Professional Documents
Culture Documents
Grice (Paul) - Mantik Ve Konusma (Cev. Alper Yavuz)
Grice (Paul) - Mantik Ve Konusma (Cev. Alper Yavuz)
Grice (Paul) - Mantik Ve Konusma (Cev. Alper Yavuz)
Paul Grice
Felsefi mantıkta, bir yanda biçimsel araçlar olarak adlandıracaklarımın en azından bir
bölümü — ∼, ⋀, ⋁, ⊃, (∀𝑥), (∃𝑥), (𝜄𝑥) (bunlar standart olarak iki değerli yorumlandığında)
— ile öte yanda bunların doğal dildeki benzerleri ya da karşılıkları olduğu düşünülenler —
örneğin değil, ve, veya, ise, bütün, kimi (ya da en az bir), belirli tanımlık [the] gibi ifadeler —
arasında bir anlam ayrılığı olduğu, ya da varmış gibi göründüğü, düşüncesi yaygındır.
Geçmişte kimi mantıkçılar aslında böylesi ayrımların olmadığını öne sürmek istemiş
olabilirler; ancak bu türden savlar, gerçekten öne sürüldüyse, bir biçimde hesapsızca dile
getirilmiş ve böylesi bir sav öne sürdüğünden kuşkulanılanlar çok sert karşı çıkışlarla
karşılaşmış olmalılar.
1
Bu nedenlerden, bu ifadeler, doğal dilde kullanıldıkları halleriyle, kesin olarak kabul edilebilir
sayılamaz ve sonunda bütünüyle anlaşılabilir olmadıkları ortaya çıkabilir. Doğru yaklaşım,
biçimsel araçlar içeren bir ideal dil tasarlamak ve oluşturmaya başlamaktır. Böylesi bir dilin
tümceleri açık, doğruluk değeri bakımından kesin ve metafizik sonuçlardan tartışmasız bir
biçimde bağımsız olacaktır; bilimcinin tümceleri bu ideal dilde ifade edilebilir olacağından
(edimsel olarak ifade edilmesi zorunlu olmasa da), bilimin temelleri şimdi felsefi olarak
güvendedir. (Bütün biçimcilerin buradaki özetin bütününü kabul edeceklerini söylemek
istemiyorum ancak hepsi en azından bir bölümünü kabul edeceklerdir.)
Bir biçimci-olmayan buna şöylesi bir karşılık verebilir. Bir ideal dile yönelik felsefi
istem, uygun bulunamayacak belirli varsayımlara dayanır; bunlar, bir dilin yeterliliğine
yönelik yargı vermenin denek taşının onun bilimin gereksinimlerine hizmet edebilme yetisi
olması, bir ifadenin bütünüyle anlaşılabilir olmasının onun anlamının açımlanabilir ya da
çözümlenebilir olmasına bağlı olması ve her açımlama ya da çözümlemenin bir mantıksal
eşitliğin dile getirildiği ya da öne sürüldüğü açık bir tanım biçiminde olması gereğidir. Dil,
bilimsel araştırma dışında pek çok önemli amaca hizmet eder; bir ifadenin çözümlemesini
bilmesek bile anlamını (ve daha da açıkçası anlaşılabilir olduğunu) yetkin bir biçimde
bilebiliriz ve bir çözümlemenin koşulu da çözümlenen ifadenin uygulanabilirliğine yönelik ya
da ona karşı koşulların, olabildiğince genelleştirilmiş, bir belirtimine dayanabilir (genellikle
de dayanır). Bunun yanı sıra, biçimsel araçların mantıkçının sistematik yaklaşımına özel
olarak uygunluğu kuşku götürmez bir doğru olsa da doğal dilde bu araçlarla dile getirilmeyen
ancak yine de geçerli kabul edilen çok sayıda çıkarım ve uslamlama vardır. Öyleyse bu
araçların doğal dildeki karşılıkları için geliştirilecek yalınlaştırılmamış ve neredeyse
sistematik olmayan bir mantığa yer olmalıdır; biçimsel araçların yalınlaştırılmış mantığı bu
mantığa yardım edebilir ve onu yönlendirebilir ancak onun yerine geçemez. Aslında bu iki
mantık yalnızca farklı değil kimi zaman da çatışma içindedir; bir biçimsel araç için geçerli
kurallar, onun doğal karşılığı için geçerli olmayabilir.
Doğal dilin yeniden düzenlenmesiyle ilgili genel soruya yönelik bu çalışmada hiçbir
şey söylemeyeceğim. Bu tartışmaya ilgimi yukarıda sözü edilen ayrılıkların ilişkisi ile sınırlı
tutacağım. Bu çekişmenin herhangi bir yanında yer almak gibi bir niyetim yok. Yalnızca bu
türden ayrılıkların var olduğunu savunanların ortak varsayımlarının (genel olarak söylersek)
yaygın bir yanlış olduğunu ve bu yanlışın konuşmayı yöneten koşulların doğasına ve önemine
yeterince dikkat edilmemesinden kaynaklandığını savunmak istiyorum. Öyleyse, konusundan
2
bağımsız olarak konuşmanın kendisine bir biçimde uygulanan koşulları araştıracağım.
“Sezdirim” kavramının ayırıcı niteliklerini ortaya koyarak başlayacağım.
Sezdirim
A ve B’nin şu anda bir bankada çalışan ortak arkadaşları C’den söz ettiklerini
varsayalım. A B’ye C’nin işinin nasıl gittiğini sorar ve B şöyle yanıt verir, Ah çok iyi bence; iş
arkadaşlarını seviyor ve henüz hapse girmedi. Bu noktada A B’nin C’nin henüz hapse
girmediğini söyleyerek neyi ima ettiğini, neyi akla getirdiğini ya da dahası neyi kastettiğini
sorabilir. Bunun yanıtı C’nin mesleğinin baştan çıkarıcılığına kapılmaya eğilimli bir kişi
olduğu, C’nin iş arkadaşlarının sevimsiz ve güvenilmez olduğu veya bunlar gibi bir şey
olabilir. Elbette ilgili bağlamda yanıt açıksa A’nın B’nin sözlerini sorgulaması
gerekmeyebilir. Bu örnekte B’nin neyi ima ettiğinin, neyi akla getirdiğinin ya da neyi
kastettiğinin, söylediği şey olan C’nin henüz hapse girmediğinden farklı olduğu açıktır. Bir
teknik terim olan sezdirme eylemini ve ilgili adlar sezdirim (krş. ima etmek) ve sezdirge (krş.
ima edilen şey) terimlerini kullanacağım. Bunun nedeni her bir durum için sezdirme’nin genel
olarak işlevlerini yerine getireceği eylemler ailesinin bu ya da şu üyesini seçmek zorunda
kalmamaktır. En azından şimdilik, bu bağlamlarda söylemek sözcüğünün anlamının sezgisel
olarak anlaşıldığını ve belirli eylemlerin sezdirme ile ilişkilendirilen eylemler ailesinin üyeleri
olduğunun ayırt edilebildiğini önemli ölçüde varsaymak zorunda olacağım. Yine de bu
varsayımların daha sorunlusunu, söylemek sözcüğünün anlamıyla ilgili olanı, açıklamaya
yardımcı olabilecek bir iki yorum yapacağım.
3
yapma] bilinmelidir. Söylemek sözcüğünü nasıl kullandığımı böyle kısaca anlattığımda
(bugün) Harold Wilson büyük bir adam diyen bir kimseyle (yine bugün) Britanya Başbakanı
büyük bir adam diyen başka bir kimsenin, bu iki tekil terimin göndergelerinin aynı olduğunu
bildiklerini varsayarak, aynı şeyi söyleyip söylemedikleri konusu açık kalıyor.1 Ancak bu
soruyla ilgili hangi karar verilirse verilsin, birazdan ortaya koyacağım araç, sözcelenen
tümcede bu tekil terimlerden birinin yerine öbürünün varlığına dayanabilecek sezdirimleri
açıklamaya yeterli olacaktır. Bu sezdirimler yalnızca farklı maksimlerle ilişkili olurlar.
Uzlaşımsal olmayan sezdirimlerin belirli bir alt sınıfını, iletişimin belirli genel
özellikleriyle özsel olarak bağlantılı olduğundan, konuşma sezdirimleri olarak adlandırmak
istiyorum; öyleyse bir sonraki adımım bu özelliklerin neler olduğunu söylemeye çalışmak
olacak. Genel bir ilkeye yönelik ilk yaklaşım olarak şunlar söylenebilir. Karşılıklı konuşmalar
olağan durumda birbirinden kopuk sözlerden oluşmazlar. Böyle olması akla uygun olmazdı.
Bunlar, karakteristik olarak, en azından bir dereceye kadar, iş birliğine dayalı çabalardır; her
katılımcı bu çabalarda, ortak bir amaç, bir amaçlar kümesi ya da en azından ortak kabul
edilmiş bir yön olduğunun belirli bir düzeyde farkındadır. Bu amaç ya da yön başlangıçta
sabitlenmiş olabilir (örneğin bir tartışma sorusunun başlangıçta önerilmesiyle) ya da karşılıklı
konuşma boyunca evrilebilir; yeterince belirgin olabilir ya da katılımcılara büyük oranda
serbestlik bırakacak kadar belirsiz de olabilir (bir gündelik konuşmada olduğu gibi). Ancak
her aşamada, kimi olası konuşma adımları konuşma açısından uygunsuz bulunup dışarıda
bırakılır. O halde katılımcıların (diğer her şey sabitken) gözetmeleri beklenen çok genel bir
1
Harold Wilson 1964-1970 ile 1974-1976 yılları arasında Birleşik Krallık’ta başbakanlık yapmıştır. [ç.n.]
4
ilkeyi formüle edebiliriz: Konuşmaya katkını, her aşamada, konuşmanın kabul edilmiş
amacının ya da yönünün gerektirdiği kadar yap. Bunu İş Birliği İlkesi olarak adlandırabiliriz.
Bunun gibi genel bir ilkenin kabul edilebilir olduğu varsayımıyla, altına daha
özelleşmiş maksim ve alt-maksimlerin düşeceği belki dört kategori ayırt edilebilir. Bunları
izlemek, genel olarak, İş Birliği İlkesi ile uyumlu sonuçlar verir. Kant’ı çağrıştıracak biçimde
bu kategorileri Nicelik, Nitelik, Bağıntı ve Tarz olarak adlandırıyorum. Nicelik kategorisi
katkıda bulunulan bilginin niceliği ile ilgilidir ve altına şu maksimler düşer:
(İkinci maksim tartışmalı; fazla bilgi vermenin İş Birliği İlkesine aykırı olmadığı, yalnızca
zaman kaybı olduğu söylenebilir. Ancak buna fazla bilgi vermenin kafa karıştırıcı olup yan
sorunlara neden olabileceği biçiminde yanıt verilebilir; bunun yanı sıra dinleyicilerin bu aşırı
bilginin belirli bir amaç için verildiğini düşünüp yanılabilmeleri gibi dolaylı bir etki de ortaya
çıkabilir. Ne olursa olsun, bu ikinci maksimin kabulünden belki farklı bir nedenden dolayı
kuşku duyulabilir: bağıntıyla ilgili maksimin bunun yapacağı etkiyi güvence altına alacak
olması.)
Nitelik kategorisi altına bir üst-maksim – “Katkın doğru olsun” – ve iki daha özel
maksim düşer:
Bağıntı kategorisinin altına tek bir maksim koyuyorum: “İlgili ol.” Maksim özlü olsa
da formülasyonu beni bir hayli uğraştıran birçok sorunu gizliyor: kaç farklı bağıntı türü ve
odağı olabileceği, bunların karşılıklı konuşma boyunca nasıl değiştiği, konuşmanın
konusunun uygun bir biçimde değişmesine nasıl izin verileceği ve benzeri sorular. Bu soruları
aşırı derecede zor buluyor ve bunlara ilerideki bir çalışmada dönmeyi umuyorum.
Son olarak, (önceki kategorilerden farklı olarak) söylenen şey ile değil, bunun yerine
söylenen şeyin nasıl söylendiği ile ilgili gördüğüm, Tarz kategorisi altına üst-maksim – “Açık
ol”– ve şunlar gibi türlü maksimleri koyuyorum:
5
3. Özlü ol (gereksiz laf kalabalığından kaçın)
4. Sıralı ol
Benim açık amaçlarımdan biri, konuşmayı amaçsal (aslında akla uygun) davranışın
özel bir örneği ya da bir türü olarak anlamak olduğundan, yukarıdaki maksimlerin en azından
bir kısmı ile bağlantılı özel beklenti ve varsayımların karşılıklı konuşma olmayan etkileşimler
alanında da benzerlerinin olduğunu söylemeliyim. Her bir konuşma kategorisi için böylesi bir
benzer durumu aşağıda kısaca sıraladım:
1. Nicelik. Bir arabayı tamir etmeme yardımcı oluyorsan, senin katkının gerektiğinden
ne fazla ne de eksik olmasını beklerim. Örneğin, belirli bir aşamada dört vidaya gereksinim
duyuyorsam, bana iki ya da altı değil dört vida vermeni beklerim.
2. Nitelik. Katkılarının gerçek olmasını ve yapmacık olmamasını beklerim. Kek
yapmama yardımcı oluyorsan, keke katmak için şeker istediğimde bana tuz vermemeni
beklerim; kaşığa gereksinim varsa, plastik bir oyuncak kaşık beklemem.
6
3. Bağıntı. Ortağımın katkısının etkileşimin her aşamasındaki anlık gereklere uygun
olmasını beklerim. Kek malzemelerini karıştırıyorsam, bana iyi bir kitabın verilmesini ya da
fırın tutacağının bile verilmesini beklemem (bu sonraki bir aşamada uygun bir katkı
olabilecek olsa da).
4. Tarz. Ortağımdan ne katkıda bulunduğunu açık kılmasını ve bunu kabul edilebilir bir
biçimde yapmasını beklerim.
Bu benzetimler İş Birliği İlkesi ve ona eşlik eden maksimlerle ilgili temel bir soru
olarak gördüğüm şeyle ilgilidirler: konuşucuların genel olarak (diğer her şey sabitken ve
tersine bir işaret yoksa) bu ilkelerin buyurduğu tarzda hareket etmelerini sağlayan,
sezdirimlerin büyük çeşidinin (umarım) bağlı olduğu görünen bu varsayımın temeli nedir?
Sıkıcı ancak kuşkusuz belirli bir düzeyde yeterli bir yanıt insanların bu biçimde
davrandıklarının iyi bilinen empirik bir olgu olduğudur; bunu çocukluklarında öğrenirler ve
böyle davranma alışkanlıklarını sonradan yitirmezler. Aslında bu alışkanlıktan kökten bir
biçimde ayrılmak epey çaba gerektirir. Örneğin doğruyu söylemek yalanlar uydurmaktan çok
daha kolaydır.
Ancak bu olguların (bunlar her ne kadar yadsınamaz olursa olsunlar) altında yatan
temeli bulmak isteyecek kadar akılcıyım; standart konuşma pratiğini yalnızca tümümüzün ya
da çoğumuzun gerçekte izlediği bir şey olarak değil, izlenmesi akıllıca olan ve bir kenara
bırakmamamız gereken bir şey olarak görebilmek istiyorum. Bir zamanlar, bir karşılıklı
konuşmada İş Birliği İlkesi ve maksimleri gözetmenin, iletişim dışındaki alanda benzerleri
olan, yarı-sözleşmeli olarak düşünülebileceği görüşüne yakındım. Yolda kalmış arabamla
uğraşırken siz oradan geçiyorsanız, bana yardım önereceğinize yönelik kuşkusuz belirli bir
beklentiye girerim ancak kaputun altında benimle tamir işine giriştiğinizde beklentilerim daha
güçlü duruma gelir ve daha özelleşmiş biçimler alır (sizin yalnızca beceriksiz bir işgüzar
olduğunuza yönelik belirtiler yoksa). Karşılıklı konuşmalar bana göre iş birliğine dayalı
etkileşimleri ortak olarak ayırt eden belirli özellikleri karakteristik olarak taşırlar:
1. Katılımcıların ortak bir doğrudan amaçları vardır, bir arabanın tamir edilmesi gibi;
son amaçları kuşkusuz bağımsız, hatta çatışma içinde olabilir — her biri araba tamir
edildikten sonra basıp gitmeyi ve ötekini yolda bırakmayı istiyor olabilir. Tipik karşılıklı
konuşmalarda, ortak bir amaç vardır, bu amaç, ayaküstü bir sohbette olduğu gibi, ikincil bir
amaç olsa da. Bir başka deyişle, her katılımcı o an için ötekinin geçici konuşma ilgilerini
paylaşmalıdır.
7
2. Katılımcıların katkıları uyumlu ve karşılıklı olarak bağımlı olmalı.
3. Her iki katılımcı da sona erdirilmesi için uzlaşmadığı sürece, diğer her şey aynıyken,
etkileşimin sürmesi gerektiği konusunda bir tür anlaşma olmalı (bu anlaşma açık olabilir
ancak çoğu zaman örtüktür). Çekip gitmemeli ya da başka bir işle uğraşmaya başlamamalısın.
Ancak kimi durumlar için böylesi yarı-sözleşmeli temel söz konusu olsa da tartışma ve
mektup yazma gibi çok sayıda türdeki konuşma için böylesi bir temel uygun düşmez. Her
durumda, ilgisiz ya da karışık şeyler söyleyen konuşmacının öncelikle dinleyicilerini değil
kendini kandırdığı duyumsanır. Bu yüzden İş Birliği İlkesi ve maksimleri gözetmenin akıllıca
(akla uygun) olduğunu şu biçimde gösterebilmek isterim: konuşma / iletişim için ana
önemdeki amaçları (örneğin bilgi vermek ve bilgi almak, etkilemek ve başkalarınca
etkilenmek) dikkate alan herkesin ancak İş Birliği İlkesi ve maksimlere uygun olarak
yürütüldüğü varsayımıyla yararlı olacak karşılıklı konuşmalara katılmaya, uygun koşullar
altında, ilgisinin olduğu beklenmelidir. Böyle bir sonuca ulaşılabilir mi emin değilim; her
durumda, bağıntının doğası ve onun gerekli olduğu koşullar konusunda bir hayli açık olmadan
bu amaca ulaşamayacağımdan iyice eminim.
Bir yanda İş Birliği İlkesi ve maksimler ile öte yanda konuşma sezdirimlerinin
ilişkisini göstermenin zamanı geldi.
1. Sessizce ve dikkat çekmeden bir maksimi çiğneyebilir; böyle olursa kimi durumlarda
yanıltıcı olacaktır.
2. Maksimin ve İş Birliği İlkesinin gözetiminden geri durabilir; maksimlerin
gerektirdiği biçimde iş birliği yapmak istemediğini söyleyebilir, gösterebilir ya da bunun
ortaya çıkmasına izin verebilir. Örneğin şöyle diyebilir: Daha fazla bir şey söyleyemem;
dudaklarım mühürlü.
3. Bir çatışma ile karşılaşabilir: Örneğin ikinci Nitelik maksimini çiğnemeden
(Söylediğin şey için yeterli kanıtın olsun) ilk Nicelik maksiminin gereğini (Yeterince
bilgilendirici ol) yerine getiremeyebilir
4. Bir maksime karşı gelebilir; bir başka deyişle onun gereklerini göstere göstere yerine
getirmeyebilir. Konuşucunun maksimin gereklerini yerine getirebileceği ve bunu bir başka
maksimi (bir çatışma yüzünden) çiğnemeden yapabileceği, [iş birliğinden -ç.n.] geri
durmadığı ve, hareketinin göstere göstere olması göz önüne alındığında, yanıltmaya
8
çalışmadığı varsayımı sonucunda dinleyici küçük bir sorunla karşı karşıya kalır: Söylediği
şeyi söylemesi onun genel olarak İş Birliği İlkesini gözetiyor olması varsayımıyla nasıl
uzlaştırılabilir? Bu bir konuşma sezdirimine neden olan tipik durumlardan biridir. Bir
konuşma sezdirimi bu yolla meydana getirildiğinde, bir maksimin sömürüldüğünü
söyleyeceğim.
9
olamazdı; onun q’nun gerekli olduğunu düşündüğü varsayımını görebildiğimi biliyor (ve
onun bildiğini bildiğimi biliyor); q’yu düşünmemi engellemek için hiçbir şey yapmadı; q’yu
düşünmemi amaçlıyor ya da en azından düşünmeme izin vermek istiyor ve sonuç olarak q’yu
sezdiriyor.”
(Açıklama: B benzincinin açık olduğunu ve satacak benzini olduğunu (ya da bunların olası
olduğunu) düşünmeseydi “İlgili ol” maksimini çiğnemiş olurdu; öyleyse B benzincinin açık
olduğunu ya da en azından olabileceğini ya da benzerini sezdirir.)
Bu örnekte, Henüz hapse girmedi örneğinden farklı olarak, B’nin sözü ve A’nın sözü
arasında dile getirilmemiş bağlantı çok açık. Tarz üst-maksimi “Açık ol”, yalnızca söylenen
şeyin dile getirilmesine değil, söylenen şeyin beraberindeki sözlerle ilişkisine uygulanacak
biçimde yorumlansa bile, örnekte bu üst-maksimin çiğnendiğini düşünmek için bir neden yok.
Sıradaki örnek bu bakımdan belki de biraz daha az açıktır:
B Smith’in New York’ta bir kız arkadaşı olduğunu ya da olabileceğini sezdiriyor. (Bir önceki
örnekte verilen açıklama göz önünde tutulduğunda burada bir açıklama gerekmiyor.)
Her iki örnekte de konuşucu Bağıntı maksimini gözettiği varsayımını korumak için
inandığı varsayılması gereken şeyi sezdiriyor.
10
B Grubu: Bir maksimin çiğnendiği ancak bu çiğnemenin başka bir maksimle çatışma
varsayımıyla açıklanması gereken örnekler
A B ile Fransa’da bir tatil için plan yapmaktadır. Her ikisi de A’nın yolculuğunu çok
fazla uzatmayacaksa arkadaşı C’yi görmek istediğini bilmektedir:
(Açıklama: B’nin [iş birliğinden -ç.n.] geri durduğunu düşünmek için bir neden yok; yanıtı,
kendisinin de iyi bildiği gibi, A’nın gereksinimlerini karşılamak için yeterli bilgi vermiyor.
Nicelik maksiminin böylesi çiğnenişi yalnızca, B’nin daha fazla bilgilendirici olmak için
ikinci Nitelik maksimini (“Yeterli kanıtın olmayan bir şeyi söyleme”) çiğneyecek bir şeyler
söylemesi gerekeceğinin farkında olduğu varsayımıyla açıklanabilir. Demek ki B C’nin hangi
kentte yaşadığını bilmediğini sezdiriyor.)
C Grubu: [Bir maksimin -ç.n.] sömürüsünü içeren örnekler. Bir başka deyişle bir söz
sanatı türünde bir söz aracılığıyla bir konuşma sezdirimine ulaşmak amacıyla bir maksime
karşı gelinmesi.
A bir felsefe işine başvuracak olan öğrencisi için bir tavsiye mektubu yazmaktadır.
Mektupta şunlar vardır: “Sayın Beyefendi, Bay X’in İngilizceye hakimiyeti yetkin ve derslere
katılımı düzenlidir. Saygılarımla…” (Açıklama: A [iş birliğinden -ç.n.] geri duruyor olamaz
çünkü iş birliği yapmak istemese neden [bu mektubu -ç.n.] yazsın? Bilgisizlikten dolayı daha
fazla bir şey söyleyemiyor olamaz çünkü söz konusu kişi onun öğrencisi; ayrıca bundan daha
fazla bilgi istendiğini de biliyor. Öyleyse yazmaya gönülsüz olduğu bilgisini vermek istiyor
olmalı. Bu varsayımın makul kabul edilebilmesi için Bay X’in felsefede iyi olmadığını
düşünmeli. O halde sezdirdiği şey bu olmalı.)
11
konuşma bağlamında olursa olsun ilk Nicelik maksimini çiğnedikleri açıktır. Elbette bunlar
sezdirilen şey düzeyinde bilgilendiricidirler ve dinleyicinin bunların bilgisel içeriklerini
anlaması, konuşucunun belirli bir eşsözü neden seçtiğini açıklayabilme yetisine bağlıdır.
(1b) İkinci Nicelik maksiminin (“Gerektiğinden daha fazla bilgi verme”) böylesi bir
maksimin varlığının kabul edilmesi gerektiği varsayımı altında çiğnenmesi
A p’nin doğru olup olmadığını bilmek istemektedir. B ise yalnızca p’nin doğru olduğu
bilgisini değil, p’nin kesin olduğu ve p’ye yönelik kanıtın ne olduğu bilgisini de vermek
istemektedir. B bilmeyerek çok konuşuyor olabilir. A da böyle düşünüyorsa A’nın zihninde
B’nin söylediği kadar emin olup olmadığına yönelik bir kuşku oluşabilir (“Yemini fazla
uzattı, bana kalırsa”2). Ancak B’nin bilerek çok konuştuğu düşünülüyorsa, p’nin doğru olup
olmadığının belirli bir dereceye kadar tartışmalı olduğunu aktarmanın dolaylı bir yolu olduğu
sonucu çıkar. Ancak böyle bir sezdirimin iddia edilen ikinci Nicelik maksimine başvurmadan
Bağıntı maksimine gönderim yaparak açıklanabilirliği tartışmalıdır.
İroni. A’nın şimdiye kadar yakın olduğu X, A’nın bir sırrını mesleki bir rakibine açık
eder. Hem A hem de dinleyicisi bunu bilmektedir. A şöyle der: X iyi bir arkadaştır.
(Açıklama: A’nın söylediği ya da söylermiş gibi yaptığı şeye inanmadığı A ve dinleyicisi için
bütünüyle apaçıktır ve dinleyici A’nın bunun dinleyici için apaçık olduğunu bildiğini bilir.
Öyleyse, A’nın sözcesi bütünüyle amaçsız değilse, A görünüşte öne sürdüğü önermeden
başka bir önermeyi iletmeye çalışıyor olmalı. Bu önerme apaçık bir biçimde ilişkili olmalıdır.
En apaçık olarak ilişkili önerme öne sürülüyor gibi görünen önermenin çelişiğidir.)
Metafor. Sen benim kahvemin kremasısın gibi örnekler karakteristik olarak kategorik
yanlışlar içerirler. Öyleyse konuşucunun söyler gibi göründüğü şeyin çelişiği, katı bir biçimde
söylersek, herkesin bildiği bir doğru olacaktır. Dolayısıyla böylesi bir konuşucunun iletmek
istediği şey bu olamaz. En olası varsayım konuşucunun dinleyicisine sözü geçen maddeye (az
ya da çok hayali olarak) benzediği bir ya da birkaç özelliği yüklüyor olmasıdır.
2
Shakespeare’in Hamlet oyununda geçen bir söz:
HAMLET
Nasıl buldunuz bu oyunu bayan?
KRALİÇE
Yemini fazla uzattı, bana kalırsa. (III. perde II. sahne)
Kaynak: Shakespeare, W (1999) Hamlet, çev. Bülent Bozkurt, İstanbul: Remzi Kitabevi, s.129. [ç.n.]
12
Metafor ve ironiyi dinleyicinin iki adımda yoruma ulaşacağı biçimde birleştirmek de
olanaklıdır. Sen benim kahvemin kremasısın diyerek, dinleyicinin öncelikle metaforik “Sen
benim gurur kaynağımsın” yorumuna sonrasında ise ironik “Sen benim başımın belasısın”
yorumuna ulaşması amaçlarım.
Arıksayış [Meiosis]. Bütün mobilyaları kırmış bir adam için şöyle deniyor: Biraz
alkollüydü.
(2b) İkinci Nitelik maksimine (“Yeterli kanıtın olmayan bir şeyi söyleme.”) karşı
gelinen örnekler bulmak belki pek kolay değil ancak şu bir örnek olabilir gibi duruyor. X’in
karısı için şunu söylüyorum: Büyük olasılıkla onu [X’i -ç.n.] bu akşam aldatıyor. Uygun bir
bağlamda veya uygun jest ya da ses tonu ile, bunu varsaymam için yeterli kanıtım olmadığı
açık olabilir. Konuştuğum kişi, konuşma oyununun yine de oynanmakta olduğu varsayımını
korumak için, benim kabul edilmesinin makul temeli olan ilgili başka bir önemeyi
kastettiğimi varsayar. İlgili önerme onun kocasını aldatma alışkanlığı olduğu ya da böylesi bir
davranıştan geri durmayacak karakterde bir kişi olduğu olabilir.
(3) Bağıntı maksimini gerçekten çiğneyerek (görünüşte çiğnemekten ayrı olarak) bir
sezdirim elde etmek belki de az rastlanan bir durumdur ancak şu iyi bir aday gibi duruyor.
Kibar bir çay partisinde A şöyle der: Bayan X manyağın teki. Ürkütücü bir sessizlik anından
sonra B şunu söyler: Bu yaz hava çok hoş, öyle değil mi? B açık bir biçimde A’nın bir önceki
sözüyle ilgili bir şey söylemeyi reddeder. Böylelikle A’nın sözünün tartışılmaması gerektiğini
ve, belki daha da belirgin olarak, A’nın sosyal bir gaf yaptığını sezdirir.
(4) Üst-maksim “Açık ol” altına düşen türlü maksimlere karşı gelinen örnekler
Çok anlamlılık. Burada çok anlamlılığın kasıtlı olarak yaratıldığı ve dinleyicinin bunu
fark etmesini konuşucunun amaçladığı ve beklediği durumlarla ilgilendiğimiz unutulmamalı.
Dinleyicinin çözmesi gereken sorun konuşucunun (konuşma oyununu oynamayı sürdürüp)
neden çok anlamlı bir sözce seçmek zahmetine girmesi gerektiğidir. İki tür durum var:
(a) Bir sözcenin iki yorumu arasında açıklık bakımından bir fark olmayan ya da
dikkate değer bir fark olmayan örnekler; iki yorumdan hiçbiri diğerinden açıkça daha
karmaşık, daha az standart, daha anlaşılması zor ya da daha zorlama değil. Blake’in dizelerini
düşünebiliriz: “Hiçbir zaman çabalama aşkını anlatmaya, Asla anlatılmayan aşk olabilir.”
13
Emir kipinin yarattığı güçlüklerden kurtulmak için, şu ilgili tümceyi inceleyeceğim:
Çabaladım anlatmak için aşkımı, asla anlatılmayan aşk olabilir. Burada ikili bir çok
anlamlılık olabilir. Aşkım ya bir duygu durumuna ya da bir duygu nesnesine gönderim yapar.
Asla anlatılmayan aşk olabilir ya “anlatılamayan aşk” ya da “anlatıldığında
sürdürülemeyecek aşk” anlamına gelebilir. Kısmen şairin incelikliliği, kısmen de içsel
kanıttan (çok anlamlılığın sürdürülmesi) dolayı, çok anlamlılıkların kasıtlı olduğunu ve şairin
hem bir yorum yerine diğerini amaçlasa söyleyeceği şeyi hem de aynı biçimde öbürünü
ilettiğini düşünmekten başka bir seçenek yok gibi görünüyor. Ancak kuşkusuz şair bunlardan
hiçbirini açıkça söylemiyor, onları yalnızca iletiyor ya da akla getiriyor (krş. “Eh, madem
kadınların keyfi için [doğa] sende bunu çıkardı, Aşkın benim olsun bari, onlara kalsın
sevişmenin tadı.”3).
(b) Bir yorumun diğerinden belirgin biçimde daha az açık olduğu örnekler. Sind
bölgesini ele geçirdikten sonra Peccavi iletisini gönderen Britanyalı generalin karmaşık
durumuna bakalım. Buradaki çok anlamlılık (“I have Sind” [Sind bölgesini ele geçirdim] / “I
have sinned” [Günah işledim]) biçimbirimsel değil sesbirimseldir.4 Gerçekte kullanılan ifade
çok anlamlı değil ancak konuşucu ve dinleyiciye yabancı bir dilde söylendiği için çeviriye
gerek duyuluyor ve yerel İngilizceye standart çeviride çok anlamlılık ortaya çıkıyor.
Açık yorum (“I have sinned”) iletilse de iletilmese de dolaylı yorumun iletilmek
zorunda olduğu görülüyor. Bir tümce ile yalnızca onun dolaylı yorumunu iletmenin biçemsel
nedenleri olabilir ancak p’yi dolaylı olarak ileten bir ifade bulma sıkıntısına girmek ve
böylece dinleyiciye bu yorumu bulması için çaba göstermesini dayatmak, bu yorum
iletişimsel olarak yararsız olsaydı anlamsız ve belki biçemsel olarak da sakıncalı olurdu. Açık
yorumun da iletilip iletilmediği, böyle bir varsayımın diğer konuşma gereksinimleriyle
(örneğin, ilgili olup olmadığı, konuşucunun kabul edeceği varsayılabilecek bir şey olup
olmadığı ve benzeri) çatışıp çatışmadığına bağlı gibi görünüyor. Bu gereksinimler
karşılanmazsa, açık yorum iletilmez. Karşılanırsa iletilir. Peccavi iletisinin yazarının bir tür
suç işlediğini düşündüğü doğallıkla varsayılabilirse (örneğin emirlere karşı gelerek Sind’i ele
3
20. Sone. Kaynak: Shakespeare, W (1996) Soneler, çev. Bülent-Saadet Bozkurt, İstanbul: Remzi Kitabevi, s.40.
[ç.n.]
4
Metinde gönderimde bulunulan olay şudur: Söylentiye göre İngiliz komutan Sir Charles James Napier bugün
Pakistan’ın bir eyaleti olan Sind’i 1843 yılında ele geçirdikten sonra yalnızca “Peccavi” sözcüğünden oluşan bir
ileti gönderir. “Peccavi” Latince “Günah işledim” anlamına geliyor. Bu sözün İngilizce çevirisi “I have
sinned”dir. Napier burada “I have sinned” ve “I have Sind” [Sind’i ele geçirdim] arasındaki ses benzerliğinden
yararlanarak bir söz oyunu yapar. [ç.n.]
14
geçirdiyse) ve böylesi bir suça gönderimde bulunmanın dinleyicinin ilgisini çekeceği
varsayılırsa, her iki yorumu da iletmiş olur; tersi durumda yalnızca dolaylı olanı iletir.
15
genelleştirilmiş konuşma sezdirimini bir uzlaşımsal sezdirimmiş gibi ele almak çok kolay.
Vereceğim örneğin yeterince tartışmasız olduğunu umuyorum.
X bu akşam bir kadınla buluşuyor, biçimindeki bir tümceyi kullanan herkesin olağan
durumda buluşulacak kişinin X’in karısı, annesi, kız kardeşi ya da yakın bir platonik arkadaşı
olmadığını sezdirir. Benzer biçimde, X dün bir eve gitti ve ön kapının arkasında bir
kaplumbağa buldu, diyecek olsam ve sonradan bu evin X’in kendi evi olduğunu belirtsem,
beni dinleyen kişi olağan durumda şaşıracaktır. Benzer dilsel olguları bir bahçe, bir araba, bir
kolej ve benzeri ile de yaratabilirim. Ancak kimi zaman, böylesi bir sezdirim genellikle ortaya
çıkmaz (“Bütün sabahı bir arabanın içinde oturarak geçiriyorum”). Kimi zamansa ters
sezdirim ortaya çıkar (“Dün bir parmağımı kırdım”). Bir X biçimindeki bir ifadenin şöyle üç
anlamının olduğunu söyleyen filozoflara kulak asılmaması gerektiğini düşünmek
eğilimindeyim: ilki yaklaşık olarak “X sözcüğünü tanımlayan koşulları sağlayan bir şey”
anlamında, diğeri yaklaşık olarak “bağlamın gösterdiği bir kişiyle yalnızca belirli bir uzak
ilişki içinde olan bir X (ilk anlamıyla)” anlamında ve bir başkası “bağlamın gösterdiği bir
kişiyle belirli bir yakın ilişki içinde olan bir X (ilk anlamıyla)” anlamındadır. Şu türden bir
açıklama epey yeğlenir değil midir (elbette ayrıntılarda yanlışlar çıkabilir): Bir kimse bir X
biçimindeki bir ifadeyi kullandığında X’in belirlenebilir bir kişiye ait olmadığı ya da bu
kişiyle başka türlü bir yakın ilişkisi olmadığını sezdirir. Sezdirim ortaya çıkar çünkü konuşucu
açık olmasının beklenebileceği bir durumda açık olmamıştır ve buradan açık olamayacak bir
durumda olduğu varsayımının olası olduğu sonucu çıkar. Bu bildik bir sezdirim durumudur ve
(hangi nedenle olursa olsun) ilk Nicelik maksiminin gereğini yerine getirmede bir başarısızlık
olarak sınıflandırılabilir. Tek zor soru şudur: Özel sözce bağlamlarıyla ilgili bilgimizden
bağımsız olarak, belirli bir kişi ya da nesneyle, sözcede anılan ya da gösterilen başka bir
kişinin arasındaki ilişkinin yakınlığının ya da uzaklığının belirtilmesinin önem
taşıyabileceğinin neden belirli durumlarda varsayılması gerekeceğidir. Yanıt şuralarda yatıyor
olmalı: Bir kişi ve onunla yakından ilişkili diğer kişiler veya şeyler arasındaki etkileşimler,
bağlantıları ve sonuçları bakımından uzaktan ilişkili kişiler ve şeyleri içeren aynı türde
etkileşimlerden çok farklı olmaya eğilimlidir. Çatımda bir delik bulmamın bağlantıları ve
sonuçları, başka birinin çatısında bir delik bulmamın bağlantıları ve sonuçlarından büyük
olasılıkla çok farklı olacaktır. Para gibi bilgiyi veren de sıklıkla alanın bunu nasıl
kullanacağını bilmez. Bir kişiye bir etkileşimden söz edildiğinde, o kişi biraz düşünürse,
kendini büyük olasılıkla, konuşucunun başlangıçta bilemeyeceği başka sorulara yanıt ararken
bulacaktır. Uygun belirtim [uzaklık/yakınlık] dinleyicinin böylesi çok çeşitli soruları
16
yanıtlamasını büyük olasılıkla sağlayacaksa, konuşucunun sözlerinin bu belirtimi içermesi
gerektiği varsayılır, sağlamayacaksa varsayılmaz.
17
sezdirgesi bu özel açıklamaların tikel-evetlemesinden oluşacaktır. Bu listenin ucu açıksa,
sezdirge, birçok gerçek sezdirgenin aslında taşıdığı türden bir belirsizlik taşıyacaktır.
18