tam bir toto- lık kompleksinin tahrik ettiği bir mede­
lojiydi. Bütün dillerin Türkçeleştirilmesi, niyetçilik iradesidir. Bu iradenin temeli­
Türkçe’yi Arapça, Fransızca, Farsça ve ni, dine karşı laiklik anlayışı oluşturmuş,
İngilizce gibi tüm medeniyet dillerinin milliyetçilik bu sürecin gereklerine göre
sahibi kılıyordu. Bu arada, ortaya çıkan şekillenmiş ve ferdi ve kolektif aidiyet
teorik tutarlılık problemi, dil reformu­ bağı olarak dine alternatif eksende ko­
nun öbür veçhesini oluşturan Arapça ve numlanmışım Yeni Türk adamının millî
Farsça kelimelerin Türkçe’den kovulma­ bilinci, Kemalizmin pozidvist bilim aki­
sı sürecini geçici de olsa sekteye uğrattı, desine uygun olarak, hem dindışı hem
Türklüğün kapsamı inşa dönemi milli­ de dine karşı olaTak kurgulanmıştır. “Ha­
yetçiliğinde yatay bir genişleme göster­ yattaki her şey için" “müspet ilimleri"
miştir. Millî Mücadele döneminde, bu­ kılavuz gören kaba bilim cilik, kolektif
tun Müslüman etnik unsurları içine alan bilinç düzeyinde çok yoğun bir duygu ve
şemsiye bir kavram olarak kullanılan heyecan açığı meydana g etirm iş, bu
Türklük, Cumhuriyet’ten sonra giderek “açık," yani “rasyonel" olanı “nasyonal”
bu anlamını yitirmiş, sonunda söylem hale getirme ihtiyacı, etnik temaların Ke­
düzeyinde, gayri Türk Müslüman etnik malist milliyetçiliğin yapısal bir parçası
unsurların varlığını reddeden, gayrimüs­ haline gelmesine yo! açmıştır.
K E M A L ! _ _ Z ________________ M

T j jn i / | / jm n t Ç Ecnebi marka ve yabaoct ellere paranızı ver-


IUni\ l\HİIU[.y ! meyiniz. Daima ö z tU rk malı kutlanınız.
1930'lordaki Türkleştirm epolitikası, ekonom ik hayatta “Türk oğtu”nu hakim kılm ak
yanında, bütün kültür um urlarım Türke özgüleme gayretini harekete geçirdi.
‘E cnebilik’ ve "yaban a eller", bu iklimde, tekinsizliğin simgeleriydi.

Kemalist milliyetçilik anlayışı, “tek yü­ Köken, dil, kültür ve ülkü birliğinin
rek, tek bilek" şiarına dayalı “halk birli­ sağlanması, Kemalist m illiyetçi devlet
ğ in i esas almıştır. Birliği her şeyde tekli­ seçkinleri tarafından Türk olma mutlu­
ğe İrca eden bu totaliter anlayışta millî luğuna erişmenin objektif şartları olarak
ülküden sapma oluşturabilecek hiçbir değerlendirilmiştir. Kemalist milliyetçi­
şeyin görünürlüğüne yer yoktu. “Tek yü­ lik sübjektif değil objektif Türklüğü ön-
rek, tek bilek" şiarının vurguladığı millî celemektedir. Bu bakımdan, gayrimüslim
durumu gerçek kılabilmek İçin, Kemalist azınlıkların varlığı, Lozan Antlaşmasıyla
seçkinler her türlü farklılığı çatışma kay­ karara bağlandığından, onların Türklü­
nağı olarak kabul ettiler ve bütün nüfusa ğü, içinde yaşadıkları toplumda bulun­
tek bir üniforma biçtiler: Türklük. “Tam manın yani Türkiye Cumhuriyeti vatan­
vatandaş" olabilmek için herkes Türk ol­ daşı olmanın zorunlu bir sonucuydu. Bu
mak ve Türk gibi hissetmek zorundaydı. yüzden a z ın lık la r “k an u n -ı m edeni
Ancak Türk olmak İçin “Ne mutlu Tür­ Türkleri" olarak isimlendirilmiş, buna
küm diyene!” sözünün yanlış yorumuna rağmen azınlıklara dönük Türkleştirme
dayalı yaygın kanaatin aksine, “Türk gibi politikaları uygulanmıştır, Türkiye Cum­
hissetmek" yeterli değildi. Objektif gös­ huriyeti aynı ırkın kafa, gönül ve dil bir­
tergeler açısından da Türklüğün açığa çı­ liğine sahip çocukları olarak gördüğü
karılm ası gerekm ekteydi. Dolayısıyla T ü rk leri yüceltm eyi k en d isin e ülkü
Türk olmanın "mutluluğuna" erişmek, edinmiştir. Bu sebeple, Türk kültürün­
Türk olduğunu belirtmekle sınırlı süb­ den uzak kalmış olanların bu kültürü
jektif bir sürece işaret etmemektedir. benimsemeye zorlanmaları gerekmekte­
K E M A L S T M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K

dir. 27 Mayıs 1934 tarihli iskân Kanunu Bu birliğin oluşturulmasının önünde


Muvakkat Encümen Raporu’na göre, iki temel engel vardı: Kürt etnik kimliği­
nin özümsenmesi ve gayrimüslimlerin,
Ö iedeıı beri Türk kültürüne uzak kalmış
özellikle de Yahudi azınlık cemaatinin
olanların ülkede yerleşerek on lara Türk
Türkleştirilmesi. Kemalist milliyetçilik
kültürünü benimsetmek için devletin ya­
merkezî, homojen ve üniter bir devlet
pacağı işler bu kanunda açıkça gösteril­
oluşturma çabasında, Kürtçe konuşanla­
miştir. Türk bayrağına gcinül bağlama­
rın yaşadığı bölgeleri millî piyasaya en­
mış iken Türk yurttaşlığını, kanunun
tegre edememiş ve 1925 Şeyh Said 1930
on lara verdiği her türlü kaklan kullan­
Ağrı, 1937 Dersim isyanlarının en bü­
makta onları, Türkiye Cumhuriyeti uy­
yüklerini oluşturduğu bir dizi isyanın
gun göremezdi. Bunun içindir ki, bu g i­
beslediği Kürt millî bilincinin oluşmasını
bileri Türk kültüründe eritmek ve onları
engelleyememiştir, ideolojik ve kurum­
Türk oldukları için d ah a sağlam yurda
sal asimilasyon araçlarının Kürtçe konu­
bağlam ak yollarını bu kanun göstermiş­
tir, Türkiye Cumlıuriyeti Devleti'nde,
şan toplulukları Türklüğe özümsemede 231
başarısız kalmasının iteklediği çıplak güç
Türküm diyen herkesin bu Türklüğü
kullanımı etnik göstergelere dayalı dışla­
devlet için belli ve açık olmalıdır Bura­
mayı derinleştirmiştir. Etnik kimlik bo­
da Devlet, hiçbir Türkün Türklüğünden
yutundan soyutlanarak bir asayiş proble­
bir soluk işkillenmek istemez. Yalnız
mine indirgenen “mesele” şark vilayetle­
Devletin kanunlarından her türlü koru­
rinin ıslahı” olarak isimlendirilmiş ve bu
yuculuğu ve y ararlığ ı görerek her Türk
amaçla Şark İslahat Raporları hazırlatıla­
gibi yurdun bütün iyiliklerini, kazançla­
rak “önce asimilasyon, olmazsa tasfiye”
rını, verimlerini bol bol almakla beraber
anlayışına dayalı, zorunlu göç, özel böl­
Türk duygusunu taşımaz gibi durm ak
gesel yönetim (umumi müfettişlik), sü­
işini bu kanun kökünden kesip atmıştır
rekli sıkıyönetim , günlük hayatta ve
Türkiye Cumhuriyeti bütün bunların ne­
özellikle kamusal mekânlarda Kürtçe ko­
reden geldiğini araştırarak bu kanunla
nuşmanın yasaklanması ve Balkan ve
uygunsuzlukların hepsini ortadan k a l­
Kafkas göçmenlerinin Kürtçe konuşanla­
dırmıştır.
rın yaşadığı bölgelere iskânı gibi politi­
iskân Kanunıı’nun gerekçesinde yer kaları içine alan etnik yönetim stratejile­
alan bu ifadeler, vatandaşlık haklarından ri devreye sokulmuştur.
yararlanan fakat Türk hissiyatına sahip Kemalist rejim Lozan Antlaşmasının
gibi görünmeyenlerin durumunun dev­ bir gereği olarak gayrimüslim azınlıkla­
let tarafından uygun görülemeyeceğini rın varlığını kabul etmiş ve millî inşa sü­
ifade etm ektedir. Bu kanunla, büyük recinde asimilasyon politikalarını uygu­
Türk millî benliğinin eritme potasında larken bunu göz ardı etmemiştir. Ancak,
bir kardeşlik ve v ata n d a şlık birliğinin hukukî durum böyle olmakla birlikte, fi­
oluşturulması amaçlanmaktadır. Kanu­ il! olarak gayrimüslimlerin vatandaşlık
nun l f ’inci maddesinin açıkça gösterdi­ haklarını kullanmaları “objektif Türklü­
ği g ib i, am aç ü lk e çap ın d a “d il, ğü” kabul etmelerine bağlanmıştır. Fiili
ekin(kültür) ve kan birligi’’ni sağlamak­ olarak ortaya çıkan tarihi sürecin dayat­
tır. Bu birliğin sağlanması, bütün mem­ tığı “zorunluluklar" dışında, din, hem
leket meselelerine “faikiyet" arz etmek­ amaç hem de hukuk açısından milli kim­
ledir. Bu bakımdan, İskân Kanunu tam liğin unsurları arasından çıkarıldığı için,
bir “üç birlik kanunu”dur: dilde, kültür­ bu mümkün bir proje olarak değerlendi­
de ve kanda birliğin temini. rilmiştir. Ancak, Birinci Dünya Savaşı ve
K E M A L İ Z M

Millî Mücadele sırasında özellikle Rum için şarttır. Türkçe’nin sadece resmî de­
ve Ermeni azınlıkların oynadığı rol, bu ğil aynı zamanda anadil olarak kabul
sürece de damgasını vurmuştur. Bu yüz­ edilmesi, yeni rejimin vaz ettiği cumhu­
den, Türkleştirme politikaları, öncelikle, riyetçi ülkünün ve yekpareleştirilm iş
mümeyyiz bir dil ve kültüre sahip olma­ Türk kültürünün benimsenmesi, ırkî arı­
dığı düşünülen ve millî bir devlete de lık ve güçlülüğün kazanılması önerilen
henüz sahip olmayan Yahudi cemaatini telafi edici araçlardır. Millî seciye teorisi­
hedeflemiştir. ni veri olarak alan, bilimsel ırkçılığın
Hedef kitlesinin bir bölümünü gayri­ sosyo politik yansımalarından olan öje-
müslim azınlıkların oluşturduğu Türk­ nik eğilimleri resmileştiren, ırkî sürekli­
leştirme politikaları, “Bu ülkede yaşayan­ lik teziyle Anadolu halklarının dünü ve
ları her halükârda Türk yapmayı" şiar bugününü Türkleştiren, vatandaşlıkla
edinen Kemalist milliyetçiliğin hem asi- milliyeti önce birbirinden ayırıp sonra
milasyoncu hem de etnisist karakterinin vatandaşlık haklarının fiilî kullanımım
232 bir türevidir, Asimilasyoncu niteliklerine milliyet bağına irca eden, temsil (özüm­
rağmen bu politikalar, benimsemeyenler seme) ve temdin (medenileştirme) poli­
için vatandaşlık haklarını askıya alan dış­ tikalarına etnisizmi ikiz kılan ve Türk
layıcı bir mahiyet arz etmektedir. milleti kavramını Türk etnisitesi ekse­
Türkleştirme politikaları günlük dil, ninde tanımlayan Kemalist milliyetçilik,
eğilim, sanayi ve ticari hayattan başlaya­ böylece etnik boyutuyla siyasî-hukuki
rak, kamu personel rejimi, özel hukuk (seküler) boyutu arasında sürekli bir ge­
ve nüfus iskânını içine alan etnik Türk­ rilim hattı oluşturmuş3 ve d eju re olmak­
leştirme programına kadar uzanmaktay­ tan çok de fa cto bir rejim işleyişine kay­
dı. Özellikle 1927’de başlatılan ve 30’lu naklık etmiştir.
yıllar boyunca aralıklarla sürdürülen İnşa döneminde devletin resmî ideolo­
“Vatandaş, Türkçe Konuş!” kampanyası jisinin yapısal bir parçası haline gelen
Yahudilere dönük Türkleştirme politika­ Kemalist milliyetçilik, çok partili döne­
sının en kapsamlı tezahürüydü. Amaç me g e çild ik te n sonra yen i Kem a-
Yahudi azınlığın Türkçe’yi anadili olarak lizm/Atatürkçülük anlayışlarının ortaya
benimsemesini sağlamaktı. Kemalist mil­ çıkmasına paralel olarak farklı yorumla­
liyetçiliğin bir politika olarak tebellürü, rın konusu olmuş, ırkçı milliyetçiler ile
bu ideolojinin yönetici seçkinlerin ço­ Kürt milliyetçi akımları Kemalist milli­
ğunluğu tarafından benimsenmesi, dev­ yetçiliği ırkçı bir milliyetçilik olarak de­
letlerarası ortamın elverişliliği ve Lozan ğerlendirirken, özellikle 1 9 6 0 ’lardan
Antlaşması Türkleştirme politikalarının sonra kendisini ifade etmeye başlayan
uygulanmasında sınırları tayin etmiştir. Kemalist sol, Kemalist milliyetçiliği anti-
1919-1938 yıllarım içine alan inşa dö­ enıperyalist hareketlerin ve millî kurtu­
neminde, nihaî olarak ortaya çıkan Ke­ luş mücadelelerinin öncüsü olarak gör­
malist Türk tanımı şu olmuştur. “Kâ­ müştür. Kemalizmin iktidar tekeli daral­
mil”, “hakiki" ya da “öz” Türk, Türkçe dıkça, giderek CHP, ordu ve bürokrasi
konuşan, Batıklaştırılmış Türk kültürü­ sacayağına dayanır hale geldikçe, global
ne bağlı, Cumhuriyetçi ülküyü benimse­ dalgalanmalara da paralel olarak, Kema­
yen ve Türk soylu olandır. Bu Türklük list milliyetçilik de değişen muhtevalar
karinelerinden herhangi birinde eksiği kazanmış, ancak “devletin milletiyle bö­
olanların bunu telafi etmesi, “yarım va­ lünmez bütünlüğü," “vatanın bölünmez
tan d aşlıksan , “m isafirlik sen ve “Ka- bütünlüğü" ve “devletin üniter niteliği­
nun-i Esası Türklüğünden kurtulmaları nin korunması” Kemalist milliyetçiliğin
K E M A L İ S T M I L L I Y E T Ç I L I K

korumuş, sosyal demokrasiyle eklemlen­


meyi yeterli görmüştür. Türk milliyetçi­
liği de hem fikir hem de akım olarak
kendisini Kemalist meşruiyet zemininde
ha klıl aş tır maya çalışmıştır. Ancak Kema­
lizmin, içi giderek boşalan amorf yapısı
ve sistematik bir doktrin niteliği taşıma­
ması, her siyasî harekete “Kemalizme se­
lam, yola devam” gibi bir manevra alanı
da sağlamıştır. Bu bulanık ve kaygan si­
yası meşruiyet zemini Türkiye’deki siyasî
söylemin şizofrenik bir karakter kazan­
masının temel sebeplerinden birini oluş-
lurmaktadır.
Kemalist resmî ideoloji toplumsal ikti- 233
dar zeminlerini giderek yitirip devlet ka­
Misak-t Millî tablosu, 1920 y ıh başında
kabut edilen ve İstiklâl Harbinin buğunun içine çekildikçe, “muasır me­
m utabakat tem elini oluşturan Misak-t deniyet seviyesine" erişme amacı önceli­
MM, Müstüman-Osmanh kim liğine ğini kaybederek yerini Kemalist devlet
yaslanır, Batum-Kars-Anialıan in, Bati
Trakya 'nın ve Arap çoğunluklu çekirdeğinin korunmasına bırakmıştır.
bölgelerin (başta Musul) statüsü, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra hemen
halkoyiam asına bırakılır. Bağım sızlık bütünüyle askerî korumaya yaslanan Ke­
m ücadelesi sürecinde, ‘Yeni malist ideoloji, etnik ve dinî kimliklerin
Türkiye "tiin istikrarı ve güvenliği önde
tutularak, bu bölgelerdeki egem enlik bu dönemde yoğunlaşan kamusal görü­
iddiasında ısrar edilmeyecektir. nürlüğü karşısında “Türk-tslâm sentezi”
ve “devleti ve milletiyle bölünmez bir
bütün olma" şiarlarını öne çıkarmıştır.
değişmeyen özünü oluşturmuştur. Süreç Sosyoekonom ik gelişm eler karşısında
içinde Kemalizmin etnisist damarı, farklı
“sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle
etnik kim liklerin özümsendigi bir üst olma" ideali tek boyutlu bir hale gelmiş
kimlik oluşturma sürecinde aleniliğini ve yerini etnik m uhtevası yoğun bir
önemli ölçüde kaybederek yerini, bu “Türk” üst kimliğinde “kaynaşmış bir
özelliği taşıyan daha rafine politikalara
kitle” olma idealine bırakmıştır. Ancak
terk etmiştir.
Kürt etnik milliyetçiliğinin Güneydoğu
Çok partili dönemde Kemalist söylem Anadolu Bölgesi’nde yoğunlaşan “silahlı
Türkiye’deki siyasî söylemlerin, taraf ya
muhalefeti", Kürt etnik kimliğinin aleni­
da karşı olsun, belirleyici referans çerçe­ leşmesi ve kalıcı şekilde politikleşmesini
vesini oluşturmuştur. Millî Görüş hare­
sağlarken, Türklüğün vatandaşlığa değil
keti, Kemalizmi pozitivist-kalkınm acı etnik milletdaşhga dayalı tanımı devlet
boyutuyla öne çıkarır ve dinî milliyetçili­ katında ısrarla sürdürülmüştür.
ğini Kemalist milliyetçiliğin temel öncül­ Kemalizmin medeniyetçi/Batıcı reflek­
leri ile örtüştürürken, Kürt m illiyetçi si bu dönemde Türk milliyetçiliği yerine
akımları Kemalizmin laik-çağdaşlaştırıcı- Atatürk m illiyetçiliği adlandırmasının
pozitivist özünü önemli ölçüde tevarüs
benimsenmesiyle bir süreklilik emaresi
etmişlerdir. Türkiye Solu kalıcı Kemalist
ortaya koymuşsa da, Türk-İslâm sentezi
reflekslere sahip olmuş, CHP geleneği
politikası bu ayırımın bir kopuşa dönüş­
sola kayarken Kemalist niteliğini özenle
mesini engellemiştir, 90’h yıllarda, Kürt
K E M A L İ Z M

etnik kimliğinin ve Islâmî cemaatlerin larda görüldüğü üzere, “yeni açılımları"


artan kamusal görünürlüğü karşısında inşa dönemindeki tehdit algılaması du­
tepki hareketleri olarak gelişen ‘'sivil yarlığı kapsamında değerlendirmiştir.
Atatürkçü” hareketler, milliyetçilik ko­ Egemen resmî ideoloji olma özelliği sü­
nusunda devletin resmî reflekslerini sür­ ren Kemalizmin milliyetçilik boyutu ba­
dürmüşlerdir. Avrupa Biriigi’ne katılım kımından, inşa dönemindeki yapısal ku­
yolunda ortaya çıkan “değişim” ivmesi­ ruluşunu sürdürürken, etnik ve dinî çe­
nin getirdiği Türkçe’nin anadil değil res­ şitliliğin ulaştırılacağı sonuç(lar) bakı­
mî dil olarak kabul edilmesi, Kürt etnik mından “başarılı olamadığı" söylenebilir.
k im liğinin tanınm ası ve bu kim liğin Türk kimliğinin bir üst kimlik olarak in­
kendisini ifadesine izin verilmesi, dinî şası ve bunun içinde etnik ve dinî duyar­
heterojenliğin ve dinî kimliklerin kamu­ lıkların nasıl yansıtılacağı, Kemalist mil­
sal temsilinin engellenmemesi konusun­ liyetçiliğin önünde inşa döneminden be­
da Kemalist milliyetçilik, 28 Şubat süre- ri varlığım sürdüren problem alanları
234 cinde ordu eliyle ortaya konan yaklaşım­ olarak durmaktadır. □

DİPNOTLAR

1 Feyzioğiu, Turhan, 1992. “A ta tü rk ve M illiye t­ Atatürk." A y ın Tarihi, sayı, 72„ s. 78-79.


ç i l i k " . A t a t ü r k ç ü D ü ş ü n c e , Ankara: Atatürk 3 Bora, Tanıl, 1994, “Türkiye'de Milliyetçilik
Kültür Dil Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araş­ Söylemleri: Melez Bir dilin Kalın ve Düzensiz
tırma Merkezi, s. 265-322 Lügati" B irikim , sayı; 67, s. 12.
2 Atay, Falih Rrfkı, 1939 (Son Teşrin), " İn kıla p çı
Anti-emperyalist Bağımsızlık
İdeolojisi ve Üçüncü Dünya
Ulusçuluğu Olarak Kemalizm
ALİ K A Z A N CI G I L

rin olarak ifade etmek gayreti Kurtuluş


KEMALİZM'DE
DOKTRİN-EYLEM İLİŞKİLERİ
Savaşı’ndan ve Cumhuriyet’in ilanından
epeyce sonra, 1927 ile 1931 arasında ya­
Kemalizmin, burada konu olan veya di­ pılmış ve 1937’de “Altı Ok” denilen ilke­
ğer boyutlarını incelerken, Mustafa Ke­ ler Anayasa’ya eklenmiştir, Kemalizm en
mal’in ve onunla birlikte modern Türki­ önemli siyasal, hukuksal, sosyal ve kültü­
ye'yi kuran kadroların düşünce sistemleri rel reformlarını 1924-1928 arasında, yani
ile eylemler arasındaki ilişkilerle ilgili ko­ kendi doktrinini sistematik şekilde geliş­
numlarını dikkatle algılamak gerekir. Ka­ tirip kurumlaştırmadan önce yapmıştır,
nımızca, Kemalizmİ iyi yorumlamağa ve Kemalizm, mevcut koşullara ve strate­
anlamaya çalışırken, bu değişkene önem jik güç dengelerine göre, bazen birbirle-
vermek gerekmektedir. 19. yüzyılın Os­ riyle çelişen İdeolojilere ve siyasal tercih­
manlI reformist geleneğinin en verimli ve lere yönelir gibi görünmüştür. Ancak, bu
başarılı ürünlerinden biri olan ve bu gele­ eğilimleri bir amaç olarak değil, bağımsız
neği radikal girişim lerle, meşruiyetini ve modern Türkiye’yi yaratmak için kul­
Tanrı’nın egemenliğine dayandıran impa­ lanılan araçlar olarak yorumlamak gere­
ratorluktan, halkın egemenliği ilkesi üze­ kir. Örneğin, Mustafa Kemal dini kamu
rine kurulan ulus-devlet çerçevesine dö­ alanından özel alana çekm ek amacını
nüştüren Kemalist kadrolar pragmatik güttüğü halde, İstiklal Savaşı sırasında ls-
eğilimli, eyleme dönük devlet seçkinle­ lâmî sembolleri kullanmıştır, 1920-21’de
rinden oluşuyorlardı. Kemalistlerin olay­ anti-emperyalist konumda S ovyeti er Biri i-
lara yaklaşımı ideolojik önyargılardan zi­ ği’nden siyasi destek iie silah ve para yar­
yade, gerçekçilik ve netice alıcı eylemci­ dımı alırken, aynı zamanda emperyalist
lik niteliğinde idi. Doktriner ilkelerin ta­ Ingiltere, Fransa ve Italya ile görüşmeler
nımlanması ve sistematik şekle sokulması ve son iki devlet ile bu konularda anlaş­
sonradan yapılmıştır. Halk Fırkası’nın ma yapılmıştır.
doktrinden yoksun olduğunu belirten Ya- Kemalizmin anti-emperyalist ideoloji
kup Kadri Karaosmanoğlu’na Mustafa ve Üçüncü Dünya ulusçuluğu ile ilişkile­
Kemal’in verdiği cevap bu özelliği yansıtı­ ri, yukarıda altını çizdiğimiz niteliklerini
yordu: “Elbette yok..., eğer doktrine gi­ göz önüne alarak incel enm el idir.
dersek hareketi dondururuz,” (Aydemir, Kemalizmin, 21. yüzyılın başında Tür­
1969: 504) Nitekim, Kemalizmİ bir dokt­ kiye’de ve ötesinde, gelişmekte olan ül-
K E M A L İ Z M

kelerdeki etkisini irdelemek istersek, ka­ birin ci dönemine katılanların meslek


lıplaşmış “Altı Ok” doktrininin etkinliği­ gruplarına b akıld ığın d a, m ebusların
ni yitirmiş olduğunu görürüz. Buna kar­ %50’sinin ve bakanların % 60’mın devlet
şın, Kemalizmi siyasetin içeriğini tanım- görevlilerinden oluştuğu görülür. Tarım
■layan bir doktrin değil de, siyasal sorun­ ve ticaret/banka mesleklerinden gelenler
lara akılcı, pragmatik ve modernleştirici ise mebuslarda %19, bakanlarda %9’dur»
bir yaklaşım olarak algılarsak, günümüz­ (Trey, 1965: 1979). Köylü ve işçiler ulusal
de çoğulculuğa dayanan siyasal davranış hareketin yönetiminin tamamen dışında
ve düşüncenin önemli akımlarından bir kalmışlardır. Gerçi, Osmanlı toplumunun
tanesi olduğunu söyleyebiliriz. sosyolojik nitelikleri dolayısıyla, ulusal
harekelin yönetiminin böylesine bir yapı­
KEMAÜZMİN ya sahip olması doğaldı. Neticede, Kema­
ANTİ-EMPERYALİST BOYUTU list hareket sosyal, özünde sınıfsal bir
devrim olmamıştır.
236 Yukarıda belirttiğimiz Kemalizm in prag- Kemalizmİn anti-emperyalist söylemi,
" “ matik niteliği, esas itibariyle Batı tipi dönemin koşullarına bağlı, zorunlu bir
cumhuriyetçi, ulus-devlet kurmaya yöne­ taktik olmuştur. Bu zorunluluk, direniş
lik bir hareket olmasına rağmen, bağım­ hareketinin iki cephede uğraş vermesin­
sız Türkiye’yi amaçlayan Kurtuluş Savaşı den doğmuştur. Anadolu halkını Kurtu­
süresince ülkeyi istila etmiş olan yabancı luş Savaşı’na katılmaya yöneltmek için,
devletlere karşı uğraşa anti-emperyalist Kemalistler söylemlerini bir yandan ya­
yön vermesinde görülür. bancı işgalcilere karşı anti-emperyalist,
Mustafa Kemal, Mayıs 1919’dan itibaren diğer yandan ise, Padişahçı/Hilafetçi güç­
ulusal direniş hareketini örgütlemeye baş­ lere karşı İslâmî temellere dayandırmak
ladığında, hem ülkeyi İşgal eden İtilaf durumunda kalmışlardır. Halk gayrimüs­
Devletleri, hem de onların etkisi altına gir­ limlere karşı silâhlandırılmış, Hanedanı
miş olan ve Kemalistlere karşı Müslüman ve Hilafeti yeren görüşler savaş süresince
Anadolu halkını kışkırtan Osmanlı Hükü­ hasır altı edilmişlerdir. Örneğin, L920’de,
meti ile mücadele etmesi gerekiyordu. Şeyhülislâm Kemalistlere karşı fetva ya­
Bu ikili düşman cephe ile mücadele et­ yınladığında, onlar da benzer içerikli, şe­
mek için, Kemalist hareket Anadolu hal­ riat ilkelerini kullanan bir karşıt fetva ya­
kını arkasma almak zorunluluğunda idi. yınlamışlardır.
Oysa, ulusal hareketin yönetici kadroları Taktik zorunlulukların ötesinde, Kema­
büyük bir çoğunlukla devletin içinden ksilerin seçenekleri nesnel olarak kısıtlı
geliyorlardı ve toplumun yapısını temsil idi; yarı sömürge durumundaki Osmanlı
etmiyorlardı. En üst kademedeki yöneti­ ülkesinde, sömürgeci, emperyalist devlet­
ciler -Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, lere karşı savaş veren kurtuluş hareketi­
Ah Fuat, Refet Paşalar ve Hüseyin Rauf nin anti-emperyalist tutum alması doğal­
Bey- yüksek rütbeli subaylardı. Onlardan dı ve ancak böyle bir siyasal yönlenme ile
hemen sonra, önemli devlet görevlerinde yürütülebilirdi. Mustafa Kemal’in Şubat
bulunmuş sivil bürokratlar geliyordu. Or­ 1923’deki İzmir İktisat Kongresi’nde yap­
ta ve alt kademelerde de devlet memurla­ mış olduğu şu iki gözlemden birincisi Ke­
rı vardı. Direnişe katılan sosyoekonomik mal isti erin bağımsızlık için uğraş verdik­
ve dinsel kökenli toplumsal seçkinler - leri sıradaki söylemlerini, İkincisi ise, ba­
toprak sahipleri, yöresel eşraf, din adam­ ğımsızlığa kavuştuktan sonra takip ede­
la rı- y ö n etici kadrolarda d eğild iler. cekleri uzun vadeli politikaları gösteri­
1920’de kurulan Büyük Millet Meclisi'nin yordu: “...Tanzimat devrinden sonra ec­
ü ç ü n c ü D L I N V A U L U S Ç U L U Ğ U O L A R A K K E M A L İ Z M

nebi sermayesi müstesna bir mevkiye ma­ ifadelerinden biri olan dayanışmacılık
likti. Devlet ve hükümet ecnebi sermaye­ (solid arizm e) doktrininden esinlenen
sinin jandarmalığından başka birşey yap­ halkçılık kavramı Kemalizmin temelinde
mamıştır.” “Sanılmasın ki ecnebi serma­ yer alıyordu. Kurulacağı Mustafa Kemal
yeye karşıyız... Kanunlarımıza riayet şar­ tarafından Aralık 1922’de basma açıkla­
tıyla ecnebi sermayelerine lâzım gelen te­ nan Halk Fırkası toplumun tümünü he­
minatı vermeğe her zaman hazırız."’ Böy- def alıyordu. Bağımsızlık hareketinin ön­
lece, Kemalizm, doğmaktaki bağımsız derine göre, “...halkımız menfaatleri yek-
modern Türkiye’nin, İktisadî sömürge diğerinden ayrılır sınıflar halinde değil,
ilişkilerine dönmemek koşulu ile, kapita­ bilâkis mevcudiyetleri ve mesailerinin
lizmi kabul ettiğini ilân ediyordu. toplamı yekdiğerine lâzım olan sınıflar­
Kemalizm, an ti-emperyalist söylem ile dan ibarettir.”2
yürüttüğü Kurtuluş Savaşı’nı sınıfsal bir Kemalizmin komünizm ile olan ilişkile­
zemine oturtmaktan kaçınmıştır. Gerçi, ri, an ti-emperyalist konumun, İstiklal Sa-
Osmanlı toplumunda sınıflar nesnel ve vaşfnın başladığı 1919 ile Lozan Anlaş- 237
öznel olarak zayıftı ve biri iç, diğeri de dış ması’nm imzalandığı ve Cumhuriyet’in
iki düşman cepheye karşı savaşırken, sı­ kurulduğu 1923 arası dönemin koşulları­
nıf mücadelesine dayalı bir strateji ulusal na özgün olduğunu teyit etmektedir. Sa­
hareketi bölmekten başka bir şeye yara­ vaşı Sovyetler’in desteği ile yürütürken,
mazdı. Ancak, sosyal sınıfları reddeden Türk komünistlerini hem siyasal hem de
ve Fransa’da pozitivizmin sosyal alandaki Fiziksel olarak yok etmek için eylemlere

1955 ’te ABD gözetim inde İngiltere, Türkiye, frak, İran, Pakistan in katılımıyla kurulan
Bağdat Paktı, NATO'nun m anim gibi, Ortadoğu'da Sovyet nüfuzum karşı bir Soğuk
Savaş korumu olarak tasarlanmıştı. Irak’tn İ958’d e Pakttan ayrtltmsmdan sonra,
Sovyetier kadar “Üçüncü DÜnyacUtğa ’ da m esafeli bu yapt, ABD, Türkiye, İran,
Pakistan'ın kaiddtğt CENTO (Merkezi Anlaşma Teşkilatı) adıyla 1979'a dek sürdünüdü.
K E M A L İ Z M

Memduh Şevket rakki müfettişliğinden Tek Parti döne­


mi genel sekreterliğine kadar hep "göl­
Esendal gedeki adam" kimliğini benimseme­
sinden, belki de büyükelçilikten gelme
Ö M ER TÜ RKEŞ terbiyesi nedeniyle, Esendal'ın edebî
yaşantısı çok sade, ün kazanma mera­
kından uzak sürmüş, hikâyelerini -M.
Ş. , M. Ş. E. , Mustafa Yalınkat, M.
Oğulcuk, Mustafa Memduh, İsteme-
noğlu gibi- takma isimlerle yayımlamış
ve kendi dönemine edebi etkisi genç
Türk hikâyeciliğinin en önemli isimle-
sanatçı çevreleri ile sınırlı kalmıştır.
rindendir Mahmut Şevket Esendal. Ha­
1940Tarın güçlü CHP'sinin genel sek­
238 yatının büyük kısmı siyasî mücadeleler
reterliğini dört yıl sürdüren EsendalTn
ve bürokratik görevlerle geçmesine
siyasî görüşlerinin yazılı bir ifadesine
rağmen okunurluğunu ve önemini bu­ rastlamak İse ne yazık ki mümkün de­
gün bile yitirmeyen çok sayıda hikâye ğildir. Ancak sürdürülen parti politika­
ve roman yazmış, eserlerin büyük bir larını göz önüne aldığımızda, biri ede­
bölümü ölümünden sonra bir araya biyatçı, diğeri politikacı olmak üzere,
getirilmiştir. EsendalTn edebiyat dün­ iki farklı Memduh Şevket portresi ile
yasında -M. S. takma adıyla yayımladı­ karşılaşacağımız kesindir.
ğı- A ya şlı ile Kiracılar) (1934) ile 1946 Memduh Şevket Esendal, Rume­
yılı C HP Roman Armağanı'nı kazan­ li'den göç eden çiftçi bir ailenin çocu­
dıktan sonra fark edildiğini söyleyebili­ ğu olarak 29 Mart 1883'te Çorlu'da
riz. Mesela, M iras (1925) romanı gaze­ doğmuştu. İlkokulu İstanbul'daki Reh­
te tefrikası olarak kalırken, Vassaf B e y beri Maarifet Mektebi'nde, ortaokulu
ilk olarak 1983 yılında bulunmuş ve Çorlu Rüştiyesi'nde (1897), liseyi Edir­
kitaplaştırılmıştır. Belki siyasî arenada­ ne İdadisi'nde tamamladıktan sonra
ki gücünü edebiyat alanında kullan­ (1901-1902), o yıllarda tahsilli pek çok
mak istemediğinden, belki İttihat Te­ genç gibi ittihat ve Terakki Cemiyeti'ne

girişilmiş; Lozan Konferansında, özellikle birliğine devam etmiştir (İleri, 1970; Ste-
Boğazlar konusunda Sovyetler’e karşı tu­ inhause, 1973: 115-116). Özellikle Le-
tum alınmış; Cumhuriyet’in kurulması, nin’in taraftarı olduğu bu tez. Eylül
Kemalist reformların başlaması ile Türki­ 1920’de Bakü’de toplanan Doğu Ulusları
ye’nin Avrupa’ya yaklaşması açıkça belir­ Kongresi’nde de tartışılmıştı. Bakü Kong-
lenmiş ve 1925’de Türkiye Komünist Par­ resi’ne Kemalistlerin sıcak bakmamaları,
tisi yasaklanmıştır. Bütün bu oluşumlara komünizme karşı tutumlarının ışığında
rağm en, Sovyetler B irliğ i, 1 9 2 0 ’deki şaşırtıcı değildi. Dünya Müslümanlarını
Üçüncü Komünist Enternasyonalı’ndan emperyalizme direnmeye çağıran Tatar li­
itibaren aldığı, emperyalizme karşı dire­ der Sultan Galief’in sömürgeleştirilmiş
nen ulusal hareketleri destekleme kararı­ toplumîarın proletaryanın bir parçası sa­
na uygun olarak, “ulusal burjuva devrim” yılması, Üçüncü Enternasyonal’den ayrı
olarak tanımlanan Kemalist hareketle iş­ olarak bir “Sömürgeler Komünist Emer-
Ü Ç Ü N C Ü D Ü N Y A U L U S Ç U L U Ğ U O L A R A K K E M A L I Z M

girmişti (1906), ilk hikâyelerinin dergi­


lerde yayımladığı 1908'de İttihat ve
Terakki Cem iyeti'nin müfettişliğine
atandı; Anadolu ve Rumeli'nin birçok
kasabasını gezip görmek fırsatı buldu.
Bu yıllarda dayısının kızı Faide Hanım
ile evlenen Esendal, Çorlu'da çiftçilik
yapmayı da sürdürüyordu.
Balkan Savaşı nedeniyle Çorlu'dan
ayrılmak zorunda kalan Esendal ailesi,
ardından gelen Birinci Dünya Savaşı
İle topraklarına hükümet tarafından el
konulunca İstanbul'a yerleşti. Kısa bir
süre sonra Osmanlı Devleti savaşı kay­ 239
bedip yenilginin sorumluluğu İttihat ve
Terakkİ'ye çıkarılınca, Memduh Şev-
H ikâyeci Memduh Şevket Esendal,
ket'e de bir kez daha gurbet yolu gö­
endüstrileşm eye şüpheyle yaklaşm ası
rünmüştü. Bîr süre İtalya'da kaldı. M il­ ve koyu m uhajazakârhğı yla Tek Parti
lî Mücadele'nin başlaması ile İttihatçı elifi içinde'ayrıksı b ir portredir.
kimliğinden sıynlan Esendal, Mustafa
Kemal'in ekibine katılmak için Anado­ du. İzmir suikastinin ardından eski İtti-
lu'ya geçti. Sovyetler'in "avamdan" bir hatçılar'm tasfiye edildiği günlerde,
adam istemesi üzerine Mustafa Kemal Memduh Şevket de İstiklal Mahkeme­
tarafından Ankara hükümetinin Bakü sine çıkarılmak isteniyordu. Neyse ki
Temsilciliğine seçildi (1920). Bolşevik- Mustafa Kemal'in sevdiği ve güvendiği
lerle Bakü'de dört yıl uyum içerisinde bir insandı Esendal; 1925'de Tahran
çalışmasının yanı sıra İttihatçı geçmi­ Büyükelçiliğine atandığında -bir kez
şinde Kara Kemal'e yakınlığı ile tanın­ daha- gözler önünden uzaklaştı; yaşa­
ması, hakkında dedikodular çıkarılıp mının bundan sonraki bölümünü sadık
Ankara'ya geri çağrılmasına neden ol- bir Kemalist olarak tamamlayacaktı.

>

nasyonali”nin kurulması ve bunun ilk Anadolu’da başlamış olan kurtuluş hare­


aşamasının Turan kavramını gerçekleştire­ ketinin sömürge ülkeler üzerindeki etki­
rek Orta Asya’yı da kaplayan büyük bir sinin görüldüğü bir toplantı idi.
Türk Devleti olması önerisi Bakü’de kabul
edilmemişti (Timur, 1971: 46-49). Böyle
KEMALİZM VE
bir girişim, ne komünizmden, ne de pan- ÜÇÜNCÜ DÜNYA ULUSÇULUĞU
turkizmden hoşlanan Kemalistlerce okım-
karşılanamazdı. Türk bağımsızlık uğraşının yürütüldüğü
Doğu uluslarının bu ilk toplantısı, Sov- dönemde “Doğu Halkları” ve 1950lerden
’■etlerin kontrolü altında olsa da, 1955 sonra “Üçüncü Dünya” ve “Bağlantısız­
zandung Konferansı’ndan sonra oluşan lar” diye adlandırılan, sömürge impara­
T ; üncü Dünya hareketinin öncüsü ola­ torluklarından kurtulmak için direnişe
rak yorumlanabilir. Ve Bakü Kongresi, geçen ülkeler Kemalizm ile yakından ilgi-
K E M A L İ Z M

Bütün bu karmaşık ve hassas siyasî düren Esendal, yurda dönüşünde Ela­


ilişkiler sürerken Esendal bir yandan zığ milletvekili seçildi (1931). Ancak
hikâyelerini yayımlatıyor, öte yandan Çankaya çevrelerinin gözünde hâlâ
ilk romanı M iras’ ın (1925) M eslek ga­ şüpheli bir siyasî kişilikti ve bu kez da­
zetesinde tefrika edilmesi sürüyordu. ha uzak bir diyara, Kabil büyükelçiliği­
Sadece siyasî kariyeri değil belki de ne atanarak Ankara'dan uzaklaştırıldı
hayatı bile tehlikede sayılabilecek bir (1933). Memduh Şevkefin halinden şi­
dönemde, Esendal'ın romanının konu­ kayetçi olmadığı, Kabil'deki zamanını
su Osmanlı İmparatorluğu'nun son yazınsal faaliyetler İle geçirdiği ve yal­
demlerine dairdir. Ne var kİ geçmişe nızlığını da çok sevdiği köpekleriyle
yönelik siyasal bir eleştiri ya da güzel­ paylaştığı, Kızı Emine'ye yazdığı mek­
leme yapmak yoluna sapmaz. 1900'le- tuplardan anlaşılmaktadır. En tanınmış
rin başlarındaki İstanbul ve yakın çev­ eseri A ya şlı ile K iracıları'm işte böyle
240 resindeki hayatı, insan ilişkilerini, de­ bir hayat içerisinde tamamlayıp yayın­
ğişen ahlak ve değerler sistemini, etnik latmanın üstesinden gelebilmiştir.
grupların ekonomik alanda güç kazan­ A ya şlı ile K ira cıla rı' ında, Cumhuri-
malarım gerçekçi bir biçimde ve her yet'in ilk yıllarında başkent Anka­
zamanki sade diliyle anlatır. Milliyetçi ra'dan insan manzaralarını sergiler.
ya da ırkçı-şoven bir tarzda olmamak­ Esendal, o yılların Ankara'sının top­
la birlikte, Musevi ve Hıristiyan kesi­ lumsal yapısı ve insan tiplerini anlat­
min maddi ve kültürel gelişimleri Trak­ mak için bir pansiyondaki hayatı kur­
ya'daki Müslümanların düştükleri za­ gulamakta son derece başarılıdır. Böy­
vallı ve gülünç durumla karşıtlık içeri­ lelikle, toplumun birçok kesiminden
sinde işlenmiştir bu romanda. 1927'de insanın gelip geçtiği bu mekân, Anka­
İzmir'de yayımlanan Sad a-yı H a k ga­ ra'nın ve Cuımhuriyet'in bir simgesi ol­
zetesinde tefrika edilen ve Yezidileri ma görevini yüklenir. Ayaşlı ile Kiracı-
konu ettiği söylenen M e lik Tavus adlı la n 'ndaki bürokrasiye yapılmış eleştiri­
romanı ise ne yazık ki bugüne kadar ler de vardır, ama romanın asıl Önemi,
kitap laştırılmamıştır. o yıllarda Cumhuriyet ideallerine ve
Tahran'daki görevini 1930'a dek sür­ Kemalizme sıkı sıkıya bağlanan Esen-
>

tenmişler ve bazıları bu devrimden etki­ etmektir" demiştir (Arar, 1969; 17), Bu tu­
lenmişlerdir, tum, 30-40 sene sonra ortaya çıkan Üçün­
Kemalizmin Batı ile S ovyetler arasında cü Dünya hareketinin öncüsü sayılabilir.
tercih yapmayı reddettiğini açıklaması, bu Türk ulusal direnişinin yankılan As­
ülkelerin en çok ilgisini çeken hususlar­ ya’da, Afrika’da ve Latin Amerika’da du­
dan biri olmuştur. Mustafa Kemal, Lozan yulmuştur. 1920’lerde Mahatma Ghandi
Konferansı sırasında yaptığı bir basın top- liderliğinde Ingiliz sömürgeciliğine dire­
lanusında, “Ne Şarka, ne de Garba ehem­ nen Hint ulusal hareketinin, Müslüman
miyet vermeksizin yalnız kendi mevcudi­ veya Huydu, önde gelen isimleri ve kamu­
yetimize İstinat olunabilir mi suali de hatı­ oyu, uius-devlet modelinin Hindistan’a
ra geliyor. Doğrusunu söylemek lâzım ge­ uymayacağını düşünmelerine rağmen,
lirse bu dakikada emniyete şayan olan si­ Kemalizm! yakından takip etmişlerdir, Ja-
yaset yalnız kendi mevcudiyetimize istinat waharlal Nehru’ya göre, “geri kalmış Tür-
Ü Ç Ü N C Ü D Ü N Y A U L U S Ç U L U Ğ U O L A R A K K E M A L İ Z M

dal'ın bir dönüşümü, yeni yaşam bi­ İnekler de olmalı. Tavuklar da olmalı;
çimlerini -mesela Ankara'nın, başı sı­ köpekler de olmalı. Antalya mekteple­
kışan herkesin ilk başvuru adresi hali­ rinde ders vermeli. Kızlara da ders ver­
ne gelişini, kadın ve erkeklerdeki gi­ meli. Yazıyı da yazmalı. Bu çocuklara
yim, kuşam ve davranış değişiklikleri­ tiyatro da oynatmak ama öyle 'Haşan
ni- çok iyi gözleyip aktarmasında çavuş savaşa gitmiş' piyesi değil. Sanat
aranmalıdır. İş adamlarının otellerde duygusu verir güzel bir piyes" (Esen­
verdiği ziyafetler, uyuşturucu ticareti­ dal, 2001: 295}. Onun ütopyası ile dö­
nin yavaş yavaş yüksek mevkilerdeki nemin Köy Enstitüsü tasarımının -me­
kişilere bulaşması, bürokratların tartı­ sela Sabahattin Eyüboğtu yönetiminde
şılmaz iktidarı gibi motifler Cumhuri- Shakespeare piyesleri sergilenen Hasa-
yet'in ilk yıllarında başlayan -ve bugü­ noğlan Enstitüsü'nün- oldukça yakın
ne dek gelen- bozukluklar olarak ya­ olduğu anlaşılmaktadır.
zarın gözünden kaçmamış, ancak ge­ 1941'de Kabil'den döner dönmez 242
leceğe ilişkin bir umudu da kuvvetli Bilecik milletvekili olarak TBM M 'ye
biçimde vurgulamıştır, giren Memduh Şevket Esendal, bir yıl
20. yüzyılın ilk yarısında ömrünü ta­ sonra Cumhuriyet Halk Partisi genel
mamlamış bir insan olarak savaşların sekreterliğine getirildi. İkinci Dünya
bütün dehşetini yaşayan Esendal, Savaşı'mn bütün hızıyla sürdüğü bir
1940'lara gelindiğinde medeniyet de­ dönemde boy leşi ne önemli bir göreve
nilen şeyden ve büyük şehirlerde otur­ seçilmesinde hassas dengeleri gözeten
maktan hoşlanmaz olmuştu. Halkçılık- sakin, uyumlu ve Örgütçü niteliği ya da
Köycülük çiftinin Cumhuriyet'in popü­ devlete ve Millî Şef'e olan bağlılığı ka­
ler söylemi olduğu bu yıllarda, Esendal dar, baştan beri Almanların mağlubi­
da bireysel ve toplumsal mutluluğun yetine ilişkin sarsılmaz inancı da etkili­
kaynağını -kökenine uygun biçimde- dir. Savaşa yaklaşımı bir ideolojik bağ-
toprağa dayalı bir hayatta görmekteydi lanmışlığm izlerini taşımaz; Avru­
artık. Tarif ettiği çiftlik hayatını şu şe­ pa'daki yıkım ın ardından Türkiye
kilde özetleyebiliriz; "Kitap olsun. Por­ Cumhuriyeti ile Batı medeniyeti ara­
takal ağaçları ile uğraşmalı. Alışkın sındaki farkların ortadan kalkacağını

kiye, Atatürk’ün liderliği ile dev adımlar yordu (Carrere D’encausse ve Schramm,
atmıştır..." (Nehru, 1941: 279) 1965: 357).
Diğer dev Asya ülkesi Çin’de Kemaliz- Sömürge ülkelerde Kemalizme ilgiyi
min algılanması, dönemine göre değiş­ körükleyen unsurlardan biri de, Türk
miştir. 1920’lerde, Çin milliyetçileri Ke- Kurtuluş Hareketi başarıya ulaşırsa, ken­
malizmi bir model olarak görüp, Çinli bir di direniş hareketleri daha umutlu olarak
Mustafa Kemal’in ortaya çıkmasını dili­ savaşırlar düşüncesi; tersine, Kemalizm
y orlard ı. O nlarla m ücadele eden ve başarısız kalırsa, umutsuzluğa kapılıp
1949’da iktidarı ellerine geçirecek olan mücadeleden vazgeçebilirler endişesi idi.
komünistler ise Kemalizme karşı idiler. Türk Kurtuluş Hareketinin ve Kema-
Liderleri Mao Tse Tung Kemaiizmi bir lizmin Müslüman ülkeler ve halklar için
burjuva diktatörlüğü’' sayıp, Çin’de bu özel bir önemi vardı.3 Emperyalizme kar­
tıp bir modelin tatbik edilmesini reddedi­ şı direnme, yüzyıllardır İslâm dünyasının
K E M A L İ Z M

dillendiren Esendal, bütünüyle prag- rüttüğü örgütçülük faaliyetleri başarılı


matiktir (Berkes; 1997; 249). Savaş olmamış, 1945 yılı sonunda C HP ge­
sonrasında Avrupa'da komünizmin ge­ nel sekreterliği görevinden kendi iste­
lişmesinden duyduğu rahatsızlığın ar­ ğiyle ayrılmış, milletvekilliği görevini
dında da komünizme karşı ideolojik ise 1950'ye kadar sürdürmüştür.
bir reddiye değil, Türkiye'nin ulusal ve Ağır siyasî sorumluluğunun sona er­
uluslararası çıkarlarının tehlikeye dü­ mesinin ardından başladığı romanı Yas­
şeceği endişesi vardır sadece. Henüz sa/" B e / i tamamlamak için 1948'den
1920'lerde -M iras romanında- Osman­ sonra büyük bir gayret gösteren Esen­
lI'nın son döneminde Musevi ve Hıris­ dal, 16 Mayıs 1952'de Ankara'da öldü­
tiyan cemaatlerin Müslümanlar aleyhi­ ğünde eksik bir metin bırakmıştı geriye.
ne gelişen ekonomik güçlerini İşleyen, Ancak bu kadarı bile onun derinden
1938'de kızına yazdığı bir mektupta derine sürdürdüğü geçmiş Özlemini
242 "uğursuz Yahudi mektebi''nden söz yansıtmaya yeterlidir. Kaderi hep Anka­
eden Esendal, 1942'de Musevi vatan­ ra çevresinde çizilen Esendal, İstanbul
daşları hedef alan Varlık Vergisi'nin tutkusunu gizlememiştir romanında.
mucidi Halk Partisi hükümeti ile elbet­ Yassaf B e / de, Ankara'nın köksüz, kül­
te ters düşmeyecektir. türsüz, bürokratik ve sıkıntı verici taşra­
Halk Partisi'ne kadrolar yetiştirmek lı atmosferi ile İstanbul'un insanı çar­
ve muhalefetin önünü tıkamak ama­ pan zenginliği arasındaki uçurum, "Ke-
cıyla kendi ekonomik, siyasal ve top­ malizmin reddi miras felsefesi ve Yeni
lumsal görüşlerine uyumlu kişiler ara­ bir Türkiye kurma ideali ile Ankara'nın
yan Esendal, 1943 seçimlerinden son­ mütevazı olanakları arasındaki oransız­
ra çevresine topladığı gençlerle birlikte lığın" ifadesi biçiminde okunabilir (Ti­
Halkevleri Yüksek Danışma Kuaılu'nu mur, 1991; 298).
kurdu, Halkevleri ile yakından ilgilen­ Esendal'ın edebiyatımıza getirdiği en
di. Ne var ki bu gençlerin büyük bir önemli yenilik, ele aldığı konuları bü­
kısmının ilerleyen tarihlerde Demokrat yük bir sadelikle sıradan insanların etra­
Parti saflarına geçtiği görülecektir. fında işlemesindedir. Üslubunda Çe-
Esendal eski İttihatçı yöntemlerle yü­ hov'un etkileri açıkça görülürse de o,

önderi olan ve Halife Sultan’ın bulundu­ hareketin başarısı sayesinde, tüm Müslü­
ğu ülkede başlamıştı. 1920’lerde, bağım­ man halkların egemenliklerine kavuşabi­
sız fakat emperyalist ülkelerin kuvvetli lecekleri hayal ediliyordu. Dinsel ve ami-
etki altındaki Afganistan ve İran’dan baş­ emperyalist faktörlerin yanında, Kemaliz-
ka, Afrika’da, Asya’da, Kafkaslar’da ve Or­ min çekiciliği, Müslüman dünyasına ör­
tadoğu’da ve Balkanlardaki Müslümanla­ nek olabilecek bir modernleşme ve ilerle­
rın tümü yabancı egemenliği altındaydı. me hareketi olmasından geliyordu.
Birinci Dünya Savaşı’ndaki ağır yenilgisi­ 1919’da, Müslüman halklar, Osmanh
ne rağmen, Ban emperyalizmine baş kal­ İmparatorluğumun yok olma ve Hali-
dırabilecek durumda olan tek güç Türki­ fe’nin esaret durumuna düşme tehlikesi­
ye’ydi. Halife Müslümanların birlik sem­ nin şokunu yaşıyorlardı. Tunus’ta, Ceza­
bolü olduğundan, onu korumak için sa­ yir’de, Fas’ta, Mısır’da, Suriye’de, frak’ta,
vaş açtığı propagandası yapan Kemalist Filistin’de, Balkan, Kafkas, Hindistan, Çin
Ü Ç Ü N C Ü D Ü N Y A U L U S Ç U L U Ğ U O L A R A K K E M A L İ Z M

Çehov'un karamsar bakışını tekrarla­ mesele gibi yaklaşmıştır devlet yöneti­


maz. "İnsanlara yaşamak için ümid, mine. Bu anlamda Kemalizmin ve
kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşla­ Halk Partisi'nin "ne nazizm ne komü­
nırım, insanları yoğunmuş mutfak pa­ nizm" şiarına; eğitime, yabancı dile,
çavrasına çeviren ve yeise düşüren ya­ Türkçe'nin gelişmesine ve edebiyata
zılardan hoşlanmam. Zaten tam bir re­ olan inancı ile de aydınlanmacı ide­
fah ve huzur içinde yaşamıyoruz. Bir de olojisine tamamîyle uyumludur. Kızına
karanlık, kötü şeylerden bahsederlerse yazdığı mektuplardan Robert Kolej
bize, onları okursak... Bu insanları bir tahsilini ve yabancı dil bilgisini önem­
havana koyup ezmeye benzer... Halbu­ sediğini görüyoruz. Cumhuriyet'in mo­
ki insanların İçinde bir umut olmalı" dern aile ve kadın tasavvuruna denk
(akt. Alangu, 1968; 130) cümleleriyle düşen biçimde kızını yazar ya da siya­
üslubundaki sıcaklığı Esendal açıklar. setçi yapmak istemiş, yüksek eğitim
Ne yazık ki, hikâye ve roman kahra­ yapmasını desteklemiş ve eş seçimine 243
manlarına karşı sevecen, sıradan ve hiçbir biçimde müdahil olmamıştır. Bu
yoksul İnsanlara karşı duyarlı bu edebi­ yönleriyle Batı'nın, Anglosakson dün­
yatçı kişilik ile halktan ve köylüden bü­ yanın tarafmdadır, ama geleneksel de­
tünüyle kopmuş, bürokrat ve seçkinci ğerlerin büsbütün çiğnenmesine de
Halk Partisi genel sekreteri arasında bir hoş bakmaz. Mesela, müzik sayılama­
bağ kurmak mümkün değildir. yacak caz dansının yeryüzünü kapla­
M. Ş. Esendal, hiçbir zaman toplum­ masında hem basitliği hem de kadın
sal düzene köktenci bir eleştiri getir­ ile erkeğin birbirlerine sokulmalarının
meyi düşünmemişti. Elbette aksaklıkla­ temini etkili olmuştur ona göre. Irkçı
rı görmüş, ancak yeniye olan inancı ve değildir, ama Cumhuriyet'in Türk kim­
hayata iyimser bakışı, onun varolan sı­ liğinden yanadır. Ankara'ya itirazı yok­
kıntıları genellemeye gitmeksizin -ol­ tur, ama İstanbul'un kültür ve tarihine
duğu gibi- aktarmasına neden olmuş­ hayrandır... ilk bakışta çelişik ve eklek­
tu. Esendal'ın siyasî görüşünü İse "dev­ tik bulunabilecek bu düşünsel vaziyeti
lete hizmet" biçiminde Özetleyebiliriz. ile Kemalizmin eksiksiz bir taşıyıcısı
O, ideolojilerden arınmış teknik bir olmuştur Memduh Şevket Esendal,

Müslûmanlannda, Orta Asya’da, Iran ve 1919-1923 döneminde Kemalizm, Ana­


Afganistan’da Türk istiklal Savaşı heye­ dolu halkına olduğu gibi, diğer Islâm ül­
canla izleniyordu. Eylül 1921’de Sakarya kelere de amacının Hilafeti Avrupa’nın
zaferi ve Eylül 1922’de Türk ordularının saldırısından korumak olduğu mesajını
İzmir’e girişi bütün bu ülkelerde bayram gönderiyordu. İtilaf Devletlerinin Mart
havası yaratmış, kenler Mustafa Kemal’in 1920’de İstanbul’u İşgalinden sonra yayın­
portreleri ile donatılmıştı. Kemalist hare­ ladığı “Islâm Alemine Beyanname’’de,
keti desteklemek için para toplanıyor ve Mustafa Kemal “bu tecavüz, Saltanat-ı Os­
Anadolu’ya gönderiliyordu. Lozan Barışı maniye’den ziyade, Makam-ı HilafetTe
ve Cumhuriyet’in ilam coşkunluk ile kar­ hürriyet ve istiklâllerinin yegâne istinad*
şılanmıştı. Kemalistlerin zaferi diğer İs­ gâhım gören bütün âlem-i Islama racidir”
lâm ülkelerince kendi bağımsızlıklarının diyordu,4
:n habercisi olarak algılanıyordu. Bu durum, 4 Mart 1924’te Halifeliğin
k e m a l i z ______________ m

244

Kemalizme yüklenen uluslararası bir misyon, “mazlum milletlerin ”anti-emperyatist


direnişine öncülük etmesiydi. Ancak Türkiye, uzun bir dönem boyunca Ortadoğu’y a re
genellikte Doğu dünyasına kayıtsız bir dış politika izlemiştir. 197! d e kum lan İslâm
Konferansı Örgütüne de, ancak Kıbrıs bunalımı ve ardından 12 Eylül askeri rejim i
dolayısıyla B atı’y la ilişkilerin gerginleşmesine bağlı olarak araçsa! bir İlgi göstermiştir.

kaldırılması ile epeyce değişmiştir. Bu ka­ sini emperyalist istiladan kurtardığım


rarı anlamakta zorluk çeken Müslüman unutmamışlardır. Türkiye’nin prestiji
dünyasında tepkiler oluşmuştur. Mısır ve 1950’lerden itibaren uluslararası forum­
Irak’ta nispeten ılımlı olan bu tepkiler, larda, kurtuluşlarını arayan halklara kar­
Hint Müslümanları arasında çok sert şe­ şı, emperyalist ülkeleri desteklemesiyle
kilde belirmişlerdir. En çok gürültü kopa­ zayıflamıştır. 1924-1928 arasında yapılan
ranlar, Kemalizmî İslâm dünyasına iha­ reformlar da bu tutumu değiştirmemiş,
netle suçlayan ulemalardan geliyordu. Fa­ sadece Mustafa Kemal ve Türkiye, Is­
kat, daha geniş kesimlerin tepkisi, başarı­ lâm’ın koruyucusu görüntüsünden, çağ­
ya ulaşan Kemalist hareketin laikliğe yö­ daş uygarlığa doğru yürüyen devlet ada­
nelmekle Islâm dayanışmacılığı yerine, mı ve ülke görüntüsüne geçmişlerdir.
Avrupa’ya yaklaşıp Müslümanlara sırt çe­ 1940 ve 1950’lerde, sömürge ülkeler na­
vireceği kuşkusuydu. sıl kurtulacaklarını düşünüp, planlarken,
Her şeye rağmen, dinci çevrelerin ve onları asıl etkileyen Kemalizmin ulus-dev-
Mısır’a sığınmış Kemalizmin Türk düş­ let kuruculuğu ve modernleştirici yönleri
manlarının -Şair Mehmet Akif ve eski olmuştur. Cezayirli Ferhad Abbas 1942’de
Şeyhülislâm Mustafa Sabri gibi- propa­ “Halkın Beyannamesi"ni yayınlarken, Ke­
gandaları Mustafa Kemal’in ve bağımsız malist reformlardan ilham almıştır. Tu­
Türkiye Cumhur İye ti’nin prestij ve popü­ nus’ta Habib Burgiba, Yeni Düstur Parti-
laritesinin devam etmesini önleyememiş­ si’ni kurarken ve ülkesinin bağımsızlığa
tir. Müslüman halklar Kemalizmin ülke­ kavuştuğu 1960larda, Atatürk’ten esinlen­
Ü Ç Ü N C Ü D Ü N Y A U L U S Ç U L U Ğ U O L A R A K K E M A L İ Z M

diğini beyan etmiştir. İran’da Rjza Şah, Af- lerine dönük, dışarıda macera istemeyen
ganisan’da Emanullah Han Atatürk ve Ke­ tutumu gibi nedenlerle, Atatürk’ün isteği
malizm hayranı idiler ve onun reformları­ ile durdurulmuş ve Kadrocular faaliyetle­
nı ülkelerinde uygulamaya çalışmışlardır. rine 1934’ie son vermişlerdi.
Endonezya’da, bağımsızlığın lideri Sokar* Sömürge statüsünde olan ve kurtuluş
no, laik ulusçuluğu savunurken, Kemaliz- uğraşına giren diğer Müslüman ülkelerle
mi örnek almıştır. ilişkiler, yukarıda sözünü ettiğimiz ba-
Cumhuriyet’in kurulup, reformların gımsız/yarı bağımsızlarla olan ilişkilerden
yıpılıp, ulus-devletin kurumsallaşmaya, daha da mesafeli olmuştur. Bunun nede­
devlet öncülüğünde sanayileşmenin baş­ ni, Batı’ya yaklaşan Türkiye’nin Avrupa’ya
ladığı 1930’lu yıllarda, kendinden emin panislâmist amaçları olmadığını ve sö­
Türkiye açıkça Batı’ya yönelmiş, geri kal­ mürge imparatorluklarının içişlerine ka­
mış Islâm ülkeleri ile ilişkiler ait sırada rışmadığını göstermek istemesi idi. Neti­
bir öncelik olmuştu. İran, Afganistan gibi cede, Türkiye dış propagandasında önce­
bağımsız, Mısır, İrak gibi yarı bağımsız liği kurtuluşlarını arayan ülkelere değil, 245
ülkelerle diplomatik ilişkiler kurulmuş­ yapılan reformları Avrupa kamuoyuna ta­
tu. Bunlar arasında, İran ve özellikle Af­ nıtmaya veriyordu.
ganistan ile daha kuvvetli bir yakınlaşma İk in ci Dünya Savaşı’ndan son ra,
olmuş, bu son ülkeye önemli askerî, sıh­ 1945lerden 1960’ların sonuna kadar çok
hî ve eğ itim sel yardım y ap ılm ıştır, sayıda Ortadoğu, Asya ve Afrika sömür­
1937’de İran, Afganistan ve Irak ile imza­ gesi bağımsızlıklarına kavuşmuştu. Bu ül­
lanan Sadabad Anlaşması bu politikanın kelerin uluslararası düzeyde örgütlenerek
ürünüdür. “Ü çüncü Dünya" ve “B ağlan tısızlar"
Genelde, Kemalistlerin kendi modelle­ gruplaşmalarım oluşturmaları 1955’te ya­
rini diğer Müslüman ülkelere yaymakla pılan Bandung Konferansı ile başlamıştır.
pek ilgilenmedikleri görülür. Modelin üs­ Bu tarihî toplantının lid erleri Nehru
tünlüğünden ve çağdaşlaşmak için başka (Hindistan), Sokarno (Endonezya), Nasır
seçeneğin olmadığından emin oldukları (Mısır), Çu En Lay (Çin) ve Ho Şi Min
için, bu ülkelerin er veya geç yeni Türki­ (Vietnam) idiler. Bunların ilk üçü Kema­
ye'nin yolunda yürüyeceklerinden kuşku­ list hareket ile ilgilenmişlerdi. Fakat, Batı
ları yoktu. O devrin pozitivist dünya gö­ ile dış politika ve askeri bakımdan kenet­
rüşü, modernleşmenin tek yolunun Avru­ lenmiş, NATO üyesi ve diğer gelişmekte
pa modeli olduğunu öngörüyordu. olan ülkelerle -özellikle Balkanlar’da ve
Kemalist modeli dışarıda yaymak tezini, Ortadoğu’da- olan ilişkilerini, Kemalist
1930’ların başında, Cumhuriyet rejiminin devirde olduğu gibi kendi tercihlerinden
Jeolojik öncüleri olmak isteyen “sol Ke­ ziyade ABD ve sömürge imparatorlukları­
malist’’ aydınlar grubunun kurduğu Kad­ nın çıkarlarına göre düzenleyen Türkiye,
ro hareketi ve Kadro Dergisi savunuyordu. Bandung Konferansına sırt çevirmişti.
Çoğu eski komünist olan bu aydınlar, Kurtuluşlarını arayan veya gelişmekte
Türk Devrimİ’nİn evrensel bir boyutu ol­ olan ülkelerin güç birliğine giderek, Sov­
duğunu ve devlet önderliğine dayanan bu yet bloğu ile Batı bloğunun yanında, bir
modelin, kurtuluşlarını arayan ülkeler üçüncü blok yaratma gayretlerinin öne­
;;n, kapitalizm ve komünizmden ayrı bir mini anlayamamıştı. Oysa, yukarıda gör­
üçüncü yol” olduğunu savunuyorlardı, düğümüz gibi, Kemalizm 1919-1923 dö­
: - önemli fikir hareketi, komünizm ve neminde bu yaklaşımın öncüsü olmuştu.
fTçuluk düşmanı çevrelerin ve de Kema- 1950’İerin ortalarında, Bandung’da doğan
:mın tamamen ülkenin kalkınma gayret­ tarihsel harekete yabancı kalarak ve ulus-
K E M A L İ Z M

lararası forumlarda, kurtuluşları için uğ­ kat onun sayesinde kurulan modern Tür­
raş veren ulusların değil de, sömürge im­ kiye, en az 1970’lere kadar gelişmekte
paratorlu kİ arımn yanında yer alan Türki­ olan ülkelerden kopmuştur. Bu ülkeler
ye -örneğin, Birleşmiş Milleti er’de Ceza­ Kemalizmden bir ölçüde esinlenmiş, fa­
yir’e karşı Fransa lehinde oy kullanmak kat Müslüman olanlar dahil, hiçbiri mo­
gibi- Üçüncü Dünya nezinde prestijini deli tam olarak uygulamamıştır. Türki­
neredeyse yok etmişti. ye’den başka Kemalist ülke olmamıştır.
Oysa, bu dönemde, geri kalmış ülkele­ Kemalizmin, 20. yüzyılın ikinci yarı­
rin, ekonomik ve sosyal alanlarda ilerle­ sında Türkiye sınırlarının ötesinde etkili
melerini amaçlayan kalkınma ideolojisi, olamamasının önemli bir nedeni kültürel
ve bunu gerçekleştirmek için toplumun alanda aranmalıdır. 1920’lerle L960’lar
tüm kaynak ve güçlerini bu yönde örgüt­ arasında, kalkınma ve modernleşme Batı
leyip hareketlendiren “Kalkınmacı Devlet” kültürünün, ve devlet-toplum modelinin
(Deve 1öpm ental State) modeli, felsefesi ve tekelinde idi. Komünist kalkınma modeli
246 hedefleriyle, Kemalist modele benziyordu. bile, Batı’nın tarihsel oluşumunun için­
Kemalizm gibi, bağımsızlık, sanayileşme, den gelen bir modeldi. Marx önce Ba-
modernleşme kalkınmacı devletin izlediği tı’nın komünist olacağını, oradan da Do-
politikalardı. Türkiye bu benzerliği kulla­ ğu’ya ve Güney’e yayılacağını düşünü­
narak, Batı ile birleşme amacından vazgeç­ yordu. Oysa, 1970’lerden sonra, kalkın­
meden, bu ülkelerle ilişkilerini geliştirebi­ ma yollarının çoğulcu ve yerel kültürler­
lirdi. Batı fırsatı kullanamadı veya kullan­ le iç içe olan bir süreç olduğu düşüncesi
mak istemedi. Üçüncü Dünya ile Kemaliz- egemen oldu, Kemalizmin bugün için en
me ilginç fakat mazide kalmış bir tarihsel geçerli olan, siyasete akılcı, pragmatik
deney olarak bakıyorlardı. bir temel sağlayan yönünü ise, Türkiye
Sonuçta, Kemalizm Üçüncü Dünya’nın hem kendisine uygulamakta hem de di­
oluşmasından çok önce bu tipte bir ulus­ ğer gelişmekte olan ülkelere yaymakta
çuluk ve bağımsızlık harekeli olmuş, fa­ başarısız olmuştur. □

DİPNOTLAR

t T ü rkiye İk tisa t K o n g re s i 1923, İzm ir, Derleyen: ers d u G E T O (Groupe d'^tudes sur la Turquie
A. Gündüz Okçün, Ankara, 1968. contemporaine), Paris, Fondation de la Maison
2 A ta tü rk 'ü n S ö y le v ve D em eçleri, Cilt 2. İstanbul
des Sciences de l'Homme, no. 3, Sonbahar,
Ankara. 1945-61, s. 12. 1987.
3 İskender Gökalp ve Françoİs Georgeon (derle­ 4 A ta tü rk 'ü n Tamim, T e le g ra f ve B eyannam eleri,
yen) "Kemal'ısme et monde musulman", Cahi- Ankara, 1965, s, 258.
Yeni Osmanlılar’dan 1930’lara
Anti-emperyalist Düşünce
AHMET KUYAŞ

rken Cumhuriyet dönemi Türk si­ anti-emperyalist gibi görülebilecek bir

E yasa] düşüncesinde anti-emperya-


lizmin yeri görece önemsizdir. Dü-
yun-u Umumiye’nin sona erdirilmesin­
eleştirellik, Osmanlı-Türk düşüncesinde
hemen Tanzimat’tan sonraki ilk nesille
birlikte ortaya çıkmıştır. Yeni Osmanlılar
den kapitülasyonların kaldırılm asına, denilen grubun, bugün bazılarının İslam­
toprak bütünlüğünün korunmasından cı düşüncenin öncelleri olarak kabul et­
içişlerine müdahalenin engellenmesine tikleri panislâmcı fikirleri, aslında Batı
kadar, bazılarınca anti-emperyalist çaba­ dünyasının gittikçe saldırganlaşması kar­
lar olarak değerlendirilecek birçok eylem şısında geliştirilen ilk ciddi savunu edebi­
içinde yetişmiş olmalarına karşın, geç dö­ yatını oluşturur. Nitekim, Yeni OsmanlI­
nem Osmanlı-Türk aydınlarının anti-em­ ların kaleminden çıkan metinlere bir bü­
peryalist düşünceleri neredeyse yoktu de­ tün olarak bakıldığında, “Islâmcılıkla-
necek kadar zayıftır. Bu, Osmanlı devlet rı”nın kültürel bir tutuculuktan çok, top­
geleneğine ve Osmanlılık zihniyetine bağ­ rak bütünlükleri ya da toptan egemenlik­
lı nedenlerinin yanı sıra, Osmanlı aydın leri tehdit edilen İslâm ülkeleri arasında
kesiminin kendilerine uygun gördükleri dayanışma sağlama çabası sergilediği gö­
modernleşme modeli ile açıklanabilir. Ni­ rülür, Yeni Osmanlılar’ın fikirlerinden
tekim Yeni Osmanlılar’dan Jöntürklere ders çıkarmayı gayet iyi bilen Sultan II.
kadar, geç 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyıl Abdülhamit’in, bu fikir adamlarının Ka-
Osmanlı-Türk aydınlarının çok büyük bir nun-i Esasi’ye aldıkları halifelik kurumu-
çoğunluğu, Batı AvrupalIların güttükleri na sıkı sıkıya sarılmasının nedeni de, “İs­
Osmanlı politikasını birçok yönden eleş­ lamcı” olduğu iddia edilen çeşitli politi­
tirmelerine karşın, kendilerini temelde kalarının bir bütün olarak Osmanlı İmpa­
Avrupalı olarak görüyorlardı. Bu yüzden ratorluğu dışındaki Müslümanlara gayet
de, sömürge olsunlar ya da olmasınlar, sevimli gelirken, Osmanlı Müslümanları-
Avrupa dışındaki uluslarla yazgı birliği nı, hatta “islim alarını” görece mutsuz et­
demek olacak bir anti-emperyalist duyar­ miş ve bazılarını muhalefete, bir bölümü­
daklan olmamıştır. Tam tersine. Güney nü de doğrudan doğruya isyana itmiş ol­
Afrika'daki Boer Savaşı (1899-1902) sıra- ması da göz önüne alındığında, söz konu­
str.da Jöntürklerin neredeyse tümü İngi­ su kurumu daha çok bir dış politika kozu
nlerden yana tavır almışlardı. olarak görmüş ve öyle kullanmak istemiş
İlk bakışta Batı Avrupa karşıtı ya da olmasıdır.
K E M A L İ Z M

“Panislâmcılık" ya da ilk kez Batı dün­ ra/Türklere/ Müslümanlara yönelik bir


yasında kullanılan biçim iyle “panislâ- “düşmanlık", “haksızlık” veya “tecavüz”
mizm" terimine de II. Abdülhamit döne­ dizisi olarak değerlendirmemiş, ama sos­
minde rastlıyoruz. Terimi ilk kullanan yal Darvinistlikleri dolayısıyla neredeyse
Fransız gazeteci bunu, Fransızların Tu­ haklı görmüş ve “emperyalizm eleştiri-
nus’u işgali karşısında İstanbul’da hüküm si”nin de Avrupa düşüncesinin ve kültü­
süren psikolojik atmosferi betimleme gü­ rünün bir parçası olduğunu söyleyerek
düsüyle yaratmıştır. Yaklaşık yarım yüzyıl küresel bir politika düşünmektense mo­
önce Cezayir işgal edildiğinde böylesine dernleşme yoluyla tikel, yani ulusal bir
canlı ve sesli olmayan bu kendiliğinden çözüm tasarlamışlardır. Onlardan sonraki
dayanışma duygusunu siyasal pratiğe so­ en önemli düşünür olan ve Cumhuriyet
mut olarak ilk aktaran da böylece II. Ab­ dönemi uygu lama 1an nm birçoğunun fikir
dülhamit olmuştur. Üstelik, saltanatı sıra­ babası olarak kabul edebileceğimiz Ziya
sında Osmanlı dış politikasını tek başına Gökalp’de ise, anti-emperyalist denebile­
248 yöneten II. Abdülhamit’in, bazı tikel olay­ cek bir düşünün neredeyse izine bile rast­
lar karşısında pek haysiyetli bir çizgi tut- layanlayız. Gökalp için çağdaş uygarlık,
turabilmiş olduğunu söyleyemesek de Avrupa uygarlığıydı ve Türklerin belli bir
hem Alman imparatoru II. Wilhelm’e sö­ siyasal düzenle birlikte belli bir toplumsal
mürgeleştirilmiş ya da sömürgeleşme teh­ iş bölümünü yaşama geçirmeleri, bu uy­
likesiyle karşı karşıya olan Islâm dünyası­ garlığın bir parçası olabilmeleri için yeter-
nın kendi yanında canla başla savaşacağı liydi. Tümüyle bu yönde düşünen II. Meş­
sanısı vermekte, hem de aynı fikri bir rutiyet ve erken Cumhuriyet dönemleri
korku biçiminde özellikle Fransız ve İn­ yazarlarından İbrahim Hilmi (Çığıraçan),
giliz! ere aşılamakta başarılı olduğunu ileri henüz Birinci Dünya Savaşı sürerken ya­
sürebiliriz. yımladığı Avrupalılaşmak (İstanbul, 1916)
İslâmî bir sözcük dağarcığıyla dile geti­ adlı kitabında, Türklerin AvrupalIları suç­
rilmiş, erken bir ulusçuluk biçimi olan lamakta nsa kabahati kendilerinde arama­
panislâmcılık, 20, yüzyıl başlarında, Os­ ları gerektiğinden dem vurur.
manlI aydınlarının Batı Avrupa’yı daha iyi Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele
tanımalarıyla zayıflayarak, yerini etnik dönemlerinde de anti-emperyalizm, Türk
ulusçuluğa bırakmıştır. Buna koşut ola­ düşüncesinde ciddî bir yer tutmaktan
rak, Batı Avrupa eleştirilerinin de yalnızca çok, ulusal bir mücadelenin uluslararası
ulusçuluğun bir boyutu olarak yaşamaya düzlemdeki retoriği olarak karşımıza çı­
mahkûm olduğunu, yani bir tek ulusçulu­ kar. Cihat ilan ederek özellikle İngiliz ve
ğun gereği olan egem enlik haklarına Fransız sömürgelerinde yaşayan Müslü­
münhasır kaldığını, ancak zaman zaman, manları isyana davet eden İttihatçıların
tıpkı II, Abdülhamit döneminde olduğu da, Bolşeviklerin yardımını sağlama yo­
gibi, dış ilişkilerde koz olarak, bir tür lunda kapitalist Batı dünyası aleyhinde
uluslararası ilişkiler retoriği biçiminde epey söz sarf eden ve büyük çoğunluğu
kullanıldığını söyleyebiliriz. Nitekim, Ah­ İttihat ve Terakki kökenli olan Kuvayı
met Rıza veya Abdullah Cevdet gibi Milliyecilerin de tam anlamıyla anti-em-
Jöntürk düşüncesini en iyi temsil eden ki­ peryalist oldukları söylenemez. Cumhuri­
şiler, bazılarınca “emperyalizm” olarak al­ yet’i kuran nesil, kapitülasyonlardan kur­
gılanabilecek bir olgunun tümüyle bilin- tulup tümüyle egemen bir devlet yarattık­
cindeydiler. Hatta bunu küresel bir görün­ tan sonra, Batı karşıtı, anti-emperyalist
günün birçok tezahüründen biri olarak bir söylem pek kullanmamıştır. Modern
ussallaştırmış, yani yalnızca Osmanlıla- dünya içerisinde, diğer devletler ve mil­
YENİ O SMA Nl IL A R 'D A N 1930'LARA ANTİ-EM PERYALİST DÜŞÜNCE

letlerle eşit koşullar altında yer almak, er­ olması yatar. Öyle görülüyor ki, bir yanda
ken Cumhuriyet dönemi aydınlarının çok Millî Mücadele sürerken ulusçu gazetele­
büyük bir çoğunluğu için yeterince tat­ rin Ankara’nın dış politikasına koşut ola­
min edici olmuştu. Osmanlı borçlarının rak sömürge sorunlarına, özellikle de
ya da kapitülasyonların ne denli korkunç Fas’taki bağımsızlık hareketine ve bunun
şeyler oldukları, lise tarih kitaplarına gir­ bastırılmasına önemlice yer ayırmaları,
miştir gerçi; ancak bu, Batı tarzı modern­ bir yanda Bo İş evi kİ erin, tam anlamıyla
leşmenin gerekliliğini vurgulamak için dünya sosyalist devrimini gerçekleştire­
düşünülmüş, temel bir çatışma nedeni bilmek için olmasa da, en azından İngil­
olarak ussallaştırılmamış tır. Burada dik­ tere İle ticaret ilişkilerini yeniden başlata­
kat edilmesi gereken önemli bir husus da, bilmek için giriştikleri propaganda saldı­
Türkiye’nin tam bağımsız olabilmesine rısı, başka bir yanda da İtalya’da iktidarı
çalışan neslin, sömürge dünyasına örnek yeni eline geçiren Mussolini’nin, bir süre
olduklarının bilincinde olmalarına kar­ sonra biçimlenecek olan "proleter ulus­
şın, yaptıkları “devrim”i yaymaya, yurtdı- lar" kuramının ilk belirtilerini yaymaya 249
şına ihraç etmeye kalkışmamış olmaları­ başlaması, ufak çapta bir zihniyet sarsın­
dır. Bu da, ulusa] bağımsızlığın Batı uy­ tısına neden olmuştur. Falih Rıfkı Atay
garlığı çevresine doğru atılan bir ilk adım gibi görece tutucu bir yazar bile, 1921 yı­
olduğuna ve ondan sonra Batı dünyasına lında yazdığı bir gazete m akalesinde,
karşı yöneltilecek öze ilişkin bir eleştiri­ Türk ulusunun bütün meslek mensupla­
nin yersiz olacağına inanmalarının sonu­ rıyla birlikte, toptan “rene erbabı" (emek­
cudur. Daha sonraları epeyce faşizan bir çi) olduğunu söyleyebilmiştir.
düşünce çizgisi tutturacak olan Mehmet Bu yaklaşımın İslâmî türevi, hem meş­
Safvet (Engin), 1928 yılında şöyle yaz­ ruluk zemininin büyük çapta yitirilmiş ol­
mıştır: "tslâm î Şark terbiyesiyle, sınaî ması nedeniyle, hem de İslamcılığın Tek
Garp medeniyeti terbiyesini uzlaştırıp ye­ Parti döneminde “yeraltına girmiş" olması
ni bir terbiye meydana getirmek vâhime- dolayısıyla, kendini ikinci Dünya Savaşı
sinden uzak bulunuyoruz. Biz artık hedef öncesinde pek gösterememiştir. Ancak,
ve istikamet itibariyle yolumuzu tayin et­ sağlam bir ulusçuluk eleşürîsiyle birlikte
tik: Türküz ve Avrupalıyız." İslâmî eğilimli, anti-emperyalist bir söyle­
Bununla birlikte, Birinci Dünya Savaşı min, Ziya Gökalp’in kalesi olan İstanbul
ve Millî Mücadele yıllarının Türk düşün­ Üniversitesi Sosyoloji Kürsüsü’ne kadar
cesinde, marjinal kalmaya mahkum olsa­ gelebildiğini, genç yaşta vefat ettiği için
lar da, iki tür ant i-emperyalist düşünce ve başka eser verememiş otan Mehmet Iz-
söylemin yeşerdiğini de söyleyebiliriz. zet’in Milliyet tıazttriyeleri ve Millî Hayat
Bunlar, biraz 19. yüzyıl panislâmizmini (İstanbul, 1923) adlı kitabında görüyoruz.
andıran ve daha sonraki takipçilerinden Söz konusu kitabında ulusçuluğun bütün
bazılarının, an ti-komünizmleri nedeniyle savlarını teker teker çürüten Mehmet iz­
Batı dünyasıyla garip bir modus viverıdi zet, yeni zafere ulaşmış olan Türk bağım­
de sağladığı, kimilerinin ise daha çok mo­ sızlık hareketinin asıl anlamını ancak ev­
dernlik karşıtı bir çizgiye oturduğu İs­ rensel bir boyutta ele alındığında bulaca­
lamcı anti-emperyalizmle, daha keskin ve ğım, bu boyutun da esir olan İslâm dün­
uzlaşmaz olan sosyalist/komünist anti- yası olduğunu ileri sürer.
emperyalizmdir. Bunların ikisinin de te­ Erken Cumhuriyet döneminin tek ikir-
melinde, kanımızca, yukarıda sözü edilen ciksiz ve katı an ti-emperyalizmi, belki de
anti-emperyalist retoriğin Mütareke dö­ Türk düşüncesinin yegâne anti-emperya-
nemi de dediğimiz yıllarda yoğunlaşmış lizmi, sosyalist/komünist anti-emperya-
K E M A L İ Z M

250

SÜMER BANK Müesseslerinden


da satılır
FESANE Fabrikasında
Yerli malt kam panyaları, Kemalist bağımsızlıkçthğm sim gesel eylem lerinden biriydi.
Ötarşih bir kalkınm a idealini yücelten bukam panya, bunun yanında orta sın ıf
kanaatkarlığına hitap ediyor ve gen el olarak milliyetçi ideolojiyi yeniden üretiyordu.

lizmdir. O kadar ki, sosyalist fikirlere Sosyalist dünya devrimi, böylece oluşan
eğilim gösteren Türk aydınlarının büyük aşk-nefret İlişkisinin aşılmasına yarayan,
çoğunluğunun sosyalizme an ti-emperya­ gayet uygun bir çözüm yoluydu. Sosya­
list duyarlılıkları nedeniyle geldiklerini lizm, hem kendi ülkeleri için Batı Avrupa
bile söyleyebiliriz. Türkiye Komünist tarzında bir modernleşme, hem de Batı
Partisi üyeleri ve sonra Kadro dergisinin Avrupa’nın olumsuz, “emperyalist” yan­
kurucuları Şevket Süreyya Aydemir ve larından arınması anlamına geliyordu.
Vedat Nedim Tör’ün anıları, bu konuda 11. Meşrutiyet döneminde gayet zayıf
gayet açıktır, ikinci Dünya Savaşı sonra­ olan sosyalist düşünce, yukarıda anlatılan
sının Üçüncü Dünya aydınlan arasında nedenler dolayısıyla Millî Mücadele dö­
da sıkça rastlanan bu entelektüel-ideolo­ neminde güç kazanmıştır. Bu dönemde
jik evrilme, geri kalmış ülkelerin mo­ ortaya çıkan, boyutları açısından önemli
dernleşme yanlısı aydınlarının karşılaş­ iki sol akımdan İttihatçı kökenli olanı,
tıkları önemli bir açmazın aşılmasına her ne kadar Bolşevik Rusya ile ilişkide
olanak tanıyordu. Nitekim, yetiştikleri ve sol bir söylem kullanıyor idiyse de, ge­
kültürel atmosfer gereği, Batı Avrupa’da­ nel dünya görüşü açısından pek sosyalist
ki modernleşme sürecini ufak tefek yerel sayılamaz. Ulusal Türk dış politikası do­
farklılıklarla da olsa evrensel bir model layısıyla Bolşevik] eri e, upkı Ankara gibi,
olarak almaya yatkın bu insanlar, bir aynı ami-emperyalist çizgide olması da,
yandan da aynı Batı Avrupa’nın hege­ yine 19. yüzyıldan beri süregiden, ulusçu
monyasıyla, değişik biçimlerde ortaya çı­ temelli an ti-emperyalist retorikten öte bir
kan tecavüzleriyle karşı karşıyaydılar. şey değildi. Yine de, Millî Mücadele döne­
YENİ O SM A Nl IL A R ' D A N 1930'LARA ANTİ-EM PERYALİST D 0 j Cl N C E

mi Anadolusunun bazı yörelerinde sosya­ ra artık “burjuva demokratik" değil “ulu­


list nüveler oluşmasında rolü olmuştur. sal devrimci" sıfatının verilmesini sağla­
Fakat, Ankara’nın Sakarya muharebele­ mıştır. Artık Batı emperyalizmine önemli
rinden başarıyla çıkması sonucunda Bol- bir darbe indirdikleri varsayılan bu müca­
şevikler için ittihatçı solu Ankara’nın ye­ delelere komünistlerin tam destek verme­
deği olarak bekletme gereksinimi kalma­ leri gerekiyordu. Ahmet Cevat Emre, anı­
mış, başka nedenlerle de ilişkilerin soğu­ larında DEKÜ’ye konferans vermek için
ması üzerine maskeler atılmış ve İttihatçı gelen Bolşevik önderlerin ve Kom in­
solun önderi Enver Paşa, gittiği Orta As­ tern'in önemli üyelerinin, kendilerine sü­
ya’da Bolşeviklere karşı direnişin başına rekli olarak ülkelerine döndüklerinde
geçmiştir. Ancak, bu grupta yer almış ba­ emperyalizme karşı Türk ulusçularıyla
zı kişilerin, hemen 1921 sonbaharından aynı safta, omuz omuza savaşacak lan m,
başlayarak Komin ter n üyesi Türkiye Ko­ savaşmaları gerektiğini telkin ettiklerini
münist Partisi’ne (TKP) geçtiklerini de söyler. Ancak, Ankara’daki yönetim i,
unutmamak gerekir. kendisiyle anti-emperyalizm adına bir 251
Muştala Suphi ve arkadaşlarının öldü­ cephe oluşturma fikri dile getirecek kadar
rülmelerinden sonra merkez örgütünün kararlı bir biçimde destekleyen TKP, 1924
İs ta n b u l’da b içim len d iğ i an laşılan Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun yürürlüğe
TKP’nin bu kentte yürüttüğü yayın faali­ girmiş olduğu, Sovyetler Birligi’nde de ik-
yeti, 1920’lerin ilk yarısının en güçlü üdarın yavaş yavaş Stalin’in eline geçtiği
anti-em peryalist söylem ini oluşturur. dönemde Kom intern ile anlaşmazlığa
TKP, gerek Komintern’in resmi politika­ düştü. Sorun, iç içe geçmiş bir siyasal çö­
sını uygulamak adına olsun, gerekse bazı zümleme ve doktrin sorunuydu. Artık
üyelerinin 1920’lerin hemen başlarında Lenin’in fikirlerinden uzaklaşmaya başla­
eğitim gördükleri Moskova’daki Doğu yan ve “tek ülkede sosyalizm” anlayışına
Em ekçileri Komünist Üniversitesi’nde yönelen Komintern, TKP’yi, yeniden bur­
(DEKÜ) geliştirdikleri anti-emperyalist juva demokratik olarak gördüğü Anka­
duyarlılığın dışavurumu biçiminde ol­ ra’ya karşı daha eleştirel olmaya ve ulusal
sun, bu yıllarda yayımladığı Aydınlık ga­ bir cephe için çalış maktansa daha dışlayı­
zetesi aracılığıyla Ankara’ya anti-emper- cı bir biçimde proletaryacı olmaya çağırı­
yalizm adına tam destek vermiştir. An­ yordu, Öte yandan ise, yeni kurulan ulu­
cak, Lenin’in rahatsızlığı ve beklenen sa! devletin, anti-emperyalizm adına des­
ölümüyle birlikte Komintern politikala­ teklenmesi gerekiyordu. Üçüncü Dünyalı
rında görülen değişim, tam da bu anti- birçok komünistin öğretmenlik ettiği ve
em peryalist destek konusu nedeniyle anlaşıldığı kadarıyla Sultan Galiyev’in fi­
TKP İçinde ciddi sorunlar yaratmış, hatta kirlerinin kalesi haline gelen DEKÜ çıkış­
bazı partililerin partiyi savcılığa ihbar et­ lı TKP üyeleri, anti-emperyalizm adına
melerine neden olmuştur, ulusal devletin koşulsuz biçimde destek­
Kom intern’in 1920 yazındaki ikinci lenmesinde ısrarlı davranınca, TKP varo­
kongresinde Lenin, bazı Üçüncü Dünya luş tarihinin en sert darbelerinden birini
komünistlerinin de etkisi, ama temelde almış oldu ve parçalandı,
Bolşevik dış politikasının tercihleri nede­ Lenin’in yukarıda anlatılan ulusal dev­
niyle Marksist düşünde kimilerine göre rimci cephe kuramı, kalıcı bir doktrinden
önemli bir yenilik, kimilerine göre ise ziyade, geçici bir taktik olarak öngörül­
sapma yaparak, ulusal kurtuluş savaşları­ müştü. Komünistler bu cephe içinde sava­
nın dünya sosyalist devrimine önemli şırken bir yandan da ulusun önderliğini
kalkılan olabileceğini öne sürmüş, bunla­ ele geçirmeye çalışacaklar ve zamanı gel-
K E M A L İ Z M

diğinde ulusal kurtuluş mücadelesini sos­ H intli d elegesi M, N. R oy’un henüz


yalist devrime dönüştüreceklerdi. Başta 1920’de yaptığı ve sömürgelerin ulusal
Rusya Müslümanları olmak üzere, az ge­ kurtuluş savaşlarını sosyalist dünya devri-
lişmiş sömürge toplumlarımn gerçeğinden minin önkoşulu olarak gören bu yakla­
hareket eden Tatar komünisti Mir Said şım, başta Şevket Süreyya Aydemir olmak
Sultan Galiyev ise, bu toplumlarda yete­ üzere Vedat Nedim Tör ve İsmail Hüsrev
rince gelişkin bir proletaryanın ve yeterli Tökin gibi TKP’den ayrılan üç eski DEKÜ
sayıda komünist kadronun bulunmaması öğrencisinin 1932’de çıkarmaya başladık­
nedeniyle, burjuva köktenciliğiyle oluştu­ ları Kadro dergisinde dile geürildi.
rulacak ortak cephenin sürekli, kalıcı ola­ Anti-emperyalist düşüncenin T ü rki­
bilmesini istemiştir. Bu yüzden Mosko­ ye’deki en özgün ürünü olan ve daha çok
va’da daha 1923’te gözden düşen Sultan Şevket Süreyya Aydemir’in fikirleri çevre­
Galiyev’in fikirleri DEKÜ'de yaşadığı gibi, sinde oluşan K adro bu ciltte ayrıca ele
Üçüncü Dünya komünistleri arasında da alındığından, üzerinde fazla durmayaca­
252 ikinci Dünya Savaşı’na kadar epey yankı ğız. Ancak Cumhuriyet dönemi Türk dü­
bulmuştur. Galiyev’in TKP’nin DEKÜ me­ şüncesi üzerindeki büyük etkisi hakkında
zunu üyelerini doğrudan etkileyip etkile­ bir çift söz edilm esi de gerekir. Kad-
mediğini tam olarak bilemiyoruz. Ancak, ro’nun, öze ilişkin birçok konuda Cum­
ayrı yollardan da olsa Lenin’in anti-em- huriyet Halk Fırkası’nın düşünce ve ey­
peryalist cephe taktiğini kalıcı bir politi­ lem dizgesine uymadığı halde Tek Parti
kaya dönüştürdükleri kesindir. Bu ise, döneminin en keskin politikalarının gö­
TKP’nin bölünmesiyle ve dönem henüz rüldüğü bir zaman diliminde üç yıl yaşa­
Komintern dışında bir komünizmin hayal yabilmesi, o dönemde üniversite öğrenci­
edilmediği bir dönem olduğu için, anti- si olan nesil üzerinde kalıcı bir etki yapa­
emperyalist cephecilerin farklı bir şekilde bilmesi ve giderek “sol Kemalizm’’ diye­
Örgütlenmesine yol açmıştır ki, 1930’ların bileceğimiz bir düşünceye, daha sonrala­
Kadro hareketi böyle doğmuştur. rının “Millî Demokratik Devrim” düşün­
Ortaya çıkan bu sonucun, bazı komü­ cesine esin kaynağı olabilmesi, çağdaş
nistlerin ulusçu tercihlerinin ağır basması­ Türk zihniyetinde, özellikle de tarih bi­
na mı bağlı olduğu sorusu akla gelebilir. lincinde önemli bir yeri olan “Osmanh
Kanımızca, burada belirleyici olan ulusçu­ Devleti'nin yarı söm ürgeliği” kavramı
luk değil, anti-emperyalizm olmuştur. Bu­ üzerinde odaklanmış olmasının sonucu­
nun kanıtı da, söz konusu kopmaya ne­ dur. Bu da bize, Cumhuriyet döneminde
den olanların daha sonra komünist örgüt­ anti-emperyalist düşüncenin ve eylemin
lenm enin mümkün olacağı koşulların çok zayıf olmasına karştn, ulusçuluğun
oluşmasını beklemek yerine komünist dü­ türevi olarak anti-emperyalizmin Türk
şünceyi burjuvazisi cılız, sanayisiz, prole- bilinçaltında aşılamamış, ancak bastırıl­
laryasız bir ülkenin şartlarına uyarlamayı mış ve zaman zaman su yüzüne çıkan bir
yeğlemiş olmalarıdır. Bu çaba da başlı ba­ sorun olarak hep kaldığını gösterir. Son
şına anti-emperyalist bir güdüye dayanır, yıllarda, Türkiye’nin Avrupa ile entegras­
çünkü öz olarak kom ünizm in, hatta yonunun ciddî birtakım sorunlarla karşı­
Marksizmin Avrupamerkezli bir sınıf mü­ laşıp yeniden çıkmaza girmesi üzerine
cadelesine dayanır olmaktan kurtarılması gözlemlenen çeşitli tepkiler de bunu ka­
çabasıdır. Fikir babalığını Komintern’in nıtlar niteliktedir. O
Türkiye’de Korporatist Düşünce
ve Korporatizm Uygulamaları
AYKUT KAN S U

19. yüzyılın ortalarından itibaren Avru­ leri ayakta tutan birçok yapı gerçekleşen
pa’da muhafazakâr düşüncenin yeni bir bu devriınlerle sarsılmış ve önemli bir bö­
dalı olarak gelişen ve Birinci Dünya Sava­ lümü yıkılmıştı. Ancak, yeni oluşumların
şı sonrasında küçümsenmeyecek bir siya­ yarattığı tedirginlik, bir taraftan ortaya çı­
sal etkinliğe ulaşan korporatizm, Kema­ kan sorunlara yeni çözüm önerilerini
list rejimin kurucu kadroları ve politika­ gündeme getirirken diğer taraftan dönü­
ları için güçlü bir ilham kaynağı olmuş­ şüme tepki dtıyanlarca eski yöntemlere
tur. Korporatizm, siyasal ideolojiye yansı­ dönülmesi ve geçmişin yeniden ihya edil­
maları yanında, genellikle ‘devletçilik’ mesi yönünde ‘yeni’ fikirler üretilmesine
olarak kodlanagelen ekonom i-politika neden öldü (Landauer, 1983).
uygulamalarının asıl saiki olarak kendini 19. yüzyılın başlarında doğrudan karşı
göstermiştir. devrimci diye adlandırabileceğimiz dünya
görüşü yüzyılın sonlarına doğru artık es­
ki etkinliğini ve inanılırlığını yitirmeye
KAPİTALİZME MUHAFAZAKAR
TEPKİLER VE KORPORATİZM başladı. Liberal dünya görüşünün ve bu­
nun çelişkilerini liberalizmi dönüştürerek
18. yüzyıl sonunda gerçekleşen iki dev­ aşmaya çalışan Marksist düşüncenin kar­
rim 19. yüzyıl boyunca dünyadaki eko­ şısında yer alan erken 19. yüzyıl karşı-
nomik, sosyal ve siyasal yapıları çok hızlı devrimci düşüncesi artık dönüşmüş olan
bir şekilde değiştirdi. Önce İngiltere’deki yeni dünyayı kavramayı reddettiği için
Sanayi Devrimi, ardından da Fransız Dev­ yüzyıl sonuna kadar pek bir varlık göste­
rimi geleneksel toplum düzenini temelin­ remedi. Liberalizmden oldukça etkilen­
den sarstı. 19. yüzyıl boyunca baskın miş olan 19. yüzyıl tütucu düşüncesi de
olan liberalizmin simgesel başlangıç nok­ artık geçmişe dönüşü değil, zaten dönüş­
taları olarak kabul edeceğimiz bu devrim­ müş olanın daha fazla değişmesine izin
ler sonucu hem ekonomik hem de siyasal vermeden verili düzeni muhafaza altına
yapıdaki dönüşümler toplumları gelenek­ almayı savunmaktaydı. Böylece, ılımlı tu­
sel bağlarından koparma noktasına geldi, tuculuğun yerleşik liberal düzene köklü
Böylesi hızlı ve köklü bir değişimin top- bir eleştiri getirmesi olasılığı ortadan
lumlarda tedirginlik yaratmaması müm­ kalkmıştı.
kün değildi. ‘Eski Düzen’ olarak tanımla­ Köklü eleştiri en tutarlı biçimde Mark­
nabilecek devrim öncesi toplumsal ilişki­ sist dünya görüşü tarafından geliştirilmiş
K E M A L İ Z M

ve kapitalist toplumsal düzenin aşılması bunlara siyasî sistemde ağırlıklı roller


yönündeki siyasal çabalar ve örgütlenme­ verme arayışları, önemli yer tutmaktaydı.
ler bu görüş çevresinde toplanmıştı. Ka­ Kapitalist toplum öncesinin kurumu olan
pitalizm karşıtı bu söylemden etkilenen lo n calar durağan bir ekon om in in ve
ve ona yüzeysel düzeyde oldukça benze­ kontrollü bir üretimin en önemli unsuru­
yen başka bir söylem de 19, yüzyılın orta­ nu oluşturmaktaydı, Ustalık-çıraklık iliş­
larından itibaren Avrupa’da şekillenmeye kilerinin ve hiyerarşisinin egemen oldu­
başladı, Marksist ve sosyalist düşünceye ğu, istihdamı, üretimi, işçilik ücretlerini
taban tabana zıt olmasına rağmen, 'horpo- ve satış fiyatlarını denetim altında tutan
ratist' olarak nitelenen bu akımın adı de­ bir kurum olan lonca sistemi kapitalist
ğişik ülke ve zamanlarda ‘Hıristiyan sos­ üretim metotlarına ters bir mantıkla çalış­
yalizm i’ ve ‘devlet sosyalizmi’ olarak anıl­ maktaydı. Serbest piyasa koşullarına ta­
mış ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ‘milli­ ban tabana zıt olan bu sistem 18. yüzyıl­
yetçi sosyalizm’ olarak zirve noktasına da kapitalist ilişkilerin gelişmesi ile bir
254 ulaşmıştır (Mises, 1981). Bu, kapitalizm kenara itilmiş, ekonomik ve toplumsal iş­
ve sosyalizm dışında bir 'üçüncü yol’ pro- levlerini yitirm iş, yavaş yavaş ortadan
jesiydi. kalkmakta olan bir sistemdi.
Ekonom ik düzlemde kapitalizme ve Loncaların yeniden ihyası projesinin
kapitalizmin getirdiği tüm ilişkiler ağına, alternatif bir ekonomik model arayışında
siyasal ve toplumsal düzlemde de özgür­ nasıl bir yere oturduğunu anlamak için,
leşmeye ve bireyselleşmeye temelden kar­ kapitalist ilişkilerin 19. yüzyıl başından
şı olan korporaıizm aslında dinî ideoloji­ itibaren hızlı bir şekilde gelişmesi ve top­
nin, egemen olduğu ve gerekçeleyerek lumsal yapının her alanına nüfuz etmesi
desteklediği Ortaçağ toplumsal düzeninin ile gerçekleşen dönüşümden rahatsızlık
yeni -yani, kapitalist- koşullar altında ih­ duyanların tepkisini çözümlemek gere­
yası projesi olarak okunabilir. Gerek eko­ kir. Bu tepkinin muhafazakâr kanadında
nomide ve siyasette, gerekse de toplumsal yer alanlar kapitalizmin, ‘Eski Düzen’de
ilişkilerde bireyleri kontrol altına almayı varolduğu iddia edilen kendi içinde çeliş­
ve insanların bireysel leş melerin in önüne kisiz ve sorunsuz sağlam toplumsal yapı­
geçmek amacıyla onları yaşadıkları cema­ yı çökerttiğinden şikayet etmeye başladı­
atlerde zorunlu olarak katılmaları gere­ lar. Kapitalizm insanları bireyselleştiriyor
ken kurumlar içinde tutmayı hedefleyen ve kişilerin birbirlerine karşı olan sorum­
bir toplum projesi olarak korporatizm 19. luluklarını yalnızca bireyler arasında ak­
yüzyılın son çeyreğinde Kıta Avrupasında dedilen basit bir kontrata indirgiyordu.
ciddi bir biçimde tartışılır oldu (Coker, Yalnızca yeni bir ekonomik ilişkiler ağı
1910). Özellikle Almanya ve Fransa’daki olarak bakıldığında, kapitalizm, artık in­
akademik çevrelerde itibar gören bu radi­ sanları birbirlerine bağlayan tek bağ ola­
kal muhafazakâr görüş Almanya gibi Bis- rak parayı bırakmış görünüyordu. 19.
marck yönetimi altında merkezileşen bir yüzyılın en önemli karşı devrimci ku­
ülkede neredeyse devlet politikası olarak ramcılarından biri olan Le Play’in sürekli
uygulamaya konuldu.1 Fransa’da ise, kor- dile getirdiği gibi, artık yeni düzendeki
poratizmin daha yumuşak bir şekli olan fabrika patronu, serbest pazar ilişkileri
‘dayanışmacılık’ (solidarizm) bu ülkenin içinde, ‘Eski Düzen’in ekonomik bakım­
‘resmî’ politikası olarak Birinci Dünya Sa­ dan baskın olan aristokrat sınıfı gibi ken­
vaşı öncesi dönemde uygulandı.2 disine bağlı insanlara istediği şekilde
‘Eski Düzen’in ihyası projesinde, lonca­ hükmedemiyor, onların hayatlarını sü­
ların ekonomik açıdan güçlendirilmesi ve rekli denetim altında tutamıyordu. Onla­
TÜRKİYE'DE KORPORATİST DÜŞÜMCE VE KORPORATİZM UYGULAMALARI

rı himaye edecek ekonomi dışı ilişkiler yorsa, hiç olmazsa denetlenmesi ve gelişi­
agı da yok olmuştu. Bu durumda, baskın minin önüne set çekilmesi gerekiyordu.
sınıfın ezilen sınıf üzerindeki etkisi artık Kapitalist toplumdaki bireyselleşme ve
eskisi kadar güçlü olamıyordu (Elwitt, bireyler arasındaki gelir dengesinin aşın
1974; Ehvitt, 1986). bozulması, muhafazakârların bakış açı­
Muhafazakârların iddiasına göre, kapi­ sından, toplumsal yapıyı ciddî bir biçim­
talist sistemle birlikte ortaya çıkan birey­ de bozmaktaydı, ‘Eski Düzen’deki top­
selleşme olgusu yüzünden artık hiç kimse lumsal yapı cemaat şeklinde örgütlenmiş­
başkasına karşı sorumlu olmadığından ti. Bu da, insanların bireyseli eş mesi ne fır­
herkes kendi çıkarını önplanda tutuyor, sat tanınmadığı, toplumun çok daha sıkı
kendi çıkarı doğrultusunda eskiden ol­ bir şekilde denetim altında tutulabildigi,
madığı kadar hareketli bir yaşantıya sahip toplumun değişik sınıflan arasındaki iliş­
oluyordu. Feodal yükümlülüklerin tasfiye kilerin ekonomik ilişkiler dışındaki alan­
olup veya gevşeyip insanların özgürleş­ ları da tanzim ettiği bir toplumsal düzen
mesiyle, kırsal ekonomide geçimlerini demekti. Geleneksel otoriter ilişkilerin 255
sağlayamayanlar bu hayatı terk ederek süregittiği bu toplumsal yapıda sosyal ha­
fabrikaların bulunduğu yerlere göç edi­ reketlilik çok kısıtlı boyutlarda olmakta
yorlardı. Ucuz işgücüyle beslenen bu fab­ ve muhafazakârların önemle üzerinde
rikalar gün geçtikçe sayıca artıyor, ölçek­ durdukları kavramlardan biri olan istikra­
leri büyüyor ve ‘işçi sınıfı’ olarak adlandı­ ra halel gelmemekte idi. Sınıflar arasında­
rılan yeni bir sınıf ortaya çıkıyordu, 19. ki hiyerarşik yapının bozulmaması anla­
yüzyıl boyunca ‘Toplumsal Sorun’ olarak mına gelen bu istikrar ortamında alt sınıf­
nitelenecek olan, bu kitlesel işçi sınıfının ların üst sınıflara duyacakları saygı da ze­
doğuşu, muhafazakârların önemli bir te­ delenmiyor, toplumdaki din kuramları­
dirginlik kaynağıydı. Çünkü, köylü sını­ nın belirlediği ahlâk kuralları sorgulan­
fından farklı olarak, bu yeni sınıf patron­ mıyordu. 19. yüzyıl boyunca tutucu sos­
ları tarafından kolayca denetlenemiyordu; yologların hemen hemen tüm zamanını
onları patronlarına bağlayan tek bağ iş işgal eden en önemli konu cemaat-top-
kontratıydı. lum -yani, gem einschaft-geselhchaft- ayrı­
Kap i tali s deşmeyle birlikte ortaya çıkan mıydı ve hemen hemen bütün sosyolog­
bir diğer sorun da mülklü ile mülksiiz sı­ lar, toplum içindeki düzenin muhafazası
nıflar arasındaki gelir uçurumunun çok için cemaat yapısının tercih edilmesi üze­
hızlı bir şekilde derinleşmeye başlamasıy- rinde ısrarla duruyorlardı. Kapitalist top­
dı. Bu sorun, yüzeysel açıdan bakıldığın­ lumsal yapı öncesinin lonca ve benzeri
da sosyalist söyleme benzeyen bir söy­ örgütlenmelerinin ayakta tutulması, böy­
lemle, aşırı muhafazakârlar tarafından iş­ le bir cemaat yapısı için gerekliydi.
lenmekteydi, Fransa’da, ileride faşizmin Cemaat yapısı, kendi içinde mütecanis
fikir babalarından biri olarak anılacak grupların varlığı ile mümkün olacağından
olan Proudhoıı, 19, yüzyıl ortasında modern toplumun ‘kozmopolit’ olarak
mülklü sınıfı, haksız kazanç sağladığı ge­ adlandırılabilecek karmaşık yapısı da
rekçesiyle, hırsız çetesi olarak niteleye- korporatist düşünceye sahip olanlar tara­
cekli,3 Aşırı muhafazakâr radikaller açı­ fından şiddetle eleştirilmekteydi. 19. yüz­
sından, kapitalizmin, toplum içindeki ge­ yıl ve sonrasında Avrupa’da, 20. yüzyılda
lir d ağılım ını bozduğu ve toplum un Türkiye’de görülecek olan azınlık karşıtı
mülklü ve mülksüz sınıfları arasındaki tutumlar ve özellikle Yahudi düşmanlığı­
uçurumu derinleştirdiği için lanetlenmesi nın temelinde cemaat yapısının bozulma­
ve terk edilmesi, tamamen yok edilemi- sı endişesi yatmaktaydı. Özellikle kapita-
K E M A L İ Z M

Türkiye Cumhuriyetinin 10. Yılı, büyük bir m illi gurur tezahüratıyla kutlanırken,
Cumhuriyet’in teknik ilerlem ede attığı adım lar özellikle Öne çıkm ıştır Çağın "m akine”
w sanayi tutkunluğu, Türkiye'de d e popüler modernleşme algısına m Kemalist
modernizme damgasını vurmaktadır, Ahmet Ağaoğtu'nun 1935'teki bir yazısındaki
ifadesiyle “Türk alışverişe, hesaba, kitaba yaram az” deyişinin boşa çıkarılm ası, Türk
ınkılâbt’mn esastı övünçleri arasında y er almıştır.

list gelişmenin nedenleri ve Yahudi düş­ hızlandırdığı ve cemaat yapısını çökertip


manlığı konusunda akademik çalışmalar yerine modern toplumun oluşmasını sağ­
yapan ve hayatının son yıllarında Hitler ladığı İçin su çlan m alıyd ı (So m b art,
rejimine destek veren W emer Sombart 1962). Zaten ‘cemaatin-dışı’ olan bu azın­
son derece önemli bir devlet sosyalisti lığın korporatist bir düzende yeri yoktu.
akademisyen olarak Yahudi düşmanlığım Cemaat yapısının egemen olduğu bir
son derece ‘bilimsel’ bir yöntemle savun­ toplumsal düzende sınıf çelişkilerinin ve
maktaydı (Krause, 1962). Ona göre, para dolayısıyla sınıf çatışmasının yeri yoktu.
işlerinde son derece başarılı olan Yahudi­ Kapitalistleşmenin yol açtığı sınıf çelişki­
ler toplum ların k apitalistleşm esind e leri de, yine kapitalizmin dizginlenmesiy­
önemli rol oynamışlardı. İçinde yaşadık­ le ve denetim altına alınmasıyla, istikran
ları toplumların esas parçası olmayan bu bozmayacak düzeyde tutulmalıydı. Aşırı
azınlık, toplumların kapitalistleşmesini muhafazakâr ve korporatist düşünceyi sa-
TÜRKİYE'DE KORPORATIST DÜŞÜMCE VE KORPORATİZM UYGULAMALARI

vunanlann iddia ettiği üzere, kapitalist ‘ahlâkî çöküntü’den kapitalist dünya eko­
ekonomi ve liberal toplumla birlikte olu­ nomisinin gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler­
şan liberal demokratik siyasal yapı ko­ de ortaya çıkarmış olduğu yeni sorunlara
runması arzulanan cemaatçi yapıyı boz­ kadar uzanan son derece geniş bir yelpa­
makta ve toplumun kendi içinde çıkar ça­ zede yürütülen bu eleştiri özellikle azge­
tışmalarıyla bölünmesini körüklemektey­ lişmiş ülkelerde ‘emperyalizme karşı çı­
di. Dolayısıyla, liberal bir toplumsal olu­ kış' gibi algılanan ama aslında Batı’da üre­
şumun siyasal kurumu olan parlamenter tilmiş bir Batı düşmanlığından hiç de
yapı ile çok partili sistem korporatistler farklı olmayan bir radikal muhafazakâr
tarafından şiddetle eleştirilmekteydi.4 Bu konumu pekiştiriyordu.
eleştiri 19. yüzyılın sonlarına doğru özel­ Türkiye’de kapitalist ekonomik ilişkile­
likle Almanya, Avusturya ve Fransa’da ol­ rin yasal bir güvenceye kavuştuğu ve des­
dukça taraftar buldu.5 Akademik düzeyde teklendiği, siyasal hayatın ise liberal de­
parlamenter düzene en kapsamlı korpo- mokratik bir yapıyla yürütülmeye çalışıl­
ratist eleştiriyi getiren Leon Duguit çok dığı 1908 Devrimi sonrası günlerde birey­ 257
partili sistemin iyi bir temsil mekanizma­ sel hak ve özgürlüklerin o zamana kadar
sı olmadığım ve vatandaşların her meslek görülmediği şekilde genişlemesi doğal
dalında kurulacak olan korporasyonlar- olarak kapitalist ekonomik düzen ve libe­
dan seçilmiş temsilcilerin oluşturacağı bir ral toplumsal oluşum aleyhindeki fikirle­
meclis aracılığıyla temsil edilmesinin da­ rin daha keskin bir biçimde tartışılmasına
ha hakkaniyetli olacağını savundu.6 Ana­ neden oldu.9 Çapı ve etkisinin sınırlı kal­
yasa hukuku profesörü Duguît’nin yaptığı ması nedeniyle sosyalist eleştiriyi bir ke­
bu çağrı, 1922 sonrası faşist düzene ge­ nara bırakacak olursak, Türkiye’de 1908
çen Balya’da yankı buldu ve fikir babalı­ Devrimi sonrası yeni düzen aleyhindeki
ğını yaptığı bu yeni anayasal yapı kendine söylemin radikal muhafazakâr ideolojide
İtalya’da kısmen de olsa yer edindi.7 odaklandığını söylemek yanlış olmaz. Za­
man zaman mutlakıyetçi rejimi yeniden
TÜRKİYE'DE KORPOKATfZM İLHAMI ihya etme çabasında olan klâsik muhafa­
zakârlarla da ittifak yapan bu görüş özel­
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye likle Balkan Savaşları ve Birinci Dünya
politikasında aktif rol alanlar arasında, Savaşı ile birlikte söylemine açıktan açığa
Fransa, Almanya ve Isviçre gibi ülkelerde Batı düşmanlığını da kattı. Şiirleriyle Av­
eğitim almış olanların, korporatizmden rupa’daki Hıristiyan sosyalizminin İslâmî
çok fazla etkilenmiş olduklarım söylemek referanslara dayanan bir benzerini gelişti­
hiç de abartılı olmayacaktır. Bunda ‘Batı ren Mehmet Akif Ersoy’un ‘tek dişi kal­
düşmanlığı’ olarak adlandırabileceğimiz mış canavar’ olarak nitelediği Batı, Türki­
olgunun payının da son derece yüksek ye’de de yeni kapitalist düzenden hoşnut
olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Ay­ olmayanların rahatça hücum edecekleri
dınlanma Çağı düşünce sistemim sorgu­ bir hedef haline geldi.
layan Avrupalı bir entelektüel çevre 19. Toplumsal dönüşümün temelinde eko­
yüzyılın sonlarına doğru Batılı yaşam tar­ nomideki dönüşümün yattığı görüşünün
zı aleyhinde yoğun bir eleştiri kampanya­ yaygınlaşması ile, ekonom ik yapının
sı başlatmıştı.® Aydınlanma Çagı’nm te­ kontrol altına alınması yönündeki çaba­
mel değerlerini sorgulayarak reddeden bu lar önplana çıktı. Burada ilginç olan nok­
entelektüel ve yarı entelektüel çevre azge­ ta Türkiye’de ortaya atılan bu fikirlerde
lişmiş ülkelerde oldukça ciddiye alındı. ç 'k da tutarlı bir yaklaşımın bulunma-
Bireyselleşme ve özgürleşmenin getirdiği masıydı. 19. yüzyıl sonunda Avrupa’da
K E M A L İ Z M

gelişen korporatisl düşüncenin temel çı­ ya’dakine benzer özel bir yeri vardır. Tür­
kış noktasını kapitalist ilişkilerin yaygın­ kiye’de ‘meslekî temsil’ olarak çevri len/bi-
laşması nedeniyle bozulmuş olan ‘Eski linen korporatisl siyasal yapılanmayı ilkin
Düzen’in yeniden kurulması fikri oluştu­ Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru
rurken, sorun Türkiye’de tartışıldığında İttihat ve Terakki Fırkası içindeki bir grup
bu eksen zaten varolmadığı iddia edilen savunmuştur. Korporatif meclis düzeni
kapitalist ilişkilerin ülkede yeşermesinin hakkındaki bu görüşler ilk defa olarak Ali
önüne geçmek eksenine kaydı. ‘Anakro­ Ihsan (Iloglu) tarafından ortaya atıldığın­
nik’ denebilecek kir şekilde, Türkiye’nin da İttihat ve Terakki Fırkası yöneticileri
gen kalmışlığının nedeni olarak Türkiye tarafından değerlendirmeye değer bulun­
ekonomisinin 19, yüzyıl başında gele­ madı ve Iloglu parti yönetimince dışlandı,
neksel ekonomik yapılarını terk etmesi Iloğlu'nun teklifine göre, ekonomik ve si­
gösterilmekteydi, 1920’li yılların başında yasal yapı korporasyonlar esasına dayanı­
gerek iktidar bloğu içinde yer alan, ge- larak yeniden örgütlenecekti.10 Batı’daki
258 rekse iktidara dışarıdan entelektüel des­ radikal muhafazakâr korporatisl düşünce­
tek sağlayan çevrenin üzerinde önemle den ithal edilen bu görüşe göre, toplu­
durduğu konu Türkiye’nin uzun vadeli mun sın ıf çatışması ile bölünm esinin
ekonomik sorunlarının kaynağında Tan­ önüne geçmek amacıyla çıkarların çok
zim at döneminde yapılan reformların partili bir sistemde olduğu gibi serbestçe
yattığı iddiasıydı. Cumhuriyet’in kurul­ temsil edildiği ve kamuoyu önünde çatış­
ması aşamasında iktisat vekilliği yapan maya girdiği bir düzen reddedilmeliydi.
Mahmut Esat Bozkurt 20. yüzyılda Tür­ Yapılması gereken, işkollarmı kendi için­
kiye’nin ekonomisindeki aksaklıkların ve de ayrı ayrı örgütlemek, aynı iş dalında
sorunların kaynağında 19. yüzyıl başında çalışan işçi ve işverenleri tek bir çan altın­
lonca sisteminden vazgeçilmiş olmasının da toplayarak ortak olduğu iddia edilen
yattığını iddia etmekteydi. Loncaların meslekî çıkarlarını bir uzlaşma ortamı
kaldırılmasıyla ekonominin üzerindeki içinde korumaktı. Liberal ve sosyalist dü­
denetimin zayıfladığını, üreticilerin ser­ şüncede varlığı doğal kabul edilen çıkar
best piyasa koşullarına terk edilmesiyle çatışmasını temelden reddeden bu görüşe
ekonominin kötüye gittiğini iddia eden göre, uzlaşma ve dayanışma önplana alın­
Bozkurt için yapılması gereken, loncala­ malı, bireysel ve sınıfsal çıkarların redde­
rın ihya edilerek hem ekonomik hem de dildiği bu korporatif düzende çok partili
toplumsal yapı üzerindeki denetimleri­ hayata gereksinim duyulmayan bir siyasal
nin artırılması idi. Gerek Mahmut Esat ortam yaratılmalıydı.
Bozkurt gerekse 1920’li yıllarda yayımla­ Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru
dığı Meslek ve H alk Gözetesi ile Muhid- ortaya atılan ve sosyolojik boyutu da yi­
din Birgen 20. yüzyılda Türkiye’nin Ba- ne aynı dönemde Ziya Gökalp ve sonra­
tı’ya karşı vereceği ekonom ik savaşta dan C um huriyet Halk Partisi içinde
mücadelenin korporatisl metotla yürü­ önemli bir rol üstlenecek olan Necmed-
tülmesi gerektiğine kamuoyunu ikna et­ din Sadık (sonra: Sadak) tarafından tartı­
meye çalışmışlardır. şılan meslekî temsil projesi, 1920 yılında
M eclis Ankara’da açıldığında yeniden
k o r p o r a t if d ü z e n ta sarila ri
gündeme getirildi. Bu sefer Kemalistler
tarafından 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanu­
Avrupa’daki düşünsel etkisine yukarıda nu tasarısı tartışılırken gündeme getiri­
değinilen Duguit’nin Türkiye’deki anaya­ len proje, tam teşekküllü bir korporatif
sal gelişmeleri etkilemek bakımından Ital- yapıya dayanan bir anayasal düzen ku-
TÜRKİYE'DE KORPORATİST DÜŞÜNCE VE K ORPORATI T M UYGULAMALARI

rulmasım hedeflemekteydi, Mahmut Esat dar Meclis içinde ’e kamuoyunda redde­


Bozkurt, iktidar bloğunun resmî yayın dilse de, iktidarın mesleki temsil meka­
organı Hafehniyet-i Milliye gazetesinde nizmasının oluşturulması ya da korporatif
yazdığı seri makalelerde, konunun eko­ sistemin kurulması yönündeki çabalarını
nomik boyutu ile siyasal boyutu arasın­ azaltmadı. Büyük tartışmalara yol açan bu
daki ilişkileri ön plana çıkarıyor, bu ba­ çabalar esnasında, Ankara’da çıkarmaya
kımdan loncaların ihyası gereği üzerinde başladığı Tan gazetesindeki muhalefeti ile
duruyordu. Korporatist bir toplum tasav­ yönetimi son derece rahatsız eden ve so­
vurunun temelinde yatan fikir, toplumun nuçta siyasî bir cinayete kurban giden Ali
yönetiminin serbest iradelerin ‘kaotik’ et­ Şükrü Bey, korporatif sistem aleyhinde en
kisine terk edilmemesi, zorunlu ya da keskin ve kapsamlı eleştirileri dile getir­
‘doğal’ üyeliğe dayanan birtakım örgütler miştir (Demirel, 1996),
aracılığıyla yürütülmesi gerektiğidir. Boz­ Korporatif projenin Meclis içinde ve
kurt vd.’lerinin anayasal modeli çerçeve­ kamuoyunda en fazla tepki toplayan iki
sinde de, yeni tasarlanan siyasal yapının noktasından birincisi, meclis yapısının 259
temel taşını korporatist bir meclis oluş­ radikal bir şekilde değiştirilmek istenmesi
turacaktı. Bu meclisteki siyasal temsil, ve siyasal ağırlıklı bir meclis yapısından
partiler aracılığıyla değil ülke genelinde­ ekonomik ağırlıklı bir meclis sistemine
ki işkollarmı temsil eden loncalar aracılı­ geçilmesi çabasıydı. Bunun ilk sinyalleri
ğıyla yürütülecekti. Dolayısıyla, kapita­ anayasayı korporatif yönde değiştirmeye
list ekonomik düzen öncesinin kurumu siyasal gücü yetmeyen yönetimin bu pro­
olan loncaların yeniden canlandırılması jeyi bir ‘kongre’ şeklinde gerçekleştirme
yalnızca ekonomik ve toplumsal açıdan çabası oldu. Tarihe ‘İzmir İktisat Kongre­
değil, siyasal açıdan da son derece önem­ si’ olarak geçen kongre aslında her yıl
li görülmekteydi. Varolan meclisin yeri­ toplanması planlanan bir İktisadî mecli­
ne, tıpkı 1922 sonrası İtalya’da ve 1926 sin ilkini oluşturacaktı.ü
sonrası Portekiz’de kısmen gerçekleşece­ İzmir İktisat Kongresinde iktisat vekili
ği üzere, loncalar ve korporasyonlar şek­ Mahmut Esat Bozkurt’un yaptığı konuş­
linde yeni baştan örgütlenecek olan eko­ ma korporatist bir düzende gerçekleştiri­
nomik düzene paralel bir yeni meclis ku­ lecek ekonomik yapı hakkında bilgi ve­
rulmalıydı. Bu yeni yapıda değişik çıkar­ rirken uygulanacak ekonomik program
lar etrafında örgütlenmiş siyasal partilere hakkında da önemli ipuçları sunmaktay­
ve bu partilerin girip yarışacağı seçimlere dı. Bozkurt konuşmasında şöyle demek­
gerek kalmıyordu. Ya hiçbir partinin ol­ teydi; “Yeni Türkiye iktisadiyatı mevcut
madığı ya da tek partili olduğu bir sistem iktisat sistem ve siyasetlerinin hiçbirinin
tasavvur edilmekteydi. Ancak Kemalist aynı olamaz. ... Ne ‘Bırakınız geçsinler,
yönetimin içinden Mahmut Esat Bozkurt bırakınız yapsınlar,” mektebinden, ne de
ve Kemalistlere yakınlığıyla tanınan Mu- sosyalist, komünist, etatisl veya himaye
hiddin Birgen’in korporatizm lehine ıs­ mekteplerinden değiliz. ... Yeni bir iktisat
rarlı propagandasına rağmen, gerek Mec­ mektebimiz vardır. Buna ben ‘Yeni Türki­
lis içinde gerekse kamuoyunda büyük ye İktisat M ektebi’ diyorum. Yukarıda
tepki gören tasarı sonunda reddedildi ve zikrettiğim mekteplerden hiçbirine men­
192l ’de yasalaşan Teşkilât-ı Esasiye Ka­ sup olmamakla beraber memleketimizin
nunu klasik prensipler üzerine inşa edil­ ihtiyacına göre bunlardan istifade etmeyi
miş bir anayasa özelliğini korudu (Demi­ de ihmal eylemeyeceğiz. Yeni Türkiye
re!, 1994; Özbudun, 1992). muhtelit bir iktisat sistemi takip etmeli­
Korporatizm lehine görüşler her ne ka­ dir. İktisadî teşebbüs kısmen devlet ve
K E M A L İ Z M

kısmen teşebbüs-ü şahsî tarafından de­


TEK P.4KT1 DÖNEMİNDE KORPORATİZM
ruhte edilmelidir" (Boratav, 1974; Okçun,
1971). Bu program İzmir’deki kongrede Korporatist düşüncenin I9 3 0 ’lu yıllarda
pek itibar görmeyen bir belge olarak kal­ en ateşli savunucu ve kuramcılarından
dı ve kongreye davetli işveren gruplan biri olan Romen politikacı Mihail Mano-
temsilcileri sonuç olarak liberal politika­ ilescu, tek parti kurumunun korporatist
ların benimsenmesi yönünde oy kullandı. bir ekonomik düzenin üstyapısını oluştu­
Korporatist projenin bu kongrede redde­ ran en önemli siyasal parçası olduğunu
dilmesi, bu kongrenin sonraki yıllarda da iddia ediyordu, Manoilescu'ya göre, nasıl
düzenli bir şekilde toplanması fikrini fi­ ki 19. yüzyılda egemen olan ekonomik
ilen ortadan kaldırmış oldu. düzen liberal kapitalizm ve bu düzenle
ikinci ve en az birincisi kadar önemli uyumlu siyasal üstyapı kurumu parla­
olan bir diğer itiraz noktası, 1923 yılında menter çok partili sistemse, 20. yüzyılda
yapılacak seçimlerle ilgiliydi. Bu seçimler- da egemen olan ekonomik düzen korpo-
260 de iktidardaki grubun dışında bir başka ratizm, siyasal yapı da tek partili bir dü­
partinin seçimlere katılması istenmiyor­ zen olacaktı. 1934 yılında yayımladığı ve
du, Bu istek yine korporatist düzen tartış­ Le Sieclc du C orporalism e adını verdiği ki­
ması içinde gerekçelendiriliyordu. Korpo­ tapta konunun ekonomik boyutunu irde­
ratist siyasal yapıda siyasal parti olgusuna leyen Manoilescu, 1936 yılında yayımla­
zaten şüpheyle bakılıyordu, hele birden dığı Le Parti Unitjue kitabı ile de içinde
fazla partiye kesinlikle yer yoklu, Türki­ Türkiye’deki Cumhuriyet Halk Parıisi’nin
ye’de Tek Parti yönetimini meşrulaştır­ de bulunduğu diğer tek partili korporatist
mak için geliştirilen söylem Batı’dakiyle rejimleri ele alıyor ve korporatist düzenin
kuramsal açıdan aynı temellere dayanma­ doğal parçası olarak gördüğü tek parti re­
sına rağmen gelişmiş Batı ile azgelişmiş jimini parlak sıfatlarla övüyordu (Mano­
Türkiye arasındaki farklılıktan ötürü Ba- ilescu, 1934; Manoilescu, 1936; Mano­
tı’daki söylemden farklılaşır. Korporatist ilescu, 1941).
düşünce açısından Batı’daki sorun, kapi­ Türkiye'de 1923’ten başlayarak 1946
talizmin gelişmesi ve çok partili hayatın yılına kadar sürecek olan Tek Parti döne­
yerleşmesi sonucu toplumu böldüğü id­ minde, 1923’te Ziya Gökalp’in ileri sürdü­
dia edilen siyasal çıkar kavgasına son ver­ ğü fikirlere benzer birçok fikir Tek Parti
mekti, Bu konuda Türkiye’deki korpora- iktidarına meşruiyet sağlamak için tekrar­
tistlerin, özellikle de 1923 yılı başında ka­ landı, Bunlardan belki de ideolojik olarak
rarlı bir şekilde tek parti üzerinde ısrar en etkili olanı, Türkiye’de üniversite sis­
eden Ziya Gökalp’in savları Batı’dakinden teminin yeni baştan düzenlenerek korpo­
farklıydı, Türkiye kapitalizm yolunda faz­ ratist düzenin gereklerine uydurulduğu
la mesafe kaydetmemiş bir ülke olması 1933 yılından sonra her üniversite öğren­
nedeniyle, toplum henüz Batı toplumu gi­ cisinin almak zorunda olduğu ‘inkılâp
bi çıkarları birbiriyle çatışan sınıflara bö­ Tarihi’ ya da 'Devrim Tarihi’ derslerinde
lünmemişti, Partilerin meşruiyet nedeni okutulan metindi. Metnin yazan, adı Tek
toplumdaki farklı sınıflara dayanmak ol­ Parti dönemiyle özdeşleşmiş olan Recep
duğuna göre, toplumsal yapısı sınıflara Peker’di. Peker’in 1935 yılında basılan Jn-
bölünmemiş olan Türkiye’de farklı parti­ kilâb D ersleri N otları adlı kitabı korpora-
lere de doğal olarak yer yoktu, Gökalp, tizmin en açık ve net savunmasını yap­
böyle bir toplum yapısında tek bir parti­ makla kalmıyor, hem sosyalist ve komü­
nin tüm vatandaşların ihtiyacım karşıla­ nist rejimlere, hem de ağırlıklı olarak ka­
yacağım düşünüyordu (Parla, 1993). pitalist ekonomik düzene ve liberal de-
TÜRKİYE'DE KORPORATİST DÜŞÜNCE VE KORPORATIZM UYGULAMALARI

mokratik rejimlere son derece sen saldırı­ rarlı çabaları, 25 Haziran 1927’de Âli İk­
larda bulunuyordu. Peker’e göre, çok par­ tisat Meclisi Kanunu’nu Meclis ten geçi­
tili rejim ülkeleri bunalımlara sürükle­ rilmesiyle sonuç verdi. Yasaya göre, yirmi
yen, devlet yapısını zayıflatan ve genel dört üyesi olan Âli İktisat M eclisi’nin
olarak istikrarsızlığa yol açan bir sistem­ fahrî başkanı başbakandı. Altı ayda bir
di. ‘Millî birlik ve beraberlik’ ile ‘millî on beş gün için toplanması planlanan
egemenlik’ kavramları etrafında kurgula­ meclisin yirmi dört üyesinden biri silahlı
dığı tartışma ile Tek Parti rejimi arasında kuvvetler mensubu, on biri iktisat erba­
sıkı ilişkiler kuran Peker toplum içinde bı, onikisi de sonradan hazırlanacak bir
ortaya çıkabilecek çoksesliliği devlet açı­ talimatnameye göre iktisatla ilgili çeşitli
sından en büyük tehlike olarak görüyor­ devlet kurumlarından seçilecek uzman­
du (Peker, 1935). Kitabın yazıldığı yddan lar olacaktı, Âli İktisat Meclisi’nin top­
yarım yüzyıl sonra bile Peker’in kullandı­ lantı gündemlerini ve programlarım baş­
ğı kavramlar çerçevesinde hemen hemen bakanlık tespit edecekti. Yasayla kendine
aynı tartışmaların bugün de liberal de­ verilen görevleri, hükümetçe hazırlana- 26
mokratik rejim aleyhtarları tarafından cak iktisadi kanun ve nizamname tasarı­
di11end irildiği dikkate alınırsa korporatist ları hakkında mütalâa vermek, iktisadi
düşüncenin Türkiye’deki baskın siyasal mevzuatta gerekli görülen değişiklikleri
söylemdeki yeri daha kolay anlaşılabilir. gerekçeli teklifler halinde hükümete sun­
Korporatist siyasal yapılar ne Türki­ mak, İktisadî ihtiyaçlarım ız hakkında
ye’de, ne de bu politikaların Türkiye'den araştırmalar yapmak ve çeşitli iktisat
daha uzun süre egemen olduğu Portekiz akım larını inceleyerek bunların Türk
ve İspanya gibi ülkelerde tam olarak uy­ ekonomisi ile ilgilerini ve Türkiye’ye etki
gulama alanına konulmuştur (Baudin, derecelerini araştırmak olacaktı.111
1942). Meslek! temsil esasına dayanan Bu iktisat meclisi pek bir varlık göste­
bir ‘ekonomik meclis’ fikrî her ne kadar remedi. Özellikle İstanbul’daki iş çevrele­
kuramsal düzeyde tartışıldı ise de bu fi­ rinin hiç de olumlu değerlendirmediği bu
kir Mussolini’nin yönetimi altındaki İtal­ proje Âli İktisat Meclisi’nin özel kesim­
ya'da bile tam olarak uygulama alanına den gelen üyeleri tarafından baltalandı ve
yansımadı.12 Buna karşılık, Türkiye’de ilk toplantısını ancak 1928 yılında yapa­
meslekî temsil esasına dayanan bir mec­ bilen Âli İktisat Meclisi 1935 yılında orta­
lis fikrinin 1920 ile 1923 arasında tartışı­ dan kaldırılmak zorunda kaldı. Ancak,
lıp reddedilmesi, bu fikrin terk edilmesi Ali iktisat M eclisi’nin lağvedilmesi de,
anlamına gelmedi. 1923 yılından başla­ korporatist projenin terk edildiği anla­
yarak Kemalist yönetim yanlısı basında, mında alınmamalıdır. Âli iktisat Mecli­
özellikle de Türkiye'de korporatist eko­ si’nin kurulma amacı Türkiye ekonomisi­
nomik politikaların ateşli bir savunucusu ni sıkı bir siyasal denetim altına almaktı.
olan Muhiddin Birgen’in çıkardığı Meslek Sanayi alanında bu denetim 1933 yılında
ve Halk Gatetesi’nde, korporatif ekono­ kurulan Sümerbank aracılığıyla sağlandı.
mik meclis fikri çok ısrarlı bir şekilde sa­ Sümerbank’ın başına Ali iktisat M ecli­
vunuldu. Bu fikre destek olarak da Birin­ si’nin başkanlığını yapan Nurullah Esat
ci Dünya Savaşı’ndan sonra liberal de­ Sümer getirildi. Nurullah Esat Sümer
mokratik siyasal yapılara alternatif olarak korporatizme yürekten inanmış bir ikti­
birçok ülkede kurulması tartışılan ve ba­ satçıydı. Savaşın bitimine yaklaşıldığı ve
zılarında kurulan ekonomik meclisler Almanya’nın sonunun artık herkes tara­
gösterilmekteydi.13 fından görüldüğü 1945 yılı başlarında ya­
Türkiye’de iktidarın bu konudaki ıs­ yımladığı Muasır İktisat Nizamı adlı kita-
K E M A L İ ___________ Z____________ M

bında Almanya örneği üzerinden giderek mekte ve bu lekelin kısmen veya tama­
korporatist ekonomik politikaların çağ­ men bir anonim şirkete devredilmesine
daş dünyada uygulanan en iyi ve doğru hükümet yetkili kılınmaktaydı. Bu yasay­
politikalar olduğunu savunabiliyor ve li­ la sert alkollü içkilerin dışında kalan şa­
beral ekonomik politikaların çöktüğünü rabın da üretim ve ihracı serbest olmakla
iddia edebiliyordu (Sümer, 1945). beraber yurt içinde satışı devlet tekeline
devredilmekteydi- 28 Mayıs 1927 tarihli
DEVLETÇİLİK Mİ, KORPORAT12M MI? ‘Alkol İnhisarının İdaresine Dair Tarihli
Kanun’ ile de içki tekelinin bir anonim
Türkiye’deki korporatist düzen tasavvu­ şirkete devrine imkân veren hüküm de
runda üzerinde en çok durulması gerekli kaldırılarak tekelin doğrudan devletçe
noktalan ekonomik politikalar teşkil et­ idaresi zorunlu kılındı. Kibrit Üretimi ve
mektedir. Korporatist yönelimler doğrul­ satışı da yine 1924 yılında çıkarılan bir
tusunda siyasal ve sosyal yapıda gerçek- yasayla tekel altına alındı. 2 Haziran 1929
262 leşmesi arzulanan değişikliklerin hepsi tarihli 'Kibrit ve Çakmak İnhisarına Mü­
aslında ekonomik alanda yapılan veya ya­ teallik Kanun’ ile de kibrit ve çakmak taş­
pılması planlanan değişikliklerle birlikte larının üretimi, ithali ve satışı devlet teke­
anlam ifade eden ve bir bütünün parçası­ line verildi ve çakmak taşı ve kibrit yap­
nı oluşturan şeylerdi. Türkiye ekonomik maya mahsus her çeşit makine, alet ve
tarihi anlatılırken genel olarak ‘devletçi' edevatın özel kişilerce ithali, üretimi,
düzenlemelerin 1930 yılından sonra ya­ nakli, alım ve satımı yasaklandı. Yasa yü­
pıldığı, bu yıla kadar liberal iktisat politi­ rürlüğe girdiği tarihte özel kişilere ait
kaları uygulandığı iddia edilir (Boratav, olan makine ve tesisler İnhisar ldaresi’nce
1974; Boratav, 1988; Kepenek ve Yentürk, satın alınmaya başlandı. Satmak isteme­
1996; Keyder, 1993; Kuruç, 1987; Tezel, yen kişiler makine ve tesislerini bir ay
1994). Halbuki, dikkatli bakıldığında, he­ içinde ihraç etmeye mecbur bırakılmak­
men 1924 yılından itibaren liberal iktisat taydı (Wikander, 1979).
politikalarından uzaklaşıldığı göze çar­ Tekel altına alınan son derece önemli
par.15 1927 yılında yasayla tüzel kişilik bir tarım sal Urun, tütündü. 26 Şubat
kazanan Âli İktisat Meclisi bu politikanın 1925 tarihli ‘Tütün ldare-i Muvakkatesi
yalnızca bir cephesiydi. ve Sigara Kağıdı inhisarı’ ile 1883 yılında
Ekonomiyi liberal prensiplerden uzak­ kurulan ve halk arasında kısaca Tütün
laştıran diğer ve daha önemli uygulama­ Rejisi olarak bilinen Müşterek-ül-Menfea
lar, Türkiye ekonomisinin tekeller aracılı­ Devlet-i Osmaniye Duban Rejisi 4 milyon
ğıyla denetim altına alınması çabasında lira ödenerek satın alındı. Bu yasayla da
kendini gösterir. İlk olarak ‘Müskirat in­ iç tüketime mahsus tütün alımı, işletilme­
hisarına Mütedair Kanun’ ile 1924 yılı si, tütün ve sigara üretimi ve satılması
başlarında içki üretimi tekel altına alın­ doğrudan doğruya devletçe gerçekleştiri­
mıştır. Çıkartılan geçici yasayla devlet lecekti (Boratav, 1974). 1930 yılında çı­
fabrikaları kuruluncaya kadar özel teşeb­ kan Tütün İnhisarı Kanunu, tütündeki
büsün devlet denetimi altında üretim tekeli pekiştirdi. Özel kişilere yalnızca ih­
yapmasına izin verildikten sonra, 1 Hazi­ racat amacıyla yaprak tütün ticareti yap­
ran 1925’ten itibaren içkide tekel resmen mak hakkı veriliyordu, ancak bu amaçla
yürürlüğe girdi. 22 Mart 1926 tarihli ‘is­ yapılan ticaret de devletin kontrolü altın­
pirto ve Meşrubat-ı Küuliye İnhisarı Hak­ da tutulacaktı. Bu kanun Meclis’te görü­
kında Kanun’ ile de her türlü alkollü içki­ şülürken muhalif milletvekilleri sorunu
nin üretimi ve ithali devlet tekeline veril­ genel bir devlet müdahalesi-ticaret ser-
TÜRKİYE'DE KORFORATIST DÜŞÜNCE VE KORPORATİZM UYGULAMALARI

bestisi sorunu olarak ortaya koymuşlar ve muafiyetler bahşetmeye yetkili kılınmak­


İnhisar Idaresi’nin rekabeti karşısında taydı, Bu iki unsur, şeker endüstrisinde
tüccarın tutunamayacagını ileri sürmüş­ hem tekelci piyasa şartları, hem de hükü­
lerdir. Hükümetin teklifini savunan mil­ met kararnamelerine dayanan ölçüsüz
letvekilleri ise fiyat dalgalanmalarından teşvik ve ihsan dağıtma imkânları yarat­
ve düşük fiyatlardan tütün tacirlerini so­ maktaydı (Boratav, 1974), 25 Ocak 1926
rumlu tutmuşlar ve devletin gerektiğinde tarihinde çıkarılan ‘Şeker inhisarı Hak­
güçlü bir alıcı olarak piyasaya girmesinin kında Kanun’ ile şeker ithalatını tek elde
çiftçiye büyük yararlar getireceğini iddia toplamak için tekel kuruldu ve bu imti­
etmişlerdir (Boratav, 1974). yaz îş Bankası’na verildi. Alpullu ve Uşak
1920’li yıllarda devlet tarımsal üretime fabrikaları İş Bankası’na devredilerek bu
dayalı bir başka sanayi dalını da tekel altı­ bankanın Türkiye’deki tüm şeker fabrika­
na aldı. Bu, uzun yıllar boyunca uygula­ larının sahibi olması sağlandı (Bayar,
nacak olan şeker tekeliydi. Türkiye'de ilk 1939: 174). Bu yasa hükümlerine göre,
şeker fabrikaları 1920’li yıllarda özel giri­ kurulmuş fabrikalarda üretilen şekeri sa­ 263
şimciler tarafından Alpullu ve Uşak’ta ku­ tın almaya devlet mecbur tutulmaktaydı.
rulmuştu. Ancak, 5 Nisan 1925 tarihinde Nihayet, 1935 yılında yapılan yeni bir dü­
‘Şeker Fabrikalarına Bahşolunan İmtiyaz zenlemeyle Türkiye Şeker Fabrikaları
ve Muafiyet Hakkında Kanun’ ile, şeker A Ş. kuruldu ve Sümerbank, İş ve Ziraat
fabrikaları kurmak ve işletmek için hükü­ Bankaları eşit derecede hissedar olarak
met izni gerekli hale getirildi. Hükümet, şeker tekelini işletmeye başladılar.
şeker fabrikalarına özel bazı imtiyaz ve Devletin, özel girişimcinin faaliyet ala­
nını daraltan ve bazı alanlardan bütünüy­
le el çektirten uygulamalarından bir diğe­
ri, 14 Nisan 1925 tarihli ‘Liman İşletme­
ler İnhisarına Dair Kanun’ ile liman tekeli
kurulmasıydı, 1 Temmuz 1926 tarihinde
yürürlüğe giren ve Türk karasularında
yabancıların Türk limanları arasındaki
deniz ulaştırmacılığı hakkını sona erdiren
Kabotaj Kanunu, aynı zamanda özel te­
şebbüsü de bu haktan yoksun bırakarak
deniz taşımacılığı hakkını tekel yetkisiyle
birlikte Seyr-ü-Sefain ldaresi’ne verdi.
Bu örnekler ve 22 Nisan 1925 tarihli
'Ticaret ve Sanayi Odaları Hakkında Ka­
nun’ ve 27 Eylül 1925 tarihli ‘Ticaret ve
Sanayi Odaları Nizamnamesi’ ile Türki­
ye’deki bütün ticaret ve sanayi odalarının
özerkliklerine son verilerek devlete bağlı
birer kurum olarak çalıştırılmaya başlan­
Kadınların kamusal alandaki varlığım ması, Türkiye’de genellikle ‘devletçilik’
meşrulaştıran Kemalist devlet olarak adlandırılan korporatist iktisat po­
feminizmi, bu varoluşu, belirli görevleri litikalarının i9 3 0 ’lu yıllardan çok önce
(başta “iyi” annelik) vurgulayarak ve
cinsiyetsiz bir kimliğe zorlayarak uygulamaya konulduğunun birer kanıtı­
ataerkil bir kayıt altına almıştır. dır. Kısaca, 1923 yılında Cumhuriyet’in
ilanı ile birlikte, daha Cumhuriyet ilan
K E M A L İ Z M

edilmeden önce kamuoyuna bizzat ikti­ tüketim aleyhindeki değer yargıları devle­
sat Vekili Mahmut Esat Bozkurt tarafın­ tin benimsediği bir politika olunca tüm
dan da açıklandığı üzere, liberal bir eko­ korporatist ülkeler gibi Türkiye’de de tü­
nomik düzenden Meclis içi ve dışı muha­ ketimi ve üretimi sınırlayıcı kararlar ve
lefet kırılabildiği ölçüde uzaklaşılmıştır, bu kararları kamuoyuna benimsetmek
1929'daki Büyük Bunalım’dan sonra ise için geliştirilen propaganda teknikleri uy­
çok daha açık bir şekilde korporatist po­ gulamaya konuldu. ‘Tasarruf ve Yerli Mal­
litikalar gündeme gelecektir (Tekeli ve il­ lar Haftası’ olarak kutlanan günler, toplu­
kin, 1977), ma tüketim alışkanlıklarının ve serbest ti­
caretin ülke çıkarları açısından mahzurla­
KORPORATİZM VE O IA RŞİK ÖZLEMLER
rının aşılanmasına vesile oldu. Kendi ya­
ğıyla kavrulan, kendi kendine yeten bir
Korporatist düzen, serbest ticarete temel­ iktisat yaratma çabası ülke ekonomisinin
den itirazı olan bir düşünceydi. Bu ba- işleyişini belirleyen öncellikler arasına
264 kımdan, liberal iktisat politikalarının dış girdi. İhracat ve ithalata getirilen yasak­
ticareti ilgilendiren kısımları da korpora­ larla 1930'lu yıllarda daralan dış ticaret
tist düşünce tarafından sürekli eleştiri al­ hacmi, ekonomik başarının simgesi ola­
mıştır (Manoilescu, 1929), Oldukça du­ rak sürekli vurgulanan bir gösterge oldu
rağan bir ekonomik yapı öngören ve ka­ (Toprak, 1998),
pitalist mantığın “doğal” olarak varsaydı­ Türkiye açısından, kendi kendine yeten
ğı “sınırsız ihtiyaç" prensibini reddeden bir ülke olmanın yolu ‘üç beyazlar’ olarak
korporatizm, kapitalizm öncesi cemaat adlandırılan ürünlerin ülke sınırları için­
yapılarında olduğu farz edilen ekonomik de üretim ve tüketiminden geçiyordu. Ye­
yapıyı yeniden ihya etmenin bir şartı ola­ terli buğday ve şekerin Türkiye'de üreti­
rak da ekonominin kendi kendine yeter lip tüketilmesi, ihtiyaca yetecek kadar
olmasını, tüm ihtiyaçların yerel ekonomi tekstil ürününün yine Türkiye’den karşı­
tarafından karşılanmasını öngörmektey­ lanacak pamuk ile dokunması, resmen
di, Bu, kısaca, otnrşilı bir ekonomik yapı ‘devletçi’ olarak adlandırılan korporatist
demekti, Korporatist modele göre, bir ül­ politikaların en önemli öncelikleri idi
kenin kendi sınırları içinde kendi tükete­ (Tekeli ve ilkin, 1977; Tekeli ve İlkin,
ceği bütün malları üretebilmesi ve bunun 1982), Özellikle buğday üretimi ve tüke­
sonucu olarak da herhangi bir dış kayna­ timi açısından bakıldığında, kendi kendi­
ğa ihtiyaç duymaması, dışa bağımlı olma­ ne yeterli olma projesinin hemen hemen
ması gerekmekteydi. Ancak çok gerekli aynı gerekçelerle Musssolini Italyası’nda
görülen malların ithaline ve bunları kar­ ve Salazar Portekizi’nde de uygulanmaya
şılayacak oranda bir ihracata müsaade konulduğunu ve bu ülkelerde hedeflenen
edilmeliydi. 1929 yılında patlak veren Bü­ otarşik ekonominin önemli bir unsurunu
yük Bunalım, yalnızca Türkiye'de değil oluşturduğunu belirtmek gerekiyor.16
korporatist özlemlerin yeşerdiği bütün Dünya çapındaki ekonomik bunalımın
ülkelerde, bu özlemlerin gerçekleşmesi aşırı üretimden kaynaklandığı gibi bir sav
için sonuna kadar değerlendirilen bir fır­ ileri süren Şevket Süreyya Aydemir ve
sat olmuştur. benzeri korporatizm yanlısı ekonomi bü­
Kapitalizm üretimin sürekli arttığı ve rokratları açısından, Türkiye’nin de böyle
tüketimin teşvik gördüğü bir düzendi. bir tehlikeye maruz kalmaması için üreti­
Halbuki korporatizm yanlıları için, ideal mini en ince ayrıntılarına kadar planla­
olan, fazla ve gereksiz tüketimin önlen­ ması gerekmekteydi. Bu planlama, tarım­
mesi idi. Kapitalizm öncesi bir dünyanın da nerede ne kadar ekim yapılıp hangi fi­
yattan nerede pazarla nacağı konusundan ğın bilinçli bir şekilde yok edilmesiyle
başlayıp sanayide hangi sektörün ne ka­ uzun vadede kredi işlerinin merkezî oto­
dar üretim yapacağı, bunu hangi fiyattan rite dışında örgütlenmesinin önüne geçil­
kime, hangi koşullarda satacağına kadar miş oldu. Yerel bankacılıktan boşalan ye­
alınacak tüm kararların merkezî devlet rin devlet denetimi altında kurulan ko­
otoritesi tarafından belirlenmesi anlamına operatifler tarafından doldurulması kor­
geliyordu (Jordan, 1939), poratist ve devletçi uygulamaların bir
1930’lu yıllardan başlayarak tarımda başka ayağını oluşturdu. Kooperatifler
Toprak Mahsulleri Ofisi, sanayide Sümer- dağıttıkları krediler ve ellerindeki diğer
bank ve madencilik alanında da Etibank yetkilerle tarımsal üretici ve esnaf üzerin­
Türkiye’deki modern ekonominin tüm de onları denetim altına alan bir meka­
kurum ve kuruluşlarım denetim altında nizma oluşturdular (Atasagun, 1934; Ata-
tutan yapılar olarak uzun yıllar varlıkları­ sagun, 1940; Atasagun, 1943),
nı sürdürdüler (A cun, 1 9 4 7 ; Ö zbek, Kooperatifçilik hareketi 19, yüzyıldan
1938; Paklar, 1961), Korporatist politika­ beri kapitalizme karşı korporatist denile­
ların uygulama araçları olarak kurulan bu bilecek bir direnmenin önemli bir ayağım
devlet kurumlan ülke çapında malların oluşturmaktaydı. Büyük işletmelerin or­
fiyatlarını ve satış miktarlarını serbest pi­ taya çıkması ve fabrika üretiminin gene!
yasa mekanizması dışında geliştirdiler. ekonomik yapı içinde egemen olmaya
1930’lu ve 1940’h yıllar boyunca sanayi başlamasıyla birlikte kooperatifçilik hare­
üretimini denetimi altında tutan devlet, keti de Avrupa’nın değişik ülkelerinde
üretimi artıracağı ve kendisiyle rekabet önem kazandı. Kooperatifçilik hareketi
edebileceği endişesiyle özel teşebbüsün, bir bakıma özel mülkiyet haklarına teca­
örneğin dokumacılık alanında, yeni fabri­ vüz etmeden modern kapitalist işletmele­
kalar açması şöyle dursun, elindeki fabri­ re karşı direnmenin yoluydu. Kapitalizm
kaları yenilemesine, geliştirmesine ve ka­ öncesi esnaf yapısını korumayı amaçla­
pasitelerini yükseltmesine çıkarmış oldu­ yan kooperatifçilik hareketi bu anlamıyla
ğu yasa ve kararnamelerle engel oldu.17 da korporatist ekonomik projede önemli
Bu politika o kadar başarılı oldu ki, Tür­ bir yer işgal etmekteydi. Türkiye’de bu
kiye, ikinci Dünya Savaşı’ndan eskisine anlamıyla kooperatifçiliği, Birinci Dünya
oranla daha küçülmüş bir ekonomik yapı Savaşı’mn hemen öncesinde ittihat ve Te­
ile çıkmakla kalmadı, aynı zamanda ta­ rakki Cemiyeti’ne karşıtlığıyla tanınan
rımsal üretimdeki payım sanayi lehine Ahmet Cevat Emre fikir planında günde­
büyüterek daha az sanayileşmiş bir ülke me getirmiştir. Kooperatifçiliğin tarihini
haline geldi.18 anlattığı Ihiisadda bıkddb adlı kitabı Tür­
kiye'de bu konuda yayımlanmış ilk kitap­
KOOPERATİFLER VE KORPORATfZM tır (Emre, 1912).
Kooperatifçilik akımı 1923’ten sonra
1933 yılında bankacılığın yeniden düzen­ devlet sosyalizmini benimsemiş aydınlar
lenmesi ile de Türkiye’de özel sektörün arasında oldukça yaygın bir şekilde tartı­
bankacılık alanındaki faaliyetleri daraltıl­ şıldı (Heri, 1931). Mesleki temsil konu­
dı ve yerel bankacılık bir devlet politikası sunda en ısrarlı kimselerden biri olan
olarak kösteklenerek özel bankacılığın Muhiddin Birgen aynı zamanda çok ateşli
tüm bankacılık içindeki payı düşürül­ bir kooperatifçi olarak 1930’lu yıllarda
dü.19 Yatırımcıların ihtiyacı olan kr.dile­ kooperatiflerin kurulması ve yönetiminde
rin böylece yerel kaynaklardan karşılan­ de çalıştı, Korporatist bir tasavvur çerçe­
ması engellendi. Ayrıca, yerel bankacılı­ vesinde kooperatifçilik, özellikle küçük
K E M A L İ Z M

tarım işletmelerinin devlet denetimi akın­ alanlar dışında nasıl sağlanabileceği üze­
da zorunlu olarak katılmaları gereken rine kafa yorduğu bir proje idi. Halkçılı­
birlikler haline getirildiklerinde tarımsal ğın köye ve kırsal yapıya bakış açısı ge­
üretimde hemen hemen her türlü kontro­ nellikle ‘milletin efendisi’ olarak yücelti­
lün gerçekleştirilmesine olanak sağlama­ len köylünün nasıl kapitalist bir üretici­
ları bakımından devletin önemle üzerin­ ye dönüştürülmeden ve pazar ekonomi­
de durduğu bir konu oldu. Kooperatifçi­ sine eklemlenmeden köyde tutulabilece­
lik özlemi ve kooperatifçiliğin yaygınlaş­ ği sorunsalı etrafında şekillenmekteydi.
tırılarak geliştirilmesi talebi 1920’lerden 1930’lu yıllar boyunca amaçlanan, Tür­
bugüne kadar Türkiye’deki radikal sağın kiye’de küçük köylülüğün yaygınlaştırıl­
söyleminde de daima yer bulmuştur. ması oldu,20 Bu amaçla sürekli olarak
Özellikle devlet denetimi altında ko­ gündeme getirilmeye çalışılan, ama siya­
operatifleşme kırsal alanda korporatist sal yapıdaki güç dengeleri nedeniyle bir
bir toplum yaratmanın en önemli araçla- türlü tek partili Meclis’ten çıkarılamayan
266 rından biriydi. 1930’lu yıllarda ‘Köycü­ ‘Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’ on beş
lük’ adı verilen hareket, köy hayatıyla yıla yakın bir zamandır durduğu raftan
yakından uzaktan ilgisi olmayan korpo­ ancak f9 4 5 yılında indirilip büyük bir
ratist düşünce sahiplerince geliştirildi. zorlamayla yasalaştırılabildi.21 Çıkarılan
Bu, yönetici kadronun, kırsal hayatın so­ bu yasa, bir bakıma, kurulmasına vesile
runlarına gerçekçi çözümler üretmekten olduğu Demokrat Parti ile korporatist
çok korporatist düzende sağlanacak is­ düzenin siyasal yapısının çökmesine ne­
tikrarlı ve durağan yaşantının kentsel den olacaktı.22 □

DİPNOTLAR

1 Archer, Abraham (1963), "Professors as Propa- es of the Corporative State with Special Refe-
gandists: The Politics of the Kathedersozialis­ rence to the Period 1870-1919 (New York: Rus-
ten," Jo u rn a l o f C en tra l Eu ro p ea n A ffa irs, 23, sell and Russell); Boyer, lohn W. (1981), Politi­
S. 282-302. cal Radicalism in Late Imperial Vienna: Origins
2 Hayvvard, Jack Ernest Shalom(1960), "Sol idar İst of the Christian Social Movement, 184B-1897
Syndicalism: Durkheim and Duguit I" The Soci- (Şikago: University of Chicago Press); Boyer,
o lo g k a l Revievv, Yeni Seri, S/î (Temmuz), s. 17- John W. (1986), "The End of an 01d Regime:
36; Hayward, lack Ernest 5halom(1960), "Soli- Visions of Political Reform in Late Imperial
darist Syndicalism: Durkheim and Duguit, 11" Austria," The Journal of Modern History, 58, s.
The S o d o lo g îc a l R eview , Yeni Seri, 812 (Aralık), 159-193; Boyer, John W. (1995). Culture and
s. 185-202. Political Crisİ5 in Vienna: Christian Socialism in
Power, 1897-1918 (Şikago: University of Chica­
3 Schapiro, J. Saivvyn (1945), "Pierre Joseph Pro- go Press); Elbow, Matthew H. (1966 119531),
udhon, Harbi nger of Fasdsm," The American French Corporative Theory, 1789-1948: A
H isto rica l R e v ie w, 5014 (Temmuz), S. 714-737; Chapter in the History of Ideas (New York: Oc-
Douglas, Dorothy W. (1929), "P. J. Proudhon: A tagon Books, İne.) Johnston, Wiliiam M. (1972),
Prophet of 1848, Part I: Life and Works," A m e ­ The Austrian Mind: An Intellectual and Social
rican Jo u rn a l o f So ciolo g y, 34/5 (Mart), s. 731 - History, 1848-1938 (Berketey, Los Angeles ve
803; Dougias, Dorothy W. (1929), "P. J, Proud­ Londra: University of California Press)
hon; A Prophet of 1848. Part il," A m e rica n J o ­
u rn a l o f So ciolo g y. 3511 (Temmuz), s. 35-S9. 6 Douglas, Paul H. (1923), "Occupalionai Versus
Proportional Representation," A m e rica n Jo u r ­
4 Frantz, Constantin (1862), K ritik a lle r Parteien n a l o f S o c io lo g y , 29/2 (Eylül), s. 129-157 ;
(Berlin: Ferdinand Schneider); Gooch, Robert Grimm, Dieter (1973), So lid a ritd t a Is Rechfsp-
K, (1927), "The Antiparliamentary Movement rinz/p; D ie Rechts- u n d Sta a tsleh re L e o n D u g u -
in France," The A m e rica n Po litica l Science R evi- its in ih r e r Z e it (Frankfurt am Main: Athenâum
ew , 21, s. 552-572. Verlag); Laborde, Cedle (1996), "Piuralism,
5 Bowen, Ralph H. (1971 [1947]), German Theori- Syndicalism and Corporatism: Leon Duguit and
TÜRKİYE'DE KORPORATİST DÜŞÜNCE VE KORPORATIZM UYGULAMALARI

the Crisis of the State (1900-25)," H isto ry o fE u - 15 Arol, F. Haşan (1998), The Proceeding of the
ro p e a n tdeas, 22, s.227-244, Turkish Economy during 1923-1930: Definıtion
7 Schneider, Herbert Wallace (1927), "Italy's of an llllberal Decade (Ankara: ODTÜ Siyaset
New Syndicalist Constitution," Po litica l Science Bilimi ve Kamu Yönetimi Yükseklisans Tezi)
Q uarterly, 42, s. 161 -202. 16 Cohen, Jon S. (1979), "Fasclsm and Agricultu-
8 May, Henry F. (1956), "The Rebellion of the tn- re in Italy: Policies and Consequences." The
tellectuals, 1912-1917," A m e rica n Q u a rte rly, E co n o m ic H isto ry R e vie w , Yeni Seri, 32, s.70-
8/2 (Yaz), s, 114-126, Herman, Arthur (1997), 87: Corner, Paul (1979), "Fascist Agrarian Po-
The Id ea o f D e clin e in W estern History (New licy and the Italian Economy in the )nter-War
York: Free Press) Years," John Anthony Davis (Der.), G ra m s a
a n d Ita ly ’s Passive R e v o lu tio n (Londra: Croom
9 Toprak, Zafer (1977), “il. Meşrutiyetle Solida- Helm) içinde, s.239-274; Cotta, Freppel (1937),
rist Düşünce: Halkçılık," Toplum ve Bilim , No.1 E c o n o m ic P la n n in g in C o rp o ra tiv e P o rt u g a l
(Bahar), s.92-123; Toprak, Zafer (1977), "Halk­ (Marcello Caetano'nun önsözüyle] (Londra: P.
çılık İdeolojisinin Oluşumu," Reşat Kaynar S. King and Son, Ltd.); Saivemini, Gaetano
(Der,), A ta tü rk D ö n e m in in E k o n o m ik ve To p ­ (1931), "Mussolini's Battle of W he at," P o liti­
lum sal So ru n la rı, 1923-1938 (İstanbul: İstanbul cal Science Qua rterly, 46, ss.25-40.
Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi Mezunları
Derneği Yayını) içinde, s, 13-31, 17 Tekeli, Ilhan ve Selim İlkin (1987), "Savaşmayan
Ülkenin Savaş Ekonomisi: Üretimden Tüketime
10 Tekeli, Ilhan ve Selim İlkin (1977b), “[Kör] Ali
Ihsan [lloğlu] Bey ve Temsil-i Mesleki Progra­
Pamuklu Dokuma," O D T Ü G elişm e D ergisi, 14, 267
s. 1-48; VVâlstedt, Bertil (1980), State M an u fa c- -------------
mı," Reşat Kaynar (Der.). Atatürk Döneminin tu r in g E n te rp ris e in a M ix e d E c o n o m y : Th e
E k o n o m ik ve T o p lu m sa l So ru n la rı, 1923-1938 Turkish Case (VVashington, D. C.: The World
(İstanbul: İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Bank/Baltimore ve Londra: The Johns Hopkins
Mektebi Mezunları Derneği Yayını) içinde, University Press)
s.2 83-357.
18 Eldem, Vedat (1946-1947), "Türkiye'de Sanayi­
11 Finefrock, Michael M. (1931), "Laissez-Faire, leşme Hareketi," I. Ü. İktisa t Fa kü ltesi M ecm u ­
the 1923 İzmir Economic Congress and Eariy ası, S, s.46-71.
Turkish Developmental Policy in Political Pers-
pective," M id d le Ea stern Studies. 17, s, 375-392; 19 Siiier, Oya (1975), " 19201 erde Türkiye'de Millî
Ökçün, A. Gündüz (1968), "1923 Yılında İz­ Bankacılığın Genel Görünümü," Osman Okyar
mir'de Toplanan Türkiye İktisat Kongresinde ve H, Ünal Nalbantoğlu (Der,), Türkiye İktisa t
Kabul Edilen Esaslar," A, Ü. Siyasal B ilg ile r Fa ­ Ta rih i Sem in eri; M etinlerfTartışm alar, 8 -10 H a­
k ü lte si D ergisi, 23/1 (Mart), s,53-100; Ökçün, A. zira n 1973 (Ankara: Hacettepe Üniversitesi Ya­
Gündüz (1971), Tü rkiye İktisa t Ko n g resi, 1923- yınlan) içinde, s.485-533.
Izm ir: H aberler, B elg eler, Yo ru m la r, İkinci Baskı 20 Birtek, Faruk (1985), "The Rise and Fail of Eta-
(Ankara: A. Ü, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayım) tism in Turkey, 1932-1950: The Uncertain Road
12 Robson, Wi!liam Alenander (1930-1935), "Func- in the Restructuring of a Semiperipheral Eco­
tionai Representation," Edvvin R, A. Seligman nomy," fievîevv, 8/3 (Kış), s.407-438; Birtek, Fa­
ve Alvin Johnson (Der.), En cyclop a ed ia o f the ruk ve Çağlar Keyder (1974-1975), "Agriculture
S o c ia l S c ie n c e s (New York: The Macmillan and the State: An Inquiry into Agricultural Dif-
Company) içinde, 6, s.518-523, ferentiation and Political Alliances: The Case of
Turkey," The J o u r n a l o f P e a sa n t S tu d ie s , 2,
13 Lederer, Emif (1930-1935), "National Economic S.446-467.
Councils," Edvvin R, A, Seligman ve Alvin John­
son (Der.), En cyclop a ed ia o f th e So cia l Sciences 21 Barkan, Ömer Lütfi (1943), "Balkan Memle­
(New York: The Macmillan Company) içinde, ketlerinin Zirai Reform Tecrübeleri." /. U. ik ­
11, 5.192-197; Lindner, Elli (1932), R e v ie w o f t is a t F a k ü lt e s i M e c m u a s ı, 4/4 (Temmuz),
the Economic C o u n cils in the D iffe re n t Counf- s.453-554; Barkan, Ömer Lütfi (1944-1945),
ries o f the W orld (Cenevre: League of Nations, "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve Türki­
Section of Economic Relations); Lorwin, Levvis ye'de Zirai bir Reformun Ana Meseleleri,” i.
Levitzki (1931), Advîsory E c o n o m ic C o u n c ils Ü. İk t is a t F a k ü lt e s i M e cm u a sı, 6/1-2 (Ekim-
(VVashington, D. C : The Brookings Institution) Ocak), s,54-145,
14 Koraltürk, Murat (1996), "Âli İktisat Meclisi, 22 Keyder, Çağlar ve Şevket Pamuk (1984-1985),
1927-1935," E k o n o m ik Y a k la şım , 23/7 (Kış), "1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Üzerine
SS .47-64.
Tezler," Yapıt, No,8 (Aralık-Ocak), s, 52-63,
Ülkü; Halkevleri Mecmuası
M. BÜLENT VARLIK

Cumhuriyet'in ilk yılları, "yeni" bir ulu­ birçok kentinde iktidar yanlısı-muhalif
sun yaratılması amacına yönelik olarak süreli yayınların çıktığı görülmektedir.
geçmişin izlerinin ve etkisinin bertaraf Millî Mücadele yılları yerel basının yay­
edilmesine yönelik pek çok "tasfiye"nin gınlık kazandığı üçüncü evreyi oluştur­
yapıldığı, bir dönem olarak kabul edile­ maktadır, Halkevlerinin açılması île bir­
268 bilir, Bu tasfiyelerden birisi de il. Meşru­ likte yeni bir yerel basın "dalgası" Ana­
tiyetin kısmî özgürlükçü ortamında ku­ dolu'yu kaplamış, 1950'lere kadar 70
rulan, ittihat ve Terakki yönetiminin bir kadar il ve ilçede dergi yayımlanmıştır.
kesiminin görüşlerini yansıtan, 1930'lar- Ü lkü 'n ü n yayımlanmasını gündeme
da sınırlı da olsa muhalif bir güç odağı getiren önemli bir diğer etmenin de Ke­
olma niteliğini kazanan Türk Ocakları­ malist "inkılâbın ideolojisi"nî oluştur­
nın kapatılmasıdır, Türk Ocaklarının ka­ mak amacıyla Ocak 1932'de yayın ha­
patılması ile ortaya çıkan boşluk 19 Şu­ yatına başlayan Kadro dergisi olduğunu
bat 1932 tarihinde Halkevlerinin kurul­ ileri sürmek yanlış olmayacaktır.
ması ile doldurulmaya çalışılmıştır. Bir­ Adı bizzat Mustafa Kemal tarafından
çok konuda İttihat ve Terakki tarafından konulan derginin çıkış amacını ve neleri
gündeme getirilen uygulamaların farklı içereceğini Recep (Peker) İlk sayıda yer
bir mekân ve zamandaki takipçisi olan alan "Ü lkü Niçin Çıkıyor?" (No: 1/Şubat
Kemalist rejim. Halkevlerinin kurulma­ 1933) başlıklı yazısında;
sından sonra Türk Ocaklarının merkezî "Ü lkü, karanlık devirleri arkada bı­
yayın organı olan Türk Vurdu'nun yerini rakarak şerefli ve aydınlık bir istikbale
tutmak üzere bir dergi çıkarmaya karar giden yeni neslin heyecanını besle­
vermiş ve bunun sonucu olarak Halkev­ mek, cemiyetin kanındaki inkılâp un­
lerinin merkezî yayın organı olan Ülkü, surlarını ısıtmak, ileri adımlarını sık­
Şubat 1933 tarihinde yayın hayatına laştırmak için,.. Ülkü, bu büyük yola
başlamıştır. [satılanlar arasında kafa birliği, gönül
Ü lkü, Halkevlerinin merkezî yayın or­ birliği ve hareket birliğini yapmak
ganı olmakla birlikte, ilk yayımlanan için... Ü lkü , millî dile, millî tarihe,
halkevi dergisi değildir. Halkevleri tara­ millî sanatlere ve kültüre hizmet
fından yayımlanan ilk süreli yayın Ağus­ için... Ülkü, bütün bu gayelere hizmet
tos 1932 tarihinde çıkarılan (Eskişehir) yolunda çalışan Halkevlerinin ruhun­
Halkevi dergisidir. Bu noktada, Halkev­ daki harareti yazı vasıtasiyle yaymak
lerinin Türkiye'de yerel basının gelişme­ için... çıkıyor.
sinde önemli bir katkısının olduğunu be­ Ü lkü'de büyük davaya inananların,
lirtmek gerekir. Süreli yayınların İstanbul buna Türk cemiyetini inandırmak, top­
dışına taşması ilk önce "vilayet gazetele­ lu ve heyecanlı bir millet kütlesi yarat­
ri" ile başlamıştır. Ardından, II. Meşruti­ mak hizmetinde vazife ve hisse almak
yetin oluşturduğu iklimde Anadolu'nun isteyenlerin yazıları çıkacaktır."
TÜRKİYE'DE KORPORATIST DÜŞÜMCE VE KORPOfiATlZM UYGULAMALARI

satırlarıyla açıklamaktadır. Birinci yılın


tamamlanmasının ardından yapılan bir
değerlendirmede yaşanılan "inkılâp dev­
rinde her münevver Türk'ün bir halk reh­
beri ve bir inkılâp yapıcısı" olduğu vur­
gulanmış, ÜMor'nün temel amacının da
"hangi mesleğe mensup olursa olsun bü­
tün münevverler arasında bir konuşma
ve anlaşma vasıtası" oluşturmak olduğu
belirtilmiştir (No;13/Mart 1934). Bu seç­
kine! yaklaşım ikinci yılın sonunda Nus-
ret Köymen tarafından yapılan bir diğer
değerlendirmede “ Ü lkü, okuyup yazma
bilmeyen veya az bilenlerin faydalanaca­
269
ğı bir mecmua değil, memleket ve dünya
meseleleri üzerinde kafası işleyen Türk
münevverleri arasında bir fikir teşkilat­
lanması vücude getirmek isteyen, millî fi­
kir ve kültür alanında önderlik edecekler
için çıkan bir fikir ve kültür mecmuası­ Ülkü Dergisi, köycülük akımının önemli
dır" (No: 25/Mart 1935) denilerek daha mecralarından biriydi. Feyzullah S aat
Ülkü, köycülüğün hedefini 1923le şöyle
somut olarak ortaya konmuştur.
tanımlar: "... madem ki her feyiz, her
İlk sayıda yayımlanan "Ü/kü'nün Yazı kudret ve her saadet halktadır ve halktan
Bölümleri" başlıklı bir yazıda yayımla­ doğar, öyleise halkımızı, Anadolu ’nun
nacak çalışmaların; "edebiyat ve dil [şi­ temiz kanlı cevherli köylüsünü
ir, hikâye, roman, tasvir, tetkik)", "güzel şıtur/andtrmah, yenileştirmeli ve
asrileştirmeliyiz!" Köycülüğün heyecanlı
sanatlar (musiki, resim, heykel, mimar­ ideologlarından Nusret Köymen’in bu
lık)", "tarih", "içtimaiyat ve felsefe", "ik­ bağlılığı, zaten seçtiği soyâdtnda da
tisat ve ziraat", "halk terbiyesi", "yurt kendini gösterir. Köymen, halk eğitimini
koruma", "kadınlık", "fen", "halk sıhha­ Türk inkılâbım geliştirmenin ve
tutundurmanın ana davası olarak
ti ve nüfus", "spor, oyun ve eğlence",
benimsemiştir. Onun 1932 de söylediğine
"köycülük", "bibliyografi", "halkevleri göre ‘talim ve terbiye, memur yetiştiren
haberleri" ve "haberler, teklifler" olmak bîr talim çerçevesi içinde sıkışmaktan *
üzere on beş ana başlıkta toplanacağı kurtulmalı, halk terbiyesine yönetinmelidir.
belirtilmektedir. Aynı sayıda yer alan Ve "...bütün vatandaşlar kiste, düşüncede
birikirleriyle ve devletle elbirliği yapmağı
"Yazıların Umumi ve Müşterek Vasıfları
öğreninceye kadar halk terbiyemizin
Hakkında Muharrirlerimizden Rica"da propagandacı ve rejimci olması zaruridir."
da yazıların "mümkün olduğu kadar sa­
de, alışılmış konuşma diliyle ve Öztürk- hatları ile Türk Yurdu'nem yayın çizgisi­
çe kelimelerle, kısa cümleli, açık ve sa­ ne paralellik göstermektedir.
rih bir ifade ile yazılmış olması", "inkı­ Ü/kti'nün Şubat 1933-Ağustos 1941
lâpçılık, halkçılık, halk rehberliği, mem- dönemini kapsayan 102 sayılık ilk seri­
I leket ve millet sevgisi, neşe ve ümit, ça- sinde imtiyaz sahipliği Nusret Kemal
! Iışma ve başarma heyecanını vermek (Köymen) (No: 1-47) ve Fevziye Abdul­
mihverlerinden ayrılmaması" gerektiği lah (Tanse!) (No: 48-102), umumi neşri­
vurgulanmıştır. yat yönetimi ise Necip Ali (Küçüko)
Bu başlıklar birkaç istisnai dışında ana (No:1-51), Haşan Âfi Yücel (No: 52-

73,75) ve Cevdet Kerim (incedayı) (No: ilimdir. Her Tür'ün sülük etmesi (girme­
74, 76-102) tarafından üstlenilmiş, 41. si, benimsemesi) icap eden bir meslek,
sayıdan itibaren direktörlüğü M. Fuad her Türk'ün kavraması icap eden bir
Köprülü yürütmüştür. ilim"dir.
Ü lk u rde, Kemalist entelijansiyanın Köycülük bölümünde zaman zaman
önemli bir bölümünü oluşturan yaklaşık siyasal iktidara "muhalif" sayılabilecek
350 yazar, dünya ve Türkiye'deki dö­ görüşlere de yer verilmiştir. Sözgelimi,
nemsel gelişmelere bağlı olarak görüşle­ Yalçın; "Kadınhanı Köylüsü Nasıl Borç­
rini sergilemiştir. Bu görüşler, Kemalist landı?" (No: 11/Birinci Kânun 1933) baş­
yönetimdeki güç dengelerini ve dalga­ lıklı yazısında "927 senesine kadar yıllar
lanmalarını açıkça yansıtmaktadır. Ge­ iyi gitti... Vaktâki, o mahut kuraklık gel­
rek İtalya'daki, gerekse Sovyetler Birli- di, artık köylü giyecekten vazgeçti, artık
ği'ndeki gelişmeler yakından izlenmek­ boğaz kavgası başladı... Tüccarların
270 te, bu ülkelerin deneyimlerinin sonuçla­ elinde buğday vardı. Onu, bir sene ev­
rının Türkiye'ye aktarılması için öneri­ vel köylüden alacak yerine almıştı. Köy­
lerde bulunulmaktadır. Sözgelimi, Selim lüler, tüccarlara yalvardılar, yakardılar,
Sim (Tarcan); "İtalya'da Halk ve Gençlik aç kalmayalım da gelecek sene bire üç
Teşkilatı" (No:3/Nisan 1933} başlıklı ya­ vermeğe razıyız dediler. Bu suretle bire
zısında "(İtalya'da) faşistlerin başardıkla­ verdiklerini üçe aldılar" diyerek köylüle­
rı işler, meydana getirdikleri eserler çok rin içine düştükleri durum bütün açıklığı
beğenilmeye layıktır. Bu büyük işin mü­ ile anlatmaktadır.
kemmel olmasının asıl sebebini vatan Köycülük bölümündeki yazıların
sevgisi ve millî duyguların birliğinde "resmî makamiar"ın tepkisini çektiği de
aramak lazımdır" demektedir. Buna kar­ görülmektedir. Ankara Yüksek Ziraat
şılık Nusret Kemal (Köymen); "Sovyetler- Enstitüsü'nde öğrenci olan Refik ve Ziya
de Bayram ve Terbiye" (No:9/Birinci Teş­ tarafından yazılan Bursa'nın Keleş köyü
rin 1933} makalesinde "Sovyet mektep­ ile ilgili bir yazı (No: 15/Mayıs 1934)
lerinde ders dışı faaliyetlere de dersler üzerine Bursa Valiliği Ü lkü'ye bir açıkla­
kadar önem verilir. Bu faaliyetler arasın­ ma göndererek araştırmada iddia edildi­
da en mühimi 'cemiyetçe faydalı iş'tir. ği gibi "köylünün İşinin ekseriya zama­
Bu iş için seçilmiş olan talebe heyeti köy nında yapılmamasının", "köylünün ko­
çalışmalarını organize eder, kitap dağıtır, operatifçilikten anlamadığının", "köylü­
ümmilikle mücadele eder, siyasî terbiye­ lerin Ziraat Mektebi'nden kaliteli yumur­
yi ve kollektifleşmeyi inkişaf ettirir ve ta temin edememesinin", "köylülerin
din aleyhinde propaganda yapar" diye­ hastaneye aracısız girememesinin” doğ­
rek üstü kapalı da olsa Türk gençliğine ru olmadığını açıklamıştır!
örnek göstermektedir. Türk tarihi ve edebiyatı, Güneş-dil te­
Üzerinde Önemle durulan bir konu da orisi üzerine görüşler, İktisadî gelişmeler
"köy-köycülük meselesi"dir. Ağırlıklı Ü/fcu'nün yakından takip ettiği konular
olarak Nusret Kemal (Köymen)'in ide- arasında bulunmaktadır. Dergide 2 aman
ologluğunu üstlendiği köycülük konusu­ zaman Orta Asya tarihi, eski Türk ka­
na özellikle derginin ilk kırk sayısında vimler!, Türklerin antropolojik nitelikleri
yer verilmiş, konu ile ilgili Özel bir bö­ üzerine yazılar da yayımlanmıştır. Dik­
lüm oluşturulmuş, köycülük ile ilgili an­ kat çekici bir nokta ise Ü/kü'nün sayfa­
ketler düzenlenmiştir. N, Kental KÖy- larında yakın geçmişle ve özellikle Millî
men'e göre "köycülük bir meslek, bir Mücadele dönemi ile ilgili yazılara yer
verilmemiş olmasıdır. Bu durum, yakın uzaklaşılması sonucu olarak dergi kapa­
geçmiş ile "siyasî hesaplaşma"nın ta­ tılmış ve farklı bir boyut ve farklı bir içe­
mamlandığının bir göstergesi olarak ka­ rik ile yeniden çıkarılmaya başlanmıştır.
bul edilebilir. Ancak, her şeye rağmen, 1930'larm
Ü lkü, Fuat Köprülü'nün yayın direk­ düşünce ikliminin en azından "resmî”
törlüğüne atanmasından sonra sürekti kesimini temsil etmesi nedeniyle, Ülkü,
olarak nitelik değiştirmiş, "inkılâpçı he- Tek Parti yönetimi döneminin incelen­
yecan"ım kaybederek adeta bir üniversi­ mesinde en önemli kaynaklar arasında
te dergisi haline gelmiş, tirajının on beş yer almaktadır*
binlere kadar çıkmasına rağmen Y, Kadri
Karaosmanoğlu'nun deyimi ile "hiç kim­
(*) Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz: Zerrin
senin okumadığı ve belki de görmediği Bayraktar; "Ü lk ü D erg isi: Halkevleri Mer­
fikir dergisi" haline dönüşmüştür. Başta kez Yayın Organına Bir Bakış", iletişim. No:
1981/3, ss: 113-136 ve Ü lkü lSeçm eler { 1933-
belirlenen "inkılâp için münevverler ara­ 1941), (yay. haz.: Zerrin Bayraktar-Cem Al-
sında ortak dil oluşturma" amacından par), AİTİA Yay., Ankara-1982.
Tek Parti Döneminde
Halkçılık
M. ASIM KARAÖMERLİOĞLU

aman zaman popülizm ismiyle de Devletleri’ndeki halkçılık ile 1930’lar ve

Z kavramsallaştırılabilen halkçılık,
1980’lere kadar Türkiye siyasetinde
yaygın kabul görmüş bir söylem olarak
1960’lardaki biçimiyle Latin Amerika’da­
ki örneklerinden belirli bir teorik bütün­
lük çıkarmak hemen hemen mümkün de­
varlığını sürdürdü. Cumhuriyet Halk Par- ğildir. Rusya’da kemli aydınların tarımsal
tisi’nin Altı Ok’undan birisi, genç Cumhu- ve sınaî gerilik koşullarında köylülüğe re­
riyet’in ideolojik söyleminde merkezî bir ferans vererek oluşturdukları devlet kar­
öğe ve siyasal yelpazenin sağından soluna şıtı sosyalizan ve radikal bir hareketken,
hemen her kesimin bir şekilde vurguladığı ABD’de çiftçilerin devletin İktisadî müda­
bir ilke oldu halkçılık. Ancak, ilginçtir, halesi açısından gündeme getirdiği, anti-
halkçılık kavramının tanımı büyük ölçüde tekel, biraz da yöresel bir hareketti halk­
muğlak kaldı. Bu kadar çok kullanılan, fa­ çılık. Latin Amerika’daki halkçı hareket­
kat bu kadar az bilinen, basmakalıp birta­ ler ise işçi sınıfıyla orta sınıfları baz alan
kım tanımlamaların ötesinde tartışılama- kentsel reformist hareketler olarak gün­
mış başka bir kavram Türkiye'de herhalde deme geldi. Farklı zaman ve mekânlarda
çok az vardır. Özellikle söz konusu olan halkçılık bazen devlet karşıtı bir hareke­
halkçılık söyleminin analitik bir irdelen­ tin söylemiyken, bazen devletlerin tepe­
mesi olduğunda bu durum daha da geçerli den, son derece elitist ve kendi meşruiye­
olmaktadır. Oysa halkçılık söyleminin yer­ tini sağlama aracı olabildi. Bir başka de­
li yerince anlaşılması hem genel olarak yişle, farklı tarihsel bağlamlarda farklı
Kemalizmi, hem de özel olarak Tek Parti halkçılık teorileri ve pratikleri gözlemle­
dönemi Türkiyesi’nin siyasal rejimini daha nebildi. Keza halkçdığın sağ ya da sol ide­
iyi anlayabilecek ipuçları verebilecektir. olojiye özgü bir olgu da olduğu söylene­
Bu anlamda Kemalist halkçılık söyleminin mez. Sola meyyal halkçı hareketler olabil­
analizi, örneğin demokrasiye bakış, çok diği gibi, sağ ve muhafazakâr ideolojilere
partililik, devlet birey ilişkisi gibi alanlarda yakın halkçı hareketler de olmuştur. Do­
bize önemli açılımlar sunabilecektir. layısıyla halkçı söylem ve hareketler, çe­
Kavramın muğlaklığını gerçi biraz da şitli ideolojilere eklemlenmiş biçimde bu­
doğal karşılamak gerekir, çünkü halkçılı­ lunabilmektedirler.
ğın dünya literatüründe ele alınışı da Halkçılık birçok kavram gibi ilk kez
Türkiye’den daha az muğlak değildir. 19. Cumhuriyet döneminde gündeme gelmiş
yüzyıl sonu Rusya ve Amerika Birleşik bir düşünsel ve siyasal olgu değildir. Geç
T E K P A R T İ D Ö N E M İ N D E H A L K Ç L 1 K

Osmanlı’da özellikle Jöntürkler arasında süreci yukarıda anlattığımız dinamiklerle


halk kavramının ve olgusunun gündeme büyük ölçüde örtüşür. Jöntürkler, örneğin
geldiğini söylemek mümkün. Bunda 1908 Osmanlı’nın Balkan vilayetlerinde, halkı
Devrimi’ne giden sürecin önemli bir rolü kendi yanlarına çekme amacıyla 1908
vardır. Jöntürk geleneğinin bütün içkin Devrimi öncesinde propoganda faaliyetleri
eiitistligine rağmen, Abdüihamit rejimine yürütmüşler, bu nedenle de zaman zaman
karşı, biraz da zorunluluktan, halkı yanma halkçı bir söyleme başvurmuşlardır. Bu
almak gibi bir nosyonun giderek gündeme anlamda halkçılık söyleminin oluşması ve
geldiği gözlenmektedir. Bu anlamda halk­ halk kavramına giderek artan vurguyu as­
çılığın ortaya çıkması doğrudan doğruya lında yeni bir aydın kuşağının doğmasıyla
yeni bir aydın sınıfının, Osmanlı özelinde ilişkilendirmek yerinde olur. Dolayısıyla
Jöntürklerin, ortaya çıkması süreciyle pa­ Rusya ve O sm anlı gibi kapitalizm e
ralellikler gösterir. Aslına bakılırsa Os­ geçişleri gecikmiş ülkelerde halkçılık köy­
manlI’da gözlemleyebildiğimiz bu gelişme­ lülere ve onların taleplerine referans veri­
ler benzer yapısal özellikler gösteren dün­ lerek değil, yeni bir aydın tipolojisinin 273
yanın başka ülkelerinde de geçerlidir. dogması ve onun gereksinimleri açısından
Köhneleşmiş (ancıetı) siyasal rejimler, içsel değerlendirilmelidir.
nedenler bir yana, özellikle uluslararası Osmanlı’da halkçılığın gelişmesinde
sistemde varlıklarını sürdürebilmek için uluslararası ideolojik etkilerin de önemini
modernleşme sürecini kendi elleriyle ve vurgulamak gerekir Bilindiği gibi siyasal,
de yeni bir aydın kesimi yaratarak çelişik toplumsal ve ekonomik büyük altüst oluş­
bir şekilde yaşarlar. Bir yandan devletlera­ ların yaşandığı 19. yüzyıl aynı zamanda
rası konumları gereği modernleşme zo­ bir ideolojiler çağıydı ve dünyanın birçok
runluluğu hisseden bu rejimler, diğer yan­ yöresi ideolojilerin esin kaynağı verdiği
dan geleneksel iktidar biçimlerini koru­ hareketlerle sarsıldı. Osmanlı da bu du­
maya çalışırlar. Bu çelişkilerle dolu süreç rumdan vareste değildi. Osmanlı İmpara­
aynı zamanda yeni bir aydın tipolojisi ya­ torluğumun çeşitli cemaatlerinde, özellikle
ratır. Modernleşmenin doğrudan bir ürü­ Ermeniler içerisinde, halkçı düşünce ve
nü olarak gündeme gelen aydınlar mo­ hareketler görmek mümkün. Özellikle
dernleşme sürecini hızlandırmak ve man­ Rus halkçılığı, Narodnizm, Ermeni aydin-
tıksal sonucuna ulaştırmak isterken sık lanm, Hmçaklan örneğin, derinden etkile­
sık köhne devlet aygıtlarıyla çatışmaya gir­ miş bir düşünce sistemiydi. Osmanlı Müs­
mişlerdir. Örneğin jöntürklerin büyük öl­ lümanları da gerek Ermeni halkçı hareket­
çüde Abdüihamit rejiminin modernleşen leri dolayımmda, gerekse Tatar göçmenleri
okullarında yetişmeleri bu açıdan bir ras- üzerinden ve de Makedonya’daki popülist
lantı olmasa gerek. Devletle olan mücade­ ihtilalci hareketlerin etkisiyle halkçı dü­
leleri radikalleştikçe de halkı yanına alma şüncelerle 19. yüzyılın sonlarında tanış­
gereksiniminin arttığı ve aydınların daha mışlardı. Jöntürk hareketi, her ne kadar
radikal çözümlere yöneldikleri görülür. Bu esas olarak kendi mecrası içinde geliştiyse
noktada halkçı düşüncelerin serpilip geliş­ de. Ermeni devrimci hareketlerinin halkçı
mesinde yeni bir aydın tipolojisinin doğ­ söylemlerinden etkilenmişti, Tatar aydın­
ması merkezî bir rol oynar. Bütün dünya­ ları söz konusu olduğunda ise İsmail
da özellikle 19. yüzyıl sonlarında oluşan Gasprinski, Yusuf Akçura ve Hüseyin zade
bu yeni tipoloji hem eski rejimlerin gele­ Ali’nin OsmanlI’da halkçı düşüncelerin ge­
neksel hem de Batı Avrupa’nın organik lişmesinde Önemli bir rolü oldu. Onların
burjuva aydınlarından farklı karakteristik­ temsil ettikleri halkçı görüşler, her ne ka­
ler gösterir. Jöntürk muhalefetinin gelişim dar Rus Narodnizmi gibi devrimci bir içe-
K E M A L İ Z M

rik taşımasalar da, halkçılık üzerinden siydi, yoksul bir köylü de. Gökalp için
Türk milliyetçiliğinin teorisinin oluşturul­ halk, aralarında çıkar çatışması olmayan,
masına katkıda bulundu, birbirlerini tamamlayan, sınıfsız, kaynaş­
1908Jöntürk Devrimi sonrası II. Meş­ mış değişik grupların tamamım ifade edi­
rutiyet döneminde halkçı düşüncenin ge­ yordu. Durkheim’m izlerini taşıyan bu da­
lişimi söz konusu olduğunda iki aydının yanışmacı bakış Kemalist Cumhuriyet’e
adları ön plana çıkar. Yusuf Akçura ve Zi­ devredilen halk kavramını da büyük ölçü­
ya Gökalp. Büyük ölçüde etnik bir Türk de belirledi.
milliyetçiliğinin damgasını vurduğu Türk 11. Meşrutiyet Dönemi halk ve halkçılık
Yuıdıı dergisinin editörü Yusuf Akçura der­ kavramlarına içkin önemli bir kültürel bo­
ginin ayırt edici özelliklerinden birisinin yutu da geçerken not etmek gerekli. Bu
"halkseven" olduğunu vurgular. Türk Yur­ da, diğer birçok Batılı olmayan ülkede de
du çevresinin 1912’de yayımladığı H alka gözlem lenen, uygarlık ve kültür, Gö­
Doğru dergisi ise bizzat halkçı düşüncele- kalp’in deyimiyle, medeniyet ile hars ikile­
274 rin yayılmasını amaçlar. Akçura’ya göre minde ortaya çıkıyordu. Gerçekten de 19.
halk kırların yoksul köylüleri, küçük es­ yüzyıl ortalarından başlayarak Batı’dan ne­
naf ve kentlerin ücretli emekçilerinden yin ne derece alınması gerektiği önemli bir
oluşmaktaydı. Bir başka deyişle, Akçu- tartışma konusu olagelmişti. Dönemin de­
ra’nın halk kavramıyla kastettiği görece ğişik entelektüel çevrelerinde hakim olan
yoksul kesimlerdi. Ona göre, millet ve anlayış teknoloji ve bilim gibi Batı’nın da­
haİk aynı şey değildi ve halkın ayırt edici ha evrensel değerlerini almak, ancak bunu
özelliği bir anlamda sınıfsal olarak belir- alırken de ülkenin kendi tarihsel, gelenek­
lenmesiydi. Oysa İttihatçıların İzmir eski se! ve özel hayata dair değerlerinin korun-
kaıib-i umumisi Celâl Bayar’ın I918’de İz­ masıydı. Dolayısıyla hars kavramından
mir’de çıkardığı bir başka Halka Doğru kastedilen bize Özgü değerlerdi ki bunla­
dergisine göre halk orta sınıflar demekti, rın da kaynağı halkta, Anadolu’da bulun­
ki, niteliksel olarak Akçııra’nın halk kav­ maktaydı. İşte bu anlamda halk ve halkçı­
ramının neredeyse tamamen ciddiydi. Ba- lık kendi değerlerimizi bulabileceğimiz bir
yar gibilerin orta sınıflara vurgusunda rezervuar olmakla, Batı’nın evrensel bazı
kuşkusuz Birinci Dünya Savaşı’nın haksız değerleri alınırken, onun Özsel, yıkıcı ve
ve spekülatif ortamında palazlanan önemli bünyemize uymayan değerlerine karşı ko­
bir Müslüman/Türk ve “orta sınıfın”, itti­ ruyucu bir zırh olmaktaydı. Bu tutum bü­
hatçıların bilinçli politikalarıyla serpilip yük ölçüde Cumhuriyet döneminde terk
gelişm esi gerçeğinin izlerini görmek edilmiştir çünkü Batılılaşmayı bir bütün
mümkündür. Benzer bir gözlemi muhte­ olarak almak gerektiği vurgulanmış, dola­
melen Ziya Gökap de yapmaktaydı, ancak yısıyla da özellikle yönetici elitler arasında
onun halkçılık anlayışı, pratikte değilse medeniyet hars türü ayrımlar giderek da­
bile en azından söylemsel düzeyde, sava­ ha az vurgulanır olmuştur.
şın yarattığı aşınlıklan ve sınıfsal uçurum­ Halkçılık kavramının sıkça gündeme
ların üzerini örtmeye yönelikti. Gökalp’in geldiği bir dönem de Millî Mücadele dö­
bu kavramdan anladığı her iki yaklaşım­ nemiydi. Bu yıllarda halkçılığın gündeme
dan da farklıydı. Onun için halk güzidele­ gelmesinin bir nedeni toplumun değişik
rin, yani eğitimli elitlerin, dışında kalan kesimlerini ortak mücadele etrafında mo-
bütün katmanlardı. Eğitimin ve soyut bir bilize etmekti. Beri yandan, bu dönemde
elit kavramının çizdiği çerçeve içerisinde çeşitli sol ve İttihatçı grupların kendi halk­
belirleniyordu halk kavramı. Dolayısıyla çılık anlayışlarıyla ortaya çıkmalarına bir
eğitimsiz bir toprak ağası da halktan biri­ tepki olarak, benzer bir söylemle bu grup-
T E K P A R T I D Ö N E M İ N D E H A L K Ç I L I K

düşünmek gerekir, ki ne yazık ki bu ko­


nuda henüz ayrıntılı çalışmalar yapılma­
mıştır.
Halkçılık söylemi 1923 sonrası Cum­
huriyet yıllarında da üzerinde önemle du­
rulan bir söylem oldu ve zaman içinde çe­
şitli değişikliklere ve vurgu kaymalarına
uğrayarak önemini muhafaza etti. Ata­
türk’ün Halkçılık Programı adlı metni da­
ha 1921 yılında Anayasasının içeriğinde
gözlemienebilmekteydi. Nisan 1923’te ka­
bul edilen 9 Umde’de ve CHP’nin Ekim
1927’deki İkinci Kurultayı’nda halkçılık
düşüncesinin izlerini görmek mümkün­
dür. CHP’nin 1931 ve 1935’teki Üçüncü 275
ve Dördüncü Kurultaylarında Halkçılık
diğer ilkelerin yanında partinin temel va­
Kemalist halkçılık ilkesi, bir kutupta sıflarından birisi olarak kabul edilmiştir.
liberal-bireyci, diğer kutupta sosyalist- Süreç içinde değişmesine rağmen halkçı­
kollektivist çağrışım lara karşı önlem lık anlayışında süreklilikler gözlemlemek
alm aya dikkat eden, korporatist bir
anlayışı yansıtır. “Halk ”, sın ıfsal veya mümkün. En genelde ve değişmeden sü-
toplumsal bir özne olarak değil, millilik regiden halkçılıkla cumhuriyetçiliğin iliş-
vasfının otantik taşıyıcısı olarak kişiydi. Cumhuriyetle beraber gündeme
düşünülür ve yükümlendirilir.
gelen halkçılık anlayışının en belirgin
özelliği “hakimiyet-i milliye" kavramında
somutlaşıyordu ve bu kavram cumhuri­
ların önünü kesme kaygısı da gözlenmek­
yetçilik ilkesinin altyapısını oluşturuyor­
teydi. Yine ayrıt şekilde, Sovyetlerle iyi iliş­
du. Söylenmek istenen yeni rejimde siya­
kilerin geliştirilmesi için de halkçılığa vur­
sal iktidarın meşruiyet kaynağının halkta
gu yapıldığı vurgulanmıştır. Frunze ve
olduğuydu. Osmanlı hanedanından kay­
Aralov gibi Sovyet diplomatlarıyla yapılan
naklanan meşruiyet olsun, dinsel kaynak­
söyleşilerde sık sık halk kavramından
lı herhangi bir meşruiyet olsun, artık yeri­
emekçilerin kastedildiği izlenimi yaratılsa
ni radikal ve kalıcı bir şekilde halkın ege­
da böylesi bir bakış Atatürk ve çevresinde
menliğinde merkezlenen ve meşrulaşan
gözlemlenebilen başat eğilim hiçbir zaman bir söyleme bırakıyordu. Gerçi egemenli­
olmamıştır. ğin bölünm ezliği ve halka ait olduğu
Millî Mücadele halkçılığı söz konusu 1920’de I. Meclis’te açık seçik gündeme
olduğunda gözden kaçırılan bir önemli ta­ getirilmişti, fakat Cumhuriyet’le beraber,
rihsel olgu da yerellik merkeziyetçilik ek­ gerçek yaşamın kendisinde halkın ege­
seninde gözlemlenen çatışmayla ilgilidir. men olup olmamasının ötesinde, halk ve
Millî Mücadele yıllarında yeşeren birçok millet egemenliği kavramı söylemsel dü­
hareket için halkçılık anti-elitizm ve mer­ zeyde iyiden iyiye perçinlenmiş oldu.
kezî bir devlet yaklaşımının tersinde so­ Halkçılık anlayışının altında yatan vur­
mutlanıyordu Anadolu’da gündeme gelen gu cumhuriyetçiliğe yönelik olduğu ka­
birçok yerelci ulusal kurtuluş hareketinin dar milliyetçilikle de örtûşüyordu. Halk
anti-bürokratik ve merkeziyetçilik karşıtı bir kere Gökalp’in tanımladığı biçimiyle
söylemini de aslında halkçılık bağlamında algılandığında, neredeyse milletle özdeş-
K E M A L İ Z M

oynayan ilk Türk olarak tarihe geçtiği


Selim Sırrı Tarcan de söylenir. İstanbul'a döndüğünde
HANDE ÖZKAN yüzbaşı olan Selim Sırrı bu dönemde
sporla ilgili yazılar da kaleme aldı.
Aynı zamanda birçok okulda beden
eğitimi hocası olarak görev yaptı.
Sporun eğitim açısından büyük Önem
taşıdığına inanan Selim Sırrı 1908 yı­
lında beden eğitimi öğretmeni yetişti­
ren "Terbiye-i Bedeniye Mektebi"ni
açtı. Henüz kendi jimnastik ekolünü
1874 yılında Yenişehir (Mora)'da
geliştirmemiş olan Selim Sırrı bu
doğdu ve 1956 yılında İstanbul'da
okulda hocası Faik Üstündiman'ın da
276 hayata veda etti. Lise eğitimini Gala­
benimsediği aletli ve zor hareketler­
tasaray Sultanisi'nde gördükten sonra den oluşan )ohr>-Am oros jimnastiğini
Berri-i Hümayun'da okudu. Ardından uyguladı. Selim Sırrı'nın 1909 yılında
istihkâm subayı olarak İzmir'e tayin devlet adına beden eğitimi öğrenimi
oldu (1896). İzmir'de kaldığı dört yıl görmek üzere İsveç'e gönderilmesi
boyunca H iz m e t gazetesinde yazarlık üzerine okul kapandı. İsveç'te )o h n -
da yapan Selim Sırrı'nın Galatasary A m oro s okulu karşısında giderek yay­
Sultanisi'nde beden eğitimi hocası gınlaşan yeni bir jimnastik okuluyla
olan Faik Üstünidman'ın etkisiyle tanışan Selim Sırrı 1910 yılında Tür­
jimnastiğe duyduğu İlgi giderek arttı. kiye'ye döndü ve Osmaniye Meka-
Nitekim bu dönemde İdadî Mekte­ bi'nîn Terbiye-İ Bedeniye Müfettişi ol­
binden başlayarak çeşitli okullarda du. Bu dönemde Erkek Öğretmen
beden eğitimi dersleri verdi. Selim Okulunda vermeye başladığı beden
Sırrı'nın 1898 yılında İzmir'de, futbol eğitimi dersleri sayesinde İsveç'te öğ-

leşmişti gerçi, ama yine de halk kavramı­ nın dinî birtakım çağrışımları olmasıydı.
nın bir nüansa işaret ettiğini görmek ge­ Halk kavramının bu noktada da işlevsel
rekli. Çokuluslu bir imparatorluktan, is­ olduğunu, özellikle 1920’lerin başında
ter kültürel, ister etnik düzeyde temellen­ işaret etmek gerekiyor.
sin, “tamamen” Türk olan bir kimliğe ge­ Siyasal egemenlik anlayışının tek ve bö­
çerken, toplumsal ve ekonomik düzlem­ lünmez bir tarzda tarifi emperyal yapılı ül­
de halk da yine ortak amaçlar etrafında kelerde ancak birleştirici ve çoğulcu bir
birleşmiş, bölünmez, birbirine benzer ve millet ve halk anlayışıyla gündeme gelebil­
birbirini bütünleyen, standartlaşmış bir mişti. Nitekim OsmanlI’nın son dönemin­
toplumsal bütünlüğe işaret etmeliydi. Bir de gözlemlenen devletin merkezîleşme ça­
başka deyişle, milliyetçilik tarihsel, etnik baları Osmanlıcılık türü bir ideolojik çatı
ve kültürel bir tekdüzeliğe gönderme ya­ altında çeşitli cemaatlerin toplamında so­
parken, halkçılık bu tekdüzeliği toplum­ mutlanan, ama yine de genel bir millet ve
sal dokuda temellendiriyordu. Elbette bü­ halk anlayışıyla uyumlandmlmaya çalışıl­
tün bunlarla ilintili bir başka husus da mıştı. Ancak egemenliğin meşru kaynağı­
Osmanb’da kullanılan “millet” kavramı­ nın bir hanedan ya da dinsel bir simgede
T E K P A R T İ D Ö N E M İ N D E H A L K Ç I L I K

rendiği beden eğitimi yöntemlerini


yayma fırsatını buldu. Selim Sırrı'nın
1911 yılında açtığı "Terbiye-İ Bedeni­
ye Mektebi" de ilkine kıyasla çok da­
ha bilimsel yöntemler kullanan, hem
teorik hem de uygulamalı eğitim ve­
ren bir okuldu.
Selim Sırrı'nın spor alanındaki en
büyük başarılarından biri hiç kuşku­
suz, önce Osmanlt İmparatorlu­
ğumun ve ardından Türkiye'nin
Olimpiyat Oyunlarına katılması ko­
nusunda gösterdiği çabadır. Oiimpik
hareketin Türkiye coğrafyasındaki ilk 277
adımları, modern Olimpiyat Oyunla-
rı'nın kurucusu olan Baron Pierre de
Coubertin'in Olimpiyat Oyunları'nı
dünya genelinde yaymak için çalıştığı
bir dönemde atıldı. Coubertin 1907 Selim S im (Taretin), fo lk lo r ve sporun,
yılında Selim Sırrı'ya Osmanlı İmpa­ m illet inşası te m odernleşm e için
kullanm tntn idealisti ve ideologu
ratorluğumun Olimpiyat Komitesin­ olduğu kadar, atak uygulayım ıdır da.
deki temsilcisi olmasını önerdiğinde
bunun mümkün olamayacağını söyle­ başkanlığını, kendisinin de genel sek­
yen Selim Sırrı, kısa bir süre sonra II. reterliğini üstlendiği Türkiye Millî
Meşrutiyet'in tanıdığı dernek kurma Olimpiyat Komİtesi'ni kurdu. Bu ta­
Özgürlüğünden yararlanarak 1908 yı­ rihten itibaren Uluslararası Olimpiyat
lında gazeteci Ati İhsan Tokgöz'ün Komitesi'nin toplantılarına katılan Se-

olmadığı durumlarda, millete ve halka da­ Tek Parti dönemi elitlerinin böyle bir kor­
yanan bir anlayış haliyle tek ve bölünmez, kudan uzak yaşadıkları anlamına gelme­
içerisinde tezatların, sınıfların, farklılıkla­ meli elbette. Gerek 1917 Bolşevik Devri­
rın minimuma indirgendiği bir halk ve mi, gerekse de Balkanlar’da Birinci Dünya
millet kavramına da ihtiyaç duyar. İşte Savaşı sonrası büyük altüst oluşlar Türki­
Cumhuriyet ile gündeme gelen “sınıfsız, ye’deki yönetici elitleri sarsmış, birçoğunu
kaynaşmış bir kitleyiz” şiarını bu anlamda korkutmuştu, 1930’larda biraz da zorunlu­
tarihsel bağlamına oturmak gerekir. Dola­ luktan devletçi bir sanayileşme sürecine
yısıyla, genel kanının aksine, Türkiye’de girildiğinde parti içinde Recep Peker gibi
sınıfsız, kaynaşmış kitleye" vurgu sınıf katı anti-liberal ve anti-sosyalistlerin bir
çatışmasını esas kabul eden sosyalist ya da proleterleşme olgusunun dogmasından
komünist hareketlerden çok OsmanlI’nın korktuklarını, her halükârda bûylesi bir
toplumsal ve siyasal yapısına karşı öne çı­ gelişmenin önünü ve önlemini almayı dü­
karılmış, milliyetçi bir söylemin yapı taşla­ şündüklerini, bunları açık seçik yazıların­
rından birisiydi. Vurguyu burada sosya­ da ifade ettiklerini biliyoruz. Ancak yine
lizm, komünizm korkusundan kaydırmak de gerek işçi sınıfının sayısal gerekse de
K E M A L İ Z M

lim Sırrı 1911 yılı boyunca komitenin ması üzerine Selim Sırrı da başkanlık
düzenlediği toplantılarda Osmanlı görevini bıraktı, ancak komite bünye­
İmparatorluğumu başarıyla temsil etti sinde çalışmayı 1930 yılına kadar
ve nihayet Budapeşte'de yapılan top­ sürdürdü. Millî Eğitim başmüfettişli­
lantıda (1911) Osmanlı Devleti resmî ğinde çalıştıktan sonra emekliye ayrı­
üye olarak kabul edildi. lan Selim Sırrı bundan sonra da be­
Kırka yakın farklı spor dalıyla ilgili den eğitiminin okullarda yaygınlaş­
çalışması bulunan Selim Sırrı, 1913 ması için çalıştı. 1933-1935 yılları
yılında bir futbol federasyonunun ku­ arasında radyoda beden eğitimi ve
rulması için ilk girişimde bulunan ki­ sporla ilgili konferanslar verdi. 1935-
şidir. Ancak Birinci Dünya Savaşı'nın 1946 yılları arasında Ordu milletveki­
patlak vermesiyle bu girişim sonuç­ li olarak Meclis'te görev yaptı.
suz kaldı. Selim Sırrı ayrıca kişisel ça­ Selim Sırrı Tarcan Türkiye'de Batılı
278 balan sonucunda 12 Mayıs 1916 tari­ anlamda spor ve beden eğitiminin
hinde Türkiye'de ilk id m a n B a y ra - benimsenmesi ve yaygınlaşması yo­
mı'nın kutlanmasını sağladı. Sonraki lunda emek veren en önemli isimler­
yıllarda adı önce Kaim Cihan Müsa­ den bîridir. Selim Sırn'nın düşünce­
bakalarına iştirak Cemiyeti ve Türkiye sinde spor bir boş zaman eğlencesi
Millî Olimpiyat Komitesi olarak de­ ya da üstün bir becerinin getirdiği bir
ğiştirilen oluşumda genel sekreterlik akrobatlık ya da maceraperestiikten
görevini üstlendi. Cumhuriyetin ilanı­ ziyade, her İnsanın yapabileceği ve
nı izieyen günlerde Türkiye Millî yapması gereken, hem bedensel hem
Olimpiyat Komitesi'nin yönetiminde de ruhsal gelişmede ve terbiyede
değişikliğe gidildi ve Selim Sırrı baş­ önemli bir rol oynayan bir vasıtadır
kanlığa getirildi. Ancak Baron Pierre (Bilge, s. 49). Kendisi anılarında spo­
de Coubertin'in 1925 yılında Ulusla­ run Türkiye'ye İlk olarak jimnastik
rarası Olimpiyat Komîtesi'nden ayrıl­ adı altında Galatasaray Sultanîsi ara-

eylemse] zayıflığı; beri yandan sosyalistle­ Jean Jacques Rousseau’dan etkilendiği


rin pek de kayda değer güçlerinin olma­ açık olan bu tür bir siyasal demokrasi an­
dıkları bir ortamda “sınıfsız, kaynaşmış bir layışı halkı ve milleti olabildiğince soyut,
kitleye” bu denli obsesif korkunun teme­ somut tarihsel belirlenimlerinden arındı­
linde başka şeyleri aramak gerekir ki ilk rılmış, tek ve bölünmez tanımlayarak as­
başta akla gelen yakın geçmişteki bölünme lında tekile karşı genelin, bireye karşı dev­
sendromuyla benzer gelişmelere yol açabi­ letin ya da kitlelere karşı halkın temsilcisi
lecek bazı toplumsal ve etnik dinamiklerin iddiasındaki iktidardaki elitlerin ellerini
hâlâ ülkenin özellikle belirli bir bölgesinde güçlendirmekteydi. Halk kavramının bir
varlığını sürdürüyor olmasıdır. Kuşkusuz kere böylesi bir tanımı yapıldığında dev­
bir başka önemli neden de yönetici elifin, lette olsun, sivil toplumda olsun, doğabi­
bir komünizm öcüsü göstererek, aslında lecek tüm partiküleristik iktidar odaklan
toplumdaki her türlü farklılık ve çeşitliliğe veya muhalefet, İster istemez halkın ve
olan tahammülsüzlüğü ve bu ortamda si­ “genel çıkarın” düşmanı konumunda gös­
yasal iktidarım herhangi bir meydan oku­ terilebilecekti. (François Furet’nin Fransız
maya maruz kalmadan sürdürmesidir. Devrimi sonrası halk ve milletin bu tür bir
E K P A R T İ D Ö N E M İ M D E H A L K Ç I L I K

alığıyla girdiğini anlatmaktadır. An­ ve beceri gerektiren Alman jimnasti­


cak bu dönemde yapılan beden eğiti­ ğine karşı çok daha kolay, vücuda
mi derslerinin bilimsel bir yönü ol­ fazla yüklenmeyen, herkesin yapabi­
mayıp bedeni ve ruhu terbiye etmeyi leceği ve insanın sağlığı açısından da
de amaçlamamaktadır. Bedensel fa­ fayda taşıyan hareketler içeren İsveç
aliyetler o dönemde daha çok kişisel jimnastiğini benimsemiş ve bu oku­
bir beceri olarak algılanmakta ve uy­ lun yaygınlaşması için çalışmıştır.
gulanmaktadır, Selim Sırrı'nın Galata­ Herkesin kendi vücuduna ve beceri­
saray'da hocası olan Faik Üstünid- sine göre uyarlayabileceği bu jimnas­
man'ın uyguladığı yöntem, aletli ve tik sistemi vücutta uyum sağlayarak
zor hareketlerden oluşan Alman jim­ ruhsal bir gelişimin de sağlıklı bir bi­
nastiğidir: çimde gerçekleşmesini amaçlamakta­
"O zamanlar bu dersdeki hareket­ dır. Selim Sırrı'ya göre beden terbiye­
leri (idmanlar bazı aletler üzerinde si genel anlamda terbiyenin temelidir. 279
yapılan marifetlerden olduğundan) Dolayısıyla jimnastiğin de sportif ma­
her kuvvetli, çevik adamın yapabile­ hiyetinin yanında pedagojik ve psiko­
ceği düşünülerek jimnastik hocalığı lojik bir nitelik taşıması gerekmekte­
bir ustalık sanılıyordu. Ondan dolayı dir. Selim Sırrı'nın düşüncesinde iyi
da bunun ilimle, fen-i terbiye ile, ru­ beden terbiyesi almış bir halk, çok iyi
hiyatla, hıfzıssıhatla alakası düşünül­ teçhizatlı bir orduya bedeldir (Tarcan,
mediği için bir Bonmarşe satıcısı jim­ Bugünkü Almanya, 1930). Keza Ke­
nastik hocası olabiliyordu." * malizm de sporu ve beden eğitimini
Selim Sırrı ağır, sıkı disiplin, cesaret ulusal bütünlüğün pekişmesinde
önemli bir araç olarak görmektedir.
(*) Burada bahsedilen Galatasaray Sultani- "Sağlam kafa sağlam vücutta bulu­
si'nin üçüncü beden öğretmeni Martinet- nur" şiarı bir yandan Almanya ve İtal­
ti'dir. Bir Fransız olan Martinetti aynı za­
manda Beyoğlu bonmarşe satıcılanndarıdır. ya'da gözlemlendiği gibi güçlü, sağ-

özdeşleştirilmesiyle “devrim düşmanları­ zayıf olduğu bir ülkeyse. Sonuç olarak


na" karşı uygulanan Jakoben terör arasın­ halkçı söyleminin gerçekten somut halk
da kurduğu ilişkiyi burada hatırlamakta kitleleriyle pratikte buluşup buluşmadığı
fayda var.) Halkçılık anlayışının bu tür ta­ bir yana, bu tür bir halkçılık anlayışının
rihsel, teorik ve pratik donanımlarla gün­ “aydınlanmış despotculuğun” farklı bir bi­
deme getirildiği ülkelerde ister istemez si­ çimde sürdürüleceği ortamı hazırlamasına
yasal güce hakim olanın halkçı söylemi te­ da şaşmamalı ve genç Türkiye’nin halkçı­
keline geçirmesiyle, yani kendisinin ve lık anlayışında bu tür öğelerin gücünü
yalnız kendisinin halkı temsil ettiğini ilan görmek gerekli.
etmesiyle, toplumdaki her türlü farklılığa Halk kavramının bu tür bir soyutlukta
kuşkuyla ve hoşgörüsüz yaklaşacağı aşi­ ve nitelikte kavranmasının Cumhuriyet’in
kâr; özellikle de söz konusu ülke kişise! gelişim yönü açısından bir başka siyasal
hak ve özgürlük kavramının güdük kaldı­ ve entelektüel anlamı da artık devletle yö­
ğı, devletin keyfi yönetim tarzının gele­ netilenler arasında herhangi bir “aracı"
neksel olarak güçlü olduğu, yönetenlerin kurum, yapı ya da toplumsal oluşumun
vonettiklerine hesap verme geleneğinin gereksiz ve yersiz olarak görülmesidir. El-
K E M A L İ Z M

lıklı ve zinde bir ırkın temellerini at­ masallar, darb-ı meseller, destanlar,
mayı hedeflerken diğer yandan da türküler, millî rakslar olduğunu söy­
spor etkinliklerinin ulusal bir sosyal­ ler" ve "folklor disiplinine Avrupa'da
leşme ve kaynaşma yöntemi olduğu­ yaşandığı gibi türler arasında belli bir
nu ortaya koymaktadır. Beden terbi­ hiyerarşi kurarak değil, tersine türle­
yesi hem Selim Sırrı hem de Kemalist rin çeşitliliğini vurgulayacak bir şe­
aydın çevresi açısından milletlerin en k ild e " yakl aşır (Ö ztü rkm en , s.
temel meselelerinden biridir. Hatta 38,39). Selim Sırrı'nın Osmanlı İm-
Tarcan'a göre 20. yüzyılın ilk yarısın­ paratorluğu'nun son dönemlerinde
da "her millet fikirle beden arasında halk danslarına duymaya başladığı il­
bîr muvazenet tesisine" çalışmaktadır gi, C u m h u riyet d ö nem ind e halk
(Tarcan, Garpta Hayat, 1929). danslarının millî bir sembol olarak
Selim Sırrı sporculuğunun ve eği­ evrilmesiyle neticelenir. 1896-1900
280 timciliğinin yanı sıra folklor alanında Yılları arasında kaldığı İzmir'de zey­
yaptığı çalışmalarla da iz bırakmış bek oyunuyla ilgilenen Selim Sırrı
bir aydındır. Folklor araştırmalarını 1916 yılında kesin bir yöntemi ve
millî bir vazife olarak ele almakta; belirli figürleri olan standartlaşmış
folklorun büyük olaylar ve şahsiyet­ yeni bir zeybek tasarlamaya başlar.
ler üzerinde yoğunlaşan tarih bilimi­ M illî raksın bir salon dansı olmasının
nin tersine halkla uğraşmasını çok gerekli olduğuna inandığından sert
önemli bulmaktadır. Folklor bu an­ hareketleri zeybekten çıkarır ve "ne­
lamda hem milletin mazisini canlı redeyse Oryantalist bir egzotiklik an­
tutmakta hem de bir ülkenin siyasî layışı içinde ... Batılı bir forma zey­
boyuttaki temsiline katkıda bulun­ bek oyunlarının özgün motiflerini ek­
maktadır. Selim Sırrı'nın folklor tanı­ leme yoluna gider" (Öztürkmen, s.
mı bir hayli geniştir; folkloru "vücu­ 227). Bilindiği üzere Zıya Gökalp'in
da getiren şeyin hurafeler, anâneler, ünlü hars-medeniyet ayrımının bir

bette bu durum Türkiye deneyimiyle sı­ bu ara mekanizmaların hepsinin ortadan


nırlı addedilemez. Ulusal devletler kendi kaldırılmasıdır doğal olarak. Dolayısıyla
halklarıyla mümkünse aralarında ne dinî, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” il­
ne de dünyevi birtakım aracı kurumların kesiyle kastedilen sadece egemenliğin
oluşmasını tercih ederler. Oysa böyle bir kaynağının ve meşruiyetinin yeniden ta­
durum emperyal yapılar söz konusu oldu­ nımlanmasının ötesinde, artık bir takım
ğunda çok da fazla sorun yaratmayacak ara mekanizmalara da gerek olmadığı vur­
bir tarzdır. Osmanlı döneminde belirli bir gulanmak isteniyordu. Artık önemli olan
somutluk ve çeşitlilik ekseninde temellen­ “halk” adına konuşma tekelini eline al­
miş değişik cemaatler ile devlet yönetimi mak ve halkın dışına düşmemekti. Bura­
arasında çeşitli arabulucu (mediating) ku­ daki halk ve millet kavramlarının aşağı
rumlar vardı, aslına bakılırsa bu aynı za­ yukarı aynı şeyi ifade ettiği düşünüldü­
manda bir gereksinimdi. Örneğin Müslü­ ğünde, halkın ve milletin dışına düşmek
man cemaatler açısından tarikatların za­ neredeyse bir düşman konumuna düş­
man zaman böyle bir işlevi yerine getirdi­ mekle eşdeğer olacaktı mantıksal ve pra­
ği söylenebil in ir. Cumhuriyetle olan ise tik olarak.
t e k P A R T İ D Ö N E M İ M D E H A L K Ç 1 L K

uzantısı olan ve Batı tekniğini yerli genel kültür ve sosyal hayatla ilgili
bir İçerikle harmanlayan bu yöntem, gözlemlerini bir "beden terbiyecisi"
müzikten dansa kültür alanındaki Ke­ ve eğitimci olarak aktarmıştır. Yayım­
malist reformların temel izleği o l­ lanmış kitapları şunlardır; B e den Ter­
muştur. 1916 yılındaki İdman Bayra­ b iy e s i: O y u n -jim n a s tik -S p o r (1932),
mlında sergilenen ve sonraki yıllarda B u g ü n k ü A lm a n y a : Y a rd ım c ı K ıra a t
kadınları da bünyesine katan Tarcan (1930), Ç e lim s iz ve A n o rm a l Ç o c u k ­
zeybeğinin en Önemli noktası aynen lar: İta ly a 'd a 'Ç o c u k la r E v i', B e lç i­
sporda olduğu gibi kolektif, yani sos­ ka'da 'Çifte E vler', A lm a n ya 'd a 'K în -
yallik içeren bir etkinlik olmasıdır. d e rb e îm 'la r (1944), Ç o c u k la ra S a ğ lık
Bir yandan da Türkiye coğrafyasına Ö ğ ü tle ri (1935), G e n ç le rle Baş Başa
özgü öğeleri Batı yöntemleriyle bir N a s ıl M esut O la b ilir iz ? (1944), H a lk
araya getiren son derece "medenî" D a n s la rı ve Tarcan Z e y b e ğ i (1948),
bir millî dans olarak Türkiye'yi temsil K ö y M e k te p le rin d e B e d e n T e rb iy e si 26
edecektir. Ancak Mustaf Kemal'den (1933), M ü ziğ in D ili (1945), N a sıl K o ­
de büyük Övgüler almış olan Tarcan nuşm alı (1939), O lm u ş Şe y le r (1950),
zeybeği hiçbir zaman Türkiye'nin R a d y o K o fe ra n sla rım (1935), S e lim
millî dansı olamadan kültür tarihinin Sırrı Tarcan: Hatıralarım , S p o r Pedago­
ve Kemalist modernleşme projesinin jis i (1943), Ş im a lin Ü ç İrfan D iy a r ı:
son derece ilginç deneylerinden biri Fin la n d iya , İsveç, D anim arka (1940),
olarak kalmıştır. T ü r k le r 'd e B e d e n İd m a n la rı (193?),
Sporculuğunun yanında eğitimci Yaşama B ilg isi (1942), Yaşama Ö ğ ü t­
olarak da görülen Selim Sırrı Tarcan leri (1948), Yeni ve Eski O lim p iya tla r
yabancı ülkelere yapmış olduğu gezi­ (1948), Y u rtd ışın d a L o n d ra 'd a G ö r ­
lerinin ve radyo konferanslarının yer d ü klerim (1948), Vakitsiz İhtiyarlam a­
aldığı kitaplarında Batılılaşma mantığı nın Sebe pleri ve D a im a G e n ç Ka lm a­
üzerinden eğitim ve terbiyeye bakmış; nın Sırla rı it 947).

Bir kere böyle tanımlanan halk kavra­ tek partici bir siyasal anlayışın ipuçlarını
mının siyasal yapılanma açısından da et­ daha 1923 gibi erken bir tarihten itibaren
kileri olduğunu düşünmek gerekiyor. verdiği gözlemlenmektedir. Dolayısıyla
Atatürk’ün daha Halk Fırkası’m kurmak 1925 Takriri Sükun Kanunu sonrası fiilen
üzere çalışmalarını yürütürken sıkça vur­ Tek Parti rejiminin kurulmasının, döne­
guladığı gibi halk bir kere içinde tezatla­ min tarihsel m eşrulaştırıcı itkileri ne
rın ve çelişkilerin olmadığı bir bütünsel olursa olsun, düşünsel ve ideolojik kö­
yapı olarak algılandığında, bu yapısal kenlerinin çok daha önceden halkçılık
özelliğin siyasal biçime yansımasının bir anlayışında somutlaştığını gözlemlemek
Tek Parti modeli olması da az çok kaçınıl­ olası. Dolayısıyla halkçılık kavramının
maz oluyor. G erçekten de Atatürk’ün böyle tanımlanmasının daha başından de­
Halk Fırkası projesini anlattığı konuşma­ mokratik açılımların önünü lıkayıcı bir
sı incelendiğinde ülkenin parti mücadele­ işlevi olduğu rahatlıkla söylenebilir.
lerinden çok çektiği, aslında halkın yek­ Halkçılık söylemi lesanütçülük adı veri­
pare bir bütün olduğu ve particiliğin ül­ len Fransız Üçüncü Cumhuriyeti’nin soli­
keye zarar verdiği türünden mesajlarla darizminin (dayanışmacılık) de önemli et-
K E M A L İ Z M

Kemalist halkçılık, orta stm fpopidimıinin yörimgesindedtr. Belki milliyetçi köycülük


söyleminin açthm lan dışında, aşağı sınıflar görühnez/ğöriinınezleştirirler. Milli kimliğin
taşıyıcılığından soyunmuş ‘y alm ’haliyle kalk, yani ahali, tekinsiz sayıhr. “Cahilyığınlar’,
modernleşme ülküsü ve toplum düzeni/inlizamt/itızibatı açısından tehdit olarak görülürler.

kilerini taşır. Durkheim’ın adına da zaman lenen bir toplumsal harmoni projesine dö­
zaman atfedilen solidarist düşünceye göre nüşmüştür. Bu açıdan bakıldığında da
toplum kendi içinde çatışan değil, birbiri- Türkiye tipi halkçılığın gözlemlendiği ül­
lerini tamamlayan unsurların oluşturduğu kelerde lider kültüne yapılan vurguyu do­
bir bütünlük anlayışı üzerine temellenir. ğal karşılamak gerekir.
Toplumda çatışma değil, ahenk, uyum Yukarıda felsefî ve tarihsel köklerini çiz­
esastır. Özellikle liberal düşüncenin bireyi meye çalıştığımız Kemalist halkçılık anla­
öne çıkaran, toplumu ya da cemaati geri yışının tepe noktasına ulaşması büyük öl­
plana atan düşünce sistemine karşı top­ çüde 1930’Lu yıllarda olmuştur. Gerçi Gö-
lumsal dayanışmayı öngörür ki bu yönüy­ kalp’den gelen halk tanımı 1920’lerde reji­
le özellikle anıi-liberal bir görüş olduğu min önde gelenleri tarafından savunul­
gibi anti-sosyalisi de bir içerik taşır. Gö- muş, halk kavramı tanımlanırken Türki­
kalp gibi Osmanlı aydınlarını derinden et­ ye’de henüz sınıfların, özellikle de işçi sı­
kilemiş tesanütçülük, Cumhuriyet aydın­ nıfının ve burjuvazinin olmadığı, dolayı­
larının da önem verdikleri bir düşünce sis­ sıyla “biraz parası olanlara da düşman ola­
temi olmuş, halkçı düşüncenin toplum ta­ cak değiliz" biçiminde Atatürk tarafından
savvurunu biçimlendirmiştir. Geç Osman­ konu ortaya konmuştur. Ancak 1930 hem
l I aydınlarında toplumsal yönü önde olan ekonomide hem de siyasette bir dönüm
tesanütçülük 1930’lar Türkiyesi’nde top­ noktası teşkil etmiş, bu tarihten sonra
lumsal ahengin garantörü olan devlette, ekonomide devletçilik, siyasette ise daha
onun da üzerinden karizma tik şefte cisim­ da katılaşmış, içine kapanmış, yer yer aşırı
t e k P A R T İ D Ö N E M İ N D E H A L K Ç L 1 K

bir milliyetçigin gözlemlendiği, devletle En güzel ifadesini “halka rağmen, halk


partinin bütünleştiği ve pekiştirildigi bir için’’ sloganında bulan bu anlayışın yer­
döneme girilmiştir. Bu anlamda, ilk bakış­ leşmesinde Millî Mücadele yıllarında kit­
ta biraz ironik görülm esine rağmen, lelerin, özellikle de köylülerin, aktif hare­
1930’lann Türkiyesinde halkçı bir söylem ketliliğinin bulunmaması da önemli bir
eskisine nazaran aydınlar ve yüksek devlet rol oynamıştır. Gerçekten de köylüler
erkânı tarafından daha sık gündeme geti­ Millî Mücadele'de aktif rol oynamamışlar,
rilmiştir. Örneğin Halkevleri, pratikte de­ 1910’ların başından beri cephelerde çar­
ğilse bile, teoride halkçı ideolojinin tartışı­ pışan bu insanlar için bu son savaş da
lacağı ve aydınların halka gitmesine yar­ sanki diğerlerinin basit bir devamı gibi al­
dımcı olacak kurumlar olarak ortaya çık­ gılanmıştır. Yakup Kadri Karaosmanog-
mışlardır çünkü Serbest Fırka deneyimin­ lu’nun Yaban adlı romanında da anlatılan
den dersler çıkaran yeni rejim kitle tabanı­ aslında köylünün bu dönemdeki ilgisizli­
nı genişletme kaygısı gütmüştür, ğidir, Hal böyle olunca zaten kuşaklar bo­
Türkiye’de Tek Parti dönemi halkçılığı­ yunca elitist bir gelenek içinde yetişen 283
nın en önemli bileşenlerinden birisini Cumhuriyet i kuran kadrolar üzerinde ta­
köycülük teşkil eder. Gerçekten de Türki­ bandan bir baskı gelmemiş, kendilerini
ye nüfusunun çok büyük bir bölümünü bu ortamda özellikle de kültürel olarak
oluşturan köylülere yönelik böylesi bir bağımsız hissedebilmişlerdir. Biraz da bu
halkçı tavır önemlidir. Ancak köycülükte nedenledir ki toplumu dönüştürülecek
somutlanan halkçılığın da elitist bir halk­ bir proje olarak görmüşler, gerektiğinde
çılık olduğu, tepeden ve devletlû olduğu balkın ne istediğinden, ne özlediğinden
görülmektedir. Zaten Köy Enstitüleri pra­ bağımsız olarak kültürel bir “süper Batılı­
tiği bir yana bırakılırsa Türkiye’de köycü­ laşma’’ programım uygulamaya geçirmeyi
lük söylemsel düze)! aşamamış, köylü kit­ deneyebilmişlerdir.
lelere mal olmamıştır. Köycülükten en ge­ Tek Parti döneminde görülen halkçılık
nel anlamda amaçlanan köylülerin köyle­ 1946 sonrası büyük ölçüde değişmiş ve
rinde kalması, böylece proleterleşmeleri­ Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle
nin önlenmesi; eğitim götürülerek hem daha az elitist, daha çok kamuoyunun
kültürel hem de ekonomik anlamda kırsal düşüncelerini ve duygularım dikkate alan
kesimin dönüştürülmesidir. Büyük ölçüde bir tarza geçilmiştir. Bunda kuşkusuz çok
kemleşme ve sanayileşme karşıtı bir söy­ partili bir hayata geçilmesinin rolü ol­
lem olan köycülüğün dönemin entelektü­ muştur, 1960’lar ve 1970’lerde ise farklı
elleri üzerinde etkili olduğu gözlenmekte­ halkçı politikalar gündeme gelmiş, ithal
dir. Ancak köycülük o denli soyut, içeri­ ikameci sanayileşmenin altyapısını oluş­
ğinde o denli toplumsal ilişkiler göz ardı turduğu bir ortamda halkçılık da daha
edilerek gündeme getirilmiştir ki sonuçta, politik, aşağıdan, yavaş yavaş kentsel nü­
ironiktir, önemli ölçüde elitist bir hamle fusun da dikkate alındığı bir tür popü­
olmanın ötesine gidememiştir, (Köycülük lizm gündeme gelmiştir. 1980’li yıllarda
üzerine daha ayrıntılı bir yazı için bakınız askerlerin ve Turgut Özal’ın sürdürdükle­
bu ciltteki Köycülük başlıklı yazı.) ri neoliberal politikalarla halkçılık söyle­
Türkiye’de Tek Parti dönemi halkçılığı mi sadece rafa kaldırılmamış, aynı za­
büyük ölçüde elitist, tepeden, bürokratik, manda halkçı olmak siyasal bir dinozor­
anti-liberal ve anti-demokratik olmuştur. luk olarak telakki edilmiştir. □
Türkiye’de Köycülük
M. ASIM K A R A Ö M E RL İ O Ğ L U

ürkiye'de 20. yüzyılın çok büyük

T
dünya tarih yazıcılığında 1980’ler sonrası
bir bölümüne damgasını vurmuş giderek etkinliğini artıran kültürel tarih­
en önemli özgünlüklerinden birisi çiliğin teorisyenleri kültürün gerçekliğin
ağırlıklı olarak bir köylü toplumu olarak kendisini dahi yeniden kurduğunu iddia
kalmasıdır. Bunu söylemek bütün bu sü­ etmektedirler. Bu açıdan bakıldığında
reç boyunca gerek kentleşmenin, gerek Tek Parti döneminin ünlü köycülük söy­
kapitalistleşmenin gelişimini ve bunla­ leminin analizi bize Türkiye’deki bu köy
rın ülke politikasının belirleyeni olduğu ve köylü etkisi söz konusu olduğunda
gerçeğini değiştirmiyorsa da, söz konu­ önemli ipuçları verebilir. Ayrıca karşılaş­
su olan toplumsal dokuya sinm iş bir tırmalı tarih açısından bakıldığında Tür­
köylü olma durumunun kendisini kül­ kiye’deki köycülük örneğinin genel ola­
türde, demokratik geleneklerin zayıflı­ rak Avrupa’nın iki savaşarası entelektüel
ğında ve buna benzer alanlarda gösteri­ tarihine katkısını görmek açısından da
yor olmasıdır. Köylü olma durumunun köycülük hiç şüphesiz çok önemli.
toplumsal ve kültürel yaşamdaki çeşitli Köycülük ve benzeri düşünceler 19,
etkileri ayrıntılı bir şekilde dikkate alın­ yüzyılının sonlarından itibaren gelişmiş
madı oysa. Türkiye’de köy ve köylülük kapitalist ülkelerde gözlemleniyor. Bunda
üzerinde kafa yoranların büyük bir kıs­ en büyük etken kuşkusuz kentleşmenin
mı konuyu yapısal yönlerinden ele aldı­ ve özellikle de sanayileşmenin eskimiş
lar, özellikle kırsal yapının ve üretim toplumsal yapıları, tarzları, değerleri, kül­
ilişkilerinin biraz da mekanik bir analizi türleri ve birçok diğer etmeni kökünden
bağlamında. Ancak bu olgunun ortaya değiştirmeye başlaması. Bir başka deyişle
çıkmasında ve sürdürülmesinde önemli köycü düşünceler kemleşmeye ve sanayi­
bir yeri olan ideolojik tutumlar, yakla­ leşmeye doğrudan bir tepki olarak gün­
şımlar, zihniyet, devlet politikaları gibi deme geliyor, bu nedenle de kapitalist ge­
daha öznel etkenlerin rolü üzerinde ye­ lişmenin ileri aşamasındaki ülkelerde
terince durulmadı. köycü akımların en belirgin özellikleri
Oysa genelde kültür, özelde düşünce­ tepkiseli ikleri ve yüzlerinin “geçmişe dö­
ler, özellikle de siyasal hareketlere esin nük" olması. Özellikle bir kriz dönemi
kaynağı olmuş ya da devlet politikalarına olan 1930’larda bu tür düşünceler tüm
yön vermişlerse, tarihsel süreçte önemli dünyada daha da yaygınlaşarak taraftar
ve etkin bir rol oynarlar. Aslına bakılırsa buluyor. Örneğin köycülük Almanya’da
T Ü R K I Y E ' D E_________ K Ö Y C Ü L Ü K

yül edildi. Bu tür ülkelerde köycülük za­


man zaman Larım ağırlıklı bir modernleş­
me hareketinin de bileşeni oldu. Türki­
ye’deki köycü söylem ve hareket söz ko­
nusu olduğunda ise net bir sınıflam a
yapmak mümkün değil, burada hem tep­
kisel, yüzünü “geçmişe dönmüş," hem
de “ilerlem eci" p erspektifler bulmak
mümkün.
Köycü düşünce ilk olarak Cumhuriyet
öncesinde, Osmanlı İmparatorluğunun
son döneminde gündeme geldi. Bunda II.
Meşrutiyet döneminde (1908-1918) Türk
milliyetçiliğinin ortaya çıkmasının önem­
li bir rolü oldu. Bu yıllarda köylülere kar­ 285
şı başlayan ilgi özellikle dönemin etkin
dergilerinden Türk Yimiu’nda dile getiril­
di. Bu dergide Yusuf Akçura ve özellikle
de Helpfand-Parvus milliyetçi ideoloji ve
hareket için köylünün desteğinin önemi­
Mahmut M akalin 1950’d e yayımlanan
Bizim Köy romanı, Cumhuriyet ni vurguluyorlardı. Kendisini köycü ola­
tarihinin en fazla tartışma yaratan rak tanımlayan ilk hareket ise Birinci
romanlanndandtr. Roman, o zam ana Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı. Sa­
dek romantize edilen köyü, mahrumiyet vaş sonrasında on beş tıp doktoru ‘Köy-
içindeki olumsuz gerçekliğiyle işlemiştir.
cüler Cemiyetj’ni kurup, köy hayatının
zorluklarıyla mücadele konusunda eğitim
Nazi hareketinin önemli ideolojik daya­ vermek ve sağlık hizmetleri sunmak ama­
naklarından birisini teşkil ediyor. cıyla ‘halk’a gitmeye karar verdiler. Bu ce­
20. yüzyıl boyunca görece daha az ka- miyet aynı zamanda 1920’de yoğunlaşan
pitalistleşmiş ülkelerde köycülük farklı yabancı devletlerin istilasına karşı bir di­
nedenlerle gündeme geliyor. Özellikle de reniş hareketinin örgütlenmesine de kat­
1917 Rus Devrimi ve Birinci Dünya Sava­ kıda bulunmayı hedefliyordu. Cemiyetin
şı sonrası Doğu Avrupa’yı kasıp kavuran kurucularından ve başkanlığına getirilen
köylü ayaklanmalarının yarattığı etkinin Dr. Reşit Galip 1930’lann başlarında ma­
köy ve köylüye olan ilgiyi artırdığını not arif vekili olacaktı. Bu genç ve idealist
etmekte fayda var. Bu açıdan dönem bo­ doktorlar Batı Anadolu köylüleri arasında
yunca gerek devrimci hareketlerin gerek dinî misyonerler gibi çalışmış olmalarına
devletlerin köylüye önem vermek gerek­ rağmen, bu deneyimden kayda değer bir
tiğini gündemlerine aldıklarını görüyo­ şey kalmadı. Gerçekten de Cumhuriyet’in
ruz. Gerçekten de, neticede 20. yüzyılın 1923’ıe ilanından 1930’ların başına kadar
büyük devrimlerinin neredeyse hepsinde geçen süreçte yeni rejimin köylüler hak-
köylülük itici bir güç oldu. Dolayısıyla kındaki entelektüel ve pratik ilgisi ‘köylü­
köylülük, bazı devrimci hareketler için nün milletin asıl efendisi’ olduğu söyle­
bir “temel güç" olarak görünürken, siya­ minin ötesine pek gidemedi,
sal iktidarını yeni pekiştiren rejimler için Türkiye’de köye ve köylüye yönelik il­
sosyalist ve işçi sınıfı vurgulu hareketle­ gi asıl olarak 1930’lu yıllarda gündeme
rin karşısında bir panzehir olarak tahay­ geldi. Bunda kuşkusuz yeni rejimin siya-
K E M A l I 2 M

Köy Enstitülerinin tarihinde iki dö­


Köy Enstitüleri nem vardır: Birincisi daha Özgün dö­
M . AS İ M K A R A Ö M E R L İ O Ğ L U nem diye adlandırabileceğim iz ve
1946'da İsmail Hakkı Tonguç ve Ha­
şan Ali Yücel'in görevden alınmalarıy­
la sona erer ki burada üzerinde duru­
lacak olan bu dönemin damgasını taşı­
yan kurumlardır. Enstitüler 1946'dan
resmen kaldırddıkları 1954'e kadar
farklı ve başlangıç amaçlarıyla çelişen
bir karakter edinmiştir.
Resmen 1940'da, fiilen 1930'larda
Köy Enstitüleri pratiğinin ve fikrinin
gündeme gelen Köy Enstitüleri, Türki­
gelişmesinde 1930'larda başlayan kö­
286 ye'nin yakın tarihinin en özgün eğitsel
ye ve köylüye ilginin artmasını dikkate
deneyimlerinden birisidir. Görünürde­
almak gerek. Bunda kuşkusuz siyasal
ki amacı köy çocuklarından öğretmen­ rejimin 1930'lar başlarındaki krizini ve
ler yetiştirerek eğitim yoluyla kırsal bu krizin hem rejimin toplumsa! deste­
Türkiye'nin yapısal dönüşümünün sağ­ ğini köylerde artırma ve de aydınları
lanması olan Enstitüler 1940'lardan bu yönde seferber etmek de önemli bir
bugüne son derece Önemli siyasal tar­ rol oynamıştır. Özellikle Kemalist reji­
tışmaların da odağı olagelmiştir. Köy min köylerdeki zayıflığı göz önüne
Enstitüleri sol Kemalist çevreler için alındığında, Enstitülerin rejimin ve
"gerçek" Kemalizmin en tepe noktası­ Türk milliyetçiliğinin yeterince "milli­
nı oluşturmuş, sağcı ve muhafazakâr­ yetçi" olmadığı düşünülen köylere gö­
lar İçinse kendi siyasal çıkarları ve türülme projesinin de bir parçası oldu­
anti-komünist cadı kazanları için bir ğu görülür. Ayrıca tam da bu noktada
günah keçisi olmuştur. Öte yandan bu kurumların ortaya çıkışını dönem
Köy Enstitüleri, Kemal Tabir gibi sosya­ boyunca son derece etkili olmuş köy­
list eğilimli bazt yazarlar tarafından cülük ideolojisiyle de ilişkilendirmek
Tek Parti rejiminin ideolojisini yaymak yerinde olur. Kentleşmeye ve sanayi­
amacıyla oluşturulmuş faşizan kurum­ leşmeye kuşkulu gözlerle bakan köy­
lar olarak algılanmış ve şiddetle eleşti­ cülük, örneğin, Köy Enstitüsünün mi­
rilmiştir. Türkiye'de herhalde pek az marı Tonguç'u etkilemiş bir ideolojidir.
kurum bu denli farklı biçimde değer­ Enstitülerin oluşturulmasındaki en
lendin lebi İm iştir. önemli nedenlerden birisi 1930'lar

sal tabanının artırılm ası kaygılarının cülüğe verdiği önemde, Özellikle de An­
önemli bir yeri vardı. Bu dönemde köyle­ kara Halkevi dergisi Ofkü’de Nusret Ke­
re ve köylülere olan ilgiyi dile getiren mal Köymen gibi yazarların konu ile ilgi­
birçok açıklama bulmak mümkün. Ata­ li makalelerinde ya da devlet tarafından
türk’ün söylevleri dahil birçok resmî söy­ öğrenci ve öğretmenlerin yaz tatillerinde
levde kırsal bölgelerin gelişiminin reji­ köylere gitmelerinin teşvik e'dilmesi gibi
min en önemli görevi olduğu söylenmek­ olgularda da değişen bu hava gözlemle­
teydi. Keza, rejimin propaganda organla­ nebilir. Daha da önemlisi, maarif vekale­
rı olarak kurgulanan Halkevlerinin köy­ tinin köylerde eğitimi iyileştirmeye yöne-
T Ü R K İ Y E ' D E K Ö Y C Ü L Ü K

sonlarında eğitim sisteminin içine gir­ zorunluluktar getirilmiştir. Enstitülerin


diği krizdi. Kriz, bir yandan eğitilen iş­ yapımında ayrıca büyük ölçüde öğ­
gücünün üretim sürecinden kopuklu­ renci emeği kullanılmış, bu durum
ğundan kaynaklanıyor, diğer yandan birtakım çevreler tarafından devletin
kentli öğretmenlerin köy gerçeğinden ucuz işgücü kullandığı yönünde eleş­
kopuk ve yabancılaşmış olmalarından tirilmiştir. Buna rağmen, gerek Enstitü
dolayı köylere gitmekte isteksizliğinde öğrencilerinin gerekse öğretmenleri­
kendini gösteriyordu. Köy kökenli ol­ nin kuruluş sürecindeki şevkleri, çalış­
mayanların köylerde öğretmen olarak ma azimleri ve idealistlikleri kayda
ciddi, tutarlı ve sürekli bir şekilde kır­ değerdir. Bu kurumların kuruluş süre­
sal Türkiye'nin aydınlanmasına katkısı­ cinde olsun, eğitim öğrenim sürecinde
nın olamayacağı düşünülüyordu. olsun disiplinli, özverili ve azimli ça­
Enstitülerin Türk eğitim sistemine en lışma anlayışı dönemin teknolojik ge­
önemli getirilerinden birisi "yaparak rilikleri veri alındığı bir ortamda insan 287
öğrenme" ilkesinin gündeme alınma- iradeciliğine başvurulması olarak de­
sıydı. Enstitülerde genel birtakım soyut ğerlendirilebilir.
bilgilerden çok "iş" kavramını merkez Köy Enstitülerinde 1946 yılında onu
alan bir eğitim sistemi anlayışının Öne kuran aynı parti ve lider tarafından
çıktığı görülür. Bu tür bir yaklaşım önemli bir değişikliğe gidildi. Haşan
1940'lar Türkiyesi için son derece Ali gibi, Tonguç gibi Enstitü fikrînin
önemli olmasına rağmen, Enstitülerde gerçek sahipleri ve yürütücüleri görev­
anti-entelektüalizm diye tanımlanabi­ lerinden alınıp yerlerine Enstitülere
lecek, soyut bilgiye karşı hasmane bir karşı hasmane tavırlarıyla tanınan in­
tutumun da varolduğunu vurgulamak sanlar getirildiler. Gerek bu değişiklik
gerekir ki böylesi bir tutum köycülük üzerine gerekse de daha sonra Enstitü­
ideolojisinde de gözlemlenir. lerin kapatılması üzerine son derece
Enstitüler her ne kadar 1930'ların yoğun ve politize tartışmalar cereyan
düşünsel zemini üzerinde yükselmek­ etti ve aslında bugün dahi bu konuda
le beraber birçok açıdan İkinci Dünya değişik yaklaşımlar varlığım sürdür­
Savaşı döneminin özgül etkilerini de mektedir. Hiç şüphesiz bu tartışmala­
yansıtır. Örneğin Enstitüler devlet büt­ rın ekseni Enstitüler olmasına rağmen
çesine minimum mali yük getirecek teorik konumlanışların merkezî Kema­
şekilde planlanmış, yapımında köylü­ list rejimin niteliği ve Türkiye'nin ya­
lere gerek arazi verme gerekse de ça­ kın tarihine ne tür bir historiografik
lışma yükümlülüğü açısından çeşitli perspektifle bakılması gerektiğiydi.

lik projeler tasarlamaya çalışması da aynı olarak tasavvur ediyorlardı. Bu bağlamda


döneme rastlar. Osmanlı lmparatorlugu’nu, örneğin, şe­
Köycüler köy hayatını ve köylüleri yü­ hirleri, köylerin zararına olarak üstün
celtiyorlardı. Düşüncelerini inandıncı kıl­ tutmakla sürekli eleştiriyorlardı, Osman­
mak için ütopik ve gerçekdışı bir köy ha­ lI'nın bu ayrımcılığı, köycülere göre, mil­
yatı ve iktisadı resmetmekteydiler. Köylü­ liyetçilik ve köylülük karşıtı oluşundan
leri Türk milletinin aslım oluşturan, ulu­ kay naklanıy ordu.
sal gelişmede belirleyici, saflığı bozulma­ Köycü söylemin en ayırt edici özellikle­
mış, asil, akıllı ve değişime açık insanlar rinden birisi şehirleşmeye karşı oluşuydu.
K E M A L I Z M

Enstitüler özellikle 1946 sonrası mu­ sağ/muhafazakâr bir oportünizmin öte­


hafazakâr çevreler tarafından şiddetle sinde çok da fazla anlamı yoktur.
eleştirilmişlerdir. Bu eleştirilerin ilgi Enstitülerin doğası ve kapatılmasına
alanını daha çok Enstitülerin sözde ko­ ilişkin soldan gelen değerlendirmeler
münist faaliyetleri oluşturmaktadır. daha karmaşıktır. Bu değerlendirmelere
Enstitüler C H P içindeki ve dışındaki göre Enstitü deneyimi Kemalist hareke­
birçok muhafazakârın komünist cadı tin varsayılan iki kanadı arasındaki ikti­
kazanları için bir vesile olmuş gibi gö­ dar mücadelesine kurban gitmiştir. Bu
rünmektedir. Bu eleştirilerin temelinde senaryonun temelinde Kemalist "Dev­
Enstitülerde görev alan kişilerin, başta rimin," ki bazen son derece yanlış bir
Tonguç olmak üzere, komünizmden şekilde "burjuva-demokratik devrim"
etkilendiği yatar. Oysa bu eleştiri yer­ olarak teorileştirilmiştîr, birisi "devrimi"
sizdir. Aslında Tonguç zamanının Ke­ sola çekmeye çalışan, diğeri de muha­
mal izminin yılmaz bir savunucusuydu. fazakâr olan iki kanat arasındaki müca­
Öte yandan Tonguç'a illa da bir sıfat delenin tarihi olarak kavramsallaştırıl­
yakıştırmak gerekirse, onu geç Osman­ ması yatar. Daha özgün bir deyişle bu
lI'da ve Türkiye'de çok daha önemli iki kanattan birisini küçük-burjuvazi,
ve etkili bîr geleneğin, korporatist/soli- diğerini ise büyük toprak sahipleri ile
darist geleneğin içinde görmek herhal­ burjuvazi oluşturur. Bu senaryoda Köy
de daha doğru olur. Bu yönde bir baş­ Enstitüleri, başını Kemal Atatürk ve
ka iddia Enstitülerin Sovyet eğitim sis­ özellikle İsmet İnönü'nün çektiği ilerici
teminden esinlendiğiydi. Bu eleştirinin kanadın devrimi sola çekme girişimi
de yersiz olduğunu vurgulamak gere­ olarak sunulmuştur. Hal böyle olunca
kir. Sanayileşmeyi, kentleşmeyi ve pro­ Enstitülerin kapatılması da diğerlerinin
leterleşmeyi gündeme alan Sovyet sis­ bu ilerici grup üzerindeki galibiyeti
temi herhalde köycülükten etkilenmiş olarak açıklanır.
bir Enstitü pratiğine taban tabana zıt Bu değerlendirmenin de gerçekliğe
bir sistemdi. Buna benzer daha farklı uygun olmadığını belirtmek gerek.
eleştiriler de aynı çevreler tarafından Gerçi Tek Parti döneminde yönetici sı­
dile getirilmiş, örneğin öğrencilerin nıfın monolitik bir blok oluşturmadığı
komünistleştikleri, dine, orduya ve doğrudur. Ancak ülkenin temel mesele­
devlete itaat etmeyen Öğrencilerin ye­ lerinde büyük bir ideolojik farklılık ol­
tiştirildiği, Enstitü kütüphanelerinde duğunu iddia etmek de biraz abartılı­
solcu kitapların okutulduğu bunlardan dır. Özellikle Enstitüler söz konusu ol­
bazılarıdır ancak bu eleştirilerin duğunda C HP içindeki ayrılıkların Ens-

Hitler dönemi Almanyası gibi pek çok ül­ değildi; her ne kadar ‘köycü’lerin çoğun­
kede de benzer bir eğilim görülmesine da sanayileşmeye karşı oldukça eleştirel
rağmen, bu ülkelerde köycülüğün daha bir tavır söz konusu idiyse de, ulusal bir
çok sanayileşmenin sonuçlarına ve özel­ sanayinin gerekliliği hemen herkes tara­
likle de bir işçi sınıfı bilincine ve bu sını­ fından kabul ediliyordu. Türkiye'nin ne
fın faaliyetlerine karşı duyulan korku ve de olsa ekonomik gelişmeye gereksinimi
endişe üzerine temellendiğini görmekte­ vardı. Ancak vurgu, köylüler için bir sa­
yiz. Türkiye’deki köycülerin önemsedik­ nayinin kurul masındaydı. İlginç bir şekil­
leri sanayileşmeye karşı olup olmamak de, Batı Avrupa’nın tarihsel deneyimi ola-
Ü R K İ Y E ' D E k ö y c ü l ü k

ütülerin açılmasında ya da kapatılma­ dar iktidar bloğunun her zaman önem­


sında Önemli bir rolü olduğu doğru de­ li bir gücü oldular. Gerçi Enstitüler bü­
ğildir. Enstitüleri diğerleri gibi Kemaliz- yük toprak sahiplerine uzun vadede
min "ilerici" kanadı olarak tahayyül potansiyel bîr tehdit oluşturabilecekse
edilen kişiler de kapatmak İstemişler, bile, varoldukları süre içerisinde bü­
hatta pratikte Enstitüleri bu kişiler ka­ yük toprak sahiplerine karşı kayda de­
patmışlardır. Bu konuda ilk akla gelen ğer bir mücadele yürütülmedi. Enstitü­
kişi elbette İsmet İnönü'nün kendisidir. lerin böyle bir mücadelenin bayrağı
Oysa öyle görünüyor kİ Enstitülerin olduğu yargısı, yakın tarihimizle ilgili
hem açılmasında hem de kapatılmasın­ başka birçok önem li konu gibi,
da C HP ileri gelenlerinin büyük çoğun­ 1960'ların sol literatüründe üretilen bir
luğu hemfikirdiler. Enstitülerin günde­ mittir. Gerçekte büyük toprak sahiple­
me geldiği günlerde parti içinde bu ko­ riyle Enstitülerin mücadele ettikleri
nuda geniş bir uzlaşmanın olduğu gö­ ampirik veriler tarafından doğru la nma- 289
rülmektedir. Örneğin Emin Sazak gibi maktadır. Zaten Enstitülerin açıldığı
Batı Anadolulu büyük bir toprak sahibi yörelere dikkatle bakıldığında buralar
ve daha sonra Demokrat Parti'nin li­ büyük toprak ağalığından çok, küçük
derlerinden olacak birisi Enstitülere ku­ toprak sahipliğinin yaygın olduğu yer­
ruluşunda tam destek vermiştir. Ayrıca lerdir. Gerçi büyük toprak sahipleri
kapatılma sürecini de zamanın Kema- muhtemelen Enstitüleri uzun vadede
listleri arasında bir çatışma ya da Ke- "potansiyel" bir tehdit olarak algılamış
malizmin farklı bir yorumlaması olarak olabilirler, ancak yaşandığı dönemde
algılamak kanımca yerinde bir bakış bu kurum ların kapatılmaları için
açısı değildir. Küçük bir azınlık dışında önemli bir neden olarak bunu görmek
Köy Enstitülerin bir cadı kazanı İçinde yaşanan gerçekliği abartmaktır. Bu tür
yok edilmelerinde zamanın önde gelen yaklaşımlar biraz da Kemalizmin sos­
ve sonrada sol-Kemalist olarak görülen yalizmin ya da sosyal demokrasinin
C H P önderlerinin katkısını gözden bir varyantı olduğu yanılsamasından
uzak tutmamak gerekir. türerler. Gerçekte C H P liderleri
Enstitülerin kapatılmasında bu ku- 1960'ların ortalarına kadar hiçbir za­
rumların açıldığı bölgelerde büyük man kendilerini şu ya da bu şekilde
toprak sahipleriyle mücadele etmesi­ solda tanımlamamışlar, bilakis Tek Par­
nin büyük bîr rol oynadığı düşünülür. ti döneminde sol hareketi genel olarak
Oysa büyük toprak sahipleri Cumhuri- sert bir biçimde bastırmışlardır.
yet'in ilk yıllarından yakın zamana ka­ Gerçekte Enstitülerle amaçlanan

rak gördükleri belirli bir sanayileşmeye meden daha da kötüsü şehirleşmeydi. Şe­
karşı olmakla beraber bu deneyimden hirler kozmopolitizmi, sınıf çatışmalarını,
farklı bir tür sanayileşme beklentisi ve is­ işsizliği, ekonomik buhranları, işçi grev­
teği mevcuttu. Köycülerin öngördükleri lerini, devletin kısıtlı toplumsal kontrolü­
sanayileşme süreci köylüleri köylerinden nü, kısacası onların kafasındaki her türlü
etmeyecek, teknolojik gelişme sağlanır­ yozlaşmayı simgeliyordu. Örneğin Nusret
ken geleneksel üretim İlişkilerine pek do­ Kemal Köymen’e göre, asıl sorun sanayi­
kunu İmayacaktı, leşmeden ziyade, şehirleşme olgusunda
Türkiye’deki köycülere göre sanayileş­ yatıyordu, çünkü bu olgu, her şeyden ön-
K E M A L İ Z M

köylünün gerikalmışlığım yenmektir olarak vurgulanması gereken Enstitü­


ama bu olgunun nedeni toplumsal iliş­ lerde gelişen halkçılığın elltist yönetici
kilerde, örneğin toprağın belirli kişile­ sınıfın beklentilerinin çok ötesine ulaş­
rin ellerinde temerküz etmesinde, de­ masıdır, Tek Parti döneminin bütün
ğil, köylünün doğaya karşı çaresizli­ halkçı söylemine karşın, yönetici sınıf
ğinde görülür. Doğaya hükmetmek, için halkçılığın sınırı söylemsel düzeyi
doğayı sömürmek, üretimi artırmak, aşma maşıydı. Bir başka deyişle, bütün
teknolojiyi geliştirmek, akılcı olmak ve Kemalist iddiaların tersine, bu halkçı­
bu gibi hedeflerle anlatılmak istenen lıkta elitlerle halk arasındaki ayrımın
de budur. Köy Enstitüleri yayınlarında korunması esastı. Köy Enstitüleri prati­
olsun, konuyla ilgili o dönemde bası­ ği ise belki de ilk defa varolan biçimiy­
lan kitaplarda olsun "doğayla mücade­ le halkçılığı söylemden gerçekliğe taşı­
le" konusuna çok önem verilir ve bu manın işaretlerini veriyordu. Tek Parti
290 tema sürekli vurgulanır. Örneğin ken­ dönemi o denli elitistti ki sadece halka
disi de Enstitü Öğretmenliği yapmış Ca- biraz daha şevkat ve saygıyla yaklaş­
vit Orhan Tütengil 1948 yılında köyün mak ortalama köylüler için önemli
en büyük sorununun cehalet ve üretim olabiliyordu. "Memleketin Efendileri"
araçlarının iptidailiği olduğunu düşü­ efendiliklerini gerçekte hiç göreme­
nür. Vurguyu toplumsal ilişkilere ya­ mişlerdi. Enstitülerde, özellikle Ton-
pan yazılar ise yok denecek kadar az­ guç'un sayesinde, köylülere daha fazla
dır. Kısacası, 1960'lar sonrası tahayyül saygı ve özgüven veren bir ortam yara­
edilen Köy Enstitüsü imajının tersine, tılmıştı ve bu durum itaat etmenin aslî
gerçek deneyimin kendisi kırsal yaşa­ norm olduğu elitist bir dönemde po­
mın dönüşümünün motorunu toplum­ tansiyel bir tehlike teşkil ediyordu.
sal ilişkilerin değiştirilmesinde değil, Birincisiyle ilintili öngörülmeyen
köylünün doğaya karşı savaşımında ikinci bir gelişme de Enstitülerden yeti­
görür ki bu yaklaşım da 1930'larda şen öğrencilerin nitelikleriyle ilgiliydi.
yaygın olan köycülük ideolojisiyle Ör­ Bu Öğrencilerin kendilerine biraz fazla
tüşmekted ir. güvenen ve haksızlıklara tahammül
Enstitü deneyimini anlamamızı zor­ edemeyen tipler olduğu görülmeye
laştıran ve sıkça gözden kaçırılan nok­ başlanıyordu. Bunun nedeni muhte­
ta Enstitülerin varolma nedenlerinin ve melen Enstitülerdeki "Yaparak Öğren­
başlangıçtaki beklentilerin bu kurum- me" anlayışının klasik şehir okullarına
ların zaman içinde evrildiği biçimiyle göre daha fazla inisiyatif almayı gerek­
çelişkiye düşmesidir. Bu açıdan ilk tirmesi ve bu yolla daha fazla özgüve-

ce, sanayileşmeyi zaten ortaya çıkaran da köylülerin köylerinde tutulması koy-


durumdu. Yani kendi başına sorun sana­ cülerin önemle üzerinde durdukları ko­
yileşmede değildi. Çünkü sanayileşme­ nuların başında gelmekteydi. Bunu sağla­
den önce de şehirlerde, sınıf çatışmaları yabilmek için köylerin geliştirilmesinin
gibi her halükârda kaçınılması gereken hayati önem taşıdığım iddia ediyorlar, bu
toplumsal sorunlar, kendini zaten göster­ sağlanamadığı takdirde köylülerin köyler­
mekleydi. Köycülüğün şehirleşme karşıt­ de bulamadıkları hakları ve rahatı, şehir­
lığının doğal bir sonucu şehirlere göçün lerde aramaya girişmeleri olasılığı üzerin­
önlenmesiydi. Bununla bağlantılı olarak de duruyorlardı
T Ü R K İ Y E ' D E K Ö Y C Ü L Ü K

291

A rifiye Köy Enstitüsü öğretmen ve öğrencileri. Aör Enstitüleri, öncelikle Cumhuriyet


rejiminin kitlelere ulaşma ve 'inkılâp nesilleri" yetiştirme ihtiyacının bir sonucuydu.
Aynı samanda, köycülüğe yönelik romantik halkçı re milliyetçi ilginin arttığı bir
dönemin artmışlarına uygun bir projeydi. Korporatist bir sanayileşme ve kalkınm a
modelinin nüvesini oluşturacakları da umularak yürürlüğe kondu. Bütün bu çok yönlü
-ve kısmen çelişik■ideolojik beklentilerin yansım asını bulduğu Köy Enstitüleri, bilhassa
kapaiıtm alanndan sonra, sol Kemalizm ile miliiyetçianuhajazakar anti-komiinizm
arasında bir kutuplaşmanın konusu olacaktır.

ni olan öğrenciler yaratı imaşıydı, Ens­ bana zıttı. Rejimin sahipleri çizmenin
titü yayınlarında ve özellikle de anılar­ aşıldığını düşünmeye başlamışlardı.
da birçok öğrencinin yaz tatillerinde Bir başka beklenmedik gelişme de
başlarının devlet memurlarıyla belaya Enstitü öğrencilerinin kendi aralarında
girdiğini görmek mümkündür. Bu öğ­ kolektif bir zihniyet geliştirmeye başla­
renciler insan yerine konulmak istiyor­ malarıydı. Birlikte yaşayan, çalışan ve
lar, her türlü adaletsizliğe karşı çabu­ öğrenen öğrenciler arasında böylesi
cak başkaldırma eğilimine giriyorlardı. bir kolektif bilincin ortaya çıkması as­
Ancak böylesî bir insan tipolojisi Tek lında pek şaşırtıcı değildi. Bu bÜinç si­
Parti döneminin normlarına taban ta­ yasî nitelikli değildi ancak radikal Po-

Köycülere göre köylerin ve köylülerin olan yabancılaşmadan uzak kalmalarını


bir başka meziyeti, köy iktisadiyatının şe­ sağlıyordu. Üreticiler kendi topraklarında
hir ve sınaî iktisadiyatından görece üs­ çalıştıkları için, hem İktisadî hem psiko­
tünlüğüydü. Köy iktisadiyatının küçük lojik açıdan işlerine karşı daha hevesli ve
üretim tarzına bir hayranlık duyulmak­ ilgili olabilm ekteydiler. Böylece daha
taydı, çünkü böylece köy haneleri üre­ ahenkli ve huzurlu bir toplumun altyapı­
timdeki temel birim olarak kalabiliyordu. sı oluşuyor, ayrıca hane halkının merkez­
Hanelere dayalı tarımsal ekonomi de, çift­ de olduğu bir üretim yapıldığından, üc­
çilerin sanayi üretiminin karakteristiği retli emek gerekmiyordu. Ücretli emek
K E M A L İ Z M

piilist ve sol söylemler böylesi bir zih­ dünyayı daha fazla merak eden, daha
niyetle donanan insanları daha hızlı fazla mobilite isteyen öğrenciler yetiş­
cezbedebilirdi ve hiç şüphesiz bu du­ tirme durumuna gelmişti. Nitekim bir­
rum rejim için potansiyel bir tehlike çok Enstitü mezunu soluğu şehirlerde
olarak algılandı. Nitekim Enstitü me­ almakta gecikmedi.
zunu birçok yazar ve düşünürün son­ Beşinci ve belki de en önemli bek­
raları sol yelpaze içinde yer almalarına lenmedik gelişme 1946 sonrası dünya
şaşmamak gerekir. konjonktüründeki değişmeydi. Naziz­
Benzer bir başka gelişme de Enstitü­ min ve faşizmin yenilgisiyle birlikte
lerin köylü öğrencilerin ve civar köylü­ Tek Parti rejimleri tüm dünyada göz­
lerin dünyasını giderek dış dünyaya den düşmekteydi. Bunlar artık biraz
açmastydı. Enstitüler sayesinde köy fazla göze batmaya başlamışlardı,
yollarının yapılması, elektrik gelmesi, "özgür" dünyanın yeni lideri Amerika
292 radyo dinlenilmesi gibi faaliyetler mu­ da Türkiye gibi ülkelerde çok partili
hafazakâr birçok kişi tarafından köylü­ rejime geçilmesi taraftarıydı. Türk ay­
lerin ufuklarını zenginleştiren ve köy­ dınları ve yönetici sınıfı da savaş son­
lülüğün toplumsal mobiîitesini artıra­ rası yeni bir dönemin başladığını kuv­
bilecek tehditler olarak algılandı. Oysa vetle sezmekteydi. İşte bu koşullar al­
projenin gündeme getirilmesinde arzu­ tında bir Tek Parti yönetimi kurumu
lanan köylüleri daha fazla köylerine olarak planlanan Köy Enstitülerinin
bağlamak, şehirlere göçmelerini engel­ çok partili hayatta yaşaması son dere­
lemekti. Bu açıdan Enstitüler köylüle­ ce güçtü, çünkü Enstitüler, Halkevleri
rin kentlere gelmesinin önünü alabile­ gibi, C HP iktidarı île özdeşleştirilmiş
cek, bu anlamda toplumsal mobiliteyİ kurumlardı. Gerçekten de, İsmet İnö­
sınırlayabilecek^. Engin Tonguç'un da nü'nün yıllar sonra söylediği gibi, Ens­
belirttiği gibi, "Köy Enstitüsü girişimi­ titüler ancak Tek Parti rejiminde yaşa­
nin amaçlarından birisi, sınıfından yabilirlerdi.
kopmayacak, kopamıyacak, sınıf de­ İkinci Dünya Savaşı sonrası Köy Ens­
ğiştirerek, çıktığı sınıfın çıkarlarını sa­ titülerinin harcanmasının altında yatan
vunmaktan vazgeçmiyecek köylü ay­ bir neden de İsmet İnönü'nün kendi si­
dın yetiştirmekti." Benzer şekilde bu yasal manevraları için Enstitüleri kul­
düşünce dönemin yaygın ideolojisi lanmasıdır. Bu bağlamda altı çizilmesi
muhafazakâr bir korporatizmin statik gereken en Önemli nokta, genel kabu­
toplum öngörüsünün de ayrılmaz bir lün tersine, bu kurumların kapatılma­
parçasıydı. Gelgelelim Enstitüler dış sında İnönü'nün birinci dereceden kat-

gibi yabancılaşmış bir işgücünün bulun­ di. Köylülerin ayırt edici özelliği muhafa­
maması hem üretim sürecinde hem de zakârlıklarıydı. Köymen’e göre bu muha­
daha genelde toplumsal yaşamda kültürel fazakârlık, şehirlerdeki ahlaki yozlaşmaya
ve psikolojik yozlaşmayı önlüyordu. Kı­ karşı toplumsal bir ‘güvence’ oluşturuyor­
sacası, köycülerin kırsal yaşamı yücelt­ du. Köylülerin çoğu küçük mülk sahibi
melerinin en önemli nedenlerinden birisi ve bir nevi müteşebbis oldukları için,
işçi sınıfının yokluğuydu. Köylüler, şehir­ ‘proletaryaya’ dönüşmeleri pek ihtimal
lerdeki işçi sınıfının tersine, isyancı ve dahilinde değildi. Öte yandan, şehirlerde­
kozmopolit eğilimleri olan bir sınıf değil­ ki sanayileşme, Köymen’e göre, yarattığı
T Ü R K İ Y E ' D E K Ö Y C Ü L Ü K

kışı olduğudur. Bu noktayı Niyazi Ber- kentleri değil, köyleri de saran bu teh­
kes anılarında çok net bir biçimde or­ likenin kırlardaki yatağı ve merkezi
taya koyar. Ona göre Enstitülerin göz­ Enstitülerdir! İnönü'nün Enstitüler için
den çıkarılabilmesinin nedeni bu ku- kılını bile kıpırdatmaması Berkes'tn
rumların İnönü'nün anti-komünist ma­ görüşlerinin pek de yabana atılmaması
nevraları için malzeme teşkil etmesi­ gerektiğini gösteriyor.
dir. İnönü bu dönemde birisi içsel, di­ Köy Enstitüleri 1960'lardan başlaya­
ğeri dışsal iki nedenle bir anti-komü- rak genel olarak Türkiye solunda say­
nizm "yaratmak" hesabtndadır. Birinci gın bir yer edindi. Bunda hiç kuşkusuz
neden ülke içinde yeni gelişen muha­ Enstitü mezunu aydınların kendi ku­
lefete "komünizm" suçlaması atarak rumlan üzerine yazdıkları ve kendi ya­
hem onların sola yönelmelerini, birta­ pıtlarında köy gerçeğini gündeme ge­
kım solcularla ilişkilerini kesmek, hem tirmelerinin önemli bir rolü olmuştur.
de bir çamur atma kampanyası ile mu­ Türkiye solunun özellikle 1960'lavda 293
halefeti yıpratmak. İkinci neden ise dış ve 1970'lerde köye ve köylüye olan il­
dengeler açısından bîr anti-komünizm gisi dolayısıyla sadece Maoculuğun
kampanyası ile Müttefiklere şirin gö­ dünya çapındaki prestijini aşan, Türki­
rünmek ve ülkenin 1930'lar ortaların­ ye'deki Enstitü ve köycülük geleneğiy­
dan savaşın bitimine dek ortalığı kap­ le de açıklanabilecek bir olgu olsa ge­
layan Nazi yanlısı politikalar ile İçine rekir. Bu anlamda sosyalist sol ile Ke­
düştüğü yaniızîıktan bu yolla kurtul­ malist solun kaynaşmasında Enstitüle­
mak. Bu nedenlerle İnönü yoğun bir rin Önemli bir tarihsel malzeme sağla­
anti-komünist kampanya "icat" eder. dığını göz ardı etmemek gerekiyor. Bu
Önce sosyalist partilere izin verilir, dönemin sosyalistlerinin köyü ve köy­
hem de Recep Peker hükümeti tarafin- lüyü yüceltmeleri çoğu kez kentsel ça­
dan! Sonra da üniversite olayları, Tan lışan sınıfları yeterince dikkate alma­
olayları, sosyalist partilerin kapatılması ması pahasına oldu. Dahası sosyalist­
gibi nedenlerle kentlerde "tehlikeli" ler içinde köycü bir kültürel İklimin
bir komünizm olgusunun varlığı sezdi- yaratılmasında bu tarihsel mirasın
rilmeye çalışılır. Ancak en az bunun önemli bir rolü olduğu söylenebilir.
kadar önemlisi hem ülkenin içine hem Dolayısıyla gerek bugüne olan etkisiy­
de dışına komünistlerin köylere kadar le olsun, gerekse geçmiş zengin bir ta­
her yeri sardığını gösterebilmektir. Köy rihsel deneyim olsun, Enstitüler ülke­
Enstitüleri ise, ne yazık, bu İş için ye­ mizin tarihinde özgün yerlerini koru­
gâne ve biçilmiş kaftan olur. Sadece maya devam ediyorlar.

işbölümüyle insanları makinaların uzan­ yerlerin köyler olduğunu vurguluyordu.


tısı haline getirmekteydi. Dünyadaki bir­ Elbette köycülerin ulusal kültürün köy­
çok köycü ve popülist düşünür gibi, Tür­ lerde olduğu savı, sadece köycülük söyle­
kiye’de köycülüğü savunanlar da işçilerin mine atfedilemez. Kırları saflığı bozulma­
sanayileşmenin getirmiş olduğu gayri in­ mış kültürel niteliklerin bir deposu ola­
sani işbölümü ile kişisel karakterlerini rak gören bu tür bir anlayışı, aslında,
Kaybedeceklerini düşünüyorlardı. Türk milliyetçiliği dahil birçok milliyetçi
1930'larda birçok köycü, ulusal kültü­ hareketin tarihinde görmek mümkündür.
rün saf’ ve ‘tamamen’ korunmuş olduğu Örneğin, 1900’lerin başlan gibi erken bir
K E M A L İ Z M

dönemde, ünlü İttihatçı ideolog Ziya Gö- nomik ve sosyal gerikalnuşlıgın nedeni,
kalp de, bir milletin gerçek millî özellik­ toplumsal yapı ve ilişkilerdeki sorunlar­
lerinin köylüler arasında bulunabileceğini dan çok, eğitimdeki yetersizlikti. Top­
savunanlardandı. Benzer bir vurguyu lumsal ilişki ve m ücadelelerin önemi
Anadoluculuk adı verilen ideolojik akım­ üzerinde durmuyorlar, bunun yerine do­
da görmek de mümkündür. Birçok milli­ ğanın zorlukları ve köylülerin cehaletle­
yetçi hareket, köycü bir bakışı olsun ya riyle ilgileniyorlardı. Bu nedenle de,
da olmasın, millî kültür ve kimliğin kök­ amaçlarına ulaşmak için yapılması gere­
lerinin köylerde bulunabileceğine inanı­ kenin köylülerin eğitilm esi olduğunu
yordu. Milliyetçi bakış açısından bu yak­ düşünüyorlardı.
laşım son derece doğaldı, çünkü şehirler Eğitimin toplumsal dönüşüm açısından
ister etnik, ister kültürel, ister ekonomik taşıdığı öneme inanmalarına rağmen, eği­
olsun, her türlü kozmopolitizmi simgele­ tim konusunda gene) geçer görüşlerden
mekteydi. farklılaşıyorlar ve köylülerin eğitiminin,
294 Köylere atfedilen bir başka üstünlük, şehirlilerinkinden farklı bir şekilde ele
Türk ırkının asıl olarak buralarda korun­ alınması gerekliğini savunuyorlardı. Her
muş olduğuydu. 1930’ların köycülerinde, şeyden önce köylüler şehirlerde değil,
özellikle de Halkevlerinin köycülüğünde, köylerde eğitim görmeliydi. Köyü hedefle­
ırkçı faaliyetlerin bulunup bulunmadıkla­ yen bir eğitim sistemi köy hayatının ge­
rı, varsa ne oranda olduğu, sorusu bu ya­ reksinimleri üzerine kurulmalıydı. Bu ne­
zının sınırlarını aşıyor. Ancak ırkçı öğele­ denle köycüler şehirlerde gerçekleştirilen
rin kesin olarak bulunduğunu, Türk ırkı genel, soyut eğitime karşıydılar. Köydeki
ile ilgili incelemelerde biyolojik ve antro­ eğitim sisteminin şehirlerden bütünüyle
polojik araştırmalara dayanıldıgım, ırk’ farklı olmasını ve özellikle de mesleki eği­
kavramı tanımlanırken ‘kan’a referans ve­ lime dayanmasını istiyorlardı. Başarılı bir
rildiğini, Türk dili ve ırkının üstünlüğü eğilim reformunun gerçekleşmesinde kilit
ile ilgili tartışmaların yapılmış olduğunu rolün yeni ve farklı bir köy öğretmenleri
bu bağlamda belirtmek önemli, Köycü kuşağının ortaya çıkması olduğu düşün­
düşünürler besbelli değişik ırkçı söylem­ cesi köycüler arasında yaygındı. Bu nokıa-
lerden zaman zaman yararlanmışlardır. da en büyük rol köy öğretmenlerine düşe­
Yine de, ‘ırk* kavramına yaklaşımları, baş­ cekti. Bu öğretmenler, her şeyden önce
ka ırklara ve kültürlere karşı saygıyı da köylüler arasından devşirilmeliydi, çünkü
kapsıyordu. Örneğin, benzer bir köycü şehir kökenli öğretmenler ilk fırsatta şe­
söylemi olan Alman ‘Blut und Bodeır ide­ hirlere geri dönme eğilimindeydiler. Şe­
olojisi ile karşılaştırıldığında, Türkiye’de­ hirli öğretmenler köy hayatının çetin zor­
ki köycü düşünüşün daha az saldırgan ve luklarına katlanmayı istemiyorlardı. Bu
dışlayıcı olduğunu görmek mümkündür. nedenle, öğretmenler hem köyleri terk et­
Bununla beraber Türkiye’de İkinci Dünya meyecek bir bilinçle eğitilmeli, hem de bu
Savaşı sırasında görülen aşırı ırkçı hare­ öğretmenlere köylerde bazı ekonomik ay­
ketlerin köycülük söylemlerinde, örneğin rıcalıklar verilmeliydi. Köy eğitimi ile ilgi­
Remzi Oğuz Arık gibi kişilerde, çok açık li bu ttır düşünceler I940’da faaliyete ge­
seçik bir ırkçılığın köycülükle örtüştüğü çen Köy Enstitülerinin çekirdeğini oluş­
de görülmektedir, turdular.
Türkiye’nin kırsal yapısının dönüşümü Toplumsal dönüşümün eğitim yolu ile
İçin eğitimin en önemli etken olduğunu sağlanacağı düşüncesi bizi köycülük söy­
söylüyordu köycüler. Çünkü köycü dü­ leminin bir başka önemli özelliğine götü­
şünürlerin çoğuna göre köylerdeki eko­ rür: iradecilik vurgusu. Köycüler, eğitim
T Ü R K İ Y E ' D E K Ö Y C Ü L Ü K

295

Aşar vergisinin kaldırılmasından sonra, tarımsal arttğm sanayie doğrudan aktarüması


sağlanamadığı gibi, küçük üreticilerin ve tarımsal üretimin gerilediğine ilişkin tespitler
vardır. Aşarın kaldırılmasında, köylünün rejim karşısındaki hoşnutsuzluğunu yatıştırma
ve verp -veren olmaktan gelen bir talepkarlığı engelleme kaygısının da payı aranmalıdır.

gibi öznel etkenlerden, özellikle de yapısal landırabileceğimiz ‘romantik’ köycülük


belirlenimlerden bağımsız olarak insan düşüncesi yerini daha az rafine, ancak
iradesinin gücünden çok fazla şey bekli­ kurumsal bir yanı da bulunan bir 'devlet
yorlardı. Örneğin iradecilik üzerine bir köycülüğüne’ bıraktı. Örneğin 1936 yı­
makalesinde Köymen, insanların şehirleş­ lında rejimin önde gelen simalarından
me karşıtı ve köycü bir perspektifle kendi Celâl Bayar, Köymen gibi köycülerle gi­
hayatlarına müdahale edip, yaşamlarının riştiği tartışmada sanayileşmenin önemi
olaylar ve tarihin akışı tarafından belirlen­ vurguluyor, ancak bunun ülkenin kırsal
mesini engellemeleri gerektiğini söylüyor­ yapısının gerçekliğiyle ilişkisi içinde ele
du. Köycülerin bu ütopik beklentisinin alınmasını da istiyordu. Keza bu dönem­
bir noktada yerinde olduğunu görmek ge­ de Ülfîii’de köycülük hakkında çıkan ya­
rekiyor, çünkü Türkiye’nin şehirleşme ve zılarda da kayda değer bir olduğu göz­
sanayileşme yönündeki tarihsel gelişimi lemlenmektedir. Ancak bu durum, Tür­
her ne kadar degiştirilemese de, devlet kiye’de köylülük sorununa karşı ilginin
müdahalesi ile bu süreçlerin en azından ve tartışmaların azaldığı anlamına gelmi­
kontrol altında tutulabileceğini görmüş yordu; aslında Türkiye kırları ile ilgili
olmalılar ki Türkiye’nin 20. yüzyıl deneyi­ konular, özellikle de resmî çevrelerde,
mi bu durumu doğrular niteliktedir. yoğun olarak tartışılmaya devam etti,
Yukarıda en rafine biçimlerini anlattı­ hatta daha da önem kazandı. Özellikle de
ğımız köycülük söylemi 1930’lu yılların 1937’den itibaren, devlet destekli bir
ortalarından itibaren özellikle rejimin köycü söylem, her ne kadar yukarıda tas­
önde gelenleri tarafından yeniden yo­ vir etmiş olduğumuz saf haliyle olmasa
rumlandı. Halkevleri köycülüğü diye ad­ da, köycülüğün birçok unsur ve fikirleri-
K E M A t I Z f/

ni kullanarak, toprak reformu tartışmala­ mun ve bireyin çıkarlarının önünde tut­


rıyla ve Köy Enstitülerinin gündeme gel­ ma, her düzeyde farklılığın ve toplumsal
mesiyle, doruk noktasına ulaştı ki her iki farklılaşmanın hoş görülmemesi ve anor­
konu da Türkiye’de önemli tartışmaların mal karşılanması ve seçkincilik gibi nok­
odak noktasına oturabildi. Halkevlerinin talar teşkil ediyor. Köycülük bu zihniyet
köycülük faaliyetleri /e söylemi köylüyü dünyasına belirli bir tarihsel bağlamda
ve köyleri dönüştürmede başarılı olama­ katkısı olması anlamında Kemalizme ek­
dı gerçi ama köycülük söylemi hiç şüp­ lemlendi. 1930’lann ve 40'larm Türki­
hesiz aydınları ve iktidar çevrelerini etki­ ye’sini sınıfsal farklılaşmalardan, kentleş­
ledi. Sonraları Köy Enstitülerinde yer meden, sanayileşmenin tahripkâr sonuç­
alan aydınlar arasında, örneğin, bu söyle­ larından korumak güdüsünün damgasını
min etkilerini görmek mümkün. vurduğu Kemalist zihniyet dünyası için
Dolayısıyla köycülülüğün Kemalist ay­ anlamlı bir işlevi yerine getirdi köycü
dınlar arasında hatırı sayılır bir etkisi ol- söylem, üstelik Kemalist halkçı düşünce
296 dugunu vurgulamak gerekiyor. Köycülük ve pratiğinin sonraki kuşaklar için belirli
Kenıalizme paralel, ona karşıt ya da on­ bir radikalizm biçiminde algılanmasına
dan ayrı, bağımsız bir söylem, bir hareket yol açan bir yanılsama da sağladığı düşü­
oluşturmadı. Köycü söylem büyük ölçü­ nülebilir. 1950’ler sonrası farklılaşan ve
de çeşitli zamanlarda ve biçimlerde Ke- değişen Türkiye’nin gereksinimleri açı­
malizmle eklemlendi. Burada tabii şunu sından farklı biçimlerde köycülüğün bazı
sormak gerekiyor: Kemalizm diye değiş­ temalarının gündemde tutulduğunu da
meyen, eni sonu belli bir ideoloji var ol­ söylemek mümkün, üstelik Kemalizmi
du mu? Aslına bakılırsa Marksizm, libe­ günün koşullarına göre yeniden tanımla­
ralizm türü evrenselci ve belirli ilkelerin yan değişik dünya görüşlerinden çevre­
ana hatlarını çizdiği bir ideoloji değildi lerce. Örneğin Türkiye solunun 1960'lar-
Kemalizm. Realpolitik anlayışın son dere­ daki ve 1970’lerdeki Maoculugu biraz da
ce önemli olduğu, pragmatizmin ve milli­ köycü gelenekle eklemlenmiş bir Kema-
yetçiliğin damgasını vurduğu bir zihni­ lizmin güçlülüğünden kaynaklandı belki
yetti daha çok Kemalizm. Bir zihniyet de. Benzer şekilde günümüzün Ertuğrul
(mentalite) olması onun daha güçsüz ol­ Özkök ve Kemal Derviş gibi medyatik
duğu anlamına da gelmemeli, bilakis asıl isimlerinin dahi 1970’ler sonlarında ‘Köy­
olarak bir zihniyet olduğu için daha güç­ lü Derneği’ üyesi olması sadece konjonk-
lü ve üzün soluklu bir varlığı olabildi Ke- türel bir rastlantı mı?
malizmin. Bu nedenledir ki Bülent Ece- Köycülük tarih yazımı açısından da son
vit’ten N ecm ettin Erbakan’a, Mümtaz derece önemli oldu. 1930’lu yıllar Türki­
Soysal’dan Kenan Evren’e ve Alparslan ye tarih yazımında genellikle devletçi bîr
Türkeş’e çok değişik dünya görüşlerinin sanayileşmenin hak etmediği ölçüde öne
savunucularının kendilerini Kemalist ola­ çıkarıldığı görülür. Oysa genel olarak
rak tanımlayabildikleri ne tanık olduk, ki köycü söylem ve pratikler, bir başka de­
bu kişilerin o zihniyet dünyasını paylaş­ yişle dönem boyunca süregiden yaygın
maları anlamında Kemaiistlikleri bence sanayileşme ve şehirleşme karşıtlığı, ge­
samimidir. Bu zihniyetin ana unsurlarını nelde hak ettiği ilgiyi görmemiştir. Aslın­
millî birlik ve beraberliğe olan aşırı vur­ da Tek Parti dönemindeki köycü söyle­
gulu bir milliyetçilik, sürekli iç ve dış min varlığı dahi ülkenin hayati önem ta­
düşmanlarca kuşatılmışlık atmosferi içe­ şıyan konularında devlet politikaları bağ­
risinde yaşamak, devletin kutsanması ve lamında bir netliğin olmadığını, bilakis
devlet çıkarlarının gerektiğinde toplu­ bu politikalar söz konusu olduğunda
T____Ü R K I Y E ' D E k ö y c ü l ü k

muğlaklık ve eklektisizm in boyutları na bakılırsa kırsal bölgelerdeki toplumsal


hakkında fikir vermektedir. Bu durumu ilişkilerin çözülmesini önlemek konu­
çeşitli örneklerde görmek mümkün: Celâl sundaki uzlaşının, bu ilişki ve yapının
Bayar, 1936 yılı gibi geç bir tarihte Türki­ çözülmesinden çok daha önemli bir uzla-
ye’nin bir tarım ülkesi mi yoksa sanayi şı alanı olduğu söylenebilir. 1930’larm
ülkesi mi olacağı konusunda bir fikir bir­ ortalarında başlayan ve L937 yılından
liğinin olmadığını söylüyordu. Keza sana­ sonra iyice yoğunlaşan toprak reformu
yileşmenin 1920 lerde kurulmuş on dört tartışmaları bile, kırsal bölgedeki sosyal
hükümetin programlarında önemli bir ilişkileri değiştirmekten çok, öncelikle,
yer almaması pek de sürpriz olmasa ge­ idealize edilmiş bir Osmanlı toprak siste­
rek. Benzer şekilde, dönemin önde gelen­ mine geri dönüşü amaçlıyordu. Bütün bu
lerinden Maarif Vekili Reşit Galip’in köy- örneklerin de açıkça gösterdiği T ü rki­
cü eğilimleri ile tanınmış birisi olması sa­ ye’de devlet ve aydınlar entelektüel dü­
dece basit bir tesadüf sayılamaz. 1940’la- zeyde ne sanayileşmek yönünde ne de
rın ilk yarısında CHP’nin genel sekreter­ kırsal yapıda dönüşümü sağlayabilmek 297
lik görevine, yani partinin ideolojiden so­ için iyi tasarlanmış, sistematik ve tutarlı
rumlu bölümünün başına getirilen Mah­ politikalar sunabildi, İktidar çevreleri bir
mut Şevket Esendal’ın da, ‘sanayi ve sana­ yandan ekonominin gelişmesini, bunun­
yileşmiş medeniyetin düşmanı’ olarak ta­ la bağlantılı olarak da bir miktar sınaî ge­
nınan birisi olması bütün bu konularda lişmeyi istiyor, diğer yandan böyle bir ge­
bazı ipuçları vermiyor mu? lişmenin sonuçlarından tedirginlik duyu­
1930’larda sanayileşme için elverişli yordu. Bir yandan kırsal yapının dönüş­
koşulların oluşmasına ve bu yönde ay­ türülmesi gerektiği yönünde heyecanlı
dınlar ve devlet kadroları içerisinde ara­ nutuklar atıyorlar, diğer yandan oralar­
yışların güçlenmesine rağmen, muhafa­ daki geleneksel dokuyu yüceltip, koru­
zakâr ve köycü görünüm ile sanayileşme maya çalışıyorlardı. Tüm bu kaygılar, be­
ve şehirleşmenin toplumsal ve siyasal so­ lirsizlikler ve ikircikli davranışlar, Türki­
nuçlarına karşı duyulan büyük tedirgin­ ye’nin şehirleşmesini ve sanayileşmesini
lik, bu yöndeki tüm girişimlerin derinli­ çok daha erken gerçekleştirmesine yol
ğini ve boyutunu kısıtladı. Dinamik ve açabilecekken, bunun gereksindiği radi­
örgütlenmiş bir sivil toplumun oluşma­ kal siyasal uygulamalar gerçekleştirile­
sından ve çalışan sınıfların siyasal faali­ medi. Bunun nedenini sadece yapısal,
yetlerinin gelişebileceğinden duyulan nesnel kısıtlamalarda değil, ideolojide ve
korku ve endişe döneme önemli ölçüde zihniyette de aramak gerekiyor. Demek
damgasını vurdu. Elbette bu tür potansi­ ki erken Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki
yel gelişmelerden duyulan korkunun al­ resmî ideolojinin belirsiz ve eklektik tu­
tında, iktidar tekeline değişik toplumsal tum unun da T ü rk iy e’de köylülüğün
güçler tarafından meydan okunabileceği­ 1980’lere kadar ağır basmış olmasında
ne yönelik derin bir korku da vardı. Aslı­ önemli bir rolü olsa gerek, □
Kemalist Ekonomi Görüşü:
Kesitler
BİLSAY KURUÇ

298 _________________
________________ G İ R İ Ş Ö Z G Ü N MODEL

Cumhuriyetin başlangıç dönemi, bir ulus- 1) Ekonomide Kemalist özgün modelin


deviet kurma seferberliğidir. Dönemin il­ benimsediği evrensel esasların başında ma­
keleri ve ruhu 1789’dan ve bunun şekil­ lî disiplin gelir. Hedef kendi mal! disiplini­
lendirdiği 19. yüzyılın gelişmelerinden ne sahip bir ulus devlet olabilm ektir,
esinlenmiştir. Ve çöken imparatorluğun (Çünkü, İmparatorluğun çöküşünde malî
külleri üzerinde geçmiş yüzyılda Avru­ zaaf ve disiplinsizlik etken olmuştur.) Malî
pa’da kurumsallaşmış olan bir ulus devlet disiplinin esin kaynağı 19, yüzyılın ikinci
modelinin kurulması amaçlanmış görünü­ yarısında ve 20. yüzyılın başlangıcında Av­
yor. Kemalist çizgi bu kuruluş içinde so­ rupa (ve dünya) sahnesinin belli başlı ak­
törleri olan imparatorlukların ve uius-dev-
mutlaşacaktır, Ekonomi anlayışı, politikası
leılerin iktisat politikası çerçevesidir. Bu
ve kurumlaşmaları ile Kemalist ekonomi
politika uluslararası alanda altın standardı
denilebilecek bir model bu kuruluşun pa­
olarak bilinen titiz kabuller üzerine kuru­
yandası olacaktır. Model, ekonomide hem
ludur: Ülkenin bütçesi denk olacak, hatta
bazı evrensel esasları benimseyecek, hem
fazla verecek: dış açıklar geçici olacak ve
de ülkenin ve zamanın özel koşullarını
tercihen dış fazlalarla rezerv birikimi sağla­
dikkatle izleyerek yerleşecek ve süreklilik
nacak; ve bu titizlikler sayesinde ülkenin
kazanacaktır. Bu esaslarla özel koşullara
belirli bir altın miktarına göre “ayarda” tu­
göre izlenen politikaların birlikte hamur
tulan parası sağlam ve döviz kuru sabit
edilmesi 1930’larda Kemalizmin ekonomi­ olacak. Paranın sağlamlığı için, ayrıca para
deki özgün modelini ortaya çıkaracaktır. yönetimi de siyasetin etkilerinden koruna­
Zaman, toplum yapısında ve siyasette fark­ cak (depolitize edilecek). Bu ana kabullere
lı etkenler yaratarak değiştikçe özgün mo­ bağlı malî disiplin ekonomiyi (gerekirse
delin tazelenme ihtiyacı doğacak, tıkanma­ zaman zaman deflasyonla yönetme pahası­
lar ve geçersizlikler yaşanacaktır. na) enflasyondan uzak tutacaktır.
Yazımız ekonomide Kemalist özgün Özgün Kemalist modelin, altın standar­
modeli ve bunun hangi koşullarda değiş­ dı dünyasının malî disiplin esasını be­
me geçirdiğini, bunların sosyal sistemde nimsemiş olması normaldir. Çünkü, o za­
ve siyasetteki koşullarla bağlantısını yo­ manda “normal" bir iktisat politikasının
rumlayan bir kısa denemedir. niteliklerinden birincisi budur ve henüz
K E M A L İ S T E K O N O M İ D E N K E S İ T L E R

dünyada farklı iktisat politikası anlayışla­ (ekonomide) esas olan, memlekette istihsal
rı fi [izlenmemiştir. “NormaV’den sapışlar kuvvetlerini yaratmak, artırmaktır. ”
ise tehlikelidir. Tehlikenin en son somut 1930 yılının iktisat Vekili Mustafa Şeref
örneği 'Harbi Umumi'de (Birinci Dünya Bey (Özkan) ekonomide Kemalist mode­
Savaşı’nda) bu disiplini bırakarak savaşın lin, ülkenin özel koşullarında benimsediği
finansmanı için para basmış ve bunun so­ ana çizgiyi gösteriyor: işin candamarı ül­
nunda o tarihlerde olağanüstü bir şey kede sermaye birikiminin yaratılmasıdır.
olan enflasyona sürüklenerek yıkılmış Sermaye birikimi Kemalist özgün mo­
imparatorluklar (ve bunları son döne­ delde iki ayak üzerine oturur: Birincisi,
minde yaşamış Osmanlı İmparatorluğu) demiryollarıdır ( “Anayurdun dörtbaştan
olmuştur. Kemalist modelin sahipleri bu demir ağlarla ö rü lm esi”). 1 9 2 4 ile
somut gözlemden hareket ederler ve bu 1937/38 arasında yılda ortalam a 200
tehlikeyi kurdukları ulus-devlet için çok km’lik demiryolu inşaatı ile sürdürülen
ciddi sayarlar. bir yatırım programı ve bunun yanı sıra
2) Ülkenin ö2el koşullarının başında yürütülen "hat millîleştirmeleri’’ kırsal ke­ 299
bir gerçek geliyor: Nüfusun yüzde 80'i simi açmak ve tarımı canlı tutmak, inşaata
köylüdür. Cumhuriyet rejimi bir köylüler sürekli bir ekonomik etki kazandırmak,
ülkesinde kurulmaktadır. İzlenecek poli­ ulus devletin siyasal sınırlarına erişmesini
tikalarda da öncelikli iki nokta onaya çı­ ve sahip olmasını sağlamak ve etkili bir
kıyor: (a) Kaç kuşaktır savaşa götürülen kontrol şebekesi oluşturmak gibi birkaç
köylüyü artık savaşsız ve tarlasını dilediği hedefi birden gerçekleştirmiştir.
gibi ekebildiği bir dünyada yaşatmak; (b) İkincisi, sanayi programlarıdır. 1924-40
köylüyü çiftçi haline dönüştürebilmek. arasında özel kesim sanayii yer yer hatırı
Henüz 1922’nin Mart ayında Mustafa Ke­ sayılır ayrıcalıklarla teşvik edildi ve hızlı
mal’in "Türkiye’nin sahibi hakikisi ve gelişti. Ancak, teşvik de görse, özel sanayi
efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür” ulus devlete ekonomide ve özellikle sa­
(yani, çiftçidir) sözü öncelikli noktalan vunmada sağlamlık verecek ölçek ve türde
göstermiştir. bir ekonomik baz ve hareket veremedi,
Köy Kanunu (1924) ve Aşarın Kaldırıl­ veremeyecekti. Oysa, bu sağlamlık Cum­
ması (1926) Kemalist modelin ilk adımla­ huriyetin kurucuları için kritik önemdey­
rıdır. Köyde ve tarımda numune çiftlikle­ di ve keyfe bırakılamazdı. Özel kesimin
ri, ziraat okulları, tohum ıslah istasyonları rejimi ayakta tutabileceği ve sağlam faştı ra -
ile başlayan ulus devlete özgü yeni ku­ bileceği düşüncesi, özellikle 1929/30’dan
rumsallaşmanın son adımı ise 1940’ın sonra artık rağbet görmedi, hatta riskli
Köy Enstitüleridir. bulundu. Sanayileşmenin rejim için öne­
3) “Cumhuriyet Tuı/hyesımıı eline men­ mi artmıştı ve bu noktada ekonomide
kul kıymet stokundun tamamen mahrum, ağırlık merkezinin devlet kesimine veril­
araz i itibariyle harabeler gösteren, iktisadi mesi izlenecek tek yol olmuştu (1930-32).
faaliyet itibariyle mitmaresesiz (bir becerisi “Devletçilik”, demiryolu politikasının dı­
olmayan) fa ka t azimli vatandaşlardan başka şında farklı uygulamalara da açık bir te­
bir şeyi olmayan, iktisadi muvazene (denge) rimdi. Fakat, somutlaşabilmesi sanayi
itibariyle geniş mikyasta açık veren bir ülke programlan ile (1933’den başlayarak) ol­
geçti. Bu noktayı daima göz önünde tutmaiı- du. Devletçilik sanayileşme arzusu ile öz­
dtı: Böyle bir vaziyetle ne yapılır? Cumhuri­ deşleşti ve bu baz üzerinde gelişti.
yet Türkiyesi bir nokta üzerine teveccüh etti 4) Kemalist özgün model dünya kon­
(yöneldi): Memleketin istihsal kuvvetini jonktürü bakımından ilginç bir ara dö­
(üretim gücünü) artırm ak. İktisadiyatta nemde oluşturuldu ve yerleşti, 1920’li ve
K E M A L İ Z M

1930’lu yıllar egemen güce göre biçimle­ konjonktür elverişli olduğu, ekonomik
nip yönetilen bir dünya düzeninin (bir paylar genişlediği veya iyimserlik bozul-
“Pax’’m) olmadığı, birbirleriyle zıtlaşma­ madığı sürece, başta sanayi, finans ve tica­
ları artan büyük devletlerin her işe karışa­ ret kesimleri olmak üzere yükselen sınıf­
nı ad ığı dönemdir. Yıkılan imparatorluğun lar Kemalist modele zaman zaman tam,
yerine yeni devletin böyle bir dönemde zaman zaman ölçülü destek vermişlerdir.
kurulmuş olması bir yönüyle şanstır; Rejimin radikal fakat daima mutabakatla­
Cumhuriyet’in ilk kuşaklarının bağımsız­ rı gözeten ona sınıf tercihleri usla politi­
lığı öğrenmeleri gibi müstesna bir fırsat kalarla uygulanmış ve yükselen sınıfların
sunar. Öteki yönüyle, bazı işleri zor ve zo­ bir ınodiis vivendi içinde kalmaları sağlan­
runlu kdmaktadır: Yeni ve bağımsız bir mıştır. Siyaset alanındaki gelişmeler (ön­
devlet savunma işini tümüyle kendi başı­ ce, 1923’deıı başlayarak siyasette ve dev­
na üstlenmek ve harcamalanm da yüksek lette geçmişten kopuşu getiren değişiklik­
tutmak zorundadır. Bu, halkı yeni rejime ler ve sonra, 1931’de başlayan Tek Parti
300 ısındırabilmek için gerekli olan öteki har­ dönemi) 1920'lerin yükselen sınıflarını
camaları sınırlayıcı etkendir aktif biçimde ilgilendirmemiş, tedirgin et­
5) Cumhuriyet rejimi, 1789’u ve onun memiştir, Ekonomide de böyle olmuştur:
19. yüzyıldaki çizgilerini izleyerek orta sı­ Payları küçülmediği veya bu olasılık gö­
nıf değerleri ve radikal özlemleri ile ku­ rünmediği sürece günün yükselen sınıfla­
rulmuştur. Meşru ti yeften devralman pozi­ rı iktisat politikasındaki radikal değişik­
tivizm ve akılcılığı potasında eriterek çağ­ liklere karşı tavır almamışlar, tersine,
daş bir dünya görüşüne ve mertebesine (1933’ten itibaren devletçilik çizgisini ka­
sahip bir topluma erişmek, bunun için bullerinde olduğu gibi) radikal değişiklik­
gündeminde hukuk sisteminden bilim ve lerin kendileri için yarattığı fırsatları ça­
tekniğin örgütlenebilmesine kadar olabil­ buk benimsemişlerdir.
diğince reform ve yeni kurumlaşmaya yer Vurgulamak gereken bir nokta, Kema­
vermek bir tutkudur. Kemalist kadro için­ list özgün modele itici gücünü veren orta
de bu yönden dayanışma, yaklaşım ve ira­ sınıf değerlerinin aydınlanma kültürün­
de tutarlılığı yüksektir. den beslenmesidir. Bu özgün modelin
Özgün modelin bu radikal orta sınıf oluştuğu ve yerleştiği dönemin belirgin
özelliği, uygulamada sosyal sistemde da­ özelliğidir (1923-39) ve modelin zorlandı­
ima mutabakatları gözeterek kendine yol ğı, tıkandığı ve tazelenmesine girişildiği
açmıştır. Ekonomideki uygulamaları ile dönemleri de kapsayarak 1950’ye kadar
yükselen sınıflan teşvik etmiştir. Fakat bu önemim korumuştur. Eğer “aydınlanma,
tutum siyasal tercihleri ve yansımaları ba­ modern orta sınıfın siyasal ilkokulu” (Ha-
kımından bir modiis vivendi düzeyinde user, 1951 jcilt 3J: s.93) olarak kabul edi­
kalmıştır. Kemalist özgün modelin ekono­ lirse, burada, orta sınıfın Cumhuriyetin
mideki çizgisine daima orta sınıf değerleri başlangıç döneminde yükselen sınıfları
ve mülahazaları öncülük etmiştir. Başka yönlendirebilen, onlara mesafeli durmayı
bir temsilci sınıfı veya tabakası yoktur.1 gözeten ve böylece ulus devletin kuruluş
Geniş anlamda, yeni toplum ve yeni dev­ dengelerini koruyabilen bir siyasal olgun­
let için bir yeni “millî iktisat" yaratmayı luğa sahip olduğunu iddia edebiliriz.
amaçlamış, ancak bunu kendine özgü bir
politikalar demeti ile ve yükselen sınıflara
MODELİN 51KJ?MA VE TIKANMALARI
angaje olmaksızın yurütebilmiştir.
Cumhuriyet rejiminin başlangıç döne­ Ekonomide Kemalist özgün model 1930’lu
mi sayılabilecek 1923-39’da, ekonomik yıllarda şekillenmiş, sorunları önemli öl­
K E M A L İ S T E K O N O M İ D E N K E S İ T L E R

çüde çözerek gündemi sanayi aklı ile dü- lerinin 1920’li yılların ekonomik düzenine
zenlenebilen yeni bir aşamaya getirmiş, dönüş arzuları gerçekleşemez. Yükselen
böylece, yeni devletin muhtaç olduğu ulu­ sınıfların rantlarına dokunulmaması, fakat
sallığın da temeli olmuş ve kadrolarına f932'de geri dönülmezlik kazanan sanayi
yön duygusu kazand ırm ıştır. Bunlar hareketi için yeni bîr model oluşturulması
1930’da, ekonomide geçmişten kopuşla iv­ (Sümerbank) üzerinde mutabakat sağlanır
me kazanmıştır. Siyasette geçmişten kopuş (1933), Uzlaşmaya aracı olan finans kesi­
1923’te başlamış, ancak, ekonominin işle­ mi yeni yatırımlardan pay alacaktır ve bu­
yişinde temelden değişikliğe girişilmemiş- nun Celâl Bey ve finans kesimi tarafından
ti. L931’de başlayan Tek Parti dönemi, ifadesi “sanayileşme hareketine hız verile­
ekonominin derinleşen buhran koşulların­ bilmesi için bütün millî kuvvet kaynak ve
da daha kontrollü yönetilmesine, ama da­ unsurlarından çok istifade etmek lazım
ha önemlisi devletçiliğin bir yeni sanayi ta­ geldiğindir. Özetle, Kemalizmin yükselen
banına oturması için radikal sayılacak ta­ sınıfların ekonomik paylarım sabitleme
sarımlar yapılmasına olanak vermiştir. veya küçültme yolundaki ilk girişimi ile 301
1) 1929’dan itibaren ekonomide hisse­ model sıkışmış, fakat, özel kesimin de
dilen sıkışma, 1930’dan sonra buhrana ekonomide yeni devletçi birikimden pay
dönüşmüştür. Her buhran öğreticidir ve o alabileceği bir rötuşla 1930’lardaki uygula­
zaman da şunu be rra kİ aştırmış tır: Cum­ ma şansını kazanmıştır.
huriyet rejimine karşılaşılacak buhranları 2) Varılan uzlaşma bir kararsızlık tablo­
aşma gücü verecek çapta bir sermaye biri­ su yaratmaz. Kemalist çizginin (orta sını­
kimi sağlayabilmek şarttır. Bu ihtiyacı kar­ fın) projesi sürecektir. Parti çatısı altında
şılayabilmek için, yeni politika çizgisi bir siyasal muhalefet hareketi doğmaz.
olan devletçiliğin kaynaklarını gerçekçi Ekonomi 1934’ten sonra büyümeye geçe­
biçimde saptayarak işe başlamak gerek­ cek ve (toprak sahipleri de dahil) herke­
miştir. (1931): Devletin olanakları sınırlı­ sin payı yeniden genişlemeye başlayacak­
dır. Eldeki sınırlı olanakların yanı sıra tır. Ekonominin makro İstikran buhran
ekonomideki rantlara da el koyabilmek ve koşullarında da, büyüme ortamında da
sanayide hamle yaparak sermaye birikimi­ malî disiplin sürdürülerek korunur. (Mak­
nin ölçeğini büyütmek işin esasıdır. Eko­ ro istikrar yükselen sınıfların birinci soru­
nominin karar merkezinde bulunan ikti­ nu değildir.)
sat Vekili Mustafa Şeref Bey, bu noktayı 3) Bu ilk sıkışmadan sonra, modelin
görmüş ve Başvekil İsmet Paşa’nın deste­ ciddi biçimde sıkışmaya başlaması ve tı­
ğini alarak 1932’de hamleyi yapmıştır. kanması İkinci Dünya Savaşı koşullarında
Doğal olarak, 1920’îerin yükselen sınıfla­ olacaktır (1940-45). Savaş yılları Türki­
rının tepkilerini de o toplamıştır. ye’nin savaş dışı kalmayı ana politika çiz­
1932’nin hamlesi, Kemalist özgün mo­ gisi olarak sürdürdüğü yıllardır, insan ve
deli ilk kez ve günün derin buhran orta­ toprak kaybını sıfırda tutmayı amaçlayan
mında ticaret, sanayi ve finans kesimleri­ bu politikayı sürdürmenin ekonomik ma­
nin ve büyük toprak sahiplerinin ortak liyeti kaçınılmaz olarak yüksektir. Ordu­
muhalefeti ile karşı karşıya getirir. Sonuçta sunu 150 bin kişiden bir milyonun üzeri­
bir uzlaşma noktası bulunacaktır. Mustafa ne çıkarmak zorunda olan, böylece tarım­
Şeref Bey’in iktisat vekilliğinden ayrılışı da üretiri nüfusu beş yıldan uzun süre tü­
üzerine, finans kesiminin aracılığıyla uz­ ketici haline getiren, başka bir kaynağa da
laşma gerçekleşir ve Iş Bankası Umum sahip olmayan ülke kısa sürede darlık içi­
Müdürü Celal Bey (Bayar) vekil olur. An­ ne düşer. Sanayi hareketini sürdürecek
cak, ticaret, sanayi ve büyük toprak sahip­ olan kamu yatırım programlarına kaynak
K E M A L İ Z M

“îstiklal-i tam için şu düstur var; Hakimiyeti Milliye, hakimiyeti iktisadiye İle tarsin
edilmelidir. Bu kadar büyük iy eler, bu kadar mukaddes, azametli hedeflerin...
tahakkuk-u tammırn temin için yegane kuvvet, en kuvvetli temel İktisadiyattır." (Atatürk)

ayrılamaz ve bunlar geliştirilemez. Üre­ kesiminin sadece bir parçasıdır. Ancak,


timdeki gerileme ve gelirlerdeki düşme yarattığı farklılaşma Kemalist özgün mo­
sürekli hale gelir. Devletin gelirleri yeter­ deli bozacak ve ilk kez değişik siyasal so­
siz kaldığı için, büyüyen savunma gerek­ nuçlar yaratacak niteliktedir: Sonuç reji­
leri para basarak karştlamr. Sonuç, dara­ min (ve modelin) arkasındaki mutaba­
lan ekonomide kıtlıklarla enflasyonun sü­ katların çözülmeye başlamasıdır:
rekli olarak ve birlikte yaşanmasıdır. Bu
“Şuursuz bir £icaret havası, haldi sebep­
yirmi yıldır görülmemiştir ve bunun da
leri çok aşan bir pahalılık belası, bugüıı
sonuçları olacaktır. vatanımızı ıstırap içinde bulunduruyor.
4) Önemli sonuç, bu savaş ekonomisi­ Biz im gördüğümüz en tehlikeli hastalık,
nin hesapla yokken yeni sınıfları yükselt­ iki seneden beri, cem iy etim iz İçinde
mesidir. Bunların başında savaş ekono­ Cumhuriyet hükümetlerini muvaffak et­
misinin kıtlık ve enflasyon ortamında he­ mem ek için estirilmiş olan zehirli hava­
men oluşan ikinci piyasada (karaborsa­ dır. Acı ile hatırlamalıyız ki milletin iaşe
da) ürününü pahalıya satma olanağı bu­ işlerini tanzim etmek yolunda Cumhuri­
larak zenginleşen köylü ve buna aracılık yet hükümetlerinin sarfeUikteri gayretle­
yapan tüccar gelir. Zenginleşen kesim, re, iki seneden beri, cemiyetimiz tarafın­
büyük köylü kitlesi içinde küçük bir dan hiç yardım edilmemiştir Bulanık za­
zümredir. Ancak, bu zenginleşm enin manı, bir daha ele geçmez /irşat sayan
önemi köy kesimi içindeki farklılaşmayı eski batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse
birdenbire keskinleştirmesidir. Aynı şeyi teneffüs ettiğim iz havayı ticaret metaı
tüccar için de düşünmek gerekiyor: Ka­ yapmaya yeltenen gözü doymaz vurgun­
raborsanın organizatörü tüccar ticaret cu tüccar ve bütün bu sıkıntıları politika
K E M A L İ S T E K O N O M İ D E N K E S İ T L E R

ihtirasları için büyük fırsa t sanan ve rak “şimendifer (demiryolu) ve sanayi iş­
hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı lerinde olduğu gibi, 1937’den itibaren zi­
belli olmayan bir haç politikacı, büyük raatımızı ve çiftçilerimizi kalkındırmak
bir milletin bütün hayatına hüstah bir su­ için,,.planlı ve iştirakli bir çalışma devresi­
rette lamda h kovmaya çalışmakladırlar ” ne” girileceğini ve tarımda “ilk plan(ın)
(Vurgular benimdiı:) 1000 ziraî kombina üzerine tesis olunaca­
ğını ve dört sene(lik)" olacağını söyler.
ismet Paşa'nın (cumhurbaşkanı) 1942
Ancak, tasarlanan toprak ve tarım politi­
Kasım ayında daha önce ve sonra rastlan­
kasının resmen bu kadar vurgulanmayan
mayan bir keskinlikle ve işin sınıfsal özel­
boyutu köyün düzeninin ve siyasal yöne­
liklerine işaret ederek dile getirdiği şey,2
timinin Kemalist özgün modelle bağdaşa­
yeni ve Cumhuriyet rejimi için zor bir or­
cak biçimde yeniden şekillendirilmesidir.
tamda bazı sınıfların yükselerek mutaba­
Sorunu en yalın biçimde Falilı Rıfkı Atay
katları çözmesidir. Rejimin her şeye siya­
dik getiriyor (1936):
sal sezgilerle ve stratejik sonuçlarıyla bak­
303
ına yeteneğine sahip iki yöneticisinden “İçine girilmeyen köy yerinden oyııa-
İkincisi, yirmi yıllık mutabakatı çözmekle ınaz. Bittim değişiklikleri, yeni şartları
yeni yükselen sınıf temsilcilerinin savaş kerpicinin içinden seyreder durur. Kö­
sonunda uygun bir hava yakalarlarsa siya­ yün katı görenek ve güvensizlik kabuğu­
set sahnesine birlikte çıkacaklarım ve Ke­ nu kırarak onun karimi içinde y er a l­
malist özgün model karşısında yer alacak­ mamız lazımdır... Ankara etrafındaki
larını bilircesine konuşmaktadır. köyleri dolaşınız. Büyük merkez hiçbiri­
5) İşin merkezinde köy ve toprak soru­ ne örnek olmamıştır ve olamaz." (Vurgu­
nu vardır. Cumhuriyet yönetimi bunu ba­ lar benimdir)
şından beri iyi bilir. Ancak, Kurtuluş Sa­
6) 1930’ların ikinci yansındaki bu yeni
vaş ı’ndan başlayarak sürdürülen mutaba­
durumu, kısacası, rejim in arkasındaki
katlar (ki bunlara “eski batakçı çiftlik ağa­
mutabakatın toprak sahiplerinden filizle­
sı" da dahildir) rejimin kuruluş aşamasın­
necek muhalefetle zedelenmeye başlaya­
da siyasal istikrar için önemli sayılır, İstik­
cağını yönetimin değerlendirmemiş olma­
ran önemli saysa da, yönetim köye girme­
sı düşünülemez. 1939’da başlayan ve seyri
ye kararlıdır. Daha 1920’lerin sonunda,
kestirilemeyen büyük savaşın belirsizliği
ileride köyde çiftçi olabilmiş ve rejimi sa­
içinde bile olsa köy davasına radikal bir
hiplenmiş görmek istediği o günkü top­
çözüm arayarak adım atılması, bu davanın
raksız ve az topraklı köylüye, yalnız Hazi-
Kemalist model için artık ertelenemez bir
ne’den değil, büyük toprak sahiplerinden
noktaya geldiğini gösteriyor. 1940’ın he­
alarak dağıtım yapmak için ilginç bir yol
men başında Köy Enstitüleri köye yeni bir
bulmuştur. Ancak, rejimin siyasal toplulu­
insan ve işbirliği modeli getirerek köy
ğu içinde yer alan büyük toprak sahipleri
ekonomisinde farklı bir düzene gidişin
buna direnirler ve daha da direneceklerini
öncüsü oluyor. Enstitü, Cumhuriyetçi
belli ederler.3
(Kemalist) bir köy organizasyonu ve ulus
1930'ların ortalarında (yani, sanayi
devlet yapısına oturacak bir köy yapısı
programlan başarılı oldukça ve tek partili
arayışıydı. Ancak, toprak reformu ile bu­
siyasal model işlemeye devam ettikçe)
luşmadıkça aranan çözüme varılamazdı.
toprak ve tarımın yönetimin gündemine
gitgide artan bir ağırlıkla yerleştiği görüle­ Beş buçuk yıl süren dünya savaşı biter­
cektir. ismet Paşa, I936’nın son günlerin­ ken, 1945’de, gündeme getirilen Çiftçiyi
de "toprak işleyenin" sloganını vurgulaya­ Topraklandırma Kanunu ile Enstitü ade-
K E M A L İ Z M

ta bir kerpetenin iki ucu gibi birieşerek,


MODELf TAZELEME GİRİŞİMİ
mülke kavuşmuş ve Mustafa Kemal’in
1922'deki arayışıyla "hakiki müstakil Kemalist özgün modelin köy ve toprak re­
olan köylü"yü (bir anlamda Kemalist jimini değiştirerek köyü ve tarımı arzula­
çiftçiyi) bulmaya yönelmiş görünüyor. dığı biçimde ekonomisine ve siyasal ku­
rumlaşma alanına katma hamlesi gerçek­
7) 1945’te, Türkiye’de beş yıllık bir kıt­
leşemedi. Köy Enstitüleri gibi (1940) Çift­
lık ve enflasyon ortamında kendi kendine
çiyi Topraklandırma Kanunu da (1945)
yetmeye çalışmış bir ekonominin bütün
yasalaştı. Ama, sonuç hem kısa hem de
insanları yorgundur; siyasal potansiyel yö­
uzun dönemli etkileriyle yenilgi oldu.
nünden pasiftir veya cansızdır, Kemalist
Ekonomide sürekli daralma ve bundan
modelin sahibi olan orta sınıf takatsizdir
doğan hastalıklar ile birlikte partinin siya­
ve parti eskimeye yüz tutmuştur. Buna
sal dinamizminin ve kitlesel gücünün tü­
karşılık, savaş yıllarında zenginleşen köy­ kenmeye yüz tutması Kemalist modelin
lü, aynı yolla zenginleşen tüccar ve hoş­ özgün çizgisini sürdürecek kurumsal de­
nutsuz sanayici bu ortamın yükselen sı­ ğişikliklerden en yaşamsal olanını gerçek­
nıfları olduklarını hissederek siyaset sah­ leştirme şansını sıfırlamıştı. Kemalist çiz­
nesine çıkmaya hazırdırlar. Sahneye çıkar­ ginin tepe noktasında yapılması halinde
lar ve köyün yeni bir model içinde değiş­ yerleşebilecek olan büyük bir kurumsal
mesine karşı duran tavırları ile siyasete değişme zorunlu nedenlerle çizginin ini­
başlarlar. Buradan başlamaları doğaldır. şinde yapılınca bekleneni veremediği gibi,
Çünkü, geçmiş beş yılın koşullarında he­ ülkede siyasal eylem gücü de artık başka
men tüm kesimleriyle mecalsiz kalmış ellere geçiyordu.5
toplumda başarılı olabilmek için bir siya­ Bunun yanı sıra, dünya konjonktürü,
sal meşruiyet tartışması başlatmak gerek­ hele Türkiye'yi önplanda etkileyen birkaç
tiğini algılamışlardır. Ve tıpkı rejimin sahi­ yönü düşünülürse Kemalist özgün mode­
bi olan Cumhuriyet yönetimi gibi, bir lin işleklik kazandığı dönemden farklı bir
köylüler ülkesinde siyasal meşruiyetin re- noktaya gelmişti. Rejimin 1920’den başla­
et bazının köy ve toprak sorununda yattı­ mak üzere tek dış desteği sayılan Sovyet­
ğını bilmektedirler. Böylece, kendilerini ler Birliği ile ilişkiler eski sıcaklığından
siyaset sahnesine takdim ederek Kemalist soğukluğa dönüşmüştü. 1930'ların ikinci
modelden ve orta sınıfın vesayetinden yarısından başlayarak Türkiye’ye yakınla­
kopmaya yönelirler. şan Almanya dünya sahnesinden siyasal
Kopuş ve başarı ancak bu takdimi bü­ ve ekonomik güç olarak çekilmişti. Türki­
yük bir siyasal çıkışla yaparak, adeta bir ye’nin Orta ve Doğu Avrupa’ya dönük pa­
meydan savaşı ile olurdu. Belki başlangıç­ zarları kapanmıştı. İngiltere İse artık dün­
ta (Dünya Savaşı’nın sona yaklaştığı gün­ yadan muktedir bir ekonomik güç olarak
lerde) böyle bir tablo yoktu. Ama, geliş­ ayrılma ve yerini Amerika’ya bırakma
me böyle oldu. Tarihin cilvesi, (yani, noktasında idi. Kısacası, 1930 ekonomisi­
Cumhuriyet rejiminin köy ve toprak so­ nin (ve siyasetinin) dış parçaları denebile­
rununu artık geciktirmeksizin çözme zo­ cek olan Sovyet, Alman ve Ingiliz piyasa­
runluluğu) yükselen sınıflara Çiftçiyi ları ve desteği artık Türkiye’nin ulus dev­
Topraklandırma Kanunu’ndan daha iyi leti için söz konusu değildi.
bir meydan savaşı fırsatı sunamazdı, İkin­ Bu ortamda, yeni yükselen sınıfların
ci Dünya Savaşı biterken başlayan bu sa­ Tek Parti yönetiminin karşısına çıkarken
vaş Kemalist özgün model için sonun hareket noktası olan siyasal meşruiyet so­
başlangıcı oluyor.4 runu ( “Yeter, Söz Milletindir!") gerçek bir
K E M A L İ S T E K O N O M İ D E N K E S İ T L E R

sorun oluyordu. Çünkü, mevcut siyasal yaklaşım ları bakım ından farklılıkları
sistem rejimin sürdürülebilmesi için meş­ önemli olmayan, yani, siyaset alanında ay­
ruiyet üretip üretememe sınırına dayan­ nı meşruiyete sahip) iki partili bir düzenle
mıştı. Ekonomide Kemalist modeli sürdü­ işleyeceğini işin ana kuralı olarak ortaya
rüp sürdürememenin ötesinde, ulus dev­ koymuştur. Böylece, 1923’te kurulmuş
leti tutacak ve yürütecek bir yeni çıkış olan ulus devlet 1946/47’de siyaset alanını
noktası bulmak gerekiyordu. 1945 ve yeniden tanımlamış oluyor. Zaman, dünya
1946 yıllarının temel sorunu ve arayışı konjonktürünün savaş sonrasında Batı
böyle görünüyor. Avrupa’dan başlamak üzere ülkelere “ulus
1) Modeli tazelemenin kurgusu siyaseti devletiik’Terini yeniden tanımlamayı zo­
ön plana alarak tasarlanmış, işin püf nok­ runlu kıldığı zamandı.6 Uluslararası ortam
tası olarak yeni ve sayıca büyük bir siyasal artık savaş öncesinden farklı İdi ve artık
topluluk oluşturarak siyaset oyununun her ulus devlet için dikkate almak gere­
kurallarında değişiklik yapmak düşünül­ ken bir “pax" (Pax Americana) ve bir sü­
müştür. “Yeni", “sayıca büyük" ve “deği­ per güç (Sovyetler Birliği) vardı, 305
şik kurallar” siyasal topluluğu oluşturabil­ 3) 21 Temmuz, 1946 seçiminden sonra
menin esaslarıdır. Bunlardan ilk ikisi kır­ kurulan ilk hüküm et (R ecep P ek er,
sal kesimin (köyün) yeni siyasal toplulu­ Cumhuriyet rejiminin ilk resmî devalüas­
ğun en önemli ve büyük parçası olarak si­ yonunu yapmış ve son birkaç yılın dura­
yasal alana alınması demektir. Belki kırsal ğan ekonomisini yeni dünya rejimine yer­
kesimin rolü (rejime sadık bir büyük kitle leştirmek ve pratik olarak da işletebilmek
olarak) siyaset sahnesinin yeni yükselen istemiştir.7 Ancak, bu ayar yeniden Ke­
sınıflarına bir “karşı ağırlık" olarak hesap­ malist özgün modele başlamak İçin yapıl­
lanmıştır. Böyle bir karşı ağırlığın kısa sü­ mıyordu, Yeni tutulan yol bir tür “Yeni
re içinde tasarlanandan farklı bir role ve İktisat Politikası" (NEP) idi. Bunun öz­
potansiyele sahip olabileceği öngörülme­ gün modele ileride dönüş yapabilmek
miştir. Sayısal olarak en büyük ve yeni için tutulan geçici bir yol mu, yoksa mo­
parçayı alarak yeni bir siyasal topluluk delden bir kesin ayrılış mı olduğu tartışı­
oluşturmak yeni bir çerçeve ve harekât labilir. Fakat, “Yeni İktisat Politikası ”nm
planını gerekli kılıyor. Bunun tasarımı ve bir yandan “Pax Americana”nın telkinle­
uygulaması: (a) Kadrosu ve programı ile rine kulak kabartarak,8 bir yandan da
tek partiden çok da farklı olmayan ikinci yükselen sınıfların taleplerini ön plana al­
bir partinin doğması ve tanınması için ye­ mış görünerek oluşturulduğu anlaşılıyor.
terli süreye, (b) bu “yeterliliğe” göre yapı­ Özgün modelin sermaye birikimi (yani,
lacak bir erken seçime ve (c) bu seçimin demiryolları ile sanayi programlarının or­
tek dereceli olması ve kırsal kesimin yeni tak Örgüsü) artık ön planda değildir. Dev­
seçmenlerine, onları ilk kez politize ede­ letçiliğin oynadığı rol de yumuşatılmıştır.
rek ‘'y u rttaşlık ların ı hissettirebilmeye Kısacası, modelin tazelenmesinde ülke­
bağlıydı. İkinci parti kararının 1945’İn yaz nin ve zamanın özel koşullarının değiş­
aylarında verildiğini ve Demokrat Par- miş olduğu görüşü ağır basmıştır. İlginç­
ti’nin 1946’nın hemen başında kuruldu­ tir, Kemalist özgün modelin malı disiplin
ğunu, erken seçimin aynı yılın 21 Tem- ilkesi bırakılmamıştır. Savaş yıllarının
muz’unda ve ilk kez tek dereceli olarak kaynak yokluğu ortamında ihtiyaçları
yapıldığını hatırlayabiliriz, karşılayabilmek için birkaç yıl para bas­
2) ism et Paşa (cum hurbaşkanı) 12 mak zorunda kalan yönetim, 1942/43’ten
Temmuz, 1947’deki beyannamesi ile yeni sonra bundan sakınabilmiş ve 1945’ten
ve genişlemiş siyasal topluluğun (rejime sonra ise (1946 devalüasyonunun etkile-
K E M A L İ Z M

rini gidererek) 1930’ların denk bütçe-sağ­ kalliğinden uzaklaştığı ölçüde yükselen


lam para çizgisine dönmüş, 1950’ye (ikti­ sınıflar kendi çizgilerinde o derecede ra­
darı devredinceye) kadar bundan ayrıl- dikalleşecekler ve Demokrat Parti bu yeni
mamıştır. Değişen dünya ortamının getir­ radıkalkşmeyi iyi izleyerek, bunun siya­
diği ve kamu harcamalarını daha gevşek setteki gereğini yapacaktır. Bu gelişme,
tutan iktisat politikası anlayışı karşısında, CHP'nin beklentisinin tersine, bir siyasal
özgün modelin enflasyon olasılığını ulus bilinçlenme aşamasından geçmeksizin si­
devletin sağlamlığı için ciddi tehlike sa­ yasal topluluğun esas parçası oluveren
yan anlayış sürmüştür.® kırsal kesimin de kitle halinde ve gitgide
4) Kırsal farklılaşma, zenginleşme ve ti­ yükselen sınıflarca bilinçlendirilmesine
caretin öne çıktığı bir dünyada siyasal yol açacaktır. Bu "hilinçiendirme”nm da­
topluluğun genişletilmesi yoluyla girişi­ ha sonra da yükselen sınıfların tekelinde
len tazelenme hamlesi yine orta sınıfa öz­ kalması ülkenin toplumsal yaşamında ve
gü bir proje olarak görünüvor. Burada siyasetinde yarım yüzyılı aşan sureyle bi­
306 hem bir yeni ekonomik başarı (hiç değil­ rikimli etkiler yapacak, Kemalist özgün
se, ekonomide bir derlenip toparlanma) modele dönüşü çok kısa sürede, çok uzak
arayışı, hem yükselen sınıflarla bir yeni bir olasılık haline getirecektir.
uzlaşmaya giderek onları frenleme arzu­
su, hem de kırsal çoğunluğun sayısal des­
KEMALİST EKONOMİ
teğini alarak yeni bir dengeye varma bek­ MODELİNİN “/KİNCİ KOLU" VAR MI?
lentisi seziliyor. Ancak, yükselen sınıfla­
rın mutabakatları bozup siyaset sahnesi­ Kemalist ekonominin tarih içinde ayrın­
ne iddia ile çıkmalarından sonra, Kema­ tılara ve belgelere inilerek incelenmesi
list kadro içinde bu yeni proje üzerindeki yukarıdaki soruyu akla getirir. Tarihçiler,
dayanışma ve irade tutarlılığı 1920’lerde siyasetçiler, iktisatçılar ve düşünürler
ve 1930’larda olduğu kadar yüksek olma­ arasında Kemalist modelin esasında bir
mıştır. Devlet ile parti özdeşliği objektif ‘orta yol’ olduğu, hatta zaman içinde da­
koşulların değişmesiyle sona erdikten ha çok Celâl Bayar’ın temsil ettiği bir çiz­
sonra, orta sınıfın yönetimde kudretinin giye doğru gelişmesinin öngörülmüş ol­
eskisi kadar yüksek ve uzlaşma alanının duğu gibi tezler de vardır.10 Bu tezler ay­
eskisi kadar geniş olmayacağı, sosyal sis­ rıntılı çalışmalarla irdelenebilir. Burada
temin taleplerinin ağır basmaya başlaya­ yazımızdaki yaklaşımla sınırlı kalacağız.
cağı yavaş yavaş anlaşılmaktadır. Bu da 1) iktisat vekilliğinden başlayarak, Ba-
orta sınıfın kendi iç dayanışmasını bozan, yar’ın benimsemeye başladığı bir yeni
ticaret, sanayi ve finans çevrelerinin ta­ çizgiyi gözleyebiliriz. Bu, siyasal otorite
lepleri arttıkça orta sınıfı bölmeye başla­ ile yükselen sınıflar arasında, artık yük­
yan etkiler yapacaktır. selen sınıfların taleplerine göre bir ittifak
Yükselen sınıfların verdiği siyaset şan­ arayışıdır ( “mutabakat" değil). Dünya
sını iyi kullanmayı bilen Demokrat Parti 1930’larda liberalizm in inkârını yaşa­
bu bozulma ve bölünmeyi iyi kullanacak­ maktadır ve Türkiye’de de tablo budur.
tır. Başlangıçta İsmet Paşa’nm koyduğu Bayar, bu arayışını “Güdümlü Ekonomi’’
“iki partinin de yeni bir uzlaşma çizgisin­ sloganı ile yapmaktadır. Çünkü, yükse­
de birbirine benzeyeceği” kuralım kabul len sınıflara daha büyük pay verebilmek
etmiş görünse de, kısa sürede Kemalist günün koşullarında ekonomik programla
özgün modeli (ve 27 yıllık geçmiş döne­ mümkündür. (Yükselen sınıfların liberal
min tümünü) reddeden bir noktayı tuta­ denilebilecek bir düşünce ve isteğe sahip
caktır. Bir anlamda, orta sınıf eski radi­ olduklarının bilgisine sahip değiliz.)
K E M A L t S T E K O N O M İ D E N K E S İ T L E R

2) Şunu söyleyebiliriz: Rejimin siyasal yoktur.) Günün sanayi programları çer­


kadrosu ile yükselen sınıflar arasındaki çevesinde ekonominin (o günün teknik
ilk zıtlaşmadan sonra finaııs kesimi aracı­ bilgi donanımı çerçevesinde) planla yö­
lığı ile varılan uzlaşma (1933) bir “ikinci netilmesi Bayar'ın döneminde iktisat ve­
kol" çekirdeğini oluşturmaya başlamıştır. kaletinin (yükselen sınıflardan destek
Bu, yükselen sınıfların ekonomide geriye alan) ana çizgisidir, Bayar, bu çizgiyi “gü­
(1920’lere) dönüş arzularını aşmayı bilen dümlü ekonomiyi kurmak" şeklinde slo-
bir b a k ışın ve, çab anın ürünüdür. ganl aşıt rm ıştır.11
1920’lerde yükselen sınıflar 1930’ların 4) Fn önemli temsilcisi Bayar olan bu
k o şu lla rın ın dünyada ve T ü rk iy e’de “ik in ci koF’ un veya ik in ci çizgin in
1920’lere göre farklılığını görmemişler 1930'larm siyasal modeli olan Tek Parti
veya görmezlikten gelmişler, yani, günün sistemi ile ilgili bir tereddüdü veya muha­
(ve orta sınıfın gerçekçi bakışının) gerisi­ lefeti yoktur. Hatta, bazı belgeler, Bayar’ın
ne düşmüşlerdir Doğasında uzlaşma olan simgelediği bu çizginin (siyasal kadronun
finans kesimi ise, günün lemel sorununu ileri gelenlerinde az rastlanır bir biçimde) 30 7
yeni sermaye birikiminden pay almak ve Tek Parti modelini tercihen bir şeflik sis­
ona ortak olmak biçiminde kavramıştır. temi olarak algıladığı ve bunu Meclis in
Bu iktisat politikasını şekillendirecek bir iradesinin üzerinde, bir egemen kişilik
iddia boyutunda ifadelerini ve sloganları­ saydığı izlenimini verir.12 Bu yaklaşımı
nı üretmiştir, İddia sahiplerinin sanayi Bayar’la sınırlı olmaktan çok, günün yük­
hareketinin yeni ölçeği konusunda hiçbir selen sınıflarının siyasal talepleri yönün­
tereddüdü yoktur. Tereddüdü, sanayileş­ den değerlendirmek doğru olur,
menin devletin ekonomideki payını bü­ 5) “Güdümlü ekonomi" veya Kemalist
yütürken özel sermayeninkint o kadar modelin ‘ikinci kolu’nu bu incelememi­
büyütmeyen (ve göreli olarak küçülten) zin terimleri çerçevesinde tanımlamak
bir hareket haline gelme olasılığından gerekirse, bunun orta sınıfın yükselen sı­
doğmuştur. Bu bakımdan finans kesimi­ nıfları yönlendiren ve onlara mesafeli
nin (özel olarak İş Bankası’nın ve Celâl durmayı gözeten bir modüs viveııdi’nin
Bey’in) yeni sanayileşme politikası anlayı­ ötesine geçerek, orta sınıfla yükselen sı­
şı “bütün milli menabii kuvva’’ (kuvvet nıflar arasında daha sıkı ve “yükselenle­
kaynakları) ilkesi üzerine kurulmuştur. rin taleplerine göre kurulacak bir ittifak
3) Finans kesimi, sahip olduğu uzlaş­ arayışı olduğunu söyleyebiliriz. Bu itti­
tırma nitelikleriyle, kendi “bütün millî fakta, iktisat politikası programla ve
kuvvet kaynaklan" yaklaşımım özel ke­ programın yükselen sınıflara daha büyük
sim ve çevresini genç Cumhuriyet rejimi­ pay vermesiyle yürütülecektir, Bayar’ın
ne yabancılaştırmayacak bir temel ilke 1937 Kasımından 1938 Kasımına kadar
gibi sunmakta ve bunun 1930’lardaki tek olan başbakanlık dönemi (Bayar Başba­
partinin içinde sınıf mücadelesi barındır­ kanlıkta 1939 Ocak ayının ortasına kadar
mayan, “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış kalmıştır) bu yeni çizginin somut ipuçla­
k itle ” yaklaşım ına uygun düşecek ve rını verebilir. Dikkat çeken ve daha son­
böyiece siyasal kadro tarafından da be­ raki gelişmelere de ışık tutabilecek şeyle­
nimsenecek bir yeni iktisat politikasının rin başında yükselen sınıfların paylarını
esası olmasını beklemektedir. Finans ke­ büyütme arzusu (yani, bunu ittifakın
siminin (özel kesimin tam desteğine sa­ ağırlık merkezi saydıkları) geliyor. Bu­
hip) bu önerisi ekonomide ve siyasette nunla sıkı sıkıya bağiantıiı ikinci şey, ma­
liberalizm den kaynaklanm ış değildir. lt disiplinin gevşetilmesidir.
(Vükseien sınıfların böyle bir merakı Gerçekten, 1938 yılının ekonomisinde
K E M A L İ Z M

büyüme hızı yükselirken, bütçe gevşemiş ve müdahaleler modeli (ki bu yükselen sı­
ve ekonomi açık vermeye başlamıştır. Kı­ nıfların ve onların siyasal bilinçlendirme­
sacası, kaynaklar zorlanmıştır. 1938’in bir sine bağımlı kırsal kesimin taleplerinin
yıllık süresi içinde kalarak Kemalist mo­ belirlediği model oluyor) kendi malî di­
delin bir “güdümlü ekonomi" çizgisinde siplin ilkesinden yoksun olduğu için
ilerlemesi halinde geliştirilip gel işti rileme- özünde istikrarsızlık üretmektedir. Model
yecegine ilişkin yorum yapmak zordur. açıklardan müdahalelere, oradan yeniden
6) Ancak, dünya ve ülke koşullarının açıklara (ve yeniden müdahalelere, vs.)
değiştiği 1950’de iktidara gelerek on yıl giderek işlemektedir. Bu ekonomik istik­
içinde kendi ekonomi modelini geliştiren rarsızlık çizgisi yükselen sınıfların taleple­
(ve daha sonra aynı çizgideki siyasal ikti­ rini azaltmamakta, fakat siyasal sistemin
darlara örnek olan) Demokrat Parti dö­ istikrarını bozan ve sistemi kimi zaman
neminin başlangıç yılları araştırmacıya bölen, bölünmeyi artıran, askeri müdaha­
bir nebze yorum olanağı verebilir. De- leleri siyasetin parçası haline getiren etki­
308 mokrat Parti’nin iktisat politikasında, ilk lerle sistemi gitgide zayıf düşürmektedir.
yıllarda, eski bir Kemalist olan Bayar’sn Zayıf düşme 1 9 7 0 ’ierin sonlarında
(cumhurbaşkanı) bir ölçüde etkili oldu­ boydan boya bir siyasal meşruiyet soru­
ğu, daha sonra anlayış, karar ve uygula­ nu halini almış ve 1980’in askerî darbesi
ma bakımından Adnan Menderes'in asıl 1947 modeli iki partili (ve belirli bir si­
güce sahip olduğu ve DP ekonomisinin yasal istikrar anlayışı ile kurulmuş olan)
esasında Menderes modeli olduğu söyle­ sisteme kapsamlı bir müdahale ile son
nebilir. İlk yıllardan başlayarak göze çar­ vermiştir. 1980’den sonraki siyaset siste­
pan şey 19401ann ikinci yarısmdan son­ mini Kemalist olmayan (ve ami-Kema-
ra yükselen sınıfların paylarını sürekli list) güçler şekillendirecektir. Kemalist
olarak büyütme girişimini önplanda tut­ çizgi artık ya zayıf bir muhalefettir ya da
maları ile 1950’den sonra malî disiplinin bir programdan yoksundur.
bırakılışıdır. Bunun sonucu 1950’lerde 7) Burada dikkati gerektiren iki nokta­
ekonomide açıkların büyümesi ve para- dan birincisi, 1938 yılı yönetiminde olsun
sallaştırılmasıdır. Sistemin kendi içinde (Kemalist sistem içinde), daha belirgin bi­
kurallaşmış bulunan mali disiplini yavaş çimde 1950’lerin ilk yıllannda olsun (Ke­
yavaş yok olmakta ve ekonominin işleme malist çerçeve henüz pek kaybolmamış­
kabiliyetini artık iyice yitirdiği noktada ken), ekonomi tablosunun artık yükselen
dışsallaşarak IM Fye ait bir iş olarak ka­ sınıf taleplerine göre şekillenmesidir. Bu
bul edilmeye başlamakta, bir anlamda tablonun (ve gerisindeki ittifakın) temel
ekonomi IMF müdahalesini ve disiplini­ koşulu yükselen sınıf paylarının kayıtsız
ni bekler hale gelmektedir.’^ şartsız büyümesi, iktisat politikası araçla­
Açıklar ve dıştan müdahalelerle işleyen rının buna göre düzenlenmesidir.1'1
bu iktisat yönetimi modeli, 1950’lerden Yükselen sınıf talepleri üzerinde bir ra­
başlayarak, Kemalist olmayan siyasal parti dikal orta sınıf denetimi ise ya çok zayıf­
iktidarlarının elli yıllık çizgisini oluştur­ tır (1938) ya da artık söz konusu değildir
muştur. Bir anlamda, Kemalist ekonomi (1950 sonrası).
modelinin eski “güdümlü ekonomi" anla­ 8) İkinci nokta, orta sınıftaki değişme­
yışından türeyen “ikinci k o fu , zamanın lerdir. Bunun birkaç yönünü kısaca vur­
ve koşullann değişmesini izleyerek artık gulamak yeteri idir:
yükselen sınıfların taleplerine göre oluşan (a) Orta sınıf 1940'iarın sonlarından
ve Kemalist olmayan bir siyasetin ekono­ başlayarak, yükselen sınıfların taleplerine
mi anlayışı içinde erimiştir. Ancak, açıklar göre hızlanan ekonomik gelişmeye ba-
K E M A L İ S T E K O N O M D E N K E S İ T L E R

gımlı olmuştur. Bu bağımlılık içinde, orta gitgide çoğunluğa geçtiği yeni orta sınıf
sınıfın bir yönden yeni yükselen ticaret, ise yükselen sınıflar arasında ve onların
sanayi, finans ve hatta zengin köy kesim­ gelişme mantığına bağlı olarak kısa süre­
lerinin zenginleşmesine öykündüğü ve de sınıflararası boşlukları dolduran başka
özlemlerini onların yeni özlemlerine göre işlevler üstlendi.
şekillendirmeye başladığı, bir yönden de Bu işlevler içinde hamur olmaya başla­
kapitalist gelişmenin ekonomik ve sosyal yan yeni orta sınıf, sayıca kabardıkça bir
olarak geride bıraktığı kitlelerin sıkıntıla­ aydınlanma okulunun getirdiği bakışı,
rına ortak olduğu, onlarla birlikte tepki bunun “universalizm’’İni, kısacası, ente­
duyduğu izlenebilir. 1950’lerden başlaya­ lektüel ve birikimli bir çabayla ve nitelik­
rak yeni özlemlerle sıkıntılar ve tepkiler sel bir zenginleşme geleneğiyle destekle­
arasın d a kalan orta sın ıfın dünyası nen bir siyasal olgunluğu yansıtacak bir
1920’lerin, 1930’ların ve hatta 1940’ların profil kazanamadı. Tersine, yeni orta sı­
dünyasından farklıdır. Bu yeni ve belirsiz­ nıfın gelişme tablosu “ilerici-muhafaza­
likler içinde kaldığı ortamda topluma tu­ kâr" bölünmesine elverişli olduğu kadar, 309
tarlı biçimde yön verme yeteneğini yavaş zaman boyunca izlenecek orta sınıfa öz­
yavaş yitireceği gibi, kendi başına yön gü sabırsızlıkların, hayal kırıklıklarının,
bulması da kolay olmaz. karamsarlık ve iyimserliklerin, teslimi­
(b) Ekonomik gelişmenin orta sınıfta yetçiliğin ve tepkiseiliğin ve bütün bun­
yarattığı farklılaşmanın yanı sıra, Cumhu­ larla eski, özgün reformculuk çizgisine
riyet öncesinden gelen “entelektüel dü­ benzer bir şeyleri tekrar yakalayamama­
zeyde" bir farklılaşma da orta sınıf içinde nın da ipuçlarını veriyor. Bu 1930’larda-
1950’den sonra biraz daha siyasallaşarak kinden farklı bir orta sınıf dünyası oldu­
keskinleşeceklir: İlerici ve muhafazakâr. ğu gibi, yeni yükselen sınıflara ışık tuta­
Yükselen sınıfların bu siyasallaşmada tu­ cak ve onları yönlendirebilecek bir öz­
tarlı biçimde bir orta sınıf muhafazakârlı­ gün entelektüel kapasiteye de sahip gö­
ğına destek oldukları görülür. 1950’den rünmüyor.
sonra, Demokrat Parti içinde Bayat'ın 9) Doğmadan yok oluveren “ikinci kol"
1930'lardan gelen ‘Kemalist’ bir ‘ikinci kol’ çizgisi yükselen sınıfların taleplerine göre
çekirdeğinin büyüyememiş olmasında ye­ şekillenen Menderes modeli15 içinde kısa
ni orta sınıf muhafazakârlığının Kemalist sürede erimiş, ancak erirken çeşitli ke­
çizgiye sıcak bakmayan özelliği de etkili­ simlerde, siyaset dünyasında ve hatta De­
dir, D esteklen en m uhafazakâr çizgi mokrat Parti’nin içinde tepkiler ve yeni
1980’den başlayarak rakipsiz bir gelişme filizlenm eler y aratm ıştı.16 Bu birikim
şansına kavuşacak, iktisat politikasından 1960 askerî müdahalesine varacaktır. Ya­
eğitim dünyasına kadar topluma Cumhu­ zımızın çerçevesi içinde üzerinde durul­
riyet rejiminin kuruluş esprisinden farklı ması gereken şey 1961 Anayasası ile top­
yönler bulma misyonunu üstlenecektir. lumun ekonomide, siyasette ve çeşitli ya­
(c) Cumhuriyet’in kuruluş döneminin şam alanlarında bir yeni başlangıç nokta­
Kemalist özgün modelin) orta sınıf ku­ sına gelişidir. Bu yönü ile 1961’in Kema­
şağının bir asli niteliği Aydınlanma Oku- list özgün modelin tazelenme girişimini
lu’ndan geçerek, bu okulun değerler sis­ de kapsamak üzere çağdaş bir orta sınıf
temine sahip olmaktı. (Rejim in güçlü projesi olduğu (ve bu sınıfın iyimserliğini
beklentisi bu etkiyi yaratarak, bir orta sı­ yansıttığı) söylenebilir. Günün yükselen
nıf radikalizmini sürdürmeye yeterli olu­ sınıfları bu projede aktif ro! almamışlar
yordu.) 1950’den sonra hızla büyüyen ve çekimser bir konumu yeğlemişlerdir.
:-;ent ekonomisinde istihdam edilenlerin Ancak, burada ekonomi alanında 1930’la-
K E M A L İ Z M

rı andırır biçimde, orta sınıf ile yükselen seyri içinde, kriz dönemleri orta sınıfın
sınıflar arasında bir mutabakat (bir yeni iyimserliğini zaman zaman karamsarlığa
modiis viveııdi) kurulduğu gözlenebilir. çeviren etkiler doğurmuştur. Bu dalga­
Orta sınıfın 1961 ile ekonomiye getirdiği lanmalar içinde, kendini ulus devleL mi­
yeni çerçeve plandır. Tanımı ve alan çiz­ marisinin siyasal istikrarından bir anlam­
gileri siyasal iktidarca fiilen belirlenecek da sorumlu gören orta sınıf, ekonomide
olan bir 'karma ekonomi’ ilkesi plan saye­ istikrarı bozan etkenleri (başta enflasyon
sinde ekonomiyi yönlendirecek, hem kal­ olmak üzere) kavrayamamış görünmek­
kınmayı hedefleyecek (orta sınıfın ana tedir. Böylece, kah hızlı büyüme ve de­
hedefi), hem de yükselen sınıfların bir ğişmenin sosyal sistemde gerekli kıldığı
denge içinde paylarım büyütmelerini ve kurumsal değişmelere ön ayak olmakta
korumalarım sağlayacaktır (yükselen sı­ yetersiz kalışından, kâh krizleri önleye­
nıfların tek hedefi). Böyle bir uzlaşma cek mutabakatları sağlayabilmek onun
ulus-devletin güvencesi için yaşamsal sa- takatinin ötesine geçtiğinden, orta sınıf
310 yılmış, bunun, 20. yüzyılın toplum ve 1961 çerçevesinin öngördüğü modıis vi-
devlet yapısına erişebilmek için tasarla­ vmdiyi başarabilmek ve bunun için de si­
nan kurumlaşmalara payanda olacağı dü­ yasette 1947 esprisini geliştirmek gibi
şünülmüştür- Kısacası, sınıflararası den­ zor bir “görev" in altından kalkamadı.
genin 1950’lerde gitgide bozulduğu, bu­ Orta sınıfın böyle bir tarihî rolü oyna­
nun çağdaş ölçütlerle yeniden tasarlana­ masını sağlayacak ekonomik (ve entelek­
rak kurumlaştırılması gerektiği 1961’in tüel) güce ve sosyal güvenceye kavuşa­
(ve yeni Kemalist projenin) özü olmuştu. mamış oluşu, onu ülkedeki kapitalist ge­
Siyaset modeli burada 1947 esprisini lişm enin özelliklerin e ve gereklerine
koruyor, ancak siyasal topluluk alanı da­ (başta tüketim toplumunun gereklerine
ha da geniş tutuluyordu. 1960’ların ve öncü olmak) gitgide daha bağımlı kılar­
1970’lerin iki önemli yeniliğinden birisi, ken, Kemalist özgün modelin çağdaş ko­
ülke fabrika çağına girerken çalışan sınıf­ şullarda tazelenmesinde kendisine biçi­
ların (bilinçlenmeye başlayarak) siyaset len rolü (1961 Anayasası’nın kurumsalla­
sahnesine çıkmalarıydı. Kırsal kesimin şabilmesi için uzun dönemli ve sabırlı
1946’dan başlayarak siyasal topluluğa çalışmak) gitgide sahipsiz bırakan bir et­
alınışından farklı olan şey çalışan sınıfla­ ken oluyor.17
rın siyasal topluluk alanına girerken ken­
dilerine göre ve orta sınıfın çizgisi ile yer
SON 5 0 2 _______________
yer örtüşen biçimde bilinçlenmeleri ve
(1961 Anayasası’mn kurumlan sayesin­ Kemalist ekonomiden kesitleri, 1920’-
de) yükselen sınıfların burada bir yön­ lerden başlayan bir iktisat politikası in­
lendirme olanağı bul ama masıydı. celemesi biçiminde de, orta sınıf değer­
1960’lann ve 1970’lerin ikinci bir özel­ leri ve özlemleri ile kurulan ulus devle­
liği de orta sınıfın ekonomik gelişmeye tin gelişmesi içinde de izleyebiliriz. Bu
bağımlı büyüyüşünü sürdürmesidir. Eko­ yazı ikisinin karması sayılabilecek bir
nomik gelişme 1961’in çerçevesi, uzlaş­ çizgi sunuyor.
ması ve kabulleri içinde orta sınıfın refa­ 1920’lerden başlayarak, ekonominin
hını artırıcı, kendine güvenini ve iyim­ dönüm noktalarında yeni siyasal projeler
serliğini pekiştirici etkiler yapmıştır; “re­ vardır. 1930’da, 194 6 -7 ’de ve 1980’de
formcu" yönünü canlı tutmuştur. Ancak, bunlar kesin çizgilerle karşımıza çıkarlar,
yükselen sınıfların talepleri ile yükseliş Orta sınıfın gücü ve etkisinin nitelikleri­
ve iniş dalgaları gösteren ekonominin ni, bunların zaman içinde değişmesini ve
K E M A L I 5 T E K O N O M İ D E N k e s i t l e r

zayıflam asını sadece iktisat politikası telektüel, ekonomik ve siyasal kapasite­


içinde değil, siyasal projelerde de gözle­ ye sahip olmadığım, bunun temel koşu­
yebiliyoruz. lu olacak çağdaş, disiplinli ve teknik eh­
1930’larda orla sınıfın ulus devletin liyeti yüksek iş normları yaratamadığını
kuruluşundaki dengeleri yönlendirebilen gösteriyor,
ve bunları koruyabilen özellikleri ekono­ O rta s ın ıf ise, son elli yılda artık
mide özgün Kemalist model içinde izle­ 1930’ların bilinçlendirici rolünü oynaya-
nebiliyor. 1950'den başlayarak, yükselen mamaktadır. Yükselen sınıfların sürükle­
sınıflar (ticaret, sanayi, fiııans) büyüyen diği gelişme biçimi içinde orta sınıf da
ve kesilmeyen kaynak gereksinmeleriyle daha yüksek bir ekonomik güce, güven­
ekonomiyi sürüklemeye başlamışlardır. liğe ve entelektüel mertebeye erişebilmiş
Bunun siyasal modeli (ulus devletin ku­ değildir. Gelişmesi zaman içinde yükse­
ruluş esaslarını koruyabilmek üzere) iki len sınıfların gücüne ve gelişme mantığı­
partili olarak tasarlanmış ve kırsal kesim na bağımlı olarak yürümüştür. Bu güç ve
siyasal alan içine alınmıştır. Ancak, bir mantık içinde, orta sınıfın aydınlanmam
siyasal bilinçlenm e aşamasından geç­ ve reformcu çizgide üretkenliği, yavaş
meksizin siyasal topluluğun en cüsseli yavaş tükenmekte veya gerçek dışı nok­
aktörü oluveren kırsal kesim, tümüyle talara yönelmektedir. Yükselen sınıfların
yükselen sınıfların bilinçlendirm esine sürüklediği çizgi, ilginç biçimde bir “Ata­
bağımlı olmuştur. ("Aydınlanma Oku- türkçü söylem “i ara sıra şekillendirip ko­
lu”na gitme olanağı bulamadan, yükse­ ruma altında tutmaktadır. Orta sınıfın
len sınıfların “siyaset okulu”na kaydol­ uzun zamandır başlamış olan ve ekono­
muştur.) mide ve siyasette gelişmelere bağımlılık
Bunun sonuçlarından biri köylülü­ gösteren parçalanmışlığı ve güçsüzlüğü
ğün, bir sosyal kategori olarak yeni or­ ise, Kemalist ekonominin kurulma ge­
tamlara (kentlere) yayılması, buralarda rekçelerini iktisatçı ve siyasetçi için ciddi
bir değişme/direnme süreci içine girme­ ve yeni bir platform olmaktan alıkoyan
sidir. Fakat, son elli yılın gözlemleri, bir birikim yaratmıştır. Konu tarihçilerin
yükselen sınıfların bu sorunu çözerek çalışma alanı dışında sabırlı bir ilgi ve
çağdaş bir toplumun kilidini açacak en­ merak uyandırmamaktadır. □

DİPNOTLAR

1 Yegâne siyasal gücünün "Gençlik" olduğu ve kanunun 4 üncü maddesinin tetsiri hakkında
Atatürk’ün 'Gençliğe Hitabesi'nin bu noktayı si­ Başvekalet tezkeresi1ile devam ederek 1930'la-
yasal! aştırdığı ve berraklaştırdığı düşünülebilir. rın ortalarında büyük toprak sahiplerinin o ta­
2 Bunun Varlık Vergisi'nden hemen önce yapıl­ rihte henüz siyasallaşmayan direncine gelip da­
mış bir Meclis konuşması olması, yorumun dar yanır. Ancak, o tarihe kadar köy, toprak ve ta­
ve Varlık Vergisi ile sınırlı tutulmasına neden rım davasında meşale alamadığım görmekte
olmamalıdır. oian yönetimin niyeti ciddidir. Toprak dağıtı­
mını Anayasa düzeyinde garantiye alma kararı­
3 Bu ilginç yol, 19 Haziran, 1927 tarih ve 2097 sa­ nı verir: 1937 Şubatında İsmet Paşa'nın 153 me­
yılı ‘Bazı eşhasın Şark menatıkından Garp vila­ busla birlikte verdiği önerge ile Teşkilatı Esasi­
yetlerine nakillerine dair kanun' ile başlar. Son­ ye Kanunu (Anayasa) değişikliği yapılması ve
ra 2 Haziran, 1929 tarih ve 1505 sayılı ’Şark me- dağıtılacak toprağın kamulaştırabilmesi sağ­
natıkı dahilinde muhtaç zürraa tevzi edilecek lanır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bilsay Kur uç, B e l­
araziye dair kanun' ile ve 5 Kanunuevvel (Ara- g e le rle T ü rk iy e İk tisa t Po litika sı, 2-Cllt <1933-
Irk), 1933 tarihli 'Şark mıntıkaları dahilinde 1935) Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fa­
muhtaç zürraa tevzi edilecek araziye dair olan kültesi Yayın No.580, Ankara, 1993
K E M A L İ Z M

4 Yükselen sınıfların temsilcileri veya mensupla­ esaslarını kurmak istiyoruz". İktisat Vekili
rının tümüyle Tek Parti'yi terk ettiklerini ve ye­ Celâl Bayar (1936)
ni partiyi oluşturduklarını düşünmek gerçek dı­ 12 Bayar'ın Atatürk ve İsmet Paşa'nın yönetimin­
şıdır. Dikkat çekici olan şey, yorgun ve pasif kit­ de çalıştığı dönemde her ikisine "şefler" olarak
leleri politize edebilme şansının orta sınıftan yaptığı atıflar ve özellikle İkinci Teşrin (Kasım)
yükselen sınıflara geçişini sağlayacak yeni bir 1937'de (başbakan) Medis’te okuduğu hükü­
siyasal partinin kurulması noktasına gelinmiş met programının üslubu dikkat çekicidir.
olmasıdır.
13 Başlangıcı 1953.
5 Kemalist özgün modeli aynı doğrultuda tazele­
14 Bu düzenlemenin temel koşullarından biri, 'si­
yebilecek bir orta sınıf radikalliğinin tükenme­
yasal bilinçlenmesini 1950'den başlayarak yük­
ye yüz tuttuğu, Çiftçiyi Topraklandırma Kanu­
nu tasarısının özellikle Encümende (Komisyon­ selen sınıfların denetiminde sürdüren ve uzun
da) ve TBMM Genel Kurulu'ndaki görüşmeler­ süre siyasal topluluğun sayısal çoğunluğunu
oluşturmuş bulunan kırsal kesimin, yükselen sı­
de açık biçimde izlenebilir.
nıfların taleplerine göre işleyen siyasal sistem­
6 Bu tanımlama, 20. yüzyılın ulus devlet modeli­ den hoşnut olmasıdır. Burada, ekonomide tarı­
ni bulma çabası sayılabilir. Batı Avrupa bunu si­ mın son elli yıl içindeki büyüme hızının seyrini
yasette ve ekonomide tasfiyeler ve yeni biri­ hatırlamak aydınlatıcı olur: Tarımın gelişmesi
kimlerle yapmaya girişti. Avrupa siyasetinde 1940'ların ikinci yarısında yeniden yükselmiş,
faşizmin topyekün tasfiyesi, ekonomide ise kır- 1950'nin 'Kore Krizi'ne de paralel olarak bir­
312 sallığın ve tarımın payının olabildiğince küçül­ kaç yıl üstüste hızlanmış (büyüme hızı yıllık or­
tülmesi ve sosyal refah devletinin kurulması talama yüzde 13'ü aşmış) ve Demokrat Par­
çarpıcı olmuştur. Bunun sürekliliğini, Batı Avru­ ti'nin iktidara geçtiği döneme rastlayan bu
pa, ulus devletlerin bir ekonomik hareket yara­ tablo kırsal kesimin büyük çoğunlukla bu parti­
tarak birbirlerinin ulus devletliğini ayakta tuta­ yi kayıtsız şartsız benimsemesi ile örtüşmüştü.
bilecek bir büyük çabanın örgütlenmesinde Kısa süreye sıkışan ve "köylülüğün topraktan
görmüştür, ki bu girişim gitgide Avrupa bütün­ kopmasını başlatırken çiftçiliği de teşvik eden"
leşmesine doğru ilerletilecektir. (Mübeccel Kİ RAY) bu olağandışı gelişmede Ko­
7 1946-50 yılları arasında Sovyet alanı dışındaki re Krizinin tarım ve hammadde fiyatlarını yük­
hem tüm ülkeler para birimlerini ya yeniden selten etkisiyle birlikte Türk tarımına köylü için
oluşturmuşlar ya da Amerikan dolarına karşı yepyeni birşey olan traktörün birdenbire girişi.
devalüe etmişlerdir. Batı Avrupa bunu 1949'da (1945'de 1000 traktör varken, bu sayı 1954-
ciddi boyutta yapmıştır. S'de 40.000'e çıkmıştı) ekilebilir alanların mera
ve çayırlar dahil tarıma açılması ile birlikte hız­
8 Siyasal sistem çerçevesinde bunun başlangıcı la genişlemesi ve bu gelişmenin bir ölçüde
12 Mart, 1947’de açıklanan Truman Doktrini CHP'nin 1950‘ye kadar biriktirmiş olduğu dö­
sayılabilir. viz rezervlerini eriterek finanse edilmesi etkili
9 İlginç bir nokta, Demokrat Parti'nin on yıla ya­ olmuştur. Ancak, 1950Terin ortalarında finans­
kın sürdürdüğü açık finansman politikasından man kaynağı tükenmiş ve ekilebilir alanların
sonra, 1961-64'te, İsmet Paşa'nın koalisyon ve da sınırlarına gelinmişti. O tarihten sonra tarım
azınlık hükümetlerinin başbakanı olduğu dö­ kesiminin büyüme hızı yıllık ortalama yüzde
nemde yine malt disiplin anlayışının iktisat po­ 3'ü aşmayacak ve gitgide bunun altına inecek­
litikasına esas olmasıdır. 1965'ten başlamak tir. Fakat, aynı tarihlerden başlamak üzere kır­
üzere, (1950-60 arasında olduğu gibi) malî di­ sal kesime ekonomiden değişmeyen bir pay
siplinin siyasal iktidarın ciddiyetle sarıldığı ilke alacağı güvencesini vermek siyasal sistemin
olmaktan çıktığı görülür. esaslarından biri olarak yerleşecek ve bu anla­
yış kendi 'siyasetçi ekolü'nü de yetiştirecektir.
10 Çeşitli çalışmalar arasında, özellikle son yıllarda
Mehmet Arif Demi re r bu düşünceyi ciddiyetle 15 Bunun çeşitlemeleri daha sonra Demirel mode­
sürdürdüğü araştırmalarla benimsemiştir. De- li, Özal modeli şeklinde oluşacaktır.
mirer görüşlerini çeşitli belgelere ve o arada 16 Tepkiler 1950‘den hemen sonra başlamış, fakat
özellikle Bayar'ın 'Şark Raporu' (Aralık 1936), ekonominin sıkışmaya ve çaresizliğe doğru yö­
Atatürk'ün Meclis Nutku (Kasım 1937), Bayar neldiği 1954-5'den sonra yeni filizlenmeler, bi­
hükümetinin programı (Kasım 1937) ve ’4 se­ rikimler başlamıştır.
nelik 3 No.lu Plan hakkında Açıklama’ (Eylül 17 1980‘den, ortam tümüyle değiştikten sonra or­
1938) gibi kaynaklara dayandırıyor. ta sınıfın Kemalist projeyi gitgide terkederek
11 "Bizler istihale (değişme) devri geçiriyoruz. Li­ bölünüşü ve bir parçasıyla yükselen sınıflarla
beralizmi -dilim dahi dönmüyor, bu kelime daha sıkı bir özdeşleşme çabasına ve onların
bana o kadar yabancı geliyor- yıkaraktan, sözcülüğüne yönelişi gibi gelişm eler g ö z ­
memleketimizde güdümlü bir ekonominin lenecektir.
Kemalizm,
Türk Aydınlanması mı?
TA H A P A R L A

“Kemalizmden başka izm yoktur; öteki tir? Başka izm’îer -büyük, orta, küçük boy
bütün izm’ler yabancı ve zararlıdır." ideolojiler ve teoriler olarak- dünyada el­
bette var olduğuna göre, Kemalizmden
Bu kısa yazıda yukarıdaki Atatürkçü başka izm’ler, bizim için, biz Türkler için
önermenin anlamını ve açılımlarını irde­ yoktur, yani olmamalıdır, bunlara izin ve­
leyeceğim. Tek bir cümle olmakla birlik­ rilmemelidir, demektir. Devam ediyoruz:
te, içeriği, kapsamı, sonuçları bakımın­ ”!Çünkü] öteki bütün izm’ler yabancı ve
dan fevkalâde önemli bulduğum, Kema- zararlıdır” - yani bize, biz Türklere.
lizme ve onun toplumdaki etkilerine mu­ “Kemalizm”in ne olduğunu burada tar­
azzam bir projektör tuttuğunu düşündü­ tışmayacağım. 1920’ler ve 1930’larda for­
ğüm için. müle edilmiş bir ideoloji olduğunu hatır­
Bu tümce/anlayış birçok devlet belge­ latmakla yetinelim. Şu anda bizi ilgilendi­
sinde, resmî dokümanda, ders kitabında ren, bu id e o lo jin in 1 9 6 0 ’larda da,
yer alır. Daha yumuşak ve esnek biçim ve 1990'larda da yeterli, 2000’lerde de yeter­
dozları birçok bürokratik (sivil ve askerî) li, daha doğrusu tek yeterli ideoloji, hatta
direktifte, siyasal yayın ve söylemde, aka­ dünya görüşü, düşünce biçimi, değerler
demik ve eğitsel metinde, başta millî eği­ sistemi, kimlik modeli olarak görülmüş
tim mevzuatı olmak üzere yasa, tüzük ve ve diyelim ki 2020’lere kadar da böyle gö­
yönetmelikte bulunur. Daha önemlisi, bu rülecek olmasıdır.
önermenin binlerce türevi, aldıkları biçim “Öteki” izm’ler ne veya hangileri? Çe­
ve taşıdıkları doz ne olursa olsun, içerik şitli türevleri, biçimleri, dozlarıyla libera­
ve Öz olarak, hem resmî söylemin hem lizm, sosyalizm, Marksizm. (Kastedilenin
kamu felsefesinin hem de toplumsal ve bunlar olduğunu iletişim Yaymları’ndan 3
bireysel psikolojinin dokusuna sinmiştir. cilt olarak çıkan Resmi İdeolojinin Tarihsel
Daha da önemlisi, bir bölümünü saydığı­ Kaynakları kitabımda belirtmiş olduğum
mız çok çeşitli düzlemde düşünceye ve için, açm ayacağım.) Yani, Batı’nın en
eyleme rehberlik eder. önemli gelenekleri, Batı Aydınlanmasının
Analitik felsefenin ve yorumbilimin yap­ asıl temsilcileri t ürünleri. Orta boy bir
tığı işler bence yeterli değildir ama asgari- “üçüncü yol" (yani ne sosyalist - Mark­
gereklidir. Bundan hareketle, önce yukarı­ sist, ne de liberal-kapital is t ve fakat soli-
daki önermenin içeriğini saptayalım, “Ke- darist ve faşist alt türleriyle korporatist-
malizmden başka İzm yoktur” ne demek­ kapitalist yol) ideolojisi olan ilk kuşak
K E M A L İ Z M

Kemalizmin böyle bir dışlamayı seçmiş teorik olarak, ancak ve ancak neye yol
olduğunu saptamak kolay. Kemalistler açabileceğine işaret etmek istiyorum.
nasıl Osmanlı mirasının bir bölümünü Önce ilkesel sorun ya da sorunluluk
tutup kullandılar ve bir bölümünü iradî Bence aydınlanmanın (postmodernisıler
olarak terk eniyseler, Baıı’yı da seçip kaş kaldırmasınlar: kendilerinin yererek,
ayıklayarak örnek aldılar. Asıl önemli Kenıalistler dahil bazdarımn överek, po-
nokta sonraki Kemalistler'in/Atatürkçü- zilivist toplum mühendisliğine indirge­
ler’in öncekilere, onların amaçlamadıkları dikleri büyük harfli Aydınlanma’dan söz
şeyleri yakıştırmaları ve Batı’nm iki bü­ etmiyorum, ki çeşitli evreleri ve kanatları
yük özgürleştirici ve evrenselci gelene­ vardır Comte da, Kant da, Marx da aydın­
ğinden yoksun bırakılmış olduklarım an­ lanmadır eıt temel özelliklerinden biri),
lamaları. Aksi takdirde, bunları dışlamayı dışarıdan sorgulanmaya açık ve daha güç­
bizzat ve bılfil sürdürdüklerini teslim et­ lü karşı-kanıt ve savlar karşısında kendi
mek durumunda kalırlar. pozisyonunu gözden geçirmeye hazır ol­
314 “Biz" kimiz? Hiçbir siyasal ve kültürel manın da öLesinde, kendi kendini sürekli
topluluk monolitik ve mutlak türdeş ol­ sorgulama kuralını içinde barındırması­
madığına göre, “biz T ü rk ler"'i, “bazı dır. Kemalizm ve Atatürkçüler bu iki öl­
Türkler", “diğer bazı Türkler”, “diğer di­ çütün İkincisine de birincisine de cevap
ğer bazı Türkler" diye ayrıştırmak lazım, veremiyorlar: Kendilerini içeriden sorgu­
(Ve bunu, etnik çoğulluğun olmadığı lamak şöyle dursun, dışarıdan sorgulan­
ulus-devletler ve kabileler için de yap­ maya da kapalılar. Bununla da yetinme­
mak lazım.) Ve bütün işlevselcilere so­ yip, başka farklı görüşleri yabancı, zararlı
rulması gereken bir soruyu Kemalist­ ilan edip bâb-ı içtihatı kapatıyorlar; gayri­
ler’e/Atütürkçü ler’e de sormak lazım: Ne sini manevî, maddi, toplumsal ve yasal
bakımdan işlevsel ve kimler için işlevsel? yaptırımlara uğratıyorlar. (Tabii, dinler de
Fevkalâde işlevsel bir ideoloji olduğunu böyle yapıyor.)
uzun Ömrü, kalıcılığı, kolayca yeniden Gelişmelere açık ve dolayısıyla kendi
üretilebilirligi açısından göstermiş olan de gelişmeye açık hiçbir düşünsel veya si­
Kemalizmin bu bakımdan çözümlemesi­ yasal yaklaşım kendini bu denli yeterli,
ni yapmak bu kısa denemenin amacına hep ve tek yeterli, görmez. Gördüğü anda
dahil olmadığı için şuna işaret etmekle tarihî, toplumu, düşünceyi, bireyin geliş­
yetinebiliriz: Liberalizm ve sosyalizm bü­ mesini durdurur. Kendini belli ölçüde
tün Türkler için zararlı olamayacağı hal­ doğru bulan bir yaklaşımın, kendinden
de, öyle gösterilmiştir. (Bau’nın bu iki belli ölçüde hoşnut olmasından, kendini
büyük geleneğini idealize etmiyorum; gerekçelerle anlatmasından ve savunma­
göreli konuşuyorum.) sından söz etmiyorum. Mutlak hoşnut­
Ama yukarıdaki yaklaşım ın burada luktan, gerekçe gösterme zahmetine kat-
probleınatize etmek istediğim yanlan lanmamaktan, farklı görüşleri daha baş­
bunlar değil. Bu cümlenin yansıttığı zihni­ tan “idraksizlik”ten “vatan hainliği”ne
yetin ilkesel sorunlulugu, bu zihniyetin uzanan bir tavırla dışlamaktan, yasakla­
doğası ve mantığı gereği yol açmak zorun­ maktan, mahkûm etmekten söz ediyo­
da olduğu toplumsal ve bireysel sonuçlar. rum. Bu da aydınlanmanın ruhuna, ras­
Özellikle de, toplumun düşünsel gelişimi yonel tartışmanın söylem, adap ve ahlakı­
ve bireyin kişiliğinin, kimliğinin, siyasa! na aykırıdır. Bu, ilkesel sorun.
bilincinin biçimlenişi açısından. Burada Sonuçların sorunluluğuna gelince: Sor­
bunun gerçeklikte yol açtığı sonuçların gulamayan, seçenekleri tartışmayan ve
somut çözümlemesinden söz etmiyorum; tartmayan bir toplumda ve onun böylesi
K E M A L İ Z M T Ü R K A V D N L A N M A S M I ?

Sanayi ve kalkınma, bütün m odem istler gibi Kemalistierce de bizzat bir değer olandı
yüceltilmiştir. Atatürk’a atfedilen “kurtarıcı ’ nitelikler atasında, ülkenin sanayileşmesinin
dnünü açm ası yer alır. Sanayileşme, bağımsızlığın da dolaysız bir gereği sayılmıştır.

bir millî eğitim ideolojisi ve toplumsallaş­ * * *


tırma süreciyle eğittiği bireylerde aydın­ Bir ideoloji /düşünce sistemi ve bir dü­
lanma olmaz, iman tazeleme olur. zen / eylemler bütünü olarak Kemalizmi,
Aydınlanmanın yukarıda belirttiğim Türk aydınlanması, hümanizmi ve rasyo­
özelliğini ögretim/öğrenime ya da en geniş nalizmi kabul eden görüş ve bu ana tema
anlamıyla öğrenmeye, uyarlarsak şöyle bir etrafındaki varyasyonlar egemenliğini ve
tanım elde edebiliriz: Öğrenme, o anda yaygınlığını korumaktadır. Türk siyasî sı­
mevcut bilgilere özgürce ulaşıp doğru mu­ nıfında, devlette, ailede, millî eğitimde,
hakeme yürüterek seçenekler arasında akademyada, medyada, yeniden üretil­
karşılaştırmalı değerlendirme yaptıktan mekte; içeriği, törenleri ve yaptırımlarıyla
sonra yargıya varmak; ancak bu yargıyı, uygulanmaktadır. Bazı kurumsal ve bi­
karşı-kanıtlar çıktığı takdirde veya daha çimsel değişiklikler dışında, Tek Parti dö­
güçlü karşı-savlar karşısında, rasyonel tar­ nemi ideolojisi ve rejiminin, egemen ide­
tışma kurallarına uygun olarak gözden ge­ oloji ve kamu felsefesi olarak, 1945 son­
çirmeye, kısmen veya tamamen değiştir­ rası için de, bugün için de, gelecek için
meye açık olmaktır. Bu esas, insan ve top­ de (kimilerine göre ebediyen) doğruluğu
lum bilimlerinde, felsefede, siyasal yaşam­ ve geçerliliği bir aksiyom statüsündedir.
da, düşünce hayatında geçerlidir. Bu tu­ Kemalizm /Atatürkçülüğün, kavram ve
tum benimsenmedikçe, bilim de (doğal ve olay düzleminde, Türk aydınlanması, hü­
toplumsal), düşünce de, toplum da, birey manizmi, rasyonalizmi olduğu, bunu baş­
de ilerlemez. Hele tam tersi, bir millî eği­ lattığı, sürdürdüğü görüşü / inancı nere­
tim ideolojisi haline getirilmişse. Düşün­ deyse sorgulanamazdır.
meye ve öğrenmeye karşı bir epis tem olo- Sorgulamanın ve kuşkunun ölçülü ve
jik barikat olarak çekilmişse. makul olanı hangisidir gibi bir konuya
K E M A L İ Z M

burada girecek değilim. Ama mutlak sor- çekilme çizgisi, son hattı müdafaası. Ve
gulanamazlığın makul ve ölçülü olmadığı benim burada sorgulamaya çalıştığım da
açıktır. Sözkonusu düşüncenin ve onun bu. Daha doğrusu, bir üstteki paragrafta­
hakkındaki inancın, içeriği ve sonuçları ki listenin yalnızca “aydınlanma" ve “ras­
itibariyle sorgulanarak yeniden değerlen­ yonalizm” terimleri. Yoksa diğer terimle­
dirilmesi gerekiyor. Özellikle de, burada rinin de yeniden değerlendirilmesi gere­
üzerinde durduğumuz, kendi ve ötekiler kiyor. Herhalde önümüzdeki çeyrek yüz­
hakkındakitutumunun. yılda bu da yapılacak. Çok kısa birkaç
Yakın bir zamana kadar Kemalizmin ön-soruyu kayda geçireyim.
demokratik, İliç değilse vesayetçi demok­ Hangi Batı? Liberal ve sosyalist Batı de­
ratik, olduğu söylenebiliyordu, (27 Ma­ ğilse hangi çağdaş uygarlık? Fen ve tek­
yıs 1960 sonrası “sol Kemalizm", “sosya­ nolojisiyle değil de, siyaseti ve kültürüy­
list Kemalizm" alaşımlarının üzerinde bi­ le mi? Bilim mi? Yoksa belli bir tür siya­
le durmayacağım -şimdi burada durma- set ve kalkınma anlayışının emrine veril­
316 yacağım demek istiyorum, yoksa tartış­ miş bir “bilimsellik” mi? tieri bir sekü-
ma kapısını kapatmıyorum.) Artık pek lerliğe doğru atılmış yüksek dozda bir la­
söylenemiyor. Otoriterliği, hatta bazı ba­ iklik adımı mı? Yoksa an ti-klerikalizmde
kımlardan to taliterliği yadsınam ıyor; kalan, sınırlı ve ikircikli bir laiklik dozu
ama bu hâlâ bir siyasî metot sorununa ve biçimi mi? insanı araç değil amaç gö­
indirgenip, ilerici eylemleri gerçekleştire­ ren bir Kam hümanizmi mi? Yoksa in­
bilm ek için gerici güçlerin direnişini sanları, bir ulusal organizmanın organla­
böyle kırmak gerekliydi denerek, kimile­ rı, türdeş bir kütlenin şeflerce seferber
rince bir reelpolitik erdemi olarak görü­ edilecek parçaları, Hegel’in piyonları ola­
lüyor, kimilerince iyi amaç için mubah rak gören bir milliyetçilik - devletçilik
araç apolojisi yapılıyor. Yakında bu tu­ mi? “Biz bize benzeriz” derken hem ken­
tumların isabetsizliği de ister istemez da­ dini iyi kötü evrenselleşmiş normlarla
ha iyi ortaya çıkacaktır. bağlı saymaktan sıyrılmaya çalışan hem
Ne var kİ, siyasal Kemalizmin rasyona- de biricikliğini ve üstünlüğünü söyleyen
lizasyonunda verilmek zorunda kalman ve “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok­
bu ödünlere koşut bir “ayarlık” ( “aymaz­ tur" diyen bir milliyetçilik, evrenselci bir
lık” karşıtı olarak kullanıyorum), kültürel hümanizmle ne kadar bağdaşır? Yurttaş­
Kemalizmin değerlendirilişinde henüz ları uyruk ve nefer mertebesine indirir­
pek görülmüyor. Yalnız militan resmî sa­ ken şefleri, tarihte bilinen kişi kültlerinin
vunucuları değil, siyasal doğrucu kolaycı çok ötesinde tanrılaştıran bir ideoloji ve
kritikleri de hâlâ Kemalizmin Türk ay­ psikoloji, iç toplumsal ve düşünsel ya­
dınlanması, hümanizmi ve rasyonalizmi şamda insancıl ve insana saygılı olabilir
olduğuna, çoğu zaman da içten lik le, mi? Ego-ideal fikir(ler) değil k işi(ler)
inanmaya devam ediyor. Evet, Kemalizm olunca, bireylerde özgüven ve içsaygı, bi-
siyaseten modern ve domokrat olmayabi­ reylererası ilişkilerde demokratik norm­
lir, ama bize Batı’yı/çağdaşlığı, bilimi, la- lar, eşitlik ve karşılıklı saygı yeşerebilir
ikligi/sekülerligi, hatta Türk rönesansını mi, yerleşebilir mi?
ve reformasyonunu getirmedi mi diye, * * ik
yanıtı içinde bulunacak biçimde soruyor­ Bütün bu soruların, burada üzerinde
lar, Bu da çok ikna edici ve kendi içinde durduğumuz aydınlanma ve rasyonalizm
apaçık sayılıyor ve kabul ediliyor. karşıtı zihniyet ve tutumla ilişkilendirilerek
Bu, Kemalistler’in/Atatürkçüler’in son sorulması gerektiğini düşünüyorum. E!
Kemalizm ve Özgünlüğü
T0KTAM1Ş ATEŞ

dünyada, “Aydınlanma” olarak isimlendi­


KEMALİZMİN ALTYAPISI VE
__________JÖNTÜRKIÜK rilen süreç; belli bir birikimin ötesinde,
burjuva sınıfının ürünüdür. Zaten “aydın­
Mustafa Kemal’i, Kemalizmi ya da Ata­ lanma” dediğimiz şey, “insanların eşitsiz­
türkçülüğü ve Türk Devrimi’ni sağlıklı bir liğine dayanan" toplumsal düzen yerine,
biçimde değerlendirebilmek için, Osmanlı “insanların eşitliğine” dayanan toplumsal
imparatorluğumun son yarım yüzyılını, düzenin geçirilmesi, değil midir?
hatta son yüzyılım doğru bir biçimde algı­ Gerçekten; “Hıristiyan dünya”, insanla­
lamak, değerlendirmek gerekir. Ve böyle rın eşitsizliğine dayanan bir dünya idi.
bir değerlendirmeyi, meselenin fazlaca ay­ Tanrı’nm insanları “farklı" yarattığına
rıntılarına girmeden de yapabiliriz. inanılırdı. Bir kısım “seçkin" insanlar,
Osmanlı imparatorluğu, dünyanın o “yönelmek” için yaratılmış ve “nasıl yö­
günkü “büyük güçleri” arasında görün­ nelmeleri gereği” de, kutsal referanslarla
mekle birlikte, ekonomik olarak içi boşal­ bildirilmişti. Tabii “Kilise” bunu denetle­
mıştı ve toplumsal olarak da, “çok uluslu yecekti. Geri kalan insanlar, “itaat etmek”
bünyesi” ile çöküntünün eşiğinde idi, zorundaydılar. Zaten en ufak toplumsal
19. yüzyılın zengin kapitalist ülkeleri, birim olan aileden başlamak üzere, top­
genellikle sömürgecilik çerçevesindeki lumsal yaşamın tüm aşamaları “düzen­
dış sömürü ve kadın ve çocukların ucuz lenmişti”. Ataerkil aile düzeni içinde ba­
emeğine dayanan iç sömürüye dayana­ bayla başlayan hiyerarşi, krala dek uzanı­
rak zenginleşmişlerdi. Sömürgecilik an­ yordu, Tanrı tarafından seçildiği ve gücün
layışına sahip olmayan Osmanlı İmpara­ verildiği krala dek...
torluğunun, “burjuvazisi” oluşmamıştı. Ve ABD Bağımsızlık Bildirisi, Fransız
Belki ticaret yollarının dışında kalındığı Devrimi, İnsan ve yurttaş Haklan Bildirisi
için, belki de “sermaye birikimine" ola­ vb. gibi belgeler, işte bu eşitsiz toplum
nak vermeyen toprak düzeni nedeniyle düzenine karşı insanların doğuştan “hür"
ortaya çıkan bu olgu, Osmanh’da “Ba­ ve “eşil" olduklarını haykırıyordu.
tıklan farklı” bir toplumsal yapı oluşma­ Osmanlı bu sürecin tümüyle dışınday­
sına neden olmuştu. Batı’da görülen “sı­ dı. Padişaha karşı muhalefet edenler bile
nıflar”, (bazı istisnalar dışında) Osman­ padişahın “yetkisi" ve “yetkinin kaynağı­
lI’da yoktu. nı” tartışma dışı tütüyorlardı. Bunların ta­
Bugün “Batı” diye isimlendirdiğimiz lebi; Batı’da gördükleri gibi, bir “Mec-
K E M A L İ Z M

lis"le padişahın yetkisine “makul’' bir sı­ tünü Makedonya’da yaymak için, gizlice
nır getirilmesiydi. Selanik’e gelecek, fakat bu örgüt İttihat ve
Batı’da ya da ülke içinde açılmış bulu­ Terakki’ye katılacaktır. Daha sonra, böl­
nan Batı tipi eğitim kurumlan “ürünü” geye atanmasını sağlayacaktır.
olan bu insanlar, eninde sonunda devlette Kaçak olarak geldiği Selanik’te, askerî
görev yapıyor, yani bürokrat oluyorlardı. rüştiyedeki öğretmenlerinden Hakkı Baha
Bunları, “asker-sivil bürokrat" olarak (Pars)’ın evinde yapılan gizli bir toplantı­
isimlendirme eğilimi vardır. Bunlara ön­ da şunları söylem ektedir (1 9 0 6 yılı):
celeri, “Tanzimatçılar" deniliyordu. Meş­ “Millet zulüm ve istibdat altında mahvo­
rutiyet öncesinde bunlara, “Yeni Osman­ luyor. Hürriyet olmayan bir memlekette
lI” ya da “jöntürk" adı verildi. İki meşru­ ölüm ve izmihlal vardır. Her terakkinin ve
tiyet arasında ve II, Meşrutiyet sonrasın­ kurtuluşun anası hürriyettir. Tarih, bugün
daki isimleri “İttihatçı” idi. Ve ulusal sa­ biz evlatlarına büyük vazifeler tahmil edi­
vaş sırasında, “Müdafai Hukukçu" ya da yor. Ben Suriye’de bir cemiyet kurdum.
318 “Kuvayı Milliveci’’ idiler. Cumhuriyet dö­ Istibdaı ile mücadeleye başladık. Buraya
neminde de, önce “Halk Fırkası”, sünra da bu cemiyetin esasını kurmaya geldim...
“Cumhuriyet Halk Fırkası” ve nihayet Sizden fedakârlıklar bekliyorum. Kahhâı
“Cumhuriyet Flalk Partisi” üyeleri olarak (kahredici) bir istibdata karşı ancak ihtilal
karşımıza çıkular. (Bir ara Müdafai Hu­ ile cevap vermek ve köhneleşmiş olan çü­
kuk Grubu'nun üyeleriydiler.) rük idareyi yıkmak, milleti hakim kılmak,
Bugün siyaset bilimi kuramında, “Jön- hülasa vatanı kurtarmak için sizi vazifeye
türk" diye bir kavram vardır. Bu konular­ davet ediyorum,,,’’ Atatürk’ün “Söylev ve
daki ciddi kaynaklara baktığımız zaman, Demeçlerinin" ikinci cildinde yer alan
“jöntürk” karşılığı olarak şunu görürüz: (Ankara 1959, s .112) bu metin, ilk kez
“Tarihten gelen bir kavram. Özellikle TTK Belletende ve Atatük’un yaşadığı dö­
Üçüncü Dünya ülkelerinde baskıcı yöne­ nemde yayımlanmıştı. Yani bu düşüncele­
limlere karşı mücadele eden aydınlar.,," rin Atatürk açısından “doğrulanmış” ve
Bu tanımlamanın elbette tartışılacak “bağlayıcı" olduğunu kabul etmemize
yönleri vardır ama, ana çizgileri açısından hiçbir engel yoktur.
doğrudur. Günümüz Arjantin'indeki kimi Zaten tüm bunlar bir yana, Atatürk’ün
gruplar ya da bir zamanlar Güney Viet­ gerek gençliğinde gerekse ileri yaşlarında
nam’da iktidarı zorla ele geçiren Kao Ki okuduğu kitaplar elimizin altındadır.
başkanlığındaki hava subaylarının cunta­ Okuduğu kitaplara ve bu kitaplara ekle­
sı kendine “Jöntürkler” adını layık gör­ diği notlara ve kenaryazılarına baktığı­
melerini vb. örnekleri bir yana bırakırsak, mız zaman; adım koymasa bile, “inanmış
M ustafa Kemal 20. yüzyılın en ciddi bir jakoben” ve “rasyonel bir devler ada­
“Jöntürk”Cidür, Kendini asla böyle isim­ mı” ile karşılaşmaktayız. Ve bu özellikle­
lendirm em esine ve kendini o bağlam riyle, çağdaşı olan diğer Osmanlı aydın­
içinde görmemesine rağmen... larından ya da benim ifademle “asker-si-
Zaman zaman yadsır gibi tavırlar İçine v:l bürokratından” fazla bir farkı yoktur.
girmesine karşın, Mustafa Kemal “İttihat­ Farkı; üstün örgütleyiciliğinde, ikna ye­
çı" idi ve Selanik’te en etkin isimlerden teneğinde ve “deha düzeyindeki” sezgi-
biriydi. Fakat yapısındaki lider özellikle­ sindedir.
rinden gelen tutumla, “İkinci Adam" ol­ Ve Mustafa Kemal, bu üstün özellikle­
mayı kendine yediremediğinden, geride riyle “gidişatı" sezmiş ve çoğu kimsenin
kalmayı yeğlemiştir. Düşünün ki, Suri­ “olanaksız” gördüğü bir şeyi “olanaklı kı­
ye’de kurduğu “Vatan ve Hürriyet" örgü­ larak", halkın yeniden silaha sarılmasına
K E M A L İ Z M V E Ö Z G Ü N L Ü Ğ Ü

319

Sims Kongresine katılanhınian bir grup. Grubun bileşimi, Millî Mücadele önderliğinin
sa y a l tabanının resmim veriyor: Askerler, aydınlar ve bürokratlar, eşraf, din adamları
(yerel ulemâ)... Kongreler döneminde bu bileşenler kendi bakış açılarım, kimileyin
ihtilâfa da düşerek, açıkça ortaya koymuşlardır.

ve özellikle Batı cephesinde, çok üstün bir ideoloji ve hem de bir doktrin olduğu­
düşman kuvvetlerine karşı başarılı olma­ nu görürüz.
sına önderlik edebilmiştir.
Tarihte, “Eğer...")e başlayan sorular KEMALİST DEVRİM
sormak ve hayali senaryolar üretmek faz­ MODELİ VE ÖZGÜNLÜĞÜ
la anlamlı değildir. Fakat L, George’un
yanlış verilere dayanan “Doğu Politikası" Kemalist bir devrim modelini anlatabil­
ve Venizelos’un siyasal ihtirası olmasaydı, mek için, önce (çok tartışılan) “devrim”
Türk halkı yeniden silaha sarılır mıydı? kavramından ne anladığımızı ortaya koy­
Sorusunu yanıtlamak gerekirse, cevap mak ve daha sonra Kemalist devrimin ay­
herhalde olumsuz olurdu. Ve bu dürüm­ rıntılarına girmemiz gerekir.
da ne Mustafa Kemal bu biçimiyle tarih Devrim, “Bir toplumdaki ekonomik ve
sahnesine çıkabilirdi ve ne de “Kema- siyasal yararlanmanın geniş kesimler ya­
lizm"den söz edebilirdik. rarına, hızla değişmesidir.” Ekonomik ya­
Bu bölümde son olarak Atatürkçülük, rarlanma; o toplumdaki gelir dağılımının
ya da Kemalizmin bir ideoloji ve doktrin dengeli bir biçime dönüşmesi ve ekono­
olup olmadığı konusunu ele alacağım. mik fırsat eşitliğinin daha geniş kesimlere
En basit tanımlamasıyla ideoloji, “bi­ yayılmasıdır. Siyasal yararlanma dediği­
reylerin kafalarındaki sistemleşmiş dü­ miz zaman, her türlüsüyle “siyasal katılı­
şünceler bütünüdür”. Doktrin ise, “eyle­ mı" anlıyoruz.
me yönelen bir ideolojidir". Eğer bu biçimde tanımlarsak devrim,
Bu tanımlar çerçevesinde baktığımız “Bir toplumdaki gelir dağılımının ve eko­
zaman Atatürk’ün ya da Kemalizmin hem nomik fırsat eşitliğinin ve siyasal katılımın
K E M A L l Z V

geniş kesimler lehine aniden degişimi"dir. man olan ve hem de laik olmaya çabala­
Türk devriminin ya da “Kemalist Dev- yan bir başka ülke görülmemişti. Düşü­
rinV’in bu tanım çerçevesinde mutlak bir nün ki, İslâmiyet ve laikliğin bir arada
devrim olduğu konusunda kuşku duyul­ olup olmayacağı, günümüzde bile tartı­
ması gerekir. Fakat Kemalist devrimin, ba­ şılmaktadır.
zı başka özellikleri ve özgünlükleri vardır. Kimi kaynaklar (hatta çoğunlukla)
Tarihte gördüğümüz devrimlerin ardın­ farklı “devrimlerden” söz ederler. Örne­
da, tarih sahnesine yeni çıkan, ya da güç­ ğin “Hukuk Devrimi”, “Kıyafet Devrimi
lenerek yeniden örgütlenen bir “sınıf’ bu­ vb. gibi. Hatta “Saltanatın kaldırılması"
lunur. Türk Devrimi bu süreci izlememiş­ ayrı bir devrim olarak görülür ve değer­
tir. O dönemin Türk toplum unda, Batı’da lendirilir, “Cumhuriyefin İlanı" ayrı bir
görüldüğü türde sınıflar bulunmaması bir devrim olarak ele alınır. Ben böyle farklı
yana, toplum sa! hareketin bambaşka devrimler yerine tek bir “Türk Devrimi"
amaçları olduğunu görüyoruz. ya da “Kemalist Devrim”den söz edilme­
320 Türk devrimi; “Toplumda bağımsızlık­ sinden yanayım.
tan yana olan tüm katmanların bir cephe Bence “Türk devrimi; teokratik bir mo­
biçiminde örgütlenmeleri ve önce anti- narşiden, halk egemenliğine dayanan laik
emperyalist bir bağımsızlık savaşı ve ar­ ve çağdaş bir Cumhuriyete geçiştir”. Bi­
dından çağdaş ve modern bir devletin ku­ raz daha ayrıntıya girersek, Türk Devri­
rulması" biçiminde gerçekleşmiştir. mi, o teokratik monarşinin kaderci “kul-
Kemalist devrim işte bu yönüyle, kendi larf’ndan, laik ve çağdaş Cumhuriyetin
türünün ilk ve özgün örneğini oluştur­ “vatandaşına", “yurttaşına” geçiştir. Yani
muştur. Daha sonra, ikinci Dünya Sava- “Kul’dan vatandaşa geçiş...”
şı’m izleyen dönemde özellikle Uzak Do­ Kemalist devrim; bu yönüyle de kendi
ğu ülkelerinde görülecek olan, “Millî De­ türünün ilk örneğidir ve gerçekten özel­
mokratik Devrim” modelinin ilkel de olsa likle ikinci Dünya Savaşı sonrasında sö­
ilk örneğidir. mürge yönetimlerinin yıkılma sürecinde
Acaba bu “devrim süreci” yaşanırken, çok değerli bir örnek olmuştur.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, bu geliş­ Kemalizmin evrensellik boyutunun tar­
melerin bir devrimle sonuçlanacağını bi­ tışmasına girmeden önce, çok tartışılan
lemezlerdi. Zaten hangi devrim süreci bir başka konuyu ele almak ve Atatürk’ün
içinde, o devrimi gerçekleştirenler duru­ bir diktatör olup olmadığını tartışmak is­
mun farkında olabilirler ki? Osmanlı tiyorum. Zira bu konunun netleşmesi.
im paratorluğunun yıkıntıları üzerinde “Kemalist Devlet"in yapısı hakkında da
kurulan bu C u m lıu riyefin ekonom ik fikir verecektir.
alanda fırsat eşitliğini daha yaygın bir ta­ Atatürk’ün devrim süreci içinde, “otori­
bana oturttuğu ve gelir paylaşımını daha ter” kimi uygulamaları olduğunu yadsıya­
dengeli bir hale soktuğu konusunda mayız. Fakat bu otoriterliğin, bir dikta­
kuşku yoktur. Siyasal katılım ise, (her törlük göstergesi olduğunu ileri sürmek
türüyle) bir patlama biçiminde tabana haksızlıktır.
yayılmıştır. Atatürk’ün diktatörlüğünü ileri süren­
Türkiye Cumhuriyeti; “halk egemenli­ lerin dayandıkları en önemli kanıt, Türki­
ğine dayanan, laik ve çağdaş" bir devlet ye Cumhuriyeti’nin “Tek Parti" yönetimi
olarak, uluslararası düzeyde yerini aldığı olması ve bu Tek Parti ile devlet örgütü
zaman, bu özellikleriyle de dünyanın pek arasında organik bağların olmasıdır, (Ör­
çok yöresine örnek oluyordu. Zira hem neğin CHP il başkanları ve valiler aynı ki­
halkının büyük bir çoğunluğu Müslü­ şi olabiliyordu.)
K E M A L İ Z M V E Ö Z G Ü N L Ü Ğ Ü

Diktatörlük için bir başka karine, iki dört gün zarfında büyük bir düşman or­
kez girişilen çok partili yaşam deneyim­ dusunu imha ettiler,,. Büyük zafer mün­
lerinin, başarısız olmasıdır. Burada da, hasıran şenindir... Vatanın halâsı (kurtu­
toplumdaki “Islâm cı” güçlerin, bu iki luşu) milletin rey ve iradesi kendi mu­
parti içinde hızla örgütlenmelerini gör­ kadderatı üzerinde bilakaydüşart hakim
mekteyiz. olduğu zaman başlamış ve ancak milletin
Aslında Mustafa Kemal’in siyasal ve as­ vicdanından doğan ordularla müsbet ve
kerî yaşamına baktığımız zaman her za­ kati neticelere ermiştir.
man “ulus iradesi" ve bu iradenin tecelli Büyük ve necip Türk Milleti,
ettiği mekân olarak, önce "Mebusan Mec­ Anadolu’nun halâsı zaferini tebrik
lisi" ve daha sonra da Türkiye Büyük Mil­ ederken, sana İzmir’den, Bursa’dan, Ak­
let Meclisi iradesine bağlı kaldığını görü­ deniz ufuklarından ordularının selamını
yoruz. Bu konudaki bazı konuşmaların­ da takdim ediyorum..."
dan bölümler almadan önce, Anadolu’ya Tarih 4 Ekim 1922. Büyük zafer sonrası
çıktığı günden itibaren, temel talebinin, Mustafa Kemal ilk kez TBMM kürsüsün- 321
Mebusan Meclisi seçimlerinin derhal ya­ dedir: "...Milletin mukadderatını doğru­
pılması olduğunu anımsatmak isterim. dan doğruya deruhte ederek yeis yerine
Şimdi bazı örnekler verelim: ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt
Dumlupınar zaferi sonrasında orduya yerine azim ve iman koyan ve yokluktan
yayınladığı bildiride şu satırları okuyo­ koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin
ruz: “...Afyonkarahisar, Dumlupınar Bü­ civanmert ve kahraman ordularının ba­
yük Meydan Muharebesinde, zalim ve şında bir asker sadakat ve itaatiyle emirle­
mağrur bir ordunun anasırı asliyesini rinizi yerine getirdiğimden dolayı, bir in­
inanılmayacak kadar az bir zamanda im­ san kalbinin nadiren duyabileceği bir
ha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin memnuniyetiçindeyim...”
fedakârlıklarına layık olduğunuzu ispat Yukarda da değindiğim üzere Mustafa
ed iyorsu nuz. Sah ibim iz olan büyük Kemal “Meclis"i, yani ulus iradesini her-
Türk milleti istikbalinden emin olmaya şeyin önünde görürdü. Daha savaşımın
haklıdır..." başında, Ankara’da Meclisin açılmasının
1 Eylül 1922’de ulusa yayınladığı bildi­ gecikmesinden rahatsız oluyordu. Bunu
ri şu satırlarla sona eriyordu: “.. Orduları­ gören Yunus Nadi, “kerametin meclisten
mızı fedakârlıklara lâyık olarak size tak­ beklenmemesi gerektiğini” söyleyince,
dim ediyorum. En büyük kumandanın­ çok anlamlı bir yanıt verir: “...Ben bilakis
dan en genç neferine kadar ordularımızda her kerameti Meclisten bekleyenlerde­
hakim olan fikir, milletin gösterdiği vazife nim. Nadi Bey, bir devreye değiştik kİ,
uğrunda şehit olmaktır. Bunu muharebe onda her iş meşru olmalıdır. Millî işlerin­
meydanlarında yakından müşahede ede­ de meşruiyet, ancak millî kararlara isti­
rek büyük milletime haber veriyorum. nad etmekle, milletin temayulatı umumi-
Milletin rey ve İradesine istinad eden her yesine tercüman olmakla elde edilir,,,"
işin neticesi millet için hayır ve saadet ol­ Bana öyle geliyor ki, bugün “Atatürk­
duğu sabittir,,." çülük" adına ortada dolaşanların bir bö­
İzmir kurtarıldıktan sonra ulusa yayın­ lümü, Atatürk’ün bu meşruiyet anlayışını
ladığı bildiride şu satırları okuruz: gölgede bırakıyor ve yanlış izlenimler
‘...Büyük Türk Milleti, Ordularımızın edinilmesine sebep oluyorlar.
kabiliyet ve kudreti, düşmanlarımıza deh­ Bu konuda son olarak, 1 Kasım 1930
şet, dostlarımıza emniyet verecek bir ke­ tarihinde T.BMM’de yaptığı konuşmadan
mal ile tezahür etti. Millet orduları on- kısa bir bölüm verm ek istiy o ru m :
K E M A L İ Z M

"Arkadaşlarım,
KEMALİZM VE EVRENSELLİK
...Büyük millî dertler şimdiye kadar an­
cak Büyük Millet Meclisi’mizde şifa bul­ Bir önceki bölümde, Kemalist devrim mo­
du. Atiyen de (gelecekte de) yalnız orada delini ele alırken; herhangi bir toplumsal
kati tedbirlerini bulabilecektir, sınıfa dayanmayan ve toplumda bağımsız­
Türk Milleti’nin muhabbet ve merbuti- lıktan yana olan tüm güçleri bir araya ge­
yeti (sevgi ve bağlılığı) daima Büyük Mil­ tirerek, önce bir bağımsızlık savaşı ve ar­
let M eclisi’ne müteveccih oldu, daima dından modern bir devlet kurulması biçi­
oraya müteveccih olacaktır...” minde gerçekleşen bu devrim modelinin
Aslında; 1920’lerin, 1930’lann dünyası­ özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında
nı, 20001 erin kavramlarıyla değerlendir­ bağımsızlığını kazanmak için mücadele
mek doğru değildir. İki dünya savaşı ara­ eden eski sömürge aydınlarına, çok ilginç
sındaki dönem, tüm dünyada ve özellikle ve uygulanabilir bir model oldu.
Avrupa’da, “totaliter rüzgârların" estiği bir Gerçekten, gerek anti-emperyalist ba­
dönemdi. Ve o günlerin Türkiye Cumhu­ ğımsızlık savaşları aşamasında ve gerekse
riyeti gerek özgürlükler ve gerek insan bağımsızlıktan sonra Kemalizm, bu in­
haklarına saygı bakımından, Avrupa’nın sanlara ışık tutan özelliklere sahip görün­
en önde gelen devletlerinden biriydi. mekteydi. Fakat zaman içinde ve özellik­
Fransa ve Belçika’da kadınlar, ancak le Türkiye’nin ABD’nin güdümüne girdiği
1947’de siyasal haklarını elde ederken; 1950 sonrasında, Türkiye’nin itibarı ciddi
Türk kadınları bu hakkı, I934’de kazan­ biçimlerde zedelendi.
mışlardı. Uzak Doğu’da yaşama geçirilen Millî
Hitler’in baskı yönetiminden kaçan Al­ Demokratik Devrim modeli de, Kemalist
man öğretim üyelerinin 200’den fazlası­ devrim modelinin biraz daha geliştirilmiş
nın Türkiye’yi yeğlemesi, düşünülmesi biçiminden başka bir şey değildir. Fakat
gereken bir başka noktadır. Bu insanlar; Türkiye, bu onurlu mirası reddetmek
bir baskı yönetiminden kaçarak, bir baş­ için, elinden geleni yapmış gibi görün­
ka baskı yönetim ine g eçerler miydi? mektedir.
Fransız siyaset bilimci M. Duverger, siya­ Atatürkçülüğün bu "meşrutiyetçi”, “de­
sal rejimlerin sınıflamasını yaparken; tek mokrat” ve “çağdaş" yorumlamaları ih­
parti yönetimlerini ikiye ayırır ve bir kı­ mal edildikçe; geriye, "otoriter” ve yanlış
sım tek parti yönetimlerini “totaliter” ola­ yorumlanan, “Jakoben” yanı kalmıştır.
rak nitelerken, bir kısım tek parti yöne­ Ve sonunda Kemalizmin “özgün” ya­
timlerini de, “Flalkını demokrasiye alıştır­ pısı unutulmaya başlamış ve hastalıklı
maya çabalayan İyi niyetli tek parti yöne­ kimi otoriter rejim heveslileri, kendi yo­
timlerinden" söz eder. rumladıkları bir Atatürkçülüğü “Gerçek
Buradaki örnek Mustafa Kemal’in Tür- Atatürkçülük” olarak gündeme getirmiş­
kiyesi’dir. lerdir. □
Kemalist Kadın Haklan Söylemi
AYŞE SAKTANBER

umhuriyet’in resmen ilan edilişini sal haklar verilmesini sağlamış ve böylece

C takip eden ilk on yıl içinde ve he­


men sonrasında kadınlara medeni
ve siyasî haklar tanıyarak toplumsal statü­
yeni Cumhuriyet kadın erkek bütün fert­
lerine eşit vatandaşlık statüsü tanıyarak,
devletin her bir vatandaşına eşit mesafede
lerinin dönüşümünde çok önemli roller durabileceği yasal zeminin temellerini
oynayacak reformların gerçekleştirilmiş oluşturabilmiştir. Ancak söz konusu yasal
olması Türkiye Cumhuriyeti'ne karakteri­ ve siyasal düzenlemeler bize Cumhuri­
ni veren aslî unsurlardandır. Öyle ki bu re­ yetin kuruluşundan bu yana gelişmiş ve
formlar Cumhurjyet’e ideolojik kimliğini varlığını sürdürmüş olan Kemalist kadın
veren laik siyasal rejimin günümüze dek hakları söyleminin içerik ve anlamını ken­
muhafaza edilebilmiş yapı taşlarım oluştu­ di başlarına anlatmaya yeterli değillerdir.
rurlar. 1924 yılında çıkarılan ve ulusal dü­ Bir ulus devlet oluşumu ve ulus kimliği
zeyde eğitim birliğini sağlayan Tevhidi inşası süreçleri açısından Türkiye Cumhu-
Tedrisat Kanunu, 1926’da kabul edilen riyeti’nin kuruluşu için takip edilmiş olan
Medeni Kanun ve doğrudan kadınların kı­ "yöntem" ya da yöntemler dizinine bir
lık kıyafetlerini hedeflemese bile 1925’te “toplumsal mühendislik projesi” olarak
çıkarılan ve Şapka Kanunu diye bilinen bakılırsa,1 bu proje içinde kadınlara biçil­
Kılık Kıyafet Kanunu toplumsal yaşamı miş olan rolün incelenmesi, aynı zamanda
dinî esaslara göre düzenleyen uygulamala­ “Kemalist kadın hakları söylemi”nin mak-
ra son vererek laik bir toplumsal düzenin ro düzeydeki siyasî ve ideolojik anlamları­
kurulmasına olanak tanımış; kadınlara da nın daha kapsamlı bir biçimde kavranma­
erkeklerle eşit eğitim hakkı sağlayarak, ka­ sını da mümkün kılar.
dın ve erkeği yasa önünde evlilik, boşan­
ma, velayet, veraset gibi konularda eşit tu­
KADIN HAKLARINA GİDEN VOL
tarak ve kadınların dinî örtünme kuralla­
rını aşıp kamusal yaşama katılabilmelerine Cumhuriyetle birlikte kadınların üniter
olanak tanıyarak laik cumhuriyet rejimi­ devlet yapısı içinde erkeklerle eşit vatan­
nin kurulmasında işlevsel olmuştur. Daha daşlık statüsü kazanmış olmaları, kadınla­
sonra ]930’da Belediye Meclisi, 1934’te de rın Osmanlı dönemindeki toplumsal ko­
Millet Meclisi seçimlerinde kadınlara seç­ numları göz önüne alındığında devrimci
me ve seçilme haklarının tanınması, ka­ bir kopuşa işaret eder, ancak bu tesadüfi
dınlara yasal düzeyde erkeklerle eşit siya­ bir gelişme değildir. Osmanlı toplumunda
K E M A L İ Z M

18, yüzyılın sonlarından itibaren başlayan na uğratmış ve kadın konusundaki top­


ve 19, yüzyılda Tanzimat ve daha sonra da lumsal eleştirilerini daha keskin bir biçim­
Meşrutiyet dönemleri boyunca süren mo- de dile getirmelerine neden olmuştur. Aynı
dernleşme/Baıılılaşma süreci içinde devle­ kadınların büyük bir çoğunluğunun daha
tin İdarî yapısı ve kadroları içinde vatan­ sonra, Meşrutiyet yönetiminin tersine, bir
daşlık kavramı kendisine bir yer edinebil­ zihniyet kopuşunu gerçekleştirerek kadın­
miş olsa da, konuya kadınların toplumsal ları medeni ve yasal haklarına kavuşturan
konumu açısından bakıldığında eğitim ku­ Cumhuriyet reformlarını ve Mustafa Ke­
rulularındaki kimi sınırlı sayıdaki atılımla- mal Atatürk’ü büyük bir coşkuyla destek­
rın dışında kadınların toplumsal statüleri ledikleri de görülecek tirA
açısından önemli bir ilerleme kaydedilme­ II. Meşrutiyet döneminde kadınlar adı­
miştir, Bununla beraber son yirmi yılda ge­ na gerçekleştirilen en önemli yasal ve top­
rek geç Osmanlı, gerekse erken Cumhuri­ lumsal düzenlemeler olarak 1917 yılında
yet dönemleri üzerine yapılan araştırmalar, yürürlüğe giren ve evlilik aktinin devlete
324 her iki yapı içinde de yer almış ve genellik­ bildirilmesi, kadınlara da boşanma hakkı
le üst ve orta sınıflara mensup, eğitimli, tanıyan kimi şartların belirlenmesi, çok
kentli kadınların içinde bulunduktan top­ karılılıkta ilk eşin rızasının alınması gibi
lumsal dönüşümü kendileri açısından ir­ yenilikler getiren Hukuk-u Aile Kararna-
deleyerek, özelikle de gazeteler, dergiler, mesi’nin kabulü ve 1913 yılında açılan ilk
konferanslar ve çeşitli kadın dernekleri kız lisesi İle, 1914 yılında Istanbul Üniver-
aracılığıyla kendi tavırlarını oluşturmaya sitesi’ne ilk kez kadın öğrencilerin kabu­
ve seslerini duyurmaya çalışmış oldukları­ lünü de kapsayan eğitim alanındaki kimi
nı göstermiştir.2 Bu çerçevede özellikle yenilikler sayılabilir. Yine bu dönemde
Tanzimat’la birlikte gayrimüslim kadınla­ Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i Islâmiyesi
rın yararlanabildikleri, sınırlı biçimlerde gibi bazı cemiyetler aracılığıyla kadınların
de olsa, genel olarak “içtimai", özel olarak kamusal iş gücüne katılımlarını mümkün
da eğitim ve çalışma hayatına katılabilmeyi kılan ve yeni nüfus politikaları gündeme
mümkün kılan kimi haklardan Müslüman getiren kimi düzenlemeleri ise savaş dö­
kadınların da yararlanması gereğini savu­ neminin dayatmış olduğu gelişmeler ola­
nan görüşler dikkat çekicidir. Ancak bu rak kaydetmek gerekir.5 Sonuç olarak
görüşler çoğunlukla, kadınların daha iyi 1910-1920 arasındaki Osmanlı kadın ha­
analar ve daha iyi eşler olabilmeleri için reketi dönemini ilk dalga feminizmi ola­
süratle cehalet ve toplumsal ataletten kur­ rak tanımlayan ve bu hareketi sonuçları
tarılmaları ve böylece aynı zamanda İslâ­ açısından son derece başarılı bulan, ken­
miyet’in kendilerine vermiş olduğu hak ve disi de Türkiye’de 1980 sonrası oluşan
ödevleri hakkıyla yerine getirebilmeleri ikinci dalga feminist hareketin öncülerin­
adına meşrulaş tırılmış tır,3 II. Meşrutiyet den olan Şirin Tekeli’nin belirttiği gibi
(1908-1918) döneminde İttihat ve Terakki “Osmanlı kadın hareketi 1910 ile 1920’le-
Cemiyeti kadrolarının siyasî felsefelerini rin sonu arasında, savaşların da yaşandığı
üzerine bina eder göründükleri Fransız 20 yıl boyunca faal oldu ve modernleşme
Devrimi’nin “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” sürecini etkilemeye çalıştı. ... [K]adınlar
ilkeleri dahilinde kadınlara gereken yerin için yeni yaşam modelleri oluşturanlar,
verilmeyeceğinin anlaşılması, dönemin üniversite kapısını zorlayanlar, çeşitli iş ve
önde gelen kadın yazarı ve kadın hakları meslekleri kadınlara açanlar ve son olarak
savunucu Fatma Aliye’nin kardeşi ve eği­ evlilik kurumunun kadınlara daha eşit bir
timci Emine Semiye gibi bu girişime des­ statü tanıyacak şekilde değişmesi gerekti­
tek vermiş seçkin kadınları hayal kırıklığı­ ğini ısrarla savunanlar onlardı,”6 Tekeli,
K E M A L İ S T K A D I M H A K L A R I S Ö Y L E M İ

Kadtniann siyasal katılım haklarım kullanmaları, fa k a t bu hakkı Islâm cı-feriatçı”


(ya da bunlara müsamahakâr) politik tercihler doğrultusunda kıdlanmalan hali,
Kemalist kadın haklan söylemini zor durumda bırakan bir paradoks oluşturur. Bunun
açıklaması, “kadınların bilinçlmmemişliği" ve onlan baskı altında tutan erkekler(in)ce
güdümlendirildikleri olmakta; bu yorum ise, 3990’l ann sonunda başörtülü kız
öğrencilerin okullara alınmasının yasaklanması Örneğinde görüldüğü gibi, kadtniann
kimi yurttaş haklantıdan kısıtlanması gibi paradoksal sonuçlara varabilmektedir.

Cumhuriyet döneminde 1926 yılında ka­ yaygın önkabuîlerinden biri olmuştur.


bul edilen Medeni Kanun’un ve yurttaşlık Böyle bir önkabul ise Cumhuriyet’in kuru­
haklarının arkasında birinci dalga kadın luş döneminde gerçekleştirilen reformlar­
hareketinin mücadelesinin yer aldığını be­ dan yararlanarak kamusa! yaşamda kendi­
lirterek, Türkiye’de diğer pek çok feminist lerine bir yer edinebilmiş kadınları söz ko­
aydının da paylaştığı bir görüşü dile geti­ nusu reformları halka anlatmak ve hayata
rir ve yıllarca “hepimizin” tekrarladığı gibi geçirmeye çalışmak için çaba harcamanın
Türkiye’de kadın haklarının Atatürk tara­ ötesinde, durağan bir konuma itmiştir.
fından “tepeden inme olarak verildiği” te­ Dolayısıyla kadınların toplumsal konum­
zini haksız ve yanlış bulduğunu belirtir. larının yasal çerçeveler ve kalkınma mo­
delleri dışında, örneğin kadınların toplum­
CUMHURİYET DÖNEMİNDE sal konumlarının farklı toplumsal örüntü-
___________ KADIN HAKLARI___________ ler dahilinde cinsiyet ilişkileri açısından ir­
delenmesi ve bu çerçevede haklarını geniş­
Oysa bu görüş, yani kadınlara medeni ve letmeleri gereği gözardı edilmiştir. Başka
siyasî haklarının kadınların mücadele et­ bir deyişle, yukarıdaki anlayış kadınların
mesine gerek bile kalmadan, hatta nere­ ataerkilhği sorgulayan yeni düşünsel çer­
deyse böyle bir beklenti içinde olmadıkları çeveler geliştirmeleri ve siyaseten aktif bi­
halde Atatürk tarafından verilmiş olduğu reyler haline gelmelerini engelleyen önem­
tezi, Kemalist kadın hakları söyleminin li bir ideolojik etken olmuştur.
K E M A L İ Z M

Kemalist rejimin kadınların toplumsal toya 18 kadın milletvekili girmiş ve ka­


statüsünü dönüştürmek üzere yapmış ol­ dınların tüm m illetvekillerinin yüzde
duğu aulunlar arasında, aslen yeni Cum- 4.5’ini oluşturduğu böyle bir kadın temsili
huriyet’i laik bir siyasî rejimin temelleri oranına bugüne dek Cumhuriyet tarihin­
üzerine bina etmeyi amaçlayan reformlara de bir kez daha erişilememiştir. Tek partili
bir örnek olarak düşünülmesi gereken ve parlamenter rejimin hüküm sürdüğü bu
İsviçre Medeni Kanunu’ndan uyarlanarak yıllarda doğaldır ki TBMM’de kadınlar da
kabul edilen Türk Medeni Kanunu’nun farklı siyasî görüşlerin temsilcileri olarak
özel bir yeri vardır. Medeni Kanun top­ yer almamışlardır. Bu da söz konusu dö­
lumsal hayatın İslâm şeriatına göre düzen­ nemde kadın milletvekillerinin Meclis te
lenmesine son veren en önemli girişimler­ “kadınları temsilen” bulunmaları gibi bir
den biri olmuştur. Bu yasayla gelen deği­ duruma yol açmıştır.8 Ancak bu temsiiiyet
şiklikler arasında evlilik kuruntunun hu­ türü cinsiyet egemenliği ve cinsiyet ay­
kuki koruma altına alınıp, çok eşliliğin ya- rımcılığından kaynaklanan kadın sorunla­
326 saklanması ve kadına eş seçiminde, boşan­ rına eğilen bir “kadın temsili” olmaktan
mada, çocuklarının velayetinde ve mirasta
eşit haklar tanınması sıralanabilir. Ancak
aynı yasa kocayı evin reisi ilan ederek, an­
laşmazlık halinde çocukların velayetini ba­
baya vererek, kadının dışarıda çalışmasını
kocanın iznine bağlayarak ve ailenin tem­
sil hakkını birincil derecede kocaya vere­
rek evlilik içi ilişkilerde erkek egemenliği­
ni muhafaza etmiştir. Bazı araştırmacılara
göre yeni rejim açısından bu yasanın en
büyük başarısı aile kurumu üzerinde dev­
let kontrolünün sağlanmış olmasıdır. Bu­
nunla birlikle bu ve benzeri Kemalist re­
formlarla laiklik ilkesi gereğince Islâm ata­
erkillisi ortadan kaldırılırken, yerine "Ba­
tı'’ ataerkilligi önerilerek yaşamın yeniden
düzenlenmesine girişilmiş olduğunun da
altı çizilmektedir.7 Ancak aile içi ilişkilerde
erkeğin egemenliğinin ve cinsiyete dayalı
işbölümünün İslâmî ataerkil değerlerle çe­
lişmediği, tersine büyük ölçüde örtüştüğü
göz önünde bulundurulursa, Cumhuri- 1930’da Türk Kadınlar Birliğİ'nin
yet’in kuruluş döneminde dinsel öğretiyle Sultanahmet Mitingi. 1924’te kurutan
beslenen yaygın toplumsal cinsiyet değer­ birlik, kurucu başkam Nezihe Muhittin
lerine en temelden karşı çıkılmamış oldu­ Hanım ’tn Önderliğinde, özerk ve radikal
bir çizgi izlemeye yöneldi, kadınlara
ğuna da işaret edilmelidir. siyasal katılım hakkı talep etti.
Cumhuriyetin kadınlara tanıdığı diğer Hükümetin baskısıyla, 1927’de Nezihe
önemli haklar arasında, eğitim alanındaki Muhittin yönetimden uzaklaştırıldı.
Ardından güdümlü bir rotaya giren
reformların yanı sıra, seçme ve seçilme
birlik, 1935’te, kadınlara uy hakkı
haklannı (1930, 1934) saymak gerekir. Bu verilmesiyle hah eşitliği amacına
kararı takiben, 1933-39 Meclisi’ne Atar ulaştığım duyurarak kendini feshetti
türk’ün denetimi ve desteğiyle parlamen­
K E M A L İ S T K A D N H A K L A R I S O V L E M I

çok uzaktır. Kaldı ki Kemalist rejimin in­ söylevler dahilinde, hem de rejimin kadm
şasının erken dönemlerinden başlayarak destekçileri tarafından belirli bir kadm
bağımsız kadın seslerinin siyasî muhalefe­ hakları anlayışı ve güçlü bir “Cumhuriyet
tine de izin verilmemiştir. Örneğin kuru­ kadını" modeli ve söylemi oluşturulmuş­
luş hazırlıkları 12 Aralık 1922’de basına tur. Öyle ki Kandiyoti10 bu yeni “Cumhu­
bizzat Mustafa Kemal tarafından bildirilen riyet kadım”nm rejimin ikonografisinde
Halk Fırkası’na (Levvis, 1969) rakip olabi­ önde gelen bir figür haline geldiğini söy­
leceği endişesiyle Nezihe Muhittin’in ku­ ler. Örneğin bu “yeni kadın" resmî tören­
ruluşunu bu partiden daha önce gerçek­ lerde şortla gösteri yaparak, okul ya da as­
leştirmiş olduğu Kadınlar Halk Fırkasının ker üniformasıyla bayrak taşıyarak, ya da
(1921) açılışına izin verilmeyerek, bu giri­ balolarda Batı modasına uygun gece kıya­
şim önce Türk Kadm Birliği’ne (1924) dö­ fetleriyle dans ederek söz konusu ikonog­
nüştürülmüş ve daha sonra da aynı birlik, rafiye damgasını vurmuştur. Ancak bu
İstanbul’da ev sahipliğini üstlendiği Ulus­ “yeni kadın"a biçilen öncelikli toplumsal
lararası Kadınlar Federasyonu Konferansı rol annelik ve onun işlevsel bir uzantısı
sırasında ulus çıkarlarıyla bağdaşmayan, gibi görünen eğitmenlik ve öğretmenlik­
fazlasıyla bağımsız bir tavır sergilediği ge­ tir. Her ne kadar kadınların erkeklerle ay­
rekçesiyle 1935 yılında kapatılmıştır (Bay­ nı eğitim olanaklarından yararlanıp, on­
kan ve Ötüş-Bassket 1999). Buna ek ola­ larla birlikte yükselmeleri öngörülmüşse
rak Kurtuluş Savaşı döneminin kadın de, kadınların bireysel gelişimi, “ilk terbi­
sembolü haline gelmiş, ancak kurulmakta ye verilen yerin ana kucağı olduğu" gerek­
olan otoriter siyasî rejime çeşitli biçimler­ çesiyle münevver analar ve ancak doğru
de muhalefet etmiş olan Halide Edip gibi bir eğitimle gerçekleşmesi mümkün görü­
aydın kadınlar da yukarıdaki örnekte ol­ len tüm bir toplumsal dönüşümün başat
duğu gibi pasifize edilerek uzun süre sis­ aktörleri olan “öğretmen’le r olarak görül­
tem dışı bırakılmışlardır. Kemalist rejim dükleri oranda önemsenmiştir. Aynı “yeni
kadınlardan eleştirel bir katılım yerine kadınlar" yalnızca gelecek nesilleri ailede
minnettarlıkla donanmış, uyumlu bir yan­ ve okulda iyi yurttaşlar olarak yetiştir­
daşlık talep etmiş ve bunu da çoğunlukla mekle yükümlü görülmemiş, onlardan
elde etmiştir. Bazı araştırmacıların da be­ “öteki", “geleneksel", yani modernleşme­
lirttiği gibi bir ulus devlet oluşturma süre­ nin gerisinde kalmış kadınlara örnek teş­
cinde "ulus çıkarlarının” başka herhangi kil etmeleri de beklenmiştir. Dolayısıyla
bir grup veya zümrenin çıkarlarının üs­ bu “yeni kadınlar’ın toplumun gelenek ve
tünde tutulması gereğiyle meşrulaştırıla­ göreneklerine ters düşmeyecek bir mo­
rak kurulan siyasal denetleme biçimleri­ dernleşme çizgisi tutturmaları ve buna da
nin kadm hakları ve çıkarlarını da kapsa­ en önce kendilerinin sıkı sıkıya uymaları
ması Kemalist rejime özgü bir uygulama özel bir önem kazanmıştır.
değildir.9 Ancak Kemalizmin benimsediği Kemalizmin kadın hakları açısından en
sınıfsız, imtiyazsız toplum tahayyülüne büyük zaafı da bu noktada başlar. Zira bir
dayalı korporatist milliyetçilik anlayışı, yandan Müslüman toplumların en belirgin
içinde şekillendiği toplumsal, kültürel ve özelliklerinden olan cinsler arası ayrıma
İktisadî koşullara paralel olarak görece öz­ (segregation) şiddetle karşı çıkarak, ka­
gün bir kadm hakları söylemi oluşturmayı dınları toplumsal hayatın her alanında faal
da başarmıştır. aktörler olarak görmek isterken, bir yan­
Buna göre bizzat Mustafa Kemal Ata­ dan da kadınların kendi üzerlerinde, tek-
türk’ün “Söylev ve Demeçleri"nde “kadın tipleştirici korporatist milliyetçilik anlayı­
haklan" ifadesine rastlanmasa da hem bu şıyla beslenen, özünde son derece muhafa-
K E M A L İ Z M

zakâr ve seçkine) yeni ahlakçı denetim bi­ ran “nüfusun yarısı olarak -modern haya­
çimleri kurmalarına zemin hazırlamışlar. tın nimetlerinden yararlanmaya hakkı
Örneğin kıhk kıyafet konusunda Batılı olan- kadın” anlayışı, kadınlara basitçe
normların benimsenmesi Cumhuriyet’in kendilerinin de topluluğun bir parçası ol­
toplumsal dönüşüm aduıa benimsediği ye­ dukları bilincini telkin etmez. Aynı anla­
ni davranış kalıpları arasında toplum üze­ yış, yeni toplumsal kimliklerini oluştu­
rindeki doğrudan etkileri açısından en rurlarken kadınların kendilerine nüfusun
çarpıcı örneklerden biridir ve bu alanda görece dalıa ‘'asrileşmiş" ve toplumsal erk
erkekler için olduğu gibi (Şapka Kanunu) sahibi diğer yarısını, yani erkekleri model
kadınlar adına yasal bir dayatma getiril­ almaları talebini de içinde barındırır.
memiştir ama bu alanda çok güçlü bir Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde
beklenti oluşturulmuştur. Böylece Cum- kendilerine yeni bir toplumsal kimlik, ya­
huriyet’ın “peçesiz yeni kadım”, pek çok ni yeni bir yurttaşlık kimliği inşa etmek
araştırmacının belirttiği gibi, kendi kimli- durumunda olanlar elbette yalnızca ka­
328 gine yeni sınırlar çizen davranış kalıpları dınlar değillerdir. Erkekler de sancılı bir
benimseyerek, koyu renkli kostümler, kısa dönüşüm süreci içine girerler. Ancak bu
saç ve makyajsız yüzlerle kamusal yaşama süreç içinde erkeklerin rol modelleri, en
girmiş ve böylece erkeklerin şerefinin ka­ başta ulusun tartışmasız lideri olarak
dınların davranışlarıyla yakından bağlantı­ Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, yine
lı olduğu bir toplumda cinsiyetsiziigi ade­ kendi hem cinsleriyken, kadınlar için,
ta bir erdem haline getirerek kamusal var­ kendilerine babalarını, kocalarını ve
lığını meşr ulaştırabilmiş tir. Ancak bu du­ Ata’yı örnek aldıkları sürece cinsiyet rol­
rum bize yeni kadın tipinin ve onun üze­ leri adına aynı derecede sorunsuz bir dö­
rindeki denetleme mekanizmalarının yal­ nüşümün söz konusu olmadığı açıktır.
nızca bir yönünü anlatır. Diğer önemli bir Dolayısıyla bir yandan kamusal alanda
ahlaki denetleme biçiminin oluşumu ise sergiledikleri yeni “ulus birey”, modern
kadınların Cumhuriyetle ve yeni toplum­ vatandaş rolü adına cinslerin toplumsal
la ideolojik bağlarını nasıl kurmaları ge­ statü, hal, tavır ve davranış biçimleri açı­
rektiğine dair onlara dikte edilen ideolojik sından birbirlerine yaklaşmaları beklenir­
söylemsel çerçevede aranmalıdır. ken, bir yandan da cinsiyete dayalı iş bö­
lümünün kuvvetle muhafaza edilmesi ve
NÜFUSUN YARISI kadınların analık ve kadınlık rollerinden
______ OLARAK KADIN SÖYLEMİ_______ feragat etmemeleri gerektiği telkini, basit­
çe erkeksileşmiş değil, ama Cumhuriyete
Kadınların toplumdaki yerleri asli olarak anaç bir koruyuculukla sahip çıkan (ör.
korporatist milliyetçiliğin tektipleştirici bkz, Abadan-Dnat L996; inan L975) gö­
talepleri çerçevesinde belirlenirken, onla­ rece cinsiyetsizleşmiş, pederşahi erkle
ra erkeklerle eşit vatandaşlık statüsü ta­ azami uyum içinde, modern, otoriter yeni
nınmasının m eşrulaştırıcı aracı olarak bir maternalist kadın tipinin ortaya çık­
Atatürk’ün ifadesiyle “bir heyeti içtima­ masına yol açmıştır. Bu kadınlar erkek
iye, cinsinden yalruz birinin icabatı asri- otoritesini sorgulamak yerine ondan pay
yeyi iktisap etmesiyle iktifa ederse o he­ almaya yönelmişlerdir. Örneğin, özellikle
yeti içtimaiye yandan fazla zaaf İçinde ka­ de Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kemalizm
lır” tezi ön plana çıkarılmıştır (Atatürk’ün ve feminizm kavramları nerdeyse birbir­
Söylev ve Demeçleri 1989, 89). Böylece lerinin muadili olarak görülmüş, buna ek
günümüze kadar gelen ve Kemalist kadın olarak devletin kadın hakları adına ka­
haklan söyleminin mihenk taşını oluştu­ dınlar için en iyi olanı yapacağına dair
K E M A L İ S T K A D I N H A K L A R I S û Y L E M j

çıkmasına neden olmuşlardır. Buna ek


olarak, ulus kimliğinin etrafında şekillen­
memiş her türlü kadın kimliği ve kadın
haklan talebini şiddetle dışlayarak söz
konusu seçkinci modeli siyasî platforma
da taşımışlardır. Öte yandan, toplumda
anneliğe atfedilen ataerkil değer ve işlev­
leri sorgulamadan, olduğu gibi kabul ede­
rek buna uyum göstermeye çalıştıkları
oranda ve öncelikle bu nedenle kadın
hakları açısından muhafazakâr bir tutum
sergilemişlerdir.
Kemalist rejim, kadınları yalnızca ka­
musal hayatta aldıkları yerle tasavvur et­
memiştir. 329
Yukarda da değinildiği gibi onların mo­
dern, iyi eğitimli anneler olarak yetişme­
leri toplumun modernleşmesinin ön ko­
şulu olarak görülmüştür. Bu amaçla eği­
tim kuramlarında, gerek genel olarak ilk
öğrenimden başlayarak lüm bir eğitim
Cumhuriyet in ilk yıllarında güzellik
yarışmalarının kamusal ve ideolojik bir müfredatında, gerekse meslek yüksek
işlevi vardı. Kadının kamusal hayattaki okullarında cinslerarası eşitlikten ziyade,
görünürlüğü vurgulanıyordu. Kadının cinsiyete dayalı işbölümü teması vurgula­
bîr özne olmaktan çok bir simge
narak, kız çocukları hem özel olarak ev
(modernlik timsali) olarak ‘değer’
kazandığı bir görünürlüktü bu. Ayrıca, içinde annelik roliüne özendirilmiş, hem
güzellik yarışmalarına, “Türk de anneliğin işlevsel bir uzantısı olarak al­
kadmınm/trkımn güzelliğini" vurgulayan gılanan öğretmenlik gibi alanlara yönel­
etnisist yorumlar da eşlik edebiliyordu.
meleri için teşvik edilmişlerdir,13 Bu an­
nelik anlayışı Batılı orta sınıf kadınlık ide­
ideolojik bir inanç uzun süre varlığını ali içinde şekillendiği gibi, genel olarak
sürdürmüştür.'1 Cumhuriyet’in erken dö­ annelik kurumu da modernleşmenin taşı­
nemlerinde yurttaş kimliği adına kadın yıcısı olarak tasavvur edilmiştir. Bu nok­
erkek eşitliği kuvvetle kabul görmüş olsa tada 1930'ların sonlarına gelindiğinde,
da, aynı bağlamda cinsler arası farklılığa dönemin devlet kurumlan tarafından ya­
dayalı sorunların ele alınması da bir o ka­ yımlanan kimi kadın dergilerinden de iz­
dar göz ardı edilmiştir.12 Dolayısıyla bu lenebileceği gibi, cinsellikleri ancak evli­
anlayışın bir uzantısı olarak Kemalist ka­ lik kurumu içinde kabul gören kadınla­
dınlar otorûelerini kendi sınıfsal muadil­ rın, kamusal yaşamda kendilerinden bek­
leri olan erkeklere karşı göstermekten zi­ lenilen görece cinsiyetsiz, ciddi, erkeksi
yade, bilhassa “öteki”, modernleşmemiş kimliğin tersine, ev kadını ve anne olarak
kadınlar ve erkeklere karşı sergilemeyi bakımlı, modayı takip eden. Batılı stan­
tercih etmişlerdir, Böylece kadın sorunla­ dartlarda vücut ölçülerine sahip, şık sof­
rına da farklı varoluş biçimlerine kulak tı­ ralar kurup, davetler veren, eşiyle uyum
kayan, düzçizgisel, modernleşmecj bir tu­ içinde, mutlu, şen bir kadın modeline
tumla eğilmişlerdir. Bu anlamda seçkinci uyum sağlamaları beklenmiştir. Bu kadın
bir Kemalist kadın kimliğinin ön plana tipinden varolan medeni ve siyasî hakla-
330

Kemalist terbiye politikasının kadınlara verdiği sosyal rol, ev işlerini daha etkin ve
‘uzmanca’yapmayı öğrenmeleridir. Böylece hem yaşamın modernleşmesine hem ataerkil
egemenlik ilişkisini sürdüren bir işbölümünün yeniden üretimine katkıda bulunacaklardır.

rından haberdar olması beklenmiş, ancak da aşarak, kendiliğinden özgürleşecekleri


verili çerçevenin bir adım ötesini sorgula­ düşüncesi telkin edilmiştir. Daha önemlisi
ması da istenmemiştir,14 Bu iki kadın mo­ bu modernleşme anlayışı içinde kadınla­
deli, yani kamusal alanda ciddi, erkeksi, rın yüksek toplumsa! prestije sahip mes­
meslek kadını olan ile, özel alanda neşeli, lek alanlarında eğitim görmelerine yer ve­
alımlı, bilgili, doğurgan kadın modeli ara­ rilirken,15 yine bu iyi eğitimli, meslek sa­
sında sıkışan ve iş yaşamına katıldığı tak­ hibi, modern kadınların bile özel olarak
dirde de her iki rolü birlikle oynaması kamu yönetiminde üst kademelere yük­
beklenen kadınlar için gösterilen yegâne selmelerine, genel olarak da karar verme
ortak hedef Batılılaşmayla özdeşleştirilen mekanizmalarına katılmalarına yeterince
bir modernleşme olmuştur. Ayrıca bu ikili olanak tanınmamıştır. Aynı anlayış ülkede
model kadınlar için özel ve kamusal alan Kemalist rejimin yerini çoğulcu, parla­
arasındaki farkın arasını açan bir varoluş m enter dem okratik sistem e bıraktığı
biçimini pekiştirerek, kadınlan kamusal 1950’li ve 60’tı yıllardan sonra da birbirle­
yaşama katmak suretiyle geleneksel bağ­ rinden farklı çeşitli sağ ve sol siyasî gö­
larından kurtarmayı amaçlamış modern rüşler tarafından sorunsuzca miras alın­
Kemalist toplum idealinin kendi iç çeliş­ mış ve varlığını sürdürmeye devam etmiş­
kisini de oluşturmuştur, Böylece kadınla­ tir. Kadınların 1,9901 ardan başlayarak, ya­
ra davranış ve görünüm olarak gereğince sal olarak kocalarının izni olmaksızın ça­
modernleşip, Batılılaşabildikleri takdirde, lışma yaşamına katılabilmeleri, kayma­
özel ve kamusal alan arasındaki sınırları kam, vali, büyükelçi gibi devlet kademe-
K E M A L İ S T K A D N H A K L A R I S Ö Y L E M İ

lerine kabul edilmeleri için, gerekli yasal kelerine karşı açık bir muhalefet sergileye­
düzenlem elerin yapılm ası, toplumun rek iktidara gelmiş olan ve ülkedeki bütün
farklı kurum, kademe ve alanlarında yeni­ siyasî eğilimleri bünyesinde barındırdığı
den üretilen farklı cinsiyet rejimlerini sor­ iddiasındaki liberal sağ ANAP hükümeti
gulayan 1980 sonrası ikinci dalga feminist tarafından yine devletin modernleştirilme­
hareketin devreye girmesi ve toplumun si projesine ters düşmeyeceği, tersine
okuryazar kesim lerinin dikkatini Batı uluslararası platformlarda saygınlığını art­
dünyasında uluslararası platformlarda yer tıracağı da hesaba katılarak 1990 yılında
almaya başlamış, değişen kadın hakları Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Mü­
anlayışına çekmeyi başarmasıyla müm­ dürlüğü (KSSGM) kurulduğunda bu giri­
kün olmuştur. şim Kemalist kadınlar tarafından ilk elde
şüpheyle karşılanmış ur. Ancak daha sonra
BİR SİYASİ MUHALEFET ODAĞI 1991 yılında DYP-SHP koalisyon hükü­
OLARAK KEMALİST metinde, Atatürk’ün partisi CHP’nin bir
KADIN HAKLARI SÖYLEMİ devamı olan SHP kanadının önerisiyle ku- 33Î
rulan kadm sorunlarıyla ilgili bir devlet
Kadına yönelik aile içi şiddei, bekaret, zi­ bakanlığı oluşturularak, KSSGM’nin varlı­
na, kürtaj gibi kadınların özbenliklerini ve ğını ilgili devleL bakanlığına bağlı olarak
cinselliklerini doğrudan kontrol altında sürdürmesi sağlanmıştır. Aynı dönemler
tutan tabuların tartışmaya açılması, Mede­ Türkiye’de kadınların yeniden daha aktif
ni Kanun’un eşiLsizlik yaratan ilkelerinin bir biçimde siyasete katılmaya başladıkları
sorgulanması, kadının ekonomik özgürlü­ dönemlerdir. 1980’lerin ikinci yarısından
ğünün önündeki siyasî, ideolojik ve kültü­ itibaren kadınlar devletin ve siyasetin gün­
rel engellerin tartışılması, kadınların karar demine yeniden bir tartışma konusu ola­
alma mekanizmalarında yer almaları gere­ rak girmişler ve bazı gözlemcilere göre ka­
ği gibi konular 1980 sonrası ikinci dalga dın katılımı siyasi partiler için bir demok­
feminist hareketin girişimleri sonucunda ratikleşme simgesi haline gelmiştir.16 Ör­
dar akademik çevrelerden çıkıp, toplumun neğin bu çerçevede 1989 yılında, 1980
gündemine girmiştir. Bu ve benzeri alanla­ darbesiyle siyasî partilerin kapatılan kadın
rın tartışmaya açılması prensip olarak Ke­ kollarının yerine "kadın komisyonları”
malist kadınlar tarafından da desteklen­ oluşturulmuştur. Ancak siyasî partilerde
mekle birlikte, kadınların bu türden talep­ kadınların katılımını anıracak pozitif ay­
leri ancak devletin ve toplumun modern­ rımcılık ilkesi yalnızca daha sonra yeniden
leşmesi ve gelişmesi amacıyla meşrulaşlı- eski kimliğine geri dönerek CHP adını ala­
rıldıgı oranda Kemalist kadın haklan söy­ cak SHP ve bu yeni CHP içinde ele alın­
lemi dahilinde kendilerine bir yer bulabil­ mış, ancak bu da bir yaptırım olarak ilk
mişlerdir. Örneğin 1986 yılında feminisı- kez 1989 yılında SHP bünyesinde yalnızca
lerin ülke çapındaki ilk eylemleri olan, parıi içi yönetimini kapsamak üzere ve ka­
Türkiye’nin de altında imzası bulunan Bir­ dm veya erkek mağdur olan cinsi gözet­
leşmiş Milletler nezdinde kabul edilmiş mek koşuluyla bir kota uygulaması olarak
“Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın yürürlüğe girmiştir,
Önlenmesi Sözleşmesi" nin (CEDAW) ha­ Kemalist siyaset geleneği içinde kadın­
yata geçirilmesi için açılan imza kampan­ ların yeniden keşfinde 1980’lerden sonra
yasına sınırlı sayıda da olsa Kemalist ka­ toplumda giderek yaygınlık kazanan ve
dınlar tarafından da destek verilmiştir. mevcut laik düzeni sorgulayarak, kadınla­
1980’ler boyunca sağlanan feminist hare­ rın kurtuluşunu da İslâmî bir düzen için­
ketlenme sonucu Kemalist devletçilik il­ de arayan İslamcı hareketlerin ortaya çık-
K E_____________M_______ A L l Z M

masının önemli bir payı olmuştur. Aslında üniversite öğrencileri olmuştur. Millî Gü­
1995 yılında yeniden kurulan CHP, siyasî venlik Kurulu’nun (MGK) “ülkenin bö­
muhalefet adma devletin laiklik ilkesinin lünmez bütünlüğüne karşı” en büyük iki
savunuculuğunu yapmaktan başka bir tehdit unsuru olarak tanımladığı “bölücü
varlık da göstermemiştir, CHP bu çerçeve­ terör (silahlı, ayrılıkçı Kürt hareketi) ve
de kadınların özgürlüğü için bir tehdit irticai faaliyetler’^ karşı bir dizi önlemi
olarak görülen İslâmî bir toplum düzeni içeren 28 Şubat 1998 MGK kararlarını
tasavvuruna karşı oluşan muhalefette ya­ destekleyerek, bu kararların hemen aka­
nma en önce Kemalist kadınları almış, an­ binde aslen imam hatip okullarının gücü­
cak onlara hem parti içi yönetimi, hem de nü zayıflatmayı hedefleyen ve zorunlu ilk
parlamento düzeyinde son derece sınırlı eğitimi beş yıldan sekiz yıla çıkaran yasa­
biçimlerde yer açmaya devam etmiştir. nın hayata geçirilmesi için dernekleri ve
Devletin laiklik ilkelerine sahip çıkmayı STK platformları aracılığıyla devlete des­
kadın hakları savunuculuğu adına birincil tek vermiş ve İslamcı aktivist grupların
332 lıedef olarak gören çoğunlukla kentli, iyi yoksul kesimlerde uyguladıkları eğitim,
eğitimli, orta sınıf kökenli Kemalist ka­ burs ve iş bulma olanaklarıyla özellikle
dınlar, laik siyasî rejimi vc yaşam tarzını gençleri ve kadınları mobilize etme yön­
kadınların özgürlüğü için vazgeçilmez bir temlerine karşı kendi alternatif yardımlaş­
ön koşul olarak gören farklı kesim ve gö­ ma ağlarını kurmuşlardır.
rüşlerden kadınların bir bölümünü de
mobilize ederek çeşitli eylem platformları SONUÇ_______________
ve sivil toplum örgütleri oluşturmakta ba­
şarılı olmuşlardır. Kamusal düzeyde en Kemalist kadın haklan söylemi yasal dü­
göze çarpan protesto biçimleri ise her fır­ zeyde kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına
satta Anıtkabir'i ziyaret ederek, Atatürk’e öncelik veren ve bunun için devletle uyum
olan bağlılıklarını ifade etmek ve yükselen içinde çalışmaya özen gösterilmesini telkin
İslamcı hareketler karşısında kadın hakla­ eden; ulus kimliğini her tür kimliğin üs­
rını gerektiği gibi gözetmeyen yöneticileri tünde tutan; özellikle etnik veya dinî kim­
sembolik olarak Ata’ya şikayet etmek ol­ lik talepleri etrafında şekillenen kadın ha­
muştur17 (ör. bkz. Erdentug). Böylece Ke­ reketlerini dışlayan; kadın haklan çerçeve­
malist kadınlar İslamcılığa karşı yönelttik­ sindeki kaza mmlan Kemalist endoktrinas-
leri muhalefetle 1990’lardan sonra top­ yonun bir aracı olarak gören ve bu bağ­
lumda yeniden kendilerinden söz ettirme­ lamda eğitime siyasî sosyalizasyon misyo­
ye başlamışlardır. Bu bağlamda, Kadının nu yükleyen; modernist, ilerlemeci bir
Sosyal Hayatını Araştırma ve inceleme Der­ söylemdir. Modernist olduğu oranda be­
neği ve Türlt Üniversiteli Kadınlar Derneği nimsediği “aydınlanmacı” ve ilerlemeci
gibi daha önceki dönemlerden süregelen tavra uygun olarak örneğin Medeni Ka-
Atatürkçü/Kemalist kadın derneklerinin nun’da kadın-erkek eşitliğini sağlayacak
yanı sıra, 1989’da kurulan Çağdaş İnşamı yeni düzenlemelere gidilmesine, toplumsal
Destekleme Derneği ve 1997’de kurulan refahın yaratılmasında kadınların hem da­
Cıımluırjyef Kadınları Derneği gibi dernek­ ha aktif bir rol oynamalarını, hem de bun­
lerle devletin ve ordunun yanında laikliği dan daha çok pay almalarını sağlayacak gi­
savunmak adına faal olmuşlardır. Gerek rişimlerin desteklenmesine açıktır, Liberal-
bu yeni derneklerin etrafında toplanan, eşitlikçi feminist önermeleri seçkinci bir
gerekse münferiden çalışan Kemalist ka­ biçimde yorumlayarak eklektik bir biçim­
dınların öncelikli mücadele hedefleri İslâ­ de bünyesinde barındırır ve “devlet femi­
mî kurallara göre başlarını örten kadın nizmi" idealini olanaklı gören siyasî bir
K E M A L İ S T K A D I N H A K L A R I s ö y l e m i

ideolojik ilkeler bütünü gibi işleyerek Tür­ kadınlar, gerekse farklı siyasal görüşlerden
kiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkelerinin ol­ gelen entelektüel kesimler ve demokratik
duğu gibi muhafaza edilmesinde ve yeni­ seçkinler tarafından sıklıkla eleştirilmiş ol­
den üretilmesinde bir toplumsal dinamo sa da Cumhuriyet rejiminin kurucu ilkele­
işlevi görmüş ve görmektedir. Telkin ettiği rinin korunmasında bir "rehber söylem"
itaatkâr/minnettar tutum gerek feminist işlevi görmeyi sürdürmektedir, □

DİPNOTLAR

1 Mardin, Şerif (1997), "Projects as Methodology: y e 's in d e K a d ın B a kış A ç s ın d a n K a d ın la r, Şirin


Some Thoughts on Modern Turkish Sodal Sci­ Tekeli (der.), İstanbul: İletişim Yayınlan, 1990.
ence", Sibel Bozdoğan, Reşat Kasaba (der.) için­ 11 Tekeli, Şirin (1990) "The Meaning and Limrts of
de, R e th in k in g M o d e rn ity a n d N a tio n a l Id e n - Feminist Ideology in Turkey", Ferhunde Özbay
t ity in T u rk e y , Seattle, Londra: University of (der.) içinde, VVomen, Fa m ily a n d S o d a l C h a n g e
Washington Press. in Turkey, Bangkok: UNESCO.
333
2 Çakır, Serpil (1994), Osman/ı Kadın Hareketi, İs­ 12 Durakbaşa. Ayşe (1988) "Cumhuriyet Dönemin­
tanbul: Metis Yayınevi; Dernirdirek, Aynur de Kemalist Kadın Kimliğinin Oluşumu", Tarih
(1993) O sm a n lı K a d ın la rın ın H a ya t H a kkı A ra ­ v e T o p lu m , Mart 1988, 39-43; Arat, Yeşim
y ışla rın ın B ir Hikâyesi, Ankara: İmge Yayınevi; (1997) "The Project of Modernity and VVomen
Toska, Zehra (1998) "CumhuriyeTın Kadın İde­ in Turkey", Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba
ali; Eşiği Aşanlar ve Aşamayanlar", Ayşe Berk- (der.) içinde, R e th in k in g M o d e rn ity a n d N a ti­
tay Hacı mirza oğlu (der.) içinde, 75 Yılda K a d ın ­ o n a l Id e n tity.tn Turkey,), Seattle, Londra: Uni­
la r ve Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları versity of VVashington Press.
3 Toska, Zehra a.g.e; Sırman, Nükhet. (1989). “Fe- 13 Gök, Fatma (1990) "Türkiye'de Eğitim ve Ka­
minism in Turkey: A Short History", N e w Pers- dınlar", Şirin Tekeli (der.) içinde, 1 9 8 0 'le r
pectives o n Turkey, 3(1), 1-34; Deniz Kandiyoti; T ü rk iy e 's in d e K a d ın B a k ış A ç s ın d a n K a d ın la r,
Dernirdirek, Aynur, a.g.e. İstanbul: İletişim Yayınlan; Gümüşoğlu, Fir-
4 Toska, Zehra, a.g.e devs (1998) "Cumhuriyet Döneminde Ders Ki­
5 Çakır, a.g.e,; Toprak, Zafer (1988) "Osmanlı Ka­ taplarında Cinsiyet Rolleri (1928-1998)”, Ayşe
dınları Çalıştırma Cemiyeti, Kadın Askerler ve Berktay Hacımirzaoğlu (der.) içinde, 75 Yıld a
Millî Aile", Tarih ve Toplum , 51, 162-166, K a d ın la r ve E rk e kler, İstanbul: Tarih Vakfı Ya­
yınları,
6 (1998) "Birinci ve İkinci Dalga Feminist Hareket­
lerin Karşılaştırmalı İncelemesi Üzerine Bir De­ 14 Koçer, Dilara, (1999) “A Study on the Repsre-
neme", Ayşe Berktay Hacımirzaoğlu (der.) için­ sentation of Turkish VVomen in the Media in
de, 75 Yılda K a d ın la r ve Erkekler, İstanbul: Ta­ the Early Republican Era: The Magazine Ana
rih Vakfı Yayınlan, s. 34S. (1938-1942). Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara: ODTÜ.
7 Arat, Zehra (1998) "Kemalizm ve Türk Kadını",
Ayşe Berktay Hacımirzaoğlu (der.) içinde, 75 15 Kabasakal, Hayat (1998) "Türkiye'de Üst Düzey
Y ıld a K a d ın la r ve E r k e k le r , İstanbul: Tarih Vak­ Kadın Yöneticilerin Profili", Ayşe Berktay Hacı-
fı Yayınları. mirzaoğlu (der.) içinde, 75 Yılda K a d ın la r ve E r­
k e k le r, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları; öncü,
8 Arat, Yeşim (1998) "Türkiye'de Kadın Milletve­ Ayşe. (1979). "Uzman Mesleklerde Türk Kadın­
killerinin Değişen Siyasal Rolleri, 1934-1980", lan", Nermin Abadan-Unat, (der.) içinde, Tü rk
Ayşe Berktay Hacımirzaoğtu (der.) içinde, 75 T o p iu m ıjn d a K a d ın , Ankara: Sosyal Bilimler
Y ıld a Kadınlar ve Erkekler (stanbul; Tarih Vakfı Demeği; Acar, Feride (1998) "Türkiye Üniversi­
Yayınları; Tekeli, Şirin (1982) K a d ın la r ve Siyasal telerinde Kadın öğretim Üyeleri", 75 Yılda K a ­
Toplumsal Hayat, İstanbul: Birikim Yayınları. d ın la r ve Erkekler, Ayşe Berktay Hacımirzaoğlu
9 Çağatay, Nilüfer ve Yasemin Nuhoğlu Soysal (der.), İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.
(1990) "Uluslaşma Süreci ve Feminizm Üzerine 16 Güneş-Ayata, Ayşe (1998) "Laiklik, Güç ve Katı­
Karşılaştırmalı Düşünceler", Şirin Tekeli (der.) lım Üçgeninde Kadın ve Siyaset" , Ayşe Berktay
içinde, 19807er T ü rkiye'sin d e K a d ın B a kış A ç ­ Hacımirzaoğlu (der.) içinde, 75 Y ıld a K a d ın la r
sın d a n K a d ın la r, , İstanbul: İletişim Yayınları; ve Erkekler, İstanbul; Tarih Vakfı Yayınları.
Zehra Arat (1998) a.g.e.; Soysal a.g.e.
17 Erdentuğ, Aygen ve Berrak Burçak (1998) "Poli-
10 Kandiyoti, Deniz (1995), "Ataerkil örüntüler: tical Tunning in Ankara, a Capital, a; Reflected
Türk Toplum unda Erkek Egemenliğinin Çözüm­ in its Urban Symbols and Images", In te rn a ti­
lenmesine İlişkin Notlar" (İngilizce), VVomen in o n a l Jo u rn a l o f U rban a n d R e g io n a l Research,
Modem Turkish Society, Londra and New Jer- 22(4), 589-601.
sey: Zed Books (Türkçe baskı, 1 9 8 0 'ler T ü rk i­
“Mavi Kemalizm ”
Türk Hümanizmi ve Anadoluculuk
BARIŞ KARACASU

Bize gerekli olan tarih bilgisiııdeM çok, lar, kültürün genel olarak desteklenmesi
tarik anlayışı, daha yeni bir deyimle ta­ bu süreçlerin Türkiye’de de benzer bir
rih bilincidir. yol izlediğini gösterir. Son kertede özerk
(Eytıboğlu 1973: 169) bir devlet kurma amacındaki milliyetçili­
ğin, “devletin kendisini bir arada tutacak,

D
oğu tipi milliyetçiliklerin Batı Av­
birbirleriyle bağlantılı bir değerler ve
rupai] “evrense! ilerleme ölçütle-
duygular ağma ihtiyata] vardır. Millet in­
ri"yle sorunlu bir ilişki yaşadığı
şa etme kolektif anlatılar uydurmayı, et­
söylenegelmektedir. Dogu’da varolan kül­
nik farklılıkların homojenleştirilmesini ve
türler, “Batılılaşma" üst başlığı altında
muhayyel bir cemaatin ideolojisini yurt­
toplanan ve çağı yakalama/çağdaşlaşma
taşlara benimsetmeyi gerektirir," (Jusda-
ya da ilerleme olarak adlandırılan bu öl­ nis 1998: 53) işte bu yarılmışlıgı ya da
çütleri tutturmak İçin kendilerini yeterli ikircikliği aşma, kültürel ve tarihsel bü­
görmemektedirler ve doğu tipi milliyetçi­ tünlüğü sağlanmış bir ulus yaratma süre­
liğe, sonuç olarak, ulusu dönüştürmek cinde ortaya çıkan düşünsel yönelimler­
İçin kültürel olarak yeniden yaratmak yö­ den biri de Mavi Anadolu ya da Anadolu
nündeki bir çaba eşlik etmektedir, (Chat- Hümanizmi olarak düşünsel tarihimizde
terjee 1996, 15) Chaıterjee’nin kurduğu yerini alan harekettir, Sabahattin Eyubog-
bu yapı Türk m illiyetçiliğinin Batı ve lu, Halikarnas Balıkçısı ve Azra Erhat çev­
kendi geleneksel kültürüyle girdiği ilişki resinde biçimlenen Mavi Anadolu düşün­
bağlamında belirleyicidir. Modernlikle cesinin uzun erimli ve derinlikli bir bi­
beraber ortaya çıkan ulusal kültür bütün çimde düşünsel yaşamımızda etkisi olma­
bileşenleriyle ulusal birliği vurgulayan dığı savlansa da (Belge 1998: 278) Kema­
kurucu bir öğe olarak belirm ektedir. lizm ile bağlantıları içinde gerek eğitim ve
“Devlet” ulusal kimliği yapılandırabilmek kültür gerekse yeni bir tarih tasarımı bağ­
için ulusal kültürü neredeyse odağa al­ lamlarında sanıldığından çok daha biçim-
maktadır. Bu tasarının yaşama geçirilme­ lendirici olduğu söylenmelidir.
sinde Türkiye’de Halkevlerinin kurulup Bu hareketin iki önemli bileşeni bulun­
halk kültürüne eginilmesi, dile ilişkin ta­ maktadır. İlki Batı kültürüyle bir bütün­
rama ve yalınlaştırma uygulamaları, ku­ leşmeyi sağlayıp hümanist bir yeniden
rulan Devlet Tiyatrosu, Devlet Konserva­ yapılanmayı/uyatımayı/aydınlanmayı sağ­
tuarı, Devlet Opera ve Balesi gibi kurum­ lamak amacıyla ortaya konulan eğitim ya
" M A V I K E M A L ] Z M"

da kültür tasarısı, İkincisi ise ortak bir ta­ düşünsel dayanaklarını kuran Sabahattin
rih bilincinin oluşturulmasına yönelik or­ Eyuboglu’dur. Anadolu Hümanizminin
taya atılan tarih tasarısıdır. Mavi Anado- çerçevesinin çizilmesinden ve Kemalizm
lucuların gerek eğitim yoluyla ortak bir ile bağlantılarının seri inlenmesinden önce
bilincin yaratılması gerek her şeyin kökü­ Haşan Âli Yücel’in millî eğitim bakam ol­
nü Anadolu'da bulma çabası, Batı uygarlı­ duğu dönemde izlediği kültür politikaları
ğına doğuşunu bu topraklara bağlayarak ve Batılılaşma tasarımı ile ortaya çıkan ak­
eklemlenme biçiminde gelişen varolan rabalık ilişkisinin ortaya çıkarılması yerin­
kültürü yeniden yapılandırma girişimi, de olacaktır. Çünkü, Kemalizm eğitime ve
Batı’yia nefret-hayranlık ikiliğinde gelişen eğitim yoluyla aydın!anmaya/aydınlatma-
yarılmış ilişkisi ulusun “millî” kültürü­ ya amacına ulaşmak adına karşısında ken­
nün kurulması yolunda Kemalizm in bu dini geri kalmış duyumsadığı “muassır
alandaki projesiyle yer yer örtüşmeler ya­ medeniyet seviyesi”ne ulaşma, yeni ve öz­
şamıştır. Dinsel göndermelerden kendini güveni tam bir ulus kurma projesi bağla­
sakınarak ilerleyen bir Türk milliyetçilgi mında ayrı bir önem vermektedir. Eğitim 335
için verimli bir toprak olan Mavi Anadolu yoluyla en keskin ve kestirme biçimde
düşüncesi 1950’lerden sonraki hâkim Ke­ amaca ulaşma yolunda yurtdışına gerekli
malizm yorumu için elverişli değilse de donanımı kazandıktan sonra vatana dö­
toplumsal ve kültürel düzeyde etkileri nüp üzerine düşen ödevleri yerine getire­
hâlâ çok güçlü bir anlayış olarak varlığını cek öğrencilerin gönderilmesi ya da yurti-
sürdürmektedir. çinde bütün bir eğitim öğretim müfredatı­
Mavi Anadoluculuğun Kemalizmin nın değiştirilmesi biçiminde ortaya çıkan
projesiyle ilişkisi yalnızca bir düşünce ge­ bir dizi değişiklik tasarlanmıştır. Elbette
leneği olarak ve düşünsel ortaklıklar bağ­ bu büyük tasarının değişik görünümleri
lamında değil aynı zamanda kurumsal de eğitim ve kültür politiklarının uygu­
olarak da kurulması olanaklı bir ilişkidir. lanmasında ortaya çıkmıştır.
Her ne kadar Mavi Anadolucular ile Ke­ Bilindiği üzere tipik hümanist tutumun
malizm arasında doğrudan bir ilişki ku­ yansıması olarak Yücel, bakanlığının ya­
rulamayacağı, söz konusu yazar, düşünür, yınları arasında özellikle Batı düşünce
eğitimci ve çevirmenlerin bağımsız çalış­ dünyasının başyapıtlarını dilimize kazan­
malar yürüttüğü ve dolayısıyla bağımsız dırma ödevini üstlenmiştir.1 Ancak bu
bir projenin yürütücüleri olduğu yargıları Batılılaşma yolunda atılmış adımlardan
dile getirilegelse de her iki projenin kişi yalnızca biridir, bütünüyle dizgeli ve
düzeyinde ortak ayaklarının olması, üste­ planlı bir modelin yaşama geçirilmesinde
lik de eğitim ve kültür politikalarının en eğitim biçiminde de köklü değişikliklere
yetkili biçim de belirlendiği kurumlar gidilmesi gerekmektedir. 1957 yılında
içinde bu türden ortaklıkların ortaya çık­ yazdığı bir yazısında bu durumu ve dü­
ması savımızı destekler niteliktedir. şünsel bakımdan beslendiği kaynağı da
Mavi Anadoluculuk ile devlet ve Kema­ açık eden şu belirlemede bulunmuştur:
lizm arasındaki kurumsal bağlantıyı sağla­
Şimdi, bir m aarif sistemine başka deyişle
yacak, bir tür menteşe görevi görecek iki
sistemli bir maarife erebdmek için bizde-
kişi bulunmaktadır. Bunlardan ilki hare­
bi şartları gözden geçirelim. Birinci şart,
keti bir bakıma önceleyen ve daha önceki
belli bir medeniyetin mensubu olmaktır
benzer yaklaşımlarla bağlantısını da kuran
ve bu mensup oluşu aydın bir çoğunluğun
Haşan Âli Yücel, öteki ise bir dönem “Ta­
kabul etmiş bulunmasıdır Sorarını. Bu
lim ve Terbiye Kurulu” üyeliği yapan, aynı
şart bizde gerçekleşmiş, ciddî olarak ay-
zamanda hareketin Halikamas Balıkçısı ile
K E M A L İ Z M

dmlannuzın ruhuna sinmiş midir? Ben­ ne de akıldan çıkarılm am ası gereken


ce, hayır: Rahmetli Ziya Gökalp'in dediği önemli bir nokta bulunmaktadır: Her ne
“Nasıl ihi dinli bir insan olmazsa, iki kadar Keınalizmin egitim-öğretim proje­
medeniyeti; bir cemiyet de olamaz" hahi- siyle dönemsel çakışm alar yaşamış ve
kati lam anlamı ile bizde habıtl edilmiş devlet ideolojisinin oluşumunda yer yer
midir? Halâ şarktı mıyız, garplı mıyız etkili olmuşsa da hümanizm gibi kesin il­
belli olmuş mudur? Olmadığının delili, keleri ve programı olan bir akımın Kema­
meselâ liselerimizden şarlan ana kültür lizm ile koşutlukları Kemalizmin biraz da
dilleri olan .Arapça ile Farsça kaldırılalı pragmatikliğiyle açıklanabilir.
otuz ydı geçtiği halde garp klâsik dilleri Anadoluculuk ile Kemalizm arasında
olan Lâtince ile l'unancanın alınmasında akrabalığı sağlayan ikinci ayak ise tarih
/ikir ve görüş birliğinden bugün bile karşısındaki duruşlarıdır. Bu noktada Ke­
mahrum bulunmamızda'... Bu husustaki malist ideolojinin tarih tasarımına değin­
kararsızlık, medeniyet anlayışımızın he­ mek, hatta biraz açımlamak Mavi Anado-
336 nüz kesinleşmediğini göstermez mi? luculuğun tarih tasarımına geçişi kolay­
laştıracağı gibi Anadoluculugun hangi
Bu bir!,. İkinci şart şudur; Vatandaşın
bakımlardan Kemalizme “yeğlenebilece­
bağlanacağı eğitim kuralları, ortak bir
ğim’’ ve ne gibi bir hareket alanı sağladı­
anlayışın konusu olmalıdır. Bizde lıenüz
ğını göstermek bakımından da yararlı
böyle bir durum, kıvamlanamamıştır.
olacaktır. Ulus kurma sürecinde daha ön­
Bunda en büyük etken, devlet ve siyaset
ceden bastırılmış olarak varolan Türklü­
adamlarımıza yol gösterecek kuvvette ne
ğün yeniden yüzeye çıkarılması için bir­
meslek çevresi, ne de m û n ferid f i k i r
çok çalışm a yapılm aya başlanm ıştır.
adamlarının henüz mevcud olmayışıdır2
Türk dilinin köklere dönülerek canlandı­
(Yücel 1966:237)
rılmasına ek olarak kendini bir parçası
Dönemin Kemalist eğitim ideolojisiyle olarak görmek istediği Batı karşısında
eğitim tasarımı arasında işte böylesi bir Kemalizm, yalnız sosyal değil fizik! ant­
koşutluk bulunmaktadır. Bu hâkim ide­ ropoloji çalışmaları ile de kendine olan
oloji de hümanizm olarak karşımıza çık­ güvensizliğini ve belki de Batı’yla kendi­
maktadır, Eğitime ve eğitim yoluyla insa­ ni karşılaştırdığında yüz yüze kaldığı aşa­
nın ilerleyip aydınlanacağına inanan, bu­ ğılık duygusunu gidermek adına tarih ile
nun koşullarım da eskil Yunan ve Latin savaşa girişmiş, bu savaştan da bir biçim­
metinlerinde bulan hümanist düşünce bu de “kazanmış” olarak çıkmayı başarmış­
metinlerin yazıldığı dillerin öğrenilmesi­ tır. Bu bağlamda “Güneş-Dil Teorisi" gibi
ni, bu yapıtların ulusal dillere çevrilip çö­ bütün dillerin Türkçe’den türediğini sav­
zümlenmesini zorunlu görür. Türk hü­ layan, “saçmalığa varan uslamlama” ola­
manistlerinin de, Haşan Ali Yücel’in ve rak adlandırmakta sakınca görmeyeceği­
özellikle Eyuboğlu ve Erhat ile bunlara ek miz bir “teori"ye imza atmaya ek olarak
olarak Nurullah Ataç’ın, okullarda klasik dünyada kültür ve bilim adına tarih bo­
Batı dillerinin öğretimi için bastırması, yunca ne olduysa Türklük sayesinde or­
klasiklerle ilgili değerlendirmeleri genel taya çıktığına vardırılan, topluca “Türk
hümanizm anlayışına uygundur. Bu bağ­ Tarih Te2i” adı altında toplanan çalışma­
lamda gerek millî eğitim bakanlığının Ba­ lar sonunda Türklüğün onuru kurtarıl­
tı klasiklerini çevirtip yayımlaması gerek mışsa, fizikî antropoloji çalışmaları ile de
öğretim kumrularında doğu ve Batı kla­ Türk denilen kişinin Batılı olduğu da ka­
siklerinin okutulması bu düşüncenin bir nıtlanmaya çalışılmıştır. Böylelikle tarih­
yansıması olarak değerlendirilmelidir. Yi­ sel olarak kendine varlık gerekçesi bulan
' M A V I K E M A _______ L_______I_______ Z M "

den olmasa da başka türden “milliyet-


çi”dir de. Bu topraklar üzerinde kurul­
maya çalışılan yeni bir ulusun kendine
yaslanacak dayanak bulabilmesi için soy­
cu bir milliyetçiliktense Anadolucuların
öngördüğüne benzer bir kültürel milli­
yetçiliğin, söz konusu olan milliyetçilik
olunca daha iyi gibi bir değerlendirme,
anlamsız olsa da pragmatiklik bakımın­
dan kendine daha geniş hareket alanı
sağladığı söylenmelidir. Yine de durup
iki kere düşünmek gerekir; çünkü, her
ikisinin de varacağı yer sonunda aynı
olacaktır,
Anadoluculuğa geri dönersek, her ne 337
kadar Batı’ya eklemlenme yordamı olarak
I
eğitime önemli bir yer veriyor olsalar da,
yukarıda çerçevesi çizilmeye çalışılan ta­
rih tasarımı bağlamında, düşüncelerinin
Haiikarnas Balıkçısı ’nm Anadolulu temel bileşeni, Anadolu’ya yaptıkları vur­
kimliğini “etnik ve kültürel bir realite"
guda yatmaktadır. Bütün bir dünya kültü­
ve “uygarlık beşiği’ olarak yüceltişinde,
hümanizmi/evrensel uygarlığı rünü Anadolu uygarlığına indirgeme eği­
Anadolu’y a özgülemeyeyatkın, özcü limi ile yoğrulmuş olan Anadoluculuk ay­
bir milliyetçilik anlayışı saklıdır. nı zamanda Kemalist tarih tasarımıyla da
Balıkçı, Kemalist devrimi, çağdaş
koşutluk içinde naif bir "Türkleştirme'’}'i
uygarlığı Akdenizli köklerine
götürmenin yanında Doğulu kılmanın, de beraberinde getirmektedir. Her ne ka­
Üçüncü Dünya'yt uyandırmanın dar bir "kültürler mozaiği” yorumu vur­
öncüsü olarak da çok önemser. gulanıyor gibi görünse de bu hamurun
mayasını bir biçimde "Türklük” oluştur­
Türk, aynı zamanda geleceğini gördüğü maktadır. Türk m illiyetçiliği ve Mavi
Batı’ya da eklemlenmenin önünü açmayı Anadoluculuk ilişkisi bağlamında söylen­
başarmıştır. Mavi Anadoluculuk ile Ke­ mesi gereken de Türk milli kimliğinin
malist tarih tasarımı arasındaki benzerlik kuruluş döneminde “evrensel uygarlığı
de kaba bir benzetmeyle aynı tarihin ya­ can-ı gönülden benimseyen, fakat onu tez
zımında Türklüğün geçtiği yerlere Ana­ elden Türklüğe özgüleyen bir acaip ev­
dolu’nun konularak yazılması biçiminde rensel uygarlıkçılık oyunu veya ‘etnosant-
özetlenebilir.3 Kemalizmin Türklüğe in­ rik' milliyetçili[gin]” (Bora 1998: 38) her
dirgeyerek kendinin kıldığım Anadolu­ zaman varolduğudur. Böyle bir uygarlık-
culuk başka bir yoldan kendinin kılmak­ çılıgın has bir yorumu yine Eyuboğlu’nda
tadır, Üstelik de bunu aynı amaç uğruna, bulunabilir:
önde aydınlanma, gelişme, ilerleme, Batı­
Bu memleket niçin bizim? Dört yüz atlıy­
lılaşma altta ise özgüven kazanıp bir tür
la Orta Asya'dan gelip fethettiğimiz için
kendini yüceltmeyle aşağılık olma duy­
mi? Böyle diyenler gerçekten benimsemi­
gusunu yenme adına yapmaktadırlar. Ay­
yor, ama yurt saymıyorlar bu memleketi.
nı derecede olmasa da gülünç bir duru­
Gurbette biliyorler kendilerini yaşadıkla­
ma düşer ama daha kötüsü aynı derecede
rı yerde. Mitiller, Frikyahlar, Yunanlılar,
seçkinci, aynı derecede ayrımcı, aym tür-
K E M A L İ Z M

Berkes'in çalışmalarının mihverini oluş­


Niyazi Berkes turduğu görülür, Kemalizm'in mihver ni­
K U R T U L U Ş KAYALI teliği ilk dönemlerdeki, 1930Tu ve
1940'lı yıllardaki yazılarında da esas ol­
makla beraber, sonraki dönemlerde
farklılaşarak, daha belirgin ve müteka­
mil bir hal almıştır. Unutulan Yıllar (Ber­
kes, 1997) anı kitabı olmanın yanında
bir tahlil kitabıdır; en Önemlisi, "Ben
1940'lı yılları, 1940-1950 yılları arasını
unutmadım ve unutturmam" temel ama­
1908'de Kıbrıs'ta doğan Niyazi Berkes,
cına oturmuştur Tam Dİl-Tarih tasfiyesi­
İstanbul Lisesi'ni bitirdikten sonra İstan­
ni yazarken kalp krizi geçirmesi bu ola­
338 bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fel­ ya verdiği önemin bir yansıması olarak
sefe Bölümü'nde felsefe ve sosyoloji görülebilir. Kemalizm konusundaki da­
öğrenimi görmüş, ABD'de sosyoloji ça­ ha gelişkin düşüncelerini ise asıl 1960'lı
lışmalarının ardından 1939'da Dil ve ve 1970'li yıllarda formüle etmiştir.
Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde sosyoloji 1930'lu ve 1940'lı yıllarda yazdıkla­
doçenti olarak göreve başlamıştır. rı, Cumhuriyetsin temel sorunları üzeri­
1945'te anti-komünist bir kampanyayla ne düşünen bir entelektüelin çok fazla
Dil-Tarihli öğretim üyeleri arasında giri­ gelişmemiş çözümlemelerinin yansıma­
şilen ünlü tasfiye hareketinden sonra, sıdır. Bu metinlerde fazla derinlikli ol­
1952’de yurtdışına giderek akademik masa da Türkiye'deki temel değişimin,
çalışmalarını Kanada ve Uzakdoğu'da yani Cumhuriyet'in getirdiği dönüşü­
sürdürmüş, emekliliğinden sonra yerleş­ mün kapsamlı bir savunusu vardır.
tiği İngiltere'de 1988'de ölmüştür. Askerî ve siyaset eksenli bir yaklaşım
Niyazi Berkes'in Kemalizmle bağlan­ olmayıp düşünsel temelli kapsamlı bir
tısının en net ifadesini Türkiye'de Çağ­ değerlendirmeye dayanır bu savunu.
daşlaşma' n\n Türkçe yayımlanan biçi­ Berkes'in değerlendirmesinin temel
minin önsözünde bulmak mümkündür. göstergelerini OsmanlI'yla ilgili gönder­
Bu önsözde, "Bu kitabın, Cumhuriyetin meleri yanında Ziya Gökalp'in düşün­
ellinci yıldönümünde yayınlanabilmesi celeri üzerinde odaklaşan çalışmaların­
öğretmenlik ve yazarlık yaşamımın en da yakalamak mümkündür. Ziya Gö-
büyük mutluluğudur." denmektedir. Ha­ kalp'i, Türkiye'nin can alıcı sorunlarını
kikaten değişik dönemlerdeki metinleri­ ayrıntılarıyla çözmeye çalışan, düşünsel
ne bakıldığı zaman Kemalizm Niyazi yönelimi bakımından en derinlikli ente-

Farslar, Romalılar, Bizanshlar, Moğoilar elbette- kaynaşmış, halleşmiş hepsi. Fet­


da fethetmişler Anadolu'yu.. Ne olmuş so­ heden de biziz artık, fethedilen de. Erilen
nunda? A nadolu onların değil, on lar biziz, eriyen de. Biz bu toprakları yu-
Anadolu’nun malı olmuş. ğurmuşuz, bu topraklar da bizi. Bunun
için en eskiden en yeniye ne varsa yurdu­
Bu m em leket bizim olduğu için bizim, muzda öz malımızdır bizim. Halkımızın
Jetlıettiğimiz için değil. Aramızda dışarı­ tarihi Anadolu’nun tarihidir. (Eyuboğlu
dan gelmeler çoğunluk olsa bile -ki değil 1994:9)
M A V İ k e m A Z M "

lektüel olarak görür. Kelimenin gerçek


anlamıyla felsefeci ve sosyolog olarak
nitelenemeyeceğini söylemesine karşın
onu düşünce adamı olarak fazlasıyla
önemser. Yurtdışına gittiği zaman yazdı­
ğı ilk makale de Ziya Cökalp üzerine­
dir. 1950'li yılların sonunda, 1959 tari­
hindeki İlk yayını da Ziya Cökalp'in
metinlerini İngilizce'ye çevirdiği kitap­
tır. 1950'li yılların başlarında yayımla­
dığı Arnold Toynbee'ye ilişkin değerlen­
dirmesi, Doğu toplumlarınm farklılığını
düşünmeye başladığının ifadesidir. Bir
de yakın yıllarda ayrıntılı denebilecek 339
bir şekilde İbrahim Müteferrika'nın ha­
yat hikâyesini yazmıştır. Berkes, Kemalist anlayışta “Türke özgü
1940lı yıllarda, özellikle de Yurt ve modernleşme ”yorumuyla
Dünya'da yayımladıkları, Kemalizmi aşkınlaştıntan. biricikleştirilen
çağdaşlaşma deneyimim sosyal teori
sosyalleştirmeye dönük bîr yoruma da­ içinde nesnel temellere oturtma
yanır. O dönemde milliyetçilik ile Batı­ çabasıyla önemlidir.
cılık arasında bir gerilim yaşanmıştır.
Berkes Batıcılık ve modernleşme kav­ kabil Niyazi Berkes'in bu konuya hiç
ramlarını Özellikle kullanmamakta, girmemesi bu tutumunu örnekler.
bunların yerine çağdaşlaşma kavramını Temel eserini yurtdışındaki hayatının
ikame etmektedir. Söz konusu gerilim, ilk on yılında yazmıştır. Döneminin te­
milliyetçiliğin uç noktalarına eleştirel mel sorunları olarak telakki edilen ko­
yaklaşmasına sebep olsa da kendisini nulara girmediği İçin, Türkçesİ T ü rk i­
milliyetçi olarak vasıflandırmıştır. Mo­ ye'de Çağdaşlaşma adıyla 1973 yılında
dernleşme ve Batılılaşma konusunda da yayımlanan bu kitabı üzerinde o sıralar
eleştirel bir yaklaşımı olmuş. Batıcılığı hemen hiç durulmamıştır. Berkes bu
gerici bir aydın ütopyası olarak nitele­ eserinde daha önceki ilgilerinin aksine
miştir. O dönemde çoğu entelektüelin Osmanlı toplumunun son iki yüzyıllık
hümanizm üzerine metinler yazmaları­ sürecini anlatmayı ve bu sürecin Türki­
na, örneğin Muzaffer Şerif Başoğlu ve ye'yi zorunlu olarak Cumhuriyet'e ge­
Behice Boran'ın A d ım la r dergisinde hü­ tirdiğini formüle etmeyi denemiştir. Dö­
manizm soruşturması yapmalarına mu- nemin, 1960'lı yılların geçerli söylemi-

Halikarnas Balıkçısı da, Eyuboğlu gibi yükler. Arşipel’de bu düşüncelerini şöyle


Anadolu'nun gelmiş geçmiş bütün halkla­ dile getirmektedir:
rını kucaklama eğilimindedir. Tek bir so­
Yalnız burada şuna değineyim. Türkler
yun böylesi bir kültürü yaratamayacağını
dediğimde günümüzde Anadolu’da yurt­
söyleyen Halikarnas Balıkçısı yine de
lanmış olan bizlerin salt Selçuk ve Oğuz
kendini alamayıp, ne serden ne yardan
kanından olduğumuz anlaşılmasın. Ana­
vazgeçer bir tutumla hem tüm bileşenleri
dolu'yu ünce adaletleri ve dinsel olduğun-
yüceltir hem de Türklüğe özel bir önem
K E M A L İ Z M

ne aykırı olarak, Osmanlı toplumunun kında faşizan nitelemesini de yapmak­


ne feodal ne de teokratik olduğunu söy­ tadır. Nitekim Unutulan Yıllar adlı anı­
lemiştir. Kemalizmİn kültürel düzeyle larında toprak reformu ve köy enstitüle­
sınırlı bir "üstyapısal" dönüşüm olarak riyle ilgili değerlendirmeleri bunlarla il­
eleştirildiği, küçümsendiği bir dönem­ gili yaygın nitelemelerle bağdaşmaz.
de, ekonomik gelişmelerin önkoşulu­ Dönemin olumlanan bir faaliyeti olan
nun kültürel alandaki değişimlerle ger­ klasik çeviriler üzerinde durmaması da
çekleştirilebileceğini ifade etmiştir. ilginç bulunmalıdır. Fakat Berkes'in dü­
Cumhuriyet değişiminin devrimci nite­ şüncelerinin bu yönünün Türkiye'deki
likte olduğunu belirterek, bu değişimin etkileri son derece sınırlı olmuştur.
sosyal devrimin Önkoşullarını yarattığını Zaten onun düşüncelerinin tamamı­
söylemiştir. Türkiye'nin son iki yüz yıl­ nın Türkiye'de yaygınlaşıp etkili olması­
lık değişimini tarih ve kültür eksenli bir nın vasatı uzun yıllar oluşmamıştır. Böy­
340 değişim olarak yorumlamış, Kemalizmi le bir etkinin vasatını yaratan etken,
kültür eksenli bir çağdaşlaşma modeli 1961 Aralık'ında yayın hayatına başla­
olarak nitelemiştir. Özellikle askerî, si­ yan Yön dergisi olmuştur. Tezindeki,
yasal ve ekonomik ekseni vurgulayan The D evelopm ent o f Secularism in Tur-
Kemalizm anlayışlarının belirdiği bir key kitabındaki yaklaşımlarının siyasal
dönemde Niyazi Berkes'in Kemalizm izdüşümlerini hikâye eden ve daha son­
anlayışı farklı bir yerde durur. ra Türk Düşününde Batı Sorunu başlı­
Niyazi Berkes'in Kemalizm anlayışı­ ğıyla yayımlanacak olan çalışmalarını
nın diğer yanıyla bağımsızlık üzerinde önce Yon dergisinde makale biçiminde
odaklanmıştır. Niyazi Berkes, Cumhuri­ müteakiben de Yön yayınlarından kitap
yet öncesi dönemi bir tür emperyaliz­ olarak yayımlamıştır. Din bahsinde,
me bağımlılık dönemi olarak niteler­ pragmatik bir yaklaşımla Roger Gara-
ken, Adnan Menderes dönemini de is­ udy'nin Sosyalizm ve İslâm iyet kitabın­
met İnönü döneminin son yıllarından dan kalkarak Türkiye'de siyasal bir açı­
itibaren "yeni peykçilik" dönemi olarak lım gerçekleştirilebileceğini düşünenle­
etiketleyip eleştirir. Buna mukabil Ata­ re mukabil Niyazi Berkes sosyalizm ile
türk dönemi ülkenin bağımsızlığa ka­ İslâmiyetin uzlaşacak hiçbir yönünün
vuştuğu bir dönem olarak olumlanmak- bulunmadığını belirtmiştir. Sosyalizm ve
tadır. 1938 yılından sonra radikal bir İslâmiyet arasında kurulan ilişkiye yak­
değişim yaşandığını saptar. 1938-1950 laşımı, Kemalizmden öte Atatürk'e karşı
tarih kesitinde, 1950-1960 yılları ara­ eleştirel tutumlar dolayısıyla 1970'li yıl­
sındaki gerileyişin altyapısının hazırlan­ ların sonlarında gösterdiği tepkiyle de
dığına dikkat çeker. Hatta dönem hak­ paralellik arz etmektedir.

ca ulusal hoşgörüleri ve sonra askerî ve G oltlara dayanan Anadolu halkına


güçleriyle elde eden Türhler olsa olsa iki, Türhler karıştı ve dillerini Anadolu’y a
üç milyon insandan oluşuyordu. O zaman yaydı. Türklerden önce, örneğin Hilifler
Anadolu’nun toplam sayısı yirmi üç mil­ döneminde Anadolu iki yüzyıldan çok
yondu. Alalan fa Hıtif ve Hififlerden ön­ bağımsız kalmamıştı. Ancak Türhler za­
ceki uluslara, B abilltlere, A surhıiara, manındadır ki, Anadolu yedi yüzyıl ba­
Frigyahlara, fonla ve Dortarla Lidyahla- ğımsı z kalmıştır Unutmamalı ki, yeniçe­
ra ve hatta Amazonlara, Simmeryenlere rilerin çoğu kıristiyan halkından devşiril-
" M A V I K E M A L I Z M"

T ürkiye'de Çağdaşlaşm a ve Türk ik ­ kopyacılık, taklitçilik, büyük sosyalist


tisat Tarihi kitaplarının aksine bu kitap­ düşünürlerin devrimsel nitelikteki gö­
taki görüşleri dönemin düşünce haya­ rüşlerini uygulayamayış başarısızlığı
tını Yo n dergisi aracılığıyla derinden da diyebiliriz." İkinci olarak ulusçulu­
etkilemiştir. Yön dergisi başyazarı Do­ ğun sosyalistlerce anlaşılış biçimini
ğan Avcıoğlu'nun yazdığı metinlerde sorgulamaktadır: "Bunun daha da şaşı­
Niyazi Berkes'in düşüncelerinin yoğun lacak bir sonucu, sosyalist düşünün
etkisi bulunmaktadır. O dönemde ulusçulukla uzlaşamaz bir görüş oldu­
"sosyalleşmiş Kemalizm" olarak nite­ ğuna daha başlangıçta inanılmış olma­
lenebilecek yorumun yaratıcısı Niyazi sıdır, Bu yüzden, gericilik güçleri onla­
Berkes'tir. Öte yandan Niyazi Berkes, rı daima ulusçuluk düşmanı kişiler ola­
siyasete önemli ölçüde uzak durması rak gösterebilmişlerdir, gerçekte asıl
itibariyle de dönemin etkin düşünce onlar ulusal yabancılar oldukları hal­
adamlarından farklıdır. Sadece o za­ de!” Bu yaklaşımları, Berkes'in 1970'li 341
manın değil, sonraki zamanın, 1970'li yıllardaki baskın sol yaklaşımlara me­
yılların sol akımlarına da mesafeli dur­ safeli durmasına yol açmıştır. Sol lite­
muş, sosyalizmin o sıradaki belirgin iki ratürde 1960'lı yıllarda yazılanlar yer
yönelimine eleştirel bakmıştır. yer Niyazi Berkes'in metinlerine gön­
Aktarmacılık, Berkes'in hassasiyet derme yaparken 1980'!i yıllara doğru,
gösterdiği meselelerden biridir. Bu an­ neredeyse anılmaz olmuştur. Düşün­
lamda Kemalizme olumlu yaklaşmak­ celerinden büyük ölçüde etkilenmiş
tadır. Sosyalist düşünceye, Özellikle olan Emre Kongar'ın yazdıklarında bi­
bunun Türkiye'de biçimlenişine ise, le bu gözlenebilir. Yaşadığımız zaman
özgün düşüncenin önündeki sınırdan kesitindeki uzaklık daha barizdir.
bahsederek eleştirel bakmaktadır: "Bu­ Genel içeriği itibariyle Niyazi Ber­
gün Batı sosyalist düşününün belli baş­ kes'in anlatımlarında Kemalizmin en
lı kimi eserlerinin çevirileri çoğalmak­ gelişkin yorumunu bulmak mümkün­
la beraber, bunların asıl gerekliliği ve dür. Hatta şu da söylenebilir ki, eleştirel
katkısı düşün ve kavram disiplini eğiti­ ya da benimseyici anlamda Kemaliz­
mi vermelerindedir; yoksa gerçek sos­ min anlaşılması ya da sorgulanması an­
yalist düşün çevirilerden değil, o dü­ cak Niyazi Berkes'in yazdıklarının tahlil
şün disiplininin etkisi ile yapılacak edilmesiyle gerçekleşebilir. Kemalizmin
yerli çalışmalardan doğacaktır. Şimdi­ Türkiye'deki en gerçekçi ve en müteka­
lik sosyalist düşünün de bu eski ya­ mil yorumunun Niyazi Berkes'in metin­
bancılaşma geleneğinden tüm kurtula­ lerinde yer aldığını söylemek hakbîlirli-
madığını söylemek zorundayım. Buna, ğin gereğidir.

di. Ancak burada kandan söz etmiyoruz; Türk kimliği söyleminin kendine yeni bir
kültürden söz ediyoruz. Kültürünse soyla yol çizebileceği ya da bir çıkış yolu bula­
ilgisi yoktur. Onan için yen içeriler de bileceği bir hattı açmış olduklarıdır. Tam
Türktürler. (Balıkçı 1995. 147-48) da kurulan Türk kimliğiyle kaygılan dırıcı
biçimde çelişebilecek bileşenleri içselleş­
En temelde, Halikarnas Balıkçısı, Saba­ tiren bir tutumdur Mavi Anadolu düşün­
hattin Eyuboğlu ve Azra Erhat için söyle­ cesi; Türklük üstü bir tarihselleştirme ile
nebilecek ilk şey onların bildik, egemen aşılmaktadır bütün sorunlar, Türklüğü
K E M A L İ Z M

odağa aimakia beraber. Kendini Osman­ ci, altıncı ve beşinci yüzyılların filozofları­
lI’dan bütünüyle ayrık bir biçimde tanım­ nın düşüncelerini de taşımıştır bu akarla­
lamak isteyen, “millî kültür”ü olan yep­ rın suları,’’ (Balıkçı 1994: 38-39)
yeni bir ulus icat etmenin peşinde olan Anadolu’ya ve onun hem yazınsal hem
yeni devlet O sm anlılığın dışında bir de bilimsel üretimlerinin önemine yapı­
Türklük tasarlamış, bunun temellendiril - lan bu vurgu göz önüne alındığında Ana­
mesi için de “gerekli çalışmaları" yapma­ dolu hümanistleri olarak adlandırabilece­
ya girişmiştir,4 Bu çalışmalar kapsamında ğimiz bu insanların oluşturmaya çalıştık­
ortaya çıkan yeni tarih tasarımı, eğitim ve ları ulus ve ulusal kültür anlayışları elbet­
kültür politikaları gerçekte hümanist Ma­ te bazı yönleriyle yeni Cumhuriyet’in ide­
vi Anadolu düşüncesinin belkemiğini olojisiyle uyuşurken bazı yönleriyle de
oluşturan yaklaşımlarla kolaylıkla bir ara­ büyük ayrımlar göstermektedir. İşte bu
da yürüyebilecek ya da bunlardan besle­ ayrımlar gö2ardı edilen çizginin hangi
necek türden girişimler olmuştur. yönleriyle resmî ideolojiye üstün olduğu­
342 “Dumlupınar’da Yunanlılardan TroyaSı- nu ortaya çıkarmak bakımından önemli­
lar’ın öcünü aldık."... Dumlupınar Sava- dirler. Bu üstünlük onların bizim edebî
şı’na katılmış bir askerin ag2indan bu söz­ kanonun oluşturulması olarak adlandır­
leri aktararak5 (Eyuboğlu 1994: 199) Ke­ dığımız yapının kurulmasında oynadıkla­
malist devrim ile düşünsel akrabalığını rı etkin roldür, Avrupa hümanizmi eskil
perçinleyen ya da en azından böyle bir Yunan ve Latin’den bu tarafa bütün üreti­
ilişkiyi icat etmeye aracı kılan Sabahattin mi toplayıp gelirken Anadolu hümanizmi
Eyuboğlu ile Halikarnas Balıkçısı ve Azra Avrupa’yı reddederek köklerini Anado­
Erhat’ın asıl önemleri ortaya attıkları sav­ lu’dan alan ve Avrupa düşüncesinin asıl
larının Kemalist kimliğin yapımında oy­ dayanakları olduğunu savladığı antik
nayabilecekleri rolde yatmaktadır. Mavi Anadolu yapıtlarına döner.
Anadolucuların Anadolu kültürünü koy­ Bu dönemde Mavi Anadolu euların hü­
duğu yer, artık ilkçağ dünyasının merkezi manizmi ile Kemalizmin bir örtüşme ya­
olmanın çok daha ötesinde bir yerdir. Ha- şaması anlaşılabilir bir şeydir. Mavi Ana-
likamas Balıkçısfna göre bütün bir Akde­ dolucular hümanizm gibi kesin ilkeleri ve
niz kültürü köklerini Anadolu kültüründe hedefleri olan bir ideolojiye sahiptirler.
bulmaktadır, Akdeniz’de ne kadar çeşitli Batı uygarlığı demlen ve kesinlikle eklem­
kültür varsa bunların her biri bir biçimde lenil mesi gereken şeyin kaynağının Yunan
Anadolu’dan ayrılan insanlarca oluşturul­ değil her anlamda Anadolu’da doğup ge­
muştur, Bu düşüncelerin arkasında elbette liştiğini nahif bir uğraşıyla sergilemeye ça­
her şeyin temeline Anadolu kültürünü lışmaktadırlar. Beri yandan Kemalizmin
koyma düşüncesi yatmaktadır. “Zaten böyle kesin ilkeleri, bu biçim bir ideolojik
Anadolu olmasaydı, hiçbir şey olmazdı,” katılığı yoktur. Kemalistler Batılılaşmak
(Erhat 1979: 169) bu düşünceye göre. gibi bir sevdanın peşinden giderler. Batılı­
“Gediz’in, Küçük ve Büyük Mendereslerin laşma ayakta kalmanın, Batı karşısında
suları yalnız sazan ve yüz kiloluk yayın yok olmamanın, bağımsızlığını koruyabil­
balıklarına değil, ama o balıklarla birlikte menin yegâne aracıdır. Dolayısıyla “Dev-
gelmiş geçmiş Anadolulu insanların gör­ rimler’e ve Kemalizme aydınlanmacı-üni-
müş oldukları düşlerini ve efsanelerini de versalist bir ruhun değil, pragm atik-sosyal
taşıyorlar... Ama asıl bunlardan da önem­ arwinist bir ruhun hakim olduğunu kabul
lisi, Galileo ile başlayıp Atomistlere varan etmek gerekir." (Ünder 1996: 41) Kema­
20. yüzyıl uygarlığının kökenini, yani lizm tarihsel olarak iki dönemde incele­
Anadolu’nun İsa’dan önce yaşamış yedin­ nirse 1950’lere kadar süren resmi ideoloji
M A V İ K E M A L İ Z M "

formundayken dahi bu pragmatik karak­ anti-klerikaî, yani dine karşı biçiminin


terinden bir şey yitirm ediği görülür. sanlabilecegi temeller mevcuttu. Ama bu­
Okullarda Latince okutulmasını, Köy Ens­ nun muhafazakârlıkla, tslâmcılıkla varo­
titülerinin yaygınlaşmasını kararlılıkla sa­ labilmesi mümkün değildi. Yine de akla
vunan Mavi Anadoluculann Kemalist eği­ daha yatkın kabul edebileceğim iz, en
tim sistemine e atlanması Kemalizm in bu azından daha az gülünç (Anderson 1993;
pragmatik karakterinin bir sonucu olsa 26) sayılabilecek Anadoluculukta bugün
gerektir. 1950’lerden sonra Kemali2min bile sürdürülen bütün bir dünya tarihini
çeşitli yorumlan arasında hâkim hale gel­ Türklüğe indirgeyen milliyetçi yaklaşı­
meye başlayan milliyetçi-muhafazakâr mın daha yumuşak ama bir o kadar da
yorumunun Mavi Anadolucuları hoş gör­ seçkinci, kendini öteki karşısında yücelti­
mesi olası değildi. Gerçi Murat Belge’nin ci biçim inin izlerinin görülebileceğini
iddia ettiği gibi bir tür Türk ırkçılığının söylemek gerekir. O

343

DİPNOTLAR

1 Mavi Anadolucular çeviri etkinliğinden hoşnut Batı’nın kültür kanaklarına. daha kısacası, bir
kalmamış olmalılar ki bu işe de kendileri el atıp yandan humanizmaya, bir yandan köylüye git­
birçok yapıtı dilimize aktarmışlardır. Ne var ki mek." (Eyuboğlu 1973: 230) Burada dikkat çe­
bu çabanın masum bir çaba olduğunu söyle­ kilmesi gereken önemli bir nokta da Eyuboğ-
mek safdillikten öte bir şey olmayacaktır. Leyla lu'nun ve dolayısıyla Yücel’in bozulmamış ol­
Erbil, Z ih in K u şla rı'n d a Ergin Günçe'ye dayana­ duğu varsayılan yalın ve an kültürüyle köylüyü
rak Eyuboğlu’nun Montaigne çevirilerinde ma­ kurucu bir öğe olarak vurgulamasıdır.
teryalizme kapı aralayan bölümleri düzenli bir
biçimde atladığım aktarıyor. Doğrusu, Eyuboğ- 3 B irin ci Tü rk Tarih K o n g re si'n d e "Kadîm Mede­
niyetler" üzerine sunulan bildiriler ile Halikar-
lu ve şürekasının çeviride tuttukları yol yalnızca
nas Balıkçısının kültür tarihi üzerine yazdığı
belli ideolojik ya da felsefî bölümlerin atlan­
ması İle sınırlı değildir. Sözgelimi, Rabelais'nin metinleri karşılaştırmak sözü edilen benzerli­
ğin abartılmadığmın göstergesidir.
Gargantua’sım çevirirken iyiden iyiye kabala­
şan, cinsel organlara göndermelerde bulunan, 4 1932‘de yapılan Türk Tarih Kongresl'ndeki Ege
hatta kamu görevlilerine sataşan bölümleri at­ uygarlığı yorumunu aktarmak Mavi Anadolucu
lamakta sakınca görmezler ve bunu şu biçimde tarih tasarımıyla İlişkisi bakımından gereklidir:
gerekçelendirirler: “Rabelais’nin ses benzetme­ "Müstakil bir Grek medeniyeti olmadığı ve bu
leri ve kelime oyunları ile yaptığı bu tekerle­ Unvanı taşıyan medeniyetin Anadolu ve Ege
meler daha birkaç satır sürüp gider. Biz bu ka­ medeniyetleri gibi kendisinden daha kıdemlile­
darı ile yetindik.” (Rabelais 2000: 247) Aslında rin yeni bir merkez etrafında inkişaf ve imtida-
istenen “başyapıt" sınıfına giren yapıtların dili­ dından ibaret bulunduğu son zamanların git­
mize çevrilmesi değildir, tersine akıllarındaki tikçe umumileşen kanaatlerindendir." (Reşit
hümanizm ve çağdaşlaşma tasarımlarıyla örtüş­ Galip 1932: 123)
tü ğü kadarının çevrilmesidir.
5 Buna benzer bir "Hektorculuk" ile Erhat'ın M a­
2 Çok açık ki Vücel'in aradığı "fikir adamları" vi Y o lcu lu k J başlıklı yapıtında karşılaşırız: Mavi
Mavi An ado luc ulardır. Zaten Mavi Anadolucu­ Anadoluculann bulunduğu bir teknenin güver­
lar da Yücel ile düşünsel akrabalıklarının ayır- tesinde aralarında şöyle bir konuşma geçer:
dındaydılar ve onu saygıyla anmışlardır, Eyu- "Troya'dan yana mısınız. Yunanlılardan yana
boğlu, Yücel üzerine yazdığı bir yazısında onu mı7’ On beş kişi hep bir ağızdan: Troya'dan ya­
şu sözlerle anlatmaktadır: "Eğitimci olarak İnö­ nayız diye bağırdılar/ 'Akhilleus'tan yana mı,
nü’ye yaranarak değil inanarak tuttuğu yol Hektor'dan yana mı?' 'Hektor, Hektor, Hek-
açık ve seçik düşüncesiyle belirttiği, savundu­ tor,,,' diye parmaklar kalkıyor, Uçan’mn güver­
ğu, gerçekleştirdiği görüş şuydu: Bir yandan tesi kahkahalarla çınlıyordu." (Erhat t997:121}
Cumhuriyetsin İdeolojik
Şekillenmesinde Antropolojinin Rolü:
Irkçı Paradigmanın
Yükselişi ve Düşüşü
S U AVI AYDIN

nesnesi karşısında görece nötr kalabilen


____________ GİRİŞ _________ _
fen bilimlerine benzediği/benzetilmesi ge­
Bilimin gelişmesi ve kurumlaşması süreci rektiği ispalsız kabulüne (pös(ıdahoıı) da­
ile Türkiye modernleşme tarihi arasında yanan pozitivizm, bilimi “rehber edin­
belirgin bir koşutluk bulunduğuna kuşku miş” ve Batılılaşmayı pozitivizm olarak
yoktur. Tü rkiye’nin m odernleşm e ve anlayan yeni devletin nasıl bir sosyal bi­
ulus-devletleşme tarihi, aym zamanda bir lim istediğine de işaret etmekteydi. Yeni
Batılılaşma girişimi ve bu çerçevede pozi- devletin yurttaşlarının benimseyeceği
tivist bir “dünya değiştirme" projesi oldu­ kimlik, bilime uygun olacaktı; daha doğ­
ğu için, bu tarih içinde bilim alanının rusu “güdümlü bilim‘‘in sonuçları, bili­
özel bir yeri ve önemi vardır. “Muasır me­ min nesnesi karşısında yansız olduğu is-
deniyet seviyesi" denildiğinde akla gelen, palsız kabulüne nazaran, tek gerçek, bu
her ne kadar fen bilimleri ve bu bilimlere gerçek de “olması gereken" model olarak
dayalı teknolojik gelişme düzeyi ise de, empoze edilecekti. Bu “bilimcilik". Cum­
aslında Türk modernleşmesi teknolojik huriyet seçkinlerinin akıl yürütmelerinde
gelişmişlik düzeyini ve ekonomik kalkın­ esas dayanaktır. Bu noktada bilim-ulus
ma çıkışım yakalamaktan önce, toplumu devlet ilişkisine bakmak yerinde olacak­
dönüştürecek zihniyetin keskin bir yeni­ tır. Peter Sugar’ın (1967: 93) bu ilişkiye
den inşasına girişmiş ve bu minvalde "ha­ değin belirlem elerinden olmak üzere,
yatta en hakiki mürşit olan" bilimi, yeni milliyetçilik birçok bakımdan yurtsever­
toplum projesinin tek referansı olarak ele likten ayrılmakla birlikte ondan en önem­
almıştır. Burada söz konusu olan “saf bi­ li ayrılığı, sadakatin odağının pairia'dan
lim’’ değildir elbette. Tersine, İkinci Dün­ (valan’dan) devlete kaymış olması ve bu
ya Savaşı öncesi Avrupası’nda ince ince dönüşüme “bilimsel” bir meşruiyet teme­
kurulan devlet-ideoloji-bilim ilişkisine li yaratma ihtiyacının dogmasıdır, işte bu
uyan bir bilim kavrayışıdır. Bu girişimin noktada bilimsel etkinlik alanı ile ulus-
en önemli ayağı “kimlik değiştirmek" ya devletin yurttaşlarını “kimliklendirme"
da homojen ve yukarıdan tanımlanmış ve devletlerarası planda kendisini meşru­
bir “ulusal kimlik” 'çinde farklı kimlikleri laştırma pratiği kesişmektedir. 19. yüzyıl­
eritmek için elverişli bir “bilimsel model” dan itibaren kurumsallaşan bilim, artık
yaratmaktan geçmektedir, ûmi kimliğin ulus-devletin ihtiyaçlarına göre örgütlen­
inşasında rol alacak sosyal bilıtrderin. mek zorundadır.
C U M H U R IY ET ’IN İD E O L O J İK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN BOLÜ

Yeni devletin “kimlik” problem atiğin in bir düz-çizgîli evrimin inşasına ve kendi­
mihverinde Osmanlı’nın “ö tekleştirilme­ sini bu geçmişe dayandıran ulusların say­
si" bulunmaktaydı (bkz, Bora, 1998: 41- gın ve sözü geçen büyük uluslar olarak
2), Daha doğrusu bu “ötekileştirme”, as­ meşrulaştınlmasına yarıyordu. Bu tepe
lında Osmanh geçmişine tamamen ya- noktalarının çevresinde yer alanlar, yani
bancdaşma girişimiydi. Bu mihverin etra­ uygarlığın “ötekileri” ise, “geri” ya da
fındaki ilk halka, Anadolu halklarının “durağan" insanlığı temsil ediyor ve onla­
Türklüğü meselesiydi. ikinci halka ise ra uygarlığın taşınm ası gerekiyordu.
Türk kültürünün lslâm-öncesindeki bü­ Uluslaşma ve ulus-devlet biçim indeki
yük uygarlıkların beşiğinde yoğrulması modern devlet de “önce" uygarlığın tepe
nedeniyle “uygarlığın taşıyıcısı” olarak, noktasındaki yerlerde ortaya çıkmıştı.
İslâmî bir “sapma” ve buna bağlı bir “du­ Çünkü tarihin zorunlu ilerleyişi bu yön­
raklamadan sonra, bu aşamada yeniden deydi. “Sonra” uluslaşanlar, ister istemez,
aslına dönerek özü olan uygarlıkla ku­ bu ilerleme hattının dışındaydı ve onları
caklaştığı gerçek hattına sokulması idi. yazılı belgeler üzerinden bu hatta kat­ 345
Bu yeniden sokuluşun kaynağı Cumhuri­ mak, klasik tarih-filoloji yöntemi bakı­
yet devri inleri, ideolojik temeli ise bizati­ mından imkânsızdı. Bu imkânsızlığın iki
hi bilimin sonuçlarının ortaya koyduğu nedeni vardı. Birincisi, geç-uluslaşanların
“gerçeklik" olmalıydı, işte Türkiye’de kendilerini dayandırdıkları tarihsel toplu­
antropolojinin kuruluş ve gelişim tarihini lukların tarihlerini, “dönemlerindeki uy­
bu genel yönelim içinde görmek, hatta garlık” olarak tanımlanan yazılı kültürler
onun bu bakış açısı içinde ağırlıklı bir kaleme almışlardı. İkincisi klasik tarih-fi­
araç olarak rol oynadığını tespit etmek loloji anlayışına göre Yunan-Roma uygar­
gerekmektedir. lığından beslenmeyen (ki onları da Mısır
Bu genel yönelme büyük ölçüde, tıpkı ve Mezopotamya uygarlıkları beslemiştir)
diğer ulus-devleilerin tarih içinde ulusal hiçbir kültürün uygarlaşması, dolayısıyla
özü besleyen bir köken arayışına girmele­ bu uygarlıktan pay almadan tarihsel uy­
ri gibi, farili anlayışı ve bu anlayışın hük­ garlaşma hatuna katılması mümkün de­
mettiği yeni bir tarih yazıcılığı üzerinden ğildi. Zira modern uygarlığın temeli hü-
yürümüştür. Kimi eski Mezopoıamya-Yu- manizma ve laikleşme idi ve hümanizma
nan-Roma “uygarlık hatu'na eğilirken, ile laisizmin (ve dolayısıyla pozitif düşün­
kimi de ırksal olarak “kendi” saydığı eski cenin) felsefî ve kültürel temelleri bura­
halkların tarihini yeniden inşa etmeye gi­ lardaydı,
rişti, işte ayrım noktası bu olunca, bütün Geç-uluslaşanların parlak modeli Al­
geç-ulus devletlerde olduğu gibi, yazılı manların ulusal öncüleri kabul ettikleri
belgelere dayanan tarih araştırma yönte­ Germen kavimlerinin tarihi, tıpkı geçmiş­
mi, yeni uluslar bakımından “şanlı bir ta­ te Türk sayılan topluluklar için olduğu
rih” inşa etmek için etkisiz kalacaktı. Zira gibi, hep “ötekiler” tarafından yazılmıştı.
“şanlı bir geçmiş” ve çağdaş uluslar ara­ “Ötekiler" yani “uygarlığın kurucuları”
sında yer almalarını sağlayacak bir meş­ ya da dönemlerinde "uygarlığın temsilci­
rulaştırma alanı olarak “yeni ulus)ar”m si” olarak kendini tanımlayan “yazılı kül­
tarihi, bir terin ıncognita idi. Geçmişin ya­ türler”, evrensel tarih kılığındaki Batı-
zılı tarihi sadece, ilk yazının ortaya çıktığı merkezli ve oryantalist etkiler yayan ken­
Sümer Mezopotamya'sını milât kabul ede­ di tarih anlayışlarını, bu tür toplulukları
rek uygarlığın tepe noktalan olarak görü­ kendilerinin anti-tezi olarak konumla-
len Mısır-Yunan-Roma-lbranî-Hıristiyan mak ve onları geçmişin “barbarlan", bu­
kulvarı üzerinden bugünkü Bau’ya ulaşan günün “geri halkları” diye tanımlamak
K E M A L İ Z M

suretiyle oluşturduklarından, bu tür top­ ramıydı. Anglosakson ve Fransız dünya­


luluklar klasik tarih yazıcılığının temel sında “kültür” kavramı ise anılan bölge­
kaynağı olan antik tarih yazıcılığının lerde yaşayan ilkellerin yaşam biçimini
“mağdurları” gibi görünmüşlerdir. Özet­ anlatacak antropolojik anlamına kavuş­
le, hakim anlayış tek bir uygarlık düşün­ muştu bile. Almanlar, bir ulusu tarihin
cesini ve bu uygarlığı taşıyan halkla­ derinliklerinden karışmadan, sapasağlam
rı rı/ulusların uygarlığı yayma ödevini esas bugünlere getiren ve nihaî hedefi olan
almıştır. Dolayısıyla "uygarlığı taşıyan­ devletine kavuşturan “güçlü" kültürü ta­
lar”, onu dünyanın “geri” halklarına ya­ nımlamakla meşguldü. Temelinde dil
yacak, dünya topyekün uygarlaşacaktı. olan ve “ötekilerden” tamamen ayıran
Bu nedenle “uygar uluslar” dünyada ken­ farklı bir “ruh hali"ni anlatan kültür kav­
di “misyon” alanlarını belirlediler ve ara­ ramı ile kültürü taşıyan ırkın saflığı temel
larında nüfuz bölgelerine ilişkin çatışma­ nosyonlardı. Bu kavramın içini doldur­
lar başladı. Bu “misyon” bölgeleri aslında mak için klasik tarihin yöntemleri zayıf,
346 topyekün istismar alanlarıydı ve dünyada hatta geçersiz kalacaktı. Zira gerçeğin sır­
“modernleşme” dediğimiz süreç bu yolla rı, geçmişte belge bırakan ve yıkılıp giden
başladı. “Uygar uluslar" için yarış, uygar­ kozmopolit “uygarlıkların” kurguladığı­
lığı kendilerinin temsil ettiği iddiasını nın ötesinde, geçmişten bugüne hem kül­
güçlendirecek bir “kültür dünyası” yarat­ tür hem de ırk bakımından bozulmadan
ma biçiminde de cereyan etti, Londra ve gelebilmekte gizliydi ve ulusun geçmişte­
Paris, bir ölçüde de Kuzey Amerika’nın ki bu yolculuğu kendi devletine doğru
metropolleri, bir yanda antik dünyanın koştuğu teleolojik bir tür “yabancılaşma­
sanatsal ve estetik simgeleriyle donanmış sından kurtulma” mücadelesi idi. Tarihi
görkemli yapılarla bezenirken, Öte yan­ yapan asıl güç buydu. Dolayısıyla tarih,
dan, “bilinmeyen dünyayı” keşfetmeye bir “uluslar mücadelesi" alanıydı. Bu yüz­
yönelik bilim faaliyetlerinin merkezi olu­ den antik yazılı belge yanıltıcıydı. Çünkü
yordu. Yarış, hem fizikî hem de beşerî “yerli” tarihsel belgeler olmadığına göre,
dünyayı keşfetme atanında da hızla de­ ele aldığı “yabancı kültürü" anlaması
vam ediyordu. Bu yarış içinde coğrafya, mümkün olmayan ve elbette bu teleolojik
jeoloji, biyoloji, prehistorya, arkeoloji ve koşunun safhalarını açık-seçik görmesi
an trop olo ji serpildi. Anglosakson ve beklenmeyecek olan (zira henüz ‘tarih
Fransız dünyası kendine bu şekilde alan felsefesi’ yoktu) bir kozmopolitin gözün­
açarken, geç ulus-devletlerin şahane mo­ den yazılmış tarih, kabul edilebilir bir ka­
deli Almanya, meydanlarına Germen geç­ nıt olamazdı. O halde geriye sadece “top­
mişin büyük ölçüde mitolojik anılarım raktan çıkanlar” kalıyordu. Bu bakımdan
canlandıran anıtlar dikmekle meşguldü bir kültürü geçmişten bugüne izlemek
(bkz. Mosse, 1991; 47-72). Anglosakson için geçerli olan tek yöntem arkeolojinin
ve Fransız bilim dünyası, Amerika, Afri­ yöntemiydi; o sağlam kültürü taşıyanla­
ka, Avustralya ve Okyanusya’da “bilinme­ rın ırksal saflığının bozulmadığını anla­
yenlerin k eşfinin” peşine düşmüşken mak için de fiziksel antropolojiye ihtiyaç
(bkz. Stocking, Jr. 1988 ve Urry, 1993), vardı. Böylelikle, tam bir sosyal Darvdnist
Almanlar yanı başlarındaki Slavlarla, Ya­ yönelimle, bîr ulusu tanımlayabilecek
kındoğu ve Orta Asya ile ilgilendiler. Öte­ kültürel bütünlük ya da ortak kültür, tari­
kiler “uygarlık” taşıdıkları iddiastnday- hin derinliklerinde, ulusun özsel modeli
ken (bkz. Burrovvs, 1986) Almanlar tari­ ve ilktipi olan topluluğa (urvol/t) ulaşın­
hin nasıl “yapıldığının” peşindeydi. Onla­ caya kadar geriye doğru arandı (urgesc-
rın sihirli kavramı tarihselci “kültür" kav­ Jıidı (e-vorgeschidile) ve ulusun varlıksa]
CUMHURİYET*İN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ

meşruiyeti, ulusun “tarihin kuruluşun­ halklar "kültür yaratıcı halklar" (Ktıkıır-


dan beri" ayakta kalmasına ve sağlam bir völfeer) ve “kültürel olarak edilgen -doğa­
kültürü taşımasına bağlandı. Bu bağlam­ ya yakın- halklar" (Notu rvö üter) olarak
da maddî kültür alanında difüzyonist bir ikiye ayrılıyordu. Buna göre bir halkın
yaklaşımla benzerliklerden tarihsel bü­ kültürü arkeolojik kayıtlardan geriye
tünlük çıkarmaya yatkın arkeoloji, bu doğru izlenebildiği ölçüde o halk, tarihsel
maddî kültürün yaratıcılarının ırksal saf­ bir halk, yani “ulus" olarak ilan edilebilir­
lığını ispatlamak ve bugünle bağlantısını di. Kossinna’mn belirttiği gibi, nerede
kurmak için de fiziksel antropoloji ön “Alman maddi kültür unsurları" na rastla­
plana çıkarıldı. nırsa, orası eski Alman toprağı olarak ta­
20. yüzyılın başında Almanya’daki nınmalıydı; buna bağlı olarak o toprak­
Vbilişkimde (Halkbilgisi) çalışmalarından larda Almanya’nın hakkı olduğu savunu­
arkeolojiye yansıyan “etnik-ırkçı paradig­ labilirdi (Trigger, 1989: 164-7; Hârke,
ma”, Almanya’da “G ermenik arkeolo­ 1995). Kossinna’nın başlattığı Alman pre-
jim in belkem iğini oluşturdu. 1902’de historya geleneği “prehistorik ırkçılık” 347
Gustav Kossinna’rıın Berlin Üniversite­ olarak kaydedilmektedir (Hârke, 1995:
si’nd e yerleştirdiği “Germenik Prehis tor­ 54). Prehistorik ırkçılığı, antropolojik
ya”, daha önce DanimarkalIların, Fransız­ ırkçılık beslemektedir. Antropolojik ırkçı­
ların ve PolonyalIların denediği gibi, et­ lığın öncülerinden Waldeyer, “u]us”un
nik kimlikleri arkeolojik kayıtlardan izle­ basitten karmaşığa doğru ilerleyen hayat
me projesiydi. Kossinna, bu projeyi Al­ evriminin zirvesi olduğunu, bu nedenle
man milliyetçiliğinin hizmetine sundu. antropolojinin Alman kültürünün ve fi­
191 l ’de yayımladığı Die Herkım/t der Ger­ ziksel tipinin oluşumunu aydınlatmaya
memen ( “Germenlerin Kökeni") başlıklı hizm et etmesi gerektiğini söylüyordu
kitapta arkeolojiyi “en ulusal bilim" ola­ (Waldeyer, 1903’den aktaran Weindİing,
rak ilan elti' ve eski Germenlerin arke­ 1989: 5 4 ). Irkçı yaklaşım Haeekler’İn
olojik araştırmaya “en ziyade mazhar bir Antlıropogeme (1874) başlıklı kitabında
m illet" olduğunu öne sürdü (Trigger, açıkça görülür. Haeckler, kitabında ırk
1989; 162-3). Kossinna’nın yerleştirdiği tasnifine girişmiş ve tespit ettiği 20 ırk
yaklaşım, Alman arkeologlarının ejiptolo- grubunun en alttaki dördünü “en aşağı
ji (Mısır çalışmaları) ve klasik arkeoloji ırklar” olarak nitelemişti. “Vahşi”, “bar­
(Yunan-Roma çalışmaları) gibi alanlarda bar”, “uygar" ve “kültürlü" olarak tasnif
çalışmalarını bir “yurtseverlik eksikliği" edilen diğer ırklar içinde en yüksek yere
olarak görüyordu; zira bu alanlar Aryen “kültür sahibi” olanlar oturtulmaktadır.
ırkın kökeni ve Alman geçmişi ile ilgili Haeckler’e göre Avrupa ırkı henüz mitile­
değildi. Bu arkeoloji anlayışı, toprak al­ re r Kulturvöllfer ( “orta derecede kültür
tından çıkan maddi kültür kayıtlarının et­ yaratıcılığı") seviyesindedir, bu nedenle
nik kimliği kaçınılmaz bir biçimde yan­ en üst düzeye henüz varılamamıştır. Bu­
sıttığı ve maddî kültür alanındaki benzer­ nun için, eğitime, sanata ve bilime eko­
lik ve farklılıklara tekabül ettiğidir. Kos- nomik destek veren bir “yüksek devlet
sinna’ya göre kültürel süreklilik aynı za­ Örgütlenmesi" gerekmektedir, Haeckler,
manda etnik sürekliliktir, insan davranı­ adeta Üçüncü Reiclı’ı haber vermektedir.
şının temel belirleyicisi de bu kültürel sü­ Bu atmosfer içinde 1880 yılında Adolf
rekliliktir. 19. yüzyılın ortalarında Gustav Stoecker, “ırkın ırka karşı savaşı"nı açık­
Klemm’in AUgemeine Cultur-Geschichte ça ilan etti (VVeindling, 1989: 56-9). Al­
der Mensclıfıeii’da ( “insanlığın Genel Kül­ manya’da antropolojinin bu ırkçı duruşu­
tür Tarihi") temellendirdiği görüşe göre. nu, ırk hıfzıssıhhası kuramı (ojeni) des-
K E M A L İ Z M

Mustafa Kemal, Birinci Türk Tarih Kongresi ne katılan üyelerle. Bu Kongre, Türklerin
ortaya çıkışlarından ("tarihin ilk çağlarından") beri ileri ve medenî bir millet olduğu
tezini geliştirmeye, bununla beraber Osmanlı dönemini "umumî Türk tarihi“ içinde
paranteze almaya çalışmıştır.

tekledi. Zamanla “halk sağlığı” progra­ şıyacak çerçeve, büyük ölçüde Alman­
mıyla birleşmiş olan ojeni, başlangıçta Al­ ya’da kurumsallaşan arkeoloji-antropoloji
man ırkçılığının geleneksel tarihinin ser­ metodolojisini izlemek zorunda kalmıştır.
gilediği sınırları aşan tarihsel-toplumsal Bu yüzden Cumhuriyet’in başında klasik
sorunlara işaret etmekteydi. Özellikle Av­ tarih yazıcılığı yerine arkeoloji ve antro­
rupa’nın görece “geri kalmış’’ bir halkı polojinin öne çıktığını görürüz. Türki­
olan Almanların ulusal kompleksleriyle ye’nin bir başka sorunu da, tarih yazıcılı­
ve geç gelen Alman Birliği’yle, bu komp­ ğına döndüğünde karşılaştığı İslâm ve
leksin itkisiyle hızla sanayileşme çabası­ Osmanlı kaynaklarıdır. Kuruluşun “öte­
nın doğurduğu toplumsal sorunlarla ya­ kisi” olan Osmanh’nın reddine dayanan
kından ilgili olmuştur. Ojeni tarihi, aşırı varlıksal meşruiyetin temeli elbette bu
milliyetçi-ırkçı (vö(fdsdı) hareketlerin bir belgelerden izlenemezdi. Üstelik Islâm!
ürünü olarak da görülebilir. Nitekim 20. geçmiş, başından beri izlendiği varsayılan
yüzyılın başlarından itibaren yavaş yavaş uygarlık hattından “kopuş" anlamına ge­
bu görünümü kazanmaya başlamıştır. Bu­ liyor; “ilerleyen" bir halk olmak yerine,
na bakılırsa, 1880’den sonra giderek güç­ durağanlaşmayı temsil ediyordu.
lenen, kanın ve ırkm saflığına ilişkin yeni Şüphesiz, yukarıda anılan ikilem, yani
anti-semitik söylem, Nazi soykırımında uygarlık-kültür ikilemi, bu yönelimde de
kuvveden fiile geçm iştir (NVeindling, söz konusu olmuştur. Bu, cumhuriyetin
1989: 1, 5-6). ilk yıllarında sosyoloji alanındaki cephe­
Türkiye’nin kuruluşunda, meşruiyet te­ leşmeden de izlenebilecek bir olgudur. Bu
meli olacak ve modern devletin egemen­ konuda keskin çizgiyi çizen kişi Ziya Gö-
lik bakımından özü olan ulusa kimlik ta­ kalp’tir.
CUMHURİYETİN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ

Gökalp (bkz. 1915), bir kavmin bilim­ değiştirebilir olduğu halde, kültür “mil-
sel incelemesi için onun geçmişine bakıl­ lî”dir ve bir milletten diğerine geçemez
ması gerektiğini söyler. Gökalp’a göre ka­ (Gökalp, 1976: 19), Zira, “bir milletin
vimler “iptidaî kavimler" (Naturvölker) kültürü yalnız kendisine mahsustur.
ve “milletler” (nafions) olmak üzere ikiye Çünkü kültürün esası, dinî, ahlakî, este­
ayrılırlar. Yazı ve tarih milletlerle başlar. tik heyecanlardır ve bu heyecanlar da
Milletlerin çeşitli türleri vardır. “Teokra­ milletin en samimi ve en içten duyguları­
tik” ve “teşrü” milletlerin bir “millî” ve dır; milletin kendi şahsiyetinin samimi
“müstakil" medeniyetleri yoktur. Bunlar ifadeleri olduğu gibi, bunlara eklenen hu­
beynelm ilel bir m edeniyetin dayattığı susi dili de milletin tarihî ve sosyal haya­
“ortak hayat"ı paylaşırlar, bu açıdan bu tının bir aynasıdır" (Gökalp, 1917: 381),
milletlerin iptidaî kavim terden farkı yok­ Kültürün bu “manevî" vurgulamşına bağ­
tur. Oysa milletin üçüncü türü olan “kül­ lı olarak Ziya Gökalp (1976: 20), “bir
tür milletleri" (burada Kukun'ölher kaste­ milletin harsına dâir bir tarih kolayca ya­
diliyor olmalı) bu ortak medeniyet dairesi zılamaz. Fakat, bir medeniyet hakkında 349
içinden sıyrıldıkları, kendi kurumlarını tarih y azılab ilir" der. G ökalp'a göre
yarattıkları ölçüde meydana gelirler: (1918: 162-3) bir toplumda kültürün ge­
lişmesi, aynı zamanda medeniyetin de ge­
Bir kavim milletlerarası medeniyetin nıii-
lişmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu fi­
esseselerine kendi dil ve vicdanının rengi­
kirleriyle Gökalp, Alman Kültür anlayışı­
ni vererek, onları kendi ruhuna uy d utma­
na ve bu anlayışa dayalı bir “milliyetçilik”
ğa başladığı dakikada müstakil ve millî
biçimine angaje olmaktadır. Kültür ben­
bir medeniyete yani kültüre mâlik olma­
zersiz bir manevi oluşum, ulusun tözün­
ğa başlar. Bu kavmin butun mânâsıyla
den türeyen bir tür dışavurum ve bu ha­
tam b ir millet olması ancak bu yolda
liyle başka kültürlere benzemeyen, akta­
müstakil bir kültüre salıip olmasıyla ka­
rıl ama yan, ilkel olanın (Naturvölher) kar­
imdir Millî kültür başladığı günden itiba­
şıtı (Kultnrvölfîer), dolayısıyla uygarlığı
ren ayrı kökten olan milletlerarası mües­
ve onun taşıyıcısı olan tarihi yaratan ve
seseler arasında samimi bir ahenk kuru­
geliştiren bir toplumsal ruh (Volhsgeisl)
larak ottlart canlı bir uzviyetin dayanış­
halidir.
malı organları haline koym ağa başlar
Gökalp’m ölümünden sonra kürsüsü
Kültür birbirine bağlı sistemlerden, her
emanet edilen ve “resmî sosyolojf’yi tem­
sistem de birbirlerine bağlı müesseseler-
sil eden Necmettin Sadak’ta da aynı izi
den mürekkeptir,. Müesseseler arasında­
süreriz. Ona göre toplumu doğuran şey,
ki bu ahenk, müesseselerin dayandığı di­
insanlar arasındaki düşünce ve duygu
nî, ahlâkî ilh., ütülerden, yâni umumî ef­
birliği, yani “İçtimaî ruh’’tur. Bu “İçtimaî
kârdan doğar Bir millete ait umumî efkâ­
ruh", doğrudan doğruya “kültür" tanı­
rın ahenkli olması da hepsinin aynı İçti­
mıyla örtüşür. Zaten, Gökalp’ı izleyerek
maî bünyeden çıkmasının sonucudur.
söylediği gibi, “...bir milleti yapan kültür
Ziya Gökalp (1917: 381), bunun karşı­ ve an’ane birliğidir" (Sadak, 1939: 42).
sında medeniyeti, “aynı medeniyet daire­ Ulus halinde yaşamak iradesi, bireylerin
sine dahil birçok milletlerin sosyal hayat­ açık ya da kapalı iradesinden önce mev­
larının müşterek bir toplamıdır" diye ta­ cuttur; yani Sadak’ın “millî vicdan” dedi­
nımlar, Bu şekliyle medeniyet, “müspet ği şey, modern ulustan önce olan, özse!
ilimlerden, tekniklerden ve usullerden bir oluştur; Ernst Renan’ın dediği gibi
mürekkeptir". Medeniyet, bir milletten “millet bir candır, ruhî bir prensiptir"
diğerine aktarılabilir, bir millet medeniyet (Sadak, 1939: 39), Bir ulusun oluşması
K E M A L İ Z M

M. Saffet Engin yaşanan güçlükler, onun çalışmala­


rında çarpıcı biçimde görünür. Bütün
C U M H U R ARSLAN bu farklılıkları sentezlemeye çalış­
mıştır. Kemalizm! sınırsız bir tapınma
kültüyle bütünleştirme çabası içinde,
düşünsel ve toplumsal etkinliği hayli
azalmış olarak, bir "egzantrikliğin",
"aşırılığın" timsali olmuştur.
M. Saffet Engin öncelikle ve tartış­
masız Atatürkçü'dür. Dilde Öztürkçe-
cilîği savunur, ırkçıdır, irredentizmi
M. Saffet Engin ya da 'Öztürkçecilik'
sosyolojik bir yasa olarak sunmakta­
düşüncesine bağlılığının göstergesi dır, Müslümandır fakat yobazlığa kar­
350 olarak aldığı yeni adıyla Arın Engin, şıdır, dil ve tarih tezlerinin tarih-dışı
1930'lardan 1970'lere uzanan süreç­ bütün argümantasyonlarmı büyük bir
te Kemalizmin, 'ılımlı' ve medeniyet­ inançla savunmaktadır. 1930'larda
çi yaklaşımlardan giderek "irrasyo- inkılâbın hangi karakterler içerisinde
nel'-faşizan yaklaşımlara kayan bir yer alması gerektiği o günkü Türk ay­
yorumcusudur. 1930'larda Cumhuri­ dınlarının, seçkinlerinin temel prob­
yet ideolojisinin 'millî kimlik inşa' et­ lem alanım oluşturur. "Büyük Türk
me ve doktrinfeşme sürecinde K e m a­ J e n is i" n i n (Engin, 1938:63) bu dö­
liz m İn k ılâ b ın ın P r e n s ip le r i (1938) nemde üstünde durduğu konu yeni
adlı çalışmasıyla etkin rol oynamış, Türk Devletİ'nin nasıl bir kimliğe sa­
daha sonra ise Kemalizmin ideolo­ hip olacağı düşüncesidir ve bu çerçe­
ji k/siyasai/toplumsal bütün açılımları­ vede 1930larda hummalı çalışmalar
nı varabileceği en son noktalara ka­ başlamış, sosyoloji, etnoloji, antropo­
dar götürmüş ilginç bir aydındır. Ke­ loji, tarih, vb. bir çok alan temel alın­
malizmin ideolojik/politik tüm sorun­ mak suretiyle yeni Türk kimliği bilim­
sal alanları, kavramsallaştırılmasında sel esaslar çerçevesinde saptanmaya

için ilk koşul “bağımsız bir kültüCdür. sosyolojisine sinmişti. Gerçi 1930Tarın
Dolayısıyla Sadak sosyolojisi, kültür bakı­ “uygar dünya” içinde kendisine yer ara­
mından uluslararasında farkların çoğal­ yan Kemalizmi, Gökalpçı hars-medeniyet
masını bir gelişme sayar ve bu farkların ayrımını reddeden bir varyant olarak
ortadan kalkmasıyla insanlığın yoksulla­ Mehmet İzzet sosyolojisinin evrenselci
şacağını ileri sürer (Sadak, L939: 38). Bu eğ ilim in e3 m üsam aha et mi şt i r ama
noktada Türkiye sosyolojisinin kurum­ 1948’de evrenselci eğilimler bütünüyle
sallaşma döneminde, büyük ölçüde Al­ tasfiye edildikten sonra bu aynımla besle­
man tarihsekiliğinin kültür ve ulus görü­ nen özgücü “millî sosyoloji”, rakipsiz ka­
şünün taklit edildiği görülür,2 Burada Al­ larak tek güç haline gelmiştir. “Millî sos­
man tarihsekiliğinin esas aldığı ulus an­ yoloji" kültür ve uygarlık kavramları ara­
layışıyla Fransız pozitivizminin organik cılığı ile toplumsal hayatı ikiye bölüyor,
toplum anlayışı meczed il mektedir. ulaşılması hedeflenen “çağdaş uygarlık
Kültürün manevî ve fikrî olduğuna iliş­ seviyesi’’ne ait sayılan bilimsel ve teknik
kin vurgu, başlangıçtan itibaren Türkiye iktibaslar ve ortaklıklar uygarlık dairesi
C UMH UR IY ET 'IN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ

çalışılmıştır. Dönem her açıdan yeni


devletin hangi meşruiyet ve kimlik
zemininde tanımlanacağı tartışmalara
tanık olunan dönemdir. Türk Ocakla­
rının kapatılıp Halkevlerinin kurulu­
şu, Kadrocuların çalışmaları, Dil ve
Tarih Kurultayları böyleşi bir gereksi­
nimin ortaya çıkması üzerine başlatı­
lan çalışmalardır. Ancak bu tartışma­
ların içerik ve ekseni çok farklı bo­
yutlara kayşa bile yapılan çalışmalar­
da esas olarak 'seküler birey' (Yıldız,
2001: 155) anlayışına bağlı kalındığı,
geleneksel aidiyet normlarını terk 352
ederek yeni ulus-devlet ideolojisi
bağlamında Batılı çağdaş normları
kabullenmiş bir toplumun hedeflen­
"Türk milletinin, cihan medeniyetinin
diği görülmektedir. M. Saffet Engin de
yürüyüş ve yükselişinde son birkaç
1930'larda bu çerçevede Türkçülük- asırdır tarihî rehberlik vazifesini
Batıcıhk anlayışı doğrultusunda özel­ yapamaytşt, arızî sebeplere (...) bağlı
likle dönemin hakim kimlik kodu bir s a fh a idi. (...) Türk milletinin
yükseliş hamleleri, yeni medeniyetin
olan Osmanlılık eleştirisini öne çıkar­
merkezinin neresi olacağım tayinde
mış, yeni kimlik kodlarını eskiyi yıka­ tereddüde y er bırakmıyor. ”
rak ortaya koymaya çalışmıştır. "B ü ­ (Saffet Btıgin)
yük Atatürk'ün sağlığında gözden ge­
çirmek kaygısında bulunarak yüksek pilmiş olan üç tutamlık (ciltlik)'' (En­
onaylarıyla basılması için Cumhuri­ gin, 1970:111) K e m a liz m İn k ılâ b ın ın
yet gazetesi kurucusu sayın Yunus P re n sip le ri adlı eserinin ilk cildinde
Nadi'ye salık vererek ilk basımı ya- A. Comte'un üç hal yasasını aktarıp

içine alınarak, kültürün, ulusa şahsiyeti­ ha önemlidir (bkz. Turhan, 1980: 405).
ni, ayrıcalığını kazandıran ve bu yüzden Çünkü “millî kültür’ ün varlığı, aynı za­
de kolay kolay değişmemesi gereken öz­ manda ulus-devîetin teminatıdır,
gün manevî özellikler toplamı olduğu Anglosakson ve Fransız dünyası ( “dü-
vurgulanıyordu, Ziyaettin Fahri Fındı- vel-i muazzama”) karşısında ulus-devletin
koğlu bu ayrıma titizlikle uyar; ölümüne varlıksal meşruiyeti bakımından “yoksun”
yakın bir tarihle yazdığı "Kültür Buhranı” durumdaki bütün geç-uluslaşanlar gibi,
başlıklı makalesinde, ona göre bilim ve Cumhuriyet de Gökalp-Sadak-Fındıkoğlu
tekniği anlatan uygarlık uluslararası, kül­ çizgisinde ifadesini bulan bu “millî kül­
tür ise ulusaldır (bkz, Fındıkoğlu, L985), tür” tasarımına angaje olmakla birlikle, bir
Ulusal (millî) kültür, ulus-devletin en taraftan da Batılılaşma isteğinin itkisiyle
önemli temelidir ve ulusun varlığını sür­ evrenselci bir uyg? Tık tasarımıyla flört et­
dürebilmesi için gerekli şart “millî kül­ mekteydi. Ancak Ban dünyasında, kendi
tümün varlığıdır, hatta “millî kültür”ün uygarlıklarının temeli saydıkları Yunan
varlığı bağımsız bir devlet kurmaktan da­ dünyasının mirasını yok eden, Judeo-Flı-
K E M A L l Z 1.'

"asrımızın bütün İleri milletleri hep dan hareketle Cumhuriyet'in inkılap­


bu üçüncü devreye girmiş olanlardır" çı zihniyetinin kendisi için tanıdığı
(Engin,1938:18) diyerek Türk inkılâ­ meşruiyet zemininin çok güçlü ve
bıyla pozitif devreye girdiğimizi be­ karşı konulmaz temellere dayandırıl­
lirtir. Türk inkılâbım yorumlarken dö­ dığım söylemek mümkün. M . Ke­
neminin bütün yazarları gibi temel mal'in "medeniyet öyle bir kuvvetli
kaynak olarak Comte, Durkheim ve bir ateştir ki ona bigane olanları ya­
Gökalp'e dayanmış, daha sonra bun­ kar ve mahveder" sözünü de böylesi
lara bir çok Batılı düşünürden katkı­ bir ideolojik/siyasal bir zorunluluk
lar yapmıştır. kapsamı içinde değerlendirebiliriz.
M. Saffet Engin bütün çalışmaların­ Zaten M. Saffet Engin bilimlerin fonk­
da görüşlerini bilimin kesin ve zorun­ siyonların devrimin hizmetinde ol­
lu gücüne vurgu yaparak temellendi­ ması gerektiğini belirterek Cumhuri­
352 rir. Onun için bilimin yasaları kesin­ yet'in total kültürel zihniyet politika­
dir ve şaşmaz; bizim yapmamız gere­ larını da meşrulaştırır. "Usbilikte (fel­
ken şey onların kanunlarına uymak­ sefe, c. a.) daha çok devrimlerimizi
tır, "Avrupa birliğine doğru gidiş artık sağlamlaştırmak olan törbilik (ahlak)
kesin toplumbilimsel bir zorunluluk­ ve ülkücülük bölümlerine Önem ve­
tur. (...) Toplumbilim (sosyoloji) yasa­ rilmelidir. (...) Toplumbilim (sosyolo­
ları,... hiç şaşmaz. Bu yasalar arasın­ ji) de daha çok devrim toplumbilimi
da bir 'irredantizm' yasası da vardır." niteliği almalıdır. Toptumların uygar­
(Engin, 1970:33). Bu çerçevede örne­ lık denemeleri iyice belirtilmelidir."
ğin Z. Gökalp'te bir ümit, bir ideal, (Engin, 1970:57) Cumhuriyet'in bi­
bir epik unsur olarak duran Turan fik­ limleri resmî ideoloji bağlamında be­
ri burada sosyolojik bir zorunluluk lirleyen karakteri yanında M. Saffet
haline gelmektedir: "Türk Birliği (Tu­ Engin "Nutuk, bütün Cumhuriyet ne­
ran) de sosyolojinin 'irredantizm' ya­ sillerine mukaddes kitap olmalıdır"
sası gereğince er geç gerçekleşecek­ (Engin, 1938:88) diyerek bu ideolojik
tir." (Engin, 1970:38). Aslında bura­ tezahürü iyice sağlamlaştırma amacı-

ristiyan uygarlığın en büyük düşmanı ol­ nal bir biçimde varlığım sürdürebildi.
muş Asyalı-askerı-geri bir kavim olarak Özetle yeni Cumhuriyet yurttaşlarını
yaygın “Osmanh-Türk imajı”, bu flörtün kimliklendirirken “Türklüğün” altını ka­
sonuçlarım olumsuz etkiledi. Başlangıçta, lın çizgilerle çizmesiyle küllür-milliyetçi
Yunan uygarlığının da öncesinde varolan bir kutup tarafından çekilirken ve böyle-
büyük uygarlıkları yaratanların “Türk]er” ce özgücü kültür kavramının çekim ala­
olduğunu, “Türkler”in Anadolu’nun otok- nına girerken, öte taraftan modernleşme-
ton halkı olduğunu iddia eden antropolo- ci/Balılıtaşmacı hamlesi bakımından, tanı
jik-arkeolojik karakterli Türk Tarih Tezi karşı tarafta gibi görünen medeniyetçi bir
revaç bulduysa da, bu tezin egemenliği kutup tarafından da çekiliyordu. Bu bir
pek fazla sürmedi. Bu tez, resmî korunma­ ikilem gibi görünebilir ya da bu olguya
dan çıktıktan sonra, sadece Hal ikamaş Ba- bakanlar, kendi eğilimlerine göre bunlar­
lıkçısı-Azra Erhat-Eyuboglu gibi bir kısım dan birini asal sayabilir.
entelektüelin fantastik (hümanist) bir sa­ Uygarlıkçı çizginin takipçileri, özellikle
vunma milliyetçiliği varyantı olarak marji­ Ankara Üniversitesi’nin nüvesi olan Dil
C U M H U R I Y ET r I N İ D E O L O J İ K ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ

na yönelmektedir. Bu noktada sadece bir etken olarak geçersiz leşti ri lir, çün­
bilimlerin ve resmî belgelerin değil kü Osmanlı/İslâm birlikteliğinin ya­
M . Kemal kültünün M . Saffet En­ rattığı özdeşleşmeden rahatsız olan
gin'de aldığı görünüm de Cumhuri- aydınlar din bağlantısını tarihsel ana­
yet'in önderiyle organik aydınları lizlerinden çıkarmışlardır. Türlerin en
arasındaki ilişkilerin dinsel kategorik eski medeniyet oldukları ve bugünkü
bağlam a ç e v rild iğ in i gösteriyor: Batı medeniyetinin temellerini attığı­
"Türk milletinin dehasını temsil eden na kesinlikle inanan ve bunu Türk
Büyük Atatürk'ten bahsetmek teşeb­ Tarih Tezi ile resmî ideolojiye taşıyan
büsüne girişiyoruz. Fakat hemen söy­ aydınlar Türk ırkının konumunu ger-
leyelim ki, onun künh ve mahiyetine çek-dışı boyutlarda tahayyül etmiş­
tamamile nüfuz etmek, onu tamamile lerdir: "Kainatın hakiki mahiyetinin
anlayabilmek hiçbir faniye nasip ol­ bir külli irade ve faal enerji olduğunu
mayacak bir şeydir. Çünkü o yiyip kabul edersek, bunun en yüksek te­ 353
içen, düşünen, duyan alelade beşeri cellisini Türk milletinin şuurunda gö­
hayatın üstünde başka bir varlığa ma­ rebiliyoruz." (Engin, 1938:41). Engin
liktir. Türk milletinin maşeri vicdan öncelikle Türk inkılâbının içeriğini
ve dehasını şahsiyetinde toplamıştır. saptar: "Ey Atatürkçüler! İlk ereğiniz
Türk milletinin vicdanı ise önünde en Türkleşmektir, çağdaşlaşmaktır. Birin­
derin huşu ve ihtişamla takdis edile­ cisinin en büyük aracı Dİl-Tarih dev­
cek bir ekmelîyet remzidir, üluhiyet- rimi, iktncisininki, Laiklik ve Greko-
tİr." (Engin, 1938:79). Latin kültürüdür." (Engin, 1972:19)
Türk tarihinin karakterlerini ortaya Bu çerçevede onun öncelikle Tarih
koyarken C ö k a lp 'in Türk tarihini Teziyle alakalı söylediği "bugünkü
"d in " çerçevesinde ele alınm asını Batı kültürü tümüyle Sümer-Eti-Aka
eleştirerek, bunun "Türk Tarih Tezi­ ve Etrüsk Türklerinin toplumsa] bir
nin esas'Tarıyla çelişeceğini belirtir. yaşantı kalıntısıdır" (Engin, 1972:42)
Böylece Türk ırk ve medeniyetinin görüşü üzerinde durmamız gerekiyor.
saptanmasında daha işin başında din Türk Tarih Tezi Cumhuriyet'in millî

ve Tarih-Cografya Fakültesi’nin (DTCF) Hatta bütün dünyada Assuroloji olarak


kuruluşunda klasik filoloji ve arkeoloji bilinen bilim dalı, bu Fakülte’de Ata­
eğitiminin önemli bir yer tutmasına baka­ türk’ün direktifiyle Sümeroloji adıyla ku­
rak, bunu mihvere hümanizmin oturtulü- rulmuştur.5
şunun karinesi sayarlar (örneğin bkz. Ancak bu durum Cumhuriyet’in milli­
Kaynardağ 1998). Oysa Türk Tarih Te- yetçi kimlik tasarımının özünde, hiç ol­
zi’ne ve Güneş-Dil Teorİsİ’ne yakından mazsa başlangıçta, uygarlıkçı bir idenin
bakıldığında, Filoloji ve arkeoloji eğitimi­ bulunduğunu görmemizi engellemez. So­
nin Türk tarihine ilişkin birincil kaynak­ nuçta temel çaba, Türklüğün tarihin de­
ların okunması ve bu dillerle Türkçe ara­ rinlerinden gelen "millî varlığıyla’’ uygar­
sındaki ilişkilerin araştırılması amacıyla lığı taşıyan uluslardan biri olduğunun ka­
kurulduğu açıkça görülür,'1 Yoksa, Macar, nıtlanması, Batı’daki yaygın “Osmanlı-
Hint, Çin filolojilerinin varlığını açıkla­ Türk” imajının kırılması ve dolayısıyla
makta güçlük çekeriz. Fakülte, tamamen "yurttaş”a güven verecek yeni ve kapsayı­
Türk Tarih Tezi etrafında örgütlenmiştir. cı bir kimlik tasarımının temellerinin atıl-
K e m a l i z m

kimlik oluşturma, ulusa belirli bir mokrat, feminist, adalet ve tolerans


'şahsiyet' kazandırma sürecinde etkili sahibi, "mücerret tefekkür kabiliyeti­
olmuştur. Fakat bunun yanında Türk- ni' haiz olduğu belirtilerek kolaylıkla
çülük/milliyetçilik anlayışının daha medenileşeceği savunulmuştur (En­
sonra 'ırk ç ı',1 'etnosentrik' boyuta gin, 1838:97; Öztürk: 1930). Mede­
kaymasında etkili bir rol oynadığını nîleşmenin önündeki engel ise bizi
söyleyebiliriz. 1940'larda başlayan Türklüğümüzden dolayısıyla da me­
'arı' Türkçülük fikrinin bir çok somut denî kimliğimizden uzaklaştıran Os-
unsurunu ikinci Tarih Kongresi'nde manlı/islâm sürecidir. Kozmopolit,
bulm ak mümkün. Burada M. Ke­ yab ancı, zararlı, müstebit, gerici
mal'in Türk ulusçuluğu anlayışının ir- özellikleriyle bizi çağdaş hayat yaşa­
redentîst, etnosentrik, pantürkist ide­ maktan uzaklaştıran Osmanlı/İslâm
aller çerçevesinde şekillenmemiş ol­ mirasından kurtulmakla hem kendi
354 duğunu belirtmek istiyoruz. Kaldı ki kim liğim ize kavuşacağız, hem de
Cumhuriyetçi söylem böylesİ bir on- medenî, uygar bir toplum haline ge-
tolojîk 'ideal' anlayışını gereksiz kıl­ leceğizdir. Erken Cumhuriyet seçkin­
maktadır. Bu söylem de en hassas lerinin genel düşüncelerini bu argü­
nokta yeni devletin tesis edilmesi ol­ manda bulabiliriz. C um huriyet'in
muş, daha sonra bu tesisin hangi 1925'lerde geçerli olan yasalar ve
alanlarda gerçekleşebileceği tartışıl­ kararlar çerçevesindeki modernleşme
mıştır. 'Ulus-devlet' anlayışı içerisin­ süreci özellikle dinsel/siyasî kimlikle­
de geleneksel cemaat ilişkileri çözü­ rin tasfiyesi sürecini içerir. 1930'la'rda
lerek Taik-birey' ekseninde Batılı de­ başlayan kültür eksenli çalışmalarda
ğerlerle bütünleştirilmiş bîr toplum ise 'özcü' kimliğe kesinlik kazandır­
hedeflenmiştir. M. Saffet Engin, Halil mak, farklılıkları tecrit ederek, pozitif
Nimetullah Öztürk vb. bir çok erken değerlere bağlı ortak düşünen/yaşa-
Cumhuriyet seçkini medenileşmeyle yan bireyler yaratmak yoluyla ulus-
milliyetçilik arasında ilinti kurmuşlar­ devletin ebedî bekasım temin etme
dır. Türk milletinin tarihte halkçı, de­ arayışı üzerinde şekillenmiştir.

masıdır. Ancak bu kanıtlama girişiminin Yücel’in eğitim bakanlığı sırasında başla­


temel kabullerinin, 20. yüzyıl başının yan ve klasiklerin çevrilmesi, Köy Ensti­
egemen paradigmaları olan “kültürcü”6 tülerinin kurulması gibi girişimlerle so­
ve sonra “ırkçı” teorilerden geniş biçimde mutlaşan harekettir. Burada yukarıda anı­
etkilendiğini de göz ardı edemeyiz. Gö­ lan iki kutbun asıl çekişmesine şahit olu­
rülmesi gereken bir diğer nokta, Gökalpçi ruz, Buradan galip çıkan ise, İkinci Dün­
“medeniyet” anlayışına da itibar edilme­ ya Savaşı sonrası koşullarında kültürcü-
diğidir. Burada da medeniyet-teknoloji milliyetçi kutup olmuştur.
indirgemeciliği yerine, uygarlığı bizatihi Özelle söylenecek olursa. Cumhuri­
kurmaklığı bakımından zaten kültürü yetin “ulus yaratma” projesi, kafası ol­
ona açık olan bir milletin “muasır mede- dukça karışık bir projedir ve bu nedenle
n iy e fe yönelirken aslında özüne dön­ farklı paradigmalar yer yer birbirinin içi­
mekte olduğu kabulü konulur. Cumhuri­ ne girmiştir. Ancak, başlangıçta da deği­
yet tarihinde asıl uygarlıkçı (Batı uygarlı­ nildiği gibi, uygarlığa ortak olmaklığı ba­
ğına tam yönelimli) hamle İse, Haşan Âli kımından “tasarlanan ulusun geçmişi”,
C U M H U R İY E T İN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ

1930'!arın kültürcülük hareketle­ tir. (Engin, 1938:1 20-1 21). Atatürk'ün


rinde Tarih Tezi kadar Dil Tezi de se- resmî m etinlerind e d ile getirilen
küler birey nosyonu bağlamında eski halkçılık anlayışı Öncelikle 'sınıf mü­
Osmanlı cemaat kültürünün tasfiyesi­ cadelesine' karşı geliştirilmiş bîr ide­
ni içerir. Buna göre "D il devrimînin olojidir. (Timur, 1993:107) Bu çerçe­
amacı, Osmanlıca yerine Türkçe'yi vede Engin'e göre "Avrupa'nın sınıf
koymak ve böylece kültür dilimizi kavgaları da, bizim halkçılık mefhu­
Arap egemenliğinden kurtarıp kendi mumuzla telif kabul edilemez" ve za­
özbenlîğİne kavuşturmaktı" (Engin, ten "... sınıf ayrılıkları... halk mefhu­
1970:15). Cumhuriyet'in yeni toplum munu ucuzlatan, küçülten ve genel
projesinde dil çalışm aları kültürel millet mefhumundan ayıran, parçala­
olarak eskiden kopmanın önemli re­ yıcı ve yıkıcı bir kuvvettir" (Engin,
feransını oluşturmuştur. Keza Güneş- 1938:121) Cumhuriyet ideolojisi sınıf
Dil Teorisi seçkinlerin aidiyet duygu­ farklılık larını kabul etmediği gibi 355
sundaki muhtemel boşlukları gidere­ 'parti' farklılıklarım da 'bozucu', 'y ı­
rek, aslında dili de Türklerin yarattığı kıcı', 'parçalayıcı' bir unsur olarak
hissiyatını oluşturacaktır.2 değerlendirir. Sınıf ayrılıkları fikrine
1930'larda M. Saffet Engin yeni karşı olan erken Cumhuriyet aydınla­
kültürün topluma intibakında otoriter rı "birbirine son derece düşman ve
bir anlayıştan hareket etmiş, "halk rakip parti ruhu(nu) da" tehlikeli bul­
mefhumu nasyonal,,., layık ve müsta­ muş, halkçılığın CHF'sınm "veciz bir
kil bir ruh... ister" diyerek sınıfsal ifadesi" olduğuna hükmetmiş, Türk
farklılıkları reddeden bir anlayışı be­ halkının her ne İle olursa olsun ayrı­
nimsemiştir. "Kem alizm i, sadece... lık kabul etmeyeceği sonucuna ulaş­
halkçılık mefhumu ile ifade etmekle" mışlardır. "Behemal Batı medeniyeti­
anlayabileceğimizi vurgulayan Engin, ni" takip edecek olan yeni Cumhuri­
halkçılığı "her şeyin üstünde ulusal yet seçkinleri kendi paternalist/otori-
menfaatlerin egemenliğine" bağlaya­ ter ideolojisine ters düştüğü anda Ba­
rak parti ve sınıf olgularını reddetmiş­ tıyla olan farklarını hemen öne çıka-

bu ortaklığa ilişkin olarak. Batı (Anglo­ kozmopolit-Osmanlı unsurlarla İslâmî


sakson ve Fransız) dünyasında akredite unsurlar bilinçlerden temizlenecektir.
kanıtlardan yoksun olduğu için, Cumhu­ Şimdi “kim ilklendirme” projesinin en
riyet ister istemez Alman tarzı bir kültür önemli ayaklarından biri olan antropoloji
anlayışının etkisi altında kendisine antro­ çalışmalarının Cumhuriyet öncesinden
polojik ve arkeolojik bir geçmiş (bir tır- 1950’lere kadar uzanan serüvenine ve yu­
gesclüclıte) inşa etmeye girişmiştir. Böyle­ karıdaki tespitlere biraz daha yakından
likle devletin öznesi olan “ulusun” hem bakalım.
tarihsel-kültür sahibi bir halk (Kııliur-
voliî) olarak mevcudiyetinin meşruluğu
TÜRKİYE’DE ANTROPOLOJİNİN
gösterilecek, hem de Osmanlı öncesi geç­
KURUMLAŞMASI VE İRK PARADİGMASf
mişin “parlaklığı” ve “uygarlığa yaptığı
katkı” ortaya çıkarılarak. Cumhuriyet Türkler üzerindeki antropolojik araştır­
“ötekisi” ile hesaplaşacak ve yurttaşlara malar elbette, diğer birçok alanda olduğu
biçilen yeni ulusal kimliğe bulaşabilecek gibi Cumhuriyet’ıen önce başlamıştı. An-
K E M A L İ Z M

racaklardır. Böylece, anakronik bir yorumu geliştirmiştir. Aşırı sağ/milli-


biçimde, Batı'dan farklı olduklarım yetçi Kemalist yorumun tüm farklılık­
vurgulamak için, Batılı değerlerin ları, kimlikleri yok sayma eğilimi on­
(demokrat, hoşgörülü, eşitlikçi...) kö­ da hayli belirgindir. "Halk böyle isti­
künü buldukları kendi efsane-geçmid­ yor" diyenlere karşı "halka rağmen
lerine de ters düşerler. halk için... bir devrim" anlayışını (En­
Halkçılık ideolojisinin pozitivizmle gin, 1970:35) savunan Engin "Türki­
bütünleşmek suretiyle elitist/seçkinci ye'de ikî çeşit toplum vardır: Türkler
bir anlayışa dönüştüğünü görüyoruz. (Üe), Türklüğe henüz kaynaşmamış
Cumhurİyet'in halkçılık anlayışı özel­ Türklük düşmanı Kürtler, sosyalistler,
likle 'bilim'e, 'bilimsel yasa'lara ve Osmanlıcılar, Ermeniler, Alevîler" di­
'hakikatlere' matuf bir elit/münevve- yerek bunlara karşı mutlaka önlem
ran tabakanın halkı yönlendirmesi il­ alınması gerektiğini belirtmektedir.
356 kesine dayanmıştır. (Köker, 1990:114) Kemalist aydın olarak 1930'larda
M. Saffet Engin de Cumhurİyet'in ide­ özellikle İslâmîleşme tehlikesini öne
olojik karakterlerinin başında "haki­ çıkaran Engin İçin bu kez önemli
kati gören ve teceddüt isteyen bir düşman komünizmdir. Bu tehlikenin
münevverler" zümresinin bulunduğu­ önüne geçilmesi için "demokrasi"den
nu belirtir. (1938:161) vazgeçilmesini, "yaymaç (radyo) ya­
M. Saffet Engin K e m a liz m İn k ılâ b ı­ y ın la rın ın (sinem a) ve ö ykü lerin
n ın P re n sip le ri'ndeki (1938) Cumhu­ (hikâyeler) iyice denetlenm esini",
riyet modernleşmesini anlama çaba­ "Şanlı ordu eliyle partilerüstü bir tek
sından daha sonra uzaklaşmış, otori- partinin” kurulmasını savunmuştur.
ter/totaliter görüşlere kaymış, Kema- (Engin, 1970:52; Engin, 1972:4-5).
lizmi olabildiğince vulgarize bîr söy­ K u ra n d a A t a t ü r k ç ü lü k le (1971) ise
lemle savunmuştur. Cum hurİyet'in aydınlara kurtuluş yolunu şöyle gös­
değişen siyasal/toplumsal gelişmele­ termiştir: "Sayın Aydınlarımız... Kur­
rine otoriter bir devlet anlayışına tuluş yolumuz: Tek Parti, sürekli sıkı
I bağlı kalarak aşırı sağ bir Kemalizm yönetim uygulamaktır. (...) Bu ülkeyi

cak bu araştırmaları Alman ve Avusturya­ çekleşir. L925’de Istanbul Üniversitesi (o


lI bilim adamlarının yürütmeleri ilginçtir. zaman Darülfünûn) bünyesinde kurulan
Türkiye’de prematüre arkeoloji ve antro­ Türkiye Antropoloji Tetkikat Merkezi -
poloji, Alman ve Avusturya, kısmen de Centre d’Eludes Anthropologîque de Turçİl­
Fransız ekollerinin kuvözünde c anlandı- iç’in kurucu üyeleri arasında Şemsettin
rılmıştır. Bu araştırmalar Weissbach’ın Günaltay, Köprülüzâde Fuat gibi Cumhu­
1873’de yayımladığı Die Schoedelform der riyet nomenklaturasımn en önemli isim­
Türken ( “Türklerin Kafa biçimi") ile baş­ leri yer alır. Merkezin fahrî başkanlan
lar. Bu çalışmayı, Elisset’in, von Lusc- arasında ise^yine Cumhurİyet'in iktidar
han’ın , W ag en sein ’ın , H au schild ’in, seçkinlerine'mensup Hamdullah Suphi,
Schantr’ın ve isviçreli Pittard’ın araştır­ Mustafa Necati ve Dr. Refik (Saydam) gi­
maları izlemiştir (Kansu 1983: 8). bi çarpıcı isimler görülür. Yeni devletin
Türkiye’de Antropoloji Enstitüsü’nün bu merkezin kuruluşundan belirli bek­
kuruluşu (bkz. Kansu 1940), Cumhuri- lentileri olduğu açıktır. Merkez kuruldu-
mm r tıı m İ F iz im 1 K ı r / İp ıH ^ r n ı t r a v ı m ^
C U M H U R I Y ET'I N İ D E O L O J İ K ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ

kurtaracak yo!, bunların kökünü kazı* ye'deki değişim dinamikleri hakkında


yıp atmaktır. Atatürk gibi davranmak* da bilgi verecektir.
tır. Yok demokrasi imiş, yok sendika­
cılık imiş... hepsi moskof tuzağı" DİPNOTLAR
(54). Bunun içinde özellikle eğitime 1 M. Safet Engin'in yaklaşımında ırkçı öğeler
büyük görev düşmektedir; eğitim yo­ bulunmaktadır. Su açılım lar daha sonra
luyla, "azınlıkları Türklüğe kaynaştır­ 1970'lerin yent-sağ otoriteryan bakış açı­
sında yayılmacı, faşizan temalara kaynak­
ma usülu ilk ve orta okullarda" uygu­
lık edecektir. 1930'iarda kimlik 'tanzim'in-
lanmalı, bunun içinde "Eritme Kaza­ de işlev gören üstün ırk söylemleri daha
nı" veya İngilizlerin "Brovvny" usülü sonra 19401arm Turancı ve 1970'lerİn fa­
uygulanmalıdır. 1970'lerde M. Saffet şizan düşüncelerinde etkili olacaktır. En­
gin'in ifadesiyle "... ırki üstünlükler vardır
Engin çok açık olarak irredentist, fa­ ve hakikat şudur ki, hakim ırkın vasıf ve
şist, otoriterAotalİter bir toplum anla­ karakterine, menfaat ve emellerine uyan
yışını savunur.3 ve hizmet eden herkes milliyet hududu
içine girmiş olur," (1938:61)
357
1930'larda Kemalizmİn ideolojik
2 Erken dönem Türk milliyetçileri 'aynileş­
temellerini arayan bir aydın olarak
mek' istedikleri Batı karşısında ezilmemek
M. Saffet Engin dönemin genel eği­ için aslında Batı kültürünü de kendilerinin
limleri çerçevesinde antİ-Osmanlıcı, yaratmış olduğu totolojisini işlediler, 'Ay­
nileşmek' istedikleri Batı'dan retorik dü­
milliyetçi, sekülarist, otoriter bir top­
zeyde kendi kimliklerini öne çıkarıp üstün
lum a n la y ış ın ı benim sem iştir. oldukları teziyle bilinç düzeyinde rahatla­
1970'lerde ise yeni adıyla Arın Engin mışlardır fakat bilinçaltındaki Batı üstünlü­
totaliter bir toplum özlemini savunur, ğü kompleksi hâlâ devam eden bir realite.
irredentizmi sosyolojik bir yasa ola­ 3 Sağ otoriteryan anlayışta devlet nizamının
rak sunar, Türk birliğinin sağlanarak korunması, devletin bekası her şeyin üs­
tündedir (Öğün, 1997:194-195). Fakat sağ
Avrupa Birliği içinde yer alacağını otoriteryan iz m Kemalizmİn özellikle laik-
belirtir. M. Saffet Engin'den Arın En­ lik/Batıcılık modernleşmesiyle çelişebilir
gin'e geçiş ya da 1930'lardaki Kema­ karaktere sahiptir. Bu yüzden Kemalizm!
bir 'din' olarak gören M. Saffet Engin, Pe-
list bir aydının 1970'lerdeki dönüşü­ yami Safa ile Nazım Hikmet'i Atatürk düş­
münü anlamak Kemalizmİn Türki­ manlan olarak nitelemektedir.

lamaya başlamıştır (Türk Antropoloji Mec­ letler çırasındaki mevkitmizi tamamiyle


muası -Revııe Turque d ’Anthropologie). Bu istemek nasıl hakkımız ise akvam ve ce-
dergi 1939'a kadar 22 sayı halinde çık­ maat-i beşeriye arasında ırkımıza râci
mıştır. Merkezin amacı, Atatürk’ün sözle­ olan mevkiyi tesis etmek de öylece vazife­
riyle, “Türkü ve Türk heyet-i içtimaiyesi- mizdir...7
ni tetkik’Tir (Kansu 1983: 3-4).
Kansu; Türk antropolojisine ilk evrede
Merkezin kurucuları, derginin birinci
düşen işin bu olduğunu belirtir: “Yeni dev­
sayısında amaçlarını şu sözlerle açıklar­
letin antropolojiyi önemsemesinin ve varo­
lar:
luşu bakımından ona ideolojik bir değer
...Eğer bir millet suref-i molısusada tetki­ atfetmesinin bir sonucu olarak 1927 ile
ke şayaıı olmuş ise o da bu zafer ve diki­ 1938 yıllan arasında bazı gençler doktora
şçi/ günlerinde bulunan bizim milletimiz­ yapmak üzere Fransa, Almanya, İsviçre ve
dir O kaide Türklerde birçok evset/olmak ABD’ye gönderildiler. Bunların arasında
lazım gelmez mi? siyaset itibariyle mil­ Afet inan da vardı” (Kansu, 1983: 6).
K____________ E M A L I Z M

Kansu’ya göre antropoloji "tarihin yar­ şı" dikkate alındığında, Tez’in ispat etme­
dımcı bi!im!erinden”dir ve “lâyık olduğu si gereken iki şey vardır: Birincisi, Türk­
yeri” Atatürk"ün “ilgi, irşat ve koruyucu­ lerin uygarlık yapıcı ırk grubuna dahil
luğu sayesinde” yine onun kurduğu Türk olduğunun; İkincisi ise Türklerin Avrıı-
Tarih Kurumu ve Dil, Tarih ve Coğrafya pamerkezci sınıflamaların ve Almanya'da
Fakültesi bünyesinde almıştır. Gerçi, yine yükselen ırk ve ojeni çalışmalarının iddia
Kansu’nun aktardıklarından anlaşıldığı ettiği “ikincil” (ya da “aşağı”) ırkların
kadarıyla Atatürk’ün antropolojiye ilgisi içinde bulunm adığının ispatıdır. Afet
çok daha eskidir. En azından Antropoloji İnan’ın aktardığı bir anekdot, bu iddiala­
Enslitüsü’nün kuruluş tarihi bunu kanıt­ ra ilişkin çabanın kaynağına işaret et­
lar, Zira Atatürk’ün yakın ilgisiyle oluştu­ mektedir (inan, 1974: 12-3):
rulmuş bulunan Tarih Tezi’nin ana göv­
...I92S yılında İstanbul’da Fransız lise­
desi içinde antropolojinin önemli bir yeri
sinde okuduğum derslerin arasında, biı
bulunmaktadır, Atatürk, DTCF’nin Afet
coğrafya kitabında, resimlerle de gösteril­
358 İnan tarafından verilen ilk açılış dersine
dikten sonra, Türk ırkının sarı ırka men­
yazdığı notta (aktaran İnan, 1974: 36),
sup olduğu ve “seeondair” ikinci derecede
...bu insan zekâsıdır ki... bugünkü araştı­ addedildiği yazdı idi. Bu resim ve bilgiye
rıcı zekâları tatmin edecek ve tarihi ay­ göre e!ra/ıma bakıyor ve bunun hakikate
dınlatacak yeni metotlar ve ilimler bul­ uygun olmadığını görüyordum.
muştur İşte arkeoloji ve antropoloji, o
Atatürk’e kitabı gösterdim, o sırada Pro/
ilimlerin başında gelir Tarilı bu son ilim­
E. Pittard’m Les Races ef l’Histoire (Pa­
lerin bulduğu belgelere dayandıkça te­
ris, 1924), “Irklar ve Tarih" adlı kitabım
melli olur. Tarihi bu belgelere dayanan
da almıştım, Ondaki bilgiler de bu coğ-
milletlerdir ki, kendisinin aslını bulur ve
rafya kitabtna uymuyordu.
tanır İşte bizim tarihimiz, Türk tarihi,
bu ilim belgelerine dayanır. Yeter ki, bu­ Bir de ikinci konu, Türklerin medeniyet
günün münevver gençliği, bu belgeleri va­ alanında vücuda getirmiş oldukları eser­
sıtasız tanısın ve tanıtsın lerin incelenmesi ve tanıtılması idi. Çün­
kü bazı yabancı tarihler barbar lâkabım
demektedir. Tarih Tezi’nin temel iddiası,
verdikleri Türkleri sadece bir istilâcı ka­
Türklerin “uygarlığı yapan" milletlerden
vim olarak kaydediyorlardı.
biri olduğu, hatta “uygarlığın en temel
kaynağı" olduğudur. Tez’in esas görevi de Atatürk, bu iki endişeli sorum karşısında.
bu iddianın önünde duran Avrupamer-
“Hayır böyle olamaz. Bunların üzerinde
kezci -daha doğrusu Anglosakson ve
uğraşmamız ve incelememiz gerekir” de­
Fransız uygarlık anlayışının ürettiği- en­
mekle kalmamış derhal yeni kitaplar ge­
gelleri birer birer kaldırmaktır,8 Bu en­
tirterek bizzat çatışmaya ve çalıştırmaya
geller içinde belki de en Önemlisi, uygar­
başlamıştır
lığı inşa etmek bakımından her şeyden
önce irken yetersiz ve geri sayılmaktır ki, Esas konu “Türklerin cihan tarihinde ha­
dönemin hakim ideolojisiyle örtüşen bu kiki yeri ve medeniyet âlemindeki rolleri
Avrupa merkeze i ve ırkçı “uygarlık anla­ ne olmuştur”? meselesi idi...
yışı” açısından bakıldığında “Türkler’Tn
Bu sorunun tabii cevabı ise Türk Tarih
de dahil olduğu geniş bir insan toplulu­
Tezi’nde mevcuttu. Uygarlığın kurucusu
ğunun irken bu gerilikle malül olduğu
olan millet Türklerdi ve uygarlık dünya­
neredeyse tartışmasız bir gerçeklik ola­
ya Türkler aracılığıyla yayılmıştı.8 Dola-
rak gözükmektedir. Bu “uygarlık anlayı­
CUMHURIYET'IN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ

yısıyla T ürk ler “secondaire” bir ırk değil, coşkusuyla Afet İnan (1943; 9), “...Türk
uygarlığı yayan Kafkasoid-Alpin ırkına ırkının bu ülkeye sahip oluşu..., tarihin
mensuptur. Bunu da ilk uygarlık bölgele­ en eski devirlerinden başlar, Protoeti ve
rinde bulunan Alpin ırka ait iskelet seri­ Eti bu sahipliğin başında gelir. Ondan
leri belgelemektedir. Teze göre, Orta Asya sonraki göç dalgaları, Türkiye toprakları­
bölgesi “kuvvetli bir neolitik ve kalkoli­ na ayni ırktan olan Türk kardeşlerini ge­
tik kültür sahası” idi. Orta Asya’da bol tirmiştir. Bu yurdun muhtelif tarihî devir­
miktarda paleolitik malzemenin bulun­ lerinde, siyasî varlığında değişiklik ve
mayışı ise henüz yeterince kazı ve araştır­ adında başkalıklar görülmüştür. Fakat ır­
manın yapılmamış olmasına bağlanmak­ kî vasfı hep Türk cevherini muhafaza et­
ta, İran’da yapılan araştırmalar ise “sathî” miştir. Bu sözlerimin müeyyidesi ikidir:
bulunmaktaydı. Dolayısıyla, “,,,bu kadar Biri, topraklar alımda binlerce yılın sak­
sathî bir tetkika istinaden İran yaylasının ladığı ced iskeletleri; diğeri, bugün yaşı-
paleolitik kültür itibariyle Türkistan’dan yan ve bu yurda hakkiyle sahip olan
eski olduğunu iddia etmek ilim adamları­ Türk milleti, bizler... bunu görüp anla- 359
nın yapacağı bir iş olmasa gerektir.." mak bizim için en kolay bir iştir...” de­
(Günaltay ve Tankut, 1938: 9). Iran ve mektedir. Bu antropolojik-ırkçı kanıtla­
Anadolu’yla karşılaştırıldığında Iç Asya, ma, diğer m itolojik inşaların yanında,
teze göre, neolitik ve kalkolitik kültürler Türk tarih tezinin en güçlü yanıdır.
bakımından “daha eski bir kıdeme" sa­ Böylelikle, Orta Asya kaynaklı bir kül­
hiptir. Tez, kuramsal temeli olan difüzyo- türel difüzyondan çok, bizzat aynı insan
nizme yaslanarak, hem arkeolojik kanıt­ grubunun “uygarlık yaratıcı kültürü” de
ları hem de buğday arpa gibi tahılların taşıyarak batıya doğru geldiği ve Mezo­
kökenlerini İç Asya merkezine götürme potamya, Mısır ve Anadolu uygarlıklarım
eğilimiyle bütün verileri buradan okuma­ gerçekleştirm iş olduğu konusundaki
ya çalışmaktadır. Bu bakış açısıyla inşa kuvvetli vurgu, tezdeki “ırk" boyutunun
ed ilen k ro n o lo jiy e göre d izilim , altını çizmektedir. Günaltay ve Tankut
Anau’nun kaynağı olan “kök kültür”- (1938: 14) bu vurguyu şöyle dile getiri­
Anau-Sümer ve Elanı biçim inde oluş­ yorlar:
makta; bu difüzyon ise salt alet ve tek­
G. Elliot Smith ise Türelerin “Alpiıı” ır­
niklerin yayılımı biçiminde değil, bizzat
kına mensup olduklarını kabul ve "Al­
Orta Asya’dan çıkıp gelen insanlar eliyle
pin” ırkının anavatanının Orta Asya ol­
vuku bulmaktadır. Orta Asya kökenli bu
duğuna işaret etmiştir şu kaide S rimelle­
uygarlık yaratıcı insan, Anadolu’ya kadar
rin menşeini Orta Asya’y a at/etmek ve
gelmiş ve Anadolu’daki uygarlıkların da
bunların M ezopotam ya’da El~Übeyd ve
temelini atmıştır. Böylelikle Türklerin,
müteakip kültürleri meydana getirmiş
aynı zamanda Anadolu’nun otokton halkı
olduklarını kabul etmekle nakışlı kern-
olduğu da kanıtlanmış bulunmakta, bir
mik kültürlerinin Orta Asya’dan neşet
taşla iki kuş vurulmuş olmaktadır (bkz.
etmiş olduğuna dair ileri sürmüş olduğu­
Günaltay ve Tankut, 1938: 10-13). Öyle
muz tezi teyit etmiş oluyoruz.
ki, Alman kazılarıyla bilim camiasının
dikkatini çeken önemli Hatti ve Hitit Üstelik “Avrupab ırkların" anayurdu­
merkezlerinden elde edilen iskelet kalın­ nun Anadolu olduğu görüşü de bir yan
tıları üzerinde yapılan çalışmalar, Hitiıle- tez olarak gündemdedir. Türkiye antro­
rin atalarının brakisefal Türkler olduğu­ polojisinin kurucusu ve “kuruluş ru-
nu müjdelemektedir (bkz. Pittard, 1943; h u ’nun en iyi temsilcisi Kansu, 1970’ler-
Osten, 1943).10 Bu ırksal kanıtlamanın de dahi, beyaz ırkın teşekkülünde Anado­
K E ___________________ M ___________________ A ı _________ L I Z __________ l .J

lu’nun orijin merkezi olabileceğine dair faaliyeti çerçevesinde düşünülmüşlerdi


1930’larm Alman teorilerine değinmeden Yani, bu kurumlar yayın yapacak, kaz.
geçememektedir (Kansu 1983:11-12): türünden araştırmaları ve projeleri des­
tekleyecek ve bilimsel toplantılar düzen­
...Franz Weidenreich adında bir Alman
leyerek Türk Tarihi ile ilgili “sonuçlan
antropoloji bilgini 1939 yılında yayımla­
kamuoyuna ve uluslararası bilimsel çev­
dığı araştırmasında çok merkezli poli-
relere mal edeceklerdi. Araştırma ve aka­
santrik evrim bakımtndan küçük Asya’yı
demik faaliyet için ayrı bir kurum düşü­
imdi temel olarak Avrapalı ırklarla ilgili
nüldü, Atatürk bu işler için, esas amacı
bir orijin m erkezi gibi kabul etmektedir.
Türk Tarih Tezi’nin içini doldurmak olan
Buna karşın güney ve doğu A/rika’yı
“resmî” ama adıyla ve varlığıyla bilimsel
zenciler; kuzey Çini kuzey Moğollan ve
ağırlığı olan bir kurum istemekteydi. Bu
Sunda adalarını da Avustralya ve Mela-
fakülte içinde yukarıda vaz’edilen tezi
nezyalılar için birer orijin merkezi ola­
destekleyecek, “..doğrudan doğruya tari­
rak bir hipotez niteliğinde ileri sürmüş­
he yardımcı ilimlerden olan” (İnan 1974:
tür Gerçi bu görüş kesin delillere dayan­
16) coğrafya, filoloji, arkeoloji, antropo-
mayan ja k a t çok ilginç bir varsayımdır...
loji-etnoloji bölümleri kurulacaktı. Gö­
Bu varsayım karşısında Türkiye’nin ant­
rüleceği gibi, toplumsal ve beşeri bilim­
ropolojik yani insan tarihi, görülüyor ki,
ler, birer bağımsız araştırma alanı olarak
büyük bir önem kazanmaktadır ve bu
görülmüyor ve tarihin etrafında birer
bakımdan da üzerinde önemle durulması
yardımcı disiplin olarak örgütleniyor­
gerekmektedir.
du,16 Bu çerçevede İstanbul’daki Antro­
Tezin ırksal boyutunun ana argüman­ poloji Enstitüsü, Ankara’ya DTCF bün­
ları şöyle sıralanabilir: 1) Asya ve Avru­ yesine taşındı. Şevket Aziz Kansu, “ilk
pa’da “eneolitik” (o zamanki sınıflamaya Türk profesörü” olarak yeni fakülteye
göre neolitik ve onu takip eden maden nakledildi (Kansu 1974: 53), Kürsünün
çağları) uygarlığı yapanlar beyaz ırktan adı "Antropoloji ve Etnoloji Kürsüsü”
brakisefallerdir. 2) Brakisefal ırkın ana­ olarak benimsendi. Ankara’ya taşman
yurdu Orta Asya’dır. 3) Türkler san ırk­ Enstitü, esas itibariyle, Türk halkının
tan değil beyaz ırktandır51 ve anayurtları kültürel kökenleri, tarihsel gelişmesi ve
Moğolistan değil O na Asya’dır. 4) Sü- fizikî karakterlerini araştırarak Kemalist
merler Mezopotamya’nın otokton halkı Tarih Tezi’nin geliştirilm esine katkıda
değildir; Orta Asya’dan gelmişlerdir; dil bulunacaktı (Magnarella ve Türkdoğan
öğeleri ve ırksal özellikler bakımından 1976: 265-6).
Türklerle a k ra b a d ırla r.5) Tıpkı Süıııer- Şevket Aziz Kansu’nun (1974: 55) şu
ler gibi Hititler de Orta Asya kökenli­ sözleri, D TCF’nin kuruluşunda etken
dir.53 6) Bunun gibi Mısır'a uygarlığı taşı­ olan bilim anlayışım çok güzel yansıt­
yan halk da Orta Asyalıdır,14 maktadır:
Türklerin uygarlık kurucusu olduğu
...Atatürk, Türk topraklarında maddenin
ve uygarlığı dünyaya brakisefal Türklerin
mânalaştığı, hayatın kıymet olduğu la­
yaydığı iddiası, DTCF’nin bilimsel örgüt­
boratuarları görmek istiyor Onun bu
lenişinde bir Ififmofiv olarak rol oyna­
idealini nasıl takdis etmeyelim? Hepimiz
mıştır.15 Birer dernek görünümünde bu­
Anadolu ufkunda, bu bıîyük yurtta kendi
lunan Türk Tarih ve Dil Kurumlan, Ata­
malımız olan Üniversitelerimizin iştiya­
türk’e göre yeterli “akademik” nitelikleri
kım çekmiyor muyuz? Türk nesilleriıtin
haiz değildi. Zira bu Kurumlar, temelde
ruhî ol üş ve istiklâllerinde yapıcı bir /ak­
bir “enstitüsyon" ve “kamuoyu yaratma”
CUMHURİYET'IN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ

tör olarak kabul ettiği içindir ki, büyük zamana değin yapılanlar arasında en ge­
ve kahraman mürebbi, Türk üniversitele­ niş ölçekli çalışmadır. Afet İnan’m dok­
rinin kurulmasını istedi... Nasyonal ilim, tora tezini yöneten Eugene Pittard da
nasyonal ilim laboratuarları, üniversite­ bunu teslim eder: “...Hiçbir zaman hiçbir
ler; müzeumlar evvelâ ulusal topraklar devlet böyle bir antropoloji envanteri
üzerinde, tabiatı yen ecek ve böylelikle yaptırmamıştır... Trakya ve Anadolu’da
millî bünyeyi inkişd/ ettirecek teknikler 64000 kişi ölçülmüş ve değerlendirilmiş­
bulmak ve kullanmak ödevini üzerine al­ tir.," (bkz. Pittard 1941: ix). Afet inan
mış demektirler. da, antropolojik araştırmaların yapılma­
sında Atatürk’ün rolünü vurgular (inan
DTCF bünyesindeki antropoloji bölü­
1941: 4):
mü, ikinci Dünya Savaşı’na kadar tarihi­
nin en büyük desteğini görmüş ve en ...fAtatürk] olmasaydı, bu araştırmalara
kapsamlı antropometrik incelemeler bu ilgi göstermese ve otoritesiyle bu araştır­
dönemde yapılmıştır. Bunlar arasında en manın yapılması kotlusunda emirleri ol­
önemlisi, Atatürk’ün emriyle 1937’de ya­ masaydı, antropoloji bilimi büyük bir ih­
pılan “Türkiye Antropometri Ankeii’’dir timalle böyle bir anketi kaydedemeye-
(Kansu 1983: 8). Afet Inan’ın 1939 yılın­ cekti... Hocam Pittard... ‘Atatürk'ün
da Cenevre Üniversitesi’nde savunduğu Türk milletinin kökenini olabildiğince
doktora tezi (bkz. İnan 1941) bu ankete iyi tanımak hususundaki şiddetli arzusu,
dayanmaktadır. Tezin Türkçe çevirisi de milletin şejîni etnik ve ırkî konularla il­
1947’de yayımlandı (bkz, İnan 1947). gilenmeye süratle teşvik etti’ dem ekte­
Yapılan anket, boyutları bakımından o dir... Atatürk antropolojik araştırm aları

Atatürk’ün de katıldığı antropometrik tetkiklerde, Reşit Galip'in ifadesiyle (1933),


“uzun boylu, uzun, beyaz simatt, düz ve kemerli ince burunlu, muntazam dudaklt,
çok kere mavi gözlü ve göz kapaklan çekik olarak ufku açılan Türk "ün ırkî güzelliği
vurgulanmıştır.
K E M A L İ Z M

sadece ırk meseleleri yönünden anlamı­ İnan’ın ırkla ilgili bu belirlemeleri, yuka­
yordu. Çünkü Atatürk sosyal adalet aşığı rıda da değindiğimiz ırksal “Avrupalılık
ve pratik sosyoloji yaratıcısı idi. Nitekim takıntısının bir başka ifadesidir. Her ve­
antropometri insan gücünden en iyi şe­ sileyle irken AvrupalIlara yakın olundu­
kilde yararlanm ayı sağlamaz mı7 Mor- ğunu tespit etme ihtiyacı, dönemin ırkçı
fo lo jik niteliklere göre seçilecek işçiler paradigmasının resmî ideoloji üzerindeki
tarafından harcanacak güç onları beyhu­ etkisini gösteren bir başka tanıklıktır.
de zahmetin en azı İle işe daha elverişli Yaşayan Anadolu toplumu üzerinde
kılmaz mı, iyi yapılmış -uvgulanmış- yapılan bu antropometrik çalışma, antro­
antropometri hayatın her türden alanın­ polojik tezin sadece bir yanını aydınlat­
da kişilerin daha iyi hır şekilde tasni/ maya yardımcı olmaktadır. Oysa Inan’ın
edilmesini sağlar Okullar, fabrikalar, or­ vurguladığı gibi, işin bir de arkeolojik
du ve spor antropometrik araştırm alar­ boyutu vardır: “Bugünkü yaşayanların
dan ayrt ayrı yararlanır. ölçülerek bilinmesi, eski çağlardaki cetle-
362 rimize olan bağlılığımızı göstermek için
Afet inan m bu tespiti* dönemin milli­ esasin”. Bunun için “...yurdumuzda eski
yetçiliğinde ırk paradigmasının ağırlıklı
medeniyetler yaratmış ve yaşatmış ka-
rolünü, ekonomi ve idarede korporatiz- vimlerin ırkî karakterlerini kalan iskelet­
min ne derecede etkin bir anlayış haline leriyle tespit etmek, " gerekmektedir. Bu
geldiğini en iyi şekilde yansıtmaktadır. ihtiyaca dayanarak kazılardan çıkarılan
Hsas olan sağlıklı bir “ırk”ın yaratılması insan is k e letle rin in in celen m esi de.
(öjenizm) ve dayanışma ve uyum içinde, DTCFdeki antropoloji kürsüsünün ağır­
ulusal hedefler için “çalışan” toplumsal lıklı faaliyetleri arasında yer almıştır.
kesimlerden oluşan bir toplumsal yapı­ Böylelikle 1940’lara kadar yapılan kazı­
nın yaratılmasıdır. lardan DTCF antropoloji laboratuarına
Afet Inan’ın tezine temel teşkil eden büyük iskelet serileri getirilip incelemeye
anket, hükümetin taşradaki bütün meka­ alınmıştır. Afet lnan’ın (1949: 211-2) ifa­
nizmasını harekete geçirmesi ile yaptırıl­ desiyle, bu faaliyetleri çerçevesind e
mıştı, Hükümet, bu iş için hem bütçeden DTCF Antropoloji Enstitüsü, “..en mo­
önemlice bir miktar ayırmış hem de Sağ­ dern ve muntazam bir laboratuara ma­
lık, millî savunma ve millî eğitim bakan­ likin]" ve Avrupa’daki emsalleriyle karşı­
lıkları kadroları bu işte kullanılm ıştı laştırıldığında bu laboratuarın “...birçok
(İnan 1941: 49 -6 2 ). Afet İnan anketin bakımlardan üstün durumunu müşahade
değerlendirilm esi sonucunda Türkiye etmek mümkün[dü]”.
halkının genel olarak “Homo Alpinus" Tarih Tezi’nin ırk boyutuna ait a priori
adı verilen “Avrupa’nın büyük beyaz ır- kabuller17 böylelikle açıklığa kavuşmak­
kı"na mensup olduğunu söylemekte; bu­ tadır: 1) Tarihte uygarlığı kuranlar ve ya­
na bağlı olarak Türkiye’de “bir ırk birli­ yanlar "Brakisefal Orta Asyalılardır”; 2)
ğinin" bulunduğunu, Türklerde cildin Anadolu ve Mezopotamya’nın Balı uygar­
nadiren esmer olduğunu, burunların düz lığına temel olacak uygarlıkları kurmuş
olduğunu, mongoloit tesirin pek az oldu­ eski halkları bu brakisefal Orta AsyalIla­
ğunu, gözlerin ise orta ve açık renkli ol­ rın göçlerle buralara gelmiş torunlarıdır;
duğunu belirtir. Bu sonuçlara göre, aynı 3) Anadolu’da bugün yaşayan Türkler
zamanda “Türk Tarih Kurumu’nun kuru­ Mongoloit ırkla ya da Ortadoğu’nun ya­
luşundaki “bilimsel amaçlardan” birisi­ şayan ırklarıyla akraba olmayıp, tıpkı Av­
nin daha gerçekleşmiş bulunduğunu bil­ rupalIlar gibi beyaz, Atpin, açık renk
dirir (İnan 1941: 163-70; 1947: 181). gözlü insanlardır; 4) Bugün Anadolu’da
C UMH UR IY ET ’IN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ

yaşayan Türklerle eski Anadolu uygarlık­ yan, sadece Tanzimatçıların “vatan" kav­
larını kurmuş halklar irken akrabadır -ve ramı, İslam cıların “ümmet" fikri, O s­
dolayısıyla "kültürel devamlılık söz ko­ manlıcıların “devlet” birliği, hatta Ziya
nusudur". Gökalp’ın “Türklük” esası dahi olamaz
1938’den ikinci Dünya Savaşı’nın orta­ (Dilâçar, 1940: 6-7):
larına kadar ırk paradigmasının daha ke­
Aramızdaki bağ Ziya Gök Alp’in tasav­
sif ve derinlemesine bir etkiye sahip ol­
vur ettiğinden çok daha derin ve kuvvet­
maya başladığı görülür. Artık iktidarın
lidir. Bu mü/e/ekkire göre “her Türkleş­
kaygısı, Anadolu’nun Türklüğünü ve uy­
miş olan Türfctür” (...) Bu bir hakikat
garlığa Türklüğün katkısını bilimsel ola­
olmakla beraber, ilim bakımından la­
rak göstermenin ötesinde, Türkiye sınır­
mam değildir Bunu hakikata ve ilme uy­
ları içinde yaşayan insanların ulusal or­
gun o la r a k tam a m la y an , Kemalizm
taklığının ve korporatist dayanışmasının
Türkçülüğü olmuştur Kemalizm Türk­
temeli olarak doğrudan doğruya “ırk bir­
çülüğü Ziya Gök Alp Türkçülüğünü red­
liğini" göstermeye çalışmak olmuştur. 363
detmez, tamamlar. Ziya G ök Alp için
Agop Dil açar’ın, Hatay Türkiye’ye katıl­
menşe birliği tnevzuubahs değildi, y a ­
dıktan sonra, 1939 yılının Aralığında İs­
bancı kaynaktan gelen fa ka t Türk kültü­
kenderun Halkevi’nde verdiği konferans
rüne teınessüi eden ve onunla kaynaşan
bu açıdan oldukça açıklayıcıdır. Konfe­
her şey Türkiü, Kemalizm Türkçülüğüne
ransın amacı, Türkiye’ye yeni katılan Ha­
göre ise, “Her Türk asıllı olan Türktür”;
tay’da yaşayan insanların irken Türk ol­
yabancılaşmağa yüz tutmuşsa, onu tek­
duğunu kanıtlamaktır. Zira konuşulan dil
rar Türk kültürüne döndürmeli, zira o
ve yaygın mezhep itibariyle Türkiye’nin
Türkün malıdır (...) Etnide mümeyyiz
geri kalanıyla pek benzeşmeyen Hatay’da
vasi/ olarak, somatik, lengüistik veya
Dilâçar (1940: 4) şöyle konuşur:
kültürel vasıflardan her hangi biri hakim
...Lisan ve mezhep farkları, her ikisi de olabilir Somatik bir topluluk ise, “ırk”
birer İçtimaî tesis ve binaenaleyh kisbf (race) denilen ana esasa istinad eder...
oldukları için, İliç bir zaman bir cami­ /Bjutün reei topluluklarda som atik un­
anın esasla bir olup olmadığının mümey­ sur esastır TC. sadece siyasî bir toplu­
yiz vasfı sayılamaz. Birçok beşer toplu­ luk olmadığına göre, onun bünyesinde
lukları, tarihlerinin bazı noktalarında diğer iki topluluk şekillerini tetkik ede­
dil ve mezhep değiştirmişlerdir.. /BJazı lim. Ziya Gök Alp Türkçülüğünde... tam
diller muayyen devirlerde, kültür dili bir etni mefhumu yoktu, çünkü somatik
olarak, ana yurtlarından dışarıya taşıp âmil nazar-ı itibara alınmamıştı... Ke­
birçok yabancıları kendi hükümleri altı­ malist Türkçülük ise, fıenı somatik hem
na almışlar fa ka t ırk hususiyetlerini mü­ de tabiî topluluğa, yani aynı zam anda
teessir edememişlerdir,. Anadolu’nun es­ hem ırk hem etni esaslarına istinad edi­
ki Yunan devrinde, aslen Sinoplu, Amas­ yor... Bu ekolü kuran Ebedî şe/ımiz Ata­
yalI, Kayserili veya Tarsuslu olan öz türk olmuştur (...)
Anadolu müte/ekkirleri, zam anlarının
Bu çerçevede Türk ırkı “Alp ırkı"dır ve
kültür diliyle -yani Yunanca- yazmışlar
birçok antropolog “Alp ırkının en mü­
diye Yunan mı addetmeli?
kemmel bir ırk" olduğunu söylemektedir.
Dilâçar, buraya “Kemalizm ırkçılığı ne­ Uygarlığın gelişiminde birçok 1'ilk”e imza
dir ve ne gibi ilmi esaslara istinat eder?” atan “Alpin ırkın efradı Türk dili tipinde
sorusunu yanıtlamaya gelmiştir. Dilâçar'a bir dit konuşurdu". Dolayısıyla “ırk” sade­
göre Hatay halkını diğer Türklerle bağla­ ce somatik bir kategori değil, aynı zaman-
K E M A L İ Z M

da etnik bir kategoridir. Çünkü “ırk reali­ sporun önemine eğilmektedir. Bu konu­
tesine" kültür unsurları da karışmaktadır, daki örneği ise Nazi Almanyast’dır (Ir­
böylelikle, Dilâçar’a göre, Etni="race”, ya­ mak, 1939: 69).
ni ırk+kültür’dür (Ditâçar, 1940: 9-11),18
Almanya’da yeni rejim “stadları doldu­
Dolayısıyla Halaylılarla diğer Türkleri
ran bir m illet” yaratm ayı en esaslı bir
bağlayan şey, bir ırk-kültür grubu teşkil
dava olarak ele almıştır... Bu muazzam
eden ve tarihin başlangıcında bu bölgeye
faaliyetin gayesi yalmz gürbüz insan y e­
gelen “proto-Türklerdir. Hatta “Eski Er­
tiştirmekten ibaret değildir Spor bir ah ­
menistan dahi bu cümledendir,"19 Sonuç­
lâk mektebi, hatta yeni bir dünya görü­
ta (Dilâçar, 1940: 16):
şünün beşiği ve rejimin en kuvvetli mes­
Bugün Arapça konuşan Hatay Türkleri­ nedi telakki ediliyor (...) Alman sporu
nin, Sâmîiikle İliç bir alâkalan yoktur. seri bir inktşa/ halindedir. Bu inkişa/m
Onların kafatası endisi vasati olarak 85 üç desteği ilim, propaganda, teşkilâttır.
olduğundan, bunlar eski brakisefal Al- Bunun ırkın ıslahı, karakterin teşekkülü,
ptnlertn öz ah fadıdırlar... Bugün Ha­ Millî Müdafaa bakımından olan önemine
tay’da Arapça konuşan lıatk, aslen Türk işaret etmek lüzumsuzdur
olup, zamanın icabı olarak Arapça yaz­
Bu sosyobiyolojik çerçeve, ırkın teva­
mış olan birer küçük Farabî ve /bni Si­
rüs ettiği yeteneklerin ve özgüllüklerin
na'dırlar Kemalizm Türkçülüğü bugün
birikimi olan bir genetikçi indirgemecili-
onlara kendi öz benliklerini, öz menşele-
ğe saplanmıştır. Örneğin Sara Akdik’e
rini bildirmiş ve Türk etnisinden olduk­
larını göstermiştir. Bizdeki rasizm işte
bundan ibarettir, ve bunun içindir ki,
Edebî şefim iz Atatürk, yalnız ırk değil,
etni ve kültür bakımından dahi Türk
olan H atay’ı, Türkiye Cümhuriyeti'nin
hudutları içerisine almayı tasarladı...

Bu ırkçı yönelme içinde, belli bir ölçü­


ye kadar ojeni ve genetik alanında da ya-
zan-çizenier olmuştur. Sosyobiyoloji ku­
ramının ülkemizdeki ilk örnekleri sayıla­
bilecek bu çalışmalara imza atanların ba­
şında Sadi İrm ak gelir, lrm ak ’a göre
(1938: 21), insanları doğuştan eşit say­
mak doğru değildir. Bu konuda “biyoloji
esasları" bize yol göstermektedir: “...Kes­
kin bir ruhî tahlil, birçok insanlarda
muhtelif hayvani vasıfların ruhî sahada
da izlerini keşfedebilir. Her bir fert ayrı
bir ecdat silsilesinin ve bu silsileye lesir
eden ayrı şartların mahsulü olunca in­
Sadi İrmak, Türk Devrimini, "'som
sanların müsavi vasıflarla, kabiliyetlerle Batılılaşma kendini bulma ' ve Batı
dünyaya geldiğini iddia etmek kadar uygarlığına toptan yönelm e’ hareketi",
esassız bir şey olamaz". Sosyobiyolojik “genel olarak bir ilericilik hareketi'
indirgemeci ligin yanında Sadi Irmak “üs­ olarak tamınlar.
tün insan" yaratma projesi çerçevesinde
CUMH URIY ET’IN İDEOLOJİK ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİMİN ROLÜ

(1938: 18) göre, “...genetik bilgisi saye­ dan geri bir geçmişten geldiğinin ima
sindedir ki, dedeleri büyük bir medeni­ edilmesidir. Türklüğün “kıdemini" gös­
yet yaratmış olan bu millet, senelerce in­ termek bakımından bu zorunlu bir çekiş­
kişaf edemeden kalmış bile olsa, aynı is­ medir. Bazı muhalif Alman ve Avrupalı
tidatları taşıdığından emin olur ve bu bilim adamlarının (örneğin Pittard, Os-
emniyetle kabaran göğsü, önüne çıkan ten, gibi), tehditkâr Alman ırkçılığı kar­
inkişaf manialarını yıkmak için kendinde şısında bu teoriye kuvvetle destek ver­
daha büyük bir kuvvet duyar". Bu ırkî mesinin arkasında bu psikolojik etkenin
safiyeti korumanın önemli yollarından de rolü olsa gerektir,
birisi yabancılarla evlenmekten k açın­ İkinci Dünya Savaşı ertesinde, Türk
maktır. Bazı Halkevi dergilerinde zaman Tarih Tezi’nİn ve ırkçı paradigmayı bes­
zaman bu konuda “uyarıcı" yazılar çık­ leyen (öjeni, genetik gibi) diğer spekü­
m ıştır (bkz. [Büyük]atam an, 1944a; lasyonların devlet tarafından aynı heye­
1944b). can ve şevkle desteklenm ediği görül­
İkinci Dünya Savaşı’nın eşiğine gelin­ mektedir. Örneğin tamamıyla tezden 365
diğinde, Cumhuriyet’in kimlik sorunu­ devşirilmiş 1931 baskısı dört ciltlik lise
nun, uygarlık kavramını dışta bırakan tarih ders kitapları artık okutulmamak-
Ziya Gökalpçi bir “kültür milliyetçiliği" tadır. Bu değişimde hem İnönü rejiminin
ile, uygarlığın beşiği olan Anadolu’nun Atatürk döneminin damgasını taşıyan
uygarlık kurucu oto k to n halklarının adımlarla arasına mesafe koym asının
“Türklüğü’’nden hareketle kurulmuş bir hem de dünya konjonktüründeki köklü
“uygarlıkçı milliyetçilik" arasında salın- değişimin ve Türkiye’nin yavaş yavaş Ba­
dığı ve giderek İkincisinin ağır bastığı gö­ tı ile açık ittifak ilişkilerine girmesinin
rülmektedir. Ancak bu “uygarlıkçı milli­ rolü büyüktür. Dolayısıyla, tez devletin
yetçilik", söz konusu otoktonlugun irken politik d esteğin i y itirip gündem den
ispatı problemi nedeniyle ve yukarıda uzaklaştıkça, teze destek olan ana argü-
anılan nedenlere bağlı olarak bu ispatla­ mantasyon kaynaklarını da önemlerini
maya ilişkin metodolojik çözümlerin Al­ yitirmiştir. Bu kaynaklar arasında belki
man ırkçı prehistorya ve antropolojisinin de en fazla darbe alanı antropoloji oldu.
kavramsal donanımından çıkarılması ge­ Antropoloji ülkeye bir “ırk bilimi” ola­
reği yüzünden Cumhuriyet’in resmî tezi, rak girdiği ve “ırk teo risi"n in içinde
giderek, Dilâçar’ın yaklaşımında ifadesini merkezî bir yer işgal ettiği, devletin ulus
bulan ifradî ırkçılık noktasına kadar gel­ yaratma sürecinde ve uluslararası meş­
miştir. Bunda son derecede karışık Tür­ ruiyet arayışında başvurduğu tez önemi­
kiye halkının “Türklüğünü ispat" kaygısı ni ve güncelliğini yitirdiği için, bu alan
da önemli yer tutmaktadır. Bütün bu gi­ özellikle 1940’tarın ikinci yansından iti­
rişimlerin altyapısına ilişkin destek ise, baren bir g erilem e y a şa m ıştır. Afet
şüphesiz 1930’lar antropolojisinin bütün İnan’ın 1947’de doktora tezini Türk Ta­
dünyayı saran ırkçı paradigmasından rih Kurumu yayınları arasında Türkçe
alınmıştır. Ancak dikkat çekilmesi gere­ olarak yayımlaması adeta bir son çırpı­
ken bir başka konu, uygarlığı taşıyan ırk- nıştır.20 Hemen ardından Dil ve Tarih-
kültür grubu konusunda, alttan alla Al­ Coğrafya’mn Fakülte dergisinde kitaba
man ırkçılığının İndo-Germenizmi ile yönelen ağır bir eleştirinin yer alması
Türk Tarih Tezi’nİn Proto-Türk Alpiniz- (bkz. Demircioglu 1948), Tarih Tezİ’nin
mi arasında bir çekişmenin yaşanması ve ve odağında yer alan “ırk teorisi”nin ar­
tarih kongrelerinde okunan birçok bildi­ tık himaye görmediğini açıkça göster­
ride Indo-Germenierin uygarlık bakımın­ mektedir. Antropolojinin gerilemesinin
K E M A L İ Z

“paradigmatik” değil de doğrudan doğ­ zellemeler ya da teorik açılımları olma­


ruya siyasî olan bir başka nedeni de, o yan envanter niteliğindeki saha çalışma­
yıllarda Ankara Üniversitesi Rektörü bu­ ları olarak kalmıştır.
lunan Antropoloji bölümünün kurucusu Antropoloji, her iki taraftan gelen21 bu
Şevket Aziz Kansu’nun 1946’dan beri tasfiye ve sindirmelerin ardından, marji­
“komünistlik" ithamı altında kalması ve nal, toplumun ilgisi ve toplumsal etkileri
aleyhine bir kampanyanın yürütülmesi­ bulunmayan bir bilim halinde DTCF
dir. Kansu, bu kampanya sonucunda içinde varlığını korumuştur ama Tarih
1948’e gelindiğinde rektörlükten ayrıl­ Tezi içindeki yer alış biçimine bağlı ola­
mak zorunda kalmıştır. rak, ne yazık ki, bundan böyle hep bir
Kampanyanın doruk noktası, Berkes, “ırk bilimi” olarak anlaşılagelmiştir. Irkçı
Boran, Boratav ve Muzaffer Şerifin Üni­ paradigma ortadan kalkmıştır ama antro­
versiteden uzaklaştırılmasıdır (bkz. Ber­ polojinin bu biçimde anlaşılması negatif
kes 1997). Özgücü ve yerel saplamılar- bir etki olarak kendisini korumuştur.
366 dan değil de evrenselci varsayımlardan 1948 sonrasındaki milliye tçi-yerel sos­
hareket eden, saha çalışmalarını esas ala­ yal bilim dönemine uyan, devletin varlı­
rak Türkiye toplumunun gerçek duru­ ğını ve “bütünlüğünü” sağlama alacak
munu, resmî ideolojinin korporatisı sa- bir “kültür” milliyetçiliğidir. Bu milliyet­
yıltılarının aksine sınıfsal farklılaşmanın çilik biçiminde artık antropoloji bir araç
boyutlarını sergileyen, resmî ideolojinin olmaktan çıkmakta, yerini “şanlı geçmiş’
kurguladığı “kültür" dışında farklı bir et- inşa etmeye yarayan, ulusa) varlığın “öte-
nografik malzemenin varlığım gösteren kileri"ni öne çıkaran bir tarih yazıcılığı
ampirik çalışmalarla iktidar unsurlarını ve farklılıkları tarihsel malzeme üzerin­
rahatsız eden bu bilim adamları, “komü­ den türdeşleştiren bir tarih anlayışı al­
nistlik" suçlam asıyla tasfiye edildiler. maktadır. Bu tür milliyetçiliğin artık “ır­
Böylelikle Türkiye’de eleştirel ve alan kı” kaygılara ihtiyacı yoktur.22 Devletin
araştırmasına dayalı sosyoloji ile sosyal duyarlılığının sınırlarını, Soğuk Savaş
antropolojinin önü kesilmiş oluyordu. koşullarının doğurduğu anti-komünist
Türkiye toplumunun köysel gerçekliğine ve Batıcı siyasal çerçeve belirlemektedir.
ve kent varoşlarında biriken insanların Bu yüzden, Cumhuriyetin ilk yıllarından
yarattığı yeni toplumsal duruma ancak itibaren kurumsallaşmaya başlamış suya
1960’lardan sonra eğilinebilecektir. Ara­ sabuna dokunmayan bir etnografya ve
da geçen zamanda yapılan çalışmalar, bü­ Marksizan etkilerden arınm ış solida-
yük çoğunluğuyla, basil etnografyalar ol­ rist/korporatist bir sosyoloji, bu ideolojik
manın ötesine geçememiş folklorik gü­ destek için yetecektir. □

DİPNOTLAR

1 Bu “ulusal bilim" vurgusu açısından ayrıca bkz: ikinci başkanı Haşan Cemil (Çambel) Bey'in
Kossinna, 1941. tebliğinden izlenebilir (bkz. Haşan Cemil (Çam-
2 Alman tarihselciliğinin en önemli temsilcileri bel], 19521.
olan Herder ve Dilthey'ın Cumhuriyetin iktidar 3 Mehmet İzzet M illiyet N azariyeten ve M illî H a­
seçkinlerini nasıl etkilediği ve Herder'deki tarih y a t başlıklı kitabında şöyle der: "Milliyet için
telsefesi anlayışı içinden çıkan evrimci tarihsel beynelmileliyet şarttır. Milletin en çok diğer
kültür anlayışının onları nasıl etkilediği, I. Türk milletlerle karıştığı yerdedir ki milli hissin kuv­
Tarih Kongresi’nde Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti vetlenmesi şeraiti ihzar edilmiş otur. Beşeriyet
C U M H U R I Y ET'I N İ D E O L O J İ K ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLO

yekdiğerine zıt milletlerin çarpışmasından çı­ 8 Bu rh an Be Ig e (193 6), I7(us gazetesin de k i ma ka­
kan tenafürü esvattan ibaret değildir. Beşeri­ lesinde, ülkede egemen ve yıkılması gereken
yet bir ahenk t ir; vakide değilse bile bir ahenk tarih anlayışının bileşenlerinin başına, "Avru­
olması vaciptir... Bir insan da, kendi milletini palInın elinden çıktığı için, ârilik demagojisinin
müdafaa ederek bir beşeri mefkureyi himaye zaman zaman batağına saplanan avrupasant-
eylediğine inanmakla milletine olan muhabbe­ rik ve tahrif edilmiş bir 'insanlık tarihi'ni" koy­
ti kuvvetlenir. Millî olan mefkuremizle ve har­ maktadır. Diğer bileşenler ise, Yahudi masalları
sımızla iftihar edebilmek için ona beşerî bir kıy­ derlemesi olan "Kısas-ı enbiya", aslında Arap
met vermeye mecburuz" (aktaran Öztürkmen millî tarihinden ibaret olan "Islâm tarihi" ve bir
1998; 180). sülâle zihniyetine sıkışmış "Osmanlı tarihi"dir.
4 "...1935 yılında da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül­ Tabii ki Türk Tarih Tezi'nin "ötekisi" sadece
tesi açıldı. Artık bu fakülte ile Türk tarihi en es­ Avrupa değildi. Belge'nin de belirttiği gibi,
ki çağlardan itibaren kendi dilimizde yazılmış Arap ve Islâm tarihçiliği ve onun etkisindeki
kaynaklar yanında Sümer, Akad, Hitit, Çin, Osmanlı tarihçiliği, diğer ve belki de daha ciddi
Hint, Iran, Arap, Rus, Macar, Latin, Yunan dille­ bir "öteki" İdi. Zira Türk tarih ve antropoloji
rinde yazılmış kaynaklardan, ayrıca İngilizce, tezi öncelikle Türklerin Araplarla ve sarı ırkla
Almanca, Fransızca dillerinde yazılmış Türklerle özdeşleştirilmesine şiddetle karşı çıkarak, o za­
ilgili araştırmalardan yararlanılacak, diğer ta­ manki Avrupalı ezberin bu Önyargısına karşı.
raftan arkeoloji, antropoloji, tarih, coğrafya bi­ Örtük biçimde "aslında biz de siz den iz, sizinle
limleri de bunlara yardımcı olacaktı. Tarih ve aynı ırkî dairedeniz" demeye çalışıyordu.
dil kurumiarı ise bu araştırmalar için program­ 9 Kültür Bakanı Saffet Ar ikan Tez’in sonuçlarını 367
lar yapıp parasal yardrırt sağlayacak ve bunla­ Şöyle özetliyor: "...Bir kaç yıllık uğraşma sonu­
rın yayınlarını üstlenecekti" (Çığ, 1990: 67). cunda, tarihin en karanlık köşelerini aydınla­
5 Assuroloji adının Semitik çağrışımı, Türk Tarih tan hakikat bulundu. O hakikat şudur: Dünya­
Tezi'nin temel iddiası bakımından Atatürk'ü da yüksek kültürün ilk beşiği Türk ana yurtları­
rahatsız etmiştir. Muazzez İlmiye Çığ (1990: dır ve o kültürü kuran ve bütün dünyaya ya­
67), bu rahatsızlığı şöyle nakleder: "Atatürk’ün yanlar da Türklerdir. Arkeoloji irdellerinin her
Sü meri il ere, dillerinin dilimize benzemesi dola­ gün bir kat daha aydınlattığı bu hakikat artık
yısıyla özel bir ilgisi vardı. Bunu, bütün dünya­ bir ipotez sayılmak devrini çoktan geçirmiştir
da Asuroloji olarak adlandırılan şubeye 'bıra­ (...) 16. yüzyıla kadar bütün insanlığın, bilgi,
kın şu Sam ileri, bölümün o adı Sümeroloji ola­ ahlâk gibi bütün yüksek anlamlan İle kültür
caktır’ demekle kanıtlamıştır". bakımından durumu göz önüne getirilsin, bü­
tün ulusların üstünde bulunan ulus kimdi?
6 20. yüzyılın başlarından itibaren "kültür" kav­ Eğer tarih bir misal değil de bir hakikat ise,
ramı, yavaş yavaş "ulus" ve "uygarlık” kavram­ dünya tarihinin 16. yüzyılda insanlığın bütün
larının yerini almaya başlamıştır. Bu aynı za­ yüksek değerlerinin oruntağı olarak ve bir gü­
manda Fransız İhtilâlimden mülhem "ulusal neş gibi dünyanın gözünü kamaştırarak en yü­
egemenlik" kavramı yerine, belirli bir insan ce katlarda parlıyan varlık, Türk Ulusu idi" (ak­
grubunun özgül karakterine yaslanan bir "kül­ taran İnan 1974: 30). Burada 16, yüzyılın sınır
tür milliyetçiliği"nin ürünü olan Alman ve Ital­ oluşturması da İlginç bir vurgudur. Bakan, Kla­
yan Birliği'rrin kuruluşunu izleyen bir gelişme­ sik Osmanlı devrinin başlamasıyla "Yüksek
dir. Gustav Klemm’den başlayarak, Norveçli ar­ Türk kültür devri"nin ve "Türk Ulusu'nun üs­
keolog Olof Rygh, Alman arkeolog ve prehis- tünlüğüm ün bittiğini ima etmektedir. Ba-
toryacılar Hans Hildebrand, Eduard Meyer, Fro- kan'ın bu vurgusu, Nâfi Atıf Kansu'nun da dik­
benius ve Kossinna, kültürü, "ulus" ve "uygar­ katini çekmiştir. N A. Kansu (1936) Bakan’m bı­
lık" kavramlarının yerini alacak biçimde, tarih­ raktığı yerden devam etmektedir: "Bir zaman,
te devlet kurmuş toplumlara işaret edecek bi­ incelenmesi çok lüzumlu olan türlü tesirler al­
çimde, onların geçmişlerinin arkeolojik kayıt­ tında, Türk kültürü zaafa uğruyor, gerileme
lardan izlenmesiyle kurulan bir süreklilik, bir başlıyor... Atatürk, Türk milletinin yüzyıllarca
ortaklık ve en nihayet bir üstünlük formu ola­ süren ters talihini yeniyor, ilerisi zengin, parlak
rak kullanmışlardır. Diaz-Andreu, bu nedenle bir tarih açıyor...". Cumhuriyet ideologlarına
20. yüzyılın "kültür kavramının zaferine" sahne göre böylece Cumhuriyet Devrimi, Türk ulusu­
olduğunu yazar (bkz, Diaz-Andreu, 1996: 54-5). nun Osmanlı devriyle kesilen yüksek tarihini
7 Bu sözler irdelendiğinde, Türklerin artık tarih­ kaldığı yerden devam ettirmektedir. Bu görüşe
sel olarak incelenmeye değer bir millet haline göre Osmanlı, Türklüğü adeta "tarihsiz bir
geldiğinin söylenmek istendiği görülür. Dolayı­ halk" haline getirmiştir. 16. yüzyılın öncesine
sıyla "tarihe katılan" bu milletin bu başarısını bakıldığında "tarihin öncülüğünde" görülen
sağlayan özelliklerin, daha doğrusu onun da bu ulusu Cumhuriyet yeniden "tarihe sokmak­
diğer "başarılı" milletlere benzer tarihî özellik­ tadır". Burada tarihli olmakla ulus olmak ara­
leri taşıdığının gösterilmesi mecburiyeti ortaya sında kurulan özdeşlik de seçilmektedir. Tari­
çıkmıştır. Burada Alman geleneğinden mül­ hin eski devirlerinde "ulus” olarak varolan
hem "tarihsiz halklar {N a tu rv ö lk e r }"-tarihin Türklük, Osmanlı ile birlikte bu özelliğini kay­
öznesi "Kültür halkları (Kufturvö/ker)” ayrımı betmektedir ve Atatürk Devrimi ona "ulus ol­
ile Hegelci tarihsel ilerleme fikrinin meczedildi- duğunu hatırlatmıştır".
ği görülmektedir. 10 Almanlar tarafından yürütülen bu kazıların,
K E M A L I Z K*

Aryen ırkın kurduğu büyük uygarlığın ortaya larda görüldüğü veçhile, Kengi halkı, yani Sü­
çıkarılması için başlatılması ve sürdürülmesi il­ mer ler, orta boylu, tıknaz bedenli, geniş alinle
ginç bir ironidir. Almanlar Hatti ve Hitit bakiye­ dolgun çehreli, büyük burunlu, büyük ve çekik
lerini, Indo-Germenlerin uygarlık adımı olarak gözlü, kısa ve geniş boyunlu brakisefal insan
okurken, Türkler bu kazılardan çıkanları Proto- lardı. Kafaları çıkıntılı olup, düz bir ense ile be­
Türkterin uygarlık kuruculuğunun ve Anado­ dene merbut bulunuyordu. Burunları da Türk­
lu'ya erken gelişin kanıtı olarak okuyorlardı, ler gibi iri; çıkıntılı; ve gaga burun olmaktan zi
Hattuşaş kazıları 1907 yılında başlamıştı. yade, az seçilen çehreyi uzatıyordu. Bu cismanl
Î915'de Çek bilim adamı Bedrich Hrozny Hat- vasıfları haiz tipler Anadolu’nun her tarafın­
tuşaş'ta gün ışığına çıkarılan tabletlerin dilini dan bugün de görülmektedir" (Günaltay ve
çözdü. Bu dil, bir Hint-Avrupa diliydi. Böylelikle Tankut 1933: 21-22).
Kilitler üzerindeki Germenik ilgi yoğunlaşma­ 13 "Ön Asya'nın Y a fe tit denilen bu ilk temdinci
ya başladı. İlgi sahiplerinden büyük kısmı, Hitit [uygarlaştırıcı] halkına ait olarak bugüne ka­
uygarlığının, onların Hint-Avrupa kökenli ol­ dar bulunan kafataslarının brakisefal, bünyesi
maları nedeniyle büyük bir uygarlık olduğunu malûm olan dillerinin de iltisakt [bitişken] olu­
savunuyorlardı. Dil, aynı zamanda Indo-Germe- şu, dinlerinin Orta Asyaiı diğer kavimlerin ta­
nik ırkın da işaretiydi (bkz.Lerner, Meacham ve biat kuvvetlerini takdis esasına müstenit bulu­
Burns, 1993: 41). Türk Tarih Tezi, dil-ırk ilişki­ nuşu ve nihayet hepsinde mabut Teşup ile
sinde dilin yerini Türkçe'yle değiştirdi (dil-ırk mabude Hepa'ntn müşterek oluşu menşeleri-
ilişkisine ait bir temellendirme olarak bkz. Tan- nin ittiadını göstermektedir" (Günaltay ve
368 kut, 1943) ve Hitit dönemine alt iskeletlerin Tankut 1938: 23).
analiziyle onların "Alpin ırk"tan oldukları ilan
edilerek, bu kez antropolojik kanıtla tez güç­ 14 "...Mısır'da A b yd o s, N egade, G e rze ve Harage
lendirildi. Bazı Avrupalı bilim adamlarının (Pit- gibi mezarlıklarda yapılan hafriyat. Milâttan
tard ve Osten gibi) bu bulguya dayanarak yapı­ önce beşinci binde Mısır’ın geniş kafalı (Braki­
lan kimliklendirmeyi desteklemesi, Türk Tarih sefal) insanlar tarafından istilâ edilerek burada
Tezl'ne güveni arttırdı. Böylelikle Almanların ikinci eneolitik medeniyeti kurmuş olduklarını
kurduğu ırkçı hipotez olduğu gibi ödünç alını­ meydana koymuştur" (Günaltay ve Tankut
yor, ama Özne değişiyordu. Bu "sahiplen me" 1938: 23).
yarışında ön almak için Atatürk'ün 1931 yılında 15 Kültür Bakanı Saffet Arıkan, DTCF'yi açarken
Paris'te yayımlanmaya başlayan fievue H ittite yaptığı konuşmada, Türkiye'deki tarihin siyasal
e t A sia n ig u e dergisini himayesine alması dik­ etkenlerle çerçevelenmiş Batı tarih kitaplarının
kat çekicidir (Çığ, 1990: 67). çevirisinden ibaret gördüğü tarih kitaplarının
Bunun gibi, daha uzak bir halk olan Etrüskler "Türk'ü ikinci derecede, Mongol tipinden bir
konusunda dahi hem Almanlar tarafından yaratık" olarak gösterdiğini söylüyor ve bu tes­
hem de Türk Tarih Tezi'nl savunanlar tarafın­ pitin yaygınlık kazanmasında sadece Avrupalı
dan benzer bir "sahiplenme" teşebbüsü vardır. tarihçilerin suçlu sayılamayacağını belirtiyordu.
Etrüsklerin Türklüğüne yahut Anadolu kökenli Osmanlı ve Selçuklu Türkleri de suçlu idiler (I):
oluşuna, II. Türk Tarih Kongresi'nde özellikle "..Meselâ Osmanlı Türkleri ve ondan önceki
eğilinmiştir (bkz. Brandensteln, 1943a, 1943b; Selçuk Türkleri, bu topraklara geldikleri za­
(acopi, 1943). Bu iddiayı son zamanlara kadar man, dedelerinin kurdukları varlıklar içine gir­
getiren ise Adile Ayda (1971, 1985) olmuştur. diklerini ve kendilerini kucaklayanların a y n i
Aynı iddianın daha Önce Almanlar tarafından ırk ta n kardeşler olduklarını düşünmediler bi-
ileri sürülüşü ise, yine ilginç bir ironidir (örne­ le..(a.b.ç.)“ (aktaran İnan 1974:30). Bir Fakülte­
ğin bkz. Kannengiesser, 1905). nin açılış töreninde serdedilen ve Prusya tarih
okulunun ulus anlayışında bile görülmeyen de­
11 Tarihçilerin Türklerle Moğolları bir saymalarına recede bir 'aşkın bilinci' ulusa atfeden, böyle­
yol açan hatalı bakış açısına karşın "...diğer sa­ likle ulusu toplumsal bir olgu ve varlık olmak­
halarda tetkiklerde bulunanlar lyani antropo­ tan tamamen çıkaran böylesi mantıkdışı görüş­
loglar] Türklerle Moğollar arasında ırkî bir mü­ ler bir yana, "Mongol tipinden bir yaratık" tü­
nasebet olmadığını farketmişlerdir. Bunlardan ründen ve kelimenin tam anlamıyla ırkçı tasvir­
Vösale Cenevizlilerle Türkleri ve Grekleri bir tu­ lerin, o zamanki bilim heyeti ve devletin en
tuyordu. O zat her milletin de yuvarlak kafalı yüksek ricali önünde ifade edilebilmesi gerçek­
olduğunu müşahade etmişti. Cuvier ise Türkleri ten düşündürücüdür. Bu durum, iktidar seçkin­
stik o Ta ta r adı altında beyaz ırka bağladı. En leri ve egemen bilim çevreleri arasında anılan
yeni bir etnoloji kitabı olan Lestor ve Mil- konularda geniş bir mutabakatın söz konusu
lot'nun eserinde Moğolların antropolojik tari­ olduğuna delalet etmektedir.
fene (...) uyan] ...tipte insana Balkanlarda,
Anadolu’da, hattâ belki Orta Asya'daki Türkler 16 Dönemin Kültür Bakanı Saffet Arıkan, Fakülte­
arasında bile çok seyrek tesadüf edilir. Moğol nin açılış töreninde yaptığı konuşmada bu
istilâları zamanlarındaki büyük ölçüde İh ti Iât­ özelliği şu sözlerle vurguluyor: "..Kültür işinde
lar (karışmalar) bu antropolojik evsafı Avrupa ana kaynağın tarih olduğu kanaatidir ki, bu
ortalarına ne kadar götürdü ise, Türk yurduna alanda çalışmaya çok önem verdirdi..." (akta­
da ancak o nispette sokabilmiştir" (Günaltay ran İnan, 1974: 29).
veTankut 1938:26). 17 Dönemin resmi tezini oluşturanlara göre bu
12 Semerlerin "[b] ıraktı klan heykel ve kabartma­ kabuller bilimsel yollardan kanrtlanmış ve des­
C U M H U R I Y E T ' 1N İ D E O L O J İ K ŞEKİLLENMESİNDE ANTROPOLOJİNİN ROLÜ

teklenmiş, deneysel bilgiye dayanan tümeva- Kurumu'nun asbaşkanıdır ve kitabın yayımlanı-


nmsal sonuçlardır. Ancak, dönemin bilim tarihi şı, büyük ölçüde Afet Inan'ın kurum içindeki
bunun aksini söylemektedir. Varılan sonuçlar nüfuzunun bir sonucudur. Bunda TTK'mn Ata­
büyük ölçüde ideolojiktir ve önceden belirlen­ türk tarafından sağlanmış özerk yapısının ku­
miştir, "Irkî ayniyet vardır" diye yola çıkılıp ula­ rumu iktidar karşısında görece bağımsız kılışı­
şılan sonuçlar, ister istemez bunu teyit eder ni­ nın etkisi de bulunuyor olsa gerektir,
teliktedir. Teze şüpheci bir açıdan yaklaşanlar 21 Bir tarafta Soğuk Savaş koşullarının etkilediği
ise derhal aforoz edilmiş ve bilim çevresinden ve güçlendirdiği "milliyetçi-yerel bir sosyolo­
uzaklaştırılmıştır. Bunun en dramatik örneği, I, jimin etkisi, özellikle sosyal antropoloji-etnolo-
Türk Tarih Kongresi sırasında "Orta Asya'da ji alanındaki evrenselci-nesnel yaklaşımların
kuraklık" tezinin jeolojik ve coğrafî kanıtlardan önünü keserken, öte tarafta Almanya’nın ye­
yoksun olduğunu söylemeye cüret eden 2eki nilgisiyle birlikte "ırk paradigması”nın gözden
Velidî Togan'ın başına gelenlerdir. Togan, gör­ düşmesi sonucunda fizikî antropoloji himayesiz
düğü şiddetli tepki sonucunda ülkeyi terket- kalıyordu. Yani ırkçılıktan dönülmesi, Türki­
mek zorunda kalmıştır. Fuat Köprülü gibi tezi ye'de sağlıklı bir sosyal bilim ve tarih yaklaşımı­
açıkça desteklemeyip sessiz kalan bazı tarihçiler nın doğmasına zemin hazırlamamış, bu kez So­
ise, bu gibi işlerin havale edildiği dönemin Millî ğuk Savaş koşullarının beslediği Türk-lsl-âm
Eğitim bakanı Dr. Reşit Galip tarafından açıkça sentezine uyan milliyetçi yaklaşımlar yaygın
tehdit edilmiş, öğrenciler de yine aynı kişi tara­ kabul görmeye başlamıştır. Belirli ölçülerde Os­
fından bu gibi hocalara karşı kışkırtılmıştır, manlI geçmişine yaklaşma ve "Altın Çağ"ı o
18 İkinci Dünya Savaşı'nın arifesinde Türkiye'de geçmişin içinde arama eğilimi, bu çerçevede Is-
369
resmî tarih anlayışının Almanya'dan mülhem töm-öncesi tarih içinde eski Anadolu tarihinin
bir kavramsal çerçeve ile iyiden iyiye sarma­ bir referans olarak değerinin kalmaması ve ar­
lanmaya başladığı, uygarlık yaratıcı halklar­ keolojinin Türkçülük yerine Batıcılığı besleyen
dan biri olma iddiasının, yavaş yavaş Alman bir toplumsal-bilimsel zeminden beslenmeye
"kültür yaratıcı halklar" kavramıyla yer değiş­ başlaması, bu sonucun doğmasındaki ana amil­
tirdiği ve "kültür yaratıcılığı" kavramının da ler olarak gösterilebilir.
"ırk" önkoşuluna bağlanıp, kültür-ırk ilişkisi­ 22 İkinci Dünya Savaşı'nın başlarında örtük des­
nin açık-seçik bir biçimde ifade edildiği görül­ tek verilen faşizan eğilimlerin 1944'de "Irkçı-
mektedir. Bu yaklaşım, Alman teorisyenlerin- lık-Turancılık Davası" adı altında kovuşturul­
den Ervin Baur'un (1943: 10-11) şu sözleriyle ması ve bu eğilimdeki (Z. Velidi Togan, Al­
karşılaştırılabilir: "Kültür sahibi bir milletin parslan Türkeş, Fethi Tevetoğlu, Nihal Atsız,
ırkları arasında, zamanla vuku bulan her deği­ R. Oğuz Türkkan gibi) önde gelen bazı kişile­
şiklik, bu milletin kültüründe ve bu kültürün rin görünüşte de olsa mahkeme edilmesi, bu
şekil ve derecesinde de, büyük ölçüde değişik­ keskin dönüşümün ilk işaretlerindendir. Bu
liği mucip olur. Irk bakımından yapısı şiddetle hem savaşın kazanmakta olan taraflarından
bozulan bir milletin, kültürü de bozulmaya Sovyetler Birliği’ne bir "iyiniyet mesajı" hem
mahkûmdur", de dünyada savaşı kaybetmekte olan Alman­
19 Yazarın Ermeni asıllı olması, kendi tezlerinin ya'nın bayraktarlığını yaptığı ırkçı paradigma­
sıhhati bakımından, bu tespiti zorunlu kılmak­ nın iflâs ettiğinin kabulü anlamına gelmekte,
tadır. rejimin bu "yan desteği" böylelikle tasfiye
20 Kitap yayımlandığında Afet İnan Türk Tarih edilmektedir.
1920’lerden 1970’lere
Kültür Politikaları
ORHAN KOÇAK

u A vi’üpa medeniyeti, eşsiz güzel- makla sınırlı kalacaktır, 1922-50 dönem:


likler ve ahlakî zevkler yönün- içinde de iki farklı evre seçilebilir: 1923-
i - A -den de üzerimizde olumlu etki­ 38 ve 1939-50. İlk evreyi, biraz basitleş­
ler yapacaktır. Fakat hu etkiler, b ize tirmek pahasına, “din vurgusu kısmcr.
Acem’den geçen Jelse/î, ahlakî ve estetik kaldırılmış Ziya Gökalp" formülüyle ta­
nımlayacağız; İkincisiyse, üzerinde dalla
zerleri yıkmağa çalıştığı ölçüde faydalıdır.
çok anlaşılmış bir formülasyonla, “hüma­
Yıktığı zevkin yerine kendisi geçmeğe
nist kültür” dönemi olarak adlandırılmış­
kalktığı anda, bu iki medeniyetin zevki
tır. ilk evre daha çok bir tasfiye dönem:
de zararlı olur. Bir milletin güzellikte, ah­
olarak görülürse eğer, İkincisinin de göre­
lak ve felsefe ile ilgili zevkleri kendine öz­
li bir restorasyona sahne olduğu söylene­
güdür. Bunları asla dışardan alamaz." Zi­
bilir. Öte yandan, 1922-38 yıllarında ku­
ya Gökalp’in bu cümleri, yeni Türkiye
rulan temel, daha sonraki restorasyonun
Cumhuriyeti’nin kültür politikalarının
da sınırlarını belirlem iştir; bu açıdan
ardındaki temel itiyi de verir. Yetmiş yıl­
1938-50 dönemi de “Ziya Gökalp artı Ha­
lık bir süre içinde hükümet politikaların­
şan Ali Yücel" formülüyle özellenebilir
da şüphesiz bazı dalgalanmalar olmuş,
(1 9 7 0 ’lerdeki CHP hükümetleri de bu
1940’larda Haşan Âli Yücelin maarif ve­
politikayı “ulusal kültür" adı altında uy­
killiği döneminde Gökalp’inkinden kıs­ gulamaya çalışacaklardır).
men farklı bir çerçeve de belirmiştir; öte Şunu da vurgulamahyım: 1923-38 ve
yandan geniş anlamda kültürel duruma 1938-50 arasında izlenen kültürel politi­
değil de bu politikaların kendilerine ba­ kalar, kısaca “Kemalizm" terimiyle anılan
kıldığında, bütün belirleyici kavramların sistemin hem kurucu bir yapısal öğesi,
1922-50 yılları arasında oluşturulduğu, hem de tinsel düzlemdeki görüntüsüdür.
önemli çatışma ve çözümlerin bu yıllarda Başka bir deyişle, Kemalist siyasal sistem­
sahnelendiği de görülebilir. Daha sonraki le bu kültürel politikalar arasında hem
yönetimlerin bu politikalara müdahalesi, bir tam am layıcılık ilişkisi hem de bir
ya 1950’lerde ve 1960'larda olduğu gibi temsil ilişkisi vardır: Siyasal sistem, tü­
“politikasızlık” (kendiliğinden oluşumla­ müyle -hatta büyük kısmıyla- bu kültürel
ra göz yummak) ya da 1970’lerden sonra politikalara indirgenemez, onları aşan,
olduğu gibi eski formülleri yeni bileşim­ onlarla çelişen başka öğeleri vardır; ama
ler içinde ( “Türk-lslâm sentezi”) sun­ sistemin kendini düşünme, hissetme ve
1 9 2 0 ‘ L E R D E N 1 9 7 0 ’ L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

sunma tarzım bu politikalar belirlemiştir. “tarihsel gecikmişlik” duygusu vardır ve


Öyleyse burada ayrıştırdığımız iki kültü­ sadece Türkiye’ye özgü de değildir, mo­
rel dönemin (1923-38 ve 1938-50) Ke- dernliğin sahnesine Ingiltere ve Fransa’ya
malizmin iki imgesini, iki yüzünü verdi­ oranla geç çıkan bütün toplumlarda dere­
ğini de söyleyebiliriz. ce derece hissedilmiştir. Gecikmişliğin de­
Aşağıda, Ziya Gökalp’in “Millî Hars ve receleri ve biçimleri vardır ve hissedilme,
Garp Medeniyeti Sentezi” fikriyle bütün adlandırılma ya da gizlenme biçim leri
bu dönemler boyunca kültür politikaları farklıdır. Yine de çoğu kez bir zaman çar­
üzerinde etkili olduğunu ve bu etkinin pılması algısıyla belirir bu duygu; tarihsel
beklenmedik anlar ve yerlerde bile ortaya özne bir türlü kendi çağma, kendi ânına
çıktığını göstermeye çalışacağım. Ama denk düşemiyordur.1 Şüphesiz, bozulma
Gökalp’in büsbütün yeni bir program çı­ bilinci, Osmanlı toplumunda Kanuni dö­
karmadığım, Osmanlı toplumunun son neminin hemen ardından ortaya çıkmıştı.
yüzyılında beliren bazı eğilimleri daha sis­ Ama hükümdara sunulan layihalarda dile
temli bir çerçeve içinde toplamakla kaldı­ gelen bu bozulma, bir döngünün, bir tür 371
ğını da göreceğiz. Etkisinin yaygınlığı da devr-i daimin aksamasıydı; 19. yüzyılda
buna bağlıdır: Kendisîninkiler de dahil hissedilmeye başlanan çarpılmaysa doğru­
bazı tikel savların veya programların öte­ sal bir zaman çizgisi üzerinde ortaya çıkan
sinde, hepsinin içinde yer aldığı ve birbiri­ ve dolayısıyla onarılmaz bir geç kalmışlık
ne karşı konumlandığı tartışma çerçevesi­ duygusuyla birlikte gelen bir denksiziik
nin bütününü belirlemiştir Gökalp. Öyle bilincidir. Tanzimatın başvekillerinden
ki, ona karşı olanlar bile ona gönderme Fuat Paşa’nın babası Keçecizade izzet
yapmak 2orunda kalmışlar, ondan haber­ Molla’nın “Öyle bir mevsim-i baharına
siz olanlar bile farkında olmadan kendile­ geldik ki alemin / Bülbül hamuş havz tehi
rini onun çizdiği çerçeve içinde söyleşir­ gülistan harab” [bülbül susmuş, havuz
ken bulmuşlardır. Bu yazıda başlı başına boş, gül bahçesi harap) beyti bu yeni ge­
Gökalp’in tezlerinin bütününü değil, sa­ cikmişlik duygusunun erken ifadelerin­
dece kültür politikası alanında Cumhuri- den biri olarak görülebilir. Bu duygunun
yet’e miras bıraktığı çerçeveyi konu alaca­ 1878 yenilgisinden, Balkan Savaşlarından
ğım. Örneklerimi de daha çok edebiyat ve ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir
özellikle şiirle ilgili tartışmalardan alaca­ kimlik bunalımına dönüşmesi de beklene­
ğım: Temel karşıtlıklar, en belirgin ifadele­ bilirdi. 1927’de, Darülfünun hocaların­
rini bu alanda bulmuştur. dan, Ley-Bruhlün öğrencisi Mehmet İz­
Öte yandan, içerdiği politikalarla birlik­ zet, “Türk ırkını”, tarih sahnesindeki ro­
te bu tartışma çerçevesi, bir kültürel duru­ lüne geç kalan bir aktöre benzetecektir:
mun ya da bağlamın içinde anlam kazanı­ “O halde Türk ırkını, o dünya tarihi sah­
yordu, bağlamın taleplerine, gerilimlerine nesine gireliden beri [ayırt eden belirgin
ve yetersizliklerine verilmiş bir karşılıktı. özellik] ‘kavi olmak, hakim olmak’ irade­
Kısaca betimlemek gerekiyor bu bağlamı. sinden ibarettir denilebilir. Fakat ben tari­
hî mukaderrata inanlardan değilim, ırkla­
TARİHSEL GECİKMİŞLİK_______ rın rollerini peşinen ezberlemiş oyuncu­
lardan ibaret olduklarını kabul edemem.
Cumhuriyet’in kültür politikaları, derin Her sahnede olduğu gibi tarih sahnesinde
bir tedirginlikle ve bu tedirginliğe karşı de rolüne geç kalan, yahut şaşırıp becere­
geliştirilen psikolojik, düşünsel ve ku­ meyen aktörler olduğunu görüyorum”
rumsal savunma mekanizmalarıyla belir­ (Kaplan, 1981a: 208).2
lenmiştir. Tedirginliğin kaynağında bir “Tarih sahnesi" düşüncesi, bu sahnenin
K E M A L İ Z

aktörlerinin (kavimler, uluslar, kültürler, sı, “tadilat’in bir endişeyle, demek bir it­
uygarlıklar) sadece savaş meydanlarında sel çatışmayla birlikte ortaya çıktığını gös­
değil, manevî alanda da karşı karşıya gel­ terir. Yerli edebiyatla “cihan edebiyatlar;
diği ve birbiriyle kıyaslandığı anlamına arasında bir karşılaştırma olmuş ve b..
gelir. Bu, geç kalmış olan için, acizleştirici karşılaştırma "her açıdan" yabancı ürünle­
bir endişe demektir. Endişeyi hissedenin rin lehine sonuçlanmıştır. Bunun, 20. yüz­
endişe kaynağıyla yüzleşebildiği berraklık yıl başlarına gelindiğinde çoktan yapılmış
anları, en azından metinsel düzlemde, en bir karşılaştırma olduğu da belirtilmeli
derdir. Millî Edebiyat akımının (1911) ku­ Son yüz elli yıl içinde Avrupa karşısındz
rucularından, şair, eleştirmen ve politikacı alman askerî ve siyasal yenilgiler, çok geç­
Ali Canip Yöntem’in Mehmet Izzet’in ya­ meden bir kültürel mukayese/asimilasyor.
zısıyla aynı tarihlerde yayımlanan "Edebi­ sürecini de başlatmıştır seçkinlerin zih­
yat Tedrisatının Yeni Veçhesi Çocukları ninde. Yenik düşenin konumundan yapı­
Kozmopolit Yapar mı?" başlıklı yazısı, sırf lan bir karşılaştırmadır bu; yenilgi, yenen
372 başlığıyla bile, böyle görece berrak bir tarafın model, yenilen tarafınsa öğrenci, iz­
yüzleşmenin ürünü gibi görünüyor; leyici, kısaca kopya konumuna yerleşme­
“Bugüne kadar liselerimizde edebiyat siyle sonuçlanm ıştır (bu açıdan, Yön­
derslerini hemen hemen yalnız mahallî tem’in yazısında Avrupa edebiyatının “ci­
eserler işgal ediyordu. Çocuklarımızın be­ han edebiyatı" olarak tanımlanması an­
diî vicdanına ait sahayı aşağı yukarı Sinan lamlıdır). Her karşılaştırma, model karşı­
Paşa, Fuzulî, Bâkî, Nef’î, Nedim... ve bol sında kaygılı bir yetersizlik duygusuyla
bol Hal id Ziya ve Tevfik Fikret’le arkadaş­ be liri eniyordun Çatışmanın içsel (dolayı­
ları, nihayet daha yeni muharrirler ve şair­ sıyla fantastik) bir boyutu olduğunu vur­
ler dolduruyordu. Lise talebesi için bir gulamak gerekir: Sadece bir dış düşman
Homeros, bir Virgil, bir Shakespeare, bir karşısında duyulan gerçekçi korku değil­
Goethe, bir Corneİlle, bir Racine ve ilh... dir söz konusu olan: Düşman, aynı za­
meçhuldü. Eğer muallim garp edebiyatla­ manda bir model (erişilmesi gereken ide­
rına vâkıfsa -program haricinde- ecnebi al) olarak da içi eştirilmiş tir bu süre için­
muharrir ve şairleriyle eserlerinden bahse­ de; öyle ki. Millî Mücadele’nin önder ve
debilirdi, Son muaddel [tadil edilmiş] kadroları, kendi iç dünyalarında da temsil
program ise ‘cihan edebiyatlarına’ ait me­ edilen, o İç dünyanın bir yönünü oluştu­
tinlere geniş bir yer ayırmış oldu. Artık ran bir "düşmana" karşı, başka bir deyişle
Türk çocuğu Yunan, Latin, İngiliz, Alman, kendilerine karşı mücadele ediyorlardır.3
Fransız, Italyan edebiyatlarına ait metin Bu içsel bölünmenin sancısına -kİ “Batı­
tercümeleriyle yüz yüze gelecektir, İtira/ lı” ya da “evrenselci” norm ve kavramlar
etmeliyiz kİ, bu yazılar, mahalli mahsulleri­ içleş tiril diği ölçüde daha da k e s in le şe ­
mize her nokta-i nazardan jâ ik tir [üstün­ cektir ve edebiyatçılarda ve dönemin kül­
dür], Henüz yetişmekte olan bir genç, bu türel elitinde bu içselleştirme daha belir­
faikiyete meftun olup ‘milliyetinden ma­ gindir4 - Batılı modeller karşısında bir ça-
nen tebaüd etmez mi [uzaklaşmaz mı]? restzleşme ya da daha doğru bîr deyişle
Daha sarih bir tabirle edebiyat tedrisatının bir çocuklaşma da eşlik eder, Tanzimat'tan
yeni veçhesi çocuklarımızı kozmopolit sonra Osmanlı kültürel geleneğinin (özel­
yapmaz mı?...’’ (Kaplan: 198i b, 135). likle de edebiyatın) yeni, Batılı biçim ve
Yöntem’in kendi yanıtı, “hayır, yapmaz" türler uğruna terk edilmesi, Osmanlı ede­
olacaktır. Ama bu noktada sorunun ken­ biyatçılarım, bir an içinde, bir tarihsel an
disi, olası yanıtlarından daha önemlidir. içinde, eski ve ihtişamlı bir kültürel mira­
Böyle bir sorunun açıkça sorulmuş olma­ sın emanetçileri olmaktan çıkarmış, sade-
1 9 2 0 ‘ L E R D E N 1 9 7 O‘ L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

Kemalist kültür politikasının özgün ve öncü figürü Haşan ÂH Yücel, Batılılaşma-


uygarlaşma ve ûlusallaşmayt tutarlı bir süreklilik içinde görüyordu. Yücelin çizgisi,
Batthlaşma-modemleşme ile komünizm tehlikesi arasında bir bağ kuran sağ söylem
tarafından ise günah keçisi yapılmıştır.

ce düşünmeyi ve yazmayı değil, davran­ Bu edebiyat yerine bir dereceye kadar ki­
mayı ve hissetmeyi de yeni yeni öğrenme­ tabi mahiyette olan klasik Fransız edebi­
ye çabalayan ergenlere dönüştürmüştü. yatını tcdkik etmeğe teşebbüs etselerdi,
Darülfünun Batı Edebiyatı Tarihi müderri­ belki daha fa z la muvaffak olurlardı. Mu­
si Yusuf Şerif (Kılıçel) 1924’te “Avrupa asır garp dsör-ı edebiyesinden edilecek
Edebiyatı ve Biz” başlıklı bir yazıda bunu yegane istifade garp üdebâsının bütün il­
şöyle açıklamaya çalışır: hamlarını millî hayattan ve şahsî hissi­
yattan ne sutefle iktibas ettiklerini öğren­
“Bir eser yazm ak istedikleri zaman şe’nî
mekten ibaretti. Biz böyle yapmadık: On­
hayatın mevludu fgeçek hayatin ürünü)
ların tarz-1 tefekkür, tarz-ı tahassüslerini
olan samimi şahsiyet, zihniyet ve hassasi­
almak istedik ve onun için sönük kopyacı
yetlerini bir tarafa bırakarak, Arap ve
vaziyetinden kurtulamadık. Avrupa ede­
h a n dsürının kendilerinde doğurduğu
biyatım bu surette taklit etmenin en fena
sunî, kitabi zihniyet ve hassasiyet vasıta-
bir taklit olacağım idrak etmedik. Keli­
sıyle düşünmeğe ve hissetmeğe öteden beri
melerle oynamaktan korkmasaydım, der­
alışmış olan m u harrirlerim iz, Avrupa
dim ki, taklide müsait olmayan bir edebi­
edebiyatım da ruhlarının sunî, lîitabf kıs­
yatı en mükemmel bir surette taklit etmek
miyle tetebbu ve taklit eltiler. Halbuki
onu katiyen taklit etmemekle mümkün
garp edebiyatının romantizm devrinden
olur Fakat adem-i m uvaffakiyetim izin
itibaren başlıca vasf-ı mümeyyizi bütün
sırrını ancak bu noktada aram ak doğru
ilhamım şe’nî hayattan almak istemesidir
değildir Garp edebiyatıyle kesb-i ünstyel
Bizim edibler ise ancak bu devrin /Ro­
etmemiz nisbetenyenidir )...) Maatteessüf
mantizmin) edebiyatım tanıyabilmişleıdi.
en basit fikirleri keşfetmek zamana müle-
K E M A L İ Z M

vakkıftır. “Bir şey olabilmek için iyi kötü Türk kültürünün kaderi olmuş gibiydi.
benliğini muhafaza ve onunia iktifa etmek Şüphesiz, içsel bölünmeyi onarmaya,
lâzmdtr" fik ri pek basit görünüyor Öyle mutsuz bilincin sancısını gidermeye ya da
olduğu halde bu düsturu ancak otuz, ktrk hafifletmeye yönelen programatik çabalar
yaşına geldikten sonra takip edebiliyoruz. da aynı süreçte ortaya çıkacaktı. Ziya Gö-
Edebiyatımızın da sinn-i rüjde /rezillik kalp'in “hars ve medeniyet sentezi” prog­
yadına] vâsıl oluncaya kadar, okuduğu ramı da bu ihtiyaca cevap veriyordu.
parlak cümleleri alız yazıları arasına sı­
kıştırmak istiyen bir mübtedi (yeni başla­ "HARS VE MEDENİYET”________
yan] mevkiinde kalması zaruri idi. Ne de­
nirse densin, şark ile garp arasında bin Taha Parla, Gökalp’in “tam bir uyum te-
dört yüz senenin açtığı bir uçurum var­ orisyeni" olduğunu vurgular (1989: 38).
dır” (Kaplan, 1981b: 199-201). Gökalp’in düşünsel etkinliğini kurduğu
1912-24 döneminde de sancılı bir uyum
Edebî etki sürecini teknolojikleştirmesi-
374 ihtiyacı vardı: “Batı gibi olmak" ile “ken­
ne ( “ne suretle”) ve Romantizmi de sade­
dimiz olmak” arasındaki uyum. Ulusal
ce akımın kendi hakkındaki iddiasına
kültür ( “hars”) ile uluslararası uygarlık
( “sam im ilik") indirgem esine rağmen,
sentezi, bu ihtiyacı hem adlandınyor hem
önemli sezişler içeren bir pasaj: Öznenin
karşılıyordu. Ama sadece bu kadar da de­
kendisiyle özdeş olması, kendinden ibaret
ğil: Bir sentezin tasarlanabilmesi için önce
olması gibi “pek basit görünen" bir duru­
gerçekliğin antitetik niteliğinin kaydedil­
mun bile ancak öğrenim ve deney süreci­
mesi gerekir - Gökalp’in kuramı, “uyum-
nin ürünü olabileceğini, başka bir deyişle
cu" (organizmacı) doğasına rağmen, Os­
kendiligindenlige ve içtenliğe erişmek için
manlI toplumunda Tanzimat’tan sonra be­
önce kendiligindenlik ve içtenlikten uzak­
liren kültürel kutuplaş mal an vurgulamak­
laşılmış olması gerektiğini ister istemez
tan, hatta bunlara Tanzimat Öncesine uza­
teslim ediyor gibidir yazar. Öte yandan,
nan bir soykütügü çıkarmaktan geri dur­
“kelime oyunundan korktuğu" için geri
muyordu.
durduğunu söylediği kelime oyununda,
Gökalp’e göre hars ulusal, medeniyetse
belki farkında olmadan, kendi bilinçli iro­
uluslararasıydı. Bir toplumun “bütün fert­
nisinin de ötesinde kalan bir nesnel ironi­
lerini birbirine bağlayan, yani kişiler ara­
ye işaret etm ektedir: Romantizm gibi
sındaki uyumu sağlayan kurumlar hars
“taklide gelmez" bir edebiyatı taklit etme­
kurumlandır [...1 Bir cemiyetin üst taba­
nin en iyi yolu onu hiç taklit etmemektir
kasını başka cemiyetlerin üst tabakalarına
önermesi, çağdaş -o dönem için postro-
bağlayan kurumlar ise medeni kurumlar-
mantik- Batı edebiyatı karşısında yeni
dır" (L995: 11). Medeniyet, bilinçli, yön-
Türk yazarının çifte açmazını da tanımlar: temli ve bireysel çabaların ürünüydü, do­
Osmanlı edebiyatında, mutlak bir özgün­
layısıyla “suni" idi; hars ise tıpkı doğa gi­
lük iddiası güderek taklitten kaçınmak, bi kendiliğinden oluşuyordu: “Medeniyet
bir zevk düşüklüğü, bir edebiyat ayıbı ola­
usul vasıtasıyla ve ferdi iradelerle vücuda
rak görülür ve özgünlük de ancak bir rae- gelen içtimai hadiselerin mecmuudur [...i
tinlerarası çerçeve içinde anlam kazanabi­
Harsa dahil olan şeylerse, usul ile, fertle­
lirdi; oysa şimdi, Türk yazarı taklidin büs­
rin iradesiyle vücuda gelmemişlerdir, sun i
bütün ötesinde bir mutlak özgünlük peşi­
değillerdir. Nebatların, hayvanların uzvi
ne düşüyor ama ona özgünlüğün çerçeve­
hayatları nasıl kendiliğinden ve tabii bir
sini veren de yine bir dış model oluyordu.
surette inkişaf ediyorsa, harsa dahil olan
Taklit, kendi olumsuzlanış inin içinde bile. şeylerin teşekkül ve tekâmülü de tıpkı öv-
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O 1L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

ledir [...] Medeniyet usulle yapılan ve tak­ yclimizı ve istiklalimizi müda/aa edebil­
lit vasıtasıyle bir milletten diğerine geçen mek için, Avrupa medeniyetini iğtinam et­
mefhumların ve tekniklerin mecmuudur. memiz (yağmalamamız, bir ganimet ola­
Hars ise hem usulle yapılmayan, hem de rak ele geçirmemiz] lazımdır Avrupa me­
taklitle başka milletlerden alınamayan deniyeti, müsbet ilimlerden ve sınai tek­
duygulardır” (1976'. 26, 29).5 niklerden, içtimai teşkilatlardan ibarettir.
Gökalp’e göre, Türklerin yaşamında Vaktiyle Avrupa’dan “Nizam-ı Cedit“ as­
hep bir hars-m eden iye t ikiliği olmuştu: ker m ektebi almamış olsaydık bugün
“Çok eskiden, Çin medeniyetinden kurtu­ Anadolulu düşmanlarımıza karşı müda-
lup Iran medeniyetine girmişti" (1995: fa a edebilecek miydik? Avrupa’nın kuvve­
14), Selçuklularda, Türk harsı ile Iran me­ ti, yegane fa ik ıy e ti m edeniyetindedir.
deniyeti arasındaki gerilimi Yunus Emre Müslümanları mağlup etmesi ve bütün çı­
ile Mevlana karşıtlığı temsil ediyordu: kana kakim olması yalnız medeniyeti sa­
“Yunus Emre’nin ilahileri, bütün Anadolu yesindedir (1980: 40).
Türkleri arasında vicdan birliği sağladığı 375
Gökalp’in muhakemesinin iç tutarsız­
yani insanları birbirine bağladığı için bir
lıkları açıktır: “İlahî bir muvaffakiyetle"
hars hareketiydi. Oysa Mevlana’nın şiirle­
hep doğruyu bulan, “asla hataya düşme­
ri, Anadolu’da olduğu gibi İran ve diğer
yen" ulusal hars, nasıl olmuştur da “Garp
İslâm ülkelerinde de üst tabakaları birbiri­
medeniyeti" karşısında kendi doğru yolu­
ne bağlayıcı etki taşıdığı için bir medeni
nu bulmayı başaramayıp yenik düşmüş­
cereyandan ibaretti [...1 Osmanlı Devle-
tür? Batı uygarlığı karşısında yenik düşe­
ti’nin kurulduğu dönemde, Anadolu’da
nin aslında kültür değil de yine bir başka
Türk harsı ile Iran medeniyeti, yani Türk­
uygarlık ( “Arap-Acem medeniyeti") oldu­
çülük ile taklitçilik, bu şekilde çarpışmak­
ğunu söylemek, bu çelişkiyi tam olarak
taydılar I...] Şimdi ise İran medeniyetin­
gidermediği gibi, Gökalp’in kavramiaşfır-
den kurtularak Avrupa medeniyetine gi-
masmın çerçevesi içinde sorulması gereken
ri[lilyordu. Bunun anlamı ise şudur: lslâ-
daha temel bir soruyu, Gökalp ve izleyici­
miyetten önceki Türk harsı Çin medeni­
leri tarafından açıkça seslendirilmemiş
yetiyle çarpışıyordu. Islâm devrinde. Iran
olan daha huzursuz bir soruyu da zorunlu
ve Arap medeniyetiyle çarpıştı; bundan
olarak gündeme getirir: Türk harsı, neden
böyle ise Avrupa medeniyetiyle çarpışacak
hep başka medeniyetlerin ( “Çin”, “Acem-
demekti” (1 9 9 5 :1 1 ,1 2 ,1 4 ).
Arap", “Avrupa-Garp”) dairesi içine -ve
Böyle mutlak bir ikilik ya da karşıtlık
hakimiyeti altına- girmek zorunda kalmış-
fikrînin herhangi bir sentezi imkânsızlaş­
ur? Ve kendini rahat hissedeceği bir me­
tıracağı düşünülebilir - ama Gökalp, bazı
deniyet çemberini neden hiç bulamamış­
iç tutarsızlıklar pahasına da olsa, bu zor­
tır? - Böyle bir sorunun anlamlı biçimde
luğun çevresinden dolaşabiliyordu. “Bu­
yanıtlanamayacağını, çünkü şimdî’nin
gün Garp medeniyetini kabule mecbu­
kavram ve sorularım geçmişe mal ettiğini
ruz,” diye yazıyordu 1922’de Y'enî Cim ga­
öne sürmek mümkündür: Gökalp’in hem
zetesindeki makale dizisinde:
metni ( “medeniyet" ve “hars" terimleri)
Kabul etmediğimiz takdirde Çarp devlet­ hem de alt metni (beka kaygısı) Osmanlı
lerinin esiri olacağız. Garp medeniyetine Devleti’nin çöktüğü 1878-1918 dönemi­
kakım olm ak yakut G arp devletlerine nin ürünüdür; “medeniyet” ve “hars” gibi
makkum olmak, bu iki şıktan birini kabul kurgular -ve bu ikisi arasında bir karşıtlık
mecburiyetindeyiz. Bugün artık şu haki­ olduğu düşüncesi- sosyal teoriye 19. yüz­
kat anlaşılmıştır: Avrupa’y a karşı hürri- yılda hakim olan organizmacı paradig-
K E M A L İ Z

mayla ( “uzviyetçilik") ve sosyal Darwi-


nizmle birlikte ortaya çıkmıştır. Ama bü­
tün bunlar, Gökalp’ın düşünüşünün kendi
kavramsal çerçevesi içindeki tutarsızlığını
ortadankaldırmaz.
Gökalp, çelişkiyi aşmak için medeniye­
tin kapsamını daraltma yoluna gitmiştir:
Yeni Mecmuu da Eylül 1918’de yayımlanan
“Hars ve Medeniyet” yazısında, “medeni­
yetin hakiki unsurlarının) müsbet ilim­
lerle, ilim, teknik ve sanatlar" (1995: 15)
olduğunu belirtir; 1922’de Yeni Güıı’de çı­
kan “İnkılâpçılık ve Muhafazakarlık" yazı­
sındaysa “Avrupa medeniyeti, müsbet
376 ilimlerden ve sınai tekniklerden, içtimai
teşkilatlardan ibarettir” (1980: 40) diye­
cektir. “Avrupa medeniyetinden alınması
gereken, sadece bilim ve teknolojidir;
bundan başka, Avrupa medeniyeti, eşsiz
güzellikler ve ahlakî zevkler yönünden de
Türk kültür inktlabımn programım
üzerimizde olumlu etkiler yapacaktır. Fa­ oluşturduğunu söyleyebileceğimiz
kat hu etkiler, bize Acem’den geçen felsefi, Ziya Gökalp, Cumhuriyetin inşa
aldaki ve estetik zevleri yıkmağa çalıştığı sürecinde b a m uygutt bir “İtibar”
ölçüde faydalıdır. Yıktığı zevkin yerine ken­ görmemiş, kamusal etkinliği denetim
altında tutulmuştur.
disi geçmeğe kalktığı anda, bu iki medeniye­
tin zevki de zararlı olur. Bir milletin güzel­
likle, ahlak ve felsefe ile ilgili zevkleri sel yöntemlerle işlemek gerekmektedir
kendine özgüdür Bunları asla dışardan Batı medeniyeti de burada devreye girer
alamaz” (1995: 15), Her şeyden önce, iki bu işlem için gerekli “usul" ve “teknoloji­
yabancı medeniyetin ( “Arap-Acem" ve yi" sunar:
“Garp") “cansız an’aneleri” tasfiye edile­
Avrupa medeniyetinden ne alacağız? Şüp­
cektir: “Osmanlı lisanında Arap ve Acem
hesiz, ondan millî bir lisan almayacağız
harflerine mensup kaideler, terkipler,
Ç iin k ü halkımız arasında konuşulan mili:
edatlar cansız an’aneler değil de nedir?
bir lisanımız vat: Fakat lisaniyat ilmine
Aruz vezinleri cansız an’aneler değil de
dair usullerimiz yok. O halde ondan lisat:
nedir? Gazeller, kasideler, alafranga man­
değil, lisaniyat ilmini alacağız Şüp­
zumeler, dümtek musikisi, kantolar, hura­
hesiz Avrupa’dan millî bir ahlak da alma­
fe ya da fantazi edebiyatı, rokoko mimari­
yacağız. Zira fıalhımtz arasında millî ah­
si, dekadan şiir, bedbin ve reybi ahlak
lakımız da var. Fakat ahfakîyat ilmine
[kötümser ve şüpheci ahlaki vesaire vesa­
dair taharri (araştırma] usullerini bilmi­
ire, hep cansız an’aneler değil midir? Bun­
yoruz- O halde ondan ahlak değil, ahlak î-
lara mukabil halk Türkçesi, halk vezinle­
yat ilmini alacağtz (...} Bizi Avrupa'dan
ri, halk musikisi, halk ahlakı, halk felsefe­
her şeyden ziyade ayıran dindir. Avrupa
si umumiyetle canlı an’aneler değil midir­
daime Hıristiyan kalacak, biz ebediyet:
ler?” (1980: 30). Ulusal kültür, canlı ve
Müslüman kalacağız. Bununla beraber
bozulmamış bir öz halinde halkın yaşa­
Avrupa’dan dimyat ilmini almamızda d.ı
mında mevcuttur; bu özü işlemek, bilim -
1 ) 2 O' L £ * D £ « 1 9 7 0 ‘ L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

hiç mahcur yoktur Çünkü diniyal bütün nüşte kuramsal bazı gerekçeler sağlamak
dinlere aynı nazarla bahan bir ilimdir ve önemliydi.6
yalnız dinleri» »asıl tetkik edildiğine dair Böyle bir kültürel politikanın bazı pra­
müsbct ve objektij usulleri gösterir /,,/ tik sonuçları şöyle özetlenebilir:
b iz Avrupa’dan hatta musbel ilimleri» (1) Türk harsının gelişmesini önlemiş
oralardaki neticelerini bile almayacağız. olan Osmanlı kültür ve edebiyatı tümüyle
İlmi hakikatleri kendimizde bulmak üzere tasfiye edilmeliydi. Bu edebiyat, bireysel,
yalnız ilimlerin usullerini alacağız, hatla bireyci, taklitçi ve aşın rasyoneldi. Bunun
tekniklerin /enlerin mahsullerini değil, yerine, bireylerin değil topluluğun ürünü
kendilerini alacağız. Mesela, Avrupalı olan ve içten (gönülden) gelen halk kül­
musikişinasların bestelerini değil, halkı- tür ve edebiyatı geliştirilmeliydi.7
mız arasında terennüm edilen melodileri (2) Kültürel alanda asıl düşmanın adı
armonize edecek usulleri alacağız (1980: kozmopolitizmdi.8 Gökalp, “beynelmilel
41-42). (Garp) medeniyete” katılmaktan yana ol­
duğu için, kozmopolitizmle enternasyo­ 377
Özle biçim in, malzemeyle yöntemin,
nalizmi birbirinden ayırıyordu. Enternas­
(ulusal) içerikle (evrensel) tekniğin böyle
yonalizm, ulusların yan yana yaşaması ve
mutlak biçimde birbirinden ayrdması,
kendi benliklerini yitirmeden birbirinden
Gökalp'in esinlendiği pozitivist sosyoloji
erinlenmesiydi; bu açıdan, herkesin, men­
açısından bile bir karikatürdü. Pasajın de­
sup olduğu ulusun harsını unutmadan,
vamında, klasik ( “normal") sanatla post-
başka ulusların kültürünü sevmesi, takdir
romantik ( “dekadan, fantezisi”) sanat ara­
etmesi mümkündü. Ama uluslararası
sında da yine kesin bir ayrım yapar: “Ede­
“medeniyet zümresini, hususi bir medeni­
biyatta da Avrupa klasiklerini lisanımıza
yete mensup milletleri» [toplamı] gibi te­
tercüme ederek, bedii terbiyamizi yükselt­
lakki etmeyen adamlar da vardır. Bunlara
memiz lazımdır. Avrupa’nın klasik edebi­
göre ayn ayrı medeniyetler yoktur, bütün
yatı normal bir edebiyattır. Dekadanların,
insanların mecmuu, bir tek medeniyet
fantezistlerin vücuda getirdikleri eserler
zümresinden ibarettir ve bu bir tek mede­
ise hasta bir edebiyattır, Osmanlı milleti,
niyet zümresi milletlerden değil fertlerden
ihtiyar bir cemiyet olduğu için bu hasla
mürekkeptir. Bu fikirde bulunan insanlara
edebiyatı model ittihaz ediyordu. Onun
kozmopolit adı verilir. Kozmopolitler,
enkazı arasından sapasağlam meydana çı­
‘milletim nev-i beşerdir, vatanım ruy-i ze­
kan Türk milleti ise gençtir, halta henüz
min’ diyen dünyacılardır” (1976: 9 7 ).
çocuk denecek yaştadır. Hiç bu yaşta bulu­
Kozmopolitler, başka ulusların kültürle­
nan bir milletin eline ihtiyar ve hasta mil­
riyle, deyim yerindeyse kendi uluslarının
letlerin eserleri verilir mi?" Söylenenler
üstünden atlayarak ilişki kuruyorlar, o
Durkheim’ın “norm" kavramından esin­
kültürleri başka ulusların kültürü olarak
lenmiş gibi görünse de, Fransız düşünü­
görmüyorlardı.
rün klasik ve modern (postromantik) sa­
Burada Gökalp’in sorunu, yazarların
natla iligili düşünceleriyle taban tabana
Servet-İ Fünun’da olduğu gibi Batı edebi­
zıttır: Durklıeim’a göre, 17. yüzyılın hü­
yatına kapılmasını Önlemek olarak görün­
manist klasisist edebiyatı, “yer ve zaman­
mektedir. “Milletim nev-i beşer” diyen
dan bağımsız, ebedî ve değişmez bir ger­
“dünyacı"nın göndergesi, Tevfik F ik ­
çeklikken söz ettiği için zayıf ve yetersiz­
ret’tir.9 Başka kültürlerden alınacak zevk,
dir (Lukes 1975: 272-89), Ama Gökalp
manevî bir gümrük duvarıyla sınırlanma-
için, bir düşünce çizgisini tutarlı biçimde
lıdır:
sürdürmekten çok, bazı pratiklere görü­
k e m a l i z

Biz harsımızı yalnız kendi zevkimiz, ken­ niden diriltmek lazım. Halkın sanat eserle­
di telezzûZümüz {lezzet afişimiz] için ya­ rini toplayarak millî müzeler vücuda ge­
pacağız. Başka millet fer de ondan, Loli’le-tirmek lazım” (1976: 41-42).
rin ve Faırere’lerin yaptıgt gibi, ara-sıra Başka bir deyişle, kültürü folklora ve
(adarak telezzü2 edebilirler Nasıl ki biz müzeciliğe indirgiyordu Gökalp. Ama
de Ingiliz, Fransız, Af man, Rus, İtalyan burada yine bir çelişki beliriyordu: Kül­
milletlerinin [tarzlarıyla ara-sıra tezev- türel değerin asıl kaynağı saydığı halk,
vüfe ediyoruz ve edeceiz. Fakat, bundan giderilmez bir ilkellik ve çocuksuluk ha­
sonra, bu tezevvııkuz, hiçbir zaman egzo­ line mahkûm ediliyordu. Batı’mn mo­
tizmin hududunu aşmayacaktır. Bizde, dern edebiyatını şöyle reddettiğini gör­
Fransızlara, Ingilizlere, Almanlara, Rıts- müştük: “Osmanlı milleti, ihtiyar bir ce­
lara, Ifalyanİara ait güzellikler; ancak eg­miyet olduğu için bu hasta edebiyatı mo­
zotik güzellikler olabilir. Bu güzellikleri del ittihaz ediyordu. Onun enkazı arasın­
sevmekle beraber hiçbir zaman gönlümü­ dan sa p asa ğ lam meydana çıkan Türk
378 zü onlara vermeyeceğiz. Biz gönlümüzü milleti ise gençtir, hatta henüz çocuk de­
ruz-ı destten beri [ruhların yaratıldığı necek yaştadır.” Türkçülüğün Esasları’nda
günden beri] millî harsımıza vermişizdir da şöyle yazmaktadır: “Memleketimizde,
[...} Bize göre, Türk harsı dünyaya gelmiş gerek medeniyetçe gerek pedagojice bir­
ve gelecek olanların en güzelidir (1976: birine benzem eyen üç tabaka vardır;
101-102). Halk, medreseliler, mektepliler. Bu üç sı­
nıftan birincisi hâlâ aksâ-yı şark [Uzak­
(3) Seçkinler, "yüksek bir tahsil ve ter­
doğu] medeniyetinden tamamiyle ayrıl­
biye görmüş olmakla halktan ayrılmış
mamış olduğu gibi İkincisi de henüz şark
olanlardır memi e timizde hars denilen
medeniyetinde yaşıyor. Yalnız üçüncü sı­
şey yalnız halkta mevcuttur. Güzideler he­
nıftır kî garp medeniyetinden bazı feyiz­
nüz harstan nasiplerini alamamışlardır.”
lere mazhar olmuştur. Demek ki milleti­
Öyleyse seçk in lerin görevi de şudur:
mizin bir kısmı kurun-ı ulâda [ilkçağda],
“Halktan harsi terbiye almak halka doğru
bir kısmı kurun-ı vustada [ortaçağda],
gitmek [...] Halkın içine girmek, halkla
bir kısmı kurun-ı âhirede (yakınçağda]
beraber yaşamak. Halkın kullandığı keli­
yaşamaktadır" (1976: 62), Başka bir de­
melere, yaptığı cümlelere dikkat etmek.
yişle, her türlü kültürel değerin kaynağı
Düşünüşündeki tarzı, duyuşundaki üslu­
olan halk, tam da bu değeri ona atfeden
bu zaptetmek. Şiirini musikisini dinleye­
düşünce sistematiği tarafından edilgin
rek, raksını, oyunlarını seyretmek. Dini
konumda bırakılıyor, Gökalp’in o kadar
hayatına, ahlakî duygularına nüfuz etmek.
önem verdiği "içten ve kendiliğinden ge­
Giyinişinde, evinin mimarisinde, mobilya­
lişme" dinamiği de böylece bir kurmaca-
larının sadaligindeki güzelliği tadabilmek.
ya dönüşüyordu. Başka bir yerde yazdığı
Bundan başka halkın masallarını [...] öğ­
gibi, “harsın, saklandığı yerden çıkarıl­
renmek. Halk kitaplarını okumak. Korkut
ması” gerekmekteydi,
Ata’dan başlayarak Tekke ilahilerini, Nas-
(4) Onu oradan çıkaracak olanlar da bu
reddin Hocadan başlayarak halk nekrecili-
çıkarmanın Avrupa'da geliştirilmiş “usul­
ğini, çocukluğumuzda seyrettiğimiz Kara­
lerini” (filoloji, etnografya, müzecilik) bi­
gözle Ortaoyununu aram ak bulm ak la­
len seçkinlerdi. Öz halktan, teknik ve
zımdır. Halkın cengnameler okunan eski
usulse seçkinlerden gelecekti. Ancak bu­
kahvelerini, Ramazan gecelerini, cuma
rada da bir çelişki, en azından bir tutarsız­
arifanelerini, çocukların her sene sabırsız­
lık beliriyordu Gökalp’in önerisinde: Bir
lıkla bekledikleri coşkun bayramlarını ye­
yazısında, “şairlerimiz Batı edebiyatından
1 9 2 Û' L E D D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

yalnız usuller ve teknikleri almakla yetin­ •k9c4t


sinler, bize başka milletlerin zevklerini, Bütün içsel tutarsızlık ve tıkanıklarına
anlayışlarını getirmeye sakın uğraşmasın­ karşın Gökalp’in hars ve medeniyet kura­
lar” diyor, ama aynı yerde şunu da yazabi­ mı uzunca bir süre Türkiye’de kültürel
liyordu: tartışmaların ana çizgilerini belirlemişse
eğer, belli bir kuvveti olduğunu, bazı zi­
Servet-i Fim un edebiyatı, eski Divan ede­
hinsel enerjileri di11end irebildiğim de ka­
biyatı kadar olsun bu milletin zevkine uy­
bul etmek gerekir. Kuvveti, Tanzimat’tan
gun gelmedi. Çünkü Servet-i Fünun, yal­
beri süregelen belli bir tepki ve önerme
nız şekil yönünden değil, ruk yönünden
çizgisine göreli bîr sistematiklik kazandır­
medeni eserler yazm aya çalıştılar Avrupa
masından geliyordu. Örneğin halk edebi­
edebiyatlarından yalnız usulleri ve biçim­
yatıyla ilgili düşünceleri, daha önce Süley­
leri alacak yerde, lirizm ve zevk gibi top­
man Paşa, Ahmet Vefik Paşa ve Ziya Paşa
lumdan tohpluma taşınmaması gereken
gibi yazariarca dolaşıma sokulmuştu.10
unsurları da almaya uğraştdar f...J Türk­
Gökalp’in yaşantıda taklitçilikle ilgili eleş- 379
çülerin edebiyatı ise dil ve vezin yönün­
tiril eri de Namık Kemal’de bulunabilir. İb­
den halka doğru gitmeye çalıştıysa da, bu
ret gazetesinde 1872’de yayımlanan bir ya­
da yalnız düşünce alanında kaldı, uygula­
zısında Avrupa’nın son yüz yılı için şöyle
maya geçemedi. Çünkü yazdan şiirlerin
diyordu: “Dikkatle bakılırsa bu kudret
dili, gerçek kalk dili değildi. Kullanılan
fabrikasının her zerresi bir cihan-i hikmet,
vezinlerse genellikle ya yeni uydurulmuş
her lâhzası bir devr-i ibrettir. Akıl her gör­
hece vezinlerinden, yakut başka milletler­
düğünden fayda sağlayabilir, her işittiğin­
den alınmış vezinlerden ibaretti. Halk şa­
de bir hisse-i marifet bulabilir. Hatta meş­
irlerinin kalk türkülerinde uyguladıkları
hur Newton, mahsulat-ı maarifin ennıu -
samimi kalk vezinlerine rağbet edilmedi.
Gizlerinden olan kuvve-i cazibe kanunları­
Mesela kalk şairleri genellikle ’altı+beş’
nı bir elmanın düşüşünden ibret alarak
veznini kullandığı halde, birtakım Türkçü
keşfetmiştir." Ama Avrupa’nın her şeyini
şairlerimiz Fransızların 'Aleksandrin’ de­
de almak zorunda değildik Namık Ke­
dikleri dedikleri ’altı+altı’ veznini canlan­
mal’e göre. Bir başka makalesinde şöyle
dırmaya uğraştılar {...} Oysa kalkın kul­
yazacaktır: “Bir de farz edeli m ki medeni­
landığı vezinler millî şiirimiz için yeier-
yetin Avrupa’daki hali bin türlü eksiklik
liydi (1995: 17),
ve kötülük ile dolu imiş. Medeniyeti al­
Geçmeyen bir kellenme ve tatminsizlik maya çalışan kavimler için tamamı tama­
hali: Servet-i Fünun yetersizdi çünkü Ba- mına Avrupa’yı taklit etmek neden lâzım
tı’dan biçim ve teknikle birlikte özü de al­ gelsin? Birtakım bilimsel hakikatler vardır
maya yeltenmişti. Halk edebiyatının da ki dünyanın hiçbir tarafında değişmez,
yetersizliği örtük olarak kabul ediliyordu, hiçbir yerde kötü tesiri görülmeç. Mesela
çünkü Batı medeniyetinden teknik ve yayılma gücü nerede olsa vasıta-i tahriktir,
usul alma gereğinden söz edilmekteydi. vasıta-i tahrik nerede olsa insanlık emeği­
Ama işte Türkçülerin yeni edebiyatı da ne büyük yardımlar eder... Şimdi biz me­
tastamam bu yüzden, Batıklan teknik ve deniyeti arzu edersek bu kabilden olan
biçim aldığı için yetersiz bulunuyordu, - bayındırlık hakikatlerini nerede bulursak
Türkçü zihniyeti tutuklayan bu açmaz, iktibas ederiz. Medenileşmek için Çinli­
Gökalp’in “Batı’dan almak ama sırf Do- lerden sülük kebabı yemeyi almaya muh­
gu’yu yıkmak için almak" formülünün zo­ taç olmadığımız gibi AvrupalIların dansı­
runlu bir sonucudur. na, nikahlanma usullerini taklit etmeye de
hiç mecbur değiliz." Batı’dan sadece “ilim
K E M A L İ Z M

zihniyeti ile tecrübe usulü"nün alınıp, örf nun sebepleri o çevrenin bütününde aran­
ve adetler konusunda muhafazakâr davra­ malıdır, bugünkü Avrupa bilim ve fenni
ndırasım isteyen lslâmcı Sait Halim Paşa doğrudan doğruya kendi şartlarının ve
da aynı çizgi üzerindedir (bu yaklaşım Sa- genel unsurlarının bir eseridir, başka biı
id-i Nursi tarafından da sürdürülecektir). şey değil... Avrupa medeniyeti başka me­
Gökalp’in yazdığı tarihte, milliyetçiler deniyetlere galebe çalmışsa, yanız ilim ve
arasında kültür ve uygarlık konusunda fenni ile değil, bütünüyle, bütün eleman­
farklı formülasyonların sahibi olan yazar­ larıyla, bütün noksanları ve faziletleriyle
lar da vardı. Örneğin Ağaoğlu Ahmet, Gö- çalmıştır Şu halde, bu sele karşı, gene
kaip’le birlikte tutuklu bulunduğu Mal- onun vasıf asiyle hayatlarını korumak is­
ta’da 1 9 1 9 -2 0 ’de yazdığı “Üç M edeni­ teyenler, onu olduğu gibi kabul etmelidir­
y e tte , dostunun görüşlerini ad anmadan ler... Mesela, Avrupa sanayiini alıp, En­
eleştiriyordu: düstri yalı zmden, Sosyalizmden çekinmek
ne kadar mümkün değilse, birbirinin ge­
Medeniyet demek 'hayat tarzı’ demektir.
380 rekli parçalan olan diğer alışlar da öyle­
Yitiniz hayatı en geniş ve şümullü bir mâ­
dir Bir taraftan söz hürriyeti istemek ve
nada almalıdır. Hayatın bütün tecellileri­
diğer taraftan da filan ve /ilan şeyden
ni, maddi ve manevi büiün olaylarını o
bahsolunmaması iddiasında bulunmak,
kavram içine koymalıdır... (iimdi bu füç
istenilen şeyin mahiyetini anlamamak ve­
medeniyetin] karşılıklı durumlarına sö­
ya samimiyetten uzak olmak dem ektir
zümüzü getirirken, bunlardan birisinin,
(Ağaoğlu Z972: 3-13).
yanı Batı medeniyetinin galip ve diğer
ikisinin de, yani Islâm ve Buda-Brakma Agaoğlıı bu yazılarını 1927’de Üç Mede­
medeniyetlerinin de mağlup durumda ol­ niyet adıyla kitaplaştırıp yayımladı ama
duklarını görüyoruz. Evet! Bu mağlubi­ Cumhuriyet seçkinleri arasında ciddi bir
yeti itiraf etmek zorunda kaldığımızdan yankı bulduğu söylenemez. Gökalp’in çiz­
biz de pek üzgünüz: fa ka t bunu bir kere diği çerçeve, “kendimiz olmak” ile “Batı
açık ve kesin surette itiraf etmelidir. Biz­ olmak" ya da özdeşlikle farklılaşma ara­
de hâlâ kelimelerle oynayarak, gerçeği sında bir sentez vaadiyle, Cumhuriyetin
görmemekten hoşlanan körler var... Sel kültürel seçkinlerine daha cazip, daha ya­
gibi akıp gelen ve karşısında kendi türün­ tıştırıcı geliyordu. Ağaoglu’nun mantıksal
de engeller göımıeyen Avrupa medeniyeti tutarlılığı, bu seçkinlerin Batı karşısında
her şeyi sürükleyip götürüyor. Şu kaide duydukları o huzursuz ve arzulu nefrete
tek çare, yine o medeniyete ısınmak, onu bir merhem sunmuyor, sadece bu sıkıntı­
almaktır Fakat bu alışın önemli ve belli ya katlanmalarını ögCıtlüyordu. Gökalp’in
olmayan bir tarafı vardır ki, özellikle ay­ kuramıysa arzuyu ve korkuyu hem kayde­
dınlatılm aya ve anlatılm aya muhtaçtır diyor hem de artık unutulacağı bir güven­
Bugün aramızda Avrupa medeniyetinin li bölgeye işaret ediyordu.
üstünlük ve galebesini takdir etmeyen he­
men hiçbir anlayışlı insan kalmamıştır 1930’LARDA KÜLTÜREL GERİLİMLER
Fakat bu üstünlüğü, o medeniyetin yaniız
bazı unsurlarına, mesela bilim ve fennine 1930’lara doğru yaşanan bazı olaylar, hem
bağlayarak, başka taraflarından vazgeç­ Gökalp’in sentezinin hem de yeni Cum­
mek isteyenler vardır... Bir m edeniyet huriyetin anayasal çerçevesinin iç geri-
Zümresi bölünmez bir bütündür parçala- limlerinin belirginleşmesine yol açmıştır.
namaz... Avrupa sahasında bilim ve fen Bunlardan biri, 1928’de Bursa Amerikan
başka çevrelerden ziyade gelişiyorsa, bu­ Kız Koleji’nin kapatılmasıyla sonuçlanan
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

büsbütün dinsiz olur. Ama unutmamalı­


yız ki lıer din bir idealdir ve her ideal de
tatmin edilmeye susamış bir aşktır. Protes­
tan olan bir Türk genci, ruhunun susa­
mışlığını Türkiye’de Türk toplumu içinde
tatmin edemez, gözlerini büyük proteston
toplumlanna çevirir. Türk gençlerinin na­
zarları ise kendi toplumlanna çevrilmiş
olmak lâzımdır. Ve verilen terbiye bunu
sağlamakla mükelleftir (Durukan 1991:
278-79).
Erişirgil’e göre, “yabancı mekteplerin
manası yabancı kültürdür. Yabancı lisanı,
yabancı millî mefkuresi ve yabancı dini...”
Erişirgil, çocukların bu telkinlere kapılma 381
nedenlerini de şöyle açıklamaktadır: “Ya­
bana mekteplerin fıtraten daha hassas ve
daha romantik ruhlu olan genç kızlar üze­
rindeki tesirleri daha nüfuz edicidir. Ma-
donna görünüşlü, Madonna konuşuşlu sör
Fikret, genellikle, topyekun modemizmin
kahramanı olmakla aşm-Battldaşma ve ile, Meryem tavırlı, Meryem edalı mis, ya­
kozmopolitieşmenin karikatürü sayılmak şının gereği hayalperest olan ve ideal ara­
arasında kutuplaştırılan bir “simge” yan genç Türk kızının ruhunu kolaylıkla
olmuş; konumunun trajik karmaşasına avlayacak derecede caziptir." Erişirgil, bu
< eğilinmemiştir.
okulların bir başka zararının da “kozmo­
polit ve yabanct hayranı” bir üst sınıf ya­
ve kamuoyunda geniş yankı uyandıran ratmak olduğunu belirtir: Bu okullar,
“Hıristiyan)aştırma hadisesi"dir. Okul öğ­ “yüksek ücretleri sebebiyle hemen tek ba­
rencilerinden Balıkesir Askeri Kalem Reji­ şına zengin ve büyük ailelerin çocuklarına
si Miralay Talat Bey’in kızı Saniha Talat, mahsus müesseselerldir]. Bir demokrasi
emekli Yüzbaşı Rıza Bey’in kızları Kâmu- için sınıf terbiyesi kadar zararlı birşey
ran ve Nam ika Rıza, Kardaş gazetesi sahi­ yoktur. [Özellikle] bu eğitim, millî haslet­
bi Vasıf Necdet Bey’in kızı Madelet Vasıf lerden tecrid edilmiş, renksiz bir kozmo­
Necdet’in, öğretmenleri Miss Chilson ve politlik veya çok açık bir yabana hayran­
Miss Henderson’un telkinleriyle Protes­ lığı olursa." Ailelerin çocuklarını bu okul­
tanlığı benimsediklerinin açığa çıkmasıyla lara verme nedenleri konusunda şöyle
başlayan tartışmaya yeni rejimin belli başlı yazmaktadır Mehmet Emin: “Aile reisleri­
ideologlan da katılmıştır. Tepkiler şiddet­ nin, bu sınıflarda tedrisattan anladıkları
lidir. O sırada millî eğitim bakanlığı talîm yanlış ve manidardır: yabana dil, piyano,
terbiye müdürü olaıı Mehmet Emin Eri- muaşeret adabı. Yüksek sınıf mensupları­
şirgil, şöyle yazmaktadır: nın eğitim idealleri hemen bu üç sınıfa ir­
Belki, ‘Bundan ne çıkar? Laik Cumhu­ ca edilebilir [..,] Yabancı mekteplerin gö­
riyette artık din meselesi münakaşa olu­ rünüşteki parlaklığı da ebeveyni cezbeden
nur mu?’ diyecekler de vardır. Gerçekten amillerden biridir. Sonra gayet temiz giyin­
olgunluk çağına erişmiş bîr Türk istediği miş, çok kibar bir erkek veya kadın olan
dinî seçebilir, ister katolik olur, isler bu- öğretmenlerin zengin fakat [cahil] ebe­
dist olur, isterse Müslüman kalır veya veyn üzerindeki tesirlerini düşününüz:
K E M A L İ Z M

Cahit Tanyol bir vurgusu "bize özgücülük" ve buna


bağlı olarak bir islâm-sosyalizm bağ­
ÖMER TURAN lantısı arayışıdır. Üçüncü ve son dö­
nemindeyse Tanyol laiklik odaklı bir
Atatürkçülüğü benimser.
Şerif Mardin'e göre erken dönemde
Cumhuriyet'in esas sorunu; yurttaşla­
rın uymaları gereken etik ilkelerin ne­
ler olduğu, gündelik, ailevî ilişkilerin,
insanlar arasındaki ilişkilerin hangi te­
mel üzerine yeniden kurulacağını be­
1914'de Nizip'te doğan Cahit Tanyol,
lirleyen İlkeler bütününe ilişkindi ve
öğretmenlik yaptıktan sonra girdiği İs­
bu Cumhuriyet'in ideolojisinde bir
382 tanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
boşluk oluşturuyordu (Mardin, 1995).
Felsefe Bölümü'nden 1944'te mezun
Tanyol'un 1998'de yayımlanan ama
olur ve 1946'da aynı fakültenin Sos­ esas olarak Felsefe Bölümü'ndeyken,
yoloji Bölümü'ne asistan olarak girer. tahminen 1943-1944'te hazırladığı li­
1962'de Sosyalist Kültür Derneği'nin sans tezi olan S ch o p en h a u e r'd a A h la k
kurucuları arasında yer alır. 1982'de Felsefesi adlı kitabmının gerisinde de,
Bölüm Başkanı iken emekli olur. Bu Mardin'in işaret ettiği sorunların aşıl­
tarihten sonra da Mimar Sinan Ü n i­ ması ve yeni değerlere sistematik bir
versitesinde ders verir. temel oluşturma çabası olduğu düşü­
Tanyol'un düşünce dünyasında üç nülebilir.
nokta/dönem görülür. Birinci nokta, Tanyol, Schopenhauer'a kadar ge­
erken döneminde yoğunlaştığı ahlak­ len ahlak felsefesini, Kant da dahil ol­
tır. İkinci nokta Tanyol'un Kemalizmin mak üzere, teolojik olarak niteler.
solla kesiştiği kavşakta yer almasıdır. Schopenhauer'un önerdiği ve temel
Bu dönemde Tanyol özellikle halkçı­ öğesi acımak olan ahlak ise laik nite­
lık ilkesine ve buna bağlı olarak sınıf­ liktedir; bu laik ahlak, dinî ahlaka üs­
sız toplum fikrine vurgu yapar. Diğer tündür (Tanyol, 1998).

Bazı insanlar [yabancı dilin] kendi başına Bugün toplumu meydana getiren varlık
hiçbir kıymeti olmadığını anlayacak dere­ Türk varlığı olduğuna ve toplum kendi
cede bir düşünce seviyesine çıkamamış­ varlığını sosyal kuramlardan alacağına
lardır.”" göre millî hayatın da Türk hayatı' olması
Bu olayın açığa çıkardığı bir başka olgu getekir. Çünkü toplum hayatı demek aynı
da, laiklik projesine karşın, Hıristiyanlaş­ zihniyet sahihi olan, aynı kültürü yaşa­
manın Türklükten çıkış olarak algılandığı, yan fertlerin teşkil etliği zümre demektir.
demek Türk vatandaşlığının örtük biçim­ Zümreye mensup fertlerin kendi varlıkla­
de de olsa henüz din temelinde tanımlan­ rıyla toplumun varlığı ne kadar ahenkli,
dığıdır. Halil Nimetullah Öztürk, “bu ve ferdi vicdanlarında yalnız ‘toplum ide­
mikrop yuvalarına, bu ‘vicdan hırsızlarına’ ali’ duygusu ne kadar heyecanlı bir şekil­
bir boykot açmayı” önerdiği yazısında de yaşarsa o cemiyet de kendi hayatım o
şöyle demektedir: kadar canlı, o kadar kuvvetli bir surette
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 0 ‘ L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

Sonraki yıllarda ahlakla olan ilgisini


Sanat ve A b la k ve So sya l A h la k kitap­
larında da sürdüren Tanyoİ, 1960'la-
rın ortalarında radyo için yazdığı di­
yaloglarda da ahlak ve kökeni üzerin­
de durur. Tanyoİ ortaçağda sosyal ve
fikrî değerlerin merkezini din oluştur­
duğundan ahlakın da tamamen dinin
etkisinde olduğunu belirtir. Çağımızın
lider değeri ise bilim ve teknikdir.
Bunlar da laik olduğu için ahlakın da
laik temelli olması doğaldır (Tanyoİ,
1970:187-194).
1960'larda sosyalizmin, Marksiz-
min üniversitelerde yankı bulduğu (Ti­
mur, 2000: 271) ve Tanyol'un da bu
çerçevede yazdığı gözlenir. Bu faali­
yetin ürünleri esas olarak Von'de ya­ Özgün, cırayışçı, üretken bir aydın;
Cahit Tanyoİ. Değişen yönelimleri
yımlanır. Bu dönemde Tanyoİ, O s­
içinde, “aydınlaryönetim i” özlemine,
manlI üretim yapısı, Batılaşma/Batılı- 'devleti oy sandığına tutsak etm em e”
laşma, mevcut sınıfsal ilişkiler üzerin­ şiarına yatkındı.
de durur ve Kemal Tahir'in de etkisiy­
le bu konulara yerlİliğİ savunan bir göncüdür” der Tanyoİ. Talana dayalı
yaklaşımla eğilir (Coşkun, 1991). bu devlette sınıf farklılaşması da oluş­
Tanyoİ Batı toplumlarım üretici ve mamıştır. Bu durum toprağın kişilerin
sömürücü olarak niteler. Dolayısıyla değil Allah'ın mülkiyetinde olduğu
Batı'da politik hakimiyet her zaman Osmanlt döneminden beri böyledir
bir sosyal sınıfa aittir. Buna karşın (Tanyoİ, 1965a, 1965b).
"Doğu toplumları ve genel olarak bi­ Dinamik Batı ve statik Doğu tipi
zim toplumumuzda devlet yapısı soy- devlet yapıları arasındaki fark, sosya-

edînmîş ol m: Toplumu meydana getiren mek ve böylece o genç ruhları ta can evin­
sosyal burumlardan biri de din olduğuna den vurmak istiyorlar (Durukan 1991:
göre,/eıde verilecek terbiye de, dinî eğiti­ 286-87).13
min içinde mevcuttur. Bundan dolayıdır ki
Tartışmaya Darülfünun hocalarından
terbiyenin bir kısmını teşkil edecek olan
Fuat Köprülü de katılacaktır. Erişirgil’in
dinî eğilimin de ferdin mensup olduğu
olayı basit bir “tedrisat meselesine’’ indir­
toplumun dinine göre olması bir zaruret
gediğini belirten Köprülü’ye göre asıl so­
teşkil eder /..] içimize ‘sır f insaniyet
run, bir “kültür buhranının yaşanmakta
maksadıyla ve Türkiye maarifine yardım
oluşunun aydınlarca fark edilmeyişidir.
etmek için’ sokulmuş olan zehirli mikrop­
Bu yüzden, okul kapatmak gibi geçici çö­
lar kendi dinlerini bu sa f rıdılara telkin
zümlerle yetinilmektedir. “Eski Osmanlı
etmek sureliyle gençleri toplumumuzdan
toplumunun sosyal tesanüdünü temin
adeta ayırm ak, milletlerinden leerid et­
K E M A L İ Z » /

lizme geçiş yollarında da farklılaştırır. çalışmaktır. Bu, Avrupalı görünme


İlkinde geçiş sınıf mücadelesiyle ve kaygısıyla sömürge psikolojisine sü­
ancak kanlı ihtilallerle mümkündür rüklenmeye neden olmuştur (Tanyol,
(Tanyol, 1965c). Fakat İkincisi sınıfsız 1965b). Daha da önemlisi açık olarak
olduğu için kuruluşu yönünden top­ sömürülme ve Batı'm n mandasına
lumcudur ve Tanyol buradaki geçişi dönüşme tehlikesini de getirmektedir.
devletin gelişmesinin zorunlu bir so­ Yapılması gereken, Batı'm n sınıflı
nucu ve halk İçin bir ölüm kalım ko­ toplum geleneği nedeniyle asla kura­
nusu olarak niteler (1965d). mayacağı bir sosyalizmi kurmaktır
Tanyol'a göre İslâm ülküsüyle sos­ (Tanyol, 1966). Bunun yolu da Ata­
yalizmin prensipleri arasında bir uz­ türk'e yeniden dönmek, onu gerçekçi
laşma da aşikârdır. Cennete girmeyi özü içinde yakalamak, 'H alkçılığı',
hak etmenin ölçüsünün, sosyalizmin 'Devletçiliği' devrimlerln temel ve li­
3 8 4 ana prensibi olan "herkese hakkı ola­ der ilkesi yapmaktır (Tanyol, 1962a).
nı vermek" olduğunu söyler, ilaveten Bu da milletin ve memleketin kalkın­
Tanyol'a göre İslâm'da mutlak olan ması ve Atatürk inkılâplarının devamı
kelam ile örf ve âdete terk edilmiş olan sosyalizmdir.
olan oluş kanunları arasındaki dialek- 1960'lar boyunca Tanyol'un eleşti­
tik ilişki İslâmiyeti ilerici bir din ya­ rel bir Kemalizmi benimsediği söyle­
par. Görüldüğü gibi ilk dönem çalış­ nebilir. Ona göre Atatürk'e yönelik
malarında bütünüyle laik bir ahlak aşırı ve abartılı Övgüler; her sözünü
inşası çab asınd a o lan Tanyol, ayet, her yaptığını keramet mertebesi­
1%0'larda sosyalist perspektifteki ça­ ne yükseltmek hatalıdır.
lışmalarım İslâm'la ilişkilendirmeyi Tanyol Kematizmin altı ilkesi ara­
tercih etmektedir, sında Osmanlı sistemiyle hesaplaşma­
Tanyol'a göre Batılılaşma bir ya­ ya yönelik olanlar, yanı anti-tezler ve
bancılaşmadır. Türkiye'nin yanılgısı hedefler şeklinde bir ayrıma gider.
Batı demokrasilerinin kalıplarını, te­ Hedefler içinde lider ilke halkçılıktır.
melinde hiçbir ekonomik birikimi ol­ Halkçılık, halkın herhangi bir sınıf ve­
mayan soygun düzenine oturtmaya ya zümre tarafından sömürülmesini
_________________ ______________________

eden müessese terin, Tanzimat’tan -hatta yapılabilecek bir eylemdir (12, dipnotta
belki daha eski zamanlardan- beri yıkıl­ aktardığımız Halil Halid’in “elimde /irşat
mağa başladığı malûmdur. Bugünkü Türk bulunsa....yasaklardım” sözü de böyle bir
toplumunun millî lesanüdünü temin ede­ kudretsizliğin ifadesi sayılabilir). Mehmet
cek bağların ise büsbütün başka bir şekil Emin, olayın başlıca sorumluları arasında
ve mahiyette olması lazım geleceği de çok millî eğitim bakanlığını gösterir: “İkinci
açıktır’’ (Durukan 1991: 304-305). Gelge­ mesuliyet de maarif vekâletine aittir. Her
ldim, Köprülü bu “başka biçim ve niteli­ sene artan mektep ihtiyacına maarif vekâ­
ği” tanımlamaya yanaşmaz. leti acele olarak cevap vermek mecburiye­
Tartışmanın sezdirdiği bir başka olgu da tindedir.” Oysa kendisi de bakanlığın en
yeni rejimin kültürel alandaki maddi ikti­ yetkili makamlarından birini işgal etmek­
darsızlığıdır. Halil Nimetullah’ın önerdiği tedir. Bu süreçte rejimin bazı en temel ref­
“boykot”, etkin değil edilgin konumdan lekslerinin ve savunma mekanizmalarının
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

reddeder; genel faydayı zümre faydası dığını, "hakimiyet kayıtsız şartsız mil­
üzerinde tutar. Devletçilik de halkçılı­ letindir" sözü ile vurgular. Bu sözde
ğın İktisadî alandaki bir şartıdır. Dev­ esas vurgu egemenliğin bölünemezli-
letçilik şahsî teşebbüsün halkı sömür­ ğinedir. Bunun Batı'daki "genel irade"
mesini önlemek için konmuş bir ga­ ve "halk iradesi" kavramlarıyla ve Ba­
rantidir. Ancak Tanyoi devletçiliğin tı burjuva demokrasisi uygulamaları
birtakım zenginlerin türemesine ne­ ile ilgisi yoktur. Cumhuriyet kavramı­
den olmasını ve bir bürokratik yüke nın Batı burjuva demokrasilerinde
dönüşmesini de eleştirir. Tanyol'a gö­ bizden farklı bir içeriği vardır. Haki­
re halk halkçılığı bu nedenle benim- miyetin somut görünüşü olan Büyük
sememiştir. Hedefler ihmal edilmiş; M illet Meclisi ve onun otoritesi ne
anti-tez olarak ilkeler arasına konan sosyal sınıfların dengelendiği bir par-
laiklik ve milliyetçilik sürekli bir he­ lemanto ve ne de çıkar gruplarının at
saplaşma ve kavga konusu haline ge­ koşturduğu bir meclis olabilir (Tanyoi, 385
tirilm iştir (Tanyoi, 1962b). Tanyoi 1981:66).
1 9 6 0 'lard ak i bu yaklaşım ı ile, Tanyoi, Mustafa Kemal'in halkçılığı
1990'lardan itibaren egemen olan ve toplumsal düzeni emeğe dayanan bir
kendisinin de bir ölçüde eklemlene­ doktrin olarak tanımladığını düşünür.
ceği, laikliği ilkelerin temeli ya da en Kavramın benzersizliği buradadır.
önemlisi gören Atatürkçü tutumlardan Emeğe dayanma niteliği kısmen Sov­
farklılık gösterir. yet Devrimi'nin etkisini taşısa da, yine
1981'de yayım lanan A ta tü rk ve bu özelliği onu Batı demokrasilerinin
H a lk ç ılık kitabında da Tanyoi, halkçı­ "genel irade" kavramından ve II. Meş-
lığın en önemli ilke olduğunu tekrar­ ru tiye t'in " ta k litç i" Kanun-i Esa­
lar ve aslında neredeyse tamamen sisinden ayırır. Zaten Atatürk'ün top­
benzersiz bir kavramsallaştırma oldu­ lumsal görüşü de son derece özgün
ğunu iddia eder. Tanyol'a göre Musta­ ve bütünlüklüdür ve Ziya Gökalp'in
fa Kemal, Türkiye'nin tarihsel evrim Durkheim sosyolojisiyle ya da Prens
çizgisinin, kapitalist Batı toplumlarıy- Sabahaddin'in Le Play'ci yaklaşımla­
la, uzak yakın bir bağlantısı bulunma­ rıyla bîr tutulamaz. Tanyoi Atatürk'ün

şekillenişi de izlenebilir. Yabancı okullar kışkırtmak.14 Başka bir deyişle, maddi acz,
{Bursa’daki hariç) kapatılmamak ta, ama ikincil bir silaha dönüşerek geri dönmek­
“mikrop yuvaları" olarak İanellenlenmek­ tedir. Aynı süreçte otoriter eğilimlerin yer­
ledir.13 Böytece Mehmet Emin’in haklı leştiği de görülebilir, Yakup Kadri Karaos-
olarak dikkat çektiği tehlike (“sınıfsal eği­ manoglu, 30 Temmuz 1929’da fkdarn ga­
tim") gerçekleşmekte, ama bu tehlikeyi zetesinde çıkan “Gençliğe Üçüncü Hita­
önlemekle görevli oldukları halde önle- bım" başlıklı makalede şöyle demektedir:
meyenlerin eline de yeni ve daha karanlık
bir ideolojik araç geçmektedir: Maddi ola­ .Şimdi size hitab eden adamın nesli bir
rak önlemedikleri sürecin kültürel sonuçla­ uzun zindan dehlizinde doğdu, bir uzun
rına ("kozmopolit zihinler”) harşı kam u­ Zindan dehlizinde büyüdü, bir uzun zin­
oyunu sürekli seferber etmek, sürekli teyak­ dan dehlizinden yürüyerek aydınlığa çıktı
kuz halinde tutmak, yabancı düşmanlığını f . . J Yegane ümidimiz, yegane aşkım ız
K E M A L İ Z M

tarihe önplanda yer verm esinden tirebilirlerdi fakat yeniçeri ağası padi­
onun Marksçı sosyolojinin ülkemiz­ şah olmayı aklından geçirmezlerdi
deki pratik habercisi olduğu sonucu­ (1990: 186).
nu çıkarır (1981: 73). Tanyol, yaşanan dramı silahlı ve si­
1990'da Tanyoi'un Çankaya D ram ı lahsız orduda, çok partili rejime ge­
kitabı yayımlanır. Burada dramla kas­ çişle yaşanan bozulma ve yozlaşma­
tedilen Turgut Özal'ın cumhurbaşkanı lara bağlar. Tanyol'a göre Osmanlı'da
seçilmesidir. Bunu devletin oy sandı­ medrese bünyesinde varlığını sürdü­
ğına tutsak edilmesi ve devletin otori­ ren silahsız ordu Cumhuriyet'te ken­
te ve saygınlığının azalması olarak dini esas öğretmen kadrolarında gös­
görür Tanyol (Tanyol, 1990:9). terir. Söz konusu tarihten itibaren Ata­
Bu kitabında Tanyol, daha önceleri türk'ün silahsız ordusu her gün biraz
oluşturduğu ve OsmanlI'dan itibaren daha kadrosu genişleyen imam hatip
gözüken kontrol kuvvetlerine ilişkin okulları, İslâm enstitüleri ve ilahiyat
kavramsallaştırmasını (1960), yeni fakülteleri karşısında kendine güveni­
dönemi analiz etmek için kullanır. ni yitirmiştir (Tanyol, 1990: 148-149).
Osmanlı'nın her dönemde üç kontroi Bunun sonucu Tanyol'a göre sadece
kuvveti etkin bir rol oynamıştır: llmiy- laik eğitim ve düşüncenin çökmesi
ye sıntfı (Medrese-Üniversite); Kale- değil, aynı zamanda silahsız ordunun
miyye sıntfı (Enderun-Yöneticr Kad­ güçsüzleşerek kontrol işlevini yerine
ro); Seyfiyye sınjfı (Ordu). Bu kuvvet­ getirememesidir.
lerden birincisine "silahsız ordu", Kitabın sonuç bölümünde Tanyol
üçüncüsüne ise "silahlı ordu" der oldukça seçkinci bir demokrasi pers­
Tanyol. Bu kuvvetlerin Osmanlı im- pektifini ortaya koyar. Tanyol'a göre
paratorluğu'nda sisteme özellikle de­ devlet adamlığı soyluluk isteyen bir
vam lılığı sağlama amacına yönelik sanattır. Buna bağlı olarak Tanyol'a
müdaheleleri görülmüştür. Hatta Tan­ göre demokrasi bir aydınlar yönetimi­
yol 27 Mayıs'ı da bu kapsam da de­ dir (Tanyol, 1990: 181). Tanyol de­
ğerlendirir (1960), Fakat altını Özellik­ mokrasi, genel irade, cumhuriyet gibi
le çizer ki yeniçeriler padişahı değiş­ kavramları içerikleri ve aralarındaki

hürriyet «midi, Jıımiyet aşkı idi {...} Lâ­ lığı vaı; bu bağımsızlığın ise ancak sıkı
kin bu uzun ve sessiz ve büyük kavgadan bir inzibattan doğduğuna şüphe yokiut
sonra nihayet gerçek hürriyete, ideal hür­ f..,J Bir mi iletin hayatında sanat için sa­
riyete kavuştuk mu sanırsınız. Bunu iddia natın hiçbir manası bulunmadığı gibi,
edecek ben değilim. Fakat kaç defa yolum hürriyei için hürriyetin de hiçbir manası
üstünde anarji denilen bin bir başlı ejder­ yoktur Hürriyet bir gaye değil bir vasıta­
hayı çömelmiş gördüğüm, kaç defa yaban­ dır: Hürriyet bir hakikati söylemek içindir
cı zulmünün bağımsızlık semasına bir ka­ Hürriyet bir iyiliği yapmak içindir Hürri­
rabulut gibi çöktüğünü hisse t(iğim günden yet Ejlatun’un hasret çektiği ilahi ve ezeiı
beri bir millet için bu hürriyetten daha cemale varmak içindir Ve hürriyet, adalet
aziz, daha mukaddes mefhumlar ve kıy­ terazisini tutan hakimin vicdanında saklı
metler olduğuna kail bulunuyorum. Bizim bir kafsî emanettir Bunun dışındaki hür­
hürriyetimizin üstünde milletin bağımsız­ riyetler ise demagogların, sokak politika-
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

bağlantılar net olmadığı gerekçesiyle lik Önerisini Özetler: "Kürtleri sevme­


güvenilmez, hatta demagojik bulur. yen bir Türk varsa bu, Türk değildir.
Aslında Ç a n ka ya D ra m ı Tanyol'un Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa, Kürt
1990'larda Kemalizmin içine girdiği değildir."
krize verdiği ilk tepkidir. Tanyol'un Tanyol kitabın konuya ilişkin erken
yaklaşımında siyasî aktörlerin dışında dönem Cumhuriyet politikalarını eleş­
bir de "devletin asıl sahipleri” olduğu­ tirir. Tanyol'a göre Atatürk'ün "N e
na dair bir kabulün varlığı sezilmekte­ Mutlu Türküm Diyene" ifadesinde so­
dir. Özal gibi; bu devlet geleneğine mutlaşan, Kürt varlığını inkâr eden bir
en azından belirli bir tarihten sonra eğitim ve öğretim programı izlenmiş­
eleştirel bakan, Kemalist meşruiyetin tir. Tanyol'a göre bu ifade bir dışlama­
çeşitti öğelerini sorgulayan birisinin yı belirtmese de Türklüğü benimseme
devletin başına geçmesi Tanyol'a göre koşulunu dayatmıştır ve bu Kürtler ile
kabul edilemez. Türklerİn yollarının ayrılmasında bir 387
Sonraki iki kitabında da Tanyol Ke­ etken olmuştur {1993: 15). Bu durum
malizmin yaşadığı meşruiyet krizinin doğu İllerinin ulusal olanaklardan da­
diğer iki kaynağı üzerinde durur: La­ ha az yararlanması ve bütün bunlara
iklik ve Kürt sorunu. Ele aldığı üç ko­ ek olarak "Sevrci" Batılı güçlerin Kürt
nuyla Tanyol'un Kemalist meşruiyeti halkını kışkırtıcı faaliyetleriyle bütün­
sarsan üç temel konuda da yazmış ol­ leşince bugünkü istenmeyen ortam
duğu söylenebilir. oluşmuştur.
Türkter ile K ü ltle r d e Tanyol, tartış­ Tanyol Kemalizmin laiklikle ilgili
masını büyük ölçüde uygarlık ve kül­ krizine ilişkin yazdıklarını L a ik lik ve
tür gibi konularda fikirlerini benimse­ irtica'da toplar. Esas olarak Tanyol'un
diği (Uygun, 1982) Ziya Gökalp'in irtica, gericilik gibi konulara ilişkin
konuya İlişkin yazdıkları üzerinden daha önce açıkladığı görüşleri; klasik
geliştirir. Kitabın adı da Gökalp'in bir Kemalist argümanlardan bir hayli
makalesinin başlığından oluşmaktadır farklıdır. L a ik lik ve İrtica'da yukarıda
ve kapakta yer alan Gökalp'in motto- belirtilen Önceki görüşlerin İzleri za­
su kitabın ana tezini ve çözüme yöne­ man zaman okunabilse de ağırlık,

alarmın ve birtakım kotu iştahlı ferdiyet- ve laiklik resmi düzlemde kabullen ilmek­
çüerin elinde bir paslı ve tehlikeli silahtan te, hatta bazı gerekleri yerine getirilmekte
başka bir şey değildir (Durukan 1991: (örneğin, Bursa’da öğretmenler hapis ce­
396-98). zasına çarptırılmakla birlikte genç kızlara
karşı resmî bir yaptırım uygulanmamıştır)
Siyasal özgürlüklerin reddinin estetik ama “halkın kendisine” bu yasal çerçeve­
ö zerk liğ in reddiyle eşleştirilm esi, nin mecburen katlanılan yüzeysel bir gö­
19301arda Almanya’da ve Sovyet Rusya’da rüntü olduğu hissetirilmekte, bazen de
da egemen ideolojinin temel bir öğesini açıkça söylenmektedir,15
oluşturacaktır. Ama rejimin -ve giderek Otuzlu yıllarda Gökalp’in formülünün
top!«mun- kendi yasal ve biçimsel çerçeve­ bu dönüştürülmüş versiyonu kültür yaşa­
siyle kurduğu çarpık ilişki, ne Rusya’da ne mına egemendir.16 Bu dönüştürmede, yö­
de Almanya’da görülür: Vicdan hürriyeti netici seçkinler içindeki gerilimler de be-
K E M A L İ Z

1990'larda Kemalist kesimin büyük masıdır. Cumhuriyet döneminin yarat­


bölümüne egemen olan laiklik söyle­ mış olduğu İslâmî kültür boşluğu bi­
minin yansımalarındadır. Bu dönem­ rinci etkenle birleşerek irtica İçin el­
de h alkçılık odaklı bir Atatürkçü­ verişli bir ortam yaratmıştır (Tanyol,
lükten, laiklik vurgulu bir Atatürkçü­ 1994: 185).
lüğe geçiş gözlenir. Tanyol siyasal İs­ 1959'da irticanın geniş kapsamlı bir
lâm'ın yükselmesini doğrudan doğru­ kavram olarak kullanılmasını eleştiren
ya bir din devletinin oluşturulmasına Tanyol artık aşırı sade bir irtica tanı­
yönelik bir tehdit olarak değerlendirir. mıyla çalışın irtica muhafazakârlığın
Tehditin bir boyutu da ümmetçiliktir. saldırganlığa dönüşmesi olayıdır,
Çünkü Tanyol'a göre şeriatçılar mese­ islâmiyette irtica üreten bir mekaniz­
lelere akılları böyle yüce bir duyguya, ma olduğunu söyler Tanyol ve bu me­
böyle yüce bir inanca erecek kadar kanizmayı köreltmek için laiklik kav­
388 gelişmemiş olduğundan m illiyetçi ramının gereğini vurgular (1994: 24).
gözle bakmazlar (1994: 11). Tanyol laiklik-İslâm ilişkisi sorunu­
Bu özensiz ifadelerin yanında Tan- nu aşmak için Kuran'ın emirlerini üçe
yol'un 1960'lardakİ sosyalizmle İslâm bölmekten yanadır; inanca, ibadete
arasında bağlantı kurmak istediği dö­ ve muamelata İlişkin olanlar. Tan-
nemi anımsatan ılımlı İfadeler de yer yol'un ifadesiyle, Kuran'ın muamelata
bulur. Örneğin Ernest Renan kaynaklı İlişkin emirleri dogma değildir; top-
"İslâmiyet ilerlemeye engeldir" önyar­ lumlarm sosyoekonomik yapısına gö­
gısına karşı çıkar. İlaveten Cumhuriyet re değişecektir, Böylece, İslâm ve laik­
döneminin arkasında iki boşluk bırak­ lik arasındaki sorun, Kuran'ın bazı
tığını belirtir. Birincisi köylüye bir şey hükümleri, değişebilir olarak etiketle­
verilmemiştir; özellikle ikinci Dünya nerek, bir nevi dinde reform önersiyle
Savaşı sırasında esnafın çektiği sıkıntı, çözümlenir.
Halk Partİsİ'ne askere ve memura ça­ L a ik lik ve İrtica' da Tanyol'un söyle­
lışan bir parti İzlenimi vermiştir. İkin­ minin en sertleştiği nokta, duyduğu
cisi Cumhuriyet'in bin yıllık geçmişi acıyı ve utancı kısaca dile getirdiği Si­
silip atarak tarihimizi 1923'te başlat­ vas olaylarını bîr tarafa bırakırsak,

lirginleşir. Latin alfabesinin (bunun, bazı pagandayı yapıyor; Türk yazısı güçtür,
harflerin eklenmiş olmasından ötürü, bir okunmaz. Bendeniz bu meseleyle bizzat
“Türk alfabesi" olduğu da öne sürülecek­ uğraştım {...] Acaba bu Latince kabul edi­
tir) kabulüyle ilgili tartışmalarda Kazım lebilir mi? Bu kabul edildiği gün memle­
Karabekir’in itirazları (1923), yukardaki ket heıt ü inerce girer. Her şeyden satf-l
tartışmaya bağlanması açısından da an­ nazar, bizim kütübhaııelerimizi dölduran-
lamlıdır: mukaddes kitaplarımız, tarihlerim iz ve
binlerce cilt asarımız bu lisanla yazılmış
Bugün hangi ecnebi ile görüşseniz ilk işi­ iken {Latin har/lerinif kabul ettiğimiz
teceğiniz sözler: "Türkçe gayet güzel bir gün, en büyük bir felakette derhal bütün
Jisundu; kolaydır fa ka t harfleri fenadır." Avrupa’nın eline güzel bir silah verilmiş
f...J Binaenaleyh, bugün bir kuvvet vardır olacak, bunlar âlem-i İs fama karşı diye­
ki, bu kuvvet bütün cihana karşı bu pro­ ceklerdir ki, Türkler ecnebi yazısını kabul
1 9 2 0 - L E R D E N 1 9 7 O' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

türban konusudur. Türban konusu bu dönemde Tanyol sosyalizmin Ke-


Tanyol'un muamelatın, yani değişme­ malizmle sentezinin yollarını araştırır
si gerekenin sınırını ne denli geniş ve esas olarak bunun halkçılık ilkesini
çizdiğini gösterir. Tanyol'a göre ör­ ön plana çıkararak çözümlenebilece­
tünmeden söz eden surelerdeki âyet­ ğini düşünür. 1990'lar genel olarak,
ler muamelata aittir. Bu sadece bir Kemalizmin devlet yönetiminde yö­
moda konusudur (1994: 25). Ve sade­ netenlerin (ya da tersinden okumayla
ce modayı ilgilendiren bu konuda demokrasinin) sınırı, ordunun yöne­
üniversiteli bir genç kızın "başımı ör­ timde yeri, ulus-devlet, laiklik gibi te­
teceğim" demesi ve olayın bireysel mel kabullerinin çeşitli eleştirilere
görünümden çıkması net olarak bir ir­ maruz kaldığı ve bu kabuller üzerine
tica olayıdır (Tanyol, 1994: 167). Tan- bina edilmiş olan meşruiyetlerde bazı
yol türban konusundaki sert tutumu­ yıpranmaların görüldüğü bir dönem­
nu Merve Kavakçı üzerine yazdığı ya­ dir. Tanyol bu konularda da yazmış ve 389
zıda da sürdürür. Tanyol'a göre bu hatta zaman zaman yıpranan meşru­
olay gerek 31 Mart Ayaklanmasından iyetleri koruma adına savunmacı Ke­
gerekse Menemen Oiayı'ndan daha malist bir tutumu benimsemiştir. De­
büyük bir gericilik (irtica) olayıdır mokrasi hakkında genel olarak sert,
(Tanyol, 1999). şüpheci ve seçkinci bir tutuma sahip­
Sonuç olarak Tanyol'un düşünsel tir. Laiklik hakkında yazdıklarında za­
üretimine oldukça laik bir tavır alışla man zaman Islâm 'a daha içerden
başladığı söylenebilir. Bu tavır alış Ke­ bakmayı denediği dönemlerin etkisi
malist anahatla da örtüşür niteliktedir. hissedilse de, yine genel olarak Ke­
1960'larda sosyalizm Tanyol'un dü­ malist hatta eklemlendiği düşünülebi­
şünsel dünyasında ana kavramlardan lir. Ancak büyük olasılıkla; genel Ke­
biri haline gelir. Fakat bu döneminde malist söylemin köşeli, kendinden
Tanyol İslâm İle sosyalizm arasında emin ve net tavrıyla arasındaki mesa­
olası bağlantıları da arar ve genel Ke­ fe nedeniyle Tanyol bu dönemde ka­
malist söylemin "irtica", "gericilik" gi­ muoyunda daha az görünmüş ve etki­
bi bazı unsurlarını benimsemez. Yine li olmuştur.

etmişler ve Hıristiyan olmuştur İşte düş­ Kemal çevresinde toplanmış olan kesimi­
manlarımızın çalıştığı şeytmuıtkârane /ı* nin de şiddetle hissettiği bir endişedir. Bu
iürbudur:., (Levend 1972: 392-93). endişe, milliyetçi teyakkuzun sürekli canlı
tutulması ve bazı düşünsel stratejilerin
General’in sözlerinde üç tasanın birleş­
benimsenmesiyle aşılmaya ve kanalize
tiği görülebilir: Düşmanların (Batı’nın) edilmeye çalışılacaktır. Gökalp’in Batı’yı
kültürünün çok temel bir öğesini benim­ hars ve medeniyete bölen formülü, “ecne­
seyerek üstünlüklerini resmen tanımış ol­ bi" harflerin hazmedilmesini de kolaylaş­
mak ve böylece ellerine bir koz vermek; tırır: 1928’de Maaarif Vekili Necati, “Hu­
Islâm alemi karşısında zor duruma düş­ rufat meselesinin angrup olarak tabiatıyla
mek; geleneksel kültür ve öğrenimle her medeniyyet âleminin kabul etmiş olduğu
türlü süreklilik ilişkisinin kopması. Bun­ esas dahilinde halledilecelginil" belirtir
lardan İlki, yönetici seçkinlerin Mustafa (Levend 1972: 400). İslâm dünyasından
K E M A L I Z f,'

ve geleneksel bilgiden uzaklaşmaksa yö­ bir medeniyet, hayal anlayışı, asırları);


netici seçkinlerin büyük kısmının zaten biriktirdiği her şey, hülâsa bütün mantıi
istediği ya da göze aldığı bir adımdır, Ata­ ekononomimiz, Servet-i Fünun’dakinden
türk’ün sofra arkadaşlarından gazeteci Fa- çok başka bir inkârın muterizesi içine gi­
lih Rıfkı Atay, sonradan Çankaya’da şöyle riyor yahut da tanınmayacak şekilde çeh­
anlatacaktır bunu: “Devrimler içinde, ilk re değiştiriyordu (Tanpınar 1982:119).
defa Türklüğümüze de kavuşuyorduk [...]
Ancak, bu “inkâr’Tn o kadar da “başka'
Batı medeniyeti dünyasında İtalyan nasıl
olmadığını, sadece Gökalp’le sınırlı kal­
Italyan’sa, Alman nasıl Alman’sa, Türk de
mayıp bir noktada Tanpınar’ın kendisini
öyle Türk olacaktı, Islâm Şarkında Arap
de cez b ettig in i vurgulam ak g erekir
Arap, Fars Fars, hatta Arnavut Arnavut,
1930’da toplanan Türkçe ve Edebiyat Mu­
fakat Türk Türk değildi [...] Garplileş-
allimleri Kongresi’nde, divan edebiyatı öğ­
mek, aynı zamanda Araplaşmaktan kurtul­
retiminin liselerden kaldırılması önerisi
mak; Türkleşmek demekti" (Atay 1969:
Tanpınar’a aittir (Ayvazoglu 1989: 321).
390 446),
Sonradan, 1947’de Yaşar Nabi Nayır’ın an­
Gelgeldim, bu “kurtuluş" beraberinde
ketine verdiği cevapta, “1932’ye kadar çok
bir acizleşme de getirecektir. Gökalp ve
cezri bir garpçi idim," diyecektir, “Şark ı
kuşağının düşünsel ufkunu belirleyen bü­
tamamiyle reddediyordum. 1932’den son­
yük paradigma uzviyetçilikti (organizma-
ra kendime göre tefsir ettiğim bir Şark’ta ya­
cılık). Romantizmin -önce Almanya ve İn­
şadım. Asıl yaşama iklimimizin boylesi bir
giltere’de, sonra da Fransa’da-17, ve 18,
terkipte olacağına inanıyorum” (Tanpınar
yüzyılın mekanistik/rasyonalist paradig­
1996: 307-308), Ama bu yazının başında
masına karşı geliştirdiği uzviyetçi düşü­
değindiğim tarihsel gecikmişlik (ve böyle-
nüş, Avrupa’da hep milliyetçilikle eşleşe­
ce yeni model karşısında yaşanan acemi­
rek gelişmiş ve millî kültürlerin kurgulan­
leşme, hatta ilkelleşme) bu türden bireysel
masına filoloji ve yorumbilgisi (hermene-
yorumları ve iradî sentezleri askıya al­
utik) gibi tekniklerle katılmıştı, Alman­
makta, içsel bir zorunluluktan yoksun bı­
ya’da Bismarck ve Wilhelm dönemlerinde
rakmaktadır. Fuat Köprülü, Hıristiyanlaş­
“Fransız uygarlığına" karşı bir tepki ola­
ma olayı (ve karşı olduğu Latin harfleri)
rak Latin ve Fransız kökenli sözcüklerin
vesilesiyle tartışmaya açtığı “kültür buhra­
tasfiyesine girişilmişti; ama filolojinin ge­
nı" sorununu eski’nin küçümsenmesine
nel tavrı, olabildiğince geniş ve çeşitli bir
bağlıyordu: “Ecdadımız, başta İslâm me­
dilsel malzeme yığınını içermekti. Oysa
deniyeti dairesine girdikleri zaman, millî
1930’lar Türkiyesi’nde asıl vurgu tasfiye
kültürlerini hakir görmüşler, millî şahsi­
üzerindedir.’7 Bu daralmayı Tanpınar şöy­
yetlerini bu medeniyet içinde eritmişlerdi.
le eleştirir:
Bugün çağdaş medeniyet dairesine girmek
Ziya Gökalp üzerinde bu kadar duruşu­ isterken, yine aynı yanlış yola gitmek teh­
muzun sebebi onunla edebiyatımızın bir likesi karşısındayız Millî mazisini in­
taraftan çok lüzumlu, öbür yandan da çok kâr ve millî kültürünü hafife alarak ya­
şümullü bir aksülametler devresine girme- bancı kültürlerin propagandasını yapmak,
sindendir Filhakika bir taraftan milliyet­ müstemleke olarak yaşayan mahkum ve
çiliğin vecit ve heyecanı memlekete getiri­ geri milletler arasından çıkan sahte ve ilkel
liyor, öbür yandan hakiki milliyetçiliğin ‘sözde aydın’lara has bir seciyedir” (Duru-
mesnedi olan tarih düşüncesi bir diyalek­ kan 1991: 35 9 -6 0 ). Gelgelelim, Türki­
tiğe kurban ediliyordu. Artık falan veya ye’de 1980’lerden itibaren pek sık işitile­
filan edebî mektep tenkit edilmiyor bütün cek olan bu milliyetçi celallenme, kendi
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O’ L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

adlandırmasının içerdiği açmazı sezeme- dar bir ytğın sanat nazariyesıni bu saht/e-
digi için, “maziyi inkâr”ın durdurulmaz ierde bulmak mümkündü /... j Bununla be­
niteliğini de kavrayamıyordu, “Mahkum raber küçük bir kusuru vardı. Bütün bu
ve geri milletler”: Ancak “hakim ve ileri vak’a, bu insanlar, bu üslup zenginliği, bu
mille deriri’ konumundan rahatça telaffuz dikkatler adetâ havası boşaltılmış bir
edilebilecek bu sözcükler, tıpkı Mustafa âlemde geçiyordu f...J Kendisine bunu an­
Kemal’in Ankara konuşmasında olduğu latmak istedim f...j Doğru, dedi, hakkınız
gibi, telaffuz edeni de kendi örtük varsa­ var Eksikliği ben de biliyorum. Onu her
yımlarının içine hapsediyor, "hakim mil­ eserimde görüyorum ve beni kendimden
letlerim dışındaki her şeyin “geri” oldu­ nefret edecek kadar meyus ediyor Fakat
ğunu kabul ettiriyor ve ona sadece “evet ondan b ir türlü kurtulamıyorum. Bu
ama biz öyle değiliz” gibi bir şerh düşme memleketin malı olan bir sanatkar olmak
imkânı bırakıyordu. Köprülü de Türk için hiçbir tecrübem eksik değil. Çocuklu­
milliyetçilerinin çoğunu maziyi inkâr et­ ğumu Anadolu’da geçirdim, Orta sınıjlı
tikleri için kınayacak, ama kendi de tıpkı bir memur çocuğuydum f...J toprakla hiç 391
eleştirdiği Gökalp gibi yakın geçmişi (ve alâkam kesilm edi [...] Yerli k a y alı, en
mevcudu) yadsıyacaktır,18 manasız taraflarını bile sevecek kadar ta­
Bu yadsımaya hemen her zaman bir ye­ nır ve bilirim. Zaman olur ki, bütün bir
tersizlik duygusu da karışmıştır, “Medeni­ hayat, bâkir ve coşkun, gelir içimde tıka­
yet değiştirme" kurgusu, Gökalp’in rahat­ nır. Issız yollar, tozlu yaylılar, kiraç sıvalı
latıcı formülüne19 rağmen, model ve kop­ kasaba otelleri, çember sakallı eşraf, y a ­
ya İkilisiyle birlikle olgunluk ve acemilik malı donlu rençberler, velhasıl maddi ve
karşıtlığını de içerir. 1930’lann başlarında manevi sefaletine hiçbir şefkatin egilmedi-
Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi gibi gi kadın, erkek, çocuk, bir yığın halk gün­
ikincil kurgular, bu açmazdan sıyrılmak delik hayatları, hülyaları, ızt irapları, kü­
için geliştirilmiş stratejilerdir. Ama bu çük ve geçici saadetleri ile fikir ve yazı
ikincil kurgular, “gerçeklere” çarpıp kırıl­ kayatıııa doğmak için beni boğacak kadar
malarına gerek bile kalmadan, asli kurgu sıkıştırırlar Fakat kalemi elime aldığım
olan “Medeniyet Değiştirme" düşüncesiy­ zaman bütün bunları kaybederim. Bir
le boşa çıkarılıyordu. Tanpınar, çoğu za­ ömrün topladığı bütün bu kalabalık bir­
man olduğu gibi, bu beyhudeleşmeyle ilk denbire silinir, yerine nereden geldiğini
yüzleşendir. 1939da “Bitmeyen Çıraklık" bilmediğim kuklalar geçer (1996: 62-62).
başlıklı yazısında, her türlü düşünsel im­
Sıradan bir “yazar tıkanması" değildir
kâna sahip bir “genç hikâyeci”nin sıkıntı­
bu - ya da yazar tıkanmalarının da sadece
sını şöyle anlatır:
anlık ve bireysel olmayan koşullan vardır.
...genç dostum, batın yeni yazdığı hikâye­ Tanpınar, bu kez “kendisi" olarak sürdü­
yi okudu. Bu oldukça iyi tanzim edilmiş rür sözü:
bir ay); hikayesiydi. İçinde itinalı tahliller “Ben bunun sebeplerini çok düşündüm;
gündelik hayat dikkatleri, seçme peyzaj­ ve neslimizin büyük bir ıztırabını zanne­
lar vardı. Güzel ve seyyal bir üslup, iyi derim ki buldum: Kim olursak olalım, na­
biçilmiş bir elbise gibi, mevzuun bütün sıl yetişirsek yetişelim, hayat tecrübemizin
hususiyetlerini cok yakın dan kavrıyor, mahiyeti ve genişliği ne olursa olsun, bi­
icap ettirdiği değişiklikleri alıyor ve sona zim ağzımızdan hâlâ okuduğumuz frenk
kadar hiç aksamadan gidiyordu. Üstelik kitapları konuşmaktadır. Tıpkı bizden ev­
Metzsche’den Freud'a kadar birkaç felsefe velkiler gibi..."
sistemini, romantizmden sürrealizme ka­ Konuya “iyi biçilm iş bir elbise gibi”
K E M A L İ Z

uyan üslup, Tanpınar’ın 1918-22 yıllan toplumsal çekişmeler sona erer" Gökal:
arasında çok okuduğu Gökalp’a ( “istendi­ 1993: 16). Gökalp, Tanpınar'ın dediği gib:
ği zaman giyilebilecek bir elbise olarak “tarih düşüncesini bir diyalektiğe kurban
medeniyet") yan bilinçli bir gönderme de etmekten çok, kavrayışı tarihsellikter.
olabilir. “Yerli hayatın en manasız tarafla­ arındırıyor, usulle içeriğin -dolayısıyla
rını bile" cümlesi de Köprülü’nün yerli ro­ medeniyet ve kültür kurgularının- ortak
manlarla ilgili sözlerini anımsatmaktadır. bir yorum ufku içinde birbirine bağlandı­
Tanpmar, önce, iki yazarda da görece de- ğını göremiyordu (bu açıdan, Durkhe-
gersizleşmiş otan bu iki öğeyi yeniden im’dan çok, Comte’un izindeydi). Müzik­
yükseltir; sonra ikisini de bir nafilelik boş­ te, “toplanmış" halk ezgilerinin armonik­
luğuna bırakır: Zorunlu kuklalarızdır -tıp­ leştirilmesinin ürünü, Adnan Saygun ve
kı bizden öncekiler gibi. Tanpınar, gecik­ Türk Beşlerinin yapıdan olacaktı. Yerli bir
mişliğin ne olduğunu biliyordu, bunu ki­ dinlerçevre için üretilmiş bu “millî musi­
şisel bir yazgı gibi de yaşamıştı: “Hayatı- kinin" anlaşılması, başka bir deyişle yo­
392 mm en mühim hadiseleri birbiri ardına rumlanabilmesi için. Batı müziğinin Beeı-
kendi şairlerimi bulmam olmuştur. Evet, hoverı’dan Webern’e, Debussy’den Stra-
kendimi vaktinde bulamadığım İçin, baş­ vinsky ve Bartok’a giden farklı gelişim çiz­
kalarını keşifle meşguldüm [.,.] Aziz Yaşar gileri hakkında hem kuramsal bilgi sahibi
Nabi! Görüyorsun ki, hayatım gecikme­ olmak hem de bu bestecilerin müziğinden
lerle doludur. Buna bir yığın düşünce ce­ zevk almış olmak gerekiyordu. Ama o za­
zir ve meddini de ilave ediniz" (1996: man da burada yapılan müzikten (armo­
306-307). Medeniyet, istendiği gibi giyilip nikleştirilmiş ezgi) zevk almak mümkün
çıkaralabilecek bir elbise olabilirdi; ama olmuyordu - bir açmaz daha. Bu yerli
biz gecikmişler için hep hazır bulduğumuz ürünleri değerli kılmak için tüketicinin
kullanılmış elbiseydi ve “kim olursak ola­ gönüllü bir gümrük duvarını bendi algı ve
lım, hayat tecrübemizin mahiyeti ve ge­ zevk dünyastna ıçselleştirmesi gerekiyordu
nişliği ne olursa olsun” üzerimize tam ki, bu da kalite farkını en baştan kabul­
oturmayacak, bize hep önceki (asıl) sahi­ lenmek demekti.
bini anımsatacaktı, Usulle içerik ya da uygulamayla malze­
Tanpınar, otuzlu ve kırklı yıllar boyun­ me arasındaki ortak yorum ufkundan söz
ca, Cumhuriyet Türkiye’sinin kültürel/dü- ettim - gerçek şu ki, başlı başına yorum,
şünsel gerilim ve hüsranlarıyla en açıkça - yeni kültürel elitin "Arap-Acem medeni­
şüphesiz yine uzviyetçi paradigmanın çer­ yetine” yakıştırdığı ve dolayısıyla bastır­
çevesi içinde- yûzleşebilen yazar olmuş­ maya çalıştığı zihinsel edimdi. Yakup
tur. Ama kültür politikalarının belirlendi­ Kadri Karaosmanoğlu, düpedüz zihinsiz
ği merkezlerde Gökalp’in formülü hüküm bir edebiyat ve zihinsiz bir okur öneren
sürüyordu. Geçmişi (ve mevcudun büyük “Türk Halk Edebiyatı" başlıklı yazısında
kısmını) kullanım dışı bırakan bu formül, (1925) şöyle diyordu:
Onuncu Yıl Murşı’nda da belirtildiği gibi,
Ziya Gökalp f...J edebiyat -1 cedidenin y a­
uzun bir süre boyunca bir “yoktan varet-
van ve crvıfc zevkleri içinde bocaladığımız
me" çabası olarak kalmıştır. Türkçülüğün
bir sırada bize büsbütün başka bir âlemin
Esasları'nda özetlenen sanatsal sentez20
perdesi açtı {...} Bu itibarla biz Kızdei-
fikri, “buhran" kavramıyla ilişkili her tür­
ma’y a Riibab-ı Şikesteden daha /a2İa kıy­
lü “koyu betimlemeyi" dışarda bırakan
met veriyoruz [.../ Kızılelma’da bir /ecir
safdil bir bilimselcilige dayanmaktaydı
vaktinin serinliğini duyarız; bu serinlik,
( “O halde millî geleneklerimizi arar ve
İsyan ile, küfür de, fısk u fücur ile geçmiş
özelliklerini belirlersek, artık aramızdaki
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O ' t E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

bir gençlik çağından sonra, anamızın mu­ ğin okullardan kaMuılmasından sonra,
nis ve şefkatli sesini duyduğumuz vahit 1935’te de radyoda “Alaturka" müzik ya­
kalbimize hasıl olan sahavet /çocuksuluk] yını durdurulmuş, ama bu yasak ancak
ve taravate benzer bir şeydir. Aynı şeyi sekiz ay sürmüştü. Rejim, iki düşmanı
dertlinin bir nefesinde, Karacaoğlanin bir (Osmanh ve Ban) karşısında da hegemo-
türküsünde de hissederiz. Bu hissimizi nik bir konuma ulaşamıyordu: Yabancı
tahlil ettiğimiz zaman bulacağımız sebep okulu cezalandırıyor ama tam yasaklaya-
her şeyden evvel, bü nevi edebiyattaki li­ mıyor, “Alaturka" müziği dışlamak istiyor
sanın sadeliği, munislisi, canayakınlığı- ama vazgeçiyordu.22
dır. Bu lisan Arabi ve Farisî kelimelerle Bu içsel bölünmenin doğurduğu huzur­
mahmul olan şu mağşuş Osmanlıca gibi suzluğu, 1934-40 yıllarında İstanbul Üni-
evvela kafaya, sonra fealbe hitap etmez, versitesi’nde ders veren edebiyat kuramcı­
doğrudan doğruya gönüle söyler Oburün­ sı Erich Auerbach, 1937 başında Walter
de zihin ofeunan sözü anlamak için kendi Benjamin’e yazdığı bir mektupta şöyle be­
kendine evvela tercüme, sonra izah, daha tim leye çekti: 393
sonra tefsir mecburiyetindedir ve şairin
[Atatürk] yaptığı her şeyi, bir yanda Avru­
sesi bu üç türlü süzgeçten feurtulup da ru­
pa demokrasilerine karşı, öte yandan da
ha ininceye kadar bütün feuvvetini, halisi-
esfei panislümist Sultan’ın ekonomisine
y etin i, feofeusunu kaybeder" (K aplan
harşı mücadele içinde yaptı; bunun sonu­
1981b: U 5 ).2'
cu, fanatik biçimde gelenefe-karşıtı bir mil­
Rejim, eski estetik kültürü toptan red­ liyetçiliktir: varolan bütün flslümî] kültü­
dedip bir yenisini yoktan var etmeye yö­ rel mirasın reddi, ilksel bir Türk kimliğiyle
nelirken, inandırma, cezbetme ve yönlen­ fantastik bir ilişkinin kurulması, nefret
dirme araçlarından da önemli ölçüde yok­ edilen ama yine de beğenilen bir Avrupa’y a
sun bırakıyordu kendini. Hıristiyanlaşma karşı kendi silahlarıyla zafer kazanm ak
olayı -ve gösterilen tepkiler- ideolojik ön­ amacıyla Avrupai bir teknolojik modern­
derliğin bu araçsızlığını kısmen belli et­ leşme ],,.] Sonuç; Uç noktada milliyetçilik
mişti. “Halka gitmek" amacıyla Yakup ama aynı zamanda tarihsel millî karakte­
Kadri’nin önerdiği gibi zorluğun inkân ve rin yıkılması (Barck 1992; 82).
basitliğin yüceltilmesi, içerdiği regresif
Gökalp’in Yeni Osmanlılar’dan devralıp
eğilimle (“anamızın sesini duyduğumuz
Fransız pozitivizmiyle işlediği formülü,
vakit kalbimize hasıl olan sabavet”), yöne­
bugün de devam eden bir milliyetçi düşü­
tici elitin “kendi" standartlarına bile cevap
nüşü başlatmış, ama “aramızdaki çekiş­
vermiyor, çünkü içseli eştirdiği “Batı" ba­
meleri sona erdirmeyi” başaramamıştı.
kışı açısından hep yetersiz kalıyor, “millî"
1939’da Haşan Âli Yücel’in maarif vekilli­
olsa bile “medeni" olamıyordu. Ve bu da
ğine atanmasıyla birlikte milliyetçi yazar­
millî kültürün kendi ideallerine yetişmesi­
ların bugün bile gazabını çeken “hüma­
nin hep ertelenmesi demekti. (Gökalp ve
nist kültür" dönemi açıldı. Yeni bir sentez
Köprülü’nün önerdiği daha sabırlı etnog-
denemesiydi bu.
rafik ve folklorik etkinlikse, bazı ilk ürün­
lerini ancak 1940’larda vermeye başlaya­
cak ve bunların daha önemlileri de Gö- GÖRELİ RESTORASYON:
kalp’in formülünü askıya aldıkları için ba­ YÜCEL’fN TÜRK HÜMANfZMASI
şarılı olacaklardı.) Bu araçsız kalışın bir Bu daha kaynaştırıcı sentezin ilk formü-
başka örneği de “Alaturka" müzik konu­ lasyonlarından birini, 1937’de Haşan Âli
sunda ortaya çıkıyordu. 1926’da bu müzi­ Yücel vermiştir. Gökalp’in “Türkleşmek,
K E M A L İ Z M

İslâmlaşmak, Muasırlaşmak" formülüne


itiraz ederken şöyle der: “Bugünkü Türk
inkılâbı, ekletneci değil, bütüncü ve sis-
temcidir. Biz Ziya beyin dediği gibi üç
şey olmak istemiyoruz; dileğimiz bir şey
olmaktır. Biz tam Türk olmak istiyoruz.
Dikkatinizi çekmek mecburiyetindeyim
ki, Türkleşmek başka şeydir, Türk olmak
başka, Meşrııtiyef’in eklemeci filozofunun
zanettigi gibi bizim Türkleşmeye ihtiya­
cımız yoktur. Bizim için, Türklüğümüzü
duymak ve bulmak zarureti vardır” (1937:
191). Yüceî'in sözcüklerle oynadığı söy­
lenebilir: “Türkleşmek" ile “Türklügü-
394 müz duymak ve bulmak" arasında önem­
li bir fark yoktur, ikisi de bir sürece İşa­
ret eder ve henüz sürecin başında olun­
duğunu (Türkleşilmedigini, “tam Türk”
olunmadığını) belirtir. Yine de Yüceî’in
niyeti o kadar karışık değildir: Artık bu Tanfnmr, Kemalist kanon oluşturma ve
arayış ve oluş sürecinin tamamlandığım, “millî edebiyat” inşa gayretlerinin
inkılâbın “bugünkü” evresinde “Meşruti- karşısında veya dışında durmaz; ancak
bu inşa sürecinin saaflarmm,
yet’in eklemeci filozofunun" formülüne
çelişkilerinin -en keskin değil ama-
ihtiyaç kalmadığını söylemektedir. Süreç, en derin eleştiricüerindendir.
içerdiği bütün zorlanm a, kararsızlık,
şüphe ve tedirginliklerle birlikte artık
geçmişte kalmalıdır. Yeni bir güven duy­ mahduttu [...} kendi zamanında, ça lk a ­
gusu, yeni bir sentez oluşmaktadır, ner- nan Fransız şiir cereyanlarının en derin
deyse olmuş gibidir. ve yüksek taraflarım, yani Baudelaire’den
Bu yargının, kendi içinde tutarlı olup Symbolistlere kadar uzanan mühim (ara-
olmadığı, kendinden emin olup olmadığı Jinı hiç anlamazdı. Anladığı Sully Prud-
sorusunu şimdilik bir yana bırakalım. Gö- homme, Coppee ve emsali şairlerin şiirini
kalp’in formülünün pratik uzantılarına ise şöyle bir vukufla edinmişti [,.,} Bizim
karşı o formülün genel çerçevesi içinde eski şiirimize vukuu/u ise -eğer Muallim
kalarak yapılmış itirazlar daha 1920‘li yıl­ Naci’yi bir mikyas alırsak- dîvanları bir
larda bile etkiliydi. Gökalp’le aynı dergi­ taraftan devr etmiş diğer taraftan da her
lerle yazmış ve onun sayesinde Darülfü- mısraı sökecek derecede değildi. Ziya Gö­
nun’a hoca olmuş Yahya Kemal, tahminen kalp fise/ Fransızca şiiri hiç bilmezdi; Jü­
1920’lerin sonlarında yazılıp da sonradan risi şiiri ve bizim eski şiirimizi birinci de­
yayımlanmak üzere saklanmış bir notta recede anlardı; ilimde ise pay ansız bir
(“Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp") şöyle di­ kudret sahibiydi f...J Şiirin ve edebiyatın -
yordu: ilim bakışıyla- tariflerine giriştiği vakit
Bergson kadar ihâtah görünürdü. Şiirde
Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp'i yakından
Fikret çığırını nazariyeleriyle silip süpür-
tanıdım. F ikret’in bilgisi orta derecede,
mege teşebbüs eden Ziya G ökalp oldu.
birçok balı islerde ondan da dûndu [aşa­
[Ama[ Tevfik Fikret -bütün zaafları ve
ğıydı j. M ütefekkir olarak kâinatı hayli
noksanlarıyla beraber- şiirimizin içinden-
1 9 2 O' L £ R D E N 1 9 7 O ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

di. jürimizin alafrangaya doğru bir isti- lanmamış- bir pasajı, bu “mülahazalarla"
kaamet alacağı zamanda gelmiş, o istiha- bîlikte Haşan Ali’nin programının da ge­
ametin basma geçmiş, göreceli işi gör­ nel atmosferini verir:
müş, eserini de şahsiyetini de Türk edebi­
Kendimize, kendiliklerimize dönmek bah­
yatına müebbeden hak ketmiş! i, Ziya Gö­
si geçtiği vakit, zevk aldığımız Fransız şi­
kalp, şiirimizin dışında halmiş bir alimdi.
irini ve nesrini temmet /tamamlandı 1 der
Şiirin ne olduğunu iyi bilmesi, edebiyatı­
kabilinden atmak, hatta büsbütün unut­
mızın hangi istikaamelte milli olabilece­
mak ve ondan sonra Anadolu’ya, İstan­
ğini iyi anlaması onun şiirimize ve edebi­
bul'un, Bursa’mn ve Edirne’nin eski m a­
yatımıza girmesini temin edemedi; bunun
hallelerine çekilmek ve artık tamamiyle
içbı de şiirimizin yenileşmesinde hiçbir iş
kendimize kapanmak gibi zan hâsıl olu­
göremedi /.../ Çünkü yeni ve milli diye,
yor Bu sakat bir görüştür. Bir milletin öğ­
muannidâne bir iddia ile ortaya sürülen
renmek ihtiyacı bitmez. Bilhassa bu asır­
manzumeler mevzu itibariyle eski saz şa­
da diğer milletlerin /ıkir ve hareket hava­
irlerinin hiç bilmedihleri ve söyledikleri
larından uzaklaşması zâten mümkün de­
395
şeylerken, hiç mi hiç yeni değiilerdi. Eski
ğildir Kendimize ve kendiliklerimize dön­
saz şiirinin teraneleriydi. Bu çığır yeni bir
meği böyle yanlış bir zaviyeden değil, asıl
nağme, yeni bir lezzet getirmiyordu, yeni
olduğu gibi görürsek diyebiliriz ki: Avru­
bir hava açmıyordu. Ancak Ziya’nm tertib
pa medeniyetinin ortasında her milletin
ettiği ilmi bir reçeteyi in mahsulleriydi [...]
bir hüviyeti vardır biz de o dairede bir hü­
Milli şiir tınvânını alan ve iflas eden şiirin
viyet olmayı özlüyoruz (1984: 297-98).
i/lasınm nedeni ise Ziya Göhalp’in şiiri­
mizden olmaması idi; şiirimizi elinde bir Gökalp’in formülü hem olumlanıyordur
alim reçetesi olarak İslah etmesiydi. Til­ burada (“o dairede bir hüviyet"), hem de
mizleri zaten adam değildiler; kabahat kendi içinden eleştirilip aşıhhyordur
onlara ait olamaz (1986: 21-24). (“bitmez" ve “kendiliklerimiz”: hars ya da
ulusal kimlik çoğuldur, yekpare bir özdeş­
Gökalp ile Beyatlı’nın temel kurguları
lik değildir). Maarif vekaletin yayını ola­
arasındaki farkı (ki pozitivizmle hermene-
rak “Dünya Edebiyatından Tercümeler”
utik arasındaki fark da demektir) burada
dizisi de bu restorasyon atmosferi içinde
tartışamayız. Şunu ekleyeceğim sadece:
başlar: Dogu’ya ve Batı’ya karşı sürekli
Gökalp için kültür ve estetik, ulusun kurul­
kültürel teyakkuz hali kısmen kaldırıl­
masında bir araçtı; Yahya Kemal ise ulusu
maktadır. Yücel, 1939’daki Türk Neşriyat
ve tarihini öncelikle estetik bir gerçeklik
Kongresi’nin açılış toplantısında yaptığı
olarak kurguluyordu. Bunun bazı pratik
konuşmada şöyle der: “Garp kültür ve te­
uzantıları da vardı: Milliyetçiliğin güncel
fekkür camiasının seçkin bir uzvu olmak
siyasal boyutunu çok abartmamak ve
dileğinde ve azminde bulunan Cumhuri­
Özellikle şanlı bir geçmişin sahiden dirilti-
yetçi Türkiye, medeni ve dünyanın eski
lebileceği yanılsamasından23 geri durmak;
ve yeni fikir mahsullerini kendi diline çe­
amaçlanan yekpare ve saf ulusal kültürün
virmek ve âlemin duyuş ve düşünüşü ile
o kadar yekpare ve saf olamayacağını, ama
benliğim kuvvetlendirmek mecburiyetin­
öte yandan bu türden formüllerin yanı ba­
dedir. Bu mecburiyet, bizi geniş bir tercü­
şında -onlardan az çok etkilenerek- me­
me seferberliğine dâvet ediyor” (Çıkar
lezliğine rağmen görece tasasız bir yerli
1997; 81). Çevirilerin birinci basımlarında
kültürün de süregittiğini görmek. Yahya
yer alan ama 1960’lardaki yeniden basım­
Kemal’in kendi “tilmizlerince’’ pek akta­
lardan kaldırılan “Önsöz"de de Yücel “hü-
rılmayan 1940'lara ait -sağlığında yayım­
manizma” kavramını vurgular: “Hümaniz-
K E M A L İ Z M

ma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merha­ deyi kabul etmekle iktifa ettiler: İstanbul
lesi, insan varlığının en müşahhas şekilde halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının
ifadesi olan sanat eserlerinin benimsen­ konuştukları gibi yazmak. Bu suretle yayı­
mesiyle başlar I...] Bunun içinder kibir lacak olan İstanbul'un konuşma diline yeni
milletin diğer milletler edebiyatını kendi lisan, sonra güzel Türkçe, daha sonra yeni
dilinde, daha doğrusu kendi idrakinde Türkçe adları verildi" (1976: 105-107).
tekrar etmesi; zeka ve anlama kudretini o Ama henüz millî bir Türkçe’nin değil, de­
eserler nispetinde artırması, canlandırma­ ğişik yaygınlık derecelerindeki yerel Türk-
sı ve yeniden yaratmasıdır.” çelerin bulunduğu bir ortamda İstanbul
Dizi içinde ilk üç yılda yayımlanan 109 Türkçesi bu yerel lehçelerin en “kozmopo­
yapıtın 39’u klasik Yunancadan, 38’i Fran- lit" olanıydı.26 Ve böylece, Türkçülüğün
sızcadan, 10’u Almancadan, 8 ’i İngilizce­ değerli kılmak istediği millî hars da daha
den, 6’sı Latinceden, 5’i Şark ve Islâm kla­ en baştan kendi içinde bölünüyor, bu har­
siklerinden, 2’si Rusçadan biri de Iskandi- sın dili, başka bir deyişle sesi ve ifade si
3 96 nav edebiyatındandır. 1980’lerde bir milli­ “güzellik” ve “yeniliğin” dışında tanımla­
yetçi yazar, Beşir Ayvazoğlu, “klasikler nıyor ve bir folklorik malzemeye İndirge­
arasına göstermelik olarak Şark-lslâm kla­ niyordu - öte yandan, amaçlanan yayılma­
siklerinin de serpiş tiril diğini” belirtecektir nın da tam gerçekleşmediğini, önce “güzel
(Ayvazoğlu 1988: 245), Bu böyle olsa bile, Türkçe’nin" gereği olan sesleri çıkarama­
anlamlı kıyas noktası, bütün Şark-lslâm yan, sonra da zaten çıkarmak istemeyen,
klasiklerinin çevrildiği hayali bir durum hınçlı bir gururla “güzel olmayan” sesler
değil, bütün “Şark-İslâm'ın” bastınlmaya, çıkaran kuşakların siyaset ve kültür sahne­
unutulmaya çalışıldığı 1925-39 dönemi­ sine girdiklerini biliyoruz: Daha önce de­
dir.2^ Öte yandan, aynı yazar, Mevlâna gi­ ğindiğimiz iki düğümlenmenin (araçsızlık;
bi bir Şark-lslâm klasiğinin “başta Saba­ rejimle kendi biçimsel ideali arasındaki
hattin Eyuboglu olmak üzere, bazı hüma­ bozuk, bulanık ilişki) bir başka örneği.27
nist aydınlar tarafından aslî hüviyetinden 1930’ların başlarında Türkçülüğün bu
soyutlanarak bir 'hümanist’ gibi takdim türden iç çelişkileri Güneş-Dil Teorisi ve
edilmeye çalışı l[dığını]’’ söylerken önemli Türk Tarih Tezi gibi -Gökalp’in de kolay­
bir noktaya da işaret etmektedir (Ayva- ca benimseyemeyecegi- kurgularla aşıl­
zoglu 1988: 245). mak istenmiş ama bunların fantastik nite­
Ama Mevlâna’nın (ve onunla birlikte liğini asıl başlatıcı kurgu olan “Batı mede­
Yunus Emre’nin) evrenselleştirilmesi de niyeti" ile bağdaştırmanın kolay olmadığı
“Batı medeniyet dairesine" Batı’ya karşı görülmüş ve bu da sadece tatminsizliğin
mücadele ederek ve sonradan girme çaba­ artmasına yol açmıştı; evrensellikle tikel­
sının doğurduğu kaygıyla ilgilidir. Gö- lik arasında daha yumuşak, daha “orga­
kalp1in formülü, Türk kültürünün bu ev­ nik" bir sentez tasarımına ihtiyaç vardı.
rensellik içinde her zaman tikel ve kısmî Haşan Ali’nin Maarif vekilliğine getiril­
kalacağını baştan kabulleniyor ve bu yüz­ mesiyle Türkçülüğün bu uç formülasyon-
den de gidermek istediği güvensizlikleri ları da tümüyle reddedilmeksizin kendi
daha da şiddetlendiriyordu,25 Kozmopoli- halin e terk ed ilm iş o ld u ,28 Yücel de
tizm, hep kaygı yaratıcı bir öğe olarak Gö- Gökalp’in “usul-öz” ikiliğini benimsiyor­
kalp’in kendi ulus tanımının içine sızmıştı: du ama daha çatış masız bir sentez öngö­
“Türkiye’nin millî lisanı," diyordu, “İstan­ rüyordu: “Ben Doğu ve Batı diye bir ayrı­
bul Türkçesidir; buna şüphe yok! [...] işte lık görmüyorum. İnsan eseri, insan ruhu­
Türkçüler, lisanımızdaki [yazı dili ve ko­ nun iştiyakları, kayguları, korkuları za­
nuşma dili ikiliğimi kaldırmak için şu um­ mana ve zemine göre değişse de özünde
1 9 2 O ' L E R O E J J ___ 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

bir ayrılık varsa o, tutulan yol ve usul­ memesini, hatta habersiz kalmasını sağla­
dendir. Garplı kafasının metoduyla duy­ maktı,30 Başka bir deyişle, Tercümeler di­
masak şarklıda bu özü bulamazdık. Me­ zisinin Batı’ya açılan penceresi, daha çok
sela Mevlâna’nın Fîhi mü/îhi kitabını Go- bir ayna işlevi görüyordu: Orada, kendi
ethe’nin E ckerm an ’la Konuşmalar’ı gibi rahatlatıcı Batı imgesini ve kendi Batılılaş-
okuyorum. İkinciyi okumaya alışmasam, mışlığmı (veya Batılılaşacağmı) görüyor­
kimbilir birinciyi şimdikinden daha az du inkılâpçı Türk aydını. Ama Yücel’in
başarı ile söktürebilirim” (Çıkar 1997: Ankara Devlet Konsevatuvarı’nın ilk me­
62). Bu yaklaşım, Yahya Kemal’in tasarı­ zunlarının diploma törenindeki (1941)
mından çok uzak değildir, Beyatlı da sözleri, hem kaygıların kolayca yatışma­
Gökalp’in katı ikiliğinin yarattığı tatmin­ dığını gösterir hem de bu güçlüğün ar­
sizliklere değindiği (yukarda bir kısmını dındaki nedenleri hissettirir:
aktardığımız) pasajında şöyle demektey­
Bir gün bütün insanlığın idrak edeceğine
di: “Bir medeniyeti taklîd etmek merhale­
inanmış bulunduğumuz Türk hümanizma-
sinden çıkmak onu iyi hazmettikten son­
sının yepyeni bir safhası, Devlet Konser-
ra mümkün oluyor. Bu rüşde ermek için
vatuvarmın bağrında doğmaktadır Türk
ise onun fen ve tekniği kâfi gelmiyor; bil­
kümanizması, beşer eserine istisnasız kıy­
hassa zevk, düşünüş, ahlak gibi yeni ha­
met veren, ona zamanda ve mekânda hu­
yatı yaratan unsurlarım benimsemek îcâb
dut tanımayan hür bir anlayış ve duyuştur
ediyor” (1984: 296),29 Yücel, Beyatlı’dan
Hangi milletten olursa olsun insanlığa ye­
farklı olarak, “taklit” ve “rüşt” gibi fazla
ni bir düşünüş, yeni bir duyuş getiren her
çıplak adlandırmalardan kaçınıyor, “rüşt”
esere bizim yüreklerimizin besleyeceği his,
sorununun artık unutulmuş olduğu bir
ancak saygı ve hayranlıktır [...] Müellif
noktadan konuşmak istiyordu. Doğu ve
bizden olmayabilir, bestekâr başka millet­
Batı ayrımı yoktu. Mevlana ite Goethe ay­
ten olabilir Fakat o sözleri ve sesleri anlt-
rı tepelerden ama aynı yükseklikten bir­
yan ve canlandıran bizdz- Onun için Dev­
birini selamlıyordu.
let konservatuvarının temsil ettiği piyesler
Eski “Dogu-Batı" sorununu dönüştüren
oynadığı operalar bizimdir, Türktür ve
bu düşünsel manevra, en azından bir süre
millîdir" (Çıkar 1997: 96).
için, Türkiye’nin “yaralı bilinçlerine” (te­
rim, Iranlı yazar Daryuş Şayegan’ındır) Eski çatışmacı ton -kısmen rejimin yer­
bir merhem gibi gelmiş olmalıdır. Sürekli leşerek kendini daha güvenli hissetmesin­
kültürel teyaukuz ve tıkanma hali geride den de ötürü- yerini "stoacı” bir kabullen­
kalıyor, evrensellikle yerellik arasında bir meye ve belli belirsiz bir serzenişe ( “bir
uyum sağlanıyordu. Yücel’in rahatlatıcı gün") bırakmıştır ama nihai doğrulanma
yaklaşımı, daha sonra sol kanat aydınla­ mercii hâlâ dıştadır. Türk hümanizmasını
rınca şöyle yorumlanacaktır: Sanat ne ka­ bir gün görecek olan “bütün İnsanlığın"
dar yerelse o kadar evrenseldir, yerellik da aslında ikiz göndetgeleri olduğu sezilir:
arttıkça evrensellik de artar. Gelgeldim, Biri, canlı türü olarak bütün insanlar,
bu yaklaşım, Batı’nın da Evrensel’in de İkincisiyse -operada Çin, Peru veya Kenya
bir ebedîlik hali içinde dondurulmasına müziği değil, Italyan, Rus ve Alman müzi­
dayanıyordu. Dünya edebiyatından Ter­ ği icra edildiğine göre- Batı dünyası ve
cümeler gibi bir mecelle (kanon) içinde özellikle de “insanlık” kurgusunun kayıtlı
kapsanan bu ebedi kurgunun nesnel işle­ olduğu Batı hümanist felsefesi. Şu halde
vi de, inkılâpları benimseyen Türk aydını­ Batı’nın bakışı, aynanın ardından, aynayı
nın fıem kendini Baült/Evrensel hissetmesi­ geçerek bizi gözlüyordur. Türk hümaniz-
ni hem de Batı'daki gelişmelerden etkilen­ ması da bu bakış nezdinde doğrulanacak-
K E M A L İ Z M

tır.3’ Ama böyle bir doğrulanılın hep erte­ ğaltır ya da örterken, karşı uçta da bir tep­
lenmeye mahkûm olduğuna yukarda de­ kinin birikip şekillenmesini önleyeme­
ğinmiştik: Meltem Ahıska’ntn belirttiği gi­ miştir. 70’lerin ikinci yansından, özellikle
bi (bkz. 22. dipnot) bir çifte yansıtma işle­ de 1980 darbesinden itibaren eğitim ku­
mi geçerlidir burada: Batı’nın gözünden mrularında ve kültür yaşamında “Türk-
bize yansıyan imge, her zaman çoktan bi­ Islâm Sentezi" adıyla etkisini daha çok
zim oraya yansıttığımız kendi imgemizdir duyuracak bir tepkidir bu. Yukardaki for-
- kendi yetersizlik imgemiz. Bu ayna iliş­ müllendirme tarzına sadık kalırsak bu
kisi, ego ile ego ideali arasındaki çifte yan­ çizgiyi de “Ziya Gökalp eksi Batı’nın-tek-
sıtmada olduğu gibi, kendini sürdüren bir noloji-hariç-her-şeyi artı vurgulanmış an-
eşitsizlik üzerine kurulmuştur: Ego, ide­ ti-komünizm” olarak tanımlayabiliriz.
alin aynasında, isteklerini çünkü yetersiz­ Farklı kökler ve farklı bileşenlerden de
liğini ve yetersizliğini çünkü isteklerini söz edilebilir: 1912 sonrası Türkçülük ve
görecektir hep. Turancılık akımlarına karşı daha mesafali
398 Öte yandan, Yücel’in pasajındaki bir olan bir muhafazakâr çizgiden etkilendi­
başka zaafa da işaret etmek gerekir: Kul­ ği, ama asıl mühimmat deposunu Turancı
landığı terimler birbirinin ayağına dolan­ hareketten aldığı söylenebilir. Zaman
maktadır: “Başka milletler” sözüyle, “za­ içinde bazı değişmeler de geçirecek, baş­
manda ve mekânda hudut tanımayan” bir langıçta çok daha vurgusuz olan İslâmî
evrenselcilik fikrî askıya alınmakta, ama öğenin 1970’lere gelindiğinde belirginleş­
aynı anda “millet” terimi de bütün yükü­ tiği görülecektir. Oluşumunda 30’lu ve
nü, bütün belirginliğini ve kavramsal hay­ 40’lı yılların uluslararası siyasal koşulları­
siyetini yitirmektedir: “Bizden olmayabilir nın oynadığı role sık sık dikkat çekilmiş­
ama bizdendir, başka ulustandır ama tir; ama bu yazının çerçevesi içinde daha
Türktür.” Burada “proto-dekonstrüktif” önemli olan, iç koşullardır: Yücelin resto­
bir melezlik fikrînin başlangıç lan m gören­ rasyonu (“Türk hümanizması”), yüz yıl­
ler de çıkabilir. Ama böyle yaklaşımların lık yaraları gerçekten iyileştiremeyip sa­
daha kalıcı sonucu, zihinsel gevşekliktir. dece örtmekle kaldığı ölçüde, kendileri de
Fantastik ama yaşanmış -dolayısıyla ger­ zaten bu yaraların ürünü ve ifadesi olan
çek- karşıtlık ve ayrımların muğlaklaştırıl­ akımların şimdi ikiye katlanmış bir hınçla
ması, düşünsel çatışkıların işletilmek ve bu yetersiz “tedaviye" hücum etmeleri,
belirginleştirilmek yerine kısa devreye uğ­ asıl düşman olarak onu bellemeleri ve her
ratılması, sadece klişelerle konuşan ve an­ şeyleriyle onun zıddı olmaya yönelmeleri
cak konuştuğu klişeleri düşünebilen bir kaçınılmazdır. Divan edebiyatı bahsi, iyi
sosyal tipin doğmasına yol açmıştır. Bu ti­ bir örnektir.
pin daha tipik örneklerini, sosyalizmle 1932’de, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da
Atatürkçülük arasında yer alan, çoğu za­ aralarında olduğu bazı öğretmen ve aydın­
man haklı olarak ilericilik diye de adlan­ ların Divan edebiyatının liselerden kaldı­
dırılan, hudutları belirsiz bir düşünsel rılmasını teklif ettiğine ve bunun, yeni re­
bölgede bulacağız (bu noktada, Yeni Ufuk­ jimin Türkçü kültürel seçkinlerinin bü­
lar dergisini nasıl unutabiliriz - Cumhuri­ yük bölümünce paylaşılan tavrın pratik
yet gazetesini de).32 ifadesi olduğuna yukarda değinmiştik.
1939'dan sonra bu alanda da belli bir res­
“TÖRK-İ5LAM SENTEZİNİN ÖN-TARİHİ torasyon gerçekleşmiştir; Bu edebiyatın
kurumsal zemini (dergâhlar) yok edilmiş
40’lı yılların göreli kültürel restorasyonu, olsa bile, Bektaşî bir kökenden gelen ve
bazı eski güvensizlikleri bir süre için sa­ ilerde İsmet Paşa’ya sunulan bir Divan da
1 9 2 0 ’ L E R D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

yazacak olan Haşan Âli iş başındadır ve ki dönemdir - ve o dönemin şimdi’deki


birlikte çalıştığı kişiler arasında, Yahya uzantıları.33 Öte yandan, önceki dönemin
Kemal’in müridi sayılan Ataç ve Tanpınar bazı kurucu kültürel kararlarını ( “yeni
da bulunmaktadır. Tartışma 1940’larda yazı”) tartışma dışı da tutmak İstemekte
başlar. Milliyetçilerce Divan edebiyatını ve bu yüzden çelişkiye düşmektedir: Eski
küçümsemekle suçlanan Ataç’ın kendisi şiirin “evlerimizden kaldırılmış” olması­
de, “çocuklarımıza eski şiirimizin okutul­ nın koşulları arasında, eski yazının ve
madığından yakınmaktadır (1942): Arapça ile Farsça öğretiminin kaldırılma­
sı da vardır. Öte yandan, Aıaç’ı “yabancı
Bugünkü çocuklar eski şiirimizi bilmiyor­
etkilere" açık olduğu kınayan milliyetçi­
larsa, kendilerine öğretilmediği içindir
ler de çelişkiden münezzeh değildir bu
Çocuklarımıza şiir terbiyesi vermiyoruz.
noktada. Aynı yazıda bu çelişkilerin bazı­
Onlara yurt bilgisi, ahlak hocalığı eden,
larına işaret eder Ataç:
büyükleri öven, çoğunun Türkçesi de bo­
Mehmet Kaplan’ın [...1 yazısından, ya­
zuk birtakım m anzum eler öğretiyoruz
I...J Gençler eski şiirimizi okumuyorlar
bancı tesirlere düşman olduğu, hiç olmaz- 399
sa onları pek dostça karşılamadığı hissedi­
çünkü bulamıyorlar. Sadeddin Nüzhet ye­
liyor. Bir taraftan divan edebiyatımızı, bir
ni yazı ile Baki divanım bastırdı, ikinci,
taraftan da: “Şinasi, Namık Kemal, Ahmet
üçüncü derecede şairlerden daha bir ikisi­
Mithat cümlelerimizin içinde gizlidir," de­
nin divanını bastırdı. Allak razı olsun.
yip Tanzimatçılarla onlardan hemen sonra
Ama bu iş o kadarla kaldı. Çocuklarınıza
gelenleri savunurken yabancı tesirlere
verecek bir Fuzulî, bir Nedim divanı bula­
düşmanlık göstermek, doğrusu hayli garip
mazsınız, Bunca yıldır o divanların üç
oluyor. “Bizim kendi bünyemizden çıkan
dört tanesi olsun bastırılamaz mıydı? [...]
yenilik devam eder, yabancı tesir ise bir
O kullarda ço cu k la ra divan şiiri şimdi
müddet kavasım kakim kıldıktan sonra sili­
gösteriliyor edebiyat tariki yanında Nec-
nir gider," demeden biraz önce: “Beş asır­
meddin Halil’in /izahlı Divan (kiri Anto­
lık divan edebiyatında, yabancılıklara nis-
lojisi) kitabı da okutuluyor, iyi. Ama ez­
betle kendimize has tarafların ne kadar az
berletilmiyor [...] Ezberlenmeyen şiir iyi­
olduğu düşünülsün" diyor. Havasım bir
ce öğrenilmiş demek değildir; insanın dı­
müddet hâkim kıldıktan sonra silinip gi­
şında kalır; hayatına karışmaz /...J Bu iş­
den tesirin beş asır gibi kısa bir süre sür­
te yeni yazının, dil değişmesinin, arapça,
mesi, o tesirle doğmuş edebiyatta bugan
/arşça öğrenmemenin kiç suçu yok, hiç ol­
de okunacak, hayran olunacak şairler bu­
mazsa büyük bir suçu yok. Asıl büyük sü-
lunması... bunlar bana pek birbirini tut­
yük suç bizim kendim izin de eski şiiri
maz sözler gibi görünüyor.
gerçekten sevmeyişimizde, onu evlerimiz­
Milliyetçi bakış açısından duruma göre
den kaldırmış olmamızda (2000:30-32).
her şeyin yabancı görünebileceğine ve yine
Ataç’ın da, daha önce Erişirgil’in yaptığı duruma göre aynı şeyin kimi zaman yerli
gibi, kişisel sorumluluk taşıdığı işlerden ve kimi zaman da yabancı sayılabildiğine
ötürü kurum lan suçladığı sanılabilir. dikkat çekiyordur Ataç - Meltem Ahıs-
Ama yazısının zamansal göndermeleri an­ ka’nın da saptadığı bir belirsizlik ve kay­
lamlıdır: Divanlar “bunca yıldır” bastırıl­ ganlık: Türk milliyetçileri “kendi kimlik­
mamışım çocuklara "yurt bilgisi, ahlak lerini, yansıtılmış [“projekte edilmiş”! bir
hocalığı eden, büyükleri öven” birtakım Bau bakışına karşı kurmak zorundaydılar
manzumeler öğretilmiştir, divan şiiri an­ ve bu bakış da hiçbir zaman kesinleşemi­
cak “şimdi" okutulmaktadır. Bütün bu yor, hep değişen yorumlara açık kalıyor­
ifadelerin -kınanan- göndergesi, bir önce­ du. Bu belirsizlik ve keyfilik yüzünden de
K E M A L İ Z M

her zaman bir ‘tatm insizi ik ve hüsran kay­ Divan şiirini de “beraberce mahbus olduk­
nağı oluyordu" (2000: 128). ları bir daire içinde tanımakta ve yalnız
Milliyetçi bakış Divan şiirini bir anda onu bildikleri için, onu şevseler bile, bu
ecnebileştirebiliyordu, ama bu şiirin savu­ sevgiye doğru bir intihabın zevk ve şuuru­
nusunu üstlenen Batıcı bakış da bu savu­ nu" katamamaktadırlar (1969: 186).
nuyu kendi düşünsel çerçevesi içinden “Mahbus" sözcüğü, burada büsbütün
yapıyordu. Ataç (1943): rastlantısal biçimde kullanılmış olamaz:
Tanpınar ve Ataç’ın da rol aldıkları kültür
Daha da ileri gideceğim: bizim şiirimiz
politikası, eski edebiyatın değerli ama ar­
bendi bendini anlatmağa da yetmez, yal­
tık kullanılmayacak bir hazine olarak ka­
nız bizim şiirimizi okumakla halanlar
patılmasına, kilitlenmesine yol açmıştır
unun eşsiz güzelliklerini de sezemezler.
Ataç’ın değindiği “aile ihmali”nin de ku­
B ir Türk çocuğu, bizim eski şiirimize
rumsal zeminidir bu kilitlenme. Bunu,
hayran olmak için de gene Avrupa edebi­
mecazi bir anlamda da olsa, 1950’lerin ba­
yatlarının birinden geçmelidir Yahya Ke­
400 mal ile bizim divan şiirimizden konuşun,
şında açıkça yazacaktır Ataç:

sonra Avrupa edebiyatlarının birinden Kendi kendine yeter bir edebiyat değildir
geçmemiş, yaln ız türkçe hatta biraz da bizim divan şiirimiz. Bunun için kapal-
/arşça, arapça bilen bir adamla divan şi­ malıyız onu, Fuzulî’yi de, Bahî’yi de, Ne-
irimizden konuşun, ancak Yahya Kemal şafı ile Nazîm’i de un atmalıyız. Onları
doğru anlıyor, öteki anlamıyor demiyece- çocuklarımıza belletmemiz gerekli değil­
gim; belki de doğrusu Yahya Kemal'in de­ dir Ç ocu klarım ıza gerçekten edebiyat
ğil, ötekinin anladığıdır; ama biz onun sevgisini, güzellik kaygusunu aşılamak
anlayışından hoşlanmıyoruz; onun anla- istiyorsak onlara, Yunanlılarla La tinle r-
yışile şiir bize hiç de güzel gözükmüyor, den başlayarak Batı aleminin şiirlerini,
tatsız, yavan bir iş, bir oyuncak gibi geli­ eserlerini öğretelim, benliklerini onlarla
yor Demek ki bugün bizim istediğimiz., yoğuralım.
bizim anladığımız Şiir kendi toprakları­ Bilmesinler Fuzulî gazellerini. Bir gün
mızda yetişmiş olsa dahi, gene bize Avru­ gelir, belki kendi kendilerine bulurlar o
pa yoİile geliyor (2000: 42). gazelleri. Bir Batılı görüşüyle okurlar on­
ları, bizim bugün iyice Bezemediğimiz gü­
Ama bu da Gökalp’in teknik-malzeme
zelliklerini görürler de yeniden diri İtive­
formülünün Beyatlıvarl bir dönüştürülü-
rirler Şimdilik biz o divanlardan uzakla­
şüdür: Batı’dan alınıp yerli malzemeye uy­
şalım.
gulanan, sadece maddi teknolojiyi değil,
Böyle diyorum da gene uzaklaşamıyo­
yorum tekniklerini de içeriyordur artık.
rum. Ne yapayım? Düşüncelerim başka,
Yerli malzeme değerlidir, ama bu değeri
duygularım başka benim. Onları birbiriy-
gösteren ve belirginleştiren etken Batı ede­
le uzlaştırmaya, düşündüğüm gibi duyup,
biyatıdır.14 Divan edebiyatının kendi ku­
duyduğum gibi düşünmeye özenmiyorum.
rumsal ve düşünsel bağlamına daha çok
Doğrusunu söyleyeyim, bu ikilik hoşuma
dikkat eden Tanpınar’ın tutumu da pek
gidiyor benim. Kimi düşüncelerime bıra­
farklı değildir. “Eski Şiirleri Okurken”
kırım da bendimi bîr yana, kimi duygula­
makalesinde, “eski şairleri seviyorum fa­
rıma bırakıp da öte yana giderim, iki y a­
kat eskiyi sevenlerin çoğu ile anlaşamıyo­
nın da ayrı ayrı /../ hazlart var, hepsini
rum" diyordur Tanpmar; şiiri daha geniş
tatmaya çalışırım. Bunun içindir ki iste­
(ve Batdı) bir yorum çerçevesiyle ilişki-
meye istemeye açıyorum divanları, iste­
lendirmeden okuyanlar, “eskiyi devam ha­
meye islemeye açıp da bayıla bayıla oku-
linde kendinde bulup seven" kişilerdir ve
I 92 O ' L E R D E » 1 9 7 0 ’ L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

Faruk Nafiz Çamltbel'in 1926'da yayımlanan Han Duvarları, milli vezinli yeni-Türk
millî şiirinin hem yüksek ” hem 'de popülerlik kazanan bir eseri olmuştur. Yahn dilli,
folklorik öğeleri yücelten, yabancı * unsurlardan tamamen arınmak isteyen bir
poetikadır, Çamİtbel’inki.

yom m, Göstermeyelim gençlere, gizleye­ cek bir değerdi; ve bu bireysel çaba da ki­
lim onlardan, am a biz, o âlemin bizden şinin kendi çevresinin, kendi “harsının"
uzaklaşmasına ne de oha üzülenler “Ikd- dışına çıkması, ona uzaktan bakabilmesi
t engür [üzüm salkımı] gibi bir araya baş demekti. Ama bu da tehzibin (ve taşıyıcı­
çatıben ” açalım, okuyalı m Fuzulî divam- larının) nerdeyse otomatik biçimde grup
m, beyitler arayalım onda, bulduğumuz öfkesinin, grup hasetiriin hedefi olması
güzelliklerle coşalım (J 991; 175-76). anlamına geliyordu - özellikle de kültürel
imtiyazın yasaklanmış olduğu ve ulusun
Divan şiirini bazı mevzun ve parıltılı
en yüksek manevi merci sayıldığı bir de­
beyitlere indirgeyen bu kuğu şarkısı, her­
mokratik toplumda. Böylece, şimdi Os­
hangi bir ikilik düşüncesine ve özellikle
manlI edebiyatının da dahil edildiği ulusal
ikilikten tat alınmasına katlanamayanlara
harsla özdeşi eşenlerle bu harsı ve bu ede­
benimsenmeyecek ti. Böylece onlar da o
biyatı başka türlü sevenler arasında ner­
“daireye” hâzineyle birlikte kendilerini de
deyse kendiliğinden bir kutuplaşma orta­
kapattılar, hâzinenin emanetçisinden çok
ya çıkacaktı, bugün bile sürüp giden bir
bekçisine dönüştüler. Önce İstanbul Üni­
kutuplaşma.
versitesinin sonra ötekilerin Türkoloji bö­
Bunun dar anlamda düşünsel bir karşıt­
lümleri, bu kapanmanın kurumsal cisim-
lık olmadığını bilmeliyiz: Değerlerle ilgili
lenişidir. Burada bir tür negatif zorunlulu­
her çekişmede olduğu gibi burada da ar­
ğun da işled iğ in i görm ek gerekir,
zular -öyleyse hasetler- işin içindeydi.
Gökalp’in lebzib olarak adlandırdığı “yük­
Milliyetçi tasarım, hem halk kültürünü
sek k ültür"35 -eğer düpedüz im tiyazın
asli değer saydığını belirtip hem de “bil­
ürünü değilse- bireysel çabayla erişilebile­
hassa İstanbul hanımlarının” konuştuğu
K E M A L İ Z M

dili “güzel Türkçe" olarak kabullenmekle, bakımlardan üstünlüğünü inkâr etmiyo­


daha işin başında, kendi İçinde bir yeter­ rum; fakat insanlığın değer olarak nesi
sizlik duygusuna, bir arzu ve mutsuzluk varsa bugün için ancak Avrupa sayesinde
döngüsünün başlamasına zemin hazırla­ ortaya çıkabileceğine, ancak Avrupa kafa­
mıştı. Ve üstelik, bunu çevreleyen daha sıyla faydalı olabileceğine inanıyorum. En
geniş bir kaygı ve güvensizlik ufku da var­ derin düşünce kaynaklarının Dogu’da ol­
dı: Bütün bu uluslaşma ve modernleşme duğunu kabul etsek bile Avrupasız bu
süreci, büyük bir yenilginin, bir maddi ve kaynaklar kuru çeşmelerden farksızdır”
kültürel iflasın sonucunda bir savunma (1999: 128). Avrupa işlemdir, tekniktir;
tepkisi olarak başlamış ve savaştığı dünya­ ama sadece maddi değil, daha büyük öl­
yı model almak zorunda kalmıştı. Ama çüde manevî teknik - ve dolayısıyla insan­
bundan yeterince söz ettik. lık değerinin kaynağı olmasa bile nihai öl­
çüsü ve hakemi. Eyubogtu’nun “Türküyle
“ANADOLU HÜMANİZM/" Kilim" başlıklı yazısı, hem 60’ların sol
kültürünü öngörmesi hem de bunun Gö-
Bu iki kutbun arasında, “folklorist” veya kalp-Yücel formülündeki köklerini gös­
“popülist" veya “köycü" gibi terimlerle ni­ termesi açtsmdan önemlidir;
telenebilecek bir başka kültürel politika
çizgisi de seçilebilir. Cumuhuriyet’in ilk Türküyü tje kilimi de, milletimizin çoklu­
ğuna ilgimiz arttıkça sevdik, onları sev­
yıllarında Türk Halk Bilgisi Derneği ile
dikçe de bir azlığın malı olabilen Divan
başlayıp 1930’lardan itibaren Halkevleri ile
şiiriyle halıdan uzaklaştık Divan şiiri
devam eden, 1950’lerde etkisi azalmakla
gibi halının güzeli, şahanesi vat; var ol­
birlikte 1960 sonrasının sol kültüründe
masına; ama ikisinin de nefesi tükenmiş,
kısmen resmiyet dışı bir açılım bulan bir
ikisi de halktan ve hayattan uzaklaştıkça
çizgidir bu. Haşan Âli yönetimi içinde
incelmiş, inceldikçe halktan ve hayattan
Ataç tarafından temsil edilen seçkine i ka­
uzaklaşmışlar Türküyle kilim öyle değil;
nada karşı halkçı kanat olarak da tanımla­
onlar yeni gelişmelere elverişli ses ve renk
nabilir; kurumsal çerçevesi içinde Köy
kaynaklan olarak sapa sağlam duruyor
Enstitüleriyle ilişkilidir: Çizginin önde ge­
Geri onlar da geri bir toplum düzeninin
len temsilcisi olan Sabahattin Eyuboğlu,
meyveleri. Kim ister türküleri besleyen
Ataç’ın polemiklerinin başlıca hedeflerin­
perişan halin süregitmesini (...} istediği­
den biri olmanın yanında, Hasanoglan
miz, şiirimizin de güzel sanatlarımızın da
Köy Enstitüsünde de öğretmenlik yapmış­
onlar kadar açık dilli, cömert gönüllü, or­
tır. Farklı eğilimlerin kesişme noktasında­
ta malı, halimizle hallenmiş, derdimizle
dır ve 40’lı yılların tasalarını öO’h yıllara ta­
dertlenmiş, kanımıza boyanmış olmalaıı.
şıyan kişiliklerden biridir. 60’lı ve 70’li yıl­
Türkü ve kilim sevgimizin bir sağlotn fa-
larda CHP hükümederince kesintilerle uy­
rajı da, bu sevginin batı sanatının yeni ge­
gulanmak istenen “ulusal kültür" politika­
lişmeleriyle uzlaşmasıdır. Batı şiirinde
sında da Eyuboğlümm payı az değildir.
folklor hiç bu kadar yer tutmamıştır. Batı
Eyuboğlu da Gökalp’in formülünün Ha-
resmi de düz ana renklere, keskin, göz
san Âli versiyonunu benim sem iştir,
alan şekillere doğru gittikçe kilimden zor
1954’le “Batı, Doğu” başlıklı makalesinde,
ayırt edilecek soyut y a da yarı soyut eser­
“Avrupa dünyamızın gençliğidir, yeniden
ler doğuruyor. O kadar ki, ressamlarımız
doğuşu, yarına açılan penceresidir," diye
Paris'ten en yeni resim akımlarım benim­
yazar: “insanlığın bütün değerleri Avru­
sedikleri ölçüde kilimlerimizin tadına va­
pa’dadır demiyorum; Yunan öncesi ve Av­
rıyorlar (2000: 238).
rupa dışı değerlerin varlığını, hatta türlü
1 9 2 0 ‘ L £ R D E N t 9 7 O' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

Ama Eyuboğlu bu noktada kendi foik- rı yerde. Hitiller, Frigyalılaı; Yunanlılar;


lorizmini milliyetçi tavırdan ayrıştırma Farslaç Romalılar Bizanslılar; Mogollar
gereği de duyar: “İnsanın sanat ve bilim­ da/e tketmişler Anadolu’yu. Ne olmuş so­
de ilerleyişi, geçtiği yerlerden tekrar tek­ nunda? Anadolu onların değil, onlar Ana­
rar ve her seferinde başka başka anlayışlar dolu’nun olmuş. Bu memleket bizim oldu­
ve niyetlerle geçmekle oluyor. İşte bu yüz­ ğu için bizim, /etkettiğımiz için değil.
den kilimi ve türküyü sevenlerimiz ara­ Aramızda dışardan gelmeler çoğunluk ol­
sında her zaman düşünüş birliği yoktur. sa bile -ki değil elbette- kaynaşmış, hal­
Bu sevgide bir yere kadar coşup sonra leşmiş hepsi. Fetkeden de biztz artık, fet­
birbirimize düşebiliriz. Örneğin türküyü hedilen de. Eriten btvz, eriyen de. Biz bu
ve kilimi Batı sanatına karşı koyma duy­ toprakları yoğurmuşuz, bu topraklar da
gusuyla sevenlerle, onları tam tersine batı bizi. Onun için en eskiden en yeniye ne
sanatının en ileri gelişmelerine katılarak varsa yurdumuzda öz malımızdır bizim
sevenler günün birinde aym şeye baş­ [...) Paganmışız bir zaman, sonra Hıristi­
ka başka gözlerle bakmış olduklarını fark yan olmuşuz, sonra Mıislüman [...] Gele­ 403
ederler" (239). Batı’yla ilişkide yaşanan lim şimdi Yunan bahsine. Eski Yunan dün­
kaygının temel mekanizmalarından birini yasını her milletle birlikte bir okul say­
oluşturan “göz" veya “bakış" motifi bura­ mamız, insanlığın malı olduğu için be­
da da karşımıza çıkıyor. Eyuboğlu, tek- nimsememiz bir yana, Anadolu olarak bi­
nik-malzeme ya da biçim-öz eklemlenme­ zim bu kültürdeki [Yunan kültüründeki]
si konusunda Gökalp’e ve milliyetçilere payımız en az Yunants/an’ınki kadar bü­
göre daha rahat görünmektedir, çünkü yük tür.Ne var ki biz bu payı yüzyıllarca
malzemenin de, anlamı kendi içinde saklı hor görmüş, kendi malımızın dışarda de­
ve sabit bir töz değil, tarih içinde ve “her ğerlendikten sonra tekrar bize gelmesini
seferinde başka başka niyetlerle" oluştu­ beklemişiz l - I bizden aldıkları bize sat­
rulan bir temsil, bir yorum, bir zihinsel mışlar [...] Bizans'ın yıkıp kilise yaptığı
kurgu olduğunu kabul etmiş gibidir. Mil­ antik eserler saymakla bitmez Bizse kili­
liyetçi tahayyülde, başkalıkların tanım­ seleri bile cami yaparak korumuşuz. Fa­
lanmasına, hudutların saptanmasına ve tih, Bizans mozaikleri için; "Bunlar be­
Özdeşliklerin korunmasına, kısaca “neyin nim mücevjıerlerimdiı; dokunmayın” de­
alınıp neyin alınmayacağı" tartışmasına miş softalara. Zaten bizim yıkıcı tarafımı­
odaklanan ruhsal enerji, burada her şeyi zı ne ne dinimizde aramalı, ne devletimiz­
içerebilmek -çünkü yorumlayabilmek- de, ne halkımızda: Ne yıkılmışsa softalar
üzere serbest kalmış, akışkanlaşmış gibi­ yıkmıştır bu memlekette f..J Atatürk’ün
dir. Ama Eyuboglu’nun yaklaşımı, bütün dil ve tarih ııazariyelerini de yanlış anla­
savunmacı konumlardan, hatta ketlenme­ mamak, Bunlar onun bu topraklardaki
lerden azade midir gerçekten? 1956’da bütün eserleri benimseme gayretinden do­
yazdığı “Bizim Anadolu" makalesi, Yü- ğuyordu. Yunan Türk’tür demekle biz bu
cel'in “Türk hüm anizmi”ni 1970’lerin memleketin Yunan’dan önce de sahibiy­
“ulusal kültüri’üne bağlayan tasarımın dik, asıl Yunan da zaten A nadolu’dan
kör noktalarını ortaya koyar: kopmadır, demek istiyordu (1999: 9-13).

Bu memleket niçin bizim 7 Dört yüz atlıy­ Eyuboğlu’nun, 2001 yılında bile örnek­
la Orta Asya’dan gelip fethettiğimiz için leri görülen bir kaygıyı yatıştırmaya çalış­
mi? Böyle diyenler gerçekten benimsemi­ tığı söylenebilir: “Yer adlarını Türkleştir­
yor, anayurt saymıyorlar bu memleketi. meye ihtiyacımız yoktur, çünkü Bizans da
Gurbette biliyorlar kendilerini yaşadıkla­ biziz, Frigya da biz; Anadolu’da kendimi-
K E M A L İ Z M

zi evimizde hissedelim artık, her yıl İstan­ adılı içine alınmışlardır (1998:266).
bul’u bir kez daha fethetmeyelim!" Ama
Burada, kimin dışlandığından çok, du­
bu rahatlatıcı, uzlaştırıcı tavrın da bazı
ruma göre mutlaka bir topluluğun dışla­
inkarcı savunmalarla sakatlandığı görüle­
nacağını görmek belki daha önemlidir.36
bilir, “Dışardan gelme)er"in çoğunlukta
Ama asıl kellenme, Eyuboğlu’nu en baya­
olma ihtimali, hem ortaya konulmakta
ğı klişelere ( “bizden aldıklarını bize sat­
hem de daha dile getirildiği anda yadsın­
mışlar”) sürükleyen “hassasiyet", burada
maktadır. “Bu toprakların farklı dil ve
“bu topraklar" üzerinde "bizden” önce bi­
dinden toplulukları yüzyıllar boyunca
nlerinin yaşamış olduğu noktasında orta­
“yoğurup kaynaştırdığı", onları bir “biz"
ya çıkmaktadır ve bu da Eyuboğlu’nun
haline getirdiği belirtilmekte, ama “bi­
“biz” kurgusunda onarılmaz bir çatlak ya­
zim" Yunan/Anadolu kültüründe kendi
ratmaktadır: Bizans'ın eski eserleri yıktığı­
özel payım ızı yüzyıllarca horgördüğü-
nı ama bizim kiliseleri camiye dönüştüre­
müzden de ya kını İm ak tadır. Bizans “an­
rek koruduğumuzu söylemek, sadece on­
404 tik eserleri"(?) yakıp yıkmış, ama “biz"
ların bizden önce geldiğini değil, bizden
k iliseleri cam iye çevirerek “korumu-
başka olduğunu da kabullenmek demektir
şuz”dur. Bütün bu savunmalarda, “biz”
- ve bizim de onlardan başka olduğumu­
sözcüğünün içeriği, duruma göre genle­
zu. Böylece Eyuboglu’nun “biz"i de bir
şip daralıyordun Etienne Copeaux, Eyu-
anda karşıtlarının, nefret etliği “softaların
boğlu’nun metnine ilişkin çözümlemesin­
“biz"ine yaklaşır: “‘Onlar’ da Bizans’ı ve
de buna dikkat çeker:
Hıristiyanları dışarda bırakmış değiller
“Hifitler, Lidyahlar, Romalılar, vb. midir?” Eyuboğlu’nun “Anadolucu hüma-
Hepsini bir tek "biz" içinde toplamayı nizması"mn rahatsız vicdanıdır bu.37 Su­
sağlayan ortak yönleri nedir? Yeterince çun hemen softalara yüklenmesindeki
inandırıcı olmayan kalıtım görüşüne pek otomatı 1;Ii Iî de bu noktada bir projeksiyon
yer vermeyen Eyuboğlu, onun yerine top­ ihtiyacının doğduğunu gösterir: Eyuboğ­
rağı öne sürer; ama, artık bu toprakla sa­ lu, kendi formülasyonundaki rahatsız edi­
dece bir y er anlatılmamaktadır; toprak, ci öğeyi -"biz deşmeyi önleyen, “halleşip
üzerinde ağırladığı halkların tarihi için­ kaynaşmayı" güçleştiren dışsallık ve dışla-
de, onlarda ortak bir nitelik şekillendire­ yıcılığı- bir düşmana, bir “karşı tarafa"
rek, oyunculardan biri konumuna yüksel­ yansıtma zorunluluğunu duymuş gibidir.
miştir Bu düşüncede, açıkça ifade edilme­ Ve tıpkı Cevat Şak ir gibi o da “Türk Tarih
se de, yerin erdemi (verfu chtonicnne) an­ Tezi" ve “Oüneş-Dil Teorisi”ni, ait olduğu
layışı vardır; bu anlayışa göre, insan üs­ ırkçı referans çerçevesinden koparıp dün­
tünde yaşadığı toprakla özdeşleşir, toprak yanın bütün kültür değerlerini Türkleştir­
ona her zaman kendi iyiliklerini yaymayı meye değil de sadece eski Anadolu kültür­
sürdürür 'toprak düşüncesi, Eyuboğltı’tıa, lerini benimsemeye yönelen (ve bu arada
“biz" Anadolu’da Yunanlılardan Önce var­ Yunanlıları kültürel olarak mülksüzleşti-
dık, onlara her şevi "biz” öğrettik deme ren) bir yaklaşım olarak sunmaktadır,
olanağı vermektedir Yöntem, ne kadar şi­ "Türk hümanizması" gibi “Anadolu bu­
irsel olursa olsun, tarih ve mantık dışıdır rna n izması"nın da hem zaafı hem de etki­
çünkü yazar “biz"in İçeriğini islediği gibi si bu muğlaklıkta, bu kavramsal gevşek­
değiştirmektedir; “biz"in içine Ermenden likte aranmalı. Eyuboğlu, bir yandan kül­
katmamakta ve varlığıyla bu toplu kimli­ türel kimliğin bir töz değil bir kurgu ya da
ğin uzlaşmacı ve ince imajını bozan her­ tasarım olduğunu söylüyor, öte yandan da
kesi dışlamaktadır; "fanatikler1’, "onlar" kendi sezişinin farkına varmak istemiyor,
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O ’ L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R

yaklaşımının düşünsel ve siyasal uzantıla­ tarzının etkisi ve yaygınlığı da bu gevşek­


rıyla yüzleşmekten kaçınıyordu. Kültürel liğe bağlıydı: Böyle bir belirsizlik, Yü-
kimliğin bir kurgu olduğunun kabullenil­ cel’in Dünya Edebiyatından Tercümeler di­
mesi, bu kimliğin çeşitli “müzakereler” zisine benzer bir sonuç doğuruyor, Cum­
sonunda doğduğunu, açık veya örtük, bi­ huriyet aydınlarının kendilerini hem bir
linçli ya da kendiliğinden, sert veya yu­ evrensellik içinde hissetmelerini sağlıyor
muşak çekişmelere konu olduğunu ve hem de “halleşirken” evrenin Batı ve Do­
hep yeni yorumlara maruz kalabileceğini ğu kısımlarında olup bitenlerden fazla et­
de teslim etmek olurdu. Bunun da, son kilenip huzursuz olmalarım önlüyordu.
kertede rejimin ideolojik postülalarının Tuhaftır, bu denklemden tam da böyle bir
sorgulanmasına kadar gitmese bile, örtül­ sonuç uman, üstelik bunu kendisi için is­
müş çelişki ve tutarsızların açığa çıkması­ teyen kişi, yazılarında Ataç ve Eyuboğ-
na, unutulmuş kaygıların anımsanmasına lu’nu hep aşağılamış olan milliyetçi-mu-
ve başlangıçtaki güvensizliğin yeniden be­ halazakâr Cemil Meriç’tir: “Üniversel ol­
lirmesine yol açması kaçınılmazdı.38 Ke­ mak için tek şansımız müpheme sarıl- 405
sin çizgili, içeriği belirgin adlandırmalar­ mak. Müphemde her şey var. Ayna gibi.
dan uzak durmak gerekiyordu. Aksi hal­ Ebedi fetheden şöhretlerin çoğunu müp­
de, kendisi de bu zihinsel gevşeklikten hem emzirdi. Dünya müphem, şiir müp­
pay almış ve oraya özel katkısını yapmış hem, felsefe müphem” (1992: 65). Ger­
olmakla birlikte yine de kendi mantığının çek şu ki Türkiyeli yazar ve şairlerin bü­
uzantılarından kaçmayan Ataç kadar açık yük kısmı, müphemliğinde Meriç’in iste­
olma tehlikesi vardı: diği gibi özenli ve kasıtlı da olamayacak,
sadece açık ve belirgin düşünemediği için
"Doğu Doğudur, Balı da Balı." Omu; sil­
ister istemez müphem kalacaktır (7û’li
ilerdim bu söze. “Neden” derdim, “bizim
yıllara gelindiğinde, nesir yazamadığı için
etimiz, kemiğimiz başka mı? Doğa başka
şiir yazan bir edebiyatçılar kuşağı nihayet
(iir)ıi mıi yaratmış bizi?” deldim. Satıhla­
yetişmiştir).
ra benzemek isleyince, Batılı olmak iste­
yince neden ulaşamıyahm o ereğe? Şimdi
de öyle düşünüyorum. Ancak şimdi duyu­ ________İMKANSIZ Öz e r k l ik __________
yorum, anlıyorum o sözün büsbütün boş
Bütün bu süreç, kültürü (burada sadece
olmadığını. Bizde bir Doğululuk, Baiılı-
estetik kültürden söz ediyoruz) siyasal ve
lardan bir başkalık vaı; Bir üstünlük mü?
toplumsal seferberliğin araçlarından biri­
yoksa bir eksiklik mi? durmuyorum bu­
ne dönüştürme çabası olarak da tanımla­
nun üzerinde. Yalnız biliyorum ki bu yüz­
nabilir, Belki lam hedeflenmemiş bazı so­
den, bu Doğululuk, başkalık yüzünden
nuçlan da olmuştur bunun. Bir sonuç,
Batılı olamıyoruz, Batıldan anhyamıyo-
özerk bir estetik alanın oluşumunun çe­
ruz. Onlar bizi anlıyor mu? Yeri yok bunu
şitli tıkanmalara uğramasıdır. Ama burada
sormanın: Onlar Doğulu olmağa, Doğulu­
asıl sorun, Cumhuriyet’in kurucu kültürel
lar gibi duyup düşünmeğe özenmiyor ki!
seçkinlerinin büyük kısmının zaten böyle
[...j Biz ise Batılı olmak isliyoruz, öyle
bir özerklik fikrine karşı olmaları değildir:
ise başkalığımızı eksiklik sayacağız (Ataç inkılâplarla ve ulusal seferberlikle pek il­
1998: 154-55).
gisi olmayan bir edebiyat (ve kısa bir ke­
Eyuboğlu ve onu izleyenler, bu türden sintiden sonra radyoda “Alaturka" müzik)
açıklık ve karşıtlıkları, bir “halleşmenin" 30’lu yıllarda bile varlığını sürdürmüş,
zihinsel gevşekliği içinde örtmeyi yeğledi­ hatta bu eserlerin yaratıcıları (örneğin,
ler. Öte yandan, Eyuboğlu’nun düşünüş Hâşim değilse bile Yahya Kemal) Çanka-
K E M A L İ Z M

ya’da da sofraya davet edilmiştir. Daha şında bir “örnek Batı" kurma çabası, taşra-
önemli sorun, böyle bir Özerk sanatın ku­ lıhgın fantastik inkârı ve dolayısıyla ken-
rumsa! temellerinin eksikliğidir. Tanpı- disiydi; şimdiyse Batılı veya dünyalı olma
nar’ın ısrarla işaret ettiği bir eksiklik - çabası gevşetiliyor, bunun yerine “Batı’yla
1951’de “kültür ve sanat meselelerine ha­ birlikte ve Batı için Doğulu olmak" diye
yattaki yerini bir türlü verememekten, on­ tanımlanabilecek, alıcısı daha yaygın bir
ların lüzumunu ve istiklalini kabul etme­ kültürel kimlik politikası benimseniyor­
miş olmaktan” yakınırken- “fikir ve sanat du.39 “Batı" imgesini sürekli bir endişe
meselelerinde efkâr-ı umumiye ile devlet kaynağı olarak almayan, çünkü onda artık
arasında mutavassıt vazifesini görecek ci­ ne eski bir düşman ne de hep yetişilmesi
hazın bulunmaması"na da dikkat çeker gereken bir ego ideali gören bir tutumdu
(1996: 33, 29). Bir burjuva kamusallığını, bu. İkincil ama eskiye göre biraz daha ra­
İçinde sanatın da özerk bir alan olarak yer hat bir kültürel içe kapanış da böyle
alacağı bir kamusal alanı aramaktadır mümkün oldu.
406 Tanpınar (Beş Şehirdeki “Erzurum" bölü­ Bu içe kapanış sürecinde Yücel dönemi­
mü, bu açıdan da okunmalıdır). nin “Türk hümanizmasfna tepki duyan
Gerçek şu ki, sanat ve edebiyatın siyasal milliyetçi/muhafazakâr akımların da daha
iktidar ve genel olarak siyasal alan karşı­ daha t çalışma imkânı bulduğu söylenmeli.
sında kısmi bir bağımsızlık edinmesi de O sm anlı im gesin in reh abilitasy on u
ancak 50’li yıllarda mümkün olacaktı. De­ 1950’den hemen sonra başlar: İstanbul’un
mokrat Parti yönetimi, geçmiş dönemlere fethini kutlama “geleneği" DP iktidarları
ait politikaları “halkın kabul ettiği ve et­ döneminin ürünüdür.
mediği inkılâplar" şeklinde ikiye ayırmak­ Sanatın siyasal iktidar ve siyasal alan
la, kültürel alanda da devletin hurucu mü­ karşısında ilk kez bu dönemde belli bir
dahale imkânlarının sınırlarım kabulleni­ özerklik kazandığını belirtmiştim. Ama
yor ve bazı kendiliğinden oluşumların Tanpınar'ın aradığı güvenli, güvenceli
önündeki bazı engelleri kaldırmış oluyor­ özerklik değildi bu. Sanatçı devletten
du. Şüphesiz, Nuru İlah Ataç gibi bir elitis- özerkleşiyor, hatla özgürleşiyor, ama 30’lu
ti çileden çıkaran bir tür ikincil taşralaşma ve özellikle 40’lı yıllarda edindiği kurum­
da gerçekleşmiştir bu süreçte: Radyoda sal güvenceleri de (yurtiçi ve yurtdışı
klasik Batı müziği programları kısıtlanır­ burs, sergi ve yayın imkânı, idari görev,
ken “Alaturka” süresi artıyor ve genel ola­ parlamento üyeliği, elçilik) yitiriyordu. Bu
rak kültürel metaların üretim ve sunu­ kopuş, bütün bir dönem boyunca Türki­
munda tüketimin (dolayısıyla kırsal zen­ ye’nin kültüre! Batı Ulaşmasının göstergesi
ginliğin) belirleyiciliği kabulleniliyordu. ve ölçütü sayılmış olan klasik müzik ala­
Özellikle 1938-50 arasında ihmal edilmiş nında izlenebilir, Türkiye’nin ilk klasik
göbek dansının ve tensel hazların resmî Batı müziği bestecileri olan “Türk Beşi e-
rehabilitasyonuyla birlikte Kahire ve Bey­ ri"nin (Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin,
rut etkisi de 1860’lardan sonra bîr kez da­ Cemal Reşit Rey, Ferit Alnar, Necil Kazım
ha bu dönemde hissedilir. Bunun ikindi Akses) Rey dışında hepsi, 1923’ten sonra
bir taşralaşma olduğunu vurgulamalıyız: devlet bursuyla Paris ve Viyana’da eğitim
Daha önce, özellikle 1923-38 döneminde, görm üşlerdi; yine Rey dışında hepsi.
Batı’ya karşı Batılı veya dünyadan habersiz Gökalp’in tezinin “Türk hümanizması" ta­
dünyalı olmayı hedefleyen, sıkışık, araç­ rafından yumuşatılmış versiyonu uyarın­
sız, çatışmacı bir kültür politikası izlen­ ca, bestelerinde halk müziği ve “Alaturka
mişti; dünyanın etki alanından çıkarak motiflerini işlemişlerdi (Erkin’in Piyano
dünyalaşma, Batı’nın dışında ama yanı ba­ Konçerlo’su 1946’da CHP ödülünü kaza­
9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

nacaktı). Ama onların öğrencisi olan ikin­ yordu ve taşralılaşm ış bulunuyordu.


ci kuşak Türk bestecileri (Bülent Arel, İl­ Böylece şair, 1950'den sonra, imgesinin
han Usmanbaş, İlhan Mimaroglu) yurtiçi tarihinde ve pratiğinde zaten varolan
ve yurtdışı müzik eğitimlerini sadece ken­ eğilime uyarak meyhaneye, dolayısıyla
di im kânlarıyla g erçek leştirecek ve - m arjinale çekildi. Bu çekilişle bağıntılı
Arel’in 1950*1erden önceki ilk dönemi ha­ olarak da iktidar, bir m uhalefet odağı
riç- “millî hars müziği" ile hiç ilgilenme­ oluşturduğuna inandığı yazarların her
yeceklerdi40 Türk Beşlerinin alıcısı, esas türlü eylemini şaibeli saymaya başladı.
olarak CHP iktidarıydı; oysa 50’Ier kuşa­ ö te yandan bohem, tüm sm ıj ve katman-
ğının bu türden bir kurumsal alıcısı yok­ larca zaten kınanmış ve lanetlenmiş bu­
tu, kendi öğrencileri, yakın çevreleri ve lunuyordu. Şair de, a2 satışlı dergilerde,
başka sanatçı bireylerden oluşan, resmîyet- kendisini dıştaiayan, işlevsizleştiren ve
dışı, gönüllü bir topluluğa sesleniyordu. kapalı bir yazın çevresinin hem üreticisi
Yine de resm iyetle sanat arasındaki hem tüketicisi durumuna getiren egemen
uzaklaşma, en çok edebiyatta ve özellikle sın ıfların siyasetinin ve zevkinin tam 407
de şiirde belirgindir. “İkinci Yeni" olarak karşıîındayer aidi f,,.J 1958’de şöyle de­
adlandırılan ve daha önceki her şeyle trav- mişti bana Edip: “Şiirdir artık vatanım.”
matik bir kopuşu gerçekleştiren şiir akı­ Bu söz, genel eğilimi yeterince yansıtıyor
mının doğum yıllarıdır 1950’ler. Akımın bana kalırsa (Cansever 1987: 237).
en önemli şairlerinden Ece Ayhan, ikinci
Şair, kendi özgü! alanından -estetik de­
Yeni’yi şu iki özellikle tanımlayacaktır
neyimden- başka bir “aiditiyet”İ kabul et­
sonradan: 40’yı yıllarda parasız yatılı ola­
memektedir. Yahya Kemal ve Ataç’tan
rak okumuş ve hiç “Atatürk şiiri” yazma­
sonra, ikisinin de ilgisiz ve yorulmuş ilgi­
mış olmak. Böyle bir tanım, şairin özellik­
lerinin erişemediği yerde (Ataç, akımın
le 1923-38 döneminin kültür politikası­
belki en önemli şairi Turgut Uyari destek­
nın ideolojik ve sanatsal kaygılarıyla iliş­
lemişti) yeni ve geçmişe oranla daha ken­
kisinin kopmuş ya da çok zayıflamış ol­
diliğinden bir estetik özerklik tasarımı ge­
ması anlamına da gelir: Şair, Batı kültü­
lişiyordu. Ama bir süre sonra, sag’da ve
rüyle ilişkinin daha huzurlu olduğu bir
sol'da, savunma mekanizmaları da işleme­
dönemde yetişmiştir; birey ve sanatçı ola­
ye başladı, ilginç olan sol’dur: ikinci Ye-
rak, rejimin kendi kültür ve eğitim politi­
ni’ye tepkisi, Gökalp’in milliyetçi savları­
kalarının nihayet özerkleşmiş ürünüdür ve
na hiçbir yeni düşünce ekleyemedigini
artık zorunlu bîr yerellik kaygısı taşımaksı­
gösterir. 1993’te Sivas’ta milliyetçilerin ya­
zın yerel olabilmektedir.41 Ama bu özerk­
karak öldürdüğü solcu aydınlardan biri
leşmenin iktidardan, siyasal alandan ve
olan eleştirmen Asım Bezirci, ikinci Yeni
genel olarak kamusallıktan uzaklaşma ve
için “kaçış edebiyatı", “Batı taklidi" ol­
iç dünyaya açılma (kapanma demek yan­
makla suçlamakta ve bazı özellikleriyle
lış olur) olarak gerçekleştiğini de yine be­
Divan şiirini andırdığım belirtmekledir:
lirtmek gerekir. Akımın şairlerinden Ah­
met Oktay, bir başka ikinci Yeni şairinin, Divan şiiri gibi ikinci Yeni de halk, onun
Edip Cansever’İn ölümü üzerine yazdığı hayatına, edebiyatına ve kültürüne sırt
yazıda şöyle demektedir: çevirmiştir Divan şiiri gibi ikinci Yeni de
toplumsal gerçeklere, smı/sal çelişkilere,
1950'de ve sonrasında oluşan yönetici si­
siyasal olaylara uzak durmuştur f...J Ay­
ni/, bünyesinde bazı aydınlara yer ver­
rıca şu da sorulmaya değer: Divan şiiri
miş otsa bile {...} kendine özgü bir ente-
ulusal kültürün ürünü müdür? Hayır, üm­
ligentsiadan mahrummuş gibi gözükü­
met kültürünün ürünüdür Üstelik canlı
K E M A L İ Z M

değil, ölü bir üründür. Dayandığı sınıfla Cenap Şahabettin’in “Avrupa Mektupla-
birlikte göçüp gitmiştir Kaynağı da yerli rY’tıa şairin oğlunun 1995’te yazdığı önsöz
değil, yabancıdır: Koşuk biçimleri, kalıp­ şu cümlelerle başlamaktadır: “Burada, ba­
ları, türleri, konuları, ölçüleri Fars edebi­ bam Cenap Şahabettin hakkında herkesin
yatından aktarılmıştır [...} Peki nerde bi­ az çok bildiği hususları atlayarak, belki
zim yerli geleneğimiz? Yakınımızda, lıem çok kişinin bilmediği şeyleri yazmakta ye­
de çok yakınım ızda... Ottu bulmak için tineceğim, Babamın babasının Topçu Bin­
ölü kültürleri hortlatmağa, tâ Acemis- başı Şahap Bey olduğunu ve Plevne’de şe­
tan’a y a da F ireng istan’a gitmeğe uğraş­ hit düştüğünü az çok herkes bilir. Ama
mayalım, Gözlerimizi artık burnumuzun babamın atalarının çoğunun asker oldu­
dibindeki Öz varlığımıza çevirelim: Unu­ ğunu bilmeyenler vardır. Bilhassa anası is­
tulan halka ve onun yaşayan kültürüne met Hanımın ataları arasında askerler da­
(1974:2?, 173). ha çoğunluktadır. Rum el in in kaybedilme­
si ve bunun doğurduğu göçler babama
408 Bir yönüyle geniş bir “zihinsizleştirme
çok tesir etti. Belki bu yüzden, babam orta
İşlemi" olarak da tanımlanabilecek elli yıl­
yaş ve yaşlılık çağında siyasetten uzak kal­
lık kültür politikalarının sonuç almış ol­
dı" (Uluant 1997: ix). Yazarın adı, İsmet
duğu görülüyor: Solcu bir yazar, bu yargı
Rasin Tümtürk’tür.
cümlelerinin hemen hemen aynısının sağ­
cı yazarlarca da kurulduğundan ya büsbü­
__________ MECELLE YOKLl/ĞH
tün habersizdir ya da bu koşutluğu hiç
önemsememektedir. Cemal Süreya, estetik Cemal Süreya’nm kısmen estetik özerklik
özerklik kavramını kullanmaksızın, Tan- yokluğuyla bağıntılı olarak saptadığı baş-
pınar’m da değindiği bu “istiklal" eksikli­
ğinden ya kına çaktır:

On altı yaşını bitirmiş her Türkün şiir


üstüne güzel bir söylev çekmesi müm­
kündür şiirimiz yalnız sanat tartış­
m alarının değil, hem en her konudaki
tartışmaların merkezî, odak noktası ola­
bilmektedir. Ne var ki, genel sanat so­
runlarının şiir üstünde tartışılması tuhaf
bir durum yaratmaktadır. Çünkü bu yön­
de çok ileri gidildiği oluyor; sözgelimi
Batılılaşma sorunu sadece şiir üstünde
tartış ılıyor; ya da toplum düzeniyle, dev­
let yönetimiyle, tarihsel koşullarla ilgili
sorunlarda sadece şair kınanıyor Tarih,
sadece şiirle sınanmak isteniyor Siyasa,
bütün ilçe ve bucak m erkezleriyle sadece
şiirden hesap soruyor Sanırım, başka ül­
kelerin edebiyatlarında böyle bir dürüm
görülmemiştir (2000; 29). “Dolmabakçe Sarayı 'mn altında /
Zambak gibi hırsla açılıyor bir kuğu, /
Son yıllardan bir örnek: Servet-i Fü- Doğru söyle /B e n i mi seviyorsun
mın’un en önemli şairi olan ve hep “bi- Atatürk'ü mü?..." Cemal Süreya, 1989.
çim ciiik"le ve “alafrangalıkla suçlanan
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

ka bir “tuhaflık” da bir edebî mecellenin da öykü antolojisinin çıkışında yaşanan


(kanon)42 oluşamamasıydı; telaş ve gerilim bile temel bir güvensizli­
ğin hüküm sürdüğünü gösterir. Şüphesiz
Bir değer karmaşası içindeyiz bugün.
siyasal bir boyutu vardır bu güvensizli­
Kim değerli, kim değil, belli değil. Eleşti­
ğin: Otuzların kültürel elitinin önemli
ri, edebiyatı açımlayın, zenginleştirici
isim lerinden İsm ail Habip Sevük’ün
bir işlevi küçümser gibi. Tersine, yönet­
1930’ların başında liselerde de okutulan
mek istiyor on ıı. Hilmi Yavuz’a göre Ta­
Edebî Yeniliğimiz kitabında eleştirdiği ama
şar Kemal her şeydir, Kemal Tabir sıfır.
yine de yeniliğini teslim ettiği Nâzım
Muzaffer Buyrukçu için Kemal Tabir her
Hikmet, 1938’de mahkûm olduktan son­
şeydir, Yaşar Kemal sıfır; Asım Bezirci'ye
ra tedrisattan tümüyle çıkarılmıştır. Ama
göre H, izzettin Dinamo heptir, Melih
örneğin ikinci Yeni tedrisata hiç alınmaya­
Cevdet hiç; Memet Fuat için Füruzan
caktır: Sadece muhafazakârlar ya da sol-
önemli bir yagardıı; Muzaffer Buyrukçu
cularca değil, “Anadolu hümanistleri" ta­
yazar bile değil; Zülıtu Bayar için Haşan
Hüseyin önemlidir Ilhan Berk önemsiz
rafından da reddedilmektedirler (Cemal 409
Süreya, yukarda aktardığım pasajında,
bile değil; Rau/ Mutluay için Zeki Ömer
“Sabahattin Eyuboglu ve Vedat Günyol’a
Defne bir varlıktır Salâh Birsel değil; At-
göre 1950 kuşağının getirdiği şairlerin
tilla Özkırımlı için Salâh Birsel ilginç bir
Kâmran S. Yüce ile Oğuz A nkanlf’dan
şairdir Çeki Ömer Defne bir nokta bile
ibaret olduğunu belirtir). Müzik bahsinde
değil; Günel Altıntaş için Enver Gökçe
de görülebilir bu: Türk Beşlerinin yapıtla­
vardır, Turgut Uyar yok; Cöntürk için
rının Ankara ve İstanbul radyolarındaki
Halil Kocagözyücedir Ceyhun Atu/ Kan­
kayıtları ortaya çıkan lam amaktadır. Ka­
sa hiç; Fahir Onger için O. Murat Arı-
nom k yapıtların bulunmasına karşın bir
burnu iyidir, Orhan Veli kötü; Attilâ Ilhan
kanon oluşturulamamasının dar anlamıy­
içinse herkes kötü. Murat Belge okul de­
la siyaseti aşan nedenleri olmalıdır.
ğ iştirirken şairlerin i de değiştirm iştir
Tanzimat’tan ama özellikle Cumhuri­
f..,J Ahmet Kabaklı için Doğan Hızlan
yetken sonra kültür politikalarına temel
şairdir, Melih Cevdet de ikinci sini/ bir
olan organizmacı paradigmanın Türki­
şairdir Ilhan Berk için Ahmet Arif üstün­
ye’de benimsenirken bir çarpılmaya uğra­
de durulacak bir şair değildir, Nihat Beh-
dığına, içerici niteliğini yitirip tasfiyeci bir
ram içinse Nâzımdan sonra gelen tek şiir
momentum edindiğine yukarda değinmiş­
geril imidir (2000: 121).
tik. Burada, Türk yönetici elitinin Grams-
Süreya’tıtn bu pasajı yazdığı 1971’den ci’nin kullandığı anlamda bir hegemonya
yaklaşık elli yıl önce, Yahya Kemal de ay­ yetersizliğiyle malul olduğu söylenebilir
nı sıkıntıyı dile getiriyordu: “Frenklerde belki: Karşı tarafın (bu “karşı taraf’ kim
ve bizde klâsik şiir hükmünü sürerken şi­ veya ne olursa olsun) önemli öğelerini
irin bir türlü tarifi ve kaidelerinin bir de alıp kendi projesine eklemlemekte yeter­
mecellesi vardı, O vakit, şairler birbirle­ siz kalmaktadır. Yukarda bazı örneklerini
rinden yalnız şahsiyetleriyle ayrılıyorlar­ gördüğümüz araçsızlığın bir açıklamasını
dı. Klasik şiir yıkıldıktan sonra yerine burada bulabiliriz. Ama hem bu hege­
başka türlü bir tarif ve mecelle geçeceği­ monya yetersizliğini hem de bir edebı/sa-
ne, bilâkis bir çok tarifler tecelli ediverdi” natsal mecelle oluşturulmasında yaşanan
(1984: 46). Cemal Süreya’mn anlatımın­ tıkanmaları belirleyen etken, Türk yöneti­
daki hiperbol payım bir yana bıraksak bi­ ri sınıfının “tarih sahnesindeki rolüne geç
le, söylediklerinin daha derinde yatan bir kalan bir aktör” olmasıdır. Bir “dış mo-
çarpılmaya işaret ettiği açıktır. Her şiir ya del"in çaresizleştirici bir biçimde -daha
K E M A L t 2 M

önceki bütün küttür değerlerinin hüküm­ aflarına işaret etmeye çalıştık: Gökalp,
süz göründüğü bir anda ve bu hükümsüz- “bilhassa İstanbullu hanım ların güzel
leşmeyi daha da kesinleştirmek üzere- be­ Türkçesi" gibi kendi projesi açısından
nimsenmesi demektir bu gecikmişlik.'13 çelişik, sakatlayıcı ve tatminsizlik yara­
Tasfiyeci momentumu başlatan da bu- tan bir ölçütü daha en baştan kabulleni­
dur: Tanzimat’tan 1960'lara kadar, her ye­ yord u ; “T ü rk h ü m a n iz m i”n in Ba-
ni edebiyatçı kuşağı, kendinden önce ge­ tı’yı/dünyayı zamansızlaştırıp ebedileştir­
lenleri yok saymamak ve işe sıfırdan baş­ me ( “Dünya Edebiyatından Tercümeleri')
lamamak için ortada hiçbir bağlayıcı zo­ çabası da orta vadede daha yatıştırıcı bir
runluluk olmadığını hissetmiştir. Çünkü etki gösterm ekle b irlik te, B a tin ın ve
yerli gelenekle kendisi arasına hep dış dünyanın zamansallıgıyla -hareket ettiği
modelin bakışı/aynası girmektedir - yeter- ve hep yeni bir şeyler çıkarabildiği ger­
sizleştirici bakış: Servet-i Fünun kuşağı, çeğiyle- daha yoğun bir temas içine giril­
Namık Kemal’i Flaubert ve Baudelaire’i diği anda eski tedirginliklerin daha da alt
410 görmediği için yetersiz bulacak; Yahya Ke­ üst edici biçimde yeniden ortaya ortaya
mal, Tevfik Fikret’i Mallarmö’ye değil de çıkmasını önleyemeyecekti. 1950-80 ara­
Françoîs Coppee gibi ikinci sınıf bir şaire sında yaşanan görece tasasız içe kapanış
baktığı için küçümseyecek; Ataç, Baudela- yıllarında, Türk kültürünün, en azından
ire ve Mallarme’yi değil de Heredia’yt ör­ edebiyatta, aşırı bir yerelciliğe de kapıl­
nek aldığı için Yahya Kemal’de bir eksik­ madan kendi ayakları üzerine durabildi­
lik bulacak; Orhatı Veli ve Garip akımı, ği yolunda yaygın bir kanı oluşmak üze­
Yahya Kemal’deki eksikliği fazla ağdalı ol­ reydi (Cemal Süreya, şiirin bir “oto-fi-
masında, çünkü Dada veya Gerçeküstücü­ nansman" edinmesi olarak tanımlıyordu
lük gibi sokağa daha yakın avante-garde bunu). Ama dünyada imge ve düşünce
akımlara hiç bakmamış olmasında araya­ dolaşımının küreselleştiği, Türk edebiya­
cak; ve nihayet Cemal Süreya da hepsinin tından yabancı dillere çevirilerin de eski­
Avrupa’da kendi dönemlerinin en ileri ye oranla arttığı 1990’larda, Latife Tekin
akım ve sanatçılarının şu ya da bu ölçüde ve Orhan Pamuk gibi isimlerin çevresin­
gerisinde kaldığını söyleyecektir. Bu, sa­ de beliren telaşlı tartışma -ve beklenme­
dece öznel bir değerlendirme sorunu da dik noktalardan gelen yerelci tepkiler-
değildir; Her yeni çıkış, kendinden önce eski kaygıların uzun gölgeleri olduğunu
gelen(ter) gerçekten eski görünmesini ve gösteriyor. Bununla birlikte, Çin Halk
dolayısıyla yeterli bir kaynak olmaktan C um huriyetinin ilk başbakanı Çu En
çıkmasını da sağlamıştır.4* Lay’ın sözlerini de anımsayabiliriz bu
Gökalp’in ve “Türk hüm anizminin" noktada. Fransız Devrimi hakkında ne
kendi farklı yaklaşımlarıyla önlemeye düşündüğünü soran gazetecilere şöyle
çalıştığı da böyle bir “öz-yetersizleştir- cevap veriyordu Çu: “Bir şey söylemek
me" süreciydi. Ama ikisinin de kendi za­ için henüz erken.’’ O
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 O 1L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

DİPNOTLAR

1 Alman romantik şiirini Fransız ve Ingiliz ro­ taleat b izim h a k kım ızd a kat'iyyen gayrivar ittir.
mantizmlerinden ayıran noktalardan biri de bu Her ikisi de mahzi iftiradır. Milletimizin kabili-
zaman çarpılması duygusunun belirginliğidir. yetsiz olmadığı tarihen ve mantıkan sabittir.
Hölderlin'de, Tanrılar çekilm işlerd ir. Şimdi‘den, Bunun delilini y in e ecanibin kendi muamelele­
şimdi'nin sahnesinden uzağa çekilmiş, Goet- rinde bulabiliriz. Avrupa devletleri mütareke­
he'nin gençtik yapıtlarından G ö tz von B e rlic- den ewet ve mütareke anında mütarekename
h in g e n 'de de isyancı köylülerin başına geçen ile 'kendi hududu millîsi dahilinde yaşamağa
Götz, aslında çoktan toplumsal sahnenin dışına (ayık Türkiye kabul etmişlerdir’, aradan bir se­
düşmüş kılıç soyluluğunun kendi zamanına ne geçmeden nasıl oluyor da bir millet zalim
denk düşmeyen temsilcisidir. ve kabiliyetsiz oluyor?" (Atatürk; 1973, 1181-
2 Mehmet Izzet'e göre, "Tarih, Türk'e şarkta ye­ 82; a.b.ç.). Kolonya üstlerin, kolon deştirilen top­
ni bir hakimiyet rolü, maneviyat üzerine, şark raklara bakışı benimsenmekte, ama bu bakışın
milletlerinin inkişaf-ı fikriyesi üzerine hakimi­ "bize" uygulanamayacağı belirtilmektedir. On­
yet rolü hazırlamaktadır. Vazifemiz de bu şe­ lar gibi bakılmakta, onlar gibi olmak istenmek­
refli role layık olduğumuzu isbat eylemektir" te, ama aynı zamanda onlarla savaşıl makta dır.
(Kaplan 1981b: 211). Eski (fiziksel) hakimiyet 4 Bölünme ve içsel mücadelenin yol açtığı sancı, .. .
geçmişte kalmıştır, yeni (manevi) hakimiyet ise Hegel’in "Mutsuz Bilinç" kavramıyla da betim- ‘r l I
henüz gelecektedir. Zaman çarpıtması, her şe­ lenebilir: "Bu yeni bilinç biçimi. Şüpheciliğin —
yin aynı anda hem çok geç hem de çok erken ayrı tuttuğu İki düşünceyi bir araya getirir [...]
olduğu bir mutlak yaşantısrzlık noktasına gide­ Dolayısıyla bu yeni biçim, kendi kendinin çifte
bilir. Melih Cevdet Anday’ın Güneşfe'deki dize­ bilinci olduğunu bilen bilinçtir; kendini özgür­
leri, böyle kendi içinden yarılmış bir an'ı yoklar; leştiren ve değişmeyen, kendiyle özdeş ve ken­
"İvedi bir dünya bu. Her şey erken / Ve her şey di başını döndüren, kendini yoldan çıkaran:
geç. Gün tutulucak biz uyurken." kendinin bu çelişik doğasının bilincidir |,..J
3 Mustafa Kemal, 1920’de Ankara'ya ilk geldiği özünde çelişik olan doğası onun için tek bir bi­
günlerde şehir eşrafına yaptığı konuşmada linçtir; dolayısıyla bu m utsuz, içsel ola ra k y a rıl­
şöyle demekteydi: "İtilaf devletleri (...] VVİlson m ış b ilin ç, hep bir bilinçte ötekini de bulmak
prensiplerini Versailles Konferansında kabul ve zorunda kalır; ve sırayla iki bilinçten de kovu­
ilan ettiler. Buna nazaran on ikinci maddeyi ve lur, üstelik tam da ötekiyle barışçı bir bütünlü­
bunun hükmünce bizim hukukumuzu kabul ğü sonunda kurabildiğini hayal ettiği anda [.„]
ettiler. Halbuki fiilî hareketlerile VVİlson pren­ Mutsuz Bilincin kendisi, bir öz-bilincin ötekine
siplerini, Türkiyenin hayat ve mukadderatını bakışıdır ve her ikisi de kendisidir [...] Şu halde
zâmin ve kafil olan [kefalet eden) on ikinci burada düşmanı yenmenin gerçekte yenilmek
maddeyi nazarı dikkatten [uzak] tuttular. Şeref anlamına geldiği bir savaş durumu vardır kİ, bi­
ve namusları üzerine imza etmiş oldukları mü­ linçlerin birinde kazanılmış zafer ötekinde ytti-
tareke namen in hiçbir noktasına riayet etme­ riliyordur" (Hegel: 1977, 126-27).
dikten başta on ikinci maddenin ahkâmına 5 Bir başka metinde de şöyle diyor; "Zaten, hars,
muhalif olmak üzere devletimizi manda altına cemiyetin şuursuz benliğinden doğduğu için,
almak ve hatta büsbütün inkisama uğratmak ona ferdi şuurlarımızla doku nam ayız. Milli hars
kararlarına kadar ileri gittiler (...) Ecnebiler ilahi bir muvaffakiyetle daima doğru yürür, as­
kendi menafii iktisadiye ve siyasiyelerini tatmin la hataya düşmez. Şuurumuzla ıslah edebilece­
edebilmek için aleyhimizde icat ettikleri iki ğimiz cihet yalnız medeniyettir. Çünkü mede­
mütaleayı yürütmeğe başladılar. Birincisi, gûya niyet esasen ferdi şuurumuzun ürünüdür"
milletimizin anasın gayri müşümeyi müsavat ve <1980: 40).
adalet düsturuna (uygun biçimde] idareye gay- 6 Gökalp'in izleyicilerinden Mehmet Emin Erişir-
rimuktedir olduğu. İkincisi de gûya milletimiz gil. 1926'da, "Eski ve Yeni Neslin Düşünceleri
heyeti um um iyesiyle kabiliyetten mahrum bu­ Arasındaki Fark" başlıklı makalesinde, Servet-i
lunduğundan bahçe halinde bulunan yerlere Fünun kuşağını şöyle eleştirir: "İnsanlığı, bil­
girmiş ve oralarını harabezara çevirmiş. Birinci­ hassa, her türlü kayıttan azade tefekkürde gö­
si İle millete zalimlik İsnat ediyorlar, (kincisi ile rüyorlar, serbest tefekkürü insanlığın en büyük
kabiliyetsizlik... f ğ e r b u ik i m û ta lea cid d e n va­ nişanesi kabul ediyorlardı. Binaenaleyh, ne
rit olsa id i m ille tim izin m ü sta kil yaşam ağa h a k ­ millî hislere, ne de hakiki hayatın eseri olan ira­
k ı id d ia e d ile m e zd i. Hakikaten, zulüm medeni­ deye büyük bir kıymet veriyorlardı [...] Zamanı­
yetle kabili telif değildir. Istidatsızhk ta şayanı mızın en esaslı vasfı (ise] 'hakikat' için en geniş
a f b ir şe y olam az. Ç ü n k ü m ille tle r işg a l e ttikleri manada "tecrübe'den başka miyar kabul etme­
a ra zin in sa h ib i h a k ikisi olm a kla beraber beşeri­ mesidir [...] İstiklal Harbi'nin bize öğrettiği en
yetin vekilleri olarak ta o arazide buiunurlar. O umumi ve felsefî hakikatler şunlardır; İnsanlı­
arazinin menabii servetinden hem kendileri İs­ ğın kudreti ’irade’dir. Fikirlerimiz, a'malden
tifade eder ve dolayısile bütün beşeriyeti istifa­ [pratikten], hayattan evvel ve onların hakimi
de ettirmekle mükelleftirler. Bu düstura göre değildir. Bilakis, fikirlerimiz amellerden, hayat­
b u n d a n a ciz ola n m ille tle r h a kkı b e ka ve istik­ tan doğar. Onun İçin bir fikir ne derece irade
lâ le lâ yık o lm a m a k la zım g e lir. Halbuki bu mü-
K E M A L l Z ’M

kudretini arttırıyor, hayatı kuvveti e nd iriyor, istediler fakat a rtık onları tatmin edecek nevi­
a'nnali düzeltiyorsa o derece doğrudur" (Kap­ den şeyler bulamıyorlardı... Ruhlarını latif bir
lan, 1981 a: 173-76). Pragmatist felsefenin özlü uyuşukluk içinde ihata eden bu ufuk, bu şiir ve
bir İfadesi - ama bu felsefe. Cumhuriyet döne­ hülya sahası o k a d a r d a r idi ki... O zaman ara­
mi Türk sosyal ve siyasal düşüncesine, zihinsel dıklarını bulmak İçin eski divanları okumak is­
gevşeklik olarak tercüme edilecektir. tediler: Fuzulileri, Bakîleri, Nef'ileri, Nabileri,
7 Edebiyattaki Osmanlı-Türk ikiliğini şöyle be­ Nedimleri araştırdılar [...] Fakat onlar [...] o de­
timliyordu Gökalp: "Türk edebiyatı halkın dar­ rece candan mahrum göründü ki ruhlarını tit­
bı meselleriyle bilmecelerinden, halk masalla­ retmekten uzak kaldı [...] Bir edebiyat tarihi sil­
rıyla halk koşmalarından, destanlarından, halk silesi buldular. Sıra ile mütaleya karar verdiler;
ceng nameler iyi e menkıbelerinden, tekkelerin evvela llyadlan, Odiseleri okuyacak oldular;
ilahileriyle nefeslerinden, halkın nekreguyane bunları yarım bırakdtlar (...) daha yakın zaman­
[mizahî] fıkralarından ve halk temaşasından lara inmekte acele ediyorlardı (.„) Goethe’ye,
ibarettir." Bunlar, "doğrudan doğruya halkın Scbiiler'e. Milton'a, Young'a, Byron'a, Hu-
hikmetleridir [...] fertler tarafından düzülme- go'ya, Musset'ye, Lamartine'e kadar geldiler; o
miştir [„.]u sulle, taklitle yapılmamışlardır [,„) vakit, bu alemin lezaiziyle mest olarak [...) o şi­
Osmanlı edebiyatı ise, masal yerine ferdi ir ummanı içine daldılar. Derslerini artık kami­
hikâyelerle romanlardan, koşma ve destan ye­ len ihmal eder olmuşlardı" (1942: 36-37, 44).
rine taklitle yapılmış gazellerle alafranga Gökalp'in programı, ulusal "dersin" değer yiti­
manzumelerden mürekkeptir. Osm arılı şairle­ rip ihmal edilmesini önlemeyi amaçlamaktadır.
412 rinden her biri, mutlaka, Acem devrinde bir 10 Ziya Paşa, 1868'de "Şiir ve İnşa" yazısında şöyle
Acem şairiyle, Fransız devrinde bir Fransız şa­ yazar: "Şiir her kavimde tabiidir. Yeryüzüne ne
iriyle mütenazırdır [bakışıktır]. Fuzuli ile Nedim kadar ne kadar millet gelmişse, cümlesinin
bile hususta müstesna değillerdir. Bu cihetle, kendilerine mahsus şiirleri vardır. OsmanlIların
Osmanlı edibleriyle şairlerinden hiçbiri orijinal şiiri acaba nedir? Necati, Bati ve Nef'i divanla­
değildir, hepsi mukallittir.hepsinin eserleri be­ rında gördüğümüz (.,.] kasideler ve gazeller
dii İlhamdan değil, zihni hünerverlikten doğ­ midir? Yoksa Hâce ve Itr] gibi muşu k işi nasi arın
muştur" (1976: 30). Bu yargı (içten gelen "este­ rabt-ı makamat eyledikleri Nedim ve Vasıf şar­
tik ilham değil, zihni hünerverlik") 1960’larda kıları mıdır. Hayır, bunların hiçbiri Osmanlı şiiri
ikinci Yeni şairlerine, 1990'larda da Orhan Pa- değildir. Zira görülür ki bu nazımlarda Osmanlı
muk'un romanlarına karşı tekrarlanacaktır. şairleri şuara-yı Iran ve Iranlılar da Arablara
8 Kozmopolitizmi 1918'de şöyle tanımlıyordu taklid ile meiez bir şey yapılmıştır (...) Hayır, bi­
Gökalp: "OsmanlIlar, Türk ve Müslüman bir zim tabii olan şiir ve inşamız, taşra halkıyla İs­
millet olarak Avrupa medeniyetine giriyorlar. tanbul ahalisinin avâmı beyninde hâlâ durmak­
Bu medeniyetin hangi unsurları halkımız tara­ tadır. Bizim şiirimiz, hani şairlerin nâmevzun
fından kabul edilirse, ancak o unsurlar harsımı­ diye beğenmedikleri avam şarkıları ve taşralar­
za katılmış sayılabilir. Halkın hoş karşıladığı ku­ da ve çokür şairleri arasında deyiş ve üçleme ve
rumlar, yüksek tabaka tarafından kabul edil­ kayabaşı tabir olunan nazımlardır" (Levend
miş olsalar bile, millî harsın dışında kalırlar. 1972: 117, 121).
Çünkü harsın içinde yer alan unsurlar, ancak 11 Erişirgil, idealin ve ona yönelen arzunun, bakış,
cemiyetin bütün fertlerinde duygu birliği mey­ görünüş ve biçimle ilgili olduğu yolundaki Fre-
dana getiren, yani cemiyetin fertleri arasında ud'gil kuramı kendiliğinden anlamış gibidir
uyumu ve dayanışmayı sağlayan kurumlardır. (yazılarında Freud'a göndermeye rastlanmaz).
Bir milletin fertlerini duygu birliğinden yoksun Ama okulların görünüşteki parlaklığı"na de­
bırakan ya da fertfer arasındaki iş bölümünü ğindikten sonra, bir dipnotta şunu da yazar:
engelleyen kurumlar milli harsa îarar verir. "Bununla beraber dış görünüşlerini bile parlak
Bizde ievarıten yahut kozmopolit adı verilen olmayan ve modernizm ile gayet bariz bir te-
bir sınıf vardır ki. Batının bilimsel metodları ve zad teşkil eden manastır kokulu, öğretmenleri
teknikleri yerine,estetik, ahlak ve felsefe ile il­ acayib kıyafetli, tesbihli ve salibli katolik okul­
gili inanışlarını ve genel adetlerini, gösterişli larının cazibelerinin nerede olduğunu anlaya­
hayatlarını ve huylarını almaya çalışırlar [...] İş­ madığımı da itiraf edeyim" (Durukan 1991:
te böyle bir sınıfın ve bu sınıfa ait millî olma­ 281), Ama "küf kokulu, acayib kıyafetli" olmak
yan kurumlatm varlığı, hem vicdan birliğine bir engel değildir bu noktada; tam tersine, ya­
hem iş bölümüne engel olur" (1995: 15-16). bancı modelin cazibesini artıran çünkü onun
Anlaşılan, Durkheim ve Bergson'u felsefe ola­ yabancıfrğının vurgulu işaretleri olan özellikler­
rak değil, bilim ve teknik olarak görüyordu Gö­ dir bunlar. Tanzimat'tan, hatta daha öncesin­
kalp; çünkü birincisinden "işbölümü" ve "mef­ den başlayan ve bir kaymayı andıran durdurul­
kure" kavramlarını, İkincisinden de (burada maz bir süreç içinde, idealin nasıl da "yabancı"
değinmediğimiz) "yaşamsal atılım" kavramları­ görünüşlere, "yabana" biçimlere kaptırıldığım
nı almıştı. başka bir yerde betimlemeye çalışmıştım (Ko­
9 Modelden etkilenişin durdurulmaz bir kapılma çak 1996).
(hatta bir büyülenme) olarak ortaya çıkması, 12 Bir başka yazar, Halil Halid, 11 Şubat 1923 ta­
Halit Ziya'mn Mal ve S/yah'ında şöyle betimle­ rihli V akit gazetesinde olay hakkında şöyie ya­
nir: "Okuduklarım bir daha okudular [...] sonra zar: "'Vicdan hürriyetil’ Evet, bu müessir soz.
buldukları şeyler kifayet etmedi. Daha bulmak siyasi ve hukuki tabirlerdendir [I] Kutürmene-
1 9 2 0 ' L E R DE N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

lere gidip de elimizi raflarda gezririrsek iki asra lartn elbette bin kat üstünde bir tesir meydana
yakın bir zamandır Vicdan hürriyeti' nazariyesi getirir" (Durukan 1991; 201-202).
hakkında yazılmış çeşitli muhakemelerden ya­
16 Dönüştürülmüş diyorum, çünkü din öğesi
rım düzinesini derhal meydana çıkarabiliriz. hem ulusun g e rçe k tanımı içinde yer almakta,
Ancak bu gibi nazariyeler nasılsa benim bütün­ hem de resmi tanımında Gökalp’in kolayca
lük hakkındaki bakış açımı değiştirmiyor. [Hı­ sindiremeyeceği ölçüde geri plana itilmekte­
ristiyanlığın) nüfuzunun artışının sebeplerine dir. Bir "Türk İslâmî"ndan söz edilmeye de bu
dair yazmış olduğum makalelerden de anlaşıla­ dönemde başlanır; Türklerin İslâmiyet'i bütün
cağı üzere benim zihniyetim Türklükten tek bir diğer uluslardan (buna Araplar da dahildir)
ferdin bile uzaklaşmasını görmeye tahammül daha içten benimsemiş olduğu vurgulanmak­
edemez. Kıymetli toprağına bütün dünyanın ta, Islâm'ın ilk döneminin "saffet ve samimi­
göz diktiği bu vatanda Türkün sayısını her ne yetini...
sebeple olursa olsun azaltmamak. Dinden dön­
müş bir kimsenin sosyal hayatımıza cismiyle, 17 Türk milliyetçileri Osmanlı kültürünü "Arap ve
ruhuyla bağlı bulunanlar arasında kalabileceği­ Acem” olduğu için reddederken bazı Arap ya­
ne inanmam [...] Elim d e fırsat butunsa, samimi zarlarının da Osmanlı kültürünü "Türk" oldu­
ve Türklüğe dönüşmesi muhtemel ihtidaları ğu için reddetm eleri ilginçtir. 1990'larda
[dine dönüşleri) ne kadar arzu edersem, irtida- ABD'de okutulan bir Modern Arap şiiri antolo­
ları [dinden çıkışları) da o nisbette yasaklar­ jisinin önsözünde şu cümleleri buluyoruz:
dım" (Durukan 1991: 289). "Yirminci yüzyılın başında Arap şiiri dünya şi­
irinin genel akımından uzaktı; hatta çok geri- 413
13 Bu, kısmen, Sovyet Rusya'da, 1923-29'daki Ye­ de kalmıştı. Bu, ortaçağda ulaşmış olduğu gör- ------------
ni Ekonomik Politika (NEP) döneminde devlet kemli yükseltilerden çok uzak bir noktaydı [...)
gözetim indeki özel müteşebbislere ("Nep- On dokuzuncu yüzyılın başında, Arap şiiri bir­
adamlan") karşı alınan tavrı andırmaktadır. çok zaafla malûldü. Bu zaafların nedeni, Os­
Walter Benjamin, 1927'de Rusya'dan döndük­ manlI İmparatorluğunun baskıcı tahakkümü
ten sonra yazdığı "Moskova" makalesinde yüzünden Arap dünyasının içine düştüğü ağır
şöyle yazar: "Kapitalizm altında, para ile ikti­ toplumsal, siyasal ve kültürel koşullardı. Os­
dar birbiriyle ölçülebilen nitelikler haline gel­ manlIlar Arap dünyasına 1919'a kadar uzun
miştir, Belli bir miktar para Özgül bir iktidara yıllar boyunca hükmettiler; bu, Arap dünyası­
dönüştürülebilir ve her türlü iktidarın da pa­ nın kültürel tarihinin en kısır dönemiydi (...]
zar değeri ölçülebilir [...) Sovyet devleti, para Yaratıcı ifade sınırlandı ve çoğu zaman da bo­
ile iktidar arasındaki bu iletişimi koparmıştır. ğuldu. Yavaş yavaş Araplar kendi parlak dü­
İktidarı Partiye ayırmakta ve parayı da NEP- şünsel ve edebi geçmişlerinden koptular" (Jay-
adamına bırakmaktadır [...) dışarda yaşayan yusi 1987: 1). Bu, Cum huriyet’in başındaki
hiç kimse, NEP-adammın burada maruz kaldığı Türk milliyetçilerinin tavrının ayna imgesi ola­
müthiş toplum sal dışlanmayı anlayam az" rak görülebilir, ama köklü bir fark da vardır:
(Benjamin 1999: 34-35). Yazar, Arap dünyasında 19. yüzyılda Mehmet
14 Böyle bir taktiğin ilk uygulayıcısının II. Abdül- Ali Paşa zamanında başlayan kültürel yenileş­
hamit olduğu da söylenmeli. İmparatorluğun me ve k o z m o p o lit le ş m e y e sahip çıkıyor, bu
dış borçlanmasına karşı çıkmamış, ama bu dönemde yapılan deneylerin Arap şiir röne-
borçlanmanın yarattığı ekonomik çöküntüyü sansını hazırladığını belirtiyordur. 'Arapların
siyasal reformlara ve anayasaya karşı halkı kış­ da kendi Kemalizmlerini oluşturdukları" gibi
kırtmak amacıyla kullanmıştır. Hatit Ziya Uşak- bir saptama bu yüzden çok isabetli olmaz: Tas-
lıgil'in bu konudaki gözlemleri açıklayıcıdır fiyecilik eğilimi, çok daha zayıf ve seçicidir mo­
(Uşaklıgil 1987: 539-43). dem Arap kültüründe.
15 1926'da da benzer bir olay gerçekleşmiş, Hel­ 18 1926 sonlarında şöyle yazıyor: "Bazı küçük is­
sinki'de düzenlenen bir Genç Hıristiyanler Ce­ tisnalardan sarf-ı nazar, bugünkü edebiyatı­
miyeti (YMCA) kongresinde "Türk genci sanı­ mızda dünden sarih bir şekilde ayrılmış yeni bir
lan Haşim isminde biri, 'Hıristiyanlık ışığı Türk ruh ile mütehassis ve yeni bir hayatı müteren-
gençliği arasında da revaç buluyor’ yolunda bir nim hiçbir mahsul göze çarpmıyor [,..) Fikir ve
ne rey an sarfetm iştir." Bu olayı gazetesi Cum- sanat hayatımızda, şu son beş on senelik ede­
h u r iy e ft e aktaran Yunus Nadi, şöyle yazacak­ biyatımız kadar berbat, sahte, milli ruha ve
tır: "Eğer gerçekten vicdanının cezbesine uya­ millî hayata yabancı bir edebiyat devresi nâdir
rak Hıristiyan olmuş olsa idi Teşkilat-ı Esasiye- bulunur. Tiyatromuz nasıl Fransızların 'fuhuş
mizin 'vicdan hürriyeti' prensibine dayanarak, ve z in l‘ piyeslerini adapte etmekle meşgulse,
‘Bırakın öyle görmüş, öyle yapsın, bundan hiç­ matbuatımız da mütemadi bir faaliyetle, aynı
bir şey çıkmaz' diyecektik. Bununla birlikte vic­ cins roman ve hikâyeleri ailelerimizin harîmine
danının saffet ve samimiyetinden hiç de emin kadar soktu; gûyâ ' mi11T hikayecilerimiz, bu pis
olmamakla beraber Helsinki Foris'te çıkan he­ edebiyatın bayağı taklitleriyle ortalığı doldur­
zeyanından dolayı kendisine fazla bir yapılma­ dular: İstanbul hayatının en kirli, en mütereddi
sını tavsiye edeceğimiz de yoktur. Böylelerinin safhalarım, âdeta büyük bir zevk ve lezzetle
cezasını cemiyet ve kamuoyu verir. Biz ona ortaya dökmekle vazifelerini yaptılar [...] Ro­
mürlod (dinden çıkmış) demiyoruz, o bizim na­ manların kahramanları, ekseriyetle, milli seci­
zarımızda sadece bir ahlaksızdır. Ve cemiyet yeden mahrum, halka yabancı ve ecnebi hars­
hayatında bu hüküm, öbür türlü cezalandırma- larının yarattığı marazi tiplerdir. Bu eserlerde
K E M A L İ Z M

göreceğimiz hayat köşeleri ya e ski a n a n elerin nın eski tefsir geleneğiyle bağı kopmuştur,
ya şa d ığ ı m e tru k m a h a lle sa h n eleri, y a h u t g ü ­ ama bir yandan da Batı:mn yorum teknikleriyle
lü n ç t i r şe k ild e A vru p a lıla şm ış 'tatlı s u ' Tü rkle­ de (hermeneutik ve filoloji) ilişki kurmasını
r in in m a n a sız 's o s y e t e le r id ir (...] Eserlerinde sağlayacak bir kültürel atmosferin oluşmaması
Türk hayatının asıl sağlam, orijinal ve kuvveti için çaba gösterilmektedir. Bu çabanın ürün al­
taraflarını göstermemek hususunda şairlerimiz dığını belirtmeliyiz, örneğin İsmet Zeki Eyu-
de romancılarımız gibidir, son şiirlerimizin bü­ boğlu, Yakup Kadri'den kırk beş yı) sonra şöylç
yük bir kısmı, Avrupa edebiyatlarının soluk ve yaza bilmektedir: "Yorum araya girince, bizi bu
adi bir taklidinden, oralarda artık kıymetini dörtlükten, onun düşünce, duyuş ortamından
kaybetmiş cereyanların mânâsız istita İslerin­ uzaklaştırıyor. Sonra, okuyucu neden yorumla
den [uzantılarından) ibarettir" (kaplan 1981: karşı karşıya getirilsin, ozanla okuyucu arasına
131-33). Eski ananelerin yaşadığı m e tru k ma­ bir başkası girsin? („.] Bir yazın ürünü yorumla
halleler de değersizdir, manasız yeni sosyetik­ anlaşılır, açıklanır duruma getirilse özünden
lik de. Osmanlıcı Yahya Kemal de değersizdir, uzaklaşır, yorumun akışına uyarak istenen yö­
miltîci Mehmet Emin Yurdakul da. Geçmişi ha­ ne götürülür" (1982: 182).
kir gördükleri için başkalarını suçlayan adam, 22 Meltem Ahıska, Türk radyosunun kurulu üzeri­
geçmişin sığınmış olduğu mahalle köşelerini ne çalışmasında. Cumhuriyet seçkinlerinin kül­
küçümsemektedir, türel atanda yaşadığı açmazı, bu yazıda olduğu
19 Gökalp'te, her kültürün kendi ölçütleri içinde gibi, bir içsel b ö lü n m e kavramı altında değer­
düşünülmesi gerektiğine ve bu yüzden de kül­ lendirmektedir. Atatürk'ün hem alaturka mü­
414
türleri "geri" olarak nitelemenin yanlışlığına zikten hoşlanıp hem de bir yabancı gazeteciye
ilişkin cümleler de vardır. Gökalp, sosyal antro­ "Görüyorsunuz ki Batı müziğini benimsemeye
polojinin 1930'lardan sonraki yönelişini önce- çalışıyoruz" demesindeki sancılı bölünme ko­
leyen bu yaklaşımı geliştirme imkanı bulama­ nusunda şöyle yazıyor: "Mustafa Kemal'in, Ba-
mıştır. tılıları Türkiye'nin modernleşme yolunda hızla
20 "Bugün işte şu üç musikinin karşısındayız [„.] ilerlediğini 'görmeye' çağırmasındaki gerilim,
Şark musikisinin hem hasta, hem de gayr-ı millî içselleştirilmiş Batılı bakışın, seçkinleri kendi
olduğunu gördük. Halk musikisi harsımızın, kültürlerini sorun!aştırmaya, kendilerini en katı
garp musikisi de yeni medeniyetimizin musiki­ ölçütlerle yargılamaya yönelttiği anlamına da
leri olduğu için, her ikisi de bize yabancı değil­ gelir. Bu tavır, kendi kültürüne sıkıca sarılma
dir. O halde, millî musikimiz, memleketimizde­ anlamında bir savunmacı tavır değildir; ama
ki halk musikisiyle garp musikisinin imtizacın­ Ötekinin [burada Batı'nın] bakışından 'kendi­
dan doğacaktır. Bunları toplar ve garp musikisi ne' yansıtılan eksikliği içselleştirmiş olması ve
usulünce armonize edersek hem millî, hem de ötekinin yansıtılmış standartlarına yetişmeye
Avrupai musikiye mâlik oluruz" (1976: 139-40), çalışması anlamına savunmacıdır." Ama yansıt­
ma hep çift yönlüdür ve bu yüzden de Cumhu­
21 Ama aynı yıl, bu düşüncelerle tümüyle çelişen riyet seçkinlerin yaşadığı açmaz bir çifte a çm a z
cümleler de yazabilmiştir Yakup Kadri: "Eğer olarak tanımlanmalıdır. Ahıska, buna işaret
bugün, geçen neslin bütün simaları [...J birer ediyor: "Türk seçkinleri kendi kültürlerini Ba-
birer sönüp gitmekte ise, bunun yegane sebe­ tı'nın gözlerinden değil, Batı'ya ilişkin bir Oksi-
bini hars ve mefkure buhranında aramak lâzım dantalist projeksiyon içinden görüyorlardı. Bö­
gelir [...] Hayata yalnız asap ve havassıyla [his­ lünmüşlerdi, çünkü Batı bakışıyla hiçbir zaman
teriyle} giren genç Türk şairi, kuşlar gibi, teren­ özdeşleşemiyorlardı. Kendi kimliklerini, yansı­
nümünü ancak bir mevsime hasredip susmak tılmış ["projekte edilmiş"! bir Batı bakışına kar­
bedbahtlığına düçar oluyor. Zira o tabiatın bir şı kurmak zorundaydılar ve bu bakış da hiçbir
cüz'üdür ve tabiatın her cü2’ü gibi bütün hare­ zaman kesinleşemiyor, hep değişen yorumlara
ketleri insiyâkîdir. Güler fakat niçin güldüğünü açık kalıyordu. Bu belirsizlik ve keyfilik yüzün­
bilmez, ağlar, fakat ağlayışının sebepleri ken­ den de her zaman bir ta tm in siz lik ve hüsran
disine meçhul kalmaktadır. Denilebilir ki, mele­ kaynağı oluyordu" (2000: 128). Ben, Batı bakı­
kelerinin hiçbiri üzerinde dimağı bir hakimiyeti şıyla bir özdeşleşme n iy e tin in olduğunu (Ata­
yoktur. Bütün teessürlerinin menbaı asap ve türk'ün Ankara konuşması), ama tarihsel gecik­
havassındadtr" (Kaplan 1981b: 127). Daha ön­ mişliğin bunu hep kendi içinde bolünmüş bir
ce, fazla zihinli olmayan bir edebiyat önermiş­ çaba olmaya mahkûm ettiğini vurgulardım.
ti. şimdi fazla zihinsiz olmayan bir edebiyat is­ Tıpkı, Batı’ya karşı bir millî özdeşlik kurma ça­
temektedir. Ne o kadar, ne bu kadar, tam bi­ basının da hep şüphelerle, güvensizliklerle bö­
zim istediğimiz kadar. Bu tür yaklaşımlar, Türk lünmüş birçaba olması gibi.
edebiyat ortamının zekasızlaşmasına, sadece
önerdikleri zihînsizleşmeyle değil, içerdikleri 23 "Mâziyi Diriltmek" başlıklı tamamlanmamış bir
apaçık tutarsızlıkla ve bu tutarsızlığın farkında notundan: "Edebiyatın yüzde doksan beşi mâ­
olmayışlarıyla da büyük katkı yapmışlardır, öte zi zemini üzerinde kurulmuştur [...] Zeminin
yandan, Karaosmanoğlu'nun bu son gözlemin­ mâzi olması ile eserlerin mutlaka mâziyi dirilt­
de bir hakikat payı da yok değildir. Ama bu tiğini farzetmek kadar safvet olamaz. Tiyatsu-
“dimağsızlık"ta, Yakup Kadri gibi yazarların nun topu birden mâzi zemini üzerinde yazılan-
dolayımsızlık ve içtenliği yücelten, "izah" ve Racine'in beher eseri, yalnız yaşadığı devri,
"tefsir"i gereksiz yükler olarak konumlandıran hatta o devrin çok mahdud bir zümresini [...]
tavırlarının da payı büyüktür. Türk edebiyatı­ anlatırlar [..,) Çünkü bir devrin zail olan havası
1 9 2 0 ' L E R D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

vardır ki onu kimse dirilteni ez” (1984:311-12), Türkçe "ye bir örnek arandığında çoğu zaman
24 İlginçtir, milliyetçi-ülkücü yazarlar, İslâmî kültü­ Zeki Müren'in konuşma tarzına işaret edilmiş­
rün bastırılmasına itiraz ederken, eleştirilerini tir. Müren'i Örnek gösterenler -çoğu zaman Ra­
sadece 1939-50 dönemiyle sınırlayıp 1923-39 uf Tamer gibi “muhafazakâr" gazeteciler- bu­
dönemine dokunmazlar. Bunun bir açıklaması, nun bir “güzel Türkçe k a rik a tü rü " olduğunu
kendilerinin de "İslâmî kültür" fikrini ancak za­ ve zaten Müren'in de özel yaşamında sanki o
manla, kısmen ve zorlukla benimsemiş ve asıl “güzel Türkçe "den intikam alır gibi onu kasrtlı
zihinsel reflekslerini 1939 öncesinin Batıya ve olarak bozduğunu ve "yakası açılmadık" bir
Doğu’ya karşı teyakkuz ikliminde edinmiş ol­ Türkçeye geçtiğini bilen kişilerdir. Onlar da,
malarıdır, Turancılık, 1960'lardan sonra Necip belki bilerek belki bilmeyerek, bu karikatürleş­
Fazıl'ın gerçekleştirdiği ilk “Türkçü-lslâmcı sen­ tirmeye katılmaktadırlar. Kendi re sm î güzellik
te zin d e n sonra bile hâlâ asıl kaynaktır. Bu­ ideallerinin basıncından kurtulmak ister gibi­
nunla çelişmeyen bir ikinci açıklama da, muha­ dirler.
fazakârlığın ya da İslâmî kültürün savunusu­ 28 Yücel, bu dönemde, Türk Dili Tetkik Cemiyeti
nun milliyetçiler için sadece araçsal bir anlamı üyesi ve Etimoloji Kolu başkanı olmasına kar­
olması (Islâm motifini, "kozmopolitİzm" ile eş­ şın, Güneş-Dil Teorisi çalışmalarından uzak dur­
değer gördükleri "Türk hüm anizm ini suçla­ muştu. 1950'de şöyle diyecektir: "Güneş-Dil Te­
mak için devreye sokmaları) ama iktidarın asıl orisi (...] bazı arkadaşlarla birlikte taraftar ol­
sahipleriyle "Şark-lslâm" arasında bir gerilim madığımızı söylediğim, zamanda ve mekânda
belirdiğinde milliyetçilerin hemen her zaman hudutsuzluk pirensibinin dil hareketini bir çık­
kudretin yanında yer almalarıdır. 1999 Ey- maza sokmasından doğmuştu. Bu teoriyle
lül'ünde bir doktor generalin Mehmet Akif'i Arapça d a yürümek manasına gelen meşiy garp
suçlayan ve Arapları aşağılayan konuşmasına dillerinde yaygın olarak kullanılan elektrik keli­
("Arabın adamı olmak adamlık değildir. Ulu­ meleri bile Türkçe oluveriyordu. Dil muamma­
sun adamı olmak yakışır, adam olacak adama) sını çözmek için marazı bir hal yolu olan bu ça­
üikücü kesimden ciddi bir tepkinin gelmemiş lışmalar, ancak tarihimizin bir devrini açıkla­
olması da belirtiseldir. maya yarayacaktır, O kadar" (1966: 388), 8öy-
25 Yakup Kadri, Ankara romanında (1934) bu ça­ lece, tarihimizinbir devri de "marazi" sıfatın­
resiz leştirici kaygıyı betimlemiştir: "Bu, Anka­ dan nasibini alıyordu.
ra'nın ilk suvarelerinden biriydi. O zaman her­ 29 Yücel'in Goethe-Eckerman formülasyonunu
kes, daha nasıl oturup kalkacağını, nasıl gezi­ Yahya Kemal'de de buluruz: "...gerçi Baudela-
neceğini. nasıl dansedeceğini, gözlerini, elleri­ ire ve Verlaine'i sıtmalı bir ibtila ile seviyordum
ni, başını nasıl idare edeceğini hiç bilmezdi. (...] lâkin zevkim, bütün bu şairlere nisbetle çok
Duvar kenarlarındaki küme küme hareketsiz geri sayılan Jose Maria de Heredia'nın şiiri üze­
hanımlara, kapı eşiklerinde manken gibi dim­ rinde durmuştu [...] Heredia'yı severken, eski
dik duran beylere ve büfe başlarında, hiç ko­ Yunan ve Latin şiirinin zevkini almıştım. Öte­
nuşmaksam, mütemadiyen içip çakıştıran toy den beri aradığım yeni Türkçenin yanına yak­
ve mahcup gençlere rasgelinirdi. Dansa başla­ laştığımın bu münasebetle farkına vardım”
mak İsteyen bazı heveslilerin, meydanda dö­ (1976: 107-108). Yahya Kemal'e Osmanlı şiirini
nen çiftlerin çoğalmasını beklediği görülürdü. açan ve kendi şiir diline gösteren pencerenin
Herkes, birbirini 'Haydi bakalım, haydi baka­ Fransız şiiri olduğuna zaman zaman değinilir.
lım' diye teşvik ederdi [...) Bir AvrupalI gibi gi­ Ama bu pencerenin Baudelaire değil de ona
yinip süslenmek, bir AvrupalI gibi dansetmek, "nisbetle çok geri sayılan" Heredeia olmasının
bir AvrupalI gibi yaşayıp eğlenmek ve hele bu anlamı üzerinde pek durulmamıştır. Siz de
iddiada AvrupalIlar nezdinde, AvrupalIlar ara­ durmayacağız.
lında muvaffak olmak bunlara büyük bir zafer 30 Bunun her zaman bilinçli bir çaba olduğunu id­
kazanmak kadar ehemmiyetli görünüyordu" dia etmiyorum. Ama 1940’ların Maarif dünya­
<1964: 92-93. 99). Bu, "AvrupalIlar gibi olma sında daha büyük maddi ve manevî enerjinin
mücadelesinde AvrupalIlara karşı zafer kazan­ Latince ve klasik Yunanca öğretimine tahsis
mak" olarak da okunabilir. edilip de Almanca, Fransızca, İspanyolca ve ta­
26 Diyarbekirli Gökalp'i "İstanbul Türkçesini" sa­ bii Arapça eğitiminin ihmal edilmesinin bir an­
vunmaya götüren etkenin, kısmen Necip Asım lamı budur. Önceki dönemde, "Hıristiyanlaşma
gibi daha eski Türkçülerin etkisi, ama daha çok olayı" çevresinde yabancı dile karşı geliştirilen
da Yusuf Akçura gibi “dış Türklerle" giriştiği şüpheci, küçümseyici tavır da bu noktada etkili
rekabet olduğu söylenebilir. Ama ne olursa ol­ olmuştur.
sun, yeni ulusun ancak eski kozmopolitizmin 31 Batı kültürüyle daha çatışmacı bir iklimin ege­
gözetimi altında tasarlanabildiğim gösteren men olduğu önceki dönemde bile bu tutumun
bir olgudur bu. Bu durum, dilsel birliğini "Paris geçerli olduğunu gösteren bir örnek: Sosya­
Fransızcasının" yıldızı altında ve ancak 1870- lizmle Kemalizm arasında iletme kayışı görevi­
1918 yılları arasında gerçekleştirebilen Fransa ni üstlenenlerden, hikâyeci ve milletvekili Sadri
ile karşılaştırılmalıdır (bkz. Weber 1976: 67-94, Ertem, 1930'ların sonunda, "şahsiyetsiz insan­
418-28). ların cemiyeti olan şahsiyetsiz yarı kolonilerin
27 Daha yakın zamanlarda, "güzel Türkçe”ye, tek psikolojisi" olan "metropol hayranlığına
"bilhassa İstanbul hanımlarının konuştuğu karşı çıkarken şöyle yazmaktaydı: "...halis Av-
K E M A L İ Z M

m pal inin, taklit karşıtında nasıl ürperdiğini his­ Sanatla siyasetin birbirine karıştırılmasına da
sediyorum Halis AvrupalI hiçbir zaman koz­ karşı olduğunu hiç saklamamıştı. Yazılarında
mopolit değildir. Tabiatın, ve intan ruhunun "Millî Şef" övgüsüne rastlanmaz; Atatürk de
bütün güzelliklerini, bütün örneklerini aksetti­ onun için "Ebedi Şef" olmaktan çok, eski siya­
ren zevki taklitten nefret eder. Orijinalitelerin sal ve toplumsal düzenle şimdiki modern düze­
tabiat ve cemiyet içinde serpilmesini birer kıy­ ni ayıran çizginin adıdır (bkz. Ataç 1991: 150-
metli maden gibi ancak şahsiyetli insanlar ve 52), İlk kez Servet-i Fiinun'da ortaya çıkan, son­
cemiyetler tarafından ortaya atılacağına iman ra Yahya Kemal ve Haşim'de devam eden este­
etmiştir." Kişiliksiz kozmopolit yarı-sömürge tik özerklik fikrine hep bağlı kalır.
insanıysa "kendinin geri olduğuna, her şeyin 34 Konu Divan e d e b iya tı olunca, bunu kendi öz­
kötü yapıldığına kanidir. Bu kanaat ona da da­ gül yorum bağlamının, başka bir deyişle tasav­
ima kötü ve kendini küçük görmek itiyadını vufun dışında gerçekten anlama ve değerlen­
vermiştir. Kendini bu kötü lükten, adîlikten kur­ dirmenin imkânsız olduğunu vurgulamak ge­
tarmak için kendisine yukarden bakan bir âlem rekir. Bu yapılmayınca, bütün şiir güzel ve
halkeder. Bu âlem metropol hayranlığıdır" mevzun sözlere, tekil beyitlere, hatta mısralara
(1939: 35). Kişiliksiz yarı sömürge insanı, kişilik­ indirgenir ve şiirin bütün değeri de söyleyişte
sizlikten kurtulmak ve artık taklit etmemek ve edâda toplanmış olur. Türkiye'de şiirin ve şi­
için, "gibi olmak"tan kurtulmak için, "halis Av­ ir kuramının zihinsizleşmesinde böyie bir yak­
rupalI" g ib i olmalıdır) Bitmedi: Ertem, bu yazı­ laşımın da önemli katkısı olmuştur. Ataç'm
ya, "Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi profe­ 1940’lardan itibaren estetik ve sanat bahisleri­
416 sörlerinden Hanri Liebrecht" ile Türkiye seya­ ni giderek sadece z e v k 'e indirgemesi de eleşti­
hati sırasında yapılan bir söyleşiyi aktararak rinin öznelciliğe ve solipsizme hapsolmasıyla
başlamıştır. "Kültürel sahada dikkatimi celbe­ sonuçlanacaktır. Oysa Tanpınar, aynı genel
den en mühim nokta," diyordur Brükselli pro­ yaklaşımı paylaşsa bile, farklı yöntemler de de­
fesör," yabancı tesirlerin çok bariz bir surette nemiş, örneğin Divan şiirine ve tasavvufa, Louis
hakimiyetidir [...] Halbuki sanatkâr, kullandığı Massignon'un Hallac-ı Mansur yorumlarıyla da
tekniğin üniversal olmasına rağmen eserinde yaklaşmaya çalışmıştır.
millî karakterini muhafaza edebilir [...] Tekniği­
nize ve benliğinize rametmeyi Öğrenmelisiniz." 35 "Fransızca "culture" kelimesinin iki ayrı mânası
Ertem: "Hanri Liebrecht'in gözlerinde ne sihirli vardır. Bu mânalardan birini ‘hars‘, diğerini
bir adese var; duru, keskin bir bakışla kültürü­ 'tehzib' tabiriyle tercüme edebiliriz |,„] Hars ile
müzü sanki bir Röntgen şuaı altına sokuyor. Bu tehzib arasındaki farklardan birincisi, harsın
isabetli görüş insana anlatıyor ki, görmesini bi­ 'demokratik', tezhibin 'aristokratik' olmasıdır.
len göz için hakikati keyşfetmek güç değildir Hars, halkın ananelerinden, teamüllerinden,
[...] Yabancı gözü yerlilerin itiyatla kabukla­ örflerinden, şifahi veya yazılmış edebiyatından,
nan, nasır tutan hassasiyet noktalarını derhal lisanından, musikisinden, dininden, ahlakın­
kavrıyor." Yazının başlığı da şüphesiz "Avrupa­ dan, bedii ve İktisadi mahsullerinden ibarettir.
lInın Gözü "dür. Çocuklaşma ve belahat devam Bu bediaların müzesi ve hâzinesi halk olduğu
edecektir: Şu da yaklaşık otuz beş yıl sonra Ce­ için hars demokratiktir, Tehzib ise yalnız yük­
mil Meriç'ten: "Birden Mettemich’in öğüdünü sek bir tahsil görmüş, yüksek bir terbiye ile ye­
hatırladım; tarihin derinliklerinden gelen bir tişmiş hakiki münevverlere mahsustur, Matt-
dost sesi. 'Devlet-i Aliye günden güne zayıfla­ hew Arnold’un 'tatlılık ve ziya mezhebi' tabi­
maktadır. Niçin saklamaiı: O’nu bu hale düşü­ riyle ifade ettiği meâl, tezhibin tarif demektir.
ren sebeplerin başında Avrupalılaşma gelir (...) Tehzibin esası, iyi bir terbiye görmüş olmak;
Batı kanunlarının temeli Hıristiyanlıktır. Türk makulâtı (kavramları), güzel sanatları, edebiya­
kaimiz, Avrupa'nın şartları başkadır, Türki­ tı, felsefeyi, ilmi ve hiçbir taassup karıştırmaksı­
ye'nin başka" (1974:27). zın dini; gösterişsiz, samimi bir aşk ile sevmek­
tir, Görülüyor ki tehzib, hususi bir terbiye ile
32 Her sabah C u m h u riyet gazetesine ek olarak ay­ husule gelmiş hususi bir duyuş, düşünüş ve ya­
nada da karşılaştığım bu tip için şu da söylene­ şayış tarzıdır. Hars ile tehzibin ikinci farkı, bi­
bilir belki: Çatışkıyı b ilm e d iğ i, anlamadığı, ad­ rincisinin millî, ikincisinen beynelmilel olması­
landırm adığı için zihinsiz ve y a şa d ığ ı için de dır. Bir insan, harsın tesiriyle, belki de yalnız
sancılıdır. Daha çok şairler arasında görülür, or­ kendi milletinin harsına kıymet verir, fakat
ta yaşlı genç-şairler arasında - ve genç-şaire tehzib görmüşse başka milletlerin harslarını da
benzedikleri ölçüde de ressamlar, tiyatrocular, sever" <1976: 96-97). Gükalp için bü noktada
sinemacılar ve deneme yazarları arasında. Tu­ fazla ileriye gitmek, başka milletlerin harslarım
haftır, kimi zaman grafikerler ve psikiyatrlar fazla sevmek, kozmopolitizme düşmek demek­
arasında da. Hatta yayıncılar. Kendisi de Yu- ti. Gökalp, sevilen "yabancı" şeyin herhangi bir
cel'in hudutsuz terimlerinin ürünü olan Ece- m illetin harsı olarak değil, herhangi bir yaratıcı
vit'in boşaltılm ış sözcüklerind en sonra, bireyin yapıtı olarak ya da herhangi bir yereı
1980'lerde, “ah!", “erguvan" ve “ihâta"yı kur­ topluluğun (bir şehrin bir köyün, millet olma­
calıyorduk bizde. yan bir halkın) ürünü olarak sevi lebi leceğin.
33 Ataç, YüceTin çevresi içinde ayrıksı bir konuma düşünmek istemiyordu. Bunlardan birincisi, en
sahipti: Kültürel milliyetçilerden olmadığı gibi, kötü kozmopolitizm, İkincisiyse medeniyetten
Sabahattin Eyuboğlu’nun 'Anadolucu" ya da hiç nasiplenmemiş dar yerelcilikti (parochi-
"halkçı" çizgisine de hiç yakınlık duymuyordu. alism) onun gözünde.
M 2 D ' I E R Û E N 1 9 7 O' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

36 Eyuboğlu, 19 6 S'te yazdığı "Halk" başlıklı bir tiriler de içermekle birlikte, kendi iç çatışkısını
makalede, sadece Ermeniteri değil, başkalarını da ele veriyor: Model alınan Batı’nın evrensel
da katmaktadır “biz"in içine’. "Rum, Ermeni, (dolayısıyla herkese ait) değil de kısmi (sadece
Kurt, Çerkeş, Laz, Gürcü, Çingene, Fars, Yahu­ Batı'ya ait) bir gerçeklik olabileceği düşüncesi­
di, Dönme, Arnavut, Giritli, Kıbrıslı, Rodoslu, nin verdiği huzursuzluk.
Mısırlı, yurttaşlarımıza, Romanya'dan, Bulgaris­ 39 Şüphesiz, buna vurgulu anlamıyla bir kültürel
tan’dan, Yugoslavya'dan, Türkistan'dan, Azer­ p o litika denemez: Böyle bir politika varsa eğer,
baycan'dan, Kıpçakistan’dan, Kırgızistan'dan, en amblemartik imgesi, İstanbul’da muhteme­
dünyanın dört bir yanından gelenlerimize, ate­ len eski Taksim gazinosu gibi nezih bir kültürel
şe, putlara, cümle tanrılara tapanlara, inandı­ mekânda ABD Missouri zırhlısı askerlerinin
ğımız inanmadığımız bütün peygamberlerin önünde göbek atan rakkaselerin fotoğrafıdır
yolundan gidenlere, Mevlana'ya, Hacı Bek- (bkz. Cumhuriyetin 75 Yılr. 294). Ama DP iktida­
taş'a, bütün ulu kişilerin müritlerine (nursuz rından dört yıl öncesine, 1946'ya ait bir sahne­
nurcular hariç, çağdışı, insaf dışı, en kaba sağ­ dir bu. DP yönetiminin, yeni süreçler başlat­
duyu dışı oldukları için hariç), biz Müslüman, maktan çok. Millî Şef döneminin son yıllarında
Türk Sünni, münni olanlardan selam ola!" başlayanlara (tıpkı Türkçe ezan konusunda ol­
(1999; 16). öfke, bu "Mevlana ilericiliğini" ka­ duğu gibi) daha geniş imkânlar açtığını belir­
rikatürleştirmektedir. tenler çok da yanılmıyorlar belki. Ama ilkinde
37 Etienne Copeaux, Eyuboğlu'nu da Cevat Şak ir araçsızlığın itirafı olan şey, İkincisinde yeni bir
(Halikarnas Balıkçısı) ile birlikte “Anadolucu- araç imkânının yoklanması gibi görünmektedir.
luk" akımı içine yerleştirmektedir. Yunan kül­ 417
40 Türk Beşleriyle asıl yapıtlarını 50‘lerden sonra
türünün aslında Anadolu'nun eseri olduğu ve veren ikinci kuşağın karşılıklı konumlarının
Anadolu'nun da Asya değil Akdeniz dünyası­ Mehmet Nemutlu, Özcan Manav ve Semih Ko­
nın bir parçası olduğu tezinin asıl sözcüsü Ce­ rucu gibi daha genç besteciler tarafından tartı­
vat Şakir'dir. Balıkçı, Atatürk'ün "Türk Tarih şıldığı ilginç bir söyleşi için bkz. Sanat Dünya­
Tezi"ni reddetmiyor, Sümerlerin Türk olduğu­ mız, 79, Bahar 2001. Söyleşiyi yöneten eleştir­
nu varsayıyor, ama Türklüğü de Asya'ya değil men Aykut Köksal şöyle demektedir: "Batı mo­
Akdeniz dünyasına ait bir olgu sayıyordu. Eyu­ dernleşmesinde 16. yüzyıldan başlayarak halk
boğlu da Cevat Şakir'in "Mavi" çevresindendi müziği kaynaklarının soyutlamayla adım adım
ama Talim ve Terbiye Kurulu üyesi olarak, kül­ sanat müziği üretim) içine katıldığını biliyoruz.
tür p o litik a la rı üzerinde, Bodrum'da yaşayan Cumhuriyetin ulusalcı projesinin meselesi, 'biz
Balıkçı'ya oranla daha dolaysız bir etkisi olmuş­ bu kaynaklara giderek o soyutlamayı nasıl var
tur. Öte yandan Eyuboğlu, ilk formasyonunu edebiliriz' sorusu değildi. Tam tersine alabildi­
Yücel’in "Türk hümanizması” atmosferi içinde ğine soyutlamadan uzak duran, kaynağı açıkça
edinmiştir; ben de onun tavrını "Anadolu hü- gösteren bir armonizasyon çalışmasıyla sınırlı
manizması" olarak adlandırmayı yeğledim. - bir üretimdi Türk Beşlerinin üretimi. 20. yüzyıl­
Sonradan Ilhan Selçuk da bir "Anadolu Aydın­ da bir periferi ülkesinin yerel kaynaklarına yö­
lanması" icat edecek ve Ilhan Selçuk için de bir nelip soyutlama üzerinden yüzyılın yeni arayış­
"Aydınlanma bilgeliği" icat edilecektir. Ama larına yanıt aramış bir kompozitör var: Bela
bu son ikisi, C u m h u riy e t okurlarıyla sınırlı ka­ Bartök [...] Usmanbaş, bir söyleşide, üstü çok
lan adlandırmalardır. örtülü olarak, kendi müzik yazısını oluşturma­
38 Eyuboğlu'nun I967'de Y e n i U fu kla r dergisinde da hocalarından pek az şöy öğrendiği anlamı­
çıkan "Emperyalizm ve Kültür" yazvsı, rejimin na gelecek sözler söylüyor, Aslında Usmanbaş
kuruluş ânındaki kaygının alttan alta sürüp git­ müzik yazısını bir otodidakt gibi kendi çabasıy­
tiğini gösteriyordu: "Bu kültür emperyalizmi la kuruyor. Leibovvitz'in bir kitabını, Pierre Bo-
kavramım bizde İlkin kim attı ortaya bilmiyo­ utez'in bir makalesin) okuyarak, radyoda cızır­
rum, ama iyi tutturmuş doğrusu; bakıyorum, tılar içindeki bir icraya kulak kabartarak."
aklı başında yazarlarımız bile duruyorlar üstün­ 41 İkin ci Y e n i akımının "kuramcısı" da sayılabile­
de, yeni sömürgeciliğe karşı savaşta bir silah cek olan Cemal Süreya'nın folklorla ilgili tutu­
olarak kullanıyorlar. Benim bildiğim bu kavram mu, şiirin Gökalp ve Yücel dönemlerinin postü-
bir Fransız buluşudur ve kaynaklarından biri de laiarım içerden e/eştirip aşma çabasının da ifa­
Pierre Loti'dir. O Pierre Loti ki batı kültürünü desidir. Oktay Rifat ve Bedri Rahmi Eyuboğlu
benimsemek Istiyenlere karşı çarşaflı peçeli, in- gibi şairlerin şiirlerinde folklorik Öğelerden
şallah'lı maşaltah’lı doğu kültürünü sürdürmek bolca yararlanmalarını eleştiren ünlü "Folklor
isteyenleri tutuyordu. Batı emperyalistlerinin Şiire Düşman" yazısında (1956) şöyle diyordu:
istediği buydu zaten: aman, doğulu doğulu "Folklorda şiirin bugünkü entelektüel niteliği­
kalsın! (...] Safı e m p erya listle ri ve batı k ü ltü rü ni taşıyacak yeti yoktur [...] Bir halk deyimi için­
b irb irin d e n o k a d a r ayrı g e rçe k le rd ir H Musta­ deki kelimeler o deyimdeki anlam dizisi içinde
fa Kemal yürdundan kapı dışarı ettiği emper­ kaynaşmışlardır. O kelimelerden o deytmterde-
yalist komutanlardan kültürce çok daha batılı kinden ayrı işler, ayrı güçler aramayın artık.
sayılabilir. B iz im b a ğ ım sız lık savaşımız batıya - Çünkü donmuşlardır. Tek yönlüdürler {...]
fcarşı batı kü/türünden ya ra rla n a ra k k a za n d ığ ı­ uyandıracakları çağrışımlar bellidir. Ne olsa de­
m ız b ir savaştır" (2000: 283-85; italik, asıl met­ ğişmeyecektir [...] Halk deyimlerinde birbirine
ne ait). Eyuboğlu'nun yazısı, Batı'ya ait sayılan bağlanmış kelimeler arasında yeni bir yük, yeni
her şeyi reddetmek isteyenlere karşı haklı eleş­ bir bağıntı kurmak söz konusu olamaz. Nasıl
K E M A L İ Z M

olsun ki bu kelimeler zaten kıpırdamaz bir şe­ da yaşanmıştı. Yeats, bu tartışmalar içinde mil­
kilde birbirlerine bağlanmışlar, alacakları yük­ liyetçi konumun temsilcisi olarak belirecek,
leri zaten öncedden almışlardır’' (2000: 192- Cuchulain gibi İrlanda efsanelerinden ve Kelt
93). Öte yandan, Süreya'nın folkloru büsbütün folklorundan bolca yararlanacaktı, 1892’de
reddetmediği, ama ona "kalkındırma" kavra­ şöyle diyordu: "Halkımızı Ingilizlikten arındır­
mıyla özetlenebilecek bir tavırla yaklaşılmasını manın hiç yolu yok mudur? Öyle bir ulusal ge­
savunduğu da görülür: "Ahmed Arif, Doğu lenek, öyle bir ulusal edebiyat kuralım ki dili
Anadolu'nun, sınır boylarının yerel görüntüleri İngilizce olduğu halde ruhu İrlandalI olsun -
içinde oraların türkülerini kalkındırıyor, bütün hiç yolu yok mudur bunun?" Ama 19Q8'de de
Anadolu türkülerine u la ştırıyo r onları, büyütü­ şöyle: "Her ülkede her türlü edebiyat model­
yor" (134). 1930’larda folklor çalışmalarının yö­ lerden türetilir, sık sık da dış modellerden; ve
neticilerinden Ahmet Kutsi Tecer'in öğrencisi ona daha incelmiş bir anlamda ulusallığı, yapı­
olan Cahit Külebi'nin şiirinin de "halk deyimle­ cısının ulusallığını veren de ancak kişisel öğe­
rini özel bir planda kalkındırdığım" belirtmek­ nin varlığı olabilir. Kendi bilincine varmaya ça­
tedir Süreya (273). Temel işlem, Gökalp'in öne­ lışan bir ırkın, ilkel çağlarda olduğu gibi, sade­
risi hem anımsatmakta hem de aşmaktadır: Bir ce yerli modellerle yetinmesi, sadece onlardan
yerel motifi işlemek ama onu daha geniş bir yarar sağlaması da ancak kişiselliğe erişilmesin­
bütün içine yükseltecek -ve dolayısıyla kendi den önce söz konusu olabilir; çünkü buna eriş­
bağlamından kısmen ya da büyük ölçüde ko­ meden önce, dış modeli ne özümlemesi ne de
paracak- biçimde işlemek. Kendi şiirlerinden reddetmesi mümkündür. İşte İrlanda’nın kalbi­
birinin başlangıcı da programatiktir: "Lale- nin ve zihninin Ingiltere’ye, ya da Ingiltere'de
li'den dünyaya giden bir tram vaydayız.” - en geçici olan şeye teslim olması da tam böyle
Anımsatmak gerekebilir: SO'li yıllardır bu, "Na- bir edilginlik ânında, erişime yaklaşıldığı ama
taşa-öncesi" bir dönem. henüz varılmadığı bir anda gerçekleşmiştir"
42 Kitap anlamına gelen "mecelle" sözcüğünü (Kiberd 1995: 155, 165), İrlanda ile Osmanh-
"kanon” (edebiyatın veya başka şanatların ku­ Türk kültürel serüvenlerinin karşılaştırmalı bir
rallarını ve zevk ölçülerini de veren büyük ya­ incelemesine burada giremeyiz, indirgenmez
pıtlar listesi) anlamında kullanan tek yazar, farklar açıktır: İrlanda'nın gerçekten kolonileş-
saptayabildiğim kadarıyla Yahya Kemal'dir. tirilmiş oluşu; buna karşılık Svvift ve Burke’den
Gregory Jusdanis'in Gecikmiş M o d e rn lik kita­ Yeats, Wllde, Synge ve Joyce’a kadar İngilizce
bında sözcüğün etimolojisi ve modern kullanı­ edebiyatın bazı en parlak yapıtlarının İrlandalI
mıyla ilgiii yararlı bir bölüm (3. bölüm) var. yazarlara ait olması; 1850’lerden itibaren, içer­
Oradan aktarıyorum: “Modern kanon sözcüğü deki tıkanma ve getiiimlerin hafiflemesini sağ­
Yunanca kanon'dan, o da Sami dilindeki, ka­ layan kitlesel göç (özellikle ABD'ye); İrlandalI
mış ya da değnek anlamına gelen bir başka yazarların sadece ABD ve Ingiltere'deki değil,
sözcükten kaynaklanmaktadır. Kanon, klasik Afrika ve Hindistan'daki İngilizce edebiyatla
ve Helenistik dönemlerde heykel, müzik, felse­ da bir ortak-yaşarlığı sürdürmüş olması, vb.
fe, retorik ve dilbilgisi ile ilgili tartışmalarda Ama Yeats'in "dış modellerin ne tam özümse-
kullanılan önemli bir kavramdı ve Hıristiyan­ nebileceği ne de tam reddedilebileceği bir
ların çeşitli yazılarının Kitabı Mukaddeste bir edilginlik ânı" saptaması, İrlanda’yı aşan bir
araya getirilmesi sırasında vazgeçilmez bir işlev genellik taşımaktadır. Tanpınar da 1951'de
gördü [...] heykeltraş Polykleitos kendi simetri şöyle diyordu: "Sanki varlık ve tarih cevherimi­
ve biçimsel mükemmellik ilkelerine göre bir zi kaybetmişiz; bir kıymet buhranı içindeyiz.
heykel yapıp ona k a n o n adını vermişti (...) Hiçbirini büyük mânâsında kendimize ilâve et­
Plykleitos'un insan bedeneninin kusursuz oran­ meden her şeyi kabul ediyor; ve her kabul etti­
tılarla İfade edilen güzelliği hakkında, Kanon ğimizi zihnimizin bir köşesindeâdeta kilit altın­
adında kuramsa! bir kitap yazdığı da söylenir. da saklıyoruz" (1996; 35).
Her iki durumda da Kanon bir mükemmellik 44 Nazım Hikmet bütün bu geçersizi eştirme süre­
Ölçüsü ya da standardı anlamına geliyordu. cinin dışında kalmış görünür: 1938'den itiba­
Sözcüğün metaforik yananlamları, insan davra­ ren, etkilediği şairlerle (40 kuşağı olarak anılan
nışlarının k a n o n 'o , adil insan ve idealle ilgili H, İzzettin Dinamo, Rıfat İlgaz, Niyazi Akıncı-
etik tartışmalarda da kullanılmaya başladı. Te­ oğlu, İlham! Bekir, Enver Gökçe, A. Kadir gibi
rim numune ve model kavramlarıyla sıkı sıkıya sosyalist şairler) birlikte, edebiyatın izlerçevre-
bağlantılı bale geldi; Helenistik çağda klasik s inden büyük ölçüde koparılmış, ama 60’larda
kavramının ve eski anıtları taklit etme eğilimi­ kitaplarının basılmasıyla yeniden şiirin gelişimi­
nin ortaya çıkışından sonra bu anlam gittikçe ni etkileyen kaynaklardan biri haline gelmiştir.
yaygınlaştı" (84-85). Ama onun da sadece "Putları Yıkıyoruz" kam­
43 Kozmopolitizm-ulusallık tartışması geçen yüz­ panyasıyla değil, şiirleriyle de 1923-38 arasın­
yılın başında Oscar Wilde, W. B. Yeats ve Geor- daki edebi çekişme ve kopuşun başlıca aktörü
ge Russel gibi yazarların katılımıyla İrlanda'da olduğu unutulmamalı.
Kemalist Kültür Politikaları Açısından
Türk Tarih ve Dil Kurumlan
Y Ü K S E L T AŞ K I N

Bugünün genç kuşakları için, 1940'la- çarpıcı benzerlikler yaratmıştır. Sözgeli­


rın iktidar partisi CHP'nin roman ve şiir mi, Osmanlı mirasını sahiplenerek uy­
ödülleri verdiğini Öğrenmek şaşırtıcı garlık treninde yer talep eden 'Türk-İs-
olabilir. Oysa, özellikle tarih ve dil lâm sentezcileriyle,' aynı şeyi Osman­
alanlarında kültürel reformculuğu bir lI'yı uzun sürmüş bir Ortaçağ'da don-
uygarlık değiştirme projesinin vazgeçil­ durarark, Anadolu uygarlığıyla kurulan
mez önşartı olarak gören ve bu doğrul­ akrabalıklar dolayımıyla yapmak iste­
tuda 1960'iarm 'ağır kalkınma hamtele- yenler, bahsedilen 'istisnacılık' anlayı­
ri'ni andıran bir şevkle tüm kadro ve şından beslenmektedirler. Ortak payda­
araçlarını seferber eden bir zihniyet ve sı 'istisnacılık' olan bu rakip yorumların
onun yönlendirdiği CHP vardır karşı­ beslendiği kaynaklar, 1931 ve 32'de
mızda. 20. yüzyıl başı, Batı'mn açık üs­ Atatürk'ün 'koruyucu himayeleriyle' ku­
tünlüğü karşısında, 'yaşanan tarihi' de­ rulan 'kardeş' Türk Tarih ve Dil Kurum-
ğiştirme arzularının şiddetine tanıklık ları'nın (TTK, TDK) düşünsel ve kurum­
etmektedir. Aslında, ardına düşülen sal miraslarında bulunabilir.
'muasır medeniyet seviyesi' belirler, ta­ TDK ve TTK'yı 1930'larda taşıyan
rihe ve dile yeniden yönelmenin zihnî kadroların Özelliği, siyasetçi-tarihçi ve
arka planını. 'Yaşanan tarihin' ve 'yaşa­ siyasetçi-dilci diye tanımlayabileceği­
yan dilin' yok edemediği, sadece kül- miz: önemli bir bölümü CHP'de millet­
leştirebildiği varsayılan bir 'öz'e tekrar vekilliği de yapan etkin kişiler olmaları­
tutunarak geleceğe sıçrama arzusu, bu dır. Onlar, 'tarihî yapmak kadar yazmak
dönemin tüm 'gecikmiş' ulusçulukların­ da' önemlidir şiarına gönülden inan­
da belirgindir, Franz Fanon'un, 'benliği­ maktadırlar ve bu inancın kaçınılmaz
ni yitirmeden canlanma arzusu, Ba- sonucu olan 'pragmatizm' özellikle
tt'nın tarihsizleştirmek istediği toplum- Türk Tarih Kongrelerinde gözlemlene­
ların anlaşılabilir ve meşru tepkileridir' bilir.’ Bu dönemin tarih tezinin Orta
görüşüne katılmamak olanaksu. Sorun Asyacı ve Anadolucu çıkarımlarının ay­
'ulusal'ın nasıl tanımlandığıdır ve bu rıştırılmadan, yan yana varolabilmeleri
açılardan bakıldığında, Cumhuriyet dö­ -zaten İkisini mümkün kılan bir kavim­
neminin kültür politikaları etkileri gü­ ler göçü görüşü de vardır- hem 1930'la-
nümüze kadar taşan bazı olumsuzluklar nn Tarih Kongrelerinde, hem de acilen
içermektedir. eğitim kurumlarında dolaşıma sokulan
Bahsedilen kültür politikaları, Batı tarih ders kitaplarında görülebilir. Söz­
kaynaklı tarihsizleştirme eğilimlerine gelimi, sadece 100 kopya hazırlanan ve
karşı, Türk tarihini dünya tarihinin için­ başarısız bulunmasına rağmen daha
de normalleştirme çabalarını aşarak, 'is- sonraki tarih ders kitaplarının çerçeve­
tisnacı' veya 'özcü' yorumlara savrul­ sini belirleyen Türk Tarihinin Ana H at­
dular. 'Türk istisnacılığı'mn etkileri, ları kitabının Orta Asya'ya ayrılan bölü­
Cumhuriyet döneminde kültür tezleri mü, 605 sayfalık kitap içinde 205 sayfa­
ciddi olarak çatışır görünen kesimlerde ya ulaşırken, diğer uygarlıkların Türk
M A L I Z M

kökenlerine ayrılan 100 sayfa vardır. Ki­ çok hacimli bir külliyatın oluşmasında­
tapta Osmanlı tarihine ayrılan bölüm ki rolü de Önemlidir.
ise 50 sayfadan ibarettir (Behar: 102- 'Kardeş' kurum TDK'nın geleneğine
105, 1996) . Bu anlayıştan yola çıkarak bakıldığında, Tarih Kurumu'nda beliren
hazırlanan ders kitapları, DP dönemin­ eğilimlerle ciddi bir paralellik söz ko­
de yakın tarihi anlatan ve DP lehine yo­ nusudur. 1932-35 arası, 'Öztürkçeci'
rumlar içeren kısa ekler dışında, hiç de­ atılım dönemi olarak düşünülebilir.
ğişmeden onyıllarca kullanılmıştır. 27 CHP, Halkevleri, Radyo ve bütün gaze­
M ayısla beraber DP'nin eklediği bö­ teler, tam bir seferberlik haliyle dilde
lümlerin müfredattan çıkarıldığım tah­ Özleştirme politikasına iştirak etmektey­
min etmek zor değildir. diler. 1935'te resmî kabul gören 'Gü-
1939'dan sonra resmî kurumlarda da neş-Dil' teorisi, 'Türk istisnacılrğın'm
himaye bulabilen 'Türk Hümanizması' doruğu denilebilecek bir kırılma yarattı.
akımının tarihçiliğimize etkisi, Anado- İlginç biçimde, bir iletişim aracı olarak
420 lucu vurgu karşısında Orta Asyacı çıka­ dili güçlendirmekten çok, kuralsız bir
rımları tabileştiren; bu çıkarımların pra- ulusalcılık kampanyasına hatta yarışına
tik-politik sonuçlarına karşı ciddi bir dönüşen özleştirme, yine ulusalcı bir
eleştirellik İçeren bir anlayışın güçlen­ çıkış olan 'Güneş-Dil' teorisinin itibar
mesi olmuştur. Böylece 1940'lı yıllarla kazanmasıyla ivmesini yitirivermişti.
beraber, Türk tarihini dünya tarihi içine Daha 1932'deki I. Türk Dili Kurulta­
oturtma anlamında ciddi mesafeler kay­ yında Hüseyin Cahit Yalçın'ın savun­
dedilmiştir. 1937'de yapılan fi. Türk Ta­ duğu, Ziya Gökalp'in geliştirmiş olduğu
rih Kongresi sonrasında, TTK'nın tarih­ 'Türkçeleşmiş Türkçe'dir' (Yaşayan
çiliğimizde Fuat Köprülü Öncülüğünde Türkçe) anlayışı, bu tarihten sonra daha
yayıma başlayan Belleten'ler başta ol­ gür biçimde seslendirilir oldu. Hatta,
mak üzere çeviri ve teliflerden oluşan Atatürk'ün giderek 'Öztürkçeci' heves-

Dil Kurultayında halk temsilcileri ‘Halis Türkçe " basit Türk halkının sinesinde
yüzyıllardır kurumaya terkedilmiş de olsa “ebedî gençlikle kaynayan yaratıcı bir pınar"
olarak tasvir edilir. Bu düşünüşle. !932deki l. Dil Kurultayı il dan sonra, yaygın bir
“halk ağzından söz derleme" çalışmasına girişilmiştir.
19 2 0 ' L E B D E N 1 ‘i 7 0 ' L E R E K U . T i j R P O L İ T İ K A L A R I

ten uzaklaştığa bunu 'aşırı bir deneme' türk'ün böyle olmasını istediği vurgusu
olarak gördüğü öne sürüldü. Her du­ Öne çıkarılmaktadır, 1983'den sonra
rumda, dil tartışmasının taraflarının TDK'da Atatük'ün vasiyetine rağmen
kendi görüşlerini 'Atatürk'ün gerçek ni­ başlatılan restorasyon teşebbüsüne tep­
yetleri' üzerinden meşrulaşırdıkları, bi­ ki olarak kaleme alınan ve 'Atatürk'ün
limsel bir tartışma zemininden çok ikti­ Türk D il Kurum u ve Sonrası' başlıklı ki­
darın otoritesinin yardımına sığındıkları tapta toplanan karşı yazılara bakıldığın­
görülmektedir. da bu meşrulaştırmanın ana temayı
Zaten TDK'nın geleneğinde siyasî ik­ oluşturduğu görülebilir (Atatürk'ün Türk
tidarla ilişkilere büyük önem verildiği Dil Kurumu ve Sonrası, 1986).
hemen fark edilecektir, 1936'daki 111, 1940'lara gelindiğinde kültürel re­
Kurultay'da, TDK'nın 1. maddesinde form dinamizmini yitirmiş görünen
"Ulu Önder Atatürk'ün kutlu eliyle ve CHP'nin 1945'de T e şk ila t-ı E sa siy e -
onun yüce Kurucu ve Koruyucu Genel si'nin dilini sadeleştirdiğini görüyoruz,
Başkanlığı altında" ibaresi konulmuştu.2 DP iktidarı özellikle Dil Kurumu'na kar­ 421
Dolayısıyla, TDK'nın kuruluşunda ve şı açık tavır aldı, 1952 yılında Anayasa
daha sonra siyasî iktidarlarla ilişkilerin­ dilinin eski haline döndürülmesine ka­
de bu maddelerden de açıkça anlaşılan rar verdi. Özellikle bu kararın alınma­
korporatist eğilimleri yadsıyamayız. sında Fuat Köprülü'nün etkin olduğu bi­
TDK'yı değerlendirirken, "özerk yapısı­ linmektedir. Oysa Köprülü 1932'lerde
nı korumaya ayrıca özen gösterdi" de­ dilde özleştirme çabalarına verdiği des­
mekten çok, "siyasî iktidarı uygarlık tekle hatırlanmaktadır. Millî eğitim ba­
projesinin karşısında gördüğünde kanlarının TDK'nın doğal başkanı ol­
özerkliğini sahiplendi" şeklinde yorum­ maları geleneği, DP'li Tevfik İleri tara­
lamak daha gerçekçi görünmektedir. fından kaldırıldı.J 2 7 Mayıs sonrası
F.R. Atay, "Atatürk dilde Türkçeciliği Anayasa dili tekrar sadeleştirildi. Yine
devlete mal edecek"tir derken, kültür aynı dönemde basının dilde yenileşme
politikalarının izlenme tarzına dair eğilimini izlemesi ve TRT'nin de dilini
TDK'nın da büyük ölçüde paylaştığı Özleştirmesi sonucunda, TDK'nın dil
eğilimi açıkça özetlemektedir (Atay. anlayışının özellikle eğitimli kesimlerde
479, 1969), Buna göre, kültür siyasetini yaygınlaştığı söylenebilir.
devletin belirleyip uygulamasında ve 1960'larla beraber 'sol' Kemalistlerin
bu süreçlerde aydınların desteğine baş­ ağırlıkta olduğu TDK kadrolarının, sağ
vurulmasında sorun yoktur. iktidarlarla yaşadıkları olumsuz dene­
TDK yöneticileri, 1980 sonrası resto­ yimlerin de etkileriyle özerklik vurgusu­
rasyonuna değin kurumlarının devletten nu artırdıklarını teslim etmeliyiz. Bu
özerk olduğunu savunagelmişlerdir. çevre, dil sorununun yasa ve nizamna­
Atatürk'ün bu kumruların resmî akade­ meyle çözülemeyeceğine dair önem­
milere dönüşmesini engelleyerek, kendi senmesi gereken bir tutum içerisindey­
kişisel mirasından güvence sağladığını di. 1970'lerde CHP'nin 'ulusal / yerel­
ve dernek statüsünde kalmaları için bi­ den evrensele' şeklinde özetlenebilecek
linçli olarak çaba harcadığı sıklıkla vur­ kültür politikaları içinde Dil Kurumu
gulanır.3 Daha bu gerekçelendirmede, üyelerinin önemli etkileri olduğu görül­
meşruluğun 'Kurucu Baha'dan türetilme mektedir. Sözgelimi, Ahmet Taner Kışla-
çabası açıktır. Meşruluk sadece dil ça­ lı'nın 1978 CHP iktidarındaki kültür ba­
lışmalarının siyasî iktidardan bağımsız kanlığı döneminde, Kültür Yüksek Ku­
olarak daha sağlıklı gelişeceği kanaatin­ rulu üyelerine baktığımızda dil konu­
den türetilmemekte, özellikle Ata­ sundaki duyarılıklarıyla tanınan (TDK
K L Z M

başkanlığım da yürütmüş olan) Prof. Dr, 1930'larm başındaki 'devlete mal edi­
Şerafettin Turan, Prof. Dr. Doğan Ku- len kültür'anlayışını aşamayan bir karşı
ban, Haldun Taner, A2 İz Nesin ve Mah­ tez! Doğal olarak 1982 Anayasası'yla
mut Makal gibi isimleri görüyoruz. TTK ve TDK'nın Atatürk Kültür, Dil ve-
Bunun karşısında, daha çok Tercü­ Tarih Yüksek Kurumu (AKDTYK) kapsa­
man gazetesinin bayraktarlığını yaptığı mına alınması ve eski kadroların büyük
'Yaşayan Türkçe' veya Ziya GÖkalp'in ölçüde tasfiye edilmeleri bu çevrelerce
ifadesiyle 'Türkçeteşmiş Türkçe'dir ilke­ iltifatla karşılanmıştır.
sini kabullenenlerin, salt bu nedenlerle AKD TYK'nun bünyesine alınan
dil konusunda 'yasa ve nizamnameler­ TDK'da serpilen anlayışlara çarpıcı bir
den' imtina etmeleri beklenirdi.Oysa Örnek olarak, 1994 yılında Türk Dil Ku-
durum tam tersi olmuştur! Bunun en rumu'nun (TDK) başkanlığına atanan
çarpıcı örneği, 1980 sonrasında Aydın­ Prof. Ahmet B. Ercilasun'un Türk dün­
lar Ocağı üyelerine büyük ağırlık veri­ yasında dil birliğinin sağlanması yö­
422 len TRT Yönetim Kurulu'nun 200 söz­ nündeki çabaları anımsanabÜir. Ercila-
cükten oluşan bir yasak listesi hazırla­ sun, bugün Türk dünyasında kullanım­
masıdır.5 'Dilde aşırılıklara' karşı, dilin da olan 20 farklı yazı dilinin zamanla-
tarih içinde şekillenmiş varlığının ko­ elbette siyasî iradenin de yardımıyla-
runmasını savunanların dil ve tarih ko­ ortak bîr edebi dil etrafında birleşmesi­
nusunda devletin denetiminde bir 'İlim­ ni savunurken, 'Türkiye Türkçesini' en
ler Akademisi' kurulmasını 1940'lardan ideal 'üst dil' olarak dil birliğinin mer­
bu yana talep etmeleri ilginçtir. Atay'ın kezîne yerleştirir.6 Ercilasun, kendi ifa­
devlete maledildiği için sevindiği dil desiyle diğer 'Türk boylarının' tarihleri­
meselesinin, 'Özerk' kuruluşlarca tartı- ni dondurarak yazı dillerini oluşturan
şdması şeklinde bir karşı tez yoktur bu­ süreçleri talileştirirken, OsmanlI'nın
rada. Tam tersi, Atatürk'ün çeşitli za­ yoğun etkisiyle oluşmuş Türkiye Türk-
manlarda söylediği varsayılan sözlerin­ çesi'ni tüm tarihselliğiyle sahiplenebil-
den, hatta imalarından hareketle bu ko­ mektedir. G ökalp'in ideal 'Türkiye
nularda resmî bir Akademi fikrinden ya­ Türkçesi' olarak İstanbul Türkçesi'nde
na olduğu savunulmuştur. (Turan'da değil!) biten ilk romantik ara­
TDK'da 1970'lerde ivme kazanan yışları ve bu nihai kabullenmenin eleş­
özerkleşme eğilimi, devlet mitosuna ta­ tirel sorgulamadan geçirilmeden yapıl­
parcasına sahip çıkan ve 'alaylılar' nite­ ması, Ercilasun'un tarihe bakışında da
lemesiyle küçümsedikleri TDK kadrola­ kendini gösterecektir. Onlar (Türk boy­
rına karşı, devletin resmî kurumlarında ları), bizim tarihselliğimize yeniden
'yetiştirilen' uzmanların ikamesini savu­ dönmeye davet edilirlerken, bizim ne­
nanların yoğun tepkilerini çekmekteydi. den bu tarihselliğin merkezinde olma­
Kısaca, 1930'ların kültür politikalarının, mız gerektiği ciddi bir soru olarak akla
1930'ların sonundan itibaren izlenme­ gef(e)memektedir, Ercilasun'da örneğini
ye başlanan Hümanist politikalar neti­ gördüğümüz 'istisnacılığın' köklerinin
cesinde resmî istikametinden saptığı 1930'ların başında yapılan tarih ve dil
teşhisiyle, yine bu döneme damgasını çalışmalarında bulunabileceğini, Orta
vuran korporatist kültür anlayışına geri Asyacı yorumun bu erken dönem tarih­
dönülmesi istenmekteydi. Tamamen çiliğinden ciddi bir sapma olmadığını
1930'ların korporatist siyaset felsefesin­ savunabiliriz. Dolayısıyla, Ercilasun'un
den beslenen ve kültür politikalarının Türk-islâm sentezi ekseninde Türk dün­
içeriğinde İslâm'a ve Osmanlı mirasına yasında dil birliğini savunan fikirleri­
daha fazla yer vermenin dışında nin, devletin resmiyeti tescil edilmiş
I T Ü ' L E R D E N 1 9 7 0 ' L E R E K Ü L T Ü R P O L İ T İ K A L A R I

TDK ve TTK'lannda yer bı labilmeleri- garlık projesine karşı hareket ettiğinde


ni, bu kesimlerin 'kendilerini evlerinde yargılanacak, ama asıl gelenekten bir
hissedebilmelerine' yol açan mirasın sapma olarak ve tekrar eve dönmesi ta­
1930'lar Türkiyesi'nin bakiyesi olduğu­ lep edilerek...
nu unutmamalıyız, 1983 sonrası TTK'nrn teslim edildiği
1980 öncesi TTK kadrolarının ideolo­ restorasyon tarihçilerinin tarih felsefe­
jik düzeyde Türk İslâm Sentez i' ni savu- leri, 1930'ların tarihçiliğinin anakronik
nagelenlerle ciddi karşıtlıkları olduğu­ bir türevidir ve büyük ölçüde 'Türk
nu ve bu kesimleri TTK'dan uzak tut­ Hümaniznıası'nın anti-tezi olarak şe­
maya çabaladıklarım biliyoruz. Enver killenmiştir. Prof. İbrahim Kafesoğkı,
Ziya Karal, Ekrem Akurgal gibi hocala­ Bahaettin Ögel, Faruk Sümer, M. Altay
rın, 'Türk Hümanizması' anlayışı ekse­ KÖymen, Fahrettin Kırzioğlu isimleri
ninde tutmaya çalıştıkları TTK, Türki­ yeni TTK'da hemen göze çarpacaktır.9
ye'yi dünya tarihinin in içine oturtmak Bu isimler, tarihselliği es geçerek Türk-
konusunda 1930'ların tarihçi-siyasetçi- leri tarihin merkezine yerleştiren ve İs­ 423
lerinden daha özgüvenli davranabil- lâm'ın Türk uygarlığına katkılarını 'mil­
miştir. Sözgelimi, Ekrem Akurgal'a gö­ liyetçi kurgu' içinde ikincilleştiren; ta­
re, "Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde rihle iktidar arasındaki ilişkiyi
büyük aşamalara ulaşan Türk kültürü 1930'larda olduğu gibi, 'devlet mitosu'
Orta Asya, Eski Anadolu ve Akdeniz- anlayışı içinde normalleştiren bir tarih
Ege kökenli olup büyük ölçüde İran, anlayışını canlandırddar restore edil­
Arap ve Batı etkileri taşımaktadır."7 Bu­ miş TTK'da. Gün geldi, Kürtlerin Türk­
gün bize oldukça akla yatkın görünen lüğü konusunda mesai harcadılar; gün
bu yargının, 1930'ların kültür ikliminde geldi Bulgar ve Ermeni iddialarını ce­
telaffuzu pek mümkün görünmüyordu. vapladılar...Sonuç olarak, özellikle
Yine de TTK, karşıt tarih tezlerinin 1986'da yapılan X. Türk Tarih Kongre­
tartışılarak olgunlaştırıldığı ve dolaşı­ sinden itibaren TTK'yı fazla ciddiye
ma sokuldukları bir 'odak' olarak görü­ alınmayan, bürokratik bir aygıta dö­
lemez, Kurum, 'Türk Hümanizması' nüştürdüler.
anlayışı ekseninde gördüğü misyonun­ İlginç biçimde, 1980 sonrasında ulu­
dan hareketle, iktidardan tamamen ba­ salcı paradigmaların yara alması, tarih
ğımsız bir tarih anlayışı oluşturama­ konusunda yeniden bir 'dünyalılaşma'
mıştır. Bunun en çarpıcı kanıtlarından sürecini başlatmış görünüyor. Tarih ala­
birisi, 12 Eylül darbesini yapan kadro­ nında uluslararası saygınlık kazananla­
nun, 1980'lerin hemen başında kültü­ rın, TTK'nın muhafızlığını üstlendiği an­
rel restorasyon konusundaki kısa karar­ layışlardan uzak olmaları ve giderek ta­
sızlık döneminin, 'ikna' edilmeleri için rih gündemini belirlemeye başlamaları­
bir fırsat olarak görülmesi ve 'Atatürk nın, TTK'yı daha da arkaikleştirmesi
yolu'na geri dünüş için bir imkân ola­ muhtemeldir. Tarihin ve dilin, bir uygar­
rak görülmesidir. Tarihçi Bilal N, Şim- lık değiştirme veya koruma misyonu­
sir'in ifadesiyle, Eylül 1981 yılında ya­ nun başat araçları gibi görülmediği, va­
pılan IX. Türk Tarih Kongresi öncesi, rolma / yokoima mücadelesi açısından
"Sayın Devlet Başkanımızın Kongrenin değerlendirilmediği ve farklı yorumların
Koruyucu Başkanlığını kabul buyurmuş güven ve merakla sahiplenildiği -şimdi­
olmaları hocayı (Enver Ziya Karalı lik küçük de olsa- önemini artıran çev­
özellikle duygulandırmıştı. Bunu Ata­ renin, geçmişte Soğuk Savaş cepheleş­
türk'ün geleneğinin sürdürülmesi ola­ mesinde sağda ve solda konumlanmış
rak görüyor ve bu yüzden seviniyor­ tarihçileri içerebilmesi, gelecek açısın­
du."3 İktidar, ancak iman edilmiş uy­ dan ümit verici görünüyor...
L*_________________ _E

DİPNOTLAR

1 Dil ve tarihin ulusalcı projedeki önemini Erdem, valiliklere "Dilde Aşırılıklardan


gösteren bir örnek, Temmuz 193 2'deki l. Sakınılması hakkında" talimat gönderme
Türk Tarih Kongresi'nde bir bildiri sunan, yoluna gitmiştir. Bkz. T ü rk K ü ltü rü 158
aynı zamanda Türk Dil Kurumu'nun da (Aralık 1975): 65-68. Her iktidar değişti­
ilk başkanı olan Samih Rıfat'ın görüşleri ğinde tarih ve dile yön verecek siyasetle­
olabilir. Rıfat hayal gücünü ciddi ölçüde rin değişebilmesi, ancak bu dönemde ikti­
zorlayarak, Çince sözcüklerin, hatta Avru­ dar ve tarih arasında kurulan pragmatik
pa'daki sözcüklerin de Türkçe köklerden ve norm alleştirilen ilişkinin mirasıyla
geldiğini savunabilmiştir. Bkz. Büşra Er- açıklanabilir. Sözgelimi, 1970'lerin Milli­
sanlı Bebar. "iktidar ve Tarih" İstanbul; yetçi Cephe hükümetlerinin 'dilde ve ta­
Afa Yayınları, 1996, s. 138. rihte kendimize dönüş' girişimleri ve bu
2 Yine bu kurultayda hazırlanan 5. Madde­ girişimlerden kısa sürede sonuç alınacağı­
de "Türkiye Kültür Bakanı Türk Dil Kuru­ na dair iyimserlikleri, 1930'!i yılardan öğ­
ntunun Başkamdir" ifadesi konulmuştur. renilmiştir.
424 Şerafettin Turan "Atatürk ve Ulusal Dil" 6 Prof. Dr, Ahmet Bican Ercilasun "Türk
TD K Yayınları,1981,s.33. Dünyasının Dil Birliği Meselesi" Türk K ü l­
3 1980 öncesi TD K ve TTK'da etkin olan türü 331, (Kasım 1990): 647-655; 655. Er-
Prof. Şerafettin Turan, özerklik anlayışının cilasun'un benzer tezler içeren yazıları için
Atatürk'ün bilinçli bir tasarrufu olduğu bkz. "Türk Dilinin dünü, bugünü, gelece­
şeklindeki görüşleri için bkz. "Atatürk ve ği" Türk Kültürü, 321 (Ocak 1990): 4-16;
Ulusal Dil" TD K Yayınları, 1981, s.31. "Türk Dünyasında Alfabe İmla yazı dili"
Türk Kültürü 332 (Aralık 1990): 705-713.
4 27 Mayıs sonrası, Anayasa dili tekrar sa­
deleştirildi. 1960 sonrasında basının dilde 7 Ord.Prof.Dr, Ekrem Akurgal "Türkiye'nin
yenileşme eğilimini izlemesi ve TRT'nîn Kültür Sorunlan" T T K -B e lle te n 182 (Nisan
de dilini özleştirmesi sonucunda, TDK'nın 1982): 262-269.
sözcüklerinin yaygınlaştığı gözlendi. 8 "Basında Karal" TTK, B elleten 182 (Nisan
5 'Yaşayan Türkçe' adına yasaklayıcı yön­ 1982): 455-473; 461.
temlere başvurma yöntemi, sadece 1980 9 Yeni TTK ve AKDTYK kadroları için bkz.
sonrası restore edilmiş TRT ve TD K'ya "Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kuru­
mahsus değildir Sözgelimi, 1975'de MC mu Görevlileri" T ü rk Kültürü 250, 1983,
hükümetinin Millî Eğitim Bakam Ali Naili 93-97,
Güdük Bir Edebiyat Kanonu
ÖMER TÜRKEŞ

er siyasî ve toplumsal alt üst olu­

H
Cumhuriyet’in ilanından sonraki yeni­
şun ardından gelen yeniden yapı­ den yapılanma sürecinde de, yukarıda sö­
lanma hamlesi, kendisi ile geçmiş zü edilen tarzda bir edebiyat hareketi; Ke­
arasına bir sınır çizgisi çekmek istemiştir. malist bir kanon yaratılması yönünde pra­
Bu çizgi en açık biçimde tarih anlatıların­ tik, teorik ve manipülatif çabalar gösteril­
da bulur ifadesini. Bağrından kopup geldi­ miştir. Üstelik Sovyetler Birliği’ndeki “par­
ği “eski” ile kendisi arasındaki farklılıklara ti edebiyatı” çağrıları ile aynı zaman dili­
vurgu yapmak için tarihin yeniden tanzi­ mine denk düşen “Türk rönesansı” için
mi kaçınılmazdır. Böylelikle o ayrışma sü­ sosyalist sanat politikalarının iyi bir reh­
recini yaşayanlar ikna olmasalar bile, ber olduğu, Cumhuriyet ideolojisinin mi­
resmî ideolojinin rahlesinden geçecek marlarının -Kadro dergisi yazarlarının-
ikinci, üçüncü ve daha sonraki kuşaklar kendileri Marksizm den kopmuş olmaları­
için kurucu bir “mit” yaratılmış olur. Oy­ na karşın resmî Marksizmin bakış açısını
sa, sanat ve edebiyat her zaman aynı yolu izledikleri ve Sovyet Birliği’nde ortaya atı­
izlemez. Elbette resmî tarihi dikte ettiren­ lan toplumcu gerçekçilik fikriyatından et­
lerin edebiyattan da benzer beklentileri; kilenerek iki ülke arasında paralellikler
romanlara devrimin destanının yazılacağı kurdukları açıkça görülmektedir. Mesela
bir kanon yaratılması talebi '.'ardır Çünkü, Yakup Kadri’ye göre, bir devrimi hazırla­
milletin hikâyesini anlatan metinlerden yacak düşün adamları doğmadıkça, dev­
oluşan bir toplam olarak edebiyat kanonu, rim başarıya ulaşmadıkça ve yeni değer
insanların kendilerini birleşmiş bir mille­ ölçütleri tutarlı bir yapıya kavuşup be­
tin yurttaşları olarak görmelerini sağlaya­ nimsenmedikçe, yeni dönem doğamaz.
rak dayanışma deneyimini kolaylaşurır... Sovyetler ve Türkiye’de “dahildeki inşa işi
Kimliklerin çözüldüğü ve toplumsal ilişki­ henüz tamamlanmadığı için yeni kıymet
lerin farklılaştığı bir dönemde, kanon eski ölçülerinin gündelik hayattan kültür ha­
zamanların bereketine bakıp insanlara yatına intikal etmesi ve kültür faaliyetleri­
kültürel olarak yeniden canlanma umutla­ nin organik ve serbest inkişafı, yani, bü­
rı sunar. Geçmişi yeniden ele geçirmeye yük sanat devresi başlamamıştır. Fakat bu
çalışır... Kanon, içinde bir milletin, bîr sı­ devreyi hazırlayacak olan epik devri, öyle
nıfın ya da bireyin farklılaşmamış bir kim­ zannediyorum ki her iki memlekette de
lik bulabileceği ütopik bir sürekli metin- açmış bulunuyor" (aktaran Oktay, 2001;
sellik mekânıdır, (jusdanis, 1998:79) 368) demiştir Yakup Kadri.
K E M A L İ Z M

426

Ruşen E şref Onaydın, Yahup K adri Karaasmanoğlu, Falİh R ıfkı May ve diğerleri Ata 'tun
sofrasında... Edebî kanonun kurucu isim leri olan bu sallar, Cumhuriyetin, özellikle ilk
kuşaklarının hafızasında rom anlarıyla is bırakm ış, ham aset kokan eserleriyle, güdük de
olsa “m illî edebiyat" kurm a misyonunu üstlenm eye çabalam ışlardır.

Yine Kadro dergisinde, “İnkılâp Sanatı­ akiydesi namına istemesini ve duygula­


na Varmak Y o llan ” adlı m akalesinde rında serbestlik deyince de, sanatkarın
Burhan Belge de aynı konu üzerinde böyle bir serbestliğe inkılâbın akiydeleri
durmuş ve yeni toplumun edebiyatında­ içinde vasıl olmasını temin etm ektir”,
ki gecikmenin nedenlerini açıklamaya (a k ta ra n Oktay, 2 0 0 1 :3 6 5 ) Burhan
çalışmıştır. Tümüyle durgunlaşmış bir Asaf’ın vurguladığı “ticareten” bağlan-
toplumda olduğu gibi geçiş döneminde­ mışlığm, pek çok yazara dağılılan ma­
ki bir toplumda da Ö2gün ve yaratıcı bir kam ve milletvekilliklerini işaret ettiği
sanat olamayacağını bildiren yazar, sana­ söylenebilir. Muhaliflik ise hapislik, sür­
tın aynı zamanda cemiyetteki refahın bir günlük ya da en hafifinden yoksulluk
mahsulü olduğu söylemektedir. Burhan anlamına gelmekledir.
Asaf’a göre “sanat ile sanatkâr, genç bir Meseleye Kadrocular gibi teorik bir
akideye dayanarak kendini yeniden inşa perspektifle yaklaşmamakla birlikte, Çan­
eden ve bu inşa işinde muvaffak olan bir kaya ve çevresinin zihniyetini ve psikolo­
cemiyetin en asil ve en son meyvaları- jisin i yansıtması açısından Falih Rıfkı
d ır”(aktaran Oktay, 2 0 0 1 :3 6 4 ). Tıpkı Aıay’ın görüşlerini eklemekle de fayda
Sovyeiler'deki gibi, sanatçıların devrim- var. “Türkiye davasından, Türkiye’nin
lere bağlanması gerektiğini düşünmekte, baştanbaşa, toptan yekun, halkı ile, top­
ancak “kerhen” ve “ticareten” bağlanma­ rağı ile, köyü ve şehri ile, kafası ve gönlü
ya karşı çıkmaktadır o. “Davanın ince ile yeniden yaratılışı davasından, bu
tarafı, istek deyince, sanatkarın inkılâp memlekette herhangi bir fikir adamının,
G Ü D Ü K B I R E D E B Y A T K A N O N U

yalnız kendini veya başkalarını hoşlandı­ biri acı-tatlı binlerce olayın destanı olan
rır işler arttırabileceğine inanmıyorum. tarihimiz ise kendi aydını tarafından keş­
Türkiye davası ile davalanan hiçbir kim­ fedilmeyi beklemektedir" (Yalçın, 1998:
senin ve mesleğin, hizmetini değil şerefi­ 176) sözleriyle yakınır romanlardaki ta-
ni de anlamıyorum. Davanın sıcak heye­ rihsizlikten.
canından kurtulan, keyif için sanat, eğ­
lence için yazı, hatta tuhaflık için mizah
MİLLİ MÜCADELE VE KEMALİST KANON
yapabilenlere şaşarım ”(aktaran Yazar,
1999:98) diyen Atay için sadece edebî de­ Bugünlere bir edebi şaheser bırakm a­
ğil, bütün entelektüel faaliyetlerin “dava­ makla birlikte, özellikle Türk-Yunan har­
ya” bağlanması zorunludur. bine ilişkin cumhuriyetçi cepheden yazı­
Bütün bu çabalara rağmen, aradan yıl­ lan romanlar az değildir. Millî Mücadele
lar geçtikten sonra Cumhuriyet tarihini yıllarının ilk dönem romanlarında yer al­
ve toplumsal hayatını romanlarda arayan ması Cumhuriyet’in ilanından önce, Ha­
incelemecilerin bir çoğu, Cumhuriyet’in lide Edip’in Ateşten Gömîefc’i ile, 1922’de 427
ilk yıllarının güçlü bir biçimde yazıya dö­ başlar. Daha sonra, yine Halide Edip’in
külmemiş olduğunu vurgularlar. Taner Vurun Kahpeye (1926), Reşat Nuri Gün-
Timur’a göre edebiyat tarihimizde Musta­ tekin’in Yeşil G ece (1 9 2 8 ), Aka Gün-
fa Kemal'i ve Kurtuluşçu cepheyi devrim­ düz’ün Ditanen Yıldızı (1928), Bir Şofö­
ci bir yaklaşımla gerçekçi bir şekilde ve­ rün Gizli Defteri (1928) ve bıhıfap Hikâ­
ren, değeri herkesçe teslim edilmiş bir ro­ yeleri.' Meçimi Asker (1930), Yakup Kad­
manın yokluğu dikkat çekicidir, Tahir rinin Yakım (1932), Müfide Ferit Tek’in
Alaııgü bu yokluğu; “Cumhuriyet’in ilk Almanca basılan Ajf/olıuımayan Günah
on yılı ve onun peşinden gelen yıllar, bü­ (1 9 3 3 ) ve Burhan Cahit Morkaya’nın
tün teşvikler ve ısrarlara rağmen istenen başta Yüzbaşı Celâl (1933) olmak üzere
devrimci yeni edebiyatın bir türlü gelişe­ cephede geçen romanları türün ilk akla
mediği yıllardır. Bu edebiyatın, bizde he­ gelen örnekleridir. Ealih RıFkı da Zeytin-
nüz halka mal olmamış devrimlerin pro­ dağı’nda (1932), her ne kadar Millî Mü-
pagandasını yapmaya memur edilmesi, cadele’yi konu etmese de, Birinci Dünya
ortaya cılız ve taslak halinde eserler çı­ Savaşı günlerinde Suriye cephesine ait
karmaktan ileriye geçememiş buna karşı­ anılarında Türk’ün gösterdiği kahraman­
lık yıkılan bir devrin manzarasını tasvir lıkları anlatarak benzer bir temayı işle­
edenlerin eserleri gittikçe çoğalmağa baş­ miştir. İçinde barındırdırdıkları olaylar­
lamıştı. Sanat eserine, sipariş iızerine ya­ dan çok, aydınların topluma ve Cumhu-
zılabilen kaba propaganda eseri gözü ile riyet’e bakışını yansıtması açısından tari­
bakılan, kendi kurduğu yaşayışın manevi hi belgelerdir bu metinler.
verimleri henüz mahsul vermemiş bir “Kurtuluş Savaşı” romanlarında, savaşın
toplumda, başını geçmişe çeviren, onu nedenleri, Osmanh devletinin yapısal so­
araştıran veya özleyen bir edebiyat yönü runları, o yılların milliyetçi akımları gibi
daima bulunur”(Alangu, 1968:242) biçi­ temel meselelerden çok düşmanın kimliği
minde değerlendirir. Alemdar Yalçın ise; önemlidir. Söz konusu düşman çoğunluk­
“Birinci Dünya Savaşt’ndan yüzlerce ro­ la Yunan ordusu ve Rum yerli halktır. Do­
man çıkaran Batı, Vietnam savaşından ğuya gidildiğinde Ermeni’ye dönüşür düş­
yüzlerce film çıkaran Amerikalı aydın, man. Güneydoğuda geçen Yüzbaşı
kendi meselesine sahip olmanın, onlara Celâl’de ise Araplar ötekileşir. Elbette yerli
ciddiyetle yaklaşmanın zevkini verdiği işbirlikçiler olarak yobazlar ve direnişe
kaliteli eserlerde tatmaktadır. Bizim, her katılmayan köylüleri de unutmamak gere-
K E M A L İ Z M

kiyor. ilk dönem “Kurtuluş Savaşı’’ ro­ bundan böyle köyü kurtarmak biçiminde
manlarında -o yılların egemen ideolojisi simgelenecektir Cumhuriyet dönemi ro­
gereği- Yunan ordusundan çok yerli işbir­ manlarında.
likçiler ve yobazlann zulmü öne çıkar. 1930’lu yıllara gelindiğinde, Cumhuri­
‘‘Ötekinin’’ yerli İşbirlikçiler ve yobaz­ yet idaresi rüştünü ispatlamış ve yu kan­
lar olarak tespit edildiği romanların en dan aşağıya bir yapılanmanın hummalı
tanınmışı Vitrim Kahpeye, bütün edebi faaliyeti başlamıştı. Üstelik, doğum tarih­
zayıflığına rağmen, ilkokul yıllarından leri 1907-1908’e denk gelen Cumhuriyet
beri sürekli hatırlatılm aktadır bizlere. dönemi edebiyatının genç kuşağı da ye­
Belki de hikâyenin sonunun yeni rejime tişm işti artık. OsmanlI’dan Cumhuri-
ilişkin bir şüphe ile bitmesi nedeniyle - yet’e, Doğulu kimliğinden Batılı kimliği­
yine yobaz din adamianna yöneten eleş­ ne geçiş aşamasında, eğitimli insan tipi,
tirisine rağmen- onun kadar ilgi görme­ onun ülkücü İdeolojisi ve modem hayat
yen Yeşil G ece ise, bir zamanlar -başta tarzı, topluma bîr örnek teşkil etmeliydi.
428 Nazım Hikmet olmak üzere- Türk solu Edebiyat -özellikle roman- kitle iletişim
tarafından Övgüyle anılmıştır. Övgü, ro­ araçlarının yokluğunda, ideolojinin top­
mandan çok Türk solunun düşünsel geri luma nüfuz etmesini sağlayacak en uy­
planını sergilemesi açısından önemlidir. gun silahtı. Siyasî, toplumsal ve ekono­
Çünkü, metinden yansıyan ideolojiye mik devrimler gerçekleşmemiş de olsa,
baktığımızda, Türk solu ile Kemalizm onları gerçekleşmiş, sanki öyleymiş gibi
arasındaki, 60’lt yıllara dek uzanan ve göstermenin biricik yolu propagandadan
paydasını ilerlem eci, modernist dünya geçiyordu. Bugün “ütopya" oldukları
görüşünde bulan akrabalık hemen ele ve­ açıkça görülen romanlar, işte bu atmosfer
rir kendisini. içinde üretildiler.
Cumhuriyet kadrolarının ve Kadro ha­ Aslında Cumhuriyetin çağırdığı bu ye­
reketinin manifestosudur Yaban (1932). ni tarz hayatların ve aydınlanma seferber­
Yakup Kadri’nin edebi değerinden ziyade liğinin romana yansıması için belli bir za­
barındırdığı ideolojisi ile tartışma yaratan mana ihtiyaç vardı, ama yönetimin -ve
bu romanındaki aydın-köylü ilişkisi, ya­ çevresinde toplananların- sabrı yoktu.
zara göre hiçbir insani vasıf taşımayan Belki de bu nedenle, üretilen romanlar
köylülerin ve din adam larının T ü rki­ edebiyat dışı ya da ham ürünler olarak
ye’nin gelişmesinde nasıl bir engel teşkil kaldılar ve istenen etkiyi yaratamadılar.
ettiğinin ve aydınlara/aydınlanmaya bü­ Mesela, Ethem İzzet Benice’nin, Cumhu­
tünüyle kapalı olduğunun göstergesidir. riyetin kuruluşunun onuncu yılı müna­
Her ne kadar aydınlara yönelik eleştiriler sebetiyle millî eğitim bakanlığı tarafından
olsa bile, kurtuluşun yine aydınların ön­ yayımlanan On Yılın Komam (1932), baş­
cülüğünde olacağı kolayca anlaşılmakta­ tan sona Cumhuriyet ideolojisine adan­
dır. O dönemde ister sosyalist olsun ister mıştır. Birinci Dünya Savaşı’nm Anadolu
K em alist, Niyazı B erkes’in değişiyle, üzerindeki -maddi ve manevî anlamda-
“Ütopyacı Bireysellik”tir aydınların için­ yıkıcı etkileri, Millî Mücadele ile şahlanan
de olduğu bu düşünsel ve ruhsal vaziyet. halkın coşkusu, eğitim seferberliği saye­
Üstelik aydınların sıklıkla tekrarladıkları sinde yüksek öğrenim gören Anadolu ço­
kurtarıcı söyleminin hem toplumun orta cukları ve onların bir Amerikalı’ya ülke­
sınıflarında, hem sol kesimde hem de deki gelişmeleri tanıttıkları gezi, turizm
Kemalist kadrolarda bir karşılık bulduğu bakanlığı tarafından hazırlatılan broşürle­
görülmektedir. Türk aydınının Osman­ re benzer, Ethem izzet Benice’nin yazdığı
lI’dan devraldığı vatan kurtarma görevi. roman, devlet açısından, olması gerekeni
G Ü D Ü K E I R E D E B İ Y A T K A N O N U

üyesi asker, bürokrat, aydın ve gençler


üzerinden Osmanh’nın eleştirilm esine
neden olan bu yozlaşma tablosu, Cum­
huriyet’in ilk yıllarında iki dönem arasın­
daki farkı belirginleştirmek ve Cumhuri­
yet id eolojisin i kutsamak için iyi bir
araçtı doğrusu.
1926 tarihli Hüküm Gecesi, Yakup Kad-
ri’nin gerçek kişi ve olaylardan yola çıka­
rak kurguladığı, sadece ittihat ve Terak­
ki'yi değil muhalefeti de eleştirdiği ve ay­
dınlardan devlet adamlarına kadar Os­
manlI’nın her bir köşesinin Batı emper­
yalizminin etkisinde olduğunu anlatan
bir roman. Yakup Kadri, gazeteci Ahmet 429
Kerim’in ağzından yaptığı değerlendir­
melerle hem o kuşağın dramını hem de
ittihatçıların devleti yönetmekteki yeter­
sizliklerini sergiler. Dönemin tarihi ile sı­
Ankara (1934), Yakup Kadri’nin tezli, kı bir bağ kurm asına rağmen, Yakup
politik romanlarının en fazla yankı
uyandtranlanndandtr. îleri-kalkınmış Kadri, geçmişe Cumhuriyet’in ideolojisi­
Cumhuriyet ütopyasını tasvir ederken, ni yansıtmıştır. Yazarlık hayatı Osman­
bir yandan da bu ütopyanın lI’da başlayan Fazlı Necip’in Külhanı En-
gerçekleşmesinin önündeki engelleri,
teller’i (1926) de 11.Meşruiyet’in edebiyat
rejimin yozlaşma eğilimini işler.
ve aydın çevresi ile hesaplaşan bölümle­
rinden sonra, romanın bitiminde “daima
temsili etmesiyle ve olması gerekeni ol­ vatanını, milletini, istiklalini, Cumhuri­
muş gibi gösterm esiyle önem kazanır. yeti sev” sözleriyle kurtuluşu Mustafa
Burhan Cahil Morkaya’nm Cumhuriyet Kemal’in davasına bağlayan romanlardan
idealleri doğrultusunda yazdığı, hayali birisidir.
köy ve köylü tasvirleri ile umutlu bir ge­ Geçmişin eleştirisini bugünün propa­
lecek vadeden Köy Hekimi (1932) de ne gandası için araçsallaştırıp Cumhuriyet’in
fikri ne de edebi anlamda başarılıdır, onuncu yılına bir armağana dönüşen
Cumhuriyet’in ilk yıllarında yazılan Dünkülerin Romam’nda (1 9 3 3 ), Burhan
romanlarda, OsmanlI’dan devir alınan Cahit Morkaya, öğrenci gençlik üzerin­
miras ciddi bir tartışma konusuydu. Mu­ den verir mesajını. Eğitimini sürdürmek
halif yazarların siyasal meselelerde sessiz amacıyla Paris’e giden Ahmet Reşit aracı­
kaldığı bu ortamda, “yeni’’den yana olan­ lığıyla ülkenin dışarıdan görünümünü
ların “eski"yi mahkûm etmek için yarar­ aktaran yazar, o ve arkadaştan arasındaki
landıkları kaynaklardan birisi de hiç şüp­ mektuplaşmalarla İttihat ve Terakki dö­
hesiz İttihat ve Terakki Cemiyeti olur­ neminin şiddetli bir eleştirisine girişir.
ken, vurgulanan, cemiyetin hükümeti ele Hatta Mustafa Kemal bile misafir olur
geçirmesinden sonra İstanbul’da yolsuz­ metne ve yazarın dönem değerlendirme­
luk, suiistimal, baskı ve rüşvetin yaygın­ sine katkıda bulunur! Cumhuriyet döne­
laşması, ayak takımının başa geçmesi ve minde yaratılmak istenen -ama güdük ka­
yönetimin yabancı ülkelerin kuklası du­ lan- edebiyat kanonunun örnek bir par­
rumuna düşmesiydi. İttihat ve Terakki çasıdır Dünkülerin Romanı.
K e m a l i z m

Yakup Kadri Mısır'da dünyaya gelir. Aile, 1895'de


Manisa'ya yerleşir ve Yakup Kadri Ma­
Karaosmanoğlu nisa'daki beş sınıflı Feyziye ilkokuluna
dört yıl devam eder. Bu arada, bir Rum
BİRSEN TALAY kadından Fransızca dersleri aftr kızkar-
deşi Zahide'yie birlikte. 13 yaşında ye­
di yıllık İzmir İdadisi'ne gitmeye başlar
ve burada sadece iki yıl okuyabilir. Ba­
basının Ölümü üzerine, önce annesi
daha sonra Yakup Kadri Mısır'a İsken­
deriye'ye döner. 1905 yılında İskende­
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Cumhuri­ riye'deki Freres'ler (Saİnte Catherine)
yet inkılâplarının ve ideolojisinin, Ke- Fransız okuluna devam etmeye başlar,
malizmin Türkiye'de gelişmesinde ve iki yıl da bu okula devam eder. Mı­
yerleşmesinde Önemli katkıları olan sır'da Jön Türklerle tanışır. 17 yaşında,
edebî ve siyasî bîr İsimdir. Bugüne ka­ girdiği sınavı kazanarak İzmir idadi-
dar yapılan araştırmalarda onun ağır­ si'nin beşinci sınıfına kayıt olur, Mısır
lıkla edebî yönü değerlendirilmiştir ve ile İzmir arasında gidip gelirken Jön-
siyasî yönü hep eksik bırakılmıştır. Mil­ türklerin yayınlarının dolaşımını sağlar.
liyetçiliğin, millî edebiyatın (hatta hars Manisa, o dönemlerde matbaanın bu­
ve inkılâp edebiyatı), dilde sadeleşme­ lunduğu canlı bir kültür merkezidir,
nin ve Kemalizmin temel prensiplerin­ jöntürklerin bazı yayınları burada bası­
den biri olan devletçiliğin ve halkçılı­ lır ve bu yayınları İzmir'e getirir Yakup
ğın ideolojik temellerini güçlendiren Kadri. Bu dönemlerde "Hürriyet" fikri
yazıları, sadece bir edebiyat ürünü ola­ ile doludur zihni ve Namık Kemal eko­
rak ele alınmıştır. Burada onun portre­ lünün izlerini taşır, 1909 yılının hazi­
sini çizerken, siyasî yönünü Ön plana ran ayında yayımlanan ilk eseri olan
çıkartarak, temel olarak Kemalizm ile N irvana adlı iki perdelik oyunu, R esim ­
bağlarını ortaya koymaya çalışacağız. li Kitap dergisinde yer alır. O yıl, anne­
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Abdül- si ve kızkardeşiyle birlikte, Mısır'dan
kadir Bey ile ikinci eşi İkbal Hamm'ın İstanbul'a taşınmışlardır. Hukuk Mekte-
ilk çocuğu olarak 27 Mart 1889 yılında bi'ne yazılır; üçüncü sınıftan sonra bu-

Ittihal ve Terakki Cemiye ti’ne edebiyat servetini karanlık ilişkilerden elde eden
cephesinden yönelen eleştiriler arasında Moiz, cemiyet üyelerinin temsilleridir. Bu
en keskinlerindendir Mithat Cemal Kun- romanda, neredeyse bütün ahlaki değerle­
tay’ın Üç İstanbul’u (1938). Yazar, II. Meş­ rin ayaklar alıma alındığı bir toplumsal
rutiyet öncesi ve sonrasını, kişisel gözlem­ tablo çizmiştir yazar, Taner Timur’a göre
lerine dayanarak anlatırken, yine Cumhu- romanında Beyoğlu’nu “beşinci kol’’ ola­
riyet’in ideolojik merceğini kullanmıştır. rak gören Kuntay, bir çok Kemalist yazar­
Böylelikle 1908’den 1920’lere kadar geçen da rastlandığı gibi ittihatçı şovenizmin
bir sürede, gerçek toplumsal, siyasal ve Ketnalizme bulaşmış etkilerinin izlerini
ekonomik meselelerden çok klişeleşmiş taşımaktadır (Timur, 1991; 298).
yozlaşma tablolarını izler okuyucu. Sınıf Zeki Mesut Alsan’ın çok bilinmeyen ro­
atlamak hırsıyla yanıp tutuşan Adnan ve manı Hürriyet Pervanesi (1943), yine İtti-
G Ü D Ü K e I R E D E B İ Y A T K A N O N U

sonra buradaki eğitimini de bırakır ve


yazmaya devam eder. Bir dönem bazı
kadın arkadaşlarının ısrarıyla Çamlı-
ca'daki Bektaşî tekkesine gitmeye baş­
lar. Bu deneyimin sonunda N u r Baba
eserini kaleme alır. Mistisizm, Platon-
culuk, insanın kaderini değiştiremeye­
ceği, insanın doğuştan suçlu olduğu
anlayışı hakimdir. Halk şiirinin mistik
yanlarını ve Yunus Emre'yi keşfeder.
Daha sonraki yıllarda toplum psikolo­
jisini temel alan yazar, o yıllarda sade­
ce birey ve bireyin psikolojisiyle ilgili­
dir. Realiteden, dolayısıyla da toplum­ 431
sal ve siyasal gelişmelerden nispeten
uzak, kötümser, mistik, romantik, ferdî
bîr dünya kurmuştur kendisine. Zihni
bulanıktır; eğilimleri sık sık değişmek­
tedir. Schopenhauer, Nietzsche İbsen .1Surat Belge, Yakup Kadrinin,
Kadrocular arasında iç tutarlılığı en
gibi Batılı düşünürlerin ve yazarların
yüksek aydın olduğunu söyler. Onun
etkisi hem yaşam tarzına hem de eser­ Kemalizminin öncelikle milliyetçiliğe
lerine yansır. Shopenhauer'in kötüm­ dayandığım, anti-klerikal çizgiyi de çok
serliği, istemin bilgiye üstün olduğu Önemsediğini vurgular.
öğretisi, mutluluk diye birşeyin olma­
dığı inancı ve Budizm'in en yüksek din nan Ergenekon adlı eserinin sonsözün-
olduğunu kabul etmesinin izlerini net de kendi yaşamını şu sözlerle özetler:
olarak Yakup Kadri'de görürüz. Ni- ' Onsekiz yaşımda iken asi bir anarşist
etzsche’nin bireyciliği, üstün insana ve idim. Yüksek bîr makam sahibi veya
kahramanlığa olan inancı, kadınlara herhangi bir kudretli adamı yere ser­
lanetler yağdırması uzunca bir dönem mek en büyük emelimdi. Sonradan bir
onu etkisi altında bırakmıştır. ihtilâlin başına geçmek ve halk yığınla­
Yakup Kadri, 1929 yılında yayımla- rım bir rüzgarın bir ormanı dalgalandı-

hat ve Terakki’nin dağıttığı makam ve m ışlardı. İttih at ve Terakki tarzı bir


maddi servetlere, cemiyetin başlangıç de­ Türkçülükle uyuşmadıkları gibi, reddi
ğerlerinden nasıl saptığına ilişkin bir de­ mirası dillendiren Kemalizmin milliyetçi­
ğerlendirmeyi içeriyor. Romandaki yozlaş­ liğine de hoş bakm adılar Tanpınar ve
mayı yaşayan tiplerin her devrin adamı ol­ Örik’in İttihatçı dönemi anlattıkları ro­
ması, halkın olup bitenlere ilgisizliği, Batı manları, barındırdıkları İttihatçı eleştiri­
özentisinin yarattığı ahlaki zaaflar, Cum­ sine rağmen Osmanh düşünsel ve kültü­
huriyet ile Osmanh dönemi arasındaki rel mirasım da göz ardı etmeyerek Kema­
farkın vurgulanması açısından önemlidir. list kanondan uzak bir yerde durmuşlar­
Nahid Sırrı Orik ve Ahmet Hamdi Tan- dır. Konumuz ilişkin son örnek olan Ah­
pınar ise ne pastoral bir geçmiş hayalleri met Altan’ın isyan Günlerinde Aşk (2001)
kurmuş ne de Kemalizmle uyum sağla­ romanındaki İttihat ve Terakki eleştirisi
K E M A L İ Z M

rışı gibi harekete geçirmek istedim. vamlı lığın yansımasıdır. Ve bu devam­


Otuzumda bunların hepsinden vaz- lılık, yaşamı boyunca bellibaşlı mitler
geçmiş, hiçbir şeye İnanmaz olmuş ve yaratmasına ve bu mitoloji ile yaşama­
kendimi cİsmanİ bazlara bırakmıştım. sına yol açmıştır.
Fakat, etin bu iti babından ruhun başka Yakup Kadri'yİ Yakup Kadri yapan
türlü bîr iltihabıyla uyandım. Mistik bir dönem, temel olarak II. Meşrutiyet ile
sevda can evimi bir yangın alevi gibi başlar. 1908'de yaşanan özgürlük ha­
sarmıştı. Bu alevle tutuştukça hayat bu­ vası tartışma ortamının doğmasını sağ­
luyordum ve ılık yalnızlığımı, yüzleri lar. Tanzimat'tan beri aydınların şika­
berrak kaynak sularını andıran hayalet­ yeti "muhitsizlik" ve "anlaşılmalara­
lerle dolduruyordum. İşte, millet aşkı­ dır"; Meşrutiyetle birlikte farklı bir
na ben bunlar arasından ulaştım ve bu çevre oluşur. Bu ortam, yayın patlama­
aşk yolunda can vermeyi cana minnet sını beraberinde getirir ve 1908 kuşa­
432 bildim. Lâkin, bu yeni dinde kendime ğından, adları daha sonra da anılmaya
peygamber yine kendim İdim. Onun devam edecek olan bir yazar grubu or­
için ruhum imansız kalan cemaat gibi taya çıkar. Artık karşılarında farklı bir
perişandı. Ne vakit kİ, Anadolu yayla­ okur kesimi vardır ve onlar bu okura
larının ötesinden, O'nun sesini duy­ ulaşmaya çalışır. Geniş yığınlara ulaşa­
dum, nur ile ateş, vecd ile humma ara­ bilmenin yolu ise dilden geçmektedir.
sındaki farkı o vakit bildim. Ancak bu
millet kılavuzunun altındadır ki, kısır DİLDE YÜKSEK ENTELEKTÜEL TUTUM
bir ateşle boş yere yanıp tutuşmaktan
ve yıpratıcı çırpınmalar içinde boş yere Yakup Kadri'nin "Sanat şahsî ve muh­
kıvranıp durmaktan kurtuldum. Ru­ teremdir" ilkesinden yola çıkan Servet-
hum, hemen İlâhi diyebileceğim bir i Fünun edebiyatına yakınlığı ve Fecr-i
düzen içine girdi. Eyvah, böyle bir dü­ Âti topluluğunun üyesi olması kullan­
zenden yoksun kalmış serseri ruhlara!" dığı dili belirler. Yakup Kadri, gelen
İşte bu ifade ile bireyin macerası ile eleştirilere karşı bu akımın savunucusu
halkın macerasıyla birleştirir Yakup olma rolünü de üstlenir. Gelen özgür­
Kadri. O kendi hayatını ve Türkiye'nin lük havasından rahatsız olanlar, bu ge­
tarihini kesin çizgilerle ayırıp bolse de, lişmenin birlik ve bütünlüğü sarsacağı­
bu cümleler onun yaşamındaki de­ nı düşünenler, bu gruba karşı şavaş

ise Kemalizmle hesaplaşmanın bir aracı­ rokrasinin iktidarını ve Cumhuriyet ide­


na dönüşmüştür. olojisini benimsediklerinden. Cumhuri­
Cumhuriyetin ilanından 1940’lara ka­ yet rejiminin önündeki sorunların gideri­
dar geçen sürede devrimlerin siyasal ya leceği umuduyla yazmışlardı romanlarını,
da toplumsal getirisini ve gündelik hayat­ Cumhuriyet’in ilk yıllarında, başkent An­
taki değişiklikleri bir edebi düzey tuttura­ kara’dan insan manzaralarını sergilerken,
rak işleyip varlıklarını bugüne dek koru­ Yakup Kadri’ye göre çok daha objektiftir
yabilmiş az sayıda örnekten. Yakup Kad- M.Ş. Esendal Ayoşlı ve Kıracılan’nda. Ro­
ri’nin “Ankara” ve M.Ş.Esendal’ın “Ayaşlt manda -işçi sınıfı dışında- o yılların An-
ve Kiracıları” romanları 1934 tarihini ta­ karası’nı oluşturan neredeyse bütün top­
şıyorlar. Her iki yazar da, kendileri gibi lumsal yapı, devletle ve birbiri ile ilişkile­
küçük burjuva kökenli olan seçkinci bü­ ri içinde anlatılmıştır. Tanzimat romanın-
G Ü D Ü K B I R E D E B İ Y A T K A N O N U

açar. Dil ve ele alınan temalar konu­ nı görürüz. Bu arada, mîllî edebiyatın
sunda tartışmalar sürse de, artık geniş da, halkçılığı izleyen bir yanı olduğu­
halk kesimlerine ulaşma kaygısı dilin nu unutmamak gerekir.
sadeleşmesini gerektirmektedir. Edebİ- Ancak Yaban'da, dili Türkçeleştirelim
yat-ı Cedİde'nin etkisinden kurtulmaya derken Acemce ve Arapça sözcükleri
çalışan Yakup Kadri, 1909'da yayımla­ atıp, Fransızca sözcükler kullanması
nan Mrvana'da bitmemiş cümleler ve şiddetle eleştirilmiştir. Bu konudaki eleş­
soru kalıplarıyla klasik cümle kurulu­ tirilere de, uydurma bir dil kullanmak-
şunu bozar. Buna rağmen, bu akımın tansa, herkesin daha İyi bildiği ve yer­
etkisinden tam olarak kurtulamaz. leşmiş Fransızca sözcükler kullanmayı
T921 'den 1923'e kadar yayımlanan yeğlediğini ifade etmiştir. Bunun yanı sı­
D ergâh dergisinde ise, Yahya Kemal ve ra, dönemin birçok entelektüeli gibi, ve­
Mustafa Şekİp İle birlikte millî edebi­ fatına kadar yakın dostlarına yazdığı
yatın ve dilin temellerini atar. Türk tüm mektupları ya da tuttuğu notları 433
Y urdu ve /kdam'daki yazılarında da Osmanlıca olarak kaleme almıştır. Her
edebiyata millî ruhu getirmek ve dilde alanda olduğu gibi , dildeki bu tutumu
temizliğe, sadeliğe yönelmek gerekti­ da "yüksek entelektüel" tutumdur.
ğini yazmıştır. Cumhuriyet sonrasında
da muhafazkâr tutumu nedeniyle, dil­
FERT VE CEMİYET KARŞITLIĞINDAN,
deki değişimi çabuk olmaz. Türk Dil
TOPLUMCULUK VE
Kurumu kumcu üyesi olmasına rağ­ MİLLİYETÇİLİĞE DOĞRU
men, 1930'larda Öztürkçeyi gereksiz
"bir yenilik icat etmek" olarak değer­ Yakup Kadri her zaman, bireyin Öne­
lendirir. "Yeni Lisan”, "Güzel Türkçe" mini anlatan "model entelektüel" figü­
gibi uydurma bir dile İhtiyaç olmadığı­ rü olarak karşımıza çıkar. İçinde bu­
nı, Kutad Kubilik ve Dede Korkut'ta lunduğu Fecr-i Âti (1908-1911) adlı
"Türk nesrinin su katılmamış safi çeş­ edebî grubun etkisiyle, fikirlerinde fer­
nisi vardır" ifadesini kullanmaktadır. diyetçilik ve estetisizm ağır basar. Ede­
Divan edebiyatına şiddetle karşı çıkar biyata daha ahlakçı yaklaşanların eleş­
ve bu edebiyatın Türkçe'yi bozduğunu tirilerine, "kadın ve aşk temaları top­
iddia eder. Bu noktada, benimsemiş lumsal olandan ayrılmaz" diye yanıt
olduğu halkçılık anlayışının sonuçları­ verir. Yazılarında fert ve cemiyet karşıt-

dan miras kalan Batılılaşma sorununun zümrenin mekânıdır. Apartman dairesin­


ve manevi değerlerdeki bozuluşun Cum­ deki çeşitlilik, insanların kökenleri ne
huriyet döneminde yeniden ortaya çıkışı otursa olsun bir arada yaşayabildiği bir
bir alt tema olarak işlenmiş, ancak, olum­ toplumu, yani Cumhuriyet ideolojisini
lu bir yeni insan tipi de ihmal edilmemiş­ eksiksiz yansıtır.
tir. Anlatıcı ve Seiime’nin düğünü, Cmn- Yakup Kadri, Ankara'nın ilk iki bölü­
huriyet'in arzuladığı ailenin kuruluşunun münde, dönemin muhalif yazarlarının
müjdecisidir. Esendal için, bu toplumun yaptığına benzer biçimde gerici ve vur­
sağlıklı yapı taşları sağlıklı ailelerdir! guncu kesimlerin ortaya çıkışını gösterir
EsendalTn Ankarası, farklı toplumsa] ke­ ve d eştirir. Son bölüm ise bir çözüm
simden insanlara göre bölünmüş değil, önerisi, bir ütopyadır, inkılâpların yoz­
bir anlamda, sınıfsız ve imtiyazsız tek bir laşma nedenlerini teşhis eden yazar Ne-
K E M A L İ Z M

lığını işler. Bu dönemde sadece Fran­ ara vererek, 1916'da İsviçre'ye Da-
sızca eserler okur ve yazı denemeleri vos'a tedavi için gider. Bu fırsatı ona
yapar. Kendi içine kapalıdır; cemiyet­ verenler ise muhalifi olduğu İttihatçı­
ten ve hayattan kaçar; aynı zamanda lardır. Kendisinin de kabul ettiği üzere,
aileye ve evliliğe de şiddetle karşı çı­ bu bağlantıyı kuran kişi de Ziya Gö-
kar. Kendi deyimiyle, bir "Zıpır"dır o; kalp'tir. İttihatçılara karşı olduğunu
yani "herkes gibi olmayan” biridir. vurgulasa da, İttihaçıların getirdiği fikrî
Yakup Kadri'nin Trablusgarp ve zeminle bağlarını ve alışverişini sürdü­
özellikle Balkan Savaşları sırasında ka­ ren biridir, ancak dönemin siyasî ikti­
leme aldığı yazılarında siyasî, toplum­ darına hayatını bağlamaz.
sal ve ekonomik gelişmelerden etki­ Fecr-i Âti'nin de etkisiyle savunduğu
lendiğini görüyoruz. 1913 yılında Pe- saf bireycilikten, bireyin de yer aldığı
y a m -1 E d e b î ve İkdam gazetelerinde toplumculuğa ve sosyal gerçekçiliğe
434 yayımlanan yazılarında, hayata bakı­ yönelir, 1917'de yayımladığı "Rah­
şında ufak bir değişimin başladığı söy­ met" adlı öyküsünde değişimin ilk iz­
lenebilir. Ancak etrafına ördüğü duvar­ lerini net olarak görürüz. Bu öyküde
ları aşamasa ve dünyaya o duvarların adeta Balkan Savaşı'nın felaketlerine
ardından bakmaya devam etse bile, ait anılarını aktarmıştır Yakup Kadri.
duvarda açılan deliklerin sayısı art­ Bireycilikten, toplumculuğa geçişin
maktadır. 1911 yılında Ömer Seyfettin ifadesidir bu Öykü. Ancak, hiçbir dö­
ile Ziya Cökalp'in Selanik'te çıkardığı nemde bireyi anlatmaktan vazgeçme­
G e n ç K a le m le r dergisinin savunduğu miştir. Yaban 'da köylüleri, köylülüğü
ve daha sonra Yakup Kadri'yi de etki­ anlatırken aydını da anlatmıştır. Cum­
leyen "Yeni Lisan" hareketi başlamıştır. huriyet sonrası devleti, devrimlerin bi­
Aynı yıl Yusuf Akçura idaresinde Türk lincine varan aydın grubunun, İnkılâp­
Y urdu dergisi yayım hayatına başlar. çı kadronun yönetmesi gerektiğini sa­
Yaşanan savaşlar ve Balkanların Os­ vunan Yakup Kadri, bu gruba köylüyü
manlI'dan ayrılışıyla birlikte gelişen tanıtmak ister bir yandan da. Yaban,
Türk milliyetçiliği onu da etkiler. 1915 onun ideolojisinin bir ürünüdür. An­
yılında Üsküdar İdadîsİ'ndeki edebiyat cak bireyin psikolojisini asla kaçırmaz,
ve felsefe öğretmenliğine akciğerlerin­ yazılarına hep psikolojik derinlik katar.
deki rahatsızlığın artması nedeniyle Yazılarında "benlik" öylesine gelişir ki,

şet Sabri tipi, geleceğin cumhuriyetinde­ başına ruhsuz ve soğuktur.... Yazar tüm
ki insanın ve kurtuluşun temsilidir. Ya­ ulusta; memurlarda, aydınlarda, işçiler­
kup Kadri’nin ilk iki bölümde akım çiz­ de, köylülerde aym öncü ruhu, aynı ro­
diği geçmişlen miras kalan “zararlı” un­ mantik ruhu, yeni düzene aynı hummalı
surlar sebebiyle duraklayan Cumhuriyet bağlılığı bu lab ilm ekted ir".(G ü rb ilek .
treni, sorunun tespitinden sonra yine 1992:64) Ancak kitabın üçüncü baskısı­
ilerlemeye devam edecektir, “Bu şehir na yazdığı önsözde, o zamanki öngörü­
ütopyasında kamunun dışı yoktur aslın­ lerinin gerçekleşemediğini itiraf eder Ya­
da: Kamu hem devlettir, hem İktisadî ha­ kup Kadri. Bu itirafın edebiyata tercü­
yattır, hem de kişisel olandır. Nasıl sivil mesi ise Panoramadır.
hayat, iş ya da eğlence hayatı kendi başı­ 1930’lardan 50'lere dek uzanan tarih:
na yapay ve iğretiyse, kişisellik de kendi dönem in işlendiği P an oram a (1 9 5 4
G O O Ü K B I R E D E B İ Y A T K A N O N U

ondan bir vatan, halk ve millet yaratı­ sonra ne ise... Fakat, ondan evvelki
lır. Romanlarında yarattığı tipleri top­ halinizi kendi halimle değişmek için
lumsal ve tarihsel sürece bağlamaya üste bütün servetimi verirdim. Askere
çalışırken, kişilik kazandırmaya da ça­ giden Türk, birçok tekalif altında ezi­
lışır. İşte bu nitelikler, kendi kuşağı içe­ len Türk'tü. Siz cebinizde Osmanlı nü­
risinde Yakup Kadri'yi daha derinlikli fus tezkeresi, cebinizde Yunan pasa­
bir yazar, hikâyeci durumuna getirir. portu her türlü kayıt ve tekaliften aza­
Değişim süreci E re n le rin B a ğ ı ile de istediğiniz gibi yaşıyor; para kaza­
farklı bir kimliğe bürünür; bu kimlik nıyor, her tarafta meyhaneler, kerhane­
ise milliyetçiliktir. Artık eserlerinde sa­ ler, kumarhaneler açarak; bir taraftan
vaşı ve savaşın yol açtığı sorunları ele da kanımızı emiyordunuz..." cümlele­
alır. 1919 yılının ağustos ayında Da- riyle rahatsızlığını açığa vurur. Yine ay­
vos'tan İstanbul'a döner ve Ahmet nı hikâyede Manisa'daki meyhaneci
Cevdet'in yönettiği İkdam gazetesinde Pavlo için, "öteden beri Türk düşmanı­ 435
bir buçuk yıl süreyle yazarlığa devam dır fakat dükkanında fazla para sarfe-
eder. Gazetecilik yapması, siyasî ve denlere karşı hürmetkâr olmasını bilir­
toplumsal olaylarla daha yakından il­ di" ifadesi kullanılır.
gilenmesini getirir. 1920 yılında İk- Milliyetçiliği, coğrafi temellere ve
dam 'âa Damat Ferit hükümetini, kendi etnik köken ayrımına dayalıdır. Bu ko­
deyimiyle "işi edebiyata dökerek” , nuda Ziya Gökalp'ten çok Yahya Ke­
eleştirmeye çalışır. Bu süreçten sonra mal'e yakın durur. Türk milletinin kay­
yazdığı romanlardaki kahramanlar, bi­ nağını ise Orta Asya'da değil, Anado­
reyci, yozlaşmış ve çıkarcıdır, ancak lu'da bulur değerlendirmesi yapılsa
kendilerini bir milletin parçası olarak da, Anadolu'nun bir "koridor" oldu­
görmeye başladıktan sonra bireysel ğundan ve "bu ırkın birbirinden ayrı
mutsuzluklarından kurtulurlar. düşmüş evlatlarını", yeterli araştırma­
Bu dönemde gayrimüslimlere karşı lar yapılırsa bu koridorun bağlayaca­
tavrı da nettir; hîkayelerinde onlardan ğından bahseder . Mehmet Emin Yur­
duyduğu rahatsızlığı belirtir, "Hem Ka­ dakul'un "Ben Türk'üm, dînim cinsim
til Hem Müttehim" adlı hikâyesinde, uludur" anlayışını milliyetçiliğe uygun
trendeki Rum yolcu "şapkalı adam” bulmaz Yakup Kadri, ittihatçılığı red-
olarak tanımlanır ve "...Meşrutiyetten detse de, İttihatçıların milliyetçi söy-

farklı bir yorumun ürünüdür. Bu kitap, mazlığım işlemişti. Bu kez aynı hataya
Yakup Kadri’nin bir zamanlar üyesi oldu­ düşmüyor ve olup bitenlerden “inkılâbın
ğu “inkılâpçı kadrolar”!a hesabı kesmesi­ plansız, teşkilatsız ve tekniksiz yapılabi­
dir. “Kemalist inkılabın ortaya koyduğu leceği hayaline kapılan” bürokrasiyi so­
eser, ona tepesi yerde, temelleri havada rumlu tutuyor ve “bu kanunların, bu
ve her an, devrilmek tehlikesi içinde bir em irlerin -kafaların içi şöyle dursun-
ehram gibi” görünmektedir artık. Yeni­ hatta dışını bile değiştiremediğini" göre­
den 1922’lerdeki gibi, halka aniayışla ba­ memekten yakınıyor. Memduh Şevket
kan bir Yakup Kadri çıkar ortaya. Ycı- Esendal’m da Ankara hakkındaki düşün­
büiYda halktan uzaklaşan aydını eleştir­ celerinde bir değişim olduğunu, 1948’de
mek için yola koyulmuş ama aslında yazdığı Vassn/ Bey’de, başkentin temsil
Anadolu insanının cehaletini, işe yara­ ettiği Cumhuriyet yönetiminin Osman-
K E M A L İ Z M

lemleri onu da etkisi altına almıştır. Zi­ da yobaz-aydın, ilerici-gerici çatışması


ya Cökalp, İdeolojisini geliştirdikçe, üzerine kurulan sorunsal Batılılaşma­
millî edebiyatın halkçı niteliği de Türk­ nın bir uzantısıdır.
çülüğe dönüşür. Yakup Kadri, milliyet­ Fakat, kadınların Batılı kadınlara
çilik ve Batıcılık misyonunu hayatı bo­ benzemesini istemez; 1910'larm orta­
yunca sürdürmüştür. Ancak, standart larında kaleme aldığı yazılarda Türk
bir ajitasyon yapmamıştır. Her zaman kadınlarının, "tıpkı kendileri gibi" kal­
"yüksek sanat" yapmaya çalışmış ve masını ister. Ona göre, evin dışına çık­
"yüksek entelektüel" duruşunu hiç maması gereken fedakâr anne, kem
kaybetmemiştir. gözlerden, "havadan", "güneşten" ko­
runmak için "ipek muhafaza" ile ör-
____________ BATICILIK_______ _ _ tünmelidir.

436 Dönemin entelektüelleri gibi o da Ba-


KEMALİZM İLE KOPMAYAN BAĞLAR,
tı'ya doğru bakar. Batıcılık, hayatının
KADRO VE "ZORAKİ DİPLOMAT"...
her döneminde etkili olmuştur. Pa­
ris'ten İstanbul'a dönen Yahya Kemal Yakup Kadri, demir atacak liman arar­
ile birlikte, Batı uygarlığına Eski Yu- ken, mütareke dönemi İle başlayan bir
nan'ın kapısından girilebileceği tezini başka yolculukta bulur kendini.
savunan N ev Yun anîlik akımını savun­ 1920'de İsmet (İnönü) tarafından Anka­
maya başlar. Bu anlayış, Avrupalı sa­ ra'ya çağırılır. Millî Mücadele'ye girişini
yılmamaya bir tepki olarak doğmuştur. şu cümlelerle ifade eder: "Öleyim diye
20. yüzyılın ortalarına kadar Türk ro­ girdim. Hiç ümidim yoktu zira!" 1922
manında Batı sorunsalı her zaman ele yılına gelindiğinde ise, İzmir'e giren or­
alınmıştır. Batılılaşma sorununu tartışa­ dunun yanındadır. Aynı sene, Müdafa-i
rak, ideolojiyi yeniden üretme çabası­ Hukuk Cemiyeti'nin bir şubesini kur­
na da katkıda bulunmuşlardır. Tanzi­ mak üzere Mustafa Kemal tarafından İs­
mat sonrasında Batı hayranı kişiler ala­ tanbul'a gönderilmiştir. İşte bu tarihten
ya alınırken, Birinci Dünya Savaşı ve sonra, hayatının sonuna kadar savuna­
mütareke dönemi sonrasında Batı hay­ cağı, yerleşmesi ve gelişmesi için müca­
ranlığı vatan hainliğine ve işbirlikçîtiğe dele vereceği Kemalizm ile kopmaz
döner. Yakup Kadri'nin romanlarında bağlar kurar. 6 Ekim 1923 tarihinde

lı’dan kalan kültürel mirasa sırt çevirme­ lanmaktadır. Yüksek edebiyatın Kurtuluş-
si sebebiyle yitirilen değerleri vurguladı­ çu cepheye, inkılâplara ve modemist ide­
ğını görebiliyoruz. olojiye ilgisiz kaldığı bu yıllarda, Cumhu­
riyet ideolojisini toplumsal bilincin en de­
rinlerine kadar işlemek fikriyatı ile girişi­
POPÜLER EDEBİYAT; KEMALİST
TOPLUM, TARİH VE DEVLET MODELİ len Kemalist kanon yaratma hamlesinin
aydınlanmam düşüncenin yüksek sanat
Buraya kadar gözden geçirdiğimiz roman ideallerine pek de uygun düşmeyen edebî
sayısının azlığı, bu incelemenin örneklerle türlerde karşılık bulduğunu ve aşk roman­
boğulmaması kaygısından değil, 1922- larının yeni toplum tarzının popüler des­
1940 arasında konumuz ile doğrudan ala­ tanlarına dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bir­
kalı metinlerin üre tilmern es inden kaynak­ biri ardına gelen ve Anadolu’nun her köşe-
e Ü D Ll K E 1 R E D E B İ Y A T K A N O N U

Mehmet Asaf Bey'in kızı, Burhan Bef- yesi'nden doğduğunu reddederek baş­
ge'nin kızkardeşi Leman Asaf ile evl.enir. lar. Ona göre net bir kopuş vardır bu
Mardin milletvekili olarak 1924 yılında iki devlet arasında, inkılâbın köklerini
TBMM'ye girer. 1924 yılında, adı daha bulmak için asla Tanzimat'a bakılma-
sonra U lus olarak değiştirilen, CHF'nin malıdır, çünkü laiklik fikri Gökaip'e
yayın organı olma görevini üstlenen H a ­ kadar hiçbir Türk aydının akimdan
kim iyet-i M illiye gazetesinde yazıları ya­ geçmemiştir. "Kemalizmin bir nevi
yımlanır. iki dönem sonra, 1931 sene­ müjdecisi" saydığı Ziya Gökalp bile
sinde Manisa milletvekili olarak yine halifesiz, sultansız bir Türkiye düşün­
meclise girer ve 1934 yılının sonbaha­ memiştir. İnkılâp hareketlerine karşı çı­
rında elçilik göreviyle Tiran'a gonderİ- kanlar da Avrupa'da tahsil görmüş
linceye kadar, Cumhuriyet Halk Partisi "Tanzimat döküntüleredir ona göre.
milletvekili olarak görevini sürdürür. Romanlarında, Tanzimat dönemini "İs­
ilk gençlik yıllarında aradığı millî tanbulin devri", I. Meşrutiyet'! ve son­ 437
kahramanı bulmuştur artık. Bu mitolo­ rasını 'Redingot devri" olarak adlandı­
jinin yaratılmasında baş rolü oynaya­ rır; Tanzimat dönemini ve bu dönemin
caktır. Atatürk adlı kitabında Kemaliz­ insanlarım ağır bir dille eleştirir. Cum­
m'i şu şekilde tanımlar: "Kemalizm, ko­ huriyet devrimleri İle karşılaştırırken,
münizm gibi yalnız bir sınıf kavgası­ Tanzimat'ın ıslahat hareketlerinin İs­
nın, ne de faşizm gibi yalnız bir devlet tanbul'u aşamadığını belirtir.
inzibatı hareketinin adıdır. O, evrensel Yakup Kadri'ye göre Cumhuriyet'i
bir platform üzerinde vukubulmuş, kuran ve inkılâpları gerçekleştiren tek
umumî tarihin seyrine şamil ve bütün başına Mustafa Kemal'dir. Onun yarat­
insanlığın mukadderatıyla alâkalı bir tığı devrimlerin kökenini bulmak için,
geniş hadisedir." Mistik bir mitoloji Hititierden bu yana varolan Türk tari­
oluşturur; Kemalist mitolojiyi kuranlar­ hine, başka bir ifadeyle Türk Tarih Te-
dan biridir Yakup Kadri. Bu nedenle, zî'ne bakmak gereklidir. Ancak o za­
İttihatçıları ağır bir dille eleştirir ve Ke- man bunun bir "mucize" olmadığı an­
malizmin bu sürecin bir devamı olma­ laşılabilir. 12 Kânunuevvel (Aralık)
dığını ispat etmeye çalışır, Kemalist 1932 tarihli Yakıt gazetesinde yayım­
devrimleri ve Cumhuriyet'i anlatmaya, lanan "Bir Teşhis" adlı başmakalede
Kemalist Türkiye'nin Tanzimat Türki- şunları demektedir: "(...) Türk milleti-

sine yayılan bu romanlara yazılan. Cum­ deydiler. Kızlı erkekli, danslı dörtlü eğle­
huriyet kuşağının adab-ı muaşeretinin ma- nip, efendi efendi mekteplerine gidiyor ve
nifestosuydu. Bu tarz romanlarının yazıldı­ aydınlık bir geleceğe doğru yürüyorlardı.
ğı yıllarda, tek parti döneminin solculara, Dönemin siyasî ya da felsefî sorunlarla uğ­
muhaliflere, Kürtler’e ve dinî kesime iliş­ raşan yazarları için yozlaşmanın simgesi
kin baskıları hiç eksilmiyor, ekonomik sı­ haline gelen “cazbantlar”, aşk romanları
kıntılarla boğuşuyordu Cumhuriyet toplu­ açısından modernleşmenin göstergesiydi.
mu, ama aşk romanlarında tarif edilen Bu anlamda, kılık kıyafet yasaklarını bü­
gençlerin zihninde ne düzen, ne hükümet yük “inkılâp” addeden bir ideolojinin en
ne de toplumsal sorunlar vardı; onlar, iyi­ sağlam müttefikiydi aşk romanları.
lerle kötüler arasında sürüp giden -ama Aka Gündüz, Esat Mahmut Karakurt,
abartılmayan- bir ahlaki çatışma içerisin­ Raif Necdet, Safveti Ziya, Selami izzet,
K E M A L İ Z M

nin mukadderatı dünya tarihinin dışın­ olojisi zaten 1931 parti programında
da, bambaşka bir yo) izlemiştir. Bir sı­ eksiksiz ve net olarak vurgulanmıştır.
r ı . fa karşı ya da 'hukuku beşeri' müda- Sıra bunun işlenmesine gelmiştir. 1932
fa için kıyam etmedi. Türk inkılâbını, yılının ocak ayında yayım hayatına
Fransız inkılâbının kuyruğuna takanla­ başlayan Kadro dergisi de bu misyonu
ra iştirak edemeyiz. Sınıf, rejim, cemi­ üstlenir ve derginin imtiyaz sahibi de
yet münakaşası çıkaranlara bırakalım Yakup Kadri olur. Sınıf çelişkileri yeri­
bu münakaşayı.!...)" ne, uluslararası çelişkileri temel alan
Devrimlerin ideolojisini yaratmaya Kadrocular, liberalizme şiddetle karşı
çalışan aydın kadrolar, sınıfların varlı­ çıkarlar; solidarizmi de içinde barındı­
ğım reddetmek için tüm sınıfları "halk" ran bu anlayış kapitalizm ve sosyalizm
kavramı altında toplamaya çalıştılar. dışında bir yol arayışı içindedir. Üze­
Halkçılık anlayışıyla, Cumhuriyet'le rinde yürüdükleri yol ise bir çeşit dev­
438 birlikte yurtiçinde kurulan çok yönlü let kapitalizmi olarak adlandırılmıştır
ittifakın ve Sovyetler Biriiği'yle kurulan ancak buna kapitlizmin karma ekono­
yakın ilişkinin ardından, geniş halk ke­ mi anlayışıyla uygulanması demek bel­
simlerinin sorununun göz Önünde bu­ ki de daha doğru olur. Yakup Kadri ise
lundurulması gereği vurgulanmıştır. hayatının akışını değiştirecek olan Kad-
Yakup Kadri'nin bu konudaki görüşle­ ro'da ağırlıkla edebiyat üzerine yazar.
rini Kadro'daki Sovyetler Birliği üzeri­ Ancak, yazılarının bütününde Atatürk
ne kaleme aldığı yazılarında da görü­ inkılâplarının toplumsal ve ahlakî plan­
rüz. Halkın tiyatroları, operaları dol­ daki mücadelesini verir. Aslında, ede­
durması gereklidir, aynı Sovyetler Birli- biyat üzerine yazılarıyla da Cumhuri­
ği'nde (Moskova'da) olduğu gibi. Ka­ yetin birçok alandaki yönelimlerini
dınlar ise çalışma hayatına atılmalıdır. açıklamak ve yaratılan ideolojik temel­
1929 dünya bunalımı, Türkiye'yi leri güçlendirme görevini üstlenmiştir.
ekonomik alanda liberal uygulamalar­ Birkaç örnek vermek vermek gerekirse,
dan, devletçiliğe yönlendirir. Bu geliş­ Kadro'nun 2. sayısında "M illî Tasarruf
menin ardından, ekonomi alanındaki ve Halk Edebiyatı" adlı yazısında Türk
bu yeni siyaseti (hatta Kemalist İdeolo­ entelektüelinin halktan kopuk oldu­
jiyi) daha ayrıntılı işleyebilme ihtiyacı ğundan bahsederek, konuyu sıkıntının
hasıl olmuştur. CHP'nin Kemalist ide­ ortak yaşandığına, oradan da bütün

Feridun Hikmet Es, Muazzez Tahsin Ber- yen yazarlar görülmekle birlikte, ağırlık
kand, Halide Nusret Zorluturra, Rakım M uazzez Tahsin B erk an d ’ın H alide
Çalapala, Mükerrem Kamil Su, Peride Edip’ten devir aldığı olumlu aydın genç
Celâl, Cahit Uçuk, Kerime Nadir, Mebru- kız tipinde ve “çağdaş” Türk kadınının
re Koray, Halit Fahri Ozansoy, Şukufe Ni­ toplumsal yapıda yerini almakta kararlı­
hal gibi yazarların öne çıktığı ilk dönem lığım sergileyen romanlardadır. Dönemin
aşk romanlarında, Tanzimat ve Meşruti­ “Cumhuriyet Kadını” gibi dergilerinden
yet romanlarında görülen doğu-batı kar­ yansıyan resmî ideoloji ile de örtüşür bu
şıtlığından izler de vardır. Üniversitede söylem. Söz konusu romanların Yeşil-
okuyan genç kızların özgür davranışla­ çam’a ilham vermeleri nedeniyle, geçerli
rından doğan rahatsızlıkları ve karşılaşı­ etkilerinin sanıldığından daha derin ve
lacak '‘muhtemel” ahlaki sorunları işle­ yaygın olduğunu da ekleyebiliriz.
G Ü D Ü K B t R E D E B İ Y A T K A N O N U

halkın yerli malı kullanması gerektiğine ile "Rus inkılâbını" karşılaştırır ve ben­
işaret ediyor. Tabiî ittihat ve Terakki, zerlikler bulur. Aynı benzetmeyi Os­
eleştirilerin odak noktasını oluşturur, manlI imparatorluğu ve Rus Çarlığı
k'adra'daki bir başka yazısında, "Sanat için de yapar. Moskova gezisinden et­
eseri cemiyetin malıdır, çünkü sanatkâr kilenen Yakup Kadri, işçi ve rençber
cemiyetin mahsulüdür" diyor, Tevfik sınıfının dilini anlayamadıklarını, bir-
Fikret ve Abdüihak Hamit'in etkisinin gün bu anlaşmanın sağlanacağını be­
millî edebiyat hareketine rağmen sür­ lirtmektedir, İtalya'yı yepyeni bir yapı­
düğünden yakınıyor. Yukarıda da be­ lanma olarak görmese de, eskinin üze­
lirttiğimiz gibi Divan edebiyatı ağır bir rine inşa edilmiş ama yeni, "kronomet­
dille eleştirilirken, Yunus Emre'den beri re gibi işleyen" ve örnek alınması ge­
devam eden klasik Türk edebiyatı millî reken bir sistem olarak değerlendirir.
edebiyattır teşhisini koyuyor. Her şeyin Türkiye Cumhuriyeti'nîn sistemini
millileştirilmesi anlayışından, ilim de de, "güdümlü devlet sistemi” olarak 439
nasibini alıyor. Derginin 22. sayısında adlandırır, çünkü korunması gereken
"Garp softaları ilim tarafsızdır, ilmin inkılâplar vardır. Kadro'nun görevini
vatanı yoktur diyorlar. Halbuki, Kema­ de, gerçekleşen siyasî inkılabı, "harsî,
list Türk inkılâpçısına göre ilim de mil­ İktisadî ve idari inkılâplarla" tamamla­
lîdir. İlmin de vatanı vardır" diye yazı­ mak olarak ifade eder. Ancak, 9 Şubat
yor Yakup Kadri. 1933 tarihli V a kif gazetesinde "İdari
K a d ro 'da sadece edebiyat üzerine inkılâp" başlığıyla kaleme aldığı yazı­
yazdığını söylemek mümkün değildir. sında, liberallerin devletçiliği tenkit et­
Yeni yol arayışına, dönemin İtalya'sı melerinde haklılık payı olabileceğin­
ve Rusya'sından örnekler verir. Bu iki den bahsettikten sonra, İktisadî saha­
farklı yapılanmayı bir arada değerlen­ daki gelişmeler devletçiliğin tahdidine
dirmesi, klasik Batı demokrasilerine doğru bir adım mıdır?" diye soruyor.
karşı bir tavrt ortaya koymaktadır. Ona Bunun ardından, "Gazi'nin son seya­
göre "köhne garp cemiyetleri" kafaca hatlerinde etrafa dağılan 'İktisadî mın­
ve ruhça çökmüştür. Örnek alınması tıkaların ihdası' (yeniden oluşturulma­
gereken devletler ise Sovyet Sosyalist sı) haberi, bizce bu ümidin en büyük
Cumhuriyetler Birliği ve İtalya'dır. mesnetlerinden biridir" diye ekliyor.
Kadro'nun 7. sayısında "istiklal harbi" Kısacası, Yakup Kadri'de ekonomik

Muazzez Tahsin Berkand, 1933’den zar. Muazzez Tahsin’in kadını, Kemalist


başlayarak, telif, çeviri ve uyarlama ola­ Cumhuriyet’in küçük burjuva aydın ka­
rak elli iki roman yazdı. Berkand’m, bu­ dınının örnek bir temsili; dönemin kadın
gün bile rahat okunan bir dil kullandığı­ dergilerinde -özellikle "Cumhuriyet Ka-
nı görüyoruz. Romanları, Cumhuriyet dınT’nda- tanımlanan "Cumhuriyet kadı­
ideolojisinin yaratmak istediği kadın ti­ nı fikri mücadelelere, edebiyat hareketle­
pinin inşasına katkıda bulunmak isteyen rine, spora ve aynı zamanda ev kadınlığı­
bir çabanın ürünü biçiminde değerlendi­ na, anneliğe ve zevceliğe merbut, mü­
rilebilir; canlandırdığı genç kız ve kadın­ kemmel kadındır” fikrinin, romanda vü­
lar, kendilerine güvenli, namuslu, sadık cut bulmuş halidir
ve erkeği ile neredeyse eşittirler. Alttan Türk romanlarında Kürt İsyanlarına
alta bir cinsellik duygusu hissettirir ya­ yer veren ilk metinlerin popüler aşk ro-
K E M A L İ Z M

sistemdeki değişim rüzgarının farkına de nasibini alır. Aslında bu, Tek Parti
varmış ve dümenin kırıtmasını bekle­ döneminin bir özelliğidir. Yükselişini,
mektedir. mütareke dönemine ve Kemalizme
Bu arada Kadro1da yayımlanan yazı­ borçludur. "Doğru zamanda", "doğru
ları nedeniyle Ahmet Ağaoğlu ve Yu­ yerde" olmayı bilmiştir. Ancak, bu tavrı
nus Nadi ile ciddî tartışmalara girer Ya- bile onu koruya ma mıştır.
kup Kadri. Ağaoğlu'nu "Platonculuk- İşte bundan sonra Yakup Kadri'nin
la", "Türkiye'ye Avrupa merkezli dür­ "Zoraki Diplom at" olarak Tiran'da
bünle bakmakla" suçlar. Yanıt olarak, (1934) başlayan elçilik görevi 1954 yı­
kendi devletçilik anlayışlarının Türki­ lında yaş haddinden emekli olup, yur­
ye'ye özgü olduğunu ve bu uygulama­ da dönmesiyle son bulur. Tiran'a gön­
nın "Ne Faşist, Ne Hitlerİst ne de Ko­ derilmesini ise, Mustafa Kemal'in onu
münist" olduğunu ifade eder. Yunus korumak m aksadıyla Türkiye'den
440 Nadi ise 11 Teşrinisani 1933 tarihli uzaklaştırmak istemesine bağlamakta­
C um hu riyet gazetesinde K a d rd yu eleş­ dır. 1961 'de Kurucu Meclis Üyelİği'ne
tiren yazısında, muhaliflere de imkân seçilir. Ekim 1961'den Ekim 1965 tari­
veririz diyerek, Ağaoğlu'nun görüşleri­ hine kadar son kez Manisa milletvekil­
ne yer vereceklerini açıklar. Bu sürecin liği yapar. Ancak, 1962'de Atatürk ilke­
sonunda her zaman şüpheyle bakılan lerine ters düşüldüğünü iddia ederek
ve sert eleştirilere uğrayan Kadro, Ka­ CHP'den istifa eder. 22 Ekim 1962 ta­
sım 1934'te, "neşriyatını bir müddet rihli H akikati Tasvir gazetesinde Kara-
için tatil edecektir" açıklamasının ar­ osmanoğlu'nun, "Partiden CHP'nin şe­
dından, Ocak 1935'te "neşriyatına son refini sokak çamuru ile karıştıranlar yü­
vermiştir" diyerek kapanır. Kadro dergi­ zünden çekildim" diyen açıklaması yer
si, standart üstü bir yayındır. Yakup alır. H ü r Vatan gazetesinde (16 Ekim
Kadri yüksek, seçkin entelektüel tavrını 1962) ise, "Karaosmanoğlu'nun Unut­
burada da devam ettirmişirtir. Devrim- tukları" başlıklı yazıda Yakup Kadri'nin
leri yapan, yerleştiren çekirdek kadro­ ceza evinde olan, eski Demokrat Parti
daki entelektüellerden biridir. Bu açı­ milletvekili kayınbiraderi Burhan Belge
dan bakıldığında en Önemli kadrolar için toptan af istediğini, oysa kademeli
bile, devrimleri yapan iktidara yarana­ affın kabul edildiği ifade edilmektedir.
maz. Tasfiye sürecinden Yakup Kadri Bu sırada parti içinde çözülmeler de-

manı türünde olması da şaşırtıcı değil­ tır. “Kaba”, “cahil” ve “kötü” Kürt İmajı,
dir. Çünkü, bu tarz metinlerin yazarları, medeni, aydınlanmış ve iyi Türk kimli­
Cumhuriyetin yaratmak istediği yeni in­ ğini üretir. Aşk romanlarında ya da tari­
san tipini, kadın-erkek ilişkileri, aile ya­ hi serüvenlerde, bir yandan Türk kültü­
pısı ve toplumsal yaşantı etrafında can­ rünün derin köklerinden ve zenginliğin­
landırmayı millî bir görev telakki etmiş­ den söz edilir, diğer yandan Anadolu’da­
lerdir. Cumhuriyet ideolojisinin Batılı ki öteki kültürler aşağılanır ve kültür, si­
giysilerine sıkı sıkıya sarınan söz konu­ yasal tahakkümün meşruiyet aracına dö­
su yazarlar için medeniyetin iyiden iyiye nüşür; doğrudan dile getirilm ese de,
fetişleştigi bu yıllarda, Türk seçkinleri­ kültürel zenginlik vurgusunun ardında
nin Kürt tasavvura, kendi modern kim­ ırksal üstünlük düşünceleri vardır.
liklerini tarif etmek için uygun bir araç­ “Bir Türk dünyaya bedeldir" şiarının
G Ü D Ü K B I R E D E B İ Y A T K A N O N U

vam etmektedir. Yakup Kadri de partiyi Ajansı yönetim kurulu başkanlığı yaptı.
yönetenleri suçlar ancak o günlerde Politikadan çekilse bile, siyasî ve edebî
henüz İsmet İnönü'nün adını anmaz. kişiliğiyle siyasî gelişmelerin uzağında
İstifa meselesinin ardındaki gerçekleri kalmayan Yakup Kadri, 12 Mart 1971
tarafsız bir gazetede açıklacağını belir­ darbesinin ardından gündeme gelen
ten Yakup Kadri, D ü n y a gazetesinde idamlar üzerine, Yaşar Kemal'in öna­
(15 Ocak 1963), kendi yerine başya­ yak olduğu idamların infaz edilmeme­
zarlık görevini üstlenen Baban'ı, "ba­ sine ilişkin imza kampanyasına destek
bası olan Hikmet Baban'ın Kürt Teali verir. 12 Ocak 1972 tarihli H ü r A n a d o ­
Cemiyeti kurucularından, vatan haini lu gazetesinde kendisiyle yapılan rö­
Mevlanzade'nin yakın akrabası" o l­ portajda, "bu İmzaların ne için, kim
makla suçlar. Ancak istifasına ilişkin en için toplandığı önemli değil, asıl önem­
ilginç haber, 17 Ekim 1962 tarihli Yeni li olan prensiplerdir" dedikten sonra,
Sabah gazetesinin "Fısıltı" köşesinde "1924 Anayasası'nı hazırlayan Celâl 441
Sabiha Deren'in kaleme aldığı "istifa Nuri ile bir tek ben idamlar aleyhinde
Sebebi" başlıklı yazısıdır. Deren, iki ne­ el kaldırırdık" ifadesini kullanmıştır.
den ortaya sürmektedir; "Birincisi, ka­ II. Meşru ti ye t'ten ulus devlete uza­
yınbiraderi ve refikası yüzünden umu­ nan süreçte değişen fikirleri ve eğilim­
mî af istemesi ve buna ilişkin bir ko­ leriyle, ulus devlet bünyesinde Kadro
nuşma yapmasının mecliste engellen­ hareketiyle Önplana çıkan ve Cumhu­
mesi; ikinci ise Bern'deki elçilik göre­ riyet Türkiyesİ'nİn İlk milletvekillerin­
vinden sonra 3.500 lira aylıkla Ulus'a den olan Yakup Kadri'nin portresinin
başmakale yazdırmaları, sonra da Ya­ son çizgisini 13 Aralık 1974 tarihinde­
kup Kadri'yi ikinci sayfaya alarak, bu­ ki vefatıyla çiziyoruz. "Ölümümde ne
rada misafir olduğunun belirtilmesi." resmî, ne dinî merasim isterim. Hasta­
Yakup Kadri'den bu konuda başka neye kaldırılacak cesedimin doğrudan
açıklama gelmiyor ancak daha sonraki doğruya mezarlığa nakli!" cümleleriy­
yıllarda kaleme aldığı Politika'da 4 5 Y ıl le 1967 yılında kaleme aldığı İlk vasi­
adlı kitabı ismet İnönü ile bir çeşit he­ yetinin tam tersine görkemli bir askerî
saplaşma niteliği taşımaktadır. 1965'ten törenle toprağa verilen Yakup Kadri ar­
sonra politikadan çekilen Yakup Kadri dında onlarca cilt basılmış eser ve
Karosmanoğlu, Ölene kadar Anadolu yüzlerce makale bırakmıştır.

altını modern zamanlarda geçen hikâye sizlik apaçıktır. Tarihi romanlarda olum­
ve romanlarda doldurmak, Cumhuriyet lu kahraman tiplerini daima Türklerden
ideolojisine bağlı ve iktidara yakın yazar­ seçer yazarlarımız. Duraklama ve Gerile­
lar için bile kolay değildi ama popüler me dönemlerinin nedeni ise padişah sü­
edebiyatın tarihi roman türü, ulus devle­ lalesine karışan yabancı kanda aranır.
tin bu oluşturucu ideolojini işlemeye çok Yükselme devrinin arkasında Türklük,
elverişli bir zemindi. Dikkat edilirse, ilk çöküşün arkasında Osmanlılık ve dinin
dönem -popüler- tarihî romanlarda ağır­ kötüye kullanımı vardır. Hiçbir zaman
lık Osmanlı’ya değil, Türklerin daha ön­ “yüksek edebiyat” içinde değerlendiril­
ceki dönemlerine verilmiştir. Osmanlı meyen, eleştirmenlerin ya da tarihçilerin
dönemi anlatılırken eleştirel bir tavır ih­ ilgisini çekmeyen tarihsel serüven ro­
mal edilmezken T ürk-Islâm tarihine ilgi­ m anları, Cum huriyet’in ilk yıllarında
K E M A L İ Z M

Abdullah Ziya Kozanoğhi’ntm tarihî macera romaniart, Cumhuriyet’in resmî ve saygm


edebiyatım» yapamadığı “telkinah”, popülerform lar içerisinde başarmıştır, denilebilir,
Özellifde gençliğe bitap eden bu külliyat, Osmanlıcı motiflerde “doz aşımı’ olmakla
birlikte, “Türklük” ve midi tarih “gurur ve şm ru’nmpopülerleşmesini sağlamıştır.

Türkiye’de en çok baskı yapan ve oku­ Tarihî romanları ya da Kozanoglu’nu


nan romanlardan oluşur. Üstelik bu ro­ edebi anlamda tartışmak anlamlı görün­
manların sonraki tarihlerde sinemaya ve müyor. Önemli olan, yazarların amacı,
çizgi romana yaptığı etkileri de göz önü­ dönemin tarihi ve o tarihteki egemen
ne alırsak, ne kadar önemli oldukları ve ideoloji ile ilişkileri... Mesela, Kozanoğlu
bir tarih görüşünü nasıl yaygınlaştırdık­ kitaplarını yayımlayan T.Demiray, onu
ları hemen anlaşılacaktır. 1920’lerde keşfedişini şöyle anlatıyor;
Türün en büyük ismi şüphesiz ki Ab­ “Türkiye’ye, Türk ülküsüne, Türk dava­
dullah Ziya Kozanoglu’dur. Yaşça Koza- sına olan sıcak imanından A.Zİya'nın res­
noğlu’ndan büyük olmakla birlikte, Tur­ sam olduğu kadar verimli bir yazar ola­
han Tan’ın ilk benzer romanı 1931 tarihini cağına karar verdim” (aktaran Kozanoğ­
taşır. Ardından, Feridun Fazıl Tülbentçi, lu, 1981:9). Sonra da bu ilk romanının
Reşat Ekrem Koçu, Oğuz Özdeş, Nizamet- yerini belirliyor; “Kızıl Tuğ bütün bir
tin Tepedelenlioglu, Fazlı Necip, İskender gençliğin içinden duyduğu devrimin ilk
Fahrettin, Yeşim Ragıp Şevki, Nihal Aısız, öncüsüdür. Konusunu büyük Türk tari­
Meram Ali Kemal, Saadettin Çulcu, Refi hinden alan ve Öztürk kelimelerinden
Cevad Ulunay, Murat Sertoglu gibi yazarla­ birkaçına her sayfada cümleleri içinde
rın, tarihi macera türünde yazdıklarını gö­ yer veren Kızıl Tuğ, doğan neslin ruhun­
rürüz, Elbette, bu yazarların hepsi Türk daki gizli arzu ve heyecanlan üste çıka­
milliyetçiliğinin aynı versiyonuna bağlı de­ ran bir darbedir” (aktaran Kozanoğlu,
ğildirler. Ancak hepsinde benzer bir tarih 1981:10), Anlaşılacağı gibi, bu roman ve
anlayışı; Cumhuriyet’in benimsediği Türk yazma amacı, o dönemdeki millî düşün­
tarihi anlatısı dikkat çekicidir. ce akımının temsilciliğini üstlenmişti. Pu
G Ü D Ü K B I R E D E B İ Y A T K A N O M U

düşünce akımı, yine T. Demiray’m ifade­ 1946 yılında, 11. Paylaşım savaşının he­
siyle; “büyük Türk ulusunu birleştirecek men ardından yayımlanmış. Esat Meh-
o tek dile, tek şiveye ve tek ülküye doğ­ mut Karakurt’un, savaş yılları Türki-
ru, Kısıl Tüğ'da başlayan, yedi yıl sonra yesi’nde Nazilerle Türk istihbaratı ara­
A tatü rk’ün kom utasında tempolaşan sında geçen bir casusluk öyküsünü işle­
Türkçülük, Turancılıktı" (aktaran Koza- diği roman, yokluklar ve baskılarla dolu
noglu, 1 9 8 1 :1 0 ). Ancak Abdullah Zi- bir tarihe denk düşmekle birlikte, melne
ya’nın Türkçülüğü, sığ bir kafatasçılıktan yansıyan yalnızca, Türklerin “inatçı, ce­
uzak, yıkılan İmparatorluğun yerine ku­ sur. şerefine düşkün bir millet" oluşu.
rulacak ulus devlet modelini savunan ve Romandaki Ankara tasviri, kenti devlet­
Kemalizme yakın bir tarzdadır. Onun ro­ le bütünleştiren allegorik özelliğiyle
manlarında -d e aldığı tarihlere hiç uy­ alımı yapmaya değer. Karakurt, “sağdan
gun düşmese de- ümmetten millete geçi­ ve soldan gelen rüzgarları, denizlerin ve
şin propagandası da görülür. Kızdüıg’da dağların gönderdiği fırtınaları, kalesinin
(1923), ‘‘Müslüman ne demek koca ba­ granit kayalıkları üzerinde söndürerek, 443
ba? Bir adamın önce bir bayrağı, bir avu- kuvvetinden emin, temkinli bir eski za­
lu, bir obası olur. Din gönülleri birleşti­ man hükümdarı gibi, tam bir huzur ve
ren ayrı bir bağdır. İnançtır” diyen Otsu- sükun içinde, ufuklardan başını kaldır­
karcı’nın tiradı, Cumhuriyet ideolojisi ile mış, hur Anadolu yaylalarını seyre dalan
birebir uyumludur. Ankara” (Karakurt, 1981:36) cümlesiyle
Bu popüler edebiyat türü ile resmî ide­ över başkenti ve dolayısıyla millî şefin
oloji arasındaki akrabalığı dolaysızca ser­ iktidarını. Sağdan ve soldan esen rüzgar­
gileyen Haluk Cemil Tanju’nun Günahlar lar ise Nazizmi ve komünizmi temsil et­
Devleti (1 9 3 9 ) ise sadece resmi tarihi mektedir.
yansıtmakla yetinmeyen ilginç bir tarih­ Casus romanları, daha sonraki tarih­
sel serüven romanı, ilkokul kitapların­ lerde de yaygınlaşmamıştır. Yazılanlar
dan edinilecek bilgilerden daha derinlikli arasında -konumuz açısından- İngiliz
olmayan biçimde “atalarımız" Hunlarla, Kemal namıyla bilinen kahraman istih­
Orta Asya'daki “ötekimiz” Çinliler ara­ barat subayının maceralarım anlatanlar
sında geçen ve kendisini “aşk-siyaset-ih- ilgiye değer. Millî Mücadele yıllarından
tiras" romanı biçiminde takdim eden ki­ Kıbrıs meselesine kadar pek çok ulusla­
taptan yaptığım “Büyük Atatürk’ün do­ rarası sorunu çözümlerken resmî ideolo­
ğumundan 2084 yıl önce idi. Hunluların jinin ve beyaz Türk kimliğinin allegorisi-
ilk cumhur hakanı Teoman Tanyunun ne dönüşen bu efsanevi roman kahrama­
sevgili ve güzel karısı Katun ölmüştü” nı, farklı yazarlar tarafından canlandırıla­
alıntısından anlaşılacağı gibi, yazarın ta­ rak anonimleşmiştir. Detektiflik ile ajan­
rihe merakı derin değil; mesele hiç yeri lık arasında salınan Ümit Deniz’in Murat
olmasa bile Atatürk’ten söz etmek, ilk Davman’ı ise köklü ailesi, Batılı kültürü
“cumhur hakan" Teoman Tanyu ile ilk ve Türklük şuuru ile millî istihbaratın
cumhurbaşkanı Atatürk arasında bir bağ­ sık sık yardım aldığı -1930’lerden sonra
lantı kurmak... popülerleşen- bir gazeteci tiplemesidir.
Resmî ideolojiyi barındırmaya elveriş­ Edebî açıdan olmasa da, casus roman­
li temalarına rağmen, popüler roman larına yüklenen rolü gösterm esi bakı­
türlerinden olan casusluk hikâyeleri mından söz etmeye değer bir başka ör­
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ihmal edil­ nek emekli yüzbaşı Besim Özgen imzası­
miştir. Mesela en dikkat çekici Örnek nı taşıyor. “Her satırında Türklüğü ile
olarak sunulabilecek A nkara Ekspresi, Öğünecek olan okuyucuya kar, bora ve
K E M A L İ Z M

fırtınaların kasıp kavurduğu hudut boy­ toplumun yoksul ve ezik insanlarının hi­
larında nöbet bekleyen ve ölüme mey­ kâyeleri işlenirken, sosyalizme baglan-
dan okuyan, kahraman Türk Subay ve mışlıgın arkasını dolduracak teorik bir
Erinin sesini" dinleten Yüzbaşı Kırbaç, birikimin yokluğundan olsa gerek, Ke­
Erkanıharbiyei Umumiye Riyasetinin 9 nt alizmin halkçıl ık/köyl ücü tük/devletç i-
Eylül 1957 gün ve O PS.5421-99-57 TR. lik popülist söylemi ile bir ortaklık he­
sayılı raporuyla ordu için faydalı mütalaa men göze çarpar. Edebiyatta başlayan or­
edilmiştir. taklık, Türk solu ile Kemalizm arasında
uzun yıllar sürecek o garip karışımın di­
TOPLUMCU EDEBİYAT, ğer alanlara da yayılmasında etkili ol­
KEMALİZM İN YAKIN BİR AKRABASI muştur.
Aydınların siyasi ve toplumsal hayat
1930’lu yıllarda Cumhuriyet ideallerine üzerindeki etkileri bugüne oranla çok
bağlanmış yazarlar, öncü aydının mesele­ daha belirleyici olmasına rağmen, Os-
444 leriyle birlikte Osm anlıdan miras kalan manlı döneminde ve Cumhuriyet’in ku­
feodal yapılara ve kendi koordinatlarına ruluş yıllarında felsefi ve teorik bir biri­
göre tanımladıkları gericilige/yobazlıga kimden söz etmek mümkün değildir.
karşı aydınlanma seferberliği üzerine yo­ İdeoloji ve kanaatlerin bilgi ve gerçeklik­
ğunlaşmışlardı. Aşk ve macera romanla­ le yer değiştirdiği böyle bir konjonktürde
rına da aynı ideoloji popüler biçimlerde toplumsal sorunların ekonomik ve sınıf­
yansıyordu. Manevi değerler peşindeki sal kökenlerine imlememesi, benzer kav­
bir başka yazar kesimi ise önceki döne­ ramları kullanan kesimlerin -konumuz
min doğu-batı sorunu irdelemesini sür­ özelinde sosyalistler ve Kemaüstlerin- or­
dürm ekteydi. D eğerler ve id eo lo jiler tak bir meselede birleştiği düşüncesine
dünyasında dolaşan bu üç eğilimin de yol açmıştır. Üstelik Kemalizmin teorik
Cumhuriyet’in sınıfsal yapısını, ekono­ inşasına katkıda bulunan bazı aydınlar
mik sorunlarını, yoksul insan hayatlarını da sosyalist bir geçmişe sahiptir.
gerçekçi biçimde yansıtmak gibi bir me­ Her ne kadar 1925 yılında çıkarılan
selesi yoktu, ama aynı yıllarda edebiyat Takrir-i Sükun yasası ile solcu yayınlar
dünyasına büyük bir dinamizm getiren kapatılıp solcu aydınlar tutuklanmış olsa
öfkeli genç bir toplumcu kuşak, bir “fe­ da iktidar partisinin halkçılık, devletçi­
dailer mangası" vardı ki, etkileri edebi lik, inkılâpçılık, köycülük önermeleri
alanın dışına kadar taştı. Şiirde Nazım uzun bir süre solcu kesim tarafından
Hikmet’in yarattığı heyecan ve sempati­ paylaşılmış ve baskı dönemleri Halk Par-
nin hikâye ve romandaki karşılığı olan ve tisi'nin yapısal niteliğine değil, gerici bir
Türk edebiyatında gerçekçi ve doğalcı kliğine mal edilmiştir. Bu dönemde solcu
akımların temsili sayılan Sadri Ertem, aydınların da ezilen sınıflarla pratik bir
Refik Ahmet Sevengil, Sabahattin Ali, Su­ ilişkisi ya da örgütlenmesi olmaması ve
at Derviş, Kemal Tahir, Bekir Sıtkı Kunt, ilerlemeci anlayışı her iki tarafın popülist
Sait Faik Abasıyanık, Kenan Hulusi Ko- söylemlerini yaklaştırm ış, sosyalistler
ray, Reşat Aygen, Ümran Nazif Yigiter, özellikle halkçılık ve köycülük çiftinde
Ahmet Naim Çıladır gibi yazarlar, Cum­ Kem alizm i m ü ttefik addetm işlerdir.
huriyet’in vaatlerinin gerçekleşmediğini Cumhuriyet’in kurulup başkentin Anka­
ve gerçekleşmeyeceğini buruk bir acıyla ra ilan edilmesinden sonra, her ne kadar
fark etmişlerdi. Osmanlı dönemi ile radikal bir kopuş ya­
Edebiyatımızın toplumcu gerçekçi ni­ şandığı vaaz edilse, halkçılık hem Cum­
yetli bu ilk yazarlarının romanlarında huriyet yönetimi hem de solcu aydınlar
G Ü D Ü K B i K E D E B 1 Y A T K A N O N U

tarafından mistifiye edilmiş bir biçimde Cumhuriyet’in geleceğine duyulan bir


dillendirip Anadolu’ya yönelik bir edebî inancın göstergesi ve Kemalist ideoloji­
külliyat yaratma faaliyeti başlasa bile, he­ nin yeniden üretilmesidir.
nüz organik dediğimiz türden aydınların Yazıldığı yılların farklı ideolojik ek­
var olmadığı ve halkçılık/köylücülük çif­ lemlenmelerini ve siyasî tavırlarını ba­
tinin yalnızca fikriyatta kaldığı açıktır. rınd ıran “Köy R om an ı” kanonu ise,
Pratiği doldurmak ise edebiyatın üzerine halkçılık/köylücülük siyasetinin eğitim
yıkılmıştır. alanındaki karşılığı olan Köy Enstitüleri
Erken dönem köy anlatılarının yaygın çıkışlıdır; yazarların önemli bir bölümü
teması, İstanbullu aydının Anadolu’nun de bu enstitülerden yetişmiş öğretmen­
tozlu yollarında, yoksul köylerinde dola­ lerdir ve ideolojik olarak elbette onları
şıp cahil bırakılmış, dinî istismarlara uğ­ yetiştiren köy enstitülerinin modernist
ramış ve köy ağası tarafından sömürülüp ve aydınlanmacı dünya görüşünün izleri­
devlet görevlileri tarafından ezilmiş köy­ ni taşırlar. Böylelikle bir kez daha sol ke­
lü milletiyle kucaklaşması merkezlidir. sim ve Kemal isti er arasında ortaklaşa sa- 445
Yazarlar meselelere eleştirel bir tarzda hip çıkılan bir alan yaratılmıştır. Ancak,
yaklaşsalar da, romanlarında ilerlemenin sonuçlardan yola çıkarak yapılacak bir
tem silcisi idealist aydınların geçmişin tespitle; toplumsal eleştiriyi amaçlayan
bütün kötülüklerinin yeniden vücut bul­ edebi ürünler üzerinde Kemalîzmi sol­
duğu feodal artıklar ve onların işbirlikçi­ dan yorumlayanların da bir miras talep­
si Anadolu mütegalibesi ile giriştikleri lerine rağmen, külliyat Türk soluna dev-
kavgada kazanacaklarına ilişkin umut, rolunmuştur.

"Şiryandan Batının kültür kaynaklarına, bir yandan Türkiye’nin insan kaynaklarına,


daha kısacası, bir yandan kumanizmaya, bir yandan köylüye gitm ek (...) Karanlıklar
içinde bir çoğunluk veyanm yam alak bir Tanzimat aydmitğüe Yeni Türkiye’nin
kurulabileceğine inanmıyor[du]..."
K E M A L İ Z M

Elbette böyle bir tespitin sayılarla ifade


edilebilecek bir dökümü yok. Ne var ki,
Cumhuriyet’in ilk yıllarında solcularla
Kemalizm arasında yukarıda sözünü etti­
ğim ortak paydalar -devrimcilik, halkçı­
lık ve köycülük- ilerleyen yıllar içerisin­
de iktidarı elinde tutanlar açısından öne­
mini yitirm iş, dahası iktidarı eleştiren
tehlikeli bir görünüm almıştı. 1925 yılın­
da Osmanlı aşarını kaldıran ve tarım
ürünü fiyatlarını destekleyen Kemalist
rejim, Mustafa Kemal’in “köylü milletin
efendisidir" sloganını bayata geçirir gi­
biydi, ama 1930’Iarın ikinci yarısında sa-
446 nayi malları hızlı biçimde artarken, ta­
rımdaki fiyatlar değişmedi, hayat zorlaş­
tı. Üstyapısal değişiklikler, süslemeler,
kılık kıyafet "devrinden", halkın ekono­
Halide Edip (Adimr), Cumhuriyetin
mik sıkıntılarını gidermiyordu. 1945’de
kuruluş döneminin tartışmalı bir
binbir zorlukla çıkarılan Toprak Yasası’na kişiliğidir Reyime “liberal”denebilecek
rağmen, Osmanh’yı aratır hale gelmişti bir muhalefet yapmış, yine de Ateşten
Cumhuriyetin ekonomi politikası. Üste­ Gömlek, Vurun Kahpeye gibi romanları
Cumhuriyet kanonunda yer almıştır.
lik solculara karşı polisiye baskılar da
artmış, eşitlik, efendilik masalı bilmişti
artık. Bu durumda m uhalefeti temsil mantarında anlatılan hikâyelerin söz ko­
eden aydın ve yazarlar baskı altına alın­ nusu dönemlerden hangisine dahil oldu­
maya, köyden, yoksulluktan, baskıdan ğunu anlamak bile kolay değildir. Millî
söz edenlere solcu/komünist damgası vu­ Mücadele’nin başladığı yıllarda, Osman-
rulmaya başlandı, Ekonomik-sosyal me­ lı-Türk romanının ana teması Batılılaşma
selelerin bilimsel açıdan incelenmesi ve eleştirisi ve Birinci Dünya Savaşı’nın yol
tartışılmasının yasaklandığı uzun yıllarda açtığı ekonomik bozukluklar üzerinde
Türk solu kendisini ifade etmek için sa­ yoğunlaşırken; bir yandan vurguncu bur­
nat ve edebiyata yönelmiş, iktidarın dış­ juvazi diğer yandan -her düzeyde- rüş­
ladığı yoksulluk söylemini üstlenmek vetçi devlet memuru eleştirisi yaygındır,
yalnızca toplumcu kesime kalırken, ro­ 1920-i 930 yılları arasında yazılan ya da
manlardaki ezen-ezilen ilişkisi de siyasal sonraki bir tarihte aynı dönemi konu
bir tercihin işaretine dönüşmüştü. edinen romanlarda en çok rastlanılan te­
ma toplumsal yaşama yönelik eleştiridir.
KEMALİST KANONA Geçiş sürecini yaşayan yazarların roman­
_________ SESSİZ BIK REDDİYE_________ larına bakıldığında. Batı tarzı eğlence
adabının İstanbul’da giderek yayıldığı ve
OsmanlI’dan Cumhuriyet’in kuruluş yıl­ yazarların bu durumdan yakındıkları he­
larına kadar olan geniş bir tarihsel döne­ men belli eder kendisini. Bu kuşaktan
me bizzat tanık olan yazarların pek azı­ yazarların en sık yineledikleri konu, de­
nın romanında Millî Mücadele’ye ya da ğişimin getirdiği yozlaşmadır, R.N.Giin-
Cumhuriyetin kuruluşuna ilişkin coşku­ tekin’in Gizli E! (1920), R.Halit Karay’ın
ya yer verilmiştir. Bu yazarlarımızın ro- İstanbul'un İç Yüzü (1920), Yakup Kad-
G Ü D Ü K B I R E D E B İ Y A T K A N O N U

r i’nin Sodom ve G om o re, S e lalıatlin rak Dokumu nde (1930) ise Osmanh tari­
Enis’in Zaniyeler (1924) ve Peyami Sa­ hinden Cumhuriyet tarihine geçiş, satır
fa'nın Malışer (1924) romanları temasa 1 aralarında “flu” bir biçimde resmedilmiş­
olarak birbirleriyle uyum içerisindedir. tir. Eski Hastalık (1 9 3 8 ) romanındaki
Sonraki metinlerinde vurguladıkları ise, Şevket Bey’i de, iki dönemin kesintisizli­
Cumhuriyet sayesinde bu tarzların Ana­ ğini vurgulaması açısından önemlidir.
dolu'ya da yukarıdan aşağı giydirilmesi Şevket Bey, Osmanlı bürokrasisinden mi­
ve yozlaşmanın daha geniş bir coğrafyaya rastır Cumhuriyet bürokrasisine ve Gün-
sıçramasıdır. tekin’e göre, Cumhuriyet Bürokratı, kılık
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Lyeni’’yi ve mekân değiştirmiş Osmanlı bürokra­
ve siyasî merkezi Ankara temsil etmekle tından başka bir şey değildir aslında...
birlikte, toplumun entelektüel birikimi 'İnkılâplarla” nelerin değiştiğine ilgisiz
“e s k f’de, yani İstanbul’da yaşıyordu. kalan Anadolu insanının, kadınlı erkekli
Geçmişin mirasını üstlenen -İttihat ve “balo’Tara olan tepkisi de Güntekin’in
Terakki ya da saray çevresinde yetişmiş- kendi tanıklığı olan Kavak Yelleri (1950) 447
lstanbullu aydın ve yazarlar için, bu mi­ romanında çok iyi görülür. Danslar, balo­
rası reddederek yola çıkan Ankara’nın lar, eğlence biçimleri, R.N.Güntekin’in
politik tavırları arasında bir yakınlık ku­ yozlaşmayı vurgulamak amacıyla sıklıkla
rulması 1930’lara kadar mümkün olma­ kullandığı simgeler olarak hemen göze
dı, Belki de bu nedenle, parlak devirleri­ çarpar. Cumhuriyet hayatım anlatan bel­
ni OsmanlTnın son demlerinde geçiren gesellerde büyük bir övgüyle sözü edilen
Mehmet Rauf, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Cumhuriyet balolarının, Cumhuriyet ta­
Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Rasim, Ser- rihi ile başlamadığını da anlarız bu saye­
met Muhtar Alus, Abdülhak Şinasi Hisar de. Kaval; Yellcri’nde, Yeşil Gece romanın­
ve Selahattin Enis gibi yazarların Cum­ daki ilerici-gerici çatışmasını aşmıştır ar­
huriyet döneminde yazdıkları romanlar, tık. Bu romanında, din adamı tipinin
çoklukla İstanbul’un -ve hatta eski İstan­ temsilcisi Müftü, aydınlanma düşmanı
bul’un- gündelik hayatına dairdir. Hüse­ yobazın değil, boytın egmişliğin simgesi­
yin R ahm i’nin U tanm az Adnm’ından dir. Şaşkın ve çaresizdir o. Devletin yü­
(1930) yansıdığı biçimiyle, yeni döneme reklere saldığı korku, Müftü’nün her fır­
b a k ışların d a k in ik bir hava sezilir. satta dışa vurmak zorunluluğunu hissetti­
ECelâlettin, Nahit Sırrı Örik, Mahmut ği “inkılâpçılığında" hemen fark edilir.
Yesari ve Osman Cemal Kaygılı’mn da Muhü nün “Yetimler Yurdu”nda düzenle-
onların ardından giderek siyasî meselele­ ligi toplantıları anlatırken kullandığı iro-
rin dışında kaldıklarını görüyoruz. Bu nik üslupla, kasaba çocuklarına verilen
yıllarda geleneksel Dogu-Batı tartışması­ laik eğitimin mizahi yönünü açığa çıkarı-
nı Peyami Safa sürdürürken Refik Halit verir Güııtekin...
Karay ve Halikarnas Balıkçısı gibi edebi­ Bu bölümde sözünü ettiğim yazarların
yatın önemli simaları ise Millî Mücade- C um huriyet dönemi rom anlarındaki
le’ye muhalifliklerinden sürgünlük ceza­ gündelik hayat anlatılarına baktığımızda,
sına çarptırılmışlardır. uzun yıllar boyunca geleneksel ilişkile­
Her iki dönemi de yaşayanlar arasında rin, yaşam tarzı ve alışkanlıklarının, töre
Reşat Nuri Güntekin’in “yeni”ye sessiz ve adetlerin aynı kaldığı, halkın inkılâp­
muhalefeti üzerinde durmaya değer. Me­ lara ilgisiz durduğu, inkılaplardan anlaşı­
sela, 1922’de yayımlanmasına rağmen lanın da devletin birtakım buyruklarını
onun Çah ktıştı’sunda Millî Mücadele ile yerine getirmekten öteye gitmediği he­
doğrudan bağlantılı bir anlatı yoktur. Yap­ men görülmektedir. Buradan hareketle,
K E M A L İ Z M

Cumhuriyet’in ilanının, Cumhuriyet ide­ kin resmî tarihe denk düşen bir anlatıyı
olojisinin m erkezine oturan “Osman­ barındır masalar, hatta söz konusu tarihî
lI’dan kopuş" iddiasına denk düşmediği bilgilerle çelişik olsalar bile. Cumhuri­
ve resmi tarihte sözü edilen “büyük inkı­ yetin ilk yıllarında yazılan romanlar da
lapların", o inkılâpları yaşayanların haya­ ihmal edilmemesi gereken tarihsel belge­
tında hiç de büyük değişikliklere neden lerdir. Elbette belgeler kendi kendilerine
olmadığı iddia edilebilir, İstanbul aydım konuşmazlar. Yazarların, bu romanlarda
ise Cumhurıyec’in “Batılılaşm a”, “mo­ anlattıkları, eleştirdikleri ve sustukları
dernleşme” ya da “çağdaş uygarlık" söz­ yerler, her incelemeci tarafından farklı
leriyle kutsadığı hayatın 11. M eşruti­ farklı konuşturulacaktır. Eğer bir yazar,
yetten bu yana içindedir zaten. bütün entelektüel birikimine rağmen, o
Romanlar ve hikâyeler -konu edindik­ dönemi görmemiş gibi yapıyor, yaşanan
leri tarihin değil- yazıldıkları dönemin savaştan söz etmeyip Anadolu’ya giden
bireysel, toplumsal, hukuksal, siyasal bir öğretmenin hayatını ya da toplumda­
448 ilişkilerinin kokusunu, rengini, seslerini ki ahlakî erozyonu işliyorsa, eğer seçimi­
taşırlar, ister tarihî bir olayı konu alsın ni bu yönde kullanan yazarlar azımsan­
ister günceli, sonuçta her roman ortaya mayacak bir çokluktaysa ve eğer bütün
çıktığt andan başlayarak tarihi bir belge­ teşviklere rağmen Kemalist ideolojiyi ta­
ye dönüşür; birincisi, belli bir dönemde şıyan edebiyat kanonu güdükleşmekten
belli bir ülke yazarının eğilimlerini ifşa kurtulamamışsa, kendimizi resmî tarihin
etmek anlamında, İkincisi, kendisi de etkisinden biraz sıyırmak ve o yılların si­
bizzat edebiyat tarihinin bir parçası ola­ yasî, toplumsal ve ekonomik atmosferine
rak; özetle, her roman tarihi bir tanıklık­ -bir başka gözle- yeniden bakmak zorun­
tır. Bu nedenle, kendi dönemlerine iliş­ dayız demektir. □
CHP’de Parti İçi Mücadelede
“Kemalizm” ve “Devrimler”
Tartışmaları Üzerine
TARH A N ERDEM

ok partili siyasal hayata geçtikten önemli bir kesimi ilk seçimde CHP’nin

Ç sonra, Atatürk Devrimleri CHP


içinde başlıca tartışma konuların­
dan biri olmuştur. Bu yanda, 1961 son­
birinci parti olacağına inanmışlardı,
O dönemin etkili aydınlarının çoğu.
Demokrat Parti’nin Atatürk devrîmlerine
rasında tarihsel önemde bir parti içi ikti­ karşı tutumu nedeniyle yıkıldığı düşün-
dar değişimiyle sonuçlanan bu tartışma­ cesindeydi.2 27 Mayıs hareketinin h e­
lardan bazı örnekler verilecektir. men ertesindeki bu görüşler, 12 Mart
14 Mayıs 1950 seçimlerinden hemen 1971 olaylarına kadar etkinliğini koru­
sonra, 28 Haziran 1950’de toplanan VIII. muştur. Devrim karşıtlarını irdeleyenler,
Kurultay’da, genel sekreter gibi, 10 kişi­ kendilerinin telaşlı desteğinde çıkmış ye­
lik yönetim kurulunun 7 üyesi de değiş­ ni anayasanın liberal hükümlerini çok
miştir.1 defa unutuyorlardı.
Bu kurultayı izleyen aylarda, özellikle 1961 sonrası dönemi, 34 üyeli Millî
“Laiklik" ve “Devletçilik” ilkeleri, iç çe­ Birlik Komitesinin 14 üyesinin yurtdışı-
kişme aktörlerinin ele aldıkları başlıca na çıkarılması, 15 Ekim 1961 seçimleri,
konular olmuştur. Kongrelerde, “Biz ne 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 olayla­
kadar devletçiyiz, her şeyi devlet mi ya­ rı, karma hükümet, yeni Anayasaya uy­
pacak?”, “Ezanın Arapça okunmasının gun yasaların çıkarılması,,, olaylarıyla ta­
karşısına çıkılması yanlıştır!" gibi sözler, nımlanır,
yaygın ve sıkça duyulan cümlelerdi. Bu Toplumlarda büyük dönemeçlerden
görüşlerin tam karşısında “Devrimlerden sonra, siyasal kadroların ve kurumların
taviz veriliyor” iddiaları da eksik değil­ bütünüyle olmasa da, kısmen değişmesi
dir. 1957 yılından sonra, DP’nin demok­ doğaldır. Dönüşüm hareketini yöneten­
rasi dışı girişimleri arttıkça, CHP’de çe­ lerin, yardım edenlerin ve destekleyenle­
kişmeler ve “Devrim” savunuculuğu söy­ rin bir kısmı yeni dönemde siyaset haya­
lemi de gerilemiştir. tına katılmak isterler. Bunlar, yeni döne­
27 Mayıs hareketinden sonra Ekim mi bir anlamda kendilerinin eseri olarak
1961’de yapılan ilk seçimden CHP, ço­ görürler. Bu görüş haksız da sayılamaz;
ğunluk partisi olmasa da en çok oy alan çünkü onlann hareketi gerçekleşmeseydi
(%37) parti olarak çıktı. “Birinci parti ol­ yeni dönem açılmayacaktı ve yeni döne­
ma" özelliği, 1965 yılına kadar CHP ka­ mi en iyi anlayan kendileridir... Eski dö­
rar organlarını etkilemiş, yöneticilerin nemde siyaset dışında olanlardan bir kıs-
K E M A L İ Z M

mı da, değişik nedenlerle başlamak üzere CHP’nin Atatürk devrimlerine sırt çe­
olan dönemin siyasal hayatında kendile­ virdiği iddiası, parti içi mücadelede kul­
rine yer ararlar. Diğer taraftan eski döne* lanıldığı gibi, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs
min delikanlıları/genç kızları da, yeni 1963 darbe teşebbüslerinin ideolojik da­
dönemin genç politikacıları olmaya ha­ yanağını oluşturmuştur.
zırdırlar. 22 Şubat 1962 darbe girişiminden son­
27 Mayıs’ı izleyen aylarda hareketin ra İsmet İnönü, CHP Meclis Grubunda
içinde bulunanlar, bunların yandaşları, si­ mealen, “Bu tarih bir çizgidir, bu tarih­
yasete yeni heveslenenler, gençler arasın­ ten öncekileri affedeceğiz, bu çizgiyi ge­
dan birçok kişi, CHP ve İnönü olmasa, si­ çenleri cezalandıracağız" demiş ve 22
yaset havuzunun ılık sularına rahatlıkla Şubatçılar için Af Kanunu’nu, askerin
gireceğini, askerî yönetim sonrası ülkeyi desteğini de alarak, Meclis’te kabul ettir­
yönetebileceğini düşünüyordu! Ne var ki miştir (19 Mart 1962).
İnönü demokrasi dışı, halka dayanmayan Affedilenler, İnönü'nün çizgisini gör­
450 olup bittilere karşıdır. Kısa yolu tercih mezden geldiler, parti içinden yandaşla­
edenler İnönü’yü bertaraf edemediklerine rıyla birlikte çalışmalarına daha düzenli
göre, etrafından dolanarak amaca gitme­ biçimde devam ettiler. CHP’nin Parti
ye, her fırsattan yararlanarak İnönü’yü Meclisi toplantıları, parti dışı hareketle
zayıflatmaya yönelmişlerdir. bağıntılı olanların, partiyi "daha Ata­
Önemli bir husus da, "Devrimeiler”in türkçü" yapmaya dönük çıkışlara sahne
CHP’nin karşısına geçmesinin zorluğu, oluyordu, 1962 yılı sonbaharında CHP il
hatta imkânsızlığıdır. CHP içinde siyaset kongrelerinde “devrim [erden taviz” söz­
yapacaktırlar. Ancak bu, kendilerini dış­ leri sıkça duyuldu. Ulus gazetesi başya­
lamayacak, kendilerini kabule, hatta baş zarı ve milletvekili Yakup Kadri Karaos-
tacı etmeye mecbur bir CHP olmalıdır. manoğlu “CHP’nin Atatürk ilkelerinden
Bu durumda parti içinde, partinin karşı taviz verdiği” iddiasıyla 14 Ekim’de üye­
olamayacağı yeni bir söylem geliştirmek likten istifa etti.3
uygun olacaktır: “Atatürkçülük", Hem İnönü, iddialara karşı görüşünü açıkça
CHP içinde, en azından yanında görü­ CHP’nin İstanbul il kongresi’nde söyle­
nüp, CHP politikalarının geçersizliğini miştir. 1962 yılı Ekimi’nin 20’sinde top­
ilan ederken, CHP’lilerin desteğini almak lanan İstanbul il kongresinin ikinci gü­
için demokrasi dışı siyaset anlayışlarım nünde yaptığı konuşmada İnönü, parti
"A tatü rkçülük" olarak sunm uşlardır. içi tartışmaları özetlemiş ve muhaliflerini
1972’lere kadar bu toz duman, demagoji cevaplamıştır. “Araştırma ve Yayın Büro-
sürmüştür. su’’nca hemen bastırılarak örgüte dağıtı­
Bu dönemde yeni bir askerî girişimden lan,'1 geniş bir özeti ertesi günkü gazete­
kişisel yarar bekleyenlerin de, etkilemek lerde yayımlanan bu konuşma, CHP’deki
veya alt etmek zorunda oldukları engel Atatürkçülük tartışmaları ve Atatürkçü­
İnönü’dür, Bunların da en yakın ve güçlü lüğün çok partili demokratik düzen ko­
müttefikleri CHP içindeki İnönü muha­ şullarında İnönü gibi temsili bir kişilik
lifleridir. Yollardan biri, CHP’nin içinden tarafından yorumu açısından, bütünlük­
bir hareket geliştirmektir. Askerlerin ve lü ve programatik bir özet niteliğindedir.
bazı aydınların kurduğu adı konulmamış İnönü konuşmasında şu görüşü ilen
koalisyon, CHP içinde hükümete gire­ sürmüştür:
meyenlerle ve çeşitli nedenlerle İnönü’ye
“CHP geleneği itibariyle tffe önce, bir va­
muhalif olanlarla işbirliği yapmakta ge­
tan savurtması partisi olarak belirm iş
cikmemiştir.
C H P ’ DE P ART İ İÇİ M Ü C A D E L E D E " K E M A L İ Z M ' VE " D E V R I M LE R :l T A R T I Ş M A L A R I Ü Z E R İ N E

451

Tek Parti olmaktan çıkıp muhalefet konumum düştüğü ve DP iktidarının baskdartm


maruz kaldığı 19501er döneminde, metruk bir CHP Örgütmekânî. CHP bu dönemde
politik misyonunu “Atatürk inktiâplannm savunulması” ve demokratik katılım haklan
temelinde tanımlamaya yönelecek; 1960'lann merkez-sol çizgisi de bu yönelim üzerine
bina edilecektir.

bu ödevinin hemen akabinde devrim par­ m eselelerinde ciddi teşebbüslere girişil­


tisi olarak toplum hayatında y er almış­ miş, nihayet demokratik rejime geniş öl­
tır Devrim görevleri, tıpkı vatanın savu­ çüde ve bütün icaplarıyla geçilmiştir,”
nulması görevi gibi, Atatürk’ün önderli­ Demokratik rejimi devrimlere karşı bir
ğinde ve devrinde başarımla ifa edilmiş­ sistem sayanlar fen a halde yanılm akta­
tir Bu devrimlerle toplumumuz en yeni, dırlar. Devrimler yapılırken demokratik
en son hukuk prensiplerine bağlanmış, rejim hep bu ^incirin son halhast olarak
en İleri kültür istikametlerini benimsen­ düşünülmüştür Kemalizmin aşağı yuka­
miştir 'Top!umumumun yaşayışında vu­ rı çağdaşları olan faşizm e nazaran f a r ­
kua gelen değişiklikler derindir. Devrim- kının bu noktada olduğu Batılı inceleme­
lerin tatbikinde dikkati çekmesi gereken ciler tarafından daki kabul edilmiştir
bir usul vardır." (...) “ 'Harf devrimi ve şapka giyilmesi
“Atatürk devrimlerinin tatbikinde, he­ gibi, bir günde tatbik olunan ilerici hare­
men icraya konması gerekenlerle, ta­ ketlerin d em okratik rejim lerde tatbik
mamlanması zam ana bırakılm ak lazım edilmesi mümkün olur muydu?’ suali
gelenleri ayırmaya çalışmıştır,.’’ moda bir sualdir B öy lelikle zihinlerde
"Atatürk’ten sonraki devirde devrimi ;r belirtilmek istenilen tereddütle birçok
devam etmiştir Atatürk’ün bıraktığı dil maksatlara vasıta olarak kullanılmakta­
ıslahatı Anayasa metnine kadar ilerletil­ dır Bir defa bu devrimler Büyük Millet
miş, ilk öğretim için radikal tedbirlere Meclisinin bulunduğu zam an lard a ve
başvurulmuş, orman ve toprak reformu hatta orada fa a l bir muhalefetin kendini
K E M A L İ Z M

Turan Güneş ve 1954'de bu partiden milletvekili


seçilir.1Güneş, arkadaşı Feyzİoğlu'yla
Y Ü K S E L TAŞ KI N beraber CHP'ye rakip bir partiye sı­
cak bakmalarını "Bugün nasıl koda­
man APTilerin çocukları hep Ecevİtçİ
ise, o zamanlar da bütün kodaman
C H P T ile rİn çocukları yavaş yavaş
D P'li olmuştu,..Bu, bir devrin, öteki
devre tepkimesi idi" (Simav, 1975:
12) şeklinde yorumluyordu. 'Terzile­
Turan Güneş, temel referansını Kema- rin, Kunduracıların Partisi' olarak gör­
lizmin oluşturduğu demokratik sol / düğü DP'de ilk demokratik sol çekir­
452 sosyal demokrat ideolojinin erken ve değin üyelerinden biri olarak tanımlar
tutarlı bir temsilcisidir. Yakın arkadaşı kendisini. Güneş, ısrarla D P tabanını
Feyzi oğlu'nur» sağ Kemalizmİn Soğuk gerçekte CHP'nin sahiplenmesi gere­
Savaş versiyonu c u m h u riy e tçi m u h a ­ ken taban olarak tanımlar ve D P ön­
fa za k â rlığ ın bilinçli sözcüsü olması­ derliğinin demokrasiyle çelişen tu­
nın aksine Güneş, Kemalist moder- tumlarına karşın, CHP'nin 'esasında'
nizmin demokratik sol doğrultuda ge­ bu kitleyi temsil hakkına daha fazla
liştirilmesinin sözcülüğünü üstlenmiş­ sahip olduğuna inanır. Çünkü, Ata­
tir. F o ru m dergisi çevresinde ortaya türk'ün gösterdiği, fakat tutucu
çıkan 'hür demokratik rejim' arayışı­ CHPTilerİn uzaklaştığı doğrultu, an­
nın başındaki görüşleri, 1970Ter bo­ cak bu tabanla mümkündür. DP lider­
yunca da çok fazla değişmemiştir. liğine olan mesafesi sonucunda,
Kendi kuşağı İçersinde tutarlılığıyla 1955'de Hürriyet Partİsi'nin kurulma­
dikkat çekmektedir. sına yol açan parti içi muhalefet süre­
Tıpkı Feyzio ğ lu gibi köklü bir cine aktif biçimde destek verir; bir
CHP'li aileden gelen Turan Güneş, İs­ dönem parti genel sekreterliğini de
tanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten üstlenir. Hürriyet Partisi, 1959'da
sonra 1947'de Kandıra'da rakip parti C H P'yie bîrleşince siyasî yaşamına
DP'nin örgütlenmesine destek verir burada devam eder.

ftissettirdiği devrede yapılmıştır. Bunlara min ölçüsünde ne kadar isabet edildiği­


seçmen oyu önünde i mi ilıan geçirmeden nin delilidir Zira on yedi yıl devam eden
kabul edildiği doğrudur. Ama bir mille­ fütursuz propagandalara karşı toplum,
tin hayatında bu çeşit devrimler her gün devrimlere sahip çıkmış ve devrimler de­
yapılacak kadar çok değildir. Nitekim bu ğil, onların kötüleyicileri hezimete, p eri­
ayarda olmayan devrimler, 1950 senesi­ şanlığa uğramışlardır..."
ne ka d a r m ütem adiyen tekrarlan m ış- “CHP ik tid a rı ka y b ettik ten son ra
tırBunların hepsinin milletçe hangi ölçü­ devrimler, esasta, tatbikatta ve usulde
de kabul edilecek mahiyette olduğu an­ çeşitli ölçülerde tenkide uğramış ve za­
ca k d em okratik rejim geldikten sonra manın iktidarı tarafından o açılar içinde
anlaşılmıştır: Netice, bu iki tarz devri­ muam ele görmüştür Atatürk'ten kalan
C H P ' D E P A R T İ İÇİ M Ü C A D E L E D E " K E M A L İ Z M " VE " D E V R İ M L E R " T A R T I Ş M A L A R I Ü Z E R İ N E

Güneş'in ideolojik tutarlılığının te­


melinde, DP ve CHP çatışmasını ana­
liz ederken, 'Cumhuriyet" seçkinlerinin
ön yargılarından bağımsız kalabilmesi;
her durum ve koşulda sandıktan yansı­
yan iradenin kabul edilmesine -çoğun­
luğun zulmünü engelleyici bazı fren
ve dengeler eşliğinde- inanç gösterme­
si yatmaktadır. Güneş'e göre, DP'ye
karşı verilen "kavganın soyut demok­
ratik düzen kavgasından ve DP'nîn
keyfiliğine karşı olmaktan çok, yine
demokrasinin besmelesi sayılan genel 453
oyun getirdiği 'sakıncalara' karşı yürü­
tüldüğünün en büyük kanıtı, 27 Ma-
yıs'tan sonra İstanbul Üniversitesinde
hazırlanan anayasa taslağıdır."2 ~Üslûptu" bir politikacı olan Turan
1962'de Yön bildirisine imza atmak­ Güneş, CHP’de, Kemalizmin yerli bir
la beraber, bu çevrenin 'sandık irade­ sosyaldemokrasi çizgisiyle
hağdaştınhm sm a donuk Ortanın Solu
sinden' gayrı çözüm yollarına sapması hareketinin başım çekenlerdendi
sonucunda, bu 'yön'den uzaklaşır.3
Güneş, daha 1962 yılında C HP'nİn Barış Harekâtı sırasında dışişleri baka­
demokratik sol bir doğrultu tutturması nı olan Güneş, hem bu görevi nede­
için İbrahim Öktem'İn PM'ye sunduğu niyle hem de 'devlet ciddiyeti' kavra­
önergeyi, Bülent Ecevit'le beraber des­ mını önemsemeyen 'halk adamı' tavır­
tekleyen üçüncü kişidir. Partinin tutu­ larıyla dikkati çekmiştir.
cu kanadının ciddi tepkileri sonucun­ Türkiye'de aydınların İlerici değil,
da bu girişim sonuçsuz kalır. 60'ların gerici bir kategori olduğunu, çünkü
ikinci yarısından itibaren, Ecevit'in ilericiliklerinin "Atatürk devrimlerine
'Ortanın Solu' hareketinin önemli Ön­ bağlılıktan Öteye geçemediğini" savu-
derlerinden olacaktır. 1974'te Kıbrıs nabilen Güneş, "gerçekte her biri bü-

ve A tatü rk’ten sonra takip edilen dev­ rülmüş, harf inkılâbı, medeni kanun g i­
rimler konulan ithamlara maruz bırakı­ b ileri prensip ola ra k m u hafaza edilip
larak b ir kısmı büsbütün kaldırılmış, yerlerinde saydırılmış, orman ve toprak
başkaları tesirsiz bırakılmış, diğerleri reformu tatbikatta tanınmayacak hale
prensipleri muhafaza edilerek yerlerinde getirilmiş ve nihayet zincirin son halkası
saydırılm ıştır. Bunları b ir b ir saymak dem okratik rejim, hep bildiğimiz şekle
kabildir. Türkçe ezan, Halkevleri, ilk öğ­ sokularak 27 Mayıs’t zaruri kılmıştır ...
retimin başlıca dayanağı olarak kurulan Bütün partili arkadaşlarımı, genç ve ay ­
Köy Enstitüleri kaldırılmış, kadın hürri­ dın vatandaşlarımı bir noktada uyarmak
yeti, tedrisin birliği, Türk dili hareketle­ İsterim. Devrimlerİn başına gelenler de­
ri ve buna benzer bazıları geriye götü­ m okratik sistemin bir tabii neticesi ola-
K E M A L İ Z M

yük kitleleri peşinden sürüklemeye mücadelenin yoğunlaştığı bu dönem­


yeter sayılması gereken Altı Ok" der­ de, Güneş gençliğin arayışlarına yete­
ken demokratik sol anlayışının sınırla­ rince 'heyecan' vaat etmese de, süre-
rını da çizmiştir. 27 Mayıs Anayasa­ giden zaman, kuşağının pek çok şöh­
sında da yansımasını bulan, Kemalist retinden daha tutarlı olduğunu gös­
medeniyet projesinin demokratik ha­ terdi.5
yatın ihtiyaçlarına yanıt vereceğine Ne var ki, Kemalizmin gölgesinde
dair ciddi bir iyimserlik vardır. Hatta, şekillenen demokratik sol anlayışın,
'çıkarları çatışan sınıflar' olabileceği, zamanla daha netleşen İdeolojik sınır­
sosyalist anlayışta partiler -her ne ka­ larından da kopamadı. 27 Mayıs'ı ya­
dar makul bulunan halkçılıktan sapma panların ve içlerinde Güneş'in de bu­
olarak görülse de- kurulabileceği hep lunduğu Anayasayı şekillendirenlerin,

454 bu inancın, iyimserliğin uzantılarıdır. 'çok partili rejim, Kemalist medeniyet


Güneş, sadece işçi sınıfının çıkarlarını projesiyle çelişm ez' iyimserliğinin
savunan sınıf partisi formülüne soğuk baltalanm ası G ü n e ş'in kuşağının
bakar, çünkü bize özgü tarihse) koşul­ önemli isimlerini giderek cu m h u riye t­
ları sonucunda tek çelişki değil ama ç i m u ha faza kâr 'geri çekilişe' itmişti.
başta gelen çelişki 'halk-yönetici sınıf Demokratik sol açılım başlangıçta
ya da zümre' çelişkisidir. halkçılığı daha 'reel' ve 'çoğul' tanım­
Güneş, 27 Mayıs Anayasası'na sa­ layabilmesine rağmen, 1960'ların so­
hip çıkmakla beraber, buradan yapı­ nunda halkın içinden beklenmeyen si­
lacak reformların niteliğine dair bir yasal öznelerin dillendirdikleri çatış­
doğrultu çıkarılamayacağına, anaya­ macı siyaset anlayışlarına tepkisel
saların ideolojisîz olması gerektiğine yaklaştı. Kısaca, demokratik solun
ve ancak halkın iradesiyle İzlenecek temsil İddiasına direnen sol unsurların
yolun ideolojisinin belirlenebileceğı- meşruluğu kabul görmedi. Fakat, bu
ne yaptığı vurgularla siyasal liberaliz­ tek taraflı bir tahammülsüzlük değildi.
me yaklaşır.4 Bu açıdan, 'sandıksa! Sol gruplar da, demokratik sol hareke­
demokrasi'yi küçümseyen arkadaşla­ te fazlasıyla araçsal, ortaklaşmayı ide­
rının yakalandıkları 'iktidar sıtmasın­ olojik tavizkârlıkla özdeşleştiren bir
dan' uzak durabilmiştir. Toplumsal mesafeyle yaklaşıyorlardı. Süreç için-

rok gösterilmeye çalışılmıştır Hatta, de­ leri, gelişmesi zamana bağlı devrimler i,
m okratik rejime geçm emizle birlikte ilk toplum içinde en rahat yürüyecek şekle
tavizlerin, oy kaygısı dolayısıyla CHP getirmek başka şeydit; onları toplumun
tarafından verildiği daha irısa/sız diller- hayatından silkip atmak başka şey."
ce iddia olttnmıtş, bizim Köy Enstitüleri “Sevgili arkadaşlar.; CHP işte bu par­
veya toprak reformu m eselelerinde çe­ tidir. Size ve memlekete buradan açıkça
kingen davrandığımız ileri sürülmüştür ilan ederim, ki, CHP mazide inandığı ve
“Bir devrim üzerinde, rötuş yapmakla, tatbike koyduğu devrim hareketlerinin,
onu inkar etmek arasındaki fa r k a dikka­ memleket için fay d alı ve lüzumlu oldu­
tinizi çekerim. Biri hayatiyetin, öteki ge­ ğu inananda sabittir CHP geçmiş devir­
riye dönüş arzusunun ifadesidir. Devri in­ de kaldırılan veya zayıflatılan devrim
C H P ' D E P A R T İ İÇİ M Ü C A D E L E D E " K E M A L İ Z M " V E " D E V R İ M L E R " T A R T I Ş M A L A R I Ü Z E R İ N E

de, 'aşırı sağ' ve 'aşın sol' ifadeleriyle da kutsal olan bazı terim ve kavramla­
daraltılan siyaset alanının bu lügatçe- rın arkasına saklanmaması gerekir."7
sine demokratik sol hareket de teslim
oldu. Güneş, 1970'lerin sonunda sol DİPNOTLAR
harekete karşı, 27 Mayıs ve 12 Mart'ı
1 Güneş, 1928'de Kandıra'nın saygın bir ai­
yorumlarken takındığı sosyolojik ba­ lesinin mensubu olarak dünyaya geldi.
kıştan uzaklaştı. 'Moskova güdümlü Abisi, CHP'den belediye başkanlığı yap­
mıştı ve yine CH P 'n in ağır toplarından
aşırı sol' söylemi sahiplenerek, siyaset
Prof, Nihat Erim de yakın akrabasıydı,
alanını istenmeyen aktörlere kapatma
2 Turan Güneş Türk D e m o k ra s isin in A n a liz i.
ya kararlı cu m h u riye tçi m uhafazakâr­ Ankara: Ümit Yayıncılık, 1996. s.54. Bu
lığa bu noktada yakınlaştı. 12 Eylül taslak, genel oyun sınırlandırılması açısın­
darbesini ülke gerçeği olarak, kendi dan ciddi tahditler içermekte, aydınlara ol­
dukça güçlü işlevler yüklemekteydi.
ifadesiyle, "Türk kamuoyu, askerî bir 455
3 Güneş, "..YÖN'ün genel oya dayalı parla­
rejimi desteklemekle güvenliği özgür­
menter düzene ters bakmaya başlamasının
lüğe yeğlemektedir"6 diyerek bekle­ doğurduğu soğukluk".,.gerekçesiyle bu
nen bir hadise olarak karşılamıştır. çevreden uzaklaşmıştı. Turan Güneş T ü rk
D e m o k ra sisin in A n a liz i. Ankara: Ümit Ya­
Ecevit'in darbeye kararlı karşı duruşu,
yıncılık, 1996. s. 39.
Güneş'te "kendi partisini değil, Türki­
4 "Anayasanın içeriğini saptayarak öngördüğü
ye'yi Avrupa Konseyi'nde temsil eden bir reform yoktur. Anayasa tarafsızdır. Sağ ya
devlet adamı" tavrı nedeniyle belirgin da sol m odelleri yasaklam ış değildir,
değildir. Yine de, Güneş'in bu dönem­ (228)...Hangi reformun hangi içerikle yapı­
lacağını saptayacak olan seçimdir" (22B)
de darbecilere vermeye çalıştığı aşağı­
5 Doğan Avcıoğlu, sıklıkla kullandığı "seç­
daki mesaj, restorasyoncu zihniyete
menin temel özlemleri", "uzun vadeli çı­
karşı asıl tutumunu belgeler: "Her top­ karları" türü ifadelerle, ancak aydınların
lumda olduğu gibi Türkiye'de de sos­ objektif bilgisine vakıf olabildikleri bir si­
yal sınıf farklılıklarından doğan çıkar yaset tekniği özlemiyle bu 'iktidar sıtması­
nı' çarpıcı biçimde yansıtır.
çatışmalarının, Atatürkçülüktü, milli­
6 Güneş...s. 274.
yetçilikti gibi bahanelerle üstünün ör­
tülmesine imkân yoktur. Herkes, 'ha­ 7 Doğan Yurdakul'la söyleşi, D ü n y a , T ü rk i­
ye, D e m o kra si, 12 Ocak 1981, Yeni Ufuk­
yır arkadaş, bu benim yaranma değil' lar Dergisi", ss.284-303;302. İçinde, Türk
diyebilmelidir. Bunun Türk topiumun- D e m o kra sisin in A n a liz i.

hareketlerinin, kanun yoluyla düzeltil­ bul il kongresi, bu en eski partimizin so­


mesi gerektiğine samimiyetle inanmak­ yul fikirler ortamında nasıl yalpaladığım
tadır: ...” bir daha ortaya koydu. Açıkça söylemeli­
yiz ki, Halk Partisi’nin bu şaşkınlığı yeni
Kongreyi izleyen günlerde İnönü, Ata­
türk’ün ölüm günü yıl dönümünde ki rad­ değildir. Halk Partisi çeyrek yüzyıla ya­
yo konuşmasında benzer görüşlerini dile kın bir zamandan beri hem omuzlarına
getirmiştir,5 Atatürk ihtilalinin yüklediği tarihî mis­
Yayımlandığı günden itibaren bu ko­ yondan, hem de halktan gittikçe uzakla­
nuşmaların bütünü ve özellikle “devrim şan bir siyasî teşekkül halinde gelişmek­
üzerinde rötuş yapmak" deyimi eleştiril­ tedir... Halk Partisi asıl kudretini seçim
miştir. Bunlara göre, “Halk Partisi İstan­ sandıklarında toplanan oy sayısında de-
K E M A l i 2 M

başkan değişimiyle sonuçlanan bir hare­


ketin sloganına dönüşmüştür, 1965 se­
çim leri sonrasında başlayıp 14 Mayıs
1972’deki Olağanüstü Kurultaya kadar
devam eden parti içi iktidar çekişmesi
içinde de yine “Atatürk Devrimleri" baş­
lıca unsur olarak ortaya çıkmıştır.
1965 seçiminden sonra çıkan tartışma­
larda, “Sekizler” kendilerini şu cümleyle
tanımlamışlardır: “Bu ithamlara maruz
kalan CHP’lilerin tek günahı, CHP’yi Ke-
malizmden uzaklaştırmamak ve sosyalist
yapmamak uğrundaki direnişleridir."7
Tartışmanın karşı tarafındaki Bülent
Ecevit de, m uhaliflerini yine Atatürk
devrimlerinden bahsederek eleştirmekte­
dir: “Gerçek Atatürkçülerin, gerçek Ata­
türk devrimcilerinin yenmeleri gereken
DP iktidarının itk dönem inde CHP G enel direniş, yalnız Atatürk yaşarken yapılmış
S ekreteri otan Kasım Gûlek, CHP’nin devrimleri reddeden gericilerin direnişi
Tek-Parti karakterinden ‘halk p artisi” değildir. ... Asıl direniş, asıl engelleme ve
sıfatın a uygun bir p artiy e dönüşm e
çabalarının başlattaian ndandır baskı, Atatürk’ün somut devrimleriyle
vardığı noktadan bir adım ötesine geçil­
mesini istemeyenlerden gelmektedir”3
ğil, kendi tarihî köklerinde, Atatürk ihti­ Bazılarına göre “Bugün Kemalizm, sos­
lalinde, Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilkele­ yal demokrat alt yapı devrimleriyle bir
rinde arayabilirdi, ... Daha az oy, daha az toplumu sarıp, yükseltecek aşamadadır”9
milletvekili... Ama daha taze, daha ileri, 21 Mayıs 1963 macerasıyla, 1972 Ku­
daha Atatürkçü, daha atılgan muhalefet rultayına kadar süren Ortanın Solu mü­
kuvveti.....’’6 İnönü’nün devrimlerden ta­ cadelesinin ortak yanı, her türlü araç
viz verdiği iddiaları parti içinde ve dışın­ kullanılarak İnönü’den kurtulmak hede­
da devam etmiş, ilk büyük mücadele 14 fidir, Bu iki mücadelenin ikisinde de,
Aralık’ta toplanan CHP Kurultayı’nda ve­ grupların gizli toplantılarında “Atatürk
rilmiştir. İnönü Kurulcay’dan başarıyla Devrimleri” ve “Kemalizm" yerine, İnö­
çıkmıştır. Bu başarı da, yola çıkmış bulu­ nü’nün ve taraftarlarının etkisinin nasıl
nan demokrasi karşıtı hareketi durdura- zayıfiatılacağı konuşulmuştur.
mamış, 21 Mayıs 1963 gecesi yine askerî CHP’deki 1961 sonrası parti içi geliş­
bir kalkışma yaşanmıştır. İnönü başba­ melerde Kemalizmin farklı anlayışı ne
kan olarak Talat Aydemir ve arkadaşları­ kadar etkendir? Başka deyişle, CHP’deki
nın bu darbe girişimini etkisiz kılmıştır. iç iktidar mücadelesinin taraflarını, Ke­
İnönü ve devrimler taruşması bu hare­ malizmin farklı yorumlanması mı belir­
ketten sonra da bitmeyecek, zaman za­ lemiştir? Bu soruyu ben, “Hayır” diyerek
m an g ü ç le n ip , bazen h a fifle y e rek cevaplama egilimindeyim. Mamafih, so­
I972'ye kadar devam edecektir, ruyu doğru sormak ve cevabı doğru ve­
İnönü’nün 1965 seçimlerinden dört ay rebilmek için, kapsamlı bir incelemeye
önce söylediği “CHP ortanın sofunda bir ihtiyaç vardır.
partidir” sözü seçim sonrasında genel Geçen asrın başlarındaki gelişmeler.
C H P ' D E P A K T I İ Çİ M Ü C A D E L E D E " K E M A L İ Z M " V E " D E V R İ M L E R " T A R T I Ş M A L A R I Ü Z E R İ N E

1938lere kadar varan siyasal hayatımızı yasal hayatının, belki de CHP içindeki
şekillendirip belirlediği gibi, 1960-1972 gelişmelerin araştırılmasından sonra, 12
CHP parti içi mücadelelerin de, 21. yüz­ Mart 1971 ve 1980 olaylarıyla birlikte,
yılın başına kadarki siyasal hayatımızı 1960 - 20 0 0 arasındaki gelişm elerin
belirlediğini sanıyorum. Bu dönemin si­ açıklanması daha kolaylaşacaktır. □

DİPNOTLAR

1 M illet H iz m e tin d e K ırk Y ıl CHP, Ankara Basım -E. Paksüt, T. Şahin, "parti içi tartışmalarla ilgili
ve Ciltevi, 1963, Ankara, s.69 konularda daha önce çeşitli kurullar önünde
2 Bu görüşlere örnekler A k D evrim (Başbakanlık ortaya atılmış" görüşlerini ve belgeleri "toplu­
Devlet Basımevi, 1960, Ankara) kitabında bulu­ ca sunmak amacıyla"; "Muhtıra" olarak nite­
nabilir. lendirerek bu kitapçığı yayımlamışlardır. Alıntı
yapılan cümle bu kitapçığın 30’uncu sayfasın- 457
3 15 Ekim 1962 tarihli gazeteler. dadır.
4 C H P G e n e l Başkanı İn ö n ü 'n ü n İsta n b u l (t Kong­ 8 Bülent Ecevit, A ta tü rk ve D evrim cilik, Tekin Ya­
resinde Y a p tığ ı K onuşm a, Ankara Basım ve Cil­ yınevi, Çınar Matbaası, 1970?, (Basım tarihi
tevi, 14x19 cm, 12 s. Ankara, 1962, CHP Araştır­ yok). Metne alınan cümleler, "geniş ölçüde 11
ma ve Yayın Bürosu, Yayın No: 28. Kasım 1969’da Ankara'da Sosyal Demokrasi
5 Tam metin için: 11 Kasım 1962, Wus, aynı ta­ Dernekleri Federasyon unca düzenlenen Ata­
rihli Cumhuriyette geniş bir özet vardır. türk'ü anma toplantısındaki konuşmaya da­
6 Ilhan Selçuk, Tampon Parti, 28 Ekim 1962, yanmaktadır. Ancak, Bülent Ecevit'in 1961-68
C u m h u riyet.
yıllan arasında., yaptığı bazı konuşmalarından
da bölümler eklenerek ..." hazırlandığı yazılan
7 "CHP’deki Tartışmaların İçyüzü - Belgeler; " 250 sahvfelik kitabın 20'inci sayf aşırıdadır.
Balkanoğlu Matbaacılık Ltd. Şti., Ankara, 1967,
s.50. h:30 "Sekizler" adı verilen T.Feyzioğlu, C. 9 K em a list Y e n i D ü zen , Sosyal Demokrat Yayın­
Kırca, F. Alpaslan, S. Koç, F. Melen, O. öztrak. ları, Ulusal Basımevi, 1969, s:7
Bülent Ecevit
HAMİT BOZARSLAN

Gazeteci, şair ve Türkiye'nin 1960 ve 1978-1979 döneminde ise şiddet ve İkti­


1970'li yıllarının renkli, 1980-2000'lt yıl­ sadî kriz ile ilgili sorunları çözmekte ba­
larının ise daha çok soluk görünümlü si­ şarısız kalan bir hükümet kurdu. Bu dö­
yaset adamı. Milletvekili Fahri Ecevit ve nemde sağ kesimin, özellikle de
ressam Nazlı Ecevit'in tek çocuğu olarak MHP'nin ana hedeflerinden biri haline
28 Mayıs 1925'te İstanbul'da dünyaya geldi. Kendisine karşı bir dizi saldırı ve
gelen Bülent Ecevit Türkiye'nin 1940'lı suikast girişimlerinde bulunuldu.
yıllardaki en kozmopolit müesseseler in­ Muhalefet dönemlerinde oldukça radi­
den biri olan Robert Kolej'de eğitim gör­ kal bir tutum takınan Ecevit, iktidarda ol­
dü. Diplomat ve gazeteci olarak Büyük duğu dönemlerde uzlaşmacı bir tavır
Britanya ve Amerika Birleşik Devletle­ gösterdi. Örneğin 1973 seçim bildirge­
rinde yaşadı. 1957'de CHP Ankara mil­ sinden itibaren "faaliyeti bütün dünyada
letvekili olarak Meclis'e, 1961'de de Ku­ duyulan" "Wontrgerilla"dan hesap sorul­
rucu Meclis'e girdi. 1961 'den 1965'e ka­ masını isterken, iktidardayken bu soru­
dar İnönü hükümetlerinde çalışma baka­ nun üstünün kapanması için çalıştı; ara­
nı olarak yer aldı ve İşçilere grev hakkı­ larında 12 Mart muhtırasını imzalayan
nın verilmesini sağladı. 1966'da CHP ge­ orgeneral Muhsin Batur ve Oramiral Ce­
nel sekreteri seçildi. Partisine "Ortanın lâl Eyicioğlu'nu da içeren 12 Martçıları
Solu" doktrinini benimsetti, 12 Mart "transfer" etmekle yetindi. 1980'de Sü­
1971 askerî müdahalesinden sonra İsmet leyman Demirel'in Adalet Partisi ile bir
İnönü İle anlaşmazlıkları sonucu genel uzlaşma zemini arayan ve "demokrasi­
sekreterlikten ayrıldı. Parti Meclisi'nin nin tehlikede" olduğu uyarısında bulu­
kendisini desteklemesi İnönü'nün genel nan Ecevit, 12 Eylül askerî rejimine ka­
başkanlıktan istifa etmesine yol açtı. 14 rarlı bir muhalefette bulundu. Millî Gü­
Mayıs 1972'de CHP genel başkanlığına venlik Konseyi tarafından gasp edilen
Seçildi. B, Ecevit'in 12 Mart rejimine mu­ söz hakkım yeniden kazanmak için 30
halefeti, daha sonra Sosyalist Enternasyo- Ekim 1980 günü CHP başkanlığından
nel'e üye olacak CHP'nin sol çevrelerde ayrıldı ve büyük bir okuyucu kitlesine hi­
büyük ilgi görmesini sağladı. "Ak Günle­ tap eden Arayış dergisini çıkardı. Rejime
re" sloganıyla yola çıkan CHP'nin Türki­ muhalefetten birkaç kez tutuklandı. Ge­
ye'nin birinci partisi haline geldiği 14 nerallerin "Orvvell anlamında bir 1984
Ekim 1973 seçimleri sonrasında, Ecevit demokrasisi" kurma projelerine karşı
N. ErbaKan'ın Millî Selamet Partisi İle kı­ uyanlarda bulundu ve Türkiye'nin Batılı
sa süreli bir koalisyon hükümeti kurdu. "dostlarım" "kendi ülkelerinde insan
Kuzey Kıbrıs'ın müdahalesinde belirleyi­ haklan ihlâl edilidiği vakit buna karşı na­
ci bir rol oynadı (20 Temmuz 1974), Hü­ sıl tavır (alıyorlarsa), Türkiye ile ilgili ola­
kümetinin 14 Eylül 1974'te istifasından rak da aynı tavrı almaya" davet etti.
sonra kurulan Milliyetçi Cephe iktidarla­ 1983 seçimlerinden önce eski CHP'Iiler­
rına karşı koyan Ecevit, önce 1977'de le yollan ayrıldı. Genel başkanlığım res­
güvenoyu alamayan bir hükümet ve men eşi Rahşan Ecevit'in ifa ettiği ve bir
CH P'D E PARTİ İ Çİ M Ü C A D E L E D E "KEMALİZM " VE " D E V R İM L E R " TARTIŞMALARI ÜZERİNE

aile partisi niteliğine sahip olan Demok­


ratik Sol Parti'yi kurdu (14 Kasım 1985).
Eski liderlerin siyasî haklarına yeniden
kavuşmalarını sağlayan 6 Eylül 1987 re­
ferandumundan sonra partisinin başına
geçti. 7 Mart 1988'te ayrıldığı parti baş­
kanlığına 5 Ocak 1989 yeniden döndü
(bu dönemde DSP'yı şeklen Necdet Ka-
rababa yönetti). Bu süre haricinde partiyi
tek elden, hiçbir muhalefete yer verme­
yecek bir şekilde idare etti.
1990 başlarında eski CHP'lilerle ilişki­
leri daha da gerginleşti. SHP - HEP seçim
ittifakına şiddetle karşı çıktı ve SHP'yi
(daha sonra yeniden CHP) "bölücülüğü 459
meclise sokmakla" suçladı. Bu yıllarda
gazetecilik mesleğini de devam ettiren
Ecevit, Körfez krizi ve savaşı döneminde “Yalnvz Atatürk dem etlerini
benimsemek, (...) Atatürk’ün
ve sonrasında Saddam Hüseyin yanlısı
devrimciliğinden ayrılmak olur. (...)
bir çizgi takip etti. Ecevit, uzun bir ara­ Ortanın Solu hareketi başarıya
dan sonra, partisinin %10.8 oy aldığı 20 ulaşmadıkça, büyük Türk Devrimi
Ekim 1991 seçimlerinde parlamentoya tamamlanmış olmayacaktır. (Ecevit, 66)
girdi. Dört yıl sonra, DSP, 24 Aralık 1995
seçimlerinde dördüncü parti olmayı be­ yen ama aralarında siyasî cinayetlerin de
cerdi. Siyasî sistemin derin bir fragman- bulunduğu bir dizi suçu affeden Af Ka-
tasyon sürecini yaşadığı 1995-1999 dö­
nunu'na imzasını attı. Ecevit'in yöneti­
neminde Ecevit yeniden önemli bir ko­
mindeki koalisyon Türkiye'nin Avrupa
num kazandı. Refahyol koalisyonunun
Birliği'ne aday adaylığı statüsünü kazan­
28 Şubat süreciyle sona ermesiyle kuru­
masını sağladı, ama özellikle Kürt, Kıb­
lan Ana-Sol koalisyonda başbakan yar­
rıs, insan haklan gibi adaylıkla yakından
dımcısı olarak yer aldı (30 Haziran
ilgili sorunlarda, adaylıkla bağdaşmayan
1997). Başbakan Yılmaz'ın Susurluk
son derece katı bir çizgi izlemeye devam
olayları sonrasında istifa etmek zorunda
etti. Ecevit'in yönetimindeki koalisyon,
kalmasından sonra, kısa süreli bir azınlık
büyük bir ihtimalle aynı zamanda Türk
hükümeti kurdu (11 Ocak 1999). Abdul­
siyaset tarihinde bir dizi yolsuzluğun ve
lah Öcalan'ın Kenya'dan Türkiye'ye geti­
iktisadı buhranın birbirini takip ettiği bir
rilmesi ve Deniz Baykal yönetimindeki
CHP'nin yıpranması Ecevit'in DSP'sinin dönem olarak tanınacak.
19 Nisan 1999 seçimlerinde birinci parti
olmasını sağladı. Ecevit, seçimlerden 1960'LARDAN 1980'E: I. ECEVİT VEYA
ikinci parti olarak çıkan ve daha önce "DEMOKRATİK S O I " U N DOĞUŞU
kanlı bıçaklı olduğu MHP ve ANAP'la -
bu satırların yazıldığı anda Türkiye'yi hâ­ Vasat bir siyasetçi olan ve eserlerinin
lâ yönetmekte olan- bir koalisyon hükü­ başlıklarından da anlaşılabileceği gibi
meti kurdu (28 Mayıs 1999). Bu koalis­ genellikle "ümidi" siyasetin temeli ve
yon, aralannda 30'u aşkın mahkûmun umutsuz dönemlerin derman: olarak ka­
ölümüne yol açan "Hayata Dönüş" gibi bul eden Ecevit'in bir düşünür olarak da
operasyonlara ve fikir suçlularım içerme- sınırlı olduğunu söyleyebilmek mümkün.
K E IV A L I Z M

Entelektüel oluşum yıllarında Ecevit daha savaşı değil de "tutucu olmayan” gençlik
çok Tangore, Pound ve Eliot gibi yarı temel güç olarak görülmeliydi. Ecevit'in
mistik şairlerden ve Thomas More'un modelinde, aydınlar, hiç de muhafazakâr
Utopia'sından etkilenmişti. Gençlik yılla­ olmayan "halka giderek" devrimin ge­
rı ise İnönü'ye sarsılmaz bir bağlılıkla rekliliğini anlatmalıydı. Halkın "Cumhu­
geçti. 1950'lerde CHP yayın organların­ riyet döneminde yapılan devrimlere" "il­
da köşe yazarlığı yapan Ecevit, fikir gisiz" kalması "aydınların öncülük öde­
adamlığına ancak 1960'ların ikinci yarı­ v in i yapamamasından kaynaklanmak­
sında başladı. taydı, Sistem dışı sol hareketlerin olduk­
Bu yıllardan sonraki fikir hayatını üç ça güçlü olduğu bu dönemde Ecevit gi­
aşamaya ayırabilmek mümkün: 1960'ler- derek "ortanın solu" çizgisinden ayrılıp
de başlayıp 1980'lere kadar uzanan ilk "demokratik sol" olarak adlandırdığı yeni
dönem "sola yaklaşım" dönemi olarak bir doktrini savundu (demokratik solu
adlandırılabilir. Bu yıllarda yazdığı kitap­ sosyal demokrasiden ayıran Marksist kö­
460 lar [Ortanın Solu, Bu D üzen Değişmeli, kenli olmayışıydı. Gerçi sistemin aşıla­
Atatürk ve D evrim cilik} Türkiye'de sol mayacak nitelikleri konusunda Kemaliz-
düşüncelerden etkilenen, ama ihtilalci me sadık kaldı, ama Kemalizm dönemin­
bir çözümden korkan diğer bazı entelek­ de olduğu gibi "üstyapı"ya değil de alt­
tüeller gibi, Ecevit'in de neokemalist bir yapıya yönelik reformlar yapılması ge­
sol doktrin oluşturma eğiliminde olduğu­ rektiğini savundu. Kapitalizme alternatif
nu göstermekte. Ecevit'e göre, Türkiye'de bir "halk sektorü"nün oluşturulması, top­
sol mevcut sistem içinde amaçlarına ula­ rak reformu, "özgürce ve halkça kalkın­
şabilirdi: "Castro'nun... Che Gueve- ma", "köylüden başlayacak kalkınma",
ra'nın... Ho Şi M inh'in... Mao Çe "insanca ve demokratik çalışma düzeni",
Tung'un ... önünde kilitli kapılar vardı. "derneklere dayalı demokrasi"... Ece­
Anahtarı devrimcilerin elinde olmayan o vit'in 1973 seçim zaferini sağlayan slo­
kapıları açabilmek için yüklenmek gere­ ganlar arasında yer almaktaydı. Bununla
kirdi. Kapıları kırmak gerekirdi. Bizde ise birlikte, Ecevit bu yıllarda -bazı eleştirile­
kapılar kilitli değildir. Tokmağını çevrin- re rağmen- "Altı Ok"u da sahiplendi ve
ce açılabilir". Ecevit'i Yön gibi diğer sol bu okların "bugün de geçerli... hep ge­
çevrelerden ayıran ise, devrim olarak ad­ çerli olabilecek nitelikte" olduklarını sa­
landırdığı 27 Mayıs darbesine sahiplen­ vundu. "Güneydoğu meselesi"ni "feoda­
mesine rağmen, darbeciliği dışlaması idi. lizmin devamı" ve "sosyal ve ekonomik
Ecevit'in bu yıllarda radikal sol hare­ sorunlarla açıkladı. Milliyetçilik konu­
ketlere ve demokrasiyi bazen açıkça red­ sunda özellikle 1920'li yıllarda Kemaliz-
deden sağ/radikal-sağ hareketlere karşı mi belirleyen kültürel asimilasyonu ve
"Atatürkçülük" ve demokrasiyi, "devrim" Türk milletinin mutlak hakimiyetini sa­
ve demokrasiyi uzlaştırmaya çalıştığı vundu. Ona göre "Türk halkı tekti, bö­
söylenebilir. Bir nevi "kesintisiz devrim" lünmezdi" ve "halklar konusunu körük­
şeklinde algıladığı "Atatürk devrimciliği­ leyenler", "yabancı petrol şirketleri" ve
nin", "yalnız Atatürk'ün kendi yaşamış "Ortadoğu'yu ve Türkiye'yi sömürmek
olduğu dönemin koşullarına göre değil, isteyen memleketlerdi. Din konusunda
yaşadığımız dönemin koşullarına ve so­ ise, MSP ile kısa süreli koalisyonuna rağ­
runlarına göre değerlendirilmesi gerekti­ men radikal bir laisizmi savunmaya de­
ğini yazmaktaydı. Atatürkçülük "Türk vam etti. Ecevit "maddiyatçılığı da mad­
toplumunun evrim yoluyla değil, dev­ deciliği de" reddetmekteydi, ama ona
rimci atılışlarla ilerlemesini" amaçlamak­ göre "din sömürüsünün ardında çıkarcı­
taydı. Bu "atılışlarda" sınıflar ya da sınıf lık" bulunmaktaydı.
CUP'D E PARTİ |Ç| M Ü C A D E L E D E "KEMALİZM " VE "D EV R İM LER " TARTIŞMALARI ÜZERİNE

lük yaratmayı denemektedir, Ecevit'in


1980'Ü YILLAR YA DA II. ECEVİT:
bu yeni arayışında, Kemalizm sürekli
ETHOSU CİSİMLENDİREN ETHNOS
Övülmekte ve temel kaynak olarak gös­
1980'lerde II. Ecevit olarak adlandırabi­ terilmektedir. Ne var ki, Kemalizm ile
leceğimiz Ecevit'in fikirlerinde bazı "devrim" arasında 1960'larda oluşturu­
önemli değişikliklerin olduğu söylenebi­ lan köprüler çökmüş, bunların yerini ta-
lir. Bu yıllarda, eski CHP'nin "hem ken­ rih-ötesi Türk ethosunu cisimlendiren
di içindeki sol kanattan, hem de dışın­ bir Kemalizm almıştır, Ecevit bu konuş­
daki solun gölgesinden" uzaklaşan ve masında Osmanlılık konusunda yeni bir
marjinalleşen Ecevit'in tarih alanında tanımlamada bulunmaktadır. Yönetici
yayımlanan birçok çalışmayı takip ettiği elit anlamında otoriter bir niteliğe sahip
ve solun dışında bir seçmen tabakasına olduğunu belirttiği Osmanlılığı tümüyle
ulaşmaya çalıştığı görülmektedir. Ne var mahkum etmekte, ama OsmanlIlarda
ki, İsmail Cem, Doğan Avcıoğlu gibi "yöneticilerin köle, yönetilenlerin özgür
1960'ların neo Kemalist fikir sahasını olduğu"nu belirtmektedir: "Osmanlı dö­ 461
belirleyen kaynakların dışında referans neminde düşünce ve anlatım özgürlüğü,
arayışı, temel konularda Ecevit'in görüş­ eğer deyim yerindeyse bir tür altkültür
lerinde bir değişiklik olduğu anlamına olarak yaşamış ve gelişmiştir. Bu da halk
gelmemektedir. Örneğin, Ecevit'in bu dediğimiz bu geniş kesimin özgürlük re­
yıllardaki Kürt meselesinde takındığı ta­ jimi olan demokrasiye kolaylıkla uyum
vır tümüyle Türk milliyetçiliğinin izini sağlayabilmesinde sanırım önemli bir
taşımaktadır. Aynı şekilde, dine daha etken olmuştur". OsmanlIlarda hâkim
önemli bîr yer tanımakla birlikte, bu dö­ olan "aristokrasi değil [de] meritokrasi"
nemde de radikal laisist bir çizgiye sa­ ise, "Türk toplumunda eşitlik duygusu­
hip bulunmaktadır ("Laiklik Türkiye nun gelişmesine önemli katkıda bulun­
Cumhuriyeti İçin Achilleus'un topuğu' muştur". Aynı şekilde, Osmanlı sistemi
kadar yaşamsal önem taşır. Yani laiklik "demokrasiyle bağdaşmayan bir teokra­
vuruldu mu, bu Cumhuriyet yıkılır, bu si" oluşturmakla birlikte "Osmanlı ça­
toplum çöker ve bu ulus çözülür"). ğında kırsal alandaki Türk halkı devletin
Bununla birlikte, Fettullah Gülenİe dine etkisinin ve baskısının da büyük öl­
kurduğu -ve askerleri oldukça sinirlendi­ çüde dışında tutulmuştur". Nihayet, bu
ren- ilişkilerin de gösterdiği gibi, özgürlükten faydalanan Türkçe de varlı­
1980'lerin Ecevit'i bir arayış içindedir. ğım devam ettirebilmiş, son tahlilde Os-
Orijinal bir nitelik taşımamakla birlikte manlıca'ya galip gelmiştir. Ecevit'in bu
19 Kasım 1989'da İzmir Eczacılar Oda- konuşmasında tarih sosyolojisi açısın­
sı'nda yaptığı konuşma bu konuda dan bir gerçeği yakaladığını söylemek
önemli bir belge oluşturmaktadır. Bu ko­ mümkün. Ne var ki, Şerif Mardin'in yıl­
nuşmada Ecevit, Türklük dışında her tür­ lar önce önerdiği ve Balkanlar ve Arap
lü unsurdan arındırılmış "halkın" Türkçü dünyası tarihi üzerine son çalışmaların
ve neredeyse eiitîst bir biçimde fetişleş- da gösterdiği gibi, Osmanlı rejimi, mil­
tirildiği yeni bir tarih sentezine ulaşma­ lete değil, merkez-çevre ilişkilerine da­
ya çalışmaktadır. Siyasî anlamda "libe­ yalı yönetimi esas almakta, diğer impa­
ralizm, medeniyet, tarihle barışma, çok ratorluklar gibi, yönetici erke, hatta "en-
kültürlü Osmanlı ve Türkiye, kimlik ve derun"a dahil olmayan anlamındaki
siyaset olarak İslâm" tartışmalarının en çevreye büyük bir özerklik tanımaktay­
yoğunlaştığı 1980 sonlarında, Ecevit dı. Bu nedenle, Osmanlı İmparatorlu-
"halk"a dayalı, etbos'u cisimlendiren, ğu'nu oluşturan halkların tümünü değil
ethos ve ethnos'un birleştiren bir Türk­ de sadece Türk halkını özgürlük ve eşit-
K E M A L I 2 M

lîk altküitürünü yaşatan ve geliştiren sadık" bir ordudan bahsedebilecek tek


halk olarak gören Ecevit, Türkçü Kema­ bir siyasî aktör bulabilmek mümkün de­
list düşünürlerin eleştirilerine sahiplene­ ğildi. Ne var ki, 1998'den itibaren Tür­
rek aynı Osmanlılığı "devlete ve Türk'e kiye'nin siyasî hayatına yeniden damga­
Türklüğünü unutturma politikası güt­ sını vuran III. Ecevit'in -diğer siyasal ak­
mekle” suçlamaktadır. Konuşmasında törler gibi- siyaseti, tamamen, seçimle
Ecevit "dinden kopmaksızın laikliğin be- başa gelmemiş bir organ olan Millî Gü­
nimsenmesi"ni önermekte ve " 'zinde venlik Kurulu'na havale ettiği söylene­
güçler' ne zaman demokrasiye ara verip bilir. Meclise başörtüsü ile geldiği için
yönetime el koysalar, laiklik büyük bir Merve Kavakçı'nın milletvekilliğinden
tahribata uğramaktadır" tespitinde bu­ düşürülmesi, memurların 28 Şubat süre­
lunmaktadır. Son olarak aydınlara sert ci gereğince yürütme erki tarafından iş­
eleştiriler getirip Türk milliyetçiliğini sa­ ten atılmalarını öngören ve Cumhurbaş­
vunmaktadır: " 'Türkiyeliyiz' derler, ama kanı Sezer'ce veto edilen kararname ya
'Türküz' demeye dilleri varmaz, 'Yurtse­ da basın hürriyetine son derece ciddi sı­
verlikken söz ederler, ama milliyetçili­ nırlamalar getiren -ve yine veto edilen-
ğe, daha doğrusu Türk milliyetçiliğine RTÜK Kanunu, siyasetin siyaset dışı bir
soluk bakarlar. (...) Bence asıl gericiler merciinin vesayetine teslim edilmesinin
bunlardır Çünkü geride bıraktığımız önemli bazı Örneklerini oluşturmakta.
Osmanlı çağının Türkü horlayan, ulus- Ama bunun ötesinde göze çarpan, bu
luk bilincinden ve kendine güven duy­ vesayetin kabul edilişiyle birlikte Ece­
gusundan yoksun tutmaya çalışan 'kül- vit'in fikir hayatının da sona ermesi. III.
tür'ünden (...) kendilerini kurtaramamış- Ecevit, mihenk taşlarını 2 Mart 1994 ve
lardır". Bu düşüncelerin 1990'lı yılların 28 Şubat 1997 tarihlerinin oluşturduğu,
sonlarında ortaya çıkacak yarı-elitist ya- otizmin ve komplo paranoyasının siya­
rı-popülist, ideoloji olarak Batıcı, ama set kültürüne hâkim olduğu bir dönem­
Batı'mn siyasî demokratik sistemine kar­ de yeniden iktidara geliyordu. Öca-
şı, Ermeni, Kürt ve Kıbrıs meseleleri lan'ın yakalanmasından sonra yaptığı
gündeme geldiğinde "izzeti nefis" sa­ açıklamalarda da görüldüğü gibi, Ece­
vunmasına geçen, demokrasi, insan vit'in artık "dış çevrelerin yeni komplo­
haklan, gibi sorunlara tümüyle duyarsız lar üretmesinin kaçınılmazlığı" söylemi
hegemonik milliyetçi söyleme yaklaştı­ dışında bir fikir üretebilmesi mümkün
ğını söylemek mümkün. değildi. 1980'lerden itibaren Ecevit Ke-
malizmin Altı Ok'unun "hükmünün
geçtiğini" söylemekteydi. Gerçekte,
ECEVİT YA DA SİYASETTE
T 99 8: ff(.
1998-2001 icraatıyla ili. Ecevit, bu ok­
BİRLİKTE FİKRİN DE SONU
lardan bir buçuğuna yeniden itibar ka­
Yukarıda alıntılarda bulunduğum konuş­ zandırdı. Özellikle 1990'larda hızlı bir
masında Ecevit "ordu-millet” teorisini şekilde radikal milliyetçiliğe yaklaşması
eleştirmekte ve "yönetimde asker müda­ hem MHP ile koalisyona girmesini, hem
halesinin veya katılımının yasallaştırıl- de, günümüzde bile hâlâ "feodallik'Te
madığı pek az alan" kalmasından şika­ açıkladığı "Güneydoğu" meselesinde
yet etmekteydi. 12 Eylül sonrası i). Ece- son derece katı bir çizgi izlemesini
vit'i, 12 Mart dönemi I. Ecevit'e bağla­ mümkün kıldı. Halkçılıkla birlikte, sis­
yan tek nokta, udsinin de ordunun siya­ tem içi patron-müşteri ilişkileri ve
set üzerindeki vesayetine karşı çıkmala­ IM F'ye bağlılıkla zaten törpülenmiş
rıydı. 12 Mart sonrasında olduğu gibi olan devletçiliğin İktisadî yanını bütü­
12 Eylül sonrasında da "demokrasiye nüyle bir kenara atarken, otoritarizmi
c h p ' de p a r t i i çi mücadelede "Kem alizm " ve "devrim ler" tartişm alari üzerine

yeniden üreterek "devletçilik" okuna da kültürel milliyetçiliğe yakın olan


dönüşte önemli bir rol oynadı. Siyasî ve Ecevit'in, özellikle 1990'larda, "millet­
tarihî terminolojiyi yeniden tanımlayan, ler" ve kültürler arasındaki münasebet­
aralarında Kürt ve Bizans gibi "ayrılıkçı" lere diyaloji perspektifinden değil de,
kelimelerin de bulunduğu birçok keli­ "değişmez hayatî menfaatler" zihniye­
meyi yasaklayan listeler bu otoriter dev­ tiyle bakan radikal bir milliyetçiliğe
letçiliğin bir ürünüydü. Sonuç olarak, yaklaştığı da açık. Ecevit'in uzun siyasî
Ecevit'in siyasî ve fikrî hayatında hem yaşamındaki gelişimini, özellikle de
bir devamlılıktan hem de önemli bazı "solculuktan” radikal milliyetçiliğe ve
kopuşlardan bahsedebilmek mümkün. devletçiliğe geçişini tek bir nedenle
Mustafa Kemal hayranı Ecevit, her za­ açıklayabilmek mümkün değil, Fikret
man, Kemalizmi siyasetin üzerinde bina Bilâ'nın "Phoenix" olgusu olarak değer­
edileceği bir miras, aşılması mümkün lendirdiği "Ecevit'in yeniden doğuşu” ,
olmayan, fetişleştirilmiş bir paradigma aslında artık siyaset üretemeyen, Ümit
olarak kabul etti. Türk milliyetçiliğini Cizre'nin tabiriyle her zamankinden da­ 463
her zaman Kemalizmin temel ilkelerin­ ha fazla devletle içleşmiş bir "kartel"in,
den biri olarak gördü ve 1970'lerde ra­ diğerlerinden farklı olmayan bir aktör
dikal milliyetçi akımlarla çatışırken bile, vasıtasıyla kendi sürekliliğini sağlaması
Türkçülüğe sadık kaldı; Osmanlı-Türki- anlamına gelmekteydi. Bu nedenle Ece­
ye tarihini bir Türkçü olarak, bir impa­ vit hükümetinin sınırlarını M GK'nin
ratorluğun, onlarca kavmin oluşturduğu söylem ve icraatını belirlediği çerçeve­
bir medeniyet havzasının değil de, ler dışında bir siyasî alternatif oluştura­
Türk'ün tarihi olarak okudu. Kürt mese­ bilmesi mümkün değildi. Sistemin "bil­
lesini bir komplo, "Güneydoğu" mese­ ge" jerontokrasiyi bir istikrar unsuru
lesini ise "feodalizmin kalıntısı" olarak olarak görmesi de, siyasete 1950'lerde
tanımladı. Ne var ki, Kemalizme sada­ ya da 1960'larda başlamış Demirel,
kat ve Türkçülük, ilk dönemlerde dev­ Ecevit ve Erbakan gibi liderlerin, kendi
letçilik anlamına gelmemekteydi. Özel­ öz devamlılıklarını kural belleyip toplu­
likle 1960'larda ve 1970'lerde, Türki­ mun geleceğini ipotek altına almalarını
ye'ye özgü ama Avrupai mahiyete sahip kaçınılmaz kılmaktaydı. Gelecekte Ece­
bir sosyal demokrasi ya da bir demokra­ vit üzerine çalışacaklar, buruk bir şaş­
tik sol oluşturmayı hedefleyen Ecevit, kınlıkla, 1970'lerde otoriter rejimler ta­
aydınlara "devritnleri topluma götürme" rafından yönetilen Yunanistan, Portekiz
misyonu veriyordu, fakat en azından ve İspanya örnekleriyle karşılaştırıldı­
toplumsal dinamizme, toplumdan gelen ğında, Türkiye'deki "sosyal demokra-
teşebbüslere güveniyor, ordunun ve si"nin (ya da "demokratik sol"unun) çok
yüksek bürokrasinin siyaset sahnesinde değişik bir yol izlediğini, Ecevit'in
"hakem" rolünü görmesine karşı çıkı­ 1968'deki "Ortanın Solu" programı ile
yordu, Daha sonraki dönemlerde, Ece­ üstlendiği "Batı anlamında demokra­
vit'in neredeyse siyaseti tümüyle dışla­ siye tam zıt anlamda, radikal milliyet­
yan bir devletçiliğe kaydığını, siyasetle çiliği ve otoriter devletçiliği yeniden
birlikte toplumdan gelen her türlü faali­ ürettiğini yazacaklar. Bir ihtimal, bu
yet ve dinamizmi de "millî güvenlik" araştırmacılardan bazıları da, Ecevit'in
hedefine feda ettiğini, orduyu ve yüksek üzerinde siyaset inşa etmeyi hedeflediği
bürokrasiyi ise bu hedefi tanımlamakla 1920'lerin ve 1930'ların mirasının, sos­
görevli merciler olarak kabul ettiğini id­ yal demokratlaşmanın berisinde demok­
dia etmek bir abartma olmasa gerek. ratikleşmeyi bile mümkün kılamadığı
Aynı şekilde, daha Önce, Anadolucu ya sonucuna varacaklar.
K ad ro Dergisi
MUSTAFA TÜRKEŞ

azar kadrosu, yazarların eğitim ve ken, 1930’lu yılların TKP’si 1920’li yılların

Y siyasal geçmişleri, Türkiye özelinde


ve dünya ölçeğinde yapılan tartış­
malar, önerilen gelişme stratejisi ve ide­
ilk yansında birlikte oldukları yoldaşlarını
“döneklikle” itham etmiştir. Devlet eliyle
yetiştirilen özel girişimciler İle devlet ara­
olojik eğilimi, Kemalist yönetim ile olan sında kurutan İktisadî ilişki biçimine yö­
ilişkisi, devlet analizi, aydına atfedilen so­ nelik yaptıkları eleştiriler, şimşeklerin
rumluluklar ve tabii ki açmazları itibariyle Kadro dergisi üzerine çekilmesine yetmiş­
aylık ortalam a elli sahife yayımlanan tir. Bu bağlamda, liberal ve muhafazakâr-
“Kadro Fikir Mecmuası" (Ocak 1932-Ara- lann Kadro dergisine karşı taarruza geç­
lık/Ocak 1934/35) Türkiye siyasal düşün­ meleri sınıfsal ve siyasal çıkar tanımlama­
ce tarihinde önemli bir yere sahiptir. sına uygun düşmektedir. “Döneklik” tar­
Şevket Süreyya Aydemir (1897-L976), tışmasının ise sınıfsal veya siyasal içeriği
Vedat Nedim Tor (1897-1985), Burhan yoktur. Kadro’da savunulan görüşler ide­
Asaf Belge (1899-1967), Ismail Hüsrev Tö- olojik sapma veya tarihsel materyalizm­
kin (1902-1994) ve Yakup Kadri Karaos- den kopuş olarak da değerlendirilemez,
manoğlu (1889-1974) derginin kurucu ya­ 1925 yılında yaşanan parti içi ayrışmaya
zar kadrosunu oluşturmaktadır. Topraksız koşut TKP içinde “kalanlar" ile “ayrılan-
köylü bir aileden gelen Aydemir’in eğitim lar"-Kadrocular arasında ideolojik ve me­
yoluyla sınıf atladığı hesaba katılırsa yazar­ todolojik anlamda ciddi bir farklılaşma­
ların ortak noktası bürokratik orta sınıfa dan bahsetmek mümkün değil, aksine de­
ait olmalarıdır. Subay olan Mehmet Şevki vamlılığı ve benzerliği görmek mümkün­
Yazmariın bir yıl sonra sürekli yazarlar dür. Zira tarihi materyalizmi tersinden
kadrosuna katılışı dönemin asker ve sivil okuyup, onu çıkış noktası olarak benim­
bürokratik sınıfın siyasal dayanışması ve semek ve emperyalizme karşı çıkmak hem
otosansür anlayışına uygun düşmektedir. “kalanlarda” hem de “ayrılanlarda" ana te­
Derginin yayımlandığı dönemde olduğu mayı oluşturmaktadır, TKP içinde “kalan­
gibi, daha sonraki yıllarda da, Kadro bir ların” polis baskısı karşısında ülke dışına
taraftan “komünistlikle” öte yandan ‘dö­ çıkmak durumunda kalmaları, maruz kal­
neklikle’ İtham edilmiştir. Ahmet Agaoğlu dıktan bu zorlu durum karşısında kahra­
hariç, dönemin liberalleri ve muhafaza­ manlık ölçüsüne varan kişisel özverinin
kârları Kadro dergisini komünizm ve Ko­ zaman içinde “kalanlar" ve “ayrılanlar"
min tem propagandası yapmakla suçlar­ ikilemine dönüştüğünü ileri sürmek yan-
K A D R O D E R G İ S İ

lış olmaz. Benzer baskıların -derecesi fark­ gelişme stratejisi önerileri bir bütün olarak
lı olmakla birlikte- “ayrı lanlar" için de ge­ ele alındığında Kadro Türkiye siyasal dü­
çerli olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ki­ şünce tarihinde nereye oturmaktadır?
şisel düzeyde maruz kalınan baskıların Karaosmanoglu hariç, Kadro yazarları­
yanı sıra, TKP içinde “kalanların” karşı­ nın hepsi 1920’li yılların ilk yansında sol
laştıkları zorluklar ile TKP’den “ayrılanla- gruplar içinde yer aldılar. Türk Ocaklarına
rın”-Kadrocuların karşılaştıkları zorluklar yakın, Turancı söylemlerin dile getirildiği
arasında ilginç bir paralellik de mevcuttur, Türk Yıınfu dergisini okuyarak, ondan etki­
TKP içinde “kalanlar” Komintern'in Sov­ lenen ve Turancı ideallerini gerçekleştir­
yet dış politika aracına dönüşmesine ko­ mek üzere Azerbaycan’a giden Aydemir
şut, Stalin duvarına çarparak Komin- öğretmen olarak yetişmişti. Bakü’de solcu
tern’in karar alma mekanizmalarında iş­ söylemler ile tanışan Aydemir öncelikle
levsiz bırakılmış, “ayrılanlar”-Kadrocular Turancı ideallerinin gerçekçi olmadığına
da CHP içinde Recep Peker ve “serada ye­ kani olduğu için dönemin tek örneğini
tiştirilen” liberal çıkar grupların taarruzu­ teşkil eden Sovyet deneyimini yaşayarak 465
na maruz kalmışlardır. öğrenmek üzere Moskova’ya yüksek öğre­
Kadro yazarları nerelerden ve kimlerden nim için gitmiştir. Aydemir ve Tökin Mos­
etkilendiler? Niçin bir ideoloji üretmeye kova’da KUTV Üniversitesinde, Nazım
çalıştılar? Yeni bir ideoloji ürettiler mi? Hikmet, Vâlâ Nurettin gibi dönemin ay­
Önerdikleri gelişme stratejisinin özellikle­ dınlarıyla birlikte yüksek öğrenim gördü­
ri nelerdir? Kadro’nun temel açmazı ne­ ler. Japon Sen Katayama, EndonezyalI Tan
dir? Dergi niçin kapatılmıştır? İdeolojik ve Malaka, Çin’de kültür devrimi sırasında
Mao’ya karşı cephe alan ve sonuçta tasfiye
edilen Liu Sbao-chi ve Vietnam’da kurtu­
luş savaşının liderliğini yapan Ho Chi
Minh gibi isimler de KUTV’da öğrenim gö­
renler arasındaydı. KUTV’da kimya dersin­
den ekon omi-politika dersine kadar geniş
yelpazesi olan bir ders programını takip et­
mişlerdir. KUTVdaki öğrenimini takiben,
Aydemir İstanbul’a dönmüş, Tökin ise
Moskova Üniversitesinde ekonomi eğiti­
mine devam etmiştir. Tör, Berlin’de iktisat
doktorası yaparken. Belge aynı yerde inşa­
at mühendisliği üzerine eğitim görmüş, fa­
kat sonradan gazeteciliği tercih ederek bir
süre Anadolu Ajansı muhabiri olarak Ma­
caristan ve Romanya’da çalışmıştır. Kara­
osmanoglu ise bir sure Is tan bul Üniversi­
tesi Hukuk Fakültesi’nde okur, fakat ede­
biyata daha yakın olduğu için Hukuk Fa-
Kemdizmi ideoiojüeştirme girişimlerinin kültesi’ni bitirmeden ayrılır, Kurtuluş Sa-
en iddialılarından biri olan Kadro vaşı’na katılır ve milletvekili olur.
dergisi, Türk düşünce hayatmın da
Kadro'da İttihatçılar, Lenin, Sultan Gali-
kuşkusuz en önemli deneyimlerinden
biriydi. Türkiye'de dergicilik hayatının da yev, Sovyet deneyimi; NEP ve onu takiben
köşetaşlanndandır. planlı İktisadî gelişme modeli, aynca List,
Wagner ve Sombart gibi Alman iktisat ta-
K E M A L İ Z M

minin de etkisi ile Turancı görüşlere


Şevket Süreyya yönelir. Nitekim 1915 yılında savaşa
Aydemir gönüllü katılımı ile Kafkas cephesine
gönderilmesini, hayalini kurmuş oldu­
CENNET ÜNVER ğu Turan'a açılan bir kapı olarak algı­
lar ve "temelleri bağdaşık bir milletin
tarih birliğine, dil ve dilek birliğine da­
yanan millî bir varlığın, yani Turan'ın
kuruluşu"nu, neslinin "asıl vazifesi"
olarak görür [Aydemir, 1995:130).
Ancak savaşın mağlubiyet ile sonuç­
Şevket Süreyya, Balkan göçmeni bir
lanması ve mütareke kararı, savaşılan
ailenin çocuğu olarak Edirne'de dün­
ülkü ve vaatler hakkında hayal kırıklı­
466 yaya gelir. Oturdukları Sofu ilyas Ma­
ğına yol açar. Cepheden geri çekilir­
hallesinde okumayı bilen tek kişi olan ken, sadece topraklardan değil, "kur­
annesi, Şevket Süreyya'nın genç yılla­ duğumuz hayalleri de geride bıraka­
rında okumayı Öğrenmesinde ve oku­ rak" çekildiklerini ve Ergenekon haya­
ma hevesinin artmasında etkili olur ve linin "bir serap gibi gittikçe belirsiz­
Şevket Süreyya bu doğrultuda, Edirne leştiğini dile getirir. Turan ülküsünde
Muallim Mektebi'nde öğrenim görür. bulduğuna inandığı "suyu yine kay-
İmparatorluksan Cumhuriyet'e geçiş bet''miş olduğunu fark eder [a.g.e.:
evresini de kapsayan yaşamı, bu geçiş 137]. Turancı düşüncelerinin yerini,
döneminin önemli özelliklerini bir açı­ zamanla sosyalist fikirler alır. Komü­
dan özetlemekte gibidir. OsmanlI'nın nist Enternasyonalin Eylül 1920 yılın­
Özellikle Balkan harbinde gösterdiği da Bakü'de düzenlediği Şark Milletleri
son çırpınışlarına çocukluğunda tanık Kurultayı'na, o dönem öğretmenlik
olan ve imparatorluğun yaşama iddi­ yaptığı Azerbaycan'ın Nuha kasabası­
asını ilk başlarda destekleyen Şevket nın öğretmenlerinin temsilcisi olarak
Süreyya, Birinci Dünya Savaşı deneyi­ katılır. Komünist Parti'ye üye olur ve

rihçilerine çeşitli referanslar verilmiştir. me denk düşmüştür. Geçiş süreci, Türki­


Burada sıralanan kişi ve örnekleri Kadro ye’nin uluslararası düzeyde konumunun
yazarlarının potansiyel esinlenme kaynak­ yeniden tanımlandığı bir dönemi ifade et­
ları olarak tanımlamak mümkündür. Fa­ mekle kalmamakta, aynı zamanda Türki­
kat altı çizilmelidir ki, Kadro yazarları ye’de siyasî ve İktisadî gücün yenider ta­
farklı kaynaklardan gelen fikirlerden etki­ nımlandığı bir süreci de içermektedir. As-
lenirken hiçbir zaman onlan topyekün al­ ker-sivil bürokratik sınıfın Kurtuluş Sava­
mamışlardır. Sentez oiuştu>ma çabası için­ şı sürecinde İktidara gelmesi, ideoloji ve
dedirler. gelişme stratejisi arayışı içinde bulunması,
Kadrocuların Türk devrimine yeni bir Kadro yazarlarının tam da bu alanlarda fi­
ideoloji üretme çabası içinde oluşları dö­ kir yürütebilme yetilerinin gelişmişliği ve
nemin özgün koşullarına da uygun düş­ istekliliği ile örtüştügü için Kadro dergisi
mektedir. İmparatorluktan ulus-devlete ortaya çıkmıştır.
geçiş süreci Kurtuluş Savaşı ile aynı döne­ Kimi araştırmacılar, devletçiliği döne-
K A D R O D R G t S I

1921-1923 yıllarını Moskova'da D o ğu


E m e k ç ile rin in K o m ü n ist Ü n iv e rsite si
(KUTV)'nde geçirir.
Eğitiminin sonunda Türkiye'ye dö­
nen Aydemir, dönemin etkin sol parti­
si, T ü rkiye İşçi ve Ç iftç i Sosyalist F ır­
kası (TİÇSF)'nda önemli bir yere sahip
olur ve partinin yayın organı A y d ın lık
dergisine, yazılarıyla katkıda bulunur.
İstanbul'a geri dönüşünde, içine sin­
dirmiş olduğu tarihî maddiyatçı ve İk­
tisadî determinist bakış açısının, onun
her yerde çatışan tezatlarla karşı karşı­
ya gelmesine ve her olguyu, kapitalist 467
sömürü durumu olarak algılamasına
yol açtığından söz eder ve bunun
"otomat"laştığının bir göstergesi ola­
rak algılar [a.g.e.: 361]. Moskova gün­ *Fikir haysiyetine” sahip bir aydtn olan
Şevket Süreyya Aydemir ’în dünya
lerinde Şevket Süreyya, her ne kadar görüşünü veya Kemalizm yorumunu,
Komünist düşünceye bağlanmış olsa Murat Belge, “m illî komünist’
da, tam anlamıyla Marksist olduğunu nitelemesiyle Özetler,
söylemek biraz güç görünmektedir.
Çünkü bu aşamada, Şevket Süreyya, söz etmekten öte, sanayileşmiş ülkele­
daha çok uluslararası düzende göz­ rin sanayileşen ülkeler üzerindeki ha­
lemlediği sömürü durumundan şika­ kimiyeti ile hesaplaşmak peşindedir
yetçidir ve kapitalizmin Üçüncü Dün­ [Çulhaoğlu, 1998:93).
ya ülkeleri üzerindeki etkisini eleştir­ 1920'li yılların ortasında solcu faali­
mektedir. Enternasyonal bir bakış açı­ yetleri nedeniyle tutuklanma olasılığı­
sıyla işçi sınıfı ve sınıf kavgasından nın farkında olmasına rağmen, Şevket

min liberallerine karşı da savunmasından lardır. Kadro kendisini CHP’nin İnönü ka­
yola çıkarak, Kemalist rejimin Kadro’yu nadından ideoloji ve gelişme stratejisi
desteklediği ve dolayısıyla kullandığı gö­ önerisiyle ayırmaktadır. Aynı şekilde tnö­
rüşünü ileri sürmektedirler. İktidar açı­ nü grubu da kendisini Kadro’dan ayırma­
sından bakıldığında, bu doğru bir tespit ya özen göstermiştir, iktidarın uyguladığı
olmakla birlikte, Kadro kendisini salt reji­ İktisat politikalarının bir kısmını destek­
mi destekleyen bir aydın grubu olarak lemek Kadro’nun iktidar ile aynı şeyleri
görmez, iktidar ile kendisi arasındaki savunduğunu elbette göstermez. Kadro,
farklı yaklaşımları özenle vurgulamaktan CHP’nin her iki kanadından (İnönü ve
geri durmamıştır. Kadro’yu sah rejimin Bayar) da ideoloji ve gelişme stratejisi
kutlandığı bir araç olarak değerlendirmek önerileriyle ayrılmaktadır.
yanlış bir tespittir. Kimileri de Kadro’yu Kadrocuların Türk devrim ine ideoloji
tnönü grubu içine yerleştirmeye çalış­ üretme girişimi ile bürokratik-aydın olma
maktadır. Bunlar acelece çıkarılan sonuç­ süreci arasında ilginç paralellikler mev-
K E M A L İ Z M

Süreyya Türkiye'de kalmaya karar ve­ neyimi böylece, komünizm idealinden


rir, çünkü kaderinin "artık bu toprağa uzaklaşması ve devletçi İktisat ve millî
bağlı" olduğuna inanır [Aydemir, kalkınma sözleriyle özetlenebilecek,
1995: 367], 1925 yılında, başka TİÇSF millî ve Kemalist bir yöneliş almasına
üyeleri ile birlikte tutuklanıp, on yıl neden olur. Birinci Dünya Savaşı son­
hapse mahkum olur, ancak İstiklal rasından itibaren zaten bir devrim pe­
Mahkemesi'nce verilmiş olan bu hük­ şinde koşan Şevket Süreyya için, Ke­
mün, toplam bir buçuk yılını gözaltı malist inkılâbın farklı sesleri kendi ça­
ve hapiste geçirdikten sonra, 29 Ekim tısı altında birleştirme mahiyeti cazip
1926 yılında tahliye edilir. gelmiş ve bu yönelişi, KUTV'da Müs­
Hapiste geçen süre içerisinde. Şev­ lüman sosyalist liderler arasında bulu­
ket Süreyya komünist düşüncenin ön­ nan Sultan Galiyev'in, Şevket Sürey­
gördüğü dünya ihtilaline inancını yitir­ ya'nın düşünceleri üzerindeki etkisinin
468 meye ve devletçi bir İktisadî görüşü ve bir örneği olarak da görülmüştür [Ku-
Millî Kurtuluş Hareketi fikrini savun­ yaş, 1996: 128]. Şevket Süreyya'nın
maya başlar. Cezaevinde edindiği tec­ komünizm yolundan kopması, düşün­
rübeler, karşı karşıya geldiği "Anadolu ce olarak, millî ve milliyetçi bir çizgi­
gerçeği," onun Türkiye'nin muhakkak ye kayması anlamına gelir. Zaman içe­
bir inkılâba muhtaç olduğunu göster­ risinde, dünya çapında gördüğü tezat­
miştir. Fakat "millî bir düzende" ger­ ların, sınıf çatışmalarından daha belir­
çekleşecek olan bu İnkılâbın "olağa­ leyici olduğuna inanır. Bu değişim,
nüstü değişikliğe ve kanlı bir ihtilale Şevket Süreyya'nın Moskova'daki sos­
lüzum" bırakmadan gerçekleşebilece­ yalist fikir arkadaşlarının eleştirilerine
ğine inanır artık [a.g.e.: 400-401]. Sa­ de yol açar. Solcular tarafından Kadro
nayileşememiş Türkiye'de sınıf tezatla­ hareketi, "faşist bir akım" olarak nite­
rının doğmasına izin vermeden teknik lendirilir ve Nazım Hikmet Ka dro 'cu-
ve İktisadî gelişme sağlanabileceğine ları "neofaşist bir ideoloji yaptıkları
inancı, düşünsel evriminde Önemli bir halde," bunu reddetmekle suçlar
kırılma noktasını oluşturur. Hapis de­ [Göktürk, 1977:246].

cuttur. 1930 ve 1931 yıllarında yapılan manya’daki Nazi yönetiminin uygulama­


Sanayi ve Tarım Kongreîeri’nde Aydemir, larından Britanya’daki Sir Mosely, Fran­
Tör ve Tökin önemli görevler üstlendiler. sa’daki Action Français gibi faşizan hare­
Matbuat müdürlüğü görevini üstlenen ketlere kadar haberdardılar. Amerika, As­
Tör aynı zamanda Türkiye’yi yurtdışırıda ya ve Avrupa coğrafyası hakkında bilgileri
tanıtmak için çıkarılan Fransızca kitapçık­ hiç de azımsanamayacak kadar genişti.
ları da kaleme alanlar arasındadır. Kadro Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar birçok
yazarları yurtdışında yayımlanan Rusça, insanın bilmediği Kafkas bölgesini Ayde­
Almanca, İngilizce ve Fransızca kaynakla­ mir bizzat yaşayarak tanımıştı. 1920 Doğu
ra bürokratik görevlerinden dolayı ulaşa­ Halkları Konferansına katılarak çeşitli
biliyorlardı. Aralarında bu dilleri bilenler gözlemlerde bulunan Aydemir, Mosko­
vardı. Sovyetler Birligi’ndeki NEP ve plan­ va’daki eğitimi sırasında Hindistan’dan ge­
lı ekonomi politikalarından tutun da len öğrencilerden ayrıntı derecesine varan
A3D’deki “New Deal” politikasına, Al­ bilgiler edinmişti. Tökin, iktisat alanında
K A D R O D E R G İ S İ

Kadro dergisi Ocak 1932 ve Aralık deflerinden birisi, Sanayi Devrimi ile
1934 arasında yayımlanır ve Şevket oluşmuş ve dünyadaki ülkelerin met­
Süreyya'nın Kemalist inkılâp hakkında ropol ve sömürge/yarı-sömürge olarak
fikirleri, burada etraflıca yapılır. ayrılmasına yol açmış yerleşik kapita­
1920'lerİn ortasında sosyalist fikirleri list düzende, Türkiye'yi yarı müstem­
savunmuş olan İsmail Hüsrev (Tökin) leke konumundan kurtarıp, İktisadî
vedat Nedim (Tor) ve Burhan Asaf alanda da bağımsızlığına kavuştur­
(Belge) dergiyi çıkaranlar arasındadır. maktır. Çünkü sanayileşmiş ülkeler le­
Özellikle "azınlık, fakat Önder bîr inkı­ hine işleyen yerleşik düzende, Türkiye
lâpçı kütleye, bîr inkılâp gençliğine" ve gelişmemiş Üçüncü Dünya ülkele­
yönelecek olan Kadro hareketi, "ide­ ri, müstemleke veya yarı-müstemleke
olojinin, bir fikir sistemi olarak daima konumunda tutulmaktadırlar. Kapita­
dışında" kalan halka hitap etmeyi, asıl list ve emperyalist olan yerleşik düze­
amacı olarak görmez [Aydemir, 1995: nin, bir taraftan dünyadaki ülkeler ara­ 469
446], Bir başka ifadeyle, inkılâbın ide­ sında bîr nevi kader birliği ve bağımlı­
olojisi ilk başta öncü kadroya aktarıla­ lık oluşmasına sebep olmuşken, bir ta­
caktır. Düşüncelerinin etkinliği nede­ raftan da kendi içinde bazı tezatları
niyle Şevket Süreyya K a d ro hareketi­ içinde barındırdığından sözeder. Sana­
nin baş ideologu konumundadır ve bu yileşmiş ülkelerde işçi sınıfı ve prole-
aşamada, komünist fikirlerinden uzak­ teryanın oluşması ve böylece "gelece­
laşmış olmasına rağmen, düşünürün ğin sınıf kavgalarına tohum" ekilmesi,
tarihsel maddiyatçı yaklaşımı hâlâ be­ bu tezatlardan bir tanesidir. Kapitalist
nimsediğini görürüz. düzenin oluşturmuş olduğu metropol
Şevket Süreyya, Millî Kurtuluş Hare­ ve sömürge/yarı sömürge ayrımı ve
keti olarak da adlandırdığı Türk inkılâ­ daha da önemlisi, bu bölünmeden do­
bının, dünya da "bütün bize benzer ğacak olan millî kurtuluş hareketleri,
veya kurtuluş bekleyen ülkelerde," bir Şevket Süreyya'nın ortaya koyduğu te­
örnek olabileceğini vurgular [Aydemir, zatlardan İkincisidir. Son olarak, sö­
1990:30). Türk inkılâbının başlıca he­ mürgeci devletler arasında ortaya çı-

Türkiye’de para teorisi hakkında görüş tiler. Dönemin özgün koşulları da buna
bildirebilen nadir insanlar arasındadır. elverişliydi.
Rusya’ da gelişen Narodnik hareketini ve Kadro yazarları derginin İlk sayılarında
Sosyal devrim cileri KUTV’daki eğitim İtti ha tç ilan n liberal kanadım temsil eden
programlarından öğrenmişlerdi. Tor ve Cavit Bey’in savunduğu liberalizmi çürüt­
Belge Almanya’da yaşanan Spartakis isya­ mekle işe başladılar. Yine ilk sayılarında
nına katılmamakla birlikte, bit isyan hak­ Ziya Gökalp’in görüşlerini irdeleyip, Gö-
kında yeterince bilgi edinmişlerdi. Le- kalp’in aslında sathî bir algılayışa sahip ol­
nin’ın yazdıklarını çok yakından takip et­ duğunu açık bir dille ifade ederken, Kadro
mişler, Alman tarihçi okulundan Wagner (özellikle Türk Ocağına yakın olan Ayde­
ve Sombart gibi yazarları, Oppenhaimer’i mir) kendisini ittihatçılardan da ayırmaya
Kadro sayfalarında tartışacak kadar bilgiye çalıştı. Yeni rejimin yeni aydınları olmalıy­
sahiptiler. Kısacası, Kadrocular bir fikir dı ve Kadro bu işe talipti. Kadro çıkmadan
dergisi yayımlayacak bilgi ve yetiye sahip­ önce Atatürk’ten zımnî izin alınmış. Kadro
K E M A L İ Z M

kan ve "hammadde veya pazar kavga­ ta, bir taraftan Kemalist iktidarın ide­
ları" nedeniyle "dünya harpleri"ne yol olojik söyleminin tanımlanmasında ve
açan, çatışmalar kapitalist düzenin se­ resmî ideolojinin oluşumunda önemli
bep olduğu tezatlar arasındadır [Ayde­ yer alan Şevket Süreyya'nın, Batılılaş­
mir, 1990: 90]. Türkiye Örneğinde bir ma gibi kilit bir noktada, siyasî iktida­
İlki teşkil eden Millî Kurtuluş Hareketi, rın ideolojik çizgisinden ayrıştığını da
Sanayi Devrimi ve kapitalizmin kur­ göstermektedir.
muş olduğu bu tezatlar ve düzene kar­ Bu bağlamda, genel olarak Kadro
şı "kutsal bir isyan" niteliğindedir. hareketinin, özellikle de Şevket Sürey­
Kendi sanayisini kurarak ve bu sanayi­ ya'nın öne sürdüğü fikirlerin, 1960'tar-
yi "nizam altına" alarak, teknik ve İkti­ da Latin Amerika bağlamında ortaya
sadî gelişmeyi sağlamak, Millî Kurtu­ çıkan ve gelişmiş ve gelişmekte olan
luş Hareketi'nin asıl hedeflerinden bi­ ülkeler arasındaki eşitsiz ilişki ağına
470 risidir [a.g.e.: 95]. Türkiye ve sömürge ışık tutan D e p e n d e n cia (Bağımsızlık)
veya yarı sömürge konumunda olan okulu tarafından benzer bir şekilde sa­
başka ülkelerin, bu durumdan kurtul­ vunulacağını belirtmekte fayda var.
maları ancak İktisadî kurtuluşun elde Gözlemlenebİlen bu benzerlikler, dü­
edilmesiyle gerçekleşecektir {a.g.e.: şünsel olarak Şevket Süreyya'nın başı­
97]. Türk Millî Kurtuluş hareketi böy- nı çektiği Kadro hareketinin, D e p e n -
lece, dünya kapitalist düzeninin tezat­ denoa'nın bir öncüsü olma niteliğini
larından kurtulmak isteyen başka millî taşıdığı yorumuna yol açmıştır [Özve­
kurtuluş hareketleri için Öncü bir ör­ ren, 1996: 570],
nek oluşturmaktadır. Gerek CHF'nrn 1931 kongresi ve
Şevket Süreyya'nın, Türkiye'nin tüm Halkevlerinin kurulması gibi bu Kong-
Üçüncü Dünya ülkeleri için bir örnek re'de alman bazı kararlar, gerekse
olduğunu savunması ve Türkiye'ye Ön­ K a d ro dergisinin yayımlanması, tek
cü bir rol biçmesi, genelde Şevket Sü­ partili Kemalist iktidarın siyasal kuvve­
reyya'nın Üçüncü Dünyacı yönelişinin tini pekiştirmek ve meşruiyet tabanı
göstergesi olarak algılanmıştır. Bu nok­ yaratmak amacıyla kendine bir ide-

dergisine gönderdiği telgraf ile Atatürk kaynak dağılımı konularının burjuvazinin


bunu bilahare teyit etmiştir. hegemonyasına bırakılmaması gerektiğini,
Yönetimin bizzat içinde bulunmayan, aksine, burjuvazinin devlet tarafından
rejimin önde gelen kişileri ile doğrudan kontrol altına alınmasını ısrarla dile geti­
karşı karşıya gelmekten özenle kaçınan, ren radikal ulusçu sol bir yaklaşımın ifa­
fakat bir taraftan da yönetimi etkilemeye desidir. Ulusçu solun Türkiye’deki ilk
çalışan, bir siyasî parti olmasa da, dar bir köklü ve sistematik savunucusudur.
kadro ile politikada etkili olmaya gayret Kadro yazarları şu varsayımlar üzerine
eden Kadroculann, oldukça karmaşık gö­ tartışma geliştirdiler: l)Kapitalist sanayi­
rünse de son analizde ideolojik eğilimi leşmiş ülkelerdeki sermaye birikimi ülke
nettir. Ulusçuluğu tarihî materyalizm içi­ içindeki işçi sınıfının ürettiği artı değerler­
ne yerleştirmeye çalışan, emperyalizm den çok, kolonilerden gelmiştir. Aynı te­
analizinde Lenİn’den doğrudan etkilenen, mayı Lenin’in emperyalizm analizinde
pozitivist-modernizmi savunan, gelir ve görmek mümkündür. 2) Uluslararası sis-
K A D R O D E R G İ S İ

olojik gündem yarattığının bazı gös­ adıdır. Kemalist İnkılâp, Birinci Dünya
tergeleri olarak yorumlanabilir. Şevket Savaşı'nın akabinde girişilmiş olan
Süreyya'nın Türk siyasî düşünce tari­ Millî Mücadele ve millî Kurtuluş Ha­
hinde önemli konumu, dönemin bu reketi ile başlamış ve Türkiye'nin siya­
gibi siyasî gelişmelerinde de kendini sî kurtuluşunu sağlamıştır. İnkılâbın
göstermektedir. 15 Ocak 1931 tarihin­ ihtilal safhasını oluşturan bu siyasî
de, Ankara Türk Ocağı'nda vermiş ol­ mücadele döneminden sonra, inkılâp
duğu "İnkılâbın İdeolojisi" başlıklı gerek iktisadî-teknik, gerekse kültürel
konferans, 1930'ların ilk yarısına ve siyasî-ideolojik cephelerde devam
önemli ölçüde damgasını vuracak etmiştir, inkılâbın ideolojisini, Kema­
olan entelektüel ve ideolojik yöneli­ lizmin tanımını, yazmak, Şevket Sü­
şin, bir habercisi niteliğindedir. Kema­ reyya'ya göre İnkılâp heyecanının ya­
list inkılâbın tarihsel önemini ve dün­ şayabilmesi için gereklidir. Bu heye­
ya çapında yerini vurgulayan Şevket can, ilk başta öncü ve azlık kadro ara­ 471
Süreyya, inkılâp heyecanının sürekli sında yaratılıp, yaşatılacaktır. Ve bu
olarak yaşayabilmesi için, bir ideoloji­ kadro içerisinde, siyasî liderler grubu­
ye muhtaç olunduğunu savunmakta nun yanı sıra, aydınlar ve düşünürle­
ve Kemalizmin bir ideoloji olduğu sa­ rin de belirleyici bir rolü vardır. İnkılâ­
vını açıkça telaffuz etmektedir. Siyasî bın savunusunu yapacak olanlar, ilk
İktidarın resmî onayını kazanmakla başta bu azlık ve öncü gruptur ve an­
beraber, zaman zaman kilit noktalarda cak savunulan ilke ve ülküler hakkın­
farklı bir Kemalizm yorumunu öne sü­ da, tüm halk bazında, bir birliğin
ren Şevket Süreyya, Kemalizm tanımı­ oluştuğu anda, inkılâbın nihayete er­
nı kuramsallaştırarak, Kemalizmin diğinden söz etmek mümkündür.
muğlaklığının da giderilmesini en Şevket Süreyya'nın ideoloji arayışı,
azından sağlamak istemiş ve bu ne­ CHF içinde "yeni bir cereyan" ve fikir
denle de, bir sonraki aşamada siyasî ayrılığının oluştuğu yorumuna yo!
iktidarın desteğini kaybetmiştir, açarak siyasî iktidar çevresinde bazı
Kemalizm, inkılâbın ideolojisinin tepkilere neden olmakla birlikte, inkı-

tem, sanayileşmiş ve sanayileşmemiş ülke­ ro, Türkiye’nin sosyalizm dışı fakat kapi­
ler arasındaki çatışmaya dönüşmektedir. talist olmayan üçüncü bir yol bulması ge­
Burada, Kadre ile Suttan Galiyevci tartış­ rektiğini ileri sürmektedir. Görüldüğü gibi
malar arasında paralellik mevcuttur, 3)Le- Lenin’in yaptığı tartışmadan yola çıkmak­
nin’e göre emperyalistler ile sömürge ül­ la birlikte, Kadro sonuçta sosyalizmi değil,
keler arasındaki çatışma ve emperyalistler ulusal solcu bir çözüm yolu önermekte­
arası rekabet, emperyalizmi tasfiye ederek dir. Kodro’ya göre Atatürk önderliğindeki
sosyalizmin başarısına yol açacaktır. Kad­ Ulusal Kurtuluş Hareketi, var olan ulusla­
roya göre ise emperyalistler arası çatışma­ rarası sistemi dağıtmaya yönelik önemli
ya ek olarak belirleyici bir çatışma da sa­ bir adımdır. Kadro kapitaüst-emperyalist
nayileşmiş ülkelerle sanayileşmemiş ülke­ uluslararası sistemin yıkılması, bunun ye­
ler arasında yaşanandır. Türkiye gibi ülke­ rine İktisadî olarak bütünleşmiş ulusal bi­
lerde zemin olmadığı için sosyalizmin ku­ rimlerin kurulması gerektiğini savunur.
rulmasının imkânsızlığım ileri süren Kad­ Birçok araştırmacının iddia ettiğinin
K E M A L İ Z M

lâbın ideolojisini yazmanın gerekli man kahramanı Aydemir ile müsema-


olduğu görüşü, 1930'ların ilk yılların­ balık emelini güden Şevket Sürey­
da siyasî iktidar tarafından benimse­ ya'nın bu soyadını seçmesi, idealiz­
nir. Bu kabul, CHF'nin III. Parti Kong­ minin ve hararetinin bir başka dışavu­
resinde Kemalist ideolojinin belirgin­ rumu olarak algılanabilir [Aydemir,
leşmesine yol açan bazı adımların 1995: 127 ve 115].
atılmasında etkili olduğu savma da Şevket Süreyya'nın, inkılâba olan
güç katmaktadır IKuyaş, 1996: 195]. inancının ve bu inanca güç katmış
Resmî ideolojik söylemin somutlaştı­ olan idealizminin biraz sönmüş oldu­
rılmasında böylece, 1930'ların başın­ ğuna 1968 yılmda, İn k ılâ p ve K a d -
dan itibaren Şevket Süreyya'nın belir­ ro'nun ikinci baskısında, tanık oluruz.
leyici bir rolü olmuş olduğunu söyle­ Burada Şevket Süreyya, yıllar Öncesin­
yebiliriz. de öncü ve elitist kadroya biçmiş oldu­
472 Şevket Süreyya'nın Kemalist inkılâ­ ğu önemli vazifenin, aydınlar tarafın­
bın ateşli bir savunucusu olması ve dan yerine getirilmemiş olduğunu dile
başarıya ulaşacağına inancı, eserle­ getirir ve inkılâbın tamamlanmamış ol­
rinde, göze çarpan en belirgin kişisel duğunu söyler [Aydemir, 1990: 13 ve
nitelikleri arasındadır. Suyu arayan 24). Çünkü yıllar Önce, Millî Kurtuluş
Şevket Süreyya'nın idealizmi, Turancı Hareketİ'nîn ana hedeflerinden birisi
düşünceden Kemalizme vardığı dü­ olan, "imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış
şünsel yolunda, sürekli varolan bir bir millet" olma sözlerinde ifade bulan
Özelliği olarak belirmektedir. Hayranı idealin, gerçekleşmediğinden sözeder
olması nedeniyle soyadı olarak seçti­ [a.g.e.: 18-19]. Aradan geçmiş olan
ği ve Müfide Ferit'in "Aydemir" adlı zaman diliminde, 1928-1951 yılları
romanında yarattığı "hayal kahrama­ arasında, Şevket Süreyya Ankara Bele­
nı" da zaten, düşünürün kendi sözle­ diyesi iktisat müdürlüğü ve iktisat ve­
riyle "maddi silahları reddeden," sa­ kaleti sanayi tetkik heyeti başkanlığı
dece kendi imanına güvenen "bir ül­ gibi yüksek mevkilerde memurluk yap­
kü ve gönül adamı"dıv. Böylece, ro­ mıştır. 1951 yılında görevinden alın-

aksine, Kadro yazarları Türkiye’de sınıfla­ Dönemin birçok aydınının ileri sürdü­
rın olmadığını söylemezler. Kadro Türki­ ğünün aksine. Kadro’da 1929 Dünya Eko­
ye’de kapitalizm öncesi sınıfların varlığını nomik Buhranînm Türkiye gibi henüz sa­
ampirik araştırmalarla destekleyerek gös­ nayileşmemiş ülkeler için iyi bir fırsat ya­
termektedir. Şöyle ki; Tökin şu sınıfları rattığı görüşü dile getirilmektedir. Kadro­
tespit etmekledir: Derebeyleri ve toprak culara göre, bu kriz sonucu sanayileşmiş
ağaları, köylü müteşebbisler, küçük mül­ ülkeler ellerindeki fabrikaları ucuz fiyatla­
kiyet sahibi müstahsiller, ortakçılar ve ra satmaktadırlar ve Türkiye bu fırsatı de­
marabacılar, köy amelesi, topraksız köy­ ğerlendirerek sanayileşme hamlesi yapma­
lüler ve toprak köleleri. Kapitalizm öncesi lıdır. Bu noktada, Kadrocular 1960’îı yıl­
sınıfların nasıl tasfiye edileceği ve kapita­ lardaki “Bağımlılık Okulu’nun” ileri sür­
list ilişkilerin kurulmasının nasıl önlene­ düğü tezleri otuz yıl öncesinden dile getir­
ceği Kadro’nun öncelikli sorunsalları ara­ mişlerdir. Kadro gibi Bağımlılık Okulu da
sındadır. dünya ekonomik buhranlarının az geliş-
K A D R O D E R G İ S İ

ması ve emekliye ayrılması, Şevket Sü­ hinde belirleyici ve önemli bir entelek­
reyya'nın kendi sözleriyle, onun "top­ tüel olarak yer aldığı açıkdır. Çeşitli
rağa dönüş"ünü ifade eder. Önündeki dergi ve gazetelerde çıkan yazıları ve
yıllarını çiftliğinde, toprak ile bir "kö- kitaplarının yanı sıra, Şevket Sürey­
le-efendi" ilişkisi içerisinde bütünleşe­ ya'nın düşünsel evrimi, İmparator­
rek, geçirir. luğun çöküşünden Cumhuriyefin ku­
Aydemir'İn Suyu Arayan A d am baş­ ruluşuna giden yolda, önemli bazı
lıklı otobiyografisi, 1959 yılında ya­ açıklayıcı öğeleri kapsar. Çocukluğun­
yımlanır. K a d ro dergisinin gündeme daki imparatorluk hayalinden, Orta
getirdiği birçok tartışmaya benzediği Asya ve Turancılığa yönelişi, Sosyalist
savunulan ve hatta, hakkında bu dergi­ fikirleri savunmasından, Kemalist inkı­
nin devamı niteliğinde olduğu da söy­ lâbın ve Kemalizmin en önde gelen
lenen Y ö n dergisine, Aydemir 1961 yı­ savunucularından olması, düşünsel se­
lı itibariyle yazılarıyla katkıda bulunur. rüvenini özetlemenin yanı sıra, Şevket 473
Atatürk'ün hayatını anlatan Tek A dam Süreyya'nın kapsadığı çeşitliliği ortaya
(Üç Cilt, 1963), İsmet İnönü üzerine koyan ve siyasî düşünür olarak önemi­
yazdığı ik in c i A d a m (Üç Cilt, 1966), nin altını çizen, özellikleridir.
Adnan Menderes ve Demokrat Parti Bütün bu anlatı ve yorumlar doğrul­
hakkındakİ M enderes'in D ram ı (1969) tusunda, Şevket Süreyya Aydemir'İn,
ve Enver Paşa'yı konu edinen Orta-As- yaşadığı dönemin etkisi altında kalmış,
ya'dan M akedonya'ya Enver Paşa (Üç ancak döneminin koşullarını ve gelişi­
Cilt, 1970), Aydemir'İn önemli eserleri mini belirlemek ve yönlendirici olmak
arasındadır. gibi bir emeli de belli ki kendi arayışı­
Özellikle Tek Parti döneminin siyasî nın bir parçası haline getirmiş, değişi­
iktidar çevresindeki konumu ve me açık olmakla birlikte, savunduğu
1930'1ar itibariyle başlayan İdeoloji ülküye tümden bağlı ve ateşli bir İde­
arayışı içerisinde etkin ve yönlendirici alist olduğunu ve Türkiye'nin siyasî
rolü nedeniyle Şevket Süreyya Ayde­ düşünce tarihinde, kilit bir isim olarak
mir'İn, Türkiye'nin siyasî düşünce tari­ belirdiğini söylemek mümkündür. , •

miş ülkeler için sanayileşme fırsatları ya­ rulamayacağına inandığı için devletin sa­
rattığım ileri sürmektedir. nayileşmede bizzat yatırımcı olarak yer al­
Kadroculara göre gelişme stratejisi şu ması gerektiğini savunmaktadır. Kadro ise
esaslara dayanmalıdır: Sanayileşme devlet Marksist geleneğin öne sürdüğü ekonomi-
eliyle gerçek] eş tiril melidir. Aynı tema dö­ politika bağlantısını göz önüne alarak,
nemin ‘İktisadî devletçilik’ tezini savunan ekonomik gücü kim elinde tutarsa politik
Ahmet Hamdi Başar ve ‘ılımlı devletçilik’ gelişmelere de o yön verir noktasından ha­
görüşünü dile getiren Başbakan İnönü ta­ reket ederek, özel sektörün sanayileşmede
rafından da savunulmaktadır. Kadro ile di­ etkilerinin azaltılması ve özel sektörün
ğer ikisi arasındaki temei fark ideolojiktir. doğrudan devlet tarafından kontrol edil­
İnönü ideolojik motiflerle değil, pragrna- mesi gerektiğini savunmaktadır. Zira sana­
tik nedenlerle devletçiliği savunmaktadır. yileşme hamlesi yapacak nitelikte özel
Başar ise kapitalizme karşı olduğundan sektör de yoktur. Kadro özel sektörün ya­
değil, kapitalizmin Türkiye’de henüz ku­ tırımda bulunmasına karşı değildir. Kad-
K E M A L İ Z M

ro’ya göre özel mülkiyet ve özel sektör ol­ çünkü sanayileşmiş ülkelerin işçi sınıfları­
malıdır, fakat bunların politik gücünün nın kazanılmış hak olarak elde ettiklerin­
devletin politik gücünü etkilemesine ve den vazgeçmeyeceklerini belirten Kadro,
onu kendi lehine çevirecek boyuta gelme­ sosyalizm ile kapitalizm arasında üçüncü
sine müsaade edilmemelidir. Kadro özel bir yol önerisinde bulunmaya çalışmıştır.
sektörün siyaseten güçlenmesine ideolojik Kadro’ya göre üçüncü yol’un oluşturulma­
olarak karşıdır. Özel sektör devletin belir­ sı için: 1) Devletin sanayileşmede öncülük
lediği alanlarda ve devletin denetiminde etmesi gerekmekte ve bunu hiç bir zaman
yatırım yapmalıdır. Bundan fazlası özel burjuvaziye devretmemelidir. 2) Devlet
sektörün siyasal taleplerde bulunmasına dış ticareti kendi tekeline almalıdır: İthalat
yol açacaktır. Ahmet Agaoglu ile Kadro ya­ ve ihracat yapan özel girişimciler kontrol
zarlarının tartışmaları bu noktada odakla­ edilmelidir Bu konuda Kadro, hükümetin
şır. Ağaoğlu da kendi ifadesiyle devletçili­ uyguladığı dış ticaret politikasını destekle­
ğe karşı değildir, Kemalizmi ve devletçiliği mekte, hatta daha ileri giderek, dış ticaret
474 bizzat kendisinin de savunduğunu yazan ofisleri kurulması ve özel sektör ancak bu
Ağaoğlu, Kadro’dan farklı olarak devletin, ofisler aracılığıyla ve devletin belirlediği
özel sektörü teşvikler yoluyla destekleme­ mallarda ithalat yapmalıdır. Aksi halde
si gerektiğini savunmaktadır. Ağaoğlu’nun özel sektör ağırlıklı olarak çok kâr edeceği
savunduğu liberalizm, özel sektörün dev­ lüks tüketim malı ithal edecektir. 3) Sö­
let eliyle geliştirilmesi temeline dayan­ mürgeci bir politika uygulama imkânının
maktadır. Dönemin aydınları arasında olmadığını, bunun ideolojik olarak yanlış
Agaoglu, Başar ve Kadro karşılaştırıldığın­ olduğunu belirten Kadro, sermaye biriki­
da şu noktalar ortaya çıkmakladır: hepsi minin gerçekleştirilmesi için iç kaynaklara
burjuvazinin güçsüzlüğünün farkında ve yönelinmesi gerektiğini belirtir, Kndro’ya
devletin ekonomiye müdahale etmesi ge­ göre devlet, kaynak dağılımı ve gelir dağı­
rektiğinin altım çizmektedir. Kendilerini lımına doğrudan müdahale edebildiği sü­
sırasıyla ‘liberal’, ‘İktisadî devletçi’ ve ‘ulu­ rece, sermaye birikimini hızlandırabilir.
sal kurtuluş hareketi devletçiliği’ olarak ta­ Daha ileri giderek, verginin tamamen kal­
nımlarken İdeolojik tercihlerini de yap­ dırılabileceğini iddia etmektedir: Devlet,
makta ve üç ayrı gelişme stratejisi öner­ üretim ve tüketimin planlanmasında siyasî
mektedirler. Ağaoğlu kapitalizmin kurula­ ve İktisadî gücü elinde tutuğu sürece vergi
bileceğini, Başar ise şimdilik kapitalizmin toplamaya gerek kalmayacağını belirtir.
kurulmasının mümkün olmadığını, ancak 160 milyon civarında olan devlet bütçesi­
zaman içinde devletin iktisadi alandan çe­ nin 500 milyona çıkarılm asını öneren
kilerek yalnızca siyasal otoriteyi elinde tu­ Kadro, basılan paranın hepsinin yatırıma
tan bir kurum haline gelmesi gerektiğini dönüştüğü durumda enflasyona yol açma­
ve uzun vadede kapitalizmi tercih ettiğini yacağını iteri sürmektedir. Malî politikada
belirtmektedir. Kadro ise kapitalizmi sö­ yapılacak köklü değişikliklerle, kaynak ve
mürü düzeni olduğu, sınıflararası eşitsizli­ gelir dağılımına yapılacak anlamlı müda­
ğe yol açtığı ve emperyalizmin temel taşı halelerle hem israftan kaçınmanın müm­
olduğunu belirterek, kapitalizme ideolojik kün olacağını hem de kamu bütçesine
anlamda karşı çıkmaktadır. kaynak yaratılacağını belirtmektedir. 4)
Türkiye’de sosyalizmin kurulması için Yabancı sermaye akışının Asya’dan Pasi­
altyapı bulunmadığını, sosyalizmin sana­ fik’e kaydığım belirten Kadro dışardan kre­
yileşmiş ülke işçi sınıflan ile sanayileşme­ di gelmesi konusunda fazla umutlu değil­
miş ülkelerdeki işçi sınıflan arasındaki ni­ dir. Mümkün olduğu -takdirde ise, Sovyet-
teliksel farklılıkları gideremeyeceğini; ler Birliği ile yapılan anlaşma örneğinde
k a d r o d e r g i s i

m ^ 5

fvt"
475

Taner Timur’a göre: “Kadrocular, devlet müdahaleciliğini ve devlet kapitalizmini


ekonomiye egemen kdmak ümidiyle Atatürk 'e hürmetlerini sunan, ortasını/kökenli
küçük bir ‘kadro ’duHar. Sorardan idealist düzeyde ve stm/kavgasımn dtşmda ele
aldıktan için, pek küçümsedikleri sın ıf kavgası sonucunda ı

olduğu gibi, dış borçların mamul Türk önemli özellik devletin rolü üzerine yap­
malı ile ödenmesi uygulamasının prensip tıkları tartışmadır. Bu konu, araştırmacıla­
haline getirilm esini savunmaktadır. 5) rın çoğu tarafından göz ardı edilen, fakat
Kadro’ya göre, yalnızca sanayi planı yap­ Kadro’nun analiz edilmesinde kanımca
mak yetmez. Tarım planı da yapılmalıdır. anahtar durumundadır. Kadrocular net
Kadro toprak reformundan iki sonuç al­ olarak şunları söylemektedirler: Kapita­
mayı ummaktadır: a) Kendi tüketimi için lizm öncesi feodal toplumlarda devlet top­
üretim yapan köy ekonomisinin hakim ol­ rak sahiplerinin, kapitalist toplumlarda
duğu kırsal alan ulusal ekonomiye katıla­ ise burjuvazinin temsilcisidir. Türkiye ise
caktır. b) Feodal ilişkilerin hakim olduğu henüz kapitalist sistemin kurulmadığı an­
toprak ağalığı, aşiret ve tarikat şeyhliği tas­ cak feodal ilişkilerinde belirleyici olmadı­
fiye edilecektir. Kadro'ya göre bu feodal ğı bir dönemdedir. Kadro’ya göre Kurtuluş
yapı modernleşme ve sanayileşmede ciddi Savaşı’nı yürüten ekip belirli bir sınıfın
bir engeldir. Kadro, toprak reformu saye­ temsilcisi değildir. Bu durum devletin dö­
sinde yan ürün olarak, Kürt probleminin nüştürülmesi için iyi bir fırsat yaratmakta­
de çözüleceğini ileri sürmektedir: Osmanlı dır. Türkiye’de devletin belirli bir sınıfı
Devleti’nden beri Güneydoğu bölgesi Kürt temsil eden bir organ haline gelmesi ön­
aşiret reislerinin egemenliğine bırakılmış lenmeli ve bütün ulusu temsil eden bir
ve uluslaşma sürecinde önemli bir engel­ yapıya dönüştürülmelidir. Bu dönüşüm,
dir. Kadro'ya göre, toprak reformu kaçınıl­ ekonomik ve siyasal gücün devlet elinde
maz bir gereksinimdir. toplanması, özel sektörün devlet tarafın­
Kadro’yu diğer aydınlardan ayıran en dan kontrol altında tutulması ve bunları
K E M A L İ Z M

gerçekleştirecek bilgiyle yüklenmiş aydın kü dergisinin yayına çıkmasıyla birlikte,


bir kadronun iş başında olması ile sağla­ Kadro dergisine ihtiyaç azalmıştı. CHP
nabilir. K adro’ya göre, ulusal lider Ata­ 1933 yılında bir sanayi planı hazırlamış ve
türk, bu hareketi başlatmış ve Kadro der­ uygulamaya başlamıştı. Kadro bu planı
gisi de bunun ideolojisini üretmeye çalış­ eksik bulm akta, CHP’yi daha radikal
maktadır. Kadrocular yönetimin dışında adımlar atmaya teşvik etmekteydi. Bu du­
kalmaya çalışmakla birlikte, aynı zamanda rum CHP içinde giderek güçlenen Bayar
siyasal taleplerini de dile getirmişlerdir. grubunun tepkisini çekmişti. Kadro’nun
Kadro'da sıkça bahsedilen bilgiyle yüklen­ önerdiği gelişme stratejisinde özel sektö­
miş bilinçli azınlık, aslında Kadrocuların rün siyasal ve ekonomik anlamda etkinlik
kendilerine denk düşmektedir. gösterebilmesi zor olacaktı. Toprak refor­
Kadro kendisine bu misyonu yüklediği, mu konusunda Kadro’nun önerisi CHP ta­
örtülü de olsa vurguladığı ölçüde tepki rafından radikal bulunmuştur. Toprak re­
toplamaya da başlamıştır. Tepkiler çok formu konusunda CHP ile Kadro arasında
476 yönlüdür. Kadrocuların önerdiği gelişme ciddi bir farklılık vardır. Toprak reformu
stratejisinden rahatsız olan ve giderek CHP’nin öncelikli hedefleri arasında de­
güçlenme eğilimine giren CHP içindeki İş ğildi. 1945 yılına kadar CHP toprak refor­
Bankası grubu tepkilerini dönemin Iş mu tasarısı sunmamıştır. Kadro ise toprak
Bankası müdürü Siirt Milletvekili Mah­ reformu konusunda oldukça ısrarlıdır.
mut Soydan aracılığı ile dile getirmiştir. 1934 yılı sonuna gelindiğinde artık iktidar
Soydan, Kadro’yu açık bir dille komünist ile Kadro arasında yollar iyice ayrılmıştır.
olmakla ve Komintern propagandası yap­ Kadro, CHP yönetimiyle karşı karşıca gel­
makla suçlar. CHP içindeki İnönü grubu meyi göze alabilecek dayanaklardan yok­
da Kadrodan rahatsız olmaya başlamıştır. sun olduğu için derginin kapatılmasını
Hatta Başbakan İnönü bizzat Kadroya bir sessizce kabullenmiştir.
makale gönderir. Bu yazıda İnönü kendi­ Kadro, devleti toplumun üzerinde, top­
sini yalnızca Celâl Bayardan ayırmaz, aynı lumsal sınıflardan bağımsız hareket ede­
ölçüde Kadroculardan da farklı düşündü­ bilen, siyasî ve İktisadî özerkliği olan bir
ğünü gösterir. İnönü grubunda oldukça yapıya dönüştürmek gibi çok karmaşık ve
etkili olan Recep Peker Kadro'ya açıktan zor bir iddia ile yola çıkarak, Türk devri-
cephe alır ve “eğer gerekiyorsa CHP'ye mine ideoloji üretmeye çalışmıştır. Kad­
ideolojiyi biz üretiriz” der. Sonuç; dergi­ ro’nun temel açmazı tam da burada yat­
nin imtiyaz sahibi Karaosmanoglu Tiran’a maktadır. Devlet, toplumun üzerinde, si­
elçi tayin edilir ve Kadro “kendi isteğiyle” yasî ve İktisadî özerkliği olan bir kurum
yayımına son verir. değildir. Demokrasi ve demokratikleşme­
Kadro dergisinin kapatılışı üzerine çeşit­ nin yadsındığı bir dünya ikliminde, Kad­
li yorumlar yapılmıştır, Kadro'nun kapatı­ ro’nun otoriteryan özelliği döneme aykırı
lış öyküsü genellikle Bayar-lş Bankası gru­ düşmemektedir. Bir bütün olarak değer­
bu ve Recep Peker’in Kadro'ya karşı gös­ lendirildiğinde, solun kalkınmacı söylem­
terdikleri tepkilerle açıklanmak tadır. Bu leriyle ulusçuluğu birleştirmeye çalışan
doğru bir tespittir, fakat eksiktir. Kad- Kadro, gelişme stratejisi Önerisiyle kapita­
ro’nun kapanışının bir nedeni de Kad- lizme ve sosyalizme alternatif üçüncü bir
ro’nun kendine ait güç dayanaklarının çok yol üretmemiş, kapitalizm içinde değer­
sınırlı olmasıdır. Okuyucu kitlesi bürokra­ lendirilebilecek bir seçenektir. Türkiye si­
tik aydınlardan ibaretti. Rejim kendi ku­ yasal düşünce tarihi içinde Kadro, eklek­
rum! arını ürettiği ölçüde, özellikle 1933 tik ulusçu sol düşüncenin ilk köklü savu­
yılından itibaren CHP’nin dergisi olan Ül­ nucusudur, O
Bir 20. Yüzyıl Akımı:
“Sol Kemalizm ”
FARUK ALPKAYA

U/"- ^ ol Kemalizm" her şeyden önçe bir gören İsmail Hüsrev Tökin, Aydınlı fe der­
siyasal akımdır. Bu siyasal akım, gisinde yazılar yazan Burhan AsaE Belge
^ 7 1 9 3 0 ’lardan 2000'lere uzanan ta­ gibi sosyalist kökenli kişiler ile daha ba­
rihinde genellikle bir yayın organı çevre­ şından itibaren Kemalist hareketi destek­
sinde toplanan aydın çevresinden öteye leyen Yakup Kadri Karaosmanoğlu tara­
gidememiş; hiçbir 2aman siyasal bir ör­ fından 1932 başında yayımlanmaya başla­
güte sahip olamamıştır. Buna rağmen, mıştır. Çıkışında dönemin Cumhurbaşka­
sol Kemalizm bir ideoloji olarak Türki­ nı Mustafa Kemal Atatürk ile Başbakanı
ye’nin düşünsel ve siyasal hayatını derin­ ismet İnönü tarafından desteklenen der­
den etkilemeyi başarabilmiştir. Bu ide­ gi, amacını sürmekle olan inkılâbın zaten
olojiyi savunan aydınların ve yayın or­ içerdiği “fikir ve prensip unsurlarını, (...)
ganlarının gerek egemen siyasal akımlar inkılâbın seyri içinde ve onun icaplarına
ve örgütler, gerekse m u h ali! siyasal uygun bir şekilde izah işi" olarak tanım­
akımlar ve örgütler üzerinde böylesire lamıştır. Tarihsel materyalizmi bir yön­
güçlü bir etki yapabilmesinin dünya sis­ tem olarak benimseyen Kadro yazarlarına
teminden ve Türkiye’nin özgül koşulla­ göre, Türkiye’nin temel çelişkisi ulusal
rından kaynaklanan nedenleri olsa ge­ çelişki, yani emperyalizm ile ulus arasın­
rektir. Bu nedenleri yapısal nedenler ve daki çelişkidir. Ulusal Kurtuluş Savaşı ile
çevrimse] (konjonktürel) nedenler ola­ ulusal çelişkinin ihtilal aşaması gerçekleş­
rak ayırıp inceleyebiliriz, ama bunu yap­ tirilerek ulusal birlik sağlanmıştır, artık
madan önce sol Kemalizmin olgusal se­ yapılması gereken İktisadî bağımsızlığı ve
rüvenine bakmak gerekir.1 sanayileşmeyi sağlayarak inkılâbı tamam­
lamaktır. Ülkedeki iç çelişki, yani sınıfsal
çelişki ise ortaçağ kalıntısı derebeyleri ile
SOL KEMALİZMİN OLGUSAL TARİHİ
köylülük arasındadır. Sanayi gelişmediği
“So! K em alizm " adı her ne kadar için modern sınıflar yeterince oluşmamış­
1980’lerden sonra yaygın olarak kullanıl­ tır, dolayısıyla burjuvazi île proletarya
maya başlanmışsa da, bu siyasal akımın arasında sınıfsal bir çatışma yoktur. Bu
ilk örneği Kadro dergisidir. Kadro, Türki­ koşullarda gerek ulusal çelişkinin çözül­
ye Komünist Partisi’nin eski yöneticileri mesinde, gerekse derebeyliğin tasfiye
olan Şevket Süreyya Aydemir ve Vedat edilmesinde ve yeni bir sınıf çatışmasının
Nedim Tör, Moskova’da yüksek öğrenim önlenmesinde tek araç devlettir. Devlet
K E M A L İ Z M

planlı bir sanayileşmeyi sağlayarak inkılâ­ muşlardır. Derginin ilk sayısında yer
bı tamamlayacak tek unsurdur. Bunun alan ‘Yön Bildirisi’ne göre, Atatürk’ün
için 'Şef’e ve inkılâp bilincine sahip kad­ koyduğu çağdaş uygarlık düzeyine çık­
rolara büyük bir rol düşmektedir. Kadro mak için yapılması gerekenler şunlardır:
dergisi yazarları ise, inkılâbın ideolojisini 1. “İktisadî alanda hızlı kalkınmak", 2.
yaratacak ve onu genç kuşaklara aktara­ “Öğretmen, yazar, sendikacı, müteşebbis
cak inkılâpçı kadrolardır. ve idareci gibi kimselerin belli bir balfeın-
Kadro dergisinin sosyalist kökenli ya­ ma felsefesi (abç) ... üzerinde anlaşmaya
zarları inkılâbın ideolojisini oluşturmaya varmaları", 3, “yeni bir devletçilik anla­
çalışırken, aslında daha TKP içindeyken yışı", 4. “şuurlu devlet müdahalesi", ya­
savundukları bazı görüşleri, mevcut rejim ni vergi, planlama, kooperatifleşme ve
ile uyum içinde yeniden yorumlamışlar­ sosyal adalet. Bu dört başlık ile önerilen
dır. Kadrocular, 1929 bunalımı sonucu şey, seçkinlerin devletçiliği temel alan
dünya kapitalist sisteminin krize girdiği bir kalkınma stratejisi üzerinde anlaşma­
478 bir dönemde planlama ve kolektifleştirme larıdır
politikaları uygulayarak yüksek büyüme Yön hareketi. Kadro ile karşılaştırıldı­
oranları yakalayan Sovyet Sosyalist Cum­ ğında 1930’ların Tek Parti koşullarında
huriyetler Biri iği’n in sanayileşme deneyi­ oluşturulan bir ideolojinin çok partili ha­
mi ile Türkiye’nin özgül koşullarım bir­ yat koşullarında yeniden yorumlanması
leştiren bir siyasî çizgiyi Cumhuriyet olarak değerlendirilebilir. Koşullardaki
Halk Partisi’ne benimsetmeye çalışmışlar­ bu değişiklik Yön’ün gerek düşünsel plat­
dır. Kadro dergisi yazarları, o günlerde formuna, gerekse yayın çizgisine yansı­
yaygın olarak tartışılan 'D evi elçilik’i kapi­ mıştır. Kadro sınıf mücadelesi karşıtı ve
talizm ile sosyalizm dışında üçüncü bir daha birörnek bir yayın çizgisi izlerken.
İktisadî sistem olarak yorumlamış ve sun­ Yön sınıf mücadelesini yadsımayan, tam
muşlardır. CHP İse, Kadrocuların bu dev­ aksine olumlayaıı ve sosyalist solun çeşit­
letçilik yorumu yerine, Atatürk’ün de ara­ li yorumlarına açık bir yayın çizgisini
ya girmesiyle Celâl Bayar’ın iktisat Vekili yeğlemiştir. 1960’ların başında Kemaliz­
olması sonucu, devletçiliği koşulların zo­ min sol bir yorumunu yaparak yola çıkan
runlu kıldığı bir iktisat politikası olarak Yön dergisi, 1967’de kapanırken sosyaliz­
benimsemiştir. CHP liderliğinin desteğini min milliyetçi bir yorumuna varmış, do­
çekmesi sonucu etkinliğini giderek kay­ layısıyla çizgisini daha da sola çekmiştir,
beden dergi, gerek satışlarının düşmesi, iki dergi arasındaki bir başka fark da,
gerekse CHP üyelerinin tepkileri sonucu Katfro’nun ‘Ş e fe seslenmesi, Yön’ün ise
Yakup Kadri Karaosmanoglu’nun Tiran olabildiğince geniş bir seçkin tabakasının
Büyü kel çiligi'ne atanmasıyla 1934 sonun­ mutabakatını aramasıdır.
da fiilen kapatılmıştır. Doğan Avcıoglu, 1968 sonunda Türki­
Sol Kemalizmin ikinci yorumu 1961 ye'nin Düzeni adlı kitabını yayımlamış ve
yılı sonunda yayın hayatına atılan Yön bu kitap bir yıl içinde dört baskı yaparak
dergisi çevresinde toplanan aydınlar ta­ geniş bir okur kitlesine ulaşmıştır. Tür­
rafından yapılmıştır. Kalabalık bir aydın kiye’nin Tanzimat ile başlayan Balıhlaş-
grubunun imzaladığı bir bildiri ile yayın ma/çağcıllaşma sürecini bir yarı sömür­
bayatına atılan Yön dergisinin düşünsel geleşme süreci olarak yorumlayan Avcı-
oluşumunda Doğan Avcıoglu ve Ilhan oğlu, bu görüşüyle düşünce dünyasını
Selçuk başı çekmiş, Mümtaz Soysal, Ce­ derinden etkilemeyi başarmıştır. Doğan
mal Reşit Eyüboğlu ve Hamdi Avcıoglu Avcıoglu, 1969’da Yön’e göre daha dar
ise derginin yayın sürecinde etkin ol­ bir kadroyla Devrim dergisini çıkarmaya
B İ R 20. V L I Z Y I L A K I MI : " S O L K E M A L İ Z M "

“Anayasa, toplumun niteidtlerindm doğan dksatdddan, ölçüsüdükSerigiderddIkve


kerşeye çare bulabilir mi? 27 M ayıstan sonraki ham içinde, anayasayı değiştirm ekle
herşeye çare bulunabileceği sandm ıştirÇ .) Köklü reform ları, klasik\ haM ariavebu arada
m ülkiyet anlayışıyla çatışm adan başarabilm em ize im kân y o k ” (M ümtaz Soysal Y ön, 1962)

başlamıştır. İlhamı Soysal ve İlhan Sel­ zi’nin sola karşı bir ideoloji olarak toplu­
çuk'tın da yazılarını yayımlayan bu dergi ma dayatılması sol Kemalist aydınların
çevresinde toplanan aydınlar, milliyetçi­ kendilerini yeniden tanımlamalarına yol
lik, devletçilik ve sosyalizm bileşimin­ açmıştır. İlhan Selçuk, Uğur Mumcu,
den oluşan bir ideoloji ile ‘zinde güçler’e Mümtaz Soysal, Sina Akşin gibi aydınlar
dayanarak bir darbe sonucu iktidarı ele 12 Eylülde sunulan ideolojiyi ‘dondurul­
geçirmeye çalışmış, ancak başarılı ola­ muş Atatürkçülük’ olarak değerlendir­
mamıştır. 12 Mart Muhtırası ve ertesin­ mişler ve buna karşı Kemalizmi yeniden
den gelen baskı dönemi Yön çizgisinin yorumlamışlardır. Bu dönemde, sol Ke­
başta gelen savunucularının yargılanma­ malizm, felsefi olarak Aydınlanma felse­
sı ve bu çevrenin dağıtılması ile sonuç­ fesini benimseyen, ideolojik olarak ‘Altı
lanmıştır. Ok’u savunan, kalkınma modeli olarak
Sol Kemalizm, L2 Mart’tan sonra bir da bütünsel kalkınmayı seçen bir siyasal
dergi çevresinde toplanan aydınların or­ akım olarak sunulmuştur. 1990’larda,
tak bir hareketi olmaktan çıkmış, daha güncel siyasal gelişmelerin sonucu yapı­
çok Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlı­ lan bu yorumla, CHP’nin ‘Altı Ok’u çok
ğı yapan ya da bu gazetede yazılan ya­ partililik olarak demokrasiye karşı Cum­
yımlanan tek tek aydınların savunduğu huriyetçi Iifc; küreselleşmeye, Avrupa Bir-
bir ideoloji haline dönüşmüştür. 12 Eylül liği’ne ve Kürt hareketine karşı Ulusçu­
darbesinden sonra bir yandan Atatürkçü- luk; ‘siyasal İslâm’a karşı Laiklik; ‘köşe
lük’ün, diğer yandan ‘Türk-Islâm Sente­ dönmeciliğe’ karşı Halkçılık; ‘serbest pi-
K E M A L İ Z M

yasa’ya karşı Devletçilik ve dondurulmuş sel yapısından kaynaklanan nedenleri


Atatürkçülüğe karşı Devrimcilik biçimini olsa gerektir.
almıştır.
Sol Kemalizmin bir siyasal akım oldu­ SOL KEMALİZMİN YAPISAL KÖKENLERİ
ğunu, ancak hiçbir zaman siyasal bir ör­
güte sahip olmadığını başta belirtmiştik. 18. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan ‘çifte
Bu siyasal akım ilk ortaya çıktığında devrim’, Fransız Devrimi ve Sanayi Devri­
CHP yönetimini, daha doğrusu Mustafa mi, kapitalist dünya sisteminin temel eği­
Kemal Atatürk’ü 'hedef kitle’ olarak seç­ limlerini belirginleştirmiş ve yaşadığımız
mişti. Yön ile birlikte hedef kitle toplu­ dünyanın temel parametrelerini yerleştir­
mun seçk in leri olarak genişlem iş ve miştir: Yerküreyi kapsayan bir dünya eko­
Devrim dergisi çevresindeki sol Kema- nomisi ile ulus-devletlerden oluşan bir
listler bir askerî darbe örgütlemeye ça­ devletlerarası sistem. Fransız Devrimi,
lışmışlardı. Hedef kitlenin genişlemesi aynı zamanda, kapitalizme özgü yapılar
480 ve düşünceden eyleme yöneliş, 2000’li olan dünyayı kavramaya yönelik ideoloji­
yılların başında yeni bir biçimde ortaya ler ile dünyayı değiştirmeyi amaçlayan
çıkmaktadır. Başını Mümtaz Soysal ve kurumsallaşmış siyasal hareketleri de do­
Sina Akşin’in çektiği bir grup sol Kema­ ğurmuştur, Böylece, dünyanın akıl ve ira­
list, 22 Mayıs 2001 tarihli “Yeni Bir Olu­ de ile değiştirilebileceği, bu değişimi ger­
şum için Sunuş” başlıklı bir bildiri ile çekleştirmenin temel aracının ise devlet
Bağımsız Cumhuriyet Hareketi olarak ad­ olduğu anlayışı genel kabul görmeye baş­
landırılan bir siyasî hareket başlatmış­ lamıştır. Bunun sonucunda, bir bölgenin
lardır. Bu girişim bir parti olarak örgüt­
lenm eyi hed eflem ekte ve bu siyasal bmrasat
akım tarihinde ilk kez bağımsız bir siya­
sal örgüte kavuşmaya çalışırken hedef
kitlesini de bütün toplum olarak geniş­
t MİHBBBH
1(11 UDİSİ
T IL SB Z LH

letmektedir. Bu bildiride sol Kemalizmin


siyasal tezlerinin hemen hepsi günce! si­
yasal gelişmelerin ışığında, ancak geç­
mişteki örneklerden farklı olarak savun­
macı bir anlayışla yeniden yorumlan­
maktadır. Bu noktada, sol Kemalizmin,
geçmişinden gelen ‘sınıflarüstü’ ve ‘tepe­
den inmeci’ yaklaşımıyla çok partili ha­
yat içinde ‘ikna edici’ bir siyasal örgüte
dönüşebilmesi, bu dönüşümün gerçek­
leşmesi durumunda ise ideolojik etkinli­
ğini sürdürebilmesi kuşkulu görünmek­
A y d ın la rın O rtak Bildirili
tedir. Sol Kemalizm, örgütsel bir yapıya
M I"
sahip siyasal bir harekete dönüştükçe
ideolojik etkinliğini kaybedeceğe benze­ “... kütlelerin insanca yaşayışı, maddi
mektedir; ancak unutulmamalıdır ki, bu koşulların... değiştirilmesine... bağltdtr
...Atatürk’le başlayan hareket* kalka
akım 20. yüzyıl boyunca hemen her kı­ dönük, düzenli, planlı ve akılcı iktisadi
rılm a anında yeni bir biçimde ortaya kalkınma politikasıyla mutlaka
çıkm ayı başarabilm iştir. Bu durumun tamamlanmalıdır.’’ (M. Soysal, Yon. 1962)
dünya sisteminden ve Türkiye'nin tarih­
B İ R 20. Y Ü Z Y I L A K I M I : “ S O L K E M A L İ Z M "

kapitalist dünya ekonomisi ile bütünleş­ Osmanlı İmparatorluğu her şeyden önce
mesiyle birlikte bir ideolojinin ve bir top­ bir dünya imparatorluğudur. Bu, dinsel
lumsal hareketin etkisiyle ulus-devletler ya da dilsel cemaatlerin aynı zamanda
ortaya çıkmaya başlamışlardır. Burjuva toplumsal işbölümünün temelinde yer al­
Devrimi olarak adlandırılan bu süreç, dığı, toplumsal artığa vergi biçiminde el
farklı coğrafi bölgelerde, o bölgenin kapi­ konulduğu ve merkez tarafından atanan
talist dünya ekonomisi ile bütünleşme bi­ bir bürokrasinin padişah adına yönetsel
çimi ve var olan siyasal/toplumsal yapının görevleri yerine getirdiği bir yapı demek­
özellikleri gibi etkenlere bağlı olarak fark­ tir. Böyle bir yapı istikrarsızlığa yol açabi­
lı biçimler almıştır. lecek her tür gelişmenin baştan öngörüle­
Fransız Devrimi, aslında, Burjuva Dev­ rek denetlendiği bir top! umsal/siyasal sis­
rimi olarak adlandırılan utus-devlet kur­ temi gerektirir.
ma sürecinin sıradışı bir örneğidir. Kapi­ Hemen hemen Osmanlı Devleti’nin bir
talizmin ilk ortaya çıktığı yer olan Batı dünya imparatorluğuna dönüştüğü tarih­
Avrupa’daki diğer burjuva devrimleri, lerde ortaya çıkan kapitalizm ise, her şe- 481
özellikle 1848 ayaklanmalarından sonra yin metalaştırılmasmı ve sonsuz sermaye
gündeme gelenler,2 feodal aristokrasinin birikimini temel alan bir dünya ekonomi­
burjuvalaşarak ulusal birliği oluşturması sidir. Kapitalizmin bu iki özelliği uzun
biçiminde yaşanmıştır. Kapitalizmin mer­ meta zincirleri remelinde gerçekleşebilir.
kezi dışındaki bölgeler ise, ya bir dünya Bu ise kapitalizmin her yere sızması ve
imparatorluğundan koparak ulus/devlet kaçınılmaz olarak istikrarsızlık demektir.
olarak örgütlenmiştir, ya sömürgeleştin iş­ Dünya imparatorlukları kendi başlarına
tir (ki bu sömürgeler daha sonra birer varolan siyasal birimler iken, ulus-devlet­
ulus-devlete dönüşecektir) ya da Osmanlı ler devletlerarası sistemin bir parçasıdır
imparatorluğu, Çin gibi geleneksel dünya ve aralarında hiyerarşi vardır. Türkiye
imparatorluklarının ana gövdelerinin ya­ Cumhuriyeti, yapısal zaman açısından
şadığı biçimde yarı sömürgelere dönüşe­ kapitalist dünya sisteminin ürünü olan
rek daha sonra ulus-devlet biçiminde ye­ bir ulus devlettir ve bu anlamda bir dün­
niden yapılanmışlardır.3 Ulus-devletleşme ya imparatorluğu olan Osmanlı İmpara­
ya da burjuva devrimi süreci hangi biçim­ torluğu ile arasındaki ilişki bir kopuş iliş­
de yaşanırsa yaşansın, bu süreçte milli­ kisidir.
yetçilik, laiklik, sosyalizm gibi ideolojiler Osmanlı imparatorluğu, kapitalizmin
ile (sosyal demokrat ya da devrimci) işçi gelişmesinden adım adım etkilendi. 19.
partileri ya da ulusal kurtuluş hareketleri yüzyılda kapitalist dünya ekonomisine
gibi siyasal hareketler temel bir rol oyna­ eklemlenen her bölge, bir süre sonra ayrı­
mışlardır. calıklar üzerine kurulmuş, istikran sağla­
Osmanlı im paratorluğu ile Türkiye yabilmek için üretimi ve ticareti sıkıca
Cumhuriyeti arasındaki ilişkinin bir ko­ denetleyen geleneksel devletin koyduğu
puştan çok bir süreklilik gösterdiği, aksi engelleri yıkmak için ayaklanmaya başla­
görüşlerin varlığına rağmen genel kabul dı. Bu ayaklanmaların em ik bir temele
görmektedir. Bu ilişkiye -Braudel’in yaptı­ oturduğu bölgeler imparatorluktan kopa­
ğı ayrımla- olgusal zaman ya da çevrimsel rak birer ulus-devlete dönüşürken,5 bu
zaman açısından bakarsak bu kabul edile­ ayaklanmaların etnik bir temele oturma­
bilir bir görüştür, ancak ‘uzun süre’ ya da dığı yerler imparatorluktan koparak sö­
diğer bir deyişle yapısal zaman açısından m ürgeleştiler.6 Osmanlı im paratorlu­
bakıldığında bu ilişkinin bir süreklilik ğumun ana gövdesi ise bambaşka bir se­
ilişkisi olduğunu söylemek çok zordur.4 rüven yaşadı: Devletin geleneksel seçkin-
K E M A L İ Z M

Uğur Mumcu anlatan ve 12 Mart zihniyetini tüm


ironik yönleriyle ortaya koyan kitabı
ASENA C ÜMAL S a k ın ca lı Piyade, onlarca baskı yaptı
ve bu isim onunla özdeşleştirildi. "Sa-
kıncalıîığı", yer yer komik duruma dü­
şen baskıcı devlet görevlilerine karşı
aklı başında bir muhalifliği ifade et­
mekteydi. Mumcu, Yon dergisinin ar­
dından Türk S o lu , Em ek, D e v rim ve
A n t dergilerinde çalıştı, A k şa m , M illi­
yet ve Yeni O rtam gazetelerinde köşe
24 Ocak 1993 günü, arabasına yerleş­
yazarlığı yaptı. Anka Ajansı'nda çalı­
tirilen bir bombanın patlaması sonucu
şırken Altan Öymen'le beraber hazır­
482 yaşamını yitiren Uğur Mumcu, bugün
ladığı "M obilya Dosyası" ile Yahya
Kemalist ikonografinin önde gelen fi­ Demirel'in hayalî ihracat yaptığını or­
gürlerinden biridir. Adı meydanlara ve taya çıkardı ve gazeteciliğinin alacağı
sokaklara verilen ve yokluğu, Özellikle seyrin ipuçlarını verdi. Mumcu, 1975
Susurluk skandali gibi devlet-mafya yılında, 1991 'deki kısa süreli ayrılışı
ilişkilerinin ayyuka çıktığı durumlarda hariç, öldürülüşüne kadar sürekli çalı­
gündeme getirilen Uğur Mumcu, Tür­ şacağı C u m h u riyet gazetesine geçti ve
kiye'de araştırmacı gazeteciliğin öncü­ zamanla gazetenin kimliğini kuran
sü olarak kabul edilmektedir. isimlerden bîri haline geldi.
1942 yılında doğan Uğur Mumcu, Yön dergisi, Türk solundaki özgücü
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakülte­ eğilimin önemli kaynaklarındandı. Sos­
sini bitirdi. Hukukçu kimliği, özellik­ yalizmden önce Atatürkçülüğü, halkçı,
le de idare ve ceza hukukuna olan vu­ devletçi, devrimci ve milliyetçi bir kal­
kufu, gazeteciliğini besleyen ana da­ kınma yolunu savunan, temel çelişkiyi
marlardan biriydi. Doğan Avcıoğ- kapitalist sınıflarla emek arasında değil
lu'nun çıkardığı Yön dergisinde, 29 de emperyalizmle ezilen uluslar ara­
yaşında bir öğretim görevlisi olarak sında gören Yön çizgisi, Uğur Mum-
yazılar yazmaya başlayan Mumcu, 12 cu'nun Kemalist düşüncesine damgası­
Mart döneminde orduya hakaretten nı vurmuştu. 1960 sonrasının Üçüncü
yargılanmış ve bir yıla yakın Mamak Dünyacılığı ile Kemalizmin patrimon-
Askerî Cezaevi'nde kalmıştı. Askerliği­ yal devlet anlayışını birleştiren ve orta­
ni de bu nedenle Ağrı Patnos'ta "sa­ ya özgün bir Kemalizm çıkaran bu ha­
kıncalı piyade" olarak yaptı. O günleri rekette Uğur Mumcu'nun rolü önem­

leri, kapitalist dünya sistemi ile rekabet devlet yapısını büyük ölçüde dönüştür­
edebilmek için devlet yapısını modernleş­ düler. Ancak, modernleşmeyle iç içe yaşa­
tirmeyi yeğlediler. 19. yüzyılın ilk çeyre­ nan dünya kapitalist sistemi ile bütünleş­
ğinde başlayan bu çabalar 1839 Tanzimat me, devletin İktisadî ve mali bağımsızlığı­
Fermanı ile yeni bir aşamaya ulaştı ve bu nı yitirerek yarı sömürgeleşmesi sonucu­
tarihten itibaren modernleşmeyi benim­ nu doğurdu.
seyen seçkinler, -devleti bir ulus devlet Bu koşullarda, Osmanlı İmparatorlu­
olarak örgütlemeyi başaramasalar da- ğunda (ve benzer özelliklere sahip Iran,
e I R 2 o . Y Ü Z Y I L A K I MI ; " S O L K E M A L İ Z M

liydi. Sosyalist devrimden önce millî


bir devrim öngören ve Türk'e özgülüğü
ve Atatürk'ü Öne çıkaran Yön hareketi­
ne kadar, ulusal bağımsızlıkçılık pek
vurgulanan bir tema değildi. Oysa
Mumcu'nun Kemalizminin hegemonik
ilkesiydi bu; klasik Kemalizmde olma­
yan ya da tâli kalan bir ilke. M um ­
cu'nun, Kemalizmin baskın bağımsız­
lıkçı, ant i-emperyalist niteliğine dikkat
çekmesi, 60'larda esasen anti-emper-
yalist bîr temelde seferber olan Mark-
sist-sosyalist sola karşı Kemalist cephe­
nin, "biz zaten sizden önce böyle bir 483
geleneğe dayanıyoruz" diyebilmesine
de olanak sağlamıştı. O dönem yazıla­
rında Demirel'i şiddetle eleştiren ve
düzenin uluslararası sermaye ile toprak
ağalığına dayandığım belirten Mumcu, “Kalpaksız Kutma"... Türkiye'de
devrimci İktidarın, halkın iktidarı oldu­ demokrasi/yolsuzluk mücadelesinin
ğunu ifade etmekteydi: "Yani, toprak simge ismi... Devlet cenazesine sahip
çıkmış olsa da Uğur Mumcu adı hep
ağası, işbirlikçi sermayeci, sömürücü
“Temiz Toplum"la birlikte amldt.
patron yerine, topraksız köylü, emeği
İle geçinen İşçi, dar gelirli memurların tansîyeller taşıması açısından tehlikeli
kendi iktidarları...'' "Milliyetçilik ise, addeden patrimonyal zihniyet, Türk
sömürücülerin değil, Mustafa Kemal solunda hakim olmuş ve Yön çizgisi,
devrimcilerinin bayrağı(ydı)". Emper­ bunu 60ların anti-emperyalist dalga­
yalizme ve onun yerli işbirlikçilerine sıyla birleştirmişti. Ancak, Uğur Mum­
karşı savaş, tüm Üçüncü Dünyacı ha­ cu'nun çizgisi, Doğan Avcıoğlu ve
reketlerin çıkış noktası olmalıydı. Nite­ Y'ön'den de farklılıklar göstermekteydi,
kim milliyetçilik, kalkınmacılık, Kema­ Avcıoğlu idareye talipken ve bunu,
lizm ve ''kendimize özgü" yol arayışı, sosyalist bir sisteme giden temel adım
ulusala Türk solunda değişmeyen dört olarak görürken, o yalnızca idarenin
tema olmuştur. değil bütün toplumun Atatürkçü olma­
Devletin bekasım temel alan ve İkti- sına önem verdi. Seçilmişîiğe yaptığı
satı, çatışma yaratıcı ve merkezkaç po- vurgu da bununla bağlantılıydı. Üçün-

Afganistan ve Çin gibi ülkelerde), hem ki Cemiyeti, 1908’den itibaren ilk amacı­
geleneksel rejime hem de yabancı etkinli­ na belli ölçülerde ulaştı, ama bunun zo­
ğine karşı mücadele etmeyi amaçlayan si­ runlu olarak kurtuluşu sağla mad ıgını da
yasal örgütler ortaya çıktı. Geleneksel re­ aynı anda gördü. İttihat ve Terakki Cemi-
jim i yabana egemenliğinin bir dayanağı yeti’nin geleneksel rejimi tasfiye amacı ile
olarak gören bu örgütler, iktidarı ele geçi­ devleti yabancı etkisinden kurtarma ama­
rerek devleti kurtarmayı amaçlayan bir cı aslında çelişiyordu. Çünkü, Osmanh
eylem çizgisi belirlediler. İttihat ve Terak­ imparatorluğunun bünyesinde hâlâ çok
K E M A L İ Z M

cii Dünya ülkelerindeki diktatoryal ya­ Buradaki "alaturka" ve "arabesk" söz­


pılara karşı "M îllî M eclis'ten neşet cükleri, "burjuva kültüründen nasibini
eden bir idare"yi yüceltti ve Kemal iz­ almamış" Özal dönemi zenginlerine
ni i bu bağlamda ayrı bîr yere koydu. yaklaşımındaki elitizmini de ele ver­
1980 sonrasında siyasal İslâm'ın ve mektedir.
Kürt milliyetçiliğinin yükselişiyle be­ Uğur Mumcu, Yön çizgisini temelde
nimsediği "Kalpaksız Kuvvacılık" kim­ sürdürmüş ve mesela son dönem yazı­
liği de bu hususa işaret etmekteydi; se- larında İktisadî ve siyasî liberalizme
çilmişlik, en azından halk nezdinde karşı çıkarken bu çizginin terminoloji­
meşruiyet önemliydi. Çağına uygun sini kullanıp Kemalist devrimi bir
hale getirilmiş bir Atatürkçülüğün tüm "Üçüncü Yol" olarak yüceltmişti. 1980
toplumca benimsenmesini istemişti. sonrası yazılarında ulusal bağımsızlık-
Ona göre, devletin Atatürkçülerin elin­ çılığı yine öne çıkarmış ancak "sosya­
484 de olması yeterli değildi. Devlete, an­ lizm” sözcüğünü daha az telaffuz eder
cak Kemalistier hakimse biat edilirdi; olmuştu.
öbür türlü darbe bile meşruydu. C u m h u riy e t gazetesinin solda yer
M um cu , her zaman 1 93 0'ların alması, 1960'ların sonuna, Türkiye'de
planlı devletçiliğini savunmuş ve IMF sol hareketin yükselişine denk gel­
programı olarak nitelendirdiği 24 mektedir, Özellikle Yön çizgisindeki
Ocak kararlarına İtiraz etmişti. Mum- ilhan Selçuk'un yazmaya başlamasıy­
cu'ya göre, Türkiye'de antİ-emperya- la yaşanan dönüşüm, 1970'lerin sonu­
list ve anti-kapîtalist bir Ulusal Kurtu­ na kadar sürmüş; ancak 12 Eylül dar­
luş Savaşı'nın ardından planlı bir dev­ besinden önce gazetede, radikal sol­
letçilik uygulanmış ve "tam bağımsız­ dan farklı olarak, müdahalenin gerek­
lık " b ö ylece inşa e d ileb ilm işti. liliğinden söz edilmeye başlanmıştı.
1930'larda devlet denetimini artırmak Darbeye karşı çıkmayan ve kapatılma­
için alınmış bir dizi kararın, "anti-ka- yan gazete, daha sonra 12 Eylül zihni­
pîtalist" tavrın parlak örnekleri olarak yetinin karşısında yer alacaktır. Uğur
sunulması, Mumcu'nun da içerisinde Mumcu da, terörsüz bir özgürlük orta­
yer aldığı, planlı ekonomiyi fetişleşti- mı sağlayacağına inandığı bu darbeyi
ren ulusalcı solun en belirgin özeliik- desteklemişti. Darbeden iki yd sonra
lerindendir. Mumcu, "bir altın çağ yazdığı bir yazıda "12 Eylül'ün haklı­
olarak 1930'lar" temasına, Özellikle lık nedenlerine, bir değil, bin kez ina­
Özal dönemi "alaturka kapitalizmini", nırız" diyerek desteğini yinelemektey­
"arabesk liberalizmini" ve "Türk-İslâm di. Ancak Aldıkaçtı'mn Anayasa tasa­
sentezini" eleştirirken başvurmuştu. rısını, YÖK uygulamalarını, islâmcıla-

sayıda etnik-diıısel topluluk yaşıyordu ve ülke topraklarının etnik-dinsel yapısı bi-


gelenekse! rejimi yıkıp yerine bir ulus- röm ek hale getirilirken, aynı zamanda
devlet kurmak, aynı zamanda ülkenin Türk kökenli bir burjuva sınıfı da yaratı­
parçalanmasına yol açacaktı. Cemiyet, lacak, böylece İmparatorluk yaşatılabiie-
özellikle imparatorluğun batısında büyük cekti. Beklenen fırsatı Birinci Dünya Sa­
toprak kaybı yaşadığı ‘Balkan F a c i­ vaşı sağladı: Dünya hegemonyası İçin İn­
asından sonra uzun soluklu ve çok yönlü giltere ile kapışan Almanya’nın yanında
bir eylem çizgisi belirledi. Bu çizgi gereği, saf tutan ittihat ve Terakki, Ermeni Tehci-
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K İ M I : “ S O L K E M A L İ Z M "

ra verilen "tavizleri, polis ve sıkıyö­ lara fayda sağlayanlara ve yabancı


netim komutanlarının operasyon ve sermayeyi savunanlara karşı bir solcu­
soruşturmalarda sağ örgütleri kollama­ luktur. Sol örgütlere mesafesini her za­
sını şiddetle eleştirmişti. Anayasa tar­ man korumuş ve Sovyet tipi bîr sosya­
tışmalarında, 1961 Anayasası'nı örnek lizme karşı çıkmıştır. Mehmet Ali Ay-
göstererek temel hak ve özgürlüklerin bar iA yb ar ile Sö yleşi) ve Behice Bo-
garanti altına alınmasını talep etmişti. ran'la ( B ir U z u n Y ü r ü y ü ş ) yaptığı
12 Mart sonrasında olduğu gibi 12 Ey­ uzun söyleşilerde kendi konumunu
lül sonrasında da, desteklediği askerî ayırmış ve "Kuvayı Milliye ruhu"ndan
darbe beklediği Özgürlük ortamını güç alan ve bugün Batı'da örnekleri
sağlamayınca, her iki darbeyi de, 27 görülen katılımcı ve özgürlükçü bir
Mayıs'ın tersine, birer "karşı devrim” sosyalizmi savunduğunu ifade etmişti.
olarak nitelendirmişti. Ona göre Atatürk'ün tam bağımsızlık
Uğur Mumcu, pek çok insanın dü­ ilkesi, demokratik sosyalizmin de sım­ 485
şüncelerini yönlendirmiş ve sol Kema­ sıkı sarıldığı bir inanç ve ilkedir.
list bir bilincin yerleşmesinde etkili ol­ Cum huriyet gazetesinin Özal libera­
muş bîr isimdir. Kemalizmin politize lizmine karşı solu temsil ettiği yıllarda
edilişindeki rolü, demokratik kurallar­ U 982-89) Uğur Mumcu, ihale, atama
la işleyen, yolsuzluk ve usulsüzlükle­ ve kredilerdeki yolsuzlukları, hayalî
rin olmadığı bir toplum idealini Ke- ihracatı ve Suudilerle kurulan ticarî or­
malizme özgüleyişi, onu diğer yazar­ taklıklardan dinsel amaçlı vakıflara pa­
lardan ayırmaktadır. Özellikle son dö­ ra aktarılmasını işledi. Suudi ve İran
nemlerinde Marksist anlamda bir sos­ karşıtlığı, ırkçı bir ton taşımaktaydı.
yalizmi değil, ulusal kurtuluş ideoloji­ Kemalist elit gibi, açıkça cephe alama­
sine yaslanan bîr burjuva demokrasisi­ dığı İslâm'ı Araplarla özdeşleştirerek,
ni savunmuştu. Bu demokrasinin sınır­ din karşıtlığına milliyetçi bîr kılıf biç­
larını belirleyen, Atatürk ilkeleri ve mekteydi. Özel sektörün siyaset üze­
Batılı bîr yaşam tarzıdır. Batılılaşarak rindeki etki alanını gözler önüne serdi
Batı'ya karşı mücadele edilmelidir; ve holding yönetim kurullarında yer
kendimize özgü olandan vazgeçme­ alan siyasetçileri suçladı. "Liberaliz­
den, kalkınmacı ve Kemalist bir siya­ me", "İkinci Cumhuriyetçilere" ve "si­
setle. Solculuğu, milliyetçi muhafaza­ vil toplumculara" yönelttiği eleştiriler­
kârlara, masum insanları sınıf tahak­ le, diğer C u m h u h y e tyazarlarıyla bera­
kümü kurmakla suçlayan devlet gö­ ber, muhafazakâr bir cumhuriyetçiliğin
revlilerine, devlet içerisindeki konum­ temsilcisi olmuştu, "Ödün siyaseti ile
larını kullanarak ülkücü ya da İslamcı­ Atatürkçülük olmaz, pazarlıkçı, uzlaş-

ri ile nüfusun euıik-dinsel birörnekliğini luğu da yenildi; İttihat ve Terakki Cemi-


sağlama yolunda adım atarken, yeni bur­ yeti’nin önderleri ülkeyi terk etmek zo­
juva sınıfının yaratılması için gereken si­ runda kaldılar.
yasal desteği sağladı; aynı zamanda ulusal Türkiye Cumhuriyeti, 1919-1924 ara­
bağımsızlığın önünde engel olan imtiyaz­ sında Anadolu’da egemenliğini kurarak,
lar ve ticaret anlaşmalarını lağvetti. An­ ama aynı zamanda Osmanlı İmparatorlu­
cak, savaş beklendiği gibi bitmedi; Al­ ğumu tasfiye ederek kurulurken, ittihat ve
manya’nın yanı sıra Osmanlı İmparator­ Terakki’nin yarım bıraktığı burjuva devri-
K E M A L İ Z M

maçı yaklaşımlar ile laiklik ilkesi savu­ lerine karşı suskun kalmakla suçlayan
nulamaz" derken resmî Kemalist söy­ Mumcu, yaşama hakkına saygının
lemi, savunmacı-reaksiyoner bir tarzda devletten İstenmesi gerektiğini gözardı
yeniden üretmekteydi. Atatürkçülüğün etmekteydi. İlhan Selçuk da o da, ken­
gelip geçici siyasal İktidarların iç poli­ dilerine koğuşturma, hapis ve işkence­
tikada kullanacakları bir resmî İdeoloji yi reva gören devletin, özellikle Kürt
haline getirilmesine karşı çıkmaktaydı. meselesinde, arkasında yer aldı. Dev­
60'larda olduğu gibi 80'lerde de, dev­ letin bekası meselesini dramatize et­
letten çok tüm toplumun Atatürkçü ol­ meye yatkın milliyetçi bir bağımsızlık­
ması gereğini hissetmekteydi. Orduyu, çılık, Selçuk'un da, Mumcu'nun da ya­
sağcı, liberal, gerici ya da ülkücü "kar­ zılarının temel eksenini oluşturuyordu.
şı devrim" güçleri tarafından İşgal edil­ Mumcu'nun yoğunlaştığı konular
diğini düşündüğü devletten ayrı bir ye­ onun dünya görüşüyle doğrudan bağ­
48 6 re koydu. Ona göre ordu, Atatürkçü lantılıydı. Fikir yazılarından çok araştır­
gelenekten geldiği İçin müdahaleler­ macı ve polemikçi yazılarıyla Öne çı­
den sonra kalıcı askerî yönetimler kur­ kan Mumcu, farklı dönemlerde farklı
mamış ve bütün kurumlar çürürken meselelerin üzerine gitmişti. Terörün
sağlam kalmayı başarmıştı. yurtiçi ve yurtdışı bağlantılarını incele­
1989'dan itibaren Kürt hareketinin yip terörist eylemlerde kullanılan silah­
ivme kazanmasıyla beraber, C u m h u ri­ ların yurtdışından geldiğini, kaçakçılar­
y e t in sol kimliği de yıpranmaya başla­ la bazı bürokratlar arasındaki bağlantı­
dı. Kürt milliyetçiliği, Türk solundaki ları ve Papa suikastını gerçekleştiren
ayrışmayı belirginleştirdi. Mumcu, Ağca'nın kaçakçılarla ilişkisini ortaya
PKK eylemlerine, ulusalcı sol hareke­ koydu (Silah K a ça kçılığ ı ve Terör, Papa
tin taşıyageldiği "Türkiye üzerine oy­ Mafya Ağca). İslâmî Örgütleri araştırıp
nanan dış kaynaklı emperyalist oyun­ 12 Eylül'ün ardından yurtdışındaki
lar” şüphesi ile yaklaşmış ve bu eylem­ imamların aylıklarının "Rabıta" adlı şe­
leri, "azınlık ırkçılığının dış destekli riatçı bîr örgüt tarafından ödendiğini
saldırıları" olarak tanımlamıştı. Laik açığa çıkardı (Tarikat Siya se t Ticaret,
Cumhuriyet'i İsiâm şeriatına dönüştür­ Rabıta). Kürt milliyetçi hareketinin güç­
mek isteyenlerin, özgürlükler adına lenmesinin ardından PKK üzerine çalış­
Cumhuriyet'i totaliter olmakla itham maya başlayan Mumcu, Şeyh Saİd İs-
edenlerin ardından şimdi de, devleti yanı'na da dış güçlerin kışkırtması te­
etnik temeller çerçevesinde bölmeye melinde yaklaştı (Kürt-islâm A y a k la n ­
çalışanlara karşı bir cephe açmıştı. Bu ması). 12 Eylül'ü eleştiren yazılarını 7e-
dönem yazılarında İHD'yi PKK eylem­ rö rsüz Ö z g ü rlü k ve 12 E y lü l A d aleti,

mi tamamlandı. Türkiye Cum huriye ti’ni parmaya çalışmışlardı. Sürece önderlik


kuran kadrolar büyük ölçüde İttihat ve eden Mustafa Kemal de, 16 Mart 1020’de
Terakki’nin üyesiydiler, ama daha sürecin İstanbul’daki itilaf işgalinin sertleşmesi
başlangıcında toplanan ve Anadolu ve Ru­ üzerine yayınladığı bildiride, ‘nihayet bu­
meli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ku­ gün İstanbul’u cebren işgal etmek suretiy­
ruluşuyla sonuçlanan Sivas Kongresi’nde le Devlet-i Osmaniye’nin yedi yüz senelik
‘ittihat ve Terakki’yi canlandırmayacakla­ hayat ve hakimiyetine hitam verildi’ diye­
rına’ dair yemin ederek aradaki bağı ko­ rek ittihat ve Terakki’nin “İmparatorluğu
B I R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "

Özal dönemi uygulamalarını eleştiren Uğur Mumcu, temiz toplum istekle­


yazılarını ise D e v rim ci ve Dem okrat ve rini idealleştiren bir isimdi. Kemalist
L ib e ra l Ç ift lik başlıklı kitaplarda bir fikriyatından çok bu yönüyle Öne çıktı,
araya getirdi. Mumcu'nun konu seçimi fakat bu yönü bir yandan da Kemalist
ideolojik yönelimiyle birebir bağlantı­ fikriyatına itibar kazandırdı. O, Kema­
lıydı. O dönemde Türkiye Cumhuriye- list projenin yaratmaya çalıştığı, çalış­
ti'ne yönelik bir tehdit oluşturduğunu kan, idealist, dürüst, modernleşmecİ
düşündüğü neyse onun üstüne gitti. ve Atatürk ilkelerinden ödün verme­
Kamuoyu, Susurluk kazasıyla yeniden yen Cumhuriyet yurttaşının adeta vü­
gündeme gelen Abdullah Çatlı adını, cut bulmuş haliydi. İnandıklarını yaz­
"ülkücü mafya" kavramını ilk kez on­ dığı ve bu yüzden öldürüldüğü için
dan duydu. Bozuk düzene ve gayri kahraman ilan edildi, hem de sadece
mîllî burjuvaziye, "Türkiye üzerine oy­ okurları tarafından değil "karşı devrim­
nanan oyunlara" ve M HP'de cisimle- ci" güçlerin istilasına uğramış devlet 487
şen faşizme karşı mücadele etti, yol­ tarafından da. Cenazesi, görkemli bir
suzlukların, usulsüzlüklerin, tarıkat-si- devlet töreniyle kaldırıldı. Devletçe
yaset-ticaret ilişkilerinin, kaçakçılığın, hapsedilmiş ve daima izlenmiş bir mu­
Rabıta'nın ve Özalcı liberalizmin karşı­ halif olan Mumcu'nun bu şekilde sa-
sına dikilişini, ulusal kurtuluş ideolojisi hiplenilişi, yeni Atatürkçülüğün eklek­
bağlamında anlamlandırmıştı. tik ve çelişkili yapısına işaret etmekte­
90'lı yıllarda devletin resmî ideolo­ dir. Yeni Atatürkçülükte, devlete devlet
jisi olmaktan uzaklaşıp bir sivil top­ dışından mukayyet olmaya dönük bir
lum hareketinde mevzi kazanmaya sevgi hakimdir.
başlayan Kemalizm, Mumcu ve diğer­ O, bugün C u m h u riy e t gazetesiyle
lerini (M uam m er Aksoy, Bah riye Özdeşleşen, din ikamesine dönüşmüş
Üçok, Çetin Emeç ve Ahmet Taner militan bir laisizmin ve milliyetçi çağ­
Kışlalı) birer kült figür haline getirmiş­ rışımları gittikçe yükselen bir ulusal
tir. Mumcu ayrıca, gazeteciliğin say­ bağımsızlıkçılığın en kuvvetli sözcü-
gınlık kaybına uğradığı, güvenilirliğini süydü. Pek çok sol Kemalist gibi Ke-
yitirdiği bir ortamda, Örnek bir araştır­ malizmîn demokrasi ve hukuk devle­
macı gazeteci olarak anılmaktadır. tiyle sorunlu bir ilişkisi olduğunu ka­
Gazeteci yazar olarak bir kanaat ön­ bul etmedi. "Din sömürüsüne" karşı
deri niteliğine sahiptir. Demirel'le, llı- Gazi Kemal'i çağırırdı, tıpkı bugün
cak'la, ÖzaTla ya da Erbakan'la bir "Kalpaksız Kuvvacıların", yolsuzluklar,
gazeteci olarak kararlı mücadelesi, IMF programlan ve siyasal İslâm'a kar­
ona idol niteliği kazandırmıştır. şı onu çağırmaları gibi.

kurtarma” amacının yerine yeni bir devlet luş savaşı sonucunda gerçekleşti ve salta­
kurma amacını geçirdiğini duyurmuştu. nat, padişahın yabancı işgalcilerle işbirliği
Türkiye Cumhuriyeti, büyük ölçüde yaptığı gerekçesiyle, kaldırıldı. Savaş erte­
Mustafa Kemal Atatürk’ün etkisiyle, mil­ sinde imzalanan Lozan Antlaşması ile ye­
liyetçilik, laiklik ve modernleşme üçlüsü­ ni Türk devleti devletlerarası sistem tara­
ne dayanan bir ideoloji ile kuruldu. An­ fından onaylandı. Aynı anlaşma gereği
cak, kuruluş süreci ülkedeki fiilî işgalin uygulanan ‘Mübadele’ sonucu ülke nüfu­
sona erdirilmesiyle sonuçlanan bir kurtu­ sunun etnik ve dinsel birörnekligini sağ-
K E M A L İ Z M

han Türk edebiyatında 1940'ların orta­


Attilâ İlhan larından itibaren varolmuştur. Cumhu­
DUYGU KÖKSAL riyet Halk Partisi'nin 1945'te düzenle­
diği şiir yarışmasında ikinci olmasıyla
tanınan İlhan, İleride aynı partiyi açık­
ça eleştirecektir Ilhan'ın siyasal kimli­
ğinin oluşumunda belli mihenk taşla­
rından bahsetmek gerekirse bunlardan
ilki herhalde 16 yaşında bir lise Öğren­
cisi olarak komünist propaganda yap­
mak suçundan İzmir'de tutuklanması­
Attilâ iihan'ın fikir adamlığı ve gazete
dır, Sonraki yıllarda İstanbul'da Türkiye
yazarlığı şairliği ve romancılığından
Sosyalist Partisi ile bağlantıya geçen İl­
488 ayrı düşünülemez. Gerek şairliği gerek­
han, gazeteciliğe de partinin yayını
se romancılığı Türk modernleşmesine Gerçek gazetesini çıkarmakla başlar.
dair düşündükleriyle imgesel, tematik Diğer bir önemli gelişim Ilhan'ın 1949-
ve metodolojik düzlemlerde sıkı sıkıya 1953 yılları arasında ve daha sonra
ilintilidir. Onun yazını kendi deyişiyle 1960'ların ilk yansında fasılalarla top­
"toplumcu gerçekçidir ve kesinlikle lam beş yılını Paris'te geçirmesidir.
politik ve sosyal alanda düşündüklerin­ Oraya ilk defa otuz beş yıl hüküm giy­
den ayrılamaz. Attilâ Ilhan'ın gerçekçi­ miş olan Nazım Hikmet'i Kurtarma Ko-
liği büyük ölçüde Kemalist milliyetçili­ mitesi'ne katılmak için gittiğini belirtir.
ğin özel bir yorumunun içerisinden ko­ Tek Parti yönetiminin sol aydınlar üze­
nuşur. Bu yaklaşım tipik sol Kemalist rinde kurduğu polis baskısı İlhan'm ya­
söylemden öncelikle Osmanîı-Selçuklu zınını derinden etkilemiş ve onun res­
kültürel geçmişine yaptığı vurgu ile ay­ mî Kemalist milliyetçilik eleştirisinin de
rılır. İkinci fark, Attilâ İlhan'm Tek Parti yolunu açmıştır.
dönemi Kemalist siyasayı totaliterliği Paris'te içinde bulunduğu çevreler
nedeniyle kıyasıya eleştirmesidir. aracılığı ile Üçüncü Dünyacılıkla ve
1925 Menemen doğumlu Attilâ İl­ Fransız Marksizmi İle tanışan İlhan,

lama yolunda bir adım daha atıldı. An­ rasi vardı, ne de devrime önderlik eden
cak, Ermeni Tehciri ve mübadele sonucu bir burjuvazi. Sınıflar üstü -ya da işgalci­
ülkeden çıkarılan nüfus, aynı zamanda lerle işbirliği yapan burjuva sınıfı ve Ha-
ülkedeki burjuva sınıfının belkemiğini nedan’a karşı- bir devrim gerçekleşmişti.
oluşturuyordu. Bu yüzden, burjuva devri­ Bir ideoloji olarak sol Kemalizmin ya­
mi, etnik/dinsel nedenlerle de oba burju­ pısal kökenleri tam da bu tarihsel geliş­
vazinin tasfiye edilmesi gibi ‘garip’ bir so­ mede yatmaktadır, 1789 Fransız Devrimi,
nuca yol açmıştı. Ayrıca, Osmanlt İmpa­ toplumun ve siyasal yapının iradî bir çaba
ratorluğunun toprak düzeninin bir sonu­ sonucunda değişebileceğini öğretmiş; bu
cu olarak, küçük köylü üretimi çok yay­ değişimin araçları olarak ideolojileri ve
gındı ve feodal bir aristokrasi de yoktu. kurumsallaşmış siyasa! hareketleri ortaya
Bu ise ulus-devlet kurma sürecinin bir çıkarmıştı. Siyasal hareketler, özellikle
başka sıradışı boyutunu oluşturuyordu. 1848’den itibaren, toplumu değiştirmek
Ortada ne burjuvalaşan bir feodal aristok­ için devlet iktidarını ele geçirmek gerekti-
B İ R 2 O. Y Ü Z Y I L A K I M I " S O L K E M A L İ Z M "

Türkiye'ye dönüşünde Türk modernleş­


mesini sorgulamaya başlar ve bunun
gerçek bir modernleşme olmadığı so­
nucuna varır. Düşüncelerinin gelişimi
özellikle H a n g i B a tıl (1972), B a tı'n ın
D e li G öm leğ i (1981) gibi denemelerini
topladığı kitaplarda izlenebilir. Bu dö­
nemden itibaren Türk modernleşmesi
ne olmalıdır sorusu Ilhan'ın yakasını
hiç bırakmayacak ve giderek edebiyat­
çı kişiliği de bu soru çerçevesinde be­
lirlenecektir. Bu dönemle beraber orta­
ya çıkan Batı emperyalizmi eleştirisi ise
Ilhan'ın anti-emperyalist bir hareket 489
olarak tanımladığı Millî Mücadele anı­
na ve bir anti-emperyalist lider olarak
Atatürk'e vurgu yapmasına yol açacak­
tır. Bu bağlamda Atatürk'ün modernleş­ A itilâ Ilhan, 1960 lan la, Kem alizm in
me projesini bir ulusal bileşim (ulusal daha çok “sürekli d evrim ci” n iteliğ in i
sentez) oluşturma projesi olarak gören öne çıkarıyordu. 19801er sonrasında,
bağım sızlıkçılık ve anli-em peryalism e
İlhan giderek bu senteze belki de Ata­ ağ ırlık verm iştir.
türk'ün kendisinin atfettiğinden çok da­
ha fazla önem atfedecektir. H an gi Ata- han'ı 1970'lerin ideolojik kutuplaşma
türk (1981) kitabında topladığı yazılar­ ortamından geçirip 80'li, 90'lı ve 2000'
da dile gelen bu kaygılar sonraki yıllar­ li yıllara getirecektir. 1990'lar ve 2000'
da onun hem Türk soluna, hem Tek lere gelindiğinde İlhan'da anti-emper-
Parti Batıcılığına getirdiği eleştirilerin valist söylem büyük ölçüde anti-globa-
belkemiğini teşkil edecek ve İlhan'ın list bir söyleme dönüşmüş ve bu iki sü­
edebî yazınına ve köşe yazarlığına recin devamlılığı vurgulanmaya başlan­
damgasını vuracaktır. Aynı kaygılar İ1- mıştır. Sosyalizm A s ıl Şim d i (1991) kita-

ği stratejisini benimseyerek, işçi hareket­ daha elverişli ve işe yarar olduğu ise söz
leri ya da ulusal kurtuluş hareketleri biçi­ konusu ülkenin iktisadi/toplumsal/ siya­
minde örgütlenmişlerdi, ittihat ve Terakki sal koşullarına bağlıydı ki, Fransız Devri­
Cemiyeti, bu stratejinin Osmanlı İmpara­ mi ile bunun aracı olan sosyal bilimler de
torluğunda da geçerli olduğunu göster­ yaratılmıştı. Kadrodan başlayarak sol Ke-
mişti. Nihayet, Kemalist hareket, ‘Düvel-ı ınalistlerin yaptığı da buydu: Bilimi kulla­
Muazzama’ya karşı savaşarak bir ultıs- narak bir ideoloji yaratmak ve değişen
devlet kurmayı başarmıştı. Sonuç olarak, koşullarda farklı yöntemler izleyerek dev­
toplum değiştirilebilirdi, bunun için bir leti ele geçirmek.
ideoloji yaratmak ve bir örgüt kurmak ge­ Bu yapısal öykü, bu haliyle, kuşkusuz
rekirdi. Bu örgüt yarattığı ideoloji ile top­ bir ideoloji olarak sol Kemalizmin özgül
lumu etkileyerek devleti/iktidarı ele geçi­ boyutunu ihmal etmektedir. Bu boyut Os­
rebilir, sonra da devleti kullanarak toplu­ manlI İmparatorluğumun bir dünya impa­
mu dönüştürebilirdi. Hangi ideolojinin ratorluğu olmasında ve Türkiye Cumhuri-
K E M A L İ Z M

bı bu düşüncelerini özetler. 1996 yılın­ rın tekelinde olan geleneksel kültürü


dan itibaren ilhan Kemalist Batıcılığın dönüştürücü ve demokratikleştirici bir
temsilcisi olan Cumhuriyet gazetesinde söyleme sahiptir. Bu kültür burjuva
yazmaya başlayacak, ayrıca TRT 2 ka­ milliyetçiliğiyle geniş halk yığınlarına
nalında yaptığı haftalık sohbet progra­ ulaşmakta ve popülarize olmaktadır. İl­
mında da bu temaları işleyecektir. han'a göre:
iihan'tn savunduğu Kemalist ulusçu­ "Her tez anti-tezini beraberinde ta­
luk büyük ölçüde modern bir millet an­ şır. Bu anlamda ulusal kültür ikili bir
layışına dayanır. Etnik kökenlere vurgu karşıtlık ilişkisi içindedir, a. Kendin­
yapmaz, ulusların bir tarihsel gelişim den önceki feodal kültürler, onun
süreci doğrultusunda oluştuğunu kabul aleyhine bir karşıtlık ilişkisi içinde bu­
eder. Ulus oluş süreci ulusal bir burju­ lunur. b. Kendinden sonraki proleter
vazinin gelişmesine paraleldir ona gö­ kültürle, kendi aleyhine bir karşıtlık
490 re. Diğer geleneksel emperyal yapılar ilişkisi içinde bulunur, ulusal kültür bu
gibi Osmanlı imparatorluğu'nun da karşıtlıkların bütünüdür, tek tek ne bi­
ömrünü doldurmuş olduğu kabul edilir. risi, ne Ötekisidir."
Avrupa'da milliyetçilik yayıldıkça gele­
neksel emperyal sistemlerin yaşamala­
KEMALİST MİLLİYETÇİLİK VE
rına olanak kalmamıştır. Tarih anlayışı TEK PARTİ MİLLİYETÇİLİĞİ
en genel anlamıyla Marksisttir; çünkü
millî burjuva projesinin zaman içerisin­ Attilâ ilhan açıkça Kemalist milliyetçi­
de yerini demokratik bir sosyalizme bı­ lik ve devrimciliği, Tek Parti döneminin
rakacağı inancını ya da ümidini taşır, devrimciliğinden ayırır. İlhan için Kur­
Türkiye örneğinde de aynı süreçten ge­ tuluş Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan si­
çerek kapitalist toplumu gerçekleştir­ yasî ve sosyal değişimler ülkedeki siya­
mek, ancak geride bırakmak üzere, ge­ sal yapıyı kökünden değiştirdikleri öl­
reklidir. Bir burjuva hegemonyası ola­ çüde devrimci addedilmelidirler. İlhan
rak ulusal projenin kültürel alanda da erken dönem, devrimci milliyetçiliği
önemli bir özgürleştirici kapasitesi var­ temsil eden Mustafa Kemal İle Tek Parti
dır. Bu proje soylular ya da hanedanla­ dönemi milliyetçiliğini temsil eden İs-

>

yeti’nin kuruluş sürecinde yatmaktadır. modern sınıfların oluşum sürecinde belir­


Osmanlı İmparatorluğu, doğası gereği leyici bir rol oynamış ve ‘milleı-i haki-
devletin ve bürokrasinin toplumsal rolü­ me’den olmayan tebaa, yani gayrimüslim­
nün çok büyük olduğu bir devletti, impa­ ler, kapitalist dünya ekonomisi ile bütün­
ratorluktan uhts-devlete geçiş süreci, olgu­ leşme sürecinde burjuvalaşarak İktisadî
sal ve çevrimsel zaman açısından, sCireHi- açıdan üstün bir konuma geçmişlerdi. Bu
lifc (aşıyordu. Dolayısıyla, İmparatorluğun olgu, devleti yıkmak isteyen yabanct/em-
devlet ve bürokrasi geleneği Türkiye peryalist devletler ve onların işbirlikçileri
Cumhuriyeti kurulurken hâlâ yaşıyordu: gayrimüslimler/burjuvalar özdeşliğinin
Bürokrasinin varlık nedeni olarak dev­ doğmasına yol açmıştı. Kapitalizm yaban­
le t/dev) e tin koruyucusu olarak bürokrasi. cıların ve gayrimüslim işbirlikçilerinin
Sol Kemalizmin yapmaya çalıştığı şey bu devleti yıkmak için buldukları bir araçtı
durumu sürekli kılmaya çalışmaktı. sanki. Karşıda ise devleti kurtarmak iste­
Ayrıca, İmparatorluğun cemaatçi yapısı yen millî/bürokrat güçler yer alıyordu
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "

met İnönü'nün kişilikleri, siyasal hedef­ du: Sarhoş padişahlar, sefih halifeler,
leri ve siyaset yapma stillerini farklı saray edebiyatı, saray musikisi eleştiri­
bulmaktadır. Tek Parti dönemini "İnönü leri, vs. Fakat, başarılmış 'ulusal de­
Cumhuriyeti" olarak nitelendirmeye mokratik bir kültür bileşimi' olmadığın­
varacak ölçüde İsmet İnönü'nün şah­ dan, yerine koydukları, aynı Selçuk-
sıyla özdeşleştirir ve bu dönemi Kema- lu/Osmanlı ümmet sentezinin öteki ya­
lizmin dejenerasyon süreci olarak algı­ rısıdır. Divan musikisine karşı 'halk'
lar. İlhan'a göre Tek Parti rejimi kültürel musikisi, divan edebiyatına karşı 'halk'
alanda Batılılaşmaya yaptığı vurgu ne­ edebiyatı, 'halkçılık' etiketi altında
deniyle Osmanlı-islâm tarihini unutma­ gündeme getirilmiştir."
yı seçmekte ve ulusal kültürü tarihsel Bu bağlamda İlhan'ın Tek Parti dö­
açıdan anlamlı bir zemine oturtama- neminin sanatta ve edebiyatta vurgula­
maktadır. ilhan'a göre Tek Parti rejimi­ dığı, kırsal hayatı, çiftçiyi ve halk tabi­
nin radikal Batılılaşmacı uygulamaları­ atım benimseyen, o koyu halkçılığın 491
nın sonucu olarak bir resmî millî kültür sert bir eleştirisini yaptığı söylenmeli­
tanımına ulaşılmıştır kİ bu da Haşan dir. M illî olanı yerel ya da folklorik
Âli Yücel'in milli eğitim bakanlığı yılla­ olana eşitlemek ilhan'a göre burjuva
rında (1939-1945) özellikle güçlenen demokratik devrimine ağır bir darbe
bir anlayıştır. Ona göre resmî millî kül­ indirmiştir. İlhan Mustafa Kemal'in
türün savunucuları kültürel muhalefeti kendi programında da bu radikal re­
-ki bu dönemin terminolojisinde ko­ formların bulunduğunu ve bu progra­
münistler, pantürkistler ve İslamcılar mın da birçok aşırılıkları olduğunu ka­
demekti- kabul etmek istemiyorlardı, il­ bul etmekte fakat Mustafa Kemal'i da­
han'a göre burjuva demokratik devrimi ha çok Anadolu hareketinin halka da­
bürokrasi tarafından dayatılan bir kül­ yalı (demokratik) yapısını Örgütleyen
tür reformu halini almıştır: karizmatik bir güç olarak ele almayı
"Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşamış tercih etmektedir.
olanlar, belki hatırlayacaktır. O tarihte ilhan milliyetçi devrim esnasında
'devrim', Selçuk/Osmanlı ümmet sen­ bir burjuva demokratik devrimi ger­
tezi görünüşte 'külliyen' inkar ediyor­ çekleştirecek şartların varolmadığını
>

Kurtuluşun yolu yabancılara/emperyalist- ra sanayileşmenin ve Batılılaşmanın da


lere/gayrimüslimlere/burjuvalara ve dola­ bir aracıydı. Sol Kemalizm, ulusal kurtu­
yısıyla bunların temsil ettiği kapitalizme luş savaşı sonucu yaratılan ulusal pazarda
karşı yürütülecek millî bir mücadeleden -devlet olmanın ayrıcalığı kullamlarak-
geçiyordu. Sol Kemalizme göre yapılması devletin sahip olduğu tekeller yaratılma­
gereken millî mücadele durumunu sürek­ sını ve bu tekellerin kalıcılaşıırılmasını
li kılmaktı. Ayrıca, Türkiye Cumhuriye- öneriyordu.
ti'nin bağımsızlığını koruyabilmesinin tek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süre­
koşulu kendisini sömürgeleştirmek iste­ cinde burjuvazinin (ve aynı zamanda
yen Batı’ya benzemek; bunun yolu da sa­ proletaryanın) büyük bir kısm ının et-
nayileşmekti. Sanayileşmeyi sağlayabile­ nik/dinsel nedenlerle tasfiye edilmesi, fe­
cek sermaye birikimini oluşturma yetene­ odal aristokrasinin olmaması gibi olgular
ği olan tek toplumsal güç ise devletti. Do­ Türk toplumunun köylülerden ve devlet
layısıyla devletçilik başka şeylerin yanı sı­ memurlanndan oluşan sınıfsız bir toplum
k e m a l i z m

kabul eder. Bu şartların yokluğunda ması yoluyla varılacağım görmektey­


devrimi askerî ya da sivil okumuşlar di. Bu yoruma bakarak Ilhan'ın dev­
{elitler, bürokrasi ve halkın belirli rimden bir anı anlamaktan çok süregi-
zümrelerinden oluşan tarihi bir koalis­ den bir süreci anladığını çıkarabiliriz.
yon gerçekleştirmiştir. Hedeflenen sis­ Kemalist devrim de ancak böyle anla­
tem bir liberal burjuva demokrasisi ol­ şılabilir ona göre. Gelecek devrimci
sa da, İihan'a göre, Atatürk'ün sağlı­ kuşaklar yoluyla rejim gerçek bîr de­
ğında Cumhuriyet Halk Partisi'nin mokrasiye doğru evrilecektir.
ideolojik duruşu hep ortanın solunda Böyle bakıldığında Kuvayı Milliye de
olmuştur. Böyle bakıldığında ise he­ değişimi hedefleyen, bunun için baş-
men ortaya anti-emperyalist Mustafa kaldıran ve harekete geçiren devrimci
Kemal ile kapitalizm i destekleyen bir oluşumdur. Dolayısıyla Kuvayı Mil­
Mustafa Kemal arasında bir gerilim or­ liye dönemi ilhan tarafından belli bir
taya çıkmaktadır, ilhan tabii ki millî romantizm, gizem ve karizma ile sar­
hareketin halkçı ve anti-emperyalist malanmış bir altın çağ olarak algılanır
söyleminin, millî burjuvazinin tarihsel ve eserlerinde de böyle temsil edilir.
çıkarlarıyla çeliştiğinin farkındadır. Romanlarında İlhan hareketin kentli,
Oysa bu çıkarlar söz konusu antr-em- yasadışı ve yeraltı niteliklerini öne çı­
peryalist savaş verilmeden gürbüzle­ kartır. Böylece daha sonra ulus devleti
şemez ve desteklenemezdi. Devrimci oluşturacak olan bir otoriteye dönüşe­
söylemin halkçı eşitlikçi vurguları cek olan millî hareketin önceki aşama­
devlet eliyle bîr millî burjuvazi yaratıl­ lardaki başkaldıran ve marjinal doğası­
ması misyonuna zıt düşüyordu. Il­ nın altını çizer. Romanları her zaman
han'a göre ise bu kuramsal açıdan bîr aksiyon üzerine ve bu aksiyonun getir­
sorun oluşturmaz. Çünkü anti-emper­ diği yüksek gerilim üzerinde ilerlerler.
yalist olmasına rağmen kapitalist geli­ Onun en sevdiği ve başarılı olduğu ka­
şimi destekleyen Mustafa Kemal dev­ rakterler gazeteciler, Kuvayı Millîye'nin
rimin gelecekteki aşamalarına ancak yeraltı örgütçüleri, eski siyasi mahkum­
diyalektik bir şekilde, yani zıtlıklarm lar, yabancı casuslar ya da askerî kişi­
aşılması ve yeni zıtlıkların ortaya çık­ liklerdir, Gazeteci Mahmud karakteri-

olduğu düşüncesine yol açıyordu. Musta­


SOL KEMAUZM1N
fa Kemal Atatürk'ün, Halk Fırkası'm ku­ _______ ÇEVRİMSEL KÖKENLERİ_______
rarken yaptığı konuşmalarda, en çok üze­
rinde durduğu konulardan biri de buydu. Sol Kemalizmin ilk versiyonu olan Kadro
Sol Kemalizmin yapmaya çalıştığı şey, dergisi, dünya kapitalist sistemi açısından
devleti kullanarak bu sınıfsız olma halini kritik bir dönemde, bir bunalım döne­
kabalaştırmaya çalışmak ya da sınıfların minde yayımlanmaya başlamıştı. 1914-
oluşumunufguçlenmesini olabildiğince 1918 yılları arasındaki Birinci Dünya Sa-
engellemekten başka bir şey değildi. Bu vaşı’nda dünya hegemonyası için atağa
yapısal koşullar sol Kemalizmin neden kalkan Almanya yenilmiş, buna karşılık
Türkiye’de ortaya çıktığını açıklayabil­ savaşı kazanan Ingiltere’nin hegemonyası
mektedir, ama neden kurumsallaşamadı- tamamen yıkılmıştı, iki büyük savaş arası
gını ve belli dönemlerde yeniden doğdu­ dönem, bir anlamda kapitalist dünya sis­
ğunu açıklamakta yetersiz kalmaktadır. teminin hiyerarşisini kaybettiği bir dö-
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : “ S O L K E M A L İ Z M "

nin ağzından İlhan yetişemediği bir delinin eleştirisine, ulusal kültüre ve


mücadelenin heyecanından ve büyü­ anti-emperyalizme vurgu yapan olduk­
sünden dem vurmadan edemez. ça yerelci bir çözümleme çabasıdır.
ilhan, Kemalist anti-emperyalizmin ilhan'ın eserlerinde aynı anda hem
1920'lerin Kazan'lı Türk lideri Sultan Kemalist devrimin tarihsel gelişim açı­
Galiyev'in "ezilen halklar" düşünce­ sından çok önemli bir zıplama ve do­
sinden büyük ölçüde etkilenmiş oldu­ layısıyla bir kopuş olarak anlaşılması
ğunu belirtir. Galiyev'in anti-emperya- gerektiği savı, hem de ulusun tarihini
list devrimin kapitalist Batı'da değil de, bir devamlılık içerisinde ve bizim tari­
Üçüncü Dünya'nın ezilen toplumla- himiz olarak sahiplenme eğilimi bir­
rından doğacağı yönündeki fikrini likte varolurlar. Her zaman "kendi ta­
önemser. Ona göre, Mustafa Kemal rihimiz olacak mı, yoksa başkalarının
Sultan Galiyev'in düşüncesinden Tür­ tarihlerine eklemlenecek miyiz" soru­
kiye Komünist Partisi kurucularından sunun rahatsızlığını taşır. 1960'larda 493
Mustafa Suphi kanalıyla etkilenmiş ol­ bir Paris dönüşü İzmir'de kendine şu
malıdır. Kendisinin de partide Mustafa soruyu sormaktadır: "Neden, neden,
Suphi çizgisinin temsil ettiği "ulusal neden? Atatürk devrimi, Osmanlı top-
komünizm" görüşüne yakınlığını açık­ lumunda, Osmanlı toplumunun ola­
ça ortaya koyar. Özellikle O Ka ran lık­ naklarıyla, Osmanlı aydınları tarafın­
ta B iz adlı romanıyla Sovyet güdü­ dan yapılmıştır da neden bize bu dev­
mündeki bir TKP'nin iç çelişkilerini ve rimin mayalaşıp oluştuğu toplumsal
bir Türk komünistinin dramını sergile­ ve tarihsel ortam gerçek çizgileriyle
meyi amaçlamıştır. Bu anlamda Attilâ Öğretilmemiştir?"
İlhan'ın terminolojisinde devrim anti- İlhan millî kimliği tamamlanmış ve
emperyalist devrime eşittir ve Kemalist bitmiş olarak ele almaktan Özellikle ka­
hareketin solcu (devrimci) niteliği tam çınır. Ona göre bu tip özcü yanılsama­
da bu anti-emperyalist doğasına bağlı­ ya Türk düşünce tarihinde özellikle iki
dır. Onun sosyalist duruşu sınıf çatış­ ideolojik duruş düşmektedir: 1. M illî
ması eleştirisi ve enternasyonalizme kültürü halkın (folk) kültürüne eşitleyip,
dayanan bir anlayıştan çok Sovyet mo­ bu kültür üzerindeki Arap ve Acem et-

nemdi. Carr, 1 9 1 8-1939 arası dönemi tın standardının, kendi kurallarına göre
‘yirmi yıllık kriz’ dönemi olarak tanımlar: işleyen piyasanın ve liberal devletin çök­
ekonomik kriz -ki, bütün dünyada dev­ tüğünü söylemektedir. Wallerstein ise,
letçilik uygulamalarına yol açmıştır-, si­ söz konusu dönemi dünya hegemonyası
yasal kriz -ki, demokrasinin sorgulanma­ için yapılan otuz yıllık bir savaş olarak al­
sına ve birkaç istisna dışında bütün dün­ gılar.
yada diktatörlüklerin ortaya çıkmasına Hangi yazarın yaklaşımı benimsenirse
neden olmuştur- ve ahlak! kriz -ki, Fran­ benimsensin İ9 2 9 ’da büyük bir İktisadî
sız Devrimi ile temelleri atılan insanların kriz ile ayan beyan hale gelen bu topye-
eşitliği anlayışının reddi ve soykırım ile kün kriz döneminde kapitalist dünya sis­
sonuçlanmıştır. Polanyi, bu dönemde 19, temi çökmüş ve ülkeler kendi içlerine ka­
yüzyılın uygarlığının temelinde yer alan panmak zorunda kalmışlardır. Bu içe ka­
dört kurumun, büyük devletler arasında­ panma, ulus-devletleri kendine yeterli ha­
ki güç dengesi sisteminin, uluslararası al­ le gelmeye zorlamış ve her bir devlet siya-
K E M A L İ Z M

kişini reddetmeyi öngören Batılaşmacı ması gerektiğini vurgulayarak, Üçüncü


duruş (ki bu en iyi Tek Parti dönemi Dünyacı bir terminoloji kullanır. Kül­
resmî milliyetçiliğinde gözlenebilir) 2, türel emperyalizme laik/burjuva akılcı­
Geleneksel Türk-İslâm kültürünü değiş­ lığı üzerinde duran ulusal kültürel bi­
mez, çelişkisiz ve kendine yeterli ola­ leşimlerle yanıt verilecektir. Ulusal
rak algılayan ve bunu Batı'mn etkile­ kültür üzerine ileri sürdüklerini ise il­
rinden korumaya çalışan muhafazakâr han her seferinde Batı akılcılığına gön­
duruşlar (muhafazakâr İslâm ya da derme yaparak desteklemek ihtiyacını
Türk-İslâm Sentezi görüşü gibi). hisseder;
İlhan için ulusal kültürün diyalektik "Türkier için sorunu 'Batılılaşmak
olarak oluşumu sırasında önemli kay­ mı, Doğulu mu kalmak?' diye koymak
naklardan biri ümmet kültürüdür. Fe­ yanlış. Her şeyden geçtim, rationaliste
odal çerçevesiyle gelen bu kültür baş­ ve cartesien 'Batılı' kafasıyla yanlış; zi­
494 ka bir kaynak ile yani yeni kentleşmiş ra bu kafadaki Batılı, bîr toplumun yüz­
yığınların burjuva kültür elemanları ile lerce yıllık 'muktesebatından' bir çırpı­
karşı karşıya gelir kî İlhan burada Fran­ da soyutlanıp da başka bîr uygarlık
sız burjuvazisi örneğini verir. Ulusal çemberine geçebileceğine İnanmaz,
kültürün yabancı bileşenleri alma ve akla uygun değildir çünkü böyle bir
eritme yeteneği olmalıdır; yabancı bir şey, nesnel koşullara ve 'eşyanın tabi­
kültürü taklit ne kadar kabul edilemez­ atına' aykırıdır."
se, eritme ve faydalanma da o kadar Söz konusu kültüre! miras 10 yüzyıl­
kabul edilebilir yeteneklerdir. Kimlik dan beri bu coğrafyada yaşayan insan­
üzerinde düşünürken "kesinlikle Ba- ların yaşam tecrübeleridir. Türk-İslâm
tı'ya benzeme" ya da "kesinlikle Ba- sentezi görüşünden farklı olarak bu
tı'ya benzememe" terminolojisini kul­ mirasın yalnızca Türk-İslâm öğelerden
lanmak sorunludur. Her ne kadar "Ba- oluştuğunu düşünmez. Bu kültür Me­
tt'ya benzememe" gibi bir kaygımız zopotamya uygarlığından kaynaklanan
olmayacaksa da İlhan yine de kültürel köklerin Türk/Arap/Fars/Bizans erime
emperyalizme karşı durabilmek için potasından geçmesiyle oluşmuştur.
de ulusal kültür sentezinin oluşturul­ Osmanlı kültürel geçmişi bu anlamda

sî bağımsızlığı ölçüsünde bu koşullarda koşulların da etkisiyle denetimli bir libe­


var olmanın yolunu aramıştır. 1917 Ekim ral dönem yaşamıştır. Bu dönemde siya­
Devrimi ile kapitalist dünya sisteminin setçiler ve bürokratlar hızlı bir burjuva-
dışına savrulan Sovyetler Birliği tarımda laşma sürecine girmişler ve başını İş Ban­
kolektifleştirme, sanayide planlama gibi kasının çektiği bir grup 'aferist’ olarak
araçları kullanarak hızlı büyüme oranları­ anılmaya başlamıştır. Lozan’ın getirdiği
na ulaşmış ve koşullardan “ilerleme" an­ sınırlam aların ortadan kalktığı sırada
lamında en çok yararlanan ülkelerden bi­ gündeme gelen 1929 krizine ilk tepkisi
ri haline gelmiştir. daha da liberalleşme olan Türkiye, kısa
Siyasal bağımsızlığını 1923’te kazanan bir süre sonra çizgi değiştirmek zorunda
Türkiye Cumhuriyeti, uzun bir savaştan kalmıştır. Daha önce askeri kaygılarla de­
yeni çıkmış olma, Lozan Amlaşması’mn miryollarını ulusallaştıran ve devlet eliyle
gümrükler üzerindeki sınırlamaları ve yeni demiryolları yapmaya girişen Türki­
Osmanlı Bankası ile yapılan sözleşme gibi ye, 1930 yazından itibaren devletçiliğe
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K M I : " S O L K E M A L İ Z M "

daha çok kendi orijinal damgasını ya­ zans müziğinden etkilenmiş olduğun­
ratabilmiş gevşek bir dinsel/etnik Öğe­ dan ya da nasıl Türklerin yalnızca Or­
ler bütünüdür. ta Asya göçebe kültürüyle, Osmanlı-
Kültürel düzlemde ödünç almak söz Türk mimarîsini oluşturamayacakların­
konusu olduğunda İlhan kolaylıkla Os- dan örnekler verir.
manlı tecrübesinden ulus-devlet tecrü­ Özetle, Attilâ Ilhan'ın Kemalizm an­
besine geçmekte ve yabancı kaynak­ layışı devrim anının romantik yüceltîlî-
lardan Ödünç almanın hiç de sorun ol­ şi, sömürgecilik, emperyalizm ve glo-
madığını belirtmektedir. Yani, devralı­ balizm eleştirisi, Osmanlı-Selçuk kültü­
nan öğelerden kendi ulusal bileşimine rel geçmişinin tanınması ve akılcı bir
g id eb iliyorsa bir ulus devlet için geİişmecilik gibi siyasal, ekonomik ve
Ödünç almak zenginleştirici bir süreç­ kültürel unsurlardan oluşur. Bu bileşi­
tir. Ilhan'a göre "Cumhuriyetten sonra, min en sorunlu parçalarından biri dev­
şunu şuradan, bunu buradan almışız, rimin hem tarihsel maddeci bir anlayış­ 495
hiç önemi yok... Evvelden de almış la bir süreç olarak anlaşılması, hem de
idik, evvelden nasıl bileşim yapmış eski rejimden kopuşa yapılan vurgudur.
İsek, yine yapıyoruz demektir." İlhan İkinci bir zorluk, Osmanlı-Selçuk kül­
medeni kanunda, kılık kıyafette ve al­ türel mirasının ulus-devlet ve halk tara­
fabede yapılan radikal değişiklikleri de fından nasıl anlaşılması ve nasıl aktarıl­
yine aynı mantıkla karşılar: "Çoğumu­ ması gerektiği konusundadır. Yaşayan
zun muktesebatımız diye övündüğü­ bir kültürden mi bahsedilmektedir,
müz, (doğrudur, hem muktesebatımiz­ yoksa öğretilecek olan bir kültür müdür
dir, hem de öğünülecek kadar değerli­ bu? Bu tür iç çelişkilere, zorluk ve tu­
dir) kaybediyoruz diye yerindiğimiz tarsızlıklara rağmen Attilâ Ilhan'ın
şey, gerçekte onuncu yüzyıldan bu ya­ Cumhuriyet düşünce tarihimizin ezeli
na bu topraklar üzerinde yaşayan sorusu olan "Nasıl bir sentez?" sorusu­
halkların çeşitli kültür öğelerini kay­ na verdiği yanıtlar, onun oldukça erken
naştırarak ve çatıştırarak gerçekleştirdi­ bir dönemden itibaren Kemalizmin be­
ği bir bileşimdir," Bu tartışmada Klasik lirli yorumlarına eleştirel yaklaşabildi­
Türk müziğinin ne kadar Ermeni/Bİ­ ğini gösterir.

yönelmiştir. 1931 CHP Kurultayı’nda bir masının da etkisiyle, farklı biçimlerde ol­
ilke olarak benimsenen devletçilik, 1932 sa da siyasî bağımsızlığı olan bütün dev­
yılı boyunca tartışılmış; İsmet İnönü’nün letlerde uygulanmaya başlanan, Türki­
başını çektiği bir grup bu ilkeyi sanayi, ti­ ye’de de yaygın olarak tartışılan devletçi­
caret ve ulaştırma alanlarında özel mülki­ lik anlayışının sol bir yorumunu yapmış­
yetin devletleştirilmesi olarak yorumla­ tır. Bu sol yorumun temel özelliği devlet­
maya kalkınca Atatürk araya girmiştir. çiliğin kapitalizmin ve sosyalizmin alter­
Sonunda Iş Bankası Gene) Müdürü Celâl natifi olan iktisadı bir sistem olarak su­
Bayar iktisat Vekili olarak atanmış ve nulmasıdır. Milliyetçi olması anlamında
devletçilik siyaseti yumuşatılmıştır. sosyalizme benzemeyen, merkezî planla­
Kadro dergisi işte dünya ekonomisinin mayı savunması anlamında kapitalizmle
krize girdiği bu çevrimsel koşullarda gün­ uyuşmadığı varsayılan bir İktisadî sistem.
deme gelmiştir. Kadro, yazarlarının bü­ Ancak, Kadro’nun görüşleri itibar görme­
yük çoğunluğunun sosyalist kökenli ol­ miş, tam aksine Celâl Bayar’ın İktisat Ve-
K E M A L İ Z M

496

Doğu Halktan Kongresi, Bakü, İ929, Buraya temsilci gönderen M. Kemal, SSCB'yie İyi
ilişkilere Önem vermiştir. Bu kongreye kabian Enver Paşa’dan farklt olarak, Anadolu'nun
istikrarım önceieyerek Orta Asya Müslmuın-Türk halklarım a İMğımstzhk mücadelesine
m esafeli davranmış, hatta bağtmstz Azerbaycan'ın SSCB’y e kahltnasmı desteklemiştir.

kili olmasıyla yeni oluşan burjuvazi geliş­ nucunda bütün dünyada iîerleme/kalkm-
melere damgasını vurmuştur. Bu süreç, ma anlayışı yaygınlaşmıştır. ABD’nin ser­
1937’de Celâl Bayar’ın ismet İnönü’nün maye birikim modelinin bir gereği olarak,
yerine Başvekil olmasıyla tamamlanacak, sermaye ihracı temelinde çevre ülkelere
ancak Atatürk’ün erken ölümü ve hemen aktanlan sanayi yatırımları sayesinde, it­
ertesinde çıkan İkinci Dünya Savaşı yü­ hal ikameci kalkınma modelleri gündeme
zünden uzun bir kesinti dönemi yaşana­ gelmiştir. Aynı zamanda, iktisadi büyü­
caktır. menin yarattığı kaynakların bir kısmı ça­
1961’de yayın hayatına atılan Yön, Kad­ lışan sınıflara aktarıldığı refah devleti/sos-
ronun tam aksine, kapitalist dünya eko­ yal devlet uygulamalarına başlanmıştır.
nomisinin tarihindeki en büyük genişle­ Bu genişlemenin bir başka sonucu ise bü­
me ve refah döneminin ürünüdür. İkinci tün dünyada diktatörlüklerin tasfiye edil­
Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkan ABD, mesi ve çok partili/demokratik siyasal sis­
devletlerarası sistemin hegemonik gücü temlerin yaygınlaşmasıdır.
olmuş ve Wi!son’un 1917'de duyurduğu 1945-1968 döneminde Fransız Devri-
‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’nı mi’nin ürünü olan siyasal hareketler, he­
gerçekleştirmek üzere sömürgeciliğin tas­ men hemen dünyanın tamamında -merkez
fiyesine girişmiştir. 1945-1968 arasında ülkelerde sosyal demokrat partiler, yarı
eski sömürgeler ulus-devietlere dönüşür­ çevre ülkelerde Leninist partiler ve sömür­
ken kapitalist dünya sistemi yerküre üze­ gelerde ulusal kurtuluş hareketleri biçi­
rindeki tek dünya sistemi haline gelmiş­ minde- iktidara gelmişlerdir. Güçlü bir
tir. Bu dönemde Keynes’in savaş öncesin­ sosyalist ülkeler ve halk cumhuriyetleri
de gündeme getirdiği talep yaratıcı iktisat cephesinin varlığı dünyanın iki kutuplu
politikaları, Marshall yardımı vb, uygula­ olduğu yanılsamasına yol açmış, bağımsız­
malarla devreye sokulmuş ve bunun so­ lıklarım yeni kazanan ülkeler bu ortamda
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M İr " S O L K E M A L İ Z M "

Bandurıg Konferansı ile Bağlantısızlar ha­ lumda dengeyi sağlayacak diğer özerk
reketini başlatmışlardır. Sovyetler Birli- kurum lan oluşturması sonucu T ü rk i­
gi’nin bu gelişmelere tepkisi, bu ülkelerin ye’de yeni bir dönem başlamıştır.
'kapitalist olmayan yol’dan kalkınmayı Sanayiinin gelişmesine bağlı olarak, ni­
önermesi biçimini almış, daha sonra da cel ve nitel olarak güçlenen işçi sınıfının
Çin ‘Üç Dünya Teorisi’ni formüle ederek 1961’de Türkiye İşçi Partisi’ni kurarak,
bu ülkeleri kendi yanına çekmeye çalış­ kendiliğinden de olsa, bağımsız bir sınıf
mıştır. ABD’nin Vietnam’a müdahalesinin olarak siyaset sahnesine çıkmasıyla birlik­
bir savaş boyutuna ulaşması ve bu savaşa te popülist bir yapı gösteren çok partili
karşı yükselen tepkiler, Filistin Kurtuluş sistem demokrasiye doğru evirilmiştir.
Örgütü etrafında birleşen Filistin halkının Yön dergisi, İşte bu koşullarda yayın haya­
gerilla’ eylemlerini başlatması dönemin tına atılarak, dünya ve Türkiye günde­
uluslararası görünümünü belirleyen diğer minde olan sanayileşme, planlama, kal­
gelişmeler olarak döneme damgasını vur­ kınma, bağımsızlık gibi temaları yeniden
muştur. Ancak, beklenen kurtuluşun ger­ yorumlamıştır. Yön’ün devletçiliği -Kadro 497
çekleşm em iş olması yüzünden dünya gibi bir İktisadî sistem olarak değil de- bir
halklarının -ister sosyal demokrat parti, is­ kalkınma stratejisi olarak sunması, Türki­
ter komünist partisi, isterse ulusal kurtu­ ye’nin çeşitli kesimlerden bütün seçkinle­
luş örgütü biçiminde olsun- iktidardaki si­ re yönelmesi, sosyal adaleti savunması, gi­
yasal hareketlere karşı tepkisi ile kapitalist derek sosyalizme vurgu yapmasının altın­
dünya sistemine yönelik tepkisi birleşerek da yatan bu çevrimsel koşullardır. Sol Ke-
1968 ayaklanmasına yol açmıştır. malizmin bu ikinci yorumunun dikkat çe­
Türkiye, 1945’ten itibaren ABD hege­ kici bir boyutu da Mısır, Suriye, İrak gibi
monyasına girmiş ve dönemin koşulları­ eskiden Osmanlı İmparatorlugu’nun bir
na uygun olarak Tek Parti yönetiminde parçası iken sömürgeleşen, daha sonra da
çok partili hayata geçm iştir. Türkiye, bağımsızlığım kazanan ülkelerde askerî
1945-1960 arasını, Truman Doktrini’ne darbelerle iktidarı ele geçirip Arap sosya­
uygun olarak sola kapalı, Soğuk Savaş lizmi deneyimine girişen BAAS hareketiy­
mantığına uygun bir çok partili siyasal le eş zamanlı olarak ortaya çıkmasıdır. Za­
sistem içinde yaşamıştır. Savaşın hemen ten Yüncüler, Devrim dergisini çıkarmaya
ertesinde liberalleşen, daha sonra ödeme­ başladıktan bir süre sonra böyle bir darbe
ler dengesi krizine düşen Türkiye, bu örgütlemeye çalışacaklar, ancak başarılı
dönem de tarım da ve sanayi de belli olamayacaklardır. 1970’lerde dünya eko­
adımlar atmıştır. Sanayi burjuvazisinin nomisi bir daralma dönemine girecek, kri­
gelişmesine rağmen buna uygun bir kay­ zin yükünü hangi kesimlerin çekeceği
nak dağıtım politikası izlemeyen, Tek üzerinden sert bir sınıf mücadelesi başla­
Parti döneminden kalma siyaset yapma yacak bu koşullarda sınıflar üstü, devletçi
alışkanlıklarını sürdüren Demokrat Parti, bir siyasal çizginin varolma koşullan orta­
27 Mayıs 1960’ta, hemen hepsi ABD’de dan kalkacaktır.
eğitim görmüş ve NATO görevlerinde Uzun bir dönem tek tek aydınlar tara­
bulunmuş bir grup alt rütbeli subay tara­ fından temsil edilen sol Kemalizm 2000’li
fından devrilmiştir. 27 Mayıs’ın ertesinde yılların başında bir siyasal parti haline
asker ve sivil bürokrasinin işbirliği için­ dönüşmeye çalışıyor. 1930’iarda kapitalist
de, daha demokratik bir siyasal sistem dünya sistemi çevrimsel daralma döne­
kurması, kaynak dağıtımını akdet bir bi­ ni indeydi ve hegemonya krizini yaşıyor­
çimde yapacak DPT, siyasal iktidarı de­ du. 1960’larda kapitalist dünya sistemi ta­
netleyecek Anayasa Mahkemesi ve top­ rihinin dorugundaydı. 1970’lerden başla-
K E M A L İ Z M

yarak bir dünya sistemi olarak kapitaliz­ masızca uygulanan neo-muhafazakâr po­
min yapısal krizi ile karşı karşıya bulunu­ litikaların bir benzeri Türkiye’de günde­
yoruz. ideolojiler kriz içinde, siyasal ha­ me geldi. Çok partili hayatın yeniden
reketler krİ2 içinde, bilgi yapıları kriz başlamasıyla birlikte yozlaşmış popülist
içinde. Kapitalist dünya sisteminin ürünü uygulamalar bu sürece eşlik etti. 12 Eylül
olan ulus-devletler ya parçalanıyorlar ya rejiminin sola karşı panzehir olarak gör­
da bütünleşiyorlar. Çoğunlukla her ikisi düğü Atatürkçülük ve Türk-Islâm Sentezi
birden oluyor. W allerstein bu dönemi düşünsel hayata egemen kılınmaya çalı­
yüz/yüzelli yıl sürecek bir 'geçiş çağı’ ola­ şıldı. Bu dönemde başlayan silahlı Kürt
rak tanımlıyor: Kapitalist dünya-sistemin- hareketi toplumsal dengelerin iyice sarsıl­
den başka bir tarihsel sisteme geçiş çağı. ması sonucunu doğurdu. Sol Kemalist ay­
Bugün sürmekte olan ve önümüzdeki el- dınlar, bu dönemde sosyal demokrasiden
li/yüz yıl daha sürecek olan bu dönemin sosyalist solun sağ versiyonlarına kadar
egemenlerin denetiminde başka bir tarih- çeşitli yönlere savruldular.
498 sel sistemin ortaya çıkışıyla mı, yoksa kri­ 1992’den itibaren dünya ekonomisinin
zin kaosa dönüşerek görece daha eşitlikçi yeniden büyüme sürecine girmesi, Avru­
bir tarihsel sistemin ortaya çıkışıyla mı pa Birliği, NAFTA gibi ulus-devlet üstü
sonuçlanacağı bugün için belirsiz. Bu sür­ oluşumların ivme kazanması gecikmeyle
mekte ve sürecek olan mücadele sonu­ de olsa Türkiye’yi de etkiledi, 1996’da
cunda belirlenecek. Türkiye Avrupa Gümrük Birliği’ne girdi.
L990’larda kapitalist dünya ekonomisi Aynı günlerde, bir devletin siyasal ege­
merkez ülkelerden başlayarak canlanma menliğini kullanarak sermaye birikimi
eğilimi içine girdi, ama özellikle çevre ül­ sağlama ya da dinsel/ideolojik güdülerle
kelerde artık kimse ilerleme ve kalkınma devletlerarası oluşumlara yönelme anlayı­
vaat etmiyor. Dünya hegemonyası için şı bütün dünyada tasfiye edilirken, Türki­
kavga eden ülkeler yok, ama çevre ülke­ ye’de siyasal İslamcı bir partinin iktidara
lerde çatışmaların savaşların ardı arkası gelip bu tür uygulamalara yönelmesi 28
kesilmiyor. ‘İnsan haklan, demokrasi, ser­ Şubat sürecine yol açtı. Türk Silahlı Kuv-
best piyasa’ herkesin üzerinde uzlaştığı vetleri’nin ‘irtica’ya karşı tavır alması, Av­
değerler olarak sunuluyor, ama etnik te­ rupa Birliği’nin Kürt sorunu ve Kıbrıs gibi
m izlikler, soykırım lar sürüyor; bütün konularda Türkiye’nin tarihsel tezlerini
dünyada siyasetin tasfiye edilmesi ve kay­ reddetm esini istem esi ve son olarak
nak dağıtım sürecinin bürokratik bir ey­ 1980’lerde başlayan borç sarmalının Tür­
leme indirgenmesi olgusu yaşanıyor; he­ kiye’nin iç ve dış borçlarını ödeyemeyece­
men her sektörde dünya ölçeğinde faali­ ği bir noktaya ulaşması sonucu lMF’nin
yet gösterecek beş/on tekelin kalacağı şirketlerin yönetim kurullarından banka­
açıklanıyor. Bu eğilime karşı çıkmaya ça­ ların içişlerine kadar her yere müdahale
lışan ulus-devletler gerekirse zor kullanı­ etmesi gibi gelişmeler sol Kemalizmin ye­
larak tasfiye ediliyor. niden gündeme gelmesine yol açtı. An­
Türkiye, 12 Mart Müdahalesi’ne rağ­ cak, kapitalist dünya sisteminin krizinin
men, 1970’leri yoğun bir sınıf çatışması bir parçası olarak yaşanan ideolojilerin ve
ve siyasallaşma biçiminde yaşadı. Bu dö­ siyasal hareketlerin krizi sol Kemalizme
nem 12 Eylül darbesiyle sona erdi, 12 Ey- de yansımış durumda. Bu yüzden, bu si­
lül’den itibaren, ithal ikameci kalkınma yasal akım tamamen savunmacı bir pozis­
modeli yerine dünya piyasaları ile bütün­ yonda bulunuyor. Kendini ne alternatif
leşen bir iktisat modeli uygulanmaya baş­ bir iktisadi sistem olarak tanımlayabili­
landı, ABD ve İngiltere gibi ülkelerde acı­ yor, ne de bir kalkınma stratejisi olarak..,
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I MI : " S O L K E M A L İ Z M ”

Önerebildiği tek şey Türkiye’ye ilişkin Kemalist kadrolar savaşın hemen ertesin­
kararların Türkiye’nin çıkarları doğrultu­ de mücadeleye devam ederek yeni bir
sunda Türkiye’de alınması. devlet kurdular.7 Türkiye Cumhuriye­
tinin Lozan tartışmalarında üzerinde en
_______________ SONUÇ___________ _ çok durduğu konulardan biri iktisadi, ad­
li, siyasî vb. alanlarda bağımsızlığına halel
Kapitalist dünya sistemi, ortaya çıkışından getirecek sınırlam alardı. Tü rkiye’nin
bugüne, uzun yüzyıl olarak adlandırılan 1930’larda uyguladığı devletçilik politika­
çevrimler halinde farklı bir sermaye biri­ ları, 1945’ten sonra neredeyse bütün dün­
kim modeli ve her modele denk düşen bir yada gündeme gelecek olan ithal ikameci
farklı bir devletlerarası hegemonya biçi­ iktisat politikalarını önceliyordu. Türki­
minde var oldu. Örneğin 19. yüzyılda he- ye, her haliyle 1945 sonrasında kurulacak
gemonik güç olan İngiltere, dünyanın fab­ dünyanın erken bir örneğiydi. Aym yıllar­
rikasıydı: Her yerden hammadde alıyor ve da dünyanın ilk sosyalist devleti de ku­
bunları işledikten sonra bütün dünyaya rulmuş ve koşulların zorlamasıyla tek ül­ 499
satıyordu. Bu sermaye birikim modelini kede sosyalizm deneyine girişmişti. Ulus-
işletebilmek için de sömürgecilik yapıyor­ devletleri ve sosyalist devletleri kuran si­
du. Bu yüzyılda diğer merkez ülkeleri de yasal hareketler kapitalist dünya sistemi
güçleri oranında aynı politikayı uygulu­ içinde ayrı adalar yaratarak ulusal ya da
yorlardı. 20. yüzyıl başlarken, İngilte­ toplumsal kurtuluşun mümkün olabile­
re’nin hegemonyası çökmüştü. Hegemon­ ceğine inanıyorlardı. Bu yanılgının teme­
ya için yanşan iki güçten biri olan -diğeri linde Fransız Devrimi ile gündeme gelen
Almanya idi- ABD, daha Birinci Dünya Sa­ ilerlemenin kaçınılmaz olduğu, toplumun
vaşı sürerken ‘ulusların kendi kaderini ta­ iradi çabalarla değiştirilebileceği ve devle­
yin hakkı’na sahip çıkmıştı. ABD’nin ser­ tin toplumsal değişimin anahtar gücü ol­
maye birikim modeli, gümrük duvarlarıy­ duğu düşüncesi yatıyordu. Tarihse] geliş­
la koruma altındaki pazarlara sermaye ih­ meler bunun mümkün olmadığım göster­
racını öngörüyordu. 1945’te ABD hege­ di. Ulus-devletleri kuran ulusal kurtuluş
monyası kurulunca sömürgeciliğin tasfi­ hareketleri de, sosyalist devletleri kuran
yesi ve bağımsız devletlerin birbiri ardına devrimci hareketler de başarılı olamadı­
doğması olgusu ile karşılaştık. Bunun so­ lar. Bu siyasal hareketler ilk amaçlarına
nucunda ithal ikameci iktisat politikaları ulaşıp devleti ele geçirmişler, ama ‘kurtu­
gündeme geldi ve Birinci Sanayi Devri- lamamışlardı’. Ne ulusal kurtuluş hare­
mi’nin ürünü olan sanayiler çevre ülkelere ketleri elde edilen siyasal bağımsızlığın
aktarıldı. Dolayısıyla hammadde üreten ve sonucunda kapitalist dünya sisteminin
mamul maddeler için pazar işlevi gören dışına çıkabilmişti, ne de sosyalist ülkeler
sömürgeler nasıl bir 19. yüzyıl olgusuysa, bunu başarabilmişti. Kapitalist olmayan
ulus-devletler ve sanayileşme de aynı şe­ yol, Arap sosyalizmi, Üç Dünya teorisi gi­
kilde bir 20. yüzyıl olgusudur. bi kuramların ilk ve özgün bir örneği
Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya olan sol Kemalizm, bu tarihsel koşullar­
Savaşı’nda Ingiltere’nin başım çektiği iti­ da, ortak bir yanılgıyı paylaştı: Kapitalist
laf Devletleri’ne yenildi, ancak Ingilte­ dünya sistemi yaşadıkça daha sağda ya da
re'nin zaferi çöken bir gücün zaferiydi. daha solda olmak yetmiyordu. O
K E M A L İ Z M

DİPNOTLAR

1 İmmanuel Wallerstein, Fernand Braudel üzeri­ uzay/zaman ve yapısal uzay/zaman. Olgusal za­
ne yazdığı bir yazıda, Braudel'in A k d e n iz ve- man açısından yorumlanan bir gelişme, çevrim­
A k d e n iz D ü n y a n adlı kitabındaki yapı, kon­ sel ve yapısal zaman açılarından da yorumlan­
jonktür ve olay biçimindeki bölüm sıralaması­ madığı takdirde yeterince anlaşılamaz kalacak­
nın "ciddi bir hata olduğunu" öne sürmekte tır. Çünkü insanlar tarihsel sistemler içinde ya­
ve "Braudel eğer olaylarla banlayıp, daha son­ şarlar ve bir tarihse! sistemin içinde yaşananlar
ra yapıyla ilgilenseydi ve konjonktürle sona er­ asıl olarak o tarihsel sistem tarafından belirle­
dirmiş olsaydı, kitabın açıklayıcı inandırıcılığı­ nir (1997; 193-212).
nın artmış olacağını düşünüyorum" demekte­ 5 Örneğin, Batı devletlerinin desteğiyle de olsa,
dir (VVallerstein: 1997, 296). Bu yazıda, Wal- milliyetçi bir ayaklanma sonucunda Osmanlı
lerstein önerisi göz önüne alınarak kaleme im paratorluğundan ayrılan Yunanistan bir
alınmıştır. ulus-devlet olmayı başarabilmiştir. Gene, Os­
2 İtalya ve Almanya bu gelişmenin en iyi bilinen manlI İmparatorluğunun Balkanlardaki top­
örnekleridir. Almanya'nın 1870’te ulusal birli­ raklarından kopan bölgeler genellikle hemen
500 ğini kurması ile birlikte, Ingiltere'nin dayattığı
liberal iktisat politikalarına karşı "milli iktisat"
ulus-devlet haline dönüşmüşlerdir.
6 Örneğin Osmanlı tmparatörluğu'ndan önce
anlayışını benimsemesi, aynı İktisadî anlayışın modernleşme ve sanayileşme sürecine giren
ittihat ve Terakki'nln politikalarını derinden et­ Mısır, Vali Mehmet Ali Paşa önderliğinde
kilemesi, gecikmiş burjuva devrimlerinin izledi­ ayaklanınca Batılı devletler tarafından püskür­
ği genel çizgi hakkında yeterince ipucu ver­ tülmüş ve Mısır bir sömürge haline dönüştü­
mektedir. rülmüştür, Osmanlı İm paratorluğundan sö­
3 OsmanlI İmparatorluğu yerine kurulan Türkiye mürgeleşerek ayrılan Mısır, Suriye, Irak gibi ül­
Cumhuriyeti'nde devrimi yapan bürokrasinin kelerde doğan Arap sosyalizmi ideolojisi ve
hızla burjuvalaşmaya çalışması, buna karşılık kurulan BAA5 rejimleri İle başka olguların yanı
görece gelişmiş bir işçi sınıfına sahip olan Rus sıra Osmanlı geleneğinin etkisi ayrıca ele alın­
Çarlığı'nda ve uzun süren bir devrim süreci so­ malıdır.
nunda geniş köylü kesimleri örgütleyerek ikti­ 7 Sivas Kongresi'nde ABD Mandası’nın gündeme
darı ele geçiren Çin'de iktidarı ele geçiren dev­ getirilmesi ve kongre sonucunda ABD’nin bu
rimci partilerin bürokratik birer devlet kurma­ konudaki düşüncesini öğrenmek üzere girişim
ları ayrıca ele alınmayı gerektirecek kadar il­ yapılması yolunda karar alınması bir rastlantı
ginç bir durumdur. değildir. Kurulan yeni Türkiye, bir anlamda,
4 Braudel, üç farklı zaman olduğunu öne sür­ 1945'te dünyanın efendisi olacak olan ABD'nin
mektedir: Bireylerin olgusal zamanı, iktisadın kurmak istediği dünya düzenine uygun bir ya­
çevrimsel zamanı ve uzun süre ya da yapısal pılanmaydı. Tek farkla ki, bu yapı zamanından
zaman ( Braudel; 1992, 54-65), Wal!erstein, bu önce, görünüşte hâlâ dünyanın efendisi olan
ayrıma mekânın da eklemesi gerektiğini öne Ingiltere'nin arzuları hilafına ve mücadele so­
sürmektedir; Olgusal uzay/zaman, çevrimsel nucu kurulmuştu.
Cumhuriyetin Cumhuriyet'/;
Cumhuriyet Gazetesi
BA Ğ IŞ ERTEN - GÖRKEM DOĞAN

Cumhuriyet Türkiye'de yayın hayatına anlattığı yazı dizisinden ya da Temmuz


devam eden gazeteler içinde en kıdemli 1940 Türk-Alman Ticaret Anlaşma­
olanıdır. 1924'te Ankara'nın sesini İstan­ sından sonra yazdığı ve Almanya'yı
bul basınında duyurmak üzere Gazi'nin desteklemede Saydam hükümetinin be­
isteği, desteği ve hatta isim babalığı ile lirlediği sınırları aştıkları için ağustos
kurulmuştur. 1960'ların sonundan itiba­ ayında gazetenin tarihinde ikinci kez
ren fikir gazeteceliğinin saygın bir örneği kapatma cezası almasına neden olan
501
kabul edilegelmiştir. Okurları tarihinde yazılarından örnekler vermek ya da Na­
iki kez gazeteyi boykot ederek yayın po­ zım Hikmet'in Türkiye dışına kaçmasın­
litikasına müdahale etmiş ve çizgisinin dan sonra Türk basınında yayımlanan
değişmesini engellemiştir. Söz konusu ilk fotoğraflarının altına yazdıkları "M il­
çizgi ilerici, aydınlanmacı ve solcu sıfat­ let suratına tükürebilsin diye fotoğrafını
larıyla tanımlanır. Hatta 12 Eylül döne­ yayınlıyoruz" ibaresini alıntılamak ve
minde yayın hayatını aralıklı olarak da "tarihi gerçeklere ışık tutmaya" kalkış­
olsa sürdürebilen tek "sol" gazete oldu­ mak mümkün. Ama böyle bir yaklaşı­
ğu için, Cum huriyet okumak devrimcili­ mın kafa karıştırıcı olacağım, zira Cum ­
ğin alameti farikası sayılmıştır. Bu du­ huriyet gazetesinin Türkiye siyaset sah­
rum, hiçbir sol yayının yetmişlerdeki nesindeki Önemini doğru değerlendire­
yaygınlığına ulaşamadığı ÖzalTı yıllar bilmek için, gazetenin 7 Mayıs 1924,
boyunca kendini daha kuvvetli bir şekil­ yayımlanan ilk sayısından beri tutarlı bir
de göstermiştir. Özellikle bu "sol” yafta­ biçimde savunduğu ilkelerini ortaya
sı, altmışlı yıllardan itibaren gazetenin koymanın, değişen ulusal veya uluslara­
Türkiye'deki milliyetçi muhafazakârlar rası konjonktüre göre bu ilkeler doğrul­
tarafından lanetlenmesine yol açmıştır. tusunda oluşan dönemsel konumlanışla-
Fakat bu madalyonun bir yüzüdür, ellili rın değişkenliği üzerine gitmekten daha
yıllarda ve Öncesinde madalyonun diğer faydalı olduğu açık.
yüzü gizlidir. Cumhuriyet ikinci Dünya Kemalizmin her zaman "içinden" ko­
Savaşı sırasında Türk basınında Alman­ nuşan bir gazete olarak Cumhuriyet BabI­
ya'yı destekleyen yayın organlarından ali'ye çıktığı ilk günden beri belirli bir
biridir. Sonrasında ellilerin sonuna ka­ çizginin taşıyıcısı olmuştur. Bu ilkelerin
dar, aşağı yukarı tüm müesses basın or­ en önemlisi herhalde kalkınmacı bir anla­
ganlarımızla birlikte, ateşli bir anti-ko- yıştan kaynaklanan, liberal ideolojiye
münizm politikası gütmüştür. Tarihçesi­ karşı güvensizliktir. Nadir Nadi 1930'dan
nin bu kısmı, bilenler tarafından dahi 35'e kadar Viyana'da geçen öğrenciliği
yüksek sesle dile getirilmez. Değinilirse sırasında "aşırı sağdan aşırı sola kadar he­
de Cum huriyete karşı apotojist bir tavır­ men bütün ideolojilerle" temas ettiğini,
la dillendirilir bu hatırlatma. bunlardan hiçbirine bütünüyle ballan­
Şüphesiz ki, Cum huriyet gazetesinin masa da birini bütünüyle sildiğini kayde­
macerası anlatılırken, Nadir Nadi'nin der: "Kafamda ilk tasfiye ettiğim sistem
Nazi işgalindeki Avusturya'yı sitayişle ekonomik liberalizm oldu. Bu okul, artık
K E M A L İ Z M

devrini yaşamıştı. Devlet işe karışmadık' ne göre nasıl tezahür etiğini izlemek
ça, toplumun ve bireylerin refahını sağla­ mümkündür.
mak bir hayaldi". Nadir Nadi, her ne ka­ Cumhuriyet gazetesi, Cumhuriyet'in ila­
dar kafasında sildiği liberalizmi ekono­ nından hemen sonra neredeyse tümüyle
mik sıfatıyla sınırlandırsa da, 1945 sonra­ Ankara'daki iktidar odağına muhalif olan
sında Türkiye'de İsmet Paşa eliyle yürütü­ İstanbul'da, yeni rejimin, yani Cumhuri­
len ürkek demokratikleşme adımlarını yet'in sesi olma misyonuyla kuruldu. Bu
San Fransisko mahreçli diye küçümseyen önemli görev Gazi'nin hem bağlılığına
ve 27 Mayıs'ı "San Fransisko demokrasisi hem de gazetecilik yeteneğine güvendiği
dönemini" kapatacağı için selamlayan Yunus Nadi'ye önerilmişti. Yunus Nadi
yazılarının altındaki imzası, tıpkı kendi­ yirmili yaşlarının ilk günlerinden itibaren
sinden önce Babası Yunus Nadi ve onun gazetecilik yapmış, Baba Tahir'in M alu­
Serbest Fırka gibi icazetli bir partinin po­ mat ı Ebuzziyaların Tasviri Eİla t ı gibi ga­
litik muhalefetine karşı gösterdiği taham­ zetelerde yeteneğini ispatlamıştı. Bununla
502 mülsüzlük gibi, siyasî liberalizme karşı birlikte profesyonel bir gazeteciden daha
konumunu aydınlatır. fazlasıydı. Abdülhamit döneminde siyasî
Aslında Batı mahreçli kavramlara ka­ faaliyetlerinden dolayı tutuklanmış Sela­
palı olmayı C um hu riyet'in ilkelerinden nik'te İttihat ve Terakki'nin yayın organı
biri olarak saymak mümkün değildir. Ba­ Kume/î'nin başyazarlığını yapmıştı.
tılı yaşam tarzını ve beğenilerini Türkiye 1912'den itibaren de Mec!is-i Mebu-
toplumuna benimsetmek gazetenin ken­ san'da Aydın'ı İttihat ve Terakki saflarında
dine atfettiği en önemli misyonlardan bi­ temsil etmişti. Birinci Meclis'te İzmir me­
ridir. Bu ülkede ilk güzellik yarışmasını busu olan Yunus Nadi, ayrıca Anadolu
düzenleyen gazetenin zaten Batıcı olma­ Ajanst'nm kurucusu ve Ankara hükümeti­
dığını iddia etmek hayli güçtür. Halkın nin resmî yayın organı Hakimiyet-i Milli-
kültürel kodlarını şarklı bir çerçeveden ye'nin yazarıdır. Kurtuluş Savaşı boyunca
çıkartıp, toplumsal yaşam alanında Batılı Ankara'da çıkan tek özel gazete Yeni
normları benimsetmek önemli bir hedef­ Cün'ün de sahibidir. İstanbul'un işgaliyle
tir Cum huriyet için. Ankara'ya taşıdığı iki bin tirajlı Yeni
Ulusal kalkınmactlık da C um huriyet Cün'deki başyazılarında, tam da Meclis'in
gazetesinin temsil ettiği değerlerden bir Ankara'nın doğusuna taşınmasının tartışıl­
diğeridir. Yalnız kalkınma ereği açısından dığı günlerde, hep "Yunanistan Yıkılmalı­
altınının çizilmesi gereken bîr husus ise, dır" İfadesine yer vermesi, Jöntürk davası­
Özellikle köyü ve köylüyü hem ekonomik na ve ideolojisine bağlılığını açıkça ortaya
hem sosyal alanda kalkındırmaya yönelik koyar. Yunus Nadi gazetenin tek kurucusu
stratejileridir. Bilhassa bunu köy enstitüle­ değildir, görevi kabul ettikten sonra, Birle­
rinde vücut bulduğu şekliyle, yanı köylü­ şik Devletler'de gazetecilik okumuş olan
yü köyünde tutarak gerçekleştirmeyi he­ ve o sıralarda çalıştığı Anadolu Ajan-
defleyen projeler muhafazakâr bir dünya sı'ndan, hükümetle uyuşamadığından ay­
görüşünü yansıtır. Bu yaklaşım, gazetenin rılmak üzere olan Zekeriya Sertel ve Ser-
sosyal yapıyı olduğu gibi tutmayı hedefle­ tel'in yakın dostu Nebizade Hamdi ile bir­
diğinin de önemli bir kanıtıdır. likte kurarlar Cum huriyet i; her biri gaze­
Gazetenin çelişir gözüken farklı dö­ teye onar bin liralık hisse koyar. Ama or­
nemleri boyunca bu ilkeler tutarlı bir taklık çok uzun sürmez, Sertel ve Nebiza­
Şekilde yayın politikasına damgalarını de ortaklıktan, gazetenin ilk dönemindeki
vurmuşlardır. Cum huriyet1in hikâyesinin sermaye artırımları sırasında hisselerini
tarihsel gelişiminde, bu ilkelerin farklı Yunus Nadi'ye satarak ayrılmışlardır.
dönemlerin sosyopolitik konjonktürleri­ İstanbul ve basını, Genç Cumhuriyet
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "

hükümeti tarafından, pek de mesnetsiz leri yapılması, Avrupa ile olan ilişkileri­
sayılamayacak nedenlerle, hasım olarak miz bakımından büyük ve bizim için zi-
görülüyordu; Öyle ki Atatürk 20'li yılların yanlı bir eksiklik teşkil etmektedir". Ga­
sonlarına kadar bilinçli bir şekilde İstan­ zetenin Batılı yaşam tarzını ve alışkanlık­
bul'a ayak basmamıştı, işte Cum huriyet larını topluma benimsettirme çabalarının
bu ortamda Atatürk'ün isim babalığıyla da bir örneğidir bu satırlar.
İstanbul'da Cumhuriyet fikrini yaymak ve İstanbul'da neredeyse tek başına kalan
savunmak amacıyla kuruldu. Bu amaç Cum huriyetin tirajı yükseldi. Gazete bu
gazetenin ilk sayısında Yunus Nadi'nin şu dönemde Türkiye gazeteciliği açısından
satırlarıyla özetleniyordu: "Cumhuriyet pek çok yeniliğe imza attı. Herhalde bun­
Türkiye'de büyük kavgalarla elde edilmiş lar arasında en dikkat çekici olanı
bir sonuçtur. Biz elde edilen bu amaç uğ­ 1929'da düzenlenen güzellik yartşmasay-
runa fiilen çalışmış insanlarız. Memleket­ dı. Kâinat güzellik yarışmasında Türki­
te bu muzaffer ve galip fikrin çok kuvvetli ye'yi temsil edecek bir kızın seçilmesi her
taraftarları vardır. Cumhuriyet memlekete ne kadar modern Türk kadınının Avrupa­ 503
mal olmuş bir fikirdir. Biz onun temsilci­ lIlara olan eşdeğerliliğini hatta üstünlüğü­
leri ve koruyucusuyuz", 1924 yılında nü simgelese de, ki Yunus Nadi bunu ya­
Cumhuriyet fikrinin kuvvetli taraftarları rışmanın düzenlenmesinin temel gerek­
Ankara'da ikamet ediyordu, bu bakımdan çesi olarak gösterir. "(Cumhuriyet devrim-
Cum huriyet İstanbul'da temsilcisi ve ko­ leri sayesinde) Türk kadınları bütün dün­
ruyucusu olduğu fikrin ileri karakoluydu, yanın hür memleketlerindeki hür hemşi­
Cumhuriyefin ilanı, ardından hilafetin relerinden farksız insanlar haline yüksel­
ilgası ve bu köklü değişikliklerin hayata mişlerdi. Bu hakikati yüksek gösterecek
geçiriliş şekli, İstanbul'da ve basınında ve yüksek söyleyecek bir fırsattan istifade
tepki yarattı. Bu muhalif neşriyatı denge­ etmemek günah olurdu." Cumhuriyet"tek i
lemek üzere C u m h u riye t in kurulması, yenilikler bu yarışmayla sınırlı değildi do­
gazeteye İttihat ve Terakki'nin eski idare ğal olarak. 1930 yılının ocak ve şubat ayı
binası Kırmızı Konak'm ihaleyle tahsisi boyunca gazetede sırasıyla sinema sayfa­
aslında Cumhuriyet hükümetinin İstanbul sı, mizah sayfası, kadın, spor ve çocuk
basınına karşı aldığı politik tedbirlerdi, sayfası gibi tematik sayfaların yayımlan­
Cünü geldiğinde bu politik tedbirlerle ye­ masına başlanmıştır.
tinilmeyecek, hukuki tedbirlere başvuru­ Bununla birlikte muhalefete karşı olan
lacaktı. Şeyh Said isyam'nı bastırmak ve politik misyonunun hukuki müdahaleler­
sorumlularını cezalandırmak amacıyla çı­ le kadük bırakılması, gazetenin kendine
karılan Takrir-i Sükun Kanunu ve buna politik görevler atfetmesine engel değil­
bağlı olarak kurulan istiklal Mahkemele­ dir Muhalefetin zararlarına pekâlâ vakıf
rinin kararlarıyla. İstanbul'daki en önem­ olan Yunus Nadi tedavide olduğu Vîya-
li iki gazete Ebuzziya'nın Tevhidi Eikat ı na'dan yeni bîr fırka kurulduğunu haber
ve Hüseyin Cahit'in Tanın'i kapatıldı. Bu alınca gazetesinde bu teşebbüsün yersiz­
gelişmeler üzerine C u m hu riyetin siyasî liği üzerine Gazi'ye açık bîr mektup ya­
misyonunun odağı Ankara'nın tasarladığı yımlamaktan çekinmemişti, zira "hakikati
sosyal ve kültürel inkılâplar için kamuoyu halde garip bir talih veya talihsizlik ola­
oluşturmaya kaydı. Örnek olarak hafta ta­ rak bu memlekette muhalefet şimdiye ka­
tilinin pazara alınmasından önce gazete­ dar hemen daima vatansızlığa kadar te­
de yayımlanan şu satırlar sayılabilir: "Tatil reddi eden bir afet olmuştur". Serbest Fır-
gününün pazara nakli lazımdır. Kala kala ka'ya yönelttiği en temel eleştiıi ilme va­
iş buna mı kaldı demeyiniz. Hafta tatili­ kıf eşhastan ziyade, kalabalığa dayanarak
nin bizde Cuma ve Avrupa'da Pazar gün­ siyaset yapmak istemeleriydi.
K L Z M

Günümüz Cumhuriyetinde de rastla­ yazılar yazılmasına müsade edemem”


yabileceğiniz pek çok yazıyı bundan demesi (aktaran Nadir Nadi), Cumhuri­
yetmiş yıl evvel de aynı sütunlar da yet'in Almanya'yı desteklemesinin sade­
okumak mümkündü. Örneğin Menemen ce siyasî ideolojik saiklerden kaynaklan­
hadisesinden hemen sonra Yunus Nadi madığını akla getirir.
bir Cumhuriyeti Koruma Kanıınu'nun ikinci Dünya Savaşı, ona katılmayan
çıkarılmasını önerir ya da ordu fikrinin ülkeleri dahi çok derinden etkiledi; Türki­
Türkiye'deki ilerici ve gençlerle özellik­ ye özellikle savaş alanlarına coğrafi ya­
le öğretmenleri de kapsayan özüne vur­ kınlığından dolayı bu etkiyi en derinden
gu yapılır. hisseden ülkelerden biriydi. Savaşın ön­
Cumhuriyet1in o dönemine dair vurgu­ cesinde anti-revizyonist kampta olan; İn­
lanması gereken başka bir nokta ise, giltere ve Fransa ile Sovyetler'e karşı kul­
özellikle rakipleri tarafından Yunus Nadi lanılmamak şartıyla ittifaka giren Türkiye,
hakkında ileri sürülen gazeteciliği diğer Stalin Flitler yakınlaşmasıyla tüm Avrupa
504 alanlardaki yatırımları lehine kullandığı gibi şaşırmış, savaşın başındaki parlak Al­
iddiasıydı. Nadir Nadi'nin anılarında da man zaferleri karşısında fiilen yalnız kal­
değinilen bu iddiaların temel dayanağı mıştı, Bunun karşısında 1940 yazının so­
kuşkusuz Yunus Nadi'nin de, o dönem­ nundan itibaren Almanya'ya yaklaşmaya
deki pek çok diğer milletvekili ya da reji­ başladı, öyle ki Fîaziran 1941 'de Alman­
min güvenilir saydığı diğer az çok paralı ların Sovyet saldırısından hemen önce Al­
Türk gibi yabancılarla ortak bazı yatırım­ manlarla bir dostluk anlaşması dahi im­
larda bulunmasıdır. Bazı başyazılarında zalandı.
çeşitli devlet memurlarının yabancı ser­ Savaş boyunca, basında bir Almancı-
mayeye karşı sertliği ve anlayışsızlığından ingilizci ayrımını görmek mümkündür.
yakındığı ve bunun Türk ekonomisine za­ Kabaca çizmek gerekirse Ahmet Emin
rar verdiğini iddia ettiği de görülür. Adli­ Yalman'ın Vhfan'ı, Tan gazetesi ile Hüse­
ye vekilimizin nazarı dikkatine altbaşlı- yin Cahit önce Yeni Sabah'ta. daha sonra
ğryla yayımlanan bir başmakalede 1943'te yine yayımlamaya başladığı Ta-
Emet'te bir yabancı şirketin verdiği temi­ n/n'de Müttefikleri destekliyordu. Nec­
nat mektubunun mahkemenin kararı ke­ mettin Sadak'ın Akşam'ı ve Nadi'lerin
sinleşmeden nakde çevrilmesi ya da Noel Cum huriyeti ise Almanları destekliyordu
adında bir tüccarın Cum huriyette yayım­ denebilir.
lanan bir makalesine atıfla, 30'ların ba­ Nadir Nadi Viyana'da okurken C u m ­
şında Türk ekonomisinde yaşanan dur­ huriyete yolladığı yazılarla gazeteciliğe
gunluğun bir nedeninin de "decourage- başlamıştı, 1939'a gelindiğinde gazetenin
ment" yani memurların ve adliyenin tüc­ sürekli yazarlarından biriydi, Alman işga­
carlara zorluk çıkarması olarak gösteril­ linden sonra eskiden tanıdığı Viyana'ya
mesi böyle yazılarına çeşitli örneklerdir. gidip, yeni döneme dair bir seri gezi yazı­
Öyle kİ, C u m h u riy e t 1940 yılının 11 sı yayımlamıştı. Bu seri röportajlarda
Ağustos’unda, aynı yılın 8 Kasımı'nda ka­ Anschluss haklı gösteriliyor. Yahudilere
panmasına neden olan (bu, gazetenin ta­ karşı yapılan kötü muamele ise mazur
rihindeki ikinci kapatmadır, ilki 1934 yı­ gösterilmeye çalışılıyordu, yeni Viya-
lında verilen on günlük bir cezaydı) ve na'nın eskisine kıyasla çok daha şen ve
Türk-Alman Ticaret Anlaşması lehine Na­ müreffeh bir şehir olduğunun altı çizili­
dir Nadi'nin yazdığı bir yazıyla başlayan yordu. Savaş başlamadan önce Nadir Na­
olayların sonunda kapanmadan önceki di Von Papen'a misafir olmuş ve anıların­
gün ismet Paşa'nın Yunus Nadi'ya Ankara da aktardığı üzere Türkiye'nin çıkarlarıyla
garında "Ticarî maksatlar uğruna siyasî uyuştuğu sürece ona yardım etmekten
B İ R Z O. Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "

Aralık 1941'de bir günlüğüne kapatıldı)


Cumhuriyet C u m h u riye t i kapatan onun öncesinde
Nadir Nadi'yi bir basın toplantısında biz­
flNfl H BB flTflTURKCUlUK zat Refik Saydam tarafından azarlayacak
kadar Cum huriyetin yayın politikasından
rahatsız olan Millî Şef rejimi, daha sonra
kendisi Alman yanlısı politika gütmüştür.
Fakat bu durum Almanların talihi döndü­
ğünde seçkin çevrelerde ilk tasfiye yiyen
Alman yanlısının Yunus Nadi olmasını
JZgş Org. Evren, MGKnın engellememiştir. Gerçekten de Türkçü
^ ilkelerini açıkladı Başbakan Saraçoğlu'nun azliyle son bu­
lacak Türkiye'nin Almanya'dan uzaklaşıp
galip müttefiklere yanaşma hamlesinin ilk
İsta n bu l'd a
to k ağa
. TOrkiy*
il* ilgili kurbanı 1943 seçimlerinde 1912'den beri 505
ç ık m a ,. hab *rl*r
r*“ i' İ yabancı ilk defa Meclis dışında kalan Yunus Na-
.S i 1 4 -0 $ :j ajanı *«
ara tm d a H radyolarda di'dir. Usta gazeteci ve siyaset adamı bu­
'| itte ıır jth y d ı
u ygulanacak
nun ertesinde biraz da kırgın olarak Ce­
nevre'de tedavi olduğu hastanede 1945
Haziranında vefat edecektir.
12 Eylül Cumhuriyet gazetesi için de
Yunus Nadi'nin ölümünden sonra za­
bir milattı. Gazetenin sol kimlikle
bütünleşmesinin, am a aynı zamanda ten gazetede uzun süredir çalışan iki oğlu
kurulduğu günden beri “varoluşsa! Doğan ve Nadir yönetimi devraldı. Gaze­
ideolojisi” olan Atatürkçülüğün tenin imtiyaz sahibi olarak merhumun eşi
“koyutaştınlmasımn" miladı... Mazime Nadi görünüyordu, yönetim ku­
rulu ise aile üyelerinden oluşuyordu. Gö­
mutlu olacağını bildirmişti. Yine de anıla­ rüldüğü üzere Yunus Nadi'nin vefatını
rına bakılacak olursa Cum huriyet yazı Cum huriyet zarar gömıeden atlatmayı
kadrosundaki esas Nazi hayranının Peya- bildi. Nadir Nadi ve yazı işleri müdürü
mi Safa olduğu görülür, otu2 İu yıllar bo­ Cevat Fehmi'nin Yunus Nadi sonrası dö­
yunca Safa C u m h u riy e t gazetesinde nemde gazetenin siyasî çizgisine damga­
önemli görevler üstlenmiş ve yazılarım larını vurdukları söylenebilir.
yayımlamıştı. Sertellerle C u m h u riy e tın Savaş sonrası dönemin dış konjonktür
giriştiği polemiklerde Cum hu riyeti hep kaynaklı özgürlükçü açılımlarına en kuş­
Peyami Safa'nın kalemi temsil etti. Sabiha kulu yaklaşan yazar herhalde Nadir Nadi
Sertel'e yakıştırdığı "Bolşevik Dudu" sıfatı idi. 1945 yazında "daha geçen seneye
da bu dönemin ürünüdür. kadar en küçük gerekçeler bile gazete ka­
Cumhuriyet gazetesi belki ticari kaygı­ patmaya yetiyordu, şimdi herkes istediği­
larla, belki de çoğulcu Batı demokrasile­ ni söylüyor" diyerek hükümetin bu tavrını
rinden ziyade daha otoriter, kalkınmacı "oportünizm” olarak adlandırıyor ve dış
ve Sovyet modelinden daha millî bir al­ politikayı oportünist bir temele oturtma­
ternatif sunan Almanya'yı savaş boyunca nın olası zararlarına dikkat çekiyordu; si­
hükümetten daha tutarlı ve hükümetin cilli rejim muhaliflerinin bile birdenbire
Almanların Sovyet işgalini takip eden dö­ düzenin esas prensiplerini sahiplenip, bu­
nemdeki tavrı göz önünde bulundurulur­ radan hareketle bunların daha demokra­
sa daha mutedil bir havada desteklemiş­ tik bir açılımını hedeflemesinden rahat­
tir. Gerçekten de 1940 Ağustosun da (on­ sızlık duyuyordu. Nadir Nadi bugün pek
dan sonra yine benzer bir gerekçeyle 7 çok Kemalistin hararetle karşı çıktığı bîr
tezin en açık şekilde ileri sürüyordu ve ortadadır fakat Tan Matbaasının yağma­
ona göre çok partili hayat, dış politika lanması gibi olayların arkasında bu senar­
kaygılarıyla zamansız bir şekilde Türki­ yonun yattığı güçlü bir iddiadır. Gerçek­
ye'ye ithal ediliyordu, mahreci ise San ten de, Soğuk Savaş döneminin otoriter
Fransisko'ydu ve bu Türkiye Cumhuriye- rejimler için mümbit ve gri havası küresel
ti'nin temel prensiplerinin savunulması politikaya çökmeden Önce, bugün Avru­
açısından ölümcül bir hata oluşturabilir­ pa Birliği'ne tam üyeliğin ülkede bir dö­
di. "İster San Fransisko'dan getirdikleri nem estirdiği havaya benzer bir siyasî ik­
yeni moda demokrasi maskesine bürün­ lim Türkiye'de hakim olmuş ve yukarıda­
sünler, ister insaniyet adına ortaya gerdik­ ki satırlarda görüleceği üzere Nadir Nadi
leri tahta perde arkasına saklansınlar, var­ ve Recep Peker gibi insanlarda bu durum
lığımızı kıskananlar devirmek isteyeceği derin bir rahatsızlık yaratmıştı. Cum huri­
ilk kale daima Atatürk olacaktır". y e tin bugünkü çizgisiyle devamlılığını
Cumhuriyet kurulmakta olan muhalefet Örneklemesi açısından ilginç bir paralel­
506 partisinin rejim karşıtı sayılabilecek odak­ lik gösteren bu iki dönem, gazetenin Batı­
lardan etkilenmemesi için uğraşıyordu. cı söylemine rağmen, Türkiye'deki politik
"Yeni partinin kuruluş hazırlıkları ilerler­ sistemin otoriter niteliklerini nasıl huşu iie
ken, bu partiyi şu ya da bu yöne doğru sahiplendiğini de gösterir. Cumhuriyet
çekmeye çalışanlar görülüyordu. Özellik­ Tek Parti rejiminin ve ideolojisinin taviz­
le Sabiha ve Zekeriya Sertel çifti ve onla­ siz bekçisidir.
rın etrafında toplanan Tevfik Rüştü Araş, Moskova etkilerine karşı böyle duyarlı
Canıî Baykurt gibi eski politikacılar bü­ olan Cumhuriyetin, o dönemde kimi
yük bir çaba içindeydiler. Solcuların her CHP'lilerce dahi komünistlikle itham edi­
gün sütunlarında boy gösterdiği Tan ga­ len Köy Enstitülerini hararetle savunması
zetesi, Moskova ağzı kullanması yüzün­ girişte belirttiğimiz süreklilik gösteren il­
den halk arasında sevilmiyordu.(...) Kuru­ keler göz önünde tutulduğunda şaşırtıcı
luş ve program hazırlıkları sırasında parti­ değildir. Enstitüler köycülüğün yukarıda
ye verilecek yönün bu bakımdan tartışıl­ tanımladığımız şekliyle, yani ülkenin sos­
dığını sezen Türk basını, e2 İci çoğunluğu yal yapısını değiştirmeden yani köylüyü
ile Moskova solculuğuna kayacak bir köyünde köylü olarak tutarak müreffeh
partiyi hiçbir şekilde tutmayacağını açık­ kılmayı ve Batılı yaşam biçiminin konfor­
ça belirtti". Bu cümlelerin ne anlama gel­ larından olabildiğince yararlandırmayı
diğini daha iyi anlamak için Berkes'in hedefleyen anlayışın en temel uygulama
Unutulan Yıllar'ma yeniden referans ver­ alanıydı. Bu nedenle Cumhuriyet eğitim
mek gerekir. Berkes, DP kurulmadan ön­ bakanlığında tutarlı bir şekilde Haşan Ali
ce özellikle Batılı olası müttefikleri, Özel­ Yücel ekibini Reşat Şemsettin Sirer ekibi­
likle İkinci Dünya Savaşı sırasındaki tutu­ ne karşı savunmuştur, Sirer ve temsil etti­
muyla kızdırdığı Birleşik Devletler'e ya­ ği anlayış köycülüğü ikinci plana atmakla
kınlaşmak için yeni kurulan partiye sız­ kalmayıp, özcü bir Anadolucuiuğu, ba­
ması muhtemel kimi unsurların Türki­ kanlıkta tüm Batılı eğilimlerin yerine de
ye'de Sovyet menşeli bir tehdit yarattığı­ İkame etmeye uğraşıyordu. Cum huriyet
na dair bir senaryonun uygulandığını öne diğer bir temel ilkesine ters düşen bu eği­
sürer. Bahsedilen isimler Serteller, Yal­ lim, Sirer imzalı neredeyse bütün tasar­
man, eski bir İttihatçı ve Millî Mücadeleci ruflar karşısında Cum huriyet i sağlam bir
olan Cami Baykurt ve Bayar'm yakın dos­ kale haline getirmişti Ankara DTCF bas­
tu Aras'trr, DP kurucularının politik eği­ kınına ve ardından gelen hocalar tasfiye­
limleri göz Önünde bulundurulduğunda sine karşı duruşları buna bir örnektir; öy­
bu ihtimalin ne kadar uydurma olduğu le ki bakanlıktan ayrıldıktan sonra milli-
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "

yetçi muhafazakâr ithamlar karşısında milletvekili olarak Meclise girdi. Bu dö­


umduğu desteği yazarı olduğu partisinin nemde Cum huriyet sayfalarında yurttaki
yayın organı olan Ulus'ta bulamayan Ha­ gene! havaya uygun olarak kızılların türlü
şan Âli, Cum huriyete geçmiş ve vefatına melanetine dair yazılar okumak daha
kadar burada yazmıştı, gazetenin bu dö­ mümkündür, ama başyazarın iktidar par­
nem aynı görüşten bir başka yazarı ise tisinin listesinden Meclise seçilmesi yayın
Fakir Baykurt'tu. politikasında köklü bir değişikliğe yol aç­
Cum huriyet in köycülüğünün ilginç bir maz. Yazı işlerinin başında Yunus Na-
örneği de Mahmut Makal'ın Niğde Hal- di'nin vefatından beri Cevat Fehmi Baş-
kevi'ndeki bir toplantıda bugün zengin kut vardır, gazetenin köycü çizgisinin ar­
çocukları okuyabiliyor, yarın fakir çocuk­ kasındaki en önemli isim herhalde odur.
larının da okuyabileceği bir düzen kuru­ Doğan ve Nadir Nadi kardeşlerin varlığı
lacak dediği iddiasıyla tutuklanmasının gazetenin hâlâ bir aile gazetesi olduğunu
ardından yaşandı. Nadir Nadi Makal hak­ ■gösteriri Bu dönemde Yaşar Kemal de rö­
kında daha birkaç ay önce Bizim Kö y ad­ portaj yazan olarak katılacaktır gazetenin 5 07
lı kitabını öven bir başyazısını şöyle bitir­ kadrosuna.
mişti: "Ömrün boyunca bizim köyde otu­ Demokrat Parti hükümetinin basınla
racaksın. Bu yurda senin gibi daha en yaşadığı balayı 1954 seçimlerinden sonra
aşağı kırk bin Mamıdefendi lazım oldu­ biter. Türkiye ve hükümet için zor günler
ğunu unutma". Bu tutuklanma olayı başladığında Nadir Nadi hâlâ Meclîstedir,
Cum huriyetin Makal'a verdiği desteği ar­ ama hükümetin ispat hakkı tartışmaların­
tırmasına yol açtı, Makal'ı daha .önce hiç da örneklenen basın özgürlüğünü kısıtla­
görmediği İstanbul'a getirip çeşitli kişiler­ maya yönelik çabalarından tüm gazeteci­
le görüştürdüler. Bunlardan biri de Yahya ler gibi rahatsızlık duymaktadır. Buna
Kemal'di. Üstadın İstanbul'a dair sorduğu karşılık hükümet de gazetecilerden rahat­
bir soruya Makal'ın verdiği şu cevap ga­ sızlık duymaktadır Gerçekten de popülist
zetede yer aldı "(...) bu güzel manzaralar, sağ partiler, çok partili rejim sayesinde
benim köye olan bağlılığımı çok daha halk yığınlarına dayanarak Cumhuriyet
.kuvvetlendiriyor. İstanbul da her şey var, elitlerine bağımlı olmaksızın ülkeyi kendi
köyde bunların hiçbiri yok". Bu örnekte anlayışları doğrultusunda yönetebilecek­
de görüldüğü üzere Cum huriyetin vurgu­ lerini Demokrat Parti deneyimiyle gördü­
su hep köylüyü, köyde tutarken, ekono­ ler. Bunun tersi de doğru doğal olarak,
mik kalkınmanın nimetlerini oraya yansıt­ Feroz Ahmad'ın da altını çizdiği üzere
maktı. Bununla birlikte zaten köylünün 50'li yıllar geleneksel Türk aydınlarına
köyünde, köylerden devşirilmiş öğret­ popülist sağa güvenemeyeceklerini gös­
menler tarafından şehirde uygulanandan terdi, Ülke yönetiminden bu şekilde dış­
farklı bir programla eğitilmesi de Kemalist lanan Cumhuriyet eliti ve onların ilerle­
köycülüğün temel ilkelerinden biridir. yen yıllarda sesi olacak Cumhuriyet gaze­
Asım Karaömertioğlu'nun da altını çizdiği tesi, sağ popülizmin klientalist siyasalar­
bu köycülüğe damgasını vuran, hem yü­ la; kalkınmaya ayrılması gereken kaynak­
zü geçmişe dönük hem cie kalkınmacı ol­ ların boşa savrulduğunu iddia ediyordu.
manın yarattığı ve şehirleşmenin bir top­ Nadir Nadi Demokrat Parti ve Mende­
lumsal vakıaya dönüşmesiyle tasfiye edi­ res'e dair anılartnda halk desteğine mec­
len Kemalizmin muhafazakâr yönüne has bur olan iktidarların ülkenin kıt kaynakla­
bu gerilim birebir gazetenin sayfalarına rını optimal bir verimlilikle kullanamaya­
yansımaktadır. caklarına dair canlı örnekler sunar.
Nadir Nadi, 1950 seçimlerinde De­ Bu şartlarda C um hu riyet in 27 Mayıs
mokrat Parti listesinden Muğla bağımsız müdahalesini olumlu karşılamasına şaş-
K E M A L İ Z M

nıamak gerekir, zira Nadir Nadi'nin de ekseni tanımlamak hayli zordu, her gaze­
işaret ettiği gibi "27 Mayıs'tan beri çok tede aşağı yukarı her "makbul" görüşü sa­
şükür Atatürk'e yeniden kavuştuk. Bu­ vunan yazar bulmak mümkündü. Solun
günkü Millî Birlik idaresinin oy peşinde ve sosyalizmin darbeyle birlikte Türki­
koşmadığına dair en güçlü belge, bütün ye'deki siyasal terminolojiye meşru bir
sözcülerin devrim ilkeleri üzerinde hiçbir öğe olarak girmesi BabIâli'ye de Nadir
ödüne sapmaya lüzum görmemeleridir". Nadi'nin deyimiyle "canlılık getirmişti".
Cum huriyetin kurucu ilkelerine bağlılıkla Solun bu yükselişi karşısında doğal olarak
halkın isteklerine kulak vermek arasında karşısında da o güne kadar hep kendini
yukarıdaki alıntıda öngörülen açı her ne hissettiren milliyetçi muhafazakâr blokta
kadar Demokrat Parti iktidarı deneyimle­ daha görünür hale geldi. Aziz Nesin bu
rinden kaynaklanıyor olsa da, unutma­ olguya dayanarak Türkiye'de fikir gazete­
mak gerekir ki, daha 1945'te çok partili ciliğinin başlangıcının atmışlı yıllar oldu­
rejimi San Fransisko mahreçli diye aşağı­ ğunu iddia eder "Cumhuriyet gazetesi ve
508 layan yine aynı yazardır. Bu satırlar Nadir diğer gazeteler Türkiye'deki sınıflar
Nadi demokrasi düşmanıydı diye okun­ bilinçlenmeye ve örgütlenmeye başladık­
mamak, onun, tıpkı fikirlerini yansıttığı tan sonra fikir gazetesi olabilmişlerdir".
geniş kitle gibi, öncelikleri başkaydı: Fakat Babıâli'ye sağ-sol ekseninin gelişi­
"Türkiye'yi Batı uygarlığı koşullarına ka­ nin halk katında aynı ayrımın oluşmasını
vuşturacak olan devrim ilkelerine sımsıkı öncelediğini kabul etmek gerekir. Özbu-
sarılıp da yurdumuzdaki sosyal ve ekono­ dun ve Tachau'nun Türk seçmeninin oy
mik ortamı bir an önce düzeltmeye ko- verme şeklinin 1973'te sağ-sol eksenine
yulmazsak çok partili demokratik rejim oturduğunu ileri sürdükleri düşünülecek
bu topraklar üzerinde hiçbir zaman tutu- olursa, BabIâli'nin bu konudaki öncülüğü
namayacaktır". 27 Mayıs sonrasında ulu­ daha iyi anlaşılır.
sal kalkınmaya yapılan vurgu Kemalist Bu yeni durum karşısında C u m h u ri­
söylem içinde başat konumdaydı, örne­ yette kendini yeniden konumlandırmak
ğin laiklik gibi diğer temel ilkeleri gölge­ Nadir Nadi'nin sözleriyle "bir şeyler yap­
ler duruma gelmişti, "Muasır Medeniyet mak Atatürk ilkeleri ışığında kendini yeni­
Seviyesi" “din işleri ile devlet işlerinin lemek zorundaydı” . Nadir Nadi, anıların­
birbirinden ayrılması" olarak değil daha da anlattığına bunun için önce kendi ko­
maddi bir temelde tanımlanıyordu. Bun­ numunu netleştirmesi gerektiğini düşünür
da muhakkak Demokrat Partili yıllarda ve sonunda kendisinin "sosyalist eğilimli
gündelik yaşamda görülen maddi refahın (halktan yana} bir yazar" olduğuna karar
yurttaş nezdinde yarattığı sahiplenmenin verir. Yazı İşleri müdürü Cevat Fehmi de
görülmesi de etkin olmuştur. Popülist sağı başyazar ile aynı görüştedir. Açıkçası bir
kendi silahıyla fakat Tek Parti dönemin­ kez taraf olmaya karar verdikten sonra
den kalma yöntemlerle vurmak niyetin- önlerinde pek bir seçenek de yoktur, ellili
deyditer. Sanki, "yurttaş müreffeh olacak­ yıllar Nadir Nadi gibi "sosyalist eğilimli
sa, refahı da biz getiririz" anlayışının dil­ yani halktan yana" seçkinlerin popülist
lendiriliyordu, zira plana, dolayısıyla sağın çoğunlukçu ilkeleriyle uzlaşamaya-
devlete ve onun muktedir bürokratlarına cağını göstermiştir. Cumhuriyet bu doğ­
(isterseniz teknokratları diye okuyun) vur­ rultuda yazar kadrosuna yeni isimler kat­
gu yapılıyordu, bu yeni ulusal kalkınma- maya başlar, 1962'de düzenlenen Yunus
cılık günlerinde. Cumhuriyet gazetesi de Nadi makale yarışmasının konusu da "Li­
bu yönde neşriyat yapmaktaydı. beralizm mi Sosyalizm mi" tartışmasına
Türkiye'de basının ekseni 27 Mayıs'la ayrılmıştır. Nadir Nadi ve Yaşar Kemal ta­
değişti. O güne kadar basında bir sağ-sol rafından yapılan ön elemeyi geçen maka­
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "

leler Cum hu r i yet'te yayımlanır. Bunlar­ yetmişlerdeki eğilim birbirine bağlanmış


dan biri de Şadı Alkılıç'ın eşi Hikmet Al- olur. 12 Mart darbesi olduğunda gazete,
kılıç adıyla yolladığı yazıydı. Bu yazıda bu darbenin kimi yazarlarının umutla
komünizm propagandası olduğu için ya­ beklediği müdahale olmadığını bilmesi­
zar Alkılıç ve yazı işleri müdürü Kayhan ne rağmen sıcak karşıladı. Nadir Nadi,
Sağlamer hakkında dava açıldı. Tüm bu kişisel dostu Nihat Erim'i destekleyen
olaylar genel olarak sağ basında Cumbü­ birkaç yazı da yazdı, otoriter bir rejimde
nye! karşıtı bir kampanyaya yol açtı, eski­ radikal reformlar uygulanmasına dayalı
den Nazi hayranlığıyla itham edilen ga­ bir program Cum huriyet in çizgisiyle çe­
zete şimdi Komünistlikle suçlanıyordu. lişen bir yönü yoktu, ama kısa sürede
Ne yazık ki bu biraz da "haksız" bir suç­ Erim kabinelerinin radikal reformcu ol­
lamadır. Nadir Nadi (başka bir saikle söy­ maktan çok, perde arkasındaki Demi-
lemiş olsa da) bunu açıkça ifade etmiştir: rel'in bir oyuncağı olduğu ortaya çıktı.
"Biz 1924'de ne idiysek, 1944'de de, Fakat o sıralarda Cum huriyet ülke politi­
1964'de de o idik" Cum huriyet Batıcı, kasından ziyade kendi iç politika çekiş­ 509
kalkınmacı ve ulusal kurtuluşçu bir anla­ meleriyle meşguldü. Temmuz 1971'de
yış doğrultusunda sadece atmışlı yılların gazete yönetim kurulu olağanüstü top­
uluslararası ve ulusal konjonktürüne göre landı. Bu olağanüstü toplantıda İlhan
konumunu düzenlemişti. Selçuk'un ve yazı işleri müdürü Oktay
Bu noktada 1962'de gazeteye giren ve Kurtböke'nin cunta tarafından tutuklan­
yetmişli yılların başından bugüne gazete­ ması üzerine, darbe ortamından da telaş­
ye damgasını vuran İlhan Selçuk'a değin­ lanan damatlar Nadir Nadi'ye karşı ikin­
mek gerekiyor. Cum huriyet yeniden yapı­ ci darbeyi yaptılar. Nadi Ağustos'da ga­
lanmaya çalışırken 1962'de Vatan gaze­ zeteden istifa ettiğini açıkladı. Fakat bu
tesinden Cum huriyete geçen Selçuk Ce- seferki darbe hiç de kol kırılır yen içinde
vat Fehmi, Nadir Nadi İkilisinin çok be­ kalır şeklinde olmadı. Darbecilere yaran­
ğendiği bir isimdi, Yön'ün kuruluş bildir­ mak isteyen damatlar, Cum huriyet yayın
gesinde imzası vardı, bir anlamda Cum ­ politikasının değişeceğini kamuoyuna
huriyetin o "yöne" açılımını da simgeli­ bizzat Cum/iüriyet'te açıkladılar, Meh­
yordu, 1963 yılında gazete içindeki saf­ met Badastan başlayarak gazetede solcu
laşmada gazetedeki yeniliğinden ötürü bilinen bütün yazarların işlerine son ver­
esas taraflardan biri değildi. Fakat bu diler. Bunun üzerine okur tepkisi başla­
olayların Cevat Fehmi ve Yaşar Kemal'in dı, yüz bin civan tirajıyla ülkenin dör­
gazeteden uzaklaşmasıyla son bulmasın­ düncü büyük gazetesi olan C u m h u ri­
dan sonra, kontrol yeniden Nadir Nadi ye tin tirajı kırk bine geriledi, 27 Mayıs
çizgisine geçtiğinde, yani yetmişlerin ba­ sonrası yapılan atılımla yüz kırk bini
şında, İlhan Selçuk'un "Pencere"si de be­ aşan tirajın böyle gerilemesi gazete için
lirleyici bir önem kazandı. Dokuz Martçı- ölümcüldü. Damatlar bu yönetim deği­
larla işbirliği ve 12 Mart darbesiyle Ziver- şikliğiyle Yunus Nadi'nin gazeteyi kur­
bey'e hapsedilmesi, 1971 'de gazetenin duğu İlkelere sahip çıktıklarını iddia edi­
yeni açılımdan ötürü yaşadığı ikinci kırıl­ yorlardı, oysa seçkinci, kalkınmacı, ulu­
mada önemli bir rol oynadı. salcı ve otoriter bir rejimi savunmanın
İlhan Selçuk "Cumhuriyet gazetesinin Yunus Nadi'nin ilkelerine ters bir yönü
sola dönük yüzü, tabii. Millî Demokratik yoktu, nitekim sadık okurlar da gazeteyi
Devrim olarak düşünülmelidir" belirle­ almayarak yeni yönetime aynı mesajı ve­
mesini, gazetenin kurucu misyonunun riyorlardı. Hem boykot, hem de 1975'de
doğal bir sonucu olarak gördüğünü be­ vefat edecek olan Nazime Nadi'nin ikna
lirtir, Bu bağlamda otuzlardaki eğilimle çabaları bir yıla varmadan darbenin ber-
tarafına ve Nadir Nadi'nin gazete yöneti­ tercihlerdi. Gazeteye ilk kapama cezası
mine geri gelmesine yol açtı. Kasım 1980 de, ilhan Selçuk'un bir yazısı
Bu olayı da atlatan Cum huriyet, yet­ yüzünden on günlüğüne verildi, İkincisi
mişlerin sağ-sol ekseninde iyice bölünen ise Ocak ! 983'te Nadir Nadi'nin bir yazı­
şiyasî ortamında Ecevit'in "Karaoğlan" sı üzerine her iki yazı da cuntanın Ata­
imajının da etkisiyle solun merkezini türkçülük görünüşü altında Atatürkçülük­
temsil ediyordu. Bunun sonucunda da ten uzaklaştığını ima ediyordu.
tam karşılarında yer alan Tercüman'la 12 Eylül ve ertesi Cum huriyet için ve­
çekişirken tirajları da yeniden 120 bini rimli yıllardı. 1983'te normalleşme ile
buldu. Muhabir kadrosu iyice solculaşan birlikte hem teknolojik hem de idari an­
C u m h u riye ti yetmişlerin sonuna doğru lamda yenilenen gazete gelecekten
bu sefer de solundan rekabet bekliyordu. umutlu olmak için her sebebe sahipti.
Yeni Kurulan Demokrat otuz bine yakla­ Gazetenin idari sorumluluğu ailenin
şan tirajını hemen tümüyle C u m h u ri­ genç kuşağından, müessese müdürlüğü­
510 yetten almıştı. Sokaktaki şiddet arttıkça ne getirilen Emine Uşaklıgil'deydi, yazı-
Cumburiyet'te "faşist saldırı" haberleri işleri Haşan Cemal, Okay Gönensin İkili­
artıyor, sol jargon yazı işlerine iyice yer­ sinin elindeydi, üstelik Cum huriyet ülke­
leşiyor, ama Cum huriyet okurları ise hem de darbeden sonra ayakta kalan tek kitle­
faşistlerden hem de devrimcilerden da­ sel sol yayındı ve saygın kalemleri kadro­
yak yiyorlardı, 70'lerin sonunda devrim­ sunda barındırıyordu. Tüm bunların öte­
ci solda yükselen Cumhuriyet oku-ma, sinde, Cum huriyet Ö z al yönetiminin ye­
okut-ma kampanyası, 1971 ve 91'deki ni yönelimi sayesinde sahici ve uzlaşmaz
içerden boykotların tersine gazetenin tü­ bir muhalefet odağı haline gelmişti, bu
müyle dışından yapıldı ve gazetenin ra­ durumun her ne kadar gazetenin reklam
dikal solla olan ilişkisini iyiden iyiye gelirine olumsuz bir etkisi olsa da tiraja
problemli hale getirdi. bîr zararı olduğu iddia edilemezdi.
Bu gelişmeler ışığında bir değerlendir­ ANAP'm liberal popülist sağ söylemi,
me yapıldığında, 70'li yıllarda Cum huri­ C um hu riyet in kalkınmacı, seçkine i te­
yet gazetesinin Kemalizmin kalkınma ik­ mel anlayışıyla taban tabana zıttı. Daha
tisadı, sosyal devlet ilkeleriyle bezenmiş otuzlarda, kafasından ilk sildiği ideoloji­
ve dolayısıyla solla dirsek temasına geç­ nin iktisadi liberalizm olduğunu söyle­
miş biçimiyle aynı rotada yer aldığını yen bir başyazara sahip gazetenin doğal
söylemek mümkün gözükmekte. Özellik­ olarak bu politikaları hayırhah bir tutum­
le Kemalist devrimin Üçüncü Dünya için la karşılaması mümkün değildi. Seksen­
bir model oluşturduğu tezi, o dönemde ler boyunca Cumhuriyet SHP tarafından
gazete sayfalarında sıktıkla yer almaktay­ temsil edilen sol muhalefetin basındaki
dı ve gazetenin de ana düşünce arterle­ sözcüsü durumundaydı. Bu muhalefet
rinden birini oluşturmaktaydı, sadece basit bir iktisadi siyasalar bütünü­
12 Eylül Cum huriyeti kurtardı (bu tes­ ne yönelmiş bir hareket olmanın ötesin­
pit bizzat gazetenin yöneticilerine ait); de, tasfiye edilmeye çalışılan bir değerler
Demokrat ve A ydınlık kapatılırken Cum ­ dünyasının hakim anlayışa karşı direnişi­
huriyet açık kaldı. Sivil şiddetin bitmesi ni temsil ediyordu.
anlamında Türkiye'nin çoğunluğu gibi Moda tabir ile yükselen değerler, kade­
Cumhuriyet de darbeyi olumlu karşılamış­ rin talihsiz bir oyunuyla sonunda C u m ­
tı, Fakat darbecilerin Türk-istâm sentezine huriyete de en tepeden sirayet etti. 1991
dayalı sosyal görüşleriyle, liberalizme da­ seçimlerinde SHP'nin yerel seçimlerdeki
yalı iktisadi görüşleri Cum huriyet in bün­ başarısını tekrarlayamaması üzerine, ga­
yesinin tahammül edemeyeceği siyasal zete ANAP karşıtı bir DYP-SHP koalisyo­
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M l 1 " S O L K E M A L İ Z M

nu seçeneğini desteklemeye başladı. Os­ Özgürlükler talebi ağırlıkla vurgulanmak­


man Ulagay'm köşesinde ANAP-DYP ko­ taydı. Ama gazetenin yönetimini tekrar
alisyonu ihtimalinin memleket açısından eline alan İlhan Selçuk ve ekibi için yeni
daha tercihe şayan olabileceğini belirten dönem, solla ilişkilerin çetrefilleştiği bir
bir yazı yazması bardağı taşıran son dam­ dönem olacaktı. Her şeyden önce gazete
la oldu. Bardağın geri kalanı ise Haşan artık eski tirajını kaybetmişti ve "yeni"
Cemal'in 1981'de genel yayın yönetme­ ekibin sürdürmeye çalıştığı çizgi Cum hu­
ni, Okay Gönensin'in ise yazı işleri mü­ riyetin bir gazete olarak tarihi boyunca
dürü olması, Emine UşaklıgiTin de deste­ taşımaya çalıştığı misyonun berraklaşma­
ğiyle bu ekibin C um huriyeti geleneksel sı yönündeydi. Bu berraklaşmada en be­
imajını değiştirmeye çabalamasıyla çok lirleyici husus 90'lann politik atmosferiy­
önceden dolmaya başlamıştı. Bunlara gö­ di. Bir yandan yükselen siyasal İslâm'ın
re yüz yirmi binleri aşamayan tiraj ve ülke gündeminde belirleyici bir konuma
özel sektörden reklam alamama gibi so­ ulaşması, diğer yandan da (ve daha etkili
runlar her şeyden önce bir ticari işletme olarak! Kürt sorunun yakıcı bir hale gel­ 511
olan gazetenin gelişmesini engelliyor du­ mesiyle Cum huriyet gazetesi üzerindeki
rağanlaştırıyordu. Gazetenin geleneksel "sol" kimlikle çelişir bir konuma doğru
çizgisini savunan köşe yazarlarının ağır­ şeneldi. Kuruluşundan beri koruma ama­
lıkta olduğu yayın kurulu ise bu gelişme­ cını taşıdığı “Cumhuriyet fikri"nin siyasal,
leri tasvip etmiyordu. 1991'de Nadir Na- hatta yaşamsal tehdit altında kalması, bu
di'nin vefatı çekişmeyi su yüzüne çıkardı fiknn tarihi koruyucularına "sefer-görev"
ve ilk raundu kaybeden yayın kurulu ya­ emri çıkartılmasına neden oldu. Artık
zarları (başta İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesi için savunulması ge­
Ali Sirmen, Oktay Akbal, Hıfzı Veldet Ve- reken konuların öncelik sırasında sol de­
lidedeoğlu vbl teker teker gazeteden ay­ ğerler C u m h u riy e tin kurucu idealleri­
rıldılar, ikinci okur boykotunun başlama­ nin'değerlerinin gerisinde kalacaktı. Bah­
sına önayak oldular. Kırk binlere düşen ti­ si geçen siyasî akımların güç kazanması
raj karşısında yepyeni isimlerle yeni bir \e radikalliği arttıkça Cumhuriyet gazete­
Cum huriyet oluşturmayı hedefleyen ga­ si de sahip çıktığı değerler açısından dev­
zete yönetiminin bu projeyi sürdürmesi letçi bir çizgiyle örtüşme alanı genişledi.
mümkün değildi, ne de olsa onlar ticari 1924'te kurulduğu yıldan beri şiar edin­
açıdan da verimli bir gazete için yola çık­ diği anti-liberal, Batıcı, kalkınmacı, ba­
mışlardı. 1991 'deki bu tartışmada da ta­ ğımsızlıkçı bakış açılarıyla Cumhuriyet ga­
raflar Yunus Nadi'nin kurucu ilkelerini re­ zetesinin, bugün 27 Mayıs sonrasında be­
ferans gösterdiler, oysa Nadi ne Yeni- nimsediği sol Kemalist çizginin giderek sa­
gün'ü, ne Cumhuriyet'i para kazanmak ğına düşen çizgisi, gazetenin tarihî göz
için yayımladı, her ikisi de belirli bir fik­ önünde bulundurulduğunda şaşırtıcı bir
rin Türkiye'de bayraktarlığını yapmak gelişme sayılamaz. 77 yıla yaklaşan ve
üzere kurulmuştu. Bünyenin bu fikirlere Türkiye Cumhuriyetinin akranı olan
zıt anlayışları barındırması mümkün de­ Cumhuriyet gazetesi Öncelikler sıralama­
ğildi. Nitekim Nisan 1992'deki genel ku­ sında rejimin kendisini herzaman önplan-
rulda eski anlayış gazeteye geri geldi. da tutmuş, rejimin salımmına ve önkabul-
Bu dönemde gazetenin dönemin nere­ lerine göre de siyasal skalada kendine bir
deyse tüm renklerini barındıran bir sol yer benimsemiştir. Bu açıdan bakıldığın­
söyleme kavuştuğunu söylemek müm­ da, yirmilerde gazetenin Ankara'ya karşı
kün. Henüz Kürt sorununun yakıcılığı ve yürütülen muhalefetin kırılmasında oyna­
siyasal İslâm tartışmalarının ağırlıkta ol­ dığı aktif rol ile doksanlarda ayrılıkçı akı­
madığı bu zaman zarfında, temel hak ve ma, siyasal İslâm'a ve bu akımlara müsa-
K M A Z M

mahakâr davrananlara karşı izlediği "De­ da... Zira "Cumhuriyet Fikri" etrafında va­
rin Devlet" yanlısı politikanın -tıpkı 27 rolduğunu iddia ettikleri konsensüsün bo­
Mayıs sırasında "Zinde kuvvetlerin" ya­ zulması sadece "uygarlık yolunda ilerle­
nında yer almaları ya da İkinci Dünya Sa- yen Genç Cumhuriyeti çelmelemeye yö­
vaşı'mn hemen sonrasında yeni bir dünya nelik" olabilir, Cumhuriyet ise buna göz
kurulurken Türkiye'nin "Biz bize benze­ yummaz: "Sulh içinde, dev adımlariyle
riz" rejiminin en az hasarla atlatılması için yeni bir medeniyet yaratmak yolunda iler­
gösterdikleri çaba gibi- aynı parkurun fark­ leyen Atatürk Türkiyesi'nde lüzumsuz ye­
lı etapları olduğu açıkça anlaşılır. re patırtı yapmamalarını tavsiye ettiğimiz­
Bu yazının başından beri çeşitli dö­ den dolayı üzerimize saldıranlara şimdilik
nemlerdeki tezahürlerini göstermeye ça­ yalnız şunu tavsiye etmek isteriz: Teşkilatı
lıştığımız Cumhuriyet gazetesinin kurucu Esasiye Kanunu'na nazaran hepsi Türktür-
misyonu esas olarak rejimin temel değer­ ler. Kanunun kendilerine bahşettiği bu
lerinin tehdit altında olduğu varsayılan haktan azami şekilde istifade ederken,
512 dönemlerde (ve ne yazık ki bu varsayım ona layık olmayı daima göz önünde bu­
sıklıkla tedavüle sokulur ülkemizde) çıp­ lundursunlar. Burası Almanya olmadığı
lak bir biçimde karşımıza gelir. O misyon gibi Patagonia da değildir. Burada adam­
ki daha gazetenin ilk sayısında Yunus Na- lar propagandalarından korkulduğu için
di tarafından ortaya konmuştu, bu yüzden değil, millî ahengi bozdukları için ceza­
savunucusu oldukları o Cumhuriyet fikri­ landırılırlar." 1937'nin 20 Ekiminde ya­
ne ne zaman bir eleştiri yöneltilse, Cum­ yımlanan imzasız bir başyazının son satır­
huriyet tereddütsüz bir şekilde tavrını or­ ları olan bu cümleler gazetenin uzun tari­
taya koyar. Bu 1924'te hilafet tartışmala­ hindeki herhangi bir başka dönemin po­
rında da böyle olmuştur, yakın zamanda lemiklerinde de yazılmış olsa herhalde
tanıklık ettiğimiz 28 Şubat tartışmalarında okurlarını şaşırtmazdı. □

mi zaman bir filozof, kimi zaman bir


İlhan Selçuk edebiyatçı, kimi zaman bir teorisyen,
çoğu zaman ise bunların hepsidir; yani
MEHMET SOYDAŞ
bir "Aydınlanma Bilgesi"!..
ATİLLA LÖK
Yazıları nedeniyle defalarca yargılan­
mış otan ilhan Selçuk 11 Mart 1925'te
Aydın'da doğdu. 1945 yılında İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne başla­
yan ve 1950'de mezun olan Selçuk
İlhan Selçuk denildiğinde, siyasal tartış­ 1952'ye kadar avukatlık yaptı ve 1952-
malara sol jargonla yaklaşan, solun kül­ 58 yılları arasında 41 Buçuk, DoIm uş ve
türel ve simgesel değerlerini paylaşan K a rik a tü r (daha sonra Taş Karikatür)
veya buna sempatiyle bakan ve hatta, isimli dergileri çıkardı. Özellikle 41 B u­
pratiği ve düşünsel referansları solun çuk, D olm u ş dergilerinin yayın çizgisi
birtakım önermeleriyle çelişse bile, sol­ dönemin DP iktidarına muhalefet yö­
cu olmadığı iddiasını hakaret olarak ka­ nündedir. 1961'de gazetelerde günlük
bul eden bir yazardan, ama daha çok da fıkra yazılarına başladı. Önce Akşam da­
Cum huriyet gazetesinin genel okur pro­ ha sonra Tanin ve Yafan gazetelerinde
filinin pusulasından bahsediliyor demek­ çalıştı. Yine 1961 yılında, ünlü bildirge­
tir, ilhan Selçuk, bu kitlenin gözünde ki­ siyle Atatürkçülüğün Kurtuluş Savaşı

>
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "

bağlamındaki ant i-emperyalist görünü­


münü ve sosyalizme kapalı olmayan du­
ruşunu temel alan ve bunu 1%0'ların
anti-emperyalist söylemiyle birleştiren
yeni bir Kemalizmi formüle eden Yön
dergisini çıkaranlar arasında yer aldı.
1962'de Cumhuriyet gazetesine geçen
İlhan Selçuk, özellikle 1965-71 döne­
minde AP iktidarını eleştiren yazıların­
dan dolayı kovuşturmaya uğradı. Bu dö­
nemde 1961 Anayasası'nı ve anti-em-
peryalist mücadelede emperyalizme kar­
şı olan bütün güçlerin ortak bir cephede
bir araya gelmesini savundu. Bu konu­
daki görüşlerini Yön ve Devrim dergile­ 513
rinde kaleme aldı. 60'larm sonuna doğ­
ru soldaki M illî Demokratik Devrim
(MDD) - Sosyalist Devrim bölünmesinde Aydınlanma Bilgesi", sof darbeci, köşe
M D D 'ciler safında yer alan Selçuk, ' yazarlığında bir üslup, Kemalist,
"Devrimci bir askerî darbe" beklentisin­ sosyalist, milliyetçi solcu, Ziverbey
köşkü mağduru, İlhan Selçuk’tın
deki aydınlarla ortak bir zeminde durdu.
Cumhuriyet V, Cumhuriyetin
12 Mart'tan sonra (Madanoğlu Cunta- Ilhan Selçuk'tı...
sı'na üye olma ithamının da bulunduğu
davalar nedeniyle) 1971 ve 1972'de iki süreçte, "devletin bekasim tehdit eden
kez tutuklandı. Toplam 11 ay tutuklu iki temel sorun olan Kürt sorunu ve siya­
kaldıktan sonra serbest bırakıldı. 1972 sal İslâm'a karşı otoriter ve devletçi bir
yılından itibaren çizgisine damgasını tutum takındı.
vurduğu Cum huriyet gazetesinde, 70'le- Günümüzde dahi günlük yazılarıyla
rin siyasal hayatının temelini oluşturan en çok okunan yazarlar arasında olan İl­
sağ-sol bölünmesinin solunda yer alan han Selçuk'un U zak Komşu Rusya'dan
bir çizgiyi benimsedi. Bu zaman zarfın­ (1966), Mustafa Kem al'in Saati (1968),
da, siyasal polemiklerin merkez soldaki Yüzbaşı Selâhattin'in Rom anı (1973),
saygın sözcülerinden biri oldu. Tüm ya­ Yeni Krallar, Yeni Soytarıtar (1976), A ğ ­
zı hayatı boyunca, temelleri Aydmlan- lam ak ve G ü lm ek (1982), Düşünüyo­
ma'dan gelen ilerleme fikrinden ve aklın rum, Ö yleyse Vurun (1984), Görülmüş­
ilerlemeyi sağlamada en önemli araç ol­ tür (1986}, Ziverbey Köşkü (1987), Japon
duğu düşüncesinden yola çıkan ve "ak­ G ü lü (1989), D uvarın Ü stündeki T ilki
lın inançtan, bilimin elinden ayrılması"nt (1994), fske/e Sancak (1996) gibi eserleri
siyasetin değil, uygarlığın koşulu sayan vardır. 1962'den beri Cumhuriyet gaze­
Selçuk, 12 Eylül sonrasında da bu çizgi­ tesinde "Pencere" adlı sütununda köşe
de yazılarına devam etti. Darbe sonrası yazılarını sürdürmektedir.
dönemde ilk olarak darbenin hakim ide­ Türkiye'nin en etkili ve uzun soluklu
olojisi olan Türk-İslâm Sentezi paradig­ köşe yazarlarından biri olan Ilhan Sel­
masına, takip eden Özallı yıllarda ise çuk, yazılarında siyasetten ekonomiye;
"Yükselen Değerler İdeolojisine karşı kültür ve edebiyattan gündelik yaşama
yazılarıyla sivrildi. 90'iarla birlikte, kadar değişik konuları rahat ve akıcı an­
Cum huriyet gazetesinden liberal Haşan latımıyla işledi. Bu yanıyla özellikle
Cemal çizgisinin tasfiyesini takip eden 60'lardan sonra. Çetin Altan'la birlikte

>
K E M A L İ Z M

en çok okunan yazarlardan biri oldu, den feyzalan Türk aydınının, Tanzimat
Köşe yazarlığı için "bizim kuşağımızda aydını gibi total bir Batıcılığı savunması
yeni bir içerik kazandı. Belki dünyanın beklenemez; Nitekim "Türkiye'de Batılı­
başka ülkelerinde olmayan bir devrimci laşma bir öykünme gibi başladı; 1923
işlevi yüklendi. Her sabah bir yeni yazı, ile birlikte gerçek bir 'Aydınlanma' dev-
her sabah bir taze bilinç... Yüzbinlerle rimine dönüştü; bu zorunlu bir süreçtir"
konuşmak yüzbinlerle birlikte bilinçlen­ diyen Selçuk, akılcılığın/Aydınlanma'nın
mek; eğitmek, eğitilmek, öğretmek, öğ­ ilk önce Batı'da ortaya çıkmış olmasının,
renmek.... Sömürüye karşı özgürlükten bu değerlerin evrensel niteliğini gölgele­
yana bir yazarın, köşe yazarlığından da­ memesi gerektiğini öne sürer; dolayısıy­
ha etkili bir amaç bulabileceğini sanmı­ la bu kavramların tarihsel Özgüllüklerini
yorum.," diyen Selçuk, akıcı olduğu ka­ yadsır.
dar, yazılarında didaktik özelliğiyle de ilhan Selçuk'un kalkınmacılık fikri ise
Öne çıkmaktadır. Altan'ın kavgacı üslû­ otoriter vurgular içerir. Zira, kalkınma­
514 bundan farklı olarak yazılarında, kurdu­ nın tek ve temel hedef olmasından hare­
ğu belli bir mantık örgüsünü sonuna ka­ ketle, kamu yararının tespiti için halka
dar sürdürüp, çözümler arayan İlhan başvurmaya gerek yoktur. Çünkü sorun
Selçuk, Türkiye'de köklü bir geleneği rasyonel/evrensel normların uygulanıp
olan "münekkitliğin” de önemli bir tem­ uygulanmamasıdır. Zaten Selçuk'a göre
silcisi olmuştur. halk Atatürk'ün "sınıfsız imtiyazsız kay­
Selçuk'tın gerek günlük yazılarında naşmış kitlesi"dir ve ancak rüştünü ispat
gerekse kitaplarında altını çizdiği ve ti­ ederse ülke yönetiminde söz sahibi ola­
tizlikle koruduğu ana temalar, Aydınlan­ bilecektir. Bunun gerçekleşmesi de ülke
ma ideali, bağımsızlık ve anti-emperya- kalkınmasına tabidir. " (...) Halk tarih
lizmdir. Bu değerlere bağlılığını günlük boyunca değişti. 18. yüzyılda Anadolu
yazılarına başladığı tarihten itibaren de­ halkının demokrasiden haberi var mıy­
ğiştirmeden sürdüren İlhan Selçuk'tın dı? 20 yüzyılda Anadolu halkı demokra­
fikrî üretiminin teorik temelleri hâlâ Yön sinin neresindedir; 21, yüzyılda neresin­
hareketinin ünlü kuruluş bildirgesinde de olacaktır. Ortaçağda Avrupa halkları
de belirtilen temel sacayağı üzerine ne inançta ve ne bilinçteydiler, bugünkü
oturmaktadır; Aydınlanma, modernleş­ Avrupa ne düzeydedir? Bir halkın san­
me, ilerleme (kalkınma). Selçuk'a göre dıkta yeğlediği rejim ancak çağdaş de­
Türk modernleşmesi (1923 Devrimi) Ay- mokrasinin anayasasına uygun olursa
dmlanma'nın Anadolu'daki adıdır. Böy- demokrasi sayılabilir. Bu konuda son sö­
lece Türk modernleşmesine evrensel bir zü söyleyen sandığa giden halk değil,
tanım getiren Selçuk, modernleşmeci ve hukukun ta kendisidir."
ilerlemeci modeli Türkiye İçin vazgeçil­ öte yandan Selçuk'un laiklik konu­
mez hedef olarak tanımlar. Öte yandan sundaki yaklaşımının, Kemalizme özgü
bu modernleşme paradigmasının tözü bir yorum sayılabilecek olan, laikliğin
İktisadî ve sosyal kalkınmadır. Böylesi pozitivist bir ideolojik içeriğe sahip ol­
bir kalkınma ideolojisinin membaı da duğu, bu ideolojinin dini, özellikle de
pozitivist Batı düşüncesidir. Bu yüzden Doğu/islâm din(ler)ini geri/geriletici bir
de temel kalkınma sorunsalı dışında ka­ zihniyetle özdeşleyen kabulünü paylaş­
lan bütün sorunlar (mesela temel hak ve tığı, dolayısıyla görece sabit bir yorum
özgürlükler, demokrasi vs) talidir. ve uygulamayı ifade ettiği söylenebilir.
Selçuk'un Batı'yla ilişkisi de bu an­ Selçuk için '“İnsanca yaşamanın ilk şartı,
lamda problemlidir. Ne de olsa anti-em- insan a k lın ın toplum sa! yaşam da tam
peryalizm çağında Batı rasyonalizmin­ anlamında ve felsefe kapsamında Özgür­
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L İ Z M "

lüğe kavuşm asıdır" ve "Aydınlanma" en Devrimi gerçekleşmeden ne liberalizm


kısa tanımıyla "aklın inançtan b ilim in olur, ne sosyalizm..." Kemalizm Anado­
dinden bağım sızlaşm asıdır," Bu sözle­ lu'da bir aydınlanma devrimi gerçekleş­
rinden de anlaşılabileceği gibi Selçuk, tirmiştir ve "Sosyalizm ve liberalizm; her
için "uygarlaşma" ancak dinin kamusal ikisine de ulaşmak için bir kere Aydtn-
alandan çıkarak kişiselleşmesi ile toplu­ lanma'dan geçmek gerekiyor; o da üm­
mun tümü üzerinde bir anlam ifade et­ metin millete, kulun da bireye dönüşme­
meyecek ve aklın egemenliği ile ye­ si demektir. Kul bireyleşmeden ne sosya­
rel/gel enek sel değerlerin yenilenmesi ile lizm olur, ne liberalizm... Ümmet, ulus
tek ve saf bir biçimde oluşacaktır. Hatta, olmadan hiçbirine ulaşılamaz," Kema­
"İslâm dünyası aydınlanmanın, Modern­ lizm kulu bireyleştirmiş ve ümmeti ulus-
leşmenin, sanayileşmenin neresinde? La­ laştırmıştır. Selçuk için Türkiye, Kema-
iklik karşısında tutumları ne? Kadını çu­ lizmle birlikte, modernleşme yolunda
vala sok! İrticayı yeğie sonun budur" di­ geri kalmış Üçüncü Dünya ülkelerinin
yen Selçuk; dine, ama en çok da İslâıma önüne geçmiştir. Özellikle 70')i yıllar 5 15
yaklaşımında karikatürleşmg, boyutunda boyunca bu noktadan yola çıkan Selçuk,
bir aşağılama dahi barındırır. Kemalizmi geri kalmış ülkelerin anti-em-
Öte yandan, laikliğin milliyetçi söyle­ peryalist mücadelelerinde/modernleşme
min taşıyıcısı olması, sol Kemalist ulus­ süreçlerinde bir model olarak formüle
çulukla resmî milliyetçiliğin tarihi ara­ etmeye çalışmıştır. Nitekim Selçuk'a gö­
sındaki ortak paydadır. Ona göre de re "1923, 'Aydınlanma' felsefesinin, ta­
"1923 Oevrimi'nin 'Aydınlanma' süre­ rihte ilk kez bir Islâm toplumunda devri­
cinde laiklikle milliyetçiliğin eşzamanlı­ me dönüşmesi"dir ve bu sayede "Türki­
lığı bir rastlantı değildir." Selçuk, dini bir ye Cumhuriyeti bu dünyanın önüne laik
ulusu oluşturan unsurlar arasında açıkça Atatürk Cum huriyetiyle bir 'model'
dile getirmemekle beraber Türkiye'nin koy(muştur)."
%99'unu Müslüman kabul etmektedir. Resmî milliyetçiliğin vatandaşlık ve
Ancak onun için Anadolu Müslümanları toprak/vatan esasına dayalı "hümanist
laikliğe yatkındırlar. Selçuk, bu yatkınlığı ve evrenselci" kolu 60'ların ve 70'terin
formüle ederken, Alevîliğe dayanmakta sol Kemalist ulusçuluk söyleminde ifa­
ve özgün bir Anadolu İslâmî (milliyetçi desini bulur. Selçuk da, Kemalist ulusçu­
yaklaşımının vatan/toprak unsuruyla da luğun başka milliyetçi akımlarla benze­
çelişmeyen) tarif etmektedir. Sık sık Ale- mezliğindeki ısrarıyla, milliyetçiliğin öz-
vîlerde dinin gündelik hayattaki yansı­ cülük ve biriciklik ideolojisini yeniden
malarının azlığına vurgu yapan Selçuk'a üretir: "Gerçekte ne bir gurura ne de bir
göre, "Türkiye'deki Müslümanların ço­ aşağılık duygusuna prim tanımayan in­
ğunluğu, Alevî olmasa da Alevî gibi ya­ sancıl bir ulusçuluğu benimsemiştik. (...)
şıyor,” Bu yüzden "Türkiye'de Alevîlerle Türkiye sömürge isteğine uzaktı. Millî
Anadolu Sünnîleri, laikliğe yatkın ve Misak sınırlarıydı ülkümüz. Ne kimseyi
'Aydınlanma'ya dönüktürler,,," Dolayı­ sömürmek diîeğindeydik, ne de bizi sö­
sıyla "Arabm şeriatını Anadolu Türklü- mürmelerine olanak verecektik." ilhan
ğü'ne uygulamak üzere ortaya çıkan İs­ Selçuk 60'larda ve 7Û'!erde milliyetçiliği
lamcı akımın kökü dışarıdadır," dönemin "sol" iddiasının da temeli oian
Selçuk'un neredeyse bütün yazılarının anti-emperyalizm ve bağımsızlıkçılık ile
temel referansı Aydınlanma ve Aydınlan­ somutlaştırmaktadır. Türklerin uluslaşma
ma düşüncesidir. Selçuk'a göre "Aydın­ sürecindeki düşmanı olarak emperyaliz­
lanma Devrimi hem liberalizmin, hem mi işaret eden Selçuk için Türk milliyet­
sosyalizmin kaynağıdır. Aydınlanma çiliğinin temeli o gün de bugün de anti-
K E M A L I p Z M

emperyalizmdir, bu temel dayanaktan yitirmişti. 12 Eylül müdahalesiyle ülke­


sapmak ise onun için bir ilericilik ve ge­ deki ağırlığı törpülenen solun tüm bile­
ricilik meselesidir, "ilerici milliyetçiliğin şenleri, iktidar oyununun dışına atılmış;
tek bir denek taşı vardır: Emperyalizme tüm cephelerde muhalefete geçmişti. 27
karşı olmak, Atatürk Milliyetçiliği em­ Mayıs sonrasında solun politik ve iktisa- ;
peryalizme karşı olmakla eşdeğerli ve dî cephaneliğini teşkil eden değer ve si- j
eşanlamlıdır. Gerici milliyetçilik 'Böl ve yasalar, Ozalit yıllarda uygulanan "tibe- j
Yönet' politikasının prangasını kişinin rai" politikalara alternatif olamamanın !
kafasına vurur," Ötesinde, modası geçmiş ve gayri ciddi j
Aydınlanma düşüncesini, laiklik anla­ görülüyordu. Böyle bir ortamda, bir ön- j
yışını ve milliyetçi vurgusunu Kemalizm çeki dönemde savunduğu fikirlerden ta- j
potası içinde idealleştiren Selçuk'un Ke­ viz vermeyen ilhan Selçuk, o güne değin j
malizm tanımı da bu kavramların çerçe­ bilinen şekliyle sol değerlerin ve yaşam
velediği bir vurgu taşır. Nitekim Kema- tarzının, yükselen değerler ve Türk İslâm \
516 lizmi bir ideoloji olarak tanımlayan il­ Sentezi'nin karşısındaki en önemli savu­
han Selçuk'a göre özellikle çok partili nucusu durumuna geldi.
hayata geçişten sonra iktidar tarafından Bu dönemde, Kadro dergisinden beri
yürütülen uygulamalar Kemalizmin vaaz edilen sol Kemalist perspektif, ikti­
"Özüne" ters düşmüştür. "1920-1935 dardan dışlanmasıyla, tarihinde ilk kez
arasında Türkiye'de zorunlu ve büyük iktidar odağının bu kadar uzağına düştü
adımlar atılmıştır. Asıl tartışılacak olan ve yine tarihinde görülmediği kadar sivil­
dönem 1935'ten günümüze uzayan yıl­ leşmeye yöneldi. Elu sivilleşme çabası
lar olmalıdır.” Bu yüzden özellikle Cum ­ uzun erimli olamadı, zira doksanlı yıllar­
huriyet gazetesindeki yazılarıyla Kema- la birlikte İlhan Selçuk'un ANAP iktidarı
lizmi "sosyal boyutlarıyla yeniden yaka­ tarafından himaye edildiğini varsaydığı
layabilmek ve anti-emperyalizmin çağ­ îslâmcı hareket giderek merkez sağ çev­
daş yorumuyla birlikte Aydınlanma yı relerin eteğinin altından çıktı ve yine aynı
savunabilmek" için çaba göstermiştir. dönemde özellikle Kürt milliyetçiliği
"Atatürkçülüğün bilimsel bir yanı vardır. mevzi kazandı. Bu ortam sol Kemalistleri
Atatürkçülük tıpkı Öbür ideolojiler gibi geleneksel iktidar odaklarıyla tekrar barış­
sınır ve yönü kesin çizgilerle çizilmiş bir tırdı, dolayısıyla sol Kemalistlerle sosya­
ideolojidir. Tıpkı sosyalizm, liberalizm, listlerin arasında seksenler boyunca dara­
Etatizm gibi sonu izm'le biten bir ide­ lan ideolojik açıyı genişletti. 28 Şubat sü­
oloji: Kemalizm" vurgusundan da anla­ recinin öncesinde ve sonrasında derin
şılacağı gibi Selçuk Kemalizme bütüncül devletin zinde kuvvetlerden beklediği
bir nitelik atfetmektedir, misyonu yüklenen İlhan Selçuk, her iki
1961 yılında "bugünkü Türkiye'yi kur­ harekete karşı daha liberal bir pozisyo­
tarmaya artık 1924 Kemalizmi de yet­ nun alınmasını savunan çevrelere, ikinci
mez” diye yazan Selçuk, bu dönemden cumhuriyetçilikten, ihanete uzanan bir
beri Kemalizme soldan bakan bir pers­ saldırı mühimmatıyla hücum ediyordu.
pektif geliştirmeye çalışmıştır. Selçuk "Türkiye'de PKK'cının, şeriatçının ve yeni
için "(Kemalizmin) doğrultusunda, onun mandacı entelin ittifakı Atatürk düşmanlı­
devrimcilik ilkesini uygulayarak yeni ğı üzerine..." Selçuk'un bahsedilen iki
devrimler yapmak" gerekmektedir. harekete ve bunlara karşı uzlaşmacı bir
1980'li yıllara girildiğinde, yetmişli politika uygulanmasını önerenlere karşı
yılların tersine, İlhan Selçuk artık iktidar duruşu hep savunageldiği aydınlanmacı
tahterevallisinde bulunan politik kanat­ ve rasyonel cumhuriyet tikelerinde, yani
lardan birinin sözcüsü olma Özelliğini kendi tarif ettiği şekliyle Kemalizmde te-

>
B İ R 2 0 . Y Ü Z Y I L A K I M I : " S O L K E M A L l Z M

melleniyordu. "Bugün 'Şeriatçı - Kürtçü ■ savunucusudur. Nitekim siyasal hayatın


Yeni Mandacı İttifakı' azımsanmayacak temei ekseni olan sağ-sol ayrışmasında
bir güç kazanmıştır. Nasıl anlaşıyorlar? kendi tutarlı çizgisi kimi zaman onu
Nerede birleşiyorlar? Çok yalın: 1923 skalanın soluna kimi zaman da sağına
Devrimi'yie kurulan laik Cumhuriyet'e düşürmüştür. Kendine Özgü akıcı üslu­
hınçlarında buluşuyorlar." Görüldüğü gi­ bu ile Atatürkçü çevrelerin temel pusu­
bi seksenlerin başında kalemini iktidara lası olan İlhan Selçuk "1923 Devrimi
karşı kullanan Selçuk, 9û'larda ülkenin kendine özgüdür, 17ö9'un siyasal,
gerçek iktidarının arkasında saf tutmuştu. 1917'nin sosyal içeriklerinden esinlen­
Yine de değişenin İlhan Selçuk olmadığı­ miş ve etkilenmiştir; ama, bağımsız bir
nı teslim etmek gerekir. devrimdir" diye nitelediği Kemalizmin
Türkiye'de siyasi içerikli köşe yazarlı­ devrimci bir ideoloji olduğunu savun­
ğının en önde gelen isimlerinden biri mayı sürdürmekte ve bu özelliğiyle,
olmayı hak eden İlhan Selçuk, Kemaliz- belki de muhtemel bir "devletçi sol" ik­
min bir türünün (bağımsızlıkçı, aydın­ tidar alternatifinin en önemli ideotoğu 517
lanman, kalkınmacı) belki de en tutarlı konumundadır.
Kemalizm
Müdafaa-i Hukuk Doktrini
ATTİLÂ İLHAN

evvela ‘soda! iste’ olmalı, ‘madde'yi an­ ğunluğu, ‘müstevliyi defettikten sonra’, iş­
lamalı!...” lerin biteceğine inanıyordu. Düzen değiş­
meyecekti. Pek pek, Mustafa Kemal Paşa,
30 Kanunuevvel (12Ocak)1904
Talât ya da Enver Paşa’nın yerini alacaktı.
Kemal
O kadar. Daha 1919 yılının aralık ayında,
kuvayı miîliye’nin âmil, irade-i milli-
Ç İR İŞ
ye’nin hâkim...” olacağım söylemenin, ta­
rihsel düzeyde, bireysel ve teokratik bir
Mustafa Kemal’in, iç içe üç büyük eylemi iktidara karşı, ulusal ve demokratik bir
var: Emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı; devrimi içerdiğini acaba kaç kişi kestire-
padişaha karşı Demokratik Devrim, toplu­ bilmişti? Kestiremeyenler, yolda dökül­
mun ‘Ümmet’ aşamasından, ‘Millet’ aşa­ müşlerdir.
masına dönüşümü! Mustafa Kemal, ‘Meşrutiyeti’ yetersiz
‘Kuvayı Milliye’, aslında 20. yüzyılın ilk bulur. Bunu gizlememiştir de: “... 10 Tem­
‘Halk Kurtuluş Ordusu’dur; nasıl ki ‘Mü­ muz devrimi, müstebit bir hükümdarla
dafaa-! Hukuk’, ‘Mazlum Milletlerin hepsi millet arasında, en nihayet, kayıt ve koşul­
için ilk kurtuluş öğretisi; Bandung Konfe­ larla denge arayan, bir zihniyeti elde et­
ransının (ya da Sultan Galiye fin tasarla­ meyi amaçlıyordu. Oysa bizim ‘Devrind­
dığı, ‘Mazlum Milletler Beynelmileli’nin) iniz’, hürriyet ve istiklâl için, Meşrutiyet
İlk bildirgesidir. Savaşın emperyalizme yönetimini dahi yeterli saymaz; egemenli­
karşı verilişi, 'Ulusallık' bilincini pekiştir­ ği kayıtsız şartsız milletin elinde tutan bir
miş; padişah ve halifenin emperyalizmle ilkeye dayanır. Bu ilkenin bağlı olduğu şe­
işbirliği, hareketin ‘demokratikleşmesini’ kil, hiçbir vakit eski şekillerle karşılaştırı­
sağlamıştır. Mustafa Kemal, İstanbul’daki lamaz. Bu iki devrin arasındaki fark, tarif
hükümete başkaldırdığı zaman ‘ihtilalci’; olunamayacak kadar büyüktür zannede­
devraldığı toplumu dönüştürmeye koyu­ rim. Birincisi milletin doğal olarak aradı­
lunca, ‘inkılâpçı’dır. Devrim, anti-emper- ğı, hürriyet havasını teneffüs ettirdiğini
yalist kurtuluş savaşıyla eşzamanla yürü­ zanneden bir harekettir. Fakat İkincisi,
düğünden, ‘kurtancılıgı’ ağır basmış, ‘dev­ milletin hürriyet ve egemenliğini fiilen ve
rimciliğinin’ gerçek boyutlan gözden ka­ maddeten tespit ve ilan eden mutlu bir
çırılmıştır. devrimdir...”
Oysa, ‘Millî Mücadele’ kadrosunun ço­ Gerçekte 10 TemmuzTa 23 Nisan ara­
K E M A L I Z M , M Ü D A F A - I H U K U K D O K T R İ N İ

sındaki fark, ilkinde padişahın halka bazı bu savaşın, başarıya «(aştıkça, ulus irade­
hakları ‘lütfetmesi’, İkincisinde halkın, sine dayanan yönetiminin bütün ilkelerini
doğrudan doğruya, padişahın yerini alma­ ve şekillerini, evre evre, bugünkü döneme
sıdır. Bunun ne müthiş bir dönüşüm ol­ değin gerçekleştirmesi, olağan ve kaçınıl­
duğunu, gençlere nasıl anlatacağız? Acaba maz bir tarik akışı idi. Bu kaçınılmaz ta­
şöyle mi? Hangimiz başarısızlığa ugrasay- rik akışını, gelenekten gelen alışkanlığı
dı, Mustafa Kemal'in sırtında beyaz göm­ ile hemen sezinleyen padişah soyu, ilk an­
lek, ‘hain’ diye asılacağını, doğru dürüst dan başlayarak, ulusal savaşın amansız
düşünmüştür? inkılâp tarihimiz, İstanbul düşmanı öldü...”
Hükümeti’ni, daha başından Ankara’ya "... bu kaçınılmaz tarih akışını, ilk an­
mahkum gibi anlatır. Tarihen böyleydi da ben de gördüm ve sezinledim. Ama,
ama, fiilen değil. Hele ‘hukuken’, asla! baştan sona bütün evreleri kapsayan sez­
Devlet ve hükümet, İstanbul’dur; Mustafa gilerimizi, ilk anda bütünüyle açığa vur­
Kemal İse, merkezî, üstelik teokratik oto­ madık ve söylemedik, ilerde olabilecekler
riteye başkaldıran bir ‘asi’, idamına fetva üzerinde çok konuşmak, giriştiğimiz ger­ 519
çıkması, yarım yüzyıl sonra bize, tatsız bir çek ve maddesel savaşa boş kuruntular
şaka gibi mi görünüyor? Dürrizâde’ye öy­ niteliği verebilirdi. (...) Başarı için pratik
le görünmüyordu. Hele Vahdettin’e, hiç! ve güvenilir yol, her evreyi vakti geldikçe
Çünkü o, ‘meşruluğunu’ varolan iktidarın, uygulamaktı. Ulusun gelişmesi ve yüksel­
yasa ve fermanlarından almıyordu; tarih­ mesi için esenlik yolu bu idi. Ben de öyle
ten ve halktan alıyordu. Bütün büyük yaptım... ”
devrimciler de, öyle yapmışlardı. Bunları Söylev’de söylemiş: her şey olup
bittikten sonra. Oysa daha işin başında,
MEŞRU TEK ESA5: ‘MEŞVERETİ.. ’ "... dünyada hükümet için meşru yalnız
ve tek bir esas vardır, o da meşveretten
Mustafa Kemal’in gözünde, eylemin ‘meş­ ibarettir. Hükümet için şart-ı esasi, şart-ı
ruluğu’ demek, halkça onaylanması de­ evvel, yalnız ve yalnız meşverettir” diyen
m ektir Yoksa kongreleri, Büyük Millet odur; daha 1920 Mart’ında, Roma tari­
Meclisi’ni anlamak ve açıklamak müm­ hinden, çevresindekilere, demokrasi dersi
kün olamazdı. Şu sözlerini de: “... bir veren de, o. Türkiye Büyük Millet Mecli­
devre yetiştik ki, onda her iş meşru olma­ siyle, klasik çağın dolaysız demokrasisini,
lıdır. Millet işleri de ancak millî kararlara bakm nasıl bir tutuyor:
dayanmakla, milletin genel duygularına
tercüman olmakla gerçekleşir..." Siz Os­ "... egemenlik gerçekte yalnız bir şekilde
manlI ülkesinde, ‘millî kararlara dayan­ belirir O da bu egemenliğin sahibi olan
mak’, ‘meşruluğu’ bunda aramak, ne de­ insanların, doğrudan doğruya, bir araya
gelerek, yasam a, yürütme ve yargılama
mektir bilir misiniz? Padişah ve halifeyi
görevlerini 'bizzat’ y erine getirmesiyle
silmek, hiçe saymak demektir. Mustafa
olasıdır. Ve söylediğimiz şey, efendiler, ta­
Kemal, Amasya Tamimi’nden itibaren,
rihte ‘f iilen ’ mevcut olmuş şeylerdendir
Osmanlı meşruluğunu reddetmiş, tarihsel
Tabii, tarihi incelemiş arkadaşlarımız bi­
meşruluğu önemsemiştir. Buysa, ‘ihtilal’in
leceklerdir ki, Roma’da, İsparta’da, Ati­
ta kendisidir.
na'da, Kartaca’da var olmuş genel meclis­
O da farkında bunun, devrimin gelişme
ler gerçekte bizim yaptığımız şeyleri y a­
sürecini, bakın ne güzel anlatıyor:
pıyorlardı. Efendiler yasa yaparlardı, me­
"... behren ulusal savaşın tam amacı, yur­ mur atarlardı, mahkeme ederlerdi, ceza
du dış saldırıdan korumak olduğu halde, verirlerdi. Ve her şeyi yaparlardı...”
K E M A L İ Z M

Böyle bir düşüncenin, ‘irade-i milli-


ye’yi, ‘irade-i şahâne’nin karşısına koydu­
ğu besbellidir de, acaba neden Mustafa
Kemal’in kullandığı ‘irade-i milliye', ‘Yıa-
kimiyet-i milliye’ kavramlarının, Fransız
Devrimi’nin ‘babalarına’, Marat, Robespi-
erre, Saint-Juste üzerinden, ta J. J. Rous-
seau’ya uzandığı, bir türlü açıklığa kavuş­
tu ru lam am ıştır? M arat’nın 15 Eylül
1789’da gazetesi l’Arni dit Peuple’da (Hal­
kın Dostu) verdiği şu demokrasi reçetesi­
ni, Mustafa Kemal’in verdiğiyle karşılaş­
tırmamız fena mı olur?

tutarlı bir hükümette iktidarın mutlak


520 hakimi, gerçek egemen, İmlimi kendisidir;
en yüce otorite onundur, güç, ayrıcaİtk,
öncelik diye ne varsa, ondadır. Y’aygm bir
devlette, herkesin her şeye katılması, olası
saydamayacagmdan; halk m temsilci (eriy­
le etkili olması, bizzat’ çözümleyemediği
işleri, önderleri, bakanlan, subaylarıyla “Gazi'nin Cumhurbaşkanı olduğu
Türkiye Cumhuriyeti, 'Mazlum
düzenlemesi gerekir. Bu yüzden vatandaş
M illetlerin savunucusu, an&emperyalist,
kısmının, çıkarlarını gözetmek, kamu iş­ dolayısıyla tam bağımsız’, ekonom isi ve
lerini düzene koymak, temsilcilerini seç­ dışpolitikası tamamiyle 'ulusal' laik ve
mek amacıyla, gerektikçe toplanabilmesi 'otoriter’ -bir manada, Jakoben- bir
cumhuriyet!" (AttUd İlhan, 1997)
devletin ilk ve temel yasası olmalıdır Eğer
gerçek egemen halkın kendisi ise, her şey
ondan sorulmalı, egemenlik hakkını biz­ ‘devrimci’ sözü çıktı mı, çoklarının tüyle­
zat kullanamazsa, vekilleriyle kullanma­ ri diken diken oluyor; görüyorsunuz;
lıdır (,,,) Ne var ki mullak ve sınırsız ege­ devrimi ve devrimciliği, Cumhuriyet’in
menlik erki, yalnız ve yalnız kalkın ken- ve demokrasinin dışında, bunları yıkmayı
disindedtr, zira genel iradenin (irade-i amaçlayan, karanlık ve hain şeyler sayı­
milliye) bir sonucudur bu, ayrıca halkın yorlar. Türkiye’nin geleceğine ilişkin öne­
toplu halde kendisini satması, kendine rileri, değiştirici, yenileyici, atılımcı ol­
ihaneti, ya da kötülük etmesi düşünüle­ maktan çok; tutucu, oyalayıcı, ‘idare edi­
mez...” ci’. Yeni koşulların, ülke için de, ülkenin
Peki, şimdi hangimiz Marat’nın ‘mutlak halkı için de, yeni yaşama biçimleri, yeni
ve sınırsız egemenlik, yalnız ve yalnız hal­ töreler, yeni yasalar getireceğini anlamak
kın kendisindedir’ formülüyle; Mustafa istemiyorlar, Cumhuriyet’in ellinci yılın­
Kemal’in ‘egemenlik kayıtsız şartsız ulu­ da bile, rejimin ‘ayrılmaz parçaları sayı­
sundur’ formülü arasında, bir fark oldu­ lan’ siyasal partilerin çoğu devrimle de,
ğunu savunabilecek? devrimcilikle de ilişkisini kesmiş, idare-i
maslahatçı, amacı iktidar olan örgütler
"Türk İnkılâbı, İhtilalden de vâsi, bir ta-
haline düşmüştü. Oysa bize ‘devrimci’
havvüldür”
partiler lazım!
‘Devrim’ dedin mi, ağzından kazara Yoo, hayır ‘devrimciliği’ umdukları ya
K E M A L İ Z M , M Ü D A F A t H U K U K D O K T R İ N İ

sandıkları gibi Maozedun’a ya da ‘Che’ ri beşeriyet ilerlemiştir Türk dem okrasi­


Guevera’ya bağlamayacağım; eylemcilikle si Fransa Ihtilali’nin açtığı yolu izlemiş,
onlardan hiç de geri kalmayan, Mustafa lâkin kendisine has özellikleri ile geliş­
Kemal Paşa’ya bağlayacağım. Mustafa Ke­ m iştir.”
mal ihlilalcidir, bunu devrimjni anlatır­
Bütün bunlardan, hemen iki sonuca va­
ken, açıkça söyler: “Türk inkılâbı nedir?
rılmaz mı? A) Mustafa Kemal ‘devrimcili­
Bu inkılâp, kelimenin ilk anda imâ etliği
ği’, en azından Fransa Devrimi türünden
ihtilal manasından başka, ondan daha vâsi
bir devrimin kesin sonuçlarına kadar ge­
bir tahavvülü ifâde etmektedir!..." Beğen­
liştirmeyi gerektirir; yani demokrasinin
diniz mi? Türk İnkılâbı, bir kere ‘ihtilaf
bütün genişliği ve açıklığıyla tam tamına
demekmiş ya; ayrıca, ondan daha geniş,
kurulması şarttır. B) Çağlarla koşullar de­
bir değişikliği, deyimliyormuş; ihtilalden
ğiştikçe, gelişmenin tek yolu yenileşmek
de geniş bir dönüşüm tasarlayan adam,
olduğuna göre, kurulacak demokrasinin
'devrimci' değildir de nedir?
de geliştirilmesi, değiştirilmesi, ‘çağdaş 521
Kaldı ki Atatürk devrimciliği, 'sürekli
uygarlık düzeyi’ne ulaştırılması gerekir. ~ ’
devrimcilik’tir; neden, amacı değişkendir
de, ondan; 'çağdaş uygarlık düzeyine’, ‘ha­
kiki mürşit olan bilimle ulaşılacaktır’ ne ÇAĞDA? UYGARLIK DÜZEY/,
demek: Hem çağdaş uygarlık düzeyi, sü­ ■DİYALEKTİK' BİR KAVRAMDIR
rekli değişiyor; hem bilimlerin, ona ulaş­
Bir tarihte tartışıyorduk, birtakım dogma­
mak için verdiği araçlar ve yöntemler!,..
tik ‘Atatürkçüler’, bana ‘Çağdaş Uygarlık
Değişmeleri göz önünde tutmayı, onlara
Düzeyi' diye, Amerika’nın ‘denetimindeki’
göre hareket etmeyi, Mustafa Kemal söy­
Batılı emperyalist ‘sistemi’ yutturmaya ça­
lememiş midir sanırsınız?
lışıyorlardı; kızmışım, dedim ki “Arkadaş,
"... medeniyet yolundu muvaffakiyet te­ Kemal Paşa’mn iki büyük hüneri vardır
ceddüde vâbestedie içtimai hayatta, ikti­ ki, birisi bu ‘Çağdaş Uygarlık’ deyimi; öte­
sadi hayatta, ilim ve fen sahasında mu- kisi, bunun içinden çıkan düşünüş biçimi
vöjffafc olmak için, yegâne tekâmül ve te­ (metot)dir. Önce bunları kavramayı öğre­
rakki yolu bndur”. Zaten, "... henüz nelim!’’ Ne gibi mi? Şöyle: çağdaş uygar­
kurtulmuş değiliz, atılan adımlar, bun­ lık düzeyini hedef diye aldın mı, bir kere
dan sonra atılması lazım gelen adımla­ ‘Sürekli Devrim’e mecbursun; çünkü 'Çağ­
rın başlangıcıdır”. Kaldı ki, "... hayata daş Uygarlık Düzeyi’ dogmatik değil, di­
ve geçime hâkim olan hükümlerin, z a ­ yalektik bir kavram; kendi karşıtlarıyla,
man ile değişmesi, gelişmesi ve yenilen­ çarpışa birleşe gelişiyor. Dünün uygarlık
mesi zorunludur,, " düzeyiyle bugünün uygarlık düzeyi bir
mi, aynı şey mi, aynı şey olabilir mi? Ola­
Mustafa Kemal, ‘ihtilalini’ yaparken,
maz elbet! Her geçen gün, insanlık, yeni
gözlerini Fransız Devrimi’ne dikmişti; o
buluşlarla, uygarlık düzeyini daha ileri
devrimin getirdiği özgürlük fikrini ger­
götürüyor; götürdükçe de Mustafa Ke­
çekleştirmek, demokrasiyi kurmak isti­
mal’in Türkiye’ye tespit ettiği amaç yenile­
yordu; bunu elbet Türkiye’nin koşulları
şiyor, gelişiyor, başkalaşıyor.
içinde yapacaktı; fikrini gizlememiş, söy­
Hadi, somut konuşalım: Kemal Paşa sağ
lemiştir de:
iken, ‘Çağdaş Uygarlık Düzeyi’ ne idi?
Fransa ihtilali bütün cihana hürriyet Onun kuşağı için, bu, o sıralarda dünyaya
Jikrirıi yaymıştır Ve bu/ikrin hâlen kay­ hükmeden sanayi devrimini yapmış, em­
nağı bulunmaktadır. Fakat o tarihten be­ peryalizm aşamasına ulaşmış ‘Batı’dır; Ba-
K____________ E M A L t Z M

tılı toplumlardır, Batılı bilim ve teknoloji­ mada ‘dondurmaktan’ kurtarmayı içer­


dir. Mustafa Kemal, ‘ülkemizi çağdaş uy­ mektedir.
garlık düzeyine çıkaracağız’ dediği sırada,
iç içe, iki şeyi amaçlar: birincisi, çağdaş
ÜÇ MJSAK-İ MİLLÎ
ekonomik altyapıya sahip olmak; İkincisi,
bu altyapının içerdiği topluma ulaşmak! Tuhaftır, ama öyledir; hangi öğrenciye
Birincisine varılmadı mı, İkincisinin ola­ ‘Misak-ı Millî’yi sorsan, Anadolu dikdört­
mayacağını kestirmiş; bu bakımdan, ‘Çağ­ genindeki Türkiye Cumhuriveti’nin, o
daş Uygarlık Düzeyi’tıe ulaşmak için, me­ ateş, kan ve barut yıllarında kesinleştiril­
todu da vermiştir: ‘Hayatta en hakiki mür­ miş, ‘toprak bütünlüğünü’ anlar. Oysa Ga­
şit İlimdir’ ne demek, bilimlere dayanarak, zi Mustafa Kemal’in inkılâp idrakinde, ‘Üç
bu düzeye ulaşacağız demek. Peki bilim­ Misak-ı Millî’ birbirini tamamlıyor; böyle-
ler sabit, dogmatik mi? Ne münasebet, ce, ciddi bir ‘uluslaşma’ sürecini başlatı­
onlar da ‘Çağdaş Uygarlık Düzeyi’ gibi, yor: ilk Misak-ı Millî Anadolu’nun toprak
522 aralıksız değişiyor, yenileşiyor, ilerliyor. O bütünlüğü, Osmanh ‘mülkünün’ nihayet,
halde Türk aydınlan, kendilerini sahiden üzerinde yaşayanlara bir ‘yurt’ ya da ‘va­
Mustafa Kemal’in savaşçıları sayıyorlarsa, tan’ olmasıdır ama, bu yetmez.
bir kere bilimsel olmak zorundadırlar, O yurtta yaşayan halkın ‘millete’ dönüş­
İkincisi dogmatik değil, diyalektik olmak mesi, vazgeçilmez bir şarttır; bu şartın
zorundadırlar, üç üncüsü zaman içinde ve­ gerçekleşmesi ise, diğer iki -ve nedense es
rilmiş hedefleri sık sık yeniden değerlen­ geçilen- Misak-ı Millî'ye bağlıdır: ilki ‘Sâ’y
dirmek; ‘Çağdaş Uygarlık Düzeyi’nin hâla (Emek) Misak-ı Millî’si, İkincisi ‘Maarif
aynı yerde mi, yoksa başka yerde mi oldu­ Misak-ı Millî’si! Mustafa Kemal, ilkinden
ğunu saptamak zorundadırlar. İzmir İktisat Kongresı’nde, adlı adınca söz
Sık sık düşünmüş, bazen de yazmışım­ etmiştir; İkincisi, Tevhidi Tedrisat Kanunu
dır; Mustafa Kemal kuşağı için, uygarlık ile gerçekleşiyor.
düzeyi ‘endüstri devrimi’ idiyse, Türkiye L) Sâ’y Misak-ı Millîsi; 1980 sonbaharı,
bu devrimi şimdiye kadar çoktan gerçek­ gergin sonbahar, Ankara; 'Hangi Atatflrlt’e
leştirmeli idi; çünkü bir süredir ‘Çağdaş bir önsöz yazıyorum; kalemimin ucuna,
Uygarlık Dü2eyi‘ endüstri sonrasının so­ şu satırlar, adeta kendiliğinden geliyor:
runlarını içeren, nükleer ve elektronik
"... anti-emperyalizmin 19207er aşama­
teknolojisi düzeyidir. Kaldı ki bu düzeyin
sında, Mustafa Kemal, ‘Mazlum Milfet-
içeriği, siyasal ve toplumsal olarak da gü­
ler’de sınıfsal çelişirinin, ikinci plana iti­
nümüzde değişmiştir: Kemal Paşa’mn sağ­
lebileceği kanısında, Sultan C aliyef’ie be­
lığında liberal anlamda demokratik olan
raberdir; nasıl ki Türkiye’deki sınıfsai
toplumlar, bugün o aşamayı geçmiş, top­
durumun incelenmesinde, Dr, Şefik Hüs­
lumsal anlamda demokratik olma aşama­
nü ile beraberse! 1920’ler Türkiye’sinde
sına ulaşmışlardır. Arada önemli fark var,
gayrimüslim ve ‘komprador’ Burjuvazi
‘liberal toplum’ başka, ‘sosyal’ ya da ‘sos­
tas/iye edilir; Rum, Ermeni, (ücear ve
yalist toplum’ başka. Acaba ‘Atatürkçülü­
ağalarının Anadolu’da bıraktığı mal
ğü’ kimselere vermeyenler, toplumların
mülk ahaliye paylaştırılırsa, (ki öyle ol­
bugünkü çağdaş uygarlık düzeyleri üze­
muştur) smı/saf bir karşıtlıkları söz edi­
rinde, biraz olsun düşünmüşler midir?
lebilir mi, şüpheli...”
Mustafa Kemal’in atıhmcıhgı, ‘sürekli
"... Mustafa Kemal, Balıkesir'deki bir
devrimciliği’; Türk toplumunu, aşamadan
söylevinde, siyasal partilerin, gerçekte sı-
aşamaya sıçratmayı öngörmekte; kendi­
m/sal çıkarları temsilen kurulduklarım
sinden öncekilerin yaptıklan gibi, bir aşa­
K E M A L İ Z M , M Ü D A F A - I H U K U K D O K T R İ N İ

belirtmiş; Anadolu’da bu bağlamda çıkar­ Tevhidi Tedrisat Kanunu, bu zararlı ‘iki­


ları çatışan, toplumsal sınıfların tam an­ liği’ tasfiye edecekti; ulusal, demokratik
lamımla olmadıklarım, bu yüzden de hep­ ve laik Cumhuriyet’in, bu vasıfları taşıyan
sinin ‘h a lk ’ kavramının kapsamı içinde çağdaş aydınlarım yetiştirmek için tasar­
düşünülebileceğini varsaymışım Başka lanmıştı: medrese, tekke ve zaviyeler ka­
deyimle, emperyalizme karşı ‘Ulusal Kur­ patılıyor; bunların yerine ‘münhasıran’
tuluş Cepkesi’y le kazanılan, siyasal ba­ din adamı yetiştirecek imam/hatip meslek
ğım sızlık savaşından sonra, Ulusal okullarının kurulmasını öngörüyordu;
Emek(Sü’y) Cephesi (Sâ’ y Misak-ı Millî­ onun dışında, Cumhuriyet’in ‘kültür kale­
si) ile ekonomik bağımsızlık savaşına y ö­ leri* liseler, çağdaş Türk toplu munun ay­
nelmek istemiştir..” dın fidelikleri olarak, eğitim tarihimizdeki
şerefli yerini alıyordu.
Yanılmıyorsam, bu programın adını Ga­
Türkiye’ye ‘Sistem’e alındıktan sonra
zi, İzmir İktisat Kongresi’nde koymuştu:
(1950 sonrası) merkez sag/merkez sol yö­
“... programdan söz edildiği zaman, adeta 523
netim leri, meslek okulu seviyesindeki
denilebilir ki bütün halk için bir Sâ’y
imam hatip okullarını ‘liseleştirm ekle’
Misak-ı Millîsi’dir; ve böyle bir Sâ’y Misak-
Cumhuriyet öğretiminin ‘birliğini’ boz­
ı Millîsi etrafında, toplanmaktan hâsıl ola­
muş, yeniden formasyonu şeriat olan ‘üm­
cak siyasi şekil ise, alelade bir parti niteli­
met aydınları’ üretmeye başlamıştır; bu
ğinde düşünülmemek lazım gelir..." (Şu­
yetmezmiş gibi, Osmatılı’yı batıran kültür
bat 1 9 2 3 ) Son cüm le, hiç kuşkusuz,
‘ikiliğini’ (karşıtlığını) özellikle istermişçe­
CHP’yi ‘alelade’, hatta ‘enayi’ bir parti hali­
sine, devlet liselerinde ecnebi dille öğreti­
ne düşürenler için, yaman bir ‘fırça’dır.
me geçerek, o liseleri bir zamanların ‘mis­
2) Maarif Misak-ı Millîsi: Tam bağımsız,
yoner okullarına’ çevirmiş; eskiden oldu­
laik ve demokratik Cumhuriyet’in kültür
ğu gibi, ülkesine ve kültürüne ‘yabancılaş­
politikasında, aynı ‘ulusal cephe' Tevhidi
mış’ kozmopolit aydınlar, sürü sepet orta­
Tedrisat (Öğretimde birlik) Kanunu ile
lığa salıverilmiştir.
oluşturuluyor.
Neden öğretimde birlik? Tanzimat son­
rası Osmanhsı, ciddi, üstelik birbirine ___________ O MELON ‘İKİLİK’!,.
karşıt, bir kültür ‘ikiliği’ yaşıyor: bir yanda
Müdafaa-yı Hukuk’un inkılâpçı heyecanı,
mahalle mektepleri, tekke, medrese ve za­
Jakoben cumhuriyetçilik rüzgarlarının
viyeler, harıl hani ‘ümmet aydım’ yetiştiri­
olanca hızıyla estiği, I9 2 0 ’ii yıllar. İz­
yorlar; bir yanda ecnebi dille öğretim ya­
mir’deki İktisat Kongresi’nin son erişin­
pan, çeşitli Hıristiyan tarikatlarının ‘mis­
den -yâni Sâ’y Misak-ı Millisi’den- sadece
yoner’ okulları, harıl harıl, ‘komprador*1
dört gün sonra, Maarif Vekili İsmail Safa
aydın üretiyorlar. Bunların ilki, OsmanlI’yı
Bey, bilahare Misak-ı Maarif diye vasıflan­
geleceğine değil, geçmişine çekmek me­
dırılacak bir ‘tamim’ (genelge) yayınlıyor;
raklısıdır; İkincisi ise, geçmişi ‘külliyen’
bu tamime göre ‘Cumhuriyet Maarifi’, ted­
reddedip, Batılı ‘metropol’ ülkelere benze­
risatta şu maksatları güdecektir:
meyi, marifet sanıyor. OsmanlI’nın son iki
yüzyılı, Tanzimat ve Meşrutiyet, çağdaş ve 1) Ulusal duygular güçlendirilmeli,
ulusal kültür sentezini başaramamış, bu değişik görüşlere, ancak ulusal varlığa
iki aydın türünün çatışmasıyla geçmiş; zarar vermemeleri koşuluyla, saygılı dav­
neticede, Devlet-i Aliyye batmıştır. ‘Sis­ ranılmak. 2) Yeni kuşaklar, çalışma ve
tem* bu çatışmayı, hem tahrik ediyor, hem üretici olma düşünceleriyle yetiştirilmeli.
de hınzırca kullanıyordu. Ülkenin kalkınması ancak böyle saglana-
K E M A L İ Z M

bilir 3) Uygar dünyada, uygar ve insancı) bul ettiği Tevhidi Tedrisat Kanunu, böyle-
(hümanist) ülküler (aşıma); gereklidir...” ce öğretim ve eğitimini, bütünüyle Cum­
huriyet Maarifi’ne emânet ediyordu. 4.
İsmail Safa Bey, tamiminde iki müthiş
maddesi, ilahiyat fakültesi ve imamlık/ha-
söz etmiştir ki, birisi aynen şudur: "... ge­
tiplik konusunu, çok açık bir şekilde çöz­
leceği uzak geçmişte değil, yarının geliş­
müştü. Madde aynen şöyledir:
melerinde aramalıdır”; İkincisiyse Con-
dorcet'den bir alınlı; "... bana hakkımı ve­ "... Maarif Vekaleti, yüksek diniydt müte­
rin! Fakat ondan nasıl yararlanacağımı hassısları yetiştirmek üzere, Dârül/ü-
bilmiyorum. Ben halkım!” (Tıirk Devrim nûn'da bir üöhiyat fakültesi tesis ve ima­
Tarihi, 3, Kitap, 1, Bölüm, s. 67, Şerafettin met ve hitabet gibi hidemât-ı diniye i/âsı
Turan, Bilgi Yayınevi, 1995) vazifesiyle mü kelle/ memurların yetişmesi
Gazi Mustafa Kemal, Meclis’i açış ko­ için de, ayrı mektepler kuşat edecektir.,”
nuşmasında, hassas noktanın üstüne dik­
Halen yürürlükte olması gereken bu ka­
524 katle basmıştır:
nunun, bu maddesi ortada dururken,
"... milletin ârâ-yı utmüniyesinde tespit imam hatip okullarının ‘lisel eş tir ilmesi ne’
olunan, terbiye ve Tedrisatın (evfıidi um­ kimlerin, nasıl ve neden karar verdiği
desinin, bild-i/ate-i an tatbiki lüzumunu araştırılma malı mıdır?
mitşâhade ediyoruz...” (1 Mart 1924)
İNÖNÜ, GAZf’NfN DEVAMI MI?
Ertesi gün Halk Fırkası grubunda, ara­
larında şu imzaların da bulunduğu 57 40’lara değin, Türk basınının ‘gündemi’
mebus, ünlü Tevhidi Tedrisat (Öğretimin neydi? İnkılâp!,. 40’h yıllarda ‘savaş; ‘de­
birliği) Kanunu’nun lâyihasını verecekler­ mokrasi’, 50’li yılların gündemidir. Eğitim
dir: Vasıf Çınar, Celâl Nuri, Cevat Abbas, ve öğretim, 40’h yıllara değin, ‘İnkılâp’ eği­
Kılıç Ali, Ruşen Eşref, Yahya Galip, Refik tim ve öğretimiydi; yâni laik, demokratik
Koral tan, Yunus Nadi, Şükrü Kaya, Ağa- ve sapına kadar ‘ulusal’: ‘çağdaş’ Türk ay­
oglu Ahmet, Recep Peker ve Hâcim Mu­ dınlan böyle yetiştiriliyor. Basının o tarihte
hittin Beyler,,! - henüz radyo bile yok- inkılâp theme’leri-
Kanunun gerekçesinde, bugün bile he­ ni işlemesi, okurun zamanla Şair taşlık’ bi­
pimizin, en çok da siyaset esnafının oku­ lincini pekiştirir; inkılâp, siyasettir: ulusal
ması gereken, şu satırlar yer almıştır: fabrikalar, ‘ecnebi’ şirketlerin kamulaştırıl­
ması, demiryolu organizasyonu, vb. ‘man­
"... 1839 Gülhâne Halt-ı Hümâyûnu’ndan
şet’ olursa; başyazarlar, inkılâbın ‘ulusal
sonra başlayan Tanzimat Döneminde, so­
yönünü ve o yönde gelişmesini’ tartışıyor­
na eren Osmanlı Saltanatı, öğretimin bir­
sa; okurların, kulis dedikodulan, hanende
leştirilmesine başlamak istemişse de, bun­
çapkınlıkları ya da futbolcu kaprisleriyle
da muvaffak olamamış ve aksine bu hu­
ilgilenmesini, nasıl beklerdiniz?
susta 'ikilik' bile meydana gelmiştir Bu
Türkiye'de gündemi değiştiren, yeni bir
‘ikilik’ eğitim ve öğretim birliği bakımın­
dünya savaşı tehdidinin, ülkemize yönel­
dan zararlı sonuçlar doğurdu. Bir milletin
mesi olmuştur; daha sonra da, ‘sıcağının’
fertleri bir eğitim görebilir, iki türlü eği­
ardından gelen ‘Soğuk Savaş'ın; SSCB ve
tim bir memlekette iki türlü İnsan yetişti­
Doğu Bloku karşısında Ankara'yı, dımdız­
rir; bu ise duygu ve düşünce birliğie ve
lak yalnız yakalaması! İşte Tanzimat aydı­
dayanışma amaçlarına tamamiyle aykırı­
nına dönüşümüzün koşulları ve başlangı­
dır.” (Aynı eser, s. 69)
cı budur. Buna Mütareke aydını da diyebi­
TBMM’nin 3 Man 1340 (1924)’de ka­ liriz, fark etmez! Tespitin ‘niteliklerini’ Fa-
K E M A L İ Z M . M Ü D A F A H U K U K D O K T R İ N İ

zarak yaşayabilm ek için, imtiyazlı y a ­


bancılar kadar ‘arkalı’ ve ‘teminaili’ olm a­
lı idi; İttihat ve Terakki yahut oııa benzer
‘milliyetçiler’ iktidara geldi mi, Ali Kemal
için ömrünü gurbette veya hapiste geçir­
mekten başka çare kalmazdı. (Çanka­
y a , cilt 1, s. 52., Dünya Yayınları, 5)

Kimi anlattığım söylemeseydim, günü­


müzden ne çok kişiyi o sanabilirdiniz.
‘Hürriyet ve lstiklâl-i tam’ için vuruş­
muş, her ikisine de kavuşmuş bir ülkenin
çocukları, yarım yüzyıl sonra Tanzimat
kafasına ve Mütâreke gündemine dönmeli
miydi? Bu soruya doğru cevap arıyorsa­
525
nız, Fal ih Rıfkı Bey'in, Ali Kemal Bey ‘la­
mınım’ önce bir kere daha okuyunuz;
sonra da bugünkü gazetelere bakınız ya
da televizyon ekranlarında ‘haberleri’ izle­
yiniz: sizce aralarında ciddi bir fark var
mı? Kemalizm, ‘erken’ Cumhuriyet döne­
“Cumhuriyet katirast ", “Cumhurtyet’in mindeki ‘ulusal’ eğitim ve öğretim ‘müfre­
silahlı gücü, ‘sistem ’e dahil oluncaya datı’ ile taş gibi ‘Cumhuriyet aydınlan’
kadar, ‘A nadolu İhtilali ve înktlabı’ndan
üretmişti ki, gündemleri şaşmaz bir şekil­
gelen ‘h alkçttiğtm ; halkla içiçetiğini
sürdürmüştü: ‘n eferi (...), ‘küçühzabit'i de inkılâp’tı ve ‘inkılâp’ kaldı; oysa Soğuk
ve ‘z abitiyle, halkın oluşturduğu bir Savaş, nıade in ÜSA ‘müfredatı’ ile, sahte
gücün, başka türlü davranması garip ve mürâi bir ‘Demokrasi aydını’ üretmiştir
kaçm az miydi?” (Attila İlhan, 1997)
ki, gündemi düpedüz Tanzimat’tır,

lih Rıfkı Bey, pek güzel veriyor; bakınız, ‘DİL’ VE TARİH’ KÜR OMLARINI,
Mütareke’deki Peyâm-ı Sabah (sermuhar­ ________ NİYE AÇMIŞTI?____________
riri’ Ali Kemal Bey’i, nasıl tanımlamış;
Falih Rıfkı Atay, acımasızdır: İkisi de ‘veli­
"... o bir Tanzimatçıdır Ne istiklalci, ne nimeti’ olduğu halde, ’Zeytindağı'nda Ce­
de milliyetçidir Fakat huyu suyu, aldaki, mal Paşa’yı, Çankaya’da Mustafa Kemal
üslubu ile zamanının tam bir 'millîmi; o Paşa’yı, basbayağı ‘eleştirel’ anlatır. Henüz
günkü cemiyetin yetiştirdiği ‘normal' bir Gazi bile değil, hele Atatürk’ün çok uza­
insan tipi idi. Ona güre Osmanh Devleti, ğında iken; Mustafa Kemal’den aldığı izle­
ancak Düvel-i Mu azzam a’nın himayesi nimleri, bakar mısınız, nasıl dile getiriyor:
altında yaşayabilir, hatta aynı devletlerin "... kendisini şık bir asker mahfarlanı ile
teminâtı ile, meşruti bir hayat tekâmülü Lebon Ş eh erle merişinden çıkarken g ör­
geçirmelidir Türkler kendi boşlarına kal­ müştüm. Bütün parlaklığı üstünde, ben­
dılar mı, İttihat ve Terakki rejiminden zerlerinden yalnız tabii olarak ayrı değil,
başka türlüsünü yapamazlar Ne iktisatla­ isteyerek ve özenerek ayrılmak istediği
rını, ne mâliyelerini düzeltebilirler. Şimdi belli idi. İstanbul’da biraz daha bilgi edin­
buna bir şey daha ilâve etmek lazımdır; miştim. Ne Alman’cı, ne İngiliz ci, veya
Ali Kemal, bu memlekette, dediği gibi y a ­ Fransız'a idi. fttihatçılar’a bakarsan ız,
K E M A L İ Z M

lüzumundan fazla, 'kendiri’ idi. Gururlu Mustafa Kemal, çağdaş aileyi, ‘kompra­
ve tenkitçi olarak tanınmıştı. Sevilen veya dor’ zengini ve kibar bir ailenin kızıyla ev­
sakınılan, fakat bir türlü kayıtsız kalma- lenip; Fikriye’yi harcayarak kurabileceği
mayan, gergin y ay a oku takmak gıkı, yanılgısına düşmüştü; bu doğru ama. Lâti­
onun hırsını da iktidara yaklaştırmak fe Hanım’ın zaferden sonraki Çankaya’ya
tehlikeli olan bir adamdı..." yerleştirmek istediği (keman, viyola, piya­
no) Batılı hafif yemek müziğinden çabuk
Paşa’nın o zamanlar, Ruşen Eşrefe it­
bıkmış, köşkün Fasıl Hey’eti’ni geri çağır­
haf ettiği, fotoğrafı anlatışı da şöyledir:
mıştı. Burhanettin Ökte, aralarına bizzat
Paşa esvabı pek süslü ve resmî idi.
oturup, onlarla meşk ettiğini ‘Hatıralar1m-
Enli bir nişan kurdelâsı ile, nemi ve du­
da yazmıştır.
manı üstünde ütüsü ile, bu esvabı Mer­
Çünkü ‘çağdaşlığın’ belki opera gerek­
can Yokuşu’ndaki askerî terzi camekânla­
tirdiğini fark etmişti ama, işe kalkıştığı za­
rından birine daha çok yakıştırıyordum.
man, Türk şairinin metnini, Türk beste­
526 (...) Fotoğrafın altındaki ithaf yazısı, be­
kârına besteletip, Türk sanatçılarına çaldı­
yanname gibi bir şeydi...” (Çankaya, Cilt
rıp söyletmeyi yeğler: Özsoy Operası! Bu
1. S, 5b-59)
bir ‘bileşim/syhnthese’ mantığıdır, yani
Gazi’nin ‘zevahirdeki’ alafrangalığı, Se­
doğru olan mantık! Ne kadar öğretim ve
lanik 'kompradorluğu’nun bir yansıması;
eğitim in i, O sm anlI’nın en kom pra-
Tanzimat ‘ıslahatçılığının gizli etkisi ola­ dor/kozmopolit yöresi Makedonya’da,
bilirdi; bir Tanzimat ‘münevveri’ olmadığı,
Kayzer Erkân-ı Harbiyesi’nin yönlendirdi­
iş vatanı kurtarmaya düşünce, ‘Genç Os­ ği Osmanlı askerî mekteplerinde görmüş;
manlIlar’ ya da ‘Jöntürkler’ gibi Batı’ya ister istemez -Fâlih Rıfkı’nın tespit ettiği-
(Avrupa’ya) değil, Dogu’ya (Anadolu’ya) Tanzimat virüslerinden etkilenmiş olsa
geçince meydana çıkacaktı. Tanzimat da­ da, aslında yine ‘kendici’ idi; yâni Türk’tü
ima, Batı’dan ‘himaye’ arıyordu; Gazi, Ba­ ve de Türkçü!
tı’yla savaşmıştır; çünkü onun aradığı ‘öz­ Başkalarına güvenemiyor.
gür ve tam bağımsız bir m edeniyefti:
‘Türk Medeniyeti’.
MUCİBİ MERAK, fKf ‘VAHİM’ NOKTA?
Söylemeyi unuttum sanırım: Falih Bey,
‘Türkçü’dür; Mustafa Kemal de, ‘Türk- İki önemli nokta, benim için, oldum
çü’dür; olmasa, Müdafaa-i Hukuk ‘fikriya- olası ‘mücib-i merak’ oldu:
tı’nda Yusuf Akçura ile Ziya Gökalp’in ne a) Gazi’nin Başvekili ismet Paşa, Balkan
işi vardı? Üzerindeki ‘alafranga’ Batılı şata­ Antantı, Sovyet Dostluğu, Sadabat Paktı
fatı, gönlünde yerini, Türk’ün bin yıllık üzerine kurulu, Cumhuriyet dış politika­
tarihine bırakıyordu; yoksa zaferi müte­ sına o kadar sadık görünürdü de, ‘Millîi
akip, niye Tarih Kurumu’nu, Dil Kuru­ Şef İnönü neden, onun ölümünün hemen
tuu’nu örgütlesindi? Yurttaşlığın, dil ve ta­ ertesinde, tngiliz/Fransız Ittifakı’na gir­
rih bilincini, İçerdiğini biliyor. Niye kime mekte acele etmiştir?
sorarsanız ‘Millî Ş ef Inönü’nün Milli Eği­ b) Gazi’nin Başvekili ism et Paşa’nın
tim Bakanı Haşan Âli Yücel’in adını bilir Maarif politikası, Saffet Bey’le yürüttükleri
de; Gazi’nin Maarif Vekili Mustafa Necati ‘ulusal politika’ iken; ‘Millî Şe f İnönü’nün
ya da Saffet Arıkan beylerin adını bilmez? Haşan Ali Yücel’e uygulattırdığı, yeni kül­
Oysa ‘Cumhuriyet’ aydınları, bu İkincile­ tür ve eğitim politikası (Yunan/Larin te­
rin hazırladığı liselerden yetişeceklerdir; meli), acaba Batı Ittifakı’mn (Fransız/tngi-
Yücel ve sonrası, ‘Batıcılığa’ -yâni Tanzi­ liz) bir ‘uzantısı’ mıdır?
mat’a- dönüş anlamına gelir. ‘Resmî Tarih’, İnönü Cumhuriyeti ni.
K E M A L İ Z M , M Ü D A F A ■ I H U K U K D O K T R İ N İ

öncekinin kesintisiz devamı gibi sunuyor. ‘Kemalist’ diyor, ‘Kemal’in Adamları’ anla­
Acaba? Öyle idiyse, Gazi’nin Cumhuriye- mına! ‘Atatürkçü’ deyimi, bir kere Gazi
ti’nde ‘menkûp’ eski Batı yandaşı, hattâ Mustafa Kemal Paşa, ‘Atatürk’ olduktan;
‘hanedanın kalmasına taraftar’ Terakki per- daha ilginci, ebediyete intikal ettikten
ver’cilerin; İnönü’yle beraber, en yüksek sonra, ortaya atılmıştır: daha çok, ‘İnönü
makamlara dönüşü nedendir? Neden ‘Mil­ Cumhuriyeti’nin, sosyal ve siyasal tavrına
lî Şef’in çağdaşlık anlayışı, operasız baş­ ve tulumuna yakıştırdığı, bir ‘etiket’ bu:
kent olmaz mantığını Cari Ebertle Smeta- an ti-emperyalizm, es geçilmiştir; Türkçü­
na’nın ‘Satılmış Nişanlı’ operasına bağla­ lüğün yerini Yunan/Latin ‘söylemi’ alır;
maya çalışır? Yemen Harbi’nde ‘mumailey­ Bolşevik Rusya ile, kara gün dostluğu so­
hin’, ele geçirilen bir İngiliz karargâhında na eriyor.
tesadüfen buldukları, Batı klâsiği taş plak­ Aslında hiç unutulmaması gereken, fa­
ları almış olmasından mı? Gazi’nin adeta kat ısrarla unutturulmak istenen ‘önemli
insiyâki olarak sahip olduğu, yöntem ve nokta’ acaba şu ‘ayrıntı’da gizli olabilir
bileşim (syhthese) yeteneğine, o da bir ‘er- mi? ‘Mason Locaları’, Gazi’nin Cumhuri- 527
kân-ı harp’ olduğu halde, maalesef Millî yeti'nde yasa dışına çıkarılmıştı; İnönü
Şef’ sahip görünmez: aksi halde Kültür Cumhuriyeti’nde serbest bırakılmıştır.
Danışmam Nurullah Ataç’ın, Cumhuri- Fahrettin Paşa (Altay) Büyük Taarruz’un o
yet’in kültür politikasını, şu vahim yanlış­ baba’ Süvari Kolordusu Kumandanı, Çan­
la özetlemesine göz yumabilir miydi? kaya Hatıralarında (1925), şaşırtıcı bir
misafirden söz eder:
biz görüyoruz eksiğimizi, Yunan'ca
öğrenemedik, Lâtin'ce öğrenemedik, Avru- az sonra isminin Râsim Ferit olduğu­
pahlarm eğitiminden geçmedik, onun için nu öğrendiğim, şaşı gözlü bîr doktor gele­
ne denli uğraşsak, Avrupalılar gibi olamı­ rek Atatürk’ün elini öptü ve işaret edilen
yoruz, buna üzülüyoruz...” yere oturdu, konuşmaya başladı. Kendisi
Farkındasınız elbet, burada Gazi’nin ‘Mason’ imiş, sözleri de ‘Masonluk hikâ­
Cumhuriyet aydınlarına önerilen, meselâ yeleri' Atatürk, bir zamanlar kendisini
İngiltere devlet-i fehimesi’nin, Hindistan de Mason yapmak istediklerini, ja ka t ka­
sömürgesindeki tutsak Hindulara uygula­ bul etmediğini söyledi. İstanbul’da Mason
dığı, klasik kolonyal kültürsüzleştirme Üstad-ı Azami, Temyiz (Yargıtay) a z a ­
politikasıdır ki, bizdeki tam ifadesi Ye- sından Servet isminde bir zatmış, istifa
nİ/Tanzimatçılık olabilir. Hem de, asılaca­ ettirmiş...” (On Yıl Savaş, s. 408. lnsel
ğımız ipin ilmiğini, bilerek isteyerek, ken­ Yayınları, 1970)
di elimizle boğazımıza geçirdiğimiz, anla­ Mustafa Kemal’in sözünü ettiği, o ‘bir
mına gelir. zamanlar’, onun Selanik yıllanna tekabül
ediyor. Çankaya’da Fahrettin Paşa’mn ta­
‘KEMALİST’ BAŞKA, nık olduğu sözlerin doğruluğunu, Lord
_________ ‘ATATÜRKÇÜ’ BAŞKA?_________ Kinross da, ünlü eserinde doğruluyor:

Onlar ‘Kemalist’e özellikle içerliyorlar; Seidnik'in, öteden beri, gizli cemiyet­


çünkü o, ‘Atatürkçü’den farklıdır: adını leri doğurmaya uygun bir kavası vardı.
20’li yılların (ateş, barut ve kan) emper­ (...) ittihat ve Terakki Cemiyeti de, fa r ­
yalist öfkesinden alm ıştı; o Müdafaa-i masonların binalarından ve tekniklerin­
Hukuk ‘mücâhidi’dir ki, aynı zamanda den, böl bol yararlanıyordu. Giriş töre­
‘Türkçü’ ve ‘anti-emperyaİist’, ‘Bolşevik- ninde aday üye, gözleri bağlanarak, pele­
ler’le de dosttur; onlara ecnebi ajanslar. rin ve maskeli üç kişinin huzuruna ahm-
K E M A L İ Z M

yor ve memleketi kurtaracağına, Cemi­ onu İlkel, tek yönlü bir irtica düşmanı
ye t’in emirlerini tutacağına, sularım ele lâikliğe indirgeyenler, ‘Atatürkçüleridir:
vermeyeceğine; hem Kttr’aıı hem de kılıç yani Gazi’nin söylemi de, eylemini de
üzerine metnin ediyordu. Bu çeşit maska­ sürekli tahrif eden, unutturan ve yozlaş-
ralıkla); Mustafa Kemal’in yaradı (ışı im tıranlar.
aykırıydı...” (Afatürk/Bir miiletm Doğu­ Örnek mi? istediğiniz örnek olsun, o
şu, Cilt 1. 4, basım, s. 57. Sander Yayın­ kolay. Köylüler için, ‘memleketin sahibi ve
lan, 1972) efendisi köylüdür’ diyen, elbette Muştala
Gazi’nin masonluğu hakkında, havlı Kemal Paşa idi ama, acaba bu sözü, o böy­
rivayet üretilmiştir; oysa Fahrettin Paşa le mi söylemişti? Yanılmıyorsam, ana mel-
açıkça söylüyor: bir Yargıtay üyesinin ni ilk defa 1957 kışında Erzincan’da as­
‘masonluğuna’ kazanam ayacak kadar, kerliğimi yaparken okumuştum; uğradı­
buna karşıdır; Râsim Ferit Bey’in ‘Ma­ ğım şaşkınlığı, bugün bile hatırlıyorum:
sonluğun Faydaları’nı anlatmak için, Çünkü Gazi Mustafa Kemal, o önemli tes­
528 Çankaya’ya yaptığı ziyaret, orada geçir­ pitini tamamıyla ‘soldan’ yapmıştı; 1922
diği günler, Gazi’yi iknaya yetmeyecek­ Martında, tam tamına ne demiş olduğuna,
tir; besbelli, bazı şeyleri unutamıyordu. bir bakar mıydınız?
Ne gibi mi? Sevres Muahedesi’ni, ‘Flürri-
“... Türhiye’tıin sahibi ve efendisi kimdir?
yet ve Itilâfçı ‘Feylesof’ Rıza Tevfik Bey
Bunun cevabım derhal birlikte verelim:
imzalamıştı, bunu herkes bilir; bilir de,
acaba Mason Locaları Maşrık-ı Azamlı- Türkiye'nin sahib-i hah ıhısi, hakiki müs­
ğı’nı, o sıra henüz, meşhur ‘M aliyeci’ tahsil olan köylüdür O halde, herkesten
Mehmet Câvit Bey den ‘devralmış oldu­ çok refah, saadet ve servete müstahak ve
ğunu’ da bilir mi? Atatürk’e Suikast da­ elyak olan köylüdür Binaenaleyh Türkiye
vasında yargılanıp, suçlu bulunarak ‘asıl­ Büyük Millet Meclisi HükümetLııin, siya-
mış’ olan Câvit Bey, 'İttihatçı' sıfatıyla ay­ set-i iktisadivesi, bu gaye-i asliyi istihsale
nı zamanda M ason L o calan M aşrık-ı m a t u ft u r .(Enver Ziya Karal, Atatürk-
Azami bulunuyordu; tuhaftır ama, o da ten Düşünceleri, s, 102, Iş Bankası Yayın­
Rıza Tevfik Bey g ib i, şid d etli Ingi- ları, 1956)
liz/Fran sız (Batı) taraftan idi. Şimdi iyice
Dikkat isterim, Mustafa Kemal Paşa,
ölçüp tartınız! İnönü Cumhuriyeti yılla­
‘hakiki müstahsil olan ‘köylüden söz edi­
rında, ikisi de ‘Atatürkçü’ sayılabilirler­
yor; ‘hakiki müstahsil’ deyimi, ‘sahici üre­
di; ama Gazi’nin Cumhuriyetinde ‘Ke­
tici’ anlamına kullanılmış, yâni emeğiyle
malist’ sayılmaları, her bakımdan imkân
üretim yapan, ‘emekçi’ anlamına; şu hal­
haricidir: Birisi ‘suikast’tan asıldı, öteki
de Gazi daha o zaman ‘ağa’yı (mütegalli-
‘ihânet’tensürüldü.
be’yi) gerçek çiftçiden ayırmış, onu ülke­
‘Kemalizm’ ve ‘Kemalist’ kavramları
üzerinde, spekülasyona kalkışan acemi nin 'sahib-i hakikisi’ saymamıştır. Toprak
takımı, kimseyi kandıramaz: ‘Kemalist’, Reformu’nda işin başından beri, o kadar
aynen Mustafa Kemal Paşa gibi, ‘Türk­ ısrarlı olmasının sebebi de bu dur, ‘Kema­
çü’, ‘anti-emperyalist’ ve ‘solcu’dur. ‘Ata­ list’ tavn işte bu! Bir bakıma, Toprak Re-
türkçü’ ise, Batı’cı, komprador/kapitalist formu’nu asla gerçekleştiremeyen, sonra­
ve liberaldir (yoksa kestirmeden Tanzi­ ki ‘Atatürkçü’ kesiminin, kolay kolay, -
matçı mı demeliydim?) Anadolu thliia- belki de hiçbir zaman- kabul edemeyece­
li’ni yaşamış olanlar, ‘Kemalistler’ idi; ği bir ‘radikallik’!.. ZJ
Sağ Kemalizm
TANIL BORA - YÜKSEL TAŞKIN

eçkinci, atavist [atacı] ve faşizan Kemalizmin polemiksel bakış açısından

S öğelerle eklemlenen otoriteryaniz-


mi, etnisist-kültüralist açılımları be­
lirgin m illiy etçiliğ i düşünüldüğünde
da, Kemalizmin sol yorumları tahrifat
olarak damgalanır.
Kemalizmin resmî-millî ideolojiye rap-
(Parla 1992), Kemaliznıin esasen sağcı tolmuş akidelerini, sözcelerini usûlen ya
olduğunu ileri sürmek de pekâlâ müm­ da otomatik olarak yinelemekle iktifa
kündür, Ancak Kemalist söylemin, radi­ eden sağ söylemleri, ki esas itibariyle İs­
kal bir modernleşme programı ve antİ- lamcıdırlar, sağ Kemalizmin kapsamı dı­
emperyalizm belirtisi olarak betimlenen şında tutmalıyız. Burada, apolojetik [sa-
ulusal devrimciliği, eşitlikçi değilse de vunmacı/önlemci j ya da protokoler de­
kamucu-tesanütçü karakteri, keza radi­ nebilecek bir alımlama/alıntılamanın öte­
kal laisizmi, sol/sosyal demokratik bir sinde, Kemalizmi tefsir etmeye fikrî me­
küçük burjuva ilericiliği olarak yeniden sai ayıran ve Kemalizmin/Atatürkçülü-
kurulabilmektedir. Bütünlüklü bir dokt­ gün düşünsel ve politik mirasını sahih
rin olmaktan ziyade, ulus-devlet kuruluş bir kaynak olarak önemseyen düşünsel
sürecinde (dinî tahayyülü ikame eden) yönelimleri ele alacağız.
bir resmî ideoloji işlevi görmesiyle, yani
söylemsel-politik meşruiyet çerçevesini SAĞ KEMALİZMİN ARTERLERİ
(ve söylemsel-politik “boşluğu" [Lacîau,
2000: 95 vd.l) oluşturmasıyla da Kema­
KEMALİZMİN İNŞA DÖNEMİNDE
lizm, ideolojik hegemonya mücadelesi
___________ SAĞ YORUMLAR___________
içinde hem sağ hem sol yorumlara, ek­
lemlenmelere açık olmuştur. Tek Parti rejiminin kurumlaşması sure­
Bu çerçevede sağ Kemalizmi, Türki­ cinde ve Kemalizmi ilk doktrinleştirme
ye’de sağ akımların Kemalist ideolojik le- denemeleri esnasında, bu eklektik ideolo­
vazımatı eklemleyerek hegemonize etme jiyi sistemleştirmeye dönük sağcı girişim­
girişimleri bağlamında çözümleyebiliriz. ler de olmuştur. Irkçı ve faşizan Türkçü
Dolayısıyla sağ Kemalizm-ler-den söz et­ görüşler, özellikle Türk Tarih Tezi’ne ve
mek lazımdır. Sol Kemalizmin polemik- rejim in etnisist uygulamalarına atıfla,
sel bakış açısından, bu girişimler Kema­ bunları Yeni Türk Devleti’nin sadakat
lizmi çarpıtmak, otantizmini zedelemek gösterilmesi gereken ‘sahih’ ideolojik te­
olarak görülegelmiştir. Buna karşılık sağ melleri olarak tescillemeye çabalamışlar-
K E M A L İ Z M

Demokrat Parti yöneticilerinden Samet Ağaoğlu (solda), DP’nin Doğuş ve Yükseliş


Sebeplerinde Celâl Bayat’ın (sağda) Kemalizmini şöyle tanımlar: “Bayat’ın Atatürk’e
bağlılığı şüphe götürmez. Ama Atatürk'ü bir silah olarak kullanmaktan her zaman kaçar.
İnkılâplara bağlılığında yine asla şüphe yok. Fakat inkılâpları da fikir, vicdan ve inanç
hürriyetinin kısıtlanması için bahane olarak öne sürmekten her zaman çekinmiştir.”

dır (Özdogan 2001). Türkçülüğün fikrî leşmem, pozitivist, otoriter, organizma-


önderleri, Reha Oğuz Türkkan ve Nihal cı...) gerek (Altı Ok’u andıran) simgesel
Atsız, Kemalİzıni müstakil bir doktrin yapısı, Kemalist ilhamhdır.
olarak üstlenmemekîe birlikte (hatta At- Kuruluş döneminde Kemalizmi muha­
sız’ın onu “muazzam bir safsata" olarak fazakâr bir modernizm olarak okuma gi­
tanımladığı da olmuştur [Atsız, 1992: rişimleriyse, politik eylemden ve bağlan­
2 35]), “Atatürk devrini" Türkçülüğe ve madan uzak, entelektüel kaygıları daha
Turancılığa açık ideolojik yönelimi nede­ yüksek niteliklidir. Etkili bir ilham kay­
niyle sahiplenir, bu dönemin otoriter ve nağı olarak Bergsonculuktan beslenen ve
organızmacı kurumlaşmasını benimserler Türk inkılâbının cevherini, modernliğin
(Atsız, 1992: 47, 381). Türkçü-Turancı imkânlarını cemaat ruhuyla, mistik 'du-
hareketin ardılı olan MHP/ülkücü hare­ yuşTsezış' hassalarıyla bağdaştırmaya ça­
ket, 1990’lardaki -yeniden Türkçüleşmeyi lışan bu yönelişler (İrem 1997 ve 1982),
de içeren- yeni çizgisiyle Atatürkçülükle -yine marjinal kalan- Osmanlıcı, îslâmcı,
yan yana gelene dek, solculukla ve la­ Anadolucu vb. açılımlara yol vermeden
isizmle özdeşleştirdiği Kemalist pozisyo­ önce, soyut, kuramsal bir düzlemdedir­
na mesafeli durmuştur. Mamâfih bu hare­ ler. Peyami Safa’mn I938’de yayımlanan
ketin kurucu lideri Alparslan Türkeş’te Türk inkılâbına Bakışiar’ı, bu düzlemden
Kemalist düşünce dünyasına aidiyet her politik düzleme hamle eden, Kemalizmin
zaman belirgindir. Dokuz Işık “doktrini­ muhafazakâr bir kuramlaştırma deneme­
nin” gerek içeriği (kalkınmacı, modern­ si olarak görülebilir.
S A Ğ K E M A L İ Z M

tin Kemalizmi bir referans ve meşruiyet


KEMALİZMİN SOL-SAĞ AYRIŞIMINDAKİ
SÜREKLİLİĞİ VE CELAL BAYAR çerçevesi olarak kullanmasının rolü, ta­
yin edicidir. Asıl önemlisi, DP’nin kuru­
Tek Parti döneminin sona erdiği ve CHP- cu elitinin, Kemalizmin iikeleri olarak
DP ayrışması ile Türkiye’ye özgü diyebi­ alelusul kabul edilen normatif çerçeve­
leceğimiz bir sol-sag şemasının oluştuğu nin içinde düşünmeye devam etmiş, hat­
1946 kavşağı, Kemalizmin kendi sol ve ta Tek Parti keyfîliğiyle yozlaştırıldığını
sng’ına ayrışmasını da belirginleştirmiş- ileri sürdüğü Kemalizmi restore etme va­
lir: Ulus inşası ve modernleşme projesin­ adiyle ortaya çıkabilmiş olmasıdır. Cum-
de bir burjuvazi/burjuva orta sınıf inisi­ huriyet’in kurucu eliti içindeki hesaplaş­
yatifini, bu istikametle bir tür liberal-po- malarda dışlanan çevrelerin DP’yle reha-
pülizmi önceleyen, sahih Kemalizm ola­ bilite olmaları, güç-makam siyaseti zemi­
rak 1932 (yani ' Devletçilik' politikası) ninde Kemalizmin aleyhine görünebilse
öncesi döneme sahip çıkan "boğ" (DP); de, bu hesaplaşmalarda Mustafa Kemal’in
sınıflarüsıü-korpûratist denetimi öncele­ yakınında yer alan Celâl Bayar’ın liderli- 531
yen, siyaseti çıkar temsili değil ıdaıe işle­ ği, bu görüntüyü ikincilleştirecek ağırlık­
viyle konsolide etmeye çalışan. Devletçi­ tadır, Atatürkçülüğe bir atıf kaynağı ola­
lik politikası dönemini Kemalizmin altın rak angaje bulunan Celâl Bayar, Kemaliz­
çağı sayan “Sol" (CHP). min 1950’lerden itibaren merkez-sag po­
DP’nin politik söylemi, Kemalizmin litik söyleme uyarlanması bakımından
çok partili sistemle uyarlanması ve poli­ kurucu önem taşır,
tik kutuplaşma ortamında yeniden üretil­ Bayar, kendisini Atatürk’ün bir yakını
mesi bakımından önemlidir. 27 Mayıs ve “emaneti" ve olarak takdim etmenin
1960 sonrasında geriye dönük olarak ötesinde, DP’ye ve şahsına, “(Büyük
kurgulanarak yerleşen şemanın aksine, adam] A tatü rk’ün yolunda yürüyüp
1946-60 döneminde CHP-DP kutuplaş­ onun eserini tamamlama" misyonunu
masının Kemalizm/anti-Kemalizm ekse­ yüklemiştir. “Eseri tamamlamak", de­
ninde şekillendiği asla söylenemez, DP mokrasiye geçiştir; “Atatürk’ün davasını
hükümetlerinin Kemalizmin sol yorum­ tam m anâsıyla tah akku k e ttirm e k ”,
larına aykırı politik yönelimlerinin (ABD “Kurtuluş ve millî hakimiyet mücadele­
hegemonyasına tâbi olarak ‘anti-emper- mizin tamamlanması" demektir bu. Bu
yalisi’ otarşik eğilimlerden uzaklaşma; misyon, doğal olarak, 1946-50 geçiş dö­
serbest piyasanın güçlenmesi; dinin ka­ neminde özellikle vurgulanmıştır, “Eseri
musal alandaki varlığının genişlemesi) tamamlama"nın uzun vadeli ise, “bir ileri
temellerinin CHP iktidarının son evre­ insan cemiyeti olmaya, ileri medeniyete
sinde atıldığını unutmamak gerekir (Ti­ doğru g id iş "tir (Bayar, 1 9 9 9 b : 1 17,
mur, 1991), DP, an ti-Kemalizm in alâmeti 1999c: 15, 53, 90), Bayar 1978’deki risa­
sayılan Islâmcı-“irticaî” unsurları kapsa­ lesinde de “Batı uygarlığı düzeyine eriş­
yarak, Tek Parti iktidarına dönük revan- me” sözleriyle bu değişmez ereği yinele­
şizmi antİ-Kemalist nitelikli veya “Kema- yecektir. Eski Türk devletlerinde top-
lizme duyarsız” olarak yorumlanabilecek lumsal-örfi köklerine işaret ettiği laikli­
bir tutumla birleştiren bir toplumsal ha­ ğin kararlılıkla savunulması, bu ereğin
rekete zemin oluşturarak, kuşkusuz Ke­ eşlikçisidir, Bayar, “gerilik hareketlerini”,
malizmin sorunsallaşmasına katkıda bu­ “Ortaçağ düşüncelerini" her zaman şedit
lunmuştur, Bunda da, DP’yle beraber se­ bir dille itham etmiş (Bayar, 199a: 429,
ferber olaıı belirtik bir anti-Kemalizmden 1999c: 140); DP içinde Islâmcı hiziplerin
ziyade, CHP merkezli politik muhalefe­ bastırılması için tavır koymuştur. Sadece
K E M A L İ Z M

Islâmcılar değil, ırkçı-Türkçü veya radi­ önemli bir katkısı, Kemalist gelişmecili-
kal milliyetçiler de kontrol altında tutul­ gi, ileri em ecil iği ve pragmatizmi, teknis­
muş, bu çevrelerin buluştuğu Milliyetçi­ yenliği, bilhassa ekonom ik uzmanlığı
ler Derneği kapatılm ıştır (Şenşekerci öne çıkartarak modernleştirmesidir. Bu
2000: 244; Darendelioglu, 1968: 245- mecranın, merkez-sagın Kemalizminin
263, 100. Yıl Armağanı, 1982: 76-7). Bu ana eksenini oluşturduğu söylenebilir;
önlemlerde, Kemalist elitin politik zihni­ sağın 1960’lar -ve bir ölçüde 70’ler- pa­
yetinin iki tipik özelliği kendini gösterir: rantezinden sonra orduyla yakınlaşması­
Kendi ideolojik ufku içinde yer alsa bile, nın anahtarı da buradadır.
Özerk bir politik oluşumu tehdit olarak Başka bir eksen kuşkusuz milliyetçili­
algılamak; ve -radikal milliyetçi ve özel­ ğin Kemalizmin odağına yerleştirilmesi­
likle İslamcı harekette öne çıkan- taşralı, dir. Bayar, özel bir katkısı olmamakla bir­
‘avam’ unsurların inisiyatif kazanmasın­ likte bu odaklamayı paylaşır. 1 9 5 4 ’te
dan duyulan tedirginlik. cumhurbaşkanı olarak yaptığı bir konuş­
532 Bu modernist ve “evrenseler” ereği, öz- madaki “Türk’üm diyen ve bunu iyi bir
cü bir iddiayla birleştirirken de Bayar ti­ surette ispat eden her vatandaş" formülü
pik bir Kemalisttir, “Kendi m illetinin (Bayar 1999c: 161), açıkça ırkçı-etnisist
hasletlerine dayanarak Batı’yı aşmak" tan olmayan ama etnik-kültürel kimliğe güç­
söz eder; 1978’de yayımlanan Atatürk Gi­ lü sadakat talep eden Kemalist m illet
bi Düşünmek - Atatürk’ün Metodolojisi kavramının tipik bir özetidir.
(Bayar, 1998) kitabında sınıfların yoklu­ Kem alizm in m erkez-sag politikaya
ğu nedeniyle Türkiye’nin Batı’dan daha uyarlanmasında üçüncü eksen olarak
‘sahih’ bir cumhuriyet olma potansiyeli “Güçlü Devlet” mitosundan söz edebili­
taşıdığı iddiasında bulunur. Sınıfsız-kay- riz. 1946-50 geçiş döneminde ve 1950’le-
n aşmış toplum, Bayar’ın hep sahip çıktığı rin başlarında hak ve hürriyetlere ağırlık
Kemalist ülküdür. İktisadî liberalizm po­ veren söylevleri, Bayar’ın Güçlü Devlet
litikalarındaki Öncülüğü de daima Millî ilkesine tutkunluğunu sarsmaz. Belki
İktisatçı yönelimine tabi olan Bayar, sınıf sözkonusu dönemin bazı radikal demok­
çelişkilerini -yapaylığı yanında- büyük ratik ‘sapma’ anları dışında, millî ege­
bir millî tehdit unsuru sayarak reddeder. menliği, Türkiye'de aynı zamanda bir ge­
Solidarist orta sınıf halkçılığından kop­ lenek olan güçlü devletin bir kuvvet unsu­
maz. (1978’deki risalesinde greve de lo­ ru olarak düşünür, iktidarın m illetin
kavta da “yasal zorbalık” diyerek karşı hücrelerine yayılan bir çoğunluğa dayan­
çıkacaktır. Bayar 1998: 121) ması, millî hakimiyet prensibi, onun bir
Evrensel uygarlığa yöneliş, modernleş­ sınıfa/zümreye hesap verme zorunlulu­
me, Türkiye’nin/Türklerin fıtratındaki ğunu ortadan kaldıracaktır. Yaşlı Bayar
saklı cevheri ortaya çıkartarak dünyada Cumhuriyet’i, Tanzimat ve İttihatçılık
öncü, hakim bir rol oynamasını sağlaya­ uğraklarından geçen ezelî bir dava olan
caktır. Kendine-özgücütük, “memleket “devleti sağlam ve sürekli bir tabana
realitesi”nin benzersizliği, başka tecrübe­ oturtma” cehdinin bir vargısı olarak ta­
lerle mukayesenin (liberalizm, sosyalizm nımlayacaktır (Bayar, 1998: 38).
vb.) yersizliği, -özellikle burada Ata­
türk’e atıfla- pragmatist aksiyonerlige

_______ DfN PROBLEM/
bağlanır ( “prensipler/program/nazariyat
değil yapmak önemli”dir). Atatürkçülü­ DP seçkinlerinin “dine hürmetkar" tavır­
ğün bir sistem değil bir metodoloji oldu­ larının yanında, dinsel saikleri siyasal ör­
ğu tespiti de bunu destekler. Bayar’ın gütlenme temeli yapan çevrelere bakışta
s a c K e m a l i z m

geleneksel Kemalist çizgiyi izledikleri birlikte, Kemalizmin sag yorumlarının,


açıktır. Bu eğilim, merkez sağ liderlik açı­ rejimin bekasıyla ilgili tehdit hisseden
sından bir gelenek oluşturmuştur ve sag bütün kesimleri kavradığı bir evreye giri­
Kemalizmin din politikasının esasıdır: lir. Genellikle CHP geleneği içinde sos­
Dinsel sembol ve motifleri kullanmak, fa­ yalleşen ve politikleşen “asker-sivil aydın
kat dinsel meşruiyet ve atıf çerçevesini zümreler" de bu etkinin dışında kalma­
esas alan örgütlü ve politik inisiyatifleri mıştır. Bu elitin Cumhuriyetçi söylemi­
denetim altında tutmak, önlemek. nin rejimi takviyeyi önceleyen muhafaza­
Milliyetçi muhafazakâr aydınların bü­ kâr bîr çizgiye oturma süreci de, sag Ke­
yük çoğunluğu kültürel açıdan 'perife- malist dinamikler içinde değerlendiril­
ri’den gelmekle beraber, Kemalizmin res­ melidir.
mî kuru m Sarında şekillenmeleri din ko­ Cumhuriyetçi muhafazakârlığın oluşu­
nusuna bakışlarında da yansımalannı bul­ munun ardyöresinde, “eskî-(Tek Parti)
muştur. Seküler milliyetçiliği, dinsel milli­ CHP" dönemim özleyen bakışın etkisini
yetçilik yönünde dönüştürme çabaları, ilk bulabiliriz. Bu bakışa en iyi örnek, Falih 533
bakışta birinci anlayışla sürekliliklerini Rıfkı Atay’dır. 1971’de ölene dek gazete­
perdeleyebilir. Ziya Gökalp’in Küçük Mec- lerde günlük makaleler yazan Atay’ın,
mun’sında dikkati çektiği “kızıl ve kara CHP iktidarının son döneminden başla­
tehlike"lerden “kara" olanı, özellikle halk yarak istikrarlı bir şekilde, halkın er-
tslâmı’yla özdeşleştirilir ve ‘enternasyona- gin/olgun olmadığı koşullarda demokra­
list’ istismarın avına kolayca düşebileceği sinin yapısal olarak anarşi tehdidi yarata­
varsayımıyla, devlet eliyle denetlenmesi cağını vaz’eden bakışı, Kemalist reaksiyo-
normalleştirilir. Islâm, periferik geçmişin nerligin temel motiflerinin sürekliliğini
ifadesine de yarayan bir kimlik ayrıştırma sağlamada işlevsel olm uştur. Ancak,
unsuru olarak önemsenmekle beraber, cumhuriyetçi muhafazakârlığa bağlanan
milliyetçi muhafazakâr aydınlar için, dev- bu reaksiyonerlik, eskiyen, talî bir dü­
let-ve-millet kurgusu içinde mutlaka eritil­ şünsel güzergâhtır (Atay, 1953, 1970).
mesi (geleneksel Kemalist hassasiyet ifa­ C u m h u riy etçi m u h afazak ârlığ ın
desiyle: “başıboş bırakılmaması’’) gere­ 1950'lerden itibaren oluşumunun sosyo­
ken, aksi takdirde bu kurguyu tehdit ede­ lojik temelleri arandığında, ideaitipik
bilecek bir kaynaktır da. Reaksiyoner (an- olarak -subayların yanısıra-, 'Batı’ya açık
ti-komünist) söylemin popülerleştirdigi kurumsal liselerden (öncelikle Galatasa­
ortak dil zemininde İslâmî motifleri milli­ ray) ve sonra Ankara SBF’den (Mülkiye)
yetçi, hatta Türkçü bir söyleme rapteden mezun olan tahsilli seçkinlere dikkat
(böylece tâbi ve ikincil kılan) Türkeş’in ve edilmelidir. Miliband’ın demokratik yapı­
MHP’nin, bu yönüyle, Kemalist bir işlev ların egemen olduğu ülkelerde bile seç­
gördüğünü söyleyebiliriz. Aynı eğilim ve kinlerin ‘benzeştiğine’ ve ‘devamlılıkları­
aynı işlev, T ürk-Islâm Sentezi söyleminde na’ sınıfsal bir özen gösterdiklerine dair
de görülecektir. tezi, bu grup açısından açıklayıcıdır (Mi-
liband, 1973). Sözgelimi, DP’ye karşı me­
safelerinde, bu partinin süregelen seçkin
CUMHURİYETÇİ MUHAFAZAKARLIK
dolaşımına tehdit oluşturduğuna dair
1960’ların ortalarından itibaren, sag-sol kaygılan ağır basmıştır. 27 Mayıs 1960
kutuplaşmasının siyasal hayatı tanzim askerî darbesi, bilim adamı-siyaset ilişki­
eden bir şema olarak oturması ve bu çer­ sine pozitivist bir vurgu yaparak özellikle
çevede anti-komünizmin kuvvetli bir sol hukuk kökenli bilim adamlarının siyasal
karşıtı ortak payda hükmü kazanmasıyla etkinliğini tahkim etmiştir. Bu zümrenin
K E M A L İ Z M

sonucu olan cumhuriyetçi muhafaza­


Turhan Feyzioğlu kârlığın hem ideolojik şekillenmesinde
Y Ü K S E L T A Ş K IN hem de siyasal sözcülüğünde önemli
roller üstlenmiştir.
Döngüsel restorasyonculukla niha-
yetlenen arayışın başlarında, çoğunlu­
ğu C H P'li seçkin ailelere mensup
gençlerin çok partili hayat özlemleri
vardı. CHP'nin gittikçe donuklaşan ve
inandırıcılığını yitiren 'Tek Parti' zih­
niyetinin yerine Batı'mn çok partili,
Cumhuriyet dönemi siyasî tarihinin
demokrasi içinde kalkınmaya müsait
anlaşılmasında 'döngüsel restorasyon- 'hürriyetçi' sistemi tercih edilmektey­
5 3 4 culuk' eğilimi önemli bir ipucudur. Si­ di. 1950'lerin başında, Forum dergisi
vil ve bürokratik seçkinlerin, Cumhuri- etrafında bîr araya gelen genç akade­
yet'in kurucu rasyonelleri tehlikeye misyenlerin 'çok partili hür rejim' öz­
girdiğinde müdahale ederek siyaset lemlerinde Batılı eğitim kurumlarında
alanını temizlemeleri ve yeni bir oyun edindikleri formasyonu tamamlayan;
alanını müstakbel oyunculara açmaları onun doğal uzantısı olan ve sosyolojik
şeklinde beliren 'vesayetçilik', sivil olarak kendilerine ayrıcalıklı konum­
kadrolar içinden destekçileri olmaksı­ lar sağlayacak yeni bir kurumsallaşma
zın bu denli 'döngüsel' olamayabilirdi. / uzmanlaşma arayışı da belirleyicidir.
Prof. Turhan Feyzioğlu uzun ve dalgalı Forum dergisinin önemli figürleri Tur­
siyaset serüveni ve ideolojik arayışla­ han Feyzioğlu, Aydın Yalçın, Coşkun
rıyla bahsedilen sivil kanadı çarpıcı bi­ Kırca ve Turan Güneş çok partili, se-
çimde temsil yeteneğine sahiptir. Fey­ natolu, Anayasa Mahkemeli yeni bir
zioğlu, sağ Kemalİzmİn Soğuk Savaş uzmanlaşmanın ihtiyaç duyduğu hu-
temalarıyla yeniden yorumlanmasının kukçu-siyasetçi formasyonuna sahip-

bu kuşağının belirgin özelliği, siyasî yö­ lişmiş, CHP’de bölünmeye yol açtıktan
nelimleri değişse de, devletin kurumsal sonra da orayla etkileşim içinde olmaya
şemsiyesinin içinde veya dışında olsalar devam etmiştir.
da, kendilerini devletin devamlılığından Cumhuriyetçi Güvetı Partisi (CG P)
ciddi biçimde sorumlu hissetmeleridir. oluşumu. Cumhuriyetçi muhafazakârlı­
1950’lerde DP’nin ‘yol yordam bilmez’ ğın politik kurumlaşmasına, bu demektir
pragmatikliğini ve zor zaptolunabilmiş ki politik elit ve düşünce/siyasa üretimi
‘sosyal-tarihsel geriliğin’ önünü açmasını işlevleriyle billurlaşmasına önderlik et­
devlete karşı tehdit olarak algılarken, bu miştir. CGP ve lideri Turhan Feyzioğlu,
tehdide karşı giriştikleri seferberlik, dü­ uzun ömürlü bir bağımsız varlık kazana­
şünsel motiflerinde esaslı bir kesinti ve mamakla beraber, sola karşı müteyakkız
değişim olmaksızın, 27 Mayıs sonrasında (anti-kom ünist) bir tehdit önceliğiyle,
komünizmi/solu hedef alacaktır. Cumhu­ rejimin/deviet otoritesinin restorasyonu­
riyetçi muhafazakârlığın taşıyıcısı olan nu hedefleyen, ‘militan’ Kemalist (tercih
zümrenin etkinliği, en azından sosyal kö­ edilen terminolojiye bakarak, daha çok
keni itibariyle, CHP’yle gerilim içinde ge­ Atatürkçü) kimlikli bir aydın kadrosunun
S A Ğ K E M A L İ Z M

lerdi. Celâl Bayar'ın "27 Mayıs aydı­


nın iktidar ortaklığına yeniden girişi­
dir” tezinde bu anlamda ciddi bir
doğruluk payı vardır.
1922'de Kayseri'de doğan Turhan
Feyzioğlu, CHP'li köklü bîr ailedendi.
Babası Sait Azmi Yazıcıoğlu, Millî Mü-
cadele'ye katılmış, TBMM'de iki dö­
nem Kayseri milletvekilliği de yapmış
bir hukukçuydu.1 Feyzioğlu, Galatasa­
ray Lisesi (1941), İstanbul Hukuk Fa-
kültesi'nden mezuniyetinden sonra
(1945) Fransa'nın 'yüksek devlet ada­
mı' yetiştirmesiyle tanınan 'Ecole N a îi- 535
o n a le D 'A d m in isIration'da (1952) bir
süre araştırmalarda bulundu. Tıpkı
doktora tezini 'Siyasal Partiler' üzerine
hazırlayan Turan Güneş gibi, çok par­ Kemalizmi ‘modernleştirici
tili siyasal yaşamın hukuki açıdan İn­ milliyetçilik, millî bir çağdaşlaşma
ideolojisi” olarak tanımlayan Turhan
celenmesine dönük, pratik siyasal geti­ Feyzioğlu, muhafazakâr-cumhuriyetçi
risi de olabilecek konulara yoğunlaştı. seçkinlerle müliyetçi-mukafazakâr
Turhan Feyzioğlu, Turan Güneş ve ideolojinin geçiş noktasında durur.
Coşkun Kırca'mn genç yaşlarında
1961 Anayasası'nı hazırlayan Kurucu geleneğinden değil, çok partili hayatın
Meclis'de görev almaları bu açıdan uzmanlık gerektiren yeni iş bölümün­
çarpıcıdır.2 Bu kuşak meşruluğunu, den (basın, planlama, üniversite, Yük­
Kemalist ideolojinin sözcülüğünden sek Mahkemeler) türetmek istiyordu.
alan Tek Parti devri korporatist aydın Bu anlamda, korporatist aydın gelene-
>

tu tu num u nu sağ lam ası bakım ınd an rilimi, kararsızlığı temsil ediyordur. Fey­
önemlidir. zioğlu’nun zaten ihtiyatlı otan hürriyetçi­
Feyzioğlu, 1950’lerde esasen liberal re­ liğinden yüzgeri etmesinin temelinde,
feranslarla, “makûl tahdidi” bir hak ve dramatik (alarmist) bir komünizm tehdi­
hürriyet rejim inden yana görüşleriyle di algısı yatar. Feyzioğlu, komünizm teh­
DP-karşıtı hürriyetçiliğin bayraktarların­ didini, “Türk milleti için bir varlık-yok-
dan b iri o larak tem ayüz ed erken , luk meselesi" olarak resmeder. (Feyziog-
1960’lardan itibaren daha tahdiıçi bir yö­ lu, 1975. 1960’lardan itibaren Feyziog-
nelime girmiştir, DP’nin içinden benzer lu’da hassas coğrafya, kronik dış tehdit,
rahatsızlıklarla doğup sonra CHP’ye ka­ dünyada/Batı’da T ü rklerle ilgili ezelî
tılmış olan Hürriyet Partisi’nden (HP) hınçlar temaları, politik değerlendirme­
gelme kadrolar da, Feyzioğlu’nun başını nin sabit arkaplanı olmuştur.) Feyziog-
çektiği bu yönelimle buluşurlar. Zaten lu’nun başım çektiği CHP sağ kanadı,
HP, CHP’deki Cumhuriyetçi süreklilik ile 1967’de koparak CGP’yi oluşturana dek,
DP’deki demokratikleşme hamlesi ara­ CHP’de “Ortanın Solu" çizgisine muhale­
sındaki, bilhassa elitleri tedirgin eden ge­ fet etmiş; CHP’nin böylelikle komüniz-
K E M A L İ Z M

ğirtden bir kopma arzusuna sahipti. kalan bir yönelimi açıklıkla gösterir:
Başlangıçta DP'ye gösterdikleri tevec­ anti-komünizm. "Hür, demokratik re­
cühün nedenleri arasında-şüphesiz jim içinde, Marksizm'e kapılmadan
çok partili rejim sempatisi yantnda-bu kalkınmak" iddiası en sürekli ve de­
türden ayrıcalıklı bir entelektüel grup ğişmez sloganı olmuştur. Profesör Ha-
olarak tanınma, kabul görme umutları yek'in E sa re t'in Y o lu isimli kitabım
da etkiliydi. Aydınlar arasında ideolo­ 1940'larm sonunda Türkçe'ye çevir­
jik çatlak yaratmanın iktidarları açısın­ me girişiminin altında, yazarın sosya­
dan önemini fark edemeyen DP eliti lizmle esareti özdeşleştirmesinin payı,
bu yakınlaşma arzusunu karşılıksız bı­ herhalde 'aşırı' serbest piyasacı Öneri­
raktı. Hürriyet Partisinin kuruluş süre­ lerinden daha belirleyici olmuştur.
ci ve bu partinin büyük çoğunluğunun Çünkü, Feyzioğlu ‘hür teşebbüs' ya­
daha sonra CHP'ye katılması bu arayı­ nında devlete de önem atfeden bir
536 şın sonuçsuz kaldığının, 'Eve dönül- 'karma ekonomi' çizgisifıî sahiplen­
düğü'nün göstergesidir. Aydına bu tür­ miştir. 1956 yılında 5BF Dekanı ola­
den bir yeni güç verecek siyasal siste­ rak yaptığı konuşma üzerine bakanlık
min 27 Mayıs Anayasası tarafından emrine alınınca istifa etmiştir. Bu ko­
şekillendirilmesinde Fo ru m etrafında nuşmada öğrencilerine "nabza göre
bir araya gelen Feyzioğlu ve arkadaş­ şerbet vermeyin" önerisinde bulunan
larının büyük rolü olmuştur. Feyzioğlu, o dönemde siyasî iktidarı
1950'lerİn ortasından itibaren Fey- 'İlmi kaygılarla' denetlemesi gereken
zioğlu'nu 'hür ve demokratik rejim', aydınların oluşturduğu muhtar üniver­
'muhtar üniversite', 'basın hürriyeti', site talebini yüksek sesle dillendiriyor­
'insan hakları' kavramları adına mü­ du. 27 Mayıs'dan sonra üniversiteler­
cadele verirken izlemekteyiz. 1957'de den tasfiye edilen '147'liler' olayına
makalelerinden oluşarak yayımladığı tepki göstererek atanmış olduğu OD­
"demokrasiye ve diktatörlüğe dair" TÜ Rektörlüğü'nden ve 1961'de geti­
adlı kitabı, siyasal kimliğine dair sabit rildiği millî eğitim bakanlığı görevle-

min yayılmasına yataklık ettiği ve böyle­ mahası vardır; Feyzioğlu, 1975: 234), te­
likle Atatürkçülükten uzaklaştığı savım mel bir Atatürkçü norm olarak vurgula­
işlemiştir. nır. CGP’ye giden yolda CHP içinde Or­
Feyzioğlu çevresi ve CGP, arıti-komü­ tanın Solu’na direnişin teorik sözcülüğü
nizmlerini sağ (milliyeıçi-muhafazakâr, yürüten HP kökenli Coşkun Kırca’nm
ü lkü cü , Islâm cı) anti-kom ünizm den Atatürkçü statükosu da, korporatist bir
ayırmak üzere, milliyetçi sosyal adaletçili­ tasarıma dayanır: “CF1P belli bir sınıfa
ği vurgulamıştır. Sosyal tedbirler, millî dayanmadan M illet’in kapsadığı bütün
dayanışmacılık, fakirlikle mücadele, ko­ sınıfların hepsine birden, sosyal adalet
münizmle mücadelenin bir rüknü kabul gereklerine uygun biçimde, hitab [etme­
edilir; Atatürk’ün özgün ve miKı nitelikli lidir],,.. CHP’nin temel amaçlarından biri
“karma ekonomi sistemi”nin bu önlem­ de sınıf mücadelesini önlemeğe çalış­
leri içerdiği ileri sürülür. Bu solidarisl- maktır, .. Toplumu yönetmek durumunda
korporatist çerçevede, sınıf kavgasının olanların, onu daha bağdaşık ve kaynaşık
önlenmesi kaygısı (1 9 7 0 ’lerde Feyziog- hale sokmak için gerekli tedbirleri alması
lu’nun “tahripkâr olmayan grev”e müsa­ [gerekir)." (Kırca: 1967: 10, 11)
s a G K e m a l i z m

rinden istifa etmiş, bu yönde tutarlı bir meyeceği, hatta bunlarla çakıştığı ina­
tavır sergilemiştir. Ne var ki, aynı tu­ nışı, iman edilmiş 'uygarlıkçı' moder-
tarlılık ve 'muhtar üniversite' ısrarı, 12 nist iyimserliğin doğal sonucuydu.
Mart ve 12 Eylül'den sonra görünmez. Korporatist aydın geleneğinden farklı
Hatta, kendilerinin istifasıyla SBF'ye yöntemlerle de olsa, Cumhuriyet seç­
Sadun Aren gibi sosyalistlerin dolma­ kinlerinin ayrıcalıklı çocukları, sorun­
sından, "hiç farkında olmadan ve el­ suz bir elit-içi dolaşımın olanaklarına
bette istenmeden, meydan(ın); aşırı dair oldukça iyimserdiler. Ne var ki,
solun propagandacılarına bırakıl(ma- 1960'lar gerek gelenekten beslenen,
sından)" yakınır.3 gerekse 'aşırı' kabul edilen soldan ge­
Feyzioğlu, CHP'ye girdiği 1957 yı­ len siyasal aktörlerin hızla serpildiği
lından ayrıldığı 1967'ye kadar çok yıllardı. Siyasal gündemin hızla
önemli görevlerde bulunmuştur. Bü­ 'Üçüncü Dtinyalılaşması', popülerleş­
lent Ecevit liderliğindeki 'Ortanın So­ mesi bu kuşakça kabullenilemedi. 537
lu' girişimine "Atatürk milliyetçiliği Mutlaka birden fazla nedene dayalı
geleneğine, ve hür nizam içinde kalkı­ bu muhafazakârlaşma sonucunda,
narak sosyal adaleti gerçekleştirme" Feyzioğlu'nun ve lideri olduğu Güven
ilkesine aykırı olduğu İçin karşı çıkar. Partisi'nin ideolojisi cumhuriyetçi mu­
Feyzioğlu ve kuşağının siyasal yaşam­ hafazakâr çizgiye oturdu.
larındaki hızlı muhafazakârlaşma, si­ Feyzioğlu ve Güven Partisi kadrola­
yasî tarihimizin anlaşılması önemli sü- rı, anti-komünizm ekseninde ve milli­
reçlerindendir.4 Feyzioğlu'nun 'Ata­ yetçilik ortak paydası üzerinden o za­
türk Milliyetçiliği Yolu' diye tanımla­ mana kadar TSK'ntn güvenini kazana­
dığı kurucu rasyonellerin siyasetin de­ mamış olan milliyetçi muhafazakâr
ğiştirilemez özü olarak kabul edilme­ çevreler için önemli bir ideolojik ya­
si, aslında 1950'lerde de varlığını ko­ kınlaştırma işlevi de gördüler; özellik­
rumaktaydı. 'Batılı manada' çok partili le 1. MC'ye destekleriyle.5 Bu yakın­
hayatın bu kurucu rasyonellerle çeliş­ laşma, 12 Eylül restorasyonunun en

CGP’nin, 1975-77’de milliyetçi-muha- meyi hedefleyen bu angajmanın etkisiz


fazakâr partilerin anti-komütıist tedbir kalması ve sonunda resmî Atatiirkçülü-
saikiyle oluşturduğu L. Milliyetçi Cephe gün/sağ Kemalizmin milliyetçi-mubafa-
hükümetinde yer alması önemlidir. Fey- zakârlıkla daha örgün bir eklemlenmeye
zioglu, sosyal adaletçiliği vurgulayarak, gitmeye gerek görmesidir (buna Türk-ls-
kom ünizm le param iliter mücadeleye lâm Sentezi bahsinde değineceğiz). Cum­
karşı çıkarak bir fark koymaya çalışsa da, huriyetçi muhafazakârlığın temsilî isim­
bu politik ittifakın kalıcı bir sembolik lerinden Coşkun Kırca’nm 1991’de açık
önemi vardır: Flususen Atatürkçü kim­ politikaya m illiyetçi-m uhafazakârlığa
likli politik elitin/entelijensiyanın bir bö­ açık bir merkez-sag parti olan DYP’nin
lüğünün, devlet oto ri tesini n/rej i mi n mu­ milletvekili olarak dönmesi, bu eklem­
hafazasına odaklanarak politik olarak lenmenin bir işareti sayılabilir.
sağda konum lanm ası, bu ittifakla bir Sağ Kemalizminin taşıyıcı öğesi, Ata­
adım daha ileri g itm iştir. Başka bir türkçülüğü esasen milliyetçilik olarak
önemli nokta, milliyetçi-muhafazakâr vaz’etmesidir. Feyzioğlu, 12 Eylül 1980
nnlitikavı Atatürkçülükle henemonize et­ askerî darbesinden sonra Atatürkcülüöü
K e m a l i z m

belirgin özelliği olacaktır; hatta, milli­ rasyonculuğun' sivil desteğini sağla­


yetçi muhafazakârlar bu süreçte çok malarından ve bu süreçlerin İdeolojik
küit roller üstlenecektir. 1950'lerdeki meşrulaştmmını üstlenmelerinden
kopma arzularına rağmen, Feyzioğlu kaynaklanmaktadır.
ve çevresinin Gökalp'in so!idarist-kor- Evren'İn milliyetçi muhafazakâr ce­
poratist millet anlayışına geri dönüşle­ naha göre daha çok güvendiği Feyzi­
rinin en belirgin göstergesi, Tercüm an oğlu grubunun, cumhuriyetçi muhafa­
gazetesinin 12 Eylül darbesinden kısa zakârlığı Atatürkçülükle hegemonize
süre önce düzenlediği Anayasa semi­ etme çabaları, 12 Eylül'ün -ihtiyaç duy­
nerlerindeki duruşlarıdır. 'Türdeş mil­ duğu kitlese! desteği yaratmaktan
let' anlayışına direnç gösteren toplum, uzaktı. Bu nedenle, resmî Atatürkçülü-
bir kez daha restorasyonla 'meşru' sı­ ğün/sağ Kemalizmİn milÜyetçi-muha-
nırlarına çekilmek üzeredir ve semi­ fazakârlıkla daha örgün bir eklemlen­
538 neri düzenleyenler bu döngüsel resto­ meye gitmesi zorunlu görülmüştür.
rasyon arayışında birleşmektedirler. Özal'ın İktisadî merkeze taşıma umut­
Feyzioğlu, bu seminerde "Demokrasi­ larıyla harekete geçirebildiği kitlelerin,
den evvel devlet vardır. Ben bu Ana­ kültürel açıdan Feyzioğlu çizgisinden
yasayı, bu metni savunmuyorum. çok, milliyetçi muhafazakâr temsile
Devletimi savunuyorum. Gerekirse bir yatkın oldukları ve sola karşı daha et­
süre için siyasî rekabeti tatil bile ede­ kin bir set oluşturabilecekleri, 12 Eylül
biliriz"6 derken beklenen restorasyo­ liderliğinin bu yöndeki tercihlerinde
nun ipuçlarını da vermekteydi. Bu an­ belirleyici oidu.
lamda, 12 Mart'tan sonra kabineye Ne var ki, 28 Şubat süreci 12 Eylül
partisinden bakanlar veren, 12 Eylül restorasyonuyla desteğine başvurulan
lideri Kenan Evren'İn darbe sonrası güçlerin merkeze taşıdıkları siyasal ve
başbakan adayı olan Feyzioğlu ve sosyal aktörlerin tasfiyesi hedefiyle,
çevresinin önemi, partilerinin zayıf 'döngüsel restorasyonculuk' anlayışı­
kitle desteğinden çok 'döngüsel resto- nın hâlâ etkin olduğunun göstergesidir.
>

resmî doktrin olarak geliştirmek üzere nu Atatürkçülüğün Türkiye’ye özgü bir


kurulan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih yerli-millî doktrin oluşuyla açıklamıştı.
Yüksek Kuru mu'nun “Atatürk ve Ata­ Beri yandan, sağ Kemalizmİn milliyetçi­
türkçülük Dizisi"rıin ilk yayını olan Ata­ lik ve millî kültür anlayışının, romantik
türk ve Milliyetçilik kitabında (Feyzioğlu, ve duygucu bir üslûba kaydığında bile,
1987), bu fikri işler, Feyzioğlu’na göre popülist açılımlardan tedirgin olan, ‘pro-
zaten milliyetçilik, evrensel olarak sakili tokoler’ bir nitelik taşıdığını kaydetmek
ideolojidir. Atatürk milliyetçiliğini, ırkçt- gerekir. Milleti cisimleştiren, onun öte­
etnisist değil, yurttaşlık esasına dayalı bir sinde bizatihi oluşsal bir değer olan Dev­
anlayış olarak tamim eder; ancak millî let, sağ Kemalizmde ve cum huriyetçi
kübüre ve devlete sadakat yükümüyle muhafazakâr anlayışta daha ağır bir pate-
‘sertleştirilmiş’ bir anlayıştır bu. Coşkun tik yük taşır. Turhan Feyzioğlu’nun Ter­
Kırca da daha 1960’lardaki Ortanın Solu cüman gazetesinin Nisan-Mayıs 1980’de
tartışmasında “CHP ile muhafazakâr par­ düzenlediği Anayasa Semineri’nde “De-
tiler arasında milliyetçilik konusunda or­ mokrasi’den evvel Devlet vardır, ben bu
tak duygular" olduğunu vurgulamış, bu­ Anayasa’yı, bu metni savunmuyorum.
S A G K E M A L İ Z M

Bir önceki restorasyonun başarısızlığı­ ğerlendirmesinde Turhan Feyzioğlu, Coş­


kun K ırca g ib i ayd ın ları kastederek,
nın da dolaylı itirafıdır. Bülent Ece-
"...beklenmeyen husus, mücadelenin ön­
vit'İn 28 Şubat (1997) süreci ve sonra­ deri rolünde ortaya çıkanların, aslında yeni
sında üstlendiği rol hatırlandığında, bir hareketin karşısında değil, içinde buluna­
cakları sanılan kimseler olmasıdır. Bu sürp­
zamanlar rakibi olan Feyzioğlu çizgisi­ rizin kökünde...hissi etkenlerin bulunduğu
ne dramatik 'geri dönüşü,' bu anlayı­ görüşünü muhafaza ediyoruz. "Perde Ka­
şın Türkiye siyasetindeki belirleyiciliği­ panırken", M illiy e t, 29 Nisan 1967. Benzer
biçim de, Türk-İş Genel Sekreteri H alil
nin bir başka göstergesidir. Tunç da şaşkınlığını saklamıyordu: "Turhan
Feyzioğlu, islahatçr sosyalizme evet derdi.
Hatta Feyzioğlu'nun bazı görüşlerini çok
D İP N O T L A R
aşın bulurduk...'sosyal adaletsiz kalkınma
1 Benzer biçimde, dayısı Kadri Üçok da ilk kabul etmiyoruz' cümlesiyle başlayan ko­
TBMM'de Diyarbakır mebusudur. Yakın ar­ nuşmalarında Turhan Feyzioğlu, Ecevit'in
kadaşı Turan Güneş'in deyişiyle, "...her fikirlerinden daha aşırı görüşler ileri sürer­
ikisi de o donemin tek partisinin değil, ona di." M illiy e t, 19 Nisan 1967. 539
karşı kurulacak bir partinin içinde bulun­ 5 Aydınlar Ocağı'nın mimarı olduğu M C hü­
mak istiyorlardı. Buna karşılık aileleri ge­ kümetleri döneminde, Ocağın önemli söz­
rek Kayseri'de ve gerekse Kandıra'da cülerinden Muharrem Ergin, MC liderleri­
CHP'nin önde gelen kişileri idi." Bkz. Akın ne, Cephe içinde MSP'nin varlığının O r­
Simav. Turan Güneş'in Siyasa/ Kavgaları, du'da yarattığı güven sorununu çözmek
İzmir, istiklal Matbaası, 1975., s,9. için: " ..devletin sağlam kuvvetleri nezrin­
2 33 yaşında profesör, 34'ünde SBF dekanı deki itibarlı mevkii ve yüksek tecrübesi do­
seçilen Fezyioğlu, Kurucu Meclis Anayasa layısıyla Güven Partisi'ni aranızda bulun­
Komisyonu Başkanı olduğunda 39 yaşın­ durmanız şarttır" tavsiyesinde bulunmakta­
daydı. Turan Güneş de Kurucu Meclis üye­ dır. Ümit Cizre-Sakallıoğlu, A P -O r d u İliş k i­
liğine seçildiğinde aynı yaştadır. Coşkun le ri: B ir İk ile m in A n a to m isi, İstanbul: İleti­
Kırca, Anayasa Komisyonu sözcüsü seçil­ şim, Yay., 1993, s.126.
diğinde henüz 34 yaşındadır 6 Turhan Feyzioğlu'nun 28 Nisan-7 Mayıs
1980'de düzenlenen T e rcü m a n gazetesi
3 Turhan Feyzioğlu. A4i//et Y o lu n d a , İstanbul,
Anayasa Semineri'nde yaptığı konuşma­
Dergah Yayınlan, 1975. s, 350,
dan. Alıntlayan, Bülent Tanör. İk i A nayasa,
4 Sözgelimi, Midiyef'ten Abdi ipekçi, "Orta­ 1 9 6 1 -1 9 8 2 , İstanbul, Beta Yayınları, 1986.
nın Soluna" bayrak açanlarla ilgili bir de­ S 69-70.

Devletimi savunuyorum. Gerekirse bir babalanmasıyla da ilişkilidir. Kısaca, er­


süre için siyasî rekabeti tatil bile edebili­ ken Cumhuriyet seçkinlerinin babalarıy­
riz” sözleri özetleyicidir. la çatışan ve etkinliği devralmak üzere
Sağ Kemalizmin ve cumhuriyetçi mu­ Hür Dünya’da geçerli meziyetlerle dona­
hafazakârlığın bir başka dalına bakmak nan çocukları, siyaset sahnesine hızla ka­
için şu soruyu sorabiliriz: Coşkun Kır- tılan yeni aktörleri kabullenemediler -
ca’nın da dahil olduğu Forum dergisi çev­ onların önünü açacak düzenlemelerin
resindeki aydınların, 1950’lerdekı yerle­ mimarları da olsalar. Solun gelişmesi, bu
şik düzenden ve rutinleşen siyaset yapma huzursuzluğu iyice büyüttü. Forum ya­
biçimlerinden kopma arzusuna, enerjisi­ yıncısı Aydın Yalçın’ın, sol-liberal dene­
ne rağmen, zaman içinde muhafazakâr- bilecek bir konumdan devletçi muhafa­
laşmalarını nasıl açıklayabiliriz? Bu du­ zakârlığa meyledişi, bu reaksiyonu ör­
rum, seçkinler arasında, belki zorlu fakat nekler. Bir cumhuriyetçi muhafazakâr
meşru bir dolaşım imkânına başlangıçta olarak Yalçın’ın ideolojik portresi, Kema-
duyulan güvenin, kabullenmekte zorlan­ lizmle sağcılığın bir arayüzeyini tanımla­
dıkları bir popülizm dalgası tarafından mak bakımından dikkate değerdir.
K E M A L İ Z M

Aydın Yalçın Forum dergisini, Lond­ sıyla, 12 Mart 1971 öncesi ve sonrası
ra’da eğitim gördüğü sıralar, işçi Parti- cuntacılarla tem aslarıyla ve 12 Eylül
si’ne fikir üreten ‘Fabian Society’ ve ‘par- 1980 sonrası geçiş döneminde bir yeni
tilerüstü’ bir profili olan Econom/st dergi­ sağ parti için icazet alma çabalarıyla, ta­
sinden esinlenerek tasarlamıştır. 'Hür sarladığı siyasî projenin devlet erkini
(Batılı) dünyanın’ siyasî kurum ve değer­ temsil eden güçlerin yardımıyla ‘yukarı­
lerinin, Türkiye’de yeşertilmelerinin en dan aşağı’ inşası için fırsat aramıştır. CGP
önemli eksikliğimiz olduğuna inanmak­ çizgisinde de kendini gösteren bu tutum,
tadır. Bu 'yol’da iki ciddi engel sö2 konu­ cumhuriyetçi muhafazakârlığın bir ka­
sudur: Komünizm ve gelenekten besle­ rakteristiğidir. Yalçın, Yeni Sağ değerlerle
nen m illiyetçi veya ümmetçi projeler, cumhuriyetçi muhafazakârlığın örtüşebi-
Yalçın’ın ‘Hürriyetçi’ kutup tanımı Avru­ leceginin ilk işaretlerini de vermiştir.
pa ve Amerika arasında, İkincisinden ya­
na bir tercihle belirlenmiştir İ9 5 0 ’lerin
12 EYLÜL: SAĞ KEMALİ2M/N VEYA
540 başındaki bu tercihi ve NATO’yu sadece CUMHURIYErçi MUHAFAZAKARLIĞIN
savunma amaçlı bir kurum olarak değil, M/LL1YETÇ1-M UHAFAZAKARLIKLA
‘uygarlıkçı’ bir misyonla savunması onu ___________ EKLEMLENMESİ___________
diğer Forumculardan ayırır. Kendisini si­
yasî ve ekonomik liberalizmin erdemleri­ 12 Eylül 1980 askerî darbesinin başında,
ni çok erken keşfetmiş biri olarak görUr. rejimin restorasyonu çabalarının yüksek
Etkilendiği kaynaklar arasında klasik si­ siyaset ve kültür kurumlarıyla sınıflandı­
yasî liberalizmin kurucuları John Locke, rılmasının ve ‘standart’-protokoler Ata­
J.S.M ili gibilerini sıklıkla hatırlatsa da türkçülüğün, kitlesel destek ve kalıcı ba­
1960'larda, hele 1980’lerde savunageldîği şarılar sağlamaya yetmeyeceği, görül­
fikirlerle siyasî liberalizm arasında ciddi mekteydi. 1970’lerin siyasal kutuplaşma
çelişk iler görülecektir. Aydın Yalçın, birikim i, o zamana dek d oktrin er ve
DP’ye karşı kentli aydınların ve işadam­ programatik içerikten yoksun, muğlak,
larının tepkilerinden ortaya çıkan Hürri­ amorf bir boş-çerçeve arz eden Atatürk­
yet Partisi’nde yer almıştır. DP’ye daha çülüğü, tam da bu niteliğiyle hegemonik
çok kültürel çatışma eksenli bir mesafe­ güç oluşturma imkânından yoksun bı­
den yaklaşmış, bu partiyi “plan, program rakmıştı. Nitekim 12 Eylül rejiminin teş­
ve b ilim b ilm e m ek le" e leştirm iştir. kil ettiği Bonapartist iktidar uğrağıyla,
1961’de savunduğu, DP-AP geleneğinde ‘nötr/yansız’ Atatürkçülük boş-çerçeve si­
İLberal-Batıcı bir tutumun dinsel ve milli­ nin yerleşik koruyucusu-kollayıcısı ola­
yetçi unsurlar karşısında güçlendirilmesi rak bu geleneksel meşruiyetin o kon­
esasına dayanan, bunun için de Atatürk­ jonktürdeki son kalıntısını kullanan or­
çülük şemsiyesini kullanan ‘Çağdaş Sağ’ du, Atatürkçülüğü hem doktriner hem
çizgisi, CHP’den Ortanın Solu hareketine popüler bir projeye dönüştürme gereği­
tepkiyle kopanları önceler. Bir başka açı­ nin farkında olmalıydı. Nitekim 1960’lar-
dan bakıldığında, CHP’deki CGP’yi do­ dan itibaren, özellikle anti-komünist sa-
ğuran sağ Kemalist muhalefetin AP’deki iklerle, ordu içinde Kemalizırıi doktrin-
simetriğidir. CGP’nİn ‘Milliyetçi Atatürk­ leştirmeye ve popülerîeştirmeye dönük
çülüğü’ kitleselleştirememesi gibi, Yalçın münferit -ve ‘amatör’- girişimler görül­
da AP’yi etkilemede başarısız kalmıştır. müştü (örneğin General Faruk Güven-
Aydın Yalçın, 27 Mayıs 1960 sonrası Tür- türk’ün irtica-karşıtı motifleri de güçlü
keş’le öncü gazetesinde, sonra Ekrem Gerçek Kemalizm kitabı IG üventürk,
Alican’m güdümlü YTP’sİnde yer alma­ 1964)...). Eninde sonunda cumhuriyetçi
S A Ğ K E M A L İ Z M

muhafazakârlığı yansıtan bu tür bir ‘ste­ Ocağı etrafındaki aydınlar ağırlık kazan­
ril’ Kemalist söylem de kendisini göster­ mışlardır. Bu etki, yeni Anayasa’nm ha­
mekle beraber, 12 Eylül yönetiminin res­ zırlanma sürecinden başlayarak, yine bu
torasyon arayışını belirleyen özellik, Anayasa’da kurulması öngörülen Atatürk
temsil ve yönlendirme güçlerine ve anti- Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun
komünist enerjilerine ihtiyaç duyduğu (AKDTYK) ve TRT ile YÖK’ün yeni kad­
milliye tçi-muhafazakâr seçkinlerle yaptı­ rolarında, millî eğitim politikalarında
ğı ittifak olmuştur, açıkça kendini göstermiştir.
12 Eylül darbesine yaklaşılan süreçte Kenan Evren Temmuz 1981’de Erzu­
Tercüman gazetesinin düzenlediği Anaya­ rum’daki önemli konuşmasında restoras­
sa Semineri, cumhuriyetçi muhafazakâr­ yon projesinin hedeflerine dair ciddi
larla, m illiyetçi muhafazakâr çizginin, ipuçları vermişti: “Cumhuriyet’in temel
Celâl Bayar’ın simgelediği sağ Kemalizm taşlarından Atatürkçülük adına tahrifat
ekseninde buluşmalarına açılan bir mec­ ve tahribat yapmış olanların yozlaştırmış
raydı. 12 Eylül darbesi ve ardından izle­ oldukları Cumhuriyet kuruluşlarını ye- 541
nen restorasyon projesi, bu buluşmanın niden düzenleyeceğiz, gerekirse bu dü­
tescili anlamına geldi. DPT’deyken ‘ta­ zenlemeyi o kuruluşu kapatıp yeniden
kunyalılar’ fobisinin hedefi olan ve 12 açmak suretiyle gerçekleştireceğiz.” (Ter­
Mart restorasyon darbesinin gerekçe lis­ cüman:: 24 Temmuz 1981). Bu alıntıda,
tesinde yer bulan Turgut Ûzal, toplumda yeni rejimin Kemalizmin sol yorumları­
yankı bulan muhafazakârlığını İktisadî na karşı tavizsiz olacağı açıkça görül­
siyasetine dayanak yapabilme avantajıy­ mektedir ve yeni Anayasa’nın yapımın­
la, cumhuriyetçi muhafazakâr seçkinle­ dan itibaren restorasyon sürecinin tü­
rin önüne geçiyordu. Özal’ın serbest pi­ münde bu eğilim belirleyici olacaktır. Sol
yasa politikası da, kültürel açıdan kenar­ Kemalistlere karşı reaksiyoner bir tu­
da kalan kitlelerin İktisadî merkeze nü­ tumla önlem alınmasının önemli bir ne­
fuz etme um utlarına hitap etmesiyle, deni, 12 Eylül öncesi dönemde korpora-
muhafazakâr “sessiz çoğunluğu” “Cum- tist devlet anlayışını zayıflatan -ve bu an­
huriyet’e kazanma” vaadini içermektey­ layıştan beslenen seçkinleri ürküten- ku­
di, Kenan Evren’in anılarında darbeden rumsal özerkleşme taleplerinin güçlen­
sonra başbakan yapmayı tasarladıklarını mesiydi. Bu korporatist zihniyet, kültü­
anlattığı, cumhuriyetçi muhafazakârlığın rel restorasyon anlayışının sınırlarını da
simge ismi Turhan Feyzioglu böyle bir belirledi. Kısaca, toplumsal değişimi de­
buluşmayı gerçekleştirebilecek bir isim netleme arzusu, AKDTYK gibi kurumla-
değildi. nn yaratılmasında en belirgin nedendi.
Sadece iktisat alanında değil, kültür Bu kurumun şekillenmesi ve kadroları­
alanında da 12 Eylül liderliği, ideolojik nın niteliği, değişimi denetleme isteğinin
olarak daha yakın olduğu cumhuriyetçi ne tür aydınlarla yapılmak istendiğini de
muhafazakârların desteğinin meşruiyet gösterir: DTCF gibi daha çok 'korpora­
ve rıza üretimine yetmeyeceğinin farkın­ tist' aydınların kümelendiği muhafazakâr
daydı, Böylece, restorasyon politikaları­ kurumlarm AKDTYK içinde etkinlik ka­
nın kültürel boyutunda, milliyetçi-muha- zanmaları bu bağlamda anlaşılabilir. Ku­
fazakâr temaları ve hassasiyetleri Kema- rumla hedeflenen kültürel restorasyonun
lizmin otoriter-devletçi çekirdeğiyle ek­ çarpıcı bir özeti, ilgili Anayasa maddesi­
lemleyen ‘kendiliğinden’ Türk İslâm Sen­ ni hazırlayan MGK üyesi Tahsin Şahin-
tezi söylem ini (bkz. Copeaux 19 9 8 ) kaya’nın ’gerekçesi’nde bulunabilir: “Ata­
doktrinleştirmiş olan, özellikle Aydınlar türk tarafından kurulan Türk Dil Kuru-
K E M A L İ Z M

Milliyetçi Cephe koalisyonu: Turhan Feyzioğlu (CGP). Süleyman Demirel (AF), Alparslan
Türkeş (MHP), Necmettin Erbakan (MSP). Muharrem Ergin in bu koalisyonun
zorluklarıyla ilgili yorumu (1975): “Zaten milliyetçiliğin Türkiye’d e iktidara gelmesi o
kadar kolay olsa hiç memleket bu şekilde buhrandan buhrana düşer miydi? Türkiye’de
milliyetçilik Atatürk’ün Ölümünden sonra iktidardan sürülmüştür.’’

mu ile Türk Tarih Kurumu'nun günün dınlar Ocağı ve benzer çevreler, jakoben
ihtiyaçlarına göre reorganize edilerek Kemalist çizgiyi popülarize etmek iste­
devletle olan organik bağlarının tesisi ve yen ve bu yolda İslâm’ı kullanan devletçi
kuruluş amaçları doğrultusunda faaliyet sağ grup(lardır)’’ (Öğün 1995: 187), yo­
g ö sterm ele ri..." (Tercümem: 26 Ocak rumu, açıklayıcıdır. Sosyal bilimlere böy-
1983). Burada, devletten bağımsızlaşan lesi 'misyoncu’ yaklaşım, milliyetçi mu­
küllür üretiminin devletin varlığına teh­ hafazakârlığın ilim ci kanadında zaten
dit olarak algılanması teşhisinden hare­ ciddi bir gelenek olarak m evcuttur.
ketle; tedavi, 'bağımsızlaşan’ aydınların TKAE (Türk Kültürünü Araştırma Ensti­
tasfiyesi ve organik/korporatist aydınlar­ tüsü) gibi çevreler 'millî meseleler’ konu­
ca ikamesinde görünmektedir. sunda, o dönemde “Kürtlerin Türklüğü­
Bu açıdan bakıldığında, Aydınlar Ocağı ne" yoğunlaşarak, "uygulamaya dönük”
çevrelerinin ideolojik olarak sağ Kema- rapor- eserler hazırlamaya adanmıştı.
lizmle örtüştükleri görülebilir. Bu zümre­ AKDTYK, bu çevrelerin kültürel tezleri­
nin cumhuriyetçi muhafazakârlarla or­ nin cumhuriyetçi muhafazakârların kil er­
tak laştığı k o rp o ratist aydın kim liğ i, le buluştuğu yüksek merci olacaktı. Bu
AKDTYK’nda tereddütsüz birlikte varola- iki geleneğin uzlaştırılması için yoğun
bilmelerini sağlayabilmiştir. Kültürel/bi- çaba harcayan kişi olarak, Kurumun ilk
limsel üretim, iktidarı (devleti) hep haklı başkanı emekli korgeneral Suat Ilhan’ın
çıkaran bir vazife olarak algılanmıştır. Bu adı anılmalıdır. Ilhan, gerek bu görevinde
noktada, Sühyman Seyfi Ogün’ün "Ay­ gerek daha sonraki çalışmalarıyla, ordu*
S A Ğ K E M A L İ Z M

nun “Atatürk milliyetçiliğine”, etnisist Atatürk Milliyetçiliği de, solidarist yö­


temelli bir emperyal vizyon, bir süper nüyle halkın farklılık taleplerine kuşku­
güç olma istenci aşılamaya çalışmıştır cu bakar, belirli kültürel yükümlerle ka­
(Ilhan, 1989, 2000). yıtlanmış bir millet tanımı içinde ‘sapma­
Dine bakış ve milliyetçilik tanımları, lardan’ temizlenmiş bir siyaset alanını
milliyetçi muhafazakârlarla cumhuriyetçi şart koşar. Sıklıkla ‘döngüsel restoras-
muhafazakârların kolay uzlaşamadıkları yoncııluk’la sonuçlanan bu kaygı, ‘iki
nokta olmuştur. Bu iki çatışma konusu muhafazakârlığın’ (bir başka deyişle sağ
1982 Anayasası’nın hazırlık sürecindeki ve sol Kemalizmin) en belirgin ortak pay­
tartışmalarda iyice belirginleşti 1 Milliyet­ dasıdır İşte, bu iki zümrenin elit-içi ça­
çi muhafazakâr kanadın benimsediği - tışma mantığına dayanan, muktedirler
1961 Anavasası’mn başlangıç bölümünde nezrinde devletin meşru organik enteli-
de varolan- Türk milliyetçiliği’ ifadesi, jensiyası olarak tanınma varışlarında,
uzun tanışmalar sonucunda yeni Anaya­ 19801er milliyetçi muhafazakârlar için
sada yerini “Alaıiirk milliyetçiliği" ifade­ ‘alım yıllar olmuştur. 543
sine bırakmıştır Milliyetçi muhafazakâr Burada bir parantez açarak, Kemalist
bakış açısına göre, 'Türk Milliyetçiliği" dogmatiği ınilliyetçi-muhafazakâr ideolo­
terimi, Kurtuluş Savaşı’nı, Atatürk döne­ jiyle epeyce erken’ bir eklemleme girişi­
mini de içeren 'evrensel' bir kapsayıcılığa mi (ya da habercisi) olarak, Mümtaz Tur­
sahipti ve Türklüğün tarihî sürekliliğini han'a dönebiliriz (Böyle eklemleme giri­
yansıtıyordu Cumhuriyetçi muhafazakâr şimleri, c azının başında değinildiği gibi,
gelenek ise, “Atatürk Milliyetçiliği" ile, Cumhuriyet’in kuruluş dönemine dek
“sınırları belli bir vatan" anlayışına daya­ uzatılabilir. Ancak 1950’lerde, özellikle
lı, Tealisi”, maceracılıktan uzak ve mo- Kemalizmin solla eklemlendiği 1960’lar-
dern-laik bir ulus tanımım özetlemektey­ da, bu arayışlar geride kalmış, unutul­
di. Bu anlayış, vatandaşlık esasına dayalı muş görünürler. Mümtaz Turhan’ın yö­
bir Cumhuriyet fikrinin turetilmesine, nelimi, böyle bir vasatta ortaya konması
geliştirilmesine görece müsaittir. Ne var itibariyle, ‘yeni’ ve ‘erken’dir.) Batı mede­
ki bu ‘türetim’, etnisist-ırkçı yönelimli niyetinin esası olarak “ilim zihniyetinin”
milliyetçilerle paylaşılan ortak bir özel­ alımlanmasına dayalı gerçek modernleş­
likten dolayı belirginleşememiştir. Görü­ meyi millî kimligin/kültürün yenilenerek
nürde çatışan iki farklı milliyetçilik anla­ muhafazasının kaçınılmaz yolu olarak
yışı da, Ziya Gökalp’in somutlaştırdığı vurgulayışıyla zaten Kemalist misyon ta­
korporatist-solidarist siyaset felsefesin­ nımıyla uyumlu olan Mümtaz Turhan’ın
den kopamamaktadırlar. Cumhuriyetçi 1965’de yayımladığı Atatürk ilkeleri ve
muhafazakârlar Ziya Gökalp’ten kopuşla Kalkınma risalesi, “Atatürk ilkelerin i”
değil, Türkçülüğün Esaslnrı’nda “Türkçü­ milliyetçilik ve sağ adına temellük etme­
lük hiçbir zaman klerikalizmle, teokrasi ye dönük bir girişim olarak önemlidir.
ile, istibdatla bağdaşmaz” (Gökalp 1976: Bu risalede Turhan, Atatürk ilkelerinin
177) diyen Geç Ziya Gökalp’İ benimseye­ millî kültürü ifade eden “İçtimaî norm­
rek Atatürk Milliyetçiliğini içeriklendirir- lar" haline getirilm esinin peşindedir.
ler. Gökalp düşüncesini korporatist-soli­ Türkiye’nin “millet olma c eh din i" henüz
darist açıdan yorumlama yönünden bu tamamlamadığı, hâlâ bütüncü! bir millî
iki muhafazakârlık arasında ciddi para­ kültürün oluşmadığı tespitinden hareket­
lellik vardır. Söylemsel düzeyde vatan­ le, m odernleşm eci-kalkınm acı-bilim ci
daşlık esasına dayalı Cumhuriyet anlayışı paradigmayı -“aşın derecede milliyetçi"
lehine unsurlar barındırmasına rağmen, olduğunu belirttiği Atatürk’ün izinde- bu
K E M A L İ Z M

hedefe yönlendirmiştir. Sol Kemalizme restorasyon ideolojisinin referans katalo­


karşı Atatürk’ün esas itibariyle milliyetçi gu olmaya müsaitti. Anlaşılması zor olan,
olduğunu vurgulayan standart polemiğin özellikle Soğuk Savaş koşullarında sağ
ötesinde, Mümtaz Turhan’ın, “ilim zihni­ bir Kemalizmin/Atatürkçülügün bir ‘dön­
yetinin" "en hakiki mürşit" olarak altını güse! restorasyonculuk’ eğiliminin ide­
çizmesi ve millet ‘cevherini’ hamâsetle olojisi haline getirilmesi değil, sol Kema­
geçiş tir m eyip kurulacak/yaratılacak bir list yorumlarla ısrarla denenen ‘aşılama’
ideal olarak görmesi ayırt edicidir. çabalarıdır.
Kemalizmin muhafazakâr içeriğinin gö-
___________ BİR TOPARLAMA___________ rülememesi, daha çok seçkinler arası mü­
cadele saikleriyle anlaşılabilecek bir olay
Mustafa Kemal ve yakın çevresinin de­ olan, İnönü’nün CHP’yi sol kitlesel talep­
mokratik katılıma yönelik reformcu iyim­ lerin temsilcisi/vekili haline getirmeye
serlikleri, Takrir-i Sukün kanununa önge- dönük ‘Ortanın Solu’ stratejisi ile yakın­
544 len, ardından Serbest Fırka’nm kurulu- dan ilişkilidir. Devleti biricik modernleş­
~ şuyla onaya çıkan güçlü muhalefet dama­ tirici özne olarak kabullenen bir düşünce
rının yarattığı hayat kırıklığı ve korku ile ikliminden ‘sol* projeler neşet ettirme gi­
sönümlenmişti. Yeni rejimin ‘muhafazası’ rişimi, solun yerleşik iktidar ilişkilerine
tedbirlerine daha fazla ağırlık veren Ata­ radikal bir eleştirellikle yaklaşarak, ege­
türk ve Millî Şef dönemleri, yönetimin men blok dışında dönüştürücü bir özne
halkla bağlarının gevşemesine yol açtı. ve bir alternatif olabilmesinin önündeki
Halkçılık ilkesinin ardındaki pozitivist en büyük engel olmuştur. Sol politik güç­
zihniyet, halka şekil vermenin güçlüğünü ler, 1960 ların sonunda Kemalist seçkin­
‘sınadıkça’, “kültürün devletçileştirilmesi” lerin vesayetinden çıktıkça, Kemalizmin
denilebilecek süreç yoğunlaşmış; zayıfla­ 12 Marda damgasını vuran ‘muhafazakâr’
yan politik reform ve katılım girişimleri, niteliğinin de belirginleşmesine katkıda
üstyapı kurumlarıyla sınırlandırılan ham­ bulunmuşlardır. Solun yükseldiği bu sü­
lelerle dengelenmek istenmişti. Kemaliz- reç, Kemalizmin/Atatürkçülügün hege-
min hem ilerici/degişimci hem de statüko­ monik gücünün Cumhuriyet dönemi bo­
cu yorumlara kaynaklık edebilmesi bu yunca en gerilediği dönemdir.
ikili yapının da bir sonucudur, Geçmişe dönük değerlendirmelerin,
Kemalizmin bir modernleş(tir)me pro­ DP ve CHP arasında Kemalizm t anti-Ke-
jesi olarak Batıyla ilişkisi indirgemeci ol­ malizm ekseni üzerinden bir karşıtlık
duğu kadar tarihsel bir ânın evrenselleş­ kurgulamasına mukabil, DP üst yöneti­
tirilerek dondurulması anlamında muha­ minin Atatürkçülüğü “bitmemiş bir me­
fazakâr bir tecrübedir. İndirgeme, Batı ta­ deniyet projesi" olarak algılama ve kal­
rihinde yaşanan çatışmaların merkezile­ kınmacı bir içerikle yeniden yorumlama
şen ulus-devlet ile dinsel ve etnik cema­ çabaları, bir kopuşun değil sürekliliğin
atler arasındaki gerilime hapsedilmesin­ varlığına işaret eder. Bayar’ın temsil ettiği
den kaynaklanm aktaydı. Ulus-devlet, sağ siyaset sınıfının yanında. Mümtaz
m od ernleştirici evrensel özne olarak Turhan gibi akademisyenlerin temsil etti­
dondurulurken, bu temsile direnen yo­ ği muhafazakâr-modernist çizginin sağ
rumlar, ister modem (İst) olsun ister ge­ düşüncedeki ağırlığı, bu sürekliliği gös­
lenekçi, gayri meşru sayılmaktaydı. Dola­ terir. Soğuk Savaş süresince, milliyelçi-
yısıyla Kemalizm başından itibaren, sı­ muhafazakârhk sağ Kemalizmle sorunlu
nırları belirlenmiş siyaset alanını zorla­ bir ilişki kurmadığı gibi, Kemalizmin sa­
mak isteyen aktör ve hareketlere karşı bir rih temsilcileri olma iddiasıyla devlet e!.-
S A Ğ K E M A L İ Z M

tini etkilemeye çalıştı, 12 Mart sonrası simlerin gösterdiği tepkiselliğin ‘ortala­


süreçteyse, devlet içinde milliyetçi-mu­ ma’ Kemalizmle benzer hale gelişi çarpı­
hafaza kâr kadrolaşmanın genişlemesi ve cıdır. İran Devrimi’ne karşı alınan pozis­
12 Eylül restorasyonunda bu kadroların yonlar, tepkilerdeki benzerliğin belirgin
kilit rol üstlenm esi, sag Kemalizm ile örneğidir. Bu yakınlaşma, Kürt hareketi­
milliyetçi-muhafazakârlık arasındaki me­ nin üniter devlet yapısına tehdit olarak
safeyi önemsizleştirdi. görülen taleplerine karşı gösterilen tep­
Temel ayrılık noktası olarak görülen kilerde daha da belirginleşir. Siyasal Is­
dinin algılanışı konusunda ise, iki tarz lâm ve Kürt sorunlarında, cumhuriyetçi-
muhafazakârlık, devletin dine müdahale­ muhafazakâr ve milliyetçi-muhafazakâr
si anlayışında hemfikirdiler. Sorun bu­ anlayışlar, devletin bekası önceliğiyle,
nun içeriği ve tarzında düğümlenmek­ sağ Kemalist bir tutumda birleşmişlerdir.
teydi - e n azından 1980’lere kadar. 12 Kemalizm, Türkiye’de siyasal mücade­
Eylül sonrasında, bu iki muhafazakârlık leyi hegemonize eden, sag-sol ayrışması­
yakınlaştı. Türk Islâm Sentezi, sağ Ke­ nın (veya başka ideolojik kutuplaşmala- 545
malist siyaset felsefesiyle örtüşen bir mu­ nn) sorunsalla ilgili bir ayrıma dönüşeme-
hafazakârlıktır; özgül farkı, sadece, bu yip tematik düzeyde kalmasına neden olan
mirası din alanında popülerleştirme mis­ egemen İdeolojidir. Sag Kemalizmİn tema­
yonunu yüklenm esinden kaynaklanır. tik çerçevesi ve bizzat bir tema olarak sağ
Nitekim siyasal Islâm milliye tçi-muhafa- Kemalizm de, bu sorunsal egemenliğin iş­
zakâr temsilden bağımsızlaştıkça, bu ke­ leyişini gösteren bir örnek... □

DİPNOTLAR

1 Anayasa Komisyonunun Aydınlar Ocağı'yla ya­ maktaydı. Akyol'un bu arzusu gerçekleşmese


kın ilişkilere sahip üyesi Şener Akyol, 2 Eylül de, nihai metinden memnundur çünkü, “...bu-
1982’de "Anayasamızın başlangıç bölümüne nu başaramadık ama sizi temin ederim ki, bu
Yüce Allah'ın adını koyacağız. Başlangıç bölü­ Anayasa'nın bütününe bu düşüncemiz yansı­
münde Yüce Allah'ın adının anılmasında laikli­ mıştır. 1932 Anayasası Allah korkusu ile hazır­
ğe aykırılık yoktur" (Tercüman, 2 Eylül 1982). lanmıştır" görüşündedir. Şener Akyol, “82
derken, o dönem organize milliyetçi muhafa­ Anayasası Allah Korkusu İle Hazırlanmıştır" Bo­
zakâr çevrelerde hakim iyimserliği de yansıt­ ğaziçi dergisi, Aralık 1985, s. 50.
Celâl Bayar
T ANI L B O R A

C um huriyet rejim inin kurucu kadrosu deli bir kişilik geliştirdi. "Devleti/memle-
içinde en ağırlıklı sivil figür olan M ah ­ keti kurtarmak" gibi yüksek sorumluluk-
mut Celâl Bayar, 1930'larda Kemalist in­ lu bir angajm anla, yarı gizli şartlarda
kılâp ideolojisinin ekonomist bir yorum ­ baskı altında yürütülen dar kadrocu ön­
cusu ve uygulamacısı; D P Genel Başka­ cü siyaseti olarak ittihatçılık, O nun poli­
nı ve cum hurbaşkanı olduğu 1946-60 tik üslûbuna damgasını vurmuştur. Yüz
546
döneminde ise, inkılâbı bir sosyal taba­ yaşından sonra verdiği m ülakatlarında
na oturtmaya verdiği öneme uygun ola­ "Ben hep İttihatçı kaldım" demiştir; y a ­
rak, Kemalist yönetim anlayışını parla­ kım olan tarihçi Cem al Kutay da onun
m enter d em okratik rejim e uyarlayan "daim a İttihatçı kaldığım... tasfiyesinin
otoriter m illî iradeci görüşün öncüsüdür. bir zaruret sayıldığı günlerde dahi, bir­
M ahm ut C elâl 1883'te, O sm anlı'nm çoklarının aksine İttihatçılığını ted veya
Balkanlard aki topraklarından çekilmesi­ inkâr yoluna girmediğini" vurgular (Ku­
ni travmatik bir kayıp olarak yaşayan bir tay, 1982: 141). Ancak Şevket Süreyya
a ile d e doğdu. A ilesi, D oksanüç Har- A ydem ir'i izleyerek bir şerh düşmekte
b i'n d e k i (1875/76} bozgundan sonra yarar vardır: Bayar'ı, İttihatçılıkla eşan­
Plevn e'd en Bursa'ya göç etmişti. Hem lamlı kullanılageldiği üzere "kom itacı"
medrese hem modern öğretmen okulun­ olarak yorumlamak indirgeyici olur, O
da eğitim görmüş olan babası, iki abisi paramiliter yapılar kadar sivil örgütlen­
genç yaşta ölen küçük oğlunun iyi yetiş­ m eye ve bürokrasiye de hakkını veren
mesi için özel çaba sarfetti. M ahm ut bir "profesyonel siya s e tç id ir (Aydemir,
Celâl Fransızca, Arapça, Farsça öğrendi, 1969: 160-4). Kurucu Kemalist kadro­
küçük yaşta yerel dairelerde çalışma ve nun en yetkin profesyonel politikacıla­
idare tecrübesi edindi. 17 yaşında Bursa rından biri... "İttihatçı kalmak", meşru­
Ziraat ve Deutsche Orient bankalarında iyetini devletî kurtarma m isyonundan
çalıştı. Burada tanıdığı Alman M illî İkti­ alan, acilci ve ikameci bir otoriter politi­
sat O kulu'nun fikirlerinin etkisinde kaldı ka üslûbunun ifadesidir. Bu çİ 2gi, Bayar
(Şenşekerci, 2000; 27 vd,} Bu çalışm a kadar açıkça sahip çıkmasalar dahi, Ke­
tecrübesi, O nun ekonominin "yen i" top­ malist kadronun birçok figürü de geçer-
lumdaki belirleyici gücüne inanmasında iidir.
ilk merhale olmuştur. M. Celâl'in ittihat ve Terakki içinde te­
Bir dayısı istibdat karşıtı Jöntürk mu­ mayüz edişi, Birinci Dünya Savaşı arefe-
halefetinin içindeydi; O da 12 yaşından sinde İzmir'deki faaliyetiyledir. 1913 ya­
itibaren bu gizli muhalefet muhitine da­ zında ittihat ve Terakki'nin doğrudan ve
hil oldu, 1907'de "Küm e" adlı Bursa şu­ mutlak iktidarını tesis etmesinden sonra,
besinin yönetimine girdiği İttihat ye Te- İzmir ve havalisinde Partinin siyasî nüfu­
rakki'de, bir yit sonra, yerel örgütün li­ zunu geliştirmek gibi ağırlıklı bir görev
derliği anlamına gelen "rehber" mevki­ üstlendi. Nüfus dengesini Türkler lehine
ine geldi. Atak bir örgütçüydü, kısa süre­ (Rumlar aleyhine) döndürmek için stra­
de soğukkanlı, gerçekçi-hesapçı ve ira­ tejik bir çalışmaya girişti. Bir yandan, ta­
ciz ve psikolojik harp yöntemleriyle, ye­ güç merkezi olmaya yönelen Çerkeş Et-
rel kabadayı/zeybek/efe geleneğini de hem hareketiyle yakınlaşm ası üzerine
işe koşarak, Önemli bir Rum kitlesini gö­ bastırılmıştır. M . Celâl, yerel eşraf ve çe­
çe zorladı. Diğer yandan meslekî eğitim telerin M illî M ücad ele'ye daha sıkı en­
ve tic a rî ö rg ütlen m eyi teşvik ederek, tegrasyonu bakımından Çerkeş Ethem'le
Müslüman-Türk girişimci zümresi yarat­ bağları koparmamaktan yana tutum al­
mak için destekler ve yin e gayri Türk mış, M illî M ü c a d e le kadrosu içindeki
unsurları taciz yöntemleri uygulayarak, güç mücadelesinde askerlerin ağırlığını
ekonomide Türk cemaatinin güçlendiril­ koymasına hizmet eden bu tasfiye süre­
mesine çalıştı. Kuvvetli bir orta sınıf ya­ cinden memnun olmamıştır, (Bu tasfiye
ratma ideali, O nun için daima milletleş- sürecinin galip hizbi olarak İsmet İnönü
menin ve modernleşmenin kaldıracı, ay­ ve çevresindekiler, M . Celâl'in o sırada
rıca bizatihî bir p o litik ilk e hükmünde tamamen Ethem'e angaje olduğunu dü­
olacaktır. şünürler. Bkz. Aydemir, 1969: 329) M ,
M , Celâl, D ünya Savaşı'nın bitim in­ Celâl'in Yeşil Orduculuğunun makuliyet 547
den hemen sonra İzmir Müdafaa-İ H u­ dayanağı, kendisinin o dönemde "sosya-
kuk C em iyeti'n i kuranlardandı. "C a lip lizan" bir anlam taşıyan "devlet iktisadı­
H o ca" takma adıyla, Ege taşrasında Ku- na" ilgisidir. Ayrıca, m illî direnişin İktisa­
vayı M il!iye 'n in örgütlenmesine girişti. dî ve sosyal dayanaklarını Önemsemek-
Bunun için zeybek/efe çetelerine yasla­ ten gelen bir "halkçılığı" vardır,
nırken, bu çetelerin düzenli askerî güç­ M . C elâl, Cum huriyet'in kurutuşun­
lerle uyumunu sağlamaya çalıştı. Bu sı­ dan sonra da önem li görevler üstlenir.
rada Saruhan (M anisa) mebusu olarak 1924'te Mübadele, imar ve iskân bakan­
katıldığı son O sm an lı Mectis-i Mebu- lığı sırasında Müslüman-Rum mübadele­
san'ında bağım sızlıkçı muhalefette yer sinin örgütlenmesinde ağırlıklı yükü ta­
aldı. M eclis üzerindeki baskı artınca giz­ şır, O nun yönetim elifindeki konumunu
li yollarla Anadolu'ya geçti. Bir süre kal­ ve politik çizgisini belirleyecek olan gö­
dığı Bursa'da yerel ulemâyla İlişki kura­ rev, aynı yıl, İş Bankası'nın kuruluşuyla
rak, Osm anlı Şeyhülislâmlığı tarafından vazifelendirilm esidir, iş Bankası, ticarî
ihanetle suçlanan bağımsızlık hareketini faaliyetleriyle işadamlarına Örnek teşvik
meşru ve caiz gösteren karşı-fetvalar ör­ etmek suretiyle ülkede özel sermaye gi­
gütlem e taktiğinin öncülerinden oldu rişimlerini teşvik edecek m illî banka ola­
(Şenşekerci, 2000: 76), Bu dönemdeki rak, bir tür "inkılâp kurumu" gibi tasar­
politik etkinliği, M . C elâl'in, İstiklal Har- lanmıştır Kuruluş sermayesi bizzat Mus­
bi'nin toplumsal ittifak tabanını şümullü tafa Kemal tarafından konan banka, si­
b ir şekild e temsil ve ifade yeteneğini yasî iktidarla yerli ve yabancı sermaye­
gösterir. M . Celâl Ankara'ya Türkiye Bü­ nin entegrasyonunu sağlayan bir işlev
yük M ille t M eclisi'n e intikalinden kısa kazanacaktır (Boratav, 1982: 18-20). M.
süre sonra iktisat vekilliğine getirildi. Celâl ise, İş Bankası'ndaki etkinliğiyle,
1920'de, T B M M hükümetinin Sovyet- rejim eliti içinde bir odak haline gele­
ler Birliği yönetimi ile iyi ilişkileri çerçe­ cek, bellibaşlı a İt-lider figürlerinden biri
vesinde göz yumduğu hatta teşvik ettiği olacaktır. İş Bankası kariyeri, ekonom i­
yarı gizli Yeşil Ordu örgütünün kadro­ den anlayan bir uzman ve ehil bir yöne­
sunda yer aldı; yine Mustafa Kem al'in tici olarak ünlenm esini sağladığı gibi;
kontrolündeki Resmî Kom ünist Fırkası Ona "istiklal için güçlü ekonominin lü­
ile de temasları vardı. Sadece üç ay fa­ zum unu" vurgulayan, özel girişim po­
aliyet gösteren Yeşil Ordu, İttihatçı mu­ tansiyelini ve yeteneğini geliştirm eye
halefetinin odağına dönüşmüş, özerk bir dönük aktif ve koordineli bir "m illî kat-


K E M A L İ Z M

kınma devletçiliğini" savunan görüşleri doktriner olarak- ekonom ist olmasıdır:


ile (Ulutan, 1982: 289-403) bir fikrî ve Modern dünyada ekonominin sosyal ve
politik itibar kazandırmıştır. Nitekim politik hayattaki belirleyiciliğine, bunun
1932 Eylülünde yeniden iktisat vekili ya­ için de güçlü bir ekonominin oluşturul­
pılmasının ardından, M, Celâl Bey ması gereğine inanır. Oysa, 1936'daki
(1934'ten İtibaren Bayar), 1937'de Baş­ Şark Raporu'nda Kürt meselesine hal yo­
bakanlığa getirilir... Bu, dönem kapatan lu önerirken ifade ettiği gibi: "...memur­
ve politika değişikliği anlamına gelen bir larımız ekonominin devlet ve millet ha­
tayindir. İnönü, Mustafa Kemal'le dış po­ yatında birinci derecede rolü olduğunu
litikadan başlayan anlaşmazlıkları ve yö­ ve milletin İktisadî bünyesi kuvvetlendi­
netim ("sofra") çevresine yönelik sert ği takdirde diğer işlerin kolaylaşacağını
eleştirileri nedeniyle yönetimden uzak­ takdir etmemiş görünüyorlar "dır (Bayar,
laştırılmıştır; iktidarın Bayar'a verilmesi­ 2000: 4). 1930'larda, liberalizmin be-
nin pozitif sebebi ise, Onun iktisat vekil­ nimsenemeyeceğini, özellikle "serseri ve
liğinde ve genel olarak uygulamacı lıkta, spekülatif sermayeye" mahal verileme­
yöneticilikte pragmatist yaklaşımıyla yeceğini vurgulayan Bayar, 1948 DP
gösterdiği başarısıdır. Bursa il kongresinde hâlâ Almanya'daki
Bayar'm başbakanlığı ve ondan önce gibi bir devletçiliğe atıf yapmaktadır (Ba­
1932'de iktisat vekilliğine getirilmesi, yar, 1999b: 201). Aydemir'in (1969:
1929 Dünya Ekonomik Krizi'nin ardın­ 169) Onu "sonuna kadar bir Tek Parti
dan tıkanan devletçi (veya "katı devlet­ adamr ve mutaassıp devletçi" olarak ta­
çi") İktisadî politikaların yerine görece nımlaması boşuna değildir.
liberal bir çizginin İkame edilmesi ola­ Bayar, millî iktisatçı "karma ekonomi"
rak yorumlanmıştır. Devletçiler, Bayar görüşü ve ona bağlı pragmatizm içinde,
ve İş Bankası çevresinde toplaşan bir elit 1950'lerde ulusal ve uluslararası kon­
hizbini, sadece liberal bir görüşün tem­ jonktürün "icap ettirdiği'' İktisadî libera­
silcisi değil Özel sektörü kayırarak devlet lizme yönelmiştir, Kemalist "karma eko­
girişimciliğini baltalamaya çalışan çıkar­ nomi" formülünün bu serbest piyasa
cı bir zümre olarak tasvir etmişlerdir. (Bu ağırlıklı versiyonunun, başka bir deyişle
politik eleştiride, Fransızca'da "iş-banka- "liberal devletçiliğin" (İnsel, 1988) Ön­
cılığT'nın l"affairisme"\ yan anlamı olan cülerinden olarak, Türkiye toplumunda
"çıkarcılıksan mülhem, "aferizm" terimi sınıf ayrımlarını hem yapay hem de bü­
kullanılmıştı.) Ancak Bayar'ı, en azından yük millî tehdit unsuru sayarak reddet­
1950'lere dek, liberal olarak tanımlamak meyi sürdürür. Orta sınıf solidarizmin­
isabetli olmayacaktır. Onun ekonomi- den kopmaz. Sol-sağ kutuplaşmasının
politik görüşü, esas itibariyle Millî İkti­ doruğuna ulaştığı 1978 yılında, Türkiye
satçılıktır. Devletçilik ve liberalizm, bu toplumunun sınıfsızlığında ısrarlıdır: "İş­
stratejinin p ra g m a 'iarı, teknikleridir. çi dedikleri 'işçi sınıfı', zengin dedikleri
Gördüğü himayenin karşılığını veren, 'burjuva sınıfı' mı? Nerede bu sınıfların
ulusal kalkınmayı gözeten "millî tüccar, fikriyatı, sanatı, edebiyatı? Acaba kendi
millî sanayici" yaratmanın peşindedir. gerçek yapılarını yansıtan bir kitap mı
Burjuvazinin bağımsız, özerk bir güç ha­ yazmışlar, bir tablo mu çizmişler, yoksa
line gelmemesi için denetimini bütün bîr heykel mi yontmuşlar? Hadi, vazgeç­
Kemalistler gibi o da kesinkes gerekli tim hepsinden, bari kendi çıkarlarını ko­
görür (Kuruç, 1987: 73). Bayar'ı devlet­ rumak için kurulmuş partilere oy verme­
çilerden ayırdeden (beri yandan onların sini öğrenmişler mi?" (Bayar, 1998: 103)
Marksizan olanlarıyla da birleştiren) hu­ Doğrusu bu sözlerde, Türkiye'de sınıf
sus, onun -uzmanlık anlamında değil, bilincinin/küîtürünün -Kemalizmin de
5 A G K E M A L İ Z M

doğrudan doğruya bir âmili olduğu- 'ge-


rikalmışlığıyla' ilgili isabetli bir de teşhis
de vardır.
1938 Kasımında Atatürk öldüğünde,
Celâl Bayar cumhurbaşkanı adayların­
dan biri olarak görülmektedir. Ancak,
kendisini destekleyen bir zümrenin var­
lığına rağmen, gerçekçi tavrıyla, ordu­
nun tercihlerini gözeterek İnönü'nün se­
çilmesine destek verir (Yalman, 1997:
1093). İnönü'nün cumhurbaşkanlığı al­
tında ikibuçuk ay yaptığı başbakanlık,
daha ziyade, rejimin yekvücut ılımlı bir
geçiş yapmasına hizmet etmiştir.
Celâl Bayar, "Atatürk Devri"nden, 549
Cumhuriyet'in kurucu elifinin en güçlü
sivil kökenli adamı olarak çıkmıştır.
"Atatürk Devri''ni bir kuruluş mitolojisi
olarak daima sahiplenmiştir. 16 Kasım
I938'de "Atatürk, seni sevmek, tebcil
etmek, her Türk vatanseverinin milli
Yatçın Küçük, C elâl B a y a r’ın ve Bayar-
ödevi ve namus borcudur" demişti. Menderes rejim inin, Kem alizm in
1946'da Demokrat Parti'nİn kuruluş m uhalifi değil restoratörü olduğunun
söylevlerinde, Atatürk'ün kendi kuca­ anlaşılm asında genellikle güçlük
ğında öldüğünü ve "sana itimat ederim çekild iğ ini vurgular.
evlâdım " vasiyetinde bulunduğunu
(1999c: 31) birkaç kere anlatmış bulun­ edici" modernist özünü her dönemde
sa da; taraftarları Bayar'ın sadakat ve kıskançlıkla savunmuştur. İnkılâplar ara­
sevgiyle bağlı olduğu Atatürk'ün adını sında bir ayrım yapar; milliyetçilik ve la­
"silah olarak kullanmadığını" (Ağaoğlu, ikliği "kökü örgümüze dayalı yumuşak
1972: 139) vurgulamışlardır. Atatürk'ün devrimler", toplum yapısına dönük dev­
bir yakını, mutemedi ve sadık arkadaşı rinden "radikal devrimler" olarak tanım­
olarak Bayar figürü, 1960'lardan sonra, lar (Bayar, 1998: 66 vd.). Ancak bu ay­
Kemalizmin güçlenen sol yorumlarına rım tasvirîdir; sağ ve mılliyetçi-muhafa-
karşı sağda 'sahih' ve "gerçek" Atatürk­ zakâr cenahta yapılagelen, "toplum ya­
çülüğün imgesi olacaktır. Sol Kemalizm pımıza yabancı inkılâpları" reddetmeye
açısından ise Bayar, Atatürk'ün kişiliğine veya tamire dönük bir eleştiriyle birleş­
ve hatırasına hürmetkâr, fakat ilkelerini mez. Politik hayatının her döneminde,
içselleştirmemiş, yüzeysel bir Atatürkçü­ Cumhuriyet'in ülküsü olarak "bir ileri in­
lüğün timsalidir. Sağ ve sol yorumlar, san cemiyeti olmaya, ileri medeniyete
Bayar'ın örneklediği çizgiyi, Kem alist doğru gidişi, Batı uygarlığı düzeyine
değil Atatürkçü bir tutum olarak adlan­ erişmeyi" (Bayar, 1999a: 241; 1999b:
dırmakta birleşirler. 117, 1999c: 15, 53, 90; Bayar, 1998}
Bayar'ın Atatürk'e salt kişi olarak bağ­ vurgulayacaktır. Bu modernist ve "ev-
lılık duyduğunu söylemek yanlış olacak­ renselci" ereği, özcü-millîci bir iddiayla
tır; O, Kemalizmin düşünsel evreninin birleştirir ve zımnen görelileştirirken de
içindedir. Cumhuriyetçi ihtilâl şuurunu Bayar tipik bir Kerftalisttir. Bir yandan
ve inkılâpların "aklın hâkimiyetini temin "BatCnın topyekün bir yöntem oSduğu-
k e m , L l Z f
1

nun farkındadır; Tanzimat Batıcılığına dernleşme girişiminin sosyal-sınıfsal ek­


karşı "Batı kültürünü tercüme etmeyip seni, kalkınma-ilerleme misyonunun,
kendi diliyle söyleme" gereğini vurgular, patrimoniyal geleneğe yaslanan bürok­
"Batı kültürünün bizde daha mahsul ver­ ratik tabandan, bir burjuva tabana doğru
meye başlamadığından" yakınır (Bayar, kaydırılmasıdır,
1998: 74, 84}. Öte yandan bu yönteme Kemalizmin sol yorumları açısından
vâkıf olmakla varılacak hedef, "kendi Bayar'ın Atatürkçülüğe bağlılığının sor­
milletinin hasletlerine dayanarak Batı'yı gulandığı ölçütlerden biri, laikliktir. Ba-
aşmak"trr. Batı'yla mukayeseli üstünlük yar'ın, Arapça ezanın ihyasından rahat­
etmeni, yine imtiyazsız-sımfsız-kaynaş- sızlık duyduğu, Ticanî tarikatı mensup­
mışîıktır: Sınıfsal yapıları nedeniyle ideal larının Atatürk heykellerine saldırmaları
demokrasiye erişmesi mümkün olmayan üzerine sert tepki göstererek "Atatürk'ün
Batı ülkelerine kıyasla, sınıfsız toplum hatırasına alenen hakaret eden veya şo­
yapısı nedeniyle Türkiye'nin ideal de­ venlere, heykel, büst ve abidelerini ve­
550 mokrasiyi benimsemeye mecbur oldu­ ya kabrine zarar verenlere" ceza veril­
ğunu söyler (Bayar, 1998: 54}. 1978'de- mesini düzenleyen Atatürk'ü Koruma
ki risalesinde, sınıfların varlığının, Ba- Kanunu'nun (1951) çıkarılmasına Öna­
tı'da parlamenter rejimi dejenere ettiğini yak olduğu, laikliği benimsediği bilin­
anlatırken (Bayar, 1998: 146), Tek Parti mektedir: yine de, "oy kaygısıyla" la­
dönemindeki hararetli muarızı Recep isizmi aşındıran DP politikalarının so­
Peker'in inkılâp Ders/erı'nden farklı bir rumluluğuna ortak sayılmaktadır. Cemal
şey söylüyor değildir. Kutay'ın "gerçek laik mümin" (Kutay,
Kemalizmin evrenselci iddialarını gö­ 1982: 141) olarak tanımladığı Bayar'ın,
relileştiren kendine-özgücülük, "memle­ Kemalist laiklik anlayışının tipik bir
ket realitesi"nin benzersizliği, başka tec­ temsilcisi olduğuna şüphe yoktur. Türk
rübelerle mukayesenin (liberalizm, sos­ devlet geleneğinin ve millet bünyesinin
yalizm vb.} yersizliği tezleri, Bayar'ın laikliğe uygunluğunu vurgular. İstiklal
hararetle tekrarladığı tezlerdir. Kendine- ve kalkınma hareketini dayandırmak is­
özgücülük, Onun Atatürk'e de atfettiği tediği sosyal tabanın bağlılığını gözete­
pragmatist aksiyonertiğinin temel gerek­ rek, "toplum hayatında vazgeçilmez bir
çesini oluşturur. "Nazariyelere, prensip­ müessese" saydığı dine karşı kayıtsız
lere dayanmamak, memleketin ihtiyacı­ veya reddiyeci olamaz. Dine saygın bir
na bakmak" lazımdır (Bayar, 1999b: manevî-kül türel alan tahsis edilmesin­
216}; "program başka, yapmak başka­ den yanadır; ancak dinî hareketin dev­
dır" (Bayar, 1999c: 63). Atatürkçülüğün letin kontrolü dışında özerk bir güç ha­
bir sistem değil bir metodoloji olduğu­ line gelmesine, "gerilik hareketlerine”
nu, iddiayla söyler. Kemal İzm i doktrin- kesinlikle karşı ve müteyakkızdır.
leşmeye dönük bir eser, "o da yazmış­ Bayar, açıkça ırkçı-etnisist olmayan
tır": Aktif politikanın kenarında durduğu ama etnik-kültürel kimliğe güçlü sadakat
1978'de yayımlanan Atatürk G ib i D ü ­ talep eden Kemalist millet kavramını
şünm ek - Atatürk'ün M etodolojisi (Ba­ paylaşır. Türkçü akıma yakınlık duyma­
yar, 1998) başlıklı risale, Kemalizmin o mıştır; fakat 1978'de hâlâ Türk Tarihi Te-
dönemdeki baskın sol yorumlarına bir zi'nin ilhamı altındadır: "Türk milletinin
reddiye karakteri taşır, Bayar, Kemalist imparatorluklar devrinde uzaklaşmak
geltşmecîliğin, İlerlemedi iğin ve prag­ zorunda kaldığı eski ve doğal yapısını
matizm in, teknokrat ve bilhassa ekono­ ihyâ” dan söz eder (Bayar,-1998: 90).
mik uzmanlık görüşüyle modernleştir­ Onun Kemalizm!, Cumhuriyet'i, ege­
mesinde öncü bir figür olmuştur. Bu mo­ menliği, meşruiyeti yorumlayışında mil-
S A Ğ K E M A L İ Z M

liyetçilik merkezî ilkedir; ancak bu, po­ nutku - Bayar, 1999b: 261) "'memleket­
pülist bir milliyetçilik değildir. Millî ege­ te sükûn bozuluyor, onu koruyacak be­
menlik ilkesini ve milliyetçiliği, Osman­ nim' diye üzerine fuzulî vazife alan in­
lI'nın son yüzyılına hakim olan "devleti sanların mevcudiyetinden" (1950 Ka­
sağlam ve sürekli bir tabana oturtma" sımpaşa nutku - Bayar, 1999b: 411) bah­
arayışının (Bayar, 1998: 38) geçerli ve sedişindeki gibi, Türkiye'de iktidar zih­
modern çözümü olarak anlamlandırır. niyetinin kalıcı karakter özelliklerini de­
Milleti, devletin tâbi bir bileşeni olarak şifre edici çarpıcı ifadeleri çoktur.
kabul eden otoriter-seçkinci Kemalist ta­ Önemli bir husus, demokratikleşmeyi,
savvura çok uzak değildir. 1946-50 dö­ esasen "inkılâbı, Atatürk'ün eserini ta­
nemindeki ya da 1960'lardaki militan mamlamak", "büyük halaskarın açtığı
millî irade/parlamentarizm savunusunda yolda yürümek'Te meşrulaştırmasıdır:
da iptal edilmemiş olan g ü ç lü devlet "Ferdî hak ve hürriyetlerin, kurtuluş ve
arayışı, 1957-60 ve 1968-80 gibi politik millî hakimiyet mücadelemizin tamam­
kutuplaşma ve kriz dönemlerinde açık lanması için" gerekli olduğunu söyler
otoriteryanizme dönüşecektir. Aşağıda (1948, Akşehir - Bayar, 1999b: 274),
da açacağımız bu çizgisiyle Bayar, sağ "millî irade tam tecelli ettiğinde bu mîl­
söylemde, millî iradeciliği devlet ciddi­ let efendi olacaktır" der (1948, Uzun­
yetiyle bağdaştıran vakur devlet adamı köprü - Bayar, 1999b: 337), Bu söylem,
olarak mistifiye edilmiştir. -yukarıda değindiğimiz- Bayar'm kendi­
1946-60 döneminde Celâl Bayar, tek sini Atatürk'ün "en yakım" olarak tak­
parti rejiminden çok partililiğe geçiş ve dim edişiyle birlikte, 1946-50 dönemin­
yönetici elit dönüşümü sürecindeki li­ de DP'nin CHP'ye//ndnücü/ûge karşı
derliğiyle, politik kariyerinin doruğuna Atatürkçülüğü hararetle sahiplenmesi
ulaşmıştır. 1943'ten itibaren belirginle­ vakıasının bir nişanesidir, Bayar, 1946-
şen muhalif tutumunun ardından, 1945 50 hareketini, İnönü döneminde dondu­
Haziranı'nda Menderes, Köprülü, Koral- rulan inkılâp hareketini yeniden canlan­
tan'la birlikte CHP yönetimini eleştiren dırma hamlesi olarak anlamlandırmış,
önergeye imza atar. Aynı yılın sonunda küçük burjuva-aydın zümrelerde de bu
bu Dörtlü ve izleyicileri, Demokrat Par- doğrultuda bir heyecan yaratabi İmiştir.
ti'yi (DP) kurarlar, Bayar, DP'nin genel 14 Mayıs 1950 seçimleriyle gerçekle­
başkanı olur. DP'nin CHP'yi iktidardan şen "ihtilâl", yönetimin sivilleşmesi ve
indirdiği 1946-50 evresinde direngen bir seçilmişlere geçmesi, DP'den köklenen
muhalif, ama kritik noktalarda (parti içi Türk Sağının kuruluş mitolojisi olmuştur.
keskinlerle yolları ayırmak pahasına) uz­ İnkılâbın tamamlanması olarak gördüğü
laşmacı bir realist olarak, başarılı bir bu tarihsel adtmı, Bayar, İmparator­
stratejdir. DP'nin büyük üstünlüğüyle so­ luksan Cumhuriyet'e geçiş ve moderleş-
nuçlanan 14 Mayıs 1950 seçimlerinden me sürecinde aşama olarak gördüğü, bü­
sonra oluşan parlamento tarafından Tür­ rokrasinin tedricen ve içerilerek tasfiyesi
kiye'nin 3. cumhurbaşkanlığına seçilir sürecinde bir yere oturtur (Bayar, 1998:
(Eroğul, 1990: 9-51; Timur, 1991). 44-52). 27 Mayıs'ın bu süreci sakatladığt
1946-50 döneminin Bayar'ı, öncelikle kanısındadır; 12 Eylül 1980 askerî müda­
"demokrat Bayar"dtr. Yurttaş ve insan halesini ve Millî Güvenlik Konseyi reji­
haklarını, işkence, jandarma-polis baskı­ mini de yakın çevresine "Atatürkçü değil
sı gibi meseleleri, tutarlı ve açık bir söy­ İnönücü, militarist” olarak tanımlayacak­
lemle işlemiştir, iktidarın "silah sesiyle tır (Avcı, 1999:332).
ürkütmek, istiklal Mahkemeleriyle kor­ 1946-50 döneminde 'tarihsel' diyebi­
kutmak sevdası"ndan (1949 Ödemiş leceğimiz çıkışlar ve ifadeler içeren öz-
K E M A L İ Z M

gürlükçü liberal söylemi ve seçilmiş si­ bir çoğunluğun elinde olduğuna göre, ı
yasî otoritenin mutlak egemenliğini mi­ hiçbir zümreye veya topluluğa güvence
litanca savunması, Türk merkez-sağ çiz­ vermek zorunda değildir” (Bayar, 1998:
gisinde Bayar'ın sahih bir demokrat ola­ 123). 1961 Anayasası'nm getirdiği "la­
rak idolleştirilmesini getirmiştir, 27 Ma­ ubali özgürlüklere" şiddetle karşı çık­
yıs müdahalesine direnme girişiminde mıştır. Ona göre "devletin ilk varoluş
bulunması, istifa etmesi telkinlerini te­ sebebi asayiştir" (Bayar, 1998: 109);
reddütsüz geri çevirmesi, istiskal edici devlet otoritesini zaafa uğratmamayı te­
Yassıada yargılamaları sırasında çoğu mel öncelik sayar.
DP'linİn teslimiyetçi tavrına karşılık Tek Parti devrinin yönetim zihniyetini
mahkemenin meşruiyetini sorgulayarak "popülarize eden" bu otoriter-demokrat
siyasî savunma yapması, 1974'te siyasî çizgisiyle Bayar, DP'nin demokrasiyi se­
haklarını kazandıktan sonra eski cum­ çimle oluşmuş parlamenter hükümetin
hurbaşkanı sıfatıyla sunulan tabiî sena­ mutlak iktidarı olarak indirgeyen çizgisi­
552 törlük statüsünü seçimle gelinmeyen bir nin en radikal savunucusu olmuştur. DP
makam olduğu gerekçesiyle reddetmesi iktidarının gerilediği 1957 gene) seçim­
gibi 'militan' çıkışları, ismi etrafında bir leri sonrası dönemde muhalefete ve
"demokrasi mücahidi/kahramanı" hâlesi CHP'ye karşı tavizsizlikten yana olmuş,
yaratılmasını getirmiştir. Ancak Bayar'ın yumuşama eğilimlerinin önüne geçmeye
demokrasi anlayışı, tıpkı sözkonusu çalışmış (Yalman, 1997; 1674-5),
merkez-sağ gelenekte olduğu gibi, Ke­ 1960'da kentlerdeki muhalif gösteriler
malist otoriter-demokrasi tasavvurunun karşısında sert tedbirler alınması, göste­
genel esaslarını yeniden üreten bir anla­ ricilere ateş açılması için hükümete bas­
yıştır: Demokrasiyi yönetsel verimlilik kı yapmıştır. Onun 27 Mayıs öncesinde­
yöntemi olarak düşünür, çoğulculuğa ki tepkisinin sertliği, Cumhuriyet yöneti­
kuşkuyla bakar, katı bir temsiliyet hiye­ minin Menemen ya da Dersim olayları
rarşisi içinde tasarladığı demokratik pro­ karşısındaki reflekslerini andırır: "Tenkit
sedürde cisimleşen otoriteye mutlak ita­ zamanı çoktan geçti. Şimdi tahrikçileri
at ister. Bayar'ın m illî iradeciliği, otori­ tenkil zamanıdır" (Aydemir, 1969: 390,
ter bir çoğunlukçuluktur: "Çokluğun bü­ 395-6).
tünü temsil ettiği tartışılamaz" (Bayar, Anti-komünizm, 19S0'!erden başlaya­
1991: 38). Güçlerin birliğini sağladığı, rak, Bayar'ın söyleminde kilit bir yer tut­
çoğunluğa dayanarak iktidar yetkisini muştur. Komünizm onun söyleminde
kullanan erki kısıtlamadığı, böylelikle mutlak kötülük/fesattır. 1986'da yayım­
Türk toplumunun "onbinlerce yıllık lanan Bir D arbenin Anatomîsf'nde (Ba­
devlet baba anlayışı"na, "kuvvetli dev­ yar, 1991), 27 Mayıs'ı dahi komünist
let” ilkesine uygun bir demokrasi yoru­ tahrike bağlar. Vaadettiği hürriyetlerden
mu getirdiği için (Bayar, 1998: 143-4), yararlanmayı umarak ("nedense komü-
1924 Anayasası Ömrünün sonuna dek nistfer hürriyete pek meraklıdırlar"
onun referansı olmuştur, "Uzlaşma", a.g.y.: 74} destekledikleri DP iktidarın­
Ona göre, "herkesin anayasa ile uzlaş­ dan hayal kırıklığına uğrayan komünist­
ması, anayasa çizgisi içinde yaşamak, lerin, kendilerini yıpratmaya giriştiği ka­
anayasanın getirdiği tefekkür içinde ça- nısındadır, CHP'nin Marksist uzmanla­
-Iışmak zorunda olması" demektir (Ba­ rın, komünist "Bizim Radyo"nun güdü­
yar, 1991: 82). Sınıfsız ve demokratik münde olduğunu vaz'eder (a.g.y.: 60
bîr ülke olarak Türkiye'de "iktidar bir vd.). Bütün muhalif ve "muzır" cereyan­
azınlık sınıfının elinde değil, milletinin ları komünist fesadına bağlayarak gayrı-
tabanının hücrelerine kadar uzanan tam meşru/kriminal ilan eden sağ demagoji- \
_____________ - - *
Z M

nin taşıyıcılarından olmuş; 1970'lerde türmek" j1999d: 89] üzere çıktığı uzun
bir beyanatında sarfettiği "bu kış komü­ ABD gezisi, bu hayranlık retoriğinin çar­
nizm gelebilir" sözleri, paranoid anti- pıcı örnekleriyle doludur. Büyük çaplı
komünizmin karikatürü olarak yıllarca malî yardım alma umuduyla çıkılan ge­
anılmıştır. Bayar'm, komünizmin mah­ zi, bu hedefine ulaşamamıştır.) Bayar,
zuruna veya geçersizliğine ilişkin savla­ "dünyanın kuvvet kaynağı" (Bayar,
rı, esasen Kemalist "sınıfsız toplum" tezi 1999d: 93), "hürriyete âşık, insaniyete
üzerine bina edilmiştir; 1950'lerin So­ hâdim, mazlumun hâmisi, zalim ve gad­
ğuk Savaşçılığının "Hür Dünya" retoriği darın düşmanı" (1999d: 120) olan Birle­
bunun süsüdür. Bayar, Soğuk Savaş anti- şik Amerika'nın "diğerkâm önderliği” ni
konıünizminin tipik bir mümessili ola­ (1999d: 123) yüceltmiştir. Türklerle
rak, komünizm tehlikesini somut politik- Amerikalılar arasında çıkar birliğinden
ideolojik içeriğinden ziyade Sovyet öte manevî bir birlik bağı tanımlamış,
("Rus") işgal tehdidi olarak kodlar. Tür­ "istiklâl ve hürriyetine âşık iki millet"ten,
kiye için anti-komünizm, toplumsal "aynı ideal uğrunda mukadderat birliği 553
bünyesinden ve Atatürk'ün bu yöndeki yapmış olan memleketi er" den söz etmiş­
talimatlarından öte, bir "emniyet dava­ tir, ABD'nin Türkiye'ye sağladığı desteği
sı" olması itibariyle da zarurîdir. Ona bir yandan bu manevî bağla açıklarken
göre. Bayat'ın şiddetli anti-komünizmi- (ABD'yi "Türkiye'nin ... âli menfaatlerini
nin arkasında, "istiklal ve kalkınma" da­ kalben gözeten bir devlet" olarak tanım­
vasını ve Cumhuriyet'in kollanması öde­ lar [(1999d: 91]); bu himayeyi açıkça
vini devletin vesayetine bağımlı olmak­ "(komünizme karşı] sımsıkı duran... ma­
tan çıkartarak uhdesine vermeyi hedef­ nevî ileri karakolu bir cephe hattı kalesi­
lediği burjuvazi ve orta sınıfın zayıflı­ ne inkılâp ettirmek...” (1999d: 99) mak­
ğından, kırılganlığından duyduğu endişe sadıyla tanımlayarak, Türkiye'ye bir glo­
aranmalıdır. Rejimin sosyal-sınıfsal veya bal anti-komünist misyon içindeki strate­
s iv il kökleşmesi sürecindeki gerilik ne­ jik konumu karşılığında uluslararası des­
deniyle, toplum içindeki çelişkilerin tek arayan millî güvenlik ideolojisinin
sol/sosyalist hareketlere elverişli bir ze­ yolunu açanlardan olmuştur. Bayar'ın
min oluşturmasından veya bürokratik-si- 1950'lerdeki politik söyleminin yapısal
yasal elit içinde sol bir hizbin bu çeliş­ bir unsuru olarak "Amerikan hayranlı-
kilerin doğurduğu hoşnutsuzlukları "is­ ğT'nm bir başka veçhesi, kuşkusuz kal-
tismar" etmesi ihtimalinden tedirgindir. kınma-gelişme ("ileri medeniyet dünya­
Böylelikle anti-komünizm, Onun Kema­ sının gözlerimizi kamaştıran ileri eserle­
list vesayetçiliğini yeniden üreten aslî rine..." erişme) ideallerini tamamen
etken olmuştur. Batı ittifakına, "hür dün­ ABD örneğine odaklamasıdır. Türki­
yanın" uluslararası desteğine verdiği bü­ ye'nin durumunu ABD'nin kalkınma
yük önem de, bu zaafı giderme isteğin­ devrine benzettiği 1954 Bursa konuşma­
den ileri gelir. sındaki "Türkiye, azamî otuz sene son­
Türkiye'nin "emniyet davasını" çöz­ ra... otuz milyonla 50 milyon nüfus ara­
mek üzere ittifak içerisine girdiği Batı sında bir Amerika olacaktır" sözleri (Ba­
Blokunun lideri olarak ABD'ye angaj­ yar, 1999c: 103-4), onyıllarca zikredi­
man, Bayar'ın dilinde, Türk merkez-sa- len, simgesel bir popüler siyasal deyim
ğının yapısal bir vasfı olarak "Amerikan­ olacaktır.
cılıkla" etiketlenmesine yol açan bir 27 Mayıs askerî müdahalesiyle cum­
hayranlık retoriğine dönüşmüştür, hurbaşkanlığından düşürüldüğünde 77
(1954'te "Türk milletinin selâm, muhab­ yaşında olan Celâl Bayar, ömrünün geri
bet ve hayranlığını... bu dost millete gö­ kalan 25 yılında da politik etkinliğin dı-
M A L Z M

şına düşmemiştir. Î961'de ölüm cezası­ ruh Bozbeyli'yle liderlik çekişmesine


na çarptırılmış, cezası Millî Birlik Komi­ girmiştir (Bilgiç, 1998:230 vd.) 1970'le-
tesi tarafından müebbete çevrilmiş, yak­ rin ortalarından itibaren, aktif politika­
laşık üç yıl Kayseri hapishanesinde yat­ nın dışında durmakla birlikte, Türk Sağı­
tıktan sonra sağlık nedeniyle tahliye nın "âkil adamı” olarak bir müşavere
edilmişt'-. Hapishanede iken, "eski makamı, kimi zaman da icazet mercii
DP'lile. t rehabilitasyonu" meselesi ile, olarak kabul edilmiş; 12 Eylül 1980 as­
DP'nin ardılı Adalet Partisi'nin (AP) si­ kerî müdahalesinden sonra kurulan yeni
yasal inisiyatifini bir ölçüde rehin alan sağ partilerin girişimcileri için, 100 yaşı­
Bayar, 1964'ten sonra da bir siyasal nı geçkin Bayar'ı ziyaret etmek bir ritü-
odak olmayı sürdürmüştür, 27 Mayıs ha­ ele dönüşmüştür. 1986'da öldüğünde,
reketine karşı revanşist talepleriyle, AP "dünyanın en yaşlı politikacısı" sıfatıyla
içinde Parti yönetimini "ılımlı", "ürkek" anılmaktaydı.
bulanlara hitap eden bir çekim merkezi Celâl Bayar'ın hırslı ve militan politi­
554 oluşturmuş; 1970'de AP'nin milliyetçi- kacı kimliğine karşın, uzak görüşlü bir
muhafazakâr kanadından kopanların politik lider olamadığını (Aydemir, 1969:
kurduğu Demokratik Parti'ye açık des­ 428), bir liderliğin veya siyasî projenin
tek vermiştir. Bu sağ-içi bölünmenin güdümünde hareket eden (Şenşekerci,
arefesinde, CHP lideri İnönü'nün Ba- 2000: 271) bir "yardımcı karakter" oldu­
yar’m siyasî haklarına kavuşmasına des­ ğunu ileri sürenler olmuştur. Böyle düşü­
tek verişi (ki "kuyudan adam çıkarma" nülse bile, siyasal ideolojiler açısından,
olarak nitelenmiştir) geniş yankı yarat­ Kemalizmin sağ yorumunun ve Türki­
mış; sağda/AP yönetimince Cumhuriyet ye'de sağ politik söylemin kurucu figür­
elifinin iktidarını korumaya dönük daya­ lerinden biri olarak temsilî kimliğini tes­
nışması olarak, solda ise 27 Mayıs'ın lim etmek gerekecektir. Bayar'ın sağ Ke-
"devrimci" atılımına karşı statükoculu­ malizmi, Kemalizmin iddialı yorumla­
ğun direnişi olarak kınanmıştır. Bayar, rından biridir; sosyal ve politik etkinliği­
1973 seçim kampanyasında DP için ak­ ne bakıldığında, bu yorumun galip
tif biçimde çalışırken, genel başkan Fer- yorum olduğu görülecektir.
2 7 Mayıs, Kemalizmin
Restorasyonu mu?
NURŞEN MAZ1CI

“Politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyet­ siyaset içindeki yerini de başat kılmıştır.
sizliğin analt/arı ya da ardına kadar açık Nitekim Osmanlı Devleti’nde yönetici
kapısıdır Ben bu kadar zıddı ile beraber seçkin kadro arasına girebilen yetenekli
gelen, zıtlarııı aliında kaybolan nesne sivil kökenli memurlar da “paşa” unva­
görmedim. Kısa ömrümde gittiğini kıç nıyla anılmışlardır. Bu ağırlık, Jöntürk, it­
kimse söylemediği kaide fhürriyetiııj tihatçı ve Kuvayı Milliye hareketlerinde
memleketimize yedi sekiz defa geldiğini de varlığım sürdürmüştür.
işittim. Ve o geldi diye davul-zuma so­ Egemenliğin kaynağım niteliksel olarak
kaklara fırladık. Bu hürriyeti stmstkı ya­ ve sıçramak bir biçimde değiştiren 1919-
kalayamadığımı za göre, demek kİ, kim­ 1922 hareketi, temel amaç olarak demok­
senin ona ihtiyacı yok." ratik sivil bir rejim kurmaya yönelir,
1920 lerde hem ekonomide hem siyasette
Ahmet Hamdi Tanpmar
liberal bir politika izlemeye çalışırken, as-

K
uramsal açıdan, Batılılaşma süreci­ ker-sivil bürokrat-aydın üçlüsünün karar
ne giren azgelişmiş ülkelerde as­ alma mekanizmalarındaki başat rolü bir
kerler, geleneksel kurumlara karşı kez daha sağlamlaştırılmıştır. Öyle ki,
toplumu modernleştirmede öncülük et­ TBMM’deki muhalif II. Grubun lideri Ra­
mektedirler. Bunun nedeni, ordunun di­ uf Bey eşraf kökenli bir asker; 1924'te çok
ğer kurumlardan önce Batılı eğitim olana­ partili siyasal yaşama geçmek için kuru­
ğından yararlanma fırsatı bulması ve bu lan, Cumhuriyet döneminin ilk muhalif
yönde adeta misyonerlik üstlenmesidir. partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırka­
Ordunun organize bir güç olm ası da sının Genel Başkam Kazım Karabekir as­
önemli bir etkendir. Bu bağlamda Türki­ ker, Genel Sekreteri Ali Fuat Cebesoy as­
ye de diğer azgelişmiş ülkelerle bir koşut­ ker ve diplomat, İkinci başkanı Adnan
luk göstermekle birlikte, kendine özgü Adıvar aydındır, ikinci kez 1930’da çok
bazı nesnel farklılaşmalardan dolayı, as­ partili yaşama geçmek için kurulan Ser­
kerlerin bu öncülük rolü, pratikte birta­ best Cumhuriyet Fırkası’nın başına da yi­
kım özel sonuçlar doğurmaktadır. ne asker kökenli diplomat Ali Fethi Ok-
OsmanlI’da, hatta ona öngelen devlet­ yar getirilmiş, partinin ideologluğunu ha­
lerde devlet aygıtının merkezi yapısı, sivil vastan Ahmet Ağaoglu üstlenmiştir,
sevk ve idare işlevlerinde bile geniş çaplı 1920-30’lar Türkiyesi’nde bu geleneğin
bir askerî bürokrasiyi zorunlu, ordunun sürdürülmesi, “okumuş adam" smırlılı-
K E M A L İ Z M

ğından dolayı bir zorunluluk olabilirdi. çiminde Fevzi Çakmak’ı aday göstermiş,
Kari Marx’ın 19, yüzyılın son çeyreğinde 1950’lerde partinin yönetici kadroları ara­
yaptığı, bir toplumda henüz sınıf bilinci sında Ali Fuat Cebesoy, Fahri Belen, Seyfi
oluşmamışsa bürokratların toplumu ade­ Kurtbek, Tahsin Yazıcı, Tekin Anburun
ta bir sınıf gibi yönlendirebileceği sapta­ gibi eski askerler yer almıştır,
ması, 20, yüzyılın ilk yarısındaki Türk Menderes’in muvazzaf subaylara büyük
toplumuna birebir uygun düşer. Cumhu­ çaplı gereksinim olmadığını, ordunun
riyetin ilk yıllarında liberal politika dene­ Amerika’daki gibi yedek subaylarla yone-
mesinde başarısız olan bu seçkin bürok­ tilebileceğini açıklaması, DP iktidarının
rat kadro, ardından ekonomik kaygılara ordu karşısında aldığı ilk tavır olarak be­
dayanarak d evletçiliğe yönelm iş, dış lirlenir. ikinci bir tavır ise DP’nin partide
borçsuz bir planlı kalkınma modelini uy­ asker kökenlilere çok az yer vermesidir.
gulamaya dönüştürüp sonuç almayı başa­ Nitekim, 1950-1960 arasında parlamen­
rabilmiştir. toda mesleksel dağılımına bakıldığında,
556 “Parti devleti" politikasının uygulandı­ en düşük oranda temsil edilen meslek
ğı 1930-1945 yılları arası kapalı dönemde grubunun askerler olduğu görülür. VII.
siyasal ve toplumsal erki elinde tutan as- Dönem TBMM’ye değin askerler en etkin
ker-sivil-aydın üçlüsünün totaliter ege­ biçimde temsil edilen grupken, 1950’de
m enliğinin karşısında, ilk kez İkinci DP’nin siyasal iktidara gelmesiyle asker
Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte, bir kökenlilerin oranı ilk kez %3’e düşecek­
yandan “harp vurguncuları" ve “türedi tir. Ayrıca, CHP döneminde millî savun­
zenginlerin”, diğer yandan yoksul kitlele­ ma bakanlığı yapan 11 kişinin hepsi as­
rin sınıfsal hoşnutsuzluğu kendini göster­ ker kökenliyken, DP iktidarında aynı ba­
miştir. Bu toplumsal baskının da etkisiy­ kanlığı yapan altı kişiden beşi sivildir
le, çok partili siyasal yaşam dördüncü kez (Mazıcı, 1989'. 130). X. Dönem’de hükü­
denenmeye girişilmiştir. Bu süreçte as- mette asker kökenli hiç kimsenin yer al­
ker/sivil-bürokrat-aydm üçlüsünün karşı­ maması da kayda değerdir. Asker köken­
sına siyasal güç merkezlerini belirleyecek lilerin siyasal temsilinin gerilemesi, ordu­
yeni bir ortak olarak DP çıkmıştır. nun DP hükümetinden soğumasinın tek
Bu yeni döneme girerken bir yandan ür­ nedeni değildir. Aydemire’e göre, Mende­
keklik bir yandan da rüştünü kanıtlama res’in 20 Mayıs 1950’de okuduğu hükü­
çabası içinde, kendi bünyesinde fırtınalar met programında Atatürk’ün adının bir
kopan Dp gerek Terakkiperver Cumhuri­ kez bile geçmemesi, 14 Mayıs 1950 seçim
yet Fırkası’mn ataklığından gerekse Ser­ sonuçlarının ülkede yapılan devrimlerin
best Cumhuriyet Fırkası’nın muvazaalı en büyüğü olduğunu ilan etmesi, 15 yıl
görünümünden farklı olarak iktidara ve müfettişliğini sürdürdüğü Halkevleri için
geleneksel iktidar odaklarına oldukça “faşist gençlik teşekkülleri" yakıştırması­
temkinli yaklaşmıştır. Daha muhalefet yıl­ nı yapması (Aydemir, 1973: 192-196) vb.
larında İnönü’nün Milli Şef egemenliğine “dikkatsizlikler”, genç subay kadroları
karşı ordu içinde kurulan gizli örgütten arasında yankı uyandırmıştır. 1950 yılın­
birkaç subayla ilişki kuran Bayar-Mende- da genelkurmay başkanı dahil 15 general
res grubu, bu girişimlerden tedirgin ol­ ve 150 albayın M enderes tarafından
muş; iktidara geldikten sonra da kendile­ emekliye sevk edilmesi (Erogul, 1970:
rine karşı böyle bir girişim olasılığından 69), yine Menderes’in 1950 öncesi TSK
kaygı duymuştur. DP bazı emekli subayla­ için “Battal Gazi Ordusu" yakıştırması
rı saflarına alarak askerlere güven verme­ (Aydemir, 1973: 2 8 7 ), cumhurbaşkanı
ye çalışmıştır. 1946 cumhurbaşkanlığı se­ Bayar’ın Erzurum’u ziyaretinde çeşitli
2 7 M A Y I S , K E M A L İ Z M İ N R E S T O R A S Y O N U M U

min de denetçisi ve egemeni olarak dav­


ranma eğilimidir. DP, bazı küçük ödün ve
doyum yolları sağlamış, maaş ve tazmi­
natları artırmış, terfi sürelerini kısaltmış -
sa da ordudaki otonomi arayışını azalta­
mamıştır, Şayian, askerlerin böylelikle
toplumsal statüsünün gerilemesini, siya­
sal iktidar-ordu ilişkilerini gerginleştiren
önemli bir neden olarak gösteriyor (Ma-
zıcı, 1989: 132-133).
Orduyla DP iktidarı arasındaki köprü­
leri atan etkenlerden biri olarak “ordu­
nun otonomi kaybı” etkenini nasıl değer­
lendirmek gerekir? DP iktidarına değin
Türkiye’de siyasayı belirlemede askerlerin 557
sürekli önplanda bulunması, özellikle si­
vil politikacı-aydın zümresinde, ordunun
27 Mayts Î960'ta Türkeş’in tok
her zaman ve zeminde öncü rol oynaması
sesinden okunan darbe b ild irisi kem gerektiği gibi bir kabulü yerleştirmiştir.
Ketm lizm in kem de dem okrasinin yeni Oysa demokratik rejimlerde -Batılı örnek­
b ir müâdtm im liyordu. Bu tarihten lerde- ordunun otonomisi söz konusu de­
itibaren Silahh Kuvvetler, Kem alist
ilkelerin koruyucusu stfattyla Anayasal ğildir. Bu konuda DP’nin ordu politikası­
b ir nitelik kazanıyor ve dem okrasinin nın stratejik yönden sağlıklı, ancak taktik
Türkiye macerasında, rotayı belirleyen yönden hatalı olduğu söylenebilir. Askerî
en önem li etmenlerden b iri oluyordu.
yönetimin seçimle gelen otoriteye bağlılı­
ğı konusunda DP iktidarı öylesine ilkeli
yerlerde inceleme yapmasına karşın bir ve sivil zihniyetlidir ki, bu dönemde Miili
tek asker! birliği ziyaret etmemesi, ordu­ istihbarat Teşkilatı’na sivillerin, Örneğin
nun savsaklanması, dahası horlanması bilim adamlarının atanması, yaklaşık 30
olarak algılanmıştır. yıl sonra hâlâ bu kurumun sivil yönetici­
Ancak bu sayılanlar, orduda bir kıpır­ lerinden birisi tarafından yadırganacak,
danmaya yol açmışsa da, “münferit”, “de­ Menderes ve DP bu nedenle eleştirilecek­
magojik" ya da “duygusal” olarak değer­ tir.1 DP’nin ordu politikasındaki taktik
lendirilerek “aşılması” mümkün olabile­ hatayı, -ki 27 Mayısçılar ve Cemal Gürsel
c e k gerginliklerdir; ordu-siyasal iktidar bunu “DP’nin pervasızlığı” olarak nite­
ilişkilerini kopacak noktaya getirecek dü­ lendirmişlerdir- anlamak için, sivil zihni-
zeyde değildir. Nitekim 16 Ocak 1958’de yeıli olmanın demokrat olmak anlamına
darbe hazırlığı içinde oldukları ihbarı gelmediğini göz önüne almak gerekir. De­
üzerine dokuz subayın tutuklanması da, mokratik bir iktidar, hükümet etme süre­
büyük yankılar yaratmadan geçiştirilebil- cinde birtakım yetki ve sorumluluklarla
miştir. Özbudun’a göre, siyasal iktidar-or- donatılmıştır. Dp bu iktidar ve meşruiyet
du ilişkilerini asıl çıkmaza sokan, Mende­ donanımının yetkilerini kullanırken, so­
res iktidarının ekonomik politikasıdır. rumluluklarını büyük çapta savsaklamış­
Savcı’ya göre ise, bu ilişkilerin sertleşme­ tır. Bu savsaklama DP’nin yalnız ordu po­
sinin temel nedeni, ordunun bir otonomi litikasında değil, öbür sivil kurum ve or­
isteğinde olması, siyasal iktidarın ise millî ganlarla (anayasaya bağlılık, muhalefete
savunma bakanı kanalıyla asker! yöneti­ hoşgörü, parlamentoda oydaşma arayışı.
K E M A L İ Z M

Hıfzı Oğuz Bekata kurumlaşma ve hukuk devleti fikriyle


telif etmeye de çalışmıştır.
NURAY KARACA 1935 yılında Ankara Hukuk Fakülte­
sinden mezun olan Bekata, CHP mil­
letvekili (1943-1960) ve Senatör olarak
(1961-1965) görev yapmıştır. İmtiyaz
sahibi ve neşriyat müdürü olduğu aylık
fikir mecmuası Çığımda yazdığı yazılar,
ülke sorunlarım çözmek için siyasete
giren coşkulu bir aydın portresi çizer.
Bekata, "en çok enerji, iç büyüklüğü
1911'de Ankara'da doğan Hıfzı Oğuz
ve çalışmak isteyen ağır bir devir" olan
Bekata, Cumhuriyet'in kurucu kuşağını
inşa döneminin, inkılâbın "kafa devri"
558 izleyen kuşağın Cumhuriyetçiliği ve
olduğunu söylemiştir (Bekata, 1933:4).
Kemaîİzmİ benimsemesi için çaba sarf
Ona göre "kafa devri” , Kemalizmi ge­
eden, böyle bîr misyonun taşıyıcılığını lecek kuşaklara aktarmakta temel refe­
yapan aydın bir politikacıdır. Kemalist ranstır.
inkılâbın bütün dünyada bir kurtuluş Bekata'nın toplum görüşü, Kemaliz-
örneği olacağına inanmıştır. Kendi nes­ min kuruluş dönemindeki düşünüşü
linin, "çöken hayat ile doğan hayatın yansıtır, "Fertlerin faniliği, camiaların
ortasında bulunduğunu" tespit eder; ebediliğine", bütün cemiyet ideallerine
"baştan başa yeni bir millet zihniyetiy­ ancak millet realitesinden varılacağına,
le ileri bir vatan yaratmak" zorunlulu­ "en şayanı hürmet ve sağlam insan top­
ğuna inanır. Bekata, İnkılâbı kurumlaş­ luluğunun da millet olduğuna" inanır.
tırmakla ilgili kaygılarını, demokratik "Harp, en sağlam insan cemiyetinin

basına saygı vb.) ilişkilerinde de kendini varsayıkn “ayakların’', “baş" olduğunu


gösterir. Öte yandan bu gidişat, ittihatçı­ düşünmekledirler. Bu evrede asker/sivil-
lardan kalma bir geleneğin devamı, teyidi bürokrat-aydın üçlüsü Osmanlı’mn son
niteliğindedir. dönemindeki “devleti/memleketi kurtar­
Ordunun otonomi kaybıyla ilgili hu­ ma” tezlerini “demokrasiyi kurtarma”
zursuzluklar, genel olarak bürokrat ve ay­ tezlerine dönüştürmeye yönelir. Bu tezle­
dın seçkinlerin etkinlik ve güç kaybıyla ri ilk oluşturan, asker ve sivil bürokrat
ilgili bir rahatsızlıkla birlikte düşünülebi­ katmanlarında hâlâ güçlü bir yandaş ta­
lir. 1920’! er den 1950’ier Türkiyesi’ne ge­ bam bulunan, basının da desteğini alan
lindiğinde kentli ve eğitimli insan sayı­ CHP’dir.
sında göreceli bir artış olmuş, açık bir ka­ “Devleti kurtarma" misyonunu “de­
muoyu oluşmaya başlamış, iktidarın se­ mokrasiyi kurtarma" misyonuna dönüş­
çim yoluyla belirlenmesi ilkesi yerleşme­ türmeye dönük ideolojinin ilk belgesi, 9
ye başlarken, yönetimde seçkinci-öncü Eylül 1957’de toplanan X1U. CHP Kurul­
değil gelenekçi, asker değil sivil ağırlıklı, tayında toplu olarak ve gözyaşları içinde
bürokrat değil serbest m eslek sahibi, okunarak kabul edilen Hürriyet Andı’dır.
kentli değil taşralı bir seçkin profili var­ Kasım Gülek’in “Millî Mücadele" yakış­
dır. Cumhuriyet seçkinleri, yönetim me­ tırm asıyla andığı bu m etin, DP’nin 7
kanizmasının dışında kalması gerekliği Ocak 1947 tarihli 1. Kurultayındaki Hur-
2 7 M A Y I S , K E M A L İ Z M İ N R E S T O R A S Y O N U M U ?

miİlet nizamı ve en doğru cemiyet ba­


ğının milliyet olduğunu bir daha gös­
termiştir" (Bekata, 1943:2), Bekata,
Türk İnkılabı'nın orijinal bir inkılâp,
Kemalizmin esaslı bir sistem olduğu
doğrultusundaki öğretinin de İnançlı
bir taşıyıcısıdır. Türk devriminin evren­
sel olmakla birlikte "her şeyden önce
Türkiye için" olduğunu vurgular (Beka­
ta, 1941 ;3).Ona göre de esas problem,
Kemalizmin "kütleye" ve aydınlara
kavratıl masıdır; bu noktayı, gençlik ya­
zılarından itibaren vurgulamıştır (Beka­
ta, 1933:4), Aydınların bir çoğunun 559
"halka yabancı, milli davalardan ha­
bersiz" olduğunu, dolayısıyla Kema­
lizm davasının izahı veya müdafaası "Atatürk nastl b ir m illî kurtuluş
için ortaya atılan bir çok fikirlerin İnkı­ id ealin e ve m illete dayanarak
Vahidettin 'e başkaldırdı ise,
lâp esasını baltaladığını düşünür, "Yer­
M illî B irlik Kom itesi nin
yüzünün en büyük faciası, asil bir mil­ yap tığ ı da ayn ıd ır."
letin kendi Özünün ne olduğunu hakkı (Hıfzı Oğuz Bekata, 1960)
İle anlayıp, kavrayamamasıdır" (Beka­
ta, 1936:2). Bu açığı kapatmak için "ta­ henüz millî karakterini bulamaması,
rih şuurunu" vurgulamıştır (Bekata, bütün cemiyet faaliyetlerinin bir "inti­
1934:18), İlim, fikir ve san'at hayatının kal devrinin" özelliklerini taşıması, sı-

riyet Misakı’m çağrıştırır. Burada CHP’Ii- uzaklaşmalanmn önlenmesi; ekonominin


ler, Türk ulusunu layık olduğu ileri de­ plan ve programa göre düzenlenmesi;
mokratik rejime ve yurttaşlar arasında köylünün borçlarının hafifletilmesi; hay­
eşit uygulamayı ilke edinen hukuk devle­ van vergisinin kaldırılması; sosyal sigorta
tine kavuşturmaya “yemin” etmişlerdir. uygulamalarının genişletilmesi; yıllık üc­
Bunu, insan haklarına dayalı hukuk dev­ retli izin hakkı; İktisadî devlet teşekkülle­
letine vurgu yapılan 27 Ekim 1957 seçim­ rinde işçinin söz sahibi olmasının sağlan­
leri propagandasında şu hedeflerin ortaya ması (Bila, 1999: 1 7 1 -1 7 2 ). 12 Ocak
atılması izlemiştir: Mahkeme bağımsızlığı 1959’da yine duygusal bir atmosferde
ve yargıç güvencesi; söz, basın, toplantı “dağ başını duman almış” marşı söylene­
özgürlüğü; radyo ve üniversite özerkliği; rek toplanan XIV Kurultay’da yayımlanan
cumhurbaşkanının tarafsızlığı; Yüksek “İlk Hedefler Beyannamesi’nde, bu hedef­
Hakimler Kurulu’nun ve yasaları denetle­ ler -ekonomik konular dışında- sistema­
yecek Anayasa Mahkemesi kurulması; tikleş tirilmiştir. Bu bildiriyi ülke geneline
yolsuzlukların önlenmesi ve ispat hakkı; yaymak için 11 komisyon oluşturulur­
işçiye grev, toplu sözleşme, memura mes­ ken, “baskı altındaki gençleri partiye çek­
leksel örgüt ve sendika kurma hakları; mek için CHP il ve ilçe başkanlarının yaş
çift kamaralı meclis sistemi; partilerin iç ortalaması düşürülmüştür (Bila, 1999:
bü nyelerinde dem okratik esaslardan 175-179).
K E M A L İ Z

kıntıların temelidir (Bekata, 1941:1). kaydırmasına karşı çıkmıştır (Bekata,


Bu geçiş dönemi sorunlarının aşılması 1969:102).
için hammadde olarak gençliği önem­ Bekata'nın Batılılaşmayla ilgili yakla­
ser. Çünkü "bu gençliğin tertemiz bir şımı da, yaygın "kısmici" ve "seçmeci"
geçmişi vardır. Ne saltanatı tanıyor ne görüşler paralel indedir, "Batı medeni­
istibdatın farkındadır. Hiçbir siyasî par­ yetinin sadece posası, Avrupalı düşü­
tinin aleti olmamış, hiçbir şahsi menfa­ nüşün kötü kopyasının" aktarılmasın­
at için küçülmemiştir. Cumhuriyet'in dan tedirgindir: "Taklidi en geniş anla­
geniş manası onda gözükecektir. Cum­ mıyla reddediyor, başka rejimleri, baş­
huriyet bu neslin ta kendisidir" (Bekata, ka ideolojileri, başka medeniyetlerin
1943:3). ruhunu ancak ibretle görüyor, fakat be­
Hıfzı Oğuz Bekata, rejimin solida- ğenmiyoruz. Bu her yolun kendisine
rist görüşünü de tekrarlar; "Cumhuri­ çıkacağına inanan bir millet İmanının,
560 yet'in millî bünyesinin radikal akım­ milletçe kendine dönüşün, millî idraki,
lardan uzak tutulması" için sosyal millî şuuru ve gücüyle kendini buluşun
adalet ve sosyal güvenliğin ekonomik ifadesidir" (Bekata, 1943:2).
kurallar içinde gerçekleşmesi gerekti­ Bekata, diğer Kemalist İdeologlar gi­
ğini belirtir. Liberalizmin ve kapitaliz­ bi, DP dönemini bîr yozlaşma dönemi
min can çekiştiğini, Marksizmin ise olarak görür. Bu yozlaşmayı, Atatürk
yeryüzünü cennet yapma vaadinin ve İnönü dönemleri sonrasında yaşa­
boş bir hayal olduğunu vaz'eden nan sosyokültürel, ekonomik ve siyasî
üçüncü yolculuğu paylaşır (Bekata, yapılanmaya bağlar. Ona göre, Cum­
1943:2). 1950 sonrasında, karma eko­ huriyet, kurtuluş mücadelesi ile saygı
nomik düzendeki dengenin devlet ile anılan örnek bir devirden sonra iti­
aleyhine bozularak özel sektöre doğru b arını koruyam am ıştır (Bekata,

CHP’nin 1957 ve 1959 kurultaylarında temiyle yapılmasını sağladığı 21 Temmuz


bir demokratikleşme atılımı olarak ortaya 1946 seçimlerinden sonra Celâl Bayar’ın
konan bu görüşler aslında yeni değil yeni­ seçim haksızlıklarının giderilmesi gerekti­
den ortaya konan görüşlerdir. 1923’teki ği doğrultusundaki açıklamasını yayınla­
kuruluşunda amacını demokrasi, hukuk yan Yeni Sabah ve G erçek gazetelerini sıkı­
devleti ve çağdaşlaşma olarak belirleyen yönetim kararıyla kapattırmıştı. 1947’de
CHP, 10-11 Mayıs 1946’daki II. Olağanüs­ Boran, Başoglu, Boratav ve Berkes’in Da­
tü Kurultayı’nda da sınıf esası üzerine nıştay kararına karşın Dil ve Tayih-Coğ­
parti kurutabilmesi, dernek ve birlik kur­ rafya Eakültesi’nden atılmaları da CHP ik-
mada öğrencilerin serbest bırakılması, Cidarının bir tasarru fu y d u ,2 Köy
üniversitelere yönetsel ve bilimsel özerk­ Enstitülerinin mimarı olan Millî Eğitim
lik verilmesi, Matbuat Kanunu’nun hükü­ Bakanı Haşan Âli Yücel bu öğretim üyele­
mete gazete kapatma yetkisi veren 50. rine destek verdiği için CHP yönetimince
maddesi değiştirilerek bu yetkinin mah­ gözden çıkarılmış; Gün, Görüşleç Aydın­
kemelere devredilmesi ve basın suçlarının lık, Yurt dergileri kapatılmış; İnönü’nün
affedilmesi kararları almış; buna karşın 19 Mayıs 1945 nutkunda “ülkede tek ek­
aynı CHP iktidarı, adeta İttihat ve Terak- siğimiz bir muhalif partinin olmaması”
bi’nin 1912’deki sopalı seçimlerinin bir şeklindeki sözlerine rağmen, 1946’da ku­
tekrarı olan ve “açık oy, gizli tasnif’ yön­ rulan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü
2 7 M A Y I S , K E M A L I Z M I N ft E S T O R A S Y O N U M U ?

1965:4). Cumhuriyet Halk Partisi, laik için demokrasiye gönül vermiştir" (Be­
devleti kurmuş, vicdan ve din özgür­ kata, 1960:5).
lüğünü getirmiş, yaptığı devrimlerîe 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesin­
toplumu geliştirmiş ve nihayet demok­ den sonra yazdığı B ir in c i C um hu riyet
rasiyi g erçekleştirm iştir (Bekata, Biterken adlı eserinde 27 Mayıs 1960'ı,
1969:99). Ancak artık ihtilal devri iktidarı tekrar millete vermek olarak
geçmiş, inkılabın yeni esaslarının kök­ gören Bekata, yeni bir döneme ümitler­
leştirilmesi devri gelmiştir. Bu süreçte le girildiğini anlatırken bunu "Cumhu­
girilen demokratik rejimin müessese- riyet'in yeniden kendini buluşu" anla­
leri şeklen kurulmuş, ama zihniyeti, mında "İkinci Cumhuriyet" olarak gör­
ahlakı, geleceği henüz kurulamamış­ mek istemiştir. Bu kitaptaki yazılarında
tır. "Dışarıda saygı duyulan, içeride Bekata, rejim mücadelesinin her şey­
tesirli otoritesini itibarından alan, den önce hukuk devleti olmanın mü­
halkla beraber, halk için çalışan Örnek cadelesi olduğunu vurgular. "H içbir 561
bir devlet teşkilatını ve idaresini he­ hukuk devletinde Anayasa değil, be­
nüz k u ram am ışız..." (Bekata, nim arzularım hakim olacaktır" zihni­
1965:15). Ona göre, Cumhuriyet'in yetinin yaşayamayacağı, toplumun hu­
kuruluşuyla Kemalist ideolojisinin zurunun, hukukun hakimiyeti ile sağla­
Türk toplumuna kazandırdığı itibar nacağı üzerinde durur. Bekata'nın
ancak demokratik bir hukuk devleti 1960'lardaki yazılarında siyasete karşı
olmasıyla yeniden kazanılabilecektir. kuşkucu bir bakış da vardır; siyaseti
Çünkü "Türk milleti padişahları kim­ kendi kişisel çıkarlarına alet yapmak
senin kulu olmamak için uğurlamıştır. için seçen insanların politikacı değil
Halk, padişahların mülkü olan toprak­ entrikacı olduğuna kanidir (Bekata,
ları vatan yapmak davasında olduğu 1969:5).

Partisi’yle Türkiye Sosyalist Partisi aym rı altında da büyük baskılar görmüş ve


yıl sıkıyönetim kararıyla kapatılmıştı. muhalefete yönelmiştir. Vatan gazetesi­
1946'da grev istem enin yurtseverlikle nin DP’ye sürekli destek vermesine kar­
bağdaşmayacağını açıklayan CHP, 1947’de şın başyazar Ahmet Emin Yalman’m ol­
işçilerin temel hak ve özgürlüklerini kısıt­ dukça yumuşak sayılabilecek bir eleştiri
layıp örgütlenme hakkını sadece şeklen yazısı sonucu gazetenin kapatılması ve
tanıyan işçi ve işveren Sendikaları ve Sen­ Ahmet Em in Yalm an’ın 17 A ralık
dika Birlikleri YasasTnı TBMM’den çıkart­ 1959'da 15 aylık cezaya çarptırılması gibi
mıştı (Çavdar, 1999: 403-406). Matbuat çarpıcı örneklerden sonra, gazetelerde
Kanunu’nun 50. Maddesinin İ946’da de­ açık bir biçimde DP karşıtı görüş, haber
ğiştirilmesine karşın, 1947’de gazete çıka­ ve yorumlar görmek 1959’un sonlarına
racakların yasal özellikleri arasında “sui değin neredeyse mümkün değildir. Said-i
şöhret sahibi olmama” gibi öznel tanımla­ Nursi’nin DP’li bakan ve milletvekilleri­
maları davet eden yasa tasarısı CHP ikti- ne yazdığı mektubunda 600.000 fedakâr
darınca onaylanmıştı. öğrencisi olduğunu, bunların 1000 emni­
Bürokrat-aydın zümrenin önemli bir yet müdürü, 1000 savcı kadar ülkede
bileşeni olan basın, CHP iktidarında ma­ asayişi temin ettiğini ve DP için çalıştık­
ruz kaldığı baskılar nedeniyle DP’ye bü­ larını yazmasını,3 “irtica” olarak nitele­
yük destek vermesine karşılık, DP iktida­ yen Nadir Nadi, Aziz Nesin, “Atatürk
K £ m A L t _____ 2

varken bu Kürdi neredeydi?" diyerek 5a- nının kabararak zorba güçleri coşkun bir
id -i Ntirsi 'ye karşı çıkan Çetin Ahan g ibi sele kapılm ış süprüntü kü felen g ibi önü­
aydınlar baskı görürken; Hürriyet ve Ter­ ne katıp götürdüğünü, tarihimiz boyunca
cüman gibi birçok gazete, başbakanın ge­ kritik anlarda ulusun özlemini fiili duru­
zilerini, yabancı konuklarını manşetten ma dönüştürme şerefinin de orduya düş­
vererek Tek Parti döneminin protokol tüğünü, böylece kardeş kavgasının önlen­
haberciliğini tekrarlamışlardır. XIV Ku­ diğini” söyleyen yorumlar yer almıştır.
rultayından sonra CHP'rıin basındaki ay­ Muhalif kimliği olan gazetelerde ise,
dınların ve üniversite öğretim üyelerinin askeri darbeye sahip çıkış daha köklüdür.
büyük bölümüyle görüş ortaklığı belir­ 28 Mayıs 1960 tarihli Cumhuriyet gazete­
ginleşmiştir. Ortak payda, temel bak ve sinde DP’nin demokrasiyi nasıl yozlaştır­
özgürlükler, demokrasi ve yurttaşlık bi­ dığım hatırlatıp TSK’nin kardeş kavgasını
lincidir. Örneğin Nadir Nadi, 22 Mayıs önleyerek iyi yarınlar müjdelediğini belir­
1960 tarihli Cumhuriyet gazetesinde ten Nadir Nadi, yazısını “Yaşasın Türk
562 fikirlerden korkulmadığı, fikirlerin yal­ milleti, yaşasın onun kahraman ordusu"
nız fikirle yenişecegi bir çağ, bu dünyada sözleriyle noktalar. MÜliyet’le Abdi ipekçi
er -geç kurulacaktır.,. Köşemize çekilip “Türk ordusunun en şanlı, en büyük, en
bize göre bir yaşam sürmeye kalkışmak medeni, en cesur, en insani başarısını du­
yanlış olur. Fikirlere saygı göstermesini yacaklarını, böylelikle hür olarak yazı ya­
bilelim, eğri bulduğumuz düşüncelere de zacaklarını bilerek" darbe olunca sevinç­
tahammül etmeyi öğrenelim. Güttüğü­ ten ağladığını söyler. 29 Mayıs 1960 ta­
müz politikayı, demokratik usullerle yü­ rihli MiUiyet’te Çetin Altan, "vatan gökle­
rütmeye çalışalım", telkinini yapar. rinin memleket aydınlan üzerine düdük­
27 Mayıs 1960 darbesini sadece de­ lü tencere kapağı gibi sımsıkı kapandığı
mokratik muhalefetin taşıyıcısı olan ya­ günleri anımsadığını" yazar: “...meslekî
yın organları değil, bütün gazeteler bü­ bilgisi ve gücü olmayan bir takım köhne
yük coşku gösterisiyle karşılamıştır. Hür­ beyinli kişiler, klikleşerek ve büyük in­
riyet, birkaç gün öncesine değin protokol sanları parayla satın alacaklarım sanarak
haberlerini geniş biçimde verdiği DP’ye devleti haraca kesmeye başlamışlardı...
yüklenip, gerçekleştiği gün önemsiz bir Bu günkü hürriyet hareketinin anlattığı
haber boyutunda verdiği 28 Nisan 1960 manayı kavramak ve onların tahlilini yap­
olaylarını -darbenin ertesi günü-, şu yo­ mak için iki haftalık geçmişe eğilmekte
rumla gündeme getirmiştir: “Teklif Edi­ fayda umuyoruz. ‘Bu mu ihtilal? Bu mu
yoruz: 28 Nisan 1960... Atatürk’ün Cum­ hürriyet aşkı? Birkaç serserinin ayak ses­
huriyeti emanet ettiği ‘en hakiki mürşit leriyle gidecek adam değiliz biz.’ Elbette
ilim’in beşiği ‘üniversite’ bahçesinde, Ata­ sizler gidecek adam değilsiniz, götürüle­
türk gençliğine yakışır bir vekar içinde cek adamsınız. Ve bu gidişte en şanlı me­
göğüslerini dolduran hürriyet ateşi ile rasim, bir çöp arabasıyla yapıldı.” Burada­
Türk milletinin en samimi hislerine ter­ ki hesap soran, “devri- sabık” talep eden
cüman olmuş ve hep bir ağızdan göklere üslup, o döneme damgasını vuran, yaygın
yükselen hürriyet avazelerine silahla kar­ bir söylemi yansıtır. 1 Haziran 1960’da
şılık verilmişti,,. Bugün onların göğüsleri­ Ahşam’da Vecihi Ünal’ın yazısı, darbeyi
ni kurşunla siper ederek istedikleri hürri­ destekleyenlere hakim olan kindar ruh
yet, kahraman Türk ordusu tarafından halini yansıtır: “Üniversiteli gence çapul­
sağlanmıştır..,, üniversiteli şehitlerimiz cu, profesöre kara cüppeli, aydına devrim
için bir anıt dikilmesini teklif ediyoruz..." yobazı diyen zihniyet murdar bir leş gibi
Keza Tercümun’da, “Türk ulusunun ayra- milli tiksintinin çukuruna gömülmüş-
2 7 M A Y I S , K E M A L I Z M İ N R E S T O R A S Y O N U M U ?

27 Mayıs cuntaları ideolojik ve program atik anlamda bir hazırlık yapm ış değildiler;
böylesi bir arayışa sonradan giriştiler.

tür". Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz lerin gösterdiği bir tepki olduğu, darbe­
mandasını destekleyen ve vatan haini ilan nin en büyük şansızlığının ise 1945’te ya­
edilip 150’likler listesine alınarak yu «d ı­ pılmamış olması olduğu şu yorumunu
şına sürülen, affedilip yurda döndükten yapmıştır. 27 Mayıs’] kutsama derecesin­
sonra da hiç siyasi içerikli yazı yazmayan4 de benimseyen Avcıoğlu'nun, olayı sıcağı
Refi Cevat Ulunay’ın Miliiyet’le yazdıkla­ sıcağına değerlendiremeyen ve darbeyle
rı ise, daha ılımlı ama belki çok daha yay­ gerçekten demokrasi geleceğine -kimisi
gın bir destek eğilimini yansıtması ve or­ biraz “naifçe”- inanan öbür aydınlardan
dunun “vesayetçi” konumunu formülleş­ temel görüş ayrılığı, onun demokrasi ve
tirme tarzı açısından ilginçtir: Yaşadı­ parlamenter .sistem karşıtlığıdır, Avcıog-
ğımız asır hürriyet asrıdır, milletlerin lu’ya göre, -27 Mayıs’tan yedi yıl sonra-,
hürriyetsiz yaşamalarına imkan olmadığı­ Avrupa gibi kapitalistleşemeyen, dışa bağ­
nı anlayan ordu, hürriyeti müdafaa etmek lı komprador burjuvazi ve toprak ağalan-
suretiyle, milletin istikbalini müdafaa et­ nın egemenliğinde azgelişmiş bir ülke
miş oldu... Ordu bizi yalnız harici düşman­ olan Türkiye’de Avrupa tipi bir sosyalist
lara karşı değil kendi kendim ize karşı da partinin başarı şansı olamaz. Bilinçlenme­
m uhajaza ed iy o r,, (abç,)” miş bir işçi sınıfına yönelik sosyalist ta­
27 Mayıs’ı an ti-d em okra tik bir iktidara leplerle toplumda ürküntü yaratacak yer­
reaksiyon olmanın ötesinde bir "kurtuluş de, an ti-emperyalist, anti-feodal bir nok­
projesi’’ olarak benimseyen aydınların ti­ tada birleşecek ara tabakaları harekete ge­
pik temsilcisi, Doğan Avcıoglu’dur. Dar­ çirmek gerekir.
benin sıcak ortamının geçmesinden ve ni­ Avcıoğlu’nun 27 Mayıs’ı gecikmiş bir
teliğinin belirginleşmesinden iki yıl sonra reform/devrim girişimi olarak görmesine
bile Avcıoglu Yön dergisinde, 27 Mayıs’ın karşılık, darbeden dört yıl sonraki değer­
yeteri kadar bilinçli olmazsa bile ülkeye lendirmesinde Mümtaz Soysal, bu müda­
değerli yıllar kaybettiren, onur kırıcı, haleyi kitle eğilimi bakımından erken ça­
miskin ve aciz gidişe karşı zinde kuvvet­ lan bir zil sayar. Ona göre, DP iktidarının
K E M A L İ Z M

demokrasiyi nasıl kötüye kullandığının, mek doğru değildir. Unutmamak gerekir


demokrasi perdesi arkasında oynanan ki, başarıya ulaştığı anlaşıldıktan sonra
oyunların, türlü sıkıntılar, duraklamalar, aldığı desteğe karşın 27 Mayıs’ta İstanbul,
hatta gerilemeler pahasına da olsa iyi an­ Ankara ve İzmir dışındaki askerî birlikler
laşılmasına ramak kalmış iken, 27 Mayıs, dahi niçin darbe yapıldığını tam olarak
bir bakıma bu anlayışın gerçek bir top­ anlayabilmiş değildir.
lum bilincine erişmesini yarıda kesmiştir; Üniversitenin, askerî yönetimi meşru­
halkın olup bitenlerle kendi çektikleri laştırarak teşvik etmesi ve “yetkilendir­
arasında tam bir bağlantı kurmasından meye” çalışması da söz konusudur. Dar­
önce gerçekleştiği için erken çalan bir zil­ beden bir gün sonra Orgeneral Gürsel,
dir, baskıya karşı çıkan üniversiteli ve as­ çağırdığı hukuk profesörlerine “Bize der­
kerlerin harekete geçme dürtüsü de ide­ hal bir anayasa yapın, çünkü üç ay İçinde
al is tçed ir derhal seçimlere gidip yönetimi sivillere
Aydınların zümrenin 27 M ayısla en bırakacağız", dediğinde Prof. Hüseyin
564 açık ve atak bir biçimde özdeşleşen kana­ Nail Kübalı, yapılan ihtilalin tamamen
dı, üniversitedir. Darbe öncesi aylarda İs­ hukuksal olduğunu söylemiştir: “Gerçek
tanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri öz­ güç sîzdedir. Bu bakımdan mevcut hu­
gürlük, demokrasi ve özgür seçimleri is­ kuksal mevzuatta, başta anayasa olmak
teyen bir bildiri dağıtmış; 8 Ocak 1960’ta üzere her türlü değişikliği yapma konu­
SBE Derneği Başkanı, köy imamlarının sunda meşru yetkileriniz vardır.” Kübalı,
köy öğretmeninden daha çok rağbet gör­ Gürsel’in hükümeti müsteşarlardan oluş­
düğünü, devrimci öğrenciler olarak sabır­ turma önerisine de “Olur mu paşam, her
larının taştığını açıklam ıştı. 19 Mayıs türlü yasama ve yürütme yetkisine sahip
1960’da Ankara Üniversitesi öğrencileri, olduğunuza göre hükümeti de aranızda
“Başkumandan M. Kemal” misyonunu kurabilirsiniz", yanıtım vermiştir. Oysa
üstlenerek, ulusun iktidarını yok eden 1924 Anayasası, her ne denli güçler birli­
diktatörlere boyun eğmeme yemini et­ ğine dayanan ve çağdışı kalmış bir anaya­
mişlerdi, 18 Nisan 1960’da Menderes'in sa olmasına karşın, askerî darbelere, mü­
“kara cüppeliler” yakıştırmasına karşı İs­ dahalelere cevaz veren bir bir anayasa de­
tanbul ve Ankara Üniversiteleri profesör­ ğildir. ister darbe densin, ister ihtilal,
lerinin ortak imzasıyla yayınlanan protes­ askerî müdahaleler bir siyasal mantığa,
toları, 28 Nisan 1960’daki polis-öğrenci kurama uyabilir ama bir hukuk profesö­
çatışmasında öğrenci Turan Emeksiz’in rünün bunun hukuka uygunluğundan
ölmesi üzerine İstanbul Üniversitesi Se- söz etmesi, bu kesimin “hukuk devleti”
natosu’nun Rektör Sıddık Sami Onar’ın anlayışına kaygıyla bakmayı zorunlu kı­
önerisiyle oybirliğiyle üniversiteyi kapat­ lar. Keza, Millî Birlik Komitesi’ne hem ya­
ma kararı izlemişti. Üniversite camiası, sama hem yürütme organı olma yetkisini
27 Mayıs müdahalesine açık ve coşkulu verdikten sonra, Gürsel’in Onar Komis-
bir destek vermiştin Prof, Enver Ziya Ka- yonu’ndan yapacakları anayasanın gerekli
ral, bu desteği şu sözlerle doğallaştırır: durumlarda askerî müdahaleye meşruiyet
“...herkes soysuzlaşmış olan siyasal düze­ zemini hazırlamasını istemesi üzerine Or­
nin yarattığı ve geliştirmekte olduğu ruh­ du Iç Hizmet Yasası’nın 34. Maddesini
sal anarşiden bizar olmuş, yeni bir düze­ sonraki darbeleri de anayasallaştıracak bi­
nin gereğine inanmaya başlamış, TSK’yı çimde bir "hukuksal formüT’e dönüştü­
göreve çağırmıştır.” Oysa 27 Mayıs askerî ren hukukçuların hukukçuluk ve bilim
müdahalesinin yaygın, kitlesel bir top­ adamı kimlikleri tartışmaya değerdir,
lumsal desteğe dayanarak geldiğini söyle­ iktidarın meşruiyetiyle ilgili bu yo­
2 7 M A Y I S , K E N I A L I Z M I N R E S T O R A S Y O N U M U ?

rumlara bağ]] olarak, parlamentarizmle masıyla orduda bir kıpırdanma başlamış


ilgili köklü kuşkular da 27 Mayıs’a veri­ ve “Atatürk ilkelerine sahip çıkmak”, bu
len desteğin önemli bir parçasıdır. Doğan tepkilerin başta gelen motiflerinden ol­
Avcıoglu, Kemalizm ve devrimcilik adı­ muştur (Birand, 1986: 9 3 -9 4 ). Ancak
na, Türkiye’nin parlamentoculuk yüzün­ “Atatürkçülük" adına bir program veya
den yerinde saydığını, tekrar seçim yapıl­ ideolojik çerçeve oluşmuş değildir.
sa aynı hamurdan insanların parlamento­ Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gür­
ya doluşacaklarını söyler. Bu, “aydın” selin 3 Mayıs 1960’ta siyasal bir düşünce­
kimliğini tartışmayı gerektiren bir tu­ si olmadığını ve yaptığının cüretkârane
tumdur, Darbecilerden Madanoglu aynı bir hareket olduğunu itiraf ederek, ülke­
kadroyu oluşturan bilim adam larına nin içinde bulunan durumun çok vahim
meclisi feshetmemeyi, kapısında durup olduğuna dikkat çekmek üzere millî sa­
CHP’liierle “masum” DP’lileri içeri alma­ vunma bakanına yazdığı mektupta ivedi­
yı önerdiğinde “Olur mu paşam, meclisi likle alınması gereken önlemler, ordunun
kapatmazsanız siz m eşrulaşmazsınız", reaksiyon saiklerini özetler. Mektupta 565
yanıtını almıştır. Anayasa Komisyonu cumhurbaşkanının istifa etmesi, anti-de-
Başkanı Prof. Sıddık Sami Onar da, Gür­ mok"atik yasaların kaldırılması, tutukla­
selin seçimlere erken gitme ve yönetimi nan gazeteci ve öğrencilerin serbest bıra­
sivillere bırakma isteğine şiddetle karşı kılması, adaletin sağlanması, bilim ku­
çıkanlardandır. Dokuz bilim adamından rulularının yeniden etkin kılınması, or­
oluşan bu komisyon genelkurmay başka­ dunun sorunlarının hızla çözülmesi, di­
nı adayını da Yüksek Askerî Şura'nın nin kötüye kullanımından vazgeçilmesi
saptamasını -yani tamamen seçilmiş ikti­ istenmiştir. Gürsel şu uyarıyı yapar: “Ül­
darın denetimi dışına çıkmasını- istemiş, keye çok şeyler yaptığınız kesindir ama
ancak bu öneri, Ankara Üniversitesi Siya­ bunları bir sömürge idaresi de yapar. Asıl
sal Bilgiler Fakültesi’nin 18 öğretim üye­ yapmanız gereken, hak ve özgürlük aşkı­
sinin, bu tür bir seçimin demokratik bir nın kökleştiriim esidir... tüm bunların
rejime, sivil yönetime ve çağdaş devlet partinizin de kurtarılması için çok dikka­
anlayışına aykırı olduğu tepkisiyle karşı­ te alınması gerekir..." (Aydemir, 1968,
laşmıştır. 435-437), Bu mektup G ürselin kişisel
Bu dönemde ordu içinde 27 Mayıs ey­ görüşlerinden çok, DP’nin icraatinden ba­
lemini Kemalizm adına anlamlandırmaya, sın, üniversite ve CHP çevrelerinde duyu­
ideoloj il eştirmeye dönük bütünlüklü bir lan rahatsızlıkları özetler.
hazırlık ve yaklaşım olduğunu söylemek Orduda iktidara karşı ilk ciddi örgüt­
de zordur. İdeolojisinin bel kemiğini el­ lenme, başlandığı 1959 yılında ortaya
bette “Atatürk ilkelerine bağlılık" oluş­ çıkmıştır. 14 Eylül 1959’da ordu içinde
turmasına karşın 1940-50 yılları arasında kurulan örgüt, bir ihtilal örgütü olmadı­
ismet Paşa’nın cumhurbaşkanı olması ve ğını belirterek ve bir yönetim veya iktidar
Atatürkçülüğe karşı bir siyasal-ideolojik programı olmaksızın faaliyette bulunmuş,
akımın da görülmemesi nedeniyle Harp 27 Mayıs’ta da eylemini “memleketteki
Okullarında “Atatürkçülük” ağırlıklı bir kardeş kavgasına son vermek ve partiler
ders veya doktrin olarak programa kon­ arası çatışmayı önlemek”le açıklamıştır.
mamış, Atatürk ilkelerine bağlılık, özel­ Darbe sabahı radyoda Alpaslan Tür keş’in
likle üstünde durulmadan ya da militan okuduğu darbe bildirisi de bu çizgiyi yan­
bir söylemle değil, olağan bir anlayış ola­ sıtır. Sonraki ayrışmada, Millî Birlik Ko­
rak benimsenmiştir. Ancak İ950'den iti­ mitesi üyelerinden Ekrem Acuner, Rafet
baren özellikle dinci akımların ortaya çık­ Aksoylu, Fikret Kuytak, Mucip Ataklı,
K e m a l i z m

Haydar Tunçkanat, Emanullah Çelebi, düzeyine çıkarmak, endüstriye büyük hız


Suphi Gürsoyrtak, Ahmet Yıldız, Sezai vermek, en kısa zamanda biçimsel olmak­
O’kan ve Şükran Özkaya CHP -esasen İs­ tan çok gerçek demokrasi düzeni içinde
met Paşa- ile bağlantı İçinde hareket et­ seçime gitmek5 gibi, yine genel, ortalama
mesine karşı, 38 kişilik Millî Birlik Komi­ denebilecek hedefler tanımlar.
tesi’nm 14 üyesi, Komiteyi partiye dönüş­ Ancak, Türkeş liderliğindeki bu On-
türerek seçimlere girmeyi tasarlamış ve dörtler grubunun 13 Kasım 1960’da tasfi­
11 maddelik bir program belirlemişlerdir. ye edilmesiyle MBK içinde bir düşünce ve
Bu maddeler: Tüm ulusun benimsediği eylem türdeşliği sağlanamamış, Ahmet
bir anayasa, partizanlığa son veren bir yö­ Yıldız liderliğinde l l ’ler, Sami Küçük li­
netim, hiçbir sınıfı ya da partiyi üstün derliğinde 7’ler, Gürsel liderliğinde 5’ler,
tutmayacak bir bütünlük ve ulusal birlik, Talat Aydemir liderliğinde Harp Okulu
adaleti tarafsız hale getirmek, üniversite Komitesi, Silahlı Kuvvetler Birliği ve di­
özerkliğini sağlamak, partizan görüşlerle ğer grupların oluşumuyla bir cuntalaşma
566 ehil olmayanların doldurulduğu devlet dalgası başlamıştır. Bu bölünmelerde be­
sektörünü yeniden yapılandırmak, re­ lirleyici olan, düşünsel farklılıklar değil,
formlar yapmak, orduyu anayasada ve iç CHP yandaşlığı veya karşıtlığı ayrımı ile
hizmet kanununda belirlenen bir kimliğe bununla ilişkili kişisel hırs ve öfkelerdir.
büründürerek büyük devletlerin orduları Türkeş ve grubu, “Atatürkçü reformla-

CHP'nin “Ortanın Sotu’na yöneldiği dönemde, İsmet İnönü bir p arti içi tartışmada.
Ortanın Solu hareketinin öncülerinden BülentEcevit, Kuzeyden (SSCB'den),
Güney’d en (bazı Arap ülkelerindeki sol hareketlerden), Batı dan (sosyal dem okratik
akım dan), Uzak Doğu’dan (Çin’d en) gelen sol b asın la ra karşı, yerli ve özgün bir sol
tanımlamayı, ulusal-bağtmsızhkçt ve Kemalist geleneğe sadık bir y ol olarak
düşünmektedir. Batı sosyal dem okrasisi, bu ‘basınçlar’’ İçinde tek “güvenilir" saydığı
kaynaktır. Buna karşı CHP sağ kanadı, Ortanın Solu hu komünizme m üsam ahakâr
ve Atatürkçülükten sapm a sayarak partiden kopacaktır.
27 M A Y I S , K E M A L I Z M İ N R E S T O R A S Y O N U M U ?

nn” demokratik bir rejimle gerçekleştiri­ ler -dış borca dayanmakla beraber- para
lemeyeceği, bu yüzden belirli bir süre ve tüketim olanağına kavuşmuştu. Top­
otoriter yönetim gerektiği görüşünü savu­ lumun çok büyük bir kesimi DP yöneti­
nurken, Sami Küçük, bunun askeri dikta­ minde mesuttu. Menderes, “Bu memle­
törlüğe yol açacağı düşüncesiyle yönetimi kette hürriyetin en geniş şekilde mevcut
sivillere bırakmaktan yanadır (Öymen, olduğunun ispatı, her yerde herkesin
1987). Ancak şunu da unutmamak gere­ ‘hürriyet yok’ diye bağırabilmesidir. Hür­
kir ki, askerler, MBK içindeki otoriter re­ riyet olmayan memleketlerde ne böyle
jim yanlılarını tasfiye ederken, sivil Onar mitingler, ne böyle konuşmalar, ne de
Komisyonu’nun Tarık Zafer Tunaya, is­ bağırıp çağırmalar olur. Nitekim Millî
met Giritli gibi demokratik rejimden yana Şeflik devirlerinde Türkiye istibdadın en
olan üyelerini de tasfiye ettirmişlerdir. karanlık günlerini yaşadığı halde, kimse
27 Mayıs’ta gerek basın, gerek üniversi­ çıkıp da ‘hürriyet yok’ diye bağırmamış-
te, gerekse ordu, “hürriyef’e ve “kardeş tır” düşüncesindedir.
kavgasına son verme’’ye vurgu yapmışlar­ Buradaki sorun, kavramın içinin boşal­ 567
dır. Burada da büyük ölçüde CHP etkisi tılarak özne ileş tiri imeşinden kaynaklanan
altındadırlar. Darbe öncesi Eskişehir'de bir tanımlama sorunu mudur, yoksa Na­
albay rütbesiyle 11. Uçuş Grup Kon utanı mık Kemal’den beri efsunlanılan özgür­
olarak 27 Mayıs sabahı Mendeıes'i tutuk­ lük kavramının belirli bir nesnel içeriğin­
latan Muhsin Batur'un sözleri, CHP’den den çok lafzına duyulan bir özlem midir
basına, üniversiteye ve orduya uzanan or­ sorularının yanıtı kanımca şu noktada
ganik ilişkiyi gösterir: “...İnönü gibi dü­ düğümlenmektedir: Genel anlamda siya­
zenden yana ün yapmış bir devlet adamı­ sal liberalizmin, kendinden farklı düşün­
nın bu sözleri,6 bir uyarı olduğu kadar bir celerin de varlığına ortam sağlayan, böy­
ihtilale ışık yakmaktı. İnönü’nün bu söz­ lelikle özgürlüğü içeren tanımına karşı­
lerini basan gazeteler toplatılıyordu ama lık, Osmanh’nm son dönemindeki mo­
nasıl oluyorsa Ankara-Eskişehir arasında­ dernleşme sürecinde Türk aydın tipi, ge­
ki görünmez eller, bu toplatılmış gazetele­ leneksel kurumlara karşı çağdaş Batı ku­
ri, açıklanmayan meclis tutanaklarını su­ rulularını savunurken hem kendi toplu-
baylara ulaştırıyor ve biz de bunları oku­ muna yabancılaşmış, hem de maaşını al­
yorduk. Hepimiz, baskı havasını üzeri­ dığı devleti korumayı, halkı buradan aldı­
mizde hissetmeye başlamıştık.” Ancak 27 ğı üstünlük ve yetkiyle yönetmeyi ödev
Mayıs'ı yapan ve sürükleyenler, ideolojik bilmiştir. Devlet ve hükümetle kendini
düzeyde DP iktidarına karşı bir seçenek özdeşleştiren asker ya da sivil bürokrat
ya da bir yeni rejim tasarımı üretmiş de­ aydın, devletin zihniyet ve görüşlerini
ğillerdir. Bu dönemde “Atatürkçülüğün”, kendi düşünceleri olarak algılam ıştır
bu ideolojik Buluğu örtmeye dönük bir (Karpat, 1996: 119-121). Cumhuriyet dö­
işlev gördüğü de söylenebilir. neminde, bu bürokrat aydın tipinin mo­
Her ne denli ekonomik liberalizmin dernleşmeye köstek olacağı düşüncesinin
koşullan sağlanmamış, altyapısı oluştu­ hakim olduğu bir evrede ittihatçılığın
rulmamış olsa da, yaklaşık 100 yıldır as- pragmatık kanadından gelen Atatürk ve
ker/sivil-bürokrat-aydın ittifakının çağ­ Bayar’ın, geleneksel bürokratik İttihatçı
daş rejimin ön koşulu olarak belirlediği anlayışı sürdürmek isteyen İnönü ve gru­
“hürriyet” ortamına ve siyasal liberaliz­ bunu tasfiyeye yöneldiği bir moment
me 1950'li yıllarda kuramsal olarak ula­ oluşmuş; 1937’de İnönü’nün yerine hem
şılmıştı. DP iktidarıyla birlikte, nüfusun CHP genel başkan vekilliğine hem de
büyük bir çoğunluğunu oluşturan köylü­ başbakanlığa Celâl Bayar atanmışsa da,
K E M A L İ Z M

Atatürk’ün hastalanması ve ölümüyle bu Millî Birlik Komitesi’nden Orhan Erkan-


girişim yarıda kalmıştır. lı’nın 27 Mayıs’m gerekçesi olarak Birinci
Böylelikle siyasal liberalizmin dokusu­ Dünya Savaşı’ndan beri TSK’ntn savaşa
nu oluşturan, devlet dışında, devleti sor­ girmemesi sonucu, yapacak işlerinin ol­
gulayan, devletle yan yana ve devlete rağ­ madığını ve sıkıldıklarını belirtmesi... Ta­
men egemenlik alanını koruyan kurum­ lat Aydemir öncülüğündeki 22 Şubat
lar, varlık kazanamamıştır. Dolayısıyla 1963 askerî darbe girişimi sonrası 14’le-
DP’yle ulaşıldığı ya da yjtirildiği sanılan, rin Senato’ya gönderdiği “Kemalistler Or­
siyasal liberalizm değildir. DR örneğin ba­ dusu Bi!dirisi’’nin içeriği... hatta 12 Mart
sın özgürlüğünü son yıllarında kuşkusuz 1971‘de Mihri Bellı’nin TİP içindeki Millî
kısıtlamıştır ama özgürlüğü kısıtlanan ke­ Demokratik Devrim akımını Kemalist
simden ciddi bir ses gelmemesi de dikka­ Devrimle eşdeğer görmesi... Doğan Avcı-
te değerdir. Üniversite üzerinde baskı oglu’nun “cici demokrasinin sonu geldi”
kuşkusuz vardır ama profesörler kurum yakıştırması... Hikmet Kıvılcımlı’nm “or­
568 üzerindeki baskıdan çok seçkinler içinde­ du kılıcım atlı” yorumu... 27 Mayıs saba­
ki konumlarının sarsılmasını yansıtan, hı CHP milletvekili Ferda Güley’in askerî
Menderes’in “kara cüppeliler” yakıştırma­ üniforma yiyerek "ihtilal karargâhına yar­
sına öfkelenmişlerdir. DP 1946-1955 yıl­ dıma” gitmesi, anti-demokratik tutumun
ları arasında Türkiye’de ilk kez göreli öz­ yaygınlığı savımı doğrulayan örneklerdir.
gürlükler ve özerklikler sağlamasına kar­ Bu örnekler, yaygın kanının tersine, 27
şın, asker/sivil-bürokrat-aydın ittifakı Mayıs’ın askerlerden çok sivillerin güdü­
DP'yi sosyal bakımdan küçümseyerek hü­ lendirdiği bir eylem olduğunu ortaya ko­
kümeti yıpratmaya çalıştıkça, dış borca yarlar. Medrese-ordu-münevver üçlüsü,
dayalı ekonomik politikasında başarısız üniversite-ordu-basın üçlüsüne dönüş­
olmaya başlayan DP hükümeti de anti­ müş, nitekim bu üçlü 27 Mayıs sürecinde
demokratik yasalar çıkarma yoluna git­ kendini “zinde kuvvetler” olarak adlan­
miştir. Kurtuluş Savaşı ve özgürlük söyle­ dı! mıştır. 27 Mayıs süreci, içi doldurul­
mine aydınlar, Atatürk ilkelerini askerler mamış kavramlarla, öfke ve nefret duygu­
sahiplenince, şahsen laiklik yanlısı olan larının etkisi altında ilerlemiştir.
Menderes ve DP önde gelenleri, devlet dı­ Çok partili siyasal rejim deneyimine
şında, devlete rağmen toplumda meşru­ dört kez geçilmesine karşın, rejime ço­
iyetini koruyan bir gelenek olarak İslâmî ğulculuk kazandıran kurum ve kuruluş­
değerlere yaklaşmışlardır. ların işleyişleri ve ortam ları özellikle
Bu dönemde anti-demokratik tavır ya 1930’larda Kemalizm dar kalıbına sığdı­
da siyasal liberalizme uyumsuzluğu DP rılmaya çalışılm ış, bu anlayışın dışına
dışındaki sivil kurum ve kuruluşlar da çıktıklarında tasfiye edilmiştir. Bir rejime
paylaşırlar. Tek parti döneminde 27 yıl çoğulcu demokratik nitelik kazandıran
iktidarda kalan CHP muhalefet partisi ol­ dernekler, siyasal partiler, sivil toplum
maya alışamamıştır, TSK yeterince profes- kuruluşları, özgür basın, yasalarla varlık
yonelleşememiştir, basın 4. erk olmanın kazanıp yasalarla yok edildikleri için, et­
bilincinde değildir, üniversiteler akade- kinlikleri ve Örgütlenmeleri durduruldu­
mikleşememişlerdir. ğunda sivil siyasal kurumsallaşma sıfır­
Celâl Bayar’ın “Bence 27 Mayıs bir fiilî lanmıştır. Bu kuruluların yerini gelenek­
durumdur. OsmanlI’dan kalma geleneksel sel ama bencil oportünist gruplar tutmuş,
yönetimimizdeki ordu-medrese işbirliği­ böylece azgelişmiş ülke sorunlarının it­
nin, kanun yapma ve yürütme gücüne mesiyle sürekli hareketlenen kitleler, si­
karşı direnişi, müdahalesidir" saptaması... yasal katılımın olağan yolları tıkandıkça,
' 2 7 M A Y I S , K E M A L I Z M I N R E S T O R A S Y O N U M U ?

ya olağandışı siyasal katılım patlamaları rak, 1919-22 hareketinin çoğulcu de­


göstermişler ya da radikal akımların ya­ mokratik bir rejime ve hukuk devletine
sadışı örgütlenmelerine katılmışlardır. ulaşmayı hedeflemesine karşın, nihai ola­
Demokratik dengenin sağlanması için ge­ rak çok partili bir anti-demokratik rejime
rekli olan uzlaşmanın yerini gerginlik al­ ve hukuk devleti yerine yasa devletine7
mıştır. Siyasal partiler, hükümet etme ye­ ulaştığı söylenebilir. 27 Mayıs'ın liberal
rine iktidar tekelini eline geçirme, muha­ içerikli bir anayasa getirmesi, yasamayı
lefet etme yerine “menfî olma” alışkan­ yürütmenin tiranlığını önleyecek biçim­
lıklarını kazanmışlardır. Bürokrasi karşı­ de düzenlemesi, güçler ayrılığı ilkesiyle
sında zayıf düşmüşler, devlette olan iliş­ yargı erkini bağımsızlaştırması, siyasal
kilerinde korkak ve beceriksiz, birbirleri­ partiler yasasım nispi temsil sistemine
ne karşı saldırgan ve acımasız, iktidar sa­ dönüştürerek siyasal yelpazenin bütün
vaşımında sabırsız ve acilci olmuşlardır. unsurlarının görüşlerinin TBMM'ye yan­
Siyasal önderler ya karizmatık ya da po­ sımasını sağlaması, Anayasa Mahkemesi
pülist olmaya zorlanmış, parti programla­ kurması vb. toplumu çağdaşlaştırıcı yapı­ 569
rıyla hükümet icraatı ilkesellikıen çıkar­ lanmalar gibi görünmekle beraber; aynı
cılığa dönüşmüş, bu tutarsızlıklar karşı­ anayasanın askerî darbeleri meşrulaştır­
sında seçmenler, gitgide siyasal partilere dığı, ordunun devlet aygıtı içindeki yeri­
güvensizleşmişlerdir. Dolayısıyla, akılcı, ni genişlettiği, askerlerin iktidarı her an
sürekli, tutarlı, çoksesli siyasal kurumsal­ ve sürekli etkilemelerinin yolunu açtığı,
laşmanın yerini, duygusal, bencil, tutar­ Cumhuriyet döneminde darbe geleneği
sız ve süreksiz istem-sunu etkileşimiyle, başlattığı göz ardı edilemez. Kemalizmin
“partizan uğultu” almıştır. restorasyonu olarak değerlendirilebilen
Sonuç olarak, Duverger’nin bir rejimin 27 Mayıs’ı, aslında İttihatçı geleneğin
demokratik çoğulcu olabilmesi için, mu­ Cumhuriyet dönemindeki yeni biçimlen­
halefete yalnızca yasal değil, fiilî ortam mesi ve sağlamlaştırılması olarak görmek
sağlaması gerektiği saptamasından kalka­ yersiz olmayacaktır. □

Dİ PNOTLAR

1 Sabah, 11 Haziran 1933 Hıram Abas'ın açıkla­ dışı yollarla iktidara gelmek için hücre örgütü
masına bkz. kurduğu gerekçesiyle Meclis soruşturması
2 Nurşen Mazıcı, "öncesi ve Sonrasıyla 1933 Üni­ açılmasını istemiş, CHP de verdiği karşı öner­
versite Yasası", B irikim 1995 Yaz, s. 66-68. geyle insan haklarının çiğnenmesi, adlî temi-
nat sizlik, partizan idare, radyo rezaleti, israf,
3 Doç, Dr. Nurşen Mazıcı. "Demokrat Parti’nin suiistimal vb. dile getirmiştir. Karşı önergenin
Din Politikası ve Samsun'da Nurcular", 19 M a­ dikkate alınmaması ve DP önergesinin mec­
yıs ve M illi Muta defe'de Sam sun S e m p o zyu m u liste kabul edilmesi sonucu, İnönü, 18 Nisan
2 0 -2 2 M a yıs 1999, <A y rı B asım ) B ild irile r, 19 1960'da DP'nin anti demokratik yasalar çıkar­
Mayıs Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp masını eleştirirken "...Eğer insan haklan yürü­
Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Sam­ tülemez, vatandaş haklan zorlanırsa, baskı
sun 2000, S.285-286. rejimi kurulursa, ihtilaller derhal gerçekle­
4 Nurşen Mazıcı, "Af Yasalarında 150'likler", A n ­ şir...bu yolda devam ederseniz, ben bile sizi
kara Ü niversitesi Siyasal B ilg ile r fa k ü lte s i D e r­ kurtaramam...şartlar tamam olduğu zaman
gisi, Cilt: 55, Ocak-Mart 2000 No: 1 Ankara Üni­ milletler için ihtilaler meşrudur", demiştir.
versitesi Basımevi, Ankara 2000. TBM M Z a b ıt C e rid e si Cilt: 13, 18 Nisan 1960
5 Tekin Erer, Yassıada ve Sonrası, Cilt: 1 ve 2, Ye­ S.206-20 7,
ni Mat. İst. S,55-64. 7 Nurşen Mazıcı, "Hukuk Devleti mi Yasa Devleti
6 12 Nisan 1960 günü DP, CHP hakkında, seçim mi", C u m h u riyet 17 Haziran 1989.
12 Eylül Atatürkçülüğü ya da
Bir Kemalist Restorasyon
Teşebbüsü Olarak 12 Eylül
YÜKSEL TAŞKIN

“O rdular güveni iği isi ikrarda aradıkla­ gelenekçi -özellikle dinsel- bağlılıklar aşı­
rından, toplamda fa z la değişiklikten ür­ lamaz olarak algılanmıyordu. Bu iyimser­
kerler Çoğulca toplum a geçişin, çağdaş­ lik, Batıyı fazlaca monolitik algılayan, Ba-
laşmanın ve gelişimin doğal sonucu olan tı’nın kendi içinde yaşadığı modernlik /
değişimi de genellikle istikran sarsıcı bir gelenek arasındaki savaşımların çetrefilli­
etken gibi görm e eğilimindedirler. Hemen ğini es geçen bir bakış açısıyla beslen­
belirtey im , ben genel olara k orduların mekteydi. Ne geleneğin yeniden vücut
sosyal, kültüre! veya siyasal değişime ön­ bularak yaşama yeteneği; ne de modernli­
cülük ettiği veya edebileceği düşüncesine ğin kendisine has çatışmacı aktörleri, Av­
katılm ıyorum ." rupa merkezci ‘Batı’ algısı içinde fazlaca
yer bulamıyordu.
Bülent Ecevıt
1960'lann ortalarından itibaren, mo­
Tercüman, II Temmuz 1986.
dernleşme teorisinin başlangıçtaki iyim­
serliğini hızla terk eden, hatta otoriter re­
12 Eylül Atatürkçülüğü, çağdaşlaşma öz­ jim ler yoluyla kalkınmayı olumlamaya
nesi olarak devleti kabul eden bir proje­ başlayan akademik çıkışlara paralel bi­
nin, devlet denetiminde değişime direnç çimde, Batı dışı toplumların seçkinleri,
gösteren yeni toplumsal öznelere karşı, 'demokrasi içinde kalkınma' tercihlerin­
modernleştirici mirasım terk ederek mu­ den sapmaya başladılar, 12 Mart’ı izleyen
hafazakâr bir içerikle yeniden tanımlan­ restorasyon girişimleri de bu izlegin dı­
ması, ‘devletlileştirilmesi’ arayışının adı­ şında anlaşılamaz. Zaten, modernlik, hal­
dır. Bu arayış, 1982 Anayasasının Genel kın katılımı yoluyla şekillendirilebilecek
Esaslar bölümünde Atatürk Milliyetçiliği bir proje olarak görülmüyor; ‘yurttaşların
ibaresiyle resmî ideolojinin istikametini sınırları önceden tanımlanmış bir projey­
gösterir biçimde yerini de bulmuştur, le ‘aydınlanacağı’ varsayılıyordu. Bu vesa-
27 Mayıs’tan solun kitlese! yükselişe yetçi demokrasi koşullan ve bunun bir
geçtiği 60'b yılların sonuna kadar olan tamamlayıcısı olan halkçılık ilkesinin al­
dönem için sivil-bürokratik seçkinler ara­ gılanışı, 27 Mayıs’ta veya 12 Mart ve 12
sında modernist iyimserliğin belirleyici Eylül’ü gerçekleştiren kadrolarda ciddi
olduğunu söyleyebiliriz. Moderni2min değişim geçirmemiştir. Bu anlamda bir
kaçınılmaz ilerleyişine duyulan güven sa­ süreklilik söz konusudur. Türkiye’nin et­
yesinde, demokrasinin güçlendirebileceği kin seçkinlerinde de yansımalarım bulan
Bİ R K E M A L İ S T R E S T O R A S Y O N T E Ş E B B Ü S Ü O L A R A K 12 E Y LÜL

bu ideolojik ‘geri çekilişin’ doğrultusu 12 tergesidir. Darbenin kitlesel destek nok­


Mart’la belirginleşmiş, kapsamlı restoras­ sanlığı, Özal ve benzerlerinin serbest pi­
yon projesi ise 12 Eylül'le uygulamaya so­ yasa uygulamalarıyla üst ve orta sınıflarda
kulmuştur. yaratabilecekleri, dışa’ açılma ve tüketim
1960’larda ‘sosyal adaleti’ önemseyen; toplumu kaynaklı cazibelerin yardımıyla
yurttaşları Refah Devleti’ne özgü ‘makul’ aşılabilecekti.
haklarla donatarak planlı kalkınmayı; Sadece iktisat alanında değil, kültür
sosyalist ve kapitalist çizgiye alternatif bir alanında da 12 Eylül liderliği, ideolojik
‘üçüncü yol' geleneğine yakın bir 'karma olarak daha yakın oldukları cumhuriyet­
ekonomi’ modelini savunan ve dinamik çi muhafazakârlarla kalıcı başarılar elde
reformculuğa İlham vermesi açısından edem eyeceklerinin farkındaydılar. Bu
‘Kemalizm’ kavramını öne çıkaran çizgi, nedenlerle, milliyetçi muhafazakâr seç­
zamanla Kem alizm in sağ yorumunun kinlerle, onların temsil ve yönlendirme
‘Atatürkçülük’ anlayışına hegemonize et­ güçlerine duyulan ihtiyaçtan dolayı ya­
meye çalıştığı Soğuk Savaş muhafazakâr­ pılan ittifak, 12 Eylül restorasyonunu 571
lığının gölgesinde kaldı. 12 Mart süreci, daha iyi anlayabilmemizi sağlar.3 Kenan
sol Kemalist kadroların devletten tasfiye­ Evren’in anılarında darbeden sonra Baş­
sinin hızlandığı ve ideolojik tortularının bakan yapmak istediği isim olarak görü­
resmî ideolojiden ayıklanmaya başlandığı len Prof, Turhan Feyzioğlu ve kuşağı
dönemeci oluşturur. 12 Eylül’e de d a lg a ­ böyle bir kitlesel desteği yaratabilecek
sını vuran bu yorumun özelliği, piyasa güçte değillerdi.
güçlerine ve uluslararası ekonomik çevre­ Darbe ve sonrasının sembolü haline ge­
lere karşı duyulan ve Kemalist ‘bağımsız­ len Kenan Evren’in ideolojik portresi, 12
lık’ geleneğinden beslenen kuşkuculuğun Eylül’le gelinen yol ayrımını ve muhafa­
terk edilmesi, Yeni Sağ değerlerle örtüşen zakâr çevrelerle yapılan işbirliğini kolay­
bir anlayışın anti-komımist mücadele sa- laştıran unsurları daha iyi anlayabilmemi­
ikleri açısından kabullenilmesiydi.' Bu zi sağlar 12 Eylül liderliği her şeye rağ­
yönde atılan başka bir adım, 12 Mart er­ men ‘muasır medeniyet’ hedefi doğrultu­
tesi kurulan ilk teknisyenler kabinesinin sunda ‘Balı’ ile ilişkileri koruma istencini
yarattığı hayal kırıklığından da ders çıka­ gösterirken, Batı’yı fiilen temsil eden ak­
rılarak öğrenilen İktisadî alanın sağ mu­ törleri yine ‘Batılı değerler’ adına mah­
hafazakâr siyasetçilerin güdümüne bıra­ kûm cime alışkanlığım da başlatmıştı.
kılması tercihidir. Özellikle Kenan Evren, 1990’larda insan
Bu açıdan, 24 Ocak Kararları’nm 12 haklan ihlalleri karşısında popülerleşen
Eylül’ü gerçekleştiren kadroda bilinçli Balı karşıtı, savunmacı milliyetçiliğin ilk
destekçilerinin olduğu artık biliniyor.2 işaretlerini de veriyordu.4 27 Mayıs’ın li­
Uluslararası ve ulusal güç odaklarına ve­ der seçtiği ‘Cemal Aga’ hariç, halkın üst
rilen güvenceler doğrultusunda, ekonomi düzey asker denildiğinde anımsadığı Fah­
bürokrasisinden Turgut Ûzal’a tanınan ri Korütürk benzeri mesafeli, ‘protokol
inisiyatifin de sembolik anlamı büyüktür adamı’ kimliğinden de hayli uzaklı, idam
DPT’deyken ‘takunyalılar fobisini başla­ cezasını, ‘Kııran ve Incil’de de yeri vardır’
tan ve 12 Mart’ın gerekçelerinden sayılan diye savunabilen; ‘ben de Müslümanım,
Ozal'ın ekonominin dümeninde bırakıl­ ama...’ ifadesiyle en çarpıcı biçimde özet­
ması, TSK’nın İktisadî alandaki iddiaları­ lenebilecek bir ‘bizden birisi’ tavrına da
nı terk ettiğinin ve ayrıca anti-komünist sahipti Evren, Aslında, 9 Mart girişimini
mücadelede milliyetçi muhafazakârların 12 Mart’a çevirmeyi başaran ‘muhafaza­
desteğini hayati saydığının en çarpıcı gös­ kâr’ çizginin tipik bir devamıdır. Din
K E M A L İ Z M

12 Eylül 1980 darbesinin lideri Kenan Evren, askeri yönetimin başlattığı Atatürkçülük
kampanyasını çarpıcı bir mlgerizasyona dönüştürürken; her konuda, her vesileyle
yaptığı topluma nizam verici konuşmalar, politik mizah literatürünü uzun müddet
beslemiştir. Murat Belge, General Evrenin, “aşın ”denecek ölçüde "sıradan" kişiliğini
vurgulayarak, bu söylemin “sokaktaki adama" hitap gücüne dikkat çeker.

derslerinin mecburi olmasını, ‘böylece Evren’i muhafazakâr çizgiye yakınlaştı­


hurafelerden arınmış bir din eğitimi veri­ ran bu mirasa rağmen unutulmaması ge­
lebilecek’ diye savunması, dinin toplum­ reken nokta, darbe liderliğinin, siyaset sı­
sal denetim işlevini hayati kabul eden nıfını toptan cezalandırma ve tasfiye etme
muhafazakâr çevreler açısından, sorunlu yoluna gittiğidir. Bunun önemli nedenle­
olmanın ötesinde bir ‘müjde’ gibi algılan­ rinden birisi, siyasetin merkezini Ata­
mıştır, Evren'in ideolojik duruşuyla mu­ türkçülük hamlesiyle yeniden şekillendir­
hafazakârlık arasında, dil konusundan menin yanında, bu merkezin dayanacağı
gençliğe bakışına; anti-entelektüalizmin- homojen bir tabanın yaratılmasının da
den, sanat anlayışına kadar pek çok para­ hedeflenmesiydi. Sol Kemalizme tepki
lellik söz konusudur. Bazı Kemalist has­ duyan kadrolardan müteşekkil ve Feyzi-
sasiyetleri ve son tahlilde ‘muasır medeni­ oglu’nun Güven Partisi’ni anımsatan Halk
yet’ çerçevesine olan ısrarlı bağlılığı dışın­ Partisi (HP) aracılığıyla, bu makro tasarı­
da Evren’in Kere liman gazetesinin tipik ma CHP’nin mirasından destek bulunula­
anti-komünist yazarlarıyla şaşırtıcı ben­ cağı beklenmekteydi. Benzer biçimde,
zerlikleri vardı. Darbe liderliğinin özellik­ Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin kurulu­
le Evren’in demeçlerinde belirginleşen şuna, milliyetçi muhafazakâr seçkinlerin
ideolojik çelişkileri, 12 Eylülün tercihle­ verdiği destek ve özellikle iş çevrelerinin
rine ve bazı kararsızlıklarına da damgası­ ANAP’tan çok bu partiye teveccüh göster­
nı vurmuştur. 28 Şubat (1997) süreci, bu meleri, ‘merkez sağda* bu yönde yapılmak
çelişkili ideolojik bagaj içerisinden, ‘fiili’ istenen ‘aşılama’ çabasının, en azından
Batı’yla gerilimini azaltamayan bir 'muasır sağ seçkinler arasında ciddi kabul gördü­
medeniyet’ ısrarının ön plana çıkmasıdır. ğünü göstermekteydi. ANAP’ın 1983 se­
SIR K E M A L İ S T R E S T O R A S Y O N T E Ş E B B Ü S Ü O L A R A K 1 2 E Y LÜL

çimlerindeki beklenmeyen başarısı ve iz­ Restorasyon politikalarının kültürel bo­


lediği siyaset sonucu serpilmelerine öna­ yutunda desteklerine başvurulan başka
yak olduğu siyasal aktörler anımsandığın- bir muhafazakâr çevre de Türk-Islâm sen­
da, 12 Eylül liderliğinin ‘aşağıdan yukarı­ tezi doktrini çerçevesinde etkinlik göste­
ya’ restorasyon girişimlerine istediği şekli ren milliyetçi muhafazakâr kesimlerdir.
verebildiğini söylemek güçleşmektedir. Özellikle Aydınlar Ocağı etrafında örgüt­
12 Mart’ın, 27 Mayıs’ın makro politik lenen kesimlerin bu dönemde hayli belir­
kurumsallaşmasının yol açtığı ‘aşırılıkları’ leyici oldukları gözlenmiştir. Bu etki, yeni
törpüleme yönündeki uygulamaları, 12 Anayasa’mn hazırlanma sürecinden başla­
Eylülle net bir içeriğe kavuşturuldu. Ba- yarak, yine bu Anayasa’da kurulması ön­
yar- Demirel çizgisinin 1961 Anayasasina görülen Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yük­
yönelttikleri eleştirileri de dayanak alan sek Kurumu’nun (AKDTYK) oluşturul­
düzenlemelere gidildi. Senato’nun kaldı­ masına, TRT ve YÖK kadrolarına kadar
rılması, yürütmenin güçlendirilmesi ve pek çok alanda kendisini gösterdi. Milli­
mahkemelerin siyaset üzerindeki belirle­ yetçi muhafazakârların devleti değil, sa­ 573
yiciliklerinin hafifletilmesi, bu çizginin dece gayrimeşru buldukları bazı uygula­
uzun zamandır talep ettikleri girişimlerdi. malarını eleştiri konusu etme gelenekleri
Demirci'm sık sık kullandığı ‘otoriter de­ hatırlandığında, devletin özne olarak be­
mokrasi’ ifadesiyle görmek istediği yapı lirleyici konumunu tehdit eden güçlere
bundan farklı değildi. karşı, 12 Eylül Cuntası’yla işbirliği yap­
Ne var ki, ‘siyaset sınıfının kısır çekiş­ malarını anlamak kolaylaşmaktadır. Bu
melerle ülkeyi krize soktuğu’ teşhisiyle kesimler, din konusunda da 12 Eylül Ata­
meşrulaştırılmak istenen önemli bir resto­ türkçüleriyle ortak bir duruşa sahiptiler:
rasyon çabası da, 27 Mayıs’la kurulan Mil­ devletin dini denetlemesi sorgulanmıyor,
lî Güvenlik Kurulu'nun (MGK), sivil ve sadece bunun içeriği konusunda farklıla­
askeri seçkinlerin parlamentonun üstünde şılıyordu; en azından 1980’lere kadar.
denetim güçlerini somutlayan, bir tür üst Sünni İslâm ekseninde. Alev! köylerine
kabineye dönüştürülmesidir. Bu kurum, cami yapma kampanyasına kadar varabi­
muhtıra veya darbe süreçlerine başvur­ len bu arayışın ardında, toplumu hizaya
maksızın pek çok restorasyon girişiminin getirme ve devleti en üstte tutma kaygısı,
siyaset sınıfına ‘yaptırılabilmesi’ ve ‘atan­ iki muhafazakârlığın benzeştiği esas nok­
mışların’, ‘seçilmişler’ karşısındaki güç yi­ tayı oluşturmaktaydı. Bu anlamda, Türk-
timlerinin frenlenmesi açılarından önemli Isiâm muhafazakârları, Atatürk milliyet­
işlevler üstlenmiştir. 12 Eylül rejiminin en çiliğini bazı nüanslara rağmen içselleşti­
köklü restorasyon çabası olarak yeni rebiliyor; hitta, resmî ideolojinin popü­
MGK, darbenin ‘fiilen’ devamının kurum­ lerleştirilmesi işlevini hararetle üstleni­
sal altyapısını hazırlaması açısından da ay­ yorlardı.
rıca Önemlidir Cumhurbaşkanına tanınan 12 Eylül restorasyonunu gerçekleşti-
önemli yetkiler de, bu kurum vasıtasıyla renler, bu açıdan bakıldığında, milliyetçi
siyaset sınıfının rejim öncelikleri açısın­ muhafazakârları yeni keşfetmemiş!!. 12
dan denetlenebilmesini hedeflemiştir ve Mart’tan sonra yoğunlaşan sol Kemaliz-
MGK’yı güçlendiren uygulamaların dışın­ min devletten tasfiyesi, özellikle milliyet­
da anlaşılamaz. Cum hurbaşkanlarının çi kadroların devlette yerleşmelerine veri­
TSK’ya yakın kişiler olmasına yol açan len ‘devi eti ü’ onayıyla paralel sürmektey­
‘yazılı olmayan kurallar’ sonucunda, güçlü di. Düzeni korumak söz konusu oldu­
bir cumhurbaşkanının restorasyon önce­ ğunda, solun kitlesel yükselişi muhafaza­
liklerine destek olacağı beklenmiştir. kârlığın netleşmesine ve aynksı yönlerin-
K E M A L İ Z M

minde 'Hariciye'de çalışmayı tercih


Coşkun Kırca eden Kırca, Ankara SBF'de kısa bir süre
Y Ü K S E L TAŞKIN akademik kariyer yapmış; Dekan Fey-
zioğlu'nun 'merkeze çekilmesine' tepki
olarak dayanışma amacıyla İstifa etmiş­
tir. Kırca'nın Hürriyet Partisi araştırma
bürosundaki görevi, partinin başarısız­
lığı sonucu CHP'yle birleştiği 1959 yf-
lından sonra yeni partisinde devam et­
miştir. 1961 Anayasası'nm hazırlanma­
sında CHP'yi temsilen Anayasa Komis­
Türkiye siyasî hayatında 19501i yıllar­
yonu üye ve sözcülüğünü üstlendiğin­
dan başlayarak etkileri artan ve arala­
de henüz 34 yaşındadır,
rında ciddi benzerlikler bulunan bir
27 Mayıs, modernist kabulleri çerçe­
seçkin grubu vardır. Genelde Galatasa­
vesinde bilim adamı-siyaset ilişkisine
ray gibi 'Batt'ya açık eğitim kumrula­
pozitif bir vurgu yaparak Özellikle hu­
rından geçen bu grubun ikinci adresleri kuk kökenli bilim adamlarının siyasette
arasında İstanbul veya Ankara Üniver­ etkinleşmelerinin önünü de açmıştı.
sitelerinin Hukuk Fakülteleri önemli Coşkun Kırca, 27 Mayıs Anayasası'nı
ağırlık taşımaktadır. Ralph MilibancTırı hazırlayan Anayasa Komisyonu üyeli­
demokratik yapıların egemen olduğu ğinden başlayarak, 1990'ların başına
ülkelerde seçkinlerin 'benzeştiği' ve kadar çeşitli aralara rağmen devam
'devamlılıklarına' sınıfsal bir Özen gös­ eden siyaset ve 'devlet adamlığı' yaşa­
terdiklerine dair tezi, bu grubun izleği mında bu kuşağın en önemli temsilcile­
açısından açıklayıcıdır. Sözgelimi, rinden birisi olmuştur. Bu kuşağın, deği­
DP'ye karşı mesafelerinde, bu partinin şen siyasî yönelimlerine rağmen en be­
süregelen seçkin dolaşımına tehdit lirgin özelliği, devletin kurumsal şemsi­
oluşturduğuna dair kaygıları da belirle­ yesinin içinde veya dışında olsalar da,
yici olmuştur. kendilerini devletin devamlılığından
Kırca da İstanbul Hukuk Fakülte­ ciddi biçimde sorumlu duymalarıdır.
sinden 1949'da mezun olmuş, ardın­ 'Hürriyet' partisi içinde yer alırken, te­
dan Paris Üniversitesinde yüksek li­ mel tehdit DP'nin 'yol yordam bilmez'
sansın) tamamlamıştır. 1950-56 döne­ pragmatikliği ve zaten 'd evrimi eri e zor

den kurtulmasına katkıda bulunmuştur Eylül 1981 tarihli yazısında 12 Eylül’ü 27


denilebilir. Mayıs’a tepki olarak yorum layanları,
L980 sonrasında asıl dramatik olan, bu “...bugün bile, 12 Eylül hareketiyle işbaşı­
muhafazakârlığa 1960’larda yapılmak is­ na gelen Türk ordusunun Atatürkçülüğü
tenen, ama tutmayan aşıyı yeniden yap­ yeni bir güç, yeni bir atılımla gerçek anla­
mak çabasıyla kendi siyaset ufuklarını sı­ mına kavuşturmak için çaba verdiği bir
nırlandıranların durumuydu, 12 Mart er­ dönemde; bu ordunun 21 yıl önce ger­
tesinde yaşanan marjinalleşme sürecine çekleştirdiği önemli bir eylemi yerenler,
rağmen bu tür beklentilerin mevcudiyeti kınayanlar...görülmektedir"5 diyerek eleş­
anlamlıdır. Sözgelimi, Oktay Akbal 27 tirmektedir. Sol Kemalistierin önemli bir
BİR K E M A L İ S T R E S T O R A S Y O N T E Ş E B B ÜS Ü O L A R A K 12 E Y LÜL

zapt olunabilmiş geleneğin' önünü aç­


macıyken, 27 Mayıs sonrası tehdit nes­
nesi komünizm oldu. 'Hürriyet Parti­
sindeki 'arayış' hali, Coşkun Kırca için,
cumhuriyetçi muhafazakârlığın diğer
önemli isimlerinde olduğu gibi 'Eve: ya­
ni CHP'ye dönüşle sona erdi. Ama 'Ev'
artık eskisi kadar huzurlu değildi. Ke-
malizmin sol yorumunun 'ortanın solu'
hareketiyle bu kuşağı siyasî tavırlarında
netleşmeye zorlaması; bu yönüyle sağ­
lıklı bir meydan okumaydı. Kırca, Fey-
zioğlu ve ekibinin yanında yer alarak
cumhuriyetçi muhafazakârlığın önemli 575
sözcülerinden oldu.
Kırca'nm hukukçu kişiliği mevcut
pek çok yasal düzenlemede aktif rol "De del... insanoğlunun en asi!
oynamasına yol açtı. 1960'ların ilk ya­ değerlerini nefsinde toplayan ve bu
değerler için vatandaşın kendisini
rısında özellikle siyasî partiler, toplu iş
[feda etm esinin gerekebileceği
sözleşmesi, grev ve lokavt haklarına, in an an a dayanan bir üst değerdir."
TRT'nin kuruluşuna ve Meclis içtüzü­ (Coşkun Kırca, 1998)
ğüne ilişkin pek çok düzenlemede
önemli görevler üstlendi. Özellikle, tır. Kırca ya göre, "CHP belli bir sınıfa
grev ve lokavt haklarının düzenlenişi dayanmadan Millet'in kapsadığı bütün
sürecinde, 'Batı tipi demokrasinin olası sınıfların hepsine birden, sosyal adalet
sonuçlarım hoş gören; fakat denetimi gereklerine uygun biçimde, hitap" et­
de elden bırakmayan 'paternalist-öğre- melidir.2 Zaten "CHP'nin temel amaç­
tici' bir bürokrat tavrı belirgindir.1 larından biri de sınıf mücadelesini ön­
Kırca, CHP'nin solculaşması süreci­ lemeğe çalışmaktır.” ! Çünkü) "...toplu­
ne tepkinin teorik sözcülerindendir. mu yönetmek durumunda olanların,
1960'ların sonunda ortaya koyduğu onu daha bağdaşık ve kaynaşık hale
tavrı, 1980 restorasyonunu da Öncele- sokmak için gerekli tedbirleri alması"
mesİ anlamında 'temsilî' niteliğe sahip- (s.l 1) mümkündür.

bölümü, 12 Eylül restorasyonunu asıl katlarında kabul görmeleri, 12 Eylül res­


misyondan bir ‘sapma’ olarak gördükleri torasyonu sonrasında da yaşanmıştır.
için ve 28 Şubat ertesi performanslarıyla, Restorasyon projesinin kapsamlı olaca­
bu muhafazakâr düzen koruyuculuğu an­ ğının ilk işaretlerinden biri, eski siyasî
layışıyla çok ciddi ideolojik mesafeye sa­ kadroların uzun süre siyaset dışı bırakıla­
hip olmadıklarını kanıtlamışlardır. Aslın­ cağının anlaşılmasıydı. Bunun yanında 12
da, tıpkı 12 Mart’ı izleyen süreçte olduğu Eylül’den 6 Aralık 1983’e kadar MGK,
gibi, sol Kemalistlerin muhafazakârlaş- Ulusu hükümetleri ve Danışma Mecli-
ması; yani, cumhuriyetçi muhafazakâr si’nin çık arttığ ı yasa sayısı toplam
çizgiye savrulmaları durumunda devlet 669’dur,6 Bu da restorasyon projesinin ön
K E M A L İ Z M

Kırca, 12 Eylül restorasyonunda da sı arayışıyla Kırca'nın kuşağının özlem­


belirgin olan, muhafazakâr sağla belli lerinin çarpıcı bir ifadesi olmuştur. Tas­
konularda uzlaşılabileceği sinyallerini lağın, 24 Ocak kararlarının gerektirdiği
de bu dönemde vermektedir. "CH P ile siyasal yapıyı oluşturma misyonu, sü­
muhafazakâr partiler arasında milliyet­ rekli eleştiri konusu edilmiştir.
çilik konusunda ortak duygularla karşı­ Kırca'nın 1991'de siyasete DYP'den
laşılır." Çünkü bu Parti "Türkîyemizİn milletvekili olarak dönmesinin sembo­
kendi millî şartlarından ve millî tarihin­ lik önemi vardır. 1970'lerin sonların­
den doğmuş; o şartlar ve o tarih içinde da, aslında elitler arası rekabet saikle-
yoğrulmuş bir partidir" (s.18). Zaten riyle görülemeyen bir gerçek-milliyetçi
Anayasamızın ruhunda 'sosyal' kavra­ ve cumhuriyetçi muhafazakârlıkların
mı, 'sosyalizmden' farklı olarak öne çı­ ideolojik yakınlığı iyice belirginleşme­
karılmıştır. "Sosyal bir düzen...Liberal ye başladı. 12 Eylül restorasyonu; da­
576 kapitalist bir düzen de olabilir" (s.24). ha sonra da Kürt sorununun canlanışı,
1970'lerin sonunda milliyetçi muhafa­ iki muhafazakârlığın 'üniter devlet' ek­
zakâr çevrelerle anti-komünizm ekse­ seninde daha da yakınlaşmalarının
ninde ve genelde rejimin güçlendiril­ önünü açtı. Kırca'nın D Y P tercihi,
mesi, özelde yürütmenin etkinliğinin cumhuriyetçi muhafazakârlığın-yani
arttırılması noktalarında yakınlaşmayı sağ Kemalizmin-şartlara uyum gücünü
sağlayan düşünsel arkaplan bu görüş­ göstermesi; milliyetçi muhafazakârlı­
lerden sezinlenebilmektedir. ğın da sıklıkla eleştirdiği 'Kemalist )a-
Bu görüşler, Kırca'nın daha sonraki kobenizm'den 'demokrasi terbiyesi'
siyasî etkinliğinin de çerçevesini oluş­ açısından çok farklı olmadığının da bir
turdu. 27 Mayıs Anayasası'nın 'Ferdi işareti olması açısından Önemlidir.
güçlendirmenin yolunu devleti zayıflat­ 1990'ların ilk yarısında Türkiye'de ya­
makta' bulmasının en önemli sorunu şanan 'içe kapanma' sürecinde, DYP
teşkil ettiğinden hareketle, henüz 1980 geleneğinin 'devletin işleyişini' iyi bi­
Mayısı'nda olası bir darbeyi öngörerek len Kırca gibi İsimlere yönelmesi de
bu doğrultuda bir anayasa taslağı ha­ bu açıdan değerlendirilebilir. Kırca,
zırladı ve ilgili mercilere ulaştırdı.3 Bu 1990'ların başındaki siyasî yazılarında
taslakta önerilen 'Cumhuriyet Konseyi' bu 'içe kapanma'nm yasal alt yapısı­
fikrî, seçilmiş siyasilere karşı sivil-askerî nın oluşturulması ve İdeolojik meşru-
bürokrasinin gücünü kurumsallaştırma­ laştırımı açılarından, yönlendirici ve

hazırlıklarına ve kapsamına dair bir fikir MGK’nın özellikle Anayasa taslağı konu­
verebilir. Yeni Anayasa'yı yapacağı varsayı­ sundaki tasarruflarından da anlaşılabilir.
lan Danışma Meclis’nin (DM) oluşturul­ 27 Mayıs’ın Forum çevresinden veya üni­
ması ve kompozisyonuna bakıldığında, versiteden çağrılan ve niteliklerine duyu­
MGK’nın gözündeki ideal aydın kimliği lan güvenden dolayı sürece dahil edilen
netleşmektedir.7 27 Mayısla karşılaştırıl­ aydınların yanında, 12 Eylül rejimi adeta
dığında, bu tercihte ‘sahip olunmaması cımbızla ayıklayarak ‘bulaşmamış’ aydın
gereken özellikler’ daha belirleyici olduğu aramıştır. Oysa, ülkenin yaşadığı yoğun
için negatif bir aydın tanımı söz konusu­ politizasyonun dışında kalmış insan bul­
dur. Aydınlara daha az güven duyulduğu, mak çok kolay değildi. Daha bu süreç.
BİR K E M A L İ S T R E S T O R A S Y O N T E Ş E B B Ü S Ü O L A R A K 12 E Y LÜL

kanaat oluşturucu önemli bir rol üst­ Özal değil, Kürt sorunu da; popüler
lenmiştir. Ktrca'nın bir başka özelliği kültürün 'entelektüel-bürokratik' dene­
de, Özal'ın merkeze taşıdığı İslâm'ın time direnen 'pervasız' yükselişi de;
temsilinden ve 'devlet ciddiyetiyle' çe­ radikalleşen İslâm da hep Kırca kuşa­
lişen davranışlarından duyulan ve gi­ ğının 'bürokratik yozlaşma' suçlamala­
derek şiddetlenen tepkiselliğin erken rının temelini oluşturacak; ve bu yoz­
ve ısrarlı bir sözcüsü olm asıdır. laşmanın dışında kalan tek kurumun
Özal'ın 'neo-liberal' tarafından değil, da silahlı kuvvetler olduğu ısrarla vur­
muhafazakârlığından duyulan bir ra­ gulanacaktır, Kırca, cumhuriyetçi mu­
hatsızlıktır söz konusu olan. Zaten, 28 hafazakâr çizginin {sağ Kemalizm'in)
Şubat süreciyle yapılan, Özal'ın ku­ Yeni Sağ değerlerle kolaylıkla harman-
rumsa] laştırdığı neo-liberal zihniyetten lanabileceğinin erken dönem habercisi
çok, kültüre! çatışma açısından 'Batılı­ olarak da dikkati çekmektedir.
laşmacı' seçkinlerin lehine yükselişe 577
geçirdiği değerler ve bunların temsilci­ DİPNOTLAR
lerinin tasfiyesi çabasıdır. Bu açıdan 1 Kırca, "Toplu iş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt
Kırca, "Devletin güçlendirilmesi, dev­ Kanunun a vücut veren temel fikirler" kitap­
letin İktisadî işletmecilik alanını geniş­ çığında, iş dünyasını orta ve uzun vadede
bu kanunların lehlerine olacağı konusunda
letmek anlamına gelmez. Bu alanın ikna çabasına girerek, aslında 'denetimsiz'
fazla geniş olması, asli faaliyetlerinde kalması tehlikeli işçi kesiminin 'makul' li­
devleti zayıflatıcı bir unsurdur”4 der­ derler ve yeni mevzuat sayesinde sistemle
entegrasyonunun sözcülüğünü de üstlenir,
ken, Yeni Sağ değerlerin savunuculu­ bkz. Coşkun Kırca, Toplu Sö zleşm e Bilgileri,
ğunu açıkça üstlenmektedir. Kırca, da­ Ankara: Bakanlıklararası Prodüktivite Mer­
ha 1970'lerin sonlarından itibaren kezi. 1964.
böyle bir restorasyon tercihini zaten 2 Coşkun Kırca, C H P Sosyalist B ir Parti m id ir ?
1967, Balkanoğlu Matbaası, Ankara, s, 10,
savunmaktaydı. Sıklıkla kullandığı, "si­
3 Bu taslak, Adnan Başer Kafaoğlu, Aydın Yat­
vil toplumdan gelen ve siyasî zümre­ çın ve Coşkun Kırca tarafından hazırlanmış,
mizi etkisi altına tutan gelenek ve alış­ 15 Mayıs 1980 tarihli Yeni Forum dergisi ta­
kanlıklar karşısında alınması gereken rafından yayımlanmıştır,
tedbirler"5 ifadesinin de gösterdiği gi­ 4 Coşkun Kırca. Devlette Yo zlaşm ayı Yenm ek:
Türk S iy a s î Sistem in in B o zu k lu k la rı re Ç a re ­
bi, henüz rüştünü ispatlayamamış bir leri H a k kın d a B ir Deneme. İstanbul: Milliyet
'sivil toplumun' vasisi konumu Kır- Yayınları, 1994, 2 Cilt, s.40,
ca'da hep belirleyici olmuştur. Sadece 5 A.g.e., s.20.

MGK’ya kendi projelerine dayanak olabi­ kurumsal şemsiyesini, ‘özerklik’ talebinde


lecek aydın kümelerinin kısıtlılığını his­ simgelenen bir yönde dönüştürme arayış­
settirmiş olmalıdır. Cunta üyeleri, zaman­ ları ve korporatist siyaset felsefesinin et­
la bunu fark edecek ve bazı çevreler lehin­ kisindeki seçkinlerin bunu ciddi bir teh­
de tercihte bulunmak zorunda kalacaktı. dit olarak algılamalarından kaynaklan­
12 Eylül liderliği, sol Kemalist kadrola­ maktaydı. Bu açıdan, 12 Eylül restorasyo­
ra mesafeli davranmış, hatta, yaşanan pek nu, Kenan Evren’in “Cumhuriyetin temel
çok sorundan onları sorumlu tutmuştur. taşlarından Atatürkçülük adına tahrifat
Aslında temel karşıtlık, Kemalizmin sol t ve tahribat yapmış olanların yozlaştırmış
sosyal demokrat yorumlarının devletin oldukları Cumhuriyet kuruluşlarını yeni-
k e m a l i z

den düzenleyeceğiz, gerekirse bu düzen­ isteğinin ne tür aydınlarla yapılmak is­


lemeyi o kuruluşu kapatıp yeniden aç­ tendiğini de gösterir: DTCF gibi ‘körpe-
mak suretiyle gerçekleştireceğiz"8 ifadesi­ ralist’ aydınların kümelendiği muhafaza­
nin gösterdiği gibi TDK, TTK, TRT ve kâr kurumlann AKDTYK içinde etkinlik
üniversitelerde yapılan ‘tahribattan’ bu kazanmaları bu bağlamda anlaşılabilir
kadroları sorumlu görmekteydi. Bu alıntı­ Kurumla hedeflenen kültürel restorasyo­
da, yeni rejimin Kemalizmin sol yorumla­ nun çarpıcı bir özeti, ilgili Anayasa mad­
rına karşı tavizsiz olacağı açıkça görül­ desini hazırlayan MGK üyesi Tahsin Şa-
mektedir ve yeni Anayasa’nın yapımın­ hinkaya'nın 'gerekçesi’nde bulunabilir:
dan itibaren tüm restorasyon süreçlerinde “Atatürk tarafından kurulan Türk Dil
bu eğilim belirleyici olmuştur. Kurumu ile Türk Tarih Kurumu'nun gü­
Danışma Meclisi’nin ‘ayıklanmış’ ay­ nün ihtiyaçlarına göre reorganize edile­
dınları da bunu doğrularlar. Belki de yeni rek devletle olan organik bağlarının tesisi
Anayasa’nın hazırlanma sürecinde yapı- ve kuruluş amaçları doğrultusunda faali­
578 lan tartışmalardan ‘özgürlük’ kavramının yet gösterm eleri...’’9 Burada, devletten
metinden çıkartılmasına dair olanı bu bağımsızlaşan kültür üretiminin devletin
bağlamda en çarpıcı olaydır. Bu tartışma, varlığına tehdit olarak algılanması teşhi­
yeni Anayasa’nın 27 Mayıs’ın anti-tezi ol­ sinden hareketle; tedavi, ‘bağımsız’ ay­
ması gerektiğine dair yaygın kanaati de dınların korporatist/kurumsal aydınlarca
gösterir. Daha çok Kemalizmin sol yo­ ikamesinde görülmektedir. Aslında Şa-
rumlarının tercih ettikleri ‘özgürlük’ kav­ hinkaya’nın gerekçesi’, 12 Eylül Atatürk­
ramı, 16 Ağustos 1982’de verilen bir çülüğünün toplum tasavvurunun bir
önergeyle Anayasa taslağından çıkarıldı özelidir,
ve yerine ‘hürriyet’ kelimesi geçirildi. L983'te AKDTYK’ya atanan aydınlara
Teklif büyük çoğunlukla kabul edildi. baktığımızda bu doğrultuda çarpıcı so­
Türkiye’de korporatist siyaset felsefesi­ nuçlar çıkmaktadır. Şahinkaya’nın gerek­
nin ağırlığı düşünüldüğünde ‘hürriyet’ çesinde veya Evren'ın sıkça kullandığı
haklardan çok vazifeleri ve hürriyetin ne ‘Devlet’iıı vidalarım sıkmak gerektiği’ tü­
olmaması gerektiğini ima ettiği ölçüde de rü ifadelerde, kültürün artık bir ulus inşa
olumsuzlayıcı bir hukuk anlayışını çağ­ etmenin aracı olarak görülmediği, millî
rıştırmaktaydı. Özgürlük ise özellikle sol güvenlik sorunu penceresinden algılandı­
Kemalizm tarafından devletten kurumsal ğı açıktır, inşadan çok denetleme kaygısı
özerkliği öne alan, barolar, TRT, üniver­ baskındır. Zaten, 27 Mayısla kurumsalla­
site gibi kurumlann organik devlet zihni­ şan Millî Güvenlik Kurulu (MGK), 12
yetinin aksine, bağımsızlaşmasını savu Eylül’le sağlanan yeni güçleriyle temelde
nan bir içeriğe sahipti. DM’de ana gövde­ bir üst kabine benzeri yapıya kavuşturul­
yi oluşturan muhafazakârların ortaklaş­ muş; böylece, seçkinlerin konumunu ye­
tıkları korporatist siyaset felsefeleri, bu niden üretebilecekleri kurumsal bir gü­
konuda hemfikir olmalarının da dayana­ vence yaratılmıştır. Kültürle ilgili konula­
ğını oluşturuyordu. rın sıklıkla Kurul’un gündemine gelmesi,
TSK'nın yukarıda bahsedilen siyaset bu açıdan değerlendirilmelidir. Bu arayış,
felsefesi, kültürel restorasyon anlayışının AKDTYK’nun şekillenmesinde de belirle­
sınırlarını da belirledi. Kısaca, toplumsal yici olmuştur.
değişimi denetleme arzusu, AKDTYK gi­ 18 Ağustos 1 9 3 0 ’te yürürlüğe giren
bi kurumlann yaratılmasında en belirgin AKDTYK yasasına göre, Atatürk’ün kur­
nedendi. Bu kurumun şekillenmesi ve duğu TTK ve TDK lağvedilerek, yeni ata­
kadrolarının niteliği, değişimi denetleme nan kadrolarıyla Yüksek Kurum şemsiye­
BİR K E M A L İ S T R E S T O R A S Y O N T E Ş E B B ÜS Ü O L A R A K 12 E Y LÜL

si içine alınmıştır, 12 Eylül Rejimi, baş­ girişimlerde bulunabiİtilişlerdir.11


langıçta özellikle dil konusunda çatışan Dil konusundaki duruşun, 12 Eylül’ün
‘özleştirmeci’ ve ‘yaşayan Türkçe’ yanlısı toplumu düzen adına şekillendirme çaba­
iki görüşe karşı tarafsız durmaya çalıştı. sından bağımsız ani aşı lam ayacağı, 12 Ey­
Bu tarafsızlık kaygısı, 12 Eylül’den he­ lül Atatürkçülüğünün ruhuna uygun ol­
men sonra Haşan Sağlam’ın Millî Eğitim duğu ayrıca vurgulanmalıdır. Giderek ser­
bakanı olduğu dönemde belirgindir. Bu pilen, dinamik bir entelektüel hayatın dı­
açıdan bakıldığında, Sağlam’ın bir dil şında kalmaya başlayan bir kuşağın, dil
akademisi kurularak, farklı tarafları uz­ konusuna tepkiselci yaklaşımında gele­
laştırma çabasının terk edilmesi ve AKD- neksel korporatist siyaset felsefesinin te­
TYK gibi muhafazakâr kadrolar lehinde mel referanslarını oluşturduğu ayrıcalıklı
tercihte bulunan bir kültürel restorasyon konumun yeniden üretilmesi kaygısı da
kuruntunda karar kılınması çarpıcıdır. ağır basmıştır. Kültür hayatının başka
Dil konusunda Kenan Evren’itı ‘yaşayan kodlarla, sembollerle şekillenmesinden
T ü rk ç e ’ y an lıların a yakın olduğu, duyulan ürküntü, en çok dil konusunda 579
TDK’nın devrimci’ anlayışından rahatsız­ tepkisel olarak dışa vurulmuştur. Bu alan,
lık duyduğu pek çok konuşmasından an­ sem bolik anlamı açısından akademik
laşılmaktadır. Örneğin, “Kitaplar, anlaşılır kaygılarla siniri andırıl amayacak bir öne­
Türkçe ile yazılmalıdır. Türk Dil Kurumu me sahiptir.
kısa sürede lisan anlayışı getirmek istiyor. 1980 Şubatı’nda iktidardaki AP’nin kül­
Kitaplar, hem yeni neslin hem eski neslin tür bakanlığının danışma komisyonların­
anlayabileceği şekilde yazılmalıdır. Bu da da görev yapan 49 muhafazakâr akade­
ancak, yüz yüzelli senede gerçekleşebi­ misyenden 23’ü AKDTYK’ya atanırken,12
lir’’10 diyerek bu konuda muhafazakâr 1978 CHP iktidarında Kültür Bakanlığı
çevrelerle benzeşen eğilimini ortaya koy­ Kültür Yüksek Kurulu’nu oluşturan üye­
muştur. lerden hiçbirini bu listede göremiyoruz.13
İlginç biçimde, 'özleştirmeci’lerle ‘yaşa­ Yeni Tarih Kurumu’na atanan üyelere
yan Türkçe’ taraftarlarını benzeştiren or­ baktığımızda, Tü rk-lslâm Sentezi’nin
tak bir misyon duygusu vardır ki, bu da 1960 sonrasında şekillenmesine katkıda
dilin iletişim aracı olaıck algılanmasının bulunan başta Prof. İbrahim Kafesoglu ol­
ötesinde yukarıdan aşağıya politik ve kül­ mak üzere, M.Altay Köymen, Bahaettin
türe! inşa çabalarının vazgeçilmez parçası Ögel, Bayram Kodaman, Bahattin Yediyıl-
olarak görülmesidir. Toplumun dili nasıl dız. Hakkı Dursun Yıldız, Fahrettin Kırzi-
kullanması gerektiği konusunda, devleti oğiu, Faruk Sümer gibi tarihçilerin etkin­
etkileme amacıyla yaşanan bu mücadele­ liğinin arıtırı İdıgmı görüyoruz.
de, ‘yaşayan Türkçe’ taraftarlarının ilk ba­ 1980’lere kadar olan süreçte, Türk Ta­
kışta liberal bir duruşa yakın oldukları rih Kurumu’nda belirleyici çizgiyi ‘uygar­
zannedilebilir. Oysa, bu kesim özellikle lıkçı’ tarih anlayışı doğrultusunda ‘çağ­
AKDTYK yoluyla, dilin devlet eliyle de­ daşlaşma’ misyonunu gerçekleştirm ek
netimi konusunda yoğun çabalar göstere­ oluşturmuştur. Prof. Enver Ziya Karal,
rek, ‘devletçi kültür’ çizgisini yeniden Ekrem Akurgal gibi tarihçilerin, İslâm di­
üretmiştir. Ö zellikle, 12 Eylül sonrası ninin ‘geriletici’ etkilerine karşın eski Yu­
TRT Yönetim Kuruiu’na atanan Prof. Zey­ nan ve Roma medeniyetleri ve Türklük
nep Korkmaz, Ayhan Songar gibi Aydın­ arasında kurdukları tarihsel süreklilik te­
lar Ocağı’na yakın isimler, 'yaşayan Türk­ ziyle Batıh/çağdaş zihniyeti yakalama
çe’yi korumak adına, 200 kelimelik bir misyonu, 1940Tı yılların hümanist eğilim
yasak listesinin kabul edilmesi türünden seferberliğinin de çıkış noktasını oluştur-
K E M A L İ Z M

maktaydı. Bu bakışın anti-tezini ise özel­ çevrelerin kültürel tezlerinin Atatürk Mil­
li! le İbrahim Kafesoğlu’nun Islâm öncesi liyetçiliğiyle harmanlanacağı yer olacaktı.
Türk, daha sonra Selçuklu ve Osmanh ta­ Bu iki geleneğin uzlaşması için yoğun ça­
rihlerinin öne çıkarılmasını savunan ve ba harcayan kişi, kurumun ilk başkanı
1960'lardan sonra yetişen tarihçi kuşağın­ emekli Korgeneral Suat İlhan olacaktı, Il­
da daha tesirli olan tarihçilik anlayışı han, TSK’da belirgin eğilimi oluşturan
oluşturmaktadır. Atatürk milliyetçiliğine, Türkiye dışında­
R estore ed ilm iş Türk Tarih Kuru- ki soydaşların hamiliğini güvenle üstlene­
mu’nda kültürel / bilimsel üretimin ikti­ cek bir emperyal vizyon, süper güç olma
dar sahipleriyle çatışma yaratabileceği istenci aşılamaya çalıştı. Bu girişimlerin
hiçbir zaman kabul edilmemiştir. Tam 2000’li yıllarda TSK’daki veya sivil siya­
tersine, kültürel / bilimsel üretim iktidarı setteki izdüşümleri ayrıca çalışmaya de­
(devleti) hep haklı çıkaran bir vazife ola­ ğecek önemdedir.
rak algılanmıştır. Kurum üyeleri, millî “Türkiye'nin jeopolitik kaderinin Orta
580 mesele/tehditlerin değişen niteliğine göre Asya, daha doğrusu Türkistan’ın kaderi
ürün vermeyi vazife addetmişlerdir, Bul­ ile paralelleşmeye başladığı...Bir ulusun
gar meselesi sönümlendiğinde, Ermeni karşısına, böyle büyük bir olanak, aynı
meselesine el atılmış veya Kürt sorununa zamanda böyle büyük bir tarihi sorumlu­
dair yoğun mesai harcanmıştır. Sözgelimi, luk nadiren çıkar"15 gibi ifadeler ve je ­
restore edilmiş TTK Ocak 1986’da, Erme­ opolitik ve realist uluslararası ilişkiler di­
ni ve Bulgar iddialarına karşı yeni bir lak­ siplinlerinden devşirdiği kavramlarla, İl­
tikle mücadeleye başladığını duyurdu, han ‘ilimci milliyetçilik’ geleneğiyle, TSK
“Belge savaşı" yoluyla, iki ayrı çalışma arasında bir köprü işlevi üstlendi. Bu di­
grubunun hazırladığı belgelere dayanan lin 1990Tann başından itibaren, Turgut
20’ye yakın kitap dünyanın 375 kütüpha­ Özal’ın bölgesel (ekonomik) güç olma
nesine gönderilmeye başlandı, Ermeniler­ özgüveniyle paralelliği dikkat çekicidir,
le ilgili çalışma grubunun başında emekli Suat Ilhan, giderek AB karşıtlığı belir­
büyükelçi Kamran Gürün yer alırken, ginleşen, TSK içinde de yansımalar bulan
Bulgarlarla ilgili grubun başkanı (aynı za­ ve milliyetçi muhafazakâr kesimleri de
manda TTK’nın da başkam olan) Prof.Dr. içeren bir dilin erken dönem sözcüsü ola­
Yaşar Yücel’di.14 rak ayrıca önem taşımaktadır. Kısaca,
AKDTYK, özellikle Kurum’un ilk baş­ cumhuriyetçi ve milliyetçi muhafazakâr
kam emekli Korgeneral Suat İlhan reh­ çizgileri Kürt sorunu ve küreselleşmenin
berliğinde Orta Asya Türkleriyle tarihsel getirisi olan imkân ve tehditler ekseninde
bağları önemseyen bir doğrultu geliştirdi. ortaklaştıran bir dildir söz konusu olan.
Bu yapılırken, sıklıkla stratejik nedenler, Bu yakınlaşmanın tohum lan, 12 Eylül
reel politiğin dayattığı zorunluluklar gibi restorasyonuyla atılmıştır.
askerî çevrelerin kuşkularını giderebile­ Ne var ki, bahsedilen yakınlaşma ancak
cek bir lügatçe kullanıldı. Burada ilginç 1990’larda görünürlük kazanmıştır. 12
olan sosyal bilimlere böylesi ‘misyoncu’ Eylül restorasyonu sürecinde, bu iki mu­
yaklaşımın milliyetçi muhafazakârlığın hafazakârlığın kolay uzlaşamadıkları es­
‘ilimci’ kanadında ciddi bir geleneğe hali­ kimeyen bir tartışma daha vardı: Atatürk
hazırda sahip olmasıydı. TKAE (Türk milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği tanım­
Kültürünü Araştırma Enstitüsü) gibi çev­ larının hangisinin Anayasa’da yer alacağı­
reler ‘millî meseleler’ konusunda, son ola­ na dair yapılan mücadele. Bu dönemde
rak ‘Kürtlerin Türklüğü’ ekseninde kap­ Anayasa’nnı başlangıç bölümüne Türk
samlı eserler vermekteydi. AKDTYK, bu milliyetçiliği ifadesinin konması için yo-
Bİ R K E M A L İ S T R E S T O R A S Y O N T E Ş E B B Ü S Ü O L A R A K 12 EY L ÜL

12 Eylül askeri rejiminin Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (DİSK) en tehlikeli


anarşi mihraktan arasında görmesinin arkasında, onun korporaüst ve patrimoniyal
İdeolojiyi benimsemeyerek özerk bir sın ıf hareketi oluşumuna yönelmesi yatar.

gun çaba harcanmıştır Bu çabalara karşı kinlerin Batılılaşmayı sekteye uğratabile­


direnç, Atatürk milliyetçiliğini rejimin ra­ cek potansiyel ‘geleneksel’ ve ‘modern’ ra­
kipsiz resmî idolojisi olarak görmek İste­ kiplerine karşı duydukları güvensizlik
yen aydınlarca verilmiştir.16 yatmaktadır. Bu tanımın dışlayıcı ve içeri-
Sonuçta 1961 Anayasasının başlangıç ci kavramsallaştırılması, ideal aydın tanı­
bölümünde geçen 'Türk milliyetçiliği’ ifa­ mının önemli bir bileşeni yapılmak isten­
desi, 1982’de 'Atatürk milliyetçiliği’ ola­ miştir.
rak değiştirilmiştir. Milliyetçi muhafaza­ Atatürk Milliyetçiligi’nin bu yönde içe-
kâr teze göre, Türk milliyetçiliği, Atatürk riklendirilmesi konusunda en yoğun ça­
milliyetçiliğini de içeren bir kapsayıcılığa, bayı harcayanlardan Prof. Turhan Feyzi-
tarihi süreklilik tezine daha elverişliydi. oğlu’na göre “Atatürk’ün milliyetçilik an­
Atatürk milliyetçileri, ‘sınırları belli bir layışı akılcı, çağdaş, medeni, ileriye dö­
vatan anlayışına’ dayalı, ‘realist’ olan ve nük, demokratik, toplayıcı, birleştirici,
maceracılıktan uzak bir tanımı esas alır­ yüceltici, insani ve barışçıdır. Böyle bir
ken, Türk m illiyetçiliğini savunanlara milliyetçilik anlayışı, milliyetçilikle taban
karşı geleneksel Kemalist kuşkuculuğu tabana zıt olan komünizmle yan yana ge­
yeniden üretmekteydiler. Kısaca, ümmet­ lemeyeceği gibi, ırkçılıkla, totaliter fa­
çi, ırkçı millet-milliyetçilik anlayışıyla, şizmle, teokratik düzen savunuculuğuyla
özellikle bu iki anlayışın ‘maceracı’ tasav­ da bağdaşmaz,’’17
vurlara açık olabileceğine dair duyulan Bu alıntılarla yadsınan ‘gerçekçi’ olma­
kuşku öne çıkmaktaydı. Bir yönüyle, Ata­ yan ve 'sınırları belirsiz bir vatan anlayı­
türk m illiyetçiliği kavramı üzerindeki şına’ vurgu yapanlardan farklı olunan
sembolik çatışmanın altında. Batıcı seç­ nokta, vatandaşlık esasına dayalı bir
K E M A L İ Z

cumhuriyet anlayışının buradan türetil- tutarak uzlaştırılmasın! ve bağdaştırılma­


m esinin, geliştirilm esinin daha kolay sını öngören bir temel görüşe sahiptir '
oluşudur. Ne var ki, bu söylem, Türkiye Bu nedenle, Atatürk milliyetçiliğinin
coğrafyasıyla yetinmeyen, ırkçı tonlar ta­ söylemsel düzeyde vatandaşlık esasına
şıyan milliyetçilerle paylaşılan ortak bir dayalı Cumhuriyet lehine unsurlar barın­
mirastan dolayı kolayca en belirgin çizgi dırmasına rağmen, solidarist yönü, hal­
haline gel em em ektedir. Atatürk milliyet­ kın farklılık taleplerine kuşkucu bakma­
çiliğini savunanların ve sol Kemalistlerin sı; sınırlan belli bir millet tanımı içinde
veya ikisinin de reddine dayanan siyaset ‘sapmalardan’ temizlenmiş bir siyaset ala­
anlayıştan, vatandaşlık vurgusunu geliş­ nının yeniden tesisi için, ‘aydınlanmış
tireb ilecek söylem sel birikim i erken muktedirlerin’ müdahalelerini olumla­
Cumhuriyet döneminde bulabilmekle masına yol açmaktadır. Suat Ilhan’ın iki
beraber, sağ Kematizmin pratik süreçte m illiy etçiliğ i harm anlam a çab asın ın
ağırlık kazanan etnisist-kültüralist açı- 1990’larda kazandığı etkinlik düşünül­
582 lımlan karşısında güdük kalmaktadırlar. düğünde, Atatürk milliyetçiliğinin, milli­
Bunun en belirgin nedeni, görünürde ça­ yetçi muhafazakâr çizgiyle uzlaşmasının
tışan iki farklı milliyetçilik anlayışının da en azından 1970’ierde sanıldığı kadar zor
Ziya Gökalp’in somutlaştırdığı korpora- olmadığını ve 12 Eylül restorasyonunun
tist-solidarist siyaset felsefesinden kopa- bunun en çarpıcı göstergesi olduğunu sa­
mamalarıdır. Atatürk milliyetçiliği, Ziya vunabiliriz.
Gökalp’ten kopuşla değil, geç Ziya Gö­ 12 Eylül restorasyonunun başlangıç he­
kalp’in benimsenmesiyle şekillenmekte­ defleri düşünüldüğünde, başarılı olup ol­
dir, Geç Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esas­ madığı tartışmaya açıktır. Solun gücü bü­
larında “Türkçülük hiçbir zaman kleri­ yük ölçüde kırılmakla beraber, restoras­
kalizmle, teokrasi ile, istibdatla bağdaş­ yonun öngörmediği aktörler sahneye çık­
maz"18 derken, Atatürk milliyetçiliğinin mıştır. Bunlar, radikalleşerek Türk-lslâm
de bu konudaki sınırlarını çizmiştir. Gö­ senteziyle çizilmek istenen sınırları zorla­
kalp düşüncesini korporatist-solidarist yan ve enternasyonalist etkilere açık bir
açıdan yorumlama yönünden iki milli­ İslâm! hareket; Kürt hareketi ve entelek­
yetçilik yorumu arasında ciddi paralellik tüel-bürokratik denetime direnen ve pi­
vardır. Prof. Feyzioglu’nun Atatürk milli­ yasayla içiçe yükselişe geçen popüler kül­
yetçiliğini solidarist bir anlayışla tanım­ tür kaynaklı aktörler olarak tanımlanabi­
ladığı ve Atatürk’ten örneklerle destekle­ lir. Bu aktörlerin yükselişinin öngörüle-
meye çalıştığı aşağıdaki tanım, bu sürek­ bildigi söylenemez. Bu açıdan bakıldığın­
liliği örneklendirir: “Atatürkçü milliyet­ da, 28 Şııbat (1997) süreci, 12 Eylülle
çilik, Türk milletinin sosyal adalet içinde konan hedeflerin tınmadığının, bazı hata­
kalkınmasını sınıf kavgasında görmez. lar yapıldığının itirah olarak değerlendiri­
A tatürk,Türk toplumunu teşkil eden lebilir. Ne var ki, bu türden girişimler is­
köylü, çiftçi, işçi, esnaf, sanatkâr, sanayi­ tenilen hedefe tam olarak varamamakla
ci, tüccar, serbest meslek mensubu, me­ beraber, toplum dokusunda ciddi tahri­
mur gibi her çeşit meslek ve zümrelerin, batlar yaratabilmektedirler. 12 Eylülde
aynı milli toplumun birer unsuru olarak, yapılan, toplumun özellikle 1950 sonrası
sosyal adalete uygun esaslar içind e, giderek güçlenen, kendi kaynak ve tercih­
ahenkli bir tarzda işbirliği yapmalarını; leriyle moderni eşebileceğin e ve değişebi­
bunların arasında çıkabilecek uyuşmaz­ leceğine dair özgüveninin ve enerjisinin
lıkların millet yararını herşeyin üstünde ciddi biçimde kırılmasıdır. 71
BİR K E M A L İ S T R E S T O R A S Y O N T E Ş E B B Ü S Ü O L A R A K 12 E Y L Ü L

DİPNOTLAR

1 Cumhuriyetçi muhafazakârlığı. 1970’lerin so­ 10 23 Eylül 1981, Tercüm an,


nunda yükselişe geçen 'Yeni Sağ' değerlerle 11 TRT'nin Yönetim Kurulu'nda Aydınlar Ocağı'na
kaynaştırma çabası olarak, 12 Eylül darbesin­ yakın, Prof. Zeynep Korkmaz, Ayhan Songar,
den kısa bir süre önce; Mayıs 1980’da, Aydın TD K’nin yeni başkanı Haşan Eren, İbrahim
Yalçın. Coşkun Kırca ve Adnan B. Kafağlu’nun Agah Çubukçu, İsmet Giritli, Altemur Kılıç gibi
hazırladığı anayasa taslağı çarpıcıdır. Bu taslak, isimler dikat çekmektedir, özellikle Prof. Kork­
24 Ocak kararlarının gerektirdiği siyasî altyapı­ maz, TDK ve TRT’de belirlenen 'sözcük yasa-
yı oluşturduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir, ğı'nın listesini hazırlayacak kadar etkindir. İl­
2 Gazeteci Haşan Cemal. MGK Genel Sekreteri ginç biçimde, bu yasak listesi 1987'de Cem Du­
Haydar Saltık’ın 24 Ocak Kararlan’nı destekle­ na yönetimince yürürlükten kaldırıldı. 1987 yılı
diğine dair kendisine verdiği özel demeci ak­ aynı zamanda Türk-İsi dm sentezine yakın kad­
tarmaktadır. Saltık, özal'a karşı geçmişten ge­ roların özellikle YÖK tarafından tasfiye edil­
len güvensizliğin aşılmasında kilit bir rol üst­ meye başlanmasıyla da dikkati çeker.
lenmiştir, Bkz, "Tank Sesiyle Uyanmak", Anka­ 12 Bu ortak isimler için bkz, Bkz. Türk Edebiyatı,
ra: Bilgi Yayınevi, 1986. s.32. "Kültür Bakanlığınca 8 dalda yeni danışma ku­ 583
3 12 Eylül darbesi gerçekleşmeden önce muhte­ rulu teşkil edildi", 76 (Şubat 1980): 30-33. Ayrı­
mel darbenin sağa meyilli olacağına dair ciddi ca, "Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kuru­
belirtiler mevcuttu. Sağ basının darbeyi sezin­ mu G örevlileri" T ü r k K ü lt ü r ü , 250 (Şubat
lediğinde içine girdiği rahatlama durumu ve 1984): 93-97.
Süratle gönüllü işbirliği önerilerine soyunması 13 CHP'Iİ Kültür Bakanlığı'nın Kültür Yüksek Ku-
bunun somut bir göstergesidir. Sözgelimi. rulu'ndaki isimler için bkz. Bozkurt Güvenç,
TSK'nm 2 Ocak tarihli uyarı mektubu üzerine Gencay Şayian ... T ü rk Islâm Sentez/, İstanbul:
Ahmet Kabaklı Tercüman'da "Uyarı Değil, Sarmal Yayınlan, 1994. s. 256.
Uyanış" (3 Ocak 1980), "Muhtıra Muhatabını
Bulmuştur" (7 Ocak 1980), "Hala Anlaşılmadı 14 Tercüm an 18 Ocak 1986. Kurumun dergisi Bel­
mı?" (10 Ocak 1980), "Şeytanın Ayağı Kırılmış­ leten'de güncel-pratik kaygılarla, yabancı dilde
tır" (17 Ocak, 1980), "Ordu Kırgındır" (20 Şu­ yayımlanan makalelere örnek olarak Prof.
bat 1980), "Kumandanın İzni İle" (29 Şubat Mehmet Saray, "What is the Bulgarian goven-
1980) başlrklt yazılarla iyimserliğini ve 'göreve' ment trying to prove by denying the historical
hazır olduğunu gösteren yazılar yazmıştır. facts?" TTK B elleten, 202 (Nisan 1983):183-193;
veya Salahi R. Sonyel. "Turco-American Relati-
4 Sözgelimi, Kenan Evren, Avrupa ülkelerinin in­ ons in the Context of the Jevvish Holocaust"
san hakları konusundaki baskıları üzerine 12 TTK B elleten, 210 (Ağustos 1990): 757-772
Haziran 1981'de "Şu sırada. 90 günlük gözetim
süresini indirecektik. Ama bazı Avrupalı dostla­ 15 Suat Ilhan. Türk A s k e ri K ü ltü rü n ü n Tarihi Geliş­
rımız 'Yoksa yardımı keseriz' deyince 'Kaldırmı­ m esi: K u tsa l Ocak, İstanbul: ötüken Yayınları,
yoruz' dedik. Bizler Türk milletinin şeref ve 1999,
haysiyetini para ile satacak insanlar değiliz" 16 Atatürk m illiyetçiliği tanımını destekleyen
derken bu tavrı örnekliyordu. Bkz. Baktn Oran Danışma Meclisi üyeleri, yeni anayasa tasarısı
"Kenan Evren" 199-202, C u m h u riy e t D ö n e m i hazırlanırken 'sınırlan belli vatan fikrinin öne-
Türkiye A n siklo p ed isi, Cilt 11. İstanbul: İletişim mi'ni vurgulamışlardır, Bkz, Danışma M eclisi
yayınları, 1995, 199-202. Tu ta n a k D erg isi, 17 Ağustos 1982, 128. birle-
5 Oktay Akbal. "27 Mayıs'a Karşı Çıkanlar" Cum­ şim-Prof. Dr. Utkan Kocatürk s. 647; Prof. Dr.
huriyet, 27 Eylül 1981. Hamıza Eroğlu'nun konuşması, s. 648.
6 Mehmet Semih Gemalmaz, ”12 Eylül Rejimi", 17 Prof.Dr, Turhan Feyzioğlu, "Atatürk ve Milli­
CDTA Cilt 14; ss.974-998; s.985. Cumhuriyet ta­ yetçilik", A ta tü rk A ra ştırm a la rı M e rk e zi D e rg i­
rihinde bu kadar kısa sürede bu kadar yoğun si, Ciltli, Sayı:2. Mart 1985,SS. 353-419, s. 381.
yasa üretimi etkinliği nadirdir, 13 Ziya Gökalp, T ü rk çü lü ğ ü n Esasları Kültür Ba­
7 Kurucu Meclis’in 160 üyesinden 32'si hukukçu- kanlığı Yay,, yayına hazırlayan Mehmet Kap­
avukat-savcı, 28'i mühendis, 27 akademisyen, lan, İstanbul, 1976,s.177.
2Û'si ordudan emekli subay, 14’ü eski parla­ 19 Feyzioğlu, a.g.e, s. 393. Feyzioğlu, "Birçok araş­
menter, 11'i ekonomist. T i sendikacı ve diğerle­ tırmacılar, Atatürk'ün milliyetçilik ve millî bü­
ri de değişik meslek gruplarından gelmekteydi. tünlükle sosyal adaleti bağdaştırmaya çalışan
8 Tercüm an, 24 Temmuz 1981, Erzurum konuş­ görüşlerini, Fransa'da büyük atılmaların gerçek­
ması, Kenan Evren'in ağzından din eğitiminin leştiği Üçüncü Cumhuriyet döneminin başlıca
mecburi olacağına dair Konsey kararının da ideolojisi olan "tesanütçülük" (sotidarisme) ile
açıklandığı konuşmadır. karşılaştırmışlardır" (s.394).
9 Ahmet Kabaklı, "Kutlu Bir Haber mi?" Tercü­
man, 26 Ocak 1983.
Neo-Kemalizm,
Organik Bunalım ve Hegemonya
NECMİ ERDOĞAN

K
ürt sorununun derinleşmesiyle be­ cinde zirvesine ulaşan resmî Kemalist res­
raber İslâmî hareketin yükselişi, torasyon projesi Türkiye toplumsal for­
Türkiye'nin 1990’lardaki siyasal masyonundaki hegemonya bunalımına
konjonktürüne damgasını vurdu ve top­ karşı devlet aygıtları içinden geliştirilen
lumsal güçlerin kümelenişinde tayin edici özerk bir tepkiyi temsil etmiş ve -Grams-
bir rol oynadı. Bu kriz aynı zamanda, cid terimlerle- bir tür “pasif devrim”e yö­
1980’lerde kurulmaya çalışılan Özalcı he­ nelmiştir. Toplumsal ilişkilerin siyasal,
gemonyanın başarısızlığa uğradığı anlamı­ ideolojik, kültürel, ekonomik vb. tüm veç­
na da geliyordu. Devlet, amagonizinaların helerini kapsayan bu organik bunalımın
nötralize edilemediği ve soğurulanıadığı düğüm noktasını “otoriıe bunalımı", siya­
bu koşullarda, bir yandan çeşitli partilerin sal rejim ve temsil bunalımı oluşturmuş­
kapaulması ve “irtka”ya karşı 28 Şubat ka­ tur: Temsil eden ile temsil edilen arasında­
rarlarının alınması gibi yollarla açık kamu­ ki bağın koptuğu ve partilerin anakronik­
sal yasal çerçeveye, öbür yandan da Susur­ leşme eğilimine karşı direnemez hale gele­
luk örneğinde olduğu gibi bu kamusal ya- rek toplumsal içeriklerinin boşaldığı, parti
sallıgın yazılı olmayan alt yüzünün deste­ siyasetinden devlet aygıtlarına kadar uza­
ğine başvurdu. 1980’lerde Özalcılıgm, Ke- nan ve baskıcı devlet aygıtı olarak ordu­
malizmin bürokrasideki hegemonyasını nun göreli gücünü pekiştiren bir bunalım
kırması Kemalist seçkinler arasında zaten (Gramsci 1971: 210). Yasama ile yürütme
rahatsızlık yaratmıştı. 1990’larda, ciddi bir arasında, yürütmenin farklı organları ara­
tehdit oluşturduğu düşünülen İslâmî hare­ sında ve yürütme ile yargı arasında devlet
ketin karşısında devletin ve sosyal demok­ iktidarının birliğini sağlayan tutkalın çö­
rat partilerin zayıf kaldığı düşüncesi, bu te­ züldüğü, cumhurbaşkanı ile hükümet (Se­
dirginliği arttırmıştır. Bu hegemonya kay­ zer ve Ecevit), hükümet veya onun bir ka­
bını önlemek için, söz konusu tehditleri nadı ile ordu (28 Şubat sürednde RP ve
salt kamusal-yasal ve siyasal değil toplum­ yakın zamanlarda Yılmaz ile ordu), ordu
sal düzlemde de geriletmek gerektiği dü­ ile yasama, yasama ile hükümet, hüküme­
şüncesi kendini duyurmaktaydı. Kemaliz- tin farklı kanatlan, farklı bakanlıklar veya
min tarihinde görece yeni bir olgu olarak herhangi bir bakanlık İle diğer devlet ay­
‘sivil’ bir Kemalizmin oluşumunun teşvik gıtları, yargının farklı organları ve halta
edilmesi, bu koşullarda gerçekleşmiştir. Yargıtay örneğinde olduğu gibi aynı yargı
1990’larda uygulanan ve 28 Şubat süre­ organının başkanı ile başsavcısı arasında
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A

ren kurulmaya ve yayılmaya başlayan Ata­


türkçü Düşünce Derneği (ADD) ve Çağ­
daş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD)
gibi Kemalist sivil toplum kuruluşları
(STK), baskıcı devlet aygıtlarının dayattığı
Kemalist restorasyona “sivil" bir destek
sağladı. “Sivil toplum"da yükselen neo-
Kemalisı dalga, STK’ların yanı sıra, bir di­
zi Kemalist dergiyi ve medyadaki kanaat
önderlerini de kapsıyordu. Neo-Kemalisı
dalganın devletten ve siyasal partilerden
görece ayrı bir güç olarak ortaya çıkma­
sında rol oynayan önemli etkenlerden bi­
ri, Kemalist çevrelerin Türk-Islâm Sente­
zimi sahiplenen 12 Eylül rejimi ile birlikte 585
devlete karşı duydukları güvenin sarsıl­
ması, Cumhuriyetin kurucu ideolojisi
olarak Kemalizmin devlet aygıtlarının bir­
Genelkurmay II Başkam Çevik Bir, “28 leştirici / eklemleyici ilkesini sağlamaktan
Şubat süreci" nin atak bir sözcüsüdür
ism i bu süreçle özdeşleşenlerden uzaklaşması ve devlet aygıtlarının etnik ve
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural dinsel hareketler karşısında Kemalist siya­
Savaş da, “Türk Ordusunun sal projeyi yeniden öne sürmekte ve da­
Cumhuriyetimizi korum a ve kollam a
yatmakta zayıf kalmasıdır. Bir diğeri ise,
görevinin’ meşruiyetini savunmuştur.
sosyal demokrat partilerin girdikleri bu­
nalım karşısında neo-liberal ortodoksiye
çatışma veya yarılmaların yaşandığı bu or­ yanaşmaları ve bu arada Kemalizmin dev­
ganik bunalım hali, MGK etrafında kurul­ letçilik gibi kimi akidelerini bırakmaya
muş, zorun gücüne dayalı bir hassas ve meyletmeleri ve iktidara geldikleri zaman
tehlikeli dengeye dayanıyordu. Bir tür fe­ da “Atatürk ve Atatürkçülük karşıtı” teh­
odalleşmenin veya “parsellenmiş egemen­ ditlere karşı aciz kaldıklarının düşünül-
liğin", Ahmet Insel'in deyişiyle 'fiilen çok mesiydi (Kışlalı, 1994). Bir “sivil toplum"
hukuklu bir rejim "m1 söz konusu olduğu hareketi olarak neo-Kemalizm, “Atatürk
ve fakat genişlemeci bir hegemonyayı tesis milliyetçiliği", “laiklik” ve “çağdaşlık"
edebilecek bir sivil kollektif iradenin orta­ üzerine bina edilen Kemalist restorasyon
ya çıkamadığı bu koşullarda, devlet iktida­ projesinin kendine popüler rıza devşirme­
rının -güçler ayrılığının ötesindeki- ide- si ve hegemonikleşmesini hedefledi. Bu
olojiko-politik birliğini ve bölünmezliğini bakımdan. Kemalizmin tarihinde görece
yeniden sağlamak işi MGK’da cisimleşen yeni bir olgu olarak, klasik Kemalizme öz­
baskıcı devlet aygıtına düştü. gü modern devlet pedagojisine eşlik eden
Resmi Kemalist söylemin savunmact- bir “sivil” Kemalist pedagoji geliştirilmeye
tepkisel ve otoriter bir tarzda yeniden öne çalışıldı. Neo-Kemalist hareket, 8 yıllık
sürülmesine dayalı pasif devrim sürecinin eğitime destek, millî bayram kampanyala­
mevcut toplumsal-siyasal güç ilişkileri ve rı, eğitim seferberlikleri ve burslar gibi
hegemonya mücadeleleri karşısındaki sı­ araçlarla bu sivil Kemalist pedagojiye hiz­
nırlarını aşabilmesi ancak popüler-kon- met etmeye çalıştı. Bu bakımdan, 1990’lar
sensüel kaynakların harekete geçmesiyle Kemalizmini karakterize eden şey, Sin­
mümkündü. 1980’lerin sonlarından itiba­ can ’dan geçen tanklar olduğu kadar,
K E M A L İ Z M

ÇYDD’nin verdiği öğrenci burslarıydı da.2 olanın yalnızca telaffuz ettikleri değil, ay­
Neo-Kemalizm, lıpkı resmî Kemalizm nı zamanda telaffuz edem eyecekleri de ol­
gibi, devletin ve milletin ülkesiyle bölün­ duğu düşünülürse (Spivak, 1988: 286),
mez bütünlüğünü vaaz eder. Devrim ka­ “üçüncü yol” perspektifinin MGK’da ci-
nunlarının yeniden uygulanmasını talep simleşen resmî Kemalizmin ufkunun dı­
etmesi bakımından da resmî Kemalizm ile şında olması karşısında neo-Kemalizmin
benzeşir. Ancak, anti-emperyalizm ve ulu­ sessizliği semptom ztik bir özellik gösterir,
sal bağımsızlık vurgusu ne o-Kemal İzmin Neo-Kemalist söylem siyasal alanı laik /
resmî Kemalizmden ayrıldığı en önemli anti-laik, cumhuriyetçi / Cumhuriyet düş­
noktalardan biridir (örneğin bkz. Çeçen, manı, çağdaş / gerici, Kemalist i 2. Cum­
tarihsiz). Zira, resmî söylemin neo-Kema- huriyetçi, ulusalcı / bölücü şeklinde iki an-
list milliyetçiliğin globalleşme, yeni dünya tagonistik kampa böler. Kemalistlerin kar­
düzeni, MAI, IMF vb. karşısındaki “Üçün­ şısında şeriatçılar, Kürtçüler ve İkinci
cü Dünyacı" muhalefetini paylaştığı söyle- Cumhuriyetçilerden oluşan bir karşı dev­
5 8 6 nemez. Ancak, Kürt sorununun feodal ya­ rimci cephe yer almaktadır. Bu kutupsalh-
pıya ve gerikalmışhga bağlanması ve “bö­ ğın her iki kanadı aynı zamanda birer eş­
lünmez bütünlük" vurgusu neo-Kemalist değerlik zinciri de oluşturur. Bir yandan
milliyetçiliği resmî milliyetçilik ile aynı laiklik, çağdaşlık, demokrasi, ulusalcılık
zeminde buluşturur. Liberalizme karşı vb, eşdeğer gösterenler olarak sabitlenme­
devletçilik ve halkçılık temaları da, neo- ye, dondurulmaya ve birbiriyle ikame edi­
Kemalist söylemin resmî Kemalizmden lebilir şeyler olarak sunulmaya çalışılırken,
ayrıldığı bir başka hat oluşturur, Neo-Ke- öte yandan emperyalizm, bölücülük, irti­
malizmin globalleşme ve serbest piyasa ca, neo-liberalizm vb. “vatana ihanet”in
ekonomisi konularındaki eleştirilerini si­ muhtelif tezahürleri olarak birbirine eşitle­
yasal partilere veya hükümetlere yönelt­ nir ve ulus-devleti hedef almaları bakımın­
mesi ve fakat bunların resmî söylemdeki dan eşdeğer addedilir. “Ulusalcı" uğrağın
konumu karşısında suskun kalması kayda neo-Kemalist söylemin kurduğu eşdeğer­
değerdir. Bir söylem açısından tayin edici lik zincirinin düğüm noktasını oluşturma-

Turbanın ‘siyasal
sim ge"yapılarak
istismar edildiği
gerekçesiyle
başörtülü kızlann
öğrenim hakkının
engellenmesi tem el
insan haklarıyla
ilgili hir problem
teşkil etmesi
yanında, kadınların
kam usal alana
çık masına Özel
engel getiren bir
palriyarkal denetim
mantığını yansıtır.
Böylelikle,
Kemalizmin "kadın
h aklan " söylemini
de deşifre eder.
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A

sı, neo-Kemalistler tarafından formüle her iki kanadı için de geçerlidir. Sözgeli­
edilmeye çalışılan “ulusalcı sol" veya “Rü­ mi, neo-liberalizm, MGK’nın konumu,
yayı Milliye’’nin ülkücü geleneğin milliyet­ Genelkurmayın protokoldeki yeri, otori­
çiliğine yakınlaşmasına da zemin hazırlar ter yasal çerçeve ve farklılıkların bastırıl­
(lnsel, 2000: 150; Erdoğan, 2000: 255). ması gibi temalar dolayımıyla Kemali2min
Neo-Kemalist söylemin en bariz temala­ resmî ideoloji olarak Türkiye toplumu
rından biri, paranid zihniyetten beslenen üzerinde hâlâ boğucu bir hükme sahip ol­
mağduriyet hissidir. Buna göre, Türkiye, duğunu göstermeye çalışırken, neo-Kema-
1950'lerden itibaren bir karşı devrim süre­ lizm, Kemalist geleneğin tahrip edildiğini
cine sokulmuştur3 ve laik ve demokratik ve iddia edildiği gibi iktidar konumunda
Cumhuriyet “yeni bir Sevr zorlaması" ile (kudretli) olmadığını kanıtlamaya çalış­
karşı karşıyadır. Bu süreç, Kemalist güçle­ maktadır. Burada, Kemalist otoritarizmın
rin “tırpanlandığı", “alın teri göz nuru ile sivil toplumun gelişmesini boğduğu tezi­
oluşturdukları kurumların kapatıldığı", ne dayanan m ağduriyet söylem i ile
“ihanet dolu" bir süreçtir. “Devrim güçleri 1950’lerden başlayarak, liberal, neo-liberal 587
dagılmış’Tır ve “Kemalist devrimin teme­ ve anti-laik siyasal tavırların devletin altı­
lindeki tam bağımsızlık harcı dağılma teh­ nı oyduğu, yolundan saptırdığı, Kemaliz-
likesiyle karşı karşıya"dır.4 Söylem, Cum- mi çarpıttığı ve toplumun Atatürkçü ke­
huriyet’in ve onun ideolojisinin bir “ihanet simlerine karşı amansız bir saldınya giriş­
çemberi ile kuşatılmış" olduğunu vazeder: tiği şeklindeki mağduriyet söylemi karşı
Çemberin bir ucunda “şeriat özlemi içinde karşıyadır. Kutupsalhgm her iki ucu da,
bulunan siyasal İslamcı kadrolar", “yıkıcı bir diğerine muktedirlik konumu atfeder­
ve bölücüler", öteki ucunda ise emperya­ ken, kendisini muktedirler karşısında za­
lizmin ideolojisi olan globalleşme, özelleş­ yıf düşürülmüş, kudretsiz bırakılmış ve
tirme ve serbest piyasa ekonomisinin uy­ mağdur edilmiş olarak kurar. Ancak, ikin­
gulayıcı ve savunucuları yer almaktadır.5 ci Cumhuriyetçi söylem neo-Kemalizmin
Ulus, devlet ve Atatürk, bölücülerin, şeri­ savunmacı-tepkisel konumunu saldırgan-
atçıların, sosyal devleti liberal devlete dö­ aksiyoner bir konum gibi sunabilmesi açı­
nüştürmek isteyenlerin, ikinci Cumhuri­ sından başarılıdır. İkinci Cumhuriyetçi ya
yetçilerin yaylım ateşi altındadır.6 da neo-liberal söylem, “75 yıllık Kemalist
Devlet kurumiarmsn “karşı devrimci Cumhuriyet geleneğinden" söz ederken,
güçler" tarafından işgal edilmesi, Cumhu- gerek devlet iktidarının iç tutunumunu
riyet’in kurucu ideolojisini savunmaları sağlayan ideolojik söylem olarak resmî
nedeniyle kendilerini devletle ve resmî Kemalizmin, gerekse de bizatihi devlet ay-
ideoloji ile özdeşleştiren Kemalistlerin, gtdarının Kemalizm ve sivil toplum ile
bizzat devlet iktidarının kendisi değilse ilişkilerinin geçirdiği tarihsel dönüşümleri
de, “bazı" devlet görevlileri tarafından ör­ gozardı eder. Oysa, neo-Kemalizmin ken­
selenebilmesi, Kemalistlere düzenlenen disini entegral bir ideoloji olarak sunması
suikastlar vs. neo-Kemalizmin kendisini bakımından resmî Kemalizmle olan fark­
mağdur olan olarak algılamasına yol aç­ ları karşısındaki suskunluğu dahi bu açı­
mıştır. Aslında, kendini kudretsiz, mu­ dan semptoma tik tir.
arızlarını da kudretli olarak sunmak üze­ Kendisini “Kalpaksız Kuvvacılar" ola­
rine kurulu bir söylemsel strateji (Serres, rak tasavvur eden neo-Kemalizm, Cum­
1982) Türkiye’deki siyasa) söylemlerin or­ huriyet rejiminin bekasının STK’lann ve
tak özelliğidir. Mağduriyet ve mazlumluk, “yurttaşlık bi)inci"nin geliştirilm esine
Kemalizm / İkinci Cumhuriyetçilik veya bağlı olduğunu savunur. Zaten “yeni Ke­
Kemalizm / İslamcılık kutupsallıklarmın malist kimlik" de, Kemalist hegemonyayı
K E M A L İ Z M

tesis edebilecek bir sivil kolektif irade ek­ malıdır.3 Ancak, Kemalist otoritarizm ile
seninde tanımlanır. Neo-Kemali2min öz­ demokratik katılım, tahakküm ile hege­
nesi, “bugüne dek suskun ve bireyci kal­ monya, resmî dünya ile sivil toplum ara­
mış (...) iyi eğitim görmüş, içindeki gizil sındaki kararsızlık neo-Kemalist tahayyü­
gücü, bir başka deyişle Mustafa Kemal'i le damgasını vurur. Çoğulcu, özgürlükçü
keşfetmiş gençler”, “tam bağımsız, barışçı, ve demokratik bir devlet yapısı, yurttaşlık
çağdaş eğitimle donanmış, insan hakları­ bilinci, kadın haklan ve katılım gibi tema­
na, kadın ve çocuk haklarına saygılı, laik lar -sosyal refah ve adaletin yanı sıra- neo-
ve demokratik bir düzende yaşamanın da­ Kemalist söyleme eklemlenen öğelerdir.
ha da geliştirilerek sürdürülmesinde, ken­ Dahası, neo-Kemalizm, Susurluk olayı ve
dinin de söz ve karar sahibi olduğunun insan hakları ihlalleri gibi temaları işleye­
bilincinde ve sorumluluğunda” olanlardır rek, demokratik talepleri kendine eklem­
(Saylan, 1998: 340-1). Ancak neo-Kema- lemeye çalışmıştır. Böylece, 28 Şubat süre­
list özneyi güdüleyen “devlete devleL di- cinde MGK’ya verilen destek ile “devlet
588 şmdan mukayyet olmaya dörtük platonik içindeki çeLelerin ortaya çıkarılması” tale­
sevgf'sidir (Bora ve Kıvanç, 1996: 779). bi bir arada durabilmiştir.
Bu nedenle de, sivil toplum ve yurttaşlık Demokrasi göstereninin anlamı üzerin­
vurgusu devletetaparlıkla (statolatry) de yürütülen ideolojiko-politik mücadele
muğlak bir şekilde içiçe geçer Neo-Kema- yakın dönemde toplumsal güçlerin küme­
lizmin devleıle kurduğu çelişkili ilişki, lenişinde önemli bir yer işgal etti ve hege­
Kemalizmi bir sivil toplum hareketi ola­ monya bunalım ının düğüm noktasını
rak düşünme veya sivil bir Kemalist inisi­ oluşturdu. Demokrasi, organik bunalımı
yatif geliştirme kaygısı ile başta 28 Şubat çözmek için öne sürülen hegemonik pro­
sürecinde olduğu üzere orduyu Kemalist jelerin tayin edici uğraklarından da biriy­
devrimlerin güvencesi olarak görme anla­ di. Demokrasinin telaffuz kipliklerinin en
yışının içiçe geçmesinde en somut ifadesi­ önemlilerinden biri -Mehmet Altan’dan
ni bulmuştur. Bir yandan devlet aygıtları Etyen Mahçupyan’a uzanan bir çizgi bo­
göreve çağrılırken, öbür yandan sivil top­ yunca- neo- veya postliberal varyantlarıyla
lumun Cumhuriyet adına harekete geç­ “siyaset sonrası”9 söylem tarafından geliş­
mesi istenir. Sözgelimi, İslamcıların ikti­ tirilirken, bir diğeri resmî Kemalist resto­
dara yürüdüklerinin “ayırdmda olan Türk rasyon projesiyle uyum içindeki neo-Ke­
Silahlı Kuvvetlerinin siyasilerin oyununa malizm tarafından geliştirildi. “Demokra­
gelmemesi İçin, Kem alist Aydınlanma si" ve “demokrat” gibi terimlerin bugünkü
Devrimi’nİ yaşatacak sivil toplumun za­ kullanımlarının ardında ''bölücü", “yıkı­
man yitirmeksizin örgütlenmesi” gerekliği cı”, “gerici” niyetler tespit eden Kemalist-
söylenerek, hem Kemalist bir sivil toplum lerin “ben demokrat değilim” şiarı -tıpkı
yaratma ihtiyacı ve hem de ordunun reji­ Nadir Nadi’nin “ben Atatürkçü değilim"
min bekçisi olma işlevini sağlama alma şiarı gibi- demokrasiyi din bezirganlarının,
kaygısı telaffuz edilmiş olur.7 yoz politikacıların, Türkiye’nin düşmanla­
Öte yandan, Kemalist geleneğin otoriter rının neo-liberal işbirlikçilerinin ve bölü­
refleksi eri yeni Atatürkçülükte de kendini cülerin söylemlerinden eki emsi zleştirme-
gösterir. 28 Şubat sürecinin ve başörtüsü ye ve kendine eklemlemeye çalıştı (Kışlalı,
yasağının savunulması gibi örnekleri bir 1999: 222). Resmî Kemalist söylem iç top­
kenara koyarsak, ezanın Türkçe okunma­ lumsal farklılıkları ve antagonizmaları
sı uygulamasının 1950’de kaldırılması yadsır ve milleti, Lefort’un “bir olarak
“gericiliğe ve yobazlığa kurban edilen ilk halk" kavramına benzer şekilde, bir olarak
örnek"tir ve yeniden uygulanmaya başla­ kurar; “bir olarak m illet” de, millet ile
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A

1997 Şubat başında, tslâmcı "Kudüs Günü“ toplmttsmdan "radikal”görüntülerin yansıdığı


Sincan’d an bir tank birliğinin "geçmesi", 28 Şubat sürecinin kilit vakaSanndandı. Bir
genend, bu gösteri geçişini "demokrasiye balans ayan" olarak tammlayacakü.

devlet arasındaki özdeşlik sayesinde kuru­ yetin temel ilkelerine sadakat herhangi
lan “bir olarak iktidar” tarafından temsil bir meşru siyasal faaliyetin önkoşulu ad­
edilir (krş. Lefort, 1986: 287, 299). Mo­ dedilir; “tek yurt, tek bayrak, tek resmî
dern demokraside “sembolik bakımdan dil" siyasal ve kültürel özgürlüklerin mut­
boş bir yer” olarak kurgulanan iktidar, lak sınırı sayılır (Kışlalı 1999: 337), Neo-
devletçe tanımlanan millî çıkar tarafından Kemalizm demokrasiyi savunmak adına
işgal edilir ve böylece “millî güvenlik” ve kimi siyasal konumlann bastırılmasını is­
“millî birlik ve beraberlik" meşru siyasetin ter ve “iktidar, hukuk ve bilginin esasına
mutlak çerçevesi addedilir. “Devletin mil­ dair temel bir belirlenimsizlik" olarak de­
letiyle bölünmez bütünlüğü” demokratik mokrasi (Lefort 1988; 19) nosyonuna kar­
mekanizmalara dahil olmanın olmazsa ol­ şı, demokrasiyi belirli bir etik-po!itik içe­
maz koşulu haline gelir. Böyle tanımlan­ rikle özdeşleştirir, ikinci Cumhuriyetçile­
mış bir demokratik rejimin elbette kendi­ rin muhaliflere karşı demokratik hoşgörü
ni savunacağı mekanizmalara ihtiyacı ola­ argümanı neo-Kemalistlere naif gelir. On­
caktır. Yani demokrasinin düşmanlarını lara göre, bizzat sivil toplumu yıkmaya ça­
alt edebilecek bir “militan demokrasi" ol­ lışan gerici hareketleri sivil toplumun bir
ması gerekir (Savaş, 2000). Böylece de­ parçası olarak kabul etmek ve hoş görmek
mokrasi, sonuçları önceden belirlenmiş ve gaflettir (Kışlalı 1999: 226).
garantiye alınmış olan, değişmez millî çı­ Neo-Kemalizm, Kemalizmi yeni bir
karların gerçekleşmesini sağlayan işlemle­ vurguyla ve yeni bir bağlamda yeniden
re indirgenir. Neo-Kemalizm, “demokrasi­ eklemleyerek hegemonikleştirmeye çalış­
nin kötüye kullanılması” şüphesi açısın­ tı. Bu hegemonik mücadele, aynı zamanda
dan resmî Kemalizmle benzeşir. Tıpkı Kemalizmin muhtelif (liberal, muhafaza­
resmî Kemalizmde olduğu gibi. Cumhuri­ kâr vb.) söylemsel eklemlenmelerine ve
K E M A L İ Z M

telaffuzlarına karşı da bir mücadeleydi, iz­ mıştır. Bu geleneği takip ederek, Kemal iz-
leri 12 Eylül rejiminin Atatürkçülüğüne mi sosyalizm, sosyal demokrasi, üçüncü
karşı öne sürülen “ben Atatürkçü deği­ yol vb. ekseninde tanımlayan ve Cumhuri­
lim” sloganına kadar sürülebilecek olan yet gazetesi, Kuvayı Milliye, Aydınlanma
“gerçek” ve “sahte Atatürkçüler" ayrımı, 1923 ve MK gibi dergiler ve çeşitli Kema­
“yozlaştırma", “sulandırma” çabalarına list kanaat önderlerinin dahil edilebilece­
karşı Kemal İzm in anlamını sabitleştirme ği, kendi içinde de farklılaşan “soy" Ke­
kaygısını dillendirdi, Atatürk’ün kurduğu malizm ile “pop" veya “post-ideolojik"
kurumlan kapattığı ve gericiliği kışkırttığı Kemalizm arasında bir ayrıma gitmek ge­
için “Kemalizme yönelik saldırıların" bir rekir. Birincisi, Kemalizmi entegral bir
uzantısı olarak görülen “12 Eylül Atatürk­ ideolojik söylem olarak tanımlar ve şeriat­
çü lü ğ ü n ü n eleştirisi, neo-Kemalizmin çılık veya neo-liberalizmin karşısına yer­
Kemalizmi yeni bir vurguyla yeniden ek­ leştirirken, İkincisi için Kemalizm “laik,
lemlemesinin önemli uğraklarından biri çağdaş, demokratik düzen”in adından iba­
590 oldu ve devletle özdeşleşme ile devletin rettir, Dolayısıyla, soy Kemalist çizginin
“büyüsünün kaybolması” arasındaki muğ­ sahip olduğu anti-globalist, anti-neo libe­
lak konumu dillendirdi, “Kemalizm, maz­ ral vurgu, İkincisinde görülmez. İkinci
lum ulusların emperyalizme karşı onurlu eğilimin en uç örneklerinden biri giydiği
başkaldırısının meşalesi" iken, 12 Eylül tişörtte “1 love money” yazan ve fakat aynı
“emperyalizmin mazlum ulusların sırtına zamanda ayyıldızlı bir kolye de takan pop
bir deli gömleği gibi giydirmek istediği starıdır. Laiklik, millî birlik ve çağdaşlık
malum ekonomik modelin hayam geçiri­ gibi cumhuriyet değerlerinin savunusu ile
lebilmesi için gerekli olan hukuksal ve si­ globalleşme ve neo-liberalizm savunusu­
yasal üstyapı kurumiarının oluşumuna” nu birleştiren E, Ûzkök gibi kanaat önder­
hizmet etmişti,10 “Atatürkçülüğü Kema- lerinin veya üniversite rektörlerinin Ata­
lizmden farklılaştırm aya çalışanlara", türkçülüğü ile ami-emperyalist, antj-glo-
“Türk Devrimi'nin sistemli ve rasyonel balist, anti-liberal Kemalizm arasındaki
doktrini" olarak Kemalizmin yerine bir mesafe neo-Kemalizmi içinden böler. Ke­
propaganda aracı veya “birtakım cılız re­ malizmi laiklik ve çağdaş yaşamın yazım
formların" ifadesi olarak kullanılan Ata­ yüzeyi haline getiren tavır hem resmî Ke­
türkçülüğü koyma çabasına yöneltilen malizm için ve hem de soy Kemalist çizgi­
eleştiri neo-Kemalist söylemin odağında nin dışında kalan “Atatürkçü" çevreler
yer alıyordu.11 Kemalizmin enıegrat bir için geçerlidir. (Buna Sami Selçuk ve ben­
ideolojik söylem olarak öne sürülerek, bir zerlerinin Kemalizmi -aşağıda değineceği­
yandan kendi iç çelişkilerinin ve tutarsız­ miz- “siyaset sonrası” söylemin demokrasi
lıklarının bastırılması, bir yandan da libe­ nosyonuyla birleştirme çabalarını da dahi!
ral, özelleştirmeci, serbest piyasacı söy­ edebiliriz.) Öte yandan, bu tavrın öteden
lemler için bir yazma yüzeyi olarak işle­ beri ÇYDD’de de ifadesini bulduğunu ve
mesinin engellenmesi hedeflendi. dahası soy Kemalist çizgiyi takip edegelen
Ancak, boş bir gösterene dönüşen Ke­ ADD’nin de son yıllarda bu tavra yakın­
malizmin öğelerinin iç bağlantılarıyla ye­ laştığını söyleyebiliriz, ÇYDD’nin öngör­
niden eklemlenerek öne sürülmesi çabası­ düğü "Cumhuriyet ordusu”12 ile Kuvuyı
nın kendisi, onun anlamını sabitleştirmek Milliye dergisinin öngördüğü “halkın or-
yerine, metinse) bir çoğulluk doğurdu. dulaşması, ordunun halldaşması’’13 hedef­
Neo-Kemal İzm, ana fikri daman itibariyle leri arasındaki anlam kayması, Kemaliz­
sol Kemalist geleneğin takipçisi olmakla min farklı vurgularla yeniden eklemlen­
birlikte homojen bir hareket oluşturma­ mesine ve neo-Kemalizmin iki farklı vek-
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A

türüne işaret eder. Neo-liberalizmin hege- gidermeye dönük savunma formasyonları


monik etkisinin soy Kemalist söyleme de olmaları anlamında ortak bir yapıya sahip­
sirayet etmesi, neo-Kemalizmin -göster­ tirler. Kemalizm siyaseti bastırmaya çalışır­
dikleri zafiyete ve “Altı Ok’Yan vazgeçme­ ken, neo veya post-liberal siyaset sonrası
lerine “gücenmenin” yükselişinde önemli söylem siyaseti bastırmanın da ötesinde
bir rol oynadığı- sosyal demokrat partile­ alıkoymak veya önceden kapatmak istiyor.
rin kaderini paylaştığı anlamına gelir. Bu açıdan, Kemalizm ile neo veya postlibe­
Yaşanan hegemonya bunalımı karşısında ral söylem arasındaki ilişki, psikanalitik te­
kabaca iki farklı çözüm formüle edildiğini rimlerle, sembolik yasa ile süperego ara­
söyleyebiliriz: Dışlayıcı ve bastırıcı bir hat sındaki ilişkiye benzerdir. “Milli birlik ve
izleyen Kemalizm ve kapsayıcı ve soğuru­ beraberliğin korunması" ile “farklı kimlik­
cu bir özellik gösteren neo veya postliberal lerin barış içinde bir arada yaşaması" ilke­
versiyonlarıyla “siyaset sonrası” söylem. leri iki farklı yoldan depolitizasyonu he­
Birincisi millî birlik ve beraberlik vazeder­ defler. Birincisi, tıpkı sembolik yasa gibi,
ken, İkincisi barış içinde bir arada yaşama­ “ne olursa olsun ve nasıl hissedersen his- 591
ya ve hoşgörüye dayalı, “sivil" bir birlik ve set, bölücü, yıkıcı, fundamentalist ideoloji­
beraberlik öneriyor, Kemalist restorasyon leri bırakmalısın" derken, İkincisi, tıpkı
projesi de, kimlik veya farklılığa dayalı süperego gibi, “eski, katı, totaliter ideoloji­
(post) liberal çokkültürcü söylem de siya­ leri bırakmalısın ve bundan da mutlu ol­
seti indirgeyici ve siyasal alanı depolitize malı ve haz almalısın” demektedir (Krş.
edici bir itkiye sahiptir. “Biz /onlar" (laik / Zizek, 1998: 36-8). Siyasal alanın açık tu­
anıi-laik, Türk / Kürt vb.) ayrımına göster­ tulması ise. evrenselliğin dışlananlarla ta­
dikleri alerji düşünüldüğünde, biri dışlayı­ nımlandığı, “oniar"a karşı yürütülecek
cı ve bastırıcı, diğeri ise kapsayıcı ve ehli­ global mücadelenin metaforik olarak ev-
leştirici bir stratejiye dayanmakla birlikte, renselleştirildiği bir siyasetin geliştirilmesi­
siyasalın istikrarsızlaştırıcı potansiyelini ne bağlıdır (Zizek, 1999: 204, 224-6). □

DİPNOTLAR

1 “Çok H ukuklu Üniter Devlet", R a d ik a l 2, 7 D, Tayanç, "Din, Ekonomi ve İktidar", MK,


03.07.2001. Temmuz 1993, 48.
2 Neo-Kemalizmin bu yazıya da dayanak oluştu­ 8 ADD Genel Merkez Yönetim Kurulu’nun Eza­
ran ayrıntılı bir tartışması için bkz. Erdoğan nın Arapça Okunmasını Yasaklayan ve Türkçe
( 2000). okunmasını Sağlayan Düzenlemenin 66. Yılı
3 Örneğin bkz, S. Akşın, "Türkiye'de Devrim-Kar- Nedeni ile Basın Açıklaması. 18 Temmuz 1996.
şıdevrim". Düşün, 10, Yıl ö ze l Sayısı (Güz 9 "Siyaset sonrası" söyleme dair teorik bir tartış­
1999), 40-6; A. Dursun, "Türkiye ve Karşı Dev­ ma için bkz. Zizek (1999).
rim Süreci", M K, Temmuz 1998, 26-7.
10 A. Işıklı, "Kematizmle Küreselleşme", A ta tü rk ­
4 "Müdafaa-i Hukuk Dergisi Yönetim Kurulu çü Düşünce, 33 (Ocak 1997), 8.
Üyesi M. Emin Değer’in Kurultaya Sunduğu Bil­
diri", K u v a y ı M illiye, 15 (Mart-Nisan 1999). 55. 11 Bkz. T. Kızgınkaya, "Yine Bir 'On Kasım'”, A ta ­
tü rkçü Düşünce. 43 (Kasım 1997), 26 ve T. Hal-
5 ADD, Cumhuriyet Bildirgesi, 30 Ekim 1999.
man, "Kemalist mi? Atatürkçü mü?", A ta tü rk ­
6 S, Gürsr'/trak, "Atatürkçü 'Sosyal Devlet' Yeri­ çü Düşünce, 43 (Kasım 1997), 10.
ne 'Vahşi Kapitalizm' Uygulanıyor", Atatürkçü
12 Ç a ğ d a ş Y a şa m ı D e s te k le m e D e rn e ğ i, 10. Yıl
Düşünce, 33 (Ocak 1997), 16 ve "ADD Büyük
Kurultayı Ankara'da Yapıldı". Atatürkçü Dü­ Özel Sayısı (Temmuz 1999), 2.
şünce, 26 (Haziran 1996), 12. 13 Kuvayt M itliye, 15 (Mart-Nisan 1999), 1-2,
Son Dönemde Kemalizme
Demokratik Meşruiyet Arayışları
ÖMER TURAN

Türkiye'de 1980'ier ve özellikle 1990'tar- ten Emin Türk Eliçin'in düşünsel eseri
dan itibaren pek çok kavram ve siyasî dü­ (Eliçin 1970), bu bakımdan ilginç bir ör­
şünce anlamsal bir krize girdi, dayandık­ nektir, Eliçin, Kemalist devrim ideolojisi­
ları meşruiyet sarsılmaya başladı. Bu kriz, nin ve onu doktri üleştirmeye dönük ça­
Kemalizm içinde de hissedilmiştir. Bu ya­ baların düşünsel açıdan tutarsızlığını ve
zının konusu, söz konusu meşruiyet krizi­ bilimsel-kuramsal dayanaksızhğım sor­
ni demokratikleşmeye donuk bir revizyo­ gulamıştı. Ona göre Kemalist devrimle
nuyla ya da dönüşüm le aşma hedefiyle, ve Cumhuriyet rejimiyle ilgili bütün yo­
Kemalizmin içinden geliştirilen kavram­ rumlar, seçkinci bir devletçilik felsefesi­
sallaştırma önerileridir. Bu çabalara Örnek nin sultası altındadır. Kemalist halkçılık
olarak, farklı referanslara ve yönelimlere anlayışının milliyetçilikle özdeşleşme­
sahip üç hukukçu düşünce insanının, Er- sinden doğan antidemokratik niteliği
gun Özbudun, Bülent Tanör ve Sami Sel- üzerinde durur. Kemalizmin soldan da
çuk'un düşünsel tutumları ele alınacaktır. dogmatikleştirilmesine karşı çıkan Eliçin,
belirli bir gündem maddesi olarak ortaya
koymamakla beraber, demokratikleşme­
KEMALİZM İÇİ
yi bir değer olarak gözeten bir 'revizyo­
ELEŞTİRİLERİN GELENEĞİ
nist' eleştiri geliştirmiştir. Bu yaklaşım
Kemalizmin içinde kalarak, demokratik­ bir bakıma, Küçükömer'in (1969) eleşti­
leşme arayışını önde tutan kısmî içerik risinin, Kemalizm içinde kalarak yine­
ayarlama çabalan büsbütün yeni sayıl­ lenmesi olarak görülebilir. Bir başka ör­
maz. Kemalizmin sol politizasyon mec­ nek, Attilla Ilhan'dır. İlhan (1999)
rası içinde yeniden güncelleştiği 1960 1970'lerin sonundan beri, olumlulukları
sonrası dönem, bu tartışmalar açısından 1938'e kadar olan döneme, olumsuzluk­
ilgiye değerdir. Bu dönemde, Kemaliz­ larıysa İnönü'ye mal etmeye dayanan bir
min revizyonuna veya yeniden tanım­ Atatürkçülüğü benimsemiştir.
lanmasına yönelik tartışmalar, ağırlıkla, Fakat 1980'lerde/90'larda, Kemalizme
Kemalizmin anti-emperyalist ve millî- yönelik meydan okumanın daha yakıcı
bağımsızlıkçı kimliğiyle sosyalizme hale geldiği bir gündem vardır ve bu dö­
açıklığını vurgulamaya çalışan sol kanat­ nemde Özbudun, Tanör ve Selçuk'un
la onun anti-komünist ve devletçi-milli­ içerden-eleştire! bakışları ile yeni açılım
yetçi karakterini vurgulamaya çalışan önerileri çok daha geniş kapsamlıdır. Bu
sağ kanat arasında sıkışmıştır. Bu çerçe­ geniş kapsama geçmeden önce Kemaliz­
vede, Kemalizmdeki demokratikleşme min yaşadığı meşruiyet krizi üzerinde
potansiyelinin öne çıkan bir tartışma un­ durmak yerinde olur.
suru olduğu söylenemezse de, bu
tartışmanın İ2 İeri bulunabilecektir. So­
KEMALİZMİN MEŞRUİYET KRİZİ
nuçta sol Kemalizm kanadına yakın ol­
makla birlikte, 'yeni Kadrocu' ve Yöncü Kemalizmin meşruiyet sorununun teme­
Kemalizm anlayışlarına eleştiriler yönel­ li, toplumun "imtiyazsız, sınıfsız, kay­
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A

naşmış bir kitle" olmadığının özellikle ama totaliter olmadığını özellikle vurgu­
siyasal İslâm'ın ve Kürt hareketinin yük­ lar ve rejimin Özelliklerinin onu "potan­
selmesiyle belirginleşmesidir. Bu hare­ siyel demokratikleşme" için aday konu­
ketlere ve başka toplumsal taleplere muna getirdiğini belirtir (1981). Özbu-
bağlı olarak, ulus-devletin temsil ettiği dun'a göre Tek Parti dönemi demokratik
birlik esasına dayanan meşrulukta bir altyapının kurulması dönemidir, siyasî
sarsılma meydana gelmiştir.1 Aynı süreç­ katılım düşük, fakat siyasî kurumlaşma
te Kemalizmin demokrasiyle ilişkisi, ilk yoğundur. Kurulan altyapı sonradan de­
kez değil ama daha yoğun olarak, sorgu­ mokratik siyasete geçişi kolaylaştıracak­
lanmaya başlamıştır. Örneğin Kemaliz­ tır (Özbudun, 1998). Kemalizmin totali­
min merkez siyasetini milliyetçi, laik, ter olmadığını vurgulayarak otoriterliğini
cumhuriyetçi ve devletçi ilkeler çerçeve­ kabul etmek sonradan Tanör ve Sel­
sinde kurduğu ve çevreye bunlara zarar çuk'tın da benimseyecekleri bir formü-
verebilecek bir tehdit unsuru olarak bak­ lasyondur. Özbudun çalışmaları boyun­
tığı (Göle, 1993); ya da Kemalist söyle­ ca niçin Kemalist siyasi rejimin totaliter 593
min toplum için en doğru olanın yalnız olarak nitelenemeyeceğini serimler. İlk
ya da en iyi kendisi tarafından bilinebi­ olarak yaklaşımını CHP'nin kökenine
leceği iddiasında olduğu, sivil/asker bü­ ilişkin iki noktaya vurgu yaparak temel­
rokrasinin tercihlerinin "genel doğrular" lendirir. Birincisi, Mustafa Kemal ve
olarak topluma dayatıldığı3, Kemalizmin CHP için iktidar tekelini sağlamak ve
yukarıdan aşağıya şekillendiği ve böyle­ sağlamlaştırmak yıllar almıştır ve bu süre
likle kutsallaştırılmış bir resmî ideolojiye zarfında Mecliste muhalifler Örgütlene-
dönüştüğü iddiaları sı kİ aşmıştır. Siyasî bilmişlerdir. İkinci nokta, sonradan Ta-
istikrarı koruma adına siyasî katılımın nör'ün detaylı olarak inceleyeceği konu­
azaltılmasının, siyasî istikrasızlığın yeni dur: CHP, Mustafa Kemal'in kendi ikti­
bîr kaynağına dönüştüğü açıkça görül­ darım konsolide etmesinden sonra, yu­
müştür.3 Bu sürecin, rejimin Kemalist karıdan aşağıya etkin bir merkezî araç
çerçevesi dahilinde hazırlanıp meşrulaş­ olarak kurulmamış; tersine, daha önce­
tırılmış olması, Kemalizme yönelik eleş­ den var olan çeşitli yerel direniş grupla­
tirel bakışları çoğaltmıştır. Aynı süreçte rının karışmasıyla oluşmuştur. Sonraki
ulus-devletin küresel bir krize girdiği, yıllarda da CHP, ulusalcı hareketin getir­
demokratikleşme ve insan haklarına iliş­ diği merkezileşmeye karşın, kökeninden
kin kaygıların bütün dünyada ulusal sı­ gelen çoğulcu özelliklerin bir bölümünü
nırlardan bağımsız olarak hissedildiği ve korumuştur. En zor iç ve dış şartlarda
bunun Kemalizmin ulus-devlet birliğine dahi Mustafa Kemal ve bakanları ülkeyi
dayalı meşruluk arayışlarını zorladığı da Meclis'le yakın işbirliği halinde yönet­
unutulmamalıdır. mişler ve onu yok saymaya kalkışma­
malardır (Özbudun, 1998), Özbudun
bu tespitleriyle bağlantılı olarak, otoriter
ERGUN ÖZBUDUN:
rejimlerin totaliter rejimlerin tersine sı­
DEMOKRATİKLEŞME
nırlı çoğulculuğa izin verdiklerini, Türki­
POTANSİYELİ OLARAK KEMALİZM
ye'de de 1920 ve 30'larda yüksek dü­
Ergun Özbudun'un Kemalizmin demok­ zeyde sosyal çoğulculuk gözlenmese de,
rasiyle sorunlu ilişkisi üzerine düşünme­ parti içinde sınırlı bir çoğulculuğun hoş-
ye konunun gündeme gelmesinden önce görüldüğünü belirtir (1981). Rejimin
başladığı görülmektedir. 1980'lerin ba­ otoriter eğilimleri 1930'daki Serbest Fır­
şında kaleme aldığı çalışmasında Özbu- ka deneyiminin başarısızlığından sonra
dun, Kemalist rejimin otoriter olduğunu şiddetlendiğinde de, bu eğilimlerin ço-
K L f Z M

ğu, CHP içindeki daha liberal ya da ço­ söylemin unutulması ve giderek Türk
ğulcu eğilimlerce kontrol edilmiş ve kıs­ milliyetçiliğinin vurgulanmasıdır. Özbu­
men engellenmiştir (Özbudun, 1998). dun Tek Parti dönemindeki Türk milli­
Özbudun ayrıca Kemalist rejimde, tota­ yetçiliğinin şoven, hatta ırkçı unsurlar­
litarizmde gözlenen katı bir ideolojinin dan tümüyle arınmış olmadığı yolundaki
olmadığını, rejimin totaliter ideolojilerin iddiaları da kayda değer bulur, Kemalist
yaptığı gibi tamamen yeni bir toplum ya siyasî rejimde, Türk milletininin ana ta­
da insan tipi yaratmayı hedeflemediğini, nımlayıcı unsuru olarak kabul edilen
Kemalizmin aslında Türk toplumunda kültür birliği hayli yekpare (monolitik)
bütünsel değil, kısmî bir değişime yönel­ bir biçimde algılanmıştır. Devlete sada­
diğini ve CHP'nin kendisini güçlü (kalı­ kat ve siyasal vatandaşlık kavramlarım
cı) bir tek parti olarak örgütlemediğini aşan bu anlayış, ülke içinde çeşitli
vurgular. aitkimliklerin tanınmasına ve hukukça
Fakat Özbudun aynı zamanda Tek himaye görmesine imkân vermemiştir
594 Parti dönemine ilişkin sınırlı bir eleştirel­ (1997a). Özbudun'a göre seküler, cum­
lisi de benimser CHP genel olarak bir huriyetçi ulus-devlet bir kez kurulduktan
seçkinler örgütü olarak kalmış, resmî sonra Kemalist amaçların daha rekabetçi
seçkinler ve yerel ileri gelenlerce domi- bir ortamda daha iyi başarılıp başarıla-
ne edilmiş, depolitizasyon ve kayıtsızlığı mayacağını sormak meşru hale gelmiştir
özendirmiştir (1981), Tek Parti yılların­ ve Kemalist reformların başarısı Tek Parti
da, Osmanlı döneminden süreklilik gös­ sisteminin uzun vadede meşruiyetini
teren bürokratik yönetim geleneğinde azaltmıştır (1981). Özbudun bugün tartı­
seçkinler, kendilerini toplumun üzerinde şılması gerekenin Kemalist yekpare kül­
ve ondan özerk olan bir devletin gerçek tür anlayışının aynen mi devam ettirile­
hizmetkârları, kamu yararının tek koru­ ceği, yoksa şemsiye bir Türk kimliği al­
yucusu ve modernleşmenin başlıca tında aitkimliklerin serbestçe ifadesine
araçları olarak görmüşlerdir. Devrimci ve geliştirilmesine imkân verecek tarzda
kadrolar kendilerine toplumun "kolektif değişime mi uğrayacağı olduğunu vur­
düşünce"sini keşfetmek, ifade etmek ve gular (1997a) ve Türk demokrasisinin
halkı ilerleme yolunda aydınlatmak işle­ tam konsoiidasyonunun islâm-laiklik,
vini atfetmişler ve bu işlev tanımı uya­ ulus devlet-azınlık hakları, meselelerinin
rınca çalışmışlardır. Bu bakış açısına gö­ barışçıl çözümüne bağlı olduğunu belir­
re siyaset, sosyal grupların farklı talep ve tir (1998, 1997b).
menfaatlerini birleştirme ve uzlaştırma
süreci değil, toplumun tümü için doğru
BÜLENT TANÖR: "KURTULUŞ"UN
olanı ortaya çıkarma süreci olarak görül­
GELENEĞİ
________ D E M O K R A T İ K
mektedir (Özbudun, 1995). Bu yaklaşı­
mın çoğulculuktan ne denli uzak olduğu Bülent Tanör'ün de Kemalizmin krizinin
açıktır. Ayrıca Özbudun, GökalpTn "sı­ farkında olduğu ve Kemalizme yönelti­
nıflar yoktur, meslek grupları vardır" len eleştiriler üzerine düşündüğü açıktır,
mottosunda temellenen dayanışmacılık Tanör resmî tarihten ve anahat Kema-
ve korporatizm anlamındaki halkçılığın lizmden farklılaşarak tarihi yeniden okur
da çoğulcu demokrasiyle bağdaşmaz ol­ ve bu okuması sonucunda Kemalizmin
duğunun altını çizer (1995), yukarıdan aşağıya inşa edildiği görüşü­
Özbudun'un eleştirdiği bir diğer nokta ne, Kemalizmin zannedildiğinden daha
Millî Mücadele yıllarında milliyetçi bir fazla halka dayanan bir hareket olduğu
söylemden özenle kaçınılmış olmasına iddiasıyla karşı çıkar.
karşın, rejim konsolide oldukça, çoğulcu Tanör'e göre Türk Devrimi'nin iki bü-
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N I B U N A L I M VE H E G E M O N Y A

rülü'nün de yaptığı gibi, Atatürk'ün ha­


diselerin yarattığı bir şef değil, hadiseleri
yaratan bir lider olarak gösterilmesine
karşı çıkar. Ulusal kurtuluş savaşını ve
bunun siyasal-hukuksal örgütlenişini, li­
der eksenli ve 19 M ayıs ya da 23 Nisan
başlangıçtı olarak düşünmenin yanlışlı­
ğını vurgular. Çünkü mütareke dönemin­
de sivil toplum canlılığını gösteren, çoğu
yerel, 30 kongre toplanmtştır. Bu yerel
kongrelerden b azıları hüküm et ya da
devlet karakteri göstermiş, örneğin silah­
lı g ü çler oluşturm uş; bir nevi kongre
devletçikleri olarak siyasal iktidar duru­
muna gelmişlerdir. Tanör'e göre yerel 595
kongre iktidarlarının önemi sadece dü­
zenli orduya geçiş Öncesi zaman kazan­
dırm a m is y o n u y la a ç ık la n a m a z . Bu
Kemalizme dem okrasi içindem bir yorum kongreler Osmanh geleneği içinde rast­
getirm e çalışan Tanör, eleştirel duruşunu lanmayan bir "sivil toplum Örgütlenme­
hep korudu. İşbu nedenle 2000'Serde İ.Ü.
si" m odeli sunm aktadırlar ve O sm an ­
Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun Kemalist
'otoritesinin ’ / baskıctltğtmn htşmma lI'nın içine düştüğü derin bunalımın an­
uğramaktan kurtulamadı. cak demokrasi yoluyla çözülebileceğini
göstermişlerdir (Tanör, 1992).
yük aşaması vardır. Birincisi Kurtuluş, Bölgede yaşayan herkesi doğal üyesi
Kasım 1918'den Temmuz 1923'e kadar saymak ve giderek genişleyen bir örgüt
süren dönemdir; MondorosTa başlar ve yapısına ulaşm ak, aşağıdan yu k arıya
Lozan'la biter. İkincisi Kuruluş İse birin­ doğru yükselen bir seçim, temsil ve ve­
cisiyle iç içe başlar, 1920'den 1940'lara kâlet ağı oluşturmak ve katılımcılığı esas
kadar olan dönemi kapsar (TanÖr, 2000). almak, oluşturulan silahlı güçleri kesin­
Tanör'ün özel odaklarından birisi Kurtu­ likle sivil otoriteye tâbi kılm ak yerel
luşun İlk aşamasını oluşturan Kongre ik­ kongre iktidarlarının temel özellikleridir
tidarları dönem idir. Bu dönem e ilişkin ve Tanör'e göre bu özellikler sayesinde
çalışmalarında, rejimin objektif bir tarih­ bir d e v le tç ik şeklinde org anize olan
çiliği zorlaştıran hukuki ve psikolojik ta­ kongreler meşruluk temellerini sağlamış­
bularını eleştirir; Kurtuluş Savaşı'nı salt lardır (Tanör, 1998).
Mustafa Kem al'in eylem ve düşünceleri Tanör, benzeri özellikleri direniş hare­
eksen ind e ele alan ve liderlik öncesi ketinin yerellikten ülkeselliğe evrildiği
toplumsal canlılığı göz ardı eden yakla­ ulusallaşm a/m erkezîleşm e dönem inde
şıma bir alternatif oluşturma çabasına gi­ de gözler. İki esas bileşeni Erzurum ve
rişir. Tanör'e göre önder odaklı resmî ta­ Sivas olan bu dönemde de hareket ken­
rihin kaynağı Nufuk'tur, 1927'de, yeni dini hukukî ilke ve kavramlarla açıkia-
iktidarın iç hesaplaşmasını büyük ölçü­ makta, savunmakta ve meşrulaştırmakta­
de sonuçlandırdığı, muhalefeti etkisiz­ dır. Tanör'e göre ulusal hareketin meşru­
leştirdiği b ir zam and a sö ylen en N u ­ luk temelinde dört unsur öne çıkar. B i­
tuktun ulusal direnişin başlangıcı olarak rincisi kendini hukuk fikriyle meşrulaş­
M ayıs 1919'u görmesi anlaşılır bir du­ tırmaktır ve bu ulusal hareketi uluslara­
rumdur. Fakat Tanör, örneğin Fuat Köp­ rası hukukun "kendi geleceğini belirle-
K E M A L İ Z M

me" kavramıyla tanıtmak ve meşrulaştır­ seçilecek bir yol değil, aynı zamanda bir
mak olarak tezahür ecler. İkincisi de­ sorun çözme yolu olduğu fikrinin, aslın­
mokratik meşruluktur; bu "irade-i milli- da ulusal m ücadelenin temel nitelikle­
yeyi hâkim kılmak" ve egemenlik hakkı­ rinden biri olduğunu vurgular. Bunu Ke-
nın laikleştirilmesini kapsar. Üçüncü un­ malizmi demokratik bir perspektif içinde
sur seçimdir. O luşum sürecunde çeşitli yeniden üretme girişimi olarak değerlen­
aksaklıklar gözlense de Sivas Kongre­ dirmek mümkündür.
sin in belirli bir ulusa) temsil gücüne sa­ Kurtuluş dönemine ilişkin demokrasi
hip olduğu söylenebilir. Dördüncü unsur ağırlıklı bir tasvir sunan Tanör, Kuruluş
ise sivilleşmedir. Sivilleşmenin bir yansı­ dönemine yönelik olarak belirli bir eleş-
ması M ustafa K e m a l'in yetk ilerin i ve tirelliği benimser. O n a göre Kemalist dö­
meşruluğunu artık sivil bir kurumdan al­ nemin otoriter, seçkinci, vesayetçi oldu­
maya başlamasıysa diğeri ulusal kongre­ ğu açıktır (Tanör, 1994a: 306). Tanör, re­
lerde ittihatçılıktan kalma yarı askerî, jimin 1930'larda daha da otoriterleşme
596 darbeci ve komplocu etkinlik anlayışına yoluna gittiğini befirtir. Devletin ve reji­
karşı, açıklık ilkesinin ve birlikte karar min sivil görüntüsünün ardında "bîr tür
alm a yö n tem lerinin benim senm esidir askerî paternalizm ” saklıdır ve siyasal
(Tarıör, 1998). sistem de paternalist olup, karizmatik şef
Tanör bu resmi, 1921 Teşkilât-ı Esasi­ iktidara sahiptir. Parti-devlet kaynaşma­
ye Kanunu'nda b elirleyici olan yak la­ sı, hükümet karşısındaki tek denetim or­
şımla da ilişkilendirir. O na göre, Mustafa ganının da silinm esi olasılığını doğur­
Kemal 19. yüzyıl anayasa hareketlerinde muştur (2000). Ve rejim, Millet-Devîet-
toplumdan gelen bir itme olmadığını dü­ Parti-Şef dörtlemesinin kurduğu özdeş­
şünür; gelişmeler yöneticilerin istekleri­ likler varsayımı üzerine oturmuştur (Ta­
ne bağlıdır ve onları bu yönde davran­ nör, 1995).
maya iten etkenler, kimi zaman bir "tak­ Tanör Tek Parti rejimini hak ve Özgür­
litçilik" duygusu, kimi 2aman da dış et­ lükler bağ lam ınd a da eleştirir, 1924
kilere karşı koyma çabasıdır. Buna kar­ Anayasası'nın öngörmediği baskıcı bir
şın Mustafa Kemal'e göre, Teşkilât-ı Esa­ tablo yaratıldığını söyler. Sıkıyönetim
siye Kanunu halkın temsilcileri aracılı­ uygulamaları, Sıkıyönetim Mahkemeleri,
ğ ıyla da olsa oluşum una katıldığı bir İstiklal Mahkemeleri ve İskân Yasası bi­
anayasadır (Tanör, 1993). reysel hak ve ö z g ü rlü k ler a ç ıs ın d a n
Böylelikle Kurtuluş dönemi ve Kuruluş olumsuz sonuçlar doğurmuştur. M ilitan
döneminin başlangıcına ilişkin, resmî ta­ laikliğin bazı camilerin ibadete kapatıl­
rihin sunduğundan farklı bir resim sunan ması, hac izni verilmemesi gibi bazı uy­
Tanör'e göre; yerel kongre iktidarları, gulamalarının dinsel özgürlükleri kıstığı
bunları birleştiren Kemalist önderlik ve açıktır. Basın özgürlüğü ağır kayıt ve
daha sonra B M M yönetim i, "krizi de­ baskılar altındadır. Kolektif hak ve öz­
mokrasi ile çözm e" anlayışında birleş­ gürlükler üzerindeki baskılar daha da
mişlerdir (Tanör, 1995: 239-40). ağırdır; sendikaların durumu bunun baş­
Ulaştığı sonuçla Tanör'ün eşanlı ola­ lıca örneğidir.
rak iki nokta üzerinde durduğu söylene­ Kemalist anahattan açıkça ayrıştığı bu
b ilir: B irin cisi K em alizm in yukarıdan değerlendirmesinde Tanör'ün tamamıyla
aşağıya doğru şekillendiği iddialarına eleştirel olduğu söylenemez. Kemalist re­
Özellikle Kurtuluş dönemini temel alarak jimin otoriter olduğunu söylerken totali­
cevap verir. İkinci olarak, anahat Kema- ter olarak nitelenem eyeceğini belirtme
listlerin benim sem eye yanaşm adıkları, gereği duyar. Seçimler özgür olmasa bi­
dem okrasinin sadece normal zamanda le, Kemalist reform ların hepsi T B M M '
N E O K E M A L İ Z M , O R G A N I B U N A L I M VE H E G E M O N Y A

den yasa olarak çıkmıştır. Feodal, arkaik, eleştirel bir şekilde ortaya koyan Tanör,
dinsel kurum ve k ü ltü rle rle girişilen T Ü S İA D İçin hazırladığı raporlarla da
amansız hesaplaşmanın, sonuçta, bireyin demokrasi konusunda somut olarak ya­
ve aklın özgürleşmesini hedeflediği kanı­ pılması gerekenlere ilişkin öneriler getir­
sındadır. Tanör'e göre bu açıdan Kema­ miştir. Tanör demokratikleşmeyi siyasal
list Devrim, Türk Aydınlanm asıdır: "Ana boyutları olan, insan hakları ve hukuk
projesi çağdaşlaşm a olan Kem alizm in devleti gibi unsurları da zorunlu olarak
politik alandaki hedefi de, liberal de­ içeren, çok kapsamlı ve karmaşık bir sü­
mokrasi, bir başka deyişle insan hakları­ reç olarak görür ve yapılması gerekenle­
na d a y a lı (özgürlükçü) dem okrasiden ri de bu üç ana eksen etrafında sıralar.
başkası değildir" (1994b: 308). R aporda a y r ılık ç ı o lm am a k k ayd ıyla
A sk erî m ü d ah alelere ve getirdikleri farklı etnik ve dinsel kimlikleri temsil et­
anayasal düzenlemelere açıkça ve siste­ meye çalışan partilere izin verilmesi, ge­
matik biçimde karşı çıkan Tanör (1994b, nel seçimlerde ülke barajının yüzde be­
1997a); darbelerin Kemalist söyleme refe­ şe indirilmesi, sivilleşme sorunu başlığı 597
ransta bulunmaları üzerine de Kemalistle- altında genelkurmay başkanlığının millî
rin genellikle paylaştığı, "darbeciler Ke- savunm a bak anlığ ın a bağlanm ası ve
malizmi çarpıtıyor" savından farklı bir te­ M illî Güvenlik Kuruiu'nun kaldırılması,
ze başvurur. O na göre Atatürkçülüğe re­ ölüm cezasının kaldırılması ve Kürt so­
feransta bulunan darbeciler pek de haksız rununa ilişkin olarak da herkese olanak­
sayılmamalıdır. Bunun nedeni olarak Ta­ lar ölçüsünde ana dilini okulda ve/veya
nör, 1935 sonrası Kemalizmin, çatışmayı okul dışında öğrenebilme ve geliştirebil­
yadsıyan dayanışmacılığını, demokrasiyi me hakkı tanınması gibi öneriler getiril­
öngören ama bunu güçlü bir devlete ve mektedir. Öneriler arasında Siyasal Par­
dayanışmacılığa tâbi kılan tavrını, halkın tiler Kanunu nda yer alan siyasal partile­
siyasal rüşt yaşına varıp varmadığını karar rin ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine
verme yetisini kendinde bulan vasilerin ulaşması amacı güden kuruluşlar oldu­
temsil ettiği "vesayet ideolojisini" gör­ ğuna ilişkin ifadenin ve siyasî partilerin
mektedir. Bu çerçevede, demokrasi ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı çalış­
özgürlük idealleri, ulusal-merkezî devle­ maları zorunluğunu getiren m addenin
tin güçlenmesi hedefinin kaşısında ikincil kaldırılması; milletvekili andındaki A ta­
durumdadır (Tanör, 1994a). türk ilke ve inkılâplarına bağlılık ifadesi­
Tanör'e göre Türkiye'nin siyasal kül­ nin ç ık a r tılm a s ı da y e r a lır (Tanör,
türündeki en olumsuz öğe, Kemalizmin 1997b: 30-32, 62-63).
de katkısıyla, ideolojik mutlaklık ve bi-
rörnekleştirme/otomatlaştırma güdüleri­
SAMİ SELÇUK:
dir. Tek Parti döneminde baskıcı bir din­
"SİVİL TOPLUMCU"KEMALİZM
sel ideolojinin yerine baskıcı bir m illi­
yetçi ideoloji ve eleştirelliğe yer bırak­ Sami Selçuk da, yazılarında ve Yargıtay
mayan bir pozitivizm yerleştirilmeye ça­ Başkanı olarak yaptığı, kamuoyunda ha­
lışılmıştır. Tanör'e göre bu "fundamenta- raretli tartışmalara yol açan üç adlî yıl
list" bilim anlayışı ve beraberinde getir­ açış konuşmasında Türkiye'nin demok­
diği katılıklar, zihnî altyapıların özgürle­ ratikleşmesi gereğine işaret ederken ko­
şebilmesine engel oluşturmuştur (Tanör, nuyu Kemalizmle de ilişkilendirerek tar­
1994a), tışmıştır. Se lç u k 'a göre Türk toplum u
Türkiye'deki demokrasi sorununu ele özellikle elli yıllık demokratikleşme sü­
alırken Kemalizmin sorumluluğunu, Ke­ recinde hep meşruluk bunalımları yaşa­
m alist anahatta biç görülmemiş, gayet mıştır. Selçuk meşruluk kavramına iliş-
M A L Z
d

kin yaklaşımını da hukuk devleti çerçe­ lenmelerini, hukuk kalıplarının saptandı­


vesinde açıklar: "Az devlet, çok hukuk" ğı barış teknikleri için d e sağlam aktır
formülüyle özetlenebîlen hukuk d evle­ (Selçuk, 1998: 335-6}. Selçuk'un sivil
tinde hukuk çoğaldıkça, devletin meşru­ toplum anlayışının, Hegel-Marx-Crams-
luk katsayısı artar, saygınlığı ve itaat edi- ci çizgisinde değil, esas kaynağını Loc-
lirliği artar (1998:17-28}. ke'dan alan liberal anlayışın içinde yer
Ö zb u d u n ve Tanör gibi, Selçu k da aldığı söylenebilir.
Atatürkçülüğün otoriter olduğunu ama Selçuk devletin bir ideolojiyle, Türki­
totaliter olm adığını belirtir (1999: 20), ye özelinde Kem alizm le olan ilişkisini
çoğulcu demokrasiyi hedeflediğini söy­ de liberal sivil toplum anlayışıyla değer­
ler. Çoğulcu, farklılaşmış ve çoksesli bir lendirir. 1961 ve 1982 anayasalarında
topluma ulaşmak için Atatürk, görünüş­ devletin "resmî görüşü" net olarak belir­
te tekilci, ama esnek, pratik ve pragma- lendiğinden, devletin demokratik ve hu- {
tik yöntem le dem okrasiyi ve onun te­ kukun üstünlüğünü savunan bir devlet
598 meli olan çağcıl ve seçki insanı yarat­ olduğu iddia ed ile m e z . Bu şartlarda
mak istemiştir (Selçuk, 1998: 286), Sel­ devlet yansız ve demokrat değil, m ili­
çuk Atatürkçülüğü bilim in yaşama uy­ tandır. Selçuk devletin ve Anayasa'nm
gulanması olarak görür ve bu özelliğin resmî görüşlerden arındırılması gereğini
onu ucu açık, dolayısıyla da ideolojik savunur. Asker-sivil bürokrat egemenliği
katılıktan uzak hale getirdiğini vurgular. gibi olumsuzlukların, 1930 Atatürkçülü­
Ayrıca, Atatürk'ün kimi çağdaşları gibi, ğünün resmî görüş olmaktan çıkarılm a­
insan yaşamını bütünüyle biçim verme­ sıyla yok edileb ileceğini vurgular. Bu
ye yönelik tümelci bir rejimi hiçbir za­ sayede Atatürkçülüğün resmî ideoloji
man düşünmediğini, halkını demokrasi­ etiketinden dolayı gevşeyen dinam izm i­
ye hazırlamak için kimi özgürlükleri ge­ ne yeni bir ivme de k aza n d ıra b ile c e k ­
çici olarak dondurduğunu ve disiplinci tir (Selçuk, 1998).
bir düzen uyguladığım belirtir; çok par­ Selçuk'un militan demokrasiyi reddi
tili düzene iki başarısız geçiş denemesi­ ve özgürlükçü demokrasiden yana tavrı,
ni, Atatürk'ün bu konudaki sabırsız iç­ önerdiği "tam dem okratikleşm e"de de
tenliği olarak görür. Atatürk devrimleri- önemli bir yer tutar. Atatürkçülüğün ya­
nin içinde yer alan katalizör öğe, yani ratmayı hedeflediği çağcıl insan, bugü­
eski öz ve değerlerin, devrimin amacına nün doğrusunun yarının yanlışı olabile­
ters düşmemek koşuluyla ve seçicilikle ceğini, bu yanlışın bile geleceğin doğru­
kullanılması da Selçuk'a göre Kemaîiz- sunu hazırladığını bilir; bu nedenle eleş­
min to taliterlikten uzak lığ ını gösterir tirel, hoşgörülü ve demokrat bir bireydir.
özelliklerdir. Demokrat bireylerin oluşturduğu toplum
Selçuk'a göre Kemalizmin uzak amacı ise, sivil toplumdur (Selçuk, 2001: 48).
sivil toplumu kurmaktır. Selçuk bununla Ayrıca demokrasinin uçları evcilleştirici
halkın katılımıyla yönetilen devletin hu­ özelliği söz konusudur ve demokrasinin
kuk sınırları içine çekildiği, her türlü dü­ b ir ic ik sig o rta sı y in e d e m o k ra s id ir
şüncenin dikeylemesine ve yataylaması- (1999: 27).
na örgütlenip serpildiği, teklik içinde Sam i Selçuk da Tanör gibi Kem aliz­
çokluğun (u n itas m u ltiplex) yaşandığı, min "vesayet id eo lo jisin i benimsemesi­
böylelikle de toplumsal İlerlem e dina­ ni eleştirir. Fakat Selçuk'un eleştirisi, ve-
mizmin yakalandığı bir toplumu anlatır. sayetçi tutumun Tek Parti dönemine Öz­
Sivil toplumu gerçekleştirmek iddiasıyla gü o lm a y ıp halen ben im senm esin d e
ortaya çıkan bir devletin görevi, her tür­ odaklanır. Selçuk'a göre Atatürk devri­
lü ve karşıt görüşlerin sergilenip örgüt­ mi, halkın demokrasiyi sürdürecek dü-

y
N E O - K E M A L İ Z M , O R G A N İ K B U N A L I M VE H E G E M O N Y A

zeye gelip gelmediği, vesayetçi bir tu­ rel dinamikleriyle dışa doğru patlayan bir
tum la sınam ış; sınam alar olumsuz so­ halk. Selçuk'a göre doğru, gerçek ve Ata­
nuçlanınca, Tek Parti iktidarı devam et­ türk'ün kafasındaki Türkiye budur. Buna
miştir. Atatürk D evrim inin dem okratik karşın her şeyi geriden izleyen, kendisi­
ve sivil toplumu gerçekleştirme doğrul­ nin ürettiği hukuka göre halkıyla mahke­
tusundaki uzak am acıyla çelişen vesa- melerinde sürtüşen, halkına güvenmeyen
yetçilik, hazırlık devresine özgü sayıl­ ikinci bir Türkiye vardır. Bu yanlış, öy-
m alıdır, Selçuk eleştiri oklarını halka künmeci ve Atatürk'ün tasarladığının tersi
inanmayan ve kendilerini halkı elinden bir Türkiye'dir (Selçuk, 1999:15). Selçuk,
tutup 1930 Atatürkçülüğüne götürecek Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü damıtarak bu­
vasiler olarak gören "yanlış" Atatürkçü­ günün demokratik konjonktürüne uyarla­
lere yöneltir (1998: 301, 334-5). ma zorunluluğuna işaret eder (Selçuk,
Selçuk'un sivil toplum kavramsallaştır- 1998: 340). Böylelikle tam demokratik­
masına bağlı yansız devlet vurgusu, din- leşmenin temelini Atatürk'ün esas hedefi­
devlet ilişkilerine ilişkin analiz ve öneri­ nin eksiksiz demokrasi olduğu önermesi­ 599
lerinde de kendisini hissettirir. Selçuk la­ ne yaslarken, aynı anda Atatürkçülüğün
ik devletin halka belli bir ideoloji aşıla­ meşruiyetini de onun demokratik bir bağ­
maya kalkışm ayacağını, bir devlet dini lamdan okunabileceğine^yeniden üretile­
yaratmayacağını, dinsizliği de aşılamaya­ bileceğine dayandırır.
cağım belirtir (2000: 78), Ancak Türkiye
Cumhuriyeti, egemenlik kaynağı açısın­
________ S O N U Ç __________________
dan laik, devlet örgütlenmesi açısından
teokratik, dini yönlendirme açısından la­ Sonuç olarak Özbudun, Tanör ve Selçuk
ikçi bir devlettir. Selçuk, devletin D iya­ Kemalizmin otoriter olduğunu fakat tota­
net İşleri Başkanlığı yoluyla dini denetle­ liter olmadığını belirterek, esas hedefinin
me ve yönlendirmesi de eleştirir; İslâm'ın demokratikleşme olduğunu iddia ederler.
Türk kültürünün en önemli parçası oldu­ Burada önemli olan Kemalizmin demok­
ğunun kabul edilerek laikçilikten "gerçek rasiyi mi hedeflediği, yoksa Ahmet Demi-
laikliğe" dönülmesini önerir (1999: 57). rel'in ikna edici bir yetkinlikle belirttiği
Selçuk'un Avrupa Birliği (AB) karşısın­ gibi Tek Parti döneminin kendisini kalıcı
daki tavır alışı da belirgin biçim de Ke­ olarak mı kurumsallaştırdığı (1994: 608)
malizm çerçevesinde temellenen bir tu­ değildir. Önem li olan bazılarının klasik
tumdur. Selçuk A B 'y i, farklılıkların ko­ Kemalizme artan oranda özlem duyduk­
runduğu, küreselleşmenin olumsuzlukla­ ları bir dönemde sivillik, aşağıdan yukarı­
rına karşı bölgesel bir yönetişim olarak ya doğru şekillenme gibi demokratik nite­
özetler. Bu yönetişim, devletlerin ulusal liklerin; geleneksel Kemalist kabullerle
egemenliklerini yeniden tanımlarken, ki­ çelişmesine karşılık, Kemalizmle ilişkilen-
şilere çok daha geniş haklar ve özgür­ dirilmesi gereğinin, farklı yönelimlerle de
lükler getiren ve sivil toplumu yaratmayı olsa Kemalist referanslarla savlar ortaya
hedefleyen bir ulusüstü hukuk ile bütün- koyan düşünce insanları tarafından sahip-
lenmektedir (2001: 29-49). A B adaylığı lenilmesidir. Burada ele alman yaklaşım­
T ü rk iye 'yi A vru p a 'ya dem irlem ede ve ları Kemalizm içinde bir revizyon dene­
çağcıllaştırm ada Atatürk Devrim i ölçe- mesi olarak tanımlayabiliriz. Ancak belir­
' ğinde bir öneme sahiptir. tilmesi gerek bir nokta da, bu denemele­
Selçuk için iki Türkiye vardır: Birincisi rin anahat Kemalizm içinde bir yankı bul­
Kurtuluş SavaşTnı başaran, Cumhuriyet'i madığıdır. Cenel Kemalist söylem ölçüle­
kuran, travmalara karşın demokratik sabır rinde Özbudun'un çalışmaları fazla aka­
ve eıginlik gösteren, ekonomik ve kültü­ demik, Selçuk'un yaklaşımı ise, özellikle
K e m a l i z m

piyasa ekonomisine yaptığı vurgu da ha­ Ö zetle tekrarlamak gerekirse, bu üç


tırlandığında, fazla liberal kalmaktadır. y a z a rın y a k la ş ım la r ın d a K e m a liz m )
Ayrıca Selçuk'un ilmeğin laiklik ya da AB 1990Tarda/2000'lerde savunm anın ge­
konusundaki fazla radikal tutumları, Ke­ rekçesi onun dem okrasiyi hedeflem iş
malist kesimce sert eleştirilere uğraması­ olm ası ve bugünün T ürkiye'sinde d e ­
na neden olmuştur. Anahat Kemalizm mokratikleşmenin bir ayağının Kemaliz-
burada ele alınan üç yazardan, göreli me d ayan d ırılab ileceğ i iddiasıdır. Ta­
olarak, en fazla Tanör'ü benimser. Bunun n ö r'ü n T U S İA D ra p o rla rıy la ve Sel-
nedeni büyük olasılıkla, Tanör'ün hem çuk'un adlî yıl açış konuşmalarıyla, de­
savını Kem alist kanonun ana kaynağı m okratikleşm eyi kam uoyunun günde­
olan M illî M ü c a d e le 'ye dayandırması, mine taşıdıkları ve böylelikle demokra­
hem de ölçülü bir eleştirelliği benimse­ tikleşmeye katkı sağladıkları da, özellik­
mesidir. Ö te yandan Tanör'ün, Kemaliz- le Kemalist kesimin son dönem dem ok­
min bir nevi "kutsal kitabı" olan Nufuk'a ratikleşm e ta rtışm aların d ak i pasif ve
600 yönelik eleştirisinin ne denli sert olduğu kuşkucu tutumu da göz önünde bulun­
da gözden kaçmamalıdır. * durularak, hatırlanmalıdır.

{*) Tanör’ün, mensup bulunduğu İstanbul Üni- Rektörü Kemal Atemdaroğlu tarafından,
versitesi'nin, klasik Kemalist denebilecek bu raporlar bağlamında, hasmane bir tu­
çizginin sert uygulayıcısı olarak ünlenen tumla koğuştum iması da unutulmamalıdır.

DİPNOTLAR

1 Levent Kökec "Kimlik Krizinden Meşruluk Dönemi", Tü rkiye G ü n lü ğ ü , sayı 28, 1994.
Krizine: Kemalizm ve Sonrası", Toplum ve 3 İlter Turan, "Srability Versus Democracy:
Bilim, sayı 71, 19%. The Dilemma of Turkish Politics", Toplum
2 Etyen Mahçupyan, "Kemalizm: Bir Geçiş ve Ekonomi, sayı 2, 1991.
Kaynakçaya Daiı

( lu r k iy e İş B a n k a s ı Y a y , Î 9 8 İ ) , b u tm kaym ak
M IY İA L A Z E V A L A l M i H K V S
la : ı t a r a m a d a ı c h b e r o l a r a k i ş l e v s e l d i r . S o ; ı y ı l ­
r ________ flfETgflfiP l a r d a K a v l a k Y îiy u t f ü r t , M u s t a f a K e m a l ' i n b u -

K e m a liz m i r k a y n a k ç a s ın d a ş ü p h e s iz i l k s ır a y ı,
tür. e s e : k i m i l o p l u o l a r a k y a y ı m l a m a y a g t n ş

I u r k ıy e 'd e C u m h u r iy e t ;e j ır a n ı: n k u r u lu ş s ü m iş t ir .

r e c i n d e k i p o l i t i k ir a d e v e i d e o l o j i o l u ş u m u n a Muştala Kemal'in Çankaya Arşivi nin maştır-


o n c u lu k e d e n M u ş t a la K e m a l A t a ü u k u n m e - maorlaıın s e ıb e s l ç e (.alışmasına açılmaması, b i ­
\ m e n a lm a lıd ır M u ş t a l a K e m a l i n o r g u n in e r i n c i l kaynakla: u r tükettim esinin önünde engel

t m ie r i/f v O y V v lm , k a m u s a l a la n d a h e r v e s ile y le olarak dikilmektedir


k a r ş ı l a ş ı l a n v e h e ı t u r l u s ö z b a ğ l a m ı n a e k le m
le n e n A t a t ü r k a h ııl d a r ıın ıv v e e ız e k r ix u n rş ru e ı
e t i l i m d e n d a h a f a n la ş e v g ö s t e r e c e k t ir B u ç e r
_______ T A N ^ H C tA R ____
ç e v e d e te m e l e se r e lb e t t e N u tu k tu r N u f u **
iı C u m h u r iy e t in k u ıu lu ş d ö n e m in in d üşün se l
o k u m a s ı . A t a :w k ’u*ı C n i n c r e m e le * i ( T ü r k im a m ın ı, id e o lo -ık m o t iv a s y o n u n u v e M Ke­
İn k ılâ p l a ı i h ı B fcstttu su V a y . 1 9 > 9 .7 2 ' ;le . a y ­ m a l in b a k ış ın ı a n la m a k b a k ım ın d a n , C n r n h u -
r ıc a k t n i ı . ’ k 'u n k n n ü Y « v :* '.k n G u o r u î u .ş .Sö> r r y n ' u î i l k d o n e n i: yk* v e M u ş t a la K e m a l i e i l ­
îe v ! V » i t \ . Y a m p i r i v e . V \ ! c ş : . 7 * ı f C .m u ş n it d c î» ; g ili u m k İ ık la r v e b iy o g r a f ik ç a lış m a la r ö n e m
■ d e r r a d ı B o ıa k A n k a r a H a l k e v i Y * v , İ v A H ile Udu Ş e v k e t S ü re y y a A y d e m ir in ıc s m i k a n o n a
b ü t ü n le n ir . A le t İ n a n ın \ L ı l ı r k i m Y a z d ık la ü a h il o lm a s a Ja çek okunan T ek A d < t» n ’ K M .
• d a ; M t T Yav 19 1 ' b u s ils ile y e e k le y e ­ K e m a l'in f ik r i v e s iy a s î o lu ş u m u n u h ik â y e
b ilir iz M K e m a l m d ü ş ü n s e l ç ı z g i - s ı n d e k ı s a b i- e d e r. M . K e m a l i n s il a h v e s iy a s e t a r k a d a ş t a n ­
le lo n v e a r a n ış k ın s t ıa t e ıık v e t a k t ık s o y ’e m ı m . s ü r e k l i r e t a k a t ir .d e b u lu n m a s a d a k a p
u n s u : k u t r u *, ö r t e n i e y e b ı l m o k i s " ' b u m e t i n i n : s a m i» g ö z l e m l e r d e b u l u n a n l a r ı n , y a k ı n ı n d a k i
d ö n e m s e l b a ğ la m la r ı ç ı n d e o k u m a m n g e r e k li g a z e t e c i l e r i n k i t a p l a r ı n d a n İ r e li! b a ş l ı l a r ı ş ö y l e
o k l u s u n u s ö y le m e k g e r e k ir M K e m a l' e a : i m e ­ s a y ıla b ilir . N e ş e t H a lil A ta y D a v a n ız ( H a k i­
t i n l e : tr. r e f e r a n s O v m a k l a t ı n ı g . v . o n u n d e b u m iy e t -; M ıu iy c M a t b a a s ı. 1 9 1 2 / v e & < > -£ &
lu n d u r m a k a ç ıs ın d a n . Ş e r a lc ıu n b u r a n ın A r a ­ M t t .k s v C J n k ilS p ( I B M M M a ib a a s ı. ;< m ) ,

l'ıo k 'u ıt D uyanı c Y h p t v j; ; t i k ı k y e n O la y ia :. l>û G e n e f t i i A l i F u at C e o e v u y ’y ft S ı y r K İ i t a i ı r a i m :


ş iü u ü i V j . K ü a p t u r ı ; I I K , 1 9 8 7 ' ile G ü r b ü z 7 u - ( Y a t a n N e ş r iy a t . 1 9 ^ 7 ) , K â r ım K a r a b e k i: Is -
i c k ç ı ' n ı n A t o t ib IH ıru O ku d u ğ u KıUnAaı ı ' 7 u r k ı i ih la l H a r b in iz ' I u r k ıy e İş B a n k a s ı Y a y ,
y e İş B a n k a s ı Y a y , » 8 5 - y e l g o s U m r ı o la c a k t ı: İ9 b ( î; T cth i O hya*\ fi A n d a n : t u ır O . O kya;
.V f k a k 'u ıı b u r e s t t i: ; ı , v c f o ; t a t t a m e t t ir o l a r a k ;r M S e v r t d a . t İ K r g iu . T üt k t y c İ ş B&nks-it Y a y .
ay u n la m a la r ı, t e f s ııle t i a ç ıs ın d a n , T u ı k la r ıh 19 0 7 ) . K â r ım Ö z a lp - A t a lu 'k k n A n ıla r ( I u r-
K u r u ı n u ' n u n A î a t t i * V ; ı u [iııy ü h S ö y l e v i n r n 3 0 k ıy e îş B a n k a s ı Y a y , 1 9 9 2 ) , A v n i D o ğ a n : K u r

Y sis ( 1 9 ? 0 \ o n e t l c y ı c ı h ı r d e r l e m e d i r 7 ü rk e r tu ıu y K u r u t u ş v ? .S o n r a s ı ( D ü n y a Y a y . 1 9 6 4 } .
A ra ro tu m m A ç; A t a l a r # K a y n a ç uy. İb r a h im l l a b i b S e v u k . ( C u m h u r i y e t M a t b a a s ı.
K A V N A K C A ' V A d a i i

1 9 3 9 ) , A s ın ı I s G ö r d ü k le t i k . D u '-du U ian m . nu, onu ideolojik bu katılığa kavuşturman:n


.') ;ı\ £ .d c p :* n ( .V a k i: M a t b a a s ı, )9 6 4 h M azhar ruhuna aykırı olacağın; iler; suretken, bazıla­
M ü f i t K a n & u : F i z u ı u m ’dcftt Ö l ü c ü m e K a d a ‘ r ı ise Kemalizm: bütünlüklü Kır ideoloji ola­
A ia t it r J e f c B c a b t ' f ( T T K , 19 8 6 ). R u şe n b şre f rak kurgulama, dahası yükümlendin*, bir
O n a y d ım Atatürk'ü özleyiş ( C u m h u r iy e t . doktrin nerl.ğı kazandırma aıayışında olmuş
19 9 8 . ilk b a s k ıs ı IIK . 1 9 ? 7 \ A h in e : H a m d ı Urdu
Başar A tatftok İr V ç A y v e 1 9 V J â tm S o n r a 1 u f- K e m a l i z m ; d o k i r m l e ş t ı r m ç ç a b a la r : . l e k P z :~
ktY f M a n M a t b a a s ı. 1 9 4 5 ) , Y a k u p K a d r i K a r a n i k t i d a r ı n ı n k ı u u m i a ş m a s ı v e r e y im in a c i l b i r
o sm a ro ğ h ; A ta tü r k ( 1 ° 4 6 ) v e P o lit ik a d a 4 5 m e s e le o l a r a k h a l k ı ı e r d ı n d c n z a ü r e t i m i n e
V :i ıık b a s k ıs ı B d g : Y a y . 1 9 6 8 ';. F & lıh R ıf k ı e ğ ilm e s in d e n s o m a Y o ğ u n la ş m ış t ır R e s m î b ;r
A la y . Çar.kava ç ı l k y a y ın ık m ış ; D ü nva G aze­ h ü v i y e t d e t a ş ıy a n . A n a y a s a l y a s a l ç e r ç e v e d e n
te *». ; 9 3 2 ) . g ü n d e l i k h a y a t i d e o l o j i s i n e k a d a r u z a n a n g e n iş
Nrv-ı şahsma muuhasn h : kitap olarak. Ya b i r r e n u r d e r t k ı l : o l a n l K e : ı u d ı / r n ' t a s la k l a r ;
ı r a k Volkan iîo Nçnman Itzkovvitrın. Olumsuz n ın la m a n ı:::;; y a k ın ı. ] 9 İ O ' k ı i k i n c i y a r s ın

AtaiUrk (Bağlam Yay, Î9Ç8") başlıklı pvko bi­ d a ç ıt a y a a iılm ış t ıı B u t a s la k la r ın e n a ğ ır lık lı

yografisine dikkat çekmek gerekir. Kitap. Mus* o la n ik is i, R e ce p P e k c r 'in t a f e r ît y ıJ e ' s î c r :

602 tafa Kemal u; siyasal eylem ve söyleminin om ( 1 9 . 3 6 ) i l e V a h ı m ı ı h s a t i k r k u r t ' u ı : A ia iu ih lh-

~~ * kanalı? kuramına dayanan bir yorumunu de f ik îh d u ;l9 4 0 ) B u o t o ı ı i e ; d e v le t ç i t a s l a k l a r ı n

ermekledir. h e r i k is i d e h ü k ü m e t t e v e l e k P a r t id e m e v k ii
o la n h g ü r lm c e g e liş t ir il m iş , d o n e m in p o lit ik
f e ls e f e s in e d a m g a s ı n : v u r m u ş t u ; B u n la r la b e ­
ATATÜRKÇÜLÜK HAMASİM İ ra b e r » r e j ı n / ı n ' t a n ı d ı ğ ı ' i k i id e o l o g u n g ö r e c e ’ i l ­
i n i * p ı r d i l l e y a z ı l m ı ş e s e r le r i ö n e m l i d i r , l e k : a
K e m a liz n t ın . f ı k ı : v e id e o l o jik ç c r ç p v o s : n a s ıl
A l p ’i n K e m a h l I ( 1 9 3 6 ; :1 e h a lle t E n g i n ' i n u s
d e ğ e r le n d ir m iş e d e ğ e r le n d ir il s in , o la ğ a n ü s t ü
M i û i k K e ır u n ıs m İ n h îİ A b o n n F r e n s ı v U n r â M
b e l m ik t a r d a h a m a s i m e t in le ç o ğ a l ıd d ığ ı. b ir
o ; İ t , C u m h u r i y e t B a s ım e v i . 1 9 3 9 ) . E d i r n e m e ­
v a k ıa d ı r . Ç o ğ u n l u k l a M u s t a f a K e m a l ' i n ş a h s ı
b u s u Ş e r e f A y k u t ’u n K e im û f t z m i CM u a l l i m A h
e t r a f ım la u ı l t ı k b i r s ö y l e m l e y a z ı l a n b u ır . c b n
m e t , H a h * K it a b e s i, 1 9 % ) ü t b u d o k lr m t e ş v i-
l e r d e K e m a l i ? m m . y a d a d e h a ç e k t e r c ih e d i­
m e k ;u ; : j> u n y a M m n b e l i ; b a ş lı m e L r d e r i n d m d ı r .
le n ı İ a d e y l e A t a t ü r k ç ü l ü ğ ü n y e n i d e n ü r e t i m i n
G ö r e c e e r k e n d o k r n n î c ş t ı r m e t e ş e b b ü s le r i n i d e
cie o r a - m l ı iş le v g ö r m e k l e d i r , llmıhâ't n i t e l i ğ i a t-
g e r e k i r : M e d ıiv f t T . V . ı z a i i r a t a fv .fo k ttH ft
'e d ile b ile c e k b u t ü r k it a p la r ın k a îb u r ü s iu b a z ı
Ruhu ( D e v l e t M a t b a a s ı. 1 3 >) i l e H a l i l N ı m e
b in e k le r i o la r a k , fc n v e r Z ıy a K a ıa i';n A ta
t n l l a h Ü z t u r k ' u n H a iJ t ç ık f e v r C u m h u n y d ve
t i ir k l e n D ü ^ u n ıe ler ( T ü r k i y e i ş B a n k a s ı Y a y ,
T t u f e H r t lk ç t k ğ l v e C u m J u ı n v e t i ( s h h a m v e M a t ­
19 6 9 )» L ik a n K o a t f u r k û n A ialü rK û * i : ıd ır v e
b a a s ı, 1 9 3 0 ) .
p û ş û t t m r r i ( E d e b iy a t Y a y . 1 9 7 1 ) , l u r j n A r a t ı n
Y ım * g ö r e c e e r k e n h ı r d o k t r i n l e * : i r m e t e ş e î v
K e m a liz m 'i ( 1 9 6 9 ) a n ı l a b i l i r Behçet Kem al
h u ş u o l m a k , K a d r o d e t g t t m e b ı k ı l m a k d ı r K th l
C a g l a r ’m {A tatın k D a v z it u k n D am lan ır > 1 9 6 7 )
r o m u : y in e y a n ı re s m i a m a g ö re c e ö z e r k d u
ve C e y h u n A tu f K a o s u n u n (A ta tü rk 'e S a y g ı,
şu n s e l u re th m ( 1 9 3 ? - 3 4 ) , K e m a liz m : a n :ı-e p :
T D K . 19 6 9 ) k e n d ile r in e a it m e t in le r in y a n ı ş
p e r v a 'ıs l v e - y i n e o : c h ;t e r lik d o z u y ü k s e k b ir
; » b i r ç o k y a r a r d a n p a r ç a l a r ı ç e ı e n - d e r le m e le r i
d e v le ıç i-s o s y a liz a n e k s e n e o t u r t m a y a \ c n e ;
is e . A t a t ü r k ç ü l ü k h a m a s e t i n i n ö r n e k l e r i n i b u
in iş t i. K a d r o c u la r :;: g ö r ü ş le r iy le .A h m e t A g a o ğ -
a r a y a g e t ir ir e ı
iu ’n u n lib e r a l y ö n e lim li v e b e »t k i t a b ı
( S a n a y i i N e f i s r M a t b a a s ı. 1 9 3 3 ) a r a s ı n d a k i ih­
t ila f , K e m a liz m ; d o k t n n le ş t u m c d e n e m e le r :
D O K T m a Ş T lR k ik Ç A B A L A S I
n ın . -e r k e n h ır e v r e s in d e , d ü ş ü n s e l a ç ıd a n e n
Kemaliz mı bir düşünce sistemi, bir ideoloji z e n g in v e U u t ış n ıa i: u ğ r a ğ ım tem *5: ! e r le r Ağa-
olarak doktrinle* turneye donuk çabalan da, o ğ lu . 1 9 3 C 1 a r . : ı i k i n c i y a n s ı n d a b a ş la y a n n’sınî
bizıncıl kaynaklar arasında ya da birinci kay­ d c k l r t n l e ş i ; ; m c f u r y a s ı n a d a ih î ı t i i m ı f a k r i â f
nakları çevreleyen ikine: halka olarak kabul m ı ? L A la e d d in K ı r a ! B a s ım e v i . 19 * 1 ? - ' d e m ü d . ı
edebiliriz- Kemalızrr.in hır “lıkır sistemi' h ii o lm u ş t u r .
olup olmadığı, 1930lardan ben tartışılmıştır le k P a r t i d ö n e m in in d o k t n n lc ş t ıım e ç a lış -
Bazı yorumcuları Kemalizmm pzsiık-ptagma- m a l a r ın , k . k a n a a t O n d e r ı-g a z e t e c ile r m ro lü n ü
îik bir program ya da eylen: çizgisi olduğu­ g O z a ı d ı e t m e m e k g e r e k ir Ö z e llik le P a lih R :t k :
K A v N A K C A ' v A l> a 8

A tavın kitaplar: önemlidir A un Kemaiizmiza m a n ın er. ö n e m i: u r u n u , ü ç c i l t l i k A t a f iö İ K U J û h


mamioşı r<r;;mlerlf mukayese eder kitapların s e l i s i d i r ' G e n e lk u r m a y B a s ım e v i 1 9 8 2 -8 3 )
vanısıra (Yeri Rımu. Kakimıyet-ı Valiye Mat Buna Atatürk M i Kftotnf ( K a r a K u v v e t le n K o m u
baas:. 2931, Fay-it Ranttı. K em iksi Ttra'i ve t a n /ı& ı Y a y , t <0*1) v e A tatürk'ün l'k tK c m ı G ö 'H-
Köybaim.uş Makidenv<«, Hakimiyeti Milliye > u ‘r . ü : K a r a K u v v e d e n K o m u t a n l ı ğ ı Y a y . 1 9 8 2 )
Matbaası. 1931), çok partili doneme geçildiğin e k l e y e b il i r i z M illî G ü v e n lik K u r u lu g e n e l s e k

de Kemal İzmir, ycriaştminui'îifterk edilmesi r e te r h g ı . r ı n y a y ı m l a d ı ğ ı D e v u f ın K a v r c u n v e


tehlikesine dikkat çeken vazdaı yazmıştır (S- K a r s a m : k i t a b ı d a ( 1 9 9 0 b o r d u m u . “g u v e n l- . V ’
C.r. Kurluhn& ruih' Varlık Yay, İ953’ v e " t e h d it a l g ı l a m a s ı ’' k a v r a m ı n ı e s trs a i a n d u n

1 9 6 3 te V c it - h k ın b a s t ım ı A U M ih ç d û k N e d i r ? y a v e t o p lu m . g ö r ü ş ü n ü b e i i r g ı n l r s f ı ı r .
dcrlemcsu 196Cla;da dönemin ideolojik iklimi
içinde sosyaldemokmik bir temelde yorum
ANALİTİK iNChLEMFJ ER
lan maya banlayan Kemalizm: bu istikamette
sistemleştirmeye çalışan vazaıfaıın kısa maka­ K e m a l i r m ı s o s y a l t e o r in in k a v r a m la r ıy la , t a r ih ­
lelerini bir anıya getirerek, derli toplu H; :c-::m s e l p e r s p e k t if iç in d e y o r u m la y a n ç a lış m a la r ,
çizer önde gelen Cu*nJtunyer yazaHanr.ru o n u n d ü ş ü n s e l a ç ıd a n d e ğ e r le n d ii î n c s m . c a n a l:
1080 son;asında yayımladıkla!! kitaplar ise, t ık v c e l e ş t ir e l h u y a k l a ş ı n : g e t i r i r l e r . B u a n a l i
603
logolardaki bu görüş açısını otantik Kemalizm t ;k ç a lış m a la r ın b ü y ü k ç o ğ u n lu ğ u n u n m o d e rn -
olarak kabul eden ve 12 Eylül askeri rejimi ı> le ş i n e v e d e m o k r a t i k l e ş m e k u r a m l a r ı e k s e n i n
arkasından gelen IıbcıaDmuhaİazakâr iktidar: d e y a p ıld ığ ım s ö y le y e b ilin :: B o y ie s ; a n a lit ik
bu ciantizm açısından sorgulayan bir ‘karşı ç a lı ş m a la r i ç i n d e K c m a i l z z r i p o z i t i f d e ğ e r le n d i
doktrin’ literatürüdür (aozkenutu kitapların en ter* k i t a p l a : a r a s ı n d a N i y a z i İ k i k e s ' i n i ı » îr :-
etkilisi. Nadir Nadı’nm çok basılan Be*: Ab: v e Y ie C ö ğ d a ^ ia ş m a 's u ıı (D o ğ u Ban Y ay.
/&?kç<2 Değdim ı olmuştur • i baskısı 1932" I 9 7 ç ; > !'; v e B u k e t T a n ö r ' u r . K u r u l u ş v e K u r t u
iu ş f D e r Y a y , 1993} ç a lış m a la r ın ı ö n c e lik le c lc
a l m a k g e r e k ir . T a r ı k Z a f e r l u n f i y a ' n ı n D e v r i m
ORDl’ Ye KIMAÜZV __
H o r H u r r ir n İçı^Ytr Atatürk v e A io t o r f c ç â iü k (Ba­
Kendini rejimin ve Kemalizmın/Ataturkçıılu h a M a t b a a s ı, i 9 6 4 ) , S u n a K i l i n i n K e m a h n ı

gün ctaniık yorumcusu ve nihai güvencesi ola ( M e n t e ş M a t b a a s ı. 1 9 6 9 ) , C a v ı ! O r h a n l u t e n -

rak gören ordu, doğal oku ak. Keınaîiznıuı ye g ı i k r . A t a t ü r k ' ü A n U itr.u k v e T a m a m l a m a k

inden Cuetıminde ve resnı! ideoloji olarak işlev ( 1 9 7 ? ) k it a p la r ı d a b u ç e rç e v e d e e k a lın a b ilir .

görmesinde kilit bir rek sahiptir. Oıdunun bu Taner T i m u r , / û »h D e v r i m i la » ılıt A n la m ; ve

konumum: çözümlemek açısından, 1'mil Oz- f e ’ se.6 T e m .e ıı ( S e v i n ç Y a y .. 1 9 6 8 ) v e I ü » k D e v

dağın (hdu Siyaset Jh?«îsr Atatürk ve İnönü rtmi \r .sonrası ( D o ğ a n Yay . 1971) i l e k o n u y u ,
DA.u^uien (Gündoğan Yay. 1991) ve Hikmet sınıfsal a n a l ı ? ı k a t a r a k i n c e le m e y e yö n e lm iş * u
Özderm; m Rcjvtt xe Asker (Aia Yay . 1989) ça­ A l ı Gevgihunin d e n e m e ü s l u b u n d a k i Y ü k s e li} ,

lışmaları önemlidir Fahri Beler.» Onlu \c Pahtı- v e D f iş a ş Y ı ( A l ı m K it a p la r Y a y . 1 9 8 1 ) , m o d e r n

imda (İstanbul Yay., 19/*) bu meseleye içer T ü r k iy e 'n in i9 7 v " ’e re u z a n a n s iy a s a l t a r ih i

den İmi b a k ış sunar i ç i n d e K e m a l ı z n ı ı n ‘ı d d i a s ı ı m Y i z i m s ü r e r

Cıduda, bir Kemalizm yorumu geliştirme K e m a k z m ı b ir s iy a s a l id e o l o ji o l a ı a k p o z it if

çabalan 77 Maviş sonrasında yoğunlaşmışın. d e ğ e r l e n d ir m e y e n b a k ı ş a ç ı s ı n d a n , Taba Par

Münferit girişimleri 'tipik bir ö: nek Tûmger.e la 'n ıo onu d e m o k r a s i k u r a m la r ın ın ö lç ü t le r :


mi Faruk Guvrnimk, Oerçeh Kenabzır, İOkal. a ç 's ın d a n s o r g u la y a n a n a liz le r i, a y n n t ıl a n d ır -
1964j), kurumsal yayınlar izlemiştir. Bunlar, k a ca k ç a lış m a k : için yol gösterir* mahiyette
esasen, Kcmalizmin otoriter devletçi-milliyetçi d i r 2 î v a G û f e a lp , K c ’ n a îıç m . v e İ f i r a N e V i e K o r
standart yorumlarının derlenmesine dayanır. poratızm. Kemal i z i n i n d ü n y a v e toplum görü­
'IS*;? Tttriki. .Sı«aM Kuvvetle*- ve Aîatw»kçu!u« ş ü n ü , büyük ö l ç ü d e f a y d a l a n d ı g ı / e s ı n i e n d i g »

(CenelkaTTifSy Bâşkanlığ?, 2973) ve Atatürk >i 7 i y a G o k a J p i n h k r i y a l : m ı r a y n a c ı n d a değer


ke!e*ı İnkılap id» ifcmuz (Kara Kuvvetleri Ko l e n d ı r i r . B e ş k i t a p o l a r a k tası: . a n m a s ı n a k a r ş ı ­

mular.lıgı Yay, 1978). om eki eyu » kitaplardır l ı k n e y a z ık k i t a m a m la n m a y a n I m J u v e d e .3;

12 byiûl 1980 müdahalesinden sonra, ordu. v o s a i K û u â n i n R e s m i K a y n a k la * ! k i t a p d ı z ı s , .

Atatürkçülük doktrinini ilmihallrşt:rmeye dö­ s o z k o m i n i e le ş t ir e l y a k l a ş ı m ı n t e m e l k a v r a m

nük b i r y * y ın fa a liy e t in e g ir iş m iş in B u çsthş l a r ın ı g e l i ş t i r m e k t e d i r : A t a t ü r k 8 * Ş iv iu k 'u


K A Y N A K Ç A ' Y A DAİR

( 1 9 9 1 ) , A t a t ü r k ' ü n S ö y le v v e D e m e ç l e r i ( 1 9 9 1 ) , D ö n e m in ö n e m li d ü ş ü n c e in s a n la r ın d a n A r -
K e m a l i s t T e k - P a r t i i d e o l o j i s i v e C H P ’n i n A l t ı n o ld T o y n b e e ’n i n T ü r k i y e : B i r D e v le t in Y e n id e n
O k ’u ( 1 9 9 2 ) . B u e l e ş t i r e l b i r y a k l a ş ı m ı d a h a D o ğ u ş u ( i l k b a s k ıs ı 1 9 2 6 ) k it a b ın ı y a z m ış o l­

ö z g ü l b a ğ l a m la r d a g e l i ş t ir e n ç a l ı ş m a l a r a , a ş a ğ ı ­ m a s ı, b a ş h b a ş ın a ö n e m lid ir , T o y n b e e T ü rk

d a a y r ıc a d e ğ in ile c e k t ir . D e v r i m i n i “p r a t ik b i r B a t ılıla ş m a " te c rü b e s i


o l a r a k d e ğ e r l e n d ir i r . K e z a K u r t S t e i n h a u s ’ u n ,
T ü r k D e v r im in i “t a r i h s e l - t o p l u m s a l z a m a n t u ­
_______________“ Y A B A N C I G Ö Z Ü Y L E ’'______________ t a r s ız lığ ı" s o r u n la r ı b a ğ la m ın d a y o r u m la y a n
A t a t ü r k D e v r i m i S o s y o l o jis i ( T ü r k ç e i l k b a s k ı s ı
T ü r k iy e C u m h u r iy e t in in k u r u lu ş u v e K e m a ­
1 9 3 7 ) , c id d i b ir ç a lış m a d ır . S ö z k o n u s u d ö ­
liz m , T ü r k iy e d ış ın d a d a k ü ç ü m s e n m e y e c e k
n e m d e , T ü r k i y e ’n i n g e ç - m ö d e m i e ş m e d e n e y i ­
b ir ilg iy e k o n u o lm u ş t u r . Ö z e llik le k u r u lu ş
m i n i m u k a y e s e l i b i r ç e r ç e v e d e d e ğ e r l e n d ir e n
y ı l l a r ı n d a b u i l g i h a y l i c a n l ı d ı r v e T ü r k i y e ’n i n
ç a lış m a la r d a y a p t lm ış , a n c a k b u n la r o t a r ş ik b ir
ö z g ü n b ir m o d e r n le ş m e t e c r ü b e s i o la r a k d ik ­
y ö n e lim iç in d e k i T ü r k d ü ş ü n c e d ü n y a s ın d a
k a t e a l ı n d ı ğ ı n a iş a r e t e d e r . İ k i n c i D ü n y a S a v a -
y a n k ı b u lm a m ış t ır . Ö r n e ğ in : K , K r ü g e r , K e m a ­
ş ı'n a k a d a r o la n bu d ö n e m d e , “Y e n i-1 v e y a
lis t T u r k e y a n d Ik e M id d ie E a s t ( A i l e n a n d U n -
" K e m a l is t - T ü r k iy e " h a k k ın d a , b ir k ıs m ı ’j u r -
w i n , 1 9 3 2 ) , J o h n D e v v e y , f m p r e s s io u s o / S o v ie t
n a l i s t i k ’' ( g a z e t e c i i z l e n i m l e r i n e d a y a n a n ) , b i r
R u s s i a a n d T h e R e v o l u f io t t a t y W ö r ld ; M ex tco,
k t s m t is e s o s y a l b il im s e l n i t e l i k l i ç o k s a y ıd a
C f ıin a , T u r k e y ( N e w R e p u b lic E , 1 9 3 2 ) . Y in e
k it a p y a y ım la n m ış , b u n la r ın b ir ç o ğ u T ü r k ­
D o n a l d W e b s t e r ’ ı n , T h e T u r k e y o f A tatü rk ( T h e
ç e ’y e ç e v r i l m i ş i i r . ( B u ç e v i r i l e r i n ç o ğ u , K e m a -
A m e r ic a n A c a d e m y o f P o lit ic a l a n d S o c ia l
liz m in y e n i b ir iv m e k a z a n d ığ ı 1 9 9 0 ’la r s o n la ­
C h a n g e , 1 9 3 9 ) k it a b ı d a r e f e r a n s o lm a k la b ir ­
r ı n d a , C u m h u riy e t G a z e t e s i t a r a f ı n d a n y e n i d e n
lik t e h a k k ı v e r ilm e y e n k it a p la r a r a s ın d a d ır . D a ­
b a s ıla r a k o k u r la r ın a d a ğ ıt ılm ış t ır . ) Ç e v i r i v e
h a s o n r a la r ı, “h ız lı k a lk ın m a ’ n m K e m a lis t re s ­
y a y ı m l a m a s a i k j n i n , g e n e l l i k l e , T ü r k i y e ’n i n v e
t o r a s y o n u n ö n e m li b ir m o t if i h a lin e g e ld iğ i
A ta tü rk ’ü n “y a b a n c ı l a r c a " ( B a lık la r c a ) n a s ıl
1 9 6 0 ’ t a r d a , M . O k a v e I , P e r c e v a l’ i n J a p o n K a l­
g ö r ü ld ü ğ ü n e d a ir b ir m e r a k , b u n u n d a ö t e s in ­
k ın m a sı v e T ü r k iy e ( G e r ç e k Y a y ., 1 9 6 6 ) k i t a b ı
d e b ö y le b i r i l g i n i n v a r l ı ğ ı n d a n d u y u l a n g u r u r
ç e v r ilm iş t ir .
o ld u ğ u s ö y le n e b ilir . B a ld ı g ö r ü ş ü v e lit e r a t ü r ü
İ k i n c i D ü n y a S a v a ş ı n d a n s o n r a is e u l u s l a r a ­
ile b ö y le b ir i l i ş k i n i n , b iz a t ih i, K e m a lis t id e ­
r a s ı l i t e r a t ü r d e T ü r k i y e ’n i n s iy a s a l m o d e r n le ş ­
o lo jin in b ir g ö s te r e n i o ld u ğ u n u v e o n u n y e n i­
m e s i n e v e o n u n d ü ş ü n s e l a r k a p la m t t a y ö n e l i k
d e n ü r e t im in d e b e lir li b ir r o l o y n a d ığ ın ı s ö y le ­
i l g i l e r , “ b ü r o k r a t i k d e v r i m T e r i v e " o t o r it e r d e ­
m e k y a n lış o lm a y a c a k t ır . m o k r a s ile r i" D o ğ u d ü n y a s ın ın g e r i k a lm ış lık t a n
ik in c i D ü n y a S a v a ş ı ö n c e s i d ö n e m d e y a y ım ­ k u r t u lm a s ı, m o d e r n le ş m e s i iç in g e r e k li g ö re n
la n a n j u r n a l i s t i k ç a l ı ş m a l a r ı n ç o ğ u , o r y a n t a l i s t A m e r i k a n s o s y o l o j i s i n i n e g e m e n l iğ i n d e o l m u ş -
k a h p -y a r g d a r la d o lu m e t h iy e le r n it e liğ in d e d ir . tu r. T a b ii b u n la r iç in d e k e s k i n g ö z le m le r , a n ­
“ K a h r a m a n " o d a k lı t a r ih g ö r ü ş ü n ü y a n s ıt a n , l a m l ı m u k a y e s e le r , m e s a f e l i, k r i t i k y o r u m l a r d a
h a y r a n lık la y a z ılm ış b iy o g r a f ile r b u n la r a r a s ın ­ v a r d ır . M o d e r n le ş m e lit e r a t ü r ü b a ğ la m ın d a
d a ö n c e lik t i y e r tu ta r. Ö r n e ğ in ; D . v o n M i- m u k a y e s e li ç a lış m a la r s ü r m ü ş t ü r : Ö r n e ğ in R .
k u s c h ’u n A v r u p a ile A s y a A r a s ı n d a k i A d a m : G a ­ W a r d v e D . R u s t o w ’u n P o l i t i c a l M o d e m iz a t io n
z i M u sta fa K e m a h ( T ü r k ç e i l k b a s k ı s ı 1 9 2 9 ) y a it i J c t p a n a n d T u r k e y ( P r in c e t o n U m v P re ss,
da 1 9 9 0 ’l a n n s o n la r ın d a y e n id e n ç o k -s a ıa r 1 9 6 4 ) k it a b ı ile ü n lü m u h a f a z a k â r s o s y a l b il im ­
o la n A r m s t r o n g 'u n B o z k u r î’u (A rb a Y a y ., c i S . E i s e n s ı a d t ’ m “ T h e K e m a li s t R e v o l u t i o n i n
1 9 9 7 ) , L o r d K i n r o s s ’u n ü n l ü A t a t ü r k , B i r M i l l e ­ C o m p a r a t iv e P e r s p e c t iv e " m a k a le s i ( A t a t ü r k .
t in Yeniden D o ğ u ş u d a ( S a n d e r Y a y ., 1 9 7 2 ) b u F o u n d e r o f a M o d e m S ta te , d e r. A l i K a z a n c ıg il
ç e r ç e v e d e a n ıla b ilir . A y n ı d ö n e m d e K e m a lis t ve E rg u n Ö z b u d u n , H u rst& rC o m . 19 8 1),
r e j i m i v e i d e o l o j i s i n i d e ğ e r l e n d ir m e k ü z e r e y a ­ ö n e m lid ir . E n a z ın d a n z ım n e n K e m a liz m le i l g i ­
z ı l m ı ş k i t a p l a r i ç i n d e G e o r g D u h a m e l ’i n Y e n i l i d e ğ e r l e n d ir m e l e r i i ç e r e n v e y a y g ı n k u l l a n ı l a n
T ü r k i y e : B i r B a t ı D e v le t i, y i n e m e t h i y e c i b i r d e ­ - y a d a k u l l a n ı l m ı ş - ç a lış m a la r a r a s ın d a , G e o f f -
ğ e r l e n d ir m e d ir , B u n a k a r ş ı l ı k ö r n e ğ i n - T ü r k - r e y L e w is ’in T u rk e y (P ra e g e r, 19 6 0 ; T T K ,
ç e y e ç e v r ilm e y e n - C , C a r l o S f o r z a 'n u n E u ro p e - 1 9 7 0 ) , R o d e r i c D a v i s o n ’ı n T u rk ey ( H r e n t i c e -
o n D ic ia t o r s f ıip s k i t a b ı g i b i ( B r e n t a n o ’s P u b l i s - H a l l 1 9 6 8 ) , F r e d e r i c F r e y ’i n T he T u r k is h P o l ı t i -
h e r s , 1 9 3 1 ) , K e m a l i s t r e j i m i “ d ik t a t ö r l ü k " b a ğ ­ e a l E f it e ( M . I . T . P r e s s , 1 9 6 5 ) , R i c h a r d R o b in -
la m ın d a e le a l a n ç a l ı ş m a l a r d a v a r d ır . s o r iın T h e F i r s t T ü r k ıs tı R c r u r . ’ : : S z i; i r -z .
K A Y N A K Ç A ' Y A DAİR

in N a t i o n a l D e v d ö p m e n t ( H a r v a r d U n i v e r s i t y D e v r in D i n M a z l u m l a n ( 1 9 6 9 ) k i t a p l a r ı . N e c i p
P re s s , 1 9 6 3 ) , S la n f o r d J- S h a w v e E z e l K u r a l F a z ı l K r s a k ü r e k ’i n a y n ı d o ğ r u l t u d a k i s ö y l e m i n i
S h a w ’u n H is f o t y o f th e O ııo m a n E m p u e a n d M o ­ ö r n e k le r . 1 9 7 0 ’l i y ı l l a r d a K a d r i M ı s ı r l ı o ğ l u ' n u n
d e r n T u rfte y ( C a m b r id g e U n iv e r s it y P re ss, K u r t u lu ş S a v a ş ın d a S a r ı k l ı M ü c a h it le r ( S e b il
1 9 7 7 ) v e t a b ii T ü r k i y e ' d e s t a n d a r t k a y n a k h a l i ­ Y a y ., 1 9 7 2 - 3 . b a s k ı ) . S a d ı k A l b a y r a k ’ı n Ş e r i a t ­
n e g e lm iş B e r n a r d L e w i s ’i n M o d e m T ü r k i y e ' n i n ta n L a ik liğ e ( S e b i l Y a y ., 1 9 7 7 )

D o ğ u ş u ( O x f o r d U n iv e r s it y P r e s s , 1 9 6 1 ) , E r ik k it a p la r ı, a y m ç iz g iy i s ü r d ü r ü r le r . B u ç iz g i
J a n Z ü r c h e r ’ i n M o d e r n le ş e n T ü r k i y e ’n i n T a r i h i ü z e r i n d e , 1 9 8 0 ’l e r i n I s l â m c ı p o l i t i k y ü k s e l i ş v e

( İle t iş im Y a y ,, 1 9 9 5 ) , F e r o z A h m a d ’ ın M o d e m g ö r e li e n t e le k t ü e l h e y e c a n d ö n e m in d e k i d ü ­

T ü r k i y e ’n in O l u ş u m u ( S a r m a l Y a y , 1 9 9 5 ) v e j e - ş ü n s e l ü r e t im i v u lg e r iz e e d e n i k i k it a b ı d a h a

a n D e n y ’m Y e n i T ü r k i y e ’s i ( T ü r k i y e İş B a n k a s ı a n a b ilir iz : A b d u r r a h m a n D ilip a k , B ir B a ş k a

Y a y , 1 9 6 0 ) a n ıla b ilir . A ç ıd a n K e m a liz m (B e y a n , 19 8 8 ), D . M e h m e t

J o h a n n e s G l a s n e c k ’i n K e m a l A t a t ü r k ve Ç a ğ ­ D o ğ a n . K e m a liz m ( A ğ a ç , 1 9 9 3 ) . A h m e t K a b a k ­

d a ş T ü r k i y e ( O n u r Y a y , 1 9 7 6 ) , K e m a l i z m i g e li ş - l ı n ı n b ü y ü k i l g i g ö r e n T e m e lle r in D u r u ş m a s ı k i ­

m e c i- m o d e r n le ş t ir id iik y a n ın d a a n t i-e m p e r y a - t a b ı t i ü r k E d e b i y a t V a k f ı Y a y ., 1 9 8 9 ) . a y m ç i z ­

l i s t m i s y o n a ç ı s ı n d a n il g iy e d e ğ e r d ir . F e r o z A h - g i n i n m ı 11 ı v e t ç ı - m u h a f a z a k â r v e r s i y o n u d u r . İ s ­

m a d ’ı n İ t t ih a t ç ılık t a n K e m a liz m e ( K a y n a k Y a y ., la m c ı a n t i-K e m a liz m in k u r a m s a l b ir d e r in liğ e , 605


1 9 8 6 ) k i t a b ı , K e m a l is t i d e o l o j i n i n s ü r e k l i l i ğ i n e b û t ü n lü k lu lü ğ e v e p a r a d ig m a t ik b ir r a d ik a liz ­

d ik k a t ç e k e r . E r i k J a n Z ü r c h e r ’ i n M o d e r n le ş e n m e e r i ş m e s i is e . 1 9 7 0 l e r i n s o n l a r ı n d a n i t i b a r e n

T ü r k i y e ’n in T a r i k i ( i l e t i ş i m Y a y ,, 1 9 9 5 ) , s i y a s a l is m e t Ö z e l in v a z ıİ a r ıv la o lm u ş t u r , d e n e b ilir .

t a r ih p e r s p e k t if i i ç i n d e z ı m n î i t i b a r ı y l a ö n e m l i Ö z e l in b u d ü ş ü n s e l ü r e t im in i g ü n c e l p o lit ik

b i r K e m a l i z m d e ğ e r le n d ir m e s i iç e r i r . s o r u n la r a u y g u l a d ı ğ ı ’ C u m a M e k t u p lu n ( 1 9 8 9 ) ,
b u b a ğ la m d a t e m s ili s a y ı l a b i l i r .
K ü r t M e s e le s in e b a k ı ş ı b u a l a n d a k i p o l i t i k a ­
KEMALİZM ELEŞTİRİLERİ- REDDİYELERİ s ı, K e m a li z m e c e p h e a l a n p o l i t i k d u r u ş l a r ı n b i r
b a ş k a z e m in id ir E m ir S ü r e y y a B e d ir h a n ’ın T h e
K e m a liz m e iç e r d e n ’ v e y a c e p h e d e n k a rş ı ç ı­
C a s e o f K ıu d ıs t ü t ı A g a t n s i T u r k e y ( P h i l a d e l p h i a ,
k a n p o lit ik m e t in le r , b i r y a n d a n b u id e o l o ji­
T h e K u r d is h In d e p e n d e n c e L e a g u e , 1 9 2 9 ) , b u
n i n e l e ş t ir e l b i r y o r u m u n a k a t k ı d a b u l u n u r l a r ,
k a r ş ı ç ı k ı ş ı n e r k e n d ö n e m d e k i ö n e m l i b e lg e s i­
d iğ e r y a n d a n b i z z a t , K e m a l i z m i n k e n d i n i o n ­
d ir . 1 9 7 0 le r d e n it ib a r e n İ s m a il B e ş i k ç i n i n k i ­
l a r l a k a r ş ı t l ı k i ç i n d e a ç ı k l a m a s ı i ç i n m a lz e m e
t a p l a r ı n d a , K ü r t M e s e le s i t e m e l i n d e b i r a n t i -
n it e l i g ü ld e d ir le r . K e m a lis t id e o l o jin in d e v a m ­
K e m a l i z m i n s is t e m le ş t i r i l d i ğ i n i g ö r ü r ü z ; ö z e l ­
l ıl ığ ı İç in d e , b u k a r ş ı ç ık ış l a r l a h e s a p la ş m a ­
lik le ; C H P 't ıiıı J 9 2 7 T ü z ü ğ ü ve K ü r t S o ru n u
n ın , o n la r a ö n le m a lm a n ın v e y a o n la r ı a ş ik â r
( K o m a l Y a y . 1 9 7 8 ) v e B i l i m - K e s i m İd eo lo ji, D e v -
b ir g a y r ıın e ş r u lu k / k ö t ü lu k k u t b u o la r a k ta ­ l e t - D e ı n o l u a s ı ve K ü r t S o r u n u K ü rt S o ru n u
n ım la y a r a k k e n d in i k a n ıt la m a n ın ’ k u r u c u b ir ( A la n Y a y 1 9 9 ü ) . B e ş ik ç i b u v e b a ş k a k it a p la ­
r o l ü v a r d ır , r ı n d a n d o l a y ı y ı l l a r c a h a p i s y a t m ış t ır .
H a lid e E d ip ’ in 1 9 2 9 ’d a İ n g i l i z c e y a y ı m l a ­ M e s u t Y e ğ e n i n D e v le t S ö y le m in d e K ü r t S o r u ­
n a n D t c ia f o r s h i p a n d R e / o r m s in T u r k e y ( Y a l e n u ( İle t iş im Y a y , 1 9 9 9 ) , K e m a liz m i, K ü r ı S o r u ­
R e v ie w ) k it a b ı, K e m a liz m in e rk e n d ö n e m d e nunu t a n ım la m a b iç im i ü z e r in d e n a n la m a y a
y a p ılm ış lib e r a l b ir e le ş t ir is i o la r a k Ö n e m ta ­ d ö n ü k g ü ç lü b ir k u r a m s a l g ir iş im d ir . 1 9 8 0 1 e r -
ş ır , Y u k a r d a b a h s e d ile n A h m e t A ğ a o ğ l u ’n u n d e n 2 0 0 0 ’le r e u z a n a n k e s it t e P K K l i d e r i A b d u l ­
D e v le t v e F e r f i n d e d e z ı m n e n b ö y le b i r e l e ş t i r i l a h Ö ç a l a n ’ ı n y a z d ı k l a r ı n d a , K e m a l i z m İ e , ’a n -
b u lu n a b ilir . t i ’c i l i k t e n e k l e m l e n m e / b a ğ l a ş m a ' a r a y ı ş ı n a y ö ­
L ib e r a l e le ş t ir ile r iç e r d e n d ir ’ , b u n a k a r ş ılık n e le n b i r h e s a p la ş m a i z l e n e b i l i r .
t s iâ m c ı a n t i - K e m a l i z m , - r e f e r a n s l a r ı i t i b a r ı y l a - T ü r k i y e ’d e d e v r i m d - s o s y a l ı s t p o l i t i k h a r e ­
d ış a r d a n v e c e p h e d e n d ir . İ s l a m c ı d ü ş ü n c e n i n k e t in M a r k s is t -L e n in is t r e fe ra n s tı k a y n a k la r ı,
p o lit ik le ş m e s in d e , K e m a liz m in ö z e llik le la is is t ( a n t i-e m p e r y a lis t ) t a r ih s e l iş le v iy le o lu n m a ­
n it e l iğ in i o d a k a la n b ir r e d d iy e s i, te m e l iz le k d ık la r ı K e m a liz m e , o n u a ş m a y a d ö n ü k b ir
o l m u ş t u r . 1 9 5 0 ’le r d e b u k o n u d a e n e t k i l i y a z a r e le ş t ir e l t u t u m la y a k la ş m ış la r d ır . M a h ir Ç a -
o la n E ş r e f E d ip ’in s o n k it a b ı K a r a K it a p - M il­ y a n ’m K e s in t is iz D e v r im (19 7 1) r is a le s i, b u
le t i N a s ı l A ld a t t ıl a r ; M u k a d d e s a t ın a N a s ı l S a l d ı r ­ e le ş t ir in in t ip ik ö r n e ğ id ir . S o s y a lis t a k ım ın
d ı l a r ? ( 1 9 6 7 ) , b u r e d d iy e y i ö z e t l e y l c i n i t e l i k t e ­ ö z g ü n d ü ş ü n ü r le r in d e n H ik m e t K ı v d c ı m l ı ’n ın
d ir . T b n n f ııd u n d a n D i n l e d i k l e r i m ( 1 9 6 8 ) v e S o n 1 9 3 0 -3 3 d ö n e m i y a z ıla n is e ( Y o l a d ıy la to p -
K A Y N A K Ç A ' Y A d a i r

l a n m ı ş t ı r ) , k o m ü n i s t g e l e n e k i ç i n d e 11 a m [ - e m ­ ş im Y a y ., 1 9 9 1 ) , y i n e b u d o ğ r u lt u d a 't e k n ik '
p e r y a lis t u lu s a l d e v r im ” o l a r a k la n im la n a g e - b i r i n c e l e m e d i r . L e v e n t K ö k e r i n , M o d e r n le ş m e ,
le n K e m a liz m e g ö r e c e m e s a f e li b ir b a k ış ı y a n ­ K e m a l i z m ve D e m o k r a s i' s i ( İ l e t i ş i m Y a y ., 1 9 9 0 ) ,
s ıt m a s ı b a k ım ın d a n ilg in ç t ir . r e jim in d e m o k r a s i a n la y ış ın a e le ş t ir e l y a k la ş ım
1 9 6 0 'la r ın s o n u n d a , y in e s o ld a a m a o rL o - g e t ir e n ö n e m li b i r ç a lış m a d ır , A h m e ı D e m i-
d o k s M a r k s i z m i n d ış ı n d a , K e m a l i z m ! t e m e ld e r e l’i n B i r i n c i M e c lis t e M u h a le je l ( İ l e t i ş i m Y a y .,
s e ç k i n c i v e a n t i- d e m o k r a t ı k b i r p o l i t i k k a r a k ­ 1 9 9 4 ) , M e t e T u n ç a y ’ı n T ü r k iy e C u m h u r iy e ­
t e r a t f e d e r e k e l e ş t ir e n i k i k i t a b ı k a y d e t m e k g e ­ t in d e T e k -P a r t i Y ö n e t im in in K u r u lm a s ı ( İ 9 2 3 -
r e k ir . B u n l a r d a n E m in T ü r k E liç in in iç e r d e n 19 3 1/ (C e m Y a y ., 1 9 8 9 ) v e C e m i l K o ç a k ’m
e l e ş t ir i’ n i t e l i ğ i n d e k i K e m a lis t D e v r im İ d e o lo jis i T ü r k iy e 'd e M i l l i Ş e / D ö n e m i [ 1 9 3 8 -1 9 4 5 ] ( İ le t i­
( A n t Y a y ., 1 9 7 0 ) u n u t u l m u ş , İ d r i s K ü ç ü k ö - ş im Y a y , 1 9 9 6 ) k it a p la r ı, K e m a lis t r e jim in ta ­
m e r ’i n D ü z e n in Y a b a n c ıla ş m a s ı ( A n t Y a y ., 1 9 6 9 ) r ih s e l v e s i y a s a l-id e o lo jik b a ğ la m ı iç in d e o l u ­
is e s o l d ü ş ü n c e d e “s i v i l t o p lu m ” k a v r a m ı n ı şum ve o t u r m a ’ s ü r e c in i ir d e le y e n b ir s ils ile ­
ö n e m s e y e n y a k l a ş ı m l a r ı n v e s o ld a n a n t i - K e m a - d ir l e r . ( T e k P a r t i r e j i m i y l e ilg il i K o ç a k Y n k in -
liz m in m ila d ı s a y ılm ış t ır . den daha kü çü k h a c im li b ir ç a lış m a , Ç e t in
Y a k ın d ö n e m in s o l n e ş r i v a t ı n d a , F i k r e t B a ş k a - Y e i k i n ’i n T ü r k i y e ’d e T e k P a r t i Y ö n e t im i d i r 1 A l ­
6 0 6 y a ’m n P a r a d ig m a n ın / / l a s ı ( D o z Y a y , 1 9 9 1 ) , “o r i ­ t ı n K i t a p l a r , 1 9 8 3 ] . ) . A h m e t A g a o g l u ’n u n S e r ­
j i n a l b i r B o n a p a r t iz m " o l a r a k t a n ı m l a d ı ğ ı K e ı n a - be st f ı r k a H a t ır a la r ı ile y u k a r d a “T a n ık lık la r "
l iz m e b ü t ü n l ü k l ü b i r c e p h e a lm ı ş t ı r . A h m e t I n - b a ş l ı ğ ı a l t ı n d a a n ı l a n F e t h i O h y a r ’ı n A n ı l a n , r e ­
s e l' in T ü r k iy e T o p lt m u ı ı ı u ı ı B u n a l ı m ı k i t a b ı n d a jim in d e m o k r a s i a n la y ış ın ı y o r u m la m a y a k a t ­
b ir ç o k m a k a le , K e m a liz m in d e m o k r a s i k u r a m ı k ıd a b u lu n a c a k t a n ık l ık l a r v e g ö z le m le r iç e r ir .
a ç ıs ın d a n b ü t ü n l ü k l ü b i r e l e ş t i r i s i n i iç e r ir .

________MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI
REJİM VE DEVLET ANLAYIŞI,
K e m a lis t m illiy e t ç iliğ in y u r t t a ş lık t e m e lli v e
DEMOKRASİ GÖRÜCÜ
h ü m a n i s t - e v r e n s e le i b i r a n l a y ı ş a m ı y o k s a ı r k -

K e m a lis t r e jim i t a n ım la m a k iç in b a ş v u r u la c a k ç ı-e t n is is t y o r u m la r a a ç ık m ı o ld u ğ u (y a da

b ir in c il k a y n a k la r , 1 9 2 1 v e 1 9 2 4 A n a y a s a la r ı bu ik i y a k la ş ım a r a s ın d a k i d e n g e v e iliş k in in

( v e b u n la r d a y a p ı l a n d e ğ i ş i k l i k l e r ) , B a h i r M a z - n a s ıl o ld u ğ u ) s o r u s u n a v e r ilm iş f a r k lı c e v a p ­
h a r E r ü r e t e n ’i n d e r l e d i ğ i T ü r k i y e C u m h u r i y e t i l a r v a r d ı r . ( B u k o n u . M o d e r n T ü r k i y e ’d e S i y a s î

D e v r im Y a s a l a r ı ( C u m h u r i y e t ) g i b i b e lg e le r y a ­ D ü ş U n e e ’n i n 4 . c i l d i n d e d e e t r a f lı c a e le a l ı n a ­

n ı n d a , A l e t I n a n ’ı n M e d e n i B ilg ile r, V a s f i R e ş it c a k t ır .) K e m a lis t m illiy e t ç iliğ in d e m o k r a t ik

S e v ig ' in T e ş k ila t ı E s a s iy e K a n u n u ( U l u s B a s ım e ­ e ğ ilim in i v u r g u la y a n p r o -K e m a lis t b ir k la s ik

v i , 1 9 3 8 ) , O r h a n A r s a l Y n D e v le t in T aıiji ( C H P y o r u m , Y a v u z A b a d a n 'm H uhükçu G ö z ü y le

H a lk e v le r i K o n f e r a n s la r ı, 1 9 3 8 ) g ib i a ç ım la y ıc ı M i l l i y e t ç i l i k ve H a l k ç ı l ı k ( C H P , 1 9 3 8 ) k i t a b ı n ­

r e s m î v e y a y a n -r e s m î m e t in le r d ir . D a h a g e ç ta ­ d a b u l u n a b i l i r . S a b a h a t t i n E y u b o ğ l u ’n u n M a v i

r ih le r d e , y in e r e s m i y o r u m u d e s t e k le y e n b ir ve K a r a y a z ıla r ı ( Ç a n Y a y ,, 1 9 7 3 ) , K e m a l is t

“ D e v r im T a r i h i ” lit e r a t ü r ü o lu ş m u ş t u r . Ö r n e ­ m i l l i y e t ç i l i ğ i h a lk ç ı- d e m o k r a t ik b ir z e m in e
ğ in : E n v e r K a r t e k in , D e v r im T a r ik i ve T ü r k iy e o t u r t m a n ın ö r n e ğ id ir . T u r h a n F e y z io ğ lu , A t a ­
C u m h u r i y e t i R e jim i ( S i n a n Y a y ., 1 9 7 3 ) , M e t i n tü rk ve M illiy e t ç ilik ile (A ta tü rk A r a ş t ır m a

H e p e r , is m e t İ n ö n ü , Y e n i B i r Y o r u m D e n e m e s i M e r k e z i, 1 9 8 7 ) , e lit is t -v e s a v e t ç i b ir g ö r ü ş a ç ı­
( T a r i h V a k f ı Y u r t Y a y ., 1 9 9 9 ) , A h m e t M u m c u , s ın d a n , m o d e r n is l-B a t ıh la ş m a c ı ç iz g iy i ö r n e k ­
T a r i k A ç ı s ın d a n T U r h D e v r i m i n i n T e m e l i n i v e le r . B a s k ı n O r a n , A t a t ü r k M i l l i y e t ç i l i ğ i - R e s m i

G e l i ş i m i ( T T K , 1 9 7 1 ) . F a r u k A l p k a y a ’n m T ü r­ id e o l o j i D ı ş ı B i r i n c e le m e k le ( D o s t Y a y ., 1 9 8 8 ) ,

k i y e C u m h u r t y e ı i ’n i n K u r u l u ş u ( 1 9 2 3 -1 9 2 4 ) , A t a t ü r k m illiy e t ç iliğ in in iç ç e liş k ile r in e ve

C u m h u r iy e t in k u r u lm a s ı e d im in e v e b u n u n la m u ğ l a k lık la r ın a d ik k a t ç e k e r k e n , b a ğ ım s ız la ş ­

i l g i l i F ik r i t a r t ış m a o r t a m ı n a ı ş ı k t u t a n ö n e m li m a v e m o d e r n le ş m e /B a t ıld a ş m a a ç ıs ın d a n

b i r k a y n a k t ır . o l u m l u i ş l e v i n i v u r g u la r .
K e m a lis t r e j i m i , t o t a lit e r y ö n s e m e le r i d e H ik m e t T a n y u 'n u n A ta t ü r k ve T ü r k M illiy e t ­
o l a n o t o r it e r b i r r e j i m o l a r a k a n a l i z e d e n ç a l ı ş ­ ç i l i ğ i ( O r k u n Y a y ., 1 9 6 9 ) , r e s m i m i l l i y e t ç i l i ğ i ,
m a l a r a r a s ı n d a , T a h a P a r l a ’n ı n v e A h m e t I n - T u r a n c ı “ u z a k h e d e fe " d e d u y a r lı b ir T ü r k ç ü
s e l'in y u k a r d a d e ğ in ile n ç a lış m a la r ı ö n e ç ık a r . ç e r ç e v e y e o t u r tm a g ir iş im id ir .
T a h a P a r l a ’m n T ü r k i y e ’d e A n a y a ia la r ’ı ( l l e t i - A h m e t Y ı l d ı z , N e M u t lu T ü r k ü m D iy eb ilen e
K A Y N A K Ç A ' V A DAİR

( İ l e t i ş i m Y a y ., 2 0 0 1 ) k i t a b ı n d a , K e m a l i s t m i l l i ­ M e t i s Y a y ., 1 9 9 7 ) . B e r n a r d C a p o r a l’in K e m a ­
y e t ç iliğ in z ım n î e t n ik v e d in î a n g a jm a n la r ın a l i Z in d e ve K e m a li z m S o n r a s ın d a T ü r k K a d m ı k i ­
d ik k a t ç e k m iş t ir . E t ie n n e C o p e a u n ’n ü n T ü r k t a b ı is e ( T ü r k i y e İ ş B a n k a s ı Y a y ., 1 9 8 2 ) , K e m a ­
T in d i T e z in d e n T ü r k - f s l d m S e n t e z in e ç a l ı ş m a s ı lis t k a d ın in k ıl â b ın ın ’ s o ğ u k k a n lı b ir m u h a s e ­
( T a r ih V a k f ı Y u r t Y a y ., 1 9 9 8 ) , K e m a l i s t m i l l i ­ b e s i n it e liğ in d e d ir .
y e t ç i l i k l e e l n i s i s t - d i n s e l b i r m i l l î k i m l i k t a r if i
a r a s ın d a k i g e ç iş liliğ i g ö s t e r m e s i b a k ım ın d a n
ö n e m lid ir
İKTİSADI GORUŞ

K o r k u t B o r a t a v ’ ı n T ü r k i y e ’d e D e v le t ç i li k ( S a v a ş
Y a y ., 1 9 8 2 ) v e B i l s a y K u r u ç ’u n M u s t a f a K e m a l
________ MODERNLEŞME VE BATİ
D ö n e m in d e E k o n o m i ( B i l g i Y a y , A n k a r a 1 9 8 7 )
K e m a l i z m , ö z e l l i k l e p o z i t i v i s t s o s y o l o j i O K U İla - k it a p la r ı, K e m a liz m in İk t is a d î g ö r ü ş ü h a k k ın -
r ı n m e t k i s i y l e , b a ş t a n it ib a r e n b i r m o d e r n le ş m e d a k i a r a ş i ş v e t a r t ı ş m a la r h a k k ı n d a b ü t ü n l ü k l ü
(v e ç o k k e re e ş a n la m lı o lm a k ü z e re B a t ılıla ş ­ b ir ç e r ç e v e s u n a r . Ç a ğ la r K e y d e r 'in T ü r k iy e ' d e
m a ) p r o g r a m ı o la r a k d ü ş ü n ü lm ü ş t ü r . Y u k a r d a D e v le t ve S ı n ı f l a d ı ( İ l e t i ş i m Y a y ., 1 9 8 9 ) C u m h u ­
" A n a lit ik I n c e 'e m e le r ” b a ş lığ ı a lt ın d a a k t a r ıla n r i y e t i n ik t i s a t p o l i t i k a l a r ı v e i d e o l o j i l e r i n i n ta ­
ç a l ı ş m a l a r ı n b i r k ı s m ı d a b u ç iz g id e g ö r ü l e b i l i r . r ih s e l-t o p lu m s a l a r k a p la m m y o r u m la m a k iç in ,
N i y a z i B e r k e s in T t ir / îiy e ' d e Ç a ğ d a ş l a ş m a ( D o - b u n u n y a n ın d a t ü m ü y le C u m h u r iy e t i y o r u m ­
ğ u - B a t ı Y a y , 1 9 7 9 ! ? ] ) ile A ı a t ı ı ı k ve D e v r i m l e r la m a y a d o n u k k a p s a m l ı b i r d e ğ e r le n d ir m e d ir .
a d lı k it a p la r ı, p r o -B a t ıc ı/m o d e r n le ş m e c i y a k la ­
ş ım ın te m e l y a p ıt la r ı o la r a k a n ıla b ilir . ( A n a lit ik
İNKILAPLAR VE KÜLTÜR_________
' ş ü p h e c iliğ e ' d a h a u z a k b i r ö r n e k : S u n a K i l i ’n i n
A tatü rk D e v r i m i - B i r Ç a ğ d a ş l a ş m a M o d e li) S o n
K e m a lis t d e v r im id e o lo jis in d e y e n i b ir k ü lt ü ­
y ı l l a r d a , m o d e r n iz m e e l e ş t i r e l y a k l a ş ı m l a r e k ­
r ü n v e k ü l t ü r y a p ı l a r ı n ı n i n ş a s ı , m o d e r n le ş m e ­
s e n in d e d e T ü r k m o d e r n iz m i n i v e K e m a l iz m i
n in v e u lu s la ş m a n ın a r a ç la r ı o la r a k ç o k ö n e m ­
y o r u m la m a y a d o n u k ç a lış m a la r ç o ğ a lm a k t a d ır .
s e n m iş t ir . ( H a t t a b u n e d e n le K e m a l i s t d e v r i m ­
S ib e l B o z d o ğ a n ile R e ş a t K a s a b a ’n ı n d e r l e d i ğ i
le r u z u n b ir s ü r e “ü s t y a p ı d e v r im le r i" o lm a k la
T ü r k i y e ’d e M o d e r n le r in e ve U l u s a l K i m l i k ( T a r i h
e le ş t ir ilm iş t ir .)
V a k f ı Y u r t Y a y ,, 1 9 9 8 ) , b u y o r u m l a r l a i l g i l i y o l
H a r ! v e b ilh a s s a d il d e v r im le r in e y ü k le n e n
g ö s t e r ic i b i r t o p la m a d ır .
b ü y ü k d e v r i m c i r o l le i l g i l i ö r n e k l e r : M . Ş a k i r
B a t ıl ıl a ş m a v e u y g a r l a ş m a h e d e f in i K e m a l i z -
Ü lk ü t a ş t r , A t a t ü r k ve H a r / D e v r im i ( T D K ,
m in a s lî m is y o n u o la r a k y o r u m la y a n , A y d m -
1 9 7 3 ) , S a m i N . ö z e r d im , H n ıj'D e v r im in in O v -
la n ın a c ı-h u m a n is t b ir K e m a liz m yo ru m u ya ­
k ü s ü ( T D K , 1 9 6 2 ) v e Y a z ı D e v r i n in i m Ö ykü sü
p a n y a k la ş ım ın ö r n e k le r i o la r a k ş u k it a p la r s a ­
( T D K , 1 9 7 8 ) , Ş e r a le t t i n T u r a n , A t a t ü r k ve U l u ­
y ı l a b i l i r : H a ş a n A l i Y ü c e l , P a z a r t e s i K o n u ş m a la ­
s a l D il , T a h s in Y ü c e l, T ü r k ç e n in K u r t u lu ş S a v a ­
r ı ( R e m z i K it a b e s i, 1 9 3 7 ) , H a lik a r n a s B a lık ç ıs ı,
ş ı. M u h a f a z a k â r a ç ıd a n b ir y a k la ş ım : Z e y n e p
D iijıin Y a z ıla n ( B i l g i Y a y ., 1 9 9 3 ) , A z r a E r h a t ,
K o r k m a z , T ü r k D ilin in T a r i h î A k ı ş ı İ ç in d e A t a ­
E n H a k i İd M ü r ş it ( C e m Y a y ,, 1 9 9 6 ) , S u a t S i n a - t ü r k v e D i l D e v r im i ( D T C E 1 9 7 3 ) .
n o ğ lu , T ü r k H ü m a n iz m i ( T T K , 1 9 8 8 ) , M a c it
M ü z ik k ü lt ü r ü n ü n y e n ile ş t ir ilm e s i ö r n e ğ in ­
G ö k b e r k A y d ın la n m a F e ls e f e s i, D e v r im le r ve
d e K e m a lis t d e v r im id e o l o jis in in t a r t ış ıld ığ ı a y ­
A t a t ü r k ( Y e n ig ü n H a b e r A j a n s ı , 1 9 9 7 ) .
d ı n l a t ı c ı b i r ö r n e k : A t a t ü r k D e v r i m l e r ! İ d e o lo ji­
s i n i n T ü r k M ü z i k K ü lt ü r ü n e D o ğ r u d a n ve D o l a y ­
l ı E t k ile r i ( B o ğ a z iç i Ü n iv e r s it e s i T ü r k M ü z iğ i
KADIN VE FEMİNİZM
K u lü b ü , 19 8 0 ).

K a d ın h a k la r ı m o d e r n le ş m e id e o l o jis i a ç ıs ın ­ B ü ş r a E r s a n lı B e h a r ın İ k t i d a r ve T a r i h - T ü r ­
d a n , m i s y o n l u ' k a d ı n im g e l e r i is e m i l l i y e t ç i l i k k i y e ’d e R e s m i T a r i h T e z i n i n O lu ş u m u ( J 9 2 9 -
a ç ı s ı n d a n , K e m a l i z m i n g ö z d e i z le k İ e r i n d e n d i r . 1 9 3 7 ) k i t a b ı ( A f a Y a y ., 1 9 9 2 ) , m i l l î t a r i h i n ( v e
K e m a l i z m i n f e m in is t k u r a m ı n o l a n a k l a r ı y l a i r ­ “i n s a n l ı k " , “ u y g a r l ı k " a n l a y ı ş ı n ı n ) i n ş a s ı y l a i l ­
d e le n m e s i, z e n g in b i r a n a l i z p e n c e r e s i a ç a c a k ­ g i l i t o p a r la y ı c ı b i r k a y n a k t ı r . B u k i t a p , a y n ı z a ­
t ır , B u b a k ı m d a n y o l g ö s t e r i c i b i r m a k a le : D e ­ m a n d a K e m a lis t m i l l i y e t ç i l i k a n la y ış ın a d a ir
n iz K a n d iy o t i, “K u r t u l m u ş A m a Ö z g ü r le ş m iş z e n g i n b i r m a lz e m e s u n a r . Ş u k i t a p l a r d a k ü l ­
m i? T ü r k iy e Ö r n e ğ i Ü z e r in e B a z ı D ü ş ü n c e le r " t ü r ü n y e n id e n -k u r u m la ş t ın im a s ın m m i l l î k im ­
( o r j, 1 9 8 7 , C a n y e le r B a c ıl a r Y u r t t a ş la r iç in d e . li ğ i y a r a t m a s ü r e c i y l e ü s t ü s t e b i n d i ğ i p r a t i k l e r i
K A Y M A K Ç A ' Y A DAİR

ir d e l e r l e r : A r z u Ö z ı ü r k m e n , T ü r k i y e ' d e F o l k l o r
S O L K E M A LİZ M
v e M i l l i y e t ç i l i k ( i l e t i ş i m Y a y ., 1 9 9 8 ) , F ü s u n Ü s ­
t e l, T ü r k O c a k t a n ( İ l e t i ş i m Y a y ,, 1 9 9 7 ) , N e ş e T ü r k i y e ’n i n p o l i t i k o r t a m ı n d a s a ğ - s o l ş e m a s ı n ı n
Y 'e ş ilk a y a , H a l k e v l e r i; i d e o l o j i ve M i m a r l ı k ( İ l e t i ­ o l u ş m a s ın d a n it ib a r e n , K e m a liz m ç o ğ u n lu k la
ş i m Y a y ., 1 9 9 9 ) , s o ld a v e y a “ s o la a ç ı k " o l a r a k d ü ş ü n ü l m ü ş , s o l
d ü ş ü n c e le r le K e m a liz m a r a s ın d a c a n l ı b i r a l ı ş ­
v e r iş g ö z le n m i ş t i r . K e m a l i z m i s ö l / s o s y a l i z a n b i r
_________________ LAİKLİK
t o p lu m p r o j e s i y le b a ğ d a ş t ır a n y a d a o n u n s a i k -

L a ik l ik , K e m a lis t id e o lo ji a ç ıs ın d a n k u r u c u l e r i n i v e e r e ğ in i b u y ö n d e t a n ı m la y a n g i r i ş i m l e ­

ö n e m d e d ir ; 1 9 5 0 'le r d e n it ib a r e n g e n iş b ir K e ­ r in ilk ö r n e ğ i, K a d ro D e r g is id ir ( 1 9 3 2 - 3 4 ) ,

m a l i s t ç e v r e d e ‘e ş i t l e r a r a s ı n d a b i r i n c i ’ i l k e 1 9 7 8 - 8 0 d ö n e m in d e A n k a r a İ k t is a d i v e T ic a r i

k o n u m u n a y e r le ş m iş t ir . L a ik l iğ in M u s t a f a K e ­ i l i m l e r A k a d e m is i , K a d r o n u n C e m A lp a r ta ra ­

m a l t a r a r ın d a n v a z ’e d i l i ş i n i n m e t i n l e r i . B e lg e ­ f ın d a n h a z ı r l a n a n t ı p k ı b a s ı m ı n ı y a p m ı ş t ı r . Ş e v ­

le r le T ü r k T a r i k i D e r g i s ı ’ n i n Ö z e l Y a y ı n ı A ta ­ k e t S ü r e y y a A y d e m i T i n i n k ı l a p v e K a d ı n k it a b ı

tü rk, D i n ve L a i l d i k t e ( 1 9 6 8 ) b i r a r a y a g e t i r i l i r . d a , K a d r o c u s o l K e m a l i z m i n b e lg e le r i n d e n d i r .

L a ik liğ i C u m h u r iy e t 'in v e K e m a liz m in a s li i l ­ M u s ta f a T ü r k e ş 'in K a d ro - U lu s ç u B i r S o l A b ım


608 k e s i s a y a n y a k l a ş ım ı y a n s ıt a n g e n iş lit e r a t ü r k i t a b ı ( i m g e Y 'ay ., 2 0 0 0 ) , K a d r o ’ n u n d ü ş ü n s e l

iç in d e , d ö n e m s e l s ü r e k lilik v e f a r k lılık la r g ö ­ e v r e n i h a k k ı n d a d o y u r u c u b i r i n c e le m e d ir .

z e t ile r e k ş u k it a p la r ö r n e k v e r ile b ilir : B ü le n t K e m a liz m in s o l y o r u m la n , 1 9 6 0 1 ı y ılla r d a

D a v e r , T ü r k i y e C u m h u r iy e tin d e L a i k l i k ( A . Ü . ç o ğ a la r a k a ğ ır lık k a z a n m ış t ır . B u e ğ ilim in o d a ­

SBF 1 9 5 5 ) . F e h m i Y a v u z , D in E ğ ilim i ve T o p ­ ğ ı d u r u m u n d a k i Y o n D e r g is i h a k k ın d a H ik m e t

lu m u m u z ( 1 9 6 9 ) , İ l h a n A r s e l , T e o k r a t i k D e v le t Ö z d e m i r ’i n b i r i n c e l e m e s i v a r d ı r : K a l k ı n m a d a

A n la y ış ın d a n D e m o k r a t ik D e v le t A n l a y ı ş ı n a B i r S ir a t e ji A r a y ış ı - Y ö n H a r e k e t i ( B i l g i Y a y .,

( A .Ü . H u k u k F a k ü lt e s i, 1 9 7 5 ) , N e ş e t Ç a ğ a ta y , 1 9 8 6 ) . S ö z k o n u s u a k ı m ı n v e d ö n e m i n ‘k ü l t ’ k i ­

L a ik lik Hedir, Ş e r i a t N e d i r ? ( T T K , 1 9 7 8 ) , Ö z e r t a b ı n ı n , D o ğ a n A v c ı o g l u ’n u n ik i c ilt lik T ü r k i­

O z a n k a y a , T ü r k iy e 'd e L a i k l i k - A ta tü rk D e v - y e ' n in D ü z e n i o l d u ğ u s ö y l e n e b i l i r . Y a z a r ı n 4

rim le rin tn T e m e li ( C e m Y a y ., 1 9 8 1 ) , B a h r i y e c i l t l i k M i l l î K u r t u lu ş T â r ih i d e ( İs t a n b u l M a t b a ­

Ü ç o k , A ia t ü r f c ’ü n i z i n d e B i r A r p a B o y u , ( C e m a s ı, 1 9 7 4 ) b u n a r e f a k a t e d e r . F e t h i N a c i ’n in

Y a y ın e v i, 2 0 0 0 ) . 1 0 0 S o r u d a A t a t ü r k ’ü n T e m e l G ö r ü ş l e r i ( G e r ç e k

İs la m c ı a n ü -K e m a liz m in te m e l re f e ra n s ı d a , Y a y ,, 1 9 6 8 ) , o d ö n e m i n s o l K e m a l i z m i n i n g ö ­

K e m a liz m in la ik liğ id ir ; z a t e n b u ik is i ö z d e ş d ü ­ r ü ş a ç ı s ı n ı ö z e t le r .

ş ü n ü lü r , H a ş a n H ü s e y in C e y la n , ü ç c ilt lik S o l K e m a liz m i k u r u m la ş t ır a n C u m k u r iy e t

C u m lıu r iy e t D o n e m i D in -D e v le t i l i ş k i l e r i n d e G a z e t e s i y a z a r la r ı Ilh a n S e lç u k v e U ğ u r M u m -

( R e h b e r Y a y ., 1 9 8 9 ) K e m a l i s t - l a i k l i g i İ s l a m c ı c u ’n u n k i t a p l a r ı , 1 9 7 0 ’ le r d e n it ib a r e n ç o k o k u ­

a ç ı d a n “ t e ş h ir e d e n " l i t e r a t ü r ü n b i r d e r l e m e s i n i n a n b ir lit e r a t ü r o lu ş t u r m u ş t u r : İlh a n S e lç u k ,

y a p m ı ş t ı r . İ s m a i l K a r a ’m n ü ç c i l t l i k T ü r k i y e ’d e A ğ l a m a k v e G ü lm e k ( Ç a ğ d a ş Y a y ., 1 9 9 4 ) , J a p o n

İ s l a m c ı l ı k D ü ş t in e e s e n d e ( P ı n a r M a t b a a c ı l ı k , G ü lü ( Ç a ğ d a ş Y a y ., 1 9 9 7 ) , Z iv e r b e y K ö şkü
1 9 8 6 - 1 9 8 7 ) b i r a r a y a g e t i r d i ğ i s e ç m e m e t i n le r ( Ç a ğ d a ş Y a y , 1 9 9 7 ) v d .; U ğ u r M u m c u , D e v r im ­
a r a s ın d a d a b u h e s a p l a ş m a y ı y a n s ı t a n t e m e l b i ­ c i v e D em o k ra t ( u m : a g , 1 9 9 8 ) , R a k ı l a ( u m : a g ,

r in c il k a y n a k la r b u lu n a b ilir . 1 9 9 8 ) , S a k ı n c a l ı P iy a d e ( u m : a g , 1 9 9 7 ) , 1 2 E y ­

B u e s e r l e r d ı ş ı n d a , N u r a y M e r t ’i n L a ik lik lü l A d a le t i ( u m :a g , 19 9 7 ) vd. Bu ç iz g iy e

T a r t ış m a s ın a K a v r a m s a l B i r B a k ı ş : C u m h u riy et 1 9 9 0 ’l a r d a T o k t a m ı ş A t e ş ’ i n B i z D e v r i m i Ç o k

K u r u l u r k e n L a i k D ü ş ü n c e ( B a ğ la m Y a y ., 1 9 9 4 ) S e v iy o r u z - A t a t ü r k ç ü lü k ve S o s y a l D e m o k r a s i

k i t a b ı is e , l a i k l i k k o n u s u n d a y u k a r ıd a a n ıla n Ü s t ü n e D ü şü n celer ( D e r Y a y ,, 1 9 9 2 ) , B e d r i B a y -
e s e r le r in “y a n a - k a r ş ı " i k i l e m i n i n d ı ş ı n a ç ı k a r a k k a m , M u s ta fa K e m a l l e r G ö r e v B a ş ı n a ( Ü m i t

d a h a e le ş lir e V a k a d e m ik b ir y a k la ş ım ı b a r ın d ır ­ Y a y ., 1 9 9 4 ) k i t a p l a r ı m e k l e y e b i l i r i z .

m a s ı a ç ıs ın d a n v u r g u y u h a k e d e r. H an gi A ta tü rk ( 1 9 8 1 ) k i t a b ı n d a t o p a r la n a n
G o t l h a r d J a e s c h k e ’n i n Y e m T ü r k iy e ’d e İslâ m ­ y a k l a ş ı m ı y l a A ı t i l â I l h a n v e A ta tü rk ve H a l k ç ı ­

lık k i t a b ı ( ç e v . H a y r u l l a h Ö r s , B i l g i Y a y ,, 1 9 7 2 ) , l ı k , ( T ü r k i y e İ ş B a n k a s ı Y a y ., 1 9 8 1 ) , S o s y o l o j i k

“T ü r k l a i k l i ğ i n i n ” v e b u n u n İ k i n c i D ü n y a S a ­ A ç ı d a n D i n A h l a k L a i k l i k v e P o l i t i k a Ü z e r in e D i ­

v a ş ı s o n r a s ı d ö n e m d e k i d e ğ iş im in in e r k e n b ir y a lo g la r ( O k a t Y a y , 1 9 7 0 ) g ib i k it a p la r ıy l a C a ­
d ö n e m d e y a p ı l m ı ş ( 1 9 5 1 ) g ü ç l ü b i r d e ğ e r le n ­ h i t T a n y o l , ö z g ü n s o l K e m a l i s t g ö r ü ş l e r g e li ş ­

d ir m e s id ir . t i r m iş l e r d i r .
K A Y N A K Ç A ' Y A DAİR

S o l K e m a liz m in g ö z d e iz le g i, a n t i-e m p e r y a - t ik le ş m e b a ğ la m ın d a K e m a liz m e m e s a fe a lm a


l iz m d ir , M u a m m e r A k s o y ’u n A t a t ü r k v e T a m e ğ ilim i b e lir g in le ş m iş t ir . L e v e n t C in e m r e ile
B a ğ ım s ız lık , O r h a n K o l o g l u ’n u n M a z lu m M i l ­ R u ş e n Ç a k ı r ı n S o l K e m a liz m e B a k ıy o r k i t a b ı n ­
le t le r D e v r im le r i v e T ü r k D e v r i m i ( Ç a b a M a t b a ­ d a ( M e t i s Y a y ., 1 9 9 î ) t o p l a d ı k l a r ı s ö y le ş i l e r , b u
a s ı , t a r ih y o k ) g i b i k it a p l a r , b u a n t i - e m p e r y a l is t d ö n e m in t a r t ış m a la r ın ı y a n s ıt ır .
m is y o n u n K e m a lis t a ç ıd a n y ü c e lt ilm e s in i ö r ­
n e k le r l e r . K e m a l i s t m i r a s ı o l u m l u d e ğ e r l e n d i ­
SA C K E M A L İZ M
r e n M a r k s is t y a k la ş ım la r d a d a a n t i-e m p e r v a -
l i z m iz l e g i m e r k e z î y e r iş g a l e d e r . T ü r k iy e 'd e s iy a s a l d ü ş ü n c e t a r t ış m a la r ın d a v e
M a r k s is t s o s y a lis t le r in K e m a liz m e o lu m lu g ü n d e l i k p o l i t i k s ö y le m d e s o ld a k o n u m l a n d ı n -
b ir m ir a s o la r a k y a k la ş m a s ın ın h a tta k i m i z a ­ l a g e lm e ş in e k a r ş ı l ı k , K e m a l i z m i s a ğ d a n a n l a m ­
m an K e m a liz m i 'iç e r d e n e le ş t ir m e y e ' y ö n e l­ la n d ı r m a y a d ö n ü k b i r f i k r î m e s a i d e y o k d e ğ i l ­
m e l e r i n i n e n c a n l ı ö r n e k l e r i d e 1 9 6 0 ’ la r d a g ö ­ d ir . N a z ı m İr e m ’in “K e m a liz m v e g e le n e k ç i-
r ü lü r . B u konuda H ik m e t K ıv ılc ım lT n t n m u h a f a z a k â r lık ” b a ş lık lı u z u n m a k a le s i (T o p ­
1 9 7 0 ' d e k it a p la ş a n 2 7 M a y ıs - Y ö n ün Yönü - lu m ve B ilim 7 4 /G ü z 1 9 9 7 ) , b u y ö n e lim in e r ­
D e v le t ç iliğ im iz y a z ıl a r ı d ik k a t e d e ğ e r d ir . Y a l­ k e n C u m h u r i y e t d ö n e m i n d e k i f e ls e f î t e m e l l e r i ­
ç ı n K u ç ü k ’ü n T ü r k i y e Ü z e rin e T ez le r v e A y d ı n n i o r t a y a k o y a r . M ü m t a z T u r h a n ’ı n A t a t ü r k 1 1 - 609
Ü z e rin e T ez le r k i t a p d i z i l e r i n d e , K e m a l i z m i n k e l e r i v e K a lk ın m a k i t a b i ( Ş e h i r M a t b a a s ı ,
r a d ik a l e l e ş t i r i l e r i n i n y a n ı s ı r a b ö y l e m o t i f l e r 1 9 6 5 ) , id d ia lı b ir s a ğ -K e m a liz m y o ru m u d u r.
d e b u lu n a b ilir . C e l â l B a y a r ’ı n A ta tü r k G ib i D ü ş ü n m e k - A ta ­
1 9 7 0 ’ le r d e M a r k s i z m i n M a o c u y o r u m u n u tü r k ’ün M e t o d o lo jis i ( d e r . İ s m e t B o z d a ğ , T e k i n
u y a r la y a n T ü r k iy e İ h t il a lc i iş ç i K ö y lü P a r t i- Y a y ın e v i 1 9 7 8 ) , h e m K e m a lis t r e jim in h e m s a ğ
s i / A y d u ı l t k G r u b u , - e n g e ç - 1 9 9 0 ’l a r ı n o r t a l a ­ s iy a s a l ş e c e r e n in ö n e m li k u r u c u la r ın d a n b i r i ­
r ın d a K e m a liz m i s a h ip le n m e y e y ö n e lm iş t ir . n i n K e m a l i z m y o r u m u n u s is t e m le ş t i r i r .
A y d ın lık D e r g i s i , b a ş y a z a r ı D o ğ u P e r i n ç e k ’i n
k it a p la r ı v e K a y n a k Y a y ın la n n e ş r iy a t ı, la is is t -
m i l l i y e t ç i t e m e ld e ' ö z e - d ö n ü ş ç ü ’ ( f u n d a m e n t a - Ş ü p h e s iz k i, K e m a liz m i im le y e n , o n a s o lu k v e ­
l is t ) b i r K e m a l i z m y o r u m u o r t a y a k o y m a k t a d ı r . r e n b a ş k a e s e r le r d e n d e b a h s e d i le b i l i r . N i t e k i m ,
1 9 8 0 ’ l i y ı l l a r d a s o ld a K e m a l i z m l e i l g i l i t a r t ış ­ b u m e t in d e t ü k e t i c i o l m a k k a y g ı s ı n d a n z iy a d e ,
m a la r y a y g ın la ş m ış , K ü r t S o r u n u v e d e m o k r a ­ g e n e l b i r t a s la k s u n m a k h e d e f le n m iş t ir .
Kaynakça

BİRİNCİL KAYNAKLAR
1 9 > 3 . 1 t a k :y e 1* H a n k a v .. İs t a n b u l 1 9 9 3 (a)
K t T U X U K A D R O S U N E S E R İ ERİ
C e i ı î i H u > :ı* :x Söylev ve D em ekle*i,
b a y a :. Ç e l i l
JsFnın Kttu.zşu&Hir, 'ktuiata. k a d ir voi tik *ry»j«f-
Aiatutıı’fM itf *»-•>*. 7 d f p a f HeyaKnamelen. A n k a r a ,
maSaru T ü r k i y e U B a n k a * : Y a y ın la r ; , I s t a n b ıJ
19 6 -r
1 9 9 9 ’’i»î
A t a t ü r k , M u sta fa K e m a l. 1 9 8 9 , N rtfu * M i . I ı ' r k T a n k
H a ya t. C e la l ( > ! â t 5Avfev ve Demeçte* s S c^ k
K u r u m u . A n k a r a , 13 8 9 .
K ü m p ctY a'c^ n d atı fa : y i ev v e î > * * v ç ' e ; : , t a ı r
A U l i a k . M ü ş t a k K r ın a i. Atan»k<:* S*yie- \t Daneç 2 9 x > i 9 5 4 . T a r k ı v « î$ İ k n lu ıv . Y a y ın la n . İs t a n b u l,
îc t ; 0 <&). T e t ik T a r ih K u r u m u . A r . k m a . 1 9 8 9 1 9 9 9 {c)
A u y . r * V î t P afta F«y>s'. K e r v a is î I*«ap. ve Kaş, TJaym , < V . îû , C e ia i B ü t s ' T u SbyU* v e D r m r ç '.r .v ıfay
bcSmuj MaktJi'KVsi. H a k im iy e t : M i l l i y e M a tb a a s ı. Po-’th k a , Î 9 3 İ İ 9 3 5 lu r k t v !> B fiilk sıst, İs t a n b u l.
19 3 » 19 9 9 (£'.

A tav, F a l ıh R ıf k ı. Sizsltova ( \ m \ M u a f a n ; A k n : -- ı K - B a y a r , C e lâ l, > a » k R a p o r j, ( 1 9 3 6 t a r i h lî i m i m d e »


t a p h a p e s ı. 1 9 37 n n k t b a s iT . h F e n t o k ıa i T tt r ft îy e Y a y ın ı, A n k a r a ,
A ıa y , F a k h R :f * t , 2 > v ? -H ;iu k\ . R e r u r . K . u b e ' i , i n a n 2090
b u l. İ<î W R v k r - ı t . V* Fw ?t, A ia C u k RtttlJ*.. İs t a n b u l l' m v e r u t e
A tay. I ’a lı; ı R ıfa t, .V y »ı K a ^ u u n » ! ^ . Y a ı l > Y a y ın la - « . İ n k ı l i n t n s u ı u s u Y a y ı n l a r ı . İ s t a n b u l, 1 9 * 0
ı ı İs t a n b u l. 1 9 Y 3 . i K a y î ^ k Y a y u t k n ı 1 9 9 5 ;.

Ataş-, F a h ir R û k ı Ç a»itır\a, (7 D ü n y a Y a v r u la r :, ( U ? iialkrcitrpim j $ J . J Sent*t Eaahvri Rapt^-an f C -

İs t a n b u l 1 9 6 1 . £fi*öft*n, A n k a r a . 1 9 3 3

Alay F a l ı l ı R :f k „ B a t :} H ı k ı : . l> u n y a Y a y ın la r* . lu a . - ( iiPProtyurr.ı l iu * İ k s j m o ı 4 r .k a r a î9 V S


b u l. 196*3 C î İ T ifuJ*cv«V*. i 9.32 2 9 3 5 : 0 3 îîaliırv. O r * r n Y iS a » .

A tay. l \ : k l : R ıf a t , iacttç, ; k İ u k M s tb a a e J -.k . F U n b u l. ân Say,İ <] u f ı j i ı , A n k a r a 1 9 3Y


19 6 5 CHP H a lk e v i i C freneg. R e e e p C’l u s o ^ u B a ş u n e v :.
A la y V a l i l i R :l k „ A l **«>*<>:<;:* N ah U . A k Y a y ın la r ı. A n k a r a 1 9 3S

İs t a n b u l, 19 6 o C H ? i 93Q'cia H a lh n ien . R e t e p U n iN P jîu B » m c v ı .

A ta y . I a t b X ;ik :. Bayrak. B a k a M atbaa.*: İs t a n b u l. A n k a r a 19 3 0 .

19 7 0 ( y<f 2 1 ö J ( t fv > ;i I ıa ik r ^ ıîu * : 1 ° 3 7 * 9 îâ Y r.k a ^ a

F a y a r , C k lû i S u 27 ,\k t> ıs J * r « - J9 -J2

i; ( t a y îıa a ] « r e ; f a r r . la c , , f . ' m c Y a v ı r i a n . İs t a n ­ ( İ l i ? . lia iM e v ir n ı r }teiJc:*Uzta’ :n in Y W -fa.»«it- i V g ı k s -


b u l. 1 9 9 1 ( i , b a s k ıs ı 1 9 8 6 i î*n-i. lX ^ g » s M a tb a a s ı. A n k a r a 1 9 4 ‘-

H a ya t, t c D l , A t a t t ık CsA* p n $ ı« '» te fc - \!e- C H P . r .-v t î i n i e n A y > e ; ' ;^ A a n s


Undoiojtu i n c i İs m e t & > * & » £ > , I r k ı n Y a y r n t v ; !>- I u jİ v M a t b a a ı l ı k , A n k a r a 1 9 7 9
la n b ıt l 1 9 9 A i l b * k :s ı 19 7 5 ]
C î i l 3 A ig a n U 'e C i i P Yet*a; i î i ’c îr ^ c M , A j a n s - l u t k
H a y a t. C t v t i . C r i d î &tyw '*:n söylev vt1 ITemeyif*’*, i 9 7 0 M a tb a a c ılık » A n k ^ ıa 19 7 3
'O

13 O S t-A *s * i
MS
M* .y
£ t ■f i
■ 3 i.
-
Î2 2
M
ç* ••* ?■£
.y
k. £3 X- 3 § 5
S < 1. s.* * 5 >- £o « £
B r’' i i T ?i § 5
.1?
M
y »i — £ *-. |.| î *V
>1 f / t i-, sv îî<1 | <
I |l M-5
iV 5ü « ■£-S
II h *'î -
* ’*• •*
V ••
'»* rr. ? < ^ \i\îj *g jf
1 u: v jî s. fi o İ S -,î
>:
■V ~- t < St'. M' 5 p§ ü' İ« is â ?• V> ^ i-
w
•*. a. 1
ii? î< c 3 < , 'r(r
. :* 7 ^ 2:- >* J ■* 5
X _-
O II % ‘.2 V «
r & ,^.:i S* .T
| â î.l £ -2 4•' .5/; j: 2 £ a
■" ^ v !~ $ İ l ^ 9.
£* tv •3. r fi. U £ - -V ^
N Of fl •-
C
*-
î Lts üi •
U â >°î r. ■' ?>
Ş - ::^ 5c, 'S
iv w Uî «
S
H| ? ; § [ n 'X âl; fv. s^ »a.
2-~ 5 " « * - -s
ri j£ - *3 - 3 o . « ı: -< rg ^ !% ■
..»•r-
S •c<i '■ o'.'.. a i İS §; § I £ .ii y
* 2 3-8 t 2, e s Sg
ip ' i - =î r £ 8 1
y.% I' >• £
nX Mf 4 y « ş i? 2£ 3 >- »!> £ 3 ^
2o Sj l f > s ^ ^ 3 3 «
ys <
.«> .'i g u 5 ~ *' ►i. «î
■«
l ı .3 ■* s .? s r g-f t « C H :■- V- ~ vr5 n i .* ..î ^. g e
*-* ;S İr
; T! H Z ^ -
. <3 .: s v- - ^ ^
.-/ [J .. *"
sı- -i s»2- !3 r2> x2 •. **
’/’. ’jj S, S l ı S|
3t X -< **" c
Ü < •Vrı
jf -2 'ö S •J % >' ns -*
s a f i > > v/ i> ✓* .;£ 2 * î l . i
•» JK E. l* g a
s- >■
İS
<
w
<
&
< < < 1 1 •< .'İ

v. .y .— ’*
ft £ ^ .. •'' rj
•;; ■ £
-i r: .i 2
•8 2 / * S
5$ ^ M. .&J
C .* V w, K i ^ 8 5> i Sf ^ 45 ^ 7
3 ^ > l' i: fi x Y
.'•' o
l ^ ,ti . f AV ^ 2
L 2
-* ^
V,
|| tı vI S S’
;« a .y 3 l f II s .f İ•*$n
. *'-5 ^ -S i 11 | l « ** “S ■5 -i K r -3 ft
t
\
7i *3
s ■§
.s 1 i S
r ;■ 3
i n
'Â ü c-a •<
£ “» **
|1 5 | r? ‘I
>, V.
sr
«' Vj
,v5 3
3 •=
ıft r
'i a
n
... v •2 £ %
S.^ e s* S- X
0
1^ tr *
İ *£ s
« b
r './ *1 3 ir
rJ
bj *,:
'i-
* «: * 2 «^ J H •S iş S ||
â i rl S
- P
O
c~~i
I|
2 S
D ^ V
#*v t ‘w
^ t % . ■ 2* 3 ’-J K '^ 9. 7
-7 £ ^ h İS A .g l l || ■< “ sf X-3, S 4 *•1 .5^ K
gİ A ? ft s: r: :d ,<
A4j f
-w
«,
İl î>
ü •*
Ss -s â H ~ “İ ^ a I I SJ ^5 | ’ş- •T £
.y &
r »
\s
I JS
2 b* c*■C .' :' p. a % s o r'î ^ f“ 3 .2 .^ SJ 3 * r a S< i l
.y. ^ n, o
JSC .y. 7; S C -2 « u: ı - ı İ: U "; 3s â 1i ? g ■ n 3. 2
'i 1j 3 ?> i i %** Vs "k rf “ * 'X r C 2 “ n -i r..
2. %
'< .li '; o . < —
r v â_ ^P
t- Lİ Ss
V^ V^ ■"s>.i* 11/Î •- ■•" 3
w Jt « t fi ;; 9 5 .- ;: 3 ÎT-İ •' « c V»
/■ v
•*c <
Ç> P; ı| | s | ^ ■?. ’ft ■< •-
5 C ^
>; •* r- .•■ -^. ‘ ' ?! ,s .3 (3İ E X .
•i >1 •3 ^ • - <■’ .Z n * ^3 ■' ^
bi ^
.fi .-T
Ji ^ •x *i* 1 .8 J İ " <L- Ç
n
x- r f- t 1 f: ^
■<
s| t*
. «X •* o-
f: ^
3 1-
j. •’ İ < i 3 jf J
•>> fi*^
S H
i 3 " j: r; 2
v/ \/
k a y n a k ç a

A f a r a r k ç 'f l J ü k ( Ü ç ü n c ü K ita p ), G e n e lk u r m a y B a s ım e ­ B r a n d e n s te ıtı, W , " E t r il s k M e s e le s in in ş im d ik i D u r u ­


v i, A n k a r a , 1 9 8 3 , m u " . Jh in c i T ü r k T a r ih K o n g r e s i, İs t a n b u l, 2 0 - 2 5

A ts ız , N ih a l , M a k a le le r 3 , B a y s a n B a s ım v e Y a y ın , ts - E y lü l J 9 3 7 - K o n g r e n in Ç a !j$ m t d a n r K o n g r e y e S u ­

la n b u l, 19 9 2 . n u la n T e b liğ le r T ü r k T a r i h K u r u m u Y a y ın ı, İ s t a n ­

b u l, 1 9 4 3 ( 4 ) .
A v c ı, S a h il O i m a n , D i n l e d i d e r i m , Ö ğ r e n d ik le r im , S o y '
[e d ik le rim v e Y a p tık la r ın ı, İ s t a n b u l 1 9 9 9 . B r a n d e n s l e ı n , W , ' " L i m n i 'd e B u l u n a n K i t a b e . E t r ü s k -
k r i n A n a d o l u ’d a n N e ş e t E l l i k l e r i n e D a i r D i l B a k ı ­
A v c ı o ğ l u , D c i g a n . T t i r k l e r i n T a r i k i , 1 . c i l ı , T e k i n Ya--
m ı n d a n E n E h e n u r ı i y e ı l i D e l i l " . İ k i n c i T ü r k T â r ih
y ırd a n , İs ta n b u l, 1 9 7 8
K o n g r e s i. İs t a n b u l, 2 Ö - 2 5 Eylül 1937 . K o n g r e n in
A v c t o g l u , D o ğ a n , T ü r k iy e 'n i » D ü z e n i , 2 . c i l ı , T e k i n Y a ' Ç a lif m a J a n . K o n g r e y e S u n u la n T e b liğ le » ; T ü r k T a ­
y ıtıla r ı, İs ta n b u l, 1 9 8 4 . r ih K u r u m u Y a y ın ı, İ s t a n b u l, l 9 4 3 ( b ) .

A y d e m i r , Ş S ü r e y y a , I h t d a l i n M a n t ı ğ ı v e 2 7 M a y ı s flıtL - j B ü y ü k ] A t a m a n , M a c id e , ' ' Y a b a n c ı d a n T ü r k 'e


la li, İs ta n b u l, 1 9 7 3 . O lu r M u r . Ç o ru n d u . 4 5 ( l Ş u b a t 1 9 4 4 ) , 1 9 4 4 (a ).

A y d e m i r , Ş e v k e t S ü r e y y a , İ n k ı l a p ve K a d r o , R e m z i K i ­ (B ü y ü k ] A ta m a n , M a c id e , " Y a b a n c ı E ş in S e c iy e y e T e ­
t a b e t i, İ s t a n b u l, 1 9 9 0 ( 4 .b a s ım ). s ir i" . Ç o ru n d u , 4 6 ( 1 M a r t 19 4 4 ) , 1 9 4 4 ( b ) .

A y d e m ir , Ş e v k e t S ü r e y y a , S u y » A r a y a n A d a m , R e m z i C e l a l N u r i , T ı l ı k I » fe d a in , A h m e t K e m â l M a t b a a s ı , İ s ­
K ita b e y i, İs ta n b u l, 1 9 9 5 ( 9 . b a s ım ). ta n b u l. 1 9 2 6 ,

A y d e m i r , T a l a t , T u la t A y d e m i r i m H a t ı r a t a n , K i t a p ç ı l ı k Ç a m b e l, H a şa n C e m il, “ E g e M e d e n iy e tin in M e n ş e in e
T ic .L ıd .Ş t i, Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 9 6 8 , U m u m î B i r B a k ı ş 1’ , B r r i n e i T ü r k Id r ik K o n g r e s i,

A y k u t , Ş e r e f ( E d i m e S a y l a v ı ) , K ffm a liz m , C .H .P a r t is i K o n fe r a n s la r, M ü z a r e lr e Z a b ı t la r ı , M a t b a a c ı lı k ve

P r o g r a m lım ı İ z a h ı, M u a llim A lım c ı I l a lit K ita p N c ş r iy e t T .A -Ş -, İ s t a n b u l, 1 9 3 2 .

E v i, İ s t a n b u l, 1 9 3 6 . Ç e ç e n , A n ı l , K e m a l t*™ v e Y en i D ü n y a D ü ^ c r tf, A D D

B a lu r , M u its in , A n ıla r ve G a r a b e t , M illiy e l Y a y ın la n . Y a y ın ı,, A n k a r a , (ta r ih s iz ),

Is la n b u l, 1 9 8 5 . Ç ı g , M u a z z e z i l m i y e , ''A t a t ü r k v e T ü r k i y e ' d e Ç i v i y a -

B a ş g il , A li F u a t , D in ve L a ik lik , İ s t a n b u l, 1 9 8 5 (İlk z t l a r t B i l i m i n i n B a ş l a m a s ı " , t/ J c e s lo r a r o s ı i , f l i t i t o -

b ask ı 1 9 5 4 ). l o ji K o n g re m i B ild i r ile r i (İ9 -2 İ Tem m uz 1 9 9 0 ),


U lu s la r a r a s ı Ç o r u m H it i t F e s t iv a li K o m i t e s i Y a y ı­
B a u r , E r v i n , B i o l o j i J^ eg ı A l t ı n d a K ü l t ü r 5 a k i b i M iN e f lr -
n ı, Ç o ru m , 1 9 9 0 ,
r in İ n k ır a z la r ı ( ç c v . E , l la y r i Ü s lG n d a g ), İz m ir ,
M a r ife t M a lb a a s ı, İz m ir , 1 9 4 3 , D a r e n d d i o ğ l u . I l h a n , T ü r k i y e 'd e M i l l i y e t ç i l i k H a r e k e t ­
le r i, T o k e r Y a y m la n , İs ta n b u l, 1 9 6 8 .
B a y a r , T u r g u t , J - a T ü r k i y e l f B a n k a s ı e î I ' i e o n o m i e d e İrt
T u n ju i e , I m p r i m e r i c n o u v e l l e C h . C o r b a z , M o n t - D i l â ç a r , A g o p , “A l p ı n İ r k . T ü r k E u ı i s i , v e H a t a y Hal­
reu x, 1 9 3 9 . k ı" , C H P K o n / c r e n s ta n S e r is i, K ita p 1 9 , 1 9 4 0 .

B e k a ta , H ıfz ı O ğ u z , V a ta n ım ız , H ılr V a ta n d a ş la r ın D u ru , K a s ım N a m ı , K e m a l i s t R e ji m d e Ö ğ r e t i rn v c E ğ i ­

D iy a n O la r a k K a l a c a k t ır " , Ç ığ ır , c ilt, 1 3 s a y ı; 2 7 , tim , K a n a a t K t t a b c v i, İ s t a n b u l , 1 9 3 0 .

1943. D ıl m e r , T a r ık T . , T ü r k iy e F a r i k a s ı : L a £ a n q ı r e d ’A f f a -

B e k a t a , H ılz ı O ğ u z , B ir in c i C u m h u r iy e t B it e r k e n , Ç ığ ır ir e s d e T m t f ı u e 5 , A . e t S o n R o l e p C ö n u p n jg u e e n T u r -

Y a y ın la n , A n k a r a , 1 9 6 0 , {[ü ıe , lm p r i m e r i e N o u v e ll e , L o z a n , 1 9 3 3 ,

B c k a t a , H ıf z ı O ğ u z , D a ğ la r ı n A r d ı. K u r t u l u ş Y a y ı n l a n , E c e v it , B ü le n t , O rta n ın S a [u , T e k in Y a y ın e v i, İs t a n b u l,

A tık a r a , 1 9 6 5 . 1 9 7 5 (ilk b a s k ı, 1 9 6 8 )

B e k a t a , H t f z ı O ğ u z , T ü r k iy e 'n i n B u g ü n k ü G d r u n ü ş ü , E c e v it, B ü le n t , A ta tü r k v e D e v r im c ilik , T e k in Y a y ın e v i,

Ç ığ ır Y a y ın la n , A n k a r a , L 9 6 9 . A n k a ra , 1 9 7 6 {ilk b a s k ı: 1 9 7 0 )

B e le n , F a h r i, O rd ıı v e P o l it ik a , B a k ış M a t b a a s ı, İstan­ E c e v i t , B ü l e n t , P e r d e y i K a ld ı r ıy o r u m , y a y ın e v i b e lli

bul, 1971. d e ğ il, A n k a r a , 1 9 7 2 .

B c r k e s , N iy a z i, U n u tu la n Y ılla r , İ l e t iş i m Y a y ın la n , İs­ E c e v i t , B ü l e n t , T o p iıır rt, 5 i y « r t , Y ö n e t i m , A j a n s - T û r k


ta n b u l, 1 9 9 7 , M a tb a a c ılık , A n k a r a , ta r ih s iz .

I k y a l i ı , Y a h y a K e m a l, E d e b iy a ta D a ir , İ s t a n b u l F e t ih E c e v it, B ü le n t , U m u t Y d l 1 9 7 7 , A ja n s - T ü r k M a t b a a c ı­
C e m iy e ti, İ s t a n b u l, 1 9 8 4 . lık , A n k a ra , 1 9 7 7 .

B e y a llı, Y a h y a K e m a l, S iy a s i ve E d e b i P o rtre le r, İ s t a n ­ E c e v i t , B ü l e n t , D e ğ i ş e n D ü n y a v c T i l k i y e , D S I^ A n k a ­

b u l F e t ih C e m iy e ti, İs ta n b u l, 1 9 0 6 , ra, 1 9 9 6 .

B e z ir c i, A s ım , 2 . Y en i O la y ı , T e l Y a y ı n l a n , L s la n b u l, E m r e , A h m e d C e v a d , İ k t i s a t t a İ n f e d â b : J s t i h l d k T kav rtu
• 1974. Ş ir k e tle r i, M ^ lb a a -l Ş e m s ( İ b r a h im F lilm i K ita b e -

v i) , İs ta n b u l, 1 3 2 9 [ 1 9 1 2 ] ,
B i l g e , N a l a n , T ü r k iy e 'd e B e d e n E ğ it im i ö ğ r e t m e n in in
Y e tiş tir ilm e s i, K ilk e n : B a k a n l ığ ı Y a y u v la n K ü lt ü r E n g l i n , A r t t ı ., U l u i a l E ğ i t i m v e A ta t A r f e ç ü ltil ı, A t a t ü r k ­
E s e r le r i D iz is i 1 3 7 , A n k a r a , 1 9 8 5 , ç ü lü k K ü lt ü r Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 7 0 .

B i l g i ç , S a d e n i n , D i; S a d e t t i n B ı l g i ç ' i n H a f ı r a J a n , B o ğ a ­ E n g i n , A n n , K u r a n 'd a A t a t ü r k ç ü t ü h v c K ız ıl E lm a ,

z iç i Y a y ın la t ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 8 , A ta tü r k ç ü lü k K ü ltü r Y a y ın la n , îs ta n b u l, 1 9 7 1 (a )
K A Y N A K Ç A

E n g in , A n n , U m u n u , E tr ü s fı T ftr h le ri ve A v ru p a D ü ­ G ö k a l p , Z i y a , T û r h M e d e n i y e t T a r i h i { y a y ı n a h a z , 1.
ş ü n c e si ve K flk flr T a r ilıif A ta t ü r k ç ü lü k K ü ltü r Y a ­ A k a v e K . Y. K o p r a t n a n ) , K ü ltü r B a k a n lığ ı Y a y ın ­
y ın la n , İs ta n b u l. \ 9 7 \ {b ) . la n , A n k a ra , 1 9 7 6 ,

E n g in . A n n , K o t a d i s ? , A ta t ü r k ç ü lü k K ü ltü r Y a y ın la ­ G ö k a l p , 2 i y a , M a k a l e l e r 1X < K ü l t ü r B a k a n l ı ^ Y a y ı n l a ­
r ı, İ s t a n b u l, 1 9 7 2 < a ) r ı. İs ta n b u l, 1 9 8 0 .

E n g i n . A r n ı , A J ü t a r h ç ü h iı h B i l d i r i s i , A t a t ü r k ç ü l ü k K ü l ­ G ö k a lp , Z iy a , M a rs v e M e d e n iy e t, T o k t r Y a y ı n l a n , 1 s-
tü r Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 9 7 2 ( b ) , ta n h u l, 1 9 9 5 .

E n g i n , M . S a f f e t , “ T ü r k i n k ı l a b ı n ı n K a r a k t e r l e r i " , Y e­ G ü n a lta y , Ş e m s e tt in v e T a n k u t , I I . R . , D il v e T a r ih
n i 7 'ü r i î M e c m u a s ı , cLU l s a y ı : ö , 1 9 3 3 . T e z le rin » iz Ü z e r in e G e r e k li R a z ı İ z a h la r ; . T ü r k D il
K u r u m u Y a y ın la r ı. İ s t a n b u l, 1 9 3 8 .
E n g i n , M - S a fF e l, K e m a lle r » in k ıla b ın ın P r e n s ip le r i, ( 2
C ilt ) , C u m h u r iy e t M a ıb a a s t. İs ta n b u l, 1 9 3 6 . G û v c n t û r k , F a r u k , G e r ç e k K e m a liz ? » , O k a l Y a y ın la n ,

İs ta n b u l, 1 9 6 4 ,
E n g in , M . S a ffc ı, " E i i v e G r e k D in i 5 is t e t n lc n n m M u ­
k a y e s e s i " , /Erinci T ltrip T â r i h K i m g r e s i, 2 0 - 2 5 E y lü l H a b i l A d e m , I n k ı lo f c Z i h n î y d i : M u s to / a K e m a l l e r i n K i ­
J P 3 7 . K e n a n M a ıb a a s t, İs ta n b u l. 1 9 4 3 . ta b ı, O b a n K ü tü p h a n e s i. İs ta n b u l, 1 9 2 5 .

E n g i n , M , S a f f e E , A r o m r f t ç a l ü k l c D in Vc D it, A t a t ü r k ­ l l a l i k a m a s B a l ı k ç ı s ı , H e y K o c a Y u r t, B ilg i Y a y ın e v i,
ç ü lü k K ü ltü r Y a y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 5 5 , A n kara, 1 9 9 4 .

E n g in . A n n , S ıta r e r T ü r h le r i, A ta t ü r k ç ü lü k K ü ltü r Y a­ J t a l i k a m a * B a l ı k ç ı s ı , A r jlp e l, B ilg i Y a y ın e v i, A n k a r a ,


y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 6 8 . 1995.

E r iıa t, A z r a , M e h ta p la rıy la H a lih a m o s B a lık ç ıs ı, A d a m I a c o p i , G . , " E t r û s k M e s e l e s i v e B u n u n ş a r k t a k i V a z i­


Y a y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 7 9 . y e t i " , i J r i n c i 'T ı i r f c T a r ih K o n g r e s i, İs t a n b u l, 2 0 - 2 5
E y lü l 1 9 3 7 , K o n g r e n in Ç a l i f m a l a n , K o n g r e y e S u ­
E r h a t, A z r a , M a v i Y o lc u lu k , İ n k ı l a p Y a y ın e v i, İ s t a n b u l ,
n u la n T ^ tU g lc r , T ü r k T a r i h K u y u m u Y a y ın » , İ s t a n ­
1997.
b u l, 1 9 4 3 .
E r k a n lı, O r h a n , A n ıla r ^ o r u n la r S o r u m lu la r , B a h a
İ r m a k , , W i , V e r a s e t in B i y o l o j i s i , A n k a r a H a l k e v i K o n -
M a tb a a s ı, İs ta n b u l, 1 9 7 2 .
F e r a n s la n , S e ri 1 K ita p 1, C u m h u r iy e t H a lk P a r tis i
E r te m . S a d r i. f i k i r ve S a r ıs i, S e m ih L û tfi K ita b e y i, İs ­
Y a y ın ı, A n k a r a , 1 9 3 8 ,
ta n b u l, 1 9 3 9 .
I r m a k , S a ç lı, “A lm a n S p o r T e ş k ilâ tı Ü z e r in e B i r T e t­
E s e n d a l, M e ıııd u lı Ş e v k e t , K ız ım a M e k tu p la r , B ilg i Y a­
k ik " , C H P K o n fe ra n s la rı S e r is i, K ita p 7, R ecep
y ın e v i, 2 0 0 1 -
U lu s o g lu B a s ım e v i, A n k a r a , 1 9 3 9 ,
E v r e n K e n a n , K e n e m E v r e n 't n A n ı l a r ı , ( 4 d i t ) , M illi­
i ğ d e m i r , L ’ l u g ( y a y . h a z , ) , S i v a s K o p p g re s i T u t a n a k l a r ı ,
y e t Y a y ın la n . İs ta n b u l, 1 9 9 0 - 1 9 9 1 .
T ü r k T a r ih K u ru m u , A n k a r a , 1 9 6 9 ,
E y u b o g t u , S a b a h a t t in , M a v i ve K a p a , Ç a ğ d a ş Y a y ın la ­
t g d e m i r . U l u g , Y ı l l a r ı n I c in d c T i, A n k a r a , 1 9 7 6 .
r ı , İ s t a n b u l , 1 9 9 4 ( Ç a n Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l . L 9 7 3 ') ,
İ k i n c i T ü r k T a r ih K o n g re s i, İs t a n b u l, 2 0 - 2 5 E y lıtl J 9 3 7 ,
F c y z io g l u , T u r h a n , M iJİe l Y a k ın d a , D e r g â h Y a y ın la r ı,
K o n g r e n in Ç a lın m a la r ı, K o n g r e y e S u n u la n T e b liğ le r.
İs ta n b u l, 1 9 7 5 .
T ü r k T a r ih K u r u m u Y a y ın ı, İs t a n b u l, 1 9 3 7 .
F e y z i o ğ lu , T u r h a n , A r a tılr h v e M il liy e t ç i lik , A ta t ü r k
İle r i, S u b h i N u r i, K o o p e r a t if ti tik , S ü h u lc t K ü t ü p h a n c -
A r a ş tırm a M e r k e z i, A n k a r a , 1 9 6 7 .
s i, İs ta n b u l, 1 9 3 1 .
F ın d ık n g lu , Z ly a e t tin F , " K ü lt ü r B u h r a n ı” . B e lg c fc r Jc
İ l e r i , R a s t l ı N u r i , A t a t ü r k v e K n r n & n iz r n , A n a d o l u Y a ­
T ü r k T a r ih i D in g is i, s a y ı : 1 , 1 9 9 5 ,
y ın la n , İs ta n b u l, Î 9 7 0 .
G e r t z i l o n , P a u l , M u s ta / a K e m a l v c l/ y a n a n D o £ u , A n ­
İ l h a n , S u a t, J e o p o litik D u y a r lılık , T ü r k T a r ih K u r u m a
k ara, 1 9 9 3 .
Y a j'i n t a n , A n k a r a , 1 9 8 9 ,
G o l o ğ l u , M a h m u t . E r z u r u m K o n g r e s i, G o l o g l u Y a y ın ­
I l h a n , S u a t , A v r u p a B i r l i ğ i ' n e .N e d e » H a y ı r ? , Ö t ü k e n
la n , A n k a r?- 1 9 0 9 .
Y a y ın la n , İs ta n b u l, 2 0 0 0 .
G o l o ğ l u , M a h m u l , S iv a s K o n g r e s i, G o l o g l u Y a y ı n l a n .
K a n s u , M a a h a r M ü f i t , E r z u r u m 'd a n ö l ü m ü n e K a d a r
A n k ara, 1 9 6 9 .
A t a t ü r k 'l e B e r a b e r ( 2 C i l t ) , T ü r k T a r ih K u ru m u
G o lo g lu , M a h m u l, T ek P a r tili C u m h u r iy e t ( 1 9 3 1 - B a s ım e v i, A n k a r a , 1 9 0 6 .
1 9 3 6 ) , G o lo g lu Y a y ın la n , A n k a r a , 1 9 7 4 .
K a n s u , N â f i A t ı f , " Y e n i F a k ü l t e m i z " , Ü lk ü , S a y ı : 6 / 3 6 ,
G ö k a l p , Z i y a , uH a r s i l e M e d e n i y e t i n M ü n â s e b e t l e r i " , A n kara, 1 9 3 6 ,
Y en i M e c m ıt a , 3 7 6 1 , 1 9 1 9 ,
K a n s u , Ş e v k e t A z i z , T ü r k A n t r o p o l o ji E n s t i t ü s ü T a r i h ­
G ö k a lp , Z iy a . " A i le A h l a k ı, A s r i A ile v e M il lî A ile " , ç e s i , M a n r iF M a t b a a s ı , İ s t a n b u l , 1 9 4 0 ,
Y en i M e c m u a . 1 / 2 0 , 1 9 1 7 .
K a n s u , Ş e v k e t A z iz , “ D il v e T a r i h C o ğ r a f y a F a k ü l t e s i ­
G û k a lp , Z iy a , " B i r K a v m in T e t k ik in d e T â k ip O lu n a ­ n i n A ç ı l ı s ı i l e i l g i l i B i r A n ı 11, C u m h u r E y e î m 5 0 , Y ı l ­
c a k T Jsü Y *, M ilît T e ie b b u la r M e c m u a s ı, 1 / 2 ,1 9 1 5 . d ö n ü m ü A n m a K ita b ı, A ,Ü , D il v e T a r ih - C o ^ a f y a

G ö k a l p , Z i y a , T ü r k ç ü lü ğ ü n E s a s l a r ı , ( y a y h a z , M e h m e t F a k ü l t e s i Y a y ım , A n k a r a , 1 9 7 4 .

K a p l a n ) , K ü ltü r B a k a n lığ ı Y a y ın la n , İ s t a n b u l. 1 9 7 6 . K a n s u , Ş e v k e t A z i z . ‘A t a t ü r k v e C u m h u r iy e t D o n e -
k a y n a k ç a

m in d e T ü r k A n t r o p o l o ji s i " , A ta t ü r lıK a n / e r c m s la n R e ş it G a lip , " T ü r k İr k v c M e d e n iy e ! T a r ih in e U m u m i

V III, 1 5 7 5 - 1 9 7 e , T t ır k T a r ih K u ru m u Y a y ın la n , b i r B a k ı f 1' . B i l i n c i T ü r k T iıriJ] K o n g r e s i K o n f e r a n s ^

A n kara, 1 9 8 3 . la r M ü z a k e r e Z a h t l a n , T .C . M a a r if V e k a le t i, A n ­

k ara, 1 9 3 2 .
K a r a k u r t, E s a t M a h m u l, A n k a ra Ekspresi, in k ılâ p v e
A k a Y a y ın la n , 1 9 8 1 , S a f a , P e y a m i, D o g ıı-B a h S e n te z i, Y a ğ m u r Y a y ın la r ı, İs­
ta n b u l, 1 9 6 3 .
K i k » , C o ş k u n , C H P S o a y d i& t B ir P o r li n u d u ^ B a l k a -

n o ğ lu M a tb a a s ı, A n k a r a , 1 9 6 7 . S a f a , F e y z in i. T û rb in k ılâ b ın a B a k ı l a r , Ö t û k e n Y a y ın ­

la r ı, U la n b u l, 1 9 9 0 ( 1 9 9 3 ) (ilk b a k ı s ı 1 9 3 6 ) .
K ış la lı, A h m e t T a n e r , K e m a liz m , L a ih lik v e D e r M k n ı-

s k I c a g p K i t a b e v i , A n k a r a ., 1 9 9 4 . S a it H a lim P a ş a . B u / ırfl u l a r ı m ı z , T e r c ü m a n 1001 Te­

m e l E s e r Y a y ın la n , I s ia tıb u l, T a r ih s iz .
K ış la lı, A lim e t T a n e r , B en D e m o k r a t D e lilim , im g e K i-

ta b e v l, A n k a r a , J 9 9 9 . S a v a ş , V u r a l , fr ıiC d i v e B û l ü r ü l û g c K a r ş ı M i l i t a n D e­

m o k r a s i, B ilg i Y a y ın e v i, A n k a r a , 2 0 0 0 .
Kûniı'ıV rtiziV jlc M ü c a d e l e ( ! i ( K i t a b ı ) , G e rıc A V .u rv r ıa y W

v ın la n , A n k a ra , 1 9 6 6 , S a y l a n . T ü r k a n . C t ı m l r u r î y e f 'i r t B i r e y i O l m a k , C u n ı h u -
r iy c i K ita p la r ı, İs ta n b u l, 1 9 9 8 .
K o ı a n o ğ l u , A p i u l l ü h Z i y a , K 'ı ^ t h u ğ , A t l a s K i t a p e v i ,

m ı. S r U / ı k , U b ,a u f A ğ l a m a k v e G ü l m e k , Ç a ğ d a ş Y a .y w l a c ı ,

İs ta n b u l, 1 9 9 4 ,
M u m c u , U j^ u .r s f 2 E y l ü l A d a l e t i, u m : * g Y a y ın la r ı,

614 1997, S e lç u k , Ilh a n , h k e le S a n c a k , Ç a ğ d a ş Y a y ın la n , İs ta n ­

b u l, L 9 9 6 ,
M u m c u , U ğ u r , K ü r t D o s y a s ı, y m ;a g Y a y ın la r ı, 1 9 9 $ .

S e l ç u k , I l h a n , Jc r p o n G ü l ü , Ç a ğ d a ş Y a y ı n l a r ı , İ s t a n b u l ,
M u m c u . U ğ u r , R a b ıta , u m :a g Y a y ın la r ı, 1 9 9 8 .
1997.
M u m c u , U ğ u r , S a ln tu r a ir P iy a d e , u ım a g Y a y ın la n ,
S e l t ü k , U Y ıa fı, Z iv e r b e j? K ö ş k ü , Ç a ğ d a ş Y a k ı d a n , İ s ­
1996.
ta n b u l, 1 9 9 7 ,
N a d i, N a d ir , B e n A t a t ü r k ç ü D e ğ ilim , Ç a ğ d a ş Y a y ın la ­
S e r t e ! S a b i t i n , K c m ıa n G i b i , B e l g e Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l ,
r ı, 1 9 9 6 .
1967-
Ü s t e n , 1-1. H . v o t ı d e r , “ A n a d o l u d a M i l a ı i a n Ü nce
S e r tç i Z c k e r ly a , H a n r ie u M k tn m , G flz lc m Y a y ın la r ı. ts -
C ç ü n c ; ü B i n y ı l ’ : , J J î i ı t d T a r h T â r i h K o n g r e s i , Is t u ı ı -
la n b u l, 1 9 7 7 ,
b u l, 2 0 - 2 5 E y lü l 1 9 3 7 , K o n g r e n in Ç a lın m a la r ı,
K o n g re y e S u n u la n T e b liğ le r , T t u k T a r ih K u n ıfir o S ü m e r , T î u r u l b h E s a t , M u a s ır Ih tis a t N is a m ı, A n k a r a ,

Y a y ım , İs ta n b u l, i 9 4 3 , 1945.

Ö 2 b e k , S a i t E m i n . İ n 5 û T n c r b ıitt b c l J ’in d u s îr t a fıi.îc ıfio n S u r e y a , C e m a l . T o p lu Y a z ı l a r I, Y a p ı K r e d i Y a y ı n l a n ,

d e k t 'lu r ^ ı r i r s o ı ı s lo R e p i b h ^ n e Y m p T i r c ı e i 'i e d o $ a - Iv u m frd , 2 0 0 0 .

3ut P u b lic , L y o n , 1 9 3 0 .
T a n p ı n a r , A b in e t i l a m d ı , Y a ş a d ı ğ ı m G ib i, D e r g a h Y a­

Ö z t ü r k , H a l i l N i m e t u l l a h . '‘i n k ı l a b ı n F e l s e f e s i - 1 , O s - y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 9 6 .
r r ,a r ık C e v k i^ y e iitıd e r t T ü r k C e m iy e tin e
T a n y o ), C a h il, "D û n v c B u g ü n İ r t ic â - l n k ilâ p ', T ü r k
M illi M e c m u a , c ilt 7 , n o , 8 0 . 1 9 2 7 ,
O iL jö M c c s l, S a v ı 5 . 1 9 5 9 .
Ö z t u r k , H a l i l N i m e t u l l a h , " İ n k ı l a b a D a i r " , T f i r k Y undu,
T a n y o l, C a h it , “O r d u - G c n ç l ik v e Ü n iv e r s it e " , C u m h u ­
c ilt 5 , n o , 3 1 ,1 9 2 7 .
r iy e t, 2 5 H a z ir a n 7 9 6 0 .

Ü z c û r k , H a lil N u n e iü lla h , H a lk ç ılık v c Ç u m lıtır iy c fç t'


T a n y o l. C a lıiı, “ G e r ç e k ç i v e O s m a n lı M u s ta fa K e­
Jik v c T ü r k H a lk ç ılığ ı ve C u ın k u r iy e d , O r h a n iy c
lim ]", Y ö n , S a y ı 4 7 . 1 9 6 2 ( a ) .
M a t b a a s ı , l $ t a u b ı j] „ 1 9 3 0 .
T a n y e r i, C a h i t , " A i a t ü r k I l k c l c r C , C u m l ı u r i y r I , 1 0 K a ­
Öz tü r k ü lü N l m e i u l l a k , “'H a lil N ü n e t u ll a h B e y in
s ım 1 9 6 2 (b ),
K o n u ş m a s ı ', B i r i n c i T ü r k T a n Jı K o n g r e s i, K o n f e ­
T a ıiy o l, C a h it , " T e h lik e Ç a n ı U l, Ç ı k a r Y o l N iç in S o s ­
ra n s la r. M ü n o k ö îfllo r . M a tb a a c ılık ve N e ş r iy a t
y a liz m ? ", Y ü n , $ a y ı ) 2 4 , 1 9 6 5 { a ) .
T ü r k A n o n im Ş ir k e t i, İs ta n b u l, 1 9 3 2 .
T a ı i y o l . C a h i l , “T e h l i k e Ç a n ı ! Y Ç ık a r Y o] N iç in S o s -
Ö z t ü r k , F İ «il i l N i m e t u l l a h , “ M i l l i O n u r ' 1, Y e n i T ü r k
y a İE z m ? ” , Y 6 r t,S a y ı 1 2 9 , 1 9 6 5 ( b ) ,
M e c m u a s ı, s a y ı 8B, 1940.

T a n y o l, C a h it , “T e h lik e Ç a m y ]ş la m ın C e n n e ti S o s ­
Û z t ü r k , H a l i l N i m e t u l l a h , D i l d e O i i n a n l ı c f l d t m 7YdrJdı,v-
y a l i z m d i r ” , Y d ıı, S a y ı 1 3 0 , 1 9 6 5 ( 0 ,
y e , M a r ife t B a s ım e v i, İs ta n b u l, 1 9 4 4 .
T a n y o l, C a h i t , “T ü r k i y e 'd e M ü l k i y e t Y a p ıs ı v e S o s y a ­
Û z tü r k .H a lU N ü u c w l la .b ,f T A r M e ç tıte k , E ja y ık k ^ m o k ,
liz m i Z o r u n lu K ıla n N e d e n l e r " . YO n, S a y ı 134,
Ç a ğ d a ş la n m a k , M , S ır a la r M a tb a a s ı, İs ta n b u l,
1 9 6 3 (d ).
1953.
T a n y o l, C a h it, "G ö r ü n m e y e n İş g a l", T in , S a y ı 172,
p t u a r d , E u g : n o s ‘' N e o l i t i k D e v i r d e K ü ç ü k A s y a i l e A v ­
1966,
r u p a A r a s ın d a A n t r o p o l o ji k M ü n a s e b e t l e r " , îh iıic i

T ü rk ib r ik K o n g r e s i, fs lu r ıb u J, 2 0 - 2 5 E y lü l 1 9 3 7 , T a n y o l , C a h i t . S ö i y o l o ; i f r A ç ı d a n D i a A /tldlk U i b l i h v e

K o n g r e n i n Ç d jp n N J İ u r j, K o n g r e y e S ı ı n u l a n 'ie M r g te r , P o litik a ( f e r i n e D iy a lo g la r , O k a t Y a y ın e v i, ls i a n -

T ü r k T a r ilı K u r u m u Y a y ım , İ s t a n b u l, 1 9 4 3 . b u l, 1 9 7 0 ,
K A Y N A K Ç A

T a n y o l , C a h i l , A t a t ü r k vü H a l k ç ı l ı k , T ü r k i y e î ş B a r k a - T u r a n , Ş e r a f e l l i n , A ta J û r k v e U lu s a l D ıi. T D K Y a y ın la ­
sı K ü lt ü r Y a y ın la r ı, A n k a r a , 1 9 8 1 . r ı, 1 9 B İ .

T a n y o l, C a h i t . Ç a n k a y a D r a m ı, A h i n K ita p la r , İ s t a n ­ T u r h a n , M ü m t a z , A la f ü r k M e l e r i v e K a lk ın m a , Ş e h ir

b u l. 1 9 9 0 . M a tb a a s ı, İs ta n b u l. IQ 6 5 ( 1 9 B 0 b a s k ıs ı Y a ğ m u r
Y a y ın e v i).
T a n y o l . C a h i l , 7 'ı i r i t l e r i l e K d r t l e r , E r a Y a y ı n c ı l ı k , Is -
ta ııb u l. 1 9 9 3 . T ü rk T a r ih i T e t k ik C e m i y d i ( T ü r k T a r ih K u r u m u )

(T IT C ), T a r ih 2 , O r ic r z a m a ııla r , M a a r i f V e k a le t i,
T a n y o l, C a h il, L a ik lik v c fr £ i« ı. A lu n K ita p la r , İ s t a n ­
İs ta n b u l, 1 9 3 1 ,
b u l, 1 9 9 4 .
T ü r k T a r ih i T e t k ik C e m iy e ti ( T ü r k T a r ih K u ru m u )
T a n v o l, C a h it , Ş c h o p t n h a u c r 'd a A h la k F e ls e f e s i, G e n -
( T T T C ) , T a r ifi 4 , T ü r k i y e C d m l m r i y e t l . M a a r i f V o ­
d a ş , İs ta n b u l, 1 9 9 8 .
k a l d i . İs ta n b u l. 1 9 3 4 .
T a n y o l, C a h il, ‘ H a y ın liğ in B ö y lc s i” , C a m h itr iy c î, 1 5
U İ n i l t i m pusa 1, H i t i t o l o j i K o n g r e s i B i l d i r i l e r i ( J 9 - 2 İ
Majis 1999.
T e in im i* 1 9 9 0 ) , .U lu s la r a r a s ı Ç o r u m H itit F e s t iv a li
T a rca n , â d im S i m , B u g ü n k ü A lm a n y a , M a a r if V e k a le ­
K o m ite s i Y a y u n , C o ru m , 1 9 9Û .
ti. İs ta n b u l, 1 9 3 0 -
D u a y d ı n , R u ş e n E . . A ta t ü r k , T a r ik v c D if K u m r u f a n ,
T a r e a u , S e lim S ır r ı, G a r p la H a y a t, M a a r if V e k a le t i, İs ­
H u itr a fa r , T ü r k T a r ih K u r u m u , A n k a r a , 1 9 5 4 .
ta n b u l, 1 9 2 9 ,
Y a lm a n , A h m e t E m i n , G e r ç e k le ş e n R û y r t, h l a n b u l ,
T b n g ı ı ç , 1. H a k k ı , , C a n l a n d ı r ı l a c a k K f l y , R e m z i K i t a -
1938.
b e v i, İs ta n b u l, 1 9 4 -7 .
Y a l m a n , A h m e t E m i n , Y n fcın T a n / ı r c G ö r d ü k l e r i m ve
T u r a n , O s m a n , T ü r k i y e 'd e A f a n e v i B u h r a n D i » v e L a i k ­
G c ç i^ ik Je r ir » (y a y . h a z , E r o l Ş a d i E r d in ç ) ,, P c r a
lik , İ s t a n b u l, 1 9 9 3 .
T u r iz m v e T ic a r e t, I s m n b u l. 1 9 9 7 .

İKİNCİL KAYNAKLAR

A c a r -, F e r i d e , ‘ T ü r k i y e Ü n i v e r s i t e l e r i n d e K a d ı n Ö ğ r e ­ A y d a , A d ile , L c s E (r tu q u e s c i a i m î - i l s d e ş T u r t a ? P a r is ,
t i m Ü y e l e r i 11, 7 5 Y ı l d a K a d ı n l a r v c E r k e k l e r i ç i n d e , 1971,
d e r . A y ş e B e r k t o y H a n t n i r z a o g l u , T a r i h V a k f ı Y a­
A y d a , A d i l e , L e s E lr a M f u c s lü fa ie rıi d e s T u r c s ( P r r a v c s ) ,
y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 9 8 .
A n kara, 1 9 0 5 .

A g a o g l n , S a n t e t , D e m o k r a t P a r t i 'n i n D o ğ u ş v e Y ü k s e l i ş
A y d e m ir , Ş e v k e t S ü r e y y a İk in d A d a r » , ,3 c i l t , R e m z i
S e b e p le r i, B a h a M a t b a a s ı, İ s t a n b u l, 1 9 7 2 ,
K ıtu b c v i, İ s t a n b u l, 1 9 6 8 .

A h m a d , F c to z , f lt ıh a tç ılık tıo ı K e m a li * m e . ç e v : F iilm a -


A y d e m i r , Ş e v k e t S ü r e y y a , M e n d e r e s 'i n D r a m ı , R e m z i
g ü l B e r k l^ y , K a y n a k Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l , 1 9 8 5 .
K ila b c v i Y a y ın la n . İs ta n b u l, 1 9 6 9 ,
A h m a d , F e r o z , T lle M n k in g o / M o d e r n T ır k c y . R o u l-
A y d e m ir , Ş e v k e t S ü r e y y a , T e k A d a m , ( 3 c ilt), R em zi
! e tiğ e , L o n d r a , 1993 ( T ü r k ç e s i : M tid e m T ü r k i­
K ita b e v i. İs ta n b u l, 1 9 9 2 ,
y e 'n in O lu ş u m u , S a r m a l Y a y ın la r ı, 1 9 9 5 ) .
A y v a z o g l u , B e ş i r , H itam H s te t ig i v c k ı s m ı , Ç a ğ Y a y ı n l a ­
A k s o y , M u a m m e r , S o t y d liît E n t e r a a s y o n a l v e C H P , 't e ­
r ı, İs ta n b u l, 1 9 8 9 .
k in Y a y ın e v i, İ s t a n b u l, 1 9 7 7 .
B a y k a n , A y ş e g ü l v c Ö tC ış -B a s k e tt, B e lm a ( d e r le y e n ­
A k ş in , S in a ( d e r ) , T ü r k iy e T a r ih i 4 , Ç a ğ d a ş T ü r k iy e
l e r ) , N e ^ t lı c M u h i t t i n v e T ü r k K a d ı m , i l e t i ş i m Y a ­
T a r ik i. 1908-1980. C e m Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l. 1 9 8 9 .
la n l a n , İs ta n b u l. 1 9 9 9 .

A k ^ ln , S i t ı a , T ü r k iy e 'n i n Ö n ü n d e ü ç M o d e f, T e l e s Y a ­
B e li a r . B ü ş r a E r s a n lı, Jk b d o r v c T â r ik , A fa Y a y ın la n ,
y ın la r ı, İs ta n b u l, 1 9 9 7 .
İs ta n b u l. 1 9 9 6 .
A l a n g ü , T n l ı l r , C a m h ıu iy u - t t c r i 5 o n > a H i k a y e v e K o m ü j i -
B e l g e , M u r a t , B iS e b iy a i Ü s ü l n e Y i ı z d n r , İ l e t i ş i m Y a y a n ­
I, İ s t a n b u l M a t b a a s ı , İ s t a n b u l , 1 9 6 8 ,
la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 8 .

A r a t . Y e ş im . " T ü r k i y e 'd e K a d ın M i l l e t v e k il le r i n in D e ­
B c r k c s , N i y a z i , T ü r k i y e ’d e Ç a ğ d a ş l a ş m a , D o g u - B a i ı
ğ iş e n S iy a s a l R o lle r i, 1 9 3 4 - L 9 S 0 ” , 7 5 Y d d « K a d ın ­
Y a y ın la n , A n k a r a , 1 9 7 9 | ? ].
l a r v c E r k e k le r iç in d e , d e r . A y şe R c r k ta y l la c u r ıir -
B ila . H ik m e t, C H P J 9 I 9 - J 9 9 9 . Ş e fik M a tb a a s ı, İ s t a n ­
s a o g lu , T a r ih V a k fı Y a y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 9 8 .
b u l, 1 9 9 9 .
A r a t, Z e h r a . “K e m a liz m v c T ü r k K a d ın T , 75 Y ı l d a
B i l a , F i k r e t , P k o e ıı û c : T e c v i t » Y e n id e n D o ğ u ş u , D o ğ a n
K u d m l a r v e E r k e k l e r i y i n d e , tİ E r . A y ş e B e r k i a y "E3 a -
K ita p , İs ta n b u l, 2 0 0 1 ,
c ım ir z a a g lu , T a r ih V a k fı Y a y ın la n , îs t a ııb u h 1 9 9 8 ,.
k a y n a k ç a

B i r a n d , M ,A f i, H m rc t K a m u to ju m , M i l l i y e t Y a y ın la r ı, Y a y m la n , İs ta n b u l, 1 9 9 4 .

fciAiıltfluV..
D e m i r c i , A h m e t , A l i b ü f e n i B e y 'i n T a n G o z e t « j , i l e t i ­

B o r a , T. v e K ıv a n ç , Ü ,, "Y e n i A ta t ü r k ç ü lü k " , C u m h u ­ ş im Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 9 9 6 ,
r i y e t D t f n e r n i T ü r k i y e 1A n s i k l o p e d i s i , C i l t J . 3 . 1 9 5 6
D v o u k a n , H ü s e y in ( h a z .) , T ü r k iy e N a s ıl L a ik le ş tir ild i,
B o r a , T a m l, " M illi K im liğ im K u r u lu ş D ö n e m in d e Ç ıd a m Y a y ın la n . İ s t a n b u l, 1 9 9 1 -
R e s m i M e t i n l e r d e 'Y u n a n D û ş m a liğ ı’ N e d e n E k ­
t l i ç i n , E m i n T ü r k , K e m a lis t D e v rin i id e o l o jis i. A n t Y a ­
s ik t i, N e r e y e G it m iş t i ? ” , D e fle r , s a y ı: 1 2 , 1 9 9 8 .
y ın la n , Is ia n b u l, 1 9 7 0 .
B o r a , T a m l , T ü r k S a g ım n Ü ç H a l i, M il liy e t ç i lik , M ır k a -
L r d c n tu ğ , A y g e n v e B u r ç a k , B e r r a k , “ P o lU ic a l T in i­
/ ü ^ d t d r ld t v f s k t a ı a F ı k , t k U ş l o n Y a y ı n l a n , l s u n h u .1
n i n g in A n k a r a , a C a p ita l, a s R c flc c te d iü ils U r ­
190ö.
b a n S y jn b o ls a n d lm a g e s ” , in te r n e tin n a l ja t ı m a f o [
B o ra ta v . K o r k u l, 1 0 0 S o r u d a T ü r k i y e 'd e D e v le tç ilik , U r b a n a n d R e g ip r t d J R c s ^ a r r k , s a y ı : 2 2 ( 4 ) , 1 5 9 8 ,

G e r ç e k Y a y tııe v i, İ s t a n b u l, 1 9 7 4 ,
E r d o ğ a n , N e e m i, “ ‘K a l p a k s ı z K u v v a c ı l a r j K e m a lis t
B o r a t a v , K o r k u l , " 'K e m a l i m i E c o t i o m i c P o l i c L e s a n d S iv il T o p lu m K u r u l u ş f o n " ', 5 , Y e r a s i m o s , G , S e -

E A a t f s f ü ," M \ & ? .z a n ^ v £ il v e C v ^ u n Ç i z b u d u n u ft v V , K , V o t h u f f ( .-d e t,), T ü r k i y e 'd e S i v i l T o p l a m v î

( D e r . ) , A t a r A r k : F o u .n d e r o j a M e d e n i 5 î u l c i ç i n d e , M illiy e tç ilik İç in d e , ile t iş im Y a y ın la n , İs ta n b u l.


A rch o n B o o k s, H a m d en , 1 9 8 1 . 2000.
B o r a ta v , K o r k u t , T ü r k i y e ' d e D e v l e t ç i l i k , S a v a ş Y a y ı n l a * E r iş ir g s l, M e li m c t E m in , Z iy a G d k a lp . P i r F i k i r A d a ­

r ı, A n k a r a , 1 5 8 2 , m ın ın R o m a n ı, R e m z i K i t a b e v l, İ s t a n b u l, 1 9 8 4 ,

B o r a \ w v , K o r k u t , T ü r k i y e i k t i s a t T e ir ih r , 1 9 0 8 - 1 5 3 5 , E r e r , T e k i n , Y a s s ıa d a v c S o n r a s ı, 2 G ü t, Y e n i M a tb a a ,
G e r ç e k Y a y ın e v i, İ s t a n b u l, 1 9 8 8 . İs ta n b u l,

B o z d a ğ , İ s m e t , A t a t ü r k ’ü n F i k i r K a y n a k l a n ( y a z ı d iz i* l i r e ğ u l , C e m , D e m a k r o i P a r i i l â r i k i v e I d e a l ü ji r i , S e ­
s i ) . M îllîy e !, 1 5 K a s ım 1974. v in ç M a tb a a s ı, A n k a r a , 1 9 7 0 (y e n i b a s k ıs ı İm g e

K i ta b e v i, A n k a r a , 1 9 5 0 .)
B ö l f ı g i r a y , N e v z a t , S a k a k t a k i A s i l e r i n D d p ıû ştf,. M i l l i y e t

Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 1 , E r ıa n , T c m u ç in F a i k , K a d r o c u la r v t K a d r o H a r e k e ti,

C i 2 f e , Ü m i t , M t ı l ı f e d i r l e r i n S iy a s e t i'. M c r k e z - S t iğ - O t t i h .-
TC Kültür Bakanlığı, Ankara, 1594.
f c J 4 m c ı l t k v L L o ti^ im Y a y u U a n , t s t a n b u L , 1 5 9 9 . F ,v ü a A . v e K e p e r M . ( . d e r l e y e n l e r ) , S t a t e , O e r n o c r a c y
a n d r h e M i j û a j y in T u r k e y in d ı e 1 9 8 0 b . W a l i e r d e
C o p e a u s t , E d e r i n e , TY irfc T a r i h T e z in d e n T ü rk -fsF â rrt
G r u y te r B e r lin 6 r N c w Y o rk , 1 9 6 8 .
S e n te z in e , T a r ih V a k fı Y u rt Y a y ın la n , İs t a n b u l.

199a F r e y , F r e d e r i c k , TPıc T i n jı ı s f ı P a l i t i c a J F l i t e , M I T P r e s s .

C a m b r id g e , M a s s ., 1 9 6 5
Ç o ş K ü n , A , , C ı ı m J u t r i y e t H a lfc P a r t i s i v e D c t n o k r a ü h
5 A , T e k i r v Y & y u k t v i, t s V t t ı l b u l . İ 9 7 & . G t-V g ih h , A k , Y ftk ş tlr ç v t D ü ş ü ş , B a k la m Y & y ttd a n , İ s ­
ta n b u l, 1 9 8 7 .
Ç a g a u y N ilü fe r v e N u h o ğ E u S o y s a l, Y a s e m in , “U lu s ­

la ş m a S ü r e c i v e F e m in iz m Ü z e r in e K a r ş ıla ş t ır m a lı G ir i t li, is m e t , K e m a liz m , İ s t a n b u l, 1 9 7 0 ,


D ü ş ü n c e l e r ” , J 9 8 0 1 e r T r t r k i y c S u i d e K a d ı n J î u ln y
G ö k , F a t m a ' 'T ü r k i y e ' d e E ğ i t i m v e K a d ı n l a r ” , 1 9 8 0 1 #
A ç ıs ın d a n K a d ın F ar iç in d e , d e r . Ş i r i n T e k e l i, il e t i ­
T û r f t iy e is in d e K a d ı n B a k ı f A ç ı s ı n d a n K a d ı n l a r i ç i n -
ş im Y a y ın la n , İ s t a n b u l. 1 9 5 0 .
b 'e , d e r . b i r i n T e k e l i , İ s t a n b u l , i l e t i ş i m Y a y ’ır ı l a n .

Ç a k ır , S e r p il. O s m a n h K a d ın H a re k e t i, M e t is Y a y ı n l a n , 1590.

İs ta n b u l. 1 5 5 4 .
G ö k t ü r k , H a lil İb r a h im , B ilin m e y e n Y d n îe r iy le Ş e v k e i

Ç a v d a r , T c v f i k , T ü r k iy e 'n i n D e m o k r a s i T a r ik i J 8 3 9 - S ü r e y y a A y d e m i? ; T a ş a r n ı , G t f r O ş J c r i, E s e r le r i i ç i n d e
1 9 5 0 , K ır a lı M a t b a a s ı, A n k a r a , 1 9 5 9 . ■“M e l i k C e v d e t 'i n O l a y l a r v e G ö r ü ş l e r 'i ı u i i T i A y d e -
in ir 'i U e ğ c r lc H d in a c ," A r , M a t b a a s ı , A n k a r a , 1 9 7 7 .
Ç e ç e n . A n ıl, H a lk e v le r i, G u n d o ğ a n Y a y ın la n , A n k a ra ,

1990. G ö k , N i l ü f e r , “ L i b e r a l Y a n ı l g ı ” , T ü r k i y e G ü n h i f lf l, s a y ı

2 3 ,1 9 9 3 -
Ç ı k a r . M u s t a f a , H a ş a n A li Y ftç e k İş B a n k a s ı Y a y ı n l a n ,

İs ta n b u l, 1 5 9 7 . G ü l a l p , M a lc lu n , “ N a t i o n a l i s m . Ş i s t i s i n a n d th e T u r-

k is b R e v o lu tio n , A ıı E a r (y tîe p c r id c ııc y T h e o r y ” ,


Ç u lh a o ğ lu , M e t in , “Ş e v k e t S ü r e y y a A y d e m ir , S u y u
R-evievv e f M ir id le E a s t c v n S t u d i e i , 5 '*y v . 4 , 1 9 R 4 .
A r a r k e n Y o l u n u Y i t i r e n A d a m / ' T o p lu m v e B i l i m ,

s a y ı: 7 8 , Gaz 1998. G ü r b i l e k , N u r d a n , V itr in d e I b ş a n t a k , M e t is Y a y ı n l a n ,

İs ta n b u l. 1 9 9 2 .
O ç T a u r c i o g l u . - , H a l i l , ' ' A r u t o p a l o j l v t T a r i h " . A ,.(T ,
D T C F D e r g is i, W l - 2 , 1 9 4 6 . G ü r k a n , Ç e l i l , J 2 M a r t 'a B e p K a l a ;T e k i n Y a y ı n l a n , İ s ­

ta n b u l, 1 9 8 6 ,
D e n t ir d im k , A y n u r, O s m a n lı K a d ın la r ın ın H a y a t H a k ­

in A r a y ış l a r ı n ın f l ı r H ik a y e s i , İ m g e Y a y ın e v i, A n ­ G ü v e n ç , B o z k u r t , T ü r k K i m liğ i , K ü ltü r T a r ik in in A n a

k ara, 1 9 9 3 , K a y n a k la n , R e m z i K ita b c v i, İ s t a n b u l, 1 9 9 6 ,

D t m i s d i r î k , A y n u r , H t d u l e E d i b , T ü r k M o d e r n le n m e s i l l a n i e r | k ı , ^ ü k r ü , “ O ^ m a n k A y d ı n ı v e f c iH iîi," T o p t is m

v e F e m in iz in t ile t iş im Y a y ın la n , İs ta n b u l, 2 0 0 0 , v e B ilim , S a y ı, s a y ı:2 7 , G ü z , 1 9 0 4 .

Demirci, Ahmet, P irin c i M e c lis te Muhalefet, i l e t i ş i m H u g h e s , P r e s t o n , A ta tü r k ç ü lü k ve T ü r k iy e h iu D em çrk -


K A Y M A K Ç A

r a iik lc p m c S ü r e c i, M illiy e t Y a y ın la r ı, İs ta n b u l, K a y n a r d a ğ , A r s l a n , " T ü r k i y e ’d e J l u r n a n l z m D ü şü n ce­

im s in in O r t a y a Ç ık ış ı v e G e liş m e s i" , T ü r k iy e F e ls e fe

I l h a n , A tillâ , H a n g i A ta tü r k , B ilg i Y a y ın e v i, A n k a r a , K u ru m u B ü lte n i, s a y ı: 9 , O c a k 1 9 9 8 ,

1999. K e p e n e k , Y a k u p v c Y c n iû r k , N u r h a n , T ü r k iy e E k o n o ­

m is i, S e k i z in c i B a s k ı, R e m z i K i la b e v i , İ s t a n b u l,
I n s c l , A t ı m c ı , S o l u Y e n id e n T a m m lc t M a f c , İ l e t i ş i m Y a-
1596.
y ın la n , İs ta n b u l, 2 0 0 0 .

K e s e r , t l h a n , T ü r k i y e 'd e S i y a s e t v e D e v l e t ç i l i k , G ü n d o -
1 i t s e l , A h m e t , D f t z e n v e K a l k ı n m a K ı^ Jî-n cen d ja T r t r k t y c

K a l k ın m a S ü r e c in d e D e v ir t in J î o J a , A y r ın tı Y a y ın la ­ g a ıı Y a y ın la n , A n k a r a , 1 9 9 3 .

r ı, 1 9 9 6 . K e y d e r , Ç a ğ l a r , T ü r k i y e ’d e D e v l e t v e S t m / l a r , ç e v ; S a t i ­

r i Tekay, İle tiş im Y a t r ıla n , İs ta n b u l, 1 9 8 9 ,


I n s c l , A h m e t , T ü r k iy e T o p lu n u n u m B u n a fm n . B ir ik im

Y a y ın la n , 1 9 9 5 , K e y d e r, Ç a ğ la r , D n n y a E k o n o m is i İç in d e T ü r k iy e ,

İ r e ın , N a ju n , “ K c tn a iiz m v e g e le n c k ç i-m u h a fa z a k â r - 1 9 2 3 - 1 9 2 9 , İ k i n c i B a s ı m , T a r i h V fck fr ’r t ı t 'f Y a y m E r -

l ı k " , T o p lu m v e B ili m , s a y ı 7 4 . G ü z 1 9 9 7 . n , İs ta n b u l, 1 9 9 3 .

t r e m , N a a ı ıı ı , " M u h a f a z a k â r m o d e r n l i k v c T ü r k i y e 'd e K ü l, S u n a , K e m a lis in , R o b c r i Ö d le ğ e P u b i ic a d o n , İ s ­

B c r f i s o n c u l u k " , T o p lu m v e B ilim s a y ı: 8 2 , G ü t ta n b u l, 1 9 6 9 .

1999. K ili, S u n a , “T a r ih A ç ıs ın d a n K e m a lls m in Ö z ü v e O lu ­

J o r d a n , S . R .,, R e p o r i cm H c a n o m i c a n d C u m m tt-c ia l ş u m u ” , A ta tü r k D e v r im le r i I . M il le t le r a r a s ı S e m -

C o n d l t i o n s in i u r k e y , M . M - S . O , , L o n d r a , 1 9 3 9 , p o d y u m u B ild ir ile r i iç in d e , t.Ü , A ta t ü r k D e v r im le -

ri A r a ş tırm a E n s titü s ü Y a y ın la n , İs t a n b u l, 1 9 7 5 .
K a d ıo ğ lu , A v şc, " D e v le t im A r a y a n M il le t , A lm a n y a
Ö r n e ğ i” , T o p la m v e B ilim , s a y ı: 6 2 , 1 9 9 3 . K ili. S u n a , 1 9 6 0 - 1 9 7 5 D ö n e m le r in d e C u m h u r iy e t H a lk

P a ı t ı s i ’n d e Ç e l i ş m e l e r - S i y a s e t B i l i m i A ç ı s ı n d a n B i r
K ııııd ıy o li, D e n iz , " S la v e g ir iş , te m p tr e s s e s a n d c o ın -
İn c e le m e -, B o ğ a z iç i Ü n iv e r s it e s i Y a y ın la n , İ s t a n ­
ra d e s, ım a g ts o f w o m e n İn fh c T u r k is h n o v e l " ,
b u l, 1 9 7 6 .
F c r n in iii Js s u e s , s a y ı: 9 ( 1 ) , 1 9 8 H .
K i r b v , F a y , T ü r k i y e 'd e K J y E n s t i t ü l e r i . İ m e c e Y a y ı n l a r ı ,
K a n d iy o ti, D e n iz , “W o m e n in t lıe T u r k is h S t a te , P u lî-
A n kara, 1 9 6 2 .
l i c a l A c l o r s o r S y m b o l i e P u v v n s ? 11, W ? m c n - N a h t m -
S r a tc , N , Y u v a l D a v is ve E A n ih ia s (d e r le y e n le r ), K ö k e r , L e v e n t . “Y o k o lm a n in E ş iğ in d e B ir F ik ir , İ l e r le ­

M a c M ill& n , L o n d r a , 1 9 8 9 . m e ,'’ T o p lu m v e B i l i m , S a y ı; 2 7 , 1 9 8 4 .

K a n s u , A y k u t , " K e m a l i s t 'Y e m D ü z e n ' P r o j e s i n e D i r e ­ K ö k c r , L e v e n t , M o d e r n le ş m e , K e m a liz m v e D e m o k r a s i,

n iş , 1 9 2 0 - 1 9 2 3 ," C e m il K o ç a k ( 1 3 e r .) , B ir in c i ile tiş im Y a y ın la n , İ s t a n b u l. 1 9 9 0 ,

M e c lis iç in d e , S a b a n c ı Ü n iv e r s it e s i Y a y ın ı, Is t a n - K & k e r, L e v e n t, " K im lik k r iz in d e n m e ş ru lu k k r iz in e ;


b u l, 1 9 9 8 . K e m a liz m v e s o n r a s ı " . T o p lu m v e B ili m , s a y ı 7 1 ,

K a n s u , A y k u t , “ P r e n s S a b a h a d d l n ’î n D ü şü n sel K ay ­ 1996.

n a k la n Ve A ş ın -M u h a fa z a k a r D ü ş ü n c e n in ith a li," K h k e r . L e v e n t , Jk i F a r k l ı S iy a s e t, V a d i Y a y ın la n , A n ­
M e h m e t Ö , A l k a n ( D e r , ) , M r n J e r n T ü r k i y e 'd e S i y a ­ k ara, 1 9 9 8 ,
s i D e f i n c e , L C c ı m k u r i y e t Y D ^ 'r c i l c i i D ü ş ü n c e M i ­
K u r u ç , B ils a y , M u s t a fa K e m a l D ö n e m in d e E k o n o m i,
r d i ı— T a n z i m a t v r M e jr t ı t i y e J 'E u B i r i k i m i i ç i n d e ,
B ilg i Y a y ın la r ı, A n k a r a , 1 9 8 7 ,
îlc tiş im Y a y ın la n . İ s t a n b u l, 2 0 0 1 .
K u r u ç , lîils a y , B e lg e le r le T ü r k iy e ik t is a t P o l it ik a s ı, 2
K a p la n , M e h m e t v d . (y a y ın a h a z ır la y a n la r ), A ta tü rk
C ilt ( 1 9 3 3 - 1 9 3 6 ) . A n k a r a Ü n iv e r s it e s i S iy a s a l B il­
D e v ri F i k i r H a y a tı, ( 2 c i l t ) , K ü ltü r B a k a n l ığ ı, A n ­
g ile r F a k ü l t e s i Y a y ın N o ; 5 8 0 , A n k a r a , 1 9 9 3 ,
k ara, I9 9 2 (a )
K u ta y , C e l a l , 1 0 0 , Y a ş ın d a C e l a l B a y a r d A r m a ğ a n , T e r ­
K a p l a n , M e h m e t v d (y a y , h a z . ) , D e v r in Y a z a r la r ın ın
c ü m a n G a z c ıe s i Y a y ın ı, İs ta n b u l 1 9 8 2 .
K a Je m iy le M illl M ü c a d e le v e G u ^ j M a s ta ra K a n a !, ( 2

r ı h ) , K ö l n î r J & l a n l jg j. A n k a r a , J 9 9 2 { b ,) .K a m û m e r - K u y a ş, A h m e t, T h e İd e o lo g o f t k c R e v o l n t i o n , A n In -

l io ğ ltı, M . A s ım , “K ö y E ıı& r im le r i Ü z E it n e D ü ş ü n ­ q u iry in io Ş e v k e t S ü r e y y a A y d e m ir i In fe r p r c ta tio n

c e le r ,” lö p iu m v e B itim , N o ; 7 6 , I s t a ııb u l, 1 9 9 8 . o f f k e T u r k is k R e v a l u t i o n , M c G i l ! U n i v ç t s i t y , 1 9 9 6 ,

K a r a n m e r i io ğ lu , M , A s ım , " T c k - P a r t i D ö n e m in d e K ü ç ü k , Y a lç ın , T ü r k iy e Ü z e r in e T e z le r , 3 . c ilt , T e k in

H a l k e v l e r i v e K ö y c ü l ü k , "' T o p l u m v e B ilip » , n o , Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, İ 9 8 4 - 1 9 6 6 ,

8 8 , 2001 , K ü ç ü k ö m c r , Id r is , D ü z e n in Y a b a n c ı la ş m a s ı/ B a iıh lo ş -

K a rd a n » , A h m e t, C H P N e d ir ? N e D e ğ ild ir ? , Ü lk e Y a­ m a , A u t Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 6 0 .

y ın la n , A n k a ra . 1 9 7 6 .
L e m c r , 13. v e R e h i n s e m , R i c h a r d , ” S w o r d s a n d P İG -

K a y p a t , K e m a l , T A rk D e m o k r a s i 'l a r i k i , S o s y a l, E k o n o ­ U R h s h a r e s -T h e T u r k is h A r m v a s a M o d e m iz i n g

mik, K ü llim e ! T e m e lle r , I s l a n b u l , 1 9 6 7 , F o r t e , " W b r l d P o T iiic s , s a y j ; 1 3 , 1 9 6 0 - 6 1 ,

K u r p a i , K e m a l., “ T h e M i l i l a r y a n d P o litic s in T u r- L c w iü , B c m a r d , E m e r g c n c c o f M o d e m T ır r k e y . O x f o r d
k ey , 1 9 6 0 - 6 4 , A S o c i o - C u k u r a l A n a ly r is o f a R e v o - U n îv c r s ü y P ress, L o n d ra, 1961 (T û r k ç e s i; M o ­

l u t i o n ," A m e r ic a n H i s t e r i m i R e v ie w , s a y ı; 6 5 . O c - d e r n T ü r k i y e 'n i n D o ğ u ş u , ç e v , M e t in K i r a t l i, T ü r k

to lre r 1 9 7 0 , T a r ih K u r u m u , A n k a r a , L 9 9 6 )
K A Y N A K Ç A

M a l ı ç u p y a n . U t y e n , ‘'K e m a l i z m : B i t G e ç i ş D ö n e m i " , Ö z b u d ü n , E r g u n , llT k e n a t u r c u f t b e K e m a l i s t p o l i ı i -

T ü rk iy e . G n n itfg û , s a y ı 2 0 , 1 9 9 4 . c a l r e g im e ” . d e r le y e n le r K a z a n c ıg il, A lî; Ö z b u -

d u n . E r g u n , A t a t ü r k F tn rr ıd e r o j a M o d e m S t a t e , C ,
M a r d in , Ş e r if , “C c t ıie r - p e r ip h c r y r e la lio n s , a k e y lo
H u rsı 4 r C om p an y, L o n d ra , I9 f îl.
T u r k i s h p o l i t i c s , 11 D a e d a h t s , ( W i n t c r ) . 1 9 7 3 .

Ö z b u d u n , E r g u fı, i 9 2 J A n a y a s a s ı, A ta tü r k A r a ş tııın a
M a r d in , Ş e r if , İd e o lo ji, A n k a r a , S o s y a l B ili m le r D e r n e ­
M e r k e z i Y a y ım , A n k a r a . 1 9 9 2
ğ i Y a y ın la n , 1 9 7 6 ( y e n i b a s k ıs ı İle tiş im Y a y ın la r ı,

1995) Ö z b u d u n , E r g u n , “T ü r k i y e ’d e D e v le t S e ç k i n l e r i v e

D e m o k r a t i k S i y a s a l K ü l t ü r ’1, Ö z b u d u n , E r g u n ;
M a r d i n , Ş e r i f , T ü r k M o d e r n l e ş m e s i ., M a k a l e l e r 4 , i l e t i ­
K a l a y c i o g l u , L r & in ; K d k e r , L e v e n t , T ü r k i y e 'd e D e ­
ş im Y a y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 9 1 ( 1 9 9 5 ) .
m o k r a t fJı S i y a s a l K i l i t t i r , T ü r k D e m o k r a s i V a k f ı ,
M a r d i n , Ş e r i f , T ü r k i y e 'd e P i n ve S iy a s e t, ile t iş im Y a-
A n k ara, 1 9 9 5 .
y v n U tı. İs t a n b u l, 1 9 9 5 ( 1 9 9 2 ) (tiv ^ tiz c e s v . M m *
Ö z b u d u n , E tg u n , ‘ M illî M ü c a d e le d e v c C u m h u r iy e ­
d in , Ş e r if, “R e h g io n a n d P o lit ic s in M o d e m T u r-
tin R e s m i B e lg e le r in d e Y u r tta ş lık v e K im lik S o r u ­
k e y ,M a r n in (h e P o lir i^ a l P r o a t is , d e r ., f o h n I .,
n u " , y a y ın a h a z ır la y a n B ilg in , N u r i. C m n ltJir iy e t,
P U ca tO cy , C a ıtü ıtid g e U tıiv c r s ity P r e s s , C a ü lb r ix l-
D e m o k r a s i v e K im lik , B a ğ la m Y a y ın c ılık , İs t a n b u l,
g e , 1 9 8 4 ).
1 9 9 7 {a ).
M a n l i n , Ş e r i f ; A b d i , O l l v i c r ; A r k o u n M o h a m m e d , A\>-
Ö z b u d u n . E r g u n , . ‘" C o n s t i t u t i o n M a k i n ® , a n d D c m o k -
, . 0 T M p n 'ria F ,;v b . D in v t L â i k t i k , M e v k ? Y-a.yvYil-iTV, I s u n -
6İ O b u l. 1 9 9 5 . r a iic C o n s o l l d a t i c ı t ı in T u r k ç y ” , e d i t ö r l e r H e p e r ,

M e t in ; K a z s r ic ıg il, A l i : R o c k n ıa n , B e r t , A ., I jı .d i n -
M a r d in , Ş e r if, " P r o jc c t s a s M e lh o d o ln g y , S o m e î h o -
r io r iî a n d D e m o k r a tın S t n t e c r a f ı , V V ts i v L e w P r e s s ,
ııg h u r m M chİ l t t i T u r k i s b S o r i a l $ u e n c e '\ B ib c )
C o lo r a d o , 1 9 9 7 ( b ) ,
B o z d o ğ a n , K e ş s e K a s a b a ( d e r l e y e n l e r ) i ç i n d e , fîır t -

l ı i n k l n g M o d ^ - n i t y em el » a N em a f I d e n d i y i n T u r h c y , Ü i b i t d u n , E -Y g ü n , " T ı ı r k e y c G r i s e n , I n t c r r u p t i o n s , a n d

S c a t t l e , l.o T id e m , U n i v t t s l ı y o f V ^ a sh in g L E y fi P t e s s , B je e ^ u L U b m io n s ” , c d it f t t Ö z b u d u n , E r g u n , P e r s -

p e c f t v c s e n D e m o c r a c y ı » Y it r lı e y , T u r k i s h F o l E l i c a l
1997.
S c ie n c e A s s o d a ıio n , A n k a r a , 1 9 9 B .
M a z ı e ı , N t i r ş e n , T f ı r f e i y c 't t e A s k e r i p a r k e l e r v e 5 i v r l
R e jim e E t k i l e r i , G ü r Y a y ı n l a n , İ s t a n b u l , ) 9 8 $ . Ö ı d î ı g , U m l l , M e f t d e r t s D ü n s m i n d e C b d u - S iy e ı ş e l i l i ş k i *

J e r i v e 2 7 M a y ı s H a i l d i , B o y u t Y a jn n i a r t , İ s t a n b u l ,
M e r i ç , C e m i l , " B a t ı l a s t n a , ’ 1 C u n e f m r iy c t D ö n e m i T a ir h r -
1997.
y c A r t 5 Î J iJ f l jp « f id , C i l t [ , 1 9 B 3
Ö z ü a ğ , Ü ı m t , O r d a - S 'r y a îf t l li ^ ıiîır r r , G ü n d o g a n Y a ­
O k l a v . A lı m e t . T e p k i m e n G e r ç e k ç i l i ğ i n K a y n a k la r ı,
y ın la n , A n k a r a , 1 9 9 1 ,
T û ıu Z a m a n la r Y a y m la n . İ s t a n b u l. 2 0 0 0 .
ö z d e m i r , H i k m e l , Y ön ffu r ^ k e ti. B ilg i Y a v a n la n , A n k a ­
O y , A y d u v , Ş iir ü ıin y a ıtu -ç d a A ta t ü r k , T D K , A t ı k a r * ,
ra, 19B6.
19& 9.
Û z d c m i r , H i k m e t , k c j i r î ı v e A s k e r , A f a Y’a j n t t l a r ı , fji-
O k y a r, O s m a n v c N a lb a n to g lu , H , Ü n a l (d e r le y e n le r ),
l û r h i y e t i u b o i T u v ih i S e m i n e r i ; M c U ı v le r f F u r u ş m a -
tanbul, 1909.
\ar, 8 ' 1 0 H a s ir c 'a ı 1 9 7 3 , H a c e t t e p e Ü n i v e r s i t e s i Y a ­ Û z c l o g a n , G t i n a y G b k s u , ^ H r r a n 'd a r t “ B ö ^ u ı f ' a . H e ­

y ın la n , A n k a ra , 1 9 7 3 , lis im Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 2 0 0 J .

O n a r a n , M ü s r i f * Ş e r i f , E s e n d i , T ü r k D iV ı 'D e r g i s i . S a ­ O zt'û Y V .ü ’i c n , A t i v . T i ı r f e i y i ’t f c E o l l ı b r v c M i t i i y t l ç i t i k .

y ı: 2 B 6 . 1 9 7 5 . İle tiş im Y a y ın la r ı. Is ü m b ü l, 1 9 9 0 ,

■ Û ğ ü t ı , S ü le y m a n S e y f i, M o d e r n le ş m e . M illiy e tç ilik vc Ö z v e re n , H yü p , “T h e In te lle c tu a l I .e g a q ' o f tb e K a d ro

T ü r k iy e . B a ğ la m Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 5 . M o v c m c t ı l i n R e t r o n | > c c i 7 M E T U S te rd i e s i a D c v c -

fo p ın n K , s a y ı: 2 3 ( 4 ) , 1 9 9 6 .
Ö ğ ü n , S ü le y m a n Ş c y f ı, T ü r k M u h a f a z a k a r lığ ın ın K ü l­

t ü r K ö k l e r i v e P c y a m i S a f a 'n m K ü l l û r Y a tu lğ a .m , P a k l a r , S c l a b a d d i n , D E c S r t m t r b a jı k a n d i h r E iıijf la s i

T o p lu m v e B ilin i, s a y ı : 7 4 . 1 9 9 7 . a u f d le E r t t ı v id d H n g d e t ' l â r k i s c / ı f n h ı d u s E r ic , P h o -
to d r u ç k u n d B u c h b in d e r a r b c iı d e r P b a io c o p ie ,
Ö k ç ü n , A . G ü n d ü z . T ü ? k i y e İ k t is a t K o n g re s i, J ^ 2 3 d z -
S tu tg a r t, 1 9 6 1 ,
n ıE r; H a b e r l e r ; B e l g e l e r ; Y o r a n ı f a r , i k i n c i B a s k ı , A ,

Ü . S iy a s a l B ilg ile r F a k ü lte s i Y a y a m , A n k a r a , 1 9 7 1 . P a r l a , T ^ h a , Z i y a G f l k a f p . K e m a l l e r i v e T r c f k i y c ’d e

K o rftu ra iiz m , İ k i n c i B a s k ı, İle tiş im Y a y ın la n , İs ­


Ö k ç ü n , A . G ü n d ü z , J 9 2 0 - 1 9 3 0 1 'tJ îa n A r a s ın d a J< n m -
ta n b u l, 1 9 9 3 .
ta tt T ü r k A n o n im ş ir k e t(c m u ie Y a b a n c ı S e rm a y e ,

İk in c i B a s k ı, S e r m a y e P iy a s a s ı K u ru lu Y a y ın ı. A n ­ P a r l a . T a h a , T ü r k i y e ’d e A n a y a s a l a r , İ l c i iş i m Y a y ı n l a n ,

k ara. 1 9 9 7 . İs ta n b u l, 1 9 9 3 .

Û ı v t f i , A y şe .- " d z T n a t ı Ş A t n U k l e r d - e YU t U. K a d ı n l a n " . P a r l i . T a b a , T ü r k i y e ’d e S iy a .ı,u l K u [ t ü r û . a K e s m i K a y ­

N e n n lü A b a d a n - U n a t . ( d e r ,) i ç i n d e , T ü r k T a p fa - n a k l a r ı : A t a t ü r k 'ü n N u ı u k ’a , c i l t 3, ile t iş im Y a y ı­

rn u n d a K a d ın , S o s y a l B ilim le r D e r n e ğ i, A n k a r a , n e v i, İs ta n b u l, 1 9 9 4 .

1979. P a r l a , T û h a , T ü r k i y e ’ d e S iy c U ıA K ü h ü rü n R esm i K a y ­

ö y i n c ı ı , O r s a n , B i r fliti f d D a h a V a r 19 0 8 - 1 9 8 0 , M illi­ n a k l ü n ; A t a i ü r k ’in S^ y/trv v e D e m e ç l e r i , c i l t 2 , İ l e t i ­

y e t Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 9 9 7 , ş im Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 5 .
KAV N AKÇA

P a r la daha 7 t f k ; y r ' d e S iy a s a l i < w f ^ ' . ı jf r v r c î K a y ­ x " . T ü rk S a r . a y r r i r n v e İ ş a û ı r r . ’a n l > ı n e £ t . İs

n a k la '. K e tra fo t !r A P a r ;: i d t c f a j .m ve C ffP b » * î a r . b u l . IS ? 9 ’ •h>


A it î C H r'a , c ı l ı V H e r i ş i m Y a y ı n l a r : , k t a n h u l 1 9 9 ';
Î ^ n - 'T B û te n i İK > *fiv ' â K o t t g f c j’ t o k i r ? « r r. Y a p ı K r e
/ a r la l a h a . T a » v ft,« e ’iî:* ı S i y a s a * K e » ı» n : 1 •.)&: 1 9 3 9 île - d ; Y a y ın h n , İs ta n b u l, 19 9 8
L ş ı n r Y a v u n la r ı , İ s t a n b u l . 1 W ‘
u n .v t P u l.- 'u t K ; ;> r y 'a s K « » a ! ^ $ . f ’ u m V . ; : T > e t K i i a p i a

F c n v > *s k , l> o £ u K c ’ ^ J ^ î D r v 'n u d »3.;* v e A ı f o H k .:v :: İs ta n b u l. 2 0 0 0


v u k Y a y ın k e n . l'- t a n b u L 1 9 v *
l e k e l i . İ l h a n v e I l k ı n . S r i m r , ! v 2 9 . 'f e n s t ; iîrtf-;cw ı
S a h c U i '- , î r a r y o i s . N a r e a n t ı u ı . S a b a h a m u h y « ’ x > ^ l;î ! b ' ; W : l o tm ir r . A * u y : ş î .a * ', Ö r t ü 1 \ - £ u

A / r a T Y rK rf, V e d a t C U in v o l { ^ e v : ' r o r k ı y r h> B a r l e k r .ı k l r r iv e iM tc s î Y a y ı n . A n k a r e 1 9 7 ’’


k a s ; K t d i r r Y a y ın la r ;. İs t a n b u l, ?O X >
le le b il î v * n v r p a y la n . G e n . a y . ' T ü r k i y e 'd e l i a l k t . -
R ı ı s to v v , D e r u e v v a r : A " T h e A :ır .y - x l : V P o u n d -rg o f İ k ld e .4 o 'r s r n 5 n b v r ;n ;» .' I ^ r i ı t n \ c 3 * İ 'uj sa v r
t h e l u r k f r b K e p ;:b f c < ' W »» V ; TbvYne >. s a v : 4 J9 5 -S

R um cvor D a n k w t f r t A J n e b e « * u îî» i£ a f A y S a ttc z -b ta tt T e k e l. İlh a n v e S e lim l i k ı n , T ’\ g ; d . ; r r a v 4 G e ç e * U e "


A U ı t i ı :k \ i v $ i t * u A ı k if 'c » n r ,: 1 0 > jk l a n b K u ru i * * k \ . : ı ' d e D e v i f i ç ı î ’^ i u iV t a !X 'f ,n '> k

m u R % ın îr \ l. A n k a r a 1981 t a k > n v e r « r e s i Y a y ım A r k a r a . 1 9 fi?

S a fk r o r t, K h 'v ;' O fa v : H r î i a y f o j b s r :*;•»; f ' c - ^ a ü * . T ı k e h . H u m . v e I l k ı n , b e l i n . "T u ; k ı y e ’ t l e B ’r A v d u ;


T e k i n Y a y ı m .. i « t l t , î - u n b u l İ9 .~ 4 ,9 ’ / Ila rc k e f. K ad re . U n\u>n v c F :U m , s » v i 24 İ9 F 4 .

S a v ıa u , S u n g u :. T a*h y S d < vnn M u . u c i e ! e > i i. K a i d e T ck rh . > ru ; K Y v iın iu » v e ^ y ö s ^ i Z ^ i u * K ^ H a y a t Tv


U r . Y a y ın la n t o m b u l . 1 9 9 .' rJ t m . Y a v ip le n t« - r a n b ı r l . Î 0 F 2

S< l ' K k , İ r v . r . v e le r ıa k A h im i ( d « l* y e n > :} . 7 w » « f' le k e li Ş trv o îb e M eam ng a - 'd l . ;ı * t N o t b e r .n n r -’


ik i > a n s ı h i 'n , i v * * P f f i e e ı l : \ ^ < U f r > ıd V i ‘ i V f h . t y M e o lo g y m lu r k e v * t e r b u n d e O i’ b a y ( d e * ; su ;
F re sf. N cv. Y o rk & O x (c ıd . İ 9 8 T i l e . Y V e n ttr .. r . .* n . A a n d S ıK ta l ( iu r n ^ c .n i ev

liN L S < .0 Bangkok 1 9 )0


S r f e .u k , > * w . , Z t ’ b a l \ r k i t m H ım u k u n i k i u ^ a p t ^ .
Y e r ; T ü r k iy e Y a y ın la n . A n k a ra . 1 9 9 8 . İç s e l. Y a h y a S t x m k i i T r , < : ,X v n e m u n » ı İ k i i s t i d r t a r i k i ,

‘k d c u k . S a r ı n . ı ' V n . A ' ^ ; ^ i \ 'p u Y er» lu tk ıy r Y a­ i 9 2 T ! 9 V . l\ v .n >• t s f - ’s î s a r ih V a k fı Y u t t Y av ’ r.

y ı n l a r ı , A n 't u ı a . 1 9 9 9 l a r .. b ta r .K u i 1994

ir m u r îa n « . s a l î V ' j » ' ' ’ v e î ' " r » * u .V .V r , U r


S c w u k , S a m ı. >V i« .w ? » u .’ :*e l u k f c h e Y er. 7< u
k.*e YayuwTı. Ankara 00C j» e K V u b e v j , A n k a r a . . \ W

S e ld ik , s - r .n i« » k :> r S iiK I.V « o * » < ıfc b I t a m t t u a i r S t n i J r r n n r . T a n e r , i a r e D . v e n . v e ^o t u v ' s İ m g e K r t jh e v ;

T ü r k iy e Y a y ın la t ;. A n k a r a , ' > 0 1 . A n k ara N /9 >

S ı r m a n , N ü k h e t . V1 e r r . i r . w n ; : n l i n k ey. A S h o ı t H rs - T v n v o r . İ a n e ; . < ) \ ' x a n . : - 1 u ' ? R .> m jr .:r u îa I ü k k lo p l a r a .

to rv " V < » * V » v * v r iı v « e fl ifV fc r v , n o V . 1989. K u r h v . A u Y 'a y r r .U r . k - u n b u l. .9 9 1

s ı n a v , A k m , 7 ;« » « r> t > a * e } ' t n S î y « * a l K a v g a l a r t , İ s l i k t e ! T im u r la n e ı ] r t’ ^ .v f â c t • ' P ^ f * ; P a s a t a ‘ k \ ,> . H e

\ te lh w 6 » . f r ım ı . 1 9 7 > i t s r m Y a v iîv U î» îs ta n lx ıl, 19 9 1

N c îtıh a u s . K ın ı A « 'a .'a f k ! Y ' » ; » i i : Nt?s> b a r - û n l o n ç a ç . T -u ğ r u , i) r v » .™ Xo> ••<

Y a v r u la r ı İs ta n b u l. 1 9 / Y T b a g u c . A r .t Y av m l a r I s t a r J u r ı 1970

M i n ı c r f o r a . .S p .u rfta D e m e k * C\^. A n k a r a , 1 9 9 0 Toprak. 7a!>ı 'iiP k y .U k lv:eok"i-ır.m (H u şn niî ‘


Afcrftt** OaKC'K.K.n b î r e r ^ t f e \r loptSJJMSCj Iv H
H i 'V 'k m ı b ık a n , h ak lin in in d e O k r i B ö y o » . A ta
h iv 'v i l f f h 'n s p .';» - '^ iv U K İe . İ K a r . b r r l
r a s ın ’ Y a y ır . U u n l n J AVO
Y . l k s e k i k t i s a t v e T •a s e s V e k î e H V e ^ o ıla u D ;r -
l ı r y Y r , B U l e n t . 7 t b 9 î .v e 't f e Y W e î K . * n g ı e ? k î :u c î » k » ı M i n e ^ i, K u n b u i 1 9 .”
Y a y ın la r a İ s t a n b u l 1991'
i - 'p r a k Z u le r. C N m a n l; N a ı* x ln ık 3 m , H a lk a ı \ ' p S
la :: r F .ii* y jr ‘ A t ır f ijk 'i- j: A n * y a ^ J Jı* * ' r •/. r ' & . r * < ı i J c t r l e w. Fât-oi. a v : 04, ; 9S4
i< \ u efS ir u r u ıb Ç a ^ U ç Y 'a y a a u l V v ; ^ k > n r r 1\ -
7 o * x a k . / a fc ;. C fe in a n ’ ; K a d m la ıı C a l.ş t t r m a O nu -
r > ( 'jr Y a v r u l a n . 1 9 9 ^
şe t; K a< >r. \ s k w k r v e M ı l h .A ile ’ J a n k ’- r ia p
la n s ; P u l c u » . T u ^ V r v c 'n r n h u m î k A k N ' » î *»î m , B D S
ia m . sa y ı s l 1 9 8 8 .<
Y a v ın la r .. I s t a r .b u l. 1 9 9 4 ; a '
k ıv r a k , 7 a k r T 7/ - k I « d s a ^ u ı d a n t ‘ı v c c K u u ' w F a rt;
T a n 9 t . P r ı l c r t . ' i » A r .. 'v u s a 1 9 b ! 1 ^ 2 . R ç U B a v n n Iİ4 K a d ı n l a r K a l k ! ı ; k a s ln l a ; ı h < f lo p T u r c . s a s ı *51
p n rv . K u n l n ı l , î9 9 ^ < r > 5

. i n s r , B o U t A . O ş m c n i t - l N » » / V .u v ö ^ - i C l c b ^ a e U - r t
i o p r a k . / a b ? . "F .v p o U s r r . v e T ı u k ı y e M e k ; B s w u » la s ;
D e r Y u y n la n . Is r a n b n l, İ9 9 U
fa u n ve 0 ” ’ ; 'b ’ c is !. ^ s v ı k T p c İw a İ > u ’v j A » ^ a -

h n o : B U İo n t. ’ S ıy ^ a l l* n h ;.5 S ^ 1 9 9 '” ' v a y ir . g-rr. rv u ; ; l c . I s M o b u l verelim • y e le n D u rrc^ r, U

y ö n e t m e n ; A k ş ı n . S t u a . ; â r le ıv e * i a n . ’r ı .5 ı.a n îm l. 1 9 9 '

İtU T i » * t r r i9 8 b ;< *5 5 -. ( e m Y a v ır ım . Is r a n lm !.
loprek. da fer. 3i» Yurttet} YrcrfmûV Mtwsu Me-tV-rv-:
ı9 9 ” (» ;
;ti» * V / e t i V î h « K d jt .î e » : , î - İ O S 'Y a p ı K r e .it Yh-
la r K S r . B ü l e n t . T « : k r v , cU' İ V ►♦»<'>i P f S f f k ı / v u ıla ::, b t u p b ;:l. 1 9 9 8
K A Y N A K Ç A

T u r a y a , T m k Z a C « , D e v r i m 11 a l t l ı e d e r i İ ç i n d e A î ü s û t Si M h A el, T w u n , “ T e k P a m i r t o r ı t m İ T ı i i e K t f y e û Y f ı k İ d ür­
v e A f a f û r T z ç tü f t k , T u r h a n K i ı a b e v j , A t ı k a r a , l ö ö l , o l o j i s i y a d a N u s r e t K e m a l K ö y m e n , 1' 7 â r ı k v e

T o p lu m , s a y ı: 7 4 , 1 0 9 0 .
Y u n a y a , Y a t ı k 7 ,a [c r , T e tfk ty c M *. S i y a k P a r til e r , C . U t,

la ih a t v e T c r a k Jd / B ir Ç tfg m , B ir K u ş a g n ı, B ir P a r t i­ Ü s te l, K u s u n , “E r itm e P o t a s ın d a n Ç o k K ü lıf lr c ü la g c .


n in T a r ik i, Kü-rriye-c V a k f ı Y a y ın la r ı. İs ta n b u l, 1 9 8 0 A m e r ik a B ir le ş ik D e v le tle r in d e E t n ik T o p lu !u k -
(y e n i b a s k ıs ı, ile t iş im Y a y ın la n , 2 0 0 0 . f o r '\ T o p l u m v e B i l i m , s a y ı : 6 7 , 1 0 9 3 ,

T u i t ç a y M e t e , T. C - ' d e 'f e k P u r ı j y ö n e t i m i n i n K u r u l m a s ı W A ls te d t, B e r til, S t a t e M a n u / a e fn rirtg E n te r p r -ftc m a


(1 0 2 3 -3 9 3 1 ), C em Y a y ın la n , İs ta n b u l. 1 9 0 2 M iA c d E c o n o m y r T h e 'l ü r k î s k C a ? c . T h e jo h n s
(1 0 8 9 ), H o p k i n s U n i v e r e it y P r e s s , T h e W o f l d B a n k / B a lti-

m o ü e v e L o n d r a . , W a s h û ,ı.g ıt.o ix , D , C , , 1 9 8 0 .
T m a r t , I h e r , " S l a b i l i ı y Y c is u ü D e m o c r a c y ı T h e D i l e m ­
m a o f T u r k i s h P o l i ı f c s 1' , T ü p l ü m v c E k o n o m i, sa y ı W e l k e r , W a l t e r E , P o f ı r l a r l T iı t e k ı g e a n d D e m o c r a ç y in
2 ,1 0 0 1 . T t ır k e y , 1 0 6 6 ,

T ü r k c ş . M u s t a f a , ( / [u s ç a B i r A t o m , K a d r o U n iz rlce ti W e t k c r . W a l l e r E , Î 9 6 Ö T ı l r k J f ı t iJ a N , ç e v : M e t e E n g i n ,

( 1 9 3 2 - 1 9 3 4 ) , İm g e K jt a b e v i , A n k a r a 1 9 0 9 , C e m Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 0 6 7 .

î ü r k o g l u , P a k i z e , T v n g ıiç v c E n s t it ü le r i, Y a p ı K r e d i Y a lç ın , A le m d a r , C u m h u r iy e t D ö n e m i T ü r k K o rn am .
Y a y ın la n , İs ta n b u l, 1 0 9 7 , G ü n c e Y a y ın la r ı, İ 9 9 f l ,

T u te l, E s e r , 5 c y r - i S c fa in ; Ö n c e k i v e S o n d a s ı, İle t iş i m Y a z a r, M , B e h ç e t, E d e b iy a tç ıla r A l e m i , 2 1 . Y ü z y ıl Y a­
620 Y a y ın la n , İs ta n b u l, 1 9 0 7 y ın la n , 1 9 0 9 .

U lu t a n , B u r h a n , “C e lâ l Jîa y a tT n E k o n o m ik P o litik a s ı Y e ş il k a y a , N e ş e G ,, H a lk e v le r i, id e o lo ji v e M im a r lık ,


v c U y g u la m a la r ı T 1 0 9 , I h f m r f a C c l& l B a y a t ’a A r - ile t iş im Y a y ın e v i, İ s t a n b u l. 1 0 0 9 .
■ n ta g a n . T e r c ü m a n G a z t i c s i Y a y ı m , İ s t a n b u l '1 9 Ö 2 .
Y ıld ız , A h rn cL , "N e M u tla T Y ir Jrn m D i y e b i l e n e ! ' T ü r lı
U y g u n , P l a m z a , ''C a h i t T a n y o l 'Y d e r le y e n K o n g a r, L 'îıi s a J K i m l i ğ i n i » E t n n - s e k ı l l r r S ın e r le a r ıf 1 9 J 9 -
E u v r c , T a v lı T o p l u m b ili m c ile r i, C i l t 1 , t e r a z i K i ü ,- 1 0 3 8 ) , H t v v f im Y ı y r a l a T i , t e t a t ı b v ı l , 1 0 0 V-
b e v i, İ s t a n b u l, 1 9 6 2 .
Z i ı r c h c r , E r i k J a ı t , M o d e r n le ş e n T ü r k i y e 'n i » T a r ik i,
Ü n d c t . H , “ K e m a l,i- z m y a .da. T ü r k U e v T İ r c u n io . F e l s e f e .- llt L lş L m . Y a y ı n l a n , U t a n b u l , 1 0 0 5 ,
$i N e d ir ? " . M ü re k k e p , K ış -B a h a r 1 0 9 6 ,

TEORİK KAYNAKLAR
A ıu lu r s o n , B ,, H a v a li C e m a a t l e r , ç e v . İ s k e n d e r S a v a ş ır , I îo w c n , R a lp h K ,, G e r m a n T h t u t i r s o f ( h e C o ıp o m ü v e

M e d s Y a y ın la n . Is ta n b u l, 1 9 9 3 . 5 ( a t e t v i l f ı İ p c c i o l R c / t r e n c ı : [o t f ı e p e r i û d 1870-

5 9 1 9 , R -u s ttlt und K v s s c H , N cvr Y « r k , 1971


A p ı e r , D a v i d . T h e P a l i (I c s o j M o d e r n i f a d e n ] , U n i v e r s ı t y
of Chicago Press, Chicago, 1969. [1 9 4 7 1 .

B o y er, Jo lm W . , P o l i b r c i l E k td icc iriirn i » i f i l e I m p t r i o l


A r n g h i, G io v a n n i, U z u n Y ir m in c i Y iiz y ıb çev . H e e q >
Y i e n n a : ü r i g i n s v f d ı e L h r r s t i a n S e r i n i M o v c m e m l.
B o z tc m u r , İm g e Y a y ın la n , A n k a r a , 2Û Û 0,
1 3 4 Ü - 1 8 9 7 , U n iv e rs iiy o f C h ic a g o P r e s s , Ş ik a g o ,
B a tc k ı K a r ite s r a , B c n j a m i n a \ « J E r i o h A v rc.r-
1981.
h ü c lı, F r a g m e n t s o f a C o r r c p o n d e n c e " , D ıo e r it ic s .
B o y e f , J o h n W , C u ilı m e a n < J P o l i l i e a l C r i s i i i n V if m ttl r
G ıiz - K t ş , s a y ı: 2 2 . 1 9 0 2 .
C h r is tıa » S e r in iis m i n P û > v cn 1 8 9 7 - 1 9 1 8 , T J t ı i v e r -
E a ı ı d J t l , L o u i s , L e C o r p o r a t i s r n e : J f « J l e , P o r ic ı g a J , y l i l e -
s ity o f C h ic a g o P r e s s , Ş ik a g o , 1 9 9 5 .
m a g n e , E sp a g n e , F r a n c e , I.ib r a ir ic g e n e r a le d e d ro -
it e t d c j u t i s p r u d e n c e , P a r i s , ( Y e n i B a s k ı ) 1 9 4 2 ,
îYrjrüdeVFemanû, TttriVı 0çtri7ie YnzAör, çev. MebTOtt
A li K ıliç b a y İm g e Y a y ın la r ı, A n k a r a , 1 9 9 2 .
B e n d i * , R c in h a r d , "T r a d it io n a n d M o d c m it y R e c u n s i-
U c e u iU y , J o h n , “ T h e S o u t c e i t o f N a t i o r a l i s A i d e o l o g # ” ,
. d e r e d . ," E m i u t c l e d R e o s e rft, E s s o y s o n S o r i ı r l K n o ı v -
N n tia n c M im , J o h n H u tc h in s o n v e A n tlıo n y D.
le d g e . O M u r tl U n lv e r s ity P r e s a , N cvv Y o r k , 1 9 7 0 ,
S r n ith (d e r le y e n le r ) iç in d e , O x fo r d U n iv e r s iiy
t e n d e r , V .e o n îr td \ d , ( d t t k v t r A c r ) , O n e s u n d S e ^ u e n -
P re sü , O x fo r< ], 1 9 9 4 ,
çeri rn P u l i i i c a ! D c v c [ o p » ı c » L P r i n c e t o t ı U n i v e r ^ i r y
H ıım > w * M a ih e w " C t v i İ M r jf r i C e 1 F r e flrh
K A V L A K Ç A

O . ı ’. t u T a l P o h c v iti i h c M u i n l e P * * : . 1 8 6 C -1 0 1 4 ", ovs ( d e r lö v e n Ie r' C n a n t-n H o are v r G ^ o ffre y

İ h ı ' îJıv i w î< ö !jo û j* m ;. s a y ı 2Ç ’l » 9 8 fc N ove" M r o îb İ n re r n a r ı o n a ' i ’o b l i s b c r s . N e w


Y ork i 971
( u r lv le I h o m a v , k ^ 'd m a r . i û » , K i i t l u j Y a y ın la r ı İs
îa n h u l. 1 5 7 6 ( 1 8 4 1 ? G r i r a m . I f c e l e r . S e lis im \ i& t a i s R e « f!fs p » ı? ı? îp i> ı o

P u o rs ; î« u b t s u i t * k h r t L t o n -n û -” t Z e ı l
v . ı r r . k r l w a r d K a l l e t t . I o n d . t u : r . ı o f P r e u ■*, M a o M ı l k ı ı .
A ık c n â u m V c t i .i £ , \ r a n k f u r t a r tı M a m . 1 9 7 *
I o trd ra 1 9 4 5 .
H â rk e , H e r a u tb , Ih r H ım :s a M e ıh o d ie s l G a p .
s art P d ^ v ard H a lle t! 2 He i * e \ :\ \ ccr< ( r» « 1019
R î- î j c î u o n s o n r b e G e r r r . a n T r a r i ı S o n P ro - and
1 9 3 9 . M a c M tlk n , L o n d ra * İ 9 * 9 .
P r o P v K r s în r ş l :u v * ; , sn A v n « î o o i ^ g \ , A ıVTeıirf
( h a l e f e . P . U d h y rtn vr iP û n y ü v ..
P erv p o cn v e u io r îe y o n k : l 'e le : î \ \ko\ L o n d ra
II e t i s i n : Y a y ı r . k ı ; İ s l a n b ı ı 1 . 1 O v *
v e N evs Y o r k R ooüedge L99 *
O k e r . î ı e n c ı s W r llü u n , O r g f u iis m < T h e e r e s e/ t * e
H « ü » e r , A r tr o ld . 1 * l W , a t y e j .A r i R o u îl c d g c .
M a r t . N jn p r s r n r h ( e n t ü n J«y^ >'^»irtafi«5»v // r i v 5 î a
Lctkira, 1951
f î u ? O r jjs f c u t» » e r ü s P e f t a n . A M S P r e s s Ti k . N ew
î k 'b s h a v s - r a . 1 r u ’ .’ Y v : : \ n e ; 1 7 x 9 - 1 A *.S . c .e v j; Y .ı -
Y o rk , l 5 6 ? i l 9 İ P
J e V r g S Jd e r, A 'ı e d i r r . ş c :m ! V Y a v ın la t; A n kara,
I> ’ r i K â W s s r . : l r l c ı \ r l . r : c r c v ç S e h u m îr , ‘• « . ı ; . le
1989
m a ’ n ı s ;r « F < ; 1 4 * ;* - ] ? ' - < 4 <1f***. F a ;j< - .0 6 5
H o p Ja n s , t e r e n c e K v e W a ffis r s 4 r » n Ira ra a n u e l (ic c ts
D i s r - A n J r e u , M * r g a TU 3 . "C w . : w ' . ı r n
:h r o c H » h C u l t u r e
İ d e r .îK ie s
T h e P a s ı m t h e b o r g -.n # o f I - . u r o
C «|r ;e v N u ri P rso v I r ıd e ı A b a d o £ İ u , O r h a n 02 J
A k a l ı n . Y’ i k c I K a y a . A v c s u Y a y ı r d a ı ı , î n a n b u î .
p e . G u i t ı o a ! i d m f .f t v a n d A n h ü e r ^ în ^ v ’ ’w C e ııs ;
;0 9 0
o f h ı u o p e c r . ( ..o m v t u r .ı îıe 's ı ç ı n d r i d e r l r y r n -

1er. T (k a v e r - 3 ı o w n . S j o n e s v c (1 . G a m b l e } . R c l î o v v a r t b . D a v ıd \ r Y a n n o ''t a s r a k a k ı s ‘ Im r o d ııa n g


d is c o r n s e th e o r v a r x İ ; • a l a n a l v s i s '' Î Y k .-w w
o ü e d g e . L o r ö r - v c N e w Y o r k , Iv O ö
T h o o rv a n d P c . u u a l A - u r .> ;> Jjiv rrrs H tje * n c m i'
V .lb cv v . M a t t h e v e T l , : * r n n C o f p s n c t t i - e T h e .- 'n . i 7 # g .
o and .s a n a l ( z a n ç t »v ı n d c . ^ o îl* > w a r îh .
',9 9 $ A C h o p te » .n I h r ! ! :< U ' y o f İd ea », ( V îa g o n
A i c u r a ] . N o r s a l »t Y a r m ı ş N a v ; . d a k î s ' d e r l e y e n
B o c k s İn e , N e w Y o r k lO fv ,- [ 1 9 Î
> î >. M a n o h c s l c r l R .v c T Ş iT v e~ s M a n c h c s ie ı
( İv sin S a iîfo ıd . ! k e M t f i ı m j? c . f : V J h ır r f R c p a b iıc 2000.
C\a&s d r u i l ' c i ı t u t . jt f r a i m e , 1 £ 6 8 - 1 ( 0 5 4 b o m v t a n a
H u n t l R jü t o n . S a n ı u e l . 7 h r “s a l d ı n ûkJ ı h r ^ la le. i n e
M a i r 1 ‘r ı v e r s i r v P r e s s . B a r o n R o u g e . 1 0 / 4
7 h e p t v u n « l P oİ i i k s o l C -\ ıl- M ıM < a > R r 'c t n o n v
I u v u r , S î n İ o î i i . 7 "<■ ',*•:•<: R r p ı i n y i> e fc * a ir d B c ti^ r r İ T a ı v a r d U r a v P r e s s . C o r a b c u î s e . N '.i v i , 1 9 5 7
i ’. ' R e f ı» * * ı i". T t a n t e , 1 8 S C - İ 5 İ 4 , l o u ı v . a n a S t a t e
H n u n n g t .n r . S a m im i. " S i y a s a l (» e fc s r a e v e S iy a s a l I v -
U r . i v m t î y P r e s s . B a r o n R o u j» c 1086
r u im a " (ç e v I 'r g u n ( V b o d ı . ı ; ' A n k a ra \ n n r iîr tf
h m e r , S a m u r ! . i A r M o r . o r . H o » s e t e r « , T h e K o f e o* ı h r
w lin k t ik h a k c r iffs î î 'c '^ 5 . < .ir X X I I X X ) . 1. n i v ;
M a t t a n i n P o i t t k s . Pn.II M a i l . I o n d r a , 1 5 6 ? 1 4 . lv b s ^

P r a r . t z , C o n s t a n U n . K ; ; ‘ ıV a l i n P a ı t r s ı ı. F e r d in a n d 1 î ; m n p t o r . k a m u ? ’ . p o h ; ; . rî i > * d e t y» C h a n % ın jt, S o . ı
N h n e K İ e r , 3 e ı ir n . 1 8 6 2 r t ı c i . Y -û e \ r n v e r s u y P r e s s N ev, H a v e n v e L o n d ­

Ja n o v U z . M o rris. I i:*- P ' yf r ^ y . y m u S c l d ı c r , A S o o tr ’ ra . İ9 ö 8

a n d p o lu I. J i P o rt’ d it. P ı c e P r e s s . N e v . Y r r k . 1 0 7 1
K a l d o r . M a r y v e '- a s i ; e r B ask eı .d e r le y e n ie ;" : R rsl

J a s 'S T ı U . S o l m a K h a d r a ( « 3 e : .} M o r t o * n A * û Ik < P c r i r y , » l u t a n n g f k e G l o b a l M i h i a e > ö r ,c . - « k * l : ; w f ] N e ıv

A n A n :fc r * o £ > . C o l u m t n a U n ı v P ress. N ew Y o rk , ' M i ' i , V .R i e r L o 7 x h ı v e V ık T9 0 /

19Ü 7
K a k io r. M a ry . A tb r e r h t, l i r : , h v e S c b a ıe d e ı. G e n e v ı-

jo b r t s o n . lo h n ( d e r " , T h e R o ie c f i k e M i l r t a n .m i n e v e ( d e r l e y e n l e r ; . R e & a . i t u n ı n g i k r G ':d > c :! M w r -

d f d r v c i i'p r â ( H rn f’ TC? P ır n c c îo n I r .ıv . F ırs s . îr a v S e c to f. V bi ? i h e b n J >•; M u ı i a n P crd w m .

P ır r .r e t o p 10^2 P ı r r i e ı . l^ o n d r a v c N c v r Y o r k . 1 0 9 8

r d ı r .u o n . W r ;lıa m M . j f c e A u ş J 'i r t a M ı.n d An İn id ir, K a U U 'r . N î a r y . d e r '.. R .- c .- u . ı * ’ .K f: ı h r C u b a l M : & o r >

fa a l a n d .S o r fa ! H siı ty IB -tp -lO ÎP îîe iK e le y U n ı- S e s l e » . Y b j 1, ('- i c P a l Î T ' o n - : ^ P ın to ı, î o u d ia v c

v e ıs u y o f C a k f c r r U a P ro ^ s. l . o s A r .^ c lts v c k o n u ­ N e w Y o rk . 2 0 0 0

ra. 1972- K a n n c r .r .e s s c r , A S r r v i dt<* i t r ı ı s k e ı İ n d o g e r m a

/ .ı * * i a r v .s , i l . G e n k r r . î i M f l d e n r i r f e \ c b ^ t c i ı h K u ir u :. n en ” . P c > i i t ;v h A n t jt jo r . - v i o ^ r s r h e R e v u e , s a v ;

M e t is Y a y ın la r ;. İ s t a n b u l. 1 9 9 8 . 4 ,1 2 . i 0 0 5

G r T .n c T , P r r e s T . I t t o u g H i a n d C b c n ^ e , W e , d r r s f d d a r .d K e a n e , J o h n ( d e r ’ . .S iv il l o p l a r : v e !y e > i e î , A y n n t ı Y ?

N x h d so n . I o n d u . İv M y r n la r : İs t a n b u l. 1 9 9 1

( î l d d e n s . A n r lm o y . P o / O n n e ın \ r F l o s L n a b 'T i ." f ç e v K i b e r d , D c c l a n , J n v e n f in g !r e f e * n .i, j o n a ı b a r . C a p e

k e v e n ; K ö k e :'* . T o n ; B e l t c m o r e v e R o l ı e r t N r s b e ı, L on d ra, 1 9 9 5 .

. V s y c ii fjr îr C c z a " ; l n ; ; c * f ; r ı I c f t  ; ( d e r . > f c î t la a


K n a s r r .n a . G .U iîa f D ır D e a t a k e V b T g rs tk u h Z e , h in e
< ,.ıv ) » e n d e . V V r s o Y a y r ıv l a r ı , A n k a r a . 1 9 0 C
h e m o t r a g e n d iK J t î .^ .a i e VV Tsrensr H a fi J o k a c r . G n ı b

G’trrsci, A n l o r a o . Y c îe c tıc n s î^ c P ;ıv * n S c i r b c r o s n ^ B a r ı h V c r i a g . l.c r p z r g . 1 0 4 ;


K A Y N A K Ç A

K r a u s c , W e r n e r , V V ir n e r S o m l n u t s VVfcg v o m .K o d ıe d c r - M o s k o s , C h a r l e s v d . ( d e r l e y e n l e r ) , T T ıc P o s t m ö d e m
S r > £ İa lifiH u s z a m F a s c fıü m ir fs , f l ü t t e n & L o c r ıin g , M ilita ıy , O x fo r d U n iv e rs ity P r e s s , O x fo r d , 2 0 0 0 ,
D e r lin , 1 9 6 2 ,
M o s s e , G e o r g ç L . , T T ıe N a t i o n a l ı z o t i o n o f tit e M o s s e s .
T tu ç ıır a d i, l û n t u , t ü k , A n k a r a , M e t e k s a n "Y a y ın la n , P o l id e a l S y m b o iis m a n d M a s s M o v e m e n îs in G e r -

1986. ın d p ty f r o t n t t t e N r t p o J e a n i e W t i r s \ h r o a g h t f ı e T J t i ı d

lîe ie h , C o m e l l U r iiv c r s ity P r e s s , ilh a c a v e L o n d ­


L a d a u , E m e s in , N ew R ç / le e tt o u s o n r lt e R c v o i ı d l o ı ı o f
ra, 1 9 9 1 ,
O u r T im e , V e r s o , L o n d r a , 1 9 9 0 .
N e h r u , J a v v a h a r l a l , T t n v a r d F r e e d a t n .' T l ı e A ı r t û h i o g -
L i c l a u . E m c s ı o , E v r e n s e k ilil? , K im fiJz ve ö z g ü r l e ş m e ,
r a p h y n / J a ı v n h a r fa J i Y e h m . N‘e w Y o r k , 1 9 - 1 1 ,
B i r i k i m Y a y ı n d a n , İ s t a n b u l , 2 0 0 0 ( o r i j i n a l T n e t in ;

L a c l a u , E m e s t o , E m a m r i p a t i o n i 's ) , V c r s o , L o n d r a . P n g g l , G i a n f ı a r ı c o , C t t ğ d h f D e v J c f i n O l u ş u m u , S 'o s v a fc j-

1 9 9 6 ). fik B ir Y a Jîî^ tm (ç c v . $ u le K u l-D in n a z T o p r a k ),

H ü r r iy e t V a k fı Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 1 9 9 1 ,
L a n d a u ç r , C a r i , C o rfy o ra te S t n î e İ d e o b g ı e s : H is t u r ic a l

R o o î s < m d E lıU o s r r p f ıijr a l O r t a m a . U n i v e r s i t y o f C a - P o L a u y i , K a r i , B r ty n Jî D ö n û f ü ı n , ç e v . A y ş e B u ğ r a , İ l e t i ­

lif o m ia , In s U tu te o f In te r n a tio n a l S iu d ie s , BErke- ş im Y a y ın la n , İ s t a n b u l, 2 0 0 0 .

Ic y , 1 9 8 3 - S a r ıib r a h im o ğ lu , "K e tv l-lo r iz o n s " , jö n e * D c/ cn cc W e-

L c f o r t , C . , T J ı e P o l i f i c ö l F o ı m s o f M ö d e m S o ç h 't y , B ü r o d :[ y , 2 8 Ş u b a t 2 0 0 1 .

a i K r a c y , D a n o c r a c y , T o t ıiL lr t r ia n is m , P o lity , C a m b - S a r t o t i , G i o v a n n i , P e ı n o b ı a s i T e a l i s i n e G e r i D tm & y


n tlg e , 1 9 8 6 . (te v , T u n ç c r K a r a n tu s ta fa o ğ lu i'e M e l ı m e t T u r­

L c f o r i , C , D e m o t r a c y a n d P u Jilie a ] T fıe o r y , U n iv e r s it y h a n ) , T ü r k D e m o k r a s i V a k fı, A n k a r a , 1 9 9 3 ,

o f M iıın e s o L a P r e s s , M in n e a p o lis , 1 9 0 8 , S e r i c s , M . , '" K n c v v l e d g E i n ı h e C l a s s f c a l A g e , L a F o n -

L e n i e n R . E ., M e a c h a m , S , v e B u r n s , E , M ., S V b tc m t a in c a n d D e s c a r f e s " , H e r u ıe s , U te r a fır r e , S d e r te e ,
P lıilı> s o p Jı^ i ç i n d e , T h c j o h n s H o p k i n s U n i v e r s i t y ,
C M lt z f l îi o n i, T h r ir H is te n ? a n d T h c i r C ıd tu r e , W

W , M o rto n 6 r C o m p a n y İ n e ,, N c w Y o r k v e L o n d ­ B a ltim o r e , 1 9 8 2 .

ra, 1 9 9 3 , S m ith , A m lıo n y D ,, M i l l î K fm lr lı, i l e t i ş i m Y a y ın la r ı,

L o ck e, Jo h n , Tw o T rea T l s es o f e n t, Q x fo r d
İs ta n b u l, 1994 ( O r i j i n n a l t iie l i n : S m i t h , A n t l ı o n y
D , , M a t i o n t if J d e u l î t y , L o n d r a , P e n g U l n , 1 9 y l ) .
U n iv e r s ity P r e s s , O x fo r d , 1 9 6 0 ,

S o m b a r ı , W e r n e r , T f ı e J ^ w s n t ıd h î a d r r n C a p i l a N s r n
L u k e s , S i e v e n , E r n if e ü u r h f îc ir n . H is i .i f e a rtd W o r k ,
[ç e v ir e n M . E p s t e in ] , C o lie r B o o k s , N e w Y o rk ,
P e r ıg u in , H a T tn o n d s v ,-o r t h , 1 9 7 5 ,
19ö2.
M a c p k c r s o n , C , D ,, T i ı e P o f i t f c a f T l t e o r y o f P o s s e s s i v e
S p i v 'a k , G . C . , " C a n ı h c S u b a l t e r n S p c a k ? " , C . N e l s o n
İn d iv id u a lts ™ , O x f o r d U n iv & r s lty P r e s s , O x f o r d ,
and L G r o s s b c r g ( d e r le y e n l e r ) , M m ^ L ın a n d th e
1962
J n tc r p r c ta tiü r t o f C u lt u n : i ç i n d e , U n i v c r tıit y o f I l l i ­
M a c p h e r s o n , C , B . , D e m o k r a s in in G erçek D ü n yası
n o is P r e s s , U r b a n a v e Ş ik a y o , 1 9 8 3 .
(ç e v , L e v e n t K ö k c r ) , B ir e y v e T o p lu m Y a y ın la r ı,
S le p a n , A lfr e d ( d e r ,) , A u r h ö r it a r ia » S r a z i i , ü ıtg ip ıs ,
A n kara. 1 9 0 4 .
P t i J i c ı e s a n d F u r u r c .. Y a l c U n i v e r s i t y N cw H aven,
M a g n a r d la , P J . v e T ü r k d o g a n , O ., " T h e D e v e lo p -
1973.
n t e n t t> f T u r k i s h S o d a l A n t l ı r o p o l o g v ” , C » r r e n t
S t o t k i n g , J r . G c o r g e W . , B u n e s , B c n ii c s , B e f t u v îü i; E s -
A n i h t 'ü p o l o g y , S a y ı : 1 7 / 2 , 1 9 7 6 .
s a y s o n B M o g i c a J A n t l ı l u p jf a g y , U n i v e r s i t y o F W t s -
M a n d e l, E jr n c s t , K a p i t a lis t ö d i î m e n t n U zu n D a lg a la r ı, c o ı ı s i n P r e s s , M a c l i s o n , 1 9 E ÎS .
ç e v , D o ğ a n İ ş ı k , Y a z ın Y a y ın la r ı, İ s t a n b u l, 1 9 9 1 ,
S u g ^ r , P e t e r E , ' - 'r l ı c R İ ^ e o f M a i i o n a l j s t n i n t h e H a b s -
M a n o ilc s c u , M ih a jl, T k e o r k d a p r o r e e r i o n l s m e e r dc.
b u r g E m p i r e " , A u 5 t r i o n H i s t o r v Ve a r b o o k l i l , 1 9 6 7 -
I 'e d ı n n ^ e m t e n t a d o n d , M a r c e l G i u r d , P a r i s , 1 9 2 9 ,
T a y l o r , C l t a r l e s , M o d e m lig in 5 ı İn n i d a n , A y r ı n t ı Y a y ı n ­
M a n o l k s c u , M i l u jl , L c i i c t l c d u c o r p o r a iis m c , P e lix la n , İs ta n b u l, 1 9 9 5 .
A lc ın , P a r is , 1 9 3 4 -
T t i g g e r , B r u c e G - , A H i s t o r y o f A r c h o e o \ o g \ 0<ı\ T lı t n t g h J ,
M a n o ü e s c u , M ih a j] , L e P a r t i u n i c ju e , L e s O e u v r e s C a m b r id g e U n t v e r & t ıy P r e s s , C a m b r id g e , 1 9 8 9 ,
F r a n ç a jiie a , P a r is , 1 9 3 6 ,
U r r y ; J a m e s , B e/ one İ y i c i l A n t ıh m p a fo g y , E s s a y s o n d ı e
M a n o ile s c ü , M ih a il, D ie d n z ıg e P a r t ı i a t i p a f it is d ıe / J i s t o r y oj" B r i t i s h A n t lt r u p o l n ^ y , H a r w o o d A cad e-
İ n s k t e n J o n e le r n e ı ı e ı ı R t g i m c [ ç e v i r e n \ V a l t h c r R c - m ic P u b tis h e rs , C h u r, İs v iç r e , 1 9 9 3 ,
ic h o ld ] , V e r la g a n s ta lc O lt o S t o llb e r g , D e r lin , 1 9 4 1 .
Y V a l d e y e r , W , . " E r o f f n u n g s r c d c 1' , C m r c s p c m d e n z M a r l
M i l i b a n d , R a l p h T l ı e S t a t e r?ı C u p i t a J i s î S o c i e t y , Q u a r - d e r ' D c i i f s c l ı c n A n l h t u p a J a g i s c h c n G e 5 e !J s H u ı/ t, s a y ı ;
te tB u o k s , L o n d ra , 1 9 7 3 , 34, 1903.

M il ib a n d , R ., P o u la n t îa s , M ,, L a c l a u E -, K a p ita lis t W a l1 c r s le in , l n u n a n u e l , S o s y a l J î i f i m J f i i D â ş d n m e m e li,


D e v le t S o r u n u , B ir ik im , İ s t a n b u l, 1 9 7 7 , fe v , T a y la n D o g s .i i, A v e s ta Y a y ın la r ı, Is t a ııb u l,

1997.
M i s e s , L u d v r i g v o n , S o c r a f i s m : A r ı E e o n ır r n ic r » ı d S û d -

o lo g ic a l A ıın ly iis [ç e v ir e n J . K a h a n e l, L ib e r ty W e b e r , E u g e n . P c a s a M tS Enro E r r n e l t ı n a r t , T b e M o d e m i ’-


k a y m a k ç a

P r e s s , S ia c r fo r d . 1 9 7 6 , J 9 3 Ö : C ı i i c S f u d i e s in M a r f c c i C o n l T r l T h r o u g f ı P ııb -

Jic M u n o p o lic s , L îb c r P ö r lu g , S t o c k h o l m , 1 9 7 9 .
W e b e r , M a x , E ec rn o ıin y a n d S u e i e l y , U n i v e r s i t y o f C a l i -
fo m k a P r e s s , E e r k e le y , L 9 7 B . Z ız e k , S ,, T h e S p e d ı * h S t i l i R o t u n ingAroundt. A rı Ir u -

r o r iu r fio n iı [h e I5 D th A r tn iv e r s a r y E d itiû n o f [h e
V V c in d l m g , P a u l , H e a î i f ı , R a c e a n d G e r r n a n P a i f iJ c .î
C o ım r u m is f M n n i/ e s fo , A r k z l n D , O . O ., Z a g r e p ,
J j c t u 'c c j ı N a t i o n a J U ’n i / ic t J j'l o n a n d S870-
L99S.
3 9 4 5 , C a m b r i d g c U iv ı ^ r s i t y P r e s s , C a m b r id g e ,
1969, Z ız c k , S ,, T h e p ic k lis h S u b je c î , T h e A b s e n i C e n b e o f
P o i itic û l O n îo iû g y , V e r s e , L o n d r a , 1 9 9 9 ,
W \ k a n d e r, U U a, K r m g s r t M a t c h M & n o p o lk s , 192-5*

623
YAZARLAR HAKKINDA

DR. DOĞAN AKYAZ ASENA 60NAL DOÇ. DR. NURAY MER7


Ku*iî A«*er L»ses. 1•>.- ;ı ÖJrtfİTT-f» et ş •»>va y " -vr. Bng<^ ^ Siyaset B Ya7ar
•>•. versıteî Atatjrk .k e ^ : vf
DR. FARUK ALPKAYA Vt.'k ' t-p ** b'TŞt \ A a Vt \’x HANOV. ÖZKAN
A-<a'E w"<ves»tes Siyasa 3.45' ör i^vverj **»• Atatu'k
IlKuttes, Öğret**" Uy?S1 ATTİLÂ İLHAN •ke er ve :*ir Lip 1v 4-, L-'st T,..«.i
v«7^
CUMHUR ASLAN PROF. I>R TAHA PAIÎLA
F-aiT-u-r Atat jr * Jn.verstesı Fp" PRO». DR. AKîVH T İNSEL l'ogaz <. Ur" v * -sıtes s.t.sab ve
Frjpfc-yat "ri<.. tıs Sosyoloj- SoİCTVj Galatasa-öv "vr's tesi k: sat !ba- 3 »•ie-faK^’teS .kıs -re^as
l.JKwites, Pa-KhfOrt h<y{>:*'•'? Lsk’ke» ve Srya'et R. #’"- «öL.r'iu
PRCr. DR. TOKTAM.IŞ ATfcŞ C’n vMs;tes ögret-T. Üyesi
C;>g Jn-vers t Mı. îjt<if«y.j
’J ” ve-stes :KUsat Fakü tesı DOÇ. DR/ AYKUT KANS J DOÇ DR. AYŞt SAKTANBL R
C$r et r . Uves Oft-îö<'^o ‘ ek- x iV ve'srtes se^. ODTv I e " Fbesyat * akmles
Fdei>vat f ak Jte s Tar 6;> u^... Scsyu’o f. BöîU"Hi, Öö'et.f" *,yes;
DOÇ. DR. SUAVt AYDtN Jy«s
*i*<ett#rw U- ve-s t * i - Sosya MEHMET SOYDAŞ
3»Jı^.>- f "StUüSÜ A»vtrocoi<v BARIŞ KARAt ASU •staiıb.* U- ve's. t es. rtakyfc
65ur*.i, rr>L*y#$; A-aşt •■•>'*<■' ( akı'tes:

PROF. Dfi. MURAT BEtGI YRD. DOÇ. DR. M. ASİM b ir s e n ia l a y


B g< U- ve's t « •en fcsebtyat k a r a ö m f r ; o ğ iu ■'ar ^ ve Tep Dergıs vay?n
‘ akuResi <ar$ı'aştf r><*â Fcieb yat 3o^ ö7;• ^ıvvers rrss Atatun< Yfy'»t'>'e."iı
SÖfcj-r^, ö $ 'e t f" L-yesı xe er ve L k ap Lnst t.iSa.
bSyes OK YÜKStL TAŞKIN
TANJL BCRAl pc§a 7x- C" ve/î.te». kt s.xJ- v*
va7ar. FjR o r PROF. DR KURTULUŞ KAYAL- :rfa' Bm»- cr rakui*esi i yaset 3 t '’
A^kaif! U/Mv«rj tc « D ve 'a--»p ve lRus«apa'esı Eykier S 5\„~-w
DR. HAMIT B 02ARSIAN Ccğ-a^ya rak;.;te<- S.'^yc ofi
IHtSS { f i s e Pes h autes ttudes e*' BöKiP’Ki/ Ö $'etıx Oy*s fROr. DR. METE TUNÇAY
Sc*erte$ Şut < 3Vs). öğret 'r jy ev ■sstaetou’ 3»>w Câvvers:to» Ien
PRCI DR. ALİ KAZANCÎGİl Sdebyat fakültesi PaK.^t«s‘ TanH
DOÇ. DR. OMİT CİZRE UNFSCC Afaştr^a 6u urriı MvdufC Sb:Omû öğretim Cyes
Sıîkerrt i) - ve'skes "»rt'sad' ve töa'i
3-fc»"V Fakültesi. S yasa. fitr-> ' ve DOÇ. DR CEMİL KOÇAK ÖMER "URAN
<ar\i Yfrnet»** b'pfc.ı ’vhj. Ög^et *" Sabanr jrv vers trs- Sa^at ve Sosya' ÖD’ U kt»sa< 2 ve B ' "'stzr
ity** B t er Takw te s. Öğret:'" «yes PakvLtesı S yssot P; ve <ûf"w
Yfiıvî+an:
YRD. DOÇ. DR NUR Itt-TÜL ÇELİK ORHAN KOÇAK
Arka*a uOivers tes; Het j r L'eştir *•»*-, vaZrV £>OÇ. DR. MUSTAFA TÜRKFŞ
Fakülte*:. G itt te c ’ k ve Maki-.: CDTJ ?kt,sa<i ve ’< 3v E t p .'
i B 5 -:u r \ , . ö ğ r e t ^ U y t V PROF. DR. LEVENT KÖKER Fak./ltes J sısiararas- ?k’ e '
’. îo ğ j Akriarvz O'-YP-s tes- ►♦uk^k 06'ikpvi. Ö<retır*. Üyes.
YRD. DOÇ. DR. A H *» 1: DHVUREL Ukix te s , ö ş-« t ^ Jy«s
V a k a ra J.'Ywrs:t»i: İVfsar:- vu ÖMERTÜRKEŞ
'tSn'i B er f t » l U'usLj-a'-as- YRD DOÇ. DR. DUYGU KÖKSAL Vd7ar
rr ö$r*ü*v. 2ye* SoÇarns UpvteruLesL A»a»>.xk
Ükee'i v« r.kı ap 'm ‘x l"stK:ivr. DR. HAKK: UYAR
MUSTAFA GÖRKEM DOĞAN öft'etır* Uyes’ Dokuz F.yk! Omvers-tası AtatuOc
Ltar.bu! ü " ve*stcs Siyasa t>- fjto* 1‘i.e.er ve "krfapTa'i*'' L-'stt.^.i-
►aktKesı Kar*; Yone-tıru B6İ0,*yj PROF. DR, BİLSAY KURUÇ ö ğ 'e t r> Gö-ev rsı
Tjrkye f urlM jf yet Merkez
TAKMAN ERDEM 9cK-kası v^nöt'n Uyası YRD. DCÇ. HAŞAN ÖNDER
KÖNDA Karksoyu A'AJt "»» Aoka-a U-Yv*.sıtesı S yasa^ ü ‘yf*“ Ankara Uıvvers te sı t g t -r" Bh’^ e '
KlkiA i J m, A-«3$t»rn*i‘, va?ar f 4>kJtes kt sa? ö6JU'*îu, Öğ'-ptıY t-akıx tesı. C ^ et n t,yes
ÛyV5
VRD. DOÇ. DR. M CMİ ERDOĞAN CENNtl ÜMVfcR
CDTJ iktrecH ve ’üpr 3%^ e- YRD. DCÇ. DR AHMET KUYA? 3oga7< .y«-,ıvr-? tes. Atatv/'k
►akufces , Siyaset 3ıa,rn ve Ka-'v Gn ara saray ^ v e ' î tes Sryaset kes-r ve ;<"k.;ap p * F^sttUsU
Y5'v»*. ftv B&orr.j, C ^ e t •" Üyesi Bi 3okx^i. ö^reî t Oyes-
b OUNT VARLIK
NURAY KARACA ERERPM ATİLLA LÖK tkt «atv, Arjştîprao
Pr/yrjm Atatu'k û" verstest 'e ” v Oi7Tek'sL 0Yvsfs tesi Atatiifk
fdab<yat Fa Kültesi, sosyn'o»’ s o k ^ ı Ikeîerıv* •'k-JapTa-'." Enstitüsü, N fŞî G YEŞİL KAYA
AvuKat Ga7i vnMr.vKesi M .r\w;fc VaK./ites'
BAtîiŞ ERTEN
Beti? n Yay-"4a r , ; YRD. DOÇ. DR ELÇİN MACAR DOÇ. DR MFSUT YFĞLN
C" v*rs»»e': Atatürk k e 'eı ve Y * J z - ek" kL/’-.ve's te s . kt:wJ CDTw f e - Edebiyat FakiKtes
He. a$ ~ arkv. f(v,t*vvu, E<&£* -i»c ?ieUc". er f-akutem StyastL Sosy^ oz 35*C-"<c Ö<ret.n Uyeı
3i:*rv ve u Kjs ara'as- işkile'
ALİ GEVOİI İLİ 35 ö § f e t n l>yes DR AHMfiT YILDIZ
Ga7e ter, v»zar 76VV Kütv^artesc Jzn*r
DOÇ. DR. NURŞEN MAZ'C:
ö/GÛR SEVGİGÖRAL Akdem? U.ı.ve-sıtes: ►en L<iebv»t PROf . DR. ERİK -AN ZURCHER
£c$a/i{i IV ver? ***** Atst«-rk ‘ akı'iîtes T a -r B5K;-yu . ö^ 'et n . eki*" U -'.v e 'sıtesi jrk Dtifarı wı
Ökek^ı va "4< iapTaf»tv f'Vvtcsb Uyes Kültürler. Bf*. ı>Yü. 0<Şret »n Piyes
i ; îv h d 1 9 8 0 d a rb *r. n ' 9 1 ,9 7 457. 45 \ 4 3 h 4 3 4 ftC 4 Ç ? . A ^ r 'jU .'. A h m e t 4 5 . 4 7 , 49 . 3 i'-, 3 7 ,
:v : ; i 8 . ; v t . :y -„ 15 7 . « t , 5 7 2 .5 0 7 , 578. *> 9 , 5 l i . 5 1 2 , 53 6 3 , 7 7 3 2 1 9 ,3 8 0 .4 4 0 .4 6 4 .
187. J8 8 , 189, l 9 i ,* 3 J .3 3 i . 516 3 1 1 , 5 1 3 , 5 3 4 . 6 3 -, 5 3 6 . 4 ■4 , 3 2 4 . * * 5
4 ' } . 4 6 2 . * ’9 . 4 H -t, 4<<3 4 * 6 5 4 0 . 5 * 1 ,5 5 2 , >53. 3 3 1 551. A ğca M e h m e t A lı 4 8 6
4 9 8 , 3 7 İ .3 Î C . * 1 3 .5 1 6 ,5 1 ? . * 6 1 , 5 6 2 . 5 6 3 , *> 64. 5 6 3 , ‘> 6 7 A t l û r u i k ve G ı i.V f k 3 1 3
5 3 8 . M C , M i . 5 4 4 , 5 *> ‘ . 5 5 4 , 5 6 8 , 3 6 9 . 5 7 0 . 3 .* \ 5 7 5 , 6 ~ 6 A ftr t İ s v a n ; 1 1 9 3 0 ' 7 3 1
VO S T , 5 7 7 , 5 7 -; ; * '4 V *. İT 5*7 A fr ik a . S i c i l c n 3 9 8 . J W
■>: : . 5 ö , * * 0 . 5 6 2 . W C . 6 8 0 2 8 b u h a r 1 9 9 8 .'M G K k a r a r l a r .) 7 0 . A h m ad . I ero 7 1 0 1 . 3T *
: 2 .V b » ; İ V •*: R H îh n r a y , 1 2 * m 7 1 . l '- 4 . 1 3 6 . 1 * 7 . 1 5 9 . 1 6 1 , 1 7 i A H m e iH a tîn ö 7 1 0 ,4 0 5
i 64 IV * . 1 * 7 . İ M , > 9 . İF 3 İ T . 714, 3 5 2 . 4 3 9 . -M ,/, 4 -9 8 . .\ h :n c t la z c : 16
4 . . , 449 4 5 5 4 5 7 . .3 , 4 6 2 517 616 3 3 8 ,3 3 9 .5 7 2 ,5 7 5 . A h n * r M u h a t 1 (e a d i 1 9 9
4 7 9 4 6 2 . 4 6 -? . 4 9 8 * 0 9 .5 1 3 . ■ '8 7 . 3 8 4 . * 8 i . 5 8 8 A h m e t R a s .t r . 4 4 i
S 37 M Ö , 5 4 1 ,5 4 4 ‘ i-, N '.V , >1 M a r t A v ı s k f e n r u M 1 7 6 . .3 8 9 A h t r n At ta8 e v 3 0 ,3 4 , 4 4 . 44. 4 6 .
371 5 7 3 .5 7 4 9 M a t ; 1 9 7 1 İ d a r î * p ı r ı y ı m ;' 1 6 9 . 4 7 ,4 8 , 3 0 , 5 2 . 5 k 7 4 8
54 M a * * 1 9 5 0 ^ 1 ^ : 1 1 7 4 . 4 -*g , 571 A î ı r . i r t Y c f . s jv y = 3 7 9
65i. *56 .A k a d m u k P ? r ı w j n I X . 101
r vuzv.1103 3?;. w A k V „ O k»a> 5 1 1 , 5 ^
1 6 w z v U 2 :> 3 3 7 '* . 4 8 0 . * 1 4
A A k la r a , Y u v a f ‘ 5 . 4 7 . 4 -J. 5 0 , 3 2 31
1 .9 * 8 İ h t ila l i 4 8 8 •\p a v r » 'k i A » to p a B t r l.£ .' 1 - 3 . 2 7 0 ,7 7 4 2 8 3 ,4 3 4 .5 2 6
İ 9 \ f e v & 1 9 1 9 1 > 7 , .'><*> 3 İK 599. 600 A k d r r .1 7 k û h n r û 3 4 2
v r .z r ıi . 1 1 4 . 1 6 * : 1 9 i . 2 .2 7 A h a v u y a ıa k . S a n h a k 444 A k-k*rri/ - 1 , 3 2 1 . 3 4 2
, 'V * , 7 4 ; 230. 2>V 2 M 755. A W xu -. v c v a t * 7 4 A k d ık . 6i r a İ M
2 3 ? ’ 2 5 ^ . 2 6 7 . 7 'ö ‘>, 2 : : . 2 - 3 . A B D S a £ m ı s ı z b k B ;» d .:ı w 3 1 7 A K O İT K 5 4 1 , 5 4 2 571 ' '8 ,3 7 9
'*7*4 2 9 8 . 1 7 0 . Î İ 7 M 4, 3“4 A B D , A B a r ik a t lk r > y ,k D e v le tle : A A k ılc ılık 1 1 8
3*7 T l. 3 4 8 ; . -* 8 > - 9 9 . 17 * UX\ T V . 1 7 4 ,2 4 3 272. A k it 1 6 2
X ' 3 2 2 . i 1 9 . 3 rt - . 4 6 8 . 4 Q o . 4 4 )7 A id i V b » 1 4 8
. 7 8 D e ttim : *3 . ,tO . 1 9 5 25? 4-V 8 4 9 ? * 0 2 ,5 5 3 A k v a if D c w ;'f o ı D e v ir ! ? ;A * ı» ( z a r \
> 7 3 ,7 7 4 A b d u lla h < r » d < t 1 4 , 45. 4 5 .4 9 , 37 . 215
1 9 1 * U ü ’lv v i - a v t h k z 3 i. . 4 » 1 5 2 . 2 7 0 . 7 0 1 , 2 0 3. 2 * « t A k w s , N « î i K a z - P ' 4 0 6
Y a k -c v :' 5 0 A b d u k ı z iz ( P a t b v a h '. 3 0 A k & îîy . M -.u-.TM :*r t 4 8 ?
1 9 2 9 P ü y ı i k B u r .a h c s i 2 6 4 , a v ı . A b d n ih a im ; D ö n c a r 2 2 3 A kv T y lu . R a k -ı 5 6 3
4 -7 491 4 9 4 ,3 4 » A h : a n w a î X 11 { P a d i ş a h ' 3 0 , 3 1 » . A ’i'& t t 6 4 104 175 187 5 0 4 ,3 1 c .
İV 17 !kv<i:v r V A h si se\’ cn ’>çr< 17 1 9 - . 197. ?4 « , 507 567
1 9 } 4 V l . i V : V r . l y . . v ç m ı ’^ r ', 3 2 1 A b û t'.’b a R '.o R e j i m i 1 6 0 . 2 7 3 A K )» r ., 6 - R a 4 ~ 9 . 4 8 0
1 9 * 6 I V v .j I u a v ; o n u 3 C 5 A b d ü tc r ie t: : { P a d i ş a h 30 A k u r g a l , l ' k r e ı n V 1. 5 "9
1 9 9 1 D Y P M L P K o a l i s y o n H c k u r r a r l: A c U o r . F r a n s a t*> * 6 8 A k ı o i d a ı (!> !< • £< İ4 3
İli A r .v R r r , F k r c m 3 6 5 A ia n g u , I a h ır 4 7 7
20 yu ivjJ 14<79.31 9 3,9*. İ6>, A d a le t P i i t ı s t ‘ a y r b k z A P ) 1 6 7 Ak* »f 2j*at.vf
1 9 3 , 7 •••. 7 4 7 > 55 2 8 .2 8 4 . '•■ 4 M 3t^ 4iw k ,M cJK<s: 2 1 6
78» '1 0 . 3 1 2 . 3 1 8 . 3 4 7 , 3 4 ;. A D D , A : a : û f k vu D u y u t n c iV la tn u k o y k e ; S e ! i n : k ' 31
:- > i , j ; 2 . 4 1 9 . > 3C. 4 7 7 . 4 8 0 , 385 A l a : u t k » k a p ıta ıijiT M 4 3 4
* 9 9 . * 1 4 . ; 1 8 , :/ 4 > A d e t » s a * * : k t ' 2 » » ? tv » k k 3 7 A la t u r k a n t t l z ı k 3 9 1 . K ' * .
21 l> T w r .ii;' 1 9 4 6 * c s^ m ı 3 0 > Kû 'TuGf 3 3 9 A 18.jk ax .ll. t h tL -n 4 8 4
71 yO TV '2 7 2 1 -3 ? . 7 3 5 , 45? A d ıv a r A d n a n 3 3 3 A k 'v t k r 3 5 6
2 > N ı* a n 1 9 2 î 59, A ,h * a ı. K a ild e i d ıb 1 4 0 > 2. 327. A K Tek 5 1 5
2 4 ( \ a k 1 9 8 0 K a r a r la : > 71. 5 7 6 427. 438 A h h '.vat P a y a ( a v r b k ? C e fce a o y '* 3 8

7 •
’ M a y ı? 1 9 6 0 d a v b r v i 1 7 5 . . 3 2 . A f e r ız m > 4 8 A l. K e m a l 5 2 5
1 5 4 . 1 5 6 . i r'-3 . 1 6 7 , : 6 7 j ; V Afa'-urrayur CünuH47" A l:. . S a b a h a t t in - 4 4 4
1 S 2 , 1 8 4 . 1 9 0 . * - 1 6 , 38*5. 4 * 9 . A 2p ,a rt» tA r. 7 4 1, 7 4 5 .4 « 1 A ik ık ç , l i ı k n :< : 5 0 9
A f r i k a 1 9 3 . 2 * C . AV 5 , V t A jfc îiiy . 5 a d r > 7 9
{*} ' K e rn * k z rr !‘ vı» ‘ A t a t ü r k ^ o 'v * c " A lv t K ı k a r a h îs a - ( v c v * A fycrrD 1 1 1 , A im a r . B ı r h ^ ı .V *8
te r im * e r i r * y * r v ö r ' r e ^ ş t :. 321 A k n an u rü ts e k n k ^ 3 5 0
O I Zi N

A JTÜ U H 'a •|'>S A n i '.l u b » : 2 6 , 1 > 3 . 2 * 2 .A r e n , .k o d u n I ö 2 . :> * 7


ZA i . V*(>. jA ft. 3 0 4 , $ } ; A n V d '3 ;v v; « * 8 2 A r . K ı r n » . M e tr o : 4 0 $
A h t ıa n y a 1 î î t 5. 6 C 8 * \ I i 3 . ; 3 3 , A k <-,İ’ o. ’ Y a k u p K . ,ir : .4 u t > ı;r o r , 1 c \>x“ 5 3-3
1-4V 2 * ' î . 2 3 4 , 2 3 7 , 2 6 i . 2 6 2 . : -'9 , k d ; a ı^ i.T « r, ^ 1 * 9 ,4 3 2 4 i ^ A r ı k . R r m i : <'£'.!/• 2 9 5
2 K 4 . V » , İ4 * 7, y > .\ 3 6 4 * \ * r .. A ı ı 'v ^ a i \ n k t K < '»»c,r s v : u a : : /•>; A r ık u n . S ı f c : 5 7 &
W 'i 4 9 2 , 5 0 1 . 5 0 1 3 0 5 .* * !? 4 n î f ? * - j ?:few */ w 4 4 ’3 A r .k o n ;; . 4 .v j
A na M (t .; * f > A r .k a ıa îîa  t r v ; 1 1 4 A r :! . A f c n jf t 4 0 9
A J p ı r ı r x : » V . "V>3 A n k a r a ! s t . 2 a l M a l ı k r - n f t , '. ! 3 ? 488
A lr in v>2 A n k a r a M u v k : M - j ,: l ı u ı M r k t c h t A r ja n t i n 7 4 , 5 1 '5
V p k a v i . b a r lık 477 ? 2 ‘* i \ î s e .‘ kv>. 7 7 0 V V J. U K , > > 3 . 5 îV7
A İ vA’a , 7 r k r M c v j : 4"V ? A r .k a r a r . n y ^ u ] 1 4 A r m v t r o c g ;4 ;>
A x .ı:ı. A h m e t l i A rkara İv r k 0 . 3 .?: 4 7 ; A n u r . r U r 9. 1 , 5 2 . 3>
A k .w :. Ç e t t r . 5 1 ? . > ; 4 . * > i A n k a ra r E .w r b :^ > ı 7 1 4 , } 5 \ ^>. A r n o v u ik -k 1 a
A I e* b . M r h ı r v l 3 K P 4 4 2 , > 6 4 . 5 6 3 . "574 A r v ^ n , { .K r .k n r A Y 330
A iw v î a h r e tt in 3' “ , > 7 8 A n k ara 3 J. 6> 1 1 3 . 1 2 6 ,1 2 / . 1 İV A ' j i t v i .3 5 9
A k ı O k K - . TU . 4 4 . ■>’ V - , y ; 9 ; . 1 3 7 .1 * 3 220 259, 740 7 4 1 .2 4 2 . A t ı ; » ; î a ’-r k a :; 1
u î . in ı ı>.\ :v > . 2 - > .2 0 , : / . . : 4 A v - yy„ A u .ltc a n X ü . . i,r r - < v ;.!.: ~S~
r > 3 . :> ? . 144 j s 4 . 2 : î,2 3 ‘. .Vvir 3 v l . 4 0 ; , 4 î î 4 * 5 , 4 3 6 . i l i A s .r .u la » } .';- , . ' 7 8 . 2 2 9 7 5 ;. 237 iA 7
236. :r > 4 > i. 4 ^ ). 4 0 7 , 4 /9 , w : 444. u ; , v ı . 502. V 3 311, 519 A -k rrt h crv k v a u 1 i '8 *. 15*>. İ V
A k c ı ı a * . O H ıp el •‘ ■.'9 322. 524. i >7. r' 6 r t . y , i 170 216. 49,
A b - . S ; r i <»: M u h t a r 4 4 7 A ıiw h ! » ; - s 5 P * A sk eri r ^ ım 0 . 13>
A n u s y a T j î i i f i ' ls> Iv ** 2 4 1 , 't 4 Z .în J 4 8 2 A t t i i t c ’i '- jı i 3 i

626
— -
îîy.
A ı a « w ı ü i r 3-Vv
A iiU g u & s f s f c v8*>
A n r a g o n ır m a > 8 4 . 5 ^
A fcU îiö i.U ' 4 ; î
A ş y a V ia -.ın t 1 .' : r . 1 5 5
A m e r i k a S w ■x k T V v i ? î k * ; ı ( a v r A n îa H a 1 *1 A v c a 1 7 8 . ; 9 l . 2 2 « . 2 4 c '. ' » î . 2 4 5
hkt ah ;;; 2 " :,4^ • W » î k - n x 'k r .« u k 2 8 i , 56f> ;*v 9 484
A t ı m - :* k a 8 i « H . > *6 M C, 636 A n lı r î;:i 7 n i 7 " ; A s v j U j A k :» i *.<>»; v j»,\ | ;î& -r:rtv ,.V
A T i c n ju r : ik z jp D t 'â f O r K k v : 1 6 6 A n :: c n r j> r ı y « ^ 7 3 9 ,* ; , V 253 166
A n ;; .* V V r . - p i ( 0 x 2 e t e ' 1' 1 5 256. 7 v \ 2 4 2 .-4 7 ' ♦ $ , 7 .5 2 . A ^ a r 4 * fı
. İ/ V Â İV A ’C»:v4 4 4 2 , ‘> ('2 370. 522 4 8 3 .4 « 9 . 4 9 2 >1 i . A ^ a ;2 n K a ld .'A İr n a s ı ( 1 9 7 6 ) 2 0 9
A r , * k f o b a r t a r ; ? ; : u ■h u n u m a t l e t : “ İH . > 7 7 . 3 2 8 . " i l ‘> 9 0 . M^2 A to v N u r u lis h I - > . 3 3 9 4 c Y -V '
i 1-* 3 3 5 . 347 A n; e ın p r r y a ^ m r . 1 6 7 , 2 4 ? 749, 406 377
A r * K : ı :h :;ta h 5 . * 2 5 1 .2 3 2 . 4 9 3 . > 14 *•; 5 , 5 2 / . A t a k b . M d ’p 3 6 3
A rw *2 H u s « w i î « **o 5 Jİ3 Y i k c i ? Y » 2 î -,
A n a J o î v v e R v r .ı e k M u d a k u 1 A n t .- c B t e k - k i ö a h z m 2 9 - l< a-^ 'v t r .« r x - f ,;,: 55, 4 3 T
} î l i k t i k ( V . v a e a 2 İt'*. 4 8 6 A r .:? \ c o d ii 1 6 3 A u ;;;;» K^.vt^ 7 i3 ' } . , 1 8
A r..K ;- \ u 1 " * \ 5 0 ,5 2 . 7 7 , » ' 11-4. 7 > n ;ı ç k n v ı l r * : V2C İv . 2 6 . V . 33. 34, i - 3 4 . 5-9 V .
; i 8 , : i 9 . 220. 2 2 !. 2 2 ;. ' '6 A : u . k a j> :u l-M 7 0 1 •i? ‘'-8 M 6 > .« : 8 1 ,8 2
2 2 3 ,2 5 2 . ? > • 2 * 9 . '4 i . 2 6 3 , ' 7 4 A r .ü 'k r r .v a h * * : *»51 8«», 8 9 , 9 6 . 1 1 y 5 1 4 , 1 1 v . . 2 * ,
2 4 '/ . 3 2 1 3 3 3 , 3 5 ; , 4 J 8 , V J9 , VH\ A r .: ; k î-ir a fc .’ tn * ; î l 544 I T 4 . , 2 8 . .1 7 8 . 1 3 0 . 1 3 ' 136.
'• 1 1 V > 8 , 36,.’ , 5 6 5 \ '5 . V ’ ı . Anc> V.’n . k d .r w . 5 i n 5^ 7. 3;;, >2 -.* 2 1- >.
» 1 K V 3 .4 0 4 . 4 1 9 . 4 2 8 . 4 3 5 . 9 3 6 . A tili k o n rtn iM 1 7 -*. 2 9 * > } ,. 1 4 3 . 14/-. * 4 T. 1 -4$. 1 3 1 137.
440 446. 447 4 ıg 4 6 8 , 4 8 6 . 4 9 1 . > *0 5>i 3 7 1 . I" “ 2 , > 9 7 ı » î . ; v i . . ‘' 3 if> i?. ; 6 7 ;y
614, 622. 675, 526. 547 A r t : k ıtm le n / .’n 1 6 i ’' Î 6 . > > ' . > ; 7 . 1 4 .. 187. !5 t OV» 16 -
■’. c a d ^ a c u L . r 5 ; w 5 5 5 . 5 ?6 . 86' . . » 1 >7. 1 9 2 394 O ];
A n a d H u c u lv .k 7 9 4 , 3 V , 3 > 6 , 5 * 5 A v ı l a . k 5 t5 ' 391 7 7 -0, 2 2 1 7 '7 , 2 4*
X* A n ti İr fc r -:: 2 7 7 . & ? . 7 8 3 . 5 l ! 7 * 5 . ? 1 > . ,> M . 2 « ; 7 ^ . 5 ; 5
A .Î, \Ü ■A n a v a t a n ? ** v.vA \ 6 9 . 1 6 1 . .\nv. îaaîKV.-♦2vV 3V > . 5 7 9 . 3 2 1 Y * ’ . ■sjc 331.
16* İ6 6 169. J? i - Vy. > 1 0 . A q j| .ı > e o jb e r a ; .3 9 0 5 37. 3 v \ y > y i---. W 7 ' ' m.
5 1 1 616, 57? A n lı < ı 70C 2 tV 5 . 3 5 / 56\3, 3 6 ) 3, ' t , Î 6 4 > .84. V86
A N A ? h n k .ı r :ı . 't ı 5 5 1 A n : . - r e v i r * t - r , * . ; 3C 4 .5 8 * 4 1 $ . -7 7 471. -2 7 438.
533 A r .: ^ e;r»»< ık 3 ^ 3 *4 3 4‘*1,m>2 ■*']. •!/* 4 T 6 .
A ra r^ / n 62 , 't 3 :i 'M V « X İ , 7 1 1 7 7 . -*7 8 1 b C . 4 4 '< %4 8 3 . 4 ^ ;
A aa S ;' 439 A nu s o ıy a b M e r ' 2 2 5 .2 ' 4 8 8 , ı :; > X .y \ * 9 6 > 'V y v
3 :;a v ^ a r .? a ıt y » ı « a y ı Y & r a N A V A . .ı .> s : ; l i y .ır ı v t î .^ ' 5 * 5 * 1 ' > .3 1 6 , 5 7 . . 3 1 3 . 3>1
i6 î A r . t : o * v .»jı r n v O M is .; 3 5 6 560. 35; 5 c 4 . >49 , 5v * . Y > 1 . 3 ' 3 3> 6 .
A n a y a s a ( 1 9 2 4 ,» ı s y r b î o Ir ^ k .L r t 1 A r .'.r o îK 'lo ı 2 2 1 . 7-» < 3 4 3 . * 1 6 . 4 4 7 5 6 1 , >62 ; 5<37 . 3 8 8 .
I - U s vtf 1 İ9 . 12ö 122 71C 35C 335 v -7 5>8 7 ^ ,5 6 1 fy i l 647
4 4 1 , 5 5 7 , V "4 '- 5 5 , k k ‘ A l a c c ; ! 1 ‘- J c c K » r r ;>•>;->r . ‘' 4 v -3r
A r . ı y * ı * ( 1 9 6 1 > 8 * ). 9 0 . 1 5 2 . İ M A? A .d r U iP ir n n ‘ H 2 . 5 İ3 >*v\ K a tra n u i> 3
l(v . 3 1 0 5 1 1 .4 5 4 .4 8 5 .^ 1 3 . 5 "9 Al^û'k ! i Kikû» Î89
5 3 5 . -3 2 '* V 5 7 4 -> K A ' u k *-2 9 A n x - û r X k n > :.:u 4 8 i 1 1 7 , ; . 9
A r ^ v a v î • ;;9 8 / 7 1 7 0 1 *2 . 34> 570 A r ^ s î 116 A.'uCrf»*- C-2. />• î/rTv1 Aîarcpe .<;-
A n ay a*» M a h k e m e si $ * 4 9 7 , 3 * 9 A f i r - jU r J 2 3 '3 7 . 3 >7
5<v9 A ta b ç v k * 9 c u :\ z ı n t 4 8 4 A iu ıu t'v 1* 2
İI.4 V V -S4 1 5 . “ 4 . * > . «Kî, ■/! 219. O s r r l^ s k 1>>6 A :^ u » V f t r ı î ii,’: » M o h tr .u t k s J t
iv * . ; e : , 16 4 r ı . 1 * : , i ; ; . Arak>V K o r k u ;:>2 ; '
2 .2 5 , 2 3 “ . 2 / 6 . 4 4 9 , 4 3 1 , 4 5 * A r a ;- a o '.v ^ ifctn n 4 9 -’ . 4 9 9 A ı a r u .k J k t ı l a L . * 2 2 •> > 4 5 # - »
484 5 3 8 . > 4 1 . 3 6 9 %> » 4 . 5 7 6 , A :a p 2 0 6 ? 7 6 .2 2 7 .A tu tu rk • :* < .( :: r e
3 ,8 . ^ V 53 A rajV ya 2 1 'v . 3 5 6 . 5 6 1 . > 4 6 9 **. 1 ‘5 5 . 1 6 7
A n a v a fc s 1 C. t k . e k 2 2 ; A t ^ 'd t r .3 1 . 3 2 , ; ',C. 4 8 i ' A:cjr^r>fîkrtr’i '■i KkkluvVi 3*3
A r .d a , k k V . d , < v d f". 40>) \ ’ a r s l^ r a a k V )0 A la V c c k r.rvd* >. 15^ -. 3 V/ 1“ 3 İM
A r .£ : c ^ k v ; r 2 0 8 2 4 3 . 346, 3 5 '.. A l 4 i , 1 e v h k R u >m m İ . 8 7 . lv>5, 9 7 6 147. 15*
358 A t P Î . tî o 407 A r a i u r k k v lt ı » 2 C 2
DİZİN

A ta tü r k K ü ltü r . D il v e T a r i h Y ü k s e k 2 0 1 , 2 0 2 ,2 1 9 , 2 4 5 ,2 4 7 , 2 5 0 , 3 4 5 , 3 5 3 , 3 5 5 , 3 5 6 .3 7 4 , 3 8 0 , 3 8 3 ,
K u ru m u (a v r. b k z . A K D T Y K ) 9 7 , 2 7 2 . 2 7 3 , 2 8 2 , 2 9 3 ,2 9 7 ,3 5 6 , 3 8 9 , 3 9 3 , 3 9 5 , 3 9 6 ,4 0 0 ,4 0 5 , 4 0 6 ,
5 3 8 , 5 ^ 1 ,5 7 3 3 5 7 , 3 8 6 , 4 2 8 ,4 2 9 , 4 3 7 ,4 4 4 , 4 0 7 , 4 1 9 , 4 2 7 , 4 - 1 6 ,4 6 3 ,4 8 5 , 4 9 1 .
A ta tü r k s e m b o liz m i W , 7 0 4 6 0 ,4 6 2 ,4 7 6 ,4 7 7 ,4 7 9 ,4 3 8 , 5 0 2 ,5 0 5 ,5 1 4 , 5 2 1 , 5 2 6 , 5 2 7 .5 3 1 ,
AtkUtirJl tvDvrrimriliîr400 497, 507, 513, 522, 523, 525, 5 3 4 ,5 4 4 , 5 4 9 , 5 5 0 , 5 * 0 , 5 7 0 , 5 7 4
A tü îılr f t v c H a l k ç ı l ı k 3 8 5 5 3 3 ,5 3 4 ,5 3 7 ,5 5 1 .5 5 5 ,5 5 6 . B a t ı h j n D e li G iîm T eg i 4 8 9
A fd r ü rf! v e M i l liy e t ç i Irk ( F e y z i o ğ l u ) 559, 5 6 ), 562. 564, 567, 576, 577 B a t ı c ı 7 6 , 1 3 0 , 1 4 1 , İ5 Û
538 A y d ın , 5 u a v i 3 4 4 B a tıc ılık 7 2 ,1 6 6 , J 9 7 , 1 9 0 , 2 2 3 ,
A ta tü r k y ık J 8 0 A y d ın IdJiffifl J 9 2 3 ( D e r g i ) 5 9 0 3 3 9 , 3 5 1 ,4 3 6 , 4 8 9 ,4 9 0 . 52 6 ,
A t a t ü r k 'e s u i k a s t 5 2 3 A y d ı n la n m a O k u l u 3 0 9 , 3 1 1 550
A ta iıirlr'û F t G e n l i ğ e H ita b e s i 1 8 7 A y d ın la n m a 1 8 , 1 0 4 , 1 9 9 , 2 5 7 , 2 8 7 , B a tr c ıiı ta U lu s ç u lu k v e T o p l u m s a l
A tû tû rJı'ü M S ıjy J e t ' v e D e m e ç le r i 1 8 8 , 3 0 0 ,3 1 4 , 3 1 5 ,3 1 7 , 3 3 4 , 3 3 5 , D e v r im le r 1 6 6
3 2 7 ,3 2 8 . 6 47 4 2 8 , 4 4 4 ,4 4 7 , 4 7 9 , 5 1 2 , 5 1 3 , I k ı u h la ş m a 2 3 , 3 0 , 4 0 , 4 2 , 5 6 , S 7 , 6 6 ,
A ta tü rk ç ü D ü ş ü n c e D e m e ğ i (A D D ) 3 1 4 ,5 1 5 ,5 1 6 ,5 1 7 , 588 6 6 , 6 9 , 7 6 , 7 S , 8 4 , 1 4 2 . L 4 7 ,15 0 ,
505 A v d m la r O c a ğ ı 5 4 2 , 5 7 9 1 5 3 , 1 5 4 , 1 5 6 , 1 6 2 .2 0 6 .2 0 7 ,
A ta tü rk ç ü sö y le m 3 1 2 A y d ın lık 2 5 1 , 4 6 7 . 4 7 7 , 5 1 0 , 5 6 0 2 0 9 , 2 ö 1 .3 3 0 ,3 3 4 ,3 3 5 ,3 3 7 ,
A ta tü r k ç ü le r C e m iy e ti 1 8 1 A y g c n , R eşîU 4 4 4 3 3 9 , 3 4 4 ,3 5 1 , 3 8 3 , 3B 4, 40 8 ,
A t o t ı ir k ç ü lı ilî / B i r i n c i K i t a p 1 8 8 , 1 8 9 A yhan , E ce 4 0 7 4 3 3 , - ( 3 6 ,4 4 6 , 4 4 0 , 4 7 0 , 4 7 8 ,
A t a t ü r k ç ü lü k 7 İ k i n c i K i t a p 1 8 9 A y v a io ğ lu , B c ş ir 3 9 6 4 9 1 .4 9 4 , 5 1 4 , 5 5 5 ,5 6 0 , 5 8 1
A t o lü r ftç ü lü k / Ü ç ılr u f l K i t a p - 1 9 0 A z erb a y ca n 4 6 5 ,4 6 6 B a tılıla ş m a c ı 4 9 4
A ta tü r k ç ü lü k 1 3 , 1 4 , 1 5 , 2 5 , 3 0 , 2 7 , A z g e liş m iş lik 1 6 5 , 1 6 6 B a tılılık 6 6
37 , 3 8 . 4 0 .4 1 ,6 5 ,6 7 ,6 8 , 69 , 70, A z ın lık (la r ) 6 3 , 2 3 1 , 2 3 2 , 3 5 7 , 4 7 6 B a tt a l G a z ı O r d u s u 5 5 6
7 1 , 9 1 , 9 7 . 9 8 , 9 9 , JO Ü , 1 0 1 . 1 0 2 ,
103, 100, 1 0 7 , 10Q, 1 0 9 , )10,
A 2 iz H i e r o n y m u s 9 3 B a lu r , M u h s in 1 8 3 . 5 6 7
Baudclairc3 9 4 , 410
627
m , 1 1 7 ,1 1 8 , 1 3 4 , 10 0 , 1 8 1 , B a y a t-, C e l a l 2 6 , 5 9 , 6 1 , 0 1 , 8 2 , 1 1 9 .
1 8 2 , 1 8 3 , 1 0 4 ,1 8 3 , 1 8 6 ,1 8 7 ,
B 1 2 3 , 1 2 4 , 1 2 6 , 1 2 9 ,1 3 1 , H 9 ,
1 8 8 , 1 8 9 , 1 9 0 .1 9 1 ,2 3 2 , 3 8 2 , B A A S h a r e k e li 4 9 7 1 5 2 ,2 7 4 , 2 9 5 ,2 9 7 , 3 0 1 ,3Û 6,
3 9 0 ,4 5 0 , 4 5 5 ,4 6 0 ,4 7 9 , 4 8 2 , B a h a n , H ik m e t 4 4 1 3 0 7 , 3 0 0 , 3 0 9 , 4 7 6 , 4 7 8 .4 9 5 ,
4 8 5 , < *8 6 , 4 9 8 , 5 1 0 , 5 1 2 , 5 1 6 , B a b a lı V a k ıa s ı 5 0 4 9 6 , 5 0 6 , 5 3 1 .5 3 2 ,5 3 5 ,5 4 4 .
5 2 2 . 5 2 9 , 5 3 0 , 5 3 7 .5 4 0 ,5 4 4 , B a b ıâ li 5 0 1 , 5 0 8 5 4 6 , 5 4 7 , 5 4 8 , 5 4 9 , 5 5 1 ,5 5 2 ,
5 5 0 . 5 5 1 ,5 6 5 , 5 6 7 ,5 7 0 , 57 1 , B a b illile r 3 4 0 5 5 6 , 5 6 0 , 5 6 7 , 5 6 8 , 5 7 3 ,6 6 7
5 7 2 ,5 7 4 . 5 7 7 ,5 7 9 ,5 9 0 , 59 7 , B a ğ ım lılık O k u lu 1 6 5 , 4 7 2 D a y a r, Z û h l ü 4 0 9
5 9 6 ,5 9 9 B a ğ ım s ız la ş tırm a 5 6 9 B n y k u rt. C a m i 5 0 6
A t a v is t 5 2 9 B a ğ ım s ız lık 4 1 , 8 1 , 1 6 2 , 1 6 8 , 1 8 2 , B a y k u r l , K a k ır 5 0 7
A t a y , F a ik lı R ıE k ı 2 1 , 3 4 , 6 4 , 6 5 , 6 6 , 1 3 5 . 2 3 5 ,2 3 9 . 2 4 3 , 2 4 4 , 24 5 , B a y u r , Y u s u f H ik m e t 1 3 0 , 2 1 4
6 7 , 6 8 , 6 9 , ( 0 4 , 1 4 -h 2 2 6 , 2 4 9 , 2 4 6 , 2 4 9 ,4 6 9 , 4 0 2 , 4 8 5 , 49 4 , B B C 41
3 0 3 . 39ü, 4 2 1 , 4 2 6 , 427, 525, 4 9 5 ,4 9 6 .5 1 4 , 5 5 9 ,5 7 1 ,5 0 7 8 e d e n T e r b iy e s i. O y u n - ji m n a s t ik -
5 2 6 , 5 3 3 ,6 5 6 B a ğ ım s ız lık ç ı 5 İ 7 , 5 4 7 Spnr 281
A te ş v e C û j t c j 6 4 B a ğ ım s ız lık ç ılık 1 3 , 2 3 , 4 8 3 , 4 0 4 , Beelhüvcn 3 9 2
A te ş , T o k u m iş 3 L 7 486, 515 B e l i r s i n , N ih a t 4 0 9
A te ş te n C tU n ltk 4 2 7 B a ğ la n tıs ız la r h a r e k e ti 2 3 9 , 2 4 5 , 4 9 7 B e k a t a , H ıEzı O ğ u z 5 5 B , 3 5 9 , 5 6 0 ,
A tla n tik P a k t ı 1 0 5 B a h a i r in Ş a k l r 4 1 561
AtCYrttfr2ef-.?42 if iîk f 3 7 2 , 3 9 9 4 0 0 D ek ç im ) 150,162,1 6 8 , 5 8 8
A t s ız , N ih a l 4 4 2 , 5 3 0 U u kû D o ğ u ü t a s l a n K o n g r e s i B e k ir a ğ a b ö lü ğ ü 8 0
A u c ıb a c h , H ric h 3 9 3 ( 1 9 2 0 ) (Ş a r k M ille ile r i B e k ta ş î ta r ik a tı 1 4 7
A v c ıo ğ lu , D o ğ a n 1 6 2 , 1 6 3 , 1 6 4 , K u ru lta y ]} 2 3 8 . 4 6 6 , 4 6 8 B e k ta ş i te k k e s i 4 3 1
1 6 7 , 1 6 8 , 1 6 9 ,3 4 3 ,4 6 1 ,4 7 8 . B ak u 9 3 , 2 3 8 , 2 3 9 ,4 6 5 ,4 6 6 U c k ia ş i 3 9 8
4 8 2 , 5 6 3 , 5 6 5 . Ö 77 B a lık e s ir 5 2 2 B e lç ik a 3 2 2
A v c ıo g lu , l i a m d i 4 7 8 B a l k a n f a c ia s ı 4 S -I B e le , B e lc i 2 3 6
A v ru p a B ir liğ i ( A B ) 9 8 , 1 5 8 , 2 3 4 , H a lk a n S a v a ş ı ( , . , S a v a ş la r ı / H a r b i ) B e le n , K a b ri 5 5 6
3 5 2 , 3 5 7 .4 5 9 ,4 7 9 , 5 0 6 , 5 9 9 3 2 ,4 5 ,5 0 , 5 9 , 126, 1 4 0 ,2 1 1 , B e lg e , B u r h a n A sa l 4 2 6 , 4 3 7 , 4 4 0 ,
A v ru p a h ü m a n iz m i 3 4 2 2 5 7 ,3 7 1 ,4 3 4 4 6 4 ,4 0 9 , 477
A v ru p a K ü n y e y i 4 5 5 B a lk a n la r 1 7 8 , 2 4 5 , 4 6 1 B e lg e , M e h m e t A s a l 4 3 7
A v ru p a M e k tu p ta n 4 0 8 B a n d u n g K o n fe ra n s ı ( 1 9 3 3 ) 2 3 9 , B e lg e , M u r a t 2 9 , 3 4 3 , 4 0 9
A v r u p a i] D u ^ ü n U r lc r T n r f f li 3 0 24S, 497 B e lli, M ıh r i 5 6 6
A v ru p a lıla ş m a 1 7 6 B a r ış ç ılık 1 1 6 B e n ic e , F th c m iz z e t 4 2 B
A v r u p a lı la ş m a k 2 4 8 B aşar, A h m et H am d j 4 7 3 , 4 7 4 B e n ja n ıin , W a lic r 3 9 3
A v u s t r a ly a 3 4 6 B a ş g i l , A li F u a d 2 0 7 , 2 0 8 ü cra n , lie n ri 8 2
A v u stu ry a 2 5 7 , 3 5 6 , 5 0 L B a şk u t, C evat F eh m i 5 0 5 , 5 0 7 , 5 0 9 R e r g S ü n C tılu k 5 3 0
A y a k la n m a l a r 4 8 L B a ş û ğ l u , M u z a fT e r Ş e r i f 3 3 9 , 5 6 0 B e r k , İlh a n 4 0 9
A y a> İr H e K i r a o l a r r 2 3 8 , 2 4 0 , 4 3 1 B a ş ö rtü s ü y a sa ğ ı 5 8 8 B e rk a n d , M u azze z T a h s in 4 3 8 , 4 3 9
A y tr a r , M e h m e t A ii 4 8 5 ftT tt A v r u p a 247, 245. 273, 28S, R fc -te s , A / rp zi 9 2 , 162,165,166,
A y d e m ir O l a y l a r ı 1 8 3 3 0 5 ,3 3 4 2 9 3 , 3 3 8 , 3 3 9 ,3 4 0 . 3 4 1 ,3 6 6 ,
A y d e m ir 4 7 2 B a n A y d ın la n m a s ı 3 1 3 42 8 , 50 6 , 560
A y d e m ir , i> c v k c t S ü r e y y a 2 5 , 3 3 , B a lı c e p h e s i 1 2 7 , 3 J 9 B e r lin Ü n iv e r s ite s i 3 4 7
14 7 , 1 6 2 , 1 6 5 ,2 5 0 ,2 5 2 ,2 6 4 , B a lı d ü n y a s ı 2 4 9 B ern 4 4 1
4 6 4 , 4 6 6 .4 6 7 , 4 6 8 ,4 6 9 , 47 0 , B a tı h a y r a n ı 4 3 6 B e ş Ş e h ir 4 0 6
4 7 1 , 4 7 2 , 4 7 3 , 4 7 7 ,5 4 6 , 5 5 6 , 6 6 4 B a tı k la s ik le r i 3 3 5 , 3 3 6 B c y a ıh , Y a h y a K e m a l 3 9 5 , 3 9 7 , 3 9 9 ,
A y d e m ir, T a la t 1 8 1 , 1 8 3 , 4 5 6 , 5 6 6 , B a tı T û r k le li 6 3 - 4 0 0 , 4 0 5 , 4 0 9 ,4 1 0
560 B a tı 2 1 , 3 4 , 4 0 , 7 2 , 7 6 , 8 1 , 9 2 , 9 4 . B e y a z İh tila l 1 2 4
A y d ı n (1 1 ) 1 1 3 , 5 0 2 . 5 1 2 1 0 4 , 1 0 6 , 1 0 0 ,1 5 0 ,1 6 4 , 1 6 5 , 1 76, B e y a z K iu ıp 1 7 0
A y d ı n s o s y a l iz in i 1 6 5 1 7 7 ,1 9 9 , 2 0 0 ,2 0 2 , 2 2 3 ,2 2 9 ,2 4 0 , B e y a z ıt D e v le t K ü tü p h a n e s i 8 3
A y d ın 3 0 , 3 0 , 4 1 . 6 8 , 7 6 , 1 1 6 , 1 6 2 , 2 4 5 , 2 5 7 ,2 5 0 ,2 6 0 , 2 7 4 ,2 8 1 ,3 1 3 , B e y n e lm il e l B a z k u r t D a v a s ı n d a
1 6 5 , I7 | . 1 8 9 , 1 9 5 ,1 9 9 ,2 0 0 , 3 1 4 , 3 1 7 ,3 1 0 , 3 2 0 .3 3 1 ,3 3 5 , 3 3 7 , T û r k -K r u n s ic M û d a / a a la n 2 1 4
3 \ zIN

n ey n e i m ib k ı ':k t ) 3 ^ av a d ık T * 6r ia g a 7 4 1 C u n d o rce: 5 2 +
B e y o ğ lu t b t a n b u ll * 3 0 B u t ju v a h ş r u ı 4 $ 4 C u p « a ; x , F it c tır .c
B e / ır e ı , V j >'. 4 0 9 B u r s a A t r c t i k a n K - z K o l e ji 3 8 0 C o p p e e . P s i i K O t s 3 9 -*. 4 İC
tV .2 . F ; k r « * 3 B u t s a K ız Ö ğ r e tm e n O k u lu 2 2 0 t ' o r r . n ' . k 3 '72
I k l g l y a v ıU C V I 1 6 6 , 1 6 ? B c r t a ll i. 162. 3 2 1 ,30~ 3 4 6 ,5 * " . C o u b e r tiü . B u ru r. T te r r e ; > 27î
n ü m ıK V u lu i 8 9 353
B .k ;t K ,! ı i v ’>■*, 3 4 4 B u y r u k t u , M tı/ a f f e r 4 0 9 C u m h u r ; irk 2 / 1
B tfa m s e fk k 8 6 B .n o k r a s ı 5 8 , 5 9 . 1 5 6 . 1 6 3 . 1 9 2 . ( A irte u y ti 8 7 . 1 0 4 .1 9 9 , 2 0 6 . 3 3 1 ,
B * ' ı' V îr b r a :r .A * « t 0 3 W 5 » 5 5 2 1 9 3 , 2 1 6 . 2 4 0 . 4 4 7 . 4 .3 3 . 4 9 0 . 4< c, 4 75 . 4 0 2 485 4 8 7 . 4 9 0 .
D u ju r û ^ ı - K a r d ı A l u s t f lc k 4 9 7 .5 6 9 . 3 7 1 ,5 7 6 .5 8 4 5 0 1 . •>??. « 0 3 '> 0 4 . 5 0 3 . 5 0 7 .
C e v d e t ve j' \ W ; h . 4 3 0 u r .U a M J r M e n u b iı K u r v a 'K u v v e t 5 0 6 ,5 0 9 .3 1 0 3 1 1 .5 1 2 .5 1 3 .
B w ^ o jc n ı r . D ^ tte*". 4 ? ? K a y t> a k L » n ; lif c f w 3 0 7 5 1 6 .3 6 2 590
B .ır \ V ^ T K 5 3 5 ■&vH«r«'<r^lw.ci 6 2 (xmhvnyet l i s l VeVuiusı a>T rkz
B .r e y s e B c ç jr r 2 3 -*. 7 5 3 6 u y > ik B n ı a n y a 4^8 ( I I P * SO . 7 6 . 8 0 , 1 1 3 , 7 . 3 7 . 3 ) 8
B ;r g e n M u h t d d m 7 15# , 2 6 i , 7 6 $ ı7ûyrf>Sinmez M C a t n h c i n y r t H a ik P « £ i « :. a > ; >>kz
R »o *. ( i « S 't e r â m 5 6 1 B ü y ü k M r u d c r c * (N <*b> rl 3 4 ? C H ? ) .3 6 , : i 7 . 1 1 8 . 1 7 0 . 1 2 ;
f t r . ı s r : r>;>7ıva 3 2 . .5 8 . 4 3 . **9 V/üs ^ k ? .n r t r j K a c - V3c.»' *?> \ 2 » . 1 7 9 . M 5. 2 4 ; . 2 rC *
5 0 . 5 1 .3 9 , 6 4 .7 6 ,8 2 ,9 3 .1 2 6 . B ü yü k la a r fu ? 1 ? ‘?’ı ^ 7 7 277. 318. “ ^8 4 8 8 . ^ 9 2 . 5 6 1
120 1AC. 1 4 7 .2 9 8 7 3 i. 2 3 9 . B ü y ü k l u r k j e rıİM 3 3 0 ( . u ı n h u r v e î K a t i m l a r l> e m e ^ ,. 3 3 2
2 *8 . 2 4 9 . 2 :0 . 234. 2 ??. 238. lk » y c k a c u Y asar 2 7 < crrH u n v e t K r u s r y . 3 7 6
2M . ?63, 274 > 7 £ . î f t 3 , ; ->v. Oım'.'.vnyrt Trfonakm 51*
3 7 1 ,4 2 7 . 4 }© , -H *. 4f> P. r . ı r u i t u r ı y e t S e u s t o s u l . ' 1). * 3 3
628 ^7:- 4 4 i*4 9 9 . « 4 6 .347. «68
C C u ın h u n v r t y . G ü v e n F a r tr u < ( ,G F ;
— B i r i n c i T B M M «O . 3 2 1 4 1 , 2 7 3 , 5 0 ? t.a ır ., k a p a tm a 3 9 6 :> Î 4 5 .3 " . 5 - 2
I t a 'f t v c m v M v I k G c t 1 * $ ., 3 3 1 V iw *\ tî 1 ^ 4 0 7 < v>\v.h '.y t ^ v A k 4 4 , 7 tv. 7 -T . ; .
B o s * :. s a la k 4 0 9 < Y r lv b "I L r-T oas 1 .3 9 . 1 4 5 , 1 4 3 İV04 2 : 3 , 4 0 5
B o n u tc k ( O to V o a ) 3 9 0 Cbxt493 C u m h u r iy e ti K o r u n s a K a n u n a s m
Siönc\rr>Kttvgz 83 t, astre r. F « > l 4 6 0 ( u m h m i y r t ı r . İfa m ı 1 2 9 E k im 1 9 ? 3
R ^ 'V .v .'d a i 3 3 8 . 4 0 4 < an<hV«cı 1 3 5 320
K fly 3 0 .T t uvü B ey 4\ U b y e t - ,) 57 ^ < u m a 3 1 0 . 3 7 >. 5 - 7
3 o e : s ıv a * ; 247 C e b e v j y . A'.ı F u a t i 2 7 . 2 3 6 , 5 5 5 . C û r d x 'f lla D acane 94
B o f e v a r : y .n a o a > Î 3 556
3 o b c v ,k N « a . ‘ tv c s : 2 2 3
r x 'U w :k < r 2 * 9 . 2 4 8 7 4 9 ,2 X . 377
C l'D A W 3 ^ 1
( V jü e u in . { 447 ç 470
B o tu 6 >, İ l 3 C '« n . l $ T M i I 4 6 1
B o n u p a r ît. N a p o Je o r, W v e c t a l ? x & t-A. 5 2 3 t, z f r i * } l - y ç a r i t k D ö r e y ; 5 2 1 . 3 7 7
B c r o f a r t ı y i . '3 . 5 * 0 < V c w l, H av an 5 1 0 . 3 1 1 . 5 1 3 Ç a £ İ< *> Y a^ im : D e s t e l e m e D e m e g :
n o r - a p s m a n ı 1 6 9 . 1 9 2 . 1 9 J , 1 9 ». C e n a p ju h a t 'c t t i a - 0 3 • av r b k e C -Y D F "- .3 3 7 . 5 0 5
195. 196 C e n e v r e S ; ^ h . ' : 7 L i r ; a 3 K o n 'V r s T s : 92. 94 1 1 8 ,3 5 * 560
Fo ra T r r J 5 .1 9 . 3 ^ 6 (1 9 3 2 ) m C a £ J a » !;k 6%
B o r a n , B e h ı e e İ î s > ,3 0 6 . 4 8 3 . 5 6 0 C e n e v re '.N :v e - s .:- « ? 2 0 . 361 Ç a k ım k F e v ri 8 2 ,1 2 6 , l ? 7 , )4 7 ,
B c r a u r ( p e r t e v \r? :| T 3 0 6 . *>5C ( .e n e r : e 5 0 5 i 6 0 ,1 6 1 .
B o c ' m v . ; rrvıî-c 5 3 . > 4 O r r a k : ta r ik a t: 1 4 7 v a k m a k v ^ lu S n H a L u tm i '8
Boykot 3 8 7 . 384 ( e r jy jf 2 4 6 < ,a l » i v . b . R a te n a 4 ^ 8
& v a r C -ın . IL u m t 4 j g r C - P « / . ı m b c t î y e t ç î ( jc v c o P a r t iw ' <, a r r l v l . H s b 7 7 1
B o r b e y fc , H «. u h 5 5 4 334. 535, 340 C j. n r i x ü 43i
F e r tb ğ . İv fn fl 8 3 C İ » r t e r jr c . r » r ti :a 334 Ç a n k a y a ’J - a u k R ı P n A t a s 390
B e ? k u r t fc fû r u 2 1 1 .•. b e s t e : g r u b u i l t Ç j n s z ş a îV .U H i 3 8 6 , 3 8 "
B n r k u r t M e h m e t I vat 3 4 . 8 2 , 1 * 8 ) , r .H F ( C c m h u n y e r U»V k l ı r k a s . ; ' - 6 . Ç anhâya H e la d a n 5/7
2 0 1 . /O3, İ P * . 2 ; 4 ;* j 5 216. 5 8 .6 2 . 33 3 , 4 3 7 ,4 7 0 ,4 7 1 .4 7 2 Ç a n ' K a y i f l . I2 V . ^ > 40. 328
217 2 1 *. 219, 258. 259 264. 673 C t l P ( C ü m h t f t t y e t H a lk P a r t r s :) 2 4 . Ç u rk v i ır e k te F ; A4
frv| v e Y f l n d 5 Î 6 3 5 . 4vn. 3 8 . 5 9 . 6 0 , 6 ! . 6 2 64, ^ Ç a r lık K ı^ y a s ; 5 ?
B ö l ü m l ü k 9 6 , 1 -T4 . 5 8 * ' 6 9 ,8 0 8 1 . 8 2 . 8 3 . 10*k 1 0 a , 1 1 4 , Ç '*» b . A b d u l l a h 4 0 "
:V - '.a x t’ a-f i. ItC r a T e t î ı f c 3 1 8 \V> 1 1 7 . 1 2 0 . m , l 2 2 -1 2 4 i:5 . U 'V o » f A n t c r .) > 4 2 . > 4 3
B c a k îs e L d ı r k . 3 6 0 1 2 6 .1 2 8 .1 / 9 . IX » . l î l . 1 3 2 ,1 3 3 . t, e|e(>;, î E u ı c i f c i a h 5 6 6
B n u d d 'k r r n t n d ' 4 8 1 1 3 5 .1 4 3 .1 4 4 .1 4 6 » . 1 5 0 .1 3 3 . Ç e lik . N u r B e te ; 7 3
’î r o v . r . v u s t ı l û 3 5 7 1 6 2 ,1 6 8 1 9 .X 2 C l.2 il7 .2 l4 Ç f ’ f^ N r v r Ç o tv â tta *
?«uD-û/es 460 1 1 8 , > '2 . r 43 , > 5 6 , > 4 2 , 1 7 ' , , b c t y t i& a " 'Ç c e u V is r F .f/ '.
B u r * S u k a ftis t 8 0 2 8 9 , 2Ç 2 . 2 9 ; , 3 0 6 , 3 1 0 . .3 3 1 .3 * 3 - h i b . fh ü 'Â ı mÇ f t f F v i e r "
B u d a p e ş te 2 7 8 3 7 0 . 4 C 2 4 0 6 , 4 0 7 , 4 J 9 . *7 0 . 4 2 1 , * K w < ie r h r ın i'îflr 2 8 1
B u # t K k ü A<m a>t\a Y < r £ * * t K m a * 4 3 8 .4 4 0 , 4 3 0 ,4 5 2 . 4 53, u * .i, Ç e r k e ş fc th e ra H a r e k r u ? 4 -T
4 '-e . ^ 7 4 i > l . ‘v fc?. 4 7 t , 4 7 i , Ç e T k r s V ’Â î n v ' . 7 7 . 5 * 7
B a k le y 8 2 493, W . 523, 531. 533 334, 53\ Ç e r k e ş le r ( r e v a Ç > rk c/ 0 3 1 . 6\
B u lg a r m e s e le s i 5 8 0 5 3 7 ,3 3 8 3 4 4 .5 5 i 3 6 8 .5 5 9 .3 6 0 220. 774
B u Jg a n sL m 3 8 5 6 1 .3 6 2 5 6 5 . 5 6 7 . 3 7 2 ,5 7 4 . 3 ?Ş. Ç e r i :t a n . C P r ; w ' N u r ; ’, Z C
fulgvr.u 2Yi 5 7 ^ ,V # Î . 5 9 4 v t ü v .k a y a . Al i 3 4
fr .r g ıh d . 744 C H P H a lk H j tip le r : T ? $ k ıU n A Ç ,^ c 3 ‘>0
B u r ju v a ( a ) 5 7 . .5 ? . 6 8 , 7 1 , 1 0 Î . C ;lu t 7 4 8 Ç :£ t« 3 < ,a j'., I h r a h n n H ı J r u 1 » ?48
162. 164 1 6 5 .1 6 8 .1 9 3 .2 5 1 , C tir e 1 ’ır.K 1 3 6 . 4 f » Ç t U l u . A h m e t N a tır . 4 * 4
7 - 5 2 .2 8 2 , 7 8 8 . 3 8 i 4 0 6 , 4 7 0 , C « *s e w te 31 C «w f ,V w t 574
475 4 7 - . -*8 4 , 4 « 6 . 4 8 7 . J 0 8 C c< a 0 -o^a 2 e « rd : r f ^ n v y i n ' 1 6 2 Ç ı f t y iy ı T o p r a k l a n d ı r m a K a n u n u
4 9 0 .4 9 1 .4 0 2 4 9 1 . 4 9 6 .4 9 7 C rlie g r D c F r a m c 5 3 266, 303, 324
52 2 , 5 *8 . 531. 553. 563 t > r r ,:e , A u g u v te 3 i , 3 4 , 3 7 . 5 4 , İC -4 Ç ille r , i i n s e 1 7 i
3 « r j« v a d e v r a n ı 4 g ı 2 0 3 .3 1 4 ,1 5 1 .3 5 2 / 3 9 2 Ç : n H * ’- k O u n h t i n y c * ı 1 3 . 4 1 0
DİZİM

Ç in 2 4 1 . 2 4 2 , 3 7 5 , 3 9 7 , 4 6 3 . 4 8 1 , D e r s i m İ s y a n ı / O la y ı / H a r e k a tı D iv a n ş i i r i 4 0 7
403 (1 9 3 7 ) 2 2 5 .2 3 1 ,5 3 2 D i p r b a k ı r 3 4 , \ 13
Ç in lile r 4 4 3 D e r v iş , K e m a l 2 9 6 D o g m a tik le ş tir ilm e 5 9 2
Ç o c u k l a r a S a ğ l ı k Ö ğ ü tl e r i 2 8 1 D e r v iş , S u a t 4 4 4 D o ğ a n , G û rk e m 5 0 1
Ç o ğ u lc u lu k 5 9 3 D e sca rte s (R e n e ) 4 2 D o ğ r u Y o l P a r ii& i ( a y r , b k z , D Y P )
Ç o k k a d ın la e v lilik 2 2 3 D e u ts c h e O rie n t B a n k 5 4 6 171
Ç o k p a r d l i r e j i m 4D D e v le t f e m i n i z m i 3 3 2 D o g r ıı Y o l 3 4
Ç o r l u R ü ş tiy e s i 2 3 8 D e v le t k o n s e r v a tu a r ı 3 3 4 D o ğ u A fr ik a 3 6 0
Ç o rlu 2 3 9 , 2 3 9 D e v le t O p e r a v e B a le s i 3 3 4 D o ğ u A v ru p a 1 5 8 , 2 0 5 , 3 0 4
Ç ö r ç i U z m L3 D e v le l s o s y a l i z m i 2 5 4 D o ğ u B lu k u 5 2 4
Ç u E n Lay 2 4 5 , 4 1 0 D e v ]e i tiy a tr o s u 3 3 4 D o ğ u E m e k ç ile r i K o m ü n is t Ü n iv e i'
Ç u lc u , S a a d e ttin 4 4 2 D e v le t 1 7 , 1 9 , 1 9 , 2 1 , 2 2 , 2 3 , 2 4 , 2 5 , s ile s i 2 5 )
Ç Y D D (Ç a ğ d a ş Y a ş a m ı D e s te k le m e 2 6 ,3 1 , 3 4 , 4 2 , 4 5 ,4 8 , 5 0 , 5 6 . 5 8 , D o ğ u P o litik a s ı ( L .G e o r g e ) 3 1 9
D e r n e ğ i) 5 8 3 , 5 8 6 , 5 9 0 59, 6 0 , 62, 6 3 , 6 4 ,6 7 , 6 0 , 7 6 ,8 0 , D o ğ u to p lu m lu n 3 3 9
8 3 ,8 4 , 8 5 ,8 0 , 0 9 ,9 1 , 9 7 , 9 8 ,9 9 , D o g u -B a n ta r tış m a s ı 4 4 7

D 1 0 0 .1 0 1 , 1 0 2 ,1 0 7 ,1 0 6 ,1 2 2 ,1 2 6 ,
1 2 7 ,1 2 8 ,1 3 3 , 1 4 5 , 1 4 7 ,1 5 0 .1 5 1 ,
D o ğ u c u / İs la m c ı H a lk C e p h e s i 1 9 5
D okuz (9 ) U m de 275
D ada 4 1 0 1 5 7 ,1 6 1 ,1 6 3 , 1 7 2 , 1 7 3 ,1 7 3 ,1 7 6 , D o k u z İ ş ık d o k tr in i 5 3 0
D a n ış m a M e c lis i 5 7 8 1 8 6 ,1 8 9 ,1 9 1 , L 92, 1 9 5 , 2 0 0 , 2 02, D o lm a b - a h ç c ( S a r a y ) 1 4 9
D a r h e 2 Û V6 7 , 9 1 , 1 2 5 , 1 6 7 , H 5 9 v 2 0 5 ,2 0 8 ,2 0 9 ,2 1 1 , 2 i > ,2 1 5 ,2 2 0 v D o lm u ş ( D e r g i ) 5 1 2
1 8 3 , 1 9 3 .2 1 3 ,3 9 8 , 4 2 3 r 4 5 0 , 2 2 2 , 2 2 3 ,2 3 2 , 2 3 3 , 2 3 4 , 2 3 6 . 2 37, D o rla r 3 4 0
4 5 5 , 4 7 9 ,4 6 4 , 4 9 1 , 4 9 7 ,5 0 9 , 243, 246, 247, 251, 263, 265, 266, D ozy53
5 1 0 , 5 3 8 , 5 4 0 ,3 4 1 , 5 6 2 , 5G 3,
5 6 4 , 5 6 7 . 5 6 0 , 5 6 9 ,5 7 1 ,5 7 2 ,
273, 275, 282, 203, 206, 200, 291,
2 9 5 , 2 9 6 , 2 9 7 . 29 9 , 3 0 1 , 3 3 4 ,3 3 6 .
D ö n g ü s e 1 r e s to ra s y o n 5 3 4 , 5 3 8
D ö n ü ş ü m H a re k e ti 4 4 9
629
573, 576 3 4 4 , 3 4 5 ,3 4 6 ,3 5 6 ,3 5 7 , 3 6 3 , 3 6 5 , D P ( D e m o k r a t P a r ti) 6 6 , 8 9 . 1 0 5 ,
D a rü lfü n u n 3 0 , 6 4 , 9 5 , 1 0 2 , 2 0 2 . 3 0 6 , 3 6 7 , 3 6 9 ,4 0 6 ,4 3 4 , 4 4 3 ,4 4 7 , 124 , 125 , 132, 1 53, 1 61, 162,
2 1 4 ,3 5 6 , 3 7 1 ,3 7 3 , 3 8 3 4 6 1 , 4 6 4 ,1 7 0 .4 7 3 .4 7 4 , 4 7 5 , 4 7 6 , 1 6 3 , 1 6 6 , 1 6 7 .1 6 0 , 1 6 9 .1 8 0 ,
D a r v i n Is ı 1 5 4 , 3 4 6 4 8 1.4 8 2 , 4 B 3 ,4 8 4 ,4 8 7 , 4 9 0 , 4 9 3 . 2 0 7 ,4 0 6 ,4 2 0 . 449, 45 2 , 453,
D a r w in L z m 5 3 , 5 4 494, 502, 504, 510. 532, 534, 337, 5 0 6 , 5 1 2 ,1 3 1 ,5 3 2 , 5 3 4 , 5 3 6 ,
D ıis K a p ı tu l 2 1 6 > 5 4 0 , 5 4 1 , 5 4 2 , 5 4 4 ,5 5 8 , 5 5 9 , S 6 0 , 5'K>, 5 'H -, 5 4 6 , 5 4 0 , 5 5 0 , 5 5 2 ,
D avaz, Su ad 1 0 5 5 6 1 ,5 6 6 , 5 6 7 , 5 6 9 . 3 7 0 ,5 7 1 , 3 7 3 , 5 5 4 , 5 5 6 ,5 5 7 , 5 6 1 ,5 6 2 , 5 6 3 ,
D avos 4 3 4 , 4 3 5 5 7 4 , 5 7 9 , 5 0 4 , 5 6 5 , 5 8 7 .5 9 8 , 5 9 0 , 5 6 5 , 5 6 7 ,5 6 8 , 5 74
D a y a n ış m a c ılık 2 5 4 5 9 8 ,5 9 9 D P T ( D e v le t P la n la m a T e ş k i la tı)
D e F o e , D iiı ı le ] 8 2 D e v le tç ilik 2 0 , 3 8 , 4 4 , 5 9 , 7 6 , 8 0 , 4 9 7 , 5 4 1 , 571
D e G a u llc , C h a r le s 1 3 1 03, 104, 1 09, 110, 1 29, 130, D S ? (D e m o k r a tik S o l P a r li) 4 5 9
D e C a u lle c L ilü k 13 1 3 2 , 1 3 3 ,2 1 7 , 2 2 3 ,2 5 3 . 2 6 2 , D T C F ( D i l v c T a r ilı-C o ğ r a fy a
D ebu s, E s th c r 4 5 2 6 3 , 2 8 2 , 2 9 9 , 3 0 5 ,3 1 6 . 33 1 , F a k ü lte s i /A n k a r a ) 3 5 3 , 3 5 B ,
D eb u ssy 3 9 2 3 8 4 , 3 0 5 ,4 3 0 , 4 3 9 , 4 4 1 .4 4 9 , 3 6 0 ,3 6 1 ,3 6 2 , 3 6 6 ,5 0 6 , 54 1 ,
D ed e K orku t 4 3 3 4 6 3 , 4 6 6 ,4 7 3 , 4 7 4 ,4 7 8 , 47 9 , 578
D e fn e , Z e k i Ö m e r 4 0 9 48 0 , 4 0 4 r4 94, 499, 5 3 İ. 548, D u çe (lik ) 1 3 3 .1 4 5
D e m ir a y , T . 4 4 2 , 4 4 3 556, 592r649 D u g u it, L c o n 2 5 7
D e m ir e I, A lım c ı 1 2 4 , 5 9 9 D e v le t e t a p a r k k 5 8 B D u m lu p m a r B ü y ü k M e y d a n
D e m ir c i, S ü le y m a n 1 5 6 , 1 7 1 , 4 5 8 , D e v le t le r a r a s ı H a k 2 1 5 M u h a reb esi 3 2 1 ,3 4 2
4 6 3 . 4 0 3 ,4 8 7 ,5 7 3 D e v lc tliic ş iir ilm c s i 5 7 0 D u ra k la m a D o n e m i 4 4 1
D e m ir y o lu / D e m ir y o lla rı 2 9 9 , 4 9 4 , D e v r im 1 6 6 , 1 6 7 , 4 7 8 , 4 8 2 , 4 9 7 D u r k h e lm , E m i le 3 1 , 3 4 . 5 3 , 5 4 .
524 D e v rilir Ü ; r r i n c 1 6 7 1 0 4 ,1 4 8 ,2 0 3 ,2 7 4 ,2 8 2 ,3 5 2 ,
D em ok rasi 2 3 , 3 1 ,6 8 . 6 9 , 0 9 ,9 1 , D e v rim 2 2 , 3 8 , 5 1 , 1 1 4 , 1 2 9 , 1 3 9 , 3 7 7 , 3 8 5 ,3 9 2
9 7 .9 9 ,1 0 1 ,1 0 6 ,1 1 0 ,1 3 9 .1 4 2 , 1 4 2 , 1 4 3 .1 6 4 , 1 6 3 ,1 6 7 , 1 9 7 , D u rk h e im c i 1 4 8
14 3 , 1 5 3 .1 5 4 , 1 5 8 , 1 6 0 ,1 6 3 , 1 9 0 , 2 0 6 . 2 0 8 , 2 0 9 .2 1 7 , 2 1 9 . D u v a rı mÜ stü n de İd T il k i 5 1 3
16 4 , 1 6 9 . 1 7 1 . 1 7 2 , 1 7 3 ,2 1 7 , 2 4 0 , 2 4 5 , 2 4 9 ,2 5 0 , 2 5 2 , 25 3 . D u v e rg e r. M a u r ic e 1 6 7 , 3 2 2 , 5 6 9
223, 2 72. 356, 35 7 , 38 4 , 305, 2 8 5 , 2 8 8 .3 1 9 ,3 2 0 .3 2 1 ,3 2 2 , D ü ııh ilİe rirc R o ııu m ı 4 2 9
3 8 6 , 3 8 9 ,4 3 9 ,4 5 0 , 4 6 0 , 4 6 1, 3 4 2 ,3 4 2 . 3 4 5 ,3 5 2 ,3 9 0 , 4 2 7 , D ü n y a d e ğ i ş t i r m e p r o je s i 3 1 4
462, 476, 492, 493, 497, 498, 4 3 2 , 4 3 8 . 4 4 0 , 4 4 2 ,4 4 6 , 4 4 9 , D ünya 6 5 , 4 4 1
5 0 5 ,5 0 8 ,5 1 4 ,5 1 9 ,5 2 0 , 5 2 1 , 4 5 0 , 4 5 1 ,4 5 3 ,4 5 4 ,4 5 6 , 4 6 7 , D ü rr iz â d e 5 1 9
5 2 5 ,5 3 3 , 5 3 6 ,5 3 8 ,5 5 2 , 5 5 8 , 4 7 6 .4 8 3 , 4 8 6 ,4 0 8 , 4 9 1 , 4 9 3 , D flŞ L in ü y u n ıııı 5 13
562, 566, 370. 575, 586, 503, 5 0 9 .5 1 5 .5 1 7 ,5 1 8 , 520, 521, D ü v e l- 1 M u a z z a m a 4 0 9 , 5 2 5
5 0 9 ,5 9 5 , 5 9 6 , 5 9 7 .5 9 8 , 6 0 0 5 59. 561. 56 8 . 506, 590, 594, D ü y ü n -u U m u m iy e 2 4 7
D e n tu lir tü 5 1 0 597. 590, 599 D ü z e n in Y a k m c d u ş m u s ı 1 9 5
D e m o k r a t P a rti (a y r . b k z . D P ) 2 0 , D e v r im c i K e m a liz m G r u b u 1 8 3 D Y P (D o ğ ru Y o l P a r tis i) 1 7 1 , 5 1 0 ,
5 9 ,6 0 , B9, 9 4 , 1 1 7 . 137, 10 0 , D e v r im c ilik 1 1 8 , 4 8 0 5 1 1 .5 7 6
208, 242, 266, 203, 289, 305, D ış T ü r k l e r 2 2 8
3 0 6 , 3 0 0 ,3 0 9 ,3 1 2 .4 0 6 ,4 4 0 , D tJrrn rıı V ı J J ı s ı 4 2 7
4 4 9 , 4 9 7 ,5 0 7 , 5 0 9 ,5 4 9 , 551 D ik ta tö r lü k 1 3 9 , 1 9 3 , 5 3 6
E
D e m o k r a lik S o l P a r li ( D S P ) 4 5 9 D il ve T a r i h C o ğ r a f y a F a k ü l t e s i K bedl Ş e f 2 6 , 3 8 , 6 1 , 1 1 3 , 1 1 9 , 1 2 3 ,
D e m o k r a tik le ş m e 9Ö , 1 0 1 , 1 0 9 , l l l , (D T C F ) 3 5 3 , 5 6 0 1 3 0 , 132, 135, 137, 153
1 9 3 .4 6 3 ,4 7 6 , 5 0 2 , 5 3 5 ,5 5 1 , D ıliç a r , A gü p 3 6 3 , 3 6 4 . 3 6 5 E b e rt, C a ri 5 2 7
56 0 , 392, 593, 5 97. 593, 599 D ilin T û r k le ş i ir ilm e s i 2 2 8 , Z 2 9 E c e v iı, B ü le n t 8 1 , 1 3 3 , 2 9 6 , 4 5 3 ,
D e n il , Ü m it 1 4 3 D in v c D e v le t 2 0 8 4 5 5 , 4 5 6 , 4 5 6 , 4 6 0 , 4 6 1 ,4 6 2 ,
D e p e n d e n c ia ( B a ğ ım lıl ık ) O k u lu D in T o k M ü Ji v e t Vctrv U m i m D in im 4 6 3 ,5 1 0 , 5 3 7 , 5 3 9 , 5 7 0 ,5 8 4
470 C c ı ıi jı ı T r irk fr tğ jin ıc iıir H 8 E c e v iı, F a h r i 4 5 8
D e p o litız a s y o n 5 9 1 D in Y o ) m (.D e r g i) 2 0 5 E c e v i ı , M az) l 4 5 0
D e re n , S a b ih a 4 4 1 D in a m o , H a ş a n iz z e ttin 4 0 9 E c e v iı, R a h ş a n 4 5 0
D e rin D e v lc l 5 1 2 D in s e lle ş m e 2 0 8 E c t a r m ü J i î a K u jııJş r n a ld r 3 9 7
D e rs a n , K a z ım Ş in a s i 6 4 , 1 0 4 D iv a n c d c b i y a l ı 3 9 8 . 4 3 9 , 4 9 1 E c o lc L i t r e d e s S c i e n c e s P cd itirp ıe s 5 3
DİZİN

E c o l e N a tlu n a U d 'A d m ln is tr a tio n E r s in , N u r e ttin 1 8 9 5 3 5 . 5 3 7 ,5 3 8 ,5 3 9 , 5 4 1 ,5 7 1 ,


535 E « o y , M e h m e t A k if 2 1 0 , 2 4 4 , 2 5 7 574. 575, 581
E c ıttiü m t s i 5 4 0 E r te m , S a d ri 4 4 4 F ıtıd ık o g lu , Z iy a e tıin F a h r i 3 5 l
E d e b i V m r iig jr tîii: 4 0 9 E r te n , B a ğ ış 5 0 1 F lJ ı i M f l F î h i 3 9 7
E d c b iy a t-ı C e d id e 4 3 3 E r c tir k , H ü s a m e ttin 3 1 F ik r iy e 5 2 6
E d i r n e İ d a d is i 2 3 9 E r z in c a n 5 2 0 F ilip in d p i d e m o k ra s i 1 6 4
E d ir n e M u a llim M e k te b i 4 * 6 E rz u ru m K o n g re si (T e m m u z 1 9 1 9 ) F ilis tin K u r tu lu ş ö r g ü l ü 4 9 7
E d im e 6 0 , 1 2 6 ,1 2 7 . 4 6 6 5 0 ,2 1 7 F i l i s t i n 6-4, 2 4 2 , 4 9 7
E fla tu n 1 0 6 E rz u ru m 5 4 1 , 5 5 6 , 5 9 5 F ilo lo ji 3 4 5
li£ e K ğ ç fc z i 5 0 E s , F tt id u t ı i tik ım t 4 3 8 İFA
E rc 71 E m r e t 'i n Y ı j u 5 3 6 F la u b e r t ( G u s ta v c ) 4 1 0
E g e m e n lik 0 3 . 0 9 , 1 0 3 . 1 3 7 , 1 9 0 , E s e n d a l, M c m d u lı Ş e v k e t 1 9 , 1 2 1 , F o lk lo r 2 8 0
2 1 2 , 2 3 5 , 2 4 7 , 2 4 9 , 2 3 0 ,3 5 5 , 1 2 2 , 2 3 8 . 2 3 9 ,2 4 0 , 2 4 1 , 24 2 , F oru m 4 5 2 , 5 3 4 , 5 3 6 , 5 3 9 , 5 4 0
4 0 3 ,4 3 5 , 5 2 0 , 5 3 2 ,5 5 0 , 5 5 1 , 2 4 3 ,2 9 7 . 4 3 2 , 4 1 1 .4 3 5 F ran ce, Pİcite M end es 165
5 5 5 ,5 8 5 ,5 9 8 , 5 99 E s Jıi A f ı t d 9 3 F ran sa 2 2 , 5 4 , 102, 1 6 2 , 1 6 5 , 2 2 3 ,
E ğ ic im r e F o r m u < 8 Y ı l l ı k ) 1 7 2 , 5 8 5 E ş it i H ustcrN k 4 4 7 2 3 5 ,2 3 7 , 2 4 6 , 2 5 4 , 2 5 5 , 25 7 ,
E jip t o lo ji 3 4 7 E sh e Y u ru m M fllr tlia r r 8 2 3 2 2 ,3 3 7 , 3 9 0 ,4 6 8 , 5 0 4 , 5 35
E k i m D e v r i m i ( 1 9 1 7 ) ( a j'r . b k z , R u s E s k im o 4 2 F r a n s ız D e v rim i ( 1 7 8 9 ) 2 2 , 3 3 , 4 8 ,
D e v r im i) 4 9 4 E s k iş e h ir 1 1 3 , 1 4 7 , 2 6 8 , 5 6 7 5 ) , 6 3 ,2 1 5 , 2 7 8 , 3 1 7 , 4 İ 0 , 4 8 0 ,
E la z ığ 2 4 0 E s s t iy S u r L 'N i s to i r e d e C Y d ırm l srne 40 1 , 488, 49 3 , 49 6 , 499, 520,
tk ld e ş m e 9 3 (İslûPH C ih gm 7 a r ilı i D z c r ir r e Ö'ı r 521
E [ ia d e , M l r c a c 1 4 8 D enem e) 53 fT H N H £ i h t i l a l i 8 2
6 3 0 E liç in , E m in T ü r k 5 9 2 E s ic iis iz m 4 3 3 F r a n s ız c a 4 9 , 6 2 , 6 3 , 2 2 0 , 2 2 9 , 3 9 4 ,
--------------------E l i s s c i 3 5 6 E ş r e f E d ip 2 0 7 4 3 4 ,4 6 0 , 3 4 6 , 5 40
E litiz m 4 S 4 E ts tiz m 5 1 6 F ıa n s iz la r 2 4 8
E llin i ( Ş a i r ) 4 6 0 E th n o s 4 61 F r e n k m u k a l l i t l i ğ i 9 3 , 1 SÛ
E m s n u lb h İla n 2 4 5 E lh o s 4 6 1 F r c u d (S ig m u n d ) 3 9 1
E m e ç , Ç e rin 4 0 7 E m i k h e t e r o je n l i k 5 8 F r ig y a 4 0 3
E m e li 4 8 2 E m ik 5 8 , 6 3 . 7 2 ,8 5 , 9 1 , 2 1 0 , 2 1 1 , F r ig y a lıla r 3 3 7 , 3 4 0 , 4 0 3
E m e k s iz , T u r a n 5 6 4 2 1 5 ,2 1 9 , 2 2 4 ,2 2 5 ,2 2 8 , 2 2 9 , Fru n zç 275
E m in ö n ü 1 1 3 2 3 3 , 2 3 4 , 2 7 6 , 2 7 0 ,4 8 1 ,4 8 4 , F u a t P aşa 3 7 1
E m p e r y a lis t 2 4 4 4 8 7 , 4 9 0 , 5 5 0 , 5 0 5 ,5 9 7 F u k u y a rn a (F r a n c is ) 1 0 4
E m p e r y a liz m 1 1 8 , 2 3 8 , 2 4 0 , 2 5 1 , E tn is is t m illiy e tç ilik 61 F u n d a m e n i a lis i 5 9 1 , 5 9 7
2 5 7 ,47Ö , 4 7 4 , 4 7 7 , 4 0 2 , 483, E tn is is L s o y 2 1 3 F u n d a m e n ia Jiz m 1 B 7
4 8 9 ,4 9 4 ,4 9 5 , 5 1 3 ,5 1 5 , 5 1 6 , E m iş im 4 9 F u z u lî 3 7 2 , 3 9 9 . 4 0 0 , 4 0 1
5 İ 8 ,5 0 6 ,5 8 7 , 5 9 0 E tn o g ra fy a 3 6 6 , 3 7 8 F u h re r (lik ) 1 3 5 , 1 4 5
E m re, A hm et C ev at 2 5 1 , 2 6 5 E t n o l o ji 3 5 Û Fü ru zarı 4 0 9 .
E ndon ezya, 2 4 5 E m o s e n tr ik 3 5 4
E n fla sy o n 4 7 4
E n g e ls 1 9 3
E v ren , K en an 1 5 4 , 1 7 0 .1 6 7 ,1 0 8 ,
1 B 9, 1 9 0 ,2 9 6 ,5 3 8 , 5 4 1 ,5 7 1 .
G
E n g in , M e h m e t S a fle l (M e h m c i 5 7 2 ,5 7 7 . 57B , 5 7 9 ,6 0 0 G a b n ti, A v ra m 6 5
S a fv e ı), (E n g in , A n ıı) 2 0 1 , 2 4 9 , E v re n s e llik 0 9 , 5 9 1 G a la ta s a r a y K u lü b ü 1 0 2
3 5 0 , 3 5 1 ,3 5 2 ,3 5 3 ,3 3 4 . 35 5 , E v rim 3 4 5 , 3 4 7 , 4 6 0 , 4 * 8 G a la ta s a r a y ü t e s i l S u lta n îs i 8 0 ,
3 5 6 ,3 5 7 .6 6 1 E y u h n g h ı, S a b a h a t t i n 2 4 i , 3 3 4 , 3 3 5 , 1 0 2 ,2 7 6 , 2 7 8 , 2 7 9 , 5 3 3 ,5 3 5.
E n is , S e la h a ttin 4 4 7 3 3 6 , 3 3 7 ,3 3 9 , 3 4 1 ,3 4 2 ,3 5 2 , 574
E n i e l c k l ü e l E l it iz n i 5 4 3 9 6 .4 0 2 , 4 0 3 . 4 0 4 , 4 0 5 ,4 0 9 G < riileo 3 4 2
E n te rn a sy o n a l 2 3 8 , 4 6 6 E y ü b o g l u . C e m a l R e ş it 4 7 8 G a l i p H o ct , (a y T , b k z , B a v n r . C e l a l )
E n te rn a s y o n a liz m 3 7 7 , 4 9 3 Ezan 9 4 . 2 28, 4 4 9 . 550 547
E n v e r H o c a 14 E z a n ın T ü r k ç e le ş tir ilm e s i (a y r . h k ı. G a lip , R e ş it 2 0 2 . 2 0 4 , 2 6 5 , 2 9 7
E n v er Paşa 3 5 ,3 6 , 4 1 ,9 3 , 2 5 l r 5 1 0 T ü rk çe ezan ) 2 23 G a lip , Y a h y a 5 2 4
E p ig o n 3 6 , 3 9 G a n d lıi, ( G b ım d i, M a k a t ım ) 1 3 ,
E rb ak zm , N e e m c ltin 2 9 6 , 4 5 8 , 4 6 3 ,
4B7
F 240
G a ra u d ^ ^ R o g er 1 6 6 , 3 4 0
E r b u ş ve E r T r r f f î n A ta M r f e f ü l ıJ k 1 8 4 F a b ia n S o c ie ty 5 4 0 G a rip a k tım 4 1 0
E r c ila s u n , A h m e t E , 4 2 2 F a h r e tıln , İs k e n d e r 4 4 2 G a r p lılık 2 1
E rd em , T arh an 4 4 9 F a u o ıı, E ra n Z 4 1 9 G a s p ıra h , İs m a il 4 7
E rd oğ an , N ecm i 5 8 4 F a n ta ıy a 1 9 5 G â v u rla şm a 1 5 0
E ren k ö y 136 F arsça 2 2 9 , 3 3 6 , 5 4 6 G a z e te c ilik 6 4 , 6 6 , 4 3 5 , 4 0 7 , 4 8 0 ,
E r e n le r in B a ğ ı 4 3 5 F a r s la r 3 3 0 , 4 0 3 502, 504
E rg en e (D e rg i) 2 0 5 Fas 2 4 2 , 2 4 9 G e ç m iş i red 6 2
E r g e n e k o n h a y a li 4 6 6 F a ş iz m 3 8 . 6 0 , 6 1 , 6 2 , 6 7 , 6 8 , 1 6 7 , G e ç - u lu s t a ş r r u ı 3 4 5
E r g e n e fe o n 4 3 1 1 8 4 ,1 8 7 , 1 9 3 ,2 5 5 , 2 9 2 ,4 3 7 , G e d iz ( N e lılr ) 3 4 2
E rg û v cn , E k rem 0 2 , 8 3 4 5 1 ,4 8 7 , 5 81 G e n ç K a le m le r 3 *
E r h a t, A zra 3 3 4 . 3 3 6 ,3 4 1 , 3 4 2 .3 5 2 E s ü n s M a k b u le H a m m 2 2 7 G ö n ç le r le S o j b u i d N ü s d M e s u t
E r im , N ih a i 5 0 9 F e c r 4 A r i T o p l u lu ğ u 4 3 2 , 4 3 3 , 4 3 4 O la b ilir iz ? 2 0 1
E r iş ir g il, M e h m e t E m i n 1 0 2 . 3 0 1 , F e ls e F e 3 3 8 G e n e lk u r m a y (B a ş k a n lığ ı) 1 0 4 , 1 8 5 ,
3 8 3 ,3 8 4 ,3 8 5 ,3 9 9 F e m in iz m 2 2 6 , 3 2 8 186, 187, 188, 587
E r itm e K a z a n ı 3 5 7 F e o d a l (İz m ) 9 0 ,1 6 3 , 2 5 5 ,4 6 2 , G e n s ilo n , F a u l 2 0 7
E r k a n l ı , O r h a tı 1 8 1 , 5 6 6 4 6 3 , 4 7 5 ,4 8 6 , 4 9 4 ,5 8 6 , 5 97 G eo rg c, L . 3 1 9
E r k i n . U lv i C e m a l 4 0 6 F e r d iy e tç ilik 4 3 3 C « T ffî4 S 8 , 560
E r m e n i m e s e le s i 4 6 2 F e r h a d A b b a-s 2 4 4 C e i- f t l i K e m a liz m 5 4 0
E r m e n i T e h c ir i ( 1 9 1 5 ) 5 0 , 4 8 8 F e r it, M ü fid e 4 7 2 G e r ç e k ü s tü c ü lü k 4 1 0
E tm e n ile r 2 İ 0 , 2 7 3 , 3 5 6 , 5 0 0 F e tv a 2 3 6 G e r ic ilik 9 0 , 3 8 9
E r m e n is ta n 3 6 4 F e y z io ğ lu , T u r h a n 2 1 2 , 4 5 2 , 5 3 4 , G e rile m e d ö n e m i 4 4 1
{ r f v p f c b . A h Hv2 Ifc L k P a rS s t' 7 4 2 . 24 * ,4 5 5 H a n la r 4 4 3
G h a :b & 8 2 i fa ik / : ’ Y Ç»a 2 ’4 H '. i r . ı . n jk K j . S r ı m c l 1 -4
G r . r t k İ s r '-ç J 1 8 V 5 6 7 H a lk * I V « r u h a re k e ti 62 lit ı *ü.e; <’ uer: 429
Cufr l i 446 H a lk ç ılık ’? 4 . 34. 44..* 5 , ^ M . H u m a n î-m 3 3 6 3 .3 9 . 3 4 2 3 5 3 .9 0 2 .
İ rİV\J>4!W586 6«. 69. 76, "*7, 7«. f.5. <yı, 89. 4 0 5 .4 1 0
’ / . i 1? 7
< *ccrh e 3 • O l. 1 1 0 .1 1 5 . 1 1 6 114 Î4 5 . H u r u R . 1 r . 1a 3 4 5 3 9 3 . 39M 3 5 7 .
(r o l^ m 1 3 2 6 6 . 2 7 2 . 2 7 3 . 2 74 . 2 7 3 . 279. 3 'k S . 4 0 4 . 4 0 6 , 4 2 0 . 4 2 3
( v ; : ’j r 3 < » 2 0 1 .2 0 2 7 0 3 3 5 6 3 9 1 3 0 4 H ür Arachiu 441
G t * * : ? , Z ; v a 3 0 3 1 . 3 ? , i 3 . 3 4, 3 5 . 3 8 9 . 4 3 0 - , 4 3 f i . 4 * 4 ,4 4 5 4 . i ^ H ur H anya 539, 553
u: ? . 4 4 , 4 5 . v :. 4 9 . N \ 52. 6 5 , 4 5 4 . 4 6 2 . 4 7 0 4 *51 5 3 ? , y ı r fîa » 940
1 0 2 . ; o 4 I 4 ? ; a fj 1 5 0 , 20?, H a l k » V * n 6 1 , 0 2 , 1 1 * , İ H . ; 15 i k i m v . - r 5<-2
203. 2?4 2 1 2 , ? ? 3. 7 2 6 . ? 4 f i . ? v9 . 1 16 , 1 1 7 . 1 1 6 .1 1 9 . 1 4 4 .7 4 2 H û ın v c ; P * r î * t :H P ) 4 >» 5 3 5 . 5 3 e .
2 5 0 . 2 6 0 2 7 4 . . * 6 ? . .Vv i . 3 3 6 . 3 3 8 . 2 6 0 , ? 8 * 2*6, 2 9 2 . > 9 » 2 9 6 . 540. 574 3T >
3 3 9 , *4>5. 3 i v . 3 3 1 . 3 5 ) . 3 > V 3 6 3 3 3 4 . -1 0 2 . 4 2 0 . 4- î î , 4 7 0 5 6 6 >V m d Ptrvarni 4 30
.3 6 3 . 3 7 0 . 3 7 1 . 3 / 4 . 3 7 r 3 ' 6 3 7 7 , I 3 » k k 224 H v sey rn , H av an 6 1 9
37Ç . 3 ft\ 3 P 5 3 8 7 . 3 9 0 3 9 1 . 3 9 2 , 1 l ü iic d a n 2 1 1 ? 3 6 , 762 lh .« - y :a r u d r A k
3 9 * . 3Ç 9. 3 9 ? 397 4<k‘ . 4 0 1 . 4 0 7 . H ar# W î*» ÎG 4 m ç. 32? H ? M u M u ıu n e d ‘T e v ^ a r r v b e r ! 5 3,
4<H 4 C ’ 4 2 ? 4? ? . 4 3 4 . 4 3 5 4 3 6 . i i a r # i k ı ö ? -4 0 9 146
4 -Î7 '2 6 5 3 3 . 5 V *. 5 9 3 . 5 8 ? . «A it H ; r , A ^ l a . Ş * ,k r û 45 ş | . 5 ,;
C’ C'Âv'* -O ? I h fh y r * 2 . 3 3 . 1 2 e
( i C k y f t t . S i h h j ’ /•> I L r r k c l O rd u su 3 6 .1 7 6
I
0 * 6 k :r e n . O z g u r 5 4 I l a r j- A k a d e n u s ı M 1 7 .5 .1 A ' IMF in::-: bu:-.mis. Mcıtcy Fouad)
< c-re r^ n O k t a v 5 1 0 , .5 i 1 l l n f O k u l u K o r .v n e s , 5 6 6 30P, 4 6 2 .4 8 7 ,5 8 6
G ç « I C 'z g v r S e v g i 2 2 0 li^ a n o ^ itn K n b n M k u si) 4 0 2 h a k & 0 . 2 * 2 2 .4 4 7 4 - , . u .^ t

(• A r a im ^ a r în H iU ) 129 ir k h r i;g : 6 5 115


I ■ « 'lu jif ; 3 6 0 H a t a y 'ı n T ü r k i y e v e k . n s l t jy * ; İrk p s r a t iı^ B ia c 7 5 5 . 3 6 2 3 6 3 , 365
O c u n u * * 0 8 .5 8 4 O k \ tn v .v s-6 5
G rev 5 ; S •'tin le r \ybif) 5/6 i : k v :.t k ^ 1 7 , 3 - 0 5«1
G u esera b< 4 6 * \ * 7 1 lk a w h .k i 3 5 6 Im ru k S*d . 3 64
G t ç î t î d e v l e : *= » ". H a v a r ile r » 4 9 Vl a h i t lıa r c k r l i r 1 .4 3 6
G u ı r k . K a v .n t 8 1 5 r' 8 I h v r k 5136 İN İa h a t/ k ık 5 ? 6
G i d e r . h e ib ıd lu b H M H -u c\ (.a r h e r J 1 4 1? is | u r u 10 ?
G f i i p - û k P .r / .g : 4 9 « H e g e l 1 .3 9 . .31,5. 5 9 9
G u* 560 l l e ^ r t n c n y a 1 - . ] ••, > 6 . « 9 , 9 0 91,
G u ru k k i: i'rv'.ii: 44} İ M , 1 7 2 .1 7 4 1 9 5 4 0 9 .4 7 0 .
/
G r n u l, A s r r jı * 8 .' 4 !X \ 4 9 2 . 4 9 7 .4 9 0 • ;< » 5 2 9 . P erv a 9?
G t r u ı i t a y . $ f T » s c 4 6 R 2C"P 3 3 6 , 3 5 9 m 5M-, '^ 1 : i’ -A İ' in M u t e i e r r t k a 3 3 v
Gündür. AV* -2 "■113’ K e - p h a ı u i , A > x « V İ e r •F a : v u v ' 2 ll'r u n . r 9 *
G ü n d ü z. A s ır ; J ? 5 H e r d e ’ i 39 İK e n 43:
G e n e * . 1 U î* a 9 > 2 , 4 5 > 4 5 4 . 5 * 4 . iîc r e d ta 4 io U A sy a 359
535 H eyd. 1 ’r -e i 4 4 H eclk b tn m e 3 7 2
G u r o iv . ic w > i 43. y ,’). n \ ??&. 1 îr y v < •5 T e n 'M İ .v e 1 7 6 'n i'K B R s a : 10 2
3 .3 6 ,3 3 3 . 3 5 5 391 V * ? 4>ü H : r . r«’ k 7 7 3 •h !• JK rij.-i? T 's u 'A n u r K& ir'.fr•5 -
G û n e v A fr ik a ; 4 7 . 36»' H r n s n y a n w > v - a ';z m ı 2 M 25 ’ iik n t 571
G ü n ey V ıç îr ^ r ı 3 1 8 I h r ; s : ; v a n > w .k a tk ı .' 5 7 3 id e & C e ş a r .k n e 5 ’ . 77
G üneydoğu m esçk s: 4 6 ?, 4 6 j H n ’. s r .y a n k ;: 1 5 0 . 1 9 9 . 2 0 7 . 4 0 4 uİ .b j .i b a y ra m ı 2 7 S
G 0 m e k :n R e > « N a n I-*# . 4 / 7 . - 4 7 1i ı r i s t : y a n l a w n j 3 5 2 . 3 9 0 . 3 9 3 206
G û r i v ı a . ç r »C ad u' J k î jv c d t M e ^ - ' j ’ Iei' H u i s U ‘» r J a b i ı r n M b f t d , s e » ’ A l : h o r e ; 5 1 6 , :;2 t3
litrdî. i»; H ;r i > î r , a n h k 4 7 . 3 * . <H IH D i İ n s a n l i r k l u ı I > m c £ ? 4 H6
G ü u y o l . V r < l* f 4 İ> J I I ; ; ;r , 4 9 ü tr tla i 5 J . 1 4 6 . 1 5 6 , l» \ 2<X\ 2 İ B
G û ’p n u r . H ü s e y in R a h m . 6 5 . 4 4 7 5 i i z 'a i ’ I X ^ a r , t* 3, Kh> 4 7 7 . 3 1 9 . 5 7 1 . M v . ‘> 61 5*>4
G b im -'h C e m a l 5 5 7 564 ^ 5 H * r * ;1 ^ 9 3
G c ıs c y n a k > 66 Utltte 9> 1 4 3 . İ4 t> 2 2 3 . 2 3 6 . >93
5{'7
; s i y a s î w r .d ;k » h z r n a ^ a r . v r
G u tu n , K a n ıra n 3 8 0 503. 612 « ; 2/3
G u v ern a rk , la r u k 6 4 0 l i ı k f r i v '. U k 6 2 I h ttia k î T c r b n e t*-
H ır-ita ia r 2AC 2 -2 -îtv * 5 2 7 frdam V ' 5 4 * 4 , 4 35
U r x h ;k : 5 2 7 î i- n u r A - iu r . 9 7 ? .
H t i l s f t r . \ h i t i i t 14 k 447 I k .iK . C u m h u n y e t 1 9 6 5 M ,5 H 6
H ar v r k u lu g u 2 0 5 H ım 7 2 6 î k 'T C i IT v n y v S a v a ş ; 1 " IS . 1 0 4 . :0 5 .
I L l ı v 'k l r ; 3 4 / Mj 'K İ c : 3 3 1 3 4 0 , 3 3 9 , 3 0 0 .4 0 3 . J 30, i i l . 1 3 9 .1 5 4 İ M , 1 K V IA ?
i i a k # * o f ; T u v v tr 4 - * 0 404 437 2 4 1 , 2 4 5 . 2 4 * ) . 2 4 0 2 6 5 . 2 P / . 7 9 .1 ,
ihrt*K: d i M iü ıV ' 6 0 . 6 5 , 1 C * , 2 3 0 S in le r A : k k f ' >9 153. 1 4 : 2 'y>. 294. 3 0 J . 5 0 3 . 3 -u ; 3 2 O, > ? ? , 3 4 4 ,
4 37 2 & Ş . 3 2 2 . K -v 3 M ,3 n 3 3A ; 3 8 A 4*v>’ V I , 5tM
H a k k ,F w b a . '* • - » } 3 1 6 U n k 'M b t 4.^ ' 5 0 6 ,3 1 7
H a k ? 126 îı’ j v ^ 2 ’6 !k .t K \ < » rd > IB M W >> i
H a h k a r o * » B ih k £ * H 3 3 4 , 3 3 5 . 3 3 7 . i 1 6 V .l;t M .r * h '\iv >: 2 A >. I k . » . K o l 3 0 >v>. 3 0 ' 3C 9
334. 341. 34?. 357 447 4 6 0 .4 6 5 Ik-.EK . I B M M 6?
i? u i k t \ ır .Û 3 iT v r ic p «m Tsy’&ef; . 01 :Y;tkî.v>' -'2 ' . k m . : \ e n : .ç + jr A k ı n t ı .' 4 0 7 . 4 0 9
J itiîi? {C İA H .te3 2 1 5 ik T T in A i p i a v v . 3 6 ' Ik tK İa r 3 6 . 1 0 9 . 1 1 0 , 1 7 4 , 1 3 2 . 1 3 3 .
H a lk f a - k a s i ayı ’>kz C u m h ı ı n y e ı : ;T avı hkz P a t t ü O . 5 3 ‘>. 137. 159 14? 143 >5 1*2
i la lk y c k jc u ; 4 9 . 5 7 .1 1 0 . 2 3 5 . 57? 1 5 3 , 1 5 6 , 1 6 * . ÎW >. J ? 2 IS O
23 7 201 3 İS . 37“. 4 ö 0. 524 H u k u k Je v v .ir .. 32C 167,19?, 195. 232.241.249
ffe T * 2 5 0 . 2 6 1 H u k u k . 5 .1 e K d ra tru tr o e M .3 2 - 2 5 9 . 2 6 0 , / S İ . ? 7 5 . 2 9 7 . 4Ce>.
IL -lk P j i î s s i la y ı S kz C u jn h u n y c ı liukuk u Düvel 2 1 4 . 235 4 0 7 , 4 2 3 ^ <MC. 4 4 6 . 4 > 7 , 4 M
DİZİN

4 6 2 , 4 6 7 , -1 7 0 . 4 7 L , 4 7 9 , 4 3 3 . Is lâ m ö n c e s i 3 4 5 İz m ir M û d a fa a -f H u k u k C e m iy e ti
4 8 6 , 4 $ 8 , 4 9 6 , 49B, 5 0 2 , 5 0 8 , İ s l â m R e f o r m a s y c m u P r o je s i 9 4 , 9 5 547
5 1 2 ,5 1 3 .5 1 6 ,5 1 7 ,5 1 8 ,5 1 9 , Is lâ m 2 2 , 3 1 , 4 2 , 4 6 , 4 7 , 4 9 , 5 0 , 5 3 , İz m ir M ü d a fa a -i H u k u k -u O s m a n iy e
5 2 0 , 5 2 6 . 5 3 1 ,5 3 3 , 5 3 5 ,5 4 2 , 5 8 ,7 0 , 7 2 ,8 6 ,8 7 , 8 9 ,9 1 , 9 + .9 6 . C e m iy e ti 8 0
547, 551, 552, 556, 557, 563, 1 4 6 ,1 1 7 , 14 0 , 1 5 0 ,1 5 2 , 1 6 3 , İz m ir S u ik a s tı ( 1 9 2 6 ) 1 3 6 , 1 + 2 , 2 3 9
5 6 5 , 5 6 7 ,5 8 8 , 5 0 9 ,3 9 3 1 6 6 , 1 7 4 , 1 9 0 ,2 0 4 , 2 0 6 , 2 0 8 , İz m ir 8 0 , 1 1 3 , 1 2 6 . 1 4 2 , 2 1 4 , 2 2 0 ,
H a k i y e V a k ü L tcsi 9 4 2 0 9 , 2 1 2 ,2 1 9 ,2 2 1 ,2 1 3 ,1 2 4 , 1 6 0 ,2 7 4 ,1 7 6 ,3 2 1 ,4 3 0 , 4 6 8 ,
I Ic r i. C e la l N u r i 1 9 8 , 2 0 4 , 2 0 0 , 4 4 1 , 2 2 7 , 2 2 0 , 2 4 3 , 3 4 0 , 3 8 4 ,3 0 6 , 4 93, 502, 54 6 , 564
524 3 8 8 ,3 8 9 , 4 2 2 , 4 2 3 , 4 0 4 , 4 8 5 , İ z m i r 'i n İ ş g a li ( 1 9 1 9 ) 2 1 4
ile r ic ilik 4 5 3 4 9 4 ,5 1 1 ,5 1 4 , 5 3 3 . 5 4 2 , 5 4 5 . lz u la s y a n iz tn 4 0 , 4 ]
lle r ie m c c ih k 1 0 3 , 1 0 4 , 5 3 2 , 5 5 0 5 7 1 ,5 9 4 ,5 9 9 1e z e t, M e h m e t 3 5 0
İ l h a n , A t t ilâ 2 1 9 , 4 0 9 , 4 8 8 , 4 B 9 , ls L â m c l k a r e k e t l e r 3 3 1 İz z e l, S e la m l 4 3 7
4 9 0 , 4 9 1 , 4 9 2 , 4 9 3 , 4 9 5 ,3 1 0 , W âm cı 4 0 , 9 0 ,9 4 , 1 7 2 , 5 2 9
592 İs la m c ıla r 2 1 0 , 3 Ö 3 , 4 8 1 . 4 9 1 , 5 8 8
İ l h a n , S u a t 5 4 2 , 5 8 0 ', 5 B 2 İs la m c ılık 3 2, 9 8 , 1 9 7 , 2 0 4 , 2 0 5 , J
Ilo g lu , A li Ih s a n 2 5 0 2 2 2 , 2 4 7 . 2 4 9 , 3 3 2 .3 4 3 , 3 07 Ja k o b c n 1 8 , 2 2 , 9 6 .1 4 2 , 2 7 9 . 3 îö ,
İ m a m H a t ip O k u l l a r ı 5 2 4 İs lâ m î s e m b o liz m 5 0 542
İn a n , A fe t 2 0 2 , 2 2 0 , 2 2 1 , 2 2 2 , 2 2 3 , Is lâ m île ş n ıe 3 5 6 Ja k o b e n iz ııı 5 7 6
2 2 4 , 2 2 5 , 2 2 7 ,3 5 7 , 3 5 8 ,3 5 9 , İ s l â m iy e t ( a v r , b k z I s l â m ) 2 0 2 , 2 0 4 . Ja lc e (Y a z a r) 1 6 6
3 6 1 ,3 6 2 ,3 6 5 , 6 5 5 3 2 0 ,3 4 0 J a p o n G ü lü 5 1 3
in a n ç 6 7 İs lâ m la ş m a 3 5 Je ru n tö k ra s i 4 6 3
In d o -G ^ r m e n iz ır . 1 6 5 İ s m a i l S a fa R e y 5 2 3 , 5 2 4 Jo h n -A n to ru a Jim n a s tiğ i 2 7 6
632 İn g iliz D e v rim i 6 3 İs m e t P a ş a (a y r, b k z . İn ö n ü . İs m e t) Jû m ü r k b ilim c iliğ i 1 0 0
-------------------- In g iliz M a n d a s ı 5 6 3 8 0 , 147, 160, 3 0 3 , 305, 3 0 6 . 398, Jö n tü r k h a re k e ti 4 5 .9 1
İn g iliz c e 2 2 9 , 3 3 9 , 4 6 8 5 0 2 . 5 0 4 ,5 2 6 ,5 6 5 jö n c û r k k r 4 5 , + 6 ,4 0 , 5 1 , 5 2 , 5 3 , 5 4 .
lu g U iz to 1 0 2 , X 4 7 , 2 4 S , 3 5 7 (o p ıtv y a ( 3 5 , 4 6 3 7 6 ,2 4 7 ,1 7 3 ,3 1 8 ,4 3 0 ,5 1 6
İn g ilte r e 1 3 , 1 0 6 , 2 2 3 , 2 3 5 , 2 5 3 , İs r a il 9 3 J ö m ı i r M e r i n 5rya.«f F i k i r l e r i 4 4
3 0 4 , 3 3 0 , 3 9 0 ,4 9 2 , 4 9 8 , 4 9 9 , İsta n b u l h ü k ü m e ti 5 1 8 , 5 1 9 Jö n tü r k lû k 3 1 7
5 0 4 ,5 2 7 İs ta n b u l L is e s i 3 3 3
İn k jlc r b jıı F e ls e f e s i 2 0 1 İsta n b u l se rm a y e s i 4 0
I n h il û p D e r i l e r i N o f b ir i 2 6 0 is t im b u l Ü n i v e r s i t e s i T a r i h K ü r s ü s ü
K
in k ıl â p d e r s le r i 5 8 , 6 5 2 50 K a b a k lı, A h m e t 4 0 9
İn k ıla p ş u u r u 6L İs ta n b u l Ü n iv e rs ite s i 1 2 1 , 2 + 9 , 3 2 + , K a h il 2 4 0 , 2 4 1
İ n k ı l â p l ’a r i h i 1 4 4 3 3 8 , 3 5 6 ,3 8 2 , 3 9 3 , 4 0 1 , 45 3 , K â b u ia j K a n u n u 2 6 3
b ıf u lü p >-e K a d r o 4 7 2 4 6 5 ,5 1 2 , 5 6 4 .5 7 4 K a d ın 6 4
İn k ıla p 1 8 , 2 5 . 2 7 , 3 4 , 6 1 , 0 7 , 1 8 6 , İsta n b u l 4 6 , + 8 , 6 4 , 0 0 . 9 3 , J 0 2 , K a d ın H a k la n 2 2 0 , 2 2 S , 2 2 7 , 3 2 3 ,
1 9 8 , 201 r 2 0 3 , 3 5 0 ,3 5 3 , 4 3 5, 1 1 4 ,1 2 6 ,1 3 6 , 1 3 8 ,1 4 2 , 2 3 8 . 3 2 5 ,3 2 7 , 3 2 8 ,3 3 1 ,5 8 8
+ 37, 4 3 0 , 4 4 7 , 440, 4 6 8 , 4 6 9 , 2 3 9 , 2 4 2 , 2 4 0 ,2 7 6 , 3 2 7 , 3 6 0 , K a d ın ın S o s y a l H a y a tın ı A r a ş tırm a
4 7 i, + 78, 51 9 , 521, 522, 524, 3 9 6 , 4 0 9 ,4 2 9 ,4 3 0 , 4 4 5 ,4 4 6 , v e in c e le m e D e m e ğ i 3 3 2
5 2 S , 5 1 6 , 5 4 7 ,5 5 1 .5 5 8 , 597 4 47, 450, 45 8 , 465, 4 88. 502, K a d ıt ıııt S ta tü s ü v e S o r u n la r ı G e d
lt t k J A p ç ü ık .îa ,4 4 ,4 5 ,5 L ,5 9 , 7 6 , 5 0 3 .5 0 7 ,5 1 8 ,5 1 9 ,5 2 3 M û d ü r l u g i i (K S S C tM ) 3 3 1
8 7 .8 0 , 1 1 3 , 3 7 6 ,4 4 7 İ s t a n b u l'u n J ç Y tU ü 4 + 6 K a d ı n Itır H a lk F ı r k a s ı 3 2 7
in k ıla p la r 1 5 0 , 4 0 5 , 4 3 3 İ s t a n b u l 'u n [ş g n ii ( 1 6 M a r t 1 9 2 0 ) K a d ı n l a r 1 1 9 , 2 2 + , 2 2 5 , 2 2 ? . .1. ? 7 ,
İn ö n ü C u m h u r iy e ti 5 2 6 , 5 2 7 , 5 2 8 4ESC 322, 503
V ncrtfû i c j t t l l i 3 6 ' j ls tâ n k ö y 6 0 K a d ı n l a r a K n r jı H t r T ü r l ü
İ n ö n ü S a v a t l a n 1 ,1 1 / Z a f e r i ( 1 9 2 1 ) İs tik la l M a h k e m e le r i 9 2 , 1 4 3 . 2 3 9 , A y r ım c ı lı ğ ı n D i l e n m e s i S û îJe ş m c s e
6 4 .1 2 7 5 0 3 , 5 5 1 ,5 9 d fC I E P A W ) 3 3 1
İn ö n ü , is m e t 2 6 , 5 8 , 6 0 , 6 1 , 8 1 , 8 2 , İs tik la l Sa v a şı t H a rb i (a y r , b k z . K a d ın la n Ç a lış tır m a C e m i y d - i
8 9 ,1 2 3 , 1 2 4 .1 2 5 ,1 2 6 ,1 2 7 ,1 2 8 , K u r tu lu ş Sav aş») 2 3 5 , 2 3 7 , 2 + 3 , fs lü o ü y e s i 3 2 4
1 2 9 , 1 3 0 , 1 3 1 ,1 3 2 , 1 3 3 , 1 3 6 , 547 K ad ro 1 4 7 , ] 6 3 , > 1 9 . 2 4 5 , > 5 0 . 2 5 2 ,
1 37, 1 52. 153, 161, 1 62, 168, h tis n a c ıltk 4 1 9 , 4 J 0 268, 425, 426. 438, 439, 440,
2 0 4 . 2 8 8 , 2 8 9 , 2 9 2 , 2 9 3 ,4 3 6 , İsv e ç 2 7 6 4 6 4 . 4 6 6 , + 6 7 ,4 6 9 , 4 7 0 , 4 7 1 .
1 4 1 .4 5 0 , 4 5 6 , 4 6 0 , 4 6 7 ,4 7 3 , İsv içre M e d e n i K a n u n u 3 2 6 4 7 3 ,4 7 4 ,4 7 5 ,4 7 6 ,1 7 7 , 4 7 8 ,
4 7 6 , 4 7 7 ,1 9 1 ,4 9 5 .4 9 6 ,5 2 7 , İsv içre 2 1 4 , 2 2 0 , 2 5 7 , 3 5 7 , 4 3 4 4 0 9 ,4 9 2 , 4 9 5 ,4 9 7 ,5 1 6
5 4 4 , 5 4 7 , 5 4 9 , 5 5 6 .5 6 0 , 5Ö 7, İs y a n G ü n l e r in d e A?fc 4 3 1 K a d r o lıa r c k e ti 2 5
5 9 2 ,6 4 9 İş ç i P a r iis i ( I n g iliz ) 5 4 0 K a d r o c u la r 2 1 y , 2 4 5 , 3 5 1 , 1 2 6 , 4 3 8 .
In û n ü c ü lü k 5 5 1 iş k e n c e le r 1 6 9 4 6 4 , 4 6 5 ,4 6 6 , 4 6 8 ,4 1 0 , 4 7 2 ,
i n s a n ve Y u r t t a ş H a k l a n B i l d i r i s i Ita ty u 3 8 , 6 0 , 6 6 . 8 0 , 1 1 3 , İ 3 5 , 1 4 5 , 4 7 3 . 4 7 5 ,4 7 6 , 4 7 0 , 5 92
317 2 3 5 ,2 3 9 ,2 4 9 , 2 5 7 , 2 5 9 , 2 6 4 . K a fa ta sç ı (lık ) 2 2 1 , 4 4 3
Ln&iüUU. k i l i s e s i S 4 2 7 9 ,4 3 9 K a (c s Q Ç j.u , I b r a h i m 4 2 3 , 5 7 9 - , 5 8 0
ln s e l. A h m e t 2 7 . 5 8 5 i t i l a f D e v le t le r 2 4 3 , 4 9 9 K a fk a s C e p h e s i 16 6
lo n ia 3 1 0 i t t i h a d ı A n a s ır 4 $ K a f k a s l â r ] 7H
İp e k ç i, A b d i L 3 3 , 5 6 2 Ic ı ih a l v e T e r a k k i T ı r k a s ı T O , 3 4 , 3 5 , K a h ir e 9 3
İr a m D e v r i m i (2 9 1 < y ) 5 4 5 1 1 ,4 7 , 48 , 206, m , 142, K c k o m o n i ı i r \ 4 3 , İ 1 1)
Ira n n o , 2 4 3 , 2 4 5 , 3 5 9 , 3 7 5 , 4 8 2 , 1 6 0 ,1 9 4 , 1 9 5 ,2 1 4 , 2 3 8 , 2 3 9 , K a in a t G ü z e lli k Y a r ış m a s ı 5 0 3
405 2 4 8 , 2 5 0 ,2 6 5 ,3 1 8 , 4 2 9 ,4 3 1 , K a l k ı n m a s t m i e ji s i 1 1 0
İr r c d c n tiz m 3 5 0 , 3 5 2 4 3 9 ,4 4 7 , 4B 3, + 85, 4 0 6 ,4 8 9 , K a lk ın m a c ı 5 1 1 , 5 İ 7
İr tic a 1 7 1 , 1 7 8 , 3 8 8 , 3 0 9 , 5 1 5 3 0 2 ,5 2 5 ,5 2 7 ,5 4 6 K a lk ın n iâ L ilık 1 1 8 . 2 3 3 , 4 8 3 . 5 9 2 ,
Isa (P e y g a m b e r) 1 + 9 ,3 4 2 İt tih a tç ıla r 5 0 , 3 2 514
I s a 'n ı n H a y a tr 5 3 İttih a tç ılık 4 3 5 , 5 3 2 , 5 4 6 , 5 6 7 , 5 9 6 K a lp a k s ız K u v v s c ıla r 5 8 7
İs k a n K a n u n u 2 3 1 fa a li] ı D iv a n ^ i jr i A n t o lo jis i 3 9 9 K a m a liz t n 1 2 8 , 1 4 9
I s k c U 5rmr'dJü 5 1 3 İ z m i r U m a c ı la r O d a s ı 4 ö î K anada 3 3 8
İs k e n d e r iy e 4 3 0 İz m ir İk tis a t K o n g re s i ( 1 9 2 3 ) 3 4 , K a n d ıra 4 5 2
I ş k ın ı d ü n y a s ı 1 9 9 , 2 4 1 2 1 4 ,2 1 6 , 2 3 6 , 2 5 9 ,5 2 2 , 5 2 3 K a ııJiy u r i 3 2 7
K a n ık , O r h a n V e li 4 0 9 , 4 1 0 K ılıp a d e H a k k ı 1 9 7 ,1 9 8 3 4 3 , 3 5 4 , 4 0 2 ,4 4 5 , 4 5 3 ,5 0 2 ,
K a n o n (E d e b i) 3 9 7 . 4 2 5 , 4 2 9 , 4 3 6 . K ılık K ıy a fe t K a n u n u 3 2 3 5 0 6 ,5 6 0
445, 446 K ır c a , C o ş k u n 5 3 4 , 5 3 5 , 5 3 6 , 5 3 8 . K ö y H e k im i 4 2 9
K an su , A ykut 2 5 3 539, 574, 576, 577 K öy K anunu 299
K a m u , C e y h u n A lu F 4 0 9 4 1 B u (u k (D e r g i) 5 1 2 K ö y M e k t e p le r in d e B e d e n T e r b i y d i
K a n s u , Ş e v k e t A z iz 3 6 0 , 3 6 ö K ır m ız ı K o n a k 5 0 3 201
K a n t (Im ın a n u e l) 1 4 6 , 3 1 4 K jr z i o g l u , F a h r e t t i n 4 2 3 K ö y c ü le r C e m iy e ti 2 8 5 . 2 0 7 , 2 S 0 ,
K a n u n î ( , „ S u l u n S ü le y m a n / K ış la lı, A h m e t T a n e r 4 0 7 269.291.292, 293,294, 295
P a d işa h ) 3 7 L K ıy a fe t d e v rim i 3 2 0 K ö y c ü lü k 6 1 , 1 1 3 , L1 6 , 2 6 6 , 2 7 0 ,
K aoK l 318 K ız ıl E lm a 3 3 , 3 9 2 283, 204, 283, 267, 286, 290,
K a p ita lis t 1 6 4 . 1 6 8 , 1 7 5 , 3 0 9 K ız ıl 7 ng 4 4 2 , 4 4 3 2 9 3 . 2 9 4 , 2 9 5 , 2 9 6 ,4 4 4 ,4 4 5 ,
K a p i la L is t l e ş m e 1 6 6 , 2 5 5 K i li, S u n a 1 8 3 446. 506
K a p ita liz m 6 0 , 1 2 8 , 1 6 9 , 1 7 3 , 2 5 4 , K i lis e 2 2 . 5 2 K ö y lü lü k 5 2
256, 260r 264, 265, 273, 438, K im 1 6 2 K ö y m e n , M . A lta y 5 7 9
<H50, 4 6 7 , 4 7 0 , 4 7 2 , 4 7 3 , 4 7 4 , K im İl S u n g 13 K öy m cn , N ü srel K em al 2 6 9 , 2/ 0,
4 7 6 , 4 7 8 ,4 0 0 , 4 8 1 , 4 9 0 , 4 9 1 , K iş i k ü llü 1 4 4 2 0 6 .2 8 9 .2 9 2 , 2 95
4 9 2 , 4 9 5 ,4 9 0 ,5 6 0 K r ta in M u k a d d e s 1 4 9 K r u ş ç c v (N ik ita ) 1 3 5
K a p itü la s y o n la r 2 4 7 , 2 4 8 K le m m , G u s ta v 3 4 7 K 5SG M 331
K a p l a ıı , M c i n n e t 3 9 9 K o c a g ö ı , H a lil 4 0 9 K ü b a l ı, H ü s e y i n N a i l 5 6 4
K a r a b c k ir , K a z ım 5 0 , 1 2 7 , L 3 5 , 1 3 6 , K o ç a k , C e m il 1L9 K u ban , D oğan 4 2 2
2 3 6 ,3 8 8 ,5 5 5 K o ça k , O rh a n 3 7 0 K u m , B e k i r S t ık r 4 4 4
K a ra ca , N u ray 5 5 0 K o çu , R eşat E k re m 4 4 2 K u n ta y , M ith a t C e m a l 4 3 0
K a r a c a n , A li N a c i 6 4 , 1 0 4 K o lo n ile r 4 7 0 K u ta m la ş iır m a 5 3 0
K a r a c a o g la n 3 9 3 K o m in te r n p r o p a g a n d a s ı 4 6 4 , 4 7 6 K u ra n K u rsla rı 1 0 9
K aracasu , B an a 3 3 4 K o m in ic r n 2 5 1 . 2 5 2 , 4 6 5 K ü r ü n - ı K e r im 9 3
K a r a k u ıt, E sa t M a h m u t 4 3 7 , 4 4 3 K o m ita c ı 5 4 6 K u rtb e k , S e y fi 5 5 6
K a r a l , E n v e r Z iy a 4 2 3 , 5 6 4 , 5 7 9 K o m ita c ılık 1 9 4 K m tb ö k e , O k ta y 5 0 9
K a r a o s r n a tiD ^ ÎU , Y a k u p K a d r i 3 5 , K o m p rad o r 5 2 2 , 5 2 3 , 5 2 6 , 5 2 8 K u r tu lu ş S a v a ş ı 3 2 , 3 3 , 3 8 . 4 5 , 4 6 .
3 6 , 3 7 ,3 8 , 39 , 6 5 , 61 , 1 4 0 , 147, K o m ü n is t F ır k a s ı 5 4 7 9 1 , 1 1 5 ,1 2 7 , 1 3 9 , 14 1 , 1 4 2 , 1 4 3 ,
1 4 9 , 2 1 1 ,2 3 5 , 2 7 1 ,2 8 3 , 3 8 5 , K o m ü n iz m 3 4 , 6 7 , 6 3 , 1 0 3 , 1 0 4 , 1 4 7 , 1 6 0 , 1 6 7 , 2 1 4 ,2 1 3 .2 1 6 ,
3 9 2 , 3 9 3 , 4 2 5 ,4 2 7 , 4 2 6 ,4 2 9 , . 1 0 7 .2 1 1 ,2 1 7 ,2 3 9 ,2 4 2 ,2 4 3 , 2 2 7 , 2 3 5 , 2 3 6 , 2 3 7 ,3 0 3 . 32 7 ,
4 3 0 ,4 3 1 ,4 3 2 .4 3 3 ,4 3 4 ,4 3 5 , 2 4 5 ,2 8 8 , 2 9 3 , 3 5 6 , 4 3 7 , 4 4 3 , 4 2 7 ,4 2 0 , 466, 475, 477, 490,
4 3 6 ,4 3 8 , 4 4 0 , 4 4 1 ,4 4 6 ,'1 6 4 , 4 6 4 .4 6 0 ,5 3 5 , 5 3 7 , 5 4 0 , 55 3 , 4 9 1 ,5 0 2 ,5 1 2 , 5 4 3 , 5 6 3 , 5 68
4 6 5 ,4 7 6 , 4 7 7 , 4 7 8 ,6 7 1 575, 50L 59 5 , 599
K a r a ü m e r o g lu , M . A s ım 2 7 2 , 2 8 4 , K o m ü n iz m le M ü c a d e le ( E l K i t a b ı ) K u r u ç , B ils a y 2 9 8
2 06, 507 182 K u ru m la ş m a 3 4 4 . 5 3 4
K a ra y , R e fik H a lil 4 4 6 K o m ü n i z m l e m ü c a d e le 5 3 6 K u r u m s a lla ş m a 2 0 2 , 4 9 2 , 5 6 8 , 5 6 9 ,
K u rd u * 3 8 1 K o n g ar, E m re 3 4 ] 5 7 3 ,5 7 8 , 5 99
K arm a e k o n o m i 5 4 8 K o n g r e le r d ö n e m i 1 2 6 K u şad ası 2 1 4
K a rşı la ik lik 1 9 7 K o n v a n s iy o n m e c lis i 19 K u t a d k u h ilı g 2 0 b
K a r te z y e n 4 2 K onya 2 5 ,9 6 . 113 K u ta y , C e m a l 5 4 6 , 5 5 0
K a ta y a m a , Sen 4 6 5 K o o p e r a tifç ilik 2 6 5 , 2 6 6 K u ts a lla ş tır m a 1 4 8 , 1 4 9 , 1 5 1
K a t ı l m a O r t a k lım ı B e l g e s i 1 7 5 K o o p e r a tifle ş m e 4 7 8 K u tu p la şm a 1 0 7 , 5 3 1 , 5 4 0 , 5 4 5 , 5 4 8
K a to lik d ü n y a s ı 9 3 K o p c n g a h A B Z ir v e s i S o n u ç B e lg e s i K u iu p s a lb k 5 0 7
K a v a k Y e lle r i 4 4 7 158 K U T V Ü n iv e rs ite s i 4 6 5
K a v a k ç i, M crV e 3 8 9 , 4 6 2 K o p e n h a g K r ite r le r i 1 7 5 K ı ı v a y ı M r lJ iy f ( D e r g i ) 5 9 0
K a v r a m s a lla ş tır m a 5 8 1 K o m ita n , R e fik 5 5 1 K u v a y ı M it liy e 2 3 . 6 0 , 1 2 7 , 2 1 4 ,
K ay a. Ş ü k rü 8 0 , 8 J , 8 2 , 8 3 , 5 2 4 K o r a y , K e n a n H u lu s i 4 4 4 2 4 0 ,3 1 8 ,4 0 5 ,4 9 2 ,5 1 8 , 555,
K a y a l ı, K u r t u l u ş 5 3 8 K oray , M e b ru re 4 3 8 5 4 7 ,5 8 7
K a y seri 5 3 5 K o rt 105 K u v v e t l e r A y r ıh g ] 3 3
K a z a n K a te d ra li 9 5 K o rk m az, Z eyn ep 5 79 K u v v e tle r lîir iig l 19
K a z a n c ıg il, A li 2 3 5 K o r k u t A la 3 7 8 K u y aş, A hm et 2 4 7
K a z ım P aşa 1 6 0 K o r p o r a ü s t m illiy e tç ilik 3 2 7 , 3 2 8 K u y ta k , F ik r e t 5 6 5
K e ç e c i m d e iz z e t M o lla 3 7 1 K o r p o r a tiz m L 8 , 2 5 3 , 2 5 7 , 2 5 9 , 2 6 0 , K u z e y A m e rik a 1 0 2 , 3 4 6
K em al T a k ır 3 0 3 , 4 0 9 , 4 4 4 2 6 1 ,2 6 2 , 2 6 4 , 2 9 2 K u z e y Ir a k 1 7 1
K e m a l, M e r a m A b 4 4 2 K o ru tû rk , liıh r i 5 7 1 K u zey K ore 13
K r m a lc s m ( S u n a K i l i ) 1 0 3 K û s s ü m a , G u s ta v 3 4 7 K ü ç ü lt M e c m u a 5 3 3
K e m a l is i K a n o n 6 0 0 K o z a n o g l u , A b d u l l a h Z iy a 4 4 2 , 4 4 3 K ü ç ü k M e n d e re s (N e h ir ) 3 4 2
K c m iilis ıle r O r d u s u B ild ir is i 5 6 8 K o z m o p o lit 3 4 6 K ü çü k , Sam i 56ü , 5 6 7
K e m a li " m ( t s m e l G i r i t l i ) 1 8 3 K o z m o p o L ta n iım 5 7 K ü ç ü k , Y a lç ı n 1 6 7
K e m a liz m D o k t r in i ( B i l d i r i ) 1 0 1 K o z m o p o littim 2 3 , 2 0 9 , 3 7 7 , 3 9 6 K ü ç ü k a , N e c ip A li 2 6 9
K e m a liz m Jn k t iû b ın r n P r e n s ip le r i K ö k cr, L event 9 7 K ü ç ü k ü T T ic r, I d r ı s 1 9 5
3 5 0 ,3 5 1 ,3 5 6 K o k s a l, D u y g u 4 8 8 K flih o n i F n t f l l e r 4 2 9
K e n d in e ö z g û c û lü k 5 3 2 , 5 5 0 K ö k s a l, O s m a n 1 6 6 K û h û r - jU s i 1 4
K e m le ş m e 2 8 6 , 2 0 $ K ö p rü lü , F u a t 9 3 , ] 0 2 , 2 7 1 , 3 0 3 , K ü ltü r e l ç o ğ u l c u lu k 1 1 8
K enya 3 9 7 , 4 5 9 3 9 0 ,3 9 1 ,3 9 3 ,4 2 0 , 4 2 1 ,5 5 1 K ü l t ü r e l h o m o je n l i k 5 0
K e r im e N a d ir 4 3 8 K ö p rü lü z a d e F u a d (a y r , b k z . K ü ltü r s ö z le ş tir m e 5 2 7
K cV n cî 4 9 6 K ö p rü lü , F u a t ) 3 5 6 K üm e 546
K ıb r ıs B a r ış H a r e k a tı ( 1 9 7 4 ) 4 5 3 , K ö r fe z K r iz i 4 5 9 K ü r e s e lle ş m e 4 7 9 , 5 8 0
450 K ö rfe z S a v a şı 7 0 , 171 K ü rt h a re k e ti 5 9 3
K ıb r ıs m e s e le s i 1 0 5 , 4 4 3 , 4 6 2 K ö ş e d ö n m e c ilik 4 7 9 K ü r t is y a n la r ı 4 3 9
K ıb r ıs 1 8 4 , 3 3 8 , 4 5 9 . 4 9 0 K ö y E n s titü le r i 6 1 , 1 1 7 , 1 3 0 , 2 8 3 , K ü r t m e s e le s i / S u r u n u 9 8 , 3 8 7 , 4 6 1 ,
K ılıç A li 5 2 4 28 6 , 297, 28 6 , 269, 290, 292, 4 6 2 , 4 6 3 .4 8 6 , 4 9 8 , 5 1 1 , 5 1 3 , •>
K îliç e l, Y u s u f Ş e r if 3 7 3 29 3 , 294, 29 6 , 299, 30 3 . 304, ’ 548, 576, 577, 500, 504, 586, 597
D İ Z İ N

K ü r t m iü iy c E ç iU g i 1 5 7 , 1 7 S , L 7 8 , L o j a n A n ı l a ş m a s ı i B a r ış ı ( 1 9 2 3 ) 5 0 , M ekke 93
4 8 4 , 51 ö 1 2 7 , 1 4 2 , 2 2 9 , 2 3 0 , 2 5 1 .2 3 7 , M e le z lik 3 9 8
Köre *103)1 Cemiye» +4) 238, 240, 243, 487, 404, 4 9 9 , M e lih T a v u s 2 4 0
K ü rt te rö rü 1 7 6 595 M em et F u at 4 0 9
K ü rt 4 9 , 6 3 , 2 2 0 , 2 2 4 , 3 B 7 , 4 4 0 L y o n Ü n iv e rs ite s i 1 0 2 Menderes uıutkli. 309,3 LC
K ü rtçe 231 M en d eres, A d n an 6 1 ,1 5 3 , 3 0 8 , 3 4 0 .
K ü r tç ü le r 5 6 6
K iir ile r 7 W , 3 5 e , 3 8 7 , + 1 3 . 4 1 7 , 5 4 2
M 473, 507, 551, 556, 557, 564.
567.568
K ü tü p h a n e 5 8 0 M a c a r, E lç jn 1 6 2 M e n d e r e s 'in D r a m ı 4 7 3
M a d a n o ğ lu D a v a s ı 1 6 9 M e n e m e n (İz m ir ) + 8 8
M a d a r m g lu , C e m a l 1 6 6 M e n e m e n H a d is e s i 7 O la y ı L 1 3 , 3 6 9 ,
1 M ad em U SA ’ 525 504, 552
L ’a m t riu P e u p l e ( f i a l t a n P a l u ) 5 2 0 to a h ç u p y ju ı.E iy c a 5 8 8 M tıv ç r a e tu :w £ lu , iS u m ıp . 1 0 5
l/ A v -o a ir d e L p S a t e n c e ıtfr lin u n M a tım u d ( M e b u s ) 2 0 6 M c n e t n c » ] i ; a d c K ıfa ı H ey 9 3
G c lfû r g i) 5 3 M a h m u l İl (P a d iş a h ) 3 0 M e n -i M ü s k ira t K a n u n u 2 1 9
L a ç ta v , 9 1 M a h ş tT 4 4 7 M c n ıc ş e 8 0
L u c o s le , Y v e s 1 6 5 M a k a l, M a h m u t 4 2 2 , 5 0 7 M e r c a n İ d a d is i 6 4
L a f î i ı t e . I’i e r r c 5 2 , 5 3 , 5 4 M aked on ya 3 6 ,1 2 6 , 2 7 3 , 31 S, 5 2 6 M e r iç , C e m il 4 0 3
L a ik ç ilik 5 9 9 M abka. fa n 465 M erk ez Sag 5 7 2
L a ik le n m e 4 5 , 4 6 , 4 8 , 8 4 r 9 2 , 1 4 7 M a la t y a 1 1 3 , 1 3 2 M e r k e z iy e tç ilik 2 5 , 5 7
L a ik le ş tir ilm e 8 7 M a ll a r m e + 1 0 M e n , N u ray 197
L a jlc le ş lt r r p e 2 1 9 , 5 9 6 M a lta s ü r g ü n ü ( 1 9 2 0 ) 8 0 , 1 0 2 M e s le k 2 4 0 . 2 5 0 , 2 6 1
L ıtifd d f v e p t î c ü 3 8 7 , 3 8 8
634 M a lt a 3 4 . 8 0 , 8 2 . 3 8 0 M e ş r u i y e t 2 0 , 2 7 , 4 0 , 8 5 , & ftr 1 3 5 ,
L a iK U k 4 4 , 4 5 , 4 8 , 5 1 , 7 2 , 8 5 , 8 6 , 8 7 , M a lt t m c i 5 0 1 U f , 1 5 0 , 2 3 3 , 3 4 4 , 3 + 7 .3 4 $ ,
U Û , 118, J 29, 131, 132, 133, M a m a k A sk er] C e z a e v i 1 8 7 , 4 6 2 3 5 1 ,3 8 7 ,4 7 0 , 5 3 1 .5 3 3 , 5 4 0 ,
1 5 3 , 1 5 7 , 1 5 9 , 1 6 2 ,1 7 2 ,1 9 7 , M ango, A n d rv w 33 5 4 6 . 5 5 0 ,5 6 4 . 5 6 9 .5 9 2 ,5 9 4
1 9 8 ,1 9 9 ,2 0 2 , 2 0 3 , 2 0 i 2 0 5 , M a n is a 4 3 0 , 4 3 5 , 4 3 7 . 4 4 0 , 5 4 7 M e ş r u tiy e t 1 ( 1 8 7 6 ) 4 3 7
206, 207, 20 8 , 209, 224, 226, M a n p ile s c u , M ih a il 2 6 0 M e ş r u t iy e l İl ( 1 9 0 8 ) 4 4 , 9 5 , 9 6 , 1 4 7 ,
2 4 4 ,3 2 0 ,3 5 3 ,3 8 5 ,3 8 7 ,3 8 6 , M an T s e T ın ife 2 4 L , 5 2 L L6G , 1 9 5 , 1 9 7 , 1 9 8 , 1 9 9 , 2 0 2 ,
3 8 9 .4 3 7 , 4 4 9 , 4 6 1 ,4 6 2 ,4 7 9 , M a ccu tu k 2 9 3 , 2 9 6 2 0 7 , 2 0 8 ,2 1 0 . 2 4 8 , 2 5 0 . 2 7 4 ,
4 8 1 ,4 8 6 , 4 8 7 , 5 1 4 .5 1 5 , 52 8 , M a o lz m 1 3 2 8 5 , 3 0 0 , 3 1 8 .3 2 4 .3 0 5 ,4 2 9 ,
55Û , 5 6 6 ,5 6 5 , * 8 6 , 5 9 0 ,5 9 4 ,6 0 0 M aral 1 1 5 , 5 » 4 3 0 ,4 3 2 , 4 3 5 , 4 3 8 , + 4 1 , 44 8 ,
L a is iz m 6 8 , 3 4 5 , 4 6 0 , 5 5 0 M a r d in . Ş e n i 4 4 , 4 5 , 4 7 , 9 0 , 1 9 5 , 5 1 8 ,5 2 3
Land au , Ju c o b 4 5 3 3 2 ,4 6 1 M eşv eret (D e r g i) 4 6
L a tife H a n ım 5 2 6 M îL ijin a Ü E ş m e 5 7 4 M eşv eret 5 1 9
L a tin A m e rik a 1 7 4 , 1 9 3 , 2 4 0 , 2 7 2 , M a r k s iz m 1 4 , 3 6 , 3 6 . 6 2 , 1 6 3 , 1 6 5 , M e v ta n a 3 7 5 , 3 9 6 , 3 9 7
470 1 6 7 .1 8 3 ,1 8 5 * 2 3 2 ,2 9 6 ,3 1 3 , M e v (» p .z a d e R ^ lat 4 + 1
L a l in h a r f le r i 1 5 0 3 6 3 ,4 2 3 ,4 8 8 , 5 3 6 , 5 6 0 M ev k v t 147
L a tin c e 3 3 6 , 3 4 3 M a r s h n ll y a r d ım ı 4 9 6 M c v J id 1 4 7 , ] 4 9
Laı b3 S ta ra , K ar) 1 9 3 . 2 l b , 2 4 6 ,3 1 4 , 5 5 6 , M e z o p o ta m y a 3 4 5 , 3 3 9 , 3 6 0 , 3 6 2 ,
L a z ja r 2 2 0 598 494
Lc B o n . G u tta ve 5 1 , 5 3 , S 4 M u s o n la r 8 2 M G K 171, t7 2 , 175, 1 77. 178, 188,
L e K r m n lis m c ( K e m a liz m ) 5 0 M a s o n lu k 8 2 , 2 1 8 , 5 2 7 , 5 2 8 189, 1 9 0 ,3 3 2 ,5 4 1 .5 7 3 .5 7 3 ,
Le P a r ti itm e c e 2 6 0 M a tb u a t K a n u n u 5 6 0 5 7 6 ,5 7 7 . 5 0 5 ,5 8 8 . 684
L e P b y 254 v3 8 5 M a u t e y a lis ı U 9 , 1 4 6 , 1-17 MHP (MLlhyetçi lfoıeV.ei W tıisi)
Ijt S i e d e d a c r û r p o r a î û m e - 2 6 0 M a te ry a liz m 4 7 , 4 6 4 , + 7 7 4 5 8 , 4 3 9 '4 6 2 , 4 8 7 , 5 3 0
L e h o n ş e k e r le m e c is i 5 2 5 M a ıh ie z 8 2 M ıs ır 1 3 , 1 6 5 , 2 4 2 , 2 4 4 , 2 + 5 , 3 5 9 .
L eî o r t 5 6 8 M a v i A n a d o l u d ü ş ü n c e s i (.M av i 4 3 0 ,4 9 7
L c n ln J 3 5 , 2 5 1 , 2 5 2 , 4 6 5 , 4 7 0 , 4 7 1 A n a d o lu c ıılu k ) 3 3 4 , 3 3 5 , 3 3 5 , M id il li İ d a d is i 8 0
L e n in g ra d 9 5 3 3 6 , 3 3 7 ,3 4 1 .3 4 2 M ih rü n is a ila n ım 2 2 7
L e n in iz m 1 4 , 1 3 5 M a v i A ıu td o lu c u la r 3 3 5 , 3 4 2 , 3 4 3 M i t ı b a n d . R a Jp h 1 9 4 , 3 3 3 . 5 7 4
L e v -l!r u h I3 7 l M a z ıc ı, K u rş u n 5 5 5 M ilita n d e m o k r a s i 5 8 9
L ib e r a l s a £ 3 3 1 M B K . C ^yt- b k z . M i l l i f i i r l i k M ilu a p . la ik l ik , 2 2 +
U b cm l 5 3 ,9 5 ,1 4 5 ,1 6 1 ,1 6 2 ,2 1 7 , K o m ite s i) 16 6 , 5 6 6 , 5 6 7 M i l i ,J . S. 5 4 0
2 5 7 , 2 5 8 . 2 6 0 , 2 6 1 ,2 6 2 , 26 4 , M C (a y r - b k z . M illiy e tç i C e p h e ) 5 3 7 M il le t M e k t e p l e r i T e ş k i l a t ı 9 2
232.438, 510, 513,516, 522, M E>D ( a y r . t k i . M itti D e m o k r a tik M iN e d c r C e m i y e t i 1 0 4 , 1 0 5
528, 53 9 , 54 8 , 556, 569, 576, D c v fitn ) 5 1 3 M il li B i r l i k G r u b u 1 1 7
5 7 9 , 5 8 9 , 5 9 4 ,5 9 7 , 5 9 8 , 6 0 0 M e c e lle 3 9 7 , 4 0 0 M illî b ir lik K u ın ü e d (M B K ) 1 2 5 ,
L ib e r a liz m 1 3 , 1 4 , 3 4 , 8 8 , 1 0 6 , J 1 0 , M c c lîs -j M e b u sa n 5 0 , 3 2 1 , 5 0 2 , 5 4 7 1 3 2 ,4 4 9 , 5 5 4 ,5 6 4 , 5 6 5 , 5 6 6 ,
1 6 4 , 1 9 6 , 2 5 3 ,3 0 6 , 3 0 7 .3 1 3 , M e d e n i B ile r le r 6 3 , 1 4 3 , 2 2 2 , 2 2 5 568
3 1 4 * 4 3 8 ,4 5 4 ,4 7 4 * 4 8 4 ,4 8 7 , M edeni U 926) 22T, 323, M iU î D e v ris e 1 6 2 , 2 5 2 .
5 0 1 , 5 0 2 , 5 0 8 .5 1 0 , 5 1 5 ,5 1 6 . 3 2 3 ,3 2 0 . 3 3 1 ,3 3 2 322
5 3 2 , 5 4 8 , 5 5 0 , 5 6 0 ,5 6 8 , 566 M e d e n ile ş m e 1 9 8 , 3 5 4 M illî D e v r im c i K a lk ın m a Y o lu 1 6 9
L ib e r a lle ş m e 4 9 4 M e d e n iy e t B c g iş iir n ie 3 9 1 M if li E d e b i y a l a k jr n ı 3 7 2 , 4 3 0 , 4 3 6 ,
L ib y a 2 6 5 M e d e n i y e t ç i l i k -17, 2 2 2 , 2 2 3 439
U d y a lıla r 3 4 0 . 4 0 4 M e d r e s e le r 9 2 M lU î G ö r ü ş H a r e k e t i 2 3 3
L is e l c ş l i r r r ı c k 5 2 3 M ed ya 1 7 2 ,1 7 3 M illî G ü v e n lik K o n s e y i 2 2 7 , 4 5 8 ,
L is t 3 4 , 4 6 5 M ehdi 149 551
l-it u e 5 3 f e & h m u t A k if ( » y t . b k ı . E tarv y ... > Millî Güvenlik Kurulu(MGK) 20,
U u S h a o -C h i 4 6 5 32 165, 3 3 2 , 462, 573, 5 9 7
L ocke, Jo h n 5 4 0 M e h m e t C a v iı B e y ( a y r . b k z . C a v i ı M illî G ü v e n lik S iy a s e ti B e l g e s i ) 7 8
L tm A r a 3 4 6 , 5 4 0 B e y f TAaYryetf'O 5 2 B M ıÛ ] H a r s v e G a r p M e d e n i y e t )
L û d K in tc s s 3 3 , 5 2 7 M e h m e t İz z e t 2 4 9 , 3 7 1 . 3 7 2 S e n te z i 3 7 1 , 3 7 4
L o z a n (K e m ) 2 2 0 M eh m rt R z u f+ 4 7 U lfH U -,^-------
M il li İ n s a n 2 2 1 M o re , T h o ın a s 4 6 0
M il li İ s t i h b a r a t T c ş k l k c ı ( M İ T ) 5 5 7 M o r k a y a , B u r h a n C a h il 4 2 7 , 4 2 9
M it f l K u r t u l u ş C e p h e s i 1 6 4 M o& knva Ü n iv e rs ite s i 4 6 5
N
M illi K u r t u lu ş H a r e k e ti 4 6 8 , 4 6 9 , M o sk o v a Û 7 .6 8 , 6 9 , 9 5 , 2 5 1 ,2 5 2 , N a d i, N a d i r 5 0 1 , 5 ü 2 , 5 0 4 , 5 0 3 .
4 7 0 ,4 7 2 4 3 0 ,4 6 5 , 4 6 7 ,4 6 8 .4 7 7 , 5 06 5 0 7 , 5 0 8 .5 0 9 ,5 1 0 , 5 1 1 , 56 1 ,
M i f il K u r t u lu ş T a r i h i 1 6 9 M S P (a v r. b k z , M illi S e la m e t P a r tis i) 36> , 5 8 8
M il li M i s a k 2 1 1 , 2 1 2 , 2 1 7 , 2 L 8 , 2 2 ü , 460 ‘ N a d i, N n z im c 5 0 9
515 M u a s ır Jfjliv n i N iz tJtu l 2 6 1 N a d i, Y u n u s 3 4 , 1 0 4 , 2 0 6 , 3 2 1 , 3 5 1 ,
M il li M ü c a d e l e 4 9 , 5 0 , 5 9 , 6 4 , 6 5 , M u a s ır M e d e n iy e t 3 4 4 , 5 0 0 , 5 7 1 , 440. 502, 503, 304, 505, 509,
8 0 ,9 2 , 104, 1 2 4 , 1 2 6 , 1 2 7 , 128, 572 512, 524
1 3 0 ,1 4 2 ,1 4 3 ,1 4 6 , 2 0 5 , 21 7 , M u a s ır l a ş m a 3 1 , 3 2 , 3 4 , 3 5 N A FTA 4 9 8
2 1 9 , 2 2 0 ,2 2 2 , 2 2 9 , 2 3 2 . 23 9 , M u d a n y a g ö r ü ş m e le r i 1 2 7 N am az (Ih a d e t) 9 3 , 9 4
248, 2 49, 2 50. 268, 27 4 , 275, M u ğ la 8 0 N a m ık K e m a l 3 0 , 3 3 , 3 4 , 9 3 , 3 7 9 ,
283, 372, 427, 428, 436, 443. M u h a fa z a k a rla ş tn a 1 8 , 5 3 7 , 5 3 9 3 9 9 ,4 1 0 , 5 67
4 4 6 ,4 4 7 ,4 7 1 ,4 8 9 ,5 1 8 ,5 4 7 , M u h a f a z a k a r l ık 1 3 , 2 9 2 , 3 7 6 , 4 5 2 , N a ro d n ik i 5 2
5 5 8 . 6 DO 4 5 5 , 533, 534, 537, 53B. 540, N a ra d ıııiın 2 7 3
M illi 5 e b m e i P a r tili (M S P ) 9 0 , 4 5 0 , 5 4 1 ,5 4 2 , 5 7 1 ,5 7 3 , 5 7 5 , 5 7 6 N a s ı l K o n u ş m a lı ? 2 8 1
460 M u h a le fe t 5 9 , 6 1 , 9 7 , 1 1 9 , Î 2 4 , J3 Z , N a s ı r ( C e m a Î A Î J t f ü f ıV a s ır J J 3 , Î 6 7 ,
M i l l i s o s y o l o ji 3 5 0 1 3 6 , 1 3 7 ,1 4 2 ,1 4 3 , 1 5 3 , 1 6 1 , 245
M illi Ş e f 2 0 , 6 1 . 9 7 , 1 1 9 , 1 2 1 , 1 2 3 , 219, 247, 264. 273, 278, 446, N a src d d in H o c a 3 7 9
130, 132, 135. 137, 149, 153, 4 4 7 , 4 58, 5 02, 5 0 3 ,5 (0 , 511, N A T O 4 1 ,1 5 0 , 1 6 1 .1 6 7 , 1 7 4 ,1 7 8 ,
1 6 1 .2 4 1 ,4 4 3 , S 0 5 .5 2 6 , 5 2 7 , 5 1 2 ,5 1 6 .5 3 5 , 5 4 0 ,5 4 6 , 5 4 7 , 24 5 , 49 7 , 540
544, 556, 567 5 5 2 ,5 5 6 , 5 5 7 , 5 6 8 , 5 86 N a y ir , Y a ş a r N a b i 3 9 0 , 3 9 2
M illile ş m e 2 0 8 M u h itim , l l a d t ı ı 5 2 4 N a z ım H ik m e t ( R a ıi) 1 6 2 , 4 0 9 , 4 2 8 .
M iU U c ş ilr t n e 1 4 8 , 2 0 9 , 2 9 9 M u h tır a 1 8 3 , 4 7 9 4 4 4 .4 6 5 ,4 6 8 , 4 6 0 , 5 01
M il liy e t 6 5 , 1 0 4 , 4 8 2 , 5 6 2 , 5 6 3 M u k t â d e r a t - t T a r ih iy e 1 9 8 N a z ı m H i k m e i 'i K u r t a r m a K o m i t e s i
M il liy e t N a ç a r l y d e r i ve M illi U aytar M u m c u , U gur 4 7 9 , 4 6 2 , 4 8 3 .4 6 4 , 488
249 4 6 5 ,4 8 7 , 511 N a z i A lm a n y a s ı 3 6 4
M illiy e tç i C e p h e (H ü k ü m e ti) 4 5 8 . M u s a (P e y g a m b e r) 1 4 9 N a il h a re k e ti 2 0 5
537 M u s s a lin i ( B e n i lo ) 3 8 . 5 3 , 1 3 5 , 1 4 1 , N a z i S o y k ır ım ı 3 4 0
M illiy e iç l D e m o k r a s i P a r tis i ( M D P ) 2'K > . 2 6 4 N azi 2 9 3 .4 6 6 ,5 0 1 , 5 0 9
572 M u s ta f a K e m a l P a ş a ( a y r . b k z , N a z ile 4 4 3
M it f jjttç iie n J e r tt e jl 5 3 2 A u tto k } 13. K 15 J 7 ,1 9 .2 5 . Nazîm400
M illiy e tç ilik 1 7 . 1 9 , 2 1 , 3 1 , 3 3 , 4 2 , 2 6 . 2 7 ,2 9 , 3 0 , 3 2 ,3 6 ,3 7 , 4 6 ,4 9 , N a z lım 3 6 , 6 0 , 6 1 , 2 4 3 , 2 9 2 , 4 4 3
4 4 ,4 5 .4 8 , 4 9 .5 0 ,5 1 ,5 3 , 5 4 ,6 2 , 5 0 , 5 1 , 5 2 ,6 7 , 6 0 , 6 9 , 7 6 ,7 7 , 104, N e M ıı iî u T ü r k ü m D îy e n e l 2 3 0
6 5 ,7 6 ,7 0 , “ 9 , 9 0 ,8 1 ,8 4 , 9 0 , 9 4 , 1 2 1 ,1 2 6 ,1 2 7 ,1 3 8 ,1 4 0 ,1 4 1 ,1 4 2 , N c b iz a d c H a m d ı 2 1 5 , 5 0 2
1 1 0 ,1 1 5 ,1 7 1 .1 8 8 , İ 9 7 , 1 9 8 ,2 0 5 , 1 4 3 ,( 4 4 ,1 4 5 ,1 4 6 , 1 4 7 ,1 4 8 , L49, N e c d e t , R a ir 4 3 7
2 1 0 , 2LL, 2 1 2 , 2 1 3 , >16, 2 1 8 , 2 1 9 , 1 5 0 ,1 5 1 , 1 5 2 , 1 5 4 , 1 6 0 ,1 6 2 , 1 98, N c c îp , F a z lı 4 2 9 , 4 + 2
2 2 0 ,2 2 1 ,2 2 4 , 2 2 6 , 2 2 7 , 2 2 8 , 2 2 9 , 2 0 0 , 2 0 3 , 204, 2 0 7 , 2 1 1 , 2 1 2 . 2 )4 , N e d im ( Ş a ir ) 3 7 2
2 3 0 , 23 2, 2 3 3 , 2 3 4 . 2 8 5 ,2 9 3 .3 1 6 , 2 1 8 ,2 1 9 ,2 2 0 ,2 2 2 , 2 3 5 , 2 3 6 , 2 3 7 , N e d im 6 4
3 3 4 , 3 3 5 ,3 3 7 , 3 3 9 .3 4 9 , 3 5 4 ,3 6 2 , 2 4 0 , 2 4 1 ,2 4 3 ,2 4 4 .2 6 8 , 2 8 1 ,2 9 9 , N c fl (Ş a ir ) 3 7 2
3 6 5 , 3 6 6 ,3 8 5 ,3 9 0 ,4 3 1 , 4 3 3 ,4 3 5 , 3 0 4 ,3 1 7 .3 1 6 ,3 1 9 .3 2 0 ,3 2 1 ,3 2 4 , N c h r u , Ja w a h a r la l 2 4 0 , 2 4 5
436, 455, 460, 461, 462, 463, 479, 3 2 7 .3 28, 3 5 4 , 3 8 5 , 3 9 1 ,4 2 7 , 4 2 9 , N e o - K e m a lL z m 5 0 4 , 5 8 5 , 5 8 8 , 5 0 9 ,
4 8 1 ,4 8 3 ,4 0 7 ,4 8 8 , 4 9 0 , 5 1 5 , 5 3 3 , 4 3 6 .4 3 7 ,4 4 0 , 4 4 6 , 4 6 3 ,4 7 7 ,4 8 0 , 590
5 3 7 , 5 3 3 ,5 4 3 ,5 5 1 ,5 7 1 , 5 7 6 .5 8 0 , 4 8 3 ,4 8 6 ,4 8 7 .4 9 1 , 4 9 2 , 5 1 0 , 5 )9 , N co -U b e ra ! 2 8 3 , 5K 5 , 5 8 7
5 8 1 , 5 8 2 , 5 8 5 ,5 8 7 ,5 9 4 5 2 0 ,5 2 1 , 5 2 2 ,5 2 5 , 5 2 7 ,5 2 0 ,5 3 ) , N e tı-lib e r d lİ2 in 5 0 6 , 5 8 7 , 5 9 0 , 5 9 1
M im a r S in a n Ü n iv e r s ite s i 3 8 2 5 4 4 ,5 4 7 ,5 4 7 , 5 8 8 , 5 9 3 ,5 9 6 N e s in , A z iz 4 2 2 , 5 0 8 . 5 6 1
M i t ı & r o ğ l u , llhittı 4 0 7 M u sia te K e m a l im g e s i ) 4 5 Neşatî 400
M ir a s 2 3 8 , 2 4 0 , 2 4 2 M u s u l ’a K e m a l k ü ltü . 3 5 3 N e w D e a l P o litik a c ı 4 6 8
M is a k -ı M il li 8 2 , 2 2 7 , 5 2 2 . 5 2 3 M u s ta / a K e m a l'in i u a t i 5 1 3 N e tv Y o r k 1 0 5
M is tis iz m 4 3 1 M u s ta fa N c c a ii 3 5 6 , 5 2 6 N e w ıo n ( ls a a c ) 3 7 9
M i l (M illi is t ih b a r a t T e ş k i la tı) 1 7 0 M u s ta fa S a b r ı E fe n d i (Ş e y h ü lis la m ) N e z ih e M u h i l l i n 3 2 7
M i t o l o ji 4 3 7 244 N ie iz a c h c ( E r e id r i c h ) 3 9 1
M K (D e rg i) 5 9 0 M u s ta fa S u p h i 2 5 1 , 4 9 3 N ig a r H a n ım 2 2 7
M o d e m iz ™ 1 7 3 , 5 3 0 , 5 7 0 M u s ta f a Ş c k i p 2 0 1 , 2 0 5 N iğ d e H a lk e v i 5 0 7
M o d e r n le ş m e 1 3 , 1 5 , 5 6 , 5 7 , 5 8 , 5 9 , M u s ta fa k e m a lp a ş a ( İlç e ) 1 6 2 N ih a l, Ş u k u fe 4 3 B
64-, 6 5 , 7 0 , 7 6 , 7 8 , 8 3 , 8 4 , 8 5 , 8 9 , M u t lu a v , R a u f 4 0 9 N ir v a n ü 4 3 0 , 4 3 3
9 0 , 9 7 ,9 9 ,1 0 0 , 1 0 1 ,1 0 2 , 1 0 3 , M ü b a d e le 4 8 7 , 4 0 0 , 5 4 7 N is a m -] A le m c i 1 9 5
K h , 1 0 6 ,1 0 7 , m, 156, 161 , M û d a la -ı H u k u k C e m iy e ti 4 3 6 . 5 1 6 N is a m -] C e d it 3 7 5
1 6 5 , 1 7 4 , 1 7 7 ,1 9 0 ,2 0 6 , 2 2 4 , M n d a fa ı H u k u k g r u b u 3 1 0 N iz ip 3 8 2
227, 242, 246, 250, 273, 285, M û d a fa i H u k u k çu 3 1 8 N a m c n k la r u r a 3 5 6
3 4 4 . 346 , 3 5 2 , 3 5 6 .4B 2, 4 8 7 , M ü l k iv e 5 3 3 N u h (P e y g a m b e r) 1 4 9
488, 489, 5 J4 r 51 5 , 530, 531, M ü s l ü m a n (1ar.) 2 3 , 3 2 , 4 7 , 4 8 . 5 0 . N u r J îû b a 4 3 1
5 4 3 , 5 4 4 , 551 3 2 , 6 4 , 0 6 . 8 9 , 1 6 6 , 1 9 0 .2 0 5 , N u tu k 1 7 , L 3 5 , 1 4 3 , 1 5 0 , 1 6 8 , 6 0 0 ,
M o d e r n le ş tir ilm e 5 1 2 0 7 , 2 1 0 ,2 1 1 , 2 1 9 , 2 2 6 , 2 3 6 , 641
M o d ü s V iv c c t d i 3 0 7 , 3 1 0 İ 4 İ , 2 4 4 ,2 4 5 , 2 4 6 .2 4 7 ,2 7 3 , N ü fu s M ü b a d e le s i (a y r. b k z ,

M o ğ o lis ta n 3 6 0 2 7 4 , 2 0 0 ,3 5 0 . 3 8 1 ,4 4 3 ,5 1 5 , M ü b a d e le ) 5 0

M o fe o ik r 3 3 8 , 4 0 3 571
M o n a rşi 1 3 9 M ü ş ta k il G ru p 13 1
M ü t a r e k e A y d ın ı 5 2 4
O
M o n d ro s M ü ta re k e si ( 1 9 1 8 ) 8 0 ,
126, 595 M ü ta re k e d o n e m i 6 4 , 1 2 6 ,1 3 0 , 1 4 0 , O fC d rü M İıfc ta B rz + 9 3
M o n tc sL | U ie u 3 3 249, 44 0 . 595 O D TÜ I (O rta d o ğ u T e k n ik Ü n iv e r­
M o n tr ö B o ğ a z la r s ö z le ş m e s i ( 1 9 3 6 ) M ü z e c ilik 3 7 8 s ite s i) 5 3 6

105 M û ji g n ı D ili 2 B 1 O ğ u z la r 3 3 9
D İ Z İ »

O ta n , Sezai 5 6 6 O S ie n 3 6 5 P a r t a m e n l e r r e ji m 6 3
O k ta y , A lım c ı 4 0 7 O ıa n tlz m 5 2 9 P a r la m e n to c ııliık 5 6 5
O k y a n u s y a 3 -tĞ O io r ita r iz m 5 9 8 P a r tic ilik 2B 1
O k y a t, F « U t 3 L , 3 3 , e L , 1 2 7 , 1 4 3 , O to r ita b u n ^ U m ı 5 8 4 P ^ İ r d e v le if t t l.lH .Î Ş S
555 ü to r iiç r lc ş m e 5 9 6 P a r tiz a n ( lık ) 1 6 7 , 1 9 4 , 5 6 6
O lc a y tu , T u r h a n 1 6 4 , 1 B 5 O c o r lic r -m e r k u ıiy e tç ilik 6 1 P a s ifd tv r im 5B 5
O lim p iy a t O y u n la r ı 2 ? 7 O ın r U c r y a n iiin 2 6 , 5 3 , 5 4 , 9 7 , 5 2 9 P a ta g o n ia 5 İ 2
O lm u ş Ş e y l e r 2 8 1 O ıs u k a r c ı 4 4 3 P a ie rn a lis t 1 4 2 , 1 5 3 , 5 7 5 , 5 9 6
O n Ir'd jjı Jîc m ^ m t 4 2 0 31 Martta Yafmnrr Paratfgı 166 P a t e m a l i z ju 2 2 3 , 5 9 6
O n a r k u m is y o n u 5 b 7 Oy Hakkı 225 P a t r i m o n y a l d e v l e t a n l a y ış ı 2 ) , 2 2 ,
O n a r, S ld d lk S a m i 5 6 4 , 5 6 5 O Y A R ( O r d u Y a r d ım la ş m a 4 82, 4 83. 550
O n d ö n E er g ru b u 5 6 6 K u ru m u ) 175 P a tr ıy a r k a 2 2 7
O n g er, F a h ir 4 0 9 O ı a n s o y , H a lil F a h r i 4 3 8 F a x A m c r ic a n a 3 0 5
O n u n c u Y t! M a r ş t 1 5 4 , 3 9 2 P a y l a ş ı m S a v a ş ı M (ay ı\ b k z . İ k i n c i
O n u n c u Y rf N u ı k u 1 0 7 D tm y a S a v a ş ı) 4 4 3
O p o r tü n iz m 2 8 8 , 5 0 5
ö P a z a r e k o n o m is i 2 0
ö r b a y , H ü se y in R a u f 2 3 6 , 5 5 5 Ö e a la n , A b d u lla h 4 5 9 . 4 6 2 P e k e r, R ecep 3 4 . 5 0 , 5 9 . 6 0 , 6 1 , 6 2 ,
O rd u (II) 27B O g e l, B a h s e tti n 4 2 3 , 5 7 9 6 3 .8 1 ,1 1 3 , İ 17. 1 3 3 ,2 0 1 ,2 0 2 ,
O rd u 2 5 , 8 9 ,1 1 7 , 1 2 5 ,1 2 7 , i 4 2 . 6 g ı l n , S ü le y m a n S c y li 5 4 2 2 0 4 ,2 1 4 , 2 6 0 , 2 6 1 .2 6 0 , 27 7 ,
1 5 8 .1 6 0 , 1 6 6 , 1 6 7 ,1 6 0 , 1 7 3 , O je n i 3 4 0 , 3 5 8 , 3 6 5 2 9 3 , 3 0 5 ,4 6 5 . 4 7 6 , 5 0 6 ,5 5 0 .
175, 1 7 7 ,1 8 0 ,1 0 3 ,1 8 4 , 18 5 , Ö k te , D u r lıa n fttin 5 2 6 652
I B 6 ,1 8 0 ,1 9 0 ,1 9 1 ,3 8 9 , 4 4 4 , ö k t e m , İb r a h im 4 5 3 P e r id e C e la l 4 3 8

636 46 2 , 46 3 , 40 6 . 532, 55 5 , 557,


55B , 5 6 3 ,5 6 5 ,5 6 0 , 5 8 4 , 50B
Ö m er N aci 33
O m c r S e y id im 4 3 4
P e r ic ıç e k , D n g U 2 1 9
P e r a n ist 2 4
O r d u - to p lu m iliş k is i 1 7 2 Û n c fl 5 4 0 P eru 1 6 5 ,3 9 7
O rta A sy a 4 3 .3 1 5 , 2 2 1 , 2 2 2 , 2 2 6 , Ö r i k , N a h id S t m 4 3 1 , 4 4 7 P r v d jjM E d r ft f 4 3 4
2 5 1 ,2 7 0 ,3 3 7 ,3 4 6 ,3 5 9 , 3 6 0 , ö y l e y s e V u r tm 5 1 3 P e y d n i-t 5 ü b a jı « J a z e f e ) 5 2 5
4 1 9 ,4 3 5 ,4 4 3 , 4 7 3 ,4 9 5 , 5 8 0 û y m e n , A lta n 4 0 2 P/ iöcm İx 4 6 3
O rta A v ru p a 1 5 0 , 3 0 4 b z A ,T u r g u t 1 6 9 , 2 7 0 , 2 0 3 , 3 3 6 . T-iı t a r d , t u g e t ı e 3 5 b . 3 5 0 , 3 & 1 , 3 6 5
O r ia ç a g 1 0 6 , 1 6 8 , 4 1 9 307, 494. 485, 487, 510, 533, P K K 4 8 6 ,5 1 6
O rta d o ğ u 1 7 8 ,1 9 3 , 2 4 5 , 4 6 0 5 4 1 ,5 7 1 ,5 7 7 , 5 0 0 P la lo ıic u lu k 4 3 1 , 4 4 0
O rta n ın S o lu 1 3 2 , 1 3 3 ,4 5 3 , 4 5 6 , Û z a lc ıh k 5 8 4 P le b îs ilc r d ik ta tö r lü k 1 0
4 3 3 ,4 6 3 , 5 3 5 , 5 3 7 ,5 3 3 , 5 4 0 , Cvjjdp, Kazım61 P le v n e 4TO , 5 4 6
544 Û z b tıd u n , E rg u n 5 0 8 , 5 5 7 , 5 9 2 . P u la ı ı y i 4 9 3
O rta n ın S o lu 4 6 0 594, 590, 599 P c J it if c a 'd a 4 5 Yal 4 4 1
O rta o y u n u 3 7 8 Ö z d c n tir , H ik m e t 1 6 9 Pom ak 63
Oitoîtaks HvrEAiyankn' H Ö ıtk $ ,C $ u z 4 4 2 2R 3, SÛ T. 5 3 9
O r t o d o k s I k r is t i y a n l ı k 9 3 Ö z d e ş le ş m e 5 9 0 P o r te k iz 2 5 9 . 2 6 4 , 4 6 3
O r t o d o k s la r 5 0 Û z d g ir iş im c ilik 1 3 0 P o s l-K e m a lis t 1 U
O r y a m a ] is t 3 4 5 Ö z ci se k tö r 4 7 3 . 4 7 4 , 4 7 5 P o s l-lih c r a l 5 8 8 , 5 9 1
Q ç y ıa ftl* h ltt\ 4 S O ıd W $ lw T O î, 5 8 7 P ü sZ -'rtK sd .'iîftİE iler 3 1 4
O s m a n lı d ö n e m i 3 2 3 , 3 2 4 Ö z g e n , B e s im 4 4 3 Pound 460
O s m a n lı In jf a n ı t o r lu g ü 1 8 , 1 9 , 2 2 , Ö z g ü r lü k ç ü 1 7 3 P ozi ttfz m 3 1 ,5 2 , 5 3 , 5 4 ,1 0 0 ,1 0 1 ,
2 9 . 44, 4 8 , 49, 6 3 , 75, 199, 210, Ö z k a n , H and e 6 4 , 2 7 6 ] 0 J , 1 0 6 , 2 0 3 , 2 0 4 , 2 3 7 .3 0 0 ,
2 1 1 .2 2 1 , 2 2 2 , İ4 Q , 2 4 2 .2 4 7 , Ö z k a n , M u s ca fe ŞeceE 2 9 9 -, 3 0 1 3 4 4 ,3 5 0 ,3 9 3 ,3 9 5 ,5 9 7
2 7 3 , 277, 27B, 200, 2 8 5 , 287, Ö ilta y a , Ş ü k rü 5 6 6 P r a g m ü t ik 1 4 , 5 7 4
2 9 9 ,3 1 7 ,3 8 6 , 4 3 9 ,4 6 1 ,4 8 1 , O jk ö k . E rtu ğ ru l 2 9 6 , 5 9 0 P r a g m a tiz m 2 9 6 , 4 1 9 , 5 3 2 , 5 4 8
4 0 2 , 4 8 3 , 4 8 5 , 4 0 3 ,4 8 9 , 4 9 0 . Ö z so y O p erost 5 2 6 P r c k a p ila lis ı 1 6 4
4 9 7 ,4 9 9 Ö z lu r u n ,. N e c d e t 1 7 0 K 1 8 9 P r e n s S u b a h a d d ir t 3 ü , 4 5 , 3 0 5
O s m a n lı k a d ın h a r e k e li 3 2 4 Ö z ı û r k , H a lil N i m c t u l l a h 2 0 0 , 2 0 i , P n a g re is 1 0 2
O în m r tJ ı K û p itü la s y o r ıîf it t 2 1 4 2 0 2 ,2 0 3 ,2 0 4 , 2 0 5 ,3 5 4 ,3 8 2 , P r o le te rle ş m e 2 7 7 , 2 8 8
O r m a n lı m ira s ı 3 1 4 3 8 4 ,3 9 9 P m lc te r y a 2 3 8 , 4 6 9 , 4 7 7 . 4 9 1
O s n u m lı to p lu m u 3 3 9 , 3 4 0 Ö iL û r k ç e c ilik 3 S 0 P ro p ag an d a Hm , 2 4 5 , 4 8 3 , 5 0 9 , 5 5 9
O s r n m lı 2 9 , 4 4 , 4 6 , 4 9 , 5 0 , 5 1 . 6 2 , P r o te s ta n (lık ) 2 3 , 3 8 1
G 3, 6 8 . 9 5 , 1 0 1 , 1 1 7 , 1 2 4 , 1 2 6 , P r o te s ta n re fo r m a s y o n u 9 4
1 3 5 , 1 3 7 , 1 5 0 , 1 6 3 ,1 6 4 , 1 9 5 ,
P P r u to -T iir k le r 3 6 4
1 9 0 , 1 9 9 , 2 0 0 , 2 0 1 ,2 0 2 , 20 3 , P a m u k . O rh a n 4 1 0 r ro u d fıo n 2 5 5
204, 2 2 6 , 2 2 7 , 22B, 2 3 5 , 236, P a n is lim c th k 2 4 6 P r u d h o m m e . 5 u lly 3 9 4
2 37, 2 39. 242, 247, 24 9 , 273, P a n is la m iz m 2 1 0 , 2 1 i P u lla ş t ır m a 1 4 7
2 76, 2 8 0 , 2 82, 2 8 7 , 2 9 7 ,33B , P m v ra m t) 4 3 4
3 4 5 , 3 4 2 ,3 4 8 , 3 5 3 , 3 5 5 ,3 7 1 , P a n o tto m a n iz m 3 1
3 7 2 ,3 7 4 ,3 7 6 , 3 7 7 ,3 7 8 ,3 8 3 . P a n liir k ç ü lû k 2 İ 0 , 2 1 1
R
3 0 6 , 3 9 3 , 4 0 6 , 4 -1 9 , 4 2 2 , 4 2 7 , P a n lü r k is tlc r 4 9 1 R a b ıta 4 8 6 . 4 8 7
4 2 B , 4 2 9 , 4 3 5 ,4 4 1 ,4 + 4 , 4 4 6 , P a iK ü r k iz ın 2 3 9 R a c in e 3 7 2
4 4 7 , 4 4 8 , 4 6 3 ,4 6 6 , 4 9 3 , 49 5 , Pupa s u ik a stı 4 0 6 R a d ik a l la ik lik 5 0
5 1 9 ,5 2 2 , 5 2 3 ,5 4 6 , 5 4 7 , 55 5 , P a r a d ig m a 2 2 7 , 3 4 4 , 5 9 0 , 4 2 3 , 5 1 3 , R a d ik a l s c k û la riz ıt) 61
55 8 , 50 0 , 594, 595 5 14, 543 H ıidyo K n n / rr n n s îrir ım 2 8 1
O s m a n lıc ı 9 3 ,3 5 5 , 4 3 3 P a r is K o m ü n ü 5 3 ( t e i n i F e r it 5 2 7 . 5 2 0
O s m a n lıc ıla r 3 5 6 P a r i * Ü n i v e r s it e s i 5 7 4 R a s y o n a liz m 3 1 6 , o l 4
O s m a n 'ı ı c ı l ı k 4 8 , 4 9 , 5 7 . 1 1 5 , 1 4 7 , P a rti 4 6 ,5 3 , 0 0 , 3 4 6 ,4 0 6 , 4 2 9 , 4 8 8 , T ta s y o n e fte ş tır m e B I
1 9 7 ,2 1 1 ,3 6 3 493 lîa s y o n e llik 0 0
O r m a n lıla r 1 9 8 , 1 9 9 , 4 6 1 P a r la , T u h a 3 2 , 3 1 3 , 3 7 4 R a ş id .Y a s F ı L 9 9
O s m a n lılık 06, 2 0 0 , 2 0 2 , 2 0 3 . 2 0 4 , P a r la m e n L t r iz m 5 5 1 R eaya 6 3
2 0 5 , 3 4 2 , 3 5 1 , 4 4 - 1 ,4 6 1 , 4 6 2 P a r la m e n te r d e m o k ra s i 6 9 R e c in g u t d e n i 4 3 1
D İ Z İ N

R e fa h P a r ü s i ( R P > 9 7 . 171 5 0 7 ,3 1 0 , 5 2 3 ,5 2 9 , 5 3 1 , 53 2 , M u a h e d e s i) 1 4 0 , 1 5 4 , 5 2 8
R c f a h y o l 1 7 1 , 1 7 2 , -159 5 3 3 ,5 4 2 , 5 4 5 , 5 5 4 , 5 7 1 , 5 7 6 , S e v r z o r la m a s ı 5 8 7
R e fe r a n d u m ( 1 9 8 7 ) 4 5 9 502 S e v u l t , İ s m a i l H a b ip 4 0 9
R e f c l P a ş a ( a y r . b k z . B e le . . . } l û ö Saglarıı, Haşan 5 79 Sezer, A h m et N ecd et 4 6 2 , 5 8 4
R e fo rm 1 8 , 3 B , 4 5 , 5 2 , 7 6 , 8 6 , 9 3 , S a ğ la m c ı, K a y h a n 5 0 9 S h a k e s p e a r r (W il)ia m ) 3 7 2
1 6 5 , 1 6 7 ,1 6 0 , 1 6 1 , 1 8 3 , 1 9 7 , S a Jd -l N u r s i 5 6 1 , 5 6 2 S H P (S o s y a l D e m o k r a t H a lk ç ı P a r ü )
2 0 2 , 2 0 3 . 2 0 4 ,2 1 5 ,2 2 2 , 2 3 5 , S a in t-Ju s tc 5 2 0 3 3 1 ,4 5 9 ,5 1 0
2 3 8 , 2 4 4 , 2 4 5 ,4 6 0 ,5 6 6 , 57 1 , S a iL H a l i m P a ş a 3 0 0 S ık ıy ö n e tim m a h k e m e le r i 5 9 6
590, 594, 596 S a k a , H aşan 1 0 5 S ık ıy ö n e tim 5 6 0
R e fo r m c u lu k 1 3 3 S ak ary a Sav aşı Z a f e r i 1 2 7 , 2 4 3 S ı n ı f A ç ış ı ru ia)i A c g e l iş m i j l i k 1 6 6
R e fo r m Ism 5 1 S a k ı n c a l ı P iy a d e 4 8 2 S u p la r 2 1 0
R e h b e r i M a a r ife ! M e k te b i 2 3 8 S a k la n b e r , A yşe 3 2 3 5 ila h lı K u v v e tle r B ir li# 5 6 6
R c h b e r -i T a lıs il R ü ş tiy e s i 6 4 5 a la ia r (D ik ta tö r? 2 6 4 S in ıır ıe r y e n le r 3 4 0
R e t c h 111 ( A l m a n y a ) 3 8 , 3 4 7 S a lta n a t 2 2 3 S in a n P a ş a 3 7 2
R e ji m - a s k e r b a ğ l a n t ı s ı 1 5 7 , 1 5 9 S a lta n a tın K a ld ır ılm a s ı 3 2 0 S in c a n (A n k a r a ) 5 0 5
R cn an , E m cst 5 3 , 5 4 , 3 4 9 S a m ip a ş a z a d c S e t a l 4 4 S i r M o s e ly 4 6 8
R e n d a , A h d u lh a lik 8 2 Sam su n 1 1 3 ,1 5 0 , 181 S ir e r , R e ş a t Ş e m s e tt in 5 0 6
R e s im li K i t a p 4 3 0 5aeı F m n s i s i m 5 0 6 , 5 0 8 5 i r m e n , A li 5 1 1
R e s m i i d e o l o ji 1 9 , 2 7 , 7 6 , 1 1 4 , 1 5 6 , S û Jıû f > r A h l a t 3 0 3 S iv a s K o n g r e s i ( l î y l a l 1 9 1 9 ) SO ,
1 57, 159, 1 60, 1 62, 169, 172, S a n a y i D e v rim i 2 5 3 , 4 6 9 , 4 7 0 , 4 8 0 , 2 1 7 ,2 1 8 , 4 8 6
176, 233, 234, 362, 425, 436, 49 9 , 521 S iv a s o l a y l a r ı 3 6 8
4 4 3 , 4 6 7 , 5 2 9 ,5 7 0 ,5 7 3 ,5 8 1 , S a n a y ile ş m e 9 9 , 2 4 6 , 2 8 3 , 2 0 0 , 2 8 9 , S iv a s 5 9 5
2 9 2 , 2 9 6 , 2 9 7 , 2 9 9 ,3 0 1 , 30 7 , S iv il A t a t ü r k ç ü H a r e k e t 2 3 4
5 87, 593
637
R e s m i i d e o l o jin i n T a r i h ç i K a y n a k l a n 3 4 8 ,4 7 3 .4 7 0 , 4 9 1 ,4 9 9 S ir il b û r o k ra l 2 3 6
313 S a r a ç c ıfc lu . Ş ü k r ü 6 1 , 5 0 5 S iv il d in 1 5 1
R e s m i S o s y o l o ji 3 4 9 S a ra y b u rn u (İs ta n b u l) 1 4 3 S iv il i k t i d a r 1 7 0 , 1 7 1
R e s m i ta r ih 5 2 6 Sanbav 70 S iv il ir a d e 1 6 1
K e v a n ş iz m 5 3 1 S a r ı k a m ı ş f a c ia s ı 3 5 S iv il s iy a s e t s ın ıf ı 1 5 8 , 1 5 9 , 1 6 0 ,
R e y , C e m a l R eşU 4 0 6 S a r u tıa n (M a n is a ) 5 4 7 161, 164
R ıs a Ş a h 2 4 5 S û fd n e a j N i f a n l ı ( O p e r a ) 5 2 7 S iv il ş id d c l 5 1 0
R is l , C h a r l e s 8 2 S a y d a m , R e fik 3 5 6 , 5 0 1 , 5 0 5 S i v i l t o p lu m 6 0 , 6 1 , 7 J . 7 2 , 1 5 8 ,
R o b c ri K o le j 2 4 3 , 4 5 8 Saygu n, A dnan 3 9 2 , 4 0 6 i 7 2 .1 7 3 ,1 9 2 ,1 9 3 ,1 9 4 ,1 9 6 ,
R o b e s p ie rr e 5 2 0 S a z a k . E m in 2 8 9 2 7 8 , 2 9 7 ,4 8 7 , 5 6 8 ,5 7 7 , 5 0 5 .
R o b in s o n C r o ııs e 6 2 S B F ( S iy a s a l B i l i m l e r F a k ü l t e s i / 5 8 7 , 5 5 8 , 5 8 9 , 5 9 5 , 59B
R o m a u r ih i 5 1 9 A n k ara) 5 3 3 , 5 3 6 ,5 3 7 , 5 6 4 , 5 7 4 5 lv il-a & k e r b a ğ l a n t ı s ı 1 5 9 , 1 6 0
R o m a y a s a la r ı 2 2 6 S C P (a v r, b k z . S e r b e s t C u m h u r iy e t S iv ille ş m e 1 6 8 , 1 6 9 , 5 9 6 . 5 9 7
Rom a 68, 345 F ır k a s ı) 1 5 4 S iy a s a l b l f ı m 1 3 6 , 1 5 7 , 4 7 9 , 4 8 7 , ''
R o m a lıla r 3 3 8 , 4 0 3 , 4 0 4 S c lıa n tr 3 5 6 5 1 1 .5 1 3 .5 9 3
R o m a n tik u lu s ç u lu k 1 3 9 S c h o p e ııh n u e r 3 0 2 , 4 3 1 Siyasal meşrutiyet 3 0 4
R o m a n tiz m 3 7 4 , 3 9 0 S cflo p cN fl4 !n rı'lJ c A h ld fi F cla c/ csi 3 3 2 S iy a s a l F a n i l e r K a n u n u 5 9 7
R o m u lu s ( M it o lo ji) 1 5 0 S c b it ıir r c ş c ü ( D e r g i ) 2 0 5 , 2 0 7 S iy a s a l r a d i k a l i z m 9 0
R o u s s e a u ,Je a n J * c q u e s 3 3 , 1 5 1 , S e ç im le r 6 2 , 6 4 , d İ , 11 9 , 1 3 2 , 1 6 5 , S iy a s a l y e l p a z e 5 6 9
270, 520 1 0 1 , 2 5 9 , 2 6 0 , 4 4 9 , 4 5 9 ,4 6 0 , S iy a s e t O k u l u 3 1 1
R ou sseau cu 2 2 2 5 0 7 ,5 5 1 ,5 5 9 ,5 6 0 , 5 6 4 ,5 7 3 S iy a s e t s o n r a s ı s ö y l e m 5 9 0 , 5 9 1
fto y , M .N . 2 5 2 S e ç m e v e s e ç ilm e h a k k ı 3 2 6 S iy a s e t 1 4 , 5 0 , 8 2 , 8 5 , 9 9 , 1 0 9 , 1 3 9 .
R P (a y r. b k a . R e fa h P a r tis i) 1 6 6 , S e k iz le r 4 5 6 1 5 4 , 1 3 6 , 1 5 7 ,1 3 0 , 1 6 0 ,1 6 5 ,
171, 584 S c k ü la r iz a s y o n 3 7 1 7 0 ,1 7 2 ,1 7 5 .1 9 1 , 2 2 0 ,2 3 6 ,
R TÛ K K anunu 4 6 2 Se k ılla r ım 5 8 , 6 4 , 2 0 8 , 2 0 9 2 4 6 , 2 7 2 , 2 8 2 ,4 6 2 , 4 6 3 , 46 5 ,
R T T JK 4 1 S t k ü lc r m illiy e tç ilik 5 3 3 5 1 3 .5 3 1 ,5 3 3 , 5 3 7 , 5 3 9 , 54 3 ,
R u m T e h c ir i 8 0 S c k ü l e r l e ş m e 200% 2 0 5 5 7 2 , 5 7 3 ,5 7 4 , 5 7 6 ,5 7 7 , 50 0 ,
R ı ı m SÛ 6> Tnm et ( D e r g i ) 2 0 5 5 9 0 .5 9 3
f iu ı ı ı r ii 5 0 2 S c b ııik 3 1 , 2 2 0 , 3 J 8 , 4 3 4 , 5 0 2 , 5 2 7 S i y a s e l û s l û i m a j] 1 5 6 , 1 5 0 , 1 6 0
R u m e li 4 0 8 S e lçu k , İlh a n 1 6 2 , 1 6 6 , 4 7 8 , 4 7 9 , SLavLar 3 4 6
R u m la r 9 3 , 2 1 0 , 5 4 6 4 6 4 , 4 8 6 , 5 0 9 ,5 1 0 . 3 1 1 ,5 1 2 , S m e la n a 5 2 7
R u s Ç a r l ığ ı 4 3 9 5 1 3 , 5 1 4 . 5 1 5 ,5 1 6 . 5 17 S m ith . G , E llio t 3 5 9
R u s D e v rim i 4 5 ; 4 9 , 2 8 5 S e lçu k , S a m i 5 9 0 , 5 9 2 , 5 9 7 . 5 9 8 , Sad tH » ve G o m n r e 3 7 , 4 4 7
R u s Im p a r a in r lu ğ u 4 9 , 5 2 5 9 9 ,6 0 0 5og u k Savaş 4 1 ,7 2 . 105, 1 5 3 , 156,
R usya 3 1 , 5 2 , 6 6 , 9 5 , 1 4 4 , 25 ü , 2 7 2 , S e lç u k lu 4 5 . 3 3 9 , 3 7 5 1 6 1 ,1 7 4 ,1 7 5 , ) 7 6 , 1 7 7 ,1 7 0 ,
3 0 7 ,4 3 9 S e lfk o lo n iz a s y o n 2 2 1 1 0 2 ,4 2 3 , 4 5 2 ,4 9 7 , 5 0 6 . 5 2 4 ,
R û M v ı 5 ilı« (e 3 9 2 S e l im S i m T a r e tin : J f a f r r a J a n m 2 8 1 5 2 5 , 5 3 4 , 5 4 4 .5 5 3 , 571
S e n d ik a la r 5 6 1 So k arn o 2 45

S S e r b e s t C u m h u r iy e t F ır k a s ı ( S C F )
3 8 , 6 0 ,1 1 3 .1 3 1 ,1 4 3 ,1 5 2 . 20 3 ,
S d 1 4 .1 9 , 2 0 , 2 4 , 2 3 , 2 6 ,4 0 , 9 0 ,
1 1 7 ,1 1 0 ,1 3 2 ,1 5 3 ,1 5 4 ,1 6 2 ,
Say 52 2 . 523 5 0 3 , 5 4 4 ,5 5 5 . 5 5 6 ,5 9 3 1 6 3 .1 6 6 , 1 6 7 , 1 7 3 , 1 7 5 , 103,
S a d a k a t P a k lı / A n tla ş m a s ı ( 1 9 3 7 ) S e r b e s t p iv a ta e k o n o m is i 5 4 1 , 5 B 6 , 2 1 8 .2 1 9 ,2 3 2 , 2 4 5 ,2 3 1 ,2 5 2 ,
2 1 5 ,5 2 6 587, 600 272. 266, 289, 292, 296, 407,
S a d a k , N e c m e ttin S a d ık 6 4 , 6 5 , 1 0 2 , S e rc e ], S a h ih i 5 0 5 , 5 0 6 4 2 1 ,4 2 0 , 4 4 4 , 'h ).5 . 4 5 2 , 4 5 4 .
103, 104, 105, 3 4 9 , 350, 5 0 4 S e n e ], Z ek erL y a 6 5 , 6 6 , 5 0 2 , 5 0 ö 45 5 ,4 6 0 .4 6 1 ,4 6 7 .4 7 0 , 4 7 6 ,
Şn A n - y ı }J a k 2 4 0 S e r t u ğ lu , M u r a t 4 4 2 4 7 7 , 4 7 8 .4 8 0 , 4 8 2 , 4B 3, 4 8 8 ,
S a d d a m H ü s e y in 4 5 9 S e r v e t-iP lln u n 6 4 4 8 9 , 4 9 0 .4 9 2 , 4 9 7 , 5 0 1 , 5 1 0 ,
S a ta , F ty a r a t 1 9 7 , 4 4 7 , 5 0 5 , 5 3 0 e d e b ly a jA 3 7 7 , 3 7 9 , 5 1 1 ,5 1 1 ,5 1 6 ,5 2 3 ,5 3 1 ,5 3 9 ,
5ag 1 4 ,2 0 , 2 3 ,2 4 , 2 5 , 9 1 , 1 İ 7 , 16 1 , 3 9 0 , 4 0 8 ,4 1 0 , 4 3 2 5 4 1 ,5 5 0 . 5 7 3 , 5 7 4 , 5 9 0 , 5 92
1 6 3 , 1 7 5 ,1 8 3 , 2 0 8 , 2 0 9 , 2 1 9 , S e v e ı ı g il, R e f i k A h m e t 4 4 4 S o lc u la ş m a 5 7 5
2 7 2 , 2 8 8 ,3 5 6 , 4 5 2 , 4 5 8 ,4 9 9 , S e v r A n ıla ş m a s ı (v e y a S c v r e s S o lid a ris l 5 3 2
oiz \

Soivhtt t t r 2M . 4 3 8 ,5 * 8 Samerbûrk 76.3 2 0 . V I :p - z ;r r < :4 5 ,9 3 .150. 166. 236


S o .t t f M i t . V Y e m e r ' * ' 6 . -*6 r> 5 T jj7 .f r x * ı ? ? A . 3 > 9 , X\* 2 4 7 .3 7 4 . >71. m > 37». , T4.
S 6 i i £ t r . A v h fU î > ? 5 ,f'U»r.rr,: --Hİ 353 Î 6 ‘>. - n 'v , 4 ; e . 4 3 2 , 4 3 6 . - 1 7 .
; 5 1 8 .1 3 3 Suuaî >>bra 22 4 38. 514. 576. 517
Akli* 383 S»;n u k r *13 550
S -'N V il I h u w iR ı Z r a 37b Suw r B jP i-b.'!;•-•■ 78 i 74R-:«natı, :1ar M8
S )U j : d c în o k r i« 1 5 3 . 2 i*>. 8 w r ?v a . r’ n u ' . 4 0 8 , - n » , H C î« w y . i c ır a ! 1;u s r u İ0 >
*9? Süîg'Or. i 4 l a r . a » . S e k l i ; k i i t : 7 7 0 . 2 Kv>, 2 ‘ ’
S v > ’<v»’ d r r a c k ı a : 4 > 2 4 6 1 . *> 75. ' 7k 7 7 ? 278 2 V 761
>#> l a - h a r . A ;> i ı : l L » k l u r u l 4 39
.‘s ' - v â ;.^ î K e ^ I ız :» i l o 7a r J c :% 4 1r*\aü < v e v .ı / r v « » i‘ 9 2
S o * r i t a ı k V ,lu r I > :n e £ ; 3 8 2 îahmk^vv,. Ia h ‘-în.V»l. *■‘'8 2 a.’ .h.’ tti s « ' . . 4 1 5 1 . IV 4
S m p a iıv r k J .'p J u r ’ i s d W w « d f W f ^ t* l a ı ı h .» i k r r :v ı .\ * r .» > ; i >9
/ b a u Jeîo jv tfcv f 1 .7 [>\Ti:n- ' K^aaru - l-.k.'.ah: Ia *Jf4 t I 4 »
Sc fc V iJİtstk - 3^6 7 4 ,9 3 . 207. l ' î . 328 7 « w " r h'>f/» ;w « z M e ; 5 0 ”
'“'V ’ i ! f ; , u A s : ! $ ıw < « 4 8 9 C c p h t'M 3<' 1.İ5.KI-, Y » i . t c l 41»}. 457. 529. >}4,
S - > ' ü , ;^ ; s ./ İs'Jfruyet 1 6 6 . 3*C Rarvru c ' üi B a u .r, 3 * 0 , 3 r4
S o s y a ls e n } î *« . 4C , 6»;. « * j ; o 3 , Ş w k ı A rcx 1 /1 u M « » b . a j •. H u k v k 1 : MM - 9 . 6 * '. 1 0 4 i .9 1 7 0 .1 7 7 .
133 > • ;. > 3. 2 ; 7 . 2 1 9 , 7 2 ? . 218 1 '6 . 177, 1 İ6. 714. 716.
2Y , 7V « > ': • M > . .5 1 4 , 3 4 0 . ŞarV.tV.k 21 7 '1 . H l 32; 326. 385 » r
38 i. 3 6 V 389 * * 3 . 4 .V S . 4 4 4 Ş.-a tffiü I\ ü y u $ 3 9 ’ f > l . **1 9 . 5 4 7 . *55. » 6 V "İ
4 îr: . i/ 4 4?6 4 7 t î, a / 5 , 4 8 1 . &\'m: >57 596
638 484. W j 4üs V 8 . >1.■•», > 3 2 İ^ h k ll.^ r .u j 77 7». ►•-rt ?Aiî; Yı'^’im-.oevî
— > S < ), 3 / c 392 îvi’ı.k S.S4/IH4 1 İV. 1.2' 1 7 :. 122
V - .\ ü İ s V ," 4,>.| 1 6 4 r \ : y > ı i ' . 14 5 I i'-K I - r k l> 7 R a ; a m v 1 4 1 ■>, 4 >0 .
V s - - v ., U ,.İ J-'pMH 8i ' »• y/l Uik. >8 4 7 1 , 4 7 7 4 2 3 > . '?
>s'V,Â.>U i$? Vrv.4 v,'.-i6svv..r'y.v i\ l » « r u . V' 4
S w y c 'k > j: > 3 >4 1 0 2 . İ H , î> 6 . 2 0 i, 8ZIM 4 -, 97. 1*0 203 - r , >8/ 1»4>- »r 2 2 8
•3ifci. 3 H \ 3 V , 3 6 6 . V < ; İ> er;5a9w a: >88 Je> . U - : 3 k 4 ? 3
v »v> p : P e v n i B : / •t » h z R rk 5* r ; f . M u z a ik * ? !(■<' S?k ;>?::» i 4 , '8 , 60. » ı z», 81.
• v 4 38> ' k i. Y c > Jin k - ı j ı p ' i i- 8 5 . 8 8 . 8 9 . 9 • İ8 1 0 7 .1 1 M i5
S o v y r tk r lk r -:v B> W . 13 5 ><8 m S»ıd b\*r.i * '•vakiaaıru'A 1 7 0 .1 2 2 178 1 7 9 .1 1 7 . İ l ­
l > k 1 6 8 ,1 7 4 1 7 8 , 2 i* !,2 3 7 1923. 8 0 .9 7 . '*4> 2 ‘î l . *«<• l i . i k i . i * i . 7v>7 , 7 1 7 . 2 * 8 .
238 i iv ;4 - : 2^1 : v . : n , V-B 748. 760 İr 1 . 7 7 ; .-
3»H . V ; 4 7 3. * .1 8 , 4 6 8 * r i . î- ^ :^ r v « ;k m I 'i v c r i , ; m ; c n i i > a 2-61 7 8 1 . 7 * - .7 & 6 .2 8 8 2-Â -
494. >47 i'.v- ^. 261 292 796. 300 i » ' i . 30.5 8 '4
V j*J; Kananu 221 B ila l N 4 ' i •0 7 . 11 \ 3 :0 32o 156 l4 0
.v ^ v tia n . M s îh îtıv t l i V , 4 7 > S " ı» M >7 1 5 » ', l > v i“>. 4 8 4Sf5 4,«9 49f 491
s .> v k î ; ; m 4 9 8 87 4 9 ' 5» ' ‘>75 s i l . 633 >34
So\r>4İ l . h a n u İ 6 2 İ 86 4 7 9 >.'vpn./ır. 530 313. S 3 0 .5 S ; 5>2 - o ;. V 8.
Sv>; V Jİ, M ü m t a z İ 6 7 , / İ V , 29< - 4 / 8 . >5* 5 9 4 . ‘> 9 6 >9‘ > * }« . 5 v V
-«’-'y. 4jv ,->c3 Tek ! e :u 477
^ ': r v î i ı : c c ; l \ i l ”
T î r s , ı « j> *-» r l J T J
S o .- u u r g e ie r K 6 t r . J 4r.i>î »ahuÂı R*»a 192 î rk H 2 C 2 .2 6 Î
: r .{* > r r ^ \ t> ” 4 İ 2 3 9 . a»hau V»3 l f kek î:n r . >7*
Mv-V> >:■> 1 'i ^vM 4 !* ' lîk .n ;a ::..-4 l0
v a r ıa i> l İJİ-ran 239 24rt 1 e k : a A ip 3» k 6 0
S j\ r u c r . î l p ’ H c ı ; ; î la k llM k k 1 7 3 . 1 - l t * l ; . . ' k : a a ,9-:-
S j v v PcdvJPi -'7 >: 7 - 8 1 7ak-;r. M'-kCn Kar.r.a’j 19 V ' 11». l
I f k r i v k l k i C ^ î l J R ^ •' c lr î v '■ " *
5 S\ B m r h ic z S r * w i e 7 B ı : s ^ » ; " 0 . 145. 781, 5C3 ' T c m r f k »>*r M erS iK i 1 6 7
>74 l .;k > . : r . , \ . var>i” J ' 1 4 1 T e r v H U îS 'v i ı k V
S t^ İB i J c s r f 38, l 3 i 1 4 4 .1 4 5 . ;> 2 î..k»:tr *1:4: «I)i‘T >•-! •-'1 l t H ;;i î > » K K r jr . a i 21*
2 5 1 . 4 b j . - x '4 îa 'a l r«5V M , >1° l e p ı N İ e k '. J a ^ V a N 'Z M ra rtriR 4 4 7
S î a i u k o u 'v 'v > >4 I z 's r : :r y , n 4 V I f A k k ıjv r v r ' V.r.'r.v.t) /t l n ^ .
M K 3 3 7 . \ 8 >. 5 8 .7 \f 7 /<••' v e K u ; a k ;
i .-lın-. 3i ' c\.‘, 1 5 1 1> 6 , 1*>7. 14.3 5 2 “ ; •>
<v4 a»ı 35” liX~W \'A'i : > ' * V>&
S» X t ' k r : . A ilo - İ İ “ ” I Jr . o k *». x v- BO 5 *8 > :. V - 7 , V 70
S lr .:\ ::ı> k v 3 < J7 T *?•. î vrhm 442 4?2
S»; M » ;k e :r e a * K a tn .! 4 38 .« îo » , İ I a l 4 « n -*22 T « » T iz r r 1 76
8^ ?<k i 344 ]*»».►: 64, -',2 l c '» k j'.'* t ’• 1 K a n a ra 1 5 7 ''
S v k z n < > a a v r» ‘ i G ıd s e f ? * 8 , 21 * 1 . liivu. HaiUH v*3 7 >8 7 > 5
7 3 2 . 4 6 5 . 4 0 8 , 4 7 } . *> 3 . İH , 1-uıkut ıy> î o ’- a b : < l “ v j> :v e f o ı u m a . l v ' 4 -
’' 9 2 y i' y îı y it» . 1 1 4 , 2> 1
S a k a n a b ır a *ı t a ;r .:; 5 > >y” . îv.3. ’>9ü (vv 1 e v l i k i - ; k r » v; 1 4 5 1 2. 3 7 ‘ î 'H .
S a * ; > f e ? ;> lv t .: -J 2’ 1 aapo:or. .'b rü tt ’ IrnvSı ,*vv 381. 4 3y
5 ' av; v < 1 6 6 1 , 2 4 2 ilH .iv ” 392. '8 8 '9 9 . 4-v' .ı ,y>, 4 7 * 4 L c v k i i . l.-< ir ;v .n K * n u a v - 7 1 *73,
Sı;.surlttk Skaidafe - Kara« 482. ^8: 43 i > 7 7 .5 7 3 ,5 7 4
584. i a'uıa^îirBU 1 H? .’*;,•I'/. rt’fwnf r/'•>••«b.-:'*’-
6u;*lı ARİ^a »83 I ır.rkT ve;. lU avlalkJ'. Suphi f-;. 81. Tark/v 340
•*C -.U A r c \ j n Ac^J»n 4 7 3 14.T «V 1 :. a a î> î 1 > 3
S u l. r s r a n N u i i: 1 40 laRv-1. Pevzıve 0 Jx .ı:.Îjh 2M 66 , 7 6 3 , 2 6 4
S u lo v t R a a P.»^ ı 3 ? 9 îa n v o k a h : : 3 8 7 . ^ 3 ’8 i *85, IIÇ M - 4 6 8 1 a - k ıv c l^ c i \ s iA v :
386. >3 k 388. >88 J-k'Tvi'
O u n c r . N u r iil% th I- m ; 261 Iar.r...î.r. J> ;x a n ı <1619 y\ 487. T ı-ııv r i a n e r * ' T . 4 '3 0
D İ 2 ! \

: ı r : iv tk ıv " w* P a ' î i w ' i* * , v * r. * 1 K A H < 4 7 , *>{\' I ü :k .> t- S k ^ v a lı s î r a v k y l vp K A y lu


I ı r a n 4 3 7 .V + 0 . 4 * 6 , 4 7 8 ın k M cd crü K a n « n ü 32 6 P ? t 1 .s ; ‘>6-7
T K A h .'av 7 bkz T C trk K u l u » .r r.ü T ü r k N e ^ i o o : K ır -.ç r e & ı 3 9 5 1 ü r k r v r ■ k a y a lıs ı I-'arr^M * 8 8 . 5 6 1
.\r^rcnu ! :>*o T ü r k ;>• ü k b t ı 4 C . 6 4 . 9 6 i î 3 ,1 1 7 . I ; . r k . w je k V r Î A t- r .k ü k ı;: A . ^ 7 * . }
TKİ • I i ç k i y e R r m u t a tı s l h r k a v , ) 3 6 8 ,3 6 1 465 I .*rk.%»- l ’ i k c %»• K ı « '" - r H w l^ :
?l* T ı > :k r a s v o r .a I ü 'K '4 3 1 5 . 7 5 ü G r ;v ! Po^kaaü^: 181
I K î' I . ı r k i } c K onavvU iv’ ? a r : : v . ‘ I u :k Kic: t r ü ^ 'ı * n u 316 1 ü r k . v e v e ı ' î i ^ ı k 'p » A îr .t r r - h * a :p s ı
2 5 i. 7 '* 4 6 4 , 4 6 -y , 4 7 8 ig * I u î k io ü r M in ^ ı . 3 İ 6 *35 ' 7 0 . 3 \ lh - 1 6 2
' ' ' k c r . M rO .n 1 6 * T ark K u v > « ! ? : ' . .k»yr b f e i iitk.ytdt ^aldaşUvna 3 ^ « 3 .3 9 ,
I 4 .^ 0 7 A l; İ h s a n 7 ? 7 Î5 K , 2> * > 3 . İ M , 1 5 6 . 5 ö0 341
I * r .g u y . 232 it>;, i8 r w *5’İ r f c iy c >V"- jyaz(r ‘ *P A . 1 6 9 . * 7 ^
'1 o r g u ^ . I ^ t o m î L’ k k ; 7 9 * - 181 I U îk *» U h l î K ü ^ e l l î T . hv H ü’ R ı f t l ü - .k k ü r , R e h a 0 £ t t 7 > 3 0
l o p '. u m a v k e r h e £ & & : x ; 1 5 9 K a r * « r *u IS*. 564 T ü r k lc r 1 4 k i 9 8 2A İ >10, 220,
T o p l u r v c e d e h jv a i 4 4 4 . ;<r«t S .f ılh ît K u ' î f £ > r ; V f 248 3 1 3 . İ l 4 , 3 3 9 . 3 * 0 . .3 5 2 ,
l o p » * M a h s u l l e r i < y .w > 5 A.‘a £ .r 3 \ p . I/ » 1 8 4 3 5 5 . 3 5 « . v v ;. V ^ , 3 ? 3 .3 ’ 5,
î o p r â k R e K ” » n u 7 2 6 . İ V * . > * .* 4 j\ \ I t p e 5 x'îf *8 2 - 4 * 3 . 4 9 * . 49> . > 3 5 .5 4 6
4 7 « . .,7 6 . < 7 « 7 ü rk s .- tb K o n g r v i î 2 0 3 . 2 2 * I û ' k î c j ’J , - Redtv ijt*6xlürt 7 8 1
5■•'"•ah Yttftu “ ** T -rtrk T a ; . h K ü i a r v ; 'xvr h k .r T İ K : 7 c : k l e n r . k a l a b - .;ıü ü 3 > ü
} o r t ; n 7 . n . N e , ,[ ' I f iî İ V Ok k v , 2 2 1 - 2 2 8 , 3 5 8 . 3 6 .\ V ' 2 . J 9 - Â î r ; r ; Îtîr tiî» Î 6v
îo V İH c ı.ıİ **>8 V 6 . +42. 5 7 8 5 8 (2 K û - i d f ^ r . r k 3 9 0 . .3 9 4
l o t o ’ 05: 9 ü T ü r k : ^ ; . h l< M İ 6 Î . 2 2 » 276, 778. 7Ârrîr^K*. I&ğnlteniG*,
’ .Vy - . h v A r ^ l J 3 39 3 5 » , 3 ’; \ 36 .0 , v O 3 6 3 , .5 6 5 , 31. 33. 198. 202
7 :V * î n , V ; V :’. ü - t . - r T , * * ' 4 M İ 4 .-V 7 -.*- ^ g ı . 3 9 6 '7 9 :> 50 394
4 ’ ' üT . u»5* la -- . " * y » A v ı ikiiiM’i •*!(# 1 u :k le > ta .lt n f * v
lA r ü ü r s 5 0 - ,-»P . * c - . 34 1 B r k l c ş t i n n e / T « ;r k > 4 .”.»r 3 4 , 8 * .
1 Y cd *t 7 > 7 , > 57. »M ' rk 1 r..v<.‘ £ v :.* h K a r l s a i s * D e r a e g î 9* A V , 2 0 ' . 2 2 8 , 7 .* 9 . 2 3 1 . '3 7 .
■ ii- 4 t> 8 , 4<>9 4 7 ' 337 3 3 *. V 3 4(T 5
1 A ; a g - v, M 3 A t a ş 4 ,' 1 «• V 14.7.2» *'4 . 2 6 8 , 2 6 9 . 2 7 * 4 , 2 .8 3 . l u r k l v k .'6 . 8 4 , 9 i ' . 9 1 . 1 4 3 , 33 6 .
Ita H u s g a rp V ıv » ; * 9, 4 3 » 4 4 4 . *6^ 33' 3 3 9 , 3 * 1 , 3 4 7 . V + 3. 5 .; 3 .
» ~ k v , 7 1 8 .7 4 0 , k i V f -.i A n-^ îers.'H | 4 3 5/9
ı o .k - v İv r* A Î.T M r. î '\ a r e £ A r .L r ^ r - ı v î v a k v jf c ı j; *01
I i ı 'v J i l a H 2 19 *0 V « l , V -+ ; a, 4 J : Alım KJah1.1 * 3
İk i V ı r k i y i » R a d y o I ı- > v ..- v ;- .r .ü ■ ü : k Y< 4 - 3 . 3 8 i1 7 U S I A J 2 >0 7 , 6»-\>
O l, 4 "7 , 575. *7 8 V 'V 7 » - » V k - - a r . * r •' y v w :*fî> » r J u ie n g ıL C > ı n O r t a n 7 9 0
I R I ? 4W ;rwV4
T ıu r a a r , & k * r : x 1 0 5 . 4 4 7
O K i " ı r k N ’ aM i K ’ iv w :ln : 2*
ȟ rk v o K o r a ., o *
V - k ;i i * V
.16 IV ö . 1 1 5 8 . 1>9 160, İ 6» I ; r*sr i } JrN > u M ıa ih a ıîe n l V v -K la h 1 h-MMİs ’ H
16 ?. İ M . :w » i 69 I ; ; 7 K'P.pf»- ı>,\ Ik y i» , i a h M 4 } 8
; ~ 3 . ı * k v ; >> >>* ■ ^ v - ;. 1 ü t k . ,■ a--j . t t v . 3 4 , 774 ' » la fi ftr O ^ n a a n 5 1 1
5 6 0 . y . 'i 5 .3 5 2 8 >80 l ’-r k , a k r 7 7 - T İb m v . R p p j O v »î * 4 . ' -A 3
1' K I y ı k 1 0 Î ; 1, K u ı u m u * - 1 9 , I S t iv l> $ .T # ' ’ V: 1 ’iu s v A n t a n ı } I * i
4 > 7 . 4 7 ;r , 4 2 3 5 7 8 . >80 l i r K m - u jp ü r * w - 0 . « : 3 2 3 4 . ^ -8 , T’.uv 6 >, A 6 , 1 6 7 4 3 7 . -ı* 1 4 5 0 V
7 i K İL h ım 3 i« 392. M 3 1 T «6 V IÎ4 ..-IM p » o ;ırM 3 > *
T ü iu v a l a ' i k / ü fe r 1 6 ' , İ M , İ v * . îü r k .a la k 31. > * k >0 . M *. 1 4 « , ’. i c s . i l K ü ; : u j ü f . t İ J ’. e V c : ; 7/ : * ‘1
667 1 9*, '.->8 2 0 5 '2 2 35. 3 v», 7 ’i c v a k 1 sü>î : 8 *
. u p çav M e t e *>- 596 Hj ;;%i v-o. 3$2 Vİusi;İ^küiî98 >05
l-rsfca:;* **> I ü ;k * > . 4 ' ; v u s * a " 2 “> 5 5 3 0 , 5 1 3 . 1 iu î a llık 7.
I ü ta ! v 182 ^5>. y - 1 İ H & ç u k k 6 2 , 1 1 8 . î ' 4 ‘* . 1 * 8 . 1 * 9 .
, i ı î . '" . ' - s r ■ J u ^ lî I K V ’' . 3 *. ; ü :k c ;> . M u s t a M -*:• * 7 0 4 . , V 3 , > * 5 , * 19 '- ••«, ü " . ‘
I ir »” ■'s .- . * .n 7 0 6 I ••;k/.>. » x ;n .- r 7 3 8 - i ; 479 515
Iur.ra ı •* v->2 It ri .v lt-n v r î c ’ i 2 > 7 , 3 7 0 , 3 9 8 . I > w » v ü i* jk -ls lf tn '. k . - . v . : h ; . 1 - 9
T u ta ;;. * .‘7 * i v . : „ 2 . 4 2 3 . ’* 8 4 + > * , -*9 8 , U l a ş I V v < : 8 1 . 8 6 . « 3 . 'M 1 i !-
İ mi i". ; tV 348 » • 3 4 '} .\ * •- . ,V A 3 7.5 5 3 3 . 5 3 1 . 5 4 1 17* 1 9 1 . I V â , >99 > \ \ . :,V,-
1 c i h a r * M $ t r .u * : > '' •• •> . 3 - 3 . * - ' 9 . > 8 5 2*0 2*4 34* **• * 3 *5 , 351.
I ııîfH a * - ,; i e t f c i n a s ■* *2 1 , . : k : w •\nir»'p’,vk>" . lft k ;v ü w 3> * 3 > 9 , 4 4 i . 4 * 3 . •+;>>. » t k •
l u r . î e ş î o p h ;n * t r . t f j t*v VMrk?.* Vy> *8 1 4 8 7 ,4 8 8 .4 9 0 . *9 2 . * 9 J
iK rfc / ır .M o y .^ O ; ^lur-.AJy. 3 >“ İ v r k .n A ;ir r » | 'o o s ç * î i A n k n » 3 f ' l 495 4 v 8 .- ^ M . 5 2 9 - ' J î , ‘> 9 *
1 ; . r k [> :I K 4 r w ır ,İ4 av ı iv-.;- î "OK - lo r k ;ı - 8 ü-,.»> M i l l e : M e d r s ı a v ı l ’ ln s ia 'a r ^ M K ^ î ’. r . l ’ r : r d * t a v r a u
V . v " . > * x \ 4 l9 . M İ. 5 * 8 T I A ÎM ’ 321 > 1 9 ,5 * 7 K ü T İ e T a n s ı 3.* ‘
L ;; 6 P a n in ö T u î f & * ; .'k’ T » î î i 5 + 0 I * r : k : v c is. İM r . k a v . 2 6 3 . V 7 . ? * •. 1 lüN İa-,,.üa 7»*7 v r
T ü r k K a lk s t l g ıv d « » ? £ ' . 4»>2 u* 8 : N i N ..V 7 7 >
I ;6 İt Vf . ar : T ö 'k î v ı f i^ v . İ V . ü > . - a y : l>k.7 T U ' r j« a r y î a n y ..7 .:r 3 3 8 . 3 * 0 . > 0 6
A n f 'jp ı k o ^ jf C‘ ‘4 . ! î İ . '. + ; 2 7 . ' 49’ 1 s Vsar 101
1 a k b .- n -.H J ü -.i» : k r - : i - t r l o r k i M * ! > , . \ o k ı ! u : N > s > » i> t I s m a r i t a r p . I h a n -8 ' '
II. rü ü ” ' \r>. 316. 33“ i r i jv j T>k.T T K 5 ; ' 4 ^ 7 I V u l - u l *• 1< Î h a r e k e t i 4 * . 4 8 . 5 7
T ü r k i.k v ^ 3 ** I t r r k ’. v e K\HüU'.'.lv: l :r k .r v ı «a v r b - ’ 1 - a k 116 3
T cm İt ?5 t î tr J / n J r V j t , ü j M Ji r/ iü o t IK h -7 1 4 I s a k lî^ ıi. h a - ; ; jr > 1 0 . ? ı l
714 I ü r k ' \ r K o f r .u ” R4 p A 't t t i ıv r K kr İ V a k .M i k * w l « / .IV s 3 ’ > 4 4 "
7 ı î f * . 'J r t . w t f r « a -* r ; 3 * 1 I K i' 90 Z& , 7 -K k • • :.* * , : . - 9 3 l ’lar.*rüzA& }»1 4 4 "
T C 'V ’ fc> 7iâ i " » . 4i F o k j k r İ v , * . ’I V 1 W > y * A 5 :.k .0 .a r V a a ı.v r. l ’îp p iö •Hk»
I r - r k K - .;J .:ı B n r..^ s ? 2 ~ rr» --^ 2> I * v .j : ila k k : 10 2
UrV >r r^. .u*»*v>t 21; 1 . . t k . v r M ıB t ^ > lı r .y ':v .;: K -.TM'.r-a iş a r T u r g v t 4 0 -T. * 0 °
T ü r k K i h V . r ü n a A m v .ı r ı r u 27 7 7V 8 U y g a r l ı k K a t a 3-*>
D :2 l N

«7zaM R t t s ) a 'd a r . i * l 3 3 eroyc m i j s 5 3 4 Y e tK ş e h ır > 7 6


I T & k d o g ii 1 7 4 3 2 0 ,3 2 2 ,3 3 8 \ ; e u u : u S a v a '*; 4 2 7 Y e s i r i , M a b m » ;: AM
V r v ı y e t c ı f c k 3 7 6 .>'50 V ie tn a m 4 ^ 5 ,4 9 7 Y r a i G c iS -128, 4 4 7
N~K*.V'2 Y t > 0 ( T i ) '.: > 1 9 . 5 4 /
V iy a n a k ' t v s o y . 5 0 4 Y o i k a m 4 38
Û V o n 1 u seh an 3 5 6 Y e îJk a y s . N eşe o 1 .3
' v D ü n y a te m ıs , «3 ’ 409 V n a ı r z ? t n (1 :a n > '' 5CH Y e tk in , S « '4 İ K e m a l 1 0 ?
f ’c İs t a n h ii» 4 3 0 V a / n n K a h p 'y * 4 ? 7 , 4 2 8 Y ;k x d :k 9 8
.Ve<kn&ef 380 Y ıf c fc r .A t e n r i 1 1 7 , 1 1 8 . 2 1 0 , 5 6 6
7<, tarzj S.yasn 49
C ( ,o k . ü a h r . v e 4 8 7
W Y - .t o .i 7 .
5
1 6 2 .4 V İ. 5 8 4
l 'm r a n N a z ı: 4 4 4
U ç ü m C (lu m h u u v e t ( H a c s a ) 2 8 1 W a g r ,w 4 6 5 Y û i u i i < '/V.*-V N a s ı l N>ymü_vo * ? I fk -
L V o c c t t I> û n y a ( « 'H e r i n i ) 1 3 . 2 3 , W a k le y ? r 3 4 7 Y Ö K ( Y a k s e k Ö f / e t ı m K c r u t m ı '.
1 1 8 ,1 6 0 - 2 1 0 İ3 5 .2 İ 9 . 240. W aL crsw »t 4 v 3 . 4 9 8 188. 4 8 1. 4>4l, 57 3
2 4 5 , 2 * 6 . 2 5 0 .2 5 1 ,3 1 6 .4 6 7 , W eb ern 4 9 ? Ye** Ri/dj’f.s: -1; $
- 0 9 , 4 7 : . 4 8 5 . 4 8 4 ,4 $ 3 . > 10. 31« W e ıd e n w k b . F n m z 3 6 0 Y r t 1 6 7 ,1 6 5 , Î6 6 . Iö 7 . 3 4 0 . *4 1 ,
1 ç u jk ,1 D ü n y a c ı l ı k 4 8 ? , 4 8 8 . 4 0 4 W « v s a ır > , 356
383. 466. 47 j. 4 7 8 . 4 7 9 , 462
l y c t K u D ı î n y a ’. t l a ş m » ■ W .E u r J m i : ( I m p i i r a t n ) 2 * 8 . 3 9 C 4 8 .3 .4 8 4 497 5 0 9 ,9 6 1
I \ e r K U R e t c h « a v r. !> k z . R e k * h E l ) W ;h © n 'p r e n s ip le r ,' 4 9 6 Y O a c jO e r ' 1 6 3 , İ 6 4 . 59 2
347
Y A a ie m . A h C a n ;p 3 7 ?
î \ u : K U Y cû - ' 3 4 . 4 7 4
i "ıhıi
-t0 4 . 5 7 ’, . * 8 0
!<■,-; M««Mİ' 38. I I 4, Y Y u n a n B a f n a K ^ h k S a v a ş ı ^2
Y u r a t» < a. ’3 3 6
2 W . 268, 27£. İD ?% . Y a b a * ? U . J R i ,4 2 T t 4 2 e ,4 1 3 ,4 'V .
640 253 4*5
Y u n a n îlık 4 36
Y n n a n > u m V , l-l o. ı ; 8 J6 3
U m k .C M a iy a 4 ^ 7 Y a r a n ı ı l ^ m a .34 o
Y u n a n ln a : H 2 2 1 4 .3 3 7 , M ?
L Y n m e t a v d ın : 5 2 3 Y ahudi c ^ ı a n lı g ı ? 55 250
Y n n s ;u ;:jış n u i 9 *
Ü m m e t 6 3 . ? 0 5 . 3 6 ,3 4 4 3 .4 9 1 . 5 1 5 . Yahcdüer256 Y m « s r n u e .3 7 5 396. * 3 1 » 4 .3 9
38i Y ık t f jd ^ u 3 4 6
Y u .d a k a k M e h m e t 1 n u n 4 > 5
v n u n e tv ir» 1 1 5 , 3 8 8 Y a k , m , A ie m d a n 41'/
Y * n >6r5
l t w l ,V t x h ; X '? Y a k ın . A y d m 5 3 4 . 5 39. 5 4 0
Y w r 15»'
Ü r w y d u t . R u j t h fc $ r e ( 1 4 8 , 1 4 9 , 5 2 -* Y a k tı. H ı i s e v m C a n » » o * 4 2 0 . 5 0 4
V to f v e 7>«n s a 3 3 9
326 Y a lm a n , A h m e t I - n u r 1 9 7 , 5 0 4 , 5 0 6 .
Y & rî» isj:*l£ ^ ij o n â r a <fa C J' r -ÎR jn e/ :*n
l 'n d e r . H a v ın 1 ^ 8 561
281
l tü te r d e v e t 8 4 . 5 *6 Y a y a } * & 5tii-«ai 4 4 -'
Y u r tU ^ tk 8 4 , D O . 1 5 1 . 5 6 ? . **• '
r m v e r s ıt e O la y b n 2 9 3 Y a n Jy n c t Ja te h e f i N o tu 2 1 4
Y uw t m » r; 450 Y 'ttş a m a h ljÇ O . 2 8 1
V-.8
Y ü ce K a tm a n S 409
l tu g , N e c d e t i “0 Y a şa **^ R a i l e r . 281
Y o c e î . K a s a n  lı 1 0 2 . ' - 4 ; 1 4 9 . 14s_
I V s u - J a r îd a d îM - J 4 Y aşar K em al *0 9 . >0 7 , 5 0 8 .
;.6 9 ? 8 6 , 2 8 -. 3 3 5 , 3 3 6 .3 5 4 .
Ü s t e l , I » is i in 4 3 509
3 7 0 . * 9 3 , .3 9 5 W . .3 9 7 . > 9 8
I N K U î h i î a a n . P a : k 2 - 5 , > '7 9 Y a v u z , i l t k r j -^ k î
4C 2 4 0 3 ,4 0 5 . 4 0 6 . 5 0 ? , 5 2 6
V t o p k ; u m h u r iy e : 1 9 6 V « ; d e M i m , 9 7 , « i3 9 4
,& $ ç y 4 1 4 2 . 1 9 i . 2 4 1 . 4 2 8 , 4 ^ 3 \*VK\ »itviV.V-j? 560

Ü t o p y a ;''. b u t y & e l b k 4 2 8 Y a z m a n . M c n r ı c t $ e v k ı 4{> 4


Y „ c e l, Y*t*: 580
Y ü k s e k \ s k c f î$ » « a > 65
Y eğen. M esai X '
Y e m e n I L r t*i / S av av » 5 9 . 3 ;7 Y u k - e k H a k i m k : K t:n :| « J 5 5 9
V Y o n ,4/: id 9 3
f eİM 4 ? r
l Utİ'C/.M K h K k 444
V a to d e d d m (P a d r ş a h l 3 6 , 5 1 9 5 ı n ; D ü n y a 7> i>/ ea: *•£('
V a?m 7 j , 1 0 4 , 4 3 7 . 4 3 9 Y e n : !> ;:« « : P aru s . > 4 4 Y u î K ı ş » .S ltd ft c tK m ta R j* n a > o 5 1 3

V o S n tö lg i h t i v a 'M *xm *M S e b e p le / * x e ) > * t! Cu'A 2 i 9 , 3 7 6 . 5 0 2 . 5 1 1 , . kP : 5 6 i

D & v a C î m K u t o k m m S ır ttır î 2 ° i v ervî I k c a a t P o l n i k a s t f M F P l 3 0 5 . 1 4 7 Y ık ı *>6


V a ’. * N u r e t t i n **■’> 3C 6. 307, 3 0 8
\ a r l ı k V c t u îm 2 4 2
2 4 i 435
Y 'r K 'd im : 5 1 3
Y e m M a r K İ a ,: * U »
z
lûîari 5C-Y -09, 512. 561 Y rr-; M e< **tact 6 4 , 3 7 6 / 7 d » j> f< er ’
V aian vfl'dûrriyr'.CiTga»® 3 1 8 ' j ’r/ı, tV » ö 6 3 4 f t l ::e v i.r ,ii^ 6 4 4 7 7 .5 2 5
V*4<o^*i} .\m Medeni Bdgder 84 V e u ı O s T M n f c .a r 7 . 4 7 , 3 1 8 / n u ir r * u .k r ‘ K « w e i e r ? \ 4 7 9 .
Votû/kir*y, 7$rkcr Kenu>* 232 Y em R k sy a 1 4 4 .5 6 '
VrtMMfc^tic 1 5 7 , ? 2 5 . 231 ’ Y-, Yem 4 4 1 , ‘> > 4 , 5 e 0 / n a a t Ran k a s > 53
233 782 515, 581,582 Y e n :S a i> K ) , 5 7 1 . 5 7 7 2 ı v f * i > f v K Y^İrû 5 1 3
Vchdedeogks, U th ı Vddet 121.122, Y en * k t y t a m i f 5] 3 Z rvv F a ş a > - 9
«1 Y e n i i ’/afclc» 3 9 -3 /rja Safveı.43 ’
Vcnûrck* 319 Y e n i > r fc’ s « O T r m ^ v a i V 2 8 1 Z c - k t u m u K a h d e N g s t c » *> n
Vesayet jdeofojıv, 59° >.r,v\crt > Fsr.ftf Î ’îr-u Pt:'»^ı 195 Z o ru rd u d m d e ıs ı 1 S 9
V r s a y e r ç » d e m tv k r& s : 5 7 0 Y e n ic e n le r 3 4 ö . 3 4 I 7 c r . h « . t 'n k js r . ^ 4
Seçm e Me lin i a

NUTUK*
VUSTA~A KLIVAL A:AIÜR'<

Türk Milletlimi Takibe!inesi italar içinden îeveluî edegefm.şîir. Akvamı


Irzını Gelen Siyası Prensip: şark:yerinr akvamı Rvbyeye taarruz ve hücu­
Millî Siyaset mu. tarhın bedibaşh b r safhasıdır- Akvamı
şarkiye ırevarırda, Türk ursurJ ?um başta ve
lî.-H'd-'e*’', Meç 3 sin ku$ae,:>hdndu£u k gıirlc'-- er s-ui pidu&u malûmdu' Hlhakka !ü-kler,
öe, Meclise ıç ncie bulunduğumuz vaziyet ve kableûslâm ve badeiislâm, Avrupa İçerVne
şt*a h /o" ve takıp ve tatbik””. muvafık mCta- grrrrşeı, taanu/'aı, rstilâla* vapmışlardr. Ga'
Aa ettîjiT1 roktaı nazarlarmı aı/ ett m . Bu ba taarruz eder ve telâlarım İspanyada Fransa
nokta razarig-'ir baş t a s *'u-<iye,nin, Türk huk;t!a*;v. kadar tenxi-deden Arapla “ da va-
millet r ır takıbetmesi te/r r gelen sivas mer­ d r. caka\ Kerdıhv, he* taanu/a ka-ş;, daima,
sine ırütaar k di. mukabil taar-uz düşünmek lâzımdır Mukabil
Malftmdur k , <)sn<;H:la' devrinde, muhte ı taarruz ht maiır düşürmeden ve ona ka'ş*
meslek» s: ya s er takiboiurmuştu ve olunuyor. emniyete şayan tedbir bulmadan hareket eder-
rs:ı. Per. İHi <-ivas' me*Jekie-?r h çbHrin, yeni lerir Akıbet'. rragîCp ve münhezim olmaktır,
iadeye teşekkülü sivasivrin mesleki oUm.ıya- murka-iz o!rrast:r.
caftna kan' o muştum Sunu V e: lise anlatma­ (,.ü
ya ça! ştım Bu nokta üzerinde, ıv'aka-e ite ça- Kere ler> hariç' siyasetin, en çok alakada-
şmaya devan* olunmuştır Bu hususa dar, ev- oduğu ve temadettlğ: husus, devinim dahilî
ve* ve âhir, vukubuîrruş olar beyanat ırvn esas teşk-'âbdT Haricî siyaset, dah'.lî teşkkttia mü-
noktalannı. bu-ar.a nep beraber nat 'lamaya teras’p olmak lâzımdır. Garjyta ve şarkta başka,
faydah bu ırum başka tabavi ve barsa ve emce n*ahk muieha f
Kenefle:, oili's f’f/ ki. havaî de«K»k, r.h ü
u-surlrV eğmeden h • devleti-i dah'-lî teşkilat,
dek1, müsademe dernktK. Hayatta muvaffaki­
Ebette as tez ve çumk olur. O halde hark! si­
yet, mutlaka •"utadriçde muvaffaklık» müm­ yaset? :k’ csaH: ve mrttr olamaz. Bura ra/a
kündür. Bu da mânen ve maddeten kuvvete,
ran, Osmar.iı Oesletn r siyaseti millî değil. ra­
kudrete isimadeder b r kevr B‘. de. ’r-
sat, gav-'vâzıh ve gav'ıruslaka" di.
va:\a meşgul olduğu butun ireb il, mâruz
Muntei:^ milletleri, "luşterek ve u m u n h 'Sr
«a-d;& bücûm!e mehalik. Sshhsa e*'.:1;: muvaı
urvan ah ıxla çömelmek ve bu rru *rel:‘ unsur
^akıyeder. rrâşeri, umumi bir mücadelenin da’
Kut'el*iK ri avr.i hukuk ve şerait a:brda bulu:*-
duıarak kavi b ı devlet tesis etmek, pa'ok ve
(*) Ke~^l Atata*. N u tu k . Vi i E^tm Basm-ev,
btarbuf, 198? t .iz»:) Di- noktainazar- s yas min Fakat aldatır ı
Sf ÇV i MJ_T I M I R

dır. Hattâ, ■' çb’r hudut tarihîva-ak, dünyada maksadm büsbütün ziyam1 muctbo<ab!İM*i*.
mevcut bütün Törkle* dahi bir devlet halinde, Çünkü efkâr ve temayülât: umumîye, henüz pa-
birieşthmpk, gavrikabli bir hedeftir. îî j , d’şah ve haiı'en r mazur mevkiinde bulunduğu
asların ve astlarca vaşarrakla c ar ’rsankiru merkezinde îdf. •îattâ Met Ik'e. ük andı makam
çok a r k a r l ı hâili sat :1e ".endana koyduğu hilafet ve sa tanut'a irtibat ve Hükümeti merkez,
Dr hakikat! t. s e İ r i PA adamak t erevan oaşsösterm’şli.;
Panis ârn*2 ir> santura mzm siyasetinin mu
vafifak olduğuna ve dunvay sabaî tatb'k yapa­
bildiğine tarihte tesadüf edilmemektedir ’-k Hakimiyeti Milliye Hsasına
;-jtV î*o/KiT.-ekv/T burur bCŞHfytt* şînv', cı Müstenit Halk Hükümeti.
harghare devlet teşkili hırslarının retayfcı de Cumhuriyet
tarihte ıra/buttur. Müstev'* o’mak hevesleri/
rrrevzaubaHsîrnizîn haıicirded:; İnsan ara her \ r / ermek yorum ki, hükümet îeşk” - hakkın­
Ijriü hissiyat ve rcvab*t. *nar$usaiaiin: unuttu* da teklif danneyan etmeden evvel. hissiyat ve
*up onları uhuvvet ve müsavat tâmnre daire* te-MOdvatı Mvvcli vardı, ftu xa-
642 sinde İrileştirerek, nsanî b'r devkv: kurmak no- rurete tâbi o lu k la beraber maksadı mahfuz
zariyesı de kendine mahsus şeraite maliktir. bulunduran teklifimi b-r tak?” HaHıxie Ukd;m.
:îi/"m vuzuh vc kabiliyeti tatbik vp gerduğu ettim. Kısa b;r münakaşa ife ve bazı itirazla-?,
mu/ mes-içKİ sivasi. m’üt «avasettir. Dünyanın kabul c urdu.
İKJgünkû umumi şe-a*:' ve asaların diırağkınkî Bu takriri, buğun gö/den geçirecek olursak.
ve karakterlerde teme-kuz ettirdiği hakikatler rr.ıdc (»şadı umdole* n tesb t ve ifade ed n'iş
Urşıs.nda hayalperest olmak kadar buvuk hata olduğunu görün; / .
olama/. Tarh'n ifadesi budur ilmin, aklın* Bu umdeleri, müsaade buvurj^ar;?, buıacia
mantığın ifadesi boyk’dü. tebarüz eU.-rıek sayacağım:
Milletimizin, kavi. mesut ve nıusfekar yaş - 1> Hükümet teşk*i za iaki ı.
yab'i nx»s devirtin tamamen m.lîî bir siya* 2 ) Muvakkat kaydiyio b:r hukur-et reis lan--
Md takibetmes ve bu siyasetin, teşkilât; dahin mak veya b u padişah kavmakamt ihdas etırek
yem'ze tamamen mutabık ve musten t olmas* <Hhİİ tecviz «kdc IdSr
iâ/:md:r Kv-'t siyaset dediğim /arrar, kasdetti- y . Voc’ ste mutekâsıf iade’ m ! ypyi, o d ıl
ğım mâna vc medlul, şudu-. Hududu -v":yn mukadderat: vatana vazıulyetl tanımak urvim
m& daHlVnckv. he» şevden evvel k&rti? kuvveb- Ps.ısiycd ı. \ yk ye Buyuk M.ik't MedHirir. fev
m'/p müsteniden muhafaza mevcudiyet ede kııxia bb kuvvet mevcut- desti W r.
rek m'l et ve memleketin bak kİ saadet ve ym- 4> Tu-kiyp Huvlk Millet M etili t<ş- ': ve :cra*
ran-na çalışmak... Alelıtlak tulu eme"e- oeşr salrîhiveter: nâmki r.
cm» m’-.et: işgal ve ızra* etmemek... Medeni o Meclisten teıf k ve teviii ed ecek oh h<»ye!
handan* neden? ve insan* muameleye ve r*ü umarvi hıOMjenetl r'.rvvt eder. '•«. re v>. ’>u
tekab ’ dostluğa mti/ar etmöMr. heyetin de re^Kİr.
Hâf ra.- Padişah ve halde, ceb r ve ikrahlar
a/acip olduğu zaman Mec' s r tan/m <d a ?f;i
Hükümet Teşkili (»sas.îîi kanuniye (ianesinde va/ıyetınî alveder.
l*en<iı:r . bu e s a s la ••uste ' U olan I;;* :k>
Ffendı’ec W cl se, tekld etfğm'- müvm l>i- huşu* kijıretm n^ihiyet’, suhuletle an-aşdabîlr BbyV
da. hükümet teşki i mesek* yd'. 3u neşeleri:’ vc» bîr hjk{jırf/t. hâkimiyeti milliye esasına müste­
:x;na da» teki îte b:ıiunmartp> o dev i- iç n ne ka- nit halk hükümetidir. Cumhuriyettir.
d r na/ık aduğunu takrfr buyirursuruz. Böyle bi; hükümetin teşekkj'unde esas, vah­
Hakikat, Osman'ı saltanatının ve hrâfphn det: kuva nazar iyesidir. Zaman geçtikçe, bu
murkad/ ve mülga olduğunu düşünerek yeni esaslar r , şâiri 1 olduğu mânala» a * aş:hvaya
esasa-,î rrustan.t v« ni b * devr i ku-maktan iba başimi. işte o zaman munakaşala: ve vak •ala?
ret \ i. fakat vaziyeti olduğu j; b Jefâftjz etmek. teakuberd. (...)
SEÇME METİ NL ER

Hilâfet Meselesi Hakkında İstiklâl ve hâkimiyetimize kimsenin müdahale­


Halkın Tereddüt ve Endişesini sini m uvafık görm eyiz! Biz kendi kendim izi
İzale t çın Verdiğim İzahat sevk ve idareye muktediriz!
O halde, Türkiye halkının bütün mesai ve fe­
Hilâfet meselesi hakkında, halkın tereddüt ve dakârlığı, sadece bir teşekkür ve dua almak
endişesini izale için, her yerde lüzumu kadar için mi ihtiyar olunacaktır?!
beyanat ve izahatta bulundum, Katî olarak ifa­ G ö r ü lü y o r d u k i, b i r h a v a ü h e v e s iç i n , b ir

de ettim ki, "mîlletimizin kurduğu yeni devle­ v e h m d h a y a l iç in , T ü r k iy e h a lk ın r m a h v e tm e k

tin mukadderatına, m uam elâtına, istiklâline, İstiyorlardı. Hilâfet ve halifeye vazife ve salâhi­
unvanı ne olursa olsun hiç kimseyi müdahale yet vermek fikrinin mahiyeti bundan İbaretti,
ettirmeyiz! Milletin kendisi kurduğu devleti ve Efendiler, halka, sordum; bir devleti İslâmiye
onun İstiklâlini m uhafaza ediyor ve ilelebet olan İran veya Afganistan, halifenin herhangi
muhafaza edecektir!,v bir salâhiyetini tanır m t? tanıyabilir mi? Haklı
Millete anlattım ki, tslâmşümul bir devlet te­ olarak tanıyamaz. Çünkü devletinin istiklâlini,
sis etmek vazifesiyle mükellef tahayyül edilen milletinin hâkimiyetini muhildir.
bir halifenin vazifesini ila edebilmesi için, Tür­ M ille te , ş u n u da ih ta r ettim k i, k e n d im iz i, c i ­

kiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin h a rım h â k im i z a n n e t m e k g a fle ti, artık d e v a m et­

emrine lâbi fu'ulam az, M illet, buna razı o la­ m e m e lid ir. H a k ik i m e v k iim iz i, d ü n y a n ın v a z i­

maz! Türkiye halkı bu kadar azîm bir mesuli­ y e tin i ta n ım a m a k ta k i g a ile d e , g a fille re u ym a kta
m ille t im iz i s ü r ü k le d iğ im iz fe lâ k e tle r yetişir! S il e
yeti, bu kadar gayrimantıkî bir vazifeyi deruh-
de edemez. b ile a yn t fa c ia y ı d e v a m e ttire m e y iz ! (...)

M ille t im iz , a s ır la r c a , b u vd h i n v k la i n a z a r ­
d a n h a re k e t e ttirild i. F a k a t ne o ld u ? ! H e r g ittiğ i
y e r d e m ily o n la r c a in s a n b ıra k tı. Y e m e n ç ö lle ­ Halk Fırkasını Teşkil
r in d e k a v r u lu p m a h v o la n A n a d o lu e v lâ tla rın ın Teşebbüsü
m ik t a r ın ı b i l i y o r m u s u n u z ? d e d im . S u r i y e y i
ira k ı m u h a fa z a e t m e k iç in , M ıs ırd a b a r ın a b il­ 7 Kânunuevvel 1922 tarihinde, Ankara matbu­
m e k iç in , A fr ik a d a tu tu n a b ilm e k iç in n e k a d a r atı vasıiasîyle h a lkçılık esasına müstenit ve
İn s a n t e ie f o ld u , b u n u b i l i y o r m u s u n u z ?! V e JfHalk Fırkası* namiyle siyasi bîr fırka teşkil et­
n e tic e n e o ld u g ö r ü y o r m u s u n u z ? ! d e d im . mek niyetinde olduğumu beyan ederek bu fır­
Halifeye, dünyaya meydan okutmak ve onu kanın nasıl bîr program takibeimesi lâzım gele­
umum İslâm umuruna tasarruf sahibi kılmak ceği hakkında bilcümle vatanperveranın, erba­
fikrinde olanlar, bu vazife yi y a ln ız Anadolu bı ilmü fennin müzaheret ve müşareketine mü­
halkından değil, onun sekiz on misli nüfustan racaat etmiştim.
mürekkep olan büyiik Islâm kütlelerinden taki-
betm didir! Y e n i T ü r k iy e n in v e y e n i T ü r k iy e
h a lk ın ın , artık, k e n d i h a ya t v e sa a d e tin d e n b a ş­ Dokuz Umde,
k a d ü ş ü n e c e k b ir ş e y i y o k tu r... başkalarına ve­ Fırkamızın İlk Programı
rebilecek bir zerresi kalmamıştır! eledim.
Diğer bir noktayı da, haik nazarında tebarüz Gerek bazı zevattan aldığını tahrirî mütalâattan
ettirmek için şu beyanatta bulundum : Bir an ve gerek halk ile müdavelei efkârdan çok istifa­
için farz edelim ki, dedim; Tü rkiye, m evzu- de ettim, jN i ha yel 8 Nisan 1923 tarihinde, nok-
ubâhs vazifeyi kabul etsin,,. Bütün âlemi İslâmî tai nazarlarımı dokuz umde halinde tesblt et­
bîr noktada levhidederek sevku idare etmek lim, İkinci Büyük Millet Meclisinin intihabı es­
gayesine yürüsün ve muvaffak dahi olsun! Pe­ nasında neşir ve ilân ettiğim bu program, fırka­
kâlâ ama, tahtr tâbiiyet ve idaremize almak is­ mızın teşekkülüne esas olmuştur,
tediğim iz, milletler, derlerse ki, bize, büyük Bu program, bugüne kadar, icra ve ima detti­
hizm etler ve muavenetler yaptınız, teşekkür ğim iz esaslı bilcümle hususatı ihtiva ediyordu.
ederiz. Fakat, b iz müstakil kalm ak istiyoruz. M aahaza, programa ithal edilmemiş, mühim
ıO \
*4*
4*

ç s: >r >*• V* 47: ^ 1 ?


r ' x X -: c:
'• O* d d
« j £ 'c 3 S d.
2 3
§* &
5 g* & ^ S Jİ. V? ° İ '< 1

1
J
- ty Ctt Z -3 5A ’ 9—• -5 w
A" -< •>
i ş | 2 p 4 ^ Û£ i ’- j 3 5 T’, ^ 2. r?
U '2 -î ... w
SH * İ ?i• 1‘
£ A*« ?X %
5 1.
5r y
3

t*
CJ rş % * d ^ ;■ .j
<n <7 7f '• £ ;• jf i;, û» & Ci 'g C 7T
i ^
F p S ?' S- N
rs
r T:
S.
is *3 'if -3 r* r*
çı 2 I -3 X N
ü: *©! > J a ; A “ ^ £-
o 2 * J -': f.< i â g H 5 â 7* ftt* 5
£ '
S; i '
^ ^ S. rj- ri “ > C- | g-
i. r . 3
£ * d . S* - “? X‘ A' I £ | vd 3 ^ î 1 IT 3 i‘Ü
r £
s- r
- r ?; nş 5 3:*s
v
a*
A
s:» S 3 . * Sİ 3 A’ £■«
—' a. cr «.
i l i
; S §
“ ‘ îu
. ’■ ş ; ?.. O * 2 £ ~ -I
cr i,
6#* J ■<: d N B. d «t> $ 3* T
' 00 X* 1U< 3 * £ s) j ~ ? î 3.
& k
“ ■ 5" | it s7
S- J( t ^• 5 5
Cu Uf .
^ 3
A f** {D
X’ /* T.. ' yi <2* ?. ■* AV- ’S S $T 2 Cİ *
*->
o a - £5 l : £
*3 -■
2
- i. c.
S 6 5- 2T^ 5- * » ®
-.• A' -S / &
» -5 J V V •s. n> b.
? 7 Ci. -• “J
^ ■« <
? 3
j S T ^ ^ d
J &J
s’
U X ■_ o
^ş û _• ■*. »/*
r- *»
* .** ►1 * 1 2 s r *¥
= £ g & c:
_; - _J
r
â s -t ~ R.
f ^ §
't: 2 sr rc. 4 cr
•t 5 r , t"
*\ ^ s =:
sj •T ^
3 " 5? S i * rT S î E 'I a» 1a. iJO &
a, • x A S 2 V
g m»
2 •
5‘ ?■ I
£ ^ . r. 7? *• ,f
-r' : . S 1 . â s 1cu o f fi ? U % ST cT r ? s- ^ g p .. t., s- s f
£7 Pu.
s rs |
ı\ J
I Ş -r d ^
1 ■s j 3 C Au
< g- ? 5i d E
T -i S r
•w rj --
^ % ? i a , *■
a. J
co t»
J
^ A E d21 ?W
< A i O ^ s- p : .3 " 4J İT cc A' V, T» Âr j
j I
r - •«-
* I w A4 '
w
^ S" 2 S-i «
o , Sv t: d c.
f i cv -•
3 'S £■f / 3 1*3 1 ^ -3 CX ti S 2 fr • r Cî-
•;
^
p»» r>
«.■ c:
I g7‘ ^<5j;. "t> ğ'g 1
-î #• 33 i x ^ 2 " 7Ç- d 3
-Ş 2 V A'
î ? A & 1 1 ci'. N 63 T T r' =7
< §■
* 2 :x. A' -7 CC. A
:.- cî‘ s.
X
~ S " 3 i . 15. ft}.
~ 7" cj’; d
? >
1 «î
r.
7; *j
o H' s - 4! -5 Rı a -
3 ~j f~ .
-j c^^s'* cr p
î.» f I S “i ''•) C
3
A’
‘i - — %•- d ^
§•
{d "* CC>
73 ’i». _'• *•• s - s %
/ r r' ’vsU '
c - â$ * I ■? | ;• S >5 I jî
ÎT 'S î z i r l 11 3 2 1 5 rr ? S; pu 2. ^ 2'
ZT 3 - ' İV J! o ^ V
7^ A' a «.
p ? >■ 'i/ 7T-
c iST- £ «• ;•• b 2c
§ g- X ? -ü^ v- 7T 3< . 5ı
■" K * •&
g .Ğ
S S $r-
^
•3 if E r /*r *sr ^1 *V Ci. 0.
'>.. £ H
r 7.
S 1 :r
7T C ? >r f r“
f i p. t tr j V. o rî r f
7-
Cu» &
c< Cu ■ r *.
£~ —
%
A
rr ■£. a ~
'< < S ? * $ 3- 5
î
r> § n 1
Ui
5,
s.
*
- î-
>■ 4î “ ^ N ^ f»-<
3 :z 5 ^ r İ .O ûT % I ~ d'
al £ - İ ' 3' ri r3 S" » Z N -s *'t.r z3r 77. s.
R*
*■
A‘
£ $y ■>" x -i 3 1 f •> '» *
^ H- <
f*v
-3< Z * Cu
4- cJ />
e ?r e-
ey 9- V ? I a ' A* . ;
w tr ^
-: İÜ*
HL ,1 w •< 5 - f « *: 5 d -3 ö» O“• a>‘ re u* 0 r 2' ^ _3 t- ^ S ^ /-S
^ A! _7‘
â l M- K S A ç y- ■ft ,
A" T li- el Ci. Oö S? 3.' J5 E f i ' X <v
3 S g
{ j - 't ■2 K SÇ* —
3? P T A” Ci. C7'
a>
n
-'.
d rra J - t-
o 55
».
' '*! 1 1 g a pT aij- K
—»• 7 £ İ o f- & İ i I o 5 eL
~
5r ?: %
c> a> a. g. S P
j •; $. 'S tr < w ÎT "T ^f- 47 A- '* Sc- t f
•7T
y 1' ^
f. J ü‘ 1 i S’ g. 3 Ş 5 1
i ' CP
•r 'i -
O
3 ^ ;j
■< ->
i*: A“- vş/4« ci.
N
”1 . a. - .M= ^ 2 0Q< C
r* j3
d. er £■" ?i j; ^ '3 ^ - 3
I â >S l Zev 3 i .- e-' <r ~ c; ~i 3
A —<•
c 2T İ s •' S V *• V A "T,
l: 3 i 27 J :2’
t# ^
ST c ^ < T .» !d 1-s. “ Oı ./* ;y v ^ 2 • v* a
c — * ^ J er ? V P
S - Ş ,* o ~ /._■ ■*'-
T £ÎP* T2S rT 2. w v» S; “7 >." u" A- 7T 05
â f
'*• v^-
■' A '
5 ; {/• a» ?■
ı‘ 1"
r- '<
-
J
'S
İ. £ * İ : ?v ,*Çu r.^ Ş/ £V> si
cu ^ - *?’
t» 11 r ; 1 ^ d f f
SEÇME M l T I N I f R

Ffeod'ier, vakay! ve nâdisat dah zha- ve S cumhuriyeti idareye, as-i harekete ka-şı cehil
oaî cHtl <i "TerakKiperver Cumnurivel ; :rk3s;" ve taassup ve her rev husumet ayağa ka<ktğı
n-ogram er hain d’m ğ a'in mahsulüdür in; zaman bSinassa terakkiperver ve cumhuriyetçi
fırka, memk»kf?tte suikaMç'er’n la*»$$$«ngâs,\ olanla-.n yeri, hak'kı te-akkı vc curi-uriyetç
ümidi ’si’nad: oldu; ha-iC cıüşmanlarır ver olanların yanıdır; voksa mürteci enn um t ve
7u k Devletini laze Türk fum.nurive! r m*h faaliyet rrembaı olan saf def, i...
vetireye mâtuf plân arının suhuleti tatbikatına Ne oldu f fend Jerih I lukf.met ve Mec'is. fev­
hz mele çalıktı. Tarih, tmu-ettep umum. ruc<v‘ kalâde tedb:-ler a maya uzum gördü Takriri
olan Şa^k İsyan, esbabım tetkik ve taban i etîrğ Sükûn kanununu çıkardı İstiklâl Ma hkeme'eri-
zaman, onun rnuh'-n ve bâriz sebepleri mcva "i faaliyete geçi di. Ordunun sekiz, dokuz, se
n nda ' Terakkiperver Cumhuriyet I r k a v$ m n di- *erbe- f ricasını. uzun müddet tedrbata hasletti.
n' meva'rim! ve şa-ka gcnderd kfe:'- kâtibi r * 1 "Terakidpe-vc- Cumhunyel Fırkasr deri er.
suİlerin r teşkilât ve tahrikâtın; bulacaktı". muzr teşekkülü s*vasiyi secktetti.

E f e n d ile r , y a p t ı ğ ı m ı z r k .â b m v ü s a t v e a z a

m e t' k a r ş -s ın d a , e s k i h u ra * a t v e m ü e s s e s s in ( Cumhuriyet Düşmanlanııın


b * ıe r b i r e r s ü k u t u n u g ö r e n m u t a a s v p v e ı li­ Son Namerdane Teşebbüsleri
r a k â ’ a r a s r , we fk A > v e ü ı k a r i a t : d i n i v e v e b u r*

m .e t k & r* o l d u ğ u n u : ' â r e d e n I) r f r k a v a v e b a ­ Net ce, b ttab . cumbur yetm n-uvnriak '/etiyle tc


h u s u s b u f -r k a r ı r . ç ır d e s ım -e r i ş o h -e t b u l­ ceili ett Âsiler mha edrkJ* pakat. cumhu’-ryc't
m u ş z e v a ta d o -t e ' e s a n m a z n r? Y e n i f ik a düşman aı . büyük kompîoncr safahat hitam
v a c a r zevat bu h a k ik a t ! m ü d r ik d e ğ : m «d ' bulduğunu kabul etmediler. »Namerdare, sc.*n he
le " ? O h a id e e k e r in e a ld ık la ' , d ır b a y râ ft; şeljbuvt* grıştiie-. 3u tr,şıilxxıs İzmir sukasb s.ire
il e , r r i l l e t v e m e m e k e t i n e r e y e g ö t ü r m e k s tı Hrue tezahu- etti. Cumhuriyet mahkemelerin r
v o r l a n l i ? 3 o v e b ! - s u a l e v e r i l m e s i l â z ı m g e le n ka;-harperçemi, ;kj defa da, cucnhu-lyet', suikast
cevap d a . h ü s n ü n i y e t , g a f le t , k a y ı t s ı z l ı k g i b i çı <?r n ei’rden kurtarmaya muvaffak o’du.
s ö z l e - ; m e m l e k e t i t e r a k k i y e İs a ! e d e c e ğ i m d i­

y e o r t a v a a t la ." b > '" k a r û c ^ a ^ ı ’ç ’ n m a z e r e t

t e ş k il e d e r w !

rfc'yl.ier. yeri ";-<a unvan ittihaz ettiği "te­ Memlekette Sükûn ve Asayişi
rakki" ve "cumhurıyeT r.amlanfiın / eki; tamla- Tesis İçin Tatbik Udiîen
*-yîe inkişaf etmişte. 3u bıkanın ruesası, hak ka- k’evkâlade Tedbirleriıı
ten rouıter em ümit ve kuvvet vem'lştı;. < İyi Neticeleri
Efenci ler, 'terakkiperver'’ ve ‘ cumhur yeT
ke meler r kullanarak b /e ve munevveran Muhterem Efmıd c>r. c.drti cabat üzerine, h:,-
mil "ete ka-ş- un bav «ağım g’z enek tedbi- "de kumetçr fes-kalâde tedoirier ahrması luzumu-
bulunurlar, memleketle umumi rt’ta ve isyan ra dî> i’k izhan karaat mt g miz zaman, buru
yapmak ç r, dah i vc Hariçte îert'pier ve teş­ husf'u tc'âkki cîmıytm ev va-ci;.
vikler yanmakla meşgul olaniam mevtud ye­ Takrr: Sükûn Kanununu ve İst k1.1I .V.ah.ke
tinden bihaber farz ohunabTı-ie- mi* Yeri i;'Ka- melerim, vas ta: istibdat olarak ktiîlanar.ağtmız
ya dah ’ olanların, te km ’ âzası roevzuubahs hk-in o-taya atarla- vc bu tik- td kre ça şan
olmasa bile, dırî mcva>ri.. muvaffak yet ;çin. la' oldu
müessir âm kabul eder, ve buna dair 'cymulu Şuuhe vok ki, zaman vc vakayı, bu şayar
nizâmnâmelerine ithal eden k mseier. nx\mie reiret fıkn telkine çalışanlar, elbette hac I
kete mtıtevecc h, şahı Carımıza mutevea ib su- mevkie düşü'-Hiı'Ştun
!kast: erden bihaber kabul ed İemezlerî Sız, fevka âcie ittihaz o'uran vc *a~ca: kanur
İ..V o a.n tedb r r- h:çb r vakit ve hiçbir suret e.
Politika âleminde, b çok oyunlar görülür kânunun fevk:re çıkarmak iç.r. vasıta olarak
fakat, mukakdes br mefkurem, îece." s’ olan kınlanmadık; h lak s. memlekette sukûr ve
asayiş ‘es sı için tatbik etrtle: devletle bavAt ve ku evavve w h-âklıriveli milliye ve mavin »vef
■«■tidâbv, îrm'r ç r ku'iard k. 31/, o tedbi-e şahsiye h 'âtında muamele-' ckJugru iddia et­
ri, rriTet n modon. ve içtimai inkişafında istfa- miş ve bunun "talka ademî tatbikin:.n tem n
ücli sıchk. vc teyT olunma* ra çahşnvştır *a kat. Nuret­
ilendik?' aid*ğ»rruz fevkalâde tedbîrken tat­ tin Paşanın, Millet kürsüsünden galeyane get r
bik na lu/um kaiır.adıg görüldükçe, orvanr meye ruvava< cidugu taassup vc i-t'ca İrsle­
tatbik, rdan sad; nazar « i il''»ekte tereddüt gos ri, rihavet bı kaç yerde, vah. / b rkaç n e te d ­
fenimemışt.r Nitesin:', .siV âi Mafcke vu ie r, ir, ,sî«<iâ Mahksncknndp nesao ve«reler y
zamannda tatil faa’ryet CY’rd.kle-* jrbi, Takrh k? sordu
Sükûn Karururu da, müddet' meriyeti nita- Efendi er, tekke ve zavivoiede. tb-bo enn
mırda, Ce<at Buvuk. MiUet. Meçliirun huzvıtv» secici ve akkûmuıv Urikatlede şeyh'.k, derviş
îetk-kuv arz olundu. Mec .c. korunur bb müd­ ' k . mörıtl'k, çelefcii k. +alcii;k. bîivuculuk ve
det d-r-a idame- meriyetin û/urrlu görmüş tu-'.'KHİari-k ve ilâ... gibi bî-Mk m unvar’ar»r
s<\ e bette, bu, m liet ve cumhu-lvebn â i men ve ilgası da ’îak' ri bukûr' Karunu rievr r-
menfaatle* Tâbi ordu£undarxh*: Meclis» Âh- (ie yapjim ştı, Bu husustaki K'aat ve tatbikat,
n n bu karar, h?ze, vasıta’ st bdat vermek hrîyrt: içt maiymizin, huv.fepı^est, piKİa bir
maksad na ırâfuf tasavvur olunabilir m’? kavım o mad g;r göstermek n a k l i nâzarı.v
t reodV . Tas i: Sukhr Kanununun ran ve dar, ne kadar elzem ciı; bu, takdir o unuv.
tstis â- Mahkemeler rin tali taa yette bulund­ S rtakım şeyhlerin, dedolenr, se\y tie*ir., çe-
uğu n'iakîet zadında. yapı a:> işle-’, gö/ cnûre ieh edn. batalarır, en*îfiı»rlr sıkavndan su-
v;ebre<.ek olursam/; Meci-S r» ve «rkecn emni­ r,jidener w û/c ie«a, büyücülere, uCûrukçulo*
yet ve îtimad n r, tamamen man^'une masru* -e m,snaı.iia-a tâii ve hayatiam ce r'ivet eden
olduğu kendilisinden anîuşdr. insanlardan mürekkep b.r kütleye, mcde^'i b.r
Memlekette ka edilen, büyük işyar ve su o’ Ilet j-azar;y e bak.iab’ : ro’f Miiictin .zir,
sastier bertaraf eriılcek. temin olunan asayiş yarirş mânada gösterilen ve asHarca göster­
ve huzur, cihette, «-mumca rucibi memnuni­ miş olan bu g;l» arasa ve m^'s^sat, yer* i ur-
yet ölmüştür. kiye Dev.et’rdi*, Türk Cumhuriyetinde idame
t-emb'e:, m’T,el:ıri/,n başında, cebi-- ga; ct ed mel- m;ydı> bura atiı cVrmırye: etnu>rrp<..
ve taassutnm \c; lı^akki ve temeddün düşman terakki ve teceddüt namır-a. en bı^yuk ve gayn-
ligine, alâmeti farikası gib telâkki o uran fesi kab li te âti hata cinr:az rwdı? İşte biz. Tale ri
atarak omun verire bulun medeni âlemce, <*?r- Sükûn. Kanununun. mer yeUador istifade ettik
IKjş o arak kullanılan şapkayı g:ymck ve bu su­ tse. I>u ta- hi taJay rt:akâ|beiıncr’ek içir; .m i-
retle, Tüfk mi 'et'nir., medeni hayatı içtimaiye5- letimiz n ras yes;r o ’dugu $ hı aç < vt* pak
rier, zh niyet Irbanyle <Je hiçb»- fark' olmad' gostemıek iç :-: m elimiz r mutaassıp w Ku
gını göstermek br ’âzme İd: Bunu, Takrirı b j •uru Vusta’ zihniyette olmad an spat etmek
kân Kanunu, cari olduğu /a•marda v«:jX:k. Bu ç r îstirack? ettik.
kamın car: olmasaydı, v re yapacaktık. bakat, Elendi er, rrlliet1’mlcm içtimai, :kt sad-, î'ulâ-
hurda, kanunun meriyeti de, suhokubahş oldu '•a pi'cun e ireri eri n 'ja 'x sâ- ve muraseba-
denirse, bu, çök doğrudur. Filhakika, Tak-i-ı rrcîa ley zh neticelerin /emini elan yeni ka­
SukOr Kanununun rre-ıypti. baz; mürteüîenn, nun arım / oa Hû rıvct risvarı ter-in w ha­
ır illeti vasi mikyasta tyycVrr etmesine meydan yat aU?v tarstn eder Ka vın- M^den’ de bu
bıras”wm;şt r. Geçi, î) r Kusa mebusu, butu" bahsett ^ıriz cK-rcr^ vucucia gci nimiştiu 8j
hay?h teşri iyedinde, h’çbiir vakit kürsüye çık ra t?nâicyt^, b u bor vid a d a n , y ^ n u ve ancok,
mam ş ve hîçb-r vakit Mecliste, mulet ve cum bir rwkti* nuzartihn ist:îjd c th Uv ’u . O b o k lv
hurivef menfaat o*t ! müdafaa ç.r, b‘r' iek ke nazar şu d u r fır k mlUetfm, evden; cihondj.
Pne Pah: telâ^'uz etmemiş olan Sırsa Mebu­ !ây>k olduğu mevkie iVadcirru k vo Türk C um
su, Nu'ctfr Paşa, yalnız şapka iksaju aleyhin hur :y etin i sa.*sdovz lefn e H cf üsenadfi. hc:
oe, uzun b r tekfir vermiş ve buru müdafaa gun, daha ziyade? takviye etmek... vo iyonun
içir kürsüye çıkm ştı*. Şapka kî sasım "huku­ •çin de, istibdat fikrini öldürmek ■
N.

vC

ü -y -i . X. t. ■->

£2> c:>r * •2 V. 3 ?
./
5 t O ,\: «■s
£ .y- r' r 5 F ^>'3 'X 3 :-- T -S “5 F
• .?? 7
55
6 sk
£5 “ İ5 g
c:
->
/*• V. 'i t rS '-« -k ": .7 'TJ
::
t .? .S | s
r f S £ e 4=
k ,.. gti
5 | S
h _
JL.
£•57 v F ■*■' .*>r 2 ■£
-V ö<ç> İS
c p j* r v ^ ^ - t C
,•
l l g C ^ .,
•? -i ü s S 2
ATATÜRK'ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ NDEN

■h M -3
3 & i 2* p a '| VJ* v f- 4 rc -■-
•f
>
C
vy
i -3 V <S
.■*? - y

M £
fTS > ^ S Ö
g İ2
!<J
£ & ıi ^ X ’J
O
. N C,
t 'S at ?> v ; g? .y t k : 1 1 13 s I S o ö - s ~y <7

İ r if îf
* & 5?r
rt'. Vİ, ■*' S f; o
£ -£ *p r b C .N J - ı-J
yv*' r ■* **r -
„ j-
r*
r Jd S p-J Î3
I
13 5, t
&4 J? n •• ;- x V K «
p3 — rr05
■« £N
IN !U L S t - y p
"'o !T
W
£ ..." ?■
•s
v -i -
~ > 2r ■r;£ *n<
>■' "S 3 .y . y .r c . Ss V rX -~

ı—’ b :'î 2 ./ 3
!g
? -Js 7 .7 •H E “ t
&■£ ■£ 5İ 1
Q

X rz ■£«*• 5* r _k; r's _£ -3 X.


c "> F
\ r\ *r?
►, v-tfy Ç ç
N *«* 2 &E& r3
.*« fa
£» "TU
** p
"F t>z
F
.• C jf> -.3
"S
p. ^ r r
i.-' >7 /
i :<3
■yö £ 3— •; r
y * ^ ç L V t
r? i: cû '£ Ç - •'■
| .7 r S ^ b *î
T3 -T5
? | >
£ f: ?' n V
ir <■ 3< ,ci İî '7 t/y yu / 5 y “ “•z
Î H I
r •v

•A. .ÎS «s . o; _W . -A. ■y 42


* ;ö r p .* 3 lâ
i'f .s:’<£ >r5 ^- ^>' İÛ t J X:- $
ft * wı c •2 r.
3U .1?
L' -ru t Jf ;t -X r «: > 'x> t; I E a o.
•yi- .
{ •'C
*r - e*o ■&— V .% >c- > 'S “ •i- t- v
% * i<
v :f ^ •A •4* '!"
S- v
fc -- ”3 ti “5 7 .V .ti % "T N V
st
,3 '9 3 .? r •' i r
/'N r c Z s t L
L ^ ;- *. XX
^ .V
X •' * ••'
Çy
:: ^ ^3 - ÎX %“
?/S V 4: â v r- 4F *-£ 3 £ 5 |
y .'" py V /. ~v>s -'u1 ^ S :£”3 V.- N
r' 'Ç Ş Y'Z. Z~? *s-£. ._--N.
.— .? V
.Sd ■" { - > İr ✓ k ç;
<-.-■« •J-x şJ ‘ -r-p -X7 ^f .O
f- r\i .£ .r •ti
„ .^
A
•TJ <T5
'
■8 > ^ "45 _îj •<•4i f r A . «ş
y 2 -t K /f t= i k. «3 ^S5 fe _ 7
o 4- h> • ^ « cC. -„jo •^'i *rx
2 X - .y ,«ftt X -,j r şj Ç a a . y' ** £ h2
■<r~~-*> r « o r « f- i5 A •- > O -f XS -k f t- N
>* .y N r y
*İ s • 7' -T3 ^
„. t
2
M ^> f i.*a . y5 F > s- 5 *3 _y Gy“ — ? ftî X /*-
mjo
~ v t. r .y y İ l
05 •rı r 42
A
f-*“< .5. jg 7 , ti r Cy -».O N
: ! ı T îc
fa -z tf\
k _; •7
L
> ,^
-U V v> ..-s Jş *• * İ3
-- ^ c.
2 r ^ ^ t 2 “€ î F J "İ
, -at İî >
^ -w ^
N Vj :- .5* -k z? k%
■*-
e x y w - ffi
s a 2 w ;a .7 „.
•V
• 1 1 Î Ü ı r i "f: — ^ f: Vu. s>* P X frt -5 ^ f ;3
V •*" ^ „ ı. V*
f-Z-
■ ?
î:
-s ^ ^ j3
^ n J »
■v •j
'0 J y
;; -J .> y* r v> Z| »A
> 2 Cf ” i l
‘fi V
•p a
s. t-9i <
r -k % y 5 3.
V
u. ”^ fz «2 ’Ç ‘İ—
—^ y ■ir 3 t? -5s »s *3j,v, iâ r. >> 2 2 '3 -•' - - V .«* P3 X .5* V i > î.
.i r
<. a- E
■; k
Ö2 0w .21
r
?l-î £n- .ı: ;j .y ;; a f 0, c > L 7= .k
/-
S * .*. C '>
c 4 «2 t '* Vt' *
S C Ç fv- L M E ’ N M *

Arkadaşta! esas prensiple-lmizdend'r.


Ordudan bahsederken bu memleketin hakki M Çifîç e:, B> Küçük sanat erbabı ve esnaf.
sahi): olan Türk rr.il.etinin nünevve- ev'ât’s- OVoek» ve -şç:. i); be-best meslek <ybab. I \ Sa
nndar bahsediyorum. Bu ev atlar içinde şüphe nay erbabı, f}îu<( a- ve (1) Memurlar. Türk, cami*
yok k? ya::nın kahrananlsı ;*.. yetişi er. mü as :a teşkil eden başlıca çalışma zumrolend".
rebbieıim z dahildir İcabında derhal ksvesım Bunların bor b r n.n çalışması diğerinm ve un*um:
dpğişt're-ek icabeden ve-de başın veren ve or­ ramamı hayat ve saadet: rçm zan*id*. î ikam -
du '.'.e beraber yuruyer muallim arkadaşla- mız zır. bu k»cnsıplc is bca? ettiği gave sır,i mucade-
da dahi'dlr. csı yer ne içtimai ntizam ve tesanüt tem r etmek
Ben, yüksek ordunrıuztın zabitlerinden ve ve brb-nni nakzetır iyecek su-ette menfaatlerde
onlarla Türkün m»,revve- evlâtla ndan oahset- ahenk te? s eylemekt’. «Menfea&r, kabl’- ’yet. ıra*
fiğim zaman. orla-ia beraber olan fikren, vic­ Tet ve çalışma derecesiyle mütenasip olu\
danen. ilmen rr.il 1? kahramanlığa tşt'rako mü­ î- Çiftçilerimiz: k'cd, isîhsaî kooperatîfk-
heyya Türk gençte-ırdcn bahsediyoıum. ^ıbı iktisadi teşekkül ime mazha- etmek ve bu
Bu geceki marzaıa, bana be yüksek gençli­ teşekkülleri terakki ve îekkem nid rttrmck ga
648 ği tenis: 1ett ğ içir, ne kadar mütehassıs oldu yedir.
ğumu ania-sınz. Ka:b;mde tahassüi eder sa­ '♦ Küçük sanatlar eröah nı esnafı muşkiiâî ve
adet: ve düşündüklerimi .nazarlarım size isal zaaftan kurtarmak ve orla-: da’w kuvvet i, er>
etmektedir. Sözler mır nihayet verirker şunu n yelli b:r vaziyete koymak iç ir <ap eder \*e
sarih o a-ak soy emek sterini ki, Türk milleti d: müessese!eri yaratmak düşürdüğümüz esas -
ordusunu çok seve-, onu. kendi idealinin hâr. noktala-dar b'rio.r.
sı telâkki ede-. S M lliyetç Türk amelesi ve şç k'n mevcu*
iS v o t ) lî, 269 270, 1S31J d:yet:e-' ve emtKlenyle Türk l am ıas.nn kıy­
metli uzuvdandı-. Bu tiuarla amele ve şçi'eri’''.
hayat ve ha< arını ve menfaat erin goz onur de
Seçim Dolayısile Millete tutarız
Beyanname (22.IV 1931) 6- Ser!x*st r*.e? ek erbabının “niili Turs mev
cud yeti ç ir çok iüzur**<lj ve f'ayoalı olan hız
B zım bugün yemden» mlk»tr hatı-atmay: fay metleri f'k a n ı* da ma takdir gczıs önünde tu
dalı gördüğümüz esas noktala’ şuriardu: (ulur. K a b i h v e t v e hiz-neten karş 1ğ»n: gor
I- Cumhuriyet Halk Fırkasının cumhur ycıç-, n eler için faaliyetler' sahasın açık ve em:n
m yetçı, halkçı, dcvFetç, lâ k ve rk ı’âpçı vs- bulundurmak ehemmiyet verdiğiniz vazife* e j­
snları onun değişryyen ba*U mahiyetidir. derdir.
Bu mahiyet; şu noktalar izah eder /- M em leket n inkişa-’Tndu buvuk ticaret,
Al Mili* mefkûıeye sadık kalmak, fabrika, büyük araz ve çifti * sahipler :- n faali
BJ Milletin irade ve hakimiyetim, devletin yet e; muhim d r. Normal çal şan ve tekniğe
vatandaşa ve vatandaşı: devlete, karşılık!* va- sîVat eder* sermaye sah ok- u>şv k v r h n*a-
zifetainm hakkıyle ifasın: tanzim yolunda kul* yeye lâyıkt ı
lanmak, e- M d İe fP yüksek m e r'a a tln 5 daim a goz
Q Ferd mesai ve faahypti esas tutmakla tx’ ö ru ’Kİe tutarak butu*, dikkat ve hımmederıyk?
rabe- mümkün olduğu kadar az zaman içinde vazı*e ern e »vaoı hayat eder memurla* ner tu­
millet' refaha ve memleketi mamurıyete eriştir lü huzur w -(»/aha layk tr'ar.
"iek için milletin umumi ve yüksek ne Saatle 9- Dev'etip yüksek bünyesinin sarsılmaz u:
rm;n can ettrdği işler e b’ hassa iktisadı saha­ r eli olan ve mıjh netkCrey m li varlığı ve in­
da dev eti ‘V st alâkadar ve faal kırnak. kılâbı kollıyan ve koruyan Cumhuriyet ordusu
2- Türkiye Cumhuriyeti halkın: avrı avn s n vr ve (x*un % ia k â r ve kıv*met m ensı^larniT
mfiardan mürekkep değil ve takat ferd' ve çt: daima hur-net ve şe-e* nevkiıncie tutu imas t a
rnal hayat :ç r ş bolun u itibarrie muhtelif me sureti rrahsusada itina ederiz.
sa; erbabına ay-cnş Dr camia telâkki etmek ‘S v c D , :v, b49-b.S0r ^93 ı'
SEÇME ME T İ NL E R

FIRKAMIZIN DEVLETÇİLİK VASFI*


İSMET İNÖNÜ

İk tisa tta d e v le t ç i lik siyâseti, bana her şeyden Bu kısa hülâsalarım, iktisa tta d e v le t ç i lik si­
evvel bir müdafaa vasıtası olarak kendi lüzu­ yasetini, ne kadar inanarak takıp ettiğimizi ifa­
munu posterdi. Asırların ihm alini telafi ede­ de eder ümidindeyim.
cek, haksız tahripleri iymar edecek, yeni za­ D e v l e t ç ilik ' in memleket iktisadiyatı üzerin­
man ın çetin şartlarına mukavemet edecek sağ­ deki faydalı tesirlerinin ekseriya kâfi derecede
lam bir devlet bünyesi kurabilm ek için , her farkedi İrmediğini görüyoruz. En serbest zanno-
şeyden eve), devleti, iktisatta yıpratacak am il­ lunan bir sanat veya ticaret, müreffeh olabil­
lerden kurtarmak lazım geliyordu, Demek kir mek için, mutlaka devietin yardımına ve m ü­
ik t is a t t a d e v l e t ç i l i k t i b iz, inkişaf yolu takıp dahalesine ihtiyaç göstermektedir.
edebilmek için bir müdafaa vasıtası ve bu se­ Subaşında o ld u ğ u m u z iç in , b u ih t iy a c ı h e r -
beple bir aziym el noktası, bir temel addetme­ g iin g ö r ü y o r u m v c so n ra "se rb e st m e s le k s in v c
ce mecbur bulunuyorduk. “d e v l e t ç i l i k ^ r ü c h a n ı iç in , a y n ı m e v z u la r ı n 649
D e v l e t ç i l i ğ i n müdafaa vasıtası olup olm adı­ d e lil o la r a k z ik r o lu n m o s ın a , ş a ş ıy o ru m .
kı, yedi sekiz seneden beri münakaşa o lu n ­ D ikkatle vazettiğim iz güm rük him ayeleri
muştur. Fakat son seneler arlık bu münakaşa, veya diğer tedbirlerin mevcut olm adığını, bir
m anasız ve bedihr bir mahiyet aldı, ün kuvvet­ an için, tasavvur edebilir misiniz? En karlı ve
li, en zengin devletler, tasavvur olunamıyacak verimli bir sanat veya ziraat, bir tek müşteri
devlet tedbirleri ile iktisatlarını müdafaaya vc bulam ıyacak kadar, rekabet karşısında perişan
kurtarmaya çalışıyorlar, Demek ki, bizim , d e v ­ olur. Yediğim iz ekmeğin ununu dahi memie-
le t ç ilik ' te müdafaa kuvvetini görmüş olm am ız, ket dahiiinden alam ayız, Osm anlı İmparator­
Fırkamız, Cumhuriyet Halk Fırkası için ancak luğu gibi bir misal, henüz hatırlarımızda pek
övünülecek bir isabet ve doğru bîr karar cüm ­ yakındır*
lesinden saymak icap eder “ T ü r lü k r i z l e r d e n d o la y ı, e n s e r b e s t n i c e
Biz, iktisatta d e v le t ç ilik '! , inkişaf için ve yeni m ü e s s e s e le r i, s e n e le r d e n b e r i , s e r t f ır t ın a la r
düzeni kurmak için do feyizli ve müspet bir yof {fırtın a la ra , e.n.) k a r ş ı tu tu n d u ra n , D E V L E T 't ir .
savıyoruz. Demek İstiyorum ki, y a ln ız m ü d a fa a T ic a re t g ib i s e rb e s t s a h a d a , d a r v a z iy e t e d ü ş e n
g i b i m u h a f a z a k â r b i r n o k ia i n a z a r d a n d e ğ il , t ü c c a r la r ı (m e s e la tü tü n t ü c c a r la r ı) k o r u m a k
ile r iç m e k ve in k iş a f e tm e k g ib i g e n iş le y ic i p o l i ­ iç in , h ü k ü m e t g e ç e n s e n e le r d e h u s u s i t e d b ir le r
tik a iç in d e m ü s p e t v e e n m ü e s s ir vasıta s a y ıy o ­ a lm ıştır, in h is a rla r, h e r s e n e hasat z a m a n ın d a ,
ru z . - Memleketin muhtaç olduğu sanayii, teş­ p iy a s a y a m ü d a h a le e d e r le r V e, b ir s e n e " d e v ­
kilatı, vasaitı, devletin yardım cı nazaretl ve le t in h is a r " v c “d e v le t ç i lik " a le y h in e h a y a le t
hatta doğrudan doğruya teşebbüsü olm aksızın k u r a n n i c e m ü t e ş e b b is l e r g ö r m ü ş ü m d ü r k i,
kurabilm eyi, safdil olanlar düşünebilir.- Asır, m e v s i m in d e in h is a r la r ın p iy a s a y a m ü d a h a le
çok amansızdır. Ve, seneler geçtikçe, zamanın e tm e s i iç in , b ü tü n id r a k le r in i s a r f c d c r lc r ."
insafsızlığı azalm ıyor; her hududu aşacak ka­ Devlet şimendiferleri, bazı yerlerde ve bazı
dar azgınlaşıyor. Geri, ve eksik vasait içinde bı­ mahsuller için, yaktığı kömür parasını çıkarm ı-
rakılmış olan kahraman ve büyük bir milletin yacak kadar u cu z tarife ile nakleder. Devlet
sanayiini ve İktisadî düzenlerini, devietin bü­ elinde olmıyan bir şimendiferin böyle bir ted­
yük vasıtaları ve imkânları ile bir an evel vücu­ bir olmasına imkân var mıdır?
da getirmek, taşıdığımız vazifelerin en ağırı ve Bu m isallerle, d e v l e t ç i l i k aleyh ind eki en
en mühimidir.*S. büyük iddiayı izah etmiş oluyorum ; H u s u s i
m ü e s s e s e le r d a im a k â r lı ç a t ış ır la r v c d e v le t
m ü e s s e s e le r ! d a im a m a s ra ftı v e z a r a r lı o lu r t
{*) K a d ro D erg isi , Cilt 2, No, 22, Teşrinievvel 1933, iddiası. - Bütün memleketin menfaatine tedbir
S. 4-6 (aktaran Nevin Co$ar, Tü rk iy e'd e D evletçi­
lik, Bağlam Yay, 1995),
alırken bazan yaktığı kömürün bedelini veya
5E Ç M E ME T İ NL E R

inhisarın varfdatmı düşünm em e vaziyetinde da veya devlete ait olması, o işin talep ettiği
kalan, Devlet, elbette serbest b k bazfrgin (be­ va&ille Ölçülemez,. Mesetenfa bütün memfe-
zirgan, e.n.) g ib i, bir çok ahvalde kâr etmiye- k e le a lâ k a sı v e y a h u s u s i m e n fa a tle re te rk e d ife -
cekEir. Bundan daha tabii ne vardır? Ve zaten b llm e s i ih t im a lid ir k i, b u h u su s ta k a ra r v e r m e ­
d e v lo t ç ilik 'İ n memleket için en büyük bir ray­ ğ e e s a s o fa ca k v r,
dan da, ancak bazr ahvalde bu kadar cesure- G eçen on senede hissi selim ile temiz va­
ne tedbirler a lm a sın ın m üm kün olm ası He tanperverlik, İktisadî hayatta devletçilik siyase­
izah edilebilir, tini, bize kendiliğinden yerleştirdi. Biz, bu yol­
Devlet, an cak ferdin. yaparruyacağı peyleri da, İmparatorluğun ç o k zam anda yapam adı­
yapmağa çalrşmalıdFr, nazarîyesî basiretle mü- ğından fazlasını yaptık. MiileEm yüzm ilyonlar-
talea olunma11d j r. Bir defa,, efradın yapabilece­ co liralık işleri ve iş şeklinde hâzineleri, her
ği bir şey] Devletin, bahusus bizim devletimi­ npktai nazardan müdafaa ve inkişaf vasıtaları
zin yapmaması, Şayanı arzudan da fazla bir kuruldu, birikti. Artık tecrübe edilmiş bir yolun
şey, lazım bir şeydir. Çünkü, her şeyden sarfı­ şuur ve sebat ile yolcusuyuz.
nazar, yalntz maddi vasıta bakımından, yapa- Gelecek o n s e n e n ih a y e tin d e , ü m it e d e rim
650 cağrrmz işler o kadar ço k ve o kadar mühimdi c ki.. T U R K U İL V L E T Ç İÜ Ğ İ, memJefceMefci oserfe-
ki, bunlardan, efradın yap abileceği kısmına rr ve b e y n e l m i l e l t e s ir le r iy le , " İk t is a d iy a t t a
vesaitimizi dağılmamak, elbette e r makul şey­ d e v le t ç ilik a n l a y ı ş ı n ı n e n m ü t e k â m il ilm i ş a ­
dir. M aahaza, benim kanaatimce, bir işin efra­ h e s e r i o la r a k z ik r û lu n a c a k it r .

MUAMMANIN ANAHTARI*
TEKİM ALP

Yakından bakıldığı ve Türk m ucizesi namile Binaenaleyh ancak Türk tarihinin sahifeferini
anılan şeyin mahiyetini anlam aya çalışıld ığı karıştırmak suretife Atatürk'ün gayrimiJİT nami-
zaman hakir olarak şu sual hatıra getir: Madem Je tavsif ettiği inhitat devresi zarfında Türk mil­
ki Türk millelî bu kadar kahramanlığa kadirdi, letinin mukadderatı üzerinde rol oynayan haki­
madem kr bu kadar büyük bir dinamik kuvveti ki âm illeri ve müessirleri anlayabiliriz, Fakat
haizdi neden dolayı bu kadar uzun müddet her şim diye kadar tam m anasile bir Türk tarihi
nevi diktatörlere ve zorbalara kendini ezdirdi; m e vcu d d e ğ ild i. F ilv a k i bir G sm a n b tarihi
neden dolayı kendinin uçurumun ağzına kadar mevcuddu. Bunu da Türk tarihinin ufak bir cü ­
Sürüklenmesine meydan bıraktı? Atatürk inkılâ­ zü olarak Eolakki etmek hatadır, Çünkü Orada
bım mümkün kılan meriyetleri, manevî ârniife- yanlış anlatılm ış harblara ve bu gibi ahvale
ri niçin harekete getirmedi? Yukarıda izah elti' müteallik bir vak'anüvislikten başka bir şeye
gim iz veçhile Atatürk, kendisinin ve Partisinin tesadüf olunamazdı. Türk milletinin sosyal ve
tatbike çafrştsklan prensip ve ideallerin milletin kültürel hayatım rnılfr bakımdan, objektif bir
y.übdei aruall olduğunu bfcr vesile Ue tekrar et­ surette tasvir eden bit Türk tarihi hiçbir vakit
miyor mu? yazılmamıştır, A ncak İleride göreceğimiz ve ç­
Kim senin m eçhulü değildir ki bir m illetin hile Türk tarihini yaratmak şerefi münhasıran
hakikî karakterini ve hakikî mukadderatın t an­ Kemalist inkılâba a iddir.
lamak için lıer vakit tarihe müracaat gerektir, filvaki Kemalist rejimine hiç olmazsa haya­
linde, rüyasında kavuşm ak şerefine m azhar
ofan Ziya GökaJp, Türk medeniyet tarihini yaz­
(*) Akt. Jaeob Landau, Tekin A lp : B ir T ü rk Y u rtse ­ maya azmetmişti. Ancak tam inkişaf devresin­
ve ri 1883-7961, 1996.
SEÇME M ETIN LER

de itten eceli geldiğinden bu tarihin ancak bi­ rihidir ki Türk milletinin ruhunu vücude getir­
rinci cildini ikmal edebilmiştin İşte Türk mede­ miş ve bu ruhun derinliklerinde cemiyet fikrini,
niyet tarihinin bu birinci cildinde bizi işgal disiplin sevkı tabiisini yerleştirmiştir.
eden muammanın anahtarını buluyoruz. Ora­ İşte bir kahraman iarafından idare olunmak
da şu satidari okuyoruz: saadetine mazhar olduğu zaman Türk mıffetf
"Türk milleti başka milletlere benzemezdi. için haşmet ve azametinin başlıca kaynağı, ve
Başına bir kahraman gelirse, siyasette ve me­ böyle bir kahramandan mahrum bulunduğu
deniyette birdenbire parlar, siyasî ve medenî zamanlar inhitatının başlıca sebebi de bu ka­
seviyesi birdenbire yükselirdi. Başında bir kah­ rakteristikten ibaretlin Bazı ahval ve şerait tah­
raman bulunmazsa inkısama ve inhüâte baş­ tında Türk milleti diktatör ve zorbalara mağ-
lardı. İnhitat başlayınca da bir an içinde sönüp Eûb olabilir. Fakat bu mağlubiyet zahirî ve ge­
giderdi." çicidir. Abdülhamîd, Türk milletini ezen dikta­
Büyük filozofun umumî surette nasyonalizm törlerin en dehşetlilerinden biri idi. Fakat gü­
ve bilhassa Türk nasyonalizmi hakkındaki fikir­ zideler ve mütefekkiri erile temsil olunan Türk
lerini bilmeyenler bu sözlerin hakikî manasj milletinin canla, gönülle ona leba iyet ejtf£j id­
hakkında yanlış yollara sapabilirler. Ziya Gö- dia olunamaz. Millet, kahrı alcında inlerken,
kalp nazarında nasyonalizm bir camiayı teşkil zamanını vc daha doğrusu kahramanını bek­
eden efradın kültürel birliği demektin En ziya­ lerdi.
de virdi zebanı olan umdelerin bîri de "ferd Avrupa'da Jön-Türk namile maruf İttihat­
yok, cemaat var1 " vecibesinden ibaretti, Şurası çılar, Abdülhamid'i pekâlâ devirerek meşruti­
aşikârdır ki bir camianın efradı arasında ancak yeti ilân ve tesis etmeye muvaffak oldular. Fa­
kobram an evsafım haiz bir şefin otoritesi saye­ kat manevî otoritesi sayesinde bütün miiiet ef­
sinde mutlak hir birlik tesis olunabilir, radım toplamaya ve birleştirmeye muktedir
Şüphesiz ki Ziya Gökalp kahraman tabirini millî bir kahraman yetiştiremediler. Başlarında
Karlayl (Cariyle) taralından kullanılan manada böyle bir kahraman bulunmadığı için bazı za­
istimal etmiştir. Kahraman mensub olduğu mu­ manlar meşrutî hürriyetler anarşi hareketlerine
hit ve cemiyetin evsaf ve meziyetlerini temsil karışmıştır...
eden adamdır. Milletin hayatî kuvvetlerini tc- Ziya Gökalp tarafından mücerred bir surette
cesstfm ettiren müşahhas b ir t im s a ld ir k i m ilie li iter/ sürtf/en teteofo/flr tez bizzat Atatürk tarafın-
inkısam ve inhilâlden masun kılar. dan tarihî nutkunda kat'î ve realist bir surette
Bütün milletler böyle bir şefe muhtaç değil­ ifade olunmuştur:
dirler, Millî karakteri tâbi bir meseledir. "De- ■'Efendiler, tarih gayri kabili itiraz bir surette
mulen" derdi ki muhaceret yolu sosyal tipi ya­ isbal etmiştir ki büyük meselelerde muvaffaki­
ratır. Bizce sosyal tipi yaratan tarihtir. yet için kabiliyet ve kudreti lâyetezelzül bir re­
Şüphesiz ki Türk milletinin başlıca vasfı fa- isin vücudu elzemdir. Böyle bir hengâmede is­
fifı/iğinden ibarettir, Türk ınrftetf Orta Asya'nın tişareter(e, birçok hatırlara ve nüfuzlara mah­
yaylalarım terkettiği gündenberi fatihtir, Oğuz kûmiyet lüzumuna kanaatle salim ve esaslı ve
Han'ın kCırei arzı altı oğluna taksim edip onlara bilhassa şedit yürümek ve en nihayet çok müş­
icazkâr okları ve yayları vererek dünyanın dört kül olan hedefe vâsıl olmak mümkün müdür?
bir tarafına yolladığı esatirî zamandan beri fa­ Tarihte bu tarzda mazhariyete nail olmuş bir
tihtir. İmdi, milletin başında, harb meydanında­ heyeti içtimaiye idare olunabilir m ir
ki bir kumandanda bulunan otoriteyi haiz bir İşle muammanın anahtarı budur: Türk milleti
şef bnfunmazsa fatih ofmak mtimkün müdür? bir şefe muhtaçtır. Tabiîdir kî tevazuundan do­
Binlerce sene müddot, elinde yalın kılıç bulun­ layı Atatürk yukarıdaki ifadelerinde bu şefin
duğu halde atını daima yeni fütuhata, yeni şan kahraman evsafını haiz olması lâzım geldiğini
ü şeref ufuklarına doğru süren bir millet askerî ilâve etmemiştir. Fakat Atatürk'ün realist ifade­
bir disipline, kahraman bir şefin mutlak otorite­ sine bakarak ve Ziya Cökalp'in İlmî sözlerinin
sine tâbi olmadan muvaffak olabilir mi? yardımile muammanın anahtarını bulmak zor
İşle binlerce sene devam eden bu fatihlik ta­ bir iş değildir.
S E Ç M E M E T İ N L E R

tNKILÂP DERSLERİ*
RECEP PEK£ft

L-) İnsanlık tarihî 20. yüzyıla açılırken, yeryü­ leşmesini temin edecek bir sistem kurmak ve
zünü kaplayan geniş Türk yığınlarının batı par­ işletmek de inkılâbın değişmez şartıdır. Bu şart
çası, her yönden gülünç, zayrf ve karmakarışık olmadıkça fenalıkların, geriliklerin yerine iyi­
hale gelmiş oian ve kendisini terkip eden cüz­ liklerin ve Menliklerin konması gelip geçici bir
ler arasında bir bağlılık kalmayan Osmanlr İm* hâdise değersizliğine iner ve eski fenalıklar da­
paratorluğu'nun durgunluğu içinde uyuyordu, ha geniş tahrip tesirleriyle geri döner, (...)
Bereket versm ki, eo büyük imha yaftalan ve
en ezici hâdiselerle bile bozulması mümkün Türk inkılâbının Güçlüğü
olmayan tek bir şey, Türk kanı, bütün bu gürül­
tüler içinde teiniz kalmıştı. Batı Türklerl bu çö­ Bir inkılâbın yapılışındaki zorluk, yerinden sö­
küntü içinde kanının arılığım korudu ve sakla­ külüp atılacak ve yeniden yerine konacak şey­
dı, Dünyaya batılılık örneği gösteren Osmanlı lerin çokluğu, derinliği ve eskiliği ile ölçülür* Bu
Ordusunun yüksekliği, deviet idaresinin kötülü­ unsurlar ne kadar eski ise onun yerine yenisini
ğüne rağmen, bu orduları yaratan Türk Ulu­ koymak o kadar güçleşir. Bir anane ne kadar
su'nun kamadaki yücelikten ileri geliyordu. (,.,.1 köklü isra o kadar güç sökülür. Bu bakımdan
Türk inkılâbı, diğer inkılâplara nazaran, en güç,
Yeryüzü Savaşı en çetin olanıdır, Çünkü başka inkılâpların bir
veya birkaç maksadını görürüz. Yalnız bizim in­
İşte imparatorluk bu hal içinde bulunurken bü­ kılâbımız ise, çeşit ve derinlik İtibariyle diğerle­
tün tesirleri dünyanın dört köşesini Saran yer­ rine benzemeyecek ve onlarla mukayese edile­
yüzü savaşı geldi, çattı. (...) meyecek kadar çetiniik ve güçlük arzeder.
Bütün bu çöküntü içinde en ezgin vaziyetle
bulunan Osmarılı İmparatorluğundu, Her inkılâplarda Zor Kullanmak
şeyini kaybetmiş olan bu imparatorluk, dağılan
öLeki imparatorluklarda mevcut bilgiden ve var­ İnkılâpları yapmak için çok kere zor kullanmak
itken, kültür ve teknikleri de mahrumdu* i...) lazımdır. Saydığım anlamda bir değişiklik yapı­
İşle arkadaşlar, hesap ve düşünce bakımından lırken mukavemet ve irtica unsurları, yerine gö­
hiçbir şey yapılamayacak sanılan bu malzeme re elinde silahla veya cebinde kitapla, kafasında
enkazından, yeni ve yüce bir devlet kurmanın eskiye alışmış somurtkanlık, dilinde iğfal ve te­
yûfunu bulup çıkarmak, Türk Ulusu'na ve onun hevvürle gelip karşınıza dikilirler. Bunları vurup
înkılâhına müyesser oldu. Ve bütün bu kül yr- devirmedikçe inkrlâbr yapmanın ve hattâ uzun
ğmlarmm arkasından batı Türklerinin şereflerini devirler korumanın imkânı yoktur. Öte taraftan
yükselten ve dünyanın gözlerini kamaştıran alışan aiıştrğınr bırakıp, alışmadığına girinceye
Türk mkı&bımn şaşaalı güreşi doğdu, <...1 kati w, akimdan ve şuurundan gelmece bile,
İnkılâp; bir sosyal bünyeden geri, eğri, fena, kendi alışkanlık duygularından bîr çok mukave­
eski haksız ve zarplı ne varsa bunları bîrden metlere maruz kalır. Bu bakımdan da Türk inkı­
yerinden söküp onların yerine ileriyi, doğruyu, lâbı en ziyade zor kullanmayı gerektiren bîr hu­
iyiyi, yeniyi ve faydalıyı koymaktrr. susiyet gösterir,
Fakat arkadaşlar koymak yeterir değildir*
Onları öylece koyduktan sonra büyük bir sı­
caklıkla davaya yapışıp sökülen şeylerin geri Türk I ııkıl âb mm Derinliği
donmeroosiaı, konan şeylerin yaşamasını, yer- ve Bütünlüğü

{*> Recep Peker, in k ılâ p T â r ih i D e rs le ri, İletişim Birçok inkılâplar, yalnız siyasal değişiklikler
Yay.,19&4 amaç alınarak yapılır. Mesela, bir krallık rejimi­
SEÇME ME T İ HL E R

ni değiştirmek için bir cumhuriyet ilan olunabi­ lıklar o kadar işlemiş ki, kazımakla bitmiyor.
lir, bunun için bir ihtilal, bir ayaklanma icap Öz değerimizle beraber, dış görünüşümüzün
edebilir, bir ekonomik sistemin yenilenmesi pürüzlerini temizlemekle bitiremiyoruz. (...)
için güçlü bir hareket yapılabilir; bunlar da bi­
rer inkılâptın Fakat Türk İnkılâbı, yalnız siyasal
veya ekonomik bir rejim değiştiren bir hareket Parlamenteriz m
değildir. O, ulusal, sosyal, siyasal, ekonomik vc
kültürel yaşayışın bütün derinliklerinde aynı Hürriyet inkılâbının getirdiği neticelerden birisi
zamanda tesirler yapmış olan inkılâptır. Hattâ dc, parlamcnterizmdir. Parlamenterizm hürri­
günlük hayatımızdaki alışkanlıklar bile Türk in­ yet inkılâbının getirdiği toplanma ve cemiyet
kılabının tesiri altında yenileniyor. (...) kurmada serbestlik hakkı üzerine birçok siyasal
(Sırasını bulmuşken bir noktayı işaret edece­ partilerin kuruluşundan doğmuştur. (...) Ve bu
ğim; dersimizi anlatırken Türkiye'den başka suretle muhtelif partili parlamento hayatı mey­
devletlerin politikalarına ve teşebbüslerine dair dana geldi. Bu partiler çoğalınca politika işleri­
söylediğim ve söyleyeceğim şevler mücerred ni meslek edinmiş birtakım türedi adamlar be­
bir ders anlatma vazıyeti içinde misaller ver­ lirdi ve devletlerin, milletlerin haklan için mu­
mekten ibarettir, Hiçbir devletin politika, siyasa ayyen prensipleri ileri götürecek bir çalışma
ve idare doktrinlerine tariz etmek hiçbir vakit yerine, vakit kaybeden gayesiz çarpışan ve bir­
düşünmediğimiz şeylerdir, Bu sözlerde tenkit birini boğazlayan bir didişme başladı, muay­
konusu da yoktur. Her devlet kendi yaşayışına yen, hederle re giden kısa yollar uzatıldı, İç de­
uygun gördüğü şartlar içinde siyasal rejimini dikoduları kilükaller aldı yürüdü. Bu suretle
kurar ve yaşatın) parlamenterizm, sınıf kavgalarının, sınıf inkılâ­
bının ve daha sonra demokrasiyi düşman sa­
yan otorite devletlerinin yeniden vücut bulma­
Halktan Gelen İnkılâpların sına sebebiyet verdi.
Üstünlüğü Millet namına iş başına gelmek iddiasında
bulunan parlamcnterizmln çok partili hayatı,
Halktan gelen inkılapları bilirsiniz, hakiki iç devir devir öyle vaziyetlere düştü kir çeşit çeşit
manasıyla ve öz manasıyla inkılâplar bunlardır. partili parlamentoda iş yapacak derecede kuv­
Ingiliz inkılâbını bilirsiniz, Fransız inkılâbım vetli parti bulunamadı. Bu, istikrarlı bîr devlet
bilirsiniz, bunlar ve hattâ Osmanlı devrinin çalışmasını İmkansız bir haîe koydu, (,.,) Bu
meşrutiyet inkılâbı da bu sıradadır, İnkılâpların yüzden, asıl maksat bozuluyor, onun yerine
şaheseri olan yeni Türk inkılâbı, halktan gelen başka düşünceler, parti menfaati, sınıf menfaati
bir inkılâp tipidir. Bizim İnkılâbımız, halktan kaygısı konuyordu. Bu keşmekeş, mîlletlerin
gelen inkılâpların en yücesidir. medeni ilerleyişinde, maksada gidişte sürat is­
Türk inkılâbı halktan gelerek otoritelere karşı teyen bir devirde, idare ve siyasai birliği bozu­
yapılmıştır, Fakat inkılâp iktidar mevkiini alınca cu ve hattâ körietici tena tesirler yaptı.
otoriteden halka doğru devam etmiştir, Bu devam
esnasında halkın hakikatlere uzak kalmış tabaka­
larından mukavemetler ve zorluklar görmüştür, Sınıf Kavgalarının Hürriyet
Türk inkılâbı uzun sürmüştür. Baştan beri on İnkılâbı Neticesinden
beş yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağ­ Faydalanması
men, en değerli ulusal işimiz olan dil çalışma­
mızı bile inkılâbın yüce tesirlerine henüz uy­ İkinci ana inkılâp tipi olarak ayrıca göreceği­
durmakla meşgulüz. Kanının arılığı ile özü sağ­ miz sınıf inkılâbı ve sosyalizm cereyanları, bu
lam olan batı Türk'ünün iç yaşayışında olduğu hürriyet inkılâbının gel irdiği serbestlik havası
gibi, dış görünüşünde de fenalıklar birikmişti. içinde, onun göğsünde beslendi. Bu teşekküller
Ulus vücudunun derisini kaplayan çeşitli has­ demokrasiye hücum etmek imkânım bulacak
talıklarla mücadeleye mecbur olduk. Bu hasta­ kadar taazzuv ettiler. Hürriyet İnkılâbı neticele-
St Ç M F V l r I N i i R

rirkn ile-- fikirierrv boğar başka D’rtakım iht • sine kudsnet ve-ien buyuk ara vv.riıg n tüken­
.aiii:. gozumuzu ketxi- ürerindi* duur.aya z iv mez kaynağ oiar uuş, hepsi tek tek oiar ve
îayar va/yebör ibdas an .çr. • hepsi a y toıala çeker İramla- r b ■ *araya gH
I u*< aküâb. hvur.yçi inkılâbı ûc>Uxien b.t mc.slmkr teşekku •ço-vce, bemv ı-osv&t da
hak ;K >al rir. ;rkt!âb-ırı/:n tahakkuk dev «*s- şunu?fne güre b- ektğe* ’datJe etmez 'e*t e-Tı
nasvnda bize uzaktan yakndar tona olacak ru- yaıalî ğ kalaba, k yekû-urur. yani uiu^un;
csscselerı (itVc* : cîvat çirden, u.us ha\atı çin i' çbi* zaman ara ve-*neyer navat nucad^les
der kaldrd k. 3/ düşman n-üe^seselertr bulu cereyan an .çınde dan^a muva^ak okıo 'n es-,
um* meydan vcrnx*dık/ varay yıktık. dzvr dev yızt dfcii$«vy. b<ıy\ik vad^> ” w aynası ve
'et u/c indeki tcsrir-n: en keskin ve 'adıica' b*v kavgada östur çıkm.av :çir, duşurce^-. ^a*e-
formu' re ka birdik. Ve nhayet öu *kı urstrun ker.e b»r vr br'eşık ölmesi gerekti*.
rr fitditfe suratı bozucu lesrlerri kıymet ve Uluslar aresk bu süretie 20?iu bir vaziyet
k:jweuer l»u stresle duşunmuş oldu*. Biz i-^ı içinde, guç ukîe-: yemkn lecek b ı zinde, ses»n:
l$fo»m zda çknnoavk Uoera’ zmfo su^m &Ucr, duyu*, ac ak bir kuvve.t ve mevcudiyet o.?.-ak
bu > ’u*ıiyet :rk iâbrın serbest tkacete tatbik i t kendin gosîereb;V.
fora nebi eterin r yu-dumuzda tahrhat yapma­ insan a ,- tek tek bak-d g? zamar, değenleri
sına •'kfytfan ve»T»rmev içir az-m geier foı sıfırdır* İKi>as, *n ve enerji bâkmvrdan ve
muHcn ve p-orsıp***: öncede**’ kabo ettik bet bakımdan savdığımız vas da.- yüksek bile
?aı kenenle*' z.nur., sm çarçışmada. .muhle--' n'jit*. bu v av t.arı eksik, *a<at bı msar;a-
partilim herb b-r ta-a’4 çeker tatbikatın rm teşkil ptt gi küfe karşısında buvuk ulus da-
don ve tahibatmdan. Terkiye Suyuk Mii el va«ı.nı vuaiîmeyö imkân bulamazlar. Orun
Mecbsir.jp iususı çahşma taız v-a, yen’ devle L içir, hem poi.îîka, nem ekonomi bakımından
uzak bulunduktuk. ay-: a y ı kıymeti olan bu ro kiay; b lhas<-a
sosya’. haU rvk n ?r ka-aef ktan er. eyd’.rhğa,
er- kötüde^ er iyiye, en g?-Kİ«m en r'edye git
Biz Bize Benzeriz! nvk idd a ve davasında olan Diz urkier, da­
ima gozorbrde tutma-w , yurekleı ^ 1 7 da
Biz m rvkbâbırt z h çbır bakımdan konva do ima bu imrıç.a çaıp 'ia da ma b’r ve berabe-
yy-ki-r, vz unakî” -yu filmin haç ku*.ıx uyu ve olma-. 7.7. b..'y
Cumhunyet Halk Pa^rs^n r enden, bunu çok
kısa olarak soyiemşir. DeviH kumnuna ait di­
ana mesee konuşu'ürker b;r zat kendisine şu Türk İnkılâbı. Tesirleri
suali sordu: "...Bu bövfo ama, biz k::~e b w - Bakımından Evrenseldir
voruv?'
Atatürk şu cv‘va:> verdi* lu-k irK ^lMm;-, ora kıymet veırrek bak m ı.-
B;z. İH/e benzeriz’,." dar he-'\e$ın an aması az m rakım br rusuC-
Bu kısa cevapta berim u/u.n u/ad ya ,-riat- yetın teoarüz rttrmnk gerektir
mak istediğini dev et 'ejm.rH*1kopya alman n ’Tu-s. ırkılAb: Dünyanın b r köşesinde kt*r:ıi
zata* vVvu'a ^"îslv'CH.ek -m.* <k; .r. bit arıMış öe^e. kımd re ohic b ov hâdfee rk^ kir.
rı v ardır, 5...; Bu ir,<- âp, jîuvd, siyasal v-eekonryr«k yaşa
yış e decın* 1He* nk* ve Dutun dünya a-ay*c ı ve
okun uc ula"'mn üzerinde ciur nası gr»*e.<er, b -
Düşünce ve Harekette büyus hâd sedr. Tu**k in*rıîâbı, tes-'V; kendi
Birlik Gerektir doğdu^ii yesvüjvı koşeiş-.ne kalaı a\ fcb
vaka değrldir Buru b r ^^‘.a cümle -e ; a<k'
Herhangi De yurttaş, kendini ve ulusun varirfcî edefcthıi/: Türk rkıUb-evrenseidır.
v nde br kuçuk va;i k tea*ki nd:nce. ç.'.cfo Şimdi birkaç vörden bu v j/ in e P3nd;rKi
bulunduğu yurdu kc-uyutu ve kuvvetierd un CHnekk"* ve--eyin* Orce coğrafya uaksmuvöar
h> var te atması ge-Atıc Y.at denen se tane­ evH’i'seidiî*. b '/bri * - n ^ i x bugüp T ü ik ’-
s f Ç V F MET I \ 1 P R

ve'rın bulunduğu coîjra*va D3 %as nda vkrği ck» doğuş, ku-Tuijş ve vaşayış zamanının riünyamr
Cemjp A^'ikası'rda veya İskandinavya'da o’ mimesra va/.yedw rastlayışım Türk rjoiâb
&ayd!, bu inkılâbı- verdiği netkele*. dOryanr daha o n e o srıyd-, orun tesfkr’ !>u karia- rıs
yaşayış ve anlayış uzenule buğur yapmakta * « i-!m e /d i.

okhığu büyü* ıe? v yapamazd. Y<wv bw V>«;. * C oğrafya vazıved. k * r ıssiyt'ti. riayet ‘" ar:?
bw ge’ p geçti £• ye.-ir coğrafya noktasından s o r -r a y b a lı b u t u n b u n la r b ir d ir n e e k !e r e r e k ,
yeryüzünün ş r-cii bulunduğumuz parça^rda b ö y l e b i* t a r i h d e v r e s i n d e , b o y ’e b r d ü n y a p a r -

otoyu, ora yüksek e'nvrerjyeî vmf.cer dr se­ ç a v r x : < ı . b o v i e (n > u h f t u r , İ m i k a d a r d u ş f c u r b ‘r


beptir. y e d o k t a n b o y e u s lu n b ir m e v k iy e ç ık m a s ı,
'kine' sebep şuüır: Bj inkı&b- yapan ulusun ' • a ir ı z e d e b v a t b a k ı m ı n d a n t ö z d e n g e ç ır iie -
tardın bürtur (fennî M tınder akıp gekn vu<e m e z . B u n u r t e s i b e ı ı m a d d i h a v a i n r y 'r y e r i n d e
kyıreü gezden geçi* •-rsç bu da inkılâbımıza d u y u rl< a k t r U .)
av- ve husus: b r değer verir. Bu m* âp coğra*'- T ü r k » r< iâ b ın m B a t v a b a k a -; y ü z ü d e , D o
ya bak mından söylediğim va/ıyete ha 7 bu gudak k a d a r e v m n s e t d h . T u 'k in k âbı bu oa
noktala butun? aydı da, bunu yapar utos biz­ k im a r d a n d a e b e n m y e k e k e n d is in i d u y u r a n

den başka br rr liiet obaydı, bu inkılâbın o ka­ b e h â d is e o lm u ş t u r . B u in k ılâ p , s iy a s a ! b a k ım

baKyüksek br eheırmıye'' nlma/d*. d a r . e k o n o m ik b a k r n r ia r , h a lt a d i r t H a k k is ’


Tu*k inkılâbın* evreme! yapar ve ona bu bakm andan B a t» ç . r u z en i n d e d ik k a t l e v e ib

hakkı ve-d-ıen sebeote'cfer uçüncusu de: bunu • ebe d u r u a t a k b r h a r e k e t i* ? v l V i e s ' d û . t . . . )

MİLLKT-
A H : .N A M

U# ?) 1 u r k f) r * . i r ' - la k t io H c - r e ş t, d r « r ! Y ü
'u ’-k ye Gımhj?»yet v ku'a ı k / U v balkı­ napta «erbesfifir.
ra ’ u?k millet* denk T u ' k rr.ı'Yt n .n d i’ T ü r k ç « J i' T ü r k d i ’;
W "et sözünden re anlaşıl.*; rse anlaşılmak d u r v a d a e n g u / e l. e n z e r g in \ e e n k o la v o la
!i/”* dr? Buru a rratav»m: b e te k P ır d ild ir . O n u n ç ın h e r T u k. d ii ı r 1

Sözler *rin kolay an'aşıknas: için, y're Tu*k çok s e \e * v e o r u v u k & e lt ı r c k . iç ..n ç a n ş ; r . S ı r

mıua -.e IvsUcaiırr çurku. derya yüzünde e e . T ü rk d ili T ü f K m û le t . Ç ;n m u k a d d e s b e

ondan daha kovuk, ondan daha ondan h a / ın e ü T . Ç u n V u . T u * k ı r i l l e t i g e ç ir d ığ ' r i h a

dana temiz b r millet Yoktu* ve butun iryrla* v e M z b a d r e k 'i' c ,:-.d e a h iS k m ır . a n 'a r e le r i

Jarıhnde görülmem şî-:. Bugunta 'v k milleti rı r , h a t ra k n r r m e n f a a t le r n i n . e l h a s ı l b u ğ u n

ne bir resim tab:osuna baka* g b bakalım ve k e rd m l i i y e t i p ı v a o a r h e r ş e y in d ik s a y e s ir d r


şimdiye kadar edindiğimiz b gılm r yard'm: m u h a f a z a o h u m iu ğ u r u g o t a v o r . T ü r k d ." Tu*k

ke düşürdüm; bu tab’oda ne’er çör ayıysak, bu m - V t m r k a i b d ır : z i h r . d i * .

tablo b /e rc;<- batı latiye sa. onlar:, Im-C'» b - 4 i ' u r k m ’ k t. A s v a r ı n g a t b r ı c a v e A v r u p a -

-ersöyllycm; rm ş a r k r d a o n v ık u / e e k o ra v e d e r i z s ır ı* a -

i Terk müleb, halk ıdaes. oJ/ - Cumhurj- ,k} s y : j f K ' J m ş- d ı- o v a r a t e m n n ş b ijy h k b r

yet t» «iare olura;: bir dev eli y u ' U a V o Ş v j- 0 ” u r a d ın a « T u k M m d e r le r T ü rk

y u r d u c is h a ç o k b j y u k t u . Y a k ın v e u z a k z«ı-

m d / ’/a '' <k.t$ünjh#s<? : u - k e yu 'IU k et^ ıer v tş h ff


[*) A^et I"a*', Vâierca} için medeni M kit
Matbaam, 1930. k t'a y o k t v ır î r u t u n d u n y a c i a , A s v a , A v r u p a , A t
SEÇME ME T İ NL E R

rika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu hakikatler hürmetle muhafaza eder. Türk milleti, insaniyet
eski ve hususile yeni tarih vesikaları ile malûm­ âleminin samimî bîr ailesidir. (,,,)
dur. fakat bugünkü Türk milleti, varlığı için bu­ Türk mîlletinin teşekkülünde mevcut olan bu
günkü yurdundan memnundur. Çünkü; derin şartların hepsi birden diğer milletlerde yok gi­
ve şanlı geçm işin; büyük, kudretli atalarının bidir, (...)
mukaddes miraslarını bu yurtta da muhafaza Türklerin her şeye rağmen bütün devirlerde
edebileceğinden o mirasları, şimdiye kadar ol­ millet tesanüt ve rabıtalarının mahfuz kalması,
duğundan çok fazla zenginleşti rebhecegmden hemen mütemadi muharebe haVmde bulunma-
emindir, smdandır. Son inkılâp senelerinde birliğin hu­
5} Türk milletinin her kişisi, bir takım farklar­ sulünde kuvvetli ve muharebe halinde bulun­
la ve fakat umumî surette birbirine benzer. Bazı manın tesiri mühimdir. (...)
yap ılış farklarım İse tabiî bulm ak lâzım dır.
Çünkü, Mezopotamya,, Mısır çöllerinden başlı­
ya n malûm tarihten evvel Siberya boz kırların­ Demokrasi Prensibinin
dan başlayarak Orta A sya, Rusya, Kafkasya, Muhteviyatı
656
Anadolu, dünkü ve bugünkü Yunanistan, Cirit,
Romalılardan evvel Orta İtalya, vdhasıl Akde­ (...)
niz sahillerine kadar yayılmış ve yerleşmiş ve Bîr milletin, amelî olarak, demokrasi prensi­
bu başka başka iklimlerin tesiri altında, başka bini ilân etmesi, o millet ekseriyetinin İçtimaî
başka cinslerle binlerce sene yaşamış, kaynaş­ kuvvetinin bir neticesidir. Millet, kâfi derece
mış bu kartaı eski ve bu tadat büyük bir insan kuvvet)) olunca, kuvvet ve kudreti eline alır.
cemiyetinin bugünkü çocuklarının tamamı ta­ Bu hâdise bazân ihtilâf rle ve hazan da H ü ­
mamına birbirlerine benzemeleri mümkün mü­ kümdarla muslihane bir anlaşma ile husul bu­
dür? (.,.) lur. (...)
Türklerin aşağı yukarı hep ahlâkları birbirine Demokrasi fikrî, asrî teşkilâtı esaslyenln bir
benzer.Bu yüksek ahlâk, hiç bir milletin ahlâkı­ far ikası olduğu halde, fikr, ço k eskidir, (...)
na benzemez. (...) Türk milleti en eski tarihlerinde, meşhur ku-
7) Din birliğinin de bir millet teşkilinde mü­ rultayliirile, bu kurultaylarda devlet reislerini
essir okluğunu suyVıyenier vardır. Fakat biz, b'ı- intihap etmeleri)e demokrasi fikrine ne kadar
zîm gözüm üz ünündeki Türk milleti tablosun­ merbut olduklarını göstermişlerdir. Son tarih
da bunun aksini görmekteyiz, devirlerinde, Türklerin teşkil etlikleri devletler­
TürkJer İslâm dinini kabul etmeden evvel de de, başlarına geçen Padişahlar, bu usulden ay­
büyük bir millet idi, Bu dini kabul ettikten son­ rılarak müstebit olmuşlardır.
ra, bu din; ne Arapların, ne -aynı dinde bulunan Kralların s?ğ padişahların istibdadına, dinler
Acemlerin ve ne de sairenin Türklerle bideşip mesnet olmuştur. (*,.)
bir millet teşkil etmelerine tesir etmedi. Bilâkis,
Türk m illetinin m illî bağlarını gevşetti; m illî
hislerini, m illî heyecanını uyuşturdu. Bu pek T Cırkiye’de Cü m hur iy et
tabiî idi. Çünkü M uhammedin kurduğu dinin Nasıl Oldu?
gayesi, bütün mi Biyellerin fevkinde şamil brr
ümmet siyaseli idi. E s k i H ü k ü m e t ş e k li ite
BJ Türk m illet, m illî hissi; rimî hisle değil, la- C u m h u r iy e t arasındaki fark
kai İnsanî histe yanyana düşünmekten zevkalır, Harbî um um înin nihayetine kadar hiç bir
V icdanında m illî hissin yanında insan? hissin fert, hiç bir siyasî teşekkül, TürMyede (CU M ­
şerefli yerini daima muhafaza etmekle müfte- HURİYET) idaresi tesisini, ciddî olarak, düşün­
hirdir. (...) Türk milleti, her medenî millet gibi, memiş ve buna teşebbüs etmemiştir. (...)
mazinin bütün devirlerinde kaşifle dİ e. ihtirala- '190& in W âb1! ise, t . Meşrutiyeti iade île ikti­
rile medeniyet âlemine hizmet etmiş insanla- fa etmiştir. Bütün zulüm ve istibdadın, bütün
rrn, milletlerin kıymetini takdir ve hatıralarım
S F Ç V! t M L T h l F ^

fc*na: klam membaı o'ar. hanecan. :(Ka olun erden çulmuş bir şebeke iyinde tasâvvu- olu
muştu- Meşruiyet idarese, nem eket da-esıne, nab it :r sanla- rsar kaldıkça bu şebekeden
vatar !klısadiv,ıt;r,da, bı’hajsa Domokrüs saha çıkamazla-. ...'
i, rda, şayan zikir be eser b;rakmam!ştr. Harbi 3u iş anc ak, devlet teşkilât.-- r ve Kuvvetinin
urıjn-!?ye girişmvzde ve na-b r dersinde bulunması myevnde kab'dir. Dev et, herkesin
Meşrutiyet I iükûmetç ecnebi pc î kasına a et hakla- m ve vaz Merin- tayin eder: hiç k irse
olmuş ve Türk milletinin hayatî ırerfaat’-erini tayin ed en hudut •a- c nde bir hak iddia ede
ihmal etmiştir, r-ez. (...)
Ha*b; umurrl, »urk m ıietim r pek büyük
kahıamaniîkiarır.a ve fedakârhk ;arra -afcmer,
dahil olduğumuz h-vY' ıtt takiyenm maglûbi Müeyyideler
yetik» reii <e cwdijb /aıran vaziyet pek feci c -
Devlet, atav:ş temin etmek çirr. memleketi
Millet tse, başsız, zu 'net ve mjphenvyet müdafaa eyleme* .ç r. sıhhat» verinde, gürbüz
iç nde. Padişah m hiyanel.nder !v,ix*rdaı ol­ ve arlay şiarı, m Ilı h Teri, vatan muhabbetleri
maksızın teceih.yata murtazr b r vazıyette d yüksek vatandaşlar *:*•-.
657
j \ O v et; dah ide ve hariçte m;"et şleriri gor-
Mustafa Kemal, Tür<ur haysiyet ve zzet; dürecek yüksek kar -ve; vatandaşlara muh-
re S ve kabiliyetin r [X»k yüksek olduğu, Türk îaçrn
milletinin tanı b:ı *stikba;e lâyık bulunduğu ka Devlet; butun vatandaşta? tn, devlet r. kar un
•-.zatinde idi. Tirk n- eti şu veya 5yu devlete la-n «ırlayp oi'iara •avy. lu/un'unu îaköi- et*
es r clma<iarsa o-sün evlâdır çtnadmda idi. ıreU 'U'i; meırlekefon as.r, - ve müdâfaası îçln
Mustafa Kemal bütün feH ketferin nereden ge- ehemmiyeti' goo.f
(İlgını herkesler. ıvı aniamışt Herkesin, umt- <MiJ
s z Iİk »çınde vüzdOğu kararlık mütareke zama­ 8ı; sı4)epierl©d k ..:'u”a.ışlanr; tahsi’., U»r
nında. Hâkimiyeti M üveye müstenit ve bilâ bives’, sıhhatıie alâkaca' mecburiyetin
kaydu şa*t müştak yeri b r ’ urk Devleti kur dK İ:r. (...)
mak lorarırt vermişti. Mütareke zamanında Is­ Buedan paşk.ı oevlet - . terde razarar h rsı
tanbukla düşürdüğü bu kara- Anadoluya çkar başka -nahiyettedir. <>. ur, r*wŞit»n»k men
çıkmaz tatbikd başladı, Osman’ hanedanı sa­ raat:.m ve tenakus.r üuşunur Fertleri husus'
fahatını ve b ite ri ve t muvacehesinde mâna- menfaat htrsı-vdan •:.* ric-ec w e karia» uzaklaş-
s meytümda olan K-â-cti. :dameye çalış- ftrmaK ıvur kur oîacag duş^r'u «rege değer.
rr-îk, Türk mılVt ne karş: en büyük ■Crahkt . Derbakie. devletin s v^t vt- ?:k-' hususlarda
iî.j-h; laketo eden Vus-taa Kem,ı/ fû'k mrkteı oidugu gibi caz: :k' sac?.* vercie de razımlrgırr,
bu çürümüş msar'ardar ku-tarmak kararın c'ensiD olarak, kabc.l «îme\ raız g'vulmeilcâı.
ve-ci ve kurtard' 8u takdnde. ka şı karşıya kalınacak müşkülât
Bu kararının tatbik; kolay o'ıram:şt:r Bu ka- ş:xk;r; Dev Ot k.» ierd'n karşılık:- faaüvet salıa
-arın bütûr icabat se zarurivatını i k gününde lar:rı ayrmak.......
i ade ettir verek evvelâ m.ietn hissiyat ve eikâ- h ers e c ’arak. devlet »erdin yerine kaim ol­
riT ihzar ve kademe kactane yürüyerek hedefe mamalıdır. Fakat, ‘ferdin inkişafı içir umumî
vâsi oldu. (...) şartla-ı goz önünde t)ulündurma.'ıdr.* (...) O
hakie. dbebil rlz <.: -fomıyet inklşafırın, mânı
karş-s rda kaiırî.va baş'ad»f,. r-okta, devlet /aa‘
ilk Hak. ilk Vazife ve vetırn huduiu^u tt»şk i eder" (...)
Hak île Vazifenin Münasebeti Bu ’süh c$iptreı;j! mânada ve t?&kkkk>, dev
etçdik. h lhassa çt.m.aî, ahlâkî ve millîdir.
(...) Hakkın bulunduğu ve-de vaz'O ve vazife M; iî servetin tevzi i.nde daha rrukemmei bir
r t bulunduğj ve-:;e hak vardı- (...) ada'et ve emek sarfedericnr dana yüksek refa
;;;san?ar, İçtimaî hayatta hak ardan ve vzzfe- hı; rr üî beliğin "H;İıafazas, iç'n şaitr. 3u şartı
SEÇME ME T İ NL E R

daima, göz önünde tutmak, millî birliğin mü­ da, bütün hususî faaliyetleri, umumî ve millî
messili olan devletin mühim vazifesidir. (...) maksatlar için, birleştirmekle mükelleftir. („.)
Yanı, demek istiyoruz ki, yalnız: başına fert Çünkü, ferdî hürriyet derecesi, devlet faaliyeti­
ve fertlerden mücerret devlet düşünmüyoruz. ni zaafa düşürmemek lâzımdır. Devletsiz bir
Devlet, fertlerin teşkil ettiği millî cemaatin gö­ cemiyet, veyahut zaif bir devlet hayatının neti­
ze görünen şeklidir, (...) cesi, herkesin herkese karşı mücadelesidir. Bu
Diğer bazı devletlerin ikinci derecede göre­ mücadelet ekseriyetin hürriyetini boğmrvacak
bileceği ve fertlerin teşebbüslerine bırakılma­ surette, Eadil olunmak lâzımdır, •
sında beis olmiyan işlerden bir çoğu, bizim Bu tadil keyfiyeti, ferdin mes'uliyetine, te­
İçin, hayatîdir. Ve birinci derecede mühim dev­ şebbüsüne ve inkişafına halel verecek derece­
let vazifeleri arasında sayılmalıdır. ye götürüfmemelidir,
Hülâsa,’î ürkîye Cumhuriyetini idare edenle­ Vatandaşların teşebbüs ve mes’uliyet hisleri
rin, demokrasi esasından ayrılmamakla beraber ne kadar inkişaf ederse, devlet İçin o kadar iyi­
(mutedil Devletçilik) prensibine uygun yürü­ dir, (,„)
meleri, bugün, İçinde bulunduğumuz haiiere, Türkier, demokrat, hür ve rnes'ul vatandaşl­
şartlara ve mecburiyetlere uygun olur, (...) ardır, Türk Cumhuriyetinin kurucuları ve sahip-
feri bizzat kendileridir. Türk, ferdî hürriyetin­
den ve menfaatlerinden teşkilâtı esasiye kanu­
Hürriyet (...) nunda tayin olunduğu kadarını cümhuriyete
bırakmıştır, Cümhuriyet, ferdin, ona bıraktığı
Ferdi hürriyeti tahdit, devletin de âdeta esası ve bu kısım hürriyeti, ferdîn ve T ürk milletinin da-
vazifesidir. Çünkü, devlet ferdî hürriyeti temin hiide hürriyetini ve harice karşı istiklâlini temin
eden bir teşkilât olmakla beraber, ayni zaman­ için kullanır. (...)

ATATÜRK VE CUMHURİYET*
FALİH RİFKI ATAY

(...) giz. Tanzimat'a vaktiyle bir kitabımda "Cilâlı


Tarihte bir yüzyıl muharebesi vardır. Bizimki adam devri'" adını vermiştim. Hâfâ cilâlı adam
nerede ise yüz eli i yıl muharebesi! devrinin çilesini dolduruyoruz.
Mustafa Kemal bu boğuşmaya son verecek Medeniyet savaşı kazanılmadıkça, hiçbir şey
zaferin sırrını bulmuştu: Türkün kafasını Arap bitirilmiş olmaz. Bu savaşı da hukuk nazanye-
medresesinden kurtarmak ve Garp terbiyesi ieri değii, bir terbiye disiplini kazanabilir.
içinde yoğurmak1 , Bir yabancı büyükelçi olduğu İçin adını, zik­
Herşey, yeni nesillerin, krz oğlan, sivil Garp retmekte beni mazur görürsünüz, Hürriyet ge­
okulu eğitiminden geçmesine bağlı idi. İlimle­ leneği pek eski olan, hürriyetsin hayat diye bir-
rin en faydalısı ki memleketi ve halkı bilmektir, şey hayaline bile sığmayan, Avrupa işleri ile ta-
Atatürk bu ilmin bilgini idi, Cehaletin on tah­ mamiyle ilgisiz bir büyükelçi, Türk gazeteleri­
ripçisi, ki memleket ve halkr bilmemektir, na­ nin hepsinden tercüme hulâsalar okumakta idi.
zariye ve hayal peşinde sürüklenmekıir, biz bu Bir gün irtica yaymJarmdan bahsederek:
cahillerin cezasını çeklik, çekiyoruz ve çekece- - Ben olsam bir kazan içinde katran kayna­
tırdım ve bu kafaları o kaynar katranın içine
atardım. Başka türlü Türkiye'de hürriyet olmaz,
(*) Fslch Rjfkı Atay, A(için Kurtulmamak, Varlık
1953 demişti.
St-ÇM C V. !• : ; N w r R

ikbal h veya ktskar^.ktatt içinde k/y-a- m; kazanç ŞiV'.rden ayırmak üzer Tefe tarîştp
ren po'itikac.lanr bu söze de omuz $1kecekk? duruyoruz. Acaba ".e zaman başlıca meselemi
re şüphe yok. Burla? idoa \\ değ'idrer. Po z n politika e vatansever itt uziaştır abilece
likada valrız nimetin peşindedirler. içleri hiçb’r £ı-"i isbat etmek oklusunu düşünece^ z? i
?*xte<ârlk hevecâm :)e d&ça<ûPP'-az. D ç v :et
ile, millet di» b r buçuk as rdan ’.x*ri burla-dar
çekti, as:! bunlardan efekti Yen1 çağ intlâlle- Cumhuriyet (...)
der hiçp ıi T:>rk ıslahatçılığı kadar ideal s?î kıtlı­
ğı çekmemişti’ Daha Irzınarr ktm^res r<3e iken baz; a kartaş
Hepsi taviz'e hazrdr ar. Vatan satm anm h ı­ la'*’ k«ndis re
yanet o c u ğ u n u b i r l e r . fikı» v e kanaat s a tır a- Ser’ ’&i olma.- demişlerdir.
r ı n namusluca b r te a re t o k fo ğ u r u sar/riar. ’k: Millet Meclisi hükümeti kurulacağı zarrar
blyancl arasında, b e le b e r t; / kuıtu uşun vfv gene bazı atkadaşU--;
yolunda b'.e oimıyan b- memlekette# hiçbir .V n ne husûmet " baş:ra geç, ne de iç ra
iar< o lm a r /ğ n d ü şü n e m e zle -. gir, tavsiyesinde bulunmuşlanj r.
659
Ikı buk: iKAuk bir hareket buku, hattâ otori
ter bi* i'de-siz olmaz. Buvjk b=r bek” vasfnda
Türk tarihin', ’ urk r-iletn? \e TurıdvpV öğ- olan da sönük bir anonima ıçtne sokt::arw/.
ermemişlerdi*alin$»z ve a* r in a vu/Ün# bi­ (...)
le bakılmamış |>r rriTeti çağdaş m'loMa-lr Mustafa Kemal, gençliğinden ber, radika'
maddî mânev- vüksohş'^ kavuşturmak gib' ü - tasfiyeci id;. îtüha* ve U-akk' cievrmde eri­
b jyjk 6T gayenin hiçbir fafakârfıgra hazır­ ne kuçuk br fırsat b>îe vıvdmts^t doğru ofnrya -
lar mamışlard r. Ya’n z oy dilenci!’ğ etmek içi" tchl ke’ bi- kimse sav. mışt r. t İne T u -k ve'v:
kasabaya şov.e b r jğ-a-ia*-, köyden şöyle bn kurtarmak gibi b-r fırsat geçftğ? zarrar. ne-
geçe* lor. •i "ist yar cin; re brkaç kul kazanmak er vapab lece^im eski a-K.«İaşia- pek iv tav
tj e ı 'le ı A,'nerika şehr’erınden Asya'm m r etmekte tâfar
en ge*r ye- e :p*’ gelip yc^eşen. y iare a omjı- Padişahlığı kaîd rtmak ve Dt*v!cjt merkezin İs­
ler’rî vakfeden rrsycnerie''r binde b‘d n sbe tanbul'dan Arkara'vâ rak ett -mekie yem /<,-
link5 ah ak sahb <İe?,;'fert» r. Miçb>>nde piyo -nar lar t.rhiri açt:. Neler vapâcağm sakladığı
evçtik $ev& soktur. Ya Avrupa'ya tvök> ctevfct da V'okîi/. Modem t»r çarbft devfet ScuoJuşu :k
arabavra binerek devlet konanında otuzar ak uvuymsjna ıu-tima’ o’nrvan putur müessese
:a». Ya 'ü-kiye'de dev'et alabaş ve devlet to­ yıkacaktı. Medreseler» kaldıracakt- Memleketi
rağı ç rde k<?y* sürecekler. Türk m ’letınr cn- Hrisl yar dt5vlet ennir elinden ku-ta'dığ- ve
ara bon u budur Cık milletır.ir orlardan hıç- Anado-t.V’u H’rişbvan az «.lanrdan boşaltt ğ;
b r alac'Af: voktuo ç n. bunla-: vaptrğı vak t k mse onu Is.âm -.k
Atatürk'e yaklaşanlardan biç kimsen n iç düşman c'arak suçlava-mvacakt! Fakat bütCr-
hizmet istediğim görmedim. İçeride zahmet halk şe-ıatç I k devr- müessesehmrin ve ge>-
var. İçence mihnet va- fakat m i et de çentfe» nekîer r r m/uzu alt oda biilurduğu çin, bu ra­
.Ne işe yarar bu m ’k't, Avrupa görmüş efen dikal tâsfıvecıiifti (»mokrasi ^u-riyeîler' içırvic
dişine makamla* ve şatafatlar vermekten baş de paşa masira ;H nv«l yoklu. Başta hanedan ve
kat Dip''oma, sn; omuzlar; üstünde taş makîar saitanalç l?: olmak u/e e Tarz nv/ muvazaalı­
başka? ları. bulur i-tka. \c*n;. devletin Anado :xiı Tü-k-
Onun ç r ikide bir tepelerine b r zorlu nur ^•nesini cemaat manîaat e- re uygu.” görr^j-
dıktav rer. o vak t de katvamariamr., sukut­ ycr.leı. sebeb veya -sebebsız Türkten başka bi-
tan dal a az s nisalar. Yen» ;ş ğ r pervanesi i zklar gelmiş olmak K.ompkj<^ çinrie k vraran-
kes- ;* et V»' et nv? Oru yalnız hürriyette ve .ar, mhave? menfaatleri eski »k^vk*1\-e muesseşe-
oy dofaı b ne ' fcı devri gefdiğ'rdû fcarrartra k1- rızam ra bağ! ofârrfa-, Bad şahüğır kahvjs -
getirirler. n da, Başkertîr r.eğ şmeslri de b -kaygı e
D;n işler n' dünya ^'erinden, devlet nüfuzu h nç ıp ka-ş;Sad lar. () vakMlor, başiar ra Muşta*
s EÇ W F M L ” : KL C

fa Kemal belâsını gct ren zafore şovenlerin An let dr. hemor hemen, halk düşmanlığı mâra
karada bi'e eks k olmadığın- hâlâ halruyuruz. sına 'gr.br.
» lenrder gelse bu zaî«ı Antikan mardası -'e Daha son yıllarda koca Kümeliyi kaybeder
bemer ck^iştjrrneğe nazır o-ar ar da çoktu. f...} bu devletti'. B-rınc Dunvz Ha-ömde, v:ne bu
Türk irkrfâb-, !çirdc olduğumuz iç :* gtymû- devirt yo/tınder Ar.adtffcı kasılıp k^vru'-x;ştur.
voruz, Osnarh devleti batm parçalanm-ısayuı, Her şev, sn-a ve ccpi eye W- torba u ı taşmrak
onu;: kurtuiecağıodar hemen herkes urridirı bile <atİ3rıîrw bi* işkence i&. 3irinci fDünva
kesmesevdı. ve bi- l:d<r bu kurtuluşu mümkün blarbi Mekke ve Met;ırcn r, Kudusun, Şamm,
khmasaydı, soma ayn =der büyük b;r hu:*3r Haletsin ve Sağdadı r kavholmasMe btm ş tr.
darlık vq radikal bi- ıslahatçı < vasıfla- nı ken Ar-adcld |x>k cografvA bilme/, i-aka: bu şen;,-
dişinde brieştmoerriş olsaydı, yapılamazdı. adların n hepsi ona bi' âlem hissi veır, Sc-nra
3 ı millet boyie b r fırsat» ekien «açm-sa. av v»ne bu devlet yüzünden gAvtr Anka;a kaçı r.
rı şa tla* içinde aym -rküâtîçv beklemek w:r, •ra kadar gelmiştir Anark).u'nr,r i)aî sı ve gn
teker*Civkn :baret sarılar îa- "te be:k; biç te ney:, ve tâ ötede istanbu'. (tâvu-ur cime geç-
ke*rur crmivrr h'- baya ie bel hağla% duruc. mîşt>. De.vkjt vistekk gAvurla bittik olmuştu*
660 Cumhuriyetin ?7i,k yüöonümuncloTü'ik î$er>ç Gökten mi ’r.di. \\ / r m-, mendi m , red •*,
ier:, Musia*a Ketr-al'r» kerdile.ne emaret etti­ ’şte bu adanv b j mavi göz’u sar:şm kahraman
ği şeyin Cumhuriyet ad- altında irk* âb mCes- 'aİKir imdadına ge’di- Hepsini verdi. Şimd.
sesesi olduğunu unutmamal d ■* ar. Anadolu gâvursa/ bir yurt olmuştur. Halk ’çir,
Atatbrk Yutkunan "Ey tuk gerçhğ diye hiç şbonesî/. devle: de yen 'örle- arasında 'di.
başhyan sor hitabesinir b w yukars nda v- 3 t Sadece kelimesinin bile #»rüdaT a b'. lanrısız-
tak m şeyh erir. Cedde'in, seyyclerir., çelebin .k g‘bi bw f'ıâraya geltJ’^ı bir nvmk'kere, Cum*
•r. babaların, etrktenn arkasmuan su'Okltmm b.jr veî ancak böyle şartla* iç rde kıırulaoıı - Za-
ve falclara, h:jyueule'e, unrükçu'e'C. nüsha* ■• manlar rda »Kn-gambcrle;, ancak böyle şartla'
lara talih ve hayatların; emn-yet ecen insanlar* ;ç;ı-de, halk v Çınlarına yeri b ı din verebilmiş­
dar mürekkep pir kütleye, ıreden" bi* ıı-i'le- na­ lerdi. Y?rn nri As.r r*illî kabranvL*'.lar çağıdır
zarı ık? bakılabilir ırıG diye sorar ve " WiJeti m* Mustafa Kemal, biç* br ekf k ve akstık targf» ol­
zm hakikî mahiye: ri yarlş ırânada ğösternbı mamak üzen» tam h r m ir kcbv/ıvınd.*-. i,..,)
ler ve asılarız göstermiş olan bu gibi uusurV Bu müstesna tarih' ve içtima" şarlladan fay­
ve müesseseler yen' lu-kıye devleti”1de İdame dalanan' yanla*. b«/!e% aydm takım; olduk.
edilmek mİ id , idame ermek, lerakk ve teced- Ha*k eğitim , koy ekonomisi, v.f: n kaldnmas;
ıkxi ramına, en buyuk bir gayr-ı Kabil i telâfi ha­ içn verim" ve a -ıe' çâreler bulamadık. Avdın
ta oimaz m küf* diye suabri tamarrlayp. lak- la*n ço^u, yeri *ei*^'r ni^ıct’emfien fayda-
Ir- söktün kanunundan, yari dikta rejimrden lam-avı. (Mrîıiile- r.l sei3rctlerde, va 'ut kevi’le
«Şle ixj milli Kurtuluş tasfiyelerini yapma « ıçm geçr^ıey: halk içme at maya le-clh etti er
'ayda!anmış olduğunu ' 3vr eder. 1 g ü r l e r i n e ' kaba* müspet ıbırlere davanan
Cumhuriyet de, demokmsi de, moden yet ve ilk eğ tim terbiyiminden geçmred k halk çck u
kolu* ve kurtulup mücadelesi de hepsi, Ykılâb gu 0 :a<maz<ksu Güzel sanat'ada. srep y ile
n'zamımn korumasına bağlıdır. 7 j*k yer n ve b’’ !*alk sev:yesi tekniği île ink iâc n zam •**.;
yanız onu açıktır: G*T sinde b:r uçu-um'aı ve mr lek? rraledeijılûriık. kovlûrûn kerd’ koyun
karan1 kla* kaosundan başka rr* şey yoktur. ( 1 dt» ve kendi toprağını daha !y‘ kullanarak nâz
t ger rkılâp Tur<vosi bir gür tamam olursa, ve-;r bir yaşaıraya kavuşmasın: sağhyab lırd;k.
tarihler Mustafa Kemal! yalnız Türk değil, gcr M Ih kahramaınn merkezde ivi teKn'svenieri ve
ve es ı ;siân ve Asy$ «ruetierirın de büyük onların bazırlıJdarm' köyden köye götüren pi
adam olacak aracsUarri.r. 0..) yer iyele* yoktu. Cumbur'yel tarihin' zm zaafı
ouOu: Yok'-a V>>V'.e.n \V-*h’e kadar geçen yb
m i<i yıl iK'k uzur bir "muhle4'’: r. He'e m "t
Anadolu destanlarında ve ha x n kâyel erine e kahra’narın şânj ve şr?»*efi ie n.k iâo dıs binini
''Osmârlı* hoş bir şey mânasına gelmez. Dev ben:msiyen, verileni alan, gösterilei'e ıranan
S t Ç P/ £ M r T I N Î i R

ha$k hayan ş&rîi&r ç r d e uzun ofâuğu kadar çat* âü ^da hannmahd r. Köyü kadtâar Arîcefe
kân bh mjhlear. lo- e eşit c Uuğu içir kıyaire t kopacağına inan­
Cumhuriyet nizamın r çaV gösteriş’ un-ıt ve ır amal , ve ancak iyi bır yaşayışın değe-ierdi-
şevk veriekli'. Temel ferm»r. •>kadar sağ an- ol­ *ei>; eceği durva bahtiyarlığına inanmalıdır.
duğu <kl a «11.emi»/. 3:z b'namn yıkamaması Kcjvlu, Tararın sevdiği kurlarına toprak ûsUn
İçin Temel 'akvives ' derer nazik b’r iş u/e de rie hr cennet .naz *iaroış olduğunu, yeşii
rı-Kİov-/. Atatürk henüz 'muvakkat* kabrinde ağaç y ak rda akar suia*r s t erini ve kuş:am
yattığı f, bi, ır.câp p v ^ v da muvakkat ’ teme türkülerin piniıverek. kendi doymuş ve g yin
i üstünde durmaktadır. B:r vardan temeli sağ- mrş, karış* ve çor uk an' dövmüş ve g’y nn'ış.
lamîamak, ve obur vardan da {a rp :i çökert- oiir.an sem / navvanîannı seyrederek. bir Da
W< isîİyen Mjikast ed önlemek zorundayız n mansa kokusunun inançlı gibi inanmalıdır.
lemei. müspet ılım ere dayanan iik eğ î m ve Cumhunvet!erır mânevi «avanağı fazilet,
ka ' f e r d i n e koy ekonomisi, b iri m â n e v i : k maddi dayanağı naik erahkhr.
esaslı ş«îfîi r. "Kırk koylusu dunvamn vuvârlak ca/;le‘v/ v \e se»afet içinde Cumhuriyet vaş*.
olduğunda döner olduğunda şüphe etmemek- yama/. Kotun humyetferi ile faziletsizlik ve sefa. f
tedr vamas7 esvap, yıükvı/ pabuç, gıvmeli, iet ıç rvte K ,:V :-j\ yz< be pcditikacr-a** kom edyası__
be' ekm.eğ'.ne y: kalık outrnab ve sağlam br veya haıedvav f,\ı- nde sürtintjp gider.

KEMALİZM İNKILÂBININ PRENSİPLERİ


(1937)
SAFFET ENGİN

Kemalizm İnkılâbına ze# 3C a; y* C'"?’n -^ ma fenn!. ^-avların ve


Toplu Bir Bakış sâltanaf'artn K*»**şsuhjr>u hîsseîfırdı Artık du­
şunduk ve aykırı ^ -ı vaşayabi mek ıç p yen' b?r
(...) Kemalizm rkı&bını.n menşe-s-nm, dıştan ve havaia muhtaç O k. Bu veri hayalı bi/e «'"'ur
Çten '<. çeşit sebeple de arama! vız Hariç' ecfecek şa*s >*-; -- .. -»a İKfer't*- aıad’k. B r arahk
merşei. Ttrkıyevç siyasa’ ve. sûel vasıtalarla ittihad ve 7era*k; guiguiasma kapı'ıp gittik. Fa­
musallat elan, ve onun yık'İması m ve parçalan kat en sorurviîa. hurların da mİ ed felâketten
rvıs n* karariaşfrar ;y- düşmanlar dünyasıdır. felâkete sun>\ kfetrvi acı tecnib<aferk» c>f;rer-
Kend yurdunda es-- olmak şian olmayan bir «K. ı .. Arî-k rx* Üz yapıhvah, "e* şev feda
nv ein. I'öûrin bu vırtu; pcihaks:ma kayıtsız edıliTM' r, takal l-u vatan, bu kTİiıkten. bu fe'5-
ka amavacağ; tabii idi. Cumhuriyetten onre: keıier» kurtar !mah rdı. Bu hkir, şuurî. veya ta'n-
üzün yı!îarf tarih ini/, hep îr.? Vı k" hCrvanla- leşşuuri halkın umunfî benliğinde mâşe-î vic­
la. Torkivenin parçala rmasnı özleyen.sivas? danda b.r > - g nı doğmuştu Bunun fiile çıkış;
emeller e. knrit *'a<la a-fe deludm 'abiat le '> * şeve bağladı: Bu keşfeden p r deha m.
ru*k, bu hûojnniar karşısında ovard ve uvard? Ubü b ' I»dedr one geçişi... Bu tab î İKfe ' ğ ,
ğ gundenberi. :'ueuM"la- da admış ve şiddetlen rasıgefe N- vî mümkün değii yaoa"Wi/dı. Turk
nvştı. ?akat bu şiddete karşılık. Tfc.-k l.nk lâb rm millet bu şahsiyete muhakkak malık ofecaku.
dayandığı fere i âm. . van dan:/ ,n !feç b-e- N rvayet çok geçn <vfen o eşs'/ ıkH'a çık*.
breı meydana ç ferağa başlıyordu. Türk rkıkv *urk İnkılâb'mr txi tarihî ve ruhî menşHe-
;; r n er kuvveti: esası o!?r .Vk mıi- yerçiiığ: r.nden başka, tali de'ecede bir ıfe ekonomik
cenvan bu uyanık ğn Ih- neticesidir. (...) n'enşm vacdr luık, htiyaçiar-mian buyuk bs-
Z h ı r i t n i n i/ c k ? e s k i ı d c r e k v r ş e a m e t le d b r e - kismr.ı dışardan alıyor, memlekette en buyuk
t>ire r b e l v d ' B u l u n ç c s t i ğ i n T İ / m Ih f e lâ k e t le r :>ı sanat- olarak kui’anc g' /saatçilik de ib'ndaı.
ve o'ta /dman.a a mahsus şekl'ndc devan O mutteheyyiç zümre, bütün bunlar- koru
edip duruyordu, ; ü-k yeye Avrupa malı, Avru­ körüne değ er büyük mucanld n arkavnda
pa sermayemle A vx w f.kri de glriyc-dıı. Ft ne­ müşterek bir gayeye vusul içir, anlayarak ve
bi müessese eri açılıya, et nebimde munasebo- bilerek yapıyordu. Bu. en puvük demokrat k
hırız çoğalıyordu Bu ekonomik münasebeti harekelerden saydı-, On yedinci ası-da, Ingliz
nvz r sosyal neticeler vereceği şupbes/di. İnkılâbının bu <-onvei'i, c ı sekz ’K i asınla
Burdan baş<a. Av-upava sor ya- m ası-dar Amerikan inkılâbının Vaşmgton'u ve f -ansız
beri tah>\ için giden talebe! e-?rr:iz de, orada ve- irkılâbm-r. Naoo ’eor'u, on dokuzuncu as-rda
r : yeri âdetle' ve muaşeretler Ögreıûyotla-, yeri Alman ttihadırır Btsmark yehşrvşfr. fakat
ve dolgun flk ı H e ne mlekele doruyoriardu bizim .rk*lâb:mvr büyük [ ideıi, ne bunlardan
Bunların Avrupa ocağ rda.n tutuşturup getirdik­ l>ir kısırının düştüğü büvtk haîalara öuşmuş,
leri bilgi ışıkla’-, mem.eketlr semalarında zu - ve rt1 de aleTuîe b r Ikk^ o arak kaH:şt»-. O.
netleri yılmağa, sefaletinizi buta.” açıldığile. ir.iiakâ-- bi-* deha olarak beşeriyet ta- h nın en
acIiK ve riehşeüle Rcstcrrreğe başlam ştı. Kâ-kelli hamle'erın varatmşt r.« •
Av'uoarian gelen ve gittikçe çoğalan bu yeni Hasıl butun bu safhalar: e, Türk Irkdâbu
bfan cereyan memlekete Avrupa dili, Avrupa ya nız Türk vev: car and ran tk1? ;a y n ı /.a-
düşünüşü ve bk Avrupaiîl.k me'hunu getlrd'- narda butun dünyaya yol gösteren, rehbe-
Az zaman soma, bu Avrupalılık co-evarı mil o ar b - İrkılâbd". irkılâb mız-n nev' re. !>eşe
bir şeşle glrd\ (...) rıyet ta^hlnde ’k defa ola-ak tesadüf edimek
I aka:, hemen şura söyleyelim ki. Türk İrk tcnllr. İlk defa oia-ak, bCıyCk b a n camia«un n
lâbındaki muvaffak yeti. en çek, bu ırkılâb r hır pa-'çesı hakikaten ’nuasn medeniyet züm-e
askerî menşeini? medyun bulunuyoruz. î.ğcı sim* grmiş bulunuyor. Burdd't başka, şrmbye
memleketim zde kuvveti’ b i r asketlik karakte- kacirf-* uvkı.da kahn ş o’ar. büyük şa*k küt-n’eıi
eks k olsaynı muhakkak perişan o'acaktık. İnk- tedrhen iu kiym n esi*1’ri tak'b edecekledir.
VM>w ı\ T i, başka b r çok sebepten varsa da. Türeve, bnKİkbıku cihar ır\'ck ','yev:ı < - bCyCık
şüphesiz ki, en büyük ıst.radgâhı aske-t zaferi, br hiz-'K’t ifa etmiş oluyor, (,‘unku, onur* arka
"vzdedir. Ancak o yüksek ve hânkah kî'klâi sndan gelecek olan b r çok "iMetle*, st kinik
2 *fom\r kİ, müteakû) inkılâplar: mümkün kıl- muhakkak pes tif rnedon yet zümresine g *r
m şt r. Onur fçm Türk, büyük ve as*l ordusuna, çeklerdir; bütün t-har bir fc- -I> meden yet
orun yüksek dâh sine ve eh vetii kumandan'?• marvzarasf aı/edt'tek. ernperval st e.nulk»r oıta
-ra ebecîyyer borçlu kalacakta, (...) dan kalkacakta. Işı* o zaman b.ı n. î cihan
Büyük Tüık İnkıâbır n meydana gelmesi. dt>vk‘î eri bir' f;ı mevtana gekto^ecekte. Irsar
” urk milletinin {.„> er yüksek mutr-kân'i beşer lığın vuksek v edar n r nâk m c'acsfcı dev r o
zümresine rrensub olduğunu «bat etmiştir. devinİir. Büvük Türk ln<dâb:, beşe: yet-r onu
Burun ç'r.dir k\ buğur bütün r ban, Türkan tebşir ecien büyük bir dönümüdür «
Kabiliyet: ve bük m bir millet olduğum: takd r- Buît.r d'^c*’ •ei r lrre otî.ekth esasla;a dayar-
erk Kai>u! etm'ştü. d-kia" halde, Tu-klrk: abı sübirkt vife» le objek
Tür* İstiklâl menk besi. tam demokratik bi- t‘v teyı er mukc'vrol şeki'de meczet^nekte, ve
^a-eketten baş<a b r şey değildir Müthiş bı- esas ’uhtır-.ia, Kemalizm der der bi- sosyal İde­
tehlike «a-şısında mîilei, şuurlu b t surette yar­ al hâkim ve muKnır k İm- kuvvok o a-ak bulur
ığının, Nvs yet ve şerefini, »stiklâi rin tehlike­ "îâktatlır. Tuvk İukılâb nm hâkim jMC’isd):. ötek:
ce olduğjru hissetti. her tarafta end'şeler, re;im e-ue okk;>;u gib, millete yalnız refah ver
buhrarkv bsşlad. Bu şuu’ u havec an, Türdük mek değil, ayni zanvıncia ve eşhassa o-Hin m
h-akİKatinin en yüce timsali olan o yüksek şah­ san ık camiası çi.nde en yuio-ek br ’:x'itca> ve
siyette ifade, Ijevar ve hareket kab yetle-i bul­ ç kn^istr.ı, mcdtM'ivet tarih rdekı hâkim ro ümi
du. MM? şuur, bu ‘fderîn arkasından yü-üdü. tekrar almaş v istihüaf « i e - . *
onur reisliği alt rda kongre!e' yapıldı. kara- ar Mi lî ta-'him zde İstiklâl Mücadelesi demler
ver' di, misaklar kabul edildi; ve bu mlsaklarır o büyük menkıben t va-at»'clrğ- gurie-cie" bu
taha<kuku için plânlar çizild: güre kactar geçen, ve h<* b ri baş baş;ra bi-
S U f / t T İ M C R

devir yaratmağa geîer inkıiâoım z n gös­ âtemşumui terakki hakikatinin yüktük tece/-
terdiği kuvvetli ve paiak çehre. b ı zaman a- t is in i n ü n t'A sn ym h t w v n ifa • m a i y e t i y ü k s c ît-
duşmanıar ıru/riar. do&tkuııvı/a varıncaya ka- reokür l-adî nur ycbr mutlak i olarak bu
da- *’ örsler .*iam olmazlar. TOrkittir -ki <ab‘- !er<iK\ rin ha’/ oidıı^u vas^, ” urk nv etin n ta-
iyctieri terakkiye müsait değidiO lArzmda ileri f K» mukact:ie«,at:rxia muriiem çti-.
sürüler '(kilaları ve n<jzunyeîeri tamamen çü­ ” urk dünyasının tabiî dev le-ir.ı taks"’ie
rütmüş 4iikm reci ve tekzb et*ı*şi t. B /e, gö£us başlarken hemen hat ılama'ıy z k: onun, h'ç
kabam: i. aiır yüksel;:;.'i duygu ve man dolu h> rr et n tarihinde görulm yer iki mühim
bu $<?retfi pürle müvssstt eder rkım zin ya- mu/aat oephes va^dr. Türk niHe*. fcn dünya
•atc büvuk dah s v burada derin b;: hikmet, tarih m; etıd r. Orun, ta-hi ha/:rldyanr talih­
ve ?cns.,/ î>‘r muhabbet ve şükran rîuygusiie ten- önceki Wr hayat ve meöen*yet:, b r de te-
tekrar Selâm :yoruz. ....) rihter scnrak« dünya .ı/emx? yaydışı ve tarihî
l'K iâbı. bütün esir .mlk’tie'e b r İslıkla devine^ yaratnasi vardır.
de;si vtvd;. onlara b:r ıslık&İ ruh ve aşk-aşba- fa'ih ve a'NCHjirü gösteriyor ki. mütalaa et­
d? Bu sö/ e-imi/le r-anv/ inkılâbım kbçüll- mekçe o‘ouğumu2 Ih. bijyuk »-km, takip <*tt ği
r w islemiyoruz. Ancak Terk inK^brnır hak; ;nk şaf vetiresi büsbütün başka b’r nran yeti ha
k- mevkiin' göstermeğe ça! şryo-uz. F-zrsv :r izdir. Başka iri’ etle- r ta- hierlrde, rnerderın-
kıiâb;, Avarada lesi-’ni yanmışa, Türk I*»k l3- İm- c? tevci". ett k cm /aman semak e-mş ve
b» ca pek şumullû b r sırette Asyada büyük fe- rh tat cev-rin başiang-c «ra gelmiş olduklarını
s’rîer bırakrvş ve brakar «ilet;». * 1 go uyo-.J/. Halbuk ’ urk e*, bdâlds ayrUrak
Bunlardan başka.: rar-M/ ınkıiâb. br cm* mü- av:: ayrı /um-e er Pa rek- c ıv.ra yayılmağa ve
bdie./.esi.e başlıyor. Kalbı.k-, b/de zatner ayrı voiîaıı Ozceb-de buldukla- Kı s ara meckm* fa
gayr simsar yoktu "ü>k r’M. la ıhm n im I.jp de 'cvet erir? tanıtmağa r-aşkıd k a- /aman, ha
v. k*ırde bata olduğu İçtimaî demokrathk'a ti vatlarının henüz inkişaf devrm.e gi-m’ş o dUKİa
’ cv edebil’' Rz rr Vs lâbmry, t; r vp-t mûbare •• zaıranciı Sümerkî*' n Vto/apötamyaya, ttÜe
/esile değil. fcuvu* ve ateş n ü r mı l:vet tr-ey.ar: fu- A;'cxk)iuva. .sk t \e Tcyianr T-akya ve vura
mahsu u piaraK meyoana gelmşi’- Br\ b r ce ristu- a geime'ennder senm goru en yüksek
n!Wtın, mubtç-:l sın ' a-t i p . bı br er» e kavga­ metlerî irkişdfla^ bu Kik:kat r tarihî delilie”?
sından, d ğe*ı isç. bütün bir nri etm yekpare !>i- dir. (...)
kutie halinde b r ideal uğrunda butur b:r huşu Türk mane\:vat cephesinden kendi -uhde
met : ıhar ma karşı mücadele* rder doğmuştu*. bütün rsarıvet r vıcdarm ya^atmışt:-. i...)
Brin n sn f K:ras- <a^s;rda. ötekinin yüksem w Türk m- iptirın harice yayılmağa baş'ad £1
muîJehd m ir ıdea”»hemen güze çarpar. /aman. ’k:hx1 ç«r»e çevrd f, ererj si e geç'-d
Diğe* c1Ketten 'ü'k Ink !âc:n r Rus İnkılâb- ğ‘ !r-<:şaf drnark -re mukab»!, başka mii et e*
ra h'Çbr benze- ğ vuktur. Komünist m.kılâo , -:r, meşeİS :xta /amarlania haç’: se^erierile.
'şm'rben de an’aşdacağ' veçhile br bevne’mi- A n t ikan * keş4îe yahut daha rw r' Vunan ve
ieliyet prersiöı u/e* "K> kurulmuştur Halbuki, Romar r isti 5 a-i e- har t e tevcih ett'k eıi
Türk irk: Ab rın tcnr.e’ter» milliyet ceıeyandr. ererjiieriie zaafa uğradıkların1giyü-üz. On’aı
R.ıs İrk âb , sivas* o maktan ziyade iktisad* bû çin bu vayılmalar. kültür rk şufma mukabil
’rkılâbchr. S yası değ-şKİık onun tab'î net;ces: kü tümr inhitat ve ttvedd sm r alâmet- olmuş­
o arak ge rrişljr. t..; tu- 3uKa- gıtt k!<- vt»rk’n% 1hî?:üz yem açılmış
ve büyümek i<t dad nı haiz o'ar potans yer
enerde- ha mde değil, bilâkis ht ya-lamış,
Türk inkılâbında Tarihî Ruhî a<’m ve olume ~vîhkûr- ku'türle- halinde git
Kuvvetler ve Kemalizm m'ş erd Onur, içir Tjrkk»r g bç b;r dünya <ari
Karakterinin Esasları Pi ;olünü yapamam şla-. g ttk'er- yerleri ihya
edememişle- ve c-aia-da ven: meden? ve<he'e*
Kemd /rr, Umumî Harpten son-ak’ yer! âle­ yaratamamışlara r. {...}
min yer; doğmuş ruhudur. Bu ruhun gayesi. Brak'sefal Türk - K i r i n zamar zaman Avru*
SEÇME ME T İ NL E R

payı istilâsıdır ki, oraya muasır medeniyetin ya­ safhalarına malik ofdukları, ve bir taraftan dev­
ratıcı dehasını ve tohumlarım götürmüştür, (...) letin, diğer taraftan şeraitin ve ulemanın muva­
Tütk tuhu, kardl kedisi nl tam bir surette ta­ zi olarak kuvvetlendikleri, fakat içten İçe birbi­
hakkuk ettiren hür iradede tecelli eder. Sübjek­ nine düşman olacak nüveyi yetiştirdikleri de­
tiviteye karşı duran objektif maddî âlem,, ona virdir. Yeniçeri teşkilâtında dahi bu îkî sistemin
mücadeleci bir vasıf kazandırmıştır. Tez ve an­ yan yana İki terbiye müessesesi olarak mevcu­
titez arasındaki bu mücadeleden yeni sentezler diyetini görürüz. (...)
ve tekamül hamleleri meydana gelmiştir. Haki­ Türklerın İslâmî devre girdikten sonra vâsıl
katen Türk milletinin en barız karakterlerinden oldukları üçüncü merhale, menfi kuvvetin kafî
birisi olan mücadeleci olmak vasfı bu tekâmül mağlûbiyetle neticelenen ve sivil millî mües-
sentezlerini meydana getirebilmek için zarurî seseierin sentetik inkişaf ve terakkisine imkân
idi. Türk tarihi, bu iki nevi prensibin, sübjekti­ veren büyük Kemaftzm devridir. (...)
vite ve objeklivitenin mütemadî mücadelesinin Üçüncü devrin farikavî vasfı olarak, miilî ru­
tezahürleriJe doludur. (...) hun şuurlaşması, ahlâk, hukuk ve hayatî faali­
Türkler İslâmiyeti kabulden sonra üç devir yetlerde Türkün, kendi kendisinin kıymetini,
geçirmişlerdir. Birincisi, derunî kudret ve deha­ kendisine hâs olan yüksek değeri anlamtş ol­
larının İslâmiyet içine nüfuz ederek onun inki­ ması gösterilebilir. Bu kıymetin idrâki, iJİm ve
şafını ve yüksek medenî müktesebatını meyda­ sanatta,, medeniyetle yapacağımız roEü ve vazi­
na getirdiği devirdir. İslâmiyet, bu devirde bîr feyi tayin ediyor. Bu rol, medenî hayatın ön sa­
hâkimiyet kuruyor ki burada ruhanîyet ve cis- fında yapılması icap eden bir roldür.
manjyot karşılıklı iki cephe olarak görünüyor, M illî şuur, lâyiklık yahut vicdanî hürriyetin
Bu devit, FarabVkiTİ, İbtû Slua'lavt ve RirunVleü teessüsü iİç millî kıymet halinde dinî
yetiştiren devirdir. hâkimiyetten kurtulmuş ve miilî tarih ve dii ha-
İkinci devir, OsmanlIlarda cismanîyetle ru- rekeileriie en sağlam ve İlmî desteklerini bula­
haniyedn birbirinden ayrı ayrı İmiş gibi inkişaf rak zengin bir ülkü kaynağı olmuştur. (...)

İNKILÂP NESLİNİN ŞARKISI


ŞEVKET SÜREYYA

Türk inkılâbında milletin yaşama kudreti ve ya­ mamlamamış osaydı, T919 günlerinde Samsun
ratma kabiliyeti, bir taraftan kendi Şefini bul­ ve Ege kıyılarında başlayıp milletin tasvip ve U-
mak ve kendi içinden güzideler doğurmak, di­ tihakiie şahlanan millî ayakianışın bütün mey-
ğer taraftan da hem ıç esareti, hem dış esareti valan, ya bir saray entrikası, ya bir împeryalîst
tasfiye etmek şeklinde adım adım tecelli edi. kombinezon, yahut ta bir Çin anarşisi İçinde
Geçirdiğimiz İnkılâp yıllarının tarihi kısaca, örselenenir, heba olur, giderdi,
milletin varlığında büiunan ve milletimiz için
asıl olan ve tabiî olan bu yaşama ve yaratma ***
kudretinin adım adım ve hamle hamle şeklinde Türk mîlJelinin Cümhunyet nizamı, yalnız, bili­
tecellisi tarihinden başka bir şey değildir, nen bir hükümet şeklinin Türk bünyesine nak-
lolunuşu demek değildir, Türk milletinin bir
Türkiye Cumhuriyeti. Türk inkılâbının halk cumhuriyeti nizamı içinde leşkiiâlfamşın-
Öz v t Tabft Bur Mahsulüdür da Şarkta bir bütün otta çağ cemiyetinin, Garp­
ta bir bütün on dokuzuncu asır müstemlekeci­
Eğer Türk miliieti iradesini "Türkiye Cumhuri­ liğinin ve akla gelebilen bütün anarşik ihtiras­
yeti" şeklinde bir halk hâkimiyeti nizamile ta­ ların 'Türk vatanım harimi ismetinde" küliiyen
S f ç M C M f T N u f fi

w e f e e d îy e ' i d e f o p iu ş u n u v a a b r . ! ı s ” i n «,■ li r a l a r * o g r in U T d e . a - a n l a r m ü n a s i p
D a h a - n liî* z a i e r i n e r t e * ' ► ^ " . î a V 1 b i l e k a n » - m û le t v e k ille r rm . ş a h ıs la r ı ü s t ü n d e e r a te ş
r r ç r -d e . v a b t h a lik ’ benek» &. ya b î r koz- r r ü c a d e e ie c e s a h n e o l u y o r d u . ' M ii. -d .e p v e
rvOfX)i;i j$ M k , yjhot Li i.r !.i\ .ır- <ia k h , v ı*.n f . v s a / ü s t a r d e A f ' , h o r g u r u b u r . h a tt ö
f: r.îkliÖL: h . K j k im ! d ; v a o is * . a n c a k , 1 9 2 3 t e ş r i h e rk e v r le ’â k k is ı b a ş k a p a ş K a i o ‘ . B ir g u r u p

r io v v iîiir ın o tu zu n cu g e c e s i a t ıla n to p a r r r ç r h a m v y e t ir . v e ik t id a r ın t im s a li g ıb İ r i su
sc 'S .Iı^ i -.- d u y d u k t a n s o m a d ı r k , ? ü * k v a t a n ı n d a r u *>1 ’ b r n a m / e l d : f.e r b i r g u r u t ı u r k a - ş ı s ' r ıd a

a - î : k •*: n e u ş a k is ğ a , n e c î c m î l l î p a r ç * e r a ğ ır le n k ' t le n » v e t a r i z le e u ğ r u y o r d u
’ .iıg a v e r k a m a d iğ ir a n h v a b ıld ık v . E £ ç r Ik î H a 'h .jk . o g ü r e - ’ ü -k r .k ılâ b r ı p y e n ve en
lo p ia r a f :m a s a v d z a V -r e r . s a k ın g c -u n e r . b ir ş a n ı ’ h a m le le r in e g e b e b u lu n u y o r d u . A i x
h a lif e v a r o v o r o r e t -a r " d a . A ğ a h a r d a r şeyh V e t k d e v ie t ın r . ş r s ’m ı a im a k z a m m - g H -

ca d c , \ . î; / s v c A d a r ö " o k la r k r n f o r f r s w v k ü ­ m şf f ? r K ts-n * m an \ a a b a = k a r p ı n Ok:1- g ö ­


d a - . *n il e t i n u y a n ı ş ı n a ‘« a s t’ d a r tu ta r- i;r s c - r ü ş le r in e , v e b . j n ! a r s r g « ; r | j < h f i d ' s e l e d r / a h i r ?

.a r r ' o i e v e r e c e k t i . M a t t a b u n l a ı e ! e > v w ı r ı $ le c p l en i ç i n d e ıv t i k a n e t l e r i n k a y b e t m iş o ! -
g it ;; . d i. l i a fa , s a r a y ın d a e s k i » a d -ş a h h ır m v s - m a la n r .a ra fc m e n Türk m * ı:e t i r l r b ir Ş e f in ş a h - ,
* e îirH ’ g i- ' v o r . A ğ a d a n b ı k ’> ı v îj-k m a t b u a t ı­ ş iv e lin d e m e r k e z le ş e n h a v a t h a m le s i y e n : v e __ _
n a a d e ta e ı r r v e r e s i i y o rd u M a k b u ld a b ir h u ­ m p s ’u l b « - s ı ç r a v î ş i ç . - I v t ü ’ k j v v e d r T . * t o p -
k u k ç u z û r r e s ı s a '.t a n a h r h u k u k î m ü d a f a a v ir a . lu v C K d u . Ç ü n k ü m e v o a r p ^ k k a im e b u h r a n ı,
A rk a ra d a b ;r h o c a l a r g ı r u t a : s a lt a n a t ! n v v a s ı h a k ik a t t e d v t v le b n ü ^ u . \ e l e ş k ’ â t ı v ' ia k i b u ş e ­

e ı u d a ' a a s n s gıv ş m y e rd ‘ . kor b îr m a t b u a t k a ­ k l i k ;v a v e t s ’/ ü £ r. n / a b ı n ? v u r m u ş f)*v tor e " f s r .-


la b a lığ ı, h a n b ir g a rfa t iç in d e / e h - m , ılıc a r d ö r b a ş k a b ir ş e \ o e ğ e d i. A s ıl İle t m il ? h a k i­

kotu b ir a le t i o ’u r k e n . Cad)— y a b a n c •m e r k e z ­ n i v e l i v y a '-.u t M l ' e l M e c l i s V .k a ı r r v e sa -

le r in d e g ı / ı y u v a !* * . ,jr k v a t a n ın ın yüzüne s â h i y e t b - r v r k .j a - ' i ş t a r / n c i a d i. K a b in e y e


b i n b r k a n a d a n d e n k , ( f a ' - k , t o r n a » , t o m a r n -f a k g h e c e k h r»' v e k i l şah*.? u s t u r -d e b u t u n m e c l i s
v e r n h iiâ ; l o b : « r : b : ; ^ w - < J * x v o rd u . b trer. p )? s o y 'e ^ îî» ’ ş r k l/r d e
y a ş ı y a n t ;u ş o k | n o k s a n o v i e b 1 h a v a d o ğ u r ­

m u ş t u k i. o u h a v a i ç i n d e k u ç u k b ı g a f k ^ , y a n i
19Aİ teşrırlevvefirın otuzunu; gt»cesı atılan m d h H ı k u r t a r m a k r ia v a s ’n rp - n e s 'u lıv c t b v t a ş ı-

t ümhudyet toplan eğer atıhnasaydu T ü r k ;nkı- y a r ia r ıp u îa k b r za~ -o a k t a r ş ln ; t u n k a z a n -

lâbırır s e y r i bir m a k i, » m t \ » a - a k o e d e b i l i r d i . • anla* b r h a m le d e K a y b e t m e k iç ı ı k ^ fı g e ie b ı-


B u l o p l a r ı n ıl*< s e s l e 1-- d u y u l d u ğ u a n a k a d a r , ! i - d : . N ir ^ k im o r t a v a a h l a n - a n v e t İ s t e e r m in
h a t t a b / z a : M ılf a t V a d i m i 5 a ' a r ı n d a v e r s ' n n ş a r k a s ı r d ı r n - t a k ım m u z ' « m t e ş e b b ü s le r in g o î-

k,i'<îhâii< f>V "srf’i gurttl*.' va-ch kr, orür jçrn & & a v a t h r\ d n g o v tfn eg ff
m i l î h a r e « e t 9/t.y.ûVl 922 d e a r k g a y e s i n e v a r ­ "■ H i l â ' r H li e m e K s a h a n a ! d e m e k t i r . M a k a m ı
m ış . d ü ş m a n t o u v a k l a r m z d a n ç ık < v :h M ş v e d a ­ m o t e lin v a r ı z m a n e v î g u d re tm d e ğ il, s a t s r a -
v a s o n u n a e m -.iş t i. Ç ü n k ü o n u t g r id e n ?ş t; m a d d i v o s ı n i ; k - t e m » n e t m e k !â z r r » d - ! v
b ir m ı -k lü p d e ğ ı s a d e c e b»r r r " ı m ü d a fa a Y a h u t ıa :

k i l . B u m ü d a f a a d a ış l " f e n l e n m e y v a la n v e r A i n d u k is 't e h e r h in n ı ı s l l i m a r ı n b r e r n h û U

m iş t i. B u n d a n s o n r a b r t a k n* e jım v e b r t a k m m ü m im r » v a r d ı. 3 / b u rca e h li ;s lâ m .n a ? i

k u - u - p ş d a v a l a r ın a d a l m a d a n , t e d ' c e n o t o r it e * : e ır . ; ü l n ü m ı r ı n s s z o i u n ı z f ' î

n ‘ ı k f s a p e d e c e k f v r h ıf â f a : d a - e s i g ö lg e s i n d e D iy e n im in e t r a f n d a a z k ^ s m j a ş i k â r , ' a k s :
v e m u la i b ‘ r p a r ia m e r io h a y a t ç rx k » g ü n ü g ü n ç o k k s m : g / i ı ! > r s v < ın b a l s a İM " g u .n b i l a z

e r m e k le n b a ş k a y a p ı «u a k ş e y K a lm a m ş» :. d a h a b ü y ü v w . b r a / d a h a k o v ıd a ş y o -r îü .

B u k ıs ım in s a n k a U b a . ’ A ç ır 1 9 2 . 3 t e ş ’ n i- Iş ? e C u m h u r i ^ e t - r i l a n t a m Im j h a v a ç rd e

e v v e j n î n o t u z u n c u g f x e s in e k a d a r m i l i ı h a v a v e ta n ı a m o rfa v a r ı d ı. W

ü n e;> b ı y i k r ; r s e ’ tva t; v i z V d u is t if e e t .m jş A z* ;k y u r j v û ^ b ^ m / ş îr . * S u r id a r oha


o la n f e t h B e y k a b in e m m n v p - . n e 'r ^•>una<•: ^>,' 0 ;s a a r c a k s a lt a n a r a d o r m e k ç o v o ’ a ç ık a * z.

n v "et v e l i n i b u ım a k n . B u n u r VYin d '” k g e r e k d t v e c k ^ J ü s e r e n le r , k « n ö :e r i r ' : b r e k m , u Ç '

m u d a la d i İH .k ü k g u f u b u r .u n , g e r e k \ V ' V t M e c s ı , / b u c a k s ız u f u k la r a d o ğ r u y e lk e n a ç a n
SEÇME ME T İ NL E R

genç geminin manivefaları arasında buldular. rap içinde, adeta erişilme?; bir irieai rüyası gö­
Türk milletinin İçtimaî fütuhatı aslında on­ rüyoriar.
dan soma başladı *
••*
* * *. Halbuki her biri bir milletin yeniden doğuşu
1923/30 teşrinievvel gecesi Ankorada Büyük için kâh gelen bu İçtimaî fütuhat bizim ınkılâp-
Millet Meclisinden kalkan bu İçtimaî fütuhat çr neslimizi doyurmuyor. Her fetholunan mer­
gemisi nerelere uğramıştır? Daha nerelere uğ­ halede brz, yeni yeni fütuhatın rüyasını görü­
rar ve nerelerde durur? yor ve aşkını duyuyoruz ve neslimizin bu da­
Filvaki bugüne kadar varılan yerler ve geçi­ ima yeniye, daima mükemmele doğru oian
len merhaleler bile, başlr başına, bir mîlletin savleti, milletimizin tarihî şanına ve haysiyeti­
yaratılması,, bir cemiyetin yeniden kurulması ne tamamile yakışan bir manzaradır.
için kâfi gelebilir. Çünkü bugün dünya üstünde Filvaki her zaman ve her milletin içinde du­
hâlâ on yedinci asrrdaki renklilerin muamelesi­ ranlar, dar çerçeveler içinde bağlananlar olabi­
ni gören bir milyar insan vardır. Bir jeneraller lir. fakat milletin umumî hamlesi içinde bunlar
666 diktatörlüğü elinde parçalanan 450 miyoniuk her zaman sürünlenecek, her zaman umumî
Çin ü(kesinin> bu&ün bütün ülküsü yalnız "tek aheoge katılacaklardır.
ve küveti!" bîr devlettir. Hâlâ Kastiâr, Racalar Biz bindiğimiz genç gemiyi enginlere doğru
ve ecnebi polisleri elinde bütün haysiyetini açalım. Çünkü millî istiklâl, millî devlet, tek ve
kaybeder, 25Q m ilyonluk bit Hindistan, va? ki IsUkvad1 , devlet me?halelerinden da bu
bütün ülküsü ancak bir yarım İstiklâldir. Hâlâ geminin uğrıyaeağı yerler ve varacağı ülküler
erkeği köle, karısı esir olan, hâlâ sâyi, dimağı vardım
ve hayat hakkı, ya bir maskara yıhiîbazın, ya - H&t adımı başlan başa bir ayn emekle iş­
bir sarhoş müstemleke çavuşunun elinde kepa­ lenmiş sulak, serin ve yemyeşil bir vatan topra­
ze olan yüzierce milyonluk müstemleke balkı ğı.
için, bugün bize ma) olan, bugün bize tabiî ge­ ’ 13u vatan toprağı üstünde her çağı bir genç­
len fütuhatrmızın binde biri bite bizzat hayat lik neş'esi içinde geçen şen, tok, giyimli, sıh­
değerindedir. Nihayet Şark Avrupasindan Ce­ hatli ve kum gibi bîr Türk kalabalığı,
nup Ameri kasma kadar, mukadderatını ya bir - Her parçası ayni plânla işlenen, her parçası
takım banka oyunlarına, ya bir takım teatrai ayni ahenk içinde milletin umumî ve hâkim
diktatörlüklerin mucizesine bağlamış hespasız menfaati için çalışan ilJelsiz, tezalsiz bir Türk
milyonlar için bugün. Cumhuriyetin bize verdi­ milleti ülküsü henüz önümüzdedir)
ği müsiakii devlet, tek devlet, istikrarlı devlet, Tabiatın haşin tahakkümünden, sefaletten,
millî devlet ve hafi İnkişafta devletten yalnız sınıf ve zümre kavgı farından, imperyalısî taad-
bir tanesi bile bir doğuş kadar kıymetlidir. dilerden, hulâsa hem iç, hem dış bütün gerilik­
Siz, miilî İstiklâlde, vicdanımızın bir lakım lerden kurtulmuş ülkü Ti'rrkîyeye doğru dümen­
cebrî iman kayıtlarından kurtuluşunda, kadının lere sarılalım!. Yelkenleri şişirelim!
müsavi haklara sahip oluşunda, tek ve lâik ted­ Engin denizler ortasında dalgalar, bu gemi­
risatta, mutlak halkçılıkta, sjnıfsız ve imtiyazsız nin dümenine yapjşmış genç inkılâp neslinin
millette ... ve saksde, nihayet ırkımıza esasen şarkı! avile; inleşim
tabir ve tarihî ananeleri oipn birtakım vasıtala­ - Daha iyiye,
rı yeniden elde ettiğimiz için oniarın, bu vasıf­ daha mükemmele doğrul
lara hasret çeken yüz milyonlarca insanlar için İleri!
ifade ettikleri pah? biçilmez manaları belki lâ-
yıkile anhyamıyoruz. - Daha rieri,
Halbuki bunlardan yalnız birinin, yalnız bir ve
küçük parçası için, bugün cihanın her bucağın­ Daim£ ilerîl
da yüz milyonlarca İnsan, kan, göz yaşı ve ıztı-
SEÇME METİ NL ER

ATATÜRK GİBİ DÜŞÜNMEK


(1978)
CELÂL 8A VAR

Atatürk Nedir? Ne Değildir? Faşizme gelince: (...)


FaşUm, "HERŞEY DEVLET İÇİN" derken,
Atatürk, büyük adamdı. Atatürk "HERŞEY MİLLET İÇİN" diyordu. Bu,
Büyük adamlar, büyük dağlar gibidir, onlar­ birbirine laban tabana zıt iki dünya görüşüdür.
dan uzaklaştıkça haşmetleri ortaya çıkar, Toplumun leme! üstün değeri *DEVLET"de gö­
Ren onun sağlığında ve onun yanı başında ren ier, faşizmi oiuştürürken, 'TEM ft DSTÜ/Y
çalışırken de Atatürk'ün büyük olduğunu, biz­ DEĞERİ" MİLLETde görenler, hürriyetçi de­
den farklı yanları olduğunu görüyordum. Çünkü mokrasiyi oluştururlar Çünkü devlet -işlerliği
ne zaman dara düşsek, ona koşardık, onda her açısından- eninde sonunda bir kadrodur, hac­
zaman kapalı kapıları açan yeni bir anahtar bu­ mi ile Sınırlıdır.
lunurdu. Ama samimiyetle itiraf ederim ki, yıl­ Toplumu devletin emrine verme, imparator­
lar geçtikçe bu büyüklüğün, ne ölçüde bir bü­ luk tefekkürüdür; denenmiştir, süreklilik gücü
yüklük o/duğurtu daha }yt idrak ediyorum. (...) olmadıkı görülmüştür ve sonunda parça parça
Özellikle günümüzde bir çok fikir kampları­ olmuştur.
nın, Atatürk'ün bir sözüne, bir davranışına sarı­ Atatürk böyle bir tefekkürün en yüksek ürü­
lıp kendilerini haklı çıkarmağa çalıştığı şu sıra­ nü olan Osmanlı İmparatorluğu'nun tasfiyesi
lar, O'nun temel yapısını bilmek zorunlu hale içinden çıkmış bir devlet adamıydı, (...)
gelmiştin (...)
Bugün ülkemizde bir bölüm aydının ve öğ­
rencilerin memJeketjn kaJkmmasj jçjn çare dî­ Atatürk Bir
ye gördüğü sosyalizm, yeni bir Sorun değildir, An ti -Eınp eryali st’tir
Atatürk, Kurtuluş Savaşımız sonunda yeni bir
devlet kurarken, sosyalizm, Avrupa ülkelerinde Burada, Atatürk'ün tartışılmayan ve tartışılama-
işlenmiş bir fıkır olarak vardı ve komşumuz yacak bir vasıma işaret emek istiyorum; O,Bİ­
Sovyetler Birliği'nde bu fikir devlete vücut veri­ LİNÇLİ BİR ANTİ-EMPERYALİST idi.
yordu, Atatürk bunları çok yakından izlemekle Anti-emperyalistin bir başka adı da "MİLLİ-
ve bilmekteydi. YETÇi"dir.
1920lerde Marksizm, denenmemiş bir rejim­ Mademki başka milletlerin topraklarında gö­
di, Bugün altmış yıllık bir uygulama dönemi zü ol Sınlada beraber değildir; öyle ise, halis bir
geçmiştir. Bir sınıfı yok etmekle, sınıfların orta­ milliyetçidir.
dan kakmayacağı iyice anfaşıimış, sömürünün Atatürk de farrmffftyefçr rdi, (...)
yalnız sınıflar tarafından değil, devleti yöneten­ Cumhuriyeti izleyen devri inlere gelince:
ler tarafından da yapılabileceği ortaya çıkmıştır. *Tovhid-i tedrisat" (Eğitimin bütünleştirilme­
U) si), sınıf ve zümre imtiyazının reddiyesi değil
Bizim gibi sosyal reformlarım tamamlamak de nedir?
yolunda olan bir ülkede buna özenmek için Medeni Kanun, insan münasebetlerine çağın
hangi sebep vardır?., Marksizm'de Türk Milleti adalet anlayışın geiirmemiş midir?
fç/rî bir ismi t olsaydı, Atatürk 1923' de sosyalist Kıhk'kıyafel Devrimi, millete biçim de üstün­
bir cumhuriyet kurardı ve bunu kurması için lük ve beraberlik kazandırmak amacına dönük
hiç bir engel de yoktu, Eğer sosyalist bir baskı değil mi?
rejimi yerine, anayasal bir cumhuriyet kurul­ Lâik devlet tefekkürünün kabulü, bir yanı ile,
muşsa, bunun tek sebebi sosyalist bir rejimin milletin rasyonel düşünce biçimine alışmasını
Türkiye gerçeklerine ve Türk insanının çıkarla­ hazırlayan sağlıklı, yararlı bir devrimden başka
rına ters düştüğü içindir. nedir?
SEÇME ME T İ NL E R

Harf devrimi,, okur-yazarJığj kolaylaştırmak, için pozitivıstmiş gibi göründüğü halde, daima
eğitimi yaymak, milleti, İN A N IR bir millet ol­ "sonuçlara" değer verdiği için de p ra g m a tis t­
maktan, D Ü Ş Ü N Ü R bir millet olmak, seviyesi­ m iş gibi görünür,
ne çıkarmak gayreti değii m '* Aslında, onu akımiara bağlam ak yanlış bir
Hale D il ve Tarihi Devrimler ı, Türk Milliyet­ iştir,
çiliğine derin kaynaklar bulmak, Milleti bilinçli O , çağının bu iki fikir akımını herhalde çok
bir bütün haline getirmek çalışmalarının yekûn iyi biiiyordu, ama ne pozitivist, ne pragmatistti,
çizgisini çİ2 emezier mi7 O , Mustafa Kemal Atatürk'tür. (...)
Sosyal ve politik kadın-erkek eşitliği, batı
toplu mİ arını da şerefle aşan ve Türk soyunun
geleneklerine kadar inen, adaletli ve milliyetçi A sker Diyalektiği,
bir devrimdir, Devrim Diyalektiğidir
Yeri gelmişken söyleyeyim; Bön Marksizme
inananların, kendi tefekkürlerini rahatça yaya­ Büyük bir kumandan için gerekli plan bütün
bilm ek İçin toplumdan ö zgürlük istemelerini vasıflar, Atatürk'te noksansızdr, 5avaşfa bir ku­
668 de ta&mllkte anlamıyorum. mandan, birşeye karşı ve biîşeyden yanadır;
Ç ü nkü bir insan, an cak, başkası iç in hak Atatürk bütün hayatı boyunca sürdürdüğü top­
saydığını kendisi için isteyebiliri Bir Marksist, lum savaşlarında, birşeyden yana ve birşeye
kendi düşündüğü biçim de bir devlet oluşturdu­ karşı olmuştur. "Bitaraf olan bertaraf olur" sözü
ğu zaman, kendisi gibi düşünmeyenlere ö b ü r ­ bu yüzden onun fikir karakterini açıklar (...)
lük tanıyor mu? T*.) Kurtuluş savaşı gerçekten büyük bir matema­
Ben, "Atatürk, seni sevmek milli bir İbadet­ tik mimaridir. Yenmekten yenilmeye kadar ta-
tir" demiştim. Şimdi, "Atatürk, seni anlatmak şarlanmamış, hesaplanmamış hiçbir yanı yok­
raüli bir ibadettir" diyorum. Ve gücüm ün erdi­ tur.
ğince onu gençlere adatm aya çalışıyorum. Bütün ihtimaller değerlendirilmiş, tedbirler
Çünkü Atatürk bir kalıp değil, bir gerçekçi­ hazırlanmış ve Büyük Taarruz, böyle bir mate­
lik, bir akılcılıktır. matik mimarinin zirvesinde başlatılmıştır.
Bilim, deney ve akıl çizgileri içinde bağım­ Atatürk bütün kararlarını sonsuz ihtimaller
sız bir M ETOD'dun piram idinin zirvesinde uygulam aya sokm uş­
İşte bu sebepledir kî, her dar boğazda, her tur!.. (...)
kargaşalıkta, her um utsuzluk ortamında Ata­ Atatürk, savaşın geleceğini nasıl bîiim ve
türkçülük, özellikle bizim içrn bir ÇARE'dir, di­ teknik üstünlüğünde görmüşse, top i umun uy­
yorum. (...) garlık gücünü de öyle öylece bîNm ve teknik
üstünlüğü olarak değerlendirmiştir,
Bir milletin toplum hayatında ekonom in in
Atatürk Nedir? baş sorun olduğunu biliyor, özellikte sanayileş­
meğe büyük değer veriyordu.
A z önce, "Atatürk bilim, deney ve akıl çizgileri Sanayileşm e bir bakıma, dilim ve tekniğin
içinde bağımsız bîr tefekkür, bir meroddur" de­ ekonomik potansiyeli arllırmasıdır. (...)
miştim, Bu tarif, Atatürk Metodolojisinin sınır­ Savaş -tıpkı politika gibi- netice almak sana­
larını iyice çizer sanıyorum. tıdır.
Yalnız, hemen işaret etmek isterim; bu tarif, Politika, manevi güç kullanır, savaş maddi
pozitivizmi, oıvım kullandı^t analitik metodu fcüçleson'UÇ aUnaya çalışır.
da hatırlatır. Bu yüzden bazı fikir adamlarımız, İyi bir asker olan Atatürk, gerek kendi hare­
Atatürk'ü pozitivisi espri içinde görmüşler ve ketlerini, gerekse çevresinde arkadaşlarının ha­
öyle yorumlamışlardır. Böyle bîr yorum, kana­ reketlerini aldıkları netice ile değerlendirmiştin
atimce yanlış sayılm az; fakat Atatürk'ü de ek­ Onun için, her harekelin bir amacı vardır.
siksiz anlatmış olmaz, sanıyorum. Amaca ulaşılmışsa hareket doğru yapılmıştır;
Çünkü, b ilim e , deneye ve a k la önem verdiği u Iaşı imam ışsa, hareket yan fiştir. Bu düşünce biçi­
i f- Ç W C M h *' N w FR

m in in s is t e r n le ş f r e < r n î, ıragrrztıznric g o rs^b’ l.rLp. t a b a n .: o ' m a d ı ğ T . g ö r e b ilm iş v e h e s a p t a n * ' b u

N it e k im p ^ a g n ra tz m m k u r u c u l a r u n d a n b r: g e r ç e ğ e d a y a t m ı ş t ı r . B u g ö r ü ş j r ve» h c ? ? b n

e la ı Jo h n D e v e v , H n d V .a n c ic n u ş u Am er n e k ü d a » d o ğ r u o ld u ğ u n u , a lt m ış y ıl s o r a

k a ' v a g ’ d e - k e r T ü r k i y e v e d e g e*irr>ş v e A t a t . ir k ' 9 7 8 y ılın d a h e rk e s d a h a v - a n la y a b iliy o r , s a


k e n d is in d e n e ğ ilim s ı* t e r r : m / :ç ? r b r -a P o r m um

h a z H İ a r v r v t ' - î’i is t e m iş t i D evev, d ana se rra be Y e n id e n o lu ş t u r u la c a k d e v le t im o a - a t o ' u k


raporu, Amerika'da hâ£ffiâm^ ve At&lurk'c t e b i n n a d eR ti v d î ■:FT u k s m r a b a ^ ji a ğ c -a g o
g o n d e n n îş . A t a t ü r k de» v a ' S r l a t v V a v :ç :n Ö c v »o , ç a r e , b ü r o k r a t la - » p o l i t i k a n ı n d ı ş n a ç . k a r ­

v a y ı M ili* \ğ h . m ö a k a r k ğ m a v e r n v ş t n . m a k t i, B r b a ş k a d e v i m e . h t p a r a t o r i u k C ü z e

n in d e d e v le t o r ’ a ğ ı o la n asker ve h v a v d ır

k a d ro su n u o k t a k i k la n ç ı k a - ı r a s v e d e v le t in

Atatürk ve Felsefe b u y r u ğ u n a a ' m a k f r.

F a k a t b - r H a k k ın v e r ilm e s i k o a y , a lın m a s ı

B e *m e b o t u n b u r ’a r A t a t ü r k ' ü ” t v a & m a î - s t o ? - g ü ç tü r. ç o k g ü ç tü r. 3 -r b a k , " !) iit ı / r o r t a d a n

d o ğ u n u h e lg e ie f f ie ğ e y e l e - - - d r U ı i d t . k a k b n la b il ıu Is k a t " b t lk u v v e '' y a ş a r . ( ...) f(~ C


Ç u .n k u A IO î u - k h e r ş e v d e n ö n c e " s is t e m : * * B ü r o k r a t la » d e d i ğ i m i / t u : e s k i c r f a k l a r ı m v ’ . " O J
d e ğ ild i. b ir k a le m d e s lip a t a m a y ız .. A ts a k b ;> , bu

H a tta k e n d ilin d e W s is t e m a V - s i o l d u ğ u h a k k ı v i c d a n l a r d a n s ö k m e k m u r r k ü n d e ğ ; İ d r:

r j b i l e s o v l e y e b ' H r ım .. .< p u s u y a y a t a c a k la - v e s e a s ır b e z e y e c e k le r -

Ç ü n k ü s is t e m e r d e " b p r ş e v ı tek. s e b e b e b a ğ ­ o i r . ... B u c ia . y e n d e n k u ru la c a * < d e v le t i ç r l> u -

l a m a k " h a s t a : £• v a r d ı - . A t a t ü r k k e n d i s i n i n c jc v n .k b .r t e r f i k e o fu * . O h a l d e ç a r e n e c i r / . . .

■ a r i e e t t iğ i g i b i , n e r o f a v ı. k e r o ı k a p ım a - ı D u ş i i n e ’ m : fe v ıp a -a t o - u k t i u / e i ' i r d e ıx n > k r a t ­

i ç i n d e ; n c e t e r d i. " la r r < ? y d ? H a lk m iç e n d e n s j / u u p g e k n y e t p -

T e fe rru a tta b u tu n u b ü t ü n d e te fe rru a t a o rg r c e < i k i ş e e - d e ğ il m i A . . B : / . o r a - a . b ' ç e ş t " ;k ;r .-

b u d ü ş ü * - : e b i ç ı n v , A t a t ü r k m e t o c f e lo jt e t d ir . 8 u d spçk e r" g t v ı^ - ie b a k m ıy o r n r u y d u k î... O y -

m e t o d u io ' iy i n e k a d a r iy i b iliy o r . n e k a d a - iy i cav », c îe ır o k r a t İ K c i î r n h u r i y ç t d ü z e n i i k ‘ ı k > ı c r d

k u lla n ıy o r s a k , o k a d a r iy i A W U R K Ç r i \ j / k a s e ç im e d a y a ı v ' . n ç b e v ie c ^ i a y d n , ( b ü r o k r a t : v e

n a a t i n d e y ı r ; :.. . ) v e k y . i ğ . ; ç m d e ğ ! l. v . l k - » g c / v k ^ d r iu ğ u iç in '

'T a b a a t k a r u n i a r r a a y k r ı d ü ş m e y e n i n s a n i " s i î ç m ie 1 k i n c i s e ç ic v g6 v e v ; n i a h r v e k j n k s i v o

H s y r ın a , y a r a m a c a r b ü t ü n i : k - v e ç a y l a r .j s n u r u p e k - lk l s > d ü r e i > i - i . . . B u h a k k ı t e m e il.n d p r

tünce Ateturk mefociu ıh iyini bitimf deney vo k^kV77W»rtJn5-a, hakk;r hu'b/u.bşı. ^ bâzı
ak! çi/güeri: içinde» düşünmek, ATATÜRKÇÜ A ğ l a m a k d a b a ak> k a b r î e < lb > r d \

t UK'tür... {..) İş t e A t a t ü k , i k i d e r e c e l i s ' ç i - ' i e s a s n ı k a im !

e m ^ e k k ’ , b ü r o k r a s iy i p o l i f k a d a r ç .k a r m ış , fa k a t

io r .k s y o n j n u Ic a ld ır m a ır iş t t r . B o y e c e d e v ie t

Atatürk'ün İki O f lr îK İa n n -t * t a s f iy e s i. H u k u k m e ş r u i v e : i i ç i n d e

'‘Devlet Reçetesi” e r it lm ' ş o k lu

C jiy tiii/y oe «i " g f Y ç r îc t e h d e o ^ h a r e k e : ed 'fk ib


B ü t ü n h a y a t ın d a A t a t ü r k , ) D LVLLT R FÇFTLSİ k i. " a k ıl " . " b - ’V . 'd e.nen» d e ğ e r le r i k u î l a n ı ’ d ı -

y a / m ş t r. B ir in e ı re ç e te . O s m a n ! İm p a r a t c y u - ğ z a m a n v a » a c a ğ -m :/ v e r, A t a t ü r k 'ü n v a - a r a ğ ı

g u 'm ır b a tm a m a s iç in k a ü ı r . p a l ı n m ı ş , d iğ e r i y e .-d b B tr o la y r b e lk i v 'u z k -c e a ç d a n b a ş k a

g e rç T Ü R K IY İ C U M H U R IY f V V \ yaşam ası b a ş k a g < x j 'û ş u v a r d ır a ^ n a tx ı g ü -u n u ş lo 'd e r

v e y t ik s ^ J m e s : ç ın d ü ş ü n ü lü p d u / e r 4 e n m ;ş t i-. y a l n ı z b '-r i G E R Ç İ < t : r . G e r ç e ğ e u l a ş n v a r ı n y o ­

B i / , A ta t ü r k 'ü n " ü s tü n d e ğ e r n ir e n g ile r im i v e lu d a e b e t t e A T A K / R K V . [ T ( ) ( X > t O j l S Î N D I N

m e f o c f o t o jf c & ıf f > if d ığ ' m ız e g ö r e , b u r r ç r f e f e r i g e ç e r . (...)

g ö z d e n g e ç r m e y e h a z ı r s a y ı l " / . (...) M ı i Hm t a b a n ı n d a o on * h u r i y e t d a '( » s i, b r ş o ­

Atatürk "9'8'de İMPARATORLUK ve (,M- v u n y o k u ş a ş a ğ ı a k m a s ı k a ıJ a - t a b ii N r o e t e e -

MFT tabanlarının dünya yüzünde i‘ as ctt£:r:! c î r . s a c ie b : r iş t ?r a m a , c u m h u r i y e t i n k a r a k t e r in '

v e M I L U T t a b a n ın d a n d a n a g e r ç e k b ir D e v le t t a r ih i t o p it im y a p ıs ın a u y g u n o la -a < h iç im le -
S E Ç M F M E- T İ N l b*

mck, hç de kolay şev değildir. Atatürk ve onur ç i n d e r ç ı k a / d ğ ı i n s a n l a r l a t e m s i l e d f e r p ır

k j’idnjıpı rr<HodoicjÇ er değeri! ürürüne işte d e v le t g e r e k lid ir , D e m o k r a t ik c u m b u -ly e t t e

burada vördu m e ş r u iy e t in t e k t c a y r a £ ; h a i k o l d u ğ u t ; b i . b a k -

m y e t in e le t e k s a V b i e lb e t t e n a lk l ı r .

Hakimiyeti, KAYüSIZ ŞAHISIZ millete bağ


Güçlü Devlet Tefekkürü ayar *îc»at ht anayasa gacı^&tder., ISfeO Ara-
yabası }e. rrîifet hakimiyetime meşru b e sü-
Türk toplum yap:$mr sn;f>ız okluğum sovlr yıHas «uç pir tak m yeri ö'takhkiar getiri e-
miştim. $ın t a topAurryania bütim &çi f,vç bu ■ekozerb to« anayasa dûj&vro şjeçUtvev, bü­
lokraskten ve devletten geli». Devlet kadrosu yük b r ta i ssizliktir; A4atu'k tefekkürü dışına
güçlü ve bilirçl* oiuısa topum İlerle», devlet çıkmak, toplum yapımız; tan mamtiktik bağ ş*
kadrosu ıVnarrum.ri kaybrtıriş»?, lophro gfc- ia^-'v.V' güç b r yan kv.âiH ü«mokra» halen
-üeı. brı:‘‘s 7 toplomiarda devlet yol gemlericır kend keraisin: yönetmem ise, onun, voned n
gerçek ariarriyk* yö.neticıd r. Bu yüzden, çok egemenrigini kısıt'ayar her kuruluş, sadece
seçkin krş.ercîer kunı.muş otaas, çok guçlu ba ka inanmamaktan kaynakianı/. Halka şı,p-
ol mas;, bt»' amaçlan gerçekk^şti-r-ek ;çır ke- beb gözle bakar bi: ydna&m'r demokratik ol­
neilernrş buiunn^sı zorunludur. ması ve bi- tlba; gprmes bek eremez. ü..)
Oysa, deme<rıitik cumhuhyer esasla»t ; ka­ ■ '% ' A r a y a s a s ı, k a n a a t i m c e t a ı r a n ' . a m iy ie

bul edere* biz, Bat: rif): yönetime geçiyorduk. b !r " M illi r a d e d e v a lü a s y o n u n d u r . H a lk o y u ­

Daha üKt* de söyledim. Bat; toplumlar;, ba­ n u n d e ğ e r i , y ü z d e e l l i n i - a ’t ın a d ü ş m ü ş t ü r , b u

kîm sınıfta, öteki sınıflar n dengelermes ni A n a y a s a y l a a . A t a t . ır k A r a y a s a s ı n :n " g ü ç l ü h a l k

amaçlayar b> yapıya sahpt. Fgen~<ml k. halka c v u " v c - r p " g ü ç s ü z b a ik o y u " , " g u ç lu h ü k ü ­

değ'i, sında daya dır. Yöreîimlr, s njf diktato»- m e t ” y e r i n e '‘g ü ç s ü z b ü k j n x » î v; c k v le t lr e n v

yas ".a kaymaması veya kaymayacağını etek; ; * * k ’ P u o K -a s ı'' y e ; . n e 'd e v et. o n r . r e a la r

sınıflara garanti etmesi için baz, müesseseler b ü ' o k r a s i " ; " ' s e ç im d e r k a y n a k l a n a n n e ş r u îv e t "

kurmuştu-, Kopyan bir tutum, demokratik y e r n t * , V c e m d e r k a y n a k l a * w r r r e ş r u v e t ” te f-

cumhuriyet rejimini, bu nürsseseler;y.e birlik f e k k ijr u k o r m u ş ; b ö v e t e A t a t ü ık ' j. n . t o p lu m

te kolayca ben ırseyebilrdi. Atatürk böyle b r y a c s ır d a n k a v r a k l a r a r A n a y a s a s ı, k o p y a f c /

yanlışa düşmem şi r. a n a y a s a i k 1 d e ğ » $ t » r ii€ ' e k , o b ü y ü k d e v it » ! a d a ­

Atatürk, "Güçlü devler düşuncesmder ha­ m ı n m t ' K İ ' l p ı i b r » s a u s ız c a t r - s y ü z e d i l m i ş t i r .

reket efıriş ve burun içîh; B u ğ u n b u A n a y a s a y a g ö re , d e v e t !r s a h b ve

]- tgemer.i’ğin kaytsjz şadsız millete ait ol­ b e k ç i s i n i l i e î c i e ğ ; ; t e m s ile H ğ i n ’ b ü r o k r a s i n i n

duğunu. y a p t ı ğ ı - s a y d ğ n* k u r u l u ş l a r d ı r . B ö y e c e vA t a -

2- Seç m sistem-rin çoğunük esasına dava' îu -k t îü /e n n m y e .-'n e , O m a . n i ı d ü z e n i v e r i ­

olacağın;. d e n : b y a e d i l i r d i r * , d e r ^ e k k » b i; h a t a o l a c a ğ ı n

3 Millete ait o,an egemeni ığ.r sadece ve s a n m ıy o r u m .

yaln/ca m Hem seçtiği B.M Meclis' tarafın­ Çûrku güi'iimu/ur aydını, 195' Anayasas
dan kulîanHacağ n'; değişme? kurallar olarak ile "Sultansız b:r kapıkulu" haline ge m ş ve
berimsemişti* devletin butun k/Ks vorla' ra bir başı ra sahip
Aslında ou saydıkla* m, demokratik cumhu- çıkmıştır. Yasan-a gücü de, yürütme gucu d<»,
fiyet 'ejım nir MÎea erid-r; hem de bugune ka­ denetim gucu ık* aydının dmdedi-.
dar hiçbir Bat u'kesinde gerçekleş tirur.err ş Hak.:, yoneture kat ,ma * rsat; veren tek ka
jdeaerdr, ama on arır s rıfoai top um yap la- oı. Parlamentonun Mec is kanadı kap.s pı; An
bu deal e-e ulaşmalar;;*a elverişli değii. . cak rül'Hvekrli skimle** nde.'1yaradan ı» Mecli
Buna ka-şılık -r.e mutlu bi* rastlantı «ı bizim se gırebibr. Oysa bu seçimkm» cie ayd:r. büyük
top'umunruzun yapısı, bu İdeal riamakrasîyl ağır! ğım keyr uştun Millet ^k»; IKin r teşekkül
benimsemevi zor-ırfu kıtı-. Çünkü sır d yoktur, yapısına bakarsan z, D u r u kolay.ıkla gömeceks
sırır ç-«a,:an yoktu'', sınıf çıkarla* mm derge riz. Burun dışındaki yasama, yırjlıre, dıtnr-t m
lennesî yoktur, sadece m.İlet vardr ve rr;” rt?n kummlan ayd nm tekeline düşmüştür. {.
SEÇME ME T İ NL E R

Oysa, bu devletin tek BEKA ŞARTI, bürokrasi rarak bu düşüncelerimi ifade ediyorum. Ümit­
ile devletin su sıkmaz biçimde BÜTÜNLEŞME­ siz olduğum sanılmasın, hayır, ümit, millette­
SİDİR. Devlet, PARLAMENTODA, HÜKÜMET­ dir, Tarihin hiç bir döneminde Türk milletinde
TE BÜROKRASİDE fikir ve amaç bakımından çare tükenmemiştir, bugün de sonsuz yarınlar­
parçalanmışsa, Allah korusun OsmanlI İmapa- da da tükenmeyecektir. ATATÜRK ANAYASASI
ratorfuğunun son günien'ne özeniyor demek­ TEFEKKÜRÜNE dönmenin tek çare olduğunu
tir!.,. İçimi, kaygıdan da öte, bir kahırla doldu­ hep birlikte ve mutlaka anlayacağız.

ATATÜRK’ÜN İDEOLOJİSİ
(1946)
YAfCL/P KADRİ KARAOSMANOĞLU 671
harekelinin adıdır, Kemalizm evrensel bîr plât­
Atatürk'ün meslek ve meşrebini mutlaka so­ form üstünde vukubul muş, umumî tarihin sey­
nu "îzrrTli bir tşrimie ifade etmek lâzımsa rini kapsayan ve bütün bir insanlığın kederi ile
"Realizm" sözünden daha uygun bir kelime İlgili bir hâdisedir. Yeryüzünde yaşayan millet­
bulamayız sanılırdı; eğer bunun yerine, düş­ leri İtibarî bir tasnif ile bir takım eşitsiz katego­
manlarımız da dahil olmak üzere, bütün Batı­ rilere ayıran ve büyük camiaların menfaatlerini
klar hep bir ağızdan "Kemalizm" domeseydi- küçüklerin veya zayıfların hakkına hâkim kılan
ler ve bu deyime politik edebiyat yayımlarında adaletsiz ve zalim bir enternasyonal hiyerarşi
sık sık söz konusu olan "Marksizm" ve "Fa­ sistemi, ilk defa, bu hâdise karşısında sarsıldı,
şizm" gibi doktrin adlarının arasında öbürle­ birkaç emperyalist devletin sırf makine kuvveti
rinden çok daha yüksek ve önemli bir yer ver­ ile hayvan sürüleri gibi alıp sattığı veya kanları­
miş olsaydılar. nı emip derilerini yüzdüğü mazlum milletler
Lâkin, Atatürk kendi adının bu vesile ile Le- hu hâdiseden (yani Mustafa Kemal'in açtığı
nin, Stalirı ve hele Mussolinİ gibi diktatörler M illî Mücadele) ile yaptığı devrimlcrden sonra
arasmda geçmesinden pek memnun görün­ artık insan haysiyetini duymağa ve tarafı, taraf
mezdi, Nitekim, ben bundan otuz iki yıl önce başlarını kaldırmağa başladılar." (Atatürk adlı
yazdığım titizlikle ne kadar haklı olduğunu şu monografiden).
satırlarla anlatmağa çalışmıştım: Lek/n Afafurk'ün oynadığı bu tarihî rolü biz­
"Bazı yabancı yazarlar Mustafa Kemal'le Le- de kaç kişi anlamıştır? Bizans'ın fethi yılının
nin arasında bir paralel yapmak İstemişlerdir, bilmem kaç yüzüncü dönümü törenlerinde JI.
Hiç şüphe yok ki Lcnin dikkate değer bir dev­ Mehmet'i fîarlbj ikiye ayırmış olmakla) alkışla­
rimci idi. Fakat Mustafa Kemal gibi kendi ide­ rız, Neden? Çünkü, bizce Rönesans yâni Avru­
olojisini kendisi bulmuş, kullandığı taktiği ken­ pa'nın Ortaçağdan Yeniçağa, iskolastikden
disi tespit etmiş, yıktığı kadar, yıktığından fazla­ müsbot ilimlere geçişi olayı, Bizans'ın Türkler
sını yapmış bir devrimci değildi, tarafından fethi sayesinde vukubulmuştur, Ya
Türk devrimcisi amacım (başkaları tarafın­ bu hayırlı olaydan kimler faydalanmış? Orto-
dan) yazılmamış bir dâva halinde ortaya koydu dokos kilisesinin fitne ve fesatlarına kapılarak
ve onu sırf kendine mahsus metodiarla hayata Bizans'tan hudut dışı edilmiş bütün hür düşün­
tatbik etti. Kemâlist inkılâbın bütün azametini, celi bilginlere, san'atçılara, şairlere, filozoflara
bütün kuvvetini herşeyden evvel bu orijinalli­ kapılarını açan İtalya ve İspanya gibi bahtiyar
ğinde aramak lazımdır. Bundan başka, Kema­ memleketler.,, Rönesans işte o Bizans'lı göç­
lizm ne komünizm gibi yalnız bir sınıf kavgası­ menlerin getirdikleri Greko-Lâtin kültürünün
nın, ne de faşizm gibi yalnız bir devlet disiplini ışıklan ile ilk defa Avrupa kıtasının bu köşesin­
S E Ç M £ M E T İ N L ER

de parlamağa haşlamış ve nihayet bugünkü Ha­ şimdi dünyanın en büyük imparatorluklarından


lı medeniyetinin aydınlığını yaymıştır. birinin eline geçmiş bulunuyoruz.
Biz de Kemalizm hareketinin dünyaya yay­ Bütün buniar gösteriyor kî, biz Atatürk'ün ne
dığı millî uyanış ve kuruluş hareketini ladhin olduğunu, nc y<tpmak istediğini anlamamışız
buna benzer bir uyanış ve kalkmış dönemi say­ ve hiçbir zaman anlayamıyacagızdır. M îllî Mü­
sak daha doğru bir görüşle bulunmuş olmaz cadelemizi bir anarşi halinden çıkarıp bir dev­
mıyız? let ve hükümet strüktürü içine atına amacı ile
Sorv zamanlarda Atatürk siyasî partiler ara­ kurmak istediği Türkiye Büyük Millet Meclisi,
sında çekişimle çekiştirile Jimc İrme olmuş bir başlan bor! uzun bir süre yad inanmıştır, Tahsil­
bayrak haline getirildi. Bu bayrağın artık bütü­ lerini Avrupa üniversitelerinde yapmış en ileri
nü göremeyeceği korkusu ile yüreğim titriyor. fikirli sayıfan hukukçularımız bile böyle bir
Lâkİn O'nu kimin eline leslim etmeli? Devletin müessesenın kitapta yeri yok, "İşraî vc teşriî
eline mi? O vakit de öylesine resmileşiyor, Oy- yetkileri haiz va hakimiyel kayıtsız şartsız
leşine sıcaklığım, canlılığını kaybediyor ki bize milllelindîr dövizi altında bir yasama meclisi
önünde e) pençe divan durup donmaktan baş­ görülmemiştir" dediler, Saltanat ve hilafetin
ka yapacak şey kalmıyor, Yılda birkaç defa si­ kaldırılmasına candan taraftar ya sekiz, ya on
yahlar giyinip talimli adımlarla AmVKabir'ç gi­ kişi vardı ve Hüseyin Cahit gibi bütün ömrü
riliyor; kabir taşının üstüne bîr çelenk konuyor; boyunca Padişaha, Halifeye meydan okumakla
Dâvfei ve Hükümet adamları saf saf olup üç tanınmış fikir adamlarımız Hilâfeti savunanla­
dakika saygı duruşunda bulunuyor ve bununla rın başındA idiler, Atatürk'ün ilk silâlı ve müca­
Atatürk'ü anma vazifemiz sona ermiş oluyor. dele arkadaşları Cumhuriyet sözü ortaya çıkar
Hani, O'nurı öldüğü gün, bundan otuz iki yrl çıkmaz kıyameti kopardılar ve muhalefet deni­
önce îo kasımda ağlıyarak, feryad ederek, saç len şey o zamandan itibaren başlamıştır. Mare­
sakal yolarak, güya Atatürk'ü ecelin pençesin' şal Çakmak, General Kâzrm Karflbekir gibi bü­
den kurtarmak istiyorlarmış gibi, Dofmabahçe yük ordu erkânı Şapka Kanununa karşı idiler
Sarayı'm saran halk nerede? Çok zaman geçli Gerici fiği ezmekle görevli İstiklâl Mahkemesi
değil mi? Otuz iki yılda kabuk bağlamayan ya­ Reisi Ali Çetinkaya, Atatürk'ün Kastamonu
fa yoktur. Faka hfcnüz, düne kadar gederimi- Nutku'ndan bir evvel mahkemeye şapka
zin "Atatürk, izindeyiz?" sesleri neden birden­ ile gelen bir gazeteci arkadaşımızı soğup saya­
bire kısıldı? Acaba bu \l gözle görünmeyecek rak jandarmalarla dışarı attırmıştı. Alfabe refor­
kadar silindi mi? "Evet" diyeceğim, ama, dilim mu İşinde de aynı zorlukfar başgöslermîşti, Eskr
varmryor. Fakat olayların dilini tutmak müm­ Arap harflerinin yerine Lâtin harflerinin kulla­
kün mü? Atatürk yalnız bizi bir yarı sömürge nılması kararını uygulamak için Atatürk altı ay
olmaktan kurtarmamişti; bununla yetinmemiş, mühlet veriyor: İsmet Paşa İse hiç olmazsa alır
tekrar yarı sömürge haline dönmekten korumak yıl mühîel verilmesini istiyordu.
için de bazı Orta Çağ Müessegelerinin kara­ Görüyorsunuz ki: Atatürk bütün devrim ve
nlık! arından da kurtarılmışa. Şimdi bu karan! ık- reforn harekelerinde yanındakilerden daima
ların yeniden üstümüze çöktüğünü hissetmek­ yüz, ikıyüz hattâ bazen birkaç kilometre İleride
teyiz, Bu silinen Atatürk'ün bugünkü iç politi­ yürümüştür, Atatürk'teki bu dinamizmin üze­
kamızdaki izi. Yukarıdan beri anlatmağa çalış­ rindeki tesirini ölümünden sonra yazdığım bir
tığımız gibi Atatürk'ün bizimle beraber bütün kitapta şöyle tarif etmişimdir:
esir ve "muzlum miMetlere" açtığı kurtuluş mü­ *...bu ölüm hepimizin canevinde birdenbire
cadelesi olmuş, hiç biri bizim tarafımızdan duran bir sür'alin sarsıntısı gibi hissedildi. İçin­
desteklenmemiştir, Bunların Birleşmiş Milletle­ de bulunduğumuz gemi bir kayaya m s çarp-
re düşen tfâvaJarrna biz ya çekimser kalmışız­ mışh'i ttu cümlemizin hayatına mal olacak bir
dır, ya da sömürgeci devletler tarafım tutrnu- kaîasrof mu idi}" tAtatürk adlı monografidenY
şuzdur. Atatürk ilkelerine ihanetimizin bu en O zaman fazla bir İyi niyetle bu soruya "Ha­
büyücüdür j çünkü -TOzlucn ve esir mütetlerifv- yır»/ demiştim. Ama, şimdi haddıyocura ki
önderlik beratı " 011011" bizim elimizde iken uğursuz falım tam bjr isabetle doğruya çıkmış­
SEÇME METİ NL ER

tır. Evet, “iç in d e b u lu n d u ğ u m u z g e m i o a n i d u ­ doktrine d a y a n m a k s ız ın y ü r ü y e m e z Yüzüm e


ru ş sa rs ın tıs ı ile " bizi denize silkip Kaplan ye­ bir masumun yüzüne bakar gibi bakmış ve gü-
rinde Atatürk'ün cenazesi ile birlikte yüzlerce lümsiyerek "O z a m a n d o n a r k a l ı r ı z " d e m işti.
mi! yol alarak Umman'a doğru açılmıştır. Atatürk'ün bu sözle ne demek istediğini şimdi
Birtakım budalalar varmış; Atatürk geride her vakitten daha iyi anlıyorum. A çık konuşa­
kaldı diyen. Bunların adına aşırı solcular deni- yım: Atatürk demek istemişti ki "Ben hur dü­
yormuş, Atatürk, sağ mıydı, sol muydu? Her­ şüncemi ve hür ira d e m i, paslanmış d e m ir k a ­
halde ileriye koşmakta herhangi bir devrim ci­ fe s le r iç i n e h a p s e d e m e m . B u h a ta y ı iş le r s e m
den çok daha aşırı idi. N ice yüz yıllık çağ mer­ m ille t im e v e k e n d im e d a im a İle r iy e g it m e ve
halelerini bir atlayışla geçip gitti, l i u k O na taratma gücünü k a y b e ttirm iş o/urum."
dar geliyordu. G enç vatandaşlarım; dinleyin, dinleyin bu
Bir gıın Cumhuriyet Halk Partisinin ilkelerim sözü. Yoksa alınlarımızı Anıt-Kabir'in duvarla­
gözden geçiriyordu. O sırada ukalâlık edip de­ rına dayayıp "A ffet b i z i A ta tü r k " diye yalvara­
miştim ki: "Paşam, b u h e r b a k ım d a n b ir in k ılâ p cağım ız günler yaklaşıyor. (Milliyet, 13 Kasım
P a rtisid ir, in k ılâ p P a rtis i is e b ir id e o lo jiy e , b ir

İHTİLÂL NEDİR?’
MAHMUT ESAT BOZ KURT

Bence, tam ve olgun anlam ile ihtilâl; mevcut İhtilâllerin gayesi milletin her yönden ilerle­
bir politik, sosyal ve ekonomik düzenin yerine; mesi, daha güzele, daha iyiye doğru gitmesi­
yine politik, sosyal ve özellikle ekonomik, yeni dir. Bunun aksi, ya post kavgası ya kaytaklıktır,
ve ileri bir düzeni zorla ve çoğu zam an silâh irticadır.
gücile başaran harekettir. (...)
ih tilâ l, tanı ve e k s ik s iz a n ia m ile h ü k m ü n ü y ü ­ Bir Millet Ger Gidebilir mi?
r ü te b ilm e k için dört unsuru kavramalıdır.. P o li­
tik, so s y a l ve ö z e llik le e k o n o m ik a la n a g ir m e li Milletin kaytaklık hakkı var mıdır? E g e m e n lik
ve ile r i b ir re jim k u rm a lıd ır. Böylece, eskiliğin h a k la rın a d a y a n a ra k b ir m ille t in g e rile m e , g e ri
yerini, yeni bir düzen ve kuruluş almalıdır: gitme hakkı yoktur.
1789 Fransız ihtilâlini, Çünkü geriler, ilerilere nispetle birer kötü­
1917 Rus sosyalist ihtilâlini, lüktürler, Haşat gerilerde değil, ilerilerdedir.
1919'da başlayan Atatürk ihtilâlini, tam ve Hayat kötülüklerde değil, ilerilerde, iyilikler­
eksiksiz ihtilâllerin örnekleri diye hatırlayabili­ dedir. Gerilerde ölüm vardır. B ir m ille t ö le c e ­
riz. Çünkü bunlar düzeni baştan başa değiştir­ ğ im d iy e m e z . Yaşama ve yaşatma ilerilerdedir.
diler ve ileriye götürdüler. Bir milletin yaşama ve yaşatma hakkı vardır.
Bunlar, başka başka mahiyette olmakla be­ Bir millet y aşayacağım diyebilir. (...)
raber toplumun durumunu; sadece politik ve ileri sürdüğümüz teze göre, Cumhuriyetten hi­
sosyal bakımlardan değil; aynı zamanda eko­ lâfete, saltanata, krallığa inmek şöyle dursun,
nomik açıdan da kavramış ve eski düzeni y ı­ meşrutiyete bile dönmek, bir milletin hakkı ola­
karak yerine yenisini ve daha ilerisini kurmuş­ maz. Çünkü böyle bir durumda millet, kendi ege­
lardır. (...) menliğinden kısmen olsun feragat etmektedir.
Am aç, egemenlikten kısmen feragat değil,
egemenliği her yönden tamamen elde etmektir.
(+) İstanbul'da verilen İn k ılâ p T a r ih î derslerin­
den, 1934. Biz Cumhuriyeti bile bunların ilerisidir diye be-
S E ÇME MS T I ML E R

nimsemiş bulunuyoruz. Eğer insan haklarını ye her vakit söylerdi: Bu, Türk milleti, Atatürk'ün
ulus egemenliğini Cumhuriyetten fazla gerçek­ kanını taşıdığı millet idi.
leştiren bir rejim keşfedilecek olursa bizim onu Atatürk yalnız Türk milletine güvendi. Mille­
kabule hazır olduğumuza şüphe yoktur. (...) tin dâvasını, millete dayanarak açtı. (...)
Feragat ve ölümden korkmamak. Tarihin ve­ Atatürk'ün ne bulduğunu yukarda yazmıştık.
rimlerine göre zekâ ve bilgi feragatle beraber Ne yaptığı ve ne bıraktığı da bellidir. Halbuki
o/unca ihtilâllerin zafer sürati şimşekleniyor. Mussolini o zamanki başarısını dünya savaşın­
H iç bir şey onlara karşı koyamıyor. Mesafenin, dan muzaffer çıkan italyaya borçludur. Rooz-
zamanın anlamı kalmıyor. Einstein'ın yeni te­ welt birşey yaptıysa dünyanın en zengin bir
orileri burada canlanıyor. Asırlar yıl, yıllar ay, memleketine (130) milyonluk Birleşik Amerika
aylar gün, günler dakika halini alıyor. Türk ve devletine dayanarak yaptı!
Rus ihtilâllerinde olduğu gibi. Atatürk'ün me­ Hitler; o, her zaman Atatürk'ten örnek aldı­
deniyet dünyası Önünde, bin yıl geri katmış bir ğını söyledi.
milleti, Türk milletini bir hamlede bin yıl ileri Zamanımızın bir Alman tarihçisi, gerek nas-
götürmesinin sebepleri içinde onun büyak fera­ yonal sosyalizmin ve gerek faşizmin Mustafa
gatini anmak gerekir. O, aç kaldı. Ölüme mah­ Kemal rejiminin azçok değiştirilmiş birer şek­
kûm oldu. Fakat mîlletini düşündü. Yalnız m il­ linden başka bir şey olmadıklarını söylüyor.
letini, açlığı ve ölümü değil. (...) Çok doğrudur. Çok doğru bir görüştür, Kema­
lizm otoriter bir demokrasidir ki, kökleri halkta­
Atatürk Ölebilir mi? dır. Türk milleti bir Piramide benzer -tabanı halk,
tepesi yine halktan gelen başdır ki, bizde, buna
Türk milleti, Türk vatanı yaşadıkça o yaşaya­ şef denir. Şef otoritesini yine halktan alır. Demok­
caktır. rasi de, bundan başka bir şey değildir. (...)
Atatürk'ün öldüğü günlerde bir İngiliz ga­ Dünyanın en ileri ve en son rejimi kabul edi­
zetesi "Atatürk öldü, insanlık öksüz kaldı" di­ len komünizm, denebilir ki, dünyanın en ileri
yordu. değil, genel kültür bakımından en geri memle­
Hattâ insanlık yaşadıkça Atatürk yaşayacak­ ketlerinden birinde uygulama alanı bulabilmiş­
tır. tir. Acaba şöyle bir neticeye varamaz mıyız? Bü­
Gene Fransızca (illustration) mecmuası "Ta­ yük ihtilâller, kültür bakımından geri memleket­
rih çok büyükler gördü, iskenderleri, Napol- lerde, orta, hele ileri kültürlü memleketlerden
yonfarı. Büyük Pedroları, Vaşingtonları... Fakat daha çabuk ve kolaylıkla başarı sağlıyor.
yirminci asırda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Buna hayır demek, evet demek kadar zor­
Türk oğlu kırdı," diyordu. dur. Bir bakımdan, kültürü geri memleketler
Atatürk ölebilir mi? uysal olurlar. Tıpkı yabancı saldırısına kolaylık­
Veri gelmişken, şunu da hatırlatmak isterim la boyun eğmeleri gibi... Denebilir ki, geri
ki: Atatürkün yanında, tarihin büyükleri diye memleketlerde, yeniliklere karşı kaytaklık da
sayılan şu bir kaç isim, inanarak söylüyorum, kolayca vücuda getirilebilir. Çünkü geri halk
siz de inanınız; ufak tefek şeylerdir. Hele za­ tutucudur. Eski âdet ve geleneklere fazla bağlı­
manımızda büyük geçinenler, bani şu bildikle­ dır... Fakat uyanık bir ihtilâl şefinin bu halden
rimiz, bunlar, daha ufak tefek şeylerdir. (...) korkusu olamaz. Geri halk kütleleri zannedildi­
ği gibi geleneklere bağlı değildir.
Atatürk Ne Buldu? Ve Ne Yaptı? Yalnız bu halk kütleleri içinde eskilikle mide­
lerini şişirenler vardır, işte bunlardır ki, halkı kö­
Atatürk bir şey bulmadı. rüklerler, tahrik ederler. Ayaklandırırlar, kaytak­
Düşmana batıracak bir iğne, hukuk bakımın­ lan yaratırlar. Yapılacak iş bu sınıfı ilk fırsatta
dan bağımsızlığına sahip bir vatan bile bulma­ yok etmektir. Bir kere bunlar temizlendi mi, me­
dı. Vatanın (Sevr) le bağımsızlığı yok edilmişti. sele bitmiş demektir. Yollar, ihtilâlin yürüyüşüne
Atatürk, bir şey buldu ki, bunu, öğüne öğüne açılmıştır. Asıl iş, bu ameliyeyı yapmaktır. (...)
SEÇME METİ NL ER

İhtilâllerde Zaman ve Fırsat, böyle davranıldı. Maksat, hilâfet ve saltanatı


Taktik Bakımından, Büyük Önem Taşır düşmanlardan kurtarmaktır denildi. Fakat sırası
gelince bu dejenere kurumlar da tarihe İntikal
Fırsatı kollayan, zam anı seçmede yanılmayan ettirildi!
ihtilâller başarı sağlarlar. Atatürk, bu cihetlere Zam an beklemek, fırsatı kaçırm am ak; işte
çok dikket ederdi. Zamanı çok güzel seçer, fır­ ihtilâlcinin başarı tılsımları. (...)
satı asla kaçırmazdı. Zamanı gelmedikçe acele
etmez, sabrederdi. K o r u k sa b ırla h e lv a o lu r, O * **
kadar sabrederdi ki yerinden kıpırdam ıyacak ihtilâlcilerin uyanık ve dikkatli olmalarını ge­
sanılırdı. Hakikatte prensiplerden bir zerresini rektiren noktalardan birisi de, eserlerinin karşı­
feda ettiği görülmemiştir. O, sabreder; fakat bir laşması mukadder olan kaytaklıklardır.. Bizim
de fırsatı ve zam anı ele ge çirin ce , ihtilâlin yakın tarihimizde görülen kaytaklık olaylarının
prensibini uygulama alanına koymakta dakika çoğun u yab ancılarla, Türk olm ayan m üslu-
geçirmezdi. Prensip tatbikata girince, onun ak­ manlar yapmıştır Çerkeş, Arnavut, Arap v.s. gi­
si olan eskiliğin yerinde yeller eserdi. Cum huri­ bi. Bunlara dikkat gerekir.. Kaytaklık açık olur­
675
yetin İlânı böyle oldu, ilgili bölümde bunu bel- sa mücadele oldukça kolay olur. Fakat bunun
gelerile göstereceği iz. Şapka giymek, laik dev­ en tehlikelisi hak suretinde görünenidir. (...)
let hep böyle oldu. İhtilâlci, gericileri asla, af etmemelidir. Bun­
L a ik d e v le t örneğile, görüşümüzü biraz açıkla­ lara gö z yummak, ihtilâle kıym ak demektir.
mayı faydasız bulmuyoruz. Atatürk ötedenberi Danton un. zayıf veri burası idi. Robespiyer,
devletin laikleşmesini, Türk ihtilâli için bir pren­ haklı o la ra k . Danton a bu gevşekliğinden dola­
sip olarak benimsemişti. D inin devlet, devletin yı gücenik ici Robespiyer haklı idi. Çünkü
din işlerine karışmaması, bunların birbirinden Danton'un bu zaafı Fransız ihtilâline oldukça
ayrı kalması, onca gerekli idi. Din bir vicdan me­ pahalıca oturdu.
selesi olduğuna göre, Atatürk bunda pek haklı Kay ta kliğin en korkuncu hak suretinde görü­
idi. Devlet işleri, günü gününe değiştiği için, laik­ nenidir demiştik. Hele kaytaklar enteliektüel de
lik prensibini kabul etmekten başka çare yoktu, olurlarsa iş daha fazla önem kazanır. Yoksa bir
(...) Şimdilik şu kadarcığını kaydedelim ki, zam a­ Şeyh Saİd bereketini bastırmak o kadar zor bir
nı gelmeden Atatürk bunu ortaya sürmedi. Fakat şev saviimaz. Nitekim Cumhuriyete karşı Hınıs
aksine hareket ettiği görülmüştür. (...) topraklarında isyan bayrağını açan; Ergani ma­
İkinci Teşkilâtı Esasiye (Anayasa) projesi ha­ denini, Elâzığı ele geçirerek Malatya üzerine
zırlanırken, birinci Teşkilâtı Esasiyede bulunan v ürüyen ve D iyarbakır'ı kuşatm aya kadar
din kayıtlarının kaldırılm asını teklif edenlerle cür et gösteren Şeyh Sait, kaçarken General
fikren beraber olduğu halde, zamanı henüz uv - Osman Koptagel'in eline geçti ve son nefesini
gun görmediğinden maddelerin kalmasın' iste­ Diyarbakır'da darağacında tamamladı... Derviş
yenlerle beraber gibi görünmüş ve ilk şekii gibi Mehmet de Menemen'de böyle oldu. Bununla
kabul ettirmiştir. Nihayet 1928 vıhnda verilen beraber, ne mahiyet arzederse etsin kaytakhğı
bir takrirle m eclisin çoğunluğunun üçte biri, ateş bacayı sarmadan olduğu yerde bastırmak,
maddelerin kaldırılmasını istemiş ve Türk dev­ imha etmek lâzımdır. Sözü ayağa düşürmemek
leti yeşil sarıklı Cumhurivet olmaktan kurtula­ icabeder. Aksi halde tehlike büyür. (...)
rak, bu günkü modern laik halini almıştır. Ve M ille t, d e v le t, h ü k ü m e t a y rı ş e y le r d e ğ ild ir
bu muazzam hâdise, sessizce yoluna konmuş H e p s i b ir a n la m d a d ır ve h e p s i m ille ttir,. M ille t ­
ve bitirilmiştir. te n b a şk a b ir şe y y o k t u r O n d a n b a şk a h iç b ir
Zamanı gelince işler böyle bitiverir, ş e y o lm a y ın c a , y a p ılm a y ın c a ,m ille t is t e d iğ in i
Atatürk, hilâfet ve saltanat makamı eski (Ka­ y a p m a k iç in h e r vasıtaya başvurmak; ira d e sin i,
nun esası) le, İstanbul'da dururken, ilk iş olarak h ü k m ü n ü y ü rü tm e k h a k v e y e t k is in e m a lik tir.
laiklik meselesini ortaya atarak ulusal dâvayı H iz m e t ç i n in e f e n d iy e ka fa tutmak h a k k ı ve
sömürücülere sakatlatamazdı, nitekim dâvanın y e t k is i yoktu r. Otam az ve o ia m ıy a c a k tır ; (...)
başlangıcında hilâfet ve saltanat hakkında da K a r i M a r.K a ve E n g e ls 'e göre; ihtilâl demek
SEÇME ME T İ NL E R

eski toplumun sinesinde yeni unsurların, yeni inanıyorum . O n u görüyorum . Yarının tarihi,
sebeplerin gelişmesi demektir. Bu yeni unsur­ yeni bölümlerini Türk birliğile açacaktır. D ün­
lar, eski toplumun unsurlarını yenecek kuvveti ya, sükûnunu bu bölümler içinde bulacaktır.
kazanınca, eskilik yerini, yeniliğe bırakır. Kâşgarlı Mahmud'un "Divanüllûgatı Türk"ünde
Bu fikirleri, kısaca açıklamadan önce, ihtilâl dediği gibi: "Tanrı; Türkü, insanlık, şerirlerden,
ve sebepleri hakkında en esaslı görüşü belirt­ şakilerden kurtulsun diye yarattı.''
miş oldukların) söylememiz gerekir. Fakat Mars'ın görüşlerinden, İlmî tahlillerin­
Komünizm, amaç edindiği rejimi kurabilmek den, metodlarından hak ve hakikatler lehine is­
için, ilk hamlede, bugün mevcut, üretim meto­ tifade edilecek çok şeyler vardır. (...)
dunu değiştirmeği prensip olarak kabul etmiş­ A ta tü rk , L e n iıY in de aksine olarak yazm ak­
tir. Bugünkü üretim metodu serbesttir ve ferdî­ tan değil, yalnız yapmaktan hoşlanıyor. B ü y ü k
dir. Komünizm bunu kollektif hale koyacaktır. n u tu k ve ona ilişik vesikalar kitabını, işler başa­
Üretim kollektif hale gelince toplumun bugün­ rıldıktan sonra yazdı. O yapmadan yazmıyor.
kü esasları da değişecektir. Serbest rekabet sis­ Yapmadan lâf yok.
temi kalkacak, yerini komün idareleri alacaktır. Yaptıktan sonra anlatma, hesap verme var!
Bu suretle sosyal, moral, ekonomik ve siyasal (...)
rejim de bugünkünden bambaşka bir mânada
görünecektir. (...) Kendi hesabıma son sözüm şudur:
Şu ciheti de belirtmeliyim ki; ben komünist Bir ihtilâl, hangi milletin hesabına yapılırsa,
değilim , Türk m illiyetçisiyim . Böyle doğdum, mutlaka o milletin öz evlâdının el ile yapılmalı
böyle öleceğim. Türk birliğinin bir gün hakikat ve onun elinde kalmalıdır.
olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, M e s e lâ ;
gözlerim i dünyaya onun rüyaları içinde kapa­ T ü r k ih tilâ li, ö z T ü r k te rin e lin d e k a lm a lıd ır.
yacağım. Tıpkı Ulıud şehidi Said anekdotu g i­ H e m d e k a y ıt s ız ve şa rtsız.
bi. P eygam b e rim izin arkad aşlarınd an Said, Y a b a n c ıla r ın y a r d ım ıy ie b a ş a rıla n ih tilâ lle r ,
Uhud'da şehid olarak ölürken baş ucunda bu­ y a b a n c ıla ra b o r ç lü k a lırla r.
lunanlara dem iş ki: " G id in iz!... Peygambere B ü b o rç ö d en m ez.
deyiniz ki, onun şehidlere müjdelediği cennet­ Türkün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisin­
leri görüyorum ve şim di oraya girmek üzere den iyidir. G eçm işte Osm anlı İmparatorluğu­
bulunuyorum !" Said m üslüm anlığa bu kadar nun bahtsızlığı, ekseriya, mukadderatını Terk­
inanmıştı. Ben de Türk birliğine bundan fazla lerden başkasının idare etmiş olmasıdır.

27 MAYIS İHTİLAL BİLDİRİSİ

"Dikkat!.. Dikkat!.. içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak


Muhterem Vatandaşlar, radyolarınızın başına ve partilerüstü tarafsız bir idarenin nezaret \e
geçiniz. G üvend iğin iz Silâhlı Kuvvetlerim izin hakemliği altında en kısa zamanda âdil ve ser­
sesi, bir dakika sonra sizlere hitap edecektir. best seçim ler yaptırarak idareyi, hangi tarafa
Bugün, dem okrasim izin içine düştüğü buh­ mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir
ran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kar­ ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.
deş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa ve­
Türk Silâhlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ya zümreye karşı değildir, idaremiz, hiçkimse
eline almıştır. hakkında şahsiyata müteallik tecavüzkâr bir fi­
Bu harekete Silâhlı Kuvvetlerimiz, partileri, ile müsaade etmeyeceği gibi edilmesine de as-
SEÇME ME T İ NL E R

lâ müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun M üttefiklerimize, kom şularım ıza ve bütün
ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, dünyaya hitap ediyoruz. G ayem iz, Birleşmiş
her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri Milletler Anayasasına ve İnsan hakları prensip­
esaslarına göre muamele görecektir. lerine tamamıyla riayettir. Büyük Atatürk'ün
Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı ' Yurtta s u lh , cihanda s u lh ' prensibi bayrağımız­
milletin, aynı soydan gelmiş evlâtları oldukları­ da. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sâ-
nı hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine dıkız. N ATO'ya inanıyoruz ve bağlıyız. C E N -
karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri TO 'ya bağlıyız. Tekrar ediyoruz; düşünceleri­
ıstıraplarım ızın dinmesi ve m illî varlığım ızın miz, yurtta sulh, cihanda sulhtur. Türkiye dahi­
selâmeti için zarurî görülmektedir. Kabineye linde bütün garnizonlardaki G arnizon Kom u­
mensup şahsiyetlerin, Türk Silâhlı Kuvvetleri­ tanları, o yerin mülkî ve askerî idaresine el ko­
m ize sığınmalarını rica ederiz. Şahsî emniyet­ yacaklar ve vatandaşların her hususta emniye­
leri, kanunun teminatı altındadır. tini sağlayacaklardır."

677

DİKTA*
DOĞAN AVCI OĞLU

Türk halkının büyük çoğunluğu, tutucu güçler Buniar, barometre kesin fırtınayı gösterdiği hal­
koalisyonunun diktası altında yaşamaktadır. de, "fırtına geliyor" denmezse, fırtınanın gel­
O n milyonlarca köylü, ağanın, şeyhin, beyin, meyeceğine inanmaktadırlar. Fırtınalı havadan
tefeci ve aracının diktasında perişandır. Topka- hoşlanmadıklarından gerçeklere gözlerini ka­
pı'da kurşunlanan işçi, patron diktasının kur­ payıp, arzularını gerçeklerin yerine geçirmekte­
banıdır. dirler. "Fırtına patlamak üzere" denince, fırtına­
G enel oy, bu tutucu güçler koalisyonunun ya göre rota çizmeyıp, "olmaz inşallah" temen­
diktasına göre biçimlenmektedir. Sandıktan de­ nisiyle yetinmektedirler. Başını kuma gömünce
vamlı bu gericiler koalisyonu çıkmaktadır. D ik ­ saklanacağını sanan devekuşu daha farklı bir
ta altındaki milyonların oyu, kendi oyu değil, tutum içinde değildir.
şeyhin, beyin, ağanın, tefeci, aracı ve kompra­ Fırtına kaçınılm azdır. D evrim cinin görevi,
dorun oyudur. Tutucu güçler koalisyonunun "olmaz inşallah" edilgenliğinden silkinip fırtı­
kitle üzerindeki diktasına, köklü altyapı dev­ nadan devrim yolunda yararlanmaya çalışmak­
im le riy le son verilm edikçe, bu durum daha tır. Birçok şeyi yıkıp götüren fırtına, aynı za ­
uzun süre devam edecektir. manda bereketli yağmurların getiricisi de ola­
Türkiye üzerinde ekonomik ve politik dikta­ bilir,
sını kuran tutucu güçler koalisyonu, ülkeyi kal­ Türkiye'm izin içine düşürüldüğü çıkmazdan
kındırmaktan ve toplumsal sorunları çözm ek­ kurtuluşu, bir politik biçim sorunu olm adan
ten acizdir. Şehirlerde toplumsaf huzursuzluk önce, sınıfsal bir sorundur. Temel dava, tutucu
çığ gibi büyümektedir. Tutucu güçler koalisyo­ güçler koalisyonunun ekonomik ve politik dik­
nunun siyasi rejim i, bir çöküntünün eşiğine tasına kesinlikle son verilmesidir. Bu da tutucu
gelmiştir. Politik barometre kaçınılm az bir fırtı­ güçler koalisyonu üzerinde, halkın diktasını
nayı göstermektedir. kurabilmekle mümkündür. İşçi, köylü ve aydı­
Bu noktada bazı iyi niyetli aydınlar, "fırtına nın en bilinçli unsurlarını sinesinde toplayan
geliyor" denmesinden rahatsız olmaktadırlar. bir devrimci parti, tutucu güçler koalisyonunun
tasfiyesi ve halk egem enliğinin gerçekleştiril­
mesi için en etkin araçtır.
(*) D evrim dergisi, 4 Ocak 1970.
SEÇME M E T İ NL ER

Bir askeri dikta çözüm yolu değildir. Halktan tikasının içinde olmuştur.
kopuk bir askeri yönetim, tutucu güçler koalis­ Atatürk, devrimleri gerçekleştirme aracı ola­
yonu çemberini kıramayacağı gibi, kendi iç çe­ rak, ordunun bilinçli gözetimi altında partiye
kişmeleri içinde çöküp gitmeye mahkûmdur. dayanmıştır, Ordu ve parti, Kemalist devrimin
Son yüz yıllık tarihimizde Türk ordusu, ileri­ iki temel dayanağı olmuştur. Ne var ki, parti,
ci bir güç olarak daima ön planda rol oynamış­ tarihsel şartların elverişsizliği yüzünden, balkın
tır. Tutucular koalisyonu, bugün Türkiye'm izi değil, eşrafın partisi haline gelmiştir. Bu elveriş­
tam bir ortaçağ karanlığına gömmeye cesaret siz şartlar altyapı devrimlerinin başarısını sınır­
edemiyorsa, bu, her şeyden Önce, Türk ordusu­ lamıştır. Ama bu, Kemalist yöntemin doğrulu­
nun devrimci bilincinden çekindiği içindir. ğunu ve bugün İçin de geçerli olduğu gerçeğini
1927 yılına kadar üniformasını sırtında taşı­ değiştirmez.
lan Atatürk, orduyu günlük politikanın dışında Dava, halkın partisi eliyle, tutucu güçler ko­
tutmuştur. Ama Kemalist Türkiye'yi kurma sa­ alisyonu diktasına son verme ve yerine halkın
vaşının başlıca desteğini ordu teşkil etmiştir. diktasını, yani gerçek demokrasiyi kurma dava­
Ordu, günlük politikanın dışında, devrim po li­ sıdır.
678

ATATÜRK VE DOKTRİN*
BÜLENT ECEVİT

1 7 yıllık siyasal rejim mücadelesi yatışıp de­ dikkati, her zamankinden daha çok, ekonomik
mokratik düzen yerine oturdukça, Türk halkı, ve sosyal konular üzerinde toplanabilmiştir. O
ekonomik ve sosyal meseleleriyle gereği gibi il­ arada aydınlarım ız da, Atatürk devrim lerinin
gilenebilir bir duruma gelmektedir. Gerçi rejim ekonomik ve sosyal yönüyle her zamankinden
meselesini hâlâ tartışma konusu yapmak İsti- daha derinliğine ilgilenmektedirler.
yenler vardır. Fakat onlardan da bir çoğunun Bir yanda, Atatürk'ün ekonom ik ve sosyal
rejim meselesine bakışı, daha çok, İktisadî ve sorunlar karşısındaki davranışı, düşünüşü, hiç­
sosyal meseleler açısındandır. bir önyargıya bağlanmaksızın, daha iyi anlayıp
Tıpkı, demokratik düzen içinde, Atatürk dev­ değerlendirm eğe çalışan lar olduğu gibi, bir
rimlerinin kökleştirilemiyeceğinden kaygı du­ yanda kendi İktisadî ve sosyal düşüncelerini
yanlar olduğu gibi, toplumumuzun çetin eko­ topluma benim setebilm ek için , bunları Ata­
nomik ve sosyal sorunlarının demokratik dü­ türk'ün düşünceleri imiş gibi göstermeğe, veya,
zen içinde çözülemiyeceğini düşünenler de bugün yaşasa idi Atatürk'ün de o konularda
bulunmaktadır. tıpkı kendileri gibi düşüneceğini isbat etmeğe
Fakat bugün Türkiye'de demokrasi, her ne çalışanlar vardır.
sebeple olursa olsun demokrasiye inanmayan Bu arada, Atatürkçülüğü d ok tönleştirme, bir
küçük bir züm renin sarsamıyacağı kadar sağ- Atatürk idelolojisi yaratma çabaları da hız ka­
iamlaşmıştır. zanmıştır.
Bu sağlamlığın verdiği güvenle, şimdi halkın Bu yolda iyi niyetle çabalayanlara saygı bes­
lem ekle beraber, kim senin böyle bir çabaya
yetkisi olm adığı kanısındayım. Nitekim, Y Ö N
(*) Bülent Ecevit'in Çalışma Bakanı iken 10 Kasım
1962 günü Ankara Dil-Tarih ve Coğrafya Fakül­ Dergisinin son sayısında yayınlanan bir açık
tesi Konferans Salonunda Türkiye Milli Gençlik oturumda, Sayın Yakup Kadri Karaosmanoğ-
Teşkilâtınca düzenlenen Atatürk'ü anma top­ lu'nun söylediğine göre, Atatürk kendisi, sağlı­
lantısında yaptığı konuşma, (forum dergisi,
208. sayı, 1 Aralık 1962). ğında bu yolda girişilen iyi niyeti i çabalara kar-
SEÇME METİHLER

şı, " D o k t r in is te m e m , d o n a r k a t ır ız , b i z y ü r ü ­ Hem sınıf savaşını reddedip hem de "imtiyaz­


y ü ş h a lin d e y iz ” demiştir. sız, sınıfsız kaynaşmış bir kütle” istemek, Ata­
Gerçekten, bir doktrin kalıbı içinde dondu­ türk'ün aklına geldiği tarihlerde, belki birçok
rulmuş olsa idi, Atatürkçülüğün dinamizmi, de­ çağdaşlarına gülünç ve imkânsız görünürdü. (...)
ğişik şartlara uyarlanabilme ve Atatürk'ten son­ Kaldı ki cihanda olduğu kadar yurtta da ba­
ra da Türk toplumuna yon verebilme yeteneği, rış isteyen Atatürk, sınıf savaşını ve doktriner
bugüne kadar çoktan tükenmiş olabilirdi, sosyalizmi reddettiği halde sınıfsız bir toplum­
İnsanlık tarihinin en geniş ve derin etkili dü­ dan, "im tiyazsız, sınıfsız kaynaşm ış bir küt­
şünce ve hareket adamlarından biri olan Ata­ le d e n söz ederken, Türk toplumunun Batıdaki
türk'ün, "Doktrin istemem, donar kalırız" dedi­ veya Doğudaki anlamda sınıf ayrılıklarına da­
ği sıralarda, bütün Batı dünyası ideoloji ve yanmadığını; tarihimizde aristokrasi veya köle­
doktrin çatışmalarıyla kaynamakta idi. Bu ça­ liğe bağlı bir sınıflaşma olmadığını, ekonomik
tışmalar bir dünya savaşına yol açabilecek öl­ faaliyet ve durum ayrılıklarının bile bir sınıf ay­
çüde idi. O dünya savaşından sonra bile ide­ rılığı bilinci ve sınıf çatışması yaratabilecek ni­
oloji ve doktrin ayrılıkları insanlığı bölmeğe telik taşım adığını; gerek hukukî gerek sosyal
679
devam edecekti. (...) alanda eşitlik ve adalet duygusunun toplum ya­
Böylelikle Atatürk'ün büyüklüğü ve iîeri gö­ pımıza işlemiş olduğunu biliyordu. Bizim için
rüşlülüğü bir kez daha ortaya çıkmış olmakta­ bütün mesele, tarihimizden gelen "sınıfsız top­
dır. Atatürk'ün, dünya bir takım moda doktrin lum" ortamını, hızlı ekonomik gelişme ve sına-
çatışmalarıyla çatırdadığı sırada, "Doktrin iste­ ileşme döneminde de koruyabilmek, Türk top­
mem, donar kalırız, biz yürüyüş hâlindeviz" lumunun bu geleneksel niteliğinin sınaileşme
dediği yıllardan ancak 20-30 yıl sonradır ki bir­ sırasında bozulmasını önleyici tedbirleri isabet­
çok ülkelerde birçok aydınlar ve sorumlu ö n­ le alabilmekti.
derler Atatürk'ün dediğine gelebilmişlerdir. ı... O arada, derin bir sınıf ayrılığı kadar toplu­
Türkiye'de bugün her türlü doktrin tartışması mu bölüp yaralı ya bilen ve toplumsal gelişmeyi
enine boyuna yapılabilecek kadar hürriyet var- kostekliyebilen aydın ve halk ayrılığım da gide­
dır. Ekonomik ve sosyal sorunlara ideoloji ç iz ­ rebilmek gerekirdi.
gileri ve doktrin kalıpları dışında çözüm volu işte "halkçılık" ve "devletçilik", her şeyden
arıyamıyanlar, diledikleri kadar doktriner olabi­ önce, bu tedbirlerin anahtarları idi.
lirler. Çağım ızın meselelerini, dilerlerse, yarım Bu anahtarları, Atatürk'ü herhangi bir doktri­
yüzyıl öncenin, en azından ikinci Dünya Sava­ ne hapsedip kilitlem ek için değil, ekonom ik
şı ö ncesinin, şim di küflenmiş bazı doktriner gelişme ve sınaileşme hareketimizin her yeni
klişeleriyle ifadelendirip, bunu da günümüzün esresinde karşılaşabileceğim iz değişik şartlar
ekonomik ve sosyal düşünce akımlarından ha­ karşısında, hiç bir önyargıya, ideolojiye, doktri­
bersiz olanlara "ile ricilik" diye tanıtabilirler. ne bağlanmaksızrn, ve sınıf çatışmalarına or­
Fakat kimsenin bunları Atatürk'e rağmen Ata­ tam hazırlamaksızın, Atatürk'ün "imtiyazsız, sı­
türk adına yapmağa yetkisi olmasa gerektir. nıfsız kaynaşmış bir kütle' ülküsüne bağlı kala­
Atatürk'ün "sınıfsız toplum" görüşü de, bu­ bilmek İçin kullanmak gerekir.
günlerde aynı şekilde tahriflere, yanlış yorum­ Nitekim çağım ızda birçok Batı ülkeleri, üste­
lara konu olmakta, hattâ Atatürk'ü bu bakım­ lik sosyal adaletten bütün bütün yoksun ve sı­
dan çelişmeye düşmüş gibi göstermek isteyen­ nıfların kalın duvarlarla ayrıldığı ve uzun bir
ler çıkmaktadır. Böyleierine göre, "sınıfsız top­ tarihe kök saldığı bir toplum düzeninden, sos­
lum" ülküsü öğütecek bir ülkü olmakla bera­ yal adalet ve sımflararası akışkanlık (seyyaliyet)
ber, bu ülküye ancak bir sınıf savaşı yoluyla ve düzenine, doktrinlerin gösterdiği katı çarelere,
doktrinci sosyalizm in en ileri merhalesine gi­ İdeolojilerin meşru kıldığı sert ve zalim ce ted­
dilm ek suretiyle varılabilir. Hem bu çareleri birlere baş vurmaksızın, toplumu yaralayıcı sı­
reddedip hem de "sınıfsız toplum"dan söz et­ nıf savaşlarına yol açmaksızın geçmek imkânı­
mek, böyleierine göre, safiyane, hattâ cahilane nı bulmuşlardır.
bir hayaldir. (...) Bu gibi ülkelerden bazısında kısmen, bazı-
SEÇME ME T İ NL E R

sında tamamen uygulanan, sendikalara geniş Bugün Türkiye'de, halka bu gibi tedbirlerden
hürriyet vermek, işçiye toplu sözleşme ve grev en geniş ölçüde yararlanma imkânını, devlete
hakkı tanım ak, ulusal gelirin fertler arasında ise bu gibi tedbirleri gerçekleştirme yetkisi ver­
adaletle dağılmasını sağlayıcı bir malî politika mek, Atatürk'ün halkçılıktan ve devletçilikten
izlemek, sosyal güvenliği topluma yaymak, bü­ ekonomik ve sosyal alanda beklediğini elde et­
yük işletmeleri en mütevazı yurttaşların da his­ meğe yetse gerekir, (...1
sedar olduğu halk işletmeleri hâline getirmek, Atatürk'ün daha o zam andan reddettiği ve
birçok işletmelerde işçilerin yönetime ve kâra bazı ileri demokratik ülkelerdeki son gelişme­
katılm alarını sağlam ak gibi tedbirler, sosyal lerin şimdi fiilen çürüttüğü bir takım nazariye-
adaletin ve "sınıfsız toplum" ülküsünün ancak ler açısından Atatürk'ü tenkide veya tahrife kal­
ihtilâlci ve doktrinci sosyalizm le, ancak sınıf kışanlar, ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar,
savaşları sonunda sağlanabileceği düşüncesini onun ülküsüne, devrim düşmanları kadar zarar
artık temelsiz bırakmıştır. verebilirler. (...)

680

ORGENERAL KENAN EVRENİN 12 EYLÜL 1980 GÜNÜ


YAPTIĞI RADYO-TELEVİZYON KONUŞMASI

Yüce Türk tvti İleti, gözleri döndürülerek, adeta birbirlerine düş­


30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla sizlere man edilmişlerdir,
radyo ve televizyondan hitap etmek imkânını Atatürk ilkelerini esas alarak kurulan Cu m ­
bulmuş ve ayrıları kısıtlı süre içerisinde müm­ huriyetim izin bu duruma düşürülebileceğini,
kün olduğu kadar, yurdumuzun içinde bulun­ bundan 10 sene evvel tasavvur dahi etmek
duğu siyasi ve ekonomik durumu ile anarşik ve mümkün değildi.
bölücü eylem leri; alınm ası gereken tedbirleri Bugüne kadar iktidara gelen çeşitli hükümet­
çok kısa olarak izah etmeye çalışmıştım. Yine lerin, her yıl artan bir hız ile yaygınlaşan ve
çok iyi hatırlayacaksınız ki, iki yıldır her fırsat­ dünya tarihinde sayısız örnekleri görülen özel
tan istifade ile muhtelif defalar verdiğim beya­ harbin sızm a ve çökertme harekâtına karşı iç
nat ve radyo-felevizyon konuşmalarımda da bu güvenliği sağlayacak kararları ve tedbirleri bi­
hayatî önemi olan konuları dile getirmiştim. rinci öncelikle alacaklarını vadetmelerine rağ­
Kalbi bu vatan ve millet için atan sağduyu men; sonuç alacak teşebbüsleri, siyasi çıkar ça­
sahibi vatandaşlarım kabul edeceklerdir ki; ül­ tışmaları ve basit parti hesapları, kaprisler, ha­
kemizin halen içinde bulunduğu hayati önemi yaller, gerçek dışı talepler ve Türk Devletinin
haiz siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar, devlet niteliklerine ters düşen g iz li ve açık emeller
ve m illetim izin bekâsını tehdit eder boyutlara arasında kaybolup gitmiştir.
ulaşmış ve bu hal devletimizi, Cumhuriyet tari­ Düşmanın amaç ve yöntemleri, anarşi, terör
hinin en ağır buhranına sürüklemiştir. ve bölücülüğün ulaştığı d ü zey; ö ze l hukuki
Yine hepinizin bildiği gibi; anarşi, terör ve tedbirlere, İdarî düzenlemelere, sosyal koşulla­
bölücülük, her gün 20 civarında vatandaşımı­ rın geliştirilmesine milli eğitim ve iş hayatının
zın hayatını söndürmektedir. Aynı dini ve milli düzenlenmesine ihtiyaç göstermekteyken: mil­
değerleri paylaşan Türk Vatandaşları siyasi ç ı­ letin vekâletini taşıyan milletvekilleri ve sena­
karlar uğruna, çeşitli suni ayrılıklar yaratılmak törler Meclislerde aylardan beri, hiçbir sorum­
suretiyle muhtelif kamplara bölünmüş ve bir­ luluk duymadan yalnız parti menfaat ve disipli­
birlerinin kanlarını çekinmeden akıtacak kadar ni uğruna bu olaylara seyirci kalabilmişlerdir.
SEÇME METİ NL ER

iktidarların başarı ümit ederek aldıkları her ted­ birine düşman kamplara ayrılmalarına neden
bir, muhalefetler tarafından kınanarak ve hatta olan partizan tutum ve davranışlardan vazgeç­
memleket yararına da olsa baltalanmıştır. Milli memişlerdir, Böylece tarafsız halkımız, devlet­
birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğu­ ten beklediklerini parti kapılarında aramaya
muz dönemlerde bile kutuplaşmalar ve bölün­ mecbur bırakılarak devlet otoritesi yok olmaya,
meler adeta teşvik edilmiş; yangını beraberce vatandaşların hak ve hukukunu korumak ve
söndürmek yerine, üzerine benzin dökülerek ona tarafsız hizmet götürmek yerine, devletin
memleket bilerek veya siyasi çıkarlar uğruna, saygınlığı yavaş yavaş erimeğe mahkûm olmuş
sırf iktidara gelebilmek pahasına bir yangın ye­ ve dolayısıyla ülkem izde tam otorite boşluğu
rine çevrilmek istenmiştir. teşekkül etmiştir.
Ağızlarından düşürmedikleri hukuk devleti Bir kısım bedbahtlar Türk Milletinin bağım­
kavramı, bir kısım anayasal kuruluşlarca, dev­ sızlığını, birlik ve beraberliğini temsil eden İs­
letin parçalanması pahasına da olsa yalnız kişi­ tiklâl Marşımıza, koyu taassup veya sapık ide­
lerin müdafaası olarak yorumlanmış, devletin olojik amaçlarla protesto maksadıyla oturarak
ve milletin savunulması ise sahipsiz kalmıştır. veya istiklâl Marşı yerine Enternasyoneii söyle­
Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesinin birlik­ nerek açıkça saygısızlık gösterebilmişler ve bu­
te getirdiği sorumluluk, uygulamada kuvvetler na doğrudan sorumlu kişiler tevil yoluna sap­
çatışmasına dönüştürülmüştür. mak suretiyle savunmalarını yapabilmişlerdir,
D üşüncelerim iz, din im iz üzerinde ve akla L z u n zam andan beri bu fevkalâde üzücü
gelebilen her konuda dış ve iç kaynaklı bölücü olan ları yakından takip eden Türk Silâhlı Kü­
ve yıkıcı faaliyetler bütün şiddetiyle sürdürülür­ vetleri hatırlayacağınız gibi, milletin kendisine
ken ne hazindir ki; bir kısım gerçeğe uymavan nerdiği yetkileri kullanamayan ve bu korkunç
özerklik, dar görüşlü, sahibinden başkasının gidişi acz içinde seyreden anayasal kuruluşla­
inanmadığı bilim sellik ve koşulları dikkate a l­ rın tümünü C u m h u rb aşkan ım ız a ra cılığıyla
mayan salt hukuk savunucuları, yıkılacak d e f­ onararak, alınm ası gereken tedbirlere de yer
letin enkazı altında kalacaklarının, yokolup gi­ vermek suretiyle büyük Türk M illetine karşı
deceklerinin idraki içinde olamadıkları görünü­ vuklendiği sorumluluğu dile getirmiştir. Ara­
münü vermişlerdir. 8u acı dakikadan gorup ç a ­ dan geçen 3 aylık süre içerisinde yaptığım ız
re arayanların veya Türk Ulusunu uvaran ve sayısız uyarmalara rağmen hemen hemen bu
milleti bütünleşmeye davet edenlerin ise sesle­ tedbirlerin hiç birine yasama ve yürütme or­
rini duymak mümkün olamamıştır, ,Bit kısım ganları ile diğer anayasal kuruluşlardan yeterli
kıymetli Türk basınının bu konuda zaman za ­ bir cevap alınam am ış ve bu konuda müspet
man yaptıkları uyarıları burada şükranla belirt­ faaliyetleri de izlenememiştir. Bu uyarı mektu­
mek isterim.) bundan sonra bir kısım yasaları etkisiz hale
Siyasi partiler, bu kritik donemde milletin getirerek çıkaran M eclislerimiz 2 2 Mart 1980
Özlemle beklediği önlemleri almak verine; iç tarihinden beri siyasî çıkar hesapları ile çıkm a­
gerilimi devamlı olarak arttırarak, yıkıcı ve bö­ za sürüklenen Cum hurbaşkanlığı seçim inden
lücü mihrakları büsbütün kışkırtarak, onlara dolayı içinde bulunduğumuz buhran ile m üca­
cüret ve cesaret verecek beyan ve eylemleri ile delede en kıymetli unsur olan zam anı fütur­
adeta yarışırcasına seçim yatırımları için zemin suzca harcamışlardır. Dünyanın hiçbir ülkesin­
yaratma yollarını tercih etmişlerdir, de Cum hurbaşkanlığı makamı ve seçim i bu
İktidara gelen siyasi partiler, devlet teşkilâtı­ kadar hafife alınmamış ve bu kadar zaman bo­
nın bütün kademelerini kendi görüşleri doğrul­ şa harcanmamıştır.
tusundaki kişilerle doldurarak, kamu görevlile­ Asayiş ve ekonomik bunalıma çareler getir­
rinin ve vatan daşlarım ızın bir tarafa girerek mesi ve kanunlar yapması beklenen yasama
kamplara bölünmesini zorunlu hale getirmişler, organlarımız, memleket üzerine çöken bu kâ­
giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen kay­ busa karşı kayıtsız kalmışlardır.
nakların şekillenmesine ve kamu kuruluşların­ A n a y a sa m ız , Tü rk V a ta n d a şla rın ın din i
da çalışanlarla, polis ve öğretmenlerin dahi bir­ İnançlarından ötürü ktnanamayacağını, açıkça
SEÇME ME T İ NL E R

belirtmiş olmasına rağmen, tek bir oyun pekin­ ni tarafsız olarak yeniden, tesis ve idame etmek
de koşan siyasi partilerim iz, yüce Atatürk'ün gayesiyle devlet yönetimine el koymak zorun­
Cum huriyeti Dönem inde unutulmuş mezhep da kalmıştır. Bugünden itibaren yeni hükümet
ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek Erzin­ ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat
can, Sivas, Kahramanmaraş, Tunceli ve Çorum bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri be­
illerinde siyasi çıkarlar uğruna vatandaşlarımı­ nim başkanlığımda. Kara, D eniz, Hava Kuvvet­
zın birbirini katletmelerine neden olmuşlardır. leri Komutanları ile Jandarma G enel Komuta­
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşa­ n ın dan oluşan M illi G üvenlik Konseyi tarafın­
yan ve kendini Türk Vatandaşı kabul eden her­ dan kullanılacaktır.
kesin tek bir vücut halinde Türk Milletini oluş­ Büyük Atatürk'ün deyimiyle "Ulusal kültürü­
turduğu unutulmuş ve değişik mezheplere bağ­ müzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkar­
lı vatandaşlarımızın tam bir kardeşlik bağı ile mak yurdumuzu dünyanın en mamur ve en uy­
kaynaşmalarını engellemek isteyen kışkırtıcılar gar araç ve kaynaklarına sahip kılmak" hedefi­
siyasi destek görmüşlerdir. ne yönelik hızlı bir kalkınma döneminin en kı­
Bir kısım anayasal kuruluşlar muhtelif etkiler sa zamanda gerçekleştirilmesi zaruretine İnanı­
682 altında anarşi, terör ve bölücülük karşısında ta­ yoruz, Bu inancım ızın gerçekleşmesi için yüce
rafsız, adil ve ortak bir yol izlemek yerine, biz­ ulusum uzun, bağrından çıkard ığı ve yurdu­
zat Anayasanın ihlali karşısında dahi sessiz kal­ muzdaki kutuplaşmada hiçbir tarafı tutmayan,
mayı tercih etmişlerdir. sadece Atatürk ilkeleri doğrultusunda yürüyen
Bütün bu şartlara rağmen, hukuk devletinin Türk Silâhlı Kuvvetleri yönetimine güvenece­
temel ilkelerini savunm akla görevli anayasal ğinden kuşkum uz yoktur, İçinde bulunduğu­
kuruluşlarımız, devletin en üst kademesindeki m uz buhrandan çık m a m ız için ulu sça arzu
anarşizm in yarattığı tehlikenin büyüklüğünü edildiğine inandığım ız, disiplinli ve her türlü
idrak edemediklerinden veya terör odaklarının tasarrufa ağırlık veren bir yaşam ve dayanışma
tehdidinden çekindiklerinden, devletin temel­ ortamına girilm esini ve m illetçe gücüm üzün
lerine konan dinamitle her an parçalanma teh­ tümünü ortaya koyacak bir çalışma hızını bek­
likesi karşısında olduğunu gözlerden kaçırma­ liyor ve yüce Türk Milletine güveniyoruz.
ya çalışm ışlardır. D evlet çökertildiği zam an Vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasa­
Anayasanın kanatları altına sığınan tüm hukuk da ortak bir bütün halinde milli şuur ve ülküler
kurumlan ile özerk, bilim ve müessese ve der­ etrafında birleştirm enin iç barış ve huzurun
neklerinin bu enkaz altında yok olacağı unu­ sağlanmasında vazgeçilm ez faktör olduğu dü­
tulmuştur. şüncesiyle, Atatürk M illiyetçiliğinden hız ve il­
Son iki yıllık süre içinde terör 5.241 can a l­ ham almanın, politikada "Yurtta sulh, cihanda
mış, 14.152 kişinin yaralanmasına veya sakat sulh” ilkesine bağlı kalmanın, milli mücadele
kalmasına sebep olmuştur, İstiklâl Harbinde, ruhunun, millet egem enliğine Atatürk ilke ve
Sakarya Savaşındaki şehit miktarı 5.713, yaralı devdmlerine olan bağlılığın tam şuurunu yer­
miktarımız 18,480'dir. Bu basit mukayese dahi leştirmek ve geliştirm ekle ülke m ize yö nelik
Tü rkiye'd e hiçb ir insanlık duygusuna değer tehditlerin ulusça göğüsleneceğine inanıyoruz,
vermeyen bir örtülü harbin uygulandığını açık­ Türkiye Cumhuriyeti, N A TO dahil tüm ittifak
ça ortaya koymaktadır. ve anlaşmalara bağlı kalarak, başta komşuları­
Sevgili Vatandaşlarım, m ız olmak üzere bütün ülkelerle karşılıklı ba­
işte bütün bunlar ve buna benzer sayılabile­ ğım sızlık ve Saygı esasına dayalı, birbirlerinin
cek ve hepiniz tarafından yakinen bilinen daha iç işlerine karışmamak kaydtyla eşit şartlar al­
birçok sebeplerden dolayı Türk Silâhlı Kuvvet­ tında ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini
leri ülkenin ve milletin bütünlüğünü, milletin geliştirme kararındadır.
hak, hukuk ve hürriyetini korumak, can ve mai Uluslararası sorunların barışçı yollarla ç ö ­
güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, re­ zümlenmesinden yana bir dış politika izlenme­
fah ve mutluluğunu sağlamak, kanun ve nizam sine devam edilecektir.
hâkimiyetini, diğer bir deyimle devlet otoritesi­ Birçok tutum ve davranışlarıyla demokratik
SEÇME METİ NL ER

özgürlükçü parlamenter sisteme inancını defa­ tecrübeli ve yetenekli kişilerden oluşan mahke­
larca kanıtlayan Türk Silâhlı Kuvvetleri, en kısa melerin süratle ve doğru kararlar verebilmeleri­
zamanda Bakanlar Kurulu'nu kurarak, yürütme ni ve bunları korkusuzca uygulayabilmelerini
sorumluluğunu bu Kurula bırakacak ve hür de­ sağlayacak yasal ve idari tedbirler alınacaktır.
mokratik parlamenter sistemin şimdi olduğu g i­ Memleketin ekonomik koşullarını kendi gü­
bi dejenere edilm esine ve tıkanmasına mani cüm üzle iyileştirmek için her alanda elden ge­
olucu ve Türk toplumuna varaşır bir Anayasa len gayret s a rfed ilecektir. Çalışkan ve vatanper­
ve Seçim Kanunu ile Partiler Kanununu hazır­ ver Türk işçisinin mevcut ekonom ik koşullar
lamayı ve bunlara paralel düzenlemeler yap­ çerçevesinde her türlü hakları korunacaktır.
mayı müteakip insan hak ve hürriyetlerine say­ Ancak temiz Türk işçisini sömüren, onları
gılı, m illi dayanışm ayı ön plana alan, sosyal kendi ideolojik görüşleri istikâmetinde kullan­
adaleti gerçekleştirecek, ferdin \e toplumun mak için her türlü baskı oyunlarına başvuran,
huzur, güven ve refahına önem teren ö zgü r­ işçin in hakkı yerine kendi m enfaatlanm ön
lükçü demokratik, lâik ve sosyal hukuk kuralla­ plânda tutan bazı ağaların bu faaliyetlerine as­
rına dayalı bir yönetime ülke idaresini devre­ la müsaade edilmeyecektir.
decektir. Tüm işverenlerin iş barışının koşullarını sağ­
Sayılan bu hazırlıklar tamamlanıncaya kadar layacak esaslardan ayrılmadan üretimin arttırıl­
Yurdumuzda her türlü siyasi faaliyetler her ka­ ması ve ihracata yönelik gayretlerin gelişmesi­
demede durdurulmuştur. Zorunlu olarak faali­ ne yardımcı olmaları için her türlü tedbir alna-
yetleri durdurulan siyasal partilerin yeniden caktır.
hazırlanacak Anayasadaki düzenlem elere ve Köylünün, milletimizin efendisi olduğu inan­
yeni Seçim ve Partiler Kanununa göre zamanı cım kuvveden fiile çıkarmak için tarım alanın­
koşullan ilân edilecek seçim lerden yeterince da üretimi arttıracak bir tarım seferberliği ve ti-
önce faaliyete geçmesine müsaade edilecektir vat politikası ile gerekli diğer önlemlerin alın­
Parlamento üyeleri, siyasi faaliyetlerden do­ masına. bilhassa önem verilecektir. Türk köylü­
layı suçlanm ayacak ve yeni yönetime karşı suç sünün tarlasından, ayrılıp şehirlere göç etmesi­
teşkil edecek tutum ve davranışlarda bulunma­ ni zorlayan ekonomik ve sosyal nedenlere çare
dıkları sürece haklarında herhangi bir işlem ya­ aranacaktır.
pılmayacaktır. Eğitim ve öğretimde Atatürk M illiyetçiliğini
A n cak, kanunların suç kabul ettiği fiilleri veniden yurdun en ücra köşelerine kadar yay­
vaktiyle işlediği saptanan parlamenterler hak­ gınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alına­
kında gerekli kovuşturma yapılacaktır. Adalet caktır.
Partisi, Cumhuriyet H alk Partisi, Milli Selâmet Yarının teminatı olan evlâtlarımızın Atatürk
Partisi ve M illiyetçi Hareket Partilerinin parti ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek
başkan]arıı şimdilik can güvenliklerinin sağlan­ sonunda birer anarşist olmasını önleyecek ted­
ması amacı ile Silahlı Kuvvetlerin koruma ve birler alınacaktır. Bu maksatla hepim izin tek
gözetiminde belirli yerlerde ikâmete tabi tutul­ tek sa y g ıy la a n d ığ ım ız ö ğ re tm e n le rim izin
muşlardır, Durum müsait olunca serbest bırakı­ D e rli, Bir'li derneklere üye olarak bölünmele­
lacaklardır. rine müsaade edilmeyecektir. Her düzeyde öğ­
Memlekette idarenin tam bir tarafsızlık için­ rencinin amacı Atatürk ilkeleri ve milliyetçiliği
de vatandaşın hizmetine koşması sağlanacaktır. ile pekişmiş ve üretime yönelik bilgi ve beceri­
Devlet hizm etinde bulunanların siyasi etkiler sini kazanmak olacaktır.
dışında çalışmaları kanun hâkimiyeti altına alı­ En kıdemsiz erinden, en üst komutanına ka­
nacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el dar Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm personeli,
koyduğu şu anda devletin yanında tarafsız ve bu amaçlara ulaşmada devletin iç ve dış tehdit­
adil hizmet görecek yöneticiler, eski zamanın lere karşı kollayıcı ve koruyucu gücü olarak si­
siyasi davranışlarına yönelm edikçe hizmet ve yasetin dışında kalacaktır.
görevlerine devam edeceklerdir. A ziz Yurttaşlarım;
Kanun ve n izam hakim iyetini sağlam ada Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı Kuvvet-
SEÇME ME T İ NL E R

ler a z iz Türk M illetinin hakkı olan refah ve Her zaman milletiyle bir bütün ve Türk mil­
mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve git­ letinin emrinde olan Türk Silâhlı Kuvvetlerine
tikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkele­ ve yeni yönetime karşı yapılacak her türlü dire­
rine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, ken­ niş, gösteri ve tutum anında en sert şekilde kırı­
di kendini kontrol edemiyen demokrasiyi sağ­ larak cezalandırılacaktır.
lam temeller üzerine oturtmak, kaybolan Dev­ Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatan­
let otoritesini yeniden tesis etmek için yöneti­ daşlarım ın tahriklere kap ılm aksızın sükûnet
me ei koymak zorunda kalmıştır. içinde yayınlanacak bildiriler doğrultusunda
Komutan, subay, astsubay ve erler olarak he­ hareket etmelerini ve ikinci bir bildiriye kadar
pim iz vatan ve milletin refah ve mutluluğu uğ­ sokağa çıkmamalarını rica ederim.
runa her şeyimizi, bu arada hayatımızı dahi se­ Vatandaşlarımın birbirlerinin hak ve hukuku­
ve seve feda etmeye hazırız. Memlekette her na saygılı olmalarını, sevgi içinde kırgınlıklarını
zaman bulunabilen ve özellikle son zamanlar­ unutmalarını, hepimizin bu mübarek topraklar
da çoğalan kötü niyetli birçok kişi ve kuruluş­ üzerinde aynı haklara sahip bir Türk vatandaşı
lar sizlere yalanlar düzerek, bunun aksini söy­ olduğum uzun idraki içerisinde olarak yeni yö­
684
leyebilecekler ve menfi propagandalara başvu­ netime yardımcı olm alarını vatanperverlik ve
rabileceklerdir. Bunlara asla inanmayınız. Bü­ asil karakterlerinden bekler, mutlu ve aydınlık
tün uygulamalar milletin gözü önünde yapıla­ yarınlar dilerim.
caktır. Milli Güvenlik Kurulu
Kıymetli Vatandaşlarım; Genel Sekreterliği

DEVLETİN KAVRAM VE KAPSAMI*

(...) Tanımlamalardaki faktörler bakımından dev­


leti analize tabi tutmak gerekir. Devlette önce­
2. Devletin Tanımı ve Öğeleri likle onun gövdesi durum undaki ülkeye can
(dinamizm) ve ruh veren bir "insan toplumu"
(...) öğesi vardır. Buna günüm üzde "millet" adını
Devlet, herşeyden önce, ülkesinin ve bu ül­ veriyoruz. (...)
ke üzerinde, canlı bir siyasi olgu olarak varlığı­ Bir m illetin oluşm asında etkili görülen ve
nın, devletler topluluğunca kabulü, tanınması kökleri tarihten gelen bazı koşullar vardır. Bun­
ve uluslararası hukuk çerçevesinde belgelen­ lar; "Siyasi varlıkta birlik", "diIb irliği," "yurt
mesi gerekir. birliği", "ırk ve köken birliği', "Tarihsel yakın­
Çaplan ne olursa olsun, bütün devletlerde, lık" ve "ahlâk yakınlığı"dır.
bir halk yani devlete bağlı uyruklar (tebaa), bu Herşeyden önemlisi, millet olmanın en belir­
halkın üzerinde yaşadığı toprak ve bu toprak gin bir vasfı da bir toplumun; bağım sızlığı \e
üzerinde yaşayan halkın düzenini sağlayan or­ ülkesinin bölünm ezliği için bütün fertlerinin
tak yasalar devletin beili başlı öğeleri (unsurla­ om uz omuza savaşlar vermiş olmasıdır.
rındır. Devletin unsurlarından biri de, toprak yani
ülkedir. Gerçekte milletler, dünyada üzerinde
yaşayacakları bir toprağa sahip olmalıdırlar. Bu
(*) Mil İTGüvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Derle­
tin Kavram ve Kapsam ı, Ankara, 1990. toprak olm adıkça, devlet kavramı da vardır de­
SEÇME M E T İ N I E R '

nile m ez. D evletin teşekkülünde, belirli bir nını taşıyan sarayın emir ve isteklerine boyun
Özellik gösteren milletin, üzerinde yaşadığı ve eğmiştir. Ancak Cumhuriyet'in ilânı; bu konu­
sınırları milletlerarası andlaşmalarla çizilm iş ve da Türk Milletine bir umut ışığı olmuş, Türkiye
onaylanmış bir toprağa sahip olmak koşulun­ Cumhuriyeti'ne temel olan "Çağdaşlaşma" il­
dan vazgeçilem ez. Genellikle böyle bir toprak kesinin gereği olarak, ileri Batı ülkelerine ben­
parçasının sahipliğini yapan milletlerin bu top­ zer bir demokrasiye geçiş yönünde çaba har­
rakla maddi ve manevi ilişkileri olması gerekir. canm aya başlanmıştır. Bu alanda sağlanacak
Böyle bir toprak maddi ihtiyaçlara cevap vere­ başarı, Türkiye Cum huriyeti D evletinin m illi
ceği gibi, tarihsel ve duygusal yönden de anıla­ niteliğini daha da belirleyecektir, (...)
ra ve değerlere sahiptir. Bir milletin bireylerini Çağım ızda, milli devletleri -özellikle bunlar­
topraklarına bağlayan da maddi ve manevi yö­ dan gelişme sürecinde olanları- tehdit eden iki
nüyle bu değerlerdir. (...) büyük tehlike vardır. Bunlardan birincisi, gelişi­
mi; kişilik ve karakterini, gelişmişlerinkine ben­
3. Devlet Türleri zetmekte görmek ve bu amaçla m illilik niteli­
ğinden tavizler verip ondan uzaklaşmaktır. Bu
685
Halen dünyam ızda resmen bağım sız olduğu durumda, devlet sürer fakat milli devlet olma
kabul edilen 160 dolayında devlet mevcuttur avantajlarını yitirir. M illilik yitirilin ce, onun
ve bunlardan herbiri, politik bölünme bakımın­ kaynağını oluşturan millet ve nihayet devletin
dan diğerlerinden şu veya bu ölçüde farklıdır. tümü dejenere olur, soysuzlaşır.
Devletler, genel bir çeşitlenmeye tabi tutul­ ikinci tehlike ise; m illilik ile tutuculuk kav­
dukların da kan ım rzca, "kozm o po lit ve çok ramlarım eşdeğer kabul etmekten doğar. Bu
uluslu" ve "milli" olarak iki tür içinde incele­ durumda, m illilik sürer fakat devlet, çağdışına
nebilirler. (...) düşerek zaman içinde yıkılır. Devletin çöküşü,
Günüm üzdeki devletlerin niteliklerine dikkat milletin şu veya bu biçimde, başkalarının yö­
edilecek olursa, bunların bazıları dışında genel netimi ve kontrolü altına girmesi ve onların Öl­
karakterlerinin milli olduğu görülecektir. Milli çülerine bağımlı olarak yaşamaya zorunlu tu­
devlet anlayışı ve oluşumu, dünyada milliyet- tulmasıyla sonuçlanır. Eğer bu hal önlenemez
çelik akım larının çıkm asından sonra genellik ve süreklilik kazanırsa millilik de yıpranır, soy­
kazanmıştır. (...) suzlaşır ve yi tiril ir.
Milli devletlerin diğer bir özelliği de. devle­ Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, gerçek
tin öğesi olan milletin, yani toplumun ortak bir milli devlet; milli olan niteliklerinin temel ilke­
ülküye veya bilince sahip olmasıdır. Bu bilinç lerini çok duyarlı bir biçim de korurken, onları
doğal olarak milleti devlete bağlayan güçlü bir çağdaş olumlu ölçüler içinde yorumlayıp geliş­
bağdır ki, devletin de güçlü olmasını etkiler. Bu tirerek uygulayan devlettir. (...)
bilinçlenm e daha çok, kendini "M illiyet" ve
"M illiyetçilik" şeklinde gösterir ki, bunlardan 4. Devletle Milletin
milliyet kavramı "millet niteliği taşıyan halkın Karşılıklı Görevleri
durumu"nu anlatır. (...)
Milli devletlerde dikkati çeken yönlerden bi­ Devletin öğelerinden millet, bireylerden oluşur.
ri de, milli egemenliktir. Bu nitelik birkaç şekil­ Bu bireylerin çıkarları* devletin varlığının ge­
de değerlendirilebilir. Milli devletteki milli ege­ rekçesidir. Bu çıkarların bazıları kişisel olabile­
menlik; o devletin üstünde hiçbir yabancı dev­ ceği gibi, bazıları da ortak nitelikli, yani top­
letin, bağımsızlığını engelleyecek veya yokede- lumla ilgilidir. Bu çıkarların gerçekleştirilmesi,
cek bir hak, etki veya yetkisinin bulunmadığını bireylerin gü çle ri dışındadır. Bundan ötürü
anlattığı gibi; halk iradesinin de varlığını belir­ devlet ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
ler. (...) Türk istiklâl Harbine kadar milli ege­ Devletin millete karşı görevleri olduğu gibi,
menlik diye bir kavram tanımayan Türk Milleti,
saltanatın mutlak egem enlik anlayışı altında (*) Buradaki çıkar sözcüğü "hak ve menfaatler"
yaşamış ve bu alışkanlıkla Sultan-Halife unva­ anlamındadır.
SEÇME M E T İ NL ER

milletin de devletine karşı görevleri vardır. O Tü rkiye Cu m h u riye ti'n in varoluş nedeni;
halde bu iki varlık birbirini bütünler, birbirine Türk vatan ve milletinin ebediliğine, Türk Dev-
dayanır. Bireylerin devlet kadar güçlü olamaya­ leti'nin kutsallığına dayanır (Anayasa Başlangıç
cakları gerçeğinden hareketle, devletin ana gö­ bölümü).
revlerini gözden geçirm ekte yararlar vardır. Türkiye Cumhuriyeti'nin varoluş nedeni: Türk
Devletin varlığı "güvenlik" konusuna bağlan­ M illeti' n i; milli birlik ve bütünlük içerisinde,
mak suretiyle anlatımı genişletilebilır, Çünkü milli kültür ve ö z değerlerine uygun olarak, çağ­
bireyler ve bireylerden oluşan toplum (millet), daş, medeni ve adil bir yönetimle barışı, huzuru
öncelikle varlığını güven içinde bulundurmak ve refahı sürekli kılarak ebediyen yaşatmaktır.
ister, (...)
Devletin millete karşı ana görevlerinden baş- 6. Milli Politika (Siyaset)
lıcalart yurtiçi veya yurtdışı ile ilgilidirler. Ç ü n ­
kü milleti güven içinde bulundurma görevine M illi devlet an layışınd a, siyasal iktidarların
yönelik tehlikeler; ya yurtiçinden, ya da yurtdı- milletin çıkarlarıyla ilgili olan görevleri öncelik
şından kaynaklanırlar. alır. Yani bu görevlerin yerine getirilmesinde
Devletin yurtiçiyle ilgili ana görevi, "ülkede asıl olan öğe, milletin kendisidir. Esasen, siya­
güvenliği, asayişi ve adaleti kurmak; yurttaşla­ sal iktidarın varoluşunun temel nedeni de bu­
rın temel özgürlüklerini korumak ve bunların dur. Devletin yürütme organı olan hükümetler,
devamlılığını sağlamaktır". (...) siyasal iktidarı temsil ederek milletin çıkar ve
yararına olan işleri yürütmek ve bu am açla
5. Devletin Varoluş Nedeni saptanan hedeflere ulaşmak için bütün imkan
ve araçları kullanırlar. Görüldüğü üzere, teşki­
Evrende bulunan canlı, cansız her şeyin bir va­ latlı toplumun en belirgin Örneği olan devlette
roluş nedeni (Sebeb-i Hikmet, Ra ison d'Etre) ve bütün faaliyetlerin amacı, yine devlet kavramı­
buna dayanan kendilerine özgü işlevleri (Mis­ nın öğelerinden biri olan milletin çıkarlarıyla
yonları) vardır. ilgilidir. Bu gerçek, milli devlet anlayışının bir
Bu, toplumlar ve devletler için de geçerlidir. gereğidir.
Her devletin kendisine ait bir varoluş nedeni Devlet görevlerinin millete yönelik olması,
vardır. Her devlet ve mîllet bunu bilmeli ve bu­ devletin milli niteliğini de ortaya koyar. Bu­
nun bilincinde olmalıdır. Bütün milletin, kendi günkü siyasal iktidar an layışın d a; m illetin,
tarihinden; bilimsel, akılcı ve gerçekçi yöntem­ kendi çıkarlarım korumak ve bu çıkarları ger­
lerle tespit edilen devletin varoluş nedenini bil­ çekleştirm ek üzere, tem silcilerini kendisi se­
mesi ve bunun bilincinde olması şarttır. Devle­ çip, devlet idaresini bu temsilcilere bırakması
tin başlıca görevi de bunu sağlamaktır. Çünkü, esastır. Bu durumda, devlet üstlendiği görevle­
milleti devletin etrafında toplayıp bütünleştiren ri gerçekleştirmek üzere genel bir plana sahip
ve onunla Özdeşleştiren en büyük ve en doğru olmak zorundadır. Bu, genel bir milli politika
ve kalıcı etken bu bilinçtir. Başka bir deyimle; olarak anlaşılır. Bu genel siyaset ayrıntılardan
varoluş nedeni, uygun akılcı ve gerçekçi olarak uzaktır. Bu gerçekten hareketle milli politika
saptanır ve yaygın biçim d e açıkla n ırsa; bu, şöyle tanım lanabilir: "M illi Politika, milletin
'Kohesiv kuvvet" etkisi ile milleti devlet etrafın­ genel istek ve eğiliminden doğan milli hedef­
da bütünleştirir. lere ulaşmak için, siyasal iktidarın kabul ettiği
M illi devlet olmanın başlıca -hatta en başta­ genel hareket tarzı, genel plan veya politika­
ki- şartlarından biri de budur. Ö yle ki, bir ço ­ dır". Bir diğer tanımlamaya göre milli politika:
kuluslu veya kozmopolit devlet bite, fertleri ve­ "Bir milletin savaş ve barışta: milli menfaatle­
ya halklarının karşısına gerçek ve uygun bir va­ rini geliştirmek ve milli hedeflerini elde etmek
roluş nedeni ile çıkar ve onları bunun bilinci için siyasi, ekonomik, kültürel \e askeri güçle­
içinde birleştirebil irse, bir bakıma milli devle­ rini geliştirmek ve kullanm ak ilmi ve sanatı­
tin avantajlarına sahip olabilir. dır." Daha kısa bir ifade ile: Milli politika, mil-
SEÇME ME T İ NL E R

Iİ hedeflerin elde edilmesi maksadını güden malolmuş isteklerdir ki, bunların gerçekleştiril­
hareket fardandır. Takip edilecek yollan, me- mesi, ayrıntılı hareket tarzlarının seçimini ge­
tod ve genel planlamaları kapsar. Bu tanımla­ rektirir. Şüphesiz mil/i politikanın gerçekleştiril­
maları geliştirmek suretiyle, milli politika biraz mesi, yine millete dayalı bir güce ihtiyaç göste­
daha açıklığa kavuşturulabilir. M illi politika; rir. Bu gücü de millet adına sevk ve idare eden
siyasal iktidarın, milli menfaatlerle ilgili genel devlet ve onun yürütme mekanizmasını teşkil
kararıdır ki m illi p o litik a n ın tem elini m illi eden hükümettir. (...)
menfaatler ve bundan doğan milli hedefler teş­ Aslında devletin hayati önemi haiz değerle­
kil eder. rinin (milli güvenlik konularının) korunması ve
M illi politika bu yönüyle milli hedeflere yö­ kollanması, iktidarlara düşen başlıca görev o l­
nelik genel kararları kapsar. Bu kararlar, uygu­ maktadır. Bu görevin icrasında g izlilik ihlali,
lamadan önce genel bir fikir verir ve uygula­ gerileme, zafiyet, engelleme gibi hususlar; tela­
mayı yönlendirir. fisi devlete ve millete çok pahalıya mal olan ve
Milli politika, milli menfaatlere dayanır. M il­ bazen im kânsızlaşan m illi değer kayıplarına
li politikanın ana düşüncesi bunları elde etmek yol açabilir. Bu nedenle milli güvenliğin (dev­
veya gerçekleştirm ektir. Böyle olunca, m illi letin hayatî önemi haiz değerlerinin) korunma­
687
menfaatler milli politikayı yönlendirir ve onun sı ve koflanması maksadıyla araştırma, incele­
temelini teşkil eder. (...) me, değerlendirme, karar alma, uygulama vb.
Milli politika, günümüzdeki milli devlet an- işlemlerinin; demokratik düzen içinde ve fakat
’ayışında; siyasal iktidarları yönlendiren, onları daha kısa yoldan, gizliliğine halel gelmiyecek
kısa veya uzun vadeli hedeflere yönelten karar­ tarzda ve özelliği dolayısıyla ihtisas kuralına
lar veya tasarılar şeklinde anlaşılmalıdır. Bunlar daha fazfa uymayı sağlayan bir sistemle oluştu­
bîr bakıma milli isteklerin ana fikri veya genel rulması gerekmektedir. Bu sistem milli güvenlik
planıdır. Böyle olunca, milli politika bir millete sistemi olmaktadır. (...)

You might also like